Mehmet Eröz - Atatürk, Milliyetçilik, Doğu Anadolu

Page 1


ATATÜRK MİLLİYETÇİLİK DOĞU ANADOLU

Prof. Dr. M ehmet ERÖZ

İSTANBUL 1987


TÜRK DÜNYASI ARAŞTIRMALARI VAKFI YAYINI : 24

BU ESER B akanlar K urulunun 20.7.1980 tarih ve 8/1307 sayılı kararıyla kam u yararına hizm et verdiği kabul edilerek vergi m uafiyeti tan ın ­ mış olan TÜRK DÜNYASI ARAŞTIRMALARI VAKFI'nın yayınıdır. H er hakkı m ahfuzdur. TÜRK DÜNYASI ARAŞTIRMALARI VAKFI’nm m üsaadesi olm aksızın tam am en, kısm en veya h e r hangi b ir değişiklik yapılarak iktibas edilemez.

Haberleşm e Adresi : Telefonlar : Dizgi - Baskı :

P.K. 94, Aksaray - İSTANBUL 5 11 10 06 - 5 11 18 33 Türkiyat M atbaacılık


ATATÜRK'ÜN MİLLET ve MİLLÎ TARİH A N L A Y IŞI.........

1 — A tatürk'ün Türk Tarihi H akkm daki G örüşü ...... ,2 — A tatürk Kuvvetli Bir Millî Ş uura S a h i p t i ...............

1-7 7-11

ATATÜRK İNKILÂBLARI, TÜRK İSTİKLAL HARBİ ve KADRO H A R E K E T İ......................................................................

12-36

1— 2— 3— 4—

K adronun Dünya G ö rü ş ü .............................................. T ürk İstiklal H arbi ve Milli K urtuluş Savaşları ... A tatürk înkılâbları ve K a d ro c u la r............................ K adrocular ve T ürk K ü ltü r ü ........................................ Sonuç .............................................. ... .....................

12-22 22-29 29-33 33-35 35-36

ATATÜRK ve SOSYALİZM ......... ..............................................

36-44

Sosyalistler, A tatürk’ün Sosyalist F ikir ve H areketler K arşısındaki Fikir, Tutum ve D a v ra n ışı.......................... . Sonuç .........................................................................................

3844 44

ATATÜRK'ÜN İKTİSAT G ÖRÜ ŞÜ ..............................................

45-58

Milliyetçi ve Toplumcu İk tisat G ö r ü ş ü ........................... a) A tatürk ve İktisadın Önemi ........................................ b) A tatürk ve İktisadî K a lk ın m a ........................................ c) A tatürk ve Sanayi-Tarım D e n g e si.................................. d) Ekonom ik K alkınm ada Devletin Rolü ve A tatürk ... e) İktisadî Devlet Teşekkülleri H akkında A tatü rk ’ün G örüşleri ............................................................................ f) A tatürk’ün Ekonom ik Kalkınm a Temelleri ve Çağdaş Niteliği ................................................................ .........

47-51 51-52 52-54 54-55 55-56 56-57 57-58

TÜRK MİLLETİ ve TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİ .....................

59-72

1 — M ille t................................................................................... 2 — Türk Milleti ....................................... ..................... 3 — T ürk Dili ......................................................................

59-60 60-61 61-63

III


4 — T ürk Y urdu ................................................................ 5 — Millî Tarih Ş uuru .......................................................... 6 — Millî Ahlakçılık . . . . . . .............................................. 7 — T ürk M illetinin Millî Hissi ve Türk Milliyetçiliği 8 — T ürk M illetinin Oluşmasında Etken Olan U nsurlar . 9 — Millî B irlik ve B e ra b e rlik .................. ........................... 10 — M illetler Prensibi ....................................................... MİLLÎ FAALİYETLER ................................................................

63-64 64-66 66-67 67-68 68-69 69-71 71-72 72-94

I — Askerî Faaliyetler 1 — Türk Askeri ............................................................. 72-73 2 — T ürk Silahlı Kuvvetleri ............... ..................... 73-78 3 — V atan Savunm ası ............................... ........................78-79 4 —- Savaş ve Topyekün S a v a ş ........................................ 79-80 5 — Komutanlık-Liderlik-Askerlik ve İnsiyatif ......... 80-81 II — İktisadî Faaliyetler 1— 2— 3— 4— 5—

Ekonom i .................. ................................. .............. Malî Politika ............... .................................. ... Dış Ekonom ik İ liş k ile r .............................................. U laştırm a ... ............... ,............. ..................... Tarım-Köylü-Çiftçi ve B unların K ooperatif leştirilm esi .......................................................... ."........ 6 — İş Bölüm ü, Çalışma Bilinci (Şuuru) ve Meslek Seçimi ......................................................

81-82 82 82-83 83 83-85

III — Eğitim Faaliyetleri 1 — Eğitim in Önemi ...................................................... 2 — Verilecek Eğitim in Türü (Milli Eğitim), Eğitim Program ı .......................................................... ... 3 — Okul ve Öğretmen; Okuma-Yazmanın Önemi ... IV — Sosyal Faaliyetler 1 — Dayanışm a (S o lid a rite )................................................ 2 — İnsan ve İnsan S e v g isi.............................................. 3 — Aile ve T ürk K a d ın ı............... ...................... ......... 4 ;— Gençlik ve S p o r ................................................... 5 — Sosyal Adalet ve H ukuk ................................ . ... 6 — Sınıf B ütünlüğü ...................................................... MİLLİYETÇİLİĞİMİZ ve TOPLUMCULUK.............................. TÜRK KÜLTÜRÜNÜN GELİŞME SEYRİNE B İR BAKIŞ ... IV

86-87 87-88 88 88-89 89-90 90-92

92-9 93 93-94 95-98 99-105


TÜRK ULUSLARI, URUKLARI, BOY ve OYMAKLARI HAKKINDA KISA BİLGİ ... ..................................................... 106-114 TÜRK MİLLÎ BİRLİĞİNE DOĞRU ........................................ 116-125 MİLLÎ KÜLTÜR İÇİNDE ALT-KÜLTÜR GRUPLARININ DURUMU ..................... .............................................. ............... 126-131 BİR KÜRT MİLLİYETİNDEN SÖZ EDİLEBİLİR M İ ? ........ 132-154 GÜNEYDOĞU ZAZALARI ......... :.. .................. ..................... 155-162 KARAKEÇİLİLER

... ................................................................. 163-174

ZİYA GÖKALP’İN KARAKEÇİLİLER HAKKINDA FİK İR ­ LERİ ve DİĞER KURMANÇ OYMAKLARI........................... 175-196 KÜRT ADI ÜZERİNE

................................ . ........................... 187-196

KÜRTÇE DİYE BİR DİL YOKTUR ................................ . ... 197-207 SOSYOLOJİK YÖNDEN TÜRK YER A D LA RI....................... 208-219 DOĞU ANADOLU KÖY ADLARI ÜZERİNE SOSYOLOJİK BİR ARAŞTIRMA ....................................................................... 220-275 TUNCELİ’NİN SOSYAL ve KÜLTÜREL YAPISINA DAİR DÜŞÜNCELER ... ....................................................................... 275-281 TÜRK TOPLULUKLARINIM ÖLÜM ADETLERİ ÜZERİNE BİR D E N E M E ........................... .................................................... 281-291 Gizli Mezarlar Defin

....................................................................... 281-286

........................................................................................ 286-291

Ölümden ve Definden Sonra ...................................... . ... 291 TÜRK BOYLARINDA «KANSIZ KURBAN» GELENEĞİ ... 292-296

V


ÖN

SÖZ

1986 yılının H aziran ayında ebediyete intikal eden değerli ilim adam larım ızdan Prof. Dr. M ehmet Eröz ilmi k ad ar d ü rü st şahsiyeti ile de temayüz etm işti. Onu kaybetm ekle duyduğumuz büyük elem karşısında tek teselli kaynağımız eserlerinin yeniden neşredilm e­ sidir. Bu kitap, M ehmet E röz’ün çeşitli m akale ve konferanslarım toplayan b ir eserdir. B unlardan birincisi A tatürk’ün m illet ve millî ta rih anlayışı konusunda kaleme alınm ıştır. Bu yazısında Mehmet Eröz, A tatürk’e sadece içinde yetiştiği sosyal çevrenin yarattığı bir büyük adam olarak bakm am akta, fakat aynı zam anda ondaki deh a ’ya işaret etm ektedir. E röz’e göre A tatürk'ün görüşü açısından' h er hangi b ir devlet m avolabilir, fakat o devleti kurm uş olan m illet mahvolmaz. B atılılar T ürk Devleti yıkılınca T ürk M iletinin de yok olacağını zannetm ekle büyük b ir yanılgıya düşm üşlerdir. Eröz, Ata­ tü rk ’ün, T ürlderi b a rb a r olarak gösteren bazı B atılı ta rih kaynakla­ rı karşısında, m illî ta rih şuurunu kuvvetlendirecek şekilde tarihi incelem elere önem verilm esine işaret ettiğini belirtm iştir. Millî şu­ u r, bu m illî ta rih şuuru tarafın d an canlandırılacaktır. E röz’ü n «A tatürk İnkılâpları, T ürk İstiklâl H arbi ve K adro H a­ reketi» isim li yazısı, milli m ücadelenin bitm esinden on yıl sonra, 1932-1934 yılları arasında A nkara’da yayınlanan K adro isim li dergi­ n in inkılabın felsefesini yapm a iddiasıyla nasıl b ir ideoloji’yi aşıla­ m aya çalıştığını ortaya koym aktadır. Eröz, sahibi Yakup K adri (Karaosm anoğlu) ve yazı işleri m üdürü Şevket Süreyya (Aydemir) olan Derginin devamlı yazı heyeti arasında V edat Nedim (Tör), İsm ail H üsrev (Tökin) ve B urhan Asaf (Belge) isim lerini kaydetm ekte ve arasıra yazı yazanlardan da Falih Rıfkı (Atay) ile Ahmet H am di (Ba­ şar) gibi isim lere işaret etm ektedir. E röz’e göre K adro’n u n dünya görüşü M arxist b ir dünya görüşüdür. K adrocular, tarih î m addeciliği m üdafaa etm işler, sosyo-kültürel nitelikteki b ü tü n değişm elerin iktisadî-teknik b ir temele dayalı olduğunu iddia etm işlerdir. Eröz, M arxizm’de göze çarpan zaru ret ve hü rriy et (determ inizm ve irade­ cilik) fikirlerinin birlik te yer alış özelliğinin Şevket Süreyya’da da m evcut olduğunu belirtm ektedir. Yakup K adri, bizzat M arxist ol­ m am akla beraber tarih î m addeciliği m üdafaa etm ede derginin di­ ğer yazarlarından geri kalm am ış ve Rönesansm tem elinde bile tek­ niği görm üştür. Eröz, çoğu M arxist olan tarih î maddeci kadro yazarlarının m il­ lî kurtuluş hareketinin savunculuğu içinde M arxizm’den Leninizm ’e geçtiklerini belirtm ektedir «Sınıfsız, imtiyazsız, kaynaşm ış b ir m il­ VI


letiz» diyen A tatürk’e k arşı K adro sayfalarında sınıf kavgasından bahsetm enin im kânsızlığı karşısında kadrocular Lenin'in m illî k u r­ tuluş savaşları fikrini Türk istiklal tarihi ile b ağ d aştırm a yolunu tu t­ m uşlardır. Eröz K adrocular’ın A tatürk İn k ılâplarını da nasıl kendi ideolojileri lehine kullanm ak istediklerini belirtm ek te ve bizim ba­ zı zaruretlerden doğan devletçiliğimiz ile kom ünizm arasındaki fark­ ları tahlil etm ektedir. K adrocular’ın Türk cem iyetini yakından tanım ayışlarından doğan b ir neticenin, içlerinden b iri (İsm ail Husrev) tarafından Bektaşi ve Mevlevi tekkelerinin ruhani derebeylik olarak tanıtılm ası olduğunu belirten Eröz’e göre K adroculardan Yakup Kadri, T ürk köylüsünü, O rhan Gazi zam anında T ürkiye’yi dolaşan İbııi B atuta kadar bile sevmemektedir. K adro hareketinin inkılâplarım ızın özüne ne k a d a r ters d ü ştü ­ ğünü gösteren M ehmet Eröz, A tatürk’ün sosyalizm karşısındaki tu ­ tum unu da izah etm ek lüzum unu hissetm iştir. «A tatürk ve Sosya­ lizm» isimli yazısı bu sebeple kaleme alınm ıştır diyebiliriz. Bu yazı­ da Eröz, em peryalistlere karşı yaptığı mücadeleye b ak ara k kendisini sosyalist yapm aya çalışanlara A tatürk’ün nasıl cephe aldığım çok veciz bir şekilde ifade etm ektedir. Şüphesiz A tatürk’ün sosyalizme cephe alışının daha iyi b ir şe­ kilde izah edilebilmesi için Atamızın iktisat görüşü üzerinde de dur­ m ak gerekiyordu. M ehmet Eröz «A tatürk’ün İk tisa t Görüşü» isimli yazısında bu hususa eğilmiştir. Eröz’e göre «M ustafa Kemal Paşa ka­ pitalist devletler tarafından yakılıp yıkılan Türkiye'ye evvelce kendi­ si de aynı politikayı gütm üş bir kom ünist ülkenin, k ara gün dostu gibi yapmış olduğu yardım a aldanm ayacak kadar derin b ir siyasi gö­ rüşe sahipti. B undan ö tü rü A tatürk hiç b ir ekonom ik düzenin etkisi altında kalm aksızın kendi ihtiyaçlarımıza göre çizilecek kendi İkti­ sadî sistem im izin ana hatlarını başarılı b ir şekilde tesp it edebilm iş­ tir. Eröz'e göre A tatürk'ün iktisat sahasındaki b aşarısı iktisadın ve İktisadî kalkınm anın önem ini ta k tir etmesinden, sanayi-tarım den­ gesinin gereğini idrak edip bu dengeli kalkınm ayı başarm ak üzere devlete öncülük rolünü verebilm esinden kaynaklanm ıştır. M ehmet Eröz «Türk Milleti ve T ürk Milliyetçiliği» isim li yazı­ sında, evvela millet, T ürk Milleti, Türk Dili, T ürk Y urdu, Millî Tarih Şuuru, Milli Ahlakçılık, Türk Milliyetçiliği, T ürk M illetinin Oluşma­ sında E tken Olan U nsurlar, Milli Birlik ve B eraberlik ve nihayet Mil­ liyet Prensibi gibi kavram ve ibarelerin ifade ettiği m anaları vukuflu b ir görüşle ele alm ıştır. Bir m illî bünye içindeki çeşitli faaliyetleri, ask erî faaliyetler, İk­ tisadî faaliyetler, eğitim faaliyetleri ve sosyal faaliyetler olarak ince­ leyen M ehmet Eröz, A tatürk'ün bu konulardaki ifadelerini yer yer VII


aynen nakletm iş ve A tatürk’te göze çarpan zıt fikirleri uzlaştırıcı ideal senteze dikkat çekmeye m uvaffak olm uştur. Eröz'e göre, T ürk milliyetçiliği de toplum culukla bağdaşan bir M illiyetçiliktir. «Milliyetçiliğimiz ve Toplum culuk» isim li yazısında fe rt ve cem iyetten birine veya öbürüne önem itibariyle aşırı ağırlık veren rejim leri tenkit eden Eröz, Türk toplum culuğunun «Türk ve İslâm kaynağından gelme» b ir zihniyet ve dünya görüşü olduğunu belirtm ektedir. Eröz, Ziya G ökalp’in görüşüne k atılarak Türkîerin b ü tü n u ru k ve boyları ile ferdî m ülkiyeti, kam u mülkiyetiyle bağdaş­ tırm ak ta başarılı olduklarım kaydetm ektedir. Bu başarı T ürk kül­ tü rü n ü n fevkalâde uzlaştırıcı (fert ve topluluk arasında ahenk k u ru ­ cu) olm a özelliğinden kaynaklanıyordu. Bu hususu «Türk K ü ltü rü ­ n ün Gelişme Seyrine Kısa. B ir Bakış» isim li yazısında belirten Eröz, m illî kültürüm üzün yaratıcısının bizzat halkım ız olduğunu ifade et­ m iştir. K itapta, daha sonra yer alan b ir yazısında M ehmet Eröz, millet haline gelişimizde takip edilen siyasî ve İçtimaî şekilleri, Türkîerin u ruk, ulus, boy, ve oy m aklarını izah ederek ve aşiret sistem leri hak­ kında bilgi vererek incelem iştir. «.Millî K ültür İçinde Alt-Kültiir G ruplarının Durum u» isim li ya­ zısında T ürk ırkının ve Türk kültü rü n ü n m ensubu olm alarına rağ­ men Alevî-Bektaşî, K ürt gibi k ü ltü r gruplarının yavaş yavaş Türklük­ lerini u n u tu r hale gelmelerine yol açan b ir ilgisizlik du ru m u söz ko­ nusu edilm iştir. «Bir K ürt M illiyetinden Söz Edilebilir mi?», «Güney Doğu Zazaları», «Karakeçililer», «Ziya Gökalp’in K arakeçililer Hakkmdaki Fikirleri ve Diğer K ırm anç Oymakları» «K ürt Adı Üzerine», «Kiirçe Diye B ir Dil Yoktur» isim li yazılarında hepsi de Türk-îslam k ültü rü n ü n alt kü ltü r grupları olan çeşitli g ruplar T ürk kültürü çerçevesi içinde ayrıntılı b ir şekilde incelenmiş ve şu hükm e varıl­ m ıştır: «Biz bizi tamymcaya kadar, dünya, bizi bizden çalacak». İşte kitabın son kısım larında Eröz bundan ö tü rü A nadolu’nun bazı kısım larındaki T ürk yer adlarım k ü ltü r politikam ızın önemli b ir ip ucu olarak ele almış ve ayrıntılı incelem elerinin neticelerini akıcı b ir üslupla dile getirm iştir. K itabın özü A tatürk'ün hassasiyet­ le sahip çıktığı m illiyetçi k ü ltü r politikasına b u gün aynı hassasiyet ve ciddiyetle sahip çıkam ayışım ızdan kaynaklanan neticelerdir. Bu kitabın neşri ile kıym etli m eslekdaş ve değerli âlim Prof. Dr. M ehmet Eröz yükseldiği ulvî âlem den dahi birleştirici b ir kül­ tü r politikasını b ir an evvel başlatm am ız ve yürütm em iz hususunda bize rehberlik etm ektedir. Ruhu şad olsun. İstanbul, Aralık 1986 Prof. Dr. Amiran K urtkan BİLGÎSEVEN


ATATÜRK'ÜN MİLLET VE M İLLİ TARİH ANLAYIŞI

Bu makalemizde, son devrin en büyük devlet adam larından biri olduğunu, D oğunun da, B a tın ın da kabul ettiği A tatü rk ’ü, ta­ rih ve m illet anlayışı yönünden ele alacağız. Aslında, b ir kitap hac­ m indeki konuyu, b ir makaleye sığdırm ak pek zor b ir iştir. Fakat, bazı ana h atları ortaya koyması, birtak ım bilgiler verm esi bakım ın­ dan, faydadan uzak değildir, konunun sadece öz olarak ele almışı da, zorluğu epeyce azaltır. B undan cesaret alarak, bu iddialı b aş­ lık altında, bazı ip uçları vermeğe çalışacağız.

1 — A tatürk’ün T ürk Tarihi H akkm daki Görüşü. M ustafa Kemal, Osmanlı İm paratorluğunun yıkılm asına ya­ kın yıllarda, Selânik gibi çeşitli fikir akım larının estiği, Doğu ile B a tın ın kültürel tem asa geldiği b ir şehirde, aile, kom şular ve m ek­ tep çevresinde ilk görgü ve bilgilerini edinm işti. Askerî îd a d i’de, milliyet cereyanları ve istiklâl hareketleri ile sancılı Rumeli'nin nabzını yoklamaya ve meseleleri yakından öğrenm eye başladı. Harbiye’de, Büyük Devletler'in Osmanlı Devletini yıkm ak için, B alkan­ lar'd a ve İm paratorluğun diğer tarafların d a oynadıkları oyunları ibretle takip ediyordu. T ürk tarihini öğrenm ek için, eline geçen b ütü n kitapları dikkatle okuyordu. Askerî Lisede ve H arbiye’de —

1 —


Prof. Dr. MEHMET ERÖZ

okurken yazdığı şiirleri ve yazıları inceleyenler, bu gelişme h akkın­ da oldukça aydınlık b ir bilgiye sahip olabilirler. (1) Sosyal çevreden gelen tesirler, onun şahsiyetine şekil verirken, kendi psikolojisinden gelen tesirler, bu şahsiyete, onun kişiliğini (ferdiyetini) ekliyordu. Böylece hem cemiyetin, hem de kendi ken­ disinin eseri olm uş oluyordu. D urkheim ’ci b ir sosyolojik determ i­ nizmi, b u vesile ile biraz hafifletm ek gerekir. Aynı şartlar altında yetişen yüzbinler içinden sadece M ustafa K em al’in böyle b ir şuura ve şahsiyete erişi, biyolojik ve psikolojik determ inizm in de eklen­ mesiyle ve yardım ıyla, girift problem i çözmeğe yetmez. Söylenebi­ lecek olan o d u r ki, fert ile cem iyet b ir arada düşünülm elidir; ne psikolojizm , ne de sosyolojizm. İnsan, m adde ile m anânın, beden ile ruhun, bunlarla cemiyetin b ir sentzidir. K arşılıklı sonsuz alış veriş vardır. Büyük adam ı da ancak böyle b ir sentezci görüşle an­ layabiliriz (2). Dediklerimizi, A tatürk’ün şu sözleri güzelce ortaya koyuyor : «Ben, m illetin vicdanında ve istikbalinde ihtisas ettiğim bü­ yük tekâm ül istidadını, b ir m illî sır gibi vicdanım da taşıyarak pey­ derpey, bütü n heyeti içtimaiyemize tatbik ettirm ek m ecburiyetin­ de idim.» (3). M illetin içinden yetişip, onun değerlerine, kültürüne göre bü­ yüyüp, ondan aldığını, ona, yani m illete biraz değiştirerek vermek. Bu değiştirm e, m illetin gelişme kabiliyetinin büyük adam ı tarafın ­ dan önceden sezilerek, ileride yerine getirilm esi işinden ibarettir.

(1) , İngiltere’ye estetik cerrahî ihtisası yapma kipin giden, fakat kendini orad sosyal konulara kaptıran Anamur’lu bir doktor dostumuz, British Museum’dan ve Londra Üniversrtesi Şarkiyat Fakültesi (School of Oriental And African Studies) kütüphanesinden, bu yazıları bulup çıkarmıştı. «Fotokopiler nasıl olsa onda var» diyerek, bizler fişlememiştik, edinmemiştik. Ondaki kaynağın hepimize yarıyacağını düşünüyorduk. Fakat Türkiye’ye döndükten sonra, dağınık eşyası arasından, «evrak-ı perişan»ı içinden bu fotokopileri bulup çıkarması ve dolayısıyle bize gönder­ mesi mümkün olmadı. Atatürk hakkında çıkarılan «bibliyografyalarda ve yazılan eserlerde, bahsetti­ ğimiz yazı ve şiirlerin bulunup bulunmadığını incelemek fırsatını bulamadık. (2) Meselenin bir tahlilini veren şu makaleye bakınız; Prof. Dr. Amiran Kurtkan, «Demokrasi, Fırsat Eşitliği ve Seçkinler», Sosyoloji Konferansları, Onsekizinci Kitap, 1980 (Prof. Dr. Cavit Orhan Tütengil’e Armağan Sayısı), İst, s. 51-68. (3) Nutuk, c. 1, s. 16 (İstanbul, 1960).

— 2 —


ATATÜRK’ÜN MİLLET ve MİLLÎ TARİH ANLAYIŞI

B ir milletle büyük adam arasındaki bu manevî alış verişte, deha­ nın payı unutulm am alıdır. M ustafa Kemal, genç b ir Osmanlı erk ân ıh arp zabiti (kurm ay subayı) olarak O rdu’ya k atıldıktan ve İm p aratorluğun d ö rt b ir ya­ nındaki savaşlarda piştikten sonra, T ürk tarih in in ve Türklüğün mânâsı, ruhunun sarp kayalıklarına ta h t kurm uştu. A rtık T ürk ta­ rihini, Türk m illetini ve ordusunu, iyice tanıyor, biliyordu. Birinci Dünya H arbindaki acı ve haksız yenilgi, inanılacak gibi değil. Bu­ nun üzerine gelen «Sevr Muahedesi», Türklüğü ta rih te n silmeyi hedef alan resm î b ir vesika idi. İçinden çıktığı, iyi bildiği ve sev­ diği Türk m illetini bu felâketten kurtarm ak, yeni b ir Ergenekon yaratm ak «farz-ı ayın» olm uştu. Sam sun'a çıktı, o rad an E rzurum 'a gitti. Türk m illetinin b ü tü n m addî ve manevî gücünü seferber ede­ rek, Millî Mücadeleyi şanla, şerefle b aşlattı ve zafere doğru gö­ türdü. Bunu kendi ağzından dinleyelim. 1923’te İzm ir’de «Birinci İktisat Kongresi»ni açarken yaptığı konuşm ada şöyle diyordu : «Düşmanlarımız aynı zam anda Osmanlı Devletiyle beraber T ürk Milletinin de m ahvolduğunu zannetti. İşte bunda çok alda­ nıyordu. Osmanlı Devleti gibi çok devlet kurm uş olan Türk Milleti mahvolamazdı. Ve m ahvolm am ıştı. Bilâkis hayatına vurulan d a r­ belerden haricî ve dahilî düşm anların acı darbelerinden birdenbire b ütün teyakkuzların b ü tü n intibahlarını takındı, hayatını, şerefini kurtarm ak için kemâl-i şerefle başını kaldırdı. Ve m üttehiden ve m üsteniden (birlik ve dayanışm a içinde) ortaya atıldı» (4) Millî şuurun, tarih şuurunun ne kad ar m ühim olduğunu, m il­ letin kurtuluşunun buna bağlı bulunduğunu, 6 M art 1338 (1922)'de T.B.M.M.’de yaptığı şu konuşm a ile dile getiriyordu. Milletvekille­ rine şöyle sesleniyordu : - «Milleti düştüğü girye-i felâketten kurtarabilm ek için m illete benliğini tanıtarak, haysiyetini tanıtarak, hayat ve istiklâlini k u r­ tarm ak için uğraşm ağa kabiliyetli olduğunu anlatm akta yeni b ir nıaneviyetin inkişaf etm esi lâzım geliyordu. Milletimiz ve m illeti­ mizin hakikî m üm essilleri bulunan Heyeti Celileniz ilmen vekavii tarihiyle tem essül ve tem esstik edilmek lâzım gelen h akikati keş(4) «Atatürk'ün Birinci iktisat Kongresi'ni Açış Konuşması», Yeni İş Dünyası, Kasım 1981, sayı: 25, s. 25.


Prof. Dr. MEHMET ERÖZ

fetm iş ve fiilen hâdis ve hasıl b ir hale koym uş bulunuyorsunuz ve em in olalım ki m em leketi ve m illeti k u rta rm a k ta bundan b aşka çare yoktur... Millet ve devlete hayatbahş olacak b ir teceddüttür. Bu itib arla b ü tü n m em leketin caniyle, başiyle b u n a sarılm ası lâ­ zım dır. B ütün m illetin bu uğurda en son nefesini ve en son kanını ak ıtarak azim ve sebat gösterm esi feraizi aym dandır (herkesin üze­ rine düşen b ir farzdır)» (5). M ustafa K em al'in 28 Mayıs 1919’da H avza’dan A nadolu’daki kum andanlara ve millî âm irlere gönderdiği tam im in esası ise şöyledir: «Yurt bütünlüğünün korunması, bunun için millî teşkilât kurulması, düşman işgalini protesto etmek için mitingler tertip edilmesi ve bu hareketlerin kamuoyuna, İstanbul hükümetine ve yabancı devletlere telgrafla duyurulması.» 22 H aziran 1919 Amas­ ya tam im inde ise, «Milletin istiklâlini yine milletin azim ve k ararı kurtaracaktır.» diyor. Aynı yıl E rzu ru m ve Sivas kongrelerinin ka­ rarla rı şu esas prensipte birleşiyor: «Millî sınırlar içinde yurdumuz bir bütündür. Onun çeşitli bölgeleri birbirinden ayrılmaz.» M us­ tafa Kemal Paşa, İstan b u l’daki «Meclis-i Mebusan», işgal kuvvetleri tarafından dağıtılm adan önce, üyelerle görüşüp, «Misak-ı Millî» k ararının b u m eclisten çıkm asını dâ sağladı (6). Zaferden sonra, küçülen T ürk vatanında, güçlü b ir m illet ve devlet yaratm ak için yeni b ir mücadeleye girdi. Bu savaşta d a b a­ şarı için İktisadî ve m addî şartlard an önce, fikrin rehberliği gere­ kiyordu. İlk ele alınacak husus, m illet ve mazisi idi. Türk ta rih i ve Türk m illetinin seciyesi bilinm eden, inkılâpların gücü zayıflardı. Bunu çok iyi bildiği için, ta rih çalışm alarına hız verdi. İstanbul Üniversitesi tarih hocalarının kitap ve notlarını okuyor, çevresin­ de bulunanlara vazifeler veriyordu. Kendisine büyük saygı duy­ duğu ve çok feyiz aldığı Ziya Gökalp, ne yazık ki, daha 1924'te bu dünyadan göçm üştü. Onun m anevî rehberliğinin, genç C um huri­ yete çok faydası dokunabilirdi. A m erikalı, b ir sosyolog, T ürk in­ kılâbının «fikrî şerefini» büyük çapta G ökalp’e m aletm ekle (7), hiç de yanılm ış olm uyordu. (5) T.B.M.M. Gizli Celse Zazıtları, c. 3, Ankara, 1980, s. 7 (6 Mart 1338 Celse­ sinde Mustafa Kemal Paşanın konuşması). (6) Prof. Dr. A. İnan, Tarihten Geleceğe, Ankara, 1973, s. 1. (7) Prof. Dr. Carle C. Zimmerman, Yeni Sosyoloji Dersleri, çeviren: Dr. A. Kurtkan, İstanbul, 1964, s. 1.

4


ATATÜRK’ÜN MİLLET ve MİLLİ TARİH ANLAYIŞI

Prof. Afet İnan, tarih çalışm alarını şöyle h ü lâ sa ediyor: «Ata­ tü rk 1928/29 yıllarında İstanbul Ü niversitesinde okutulan tarih notlarını okuyor ve üzerlerinde işaretler yaptığını görüyordum . Aynı zam anda W els’in Cihan Tarihini dilimize çevirtm iş ve kitap halinde basılm ıştı. Ben o tarihlerde İstan b u l Fransız Lisesinde öğ­ renci idim. Bir coğrafya kitabında T ür İçlerin 'secondaire' yani ikin­ ci derecede addedilen bir ırk a m ensup olduğu yazılı idi. A tatü rk ’e bu kitabı gösterdim . 0 sırada Prof. E. P ittardT n Irk la r ve Tarih (Les races et l'histoire, Paris 1924) adlı kitabını alm ıştım . Ondaki bilgiler bu coğrafya kitabına uym uyordu. B ir de Türklerin m ede­ niyet alanındaki eserlerine Fransız tarih k itap ların d a hiç yer ve­ rilm em esi, h a ttâ bazen, b arb ar deyimini de k u llan arak b ir istilâcı kavim olarak gösterilm esi (karşısında) A t a t ü r k - ‘H ayır böyle ola­ maz. B unların üzerinde meşgul olalım ’ dem ekle kalm am ış, derhal yeni k itap lar getirterek, bizzat çalışmaya ve etrafm dakileri çalış­ tırm aya başlam ıştı.» Konu, «Türklerin Cihan Tarihinde en eski çağlardan beri hakikî yeri nedir? Ve m edeniyete hizm etleri neler olm uştur?» şeklinde idi. H um m alı b ir çalışm aya girildi ve bunun sonucunda T ürk Tarih K urum u ve Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi kuruldu (8). Çalışm aları iki koldan ilerledi. Prof. Fuad K öprülü, Prof. Şemseddin Günaltay ve diğer bazı tarihçiler, T ürklüğün köklerini Ortaasya’da ararken; diğer bazı arkeologlar ve düşünürler, T ürk me­ deniyetinin köklerini, H itit'lerde, U rartu ’larda, Lidya’lılarda, Frikyalılar'da, K apadokyalılar’da, R om alılar’da ve B izanslar’da arad ı­ lar ve bulduklarım sandılar. G ökalp'in erken ölüm ü talihsizlikti; T ürk ta rih i üzerinde dünya çapında b ir o torite olan Prof. Zeki Velidî’nin (Togan) böyle b ir tezin, ilm îlikten uzak oluşuna bakarak Türkiye’den ayrılması, Avusturya ve Alman Ü niversitelerinde ders vermeğe başlam ası, ikinci b ir kayıbımızdı. A tatürk’ün, bu ikinci tezi ve Güneş-Dil Teorisini tuttuğu pek söylenemez. B ir an için benimsemiş olsa bile, hak ik ati çabuk kav­ ram ış olduğu anlaşılıyor. Zeki Velidı H ocadan bizzat dinlediğimize göre, A tatürk, Türk elçisi ile kendisine iki kere p a ra ve selam gön­ derm iş, ve «hoca haklıymış» itirafında bulunm uştur. Bugün, ilm i olmayan bu tez üzerinde ısrarla durulm akta, tu ­ rizm heyecanı ile de beslenerek, Türklük, gerçek köklerinden ko(8)

Afet İnan, aynı eser, s. 11, 19.


Prof. Dr. MEHMET ERÖZ

p an lm ak tad ır. A nadolu’da hüküm sürm üş olan m edeniyetleri a r­ keolojik olarak inceleyip, ilmi sonuçlar çıkarm ak gayet yerinde ve doğru b ir şeydir. Fakat, Türklüğü onlara bağlam ağa çalışm ak ise, gayri İlm îdir; h a ttâ b ir bakım a ideolojiktir. Sovyetler Birliğinde de «Etnogenez» nazariyesile aynı şey yapılıyor. O rtaasya'da ve Sov­ yetler Birliğinin diğer bölgelerinde yaşayan Kazak-Kırgız, Özbek, Türkmen, T atar, Azerî gibi T ürk U ruklarını, «Türk» adından ve tarihden koparabilm ek için, o tu rd u k ları bölgelerde evvelce yaşa­ dığı farzedilen b ir takım m edeniyetler ihdas edilm ekte ve bunlar arasında su n ’î bağlar kurulm ağa çalışılm aktadır. Böylece b ir Ka­ zak veya b ir Türkm en, Türk tarihine değil, o coğrafya parçasında yaşadığı iddia edilen b ir topluluğa bağlanacaktır. Böylece T ürk' leri sekiz on parçaya bölüp, «Türk» adını ve şuurunu yok edecek­ lerd ir (9). A tatürk’ün, T ürk m edeniyetinin kaynaklarını Selçuklular’da ve ondan önceki T ürk devletlerinde ve cem iyetlerinde gördüğünü birkaç, vesika ile gösterelim . Afet İn a n ’m anlattığına göre, 22 Eylül 1924'te, S am sun’da yaptığı b ir konuşm ada diyordu ki: «Bizim m il­ letim izin hayatı esasını düşünelim . Bu düşünce bizi elbette altı yedi asırlık Osmanlı Türklüğünden çok asırlık Selçuk Türklerine ve on­ dan evvel b u devirlerin herbirine m uadil olan Büyük Türk Devrine kavuşturur» (10). Diğer b ir delili gene Afet In a n ’dan alıyoruz. Büyük T ürk H a­ kanı A lparslan'ın M alazgirt Zaferinin m anâsını ve harp tarih i ilde­ ki yerini çok iyi bilen A tatürk, Ona hem fikren, hem hissen bağlı bulunuyordu. Afet İnan bunu şöyle a n la tıy o r: «M ustafa Kemal A tatürk derdi ki: ‘Meydan savaşları tarih in dönüm noktalarıdır'... A tatürk’ün ta rih çalışm aları esnasında b u iki 26 Ağustos üzerinde k arşılaştırm alar yaparak çok hassasiyetle durduğunu hatırlıyo­ rum» (11). N urettin Paşa ile olan anlaşm azlığını anlatırk en verdiği tarihî misal, Türk tarihinden ne anladığını açık seçik olarak ortaya koy­ m aktadır. M ustafa Kemal Paşa, N u rettin Paşa’dan bahsederek (9)

Zengin bilgi için bakınız: Ord. Prof. Dr. A. Zeki Velidi Togan, Türklüğün

Mukadderatı Üzerine, İstanbul, 1970.

(10) (11)

Afet inan, aynı eser, s. 11. Afet İnan, aynı eser, s. 25.

— G—


ATATÜRK’ÜN MİLLET ve MÎLLÎ TARİH ANLAYIŞI

şöyle dem ektedir: «Burada babasının büyük adam olmasıyle iftiıa r eden Bizans İm parato ru Theodosius'a, babası ve anası T ürk alan A ttilâ’nın ‘ben de büyük ve âsil b ir m illetin evlâdıyım ' dediği­ ni hatırlatm adan geçemiyeceğim.» (12) Açıkça görülüyor ki, A tatürk’ün ta rih görüşü tam m anâsıyle İlm îdir ve millîdir. Türk m illetinin tarih î kökenlerini, eski Ana­ dolu topluluklarında değil, Attilâ'da, Alparslan’da, S elçuklular’da, H un’larda, O rtaasya’da arıyor ve buluyordu. 2 — Atatürk Kuvvetli Bir Millî Şuura Sahipti. Tarih bilgisi ve şuurundan, m illî sevgiye ve şu u ra yükselinir. A tatürk’te de bunu görüyoruz. O T ürk milletine olan engin sevgi­ sini ve güvenini, her hareket ve davranışında, her sözünde göster­ m iştir. Türk m illetinin k ara günlerinde m eydana atılıp, onu ye­ niden eski şanlı günlerine u laştırm ak için sarfettiği gayret, böyle b ir sevgi ve şuurla besleniyordu. 22 Mayıs 191Ş'da Sam sun'dan İs­ tanbul hüküm etine, M ustafa Kemal imzasıyle giden rap o ru n bir cümlesinde, bu sevgi ve şuur, ışıl ışıl parlam aktadır. M ustafa Ke­ m al Paşa şöyle diyordu. «Millet yekvücut (birlik) olup hâkim iyet esasını ve T ürk duy­ gusunu hedef tutm uştur.» (13) K ahram an T ürk ordusu Ege kıyılarına vardığında, B atın ın ru h halini ve kaygularmı, M ustafa Kemal Paşa ile İzm ir’de görü­ şen Amerikalı yazar R. Vine'ın, başkum andana sorduğu aşağıdaki sorulardan anlam ak m üm kündür. M ustafa Kemal P aşan ın cevap­ ları da konum uz bakım ından ilgi çekicidir (14). (12) (13) (14)

Nutuk, c. 2, İstanbul 1960, s. 731. Afet İnan, aynı eser, s. 1. Amerika’lı yazarın Atatürk’le yaptığı bu konuşma, 13 Eylül 1922 tarihli Fransızca Figaro gazetesinde çıkmıştır (T. ink. T.Ens. No. 619). Bu konuşmayı, Tevfik Bıyıklıoğlu’nun, Belleten’de (sayı: 65, 1953, s. 97-98) çı­ kan, «İstanbul’un iki Fethi» isimli makalesinden alıyoruz. Konuşma aynen şöyledir: «Ekselans, dedim, İstanbul’u almak, ve Üsküdar’a yürümek istediğinizi temin ediyorlar. Kazandığınız zaferden sonra ilk projelerinizin neden ibaret olduğunu öğ­ renebilir miyim? Gazi Başkumandan yavaş bir ifade ile cevap verdi: — Bütün Türk toprakları kurtulmadıkça durmayacağım. — Generalim, Türk topraklan demekle ne murad ediyorsunuz?


Prof. Dr. MEHMET ERÖZ

Dış dünyaya, bilhassa savaş halinde bulunduğum uz düşm an kuvvetlerine duyurulm ak için verilen b u bildiride, büyük b ir gü­ ven ve ideal b ir hava hâkim di. H albuki, bu tarih ten altı ay kadar önce, M ustafa K em al Paşa Musul meselesi hakkında T.B.M.M.'de yaptığı konuşm ada daha gerçekçi davranıyor, daha ihtiyatlı b ir dil kullanıyordu, şöyle diyordu : «Musul m eselesinin hallini m uharebeye girm em ek için b ir se­ ne sonraya talik etm ek demek, ondan sarfınazar etm ek dem ek de­ ğildir. Belki bunun istihsali için daha kuvvetli olabileceğimiz bir zam ana intizardır. Bu gün sulh yaparız, b ir ay sonra, iki ay son­ ra Musul m eselesini halletm eye kıyam ederiz. F akat bugün Musul meselesini halletm ek istediğim iz vakit bu meselede karşım ızda yalnız İngiliz değil, Fransız, İtalyan, Jap o n ve b ü tü n dünyanın düş­ m anları vardır. Yalnız karşı karşıya kaldığımız zam an İngilizlerle karşı karşıya kalacağız ve yalnız olarak, İngilizlerle k arşı karşıya kaldığımız zam an İngilizlerle karşı karşıya kalacağız. B unda m en­ faat var m ıdır, yok m udur. Bunu m eydana çıkarm ak gayet kolay­ dır... M usul m eselesini bugünden halledeceğiz. Ordum uzu yü rü te­ ceğiz, bugün alacağız dem ek bu m üm kündür. M usul'u gayet ko­ laylıkla alabiliriz. F ak at M usul’u aldığımızı m üteakip m uharebe­ nin hem en hitam bulacağına kani olamayız. Şüphesiz o rad a b ir harp cephesi açm ış olacağız.» (15). Türkiye ve dünya gerçeklerini bilerek yaptığı bu konuşm adan bir yıl önce, gene T.B.M.M.’de «Misakı Millî» hakkm daki görüş­ lerini ifade ederken de, m illî ideallerle m illetlerarası ahval ara-

— Avrupa’da İstanbul ve Meric’e kadar Trakya, Asya’da Anadolu, Musul ara­ zisi ve Irak’în yarısı. — Generalim, İngilizlerle aranızda bir harp çıkmasından korkmuyor musunuz? Mustafa Kemal Paşa güldü: —■ Ben İngilizlerle değil, Yunanlılarla dövüşüyorum, dedi. — Fakat, Trakya’yı, Boğazlar’da İngiliz donanması ve İngiliz kıtalarıyle çarpış­ madan, elde etmek hemen gayri kabil bir askerî hareket değil midir? Mülakatımızın devam ettiği müddet içinde başkumandanın, konuşma tarzını de­ ğiştirdiği bir dakikadayız. Müşarünileyh, ağır, vakarlı bir tavır takındı: — Trakya’ya varmak için Üsküdar ve Karadeniz boğazından geçeceğim. Bunun için hazırlıklar yaptım. Yirmidört saat içinde en iyi birliklerimi Trakya’ya geçirmeye yetecek nakliye gemilerim de vardır. Bu askerler bir işaretimi bekliyorlar.» (15) T.B.M.M. Gizli Celse Zabıtları, c. 3, Ankara, 1980, s. 1318, (27 Şubat 1338 Celsesi).


ATATÜRK’ÜM MİLLET ve MİLLİ TARİH ANLAYIŞI

M ustafa Kemal Paşa, «Musul» m eselesinde ve «Misakı Millî» konusunda gösterdiği basireti, siyasî «Pantunarizm » konusunda smda, ülke lehine bazı sentezler çıkarm ağa çalıştığı açıkça görü­ lüyordu (16). da ortaya koym uştu. Prof. Zeki Velidî Togan'm b elirttiği gibi bu akım, «Panislavizm» ve «Pancermenizm» arasın d a sıkışıp kalan M acar’la r tarafından, b ir kurtuluş çaresi olarak ileri sürülm üştü. Ural-Altay kavim leriııin (Fin, Macar, Moğol ve T ürklerin) siyasî birliğini ifade eden bu hareket, daha sonra O rtaasya’da R u slar’a karşı m üttefik bulm ak isteyen İııgilizler tarafın d an desteklenm iş­ tir. Bu iş için M acar bilgini V ambery’i O rtaasya’ya gönderm işlerdir. İngilizler böyle b ir birliğin tehlikesini sezip, so n raları bu işten vaz­ geçm işlerdir. Ziya Gökalp sadece T ürk u ru k ların ın «kültürel b ir­ liğini» ifade eden «Pantürkizm » fikrini, «P an tu ran izm » fikrinden daha çok gerçeklere yakın bularak, bu cereyanı sav u n m u ştu r (17). M ustafa Kemal Paşa, T.B.M.M.’nin açılışının ikinci günü (24 Nisan 1336/120), m illetvekillerine hitaben yaptığı konuşm ada, söz konusu mesele hakkında şunları söylüyordu : «Turanizm politikasını kendi arzum uzla tak ip etm ek istem e­ dik. Çünkü m addî, m anevî b ü tü n kuvvet ve kudretim izi m uayyen olan vatanım ız dahilinde tecelli ettirm ek arzu ettik. H ududun h a­ ricinde dağınık b ir su rette zâfa diiçar etm ekten içtinap ettik. Ec­ nebilerin en çok korktukları, fevkalâde m ütevahhiş oldukları İs­ lâmiyet siyasetinin dahi alenen ifadesinde m üm kün olduğu ka­ dar m ücanebete (sakınm ağa, kaçınmağa) kendim izi m ecbur gör­ dük.» (18). M ustafa Kemal Paşa, sözü edilen b u konuşm asında, «Azer­ baycan ahvali» hakkında da bilgi verir. Bu sırada, Sovyetler B ir­ liği Kızıl O rdu B irlikleri Azerbaycan’ı yer yer işgal ediyorlardı. T.B.M.M.Tıin 22 K ânunusâni 1337 (1921) celsesinde de «Azerbaycan Fâciası», Vehbi Bey ve Hüseyin Avni Bey tarafın d an veciz b ir şe­ kilde dile getirilm işti (19). (16) T.B.M.M. 1337 Celsesi). (17) Prof. Z. s. 561-563. (18) T.B.M.M. (19) T.B.M.M.

Gizli Celse Zabıtları, Ankara, 1980, c. 2, s. 355 16 Teşrinievvel Velidi Togan, Bugünkü Türkü! (Türkistan) Tarihi, İstanbul, 1947, Gizli Celse Zabıtları, c. 1, Ankara, 1980, s. 2-10. Gizli Celse Zabıtları, c. 1, Ankara, 1980, s. 327-331.


Prof. Dr. MEHMET ERÖZ

Dünya ahvalini göz önünde tu tan M ustafa Kemal Paşa, ne si­ yasî «Panturanizm se, ne de siyasî «Pantürkizm »e bel bağlam ıyor­ du. Fakat, T ürk U rukları ve devletleri arasındaki «kütürel bağı» da asla koparm ak istemediği, aksine kuvvetlendirm eğe çalıştığı m uhakkaktır. Meclis’te Azerbaycan hakkında söyledikleri bunun delili olduğu gibi, şim di kaydedeceğimiz iki vesika da b u görüşü­ müzü desteklem ektedir : 15 M art 1920’de Amiral Sir F.'de R obeck’ten Lord Curzon’a gönderilen resm î yazıda M ustafa Kemal P aşa’nm, Azerbaycan T ürk Devleti ile el altından, tem as halinde olduğu şu ifade ile açık lan ıy o rd u : «Azerbaycan H üküm etiyle Türk M illiyetçileri tem as halinde­ dir. Azerbaycan’a silâh vermeyelim.» (20). M ustafa Kemal Paşa, hem anlaşm a içinde bulunduğu Sovyetler Birliğini kuşkulandırm am ak zorunda idi (21), hem de îngilizlerin bu «kültürel yardım» dan h ab erd ar olm am alarını sağlamak m ecburiyetinde idi. Ingiltere'ye gönderilen rap o r düşm anların sır­ ları öğrendiğini gösteriyor. B aşkurt Türkleri de, Soyvetler Birliğine karşı, O renburg'da m illî b ir hüküm et kurm uşlardı. M ustafa Kemal Paşa, «Orenburg H üküm eti İslâmiyesi» başkanı olan Zeki Velidî Beye, E rzu ru m ’­ dan, «kardeşlik hislerini» bildiren b ir başarı telgrafı gönder­ m işti (22). M ustafa Kemal P a şa n ın T.B.M.M.'nin 6 M art 1338 celsesinde yaptığı konuşm a, millî şuurun canlı b ir vesikasıdır. Burada, iç ve dış düşm anlara karşı, millî birlik içinde şahlanm ak gerektiğini söylüyordu (23). Aynı şekilde, «millî şuur» yerine m ahallî kurtuluş gayelerinin cılız, manâsız ve m illî birlik için zararlı olduğunu be-

(20) İngiliz Gizli Belgelerinde, Türkiye, İnceleme: Erol Ulubelen, İstanbul, 1967, s. 253 (s, no: 575, vesika no: 519). (21) Soyvet yardımının gerçek gayesi hakkında şu makalemize bakınız: «Ata­ türk ve Sosyalizm» Türk Kültürü, Kasım 1980, «Millî Kurtuluş Savaşımız ve Kadro Hareketi» Sosyal Siyaset Konferansları, 1981-1982. (Prof. Orhan Tuna’ya Armağan sayısı). (22) Z. Velidi Togan, Türkü! (Türkistan) Tarihi, s. 399. (23) T.B.M.M. Gizli Celse Zabıtları, c. 3, Ankara, 1980, s. 7-8. — 10


ATATÜRK’ÜN MİLLET ve MİLLÎ TARİH ANLAYIŞI

lirtiyordu. Bu görüşleri Erzurum ve Sivas kongrelerinde kabul et­ tirm işti (24). T ürk m illetine olan güveni ve sevgisi, şu konuşm asında bütün haşm etiyle p arlam ak tad ır : «Türk»ün haysiyeti ve izzetinefs ve kabiliyeti çok yüksek ve büyüktür. Böyle b ir m illet esir yaşam aktansa m ahvol­ sun evlâdır! Binaenaleyh, ya istiklâl, ya ölüm!» (25). Ziya Gökalp, milletin; coğrafî, ırkî, İktisadî b ir züm re olm a­ yıp, kültürel b ir züm re olduğunu b elirtir. Yani tarih î ve sosyal bir proses içinde, aynı k ü ltü r terbiyesini alan insanların m eydana ge­ tirdiği birliğe «millet» denir. B urada esas olan «mensubiyet şuuru» dur. A tatürk de aynı görüşten hareket ederek, T ürklük anlayışını, ünlü ifadesiyle ortaya koym uştur : «Ne mutlu Türk’üm diyene».

(24) (25)

Nutuk, c. 1, İstanbul, 1960, s. 7. Nutuk, c. 1, İstanbul, 1960, s. 13.

11


ATATÜRK İNKILÂPLARI, TÜRK İSTİKLÂL HARBİ VE KADRO HAREKETİ

Millî mücadelem izin sona erişinden on yıl sonra, b ir grup ay­ dın tarafından bir fikir dergisi çıkarılm aya başlandı. A nkara’da 1932-1934 yılları arasında KADRO adıyla yayım lanan ve T ürk in­ kılâbının felsefesini yapm ak iddiasında bulunan b u dergi ve tem ­ sil ettiği ideoloji, m akalem izin konusunu teşkil edecektir. Ayda bir çıkan derginin, sahibi Yakup K adri (K araosm anoğlu), neşriyat m ü­ dürü Şevket Süreyya (Aydemir) idi. V edat Nedim (Tör), İsm ail H üsrev (Tökin) ve B urhan Asaf (Belge) devamlı yazı heyetinde idi­ ler. Falih Rıfkı (Ataay), Ahmet H am di (Başar) arad a b ir yazdık­ ları yazılarla, dergi yazarları arasında görünm üşlerdir. Dergi 1934’de H üküm et tarafından kapatılm ış ve sahibi olan Yakup K adri, elçi olarak y u rt dışına gönderilm iştir. Şimdi, Kadro’ nun üç yıl süren ideolojik hamlesini, yazarlarının bazı eserlerine de başvurarak incelemeğe çalışalım. 1

Kadro’nun Dünya Görüşü.

Derginin ilk sayısında, KADRO adına yazılan ve çıkış sebeblerini açıklayan yazıdan, Şevket Süreyya’nın ve diğer yazarların m akalelerinden anlaşılm aktadır ki, M arksist b ir dünya görüşü, ya­ yın organım ruhuna hâkim bulunm aktadır. Gerçi bu ekol içinden gelen b ir kalem, bu hareketi, «tarihî maddecilikten gelen bir grup’ un «Marksizmî tadil ederek», «bir devrin ideolojisine... m aterya­ — 12 — ■


ATATÜRK İNKILÂPLARI, TÜRK İSTİKLÂL HARBİ ve KADRO HAREKETİ

listçe» verdikleri cevap (1) olarak görüyorsa da, bu «tadil ediliş keyfiyeti, aşağıda geniş şekilde gösterm eğe çalışacağımız üzere, M arksizm den ayrılış m anâsında anlaşılm am alıdır. Söz konusu olan değişiklik ve ilâve, M arksizme, Lenin’in getirdiği eklemeler­ den ve Türkiye gerçekleklerinin icaplarından ib arettir ki, Şevket Sü­ reyya'nın fikirleri bunu açıkça gösterir. K adrocu'lar tarih î m addeci idiler ve cemiyeti inceleme metodiarı tarihî m ateryalizm den ibaret bulunuyordu. K ad ro cu la ra göre, b ütün İçtimaî hadiseler ve cem iyetteki yapı değişiklikleri ancak İk­ tisadî hadiselerle anlaşılabilir ve açıklanabilirdi. K. Marx ve F. Engels, m addeci diyalektik m etodlarm ı, tarihe ve insan cemiyet­ lerine uygulayarak, kendilerine ait b ir sosyoloji ilmi m eydana ge­ tirm iş ve adına tarihî m ateryalizm dem işlerdi. O nlara göre cemi­ yetlerin alt yapısı, üretim (istihsal) güçleri ile ü retim m ünasebet­ lerinin (ilişkilerinin) b ir ifadesi olan üretim tarzın d an . ibarettir. Alt yapının üzerinde, onun m addî ve teknik niteliğine uygun b ir hu­ kukî ve siyasî yapı şekillenir. Bu siyasî ve hukukî yapının üze­ rinde de ona denk düşen dinî, ahlâkî, felsefî, estetik şekiller ortaya çıkar ki, bu da cemiyetin ü st yapısı’dır. İddialarına göre üst-yapı, tam am en alt-yapı’daki değişmelere bağlı olup pasif b ir vaziyette bulunduğundan, ona gölge hâdise adını verm işlerdir. Yani tarihteki b ütü n sosyal ve kültürel değişmeler, sadece iktisadî-teknik b ir te­ melin ü rünü sayılmış oluyor. Bu iddialara karşı, birçok düşünür haklı ve güçlü tenkitler yö­ neltmiş, binlerce yıl alt-yapısı değişmeyen birçok ülkede siyasi hu­ kukî, dinî değişiklikler m eydana geldiğini, felsefe ve sanat sahasın­ da yeni yeni ekoller ortaya çıktığım m isallerle gösterm işlerdir. B un­ lar arasında Max Weber, Wemer Sombart, R. Stammler, Pareto ve Sorokin’in isim leri anılm ağa değer. Bizde de Ziya Gökalp, söz et­ tiğimiz kuvvetli tenkidleri yapanlar arasındadır. Şevket Süreyya, K adro'da, Ziya G ökalp'in M arksizm hakkmdaki tenkidlerini cevaplandırm ağa çalışırken, ideolojilerini ve ha­ reketlerinin hedefini de açıklam ış oluyor. Şevket Süreyya diyor ki: (Türkçülüğün e sa sla rın d a tarih î m ateryalizm in, yahut Marksiznamm bazı «nazarî esasları üstünde varılan m ütalâaların, dar sathî ve acele olduğuna eminim.» ve devam ediyor: «Ziya G ökalp’in (1)

Sadri Ertem, Politika Felsefesi, İstanbul, 1935, s. 217.

