M. Ali Tevfik - Turanlı'nın Defteri

Page 1



TURANLININ

ESKİN

DEFTERi

MATBAASI

İstanbuJ

-

19'71


MİLLİ HAREKET YAYINLARI

:

9

YENİ YAZI BİRİNCİ BASKI

Bu kitap, 1914 de ilk defa eski yazı olarak basılmıştır.


MEHMET ALI TEVFiK

Turanlının Defteri

MİLLLİ HAREKET YAYINLARI P.K. 190.

Aksaray

-

İSTANBUL


Ben olduğum

Müslüman olduğum kadar, Türk, Türk

da

kadar

Müslümanım. Ayru zamanda

Doğu'luynm. Kalbim, Türk yurtseverliği ve

İsli.111-

hk gayreti yanında., bir de doğu h.3.kimiyeti yor.

taşı­

Doğu sevgisi, altında yaşadığım gök kubbenin

renk ve büyülemesine ve peygamberlerden şairlere kadar

onun verimli

ikliminde yetişen büyüklere

karşı beslediğim bağlılık ve muhabbetten doğmuş. tur. Batının Asya hakkındaki hesapsız baksızhlda­ rı bende Doğu sevgisini arttırdı. Şimdi ben _bn aziz

toprağı luskançhkla rum

ve

doğulu

başkaldırması,

ve dopdolu

sıfatıyla

intikamı...

unutamadJJğım bir ga7e.

bir

aşkla seviyo.

övünüyorum.

notunun

İşte daalanmda

asla


Kahrolmayan Ümit Geçenlerde bir levha gördüm: Yetim, terkedilmiş, kötülüklere uğramış bir sahra. Bir köşede vatan

için

can vermiş kahramanları gizliyen tepecikler, daha ileri­ de şahitlik yapan yıkılmış binalar. Ön tarafta diğerle­ rinden. daha büyük, daha uğursuz bir çıkıntı, bir mezar var. İlkbaharın açtığı çiçekler, bu matemli sahnenin fe­ caatiyle müessir bir tezat teşkil ediyor. Şimdi çiçekler­

le süslenen büyük kabrin üstünde genç ve saf bir

kız

oturuyor ve onun hayretle bakan masum yüzünden ha­ yata karşı bir çekicilik dökülüyor. Dudakları teneffüs etmek zevkiyle dolu tebessümler saçıyor. Korkunç

bir harbin sonsuz bozgunlarından, fela­

ketlerinden sonra yurtsever bir ressamın titrek fırçasın­ dan çıkan bu manalı sanat sayfası, harabeler arasında ümidli insanlarda yaşamak, güzelliğin ölüme üstünlü­ ğünü temsil ediyor. Öyle saruyonun ki, bizim şu dakika­ da ruh halimizi bundan daha iyi gösterecek bir örnek bulunamaz. Kırkkilise

(Kırklareli),

Lüleburgaz,

Komanova ...

Birbirini takip eden bu yenilgilerin sonunda göğsümüz

daraldı, kalbimiz durdu, çenelerimiz kilitlendi, milletin düşünürleri hassas,

heyecanlı kitlesi yürüyen, yatan

kalkan, hülasa otomat hareketlerin hepsini yapan

-5-

ve


bir ölü gföi, şuursuz bir hayat geçirdi. Fakat işte

bu­

gün güneşin battığı yere gitmezden evvel bol bol yaydı­

ğı

son taze ışınlar

altında

dirildiğimizi hissediyoruz.

Hertarafımızı saran mezarlar, harabeler ortasında bü­ tün olmazları olur yapan bir çiçek açıyor. Kalbimizin en derininde feyizli bir çarpıntı başlıyor: Ümit ... Silahlanınız mağlup olunca askerlerimizin bitmez tükenmez kahramanlık mucizelerine rağmen gaddar ta­ lih önünde teslimiyet gösterince bütün düşmanlar bü­ yük ve gösterişli bir cezane alayı hazırladılar. K� bir

fuı

tabutun arkasını bir iki riyakar mersiyeci, ölün

bir

daha kalkmasına imkan bırakmamak için mezanna bi­ rer parça daha kum atmak niyetiyle gelmiş birçok.kim­ seler takip ediyor. Bu matem alayı o kadar gösterişU ki iki aydan beri başladığı halde hala bitmiyor, hala aynı sözler semalara yükseliyor, hala memnun olan çehreler­ de ferahlık işaretleri görülüyor. Bu kadar uzun bir alay­ la son karargahına götürülen ölü, acaba kimdi?..

Türk

milleti... Bu hale düşüşümüz karşısında pişmiş kelle gi­ bi sırıtarak gülen Avrupa, iki

aydan beri bizi mezara

götürüyor. Cenazemize

etrafında yükselen sevinç naralarını

duydukça kahkahalarla gülüyorum.

Mecnun Avrupa,

böyle dirileri gömmeyi sana kim öğretti?.. kardeşlerimin damarlarımızda taşmak

Benim ve

ihtiyacıyla ku­

duran bir kuvvetli kan var, ummanın akıntıları kadar öfkeli, manidar yıkıcı bir hayat girdabı varlığımızın her zerresini döküyor,

sinirlerimiz

varolma ve

yükselme

hummasını, ihtirasını her dakika, her saniye, her

an

bütün azalarımıza akıtınca kendimizde bin yıl ya.Şam.ak kabiliyetini buluyoruz. Mecnun ve gafil mezar kail.cısı, önündeki tabut yarın mutlak açılacak, içinden fırlayan

«O sağ ölilıı senin elini kıracak, boğazını sıkacak. -6-


. <ıTürk ölmüş mü?» Bu soru karşısında ta ciğerle­ riınden bir ses geliyor, muazzam, çılgın bir «HAYIR» .çevremi sarsıyor. Hayır! .. Biz ölü değiliz. Biz daha dün doğduk.· Ül­ künün yakıcı içkisini gül renkli kadehlerden daha dün içen ağzımız bugün toprakla dolamaz! Dün doğmuştuk. Bugün mezarımızı kazıyorlar. Ka­ ·

·

zan hain elleri kıracağız. Asırlarca gözyaşı dökerek se­ ciyemızı, yaradılışımızı yıkayacağız, saflaşdıracağız. Gözyaşı, kan, ateş ve demir... Türk güneş altında ken­ dine layık olduğu mevkii sağlamak için bunların hepsi­ ni Kızılırmak gibi akıtacak, hepsini babalarına yakışa­ cak bir kahramanlıkla kullanacaktır. Dimağımda fırtınalar yaratan, vücudumu elekt­ riklenmiş bir cisim gibi sarsan bu asi, azimkar hisleri burada durdurayım. Türk milletinin hayata hak kazanmışlığı ve kabili­ yeti yalnız bu kalplerimizdeki duygularla sabit değil. Bunu doğrulayacak birçok maddi vesikalar var. ·İtalyanın saldırısından sonra İstanbul'da bir ölü hayat başlamıştı. Rumeli bozgunu sonucu bezginlik ve gevşeklikden daha ağır bir üzüntü, gecenin kurşundan karanlıkları gibi bütün bir çevreye çökmüş, hiçbir çeh­ rede ümide yol gösterecek bir işaret kalmamıştı. Çok _geçmedi, ümit kahrolmaz. Daima başarı ümidi içimizde dirildi. Bizim donuk varlığımızdan kışın son günlerinde toprakları işliyen, onlara hayat veren esrarengiz kuv­ vet gibi bir hayat cereyanı geçti. .Altı asırdan beri Türk ırkının yapmadığı, yapmayı düşünmediği şeylere hep o mucizevi heyecanın itişiyle, ondan sonra teşebbüs -edildi. İşte Türk Yurdu (Türk Ocağı) işte Aka Gün­ düz'ün eserleri, işte cazibeli bir alçak gönüllülükle Gökalp namı altında saklanan büyük kardeşimin des-

- 7-


tanlan ... İşte «Yeni Lisan» fikirleri, M. Nermi'nin milli okuma kitapları ... Bir buçuk yıllık bir zamana ait olan bu milli teşebbüslerin bir çoğunu, şu taşkın hislerin du­ manı içinde unutuyorum, bir kısnunı da sıralamaktan vazgeçiyorum. Fakat bu söylediklerim, hem dikkate de­ ğer bir esası temsil etıneğe sahip ve hem de küçültüle­ meyecek kadar bol ve çeşitlidir. Milli ülkünün elde edilmesi için daha büyük bir ça­ l!şma içine girilmesi gerekiyor. Fakat saydığım eserler işe başlandığını isbat etmez mi? Anlaşmış ve birleşmiş hristiyan devletlerinin Türk

ülküsüne dolaylı olarak

(;deceği hizmet, İtalyan saldırısının akla gelmeyen so­ nuçlarından kat kat fazla olmalıdır ve olacaktır. İlk sademe geçti, şimdi Türk gençleri tekrar masa başına, fikri ve kadro

çalışmalanna dönüyorlar. Ben

bu yeni çalışma devresinden birçok şeyler bekliyorum. Çünkü, ruhum ve dimağım durdurulması imkfı.nsız bir faaliyet arzusu ve aşkıyla yanıyor. Bizim bundan son­ ra

ebedi

hayat

problemimiz:

«Vatanın

m atemi,

te;k sevgilim, çalışmak, faydalı olmak. Tek ihtirasımız.ı> ..cümlesinde toplanmalıdır.

23 Ekim 1 328

-8-


Türkiye Can Çekişmiyor , Yeni Doğuyor Artık ruhumuzda yalnız kararmış bir hayali kalan Fransanın hayasız matbuatı, işte üç ay oluyor ki, her gün o bitmez tükenmez alçak nakaratını göklere yük­ seltiyor. Mağluplara çamur atmakta kıyas kabul edil­ mez şekilde ileriye gidip, alçaklıkta

üstünlük gösteri­

yor. Küfürde ve alçaklıkta şöyle bir dereceye yükselme manzarası önünde kalbimizin duyduğu yegane his Jan Jak Russo'ların şefkatli ve alicenap Fransasına ait bir merhametle karışık, derin bir nefret ve iğrenme duy­ gusudur. Gerçeğe karşı büyük bir tutkunluk ve gönül

ver­

mişlikle duygulu olmasaydık, Fransız gazetelerinin sa­ de büyük

çoğunluğunun fikirlerini kabul

mahdut istisnalan hesaba katmazdık. görmek, tanımak, hesaplı

eder,

pek

Fakat heıqeyi

bir sıhhatle ölçmek istiyen.

gözlerimiz, uzaklarda toplanan o sonsuz satılmış yazı­

cılar kafilesinden başka, bir de vicdanlı birkaç

insan

bütün manasıyla vakarlı ve kurtancı bir zümre üzeri­ ne kapanmak, onları ihmal etmek istemiyor. O, asaletli yüzler arasında evvela Piyer Loti'yc bak

mak isteriz.

-9-


Hastalıklı ve üzüntülü varlığını, sakin ve saf iklim­ krde gezdiren, medeniyetin fuhşa bulaşmış ayağıyle be­ kareti bozulmamış memleketlerin şiir ve büyülemesin­ den ilham olan Piyer Loti, Türk yurtlarına da geldi ve oraların asil, mütevekkil ve iyi kalpli insanlarıyla

ru­

hen kardeş oldu. Bu isim yapmış edibin evvelce Türki­ ye hakkında yazdığı fazla hayalci, fazla renkli eserlerle, şimdi düşmanların vatanımızda yaptıkları kanlı

dram

karşısında yükselttiği şefkat sedası ve merhamet duy­ gusu hep Türklerle kendisi arasında

yerleşen manevi

akrabalığın işaretidir. Piyet Loti'nin

Trablus faciasından şimdiye kadar

gazetelerde yayınladığı isyan sayfalarını merhametli ve itinalı bir el toplamış, bir kitap halinde yayınlamıştır. Gelecek Türk neslinin, yapraklarını kutlulaştırarak çe­ vireceği bu kitabın dilmize çevrilmesi cidden temenni­

ye değer. Aziz ve büyük dostumuza kalpten teşekkürlerimizi takdim etmekle beraber, merhamet çekici ve acındırıcı kitabına seçtiği başyazı

münasebetiyle, gene kendisi

için gerçek bir açılma ve ferahlık sebebi teşkil edeceği­ ne emin olduğumuz bazı fikirler

ileri sürmeği uygun

buluyoruz. ccPiyer Lotiıı bu ağlayan sayfaları <ıÇan çekişen, ya­

hut can çekişme huzuru içinde bulunan Türkiye,, . adı altında toplanmış. Derin bir merhamet delalet eden bu ünvanın gerçeğe hiç tercüman

olmadığını söylemeğe

bilmem lüzum var mı? Türkiye can çekişiyor! Yok, Türkiye yeniden doğu­ yor! Yüzyıllardan beri fetih ve istila hummasiyle kendi­ sini unutan, varlık sebebini daima yeni ülkeler almak için can vermekten

ibaret sayan

kahraman ırkımız,

şimdi milli bir şuur ve uyanışın doğuşunu görüyor,

-- 1 0 -

ni-


hayet, «ben varım» avazının dimağında titreştiğini his­ sediyor, nihayet kımıldanıyor. Bir milleti en kudurgan

saldırılardan, en amansız

tahribattan koruyan Krup toplan, dumansız barutlar,

harika uçaklar ve zırhlılar değil, milli vicdan ve milli duygudur. İşte Türk ırkı, bugün idari hatalar sonucu

olarak işlemiyen, sonuç vermeyen toplan ve tüfekleri­ ne mukabil, kendi vücudunun gayet ince, fakat çelikten daha sağlam bir zırhla çevrili olduğunu anlıyor. Birçok vatandaşlarımız

gibi Piyer Loti'de devleti

milletten ayırmamıştır. Bu, düzeltilmeğe layık bir gaf­ l€ttir. Yaralanan bir adam evvela yaralı olduğunu, nasıl anlıyamazsa, babalanmız da yıllardan beri Türk ırkının varlığına atılan kurşunları duyamadılar ve anlıyamadı­ lar. Fakat bütün biz Türk gençleri o yaraları her zerre­ mizin derinliğinde buluyoruz. Öldürülen kardeşlerimi­ zin yekunu bu heybetli ve korkunç rakam bir kabus gi­ bi rüyalarımız karıştırıyor, kınlan nüfus ve şerefimiz, azası kesilmiş bir bahtsız gibi karşımızda

Makbet'i, Hamlet'i gülünç

duruma

kıvranıyor.

sokan o geniş,

uzun Türk faciasının her bölümü gözbebeğimizde yer 1

clm�fu.

Bizim için öldü dediler. Ölü değiliz. Gene ümitliyiz, gene inanıyoruz. Düşmanların etrafımızda düzenlediği suikast bize üzüntü değil, ancak çılgın olduğu kadar fe­ yizli bir öfke ve kin ilham ediyor. Dişlerimiz gıcırdıyor. Kollarımızı zabdedilemez bir hareket ve savlet kabiliyeti ve ihtiyacı titretiyor.

Bi� ölüde bu duyguların

han­

gisi vardır? Türk ırkının muhteşem mazisi bütün katliamlara _ rnğmen heybetini saklayan kudretleri hiçbir iftiranın silemediği kabiliyeti,

gelecek hakkındaki imanımızın

- 11 -


dayanma noktasıdır. İmparatorluğun sarsılması Türk-· ler için ne kadar büyük bir halsizlik meydana getirirse getirsin, Piyer Loti'nin ve onun gibi düşünenlerin buna verdiği anlamı vermez. Bizim için iki asır evvel �ayan zulme uğrama ve dağılma devresi, daha korkunç bir şe­ kil kazanarak devam edecek. Fakat milletlerin hayatın­ da bu geçici duraklamaların rolü, insan hayatında bel­ ki bir bayılmanın tesiri kadar önemsizdir. Tarih bize birçok milletlerin dirildiğini haber veriyor. Türk ırkı­ nın her görüşten bunlar kadar elverişli bir durumda ol­ madığını hangi araştırıcı iddia edebilir. Kalbimizde kuvvetli bir iman, genç ve sıcak bir ül­ kü uBiz diriyiz ve yaşayacağız» diyor. Tarihin hiçbir şa­ hidi olmasa, yalnız bu hayata bağlılık duygusu, gelecek için açık bir teminattır. Bir şahsın öleceğine, sonunun muhakkak yakın ol­ duna dair hasıl ettiği bir fikri kendi kendisine telkin et­ mesi manen bir ölümdür. Bu inançtan sonra onun yaşa­ ması imkansızlaşır. Bu düşüncenin milletler için

de

doğru olduğunu bildiğimiz için, büyük dostumuz ((Pi­ yer Loti',>nin ve onun filtirlerini benimseyenlerin

bir

hatasını düzeltmek için çalışıyor ve Türkiye can çekiş­ miyor, yeniden doğuyor, diyorum.

18 Kanunsani 1 328

-- 12 --


Ezildikten Sonra (Napolyon Bonapurt) ın 1806

da bütün

m'.lnasıyla

kahrettiği Prusya yedi yıl sonra 1813 de müthiş Korsi­ ka kartalına isyan etti. Öldüğü sanılan Alman milleti

1813 de zinde bir varlık gösterdi. 1913 tarihi bu,üzerin­ de konuşulmağa değer yeniden dirilişin 100. yıl dönü­ münü bildirdiğinden geçenlerde Almanya'da gösterişli merasim yapıldı,

Fransalı

fatihin istilasına karşı ilk

başkaldıran doğu Prusya vilayeti bir hafta kadar yurt­ severlik. gösterileri içinde yaşadı. Almanya İmparatoru il. Wilhelm söz konusu vila­ yetin meclisini -açıklanan arzu üzerine- bizzat açtı. Ve biz Türkler için bir teselli ve inanç kaynağı teşkil etme­ si lazım gelen şu sözleri söyledi: ıcEfendiler, arzunuz üzerine

bugün sadık

Doğu

Prusya vilayetinin meclisini açmak benim için özellikle bir zevktir. Çalışmanıza başlamadan evvel doğu Prusya hükü­ metlerini millet meclisinin 1813 de karar altına aldığı kesin tedbiri benimle beraber hatırlayınız. Bu karar öl­ müş olan vatanımızın hayat ve kurtuluşuna doğru atıl­ mış ilk adım idi. Şu saatte

o zamanki ozamanki felaketi ctrnfiyle

anlamak hiç şüphe yoktur ki zordur.

-13-


Vatan topraklarının bir takım kıymetli elverişli olmayan bir savaş sonucu olarak

parçalan elimizden

alınmı ştı. Halk kırılmıştı. Memleket, kalelerinin çoğun­ luğu ile beraber galiplerin pençesinde inliyor ve sava­ şın sonsuz kötülükleri ve aşağılıkları altında ezilmiş bu­ lunuyordu. Sahralarımız düşman ordularıyla çevriliydi. Ticaret

-zanaat durmuştu. Refah ve huzur

ortadan

kalkmıştı. Tarlaların geçmiş yılın o müsibetli hasadından sonra çok azı işleniyordu. Kralın en ufak hareketi gö­ zetleniyordu.

Kendisi

hayatından bile emin değildi.

Kral, tacının ve memleketin kesin olarak kaybını önle­ mek için elinde kalan küçük ordunun yarısını yardımcı olarak doğuya göndermek zorunda idi. İşte o zaman Cenab-ı Hak cüretli Korsikali Napol­ yon'un galebelerine ansızın son verdi. A vrupa'nın ge­ çirdiği o acı felaket devrelerinin son bulduğuna ve bu uzun esaret zincirlerini kırmak suretiyle bütün Prusya­ lı yüreklerin ateşli arzusunu fiili sahaya çıkarmak za­ manının geldiğine dair kalplerde bir inanç

meydana

geldi. Demin, abidesinin resmi açılış merasiminde hazır bulunduğum Kont Yonk işte böylece düşündü.

Kont

Yonk kendi kumandası altında bulunan askeri kıtayı durum un zaruri ihtiyacı sebebiyle Fransız ordusundan ayırmağa ve bağlı olduğu krala hizmet etmeğe karar verdi. Vilayetiniz asilzadeleriyle orta sınıfın ve

çiftçi

zümresinin temsilcisi olarak burada (Küniğsberg) top­ lanaıı azimli kimseler de aynı fikre bağlandılar. Millet­ vekilleriniz düşünüp ve anlaşarak hızla harekete geç­ tiler. Kendi keselerinden halkı silahlandırmağa ve krala muntazam askerlerini takviye edecek bir muvazzaf sı­ nıfı göndermeğe oy birliğiyle karar verdiler. Bu parlak hamiyet örneği, milletin gayretini ateşledi.

- 14 -


Bu muvazzaf askeri

teşkilata dair

hörst) ın planı üzerine (Kont Aleksandır

olan

(Şoren­

Duduhna)

ta­

raf.ından düzenlenen önerge Prusya krallığının her ta­ ratmda taklit edildi. Kral biraz sonra vatanın selameti için uzun süreden beri hazırlanan kesin teşebbüse gi­ rişmek zamanının geldiğini gördü ve namus ve hürriye­ tini savunmak için genellikle ayaklanmasını

Prusya

milletine açıkça emretti. Herkes kralın etrafında toplanarak savaşa Genç - ihtiyar, küçük - büyük herkes ortak bir

gitti. feda

karlık arzusuyla bütün mallarını ve canlarını yurdun ayağı altına serdiler. O

adlarını

zamanın kahramanlarını ve özellikle

milli tarihimizin

tunçtan kitabesi

üzerine

silinmez

harflerle kazıyarak ve sadık Prusyalıları bugün gurur, ile hayranlıkla ve şükranla

andığımız, gibi her zaman

onların hatırasını aynı duygularla yaşatacağız. Efendiler, bakınız bu yıl tekrar şu onüç rakamını id­ rak ediyoruz. 1813 - 1913. Ne mesut değişme. Şimdi karşımızda sözlerini

dinlemeğe

muktedir

olan ve istek ve arzusu bütün hücumlara dayanabilecek bir durumda bulunan Alman· imparatorluğunun

kuv­

vetli kitlesini görüyoruz.>> İşte, en ibretli ve açık bir tarih dersi: Unutmayınız ki, bu sözleri yirmibeş yıl zarfında milletini medeniye­ tin zirmesine çıkaran ve her hareketiyle

Almanya'ya

azim ve kudret örnekleri gösteren büyük bir kralın ağ· zı11dan işitiyoruz. İkinci Wilhelm'in bundan bir asır evvel Almanya'­ ya isabet eden bozgun ve felaketler hakkındaki sözleri­ ni okurken, birden bire «Acaba Türkiye'den mi bahsc­ ctiyor?ı> dedim. 1813 Almanya'sı 1913 Türkiye'si kadar yıkılmış ve bozulmuştu. Hatta iki memleketin bir asır

- 15 -


.aralıklı şu örnek haksızlığa uğranuşlığı arasında gene bizim lehimize farklar bile var. Böyle mukayeselerde sade dış benzerliklerle iktüa etmek ba�lanmaz bir gaflettir. 1813 de Almanya, Fransız ordularının istiiası altında ezilirken gene bir­ çok üniversiteler açılıyor ,birçok dAhiler, insanlık için için mutlu sonuçlar veren düşüncelerinin cereyanını .ta­ kipde devam ediyordu. 1813 Almanyasının arkasında üç asırlık bir medeni­ yet ve bir kültür vardı. Büyük Frederik'in ektiği tohum­ lar daha o zaman pek herekli mahsuller vermişti. 1813 Almanya'sı yaralarını iyi edebilecek birçok fikir adam­ larına, öğretmenlere, ıslahatçılara sahipti. Özet olarak 1813 Almanya'sını şimdiki Türkiye'den ölçüsü imkAn­ sız bir hale koyan başkalıklarla ve üstünlüklerle doluy­ du. Fakat benim 1813 olayından çıkarmak istediğim anlam iki memleket arasında sıkı bir yakınlık veya ben­ zerlik değildir. Şimdiki Türkiye'nin 1813 Almanyası ka­ dar eşsiz bir çeviklik ve süratle dirileceğini de iddia et­ mek istemiyorum. Maksadım milletlerin Basübadel mevt'i (Öldükten sonra dirilmek) hakkındaki kanaat­ lan kuvvetlendirmek, Türklerin pek kesin görünen bu son bozgunluklardan sonra yeni bir hayata erişmek ola­ bileceğini beklemeden süratle medenileşmek gayesine doğru yükselebileceğini bir kere daha göstermektir. Tanışıp şereflendiğim kimselerin bir kısmı ihtimal ki bu satırları dudaklarında alaylı veyahut şek ve şüp­ he ile dolu bir tebessümle karşılayacaklar. Onların kö­ tUnıserliklerini, vaktiyle ben de zehirli kaseyi son dam­ lasına kadar içtiğim için pek iyi bilirim. Mefkürenin, geleceğe ait imanın pek kolay tedavi ettiği bu hastalık­ lı duygu hakkında bir şey söylemiyeceğim. Bu konuda -16 -


söylenen itirazlara gelince: Tarihi uğursuzluk inanç za­ yıflığının tesiri, idarenin kötülüğü, para ve terbiye$

ğ

yoklu u ... Bu sakatlıkların yirmi dört saat zarfında biz­ den uzaklaşacağına inanacak kadar saf ve beyinsiz de� ğilim. Fakat

«Rönesans» denilen yeni devirden evvel,

şimdi en medeni sandığımız milletlerin hastalıklı oldu­ ğunu acaba neden unutuyoruz! .. Aydın ve medeni sahalara erişmekte pek geç kalan Türk ırkı, tıpkı Fransız, Alman ve Rus milletleri gibi kötülük fırtınaları içinde birçok

zamanlar sarsılacak,

düşüp kalacak, lakin şimdiden başlıyan uyanma ve iler­ leme, sonunda onu selamet ve huzur

alanına götüre­

cektir. Tarihi ha talann kötü etkisi kısa veya uzun bir de­ virden sonra kuvvetini kaybeder ve erir. Sayfaları kal­ dıracak öncülerin bir gün hiç ümit edilmeyen bir

za­

manda ezilen bir muhitte doğduğunu kitaplarda görü­ yoruz. İdarenin düzeltilmesi, manevi ve sosyal yenilik­ ten sonra kendi kendine gelişir. Varlığını, huzur ve sa­ adetini temin etmek ihtiyacını duyan bir millet

çalışır

ve alnından döktüğü terlerle topraklarından milyonlar çıkarır. Türk ırkının seciyesi ve kabiliyeti hakkında hiçbir itiraz dinliyemem; çünkü gördüklerim bana, bizim ka­ biliyetten yoksunluğumuzu iddia edenlerin ya leri uyuşmuş ya herkesin

beyin­

kötülüğünü istiyen, yahut

ümit ve emelini yitirmiş kişiler olduğunu gösterdi. Kayıtlı olan bölümleri, kayda nisbetle pek zayıf olan

geçmeyen kısmına

Türk tarihi, hiç bir

milletin

övünme sayfaları karşısında karanlığa gömülecek ma­ hiyette değildir. Bu konuda en ufak bir şüphe besliyen­ ler derhal Türk

hakanlarının

Hindistan'da kurduğu

medeniyeti inceliyebilirler.

17 F: 2


Kafkasya ve Kazan Türkleri bugün maddi meyi benimsemekte ihtimal ki

ilerle­

Japonlar kadar varlık

gösteriyorlar. Alman milletinin ekonomik alandaki iler­ lemesini küçük ölçüde gösteriyorlar.

1 255 (Rumi) yılından şimdiye kadar

memleketi­

mizde tatbit edilen yenilik ve tanığı olduğumuz ilerle­ me, Trablusgarb savaşı Osmanlı Türkleri lehinde inkar­ edilmesi kabil olmayan bir iddianamedir. Sahillerin kokuşmuş

havasını

teneffüs etmeyen

Türkün güzel ahla.kı bütün dünyanın en değerli karak­ terlerinden biridir. Gerçek Türk, hayatını hiçe sayar. Bunu fedakarlık duygusuna çevirmek kolay değil mi­ dir? Gerçek Türk, azla geçinir. Bu kanaatkarlık... Za-· naat ve ticaretin aslını teşkil

eden fikir, kullanmaya

geçmek için yalnız küçük bir terbiye duygusuna ihti­ yaç hisseder. Gerçek Türk, sabırlıdır. Sabır ... İşte ça­ lışma ve hareket adamının en güzel sermayesi! Şimdi yalnız bir - iki özelliğini belirttiğim bu ma­ nevi şekil tamamlanırsa Türk karakteri mükemmel bir insanlık nümunesi gibi göze çarpacaktır. Büyük ırkımızın geleceğine

eğildiğim görerek in­

celememde Osmanlı ve Rusyalı Türklerde ·

gördüğüm.

uyanıklık ve ilerleme, vaktiyle diğer milletleri de birçok zamanlar yemiş, kemirmiş olan hastalıkların giderilme­ si mümkün olmadığına dair, yine tarihi incelerken ben­ de hasıl ettiği kanaat, çelik gibi metin imamının kaide­ sidir. İşte bu inancın tesiriyle yüzümde bir şafak açılı­ yor, kalbimde heyecanlar dalgalanıyor ve dudaklarım­ da bir ümit nağmesi titriyor. ·

Gayzınla sar ceriham, ey milletim büyü; Geçmiş zamanı yadeyle azmin kırılmasın: A ti senin, silahına ait zafer yarın! 10 Şubat 1328

18

-


Sukut ve Taali (Düşme ve Yükselme) Bizans imparatoru ııManuel Palüloğ'»un küçük oğ­ lu Kostantin, Mora eyaletinde hükümet ba§karu iken 6 Kanfuıu Sani 1440 (6 Ocak 1440 Miladi) tarihinde sa­ ray memurlarından biri kendisine özel bir mektupla kıy­ metli taşlar bir tac ve asa getirdi. Kostantin'in büyük kardeşi ölmüş, Bizans tahtı Mora bahçelerinde bir ay­ dın ve duygulu şair hayatı süren bu zarif prense kalmış­ tı. Bir müddet sonra yeni İmparator Mora'yı terkederek yola çıktı. Kostantin'in imparatorluk merkezine varışı, pek de gösterişli olmadı. Yeni imparator geçtiği yollar üzerinde düşman çehreler, kin ve düşmanlıkla dolu bakışlar, se­ lam vermek istemeyen başlardan başka birşey görmedi. Düşmanca sözlerden başka birşey işitmedi. Halkın he­ nüz saltanat tahtına oturan prens hakkındaki bu düş­ manlığı acaba neden ileri geliyordu? Kalenin gözetle­ me, bekleme ve savunma yerleri yakınında Fatih Sul­ tan Mehmet'in levent askerlerini gören, bütün büyük­ lüğü ve heybetini kaybeden Bizans, ruhen de kokuşmuş, bitmişti. At meydanında yalnız fuhuş oyunlarıyla sar­ hoş olan halk, memleketi kurtarmak için Batı ve Doğu Hiristiyanlığını birleştirmek istiyen Kostantin'in, bu Or­ tadoks inancına aykırı arzusunu bağışlamıyor ve kötü talihli hükümdarı bir hain sayıyordu.

