Mahmut Atilla Aykut - Büyük Türk Romanı - Silah Arkadaşları

Page 1



aa,ak Tlrk

Roma••

Y A Z A il llAHllUT ATILLA AYKUT

I

I c;�, / •'

'

/

, .....-·

Birine•

baallıt


ÇIKARAN: 1925

TÜRKiYE YAYINEYI 1942


KARA GÜN

,

Mart :ı9ao ... "Fransız generalinin şehrimize vürudu münasebetile bir kısım va�andaşlarımız tarafından icra olunan nümayiş, Türkün kalbinde ve tarihinde müebbet kamyacak bir ceriha açtı. :ı7

Aradan asırlar geçse ve bugünkü hüzün ve edbarımız şevk ve ikbale münkalip olsa yine bu acıyı hissedecek ve bu lıüzün ve teessürü evlat ve ahfadımıza nesilden nesile aglatacak bir miras olarak terkedecejiz. Alm,anya orduları :ı87:ı senesinde Parise dahil olarak Büyük Napolyonun neşidei mütehaccirei muzafleriyatı olan takı zafer altından geçerken bile lransızlar bizim kadar hakaret görmemiştir. Çünkü lransız namını taşıyan her fert, çünkü yalnız hıristiyanlar değil, yahudi lransızlarla Ceza­ yirli Müslümanlar o matemi ıriilli karşısında aynı telehhül ve hicap ile ağlamışlar ve kızarmışlardı. Biz ise mevcudiyeti milliye ve Jisaniyelerini bizim uluvvü cenahımıza medyun olan bir kısım halkın hay ve huy şema­ tetile matemi muazzezimize en acı hakaretlerin birer tokat şeklinde atıldığını gördük. (Buna müstahak değildik). diyemeyiz. Müstahak olma­ saydık, bu felakete düçar olmazdık. Her milletin sahaili ha­ yatında birçok ikbal ve edbar sayfaları vardır. Fransa kralı birinci Fransovayı, (Şarlken)in mahpesinden kurtarmış ve koca Viyana şehrini kerrat ile sarmış bir milletin, defteri mu­ kadderatında böyle bir satrı elim m',:Jstur imiş. Her hal müte­ havvildir, sabredeceğiz ve zamanın yürüyüşünü seyre­ deceğiz.,, SÜLEYMAN NAZİF

...


SiLAH

ARhADAŞLARI

1

öprü üzerinde biriken halk, bir dalga gibi kabardı. Ve bir alkış gürültüsü başladı. Zenci fransız müstemleke askeri geçiyor. Arkadan beyaz ab. üzerinde eski Ro­ malılann muzaffer Trayanlannı taklit eden fransız generali geliyor. Dört harp yılını askerden kaçıp para kazanmakla geçiren, Türkten gayri insan sürüleri, avuçlannı pat­ latıyorlar. Yalnız paramızı al�k için bize uzanan bu eller, Avus­ turya payitahtını kurtarmak için sü ngüsünü �arpat dağlanna kadar uzatan Türkün Anburnunda denize döktüğü düşmanı. alkışhyor. Kafamda bir şimşek çaktı. Bunun ışığında yedi ccddimfo ta­ rihleri yılap yapan hayalini gördüm ve içimden taşıp gelen hıncı­ mın gayzı ile haylardım: - Kahrolsun! Bu alkış ve mızıka gürültüsü içinde bir yanardağ patlayışına benziyen sesimin şiddetinden kendim'. de ürkmüştüm. Etrafımdaki kalabalık tokat yemiş bir sinek kümesi gibi karıştı. Kulakla.fi� � :. uğulduyordu. Uzaktan, yalandan sesler işitiyordum: ,; - Vurun, tutun! ·

·

O-zerime gelen iri buru�lu b_i_ı:_adEI� b�_!!ma doğfu •kalkan el_i11.��_!?!:itü n �!Jıpla tu�p �VU_!<!_um_:. Benim toprağı�da, beniII! evimde bana el kaldıran bu küs�h, ekm�ğin(yedifi haldC--;;nkörfük etti_jjJ?_ı,_ı JçprafLQ kald;nmını �Piu.--: -

· · --·-

------

-- -- ----

---

· --------,--- · · --· - · -

__

----· ··-·

·

·

..

----

Artık deli olmuştum. Lakin etrafırn,ı saran onun gibi yüzlerce nankör, önlerinden geçen süngülülerden cesaret alarak kabann'ışlardı. Fakat; kendi toprağımda, nankör yurddaşlanmın ayaklan albnda can vermiye niyetim yoktu. Bir anda fırladım. Üzeri� kalkan bir bastonu kaptım ve etrafnnı çeviren kalabalığı yırtarak deli gibi koştum. Nereye kaçıyordum?


MJLLI ROMAN -

-- -----

5

Arkamdan koşanlar i�dat çağırıyorlardı. - Polis, polis! Bu feryatlar vtı peşimden gelen ayak sesleri arasında önümde büyük bir gölge belirdi. Ve bir kıskaç gibi bileklerime yapıştı: - Yürü! Kimdi bu? Kalın sesini bir daha duydum: - Y:ürü rru:rkeze! Yetişen kalabalık etrafırn'lzı sa.rnlıştı. Bileklerime kerpeten gi­ bi yapışan adam muhakkak bir sivil zabıta memuruydu. Silkinip fırlamak için fıİ'sat kolluyord�. Bu demir gibi sert ellerin sahibi, yalnız benim işiteceğim• bir sesle - Yürü benimle, kurtulursun!

kulağıma fısıldadı:

Bu seste iliklerim.e kadar işliyen bir şefkat vardı. Etraftakiler, yakalandığınu görünce beni mahrum olmuşlar, şimdi her dilden tahkirler

dövmek zevkinden yağdırıp, işgal or­

duları inzibabna teslim edilmem için beni yakalıyan taharri mıe­ muruna alal öğretiyorlardı. Bileklerimi kelepçe gibi kilitliyen adan'\,· onlara karşı bana çı­ Jaşır gibi haykırdı:

:...·.,_ Yürü, diyorum. Yürü karakola! Bu kalın sesin ağırlığında bile insanı korkutrmyan bir yumu­ şaklık vardı.,Etrafımı. saran kalabalık, işgal orduları kum,andanı·

'tt

na hakaret 'e en suçluya yol verdi ve bir bataklıktan çıkar gibi bu yapışkan insan kümesi arasından sıyrıldık. Arkamdan dice, rumco, ermenice, frenkçe bağınp duruyorlardı.

bili

yahu­

Beni tutan bu adam kimdi? Sahiden bir dost

muydu,

yoksa beni dedikleri

gibi yabana

devlet polisine teslim edecek bir hafiye, veya casus�? Kalabalıktan kurtulunca, şüpheletjme mağl<lp olarak kaÇ111i$yt kurdum. Hem.en tecrübeye

�ek

için hazırlanıyordUlll) ki, bi­

leklerimi tutan ellerin yavaş yavaş gevşediğini hi�m. daha yumuşayan sesini. duydum: - 1(.orlarui, kurtuldun. Fakat vardır ...

kaçm:tya kal�,

Bu

sefer

takip eden


SIIJ\.H ARKADAŞLARI

6

İçime derin bir emniyet geldi. Düştüğüm; zaman çenem yere çarp�ş. çok acıyor. Yanımdaki adam, elimi serbest bırakınca, yokladım. Eli�e kan bulaştı.

Ve

ancak o zaman farkettim, çenemden akan kanlar üstüme, panta­ lonuma damlaniış, gelip geçen bana bakıyor. Dizlerimde dermansızlık var. Köprü meydanına gelince yanımdaki adam beni bir arabaya bindirdi ve arabacıya yavaşça: - Laleliye! Dedi. Çenemdeki yaranın acısı gözlerime, beynime

V'Uruyor. Başa

inen yumrukların .dimağa tesiri oluyor. İlk heyecan geçtikçe başı­ mın

.

ağnsı artnııya başladı. Arasıra kendimi kaybediyordum.

Ve öyle oldu ki; arabanın sarsıntısı ile yavaş yavaş, kulakla­

nın

uğuldaya, uğuldaya gözlerimin kapandığını hissettim. BaŞlnl

bir külçe gibi göğsüme düştü. il

özlerimi açtığım zaman kendimi. hiç gör­ mediğim bir

odada

buldum. Yanımda

başı namaz bezi ile sanlnuş hiç "tanıma­ dığım bir ihtiyar kadın vardı. Gözlerimi açtığımı

görünce haykırdı:

- Oh, çok şükür Allahıma 1

Ve

bana

birşey

sormadan kapıya

doğru seslendi: .__:_Feriha, Feriha kıiım Babana haber ver, hasta gözlerini açtı. ..

Neredeyi°' ben. Kimin eviydi burası. Ne zamandanberi yatıyordum. Çenem, başım sargı içinde. Ne olrnı'Uştulllj ben? 'tekrar yanıma gelen ihtiyar kadına sordUJll': -. Teyzeciğim; neredeyim; ben? Fakat çenemin ağnsından bunu o·. kadar güçlükle söyledim ki, k&duıeQğız galiba anlıyamach. Başını iki elite beraber yukan kal­ dırdı:


MiLLi ROMAN

7.

--�---

- Şükür Tanrıya evladım. Geçmiş olsun. Diye yeni bir duaya başladı. Gözlerimi etrafıma çeviriyordu111. Perdeleri kapalı, bir oda. Tam

karşım.deki duvarda

büyük

çerçeveli, yağlıboya bir portre. Bir genç zabit portresi. Sağ varda üzerinde işlemeli

örtü görünen

du­ bir levha.. Kalın bir talik

yazı ile şu iki sabrı okudum:

Geçme namerd köprüsünden ko, apartsın su

seni. .

Ve onun yanında bir levha daha:

Men sabere, zalere

.•

Çenemin acısı, başınun ağnsı arasında kulaklarımdan gitmi­ yen o ecnebi marşın zırıltısı birdenbire araya birçok boşluklar gir­ rn�ş gibi kesildi. Levhada okuduğum bu üç kelime

bana kuvvet

vermişti. Yanımda, elinde tesbihi, dilinde duası ile nunldanan bu mü-: barek kadın kimdi? Ona tekrar nerede olduğum:U sormağa hazırlaruyordum ki ka­ pı

hızla açıldı ve içeriye, resmµtl duyarda gördüğüm. orta

yaşlı

zabit girdi. Bu çehre, bana, yabancı gelm,iyordu. Elimi tuttu. Mavi gözleri o kadar şefkat doluydu ki üzerinde­ ki

heybete rağmen tatlı bir sesle

ve

teklifsizce habnmı sordu:

- Nasıl oldun, bakalım evlat? Rahat rn;ı.sın? Yataktan doğrulmıya çalışarak teşekkür ettim. Fakat müsaa­ de�: - Kımıldanma. Dinlenmeğe ihtiyacın var. Yalruz bana evinin adresini ver de, haber gönderelim. Burada

olduğunu söyliyelim.

Merak etmesinler. Sen de rahabna bak. Bir Türk zabitinin evin­ desin; Birkaç gün ortaya çıkman doğru değil. Şimdi dinlen baka­ lım. Ben çıloyorum. Görüşürüz yine! Verdiğim adresi defterine yazdı. Sonra ihtiyar kadına döndü:

- Ben gidiyorum anne. Ferihayı göndereceğim. Yaralara bir pansıman daha yapsın. Beni anyan olursa dışarı çıktı, nereye git:­ tiğini bilmiyoruz, deyin!


8

SiLAH

ARKADAŞLARI

Ve çevik adımlarla yürüdü. Çıktı. Başım: o kadar ağrıyor ki 1 Bizim.kiler, kinfuilir ne merak içindedirler? Zavallı ağabeyim, zaten kendi derdile uğraşıyor. Nedir bu çektiğim'iz yarabbi... Bu kadar hakarete uğramak için ne günah işledik? Makineli tüfek grup ku�danı iken askerin terhisinden son­ ra Harbiye Nezareti emrinde açıkta kalan ağabeyim. lstanbulun işgali günündenberi kabına sığamıyor. Cephelerde göğsünü gere gere karşılaşbğı düşmanları memleketin sokaklarında görmiye tah81IIJ1'Ül edemiyor. Günlerdenberi o kadar perişan ki.. Genç bir kansı, topuz gibi bir de oğlu var. Yengem çocuğu ve kocası için çıldıran bir kadın. Böyle sevgililerin hayat m.esuliyetini taşıyan ağabeyimin kafasında ne fırtınalar gürlüyor. Biliyorum.. Memle­ ketin uğradığı bu akıbet, herkesten fazla onu ve onun gibileri sarsı­ yor. İşte şu tanımadığım, fakat evimde im;işim gibi şefkat gördü­ ğü� bu çatı altında da bir Türk zabitinin ailesi barınıyor. Bu yuvalar Türk vatanının desteği, tem.el taşı... Ve Düşmanın bütün hıncı da bunlar üstünde, Ça,nakkalede yenel:I\ediği Türk ordusu­ nun yuvalarını dağıtmak istiyor. Ne olacak? Türkün can evine yapılan bu baskının sonu ne olacak? Bunu düşürunck bile insanı kudurtuyor. Çünkü Türkün mağ­ rur, her zaman kalkık başını eğdirm,ek için en mayası bozuk se­ filleri vasıta yapan düşm,anlar gittikçe azıyorlar. Ben ki mücadele hayatına girmemiş, Hukuk Fakültesinin son sınıf iıntihanlannı venniye hazırlanan bir mektep talebesiyim. On dokuz yıllık öm,riinide ilk defa gururumun , şuurumµ, yok ede­ cek bir isyanla şahlandığını görmemiştim.. Lakin hadiseler, ilm1n masum nazariyelerini o kadar gülünç hale getiriyor ki! Birkaç gün sonra (Hukuku düvel) i�han.LIJ\1 ' verecektim. Fakat asabım o kadar bozuktu ki, hukuku düvel ulemasının, sayfalar dolduran bütün o ağır nazariyeleri, metodlan kafama girmiyordu. Gözlerimin önünde öyle vakalar oluyordu ki, benim (Hukuku


MiLLi

ROMAN

-

- -----

----- ---------·--·-· -··--·-- -

9

düvel) ciltleri üstünde sallanan kafam,, bir bostan korkuluğu gibi gülünç

görünüyordu.

Ve

gülünç olmak değil, gururuna toz kon­

dumıaktan bile ürken Türk ruhu bu çirkin ve bayağı hakaretlere �bilirdi? Ben bile kendim,e

hikim olamadan ne!��

yapriiiştim. Düşünüyorum da, �atanın şeref, namus ve istiklAl da­

valanın iiRFleriae elan oıdu zabıtlerinin yas�a hak verii� -----------------------·�m. -

----·-

-----

Gözlerim kapalı, dalmak üzereyim. Güzel bir leylik kokusu. Göz kapaklanm kalktı. Bir genç kız .. Mavi gözleri, güneşli bir deniz gibi. - Geçmiş olsun, efendill\. Çenemn acısından ağzımı açmadan güçlükle konuşuyorum: - Teşekkür ederim, efendim. Yanımdan aynlm1yan ihtiyar teyze, gözlerinin içi gülerek bana ·döndü: - Torunum Feriha! dedi. Biraz evvel görüştüğüm binbaşının kızı olacak. Lüle lüle san saçlaruun çevrelediği masum yüzünde ne sıcak bir şefkat var. Ya­

nıma yaklaştı.

- Müsaade ederseniz, sargılan değiştireyim. - Teşekkürler ederim. Zahmet olacak Feriha Hanım. Bir hastabakıcı merhametile sargılan açtı. Büyük annesinin de yardıIIU ile yaralanmı temizledi. Eter ve alkol kokulan odayı bir hastane havasile doldurdu. Büyük hanım. çok şefkatli bir kadın. - Evlidım, adını söylediler amma unuttum, neydi bakayım? - Seyfi. - Ha .. Başta akıl kalmadı ki! Neyse Seyfi Bey biraz iyisin ya?

oğlum şimdi

- Çok iyiyim valde hanım. Ayakta duran genç kıza döndü: - Haydi kırım, .Seyfi Beym çorbasını getir. - Peki büyük anne.

/ -- -


10

·

Genç kız elinde bir tepsi ile

----------

dönerken

SiLAH ARKADAŞLARI büyük

hamm odanın

öbür köşesinde seccadesini yaym,ış namaz kılıyordu. Ne temiz, ne sıcak bir aile yuvası! Ben doğma büyüme

K'astem,onuluyum. Babam:ı

küçükken

kaybetmişim. Annem: birkaç parça arazinin gelirile beni ve ağabe­ yiıaj. büyüttü. Aranuzda epey yaş farkı olan ağabeyim, zabit olun­ ca beni himayesine aldı. Onun İstenbulda

evlenerek yerleşmesi.

benim buraya gelip hukuk tahsili yapmaım temin etti. Ne çare ki, tam son imtihanlannu verip diploma alacağım günlerde hayatımız altüst oldu. Şu dakikada içinde

bulunduğum aile

yuvasının bu

samimi havası, geçirdiğim tehlikenin hatırasım değil, mütarekenin ilk günlerindenberi yaşadığım buhranın sıkıntısım de unutturdu. Ne temiz, ne can, ne şefkatli insanlar var! Binbaşı geç vakit geldi. Hatınnu sordu. Annesinden maHlmat aldı. Sonra bir bahane ile, ihtiyar kadını aşağıya yolladıktan sonra karyolamn yanındaki sandalyayı biraz daha yaklaştırdı: - Verdiğin adrese gittim. Ağabeyin de evde idi, onunla silfilı arkadaşı olduğumuzu neye söylemedin. Çıka çıka karşıma Kastamonu çıkmasın nu? Aram:ızda iki sınıf uzun

Sait

fark :vardı. Ne ise,

boylu konuştuk. Yarın sabah geleceğini söyledi, fakat ş1mdi

başka bir mesele var. İkinci pansımandan sonra çenem Binbaşımn son

cü:ın;Iesini

- Ne var efendim?

daha rahat işliyebiliyordu­

duyunca gözlerim açıldı: ·

- Tewşa lüzum yok. Sivil memurlardan bir

tanıdığım var-

dır. Bugün ona tesadüf etmiştim. İşin içyüzünü bildiği yok. Orta­ lıktan, dünkü nümayişlerden bahsederken bana isgal ordusu za­ bıtasııun seni şiddetle aradığını haber verdi. Bütün merkezlere sı-· kı emirler verilmiş. İşgal ordusunu, kumandanlarım, milli marşla­ rını tahkir eden genci hanl hanl arıyorlar.

Birçokları senin bir sivil memur tarafından karakola götürül­ düğünü söylemişler, anlıyorsun. ya. İtilM devletleri zabıtası şimdi karakollardan bu siviİ memurun götürdüğü· suçluyu istiyor.


Mtlll ROMAN --------

11

---

Benim heyecandan ter dö�e başla mama

rağmen binbaşı

bol bir kahkaha attı: - Malfim ya taharri mem'uru ben, suçlu da sen. Onun neşesi bana da emniyet verdi. Fakat binbaşı ilave etti : - Polis tarama usulü ile seni an.yor, ve belki de

seni burada

bulacaklar. Malfun. ya fisebilillah gam,mazlık edenler pek çoktur. Hüviyetini tesbit

ederlerse ağabeyini de

sıkıştıracaklar. Bunun

için.... Devam etmesine hrsat vermedim: - Ben derhal gider, teslim olurum binbaşım. Benim yüzüm den.... Bu sefer o sözümü tamamlamama engel oldu.

- Ne münasebeti. Ben her§eyi

düşündüm;. Seni Boğaziçinde

akrabalarımızdan birinin yalısına göndereceğim. Zaten ben de izimi kaybetmek istiyorum. İş yatışıncıya kadar ba nrunz. Anadolu ile muhaberedeyirn. Bizim burada bir grubuınllz var. Dün ağabeyin­ le görüştük. Ona da vazüe verdik. Bugünlerde herhalde birşeyler olacak. Bakalım, belki de Boğaziçinden Anadoluya geçeceğim. Birdenbire vücudünie bir ateş yayıldı, çenemdeki bağlan unu­ tup yatağımdan fırladım: - Binbaşım beni de götiimfez misin? Düşünceli gözleri üzerime dikildi. Kır düşmüş başı sert bir ha­ reketle eğildi: - Olur. Onu da düşünürüz. Fakat

herhalde

buradan uzak­

laşmak liizu:q. Sen bu gece dinlen! Yarin annemle Ferha seni ka­ dın kıyafetine sokarlar. Hep beraber dediğim yere gidersiniz. Ge­ çen gün seni eve getirirken, arabadan indirirken

görenler olmuş.

Bir boşboğazlık her işi bozar. Onun için temkinli olmalıyız. Şimdi yat bakalım. Benim biraz daha işim, var. Ve beni askerce selamladı, odadan çıktı. Binbaşının gözlerinde derin bir düşünce var. Ömrü top, tüfek sesleri dinlem,ekle geçen bu yiğit ada� vazifeyi herşeyin üstünde tamyan o yüksek ruhlu -ideal sahibi· insanlardan... Emreder gibi söylüyor. Fakat onun emıirlerine itaat ehJ\ek insana zevk veriyor.


12

·· ·

----·

SiLAH ARKADAŞLAR(

Korkunç rüyalar içinde geçen bir gecenin sabahı kendimıi daha iyi hissettim. Ve daha kimse gelip kapı� vurmadan yatağımdan kalkbm,. Çenenilie yaranın yeri hali acıyor. Fakat vücudüm eski kuvvetini bulm;uş. Perdeyi araladım. Kademeli kademeli bir çab yığınından sonra Marm,ara bütün genişliği ile gözlerimin albna yayıldı. Sakin bir hava... Güneş denizde yıkanıyor. Uzakta, ufukta bir posta vapuru kurşuni bir siluet halinde yol alıyor. Sokağa balayorum. Biraz ilerde büyük bir bina var. Kapısın­ daki levhada ( Nüm'une Mektebi ) yazılı. Birkaç çocuk mektebe geliyor. Bunlann birşeyden haberleri yok. Memlekette bi.rşeyler olduğunu görüyorlar. Annelerinden, babalarından acı şeyler işiti­ yorlar. Fakat bu olan biten şeylerin-neticesini, onların hayatı üze­ rindeki tesirlerini anlıyorlar mı? Keşki ben de onlar kadar olsaydım. Benim ızencliifün de kan ve barut kokularile geçti. Balkan mu­ harebesi, Trablusgarp muharebesi ve nihayet hali dumanlan tü­ ten Büyük Harp . Ben bu devirler yıkan, devirler. açan ve mil­ yonlarca insanı ölüme götüren katil harp yıllarının çocuğuyum. Bugün on dokuz yaşındayım:. Önümde uzun yıllar var. Fa­ kat bugün ve yarın beni bekliyen mücadelenin dünkünden daha ..

güç olımyacağmı kim temin eder? O kadar dahmşım ki kapının açıldığım duY1ll1:ldım. Binbaşının sert fakat yürekten sesi: Ses - Maşallah. Kalkbn ha 1 K.pını üç dört kere vurdum. çıkmayınca merak ettim. - Çok oldu kalkalı. Dalm:ıştm. Duymac:fım.. Bugün sivil giyinnliş. Ve o kadar değişmişti kil Onüorm.anın mehabeti başka. Fakat binbaşının o ağır tonlu sesi içindeki bütün o hikim enerjiyi ifadeye kifi gelmiyor. Kuvvetle elimi sıktı: - Nasıl bakalım delikanlı. Bugün yolculuk var değil mi? - Teşekkür ederim binbaşım. d�r gibiyim. - Şimdi senden ricam.... Bana binbaşım,• demle! Neme lizım,


M.ILLI ROM.AN -----�·-· -· -···---

n

·--- - ----·---- --·-

yerin kulağı var derler. Benim adım; "Fikri,, . İcap ettikçe adımla konuş daha iyi. Hah, işte ann� de �

geldi. Nasıl, kahvaltı hazır

anne? . O halde iki satır çene çalanz. Haydi bakalım delikan­ .

lı.. Kamınuz doysun da işimize başlıyahm. Girerken görmediğim evin teşkilitını ancak

bugün öğreniyo­

nmı.

Sofada büyük bir masa hazırlanmış. Feriha Hanım sokak la­

yafetile.. Babası onu böyle görünce bir kahkaha attı: - Gördün

anne?.. Beni0'4 küçük

erkinıharbirn hazırlan­

nuş bile! Eh gençlik başka şeydir. Muhakkak bu gece heyecanın­ dan da uywnaın:sştır. Genç kız babasına yaklaştı. Mavi gözleri

bu

sabah o kadar

büyümüş ki: - Hakkım yok mu verdin.

baba?. Bana

ilk defa

ciddi bir vazife

Binbaşı Fikri Bey lazını kucakladı: - Haklısın yavrum. Fakat heyecan fazla

olursa insan yapa­

cağı işi şaşınr. Korkanll\ şirridi y�k yerken bile nazlanacaksın! Beraber �saya oturduk. Genç laz bardaklannuza süt koyarken babası eski ciddi tavnnı almıştı: - Siz Seyfi Bey için birşeyler hazırladınız mı,? Genç laz atıldı : - Bir siyah çarşaf. Kalın bir peçe bulduk baba. Şaşmmştım: _, Ay ben şimdi çarşafa mı gireceği�?. - Tabii.. Dedim ya, seni arabadan

indirirlerken

görmüşler.

Kahvede lifı geçmiş. Muhtar bana çıtlattı. Her yere sıla emirler verildiğine göre bizim �eı-kezin de elbet kulağı deliktir. Bir gam­ mazlık, işimizi altüst edeı-. İhtiyatı elden bıraknuya gelmez.. Ne çıkar canım. Buradan çarşaflı çık ta istersen Beşiktaşı geçince çı­ karırsın. Binbaşı anlatırken çarşafla, peçe ile gireceğim

layafeti gözü­

mün önüne getiriyorum. Bir küçük heyecanın sebebiyet bu alabetler bakalım beni daha ne lolıklara sokacak!

verdiği


SIIAH ARKADAŞLARI

- Ne düşünüyorsun delikanlı. Yoksa çarşafa girmek hoşuna gitmedi mi? - O değil efendim.. Bu küçük hadisenin sebep olduğu neticeleri .düşünüyorum. Memleketine düşmanlık edenlere hakaret ebnenin hukadar ağır külfetlere mal olacağını nasıl aklımdan geçirirdim,? Binbaşı gülümsedi: �

Şimdi hunları düşünecek sıra değil. Düşm,'anın

hakaretini

karşılamak için onu ezecek vaziyete geçmek lAzım. İnşallah ne kavuşuruz

gü­ da doya doya luncı'1UZ1 atınz. Şimdi acele edin de o

tuvaletinizi yapın bakalım. Vaktj,miz yok pek. Biraz sonra genç kızın yardımile yeni kıyıUetim,e girip aynaya baktığım zaman halimin acıklıbğına rağm.en gülm;ekten kendimi .alamadım. Genç kız da güli:iyordu. - Seyfi Bey. Sizin yerinizde olsam hep böyle gezerdim.. Öyle yakıştı ki! Diyordu. Acı acı güldüm: ;___Hakkınız var, dedim. Vazifesini yapmıyan erkek için bu kıyafete girmekten başka çare yoktur. Zeki kız maksadıım anlamışti. Müteessir oldu: ___,

O fikirle söylemedim Seyfi Bey!

Dedi. Babası içeriki odadan seslendi: � Haydi çocuklar, çabuk olun. Bulgurluya gelin mi götürü­

yorsunuz? Sonra kıyafetim karşısında o da kendini tutamadı. Bol bir kah­ haka savurduktan sonra: -·

Bravo vallahi. dedi. Şu halinde polisler değil, hani ben bile

dışarda görsem tanımıyacağım.. Aferin Feriha sana. Fakat şimdi bizde iki kız oldu de1*k. Hemen

T�n işim,izi asan ede!

Hepimiz gülüşürken sokak kapısi acı acı çalındı.

Binbaşı hepimizden evvel atıldı: _.

Acele etmeyin. Ben pencereden .bakayım.

- Kim o?


15

MiLLi ROMAN Dışarıdan kalın bir ses geldi: - Beni� ·beyefendi. - Ha. Sen

misin

Murat Ağa. Hayır ola

ne var?.

Bekçi olduğunu anlayınca hepimiz sapsan kesildik. Bekçinin kalın sesi yine duyuldu: -·

Sizde bir misafir varmış. Muhtar

selim: söyledi. Fikri Bey

misafiri de alsın da, teşrif etsin. dedi. Dizlerimin kesildiğini hissettim. Kadınlar nefes nefese: - Eyvah! dediler. Fakat binbaşı istifini

bozmadı. Ömrü

tehlikeler,

heyecanlar

içinde geçen koca adamın sesi bile değişrqedi: �

Peki Murat Ağa, şimdi geliyorum:. Biraz bekle.

onra bize dönüp yavaşça: -·

Çocuklar, dedi. Telaş etmeyin .. �azırlığınızı yapıp bekleyin.

Şayet eve gelen olursa sokağa çıkıyormµş gi �i davranırsınız.

Ben

�uhtara kadar gidip g�leyim. Eğer bir saate kadar gelrn)!zsem siz bir arabaya atlar, gidersiniz. Feriha bu işleri becerir. Binbaşı sakin, telaşsız çılayordu. Feriha önünü kesti: - Baba! - Ne var kızım� - İçime şüpheler geliyor. Binbaşı birdenbire taburuna emir veren bir kumandan tavn alıverdi: - Feriha. Asker lazı olduğunu unutma. Kendine gel! Ve sonra şakadan söylendi: - Sonra seni erkSniharplikten azlederi111ı ha! Annesin.e ve bana dönerek ilave etti: - Telaşa lüzum. yok. Ne söyledimse öyle hareket edeceksiniz. Ve cevap bile beklemeden kapıyı açb.. Kayboldu. Üçümüz bir kelime konuşm;adan birbirimize balayoruz. Ben sebep olduğum bu dertler yüzünden

pişmanlık ve utanç

içindeyim:. Genç kız mavi gözleri fena bir hayale dalmış gibi

dü­

şünüyor. İhtiyar büyük anne mütemadiyen dualar rmnldanıyor.


16

- -·

- -- ------------- - -----------

SiLAH ARKADAŞLARI

Ne acı bir tesadüftü ki beni bu akıbete sürükledi. Aklımdan geç­ mediği halde bu masum ailenin de rahatını kaçırdım Şu anki kadar ölüuiü arzuladığım_ dakika yaşamadım. Tani Jark dakika bir kelime konuşlll:8dan, birbirimize bakma­ dık. Düşüncelerimin ağırlığı albnda binbaşıyı bekledik. Anahtar sesi kapıdan gelince üçümüz de elektrikle hareket eder

gibi lanuldadık. Binbaşı gelniişti. Genç kız babasının boynuna abldı: Binbaşı aynı sükOneti muhafaza

ediyordu. Kızının saçlarını

okşadı: �Baba! �

Birşey değil. Saçma bir m.ahalle işi.. Siz hazırsınız ya. Ben

gelirken araba da getirdim. Hemen hareket edeceksiniz! - Yam?

- Ben şimöi kalacağım. Akşama oradayım. Feriha ile büyük annesi paketlerini almak için odaya girdikleri zaman binbaşı bana sokuldu. Yavaşça: - Seni anyorlar, dedi. Bu gece evi anyacaklar.. İzim4-zi bura­ ya

kadar

takip etmişler. Muhtan sıkıştırmlşlar. O tarif

şekilde bir yabancının mahalleye

gel�ediğini,

bir arama yapacağını söylemiş. Çabuk zım.

edilen

fakat el albndan

buradan uzaklaşmak li-

Sen anne� ve Ferihaya birşey belli etmıe. Lüzumsuz

yere

telişa düşnresinler. Ve beni bırakıp onlara seslendi: - Haydi, neredesiniz ya, araba siZi bekliyor! �ç Jazla ben peçelerimizi indirip arabaya,

büyük hanımın

iki yanına yerleştik. Binbaşı bizi daha içerde selimıetlemişti. Araba sallana sallana tramvay caddesine çıkıncıya kadar çok şükür şüpheli bir ki� bizi takip etmediğini gördük. Arabada fısıl fısıl konuşuyoruz. Fakat büyük hanım ikimizi de dürtüyor: - Çok konuşmayın. Seyfi Beyn sesi belli oluyor.


.MtllI ROMAN

17

------

111 stinyedeki

yalıya

gelinciye

kadar çok

sııantı çektik ..

Ben alış�adığım, layafetten, büyük hanun yorgunluktan, genç kız da heyecandan bitkin bir halde idik. Geldiğin\ yalı binbaşının akrabasın­ dan birinin evi. Bizi hizmetçilerden sonra Leyli Ha­ nım isminde, Feriha akram bir genç laz karşıladı.

Büyük hanıırla l Feriha onu bir köşeye çekerek hali peçesi ka­ palı Tann misafiri baklanda izahat verdiler. Leyla Hanımın önce hayret ettiğini, inanın.az gibi hareketler yaparak Feriha ile şaka­

laştığım, fakat sonra merak ve tecessüsle onu elinden tutup bana doğru meldiklerini peçeniin altından görüyordum. Feriha gelinin duvağuu açan heyecanlı bir damat sevinci

ile

peçemi kaldırınca, Leyla Hamm, iki elini birden kaldırarak hay­ lardı: - Aa.. Sahiymiş! Ben de beraber hep

gülüyorduk. Fakat Feriha içeri girmeleri

'ihtimali olan hizmetçileri düşünerek yavaş sesle: - Aman Leyla. Dikkat edelim. �eyefendi baba�n emaneti-

dir. Kendisi gelinciye kadar kimseye birşey hissetti�yelim. dedi. Leyla Hamm, arkadaşını elinden çekerek bana da işaret etti: - Buyrunuz efendim. İçeriki odaya geçelim 1 Küçük bir odaya girdik. Burası deniz

üstünde, duvarları ki­

tap raflarile dolu hücreye benzer bir yerdi. Oturmak için aİıcak jki meşin koltuk vardı. Leyla Hanım; - Burada sılalırsımz ama evin en

enyıiyetli köşesidir,

dedi.

F:2


18

SiLAH ARKADAŞLAR?

Kütüphaneye hizmetçilerin ginn,esi yasak edilmiştir. Burada iste­ diğiniz gibi hareket edebilirsiniz. Ve sonra doğrudan doğruya bana dönerek ilave etti: - Rica ederim efendim, çarşafınızı çıkarmaz mısınız? Halim.deki fecaate rağmen vaziyetin gülünç tarafını inkAr edem.ezdim. Genç ev sahibinin bu teklifi beni o kadar acıttı ki birkaç gündür gelip geçen hidiselerin beni daha ne gülünç ve daha ne feci alobetlere sürükliyeceğini düşünerek kendi kendime linet ettim. Fena bir tesadüfle bu ailenin de rehebnı kaçırmışbm,. Bunlar

ne

faziletli insanlardı ki tanımadıktan bir adama ailelerinin bir ço­ cuğu gibi himaye ediyorlardı. Kendisine haber gittiği halde ağabeyim görün�şti. Ne oluyordu. Acaba onu da mı tevkif etmişlerdi? Feriha Hanım özene bezene giydirdiği çarşafı sırbmtlan çıkar­ dı. Çenemin altından iliştirdiğimiz çarşafın uçlan

saatlerdenberi

yarann ecıbp durduğu halde ses çıkamilyordum;. Çarşaftan kur­ tulunca genç loz birdenbire haykırdı: - Ay, yaranız kanamış! - Ben de bunu tahmin ediyordum. - Hemen bir pensıman daha! Şimdi Leyla Hanımın de yardımı ile

pensımıen yapılıyordu.

Meydanda olsam belki de çifte polisin önünde itilekalole Arepyen hanına gideceğim, muhekkekb. Bunun yerine bu güzel yalıda iki genç ve güzel lozın arasında onların mesurllı şefkatlerile baloldığı­ mı düşündükçe kendi kendime gülüyoru°'. Bu ne birbirine

zıt

hadiseler yarabbi! Herhalde başımda birşeyler dönüyor. Etrafımda gelip geçen h&diseler yor.

henüz bitmiş gibi görünmü­

Bu muamma çözülecek. Fakat nasıl? Orasını yine tesadüfler gösterecek!


MiLLi ROMAN

------

19

IV alıda, �vcudiyetim.i bilen şimdiki halde Leyla Hanımla emektar bir dadısı. Evin

büyük hanımlannı görmedim.

Hizmetçiler, bulunduğum yere gelmiyor­ lar. Sessiz, büyük bir eski yalı. Binbaşı Fikri Bey bizim, geldiğimiz günün akşam.1 geleceğini söylediği halde gelmedi. Şimdi hepimiz onu merak ediyoruz. Hele büyük hanım arada bir başından

eksik etmediği beyaz

namaz bezinin ucu ile gözlerini silerek karşımda sızlanıp: ,_

Fikriciğim de gelmedi. Ne oldu acaba!