— 13 —


Prof. Dr. MEHMET ERÖZ

bahsettiği gölge hâdiseler Tarihi m ateryalizm de yoktur. Filvaki ta rihî materyalizm , Cemiyet m ünasebetlerinin esasında yatan istih­ sal m ünasebetlerde... İçtimaî ve Fikrî m ünasebetler arasında ka­ deme farkları bulm uştur. F akat bu kadem elerin birbirlerine karşı m ütekabil m ünasebetleri nazariyesini de tedvin etm ek suretile, cemiyet içinde passif, yani sadece m ünfail b ir takım gölge hadi­ seler tasavvuruna yer bırakm am ıştır.» (2). Şevket Süreyya’nın, Ziya Gökalp’a hücum vesilesi yaptığı ve M arksizmde b ir gölge hadise düşüncesi bulunm adığı, alt ve üst ya­ pılar arasında karşılıklı tesirlerin cereyan ettiği şeklindeki iddia­ ları üzerinde biraz durm ak gerekiyor. K. Marx, M arksist literatü rd e ünlü ve klâsik b ir m isâl olarak kabul edilen, İktisadî determ inizm i form ülleştiren b ir yazısında, alt-yapı'nm dışındaki b ü tü n üst-yapm m (bütün sosyal hâdiselrin ve m üesseselerin) gölge hâdise olduğunu açıkça ifade etm iştir. Alt­ yapı başîatıcıdır, tesir edici faktördür; üst-yapı ise tem eldeki değiş­ melere göre şekil alan ikinci derecedeki yapıdır, gelip geçici şe­ killerdir (3). G ökalp’ı tenkid ederken, Marksizmde, ü st ve alt yapılar ara­ sında tek taraflı bir tesirin söz konusu olm adığını ileri süren Şev­ ket Süreyya’nın, az önce naklettiğim iz M arx’m tek taraflı görüşü­ ne ne derece bağlı olduğunu göstererek, içine düştüğü tenakuzu o r­ taya koyalım. Gerçekten, «teknik gelişmelerin izahında tarihî m a­ teryalizm in... tarihin en doğru b ir anlayış tarzı» olduğunu söyle­ yen Şevket Süreyya, devamla şöyle diyor : «Hülâsa, üretim araç ve vasıtaları üstündeki üretim ilişkileri, her zam an toplum un temel ilişkilerini teşkil ederler. Bu temel iliş­ kiler üstünde yükselen ve tabakalaşan ahlâk, din, hukuk, sanat gibi ölçü ve anlayışlar da toplum un ü st müesseselerini, yani süperstrü k tü rü n ü verirler. Temelde dağılm alar, sert çelişmeler olunca, süper strü k tü r de kendiliğinden, iç yapısında değişikliklere uğrar.

(2) Şevket Süreyya, «Ziya Gökalp», Kadro, sayı: 2, Şubat 1932, s. 36-37. Bu­ rada ve bundan sonra, A.i. ve T.I.A. tarafından üç cilt halinde ve «tıpkıbasım» olarak çıkarılan Kadro nüshalarına başvuruyoruz. (3) P. A. Sorokin, Comtemporary, Soclological Theorice, London, 1964, s. 525-525 (K. Marx, A. Contribution fo the Critiaue of Political Economy, s. 11-12’ye atıf).


ATATÜRK İNKILÂPLARI, TÜRK İSTİKLÂL HARBİ ve KADRO HAREKETİ

Şeklini değiştirm eğe başlar. m ateryalist anlayışının genel Gerçi bu satırların biraz nasebetlerden de şu şekilde

Tarihî m ateryalizm in yahut tarihin anlam ı budur.» (4) yukarısında aynı yazar, karşılıklı m ü­ söz ediyor :

«...bir cem iyetin ekonom ik ilerilik derecesi; o' cem iyette tek­ niğin o esnadaki terakki derecesine göre şekillenir demek olur. Dil, ahlâk, din, hukuk, estetik ilişkiler ve toplum un ideolojisi, bu tek­ niğin gelişmesine evvelâ tâbi ve bağlı kalır. F akat derece derece ve karşılıklı olarak bu sosyal ilişkiler de etkilerini yaparak, toplum ­ lar durm adan şekil değiştirirler» (5). Üst yapı m üesseselerine tanınan bu cılız tesir, acı tenkidler ve cemiyet gerçeklerinin zorlanm asıyla olm uşur. Şevket Süreyya da bu gidişe uym ak zorundadır. Şöyle ki: adlarından daha önce bah­ settiğimiz düşünürler, insan zekâsının ilkim ve tekniği yarattığını; hukukî ve İçtimaî düzenin, İktisadî m ünasebetlerin m antıkî ve fiilî şartı olduğunu; din, ahlâk, sanat ve felsefenin, cem iyetlerin yapı­ sında ve değişm elerinde büyük rol oynadığını belirtm işler ve ta ­ rihî m addeciliğin yanlışları hakkm daki tenkidlerine şöyle devam etm işlerdir: «İktisadî faktör daim a b ir başlatıcı ise ve İçtimaî ha­ yat sahasındaki bütün değişmeler, İktisadî şartlard ak i değişme­ lere tabî bulunuyorsa, İktisadî fak tö rü n kendi dinam iğini nasıl izah edebiliriz? İktisadî faktörün devamlı hareket halinde bulunan veya kendi kendisini harekete geçiren m istik m ahiyetine mi tab i­ dirler; yoksa diğer bazı faktörlere m i bağlıdırlar? İk tisad î faktö­ rün önce gelişi, daima« başlatıcı» hareket ettirici oluşuna dayan­ dığından, bunun açıklanm ası gerekiyordu. ‘K endisini harekete ge­ tirici’ faraziyesi, İktisadî faktörün b ir nevi T anrı olduğu inanışına, en kötü türünden b ir mistisizm e ulaşm aktadır. Bu tenkidler ve gerçekler karşısında Marx ve Engels, İktisadî olm ayanın, İktisadî fak tö r üzerindeki tesirini kabul zorunda kal­ dılar. Engels, Labriola ve Plekhanov, «ikinci derecedeki faktörlerin ana faktör üzerindeki aksi tesiri»ne istemiye istemive yer verdiler. M arx’m ölüm ünden sonra, 1890’lard a Engels, ne M arx’m, ne de kendisinin İktisadî faktörü biricik tayin edici olarak görm edik­ çe Şevket Sürayya Aydemir, İnkılâp ve Kadro, İstanbul, 1968 (ikinci, basım), s. 37, 41. (5) Aynı eser, s. 41. — 15 —


Prof. Dr. MEHMET ERÖZ

lerini; ü st yapının çeşitli u nsurlarının kısm î rolüne inandıklarını söylüyordu. F akat 21 Eylül 1890'da L ondra’dan J. Bloch'a yazdığı m ektupta bunları söyleyen Engels için, tem el faktör gene İktisadî idi. Engels, 25 Ocak 1894'de, L ondra’dan H. Sîankenburg’a yazdığı diğer b ir m ektupta da, tem el fak tö r olan İktisadî yapı üzerinde, siyasî, hukukî, felsefî, dinî estetik gelişmelerin, kısm î b ir tesire sahip olabileceğini kabul ettiğini belirtir. Fakat, tarihî gelişmeyi nihaî olarak şartlandıran, tayin eden şeyin, İktisadî fak tö r olduğu iddiasını yazm aktan da kendisini alıkoyamaz. Engels, diğer bütün fenom enleri sadece pasif sonuç saymadığım söyleyerek, «İktisadî, zaruret esası üzerinde karşılıklı bir aksiyon hali»nden bahseder. Bu açıklam ayı Sorokin, «beyaz siyahlık» veya «odundan demir» deyim lerindeki k ad ar karanlık ve belirsiz bulur. Plekanov da aynı sıkıntı içinde, m eselenin içinden çıkmağa çalışır. M arksist teoride bu karşılıklı tesir meselesinin yarattığı güçlüklere, Schumpeter de işaret eder (6). İşte böyle b ir sıkıntı verici izahta bulunm ak zaruretinden ve böyle b ir doktrine varis oluşundan ö tü rü d ü r ki, Ziya G ökalp’a ver­ diği cevapta, Şevket Süreyya, hayli zahm et çekmiş olm alıdır. İş bununla da bitm iyor. Teoriden gelen zorluklar yanında, gerçek ha­ yatın getirdiği m üşküller de olm uştur. Engels tarafın d an etnog­ rafya müzesine kaldırılacağı söylenen Devlet’i, tarih in gördüğü en m üstebit devlet haline getiren S talin, onu üst-yapı'mn pasifliğin­ den k u rtarm ak zorunda kaldı. Engels’in diyalektik kanunlarının üçünciisü olan «inkârın inkârı veya reddin reddi kanunu» da Stalin ve onun Devlet’i için b ir tehlike teşkil ediyordu. B ir antitez k ar­ şısına dikilip, yeni b ir sentez’e yol açm amalıydı. O yüzdendir ki, daha önce «burjuva mantığı», «metafizik m antık» diye kötüledik­ leri tenakuzsuzluk (çelişkisizlik) m antığını, öğrencilerin zihnî ka­ biliyetlerini geliştireceği gerekçesi ile, m ekteplerde ders olarak okutm ağa başladı. Rus dilini de üst-yapı m üessesesi olm aktan çı­ karak, yapılar dışı saydı. G örülüyor ki, köprünün altından çok sular geçmiş, sosyalizmin teorisinde ve pratiğinde büyük değişmeler olm uştu. Artık, üst-yapı (6) Sorokin, aynı eser, s. 527-533. K. Marx, E. Engels, Selected Works, c. II, Moscow, 1962, s. 488, 503-505; G. Plekhanov, The Materiallst Concepiion of History, New York, 1964, s. 16-26; J. S. Schumpeter, Capitalism, Socialism, and Democracy, London, 1965, s. 13.

16 —


ATATÜRK İNKILÂPLARI, TÜRK İSTİKLÂL HARBİ ve KADRO HAREKETİ

m üesseselerinin bazılarına, pasif b irer u n su r olarak bakm ak teh­ likeli olabilirdi. B undan başka, N. Berdiaeff'in şahane m akalesinde belirttiği gibi, «ekonom inin bü tü n insanlık hayatında am il olması, geçmişe ait b ir fenalık» olup, sosyalizmin Mesihleri Marx ve Engels’in m üj­ delediği yakın b ir gelecekte, zaru ret ülkesinden, h ü rriyet ülkesine «mesianik b ir sıçrayış» m üm kün olacaktı. M arksizm deki İktisadî determ inizm , «inkılâp coşkunluğu» vermez ve mücadeleye sevkedemez. «M arksizmdeki inkılâp dinam izm inin kaynağı İlmî şuur de­ ğil, bu m esianik bekleyiştir.» «İnkılâp coşkunluğunu, işçi sınıfının ve insanlığın kurtuluşunu vadeden m esianik fikir verebilir.» Onun için M arksizm in tam am iyle determ inist tefsiri, «kom ünistlerin in­ kılâp iradeciliğine ve onlarm dünyaya diledikleri şekli verebilecek­ leri inancına aykırıdır.» Marx, dünyaya yeni b ir şekil verm ek ge­ rektiğini bundan ö tü rü söylüyordu (7). Onun ve Lenin’in fikir ve davranışlarında bu «İradecilik» ve «İnkılâp-İhtilâl coşkunluğu» bilinen bir gerçektir. İşte bu ikilik (zaruret ve hürriyet), M arksiz­ m in birbirini tutm ayan fikirlerinin özüdür. Şevket Süreyya’da da bu ikiliği görm em ek m üm kün değildir. Hele M arksizm in «İradecilik» ve «İnkılâp çoşkunluğu»na büyük ağırlık vererek, ideolojilerin, alt-yapı üzerindeki tesirim gözden ırak etm em iştir. Aşağıda da göstermeğe çalışacağımız gibi, Şevket Süreyya, «İnkılâp heyecanını, h a ttâ sade b ir ahlâk değil, yeni bir din gibi m ukaddesleştirelim » (8) diyecek kadar, zaruret ülkesinden hürriyet ülkesine doğru kanatlanm ış, iradeci b ir ideolog idi. Şevket Süreyya, başka b ir yerde, te k rar hürriyet âleminden zaruret âlemine, İktisadî determ inizm e döner. Ziya G ökalp’la ilgili yazısında, «millet» denilen tarihî, sosyal ve kültürel varlığı, tek­ niğin eseri sayar ve «en ileri m illî birlik, en ileri teknikli memle­ ketlerde bulunur» (9) gibi garip b ir fikir ileri sürer. Kadro’nun diğer yazarlarından İsmail Hüsrev (Tökin) «Dev­ let» hakkında yazdığı iki m akalede Marx ve Engels’in fikirlerini (7) 1959, s. (8) 1932, s. (9)

N. Berdiaeff, «Marxizmin iç Çatışmaları», Türk Düşüncesi, c. 10, sayı: 3, 14. Şevket Süreyya, «İnkılâp Heyecanı (Antuziasm)», Kadro, savı: 2, Şubat 8. Kadro, sayı: 2, s. 37.


Prof. Dr. MEHMET ERÖZ

nakleder. Ona göre devlet, b ir sınıfın m enfaatine hizm et eden bir organdır. Engels’in kelim eleri ile devleti şöyle açıklar : «Vaktaki idare edenlerle idare edilenler, m ülkiyete tasahüp ettiler, o zam an Devlet doğdu. Devletin teessüsü, şahsî m ülkiyetin um um î m ülkiyetten differansiye (ayrılmasile) olmasile, başlar. Binaenaleyh, bizce Devlet, um u­ mî olarak evvelâ cemiyette zıt m enfaatlerin muhassalasıdır, saniyen muayyen m enfaatler nam ına (ister zümrevî, ister m illî olsun) cemiyete hükm eden b ir ik tid ar ciha­ zıdır». Ve Marx’m intikal devresinin devleti olan «Proletarya Diktatörlüğü»nü belirtiyor. Lenin’in, günün sosyalist devlet şeklinin «Soviyetizm» olduğunu ifade ettiğini söyleyerek (10) Marxsit-Leninist b ir devlet ve cemiyet görüşü sunuyor. Dr. Vedat Nedim (Tor), İsm ail H üsrev kadar açık konuşm a­ m akla birlikte, «sınıf devletim den, devletin sınıf karakterinden bahseder ve yeni kurulan T ürk devletinin böyle b ir sınıf devleti olmadığını belirterek, baştaki M arksist izah tarzım , millî b ir şe­ kil içinde değiştirmeğe uğraşır (11). Burhan Asaf (Belge) da, K adro’nun ideolojisine uyan ve tarihî maddeciliği işleyen yazarlarından idi. Çeşitli m akalelerinde bu hu­ sus görülm ekte olup, biz sadece K adro’nun kapanm ası dolayısıyla, adı geçen derginin son sayısında yazdığı, «Cihan içinde Türkiye» başlıklı yazısını örnek olarak gösterm ek istiyoruz. Yazar, bu veda m akale'sinde, 1934'ler dünyasını inceliyor ve dünya üzerinde mev­ cut iki tü rlü tezadın (kapitalist ülkelerdeki sınıf tezadı ve metropollerîer söm ürgeler arasındaki tezat), Cihan H arbinden (Birinci) sonra ortadan kaldırılm ağa başlandığını söylüyor. Ona göre, «bu­ gün birinci tezadın hallini Sovyet Rusya, ikincininkini kurtuluşçu Türkiye üzerlerine almış bulunm aktadır.» Bu k urtuluşlardan son­ ra ise, «Alman ve İtalyan faşizm leri de pek kısa bir zam an zarfın­ da, Liberal kapitalizm in bü tü n b ir yüzyıl içinde biriktirdiği kıymet (10) İsmail Husrev, «Millî Kurtuluş Devletçiliği», Kadro, sayı: 18 ve 19, HaziranTemmuz 1933, s. 27 ve 23-31. (11) Dr. Vedat Nedim, «Devletin Yapıcılık ve İdarecilik kudretine inanmak gerektir», Kadro, sayı: 15, Mart 1933, s. 14.

— 18 —


ATATÜRK İNKILÂPLAR!, TÜRK İSTİKLÂL HARBİ ve KADRO HAREKETİ

hüküm lerini aşındırm ışlar ve faşizm in en tahripkâr, en dogmatik nev’ini temsil eylemişlerdir.» Burhan Belge, bu açıklam alarından sonra, kapitailst em peryalizm hakkm daki Lenin’in ünlü tezini, kendi üslûp ve ifadesiyle, kapitalist ülkelerin sınıf meselelerine şu şekilde bağlar: «Kapitalizmin ileri safhasına varm ış olan memle­ ketlerde, sınıf tezadı, eğer ihtilâlci p atlaklar verm emiş ise, şimdiye k adar bu, açık pazarların istism ar edilmesi ve bu pazarlarda yaşıyan insanların m ahkûm kalabalıklar hâline sokulm ası sayesinde olm uştur.» Bu söm ürgeler halkının m ahkûm hale gelişinde, faşizm gittikçe artan b ir role sahip olm aktadır (12). Kadro nun sahibi Yakup Kadri’yi (Karaosmanoğlu) M arksist saymağa im kân olm am akla birlikte, onun da dergisinin yazarların­ dan, tarihî m addecilikte geri kalm am ak için çırpındığını hayretle görüyoruz. Meselâ, k ü ltü r ve m edeniyet'ten bahseden b ir m akale­ sinde İktisadî determ inizm i şöyle savunur: «Japonya’da ileri tek­ nikli medeniyet, günün birinde, m utlaka, eski asyaî k ü ltü rü boğa­ caktır... Onun için güzel san’atlara, felsefeye vesair fikrî m ahsul­ lere (bir cem iyetin super-struktur’ü) ....... diyenlerin hakları var­ dır. Bunun ne kadar doğru b ir telâkki olduğunu anlam ak için, en yeni ve en canlı b ir k ü ltü r hâdisesi olan R önesans'a’ bakm ak ge­ rekir. Ve Yakup K adri böyle yapıp, Rönesans hâdisesine bakıyor re onun kaynağında tekniği buluyor (13).

(12) Burhan Belge, «Cihan içinde Türkiye», Kadro, sayı: 35-36, ilk-kânun 1934Son kânun 1935, s. 35-43. Bu sosyalist fikirlerin savunucusu, yanlış hatırlamıyorsak, 1946’lardan sonra De­ mokrat Partinin sözcülerinden, fikrî öncülerinden oldu. Bu kutup değiştiriş, idealiz­ min mi, yoksa eyyamcılık ve çıkarcılığın mı eseridir, kestirmek pek mümkün değil. Şevket Süreyya ve diğer Kadrocuların C.H.P. içinde yer alıp, onu istedikleri yöne sevketme gayretlerine benzer bir gayret, Burhan Belge’de de belki mevcut bulunu­ yordu. Nitekim, Sabiha Serte! hâtıralarında, D.P. hareketini, Marksist ihtilâlin birin­ ci merhalesini teşkil eden burjuva demokrasisinin başlangıcı ve müjdecisi saydık­ larını ve bu yüzden desteklediklerini yazar. Burhan Belge, böyle bir idealizmle mi hareket ediyordu? ister ondan, ister men­ faatten ötürü girmiş olsun, bu hal ülke için kayıptır. Milyonların umutla bel bağladı­ ğı bir siyasî hareketin, Vatan Cephesi şaşkınlıklarına kadarı sürüklenişinde, aman­ sız bir muhalefetin tahriki ve diğer bazı sebepler yanında, D.P. nin, liberal kapita­ lizmden sosyalizme kadar çeşitli sistemleri tadan müşavirler kullanının rolü bü­ yük olsa gerekir. (13) Yakup Kadri, Kadro, sayı: 15, 1932, s. 25-27.


Prof. Dr. MEHMET ERÖZ

Rönesans’ı, yeni b ir ilmi zihniyetin ve yeni b ir İlmî m etodun yarattığını; bunda, İslâm kaynaklarının Lâtinceye çevrilmesinin, Greko-Lâtin kültürünün ihyasının büyük tesiri bulunduğunu; bu yeni kü ltü r hâdisesinin m im arları arasında F. Baeon, R. Bacon ve sonraları D escartes’in, en az Leonardo k ad ar itibarlı b ir yer işgal ettiklerini, Yakup K adri hatırlam ıyor olmalıydı. Yakup Kadri, bu yazısından üç yıl önce, 8 Ağustos 1929 da Milliyet gazetesinde, «Bir Şim şek ve B ir Gökgürültüsü» başlıklı yazısında, tam am en aksi b ir fikri savunuyordu. B ir gün önce (7 Ağustos 1929) A tatürk, E skişehir'de ünlü konuşm asını yapm ış ve «Türk âlem inin en büyük düşm anı kom ünistliktir. H er göründü­ ğü yerde ezilmelidir» dem işti. Yakup Kadri, bunu alkışlıyordu (14). 1932’lerde tarihî m addeci görünmeğe çalışan Yakup K adri, aynı tarihte «Türkçe »nin acı kaderi için yanıp yakm ıyordu (15). Biraz daha öncesine gidelim. 1917 M artında İsviçre’de, b ir sanatoryum ’da tedavi görm ekte olan Yakup K adri, bitişikteki F ran­ sız kadınlarının konuşm alarından, Rusya’da b ir ihtilâl olduğunu ve b ir geçici hüküm et kurulduğunu duymuş. Bu konuşm a ona, «Ka­ dîm Y unanistan’daki O rakl’larm söylendikleri m ağaralardan ak­ seden şadalar imiş gibi» gelmiş ve K m lta n ’m söküşünü, böyle bir hercüm ercin arasından seyretm iş (16). Sonraki yıllarda Sovyetler Birliğine dâvet edilmiş olan Yakup K adri, sözünü etm ekte olduğumuz yazı dizisinde, intihalarını ve duyduğu heyecanı anlatır. «Bazı Frenk m uharrirleri, Rusya seya­ hatleri esnasında «Gepeu» lıafiyelerile çevrildiklerini ve b ir dakika h ü r kalam adıklarım yazıyorlar» diyen Yakup K adri'nin kanaatm a göre «Sovyet idaresi, b ir hafiye teşkilâtı tutm ak ihtiyacında de­ ğildir». (17) «Marksizm - Leninizm denilen ve yetmiş, seksen seneden beri tedvin edilm ekte olan fikir sistem inin ne tarihinden, ne de felse(14) Dr. Fethi Tevetoğlu, Türkiye’de Sosyalist ve Komünist Faaliyetler, Ankara, 1967, s. 430 Bu konuşmayı 7 Ağustos 1929 tarihli Milliyet, Cumhuriyet ve İkdam ga­ zeteleri tam metin olarak vermiş ve 9 Ağustos 1929 tarihli Akşam gazetesinde Necmeddin Sâdık (Sadak), bu konuşmayla ilgili bir makale yazmıştır). (15) Yakup Kadri, «Türkçe», Kadro, sayı: 9, Eylül 1932, s. 19-22. (16) Yakup Kadri, «Ankara, Moskova, Roma», Kadro, sayı: 7, Temmuz 1932, s. 32. 35. (17) Yakup Kadri, Kadro, sayı: 9, s. 38. —

20

-


ATATÜRK İNKILÂPLARI, TÜRK İSTİKLÂL HARBÎ ve KADRO HAREKETİ

fesinden lâyıkile haberdar» bulunm ıyan diye nitelendirdiği aydın­ lardan pek farklı olan yazarımız, Rus cem iyetinin inkılâp havasına kendisini kaptırm ıştır. O yüzden şikâyetçidir ve küskünlüğünü şöy­ le dile getirir: «Rus İnkılâbı m efhum u, beynimizin içine, ateşten bir kızıl cehennem dam gası halinde basılı kaldı... kom ünist inkılâbı hailesinin büyük, müheyyiç, beşerî ve tarihî m ânasını anlam akta güçlük çekiyoruz. Bu kozmik hadiseyi, garptaki liberal burjuva­ lığın dar, küçük ve hasis ölçülenle tartıyoruz.» (18) O, Rusya gerçeğini görmüş, tâ derinliklerine k ad ar anlam ış­ tır. İşte bu gerçeklerden b ir sahne: Bolşeva köyü. Bu köyü görün­ ce, gençliğinde okuduğu Anatol France ve Paul Adam gibi sosyalist yazarların tasvir ettiği sosyalist cennet(!) gözünde birden canlanıp, gerçek oluvermiş. Şöyle diyor : «Mustafa, tü rlü cürüm ler işleyen b ir serseriler grupunun başı idi. H ayır sahibi, inkılâpçı bir delikanlı, b ir ‘gepeu’ m em uru, bunları topladı. E trafı korularla çevrilmiş bir k ır m anastırına kapadı, orada, hepsini terbiye ve inzibat altına alıp çalıştırm ağa başladı, ve az zam an içinde ora­ sını b ir küçük sm aat merkezi haline soktu. İşte Bolşeva köyünün tarihçesi de aşağı yukarı budur.» (19) Yoksa üstadın hayranlıkla bahsettiği bu köy, b ir toplam a kam­ pı, Soljenitsin’in Gulag Takım Adaları adını verdiği yirm inci yüz­ yıl esirlerinin çalışm a ve m ahkûm iyet yerlerinden b iri miydi? Ya­ nılm ak, yanlış anlam ak pekâlâ m üm kündür. Çünkü ü stad Yakup Kadri, kaç gecedir içkiyi fazla kaçırıyordu. İki gece önce, «Kremlin sarayındaki bir suvarede biraz fazla kaçırm ış olan genç b ir ro­ mancı» ile, geç saatlere kadar tatlı tatlı sohbet etm işti. Dün gece ise, «İzvestiya gazetesinin danslı ve çalgılı bir supesinde... (masa­ sında) bulunan genç kadınlar kendilerini dansa davet (edeceği) da­ kikayı (gözlerinden) keşfe çalışıyorlardı» «Resmî şahsiyetlerden bi­ rinin hanım ı ile (yanyanadır). Genç kadın gülüyor, söylüyor, içi­ yor. Tıpkı Tolstoi'nin, Anna K aranin'deki salon kadınlarından biri gibi. Çetrefil ve tatlı (Fransızca) şivesile», üstada Fransızca konuş­ mağa bayıldığını söylüyor; Yeni çıkan rumba dansından bahsedi­ şi 8) Kadro, sayı: 9, s. 35-36. (19)

Yakup Kadri’nin aynı yazı dizisi, Kadro, sayı: 13, s. 39. 21


Prof. Dr. MEHMET ERÖZ

liyor. Yirmi yaşında bile olm ayan bu dilberle uzun uzun konuşup, dans ediyor. Bolşeva k ö yüne m ahm ur gelmiştir; h uriler âlem inden gelmiş­ tir. Başı yarı dum anlıdır. Onun için şunları m ırıldanıyor: «Deri ceketli kadınlardan, çarıklı kolhos işçilerinden m ürekkep seyirci kalabalığı» «tiyatro gişelerinin önünde, tıpkı iaşe kooperatiflerinin önündeki gibi saatlarca» bekliyor. Hepsi m utludur, yüzleri güleç­ tir. Fakat aksiliğe bakın ki, «Engin köylü tabakaları hâlâ m ülkiyet ve kazanç haklarına bağlı m üstakil b ir sınıf halinde yaşam akta­ dır.» (20) İşte K adro’cularm dünya görüşü budur. Gerçek M arksistlerle daldan dala seken hercailerin b ir araya gelmesi ile, KADRO'da bir inkılâp ideolojisi, bir dünya görüşü işlenmeğe çalışılm ıştır. 2 — Türk İstiklâl Harbi ve Millî Kurtuluş Savaşları. Çoğu gerçekten M arksist olan, tarihî maddeci olan Kadro ya­ zarları, çeşitli sebeplerden ötürü, Marksizmden Leninzme geçmek zorunda kaldılar. Bunu da, «millî kurtuluş savaşları» savunuculuğu içinde gizlediler. Bir kere Marx ve Engels, gelişmiş sanayii ülkelerindeki, kapi­ talist cemiyet yapısını incelemiş; orada sefaleti artan bir p ro letar­ ya sınıfının, sınıf kavgasını kızıştırarak, b ir sosyalist ihtilâle gide­ ceğini söylemişlerdi. Bu kehanetlerin h içbiri gerçekleşmemişti. Daha sonra, Rosa Luxemburg ve Hilferding, Emperyalizm «teori­ leri ile, azgelişmiş ve söm ürge durum undaki ülkeleri de inceleme sahasına alm ışlardı. Lenin, bu teorilerden faydalanarak, Rusya’da, Asya ve Afrika’nın diğer ülkelerinde, köylü kitlelerini, halk yığın­ larını sevketmenin usullerini gösterm iş, yeni b ir «emperyalizm teorisi» ortaya atm ıştı. Artık dünya üzerinde iki tü rlü tezat ve ça­ tışm a vardı: kapitalist ülkelerde, proletarya ile burjuvazi arasın­ da; sömürge ve yarı sömürge durum undaki feodal yapılı cemiyet­ lerle, kapitalist sanayi ülkeleri arasında. Sovyetler Birliği, m illiyetler meselesine büyük ehem miyet ve­ rerek, çatışm anın bu ikinci tü rlü sü n ü ustalıkla kullanm ayı becer­ di. 1919 da Lenin’in Moskova da kurduğu, III. Enternasyonal (Ko(20)

Yakup Kadri, Kadro, sayı: 10, 13, s. 40-41, ve 39-41. —

2 2 -—


ATATÜRK İNKILÂPLARI, TÜRK İSTİKLÂL HARBÎ ve KADRO HAREKETİ

m intern) kongreleri bu konu ile ilgili hesaplı k ararlar aldı ve Tür­ kiye’nin kapitalist Avrupa ülkelerine karşı verdiği ölüm kalım sa­ vaşından, faydalanm anın yollarını aradı. Bu yüzden kadrocular, bu ustaca yakınlaşmayı, kendi doktrinleri hesabına kullanm a yo­ luna gittiler. Sebeplerden İkincisi, Şevket Süreyya (Aydemir) ve Vedat Ne­ dim (Tör), Moskova tahsili dönüşü, Türkiye Gizli Komünist Par­ tisine girm işlerdi. H attâ Şevket Süreyya, Merkez kom itesinde çok yüksek b ir vazife alm ıştı. Bu partiyi 1920 yılında Mustafa Suphi kurm uştu. Şevket Süreyya, Vedat Nedim, Dr. Şefik H üsnü (Değmer), S adrettin Celâl (Antel) birlikte Aydınlık! çıkardılar ve ko­ m ünist broşürler yayınladılar. Şevket Süreyya ayrıca «Orak-Çekiç» gazetesini çıkardı. Bu gazete çıktığı yıl olan 1925 te kapatıldı ve sahibi Şevket Süreyya, İstiklâl Mahkemesi’nde on yıla m ahkûm oldu (21). Bu acı tecrübelerden sonra, 1932 de Atatürk’ün karşısına çı­ kıp, kadro sayfalarında, smıf kavgasından söz etm ek akıl kârı olur m uydu? Üstelik Atatürk, «Sınıfsız, imtiyazsız, kaynaşmış bir milletiz» diyor ve komünizme düşm an olduğunu ilân ediyordu. Yapılacak şey, Lenin’in dilindeki millî k urtuluş Savaşlarını, Türk İstiklâl H arbi ile bağdaştırm aktı. Onlar da bunu yaptı. Millî K ur­ tuluş Savaşlarının heyecanlı savunucusu oldular. Bu yüzden Dr. Vedat Nedim (Tör), «kapitalizm in talihini sınıf farklılığına bağlıyan ve m illet farklılığını ikinci plâna atan Marxizm, artık değil yal­ nız m illet farklığından doğan m illî k urtuluş hareketlerinin, hattâ kapitalist m em leketlerdeki sınıf farklılığından doğan sınıf m üca­ delelerinin bile izahına kâfi gelmem ektedir» (22) diyerek, Leninizme geçildiğini açıklıyordu. Şevket Süreyya bu konuda çok ateşlidir. B ir kitap çıkarm ış, birçok m akale yazm ıştır. Diyor ki: «Millî mücadele, b ir cephe h ar­ bi şekline istihale etm iş b ir millî k urtuluş ihtilâlidir (müstemlekediliğe karşı)» (23). Şevket Süreyya, ısrarla ve heyecanla ayni ko(21) Dr. Fethi Tevetoğlu, Türkiye'de Sosyalist ve Komünist Faaliyetler, s. 381399 (ve diğer sayfalarda çok zengin bilgi mevcuttur). 22) Vedat Nedim (Tör), «Millî Kurtuluş Hareketleri ve Buhran», Kadro, sayı: 18, Haziran 1933, s. 18. Ne gariptir ki, bu zat, yıilarca ülkemizde en büyük kapita­ list işletmelerde, büyük vazifeler alacaktır. (23) Şevket Süreyya, Kadro, sayı: 8, Ağustos 1932, s. 3.


Prof. Dr. MEHMET ERÖZ

ııuyu işliyor: «sömürgeciliği b ir m edenileştirm e işi olarak alan, ba­ tılı görüşten, bugünkü dünyanın en yaygın çelişmesi olan söm ürge­ cilik nizam ının doğru izahım beklem ek elbette ki doğru değildir... Sosyalizme gelince; sosyalist önderler arasında ve sosyalizm ede­ biyatında bu konu, ya 'hukuku kayıtlanm ış m illetlerin hak davası’ yahut ‘m illî m eseleler' olarak zam an zam an ele alınm ıştır. Fakat bu davanın gerek konusu, gerek zam anla değişmelere uğrayan izah tarzı, daim a lıem eksik hem yanlış b ir görünüş içinde kaldı», diye­ rek, Marx’m bu konudaki eksikliklerine işaret eder. Bu işi komün­ lerin başaracaktır. F akat o da, aldığı k ararlarla kendilerini m üşkül durum da bırakm ıştır. Bu yüzden, «III. E nternasyonal da h ata yo­ lunda» diyerek, güç telifler, sentezler karşısında bulunduklarını im a eder (24). Şevket Süreyya’nın III. E nternasyonale hem bel bağlayıp, hem onun hata yolunda olduğunu söylemesi şundan ötürüdür: III. Enternasyonal (K om üntem ) 1920 deki ikinci kongresinde, millî kurtuluş savaşları ve m illiyetler meselesini ele alm ıştı. Alman ka­ ra r şöyle oldu: sömürge ve yarı sömürge halinde olan ülkelerin, em peryalist Batı sanayi ülkelerine karşı açtıkları m illî kurtuluş savaşlarında, onları yalnız bırakm am alı, silâh ve p ara yardım ında bulunm alıdır. Ancak, bu yardım ı yaparken, savaşların siyasî ve m illî rengini, sosyalist b ir renge büründürm ek; koy ve kentlerde din, mezhep, sınıf kavgası yaratm alı; feodal artık ları silmeli ve en mühimi, millî liderler yerine, sosyalist liderler getirm elidir. İşte Şevket Süreyya’yı zor durum da bırakan bu karardır. Bu k arar gereğince Türkiye’ye Rusya’dan yardım gelirken, Rusya’nın M ustafa K em al’in yerini alm ası için en güvendiği adam olan M ustafa Suphi ve 15 yoldaşı da gönderildi. Bunlar, Türkiye’ deki gizli kom ünist teşkilâtları ile birleşip, harekete geçmeğe fır­ sat bulam adan, Trabzon’da öldürüldüler. Bu sıralarda, K om iintern Kongresine katılan Tü rkiye tem sil­ cisi, «Mustafa K em al’le işbirliği yapacağız» derken, Dr. Şefik H üs­ nü (Değmer), bu işbirliğinin ne tü rlü olacağım T.B.M.M. ne çek­ tiği tebrik telgrafında açıklıyordu. Şefik Hüsnü, «Türkiye İşçi Or­ dusu», «Köylü ordusu» deyimlerini kullanıyor, ve millî Mücadele(24) Şevket Süreyya Aydemir, İnkılâp ve Kadro, İstanbul, 1968 (II. Baskı.) s. 115-130. Ondan sonraki sayfalarda da, Türk istiklâl Harbini yorumlar. — 24 —


ATATÜRK İNKILÂPLARI, TÜRK İSTİKLÂL HARBİ ve KADRO HAREKETİ

nin «bütün cihan proletaryasının mtizaharetiyle» kazanılm ış oldu­ ğunu iddia ediyordu. F akat ona göre, bu hakikî b ir k urtuluş değil­ di. H akikî kurtuluş kollektivizm’de idi. Bunu da şöyle açıklıyordu: «yakın bir âtide işçi ve çiftçilerim izi hakikî ku rtu lu şa m azhar ede­ cek yegâne çare olan m üşterek istihsal ve m ülkiyete m üstenid İç­ tim aî inkılâbın husul bulacağını kaviyyen üm it ettiğimizi arz (ede­ riz)» (25). Aynı tarihlerde Bakû Kongresinde Zinovyev de, Türkiye’deki m illî kurtuluş- savaşının, yakında sosyalist b ir renge bürüneceğini söylüyor ve Şefik H üsnü gibi, hakikî kurtuluşun(l) o zam an olaca­ ğını m üjdeliyordu. 1960 lardan sonra Türkiye’de «İkinci Kurtuluş Savaşı »ndan, «alt-yapı devrimleri »nden bahsedenler, Komünitern’ de alm an kararları, başka ifadelerle açıklam aktan başka birşey yapm ış olm uyorlardı. 1927 yılında ustaca b ir taktikle T ürk Millî M ücadelesini kendi davası hesabına kullanm ağa çalışan Şevket Süreyya ile, III. Enternasyonel’in (K om ünter’in) k ararlarım aynen ve açıkça uygulamağa çalışan Şefik H üsnü Değmer’in arası açıldı. Bu konuda Mete Tun­ cay, Şevket Süreyya’nın dava adam ı olduğunu, Dr. Şefik Hüsnü Değmer'in ise K om üntern em rine uyarak işleri b erb at ettiğini şöy­ le anlatır: «kadrocular hakkında dillere dolanan ‘dönüş’ hikâyesi pek doğru değildir. Asıl görüş değiştiren p arti olm uştur... Cumhu­ riyetin ilk yıllarında TKP, K om ünterıı'in en çok ulusal birlik gös­ teren seksiyonudur. Bunun sevabı ya da günahı geniş ölçüde Şev­ ket Süreyya Bey'indir... TKP içinde, K om üntern’in isteklerine uy­ gun hareket ederek, onu ve arkadaşlarım alteden, Dr. Şefik Hüsnü Değmer olm uştur.» (26) Şevket Süreyya, Millî K urtuluş Savaşlarının havarisi olarak, onları tefsire tâbi tutarken, son yıllarda çıkardığı Enver Paşa hakkm daki kitabında, bam başka b ir yol tu tm u ştu r. Önceleri Asya’nın ve Afrika’nın bütün m azlum halklarının kurtu lu şu n u yürekten ar­ zuladığını söyleyen yazar, O rta Asya T ürkleri’nin, Sovyet Kızıl Or­ dusuna karşı yaptığı savaşa karşı, nedense pek soğuk davranmış(25) Tevetoğlu, aym eser, s. 265, 103. (26) Dr. Kormaz Alemdar, «Basında Kadro Dergisi...», Kadro (tıpkıbasım), c. 1, sayı: 1, s. 37. (Mete Tuncay, Milliyet Sanat Dergisi, 2 Nisan 1976, s. 3’e atıf). Bu yazıda Yakup Kadri’nin «bireyci» ferdiyetçi) likten, «toplumculuğa» (sosyalizme) ka­ dar fikir değiştirdiği belirtiliyor s. 37).

— 25 —


Prof. Dr. MEHMET ERÖZ

tır. Enver P aşa’nın T ü rk istan ’da, Basmacılar’m (millî çetelerin) başına geçerek yaptığı savaşlara ait bölüm hem en hem en tam a­ men Rus kaynaklarına ve Rus tarih tezine dayanm aktadır. Bütün dünyada T ürk Tarihi üzerinde otorite salıyan ve Enver P aşayla uzun uzun görüşm üş olan Prof. Zeki Velidî Togan’m «Türkistan Tarihi»nden, «Hatıralarından hiç faydalanm am ıştır. B ir yerde Zeki Velidî’ye, Enver P aşan ın kararsızlığı ile ilgili b ir atıf yapm ış­ tır ki, ne eser, belli, ne yer, ne tarih, ne sayfa. Dr. Baymirza Hayit'in 1975 de basılan «Türkistan» isim li eserine hiç m üracaat et­ m em iştir. B uhara’nın son cum hurbaşkanı Osman Hoca (Kocaoğlu) İstan b u l’da öldü. Onunla b urada görüştüğünü söylediği halde, T ürkistan’daki Millî Mücadeleye dair ondan hiç birşey aktarmam ıştır. Şevket Süreyya’ya göre, R uslara karşı Millî K urtulüş Sa­ vaşı veren Türkistan, «kendini Türk bile saymıyordu». Ona göre, böyle b ir Ülkede «Millî K urtuluş Hareketi» başlıca iki yönde yürüm eliydi : 1 — Çarlık idaresine ve onun kalıntılarına karşı mücadele, 2 — Feodal ve klerikal düzene ve onun kalıntılarına karşı m üca­ dele. Bunlar haklı ve desteklenmeğe, lâyık Millî K urtuluş Savaşları idi. Fakat eğer bu savaş, Sovyetler Birliğine karşı yönelmişse, ezil­ meğe lâyıktı. Bu tez, açıkça belirtilm em ekle beraber, dikkatli göz­ lerden kaçm ıyor H atırım ızda kaldığına göre, ya Buhrain, ya da Troçki bunu açık açık söylem iştir. Şevket Süreyya, M. Irkayev’in, «Tacikistan’da Vatandaşlık H arpleri» isimli Rusça eserine dayanarak Basmacı hareketini, «En­ ver Paşa» kitabında açıklıyor. Diyorki; «Sovyet resm î kaynaklarının açıkladığı rakam lara» dayanarak «m üm kün olan titizlikle derleyebildiğime göre, bu B asm acılar sayısı, çoğu ancak Baysun önünde toplanabilm ek üzere, 4.000-6.000 i aşm am ıştır.» (27) Aslında Enver Paşa idaresindeki Basmacı hareketi, böyle kü­ çümsenecek b ir hareket değildi. M untazam birlikler olm am akla be­ raber, İstiklâl hareketleri, çete savaşları şeklinde bü tü n Türkistana yayılıyordu. Şevket Süreyya tenakuzu kendi kalemiyle ortaya koyu(27) Şevket Süreyya Aydemir, Makedonya’dan Orta Asya’ya Enver Paşa, c. III, İstanbul, 1978, s. 592-594, 629-630.


ATATÜRK İNKILÂPLARI, TÜRK İSTİKLÂL HARBİ ve KADRO HAREKETİ

yor. Sayıları altı bine varm ayan ve «sergerdeler» diye nefretle söz ettiği insanlar için, Sovyetler Birliği acaba neden bu kadar telaşa düşm üştü? Şevket Süreyya’yı okum ağa devam edelim: «Enver Paşa ve Basmacılık hareketi ve bu hareketleri tasfiye k ararları da politb ü ro ’da verildi.» «Politbüro, 1 M art 1922 de, Doğu B u h ara’da Askerî Birliklerle vesaitin takviyesi için şu kararları aldı: a — Baş­ kum andanlık Doğu B u h ara’da özel Tüm enler teşkil edecektir, b — B uhara P arti Teşkilâtı, askeri birliklerle işbirliği için gerekli ted­ birleri alacak ve istenilen malzeme ve iaşe ihtiyacını hazır bulun­ d uracaktır...» Politbüro, 13 M artta yeniden toplanıp «Basmacılık harekâtının kesin ve nihaî tasfiyesi hususunda yeni direktifler ver­ di». Kamenev başkum andan olarak gönderildi. 20 nisanda yeni top­ lantı yapıldı ve o sırada Tifüste bulunan S talin’in yakım Orjenikidze, «isyanı» incelemek üzere Ttirkistana gönderildi (28). G örülüyor ki yangın çok büyüktü. Şevket Süreyya bile bunu elinde olm adan açıklam ış oluyor. T ü rk istan ’daki bu Millî K urtuluş H areketleri Enver Paşanın şehit oluşundan sonra da, gittikçe a r­ tarak devam etti. Kadro’nun çıktığı yıllarda da devam ediyordu. 1935, 1937 yıllarına kad ar bütün şiddetiyle devam etti (29). Bu millî K urtuluş H areketleri, sonunda kanlı şekilde b astırıl­ dı. Sovyet Tarih Tezi, bunları, Şevket Süreyya’ya benzer şekilde açıklar. Meselâ, Sovyet tarihçisi Vasilevski’ye göre, bu millî ha­ reket, aşiret reislerinin, din adam larının, b u rju v a milliyetçilerinin kışkırtm ası sonucu, yüzbinlerce işsiz çiftçinin ayaklanm asından başka birşey değildi (30). Cenubi T ürkistan um um i valisi Safarov da, 1918 deki kuraklığın yol açtığı kıtlığın, işsiz güçsüz bıraktığı binlerce başıboş insanın, m uhtariyet peşinde koşan milliyetçilere alet oluşuyla, bu isyanların çıktığını söylüyordu (31). Şevket Süreyya’nın «Sergerdeler»i de aynı şey değil miydi? O nların başındaki Enver Paşa da, âciz, kararsız, m aceracı idi. Hal(28) Şevket Süreyya, aynı eser, s. 626-628. Yakup Kadri’nin «Enver adlı nâ­ mert» deyişine dair şu makaleye bk. Yzb. Sipahi Çataltepe, «Rusya’da Müslümanla­ rın Türkistan Hareketleri», Doğu Türkistan, yıl 2, sayı: 10, 1981, s. 14. (29) Zeki Velidi Togan, Hatıralar, İst. 1969 s. 384-458: Z.V. Togan, Bugünkü Türkili (Türkisyan), İst. 1947, s. 386, 474, 569; Dr. Baymirza Hayit, Türkistan, İst.

1975, s. 275-306. (30) C.W. Hostler, Turkism and the Soviets, London, 1957, s. 161-164. (31) Togan, Bugünkü Türkili Türkistan), s. 386-389. — 27 —


Prof. Dr. MEHMET ERÖZ

buki Zeki Velidî, Enver P a şa n ın nasıl T ürk ve İslâm davasına gönül vermiş b ir idealist olduğunu, kahram anca çarpıştığını, şa rt­ ların ona zaferi bahşetm ediğini çok ibretli şekilde anlatır. Göğsün­ de K u ran , elinde kılıç, yiğitçe döğüşen Enver P aşan ın , bozguna uğrayıp, kaçm akta olan b ir Rus birliğinin içinden atılan b ir k u r­ şunla şehit düştüğünü yazar ve onun şu sözünü nakleder: «Muvaf­ fak» olamazsak, hiç olm azsa cesedimi b urada bırakm akla T ürk­ lüğün istikbaline hizm et etm iş olurum » (32). Büyük şehidin cena­ zesini onbinlerce T ürkistanlı'nm kaldırdığını Toğan ve Baymirza H ayit’deıı öğreniyoruz. T ürkistan'daki m illî k urtuluş hareketlerinin başarısızlığında, Kızıl O rdu’nun güçlü, m odern tüm enleri karşısında, çetelerin (Bas­ m acıların ) çarpışm ası ve bunlara Amerika ve İngiltere'den hiç yar­ dım edilmemiş olm ası büyük rol oynam ıştır. B undan başka, T ür­ kistan T ürk’lerinin aşırı kabile şuuru ve cedit ve kadim i diye b ir­ birlerinden kopuk hale gelişleri, m illî birliklerinin zayıflam asına sebep olm uştu. Ziya Gökalp, 1918 yılında Yeni M ecmua’da «Tür­ kistan Ttirkleri Ne yapm alıdır?» başlığı altında b ir m akale yaza­ rak, T ürkistan T ürklerini uyarm ış, m illî şuuru canlandırm alarını istem işti. Enver P a şa n ın Lakay İb rahim 'in elinde b ir ay yarı esir tutulm ası, G ökalp'in ne k ad ar haklı olduğunu gösterir. İleri teknikli büyük sömürgeci ülkelere karşı, m illî kurtuluş savaşlarının, m azlum halkların hakkı olduğunu durm adan savu­ nan Şevket Süreyya nedense, Sovyetler Birliğine karşı yapılan m illî mücadeleyi hiç sevem emiştir. Kısaca aktardığım ız yorum la­ rından sonra, T ürkistan ’da hiçbir facia cereyan etm em iş gibi dav­ ranıyor ve sömürgeci R us’ların T ürk istan 'a yerleşm elerini «liberal kapitalist emperyalist bir sömürgeci» nin gönül rahatlığı içinde şu ibret verici satırlarla açıklıyor : «Hülâsa O rta Asya’da evvelâ Rus unsuru, sonra da esas kad­ rosunun R uslardan derleyen Bolşevik teşkilâtı, ülkenin bünye ve m ukadderatında b ir nevi yerli güç şeklinde kökleşm iş bulunuyor­ du. Softaların ve m ürtecilerin ise R uslar’la pek de alışverişleri yok gibi görünüyordu.» Bolşevik Ruslar, herşeyi kökünden değiştirip, ülkeye iyice sahip olm a k ararın ı verdiler. Gene Süreyya’yı dinle­ yelim.» «bu kararla B uhara'daki M ahallî H üküm et artık fiilen ak(32)

Togan, Hatıralar, s. 456-458.


ATATÜRK İNKILÂPLARI, TÜRK İSTİKLÂL HARBİ ve KADRO HAREKETİ

siyon dışı kalıyordu. Ve B uhara b ir Ş ûralar Cum huriyeti haline geldi.......B uhara Sovyet Cum huriyeti (oldu)» (33). K adro’cularm Millî Kurtuluşçuluklarımn özü budur. 3 — Atatürk İnkılâpları ve Kadrocular. K adrocular, A tatürk inkılâplarım da kendi ideolojileri nâm ve hesabına yorum lam ak ve kullanm ak istediler. İstiklâl H arbi ka­ zanılmış, onların deyimiyle «em peryalist A vrupa’ya karşı antiem peryalist b ir harple» zafer elde edilm işti. Millî b ir devlet k u ru l­ muş, istiklâle kavuşulm uş, m odern çağın gerektirdiği ve Türk mil­ letini çağdaş m illetler seviyesine çıkarıcı inkılâplar yapılm ıştı. Fa­ kat bunlar kadrocular için başlangıçtı. «İnkılâp bitm em işti... de­ vam ediyordu.» Ve bu inkılâp «inkılâbı duyan ve yürüten azlık fa­ kat şuurlu bir avangardm, azlık fakat ileri b ir KADRO’ırun irade­ sinde temsil» olunuyordu (34). K adro ilk sayısına yazılan bu takdim yazısı Şevket Süreyya'ya a ittir ve «şuurlu ve öncü Kadrolarına olan inancı ve iradeciliği» haykırm aktadır. Daha önce dokunduğum uz gibi, M arksizm ’deki ikilik, tezatlı yorum lar, Şevket Süreyya ve arkadaşlarının birçok yazılarında vardır. Şimdi, «inkılâp heyecanı ve irade sarhoşu» olan bu zâtın, birdenbire hü rriy et âlem inin üm it verici, iyimser ufkun­ dan İktisadî determ inizm in, çelikten m am ul diyalektik k anunları­ nın am ansız pençesine düştüğünü görüyoruz. Bakınız ne diyor : «Türk Millî kurtuluş hareketinde devletçilik, bu hareketin doğrudan doğruya m addî bünyesinden ve tarih î kanuniyetlerinden gelen b ir şeydir. Yani doğrudan doğruya m addî şartların ve zaru­ retlerin em ri ve ifadesi olan b ir tabiî kanundur. Bizim irademiz haricinde, h attâ belki de bizim irademize rağmen teşekkül eden objektif b ir fikir ve m adde hareketinin ta kendisidir» (35).

(33) Şevket Süreyya, Enver Paşa, s. 605, 606, 628. Şevket Süreyya’nın TKP’den ve Aydınlık’tan arkadaşı olan Nâzım Hikmet de «Arpaçayı’nın İki Yanı» isimli şiirin­ de, Türkiye’nin de yakında «Şûralar ittihadının Sovyetier Birliği’nin) yeni bir Cum­ huriyeti» olacağını iddia ediyordu. (34) Kadro, sayı: 1, s. 3. (35) Şevket Süreyya, «Programlı Devletçilik», Kadro, sayı: 34, T. evvel, 1934,


Prof. Dr. MEHMET ERÖZ

Bizim «irademize rağmen» varlığım gösteren bu objektif ha­ reket, diyalektik kanun, tarihî maddeciliğin ilmi ile herşeyi açıkla­ mağa kadirdi. Gene, iradeciliği b ir yana atıp, k an u n ’ı teslim olma Şevket Sürayya'yı dinleyelim, «Meselâ, ilkel bir H indû kabilesindeki sosyal şekil değişmele­ rinden tutunuz da, Rom a’nm yıkılış sebeblerine, Rönesanssa, Fran­ sız ihtilâline harp sonu devrinin millî kurtuluş hareketlerine kadar her toplum sal olayı, tarihî m ateryalizm açısından incelemek, değer­ lendirm ek m üm kündür» (36). Herşeyi açıklayabilen tarihî maddecilik, daha önce de dediği­ miz gibi, alt-yapı’nm (üretim güçlerinin, üst-yapıyı tâyin ettiğini söyler. İkisi arasında bir zıtlaşm a ve düşm anlık başlayınca, yeni bir sentez doğar. Cemiyet düzeni değişir. Marx ve Engels’in «Alman İdeolojisi» isimli eserlerinde, bu konuda verdikleri, misali, Şevket Süreyya, kendi ifadesiyle şöyle verir: El değirmeni sayesinde bir tekniğimi, genel olarak esaret nizamı seviyesinde b ir ilkçağ toplum unu, buhar değirm eninin de XIX. yüzyıldaki Batı Avrupa toplum unu verişi gibi» (37) Oyüzdendir ki, her çağ, kendisinden sonra­ ki çağa, «rejimini değil, tekniğini aktarır» (38). «Tarihin amansız kanunlarının» keram etine emin bulunarak, tarihî m addecilerin, gönül huzuru içinde cem iyetlerin kendiliğin­ den gelişmesini bekliyecek kadar m ütevekkil olm adıklarını da bili­ yoruz. Bu noktada tek rar iradeciliğe dönerler ve «inkılâp heyecanı» ile kükrerler : Türk «inkılâbını yalnız İstiklâl Savaşından ve nihayet yeni bir devlet kurm aktan, yeni Cum huriyet nizam ından ibaret olduğu gö­ rüşü, bu inkılâbı yapan, yahut ona karışanların çoğunda da hakim olm uştur. H atta, Millet Meclisi de 1924 Teşkilâtı Esasiye, Anayasa) kanunu bu ruh hali içinde çıkarm ıştır denilebilir. Çünkü bu Anaya­ sa, Cumhuriyeti ve dolayısiyle Millî Hâkim iyeti getirm ekle beraber, aslında klâsik-liberal b ir anayasaydı» (39).