- 19 -


Esasen Bizans, çöküşün son devresinde hayalin üs­ tünde bir kayıtsızlık, ölçüsüz bir garabet göstermekten geri kalmamıştı. Türk hakanı Rumeli hisarını yaptınr­ ken Kostantiniyyede (İstanbul)

oturanlar haşlanmış

etler hakkındaki İncil hükümlerini münakaşa ile vakit geçiriyor, en lüzumsuz ve gülünç meseleleri incelemek­ ten soluk bile alamıyordu. Kostantin, «Blakharnn sarayına yerleşince teşri­ fat nazırını yanına çağırarak tahta çıkışı sebebiyle ya­ pılması adet olan masraflı merasime hizum olmadığını söyledi. Genç imparator, memleketin içinde bulundu­ ğu tehlikeyi bütün korkunçluğuyla anlamış, boş ve fay­ dasız şenliklere harcanacak parayı savaş için salr.lamak istemişti. Gösterişli ziyafetler ve parlak oyunlar umarı Bizans halkı , İmparatorun kararını işitince düşman ol­ du ve Kostantiniyye'yi toplu bir isyan çığlığı sarstı. raz sonra Romadaki papanın

İstanbul'a

Bi­

gönderdiği

temsilci, Doğu ve Batı kiliselerinin birleşmelerini göste­ rişli bir ruhani ayinle kabul ettirmek isteyince, zaten kuvvetini devam ettiren düşmanlık genel ve dehşetli bir karışıklığa döndü. Sarayının balkonundan

imparatorluğunun bütün

hududunu gören, her dakika Fatih ordusunun cenk tür­ küleri ve başarılarıyla rüyaları bozulmuş olan impara­ tor Kostantin, bu son karışıklık karşısında artık ümidi­ ni gömdü ve ölmeğe hazırlandı. Son Bizans imparato­ runun sonunu hepimizin hafızasına

işlenmiş olduğu

cihetle, tekrarına lüzum görmüyorum. Bu açıklamayı kendisinden iktibas ettiğim tarihçi­ nin anlattığına göre, Kostantin son günlerinde dostla­ riyle görüşürken kokuşan ve yok olmağa mahkum olan Bizansa kederli bir bakıştan sonra demiş ki: «Bize uzun bir felaket ve imtihan devresi lazımdır. Pek çok zaman

-20-


bahtiyar olan milletimiz, hak ettiği saadetine kavuşa­ mamıştır. Biz tekrar devamlı çalışmayı öğrenmeli, göz­ yaşlarının akışı içinde ruhumuzu temizlemeli, hürriyet gününü bekleyiş içinde kalplerimizi takviye etmeliyiz. Heyhat, o gün uzatır. Hararetle gelişini beklediğimiz, temenni ettiğimiz bu hürriyet

güneşinin doğuşundan

ev�el ne kadar acı çekeceğiz, ne kadar zillete uğrayaca­ ğız. Milletdaşlarımızdan ne kadar çok insan bulutlarla yüklü ufukta bu güzel günün sabahını ararken gözlerini kapayacaklar. Fakat bilirim, bilirim o gün gelecektir. Felaket ve tecrübe tekrar doğmak ve kurtuluşu bulmak için gerekli olan mertebeye erişince o gün gelecektir.» Kostantin bu acıklı ve acıklı olduğu kadar

doğru

sözleri söyledikten sonra dört buçuk asır sonra İstanbul, Rumların iktisadi egemenliği altında bulunuyor. Diğer bir Kostantin, ordusuyla Makedonya başşehrine giriyor ve mavi - beyaz sancak

Akdeniz'de hakim bir şekilde

dalgalanıyordu. Naklettiğim olayı açıklamağa bilmem gerek

var

mı ?Fikrimce onların belagatı, benim ifademi değil, en büyük yazarların konuşma kudretini yere vuracak bir mahiyet

taşıyordu.

Bununla beraber eğer Kostantin

Palüloğ'un menkıbelerinden aldığım duyguyu mutlaka söylemek gerekirse bunu şu cümle ile özetleyebilirim: ·

Milletler için yükselme, düşmeyi takip eder.

20 Şubat 1 328

·-

21 -


Layemut Polonya (Ölümsüz Polonya) Ünlü eleştirici ifadesi gibi, övme ve değerlendirme­ den uzak olan

Emil Fake son eserlerinden birinde Po­

lonya milletinin edebiyat tarihçesini yazıyor. Adı geçen Lehistan'ın bağımsız bir devlet olduğu zamanlarda ye­ tiştirdiği büyük edipleri bize birkaç cümle ile tanıttır­ dıktan sonra taksimi (mukasemeyi) takip eden devre­ deki edipleri

şu sözlerle değerlendiriyor:

((Lehistan,

milli istiklalini kaybetmekle hakiki bir basübadel mevt edipleri kazanmış oldu. Polonya milleti kaynaklarına dönüp baktı, anadan doğma ruhunu tekrar kazanma­ ya ve edebiyatı içinde milli bir hayat yaşamağa dikka t­ lerini harcadı. Fransız yazarının asıl

hatırda tutulmağa

değer

olan kanaati Polonya edebiyatı hakkındaki incelemesi­ nin sonucudur. «Bu satırları yazdığımız şu saatte lonya, dikkate pek ziyade değer olan edebi bir

Po­

millet

olmakta devam ediyor. Polonya, kabiliyeti olmayan si­ yasilerinden dolayı mahvolmak tehlikesine maruz mil­ letler için bir örnektir. Bu durumda bulunan milletler için bir örnektir. Bu durumda bulunan milletler dilleri­ ni muhafaza ve onu bir edebiyatla

kuvvetlendirerek,

vatanı adeta bu kuvvetle saklamış olurlar.

Yunanlılar

ve İtalyanlar gibi, tarihi inkılaplar ile vatanı bir gün tekrar kazanabilirler.ıı

-22-


Bu sözleri Emil Fake'nin yetkili sözlerinden dinler­ .ken, zaten ezilmeyen, zindeliğini kaybetmeyen ümidi­ min büsbütün kuvvet kazandığını, büsbütün doğrulan­ dığını açıklamağa bilmem lüzum var mı? Fake'nin Polonya milleti hakkındaki araştırma ve beyanı benim için pek büyük bir neşe teşkil ettiği gibi,

aynı zamanda savunma yazılarıyla dolu olduğum fikir ve inancımı kuvvetlendirici bir delildir. Polonya ,yani Leh milleti siyasi istiklalini kaybede­ liden beri asırlar geçti. Bu karabahtlı ve asil memleketi parçalayanlar, Polonyalılar hakkında şimdiki Balkanlı eşkiyadan daha şefkatli ve daha insaflı davranmadılar. Polonya milletinin son tarihi, ne yazık ki hep kan leke­ leriyle doludur. 20 . asrın güneşi şu lekeleri temizlemedi. Kopernik'in vatandaşları hala en haksız zulümlerle ezi­ liyor. Polonyali arazi sahiplerinin topraklarını zorla el­ lerinden almak için yapılan kanun layihasının

henüz

mürekkebi kurumadı. Polonya'lı çocukların dini ayin­ lerde bile kendi dillerini kullanmalarının

yasaklanma­

sını gerektiren tedbirler hala tatbik olunmaktadır. Fa­ l:at bu kadar baskı ve zulme rağmen bugün Polonya, yani Lehistan vardır ve o kadar var ve zindedir ki, mus­ takil saydığımız İran, Afganistan değil, Türkiye, Belçi­ ka ve Hollanda'nın varlığı birbiri içinde eritilse ihtimal ki tabi ve mahkum Polonya'nın hayatı kadar muhteşem bir zindelik nişanı meydana getirilemez. Ölümsüz Polonya: işte büyük çocuklarının bu ezil­ miş memlekette kazandırdığı

iftihar edilecek ünvan

budur. İşte Sinkeviç gibi çok kuvvetli yazarların, Ma­ dam Küri gibi dehanın, Padroski kadar yüksek sanat­ karların harika fikir ve duygulan önünde kıymet bilir dudaklardan hep bu kısa, fakat clökülüyor. - 23 -

öz hayranlık sedaları


Her türlü yüksek ve maddi kuvvetten mahrum Po­ lonya, sırf terbiye ve kültürüyle yaşıyor, Terbiye ve kül­

kürü olan · bir millet ölümsüzdür. Siyasi istiklali, manen aydın ve. donatılmış bir milletin er - geç bir gün başına tac konacaktır. Bu inkar kabul etmeyen gerçekler evvela bizim için iyimserlik ve ümit kaynağı olabilir. Türk alemine ata­ cağımız şöyle bir bakış milletin mukadderatında o ka­ da.r büyük bir rol oynayan terbiye ve kültürün bizde de meydana geldiğini isbata kafidir. Şimdi masamın üze­ rinde duran gazeteler ve kitaplar: «Türk Yurdu,

Os­

manlı Tarihi Encümeni Mecmuası, Yeni Muhit ül Ma­ arif, genç tarihçimiz Ahmet Refik'in meydana getirdiği Tarih

İncelemeleri, Anadolu'nun az

-

çok uzak

vila­

yetlerinde çıkan ve bazısı beşinci yılını dolduran gaze­ teler vb.» Hep yeni doğan bir irfanın birer delili değil midir? Bunları

hafife alabilecek

uyuşmuş beyinlere

şimdiden kısa bir cevap vereyim: Unutmayınız ki, 1 250' tarihlerinde basın adına küçücük Takvim ü Vekayi ile Müneccim Batı takviminden başka birşey yoktu. Kuzey Türklerinde eğer yanılmıyorsam, daha geç başlıyan uyanışda bizim uyanmamız kadar verimli

ol­

muştur. Kazan'da çıkan «Şura» kadar faydalı pek az dergi gördüm. Kafkasyada, Bakü'de saygıdeğer üstadım Hüseyin Zade Ali beyin vaktiyle yayınladığı uFüyuzat» şimdi tekrar basılsa, hem benim ve hem de birçoğumu­ zun fikir dünyamızı uzun müddet aydınlatır. Buhara'­ dan,

Çin Türkistanından gelen Türkçe gazeteler ora­

lann geleceği için birer müjdedir. Edebiyatımıza gelince: Üç yıl evvel

Hamitlerden,

Namık Kemallerden soyunun meydana çıkışında şüphe edilecek kadar bozulmuşluğa uğrayan duygu ve fikirle­ rimizin yavaş yavaş sıhhat kazandığı, Türkleştiği inkar

- 24 -


edilemez. Bu sahadaki açıklığın sonu olan ııKızılelmaıı destanını örnek olarak

söyleyeceğim.

ıcŞehbal'inıı son

sayısında .gördüğüm ccBalladn henüz sahip olmadığımız bir nazım şekli ve yapısı edebiyatımıza alınarak

onun

servetini arttırdı. Ben inanıyorum ki; hece vezninin, türkülerin, des­ tanların Hamidi de gelecektir. O zaman ana dilimiz Fa­ ke'nin kasteddiği muhteşem bir edebiyatla kuvvetlene­

cektir. Türk ırkı kaybettiği memleket edebiyatıyla kuv­ vet bularak bir gün tekrar fetihte başarılı olacaktır. K_esinlikle biliyorum: Fake'nin İtalyan, Yunan ve Polôiıya milletleri hakkındaki sözleri Türk ırkı için de doğrudur. Bilmediğim, tahmin edemediğim, dirmekten korktuğum

değerlen­

şey, ırkımızın eski yüksek ve

büyüklüğünü tekrar kazanıncaya kadar çekeceği acılar, uğrayacağı haksızlıklar, alacağı yaralardır. Yanm asır­ lık hürriyet devrinde kazandığımız ilerleme, ihtimal ki bundan mahrum olunca iki - üç asırda kazanılamaya­ caktır. Fakat sonuçtan emin olalım, birgün bizim, Po­ lonya karşısında hayret ve hayranlıkla sesiiniz, kendimiz için de

yükselttiğimiz

yükselecektir:

LAYEMUT

T"ÜRKİYE (Ölümsüz Türkiye)

23 Şubat 1 328

- 25 -


Büyük Hicran Gazete adına gelen evrakı gözden geçirirken vakar­

'11 bir el yazısıyla yazılmış şu şiir beni çok duygulandır­ -dı:

MATEM Biı· ilk bahar günüydü, çıktım evimden erken Heryer beşuş ve taze, her cephe münbasit, şen. ­ Çok geçmedi işittim: uDüşmüş denildi Yanya!ı> IÜll'l}Ull yedim. Vuruldum pek ince bir yerimden, H:onstantin'in cünudi (*) karşımda yaptı bayram. Hep defne dallarıyla bayrakları müzeyyen (*). l{aldııı garip ve bikes (*) düşman içinde Yanya, Lanet. Bu acze lanet! İmdada koşmadım ben. Ayrıldı işte senden İşkodra oldu öksüz. Kahreyledi ümidi ey kal'a ram edilmen Ben keşke mahvolaydım, sağlıkta görmeyeydim. Burcunda mavi bayrak muğber « uHilaln inerken Yahut senin yolunda düşmanla çarpışaydım. Olsaydı keşke sonra hakin (*) bu şahsa metfen (*) Al canımı ilahi, kısmet değilse bir gün Tekrar o burca girmek Türk ordusuyla harben! Bir asker

- 26 -


· Hemen her parçasında kekemelik ve basitlik duyu­ lan bu şiir bir kılıç gibi kalbime işledi. Ve bütün kana­ yan yaralarıma dokundu. İsmini bile yazmıyan, kendisi­ nin bilinmesini istemiyen bu adsız şair, milli matemin öldürücü zehrini içmiş, gözyaşlan içinde yazılan sami­ mi mersiyeler kadar dokunaklı ve elemli şiirini yazmış­ tı.

((Makber» in bazı bölümleri, aziz ve bahtsız İsmail

Safa'nın bazı üzüntü veren yazılan vardır ki, en duy­ gusuz kalpleri bile yarlar. En sönük ve ihtiyarlamış göz­ leri bile ağlatır. Bilmediğim, görmediğim askerin:

Kaldın garip ve bikes düşman içinde Yanya! . Lanet, bu acze lanet imdada koşmadım ben. Ayrıldı işte sen İşkodra oldu öksüz. Kahreyledi ümidi ey kal'a, ram edilmen! Beyitleri o kadar derin hissedilmiş

eserlerdendir.

Sevilen bir insanın ölümü karşısında feryat edin bir şa­

ir bundan daha sade, daha acıklı feryad edemez. Hassas kalplerin, genç ve semavi sevgililere yumuşak huylu, merhametli anaların, melek gibi güzel ve sevimli

ço­

cuklara ithaf ettiği övgüler çıplak bir yarayı, gaddar bir sızıyı tasvirde «matem» şiirinden herhalde aşağı ka­ lır. Adsız şairin şiiri bu felaket zamanlarında beni ağ­ latarak acılarımı değiştirerek ruhuma bir de teselli ge­ tirdi. cıMatemıı i okuduktan sonra artık emin oldum ki, Türklüğün acısı bütün Türklere işlemiş, onları kendile­ rine ait bir bela kadar acı venneğe başlamıştır. Demek

ki, artık kayıtsızlık kendine özel bir zevk dünyası için­ de milletten ayn yaşamak devresi son buldu

ve ki�ilc­ ve milli cfoi!;clu.

rin kendilerini düşünerek yaşayışı değli, ge ni� bir hayat ile yaşıyacakları zamanların günc�i

- 27 -


·

«Matemııde bir kalbin çarptığını ve hatta parçalan­

dığını bütün açıklığıyla gördüm. Türklüğe ait felaketin genelleşmesi, Türklerin hep beraber nefes almak, hep beraber ağlamak, yani sevinçte ve üzüntüde müşterek bir duyguya sahip olmak amacına doğru ilerlemeleri bü­ yük bir müjdedir. Türkleri gerçek manasıyla millet ya­ pan büyük felaketi, büyük acıyı bu bakımdan kutlulaş­ tırmak gerekiyordu. Büyük acı! Dünya cennetini kaybeden bir adam varsa, bugünkü Türk gencidir. Vaktiyle Asya'yı malika­ ne yapan, aynı zamanda Hindistan'da, İran'da ve Tu­ ran'da üç imparatorluk kuran bir ırkın evlatları bu�

gün sürülmek ve imha edilmek tehlikesi ile karşı karşı­ yadır. Gökten toprak üstüne düşen bir yaratığın acı­ ları, bizim acımız kadar merhametsiz ve büyük müdür? Altay'dan Ege denizi sahillerine kadar geldik yerleştik. Padişahımız mensup olduğu dinin en

ve

büyük

rütbesini, hilafeti aldı. Gürbüz, kuvvetli ve yüksek ka­ rakterli ecdadımızın kollarındaki kuvvet bu manevi ik­ tidar ile uyuşmuş olsaydı, bir siyasi deha bunda b�rı göstermiş bulunsaydı

efsanevi Roma

İmparatorluğu

bizim saltanatımızın ihtişamı önünde küçülecek, söne­ cekti. Ne yazık ki, bu fırsatı kaçırdık. Şimdi Türkiye acz. ve hakir ve horlamaya örnek olarak gösteriliyor. Dört beş asır evvel «Merihi bile almayı» düşünebilirdik. Şim­ di her yıl küçük bir gezegen kadar bir toprak bizden ay­ nlıyor. Eskiden krallar fermanımıza boyun eğerdi. Şimdi, eskj teb'alanmızın en zayıfı gururumuzu çiğnemeğe im­ kan buluyor. Bu

büyük yürek acısı, nasırlaşmış

kalplerimizi

şimdiden ezmeğe başladı. Eminim ki yarın en mutlula- 28 -


rımız bile bunu vicdanlarında taşıyacaklar, en

mesut

yaşayanlar milli felaket karşısında kayıtsız kalamaya­ rak uzun bir acıya düşecekler. Alfred Domose, ccMayıs Gecesi» adıl şiirinde gayet acıklı bir facia çiziyor: ((Denizlerin derinliğinde

beyhude yere araştitma

yaptıktan sonra üzgün ve bitkin yuvasına dönen Peli­ kan kuşu, aç yavrularına yem olarak kanayan kalbini sunar. Pelikan, ilahi aşkı içinde acısını uyutur ve me­

mesinin }:o.namasma bakurak, haz, §efkat

ve dch�etk

zevkten sarhoş olduğu halde, bu ölüm ziyafetinden son­ ra sendeler ve düşer. Fakat bazan, gereğinden fazla bir işkence içinde ölmekten yorulan Pelikan kuşu, yavru­ larının kendisini diri bırakmasından korkar. O zaman yerinden kalkarak kanatlarını açar ve göğsünü

vahşi

bir çığlıkla dökerek karanlık içinde o kadar elemli bir inleyişle vedamı açıklar ki, deniz kuşlan sahilden uzak­ laşırlar. O, kumlar üzerinde, kendisi için geçiken ölü­ mün geçtiğini hissederek Allahtan yardım ister.

Ey

şair! Büyük şairler işte böyle yaparlar.» Üzülerek ifade etmek isterim ki şu dakikada şiirin asıl metnini sıhhatli olarak bilemediğim ve hafızama başvurarak aktardığım bu pelikanın menkıbesi, Türk gençleri için ibretli bir örnektir. Yavrularına yüreğini yediren zavallı kuşun felaketi

kadar dehşetli acımız,

birgün bize gene onun feryadı gibi vahşi bir çığlık il­ ham edecektir. Polonya şairi ccMikyeviç», ben milyonlarca insanın kederini kendimde taşıyorum. Milyonlarca insan

için

üzüntü çekiyorum ve ağlıyorum, diyor. İşte Türk gen­ cinin ve şairinin geleceğe ait duygularını bu söz özetler. Bir gün hece vezninin Fuzuli'si ve Hamit'i milli felaketi - 29 -


şiirleştirince şiir ve sanat yeni bir parlaklık kazanacak ve Rübab'tan bir eşi daha işitilmemiş, duyulmamış olan bir ahenk duyulacaktır. cıMatem» manzumesinin adsız şairi işte bize bu yeni ürkütücü ve titretici acıyı duyurtuyor ve ızdırabı his­ settiriyor. Kendisini bir müjdeci,

geleceği

şimdiden

hükmetmiş bir adam sayarak selamlanın.

2 Mart 1329

- 30 -


Türk, Müslüman ve Şarkll Görüş ve muhakemesinin sağlamlığına

inandığım.

bir arkadaş geçen gün bana çok dikkate değer bir

soru..

sordu: uTürkçülüğe çalışıyorsunuz, çok iyi. Fakat acaba bu akım memlekette eskiden beri var olan fikirlere za­ rar vermiyecek mi? Müslümanlık fikri, Türklük duygu­ su' karşısında

erimiyecek mi?» Biraz düşündüm

ve

inançları arasındaki ahenk ve denge tam olan bir ada­ ma has kolaylık ve açık kalplilikle cevap verdim: Biz son zamanlarda pek çok toprak kaybına uğra­

dık'. Fakat inancımca bunlar kaybettiğimiz bazı mane­ vi hazinelere, fikri kalbi kuvvetlere oranla önemsizdir. Bu konuda Müslümanlık fikri en mühim yeri işgal eder. Yakın zamana

gelinceye kadar Türk,

Arnavut,

Arap kavimleri bütün manasıyla bir 1<Millet-i İslami­ ye» teşkil ediyordu. Dilleri, adetleri, iklim ve memleket­

Jeri birbirine muhalif olan bu unsurlar arasındaki fark­ ların ve aykırılıkann

hepsi dinin birleştiren kuvveti

karşısında cılız ve akim kalıyordu. Bütün müslümanlar aynı yardımlaşma ve birleşme esasına dayanıyordu. Ay­ nı sevgi ve şefkat muhitinin havasını kokluyorlardı. Fa­

kat ne yazık birgün bu dini ahenk ve samimiyeti bozu­ lur olmuş gördük. Tabiatın esir olmayan kanunu nihayet üstün j!,t'l­ di. 'Ve dil yani lisan mahiyeti gereği olarak

- 31 --

ayırıcılıi!;ını


gösterdi. Türkler, Araplar ve Arnavutlar dünya çapın­ da müslümanlık fi.kir ve birleştiriciliğinin zaranna ola­ rak fazla bir muhtariyetten faydalanan kümeler

teş­

kil ettiler. «Biz vanz ve bu varlık Müslümanlığın gerek­ tirdiği varlıktan ayn ve ondan daha kuvvetli bir şey­ dir.» dediler. Bu ayrılma taraftarı milletler, şimdiye kadar bağ­ lılıkları müslümanlıktan ibaret olan biz Türkleri de­ rin olduğu kadar acı bir şaşkınlık içinde bıraktı. Başlangıçta öksüz bir zavallı çocuk gibi boyun bük­ tük ve epey bir zaman bu ağlamaklı durumda kaldık. Di­ van yolunun çeşitli sokaklannda levhalarını gördüğüm «Arnavut klübü» vs. gibi mahfellerin üç yıl evvel önün­ den geçerken pek iyi hatırlıyorum kalbim bir yetim gi­ bi duygulanırdı. Birden Türk düşüncesi doğdu, garip ve kimsesizler kendilerine uzanan eli ne kadar minnetle ve sabırsızlık­ la sıkarlarsa, biz de ruhumuza şefkat dimağımıza aydın­ lık vadeden bu sevgili duyguyu o kadar sıcak bir aşk ile benimsedik. Sonunda Arnavutlar, Araplar ... yanında Türkler de yerlerini aldılar. Divan yolunda bizim için de huzur verici bir yer meydana geldi. Türklük aynı zamanda makul düşünülmüş bir şey­ dir. Yok olması kabil olmayan bir zarurettir. Demin de söylediğim gibi her dil, kendine özel bir edebiyat

ve

kültür meydana getirerek ifadelerine aracı olduğu mil­ leti mutlaka ötekilerden ayınr. Her gün parlak ve ekse­ riyetle biz Türkler için feci bir ısbatını gördüğümüz bu gerçek, Araplık ve Arnavutluk yanında bir de Türk milliyetçiliğinin kurulmasını

gerektiriyordu. Anlıyor­

duk ki biraz daha geçikirsek ebediyen kimsesiz ve ye-

-32 -


tim kalacağız ve bütün öksüzler gibi bir gün her halde ezileceğiz. Bizans çevresinde (İstanbulda) mucize sayı­ labilecek bir basiret gözümüzden perdeyi kaldırdı. Gör­ dük ve işe başladık. Fakat azizim,

Türklüğe bir saldırganlık damgası

vurmak için elde bir sebep yoktur. Milli dava ile

daha

iyi aydınlanan Türkler sırf bu sebeple, yani milliyetçi­ liğe bağlandıklan için diğer milletlere karşı hürmetkar­ -dırlar. Arnavutlar,

Araplar tabii zaruretler sebebiyle

ayrı, muhtar birer miJlet olarak g::'li§�yorlar. Biz de on­ lardan anlayıştan başka birşey istemiyoruz. Türklüğün müslümanlık

davasıyla ilgisine gelin­

ce: Türk sıfatına layık her şahıs müslümanlığa ölüm­

süz bir bağlılıkla bağlıdır. Dindarların bu mukaddes dü­ �ünceye bağlılığı sebeplerini izaha lüzum yoktur. Laik­ ler de (dinsizlerde, nfı.sutilerde) müslümanlığa o, sebeb­ ler kadar kavi tesirler çekilmiş bulunuyor. Müslüman­ lık, malılm ve bağlı olan akidelerden

ibaret değildir.

Müslümanlık aynı zamanda kardeşlik ve müsavat fi­ kirlerinin en yüksek bir açıklığa kavuşturan yeridir. Müslümanlık,

bütün

bir düşünce tarzıdır. Bütün

bir duygulanma şeklidir. Bütün bir maneviyattır. Bun­ lara bir de ecdattan miras kalan temayülleri ilave edi­ niz; bir Türkün ne kadar kuvvetli ve dinini terketmez bir müslüman olduğunu anlamış olursunuz. Müslümanlığa

manevi bir siyasi

kuvvet olduğu

için bağlanm ak benim konumun dışındadır. Ben sami­ mi duygularımın

hararetli ve saf taraflannı söylemek

istiyorum. İşte azizim, BEN MÜSLÜMAN OLDUÖUM KADAR TÜRK, TÜRK OLDUÖUM KADAR DA MÜSLÜMANIM.

-33 F: 3


Aynı zamanda doğuluyum. Kalbim, Türk yurtseverliği' ve İslamlık gayreti yanında bir de doğu hakimiyeti

ta­

şıyor. Doğru sevgisi altında yaşadığım gök kubbenin renk ve büyülemesine ve peygamberlerden şairlere kadar onun verimli ilkiminde yetişen büyüklere karşı besledi­ ğim bağlılık ve muhabbetten doğmuştur. Batının Asya hakkındaki hesapsız haksızlıklan ben de doğu sevgisini arttırdı. Şimdi ben bu aziz toprağı kıskançlıkla ve dop­ dolu bir aşkla seviyorum ve doğulu sıfatıyla övünüyo­ rum. Doğunun başkaldırması , intikamı. .. İşte dualarım­ da asla unutmadığım bir gaye. Irkdaşlarım, Türk, müslüman ve doğulu oldukları­ nı, milli düşüncenin müslümanlık ve İslama yardım ve. birleşmeleri için

zararlı, çözücü ve dağıtıcı bir sebep

teşkil etmediğini her fikir ve hareketleriyle ispat etme­ lidirler. Bu hem benliğimizin gereği ve gerçek değerleri­ mizin kıymetlendirilmesi

ve hem de

menfaatımızın

icabıdır. İki- üç ay önce A vrupanın siyasi durumu bir dünya har­ bini doğurabilirdi. Fransa'nın, sonu her halde bilinmez ve kuvvetli bir ihtimale göre vahim bir savaşa atılması­ na razı olamayan

«Tanı>

yazan

<cTardiyü» ü dehşetli

kabusu uzaklaştırmak için yalnız bir çare görüyordu : Türkiye'ye boyun eğdirmeli, sulh ve huzuru hemen ge­ tirmeli ! .. Fransız yazarı derhal devletleri Türkiye aley­ hinde kesin bir baskı yapmaya davet etti. Bunun

ıçın

de şöyle bir sistem ortaya attı. « Avrupa yurtseverliği, ihtimal harbin ortadan kalkmasını gerektirir. Devletler, Avrupa yurtseverliği uğrunda Türkiye'yi teslim olmağa zorlamalıdır.» Bulgar başvekili

ccDanıf» Londra'dan küskün ola ­

rak geriye dönerken : Biz Romanya'ya karşı gayet iyi

- 34 -


niyetli davranmakla yeni bir yurt

severliğin, Balkan

yurtseverliğin kurulmasını hazırladığımızı umuyoruz. » diyordu. Türklük, Müslümanlık ve Doğululuk

hamiyet ve

dava.Iannın siyasi manalarını derinlemesine araştırmak isteyenlere iki büyük düşmanımızın şu sözlerini,

uA v­

rupa ve Balkan yurtseverliğin nüktelerini belirtmek is­ terim.