Diye içini çektikçe teessürümden ne yapacağınu bilmiyorum. Bazen önümde �vi mavi dalgacıklarla oynaşan Boğazın sularına kendimi bırakmayı düşünüyorum.

serin

Helim gittikçe esrar doluyor. Ne olacağım. Asılacaksaı:n asılayım, sürüleceksem sürüleyim. Fakat bu işkence... Bu etrafımdaki yabancı insanların sevgisi, fazileti... Bu samimi fedakarlıklar da bana işkence oluyor. Bu akşam Feriha Hanım yemeği� odaya getirdiği zaman beni ağlar buldu. Müteessir oldu. - Ne var Seyfi Bey, dedi. Niçin ağlıyorsunuz? Acı acı yüzüne baktım: - Daha ne olacak Feriha Hanım, dediırh Kp.til m)yim, vatan haini miyim, neyim anlamıyorum ki 1 Cinayet işlemiş bir insan da ancak hürriyetinden bukadar mahrum. edilir. Bütün bunlar yet­ mez gibi sizleri de peşimden sürükledim:. Rahab.nızı kaçırdım. Ba­ banızın sözleri bana büyük bir teselli oluyordu. Ondan da mah­ rum, kaldım. Aklıma b� türlü endişeler geliyor. Ağabeyimden de

ses yok.. Bütün bu esrarın çözülmesi için bir çare var! - Nedir o çare?. Diye sordu:


SiLAH ARKADAŞLARI

20

- Teslim olmak, dedim. Beni arayanlara gidip teslim olaca­ ğım.. Ancak o zaman kendim: de bu işkenceden, siz de benim yü­ zümden çektiğiniz ıstıraptan kurtulmuş olacaksınız. Feriha Hanıın elindeki tepsiyi her zarnanki yerine yavaşça bı­ rakb. Sonra her vakitki gibi bardağa su koymayı ihll$ll etmiyerek yavaş yavaş işini bitirdi. Bana döndü: - Haksızsınız Seyfi Bey, dedi. Pek

tatlı günler geçirdiğimizi

iddia edemem. Fakat hayatta karşılaştığı� her aksi tesadüf bizi ümitsizlendirirse, daha küçük yaşta acı bizi yener. Öyle değil mi efendim? Babamın gecilanesini ben de

merak ediyorum. Çünkü

dünkü gelrdeyişi herhalde fevkalade şeylerin gelip geçtiğine del.i­ let eder. Genç kızın sakin ve ciddi hali beni �hcup etti. Onun yanın­ da zayıf ruhlu, endişeli görünmek istemezdill'lj.. Fakat menfi dü­ şüncelerim, hislerimi çürütttjilştü. Bu defa ben onu teselli etmiye mecbur oldum: - Beybabaruz, tedbirli bir insandır Feriha Hanım,.. Ona hususta güvenilebilir. Muhakkak kendine göre

her

yapmak istediği

bazı işleri vardır. Yoksa aksi bi.rşey olsaydı, çabuk duyulurdu. Fena haber çabuk gelir derler. Binbaşı işini bilen bir adamdır. Herhalde bugün yarın gelecektir. Dışarıda Leyli Hanım:ın sesi duyuldu: - Feriha neredesin?. Genç 1az dışan çıknuya hazırlanıyordu. Leyla Hanımın·" sesi daha yakından geldi: - Feriha, dayım geldi. Koş! Bu haber ikimizi birden yerlerin(ızden fırlattı. Ben de her türlü tedbiri unutarak sofaya çıkıverıriiştim ... Binba� ile merdiven başında karşılaştık. O hiç kaybetmediği neşesini muhafaza ediyordu: ...._ Sizi epey meraklandırdım, değil m,i? Farkındayım işin.. Ku­ sura bakmayın çocuklar geç kaldım, ar:ı:aa iyi oldu .. Onun şen ve hakim sesi duyulunca bu dakikaya kadar yüzle­ rini görmediğim Leyla Hanımın annesi, teyzesi düşe kalka odalıı­ rından fırladılar. Büyük sofa bir gelin odasına dönmüştü. Hepi-


MlLLI ROMAN

----

21

miz binbaşının etrafını alnnştık.. İhtiyarlar sevinçten hüngür hün­ gür ağlıyorlardı. Gençler

binbir sualle zavallı binbaşıyı şaşkına

çeviriyorlardı. Nihayet aralarından sıyrıldı. Yanıma geldi: delikanlı . Bu

- Ya, sen ne alemdesin

.

sulu gözlüler içinde

.

kimbilir neler çektin? Ne ise konuşacak vaktim;z yok.. Ve kadınlara dönerek devam etti: - Saçma sapan şeyler konuşacağınıza bana biraz yemek hazırlayın. Kamım zil çalıyor. Hala şaşkın şaşkın duran kızlara haylarcb: - Haydi çabuk yem.ek.. Marş, marş! .. Feriha ve Leyla koştular.. Arkalarından seslendi: - Yemeği çabuk getirene şamfıstığı var. Haydi! Kaç gündür matemhaneye dönen yalı, bir an içinde değişiver­ di.. Artık beni yabancı saymıyorlardı. Kötü tesadüflerin ne garip cilveleri oluyor! Leyla Hanırmn annesi bana ancak bugün: - G,eçmiş olsun oğlum 1 Diye hatır sordu.

Her gördüğüm çehre karşısında, garip mevkiimi düşünerek mü­

teessir oluyordum.

Fakat binbaşının gelm:esi bana da teselli oldu. Ondan sılalmı­ yorum. Şimdi

getirdikleri

yemeği

daha

�tbiş

bir

iştahla

yerken anlatm:ıya başladı: - Kaç gündür öyle işim :vardı ki, hatt:A size bir haber bile yol­ hyamadım. Yaptığım işleri bilseniz şaşarsınız. Bir kere bizim Be­ yazıttaki tütüntü dükkinını sattı�. Kadınlar bir ağızdan haykırdılar: - A a a al - Ası, ması yok ... Zaten içindeki Acemı ne

zamı:ındır isteyip

duruyordu. Benim lstanbulda kal�ya niyetim yok. Yarın ne o­ lup biteceğini ancak Tanntali bilir. Ben dükkanın kirasından istifade

İstanbulda olmadık!;&

etmeme imk8.o

var nıı? Bu fırsatı

kaçırmak budalalık olurdu. Acenüe mutabık kaldık. Herif tılar tı-


22

SiLAH ARKADAŞLARI

kır paralan saydı. Ferağ muamelesini de yaptık. Oldu, bitti. Bu bir... Sonra evi de kiraya verdim. Eşya� topladım tavan arasına yerleştirdim. Muhtann akrabasından bir merkez memuru tutmak istiyormuş. Tesadüfler yardımcı oldu. Adamcağız üç aylık ta pe­ şin verdi. Hani parası olup ta satın almak isteseydi, eşyasile be­ raber vermiye hazırdun... Ne ise bu işi de öyle becerdik. Gelelim üçüncüsüne.... Hepimiz etrafında çevre olmuş, merakla dinliyoruz ... Binbaşı birimizin yüzüne ba�dan hem yemeğini yiyor, hem tatlı tatlı anlatıyor: - Bu işleri lovırdıktan sonra hazırladığım yol e§yasını

üç

çantaya yerleştirip yarın bizi götürecek olan vapura gönderdim. Bu sefer bir çığlık daha koptu: - A, al Nereye gidiyoruz? Binbaşı neşelenmişti.

Hareketlerile

karşısındakileri

hayrete

düşürmenin verdiği zevk, onu keyiflendinrlişti. - Ne zannettiniz ya, dedi. İki üç gün ortadan kaybolan adam boş oturur mu? Ama yaptığım işlerin çabukluğuna

ben de şaş­

madım değil ha 1 Ve bana dönerek devam etti: - Sen de hazır ol bakalım delikanlı, dedi. Gitmek istfyordun ya. Yarın

12

de vapur kalloyor. Vap urun adı da Karintiya. İtal­

yan bandıralı. Yalnız değiliz he 1 Ağabeyin de geliyor. Ben çarkçı muavini Nuri, ağabeyin kamarot şefi Kazı�, seni de lostromo kay­ dettik. Adını ve yeni vazifeni unutma. Karintiya vapuru lostro­ mosu Kemal. O kadar şaşınnıştım ki ben de kadınlar gibi az kalsın: - Asal Diye hayret edecek ve pek

tabü olarak

binbaşının

önünde

ı:qahcup kalacaktım. ·Binbaşı bunu anlattıktan sonra izahatına devam etti: - Bugün eşyayı ıvapura verdikten sonra ağabeyinle tekrar ko­ nuştum senin vaziyetini sağlama bağladığınuzı söyledi� Pek ho­ şuna gitti. Bu Anadoluya

geçmek işini

beraber

kararlaştırdık.

Kağıtlann bir losnnnı da o hazırlattı. Sizin K.astamonide bir da-


.MiLLi ROMAN

-----

2J

yınız varmış. Yengeni dünkü posta ile oraya yolcu etmiş. Şimdi

yann biz de vapurda buluşacağız. Binbaşı bu kadar m,alQınatı verdiği zaJ118!1 yemeğini de bitir11:\işti. Derin bir gönül rahatı ile gerinerek ayağa kalktığı

zaman

ilave etti: - Görüyorsunuz ya, birkaç gün

sizi üzdüm. Beklettim ama

birçok ta işler yaptım. Aklımda iken şu senin

lostromo vesikam

<la vereyim. Bak, sonra hatıra olsun diye de sakl arsın. Bu vesikaya hayretle balayordum. Binbaşı: - Ne o, dedi. yeni vazifeni beğenmedin galiba.. Fakat hor gör­ me. Bu zamanda istanbulda böyle bir vazifeye can atan binlerce vatandaş var. Sevincimden kalbim çarpa çarpa tasdik ettim: - Ona şüphe mi var binbaşım! Siz benim, hayatımı kurtardık­ tan sonra bana memleketin havasını serbestçe imkanını da buldunuz. Bu

laymetli

teneffüs

hatırayı ömrüm

etmek oldukça

sakhyacağım. Tesadüfler

hayatımızın,

mukadderatıOllzın

hareket nokta­

landır. Şu bir haftanın hadiseleri ve tesadüfleri elem ve ıstırap için­ de geçen günlerimin seyrini o kadar değiştirdi ki duyduğum gö­ nül dolusu sevincin beni mutlak bir saadete götüreceğinden bir an şüphe etmiyorum.

v arintiya vapuru limandan ağır ağır

çıkı­

yor. İyi bir hava. Güvertede

oldukça

kalabalık

var.

İstanbuldan Anadolu layılanna can atan larktan fazla Türk genci, zabiti ve kadını, yolculuktan ziyade bu gidişin sonundaki büyük

hedefe

varmak heyecanı ile da­

ha şimdiden birbirlerile dost oluyorlar. Damprlarda dolaşan kan, göz bebeklerinde yaşıyan heyecan, hiç

tanışmıyanları

birbirine


------ -----

StLAH AR.KADAŞI.ARJ

yaklaşbnyor. Yabancı istilasına, yabancı tahakkümüne taham­ m.ill edemiyen ve kurtulmak için gerileyip gücünü toplamayı tasarlıyan bu bir avuç Türk kafilesi, şimdi son yabancı kon­ trolünden kurtul�k endişesile birbirlerine hakiki hüviyetlerini fısıldıyorlar. Büyükderede kontrol var. Ağabeyim; ve ben vazifelerimizin başındayız. Binbaşı meydan­ da yok. O çarkçının yanında olduğu için Boğazdan çılancıya ka­ dar görünmiyecek. Akşam gölgeleri arasında limanı dolduran ecnebi harp gemi­ lerinin karanlık siluetleri yokluğa karışır gibi gittikçe gözlerimiz­ den silindi. Büyükdere önünde kontrol motörü geldi. En son korkunun heyecanını geçiriyoruz. Fakat vapur da onlardan olduğu için kontrol sıkı olmadı. Yol­ cuların vesikalannı üstünkörü muayene eden ecnebi polisler motörlerine döndüler. Karintiya faryap etti. Boğazdan çılayoruz. Artık tehlike yüzde doksan kalmamıştı. Bununla beraber Karadenizde dolaşan ecnebi harp geırlilerinin ani bir kontrölü de akla gelebilir. l'ijtekim daha Boğazdan henüz çıkmıştık ki karanlıkta iki torpidonun yanımızdan sıynlıp geç­ tiklerini gördük. Gemi anlan se18111ladı. ,Vapurun lark Türk yolcusu bu nümayi§leri derin bir isyan hissi ile takip ettiler. Artık kendimjzi serbest ufukların koynunda biliyoruz. Ağabe­ yim ve binbaşı birkaç saatlik vazifelerini bıraktılar. Şimdi yanınuzdalar. İtalyan gemi suvarisi vaziyeti kavramış, nezaketle hareket edi­ yor. Bu müsam..ıta Adeta m'Üttefiklerile paylaşamadıklan hAkimi­ yetin bir intikann gibi. Binbaşı ile ağabeyim Anadoluda yapılacak i§leri konuşuyorlar. Salon oldukça sıcak, biraz hava alIIUlk için dışan çılayorum, Yan güvertede Feriha Hanımın gölgesini farke� - Dalmışsınız Feriha Hanım. ·


MiLLi ROMAN

------- ----

2S

Başını çevirdi. Geminin san şğında yüzü biraz daha solgwı görünüyor. - Yıldızlan seyrediyonım. dedi. Bakın, lilcivert bir kadife üstüne serpilmiş bir awç albn gibi. - Bu seyahatten memnun musunuz Feriha Haramı? - Pek çok. Böyle heyecanlı şeyler o kadar hoşuma gider kir Sonra İstanbul öyle bir hale geldi ki teneffüs e�k i�m yok. İnsan kendi toprağında ecnebi tahakkümüne taham,mül edemi­ yor Seyfi Bey. Babamın bu hareketi beni öyle sevindirdi ki tah­ min edemezsiniz. Babama çok düşkünüm. Bu seyahate beni de iştirak ettirmeseydi çok nnıstarip olacaktım. Babam, bilmezsiniz, benim herşeyimdir. Anall'\, kardeşim, arkadaşım ve herşeyim.. Ba­ şınızı ağntmazsall'li size çocukluğumu anlatayım. - Rica ederim. Sizi dinlemek bana zevk verir. - Teşekkür ederim Seyfi Bey. Bakın babamın bana küçük erkAniharbim demesinin sebepleri nedir? Ben daha altı yaşında iken annemi kaybetmişim. Onu hayal meyal hatırlıyonım. Beni "yavrum,, diye göğsüne basan bir hayal vardı. Bu hadise baba­ m!ı altüst etmiş. O sırada Anadolunun uzak bir köşesinde imişiz. Çocukluk hatıralanm arasında sık ağaçlı geniş bahçeler, gece gündüz şınldıyarak akan köpüklü dereler vardır. Genç yaşında eşini kaybeden babam gurbet elinde altı yaşında yalmz kalan ço­ cuğuna ana olmuş, fakat ağır vazifesi arasında bana istediği gibi bakamıyacağını anlayınca İstanbula getirm,iş, baba annemt bı­ ratcmış. Beni biraz da baba anne� büyüttü. Babam ikinci gelişinde mektep çağına gelmiştim� Beni yatılı olarak m.ektebe verdi, hayatırrun asıl hareketli devri buradan başlar. Babam vazifesi sebebile hep Anadolu içlerinde dolaşıyor. Yıl­ da bir kere İstanbula gelip bir iki ay kalıyordu. Babam, bu izinlerini, benim de mektep tatilime tesadüf ettir­ diği için baba kız birbirimizi ancak: senenin iki ayında görebili­ yorduk. O zamanlar bizim için Adeta bayram olurdu. Birbirinin hasretini çeken baba laz, biri yaşlandıkça tecrübeli oluyor, biri büyüdük_çe a1allanıyor ve gittikçe birbirlerine yaklaşıyorlar. İşte


26

SiLAH ARKADAŞLARI

baba laz biz, böyle arkadaş gibi birbirimizi anlıyarak yaşadık. Harp başladığı zaman ben liseye geçmiştim. Babanila, buluş­ malarımız artık tesadüfe kalmıştı. Çünkü bir yıl Kafkasya cep­ hesinde bir yıl Sina çöllerinde bulunduğu için yılın muayyen ay­ larında izin alıp gelemiyordu.

Harbin ilk iki yılında birbirimizi

hiç görmedik. O, iki yıl içinde birbirimize yazdığımız mektuplan toplasak birkaç cilt eser olur .... Mektebe de o kadar alışrmştım ki, hatta hafta tatillerinde bile çıkmak istemiyordum. Çok neşeli, şen arkadaşlarım vardı. Fakat ben, onlarla bir türlü kaynaşam:adım. Tabiatim onlara

uymuyordu. Ben daha ziyade

okumak ve düşünmekten zevk alıyordum.. Saatlerce bir yerde da­ lıp kaldığım oluyordu. O zamanlar (Har;> Mecmuası)

çıkardı. Hep

askerliğe

ait

bahisler, hatta askerliğe ait şiirler ... Bunları okurdum,, ve bunııu­ dan lezzet alırdım. Bunda herhalde doğuşumun, m:nhitimin de tesiri olacak. Gur­ bette doğdum, asker kucağinda büyüdüm. Hep asker maceralan­ dinledim. Kanım, kafam, her şeyim askerce... Bunun için liseyi­ bitirdiğim zaman, harbin son yıllan, arkadaşlarım defterleri. ki­ tapları arasında masum maceralarını

saklamıya çalışırken, ben,

Harp mecmuasının yaşıyan ölüler sayfasındaki şehitlerin kolek­ siyonunu yapardım. Bunlan

mecmuadan

kesip bir

deftere yapıştJ.nrken ·düşün­

düğüm hep bu memleket uğruna can verenlerin köyde bıraktJ.k­ lan :Yuv�ları, yavruları, eşleriydi. · Bunlar arasında, günün birinde sevgili babamı görmek ihtima­ li de bir ateş parçası gibi kalbimi daima yakardı. Ben, hep böyle asker hayab,. asker terbiyesi, asker havası için­ de yetişip, büyüdüğüm için hislerim de değişti. Hayalim hep asker manzarası asker rengi, asker hareketi ile doldu.

Arkadaşlanrmn

benden pek uzak kalan düşüncelerine bir türlü iştirak edemedim. Hele onların, pek meşgul oiduklan sinema san'atkarları ve on­ lara benziyen tipler bana o kadar gülünç ve hattA iğrenç geliyordu ki

tasavvur edemezsiniz. Benim hayalimde yaşıyan gölgeler

silah kahramanları oldu. Bence bir askerin siper hatıraları,

hep harp


MiLLi ROMAN

---

maceraları, en heyecanlı aşk mektuplanndan

27

ölçülemiyecek ka­

dar zevklidir. Genç laz, ne tatlı anlatıyordu? Dedim ki: - Hayalinizde yaşıyan

bu kahramanlar

arasında sizi ciddt şekilde alakadar edene henüz tesadüf ebııroiniz mi? Başının sert hareketile cevap verdi: - Hayır .. Ve gecenin koyu tacivert gölgelerine gözlerini daldırarak ilave etti: - Şimdilik

buna lüzum

da görm,üyorum.. Hem bunu nasıl

düşünebilirim. Ömrümün olgunlaşnuya başlıyan

yıllanru, dört

vıl süren harbin elemleri,korkulan içinde geçirdim. Bugün topra­ ğım, yurdum düşmanın tehdidi altında, bütün millet bozgundan kurtulup şahlannuye hazırlanıyor. Dünyada istinat noktam olen babam da, kendini

bekliyen vazifenin

başına

gidiyor. Yarının

meçhul hadiselerine doğru yürüyoruz. Bu vaziyette tasavvur etti­ ğiniz şekilde bir hayale nasıl kapılabilirim. Buna imkan nu varl Şimdi bahar havası değil, barut kokusu

istiyoruz. Bunu siz his­

setmiyor musunuz? Feriha Hanımın tatlı tatİı anlatışı o kadar hoşuma gitm'işti ki! Arkarrnzdı=ın binbaşının sesi gelmeseydi. O, her zamanki neşesiyle: - Bak, bek, balan hele şunlara! Şair mi oldunuz yahu.. Yoksa gökteki yıldızlan mı sayıyorsunuz? Ağabeyim ve binbaşı bizi bir zaman dinlemişler ..de haberimiz yok. Ben: ·-

Feriha Hanım, harp hatıralarını anlatıyordu da.. .

Diye cevap verirken, binbaşı katıla katıla gülüyordu: - Maltlm, maltlm.. O kadar

dalmıştınız ki, geldiğimizi bile

duymadınız. Benim erkanıharbim canlı bir harp tarihi oldu. Ba­ basının bütün �aceralannı ezberledi artık. Sinadan, Çanakkale­ den ta Kafkas cephesine kadar bütün ıezdiğim cephelerin hesabı


SiLAH ARKADAŞLARI

ondadır. Doğrusunu söylemek lbı� gelirse, erkiniharbin\ ohnasa. ben binbaşı olamazdun. Feriha, babasının şakalanna alışmqtı: - Tabii değil mi ya, dedi. Hatta asıl büyük savaşa çıkarken erkanıharpsiz adımınızı atmıadınız. Bu cevap, hepimizi güldürdü. .Binbaşı bir hayli güldükten sonra: - Çocuklar, dedi, gevezeliği bırakın da, b� pıh pırbyı toplamıya başlayın. İneboluya yaklaşıyoruz. Tan yeri ağarıyor. Anadolu kıyılannda ince, esmer bir çizgi belirdi. Deniz gittikçe durgunlaşıyor. K,,.radeniz, büyük mücadeleye gidenlere yol veriyor. ,. Güverte gittikçe kalabalıklaşıyor. · Vapur, ağırlaştı.. İşte İnebolu. İstiklal harbi sahalanna koşanlar, ınubarek Anadolu toprak­ larına buradan ayak basıyorlar. Heyecan içindeyiz. İskele üzerinde milli teşkilatın dişinden tırnağına kadar silahlı inzibatları, çıkanları kontrol ediyorlar. Bütün İnebolu tarihi vazüesinin ehemmiyetini anlamış gibi. Saçı bitmedik yetiminden, ye�şlik ihtiyarlanna . kadar herkes aynı hissi paylaşıyor. Başımızda, ağabeyimle binbaşının bulunması, işimizi kolaylaş­ tırdı. Sevkiyat idaresinde hwnnıalı bir çahş�a var. Bugün öğle üzeri Kastamonuya yüz arabalık bir kafile hareket edeceğini söy­ lediler. Biz de bu kervana katılacağız Kasabada erkekten çok ka­ dın görünüyor. Fakat o Anadolu kadınlan ki, ayaklarında çank­ lan ve ellerinde üvendireleri ile erkekten ayırdedilmjyor. Sevki­ yatın eli, ayağı bunlar. İnebolu, birdenbire dikleşen bir bayınn eteklerine serpilmiş evlerden ibaret, şirin bir kasaba. Evlerin da�lannda kiremit yok.


MlLLI ROMAN

29

-----

Onun yerine buralarda pek çok çıkan bir mlka taşı var ki Fran­ sızların Arduvaz taşına da benziyor. Kasabanın yanından küçük bir çay akıp denize gidiyor. İnebolu açık liman, Karadenizin hırçın zamıanlarında burada barınmak imkanı yok. Vaktilc bir dalgakıran yapılmıya başlan­ mış, fakat yarı kaldığı için onu da dalgalet kemirip yoketmiş. VI kşam oluyor. Bizim kervanın hareketi gecikti. Havada sis var. Saat beşe doğru kağnı katarı hareket emrini aldı. Kağnı ; en dayanıklı

Anadolu, İstiklal Harbinin nakil

vasıtası. Bir buçuk

metre murabbaı tahta bir satıh. Altında tek kalın dingil ve buna bağlı odundan oyulmuş iki tekerlek. Yay­ lı arabalarda dingil durur, tekerlekler döner. Kağnıda böyle değil. ·Tekerlekler dingile yapışık olduğu için dingil de beraber dönüyor. İlgazlan, Çam'.lıbelleri, Ercişleri aşan ıve cephelere cephane ye­ tiştiren işte bu arabalar. Ben zaten Kastamonulu olduğum, için kağnıyı pek iyi bilirim. Feriha Hanımın kağnıyı

görünce, ne yapacağını

merak ediyor­

<lum. O, bu garip arabaya atlarken, çocuk gibi seviniyordu : - Aman ne iyi ne

iyi .. Kağnıya binmeğe o kadar

hevesim

vardı ki ! Genç kızın bu sevincine yalnız büyük hanımlar iştirak etmedi­ ler. Onlar, birbirlerine yapışık vaziyette bu daracık cendereye gir­ dikleri zaman , kendileri için, bizim için ve kafile için birçok sela­ met duaları okuyup, üflediler. ;Binbaşı bizim kağnının üzerine bir de tente uydurmuş bizi ge­ cenin kırağından, gündüzün sıcağından rquhafaza

edecek. Derin

bir ıstırap iniltisi halinde bu kağnının çık&!I'dığı hazin sesler ara­ sında o bitmez tükenmez yokuşa tırmanmıya başladık.


SiLAH ARKADAŞI.ARI

30

Değ eteklerinden kıvnla kıvnla çıkıyoruz. Öyle yamaçlar var ki her en uçurumlara yuvarlanmak tehli­ kesi kendini gösteriyor. Fakat

öküzleri güden

köylü kadınlar o

kadar usta olmuşlar ki hiç korlanadan telaş etmeden sürüyorlar. İri gövdeli çam ağaçlan yavaş yavaş çöken

akşam karanlığı

içine gömülür gibi siliniyorlar. Arkaliljlzda kalan deniz gittikçe karenyor. Gökte ince, dal gibi bir ay var. Onwı zayıf ışığı kağnı kerva­ nına yol gösteriyor. Saatlerce yükseldiğimiz tepenin dönüm rinde arabalar �ola

verdiler. Buradan uzakta

ye­

bir engin havuz

gibi görünen denizle uçsuz, bucaksız ormanlan koyu kurşwıi bir sis altında seyrettik.

İlk yaz böceklerinin çalı diplerinden gelen garip, vahşi �esleri, saatlerdenberi dağlara akseden kağnı gıcırtılanrun yerini aldı. Arka arabalarda kalınlı inceli sesler, m,elankolik gurbet şarla­ lan okuyorlar. Boyunduruktan kurtulan öküzler yaylanın taze otlannı derin. bir iştahla yerken keyiflerinden kuyruklannı sallıyorlar. Kağnılan süren kadınlar bu mbladan istifade ederek heybele­ rini açmışlar, çimenler üzerine serilip kara

ekmeklerini gövdeye

indiriyorlar. Ezilmiş taze ot kokulanna şini� keskin bir sarmısak ve soğan kokusu karıştı. Kara ekmeğin katığı.

·Elli adım: ıilerim'izden bir su şırıltısı 'geliyor. Kadınlar tahta su kaplannı doldurup geliyorlar. Ara sıra havayı yırtan bir kanat hışırtısı ile gece kuştan tepe­ mizden aşıp gidiyorlar. Konakladığıımz bu yer tım\Sndığım:ız dağın en dik yeri. Birar sonra aşağıya doğru inntiye başlıyacağız. Bu zevkine doyulmıyan manzara içinde biz açarak biraz yemek yedik. Hep beraber

de sepetlerimizi

şırıltısını duyduğumur

suyun başına geldiğimiz vakit yaylanın bu gök

pınan etrafında

halkalanan birçok yolcular gördük. Su, odundan oyulmuş bir o­ luktan alayor. Fakat o kadar soğuk ki hiç bekletmeden bir

avuç

içebilen içiyor, elini yıkamak isterse buz tut$§ gibi donuyor.


MiLLi ROMAN

------

Suyun başında kimbilir hangi hayır

sahibinin

:n

yaptığı koca­

man, çirkin, ağaçtan oyma bir maşrapa var. Her gelen bwıu bilek kalınlığında akan sudan taşıra taşıra doldurup içiyor. Yanımdaki cep bardğuu

doldurup Feriha Hanıma

uzattım.

Başını salladı : - Teşekkür ederim, fakat ben de o tahta m.aşrapadan içece­ ğim. Ve ağaç Dlaşrapayı doldurdu. Taşırdı. Sonra ağzını suya dal­ dınp kana kana içti. Tekrar doldurdu ve bana uzattı : - Bwıwıla içiniz, Seyfi Bey, dedi. Pınar başında su bardakla içilmez. Canım sıkıldı. Fakat uzattığı kaba, hantal ağaç maşrapyı aldım. ve ben

de.

onun içtiği gibi ağzımı suya sokarak içtim,.

Uzwı ağaç yalağın alt tarafında sularun4ya gelen öküzler, ko­ ca kafalarını yalağa sokup hortum gibi su çekiyorlar. Burada in­ sanların sınıf farkı olmadığı gibi hatta �hlO.klar arasında da pek ayn gayrı yok. Ve herkes mes'ut. Kafile reisinin sesi duyuldu: - Koşum başına! Dağılan kervan ağır ağır toplandı. Kağnıcı kadınlar öküzlerini yavaş yavaş koşm.ya başladılar. - İnceli, kalınlı sesleri birbirine karıştı: - Oha, oha ! İniş başladı. Yolun bozukluğuna rağmen bu iki tekerlekli garip

arabalar

şimdi bir yaylı sürati ile aşağıya doğru süzülmiye başladılar. O �10.1, o mustarip kağnı gıcırtısı yamaçlarda akisler bıraka bıraka iniyoruz. Anadolu yolu.. Kurtuluş yolu. Koyu yeşil çam

ormanları

arasından uçsuzbucaksızlıklara

doğru açılan zafer ve istiklal yolu. Yüz arabalık kafilemizin önüne çıkan ilk kasaba Küreinühas


SiLAH ARKADAŞLAlll

J2

oldu, daha kasbaya varmadan toprağın rengi

değişti. Ham ma­

den buralarda toprağın üstünde duruyor. Bakır, bakır, hep bakır. Afrikanın cenup çöllerinde, Amerikanın iç ormanlarında ma­ den arıyan ve nehirlerin dibinde, toprakların albnda yıllarca uğ­ raşıp duran insanlar Türkiyede madenin toprak üstünde bekledi­ ğini bilmezler. "Kap,, ta

mam,ureler, beldeler

m�ydana getiren

derin maden havzaları, buranın insanı.arına sefalet getirmiş. Daha kasabaya girerken bizi irili ufaklı birçok dilenci karşıladı. "Küreinühas,, da ancak yarım saat kalan kafile hareket etti. Şimdi Anadolunun cennet köşelerinden birine doğru gidiyoruz. ,.

Ecevit.

Ecevit, istiklal mücadelesi için İstanbuldan Ankaraya gidenlerin habrlarından silinml.yecek bir yeşil yuvadır. Ecevit ve İsrI\ail Ağanın meşhur iki kapılı, kırk odalı hanı. Gür çam ormanı içinde, İsviçre sanatoryumJarına taş çıkartan bir ye­ şillik ... Han deırliye dilim, vamuyor. Gönül istiyor ki burada gü­ zel bir otel olsun .. Ne yazık ki hakikati söylemhe mecburum. Bir han, yemeğinden başka iyi tarafı olımyan bir han. Daha yolda arabacılardan methini

işittiğimiz İsmail Ağanın

kırk odalı hanı, İnebolu-Ankara yolcularının en rahat konak yeri. İsmail Ağanın mahir aşçısı mükemım.el tavuk kızartmp.sı ve tavuk suyu ile tavuk çorbası yiyen yolcular,

yapıyor. Gönül

ister ki güzel yemekleri

yıkanacak bir yer ve yatacak ten?jz bir yatak ta

bulsunlar. Gözün alabildiğine devam eden çam ormanı içinde şerit gibi uzayan şoseye daldık. Feriha Hanıma dedim ki: - Yol çok güzel, yürümek istemez IDı1siniz? Genç kız cevap vermeden kağnıdan atladı. Binbaşıya sordum : - Ya siz?

O ağabeyimle uzun bir askerlik bahsine gi�şti. Büyük hanım küçük el sepetini başının albna yasbk yapml§, gözleri kapalı.


.MiLLi ROMAN --------,.-

JJ

Fikri Bey ağabeyime sordu : - Ne dersin Sait Bey. Yürüyelim mi? Ağabeyim de

uyuşmuş

bacaklarını

sıvazlıyarak

kağnıdan

atladı. Şimdi arabalann yanında ikişer ikişer yürüyoruz. Geçtiğimiz yerler o kadar güzel ki, konuşmadan seyrediyoruz. Havada keskin bir reçine kokusu var. �ağnıların iniltisi dağlann musikisi gibi .. Artık biz de bu sese o kadar alıştık ki bir yerde mola verince birşeyimiz eksilmiş

gibi

şaşırıyoruz. İnebolu ile Kastamonu arasındaki 94 kilometrelik dağlık yolu aşm1yanlar kağnının insanı ne hale getireceğini tahmin edemezler. Asfalt yollarda otomobille bir saatte yutulan bu 94 kilometrelik yer için kağnıların ve kağnı ile yola çıkanların kaç gün ve kaç ge­ ce gittiklerini kim hesap edebilir. •

Fakat 1919

yılında İstanbulu Ankaraya

bağlıyan bu yolun

sonu zafere, İzmire ve istiklale çıkmı.şnr.

Bu çam ormanından geçen yolcular Türkün büyük zaferindeki tılsımı keşfeden çilekeş insanlardır. Bu yaban

nanesi ve reçine kokulu

yeşil yurdun geçitlerinde

akan insan selleri, dalga dalga Ankarada toplandı. Tarihleri yılap •

ya-;>an başbuğun etrafını sardı ve onun işareti ile asıl hedefe doğru bir çığ gibi önüne çıkanı eze eze yürüdü. . . . Yüz kağnı arabasının gıcırtısı ile meydana gelen garip, gı­ cıklayıcı, ham musikiye o kadar alıştık ki mola yerlerinde araba­ lar durunca hamamdan çıkmış insanlar gibi şaşırıyoruz. Arasıra yol üzerinde bizden küçük kağnı kafilelerine rastlıyo­ ruz. Yüzleri güneşten kavrulmuş köy kadınlan, küçük arabalarına doldurdul_dan erzak ve cephaneyi taşıyorlar. Bu kadınlar arasında pek ihtiyarlan olduğu gibi çocuk dene­ cek kadar gençleri de var. Hele üç �ört aylık yavrusunu kuşakla

beline sarıp dağlan, tepe]eri yaya olarak aşanlar, erkekleri utan­ dıracak bir cerbeze ile birkaç arabayı birden

idare edenler pek

çok.

F : 3


SiLAH ARKADAŞLARI Ne yolun taşı, çukuru, ne dağlann inişi, yokuşu anlan müte­ essir ediyor. Taşa, çakıla vurmaktan çatlamış çıplak ayaklan kilometreler­ ce yolu geride bırakırken, yorulduklannı bile anlamadan türküler söyleyip yürüyorlar. Kocalannı, erkek kardeşlerini cepheye yolhyan bu Türk dınlan, geride kalanın kendilerine

ka- .

emanet edildiğini o kadar iyi

anlanuşlar ki hiç yabancı yardınu beklemeden, duygusu ve sezilişi ile vazifesini kavramış bir asker gibi hareket ediyor. O belki de bu davanın başını ve sonunu bilmiyor. Fakat inan­ ' dığı birşey var: -'- Memleketi tehlikededir. Düşmanı karşıla°*k gerektir. · Bu kadn ona yetiyor zaten ! .. Zümrüt çayırlarını, yeşil ormanlannı, berrak pınarlannı tehdit eden herşey onun düşmanıdır. Yaya olarak tırmandığımız dik tepeye yaklaşıyoruz . O kadar dalmışım ki adımlanm açılmış ve beraber yürüdüğüm arkadaş­ lardan aynlnuşım. Önümde iki köylü kadın hem yürüyor, hem konuşuyorlar. Yüzlerini

görmüyorum.

Fakat

yürüyüşlerinden

belli ki biri gençtir. Yanındaki ona alçak sesle birşeyler anlatıyor. Bir aralık sesi yükseldi. Ben de yaklaştım. - Ne diye direnip

duruyorsun Fatma. Demedimi ki baban,

emmi oğluna nikah düşmez. Obada kötülük olur. Ata sözü yabana atılır mı? Demezler mi ki : "Obana el a l ki er olsun, Katışık hamurun mayası pek olsun, Ayalin senden er olsun. Yabancı seç obaya öz olsun.,, Genç kız sustu. Ve durakhyan öküze bir sopa attı. Sonra önünde uzaklaşan , bir hayale yetişmek ister gibi adımlarını açtı. İhtiyardan ayrıldı. . İnce bir yağmur çisilemiye başladı.


MiLLi ROMAN

3S

-------

Biraz geriledim. Feriha Hanım arkamdan geliyordu. - Arabalara döneli� mi? dedim. - Niçin ? - Yağmur başladı. Avuçlarını gök yüzüne kaldırdı. - Islanmaktan

nu

korkuyorsunuz?

Genç 'kızın sesinde öyle bir istihza var ki !.. Hakkı da yok de­ ğil . Çetin bir mücadeleye giden erkeğin çiseliyen yağmurdan şikA­ yeti ; onu değil şu yalınayak analarının yanında

giden çocukları

bile güldürecek. Utan dım. Cevap veremedim. Şimdi ağır ağır gittikçe yavaşlıyarak yanyana yürüyoruz. K!afile arabaları biret birer bizi geçiyorlar. Bir aralık Feriha Hanım bana yanımızdan

geçen bir kağnıyı

gösterdi : - Balon ! Bir köylü kadın, kağnısına koyduğu dört sandık cephaneyi ıs­ latmam113k için SJrtından çaputunu çıkanmş üzerlerine örtüyor. Ve gittikçe hızlaşan yağmur onun ince gömleğini etine yapış ­ tırıyor. Soğuğu, ölümü hiçe sayan üstün bir f eragatle inkılap tarihinin nasıl yaratılacağını bu kadın öyle bir hareketle gösterdi ki milli hislerin manasını kavradığını iddia eden bizim gibileri utan cından bir heykel, bir taş edip bıraktı . Pardesülerimizi giyemedik. Geriye dönemedik . Ve tam iki saat İstanbulun bu kahraman kızı ile hiç konuşmadan yanyana yürüdük. Artık ne ıslanıyor, ne de üşüyorduk. İçimizde taptaze bir iman yer etmişti. Bu öyle bir imandı ki kara laşlann kurutucu sağanaklarını bir kale bedeni gibi kesecek kadar kuvve tli ve denizleri donduran ğuklan kaynatacak kadar ateşli.

so­


SiLAH ARKADAŞLARI

36

Bu ateş, İnebolu-Kastamonu yolunda başladı. Ne zaman sönecek? Bilmem i VII cevit .