(36) (37) (38) yıs, 1934, (39)

Şevket Süreyya, İnkılâp ve Kadro (ikinci basım), s. 47. Aynı eser, s. 34. Ş. Süreyya, «Yeni Devletin İktisadî Fonksiyonları», Kadro, sayı: 29, Ma­ s. 7. Ş. Süreyya, İnkılâp ve Kadro, s. 15 (İkinci Basımın Önsözü). — 30 —


ATATÜRK İNKILÂPLARI, TÜRK İSTİKLÂL HARBİ ve KADRO HAREKETİ

Ne yapıp yapmalı, «şuurlu ve iradeli b ir avangard (öncü) kad­ ro'nun öncülüğünde», inkılâbı köklü ve devamlı kılm alı idi. Bunun için İnkılâbın ideolojisini hazırlam alı, «inkılâpçı nesiller» yetiştir­ meli cemiyette köklü değişiklikler için san attan bile faydalanm alıy­ dı. «Sanat sanat içindir» hükm ü, «form alist m antığın şahaser cinalerinden biri» idi. Sanatı, cemiyetin ve inkılâbın em rine verm ek lâ­ zımdı. «Çünkü hiç bir telkin,, sanatkârm ki kad ar kuvvetli» olamaz­ dı. Bu sebepten ötürü sanatkârı, «inkılâbın akidesine» yardım cı ey­ lemeliydi (40). Bu iradeciliğin büyük işler başarm ası gerekti. Yapılan inkılâp lar hep «üst-yapı inkılâpları» idi. Cemiyette köklü değişikliklere, alt yapı inkılâplarına yönelmeliydi. Bunun için A tatürk inkılâpları» na, C.H.P. program ındaki altı prensipten biri olan «Devletçiliğin» yeni bir yorum unu beklemeliydi. Bu yorum «İktisadî devletçilik» idi. Bu yapıldığı taktirde, yeni b ir Millî K urtuluş Devleti» doğa­ caktı. Avrupa devletleri ise, sınıf m enfatleriııi kollayan, sömürgele­ rin «fazla kıym etlerini (artık değer)» A vrupa’ya aktaran, çok p arti­ li burjuva usullerine sahip, «hukukî-siyasî b ir müessese, ...S ü p e rstürüktürel b ir teşekküldür.» Millî K urtuluş Devleti ise, anti-em peryalist bir harp ile siyasî istiklâlini kazanır. İkinci m ücadelesi ile, İktisadî istiklâlini kazanır. Böylece, A vrupa’daki üst-vapı miiessesesi olan devletin iki zaafın­ dan (emperyalizm ve sınıf kasgası) k u rtulan «yeni devletin İktisa­ dî m ekanizm ası, hukukî-siyasî bünyesine adeta b ir iskelet olm akta­ dır.» Hukukî-siyasî bir müessese olan liberal devletten» ayrı olan bu «Millî K urtuluş Devleti», «milletin bünyesini kül halinde tebdil edecek....... m illetin bizzat bünyesini (strüktıirünü) yeniden ve yeni esaslara göre» düzenleyecektir. Bu İktisadî devletçilik, «milli plân» ile çalışacaktır. Millî Plân’m dışında ancak, «zazurî olan geniş istih­ lâk (tüketim ) işleri ile, küçük sermaye hareketleri» kalacaktır. Dev­ let her sahaya el atacaktır. «Büyük ziraî işletm elerin yaratılm ası» bile bu plân'a dağildir (41). Bu son hüküm , köylünün elindeki top(40) Burhan Asaf, «inkılâp Sanatına Varmak Yolları,» Kadro, sayı: 29, Mayıs 1943, s. 32. (41) Ş. Süreyya, «Yeni Devletin İktisadi Fonksiyonları», Kadro, sayı: 29, Ma­ yıs 1934, s. 10-14. — 31 —


Prof. Dr. MEHMET ERÖZ

rağm alınıp, Soveyt m odelindeki «Kolhoz»a benzer işletm elerin ku­ rulm ası arzusunun b ir ifadesi m idir? Vedat Nedim de, «Türkiye’nin ziraat sahasında olduğu gibi, sa­ nayi sahasında da ancak b ir İktisadî Devletçilik sayesinde, kalkına­ bileceğini savunuyordu( 42). Köklü inkılâplar yapıp, sessiz, sedasız, âdeta İkinci Enternasyonel'in- tavsiye ettiği ve bazı sosyal dem okrat p artılarm yaptığmdaııda daha gürültüsüz yapı değişikliğine kavuşm a iradesi... Bu iradecilikle Yakup K adri de, arkadaşlarından geri kalm ak istemiyor. Diyor ki: «Moskova’daki kom ünizm şefi» Dünya yüzünden b ü tü n millî istiklâl davaları bizim davamızdır» derken, «Ankara’daki nasyona­ list, Şef, düşm an kelimesi yerine ‘Avrupa im perialistleri’ tabirini ikam e ederken öbürü berikinin dilini konuşm uş, beriki öbürünün söylemiş oluyordu.» (43). Olup bitenler, C.H.P. içinde ve basm ’da büyük telâş uyandırdı. Ahmet Ağaoğlu, Hüseyin Cahit Yalçın, Prof. İ. Fazıl Pelin, Peyami Safa, Yunus Nadi, «inkılâpçılık ve devletçiliklerinin» sosyalizm oyu­ nu olduğunu yazıp, söylediler (44). K adro kapatıldıktan 6-7 ay sonra, A tatürk’ün em ri ile İk tisat Vekili Celâl Bayar, İzm ir Fuarının açılış nutkunda: «Türkiye'nin tatbik ettiği devletçilik sistemi, XIX. uncu asırdan beri sosyalizm nazariyatçılarım n ileri sürdükleri fikirlerden alına­ rak tercüm e edilmiş b ir sistem değildir. Bu, Türkiye’nin ihtiyaçla­ rın doğmuş, Türkiye’ye hâs b ir sistem dir.» Fertlerin hususi teşeb­ büslerini ve şahsî faaliyetlerini esas tutm ak» ve büyük m illetin ih­ tiyaçlarını karşılam ak için, fert ve hususî teşebbüslerin yapam a­ dığı işlere ve sahalara devletin uzanm ası dem ektir (45). Prof. Remzi Oğuz Arık, K adro’cularm «hulûl ve nüfuz» metod(42) Dr. Vedat Nedim, «Bizde Hususî Teşebbüsün Zaferi», Kadro, sayı: 13 ikin­ ci Kânun, 1933, s. 16. (43) Yakup Kadri, «Ankara, Moskova, Roma», Kadro, sayı: 7, Tmmuz 1932, s. 35. (44) Tevetoğlu, aynı eser, s. 443-465; Dr. K. Alemdar, Kadro, sayı: 1, s. 25-36. (45) Peyami, Safa, Türk İnkılâbına Bakışlar, İstanbul, 1938, s. 201.

— 32 —


ATATÜRK İNKILÂPLAR!, TÜRK İSTİKLÂL HARBİ ve KADRO HAREKETİ

larm ı ele alışlarına ve C.H.P. üzerindeki tesirlerine, H alk Partisine ve Halkevlerine sızm alarına dikkati çeker (46). K ad ro n u n yeniden basım ına önsöz yazan Dr. Ö m ür Sezgin, «ay­ nı ideoloji, 1960’İarda Türkiye’de Yön hareketi ile yeniden ortaya çıkıp, Doğan Avcıoğlu tarafından sürdürülm üş» tü r diyor (47). 4 — Kadrocular ve Türk Kültürü. K adro’cular b ir dogm a’dan hareket eden, T ürk cemiyetini ya­ kından tanım ayan b ir aydınlar grubudur. İçlerinden İsm ail Husrev, T ürk Cemiyetini, derebeylik düzeni olarak görm ektedir. Ona göre, üç tü rlü derebeylik sürm üştür. B unlardan biri «Ruhanî Derebeylik»tir ki, Bektaşi tekkeleri ile Mevlevi tekkeleri tarafından temsil edilm ektedirler (48). Anlaşılan Yakup K adri de «Nur Baba» isimli muhayyel rom anı­ nı bu derebeyliği (!) yıkm ak için yazmış. Prof. Ömer Lütfi B arkan, T ürk cem iyetinin feodal b ir yapıya sahip olmadığını, B atı’da da kabul edilen, en ilmi delillerle ortaya koym uştur. K öprülü’nün incelemeleri de bunu gösterir. Yakup Kadri, Türk köylüsünü, O rhan Gazi zam anında Türkiye’­ yi dolaşan İbn Batuta kadar bile sevmemektedir. «Yaban» isim li ro­ m anında Yakup K adri, T ürk köylüsüne olan nefretini ortaya ko­ yar. Meselâ, Seferberlikte Birinci Dünya Harbinde) oğlu şehit olan Emeti Kadın, torunu çoban H a şa n la kötü talihini yenmeğe çalış­ m aktadır. Bir gün Yunan askerleri küçük H asan’ı işkenceyle öldü­ rü rler Em eti K adın yıkılm ıştır, sabaha k ad ar ağıt yakar. Yakup Kad­ ri bunu, «Em eti Kadın küçük çobanın ölüsü (başında) ulumaya baş­ ladı» diye ifade ediyor. Sabahleyin sevgili torununu sırtlayıp köy m eydanına götürüşünü de, yazarın kalem inden takip edelim: «Eme­ ti K adın küçük H asan’m ölüsünü sırtına yüklenmiş, bin zahmetle, iki büklüm yürümeğe çalışıyordu... sırtındaki dram atik yükü ile (46) Tevetcğlu, aynı eser, s. 460-465. (47) Kadro, sayı: 1, s. 20. (48) İ. Hüsrev (Tökin), «Türkiye’de Derebeylik», Kadro, sayı: 7 ve 8, s. 17-18 ve 19-20. Aynı yazar, Türk köylerinde kollektivizm bakiyeleri bulmağa çalışıyor. Kars’ta, Rus Obşina’sına benzer sistem varmış (!) (Kadro, sayı: 13, İlkkânun, 1933, s. 17-21). — 33 —


Prof. Dr. MEHMET ERÖZ

Slıakespeare’in cadılarından biri gibi yere yuvarlandı» (49) küçük çoban H asan’ı işkence ile öldüren Yunanlılar, herşeyi hayranı oldu­ ğu Yunan m itolojisi ile açıklayan Yakup K adri’ye göre, «bu facianın failleri» olarak, «eski Truva’nın kahram anları gibi Çobansız kalmış sürüyü paylaşıyorlardı» (50). Yakup Kadri, kitabının faydalandığımız baskısında, «Yaban'a yönetilen başlıca suç, kitabın köylü aleyhtarı b ir k arak ter taşım a­ sı; köylünün m addi ve manevi sefaletini b ir entellektüel ağzından tezyife kalkışm ış olm asıdır» diyor ve yaban’ı kaleme aldığı 1932lerden çok önceleri T ürk köylüsü için yazdığı bir yazıyı, kendisini savunm ak için delil diye gösteriyor. Buna «özrü kabahatm dan bü­ yük» denebilir. İşte birkaç cümlesi: Şu dakikada bizi ve köylerinizi hep birbirinize karıştırıyorum . Hanginiz daha az sefil idi? Hanginiz daha m erham ete lâyıktı. Bil­ m iyorum ... hepinize karşı kalbim de kine ve öfkeyle benzer birşey duyuyorum ve tek rar karşı kalbim de kine ve öfkeye benzer birşey korkuyorum . Bir caninin öldürdüğü adam ın cesedinden korktuğu gibi sizden korkuyorum .» «siz o viraneler içinden göçmüş neslin ce­ hennem den dönen hortlak ları halinde bizim önümüze çıkıyor ve ya­ h u t önümüzden kaçıp gidiyordunuz. Bizden niçin kaçıyordunuz? Bize doğru niçin koşuyordunuz? iBzimle sizin aranızda m üspet ve­ ya menfi b ir ilgi var mıydı ki, bizden kaçm ak veya bize sokulmak ;htiyacm ı duyuyordunuz? (51). (49) Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Yaban, İstanbul, 1979 (Birlik Yayınları, 11. Basım), s. 235-248. 50) Yaban, s. 229. (51) Fransız mektebi ile Yunan mitolojisi ve Rusya ve Avrupa arasında karar­ sız kalan aydının Türk köylüsü ile ilgisi yoktur .Biz, gezilerimizde Türk köylüsünün ne kadar asil, ne kadar yüksek ruhlu, misafir canlısı olduğunu gördük. Buraya sığ­ mayacak misaller verebiliriz. Ona acımak, ondan korkmak değil, onu sevmek ve anlamak lâzım. O, o zaman kendi yemez, misafirine yedirir. Yirmi yıl önce Antalya’­ nın Korkuteli ilçesinin bir dağ köyü olan Taşkesik Köyü’ne yolumuz düşmüştü. Hep­ si de 70-75 yaşlarında olan, birçok savaşlara katılmış olan, 8-10 ihtiyar köylü bizi ağırlamış, harp hâtıralarını anlatmışlardı. Şimdi hepsi de hakkın rahmetine kavuş­ muştur. Yemekten sonra hepsi de hizmetime koştu. Yalvarmam, rica ve niyazda bu­ lunmam fayda vermedi. Ben misafirleri idim; onları seven, anlayan misafirleri. Biri ibrik tuttu, biri leğeni, biri havlu tuttu, ibretli bir tablo idi. Konya’nın Bozkır-Apa arasında, bir dağ köyünde (galiba Tahtalı köy olacak) vaktim olmadığı için kalamadım. Fakir köylü, beni misafir edemediği için ağlamak­ lı olmuştu. 34


ATATÜRK İNKILAPLARI, TÜRK İSTİKLÂL HARBİ ve KADRO HAREKETİ

«Evet, aram ızda b ir bağ, b ir ilgi var mıydı? Siz benim için ye­ rin dibinden çıkmış m üstehaseler ve biz sizin için başka b ir küre­ den inm iş m ahlûklar değil miydik? Sizin altında barınacak b ir tek damınız, başınızı koyacak b ir tek yastığınız yoktu.» «Hayatı, oralar­ daki yaşayışa göre anlayan vücudum uzun, sizin yaptığınız kağnı ara­ balarına binmeye artık taham m ülü yoktur; nasılki, b ir defacık ol­ sun sizin yediğiniz ekm ekten yiyenleyiz» (52). Yakup K adri’nin bu romancılığı, sonraki yılların solcu köy ro­ mancılığım yarattı. K adro'cularm ardından, Osmanlı cemiyetini Feo­ dal veya yarı-feodal yahut, da Asya Tipi Ü retim Tarzında (ATÜT) görenlerin türem esi gibi. K adro’da arasıra yazan Falih Rıfkı bile, Türk köylüsüne karşı daha sıcaktı (53). K adro’cularm Türk köyünü, Türk köylüsünü, Türk kültürünü ne derece tanıyıp, sevdiğine dair başka misale lüzum yoktur sanı-

Sonuç : Bir grup KADRO’cu aydın, kafalarındaki doğma’yı, «Milli Kurtuluşçuluk» «İktisadi Devletçilik», ve İnkılâpçılık» prensibi ve şiarı içinde gerçekleştirmeğe, hakikat kılmağa çalışıyordu. Bu iş, «sınıf kavgasına gitmeden Devlet ve Partiden faydalanarak gerçekleştiri­ lecekti. inkılabın vasıtası, Şevket Sürayya’nm deyimiyle «İhtilâl» Prof. Mümtaz Turhan'a bir Erzurum köylüsü, «bizim münevverimiz (aydınımız), kömürle işleyen lokomotife benzer» demiş ve devam etmiş: «O kömürün bittiği yer­ de kaiır; biz ise, onun bizi terkettiği yerde». Türk aydının hali hakkında Prof. Sabri Ülgener’in, İktisat Fakültesi Mecmuala­ rının son sayılarında .dikkat çekici makaleleri çıktı. (52) Yaban, s. 22-25. Türk köylüsü böyle aydınları iyi tanır. Yirmi yıl önce, Ödemiş (Izmir)in Bozdağ Yaylasındaki pazara gelen Yörük’lerle onların çadırlarına gitmek istemiştim. Karatekeli yürüklerinden Veli Ağa ile aramızda şu konuşma geçti: «Bizim çadırda bit vardır. Neye gelecen arkadaş?» Israrım üzerine, «kepenek veririz, dışarda yatar­ sın.» Onu da kabul edince, «İşte fırın. Ekmeğini al da, gei», Bu son isteğe de uya­ cağımı görünce, diğer Yürüklere dönüp: «Arkadaşlar, bu adamı götürüp, misafir edeceğiz. Bırakmak da içimizden geçmiyecek» dedi. Bizi misafir ettiler, candan ağırladılar. Göçenlerine Tanrıdan rahmet dileriz. (53) Falih Rıfkı Atay, «Bizim Köy», Kadro, sayı: 18. 35


Prof. Dr. MEHMET ERÖ'Z

idi. Bu metod, İkinci ve Üçüncü EnternasyoneFlerin tavsiyelerinin, Türkiye şartlarına uydurulm uş b ir karm ası olsa gerekti. İktisadî Devletçilikle, kim senin ru h u duym adan, radikal deği­ şikleri yapıverecekler di. Ayakkabı boyacılığı ile tam irciliği fertlere bırakacaklar, rejim henüz çok yeni olmuş bulunacağından «ferdi Tüketim»e de dokunm ayacaklardı. Olmadı. A tatürk m üsaade etm e­ di. Şevket Süreyya, 1968 de İnkılâp ve Kadro’nun ikinci basım ına yazdığı önsözde Marxm ve III. E ntern asy o n alin «İhtilâl» m etoduna gelmiş gibi görünüyor. Çünkü artık ona göre, «bugünkü Türkiye, A tatürk’ün benimsediği ‘imtiyazsız, sınıfsız, kaynaşm ış b ir m illet’ ülküsü ve çabası yerini, oligarşik b ir kapitalizm nizamı içinde kal­ kınm ak yoluna yönelmiştir» (sf. 19-20). Radikal değişiklikleri kaynağından gerçekleştirm eğe yönelik gizli b ir sınıf kavgası yerine; değişikliklere yönelik açık b ir sınıf kavgası. İçlerinden bazılarının, «özel kesim» içinde «mutlu» ve yap­ tıklarından pişm an oldukları haberleri hariç, demek ki K adro’cular 30-40 yılda oradan buraya gidiler’ F akat gene de ihtiyatı elden bı­ rakm ayıp, «Tek Adam» ve «İkinci Adam»la aydınların, sivil ve askeri bürokrasinin gönlünü kazanmayı da ihm al etmemeğe çalışıyor gö­ rünüyorlar.

— 36 —


ATATÜRK ve SOSYALİZM

A tatürk, T ürk milliyetçisi idi. Onun milliyetçi şahsiyeti, daha askeri lise sıralarında oluşup, gelişmeye başlam ıştı. Askerî Lisede iken yazdığı milliyetçi şiirler, H arp O kulu’nda yazdığı ve Tiirk ta­ rihini ve Türk milliyetçiliğini dile getiren şiir ve yazılar (1), bunu iyice gösterir, Bu hususta sistem li araştırm alar, meseleyi iyice o r­ taya koyacaktır. Fakat, Türk m illeti kahram andır, T ürk m illeti ze­ kîdir, T ürk m illeti çalışkandır,» «Bir Türk dünyaya bedeldir», «Ne m utlu T ürküm diyene» şeklindeki sözleri bile, m illet ve milliyet gö­ rüşünü, T ürk milliyteçiliğine olan aşkını göstrir. Böyle olduğu hal­ de, em peryalist b ir hüviyete bürünen kapitalist Batı ülkelerine verdiği millî m ücadeleden üm ide kapılıp, onu sosyal ve sosyalist ihtilâlci b ir lider olarak görm ek isteyenler olm uştur. Bu sağlığında böyle olduğu gibi, ölüm ünden sonra da böyle olm uştur. Millî Mü­ cadele yıllarında, bu üm itle etrafını çevirenlerle, onu telkin çemberi içine alarak, Bolşevik sem patizanı yapm ak için büyük gayret sarfedenlerin b ir hayli olduğunu biliyoruz. F akat b ü tün bu uğraşıp, di­ dinm eler boşa çıkm ıştır. Sağlam b ir dünya görüşü olan böyle kuv­ vetli b ir lider, günümüz Afrika’sının ve Asya’sının heyecanlı fana tik lideri değildi ki, sellere rüzgârlara kapılıp gitsin. O, çok oku­ m uş ve yetişmiş b ir kum andan ve devlet adam ı idi. Ayrıca, çevresinede Kuvayı Milliye ru h u ile yoğrulm uş sivil ve askerî erkân var­ dı. H epsinden m ühim , Ziya Gökalp gibi yol gösterici b ir m ütefekkir ve m efkûreci b ir hoca vardı. O Gökalp ki, dünya bugün bile sosya­ lizm kom inizm in Bolşevizmin tehlikesini tam manârıasıyla bilemez(1) Atatürk’ün bu şiirlerini Londra kütüphanelerinden toplayan ateşli milliyet­ çi tıp doktoru bir dostumuza güvenerek, biz almamıştık. Bu derbeder dostumuzun, evrak-ı perîşan'ı, arasından bunların bulunup çıkarılması, ne yazık ki bugüne ka­ dar mümkün olamadı. — 37 —


Prof. Dr. MEHMET ERÖZ

ken, Altmış iki yıl önce Küçük Mecmua isimli dergisinde, «Kızıl ve K ara Tehlikesi» başlıklı m akalesini yazmış ve yaymıştı. Daha sonra «Rusya Tiirkleri Ne Yapmalı?» başlıklı m akalesini yazmış, ardından İstanbul D arülfününu’ndaki sosyoloji derslerinde kendisinin m ua­ vini (asistanı) olan Necmeddin Sadık (Sadak) da aynı konuda uya­ rıcı b ir m akale yazmıştı. A tatürk böyle b ir çevrede, milliyetçi bir ruhla, millî b ir m üca­ deleye girşm işti. Milleti, milliyeti, b ü tün manevî değerleri reddeden sosyalizme, onun olgun şekli olan komünizme ve bunların uygulaiam ası olan Bolşevikliğe, A tatürk'ün yüz vereceğini, aklı ve vicdanı olan kimse söyleyemez. Şimdi konuyu, A tatürk'ün İktisadî ve sos­ yal fikirlerini daha yakından görerek ve uygulamaya bakarak, ele alalım. . Sosyalistler ve A tatürk’ün Sosyalist Fikir ve Haraketler K arşı­ sındaki Fikir, Tutum ve Davranışı. 26 Temmuz İ920’de, M oskova’da toplanan III. Enternasyo nal’in İkinci Kongresinde, kapitalist emperyalizme karşı savaşan, az gelişmiş veya söm ürge durum unda olan ülkelere, kom ünistlerin (Bolşevik Sovyetler Birliğinin) h er tü rlü yardım ı j^apması kararı alındı. Bu yardım ı yaparken, m illî ve milliyetçi renkteki ihtilâlci ha­ reketlerin ve savaşların, sosyalist b ir renge büründürülm esi için elden gelen gayret gösterilecekti. Milliyetçi liderlerin yerine de, sos­ yalist liderlerin gelmesine çalışılacaktır (2). Türk Millî M ücadelesinin kızıştığı sıkıntılı günlerde, Rus Bolşevikleri, bize bu gizli gayelerle silâh ve p ara yardım ına başlam ış­ lardı. Bu yardım , Türkiye'yi yıkm ak için geliyordu. Kaynağı da Türk tü: B uhara Cum hurbaşkanı Osman Hoca ve B aşbakan Feyzullah Ho­ ca eliyle toplanan ve m ilyonlara varan altın ve ziynet eşyası, Moskova darphanelerinde sosyalizmin dam gasını yiyerek, Türkiye'ye gönde­ riliyordu (3). Diğer O rta Asya ve Azerbeycan Türkleri, Afgan’lı ve P akistan’lı m üslüm anlar da yardım etm işti. (2) V.l. Lenin, «Report of The Commission On The National And Colonial Ouestions» On The Unity of The International Communlst Movement, Progros Publishers, Moscow, 1966, s. 224-229. (3) Geniş bilgi için bk: Dr. A. N. Öktem, «Osman. Kocaoğlu’nun Ardından», Türk Kültürü, Eylül 1968, sayı: 71. Türkiye’nin en acı günlerinde ona yardım elini uzatan Osman Hoca, doksan ya— 38 —


ATATÜRK ve SOSYALİZM

Aynı yıl, B akû’da toplanan «Şark M illetleri K urultayında, Sovyetler Birliğinin d ö rt num aralı adam ı Zinovyev, şöyle diyordu: «Tür­ kiye’deki harp, milliyetçilik parolası altında yapılm aktadır. B ura­ da, bittabi komünizm kokusu yoktur. B ununla beraber kom ünist­ ler, İngiltere ve Fransa'ya karşı olan mücadelelerinde, Kemalistleri destekliyor ve bundan sonra da desteklemeğe devam edeceklerdir.» Zinovyev, bu m illî ihtilâlin, sosyalist b ir ihtilâle döneceğini söylü­ yordu (4). Nâzım H ihm et ise bu üm idi 1928 de Mokova da yazdığı «Arpa Çayının İki Yanı» isim li şiirinde halâ taşıyordu. Şöyle ki: «doğacaktır orada yarın Ş uralar ittihadının Yeni b ir cum huriyeti» (5) A tatürk ve T ürk Milleti buna m üsaade edecekmiydi? Konumu­ za devam ederek bunun cevabım vermeğe çalışalım. Bu sıralarda Sovyetlerin çok güvenilir adam ı olan Mustafa Sup­ hi, III. E nternasyonalin k ararların ı gerçekleştirm ek için Türkiye'­ ye gelmişti. M ustafa Suphi şöyle diyordu : «Türkiye ve Şark m em leketlerindeki kıyam lar, millî müdafaa şiarı ile başlasa bile, dünyayı, saran ve zulüm ile çarpıştıkça mağ­ d ur am ale ve rençber sınıflarının gönüllerini fetheden inkılâp haraketlerinin az zam anda beynelmilel vasata geçmesi b ir zaruret­ tir» (6). Trabzon'un vatansever evlâtları M ustafa Suphi ve yoldaşlarını öldürdüler. Sovyetler buna çok öfkelendi. Nâzım H ikm et ise bunu, şında İstanbul’da Tanrı’nın rahmetine kavuştu. Cenazesine ne yazık ki, 5-10 Türki­ ye Türkü katıldı. Bu satırların yazarı da, bu vazifeyi yerine getirememenin acısını yüreğinde duymaktadır. Vefalı birkaç Türkiye Türkü’nden biri de rahmetli hocam Ziyaeödin Fahri Fındıkoğlu idi. (4) Dr. G. Von Stackeiberg, «Baku’dan Bandunga Kadar», DERGİ, Münih. No. 2, 1955, s. 4. (5) Nâzım Hikmet, c. 1. Sofya 1967, s. 160 (Derleyen Ekber Babaef, Resimler: Abidin Dino, Kapak; İvan Kosef Buradaki «Şuralar ittihadı», «Soyveyler Birliği demektiı. (6) Dr. Fethi Tevetoğlu, Türkiye’de Sosyalist ve Komünist Faaliyetler, Ankara, 1967, s. 213. — 39 —


Prof. Dr. MEHMET ERÖZ

A tatürk’e ve Türk M illetine b ir h ak aret vesilesi saydı. «28 Kânuni Sâni» isimli şiirinde şöyle yazıyordu: «— Trabzondan b ir m otor açılıyor — Sa-hil-de ka-la-ba-lık/ — M otoru taşlıyorlar — Son perdeye başlıyorlar — B urjuva Kemalin omzuna binmiş Kemal K um adanm K ordonuna K um andan kâhyanın cebine inmiş Kahya adam larının donuna — Uluyorlar — hav... hav... hak -- tü — Yoldaş unutm a bunu Burjuvazi ne zam an aidatsa bizi böyle haykırır : — hav... hav... h ak ... tü ............................................»(7) Nâzım Hikmet, Lenin ve Zinovyev gibi, Türk K urtuluş Savaşı’nı sosyalist ihtilâle çevirmek istiyordu. Onu, milliyetçi gibi göster­ m ek isteyenlerin m aksat ve yalanları m eydandadır. Yön yayınları arasında çıkan, Nâzım H ikm et'in «K urtuluş Savaşı Destanı» isimli eseri, bu yönde atılm ış b ir adım dır. A tatürk'ten nefret eden ve ken­ disini Türk saymayan b ir insanın, Türk m illî m ücadelesine ne dere­ ce bel bağlayacağı kolayca anlaşılır. A tatürk’ü istedikleri gibi yorum ­ layanların, iç yüzlerini daha açık şekilde gösterebilm ek için, burada biraz dah duracağız. Nâzım Hikmet, Türk olmadığını, 1954’de yaz­ dığı «Lehistan Mektubu» isim li şiirinde şöyle haykırır : «Göğsümü kabartm ıyor değil dedelerim den birinin Lehli oluşu» (8)

(7) (8)

Nâzım Hikmet, c. 1. s. 78-80. Nâzım Hikmet, c. 2. s. 44.


ATATÜRK ve SOSYALİZM

Oğlunu, T ürk m illetine değil, K om ünist Partisine em anet edi­ yordu. «Memede Son M ektubum dur» isim li şiirinde : «Memet, yavrum, seni Türkiye K om ünist Partisine em anet ediyorum» (9) diyor. A takür’e en ağır h akareti eden, Nâzım H ikm et, Lenin’i göklere çıkarıyor,» Lenin Ü stüne...» şiirinde de şöyle diyor: «Lenin diyorum da V lam idir İliç, Lenin, diyorum ve 40 yıldır onun peşince p arti biletim le gidiyorum. Yüreğim ağzımda çıkarım karşısına her seferinde , am a önünde yere kapanm ak gelmez içimden, U ludur, alabildiğine ulu, elim den tutar, çeker beni yukarıya kendine doğru» (10) A tatürk yorum cularından Şevşet Süreyya Aydemir de, 1924’lerde «Lenin» diyordu. 1960’larda «Tek Adam» üstüne indi, süjektif düişünceler geliştiren Aydemir, 124’de Prof. S adrettin Celâl Antol'le birlikte «Lenin ve Leninizm»i yazmıştı. Eser Aydınlık yayınları ara­ sında çıkmıştı. 1924'ler dünyasının hayranlığını kazanan ve b ü tün mazlam m illetlerin gönlünde ta h t kuran, A tatürk üzerine değil de, Lenin üzerine. Suyu ararken, k ırk yıl sonra ayılmışolmalı. Aynı yorum culardan M ihri Belli, şöyle diyor: «İstiklâl Savaşı'nın en çetin günlerinde Birinci Millet Meclisi’nin kürsüsünden m il­ letvekillerinin şöyle haykırdıkları olurdu: Gerekirse bolşevik ola­ cağız, teslim olmayacağız» (11) Doğan Avcıoğlu, A nadolu'da «güçlü Bolşevik rüzgârı estiğini» (12) söyleyebiliyor. B unlar A tatürk’e ve Türk M illetine iftirad ır ve gerçekle ilgisi yoktur.

(9) Aynı eser, s. 63. (10) Aynı eser, s. 262. (11) Mihri Belli, Türk Solu, 17 Kasım 1967. (12) Doğan Avcıoğlu, Türkiye’nin Düzeni, s. 158-162.


Prof. Dr. MEHMET ERÖZ

A tatürk, o yıllarda b ir yandan Dr. Adnan Adıvar’m başkanlığı ve kontrolü altında bir kom ünist Partisi kurdurm ak istiyordu. Ga­ yesi Rusları oyalam aktı. Adnan Adıvar bunu kabul etm em işti (13). A tatürk bunu yaparken, kom ünist tehlikesine karşı tedbirler alıyor­ du. Cephe kum andanlarına gönderdiği yazılarla, tehlikeye dikkat­ lerini çekiyordu. 14 Eylül 1336 (1920) tarihinde, «Garp Cephesi Ku­ m andanı Ali Fuat P aşay a gönderdiği gizili yazıda, «Bolşevikler bize karşı dost ve teveccülıkâr görünerek hem efkârı âlemi İslam, hem İngiliz efkârı üzerinde tesir yapmak» istiyorlar diyor ve devam edi­ yor: «Bolşevikler aynı zam anda memleketm izde Bolşevik teşkilâtı vücuda getirm ek için fevkalâde faaliyete başlam ışlardır. B akû’va gönderdikleri M ustafa Suphi ve arkadaşları vasıtasıyla Türkiye Kom inist Merkezi Umumisini ihdas ettiler. Tam am en bolşevik efkârı­ na kazanılan saf ve gayrı saf adam lardan sahilin h er noktasına çı­ kardıkları gibi, dahilden de E skişehir’e ve A nkara’ya kadar gönde­ rilm işlerdir. B unların m aksatları m em lekette b ir inkilabı içtimai vueuda getirm ektir. «Atatürk devamla» İzahatımdan anlaşılmıştır ki, bilâkaydüşart Rus tâbiyeti demek olan dahildeki komünizm teş­ kilâtı, gaye itibariyle tam am en bizim aleyhimizdedir. Gizili kom ü­ nist teşkilâtını her surette tevkif ve tebit etm ek m ecburiyetinde­ yiz» (14). A tatürk, tehlikenin farkındaydı ve oynanm ak istenen oyunu iyi biliyordu. O sıralarda b ir de «Yeşil Ordu Cemiyeti» türem işti. Bu gizli ko­ m ünist cemiyeti üyeleri İstiklâl M ahkem esinde m ahkûm oldular, Liderleri Vakkas Bey, «yoldaşlarım» diye başlayan bir konuşm asın­ da «sosyal inkılâbı», «Rus Bolşevik yoldaşlarımızla bilfiil elele» ya­ pacağız, diyordu. «Yeşilordu Nizanamesi»nin 19 m addesinde ve m üttefiki» oldukları yazılıydı. 20. m addede «Yeşil ordunun fârik alâm eti yeşil bayraktır. İslâm kardeşliği bu bayrak altında teessüs ve İslâm arasında kızıl ve yeşil bayrakların ittihadı m esut inkılâba ve gerçek saadete yönelen çalışm aları tam am layacaktır» (15) deni­ yordu. Halide Edip Hanım bu konuda şöyle diyor «Yeşil Ordu» adı al­ tında (bir teşkilâtı) H akkı Behiç'in başkanlığında kurdular. Ethem (13) Halide Edip Adıvar, Türkün Ateşle İmtihanı, İstanbul, 1971, s. 136. (14) Metin Toker, «Devrimlerin Yozlaştırılması ve Bolşevikleştirilmesl», Milli­ yet, 24/4/1970. (15) Dr. F. Tevetoğlu, aynı eser, s. 151-156.


ATATÜRK ve SOSYALİZM

de bunlara katılanca Yeni Dünya ismi altında b ir gazete çıkarmaya başladılar. Fakat M ustafa Kemal Paşa bundan kuşkulanarak Yeşil Ordu'yu ortadan kaldırdı. Yeşil orduya girm iş olan D iyarbakırlı Vakkas adında pek ga­ rip bir adam vardı. Onu bana H ikm et Bey (Bayur) getirdi. Önce an­ laşacağım ızdan emin gibi görünerek hem en propogandaya başlam ış­ tı. Açıklarda vaaz eden b ir hoca gibi yere bağdaş kurup otu ru r, Rus propagandasının alfabesini başından sonuna kadar tek rar eder­ di (16). Ocak 1921 den itibaren komünizme karşı harekete geçildi. 1922 de Rauf Bey hüküm eti kom ünist propogandasm ı yasakladı. 1925 de Türkiye K om ünist partisinin, son izleri de ortad an kaldırıldı. Bun­ lar Rusların hoşuna gitmemekle beraber, K om intern’in (III. Enternasyonal’in) ideologları, «Kemal’in anti-kom ünist olm asına rağm en ilerici olarak görülebileceğini ve h atta feodalizm in kalıntılarını yık­ m akta olduğundan, liberal zirai siyaset takip ettiğinden ve sınai kal­ kınm ayı başlattığından ö tü rü ve kapitalist B atı’nm tecavüzlerine m ukavem et ettiğinden dolayı ihtilâlci sayılabileceğini» izahla m eş­ gul idiler. 1928-1929 larda Moskova da hava değişti. «Kemal, ihtilalci b ir kahram anlıktan, birdenbire gerici b ir ti­ ran» haline çevrilm iştir. Burjuvazi ve to p rak sahipleri ile ittifak et­ tiği söylendi. K em al’in «milli faşizm in (Fascism)» veya «ziraî Bonsportizm »in hususî b ir Türk dam gasını taşıyan, «terör ve sosyal dem a­ gojinin emsalsiz bir karşım ı vasıtasiyle idareyi yürüttüğü» söylen­ di. Kemal b ir «faşist» idi; onun idaresi altında Türkiye, em peryalist hakim iyet ve sosyal reaksiyona doğru geriliyordu. 1929 yazında Sovyet basınında T ürk hüküm etinin aksiyonları ve iktisadi siyaseti, ağır b ir dille kötüleniyordu. Tiirk basını da b u ­ na sert cevap verdi. 1929 un K asım ında buzlar çözüldü. Rusya ile bir ticari anlaşm a im zalandı. «Etibank kuruldu» (17). 1924 İk tisat Kongresinde, liberal b ir hava vardı. 1929 da büyük sermaye ihtiyacı, teknik bilgi gibi zaruretler, Türkiye'nin içinde bu­ lunduğu şartlar, Türkiye’yi devletçiliğe götürm üştür. Bunun başka 16)

Halide Edip Adıvar, aynı eser, s. 135-136. Bernard Levvis, The Emergence of Modern Turkey, London, 1968, (oxford Üniv. Press), s. 283-285. (17)

43


Prof. Dr. MEHMET ERÖZ

tü rlü yorum lanm am ası için A tatürk, 1935 yılında İzm ir Fuarının açılışında bunu şöyle belirtiyordu: «Türkiye’de tatb ik edilen dev­ letçilik sistemi, sosyalist teorisyenlerin 19 yüz yıldan beri ileri sür­ m ekte oldukları fikirlerinden tercüm e ve kopya edilmiş b ir sistem değildir. Bizim devletçiliğimiz, ferdi teşebbüsü ve fertlerin şahsi kaabiliyetlerini» esas alm aktadır; F akat aynı zam anda büyük bir m illetin ihtiyaçlarını dikkate alarak, milli ekonom inin idaresini üze­ rine alm ıştır (18). S o n u ç: Bu vesikaların ışığında A tatürk’ün, Türk m illetini yüceltm ek is­ teyen büyük b ir devlet adam ı, büyük b ir T ürk milliyetçisi olduğunu söyleyebiliriz. Ekonom ik ve sosyal görüşünün de, ne b ir liberal ka­ pitalizm , ne de sosyalizm olmadığını; m illi b ir karm a ekonom i ol­ duğunu belirtelim .

(18) Lewis, aynı eser, s. 286-287. Ayrıca geniş bilgi için bk. Prof. Dr. Ferudun Ergin, K. Atatürk, İst. 1978, s. 183199, 206. — 44 —


ATATÜRK’ÜN İKTİSAT GÖRÜŞÜ

A tatürk’ün İktisadî fikirlerini anlam ak için, bu büyük şahsiyeti m eydana getiren tarihi, içtim ai, kültürel, siyasi ve iktisadi hadise­ lere bakm ak gerekir. Bu bakış, «Atam sen kalk da, ben ya tam» di­ yen riyakâr ağıtçıların, dar, sathî, m utaassıp, ve samimiyetsiz bakış ve görüşü olm ayacaktır. H er şeyin, h er hadisenin, herkesin hakkım veren objektif b ir görüş olacaktır. İç ve diş düşm anların sistem li gayretleri ve hışım lı çalışm aları ile yıkım a götürdükleri b ir m illet ve devleti felâketten kurtarm ak, aynı millete dayanan daha canlı yeni b ir devlet halinde ortaya çı­ karm ak için, uzun yıllarını cephelerde, savaş m eydanlarında geçi­ ren milliyetçi b ir kum andanın, her sahada olduğu gibi, elbette ikti­ sadi sahada da oturm uş fikirleri ve b ir dünya görüşü olacaktır. M ustafa Kemal Paşanın, yabancı devletlerin entrik aları içerideki azınlıkların fitneleri, «millet-i asli» adını verdiği T ürk m illetinin pe­ rişan hali karşısında, çoktan teşekkül etm iş sağlam fikirleri olduğu m uhakkaktır. Bu fikirlerini tü rlü vesileler ve fırsatlarla beyan et­ miş, gösterm iştir. 1919 ve 20’lerde Anadolu, vatanım ız, B atı’lı kapitalist devletler ve Y unanlılar tarafından istila edilmiş, yanm ış, yakılm ıştı. Üç yıl önce b ir K om ünist darbesi de M oskova’da toplanan III. Beynelm ilel’in İkinci Kongresinde, Lenin’in telkini ve tavsiyesi ile, kapi­ talist devletlere karşı milli mücadeleye girişen, vatanlarını k u rta r­ m ak için silaha sarılan m illetlere silah ve p ara yardım ı yapılm ası ve p ara yardım ı yapılm ası ve m illi k urtuluş savaşlarının, proleter-ihtilalci, kom ünist b ir renkte k urtuluş hareketine döndürülm esi için büyük gayret sarfedilm esi lüzum u k ararlaştırıldı. Bu k a ra r üzerine


Prof. Dr. MEHMET ERÜZ

Türkiye'ye Rus yardım ı başladı. Aslında Ruslar, O rta Asya Türkle­ rinin yardım ını bize ulaştırıyorlardı, o kadar. Birkaç yıl önce Türkiye’de, vatanının kurtuluşunu görem eden ebedi aleme göç eden B uhura cum hurbaşkanı Osman Hoca ve başbakan Feyzuilab Koca eliyle toplanan m ilyonlar değerindeki al tun, Moskova darpha­ nesinde Rus parasına çevirmiş ve Türkiye’ye gönderilm işti (1). K apitalist devletler yakıp yıkarken, üç yıl önce tatbik sahasına konulan bir iktisadi, siyasi ve sosyal sistem e sahip b ir devletin kay­ nak ve m aksadı bilinm eden yardım ı, kara gün dostunun yardım ı gi­ bi görünebilir, felaketi sonra anlaşılan bu sistem e karşı ve temayül duyulabilirdi. Bu felaketten kurtulm ada, A tatürk’e milliyetçi şah­ siyeti kadar, etrafını çevreleyen Ziya Gökalp, Ağaoğlu Ahmet, Sad­ ık Maksudi, Yusuf Akçura, Zeki Velidî, Fuad Köprülü, Hamdullah Suphi gibi Türkçü fikir adam larının büyük yardım ları dokunm uş­ tur. Hele Ziya Gökalp’in hizmeti çok büyüktür. A tatürk gibi büyük b ir liderin, fikir babalığını yapm ak erişilir şereflerden değildir. Bu hususu kıymetli bir yabancı sosyolog da kabul etm ekte ve şöyle ifade etm ektedir : «Son iki yüz senede, beşeriyeti alt ü st eden bü tü n inkılâplar içinde 1919 da başlayan T ürk İnkılâbı m utada en aykırı olanıdır ve en kısa zam anda asgari ta h rib at ve kan kaybı ile p ratik bir hal çaresine ulaşm ıştır. Bu inkılâbın fikri şerefi ise, geniş bir m anada Ziya G ökalp’e ve onun rehberliği ile sosyoloji d o ktrin­ leri konusundaki öğretim faaliyetine aittir» (3). Ziya Gökalp, Bolşevik Darbesinden dört-beş ay sonra, kom ünist tehlikesini sezmiş, bunun önüne, liberalist-kapitalist b ir yolla değil, tesaııütçü (dayanışmacı), milliyetçi, cemiyetçi (toplumcu) b ir görüş­ le (1920) geçilebileceğini b elirtm iştir (3). Aynı fikirlerle dolu olan A tatürk, 14 Eylül 1336 tarih ve 1347 num aralı yazısı ile, Garp Cep­ hesi. K um andam Ali Fuat Paşa Hazretleri»ni bu konuda uyarıyordu:

(1) Dr. A. Naim Öktm, «Osman Kocaoğlu’nun Ardından», Türk Kültürü, Ey­ lül, 1958, s. 71. (2) Prof. Carle C. Zimmerman, Yeni Sosyoloji Dersleri, Çev: A. Kurtkan İst. 1966, s. 1. (3) Ziya Gökalp «Rusya’daki Türkler Ne Yapmalı?» Yeni Mecmua, 4 Nisan 1918, Sayı 38, s. 234-25 v aynı dergide çıkan «Kızıl ve Kara Tehlike» isimli makalesi. — 46 —


ATATÜRK’ÜN İKTİSAT GÖRÜŞÜ

«Bolşevikler aynı zam anda mem leketim izde Bolşevik teşkilatı vücuda getirm ek için fevkalade faaliyete başlam ışlardır. Baku (ya gönderdikleri M ustafa Suphi arkadaşları vasıtasıyla T ürki­ ye K om ünist Merkezi Umumisini ihdas ettiler... İzahatım dan anlaşılm ıştır ki, bilâkaydüşart Rus tabiiyeti demek olan dahil­ deki komünizm teşkilatı, gaye itibariyle tam am en bizim aleyhimizedir. Gizli komünizm teşkilatım her surette tevkif ve tesbit etm ek mecburiyetindeyiz» (4). Askeri, siyasi liderlerin, milliyetçi fikir adam larının komünizm, Bolşeviklik hakkm daki görüşleri bunlardı. A tatürk bu doktrinden nefret ediyordu. Buna rağmen, Doğan Avcıoğlu'nuri, geçen yıllarda propagandası pek çok yapılan kitabının 158-62 sayfalarında, Millî Mücadele günlerinde A nkara'da b ir «Bolşeviklik rüzgârının estiği» nden bahsedilm esi, gerçeğin değil, olsa olsa b ir vehim veya arzunun ifadesidir. Buraya kadar göstermeğe çalıştık ki, A tatü rk ’ün fikirleri için­ de, iktisadi doktrin olarak M arksist Sosyalizm (komünizm) yer ve sığmak bulam am ıştır. Bu bakım dan büyük liderin iktisadi fikirle­ rini kom ünizm in dışında aram ak lâzımdır. Acaba A tatürk, liberalistkapitalist fikirlere mi iltifat etm iştir, yoksa daha başka millî fikir­ leri mi vardır? İzm ir İk tisat Kongresine ait vesikaların ışığında in­ celemeğe başlayalım. MİLLİYETÇİ ve TOPLUMCU İKTİSAT GÖRÜŞÜ 1923 yılında İzm ir’de toplanan Türkiye İk tisat Kongresinde, açış konuşm asında B aşkum andan Gazi M ustafa Kemal Paşa, kapi­ talizm, kapitülasyonlar ve yabancı sermaye hakkm daki fikirlerini şöyle ifade eder: «Anasır-ı dahiliye, muhafazaya muktedir oldukları imtiyaza ta istinaden ve haricin tertibatı ve müzaheretine sığınarak siyasi bir mevcudiyet iktisabı için çalışmaktan geri durmadılar. Ecnebiler bir taraftan anasır-ı dâhiliyeyi teşvik, diğer taraftan mü­ dahale ile, devlet, millet aleyhine yeni imtiyazlar alıyorlardı. Bu tazyikat-ı mütemadiye altında zaten fena düşmüş olan ana yurdu ve unsur-u asli, devlete verebilecek parayı güç tedarik ediyorlardı.

(4) Metin Toker, «Devrimlerin Yozlaştırılması ve Bolşevikleştirilmesi», Milliyet 24 Nisan 1970.


Prof. Dr. MEHMET ERÖZ

... İstikraz şeraitini o kadar fena yapıyorlardı ki bazılarını öde­ mek mümkün oltnamağa başladı. Ve nihayet bir gün Devletler, Osmanlı Devletinin iflâsına kararlar verdiler ve Düyûn-u Umumiye be­ lâsını başımıza çöktürdüler» (5). Böyle b ir tablo çizen Gazi, siyasi ve İktisadî istiklâl anlayışını aşağıdaki satırlarda dile getiriyor: «Bir devlet ki, tebaasına koyduduku vergiye ecnebilere koymaz, bir devlet ki, gümrükleri için rü­ sum muamelesi ve saire tanzimi hakkından menedilir, bir devlet ki, ecnebiler üzerinde hak-kı kazasını tatbikten mahrumdur, o devlete müstakil denilemez... Osmanlı Devleti gibi çok delvetler kurmuş olan Türk milleti mahvolamazdı. Ve mahvolmamıştı- Harici ve da­ hili düşmanların acı darbelerinden (kurtuldu)... İstiklâl-i tam için şu düstur var: Hakimiyet-i milliye, hakimiyet-i iktisadiye ile tarsin edilmelidir... en kuvvetli temel iktisadiyattır. Siyasi ve askeri muzafferiyetler ne kadar büyük olursa olsun, iktisadi zaferle tethiç edilemezse semere, netice pâyidâr olamaz. En kuvvetli ve parlak zaferimizi de tetviç eden semerat-ı nafiayı temin için hakimiyet-i iktisadiye timizin temin ve tarsini lâzimdır.» (6) Sözlerine devam eden A tatürk, büyük serm aye ihtiyacı içinde olduğumuzu, bu bakım dan kanunlarım ıza ve m illi menfaatlerim ize hürm et ve riayet etm ek kaydiyle, yabancı sermayeye tem inat ve fır­ sat verebileceğimizi belirtir. Lozan K onferansı'm sürüncem ede bı­ rakan devletlerin, savaş m eydanlarında galip geldiğimiz halde, h ak ­ kımızı türlü oyunlarla verm ek istem em elerinin sebebini şöyle açık­ lar: «K onferanstaki m uhataplarım ız bizimle üç-dört senelik değil, üçyüz ve dört yüz senelik hesabat-ı ru ’yet ediyorlar ve halâ m uha­ taplarım ız Osmanlı Devletinin tarihe karıştığını ve bugün yeni T ür­ kiye’nin mevcudiyetini, bunu kuran m illetin çok azim kâr, imanlı ve celâdetli olduğunu, istiklâl-i tam ve hakimiyet-i milliyesinden zerre kadar fedakârlık yapam ıyacağmı hala anlıyam am ışlardır» (7). A tatürk, aynı devletlerin, m illet ve devletimiz aleyhinde, Sevr.deki oyunlarını Nutuk’ta (II, 751-67), geniş şekilde açıklam aktadır.

(5) Türkiye iktisat Kongresi, 1923 -İzm ir, Derleyen A. Gündüz Ökçün, Anka­ ra, 1968, s. 247. (6) Aynı eser, s. 248, 49, 51. (7) Aynı eser, s. 253.

— 48 —


ATATÜRK’ÜN İKTİSAT GÖRÜŞÜ

A tatürk İzm ir İk tisat Kongresine gayet m üsam ahalı ve olgun b ir görüş ve davranışla katılm ıştır. Peşin, sabit fikirleri yoktur. Sa­ dece bazı tavsiyelerde bulunur. Bu «tavsiye ve hatırlatmalar» şu altı m addede ifadesini bulur: «1-Meslek teşkilâtı, 2-Kredi müessesatı, 3-Makina devri, 4-îktisat cidâline toplu çıkmak, 5-Kendi kendimize yetmek, 6-İstihsâlimizi tezyid ve tanzim , ith alât ve ihracatım ız ara­ sında tevazün husule getirmek». B unun dışında hiçbir fikir ileri sürm eden, telkinde bulunm adan, alınacak kararları, halkın içinden gelmiş olan Kongre üyelerine bırakıyor. Gazi’nin konuşm asında bu susu takip edelim: «Efendiler, Aziz Türkiye’mizin İktisadî teâlisi es­ babını aram ak ve bulm ak gibi vatanî, hayatî ve m illî b ir gaye-i m u­ kaddese için bugün b u rad a toplanm ış olan sîzlerin, m uhterem halk m üm essillerinin huzurunda bulunm akla çok m esut ve bahtiyarım . Efendiler, Uzun gafletlerle ve derin lâkaydı ile geçen asırların Bünye-i iktisadım ızda açtığı yaraları tedavi etm ek ve çarelerini ara­ mak, m em leketi m âm uriyet, m illeti refahiyet ve saadete isâl yolla­ rını bulm ak için vukabulacak m esainizin m uvaffakiyetle neticelen­ mesini tem enni eylerim.» K ararın Kongre üyelerine ait oluşunu, ko­ nuşm asının birkaç yerinde, çok açık şekilde tekrarlam aktadır. Şöy­ le ki: «Sizler doğrudan doğruya milletimizi tem sil eden halk sınıf­ larının içinden ve onlar tarafından m üntehip olarak geliyorsunuz. Bu itibarla mem leketim izin halini, ihtiyacını, milletim izin elemle rini ve em ellerini yakından ve herkesten daha iyi biliyorsunuz. Si­ zin söyliyeceğiniz sözler, alınm ası lüzum unu beyan edeceğiniz ted­ birler, halkın lisanından söylenmiş telenm iş telâkki olunur. Ve b u ­ nun için en büyük isabetlere m alik olur. Çünkü halkın sesi H akkın sesidir.» «Türkiye İk tisat Kongresi tarih te ilk defa ihraz-ı mevki-i bülend edecek b ir kongredir. Ve sizler bu m em leketin ihtiyacını, m illetin ihtiyacım ve m illetin kaabiliyetini ve bunun karşısında dün­ yada m evcut olan çok kuvvetli ik tisat teşkilâtım nazara alarak, alın­ m ası lazım gelen tedbirleri kemal-i vuzuh ile teati ve tesbit etm elisi­ niz. 0 tedbirler tatb ik olundukça, memleketimiz nurlara, feyizlere m üstağrak olsun. Türkiye Büyük Millet Meclisi ve H üküm etim iz... m ülk ve m illete nafi ittihaz edeceğiniz tedabiri m em nuniyetle naza­ rı dikkate alacaktır» (8). Sınıf m ücadelesinden uzak, b ü tü n fertlerin ahenk içinde çalıştığı ve iktisadi gelişme ve refahtan adil paylar aldığı m am ur ve m üref­ (8)

Aynı, eser, s. 52, 55. (243-44).