5 Mart 1 329

- 35 --


Selanik ve İzmir Milletlerin öldükten sonra dirildiğine inanmayan­ lar yanında gülünç olmak,

vatansızlann ve imandan

mahrum adamlarım alaylı bakışlannı ve alaylı gülüş­ lerini üzerime çekmek ihtimaline içten bir arzu ile gö­ ğüs geriyorum ve diyorum ki : Selanik bizimdir. Bu kara bahtlı Türk şehrinin zaten güzel manza­ rasına bir o kadar büyü ilave eden «Beyaz kule)) de ma­ vi bayrağın dalgalandığını görüyorum. Fakat böyle bir acı olmakla beraber, bu değişiklik bana Türklüğün Se­ lfı.nik üzerinde kazanılmış haklan olduğunu unuttura­ bilir mi? Diplomatların tercihine mazhar olan bir tabir ile bizim bu haklarımız «Zaman aşımı ile ortadan kalk­ maz.»

«Değişiklik kabul etmez.» prensiplerindendir. Se­

lanik Türk milletinin en aziz yurt parçalarından biri­ dir.

Selaniğin siyasi ınkılap tarihindeki yeri ve orada ce­ reyan eden olaylar bütün hafızalarda yer etmiştir. Bu­ na karşı Türk ülküsünün bugün kanlar içinde kalan ve güzel fakat bahtsız şehir ile ne kadar ilgi gösterildiği henüz açıklığa kavuşmanuştır. Ben bu tarafı açıklıya­ cağıın. Türkçenin yarınki yönünü tayin eden« Yeni

dil»

esaslan Selanik'te ortaya kondu. Bu dilcilik görüşü ile

- 36 -


önce tesadüfün orda toplandığı diğer Türk gençleriyle beraber Selanik gençliği kabul etti. Milli ülküyü dava edinenlerin en açık ve hararetli ve . bundan başka derin bir kanaat ve kudretle telkin eden ve sağken tarihe geçen büyük zümre

Türklüğün

dalına derin bir bağlılık ve minnettarlık içinde hatırlı­ yacağı fikir ve dava savaşına Selanik'te başladı. kutlu uyarmanın yalnız bir safhasını

132"7 kışında üstadım Hüseyinzade

ifade

Bu

edeyim:

Ali bey, can atarak

bir heyet önünde altı asırdan beri beklediğimiz sözleri söylüyor, Türklere yeni bir ufuk gösteriyor, onlardan kahredici kederi alarak, yerine zinde bir umud kaidesi dikiyordu. Yeni bir fikir getirerek büyük kütleleri ümit­ sizlikten kurtaran, onlara parmağiyle yemyeşil ve fe­

yizli bir iklim gösteren dava adamlarının telkin ettikleri yerler, bunu dava edinenler için ne kadar kıymetliyse, Hüseyinzade'nin unutulmaz

n an

nutuklarından heyecanla­

ve titreşen Selanik Türkleri nazarında o kadar kıy­

metlidir. Milli davanın ,eğer söylenmesi gerekli ise doğum belgesi, yani belgenin doğuşu olan ve :

Vatan ne Türkiye'dir Türklere, ne Türkistan, Vatan, büyük ve müebbet bir ülkedir: TURAN ! Mısralarıyla biten meşhur şiir onu takip eden ve ruhundan

Selanik'te yazılmış,

ilham

alan destanlar,

«Elenizm» in hak iddia ettiği toprakta hissedilmiştir. Selanik, Türk duygulanyla o kadar dolu idi orada kaldığım epey uzun bir zaman içinde eski

ki,

yu ­

nan hatıralarını bir kere olsun zihnimden geçirmedim. Yükse.k soylu bir dostumun bana yeniden

açmak

l\ıt­

f ın:ıda bulunduğu kütüphane penceresinden efsanen i n muhteşem ve ilahi Olimp'i görünürdü. Karlarla - 37 --

süs-


lenmiş başıyle ufkun belirsiz sisleri içinde hülya dolu bir iklim gibi resimleşen bu mabutlar tahtı karşısında ben ,,Jüpiter» le <'Venüs» ün aşklarını değil, Türk haka­ nı B abür'ün fetihlerini, Aksak Timur'un maceralarını, hakan Ekber'in felsefi ve dini fikirlerini

incelerdim.

Önümde tatlı ve masum bir kadın tarzında şeffaf vü­ cudunu teşhir eden ((Tesalunik» körfezi dudaklamıidan bir sevda şiiri işitmedi. Ben ona kin ve intikamın hay­ kınşlarını, ümit ve imanın okunan şarkılarını manen hediye ettim. Saraybosna, Sofya, Filibe ve Trablus gibi «Hila. !» den ayrı kalan Selanik'te biz şimdiki gençler, kınnızı­ beyaz sancağı ihtimal ki artık göremiyeceğiz. Fakat bir gün muzaffer bir Türk ordusu selaniği , ecdadın terk­

ettiği en kıymetli bir hazine, en kutlu bir yadigar gibi düşmandan geri

alacak, Asya'nın zinde ve

çocukları, Türklüğün köhne

heyecanlı

«elenizme» kesin başarısı­

nı sağlıyacaktır. ((Bugünıı den başka bir zaman arkalarını dönen kişilerin yanında

bilmiyen, geleceğe gülünç görüruneğe ·

razı olarak tekrar ediyorum : Selanik bizimdir. Bu son sözü söylerken kulaklarımda baykuş

sesi

gibi bir çığlık işittim. «Elenizmn in sesi benim imanım­ dan ve heyecanı mdan intikam almak istiyor gibi bir şeyler fısıldıyordu . Hayır, Selanik'te bizim, İzmir'de ! İzmir! İşte munis bir isim ki, söylendiği zaman al ­ tın renkli yemişleriyle, vakur yürüyüşlü develeriyle, ya­ kışıklı çocuklarıyla bütün Anadolu, bütün Türk yurdu önümüzde canlanır. Fakat

heyhat !

Çocukluktan beri dimağımda yer

tutan bu tanıdık ve sevimli levhada şimdi mavi

-

beyaz

(Yunan bayrağı) çok, pekçok _ bir yer işgal ediyor� İz- 38 -


mir'de bulunan

muhterem

bir

arkadaşımın araştırıcı

bir gözle tesbit ederek bana bildirdiği hadiseler,

<cele­

nizminıı Anadolu'daki hakimiyetini isbatta merhamet­ siz bir açıklığa sahiptir. Arkadaşım diyor ki; Yüz bine yaklaşık Rumun bu­ lunduğu İzmir'de Rumluk ayn bir muhitte, ayn bir ül­

kü peşinde yaşamaktadır. Gayesini gizlemeyen, gizle­ meye de lüzum görmeyen Rumlar ülkülerini pek açık bir surette takip etmektedirler. Rumeli Rumları kalben taşıdıkları ülküyü gizli olarak büyütüyorlar ve görünüş­ te de Osmanlı görünmeğe çalışıyorlardı. Halbuki burada Rumlar

�bi

giyim ve kuşamlanyla gizlenmedikleri

fiil ve hareketleri de tamamen açık bir politika takip et­ tiklerine kafi delildir. Arkadaşımın

İzmir'de

<celenizmin » ortaya çıkışın­

da tesbit ettiği örneklerden bir kaçını naklediyorum : ((Hamidiye Pire'yi bombaladığı zaman bir Rum, bu yıl Yunan donanmasına verdiği dörtyüz kuruş yardı­ mın yerine harcanmadığı

kanaatına vararak Yunan

hükümetini bir müslümanın huzurunda korkusuzca ha­ talı bulmuş ve kınamıştır. Bu macerayı anlatan, Rum'­ un muhatabı olan müslümanın kendisidir. » «Amerikan kolejinde geçenlerde Yunanlılardan bi­ ri yararına tertip edilen bir konser, müslüman öğrenci­ lerin bulunmamasını sağlamak maksadıyla geç vakit­ lerde ve saat yedide verilmiş ,okulun katibi, Osmanlı Türk uyruğundan bir Rum, konser salonunda asılı olan

saııa

Yunan bayrağı önünde diz çökerek : Yer ve gök

benzer, sen gökler ve denizler kadar büyüyeceksi n Vl! birgiin gelip bu yerlerde senin hakimiyetin altına geçe­ cektir. Demiş ve Türk bayrağını asılmış olduğu

yerden

indirerek çiğnemiş. Bu dehşetli olayı, kons e r de

öğrenci bulundurmamak

için alınan tedbire

- 39 -

Til rJ(

rn�ıneıı,


her nasılsa orada hazır bulunan ve Rumcaya da vakıf olan bir Tiirk görmüştür'.» Yalnız ikisini kaydettiğim bu olaylardan çıkan an­ l a mı n ve onun bize yüklediği mecburiyetleri gene o aziz arkadaşım pek ciddi bir şekilde ifade ediyor:

ccAnado­

lu'nun en hassas ve k ıymetli noktalanna nüfuz eden bu pis ruhun yayılması önünde durabilecek kuvvet yalnız Türkl üğün şiddetli akımıdır. Yalnız ma ddeten ve ma­ nen donatılmış ve silahlanmış Türkl üktür. Yoksa Ru­ melideki yürütülen facialardan

aklımızı başımıza al­

ma?.Sak çok geçmeden aynı vahim sonuç buralarda da yürütülecektir. ccBulgarlar İ stanbul ' a Rumeli tarafın­ dan giremedilerse zararı yok, biz İ stanbul'u izmir yolu Yunanlılar:

ile alacağı z.» diyorlar. Onların hedeflerini bu söz kadar çıpl ak bir şekilde tasvir eden hiçbir şey işitm edim. Evvela İ zmir, sonra İ zmir yolu ile İ stanbul !

İ şte

«elenizminı> açık ve korkunç bir ültimatomu! Türklük eğer daha doğuşunda azalarının acı bir şekil de kesilme­ sine uğramak istemezse buna hemen cevap vermelidir. Epey zaman dolu ki, ccEtmeli, yapmalı ıı gibi laflar bana haysiyet kıncı görülmeğe başladı.

Artık faydasız

nasihatın rolü bana büyük bir öfke ve nefret veriyor. Nasihat vermiyeceğim, İ zmir'in asil ve yüksek ka­ rakterli gençliğine hitap edeceğim: <tElenizmin)) kesin tehdidine nasıl karşılık verecek­ siniz? Türklüğü orada kuvvetlendirmek için ne yapa­ caksınız? Bunu düşününüz, derhal tasavvurdan fiile geçiniz. Eğer size faydal ı olabilirsem emrinize hazırım. ((Evvela İzmir, sonra İ zmir yoluyla İ stanbul ! ıı söz­ lerini işitince hummalar içinde kalacak olan bütün oku­ yucularımla beraber cevabınızı bekliyorum.

1 2 Mart 1 329 - 40 -


Şifa Edirne faciası, Türk gençlerini

merhametsiz bir

kurşun gibi vurdu, göğüslerini sıktı ve nefeslerini kesti. Hergün birçok

içli şahsiyetleri demir raylarının

üstünde nehirlerin ve göllerin derinliklerinde aşk hicranlanyla bizim acımız arasında

öldüren

fark yoktur.

Terk veya red edilen zavallı aşıkların his ettiği, kendile-· rini saran kara yeis beş - on dakika bizim kalbimizi de doldurdu. Biz de idrakimizi barutla yakarak büyüklük duygusu, yokluğun fezasına katılmak arzusunun garip ve zehirli sarhoşluğu altında kaldık. Ve içimizden biri şifayı ıızehinı şişesinde aradı... Aldığım mektuplan okurken Türk gençlerinin ya­ rasını çıplak ve kanlı olarak görüyorum, hıçkırıklarım işitiyorum ve hepsinde ihtiyar aşkına,

bu gaddar hic­

randan kurtulmak hummasına rastlıyorum. Türk

genci , sevgili kardeşim senin acın

benim

acımdır. Ruhunu kendi ruhum gibi bilirim. İstediğin için seni lanetliyecek ben değilim. Fakat kötülüklerin son merhalesi olan intihan nasıl kabul ediyorsun? inti­

har, firar... Ülkü bunları

Ç

ikiz bir ihanet gibi kar�ılar.

Bir oklan siyahlar giymiş Türk yurdundan ka çt ı lar Ve .

şimdi 1<Lacivett sahil» de

Nil vadisinde her �eyi u n u t­

tular. Kardeşim, sen onlardan bin kere asi l ve mNtsi n

- 41 -


Fakat intiharın, yüz kızartıcı davranış ve vatan hizme­ tinden kaçmak olacağını neden düşünmüyorsun? Edirne düştüğü gün benim vücudum kahroldu :

Gözüm karanlığa makas, kulaklarım durgun içimde his memat. Ben ölmüşüm, haberim yok. Niçin değil ınedfun Bu bi-nasib hayat? Kıtasında gördüğüm ölü adam

gibi ben bilmem

kaç saat hissiz ve şuursuz gezdim. Fakat ülküm beni diriltti. Çektiğin acılar ne kadar büyük olursa olsun, tWJın­ mayacak kadar ağır değildir. Sen bu iç acısını kutlu bil, gelecek ondan doğacaktır. Benden teselli istersen işte sana basit ve mucizevi bir şifa gösteriyorum.

·

((Büyük acılar çekilirken teselliye değer en iyi ha-

reket, davaya çalışmaktır.» Kardeşim ,işinin ehli bir doktorun bu kısa reçetesi hafızanda yer tutsun. Fiil, yani i!?! Göğsünü sıkan acıdan, haysiyetsiz. in­ tihardan seni yalnız bu kurtaracaktır. Kötü talih mil­ letin için metin ve parlak bir gelecek hazırlamak iste­ yen soyu yüce işçi zümresine katıl. Bütün kuvvet ve kabiliyetinle iş yap.

Ölmüş kalbinde hem bir zindelik,

nefeslerinde bir genişlik, ruhunda bir ferahlık duyacak­ sın. Çalışıyorum, faydalı oluyorum. Kendi kendine söy­ leyeceğin bu sözler ilahi bir müzik gibi sana kederleri­ ni . unutturacak, vücudunu, hayat verici bir kevser gi­

bi canlandıracaktır. «Anayurdundaki şu küçük köyde çocuklar hayvan - 42 -


gibi gelişiyorlardı. Ben onları insan ve daha iyi olarak yüksek karakterli ve mert birer Türk yaptım. » İşte teselli, işte şifa , işte sana ülkünün şükranım kazandıracak iş. Şimdi

benden bir istikamet, bir gidiş yönü

misin? Gözlerimin açılınca ilk önce

gördüğü

ister kutlu

Anadolu toprağında ben bir köşe bilirim ki orası, me­ deniyet yayan, Türklüğe yol gösteren, sana en güzel sığınma yeri olur. «Homern in terennüm ettiği o yerlerin her

avuç

toprağı, Yunan mitolojisi ve tarihinde bir mevki sahibi­ dir. Altın yürekli ve çelik bilekli ecdadımız orada, «ele­ nizmi» tamamiyle silmişler, şimdi o yerler saf ve yüksek karakterli Türklerin cennet gibi bir yurdu olmuş. Fa­ kat, ne yazık ki orada insanlık

adına yalnız faziletli

kalpler bulursun. Dimağlar hep demirden bir kutu için­ de, idrak ve şuur terkedilmiş ve nasipsiz. O yurt, şenlen­ mek için seni bekliyor ! Durma, git. Babür'ün, Ekber'in, Uluğ beyin, Abdül - hak Hamid'in, ırkından olduklarını h-:bat için senin feyizli telkinlerine muhtaç olan yavru­ larımızın güzellik ve yüksekliğini , kafalanna yerleştir.

Bu mert insanlann diyanndan bilgisizliğin karanlığını

kaldır!

cıÜlisn ve «Aşil» in menkibelerine şahit olan va­

dilerde Cengiz'in,

aksak Timur'un , Türk Napolyon'u Nadir Şah'ın Hint fatihinin cengaverliklerini yavrulara öğret ve heyecanlandır.

«Homer» in memleketi senin

himmet ve kudretiyle Türk yurdu olsun. Bu teşebbüsün ne kadar hüsran ve hayal kırıklığıyla sonuçlanacağını senden evvel düşünüyorum. Maddi 7.or­ luklar . . . Gideceğin yer de ihtimal ki soğuk bir ka�ıla­ nış . . . Mumyalaşmış kafalann canavarca bir �ey sa yı l a ­ cağı hayırlı teşebbüslerin etrafında küfürler, lanetleme ­

ler. . . Şüphe eden herkese kötülük yapanın bak ı�lnrı al- 43 -


tında geçireceğin cehennemi zamanlar . . Rekabetler, ha­ setler, husumetler, seni safdışı etmek

için tedbirler . . .

İşte kaygısızlıkla telakki edilemeyecek bir ıstırap kafi­ lesi . . . Fakat, sevgili kardeşim,

unutma ki sen

özellikle

kahır çekmek, felaket görmek, eziyet tatmak için dün­ yaya gelmiş bir nesildensin. Senin hayat sofrasındaki

yerin en geridedir. Bu sofradan tatlılar yiyebileceğine

hiç ihtimal verme. Yabancı bir ahbabım, bak şimdiki Türk neslinin öurumunu ve imkanlarını ne kadar açık ve doğru

bir

�ekilde tanımlıyor : uSiz aynı zamanda geçmişe ait bütün üzüntülerin ve geleceğe ait bütün endişelerin tesiri altında acı çek­ mekle yükümlü bir toplum, geçmişle gelecek

arasında

sıkışmış kalmış bir nesilsiniz . . . Siz, bahar güneşinin ilk ışıkları altında açılan ve sonra bütün mart ayının don­ durucu rüzgarlarına maruz kalan tomurcuklara

ben­

zersiniz. Sizin düşmana ilk önce hücum eden, ilk kur­ şunlara göğüs geren, gerek kendi arkadaşları ve gerek­ se

düşman tarafından ayaklar altında çiğnen kahra­

man erden farkınız yoktur. » İlk tomurcuklar, ilk hücum eden er ! Kardeşim, bu­ nu hatırından çıkarma. Biz, martın dondurucu ve

in­

safsız rüzgarlarına maruzuz. İlk kurşunlar bizim kade­ rimiz, dost ve düşmanın ayakları altında kalmak bizim alin yazımı z. Her şeye rağmen kalbimizdeki asil ve büyük heye­ canı yaymak için ilk tomurcuklar gibi tereddütsüz açıl­ mak . . . Türklüğün bayrağını elimize alarak ilk

önce

korkmadan ilerlemek . . . İşte görevimiz, işte Şerefimiz ! Sana hep hayal kırıklığı, yenilgiler, zorluklar gös­ terdim, faka t umudsuz olma. Zafer de muhtemeldir. - 44 -


Yukarıda saydığım

sefaletlerden

sonra sonunda

bir başarı devresi geliyor. Artık ihtiyarlamışsın. Fakat bütün bir millet sana bağlı ve minnettar. Üç-dört nesil karşısında saygı ile eğiliyor. Okuttuğun çocuklar etra­ fında kutlu bir alay teşkil ediyor. Sana : «Fesat fikirli, deli, yaramazı> diyenler bile adı­ nı crVelinimet, büyük hoca» diye anıyorlar. Son yıllarını hudutsuz bir saygı ve muhabbetle çeVrili olarak geçiri­

yorsun, artık kendine manevi

köşk yaptığın

köyde

sonsuz ziyaretgah olacak bir mezar bırakıyorsun ! İşte Türk genci, aziz kardeşim seninle samimi. bir

sohbet.

Büyük olaylar, milli inkılaplar, eşsiz destanlar için,

ı:,ı,dı tarihe geçmiyecek kahramanlar lazım. Sen, bu rolü kabul et ,şifa bulacaksın, ülküye yaklaşacaksın.

Başarırsan ben göz yaşlan dökeceğim, kutlu ve zin­ de bir heyecanı söylemekten başka

bir görevi olmayan

kalemim senin için kutlu bir kaside yazacak. İlk tomurcuklar gibi solarsan, ilk hücum eden

er

gibi çiğnenirsen milletin için can vermiş olmak teselli­ si ruhunu sonsuz aziz kılacak ve taltif edecektir. O za­ man gene seni seveceğim, asil ve büyük teşebbüsüne im­ reneceğim ve adını gelecek nesillere kıymetli bir hazine

gibi

götürmekle hayatımın en büyük bir gururu nu du­

yacağım.

Göstereceğin fedakarlık ve ülküye bağlılık örneği, gelecek nesiller için kıyas kabul etmez bir ders olacak ve öldükten sonra da Türklüğün gözle görülmez, fakat ik­ tidara sahip hizmet edicisi olacaksın. 23 Mart1329

- 45 -


En Büyük Facia Türk ırkının Bulgar adıyla bilinen bir kolu, daha beşinci asırda Karadeniz kıyıiarına ve hatta Tuna kıyı­ larına kadar inmişti. Türk - Bulgarlar iki asır

sonra

((Dinyester» , ((Tuna» ve «Purutıı nehirlerinin meydana getirdiği saha içinde yerleştiler. Ve Tuna ile Balkanlar arasındaki araziye ve hatta Trakya bölgesine yayılma- . ğa başladılar.

Bizans imparatoru,

Türk - Bulgarları

püskürtmeğe girişti . Fakat Asya'nın genç ve yiğit kav­ mi galip gelerek başkanı

((Asparoşıı un kumandanı al­

tında Varna'ya kadar ilerledi ve ccMezi» denilen,

Tuna

ile Balkan dağları arasındaki bölgenin Karadenize kom­ şu olan kısı mlarını kapsıyan yerlere hakim oldu. Şimdi Bulgaristan adıyla bilinen

bölgede oturan

Slavlar, Türk - Bulgarların kralı olan ccAsparoşıı un ha­ kimiyeti altına girdiler. Fakat yeni fatihlerle bu yerli milletlere has örf ve adete bağlı idiler. Türk - Bulgarla­ rın bayrağı kendi ırkları olan diğer Türklere ait bayrak­ lar gibi bir at kuyruğunu taşıyordu. ((Asparoşıı memleketinde zandı.

Slav

yerleşir yerleşmez parlak başarılar ka­

679 yılından itibaren

imparatorluğu ile devamlı Bizans imparatorları

Türk - Bulgarlar Bizans harp halinde bulundular.

yenilgiye

uğradıkça Asparoş'a

harp tazminatı ödemeyi kabul ediyorlar, biraz kendile- 46 -


rini toplayınca bundan kurtulmak için tekrar savaş açı­ yorlardı. Asparoş öldüğü zaman yerine Trol, Bizans imparatoru

«Trol Han»

geçti.

ikinci 1<Jüstinyen» ile anlaş­

ma yaptı ve Kayser, yani Çar ünvanım aldı. Tahminen yüz otuz yıl sonra hanlık makamına ge­ len <cKrumıı zamanında Türk - Bulgar saltanatı geniş­ ledi. Krum han Macaristanı , Makedonyayı,

1<Serdiki»

adıyla anılan şimdiki Sofya'yı ele geçirdi. Bizans impa­ ratoru

ordusuyla Krum hanı püskürtmeğe

teşebbüs

etti. Fakat 26 Haziran 8 1 1 tarihinde büyük bir

yenil­

giye uğradı ve savaş meydanında can verdi. Krum han Edirne önünde bir başarı daha kazandıktan sonra İs­ tanbul surlarına dayandı. Krum han yeni bir Bizans saldırısının önünü almak için İstanbul'u almağa karar verdi.

Muhasara için gerekli savaş aletlerini yaptırdı .

Fakat 8 1 5 tarihinde ölüm, Krum hanın bu yüksek ta­ savvurunu gerçekleştirmesini önledi. Türk-Bulgarların Slavlar yurduna

gelişinden beri

nisbeten az bir zaman geçtiği halde bunlar aldığı memle­ ketin yerli halkı olan Slav milleti içinde eridi. Türk Bulgarlar yerli Slavlara o kadar yaklaştılar ki, onların bütün ahlakını, adetini benimsediler sonunda dinlerini, yani hristiyanlığı da kabul ettiler. Turanlı dilinden ha­ tırlarında yalnız bir kelime kaldı : Bulgar. İkiyüz yıl, Türk - Bulgarların Slavlar içinde eriyip gitmesine yetmişti. Daha

Krum han devrinde art.ık

Türklük kalmamış, fatihler tamamiyle Slav olmuşlar w Bulgaristan'da Türk ve Slav milletlerinin seciye ve k i l !

-

türlerini nefsinde toplayan bir millet meydana ge l ı ı ı i � ­ ti. Krum hanın halefi Omurtağ han devri , hıı hi r lı':; ­ menin kesin şekilde oluşunu gösteriyor. - 47 -

Hrr ne k ı ı ı lar


hükümdar hala bir Türk adı taşıyor ise de bunun ' Ço­ cuklan vaftiz edilmiş ve Slav isimleri almışlardı. Omurtağ hanın halefi zamanında, Türk padişahı da hristiyan oldu ve artık Bulgaristan'da Türklüğü gösterecek hiçbir iz ve işaret kalmadı. Gerçekten 852 den 883 tarihine kadar saltanat süren han, 864 tarihin­ de kendisini vaftiz ettirerek ((Boris» adını aldı. Türk beylerinden bazıları hanın bu düşük hareketine karşı isyan ettiler, fakat Boris ayaklanmayı bastırarak milli­ yetçi Türk beylerinden elli ikisini öldürdü. ( * ) Bulga­ ristan'ın bundan, yani 886 yılından sonraki tarihi ta­ mamen Slav tarihidir. Bu harb, (Balkan harbi) başlangıcından sonuna kadar süresiz bir facia zinciridir. Fakat öyle sanıyorum ki, bu yürek yakıcı çarpışmanın en kötü tarafı, ırken birbirine yakın olan iki kavmin, yani Türk - Osmanlı­ larla, Türk - Bulgarların boğazlaşması ve birbirini yok etmeğe çalışmasıdır. Heyhat, zavallı Turan, zavallı ana ! Senin bağn.n­ da kardeş gibi yaşayan çocukların birbirlerinin karşı­ sına, birbirlerini yiyen bir düşman gibi çıkıyor. Edirne'de çarpışan bir Osmanlı Türkü ile bir Bul­ garın birçok ihtilaflara rağmen, aynı ırka mensup ol­ duklarını düşündüğüm zaman kalbim göğsümde dara­ lıyor ve <cEyvah>> demekten kendimi alamıyorum: Za­ vallı Türk ırkı! Asya'nın kucağından hep yabancı kucaklara atıl­ mak için çıkmışız. Her vakit benliğimizin, milliyetimi­ zin en kutlu cevherlerini kaybetmişiz. Birbirimize el uzatmışız. Önce harika işler, düşman üzerine korkusuz hücum ve üstün bir başarı ... Sonra, büsbütün başka ( >::)

Jorj Bükse : Bulgar kavminin tarihi. - 48 -


milletlerin

gevşemiş

temellerine kireç olmak,

onların

saltanat ve şevketinin sütunlarını kaburga kemikleri­ miz üzerinde taşımak . . . İşte bizim kaderimiz, tecelliğim ! Bazı kötü talihli anneler vardır ki zaruret

sebe­

biyle çocuklarını çeşitli yetimhanelere verirler. Kimlik­ ll'rinden habersiz olarak büyüyen, başka başka terbi­ yeler gören bu çocuklar hayata atıldıkları zaman, ön­ lerine çıkan annelerini tanımazlar, ((Sen k.imsin?ıı diye şuursuz ve kasıtsız, fakat merhametsizce o çaresiz an­ nenin

kalbine hançer saplarlar... Çoğunlukla

bu kardeş­

ler hayatta birbirlerine rakip olurlar ve hazan da bir­ birine kurşun atarlar. Bin kere kara bahtlı Turan, sen işte o analara benzersin. Benim gereksiz sözü uzutmama rağmen anlatama­ dığım gerçek acıyı büyük kardeşim Gökalp, yanık bir

ilahinin bütün ahengiyle titreşen şu mısralarda ne ka­ dar güzel belirtiyor :

Çok yerleri biz fethedebilmi.şiz. . Her birinde manen fethedilmişiz. Bir k.işver (ülke) almış tabiiyyete, Uymuşuz ordak.i medeniyyete. Bazan Hintli, hazan Çinli olmuşuz, Arap, Acem, Frenk dinli olmuşuz. Ne bir Türk hukuku, Türk felsefesi Ne Türkçe inleyen bir şair sesi.. Şair, hakim gelmiş bizden de çokça, Kimi farsı yazmış, kimi arapça .. Fransızca, rusça, çince yazmışız, Türke ancak birkaç hece yazmışız. Bakınız mesela: Yazmış koskoca, Farabi arapça, Kramzin rusça. Sina, Celaleddin, zemahşeriler - 49 F: 4


Emeği araba, farsa verdiler. Buharalı Şevket, Genceli Hüsrev Firdevsiye yahut Sadiye peyrev (ardı sua giden. yaver)· Zekamızı sanki kiralamışız, Her dilden kitaplar sıralamışız. Türkün hem kılıcı, hem de kalemi, Yükseltmiş arabı, çini, acemi, Her kavme bir tarih, bir yurt yaratmış, Kendini başkası için aldatmış. Öz işini daim yarım terketmiş, Turanı bırakmış Orhun'a gitmiş, Unutmuş evvelki elifbasını İlim ve fendeki itilasını (yükselmesini) Yeniden bir yazı, bir yasa düzmüş Her zaman zihnini boş yere üzmüş, Yok tarihimiz, var tarihlerimiz, Bir burca girmemiş nıerihlerimiz Her biri parlamış bir başka gökte (*)

Bu mısraların ifade ettiği binlerce yıllık facia ebe­ dileşmek, yani dünyamızın son gününe etmek

kadar cievam

kabiliyetini gösteriyordu. Türk - Bulgarlar

bi Türk - Osmanlılarda o kadar milliyetlerini

gi­

kaybet­

mişdiler ki, Türklük adına gene bu addan başka birşey yoktu denilebilir. Ansızın büyük bir zümre, asırlık faciayı gördü

ve ·

haykırdı . «Artık bu dram son bulsun. Milli ülkü, milli­ yetçilik, yeni dil.ıı

( *) Türk yurdu.