.-

Dört mevsim rengini değiştirm,eyen yemyeşil bir yuva. Alabildiğine" yükselen kalın gövdeli çamların ortasında İsmail Ağanın dillere' destan olan hanı.. İsmail Ağa zevk sahibi, gün görmüş ve çok gezmiş bir ada111 . Yardımcılan olsa bu meş­

hur han iyi bir otel olacak. Fakat kendi yapyalnız kalıyor. Üst katın geniş bir

odasına yerleştik. Hanın etrafı arabalar,

öküzlerle dolu. Berrak bir hava. Taptaze

bir yaz

gecesi. Havada koyu

bir

çam kokusu var. Ay gittikçe kalınlaşıyor. Kızaran tavuk kokulan aç mideleri gınklarken

harun önünü

dolduran kalabalık, heybelerini açıp yemek yemeğe hazırhnıyor. Ve daha uzaktan gelen kağnı sesleri yollarda

başka kafileler ol­

duğunu haber veriyor. Kadınlar yanımızdaki odada ... Bizim kapı vuruldu. Binbaşı alışlan sesile emir verdi . - Gir. Sert bir hareketle açılan kapıdan boyundan geçmıe fişeklikleri ile demir gibi bir asker girdi. Ateş gibi bir selam çaktı ! - Binbaşı Fikri Bey. - Binbaşı Fikri Bey benim. Ne var bakalım? - Fırka kumandanı bey bir zarf verdi. Size teslim edeceğim. Palaskasının kenarına sıkıştınlmış büyük bir zarfı makineleşmiş bir hareketle çıkanp uzattı. Ve ilave etti : - Yann sabah saat yedide beraber gideceğiz efendim. Merakla binbaşının yüzüne baktık Ağabeyim sordu :


MiLLi ROMAN

------

37

- Hayır ole? Binbaşının yüzü sertle.şmişti. Zarftan çıkardığı k8ğıdı birkaç kere okudu. Bize değil, askere cevap verdi : - Evet oğlunı. Yarın yedide gel Balar yüzlü, çpıar

beni bul.

yapılı asker

topuklannı bir daha vurdu.

Sağ kolu elektriklenmiş gibi tekrar bir seıa� çekb. ve sert bir dö­ nüşle döndü, odadan çıkb. Binbaşı bize döndü : - Haydi bakalım. Yemeği çabuk yiyelim çocuklar. Sabah erken kalkacağız. Dayanamadım, sordum : - Hayır ola binbaşım. Bizden gizli birşey

mi var?

- Yok canım.. Yeni vazifemin emri .. ( ... ) deki alayın üçüncü tabur kumandanlığına tayin edilmişin+ Taburun teşkilAtıru yap­ mak için hemen işe başlamak lizım. Binbaşının verdiği bu haberden sonra çok oturmadık. O kadar yorgunduk ki zaten duracak halimiz yoktu. Yataklarımıza taksim olduk. Yüzlerimizin derileri soyuldu. Rüzgar ve güne.ş ve kilometre­ lerce süren yol, vücutlarımızı meşine çevirdi. Kafile iç Anadoluya doğru ilerliyor. Yine zorlu bir yürüyüşten sonra Göl nahiye merkezine ulaşbk. Burası Kestemonuya en yalan konak. Burası baharda cennet gibi. Dere layısındaki ye.şilliğe battaniyeleri serdik. Bu güzel yurda düşman ayağı bastırılır Jl'İJ. ? Billfir gibi bir su akıyor. Tabiat o ka­ dar cömert ki her gün çiğnenen yerlerden bile ot hşkınyor. Biraz ileride bir su değirmeni var. Feriha Hanım dayanamadı. Oraya kadar gitti. Sıvalı kollarını dirseklerine kadar suya daldıra daldıra yüzünü yıkadı. Yemekten sonra bu güzel cennet köşesinde biraz uzanıp yetbk. Bülbülleri seyretmiş, engin ceviz

eğaçlannın

gölgesindeyiz.

Yaruk yüzlerinüze yoğurt sürmemizi söyliyen bizim kağnıcı Fat­ ma

abla başucumuzda :


SlLAH ARKADAŞLARI

J8

- Ceviz ağacı altında yatmak iyi sayılmaz, beyler diyor. Binbaşı sordu : - ·Niçin Fatma abla?

O kendine mahsus tuhaf şivesile anlattı : ,,. - Ninem söylerdi. Bizim:

köyde bir Kayrak

Ayşe vardı. Evlendiği gece kocası bıralap

kaçınış.

Hesanın gelini Ayşe kocasının

derdinden evlerde duramaz olmuş. Ve her gün köy başındaki bü­ yük ceviz ağacının altına giderek İshak kuştan gibi kendi kendine öğünür,

ağlar durumtuş.

Gel zaman git zaman ceviz ağacının altında durmaktan Ayşe laza bir hal olrr\uş, başım, başım diye sızlanmJya başlamış.

Eve

getirdikleri zaman iyileşir, ceviz ağacının altına gittiği zaman ba­

şının ağnlan başlarımş. Merak etmişler, köyün doksanlık ihtiyarı Molla Hüseyini ce­ viz ağacının alona

getirmişler. Molla bir

za man orada kalmış,

gündüz dua etmiş, gece yıldızlara bakmış, anlaşılmış ki orada iyi saatte olsunlann ocağı vardır. Meğer Ayşe lazı sıkan, hasta de cinler,

perilermiş. Bundan sonra ceviz

ağacı

eden

netameli oldu.

Kimse yanına sokulmadı. Binbaşı gevrek bir kahkaha savurduktan sonra : - İlShi Fatnµl abla, dedi. ben sana birşey söyliyeyim

mi

Handiyse

bizi de korkutacaksın,

Fatma abla .. Dünyada cin de var­

dır, peri de. Ama böyle ceviz ağaçlarının altında değil. Asıl cinler, periler

insanlardır.

Baksana

şu

dünyaya.

Herkes

birbirini

çarpıyor. Binbaşı Fatma ablayı bıralap bize döndü : - Köylü masalları diyip te geçmeyin. Bu masalların her biri­ nin bir aslı vardır. Fakat daima tılsıma, esrara muhtaç olan halk ruhu en basit tabiat kaidelerini böyle hurafe

şekline sokar. Halk

tabakaları asluu kavnyamadıkları şeyleri cin_lere, perilere, tılsım­ lara verirler. Halbuki hayallerinde büyüyen bütün harikalar hil­ katin en tabü hBdiselerinden başka birşey değildir. Meseli bu ce­ viz ağacı masalının aslı o kadar basittir ki ! Binbaşı ceviz ağacı hakkındaki konferansına başhyacaktı. Fa-


MiLLi ROMAN kat Fatma abla da beraber olarak diğer arabacılanmtz hep birden haykınştılar : - Gün devrildi. Haydi yola ! Bu emre o kadar alışmıştık ki çok hoşumuza giden bu su ba­ şında hafif şekeri� yapmıya niyetlenirken yerlerimizden fırla­ dık. Kervan uzun bir nakliye kolu halinde yola düzüldü. Bizimle beraber Ecevittenberi gelen o yavuz suvari, atının kulanlannı sık­ mış, çapraz fişeklikler, ve omuzunda

Jll&VZeri

ile

yanımızdan

geçiyordu. Feriha Hanım, dayanamadı :

Sen ne acele ettin asker ağa,

-

dedi. Altındaki o güzel atla

bizden üç saat sonra yola çıksan yine yetişirsin ! Asker pişkin, temiz bir delikanlı : - Doğrusun küçük hanım, dedi. Fakat kumandanın yanında bulunmak lazım. - Uslu bir at

nn

bu?

,

- Binicisine göre küçük hanım, bizde atın yaramazı 01mı&z. Feriha Hanırmn yüzünde görmediğim bir değişişlik oldu. İnce kaştan sinirli hareketlerle kallap iniyor, burnunun delikleri titri­ yordu. Askere yaklaştı ve sordu : - Biraz atını verir misin bineyim! Binbaşının lazım öğrenen asker cevap verm,eden çekirge

/

gibi

atından sıçradı, indi. Hayvanın dizginlerini genç laza uzattı. - Buyrun küçük hanım. Yalnız gemi pek lasmayın. Huyla­ nır. Feriha Hanım bu tavsiyeyi dinlememiş

görünerek dizginlere

yapıştı. Katar başında giden blııbaşı bu hareketleri görünce geri­

ledi.

O şen kahkahalanndan birini daha patlattı : �

Ooo. .

Maşallah. Bizim erkanıharp beni

de atlattı. Suvari

kumandanı olacak galiba. Ama yavrum, beylik çeşmeden su içme derler. Beylik atlar huysuz olur. Arpayı, samanı bol bulunca çif­ teye kalkar. Onlann baklandan cebri yürüyüş

gelir. Böyle filiz


SiLAH ARKADAŞLARI gibi suvarinin kös dinlemiş hayvanlara vereceği yorgunluk ne o" lur ki! Çocukluğumda ben de memlekette çok hayvana binerdim. Az çok at kullanmasını bilirim. Bunun için lafa ben de karıştım 1 - Feriha Hanım, dedim. Bu hayvanlar alışmıadıklan biniciye karşı çok huysuzluk ederler, yapmasanız iyi oluur. Büyük hanım da dayanamadı. - Çocuk olma Feriha, yine üzeceksin beni. İtirazlara ağabeyim de kanştı : - Yorulacaksınız Feriha Hanım, dedi. Bunlar

sert hayvan­

lardır. En son sözü asıl atın suvarisi, Dursun onbaşı söyledi : - Günah benden

gitsin. Kusurunu

söyliyeyim, de. Hayvan

barut gibidir. Korkanın küçük hanımı ırgalıyacak. Rahvanı tırısı

lat,

düzgün, dörtnalası pektir.

Herkesten böyle aylan mütalea dinlen1esi genç lazı fikrinden vazgeçirerek yerde büsbütün meraklandırdı.

- Ben de asker kızıyım, dedi. Ata binmesini bilmiyecek kadar çocuk ta değilim. Ve bu sözünü isbat etmek ister gibi acar bir jokey çevikliğile üzengiye sıçradı. Hayvan suvarisinin hafifliğini hissetmiş

gibi hemen şahlanı­

verdi. Başını lardı, kuyruğunu kabarttı. Klişnedi ve birden yayın­ dan boşanmış bir ok gibi fırladı. Önümüzde bir şerite

benziyerek gözün

alabildiğine uzanan

yolda, at ve suvarisi gittikçe küçülen bir gölge haline geldiler. Etrafımızda köy kadınlan bu marifetli İstanbul lazının cesa­ retine parmak

ısırdılar. Binbaşı bile bu

manzaradan duyduğu

zevki gözlerile ifade eder gibi hayran hayran balayordu. Uzaktan Feriha Hanımın hayvanı döndürüp tekrar yanımıza gelmek istediğini, atın başını çevirmek için uğraştığını farkettik. Geri gitmiye alışmıyan veyahut geri manevrasını başka türlü ya­ pan hayvan lasılan gemle büsbütün huysuzlanıyor. İki ayak

üs­

tüne kallayordu. Başı boş bırakılsa Jlgazlan aşıp güzel suvarisini bir anda An-


.M.llll ROMAN

fi

karaya ulaştıracağabenziyen hayvan geri dönmemek için inat edi­ yordu. Birbirine zıt iki arzunun çarpışması, işi lazışbrdı. Feriha Ha­ mın hayvanı döndürmek için gemi kasbkça hayvan şahlanıyor, laç abyordu. Nihayet hayvanın inadı genç lazın ısraruu yendi ve gürbüz hayvan çekilen dizginlerine rağmen gemi azıya aldı ve bir kartal gibi tekrar ileri abldı. Hepimiz şaşınnışbk. Ne olacakb?. Binbaşı çantasından çıkardığı dürbünü gözlerine yapışbrdı. Ben vaziyeti arbk seçemediğimden onun yüzüne balayorum,. Nıe kadar olsa baba .. Birden yüzünün sarardığını gördüm. Ve birdenbire dürbünü bırakarak haylardı : - Felaket ; hayvan zaptedilemiyor. Atacak. Muhakkak ata­ cak! Hakikat felaketti. Çünkü kafile içinde bir suvari yoktu ki ona yetişsin. Hepimiz bu facianın dehşetini kavramıştık. Fakat ne yapabi­ lirdik. Tam bu sırada Dursunun biraz ileri fırlayıp omuzundan mavttri indirdiğini gördük. Binbaşı haykırdı : - Ne yapıyorsun Dursun ! Gözleri ateşlenen onbaşı kararını vermişti : - Hayvanı öldüreceğim binbaşım. Binbaşı elini kaldırdı : - Salanha ! Emir almıya alışn1ış olan onbaşı silahını indirdi. Fakat ne ya­ pacakb. Ufka doğru gittikçe küçülüp noktalaşan hayvan, suvari­ sini daha nerelere kadar götürecekti ? Dursun onbaşı cebinden çıkardığı düdüğü nefesinin bütün hızı ile öttürdü. Keskin bir ıslık sesi etrafı çınlattı. Havayı yırtan bu ses ikinci defe kulaklarımızı brmelarken hay­ vanın bir anda geri döndüğünü ve aynı hızla bu sefer üzerimize doğru geldiğini gördük. Fakat bu defe yolu takip etmedi ve yandaki tarlalara doğru


--- - -

--- SJLAH ARKADAŞLARI

--

,,.

saldırdı. Bizim kafile artık durmuş, önüm:üzde bir sinema sürati ile hareket eden hayvanı seyrediyorduk. Hayvanın dönüşü felaketin geçtiğini anlatnuştı. Fakat yan ta­ rafa doğru

sapınca

vanın geldiği

yeniden

teşkilatlandık.

Daha fenası hay­

istikamette iki �etre genişlikte bir sel çukuru var­

dı ki ne hayvan ne de suvarisi bunu görüyordu. Tehlikeyi ilk defa sezen yine Dursun onbaşı oldu. Hayvanı önlemek ister gibi o tarafa doğru marşmarş etti. Köylü

kadınlar

da iki koldan ayrılıp hayvanın üstüne koşnuya başladılar. Tehlike gözümüzün önünde gittikçe yaklaşıyordu. Büyük hanım fenalaşnuş, binbaşı ileri atılımştı. Dursun, hayvanın bu hendeği aşacağından herhalde emindi. Fakat o sırada üzerindeki suvari n:ru.vazenesini muhafaza edebilecek miydi ? Dursun onlardan evvel hendeği sıçradı. Karşıya geçti. Tam o sırada hayvan dolu dizgin üzerine gelmişti. Onu bu şiddetile tutamıyacağını kestiren Dursun, olanca kuvvetile bağırdı : - Dizginleri bırak, yelesini tut ! Genç kız bunu duymuştu. Bir anda dizginleri bıraktı. Ve bir kene gibi hayvanın yelesine yapıştı. Hendeğe ancak on metre kalmışlardı ki Dursun fırladı. Dört­ nala giden hayvanın yerde sürünen dizginlerine yapıştı. Heyecanlı bir şeye bakılır gibi

seyrettiğimiz bu

vakanın

en

tehlikeli parçası tam: önümüzde cereyan ediyordu. Dursunun dizginlere yapışması hayvanı şahlandırdı ve ayak­ lan altındaki sahibini çiğnememek ister gibi olduğu

yerde mıh­

landı, kaldı. Şimdi herkes duyduğu cesaretle, o tarafa koşuyordu. Hepimiz atıldık. Genç kız bayılımştı. Dursunun ellerinden kan geliyordu. Dimdik duran hayvanın burun delikleri açılıp kapanıyordu. Binbaşı kızını kucakladı ve çimenler üzerine yatırdı. Dursun, hayvanın dört ayağı arasında gözleri kalmıştı.

kapalı

uzanıp


MiLLi ROMAN Ağabeyim,

-

----

-

--

hayvanın

-

----

---

dizginlerini

sımsıkı

tuttu. Ve birkaç

köylü kadının yardımile Dursunu yandan çektik. Kadınlar testi­ lerle getirdikleri sulan iki yaralının yüzlerine döküyorlardı. İlk gözünü açan Feriha Hanım oldu. Ona birşey

olmamıştı.

Heyecandan ve sarsınbdan bayılrmştı. Bir iki dakika içinde ken­ dine geldi. Dursunu ayıltmak için epey zorluk çektik. Büyük ha­ nırmn sepetinden eksik etmediği lokmanruhlan, gülsulatı epey işe yaradı. Nihayet Dursunun da gözleri açıldı. Bir iki defa kırpışan göz kapaklan, nihayet eski rengini, cev­ valiyetini bt.ıldu ve birdenbire yatbğı yerden fırladı. Fırladı, fakat ayağa kalkmasile tekrar yuvarlanması bir oldu. Yüzünde, büyük bir acının izleri

vardı. Belliydi ki

bir yerinde

acısı, yüzündeki küçük sıyrıklardan başka bir yarası var. •

Binbaşı, lazım bırakmış, ona koşmuştu : - Nen var onbaşım! diye sorduğu zaman, genç

askerin yü-

zündeki o acı çizgileri dağılıverdi : - Küçük hanım ne oldu, kurtuldu ya! - Onun birşeyi yok, sen nasılsın, neren acıyor?. Acısını, yarasını söylemeyi bile ayıp sayan kahraman delikanlı susuyordu. Ağabeyim, onun ayağa kalkamadığını gördüğü için : - Bacaklarında acın var nu? diye sordu. Dursunun yalnız göz kapaklan cevap verdi. Hemen dolaklarını çözdük. Biz

çalışırken Dursunun

dişleri

kilitleniyordu. Belli ki ayağında bir yarası vardı. Halbuki ortada kan eseri yoktu. Ağabeyim parmaklarile yoklıya yoklıya buldu. Genç askerin topuk tarafında bir kırık veyahut bir çatlak vardı. Hemen kağnılardan birini hazırlatbk ve Dursunun yürümek için çabalamasına rağmen yedi, sekiz kişi, karga tulumba ederek içine yatırdık. Ağabeyim:, suvarisiz yarım saatten fazla

kalan

meşgul eden bu

hayvana

hadisenin daha

bindi. Bizi büyük bir

facia ile neticelenmediğine şükrederek yola düzüldük. Feriha Hanım tamamile açıhmştı. Şimdi Dursunun arabası çikolata, su veriyordu.

etrafından

aynlrmyor,

ona

şeker,


SiLAH ARKADAŞLARI

ff

Bu kahraman asker az zamanda kendini herkese scvclinnişti. Şi mdi tatlı tatlı anlatıyordu: - Hayvanım bana alışıktır. Suvarisini düşürdükten sonra ol­ duğu yerde kalacağını biliyordu:mı- Eğer önleyip dım•, tehlike vardı. Çünkü o hendeği

atlamak

durdunnasay­

için binici olmak

lazımdı. Dursunun şakağındaki küçük yaradan ara sıra ince ince sızıyordu. Feriha Hanım,,

anneannesinin

m.eşhur

kırk

kan

ambar

çantasından aldığı tentürdiyot şişesile geldi. Arabayı bir iki daki­ pamuk koyup

ka durdurup yarayı temizledi. Ve üzerine bir de sardı. Araba tekrar hareket ederken ona sokuldum :

- Sizin hastabalocılık derdi yine tazelendi. Değil mi, Feriha Hanım? Dedim. Berrak, mavi gözleri ilk defa üzerimde bir saniye durdu. Bir­ şey söyliyecekti. Düşündü. O derin mavilikleri doya doya seyret­ mek imkanını bulduğum bu bir iki ki vereceği cevabı bu

saniye, o kadar

vaziyette beklemek

çabuk geçti

bütün önuiimü

için

vermiye razı olacaktım. Cevap vermedi ve göz kapaklan ağır ağır ineli. Ve kafile ağır ağır yürüdü. VIII astamonudayız.

·\'I tı

Fırka kumandanı

Osman

derhal Ankaraya hareket

Beyden

etm,eleri için

ağabeyim ve binbaşı emir aldılar. Dursunu, m,emleket hastanesine ya­

tırdık. Tahmin ettiğimiz gibi hafif bir çat­ lak vamuş. Derhal alçıya koydular. Ben

ve binbaşının

ailesi

gönderecekleri

haberlere göre vaziyetimizi

şimdilik burada kalıyoruz.

Dayım, teyzem ve eniştem;

amcalanJll.

yakın ( . . . ) kasa�asında bulunuyorlardı.

1

tayin

Ankaradan edeceğiz.

hepsi Kastemonuya


MiLLi ROMAN

---

---- --

45

Benim için oraya gitmek pek tabii idi. Fakat binbaşının aile­ sini burada yalnız bırakamazdm1. Onlann bana yaptıkları feda­ karlıktan sonra ben onlan nasıl bırakabilirdim. Kastamonuda otele yerleştik. Fakat dayıma telgraf çekerek vaziyeti anlattım ve Ankaradan hemen haber gelmezse üç, dört gün sonra oraya geleceğimizi ha­ ber verelim. Binbaşı ve ağabeyim akşam üzeri Ankaraya hareket ettiler Yemekten sonra Kastamonunun en iyi mıesiresi olan Olukba­ şına kadar gittik. Hazin bir yaz akşanl idi. İstanbuldanberi beraber devam eden yolculuk ikiye ayrılmıştı. Daha neler olacaktı. Talih, lasmet, bizi nerelere götürecekti. Da­ ha kim;leri ara�zdan ayıracaktı. Anadolu yollan bitip tükenmi­ yen ümitler gibidir. Dağlar aşılır, yarlar geçilir, fakat uçsuz, bu­ caksız yaylalar, ovalar; bin bir renkli dağlar biribirini takip eder. Onun için Anadolu çocuğu hayal kurmaz, hayale kapılmaz. Çün­

kü etrafı dağlar boyunda hakikat doludur. Kastamonu benim memileketim. Kf3,sabada doğmµ,ş, yetişmiş bir genç için vilayet merkezi en büyük şehirdir. Onun için İstan­ bula tahsile gelinceye kadar Kastamtınu hayalimi dolduran

bir

medeniyet yuvası olarak yaşadı. Şimdi tekrar sokaklarını

dolaştığım Kastamonu,

bana şekil

itibarile pek geri görünmekle beraber, eski hatıralarımı tazelediği için de o kadar samimi göründü. Bu güzel kasabanın

idetleriıai,

yemeklerini özlemiş gibiyim,

Büyük hüko.met konağı ve lise, kasabanın en güzel binaları... Buranın meşhur Purzanı dedikleri döneririi, çift katlı mahallebi­ lerini eski lezzetile buldum. Lise tahsilimi burada yapmıştım. Ge­ niş bahçedeki eğlence yerimizi tatlı tatlı hatırladım. Şimdi Kastamonu taze bir imanın heyecanı içinde çalkanıyor. Kahvelerde, evlerde, toplantı

yerlerinde hep

milli ntücadeleden

kelime

dolaşıyor. Büyük

Kasaba pazanna alım satıma gelen ihtiyar

köylüler bile on­

bahsediliyor, herkesin ağzında tek bir Şefin ismi...

dan bhsediyorlar. Köyüne yeni varmış sılacı delikanlılar, çıkar-


46

--- - --- SlI.AH

dık]arı asker urbasını tekrar

giymek için

koşuyorlar. Herkeste öyle bir iman var ki

ARKADAŞLARI

çağınlmadan şubelere memleket

ancak onun

etrafında top]anmak]a kurtulacak!

Dört yıl süren muharebeden en az zarar gören bu nuntakada herkes varını, yoğunu bu uğurda dök:niiye hazır .. Ve teşkil§.t

ta

başlıyor. Binbaşı i]e ağabeyimi Ugaza doğru sel§.metJiyeli epey oldu.

On­

lar şimdi Ankaraya kavuşmuş olacaklar. Bugün Feriha Hanımla beraber Dursunu "örmek için memle­ ket hastanesine

gittik.

Muharebeye gitmeden sakatlanıp yatağa düşen bu çocuğu yatmaktan pek sılalıyor, ayağının çatlak

mert

Türk

kemiğini kay­

natın.ak için konan alçı onu yatğa bağlıyor. Bizi görünce pek sevindi. Fakat şikayetini saklamadı: - Kötürüm gibi yatağa nuhlanıp kalmak kötü şey, diyor. Sabah muayenesinde doktor ona en aşağı yirmi gün yatacağını söylem.'iş. Dursun buna müteessir : - Ayağımda sancı kalmadı. Artık bıraksınlar, diyor. Ve sonra yanımızda genç lazla hastane hemşiresi olduğunu hiç

düşün­

meden ilive ediyor : - Beni, garı gibi yatakta yatırmak istiyorlar. Feriha Hanımını kulaklarına kadar dudaklarını ısırdığını farkettimL Birşey

lazardığını, hemşirenin söylemediler. Fakat iki­

sinin de sılaldıkları belli idi ! Genç laz, bu fedak§.r çocuğun masum hareketinden incinmediğini

anlatmak

için

onunla

konuşmıya

başlamıştı. Dursuna, ailesini, köyünü, askerliğini sordu. Biz, onu bu

taraflı sanıyorduk. Feriha Hanım,

\

memleketlni

sorunca derin derin içini çekti : - Kasabalıyım küçük

hanımı dedi, ve gözleri dalarak

il§.ve

etti : - Oraları düşman bastı, kimbilir ne haldedir. Köyünü sormak ona K'ehraman Türk çocuğu anlattı :

yarasını

sornt.aktan

çok acı gelmişti.

macerasını kesik, sade cümlelerle şöyle


M.JLU ROM.AN

47

- İzmiri düşn111n bastığı zaman ben Kasabada askerdim. Bir erkanıharp zabiti kumandanımız vardı. Orada hemen kırk nefer­ lik bir çete yaptım. Sonra Demirci Efe ile birleştik. Sayınuz yüzü buldu. Çok işler gördük. Çok düşman lardık. Sonra düşman bü­ yük taarruza geçti. Biz de emµ- aldık. Geri çekildik. Kasabaya düşman girdi. O zaman, bu zaman haber almadım,. Düşman geri­ de kalanları yaktı, yıktı, diyorlar. Bir ay evvel İzmirden kaçıp gelen bir jandarma bütün orala­ rın yangın yerine döndüğünü söyledi. Eh... Kısmet olur de düş­ manla karşı karşıya gelirsem, ben de kıyasıya öç alacağım. Ana­ nun, kenmm öcünü bırakır mlyım gavura ! Feriha Hanım sordu : - Ne zaman evlenmiştin, Dursun? - Bıldır, bahar ayında! Ve bir kadın tecessüsü ile tekrar sordu : - Çok seviyor nnıydun karını? Dursun, dile gelmiş bir kaya parçası gibiydi : - İnsan avratını sevmez olur mu, küçük hanımı? Feriha Hanım biraz evvel Dursunun kırdığı potun intikamını aldı : - O da bizim gibi yatakta yatan kanlardan mlydı, Dursun ! Delikanlı bir anda elıklaştı. Birşey anlamamış gibiydi. Aynı sözü bir kere daha işitmek ister gibi genç la.zın yüzüne baktı. Ve o masum zek&sının yetebildiği kadar bir kudretle sordu : -' Siz yatakta değilsiniz ki küçük hanım. Genç laz, ona, biraz evvel geçen o aynı bahsi hatırlatmak için hazırlanıyordu. Fakat Dursunun geç hareket eden zekası vaziyeti kavramıştı. Birdenbire yataktan yan beline kadar kalkb. Gözleri parlamıştı : - Hele bak, dedi, hele bak şu yavuz İstanbul hanıffilna.. De­ minki lafımı, at kuyruğu gibi enseme yapıştınverdi ! Feriha Hanınnn içi rahat et:rrijşti. Şimdi sevimli intikamını almaktan duyduğu zevkle yüzü gü­ lüyordu : - Sen kadınları bu kadar hiçe m§. sayarsın Dursun?


------ ·-----

SiLAH ARKADAŞI.ARI

Dursun cevap vermiyor, bir tatlı beliya çattığını anlatmak ister gibi lavranıyordu : - Yok, haşa, dedi. Biz o 18.fı kibar kadınlar için söyleriz, canım. - Eh, dem�k biz aşalık kadınlarız öyle mi� Zavallı Dursun, hakikaten belaya ça�tı. Aralarına girmiye, bu çıkmazdan kahraman çocuğu kurtannı ­ ya hazırlanıyordum. Fakat Dursun, bu sıkışık vaziyetten kendini saffetile kurtardı. Tatlı tatlı gülerek : - Ah siz İstanbul lazlan, dedi, hepiniz okuyup okuyup apo­ kat oluyorsunuz. Sizinle söz yarışı edilmez ki l Bizim köyün ho­ cası bir Sadiye Hanım vardı. Köyün en alallısı onunla aşık ata­ mazdı. Kozalak kadar bir laz a�.a. bir ağzuu açtı mı, çifte hor­ tuçlu mitralyöz, yanında tepeden dolma şişene kalır. Feriha Hanım artık yatışımştı : - Anlaşıldı Dursun onbaşı, dedi, sen kadlnlardan hoşlanmı­ yorsun ! Dursun, artık bana dönmüştü :

- Kuzum Seyfi Bey, dedi, küçük hanıma laf kar etmiyor. Bari sen bendeh ol da, birkaç söz de benim için sen söyle ! Biz IJ1ektep, medrese görmedik. Silih atmasını biliriz amnıa, söz at­ nıasını beceremiyoruz işte ! Artık aralarına girmek sırası gelmişti : - Küçük hanım 18tife ediyor, Dursun, dedim. Seni çok sevi­ yor da ondan... Öyle değil m::i., Feriha Hamın:! Genç laz tatlı bir tebessümle tasdik etti : - Değil m:i ya 1 I Artık onu yalnız bırakmak için ayağa kalkmıştı. Kijçük elini Dursunun esmer ,traşlı yüzüne götürüp alnını, yüzünü sevdi. Bu, onun kahraman kurtarıcısına yapması bence de icap eden en büyük teşekkürdü. Ve delikanlı bu masum şefkat karşısında mu­ hakkak ki ömrünün en derin lezzetlerinden birini kalbinde hisset­ miştir. Hastaneden çıkarken genç laza dedim ki :


MiLLi ROMAN

---

- O kadar sevgi gösterdiniz ki Dursunu az kalsın lnskanacaktıml Durdu. Yüzüme baktı : İlave ettim : - Dursunun yerinde olmadığıma o kadar teessüf ediyorum ki! İnce bir dudak büküşiyle ve yavaş bir sesle m;ırıldanır gibi cevap verdi : - O bir kahramandır. Onu sevmemek imkaru var mıdır?. Bu kızın asker havası ve asker terbiyesi, asker düşüncesile beslenen ruhunda Yüksek bir aşk yaratacak tılsım. ancak bir kah­ ram�mlık eseri olabilecek. Bu mavi gözleri çiçeklendirecek hadise m,utlak tehlikeler aşan ve harikalar yaratan bir insanın hareketi olabilecek ! Onun henüz aşla tatmannş kalbini filizlendirmek için rn,i.iptezel aşkların hayal ve evhamdan ibaret bol gıdasını vermek yetmiyor... Onun sevgisine layık olmak için hayatını dolduran kahraman­ lık hatıralnna taze hadiseler yaratmak lazımdır. Bunu hissetmiyor değilim. Fakat bugünkü vakadan sonra tamamile inandım ki bu !azın gönül muammasını çözmek için hadiselerin üstünde yürümek ve onun gözünde mutlak ve bakim bir erkek olmak lazımdır. Ve herşeyden evvel onunla bu zemin üzerinde konuşmak im­ kanı olmadığını anladım.

IX ayımın yanına gidiyonız. Kastamonuya pek uzak değil... �yık sırbndan inerken uzakta do­ ğup büyüdüğüm güzel kasabanın beyaz evleri göründü. Dayım ve amcalarım, teyzelerim, geleceğimizi biliyorlardı. İki üç yüz a­ dın ileride gördüğümüz kalabalık herhalde orilardı. Bizi karşıla­ mıya çıknuşlardı. Yaylıyı sürdük. İki dakika sonra kalabalık etrafımızda idi. F

:

4


so

------ -----

SiLAH ARKADAŞLARI

İstanbulda geçen macerayı anlatntış ve kasabaya beni kurta­ ran binbaşının eilesile geleceğimi yazmıştım. Bizimkiler fazla onlarla meşgul

olmıya

başladılaı·. Kedınlann

benden

birbirlerile

·

dost olmaları, erkekler ka<lar güç değildir. Bizimkilerin misafirlere kırk yıllık ahbap gibi kenşıvermeleri hoşum.a gitmedi değil! Dayım burada şube reisi. Bugünlerde askeri işler

o

kadar çok

ki ... Buna rağmen dayım da bizi karşılamıya gelmiş ... Büyük bahçeli evimizin yukarıdaki en iyi odasını Feriha Ha­ mmla anne annesine hazırlanuşler. O akşam şube bahçesinde yeni. askere gidecek delikanlıların şenlikleri varmış.. Yemekten sonra hep beraber gittik. Yarın milli orduya karışacak gençler bu gece eğleniyorlardı ... Ortada bir delikanlı bağlama çalıyor. Elli alh1'1ş genç te etrafında oynayorlar. Kasabanın yaşlıları

eski

helva

tenekelerine·

gazla kül karıştırıp ateş vemiişler, her taraf kızıl alevler içinde ... Dayımın kızı, görmiyeli öyle serpilmiş, boy atnuş ki minimini iken bıraktığım maskara, koskoca kız olm;uş .. Geçen yıl bana aile-. ce grup olarak çekip yolladıkları

resimde

pek belli olmuyordu.

Şimdi adeta boyu boyuma yakın : - Ağabey, talihiniz

eğlencemiz ver,.

varmış, bu akşam yine

diye sokuldukça şaşın.yorum. Seniha çocukluktan genç kızlığa geçen

çağın o yen utangaç

yan haşan demlerini yaşıyor. Ona takıldım : --'- Demek sizin burada böyle ınk sık eğlenceleriniz ver he! - Sevkiyat olduğu geceler. Artık bu kadar

olJIJılsqı mı ağa-

bey?.

1

Bu sefer Feriha Hamma döndüm : - Talihimiz varmış değil mi, Feriha Hanım ?. O hafifçe başım salladı : - Çok güzel. Asker oyunlarını zaten severim. Çifte davul zurnanın da karıştığı oyunlar epey sürdü. Ferih& Hanım

yorgun olduğunu söyliyerek sonunu beklemeden dönmek

istedi. Tabii onu yalnız bırakamazdım. Seniha ve teyzem kayma­ kamın kansını yalnız bırakmayı doğru"bulmadılar.


MiLLi ROMAN --

---

----

-

-------

--

-

------

-

51

-

Beraber eve döndük... Yıldızlı bir gece. . Havada baharın bayıltıcı bal kokusu ıvar. Hiç konuşmadan eve kadar geldik. Sofadan idare lambasını alıp onu

odasına

kadar

çıkardım.

Teşekkür etti ve henüz uyuımyan anne annesinin yanına girdi. Yazılacak m,ektuplanIIJlı akşamkian

hazırlamak için odamda

çalışmıya başlamıştım. Ne kadar zaman

geçti

bilmem:. Kapım

vuruldu ve Scnihanın sesini duydum : - Ağabey ! - Seniha ! ! - Rahatsız ını.sınız, niçin yatll\adınız?. - Yazılanın var Seniha, gelsene! İçeri girdi . Yavaş yavaş yanıma sokuldu. Halin�e bir tereddüt, bir durgunluk vardı. Gülerek sordum :

· ·

· Galiba serı. hastasın Seniha, rengin değişmiş.. ·-

Omuzlarını kaldırdı : - Benim birşeyim yok ağabey ! - Daha başka eğlenceler oldu mu?. Dudaklarını büktü : - Hepsi o gördükleriniz işte... - O halde, Feriha Hanımı getirmek mecburiyetile

erken dön-

düğüme teessüf edecek birşey yok. Seniha garip, manalı bir kahkaha attı : - Ona ne şüphe ! Ve tekrar etti : - Şüphe mi var? Bu kız ne dernek istiyordu. Dilinin altında birşey vardı. Hisle­ rini zapt ve idare etmiye alışmamış olan

dayızadeııin

halinden

belliydi ki, kafasında birşeyler kaynıyor. Onu kendi haline bırakmak daha doğru 'olacaktı. Öyle anlıyorum ki o aklından geçeni elbet söyliyecektir. Dedim ki : - Kaymakam beyin hanımı ile aranız çok iyi. . . Hakikat nazik _bir kadın. Senin daha. uykun gelmedi galiba ! - Yani artık git mi demek istiyorsunuz?

pek


StLAH ARKADAŞLAR[

sı ·-

Yok çocuğum. Öyle şey olur lll).l ?.

- Feriha Hanımın odasında hala aydınlık var. - Belki okuyor. Meraklıdır .. Cevap vermedi. Fakat Senihanın

gözlerinde

çözülmesi 18zım

bir meselenin gizlendiğini görüyorum. Lalardıyı dolaştırıp istediği noktaya getiremiyordu. Bunun için birdenbire sordu : - Siz doğru eve mi geldiniz ağabey? - Tabii değil mi ya !. Karanlık sokaklarda

pabuç eskitecek

değildik ya. Baksana, önümdeki yazılara. Geldim geleli yazıyo­ rum. Seniha bizim şube bahçesinden derhal eve gelişimizin

yegane

vesikası telakki ettiği bu yazılara göz gezdirdi. Sonra kendjne emniyet gelmiş gibi başını salladı :

- Çalışın öyle ise ağabey .. Birşey istiyor musunuz?. - Hayır, çocuğum,, teşekkür

ederim. Haydi

Allah rahatlık

versin. -: Size de ağabey !

Bugün sabah postasile Kastamonuya gittin;,. Daha akşamdan Feriha Hanım birkaç kere rica etti. Şehre gider gitmez Dursunu ziyaret etmemi söyledi. Genç lazın :vefakarlığını takdir etmemek mümkün değil. Başdoktoru gördüm. Dursundan bahsetmeden haberi o verdi. Dursun dün hastaneden çıkmış. - Nasıl olur, dedim, ayağı alçıda idi ?

·

1

- Malftm. Fakat o kad'!lr ısrar etti ki ! Kendisine bazı tavsiyelerde bulunduk. Genç adam,dır. Çabuk kaynar. - Nereye gittiğini biliyor m:usunuz? - Bugünkü posta 'le Ankaraya hareket etti, zannederim . - Garip !

- Evet. Halbuki burada o kadar iyi bakılıyordu ki ! Fazla birşey söylem:iyere� çıktım.

Bana öyle geldi ki, Dursun bizim hastanede kendisini zi�•aret

etmemizden korktu. Geçen sefer

Feriha H;anı�n

ince latifeleri


MiLLi ROMAN delikanlıyı

-------

--

ne kadar

SJ

-------

sıkmıştı.