— 49


Prof. Dr. MEHMET ERÖZ

feh b ir Türkiye tasarlam akta ve arzulam aktadır. K onuşm asının şu kısmı, bunun delilidir: Dahil olduğum uz halk devrinin, milli devrin milli tarihini de yazabilm ek için kalem ler, sapanlar olacaktır. Bence halk devri, ik­ tisat devri m efhum u ile ifade olunur. Öyle b ir ik tisat devri ki, m em­ leketimiz m am ur, milletimiz m üreffeh ve zengin olsun... ‘K anaat tükenm ez hazinedir’ (görüşüne dokunarak), bu felsefeyi yanlış tef­ sir yüzünden bu m illete büyük fenalıklar edilm iştir. Allah yarattığı nim et ve güzellikleri insanların istifadesi için yaratm ıştır. Allah ze­ kâ ve aklı insanlara bunun için verdi... Bu vatan evlat ve ahfadımız için cennet yapılmağa lâyıktır. Bu, faaliyet-i iktisadiye ile kabildir.» «Bizim halkım ızın m enfaatleri yekdiğerinde ayrılır sunuf (sınıflar) halinde değil, bil'akis m evcudiyetleri ve muhasala-i m esairi yekdi­ ğerine lâzım olan sınıflardan ib arettir. Bu dakikada sam ilerim çift­ çilerdir, S an’atkârlard ır, tüccardır ve am eledir. B unların hangisi ■ yekdiğerinin m uarızı olabilir? Çiftçinin san’atk ara, san 'atk arm çift­ çiye ve çiftçinin tüccara ve bunların hepsine, yekdiğerine ve ameleye m uhtaç olduğunu kim in k âr edebilir? Bugün m evcut olan fabrika­ larım ızda ve daha çok olm asını tem enni ettiğimiz fabrikalarım ızda kendi amelemiz çalışm alıdır. M üreffeh ve m em nun olarak çalışm a­ lıdır ve bütü n bu tadabilm elidir ki çalışm ak için kudret ve kuvvet bulabilsin. Binaenaleyh program dan bahsolunduğu zam an adeta denilebilir ki, bütü n halk için b ir say misak-ı millîsi m ahiyetinde olan program » anlaşılm alıdır (9). Y ukarıdaki satırlar en açık şekilde gösteriyor ki, A tatürk, bir sınıfın değil, bütü n milletin, b ü tü n sınıfların refaha erm esini isti­ yordu. Topyekun cemiyetin endişesini taşıyordu. Milliyetçi idi; cemiyetçi (toplumcu) idi. Büyük sermaye noksanı, m üteşebbis ve işletmeci kıtlığı, sana­ yide teknik elem anların bulunm am ası yüzünden, devletçiliğe yönel­ mek zorunda kalan A tatürk, m emleketimizin kalkınm ası ve savun­ m a ihtiyaçlarım ız bakım ından, hususî teşebbüsün canlanm asına ka­ d ar bu yolun zaruri b ir gidiş olduğunu açıklar (10'). (9) Aynı eser, s. 251-52, 255-56, 263. (10) «Türkiye’nin Millî Ekonomi Politikası Devletçilik ve Karma Ekonomi», Karma Ekonomide Plânlama ve Geliştirme, Ekonomik ve Sosyal Etüdler Konf. Hey. Yay. 1965, s. 37-39. — 50


ATATÜRK’ÜN İKTİSAT GÖRÜŞÜ

A tatürk’ten başlangıçta çok şeyler um an ve onu «ilerici, ihtilâl­ ci» olarak göklere çıkaran Bolşevik liderleri, onun milliyetçi şah­ siyetinin iyice ortaya çıkm ası ve iktisadi siyasete aksetm esi k arşı­ sında, onu «faşist, d ik tatö r ve gerici» likle itham ettiler. Buna 1929 yılında Türk basını çok sert cevaplar verdi (11). Ö lüm ünden yıllar sonra, 1960 ı m üteakip, yerli kızıllar onu solcu gösterm ek için her çareye başvurdular, ona sıkı sıkı sarıldılar. H er sözlerini onun adı­ na söylediler. Onun kom ünizm aleyhindeki yazısını İsveç’lere kadar göndererek, asılsız çıkarm ak gayretlerine düştüler, tevillere saptı­ lar. S talin'in nutkunu, A tatürk’e izafe ettiler. Y ukarıda uzun uzun naklettiğim iz satılar, A tatürk’ün nasıl b ir milliyetçi, olduğunu, na­ sıl m illet sevgisi ile dolu bulunduğunu, kom ünizm den nefret ettiği ni itiraz götürm ez şekilde isbat etm ektedir. O m illiyetçi idi, milliyet­ çi ve cemiyetçi (toplumcu) b ir ik tisat görüşüne sahipti. a. Atatürk ve İktisadın Önemi Devletin ve m illetini hayatının, İktisadî güçle tam am lanacağını çok iyi bilen A tatürk, İstiklâl H a rb in i kazanışım ızdan hem en son­ ra, 1923 başlarında, tem silcilerle toplanan İzm ir İk tisat K ongresini açış konuşm asında, iktisadın Türkiye için arzettiği önem üzerinde uzun uzun durm uştur. Bu tarih î konuşm ada, askerî zaferlerin, İk­ tisadî zaferlerle taçlandırılm adıkça, neticesiz kalacağını ifade etm iş­ tir. oKııgreye katılanlar, büyük b ir askerî ve m illî zaferin liderinden, en büyük zaferin, İktisadî sahadaki zafer olduğu fikrini, dinliyor, duyuoyrlardı. Bu lider; m illetlerin çöküş ve yükselişinde, diğer İçtimaî hâdiselerde yol oynayan, siyasî, askerî, sosyal fak tö rler içinde, İk­ tisadî faktöre, ayrı b ir yer ve değer veriyordu. Diyor ki: «...Yeni Türkiyemizi lâyık olduğu seviyeye eriştirebilm ek için m utlaka ekonomimize birinci derecede ehem miyet verm ek m ecbu­ riyetindeyiz. Çünkü zam anım ız tam am en b ir ekonom i devresinden başka b ir şey değildir.» Şöyle devam ediyor: «Bütün dünyada olduğu gibi m emleketimizde de en b aşta bu­ lunan m ühim işimiz ik tisat işidir. Bu işte en yüksek m uvaffakiyeti tem ine çalışm ak hayatîdir, zarurîdir. B unun için b u işte b ü tü n dev­ let teşkilâtının b ü tü n y u rttaşların ve hepim izin ciddi duygularla

(11) Bernard Lewis, The Emergence of Modern Türkey, Oxford Üniv. Press, 1968, s. 284-86.

■— 51 —


Prof. Dr. MEHMET ERÖZ

alâkalı olmamız lüzum u tabiidir. Yeni devletimizin, yeni hüküm eti­ mizin bü tü n esasları, b ü tü n program ları ik tisat program larından çıkm alıdır. Ekonom i demek, herşey dem ektir. Y aşamak için m esut olmak için, insan varlığı için ne lâzımsa onların hepsi dem ektir. Ziraat de­ m ektir. Ticaret dem ektir, çalışm a dem ektir. H er şey dem ektir.» Mil­ let ve devlet hayatında, iktisadın ne derece m ühim b ir yeri olduğu­ nun anlatılm asına, şu sözlerle devam ediyor: «Bence halk devri, ik tisat devri m efhum u ile ifade olunur. Öy­ le b ir iktisat devri ki, onda memleketimiz m am ur olsun, milletimiz m üreffeh olsun ve zengin olsun» (12). Y ukarıdaki ifadelerde, iktisada, baş mevki verildiği görülüyor. F akat hem en belirtelim ki, bu değer biçiş, tarih î maddec ilerin herşeyi iktisada bağlam alarından çok farklıdır. Atatürk için iktisat, b ir gaye değil, m illet hizm etindeki yüksek b ir vasıtadır. Aynı konuş m asının b ir başka yerindeki şu cüm lelerinden, b ir husus iyice anla­ şılır : «İstiklâli tam için... hâkim eyi milliye için», «Bu k ad ar büyük, bu kadar m ukaddes ve azam etli hedefler» için, kağıt üzerinde kal­ mayacak, uygulanabiîebek k ararlar alınmalı idi (13). «Bu vatan ço­ cuklarım ız ve torunlarım ız için cennet yapılmağa değer b ir vatandır. İşte bu m em leketi böyle bayındır hale, cennet haline getirecek olan ekonom i devri lâzım dır ki, artık milletimiz, insanca yaşam asını bil­ sin, insanca yaşam asının neye bağlı olduğunu öğrensin ve o gerekekonom ik (faktörler) ve ekonom ik faaliyettir. Bu sebeple, öyle bir lere başvursun» (14). A tatürk için iktisat, m illet ve devletin hizm etine verilecek olan, vazgeçilmez m ühim b ir vasıtadır. b. Atatürk ve İktisadî Kalkınma. Gerçekçi b ir insan olan A tatürk, İktisadî kalkınm anın, sihirli reçetelerle ve mucizelerle değil, insan eliyle gerçekleşecek b ir hâdi(12) s. 87-88. (13) Enstitüsü (14)

Atatürkçülük, Birinci Kitap, Genelkurmay Başkanlığı Yayını, Ankara, 1982,

Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri, l-lll, Ankara, 1981 (Türk İnkılâp Tarihi yay. 1), s. 99-112. Atatürkçülük, s. 88.

— 52 —


ATATÜRK’ÜN İKTİSAT GÖRÜŞÜ

se olduğunu biliyordu. Ne yapılacaksa bu vatanda ve bu vatanın ev­ lâtları ile yapılacaktı. Zaten h er yerde de öyle olmuş; insanlar ta b i­ ata şekil vermiş, ondan faydalanm ış, serm aye birliktetirm iş ve öy­ lece kalkınm ışlardır. Kalkınma; emek, bilgi, teçhizat ve heyecan m eselesidir. Bunlar, A tatürk’ün ağzından dinleyelim. 1937 de şöyle diyordu: «Ekonom ik kalkınm a; Türkiye’nin, hür, m üstakil, daim a daha kuvvetli, daim a daha refahlı Türkiye idealinin, bel kem iğidir. Tür­ kiye bu kalkınm ada iki büyük kuvvet serisine dayanm aktadır: Toprağının iklim leri, zenginlikleri ve başlı başına b ir servet olan coğrafî vaziyeti, ve b ir de, Türk m illetinin silâh kadar, m akina da tutm aya yaraşan kudretli eli ve m illî olduğuna inandığı işlerde ve zam anlarda tarihin akışını değiştirir celâdetle tecelli, eden, yük­ sek sosyal benlik duygusu...» (15). T ürk m illetine engin b ir güven ve sevgisi vardı. Tarlada sapan tu tan ellerin cephede ne yam an silâh kullandığını biliyordu. Tutu­ şan m illî b ir heyecanla, İktisadî kalkınm a başarılacaktı. Bunun için, gene m illete başvurdu. İstiklâl H arbi için, onun tem silcilerini An­ k a ra ’da toplam ış; müstevliyi, A nadolu'nun harim -i ism etinde peri­ şan etm işti. Bu kere, İktisadî zaferi için, m illetin temsilcilerini, İz­ m ir'e çağırm ıştı. Türkiye’nin d ö rt b ir yanından gelen ve b ü tü n mil­ leti tem sil eden, binbeşyüz kadar temsilciye, vazifelerinin ne oldu­ ğunu anlattı. Lozan’a giden heyetimiz, netice alm adan vatana dön­ m ek üzere idi. Çünkü karşım ızda, üç-dört yılın değil, üçyüz-dörtyüz yılın hesabını bizden sorm ak isteyen ,hasım larım ız vardı. Buna k ar­ şı, azimli kararlı ve birlik olmalıydık. Bu kahram an milletin, birlikolup k arar verince, yapamayacağı, başaram ıyacağı iş yoktu. Bunu da halledecek, siyasî ve askerî zaferimizi, İktisadî zaferimizle tam am la­ yacaktık. B undan dolayı, m illetin tem silcileri, Türkiye’nin dertleri­ ni ve m eselelerini bilen insanlar olarak, İktisadî kalkınm am ızı sağ­ layacak k arar ve prensiplere varm alı idi. Bu direktif ve tavsiyeler doğrultusunda, Kongrede k ararlar alındı. Türkiye’nin kalkınm ası, özel sektör eliyle, serbest piyasa şart­ larına uygun olarak gerçekleştirilecekti. M üteşebbisler, devletin her türlü teşvik ve desteğine m azhar olacaktı. (15)

Aynı eser, s. 88.

— 53


Prof. Dr. MEHMET ERÖZ

A tatürk’ün bu görüş ve kararı, p ratik ihtiyaçlardan doğmuş olup, o devirde görülen İktisadî m odellerin taklidi değildir. Bunu, biraz ileride aydınlatm ağa çalışacağız. c. A tatürk ve Sanayi-Tarım Dengesi, Cum huriyetin ilk yıllarında, Türkiye, b ir tarım ülkesi idi. Nü­ fusunun beşte dördü, kırkbin köyde oturan, çiftçi b ir m illetti. İh ­ racatım ızın üçte ikisinden fazlası, tarım ve hayvan ü rünleri idi. 1925 de bu rakam , toplam ihracatın yüzde 82 si olm uştur. Aktif nü­ fusun yüzde 80 den fazlası tarım kesim inde çalıştığı halde, tarım , GSMH nm ancak yüzde -46.7 sini karşılıyordu. Verim düşük, üre­ tim m etodları ve âletleri basit ve yetersizdi. A tatürk, çok sevdiği ve araların d a bulunm aktan büyü kbir zevk duyduduğu köylüyü, efendi yapm ak, kalkındırm ak için çalış­ tı. 1925 de köylünün üzerinden «Aşar» yükü kaldırıldı. Bütçeye ge­ tirdiği para, 27 milyon lira idi ve toplam devlet gelirlerinin yüzde 20 sini aşıyordu. Büyük b ir m âlî fedakârlık yapılm ıştı. Buna k ar­ şılık, arazi vergisi b ir m ik tar arttırılm ıştı. Daha başka tedbirler de alındı. Ziraat Bankası, birbirine kefil olan küçük çiftçilere kredi kolaylıkları tanıdı. aFiz haddi % 12 den % 9 a indirildi. Kredi hac­ mi 22 milyon liradan, yaklaşık 100 milyona yükseltildi. 1924 te iZraî K redisi Birlikleri ve 1929 da Ziraî K ooperatifler K anunları çıkar­ tıldı. T raktör kulanılm ası teşvik edildi ve pulluk dağıtıldı. Nümune fidanlıkları ve çiftlikleri kuruldu. Tarım m em urları ve öğret­ m enleri için kurslar açıldı. Daha sonra, A nkara’da Yüksek Ziraat E nstitüsü açıldı (16). A tatürk, köylüye ve tarım a gereken değeri verirken, onun, sa­ nayi ile tam am lanm ası gerektiğini de biliyordu. Bunun için önce özel sektör seferber edilmiş. Bu kesim in gücü, bu büyük işe yet­ meyince, devlet de işe katılm ıştı. Tarım la sanayi b ir arada yürümeliydi. Biri diğerinin tam am layıcısı idi. 1 Kasım 1937 de Meclis'i açarken, «sanayileşmenin», en büyük m illî dâvalardan biri oldu­ ğunu söylüyordu. Sanayi işlerinde «U nsurları m em lekette olan», yani ham m addesi Türkiye’de bulunan ve işçisi, m ühendisi, idareci(16) Cuhmuriyet Dönemi Türkiye Ekonomisi, İstanbul, 1980 (Akbank yay.), s. 132-140; Prof. Dr. Fridun Ergin, K. Atatürk, İst. 1978, s. 189-190; Atatürkçülük, s 94-96.

54


ATATÜRK’ÜN İKTİSAT GÖRÜŞÜ

si Türk olan fabrikalar kurulm alıydı. Büyük ve küçük her türlü sanayi kuruluşuna, m em lekette ihtiyaç vardı. İleri ve müreffeh Türkiye idealine erişm ek için, sanayileşm ek b ir zaruretti. Sanayi­ leşm enin öncüsü, devletti (17). d. Ekonomik Kalkınmada Devletin Rolii. ve Atatürk. Türkiye Cum huriyeti Delveti, fakir b ir ülke devralm ıştı. İz­ m ir ve diğer bazı şehirlerim iz yakılmış, yıkılm ıştı. Teknik eleman ve işletmeci, hem en hem en yok gibiydi. T asarruf ve serm aye b iri­ kim i olm uyordu. Lozan'da oyuna getirilerek, Anadolu’daki H ıris­ tiyan Tiirkleri, «Rum» diye Y unanistan'a gönderdikten sonra, ül­ kede pek az zenaatkâr kalm ıştı. Bu sebeplerden ötürü, İzm ir İk ti­ sat Kongresi'ııde alm an k ararlara ve devletin desteğine rağmen, özel teşebbüs erbabı, sanayileşme işini başaram am ıştı. Buna ser­ mayeleri, bilgileri, işletm ecilikleri yetm iyordu. 1925 te Sanayi ve Maadin Bankası kurulm uştu. M adencilik işlerinde, özel teşebbüsü destekleyecekti. 1927 de Teşvik-i Sanayi Kanunu çıkarıldı. Buna göre m üteşebbislere, fabrika kuracak olanlara, arazisi parasız ve­ ya bedeli on yılda ödenm ek üzere tahsis ediliyor; bina, arazi ve ka­ zanç vergilerinden m uaf tutuluyor; dem iryollarında ve deniz taşı­ m acılığında % 30 indirim e hak kazanıyordu. Fakat, asırların d ar­ besini yemiş, K apitülâsyonlardan hayli çekmiş olan ülkemizde, di­ ğer pekçok sosyal ve k ültürel sebeplerin de katılm asıyla anlaşıla­ bilecek olan, teşebbüs zihniyeti zayıflığı vardı. Bazı kollarda, bil­ hassa ith alâtta söz sahibi, azınlıklar idi. Bu şartlar karşısında, devletin işe karışm ası gerekiyordu. Ata­ türk, 1933 ten itibaren, «Devletçilik» politikasına geçti. 1932 de Devlet Sanayi Ofisi kuruldu. Sanayi ve M aadin B ankasının yerini, Sanayi ve Kredi Bankası alm ıştır. 1933 te kurulan Sümerbank, adı geçen ofis ve bankanın, sanayi sahasındaki düzenleme işlerini devaldı. 1935 te maden arama ve enerji işleri için E tibank kuruldu. Ayrıca, Türkiye Şeker İşletmeleri A.Ş. Toprak Mahsulleri Ofisi, ge­ ne aynı tarih te kuruldu .Bütün bunlar, İktisadî devlet teşekkülleri idi ve 1938 tarihli 3460 sayılı kanunla, tek tip hukukî b ir çerçe­ veye kavuşturulm uşlardır.

(17)

Ergin, aynı eser, s. 197.

— 55


Prof. Dr. MEHMET ERÖZ

1933 de, Birinci Beş Yıllık Sanayileşme Plânı hazırlandı ve uy­ gulamaya konuldu. 1933 - 1937 arasında, şu sanayi kollarına yatı­ rım yapıldı: Pam uklu M ensucat Sanayii, K arabük Demir Sanayii, İzm it Kâğıt Sanayii, B ursa Merinos Sanayii, Toprak Sanayii (sera­ mik, cam, çimento), Keçiborlu K ükürt Sanayii, Kimya Sanayii. 1938 - 1942 yıllarına ait ikinci plân, finansm an güçlükleri ve H arp yüzünden uygulanamadı. Birinci plân için başlangıçta 44 milyon liralık harcam a hesaplanm ışken, fiilen 100 milyon sarfedilm iştir. 1939 da bu rakam , 145 milyona ulaşm ıştır. Bu yatırım lar için alı­ nan dış kaynak, çok azdır; Rusya’dan alm an 10 milyon dolarlık faizsiz b ir krediden ibarettir. Bu kredinin arkasındaki ideolojik ve siyasî m aksadı da bilm ek gerekir. (17). Uygulamadaki bazı aksaklıklar hariç, oldukça b aşarılı olan bu uygulamayı A tatürk, dikkatle ve heyecanla takip ediyordu. e.

İktisadî Devlet Teşekkülleri aH kkm da A tatürk’ün Görüşleri.

Türkiye'nin kalkınm asında, İktisadî devlet teşekküllerine bü­ yük rol düşüyordu. A tatürk, onların kalkınm am ıza yaptığı hizm et­ leri takip ediyordu. Teknik ve idareci-işletmeci personel yetişmiş ve birçok sanayi kolunda, dışarıya m uhtaç olm aktan kurtulm uş­ tuk. B ürokratik form alitelerden kurtulam am ası, personel fazlalı­ ğı, zarar etm eleri gibi bazı d urum lar düzeltilmeli idi. Meselâ, top­ lam istihdam 1952 de 201.300 iken, 1978 de 706.335 e yükselm iş­ tir. K IT'lerin personel harcam aları, 1974 te toplam 18.977 milyon lira, 1977 de 47.255 m ilyondur. K IT'lerin Sanayi sektörü katm a değeri içindeki payı: 1973 te °/o 26, 1977 de %29.7 dir. K IT’lerin GSMH’ya katkısı, 1973 te % 6.9, 1976 da % 8, 1977 de %7.8. Top­ lam yatırım içindeki payları, I. Plân Döneminde % 15.9, II. Plân Döneminde % 20.6 ve III. Plân Döneminde % 23.4 tü r (19). İktisadî Devlet Teşekkülerinin, sonraki adıyla Kamu İktisadî Teşebbüslerinin (KÎT), verimsiz oldukları, zarar ettikleri, piyasa kaidelerinden çok, b ü ro k ratik esaslara bağlı olduğu, personel yı­ ğılm asına sebep olduğu gibi tenkitler, değişik şekillerde, A tatürk’­ ün gününden bugüne kad ar devam edegelmiştir. Bugün bu konu­ da b ir tecrübeye girilm iştir. (18) (19)

Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ekonomisi, s. 84-85, 563, 630-631.

Aynı eser, s. 630-638.

--5 6 --


ATATÜRK’ÜN İKTİSAT GÖRÜŞÜ

Türkiye’nin kalkınm asında m ühim ve tarihî bir rol oynayan bu kurtuluşlardan vazgeçmemek gerekir. Onları ıslah etmeli, ide­ olojik ve siyasî tesirlerden kurtarm alı, lüks harcam alardan alıkoym alıdır. Özel sektöre elem an veren, özel sektörün bugünkü hale gelmesinde öncülük eden bu kuruluşları, kusurları, kusurlarını öne sürüp şahıslara ve şirketlere devretm ek, çok hatalı b ir iş olur. Bu tam b ir 19. Yüzyıl liberalizm idir ki, m ukabilinde sosyalist b ir re­ aksiyonu çeker. O rta yolu bırakm am alı. Bu ülkede özel sektörün faaliyet gösterebileceği, hizm et edeceği sayısız alan m evcuttur. Ononbeş yıldır, Sol'un önünde nefesi kesilen ve onu besliyen bazı özel sektör kesim lerinin, bugün sesini başka tü rlü çıkarıp, bu devlet kuruluşlarına sahip çıkm ak istem esi şeklinde tecelli eden davranı­ şın yorum lam ak m üm kün değil. A tatürk, onların hizm etini tak d ir ediyor, bazı kusur ve aksa­ m alarının düzeltilm esini istiyordu. f, Atatürk’ün Ekonomik Kalkınma Modelinin Temeleri ve Çağdaş Niteliği. Atatürk, Sovyetlerin Türkiye'yi içerden fethetm ek maksadıyla ve III. Enternasyonal'in ikinci kongresinde alm an k ararlar gere­ ğince yaptığı yardım lara kapılm adı. Asya ve Afrika’daki birçok li­ derin bugün bile sahip olm adığı b ir ileri görüş ve soğukkanlılıkla, istilâcı B atı’lı güçlerin tem sil ettiği liberal kapitalist görüşe de, Sovyet Bolşevilderinin sosyalist görüşüne de, iltifat etmedi. Gerçi, onun devletçiliğinden de devletçilik tatb ik atın d an üm ide kapılan b ir grup, Kadro Dergisi etrafında toplanıp, bu hareketi sosyaliz­ me döndürm eğe çalıştılarsa da, A tatürk'ten yüz bulam adılar. aBsıııda ve P arti içinde alıp yürüyen m ünakaşalardan sonra, A tatürk, ne de sosyalizme iltifat etmiyeceğini açıkça ortaya koydu. Şöyle ki: «Türkiye’nin tatb ik ettiği devletçilik sistem i, 19 uncu asırdan beri sosyalizm nazariyecilerinin ileri sürdükleri fikirlerden alına­ rak tercüm e edilmiş b ir sistem değildir. Bu, Türkiye’nin ihtiyaç­ larından doğmuş Türkiye’ye has b ir sistem dir. Devletçiliğin bizce m anası şudur: F ertlerin hususî teşebbüslerini ve şahsî faaliyetlerini esas tu t­ mak; fakat büyük b ir m illetin ve geniş b ir m em leketin b ü tü n ihti­ yaçlarını ve çok şeylerin yapılm adığını göz önünde tu tarak mem—

57


Prof. Dr. MEHMET ERÖZ

leket iktisadiyatını devletin eline almak. Türkiye Cum huriyeti Dev­ leti, Türkiye vatanında asırlardan beri ferdî ve hususî teşebbüslerle yapılmış olan şeyleri b ir an evvel yapm ak istediği; ve görüldüğü gibi kısa b ir zam anda yapm aya m uvaffak oldu. Bizim takip ettiği­ miz bu yol, görüldüğü gibi liberalizm den (de) başka b ir sitem ­ dir» (20). A tatürk'ün İktisadî görüşleri ve uygulam aları, günüm üzün bü­ tün az gelişmiş ülkelerine ve h attâ liberalizm le sosyalizm arasında bocalayan birçok gelişmiş ülkelerine bile, örnek olacak nitelikte­ dir. Bu b ir karm a ekonom idir ve ilhamını, m illetin m addî ve menevî öz kaynaklarından alır.

(20)

Atatürkçülük, s. 37.


TÜRK MİLLETİ ve TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİ

1. Millet Sosyal tekâm ül basam akları içinde, aşiret teşkilâtından, millî teşkilâtlanm a seviyesine ulaşm ış olan insan toplulukları, millet ha­ line gelm işlerdir. Yüzyıllar süren b ir tarih î akış ve sosyal - kültürel b ir pota içinde oluşan bu ürüne «millet» adını veriyoruz. Millet de­ nilen en büyük sosyal zümreyi, birçok düşünür, tek faktörle açık­ lam ağa çalışm ıştır. Böyle b ir sosyal, k ültürel ve tabiî gerçeği, tek b ir faktörle izaha kalkm ak, İlmî b ir davranış olmaz. Hegel, milliyetin, esrarengiz b ir ru h olduğunu söyler. Millî ru h ­ ların birbirine benziyen ve birbirine zıt olanları vardır. Hepsinin üstünde b ir «cihan ruhu» vardır ki, m illî ru h lard a ayrı ayrı görülür. Asıl olarak, «seçkin millet» lere tecellî eder. Bu m etafizik teori, son­ raları, Pan-cermenizmin ilham kaynağı olacak ve değişik bir şekli ile Pan-slavizm’de görülecektir. F ransa’da Le Play ve öğrencileri ve Almanya’da Ratzel, coğrafî şartların, m illî (siyasî, sosyal) hayata şekil verdiğini söylüyorlardı. Bu düşünürlere karşı yöneltilen tenkitlerde, b ü tü n sosyal rnüesseselerin (kurum larm ), sadece coğrafya şartlarının b ir ü rü n ü olm adı­ ğı açıkça ortaya konuldu. Böylece, millet dediğimiz sosyal züm re­ nin, sadece aynı coğrafya parçası üzerinde yanyana otu ran insan­ lar topluluğu olm adığı da anlaşılm ış olm aktadır. Kautsky, m illî hayatı, İktisadî m enfaat birliği sayma hususun­ da klâsik iktisatçılarla birleşiyordu. Tarihî m addecilerde m illet’i, İktisadî faktörlerle izah ediyorlardı. O nlara göre millet, İktisadî alt yapıya tâbi olarak, zam anla, devlet gibi ortad an kalkacak olan, ge­ lip geçici b ir realitedir. İhtilâl teorilerinde bazı stratejik ve taktik değişiklikler yapanları, küçük m illiyetlere itib ar ediyor gibi görün-


Prof. Dr. MEHMET ERÖZ

m üşlerdir. Milletin, İktisadî b ir m enfaat züm resi olm adığı ve sırf İktisadî şartlara bağlı bulunm adığı, çok iyi bilinm ektedir. Millet, yalnızca siyasî b ir züm re de değildir. Diğer unsurlarla tam am lanm adıkça, m illî b ir devlet ortaya çıkamaz. Millet ırkî b ir züm re de değildir. Ziyâ Gökalp, bunu şöyle ifade ediyor: «Bir adam kanca m üşterek bulunduğu insanlardan ziyade terbiyece ve ana dilince m üşterek bulunduğu insanlarla beraber ya­ şam ak ister. Çünkü İnsanî şahsiyetimiz, bedenim izde değil, ruhum uzdadır. Maddî meziyetlerimiz ırkım ızdan geliyorsa, mânevî m e­ ziyetlerimiz de, terbiyesini aldığımız cem iyetten geliyor» (1). Y ukarıda ele aldığımız faktörler, m illet’i açıklam ağa yetm e­ m ektedir. Onu, kendisini teşkil eden b ü tün u n su rları göz önüne alarak inceleyebiliriz. Aşağıda göstereceğimiz bu unsurlar, millî kül­ tü rü m eydana getirir. Millet, tarih î ve kültürel menşe birliğine sa­ hip insanlar topluluğudur. Kısacası, b ir m illî k ü ltü rü paylaşanlar, b ir m illet m eydana getirir. Gökaîp, m illî kültüre, «hars» adını veri­ yordu. Atatürk de, 1929 yılında, m illî k ü ltü r m anâsına gelen bu ke­ limeyi kullanarak, millet için güzel b ir ta rif verm iştir ki, sosyolojik görüşe tam am en uym aktadır. Tarif şötledir: «Bir h arstan olan in­ sanlardan m ürekkep cemiyete m illet denir, dersek m illetin kısa bir tarifini yapm ış oluruz» (2). 2. Türk Milleti Zaman ve m ekânı bölm eden, bütüncü b ir m etodla meseleyi ele aldığımız takdirde, T ürk m illetini m ilât öncesindeki tarihlerde de görmek m üm kündür. Bugün anlaşılan m anada olm asa bile, aynı millî k ültürü (Türk kültürünü) paylaşan, Türk u ru k ve uluslarını, Türk m illiyetinin ana kaynağı olarak kabul etmeliyiz. B unlar ara­ sında H unlar’ı, A varîarî, G öktürkler'i, H azarlar’ı, U ygurlar’ı, ProtoB ulgarlar'ı, K ıpçaklar’ı, ve Peçenekler’i bilhassa belirtm eliyiz. Oğuz Türkler'inden olan Selçuklular ve O sm anlılar'dan çok önce devlet (1) Ord. Prof. Sadri Maksudi Arsal, Milliyet Duygusunun Sosyolojik Esasları; Prof. Mehmet İzzet, Milliyet Nazariyeleri ve Millî Hayat; Ziya Gökalp, Türkçülüğün Esasları ve Türkleşmek, İslâmlaşmak, Muasırlaşmak; Prof. Dr. Mehmet Eröz, İktisat Sosyolojisine Başlangıç (millet bahsi). (2) Atatürkçülük (Birinci Kitap), Genelkurmay Başkanlığı yayını, Ankara, 1982, s. 3.

— 60 —


TÜRK MİLLETİ ve TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİ

kurm uş, Türk kültürünü yaşam ış olan bu cem aatler Türk milletinin tarihinde değerli ve belli yer işgal etm ektedirler. Gerek bunların, gerek Selçuklu ve Osmanlı T ürklerinin millî m irasçısı, bugünkü Türkiye Türkleridir. Türkiye dışındaki Türkler, miliyetinin, zam an ve m ekân içinde b ir parçası olm akla birlikte, is­ tiklâlleri ve devletleri olm adığı için, m illet sayılamazlar. ATilliyetimizin b ir uzantısı olm akla beraber, milletimizin bir uzantısı değil­ lerdir. Millet (Nation) ile, milliyet (Nationalite) kavram larım b ir­ birinden ayırm ak gerekir. İkincisi, biricinsinin ana tem elidir, fakat tam am ı değildir. Çoğu Oğuz T ü rk ’ü olan Türkiye Türkleri, Selçuklu, ve Osmanlı devletlerinden sonra, Türkiye Cum huriyeti Devieti’ni kurm uştur. Bin yıl önce bu vatana gelen Türklerle, Rum eli’den ve diğer Türk ellerinden gelip Türkiye'ye sığman Türkler, T ürk m illetini meyda­ na getirm ektedir. Türk milleti, atalarından kalan kültürel m irası, millî şahsiye­ tini zedelendirmeden, m edeniyetin nim etleri ile birleştirm esini bi­ lir. Bu yolda atılan adım lar, her yönüyle güçlü b ir m illet olmamıza vardım ediyor. A tatürk bunu biliyor, buna im an ediyor ve bu yön­ de adım lar atıyordu. Türk m illetinin, m illî istiklâlini kaybetmiyeceğini, onun yükselmeğe istidatlı ve lâyık b ir m illet olduğunu, şu sözleriyle b elirtir : «Türk esaret kabul etmeyen b ir m illettir. Türk m illeti esir ol­ m am ıştır.» Türkiye Cuhm uriyeti ve onun bugünkü sahipleri olan T ürk’ler, bütü n dünya m edeniyet ve insanlığı için, benzemeye çalı­ şılacak b ir örnektir. Yalnız bu k ad ar değil, T ü rk ’ler tarih in çok es­ ki devirlerinde beşeriyete karşı yaptıkları kültürel vazifeleri yeni­ den ve fakat bu sefer daha üstün şekilde yapm ağa hazırlanan yük­ sek b ir varlıktır.» (1937) «Türk m illetinin son senelerde gösterdiği harikaların, yaptığı siyasî ve İçtimaî inkılâpların sahibi hakikisi kendisidir... M illeti­ mizde bu istidat ve tekâm ül mevcut olm asaydı, onu yaratm aya hiç­ b ir kuvvet ve kudret kifayet edemezdi» (3). 3. T ürk Dili Ural-Altay dil grubunun, dilleri arasında yer alan T ürk dili, b ü ­ yük dillerden biridir. B atı B atılı, filologlar, T ürk dilini çok marı(3)- Aynı eser, s. 4-5. — 61 —


Prof. Dr. MEHMET ERÖZ

tikli ve güzel bulurlar ve onun bir dil bilginleri heyeti tarafından hazırlanm ış olduğuna insanın adetâ inanası geleceğini söylerler. Dünyanın ilk Türkoloji kürsüsü, 1870 yılında Budapeşte Üniversi tesi'nde kurulduğu zaman, M acar bilginleri Türk dili üzerinde sis­ temli araştırm alar yapm ağa başladılar. Çok büyük b ir coğrafî me­ kânda, ikibin yılda, Türk dilinin gösterdiği hayatiyete hayran kal­ dılar. Çeşitli kültürlerle olan tem as neticesinde, norm al olarak alı­ nan bazı kelim eler dışında, hiçbir bozulm a ve sarsılm a olm amıştı. Fiillerindeki zenginlik, birçok m anâyı tek kelime ile ifade edebilme gücü, işlenebiime kabiliyeti dikkat çekicidir. Onun güzel ve zengin b ir dil olduğunu, Arapça ve Farsçadan geri kalmıyacağım, Kaşgariı Mahmud, Yusuf Has Hâcib ve Ali Şîr Mevâvî, değerli eserlerinde gösterm işlerdir. Günümüzde B alkanlar’da ve Azerbeycan, Kazan ve TürkistanJa Türk dili, sistem li tah rib ata uğratılıyor. 1937’de B akû’da, esir Türk ellerindeki T ürklerin dili ve k ü ltürü için, korkunç k ararlar alındı. Kiril alfabesi, Türk u ru k ların aavrı ayrı tatb ik edilerek, leh­ çeler, ayrı m ahallî diller halinde yaratılm ağa çalışıldı. O rtak keli­ m elerin yerini, Rus veya Avrupa kelimeleri aldı. O ralarda, Türk di­ lini yıkm ak için sistem li b ir faaliyet, hâlâ ısrarla sürdürülm ekte­ dir, Osmanlı Türkiye’sinde Türk halkı, arı ve duru bir Tükrçe ko­ nuşurken, b ir kısım aydınlar, Arapça ve Farsçaya hayranlık duyu­ yordu. B unların görüşleri daha sonra «Fesahatçılar» denen grup tarafından savunuldu. Bugün bu hayranlık, Batı dillerine karşı gös­ terilm ekte ve hiç yeri ve lüzum u olmadığı hadle, B atı’dan durm a­ dan kelime alınm aktadır. Fesahatçıîarm karşısına çıkanlara, «Tas­ fiyeciler» denildi. B unlar da diğer b ir aşırı grup idi. Türk halkının benimseyip kullandığı, dilimize iyice yerleşmiş birçok kelimeyi, Arapça ve Farsça asıllıdır diye, dilimizden atm ak istiyorlardı. Adı geçen akım ın bugünkü temsilcileri, aşırı b ir arıtm acılığı ve sonu gelmez b ir uydurm acılığı yürüyüyorlar. H er iki aşırı grubun karşı­ sına. dilde zorlam aya gitmeksizin, sadeleşme isteyen grup çıktı. B unların başında Ziya Gökalp ve Ömer Seyfettin vardı. Zorlam a­ nın zararlı olduğunu, yabancı dillerden gram er kaidesi ve terkip (tamlama) şekli alm am ak şartıyla, kelime alınabileceğini; Türkçede karşılığı yoksa ve halka mal olm uşsa bunlara dokunulm am asım; Türk dilinin kendi kanunlarına göre, kendi yatağını b ir ırm ak gibi bulacağını söylüyorlar ve m illî kültürüm üzün temeli olan dili' — 62 —


TÜRK MİLLETİ ve TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİ

miz üzerinde ulu o rta oynam anın tehlikelerine işaret ediyorlardı. Yazılı ve sözlü kültürüm üzün, kuşaktan kuşağa aktarılm a vasıtası olan dili, sarsıntıya uğrattığım ız taktirde, to ru n dedesini anlayam a­ yacaktı. K ültür ihtilâli denen şey, bundan başka birşev olamazdı. A tatürk’de bu hakikatlere işaret eder: «Türk m illetinin dili Türkçedir. Türk dili dünyada en güzel, en zengin ve en kolay ola­ bilecek b ir dildir. Onun için her Türk, dilini çok sever ve onu yük­ seltm ek için çalışır... Türk dili Türk m illeti için m ukaddes b ir ha­ zinedir. Çünkü Türk m illeti geçirdiği nihayetsiz badireler içinde ahlâkının, an'anelerinin, hatırlarının, m enfaatlerinin, velhasıl bu­ gün kendi milliyetini yapan her şejûnde m uhafaza olunduğunu gö­ rüyor. Türk dili T ürk m illetinin kalbidir, zihnidir» (1929). «Türk dili zengin, geniş b ir dildir. H er m efhum u ifadeye kabi­ liyeti vardır. Yalnız onun bütün varlıklarını aram ak, bulm ak, top­ lamak, onlar üzerinde işlemek lâzımdır» (1930). «Millî his ile dil arasındaki bağ çok kuvvetlidir. Dilin millî ve zengin olması, m illî hissin inkişafında başlıca m üessirdir. Türk di­ li, dillerin en zenginlerindendir, yeter ki bu dil, şuurla işlensin. Ül­ kesini, yüksek istiklâlini korum asını bilen T ürk milleti, dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarm alıdır» (1930). «Türk dilinin, kendi benliğine, aslındaki güzellik ve zenginli­ ğine, kavuşm ası için, b ü tün devlet teşkilâtım ızın, dikkatli, alâkalı olm asını isteriz» (1932). «Türk dilinin sadeleştirilm esi, zenginleştirilm esi ve kam u oyu­ na bunların benim setilm esi için h er yayın vasıtasından faydalan­ malıyız. H er aydın hangi konuda olursa olsun yaazrken buna dik­ k at edebilmeli, konuşm a dilimizi ise ahenkli, güzel b ir hale getir­ meliyiz» (4). 4. Türk Yurdu T ürkler tarih boyunca çok geniş b ir coğrafî alana yayılmıştır. M ilâttan önce Türklerin anayurdu, Ural-Altay dağları arası, H azar Denizinin kuzey-doğusu idi. Sonra Çin Ş eddinden, Avrupa ve Afri­ ka içlerine k ad ar yayıldılar. Büyük devletler, im p arato rlu k lar k u r­ dular. Yirminci Yüzyılın başlarında, bugünkü Türkiye topraklarına (4)

Aynı eser, s. 5-6. — 63 —


Prof. Dr. MEHMET ERÖZ

çekilmeğe başladılar. İstiklâl H arbi ile, günüm üzün b ir tek m üsta­ kil Türk devletini, h ü r Türkiye toprakları üzerinde kurdular. Diğer T ürk elleri hep esirdir. Üç kıtanın birleştiği yerde, çok büyük jeo-politik ehemmiyeti olan vatanım ız, birçok yabancı gücün iştahını çekm ededir. Türk milleti, b ütü n m addî ve manevî varlığım ortaya koyarak, onu ileri b ir medeniyet sahası haline getirm ek zorundadır. Kuvayı milliye ruhunun çizdiği misak-ı mîllî sınırları içindeki bu güzel yurt, cennet yapılm ağa lâyık, kutlu ve son Türk yurdudur. B ütün esir Türk el­ lerinin âdetâ kâbesidir. T ü rk ’ün vatanıdır. Atatürk, bunu şu şekilde açıklar : «Türk m illeti Asya'nın garbında ve A vrupa'nın şarkında olmak üzere kara ve deniz sınırları ile ayırt edilmiş, dünyaca tanınm ış b ü ­ yük bir y u rtta yaşar. Onun adına (Türk Eli) derler. T ürk yurdu da­ ha çok büyüktü, yakı nve uzak zam anlar düşünülürse Türk'e y u rt­ luk etm em iş b ir kıta yoktur. B ütün dünyada; Asya, Avrupa, Afri­ ka ve h atta Amerika Türk atalarına y urt olm uştur. Bu hakikatler eski ve hususiyle, yeni tarih vesikalarıyle m alum dur. Bugünkü Türk milleti, varlığı için bugünkü yurdundan m em nundur. Çünkü Türk; derin ve şanlı geçmişin; büyük kudretli atalarının m ukaddes m i­ raslarını bu y u rttad a m uhafaza edebileceğinden o m irasları, şim di­ ye kadar olduğundan çok fazla zenginleştirebileceğinden em indim (1929) . «Yurt toprağı Sana herşey feda olsun. K utlu olan sensin. He­ pimiz senin için fedaiyiz. Fakat sen Türk m illetini ebedî hayatta yaşatm ak için feyizli kalacaksın. Türk toprağı Sen, seni seven Türk m iletinin mezarı değilsin. Türk m illeti için yaratıcılığım göster» (1930) . «Türkiye halkı; mütevazi m îllî hu d u tlar liçinde b ü tü n medenî insanlar gibi tam m ana ve şumuliyle h ü r ve m üstakil yaşayacak­ tır» (5). 5. Millî Tarih Şuuru Tarih sahnesinde oynadığımız rolü bilm enin, hissetm enin adı­ dır. Soy ve oym aktan m ilet haline gelinceye kad ar geçirdiğimiz ta ­ (5)

Aynı eser, s. 7. —

64


TÜRK MİLLETİ ve TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİ

rihî serüveni yaşam aktır. Buna «millî hâfıza» adını da verebiliriz ki, milletlerin, kendi m azilerini düşünm eleri m anâsına gelir. Böyle bir bilgi ve şuur, sağlam ta rih bilgisi ile m üm kündür. Sahte ve uydur­ m a ta rih tezleri, m illî tarih şuurunu öld ü rü r veya sarsar. Sovyetîer Birliğinde, Türk cem aatlerine yönelik tarih ve arkeoloji tezinin adı «Etnogenez» dir. Bu uydurm a tez, T ürklerin millî tarih şuurunu ve Türklük fikri etrafında birleşm elerini önlemeyi gaye edinm iştir. H er birini ayrı tarihî ve etnik m enşelere bağlayarak, m illet seviye­ sinden uzaklaştırıp, b irer boy veya ulus seviyesine indirm eye çalı­ şıyorlar (6). Türkiye'de de, objektif tarih ve arkeoloji ilim leri ötesinde, yan­ lış tarih tezleri piyasaya sürülüyor. Bunlar, millî tarih şuurunu körlettiği gibi, Türkiye’ye ileride zararlar da getirir. Türklüğün tarihî köklerini, O rta Asya’da, eski T ürkler’de aram ak yerine, Anadolu'nun eski topluluklarından, Lidyalılar'da, F rikyaîılar’da, Kapâdokyabla r’da, T ruvalılar’da, H ititler’de, Rom alılar'da, Bizanslılar’da, bul­ mağa çalışıyorlar. Zelzelelerin, salgın hastalıkların ve savaşların si­ lip süpürdüğü bu toplulukların kalıntılarım , Rum ve Erm eni kilise­ leri eritm iştir. Böyle b ir tarihî ve arkeolojik gayret, Anadolu’nun tarihî coğrafyasını ihyâ etm ek olacaktır. Bizans kongreleri, m illet­ lerarası çapta, bu gayeye hizm et ediyor. B atı’da Pan-elenizmin, Doğu'da Erm eni hülyalarının ve belki de H arran kazıları sonunda İb­ ranî ihtirasının Türk toprakları üzerinde hortlam ası, bu zihniyetle kolaylaştırılm ış olur. Genç kuşaklara, m illî tarihini ve atalarını sevdiren eserlere ih­ tiyaç var. Millî ta rih şuurunu kuvvetlendirecek olan böyle eserler, A tatürk'ün em irleri ile yazılmağa ve basılm ağa başlanm ıştır. Bu­ gün bu konuda zengin b ir telif ve tercüm e literatü r m evcut bulun­ m aktadır. Bunları okuyan gençlerimizin, tarihlerini ve m illetlerini yürekten seveceklerine şüphe yoktur. A tatürk bu konuda kitaplar yazılm asını isteyip, teşvik eder­ ken, kendi görüşlerini de çok açık ve veciz b ir şekilde ifade etm iş­ tir. B unlardan ancak birkaçını verebiliyoruz. Diyor ki: «Eğer b ir m illet

(6)

büyükse kendisini tanımakla

daha büyük

Bu konuda geniş bilgi, Ord. Prof. Dr. Zeki. Velidi Togan’ın,

Mukadderatı Üzerine» isimli kitabında bulunabilir.

«Türklüğün


Prof. Dr. MEHMET ERÖZ

«Türk kabiliyet ve kudretinin tarihteki başarıları meydana çıktıkça, bütü n Türk çocukları kendileri için lâzım gelen ham le kay­ nağını o tarihte bulabileceklerdir. Bu tarih ten Türk çocukları ba­ ğımsızlık fikrini kazanacaklar, o büyük başarıları düşünecekler, harikalar yaratan adam ları öğrenecekler, kendilerinin aynı kandan olduklarını düşünecekler ve bu kabiliyetle kimseye boyun eğmeye­ ceklerdir.» «Büyük devletler k uran ecdadımız büyük ve şum ullü m edeni­ yetlere de sahip olm uştur. Bunu aram ak, tedkik etmek, Türklüğe ve cihana bildirm ek bizler için b ir borçtur.» «Türk çocuğu ecdadım tanıdıkça daha büyük işler yapm ak için kendinde kuvvet bulacaktır» (1935). «Millet için ve milletçe yapılan işlerin hatırası h er tü rlü h atıra­ ların üstünde tutulam azsa, m illî tarih m efhum unun kıym etini tak ­ tir etm ek m üm kün olamaz» (7). 6. Millî Ahlâkçılık Bazı filozoflar, insanlık tarihinin her devri ve her cemiyet için geçerli olan ahlâk ve hukuk kaidelerinin varlığından bahsetm işler­ dir. Prensip denilebilecek olan bu yüksek değerler, insanların vic­ danında yer ederek, onların ahlâkî davranışlarına yön verir. Bu m utlak görüşe karşı, bazı düşünür ve sosyologlar, ahlâk ve huku­ kun, izafîliğine, cem iyetten cemiyete, zam andan zam ana değişmiş işaret etm işlerdir. Böylece, cemiyete ait b ir vicdandan m iletlere has b ir ahlâktan söz edilir olm uştur. M illetlerin ayrı ayrı ahlâkları oluşu, m illî ahlâklardan söz et­ memizi m üm kün kılar. Millî kültürleri ile birbirlerinden ayrılan m illetler, o kültürün b ir u nsuru olan ahlâk bakım m danda birb irin ­ den farklı olurlar. Millî ahlâkın öğretilmesi, ilk önce aile ocağında başlar. Sonra m ektepte ve asker ocağında pekleştirilir. Arap gezgin ve tarihçilerinden Câhiz, İbn Batuta ve İbn Fadlan, Türk ahlâkını m ethetm ekle bitirem iyorlar (8). Gökalp, çeşitli (7) Aynı eser, s. 8-9. (8) Câhiz’in «Türkferin Faziletleri» isimli eseri ve İbni Fadlan'ın eser, Dr. Ra­ mazan Şeşen tarafından Türkçeye çevrilmiştir. İbn Batuta seyahatnamesi de, Kültür Bakanlığı tarafından yayınlanmıştır.

— 66 —


TÜRK MİLLETİ ve TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİ

eserlerinde, Türklerin meslek ve vazife ahlâkını, aile ahlâkını izah ediyor. Türklerin dinî hayatlarında ve gündelik yaşayışlarında, ta ­ assuptan ve gösterişten uzak, samimî ve nıiitevazi b ir tutum ve dav­ ranışa sahip bulunduklarını gösteriyor. Millî ahlâkım ızın, genç kuşaklara aktarılm ası ve yıkıcı cereyan­ lar önünde onların bu ahlâk kaideleri ile güçlendirilm eleri, terbiye (eğitim) işidir. Atatürk bu husus üzerinde dikkatle duruyor ve ah­ lâkın millî ve sosyal karakterine de şöyle dokunuyor: «Ahlâkın millî, İçtimaî olduğunu söylemek ve m aşerî (kollektif) vicdanın b ir ifadesidir demek, aynı zam anda ahâlkm m ukaddes sıfatını da tanım aktadır» (9)7. Türk Milletinin Millî Hissi ve Türk Milliyetçiliği O rta Asya Türklerini, kabile ve aşiret şuurları, bugünkü hale getirdi. Türkiye Türkleri, millî hisselere olan bağlılıklarını defalar­ ca ispat etm işlerdir. Millî hisleri, Türkiye Türklerini, T ürk milliyet­ çisi yapm ıştır. Bu milliyetçilik, şoven ve tecavüzü m illiyetçilik de­ ğildir. Gökalp ve Sadri Maksudî, bu milliyetçiliğin, aklî, m antıkî, hürriyetçi, barışçı, dem okratik, diğer m illetleri de eşit sayan, sos­ yolojik ve psikolojik esaslara dayalı (yani sadece b ir bağlılık ve m ensubiyet şuuru isteyen) milliyetçilik olduğunu belirtirler. Bu milliyetçilik, aynı zam anda birleştirici ve bütünleştiricidir. Maddî ve manevî ham leler, böyle b ir milliyet hissine bağlıdır. A tatürk’ün T ürk milliyetçiliği hakkında söylediği sözler, çok m uhtevalıdır. Birkaçını aynen alıyoruz. «Türk milliyetçiliği, ilerleme ve gelişme yolunda ve beynelmi­ lel tem as ve m ünasebetlerde, b ü tün m uasır m illetlere muvazi ve onlarla b ir ahenkte yürüm ekle beraber, Türk İçtimaî heyetinin hu­ susî seciyelerini başlıbaşm a m üstakil hüviyetini mahfûz tutm ak­ tadır. Biz doğrudan milliyetperveriz ve T ürk milliyetçisiyiz. Cumhu­ riyetim izin dayanağı T ürk topluluğudur. Bu topluluğun fertleri ııe kadar T ürk k ültürü ile dolu olursa, o topluluğa dayanan cumhuri3^et de o k adar kuvvetli olur.» (9)

Atatürkçülük, s. 10.

67 —


Prof. Dr. MEHMET ERÖZ

«Biz öyle m illiyetperveranız ki, bizimle teşriki mesai eden bü­ tü n m illetlere hürm et ve riayet ederiz. Onların b ü tün m illiyetlerinin icabatm ı tanırız. Bizim milliyetperverliğimiz her halde hodbinane ve m ağrurane b ir m illiyetperverlik değildir.» «Benim hayatta yegâne fahrim , servetim, T ürklükten başka birşey değildir.» «Bu m em leket tarih te T ürktü, halde T ürkttir ve ebediyen T ürk olarak yaşayacaktır.» «Bu dünyadan göçerek Türk m illetine veda edeceklerin çocuklarına, kendinden sonra yaşaya­ caklara son sözü bu olm alıdır: Benim Türk milletine, Türk cum hu­ riyetine, Türklüğün istikbaline ait ödevlerim bitm em iştir, siz on­ ları tam am layacaksınız. Siz de sizden sonrakilere benim sözümü tekrar ediniz. Bu sözler, b ir ferdin değil, b ir Türk ulusunun duygu­ sunun ifadesidir. Bunu h er Türk b ir parola gibi kendinden sonra­ kilere m ütem adiyen tek rar etm ekle son nefesini verecektir. Her T ürk ferdinin son nefesi, Türk U lusunun nefesinin sönmeyeceğini, onun ebedî olduğunu gösterm elidir. Yüksek Türk, senin için yük­ sekliğin hududu yoktur. İşte parola budur» (10). 8. T ürk M illetinin Oluşm asında Etken Olan U nsurlar Milletler, kendi tarihî, sosyal ve kültürel şartları altında mey­ dana çıkmış, vücut bulm uşlardır. M illetin oluşm ası için birkaç fak­ tö rün biraraya gelmesi şarttır. Belli bir toprak parçası üzerinde devlet kurarak, uzun zam an m üstakil olarak yaşayan, dili, dini, örfâdetleri bir olan insanlar topluluğuna m illet dediğimize göre, bu unsurlardan biri veya ikisi, onun oluşm ası için kâfi gelmez. Dil, m illî kültürün çok m ühim b ir unsurudur. Fakat tek başı­ na, milliyetin teşekkülünü sağlayamıyor. Türkçe konuştuğu halde, milliyetini kaybeden birçok Türk uruk, boy ve oymağı vardır. Bu­ na karşılık, îsrailoğulları, dünyanın dört bucağında ikibin yıl ka­ d ar dolaşıp, ayrı diller konuştukları halde, m illiyetlerini kaybetm e­ diler re yüzyılımızın ortasında b ir millet oldular. Din de, millî kültürün m ühim unsurlarından b irid ir ve bazı kavim ler için m üsbet rol oynarken, bazıları için zararlı olm uştur. Meselâ, Musevî dini, Y ahudiler için, milliyetin koruyucusu olurken, Türk asıllı Karayim ve H azarlar için, milliyeti yıkıcı tesirde bulun­ muş ve onların bu dini kabul etm eleri sonunda, Yahudileşmeîerine (10)

Aynı eser, s. 14-16.

— 68 —


TÜRK MİLLET! ve TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİ

yol açm ıştır. H ıristiyanlık; Slav, Grek ve Erm eni kavim leri için, m illiyetlerinin tem inatı olurken; bazı Türk cem aatlerinin, Slavîaşm asm a, Rum laşm asına, Erm enileşm esine sebep olm uştur. Polonya ve F ransa’da. H ıristiyanlığın K atolik mezhebi, milliyeti güçlendiren unsurdur. Öte yandan, dinî mezhe ptaassupları, milliyet bölünm e­ lerine, mezhep savaşlarına, yıllarca Avrupa'yı sahne kılm ıştır. Mez­ hep bölünm esi, Türk dünyasında, A vrupa’daki kad ar yıkıcı olm a­ m akla beraber, gene de tesirli olm uştur. Siyasî ve coğrafî unsurlar da m ühim dir. B ir cemiyetin, belli bir toprak parçası üzerinde oturup, m üstakil b ir devlet kurabil­ mesi, m illet olm anın ana şartlarm dandır. F akat tarih şuuru ile mil­ lî şuur canlı kaldıkça, dünya üzerinde dağınık olunsa da, istiklâl kazanılm amış olsa da, m illetin nüvesi olan milliyet, ateşli b ir varlık halinde faal ve canlı halde bulunabilir. Misal olarak, gene Yahudileri gösterebiliriz. İleride O rta Asya Türklerinin de, ikinci şık için b ir örnek yaratacağı um ulur. Örf-âdetlerdeki birlik, tarihî ve kültürel menşe birliğinin yar­ dımı ile oluşur. Uzun zam an b ir arad a yaşayan insanlar, tutum ve davranışlarına yön veren birtakım kaideler yaratır; onu hep birlik­ te benimseyip, bağlanırlar. Bu kaideler, milliyet duygusu üzerinde, din ve dil kadar tesirlidir. T ürk m illetinin oluşm asına tesir eden, tabiî, tarihî, sosyal ve kültürel vâkıalara işaret eden A tatürk, istiklâlini kaybetm iş olan T ürk toplulukları için şu veciz ve tarihî sözleri söylüyor: «Siyasî varlığım ızın haricinde, başka ellerde, başka siyasî züm­ relerle, isteyerek veya istem eyerek teşrik-i m ukadderat etm iş, bi­ zimle dil, ırk, menşe birliğine m alik ve h atta yakın, uzak tarih ve ahlâk yakınlığı görülen T ürk cem aatleri vardır. Tarihin binbir hâ­ disesinin neticesi olan bu hal, Türk m illeti için elîm b ir hatıradır. F akat T ürk m illetinin tarihen ve ilmen teşekkülündeki asaleti, tesanüdü asla haleldar edemez» (1929 (11). 9.