- 50 -


Ey kutlu mefhumlar, siz doğmasaydım

Türklük.

ebedi olarak batmış, yok olmuştu. Karşımızda harabeler, dimağımızda felaket ve he­ zimet hayalleri var. Fakat gelecekten eminiz. ((Manevi yurt» dediğim Türk yurdu kurulacak, bir Türk kültür ve medeniyeti göreceğiz. İşte Türk genci, aziz kardeşim yann sana vadedilen hazineler ! Şu yaşadığımız zamanlar ırkımız tarihinin en ya­ kın sayfalarıdır. Fakat bizim çocuklarımız üç bin yıldan beri beklediğimiz uyanış

sabahının şimdi doğduğunu

anlayınca, lıu yıllara ait felaketler üzerine o kadar yaş d ökmeyeceklerdir. Ey büyük nesil, milli kültürün, milliyetçiliğin yeni dilin kurucuları. Ey hayırlı adamlar, benden size bin­ lerce hürmet !

27 Mart 1 329

· -

51 -


Beklenilmeyen Bahar Bizim i çin uğursuz olaylarla dolu bulunan Mart ayı Fransız milletine tarihinin en büyük harikalann­ dan birini hatırlatır. Jandark, bu kahraman

kız onsekiz yaşındayken

F.ransa'yı kurtarmaya Mart ayında azmetti. Kendisinin ilham almış denilecek kadar yüksek düşüncelerini kra­

la açmak üzere yola çıktığı 6 Mart tarihi Fransız mille ­ ti yanında şerefli ve teselli vericidir.

Geçen gün Fransız gazetelerinde Paris milletve­ killerinin halka hitaben yayınladıkları bildiriyi gördüm. Başşehir milletvekilleri bu vesikada (Jandark) ın örel gününe rastlayan 24 Mayısta şenlik yapılmasını ve bütün Fransızlara ait olan muazzam bir hatıranın yükseltil­ mesini tavsiye ediyorlardı. Bu münasebetle şair (Ed­ mon Rostan) ın 6 Mart isimli heyecanlı bir şiiri dima­ ğımda tekrar canlandı. Her mısraında azim ve imanın yüksek sesle varlığını ilan ettiği bu şiiri okuyucuları­ ma okutmadan geçemiyeceğim:

ALTI MART

sa

c<Fransa'nın beklenilmeyen baharları vardır. Fran­ salanır sallanmaz saf yürekli insanlar: e<İşte öldü,

gömüldü » derler. Fakat Fransa mahkum edildikçe aksi - 52 -


tesir yapan kendi aleyhindeki bütün

kararlara

karşı

gelen bir maneviyat olduğu için gülerek tekrar kalkar ve doğrulur.

Daha geniş nefes alalım. . . 6 Mart duşize'nin ( * ) hayvanı üzerinde ansızın arkasına dönerek bağırdığı gün bugündür: «Jan Dunvelenpon Bertran Döpolanji ! Şinon şatosunun çatısını görüyorum. » O zaman duşize parçasız elbisesinin içinde bir delikanlı gibi dik durdu­ ğu )ıalde, ökçesiyle hayvanını hızlandırdı. ( ** )

Üç ağır beygir tempolu bir şekilde yol aldılar ve 1429 senesi Martının 6 . günü Fransa'nın bir kanadı çığma­ ğa başladı.)) Bu şiirin tercümesinde anlatamadığım vekarlı mü­ ziği, sarsan, ve heyecanlandıran anlamı, ilk okuduğum­ da beni çok üzdü. Fakat bilmem ne için, şimdi okuyunca onda başka bir anlam, başka bir telkin ve başka bir kuv­ vet buldum. (Rostan) 'ın mısralarından birkaçı artık se­ vilen bir ad gibi asla dudaklarımdan ayrılmıyacak. Beklenilmeyen bahar ! Milli ülkünün doğuşunu bundan iyi nitelendiren bir kelime bulmak kabil midir? Boşluğu yalnız askeri başarıların gürültüsüyle do­ lan asırlardan sonra biz Türkler sürekli bir kış içinde yaşadık. Hep soğuk, hep fırtına, hep kar. Bir gün kurtulmak, sıcak bir yuvaya erişmek umu­ du olmadan sonsuz buz çöllerinde aylarca kalan kötü bahtlı seyyah gibi bizim maneviyatımız artık donmuş ve kalbimiz durmuştu. Şimdi milli ülkü dediğimiz bir ( * ) Duşize : Fransızlann ömründe hiç evlenmeyen c<Jan­ dark »a verdikleri iftihar ünvanıdır. ( * * ) Jandark, F.ransa'nm kurtuluşu

için

kralın

bu adları geçen iki kişiyle beraber gitti. Kral VII. Şarl

< Şinon)

yıı.nınıL o

:ıa.rnan

şatosunda oturuyordu. Jandark ve arkadaı;ları yüz "ili

fersah uzaktaki

hükümdar karargahma onhir gümle ıı hlııtılar.

- 53 -


güneş altında hiç bitmiyecek bir dini heyecana dalmış yaşıyoruz. Göğsümüzde sıcak bir aşk, tatlı bir umut, sarhoş eden bir inanç var. İşte muhteşem bir dirilme ve beklenilmeyen bir bahar. «İdam kararına karşı koyar, düştükten sonra tekrar doğrulur kalkar ! .n Şimdi (Rostan) ın ağzındatereımum ettiği bu gurur ve iftihar hayat iksirini yarınki Türklü­ ·

ğün şairleri mutlaka benimseyecekler ! Düşmanla.tın hayatımıza karşı kesin sonuç almak için tertip ettikle­ ti şu son suikastlar, şu son iki savaş bir olaylar zinciri ihtiva ediyor ki, anlamı araştmlsa Türk ırkına ait şu heyecanlı hitap çıkar: «Ölmedim, sağım ve yaşayaca­ ğım . n Pek kısır ve sığ gören bakışlarımızla anlıyamadlğı­ mız bu olaylar arasında en anlamlısını değil, en mer­ hametlisini seçiyorum : Geçen yaz İsviçre'de (Lozan) ın bir mahallesinde delegelerimiz milletimizi acılara boğan bir savaşa son veren ve fakat aynı zamanda bizim idamımıza kararı gerektiren bir antlaşmayı imzalıyorlardı. Biraz ötede gene (Lozan) ın bir köşesinde birkaç Türk genci (Türk Yurdu ) adını verdikleri yerde toplanmışlardı. Fraru;a­ nın kurtulu�unu sağlamak için iki arkadaşıyla yola çı­ kan (Jandark) ın takdir edeceği bir azim ve iman ile bu gençler kötü talihli ve düşkün Türklüğü ayağa kal­ dırmak, mutlu etmek çarelerini düşünüyorlardı. Çocuk­ lanmız, bizi kayıtsız bırakan bu heyecanlı olaylar kar­ şısında ağlıyacaklar, Lozan'da (Türk Yurdu) gençleri­ nin en dehşetli felaketler karşısında gösterdikleri Cesa­ reti ve onlann geleceğe inançlannı parlak, unutulmaz bir yurtseverlik dersi gibi kabul edeceklerdir. İrade, heyecan, iman ! Bütün tanıdığım Türk genç­ lerinin göğ·üslerini dolduran, andlaşmayı imzo. edenlere - 54 -


ve hareketlerine şiddetli bir öfke veren işte bu duygular­ dır. Tabiatın bütün unsurları ayağa kalksa, tufanlar ve tayfunlar bize karşı gelse, bütün insanlar üzerimize saldırsa kafamızda kutlu bir ccsabit fikir» haline gelen milli andımız sarsılmıyacak ,maneviyatımız her türlü darbelere karşı onlardan daha şiddetli bir tepki yapa­ Caktır. · Geçen gün birkaç Türk genci ile beraberdim. Çev­ renin havası, kutlu bir heyecanla dopdolu idi. Hepimiz ülkünün havası içinde kendimizden geçmiştik. Yarın esmesi umulan haşin rüzgarı ansızın duyar gibi oldum. Kalbindeki ulvi duyguyu çehresinde kızgın bir şa­ fak halinde taşıyan arkadaşıma dedim ki: ccBu manevi sarhoşluğun geleceği galiba biraz donuk olacak. Ha­ vada muhalefete, husumete benzeyen bir şeyin dalga­ landığı hissolunuyor. Çarpışmaya hazırlanmak lazım ·gelecek . . . » Muhatabım yerinden doğruldu, önemsiz birşey söy­ ler gibi sordu: ((Sonunda ölüm de var mı?» Ve metin bir sesle şu mısraları okudu :

«En büyük ulvi fikir sensiz cehennem hakedaıı (Topraktan) <ıKalbime, vicdamma sensiz hararet dolduran,, ııVermeyeıı caıııııı sana bulmaz hayat cavidaııt> ııZinde-i Cavid ona derler ki kurbandır sana,, Bunu işitince gelecek kötü havawyı söz açtığıma .utandım ve Fuzuli'nin hitabını ben de tekrar ettim . 8 Nisan 1329

55 -


«Satır Zait Gibi. . . »

<*>

((Amma her zaman meclis ve topluluklarda

oku­

nup anlatılan Kerbela Şehitlerinin durumları Fars ve Arap dillerinde anlatıldığından, Arap eşrafı ve Acem büyükleri bunları anlayıp faydalandıkları halde, dün­ ya nüfusunun büyük bir kısmını terkip ve insan oğul­ larının çoğunu teşkil eden Türkler, kitap sahifelerinin dışarısında kalmış satırlar gibi, bu meclis ve topluluk­ ların dışında kalmış olmakla Kerbela Şehitlerinin du­ rumlarını anlatan yazılardan faydalanamamışlardır. Bu sebeple matem ehli ( * * ) ben Fuzuli «toprak misa­ le» davranışlarıyla yakamdan tuttular ve dediler ki: «Ey Kerbela Şahının nimetiyle büyüyüp, bu nimete la­ yık olmayan kimse; yeni bir edebi üslup icad ile him­ met edip, Kerbela Şehitleri için bir Türk Destanı yaz­ ve Türkler dinledikçe faydalansalar ve manasım anlamakta Arap ve Acem'e muhtaç olmasalar ne olur? dediler.» Fuzuli'mizin cıHadikatü· essuda)ı ( * * * ) başlangıcın­ s::: n

.•

daki şu sözlerini okuya okuya ezberledim. Bu sayfada '( * ) Fazla satırlar gibi. ( * * ) Kerbelıi.'da Uz.

Hüseyin'in şehit edilmesinden dola­

yı üzülenler kastediliyor. ( * * * ) Mutlulann bahçesi

- 56 -


beni çeken özellik yalnız büyük bağdatlının övmeğe de­ ğer temizliği ve sadeliği değildir. Fuzuli birkaç

satır·

içinde bütün bir facia tasvir ediyor. Ve Türk milletinin üm-itsizliklerinden birini ortadan kaldırmak için çalıştı­ ğını anlatıyor. Yukardaki satırlar, ırkımızın öksüzlüğü­

n& gösteren acıklı bir hikaye ve fakat aynı

zamanda

«Leyla ile Mecnun» adlı eı:: eri, milliyet fikrini taşıdığına şüphe bırakmayacak bir delildir. ııSatır zait kitablann sayfalan gibi . . . ıı Kanuni Sul­ tan Süleyman devrinde ve Türk saltanatının en dün­ ya çapında ve ihtişamlı bir zamanında «Eizzei idrakıı ın bu durumda bulunması kadar gönül yakıcı bir olay düşünülebilir mi? Turan'ın

cennet

yaylalarından

bir

altın ordu ile geliniz. Binlerce yakışıklı ve kahraman

yiğit

feda ederek ülkeler fethediniz,

yıkınız, onların yerine geçiniz . . .

imparatorluklar

Sonra sahip olduğu­

nuz en kıymetli hazinelerden bir, diliniz kaybolsun. Ve on:un yerine yabancı diller kullanılsın. Siz mec;lislerde bir dilsiz gibi kalınız. Gerçeklerin ve manevi güzellikle­ ri anlamak size nasip olmasın . . . İşte bir Fransızı ,

bir

Bulgar'ı veyahut bir Japonyalı'yı çıldırtacak bir mace­ ra ! Sevgili Fuzuli'miz bu hicranı duymuş ve ebediyen kutlulaşması gereken bir arzuya bağlanarak Türk di­ linde bir menkıbe yazmış. Büyük bağdatlının Türkçesi Türk büyükleri tarafından anlaşılacak fakat arapça ve farsçanın

bir dil değil ;

baskısı ile ayakta durduğu

bir bölgede kendi ana dilini hatırlaması ve ona eğilim gö.5termesi bizim için yüksek

ve içli bir yurtseverlik

dersi değil midir? Ara sıra bazı aydın meclislerinde konuşulan

Türk­

çeyi dinlerken içten bir utanma duygusu bann n ı · ı veri­ yar.

- 57 --


O gibi toplantı yerlerinde Avrupa dillerine ait keli­ me yığını içinde Türkçe bir söz duymak, kışın güneşli bır havaya raslamak gibi hayreti gerektiren bir olay­ ·dır. Ara sıra bu garip Türkçeyi, yani Türk Fransızcası­ nı kitaplarda da görüyorum. O zaman içimdeki utanma ·duygusuna bir de haklı kötülüklere uğrayacağını bilen adamlara has korku ekleniyor ve ansızın kulağıma hey­ betli ve düşmanca bir ses geliyor:

«Sana bıraktığımız

-0 güzel Türkçeyi, ana dilini ey yüreksiz, ne yaptın?ıı

Güzel Türkçe !

İşte, bir tabir ki yarın bir

Türk

araştırıcısı tarafından bize anadilimizin sonsuz kusur­ suzluklarını göstermek için yazılacak kitaba ün olacak,

milli

gururumuza heyecan verecektir.

Gelecekte bütün merak ve aşkımla inceliyeceğim

bu konu üzerinde şimdi durmak niyetinde değilim. Yal­ nız seçkin bir müsteşrik'in şu manalı sözünü yazmadan geçemeyeceğim : ((İnsan Türkçenin, ünlü ve kuvvetli dil .akademisi üyelerinin toplanması ve müzakeresi netice­ si meydana getirdikleri bir dil olduğu kanaatına vara­ bilir.ıı Biz ünlü ve kuvvet kazanmış dil Akademisi üyeleri­ nin değ·il, asıl güzel söz söyleme istidadına sahip olan babalarımızın icad ettiği bu güzel dili, önce aşağılık duygusu ezikliği altında kalarak , bir leke imiş gibi du­ ,d_aklarımızdan kovduk,

sonra yaptığımız

dehşetli

kö­

tülükten pişman olarak onun, güya özür dilercesine yal­ nız gramerini tekrar benimsedik. Fakat onun altın ke­ limeleri yerine yabancı ifadeler koyduk. Türkçe önce unutuldu, sonra Türk arapçası ve Türk acemcesi oldu. Ve sonunda yukarıda söylediğim gibi Türk Fransızcası denilen manevi canavara inkilap etti. . .

Mazinin yaprakları hep siyah. Şahidi olduğumuz

yeni olaylar uğursuz adetlerin devamını gösteriyor. He-

- 58 -


·yecanlı bir ıpaneviyat ne geçmiş için gözyaşı dökmekle, ne de böyle bir durum karşısında kötüleme ve lanetle­ melerle kendini yok etmemeli. Şu dakikalann gelece­

_ğe ait olarak gerektirdiği kurtuluş işaretlerine bağlan­ malıdır. Fuzuli, arabi ve farisi olmayarak kitap yazdı. Bu Türkçenin gelecekteki başarısı hakkında küçük bir işaret, uzak sabaha ait hafif bir ışık idi. Akif paşa, Şi­ nasi · ve Hamit birçok put kırdılar. Birçok kural yıktılar .

. Dilde sadelik prensibini kurdular. Fakat anadilimizin asıl beklediği inkilap şimdi başlıyor. Kötü bir isimlendirme ile

. «Yeni lisanıı dediğimiz

düşüncenin verimli bir ilham ,asıl Türkçeye bizi ulaş­ tıracak sadık bir rehber olduğuna inanıyorum.

«Yeni

lisan» ın pek basit ve ilkel bir nazariye olduğunu söy­ leyenler, onun kurucu ve teşvikçileri lehinde bir şahit­ likte bulunuyorlar. Evet, yeni dil pek sade bir

keşif,

tıpkı Kristof Kolomp'un yumurtası gibi . . . Yeni dilciler

ne diyorlar?

Arapça

ve acemcenin

grameri, Türkçeye baskı yapıyor. Bir memlekette elçi­ liklerin sahip olduğu «Diplomatik dokunulmazlık» im­ tiyazı ne kadar mantıksız ve garip ise, Türkçe'de, diğer dillere ait gramer kaidelerinin geçerliliği de o kadar tuhaf ve akla aykırtdır. Arapça ve farsça kurallarıyla yapılan terkipler, atıflar, açıklamalar ve çoğullar bizim gölümüzde, bizim denizimizde yabancılara ait bir a da gibidir. Bugün bir oldu

bitti

karşısındayız.

Dilimiz

arapça ve acemceden birçok kelimeler almış, biz bu ke­ limeleıi atamayız. Atmak yetkisine sahip değiliz. Faka::. dil sahip olduğu eritme

ve temsil kudretini serbestçr�

uygulamalı, uydurma bütün kelimeleri kendine has us­ luba tabi tutmalı ve kendi gramerinden başka h içhi r kural tanımamalıdır. Yarabbi ! Hepsi bu kadar mı? Evet, b ü L i..i n yen i d i l

- 59 -


bu esasların içinde saklıdır. Bu basit gerçeklere ulaş­ mak için asırlarca beklemek lazım geldi. Ve bunların millete kabul ettirilmesi için daha kim bilir ne kadar yıllar geçecek. Yeni dilin sonuçlarından biri de yapısının milli ol­ ması ve hece veznidir. Daima kulağa hoş gelen, insanın kavrama ve ayırma duygusunu aldatan ve bundan da­ ha kötüsü, ana dilimizin kelimelerinden bazılarını asla kabul etmeyen aruz vezni artık son günlerini yaşıyor. Hece vezni, en saf ve samimi halk şairlerinin aklı­ na gelenleri doğurmuştur.

Bu kendisi lehinde büyük

bir iddianamedir. Sonra ıy.Iehmet Emin, Gökalp gibi

şa­

irler aruz veznine açtıkları savaşta başarılı oldular. Bu başarı hece veznini üstün kıldı. Artık dilin yapısında lider odur. İhtimal ki ben de dahil olduğum halde birçokları­ mız daha bir müddet eski alışkanlıklarımızdan ayrıla­ m ayacağız. Fakat bu bağlılık bazı köhnelik sevenlerin qala Hatufetlü efendim hazretlerin diye lakaplar

yaz­

makta devam etmeleri gibi garib bir adet kalıntısı olacak ve birgün eriyip gidecektir. Türk uslubu, Türk grameri ve Türk vezni . . . Dili­ mizin asıl Türkçe olmak için yürüyeceği yolun en mü­ hirn merhalelerinden biri bize bu üç kuralı getiren yeni dildir. Böyle bir adım karşısında geçmiş ve bugünkü ha­ lin hayal kırıklığı bizim için vahamet ve fecaatını ya ­ rı yarıya kaybeder. Memleketimizde siyasi düzeltmeler binlerce taraf­ tar buluyor. Milliyetçiliğimizin en büyük dayanağı dil­

dir. Bunu güzelleştirmek ve eski haline getirmek için bayrak açanlara bütün kuvvetimizle yardımcı olmalı­ yız. Türklerin kudretli bir millet haline gelmesi ırktaş­ lanmızın gerçekleri ve güzellikleri anlıyabilmesi, ıısatır

- 60 -


-zaitıı durumundan kurtulması kutlu ve saygıya değer bir gaye ise, yeni dili, hece veznini titizlikle ve metanet­ le savunmalıyız. Kendi hesabıma ben yeni dilcilere, bu manevi re­ formculara saflarından ebediyen ayrılmamak azmiyle katılıyorum . Manzum yazılarım, yeni dilin kabul edemi­ yeceği cümlelerim görülürse bunlar birer sadakatsizlik ve hainlik değil, muharrirliğin, yazı işçiliğinin zarure­ tiyle yapılmış şuursuz birer hata, bağışlanabilir kusur .sayılsın.

1 2 Nisan 1320

--·

61

·-

.


Milliyetçiliğin Müjdecisi «Fuzuli divanı var mı?» Sahaf acem şivesi ile cevap verdi : «Efendi, onun mevcudu kalmadı. Şimdi bastırıyo­ ruz, birkaç gün sonra uğrayınız. . . » Ansızın kalbimde bir merhamet ve hürmet duy­ dum. Büyük Bağdatlının divanı tekrar basılıyor. Bü­ tün güzel şiir severlerin ilgiyle benimseyeceği bu haber benim için büyük ve milli bir olaya şahitlik ediyor. Bana askeri bir başarı kadar önemli görünüyor. Fakat çok geçmeden hayalim önünde açılan bir manzara kalbime yakıcı bir azap verdi. Asırlar görmüş bir hanın karanlık bir köşesi. . . İş­ lerken göğüs darlığına uğramış bir ihtiyar adam gibi öksüren köhne bir makine . . . Henüz sudan çıkarılmış gibi yaş duran adi kağıt desteleri. . . Bir ilkokul hademe- · sinden ders almağa muhtaç bir müsahhih . . . İşte, ccLey­ la ve Mecnunn yaratıcısının şaheseri burada ve böyle basılıyor. Eğer bir gün Fuzuli ile çağdaş bir Fransız yazarı­ nın, ((Rablen nin külliyatını çok dikkatli şekilde bas­ tıklarını Paris gazetelerinde görmemiş olsaydım ihtimal ki çizdiğim manzara kalbimi o kadar sıkmayacak idi. Şimdi Fransız yazarının yazılan hakkında gösterilen -

t:iı

-


dini taassup derecesindeki hürmetler zihnimde canla­ nıyor, Fuzuli divanının karabahtlılığı ile bir tezat teş­ kil . ediyordu. ((Rable» nin esasen yüzlerce defa basılan külliyatı­ nı işitilmemiş bir titizlik ve güzellikle temsil ettirmek, onun adına başka bir şekilde abide dikmek için bir iyi­ liksever zengin, çokca bir para vermiş ve bu iş yetkili bir kurula incelettirilmişti. Bu bilginler senelerce uğraşmış­ lar ((Rable'nin asıl metnini yeniden meydana çıkarmak için -Tafsilatı bir cilt dolduracak kadar ince ve çeşit­ li- mütalaalarda bulunmu§lar, ve sonunda g5rcvk:ini bitirerek değerli nüshayı matbaaya göndermişler. Ora­ da, sanatkar işçiler, harika makinalar, en yeni usuller hep ((Rable» için kullanılmış ve sonunda çok nefis bir kitap

meydana gelmişti.

((Rable» hakkındaki bu eser.

Pariste adeta dünyayı ilgilendiren bir hadise olarak ka­ bul edildi. Halbuki Fuzuli, heyhat kimbilir kaçıncı defa ola­ a r k o kadar şikayet ettiği ((acemi» katip ve düzenleyici­ ler elinde hırpalanacak,

sonra kendisinin vücutlarını

bilmediği mürettipler tarafından kesilip biçilecektir. Kendi kendime ((Bedbaht Fuzuliıı dedim. Türk mil­ letinin _felaketi, böyle en büyük evladı üzerinde kendini gösterice pek acı bir şekil aldı. İçimde derin bir yara, yoluma devam ederken iki sokak arasından denizi gör­ düm. Ansızın kendimde bir sükun ve teselli buldum. Şimdi kahrolmayan ümid gene varlığıma hayat ve­ rici iksirini dökmüştü. Ufka doğru kollarımı uzatt ı m ve azimkar bir sesle Fuzuli'ye dedim ki : ((Yarın sana Türk şehirlerinin hepsinde muhle::� e m abideler . vadederek v e önünde yorum. »

- 63 -

diz çökerek

ur

d i l i yo­


Büyük Bagdatlıyı okudukça her türlü hayranlıklar, her türlü gönül vermeler, her türlü saygılar bana az gö­ ıülüyor.

Kendisi için şimdiye

kadar hatıra gelmemiş

bir kutlulaştırma şekli icat etmek istiyorum. Türklük tamamiyle unutulsa, Fuzuli, Hamit'le be­ raber onu yeniden diriltmeğe muktedirdir. Homer, hemen hemen mahvolan Yunan milleti.J;ıi nasıl diriltti ise Hamit ve Fuzuli de Türk milleti için aynı onlar gibi bir diriltici olacaklardır. Fuzuli şimdiye kadar hiç incelenmedi. Denilebilir ki, o şiir ve güzellik dünyası, bize fezanın derinliğinde gezen uzak bir güneş kadar meçhuldür. Fuzuli, bir lisan üstadıdır. Bir büyük şairdir.

A,1-

man şairi Hayne'den daha sevdalı bir aşıktır. Kudretli bir şiir kurucusu ve gerçekten parlak bir şiir ustasıdır. Bu sıfatların yalnız biri

Fuzuli adının büyüklüğünü

kabul etmeğe yeterlidir. Bununla beraber büyük Bağ­ datlının diğer bir ünü vardır ki, sahip olduğu sıfatların hepsini

unutturabilir. Fuzuli büyük bir dahi olmak.la

beraber, samimi bir milliyetçi, şanlı bir mücdecidir. Bir c(Satır zaitıı

gibi başmakalesiyle yazdığım ya­

zıda Fuzuli'nin dokuzuncu asırda (Hicri) Türk dilinde menkıbeler

yazmasının ne kadar kutluluğa değer bir

anlamı olduğunu açıklamıştım. Bütün yazılar, eşsiz şa­ irin milliyetçiliğine delildir. Fuzuli, divanın önsözünde bunu ne için topladığı­ nı açıklarken yanına birgün bir tanıdık geldiğini ve o kişinin kendisine şu şekilde hitap ettiğini naklediyor : «Dünyadaki insanlardan bazıları senin şiir,

nesir,

mesnevi ve kaside incilerinden feyz alıp farsça yazıl­ mış olan gazellerini kalblerine nakşetmişlerdir. Yalnız Türklerden zevk sahibi olanlar senin söz bahçenden di­ vanının güllerini toplayamıyorlar.

- 64 -

Bu sebeple senin


duygu binanın sarayında kusur ve keınalinde gedikler lmluna» dedi. Fuzuli bu nasihatların kendisi üzerinde hasıl ettiği tesirler hakkında diyor ki : <cEl hak, (doğru) bu gönül derdine deva olan sözleri bu muhterem kişi­ den işittikten sonra öğütlerini kabul getinneğe çalıştım . ıı

ile icabını yerine

. .

Lütfeyle dediler ey sahni genç Fiişetle cihana bir nihan genç Leyla Mecnun acemde çoktur Ech:�kte ol rn��!lC yoktur Takdire getir bu dasitani Kıl taze bu eski bustani. Fuzuli'nin bütün güzel eserlerini, kendi ifadesiyle Türk büyükleri için Türk dilinde yazdığını düşündükçe kalbim sıcak bir takdis duygusuyla doluyor Büyük Bağ­ datlı, ırken Türk pekçok dahilerin yaptığı bağışlanma­ yacak hatalara düşmemiş, kendi dilinde yazmıştır. Fuzuli milliyetçiliğin müjdecisi olmakla beraber aynı zamanda yeni dilin ilk taraftarı ve teşvikçisidir. Şiirleri sadelik adına dikilmiş birer anıttır. Örnek ola­ rak şu gönül aldatan adlı gazelini zikrediyorum :

Dostum alem ger seninçin olsa hep düşman bana Gam değil zira yetersin dost ancak sen bana Aşkı saldım ben beni pend almayıp bir dosttan Hiç düşman eylemez anı ki ettim ben bana Can ve ten oldukça benden durduğum eksik değil Çıksa can hak olsa ten ne can gerek ne ten bana Vaslı kadrin bilmedin firkat belasın çekmeden Zulmet hicretti çok tarik işi ruşen bana J)ud vahkerdir bana serviyle ey gül bağıban - 65 -

F :


Neylerim ben güleşeni gülşen sana külhan bana Gamze tiğın çekti olma gafil olma ey gönül Kim mukarrerdir bugün ölmek sana şüyun ban a Ey Fuzuli çıksa can çıkmam tarik-i aşktan Rehgüzar ehli aşk üzre kılın medfen bana. Türk dilinde böyle şaheserler yaratan Fuzuli ne gariptir ki Türkçenin güzelliğinden şüphe etmiştir. «Hadikatüs süada» nın ( mutluların bahçesi) önsözünde şu satırları okuyoruz : «Her ne kadar Türkçe, yazı şe­ killerinde beyan edilmesi zordur. Zira çoğunlukla ifa­ deler kekeme, tutuk ve cümleler çarpıktır n Birkaç sayfa aşağıda Fuzuli, '

. . .