Halbuki

genç

kızın

ken-

dine pek samimi hislerle bağlandığını bilmiş olsa ! .. Hastaneden çıktıktan sonra postaya gittim. Mektup yok. Fır­ kaya uğradım. Yever Reşat Bey taze bir haber verdi. Düşman Uşak cephesinden taarruza başlamış. İ ki sınıfın birden silih altı­ na çağınlması için şubeye de emö.r

_

gel�ş.

Fırkada ve şubede

hümm:alı bir hareket var. Müdafaai Hukuk cemiyetinin yeni bir tamimi duvarlara asıl­ rmş. Herkesi vatanın beklediği yeni vazifeye çağırıyor. Bundan paşka bir de sivil teşkilat yapılması eJll\fediliyor. Her şube merkezinde üçer, beşer kişilik gruplardan bir heyet toplana­ rak asker için erzak ve çamaşır toplanacak. Heyetler topladıktan malzem�yi şube ambarına teslim edecekler. Merkezde derhal teş­ kilat başladı. Yüzbaşı bana bu tamimin sabahki posta ile bizim; kazaya da gönderildiğini söylerken ilave etti : - Bu işte sen de çalışmalısın. Daha askerlik çağına girmemiş gençlerden istifade edeceğiz. Bu milli mücadele saflarında bana da bir iş verildiğini görmek ne zamandır kalbimde düğümlenip kalan acıyı çözdü. Bütün eli silah tutanlar cepheye koşarken, Dursun gibi

delikanlılar hasta­

neden kaçıp bölüklerine katışırken ellerimi kollarımı sallıya sallı­ ya dolaşmktan sıkılıyordum. Hiç olmazsa bu kadarcık bir hizmet verilmesi kalbimdeki bu acı tahassürü gevşetti. Artık Kastamonuda duram,adım. Atladı­ ğım yaylının hayvanını kendimi süierek kasabaya döndüm. Kastamonudan aldığım eşyayı bırakrtjak

için eve uğradığım

zaman Feriha Hanım beni bahçede karşıladı. Merakla sordu : - İ yi haberler var mı Sey i Bey?

f

- Mükemmel ! Feriha Hanım, fakat müsaade edin de şubeye kadar gideyim, Dayımla görüııiilecek ecele bir iş var. Şimdi dö­ nerim. Konuşmamızı işiten teyzem pencereden güldü : - Canım neredeyse dayın eve gelir, burada konuşursun. Başım1 salladım :


------ - -- - - - - Sll.AH AR KADAŞLARI _

54

- Olamaz teyze. Konuşacağım mesele, makanunda halledile­ cek! Bu cevabuna Feriha ,Hanım da güldü. Fakat o bunu daha zi­ yade kendisini üzmek için yapbğımı zannetmişti. - Peki efendim

gidiniz, dedi, m.iihim

haberlerin bize lüzumu

yok! Ne demek istediğini anladım. O kadar

alıngan ve

hassas ki,

ufak bir�ihmali affedemiyor. Kendisine ait haberlere ehemmiyet vermediğim kanaatinde. Bense dayımla şu teşkil8t işini konuşma­

uğunu

yı herşeye tercih ediyordum. Genç kızın müteessir old rünce izahat vermek istedim. Fakat o hemen

gö­

arkasını döndü ve

içeriye doğru yürüm'iye başladı. Canım sıkıldı.

Lakin içimde o kadar heyecan vardı ki, onun teessürünü nasıl olsa gidereceğimi düşünerek acele evden çıkbın. Şubeye geldim ' Dayım beni karşısında görünce hayret etti : ·-

.

Ne çabuk geldin ya .. Bizim kasabayı bu kadar çabuk özle­

diğini hiç hatırlanuyorum. Dayım da bir taş yuvarlamıştt.

O'ixıdu. Evdf:ir::i misafirin buraya

Bununla ne dernek istediği mal

beni bağladığım anlatmak istiyordu. O misafirin ne titiz, ne mağ­ rur bir mahlQk olduğunu bilse !

- Otursana ! - Hayır, dedim, biraz resmi konuşacağım. - Hayrola. - Şubeye bu sabah bir tamim geldiğini haber aldım. - Nereden haber aldın? - Fırkadan! - E ne olmuş! - O tam,imde her kaza merkezinde

askere erzak ve çamaşır

toplamak için heyetler teşkili emrediliyor. -

Eveti

- İşte ben de burada vazife istiyorum. Dayım gevrek bir kahkaha attı : - Geç kaldın evlAt, dedi, teşkitatı yapbk bile!


Ml LLI IW�\,.\ N -

55

------

Ya ben? - Sen birinci heyete dahilsin! - Teşekkür ederim,. -ı

Sade sen değil, Feriha HaııuDı , hattA bizim Seniha bile

dahil.

Ve yerinde daha fazla durmadı. Ayağa kalktı. - Çene çalacağınuza işe bakalım. geç oldu. Kamım da zil

ça­

hyor, haydi yürü gidelim. Ben yem.ekten sonra tekrar şubeye ge­ leceğim;. Kayma�la bazı şeyler görüşeceğiz. Ve çağırdığı şube mülhakına bazı emirler verdi, çıktık. İçimde kabaran ateşli bir gurur omuzlannn yükseltti. İstanbulda köprü üzerinde iken eğilen başım, · göğe kalktı. Kulaklarımdan çıkmıyan o

yabancı sesleri artık duymuyorduın. TeşkiUlt haberi Feriha Hanınıln bana karşı

haksız yere duy­

duğu infiali unutturdu. Banşbk. O da benim gibi

bu geniş milll

müdafaa hareketinde kendisine bir pay çıkmasından memnun. Onu tanıdın\ tanıyalı bu kadar sevindiğini, içini bu kadar belli ettiğini gö�dim. İ htimal ki, hayalinde yaşıyan m�çhul

kahramanlara

yaklaşmak için bu vazifeyi $kaddes bir yol gibi telakki etti. Bu yolun hepimiz için mlıkaddes olduğuna şüphe mli ..ar? -

Dayım tekrar şubeye dönünce biz haşhaşa vazifemizin planını tesbit ettik. Feriha Hanım erkaniharpliğini gösterdi. Nekadar olsa asker kı­ zı. Herşeyi hesaplı, kitaplı yapıyor. Civar köyleri tanımadığı için bizden izahat alarak i�lerini, mesafelerini, nüfuslarını bir def­ tere kaydetti, toplıyacağımız erzak ve eşya için birer liste ve muh­ tarlara verilmek için de birer makbuz hazırladı. Bunlan hazırladıktan sonra ben yorgun olduğum; için yatımya hazırlanıyordum. Feriha Hanım dedi ki : -ı

Ya kıyafet · meselesi ?

- Ne gibi? - Köylere nasıl çıkacağız. Güldüm : - Dayırm.n eski çizmeleri

var. Onlar bana pek iyi

gelir. Ost

tarafını siz düşünün ! Herhalde tuvaletle gidecek değilsiniz yal - Peki ne ile gideceğiz?


ARKADAŞLARI

SiLAH

56

- Onu şube düşünür. Belki de hayvanla ! Ve hafifçe gülerek ilave ettim : - Gerçi hayvan tehlike:iidir ama ! Feriha Hanımın kulaklarına kadar kızardığını gördüm. Kaş­ ları çatıldı. Tamir etmek istedi�: - Bununla beraber ben

tercih ederim. Bu

vesile ile Dursun

kadar alaka görmek kısmet olur. Bunu söylerken kendim de sıkıldun. Fakat bilm,iyorrlum nasıl söyledim. Yanımızda bulunn Seniha bu konuş�adan

ki, bir­

şey anlamadı. Fakat Feriha Hanımın halinden ve benimi heyeca­ nımdan herhalde birşeyler hissetti. Genç kız benim bu

cüretimden pek sıkılmış

üstündeki kağıtları, defterleri toplıyarak bir sesle : ---<

göründü. Masa

ayağa kalktı tok,

ağır

Bu seyahat işini yann sabah ta konuşabiliriz. dedi. Geç ol -

du, kalkalım artık ! Ve cevap bile beklemeden yürüdü, odadan çıktı. Bilmiyorum, nasıl oluyor da, onun hakkında böyle düşünü,yo­ rum ve çlüşüncelerimi gizliyemiyorum.. Muha}ı:kak ki, ona karşı

leni tah�k eden ve hislerimi, şuuru­

m& hakim kılan bir hareket noktası var.

Şubeden yanımııza verilen bir suvari jandarma ile yola çıktık. Arabada

üç kişiyiz. Seniha

ile Feriha Hanım arkadalar.

Ben

arabacıya yakın yerdeyim. Dün geceden sonra onunla ancak resmi

konuşuyoruz. Benim

18.tife diye tevil edebileceğim sözleri�den müteessir Aramızdaki bu

görünüyor.

değişikliği Seniha da hissetti. Fakat birşey anla­

madığı için hayret eder gibi kopacak yeni fırtınayı bekliyor. Anlıyorum

ki, binbaşının kızı o engin mavi gözleri kadar esra­

rengiz bir mahlOktur. Onun ruhunda çözülmesi güç muammalar ver. Her genç kız gibi hayal ve macera üzerinde durmuyor. Hadi­ selere hakim olmak ve muhatabını fevkaladeliklerin

kahra manı

görmek istiyor. Dursuna karşı gösterdiği şefkatin bana, şefkatten


MiLLi ROMAN

�----

57

- - ---- ----- ----- ------ -----

daha ileri gelen manası bu .. Bu ince ve hazin kızla gönül davasına düşmek pek tehlikeli.

'

Arkadaşlığını idare etmek kolay ııp.? Onu da anlıyamadıın . -· Köye daha çok var nu, Hüseyin Ağa? - Geldik beyim. Karşıki ağaçlığın arkası köy. Beraber gelen davul ve zurnaya işaret ettim: - Haydi bakalım kara

dayılar

dedim, davulu

askıya alın.

Zurnayı da ıslatın, köye Ankara havasile girelim. Davulcu iştahlandı. Tokmak gergin derinin kamında tok, yuvarlak sesler alıp ve­ rirken zurnacı da perdelerini ayarlanuya başladı. Dağlarda tatlı akisler

bırakan bir

tarla!arda çalışanları harekete

köy

havası yakınlardaki

getirdi. Arabanuzın

istikametine

doğru koşnuya başladılar. Köy başına gelinciye kadar yirmi otuz kişilik bir kafile olmuş­ tuk. Davul zuma Ankara havasına başladı. Köy çeşmesi başında çaput yıkayan kızlar sıralanmışlar

bizi

seyrediyorlardı. Birkaç söğüt ağacının gölgesinde dinlenen ihtiyarlar bile me­ rakla kalkm,ışlar, bize bakıyorlar.

-

Çeşmeyi geçince büyük bir meydana geldik. Burası sığır toplamıı yeri imiş. Sabahlan her ev büyük baş hayvanını buraya sa­ lar, köy çobanı hayvanları buradan alır, çıkarırnuş. Arabacıya : - Meydanın ortasında dur. dedim. Köyün evleri bol kereste ile yapılmış güzel evler. Etraf hep orman olduğu için kerestenin kıymeti yok. Daha arabadan inerken yanınuza eli sopalı biri sokuldu : -

Hoş geldiniz!

- · Hoş bulduk ağa. Köyün kahyası imiş. ""'""'" Muhtar nerede?. - Kasabaya indi. - Peki. İhtiyar heyetinden kim varsa çağır bakalım.


58

------- ------

SlLAH ARKADAŞLARI

Kahya başını eğdi : - Şimdi.. Hele siz bir soluklanın ! , - Yorgun değiliz ağam,, çok kalacak ta değiliz. Onun için işimizi çabuk görelim. KShya henüz yanımJZdan eynhyordu ki, üstü

başı

temizce,

setre, pantalonlu kıranta bir edam adeta koşarak yanımıza geldi. - Hoş geldiniz. �

Eyvallah.. Hoş bulduk.

Kahya geleni tanıttı : - Köy katibi Emin Efendi. Köyde böyle daha iyi söz anlar bir okur yazara rastgelişimize sevindim. -i Emin efendi, dedim> Köylüyü buraya toJllasanız . Biraz ko­

nuşacağız. Kı&tip Enlin Efendi adeta remiz bir İ stanbul şivesile konuşu­ yor : ---<

Hayhay efendim, dedi. Siz istirahat edin .. Şimdi .. . .

Ve hemen yanındakilere emirler vererek cami.den bir hasır getirtti. Ve önü.nüzde s

nktirerek

yaydırdı :

-· Hanımlar yorulrn;uşlardır. Otursalar. Köyün kız, erkek ne kadar çocuğu varsa etrafımıza toplanmış­ lardı. Kimi hayretle bakıyor, kimli m,8nasız t"Qfuıasız gülüyor. Bir­ birlerine eğilip fısıl fısıl konuşuyorlar. Feriha Hanım hiç tereddüt etmeden hasıra oturdu. Bizim Se­ niha biraz çekinir gibi oldu. Fakat ötekine bakarak o da yerleşti. Bir köylü, elindeki

balar tepsiye

dizilmiş üç

büyük fincan

kahve getirdi. Em.in Efendi : - Kusura bakmayın, dedi. Buraya

kadar Brezilya

kahvesi

gelmiyor. Yerli malı halis nohut.. Emin Efendinin

Brezilyadan

bahsedişi.

tuhafıma gitti. Bu

adam herhalde tahmin ettiğimizden fazla birşeyler biliyor. Sordum,: .:.... Kaç hane köyünüz? - Doksan yedi. - Nüfus?


MiLLi ROMAN

-

-----

- -·-----

�------ --

-- --·- - - ---·---

59

- Yüz yi� beş. Yüz otuz yedi nüfustu, on iki delikanlı teş­ rinde askere gittiler. - Mektebiniz var nu Emin Efendi? - Var ama hocanuz yok. O işi de elden geldiği kadar biz yapıyoruz işte. Çoluk çocuk hiç olmazsa okuma yazma öğreni­

yor. Köy katibi Emin Efendi oldukça uyanık bir adam. Kahya, halla toplayıncaya kadar herşeyden bahsetti. Milli davanın esası­ nı kavramış. - Bu muharebe başka muharebelere benzenliyecek. Milletin gözü açıldı. Tanrı bize bir de zarplı başbuğ yolladı. Yediden yet­ mişe ve saçı bitmedik yetimine kadijr toprağını korumak için ko­ şuyor. Herkes isteneni veriyor. Söyleneni yapıyor. Hiç jandarmaya, tahsildara Iüzum yok. Yaşını dolduran şubesine gidiyor. Geçen gün buradan bir manga delikanlı yolcu ettik. Öyle sevinçle gitti­ ler ki, düğüne gider gibi. Zaten Türk �lleti efendi millettir. Sı­ rası gelince boğuşmasını bilir. Namusuna , toprağına göz attırmaz. Yeter ki, başında iyi devletliler olsun. Hasır üzerine bağdaş kuran Feriha Hcmmun dizleri ağrımıştı. Arasıra ayak değiştiriyor, bir elite yere tutunuyordu. Emin Efendi bana bir sigara verip deva� etti : - Düşman İzmırden ileri yürüyor, diyorlar, fakat o yürüdük­ çe biz kuvvetleniriz inşallah. Buradan çok haber alnuyoruz ama kasabaya gidip gelenler bizi habersiz bırakmazlar. Ankarada çok asker toplanmış diyorlar. Öyle mi? - Bütün millet asker. Türküm diyen silah başına, vazife ba­ şına koşuyor. - Bu milletin sırtı yere gelmez beyi�. şahlandı mı bir . kere önünde değme devlet duramaz. - Öyledir Emin Efendi, fakat herşeyden evvel el birliği ile bu muharebenin manasını bilerek anhyarak çalışmalıyız. Etıfımızdaki halka gittikçe büyüyordu. Köye niçin geldi�imizi Emin Efendiye anlattım. - Çok iyi., dedi. Köylü zat.m. emj.r bekliyor. Elden ne gelirse kim esirger.


60

- -�--

- -- SiLAH ARKADAŞLARI --

Toplanan köylüye d: maksadımızı onların enlıyacaklan dille açık açık ani.attım. Emin Efendi de birkaç söz söyledi. Biz anlatırken köylü vaziyeti kavranuş gözleri gülüyordu.

gibi

başını sallıyor,

Nihayet işe başladık. ı;:>oksan sekiz evlik yüz yirmi beş nüfuslu köyden bölüğün iç çamaşırını

topladık� Anneler, tazeler,

hemen bir

gelinlik kızlar

kendi tertemiz eşyalannı kucaklayıp önüıtjüze yığıyo_rlar. Feriha Hanıı'tjla Seniha, yazmıya yetişemiyorlardı. Bunlar arasında işle­

meli çevreler bile vardı. Köy kızlanrun Jwnalı pamuıklarile örülen bu yerli bezler cephedeki adlan meçhul

yavukluların alın terini

silecek ! Hepimiz getirilen. hcciyeleri yazmllya uğraşırken köyün sığırt­ macı önüme dikildi . Elindeki bir şinik buğdayı yere �oydu : Eiendi, üstüm.de..

dedi':"' Halimi Şu

bir

şinik

görüyorsun. buğdayımdan

Ne ayagım,l:J a başka

var.

birşeyim

Ne yok.

Çam sakızı çoban armağanı, hatınm için bunu da alın !

Bu yürek titretici armağan hepim!izin göğsünü kabarttı : - Yaşa çoban oğlu, dedim. Senin gibi fedakarlar oldukça yedi düşm:an bir olsa bu milletin sırtını yere getire�z. Dikkat ettim. Feriha Hanımın m�vi gözleri bulutlannnştı. Bu içli, hassas kız, bu yüksek feragat ve hamjyet karşısında en sami­

mi heyecanını yaşıyordu. Onun adını sanını yazarken çoban anlatıyordu :

.. - Biz de askerlik ettik. Biliriz bu işlerin ne olduğunu !.. İşimiz bitmişti. Kalkmıya hazırlanıyorduk. Fakat Emin Efen-

di bırakmadı: Kusura bakmayın, dedi. Bir

çorbamızı

içmeden

sizi bırak­

mayız. Anladım ki bu cömert insanlar bizi doyurmeden koyuvermiye­ cekler : - Peki Emin Efendi, dedim. Çorbanızı da içelim. Fakat Çorba hazır oluncıya kadar bari şu defterimizi bir kontrol edelim. Hesaba J:>aktık. 1 1 2 iç donu, M 8 dokum;a gömlek, 2 5 çift yün çorap, 40 el peşkiri, 16 içlik ve çoban Hasanın sekiz okka buğdayı.


MiLLi ROMAN

61

- Tamam mı? - Tarnam! - Öyle ise haydi çorbaya! Köylüyü eğlendirmek için davul zurnaya köy havalan çalma­ sını söyledim. Onlar, çoluk çocuk bayram yerine dönen köy mey­ danında eğlenirlerken biz de köyün halis tereyağlı tarhana çorba­ suu içiyor, gümeç balı ile tereyağlı yıur4urtasını yiyorduk. Köylünün bu ikranu yemekle bitmedi. Emin Efendi, , kahveleri içmek için bizi evine davet etti. Bize bu kadar yardım eden adartjın· hatırını kımlayı doğru bulmadık. K<iyün yanında engin dışbudak ağaçlan arasında bir yuvaya benziyen tek odalı evine gittik. Dışından şöyle bir köy evine benziyen bu odaya girdiğimiz vakit hayret içinde kaldık. Bu hayret daha kapıdan girerken üzerine bastığımız paspası gönn,ekle başladı. Bir köy evinde paspas göreceğimizi kim aklın­ dan geçirirdi. Kapının yanında duvarda bambodan bir elbise asacağı gözüme ilişti. Emin Efendi zevk sahibi bir adam. Odanın ortasında dört köşe bir °'asa, üzerinde beyaz örtü ve beyaz yemek t�baklan, duvarlarda kırm)zı beyaz kurdelelerle süslenmiş büyük başbuğun resmi Ve birkaç eski levha. Köşede aynalı bir konsol, üzerinde bir saat. • Feriha Hanım ve Seniha adeta şaşırmışlar, birbirlerine bakı yorlardı. Sofradaki tabakların üzerinde çiçek şeklinde süslenmiş peçe teler, ve tertemiz çatallar, bıçaklar vardı. Doğrusu bu kadarını ben de tahmin etmiyordum. Dağlar arkasında, ormanlar içinde bu hüc:ra köy evinde bir kasaba evinden fazla rahatlıkla yaşıyan adarna şaşıyorduk. Ya­ nımdaki iki �enç kız da ilk defa duydukları sıkılganlığı tamamile bırakrmşlardı. Büyük bir iştah ve derin bir neşe içinde kahve içtiler. Bizi çeşme başına kadar selametliyen köylülere ve bilhassa köy katibi Emin Efendiye teşekkür ederek uzaklaştık.


SiLAH ARKADAŞLARI

62

x

eriha Hanım. ve Seniha üu seyahatten o kadar memnwıdular ki

daha şimdiden

bütün Anadoluyu böylece dolaşabilecek­ lerini söylüyorlar Köyden

çıktığımız

zaman

öğleyi

geçmişti. .

Şim'1i Yörük köyüne gidiyoruz.

Tahta köprüler geçtik, sulan çekilmiş dereler

aştık, uzun :ve

dik bir bayır tırmandık. Artık arabamızı çeken öküzler solumıya ba�ladılar. İki genç kız hayvanlara acıdıklan

için

yere indiler.

Yanımsı�"'yürüyorlar. Fakat çok geçm�en Seniha yorgunluktan

bahsederek tekrar arabaya atladı. - Ya siz yoruh;.1adınız mı ? - Başını salladı : - Hayır. --<

Yürüyeceksiniz demek?

Yüzüme baktı. - Yanınızda bulunmamdan sılolıyorsanız geri kalayım.. Genç lozın bakışlarında o, insana hiçliğini, loym.etsizliğini an-

gU-

..___ __ �...,..--� ., �-:--;;-:-��..,._,.---,:--;;;-:--.-�;-T-,.....-. ., ��

latan ağır ıstihza vardı. Kafasının içine, kalbinin deriiiliğimı · . �k imkanı olmıyan bu kiz bır mua� idi. Ne cevap verecektim.?

Düşündü� fakat sustum.

Ve bu sükfitum daha iyi oldu. Çünkü benden cevap alamı.yan genç kız biraz sonra dedi ki : - Çok şükür, bu sefer yürümek için yanınıza başkalarını çağırmak lüzumunu hissetmediniz? Kafamın içinde bir şimşek çaktı. Damarlarımdaki kanın başıma doğru yükseldiğini hissettim, Feriha Hanım ne demek istiyordu? İçimdeki şüphe bir anda çözülüverdi. Ecevite gelirken bir yıldızlı gecede bana yürümeyi teklif et­ mişti. Ve ben bilmiyorum ne gibi bir düşünce ile ağabeyimle ba­ basını da

yürüm:eğe davet

etmiştim. O gecenin bütün

tafsilab


.MlLLI ROMAN

6}

----

zihnimde canlamyor. Hatta ben onları davet edince Feriha Hanı­ nun

sinirlenmiş gibi birkaç adı� ilerlediğini pek iyi hab.rlıyorum.

Demek o gece bilmiyerek büyük bir mankafalık etm'işim. Benim bönlüğümü ne zaman sonra ve ne zarif bir şekilde anla­ b.yordu. Ah bu muammalı genç kız ruhları. İşlc;tmek, çözmek için o kadar uğraşb.ğım halde muvaffak

olamadr,ım. bu

esrarengiz

gönül, bir an içinde ve ummadığım bir zam�mda bir göz kırpışı gi­ bi açılıp kapanarak içindeki sım verivermişti.

·

Artık düşündüklerimi, duyduklarım'ı ona söyliyebilecektim. Biraz sokuldum ve dedim ki : - Mi,isaade eder m'isiniz, bunun münakaşasını

daha müsait,

daha başbaşa kaldığımız bir zamana bırakalım. Başını arkaya çevirdi. Araba pek geride kalnuşb.. - Hayır, dedi, konuşulması lazım bir mesele var. Eğer bir vazife aşkı beni buralara kadar gel�ye

mecbur

milli

etmeseydi,

zayıf ruhlu akraba kızlarının gizli, aşikar hareketlerine tahammül edemezdim. Birdenbire şaşırdım. - Anlıyamadım., Feriha Hamm, dedim, kimden bahsediyor­ sunuz? - Onu da anlamadınız ll'll ? Çıldıracağım.. Onu, bukadar sinirli, bu kadar hırçın görme­ miştim : - Ciddi söylüyorum, dedim, bana inammz. Ve beni aydınla­ b.nız. Hiç cevap vermeden elindeki çantayı açtı. Karıştırdı. Bulduğu bir küçük defterden kopmuş kağıdı bana uzatb. : -

Buyurun öyleyse !

- Nedir bunlar? - Okuyunca anlıyacaksınız. Yalnız rica ederim. kimseye bahsetmeyiniz. Hayab.mda ilk defa bir kabahat

işliyerek bunu elde

ettim . Genç kızın elime tutuşturduğu bükülü defter kağıdım

açtım.

Ve ilk bakışta herşeyi anladım. Bu yazılar Senihanın yazısı idi.


---- ------

S i LAH

ARKADAŞLARI

Göz gezdirdi m ; Seniha ince kalemle şöyle yazıyor : "Dün Seyfi ağabeyim,den telgraf aldık.

İstanbuldan

beraber

kaçtıkları bir binbaşı ailesile birlikte bize geleceklermiş. Onu bek­ liyorum. "Sabah erken uyandım. Nefise ablamla beraber yukanki

iki

odayı misafirlere hazırladık. Öğleyin Kıyık tepesine gidip misa ­ firleri karşılıyacağız. Ağabeyimi çok göreceğim · gelm5ş. Dün gece rüyama girdi.

"G,eldiler.. Ağabeyimi görür gÖrmez eskisi gibi kucağına atıla-

�·

caktım. Fakat utandım. Yabadcılardan mı? Hayır.. Fakat bilmem

neden? Ağabeyimin yanında gelen binbaşının annesile kızını gö­ züm, tutmadı. Feriha şık değil a�, güzel bir kız. Cana yakın bir kız. Çabuk anlaştık. "Ferihayı pek mağrur buldum. Ağabeyimle de fazla

meşgul.

Geçen akşam şube bahçesinde şenlikte hiç yoktan bir sıkıntı icat etti. ve eve dönm·ek istedi. Ağabeyimle fıs fıs konuştular.

Sonra

beraber çıkıp, karanlıklara karıştılar. "Ferihayı samimi bulmakta ne kadar aldannuşım. Ağabeyime 1<arşı gösterdiği yakınlığı samimi bir arkadaşlık sanmıştım. Fakat anladım ki o, bana ait olan insanı çalan hırsızlardan başka bir­ şey

değilmiş. "Annem bana her zaman : "Seniha,

büyüyünce seni Seyfiye

vereceğim, ... ,, derdi, fakat ağabeyimin benimle

alakadar

olduğu

yok. O sıska ve kibirli kızın neresini seviyor, bilmem. "Babalanndan mektup bekliyorlar. Gelince, gidecekler. Onla­ nn beklediği mektubu, ben de sabırsızlıkla bekliyorum. "Şim,di de köyleri gezmek işi çıktı. Babamı bilmiş gibi, beni de onlara kattı. Feriha ile ağabeyim yalniz gitselerdi, aklımıı oynabr­ dım. Annem de bana, misafirlere surat ediyorsun diye kızıyor. An­ nem budala m;ı. ne .. Misafirin ağabeyime nasıl miyor galiba ...

yılıştığını farket­

,,

Defterden kopanlmış kağıt parçalan bukadar. Okurken, yilzünte kan çıktı... Feriha bunu hissetmişti : - Ne dersiniz, Seyfi Bey? dedi.


MiLLi ROMAN

------ -----

6S

Omuz silktim.: - Ne diyeceğim, tecrübesiz, toy bir tazın hezeyanları. - Fakat ben öyle telakki etmiyorum. - Ne gibi? .. - O, hislerinde samimi. Daha doğrusu küçükten kulağı dol-durulmuş ve hisleri bu kanalda beslenmiş. Herhalde birçok vaitlerin tesiri alb.nda. Dudak büktüm : -· Bunlar, her genç lazın hayalinde yer bulan vahimeler. - Daha başka deliller ister mıisiniz? - Lüzum yok. Bence bu bir hadise değil ki 1 - Sizce hadise olması için ne lazım? - Ayni hislerin bende de yaşaması kafi. - Bu da ihtimal haricinde birşey değil ki l - Ne gibi? - Ayni hislerin sizde uyanması ihtimali. Ona biraz daha sokuldum. Demek ki : - Bu hisler bende başlarnı\ ve pek ilerlemiştir. Feriha Hanım. -' O halde tebrik ederim, efendim. - Neyi ? - Sevginizi, saadetinizi. - Buna teşekkür etmek için,

saadetinize beni inandırmanın

isterdim. Yüzüme baktı : - Nasıl? - Bu hislerimin muhatabı siz olduğunuzu anladığınız zaman beni ümitsizliğe düşürmiyerek !.. Kıpkırmızı oldu. Göğsünün derin nefeslerle kallap indiğini farkediyorum. Fakat heyecanı çok devam etmedi. Bu mağrur ve kendine hakim olll\ağa

alışlan

laz, ne suretle

.olursa olsun, tesir altında kalmayı bir mağlfibiyet telakki ediyor­ -Ou. Fakat ben, artık müsterihtim. Kendi arzusile, hislerimi söyliF. : 5


66

---

SiLAH ARKADAŞLARI

yebildiğim için rahat etmiştim. Bunu, kendisi de bildiği için beni bir küstah telakki edemiyordu. Sustu. Yürüdük ... Neden sonra kırık, içten bir sesle cevap verdi : --. Yolumuz, aşk yolu değil, Seyfi Bey. Gönüller dile gelmeden evvel, basbğımız toprağın hürriyetini V�ek lizıDL Ve biraz durup ilave etti : - Yürüyelim! Ve yürüdük. � Tırmandığımız tepenin arkasında Yörük köyü göründü. lstilaya uğrayan yurdu böyle köy köy, adım adım, yürüyerek geri almak gerek ! Yörük köyü, ortasında bir yeşil dere akan küçük birkaç evden ibaret. Gün alçalmış, ovaya ince bir karalb çökmüştü. Köy kahvesi önünde mola verdik. Akşam olduğu için köylü kahvenin önüne toplanmış. Bizi görünce, etrafumzı aldılar. - Hoş geldiniz. - Sefa geldiniz. Köylünün misafir ağırlaması ne sa�m:idir. Gurbet a cısını pek iyi bilen köylü, köye gelen misafirin dağlar aşnuş, ovalar geçmiş bir Tanrı yolcusu olduğuna inanır. Kahvecinin açıkköz çırağı kaptığı üç hasır sandalyeyi sıraldı :. - Buyurun, yorgunluk alın ! Fefiha Hanım; çocuğa sordu : - Adın ne senin, oğlum? - Ahmet ! - Mektebe gidiyor musun? Başını salladı : - Gidiyorum ya ! - Peki, ne okuyorsun? Gözleri zeka ile parlayan çocuk, şeytan balaşile cevap verdi : - Ne verirlerse onu okuyorum.


MiLLi ROMAN - -

--- - - - ----- - -- -

67

-

- Okuduğunu anlıyor musun ? Bu garip sual, çocuğu şaşırttı. Fakat birdenbire dikkatle genç kızın

yüzüne baktı :

- Abla, siz müfettiş misiniz yoksa ! Biz gülerken, Seniha lakırdıya karıştı : - Müfettiş benim ! gibi, başını

Çocuk başını ona çevirdi. Fakat gö.zü tutmamış iki yana salladı : - Bu kadar tez okur mu insan, dedi.

Müfettiş olmak kolay

mı ? Bizim mektepte senin kadar kızlar var. Bu açıkgöz çocuğun hazır cevaplığı ?ek hoşumuza gidiyordu. İhtiyar bir köylü, lafa karıştı : - Neden olmasın be Ahmet, şehir kızlan, anadan doğma

kumuş olurlar. İhtiyar köylünün bu ince istihzasını Seniha anlamadı.

Fakat

Feriha, artık lakırdıyı değiştirmek zantanı geldiğini anlatmak is­ tiyerek : _,

İşimize başlasak, iyi olur, Seyfi Bey, dedi. Köyün kahyası-

11ı , katibini çağırsanız... Her şeyden evvel burada geceliyeceğimiz için yerimizi hazır­ lamak lazımdı. Topsakallı muhtara : __,

Burada konaklıyacağız, dedim, vakit geç oldu.

Köy oda­

sında misafir var nn? - Kimsemiz yok efendi. Hele siz keyfinize bakın. Rahatınızı biz düşünürüz. �

Hanımları unutma amma !..

Muhtar, temkinli, hesaplı bir adam vaziyetile başını salladı : - Hiç üzüntü etmeyin. Hanımlar için bizim. evi ayırdık. Bizimkiler de hizmetlerine bakarlar. İçim. rahat etmişti. Muhtara, teşekkür ederken o,

un :

memn

- Ne iyi ettiniz de geldiniz, dedi, bu gece mevlUdumuz

da

vardı. Muhtar, sağa, sola emirler veriyordu : - Haydi çocuklar, Yörük köyünün şerefi vardır. Misafirleri iyi ağırhyalım.


SiLAH ARKADAŞLARI

68

Akşamın alaca karanlığında Feriha Harumla · Senihayı

muh­

tarın evine götürdük. Yüksek bir çitle aynlrnış, bahçe içinde, kö­ yün bir tanecik iki katlı evi. Kalın sesli çoban köpekleri yabancı kokusunu duyunca tepinmiye başladılar. İki genç kız korkuların­ dan birbirlerine sanldılar. Muhtarın babası,

doksanlık bir ihtiyar, köpekleri susturdu.

Babasının tam doksan yaşında olduğunu muhtar da söyledi. Göz­ leri az görüyor. Fakat eli, ayağı tutuyor. İhtiyar, köpekleri susturunca yanınnza geldi : - Kusura bakmayın, dedi, yabancı komazlar. Hele buyurun içeri. Ve seslendi : - Kız, Fatma, kadın misafirler geldi. Buyuret.. Ben burada kalacak değilim. Fakat onların yatacakları yeri

görmek istiyor­

dum. İğreti bir tahta merdivenden yukarı çıktık. Üst kat içiçe iki odadan ibaret. Evin tuvaleti, tabiatile bütün köylerde olduğu gi­ bi bahçenin öbür ucunda. Bizim küçük hanımlar, gece sıkışırlarsa ne yapacaklar bilmem. MevIO.t bu gece evin alt katında okunacakmış. Onun için ye­ mekten ve mevIO.ttan sonra konuk odasına gideceğim. Kadınlan yukarıya yerleştirdik. Aşağıya indiğimiz vakit köylüden yaşlıbaşlı birkaç kişi gelmişlerdi. Alt katta büyük bir oda var. Üç köşesinde sedirler. Bana, köşedeki minderi ikram ettiler. Bağdaş kurup, oturdum. Ortaya bir büyük sini getirdiler. Şimdi biz ihtiyarlarla hoş beş ederken, köyün ben akr�n deli­ kanlıları girip çıkıyorlar ve, birkaç dakika

içinde

sininin

üstü

sahanlar ve, kaselerle donandı. Konuk gelince her evden bir hediye geliyor. Aynı ikranun yukarıya başladığını, merdiven başından muh­ tarın Fatma kıza seslenip, çanak, çömlek vermesinden anlıyorum. - Buyurun, buyurun ... Bu küçük Yörük köyünden bukadar çok ve bol

yemek çıka­

cağını aklım,dan geçirmezdim. Siniler, tepsiler koyacak yer bu­ lunmadığı için delikanlılann elinde kalıyordu. Muhtarın doksan-


MiLLi ROMAN --

- - --

- --

--- ------ --- -

--- - - -

lık babası, uzun bir besmele çekip, alfabeye başlatır gibi bizi

69

ye­

meğe başlattı. Bu yağlı kuzuyu ne de çabuk çevirmişler. Üzerine sürdükleri nefis tereyağı ile buram buram dumanı çıkan m'übarek çevirme, daha uzaktan insanın midesini gıcıklıyordu. Kaselere basb.nlrruş kaymaklı ve bembeyaz nefis petek ballan, davar yoğurtları

rağmen, biraz sonra

bekliyorlar. Fakat ben o kadar aç olmama meydan muharebesini terketmiye

sıra

mecbur

oldum. O kadar çok

yemiştim ki, güçlükle nefes alıyordum, Muhtarın ihtiyar

babası,

durmadan atıştırıyordu. Ben, artık önümde yiyemediğim yemekleri seyretmekten kur­ tulmak için kalkmıya hazırlanıyordum ki, yanımda oturan

bi­

zim jandarma yavaşça dizimi dürttü ve fısıldadı : - Kalkma, yemek duası olacak! Hakikaten biraz sonra sini üzerinde dolu bir kap kalmayınca, köyün imamı duaya başladı. Vıcık vıcık yağlar sızan elimizi

ha­

vaya kaldırdık. Bet ve bereketi, cömertliği, tarihin

malı

olan Halil İbrahimin

duasına zamanın Rokfeller, Ağahan, Hanri Ford gibi milyonerle­ rinin adı, çok şükür karışmadı. Duada, İbrahim Peygamberin davar süıiilerinden bahsedilir­ ken delikanlılar boş kalan siniye bu sefer koca bir tas hoşaf koy­ dular ve etrafına kocaman tahta kaşıklar dizdiler. Duadan sonra birkaç kaşık hoşaf içmenin sevabı çokmuş. Bu­ nu da yaptık. Her delikanlı elinde bir liğen ibrikle geldi. Ellerimi­ zi yıkadık, sünnetledik.. Arb.k yemek ; bütün dini ve örfi kaidele­ rine göre bitmişti. Şimdi mevlut hazırlığı başlarruşb.. İmamın perdesiz, ayarsız sesi kamet aldı. İhtiyarlar abdest tazelemiye gittiler. Yerlere seccadeler, kilimler

serildi. Duvarlardaki

oyuklara,

köşelere, raflara mumlar dikildi. Yağ, yemek, sigara ve ocak ko­ kularına mumların kokusu da karıştı. Delikanlılar boyuna çalışıyorlar. Köşeye üstüste üç dört min­ der kondu. Önüne camiden bir rahle getirdiler.