Millî B irlik ve B eraberlik

Tarih şuuru ve millî şuurları kuvvetli olan m illetlerin, millî b ir­ likleri de kuvvetlidir. T ürk millî birliğini bozm ak için, içeriden ve dışardan yapılan sistem li çalışm aların tarihi, b ir asrı geçiyor, Bizi, (11) Aynı eser, s. 12. — 69


Prof. Dr. MEHMET ERÖZ

etnik yönden ve mezhep yönünden vurm ak istiyorlar. Milliyetimiz­ den ve dinimizden olan insanları, bizden koparm ağa zırh vazifesi görüyor. F akat onu tefsir ve tatbik ederken, lüzumsuz tefarruata ve ayrılığa düşüyor, manasız mezhep zihniyetine kapılıyoruz. Biz­ den olan insanlar, bize küskün ve kırgın hale getiriliyor. Avşar hanı Nâdir Şah’m ikibuçuk asır önce ızdırabm ı çekerek, ortad an kaldır­ mayı istediği, ileri görüşlülükle ortaya koyduğu mesele, henüz hal­ ledilmiş değil. Geniş b ir din ve milliyet anlayışı içinde, bu vatanın evlâtlarım , birlik ve beraberliğe kavuşturm alıyız. Y eter ki, m illî k ü ltü rü benim ­ semiş olsunlar. A tatürk’ün dediği gibi, «Ne m utlu T ü rk ’üm diyene» prensibini benim sesinler. Gökalp, bunu şöyle ifade ediyor: «Irkça T ürk olmadığı halde, terbiye ve kültürce Türk olanları bizden sa­ yacağız.» Millî k ültürü samimiyetle benimsemek şarttır. Bunu A tatürk'­ ün kalem inden görelim : «Milletin çok bariz vasıflarından biri dildir. Türk m illetinde­ nim diyen insan, yerşeyden evvel ve m utlaka Türkçe konuşm alıdır. Türkçe konuşm ayan b ir insan Türk kültürüne, topluluğuna bağlı­ lığını iddia ederse buna inanm ak doğru olmaz» (1931) (12). T ürk m illetinin dinî m üsam ahasının ve hoşgörürlüğünün dere­ cesini belirten A tatürk, bu halin millî, birlik ve beraberlikte oyna­ dığı role de işaret etm iş oluyor. Bunu şöyle açıklıyor: «Hiçbir m illet m illetim izden ziyade yabancı unsurların itikad ve adetlerine riayet etm em iştir. H atta denilebilir ki, diğer din sa­ hiplerinin dinine ve m illetine riayetkâr olan yegâne m illet bizim m illetimizdir. Fatih İstanbul'da bulduğu dinî ve millî teşkilâtı olduğu gibi bı­ raktı. Rum Patriki, Bulgar Essarhı ve Erm eni Kategigosu gibi hırisyan din reisleri im tiyaza sahip oldu. Kendilerine her tü rlü serbest­ lik verildi. İstan b u l’un fethinden beri, m üslüm an olm ayanların m azhar bulundukları bu geniş im tiyazlar milletimizin dinen ve siyaseten dünyanın en m üsaadekâr ve civanm ert b ir milleti olduğu­ nu ispat eder en bariz delilidir» (1927) (13). (12) (13)

Aynı eser, s. 6. Aynıeser, s. 4-5. — 70 —


TÜRK MİLLETİ ve TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİ

Dirliğimiz düzenliğimizi, birliğimizi ve beraberliğim izi, belli bîr ideale yönelik iradeli çalışm alarım ızla elde edebiliriz. Millet, ona an­ cak böyle b ir gayret ve em ek sonunda ulaşabilir. Bu konuda gene Atatürk’ü dinleyelim : «Düşman süngüsü altında millî birlik olmaz» (1919) «icabında vatan için b ir tek fert gibi, yekpare azim ve karat ile çalışm asını bilen b ir millet, elbette büyük istikbale m üstehak ve nam zet olan b ir m illettir.» (1927). «Millet heyeti umumiyesiyle manevi b ir şahıs halinde ve bir kitlei vahdet şeklinde tecelli eyledi ve bu vahdeti ulviyeyi m uhafaza ederek ona düşm an onları b ertaraf eyledi.» B ütün bu sebeplerden ötürü, «D iyarbakır’lı, V an’lı, E rzurum ’lu, T rabzonlu, İstan b u llu , T rakya’lı, ve M akedonyalI, hep b ir ır­ kın evlatları, hep aynı cevherin dam arlarıdır.» (1932) (14). 10. Miliyetler Prensibi Çağımız, m illiyetler çağıdır. Milliyet prensibi, en keskin ve sert b ir sosyal gerçektir. Biricik realiteyi, ik tisatta ve sınıf kavgasında bulanlar bile, bunun gerçek olm adığını görerek, bazı şartlar altın­ da milliyet prensibinden faydalanm ağa çalışm ışlardır veya çalış­ m aktadırlar. Yüzyılımızın başında, Finlerin, Çek’lerin, Polanya’lıların m illî uyanışı bilinm ektedir. Asya ve Afrika’da, m illî uyanış, nice devletler doğurdu. O rta Asya'daki Türk miliyetide büyük b ir m illî uyanış içindedir. Kabile şuurları gittikçe terkedilm ektedir. A tatürk, milliyet realitesini görm eyenlerin sonunda hüsrana uğrayacaklarını şu sözleri ile çok güzel belirtiyor: «Biz m illiyet fikrini tatb ik te çok gecikmiş ve çok tekâsül gös­ term iş b ir milletiz. Bunun zararlarını fazla faaliyetle telâfiye çalış­ malıyız. Bilirsiniz ki, milliyet nazariyesini, milliyet m efkûresini inhilâle sai nazariyatın dünya üzerinde kabiliyeti tatbikiyesi buluna­ m am ıştır. Çünkü, tarih, vukuat, hadisat ve m üşahedat hep insanlar ve m illetler arasında, hep milliyetin hâkim olduğunu gösterm iştir. Ve milliyet prensibi aleyhindeki büyük m ikyasta fiilîi tecrübelere rağm en yine milliyet hissinin öldürülem ediği ve yine kuvvetle ya­ şadığı görülm ektedir» (1923) (15). (14) Aynı eser, s. 12-14. (15) Aynı eser, s. 16. — 71 —


Prof. Dr. MEHMET ERÖZ

MİLLİ FAALİYETLER i — ASKERİ FAALİYETLER 1. Türk Askeri Övgülerin en yükseğine lâyık, yiğitlerin yiğidi Türk askeri, Yahyâ K em al’in «Süleymaniye'de b ir Bayram Sabahı» isimli şiirin­ de, sem bolleştirilm iştir. M ehmet Akif’in «Çanakkale Şehitlerine» isimli şiirinde, im an dolu göğsünü, m edeniyetin çelik zırhlarının bile yıkamadığı, b ir alplık, yiğitlik kalesidir. Maneviyatı, disiplini, itaati, cesaret ve kahram anlığı dillerde destan olan T ürk askeri, b arışta o kadar m erham etli, yüreği yufka ve B atı’lılarm çok harcadıkları kelimenin tam hakkıyla centilm en­ dir. Hun ve G öktürük ordusundaki asker de böyle idi. K ıbrıs’taki ve K ore'deki Türk askeri de böyle idi. Onun kasırga olup esişini, sonra m eltem rüzgârı kad ar yum uşak oluşunu; savaşta, düşm anını am ansızca tepeleyişini, sonra acize, esire, hastaya karşı şaşırtıcı m erham etini, yabancılar bile tak d ir etm eden duram ıyor. Arap ya­ zarı Câhiz, u sta kalemi ile, T ürk askerinin at binişindeki, kılıç kul­ lanışındaki, ok atışındaki ustalığı, fırtın a gibi saldırışını, b ir tablo resm eder gibi çiziyor ve sonra, onun m erham etli kalbini öve öve bitirem iyor. Atatürk, onu iyi tanıyor, yakından biliyor, Yıllarca onunla omuz omuza cephelerde savaşmış, ona kum anda etmiş, onunla ay­ nı kaderi paylaşm ıştır. O, kendisi de b ir askerdir, askerin büyüğü­ dür, yol göstericisidir, kum andanıdır. T ürk askerini Atatürk kadar yakından bilen, ruhunun h aritasını çizmiş olan m ütehassıs azdır. Şimdi bu en selâhiyetli ağızdan, Türk askerinin ne olduğunu din­ leyelim : «Dünyanın İliç b ir ordusunda yüreği seninkinden daha temiz, daha sağlam b ir askere rastgelinm em iştir. H er zaferin mayası şen­ dedir. H er zaferin en büyük payı şenindir. Kanaatinle, imanınla, itaatinle, hiç bir korkunun yıldıram adığı dem ir gibi pak kalbinle düşm anı nihayet alt eden büyük gayretin için m innet ve şüram m ı söylemeyi nefsime en aziz b ir borç bildim» (1921). «Türk m illeti tehlikelere karşı elinde kılıç yürümeye hazır bu­ lunan kahram an çocuklarına derin güven beslem iştir. Ve bu gü­ veni daim a besleyecektir. B undan sonra da T ürk m illetinin yüce -— 72


MİLLÎ FAALİYETLER

idealinin gerçekleşmesi için kahram an asker evlâtları hep önde gidecektir» (1931). «Askerler m ert olur. T ürk askeri ise m ertlerden m ert ve pek civanm ert olur» (1919). «Türk milleti, onun küçük ve büyük yaştaki çocukları, çelik­ ten yapılmış heykellerdir; onların ne olduklarım anlam ak için on­ larla savaş m eydanlarında boy ölçüşm ek lâzım dır. İşte böyle b ir te­ şebbüstür ki, T ürk gençliğinin binlerce sene evvelden beri tanın­ mış olan yüksek kıymet, kuvvet, kudret, ve yenilmez zekâsının im­ tihanı olur» (1937). «Dünyada sevgisi benim için yegâne cöm ert olan şey Mehmedin, T ürk köylüsünün asaletinden gelen şeylerdir. Onun sevgisine inanm ış ve kanm ış olanlar insanların en bahtiyarıdırlar.» «Mehmetçiğimizi anm ak için büyük, çok büyük abideler yap­ malıyız, fakat bu b ir zam an ve im kân m eselesidir. Ancak... Bu top­ rakların T ürk hudutları içinde kalmasıyle, M ehmetçik en büyük abideyi bizzat kurm uştur» (16). 2. Türk Silâhlı Kuvvetleri T ürk m ileti ordu-m illet’dir. «Kışla», kışın geçirildiği yer de­ m ektir. Bu kelime, hem sivil halkın kışı geçirdiği yere verilen ad­ dır, hem de ordunun ve daha sonra her mevsim kaldığı, barındığı yerin adı olm uştur. Belki de hiç bir m illette böyle b ir ordu-millet kaynaşm ası yoktur. T ürkler için askere gitmek, orduya katılm ak, savaşlara girm ek şereflerin en büyüğüdür, şenliktir, düğündür. Gençler askere davul zurna ile uğurlanır. Türk ordusu m illetin ordusudur, millî ordudur. Fikrî sapırm a gayretleri boşunadır. H un Türklerinin hakanlarından Tuman Han’ m oğlu Mete Han (Motun Han, Bagatur Han) m ordusundan bugün­ kü T ürk ordusuna kad ar bu böyledir. M ilâttan iki asır önce, Mete (Motun) Han, ordusunda dem ir b ir disiplin kurm uştu. Askerin ita­ ati ve yiğitliği, hekesçe bilinir olm uştu. O rdunun en büyük birlik­ leri, onbin kişilik tümen’lerdi. B unlara h akanlar veya büyük oğul(16Î

Atatürkçülük, s. 73.


Prof. Dr. MEHMET ERÖZ

la n kum anda ederdi. Tümenler, binlik, yüzlük alt birliklere ayrılır­ dı (17). M acar bilginlerinden Rasonyi, Türklerin çok m ükem m el bir ordu teşkilâtına sahip olduklarını söyler. Kendi ifadesiyle görelim: «Türk kavim lerinin ordu teşkilâtı, teçhizi ve taktığı bakım larından Çin, Roma, Bizans ve R us’lara ne derece m üessir olduklarını ilerde göreceğiz» Bu tesirlerin hangi sahalarda olduğunu kitabında açık­ lıyor. Yazar, T ürk’ün seciyesini ve askerlik ruhunu şu şekilde an­ latıyor : «Onlarda m illî tesaırüd duygusu, millî g urur ve m illî gururun icabı kahram anlık çok erken gelişti. B ütün bunları Gök-Türk yazıt­ ları çok iyi aksettirir.» Raşonyi ayrı ayrı kaynaklara baş vurarak, oralardaki bilgileri şöyle aktarıyor: «Türk kavim lerini fatih yapan bu kahram anlık ve askerlik ruhu Hiung-nu'lara (Hunlara) m üteallik Çin kaynaklarında da inikas eder. MÖ. 36'da savaşta ölen H un hüküm darı Çi-çinin m u­ azzam ve kendisini im ha edecek Çin hücum unu beklerken aşağıda­ ki hitabede bulunduğu rivayet edilir: ‘Boyun eğmeyeceğiz, Zira ötedenberi Hiung-nu’lar kuvveti ta k tir eder, tabi olmayı hak ir görür­ ler. Savaşçı süvari hayatım ız sayesinde adı yabancıları titreten bir ulus olduk. Zira bilirler ki, savaşta m uhariplerinin kaderi ölüm dür. • Biz ölsek de, kahram anlığım ızın şöhreti kalacak, çocuklarım ız ve torunlarım ız diğer kavim lerin efendisi olacaklardır.’ Daha sonraki Çin kronikala'ları Gök-Türkler hakkında şunları yazarlar: 'Savaşta ö!meyi şeref sayarlar, h astalanarak ölm ekten utanılar. Raşonyi, açıklam alarına şöyle devam ediyor: «Türklerin mukavimliği, kanaatkârlığı ve savaş araçlarını kul­ lanm aktaki m aharet ve idm anlı buluşları çok eski çağlardan itiba­ ren batılı kom şuları arasında da ün salm ıştır. Bizans’lı, Prikopois, V. yüzyılda S abir’ler hakkında şunları söyler! ‘Yerin sırtında insan­ lar yaşam aya başlayalıdan beri ne Y u nanlıların ve ne de İran 'İd a­ rin kafasından, S abir'lerin kullandığı silâhlar çıkmadı.» M acar bilgini, Câhiz’in eserinden Türkler hakkında söylenmiş güzel ve gurur verici birkaç söz naklettikten sonra, XI. yüzyılda ya(17) Prof. Dr. Bahaeddin Ögel, Büyük Hun İmparatorluğu Tarihi, 2 cilt, Ankara 1981, (Kültür Bakanlığı yayını), Geniş bilgi için bu esere bakınız. — 74 —


MİLLÎ FAALİYETLER

şamış olan diğer b ir Arap yazarının Türkler hakkında yazdığı bir risaleden birkaç satır aktarıyor. İbn Hassul adındaki bu yazar şöy­ le diyor: «Bütün kavim ler arasında şecaat, cesaret bakım ından T ü rk ’ler­ den üstün, büyük hedeflere ulaşm ak için onlardan daha d ira y etli, hiç biri yoktur. Cenab-ı H ak onları arslan sıfatında yarattı. Onlar bozkırlara, otsuz ve ocaksız çöllere de alışıktırlar. Z aruret halinde, pek aza kanaat getirerek gün geçirecek derecede dayanıklıdırlar. Göbeği kesildiği andan itibaren Türk, askerin başbuğu, bölgenin em iri olm aktan ve kendini zahm etli durum a sokm aktan başka birşey düşünmez. Bir Fars yazarının yazdığı Tarih-i Mubareksah’a göre, yabancı b ir ülkeye giden garibi fena akibet bekler. Bunun aksine Türkler M üslüman b ir ülkeye ulaştıkları zaman, orada tak d ir ve saygı gö­ rürler. Em ir ve orduya kum andan olurlar. H azreti Adem’den beri bugüne kadar, p ara ile satın alm an esirlerin sultan olduğu hiç b ir yerde görülm em iştir. Türkler m üstesna. T ürkler denizin derinliğin­ de midye kabuğu içinde saklı inciye benzerler. Değerlerinin takdir edilmesi için denizi bırak arak kralların tacını, gelinlerin kulağım süslemesi gerekir», (18). T ürk hakanı, G öktürk yazıtlarında, «Tanrı güç verdiği için ba­ bam kağanın askeri böri (kurt) gibi, düşm an koyun gibi imiş» di­ yor. M eşhur Tabgaç hüküm darı Tai-Wu’ya göre «K urt sürüsünü andıran T ürk ordusu karşısında Çin askeri taydan ve düveden fark ­ sız» idi. Öte yandan Delhi sultanlığından Husrev Dihlevî’ye göre de «Türk’ün karşısında Hindû, arslan karşısında ceylan gibi» idi (19). M uharebe m eydanında bu kad ar şiddetli olan Türk askeri, sa­ vaş bittikten sonra insaflı ve m erham etlidir. Pek çok m isal için­ den b ir tekini verelim: Malazgirt fatihi Alp Arslan, huzuruna esir olarak getirilen Bizans İm p arato ru Romanos Diogenos’a son dere­ ce yum uşak davranm ış; yaptığı barış tekliflerinin kabul edilmeme­ sinin bu akıbeti hazırladığını, m ukadderata katlanm ak gerektiği(18) Prof. Dr. L. Radonyi, Tarihte Türklük, Ankara, 1971 (Türk Kültürünü Araş­ ma Enst.) yay. s. 62-64. (19) Prof. Dr. İbrahim Kafesoğlu, Türk Millî Kürtürü, Ankara, 1977 (Türk Kül­ türünü Araştırma Enst. yay.) s. 224-245.

— 75 —


Prof. Dr. MEHMET ERÖZ

ni söylemiş ve Bizans ordusunun düştüğü askerî h ataları anlatm ış ve sonunda ona, nasıl b ir m uam ele beklediğini sorm uştur. Diogenes, ya öldürüleceğini, ya zincire vurulup İslâm ülkelerinde teşhir edileceğini veya çok zayıf olan üçüncü ihtim alle affedileceğini söy­ lem iştir. Büyük Selçuklu hakanı, esir im paratorun pek um m adığı üçüncü şıkkı uygulayarak, onu affetmiş ve Bizans kaynaklarının bile itiraf ettiği üzere, b ir h ü r hüküm dar, m isafir b ir hüküm dar gi­ bi, ayrı b ir çadırda ağırlam ış. M aiyetindekiler ve esir asilzadelerle birlikte esir im paratoru, b ir T ürk süvari m üfrezesinin m uhafazası altında, m emleketine iade etm iştir. H attâ b ir rivayete göre, Bizans im paratoruna esir gibi davranm ayan Alp Arslan, Diogenes'i b ir ye­ re kadar yolcu etm iştir (20). Türkler, asker m illettir, dem iştik. Gerçekten H unlar küçücük çocuklarını koyunlara bindirir, ata binmeğe h atırlarlard ı. Bütün Türk ulusları da böyledir. Küçük yaştan ok atmayı, atabinm eyi, ava gitmeyi öğrenirlerdi. B arışta bile hergün spor ve talim yapılır­ dı. Girit ve polo benzeri b ir oyun oynanır, at yarışı, güreş yapılırdı. Büyük törenlerde, bu m üsabakalar daha büyük çapta olurdu. Or­ dunun ve ona her an destek olan m illetin, çeşitli silâhları vardı ki, hepsi de bunları pek ustaca kullanabiliyordu. Bu silâhlar, savaş usulleri ve H un'larm ceket, pantolon, çizme ve başlığı, yayları, Çin'lilere R om alılara geçm iştir. Bugünkü B a tılı kıyafetin aslı, T ürk'­ lerden, Rom alılar vasıtasıyla alınm ıştır (21). Selçukularda da aynı şeyleri görüyoruz. Anadolu beyliklerin­ den Germeyanoğlulları ile H am idoğulları, barış sırasında, «gargı» kullanarak ve ok atarak m anevra yapan m üfrezelere sahiptiler. Germ iyanlılar, siper kazar ve askeri orada talim ettirirlerdi. Selçuklu­ lar, Beylikler ve O sm anlılar'm bir merkezî (kapıkulu) askerî gücü, b ir tim arlı sipahilerden ibaret eyalet askeri vardı (22). Çelebi Sultan M ehmed’in oğlu Şehzade M urad (Sultan İkinci Murad), ondört yaşlarında iken Amasya'da kaym akam idi. Babası Amasya’da bulunduğu b ir sırada, eski T ürk usulüne uygun, yarı (20) Malazgirt Zaferi ve Alp Arslan, İst. 1971 (M.E.B. yay.) «Prof. Yinanç, Kafesoğlu ve Köymen’in Makaleleri) (21) Kafesoğlu, Türk Millî Kültürü, s. 245-246. (22) Ord. Prof. i. H. Uzunçarşılı, OsmanlI Devleti Teşkilâtına Medhal Ankara, 1970 Türk Tarih Kurumu yay.) s. 142-144. v.d. Prof. Dr. Aydın Taneri, Osmanlı Kara ve Deniz Kuvvetleri, Ankara, 1981, (Kültür Bakanlığı Yay.) s. 91-165.

“ —76 —


MİLLİ FAALİYETLER

spor yarı askerî talim olan atlı oyunlar tertipliyorlardı. Amasya ile M erzifon arasındaki geniş ve elverişli alanda (Suluova’da), «Cündî» adı verilen bu süvariler, atlı talim yapıyor ve cirit oynu­ yorlardı. Padişahın da, şehzadenin de, ikiyüzer atlısı vardı. Spor takım ı gibi birer sembol alm ışlardı. Amasya’da güzel bam ya, Mer­ zifon’da iyi lahana yetiştiğinden, Padişahın takım ına «Bamyeci» Şehzadenin takım ına «Lâhanacı» adı verilm işti. S u süvariler (d in ­ diler) huysuz ve sert atlara bindirilip alıştırılır ve aynı zam anda kı­ lıç ve m ızrak kullanılm ası da öğretilirdi. B unlara (çevik) ve u sta­ larına da (kesin) cündi denirdi.» Çelebi Sultan Mehmed devrinde, Saray'da (E nderun’da) kuvvetli «ciridbaz»lar, «cündi»ler yetiştiril­ meğe başlanm ıştı. Topkapı Sarayı'na, sporla ilgili yaldız ve sulu boya resim lerde, bam ya ve lâhana resimlerinin, bulunm ası, bu dev­ rin h atırası olsa gerekir (23). Çelebi Sultan M ehmed'in ve ŞehzadeM urad’un ikiyüzer atlısı, «keskin cündi» olm alıdır. Kısa b ir yazı (konferans) için epeyce uzun sayılması gereken bu bilgilerden sonra, A tatürk’ün, Türk ordusu hakkm daki düşünce­ lerini gösteren sözlerinden birkaçına yer verelim. Büyük Zafer’in hem en ardından, 1924 yılında şöyle diyor: «Türkiye Cumhuriyeti yalnız iki şeye güvenir. Biri m ilet ka­ rarı, diğeri en acıklı ve en güç şartlar içinde dünyanın takdirlerine hakkıyla lâyık olm a niteliğini kazanan ordum uzun kahram anlığı. Bu iki şeye güvenir... Bu o rdular tarih te benzeri görülm emiş kah­ ram anlıklar, fedakârlıklar gösterm iştir. Şanlı zaferler kazanm ıştır. Millet ve m em leketin gerçekten m innet ve teşekkürüne hak kazan­ m ıştır.» 1927 de, T ürk ordusunu grurla övüyor: «Ordu, T ürk O rdusu İşte bü tü n m illetin göğsünü itim ât, grur duygulariyle k ab artan şanlı ad... Ordumuz, Türk birliğinin, Türk vatanseverliğinin çelikleşmiş b ir ifadesidir. Ordumuz; Türk top­ raklarının ve Türkiye idealini tahakkuk ettirm ek için sarf etm ekte olduğumuz sistem li çalışm aların yenilmesi im kânsız tem inatıdır.» Ordu-millet olduğumuzu, 1925 te şöyle anlatır: «Milleti sevk ve idare edenlerin dayanağı ordu olm uştur. Diğer (23) İsmail H. Baykal, Enderun Mektebi Tarihi, c. 1. İst. 1953 (İstanbul Fetih Derneği Neşr) s. 14.

77


Prof. Dr. MEHMET ERÖZ

m illetlerde ordu ile m illet daim a birbiriyle karşı karşıyadır. H albu­ ki bizde tam am iyle olay tersinedir,» Bu hakikati, 1931 de bir kere daha açıklıyor: «Millîet ve kahram an çocuklarından m eydana gelen ordu, o de­ rece birbiriyle birleşm iştir ki, dünyada ve tarihte bunun örneği pek seyrektir. Bu milli görüş ile daim a övünebiliriz.» Ordunun siyasete karışm asının tehlikelerini 1918 de şöyle ifa­ de etm işti: «Bir ordunun cevheri ne olursa olsun, siyasete karışırsa birlik­ te hareket ve kabiliyetini esasından kaybeder ve vatanın m üdafaa gücünü hiçe indirir. Siyasete karışm ış b ir ordunun, karışm adan ön­ ceki disiplini ve savaşma kabiliyetini yeniden kazanabilm esi için çok zam an ister.» 1938 de Ordu'ya m uhtem elen son sözleri şunlardı: «Zaferleri ve mazisi insanlık tarihi ile başlayan, her zam an za­ ferle beraber m edeniyet nurlarım taşıyan kahram an Türk ordusu; mem leketini en buhranlı ve m üşkül anlarda zulümden, felaket ve sıkıntılardan ve düşm an saldırısından nasıl korum uş ve kurtarm ış isen, Cum huriyetin bugünkü verimli devrinde de askerlik tekniğini bütün m odern silah ve vasıtaları ile donatm ış b ir şekilde vazifeni bağlılıkla yapacağına hiç şüphem yoktur. Türk vatanının ve T ürk­ lük topluluğunun şan ve şerefini, iç ve dış her tü rlü tehlikelere k ar­ şı koym aktan ibaret olan vazifeni her an yapm aya hazır ve hazır­ lanm ış olduğuna, benim ve büyük ulusum uzun tam b ir inan ve iti­ madımız vardır» (24). 3. V atan Savunm ası Türk tarihi, vatan savunm asının sayısız ve şanlı örnekleri ile doludur. Büyük H un H akanı «Mete»nin, vatan savunm ası hakkm(24) Atatürkçülük, s. 74-76 Türk ordusunun, tarih boyunca gösterdiği, kudret, yabancılar tarafından bugün bile takdir edilmektedir, Askerlikle ilgili bir eserde, bu hususta şunlar yazılıdır: «Bir uçak gemisi batırmak, hemen hemen bir Türk üs­ süne (kalesine) girip, onu ele geçirmek kadar ihtimal dışıdır» (John Lehman, Aircraft Carriers: The real Choices, The VVashington Papers, 52, The Çenter For Strategi And International Studies, Georgetov/n University, London, 1978, s. 41) «Harp Akademilerindeki Konferansımız sırasında, Deniz Harp Akademisi birinci sınıf öğ­ rencisi, Dz. Kd. Yzb. Mehmet Tokmak, bize bu kaynağı göstermiştir. — 78 —


MİLLÎ FAALİYETLER

daki sözleri ve tutum u, dile destan olm uştur. G öktürk H akanı, «va­ tan» m anasına gelen «il» kelimesini kullanarak, şöyle diyordu : Ü stte Gök çökmedikçe, altta yer deiinmedikçe, senin ilini ve töre­ ni kim bozabilir?» Vatan savunm asının ne olduğunu, İstiklâl Harbim izle dünyaya gösterini b ir milletiz. İstiklâl Harbim izin ilk şehidi, Kur. Alb. Sü­ leyman Fethi Beydir. A tatürk, vatan savunm asını en kutlu bir vazife sayarak, şöyle diyordu: «Vatan m üdafaasına ait vazifelerden daha m ühim ve yüce vazife olmaz» Aynı konudaki diğer birkaç sözü: «H attı m üdafaa yoktur, sathı m üdafaa vardır. O satıh, bütün vatandır. V atanın her karış toprağı, vatandaşın kaniyle ıslanm adık­ ça, terk olunamaz (1927) (25). 4, Savaş ve topyekûn Savaş Bazıları, harbi gaye gibi kabul eder ve onu yüceltirler. Bir kı­ sım hüm anistler ve solcular da, m utlak şekilde «savaş» düşm anıdır, 1ar; savaşı, m utlak b ir kötülük sayarlar. O nlar için, «barış ve b arış­ çılık», sıkı sıkıya sarılm m ası gereken değerlerdir, hedeflerdir. Ger­ çekten, barışı hak edebilm ek için, savaşa her an hazır olm ak gerek­ tiğini, güçlü olm ak icabettiğini, devamlı şekilde gözlerden gizlemeğe çalışırlar. Bü iki zıt görüş de sakattır. M utlak m anada, savaşın da barışın da iyiliğinden bahsedilemez. İkisi de şartlara bağlıdır. Uzun yıllar cephelerde, m uharebe m eydanlarında pişm iş olan A tatürk, ne savaşı, ne de barışı, m ücerret olarak göklere çıkarır. H arbi sev­ mez; fakat ondan kaçmaz da. Z aruret halinde, ona başvurm ak ge­ rektiğini kabul eder. Der ki: M ecbur kalınm adıkça savaşm anın kötülüğünü söyleyen türk, topyekûn harp için de şöyle diyordu:

Ata­

«Harp, m uharebe, nihayet m eydan m uharebesi yalnız karşı k ar­ şıya gelen iki ordunun m uharebesi değildir; M illetlerin çarpışm ası­ dır. Meydan m uharebesi, m illetlerin b ü tün mevcudiyetleriyle, ilim ve teknik sahasındaki seviyeleriyle, ahlâklarıyle, kültürleriyle, hülâ(25)

Atatürkçülük, s. 77.

—•79


Prof. Dr. MEHMET ERÖZ

sa bütün m addi ve manevi ku d ret ve faziletleriyle, h er tü rlü vasıtalarıyle çarpıştığı b ir im tihan sahnesidir. Bu sahnede, çarpışan m il­ letlerin hakiki kuvvet ve kıym etleri ölçülür. Meydan m uharebesinde yenilen taraf, milletçe ve memleketçe, b ü tün m addi ve manevi Yar­ liğiyle m ağlup edilmiş sayılır» (26). 5. Komutanlık-Liderlik-Askerlikte İnsiyatif Seçkin insanların en seçkinleri olan liderleri ve onların nite­ liklerini, Alman sosyologu Max Weber üç grupta inceliyordu: 1-Ge­ len eğe dayanan liderlik, 2-Karizmatik liderlik (Peygamberde, veli­ lerde, kurtarıcılarda görülen), 3-Demokratik liderlik. Sonuncusu gü­ nümüzde en geçerli olanıdır. Askeri liderlik, bu nitelikleri bazan ta ­ mamını, bazan da ikisini ileriyi görebilme gibi vasıflar ister. A tatürk’ün bu konudaki görüşlerini kısaca nakledelim: «K om utanların en büyük cesareti sorum luluktan korkm am ak­ tır... nam uslu ve onur sahibi b ir kom utan için ölüm hiçbir vakit ha­ tıra gelmez. Onu düşündüren eylemin (yapılan iş ve hareketin) ye­ rine olup olmadığıdır. Gerçi çekilme m anevrası için kom utanda pek büyük isabetli k arar ve ileri görüş olmak gerekir. Bizim ordumuzu felaketlere uğratan çoğu zam an geri çekilme m anevrası için k arar verme gücüne sahip kom utanların yokluğu olm uştur. Üstün düş­ m an saldırısı karşısında çoğu zam an kom utanlardan askerin ken­ di kendilerine yerlerini bırak tık ları zam ana kadar k arar verm ekten ü rkerler ve sonra da çekilmeyi kabahat ve askeri kabahatli görür­ ler.» «K um andanlar, em ir vermiş olm ak için em ir vermezler, lüzum ­ lu ve kabiliyeti icraiyesi olan hususları em rederler ve em ir verirler, kendini o, em ri ifa edecek onlanm yerine koymak ve em rin nasıl ifa ve tatbik olunacağını düşünm ek ve bilm ek lazımdır» (1927). «Subay, yalnız, askere savaş vasıtalarını öğreten ve ona h arp ­ teki vazifesini gösteren b ir insan değildir. O, İnsanî ve millî hisleri de işler.» «Bir ordunun kıymeti, zabitan ve kum anda heyetinin kıymeti ile ölçülür.» (26)

Aynı eser, s. 78-79. — 80 —


TÜRK MİLLETİ ve TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİ

«Orduda bütün em ir sahiplerinin orduya kurnanda eden zat­ lara faal ve fedakâr b irer m uavin kılan ‘insiyatif’in b ü tü n alışkan­ lıklarını elde etm eleri gerekir» (27).

II — İKTİSADÎ FAALİYETLER 1. E konom i: Eski G rekçe’de «ev idaresi» m anasına gelen bu kelime zam an­ la, şehir devletlerinin ve ülkelerin, h ertü rlü m al ve hizm et üretm e iş­ lerini ve onların dağıtım ı, bölüşülm esi, tahsisi sistem ini ifade eder olm uştur. Gelir yaratılm ası, bölüşülm esi, tüketilm esi ve tasarru f edilmesi ve yatırım yapılm ası, safhalarından geçen bu iktisadi yürü­ yüş «iktisat» veya «Ekonomi» adı verilen, sosyal b ir ilm in k o n m u ­ şudur. Günümüzde gittikçe gelişmiş, ihtisas kollarına ayrılmış, zen­ gin teorik bilgileri ile, idare edenlere yol gösterici olm uştur. Bir m illetin ekonom isi; o m illetin yaşadığı ülkenin, yer altı ve ver üstü kaynaklarına, nüfusuna ve nüfusun niteliklerine bilgi b iri­ kimine, siyasi ve kültürel sistem ine bağlıdır. Öte yandan, ekonomi de, onlara tesirli olur. Böylece, karşılıklı b ir tesir görülür. Tek ta­ raflı b ir tesir iddiasında bulunm ak doğru değildir; böyle b ir iddia, ilmi olamaz. A tatürk, yok olm ak üzere iken kurtardığı T ürk Devletinin, güçlü b ir ekonomiye m uhtaç olduğunu çok iyi anlam ış ve Lozan’da netice alınm adan, İzm ir’de 1923 te, b ir ik tisat Kongresi toplam ış­ tı. B ütün m illetin tem silcilerinin katıldığı b u kongrede, iktisadın, T ürk Milleti için arzettiği ehem miyeti b ü tü n açıklığı ile belirtm iş­ ti. K ongrenin açış konuşm asını yapan M ustafa Kemal Paşa, hasımlarım ızm Lozan’da bizden üç-dört yılın değil, üçyüz-dörtyüz yılın (27) Aynı eser, s. 81, 82, 86. Ordu ile ilgili olan bu bölümün sonundaki bu dip notta, iki cümle ile ordunun tarihçesine dokunalım. Kara ordusunun tarihi ikiblnbeşyüz yıla yaklaşıyor. Deniz kuvvetlerinin tarihi de, yedi yıl sonra, dokuzyüzüncü yı­ lını dolduracak. 8. Yüzyılın başında Avarlar’ın, Bizans'ı denizden kuşattığı biliniyor­ sa da, esaslı donanma 1090 yılında İzmir Beyi Çaka Bey tarafından meydana geti­ rilmiştir. 1090 de, Peçenekier karadan, Çaka Bey denizden, Bizans'ı kuşattı. Fakat Kuman (Kıpçak) Türkleri, Bizans’ın yanında yer alarak Peçenek Türklerinin mahv­ olmasına sebep oldular. Böylece bu deniz seferi de sonuçsuz kalmış oldu. (Bk. Dr. Akdes N. Kurat, Peçenek tarihi)


Prof. Dr. MEHMET ERÖZ

hesabını sorduklarını açıklıyor, bu düşm anca tutum dan yakm ıyor­ du. Onun için, çok kuvvetli olm ak gerekiyordu. Güçlü b ir ordu, güç1 ü b ir ülke, güçlü b ir ekonomiye m uhtaçtı. O yüzden ekonom iden mucizeler bekliyordu. Ona son derece ehem miyet veriyor, onu herşeyin üstüne çıkarıyordu(28). Milleti hizm etine tahsis edeceği, çok kıymetli b ir vasıta olarak görüyordu. Bu görüş: H er şeyi ik­ tisada bağlayan ve iktisadı, b ü tü n sosyal hadiselerin biricik yaratıcı­ sı sayan görüşlerle karıştırm am alıdır. 2. Mali P olitik a: Güçlü b ir ekonom inin en başta gelen araçlarından biri, kuv­ vetli b ir devlet bütçesidir. Carî harcam aları (devlet m em urlarının m aaş ve ücretlerini), yatırım harcam alarım , devlet borçlarına ait faiz ve anaparaların ödenm esini tem in edecek sağlıklı b ir bütçe, sağlam b ir m ali politikaya m uhtaçtır. Devlet bütçeleri, b ir yandan iktisadi kalkınm aya yardım cı olurken, öte yandan, sosyal adalet vasıtası olurlar. Vasıtalı ve vasıtasız vergiler, güm rük mevzuatı, mali usuller, siyasi ve ekonom ik sistem lere bağlıdır. A tatürk, K arm a ekonom i anlayışı içinde, vatandaşın gelirinden b ir kısmını, vergi olarak devlete verm esi gerektiğini, h er sistem ve ülkede, değişik şekillerde bunun şart olduğunu söylüyordu. Adil bir vergi politikası uygulanacak m üteşebbislerin, yabancı rekabeti önün­ de ezilmemesi için, vergiler hafifletilecekti. Devlet, him aye edici ka­ natlarını gererken, vatandaş da fedakâr olmalı, vergisini ödem eli­ dir. Türk parasının satın alm a gücünü arttırm ak için, tedbirler alın­ m alıdır (29). Bu konuşm alar doğrultusunda, k ararlar alınm ış ve uygulanm ıştır. 3. Dış Ekonomik İlişkiler : O rtaçağların sonunda, yeniçağların başında, Avrupa’da bir ül­ kenin ihracatım , ithalatından daha yüksek tutm ak ve ülkeye kıy­ m etli m aden girişini sağlam ak yönünde alm an tedbirlere ve böyle b ir ekonom ik siyasete, M erkantilizm» adı verilm iştir. Geçen yüz­ yılın sonlarında Almanya'da ortaya çıkan ve bü tü n dünyaya yayılan (28) (29)

Atatürkçülük, s. 87-89. Aynı eser, s. 89-91.

-

82

- -


TÜRK MİLLETİ ve TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİ

F. L ist’in «Milli Ekonom i Doktrini», m erkantilist düşünce tohum ­ ları taşıyor ve him ayecilik tedbirleri ile, milli ekonom ilerin yaban­ cı sanayi güçleri önünde korunm asını ve geliştirilm esini gaye edi­ niyordu. Türkiye Cum huriyeti Devleti de, böyle b ir himayeci görüşe yö­ nelmiş ve 1929 da, yeni b ir G üm rük Tarife K anunu kabul etm işti. Atatürk ihraçaatım ızm , ithalatım ızdan çok olm asını, dış ticaret ve ödem eler dengesinin, lehte artan verm esini istiyordu. Bu husus ko­ nuşm alarında açıkça belirtilm iştir. Bu gerçeğe ve k ap itü lasy o n lar­ dan büyük sille yemiş olm amıza rağm en, yabancı sermayeye düş­ m an olmadığımızı söylüyordu. Yabancı serm aye kanunlarım ıza ve mili m enfatlerim ize zarar vermediği ve bağlı kaldığı takdirde, T ür­ kiye’nin ekonom ik kalkınm asını sağlam ak ve refahlı b ir ülke haline getirm ek için, yabancı serm ayeden faydalanılacaktı. Buna karşılık, yabancı sermayeye her tü rlü tem inat verilecekti (30). 4. Ulaştırma : Yol ve nakil araçları, Türkiye Cum huriyeti Devletinin, üzerine düştüğü mühim konulardan biri olm uştur. Büyük ham leler yapıl­ m ıştır. Atatürk, meseleyi çok veciz şekilde şöyle açıklıyor: «iktisadiyatın inkişafında başlıca lüzum lu olan, yollar, de­ m iryolları, lim anlar, k ara ve deniz nakliye vasıtaları milli mevcu­ diyetin m addi ve siyasi kan dam arlarıdır. Refah ve kuvvet vasıta­ sıdır» (1930). «Ekonom ik hayatın faaliyet ve canlılığı, ancak ulaştırm a vası­ talarının, yolların, trenlerin, lim anların durum u ve derecesiyle oran­ tılıdır» (31). 5. Tarım , Köylü-Çiftçi ve B unların K ooperatifîeştirlîm esi İzm ir İk tisa t Kongresinde, ziraatim izi geliştirm ek ve köylüyü kalkındırm ak yönünde k ararlar alındı. İlk adım olarak, 1925’te «Aşar» adı verilen ve köylü için b ir yük olan vergi kadırıldı. Köylü­ ye tarım kredisi, tohum karasabanın yerini alan pulluk ve diğer ta(30) (31)

Aynı eser, s. 91-92. Aynı eser, s. 92-93.

— 83 —


P ro f.

Dr. MEHMET ERÖZ

rım aletleri verildi. Ziraat Bankası, bu işle vazifelendirildi. Devlet çiftlikleri kuruldu, ziraat okuîarı açıldı. Köylüyü topraklandırm a tedbirleri alındı. B ütün bunların m aksadı, milli ekonom inin ve mil­ li bünyem izin tem elini teşkil eden köylünün ve ziraatin korunm ası idi. K arm a ekonomi düzeni içinde, devletin him ayesi altında, köylü işletm elerinin canlandırılm ası, üretim in artırılm ası isteniyordu. Bunda hiçbir doktriner m aksat yoktu; Köylü işletm esi ve mülkiye­ tine, gelip geçici b ir tip olarak bakılm ıyor, aslî ve devamlı b ir şekil olarak görülüyordu. Köylü işletm esine ve köylüye sem pati ile bakı­ lıyor ve köylülük, milli varlığım ızın tem eli olarak kabul ediliyordu. Başıboş b ir liberal anlayışta ve sosyalist görüşte yer bulam ayan, kendimize has b ir uygulam a ile, köylüye layik olduğu değer veril­ di. Bunu, A tatürk’ün ifadelerinde açıkça görüyoruz. Şeker fabrika­ ları çevresinde, pancarcılıkta, üretim kooperatifi, diğer ü rünler için, kredi ve satış (pazarlam a) kooperatifleri kuruldu. B urada hiçbir ideolojik ve doktrinci gayret yoktu. Hedef, karm a ekonom i düzeni içinde, köylüye kredi, tohum , gübre, nıakina sağlamak, ürününe pa­ zar bulm ak ve ürünün değerinin altında satılm asını önlemek, köy­ lüyü ve dolayısiyle ülkeyi kalkındırm ak idi. Bu kısa açıklam adan sonra, usulüm üze uyarak, A tatürk’ün bu konudaki söylediklerinden bazılarını aktaralım : «Milli Ekonom inin tem eli ziraattir. B unun içindir ki ziraatte kalkınm aya büyük önem vermekteyiz. Köylere kad ar yayılacak prog­ ram lı ve p ratik çalışm alar, bu m aksada erişmeyi kolaylaştıracaktır. F akat bu hayati işi, isabetle am acına ulaştırbilm ek için ilk önce, ciddi etüdlere dayalı b ir ziraat siyaseti tespit etm ek ve onun içinde, her köylünün ve bütün vatandaşların kolayca kavrayabileceği ve se­ verek tatb ik edebileceği b ir ziraat rejim i kurm ak lazım dır. Bu si­ yaset ve rejim de önemli yer alabilecek no k talar başlıca şunlar ola­ bilir: Bir defa m em lekette topraksız çiftçi bırakm am alıdır... Küçük büyük bütü n çiftçilerin iş vasıtalarını artırm ak, yenileştirm ek ve korum ak tedbirleri... Memleketi; iklim, su to p rak verimi bakım ın­ dan, ziraat bölgelerine ayırm ak icabeder. Bu bölgelerin her birin ­ de, köylülerin gözleri ile görebilecekleri, çalışm aları için örnek tu ­ tacakları verimli, m odern, pratik, ziraat m erkezleri kurm ak gerek­ tir... Ziraat m erkezlerinin (kendi gelirleri ile idare etm eleri) ... «Baş­ ta buğday olm ak üzere, tarım a dayalı sanayii beslivecek ürünleri ye­ tiştirm ek (1937).

— 84 —


TÜRK MİLLETİ ve TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİ

«Türkiye’nin sahibi, hakikisi ve efendisi, hakiki m üstahsil olan köylüdür. O halde, herkesten daha çok, refah, servet ve saadete m üs­ tahak ve elyak (hak etm iş ve layık) olan köylüdür» (1922). «Türk köylüsünü ‘efendi’ yerine getirm edikçe m em leket ve mil­ let yükselemez» (32). 6. İş Bölümü, Çalışma Bilinci (Şuuru) ve Meslek S eçim i: D urkheim , sosyolojik sistem ini adeta iş bölüm ü üzerine o tu rt­ m uştur. Pek çok sosyolog ve sosyal antropolog, çalışm a ve iş bölüm ü hakkında saha araştırm ası yapm ış ilm i eserler verm işlerdir. İptidai kalan hayatından, günüm üzün m odern sanayi cem iyetlerine kadar gelen insan cem iyetlerinde, çalışm anın nasıl düzenlenip, teşkilatlandırıldığı, işin nasıl bölünüp, paylaşıldığı, işe ve çalışm aya nasıl ba­ kıldığı, sistem li tahlillere kavuşturulm uştur. Totem istik, diııimistik esaslara dayanan iş bölüm ünden, m odern iş bölüm üne doğru gelin­ diğinde nüfusun arttığım , sosyal ve kültürel yapının değiştiğini, il­ m i ve teknolojik bilginin geliştiğini görüyoruz. Bazı topluluklar veya züm reler, çalışmayı h o r görüp, aylak gezmeyi, boş vakitler bulup eğlenmeyi fazilet ve itib ar kaynağı say­ m ışlardır. Cemiyetlerin çoğunda ise, şu veya b u şekilde, çalışma fazilet sayılmış; tem bellik ve aylaklık, kötülüklerin kaynağı olarak telakki edilm iştir. Bu tarih i gelişmeyi dikkate alan A tatürk için «ça­ lışma» ferdi ve içtim ai b ir m ecburiyettir.» İnsanın yaşam asını ve ve im kanlara kavuşm asını sağlayan iş, aynı zam anda «içtimai bir vazifedir». Meslek seçimi, teşebbüs fikri, kişilerin tabii ve manevî güçle­ riyle, nitelikleriyle, cem iyetin yapısı ve kültürüyle yakından ilgili­ dir. Ekonom ik ve sosyal gelişmesi yüksek, eğitim k u ru m lan kuv­ vetli olan ülkelerde meslek seçimi, kişilerin kabiliyet ve tercihleri yanında, teşkilatlı eğitim m ekanizm ası tarafın d an da belirlenm ek­ tedir. A tatürk, çalışmayı, fazilet sayıyor ve «Türk, öğün, çalış, gü­ ven» diyordu. B urada çalışma, övünm e ve güvenme ile b ir arada sayılmış, yüksek b ir değere kavuşturulm uştur. Sağlıklı nesillerin yetişmesi, üretim i yüksek, gelişmiş ve kalkınm ış b ir ülkenin yara­ (32)

Aynı eser, s. 93-95.

— 85 —


Prof. Dr. MEHMET ERÖZ

tılm ası, bu sayede olacaktır. L. Play’cilerin ve Schumpeter’in, Max Weber’in kastettiği m anada teşebbüs ruhundan, meslek seçimin­ den ve iş bölüm ünden bahsetm esi boşuna değildir. Türkiye gerçek­ lerine uygun, onu bilen, seven, yükseltmeyi isteyen liderlerin söyliyeceği şey, bundan başka olamazdı (33).

III — EĞİTİM FAALİYETLERİ 1. Eğitimin Ö nem i: İnsan cem iyetleri sahip oldukları milli kültürlerini, yeni ne­ sillere, yazılı ve sözlü olarak ak tarırlar. Sosyal ilim ler edebiyatında buna, «sosyaleşme» m evcut k ü ltü rü edinme denir. Topluluğun var­ olan kültürünün aktarılm asında başlıca vasıta, «Terbiye (eğitim)» dir. Bu eğitim, aileden başlayıp o k u ld a1devam eder. Ailenin verdiği terbiyeyi, m ektepte verilen eğitim daha olgun hale getirir. Ancak, bunların birbirini tam am layıcı olm ası gerekir. Okulda verilen eği­ tim ailede verileni kötüleyici m ahiyette ise, o ğetim den hayır gel­ mez. Yeni yetişen çocuk, çok zam an bu ikisinden de şüpheye dü­ şer, şahsiyetinde b ir ikilik ve kararsızlık m eydana çıkar. Şüpheci, kötüm ser, yıkıcı ve h a tta an arşist tipler yetişir. Bu hal, o cemiyetin geleceği için büyük tehlike teşkil eder. Sosyal yapıların sağlıklı ve bütünlük içinde yaşam aları, onlara ait milli kü ltü rü n canlı kalm a­ sına ve nesiller tarafından benim senip, kuşaktan kuşağa aktarıl­ m asına bağlıdır. Bir nesil diğerini, oğul babasını inkâr eder, torun dedesinin dilinden anlam az ise, o cemiyetin yıkılm ası işten değildir. Bu bakım dan, verilen eğitimin, milli kütüre uygun olm ası ve ku­ ru m lar arasındaki ahengi bozm am ası lazımdır. 1924 yılında Atatürk, «eYni T ürk Cum huriyetinin yeni nesle vereceği eğitim, milli eğitimdir» (34). Derken, m uhakkak bunu kast­ etmiş olm alıdır. Onun ölüm ünden sonraki yıllarda, bu eğitim su­ landırılm ış, ideoloji bataklığına itilm iştir. Bu satırların yazarı, mil1 ieğitim yapılm ası gereken okullarda, Yunan m itolojisini ve Yunan tanrılarını ezberleyip, öğrendiği günleri çok iyi hatırlam aktadır. Evde öğretilenle, okulda öğretilen birbirine uymaz olm uştu. Ço­ cuklar, babalarına, dedelerine, birşey bilmeyen cahil insanlar gözüyle (33) (34)

Aynı eser, s. 96-102. Aynı eser, s. 113.

— 86 —


TÜRK MÎLLETÎ ve TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİ

b ak ar olm uşlardı. Anarşinin tohum ları işte o günlerde atılm ıştı. Di­ limizde, «ağaç yaş iken eğilir» diye b ir söz vardır. Yeni nesilleri, va­ tanına, devletine, milletine, ve ilmi gerçeklere bağlı insanlar olarak da yetiştirm ek, herşeyi yıkm ak m isyonu ile yüklü an arşistler olarak da yetiştirm ek, eğitim in işidir. 2. Verilecek Eğitim in T ürü (Milli Eğitim), Eğitim P ro g ra m ı: O kullarda m illi eğitim verilmez, edebiyat, felsefe, sanat, ba­ hisleri içinde ideolojiler aşılanır, körpe dim ağlara d oktriner fi­ kirler zerkedilirse, büyük gazetelerin sanat dergilerinde solcular kümelenip, sanat ve edebiyat kisvesi altında, gençliğe sosyalizm aşılanırsa; televizyon, h er tü rlü m illi fikri yıkıcı, pek u sta bir program uygularsa; K ahram an T ürk askeri, istediği kadar, sınır­ larda nöbet beklesin ve şehit olsun, netice vermez. Kale içeriden alınır; milleti, öz evlâdı hançerler. Millet hayatında son derece m ühim b ir yere sahip bulundu­ ğu görülüyor. T ürk eğitim tarihinde, bu m eselenin iyice anlaşıl­ dığı tarih, 1860-1865 lerdir. Gerçekten, bu tarihlerde Kırım 'ın B ahçesaray’ında, G aspıra’Iı İsm ail Bey isimli, çok k ü ltü rlü bir öğretm en eskim iş m edrese usulü yerine, yeni öğretim ve eğitim m etodlarm m gerekli olduğunu açıklam ış ve bunu uygulamıştı. Yeni m etoduna «Usul-ü cedit» adım verm işti. Aynı zam anda, gö­ rüşlerini açıkladığı b ir gazete (Tercüman) çıkarıyordu. Milli kül­ tü rü inkâr etm eden, B atı’nm ilim ve tekniğini alm ak gerektiğini savunan görüşleri, b ü tü n T ürk dünyasında rağbet ve kabul gör­ dü, Ziya G ökalp’in ve T ürk ocağı’nm görüşleri üzerinde, usül-ü cedit’in izlerini görm ek m üm kündür. G ökalp'in «kültür ve me­ deniyet» telakkisi de buna dayanır. A tatürk’de eğitim program ının, «sosyal hayatım ızın ihtiyaç­ larına» ve «yüzyılın zaruretlerine uyması» gerektiğini söylerken, aynı dünya görüşünü paylaştığım gösterm iş oluyordu. Onun, ve­ rilecek eğitim in tü rü n ü n «milli eğitim» olacağı yolundaki em irle­ ri, bu konuda hiçbir şüpheye yer bırakm az. Şöyleki: «Çocuklarımıza ve gençlerimize vereceğimiz öğretim in sınır­ ları ne olursa olsun, onlara tem el olarak şunları öğreteceğiz: — 87 —


Prof. Dr. MEHMET ERÖZ

1. Milletine, 2. Türkiye Devletine, 3. Türkiye Büyük Millet meclisine, düşm an olanlarla m ücadele esbab ve vesaitiyle (araç­ larıyla) donatılm ış olm ayan m illetlerin, yaşam asına im kan yok­ tur.» «M aarifin (milli eğitimin) gayesi yalnız hüküm ete m em ur yetiş­ tirm ek değil, daha ziyade mem lekete ahlaklı, karakterli, cum huri­ yetçi, inkilapçı, m üsbet, atılgan, başladığı işleri başarabilecek kabi­ liyette, d ü rü st m uhakem eli, iradeli, hayata tesadüf edeceği engelle­ ri yenmeğe kudertli, h arak ter sahibi genç yetiştirm ektir. Bunun için de öğretim program larım ve sistem lerini ona göre düzenlemeli­ dir» (35). 3. Okul ve Öğretmen; Okuma Yazmanın Önemi : Eflâtun, her bilginin b ir öğreticiden, üstaddan, ustadan öğreleceğini, kendi kendine öğrenm enin pek m üm kün olm adığını söyle­ m işti. «El vermek» sözü bunu anlatır. Öğretici, iyiyi de, kötüyü de öğretebilir. İyi klavuz hayra, kötü ldavuz şerre götürür. Yarı bil­ gili öğretici de, iyice götüremez. O yüzden, «yarım hekim candan, yarım hoca dinden eder» denm iştir. Türk m illetini yükseltecek, m il­ li kütürle yoğuracak öğretm enler ordusunu, A tatürk yürekten selam ­ lıyordu. Pek çok konuşm asında bu fikri işlemi.? ve okum a yazmayı seven, aydın ve vatansever nesiller yetiştirm elerini öğretm enlere sa­ lık vermiş, öğüdem iştir (36). Senelman adındaki ünlü b ir öğretm e­ nin Finlandiya’nın kalkınm asında büyük rol oynadığı biliniyor. (Bk. Beyaz zam baklar m emleketinde)

IV

— SOSYAL FAALİYETLER

1. Dayanışma (Solidarite) : İnsanlar, hısım lık bağları, kan bağları, din ve fikir bağları, iş bölüm ü ile birbirlerine bağlanırlar. Bu bağlılık, mesleki, ve m ane­ vi dayanışm a yaratır. Durkheim, Tönnies ve diğer sosyologlar, bu tü rlü dayanışm aları ikiye ayırarak incelem işlerdir. 1-Mekanik daya­ nışma, 2-Organik dayanışma. D urkheim ’a göre, iptidai ve basit ce(35) (36)

Aynı eser, s. 114-116. Aynı eser, s. 117-118.