Canımı canan eğer isterse minnet canıma Can nedir kim anı kurban etmeyen cananıma gibi güzel şiirlerle kendi kendisini yalanlıyor. Büyük şairin bu bahiste söylemeden geçemeyeceğim diğer bir ifadesi var :

Ol sebepten Farisi lafziyle çoktur nazım kim Nazm-ı nazik Türk lafziyle iken . düşvar olur Ben de tevfik olsa bu düşvar-ı asan eylerim Nevbahar o Iağç dikenden berk gülizar olur. Fuzuli'nin Türk dilindeki eserlerinin güzelliği dikkate alınırsa kendi ifadesiyle başarıya ulaşdığını tes­ limde tereddüt edilmez. Sözümü bitirmeden evvel fikrimi özetlemek ihtiya­ cını duyuyorum. Fuzuli milliyetçiliğin ve yeni dilin ilk üstad ve ön­ cüsüdür. Kendisinde en fazla övülmesi gereken fazilet, milletine ve diline aşık ve bağlı oluşudur. Büyük şair bütün Türk gençleri ve gelecek nesiller için bu açıdan kıyas kabul etmez bir büyüğümüzdür.

3 Mayıs 1 329 - 66 -


Bulgar Şairi ve Türk Çocuklan Bir taraftan Küşufvedanf, sırp boyunduruğu altın­ da bir tel� ka rd e ş bırakmamak için G.iplomaiik çareler a rarken , diğer taraftan milli şair bir arslan gibi kükrü­ yor. Karlovalı

((Vazofıı

C' )

ifadesi dinamit diye

vasıf­

landınnaya değer bir şiirinde, Bulgar milletinin derin düşmanlığına, korkunç kinine tercüman oluyor ve ay­ nı

kuvvetiyle insana gerçekten hürmet aşılayan milli

ü qıit ve

imanı

canlandırıyor.

Tercümesini lütufkar

bir dostuma borçlu olduğum bu şiiri buraya alıyorum. Vazof, şimdi Makedonya'daki ac\lan dile getirdikten

bulgarlann çektiği

sonra tehdit edici bir tavırla

ve bütün varlığıyla haykırıyor: ( * ) Kırk yıldan beri Bulgar milletinin mukadderatını ta­ kip etmiş. Milletinin ülküsünü kendisine önder yapmış

ve

o

yolda eserler yazmış olduğundan Bulgarlar tarafından çok se ­

vilen ve yınlanan

sayılan Vazof, bulgarların milli

şairidir. Selanik'te ya­

Genç Kalemler dergisinin yorulmak bilmeyen miillü­

rü aziz arkadaşım Ali Ciinip, bütün kalbimle alkışladığım güzel

ve

eser­

«Vazof»un

ta.'>­

bir meraka bağlı olarak milli Bulgar şairinin hayatını lerini incelemiş

ve

onu bize de tanıttımustır.

viriyle eserleri hakkında birçok kıymetli bilgileri toplayan hııyııt hikayesi

Genç Kalemler'in

10 Temmuz

toplanmaştır.

- 6 7 --

1328 tarihli sayasında.


«-

Ey

Sırplar : kardeşliğe ait kutlu yeminleri ça­

mur içinde çiğniyor musunuz? Ey mecnunlar: bugün o çamurun altında sizin geleceğinizin mezarı açılıyor. Ey kör olmuş kardeşler, siz yeni yeni «Siliviniça» lann C' ) yolu üzerinde dosdoğru dolaşıp duruyorsunuz. Ey sevgili Makedonya, ümid et ! Sen yarın canava­ rın pençesi altında kahrolmayacaksın. Bizim göğüsleri­ mizde öfkeli ve kuvvet fırtınası gürlüyor. Ve ııLüzang­ radıı

( * *) kılıcı da ellerimizde parlıyor. Ben yemin ederim ki, seni terketmeyeceğim. Eğer

biz senin yeni zincirlerini sert

bileğimizle kırmaktan

çekinecek olursak, başımıza ve şerefimize lanetler yağ­ sın. Yemin ediyorum ki ; seni bırakmayacağız. Biz ye­ minimizi, kendimizi de hala acıya boğan senin

asırlık

acıların içinde tekrarlıyoruz. Sevgili kralmuzıı Samuelıı in toprağına ve trakyada senin hürriyetin için ölen kah­ ramanların kanına yemin olsun ki ey Makedonya seni bırakmayacağız! Ey Makedonya ,ey bizim en sevgili, en şanlı ve en kutlu mirasımız ! Milletimize, şanlı bayrağımıza, büyük ve ölmez başarılarımıza yemin ediyoruz ve yüksek ses­ le haykırıyoruz

ki ; sen hiçbir zaman haris ve yırtıcı

ellerde kalmayacaksınıı ııVazofıı un beni bile derinden etkileyen bu kıvıl­ cımlı şiirini ilk okuduğum zaman ıcMakedonyaıı kelimesi

( * ) Sırp - Bulgar savaşı sırasında Bulgarlann kesin ga­ lebesi ve

Sırpların tamamen bozulmasıyla sonuçlanan

savaş

aSilriniçaıt yakırunda olmuştur. (**> bir

Lüzangrad, Bulgarların son

ha.şandır. - 68 -

savaşta

kazandıkları


tekrarlandıkça kalbim sızladı ve dimağımda gayet sev­ gili, acıklı bir kelime tekrarlandı durdu : Rumeli ! Ah ey güzel ve karabahtlı Rumeli ! Fatih babalar­

dan bize kalan en kutlu miras ! Seni özleyen, senin için ah · eden Türkler var mı? Çoktan beri kendi kendime sorduğum bu son soru gibi sorulara yine kendim menfi olduğu kadar ağlatıcı cevaplar veriyorum.

Fakat bugün --Ne mutlu

lap !- Buna kuvvetli bir ııEvet, var !

Çok var ! »

inkı­ diye

müsbet bir cevap vermek mümkün oluyor. Rumeli'yi unutmayanlar, ona Türklük adına bağlı­ lık yemini edenler, ııSen birgün gene bizim olacaksın ! )) diye haykıranlar milli Türk şairleri mi? Hayır , hayır ! Yurdumuzun çocukları ! . Arkadaşlarımdan birinin küçük, dokuz yaşında bir kardeşi var ki, evlerine gittiğim zaman yanımızdan ay­ rılmaz, açık bir dikkat ve merakla bizi dinler. Bir akşam gene arkadaşımla buluştum. Görüşürken merhametsiz (cTardiyon nun bir makalesinden söz ettim <cTannyaza­ rı · <<Türklerin Avrupa'dan kovulması 14. yüzyılda Hiris­ tiyanlığın başına gelen bir faciaya son veriyor. Aynı zamanda bu kovulma ve atılma, öyle sanırız ki, Türk hakimiyetinin son bulmasına başlangıç teşkil edecek­ tfr.ıı diyordu.

Bu ıckovulma ve atılman

kelimesindeki

zehirli hakaret, bu merhametsizce ifade kızgın bir de­ mir parçası gibi etlerimizin içine girmiş ve mösyö cıTar­ düyoıı nun arzusu yerine

gelmiştir. Bir

aralık küçük

Şefik, -Türk yavrusunun adı- yanımızdan ayrıldı ve içerideki odaya gitti. Biz de biraz sonra oraya g i d i nce heyecanlı bir manzara karşısında kaldık. Duygu l u <.;o­ cuk, yağmurun rutubetiyle sislenen pencere camı üze-·

-- 69 -


rine, duvarlara hep çocukca, fakat vakur bir yazı · He şu sözleri yazmıştı : ııGebersin Tardiyö ! Rumeli bizitn­ dir ! Biz Avrupa'da kalacağız ve onun gözünü çıkaraca­ ğız ! » Şimdi arkadaşım beni gördükçe şikayet ediyor : « «Sen sebep oldun. Bütün kitaplanmın üzerindeki Av­ rupa haritalarına, pencere ve duvarlara gördüğün ya­ zılar yazılıyor. Sonra bizim evde hergün, otodafe � * ) var. Şefik hergün bir insan resmi yapıyor, altına ((Tar­ diyö» kelimesini yazarak ateşliyor ! . » «Şefik'in bu milliyetçilik aşkı Türk yavrusunun he­ yecan ve imanı ne kadar övülmeğe ve alkışlanmağa de­ ğer olursa olsun o bir tane değildir. Yurdumuzun her tarafında milliyetçilik duygusu, birçok Şefikler çoğa­ lacak gibi görülüyor. Okuyucularım Şefik'in büyük ve küçük diğer iki manevi kardeşini burada belirtme­ mi gereksiz görmezler sanırım. Rumeli'de doğan ve Türklüğün bütün anlamıyla iyiliğine çalışan uYeni fikir'in, bu güzel derginin Mart 1329 tarihli sayısında dikkate değer bir makale gördüm. Manastı r öğretmen okulu mezunlarından Alasonyanın ormanlı köyü öğretmeni Mehmet Zeki imzasiyle yayın­

lanan bu .sayfalar Rumeli'ye ait sağlam bir kanaat ve imana delalet ediyordu. Makale sahibi milliyet fikrinin gereceğini isbat ettikten sonra -Hafızamda iz bıra­ kan- şu güzel ve heyecan verici sözleri söylüyordu : uRumeli'nin idaresi şans eseri ve tarih olarak baş­ ka hükümetlerin eline geçmiş ise, unutmayalım ki, bu( * ) Engizisyon mahkemelerinin lan yakmasına bu isim verilirdi.

- 70 -

meydanlarda

mahkim­


rası gene yurdumuzdur. Manevi yurdun en yeşil ve en yüksek yeri Rumeli'dir. Aman vatandaşlar ! Rumeli'yi Türk yurdu olmaktan çıkarmayalım. Orası için yüz yıl sonra da kanımızı feda etmeyi unutmayalım .. Çocukla­ rımızı Rumeliye feda olmak üzere dünyaya getirelim. Rumeli'nin idaresi gitti ·ise orada bir Türk milleti, İslam ümmeti de kaldı , vatan giderse zarar o kadar bü­ yük değildir. Fakat millet yokolursa yaşamak da yok­ tur. Kardeşler, ölmek yutulmak vardır. Bütün Türklere şimdi düşen görev Rumeli'de Türk milliyetini yaşat­ mak, sevgili Türk dilini öldürtmemek, onu ölmezliğe götürmektir. Rumeli'de Türk milliyeti kalmalıdır. Kalmazsa o vakit Rumeli elden gitmiştir. Yoksa Rumeli'nin Türk­ ten ayrılığı geçicidir. Cihan bilir ki, milliyeti yaşatmak için en birinci etken ilk olml eğitimidir. )) Mehmet Zeki efendi bu önsözden sonra Rumeli'ye Türk milliyetçiliğini yerleştirmek için öğretmenler gön­ olup İstanbul'da okuyan gençler, d ermeli, «Rumelili bitirdikten sonra Rumeli'ye dönüp bu. eği­ tahsillerini tim görevini üzerlerine almalıdırlar. Hangi Rumeli'li genç bu fikri kabule değer görmez ve öğretmenliği ü zerine almazsa milliyetsiz ve vatansızdır.)) diyor. Sevgili Rumeli istilaya uğrayınca gözyaşları diik­ tük ,fakat çok geçmedi, «Olan oldu, giden gitti ! ., d i y L! mel'un ve öldürücü bir teselli ile müsterih olduk. M e l ı ­ met Zeki efendinin kalbinden fışkıran sözlerde s:ı k l ı ümit ve imanı hangimiz duyduk. İtiraf ederim ki sayın Rumeli'li okul öğretmeninin altını çizdiğim yazılnrım okurken ağladım. Ümit ve imanla, sevinç VP i y i m se r­ likle ağladım ...

- · 71 -


Genç öğretmen Mehmet Zeki efendiden sonra ııRu-, meli ! sen ebediyyen bizimsin : : » diye bağıran Türk ! yur­ dumuzun diğer bir yavrusudur. Gene Manastır öğretmen okulu mezunlarından Sü­ leyman Fehmi efendi, Alanya'nın Kargıcak köyünde ilkokul öğretmenliğine tayin ediliyor. Ve köy halkın­ dan Mehmet efendi adında yurtsever bir Türkün yap­ tırdığı okulda on kadar çocuğa ders okutmağa başlıyor. İki hafta sonra öğrenci sayısı otuz beşe varıyor ve git­ tikçe de çoğalıyor. Daha köye geldiği gün Türklük ül­ küsünü telkine, çocuklarda milli gururu uyandırmak ve çoğalmaya başlayan genç öğretmen çalışmasının semeresini görmekte gecikmiyor. Geçen gün Kargıcak'ın küçük ilkokulunda çocuk­ lara mükafat dağıtılıyor. Kaymakam ve birçok davet­ liler huzurunda öğrenciden Sidre köylü kahya Hüseyin dendi oğlu küçük İbrahim bir nutuk okuyor. Ve so­ nunda hocası göçmen Süleyman Fehmi efendiye döne­ rek diyor ki : Talihli öğretmenimiz! Biz gibi Rumeli'de yavruların var mı idi? Emin ol o yavrularını zaman gelecek kurtaracağız, düşmandan intikamınızı biz alacağız. Delil : İşte okul, yaşasın ilim ve öğretim, yaşasın öğretime hizmet edenler ! Küçük İbrahim'in bu sözleri bana en güzel şiirler­ den, en yakıcı müzik parçalarından fazla tesir etti . Şim.:. di taşkın bir heyecanla titriyorum ve ağlıyorum. Küçük Şefik, küçük İbrahim ! Sizin sade olan dili­ niz ,Bulgar şairinin üslubundan daha derin ifadeli ve daha etkilidir. Sizin mert, azimli seslerinizi işittim, - 72 -


Bulgarların «Vazofn lan karşısında utanmadım. uBizde yok ! » diye boynumu bükmedim. Ben size en derin heye­ canlanmdan birini borçluyum. Kötü talihli, fakat daima ümit veren genç öğret­ menler, aziz göçmenler ! Biz burada dedikodu ve nasi­ hatçılıkla vakit öldürürken, siz uzaklarda vakar ve ses­ sizlik içinde çalışıyorsunuz. Benden size binlerce selam. Türk yavrularından ve onların öğretmenlerinden aldığım umut ve iman kuvveti ile ve bütün varlığımla bağırıyorum : Yaşasın Rumeli !

13 Haziran 1 329

- 73

-


Herşeyden Evvel Vecd ve Heyecan Aziz kardeşim ve meslekdaşımız babanzade İsmail Hakkı bey barışın yapılmasından sonra, 18 Mayısta ya­ yınladığı mersiye kadar acıklı bir başyazıda öldürücü bir acıya boyun eğiyor ve milli matemi kuvvetlendirmek için güzel bir fikir ortaya atıyordu :

«. .

. . . . eğer dinimiz

müsaade etmiş olsa 17 Mayısta bütün milletin siyahlar giyinmesini emreden bir kanun çıkarılmasını isteyecektim . . . . . . " <ıTaninn in sayın başyazarı

iki gün

sonra

tekrar

ilk yazısına dönüyor ve bu kere ona daha açık bir şekil veriyordu : u. .

. . . . Fakat yalnız düşmanlarımızı göstermiş

ol-

makla yetinmeyelim . Biraz da kendi yüzümüzü kızartan küçüklüklerimizi kendimizi

sürekli

olarak

ihtar

ede­

lim . Mümkün olsa şu düşmüş olduğumuz zillet, esare­ te vardıran uyuşukluğu bize gece ve gündüz hatırlat­ mak üzere her birimizin boynuna birer esaret zinciri ve hakaret halkası taktırmak isterim. Önümüze baka­ rak boynumuza takacağımız bu halkayı, milletçe yük­ selmek için yaşamağa hak kazanıncaya kadar takabil­ sek bence bir mutluluktur. Bu mümkün olmazsa bari her birimiz felaket ve uğursuzlukla nişanlanmış parmağımıza ,hatta

gibi

on parmağımıza · birer siyah hal-

- 74 -


ka takalım. Gerek bizler ve gerekse çocuklarımız, mil­ letçe namusumuzu kurtarıncaya kadar bu kara yüzük­ lerden ayrılmamağa yemin edelim .n İsmail Hakkı beyin yakıcı bir üzüntü içinde bu ka­ dar samimi ve sade bir dille ifade ettiği düşünceler, okuyucularımız arasında derin duygular uyandırmak­ ta gecikmedi. Bize mektup yazanlardan biri başyazarımızın fi­ kirlerini doğru ve güzel bulduktan, ((böyle her an gö­ .....

zümüze batarak üzerimizde sürekli bir ikaz edecek uya­ nıklık yapacak bir şeye, bir felaket hatırasına yaradı­ lıştan ve pek fazla ihtiyacımız olduğunu ilave ettikten sonra, kendinin düşündüğü başka bir fikri bize aktarı­ yor : «Her müslümanın evinde bulunmak ve yatağının başına asılıp her sabah kalkıldıkça göze çarpmak üze­ re felaketi hatırlatmak için, kısa ve faydalı bir yazıyı mukavvadan levhalar yaptırılarak çok ucuz fiatla sat­ tırılmalı . . » Diğer bir okuyucumuz diyor ki : ((Dini mahzur yok­ .

sa, Türk bayraklarının etrafına matemi temsil etmek üzere siyah bir çizgi çekilsin n Üçüncü bir okuyucunun fikir ve mütalaası daha doğTu görülüyor : ((Kaybettiğimiz bütün yerlerin coğrafyası bütün okullarımızda eskisi gibi geniş bir şekilde okutturulma­ . . .

lı ve öğretmen ders sırasında bu yurt parçalarını tar i f ettikten sonra, çocuklara merhamet ve yurtseverlikle­ rini harekete getirecek sözler söylemeli. Coğrafya :;i iz­ lüklerinde ve buna benzer kitaplarda, terketu ğim i z memleketleri e n küçük köylere kadar kaydetnwliyiz. Yazacakları coğrafya kitaplarında Rumeli'den :;iiz e L­ meyen yazarlar bence vatansız ve haindirler . . . * **

- 75


Bütün bu düşünceleri zihnimde ölçüp

ve müna­

kaşa ettim ve hepsinde birer faydalı taraf buldum. Fa­ kat tereddütsüz ötekilere tercih ettiğim düşünce üçün­ cü mektup yazarının fikri oldu. Siyahlar giymek, matem elbisesi taşımak , parmak­ lara ümitsizlik nişanı olarak siyah halka takmak . . . si­ yahlarla çerçevelenmiş bayraklar . . . hiç şüphe yok ki, yurtsever bir kalbin acısını bundan iyi

gösterebilecek

ve uğursuz zamanları bunlar kadar etkili şekilde hatır­ latacak alamet ve nişan pek azdır. Fakat ölüm bile, bir­ çok yıllar hayatını sürekli bir tehlikeye maruz gören bir adam için korkunçluğunu kaybediyor. Uysal değil­ se bile kayıtsız denebilecek bir durum alıyor. Kurtuluş gününe kadar geçireceğimiz

uzun devirler

sırasında.

matem elbisesi ,siyah halka ve gamlı bayrak acaba bi­ zim için adi ve aşağılayıcı bir şey haline gelmiyecek midir? Sonra, bu gibi maddi alametler bazan ne

kadar

tahrik edici olursa olsun, hiçbir zaman duygudan mah­ rum veyahut nasırlanmış kalplerde bir sızı ve sarsın­

tı yaratamaz. Türk milleti, gördüğü ifadesi zor hakaretlerin inti-· kamını almak ve kafa yorarak, kan dökerek, zeka ve kılıçla kurtuluşunu sağlamak için herşeyden önce heye­ can zelzelelerine, vecd ve iman dalgalarına ve kin fır­ tınalarına muhtaçdır. Maneviyatımızda bu müthiş in­ kılapları yapacak yalnız bir adam vardır: Öğretmenler ! Japonya'da 1870 den beri ilk okul öğretmenlerinin nasıl çalıştıklarını okurlarımız arasında bilenler az de­ ğildir. Beyazların bir aralık esir etmeği hatırlarından geçirdikleri sarı ırkı bugün ıcSarı ırk tehlikesin tabirin­ de saklı ne istediğini bilen, heybetli ve kuvvetle donan­ mış öğretmenler, Cuşima, Porartor, Mokden gibi muci-

- 76 -


zeler göstermekte gecikmediler. Porartor muhasarasına ait bir bölüm bu harikaların büyüklüğünü bize pek iyi gösterir : Japonlar aylardan beri Rusların ccalınması zor)) ka­ lesini almak için uğraşıyorlardı. Gerçekten insan gücü­ n ün dışında denilecek kadar inatla uğraşma ve hücum­ lar hep akim kalıyordu. Her moskof topu, günde binler­ ce Japonu parça parça ediyordu. Fakat Japon

erleri

her şeye rağmen saldınyorlardı. Düşman batary�ları­

nın kur�tmlarma karşılık Japonlar in sand � m gülleler yağdınyorlardı. Evet, -bu cihet hafızada yer tutmalı­ dır.- Rusların mermisi madenden, Japonlarınki et ve kemiktendi. Her gülleye karşı yüz Japon. Hücum eden­ lerin yalnız bir aşkı vardı : Ölmek ! Kurumuş hançerele­ rinde yalnız: «Porartor ! Porartor ! )) sözleri çıkan Japon­ lar -Vatan yolunda savaştıklanndan, kutlu ölüm şer­ betini içmek için- koştular ve sonunda şan ve şerefli cennet bahçesi ve kapılarıyla beraber, Porartor'un alın­ ması imkansız görünen

burçlan da onların önünde

açıldı. Porartor muhasarasının bu bölümünü, hücuma ka­ tılanlardan bir Japon subayının

«Adamdan humbara>ı

adlı kitabının mütercimi -İnsana eşsiz bir heyecan ve­ ren- bir dille anlatıyor.

ccAdamdan humbaraıı ,

canlı

bir top tanesi olan fedakar Japonlar için bundan daha güzel bir ad bulunabilir mi? Japonlardan sonra ,Bulgarlar. Aynı usül, aynı so ­ nuç. Eğer barışın ertesi günü ·düşmanları övmek, gös­ terdikleri yurtseverlik mucizelerini gıpta ile anlatmak gayet kederli ve gönül paralayıcı bir iş olmasaydı ,

Bul­

gar erinden de sarı askerler hakkında kullandığını d il­

l e bahsederdim.

- 77 -


Eğer bulgar erinin maneviyatındaki inanç ve heye­ c�nın genişlik ve büyüklüğünü ölçmek isterseniz -Geçen gün ele geçirdiğim- şu şiiri okuyunuz. Çatalca ordugahında 37. Bulgar alayında bir köylü onbaşı C<İstevyan Gavrilofıı Çatalca'da saklanıp kal­ maktan doğan acısını anlatıyor:

İSTEVYANIN ŞARKISI Arkadaşları İstevyan'a diyorlardı ki : 11Ey istevyan, İstevyan Gavrilof ! Ne için bu kadar mahzun ve gamlı duruyorsun? Acaba bir kederin mi var, yoksa ihtiyar­ lığın ilk alametlerini mi duyuyorsun, yoksa tüfek kul­ lanmaktan mı usandın? İstevyan arkadaşlarına cevap veriyordu : uEy as­ kerler, kardeşler ! Benim kederim yok, ihtiyarlık ta ba­ na tesir yapmaz, tüfengime gelince : o benim canım, ha­ yatımdır. Fakat ben bu Marmara denizini seyretmekten bık­ tım, bu yerleri dolaşmaktan, arkadaşlarımın kemikleri­ ni ayaklarım altında ezmekten ve bu sefil Arnavutkö­ yü'nü ( * ) muhafaza etmekten ve kovulmuş Türklerin yüzüne bakmaktan usandım ! ıı Arkadaşları İstevyan'a tekrar sordular ve dediler ki ıcEy İstevyan, İstevyan Gavrilof ! Biz de senin gibi usandık, fakat söyle ne yapmalı? n İstevyan arkadaşlarına cevap verdi : ıcEy askerler, kardeşler, öyle ise bir mektup yazalım ve Çar'a, Çar Fer­ dinant'a gönderelim . » 11Ey Çar, e y Bulgar Çarı ! Bizim dönüşümüzü çabuk­ laştırmak çaresini düşününüz, veyahut bayraklarımızı ( *)

Çatalca yakınında bir köyün adıdır.

- 78 -


asmamızı, arkadaşlarımızın yarısını feda ederek İstan- ­ bul'u almamızı emir buyurunuz ! Gene emrediniz de, Avrupa'ya hitap edelim : Ey Avrupa, şimdi bize söyle ; Ne yapmak niyetin­ desin. Bizimle eğlenmek, yahut bizi aldatmak niyetin­ de misin? Her halde şunu bilmelisin : Bulgarlarla alay etme. Çünkü biz şanlı ve şerefli bir milletiz ve biz şan ve şeref kazanmak söz konusu olduğu zaman hayatımızı seve seve veririz.ıı . Onbt'l. �1 uİstevyan Gavrilof'un bu şiiri tesfirden uzaktır. Bununla beraber böyle köylü bir erin duygula­ rını bu suretle açıklaması çok anlamlı değil midir? · «Biz şan ve şeref istiyen bir milletiz ve biz şan ve şeref kazanmak için hayatımızı veririz » İşte Bulgar . . .

ta.şansının sırrı bu sözlerde saklıdır inancındayım. Bulgar adını yükseltmek arzusu ve Bulgaristan'ı büyümüş görmek ümidi, Bulgarlara geniş bir kendin­ Ve onlar bu sarhoşluk den geçme ve heyecan verdi. içinde ölüme doğru koştular. Türklere herşeyden önce böyle ölüme karşı çıkan ve hazır olan bir maneviyat lazımdır. Çocuklarımız bu­ nu siyah halkalar, matemli bayraklardan çok, coğrafya. ve tarih öğretmeninin telkinleri ile kazanmalıdır. 14 Haziran 1329

- 79 -


Yaz Gecesi Ey şan ve şeref, kalbime hakim yine aşkın ! Şahane bir hazırlanmadan sonra güneş yok oldu. Ve uysal müphemiyyet başladı. Penceremin kenarına oturdum, ilahi denilecek kadar meçhul ve maddi ol­ mayan serinliğin yorgun yüzüme dokunduğunu hisse ­ diyorum. Ansızın dimağımda birkaç mısra birbirleriyle çarpıştı, bütün bir şiir elimde olmayarak hançeremden sanki fışkırdı :

Tiirklük, benim en yegane aşkım S ensin beni rapdeden hayata; Uğrunda senin bu cismi ifna Zevkim ,dileğim ve iştiyakım Bir şanlı, büyük, kavi hükümet Hep uykumu dolduran bu rüya ! Ey milletim, inhizama bakma, Mazini düşün, çalış, ümid et! Bir gün yine itila edersin , Birgün yine her ufukta mutlak Hürmetle selamlanır bu bayrak ; Ey milletim, ölmesin ümidin ! Dilber Rumeli, bu malikane · Türk milletinin . . . cihan işitsin;

- 80 -


tınan edelim: Bugünkü ((Odrinn Elbette yann olur Edime! Sabahleyin postacının benim adıma getirdiği bu şi­ irin altında imza olarak yalnız bir kelime vardı: Derin bir aşk ve imanın ahengi olan bu ses,

Ümit !

yalnız

((Üınitı> adı altında saklı bir Türkün değil, «Sonsuz fe­ laket hüsranlarına rağmen tekrar yükseleceğine ina­

nan- azası koparılmış, matemli Türk yurdunun heye­

canlı ve sürekli sesiydi. Şimdi tarifi imkansız bir ihtiyaç içinden HÜmit)) in şiirini tekrarlıyorum:

İıruln edelim; Bugünkü ((Odrinn Elbette yarın olur Edirne! Hiçbir kelimenin ifade edemiyeceği kadar derin ve açık olan bu mısralar

çevremde yankılana yankılana

boşluğu, sessizliği kovdu ve uzaklaştırdı. Odam baygın­ laştıncı bir ahenkle doldu. Şiiri bir kere daha okudum. Artık benliğime ha­ kim değilim. Kendini bilmeyecek kadar dalgınlık için­ deyim. . . Her tarafımı titremeler sarıyor. Öfkeli fırtına­ lardan kuvvet alan bir dalga, üstüne hücum ettiği ka­ yaları nasıl altına alırsa, altında bulunduğum heyecan dalgası da benim sefil benliğimi eritti. Şimdi

yalnız

(Maneviyat) ım . . . Kendi kendisini vermek ve feda etmek aşkıyla titreyen masum, mübarek bir maneviyat . . . Bütün vücudumu bir anda dolaşan öldürücü, delir­ tici, fakat tatlı bir akım var. Belki bir arzu, belki bir ihtiras, belki semavi bir kavuşmanın ilk tadı . . .

Ey şan ve şeref, kalbime hakim yine aşkın ! Eskiden sevdalı bir zevk ile dinlediğim k�lann ak­ .şamdan sonraki davetçi, hüzünlü seslenişleri n i

� 1,rnd i

- 81 F : 6


sanki işitmiyorum. Şimdi bana sabit bir fikir, nefis bir bunalım, gönül yakıcı bir işkence hükmediyor. Şan ve şeref istiyorum . . . Türk adının yükselmesine hizmet edecek bir büyük keşif, bir farlak şehname, bir . kanlı ve haşin intikam, bir kutlu ölüm . . . * **

Şuurumu bütün varlığımla sıkıştırdım, bana büyük ve ilahi bir tad verdi. Önümde kalp yakıcı bir levha · aç­ tı. . . Şimdi bütün şereflerin, bütün övünmelerin yumu­ şaklığını ruhumun sabırsız ve doymaz dudaklarıyla içi­ yorum. Bütün kahramanlar başlarında çelenklerle ge­ çiyorlar . . . Kuvvetli, gösterişli, ırkının bütün kuvvetini temsil eden üç başbuğ. . . Bunlar kim? «Odrin, Tisalonik, İs­ kopliyeııyi muhteşem zaferlerden sonra tekrar ccEdirne, . Selanik, Üsküp» yapan kumandanlar . . .

İ man edelim: Bugünkü ((Odrin» Elbette yarın olur Edirne! Sonra diğer bir kafile geliyor.