70

SiLAH ARKADAŞLARI Şimdi hep beraber yatsı kılıyorduk.

O kadar çok yemekten sonra bu hareketler pek zahmetli oldu. Kaç kere eğildiğim zaman midemin kalbimi bastırdığını hissettim. Fakat yanımdakiler, maşallah çivi gibi .. İhtiyarlıklanna

rağmen

süratle yatıp, kalkıyorlardı. Namaz bitince herkes olduğu yerde kaldı, imanun bulunduğu yere başlan tülbentli üç, dört delikanlı geçti. Bunlar herhalde hafız olacaklardı. Mevlut dinlemiye gelen kadınlar erkeklere görünmekten

sa­

kınır gibi örtülerile başlarını dolayıp, bacaklarını açarak aralıktan gölge gibi süzülüyor, tahta merdivenlerin basamakları durma­ dan gıcırdıyordu. �um, yeğ ve tütün

kokularına kartftı.

Üstümüzdeki tavanın çatırdadığuu duyunca

yanımdaki jandar­

Bir ödağecı kokusu,

maya baktım. Hüseyin Çavuş gülünıScdi : - Korkma beyim, sağlam yapıya benziyor. Jandarmanın ITlilhendisliği beni pek tatmin etmedi. Kadınlar yukarı katı doldurdukça biraz sonra birbirimize kavuşecağımız­ dan korkuyordum. Nihayet imam yerine geçti. Ve hafızların birbirini tutmayan perdelerden okudukları

bir

ilahiden sonra mevlfıt başladı. Köy mevlO.tlan daha uzun sürüyor. Ve arada bir bal şerbeti dağılıyor. İlfilıiler, dualar, gözyaşları, viyak viyak yayılan çocuk sesleri :ve bitmez tükenmez öksürükler arasında nihayet mevlUt

bittiği

zaman yediğimiz kuzu çevirmesi ve kaymaklı bal de külçe

gibi

yerleştiği rnidernizd_en çözülmiye başlamıştı. İlk defa kadınlar boşan�.ı. Sonra, birer ikişer köy erkekleri sökün ettiler. Muhtarla biraz daha çene çaldıktan sonra j andarma ile beraber geceyi geçireceği­ miz köyün misafir odasına gittik.


Mtl.LI ROMAN --

71

----

XI

kşamdan muhtara haber verdiğimiz için kalktığımız vakit köylüyü, çamlar altın­ da toplanmış bulduk. Feriha Hanımla Seniha yerlerini ya­ ı

dırgadıklan için yorgunluklanna rağmen

altına geldikleri vakit göz kapaklan yumruk yemiş gibi uyuyama�şlar. Çınar şişmişti. Hele Seniha pek bitkin ... Davul zurna köyde bir pehlivan güreşi, yahut

düğün havası

uyandırI111ştı. Bu davulun, koylü üzerindeki tesiri o kadar kuvvet­ li ki o sesi duyan, iki eli kanda olsa bıralap geliyor. Şimdi bütün köy halla çınar altına ılgar etmiş, ne olacak

di-

ye bekliyordu. Feriha Hanıma dedim ki :

- İstersen birkaç söz siz söyleyin, daha iyi olur. Rcdde�di. Ve hiç telaş etmeden bir iki adım ilerledi. Vücudünden umulmaz bir kuvvetle ve tok sesle söze başladı : "Hemşirelerim, kardeşlerim, köyünüzde bir gece

misafir kal­

dık. Yedik, içtik. Gördüğümüz ikramı unutmıyacağız. Fakat siz­

lerden bir de memleket, için, mlillet için,

düşmanla çarpışan as­

kerlerimiz için yardım istiyoruz. Biliyorsunuz, büyük muharebe bitti, fakat düşmanlar yakanuzı bırakmadılar. Şimdi can evimize, Anadolumuze el uzab.yorler. İstanbuldaki

hükOmet

düşmanla

birleşti. Saraylarında safaya dalıp memleketi kahpece düşmana teslim eden padişahla adamları milleti

başsız bıraktılar. Fakat

Tann bize büyük bir başbuğ ihsan etti. Bütün millet etrafında top­ landı. Şimdi eli siiah tutan her Türk cepheye gidiyor. Geri kalan­ lar da onlann eksiğini, gediğini yetiştiriyor. Şu dakikada bizim karnımız tok, sırtumz pek, rahat rahat yaşarken cephelerde as­ kerimiz hainlerle, nankörlerle, düşmanlarla çarpışıyor. Hepimizin cephede ya kardeşi, ya kocası, ya babası, ya nişanlısı var. Asker ne demek olduğunu hepiniz bilirsiniz. Ben de asker kızıyım. Benim de babam düşmanla vuruşuyor.


SiLAH ARKADAŞLARI

72

Biz geride kalanlar, onlar için çalışıyoruz. Çünkü onların bizden yardım görmeleri, bizim de düşmanla çarpışmanuz demektir. Bu­ nun için her yere yardım kollan

çıktı. Biz de

geziyoruz. Sizden önce uğradığımız

bu taraf köyleri

komşu köy bize

tamam bir

bölük askere yetecek çamaşır verdi. Arabamızdaki denkleri görü­ yorsunuz. Şimdi sizi bekliyoruz. Asker için ne verebilirseniz

verin. Unutmayın ki

verdiğiniz

herşey cephedeki askerimizin eline gidecek, onu düşmana daha cesur yapacakbr. Haydi bakalım,

karşı

şimdi ne getireceksiniz,

başlayın, biz de yazacağız.,, Ferihanın bu sade, duraksız ve inandırıcı sözlerini köylü o ka­ dar iyi · anladı ki hiç başka söze hacet

bırakmadan bir iki saniye

içinde dağılıverdiler. Muhtar bukadar güzel lakırdı söyliyen genç kıza ne ikram e­ deceğini bilemiyordu. Beş dakika sonra hediyeler sökün etmiye başladı. Ben muhtarla getirilen eşyayı istif ediyor. Feriha Hanımla Se­ niha

da

yazıyorlardı.

Tam

bu sırada elinde büyük bir

sopa

ile ihtiyar bir adam önüme dikildi ve bağırdı : - Yine mi soygunculuğa geldiniz, hala almaktan, satmaktan, çarpmaktan usanmadınız mı be herifler !. Şaşırıp kalmıştım. İki kız sapsan oldular. Jandarma silahına davranır gibi oldu. Fakat, muhtar telaşsız, heyecansız onun koluna girip uzaklaş­ tırdı. Y anınuza geldiği zaman gülüyordu : - Kusura bakmayın, buna Yanık Ahmet derler. Akıldan ya­ na gayri müsellahtır. Dertli bir adamdır. Vaktile köyün değil, ci­ varın en zengin adanu idi. Onun davan, yedi çerdi. Her cuma

kazanın

hükfimet

köyün davarını ge­

adamları

Ahmet

ağanın

çiftliğine gider, ikram görürlerdi. On beş yıl evvel huysuz bir kaymakam gelmişti. Bir mesele­ den Ahme tağa ile aralan açıldı. Ahmet ağanın varlıklı bii' adam olması işi düzeltti. Kaymakamla barıştılar epey hafifledi. Nihayet bir cuma, takım

ama' Ahmet ağa da

taklavat

yine çiftliğe


MiLLi ROM.AN

-------

gelmişler, yemişler, içmişler, giderlerken kaymakam Ahmet ağa­ nın

gözünden çok sevdiği kısrağını istemiş. Ahmiet ağa demiş ki : -

Onu canım gibi severim. Ondan gayri ne istersen al. Fakat

ona ilişme ! Bu lafa kaymakam içerlemiş, mim koymuş.

Ondan

sonra

iki taraf işi inada bindirdiler. Tepişmiye başladılar. Kaymakam Ahmet ağanın zayıf bir tarafını yakalamak gözledi. ,Nihayet malmüdürlüğüne bir takıntısı ve hemen sanki başka malı, mülkü yokmuş

için

olduğunu sezdi

gibi adam yollayıp

lasrağına haciz koydurdu. HaCizciler geldikleri zaman Ahmet ağa işi anlanuştı. Borcunu para olarak vermek istedi. Kabul etmediler. Artık günü geçmiştir dediler, Ahmet ağanın o gözü gibi sevdiği kısrağını gözünün önün­ de yularından tutup çeke çeke götürdüler. O günden sonra Ahmet ağanın aklına zorluk geldi. Günlerce yalnız başına kırlarda dolaştı. Yemedi, içmedi. İşini, gücünü bıraktı. Kalan malı, mülkü de zebilziyan oldu. O gün bu­ gün böyle yarım akılla gezer, dolaşır işte ! Ve jandarmayı işaret ederek ilave etti : - Sizi de yanınızda jandarma ile görünce eski hük11met

me ­

murları sandı. Bu acıklı macera o kader içim&.ze işledi ki ... Hele Feriha Hanımın gözleri yumuklandı. - Yazık, yazık ! Diye içini çekti... Yanın akıllı ihtiyar şimdi uzakta sopasına dayanmış, kurşun gibi gözlerle bizi seyrediyordu. Muhtar ona doğru seslenerek bizim niçin geldiğimizi, hük\1met memuru olmadığımızı söyledi. O, hiç kımıldamadan, ürkek balaşlarile bizi süzdü.. Sonra du­ dağını büktü : - Kısrağı getirmişler mi, ondan haber ver!. Zavallı ihtiyar ! O mütemadiyen alan, emen ve yiyen saltanat hük11meti, kirrıbilir senin gibi kaç Türk yiğitinin ocağını söndür­

müş,

aklını bozdurmuştur.


SiLAH ARKADAŞLARI Yörük köyü de epey cömertlik etti. Verdikleri eşyayı denk yapıp arabaya koyduk. Bir köye daha uğrarsak arabada bize yer kalrnıyacak ... Muhtardan başlıyarak köylü ile ayn ayn vedalaşbk. Muhtar bize yolluk olsun diye hazırlattığı nevaleyi de bir

se­

petle arabamıza getirdi. Davul zuma sesleri arasında (Muratlar) a

doğru yollandık. Daha Muratlara yaklaşmadan

kasabadan

gelen

jandarma

postasile karşılaştık. İşe başlaırtazdan evvel çizdiğimiz programa töre onlar bugün bizim Muratlarda bulunacağımızı hesap etıni.f­ ler ve bizimle buluşmak üzere postayı çıkarmlŞlar. Çivi gibi jandarma selam1 çakb. : - Mektup var efendim. � Nereden? - Binbaşı beyden. Ve om.uzunda asılı dosya çantasından büyük bir zad çıkardı : - Buyurun ! Zarfı açtım. İçinden Feriha Hanıma ait babasından gelen iki . ınektupla dayımın bana yolladığı mektup çıktı. Genç kızın mektuplarını uzattım : - Babanızın yazısı, JJ\Üjde isterim. Sevinçle mektuplan açtı. Yüzü gülüyordu. Bir çocuk sevinci ile mektubu dudaklarına r;ötürdü. Babasına çok düşkünlüğü

VBf'.

Dayanamadım, sordum: - Ne haberler var bakalım? Gözlerinin içi gülüyordu : - Çok pek çok, ve heyecanından anlatamıyacağını anlatmak ister gibi mektuplan bana uzattı. Binbaşının mektuplarını elime alınca gözlerimin önüne o seYim!i güler yüzü geldi.

Ne can, ne babacan adamdı. Biricik kızını çok seven baba mektubuna şöyle başlıyordu : - "Benim küçük erkaniharbim. Bu seferki ayrılışımız bana daha acı geleli. Ama diyeceksin ki,


75

MiLLi ROMAN - - ---kaç yıl beraber yaşıyebildik ! Haklan ver. Fakat bilmem

neden

bu sefer istiyordum ki, beraberliğimiz daha uzun sürsün, ihtiyar­ lık galiba ! Biz bilirsin ki, baba kız ana kız, ikiz kardeş, canciğer arkadaş, ne dersen de, öyle anlaşını.ş, öyle sevişmiştik.. İnsan yaş­ landıkça itiyatlarına sevdiklerine düşkünlüğü artıyor. Sizi

çok

olduğunuz

merak ettim. Bereket yer

sana

asker yuvasıdır. Sil.8h

yabancı

değilsiniz.

olmıyan babanın

arkadaşları

yalandır. Asker ailesi demek

yalnız

bir

birbirlerine

evi

hısımdan

formayı taşıyan

insan ailesi deırtektir. Onlar nerede

Misafir gibi bir daha

yüz binlerce

olsa birbirlerinin dert ortağı,

sevinç ortağıdır. Sait Bey purada Merkez kum,andanhğında bir

bayram

yerine benziyor. Sokaklar

çalışıyor. Ankara

hıncahınç,

memleketin

dört bir köşesinden kalkan buraya geliyor. Herkes aynı iman ve aynı azimle verilen işin başına koşuyor. O kadar sernimiyet var birbirlerile

kardeş olmak

için ben

ki.

de (Türküm ! ) demek kafi.

Ankara o kadar kalabalık ki, bir han odasında sekiz kişi yatı­ yor. İnsanın bir yıl yiyeceğini bir hafta oturacağı yer için istiyor­ lar. Fakat kimsede şikayet ve sıkıntı yok. Sizi daha buraya aldırtmıyacağırQ. Benden haber gelmeyince hareket etmeyiniz. Büyük anneni

hoş tut. İki gözlerinden öperim.

Ben burada yeni teşkil edilen latalarla meşgul oluyorum . Beni hiç

merak etine. İşlerimiz milletin işidir. O yoluna girince

bir:

de feraha çıkacağız yavrum haydi hoçşa kal, gözlerinden öperim. Binbaşı

FiKRi

İ kinci mektup iki gün sonraki tarihle gelmiş. Fakat merkezde kaldığı için ikisi birleşmiş. Binbaşının ikinci mektubunda daha mühim haberler var : "Dün mektubumu postaya verdikten sonra idi. Merkez mandanlığından

çağınldım .

Yeni kıtaya

tayin

emrim

ku­

gelmiş.

Şimdi ( ... ) deki Fırka ( ... ) alayı ikinci tabur kumandanlığını alllll§ bulu nuyorum . Bu akşam hareket edeceğim. Burada eski dostlarımdan Mustafa Beye tesadüf

ettim.

Saman

pazarında bir tuhafiye mağazası açmış. Taşhanda iki dükkanı ve Etlikte bağı, evi var. Beni görünce pek sevindi. Yedi yıl evvel An-


SlLAH ARKADAŞLARI

76

karada vazife görürken ahbap olduğumuz bu zat beni görünce

o

kadar sevindi ki, tasavvur edemezsin. Şundan bundan konuşurken sizin Kastamonuda kaldığınızı söyledim; Adeta lazdı. İsrar etti. İnat etti. İlle aileni buraya getir. Başımız üstünde yerleri var. Se­ nin evladın benim de evladım sayılır. dedi. Vaktile askerdeyken ona biraz iyiliğim dokunmuştu. Adamcağız şimdi zengin olduğu için bu iyiliğin altında kalmak istemiyor etti ki, dayanmadım .. Razı

galiba . O kadar .

oldum. Sana da

haber

ısrar

veriyorum.

Zaten Seyfi Bey de Ankaraya gelmek istiyordu. Eğer sizi buraya kadar getirirse iyi eder. Ankaraya gelmekten vazgeçti ise sen anne anneni de alır her gün Kastamonudan Ankaraya kalkan kafile­ lerden birine karışır, Anka raya gelirsin. Ankaraya gelince Mustafa Beyi bulmak pek kolaydır. Saman­ :;ıazannda veyahut Taşhanda kime sorsanız

gösterirler. Paraca

sıkıntıda kalırsanız, çekinmeden ondan istiyebilirsiniz. Ankaraya geldikten sonra bana hemen malfimat veriniz, e mi kızım. Seyfi Beye de söyle. Ağabeysi istihkamcı olduğu için ( . . . ) deki kıtaya tayin ettiler. Dün hareket etti. Hepinize selamı var. Baban Binbaşı Fikri Mektuplan geri verirken Feriha Hanım gülüyordu : - Babam ömürdür vallahi .. En tehlikeli yerde, en acıklı

za­

manda dünyanın en gamsız insanı olur. Tam· asker ruhlu bir adam değil mi? İnsan onun yanında en ağır felaketleri ; düğün, bayram gibi karşılıyabilir. Hadiseleri öyle sade görür ki ! Binbaşının mert ve kalender bir adam olduğu muh.akkaktı. O kadar açık kalpli bir insanın bukadar içten ve kapalı düşünüşlü bir kızı olması garipti. Feriha Hanıma bunu söyliyecektim. Fakat yanımızda Seniha vardı. Açılcak bahis belki uzayabilir ve belki de yeni şüpheler uyandırabilirdi. Başka şey sordum : - Şu halde Ankaraya gitmek niyeti var mı ? Daha t akırdım tamam olmadan cevp verdi : - Derhal ! Ve ilave etti : - ,Tabii, bu vazifemiz biter bitmez. Ya siz?


77

MiLLi ROMAN

- Gençlik Ankaraya akarken, ben duracak değilim tabü.. O­ rada belki daha mühim vazifeler çıkacaktır. Muratlı köyünde çok kalmadık. Seniha bir rahatsızlık icat et­ ti. Kasabaya dönmek için ısrara başladı. şüpheliyim. Feriha

Bunun ciddi bir rahatsızlık olduğundan

Hanımla benim Ankara seyahatimiz, onun midesini bulandırdı. Çocukluk ! Köyden köye ; dağlar, dereler aşarak

yaptığımız bu seyahat

bir hafta kadar sürdü. Kasabaya döndüğümüz . zaman hepimiz oldukça yorulmuştuk. Alışmadığımıız bir yolculuk ve alışmedığı­ nuz

yerlerde yatıp kalkmak üçümüzü de sarartmıştı. Fakat neşe­

liydik. Yaptığımız işten memnunduk. Kasabaya iki araba yükü eşya ile gelmiştik. Vazifenin manevi sevinci, bütün

yorgunluğu­

muzu unutturuyordu. Şubeye teslim ettiğimiz asker eşyası başka köylere çıkan yar­ dım kollarının ta,Jladığından pek fazla idi. Kaymakam ve dayım resm en bize teşekkür ettiler. Şubeden eve döndüğümüz zaman akşa� olmuştu.

O kadar yorgunduk ki yemek yeryemez yatmıya karar verdik. Feriha Hanım, hemen odasına çıktı. Ben de not defterime birkaç satır itave

edip yukarı çıkıyor­

dum. Merdiven başında Seniha ile karşılaştım. - Ağabey, dedi. Feriha Hanımla Ankaraya gidecek misin? - Tabii değil mi ya .. - Demek bizi bırakacaksınız? - Sizi bırakmak neden olsun? .. Biliyorsun ki büyük bir muharebe ba§lamıştır. Bu milli bir davadır. Her Türk genci bunun için ­ dedir. Ben nasıl ayn kalabilirim. Ankaraya gideceğim, çalışmak için. Bükük boynu ile karşımda bir

merhamet ve hüzün

heykeli

gibi duran Senihanın gözleri bulutlannnştı. Kınk bir sesle : - Ağabey, beni de götürmez misin ? - Beraber götürmek doğru olmaz. Çünkü

benim

orada ne

yapacağım, hatta orada kalıp kaltn'lyacağım belli değil. Ama bir


SiLAH ARKADAŞLARI

78

esaslı vazifeye yerleşirsem' iş değişir. Sana da bir hava değişikliği olur. Gelirsin ! Bilm.em neden, onu büsbütün ümitsizliğe

düşürmeyi doğru

bulmamıştım. Bana öyle geldi ki, Senilia, bu seyahatimizden de şüphelenmiştir. Son cevabımın onu tatmin etmediği gözlerinden belliydi. - Demek mutlaka gideceksiniz, dedi. - Vazüc l - O halde yolunuz açık olsun, ağabey. Fakat öyle görünüyor ki bu sefer bizi tam.amile unutacaksınız. - BiJ.Skis .. Daha çok hatırlıyacağım.. Eskiden seni çocuk bıra­ kıp gitmi!itim. Şimdi koca bir kız olarak buldum. Bir arkadaş gi­ bi konuştuk, beraber çalıştık. Bunlar unutulur mu hiç! Bak, göre­ ceksin .. Gideceğim yerlerden sana ne uzun mektu?lar yazacağım. Gözleri çiçeklendi : -ı

İnanayım mı ağabey?

- Niçin inanmıyacaksın, Seniha .. Bundan

tabii ne olabilir?

Seni şüpheye düşüren bir şey mi var? - Var! - Ne? - Ağabeyim beni eskisi kadar sevmiyor ! - Yook ! Aldanıyorsun Seniha... Sen eskiden

bir

çocuktun.

Seni bir bebek gibi okşar, severdim. Şimdi koca bebek oldun. Es­ kisi gibi muamele edersem, herkes ne der? Ve latifeye dökmek için çenesini okşadım: - Haydi, yaramaz kız. Ağabeyin seni her zamanki gibi sever. Ondan hiç şüphen olmasın ! Onun, çaknıaklı gözlerinde emniyet yoktu. Şüpheler, endişeler birbirini takip ediyordu. Birdenbire elini omuzuma koydu : Ağabey, birşey soracağım. - Söyle? - Feriha Hanımı seviyor musun? Güldüm:


79

MJW ROMAN - Nasıl bir düşünce, sana, bunu sorduruyor, Seniha? - Düşünce değil, ağabey, his! _,

Nasıl his?

- Kıskanıyorum onu? Birdenbire geri çekildim. : .�

Nasıl, kıskanıyor musun ?

Göz bebekleri birer yıldız gibi parlıyan Senihanın dudakları titriyordu : - Evet, dedi, hem pek çok ! Yavaşça elini tuttum. Avuçlarımdaki eller buz gibi olmuştu. Belliydi ki genç lozlığın o ilk hummalı ve tehlikeli dönüm yerinde bulunan

Seniha,

bir buhran geçiriyordu.

Ona ciddi surette telkin yapmak, şahlanan hislerini teskin et­ mek lazımdL Dedim ki : __. Feriha Hanım, herşeyden evvel bizim misafirim:izdir. Son­ ra babası benim hayabnu kurtarmış bir adamdır. Kendisi bana bir hemşire gibi bakan temiz kalpli bir arkadaşbr. Kendisine ve babasına hürmetten başka hiçbir hissim yoktur, hayabrm onlara borçluyum ve iyiliklerini ömrüm oldukça unutm:ıyacağım. Baba­ sını görseydin, ne kahraman ruhlu bir insan olduğunu sen de an­ lardın. Bu fedakSr ada� bugün de 111emleket için çarpışan bin­ lerce gencin başında bulunuyor. Feriha Hanıma gelince, çok tem­ kinli ve temiz kalpli

bir kız olduğundan nasıl şüphe edersin?

Senihanın gözlerindeki zalim şüphe kaybolmadı. Bil8kis du­ dakları hain bir istihza ile büküldü : - Aldanıyorsun ağabey, dedi, Feriha zannettiğin gibi samimi

bir kız değil! - Nasıl? - Çok kurnaz .. O kadar ki, çevirdiği manevra ile sizi de Ankaraya götürüyor. - Yanlış. Beni Ankaraya o götürıtiüyor.. Ben, onları götüre­ ceğim. - O halde mesele yok, siz de onu seviyorsunuz? - Ne sakat düşüncelerin var, Seniha .. Her arkadaşlığın

bir


SiLAH ARKADAŞLARI

1IO

gönül meselesine döneceğine nasıl ihtimal verirsin. Ben, kendi he­ sabırna,

bukadar

iyiliğini gördüğüm bir

arkadaşlıktan başka

bir

ailenin kızına

karşı

his beslemem.

Bu sözlerim de Senihayı inandıramennştı. Gözlerindeki o keskin şüphe bir türlü dağılmıyordu : - Onun sizi sevmediğine emıin misiniz, ağabey? - Hiç meşgul olmadım ve böyle birşey hatırımdan geçirmedim. - O halde size haber vereyim.. O kadar faziletli zannettiğiniz Feriha Hanımefendi, albümdeki resminizi koparıp elnuştır. - Bunu onun yaptığına nasıl ihtimal veriyorsun? - Resim şimdi onun el çantesındadırl . Beynim altüst oldu. Buna ne diyebilirdim? Seniha, bahsi kazandığını anletll\ak ister gibi devam etti : - Size karşı ciddi bir arkadaş olan laz, bqnu

açıktan açığa

istiyemez miydi? Bir hırsız gibi albümden resminizi çalıp çanta­ sına koymasını tabii bulmıya imkan var nu ? Vaziyetin müdafaa edilecek tarafı kalmamıştı. Dedim ki : - Ben daha hayatımı kurtarmamış, milli vazifesine başlama­ mış bir gencim, Seniha. Bugün için hiçbir gönül macerasile meş­ gul olnuya vaktim yoktur. Hiçbir kadın beni yolumdan çevire­ mez. Herşeyin üstünde milli bir deva ver. Bu, netice buluncıya kadar kalbimde herhangi bir aşlan yer bulmasına

imkan yoktur.

Bunun için müsterih ol.. Ağabeyin taş kale kadar hissizdir. Sen­ den de çok rica ederim, buradan tatlılıkla ayrılalım. Ağabeyini se­ viyorsan arzularını kabul et. Kendimizi

hadiselerin cereyanına

bırakalım. Hayat yürüyor, hadiseler geçiyor .. Bakalım ne olacak? Senihanın avucumdaki elleri şimdi ateş gibi yanıyordu : �

Ya ben, dedi, ya ben ne olacağım?

- Daha önünde bütün çiçekleri, baharlarile

uzun bir genç

lazlık hayatı var. Ben milli vazifemi yaparken sen de tatlı ömrü­ nün bu en güzel mevsim.ini yaşıyacaksın! Senihanın dudaktan titredi :


MiLLi ROMAN -

- - - - ---- ---

81

----

- Seni bekliyeceğim., ağabey. Avucumdaki parmaklarını yavaşça sıktım. Bilmiyorum, dilimin üade etmediği hisleri, parmaklarım üp etti mi ?

Senihanın neşeli sesini bir daha işittim: - Haydi, Allah rahatlık versin, ağabeyi Ve bıraktığım elini çekti. Ayaklanrun ucuna dasını ayıran koridora S&?b.

basarak

onun

Onun kapısını açıp kapadığım, odasında açık kalan penceresini indirdiğini duydum,. Kendi kendime mırıldandım,: - Saf çocuk, daha vücudü teşekkül e�eden hisleri sahlan­ rnış. Muhitin genç kızlara evlenmekten, erkek

düşünmektf!n

baş ·

ka bir meşguliyet vermiyen kısırlığı.. Buna, başka ne sebep sra­ nabilir? Sofada kısık bırakılan idare kandilini

aldım. Odama

gidiyor­

dum. Birdenbire Feriha Hamnun oda kapısı açıldı ve genç kız hiç uyumuş görünmiyen bir yüzle dışarı çıktı : - Nasıl, dedim, daha uyumadınız Ill1 ? Kumral başını salladı : - Hayır, Seyfi Bey, yorgun olduğum geceler aksi gibi gözüme uyku girm,ez. Mutlak beş, on sayfa kitap okumak mecburiyetinde kalının. Sizi bekledim. Bir kitap rica edecektim. - Burada size okutacak bir kitabım yok. Bugünkü postanın gazetelerini okumadınızsa, vereyim. - Teşekkür ederim. Yanımdaki gazeteleri verdim. Başile selamladı. Ve tekrar odasına girdi. Yavaş yavaş yürüdüm ve birkaç günlük yorgunluğun tesirile yatağıma uzandım. Fakat sarhoş gibiydim. Kulaklarım uğuldu­ yordu. Bir haftalık yorgunluktan ziyade bu bir gecenin hAdiscleri beni sarhoş :etmişti. Senihamn verdiği haberler, fotoğraf meselesi, Feriha Hanımın erkence odasına çıktığı halde bu saate kadar uyumayışı ve belki

F: 6


SlLAH ARKADAŞLARI

82

de sofada pıyordu.

bizi dinlemiş olması, kafelJllil

içinde fırbnalar

ya­

Etrafımda dönen hisler_ ve düşünceler bir gecenin içinde aydın­ lanıvermişti. Senihanın çocukluktan, ailece verilen fena terbiye­ den doğan hislerini zamanın kendi kendine düzelteceğinden ümi­ dim var. Fakat itiraf ederim ki Feriha Hanım8 karşı hazan ira­ dem har; cinde gösterdiğim hassasiyete o kadar bigane durduğu halde, fotoğrafımla alakadar oluşuna, burada kitabım olmadığı­ nı bildiği halde, gece yarısına kadar, benim yukarı çıkmamı bek­ leyişine hayret ettim. Bu hayretimde gıcıklayıcı bir sevinç ol­ duğunu inkar edemem. Ve bunun içindir ki ben de o kadar yorgun olduğum halde heyecanıJI\dan uyuyamıyorum. Bir karanlığın derinliğinde çakan yıldızlar var. Bunlar, bana hayabmm yolunu aydınlatacaklar mı?. Bilmiyorum ki!

XII eriha Hanım, anne annesi ve ben yine Kastamonudayız. Ertesi gün 'kalkacak üç yaylıdan birini tuttuk. Geceyi ilk defa yerleştiğimiz o­ telde geçirecektik. Bizim gibi Ankara yolculuğuna çıkacak yolcular İneboludan o gün gelmişler. Onlarla otelde ahbap olduk. Bir aile, Kayserideki akrabalarının yanına gidiyor, ötekiler Ankaraya! Ankaraya gidecek yolcular arasında ağlamaktan gözleri kır­ mg.zı bir genç hanım var. İnsana daima nemli hissi veren menekşe gibi gözleri var. Mustarip insanlara karşı garip bir düşkünlüğü o­ lan Feriha Hanım onunla ahbap olmakta gecikmedi. Onun yardımı ile ben de garip yolcu baklanda biraz m.alt1mat edindim. İstanbulda Boğaziçinde, Kanlıcada oturan bu genç ha­ nı� dört, beş ay evvel Cevat Bey is�nde bir yüzbaşı ile evlen­ miş. Genç yüzbaşı bir ay evvel Anadoluya kaçın,ş. Bir aydanheri kocasından hiçbir haber al8J1'1yan zavalh yeni evli, ailesinin is-


MiLLi ROMAN

83

· --

rarlanna rağmen yalnız

başına yola çıknuş ve her gün İnebolu

yolundan Ankaraya alan

eden kafileler arasına karışarak buraya

kadar gelmiş. Fakat kocasının nerede olduğunu bilmiyor. Anka­ raya gidince, resmi makamlara başvurup öğrenecek. Feriha Herumla çabuk anlaştılar ve genç laz, yeni evli arka­ daşım oldukça teselli etti. Bu yol gurbet yolu değil, millet yolu ... Bu yolda herkes birbi­

rinin kardeşi. Yeni evli Muazzez Hanım da mllhitinin ve bu ha­ vanın sıcaklığına kaynadı. Gözlerindeki sisler gittikçe dağılıyor. Dört aylık taze evlilik hayatının çiçeklerine kanmadan buram bu­ ram barut kokulan tüten Anadolu içlerine doğru yürüyor. Genç yüzbaşısı kimbilir nerede ?

Onu ve onunla

beraber yurdunu ve

yurddaşlanm düşmana karşı korumak için çalışıyor. Öğleden sonra Kastamonuyu arkallllzda

bırakbk. Bu sefer

yaylı kafilesi daha hızlı gidiyor. Aarabada dört kişiyiz. Feriha Hanınun anne annesi, kendisi, Muazzez Hanım ve ben . Önümüzde göklerle öpüşen Ilgaz dağlan.. Arabalar gittikçe

ağırlaşıyor. Ilgaz, masalların Kafdağı gibi

gittikçe önümüzde büyüyor. Fakat yükseldikçe hararet düşüyor. Serinlik başl1yor. İnkılap tarihinde Ilgezın yeri, tepeleri kadar yüksektir. Kaç bin Türk genci, anayurdu korumak için Ilgazlen eçb. Ilgaz, Ilgaz, yol ver.. Biz de kahramanlar Blemine geçiyoruz. Ankara ! .. Mahşer yeri değil, bayram yeri .. Bu kayruyan insan kümeleri, yatacak yer bulamadıktan halde kainata

sığnuyacak bir gönül

feragati ile her mahrumiyete katlanarak karınca

humması

ile

kaynaşıyorlar. Binbaşının hakla varllllŞ. Asker, sivil omuz om'Uza yürüyen kalabalık arasında sordu­ ğum ıu

ilk

insen, bana, Tuhafiyeci Mustafa Efendinin mıığazası­

gösterdi.


SiLAH ARKADAŞLARl Sokaklar gibi dükkinlar da kalabalık. Mustafa Efendiyi bir dakika yalıuz bulmak için epey bekle­ di�. Sıra gelmiyeceğini

anlayınca sokuldum ve yavaşça kendi­

mi tanıtbın. Binbaşı Fikri Beyin annesi ile tazının Taşhana in­ diklerini söyledim. Kafası binbir işle dolu olduğuna şüphe olmıyan Mustafa E­ fendi birdenbire irkildi siyah gözleri açıldı. Tatlı bir Orta Ana­ dolu şivesile : --' Ayıp ettiniz efendi, dedi, binbaşının ailesi Ankaraya gelir de Taşhana iner mi? Gücendim doğrusu. Ne söyliyeceğimi şaşırdım. O, işi, gücü bırakmışb. : --'- Olmadı bu iş, doğrusu .. Ne ise. Tamiri güç değil. Hele sen buyur, otur. Bir kahve iç ! Ve yanındaki cı;ımekanı sürüp seslendi : - Mehmet, iki kahve söyle, evladım. Ve sonra bana dönerek kırk yıllık bir ahbap samimiyetile de­ vam, etti : ___,

Ne yaparsın evlat, iş başa düştü. Bizim

oğlanı da askere

aldılar. Yalnız kaldım. İki yetişmiş tezgahtanmı vardı. Onlar da­ ha evvel elbise giydiler. Şimdi dükkan acemi uşaklar elinde kaldı. ·Yalnız bırakmıya gelmiyor. Kantar, terazi, tartı

bir elden geç­

mezse olmuyor. Hesabı, kitabı da üstelik.. Ve birdenbire bahsi değiştirdi : - Anlat bakalım evlat, ahvali alemde ne :var? Gülümsedim: �.

Havadislerin göbeğinde siz oturuyorsunuz. Biz sizden ha­

ber soralım. Mustafa Efendi, umursuz, kalender bir

adam. Herşeyi pes ­

pembe görüyor: __.

Allah Paşanuza

ö�r

versin, öyle

çalışıyor ki. ne dese,

millet peşinden gelir. Başımızda böyle bir adaIIlj olduktan sonra gam, kasavet nemize? Biz az, çok insandan anlanz, evlat... O ka­ dar yaşlı değiliz amma, zaman bize çok şey öğretti. Çok gezdik, çok dolaştık. Hele askerlikte gördüğümüzü değme seyyah göremez.


MJLLI ROMAN

8S

Çanakkeleden tut ta, Arap çöllerine, Kafkas dağlanna keder .. Ne günler gördük, ne zamanlar yaşadık, evlat.. Aç kaldık, bitlen­ dik, sekiz delik tumbezla kanala kadar gittik.. Başımızda bir Alman paşası vardı. İşi becereın.edi. Bozguna uğradık. Bizi yine Mustafa Kemal kurtardı. O olmasaydı, Arap bizi doğreyacektı. Tanrı onu önümüze geçirdi. Artık hiç ga"' yeme .. Ne olsa kurta­ rır bizi.. Bu Mustafa Efendi, başlıbaşuıa bir alem(cli. Memleket, dünya, ahval baklanda kendi kendine veril� öyle demir gibi hüküm­ leri vardı ki, onu dinlerken bana da bir süldlııet, emniyet çöktü. Dükkan dolup, boşalıyor. Tezgahtarlar müşterilere mal yetiş­ tiremiyorlar. Mustafa Efendinin ne kadar da dostu var. Gelen merhaba diyor, giden merhaba diyor.. Yavaşça ayağa kalktım : - Sizi işinizden alıkoymıyalım, Mustafa Efendi. Dükkanı öğrendim ya, yarın yine görüşürüz. Elleri, başı birden hareket etti : --. Yoook, acele etme bakalım,. Biz adanu kolay kolay bırak­ mr:ıyız. Hele katip gelsin de, onu burada bırakalım. Seninle otele kadar gider, binbaşının ailesine bir hoş geldin, deriz. Zaten bizim hatun, oğlan gitti gideli başını çatb., iki gündür, yalnızlıktan dert­ lenip durur. Sizi tam zamanında Allah gönderdi. Nedense bizim tekne kazıntısı pek loyt1letli. Bizim.kiler inşallah, postalları eskit­ meden dönecekler. Mustafa Efendinin ısranna rağmen gitrqek istedim: - Bugünlük müsaade edin, dedim, zaten yanımızda acıklı bir zabit ailesi daha var. Kocasını aramıya gelmiş. Onun çaresine de bakmak lazım. Mustafa Efendi, büsbütün lozdı : - Tamam, hele otur bakalım, bu işleri sen beceremezsin. An­ karanın yabancısısın ! Aceleye, telaşa lüzum yok. Eksik olmasın­ lar, bizde eş, dost tümen tümen . Yarına kalmaz, onun da çaresi­ ne bakarız. O, daha lAlardısını bitirmemişti ki, kitip dükkina geldi. Sarı benizli, sakat bir genç.. .