— 88 —


TÜRK MİLLETİ ve TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİ

illiyetlerdeki insanların aynı işi görm elerinden, herbirinin aynı hü­ nerlere sahip olm ası dolayisiyle birb irin in yerini alabilm eleri, m e­ kanik b ir dayanışm a yaratır. Gelişmiş cem iyetlerde, işlerinçok bö­ lünüp farklılaşm ası, insanların ihtisas sahibi olm aları, çok geniş bir farklılaşm aya dayanan, organik dayanışm ayı yaratır. Tönnies için durum tersinedir. Ona göre, kan ve hısım lık bağı ile birbirine bağlı, aynı tabiat tehlikelerine m aruz kapalı cem aatlerin üyeleri, arasın­ da çok sıcak ve sam im i bağlar vardır ki, bu organik dayanışm adır. Gelişmiş cem iyetlerdeki dayanışm a ise, m ekaniktir. H er ne olursa olsun, burada daha ziyade, iş bölüm ünden ve mesleki bağlılıktan ibaret b ir dayanışm a sözkonusudur. Buna «fonksiyonel bağlılık» denir. aM ddi ihtiyaçların karşılanm ası, işlerin görülm esi ve m es­ leklerin yürütülm esi esasına dayanan bu dayanış maya, cemiyet­ lerin bütünlük halinde bulunm asının ana şartı olarak bakan sosyo­ loglar pek çoktur. Ancak, bu yeterli değildir. B unun ötesinde de bir bağ lazım dır. iB r m ana çevıesinde toplanm ak, manevi esaslara sa­ rılm ak gerekir. Sorokin, bu tü r dayanışm a üzerinde ısrarla d u ru r ve cem iyetlerin, m illetlerin bütünlüğünün, sadece iş bölüm ü ile sağlanam ıyacağm ı haklı olarak b elirtir. Demek ki, mesleki dayanışm a yanında, m anevi dayanışm a olm alıdır ki, b ir halk topluluğu, m illet olabilsin. Bu manevi unsurları, o m illetin sahip olduğu k ü ltü r belir­ ler. iMlli kültürün, cem iyetin b ü tü n tıeyleri tarafın d an benim senip, ona uyulm ası ve uygulanm ası ile, m ana etrafında birleşm e olur. A tatürk, m iletin zümre, tabaka, sınıf meslek, ve çeşitli bölüm ­ leri arasında, h a tta m illetler arasında, iş bölüm ünün dayanışmayı sağlıyacağını söylüyor. Ancak bunu tam am layacak kültürel u n su r­ lara da dikkatim izi çekiyor (37). 2. İnsan ve İnsan S ev g isi: Ailesini, m illetini sevmeyen, insan sevgisine sahip olamaz. Aris­ to, ailesini sevmeyen b ir insanın, insanlığı da sevemeyeceğini söylü­ yordu. Millet ve milliyetçilik fikrine düşm an olup, insanlık ve in­ sancıllıktan söz edenlerin, sözlerindeki sam im iyet derecesini b u nok­ tadan harekete ederek anlam alıdır. T ürk milleti, tarih boyunca za­ yıfın yanında yer alarak, barışın ve adaletin koruyucusu olmuş, in­ san ve insan sevgisine sahip bulunm uştur. (37)

Aynı eser, s. 119-120. — 89 —


Prof. Dr. MEHMET ERÖZ

H ristiyan dinine m ensup ruhanilerin, din ve Allah fikrini yok etm ek için sistem li faaliyet gösterenlerle uğraşm ayıp, M üslüm an­ ları H ristiyan etm ek için propaganda seferleri açm aları, insanlık sevgisi ile izah edilebilir mi? İnsanlığı seven, onu m anen yıkıp, bir hayvan haline getirenlerle mücadeleyi şiar edinir; diğer dinlerle ve onun m ensuplarıyla uğraşmaz. Üm anist görünüp, insanlığı m ahvetm eye çalışan cereyanlar ve faaliyetler karşısında, m illetlerin uyanık olm ası ve birbirlerini des­ teklem esi lazım dır. A tatürk, b u gerçekleri veciz şekilde şöyle ifade etm iştir: «Biz kim senin düşm anı değiliz . Yalnız insanlığın düşm anı olanların düşmanıyız» (1936). İnsanın m ensup olduğu m illetin varlığını ve saadetini düşün­ düğü kadar, b ü tü n cihan m illetlerinin huzur ve refahını düşünmeli ve kendi m illetinin saadetine ne k ad ar kıym et veriyorsa b ü tü n dün­ ya m illetlerinin saadetine hadim olm ağa elinden geldiği kadar ça­ lışm alıdır. B ütün bu akıllı adam lar tak d ir ederler ki, bu vadide ça­ lışm akla hiçbir şey kaybedilmez. Çünkü dünya m illetlerinin saade­ tine çalışmak, diğer b ir yoldan kendi huzur ve saadetini tem ine ça­ lışm ak dem ektir. Dünya da ve dünya m iletleri arasında sükûn, vuzuh ve iyi geçim olmazsa, b ir m illet kendi kendisi için ne yapar­ sa yapsın huzurundan m ahrum dur. Onun için ben sevdiklerim e şu­ nu tavsiye ederim: M illetleri sevk ve idare eden adam lar tabii ev­ vela kendi m illetinin mevcudiyeti ve saadetinin am ili olm ak ister­ ler. F akat aynı zam anda b ü tü n m illetler için aynı şeyi istem ek la­ zımdır. B ütün dünya hadiseleri bize bunu açıktan açığa isabet eder. En uzakta zannettiğim iz b ir hadisenin bize b ir gün tem as etmiyeceğini bilemeyiz. Bunun için beşeriyetin hepsini b ir vücut ve bir m illeti bunun uzvu addatm ek icabeder. B ir vücudun parlağının ucundaki acıdan diğer b ü tü n aza m üteessir olur...» (38). 3. Aile ve T ürk K adım : Aile, tarih boyunca varlığını koruyabilen en sağlam sosyal gruptur, içtim ai züm redir. Cemiyetlerin sağlamlığı, ailenin yapısına (38)

Aynı eser, s. 122-123.

— 90 —


TÜRK MİLLETİ ve TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİ

bağlıdır. L. Play, aile sosyolojisi hakkında güzel bilgiler bırakm ış­ tır. Bazı iptidailer üzerinde yaptığı araştırm alard an acele ve sığ hü­ küm ler çıkaran L. Morgan'm yazdıklarına dayanan M arxistler aile hakkında kötü hüküm ler verm işlerdir. Onlara göre aile, sonradan ortaya çıkm ıştır; başlangıçta, insanlar, hayvan gibi yaşıyorlardı. Bu ilm i olm ayan iddialar, sosyal antopologlarm , iptidai kabile ve klan­ lar arasında yaptıkları pekçok araştırm a ile çürütülm üştür. Onla­ rın eserlerinde iptidai klanların sosyal yapısının hem en hem en, aile ve hısım lık m ünasebetlerine dayandığı gösterilm iştir. Aile, insanın yaratılm ası ile b ir olan, aslî b ir züm redir. Şu veya bu şekilde, küçük veya büyük grup halinde, çok evli veya tek evli klan dışından, ka­ bile içinden evlenme esaslarına dayanarak, devam edegelmiş, var­ lığını korum uştur. İnsan yavrusu, kendisini koruyan b ir sosyal çev­ reye m uhtaçtır. İnsan tab iatın insanı değil, cem iyetin insanıdır. O bakım dan, çocuk böyle b ir sosyal çevre içinde yetişir. Çocuğun ye­ tiştirilip, cemiyete kazandırılm ası için, ilk ve en m ühim grup, aile­ dir; onun fonksiyonlarını hiçbir kuruluş üstlenem em iş, üstlenenler­ de aynı şekilde başarılı olam am ıştır. T ürk ailesi ve T ürk kadını hakkında ciltler dolusu k itap lar yaz­ m ak gerek; yazılm ıştır da. Rasony, Radloff, kısm en Vamberi, Eberhard ve kendim izden Gökalp, Fmdıkoğlu, Abdülkadir İnan, Kafesoğlu, Öğel’in adlarından bahsetm eliyiz. Onuncu ve ondördüncü yüz­ yıllarda T ürk dünyasını gezmiş olan İbn Fadlan ve İbn Batuta da T ürk ailesi ve kadını hakkında bilgiler veriyorlar. O nların anlat­ tığına göre T ürk kadını, hem İslâm dinine sıkı sıkıya bağlı, hem de kaç göç bilmeyen, iffetli, faziletli b ir insandır. Topluluk yaşayışının h er safhasında itibarlı b ir yeri vardır. Kaşgarh Mahmud’un ünlü eserinde ve Dede K orkut kitabında da bu hususu o rtay a çıkm akta­ d ır (39). Atatürk, bu konuda şöyle diyor: «Sosyal hayatın kaynağı, aile hayatıdır» «Bizim dinimiz hiçbir vakit kadınların erkeklerden geri kal­ m asını talep etm em iştir. Allah’ın em rettiği şey, m üslim ve müslim enin beraber olarak iktisabı ilm ü irfan eylemesidir. K adın ve er(39) bakınız.

İktisat Sosyolojisine Başlangıç isimli eserimizin klan ve aile bahislerine


Prof. Dr. MEHMET ERÖZ

ekek bu ilm ü irafm aram ak ve nerede bulursa oraya gitm ek ve onunla m ücehhez olm ak m ecburiyetindedir. İslâm ve T ürk tarih i tetkik edilirse görülür ki, bugün kendimizi bin tü rlü kayıtlarla m u­ kayyet zanettiğim iz şeyler yoktur. T ürk hayatı içtim aiyesinde ka­ dınlar ilmen, irfanen ve diğer hususlarda erkeklerden katiyyen ge­ ri kalm am ışlardır. Belki daha ileri gitm işlerdir» (40). 4. Gençlik ve Spor : Türkler, sporcu b ir m illettir. H un Türklerinin 3-4 yaşındaki ço­ cuklarını koyunlara bindirerek, a t biniciliğine hazırladıklarını, kay­ naklardan öğreniyoruz. Küçük yaşlardan itibaren ata binen a t ya­ rışı yapan, at üstünde çeşitli oyunlar oynayan, av sporları tertip eden, güreşten b ir insanlar topluluğuna, «sporcu» dem ek yerinde olur. Bu konudaki tarih i bilgileri aktarm ağa yerimiz elverişli değil­ dir. Birkaç cümle ile yetiniyoruz. A tatürk diyor ki: «Spor yalnız beden kabiliyetinin b ir üstünlüğü sayılmaz. İdrak ve zekâ, ahlâk da bu işe yardım eder. Zekâ ve kavrayışı kısa olan kuvvetliler, zekâ ve kavrayışı yerinde olan daha az kuvvetlilerle başa çıkam azlar. Ben sporcunun zeki, çevik ve aynı zam anda ah­ lâklısını severim» (1930). H er çeşit spor faaliyetlerini, Türk gençliğinin milli terbiyesi­ nin ana unsurlarından saym ak lazım dır. Bu işte hüküm etin şim­ diye k ad ar olduğundan çok ciddi ve dikkatli davranm ası, Türk gençliğini spor bakım ından da, m illi heyecan içinde itina ile yetiş­ tirm esi önemli tutulm alıdır» (1937). «Türk içtim ai bünyesinde spor hareketlerini tanzim e m em ur olanlar, Türk çocuklarının spor hayatını yükseltm eyi düşünürken, sadece gösteriş için herhangi b ir m üsabakada kazanm ak emeliyle b ir spor çizmezler. Esas olan, b ü tü n h er yaştaki T ürkler için be­ den eğitimi sağlam aktır. ‘Sağlam dimağ, sağlam vücutta b u lu n u r’ sözünü atalarım ız boşuna söylem em işlerdir» (1937). «Fikri inkişafa olduğu gibi, bedeni inkişafa da ehem m iyet ver (40)

Atatürkçülük, s. 124-127.

92


TÜRK MİLLETİ ve TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİ

mek ve bilhassa seciye-i milliyeye (milli karaktere) derin tarihim izin ilham ettiği yüksek derecelere çıkarm ak lazım dır. M uvaffak olm ak için h er tü rlü yardım dan ziyade b ü tü n mil­ let b ir sporun mahiyeti, kıym eti anlaşılm ak ve ona kalbteıı sevgi gösterm ek, onu vatani vazife saym ak lazımdır» (1926). «Her boy ölçmede arkalarında T ürk m illetinin bulunduğunu ve m illet şerefini düşünm elerini Türk sporcularına meslek düsturu olarak kay ded iyorum » (1931). «Hangi m illetin daha sportm en olduğu ancak h arp m eydanla­ rında anlaşılır. T ürk’ün m uharebe m eydanlarındaki şayanı hayret m ukavem et ve kahram anlığı; ru h u k ad ar bünyesinin de sağlam lı­ ğı; Yalnız harp; sportm en m illetlerin üstünlüğünü belirtm ek için kullanılm ası uygun görülm eyen m üthiş b ir vasıta olduğundan an­ cak gördüğümüz, bildiğimiz usûller tatb ik olunm aktadır» (1926). «Türk m ileti anadan doğma sportm endir. Henüz yürüm eye baş­ layan köy çocuklarını bile harm an yerlerinde güreşirlerken görürsü­ nüz. Ata en çok ve en iyi binen T ürk erkekleri değildir; T ürk kadı­ nı da bu işi bilir» (1926) (41). 5, Sosyal Adalet ve Hukuk : Devletin ve m ülkün tem eli olan adalet, ferdi plânda ve cemi­ yet plânında olabilir. İkincisine «Sosyal adalet» denir ki, bilhassa ekonom ik işlerde ki eşitliği, hakka uygunluğu ifade eder .Mahkeme­ lerin, idarenin baskısından uzak olarak ve siyasetin tesiri altında kalm aksızın, bağım sız b ir k a ra r organı olarak k ararların ı kanun­ lara, hakkaniyet ölçülerine göre verm eleri, adaleti tah tın a o turtur. iH çbir tabaka ve züm reyi kayırm aksızm , hak ve hakikatin teslim edilm esi meselesi, sosyal adaletin özüdür. H er iki adaletin varlığı, milli hayatın vazgeçilmez şartıdır. Atatürk, h er iki hususa da ge­ reken ehem m iyeti veriyor (42). 6. Sınıf Bütünlüğü : Sınıf çatışm ası m illetin çökm esine yol açar. Sınıflar arasındaki ahenk ve dayanışm a, m illi bünyenin, sosyal yapının sağlamlığına işa(41) (42)

Aynı eser, s. 130-131. Aynıeser, s. 134-135.

93 —


Prof. Dr. MEHMET ERÖZ

rettir. M arxistler bunu çok iyi bildikleri için, sınıf kavgasını kızış­ tırm ağa, sınıf tezatlarım artırm ağa çalışırlar. H indu k ast sistem inde ve ortaçağların Avrupa feodalitesinde, sınıflar ve tab ak alar arası duvarlar vardı. M odern açık sınıf cem iyetlerinde, sınıflar arasında­ ki sosyal m esafeler azaldığı gibi, sınıflar arasındaki geçişler (dikkine sosyal hareketlilik) kolaylaşm ıştır. Sınıflar arasında işleyen b ir asansör, aşağıdan yukarıya, yukarıdan aşağıya şahıs ve grupları taşır. Bir çöpçü veya kapıcının çocuğu, en ü st kadem elere çıkıp, en yüksek mevkilere erişebilir. T ürk cem iyetinde hiçbir zam an, asalet sınıfı, asalet unvanları olm am ış, tab ak alar ve statü grupları arasın­ da yakınlık ve dayanışm a var olagelm iştir. Sun'i yaratılm ak istenen tesada, A tatürk, karşı çıkm ıştır. 1933-1934 lerde, bu tezada m illetler­ arası tezat (milli mesele) kisvesi altında, te k rar piyasaya sürm ek isteyenler olm uştur. A tatürk, kesin kesin tezadı reddediyor, Türk realitesini açıklı­ yordu. Şöyle diyordu: Bizim halkım ız m enfaatleri yekdiğerinden ayrılır, sınıf halinde değil; bilakis m evcudiyetleri ve m uhassalai m e­ saisi yekdiğerine lazım olan sınıflardan ibarettir» (1923). «Türkiye Cum huriyeti halkını ayrı ayrı sınıflardan m ürekkep değil ve fakat ferdi ve içtim ai hayat için iş bölüm ü itibarile m uhte­ lif mesai erbabına ayrılmış, b ir cam ia telâkki etm ek esas prensiple­ rim izdendir» (1937) (43).

(43)

Aynı eser, s. 136. — 94


MİLLİYETÇİLİĞİMİZ ve «TOPLUMCULUK»

Sadece b ir zümre, sınıf ve tabakanın değil, m illeti teşkil eden b ütü n fertlerin, sosyal sınıf ve tabakaların refaha erm eleri, m illî gelirlerden daha adil pay alm aları, sosyal güvenliklerinin tem inat altına alınm ası anlam ına gelen «Toplumculuk» esasen Türk m illi­ yetçiliğinin ayrılmaz b ir parçası, tam am layıcı b ir unsurudur. Bencil duyguların yönelttiği liberalist zihniyetle «toplumculuğun» bağdaş­ m asına im kân yoktur. B uradaki «toplum culuk», «cemivetçilik», «ce­ m iyet endişesi kitlelerin, halkın, m illetin refahı» m analarım ver­ m ektedir. Som bart, sosyalizm kelim esinin ilk defa «İçtim aî mesele» anlam ında, İtalya'da kullanıldığını söyler. Bu ilk şekli ile kullanı­ lan sosyalist em niyet endişesi m anasına gelerek, b ir «toplumcu» va­ sıf gösterebilir. 1847 de, sosyalizmin bu tü rü n den bahseden Engels, bunun «bir burjuva hareketi» olduğunu, ancak «komünizmin işçi sınıfı hareketi» olduğunu söylre. M arks, h er iki terim i de kullanm ış, kendisinden önceki sosyalistlere «ütopist» «hayalci» demiş ve ken­ di sosyalizmine «ilmi (bizim kilerin deyimi ile 'bilimsel')» sıfatını yakışdırm ıştır. 1872 ile 1917 yılları arasında kom ünizm ve sosyalizm aynı m anaya gelmeye başladı. H atta kominizm kelimesi kaybolarak, yerini «sosyalizm»e bıraktı. 1917 de Bolşevizmin Rusya’da iktidarı almasıyla, iki terim arasındaki eski fark yeniden ortaya çıktı. İlm î sosyalizm adı verilen, sonunda kom ünist b ir düzen kurm ayı arzulayan M arksizm, ilk yapılacak işin, sosyalistlerin ilk vazifesinin ferdî m ülkiyeti yıkm ak, m ülkiyet düzenini tah rip etm ek olduğunu söyler Ü topist dedikleri sosyalistler de, b u husu sta M arksistlerle birleşir ve ferdî m ülkiyetin kaldırılm asını isterler. H attâ içlerinde E flâtun ve Cam panella gibileri aile m üessesesine bile düşm an idi­ ler. Eflâtun, öm ürünün sonunda bu fikirlerden dönm üştür. Diğer sosyalistler de, ferdî mülkiyeti o rtad an kaldırm ada M arks’tan fark ­ lı düşünm üyorlardı. F arkları, kollektif mülkiyete, «sulh yolu ile 95 —


Prof. Dr. MEHMET ERÜZ

mi?», «ihtilâl ile mi?» varm alı düşüncesinden doğuyordu. B ir de, M arksizm in tarihî ve diyalektik m ateryalizm inin hepsinde m üşte­ rek fikir olmayışı, diğer farkı teşkil eder. B unun dışında, revizyo­ nistler, çeşitli sosyalist doktrinler ile bazı sosyal dem okratlar ara­ sında, birçok hususta fikir birliği görülür. Rusya Sosyal Dem okrat İşçi Partisi, sonradan «Bolşevik», daha sonra da «Komünist» adını alm ıştır. Alman Sosyal D em okratlarının, Lenin’den akıl danıştıkla­ rı ve tailm at aldıkları bilinm ektedir. Gerçi İsveç Sosyal D em okrasi­ si, Marksizm-Leninizmiıı tesirinden uzak, b ir o rta yol takip etm ek­ tedirler. Ekim 1966 da H arighton’da yapılan İngiliz işçi Partisi Ku­ rultayında, P arti Başkanı ve o zam anki İngiliz B aşkam Mr. Vvilsoıı. İngiltere'nin İktisadî ve içtim ai meselelerine - Highgate Mezarlığın­ da gömülü olan M arks'ı kasderek - Highgate M ezarlığında çare arayanlara şiddetle çattı. W ilson’un hedefi İngiliz İşçi Partisi için­ deki M arkistlerdi. İngiliz İşçi Partisi, ne kadar sosyal dem okrat olursa olsun, sınıf m ücadelesinden ne k ad ar uzak b u lunursa bu­ lunsun, gene de kendi içindeki M artsistlerin tesirine m aruzdu. Öy­ le olm asa bile, yerli yersiz devletleştirm elere, kam ulaştırm alara gi­ dişin altında yatan gaye, eninde sonunda ferdî m ülkiyetin kaldırıl­ m asıdır. Esasen ik tisat ve sosyoloji edebiyatında da «Sosyalizm­ den, «İstihsal vasıllarının (yani mülkiyetin) kollektifleştirildiği bir sistem» diye bahsedilir. Bu gayenin ihtilâlle tahakkuk ettirilip et­ tirilm em esi, sosyalizmcileri birbirinden ayırır. Sosyalizmin b ir ba­ sam ak ötesi kom ünizm dir ki, b u rad a istihlâk vasıtaları da kollektifleştirirlir ve insanların yiyecek, içecek, giyecek ve diğer ihtiyaçla­ rı b ir tayin sistem ine bağlanır. İnsanların iştahlarına, zevklerine, istek ve arzularına böylece gem vurulduktan sonra, düşüncelerine de yön verilir ve nasıl düşünm eleri gerektiği, kom ünist idareciler tarafından öğretilir. B ütün insani, dinî, millî ve manevî değerleri yıkılm aya çalışılarak, milliyetsiz, dinsiz manevivatsız, yıkıcı pro­ leterler yaratılm aya çalışırlar. Beyinler böylece yıkanm ak, vicdanlaı m ühür bağlatılm ak, insanlık sona erdirilm ek istenir. Millî şerefler («Ulusal Onur» değil) ayaklar altına alınır, m illetler yıkılır, istiklâl­ ler ve hürriyetler sona erer. B unların b u rju v a kalıntısı olduğunu söy­ leyerek, insanların isyanını bastırm ağa çalışırlar. İnsanlığın kanşı karşıya bulunduğu büyük b ir faciadır, bu. Ferdî m ülkiyet, insaf ölçüleri içinde kalındığı, takdirde, insan­ ların şahsiyet, hürriyet ve şereflerinin tem inatıdır. Yalnız b ir ikti­ — 96 —


MİLLİYETÇİLİĞİMİZ ve TOPLUMCULUK

sadî sistem olmayıp, topyekün b ir dünya görüşü olan M arksizm Leninizm, yalnız m ülkiyet düzenini, İktisadî sistem i yıkm akla kal­ mıyor, insanlığın neyi var neyi yoksa hepsini yıkıyor. Sosyalizm bun­ lardan sadece birincisini, sulh yoluyla, uzun vadede yıkm ak için çalışırsa, kom ünizm den az m ı tehlikelidir ve kom ünizm e basam ak teşkil etmez mi? İktisadî bakım dan zayıf olan sınıf ve tab ak alar için, yaşam a te­ m inatı ve sosyal güvenlik im kânları getiren B atı Avrupa sosyal ada­ let telâkkileri, sosyalizm ve kom ünizm le gerek terim , gerek m uhteva bakım ından birçok hususlarda içiçe, yanıltıcı, şaşırtıcı b ir görünüş­ te bulunduğundan insanlığın ve bilhassa az gelişmiş ülkelerin, kapi­ talizm in pençesinden k u rtu lu r ve İktisadî kalkınm alarını tahakkuk e ttirir ve vatandaşlarına insanca yaşam a im kânları tem in etmeye çalışırken, takip ettikleri İktisadî ve İçtim aî sistem lere «Sosyalizm» adını verm ekten, yukarıda sıraladığı sebeplerden ötürü, şiddetle sa­ kınm aları lazım dır. Bizim b u İktisadî ve İçtimaî sistem e vereceğimiz isim «Toplumculuk» tur. M ahiyetini daha geniş olarak aşağıda açık­ layacağız. B uraya k ad ar anlattıklarım ız, «Toplumculuk»un, «Sosya­ lizm» olm adığını gösterm ek için çalıştık. Nazizm-Faşim ve Toplum culuk. Domuz eti yiyen, şarap, içen, paskalya yortuları, faşingler yapan, H ristiyan olan, bam başka kül­ tü r ve sosyal yapılara sahip bulunan Alman ve İtalyan m illetlerine dayanan, onların en ü stü n ve m edeni ırk ları teşkil ettiğini ve insan­ lığın efendisi olduğunu ileri süren, saldırgan b ir milliyetçilik anla­ yışını tem sil eden ve Türkiye’ye bile göz diken, Alman ve İtalyan m illiyetçilikleri, İktisadî, İçtimaî ve siyasî sistem leri demek olan Nazizm ve Faşizmle, Türk milliyetçiliğinin ve onun en açık hususi­ yeti olan «Toplum culuk» un hiç b ir bağı, benzerliği ilgisi olamaz. T ürk Toplum culuğu Ne dem ektir? T ürk toplum culuğu, Türk ve İslâm kaynağından gelme b ir zihniyet ve dünya görüşüdür. Ziya Gökalp, T ürklerin hürriyeti ve yardım laşm ayı sevdiklerinden ötürü, hem ferdiyetçi (liberalist-K apitalist), hem de iştirakçi (komünist-kollektivist) olam ıyacaklarım , Türklerin «Dayanışm acı-Tesanütçü» olduklarını söyler. Gerçekten, H unlar, G öktürk ve U ygurlar’dan, Selçuklu, Osmanlı ve Günümüz Türklüğüne kadar, b ü tü n uru k ve boyları, ferdî mülkiyetle, kam u m ülkiyetini öyle güzel bağdaştırm ış, m eraları bütü n boyun istifadesine sunarken, kırak ları ferdî m ül­ kiyet konusu yapm ıştır. Şölenler, toylar, yağmalı toylar, ülüş’ler, — 97 —


Prof. Dr. MEHMET ERÖZ

b aşak’lar, imecelerle, gelir dağılım ının adil olm asına çalışır, İçti­ m aî yardım şuurunu kuvvetlendirirken, İslâm î kaynaktan gelen «Zekât ve sadaka» m üesseseleri ile, bu ru h u asrım ıza bile örnek olacak hale getirebilm iştir. Mesele bu ru h u te k rar diriltm ek, T ü rk ’­ ün bu «Toplumcu» vasıf ve anlayışım ihya etm ektir. K anunların, toplum cu zihniyetin ortaya koyacağı hukukî m evzuatın ortaya ko­ yacağı, sosyal sigortalar, sosyal güvenlik tedbirleri, fertlerin huku­ kî m ükellefiyetleridir. B unların yerine getirilm esi cemiyeti elbette refaha erdirecektir. H ayırlı hususî teşebbüsle b ir arada çalışan ve ihracatçı, kendi yatırım ihtiyaçlarım kendisi ithal eden, devlet sek­ törünün örnek olduğu «Toplumcu», milliyetçi ik tisat düzeni de, sosyal güvenlik tedbirlerine ait mevzuat da «Toplumculuk» u tam ifade edemez. Toplum culuk bunları da bünyesinde taşdığı gibi, Türk ve İslâm kaynaklarından gelen, yazısız, «satırlarda değil, sald ır’larda (göğüslerde) bulunan» huku k u da ihtiva etm ektedir. H ukukî mülkellefiyetini yerine getiren, işçiye asgarî ücreti garanti eden ve onun sosyal güvenliğini sağlayan b ir p atronununn işi bununla bitmiyecektir. İşçiyi kâra o rtak edecek, hisse sahibi edecek, şölenler tertip ed e­ cek, Ram azan'larda iftara çağırdığı işçilere «Dış kiraları verecek, «Zekât»lar, «Sadaka»lar dağıtılacak, insanların yüzü gülecek, sınıf m ücadelesinin yerini «Sınıflar ahengi, uyuşması» alacak, dayanışm a cemiyetin temeli olacaktır. Bizim geleneğimiz bunu sağlayabilir Bu m ükellefiyetler varlıklı insanları bezdirm eyecektir. Onlara manevî tatm in, manevî kazanç olacaktır. H ayatın m anasını hasis m enfaat lerini tatm inde, hudutsuz b ir k âr hırsında görmeyen, milli kültürün verdiği b ir toplum cu-dayanışm acı ruhla hareket edenler için, bu diriltilm iş b ir Türk dünya görüşü olacaktır. Bizim sosyalizm ve kom ünizm den sosyal adalet ve insanlık di­ lenmeğe ihtiyacımız yok. Binlerce yıl önce biz bunu biliyor ve yapı­ yordu. Bizim «Toplumculuğumuz» en yüksek dayanışmayı, en yük­ sek sosyal adaleti tem sil edebilecek b ir anlayıştır.


TÜRK KÜLTÜRÜNÜN GELİŞME SEYRİNE KISA BİR BAKIŞ

Yirminci asır dünyasında, yeniden Büyük Türkiye haline geliş ve Türk Milleti haline varış vetiresinin hızlandırılm ası ve tam am lan­ m ası için, millî k ü ltü r ve sosyal yapı incelem elerinin, İlmî esaslara oturtulm ası gerekir. İncelmiş ve süzülm üş b ir kü ltü rü n ortaya çı­ karılm ası ve işlenmesi, herşeyden önce o k ü ltü rü yaşayan m illetin tanınm asına bağlıdır. T ürk kültü rü n ü n kaynaklarını tarihim izin derinliklerinde ve bugünkü Türk cem aatlerinde bulabiliriz. «Böyle b ir hareket, halkı boş b ir levha, pasif b ir ham m adde gibi görmiyecek, kuvvetini içtim ai b ir şu u ra ltın d a n alacaktır.» Tanzim at zih­ niyeti, halkı cahil ve aciz buluyor, ona ilim ve fen götürm ekle her şeyin halledileceğine inanıyordu. M aarif Nazırı E m ruîlah Efendinin «Tuba Ağacı» nazariyesi de bu görüşü işliyordu. «Ona göre, m ünev­ verlerin Üniversitelerde yapacakları bu zihni kültür, yukarıdan aşa­ ğıya inm ek suretiyle halka kad ar yayılacak, garpçılığı ve milliyetçili­ ği halka yerleştirecekti. Bu görüşte halk b ir levhadan, tam am iyle pasif b ir iptidai m addeden ibaret olup, yukarıdan aşağı inen zihni kültür, ona istediği bü tü n şekli, hüviyeti ve m anayı verebilirdi.» Ah­ m et M ithat Efendi de aynı görüşteydi. «Ahmed M ithat, Anadolu’­ nun folklor temellerine, millî bünyenin bütün M ythos’larm a 'Acem basm ası’, 'batıl itik ad ’ gözüyle bak arak u n utturm ağa çalışıyor­ du» (1). Halkımız m illî kültürüm üzün yaratıcısıdır. Köylerimizde, Alevi ve Sünni Türkm en aşiretleri arasında, Y örüklerde millî kültü rü m ü ­ zün en saf ve kıym etli şekillerini, ham m adde, varı m am ul ve m a­ m ul halinde bulabiliriz. Böyle araştırm ad a K ars ile Edirne arasında kalm ak bizi kısır neticelere ulaştıracaktır. K ültürün bütünlüğü ve m ekânı kesintisiz şekilde, b ü tü n olarak ele almam ızı gerektirm ek­ tedir. Yani zam an içinde, T ürk k ü ltü rü araştırm aların a ne yalnız (1)

Prof. Hilmi Ziya Diken, Millet Şuuru, İstanbul, 1948, s. 182-183.

99


Prof. Dr. MEHMET ERÖZ

C um huriyetle, ne Osmanlı Devletinin kuruluşu ile, ne de Selçuklu’larla, M alazgirt’le başlıyacağız. Millî kültürüm üzün kökleri H un Türklerine dayanır ki, bu da bin beş yüz, iki bin yıl öncesi dem ek­ tir. Mekân içinde de K ars’ın ötesindeki Azeri’leri, T ürkm en’leri Öz­ bek’leri, Kırgız'ları, K azak’ları, Uygur’ları, T a tar’ları, B aşk u rt’ları, K erkük ve K ıbrıs ve Rumeli T ü rk lerin i ele almalıyız. Bu inceleme­ mizde, tü rlü siyasî ve İçtim aî şekiller içinde, m uhtelif T ürk cem aat­ lerini, devrin şartların a göre oldukça yüksek b ir m edeniyet halin­ den, derece derece göçebe basitliğine doğru, çeşitli k ü ltü r nümuneleri verdiklerini m üşabade edebiliriz. Bu basitlik, iptidailik değil­ dir. B asit b ir hayat yaşayan göçebe T ürk'lerde bile, oldukça yük­ sek b ir kü ltü rü n izlerini vesikalardan takip etm ek m üm kündür. eYri geldikçe bunlara dokunacağız. Esasen «îjtidaîlik» İzafîdir. D urkheim ve Seeley: «En ileri devleti, en iptidaî kabile ile m uka­ yese ediniz, nisbetler, farklı olm akla beraber, aynı hususiyetleri gö­ receksiniz» der (2). U yg ularlar yüksek b ir k ü ltü r seviyesine ulaşm ışlardı. M odern A vrupa’dan çok önce, b ire r ticaret merkezi haline gelmiş olan canlı şehir m erkezlerinde, rehin, faiz ve tem ettü işlerinin yürütüldüğü İktisadî, mali, hukukî m uam elelerde bulunuyorlardı (3). U ruklar, boylar, oym aklar kendi millî hayatlarını yaşarken ba­ zı hanedanların zam an zam an m illî k ü ltürden uzaklaştıkları görül­ m üştür. Buna m isal olarak S elçu k lu ları verebiliriz. Bazı «Selçuklu hüküm darları kuvvetli b ir T ürk kü ltü rd e gelmedikleri için; yan­ larında İra n ’lı kâtipler getirm işler ve resm î m uhabereleri Fars'ça yazm ışlar, îra n ’lı m ünşiler kullanm ışlar, tarihlerini F ars’ça vazdırlardır. İlk hüküm darlar henüz yarı göçebe ruhu m uhafaza ettikleri için, eski Türk adlarım ve geleneklerini m uhafaza ediyorlardı: Alp Arslan, Kılınç Arslan, K utalm ış, Sancar, K ara Arslan ilâh... gibi. F akat şehirlere yerleştikten ve Fars k ü ltürünü benimsemeye başla(2) G. Lienhardt, Socia! Anthropology, London, 1966, s. 32. (3) Ahmed Caferoğlu, «Uygurlar’da Hukuk ve Maliye Istılahları», Türkiyat Mec. Cilt, IV, 1934, s. 1-44. Bu hususta ayrıca şu kaynaklara bakınız: Reşit Rahmeti, «Uygur İstılahları», Türkiyat Mec. Cilt VI!., Reşit Rahmeti, «Türkçe Turfan Metinleri», Türkiyat, XII. 15-22. Bahaeddin ögel, «İsiâmiyetten Evvel Türk Kültür Tarihi ve aynı müellifin Bin Teme! Eser dizisinde çıkan dört cilt kitabı. Ziya Gökalp, «Türk Medeniyeti Tarihi» Orhun Kitabeleri Hakkında H. Namık Orkun ve Muharrem Ergin’in kitapları. Prof. Kafesoğlu’nun Bin Temel’de çıkan kitabı. Zeki Velidi Togan ve Eberhard’ın eserleri.

— 100 —


TÜRK KÜLTÜRÜNÜN GELİŞME SEYRİNE KISA BİR BAKIŞ

diktan sonra İran hüküm darlarının adlarını aldılar. İra n saltanatı­ nı devam ettirm ekle öğündüler. İlk zaptettikleri şehre Arz-ı Rum, m em lekete Mülk-i Rum, kendilerine Sultan-ı iklim-i Rum diyerek, Roma'lığı benim ser göründükleri halde, Doğu-Roma im paratorlu­ ğunun büyük b ir kısm ı üzerinde İslâm î İran kültürüne dayanm ala­ rı yüzünden İran geleneğine bağlandılar. Keykubad, Keykâvus, ilâh... gibi İran hüküm darlarının adlarını aldılar» (4). Böyle olm akla beraber, Moğol tehlikesini uzaklaştıran Sultan Alâaddin Keykubad, halk arasında «Uluğ Keykubâd» adiyle anıl­ dı (5). Bu hal, onların Fars k ü ltü rü tesirinde kalm alarına rağmen, gene de m illî kültürden bazı u n su rlar taşıdıklarını, meziyet ve fa­ zilet sahibi olduklarını, bu yüzden halk tarafından sevildiklerini gösterir. Ayni hali Osmanlı padişahlarında da görüyoruz. İlk padişahla­ rın sadeliği ve töreye bağlılığına nazaran, sonrakiler m illî k ü ltü r­ den hayli uzaklaşm ışlardır. F akat Sultan H am id’in babası Sultan Adulmecit H an’ı, b ir bakım a son Selçuklu hüküm arlarm dan daha şuurlu olarak görmekteyiz. Gerçekten, 1855 yılında Osmanlı Dev­ leti ile İngiltere ve F ransa arasında akdolunan % 4 faizli istikraz anlaşm asında Padişah kendisinden şu şekilde bahsederek, bu şuu­ ru ortaya koyuyor: «Bib ki, bilûtfihi teâlâ Türkistan ve T ü rk istan ’­ ın şam il olduğu nice memalik ve bildannın Padişahı, E ssultan İbnisultan Essultanil gazi Abdülmecit H an...» (6). B ununla beraber, fazilet ve m eziyetleri b ir yana, T ürk töresinin birçok Osmanlı sul­ tanında kaybolm ağa yüz tu ttu ğ u n u görüyoruz. Sultan İkinci M urad'a kadar T ürk töresi m uhafaza edilm iştir. İkinci M urad'm sarayında ozanlar ve kopuzcular Oğuz Destanı okur ve çalarlardı. «Onbeşinci asrın, sofî şairlerinden Kemal Ümmî, b ir gazelinde «Oğuz ozanları­ nın bağıra çağıra şiirler inşat ettiklerini söylüyor ki, bu ifade, İs­ lâm î an ’anelerden ziyade, kavm î an'anelere bağlı olan o zan ların aleyhindedir» (7). Fatih devrinde Çandarlı K ara Halil P aşa’nm katli ile, dönme ve devşirm e saltanatı başlam ış oluyordu. Rum M ehmet Paşa, Rum (4) (5) (6) (7) 1934, s.

Hilmi Ziya Ülken, aynı eser, s. 348. Prof. Dr. Osman Turan, «Selçuklular Tarihi» Ankara, 1956, s. 211. İ. Hakkı Yeniay, «Yeni Osmanlı Borçları Tarihi», İstanbul, 1964 s. 22. Prof M. Fuad Köprülü, «Türk Dili ve Edebiyaıt Hakkında Araştırmalar, İst. 278.

— 101 —


Prof. Dr. MEHMET ERÖZ

dânm esi Zağanos Paşa, Türk düşm anı idiler. Türk çocuklarına ka­ palı olan E nderun M ektebinden, dönme ve devşirme çocukları, her yıl mezun oluyor ve Osmanlı idareci sınıfına katılıyordu. Bu idareci sınıf nazarında Türkler, kaba, cahil ve Kızılbaş'tı. T ü rk ’lere «Etrâk-i bıidrâk (anlayışsız Türkler) adını verdiler (8). Bu sıralarda saray çevrelerinde ayrı bir k ü ltü r gelişiyordu. Bu hal, Türk kültürünün uzvî b ir şekilde inkişaf etm esine engel olm uş­ tur. Seçkinler tabakası millî kü ltü rü n kaynağına yabancı, h attâ ona düşm an idiler. Anadolu Beyliklerinde ise millî b ir gidiş vardır. «Menteşe Beğlerinin m illî lisanlarına da ehem miyet verdiklerini» biliyoruz. Denizli Beği «înanç Beğin oğlu M urad Aslan Beğin em ri ile Türkçe (Fâtiha tefsiri) yazıldığım söyleyebiliriz» (9). Karamanoğlu Mehmed Beğin millî şuuru ise m eşhurdur. İki, üç asır Osmanlı padişahalrı, ataları E rtuğrul G aziyi h atır­ larına bile getirm em işlerdir. Eskişehir - Bilecik Yörüklerinin, beş altı asırdır, her yılm eylül ayında E rtuğrul Gazi Türbesi'ni ziyarete gitmeleri, padişahların gözünden kaçmış, bu sevgi gönüllerinden ırak olm uştur. Bu ziyarete «Yörük Bayramı» adı verilirdi. Beş yüz kadar atlı, başlarında sancaktarları olduğu halde, konaklıya konak­ lıya Söğüt kasabasına gelir. Türbe civarına çadırlarını kurar, atla­ rıyla T ü rb en in etrafında dolaşır, dua ederlerdi. Sonra kazanlar kay­ nar, etli bulgur pilavı ve zerde pişer, k u rbanlar kesilir, davullar döğülür, yiğitler cirit oynar, pehlivanlar güreşirdi. Bu ziyaret üç gün sürerdi. Bu Türkm en - Yörük Töresinin farkına ancak Sultan Ham id varabilm iş, «Ulu Ceddim» diye tebcil ederek, E rtuğrul Gazi'nin Türbesini tam ir ve ihya etm iştir (10). Devşirme saltam , T ürk Töresini, Osmanlı Sarayından tamamiyle ihraç edem em iştir. 143 de İstan b u l’un fethinden sonra, büyük toy (hân-ı yağma) yapıldığım Evliya Çelebi kaydediyor (11). Yağmalı toy

(8) Azmi Güleç, «Türklük Hakkında iftira Edebiyatı», Türk Düşüncesi, sayı 3 (36, 1957, s. 16-24. (9) Köprülüzade M. Fuad, «Anadolu Beylikleri Tarihine Ait Notlar», Türkiyat Mec. Cilt 2, 1928, s, 11. (10) Bu hususta bk. İbrahim Hakkı KonyalI, «Ertuğrul Gazi Türbesi» İst. 1959 ve Ali Rıza Yalgın’ın bir makalesi ve bizim Büyük Türkiye’nin 6. sayısındaki yazımız. (11) Halil İnalcık, «Kutadga Bilig’de Türk ve İran Siyaset (Nazariye ve Gele­ nekleri» Reşit Rahmeti Aral için, Ankara, 1966, s. 270.

102


TÜRK KÜLTÜRÜNÜN GELİŞME SEYRİNE KISA BİR BAKIŞ

bilindiği gibi, eski b ir Türk geleneğidir (12). 1701 yılı haziran ayın­ da, Padişah İkinci M ustafa, E dirne’de b ir cirit oyunu tertipledi. Türk töresine uygun şekilde cirit oynandı, havuz dolusu karlı şer­ bette hem kendileri içti, hem de Edirne halkına dağıttılar (13). Pa­ dişah Üçüncü Ahmed’in şehzadeleri için yapılan, iki hafta süren, yemekli, eğlenceli m uhteşem sünnet düğünü, eski T ürk geleneği olan «Orun ve Ülüş» usulünü aynen yaşatıyordu (14). Osmanlı saraylarında ve zengin konaklarında, iftar yemeğin­ den sonra, davetlilere, b ir kese içinde, ev sahibinin kudretine göre dağıtılan ve «Diş Kirası» adı verilen, para, eski T ürk geleneğinin ye­ ni şekli idi. 1396 yılında, Tim ur beş yıllık ayrılıktan sonra, zaferler kazan­ mış olarak Sem erkand’a dönerken, karıları, kızları ve kız to ru n ­ ları (maiyetleri ile birlikte) tarafından m uhteşem b ir m erasim le, Ceyhun N ehri kıyılarında karşılanm ıştı. Bu karşılam a töreni esna­ sında, m illî geleneğe göre, H akan’ın üzerine altın ve kıym etli taşlar serptiler. Bunu nakleden Vamberi, Osmanlı Sarayında Bayram me­ rasim lerinde, padişahın önüne doğru, gümüş p aralar serpilmesi adetini bu O rta Asya geleneğine bağlıyor ve aynı geleneğin Anado­ lu'da düğünlerde, gelin gelirken üzerine p ara serpm e şeklinde de­ vam ettiğini söylüyor (15). Devletin, halk arasında m illî kü ltü rü n canlandırılm ası ve ya­ yılm ası hususundaki ilgisizliği, dağınıklığa ve kabile kültürlerinin gelişmesine yol açar. Millî dayanışm anın yerini, kabile tesanüdü alır. Bu durum u ne yazık ki, O sm anlılar devrinde görebiliyoruz. İbni Arabşah gibi m utaassıp Ulemanın tesirile, halka yabancı gö­ züyle bakıldı. Bu hal, birçok Kızılbaş Türkm en aşiretinin küskün­ lüğüne yol açtı. Devlet yıkmak, millî birliği parçalam ak isteyen ce(12) Bu hususta şu makalemiz bk. «Türk’lerde Mülkiye Müessesesi Hakkında Bazı Düşünceler». Prof. Dr. Refii Şükrü Suvla Armağanı, İktisat Fak. Yay. İst. 1970. (13) Silâhdar Fındıklılı Mehmet Ağa, Nusretname, sadeleştiren İsmet Parmaksızoğlu, cilt II, Fas I, İstanbul, 1966. s. 81-2. (14) Nusretnâme, cilt II, Fas. II. İst. 1969, s. 397-403, Bu hususta ayrıca bk. Abdulkadir İnan «Orhun ve Ülüç Meselesi» Türk Hukuk ve İktisat tarihi Mec. İstan­ bul 1931, cilt 1. Zeki Velidi Togan, Umumi Türk Tarihine Giriş, I. İst. 1946, s. 201, 273-93, İbrahim Kafesoğlu, «Selçuklu’nun Oğulları ve Torunları», Türkiyat Mec. XIII. 118. (15) A. Vambery, History of Bokhara, London, 1873, s. 187. — 103 —


Prof. Dr. MEHMET ERÖZ

reyanların, propagandaların bu aşiretler üzerinde tesirli olmasına yol açtı. Birçoğunu kılıçtan geçirdik, kalanları İra n ’a kaçtı. B ir kıs­ mı da Doğu'daki aşiretler arasında eriyip, Türkçeyi terketti. Doğu Vilâyetlerinin Türkleşm esi vetiresi ters yönde işledi. «Bu m üfrit Sünnilik, Azerbaycan Türklüğünü m üfrit şiirlerin kucağına atacak, iki buçuk asır sonra da mezhepleri birleştirm ek hususunda Nadirşah Afşar tarafından yapılacak çok m üsait ve h er iki ta raf için ka­ bule şayan tekliflerin reddine saik olacaktır» (16). Türklüğün bu parçalanm ış halinden büyük b ir üzüntü duyan, kudretli Azeri şairi Mirza Ali Ekber Sabır şöyle yakınır: «Bir vakt Şah İsmail-ü Sultan Selime, M eftun olarak eyledik İslâm î dünim e (iki parça), Koyduk iki taze adı b ir din-i kadim e (eski b ir dine), Saldı bu teşeyyü (şiilik), bu tesennün (sünnilik) bizi bime, K aldıkça bu hâletle sezâyi esefsiz biz, Öz dinimizin basm a engel kelefiz biz. İm di yine var taze haber, yakşı tem aşa, Iranhlık, Osm anlılık ism i olup ihya, B ir k ıt a yer üstünde kopup b ir yeke dâvâ, Meydan ki kızıştı olarak m ahv serâpa, Onsuzda ki her çend ki yekser telefiz biz, Öz kavmimizin başına engel kelefiz biz» (17). H alktan kopan Osmanlı münevveri, yapm a b ir Osmanlı Dili m eydana getirm iş, halk güzel Türkçesini konuşurken, o «Lisan-ı Osniyi tekellüm eylemiştir». İlm i kavram ve deyim lerden vazgeçtik, günlük konuşm a diline bile, Arapça ve F arça’dan kelim eler alarak, bunların Türkçe'sini terketm iştir. Bu aşırılık ,tamamiyle aksi isti­ kam etteki bugünkü aşırılığı davet etm iştir. Bugünkü de, Fransızca ve İngilizce’den günlük konuşm a dilindeki kelim eleri alıyor. Osm anîı münevveri, «Baş sağlığı »m bıraktı, «Taziyet»i aldı; «Karşıla(16) Prof. Dr. Z. Velidi Togan, aynı eser, s. 378. (17) Süleyman Tekiner, «Sovyet Azerbeycanında Tenkitlere Hedef Olan Bazı Şiirler Üzerinde incelemeler», DERGİ, No. 17, 1959, s. 69 (Azerbeycan Mecmuası, No. 8-9 (80-81) Ankara, 1985’e atıf). — 104 —


TÜRK KÜLTÜRÜNÜN GELİŞME SEYRİNE KISA BİR BAKIŞ

ma» yerine «İstikbal»i, «Uğurlama, yolcu etme» yerine, «Teşyi»i, «Hoş geldin» yerine «Hoş amedî» yi aldı. K aşgarlı M ahm ud’un «Çay ardı» diye bahsettiği yerden, A raplar gibi «Mavera-en-nehr» diye bah­ setti. Onun dilinde, Seyhun ve Ceyhun Nehirleri A rapçaları ile yer değiştirdi. Amu Derya ve Siri Derya Nehirleri oldu. Böyle b ir aşırı­ lık, bugünkü aydının «Anons» larm a, «Lânse» lerine, «Enterese» lerine, «Etap»larm a, «Skor»larm a, «Piknik» lerine, «tape etme» leri­ ne, «olanak» larm a, «Saptama» ların ı yol açm ıştır (18). Bu bahislere sonra te k rar dönm ek üzere, konum uzun belkem i­ ğini teşkil eden m evzulara girelim. T ürk m illetinin sosyal yapısı, m illî kültürüm üz hakkında iyi bilgi edinmemize yardım cı olacak ve roillet haline gelişimizde takip edilen siyasî ve İçtimaî şekilleri, İç­ tim aî teşkilât tarzlarını açıklığa kavuşturacaktır. Bu bakım dan T ürk uruk, ulus, boy ve oym aklarını, aşiret sistem lerini ele almam ız icap ediyor. Onun için böyle b ir usul takip ediyoruz.

(18) Bu hususta bk. Doç. Dr. Necmettin Hacıeminoğlünun «TÖRE» nin 29 ve 31. sayılarında çıkan yazıları ve Doç. Dr. Erol Güngör’ün aynı Derginin 29 ve 30. sayılarındaki yazıları.