Başlarında saÇlan

bembeyaz, yılların bütün zorluklarını yüzünde taşıyan muhterem bir ihtiyar . . . Milli şair . . . Bir başka «Adam Mikyeviçn , bir başka «Petofi» . . . Sonra genç, zinde cennet hurisi güzelliği ile başkalarından ayırd edilen bir kişi . . . Bir «Jandarkn , bir ccGambeta>ı , bir «Kavur» . . . Üçüncü zümredekileri de tanımakta geçikmiyorum ; işte gök yü­ züne ilk önce bir Türk adı izafe eden Astıronom . . . İşte «Uranyum» kaşifi bir kimyager ve fizik alimi . . . İşte bilmem hangi yenilmez mikrobu yenen doktor . . . Bu bir bitmez temaşa, önümden daha birçok küme­ ler geçiyor . . . Fakat kalbimde gene aynı sıkıntı, aynı i ş-

- 82 -


kence, gene maneviyatım üzerinde aynı kıskaç . . . Sonunda gayet kalabalık bir kafile daha göründü. Herşey isbat ediyorki, şan ve şeref kazananların son saflarını seyrediyorum . . . Bunlar hiçbir sey yapamayan, Türk yurduna ne muhteşem zafer, ne parlak destan­ lar, ne de dahice keşifler sağlayıp hediye etmiyen, fa­ kat milliyetçilik aşkıyla, sevgisiyle yaşıyan ve ölen fedakar aşıklann alayı . . . Birdenbire son sırada kendimi görür gibi oluyorum . . .

· .

Şimdi karanlık oldu . . . Kuşların sesi daha az işiti­ ·

liyor. Sıkıntıdan kurtuldum. Geniş nefes alabiliyorum. Kendimi topladım, eski halime geldim . . . · · İman edelim: Bugünkü ((Odrin»

Elbette yarın olur Edirne! Karşımda gök, sayısız gözleriyle bana bakıyor ve işitilmeyen fakat ruhuma giren bir ifade kudretiyle : «Sev, titre v e ümit etı! ıı diyor . . .

16 Haziran 1 329

- 83 -


Gene Rumeli Bulgarların Rumeli'de milliyetçilik adına yaptık­ lan ccİcraat'ı gene birer birer dimağımda canlandırıyo­ rum. Topluca idamlar, zorla vaftizler, değiştinneler, her türlü Bulgarlaştırmalar .. Edirne yerine Odrin , Mus­

tafa paşa yerine Ferdinandov, Dedeağaç yerine Nadce­ da . . . Her zaman dişlerimi gıcırdatan, varlığımı bir kin ve düşmahk dinamitiyle berhava eden bu «İcraatıı ın gayesini düşünüyorum. Ve şu anın korkunçluğuna rağ­ men, onlara küçümseyerek bakıyorum .. Hatta dudak­ lanında bir hakaret gülümsemesi bile var. . . Kan emen zulmeden Savof, Türk adını ortadan kaldırmak için Rumeli'de sen büyük bir kıyamet kopardın. Yüzbinler­ ce Türk gayet derin açılan çukurlara gömüldü ve iiY.er­ lerine ağır taşlar basıldı. Fakat ıcÜmid» e dalına kuv­ vetli, hiç yenilmez, daima muzaffer «Ümid » e ne yapa­ bildin?

Ümidi bu milletin gömülmez, Beyhude bu gayretin, mezarcı ! «Savof» un bir sırtlan kadar vahşi ve menfur haya­ line dönerek devamlı okuduğum bu mısralar acaba kimin? Garip bir merakla hafızamı yokluyorum. Sonun­ da buldum . . . Üç - dört yıl evvel elime geçen Fransızca -

84

-


bir şiir dergisinde çok okunmuş bir şiirin iki mısarası. . . Kütüphaneme koşuyorum, duygularımı o kadar güzel ifade eden şairin kitabını ateşinden titreyen par­ maklarımla karıştırıyorum ve bütün bir şiiri bir nefeste okuyorum :

HAYIR -Ah, Alzas-· Loren köpekleri ! Siz Alman olmak­ tan kaçınıyorsunuz öyle mi? .. Bizim merhametli dav­ randığımız yeter: Bu köpekler için prangalar döktü­ relim, zincirler perçin edelim . . . Kilitlenmiş ağızlarına üç kat tunçtan mühürler vuralim. - Demirci, beyhude yere demir dövüyorsun. Fi­ kir, zincir kabul etmez ! --:-- Mademki öyledir, bir hapishane yapılsın, kapısı iyice kapansın ve duvarları yüksek olsun ! Tek bir hül­ ya besliyen bu deli «Alzas ve Lorenıı lileri kovuşlara tı­ kınız. Üzerlerinden sürmeleyiniz ! Sevilmesi lazım gelen Prusya'dır, Prusya ve Prusya kanunu ! - Gardiyan , senin zindanın Öfke ve kin hapsedilmez !

boş yere kapatacak.

- Sert ve yaramaz ırk , ölüm geliyor. Bütün ecda­

dının birer birer yere serildiğini gör. Zaman birçok göz­

ler kapattı. Ey mezar kazıcı, haydi, kazmanı eline al. Fransa'nın bu ihtiyar taraftarlarının hepsini çabucak ve güzelce göm ! - Mezar kazıcı , çukurun önemi yok. Ümit, g·ömül­ mez ! Vatan sever Fransız şairinin

<<Alzas - Lorcn .. ilha­

kından onyedi yıl sonra yazdığı bu şiiri bütün manasıyla benimsedim. ·

- 85 -


Ü midi

bu milletin gömülmez, Beyhude bu gayretin mezarcı !

Rumeli'nin masum ve kötü talihli hayali karşısin­ da aşk ve istiğrakla bu mısralan söyleyip dururken an­ sızın kulağımın dibinde alaylı ve gaddar ve isyan ettfrici kahkahalar işitildi. Vatansız Türk gençlerinden birine mi, yoksa mösyö «Tardüyö'n ye mi ait olduğunu pek iyi tayin edemediğim bir ses, gururumu öldürmek istiyen saldırıya başladı : «Azizim, medenileştiremediğiniz ve elde tutamadı­ ğınız Rumeli hakkında umutlar besliyorsunuz. Eğer ,}?u, hayalin üstünde bir ahmaklık olmasaydı, saflığınız ba­ na merhamet ilham ederdi. Fakat şimdi kahkaha' ile gülmek ihtiyacından başka birşey duymuyorum. Ru­ meli'de sizin neniz var? n Tereddütsüz, kinime esir olmayarak, haysiyetli bir sessizlikle cevap veriyorum : «Yıllardan beri biz Türkler yalnız bir işi kutlu bil­ ..

dik: Kendi kendimize iftira ! Harika denebilecek bir azim ve inat ile yaptığımız bu görev, parlak bir başarı Ue son buldu : Kendi kendimizden iğrendik ! İnsanların yarısını öldüren bir cani ihtimal ki, beraat edebilir, fa­ kat biz kendi aleyhimize hazırladığımız dahice itham­ nameden sonra artık -Azizim Behlül ve Suat Nahit . . . yahut muhterem Mösyö Tardiyö . . . - Artık sizin görü­ şünüzde suçluluktan kurtulamayız. Fakat bununla be­ raber yalnız bir mahkeme huzurunda suçsuzluğumuz ve temizliğimiz meydana çıktı : vicdan mahkemesi ! >> * **

Acaba Behlül, Suat Nahit v e Tardüyö, cıTuranlııının bir dakika için savunmasını dinlemeyi kabul eder­ ler mi? - 86 -


Biz Rumeli'de ne yaptık? Rumeli'de «Türk» olarak ne vardır? Bunlara gayet umumi ve böyle olduğu için üstü kapalı cevaplar vermektense, pek yeni ve zinde bir müşahademi anlatacağım . Dedeağaç'ta idik . . . Bulgarların bugünkü «Nadce­ fikrine, d.aıı sında . . . Küçük kasabada herşey intizam medenileşmek arzusuna , büyük bir kabiliyet yekununa delalet ediyordu. Geniş ve ağaçlarla süslenmiş bir cadde, eğer söyle­ yeceğim hoş görülürse, temiz, sıfatıyla sokaklarını ta­ nımlayacağım . . . Güzel bir medrese, ileride kütüphane ·olacak bir bina, lise okulu, kız orta okulu, aydın genç­ ler klübü, İslam cemaatının okullar için gelir olarak yaptırdığı sekiz bina, mükemmel garipler hastanesi, umumi bir bahçe . . . Bulgaristan'ın değil, Belçika ve Fransa'nın onbeş bin nüfuslu herhangi bir kasabasın­ da medeniyet ve eğitime ait daha ne gibi müesseseler varsa siz söyleyiniz, ben Dedeağaç'ta, bu güzel Türk yurdunda bunların eşlerini size birer birer sayayım . . . Uysal kasabacığı yanımda bulunan bir Fransız mü­ hendise gezdirdikten sonra gene kendisiyle deniz kena­ rında oturmuştuk. Genç mühend.is'e: «Duygunuz ne­ dir?)) dedi. Fransız arkadaşım hayret ve tutkunlukla ce­ "\lap verdi : «Bizim Diyepvefekan ( * ) gibi küçük kasa­ balarımızdan hiç farkı yok ! » . İşte Bugarların güzel sokaklarını kardeşlerimizin l:anıyla suladıkları Dedeağaç, sevgili Türk yurdu ! Ben, Türklerin efsanevi menkıbelere benziyen b i r sefer ve parlak bir zafer sonunda aldıkları aziz Rumel i ' ­ yi nasıl unutabilirim? Ben Akdeniz sahilinde gönül ya kan yüzünü, gözlerime işliyen Dedeağaç'ı, kırk yıl evvel temeli kurulmuş ve kendisine sırf Türkçe bir ne! veri l -

-

( * ) Fransada gelişmiş bir kasaba

- 87 -


miş bu güzel yurdun hasretiyle, derdiyle nasıl yanmam?· Ve ben nasıl üınid etmem? .. Hayır, hayı r ! Rumeli bir Türk yurdudur. Hafızamdaki olayları ,hikayelerin ateşlediği bir iman ile bağırıyorum. Ey Rumeli, her zaman bizimsin ! Benim için Selanikde, Manastır da, Dedeağaç gibi acıklı ve sevimli bir hatıra, daima bir ümit kaynağı . . . Aziz üstadım Hüseyin Zade'nin en heyecanlı telkin­ lerine, irşatıanna tecelligah olan yer şimdiki ((Tisaıo­ nik» değil midir ?Selanikte bir Türk çocuğunun «Ne olacaksın?)) sorusuna: «Bombacı olacağım ! Düşman­ ların başını ezeceğim ! n cevabını verdiğini kulaklarım­ la duymadım mı? Manastır, bize Bombay ve Pekin gibi yabancı mı­ dır? Rumeli, baştanbaşa Türk yurdudur. Onun her par­ çası bizim iftiharlanmızın destanlarını mırıldanır. Uzak ve meçhul İşkodra, asi ve namert Avlonya bile Hasan Rıza ve Niyazi'nin kanı ile bir Türk toprağı, bir milli ziyaretgah, eğer deyim uygun · görülürse , bir ta­ vaf edilen yer oldu. Behlül bey, Suat Nahit bey ve Mösyö Tardiyö . . . Siz ey ıslahı imkansız kayıtsız ve alaycılar, sen ey ebe­ di düşman . . . Sizin çamur atmanızı en derin bir kayıt­ sızlıkla karşılayan bu heyecanlı adamdan pis ınaneviya­ tınıza bin lanet ! Ben hiçbir şeyin yenemiyeceği bir inanışla sarhoş ve gelecekten eminim . . . İşte albayrağın Rumeli'de dal­ galandığını görüyorum :

Ümidi bu milletin gömülmez, Beyhude bu gayretin mezarcı ! 18 Haziran 1 329 88 -


Milliyetin Zırh ı : Hafıza «Milletler için ölümün başlangıcı unutkanlıktır.» Yunanlılığın ateşli dost ve savunucularından HGas­ toııı Doşanııın geçen gün Atina'dan bir gazeteye gönder­ diği bir mektupta, Yunanlılar tarafından kazanılan son başarılar sayılıp, bunun sebepleri geniş şekilde anlatılı­ yor. Sonra gayet mühim ve gayet doğru bir müşahede­ sini izah ediyor: «Hafıza Yunanlıların milli değerlerin­ den biridir. Yunanlılar hiçbir şeyi unutmazlar. İşte an­ lan birçok hallerde en dehşetli belalardan kurtaran şey budur. Yani hafızadır.)) Öyle sanıyorum ki, Fransız yazarının müsbet olan bu ifadelerine tamamen menfi bir mahiyet verilirse, yani uTürklerin milli noksanlarından biri de hafıza yok­ luğudur.» denilirse , Türkler hakkında doğru bir hüküm verilmiş olur. Geçenlerde bir Avrupalı dostum, «Fransa'nın 1 87 1 savaşından beri ikinci defa küçülmemesi, yani yeni bir top ­ uzuv .kesilmesi ameliyesine uğramaması , alınan rak parçalarını, Alsas-Loren'i unutmamasından i leri geliyor.)) diyordu .Evet, biz Türkler Doğu Rum d i ' n i n alınması olayının ertesi günü unutmasaydık, hiç �liphe yok ki, bugün Makedonya ve Edirne'yi ka ybetnıl':t.dik ! Türk'ün geçmişi gene kendi dimağında - 89 -

l >< ı��ı ı h ı p .


,Yok oluyor ! İşte en korkunç gerçek, işte en acı facia, işte milli felaket. Türk tarihi baştan başa hafızasızlıkla, bir şahıs _yanında kayıtsızlık sayılabilen ve fakat bütün bir kütleye malolunca insanın idrakini sarsan bu dehşetli sakatlık veyahut kusur ile doludur. Gene bu sütunlar­ da, aslında Türk olan Bulgarların nasıl korkunç bir hızla Islavlaştığını izah etmiştim. Hindistan ve Os­ manlı Türkleri de acılarımızın sebeb ve sonucu olan bu unutkanlıkta pek ileri gittiler. Hakan Babür, Hindistan'ı fethettikten sonra en gü­ zel rolünü oynadığı muhteşem destanları gelecek .nesil­ lere hediye etmek için bir kitap yazmağa karar ver­ tercih ile milliyetçiliğinin miş, bildiğinden Türkçeyi kuvvet ve sağlamlığını fiilen göstermişti. Fakat ne ya­ zık ki, Babür'ün torunları Türklüğü o kadar unutt�lar ki, ikiyüz yıl sonra onlar Acem değilse bile her halde Türklükten çıktılar. Çocuğu olduğumuz Osmanlı Türkleri, Hint Türk­ lerinden bu alanda aşağı kalmadılar. Her halde bütün manasıyla Türk olduğundan şüphe etmediğim Ertuğ­ rul'dan yüz yıl sonra doğanlarda milliyetçilik ne kadar zayıflamıştı burasını bilmiyorum. Fakat bundan b y ıl

önce , yalnız beşyıl önce Türkiye'de Türk olarak hiçpir şey kalmadığ"Ina üzülerek yemin edebilirim. Yüzbin Türkte bir tane rastlanan Orhanlar, Turhanlar, istisna edilirse, bir Türk adı yok. Bazı liitufkar adamlar anadi­ limize «Osmanlıca, lisan-ı Osmaniıı adını vermişler, 'Türkleri, son milliyet izinden ayırmak gibi bir iyiliği de . ( ! ) onlardan esirgememişlerdir. ·

* **

.şimdiki milli şuurun kıymet ve önemini isbattır. Bu karanlık geçmişimizi anmaktan maksadım, ·

- 90 -


Türkler kendi kendilerini bildiler. Yüzyıllardan be­

ri bütün anlamıyla bir «millet» halinde yaşayan

ka­

vimler için ne kadar aciz olursa olsun, bu sonucun, ya­ ni milli şuurun Türk ırkı yanında en parlak muzaffe­ riyetten,

-tekrar . ediyorum- beş,

altı imparatorluk

kurmaktan büyük önemi vardır. Bizde ın:illi şuurun uyanması hafızasızlıktan,

bu

<cküçük ölümııden kurtulduğumuzu gösterir. Fakat aca­ ba yeni doğan cchafıza»mız tabii bir gelişmeye ulaşıyor mu? Gene unutuyor muyuz, yoksa dimağımızın · kıvnm ve tümsekleri arasına sıkışan hatıralar var mı? Milliyetçiliğin geleceği görüşünden diriltici bir ma­ hiyet kazandıran bu meseleye bugün müsbet bir cevap vermek cesareti buluyorum ve diyorum ki: Türklerde, hiç olmazsa Türklerin bir kısmında hafıza uyanıklığı başladı. Sağlamlığı hakkında hüküm

verilecek kadar

bir zaman geçmiyen bu uyanış, dört yaşında bir çocu­ ğa özgü bir hafıza başlangıcı. . . Bu iddianın isbatlan, hergün gazeteye güzel, fakat kara bahtlı Rumeli hakkında gelen mektuplar ve mer­ siyelerdir. Okuyucularımızın

bir kısmı, ilhakın bütün

üzüntüsünü derin bir şekilde duymakla beraber, bunu diğer a rkadaşlarına da tattırmak, duyurmak istiyorlar ve bize çok defa heyecanlı tasavvurlarını açıyorlar. Okuyucularıma bu mektup yığınından birkaç ör­ nek göstereceğim. Beni kıymetli bir teşvik ve övgüsüyle minnettar eden bir okuyuc�m ccSevgili Rumeliıı hakkın­

<la düşündüklerini yazıyor: «Bütün basın Rumeli için daimi birer özel

sütun

ayırmalı ve yurdumuzu kurtarıp intikamımızı

alınca­

ya kadar Rumeli'de geçmiş ve geçecek olayların ,

i�lc­

n.ecek zulümlerin, kahırların en küçük ve gizl i noktala ­ rını bile öğrenmeli ve günü gününe önemle k ayclclm(�-

- 91 -


lidirler. Bundan başka Bulgarların Makedonya için yaz­ dıkları kitaplara benzer okuma kitapları yazanlara ve gene Rumeli hakkında milli bir marş düzenleyen sanat­ karlara milli eğitim bakanlığı

mükafatlar vaadetmeli

ve seçiıen okuma kitabı mutlaka okullarda okutturul­ malıdır . .

.

ıı

Ordumuzun sayın bir subayından

aldığım güzel

bir mektupta hemen aynı düşünceye rasladım : .

«Yirmiüç yıl önce Harbiye okulu sınıflarında (Sen

asker olacaksın ! ) adlı Fransızca bir kitap okumuştum. Eserin ilk üç sayfasında bir resim vardı : Alsas-Loren vi­ layetlerini kara çizgilerle gösteren bir harita üzerinde c.ğrencisine ders veren bir öğretmen, elindeki bir deye­ ııeği o matemli siyahlığa dayamış olduğu halde Fransız çocuğuna her an infilak ettirici bir maneviyat venne­ ğe çalışıyordu. Söz konusu ettiğim kitabın başka ·

sayfasında 1 870 - 1 87 1 harekatı sırasında

bir

Almanların

2.skeri kablolarını kesen bir Fransız'ın harb divani mah­ kemesinde yargılanırken kalp huzuru içinde : uBen Fransızım, görevimi yaptım ! » diye bağırdığı­ nı tasvir ediyordu. Bu eser baştanbaşa Fransa'nın kaybettiği vilayet­ leri unutturmamak için yazılmıştı. Bize de bu şekilde bir eser lazım. İlkokullarımızın ilk sırasından, yüksek okullarımızın son sıralarına ka­ dar titizlikle ve saygı ile okunacak olan bu kitap, mu­ kaddes · kitabımızdan sonra gelen kitabımız olmalı, her eve girmeli, her köyde aşık Garip divanları gibi okun­ malı. ıı Genç bir okuyucum ümit ve azimle dolu satırlarda, hiçbir şey unutmadığını bağıra bağıra anlatıyor: , «Ey Türk gençleri ! Salip'e mensup olanlar onun, yani haçın girdiği yere hilalin tekrar - 92 --

gelemeyeceğini


iddia ediyorlar. Fakat, hayır ! Hilal tekrar kalkacak, ih­ timal ki, gene birçok acı düşüşlere uğrayacak. Fakat so­ nunda kendi makamına dikilmiş

olan salip'i mağlup

ederek kovacaktır! Birgün hilali zorla alınan camileri­ mizin ,Sultan Selim'in, Kasımiye'nin kubbesinde göre­ ceğiz ! Bu mutlu günün gelişini bir an önce görmek için ·-eyTürk Gençleri ! - ne lazımdır bilir misiniz? Sonsuz bir ümit, kuvvetli bir azim ! ıı Başka bir mektupta güzel bir teklif var: (cAnadoludaki yeni yapılan veya yapılacak olan bü­ tün köyleri Rumeli'de kaybettiğimiz şehir ve kasaba­ ların

isimleriyle

adlandırmalıyız.

Edirne,

Manastır

Lengaza, Dedeağaç vs ... köyleri daima bize onları hatır­ latmalı ve bu güzel yerlerden vazgeçemediğimizi herl,{e­ se anlatmalıdır.ıı Bu konuya son vermeden önce bugün otuz yaşını geçen bir evli arkadaşımın derin bir acı içinde söylediği

şu heyecanlı soruyu

da

bana

unutmamalıyım :

((Kardeşim, bu günlerde bir çocuğum olacak . . . Acaba adını ((Edirneıı koysam olur mu? .. ıı * **

Rumeli hakkında gösterilen bu heyecanlı bağlılık biç şüphe yok ki Türklüğün geleceği için Ümit verici bir işarettir. �ununla beraber gerçek bir sevinçle telakki ettiğim bu tezahürler karşısında dimağım gene bir düşünce ile, sabit bir fikir ile eziliyordu. Kendi kendime diyordum ki: ((Teklifler çok heyecan verici, çok güzel, fakat hep başkalarının yardımına muhtac düşünceler, sırf pıuıi f niyetler,

uygulamaya geçemeyecek

arzular .

. .

Bunlar i�c

neye yarar? Ne zaman bir harekete, yapılm ı� hir

raslıyacağım?ıı

- 93 -


Günler geçiyor, masamın üzerinde güzel tasavvur­ ları olan mektup yığını gittikçe yükseliyor. Fakat o ka­ dar tatlı bir bakış ile, o kadar derin bir heyecanla bek­ lediğim şey «Yapılan

bir işi hikaye eden bir mektup))·

gelmiyordu . . . Sonunda dün sabah

masamın üstündeki

evrakı karıştırırken bir zarf gördüm, küçük, çok birşey vadetmeyen bir zarf . . . Artık bakışlarımda bir garip kut­ luluk kazandıran o zarftan çıkan mektubu işte buraya geçiriyorum: «Muharrir beyefendi, Biri erkek, biri kız iki yavrum var. Sadi ve Pakize. Kızım onbir yaşında , oğlum sekize yeni girdi. Çocukla­ ra; bütün bu savaş devam ettiği müddetçe yenilgimize dair hiçbir şey söylememiştim. Onsekiz mayısta sulhun yapıldığı gün artık felaketlerimizi onlara işlemek ben­ ce kutlu bir görev oldu. Önce Sadi'yi yanıma çağırdım. Kendisini geçen yıl, yani savaştan önce, ilkin götürmüştük.

Edirne'ye, sonra Selanik'e

Felaketlerimizi oğluma anlatmak

için

hafızasındaki güzel hatıralara müracaattan başka ça­ re görmedim. Dizlerime oturttuğum Sadi'ye

dedim ki :

«Hani oğl um, geçen yıl seninle trene binmiştik . . . Edir­ ne'ye gitmiştik . . . müştüm . . .

Orada seni tavuk ormanına götür­

Kardeşin Pakize ile oynamıştın. Hani

ora­

da güzel erikler görmüştün . . . Ben sana alı vermiştim, sen de onları yemiştin . . . Hani seni Sultan Selim'e gö­ türmüştüm . . . miştim . . . n

Oradaki şadırvanda ters

laleyi göster­

Hülasaa Edirne ve Selanik gezisinin

için hoş olan bütün

Sadi

tafsilatını kendisine hatırlattım.

Ben, «Hani. . . )) ile başlıyan cümlelerimi bitirdikçe o de­ vamlı : ccEvet beybabaıı diyor ve benim unuttuğum ha­ tıraları kendisi ilave ediyordu. Epeyce uzun süren bu - 94 -


konuşmadan sonra acındırıcı bir sesle dedim ki: uݧte yavrum, bütün o yerleri şimdi bizden aldılar. Oraları artık bizim değil. Bir daha oraya gitsek, bizim ayağı-· mızı kırarlar . . . » Ben böyle devam ederken Sadi'nin yü­ zündeki izlere dikkat ediyordum. Bir dakika geldi ki, küçük yavrum boğulur gibi oldu ve sonunda hıçkınklar başladı . . . Baba oğul ikimiz gözyaşlarımızı birbirine karıştır­ dık. Uzun süre ağladık. Kızım Pakize'ye felaketimizi anlatmak daha kolay oldu. Ona savaştan, yenilgimizden, kaybettiğimi.z yP.r­ lerden aynı samimiyetle fakat daha açık bir dille bah­ settim. Kızım kardeşi gibi ağlamadı. Fakat anladım ki küçük kalbinde bir değişme oldu. Bir ateş yanmağa baş­ ladı. Şimdi oğlum Sadi küçük sandalına «Edirnen adını verdi. Hergün ccBeybaba, ben amiral olacağım, düşman­ ların gemilerini batıracağım . . . » diyor. Ve sandalına bi­ nik ' kürek çekmekle meşgul oluyor. Kızıma gelince : bü­ tün bebeklerine siyah bir tül giydirdi. Onların bile ma­ tem tutması gereğine inanan Pakize, eski neş'esini, gül­ melerini bıraktı. Şimdi, sanki bir kabahat yapmış gibi

sessiz sedasız oturup kalkıyor. Muharrir beyefendi, size bu önemsiz şeyleri

yaz­

maktan maksadım Rumeli'yi unuttuğumuza dair olan düşüncenizin sıhhatli olmadığını isbat içindir. H ü r-· metlerimle efendim.» Ne gönül yakan itiraz, ne heyecanlı yalanlama !

24 Haziran 1329

- 95 - - -


Öksüz Kalan Toprak Bir anne tanırım ki, kızının düğününde bütün çev­ resi neşe ve ferahlık içinde kara topraklara

gömdüğü

gülerken onsekiz yaşın(la diğer kızına matem

tut­

muş, etrafında yükselen kahkahaları işitince hıçkınk­ larla ağlamıştı. Bugün idrak edilen mutluluk ,ona

dün­

kü felaketini hatırlatıyordu. Düğünle ölüm, gelin oda­ sıyla mezar arasındaki tezat! İşte bu kendisi için gönül

yakıcı, tahammül edilmez birşeydi. Kötü talihli anne

bu acı duygunun sevkiyle devamlı geziniyor ve ara sı­ ra ölen kızının adını mırıldanıyordu : zavallı Meliha! «Odrinıı Edirne oldu, Sultanselim'de ezanlar okun­ du. Albayrak eski burcuna tekrar dikildi . . . Bu heyecan­ lı haberlerin bana verdiği sevinç tam değil. Edirne'de

yapılan merasim gibi hayali olarak seyrettiğim, insanı kendinden geçirici manzaraların sonunda gene acı bir sahne görüyorum; kalbimde Edirne fethinin tazelediği bir hicran var. Kızlarından birinin düğününde diğeri­ nin ölümünü hatırlayan anne gibi, bu milli bayram

gü­

nünde matem zamanlarını tekrar yaşıyorum. Yeniden

kucağımıza aldığımız Edirne, bana ihtimal ki yüzyıllar­ ca ıcHilaln in hasretini çekecek olan bir kutlu toprağı hatırlatıyor. Ve ağlamağa hazır dudaklarımdan

ma­

temlere gömülmüş, fakat ahenkli, tapılmağa değer bir kelime dökülüyor: Zavallı Trablus ! - 96 -


Zavallı Trablus, zavallı güzel toprak ! .g ibi mutlu olmayacaksın.

Sen Edirne

Sen çok yıllar, öksüz,

dul

kalmağa mahkumsun. Devamlı artan bir heyecan için­ de bekleyen ufukların asırlarca hilali görmeden gece­ ye kavuşacak ve karanlığa esir olacak . . .

Ne yazık ki,

sana kavuşmak ihtimalini boş yere arayıp duruyorum, 1ne bir ihtimal, ne de bir ümit! Biz böyle üzüntü

ile,

hasretle . . . uzaktan sana bakarken, sen de feci ve kanlı ayrılışımızın, kimsesizliğin hicranına boyun eğerek bek­ liyeceksin. Zavallı Trablus, zavallı öksüz toprak ! * **

Afrika'daki kötü talihli vilayetimizden nasıl ayrıldığımızı bu yağmurlu günün üzüntüsü içinde düşünü­ yorum. Daha dün cereyan ettiği halde, artık vefasız ha­ fı zalardan silinerek tarihe ve onun ilkçağ kadar uzak ve 'Jir dönemine geçen Trablus savaşı yavaş yavaş zih­ nimde canlanıyor. Bu derin acı ve şanlı çarpışmanın bütün safhalarını hatırlıyorum ve birdenbire nefsime hakim bir arzuyu yerine getirmek için kitap dolabın­ daki gazete ve dergileri karıştırıyorum. İşte Eylül 1327 sayıları. Saldırı olacak mı, olmayacak mı? Büyük harf­ lerle dizilmiş başyazıları gözlerime ilişiyor. Saldın ya­ kında olacak -Ve nihayet- İtayan'lar İslAm

kanının

saldırdılar . . .

İtalyan'lar tarafından ilk defa dökül­

düğünü haber veren telgrafları anlatılmaz bir acı ve buhran içinde okuyorum.