- SiLAH ARKADAŞLARt

86

Mustafa Efendi, ona bazı talimat verdikten sonra kalktı : Haydi evlat, düş, baka� önüme. Binbaşının ailesini çok bekletmiyelim ! Taşhan, eski zaman kervansarayları gibi hıncahınç.. Önündeki küçük meydan at, araba, yaylı, kağnı ile dolu. Kadınlar, beni merakla bekliyorlardı. Mustafa Efendi ile gel­ diğimi görünce sevindiler. Mustafa Efendi, ·Vaktile binbaşının yanında hizmet neferliği etmiş. Feriha Hanımın küçüklüğünü biliyor. Şim;di karşısında koskocaman bir loz görünce öyle sevindi ki, zaten neşeli iken büsbütün şaklaban oldu. H;ala gözlerindeki kederi dağılmıyan Muazzez Hanım;a da talaldı : ·-

- Bak hele şuna ; yazık değil mi güzel gözlerine, neden tatlı yüreğini üzersin, kızım ? Zaten sen acele edip buralara kadar gel­ mişsin. Ne zahmet ... Bizimkiler inşallah yakında İstanbula gire­ cekler. Genç kadın, Mustafa Efendinin bu tok ve babaca sözlerinden o . kadar teselli buldu ki, menekşe gözleri, güneş görmjilş bir gül

gibi harelendi : - Fena nu efendim, dedi, ben de onlarla beraber olurum. - Bak hele, şu gençlik neler yaptırır. İlk göz ağrısı, ilk sevda böyledir işte, insan oğluna dağı, taşı düm,clüz eder. Ben de vaktile hacı nineyi aldığım zaman, beni yalnız koyuvermedi. Hacca kadar beraber geldi. Ne eziyetler çekti, ne eziyetler.. Gık bile demedi. Ama şim'di.. Kırk gün yüzümü görmese, lork yıl hatırlamaz. Feriha Hanını dayanamadı: - Aman Mustafa Efendi, çok söyleme, karışmam. hacı nineye yetiştiririm ha .. Mustafa Efendi, sahiden telaşlandı : - Sakın ha, çocuklar, şaka etmeyin. Ben avrat losmından korkanın doğrusu.. Ve hemen Ialardıyı ka-;>atarak ciddileşti : Çok konuştuk. Haydi bakalım. Hazırlanın da eve gidelim. Mustafa Efendi o kadar . kat'i söylüyor, itiraz kabul etmiye­ ceceğini hali ve tavrı ile, o kadar kuvvetli anlatıyordu ki hiç _,


MlLLI ROMAN birimiz

87

---�----

cevap bile vermeden hezırlenmıya başladık.

Henüz eçılmanuş çantalann bağlannı sararken Mustafa Efen­ di izahat veriyordu : - Şimdi sizi eve bıralar, biz Seyfi Beyle

döneriz.

Bakalım

küçük henınun hacetini görelim. Bu işlerle uğraşan dostlarundan bir Sezai Bey vardır. Ona haber salarız. Zaten göreceğim geleli. Bütün zabit künyelerini su gibi ezber bilir. lı ver. Haydi bakalım

Hepim?-z

kervan

Ankeranın

Kapıda

birkaç yay­

kallayor.

yabancısıyız.

Buranın zengin bir yerlisi olan

Mustafa

Efendi şinili. adeta

bütün buraya gelenlere karşı cöm,ert bir ev sahibi gururu reket

ile ha­

ediyor. Eski binbaşısının ailesine ikranu herşeyden üstün

bir borç bildiğini anlatmak

istiyor.

Onun da bağ köşkü iki katlı. Garip bir pembe renkli,

basık

bir ev. Fakat ev halla kendisi kader cana yakın insanlar. Dediği gibi başı çatlalı hacı ninesi pek kederli... Fakat kalabalığı. göriln­ ce ve Feriha Hanınun binbaşının lazı olduğunu anlayınca yüzü. gözü hemen değişiverdi. Evde hizmetçiye, yanaş�ya benzer

bir

tala� yemenili, hatta şalvarlı kadınlar ver. Mustafa Efendi o ne­ şeli yüzü, fakat emredici sözlerile evde bir seferberlik ilin etti. Hacı nine kocasından daha yaşlı görünüyor. Buna misafirleri görünce ateş

rağmen

gibi işleıtjiye başladı ...

Mustafa Efendi bir başkumandan gibi kafi emirlerini ten sonra bana işaret etti :

verdik­

- Haydi delikanlı. Biz varalı� işinlize. Hatun kişiler de ne­ feslensinler biraz .. Bekliyen yaylıya ikimiz döndük. Mustafa Efendi yolda Ankaradan, gelip

gidenlerden

birçok

şeyler anlattı. On.un keneli cephesinden vaziyeti bir görüşü vardı

ki hiç aylan değil... Dükk&na gelirken yen kaldın°'da bir dostunu gören Mustafa Efendi hemen arabayı durdurttu ve atladı : - Aman ne iyi tesadüf Sezai Ve beni çekti

indireli.

Beyi yakaladım.


88

- --- - · - · �- ------- -·-· - - ·

------ Si LAH ARKADAŞI.ARI

Yaşlı bir kaymakam.. Güler yüzlü... Mustafa Efendi beni ta­ nıttıktan sonra litife etti : - Doğrusu gücendim kayJl\8kam bey.. Bizim, oğlan da elbise giydi, gitti. Bfr kere uğrayıp Allah kavuştursun demedin.. bırak, bir acı kahvemizi bile içmez oldun

Onu

.•

Kaymakam özürler diliyor, bugünlerde işlerin çoğaldığını söy­ lüyordu: - Haklan var Mustafa Efendi, fakat bilsen geceleri bile şıyoruz. Muamelab. zatiye adeta nüfus dairesi

çalı­

oldu. Günde iki

üç yüz zabitin enuini çıkarıyor, siciline bakıyoruz.. İstanbuldan öyle bir akın var ki ! Mustafa Efendi bunu fırsat bildi : - Tamam, iyi dedin kaym,akam

bey. Bizimı

de senden

dileğimiz var. İstanbuldan bir ay önce Ankaraya gelmiş bir başı....

bir

yüz­

Bana dönüp sordu : - Adı ne evlat?. - Yıüzbaşı Cevat Bey. - Tamam yüzbaşı Cevat Bey .. Bunun nerede olduğunu öğrenmek istiyoruz.. İstanbulda

evlenmiş. üç ay kalnuş, Anadola

geçmiş. Körpecik kansı da peşinden denizler,

dağlar aşımş, bu­

raya kadar gelmiş. Şimdi bizim, evde.. Görmıe

inci gibi teze, iki

gözü iki çeşme ! ... Sezai Bey yüzbaşının künyesini sordu. Böyle şeyleri biraz bil­ diğim için

künyesini

alm'lşb.m.

Kaymakam Beye verdim. Araşb.np Mustafa Efendiye

ihtiyaten Muazzez Hanımdan

malUmat

vereceğini söyledi. Teşekkür ettik, ayrıldık. Benim de yapılacak işlerim vardı .. Bunun için ertesi sabah görüşmek üzere Mustafa Efendiden ayrıldım. Ankara adeta bütün memleket halkının birleşmek için söz verdikleri J'l1ܧterek bir nokta ol�uş. Kalabalık

sokaklarda

birbirini bulup sarmaş, dolaş olanlara o kadar çok tesadüf edili­ yor ki l Feriha ile annesine bir de Muazzez Hanım iltihak edince be­ Mustafa Efendinin evinde kaim&� doğru olnuyacakb.. Gerçi

nirµ


Mllll ROMAN

89

---- ---

o cömert ruhlu adanı beni de evinde misafir etmek için çok ısrar etti alIUl şehirle alakam olduğunu bahane ederek kabul etmedim. Bu pek yalan da değildi. Burada hayat şehrin göbeğinde.. Kara­ oğlan çarşısı bütün Ankara !. Mustafa Efendiden aynlınca ilk işim telgrafhaneye gidip ağa­ beyime ve binbaşıya Ankaraya geldiğimizi haber veren telgraflan çelanek oldu. Ondan sonra Ankarada olduğunu pek iyi bildiğim

bizim hu­

kuk arkadaşlarından Necip Ki§mili aramıığa başladım. O daha çok çok evvel burada bulunan dayısından aldığı mektup üzerine An­ karaya gelmişti. Da:Yısının Müdafaa Vekaletinde yüksek bir va­ zifesi olduğunu biliyordum. Oraya kadar

gittim

ve

dayısını

bul�um. Nazik

bir

mi­

ralay. Neci? Kamilin arkadaşı olduğum� öğrenince bana birçok iltifatlar etti. Bizim. gibi gençlerin vatan vazifesine hep böyle ken­ diliklerinden koşup geldiklerini söyledi. Necip Kamil Millet Meclisinde zabıt katibi olmuş, bana : - Onu gör, sizi de oraya alırlar. İhtiyaç var. dedi. Gözlerimin önüne Feriha Hanım;ın mavi bakışları geldi. Onun kanaatince vatan tehlikede iken, erkeklerin böyle işler­ de çalışmaları hatadır. Eli silfilı tutan erkeğin yeri ancak düşma­ nın karşısıdır. Miralaya teşekkür ederek yanından ayrılırken sordu : - Ankarada akrabanız var _mı? İzahat vermiye lüzum: görmedim : - Hayır, dedim. - O halde bir isteğiniz olursa gerek doğrudan doğruya bana gerek bizim Necibe açabilirsiniz. - Teşekkür ederim efendim. Necip Kamili bulmak güç olmadı. Beni göriince çılgın gibi boynuma sarıldı. Onunla mektep ha­ yatıllll z ne keyifli geçiyordu. Son sınıfa kadar beraberdik. Ne o­ lurdu. İmtihanları verip diplomıılarımµı da alsaydık. Bu hadiselerin patlak vereceğini k::im tahmjn ederdi? Necip Kimille geç vakte kadar beraber kaldık. Akşam

beni


90

----- ----

-----

SiLAH ARKADAŞLARI

merkez lokantasına götürdü. Müthiş kalabalık. Ankara adeta be­ kSrlar şehri. Her gün bir lokanta açıldığı halde hepsi an kovanı gibi işliyor. LOkantada yemek yemjyen bazı memurlar bile dör­ dü beşi bir olup tuttukları evlerde kendileri yem:ek pişiriyorlar. Necip K:amille gece yansına kadar

konuştuk. Beni otele bı­

raktıktan sonra ertesi gün tekrar buluşnvak vadile ayrıldı. Taşhanın bir odasında dört yolcu idik. Biri İz�den, biri Er­ zurumdan, biri de Bursadan gelen üç arkadaşa ben de İstanbul­ dan gelip iltihak etmiş bulunuyordum,. Ankara Türk toprakları­ nın anası oldu. Onun her derdi unutturan şefkatli kucağında insan bütün engelleri yıkıp geçecek kudreti hissediyor. Üç arkadaştan ikisi yatmıştı. Erzurumlu da

benim gibi geç

gelraj.ş, konuştuk. Erzurumda meşguhtjüş. Milli dava çıkınca dük­ karu, tezgahı, küçük kardeşine bırakıp önce Sivasa, sonra da An.­ karaya gelmiş. Vatan kurtul�yınca dönm',iyeceğim diyor. _ Me­ bus olduğunu lakırdı arasında anladım. Yürekli, mert bir adam. Benim macerarm öğrenince pek �mnun oldu. Takdir etti. Türk genci haksızlığa, küstahlığa boyun eğmez. Yaptığına iyi etmişsin, dedi. Sonra Ankarada kimsem olup olm:adığını sordu. - Kimsem olsa hana gelmiye lüzum var mıydı? dedim. Bana istersem, Meclis zabıt kati?liğine tayin ettireceğini söy­ ledi. Ankararun gurbet yolu değil, �ertlik, kahramanlık, yolu olduğunu bir kere daha anladım. Burada

şefkat

herkes birbirine

faydalı olmak için çalışıyor. Çünkü herkesin kuvıveti, müşterek davanın üstünde toplanntış. Yeni tanıştığm:ıı mebus ahpabuna teşekkür ettim_. Yann kendisini Mecliste bulmarm söyliyerek yatağına çekildi. Uyandığım zaman odada benden başka kimse kalmamışb.. Yorgunluğun ve geç yatmanın tesiri olacak güneş üstüme doğmuş. Oda arkadaşlarım herhalde benden evvel gitmişler. Hemen giyinip sokağa çı� Karaoğlan çarşısı bugün daha kalabalık. Vakit öğleye geliyor. Mustafa Efendiye uğrayıp bir merhaba diyecek oldum.


MiLLi ROMAN

91

------

Beni görür görmez içeri çağırdı : - Gel, gel.. Havadisler mühim. - Hayrola Mustafa Efendi.. Dükkandaki müşterileri işare tederek cevap verdi : - Hele otur. Bekle, ben de sana haber yollıyacaktım. ... Mustafa Efendinin adı tuhafiyeci ... Fakat bu dükkinda neler yok, neler yok.. Hamam nalınından, köpek

tasmasına,

leblebi

şekerinden ipekli kumaşa kadar herşey ıvar. Bunun için müşteri­ nin de ardı arkası kesilmiyor. Bunu kendisi de farketti. Yanına yaklaşm,amJ işaret etti. Sokuldum : - Binbaşı Ankarada, dedi. Şaşırdımı: - Nasıl, ne zaman gelmiş !.

- Bu sabah geldi. Ama sizin geldiğinizden haberi yok. Onu resml bir iş için çağınmşlar. Hem,en dönecek. Geldiğinizi söyle­ yince

lazım görmeğe gitti. Dönesiye kadar

sen

görünmezsen hana

uğrayacakb.. Binbaşının geldiğine pek sevindill\.

�çi

adım başında insan

bir dosta, ahpaba tesadüf ediyor ama binbaşıya o kadar alıştım

ki .. Mustafa Efendi halimdeki telişı hiss� gibi : - Anladım. Onu görmek için sabırsızlanıyorsun, dedi, etme. Neredeyse dönüp

acele

gelecek. Çünkü Milli Müdafaada işleri

var. Akşam da Pulatlıya hareket edecek. Onu görmek kolay. Fa­ kat başka bir mesele

ver.

- Ne gibi?. - O misafir harumın kocasından haber geldi. - Ya ! Mustafa Efendinin küçük siyah gözleri bulanmıştı. Fena bir haber vereceğe benziyordu. NitekiJil beni bekletm,edi : - Yüzbaşı Cevat Bey Üşak cephesinde şehit olmuş. - Vah, vah !. - Öyle... Şimdi mesele, bu kara haberi o yaprak gibi tazeye nasıl vereceğiz. Daha haber olmadan

gözlerinden yaş dinmiyor.


· · ·· ·

--

-· ---

Si LAH ARKADAŞI.ARI

Bunu işitirse efkarına dağlar daya�az. İçi� kor kor oldu. Al­ lah bilir evlat cısı gibi geldi bana.. Ama elden ne gelir.. Muharebe bu .. Kim.bilir, belki yarın öbür gün bizirtjkinin de kara haberini alırız. Takdir ne ise o olur. Ne etsek nafile! Mustafa Efendinin bu tevekkül ve sabır telkin eden sözlerine rağmen içime çöken acıyı bastıramadım Gözümün önüne, ağla­ maktan o menekşe gözlerinin etrafı halkalanmış zavallı genç ka­ dın geldi. - Evet bu kara haberi ona kim verecek ve nasıl verecek?. Zavallı Muazzez Hanım. onu düşünürken

daha dün handa

Mustafa Efendinin Iatifesine karşı : "İstanbulda onu

karşıhyacağıma, İstanbula

onunla

beraber

giderim.,, Dediğini hatırladım. � Daha duvağının telleri sararmaımş genç kadın.. Apoletinin sır111ası solmadan ölüme kavuşan kocan, artık yuvanıza dönmiyecek. Ağla�kta haklısın. Fakat bu harp, bu şeref ve kurtuluş harbi, o mert ve kahraman yüzbaşın gibi binlerce Türk gencinin kanı ve senin gibi masum Türk kadınlarının Mes'ut olmak

gözyaşı ile başarılacaktır.

için istirabın acısını tatmak mukadderse bu akı­

bet hepimiz için var. Fakat biz kendimliz için değil, neslimiz için vuruşacağız.

\.., Kendi kendime söylennüştim. Farlanda değilim. Mustafa E­ fendinin sesile ayıldım : - Esef etmemek olmaz. Fakat ne çare, Allah her acının sab­ rını verir.

Hele

binbaşıya birşey

sakin

ol. Elbet

bir

çaresini

demedim. Artık eve kızını

bulacağız. Ben

görmeğe giderken

böyle haberle göndermek doğru değildi. Mustafa Efendi basit göründüğü kadar çok temkinli ve dü­ şünceli bir adam. En mühim hadiseler karşısında bir filozofluğu tutuyor ki, önce insana duygusuz, taş gibi bir adem, halde

hissi verdiği

sonra adete bir yardımcı, kurtarıcı gibi kendini aratıyor.

Vakit öğleye gelmişti. Mustafa Efendi, binbaşıyı beklemek bahanesi.le beni koyuver­ medi.

Yem,cği beraber yedik. Tahmin ettiği gibi de oldu.


.MiLLi ROMAN -

9:5

----

Saat ikiye geliyordu ki, binbaşı geldi. Pek sevdiği askerlik ale�e dalınca binbaşı bir

kat daha ke·

yiflenmiş, artık her lalardısı bir litife... Mustafa Efendi ile karşılıklı bir hayli yarenlik ettiler. Binba· şıya handa tanışbğım mebusun del.8.letile Mecliste vazife alaeağımı �öyledim. Güldü : - Elini çabuk tut, dedi. Sizin tevellütlüler de bugünlerde askere alınacak. Ben zabit namzetleri talimgahında vazife alacağım galiba. Bu habere o kadar sevindim ki : - Aman isabet binbaşım. dedim. Çabuk olacaksa meclise hiç gitmiyeyim. Binbaşı kös dinlemiş, hiç heyecan duymuyor: - Acele etme canım. dedi. Sen me°'ur olacaksan ol, askerliğin çıkarsa oradan gelmiş olursun. Belki maaşın işler. Yahut kimbilir belki muayenede çürük çıkarsın. Belki de Mecliste çalışıyorsun diye tecil edilirsin, şimdi malO.m ya cephede, geride her vazife va· tan vazifesi. Eski ve tecrübeli adamlar makul düşünüyorlar. Binbaşının fikrine Mustafa Efendi de iştirak etti. Çok hürmet ettiğim binbaşı ile daha fazla konuşamadık. Gö· rülecek işleri vardı. Bana Mustafa Efendinin evine uğrayıp an· nesi ve kızı ile görüşmemi söyledi. Hadiselere göre mektuplaşmak vaitlerile ayrıldık. XIII

ski mektep arkadaşım Necip Kamilin ve han yoldaşım mebus . . . . un yardınu ile açık bulunan meclis zabıt katipliğine tayin edildim. Buradaki arkadaşların hepsi de genç. Çoğu beni°' gibi daha tahsille· rini bitirmemişler. Meclis memleketin po· litika kaynağı.. Büyük başbuğ sık sık meclise geliyor. Kendimi memleketin yüksek kurtancılanna bukadar yakın gördüğüm için


SiLAH ARKADAŞLARI gurur duyuyorum. Buraya gelinciye kadar yollarda, köylerde gör­ düğüm hareket ve keyecan Ankarada ve hele mecliste son haddini buluyor. Anlıyorum ki yediden yetmişe kadar, köylüden

şehirliye,

cahilden alime kadar damarlarında Türkün mağrur, asil ve ateşli kanı kayruyor. Milyonlarca insan vatan tehlikesi karşısında

bir

tek duygu ve düşünce ile birleşmişlerdir. Millet artık seferberlik şubelerinin ve devlet kanunlarının hüküllljleri ile hareket etmiyor. İnsiyaki bir Iamıldanış, tabii bir çözülüş ve mahşeri bir toplanış­ la Büyük Başbuğun İstiktal bayrağı altına toplanıyor, Ankara. feragat ve fedakarlığın

en

üstün örneklerini gösteren bir mucize­

ler ve harikalar şehri. Binbaşının ailesini görmek için cuma günü Tekliğe gittim.

radan geçen üç gün zarfında Mustafa Efendi ile bir iki defa gö­ rüşmüştüm. Fakat Muazzez Ham�

meseleyi açıp açmadığını

soramadım. Dilim varmadı. Bağ köşküne gittiğim za�n Mustafa Efendiyi meşhur armut ağaçlan altında buldum. Haftanın yor­ gunluğunu pek sevdiği bahçesinde nargile i�ekle geçiren Musta­ fa Efendi beni görünce -;>ek sevindi ve hemen içeriye seslendi : - Çabuk bize birer kahve! Sonra bana dönerek sordu : - Şekerli olsun değil mi? Başımla tasdik ettim. Feriha Hanımı görmek istiyordum. Meydanda yoktu. Onu sornuya ıvesile olsun diye : - Mustat:a Efendi, dedim, Muazzez Hanım ne alemde? Mustafa Efendi nargilesinden uzun bir nefes çekti, esefli esefli başını salladı : - Sorma evıat, o bir yürekler

acısı jş

oldu. Onu bu sabah

yolcu ettik, bereket İstanbula giden bir aile vardı. Kattık yanla­ rına ! - Vakayı nasıl söylediniz? Binbaşının lazından Allah razı olsun .. Öyle alallı şey yaptı yaptı, sindire, sindire, alıştıra alıştıra öyle bir söyledi vallı afyonlanmış gibi oldu. O kadar

ki. Ne ki za­

ki giderken göz yaşları, gel-


95

Milli ROMAN

diğinden daha azdı .. Gençtir, unutur, zaman neyi unutturmaz kil. -

Feriha Hanım nasıl?

- Cıva gibi maşallah.. Babasını da gördükten

sonra

arbk

bizin\ evi yadırgamaz oldu. Bugün bacı ile onlan (Kayaş) a yol­ ladım. Yeım:kler yapıldı. İki araba oldular. Ankaranuzın eğlence yeri yok sanmasınlar. Biraz hava almış olurlar. Arbk Mustafa Efendinin söyledikleri kulaklanına girmiyordu. Buraya onu görmek için gelmiştim. De�k akşama kadar da beklesem göremi yecektim. İçime taş gibi bir ağırlık çöktü.

O,

şen, latifeci Mustafa Efendinin her lalardısı

gibi batıyordu.

şimdi diken

İlk defa kendimi bu yalçın dağlar arasında yapa­

yalnız gördüm. Mustafa Efendinin yemeğe kal�m için gösterdiği ısrar büsbütün sinirlendirdi. Tozlu dağ yollarını

cehenneme

beni

çeviren

bu öğle güneşi altında şehrin yoluna düştüm. Bugün Meclisteki arkadaşlar arasında bayram var. Bizim te­ vellütlüler silfilı altına alınıyor. Binbaşının dediği çıktı. Dört arkadaş sevkiyat şubesine gittiğimiz vakit giyecegınuz elbiseleri hazır bulduk. �izi istasyon arkasındaki yeni zabit nam­ zetleri talimgahına sevkettiler. Yüz elliden fazla mevcudumuz var. Bir taraftan da arbyor. İlk yazılanlar biz olduğumuz için daha ilk günden Iademli olduk. Binbaşı Fikri Bey tali:rngaha geleceğinden bahse�şti. Ondan aldığım; son mektupta lat'asile beraber ileri hatta geçtiğini yazı­ yordu. Şu halde gelemiyecek. Fakat şimdiki

kumandanımız da·

pek centilmen bir kaymakam. Talimleri teftiş ederken bize teş­ vik olsun diye kendi aramıza kanşıp hareketlere iştirak Hele ( Yere yat! ) kumandasına karşı

elbiselerini

ediyor.

kirletmemek

yerin temiz tarafını anyan bir arkadaşı mahcup etm,�k için o ü­ tülü elbisesile kömür tozu karışık çarn'urlu toprağa bir yatışı var

ki hepinµz şaştık. l(um,andan bu manevrayı yaptıktan sonra pek nazik bir sc3le:


96

SiLAH ARKADAŞLARI

- Efendiler, dedi, düşman ateşi karşısında kaldığınız zaman siper almak için yerin temiz tarafını mı anyacaksuuz ? Haklıydı.. Ve bu bize öyle bir ders oldu ki günlerce yapbğımız ekzcrsiz­ lerden daha çok istifade ettik. Bıt akşam Mustafa Efendinin mağazasına uğradım. Kendisi yoktu. Bir mektup yazdım1 bıraktım. Cumıı günü ken· disini ve binbaşının ailesini görmek için yanına geleceğimi haber verdim. Arbk bu sefer yeni bir (K�yaş) tenezzühü olmaz sanının. Talimimiz çok ilerledi. Mükem,mel silah kullanıyoruz. Dört arkadaş bizi muhabere kıtasına ayırdılar. Şimdi muhabere stajı yapıyoruz. Asker ocağı, zaten hadiselerin terbiye ettiği benliğimizi bir tör­ pü gibi işledi. Sertleştirdi. Şimdi zağlı bir yalın kılıç gibi çarpbğı­ mız yeri ikiye bölecek kadar kuvvetliyiz. Onu gördüm ! Beni bağ kapısında karşıladı. Haftalarca ondan uzak kalışımın tesiri � anlayamadım. Ba­ na biraz süzülmüş, zayıflamış gibi geldi. Fakat renginin değişikliğine rağmen gözlerindeki canlılık daha kuvvetliydi. Bu kızın gözlerindeki ifade kudreti okadat müessir Ki bakışlanyle bütün hislerini anlatmak imkanını buluyor. Bana iki elini birden uzattı. Sıcak pa:rmaklannı avuçlanmda hissettim. İkimiz de bir zaman konuşmadan durduk. O kadar heyeanlı idik ki ellerimizin teması, söyliyeceğimiz keli11'.'4elerin manasından daha çok şeyler anlatıyordu. Eğer içeriden Mustafa efendi seslenerek bizi çağırmamış ol­ saydı, salkımsöğütler altındaki bu ibadete benzer gönül sah­ nesi uzayıp gidecekti.. Yanyana eve doğru giderken içimden ge­ ·çenleri dudaklanm zaptedemedi. - Feriha Hanım, sizi o kadar özlemiştim kil Buraya misafir oluşunuz, pek alışbğım sizden beni uzaklaştırdı, dedim.


MlLLI ROMAN

------

97

Cevap vermeden avucumdaki pannaklannın hareketi ile his­ lerini iz8h etti. Dedim ki : - Bense o beraberlik

günlerinin öylece

devam edeceğine o

kadar inannuşbnı ki ! İlk defa konuştu : - Ben bunu daiına bekliyordu� Seyfi Bey. Memleketin bü­ yük davası içinde, birbirine en yalon olanların bile o dava için ay­ nlm'elan mukadderse buna hangi his, hangi kuvvet mini olabilir?. Genç lozın fikirlerindeki

bu karakteristik nokta

her zaman

kendini meydana vuruyor. O toprağının aşlonı en ın'Ukaddes his­ lerinden üstün tutuyor. Fakat onunla yalnız kalmak, onunla dertleşmek,

konuşml!k,

bana okadar büyük bir ihtiyaç oln1uştu ki ! Beni asker kıyafetile görmesi onun pe k hoşuna gitti. Hayalindeki kahraınanlann hep silahşör olm:alan, küçükten­ beri asker ocağı terbiyesi ile yetişmiş olması,

onun ruh hareket·

1erini de sıkı bir disiplin altına alnnş. Bu lozı evham ve hayalat­ tan başka birşey olmayan şairane ifadelerle teshir etmeye imkan

yok . . . İ ç kapıya yaklaştığımız zaman

beni baştan

aşağıya süzdü.

'Sonra : - Seyfi Bey, dedi, bu loyafetinizle daha sevimli olduğunuzu -itiraf ederim. -Güldüm : - İltifatınıza teşekkür ederim Feriha Hanım. Hele cümleniz· -deki (daha) kelimesi bana o kadar büyük bir ümit verdi

ki !

- Ü�t iyi birşeydir Seyfi Bey. Yeterki insan ümitlerinin ta· hakkuk etmesi için çalışmasını bilsin. - Demek çalışırsam...

O

da güldü :

- Ümitlerinize yaklaşırsınız helbet! - Ya bu ümitleri sizden bekliyorsam ... - Kapının önüne gelmiştik. İçerden

Mustafa efendinin sesi

geliyordu.

F : 7


98

SiLAH ARKADAŞLARI

---- ------

Avucumdaki elini çekti : ·-

Şimdi latifeyi bırakalım. Balan Mustafa Efendi size bugün

neler neler hazırlattı. Artık, dayanamadım herşeyi göze almıştım: -Feriha Hanım, dedim..

Yarın, öbürgün ben de hudutlara

koşan vatan çocukları arasına karışıp gideceğim. Bu yolun nasıl bir yol olduğunu benden iyi bilirsin. Sen de bir asker kızısın. Bu. yol belki benim: için bir ebedi yol olacaktır. İstiyorum ki İstanbul­ da başlıyan dostluğurn;uz beni bu yolda yalnız bırakmasın. Bana. o bahsettiğin ümidi ver. Ondan kuvvet alarak çarpışayım. Durdu. Mavi gözleri bir bahar seması gibi berraktı. İçinde bin bahçe­ nin binbir çiçeğini andıran beneklerile bu

çimenli mavi gözler,.

gözlerime bağlanıp kaldı. Ve bugün biraz soluk duran dudaklan titredi. Geriledi kımıldadı : - Peki Seyfi Bey. Üm:idiniz sizi yalnız bırakmıyacaktır. Asker selamı ile elimi başıma götürdüm : - Teşekkür ederim. Ve artık davalarını halletmiş iki nizasız

insan

içeriye­

gibi

girdik. Bugün bir resmi geçitten sonra bizi kışlalara ayırdılar. Büyük başbuğu Mecliste her gün görüyor, o her biri bir Kitabı mukad­ des sayılacak nutuklarını dinliyorum. Bugün

kendim. bir zabit

namzedi, ve o bir başkumandan olarak talim. meydanında karşı­ laşıyorduk. Mecliste gönüllere ve fikirlere ışık ve istikamet veren Büyük ku�ndan, talim meydanında askerin ruhunu ve sevgisini

zapt

ve idare etmesini o kadar iyi biliyordu ki !.. Bir yıldırım çakışını andıran bakışları ile üzerimizde dolaşan gözlerinden aldığımız a­ teş bizi ölür"Qleri tehdit edecek bir cesaretle techiz etmiye kafi gel­ mişti. İnkıiap çocukları onun mavi ışıklı gözlerinden

nur

aldılar.

Onun mavi denizlere kadar akseden sesinden ilham aldılar. bugün onun gösterdiği istikamete gidiyoruz.

Ve.·


MiLLi ROMAN

99

-' İstiklal ! Alay sancağı selamlandı. Fırka muzikası İstiklal marşını çaldı. İnkılap ordusu yürüyüşüne başladı. Ankara, genç kalbi gibi muntaza� açılış ve kapanışlarla ana­ yurdun dört köşesinden topladığı delikanlıları aynı hareketle cep­ helere yolluyor. Bugün de biz gidiyoruz. Kıraç dağ tepelerini aşan demir ayaklarımız düşmanı bulun­ caya kadar yürüyecektik. Anayurdun çerçevesinde düşmandan iz kalmayıncaya kadar yürüyeceğiz. Bize dur emrini verecek

ses

ancak An karada biz·e : _, İleri ! Kumandasını veren ses olacaktır. Türk milleti, yakın

tarihinde bugünkü

gibi bir başbuğ sesi

duyırtadı. Onun için damarlarında Cengizlerin kanını taşıyan Türk ,s ocuklan bu sesin sarhoşluğu içinde çılgın gibi ileri atılıyorlar. Dağlar aştık, sular geçtik. Nihayet bizden evvel düşmanı ön­ ·

liyen silah arkadaşlarımızın yerleştikleri cepheye yetiştik. Ayağımızın tozile girdiğimiz ilk ateş çok çetin oldu. " . . . . ,, sırtlarında yayılan kıt'alanrn)zın muhaberecileri o­ lan bizlere bile silahla görülecek işler çıktı. Kıyasıya dövüş oldu. Düşman, hatlarını, on iki kilometre geri çekmiye mecbur kal­ dı. Artık harbin ne olduğunu öğrendi�.

r . Harp, adsız insanların, adsız d�şmanlan öldürmesi dem.ektir. Fakat bu adsız düşmanların adsız insanlara ait haklara ve toprk­ lara göz dikmeleri, harbi mukaddes bir

vatan

borcu

yapıyor.

Karşımda yüzünü görmediğim, adını bilmediğim düşmanıma si­ lahımı çevirdiğim zaman onun varlığında varlığı� kasteden bir kütleyi görüyorum ve o kütleye karşı duyduğum; hıncı teskin için onu temsil eden bu

meçhul insanı öldürüyorum. " . . . . ,, çadırlı ordugüı

Sevimli muhibbem; Feriha Hanım ;


SiLAH ARKADAŞLARI

100

Üçüncü defa kanlı bir harbe girip çıktıktn sonra istirahat için girdiğimiz sıçan yollarından sana ilk �ktubumu yazıyorum. Sahra postası bunu

sana

ne zaman ulaştıracak bilmiyorum.

Fakat ırii.lli orduda geri hizmetleri o kadar muntazam ki her halde gecikm,eden seni bulacağını zannediyorum,. Muharebe ! Nihayet bunu da gördÜil1j. Feriha Hanım.. Korktum mu? Bir insan olarak kandan ve ateşten korkm,amak

mümkün

m,ü? Fakat ilk korku bir soğuk rüzgar gibi insanı okşayıp geçiyor. Sonra dam;arlanndaki kan kırk buçuk fiyevrili bir hastanın kanı haline geliyor. Artık korku hissetmek kabil değildir. Onun yerine çetin bir hınç başlıyor. Öyle bir hınç ki en �unis insanı yırtıcı .bir kaplan haline getirlyoıt. Ben de şimdi artık muharebeyi heyecanlı bir futbol maçı gibi takip ediyorum. Ölüme, ateşe ; o kadar alıştım, ki ! .. Her gün etrafımızda can çekişen insanları, çukurlan dolduran ölüleri ve her adımda önümuze çıkan iskeletleri ve kafaları, kol­ lan ve bacakları göre göre kalbimiz, heyecan kabiliyetimiz o ka ­ dar nasırlaştı ki bir an ve bir yudurQ

teessür

duymadan geçip

gidiyoruz. ,Son muharebede şahit olduğum bir vakayı sana anlatayım : Muharebe tan yeri ağarırken sürekli bir topçu ateşile başla�ştı. Bu çetin boğuşma akşama kadar devam etti. İki taraf ta siperlerini boşaltnıadan dolduruyordu. Sol cenahırmzda çok zayiatımız vardı. İhtiyat kuvvetlerimizi oraya teksif ettik. Kumandan bu cenahı tutan zabitlere şu talimatı verdi : ·-

Düşmanın sağ cenahı geri atılm!ıştır. Merkezle sol

mukavem,et ediyor. Bizim sol cenahımız ileridedir

cenah

Yapacağınız

hücumla düşmanı �ukavem:et ettiği noktalardan püskürtecek ve sol cenahmnz la irtibatı muhafaza edeceksiniz. Vaziyeti anladı­ nız. Sol cenahımızı kurtaramadığıDlz takdirde hem onları kay­ bedeceğiz, heJll

kendimiz tehlikeye düşeceğiz ! ..

Emir bundan ibaretti. Genç zabitler makine gibi kumandanı selamladılar ve çıktılar.


MiLLi ROMAN

101

-----

Yanm saat sonra muharebe merkezleri ileri hatlardan şu ha­ beri aldılar:

/

-

DüşII'.,an kaçıyor !

Gece, karanlık adamakıllı basıncıya kadar teki:;> devam etti. Biz ınuhabereciler mütemadiyen santral değiştiriyoruz. O

ka­

dar ilerlemnşiz İci, yanın saat evvel düşmanın tutunduğu siperleri geçtik. Karanlıkta üzerlerine basıp geçtiği�z düşnt;an leşleri ha­ ta sıcaktı. İnliyen, can

çekişen,

acı acı haykıran bu insanlar ne­

relerden gehtjişlerdi ? Bu toprakta ne arıyorlardı ?

r

�akat biz bunu düşünemezdik.

\.._! opraklanrmzda işleri olmıyan bu insanları yok edecektik. . . V e bir silindir gibi eziyor, çiğniyor, öldürüyorduk. İleri kıt'alanımz karanlığa rağmen düşrr(anı takip ediyorlar. Geriye haber vermek için telefon hatlanm1zı uzatıyoruz. Neredeyi z, daha ne kadar gideceğiz. Bilen yok. Tabii büyük şefler harekatı adım adım takip ediyorlar. Nihayet kıt'alann bulunduktan yerlerde dunnalan emri geldi. Emri derhal ileri hatlara telefonladık. Dört arkadaş idare ettiğimiz muhabere santralını yerleştirdik. Merkezle konuştuk. Olduğumuz yerde geceliyeceğimizi söylediler. Dehşetli yorgun düşmüştük. Kim:bilir harp ede ede yürüyen silahlı kıt'alanrrlJ.z ne kadar yorulmıuşlardı; Ara�zda nöbet tertibatını yaptık. İlk nöbet bir arkadaşa çık­

tığı için biz biraz kestirebilecektik. Gelecek bir emjrle tekrar vazife başına geçmek üzere, olduğu­ muz yerde ve elbiselerimizle uzandık. Gökteki yıldızlardan başka seyredecek birşey yok. Her tarafı�z karanlık. Yorgunluktan he­ men dalmak üzere idi�. Yüzümde birşeyler dolaştığını hissettim. İrkildim ve hemen doğrulup avucumun içinde bir kibrit çaktım. Gördüğüm şey beni dehşet içinde bıraktı. Uzanıp başımı koyduğum tü�ek bir düşman ölüsü idi. Can verdiği saat içinde toprağın binbir kurdu, böceği, haşeresi bu ölü­ ye üşüvermişti. Diri ile ölüyü ayırt etmiyen haşerat bana da ta­ arruza başlanlışlardı.