TÜRK ULUSLARI, URUKLARI, BOY ve OYMAKLARI HAKKINDA KISA BİLGİ

URUK Bize göre, «uruk», «Ulus»tan küçük, «boy» dan büyüktür. Bab ü r un «Vekayi» inde bu kelim enin m anası iki şekilde gösteriliyor: 1 — Hısım, akraba ve taalûkat, 2 — H üküm dar eşyası. Uygur Söz­ lü ğ ü n d e de kelim enin iki m anaya geldiğini gösteriliyor: 1 — Nesil, kuşak, soy, torunlar, 2 — Tohum, ekin. «Uruk sözü eski türkçede kan bağı ile bağlı birlikleri ifade et­ m ek için yerinde kullanılan bir deyimdir. Urug veya U ruk sözünün esas anlam ı, tohum , nesil, zürriyet ve soy dem ektir. F akat aynı söz. G öktürk harfleri ile yazılmış Kırgız yağıtlarından beri, çok küçük boylar için de kullanılan b ir deyimdir». Kelimenin sonraları «boy» dan büyük cem aatleri ifade için kullanıldığı anlaşılıyor. Onuncu asırda Peçenekler birçok u ruğlardan başka, sekiz büyük uruğa ay­ rılm ışlardı. Bir asır sonra ise bu uruğlarm m iktarının on üçe baliğ olduğunu görüyoruz ki b u n lar um um î Peçenek adından başka bir de kabile reislerinin isim leriyle yadolunuyorlardı. Bu hadise daha sonraki devirlerdeki T ürk kabilelerinde dahi görülm ektedir.» Prof. Z. V. Togan, «Uruk» un, «oymak», «Arış», «Tire», «Ara» gibi tali bölüm lere ayrıldığını söyler ve «Türkm en urukları», «Yağ­ m a ve Çiğil Urukları» ndan bahseder. BOY Kaşgarh M ahm ut kelim enin Oğuz lehçesinde, kabile, aşiret, hısım m anasına geldiğini söyleyerek, şu açıklam ada bulunur. «Bir­ birini tanım ayan iki adam karşılaştıkları zam an önce selâm laşır­ lar, sonra «boy kim» diye so rarlar Hangi kabiledensin?» dem ek­ tir. «Salgur» diye cevap verir. Y ahut... (başka boy adlarından b iri­ sini söyler». — 106 —


TÜRK ULUSLARI, URUKLARI, BOY ve OYMAKLARI HAKKINDA KISA BİLGİ

Bu ifadeye göre Oğuzların 24 şubesi b ire r «boy» dur. H albuki Uzun H aşan Bey «Baymdır»m «Ulus» olduğunu ifade ediyordu. Türkçe konuşan, fakat kendilerine «Kürt» denen Kozan T ürk­ m enlerinden, Aslanlı Köyü halkından M usa Sedefoğlu'dan aldığım şu m ısralar, «boy» ve «boybeği» kelim elerinin Anadolu, Y örük ve Türkm enleri arasında yaşadığını gösterir. Bozuluk bahçesi bağı Yıkılık avlığı dağı D undarlıeli’ne boybeği Nenni Süleym anım nenni Refahiye (Orçur) nin, Zenber Nahiyesine bağlı Zaza beylerine «Boybeği» dendiğini duyduk. Osmanlı kaynaklarında «boybeği» tabiri geçm ektedir. Meselâ: «Pürtek boy beğesi Cafer Bey...» «...zikrolunan cem aat ve aşiretden rastgeldüğün cem aat ve aşiret boy beğlerini ve kethüda ve iş erlerini ve sairlerini - » «Lekvanik E kradı boybeğisi... ve kethüda­ ları» «...Reyhâniye aşireti boybeğisi Mürsel-zâde m erhum Ahmet Paşa'nm oğlu M ustafa Şevki Bey gelip...» 171 yılında Kazak H anı tarafından III. Sultan Ahmed’e; hediye­ lerle beraber b ir elçi gönderilm iş, Sultan Ahmed tarafından da Ka­ zak H anına «Türkistan Beylerbeyi» pâyesi verilm iştir. OYMAK K aşgarlı M ahm ud’un divanında «Oğuş» kelimesi oymağı ifade etm ektedir. A nadolu’nun birçok köy ve Y örük - Türkm enleriııde «oymak» kelimesi bilinm ekte ve kullanılm aktadır. Güney Doğu Azerbeycan’da, M eraga yakınlarında b ir bölge­ nin adı «Çar-Oymak»tır . Bugün Anadolu Y örüklerinin b ir arad a ko­ nup göçenleri b ir «oba» dır. Mekân ifade eden b ir kelim edir. «Oy­ mak» ise, «oba» halkının veya b ir iki «oba» mn teşkil ettiği sosyal grubun, İçtimaî hey'etin adıdır. Söğüt karakeçilileri, vagon şeklini andıran keçe çadırlarına «Oba» adım verirler. Yeni Osmanlı Yöriiklerinde, çadır topluluğu


Prof. Dr. MEHMET ERÖZ

m anasına geldiği gibi, kom şu m anasına da geliyor. «Oba»nın en yaş­ lısı oba başkanı olur. Son devir Osmanlı kaynakları ve Devlet ida­ resi, «oba» yerine «mahalle» kelim esini kabul etm iştir. Bugün b ir­ çok Y örük boyu, oymağı da, «oba» yerine «mahalle» kelim esini kul­ lanm aktadır. B unların başında «kethüda» bulunurdu. Yürükler «kethüda»ya «kâhya» derler. Konya Ereğlisi köylerine yerleşmiş olan B ekdik’ler «oba»nın h atırı sayılır şahsına «oba başı» adını ve­ rirler. «Oymak reisi» m ukabildir. B ekdik’lerde «Oba baskım » adî verilen, yarı şaka baskınlar olur. Bekdik'lerde b ir ata sözü şöyledir: «Oğlunla oba ol, kızınla kom şu ol.» Prof. A bdülhakir İn a n ’m adı geçen eserinin 614-16 mcı sayfalalarında. «Oba» hakkında iyi, zengin bilgi vardır. SOY - SOP «Y akutların bugün semiyyeye verdikleri isim (Sib) kelim esidir ki (Soy-Sop) kelim esindeki (Sop) ile m üteradiftir. Eski Türklerde (Sop) kelimesi (Soy) m anasına olup, gerek (Soy) ve gerek (Sop) ke­ lim eleri bu iki kelim eden m ü ştak tır. O halde (Clan) kelimesinin Türkçedeki m ukabili şark Türkçesinde (Sop) ve Oğuz Türkçesinde (Soy) dur. (Soy-Sop) tab iri ikinsinden m ü re k k ep tir... H attâ Diyarb ek ir’de kadınların ıstılahına göre (Soy) baba cihetinden olan ak ra­ baya, (Sop) ise ana cihetinden olan akrabaya denilir.» «Aile» bahsini, hakan tarafından oymak ve boy’larm «ok« la da­ vet edilişini, töre'yi şölen adabını başka yazılara saklayarak, şim di­ ye kadar T ürk İçtim aî teşkilâtı da T ürklük ve onun kollarına dair açıklam alarda bulunacağız. Önceki yazılarım ızda takip ettiğimiz usulün aksine bu m akalem izde atıflarda bulunm ıyacak, dip n o t­ lar düşmiyeceğiz. Bunun birinci sebebi, sadece bu m akalem iz için en az kırk elli kaynak ism i gösterm ek zorunda oluşum uz ve bunun bir m akale çerçevesinde m üm künü bulunm ayışıdır. İkincisi, çok dip notunun b ir çok okuyucuyu sıkm ış oluşuna dair aldığımız haber­ lerdir. Geniş atıflara kaynaklara, genç okuyuculara, geniş b ir bib­ liyografya verebilm ek, k ültürlerine yardım cı olabilm ek düşünce ve endişesi ile baş vurduk. M aksadımız yerine gelmiş sayılabi­ lir. Konumuza «Türk» sözünü açıklayarak girelim. M erhum Hüseyin Nam ık O rkun'un yazdığı gibi, «Türk», «Mukaddes soyumuzun ebe­


TÜRK ULUSLAR!, URUKLAR!, BOY ve OYMAKLAR! HAKKINDA KISA BİLGİ

di adıdır.» Yazarını heyecana garkeden bu ifade bize de heyecan verm elidir. Sadece bugün yeryüzünde yaşıyan T ürkler değil, en azından iki bin sene öncesine k ad ar varan b ir geçim içinde yaşamış bulunan m ilyonlarca insan (atalarım ız) ve bizden sonra yaşıyacak olan torunlarım ız, hep bu «m ukaddes T ürk soyuna» dahildir. Akan b ir nehrin suları gibi, zam an suyu içinde gelip geçen ve «İlâhî va­ zifesini» yerine getiren b ir soy, b ir kavim. K aşgarh M ahm ud’un ri­ vayet ettiği Hadis-i K udsi'deki ifadeyle, Doğu'ya yerleştirilm iş ve insanlığa adalet götürm ek, m azlum u korum ak, zalimi ezmek için hizm ete çağırılmış bir soy, Mevlânâ, b ir şiirinde soyumuzu şöyle an­ latır: «Türk odur ki onun korkusundan köy haricden em in olur. T ürk o değildir ki tam ahkârlığı yüzünden her uygunsuzun şa­ m arı altında kalır. Şam arın yer.» T ürk kavini, çeşitli şube ve kollara ayrılır. Bunlar: Oğuz (Türk­ men, K arluk, Ağaçeri, Çiğil, Kalaç, Uygur, Kazak, Kırgız, K um an Kıpçak (Kırım ve Kazan T a tar’larının aslı), B aşkurt, Bulgar (Bu­ günkü Slav’laşanlar değil, eski B ulgar’lar), Peçenek, H azar, Yağ­ ma, Avar, gibi T ürk şubelerini sayabiliriz. Şim di bu n lar ve kolları hakkında gayet kısa bilgiler vermeğe çalışalım. Oğuz (Türkmen) Türklüğün en büyük, en kalabalık b ir şubesidir. Buna «Ulus» değil, «İl» dem ek gerektiğini daha önce söylem iştik. Oğuz İli, gönül rızası ile M üslüm an olduktan sonra «Türkmen» adını aldı. Azerbeycan T ürkler i, Ira k Türkleri, Anadolu T ürkler i, Rumeli Türkleri, hep Oğuz T ürk'üdür. T ürm en’dirler. B atı T ürkistan'da, Sovyetler ta ra ­ fından kurdurulm uş sözde T ürkm enistan Cum huriyeti halkı da T ürkm en’dir. Afganistan T ü rk lerin in b ir kısm ı da T ürkm en’dir. Oğuz'lar (Türkm en)ler Anadolu’yu taşı ve toprağı ile T ürkleştirdik­ ten sonra, yavaş yavaş yerleşik hayata geçtiler. Göçebeliğe devam edenlere gene T ürkm en denilm ekte beraber, b u ta b ir daha ziyade yarı göçebeler için kullanılır oldu. Göçebelere «Yörük» denildi. Bu kelime «Yörümek»ten gelir. «Yüğrük at» m isalindeki, canlı, h are­ ketli, kabiliyetli anlam ını veren «Yüğrük» kelim esinden yapılmış «Yürk» kelim esi ile, «Yörük» ün ilgisi yoktur. M analar başka baş­ kadır. Bazı tarihçi ve araştırıcılar, kelimeyi yanlış kullanm aktadır­ lar; — 109 —


Prof. Dr. MEHMET ERÖZ

Oğuz’lar hakkm daki güzel bilgiyi K aşgarlı M ahmud verm ek­ tedir. Arap ve Fars kaynaklarının verdiği bilgiyi ve Oğuzların ah­ valini, Prof. F aruk Süm er ve Prof. Osman Turan, Prof. M ükrim in Halil Yinanç ve Prof. İbrahim K afesoğlu'nun eserlerinden takip etm ek m üm kündür. Oğuzlar önce «Bozok» ve «Üçok» diye iki ko­ la ayrılırlar. Bu ana kollar da on ikişer «Ulus» veya «Boy» a ayrılır. Böylece Oğuz İli, 24 Ulus veya Boy’dan m eydana gelir. B unlar: «Kayı» (Türkiye’nin m uhtelif yerlerinde 25 adet Kayı köyü vardır): «Kara-Evlî» (Bu isim de 8 köyümüz vardır); «Yazır» (17 adet köy adı); «Aysar (Afşar)» (Bu isimle anılan 48 köyümüz m evcuttur. Fa­ kat Avşar köyleri daha çoktur, fakat hepsi Avşar ismi almam ış, oy­ m ak isim lerde anılm akta bulunm uştur. Sadece K ayseri'de yüz elli kadar Avşar köyü m evcuttur. İsp a rta ’nın Gelendost kazasında on kadar, Adana, M araş arasında ve m uhtelif yerlerdeki Avşar köyleri­ nin toplam ı birkaç yüzü bulur); «Karkm» (13 K arkm köyü vardır); «Bayındır» (20 adet bu isim de kötüm üz vardır. Ayrıca İzm ir’in bir kazasının adı da Baym ’d ır); Peçenek (Becenen)» (iki köy) «Çavu!d u r (Çavundur) (on b ir köy), «Çepni» (Köy adlarım ızda on sekiz kadar Çepni köyü adı vardır. H albuki K aradeniz sahillerinin Rize’­ den Sinop’ta k ad ar uzanan kıyılar halkının büyük ekseriyeti Çepni Türkleriııdedir. Vaktiyle b u ra Çepniîleri Alevî idiler. Sonradan Sünnileşerek, Çepni adını kaybettiler, köylü ve şehirli haline geldiler. Yiğit Çepniler vaktiyle kadını ve erkeği ile, Rum-Pontus devletine karşı kahram anca savaşmış, onların m untazam askerî birliklerini geri püskürtm üşlerdir. Halen Gerze, Ünye dağlarında, G iresun’un Anadolu'ya bakan yaylalarında, Çayeli’nin «Büyükköy Nahiyesi» nde çok sayıda Çepni olduğunu duyduk. Artık «Çepni» değil, «Çetmi» adıyla anılm aktadırlar. G iresun’un Dereli’sine bağlı «Yıldız Köyü» ve Espive’ye bağlı «Elmalıbelen Köyü» halkı, Çepni’dir. Ege’de de b ir çok Çetmi köyü vardır. B alıkesir’e bağlı olanlar: Karagedik, K aram an, Çukurlıüseyim, M acarlar, Söğütkırı, Soğanbükü, Kabakdere, Kepsut; Sındırgı ve Bigadic’e bağlı Çepni köyleri: Kocasinan, Güvem, Kozpmar, Akyar, Elyapan, Y um rukluçetm i, İnkaya, Kuşkaya köyleri, Aydın'm Söke’sine bağlı Sofular ve Terziler köyleri hep Çepni köyleridir); «Sakır» beş Salur köyümüz vardır. Salurlar, Yalvaç ve K aram an boylarına ayrılır. İsp arta Yalvaç Kazasının bir m ahallesinin adı «Salur»dur. B u rd u ru n K aram anlı Nahiyesi, eski K a ram a n lılar tarafından kurulm uştur. Konya Erm enek tarafında, epeyce K aram an köyü vardır. Suriye’de Lâzkiye Vilayetine bağlı Bayır-Bucak nahiyelerinde iki K aram an köyü vardır, bugün hâlâ -— 110 —


TÜRK ULUSLARI, URUKLARI, BOY ve OYMAKLARI HAKKINDA KISA BİLGİ

Türkçe konuşm akta, Türklüklerini bilm ektedirler); «Ala-Yundlu» (bir köy vardır); «Eymür» (yirmi d ört köy adı vardır. Ö m rünün en kıym etli yirm i beş yılını, Osmanlı arşiv kayıtlarına veren kıymetli bir dostum uzun verdiği bilgilere göre, Rumeli'de, V arna’da on al­ tıncı asırda iki Eym ür köyü vardı: Eymiroğlulcuyusu Köyü ve Eym iroğlîarı Köyü. B undan sonra, Rumeli köylerine ait vereceğimiz bilgi, aksi gösterilm edikçe, bu kaynaktandır. «Bayat» (Otuz b ir Ba­ yat köyümüz vardır. K erkük'te de birçok Bayat köyü bulunm akta­ dır. İra n ’da da B ayat’lar ve Bayat köyleri olduğu bilinm ektedir), «Kınık» (İzm ir’de b ir kazanın adıdır. Selçukoğulları da bu boya m ensuptur. Otuz sekiz tane Kanık isim li köyüm üzün varlığı biliniyor. Hüseyin N am ık’ın yazdığına göre, sadece İsp a rta ’da beş adet Kı­ nık köyü olup, köy adlarım ız kitabında m evcut bulunm am aktadır); «Yıva» (Otuz kadar köy); «İğdır» (On beş kad ar köy adı); «Yüreğir» (altı köy); «Dodurga» (on b ir köy); Döger» (Sadece Urfa, Siverek’te b ir köy; «Kızık» (Onyedi köy). Mevcut Oğuz bov ve köyleri b u n lar­ dır. Urfa ve Kayseri Sarız’da Badılh adı verilen ve Türkçeyi u n u t­ m uş olan ve A nadolu’nun diğer tarafların d a da bulunm ası gereken Beğdili’lerle ilgili köy adlarına rastlanam am ıştır. Doğrudan doğruya «Oğuz adım alan yedi köyümüz vardır. «Türk» ve «Türkmen» adlarıyla kayıtlı altm ış beş köyümüz mev­ cuttur. Yirmi b ir köyümüz de «Yörük» adı alm ıştır. U rfa’m n Bi­ recik Kazasında b ir köyüm üzün adı da «Bozok»tur. Ege’de birçok köy Türkm en olduğu gibi, Afyon'un E m irdağ’­ ına bağlı köylerin çoğu Türkm en köyüdür. D inar’ın Dombayovası ve Çölovası’ndaki köylerin çoğu da Danişm end Türkm enidir. eKsk in’e bağlı Türkm en köyleri: M ehmetbeyovası. Kenanbevobası, Hüseyinbeyovası, Büyiikoba, Halifeli, Gazibeyli, Konur, Efendiköyii, Em inefendiköyü, Armutlu, M aşatlı, Kevenli, B attalobası, Karakasıklı, Danacaobası, Hacıliobası, Göçbeyli, Olunlu, Solaklı, Hacıöm ersolaklısı, Dağsolaklısı, Kayasolaklısı, Kavurgalı ve Kaçak köyleri. Akşehir civarında Taahhütlü Köyü de T ürkm en’dir. Batı T ürkistan ve A fganistan’daki T ürkm en’lerin «Teke» Bo­ yu, «Tohtamış» ve «Otamış» oym aklarına ayrılır. O tam ış’m sonra­ ki şekli «Ödemiş»tir, İzm ir’e bağlı b ir kazamızın- adı Ödemiş oldu­ ğu gibi, K ırşehir, Çankırı ve Zolguldak’a bağlı bu isim de üç köyü­ müz vardır. Afganistan Otamış Boyu veya oymağı, «Bahsi» ve «Sıç­ maz» oym aklarına ayrılır. Bahşi'lere Türkiye’de Bahşiş Yörtiğü de­


Prof. Dr. MEHMET ERÖZ

nir. B unlar yazın H am id - Erm enek arasındaki B arem - Balgusan Y aylalarında yaylıyan ve kışın Anamur, G ülnar köylerinde kışlayan Y ürüklerdir. «Sıçmaz» İzm ir, Aydın bölgesi K aratekeli’lerin bir oymağının adıdır ki, Afganistan T ekelilerine aynen uym aktadır. İz­ m ir’in Cumaovası, Torbalı civarındaki Kaplancık, H artuna, Oğlananası, Tekeli, ve T ire’ye bağlı Alaylı, Doyranlı köyleri, Aydm’ııı Se­ lâtin, Balatcık köyleri; Adapazarı K arası Kazasına bağlı iki Yörük köyü ve B alıkesir’de birkaç köy ve Sam sun B afra'sına bağlı «Yü­ rükler Köyü» halkı K aratekelidirler. XVI. Asırda V arna’da b ir «Tohtam ış Köyü» ve B ah şişlerin kurduğu iki köy vardı. K arakeçililer: E rtuğrul Gazi torunları olduklarını, Kayı Bo­ yundan geldikleririni söylerler. Bozüyük’e bağlı K arakeçililer: Kı­ zıltepe, Yörükçetm i (Dibekli), Bozazlan, Dardere, Eceköy, Oğlakçı (yeni adı Aşağıarm utlu), M uratdere, Derealmacık, Aksutekke, Kızılcapınar, Çaydere, K apanalan, K uyupm ar köyleri. Pazaryerine bağ­ lı olanlar: Bakraz (Yeni adı: Günyurdu), Küçükelm alı, köyleri. Es­ kişehir’e bağlı köyler: Aşağıguzfmdık, Yukarıguzfm dık, K artal, D ut­ lu, Yusuf lar, Dur gutlar, Akçayır, K aracaşehir, E şenkara, Mollaoğlu, K aracâren, Yarımca, Margı, K ıravdan, Kuyucak, Yörükyayla köy­ leri. G ördes’te otuz iki parça Karakeçili köyü, Salihli'de beş Karaçeli köyü vardır. U rfa'nm Siverek kazasına bağlı 60-70 kad ar K ara­ keçili köyü vardır ki, Türkçelerini unutm uşlardır, kendilerine K ürt dem ektedirler. B unlar Y örüklre, K arakeçili Y örükleri bu n lara ak­ raba olduklarını söylem ektedir. Siverek K arakeçililerini Belgeler­ le Türk Tarihi Dergisinde, b ir yazı halinde ele almış bulunuyoruz. Diğer Oğuz (Türkmen-Yörük), boy ve oym aklarının bazıları da şunlardır: Araplı - Arapcı. T ürkm enler arasında bulundukları gibi, O rta Asya Özbekleri arasında da görülür. İra n ’ın Şahseven T ürkm enleri arasında da bir A rapgirlü oymağı olduğunu biliyoruz. Bu isimle anılan seksen beş köyümüz m evcuttur. B ir kısm ının ismi değiştirilm iştir. B unların A rap’lıkla ilgileri yoktur, arı T ü rk ’türler, Y örük - T ürkm en’dirler. Tarihli kayıtlarda, M anisa - B alikesir bölgesinden, Rumeli'ye gön­ derilip iskan edilen «Buğurçu Arapları» bugünkü Araplı Y örükle­ rinin dedeleridir. Buğur (Buğra) denilen, çift hörgüçlü damızlık, erkek, O rta Asya devesini beslediklerinden bu isim verilm iştir. Arap 112


TÜRK ULUSLARI, URUKLARI, B O Y v e OYMAKLARI HAKKINDA KISA BİLGİ

ismi, Prof. Ömer Lütfi B arkan’ı şaşırtm ıştır. K adınlarının ve erkek­ lerinin adı, çok eski Türkçe olan bu göçebelerin Arap ismiyle yadedilm elerine b ir m ana verem em iştir. K arasu'ya bağlı Denizköyü, Araplı Y örükîeri tarafından kurulm uştur. On altıncı asırda Silistr e ’de de b ir A raplar K öyünün olduğunu biliyoruz. Atçekenli. Galiba Kayı’lardan gelmedirler. K aram an’m Ortaoba Köyü ve civarındaki birkaç köy Atçekenli’dir. Bozdoğan. Büyük b ir Yörük boyudur (aşiretidir). Ahmet Refik Beyden öğreniyoruz ki, K arahacılı'lar, K ürkcülü’ler, Tekelü’ler, Melm enci’ler, Aiâdinlüler, Keşşaflılar, Bozdoğan'lılardandır. Böyle olunca, Anamas D ağlarında konup göçen, kışın Antalya'ya inen Karahacılılar’ı Bozdoğan’lı sayacağız dem ektir. Keşşaflılar, Keşefli adıyla Erm enek civarında, Balgusaıı’da ve bilhassa Yellibei'de yay­ larlar, kışın M ut’taki köylerine inerler, M anisa'nın b ir kazasının adı Menemen’dir. Burayı bu boy kurm uş demelidir. Silifke’nin Taşucu Nahiyesi halkı Menemençi boyundandır. Erm enek, Yellibel ci­ varında M enemencilerin b ir köyü vardır. Bozdoğan adıyla b ir ka­ zamız Aydm’a bağlıdır. Bunu da Bozdoğan’lılarm kurduğunu bili­ yoruz. Adana taraflarında çok sayıda Bozdoğan köyü vardır. Cabar - Çapar. Caber Kalesi adını bu boydan alm ıştır. Ahmet Refik Beye göre, bun lar Yeniil Türkm enlerine bağlıdır. Kayseri, Adana, Gaziantep ve Aydm'da Ç aparlar çoktur. Cerit. Yiğit b ir Y örük boyudur. Ege’de vaktile Yörük, Cerit Os­ m an diye ünlü b ir efe vardı. Sultan Aziz tarafın d an Bulgar kom ite­ cilerinin fesadını önlemek üzere B ulgaristan’a gönderilmiş. Çakırcalı'nm babası ve m aiyetleri ile birlikte bu işi başarm ışlardır. Keskin'e bağlı on sekiz Cerit köyünün varlığını biliyoruz. Adana, Sivas taraflarında da Cerit köyleri vardır. G aziantep’te «Kuscucerit», Mara ş ’ta «Çağlayancerit, K üçükcerit, Yumaklıcerit» köyleri bilinm ek­ tedir. Çıtak. Ali Rıza Yalgın’a göre, K ayseri’de Çıtak, «Oynak» demek­ tir. D inar Türkm enlerine göre, kavgacı, nizacı dem ektir. Rumeli Türkleri arasında da bu m anaya gelir. Y unanistan ve B ulgaristan Tiirkleri arasında birçok Çıtak vardır. Halen Anadolu’da beş parça Çıtak isim li köyümüz m evcuttur. Hayta. B ir Y örük boyudur. V uruculuk, kırıcılık, gezicilikleri yüzünden tanınm ış, «Hayta gibi gezmek», «Hayfa, Haytalık» deyim­ — ■1 1 3 —


Prof. Dr. MEHMET ERÖZ

lerine konu olm uşlardır. Ege ve Adeniz sahillerinde pek çokturlar. Aııamaz yaylalarında yaylar, kışın Antalya'ya iner veya İsp arta ci­ varında kalır veya Aydın’a giderler. Eski T ürk vasıflarını ençok de­ vam ettiren b ir boydur. Çok sayıdaki Y örük boyunu ve köyünü yazmağa im kân yok­ tur. Beş altı ay içinde çıkarm ağı um duğum uz b ir k itap ta bunları çok geniş olarak ele alacağız. Kısaca birkaçına da tem as edelim. N evşehir’de on altı Herikli Köyü vardır. N evşehir’de Boynuinceli Y ürükleri de çoktur. Bunların b ir kolu Silifke-Erdem li'dedir. H onam lı’lar Konya, Antalya, Adana taraflarında köyler k urm uştur. Antalya, K onkuteli’de on ka­ d ar Yeniosmanlı Y örük köyü vardır. Eskiyörük, Yeniyörük, Çakaîlı, Karakoyunlu, Burhanlı, M uratlı, Sarıkeçili, Sarıtekeli, Kızılkeçili, Akkeçili, Akkuzul, Farsak, Bolacalı, Kızılışıklı, H orzum boy­ larının kurduğu köyler, İzm ir, Aydın, Denizli, Muğlar, Antalya, İs­ p arta, B urdur, M ersin, Konya, Adana tarafların d a yüzleri bulur. Konya Ereğlisi’nde beş on tane Bekdik köyü vardır. K urgutlar, Yağ­ m urlar gibi köylerimiz de çoktur. Diğer T ürk İl, Ulus ve U rukları: Ağaçeri. Büyük b ir Türk şubesidir. K arakoyunlular arasında da b ir oymağın adı b u şekildedir. Avar. K afkasya'da dillerini kaybetm iş Türklerdir. Gerede’de üç sülale vardır. Avarlar, Çongalar, Alamanlar. Bu Alaman kelimesinin aslını kitabım ızda açıklayacağız. Köy adlarım ız arasındaki «Avan, Avana» kelimeleri, Avar’m bozulm uş şekli olsa gerekir. Çigil. Büyük b ir T ürk şubesidir. İzm ir’de, Denizli taraflarında, Çiğil köy ve nahiyeleri vardır. Konya, Ilgın kazasına bağlı b ir nahi­ ye ve b ir köy Çiğil köyüdür. Maraş, Pazarcık K ü rt Alevileri arasın­ da b ir iki köy Çiğil köyüdür ve kendileri de «Çiğilli» olduklarını ka­ bul eder ve bununla öğünür. Kuman - Kıpçak. K aradeniz’in kuzeyinden göç eden Türklerdir. Bugünkü Kazan ve K ırım T a tar’larının dedeleridir. Bu T ürkler bir ara Moğol hakim iyeti altına düştükleri için kendilerine T atar de­ nilm iştir. Türkçeleri Kuman-Kırçak lehçesidir. Halis T ü rk ’türler, fakat Hüseyin Nam ık Beyin dediği gibi, inatla T atar ism ini taşırlar. — 114 —


TÜRK ULUSLARI, URUKLARI, BOY ve OYMAKLAR! HAKKINDA KISA BİLGİ

Balıkesir, Bursa, Eskişehir, İstanbul, A nkara’da kalabalık halde b u ­ lunan ve T atar değimiz cem aatler, Kuman-Kıpçak Türklerinden, kısm en de Peçenek Türklerinden başka birşey değildirler. Kazan. Rus K ossak larm d an bu T ürkları ayırmalıyız. R us’lara yanlış olarak Kazan denilm iştir. Bugün O rta Asya’da sözde b ir Ka­ zakistan Cum huriyetinde en az 6-7 milyon Kazak T ürk'ü yaşam ak­ tadır. Doğu T ürkistan ’da, Çin esaretinde de pek çok Kazak T ü rk ’ü vardır. İstan b u l’da, Salihli’de, Konya’da, Adana’da ve U lukışla’nın Kazak köyünde, Gerede ve K ojhisar'da b ir iki Kazak köyü bulun­ m aktadır. A nadolu'da birçok K arluk köyü de vardır. B irkaç Özbek kö­ yü, b ir iki H un köyü vardır. Diğer T ürk şubelerinin etraflı açıkla­ m asını çıkaracağım ız kitaba saklıyoruz. Son söz ve öz olarak şu­ rasını belirtelim ki, Anadolu’muz halis T ürk vatanıdır. Çokluğu Oğuz (Türkmen) olm ak üzere, çeşitli T ürk u ru k ve boyları tarafın ­ dan iskan edilmiş, kurulm uş, T ürkleştirilm iştir. Bu vatan üzerinde büyük b ir soy, m odern m anada b ir m illet haline gelmektedir. Bu millete, T ürk milliyetine dahil T ürk ulusları, uru k ları da yabancı kalamaz. Bu konuları da gelecek yazımızda inceleyelim.

115


TÜRK MİLLİ BİRLİĞİNE DOĞRU

Önceki yazılarım ızda Türk boy ve oymak teşkilâtı hakkında bilgi verdik ve çeşitli Türk uluslarına, uruklarına, boylarına ve oy­ m aklarına dair açıklam alarda bulunduk. Konuya ait bu son yazı­ mızda, Çin Şeddinden B alkanlara, Sibirya'dan B asra Körfezine ka­ d ar çok büyük b ir saha üzerinde yayılmış olan ve tarihin m uhtelif devirlerinde m illî kuruluşlar halinde, tarih sahnesinde görünen Türk uluslarını, uruklarının, bugün anlaşılan m anası ile, m illet haline gelişi vetiresinin şartlarından, karşılaşılan güçlüklerden ve bize m ahsus im kânlardan bahsedeceğiz. Hemen belirtelim ki, bu millî birlik, bugünkü Türkiye sınırları içinde kuvvetlenip, bütünleşip m illet haline geliş yolunda ilerlem ekle bitm iş olm ayacaktır. Tür­ kiye sınırları dışında yüz milyon yakın ve milliyetimize dahil bu lu ­ nan b ir Türklük yaşarken, onları hiç hesaba katm ıyan b ir m illet ve milliyet telâkkisi; tarihim izi elli yıl öncesinin Cum huriyet’i ile, Os­ manlI İm paratorluğunun kuruluşu ile, M alazgirt Zaferi ile başla­ yan ta rih tezleri kadar sakat ve yanlış b ir sosyolojik görüş olacak­ tır. Bu konudaki geniş açıklam ayı yazının sonuna bırakalım . Büyük Arap tarihçisi ve bazılarına göre dünyanın ilk sosyolo­ gu İbni H aldun’un deyimi ile, «kabile asabiyetimin (ulus, boy, oy­ m ak dayanışm a ve şuuru)nun, m illî şuur ve tarih şuuru haline gel­ mesi, m illet dediğimiz tabiî, tarihî, ve sosyolojik varlığın şekil al­ m asına yol açabilir. Böyle b ir tam am lanış, G ökalp’in deyimiyle «Hars (millî kültür)»m , o cemiyetin bütün fert ve züm relerin­ ce benim senm esi ve yaşanm ası ile m üm kün olur. Soyumuzun bü­ yük devletler kurm a ve m illî hayat yaşam a tecrübesine sahip bu­ lunuşunu, m illî kültürü n yayılışını kolaylaştıracak ve millî birliği gidişi hızlandıracak, Biz’e has kabiliyet ve hasletlerdir. Millî birliğin büyük adım ları elbette, biricik m üstakil T ürk devletine sahip olan Türkiye’de atılacaktır. Çokluğu Oğuz (Türkmen) olm ak üzere, Kuman-Kıpçak, Kazak, Peçenek, Çiğil, K arluk gibi Türk ulusları, Türkiye Türklüğünün soy — 116 —


TÜRK MİLLÎ BİRLİĞİNE DOĞRU

tem elini teşkil etm ektedir. «Soy» dan, biyolojik ve antropolojik m a­ nâdaki «ırk»ı değil, etnolojik ve sosyolojik anlam daki «soy»u, ta ri­ hî ve İçtimaî m enşe birliğini anlıyoruz. Bu husus Sadri M aksudî Arsal’m, m illet tarifinde iyice belirm ektedir: «Millet, antoropolojik m a­ nâda ırk birliği ile birbirine bağlanm ış fertlerin m ecm uu olm aktan ziyade, MÎLLÎ RUH birliğile, m üşterek tarih, m üşterek kültür, m üş­ terek m âşeri ruh, millî seciye, lisan, örf ve âdet birliğile birbirine bağlanm ış insanlar kitlesinden ib aret etnolojik ve psikolojik varlık­ tır». Gökalp de aynı görüşle m illeti şöyle tarif eder: «Millet, lisanen m üşterek olan, yani ayni terbiyeyi almış fertlerden m ürekkep bu­ lunan harsî b ir züm redir.» Biz bu tarifleri benim sem ekle beraber; o r­ tak dil, aynı millî k ü ltü r ve terbiyeyi alışın, etnolojik ve sosyolojik m anâda «ırk» a m ahsus b ir vakıa olduğunu kabul ederk, m illetin ta ­ rihî ve İçtimaî olduğu kadar, tabiî b ir varlık olduğunu da belirtm iş­ tik. Asırlarca b ir arada yaşıyan insanlar, aynı k ü ltü r hususiyetlerini paylaşırken, nisbî b ir tecritten doğma tabiî hususiyet de kazanıyor­ lar. Böyle b ir tabiî ayniyet, büyük Türklük potası içinde, millî kül­ türün yardım ı ile Türkiye’mizde, yarım asır içinde başarılabilir. 0 zam an «soy» problem i bulunm ayacağından, millî k ü ltü rü n iyice benim senm esi m üm kün olacağı için, çok sağlam b ir m illet haline geleceğiz. Bu gayrette, Türk dilinin ve dinimizin büyük yardım ı ola­ caktır. T ürk soyunun büyük b ir nüfus çokluğuna sahip bulunuşu, azlıkların aynı dini paylaşışı, içlerinden birçoğunun vaktile Balkan­ lara geçmiş Türklerin çocukları oluşu, m üşterek b ir maziye sahip bulunuşum uz lehteki hususlardır. Ayrıca, K ürt U ru ğ u n u n Batı H unları, G öktürkler, Çiğil Türkleri, K um an T ürkleri ve Oğuz (Türk­ men) T ürkleri ile aynı boylar arasında zikredilm esi de m ühim bir noktadır. «Soy»u böyle geniş ve m üsam ahalı b ir m anada anlıyarak, onu şekillenm ek üzere, m illî k ü ltü rü n em rine veriyoruz. Milli k ü ltü rü ­ m üzün gelişmesinin ve hizm et görm esinin im kânlarını ve bunu engeieyen saikleri biraz aşağıda gösterm ek üzere, «soy»umuz hak­ kında b ir iki şeyi daha açıklam ak istiyoruz. Türk soyunu, gerek ken­ di içinden, gerek siyasî, ideolojik m aksatlarla dışarıdan ayrı menşelere çıkarm ak isteyen nazariyelerle karşı karşıya bulunuyoruz. B unların en tehlikesi «Etno-Jenis» denen nazariyedir, ta rih görüşü­ dür. Bu teze göre, Anadolu Türklerinin ataları O rta Asya Türkleri değil, E ti (Hitit) 1er, Frikyalılar, Lidyalılar, Rom alılar, BizanslIlar­ dır. Truva, Aspendos, Efes festivallerinde b u zihniyet sırıtır. Turizm


Prof. Dr. MEHMET ERÖZ

hastası, ta rih şuurundan nasipsiz bazı aydınlar da buna alet olm ak­ tadırlar. İstan b u l’da, Bayezit'te Bizans Tak-ı Zaferi’nin toprak altın­ dan çıkarılıp, yolum uzun üstüne dikilişinde, F atih ’in Sim keşhane’sinin, İkinci Bayezid’in H am am ı’m n, P atrona bahanesi ile yıkıl­ m ak istenişinde, S ultanahm et’teki Bizans sarnıcının (Yerebatan) ihya edilerek, Türk - Osmanlı çeşmesinin boynu bükük kenara atı­ lışında ve Selçuk'da Aydmoğlu İsa Beğ cam iinin perişan bırakılışm da bu zihniyet ve hain teşebbüs kendisini gösterm ektedir. Aynı zihniyet ve tez, Türk kültürüne ait tem el kitap olarak, birkaç ya­ bancı dilde, T ürk hüküm etinin de m addî desteği ile, Unesco ta ra ­ fından çıkarılan «Fundameııta» kitabında, T ürk soyunu ayrı menşelere çıkarm akta, T ürk kültürüne başka kaynaklar bulm aktadır. Pertev Naili B oratav’ın bu işte m enfi rolü büyük olm uştur. Rah­ m etli Zeki Velidî Hoca, b ir yandan protesto m ahiyetinde Fundam enta yazı heyetinden çekilirken, diğer yandan m uhtelif gazeteler­ de m akaleler neşrederek, T ürk ilim çevrelerini, siyasî m ahfilleri, H üküm eti uyarm ağa çalıştı feryat etti ise de, her yrden taş sessizliği ile m ukabele gördü. Kim senin kılı bile kıpırdam adı. Bu m akaleler, ölüm ünden sonra çıkarılan «Türklüğün Mukadderatı Üzerine» isim li kitapta bulunm aktadır. Ayrıca, Prof. Fm dıkoğlu'nun, T ürk Y urdu’nun Ekim 1966 sayısında çıkan b ir m akalesinde de, buna dair kısa bilgi vardır. Bunun üzerine Zeki Velidî Bey, Türkiye'de on ciltlik b ir «Türk Kültürü El Kitabı» çıkarılm ası teşebbüsüne geç­ ti. B ütün T ürk dünyasının, tarihi, sosyoloji, etnolojisi, İktisadî, ede­ biyatı, sanatı, etnografyası, tabiî, İçtim aî ilim leri b u k itap ta olacak­ tı. Yerli ve yabancı alim lerden, kendi konularına ait söz alındı ve si­ parişler verildi, kitapların ön m uhtevası neşredildi. Gelgelelim, Türk H üküm etinden him m et ve yardım görülm edi. Zeki Velidî Hoca, ölü­ m ünden birkaç gün önce bile, yatağında bu eserle meşguldü. Aynı tez, O rta Asya’da kendisini gösterm işti. B ir kısım B atı Tür­ kistan K ent Türkleri, Özbek adım «millî» isim olarak alm ışlar ve kendilerini m ilâttan önce yaşam ış «Kanguylar» a ve İslâm devrin­ deki «Samanîler» e bağlam a garabetini gösterm işlerdir. Bazı Kazak bölgecileri, K azak'ların tarihini m ilâttan önceki «Usun» ve «Yuyban» lara bağlam aktadırlar. Batı Türkistan Türkm enleri içinden ba­ zı garip ve bölücü fikirdeki kim seler, tarihî köklerini, soylarını, T ürkten ziyade, m illâttan önce yaşam ış olan Masagit ve S arm at züm­ resine dahil bulunan Alan kavm i halitasına bağlıyorlardı. Bugün bu tez, R uslar elinde büyük b ir silâh olarak kullanılm akta, çok ince, ■— 118 -—-


TÜRK MİLLÎ BİRLİĞİNE DOĞRU

u sta m etodlarla T ürk uluslarım ayrı b irer m illet imiş gibi göster­ meğe çalışm aktadır. Lehçe farklarını arttırıcı lisan gayretleri ve Rus alfabesinin her birine farklı tatbikinden m eydana gelen ayrı ebedî dil, bu tarih tezi ile birlikte, Türk dünyasını bölm ektedir. Millî kültürüm üzün (harsımızın) tem el u n surlarından biri din­ dir. Din deyince elbette İslâm iyet! anlıyoruz. T ürk spyunun asırlar­ ca kılıç ve kalemiyle hizm et ettiği İslâm iyet, sanki Allah tarafından bu kavme em anet edilm iştir. T ürkler olmasaydı, korkunç dalgalar haline gelen Haçlı sürüleri önünde, Iran d ılar ve bugün K udüs'te m askara olan A rap'lar kaç gün dayanabilirdi? Biz bu yüce ve en ileri dine böyle hizm et ederken, İslâm iyet de milliyetimizin koruyucusu oldu. M üslüm an olan Türkler m illiyetlerini m uhafaza ederken, Hristiyaıı Batı H unları, Kuman-Kıpçaklar, Peçenekler, B ulgarlar ve Mu­ sevi olan H azar'lar birer b irer eridirler, Slavlaştılar, Türklüklerini kaybettiler. Gagauz’larm da sonu budur. Demek ki milliyetimizi, din tem elinden m ahrum edersek, ileriki nesilleri erimeğe m ahkûm ede­ ceğiz. Baş döndürücü teknik yenilikler, m addî k ü ltü r değişmeleri t karşısında, m illî ve m anevî değerlerinin çoğunu kaybeden diliyle ve nüfus kâğıdı ile T ürk olan Türk'ün, m illiyetinin hızla kaybolmasını önlemeğe hizm et edecek olan m illî kültürüm üzün en büyük desteği, yine İslâm iyet olacaktır. Milliyetimizle dinimiz birçok, noktada içiçe girm iştir. Lokm alar, köm beler, paylar, aşureler, «dede aşları», «hayır»lar, kandil sim itleri «hayır helvaları», susam helvaları, arife ve bayram günlerinde m ezarlık ziyaretleri, m ersin dalları ile mezarlığı süsleme, türbe ve yatırları ziyaret, bez bağlam a, dilek dileme, adab adam a gibi âdetler, dinimizle milliyetimizin kucaklaştığı Türklüğe m ahsus geleneklerdir. Hele Ram azan ayında (diş kirası gibi) ve iki dinî bayram günlerinde, İslâm i gelenek içine Türklüğüm üzden gel­ me birçok gelenek m evcuttur. İslâm iyetin b u birleştirici rolü yanın­ da, onu dar b ir kalıp içinde anlar ve m üsam ahasız b ir görüşe sapla­ nırsak, bölücü b ir tesiri olabilir. Buna da biz sebep olm uş oluruz; dinî m üessese değil. Şunu demek istiyoruz; m utaassıp b ir görüşle, Sünnîliğin dışındaki mezhep m ensuplarını İslâm cam iasından çıka­ rırsak, millî birliğim ize ağır b ir darbe indirm iş oluruz. B unun yeri­ ne, Şiîlik ve Alevîliği de şefkat kolları arasına alan, geniş b ir İslâm i­ yet anlayışı, dinî ve millî hayatım ıza bereket getirecektir. Dinimizi, Arap kültüründen de k u rtarm ak zorundayız. B unun ne dem ek oldu­ ğunu şu misalle anlatalım : on yedi yıl kad ar önce kasabam ızda, Türk asıllı, çok m utaassıp M üslüman olan b ir hem şehirim izin, Türkler — 119 —


Prof. Dr. MEHMET ERÖZ

için «Ye’cuc-Me’cuc» deyişine ve kendi soyunu kötüleyişine şahit ol­ m uştuk. Bu kelim elerin ne demek olduğunu sorduğum uzda, K u r'an ’da yazılı olduğu, oradan öğrenmemiz gerektiği cevabını aldık. Son devrin en büyük m üfessir ve din alim lerinden m erhum Elm alı'lı Kü­ çük H am di Efendinin on ciltlik m uhteşem tefsirine başvurduk. Av­ ru pacıların «Agog-Magog» dediği, İslâm kaynaklarında «Ye'cuc-Me’cuc» diye geçen kelimeler, zalim b ir kavmi ifade ediyordu. Bu kavim büyük b ir şeddin b ir yanında oturuyordu. Kısa boylu, çekik gözlü ve çok kalabalık idiler ve dünyayı fesada boğacaklar, insanları m ah­ vedeceklerdi. B unların şerrine karşı, Şeddin öbür yanındaki kavim, velî veya peygam ber olan «Zülkameyn»den yardım dilemişlerdi. K u r’an'da böyle yazıyordu. Bu Âyet'i tefsir eden bazı Osmanlı dev­ ri din adam ları, am an dileyen, yardım isteyen kavm in Ç inliler ol­ duğunu, «Ye’cuc-Me’cuc» denilen ve dünyayı ifsat ederek kavmin ise Türkler olduğunu, Türklüğün İslâm iyete olan hizm etini b ir ka­ lemde silip atarak, yazabilmiş, söyleyebilmişlerdi. K ulaktan kulağa, nesilden nesile, bu hain inanç ve iftira, bizim cahil ve m utaassıp hem şehrim ize k ad ar gelmiş ve ona İslâm iyet adına, Türk düşm an­ lığım öğretm işti. Antalya Y ürüklerinden, Yazır Boyu’ndan olan, Elm a lılı M uhamm ed H am di Yazır, İslâm iyeti Arap kültüründen ayır­ dığı için, T ürk’lerin Ye’cuc-Me’cuc değil, Ye’cuc-Me’cuc olan Çin kavmine karşı, dünyayı koruyacak b ir kavim olduğunu belirtm iştir. Bin d ört yüz yıl önce, Âyet halinde insanlığa sunulan ibretli bildiride gösterildiği ve yarım asır önce Elm alı’lı Ham di Efendinin Tefsiri’ııde açıklandığı gibi. Çin ırkı, kalabalık nüfusu, bütün İnsanî, dinî, manevî kıym etleri ortad an kaldıran bir kom ünizm heyulâsı ile, in­ sanlığın başına b ir Ye’cuc ve Me’cuc olarak çıkm ıştır. Âyet ve tefsi­ rinin ikinci kısm ını beklemek, yani Türklerin, Zülkarnevn’in yardı­ mı ile, insanlığı bu belâdan k u rta rm a s ı,ileride olacaktır. Buna inan­ m ak ve onun için hazırlam ak, dinî ve millî ideolojimiz olmalıdır. Türkler, dünyada bunu yapacak belki de tek m illettir. Gökalp bu hu­ susta şöyle söyler: «Alman feylesofu Nice nin tahlil ettiği fevkalbe­ şerler, Türklerdir. Türkler, her asrın (yeni insanları)dır.» B urada şu hususu da belirtm eden geçemiyeceğiz, Türklerin Ye’ cuc-Me’cuc olduğunu iddia eden Osmanlı devri devşirme zihniyetîi, Arap k ültürü almış din adam ını tenkit ederken, sadece dönme ve devşirme ihanetlerini tenkit ediyoruz. Topyekûn O sm anlılığı, Osm anlı devrini kötülem e kastım ız yoktu. Esasen Osmanlılık, kavmi değil, siyasî bir kuruluştur. Onu m eydana getiren, A vrupalılarm ve


TÜRK MİLLİ BİRLİĞİNE DOĞRU

bazı devşirm elerin iddia ettiği gibi, d ört yüz çadırlık b ir Kayı Aşi­ reti değildir. Çoğu Oğuz olm ak üzere, çadırlı ve yerleşik, çeşitli Türk ulusları, boyları ve oym akları bu devleti m eydana getirm iş, onun as­ lî ve kurucu unsuru olm uşlardır, im p arato rlu k yıkılınca, yeni Türk devletini gene bu milet-i aslî kurm uş ve devlet sadece ona dayanm ış­ tır. Osmanlı devletinin b ü tü n müesseseleri, Türkleşm em iş devşirm e­ nin gayretine rağm en, eski Türk k ü ltü r ve m üesseselerinin devamı­ dır. Yeniçerinin başında ak keçe külah bile, Hun devrinden kalm a­ dır. Bu kü ltü r devamlılığı ve Türk unsu ru n u n Osmanlı devletini k u r­ muş olduğu vakıası, Fuad K ö p rü lü n ü n çok kıym etli araştırm aları, Ömer Lütfi, F aruk Sümer, Zeki Velidî ve diğer Osmanlı ve Selçuklu tarihçilerinin çalışm aları ile m eydana çıkm ıştır. Onun için, eski Türklüğe sarılıp, Osmanlılığı yerm ek de; eskiyi, eski T ürk k ü ltü rü ­ nü, H unları, G öktürkleri, Uygurları, K arahanlıları, Selçukluları bir kenara iterek, Osmanlılığa sarılm ak da hatalıdır. T ürk kültürünü sevmek, hepsini aynı derecede sevmekle m üm kündür. Millî kültürüm üzün ikinci tem el direği T ürk dilidir. Millî b irli­ ğimizin kurulm asında dilimiz büyük rol oynayacaktır. Bir. yandan Türkiye’de herkesin ana dilinin Türkçe olm asını sağlıyacak olan dil­ deki bu gelişme, diğer yandan T ürk dünyasındaki lehçe farklarım ortadan kaldıracaktır. Bunu b ir asır k ad ar önce K ırım ’ın Bahçesaray’m da doğan büyük milliyetçi G aspıra’lı İsm ail Beğ sezmiş ve «Dilde, fikirde, işde birlik» şiarı ile T ürk dünyasına m al etmeğe ça­ lışm ıştı. T ürk dünyasının o rtak edebî dilinin, İstan b u l’da konuşulan ve yazılan yazı dili olm asını teklif etm işti. İstanbul Türkçesi ile Ter­ cüm an Gazetesi’ni çıkarm ış. K ırım ’da, K azan’da, Azerbeycan’da, T ürkistan’da çok sevilmiş, tutulm uştu. Bu büyük b ir ham le idi. Or­ ta Asya’da R uslar ve Çinliler eliyle T ürk lehçeleri arasındaki ufak fark lar uçurum haline getirilirken, biz de hoş durm uyor onlarla ve mazimizle aram ızdaki bağı koparıyoruz. Teknik ilerlem elerin yıkımı yanında, onların getirdiği nim etlerden de faydalanm ak gerek. Rad­ yodan, televizyondan, sinem adan, gazete ve dergilerden, yani m at­ baadan istifade etm ek lâzım. F akat bizim gayretim iz aksi istikam et­ te. Gerek bu vasıtalarla, gerek m ekteplerim izde T ürk dilinin lehine çalışmıyoruz. B ir yandan Türkçe ile ilgisi olmıyan kelim eler uydu­ rurken, diğer yandan da İngilizce, Fransızca kelim eleri sıkılmadan bol bol dilimize, karşılıkları olduğu halde sokuyor, kendi kelimele­ rim izi boğuyoruz. Lânseler, anonslar, jarafe etm eler, brifingler, etap­ lar bize E rasm us'u hatırlatıyor. Erasm us, devrindeki yabancı dil


Prof. Dr. MEHMET ERÖZ

züppeliğini acı b ir dille tenkit eder: «dili sülükler gibi kullanır gö­ rünce, kendilerini birer tan rı sanan, lâtince b ir söylevde yunanca bir kaç kelimeyi yerli yersiz, arap saçı haline getirerek kullanıp, sözü m uam m a haline sokan şu günüm üzün beyan öğretm enlerini benim de taklit edesim geldi. Bu öğretm enler hiçbir yabancı dil bilm eseler bile, küflü d ö rt beş k itap tan eski b ir kaç kelime çıkarıp, bunlarla okuyucunun gözlerini kam aştırırlar. Bu kelim eleri anlıyaırlar allâ­ m eliklerinin tadını tatm ak fırsatını bulm akla kurum satarlar: anla­ m ayanlarda ise, anlaşılm adıkları oranda hayranlık uyandırırlar. Çün­ kü, uzaktan gelen şeylere fazla hayranlık gösterm ek, dostlarım için azım sanacak b ir zevk değildir. Sonuncular arasında, bilgin geçin­ m ek benbenliğinde olanlar varsa, küçük b ir hoşnutluk gülüm se­ mesi, küçük b ir ‘evet’ işareti, eşeklerinkine benzer b ir kulak salla­ ma, bunların cahilliklerini başkalarının gözünde örtm eğe yeter». Ninniler, türküler, şarkılar, ağıtlar, m asallar, hikâyeler, atasöz­ leri, deyişler, dualar, niyazlar nesillerin ruhuna nakşolunur. Edebi m ahsuller, rom anlar, hikâyeler, piyesler, şiirlerle T ürk dili işlenip, geliştirilecektir. Bu iyi niyet ve bilgiye bağlıdır. Millet oluşum uzda Türk m usikisinin büyük rolü olacaktır. Dini ve lâdinî klâsik T ürk m usikisi, T ürk san’at m usikisi ve T ürk halk m usikisi ile, m illî kü ltürden gıdasını almış b ir nesil yetiştirm ek m üm kündür. H epsi de bizim öz m alım ızdır. Ziya Gökalp, T ürk san' at m usikisini bizim saym am akla h ata işlem iştir. Birçok konuda elli yıl ötesini görmüş, Türkiye’nin bugünkü birçok meselesine ışık tu t­ m uş olan ve birçok konuda henüz aşılam am ış bulunana Ziya Gökalp'i, bundan dolayı kötülem ek olmaz. Bu büyük adam , musikimiz hakkında henüz esaslı araştırm alar yapılm am ış olduğu için, o gün bu hükm e varm ıştı. Dr. Suphi E zg in in Rauf Y ekta Beyin ve H üse­ yin Sadettin Arel’in araştırm aların ı görebilmiş olsaydı, Gökalp'in düşüncesi m uhakkak başka olurdu. Bu araştırm alar onun ölüm ün­ den sonra yapıldı ve yayımlandı. Hüseyin Sadettin Arel'in önce der­ gilerde tefrika edilen ve 1969 yılında Millî Eğitim Bakanlığı tarafın­ dan kitap halinde bastırılan «Türk Musikisi Kimindir» isim li eseri, dostları sevindirecek, düşm anları yerindirecek kıym ettedir. Bu kıy­ metli eserin gösterdiği gibi, san ’at musikim iz de öz m alım ızdır ve çok yüksektir. Onu da artık üvey evlât m uam elesinden kurtarak, devletin resm î him ayesi altına alm ak zorundayız. Devlet Konserva-

122 —


TÜRK MİLLİ BİRLİĞİNE DOĞRU

tuarm da Türk m usikisinin öğretilm emesi, T ürk sazlarının tedris edilmemesi ne dem ektir? Bu ne aşağılık duygusudur; nasıl kendi kendini inkârdır? M illetin parasıyla, devletin bütçesinden ayrılan paralarla kurulan konservatuarda yalnız sanat m usikim iz değil, halk musikimiz, halk oyunlarımız da öğretilm eli, T ürk dünyası ta ran a­ rak, oyunlar sesler tesbit edilm elidir. K onservatuarın yetiştireceği büyük nazariyatçılar, san ’atk ârlar sayesinde Türk m usikisi, günüm üzün kıym etli bestekârı Avni Anıl’m deyimi ile, «M ontör»lerin elinden kurtarılm alıdır. Gerek halk m u­ sikimizi, gerek san'at musikim izi «aranje eden», «düzenliyen» «mon­ tajcıların», «montaj müziği» nin, millî kültürüm üze büyük zararı oluyor. T ürk san'atm ı ve m usikisini bilgili ve iyiniyetli ellere teslim etm enin zam anı geçmek üzeredir. Bu sahadaki yıkım, b ir k ü ltü r is­ tilâsının zaferi olacaktır ki, artık, cephelerde yenilmeğe lüzum kal­ maz, m illet öz evlâtlarının eliyle ciğerinden hançer yer. Millî kültürden ilham ve feyiz alan m illî b ir hayat, milli b ir ik­ tisat sistem i ile kuvvet kazanır. Fertlere, sosyal sınıf ve tabakalara, huzur içinde yaşam a im kânı verecek, onları fakirliğin pençesinden k u rtaracak olan m illî ik tisat sistei, elbette ne sosyalizm (komünizm), ne de kapitalizm dir. Bu, kendi tarihî, sosyal, İktisadî, tabiî şartlarım yarattığı, kendimize m ahsus sistem olacaktır. Böyle b ir kalkınm a şeklini başarı ile yürüttüğüm üz takdirde, kapitalizm den yılıp kom ü­ nizme koşan Asya ve A frika’nın biçare aydınlarına da örnek olmuş oluruz. Onlar, sosyalizmin yalnız b ir İktisadî doktrin olmayıp, bü­ tün m illî m anevî değerleri ortad an kaldıran, m illet yok eden, kozm polit b ir sistem olduğunun farkına varm ıyor, sosyal adalet heye­ canının narına yanıyorlar. Bu konuda ayrı m akaleler yazmayı ileri­ ye bırakıyoruz. Türkiye'de gelişecek, getiştirilecek m illî kültürün, b ü tü n Türk dünyasına yayılm asından sonra, ileride T ürk birliği de meydana gelecektir. Bunu engelemek isteyen iç ve dış düşm anlar vardır. Hem kom ünist, hem kapitalist dünyası bunu istemez. Çin ve Rusya bun­ dan dehşet duyar. B ir de bu fikrin iç düşm anları var. Bunu, m er­ hum profesör Zeki Velidî Togan’m 1942 yılında, T ürk Y urdu’nun 8. sayısında çıkan b ir m akalesinden, uzun b ir nakil yaparak gösterm e­ ğe çalışalım. Prof. Togan, T ürk dünyasının yediye bölünm üş oldu­ ğunu anlatarak, buna dair m isaller veriyor: «Türkiye Türkü, Azeriler, Türkm en, Özbek (Batı Türkistan), Uygur (Doğu Türkistan), Ta­ ■— 123


Prof. Dr. MEHMET ERÖZ

ta r (Kazan Türkü), Kazak (Kazak-ıKrgız) şeklinde taazzuv etmek yoluna girdi. (Bunlardan başka, Kırgız, K arakalpak, Nogay-Kumuk ve B aşkurt gibi taazzuvlar da baş gösterm işse de, çok m ahallî mahiyetdedirler). Bu taazzuvlar arasında son yirm i sene zarfında cereyan eden m ünasebetler, h er milliyetçi T ürkün yakından alâkadar olarak takip etmesi icabeden b ir keyfiyet olm uştur. Şimdi bu yedi grupun edebiyatları, onları yaşatan m uharrirler, şairleri ve ayrı m illî var­ lık iddialarını esaslandırm ağa çalışan ideoloğları vardır. Bu ideolog­ lar, tem sil ettikleri grupları m üstakil m illetler gibi telâkki ederler ve her biri diğerinin m üstakil m illet olduğunu tanır. Bu taazzuvlardan Türkiye Türklüğü kendi başına b ir m illet olarak teşekkül etm iş­ tir ve burada bahis mevzuu değildir. Diğer teşekküller ise, şimdilik bu kavim ler üzerine yabancıların hakim iyetini kolaylaştırıcı ve bu Türk züm relerini, yalandan olsa bile, ayrı b irer m illetm iş gibi gös­ tererek m üntesiplerine teselli verici bir hal alm aktan ileri gideme­ m iştir. H er grupun nüfusça az, kültürce zayıf, yabancılarla karışık ve coğrafî cihetten bazan pek dağınık (meselâ K azaklar ve Kazan Türkleri) olduklarını m üdrik olan ideoloğları, bu m illetlere b ir ha­ yat hakkı kazandırm ak fikriyle kendi züm relerine bitişik küçük Türk kabilelerini ilhak ederek büyüm ek davalarıyla m eydana atılır­ lar ki, bugünkü ve m üstakil ihtilâf ve anlaşm azlıkların kaynağım teşkil eder. Azerî Türkü, Dağıstan Kum uklariyle birlikte oradaki Nogayları da kendilerine ilhak etm e kister; halbuki Kazan rejiyonalistleri bu Nogayları T atar bildiklerinden kendilerinden sayarlar. Özbekler, Aral Golü civarındaki K araklapakları kendilerine çeker­ ler; halbuki K azaklar onları kendilerinden bilirler nitekim b ir ara­ lık cum huriyetlerine dahil idiler. K azaklarla B aşk u rtlar 1917-1920 senelerinde, Özbekler de beraber olduğu halde, daha geniş b ir caim ada birleşm ek istediler, fakat K azan ideoloğları B aşkurtları Tataı addettiklerinden, onları m uhakkak kendi cam ialarında bu lu n d u r­ mak, «Tatar-Başkurt» yahut 'Edil-Ural' m illeti yaratm ak azminde bulundular. Batı T ürk istan ’ın eski m edenî 'K ent T ü rk ü ’ kendisini sadece «Türk» tesmiye etmeği kâfi görmeyip, kabile m ikyasında bir «millet» olm ak fikriyle aşiret halinde yaşıyan özbeklerin adını «mil­ let ismi» ilarak benim sem ek yoluna girdi ve bu aşiret halinde yaşıyan özbekleri kendinden savdı; halbuki etnik cihetten bu Özbekler daha ziyade K azaklara (ki bunlara eskiden Özbek Kazağı) yakındır. Avrupalı alim ve seyyahlar tarafın d an bile daim a «Türkî» tesmiye olunan Doğu T ürkistan K ent Türklerinin m ahallicileri de, 'T ürk' is­ m i yerine kabile m ikyasında «millet» ismi olarak «Uygur» adını al­ — 124 —


TÜRK MİLLÎ BİRLİĞİNE DOĞRU

dılar ve bu m illet'in civar kabileler hesabına genişlemesini ileri sür­ düler. Tiyanşan D ağlarındaki Kırgızlar etnik ve menşe itibariyle Ba­ tı ve Doğu T ürkistanın K ent Türküne yakındır: halbuki hayat şart­ ları ve lehçelerinin fonetik hususiyetleri bir olm ak itibariyle Kazak­ lar bu K ırgızları kendilerinden sayarlar ve «Kırgız-Kazak» tabirini «millet» ismi olarak kabul ederek, buna dö rt elle sarılırlar... bu m a­ halli taazzuvlar, T ürk m illeti vücudunda en belâlı m üzm in b ir has­ talık şeklini alıyor». Bu ibretli ve T ürk dünyası realitesinden alın­ mış satırlardan sonra, Prof. Togan, ayrı «ulus» 1ar k u rarak Türk dünyasının parçalanm asına sebep olacak fikir sahiplerinin bir azlık teşkil ettiklerini söylüyor. B unların b ir kısm ı sam im idir, T ürk b ir­ liğinin gerçekleşmesine pek inanm adıkları için veya kendi «ulus» u etrafında halkalanacak b ir Birlik tasarladıkları için bu fikirdedir­ ler. Diğerleri ise soyca T ürk olm adıklarından Türkçülüğe karşı çı­ karlar. Bazı Tacik’leri m isal gösterebiliriz. Meselâ menşe itibarile Tacik olan şair F ıtrat, «IJımımî T ürk hayalleri ile avare olm aktan m illeti kurtardık», «Osmanlı kitaplarını m ekteplerim izden sürdük» diye m ektep kitaplarında öğünüyor. «K azanlılardan Azim Kasimov, AzerbaycanlIlardan Mir Cafer Bağırova, K azaklardan eski Altınsar ı’nın halefleri hep aynı fikirdeki insanlardır.