20 Eylül 1 327 Salı. Bugünün olayını gözden geçirin ­ ce bütün varlığımda bir zelzele oldu. Ne uğursuz gün . İtalyan'lar Trablus'u o gün topa tutmuşlar . . . Gazetenin bombarduman hakkında verdiği bilgileri,

bilmem ne

garip bir uyuşukluk veren bu öldürücü zehir kndchlcri ­ ni, bir ayyaş gibi arka arkaya içiyorum . Roma'dan gc - 97 -

F : 7


len şu telgraf kanlı macerayı anlatıyor: ııVis Amiral Ka­ rabli 3 Kasımda öğle sıralarlarında Trablusgarb'ın en önemli bataryalarına karşı bombardumana başladığını ve bu bombardumanın güneş batıncaya kadar devam et­ tiğini

bildirmişdir.

Bugün bataryaların kesin surette

tahribi için yeniden bombardumana başlanmıştır.»

Ne.

iç sızlatan bir facia, ne dehşetli bir bozgun, ne azap ve­ rici bir yara.

2 1 · Eylül 1 327 Çarşamba. Matemli gün, bozgun ve felaket tarihi, fakat aynı zamanda Türk iftihar semala­ rında ölçü kabul etmez bir parlaklıkla ışıldayan bir sa­ bah . . . italyan'lar Trablus'un dış istihkamları

üzerine

açtıkları top ateşine devam ediyorlar, Hamidiye ve Sul­ ta.niye istihkamları harap oluyor. . . Fakat aynı zaman­ da Trablus'da Türk hakimiyeti adına altından bir arut­ dikiliyor, en muhteşem zaferlerden daha güzel bir mu­ kavemet

gösteriliyor. Homer ve Firdevsi'nin, Vecd ve

rr.eftuniyetle benimsiyeceği bir destan ve, bir şehname konusu torunlara hediye ediliyor. Uzaktan efsanevi ve ancak rüyada görülebilen bir şehri andıran inci gibi beyaz

Trablus huzur ve sükun

içinde uyurken, ufukta büyük bir canavar kafileri gözü­ küyor : İtalyan donanması . . . Zırhlılar yavaş yavaş yak­ l aşıyorlar. Hamidiye istihkamının önünde korkunç bir kale gibi duruyorlar . . . Bir dakika sonra bütün gemiler savaş durumuna geçmiş , toplar istihkama çevrilmiş bu­ lunuyor. Toprak istihkamda bir avuç asker var. ıcBura­ dan dirimiz değil, ölümüz çıkmalı, din ve devlet uğru­ na candan geçmeliyiz . . . ıı diyorlar ve o aciz topları ateş­ liyorlar. Birkaç dakika sonra da küçük istihkam susu­ yor. Bu sükut neden? Ah, bu sorunun cevabı dünyanın en heyecanlı şiiridir : Çünkü istihkamdakilerin tamamı yaralanıyor ve şehit oluyor !

- 98


Hamidiye istihkamına giren İtalyan subayları ar­ ka üstü yere yatmış üç ruhsuz ceset buluyorlar.

Türk

topçuları ellerinde topların ateşleme ipleri olduğu hal­ de can vermişler ! İşte bu manzarayı hayalimde canlandırınca ağlıyo­ rum . . . Hamidiye istihkamının fedakar topçuları, ey mem­ leketin en aziz çocukları ! Kutlu adlarınızı bana veriniz, onları derin bir saygı duygusuyla daima tekrar etmek görevim olsun !

Sizin

adlarınız saygı

değer

isimler

olduğu için her zaman dudaklarımı titretsin ve ruhuma heyecan versin ! Eski Yunanistan'ın, eski Roma'nın, yı­ kılmış Kartaca'nın, putperest İran'ın ve şimdiki Avru­ pa'nın kahramanlarına ait adları artık taşımayan di­ mağım -Ey bir fatih kadar büyük erler- sizin bin de­ fa aziz ünvanlarınıza türbe olmak aşk ve hasreti içinde yanıyor! · Hummalı bir arzuya boyun eğerek ben sizin adları­ nızı öğrenmeğe çalışıyorum: Boyabat'lı Osman oğlu Ali, Kütahya'lı Mehmet oğlu Ahmet, Ankara'lı Mustafa oğ­

hı Bayram . . . Fakat gizli tuttuğunuz adları ne için öğ­ renmek istiyorum? Tarih sizi ebedi olarak unutulma­ sına imkan olmayan bir şekilde kaydedecektir. 2 1 Eylül 1 327 Çarşamba. Trablus'da Hamidiye

is­

tihkamını iki İtalyan filosu topa tuttu. Toprak siperler arkasında ilkel topraklarla üç Türk karşı koydu ve öl­ dü . . . Trablus

savunmasının

her yaprağı övünmelerle

dolu bir kitap olduğunu ve Hamidiye topçuları

tarn­

fından gösterilen fedakarlığın bu kitaba yalnız hir i l ı ı ­ söz teşkil ettiğini bilirim. Fakat b u üç erin ilahi ı ıı ilcu­ deleleri vaha v e çöllerde doğduğunu gördüj�ti m i i 7. ı ı h ı ­ luğu, şerefliliği özetliyen bir örnek değil - 99 -

midir?


Sözlüklerde Hamidiye istihkamı muhafızlarının çe­ likten dayanıklılığını, insanüstü fedakarlığım tanımla­ yabilecek hiçbir kelime yoktur. Ulvi, semavi gibi az - çok seciye ve fazilet sahibi adamlara çevrilen sıfatlar,

iki

filodan meydana gelen bir donanma karşısında ölünce­ ye kadar memleketin kutlu toprağını

savunan üç ere

izafe edilince hiçbir şey ifade etmez. Türk milletinin bü­ tün tarihi yok olsa, yalnız bu adları bile belli olmayan kahramanların

hikayesi bize ve

torunlarımıza

bir

Anglo-Sakson gururu vermeğe yeterlidir. Böyle en verimli şair dimağlarının

bile meydana

getiremeyeceği hamiyet ve sebat harikalarına rağmen Trablus toprağından ayrıldık. Bu ayrılık ne kadar sü­ rekli olursa olsun ebedi değildir. İtalyan saldırısından ve askerimizin dayanmasından önce Trablus'a

karşı

ilgisiz durabilirdik. Sahipliğin en açık bir işareti olan kanlı ve inatçı bir savunmadan sonra Trablus'u yabancı toprak gibi kabul edemeyiz.

bir

Hamidiye istih­

kamı topçularıyla arkadaşlarının kemiklerini saklayan Afrika'daki eski vilayetimiz, ırkının tamamı geçici ola­ rak yaralanmış yurdunun kutlu bir parçasıdır. * **

Şimdi

I-Iamidiye istihkamını savunanların gogsu-

me doldurduğu gurur ,kalbime verdiği benlik ve aşkı­ mın derinliğinde boğulma hali içinde,

öksüz

Trablus

seninle daha yakın bir buluşma ihtimaline inanıyorum. Ne zaman nasıl? Bunu benden sorma. Ben büyük

bir

diplomat değilim, seni bütün varlığımla seviyorum ve sana kavuşmayı varlığımı eriten bir ihtiras ve şiddetle istiyorum . Seninle ne zaman buluşacağız. Belki bir yıl, belki beşyüz yıl sonra . . .

Bunlar hep tahmin, hep hayal.

Sen bizimsiz, sen unutulmadın, sen öksüz kaldığı için

- 100 -


iki kat sevilen bir Türk toprağısın . . . İşte bu bir gerçek ! Zümrüt vahalarının, uçsuz bucaksız çöllerinin şahit ol­ duğu övüncü mırıldanacak milli

şair elbette gelecek,

kuvvetli ve intikamcı bir el albayrağı tekrar burcunda dalgalandıracaktır. Bugün benden sana öksüz Trablus yalnız samimi bir selam. Sadakat ve bağlılığım hakkın­ daki yeminlerime inan ve sıcak aşkımın işaretini ka­ bul et !

26 Temmuz 1 329

-- 10 1

...


Yarmki Savaş Her tarafta sessizlik ve sevinç verici ban ş havası­ nın

cepheleri okşadığı şu dakikalarda yarınki savaşı

düşünüyorum. Yenik ve kahra uğramış ırkımızı kurta­ racak ve bize büyük ve parlak bir zaferle kaybettiğimiz gururu iade edecek olan o kutlu kavganın bütün vahşi şiddeti, bütün korkunç azameti daha şimdiden dimağı­ ma hakim . . . Daha şimdiden çarpışmanın tarifi imkan­ sız ac ı ve keskin lezzetiyle üstün gelmenin delice sar­ hoşluğu kalbimi dolduruyor . . . Bendeki ırk sevgisinin, kin ve düşmanlığın, guru­ run bütün bu çılgın ihtirasların şimdi etrafında toplan­ dığı , tavaf ettiği birşey var: Savaş ! Sava�. bu belki uğursuz bir istek, fakat Türkler için bir sevgili kadar uysal zaruri birşey!

Türk milleti kurtulursa ancak, Bir harple kurtulur muhakkak. Kin ateşi doğdu dün, yarın da Kuvvet olacak içimde peyda. Sarsar beni her zaman bu tebşir: En şanlı zafer yann senindir! İlk bozgunumuzdan sonra bir Avrupa'lı bana Türk­ lüğü ne şekilde ayağa kaldıracağımızı ve muzaffer ola­ cağımızı sormuştu.

- 102 -


Kısa bir cevap verdim: Fikir ile ve barutla! Yirminci yüzyıl herşeyden önce fikrin üstün oldu­ :"ğu bir devirdir. Fakat insanlık daha pekçok zaman, ihti­ mal ki son parçanın sona erişine kadar dehşetli bir im­ Faratorun her tehdidini yapmağa muktedir yeni

bir

<(Jupiter» in esiri kalacaktır: Barut ! Fikirle ve barutla, aklımızı işleterek ve kan akıta­ rak . . . İşte --bundan beş yüz yıl sonraya bırakılsın ka­ bul etsek bile- bütün kutlu davaların kazanılması için

bu biribirinden ayrılmaz iki çareye, bu birbirini tamam­ layan iki usule başvurmak zaruridir. Milli ülküyü benliğimizin karanlık derinliklerinden çıkarmak, yaymak ve çoğaltmak, milli bir kültür mey­ dana getirmek maksadıyla çalışıyoruz. B u· fikri çalış­

ına kadar gerekli ve tebrike değer bir iş olmadığına ina­ nıyorum. Fakat aynı zamanda yarınki savaşa

hazır­

lanmalıyız. Savaşa hazırlanmak ,ihtimal ki bunu gören oku­ yucuların bazıları derhal genel ve

milli

savunma bakanlığını,

kurmay başkanlığını gözleri önüne getirecekler

yapılmasını gerekli gördüğüm

yetkileri içinde

kutlu görevi kendi

olmadığına inanacaklardır. Öyle

bir

inancı hemen ortadan kaldırmak isterim. Savaşa hazırlanmak, yalnız

askeri

düzenlemeyi

ya.pmak ve donatım değildir. Bütün Türkler ve özellik!� asker olacak gençler ·ıısavaşıı ı çocukluklarından beri zi­ hinlerinde sevimli bir fikir, daima gerçekleşmesi

islı· ­

nilen bir tasavvur gibi büyütmezlerse, onları hiçbir :-aı bay metin, kuvvetli ve başarıya

·

namzet bir savmj\1

yapamaz. Kavga, çarpışma, kan dökme . . . Bu mefhu m l a r lıilliin dehşet veya parlak teferruat ve tafsilatıyla bc rnlJı�r d i -

- 103 -


mağımızda yurt, anne, aile fikirleri yanında her zaman bir yer tutmalıdır. Savaşı herzaman olabilecek bir olay gibi kabul etmeliyiz. Her zaman onu düşünmek ve sev­ mek . .

.

İşte savaşa hazırlanmanın en önceki ve fakat

en

önemli kısmı budur. * ** .

Savaşın bu yıl, gelecek yıl, yahut on yıl sonra değil, biz zavallı yenilgiye uğramış gençlerin gelişini bek­ lediğimiz ve fakat bizzat idrak edeceğimize emin oldu­ ğumuz kutlu kurtuluş sabahında Türkler için ne kadar zaruri olduğunu, bu değişmiyen

gerçeği isbata lüzum

gönnüyorum. Türk ırkı fikren yükselecek, sonra

en

mülçemmel bir silah olarak çarpışacak ve kurtulacak . . . Bütün

Türk milliyetçilerinin istisnasız birleştikleri

nolcta, hiç şüphe yok ki budur. Fakat savaş ırkımız için bu kadar zaruri olmasa idi, gene hissi bir endişe ona kutluluk katmaya ve karıştır­ maya yeterdi . . Bir arkadaşımın dediği gibi : «Milliyetçilik öyle bir silahtır ki, onun tetiği tecavüz arzu ve niyetidir. » Bu silah ve tetik teşbihinin ne kadar beliğ olduğu­ nu tayin edemem. Fakat kesin bildiğim birşey vars�, o da taarruz fikir ve niyetinden kuvvet almayan bir milli­ yetçiliğin daima güçsüz olduğu ve yavaş yavaş durak­ ladığıdır. Balkan milletleri, bizim için pek acı örnekleri­ ni gördüğümüz hayret veren zindeliklerini, hatta biraz aşın manevi sıhhat ve afiyetlerini yirmi beş yıldan be­ ri maneviyatlarında büyüttükleri taarruz aşkına borç­ ludurlar. Geçen temmuzda oldukça tehlikeli bir hastalık se­ bebiyle yataktaydım. Dimağım yorgun ve vücudum da halsizdi.

- 1 04 -


Maneviyatım, buhar kuvvetiyle yürütülmeyen

bir

makina gibi durmuştu. Bir sabah birdenbire gazetelerde bir - iki satır gördüm: «Sofya'dan gelen haberlere göre Türk askeri eski bulgar hududunu aşarak Bulgaristan­ ın kendi arazisini istilaya . başlamışlardır.n

« İpokratnın

en usta yardımcısı bile bana bu gazete haberi kadar et­ kili bir reçete veremezdi. Derhal maneviyatım düzeldi. Kendimde mucizevi bir iyilik ve ferahlık duydum. İra­ bir kuvvetle

dem o zamana kadar bence bilinmeyen

du:)'gulandı. Düşman toprağına saldıran askerlerle be­ raber bulunmak, bana en büyük zevki verici bir mutlu­

luk

gibi göründü. Fakat ne yazık ki gezinecek bir du­

rumda bile değildim. * **

Savaş mefhumunu her zaman

dimağımızda sakla-

malı ve onu sevmeliyiz.

Kin ve intikam duygularının tabii sonucu, milli kurtuluşumuzun tek çıkar yolu sa­

vaştır. Her parçasında bir ordu kadar büyük bir şehit kütlesi bıraktığımız kutlu toprakları geri

almak için

gene çarpışmak zorundayız. Milliyetçiliğin tamamlayı­ cısJ ve hareket merkezi olan saldırı fikir ve arzusu da savaşa hazırlanmayı gerektirir. Okuyucularıma pek baş ağntan uzayan sözümle bildirdiğim bu gerçekler temen­ ni �derim ki, pek yakın zamanda yayılmış olsun. Bana gelince: Benim için yapılan

barıs.,

büyük,

kutlu ve kurtarıcı savaşa bizi biraz daha

yaklaştmJ ı .

Terhisine karar verilen savaşçı

pencere n i n

önünden geçerken

erlerimiz

ben hep yarınki çarpışmayı clü!?ü­

neceğim. Bugün kötü bahtlı Rumeli toprağında n �eh�n erlerin, yarın oraya şanlı ve kanlı bir çarpışmrı ile clünc· cek çocuklarını ve torunlarını hayalen seyrPllP<'l't� ı rn .

2 8 Eylül 1 05 -

1

:ıw


Şehitlerimiz İçin Cumartesi günkü

«Tanin» d e Sofya'dan çekilmiş

bir telgrafın tercümesi vardı. Bunda Bulgarların Türk­ lerle olan savaştaki kayıpları resmi rakamlara göre ha­ ber veriliyordu. Telgraftaki rakamlar arasında en · çok gözüme (52716) rakamı çarptı. Bu sayı, hepsi genç olan, kaybedilen Bulgarların tamamını gösteriyordu . . . Edirne düştüğü zaman benliğimi öldürmüş

olan

merhametsi z üzüntü ve acıyı bu Sofya telgrafını okur­ ken tekrar hissettim. Bu acı, Bulgarlara karşı meydana

gelmiş bir merhamet duygusundan ileri gelmiş değildi.

Bulgar k aybını korkunç bir açıklıkla göz önüne seren rakamlar bana kendi şehitlerimizin belli olmayan ye­ kunünün daha dehşetli ve daha fazla olduğunu hatırla­

tıyordu. Ebedi olarak açıklığa kavuşamayacağına irian­

dığım bu yckün, bizim kaybımızın miktarı, dimağımın bütün geni� ufkunu çok fazla bir rakamlar sırası ha­ linde doldurdu. Korku ve şaşkınlık içinde başımı . yerle­

re eğdim.

Şimdi gözümün önünden bitmez tükenmez şehit ka­

fileleri geçiyor. İşte Lüleburgaz'da aç ve susuz can ve­ renler, işte Yanya'da ve İşkodra'da her çeşit kurtuluş ve zafer ümidinin yüreklerinde

sonra şehit olanlar . . .

- 1 06 -

öldüğünü gördükten


İşte Tunca nehri üzerindeki o, uğursuz adada bü­ tün vücutlarını kemiren, kendilerini acıdan inim, inim inleten bir et yığını haline getiren hastalığın bin kere kötü talihli kurbanlan , Edirne savunuculan . . .

Sonra, güya cehennemden çıkmış gibi yarı kömür

halindeki simsiyah iskeletleriyle geçiş yollanna korku saçan son bir kafile :

Eski Zağra'da

diri diri yakılan

erlerimiz . . . Bu ölüler alayı gözlerimin önünden bir - iki dakika hayaller halinde geçiyor . . . Aynı zamanda geçen yıl son­ bahannda İstanbul sokaklanndan zinde ve neşeli bir şe­ kilde geçen, hudutlara koşan taburlan hayalen tekrar

_görüyorum. Bir yıl evvelki genç, sağlam yapılı vücutlar şimdi bir avuç toprak . . Geçen Eylülde aziz ve kutlu Ana­ dolu'nun yüzlerce köyünü varlıklanyla dolduran ,kuv­ vetli sesleri

kırlarda devamlı yankı bırakan

binlerce

kahraman yiğitten bugün arkada kalan nedir? Rum·e­ li'de, o zavallı öksüz toprakta sahalannın genişliği ka­

dar korkunç bir sessizlik içinde uyuyan birkaç mezar­ lık . . .

Dimağ1mda geliı:}en b u manzaralar arasındaki çeliş­ kinin

bütün kötülüğü yavaş

yavaş kalbime yayıldı .

Ruhumun hicranı birden eridi ve gözlerim yaşla dol­ du. Şimdi, bitmesine razı olmayan ve daima artaral< devam etmek istiyen bir acı ile ağlıyorum . . . * **

Bulgar kayıbı gibi . elli iki bin adedi ile değil, birk;tı: yüz bin adedi ile özetlenmesi karşı yapılacak

gereken

kutlu bir görev var.

inandığım bu manevi borç anmak

tan ibarettir.

şehiilerimizı.· Ödenmcd l ı!,"irie

ve kutlul n�tı rı ııal{­

Anmak ve kutlulaştırmak ! Sağ kalanla rn ı a z i ı ili-

- 107 -


müşler hakkında gösterebileceği tek bağlılık ve minnet­ tarlık işareti olan bu iki görevi yazıklar olsun ki biz

haia ihmal ediyoruz. Acaba bu kayıtsızlık, torunlarımı­ zın hatıramıza ölçü olarak göstereceği cinayetlerin en adisini teşkil etmeyecek midir? Vatan yolunda,

din ve kan kardeşleri

uğrunda

-Bizim için duyulması değil, konuşulması bile işken­ ce olan- dehşetli üzüntüler çekmiş, sonunda şan ve şe­

refle can vermiş kutlu şehitlere karşı bu genel kayıtsız­ lık ,en açık bir ihanet şeklinde hala devam edecek mi? Evet, biliyorum. Bazı asil ve yüksek şahsiyetler ve­ ya cemiyetler şehitlerimizin ruhu için mevlit okutuyor­ lar ve onları hem hatırlıyor ve hem de takdis ediyorlar. Fakat bir milletin yüzbinlere çıkan şehitleri hakkında­ ki kutlulaştırması böyle ufak

çapda ve mahali değil,

umumi ve milli olmalıdır. Edirne'yi almak için Bulgarlar çok kayıp verdiler. Şehir alındıktan sonra bütün Bulgaristan bayram yap­ tJ . Fakat bu büyük neşe ve şenlik içinde, Edirne'de Bul­ gar bayrağını dalgalandırmak için canını feda edenler unutulmadı. Sobranya meclisinde milletvekilleri Edir­

ne'nin alınması

hakkındaki

haberleri

duyunca · delice

çığlıklarla sevinçlerini açığa vurdular. Bu sevinç göste­ risinden sonra yapılan teklif üzerine aynı milletvekille­

ri dini bir huşu içinde Edirne için ölen Bulgarları dü­ şünerek üç kere «Ölenlere rahmet olsun)) diye bağırdı­ lar. Ve hürmetle üç kere de eğildiler. Millet meclisinin ölmüşler hakkındaki bu saygı ve takdisi bütün Bu1ga­ ristan'da büyük bir yankı yaptı. İşte ben şehitlerimiz için böyle bir heyecan ve yük­

sek ihtifal istiyorum.

Unutmayan ve takdis eden bir milletin ne şekilde

- 108 -


matem tutması gerekeceğini tayin etmek yetkim dışın­ dadır.

Fakat bana kalırsa barışa mevsiminde anmak

kavuşan bu sonbahar

ve takdis

için birgün

tayin edil­

melidir. O gün memleketimizde bütün okullar ve hü­

kümet kuruluşları tatil edilmeli, bütün cami ve çitlerde şehitlerimiz için mevlit okunmalıdır.

mes­

İsterim ki, o gün İslam halifesinden rençber köylü­

ye, beş yaşındaki çocuktan yüz yaşına girmiş ihtiyara

kadar herkes mabetlerin saygı ilham eden çatısı al!m­ da ve ilahi sükutu içinde ölmüşlerimizi hatırlasın ve

ağlasın. Avrupa memleketlerinin

her kasabasında «vatan

uğrunda ölmüşler» için birer anıt vardır. Ben , milleti­ min fedakar evlatlarına karşı şükranının böyle kıymetli

mermer sütunlarla ödenmeyeceğini bilirim. Bu sözüm onun boşalmış kesesine değil, asil ve yüksek kalbinedir.

Bütün duygulu vatandaşlarımın bu müracaatta bana yardımcı olacaklarına inancım vardır. * **

52716, Bulgar kayıbının yekünü. Ey korkunç görü-

nen rakam, sen bizim şehitlerimizin sayısı karşısında ne kadar ufak ve sönük kalıyorsun !

Birkaç yüz bin ! Ey dimağıma bir ok gibi

sapla­

nan uğursuz rakam, ey bizim şehitlerimizin korkun(' yekünü . . . Bilmem neden, senin dehşetinde beni övün ·

ima ı ı ölmci!;l'

meğe sevkeden garip bir mana var. Sen umut ve veriyorsun. Birkaç yüz b in şehi t !

Düşmüş v e

mahkum bir millet şan ve şeref meydanında kurban bırakamaz ,diyorum. Bana

ağlatıcı bir

geliyor. Ey uğursuz rakam, senin önünde ağlıyorum ve kutlulaştınyorum.

bu kacta r

2 Ekim 1 329 109 -

tmıell i

hı<;k ı r:ırnk


Selanikte Albayrak E n büyük faciayı yaşıyan

Selanik'le,

tehlikeye maruz İzmir'den üzüntülü

e n büyük.

ve ümit taşıyan

bir makalemde : «Biz Türk gençleri, ihtimalki artık hi­ lalin Selanik'te dalgalandığını göremeyeceğiz.» demiş­ tim. Hayır, aldanmışım. Bu ihtimal doğru değilmiş. Hi­ lal, geçici bir karanlıktan sonra gene Rumeli'nin o gü­ zel merkezinde doğmuş ve Hortaç dağından gelen serin

ve ilahi rüzgarın temasıyla dalgalanmağa başlamış ! Ne zaman ve nasıl? Selanik'in emsalsiz bir kışı vardır.

Ekim başında

oraya sessizce gelen bahar , Nisan sonuna kadar devam eder. O,

bahardan farksız kış günlerinde

güneş,

yaz

mevsiminde sıvılaşmış kurşun dalgaları gibi etrafa dök­ tüğü aşırı sıcaklıktan çıkarak bütün vücut için

nefis

bir okşayan gönül olan yumuşak bir hararet verir. Gök bir genç kız alnı gibi bulutsuz ve saftır.Gülen bir ufku aksettiren ince bir ışığı göğsüne alan deniz, kendinden geçmiş gibi sessizce uyur. Ağaçları görünce bu lütufkar bahar şerefine bir bayram

yapıyorlar sanırsınız.

hte

şubat ayında o güzel günlerden birinde oldukça kala­ balık bir halk, yalılar semtinde toplanmış, birçok insan­ lar hasret ve üzüntüden göz yaşları dökerken ve bazıla­ rının kalbinde belirsiz bir ümit bizim bayrağımızı çekmişler.

- 110

doğarken albayra ğı , .


Kimler? Osmanlı konsolosluğunun kavasları . . . O zamandan beri albayrak Selanik'te mahcup ve'. çekingen dalgalanmakta devam ediyor. Ve ben bu man­

zarayı

hayali olarak seyrettikçe, en ince bir yerimden

görünmeyen, fakat parçalayan bir kurşunla vuruluyo­ rum. Daha dün her şeyi bizim olan Selanik'te şimdi yal­ nız bir bayrağımız var. Eskiden o muhteşem kışlada, o füsunkar beyaz kulede, o güzel hastahanede, okulların ve resmi binaların üstünde efsanelerin «Olimp»ine bü­ tün gururunu ilan ediyor gibi heybetli ve muazzam dal­ galanan sancaklanmıza karşılık şimdi yalılarda

belki

Belçika konsolosluğu bayrağının arasıra gizlediği küçük alçalan ve utanan bir hilal görülüyor. Evet, şimdi yalnız bu küçük hilal var ve aldanmak istemiyorsak emin olalım ki, Selanik'te bizden, milleti­ mizden ve milliyetimizden tek işaret olarak yalnız bu konsolosluk bayrağı kalacak ! Artık aldanabilir miyiz? Yunanlılar bütün

Make­

d.onya'da mevcut Türklük ve Müslümanlık eserlerini ve işaretlerini bir anda kazımak, silmek için dehşetli bir kezzap kullanıyorlar. Katı, eziyet etme, kovma . . . İşte Makedonya'da «Elenizmıı siyasetinin dayanağı bunlar­ dır. Her yer mavi-beyaz boyanıyor. Camiler kilise olu­ yor, her şey yunanlaştırılıyor. Şeytanca bir ustalık l a uygulanan b u tedbirlerin ne gibi bir sonuç vereceğ" i n i kestirememek için insan ahmak olmalıdır. Yunanlı l : ı r tarafından takip edilen ve pek yakın bir gelecekte ı ı w v

·

dana geleceğine şüphe olmayan gayeyi bir söz üıc tlt- r : Se.laniği

ve Makedonyayı Türklük ve Müslüm an l ı k L ı ı ı

tahliye ve tecrid etmek ! .. ((Venizelosn la arkadaşlarının

bazan

h i lel i , l ıo ı ı.a ı ı

�iddetli, fakat her halde ustalığa dayanan i :ıh· r i ı ı i l w r -

- 111 -


:gün

duydukça ve öğrendikçe dudaklarımda elimde ol­

rıadan ufak bir gülümseme beliriyor. Boş ve sonuç ver­

ğ

meyecek bir iş için kanaatla çalışan ve bütün vath ı­ nı adıyan bir adamın şuursuz saflığı ne kadar gülünç ise, Yunanlıların

d)ı

Selanik ve Makedonya'daki Çalış­

m aları bana o kadar gülmeyi gerektirir görünüyor. Her yeri mavi - beyaza boyuyorsunuz, her şeyi _ğiştlriyorsunuz, bizim

de­

her izimizi yok ediyorsuntı! . . .

Fakat bizim kalbimizi, evvelce albayrağın gölgesi altın­ da bulunan yerlere ebedi ve Ulvi bir sevgiyle bağlı genç­ l<:rin kalbini öldürmek,

değiştirmek,

zorla

kendinize

çekmek kuvvetine sahip misiniz? Rumeli, Makedonya, Selanik . . . Bu yerler kesinlikle ve ebedi olarak sizin olabilmesi için o vahşi, cani, yıkı­

cı adamlarınıza, biziı:n ccunutkanlığımız» , bizim kayıt­ S!zlığımız yardım etmeli, cinayetinize ortak olmalıdır. Halbuki , hayır,

bin kere yemin ederim ki hayır,

biz hiç bir şey unutmadık. Yahut kucağından yavrusu zorla alınan bir anne onu ne kadar unutursa, biz de sevgili kötü talihli topraklarımızı o kadar unuttuk. Her gün Rumeli'yi düşünmek, işte yurtseverliğin bize yap­ masını emrettiği acı, fakat kutlu ibadet ! Ve biz bir şeye iman ettik: Bu günlük ibadetin bize adanan mükafatı, Rumeli'ye, Makedonya'ya Selanik'e o kaybedilmiş cen­ nete tekrar dönmektir. * **

Gökalp ,ey benim büyük ve asil kardeşim, son zamanlarda senin hep diğer yazdıkların gibi beni aydınla­ tan bir makaleni okudum. Onda diyorsun ki; cıTuran, Türklerin fertlerini toplayan mun dışında bırakan

ve düşmanını bu toplu­

ülkücülerin

yurdudur. Turan ,

Türklerin oturduğu, Türkçenin konuşulduğu bütün ül­ kelerin toplamıdır.il - 1 12 -


Belki bu sözlerin, benim anlamadığım ince bir ma­

nası vardır. Fakat bana açık olan mana,

senin diğer

sözlerinin etkisine aykırı olarak kalbimi yaraladı.