102

--· ·

-

· ---------·-·· - · ·

-·-

- ---- - - -

- S tLAH ARKADAŞLARI

O anda burnuma ağır kokular gelmeğe başladı. Yorgunluğun tesirile ilk hamlede duymadığımız bu leş koku­ lan şimdi şimdi kendini gösteriyordu. Fakat harp meydanı, karanlık gece. Saatlerce süren heyecanlı bir mücadele ne kadar sinirlerine hakim olursa olsun her insanı yıpratıyor : Biz de etrafımızda sayısı belirsiz "düşman leşleri ara­ sında olduğumuzu bile bile yine o gittikçe artan kokuya kendi­ mizi alıştırarak uykuya daldık. Bilmiyorum, ne kadar zaman geçmiş, yanımdaki arkadaşlardan "Hidayet,, in uykuda sayıkladığını ve yüksek sesle : - Mualla, Mualla !.. Diye haylardığını duydum. K,imJ>ilir, ben de böyle sayıklamışım.dır. Hayat, harp hayatı.. İnsan ölüm karşısında Qik....ruhı.ı.wı n y�_ ��lin.�'!-eşini arıyor.. ,, Seyfi xıv ltıntaş karargahındayız. İyi bir tesadüf binbaşının taburu da bizi"' fırkaya geçti. Eski İnebolu yol­ cuları cephede de birbirlerini buldular. Hatta Kastamonu yolunda Feriha Ha­ nmu atın altında ezilmekten kurtaran Dursun da burada. Binbaşının emirberi. Dün akşam Çayda arkadaşlarla sohbete dalmıştık. Dursun geldi. O pek hoşu�a giden demir gibi selamını çakb.. Ne var Dursun? dedim. - Binbaşı bey sizi istiyor bey! Kalktım. Onun çadırı küçük bir tepenin arkasında idi. Tabur kararga hı için binbaşırun intihap ettiği yerin m,anzarası da hoştu. Vazüe başında pek barutlaşan binbaşı beni çağırmasına rağ11'4en tahta, portatif masasının başında, elinde kalın kalemle bir­ şeyler yazt? duruyordu. -

·


.MlLU ROMAN

lOJ

Selam:ı çakbm. - Beni emretmişsiniz binbaşım,! Başını kaldırdı. Gül�sedi. - Şu karyolanın ucuna iliş bakalım, bir dakika sabret. Ak­ lım karışmadan şu krokileri bitireyim. Karyolaya pek güvenme ha. Yaylan sakattır. Ben bile yatarken okuyup üflüyorum. Karyolaya oturmaktansa ayak ucunda gece dolabı hizmetini gören eski cephane sandığına ilişmeyi tercih ettim. Binbaşı bunu görünce bir daha güldü : - Okumuş askerin hali başkadır vesseıam dedi, kafası işler. Ve yine başını kağıtların üstüne indirip çalışmıya başladı. Ne sade bir tabur kumandanı çadın. Orta direkte binbaşının bel kayışı, tabancası asılı. Kapı ya-. nında bir toprak testi ve bir yassı cam bardak, bir cephane san­ dığı üzerinde binbaşının el çantası, bavulu. Topu topu bir mek­ kSrelik eşya. Ben tabur kumandanı çadınnı kontrol ederken binbaşı da işini bitirmişti. Sevimli balaşlan canlandı. Kağıtlannı yerleştirirken : - Seninle IJ\'ühim birşey görüşeceğim evlit, dedi. Bizim erkini harpten mektup aldın m'l? - Feriha Hanımdan nu? - Öyle yal - Hayır almadım.. - Bizim deli laz yine aklına esmiş. Bana sormadan işlere girişnüş.... Merak ettim, acaba Feriha Hanım ne yapmıştı? - Hayrola binbaşıın:- Ne yap1111Ş ? - Seyyar hastaneye hemşire yazılmış Baksana şu mektuba.. Ve cebinden..çıkardığı bir ·mektubu uzattı. Onun lank dökük yazısı. "Biricik babacığım, Sakın üzülme baba. Sana sormadan bi.rşey yaptım ama lazar..


J�

--- ---�- ---- -- - ---- -

-

-

- - --- -- -

SiLAH ARKADAŞLARI

san üzülürüm. Burada anne anneJll}e Mustafa Efendinin hanmn pek iyi anlaştılar. Ahret kardeşi oldular. Onlar böyle kafadar olun­ ca ben boş durmamağa karar verdim. Ve sizin yanınıza gelmiye niyetlendim. Ama silahlı asker olarak değil. Hastabalacı olarak... Sıhhiye idaresi isteğimi kabul etti. Bir iki güne kadar

vazifeye

başlıyorum. Size mümkün mertebe yaklaşmak için bundan baş­ ka ne yapabilirdim babacığım? Onun için beni affedecek, hatta, aferin diyeceksin öyle

değil

küçük erkinıharbim.

mi babacığ� Feriha

Mektubu masanın üstüne bıralarken binbaşı sordu : - Ne dersin bu işe? - Ne diyeyim binbaşım? Feriha Hanım birşey söyliyecek

ve

yapacak zaman bırakmarruş ki ! Omuzlarımı. kaldırdım : - Tanrı muvaffakiyet versin demekten başka ne denir ! Binbaşının başı göğsüne düşmüştü : İçten gelir bir sesle mırıldanır gibi : -Evet, dedi. Doğru ! Bir zaman ikimiz de sustuk. Sonra binbaşının koca bir dağ parçasına benziyen büyük başı kalktı. Gözleri gözlerime dikildi : - Seyfi Bey oğlum,, dedi. Seninle biraz ciddi konuşmak isterim.

Binbaşının sesi değişmişti. Madeni ihtizazlı bir sesle konuşuyordu. İrkildim: - Emredersiniz binbaşım. ·- Mühim günler yaşıyoruz. Har;> bütün hızı ile devam ediyor ve edecektir. Biz çetin ve o nisbette mutlak

tnµvaffak olma�z

lizım gelen bic mücadeleye giriştik. Bu layamı behemehal zaferle neticelenmelidir. Milli ordunun neferinden başkumandanına ka­ dar. herkes böyle bellemiştir.

Varın akşam. . .

Durdu.


MJLLJ ROMAN

105

---- ---

Yutkundu. Kaşları çatıldı. Sonra başını iki tarafa sallıyarak devam etti : -ı

unutturuyor. Ne yapa-

Evlat sevgisi, bana m.eslek aşlamı

lım. Sen de askersin. Sen de bu vatanın

güvenilir bir evladısm.

Senden

Yarın

birşey

saklamak

isteıtjem.

akşam

bizim

taarruzumuz var. Bunu yarın akşama kadar ancak sen bileceksin. Yarın akşam ordu bütün cephesile düşrqanı yerinden sökmek için ileri ab.lacakb.r. Başkumandanın emri gelmiştir. Düşmanı vata­ nın harimi ismetinde boğacağız. Verilen emrin hedefi şudur : - Ordular, hedefiniz Akdeniz. İleri ! . Bu, yarın geceden itibaren bütün milli ordu saflarının parolası, olacakb.r. Ve hepimiz önümüzü kesen düşman' için ateşe atılacağız. Kıim ölecek, kim

saflannı aşmak

kalacak! Bunu Allahtan

başka kimbilir? Onun için bu gece görüşmek istedim. Yarın

ak­

şa� belki birbirimizden ebedi surette ayrılmış bulunacağız. Binbaşı sustu. Vücudüme garip bir ürperme gelmişti. Gözlerimin önünde dumandan, alevden bir sed peyda olmuş­ tu. Kulaklarım uğulduyordu. Ne müthiş dakikalar yaşıyorduk. Binbaşının gözleri masanın üzerinde açık duran kızının mek­ tubuna dikihtjişti. Onun daim,a gülen gözlerinin ilk defa nemlen­ diğini, bulutlandığını gördüm. Ve iki damla yaş mqinlenmiş

yü­

zünden kaydı ve J1'Cktubun üzerine damladı. Bu şefkatli baba, şu anda ki�bilir neler düşünüyordu? Fakat bu zaaf anı çok sürmedi. Birdenbire doğruldu. Gülmeğe çalışb.. Mavi gözleri bana çevrildi : - Kusura bakma evlat, dedi. Babalık işte.. Biz kendimiz için yaşarnayız. Vatanın malıyız. Hayabrnız

mem.leketindir. Geriye

bırakb.ğımız yavruların saadetine et"Qin olduğumuz anda hayab­ m:ızın hiç kıyrneti yoktur. ,Yine sustu. Gözleri yine mektuba dikildi.


Si LAH ARKADAŞLARI

106

Sonra büyük başı birdenbire

kalkb.. Gözlerime dikildi :

- Sana birşey soracağım, dedi. - Buyurun binbaşım. ,_

Ferihayı nasıl buluyorsun?

Şaşırdım. Acaba onun baklanda düşündüklerim$. sezmiş miy­ di? Şerefini, haysiyetini emniyet ettiği kızına

karşı bir kabahat

ıtii işlemjştim? Yutkundum. Dudakları� titriyordu. Onun sesi daha munis ve daha yavaş tekrar etti : - Söyle, çekinme, Ferihayı nasıl buluyorsun? Kendime hakim olmıya çalışarak cevap verdim.: - Feriha Hanımı pek ciddi, terbiyeli

ve

zeki bir lp.z olarak

tanıdım binbaşım. - Onunla hayatını birleştirebilir misin? Binbaşı neler söyliyordu? Benim en müşkül zamanlarda, en korkulu ölüm ve hayat an­ larında kalbimde yaşıyan o hayali, binbaşı nasıl görmüştü? Yok­ sa binbaşı beni kontrol mu ediyordu? . Kıorka korka yüzüne baktım. Fakat onun gözlerinde o kadar emniyetli bir sami�yet vardı ki ! Bundan cesaret alarak cevap verdim,·: -. Feriha Hanımla hayatımı birleşti�ek benim için yegane saadettir. Fakat onun bu.. Binbaşı lakırdımı bitirmiye fırsat vermedi : - Hayır, hayır, onu kanştınna!... Sen yalnız söz ver.

Boynwnu büktüm. - Ne diyorsun? Ceva? vem\eden ayağa kalktım ve eğildim,

h�le

elini

öptüm. Binbaşının iki eli omuzlarundan tuttu ve ateş gibi yakan du ­ dakları alnım.dan öptü : - Sen de evladım. oldun Seyfi.. Artık yarın muharebeye göz­ lerim arkada kalnuyarak gireceğim. Ve ölsem� de gam yemeden, müşterek saadetinize dua ederek öleceğim. Tekrar yerine oturduğu zaman yüzü gülüyordu. - Ferihaya şimdi mektup yazacağım. Herşeyi anlatacağun,


107

dedi. Şu dakikada bana baba diyen iki evtadım var, demektir. Yanna Allah kerimi Haydi arb.k vazifenin başına git evtadım. Binbaşı iJe tekrar kucaklaşbk. Sonra onu askerce setamladı?Il. Ve topuklarım üzerinde bir sağ geri yaparak çadırdan çıktım. Oldukça uzak olan muhabere istasyonuna doğru koşarken içimde rüzgarlarla yanş edecek, koca bir düşm,an ordusunu çiğ­ niyecek meçhul bir kuvvet hissediyordum!. Muhabere istasyonuna geldiğim zaman arkadaşları pek telaşlı buldum. Beni arıyorlardı. Görür görmez üstüme abldılar: - Nerdesin yahu? Yarım saattir a,,ramadığumz yer kalmadı. Çabuk hazırlan! -Hayır ola. Ne var? - Emir var. Bu gece sabaha karşı düşmanın telsiz istasyonunu bombalıyacağız. - Ya !..? - Evet! - Yaj>anz. - Tabii yapacağız. Şillld.i bizi ileri hatlara götürecek keşif zabitleri gelecekler. Farkında olmamıştım. Arkadaşlar yatma zamanı olduğu hal­ de tam seferber haldeler. Tabancalarının kılıf kapaklan bile açık. Çifte bombalan bellerinden sarkıyor. Onların yardımile ben de hazırlandım. Gündüz uzaktan düşman telsizinin yerini görüyorduk. Bizim ileri karkollanrn,ızı geçtikten, düşm,an hatlarına girdikten sonra en aşağı dört beş kilometre yürüyecektik. Çok tehlikeli birşeydi. Göğüs göğüse muharebeden tehlikeli. Düşman hattan arasından duyulmadan geçmek için çok ·ted­ birli olmak J..azımdı. Fakat bunu da bizden başka yapacak yoktu. Cesaret mese­ lesi değil. İhtısas meselesi. Atılacak bombaların yerini intihap et­ mek için bu işi bilmek 18.zım.dı.


108

- - --- - -- ---- Si l.A H ARKADAŞLARI

- -- ---- -------- -

\

Soğuk kanlılığııruzı muhafaza ediyoruz. Yalnız Hidayet biraz tel&şlı. AnlıyorulJlı ki çocuğun riiyalanna giren Muallesı, şimdi göz­ lerinin önündedir.. Ey ... Ne yapalım. Beni de düşündüren bir çift mavi göz var. Fakat onlara .varmak için önümü kesen düşmanı aşmak lazım. Bizi ileri hatlara götürecek zabit arkadaşlarla gecenin derin­ liğine gömülüyoruz. Hiç ses yok. Arasıra siperler üzerini yalıyan projektörler, binlerce insanın bir ölüm sükUtu içinde mukadder akıbetlerini bekledikleri bu toprak parçasını, aydınlatıyor. Bundan daha seyrek olarak havaya tenvir fişekleri atılıyor. Üzerimizi yalayıp geçen her aydınlıkta yere yatıyoruz. Ağırlığımızın fazlası, telörgü makaslan, bombalar, silahlar ve fitiller. Bizi ileri sipere kadar getirip yetmiş adım; ilerideki düşman nöbetçi nıevkilerini de gösteren silah arkadaşlarımız selamet di­ lediler ve kendimize ait parolayı da söyliyerek ayrıldılar. Dört arkadaş, ben, Kemal, Hidayet ve Fikret .. Şimpi kademeli düşman hatları arasından süzülüp geçerek daha beş kilometre ile­ rideki düşman telsiz istasyonunu berhava edeceğiz. Elimizde düşman siperlerinin istikam.etini ve arazinin vaziye­ tini gösteren krokiler var. Fakat gecenin dağlan ve dereleri düm­ düz gösteren karanlığı içinde bir rriesafe tayin etmek o kadar müş­ kül ki ! Birbirimizden beşer metre ara ile ve binbir ihtiyatla yerde sü­ riine sürüne, aynı zamanda ilerlediğin\iz mesafeyi ölçmiye çalışa­ rak düşman ileri karakolları arasından süzüldük. İleri karakolları herhalde geçmiştik. Şimdi ileri siperlerin arasından ve bu siperleri bağlıyan irtibat noktalan içinden geçmek lazım4ı. Düşman siperlerinin krokisini almıştık. Harta Kemalin çantasında idi. Arkam4an, bir torpido gibi dümen suyum,dan gelen Kemille yaklaşınca fısıldadım:


MlLLI ROMAN ---

-

1 09

- - -

- Haritayı çıkar. Vaziyeti kontrol edelim. Bize biraz yardım eden, arasıra araziyi

yalayıp geçen iki ta­

raf projektörleri idi. Gündüzden arazi vaziyetini bildiğimiz

için

bu aydınlık yürüyüş istikanretimizi tashih edebilecekti. Kapaklı cep fenerini hazırladım. Ke�al haritayı önüme serdi. İkimiz de yan yana ve yüzükoyun yerde yatıyoruz, Fikretle Hida­ yet te akrep lo.skacı gibi önümüzde ve başlan bizden yana. Projektörlerin çapraz:ama aydınlığında

nerede olduğumuzu

anladık. Düşmanın ilk siperlerini de geçmiştik. Arbk bizimkiler­ den çok uzaktık. Şu saniyede yakalanmak, öl�ek demekti. Şüp­ hesiz

ki

böyle bir ihtimal halinde kendimizi ağır satacaktık. Bom­

balanımzı, tabancalarımızı kullanacaktık. Fakat ne yapsak demeli düşman hatlarını yanp bizim

tarafa

ka­

geçmemize imkan

yoktu. Düşmanın ikinci hatları birincilerin aksine olarak birinciler a­ rasındaki boşluklara tesadüf

ediyordu. Onun için sağımızda ve

solumuzda kalın bir gölge halinde görünen birinci hat siperlerinin arasından yürüyüşe, yürüyüşe değil sürünüşe devam, etsek dos­ doğru düşmanın ikinci hat siperlerinin içine düşecektik. Krokilerde düşmen siperlerinin uzunluk mikyası gösterilmişti. Aralarındaki mesafeler de belliydi. Ona göre hareket planını kararlaştırdık. Şimpi düşmbnın ileri

hat ve sağ cenah siperleri arkasından yanın çark yaparak ikinci hattın sol başı hizasından geçmek için sürün�ye başlamıştık.

Bu vaziyette düşmanın birinci hat siperlerini arkadan ve yan­ dan görebiliyoruz. Önleri çifte kat kum

torbalan ile örtülen si­

perlerin kendi cepheleri tabii açık. Arasıra manga ve talo.m ku­ mandanlarının kontrol fenerlerinin açılıp kapandığını görüyoruz. Bunları bizini ileri karakolların görmesine imkan yok. Tehlikeli olmakla beraber tecessüs zevkini sonsuz bir hırsla tattıran bir va· ziyet. Sürünmekten dizlerimiz ve diz kapaklanır$z

acım,ıya başla­

dı. Arasıra dinleniyoruz. İki ayak üstü yürümenin ne büyük sa­ adet olduğunu şimdi anlıyoruz. Hele bukadar ağırlıkla ! Yerdeki böcekleri bile ilrkütn\ekten korkarak Yaa:>tığımız

bu


1 10

- --"--"-------- ------------

SJLAH ARKADAŞLARI

süriinüş bir saat sürdü. Bu gidişin bir dönüşü de vardı.

Kısmet

olur da sağ kalırsak süriin e süriine aştığım,'IZ bu araziyi koşar a­ dım geçecek ve düşman hatlan arasından ancak kendimizi onlar­ dan gibi göstererek sıynlabilecektik. Fakat bunu şimdi düşünmiye imkan var m�? Dönüş ptanı da hazulammş olmakla beraber hiç­ birimiz bunu düşünmüyorduk. İkinci hat siperleri aştığımızı anladık. Tehlikenin birinci kısmı geçmişti. Çünkü düşman artık kendini tamernile empiyette görüyordu. Artık ileri karargahlar mıntakasında idik. Burada hatta

yüriiyerek

dolaşmak bile,

karanlıkta kabil.

Çünkü dört düşman zabitinin iki siper hattını aşıp ileri kıt'a ka­ rargahlarına kadar sokulacağına kim ihtimal verirdi? Böyle ohpakla beraber biz yine

ihtiyatı

elden bırakmadık.

Sürünmemize devam ediyoruz. Burada arazi çetinleşti. Şimdiye kadar çalılık ve çayırlık bir

sahada süriinüyorduk.

Şimdi çakıllı ve taşlı bir vadi başladı. Düşmanın telsiz santralının istikametini tayin ettik. Sağ cenahımıza düşen sathı IJ:'\ailİ aştıktan sonra kıraç bir te­ peye tırmanacağız. Sol tarafımızda ve yanımızdan akan çayın ge­ risinde herhalde bir alay veyahut fırka karargahı olacak. Bizim ce;ıheden önlerine bir sıra tüın;sekler tesadüf ettiği için göriilmele­ rine imkan yok. Çadırlı bir karargah ... Işıklan bile var. Düşman kendini o kadar emniyette göriiyor ki bu sakin gecenin koynunda akıbeti hesabına neler hazırlandığının

farkında değil. Kimbilir

daha gerilerde, ordu karargahlarında, eğlenceler bile vardır !

Beş on

dakika

dinlendikten

ve

arazıyı,

vaziyeti

makıllı kontrol ettikten sonra kıraç tepe istikametine

ada­

de süzül­

m1ye başladık. Bir ara evvelki çalılık ve taşlık ,vadi bitti. Şimdi deve dikenlerile · kaplı daha kötü bir arazi üstündeyiz. Ellerimizi yere sürm,eden dirseklerirr6ze tutunarak emekliyoruz. Fakat bu­ ranın deve dikenleri öyle azgın ki yüzümüzü, çeneroıizi dalıyorlar. Lakin ne olşa artık içimizde korku yok. Kendi nuntakantızda imiş gibiyiz. Zaten bizim değil mi?


MJLLI ROMAN

·

------�-- ---

lll

Biz düşmandan neden korkalım? O bizden korksun. Önümüz­ de ta İzmire kadar koca bir vatan parçası :var ki

düşman işgali

altında. Beş adım önümüzden giden Fikret durdu. Ve yavaşça seslendi : - İş kötüleşti çocuklar? - Ne var Fikret ! - Önümüzde su var! Kemal mırıldandı : - Acele etmeyin. Bu su krokide gösterilmiştir. Derinliği yok. Sığ.. Yalnız suda yürürken ses çıkarma�ya gayret edin. Etrafı derinden derine gözden geçirdikten sonra daldık. Ayak­ lannuzdaki postallar külçe haline geldi. Dolaklannuz suyu içti. Bacaklarımız sırtımızdaki ağırlıktan daha battal oldu. Bereket su geniş değil. On adım sonra kumsalı bulduk. Yan belin#ze kadar ıslannuştık. Karanlığa alışan gözlerimiz artık mesafede aldanmıyordu. Kumsalı sıralıyan çalılık dibinde biraz

konuştuk. Sonra asıl

hedefimiz olan telsiz istasyonunun bulunduğu tepeye doğru yü­

rümiye başladı . Artık tamariıile düşman içinde bulunduğumuz için yerde sürünmiye lüzum yoktu. Henüz birkaç adım atmam1ş­ tık ki karşul\lzdan iki gölgenin bize doğru yaklaştığını gördük. Biraz dikkat edince bunların ellerinde sallayıp şakırdattıklan kovalardan nehire su alnuya gelen iki düşm;an askeri

olduğunu

anladık. Keıı1,al fısıldadı : -·

Şunların icabına bakmalıyız. Elbiselerinden de istifade e­

deriz. Zaten yapılacak başka çare yoktu. Bunlar suya değil, ölüme geliyorlardı. Dört arkadaş iki taraflı, yerde vaziyet aldık. İki düşman böyle ikinci hat siperleri gerisinde kendilerini bekliyen bir tehlike olmı­ yacağından emin, kovalarını sallıya sallıya, konuşa konuşa geli­ yorlar. Tam beş metre kalmışlardı ki hepimiz birden sıçradık ve· bir hamlede Üzerlerine atılıp bağınnalanna fırsat verm'eden altı­ mıza aldık..


112

- --

------

-----

-

--

----- SiLAH ARKADAŞLARI

Bunları harp silahlarile öldürmek ortalığı velveleye vermek olurdu. Önceden konuştuğumuz şekilde hayatlanna nihayet verdik. Kaybedilecek .vaktimiz yoktu. Derhal kisini de soyduk. Kemal düşmanın dilini iyi bildiği için elbiselerin birini o giydi. Öteki de Fikrete lasm,et oldu. Şimdi daha taze bir kuvvetle sathı Jllliİli b.rmanınJya baı,ıladık. Telsiz merkezinin mavi ışığı pek yalan görünüyordu. Artık kendi mıntakamızda imişiz gibi sallapati yüryoruz. Hatta düşman kı­ yafetine giren arkadaşlarla şakalaşıyoruz. Fakat henüz on beş yirmi adım ilerlem,iştik ki ilerim1zden kalın bir ses haykırdı : - İstasu ! Durakladık. Aynı ses bir daha haykırdı : - Piyesine ! Belaya çatıyorduk galiba. Fakat Kemıal aldırmadı. Gayet serbest cevap verdi : - İkseni demine! Ne düşmanın, ne dostun bu karşılıklı muhabbetlerinden biz birşey anlamadık. Fakat onlar herhalde anla°*ş olacaklardı ki Kemal : - Yürüyün çocuklar ! dedi. Bu cesaretle yürüdük. Kemal dehe ileriden gidiyordu. Önüm,üzde, biraz evvel sesini duyduğumuz nöbetçi omuzunda silahile dolaşıyordu. Kemal bize dönerek yavaşça : - Hazır olun, dedi. Bunu da ötekiler gibi ! Kemale sokulduk. Nöbetçi süngülü silBhı om.uzunda kendisine yaklaşanların dost olduğundan endişe ctmiyerek olduğu yerde sağa sola ikişer adım gidi? geliyor. Yaklaşır yaklaşmaz Kemal : - Haydi ! Demesile beraber nöbetçinin gırtlağına atıldı. Üçümlüz de ye­ tişip herifi olduğu yerde yere yıktık. Gık bile diyememjşti. Yal-


_M.ILLI ROMAN

------

llJ

ruz yere düştüğü zaman omuzundaki siJ.ahı düştü. Başka bir ses çıkmadı. Kemal herifin gırtlağuu öyle sıktı ki bu da biraz evvelki arkadaştan gibi kansız, yarasız İsasına kavuşuverdi. Artık son engel de ortadan kalkmıştı. Ve yirmi beş otuz adımı önümüzde,

düşmanın seyyar telsiz

jstasyonu bütün şeklile meydana çıknuştı. - Haydi çocuklar, dedim. İşe başlıyalırm Şimdi artık aynl­ mak lazım. Dört taraftan sokulalım. Tam işe başlıyacağımız sırada iş birliği için içim.izden birinin baş olması lazımdı. Dedim

ki :

- Kern·aı bize işaret versin. Onun işaretile bombalan bir anda atalım. Bu fikir derhal kabul edildi. Hatırıma birşey gelmişti. Acaba istasyonu bombalamadan evvel içeri girip şifreleri ala-

maz ınlydık?

Bu, aynı zamanda Kemalin de aklına gelmişti. - Bunu ancak ben yapabilirim, dedi, düşman dilini biliyorum. Karşıma çıkanlarla anlaşabilirim. Siz şi�i etrafta vaziyet alın. Ben içeri gireyim. Tehlike umarsanız, hemen bombalaruuzı

atıp

lcaçmıya bakın. Herşeyden evvel düşmanın muhabere vasıtalannı tahrip etmdisiniz. Haydi, Allaha ısrnarladık. Etrafta çıt yok. Kemal karanlıkta sıyrıldı. Gitti. Hepimiz el sıkarak, Tanndan selamet

diliyerek üç cepheden

ayrıldık. İstasyonun etrafında başka bir engel

yoktu. Düşman

kendini o kadar emniyette görüyordu ki bir dikenli tel çevirmiye bile lüzum. gönnem'işti. Ben, istasyonun gerisini dolaşarak yerimi aldım.. Şinldi elim'cle büyük bir tahrip bombası, onu yerleştireceğim. yeri hesap ederek bekliyorum. Heyecan içindeyim. Fakat bu bir korku heyecanı değil.. Ben ne kadar bekledim, bilmiyorum. Gecenin kalın sükQtu içinde birdenbire acı ve sert bir tabanca sesi çatladı. Bu, Kemalin işareti idi. Sapına sarıldığım uzun el bombasını olanca hızımla istasyona F : 8


IH

SiLAH ARKADAŞLARl

fırlattım. Ve aynı luzla geldiğim yere başım;ı çevirdim, müthiş bir tarraka koptu. Üç bomba da aynı saniyede patlam!IŞtı. Şimdi olanca luzımla ayrıldığım noktaya doğru koşuyordwn. Arkamda bir layamet kopmuştu. Etrafımı kaplıyan aydınlıktan anlıyordum ki istasyon binası alev alm!IŞtı. Biraz evvel geçtiğim;iz su kenarına kadar arkadaşlardan kim­ seye tesadüf etm,edirn. Acaba Kemal ne olmuştu. O işini bitirdik­ ten sonra dışarı çılonca silahını atıp bize işaret verecekti. Taban­ casını, içeride tesadüf etitiği bir düşmana karşı kullandıysa, bu yıkılan ve yanan enkaz arasında... . Aklıma acı şeyler geliyor. Kendimi dereye attım. Şimdi her tarafta sıkı bir mitralyöz ateşi başladı. Nereye, kime ateş ediyorlardı. Suyun öbür başına çıkarken �mlukta emeklerneğe çabalıyan ve inliyen bir gölge gördüm. Acaba arkadaşlardan biri miydi ? Parolayı söyledim : - Kartal ! Aynı cevabı aldım : - Kartal! Koştum,, Kemal. Kıvranıyordu : Vuruldum kardeş, dedi, yardı"" et bana ! Onu kucakladım ve omuzuma aldım. Böyle tehlikeli zamanlarda insana takatinin fevkinde bir kud­ ret geliyor. Benden küçük cüsseli olmasına rağmen ağırlığı ile be­ raber seksen kiloyu bulan arkadaşımı bir tüy hafifliğile omuzla nuştım. Şimdi iki ıslak vücut, Üzerlerinden sular sızarak, iki ayak üs­ tünde gidiyor. Kemal ensemde mırıldanıyor. - Eksik olma kardeş. Eğer beni taşıyamaz, bırakmak zorunda kalırsan, boynumdaki çantayı al, götür. İçinde şifreler var. --' Sen konuşma, bana sıla seni ! Bacaklarımın bütün hızile kaçıyorum.. -·


MlLLI RO MAN - -

- ----

---- --- --- --- ------- --------

1 15

Şimdi önümdeki düşman hatlarının arasından geçmek bir me­ sele .. Yalnız olsam yerde sürünerek gitmek kabil. Fakat arkam­ daki yükle yere yat�ak imkanı var m:ı ? Etrafımızda hareket çoğaldı. Telsiz , istasyonunun berhava edilişi düşman safları arasında heyecan uyandırmış olacaktı. Fakat karanlık,

herşeyi altüst et­

mişti. Nereye ateş edecek, kim.i takip edeceklerdi ? Buna rağmen arkamızda silahlar

patlıyor. Koşuşanlar olu-

yordu. İleri hatlar arasından da hareket başlamıştı. Arasıra inlemekte devam eden Kem.'ale : - Sık dişini arkadaş, dedim, eğer bir düşman karakoluna rast­ larsak, vaziyeti idare edeceksin. Yoksa

ikim!i.z de

ökseye düş­

müş ispinoz gibi kafesi boylarız. Ve aklıma hesaplarını gördüğümüz

düşman neferleri geldiği

için ilave ettim : - Daha doğrusu ; tahtalı köyü !.. Sağımızda, solumuzda gidi?, gelmeler var. Ben bu gölgelerden mümkün mertebe uzak kalmıya çalışarak çapraz düşman siper­ lerinin aykırı noktalarını kolluyorum. Düşman, bu teşebbüsü herhalde umum,i bir gece hastanı ola­ rak telakki etm;işti. Kimbilir ileri hatlarla geriler arasında ne he­ yecanlı telefon muhabereleri oluyordu. Arkamdaki ağır yükle ne kadar koştuğumu bilmiyorum. Yal­ nız

sağlı, sollu si-perlerin geçit yerlerini kolluyor, siperleri birbiri­

ne bağlıyan sıçan yollan üzerinden zorla atlıyordum. Gürültü, ve silah sesleri gittikçe arkamızda kalıyordu. Bir a­ ralık o kadar yoruldum ki bir çalılık

dibinde biraz

dinlenmiye

mecbur oldum. Zavallı Kemal, bitkin bir halde idi. Yarası kalça­ sından .. Epey de kan veriyor. Benim de üstüm, başlll'>, kan içinde .. Üzeriırii. zde ağırlık olmasın diye m'�tra alJI\Sdığımız için su istiyen arkadaşıma bir yudum su bile bulam:ı.yorum.

Fenerin kapağını hafifçe aralı�layıp yüzüne baktım. Sapsan.

Herhalde kaybettiği kandan olacak.


SiLAH ARKADAŞLARI

1 16

lhı dinlenme fırsatından istifade ederek

etrafı kontrol ettim.

Hayret.. Düşmarun ileri hatlarını aş°'ştık. Demek ön�zde bizimkiler var.

O

kadar sevindim ki, yarasına, ağrısına balan.adan bir hamle­

de Kemali kucaklayıp omuzwna

aldım. Zavallı,

bir torba gibi

boynuma asıldı. Artık bacaklarıma taze kuvvet gelmişti. 'Kırk, elli adım atımştım ki, ilk Mehmetçiğin

tunç sesi

bizi

karşıladı : - Kimdir o ! Şu anda, onun mavzer namlusunun bu acayip gölgeye nişan aldığı muhakkaktı. Hetllffi cevap verdim : - Yabancı değil, hemşeriyiz! Sesler fazlalaştı. - Ki� bunlar?.. Çevirin ! Tutun !. İlk geçtiğimiz istikametten gayri bir noktaya

düştüğümüzü

anlamjıştım. Fakat ne ehemmiyeti vardı. Artık bizimkilerin mın­ takasına girmiştik.

O

sırada nöbetçi elektrik fenerini üsti.im,'Üze tuttu. Kıyafetim­

den beni tanıdı. Fakat omuzum,da bacaktan sallanan düşman as­ keri loyafetindeki yaralıyı görünce şaşırdı : - Nerede yakaladın bu teresi ? .. Kıymetli yüküm'Ü yavaşça yere bıraktın1 :

- O

da bizden hemşeri.. Düşmıan telsizini

tahrip

etmekten

geliyoruz. Bu arkadaşım öldürdüğümüz bir düşman neferinin el­ bisesini giydi ve o sayede istasyona kadar sokulup şifreleri aldı. İki arkadaşımız daha vardı. Dönemediler galiba ... Bukadar izahat çoktu bile .. Derhal peyda olan genç bir zabit vekili emir verdi. Kemali bir sedyeye yatınp gerideki ilk revire yollattı.

Beş dakika içinde etrafımı birçok zabit arkadaşlar çevirmiş­ ıeıifi. Ben Kemalin çantası da eliıl"\de, olanı biteni onlara anlat-

11'\lYa çalışıyor ve yavaş yavaş geriye doğru yürüyordum. Şifre zabiti ile kumandanın çadırındayız.


MlLU ROMAN

1 17

----

Düşman telsiz istasyonundan aldığı$ bir yığın · kağıt arasın­ da erkanıharbiyenin

pek

işine

yarıyan

vesikalar bulundu.

Onlar bu vesikaları tercüme ettirirlerken ben öbür köşede yor­ gunluktan bitap bir halde gözleri�i uğuyordum.

Hazırlanan rn;>orlar yüksek erkSnıharbiyeye

giderken bana

da izin çıktı. Gerideki vazifemin başına gitm�k için geniş çadırdan çıkıyordum. Tanyeri ağarıyor. Binbaşının verdiği haberler tahakkuk etmek üzere . . K'ıtalar hep hazırlık vaziyetindeler .. Karargahta hum.malı bir hareket var. Bizim muhabere istasyonuna geldiğim

zaman ilk işim, Fik­

retle Hidayeti sormak oldu. Henüz gelmen:(işler... Anlaşılıyor ki arkadaşlar kademeli düşm�n siperleri arasında kaybolup gittiler. Eğer karşı cephede sığınacak bir yer bulurlarsa yüzde bir ümit var. Kendimi çimenlerin üzerine bıraktım. Gözlerim.in önüne Hidayetin hayali dikildi. . Zavallı çocuk. Rüyalarında sayıkladığı Muallasını bir görmiyecek mi acaba?

Hayat, tesadüf ve hadiselerle

daha

doludur. .

Kimbilir, ş u dakikada ona acıyan ben, yarın ne olacağım?. G.öz kapaklarımın altında Ferihanın

nıavi

gözleri bir güneş

ve bahar dünyası gibi.. Onu yaşayarak dalıyorum.

xv

erleri titreten müthiş bir top ateşile ye­ rimden fırladı�.

Güneş doğrr\ak üzere ... Bizim bataryalar

kükrenlıiş gibi a­

teş saçıyor. Kaç gündür, rimiz

bile

kaç

olrr\Bdan

haftadır yapılan

habe· hazır­

lıklların manası anlaşıldı. Aylardanberi yerleştiğimiz cephe, yerinden onyadı ve önüne geçilmez bir dalga gibi düşman hatları üzerine yığıldı. Derhal vazife başına koştutTlı. Dün. geceki işimizden

dolayı

verilen üç

günlük

istirahati


118

--

-- - - - ----- ----- --- -- -- -- -- - -- SiLAH

-

ARKADAŞLARI

yapmıya imkan m:ı var?. Arkadaşlar heyecan içinde... Benim dün gecedenberi bildiğim büyük taarruzu onlar şimdi kavramışlar. Hep neşe ve zevkle hanı harıl giden en�rler, gelen haberleri kay­ dediyorlar. jGök yere indi. Yerler insan seli halinde kabardı, taşıyor. U­ zaktan yüksek tepelerini gördüğüm_üz Afyon dağlan bize yakla­ şıyor. Hayır, biz hepimiz, düşmanın tel örgülerini bir çürük tente gibi parçalayıp ileri atılan ilk hatlannuzla beraber bütün ordu, menzil neferlerine kadar hepsi ileri gidiyor. Topçular mevzi almağa vakit bulmadan mütemadiyen ileri gidip ateş açıyorlar. Düşll'11an gafil avlanmıştır. Düşn1an pek alıştığı mevzilerinden sürülmüştür. İleri hatlardan gelen haberleri kaydetmli.ye yetişeo-.iyoruz. Telefonlar an gibi işliyor. Düşm.an kaçıyor. Panik var. Süvari fırkamızın düşmanın sağ cenahını çevirme hareketi ta­ mam olmuştur. Bütün hatları, bütün ihtiyat ve emİıiyet siperleri iskambil ka­ ğıdı gibi sarsılı? dökülüyor. Başkumandan, tunçtan dökme bir fevkalbeşer gibi yanımızdan geçip her dakika değişen ve ilerliyen ·vaziyeti daha yakından ta­ kip etmek için gidiyor. Ve biz makineleri�lzle arkasından koşu­ yoruz. Düşman üzerine yüklenen piyadelerimiz artık işi anlamışlar­ dır. Kırası ve Jayası hücuıı;larla düşm_ana topıirlanıqak fırsatını vemiyorlar. -!;Wcum emri vermiye vakit ve lüzum yok.. Anadan doğma as­ ker olan Türk vazüesini biliyor. - Bıraz sonra kendimizi dün gece aştığım düşman hatlarının ile­ risinde bulduk. Düşman topçusu kendi piyadesine, ric'atini kesmek ve bizim taarruzu kınn:ak niyeti ile rastgele ateş ediyor. Fakat atışında ka.-


MlLLI ROMAN

-

1 19

· ---

rar ve istikamet yok ..