Bu

yarayı sana gösteriyorum. Çünkü onun şifasını büyük kardeşim, gene senden bekliyorum. (<Türk vatanı, Türklerin oturduğu, Türkçenin ,kp­ nuşulduğu bütün ülkelerdir.» İşte bir tarif ki, benim bildiğim Türk yurdunu, Türk şehirlerini küçültüyor.

Ve bundan daha feci olarak Türk vatanını hergün .bir

parça daha hudutlandmp noksanlaı:ıtıracak bir şekil al­ dırıyor.

Yalnız, bir iki örnek vermek istiyorum : Kendisine karşı bitmiyen bir

aşk ve sadakat yemini

Trablusgarb'ta belki bugün birkaç

Türk

ettiğimiz oturuyor,

Türkçe görüşüyor. . . Fakat yarın ! .. Türk görmek, Türk­ çe duymak için resmi vekilimiz dairesine gitmek gere­

kecek değil mi? Yaşadıkça felaketine acıyacağını , ken­ disini seveceğim ve üstündeki sürekli hukukumuman kendi hesabıma asla vazgeçmiyeceğim Girit . . . Bu bin kere kötü talihli, bin kere sevgili vilayetimiz . . . Şüphe yok ki, hala bugün, kardeşim Gökalp, senin tarifine gö­ re bir Türk toprağıdır. Fakat

yirmi yıl içinde oradaki

Türklerin ne korkunç bir nisbette azaldığını gördükçe, bir çeyrek asır sonra Girit toprağında artık hiç bir Türk kalmayacağına kanaat getirmek mecburiyetinde deği l

miyiz? Sonra, Bosna, Hersek Adalar, Tisalya, Arnavut­ luk ve enson Yunanlıların Sırplarla birleşerek Giri l'ı� benzetmek istedikleri ve benzetecekleri Rumeli . . .

Y: ı

şimdiden tarif dışında kalıyor veya kalacak ! Büyük ve asil kardeşim, ben buna

dayanııınıun .

Türk kanının döküldüğü her toprak, Türk yurd u n u n

bir parçasıdır. Her damla kan orada bizim i ç i n lıl r huk

- 113 -

F: 8


sağlamıştır. Ve o toprak bizim görüşümüze göre kutlu-· dur. İşte benim inancım ! Türk kanının her dakika bir parça daha dökülerek görüşümüzde kutluluğunu arttırdığı Rumeli ve

onun

merkezi olan Selanik bizim yurdumuzun parçasından­ dır. Ve sonsuz olarak da öyle kalacaktır. Ben şimdiden. oranın hilale kavuştuğunu görüyorum. Heybetli bir donanmanın karaya

asker çıkardığı,.

hainlerin ve canilerin kahrolduğu muhteşem ve tarihi bir günde daha dün ayaklar altına alınan

ve bugün

mahcup, fakat korkusuz dalgalanan albayrak, bütün «Olimpıı e, bütün yunanlılığa bir hakaret tokadı vuruyor gibi vakur ve şerefle dalgalanıyor. Bu yükselişi göklere kadar akseden bir top gürültüsü selamlıyor . . . İşte gör­ düğüm levha . . . ·

Evet, bu bir hayal . . . Fakat ben de bu hayalin ger­

çek olduğunu görmek için lazım olan herşey, zinde bir ümit, yaşamak arzusu ve kendimi feda etmek ülküsü . . .. Bunların hepsi, hepsi var !

-- 1 1 4 --

4 Mayıs 1 330


Sab1r, Ey Aziz Vatan, Sab1r ! Kalbimde tatlı bir heyecan

var. Acımaktan, · hü­

zünrlı:>n , ü m i tten meydana gelen bu üzüntü bütün var­ lığımı sarıyor ve gözlerimi maneviyatımın derinliklerin­ derı gelmiş bir kaç gözyaşı ile suluyor.

· Bu heyecanın sebebi nedir? Acaba küçük okul ço­ cuklarının dikbaşlı ve azimli bir davranışla yurtseverce şiirler okuyarak geçtiklerini mi gördüm? Acaba bayTa­ ğımızı ehramlar üstünde dalgalandırmak arzusuyla, bir ülvi hırs ve istekle ufkumuzdan uçan, fakat son merha­ lede düşen fedakar pilotlarımızın son dakikalarını mı düşündüm? Yoksa birkaç kere okuduğum ccLamartinıı

in, «Rafaelıı , bu aşk ve matem kitabını tekrar gözden mi geçirdim? Hayır, beni böyle tatlı bir üzüntü ile ağ­ latan şey, bir genç yurtseverin heyecanlı bir sesleniqi­

dir. Mustafa Kamil, işte bu ad ki bize sayısız ve gayet

kuvvetli bağlarla bağlı bir milletin tek kuvvet olarak

kutlu kaldığı bir mübarek kişinin adı. İşte Mısır'ın uNa­ mık Kemalıı i , işte bir milleti dirilten bir hayat verici

. .

.

Benim göz yaşlarım onun kitabı üzerine dökülüyor. Ken­

disini bilmiyenlere yakında uzun bir makale ile tıınıt­

rr:iıik ve bu suretle, bence pek büyük bir şeref kuınıırmık istediğim Mustafa Kamil paŞa, Mısır'ın manen iilü oı­

duğU bir zamanda ona hayat verdi, ümi t verdi, N i l va-

- 1 15 -


disinde milli şuuru uyandırmakta başarılı oldu. Ateşli bir yurtseverlik, en duygusuzlan bile harekete getiren bir ifade kudreti , azim ve çalışma aşkı . . . Mustafa KR­ mil'in en güzel vasıfları bunlardır. Vatan yolundaki ça­ balarıyla genç yaşında vücudunu

yıpratan ve henüz

kırk yaşına varmadan bütün anlamıyla şehit olan bu büyük Mısırlıya karşı edindiğim hayranlık, Namık Ke­ mal,

Kavur ile Gambeta'ya ait hayranlığımdan aşağı

değildir. Mustafa Kamil'in 1 895 den 1 904 yılına kadar söy­ lediği nutuklarını toplayan bir kitapta

pek az

sayfa

vardır ki, bana derin bir üzüntü vermemiş olsun. Ulvi vatanseverin iman, azim ve ümit aşılayan sesini okııyu­ cularıma dinlettirmek isterim,

çünkü inanıyorum ki

onlar da benim gibi kelimelerin tarif edemeyeceği heye­ canı duyacaklardır.

İşte, bütün Türk gençlerinin kendilerine ithaf edi l ­

miş sanacakları bir sözü: ((Gerçek vatansever memleketine, onun mesut za­ manlarında hizmet ederken gösterdiği gayreti, vatanı­ nın felaket devirlerinde de göstermelidir. Gerçek vatan sever tehlikeli günlerde bilinir ve belli olur. Biliyorum ki, sizin hepiniz, benim gibi Mısır'ı hür görmek, ilim ve güzel sanat ve edebiyat ışığının İsken­ deriye'den Nil kaynaklarına kadar her yerde yayıldığını görmek istiyorsunuz. Biliyorum ki, aziz memleketinıi­

zi..n hayat verici ışıklarıyla bütün doğuyu aydınlığa ka­ vuşturmak, bir güneş gibi parladığını, sanat ve tic�ret için feyizli bir yarışma sahası haline geldiğini, yabap­ cılar için bir dinlenme bölgesi ve bütün dünya için ba­

rış ve sükun içinde bir buluşma yeri olmasını arru edi­ yorsunuz. Bu

gayeye varıldığı zaman böyle ilerlemiş

bir Mısır milletinin fertlerinden olduğunuz için ne ka-

- 1 16 -


dar övünecek ve her biriniz

«Ben Mısırlıyımıı sözünü

ne büyük bir gurur ile söyliyebileceksiniz. ' Fakat acaba kötü talih ve acılarla dolu olan

ve

müstemlekecinin vesayeti altında olarak diğer milletle­ rin arkasından sürüklenip giden bir Mısır'ı da sevmiyor musunuz? Acaba size ıcAziz evlatlarım, bana yardım edi­ niz,· beni düştüğüm yerden kaldırınız, milletler arasın­

da vaktiyle işgal etmiş olduğum şerefli yeri bana geri

veriniz, ııdiye feryad eden bir Mısır'a sevginiz yok mu­ dur? Evet, evet ! Siz bu kötü talihli Mısır'ı seversiniz ve siz onu şifaya kavuşturmak için en şefkatli bakıma ih­ tiyaç duyan bir hasta anneye ithaf ettiğimiz, o sevgi ile sevmelisiniz.

derin

Fakat sizin aşkınız yalnız duygu halinde kalmama­ lı.

Memlekete

yapacağınız

iyilikle,

çalışma

alanında

kendini göstermelidir. Aziz vatandaşlar, emin olunuz ki, gelecek yurdunuzundur ve sizindir. Mısır'ın iyiliğine ve zenginleşmesine çalışınız ve

Gambeta'ın

sözünü ha­

tırlayınız : Gelecek hiçbir kimse için yasak değildir. ıı · Mustafa Kamil, geleceğe ait ümit ve imanını ya­ nındakilere aşılarken belki andığı Gambeta kadar güzel konuşuyor : ıc .

. .

Diğer

birtakım milletlerin yüzyıllarca yabancı

boyunduruğu altında kaldığını, bunların ebedi olarak ezildiğine inandığını ve bu boyunduruk altındaki m i l ­ letlerin ansızın taze hayat bularak haklarını istedikleri­ ni ve geri aldıklarını ve hürriyetlerine tekrar sahip ol ­ duklarını tarih bize gösterip dururken, gelecekten nn�ı ı

ümitsiz ve küskün olabiliriz?» · «Şüphe altında eğilen ve perişan olan ruhl nr, kü­

çük ruhlardır. Büyük bir ruh sahipleri kan aktıkça ve kendilerinde

da m a rlıınndıı bir dirilik ncrc�;l ı ıwvcut

- 1 17 -


tulundukça ümidi muhafaza ederler. Acaba cesur

ve

metin bir kalb var mıdır ki ümitsizliğin üstesinden ge­ lemesin? Aynı, bir vücut ta hem hayat ve hem ölüm bu­ lunabilir mi? Çünkü ümitsizlik gerçek ve müthiş bir ölümdür. Fertlerin hayatında yüzyıl gibi görünen bir

za­

manın, bir millet hayatında bir saatten ibaret olduğu­ nu hepimiz bilirken, gelecekten nasıl ümitsiz ve kederli ola biliriz? On yılın bir insanın hayatında büyük bir vardır. Fakat on yıl bir milletin

önemi

hayatında ne kadar

küçüktür, ne kadar az yer tutar. Bu ümitsiz kanaatın­ da

samimi olsa bile, milletten ümidi kesmiyen çalışma­

sı suçluluğunu gerekli kılan bir iş yapmış olur.)) «Ümitsizlik bir kuştur ki, onu tabiat ve hayat ka­ bul etmez. O kuş karanlığı sever, yuva olmak üzere ha­ rabeleri seçer.

Bizim

kalplerimiz kendini

karanlığın is­

tilasına bırakmasın. Kalplerimiz ümitsizliğin ev kabul ettiği harabe olmasın . ıı Büyük Mısırlı'nın diğer ifade kudreti olan bir say­ fası, Mehmet Ali paşanın hidivlik makamına geçmesi­ nin yüzünc ü yılı münasebetiyle söylediği nutukta he­ yecanlı

bir h itabı

var ki bunu da söylemeden geçeme­

yeceğim :

«Efendiler

ve sevgili vatandaşlar, size ait bir şan ve

şerefi ve yok olmuş bir kudret ve ihtişamı hatırlatmak ve Mısır'ın ve mısırlıların hayatında mevcut hatırala­ rın en büyüğ·ünü ululamak için bu akşam sizin yarunı­ za gelirken bu nutku dinlemekten hRz duyacağınızı .·bi­ liyorum. Ve gene biliyorum ki , Mısır şan ve şerefUıin en büyük sebebi, şerefine yapılacak en iyi gösterinin

Mehmet Ali paşa devrini ve eserlerini

bizim zamanı ­

mız ve eserimiz ile karşılaştırmaktan

tarihin verdiği

-

1 18

-


· faydalı dersleri meydana çıkarmaktan ve dünkü vatanı ·olduğu gibi, yani büyük refaha dayalı ve mesut olarak ve bugünkü vatanı da görüldüğü üzere, yani parçalan­ mış, istiklalinin matemiyle yanan ve milletler arasında şeref ve ihtişam bayrağını dik başlılıkla dalgalandırdı­ , ğı güzel günlerin hasretiyle gözü

yaşlı olarak göster­

mekten ibaret olduğuna ve başka birşey yapılmadığına siz de benim gibi inanıyorsunuz. n «Mısır'ın bu saatteki ruh hali neden ibaret olabilir? Alemi yaygaraya vermiş en büyük milletler yarış yap­ mış ve sonra o kadar yüksekten -girdaba düşmek üze­ ıe bir dağ zirvesinden inen bir sel hızıyla- inmiş olan

Mısır'ın ruh hali nedir?n «Sabır, ey sevgili vatan, sabır ! İşte evladın, batış zamanları, muhteşem geçmişi hatırlamak ve çalışma ile mücadele ve sıkı bir birleşme ile zamanları yeniden di­ riltmek için birleşiyorlar.» cc Sabır, ey sevgili vatan, sabı r ! Vicdanlar, vicdan1ara söz söylüyor, ruhlar ruhlara sesleniyor ve birbiri­ n i 'anlıyor. Her Mısırlı biliyor ki, kendisi büyük bir va­ tanın mirasçısıdır. Ve her Mısırlı böyle şerefli ve çok övünülecek bir geçmişe sahip olan bir adamın dünya önünde aşağılık ve sefil ve esaret zincirlerini yüklennf r 1 olarak duramayacağını kendi kendisine

sağlamış ol u -

1·or.ıı «Sabır, sabır ! Mehmet Ali'nin büyük hayalinin 1'. < ' ­ lişini gördüğü, onun ruhunun başlarımız üzerinde u ı_: ı ı . : tuğunu duyduğu, onun bertarafı inleten sesinin ı ı w; ı r lılara en kutlu görevlere davet ettiğini, işittiği w �;ı ı ı ı unda onun kuvvetli iktidarının kurtuluş ve ilcrlPı ııc· ·yolunu gösterdiğine şahit olduğu zaman içinıiıdı• r ı ı : ı Iiyete geçmemekte direnebilen kimdir?ıı ıı İçimizde kimdir ki bu adama, Mehme t A l i 'ye� soy - 119 -


ca, ikbal ve mutluluk veyahut büyüklük ve kültür ci­ hetiyle nisbet iddia ettiği halde kendisini mahkum ve esir· görünce nefsini küçük ve aşağılık görmesin.ıı « İçimizde kimdir ki, Mısır'ın Mehmet Ali devrin­ deki azamet ve ihtişamını bildiği halde, bu azamet ve ihti§amın kaybından sorumlu olduğunu ve bunu yeni­ den kurmağa mecbur bulunduğunu kendi kendisine iti­ raf etmesin.» Tenkitçilerin bu ifademden

hayrete

suretle söylendiğini buradan işitiyorum:

düşerek şu

Acayip !

Bize

hitap eden adam Mısınn şimdiki halde, veya gelecek­ te eski ikbalini tekrar kazanacağını ve zamanın

bile

kıskançlığını tahrik eden ve kendisinden hain bir el ta­ rafından yok edilen şerefli üniformasını yeniden giye­ ceğini ümit ediyor mu?ıı «Efendiler, teminat veririm ve arzP.derim ki, Mısır­ lı, memleketi için geçmiş kadar güzel ve azametli bir­ gel ecek ümit etmek hakkına sahiptir. Bunun aksini id­ dia nasıl mümkün olur ki, Mehmet Ali'nin bütün hayatı bize sebatlı çalışmanın daima başarıyla mükafatıandı­ ğını, mücadele ve çalışmanın dalına mükafata eriştiğini ve halkı bugünkü nüfusuna

nisbetle üçte iki noksan

şimdi tekrar en mükemmel bir ilerlemeye ve en parlak iken, bu kadar büyük başarılar gösteren bir milletin bir medeniyete girişebileceğini öğretiyor. ıı Büyük Mısırlının bu, «Sabır, ey sevgili vatan, sa­

bır.,, kelimeleriyle başlayan hitabını her işittikçe , ya­ hut okudukça makalenin başında tasvir ettiğim heye­ can bende tekrarlanıyor ve yeniden

gözlerim yaşarı­

yor. Mısırın fikren ve kalben asil bir evladından,

bir

büyük kardeşimizden, bir seçkin ve eşsiz vatandaşımız­ dan çıkan bu sözlerde titretici bir belagat var. Fikrimce

- 120 -


en çılgın bir aşıkın sevgiliye hitabı, Mustafa Kamil'in vatana ait olan bu güzel sözlerinden daha etkili ve da­ ha büyüleyici değildir. 11Sabır, ey sevgili vatan, sabır ! n İman ve ümidin ne derin bir ifadesi ! Ne aşıkane ve ne azimli bir söz ! Bu

benim için daima tekrar edilen, ümit ve imanda her za­ man devamlılık kuvvetini veren bir şiir oldu. Büyük milletlere ait medeni harikaları, başka mil­ letlerin yapamıyacağı ilerlemeleri, onlardaki azamet ve ihtişam eserlerini gördükçe ve işittikçe benim

kalbim

boş yakınmalar, gururunu yıkan hasret hıçkırıklarıyla dolmuyor, aşkımın, imamının ve ümidimin yeni bir fe­ veranı altında memleketin hayaline karşı kuvvetli bir sesle bağırıyorum : «Sabır, ey sevgili vatan, sabır ! » Avrupa'yı gözüyle görmüş veya ona kulağıyla mut­ tali olmuş Türklerin bazı toplantı yerlerinde içlerini çe­ kerek mum söndürecek kadar şiddetli

(Ahh ve vahh)

ları her saniye tekrar ederek Avrupa güzelliğini andık­ larını derin bir endişe içinde farkına varmadan üzüntü yayan gibi en affedilmez bir kabahatı yapmaktan çe­ kinmediklerini görüyorum. O zaman gene en aziz ve içli

hislerim dalgalanıyor. Yurdu

ölüme mahkum bi­

len, onun için parlak bir gelecek tahmin etmeyi bir deli­ lik . bilen ve Avrupa'ya göç etmek arzusuyla batıya ait garip ve gülünç bir sıla hasreti ile huzursuz olan bu gafil adamların yüzüne gene şu sözleri fırlatıyorum : Sabır, ey sevgili vatan, sabır !

1 1 Mayıs 1 330

·--

121

·--


Sofya ve Ayasofya cıHusumet, gulane bir kuvvet verir. Tecavüz fikri en müessir silahtır.» «Tasvir-i efkarıı ın son sayılarından birinde bir Se1anik mektubu vardı. Mektubun bir bölümü, fikrimce

bir haftadan beri bütün basının yaydığı haberlerden,

yeni olaylardan daha önemlidir. Onu okuyucularımla beraber bir daha okuyacağım : <ıKral Kostantin, prens Aleksandır ile Makedonya'­ ya yaptığ1 askeri gezisi sırasında çeşitli kasabalara uğ­ rayarak halkın istek ve arzularını da dinliyormuş. Bu gezisi sı ra�ında Karaferye'de çeşitli

heyetleri h�zuru­

na kaimi etmiş ve Dolmuşa köyü muhtarı Atnaş Akar­ yofya'ya bir � ikayeti olup olmadığını sormuş. Zavallı hayalen ezik muhtar büyük bir üzüntüyle : - Ha!?metmeap, hiçbir şikayetim yok.

Yalnız

İs­

tanbul'un henüz alınmamasından şikayetçiyim ! Buyur­ muş. Kral bu gayretli muhtarın arzusuyla kendi duy­ gusu arasındaki ilgiye memnun olmuş olmalı ki güle­ rek: - Merak etme, evelallah İstanbul'a gitmemi«e az kaldı . . . )j demiş.

Bu

küçük konuşma «elenizmıı aleminin en küçük

- 122 -


parçasından ,en

büyük parçasına,

köy muhtarından

krala kadar bütün kişilerine hakim, canlı ve ateşli bir hırsı, ısrarlı ve saldırgan bir rüyayı düzgün bir şekil­ de açıklıyor. Yunanlıların bizim İstanbul'umuza sahip olmak ar­ zu ve ihtirasını köy muhtarıyla kraldan dinlemeden ön­ ce birçok sözü şahitlerden duymuş ve öğrenmiştik. Ay­ dın ve çalışkan naşir İbrahim Uyanu

Hilmi

bey

ccTürkiye

adlı güzel ve heyecan verici bir kitabında yu­

nalıların davasını anlatmış, son gezisinde ccBirçok yu­ nanlılardan ya trakya, ya da İzmir yolu ile İstanbul'a ineceklerini, bütün Arabistan ve Anadolu kıyılarına ha� kim olacaklarını» işittiğini haber vermişti. Yunanlılar, eskiden beri İstanbul hakkında inkar edilmez bir emel besliyorlardı. Fakat son başarılardan sonra bu

emel

hastalık haline geldi. Büyük müslüman ve Türk

şehri

<celenizm» için bir hedef oldu. Bu iddia ne kadar

garip

·görülürse görülsün son Balkan harbinin beklenilmeyen gaıip sonuçlarından biri de Yunan emperyalizmidir.

Öyl e

sanıyorum ki tek hedefi İstanbul olan bu em­

peryalizmin bu temsilcisi

genişleme hummasının

ccİspiros

Maçokasıı dır .

en heyecanlı

Sözü nakdetmeden,

söyleyen adamın hüviyetini anlatmış olmak için «Maço­ kas ıı ı birkaç kelime ile tanımlayacağım. Bana bu Yu­ nan şairi hakkında bazı kıymetli bilgi göndermek 1U t­ funda bulunan muhterem

bir okuyucumun inancma

göre yunanlılar yanında Kostantin, Venizelos ne isl'. milli şair Maçokas'da odur. Maçokas, savaştan

iincl' dünyada Yunanlıların yaşadığı her yeri dolaşım� . l ı aW\ Amerika'ya gitmiş, bütün ırkdaşlarına milli ül k iiyii Vl' öç alma fikrini aşılamış, ordu ve donanma ic.:iıı, ha�ı� toplamışt;r. Şairi savaş başladıktan sonra a skl'rlı·r ara-

-- 123 -


sında görüyoruz. Maçokas erler arasına karışıyor, kötü talihli Selanik'te boğazı yırtılıncaya kadar ateşli , he­ yecanlı şiirler okuyarak beyaz kule üstüne Yunan ban­ dırasını kendi eliyle dikiyor, Bulgarlar'la savaş

ilan

olununca Maçokas, gene ordu ile beraber yaşıyor, aske­ ıin içinde dolaşıyor, yazıyor, okuyor ve onları heyecan­ landırıyor. İşte size kısaca tanıttığım bu adam, milli şair Maço­ kas, Yunan milliyetçiliğinin yeni şeklini, Yunan emper­ yalizmini gayet veciz bir şekilde ifade etmiştir: ııKesin­ likle ümitliyim ki, kral Sofya'ya da girecek, Ayasofya'­ da.ıı Bu kadar varlık gösteren Yunan milliyetçiliğinin bir ateş haline geldiği her gün bir örnekle görülüyor. Gün geçmiyor ki zavallı bayrağımız gölgesi altında yaşayan bu memlekette bir ııelenizmn mensubunun ayaklarıyla çiğnenmesin, gün geçmiyor

ki

mukaddesatımız gene

11 elenizmn taraftarları tarafından hakarete uğramasın, gün geçmiyor ki erkenden

gazeteleri açtığımız zaman

İstanbul'da , İzmir'de, Vize'de, Gemlik'de . . . la rda ufak

ta

çıkan olay­

olsa bir uelenizmn suikastını duymuş ol­

mayalım . * **

Bütün bu sözleri, bütün bu olayları söylemek hikaye etmekten maksadım yunanlılarla

ve

alay etmek

değildir. Bir yazar için bu kolay kötülemeler kadar şe­ reften uzak bir hareket düşünülemez. Esasen yenilmiş bir milletin yenen bir milletle eğlenmeğe hakkı yoktur. Yurdunu bir mislinden fazla genişleten bir kralın söy­ lediği :

ı(İstanbul'a gitmemize az kaldı ! )) sözü milli -şai­

rin dini inanış ile söylediği : ııSofya'da ve Ayasofya'da»

- 1 24 -


nakaratı bizde kahk ahalar attırmamalı, alnımızı çizgi­ lerle dolduracak kadar derin düşünceler meydana ge­ tirmelidir. <cSofya'da, Ayasofya'da ! ıı İşte yeni bir ültimatom : Buna ciddiyetiyle, önemiyle ve korkunçluğuyla orantılı bir sürü cevap ister. Ne yapacağız? Savaş mı? Hayır; taarruza hazırlan­ malıyız. Elenizmin tehditleri, çıkardığı dramlar herşeyden evvel bizde milliyetçiliği öfkelendirmeli, kalbimizde ya­ nan kutlu kıvılcımı alevlendirmeli -hayır, hayır ! fik­ rimi daha şiddetli bir kelime ile ifade edeyim- bizi bütün anlamıyla çıldırtmalıdır. İşte gösterişsiz, cüce, çirkin bir haydut, fitne, hile� kar, alçak bir şerir . . . Karanlıkta gizleniyor ve sizin için bir suikast hazırlıyor. İlk kurşunla topuğunuzdan vu­ ruluyorsunuz. İkinci kurşun bacağınızı yaralıyor. Son­ ra kollarınız, kalbiniz, göğsünüz. . . Yan ölmüş, kanlar içerisinde yatıyorsunuz. Şerir şimdi altıncı kurşunu ba­ şınıza çekmek için nişan almakla meşgul. Siz bunu yat ­ tığınız yerden görüyorsunuz . . . Bence yunanlılıkla Türklüğün karşı karşıya duru munu bundan iyi tanımlayan birşey yoktur. Zavallı yur ­ dumuzu ccelenizm» nasıl parçaladı? Bu hepimizin ha

bölge vı· Onu ıd makla bizi kalbimizden vurdular-, Makedonya, Ol r i l. fmısındadır. Evvela şimdi

İlyada dedikleri

Mora . . . Sonra sırasıyla Tisalya, Epir, Selanik ve adalar. . .

-

Şimdi yunanlılık tabancasında kul ı u ı :mı ı

kurşunu başımıza indirmek, başımızı parçalnmıık inl i · yor ve herşey isbat ediyor ki nişan alıyor. Bu son kurşun isabet ederse yere dfü;ec·Pk vı· ük -

- 1 25 -


cek kimdir? Bir büyük İslam halifeliği, bir şanlı Osman­ lı devleti, bir büyük Türk saltanatı . . . Bütün Müslümanlar, bütün Türkler bunu düşün­ sün, bunu hayal etsin, gösterişsiz, cüce , iğrenç yüzlü bir

haydudun son kurşunu altında müslümanlığın, Osman­ lı devletinin, Türk saltanatının kanlar içinde yere yı­ kıldığını görsün. Sonra o caninin mutlu ve muzaffer bir sevinç narası attığını işitsin . . . Her Türk ve Müs­ lüman bunu görsün, bunu duysun ve çıldırsın ! Bu çıldırmak, maneviyat�n böyle bir ihtilali . . . İşte

kurtuluş, işte şifa ! Bir kaplan

bütün yavrularının parçalanmak teh­

likesine maruz kaldığını görünce ansızın içinde Allah vergisi bir seziyle harikfüade bir kuvvet bulur, ((Eleniz­ minı> şimdiden gördüğü

bu zafer rüyasını, İstanbul'un

ve · bütün Anadolu'nun alınması manzarasını gözümü­ zün önüne getirdiğimiz zaman

o

kuvvet bizim manevi­

yatımızda da meydana çıkacaktır. Zamansız aşırılıkları, zararlı çalışmaları, müsbet ve salim bir görüşe dayanmayan hareketleri ölünceye ka­ dar suçlu görecek olan benim gibi bir adam, bu sözleri halkı şuursuz taşkınlıklara sevk için söylemez. Bu söz­ lerin gerektirdiği gerçek mana, korkunç

bir tehlikeyi

uzaklaştırmak için geleceğe ait bir ortak çalışma esas­ lannı şimdiden hazırlamak gereğinden başka birşey de­ ğildir. Tehlikelerin en büyüğüyle karşı

karşıya

geldik.

«Elenizmn in son kurşunuyla başından vurarak yere ya­ tırmak istediği vücut İslam hilafeti , Osmanlı devleti ve • Türk saltanatıdır. Şimdi kalbimizde tutuşmuş bir mil­ liyetçilik, kıvılcım

saçan bir düşmanlık yerleşmeli

- 1 26 -

ve


bütün maddiyatımız ve maneviyatımız tedbirli bir heyet ve hükümetin

yarın şuurlu, .

işaretiyle bir dinamit

kütlesi gibi patlamalıdır. uSofya'ya da, Ayasofya'ya da ! » Onlar

gene böyle ·

bağırmakta devam etsinler, naralarla Atina'nın ufukla­ rını çınlatsınlar, Akropol'de bu sesler gök gürültüsü gi­ bi akis yapsın . . . Bizim, Müslüman

Türk gençliğinin, .

elenizmin tehditlerine karşı yaygaralardan kaçınarak vakarlı bir süküt içinde yılmadan ve inatla bir çalışma. ve sebat ile takip edeceğimiz ve birgün gelişini görmek­ le mutlu olacağımız bir gaye var ki, onu şu iki kelime • özetler: Selaniğe ve Atina'ya ! 18 Mayıs 1330

-- - i 2 7 - --



Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.