O

kadar ki piyadelerimiz düşman karargSh­

larım basb.klan zaman kilometrelerce

gerilere serseri mermiler

düşüyor. Düşmanın şaşlonlığını gösteren bu atışlar mekkari ka­ tırlarını bile güldürüyor. Güneş yükselirken düşmanın taınamile çevrildiği haberi

gel-

di. Düşmanın daha gerilerden getirdiği ihtiyat kuvvetlerinin mev­ zi almak üzere çabaladıkları söyleniyor. Bilmiyorlar ki bu çelik çembere giren artık çıkannyacaktır. Düşmanın istihbarat şebeke­ si tamamile felce uğramış.. Etrafında ne olduğundan haberi yok.. Akşam, karanlık çöktüğü zaman yavaşlıyan ateşi kendisi için bir kurtuluş alSmeti bilen mak için . çalışıyor. �if

düşman,

dağılan cüzütamlan topla­

kolları�zın getirdikleri

haberler çok

iyi ... Düşmanın sol cenahına sarkan iki fırkarmz çemberin bu hal­ kasını da tam.amlam'lŞ bulunuyor. Yann düşmanın idam karan yerine getirilecektir. Gece, Kemal geldi. Kalçasındaki yarayı tehlikesiz geçirmiş. Taarruz haberi üze­ rine dayariamatruş, doktorun ısrarına rağmen yerini yeni yaralı­ lara bırakmak için topallıya topallıya peşimize düşm'.üş. Gece saat üç.. . Afyondayız ... . Uzaktan hayal meyal gördüğümüz mor kayalıkların dizlerin­ deki Afyonda.. Aylardanberi düşmana karargAh olan Afyonda . . .

İstihbarat emrindeki bizim, bölükler şehre gecenin üçünde gir­ diğimiz halde bütün halk sokaklarda idi. Piyadelerimiz buradan akşam. üzeri

geçmjşler. Bu Türkoğlu

şehrin kadınlı, erkekli, büyüklü, küçüklü bütün halla mıütemadi­ yen geçen milli orduyu ağırlamak, selSmlamak için evlerini, dük­ kBnlannı açmışlar. Fakat gelen kahrall\Bil taburlar, alay alay akıp geçiyorlar. Düşm.an o kadar perişan kaçnuş ki bütün 1llı9lzem.esi, ağırlığı sokaklarda, depolarda . .

KWI\&Ddanın

yataklan bile öylece

kalmış. Bize isabet eden büyük bir bina, düşmanın topçu kuman­ danının dairesi imiş... Çantaları, bavullan, elbiseleri bile olduğu


120

-

Stu.H ARKADAŞLAR[

--

gibi duruyor. Bu yabancı eşya arasında gö� tesadüf eden ya­ tak üzerindeki sırmalı örtü oldu. Kimbilir, hangi Türk kızının hilal parmaklarile işlenmiş, bel­ ki de düğün gecesi için hazırlanmış, bu sırmalı kıwptan işlemeli örtünün altında bu düşman generali aylarca yetnuş ve Türk kı­ zının

işlediği örtü altında Türk milletinin canına kastetmek

için

pl8nlar düşünmüş . .Memleketinden getirdiği bavullarını

bırakıp kaçan düşman

generalinin bir resmi masanın üstünde duruyor. Kemal, hıncından, tutunca açık pencereden dışarı fırlattı. - Merak etme, dedim,. General cenapları çabuk fayrap etmiş. ama, bizi� süvariler yolunu kesmişlerdir. Klenclisile teşerrüf ede­ riz elbet !. İki gündür ceketlerimizi bile çıkarermyoruz .. Hep hareket ha­ lindeyiz. Tesisatımız seyyar halde.. İleri hatlarım'ızın nerede ol­ duğunu anlamak için meraktan telefon başından ayrılamıyoruz_ Bütün Afyon bayram içinde ... Minimini yavrular ellerinde bayraklar, testiler, gördükleri as­ kere su veriyorlar. Kadınlar ve erkekler soruyorlar : - Aç mısınız? Birşey ister misiniz? .. Canlarını verecekler. Yinn:i dört saattir birşey · yediğimiz yok._ Yemeğe vaktimiz olmadığı gibi canımız da birşey istem,iyor. Za­ fere, birikmiş hınçların intikamına o kadar

susarmşız ki aç

bir

gönülle, ezilip giden düşmanın peşini bırakmak istemiyoruz. Saat 5 ...... . Gün ağarıyor .. Yeni emirle Afyonu geçiyoruz. Düşmen taman:file çevrilmiştir. Çember daralıyor. Düşman kıt'aları üçüncü, dördüncü hatla­ rında mukavemet etmek için toplandıklarını zannediyorlar. Hal­ buki düştükleri çeıtjber o kadar

daralmıştır ki, ye kırılacaklar,

ya esir olacaklar. Uşaktan hareket eden düşm,an ihtiyat fırkaları kendi

bozgun

Jat'alannı karşılamak niyetile yürüyüşe çıkm!ışlar .. Fakat sol cenahımızdan düşnıan gerilerine sarkan süvari fır-


121

Milli ROMAN

karmzın alancılanna tesadüf edince kendi kuvvetlerinin daha çok cenupta olduklarına ihtimal verip İzm'.ir istikametine inmiye baş­ lamışlar. Anlaşılıyor ki istihbarat teşkilatlan de altüst olmuş. Bozgunu tamamlamak

için bugün

düşman ,

içine düştüğü

çe�erde sılaşbnlacak. Büyük başbuğun emri ve işareti yerini bulacak! Düşnµmı yurdumuzun bari� ismetinde boğacağız. Milletlerin mukadderabna hakim: olan büyük başbuğlar sözlerini yerine getirdiler. Onun bize verdiği ilk işaret üzerindeyiz.

� Ordular hedefiniz Akdenizdir, ileri ! Evet ileri ! Alay alay Akdeniz yoluna giren Türk fırkalan

arbk İzmire

kavuşacaklardır. xvı

afile kafile düşman esirleri geliyor.

O kadar perişan haldeler ki yüz, yüz elli kişilik gruplan bir süngülü Mehmet­ çik, davar

güder gibi

sürüyor.

Fakat

düşman okadar yılm.ış ki, aylarca sız yere

işgal

ettiği

kendine

ait

hak­ ol­

rmyan topraklarda ve zulüm\ yapbğı bir milletin arasında elinde silah bile olsa birşey yapamıyacağını an­ lıyor. Yollar, köyler her taraf esir ve eşy� dolu ..... Açılmamış cephane yığınlan, öylece bırakılmış

bataryalar..

Bunlan arbk halk bekliyor. Çoluk çocuğun, bütün hallan ağzında yalnız büyük başbuğun adı dolaşıyor. Onu görmek için herkes birbirinden alal danışıyor. Bize soruyorlar : - Geçti m,i ? Onun Dumlupınarda, bugün dÜşll\Bna

idam) fermanını vere­

ceğini biliyoruz. İstihbarat işlerinde bulunmiak

in.sam

çok heye-


- ---

122

-

- StLAH ARKADAŞLARI

canlı yapıyor. Seyyar telefon tesisatım:ızı artık hayvanlardan in­ d�ye vakit bulannyoruz. İleri, müt�adiyen ileri. Biz mütemadiyen ileri giderken yanınuzdan düşman esirleri mütemadiyen geri gidiyor. İki üç gün evvel buralarda. mutlak bir hBkimiyetin ve istila hakkının verdiği gururla göğüsleri gerile ge­ rile dolaşan, tesadüf ettiği Türklere hakaret olsun diye çizmesini uzabp tozunu aldıran düşman zabitlerinin kafalan omuzlanrun arasında kaybolmuş gibi. Türk milleti, çok asil bir millettir. Bağnna süngü basıp ocağını söndüren düşm,aru.n, bu halinde ona hakaret etmeyi kendi gururuna yediremiyor. İleriden gelen haberler çok meraklı. On kişilik bir manganın bir düşman bölüğünü esir ettiğini işi­ tiyoruz. Bu manganın onbaşısını gördük.. Esirlerini kendisi getiri­ yor . ı8o kişilik bir kafile. Bir köyü basan Hasan onbaşı, her biri .

b:ir ;tarıııfta olan bu lamış.

ı8o

kişilik koca bölüğü tavşan avlar gibi av­

Kumandanlan olan yüzbaşı silAlunı abp ellerini havaya kal­ dıran efradının korkaklığına kızıp tabancasile Üzerlerine ateş et­ �ş, ikisini de öldürmüş. Onbaşı diyor ki : - Bakbm canlanna kıyacak, onlan kurtarmak için tetiği çek­ tim. Yüzbaşı cinlere karıştı! Düşmanın firar yollannı kesmek için (Dutluktepe) yi işgale �mur edil.en kıt'alanm:ızdan haber geldi. Mevzie girmişler. Ar­ tık ka?an tarrıamile kapanmıştır. Piyade ve topçu kendilerine verilen yerleri tuttular. Bütün gece devam eden çevirme m,anevrası gün doğarken ta­ mam oldu. Ve başkumandan muharebesi başladı. Bu o muharebe idi ki aylarca toprağını çiğnediği �iletin hın­ cına, hışnuna uğrayan bir düşman için kurtuluş imkinı yoktu. Ve bunu düşman anlamıştı. Bütün geri istikan1etindeki geçitleri yoklayıp ateşle karşılaşan düşman erk§nı harbiyesi kurtuluş imkarunı gönn'eyince mutlak


MlLLt ROMAN

123

ve muhakkak ölümü kabul etmektense ucuz

siiahını

teslim

etmeyi

buldu.

Öğleye doğru artık her lat'a önüne tesadüf eden düşman

cüzü ­

tamlannın sitahlaruu toplamı.ya başlanqb. İIJlha muharebesi, düşmanın son neferine kadar

kırılması

im­

kanı, onun başkumandanlanndan son neferine kadar teslim olına­ sile mukadder netice yalanlamış oluyordu. Düşmanın muhabere teşkitab o kadar bozuktu ki başkuman­ danlığının verdiği tesl.iın

emrini

almıyan bazı

lat'alar

beyhude

bir mukavemete kallaşmışlardı. Daralttığımız çemberin içinde muhabere muntazam kuruyorµz ki her

tesisatını o

kadar

dakika yer değiştirmemj.ze rağmen

düşman gerisindeki lat'alanmızla muhabereyi temhı edebiliyoruz. Bundan başka süvari muhabere servisi de m.ükemmel işliyor. Sıra ile bu vazifeyi de yapıyoruz. Sol cenahtaki topçu alayının mevzi değiştiı"rn,esini haber ver­ mek üzere çıkacak postaya beni memur ettiler. Yağız ha)'iVanlardan birine atladım. Bir yıldınill\ sür'atile sarp bayırın eteklerinden süzülüyorum. .. Tektük, uzaktan piyade abşlan

işitiliyor. Düşman hatları o

kadar bozuk ki u�adık yerlerde

sılaşmış kalımş perakende

lat'alanna tesadüf ediliyor. Bunlar korkularından silShlarını teslim edecek bir Türk nefe­

ri arıyorlar. Yolumda

böyle

düşm:an

perakendelerine tesadüf

etmeden topçu alayı kara�hını buldum. Uzakta harıl hanı batarya kumandnlanna talimat veren kumandanı gösterdiler. Başımı o tarafa çevirdiğim' zaman sevincimden hayla.rdım : - Binbaşım ! Bana onu gösteren zabit vekili güldü. �

Tanıyor musunuz?

- Nasıl taİlUDam. KayınbabamL Ve hayvanı sürdüm;. On adımı yaklaşınca yere atladım. Mah­ miızlanrra. vurdum. Yanındaki zabitlerle olan konuşmasını

bırakb. İlk hamlede


124

--- ---------·- ·--·-·--·----------

SİLAH ARKADAŞLARI

beni tarum;adı. Orn'lızumdaki işaretten m,uhabere zabiti olduğumu anladığı için yüzüme dikkatli bakmadan sordu : - Ne ver?. Eli�deki emri uzattım. - Fırkadan geliyorum, binbaşım. Birdenbire başını kaldırdı. Sesimden tanımıştı beni. - Vay benim evladım, yavrum! Diye kollarını açtı. Alrumden öptü. Çok neş'eliydi ... Derhal zarfı açtı. Okudu. Ve hemen batarya kumandanlarına 18zımgelen emirleri verip bana döndü : - Çok şükür, bugünü de gördük evlat ... Üç gecedir şu kara­ dayılarla düşmanın içini dışına çıkardık. Şimdi artık yürüyüş ya­ pıyoruz. Onun karadayılar dediği, pek sevdiği toplan idi.

Ömrü

bataryaların başında geçen bu yürekli adam, toplenm

bir çocuk gibi seviyordu. - Bana izin verin binbaşım, dedim, vazifem bitti. Gülümsedi : - Peki, dedi, haydi git, İzrr4ire kadar elbet konuşuruz. Ve biraz durup tam döneceğim zaman tekrar söze başladı : - Bu sabah Ferihadan mektu-;> aldım. Bir tesadüf. Bizim: üç numaralı bataryanın

zabiti yaralanmıştı. Hastaneye gönderdik.

Pansı� yepm!ışlar, dayanamadı, bu sabah geldi. Ve bana Feri­ hadan seıam getirdi . Bizim erkanıharp, seyyar hastane ile şimdi Afyonun içinde. Onun bukader yakınınuzda olduğunu, hemen hemen ordu ile beraber yürüdüğünü tahmin etmiyordu�. Habere ben de sevin­ dim. Ben de gülerek binbaşıya onun verdiği cevabı ,verdim : - O halde İzmire kadar elbet görüşürüz, binbaşım. - İnşallah, inşallah !.. Hayvana atlayıp onu bir daha sela�larken seslendi :


Mi LLi ROMAN

-- · ··

-

---

·· -

-

125

-

- Tam ona layık bir kahraman oluyorsun, evlSt! Önümüzde ezik ve bozuk düşman safları silahlarımıza boyun eğerken, sevgimiz, aşlanuz bizi takip ediyor. İçimden kabaran ifa­ de edilmez bir heyecanla hayvanı mahmuzladım. Şimdi başımda ; silahının kudretile ülkeleri az gören Cengiz evlatlarını hareket et­ tiren bir aşk ve zafer rüzgan esiyor. - Ordular, hedefiniz Akdenizdir, ileri ... İleri daima ileri. Onun, Büyük Başbuğun

kumandası, yerini

bulacakbr. Türkiye Büyük Millet Meclisi Ordularına ; "Afyonkarahisar ve

Dumlupınar

�eydan

muharebelerinde

m:ağrur bir istila ordusunun anasın asliyesini inanılf1l1yacak ka­ dar az bir zamanda imha ederek büyük ve necip milletimizin fe­ dakarlıklanna layık olduğunuzu isbat ettiniz. Sahibimiz olan Türk milleti, istikbalinden emin olmakta hak­ lıdır. Muharebe 11'\eydanındaki Itlaharet ve fedakarlığınızı yalandan müşahede ve takip ediyorum. Milletimizin haklanızdaki takdira­ tına delalet etmek vazifemi mütem,adiyen ve mütevaliyen ifa ede­ ceğim. Başkum'andanlığa teklifatta bulunulmasını cephe kumandanı­ na emrettim. Bütün ar�adaşlanm:ın Anadoluda daha başka meydan muha­ rebeleri verileceğini nazarı dikkate alarak ilerlemesini ve herkesin kuvvei akliyesini, metanetini, celadet ve himıneti sabıka ile ibzale devam eyl�sini talep ederim. İlk hedefiniz Akdenizdir. İleri ! Türkiye Büyük Millet Meclisi Reisi Başkumandan Mustafa Kemal Fecir sökerken bütün lat'alara yayılan bu tarihi emir, aylar­ -danberi Anadolunun göbeğinde yerleşip kalan iki yüz bin kişilik -düşman ordusunun son döküntülerini lanp geçmek için kAfi geldi. Bütün hatlar, yayından kurtulm,uş ok gibi fırladılar.


126

SiLAH ARKADAŞLARI

Piyade lot'aları, bir koşu müsabakasına çıknu.ş gibi, birbirlerile yarış ederek saf, saf aloyorlar. Topçular mevzi almadan gök gürültüsüne benziyen tarrake­ lerle geçip gidiyorlar. Süvarilerimiz meydanda yoklar. Onlar, İzmire düşmandan evvel varacaklar. Artık telefon tesisatı yapnnya lüzum kalmadı. Yürüyüş halindeyiz. Vazifem,izi posta servisile yapıyoruz. Şim,di esir düşman alayları geriye, biz ileriye gidiyoruz. Birbirinden habersiz kalmış düşIIJ?n lot'alan umulm,ıadık yerde sıloştırılıyor. Bunlar arasında bazı tam mevcutlu alaylar bile var. Keşif kollarımız bunları yerlerinden oynatınca hemen terti­ bat alınıyor, çevriliyorlar. Uşak istikametinde ilerliyen kl.ıvvayı killliyesile irtibatı kal­ m,a�ş büyük bir düşman lot'asının �vcudiyeti haberi gelince sol cenahtan ilerliyen piyade fırkasına derhal talimat vermek icap P.tti. Emri ben aldım. Afyondanberi bana arkadaş olan beyaz a­ tıma atladım,. Yanımda karargah emirberlerinden Sivaslı Ömer de var. Ömer; büyük harpte yetişmiş, ?işmiş bir Türk çocuğu. Piyade fırkasının kumandanını bulmak için yıldırım gibi gidi­ yoruz. Sarp, kayalık bir vadiden sonra suyu çekilmiş bir dere başın­ dan karşı sırtta fırkanın kollarını görüyoruz. Bir an evvel .vazifem,izi yapmak için hayvanlarım'1Z1 sürüyoruz. Tam karşı yamca fırlıyacağımız sırada hayvanlar sürçtü. O kadar boş bulundum ki bir bohça gibi üzerinden kayıp yanüstü yuvarlandım. Kolum( fena halde acım7ştı. Ömer yetişti. Yere atladı ve beni kucakladı .. Fakat acım fazla idi. Ömer, rnatrasından çıkardığı su ile yüzümü uğuşturuyordu : Kendime geldim. Doğruldum. Ömer :


127

MlLU ROMAN - Kan akıyor bey, dedi, ceketin de parçalanmış. Kolum taşa rastlanuştı. Bilekle dirsek arasında büyük bir yara

açılmıştı. Çok şükür

ki bu kadar sıla çarpmıya göre ke�k lanlmam.ıştı. Fakat sağ kolumdan şimdilik hayır yoktu. Ömer : - Gayret et biraz, dedi, hayvana atlıyabilsen, fırka sıhhiye­ sinde bakarlar elbet. Ve sol koluma girerek kaldırm.ıya çalıştı. Sersemlemiştim. Fakat taşıdığım emrin bir dakika gecikmesin­ deki n(addi, manevi mes'uliyet, bmgu gibi kafamı · delmişti. Son bir gayretle ayağa kalktım. Artık, şimdi acı duymuyordum. Ömerin yardımile hayvana bindim. Mefluç bir halde olan sağ kolumu kendi haline bırakarak sol elim,le dizginlere yapıştım. Ve sürdüm. Üç dakika sonra fırka kumandanının karşısındaydırn. Zarfı verdim ve hemen geri döndüm. Niyetim, karargaha gelip, çarem.e baktırmaktı. Ben kumandana zarfı teslim edip geri dönünciye kadar, Ömer; fırka zabitlerine geçirdiğim kazayı anlatm:ış. Fırka sıhhiye heye­ . tinden bir genç doktor daha ben hayvana atlarken yetişti. Kısa bir muayeneden sonra �m'ir verdi : - Derhal seyyara . . . Sarmak tazım. Yara

derindir. Tehlikeli

olabilir. Ben fırkanın malı değildim. Karargaha

dönmek m,ecburiye­

tinde olduğurr;u söyledim,. İsrar etti : - Emirber haber götürür. Bu vaziyette

balalmak lazım'dır..

Haydi marş, delikanlı. Ve çağırdığı bir sıhhiye çavuşuna katarak beni geriye yolladı. Hayvanın üzerinde sarsıla sarsıla giderken, yüzbaşı doktorun beni hastaneye göndermekte haklı olduğunu anladım. Taşıdığım emri yerine teslim edinciye kadar heyecanın tesirile o lı;adar hissetmediğim sızı, şimdi fena halde

canım'ı yakıyordu ..

Adeta sağ kolum bir mengeneye sıkışrtjış gibidi.


SiLAH ARKADAŞLARI

128

Bir atbaşı geriden gelen sıhhiye çavuşu : - Kolunuzdan çok kan alayor, bey ! Diyordu. İki dağ aştıktan sonra yeşil bir vadide çadırlı seyyar hastaneyi gördük. Sıhhiye çavuşu at sürdü. Benden evvel ilk nöbetçi çadın­ na daldı. Yaklaştığım zaman beni birkaç sıhhiye neferi karşıladılar. At­ tan inmeme yardım ettiler. Burası pansu�n yeri imiş. Sıhhlye çavuşu vazifesini bitirip tekrar karargaha hareket e­ derken pansıman yapan askerler çıkaramadıkları ceketimin kolu­ nu sökm,üşler, yaranu �kayorlardı. Kemikte larılnuş yer yoktu. Belki de çatlak vardı. Fakat bu­ nu sıhhiye neferleri anlıyamazlardı. Onbaşı kendinden umulmı­ yan nazik hareketlerle yarayı temizlerken anlatıyordu : - Yaralılarıl"Qlz var. Doktorlar, hastabalacılar onların yanın ­ da. Şim,di muayene zamanı, biraz dinlenin. Hemşireler, doktorlar gelecekler. Ayakta duracak halim yok. Açılır, kapanır bezli bir sandalyeye oturdum. Ceketimin sağ kolu boşlukta sallanıyor. Etrafımdaki sıhhiye çavuşları �harebeden taze havadis so­ ruyorlar. Hepsi memnun, düşmanı lardık şükür.. Başkumandanın ·emri yerine geldi. Ordu İzmire gidiyor, biz de her dakika yeni e­ ·rnir bekliyoruz. Bir asker haber verdi : - Hemşire hanımlardan biri geliyor. Çadırın arkasında bir konuşll\a başladı. Benden bahsediyorlar: - Kolundan yaralı bir zabit var hemşire hanım. - Ağır nu? Şaşırdım ve yerimden fırladım.

Bu ses Ferihanın sesiydi. Çadırın kapısına doğru la

karşı karşıya geldim.

yü.rün:\iye henüz baılan:ıı§tıın

onun­


129

MiLLi ROMAN - Feriha ! - Seyfi .. Yaralı mısın? Sol elimi uzattım ve güldüm, - Sana sağ elimi uzatamıyacağım Feriha.

Boşlukta sallanan ceketimin sağ kolunu görünce sapsan oldu. Hemen elimden tuttu, çekti : - Otur. Bir kere de ben göreyim. Ve sonra askerlerden birine seslendi : - Hüseyin koş Kamil Beye haber ver. Gelsin. - Kim Kamil Bey?. - Doktor.. Oturttuğu alçak, tahta kerevette biraz

evvel sanlan yaramı

tekrar açb.. Kendimi Lalelideki evde zannettim. O gün de Feriha başımda ve kolumdaki yaralan temizlem�şti. Şimdi ara sıra gözlerime bakarak ince

parmaklarile sargılan

açıyor ve muharebenin başındanberi nerelerde bulunduğumu so­ ruyordu. Babasile görüşeli pek çok olmadığını, taarruzdan sonra onu gördüğümü söyledim. Çok sevindi. Babasından bahsederken onun renkten

renge girdiğini görü­

yordum. Bu heyecanın sebebini keşfetmek güç değildi. Babasının kararını öğrenmişti. Ve o karan tabii kendi

muvafakati ile olacak,

öğrendikten

sonra benimle ilk defa karşılaşıyordu. Onunla nişanlı sayılıyorduk. Fakat bundan ne o ve ne de ben bahsetm;iyorduk. Açtığı yarayı uzun uzadıya gözden geçirdikten sonra : - Vah yavrucuğurri vah ! Diye içini çekti. Bu, elinde olmıyan ilk samimi itiraf oldu. Bunu ancak Afyon

ce;Jhesi arkamızda ve düşmanın meğltlp

alayları önümüzde olduğu bir bayram gününde söyledi. İnebolu yolunda o kadar zorladığım, bu m,ua m.malı gönül, an­ cak bugün dillenmiye başlamıştı. Bu tesadüf ol�asaydı ve ben o müthiş baskın gecesi geri dön­ meseydi111 bu itirafın zevkini tatmadan gidecektim.

F : 9


130

----- �---

Sil.AH ARKADAŞLARI

Arkamdan belki ağlıyacaktı. Fakat ne çıkar. Ölüm yolunda insanlar daha maddi oluyorlar.. Feriha yaramın tehlikeli olmadığım söyledi. O tekrar sa�ya başlıyordu ki doktor içeri girdi. Kır bıyıklı baba bir kaym;akam. Ferihayı görünce : --< Hayrola 'evlat, dedi. Bana haber göndermişsin. Feriha yerinden fırladı. Ona koştu : Büyük bir tesadüf doktor bey. Nişanlım yaralı olarak bize

geldi. Kaymakam bana döndü : Geçmiş olsun evlat, aslan gibi maşallah. Baksana yüzü gü­

lüyor. Böyle yaralı olur mu. Nişanhsııu görünce

acısııu unuttu

galiba. Ferihanın herkesin içinde nişanlı olduğumuzu söylem.esi bana doktorun dediği gibi hakikaten acımı unutturdu. Güler yüzlü kayII\akaı:n, latife eder gibi: -

E, dedi, nesi var bakalım?

- Derince bir sıyrıntı. Fakat kemikte birşey var mı, bir kere de siz muayene etseniz .... Kaymakam üçüncü defa yarayı gözden geçirdi. Biraz da ca­ nımı yaktı. Fakat müjdeyi de verdi : -·

Kemikte birşey yok. Yalnız sıyrıntı

çok acı verir. Yarayı

kapatmak için bir merhem vereyim,, depoda vardır. Hemen aldı­ rıp sliriinüz. Hem acıyı alır, hem: yarayı çabuk kapatır. Fakat

is­

tirahat etmesi de lazım. Gülümsedim. __.

Ne o, ne güldün ?.

- Nerede istirahat edeceğim, doktor?

O da güldü : - Öyle ya ... Ordu ilerliyor. Ağır olsan seni Afyona yollardık. Ama ne olursa olsun bizimle beraber gidersin. Ne kadar olsa mü­ şahede altında olursun ! .Sonra Ferihaya döndü :


MiLLi ROMAN

------

131

- Bundan küçük hanım da memnun olur sanırım. Feriha loplorm,ızı oldu. Ben lakırdı karıştırdım : - Benim· vazifem o kadar ağır değildir

doktor. Karargahta

çalışıyorum. - Ne olursa olsun, hiç olmazsa üç dört gün pansıman yapmak lazım. - O halde İzm'ire seyyar hastane kadrosu ile gireceğiz. Doktor başını salladı : - Olabilir, düşman tavşan gibi kaçıyor. Peşini bırakmıyaca­ ğız. Fena

mı ..

İkinizin de ordudaki vazifeniz hafif. Elele verir, İz­

mire öyle girersiniz. Ferihaya baktım. Gözleri parlıyordu. Neşeli doktor tatlı tatlı anlatıyordu,ki seyyar hastanede bir faaliyet başladı. Yeni emirle ileri hareketi başlıyordu. Çadırlar sökülüyor, çantalar mekkArelere yerleştiriliyordu. On dakika sonra hepimiz hayvanlara

binmiş, kafile halinde

Akbayırdan iniyordult. Bu yol artık İzmir yoludur. Bizim karargahın

yirm,'i

kilometre ilerimizde olduğunu haber ·

aldık. Orada, arkadaşlanmla bulunamadığunıa

çok

canım sıkılıyor,

Fakat burada Feriha ile beraberiz. Düşmanın yeni bir mukaveme­ tine tesadüf ihtimali ol�dığına göre, yeni hadiseler başgösterme­

diği takdirde muharebe sahası temizlerun,iş ve harp fiilen nihayet bulmuş olacak. Bunun için geride kaldığıma gam yemiyorum. Şimdi ordu ağırlıktan, �ekkBreler kafilesi arasından ilerliyo­ ruz. Yanımızdan ntütemadiyen geriye doğru esir kafıleleri geçiyor. Yüzlerine baloyorum. Esir olmaktan duyduktan sevinci sakhya­ mıyorlar. Mukavemet ettikleri takdirde Türkün o merhametsiz hıncına


SiLAH ARKADAŞLARI

132

kurban olup gideceklerini bilecek kadar zeki olan düşm:an bu se­ vincinde haklı. Bizim mekkareciler bir ağızdan şarkı okuyorlar. İzmir, Uşak, Güzel Aydın Geliyoruz gözün aydın .... Artık bu bir sel ki durması için ancak onu kabartmasını bilen Başbuğun emri gerek. Yollar mahşer yolu. Siiahının hakkını veren

kahramanların

süngüleri güneş altında pınldarken geniş göğüslerden fışkıran za­ fer sesleri milli marşları okuyor. Düşmanın işgalinden kurtulan mübarek toprakların dağına, taşına aksediyor, Akıncı süvarilerin yalın kılıç düşmanın kaçan kıtalarını doğ­ radığını haber alıyoruz. Fakat düşman gider ayak son hiyanetini yapmaktan geri kal­ mıyor. Ric'at yolu üzerinde tesadüf ettiği köylere, kasabalara a­ teş veriyor. Süvarilerimiz buna fırsat vermemek için yıldırım gibi peşlerini takip ediyor. Yolda çok acıklı manzaralara tesadüf ediyoruz. Yannuş, yıkılmış köylerin zavallı evsiz, barksız belki de yiye­ ceksiz halkı o hallerinde bile İzmire doğru düşmanı tepeliye tepe­ liye akıp giden ordu cüzütamlarına bardak bardak su ikramı edi­ yor. Ciğerleri yırtılırcasına alkışlıyorlar. Bütün bu acıklı ve sevinçli m'anzaralar arasında artık yerde durmadan İzntlre iniyoruz.

Kolumun

hiç

bir

pansımanını mola

verdiğimiz yerlerde Feriha ya·;nyor. . . . Numaralı topçu alayuun nerede olduğunu öğrenmek için istihbarattaki arkadaşlara haber yolladım;, Onların çeşmeye doğru indikleri söyleniyor. Düşmanın bir kısım kıt'alarının Çeşme yarımadasında birikip oradan donanma himayesinde kaçıtjıya

hazırlandıkları söyleni­

yor. Düşman orada topçu ateşile imha edilmek isteniyor. Aylardanberi Sakarya ve Afyon cephelerinde düşmanı yerin­ den sökmek için fırsat kollıyan Türk ordusu Büyük Başkuman­ danın emrini yerine getirdi.


MiLLi ROMAN

------ ----

llJ

Akdenize hedefine vardı. Seyyar hastane kadrosu ile İznli.re girdiğimiz zaman şehir, mu­ zaffer Türk orduları tarafından işgal edileli yirmi

dört saat ol­

muştu. Şehirde çıkan yangın söndürülmüştü. İzıtiir temizlenmişti. Çeşmede sıloşan düşman inilia ediliyordu. İzmir sokakları, ilk Ankaraya vardığım zamanki

manzarayı

hatırlatıyor. Mahşer gibi. Bayrak, mızıka ve coşkun bir sevinç : Menzil teşkilatının seyyar hastane için Karşıyakada hazırla­ dığı binaya yerleştik. Kolumun sancısı hafiflemişti. Artık karargaha dönebilirdim.

Başdoktorun verdiği

on beş

gün istirahati nasıl olsa İzmirde geçireceğim için karargaha git­ meyi ertesi güne bıraktım.

O ilk gece Feriha ile berabet şehirdeki şenliklere iştirak ettik. Bu haklomıı zdı.

O ve ben bu milli maceranın içinde yaşam:lşbk.

İstanbuldan

beraber kaçan, Ilgazı beraber aşan, Ankaraya beraber ayak basan ve nihayet bu büyük zaferde kudretlerine göre vazife

gören iki

Türk çocuğu için bu gecenin şenliğinden büyük ne bayram olabi­ lirdi. Bir hafta sonra Ferihanın . . . . Topçu alayı kumandanı olan bbası kaymakam üniformasile İıımire

geldi. Bu mert ve

cesur

askerin ilk taarruz gecesi Afyon karşısında gözleri yaşararak bana kızından,

dünyada en çok,

asker ocağı kadar

sevdiği lazından

bahsedişini harbin en müthiş anlarında bile unutm,adun. Şimdi artık bütün neşesi avdet eden bu temiz yürekli babanın gözleri bir sevinç kaynağı gibi parlıyordu. Karargahtan sonra bizi bulunca bplo o eski kalender hali ile : - Sizi gidi çaplanlar sizi, dedi. Benden evvel İzmire girdiniz ha ! Ben de size bir ceza vereyim de aklınız başınıza gelsin.

O ceza�zı yarın çekeceğiz. İz�re giren ordunun ilk düğün merpsiıti,i.ni biz yapıyoruz. Göztepede bulduğumuz bir evde yerleştik.


SiLAH ARKADAŞLARI

134 Bütün silah arkadaşlarımız

detimizde hazır bulundular.

neşeler içinde

kutladıklan saa­

O gece, hatıra defterimin başına koyduğum ( Süleyman Na­ zif ) in Karagün hitabesinin altına şu fıkrayı ekledim;! "Büyük üstat, ruhun müsterih.

olsun, Türk çocukları yurt­

larına çöken kara günü kapadılar, gelen ak günden yeni bir Tür­ kiye doğuyor.,,


G C Z E L KA D I N MUelllfl : CemH Cahlt Cem Değil yalnız memleketimizde, bütün dünyada bir eşi daha bulunmıyan, tek ve biricik kadın güzelliği ve zarafeti ansik­ lopedisi. 240 sayfa 200 resim 300 güzellik formülü Dör trenkli bir makiyaz tablosu ve nefis bir ciltli kapak. -

Kitabın ele aldığı menulardcm bazıları:

-

Oval, yuvarlak, uzun ve kemikli yüzle­

re göre makiyaj usulleri - siyah, sarı, kumral ve kızıl saçlılar için makiyaj ronkle­ ri - yağlı ve kuru ciltlere bakım ve ihtimam - kirpiklere, kaşlara ve saçlara nasıl

bakılır? - Manikür, pedikür nedir ve nasıl yapılır? - Sivilcelere, beyaz kabarcıkla­ ra, siyah noktalara, çillere karşı çareler ve meşhur doktorların reçeteleri - Güzel ağız, güzel diş, ı;iüzel burun, güzel çene, güzel kulak, güzel el nasıl elde edilir?

Makiyaj , güzellik ve sıhhatle alakadar elli mühim mesele. " Güzel Kadın ,, ansiklopedisinin güzellik formülleri dünyası­

Ankenbrand; E. Sheel; O. Lange; E. Karlis ;

H.

Janistyn; F.

nın en tanınmış doktorlarından Darier; Sabouraud; Lisbeth Kalın

v.

s . . . nin tavsiye ettiği formllerdir.

Fiab her yerde 125 kuruştur. Türkiye Yaymevi, Ankara cad. No. 36

-

İstanbul

EV-İş Ayllki. ev,� el ı,ıerl ve kadm gazetesi Kadının ve genç kızın bütün bilgi ve ielişleri ihtiyacını karşılayan bu değerli gazete, dört renkli güzel bir kapak içinde renkli sahifeler ve ayrıca bir örnek paftasile çıkar. En seçme yünişlerini, renkli, renksiz beyaz işleri, perde örtü, tül, peç�te, çay, limonata, yemek takımları gibi bir eve lüzumu olan her çeşit eşyanın yapılışlarını, ev idaresini, çocuk bakımını, sıhhat ve gıyım bilgilerini gösteren Ev-lş, her ayın ilk günlerinde çıkar. Tür ki yenin her yerinde 20 Krş. Türkiye Yaymevi. Ankara cad. No. 36

-

İstanbul


Bir Anneye Mektuplar M Uelllfl : Dr. Wllheım:stekel. Çeviren : Refik Durlu Şimdiye kadar anne ve çocuk bakımı ve çocuk terbiyesi sahasında yurdumuzda çıkmadık kıymet ve salahiyette, eşsiz bir eser. 372 sahife ve üç hsım içinde, annenin gebeliğinden başlıyarak, meme çocuğuna, ilkmektep çocuğuna ve ilk gençlik çocuğuna bakımı ve delikanlılığa kadar terbiyeyi öğreten tatlı ve herkesin kolayca anlıyabileceği dille yazıl­ mış 38 mektupta toplanmış çok kıymetli bir kitap. " Bir Anne­ ye Mektuplar,, meşhur filozof Freud'un talebesi ve arkadaşı, Viyanada devrim yapıcı bir terbiye enstitüsü kurmuş olan büyük psikolog ve doktor W. Stekel'in yazdığı bir eesrdir. Kitabı türkçeye çeviren de bir ilkmektep müfettişi, yani sa­ lahiyetli bir Türk münevveri olduğuna göre, eser ve dili hak­ kında başka birşey söylemeğe lüzum yoktur. Türkiye Yayınevi, Ankara cad.

No. 36

-

İstanbul

'

T E N AS O L H AYAT I M I Z M Uelllfl : Dr. Frltz Kahn

Çeviren : C. Cahlt Cem

300 büyük sayfa içinde, metni izah edici mahiyette birçok resim ve dört renkli lavhalarla süslü, dilimizde şimdiye kadar intişar etmemiş kıymet ve mahiyette bir eserdir. " Tnasül Hayatımız ,, evlenme çağına gelen her gence ve her genç kıza, kimseden öğrenemiyeceği ve fakat bilinmesi hayati ehemmiyette olan ilmi hakikatleri, en temiz bir dil ve en uygun ve ahlaki bir şekilde anlatan, Türk kütüphanesinin övünebileceği bir eserdir. " Tenasül Hayatımız ,, her ev kü­ bir tüphanesinde muhakkak surette bulunması lazım gelen rehper ve eşsiz bir hakikatler ansiklopedisidir. Dayanıklı mükekemmel ciltli bir halde 300 kuruş. Türkiye Yayınevi, Ankarrı cad.

No. 36

-

İstanbul



Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.