— 125 —


MİLLÎ KÜLTÜR İÇİNDE ALT-KÜLTÜR GRUPLARININ DURUMU

Günümüzün biricik bağsız ve bağlantısız, h ü r T ürk ülkesi olan Türkiye’de, devlet ve m illet hayatının sağlamlık ve devamlılığının tem el şartlarından birinin, alt-kültür gruplarının m illî k ü ltü r ve ya­ pı ile, kaynaşm ası, bağdaşm ası meselesi olduğu, bilinen b ir gerçek­ tir. Selçuklu ve Osmanlı İm paratorluklarının kurucusu ve m irasçı­ sı olan Türk Milleti, bugünün Türkiye'sine çekilerek, m illî yaşayışı­ na burada devam etm ekte bulunm uştur. Akıllı ve sistem li b ir millî k ü ltü r politikası ile, b ü tün içinde âhenkîi b ir şekilde tem sil edilebi­ lirse, millî varlığımız güçlenmiş olur. Bu, zam an işidir. Cemiyet ya­ yığında, kü ltü r tem asları, evlenmeler, çeşitli dayanışm a şekilleri, ortak dinî hayatın yaşanm ası ile, İçtimaî b ir vetire (sosyal süreç) içinde, bu hedefe varılm ası m üm kündür. Bunu önlemeye çalışan cereyanlar da vardır. B unların başında, ekonom ik mesele ve sınıf kavgası tezi ile ortaya çıkıp, etnik ve dinî meseleleri kurcalayan, on­ lara sıkı sıkı sarılan, sosyalizm gelm ektedir. Bu ideoloji, etnik ayrı­ lıkları, mezhep ayrılıklarını büsbütün körükleyerek, Türk Milletini parçalam ak istem ektedir. B unlara karşı durabilm ek, m illî bütünlü­ ğü sağlamak, yıkılmaz b ir m illet haline gelebilmek için, önce d u ru ­ m u ortaya koymak, sağlam b ir teşhiste bulunm ak gerekir. Bu bakış penceresinden konuya göz atarak, kısa b ir tahlil vermeğe çalışaca­ ğız. «Türkiye halkları» şiarı ile bölünm eğe çalışılan T ürk Milleti, oldukça hom ojen b ir kitle teşkil eder. Bu b ü tün içinde, Rum eli’den gelenler, Osmanlı Türkiye’sinden oralara gönderilip iskân edilenle­ rin ve K ırım yoluyla, K aradeniz'in kuzeyinden oralalara akıp giden T ürk topluluklarının çocuklarıdır ve aynı k ü ltü rü paylaşm aktadır­ lar. K ültür ortaklığında ilk sırayı, M üslümanlık alm aktadır. Aynı di­ nî vicdana sahip olan bu cem aatler, diğer k ü ltü r u nsurlarında da birçok bakım dan benzerlik ve beraberlik gösterirler. İslâm iyet ve beraberlik İslâm iyet ve adaleti yayma isteği, cihangirlik ülküsü ile


MİLLÎ KÜLTÜR İÇİNDE ALT-KÜLTÜR GRUPLARININ DURUMU

yoğrulm uş olan bu Evlâd-ı Fâtihan, millî b ir devlet siyaseti ile, eski şuuruna kavuşturulup, M illet’in sağlam u n su rları haline getirile­ bilir. Oğuz (Türkmen) boy ve oym aklarının, bilhassa bu n lar arasında Çepni’lerin yerleşm esi ile kurulm uş olan K aradeniz kıyılarındaki köy ve kentlerim iz, T ürk kültü rü n ü b ü tü n zenginliği ile yaşatm akta­ dırlar. Burada, deyim doğru ise, kat kat millî k ü ltü r tabakaları geliş­ m iştir. Oğuz T ürklerinden önce buralara, birçok H ristiyan Türk uruklarının (Peçenek, proto-Bulgar yani İtil Bulgari, Kıpçak) gelip yerleşmiş, yerleştirilm iş olması, bunun delilidir. B unlardan b ir kıs­ m ının sonradan M üslümanlığı kabul ederek, büyük kitleye katıldık­ ları tahm in edilebilir. Yer adlarına bakarak, b u ralara Çiğil Türkle­ rinin de geldiği sonucuna varılabilir. Görülüyor ki, Karadeniz illeri­ mizde, yarı b ir etnik menşe ve k ü ltü r bulm a ve yaratm a, gayet ve iddiasına rağmen, bereketli b ir millî k ü ltü r kaynağı, kaynam akta­ dır. K araçay ve M alkar (Balkar) Türkleri, Türkiye’de, Çerkes-Abaza züm releri içinde sayılm aktadır. H albuki bu cem aatler, Türkçe ko­ nuşur. D ağıstanlılar için de aşağı yukarı aynı şeyler söylenebilir. Çerkeşler ayrı b ir dil konuştukları halde, K ap çak lar ve Kırgız’lar arasında Türkçe konuşan Çerkez oym akları bulunm aktadır. Kaşgarlı M ahmud, Türklerin pek m eşhur b ir efsanevî kuşunun adının «Kerkez» olduğunu söyler. K afkasya’ya, H un'lardan başlam ak üzere, de­ vir devir birçok T ürk uruğunun gelip yerleştiği de bulunm aktadır. M isafir sevgisi, kadının erkekten kaçm am ası, dışarıdan evlenme âdetleri ile, Türk uru k ların a benzeyen bu topluluklarla, aym dinî inancı paylaşm aktayız. Osmanlı' İm paratorluğuna yaptıkları hizme­ tin hatırasını da taşırlar. Y ukarıda kısaca dokunduğum uz sebepler­ den ötürü, aram ızda çok eskilere dayanan o rtak b ir k ü ltü r bağı mev­ cuttur. Bu sebeplerden ötürü, mesele yaratacak m ühim b ir k ü ltü r ayrılığından bahsetm eğe im kân yoktur. Kısa b ir şekilde ele aldığımız u n su rlar dışında, Ülkemizde alt k ültürden söz ettirebilecek etnik züm re ve mezhep züm resi, «Kürt» adı ile bilinen toplulularla, Alevî-Bektâşî züm releridir. Türkiye'yi parçalam ak isteyen dış güçlerin gayreti, basiretli b ir devlet politi­ kası takibindeki kısm î zaaflar yüzünden, Türkiye’nin parçalanm a­ sına kadar yol açabilecek huzursuzlukların kaynağı olan bu iki ko­ nu üzerinde biraz daha fazla durm ak istiyoruz. — 127 —


Prof. Dr. MEHMET ERÖZ

Türkiye’de esas itibarile, «Kurmanç» ve «Zaza»lara, «Kürt» de­ nilm ektedir. Bunlar birbirinin dilinden anlam ayacak kad ar ayrı ko­ nuşan dil züm releridir. Bugün Türkiye’nin birçok yerinde Türkçe konuşan Türkm en köylülerinin yaşadığı, «Kürt» adı verilen köyler vardır. B unlardan b ir göçebe oymağı, Toros Y örükleri arasında gör­ m üştük ki, diğer Y ürüklerden hiçbir farkları yoktu. Osmanlı kay­ naklarında, b ir kısım Türkm en aşiretinden, bazan Türkm en, bazan «Kürt» olarak bahsedilir. İran 'ın Batısında yaşayan T ürkler arasın­ da Türkçe konuşan b ir oymağın adı, «Seneklü Kürdü» dür. Bu keli­ me (Senek), T ürk Dünyasının çeşitli yerlerinde, «ağaç dirgen, çam ağacından yapılmış testi ve kemik» m anâlarına gelir. Anlaşılıyor ki, «Kürt» adı altında birçok etnik züm re ve k ü ltü r birleştirilm ektedir. En gerçekçi b ir ifade ile belirtelim ki, bu ad altında toplanan cem a­ atler içinde bazı yerli u n su rlar bulunm uş olsa bile, onun esas nü­ vesi, T ürk uruklarından oluşm aktadır. Bu Türk urukları, başta Oğuzlar (Türkm enler) olm ak üzere, Kalaç, Çiğil, Kanglı, K arluk uruklarıdır. G öktürk’ler arasında b ir «Kürt» topluluğunun varlığı da, Türk m enşeini gösteren delillerden biridir. M acar bilginleri, Göktü rk ler arasında görülen «Kürt»lerin, H un’iar ve diğer T ürk toplu­ lukları ile M acaristan'a geldiklerini kabul ederler. Bugün M acaris­ ta n ’da otuz kadar köy kurm uş olduklarını ve Macarca konuştukla­ rını öğrendiğimiz «Kürt»lerin, Türk asıllı, oldukları ortadadır. «Kürt» adı altında anılan topluluklar içinde, pekçok Oğuz bo­ yu ve oymağı da vardır ki, bun lard an bazılarının adını verm ekle ye­ tinelim: Beydili, Döğer, Salur, Avşar boyları; K arakoyunlu, Kızkapanlı, Tilkili, Atmalı (Atmacalı?), Çakal, Çüngüş. Sünnî ve Alevî ol­ m ak üzere iki mezhep grubu halinde gördüğümüz K ürt topluluk­ larının kültürü ile, Türk k ü ltü rü arasında büyük b ir ayniyet vardır. Doğum, sünnet, evlenme, bayram , eğlence, ölüm âdetleri diğer Türkm enlerin âdetlerine benzer. Eski T ürk âdetlerinden olan «Ülüş» usu­ lü ve cirit oyunu da, yakın yıllara kad ar bazı K ürt oym akları ta ra ­ fından biliniyordu. Çadırlar, giyim, kuşam , hayvancılık gibi konular­ la ilgili m addî k ü ltü r u nsurlarında da büyük benzerlik görülür. Or­ tak b ir din de, iki topluluğu birleştirm ektedir. Bin yıldır yanyana kardeşçe yaşayan, kız alıp veren, birbirine kirve olan, vatanım ızı al­ m ak isteyen düşm ana karşı h er zam an birlikte dövüşen bu iki top­ luluk arasına, sun’i b ir şekilde nifak ve ayrılık sokulm ak, düşm an­ lık tohum ları ekilmek istenm ektedir. Akıllı ve basiretli b ir devlet siyasetinin, bu hususta yapabileceği şeyler, atacağı İlmî ve akıllı adım lar yok değildir. — 128 —


MİLLÎ KÜLTÜR İÇİNDE ALT-KÜLTÜR GRUPLARININ DURUMU

Alt - k ü ltü r grubu olarak ele alınm ası gereken ve Türkiye için, zam anında davram lm adığı takdirde m ühim b ir tehlike yaratabile­ cek olan mezhep züm resi ,Alevî-Bektâşi züm releridir. «Şehir Alevisi» adını da alan B ektâşîlerin m ühim b ir kısmı, Rumeli asıllıdır. B unların çoğu, eski fetih günlerinin h âtıraları ile dolu olan insan­ lard ır ve vatan m uhabbetleri kuvvetlidir. Namaz niyazla ünsiyetleri olanların da azımsaııam ıyacak sayıda olduğunu belirtm ek gerekir. İslâm dini, İslâm tasavvufu ve eski Türk k ültüründen oluşm uş bir . mezhep hayatı yaşayan B ektâşîlerin, T ürk m illî yapısı içinde kaynaş­ mış b ir halde bulunduklarım ve b ir mesele teşkil etm ediklerini ra ­ hatlıkla söyleyebiliriz. Fakat, «Köy Bektâşîleri» denilen Kızılbaş Alevî züm releri üzerinde dikkatlice durm am ız lâzım gelir. Çetmi (Çepni), Tahtacı, Nalcı, Sıraç, Türkm en gibi adlarla anılan ve Tür­ kiye'nin her yerinde bulunan ve oldukça kalabalık b ir nüfusu mey­ dana getiren bu cem aatler, dış tahriklerin tesiri ve basiretsiz bir devlet siyaseti yüzünden, küskün topluluklar haline gelmişlerdir. Kısa b ir tebliğ içinde anlatılm ası m üm kün olmayan, T ürk Töresi ile ilgili olarak devam ettirdikleri dinî hayat (Cem geleneği ve Sır sak­ lam a âdeti), Sünnî T ürkler arasında asılsız birçok rivayet ve iftira­ ların yayılm asına yol açm ıştır. «Mum söndürme» itham ına kadar varan bu peşin hüküm , cahili ve okum uşu ile biz Sünnî Türkîerin ferdî ve İçtimaî vicdanında, m ühür gibi kazınm ıştır. Böyle korkunç b ir itham ve inanış, Alevî cem aatlerini, kom şu Sünnî Türk köy ve kasabalarına, ora halkına yüzyıllarca yıldır düşm an haline getirm iş­ tir. Zaman zam an m isyoner ruhlu hocaların gayreti ve geniş görüşlü, m isafir sever insanların, sosyal m ünasebetlerin arttırılm asın d a müsbet rolleri görülm üş olm akla beraber, bu yetersiz kalm ıştır. Sağlam b ir aile hayatı yaşayan ve nam uslarına düşkün olan bu insanları, can evlerinden vurduğum uzun farkına halen varm ış sayılmayız. Sınıf kavgası iddiasıyla ortaya çıkan sol, bu küskün züm releri avlam anın hünerine sahip bulunduğundan, bu hususta büyük başarı kazandığını teslim etmeliyiz. Gerçekten, yarım yüzyıla varan sis­ tem li ve sinsî b ir çalışm a ile, bu kitleler bizden büsbütün koparıl­ m ıştır. 1946'lardan sonra, b u nların pek çoğunun D em okrat P a rtiy i des­ teklem eleri, diğer Sünnî T ürk köyleri ile birlikte siyasî b ir ideal h ü r­ riyet aşkı uğruna uğraşm alarına vesile olmuş, b u hal, b ir yaklaşm a fırsatı yaratm ıştı. Fakat, akıllı b ir devlet siyaseti, işi bu noktadan kavrayıp, devam ettirm ek dirayetini, uzak görüşlülüğünü gösterem e­ ■— 129


Prof. Dr. MEHMET ERÖZ

di. Daha sonraki yıllarda, kitleler üzerinde büyük sevgi ve nüfuz sa­ hibi olan Âşık’lar (Alevî saz şairleri) b irer b irer «eğitim» den geçiril­ di ve köylere gönderildi. Bu çalışma, üniversitede okuyan gençlerle, Alevî öğretm enlerle tam am landı. M arksist-Leninist ideolojiyi be­ nim sem iş olan solcu aydınlar köylerine giderek, solculuk propagan­ dasına başladılar. Bunu, Alevilik adına yaptılar. Sünnî T ürklerin kendilerine zulm ettiğini, ikinci sınıf vatandaş muam elesine tâbi tu t­ tuğunu, «Kızılbaş» dediğini söyleyerek, kin ve nefreti arttırd ılar. Köylülere nasıl «Kızılbaş» diyerek iftira ediyorlarsa, şehirlerdeki sosyal adaletçi (!) solcu aydınlara «Kızıl» diyerek iftira ediyorlardı. Bu sebepten solcularla Alevîlerin kaderi ve yolu birdi. Bunu işledi­ ler ve epeyce başarı sağladılar. O yüzden, «Kızıldere» köyü, kızıl m i­ litanlara sığınak ve barın ak olm uştu. Solcu Alevî gençleri, âşıklar bu propangandayı yaparken, Muhammed-Ali’nin yolundan ayrılıp, Marx-Lenin ve M ao’nun yoluna düştüklerini açıklam ıyor, bundan sinsi b ir şekilde kaçm ıyorlardı. Saf köylüler onları bâlâ Alevî sayı­ yordu. Maddeci felsefenin, diğer dinler yanında en çok Islâmiyete ve onun içinde Alevîliğe düşm an olduğunu, olabileceğini nereden bilsinlerdi. U fukları dar, kendilerine açıklananlar çok azdı. îşin far­ kına varan bazı Alevî dedeleri, seyyidleri ve vatansever m ünevver­ leri ise, çeşitli karalam alarla gözden düşürüldü. Onlara «Arabın piç­ leri, yiyiciler, vurguncular, söm ürücüler, halkın sırtından geçinen­ ler» gibi ağır sıfatlarla hücum ettiler. Bu şahıslar bölgelerinden, köylerinden uzaklaşm ak zorunda kaldı. Yazılı b ir kaynağı bulunm ayan, şifahî nakillere, yazısız kaide­ lere ve inanışlara dayanan Alevîlik, Dedelik M üessesesinin çökmeğe yüz tutm ası ile birlikte çökmeğe başladı. K üskün kitlelerin yeni ne­ silerinin boş vicdanlarını dolduracak sistem ve inanışlar gerekli idi, Devletin eli gene görülm üyordu. Boş kalıplar halindeki kelimeler geveleniyor, öze inilm iyordu. Dedelerin, Seyyidlerin, Ocağoğullarının (Ocak oğulları) çekilmesiyle, b ir enkaz ortaya çıktı ki, bu virane de şimdi baykuşlar tünemeğe başladı. Yüzlerce yıllık b ir peşin hükm ün tesiri altında, bu kardeş Türk topluluklarını tanım ak istemeyen b ir vurdum duymazlık içerisinde­ yiz. B ütün aydınlar bu meselede vebal sahibidir. Adından söz edilen topluluklar, İslâm câm iasm a ve T ürk cemiyetine dahil değil m idir? Bunu açık ve seçik b ir şekilde kendimize sorup, vicdan m uhasebe­ sini yapabiliyor muyuz? Bu konuda kısaca şu açıklam aları yapalım. Alevîler, İslâm m , im anla ilgili birinci şartına uym akta ve Allah'a, — 130 —


MİLLÎ KÜLTÜR İÇİNDE ALT-KÜLTÜR GRUPLARININ DURUMU

Peygam ber’e, meleklere, âhiret gününe, m ukaddes kitabım ıza inan­ m aktadırlar. Diğer tatb ik atla ilgili şartları yerine getiren Sünnî Türklerin nisbetine bakarak, b u konuda katı olm am alı ve onları, Islâm cam iasına d ah iletm em ek gibi b ir insafsızlık ve m anâsızlık içi­ ne düşmemeliyiz. Islâm tasavvufunun bazı prensiplerini de yaşayış­ larında uygulam aları da, görüşüm üzü kuvvetlendirir. Kapalı cem at hayatları, sır ve gizlilik olarak gördüğüm üz şey­ ler ise, tam am en Türk k ü ltü rü ile ilgilidir. Eski T ürk dini ve gele­ nekleri ile yoğrulm uş İçtimaî hayatlarını yakından tanıyınca, Sünnî Türkm en köylerinden pek de farklı olm adığını farkedebiliriz. İslâ­ m iyet cilâsm m altında, köklü b ir T ürk kültü rü n ü yaşatan Alevî Türkm en topluluklarını sevgi ile yakından tanıdığım ızda, mesele ya­ rı yarıya halledilm iş olacaktır. Onlar, sevgi ve şefkatle uzanacak eli beklem ektedirler. Tamamı, solcuların nüfuzu altına girm eden bu adım atılm alıdır. Aksi halde Türkiye, düşm an köylerin, düşm an m a­ hallelerin, düşm an kom şuların yanyana yaşadığı b ir ülke haline ge­ lecektir. S an’at, müzik, edebiyat, folklor, kaynaşm aya yardım cı olacak kıym etli vasıtalardır. Devletin öncülüğünde b ir m illî k ü ltü r siyase­ ti, her şeyi halledebilir.

— 131 —


BİR KÜRT MİLLİYETİNDEN SÖZ EDİLEBİLİR Mİ?

1 — Doğu Anadolu Halkı Okumuşumuz olsun, cahilimiz olsun, Doğu illeri halkına hemen «Kürt» der, çıkar. Hiç h atırın a getirmez ve h attâ bilmez ki, Doğu illerinde yerli şehir Türkleri, Türkm enler, K arakapaklar, Azeriler de yaşam aktadır. Dahası var. K ürt diye anılan insanlar K urm anç ve Zaza adı verilen iki büyük zümreye ayrılm aktadır. B unlardan Zaza'lar, K ürtlüğü kat'iyen kabul etmeyip, K urm anç’larm K ürt oldu­ ğunu söylerler. Tabiî, bazı K arahanlılar bu hükm ün istisnasını teş­ kil ederler. O nlara göre, b ir K ü rt ırkı vardır ve K urm anç'larla Zaza’Iar bu ırkın şubelerini teşkil eder. Beynelmilel cereyanlar da böyle su n’î b ir ırk yaratıp, Türkiye’yi parçalam ak istediğinden, y urt sat­ hında filizlenme im kânı bulan bu m uzır fikirleri yeşertm ek için çır­ pınırlar. İşin b ir de küskünlük tarafı vardır. «Kürt» deyip çıkışımız, birçok kimseyi güvendirm ekte, b ir kısm ını ideolojilerin kucağına atm aktadır. Vaktile m erhum Ziya Gökalp bile bunun ezikliğini duy­ muş, araştırm alar yapm ış, sonunda huzuruna erm iştir. Meseleyi onun kalem inden takip edelim: «Benim gibi Vilâyatı Şarkiye ahali­ sinden bulunanlara da K ürt milliyetini izafe ettiklerini gördüm. 0 zam ana kadar kendim i hissen Türk sanıyordum . Fakat bu zannım İlmî b ir tahkikata m üstenit değildi. H akikati bulabilm ek için, b ir ta­ raftan Türklüğü, diğer taraftan K ürtlüğü tetkike başladım . Evvel em irde lisandan başladım . Lisanî tetkiklerim gösterdi ki, Diyarbek ir’in Türkçesi, B ağdat'tan Adana, Bakûya, Tebriz’e k ad ar im tidat eden tabiî b ir lisandır. Yani Akkoyunlu ve K arakoyunlu Türklerine m ahsus bulunan Azeri lehçesinden ib arettir. Bu lisanda hiçbir sun’îlik yoktur» (1). Mesele son derece ciddîdir; devletin konuya el atm ası, üniver­ sitelerin İlmî çalışm alara girişm esi zam anıdır. «Kürt» adı altında toplanan züm reler; cem aatleri sistem li b ir şekilde incelemelidir. (1) Prof. Dr. Hilmi Ziya Ülken, Ziya Gökalp, s. 175 (Küçük Mecmua’ya atıf). — 132 —


BİR KÜRT MİLLİYETİNDEN SÖZ EDİLEBİLİR Mi?

2

— «Kurmanç» ve «Zaza» Sözlerinin Aslı

Önceleri B atılılar sonra da Rus bilginleri, d ö rt dil grubunu (K ur­ manç, Gûran, Lûr ve K alhur) birleştirerek, «Kürtû» adı altında top­ lam ağa çalıştılar. B unlardan son üçü, İra n ’da bulunm aktadır. Gerçi, G ûran’larm b ir kolunun Türkiye’de olduğu söylenirse de, Zaza'larm b unlarla ilgisi kesin olarak ispat edilm em iştir. L ûr'larm m apayrı biı m enşeden olduğu anlaşılm ıştır. K alh u r'lar da öyle. B ir K ü rt mil­ liyeti var etm ek için olanca gayreti ile ilmi çalışm alar yapm ış olan Minorsky bile bu gerçeği kabul ederve şöyle der: «Her şey Fars kürtlerinin, K ürdistan kabilelerinden farklı oldukları kanaatini verm ek­ tedir». Şöyle devam eder : «XX. asırda, k ü rtler arasında, bu kavme m ensup olm ıyan b ir iranî u nsurun (Gûran - Zaza zümresi) mevcudi­ yeti ortaya çıkarılm ıştır» (2). Başka b ir Batlı kaynak da, Musul çevresindeki G ûran ve Kurm ançlarm farklı olduğu, K urm anç’larm sonradan gelerek onlar üze­ rinde hakim iyet kurduğu, bu yüzden hâkim iyet ve tâbiiyet an'anesinin tam am iyle unutulm am ış olduğu anlatılır (3). Bunun üzerinde Minorsky de duruyor: «K ürtler içinde b ir çok yerlerde sırası ile ye­ ni gelenlerin siyasî hâkim iyetine m üstenit İçtimaî tab ak alar görül­ m ü ştü r (Süleymaniye'de, Savuç-Bulak'ta ve Şakaklara boyun eğmiş K üresinlilerin görüldüğü K otur'da). Sistem li tetkikler, k ü rt adı ile örtülen b ir tabaka altında b ir çok eski kavim lerin mevcudiyetini ortaya çıkaracaktır» (4). Biz bu fikre gönülden katılıyoruz; ancak, sistem li tetkiklerin, M inorsky’nin değil, bizim yüzümüzü güldürece­ ğine inanıyoruz. Bu belirsizliğin sebepleri hususunda M inorsky şu n lar söyler : «Halk iştikak ve şecereleri, K iirtlerin menşei m eselesinin hallini, k ü rt an'aneleri ve İslâm kaynakları kolaylaştırm am aktadır» (5). Ziya Gökalp, bu görüşü destekler m ahiyette şu fikri ileri sürer: «Kürt reisleri belirli b ir an'aneye sahip değildirler. H er mevkide ve h er işin zam anında başka kaideler geçerli olm uştur» (6). (2) V. Minorsky, «Kürtler» maddesi, İslâm Ansiklopedisi, c. VI, s. 1091, 1093. (3) G. J. Edmonds, Kurds, Turks And Arabs, London, 157, s. 12. (4) «Kürtler» maddesi, s. 1091. (5) Aynı yerde. (6) Ziya Gökalp, Kürt Aşiretleri Hakkında Sosyolojik İncelemeler, Ankara, 1975, s. 67. ileriki sayfalarda, dili oldukça değiştirilerek basılmış olan bu esere, yer yer müracaat zorunda kalacağız. Sinop Rıza Nur Kütüphanesindeki aslının el yazması) fotokopisinden daha önce faydalanmıştık. Şu anda elimiz altında bulunmuyor.

— 133 —


Prof. Dr. MEHMET ERÖZ

K urm anç'lar ve Zaza’la r hakkında Ziya Gökalp, şu bilgiyi veri­ yor: «Kendi kendilerine «Kürt» nam ını vermezler. «Kıurmansız (Kırmancız)» derler. B unlar Zaza'lara Dümbüllü (veya Dımıllı) der­ ler. Türklerin «Baban K ürtleri» adını verdikleri güneyli K ürtlere «Soran» nam ını verirler: K endilerinin konuştukları dile de Kurm ani (Kırmancı, Kirrnanci, Kermanci) derler. Zaza’lara gelince bunlar kendilerine (Arapça kef harfinin kesri ile) «Kirt» derler. K urm anç’lara da «Kürdasi» veya «Kırdasi» adını verirler. T ürkler ise K ürt adım K urm aç’lara ayırm ışlardır. Filân adam K ürt m üdür, yoksa Zaza mıdır» denildiği zam an K ü rt’ten m aksat «Kurm anç»tır. Dimi­ lile re Zaza ism ini veren gene T ürklerdir. Zaza kelimesini ne bizzat Zaza’lar, ne de K urm ançlar kullanm azlar» (7). B urada Zaza’lar için «Dümbüllü» denildiği yazılıyor ise de, bu h ata Gökalp'e değil, eski yazıdan yeni yazıya çevirene ait olmalıdır. Nitekim, M. Şerif Fırat, değerli eserinde Zaza'lara «Dümbeli» den­ diğini açıkça belirtir. B ir bölüm ü Alevî, b ir bölüm ü de Sünnî olan —ki ileriki bölüm lerde kısaca ele alınacaktır— Zaza’lar (Dümbeli’ler), V arto çevrelerinde d ö rt kola ayrılırlar : 1 2 3 4

— — — —

C ibranhlar, Lolanlılar, Abdalanlılar, H orm ekliler.

H orm ekliler’e, «Horumbeyan, H orm ekân, Huvarzemiyan, Harzemli» adları da verilir. B unlar Alevidirler. M. Şerif Ftrat’m dediği ne göre —ki kendisi de H orm ekli’dir—, bu çevrenin Zaza’ları (Dümbeli'leri) üçyüzyıl öncesine kadar, Türkçe konuşuyorlardı. Dörtyüzyıl önce, b ir kısm ı iç Anadolu’dan, b ir kısm ı da H orasan ve HarzenTden göç edip b u ralara gelmişlerdi. Yazar, içinde yetiştiği cemiyet­ ten edindiği bilgi ve görgüyü aktarm akla yetinm iyor, eski şecerelere de başvuruyor. B unlara yeri geldikçe işaret edeceğiz. Bu topluluklar, T ürk olduklarını bilm ektediler; Âyin-i Cem'lerde, hep birlikte T ürk­ çe nefes’ler okurlar, Türkçe olarak yapılan duaları (Gülbank) yürek­ ten anlar ve benim serler (8). Nazmi Sevgen, aynı konuya dair şu dikkat çekici bilgiyi veri­ yor: «1937 de Tunceli'nde incelem eler yaparken yaşlı Zaza'lar bana (7) Z. Gökalp, aynı eser, s. 50-51. (8) M. Şerif Fırat, Doğu İlleri ve Varto Tarihi, Ankara, 1981, s. 75-80. Bu değer­ li eserin birçok basımı yapılmıştır. Biz, «Türk Kültürünü Araştırma Entitüsü» tarafın­ dan yapılmış olan baskısından (dördüncü baskı) faydalanıyoruz. — 134 —


BİR KÜRT MİLLİYETİNDEN SÖZ EDİLEBİLİR Mi?

güzel b ir Türkçe ile ‘Biz H orsan’dan gelmiş T ürkük' dem işler ve bunda ısrar etm işlerdi. Benim de D ersim ’de bulunduğum kıymetli belgeler, yerlilerin deyişlerini doğrulam aktadır. Türkçe-Kürkçe-Zaza’ca olarak tarafım ızdan hazırlanan sözlük, pekâlâ gösterm ektedir ki Zaza dili K ürkçe değildir. B ir Zaza K ırm ançcadan b ir şey anla­ maz, onun dili başka karakterdedir. Onda Türkçe kelim eler K ürtçe' den fazladır» (9). Dersim m ebusu Masan Hayri Bey, 1921 de Türkiye Büyük Mil­ let Meelisi’nde yaptığı tarih î konuşm asında, H arezm 'den gelen ve Türkçe konudan atalarına, Selçuklu hakanı Alâaddin Keykubad ta­ rafından bu ralard a yer verilmiş olduğunu açıklam ıştı. H aşan Hayri Beyin anlattığına göre, Yavuz Sultan Selim zam anında, Harezmli Alevî Türkler, Dersim Dağlarına çekilm ek zorunda kalmış ve bu tec­ rit neticesinde «Kürtieşmişlerdir» (10). M. Şerif Fırat da aynı şeyle­ ri tekrarlam akta ve Seiçukl uH akam nm arazi ikta'sm a (bağışına) dair vesikayı verm ektedir. Haşan Hayri Bey ve M. Şerif Fırat gibi, Ziya Gökalp de «Kiirtleşme» hâdisesinden bahseder. Buna biraz ile­ ride dokunacağız. Vaktile biz de aynı şekilde, b ir «Kürtleşme» hâdi­ sesinden bahsediyordu (11). Fakat sonraki araştırm alarım ızın ışı­ ğında, bu k ü ltü r değişmesine, böyle b ir karşılık bulm anın doğru ol­ m adığı kanaatm a vardık. Aşağıda, «Kürt» kelimesi ile ilgili kaynak­ ları değerlendirdiğimizde, bu husus daha açık olarak görülecektir. B undan dolayı biz bu vetireye (prosese), «Yabancılaşma», «Türkçeyi kaybetme» adını veriyoruz. K urm anc, M inorsky, bu kelim enin nereden doğduğunu, ne m a­ nâya geldiğini bilemediğini açıkça kabul eder. Bunu şöyle belirtir: «K urm anc kelim esinin meıışe'i bilinm em ektedir. Acaba bu k ü rt is­ mi ile b ir diğer Medya kabilesinin ism inin terkibi m idir?» (12) Bu­ rada, Medyalılık gayreti yanında, b ir tem kin ve ihtiyat da göze çar­ pıyor. Buna karşılık yerli b ir Kürdolog, son derece cesur ve ihtiyat­ sızdır. Bakınız bu konuda neler söylüyor: «İslâm iyetten sonra, yani K ürtler eski ve m illî dinleri olan ZERDÜŞTÎîlikten zorla döndürülüp (9) Nazmi Sevgen, «Kürtler», Belgelerle Türk Tarihi, sayı: 5, 1968, s. 29. (10) T.B.M.M, Gizli Celse Zabıtları, Ankara, 1980, cilt: II, s. 252. (3 Teşrinievvel 1337 celsesi). (11) Dr. Mehmet Eröz, «Kürtlerin Menşei ve Türkmenlerin Kürtleşmesi», I. Ü. İktisat Fakültesi, Sosyoloji Konferansları, Beşinci kitap, 1963-1965, s. 106-121. (12) «Kürtler» maddesi, İslâm Ansiklopedisi, 1112. —- 135 —


Prof. Dr. MEHMET ERÖ'Z

İslâm laştırıldıktan sonra, K ürtler ve dolayısiyle K ürtçe, Arap ve Acemlerle fazla senli-beııli oldu. Fars dilinde Ka (Q) harfinin telâf­ fuzu zor olduğundan, «Quardiya» yı G ürdü şeklinde söylediler. Esa­ sen F arsça’da Gürd ve K ürtçede (Xurt) kuvvetli m anâsına gelir. A raplar da F arslardan «Gürd’ü alıp «Kürt» yaptılar. Ve çoğul olarak da «Kürtler» anlam ına gelen «Ekrad» dediler. Daha sonra Farslar «Kürt» sözcüğünü A raplardan alarak «Kürdman» şekline soktular. (Türklere «Türkman» dedikleri gibi). Ve zam anla «Kürdman» da bo­ zularak, bugünkü şekli olan «Kırmanç» halini alm ıştır. Bu suretle anlaşılıyor ki, halen kullanılan Türk ve K ürt adları, yabancıların bu iki kavme taktıkları ad lard ır (13). B aştan aşağıya yanlış olan bu id­ dialara cevap vermeğe yerimiz yok. Sadece b ir iki noktaya işaret ede­ lim. «Türk» adı «Türkmen» adından en az bin yıl önce doğm uştur. Türkler bu adı kendi kendilerine verm işlerdir; Çinliler de bunu ken­ di dillerinin döndüğü kadar telâffuz etm işlerdir (14). «Kürt» sözü­ nün aslını da biraz sonra açıklayacağız. «Kurmanc» kelimesi, «Kürt» kelim esinin bozulm uş şekli hiç değildir. Kesin iddiada bulunm am akla birlikte, «Kurmanc» kelimesine en yakın olarak, Türkçe «Kurman» ve «Kirman» kelim elerini bu lu ­ yoruz. Türkçe'de oymak veya boy adı, yer adı, eşya adı olarak, bu kelimelere rastlıyoruz. Kaşgarlı Mahmud, «Kurman» kelimesinin, Oğuz ve K ıpçak Türklerinde, «ok ve yay konan kap, gedeleç, yay­ lık» m anâsına geldiğini söyler (15). Tuna boylarındaki K um an (Kıp­ çak) Türklerini oymak veya boylarından bazılarının isim leri şunlar­ dır: «Ayaz... Çakan, Torsuk, Çubuk, K urm an... Kolbas (orduyu yen). Alpra (Albura), K arsak (bugünkü K artsag şehrinin adı bundan çık­ m ıştır), İlan, Çurtan (büyük b ir K um an kabilesinin adı)... (16). Ta­ ta r m ollaları arasında b ir m ollanın adının «Kurman» olması (17), K um an Türklerinden olan K ırını ve Kazan Tatarlarının, eski boy isim lerini yaşattıklarım ve T atarlar arasında «Kurman» adı almış kim selerin bulunduğunu gösterir. 171 İle rd e , Azak Denizinin kuze­ yindeki K alm uk T ürklerinin yerleşm e yerlerinden bazının adları (13) Musa Anter, «Kürt Dili Üzerine», Doğu, Aralık 1969, sayı: 1, s. 23-24. Bi­ raz ileride göreceğimiz gibi, Minorsky daha sonra bu ihtiyatı bırakmış, İlmî olmayan yorumiara tevessül etmiştir. (14) Prof. Kafesoğlu’nun ve Hüseyin Namık Orkun’un bu konu ile ilgili eserlerin­ de geniş bilgi vardır. (15) Kaşgarlı Mahmud, Divan-ü Lûgatit Türk, I, 444; III. 16 (Besim Atalay tere.). (16) L. Rasonyi, «Tuna Havzasında Kumanar», Belleten, sayı: 11-12, s. 413. (17) Prof. Dr. Z. V. Togan, Bugünkü Türkili Türkistan) ve Yakın Tarih, İst., 1947. s. 271. — -

136

-


BÎR KÜRT MİLLİYETİNDEN SÖZ EDİLEBİLİR Mİ?

şunlardır: «Sarız, Kirman, Akkinnan» (18). Yürükler, yün eğirmek için kullandıkları, elde çevrilip döndürülen basit âlete, «Kirman, kirmen» adını verirler. Kalmuk T ü rk ’lerinin yerleşm e yerlerinden birinin adının «Sarız» olduğunu gösterdik. K ayseri’ye bağlı Sarız’da, Türkçeyi unutm uş olan ve K urm ançca konuşan, Alevî cem aatları­ nın oturuyor olması, konum uz bakım ından üzerinde durulm ağa de­ ğer b ir hâdisedir. Üstelik bunlara, «Badıllı» denir ki, bu kelime, Oğuz boylarından b iri olan «Beydili» nin bozulm uş b ir şeklidir. Kiğı havalisinde, kendi dillerine «Kırman» lehçesi diyen aşiret­ ler vardır ki, «bunlar kendi rivayetlerine göre, eski K aram an T ürk­ lerinden imişler» (19). G örülüyor ki, mesele hem en kestirilip atılacak k ad ar kolay de­ ğildir. Uzun ve yorucu sistem li çalışm alara ihtiyaç vardır. 3 — «Kürt» Sözü Ne Manâya Geliyor? A raplar, İran ve T ürkistan içlerine doğru yayılır ve M üslümanlı­ ğı oralara götürm eğe çalışırken, bazı kabilelerden «kürt» diye bah­ settiler ve bunlara, «Kürtler» m anâsına gelmek üzere, «Ekrad» de­ diler. Minorsky’e göre, bu kabileler halitası içinde, Asya unsurları kadar, yerliler (Kardu’lar) da vardı (20). B urada b ir «Kardu» veya «Karduk» sözü ile karşılaşıyoruz. Birçok yazar, K ürtlerin kökenini b urada aram ağa çalışır. M ilâttan önce Y unanlıların askerî birlikle­ ri, Doğu Anadolu'ya k ad ar gelmiş ve buradaki dağlarda «Karduk» (Kardouldıoi) adıyla anılan ve ok atm ak ta çok m ahir olan kabile­ lerle karşılaşm ışlardı (21). K aidelilerin dilinde bu kelimenin, «güç­ lü, kuvvetli» m anâsına geldiğini söyleyen bazı araştırıcılar, buradan K ürtlerin aslına ulaşabileceklerini sandılar. H albuki iş sadece bu­ nunla bitm iyordu. Üstelik, T ürkçe’de de «Kardu» kelimesi vardır ve «zemheri sıralarında su üzerinde yüzen fındık büyüklüğündeki buz parçaları» dem ekti (22). Hem artık K arduk tezi, itibardan düşrnüş-

(18) Silâhdar Fındıklılı Mehmed Ağa, Nusretnâme (i. Parmaksızoğlu), c. II, Fas, II, İst., 1969, s. 462 (Harita). (19) Abdülkadir, Birinci İlmî Seyahate Dair Rapor, s. 57 ErzincanlI muallim Meh­ met Ali Beye atıf). (20) «Kürtler» Maddesi, s. 1091. (21) Kaşgarlı, Divan, I, 419. (22) Xenophon, Anabasis (Onbirlerin Ricâti), İstanbul, 1939, çeviren: Hayrullah örs, s. 105-123.


Prof. Dr. MEHMET ERÖZ

tür. Bunu ünlü K ürdologlardan Nikitin. bile kabul ederek, şu şekilde belirtm ektedir: «A raştırm aların bugünkü durum unda, artık bu ko­ nuda, aynı kesinlik kalm am ış görünm ektedir. B ir kere b u alanda büyük b ir otorite olan Th. Nöîdeke gibi M. Hartmann, Weissbach gibi doğru bilim ciler, dilbilim sel nedenlerle Kurd ve Kardu biçim ­ lerinin eşanlam lı sayılamıyacağmı kanıtlam ışlardır» (23). Minorsky, 1938 de B rüksel’de toplanan XX. M illetlerarası Şar­ kiyat Kongresine sunduğu tebliğinde, K ürtler hakkında yeni b ir tez ileri sürm üştür. M inorsky, artık K ü rt’lerin m enşeini «İskit» lerde ve «Med» lerde aram aktadır. Daha önce «Kurmanc» kelimesi hakkında ihtiyat gösterip, fikir yürütm ezken, bu kere acaip b ir yorum la işe girişm iştir. N ikitin’den dinleyelim: «İşte M inorsky, K ürtlerin ken­ dilerine verdikleri K urm anc adının yorum lanm asıyla ilgili çok us­ taca varsayım ını burad a öne sürm ektedir. Köken soneki olan —c'yi atan M inorsky, kalan bileşikte birinci unsuru Kur(d) olarak, ikinci unsuru da Medya ya da M annaTılar/ M antianoi ile ilgili görm ekte­ dir» (24). «Kurman» kelim esinin T ürk dünyasında ifade ettiği ve b i­ zim de yukarıda açıkladığımız manâyı, Minosky gözden kaçırm asay­ dı, bu eziyetlere katlanm azdı. Minosky’nin K ürtlerin ataları olarak gördüğü «îskitler» in Türk asıllı olduklarım , Zeki Velidi Togan başta olm ak üzere, birçok bil­ gin kabul etm ektedir (25). K ürtlerin Asyalılık menşei hakkında Mi­ norsky’nin ileri dürdüğü tezi, akla yakın bulan Nikitin şöyle diyor: «K ürtlerin, batıya doğru yayılm alarında birçok yerli u n su rları da bünyelerine aldıklarına şüphe yoktur. Öyle görünüyor ki, M inorsky’nin topladığı kanıtların büyük b ir inandırıcı değeri vardır ve K ü rt­ lerin dil ve tarihinde yerli oluşlarım gösteren u n su rlar bulunm adı­ ğı sürece, doğrudan göç etmiş oldukları tezi yürürlükte kalacak­ tır» (26). M inorsky’nin ve Nikitin’in, K ürtlerin Asya’dan göç etm iş olduk­ larını esas alan tezlerine katılıyoruz. Bu noktada birîeşiyoruz; fakat Asya’lı kaynakların ne olduğunda ve varılan sonuçta anlaşamıyaca(23) Bazil Nikitin, Kürtler, İstanbul, 1976, çeviren: H. D,, s. 22. (24) Aynı eser, s. 31-37. (25) Z. V. Togan, Türkistan Tarihi, s. 48, 41, 53, 57 ve bk., Fahrettin Kırzıoğlu da, Kürtler hakkındaki araştırmalarında, «İskitler» tezine dokunmuş olmakla beraber, bunda fazla ısrar etmemiş, onunla tutarlı olmayan Anadolu eski kavimlerinde menşe arama yoluna gitmiştir. İlk tezi daha başarılı idi. (26) Nikitin, aynı eser, s. 38. — 138 —


BİR KÜRT MİLLİYETİNDEN SÖZ EDİLEBİLİR Mİ?

ğımız m uhakkaktır. Minorsky’nin, Nikitin’in ve diğerlerinin yaptığı gibi zorlam alara gitmeden, K ürt'lerin Asya’lı kökenini gösterebiliriz. En eski yazılı T ürk kaynağı olan G öktürk (Orhun) kitabelerin­ de, «Kürt» adına rastlıyoruz. Gerçekten, elegeş Y azıtın d a şunları okuyoruz: «K ürt el kan (K ürt elinin ham Alp Urungu altunîu oklu­ ğum u bağladım belde. Ülkem otuz dokuz yaşımda» (27). Bunu Ma­ car bilginleri ele alm ışlardır. Bu hususu, Hüseyin N am ık Orkun şöyle açıklar: «K ürt el kan ibaresini N em eth de bahis mevzuu etm ek­ tedir. El kan sözü sonradan İlhan şeklini alm ıştır. İran 'd ak i Moğol­ ların dahka doğrusu Moğol hüküm darlarının bu ünvanı taşıdığı m a­ lûm dur. B urada K ürt adlı b ir kabileden de söz edildiği göze çarpar. K ürt sözü Türkçede çığ, k ar yığını m anâlarına gelir. M acar âlimleri eski M acar kabilelerinden K ürtgyarm at kabilesinin ism ini buradaki K ürt kabile adı ile birleştirm ektedirler. H attâ bu M acar kabilesinin içinde Yenisey havalindeki bu K ürt kabilesinin bulunduğunu da­ hi kabul eylem ektedirler» (28). Tanınm ış M acar Türkologlarm dan Rasonyinin bu husustaki fik­ ri şöyledir: «Macar K ürt boyu, büyük ihtim ale göre, Türk yazıtla­ rında Yenisey'de gösterilen Türk konfederasyonuna bağlı K ürt ka­ bilesinin kalıntısı olabilir.» «Türk kökünden gelen oymak adları şunlardır: Y orm atı (Yorulmayan), K ü rt (Kar çığ), Ker (Dev), Keşi (parça), Tarhan, Ynaq (rütbe ünvanlârı). B unlar arasında K ü rt ka­ bile adı, Yenisey çevresi yazıtlarında da geçer.» «M acar’lara Türk asıllı K ürt oymağı, G öktürk hegemonyası çağında katılm ış olabi­ lir» (29). Adı geçen T ürk asıllı K ürt oym ağının Çekoslovakya top rak ları­ na kadar uzanm ış olduğunu şu satırlard an anlıyoruz: «Dlovakya to praklarında M acarlarla da b ir çok T ürk unsuru yerleşm iş (Kabar ismiyle tanınan K azarlar, K ürt, Kesik v.b. soyları)» (30). B ir İngiliz sosyal antropologu da, günümüz İran Azerbaycan’­ ında yaptığı araştırm alara dayanarak, «Seneklü Oymağı» adı verilen (27) Hüseyin Namık Orkun, Eski Tsrk Yazıtları, c. III, İstanbul, 1940, s. 183. (28) Aynı yerde. (29) Prof. Dr. L. Rasonyi, Tarihte Türklük, H. Z. Koşay tere., Ankara, 1971, s. 114, 121, 128. (30) Yusuf Blaxoviç (Kumanoğlu), Çekoslovakya Topraklarında Eski Türklerin İzleri, Reşid Rahmeti Arat İçin, Ankara, 1967, s. 346.


Prof. Dr. MEHMET ERÖZ

ve Türkçe konuşan b ir K ürt Oymağından bahsetm ektedir. Adı ge­ çen Ingiliz araştırıcı, bu oymağı nTürkleşm iş olabileceğini, Seneklü ’nün de «Hüseyneklü» nün bozulmuş şekli olm ası m uhtem el ol­ duğunu ileri sürüyor (31). Senek kelim esinin Türkçe olduğu anlaşılıyor. K aşgarlı Malrnıud. kelim eden «Senğek» şeklinde bahsediyor ve Oğuz lehçesinde «su içi­ len testi, ağaçtan oyulm uş su kabı» m anâlarına geldiğini söylü­ yor» (32). M erhum Profesör Zeki Velidi Togan, yayınladığı «H atıra­ lar» m da, B aşkurt Türklerinden olduğunu belirtiyor ve uruğunun «Soqlı-Qay» olduğunu ve «Senekli-Qay» oymağının da kendilerine akraba bulunduğunu söylüyor. «Senek» kelimesini de, Rusya T ürk­ lerinin, Soyvet idaresine karşı olan ayaklanm alarını anlatırken açık­ lıyor: «Ufa, Belebey ve Minzele m ıntıkalarında silâhsız T atar köy­ lüleri ellerinde «Senek» denilen ağaç veya dem ir çatalları (ki bunlar harm anda sam an toplam ada kullanılır) olduğu halde, daha 1922 Ocak ayında dağınık şekilde isyan hareketlerine başladılar ve bu harekete «senek isyanı» denildi» (33). Bu kayıtlarda açıkça görülü­ yor ki, Türkçe konuşan Seneklü K ürtleri öz T ürktürler. Âşık Paşazade ve Tac-üt - Tevârih, Çelebi M ehmed'in ölüm ü sı­ rasında İra n ’dan gelmiş ve evvelce Yıldırım Bayezid’e hekim lik et­ miş, «K ürd Ozan» isimli b ir şahıstan bahsederler (34). O rhan Gazi zam anındaki «Tâceddîn-i K ürt» idi (35).

Osmanlı bilginlerinden birinin adı,

1143’te ölen Bitlis em iri «Em ir Togan Arslan» dan sonra, yerine oğlu «Husam al-Davla Kurtî» geçmişti (36). 841 o rtalarında Musul em irlerinden «Cafer eî-Kürdî» nin isyanı, «inak» tarafından bastırılm ıştı (37). (31) R. Tapper, «Black Sheep, VVhite Sheep and Reed-Head», İran, Journal of the Brîtish Institute of Persian Studies, 1966, cilt IV'den ayrı basım, s. 83.

(32) Kaşgarlı Mahmud, Divanü Lûgat-it Türk, B. Atalay tere., III, 367. Anadolu’nun birçok yerinde de bu manâda kullanılır. (33) Prof. Dr. Zeki Velidi Togan, Hatıralar, İstanbul, 1969, s. 7 ve 294. (34) Prof. Dr. M. Fuad Köprülü, Türk Dili ve Edebiyaıt Hakkında Araştırmalar, İst. 1934, s. 279. (35) Âşıkpaşaoğlu, Tevârih-i Âl-i Osman, Atsız neşri, s. 235. (36) Mükrimin Halil Yinanç, «Bitlis» Maddesi, İslâm Ansiklopedisi, c. II, s. 662. (37) Hakkı Dursun Yıldız, «Abbasîler Devrinde Türk Kumandanları II, inak EtTürkî», İ.Ü. Ed. Fak. Tarih Enst .Dergisi, sayı: 2’den ayrı basım (1971),s. 55. — 140 —


BİR KÜRT MİLLİYETİNDEN SÖZ EDİLEBİLİR Mİ?

H erat’m batısında, «Hiri rud» N ehrinin sol kıyısında, Tim urîleı devrinde pek ünlü olan «Ülenk nişin» Yaylası batısındaki köyün adı «Kürd nişin» dir. Gazâlî'nin b ir eserini F arsça’ya çeviren b ir bilginin adını, Barthold, «Gıyaseddin K ürt» olarak kaydeder (38). Musul çevresinde, Karadağ vadisindeki göçebe «Saf» lara, «Kürt» denir. Bu, «çoban» m anâsına gelir (39). 712 de R ahba’yı elinde tu tan «Bedreddin K ür d» Moğollara k ar­ şı m ukavem et gösterdi (40). B arthold’dan öğrendiğimize göre, Gürgâııc’m karşısındaki biı su ardının adı «Kürder» dir. Ceyhun deltası içindeki b ir şehrin adı da «Kürder» dir (41). Ebülgazi Bahadır Han’ın, Şecere-i Terakim e (Türklerin Şecere­ si) isim li eserinde, Ceyhun N ehri kenarında Kürdiş isimli b ir yerden bahsedilir. B urada yaşayan b ir uruğun adı «Kürtler» (Kürtler?) dir (42). Osmanlı resm î kaynaklarında T ürkm en’le K ürt aynı mânâya gelm ektedir. N itekim b ir ferm anda K ılıçh'lardan «Kılıçlı Kürdü» diye bahsedilirken, gene onlarla ilgili diğer b ir ferm anda «Türkmen taifesinden totalı ve Kuş ve Acurlı Tuğı Şeyhiü ve Günce ve Kazh ve Çepni ve Hacılı ve Elçi ve Kılıç nam sekiz adet cemaatler, ahali­ lerinin Ruka ve Dolab nehir havalisinde iskânları m ünasib olmağla...» deniyor. Diğer b ir vesikada Türkm en'le K ürt yanyana ve eş m ânâda şöyle kullanıyor: «...cem aatinin Türkm enleri ki cem ’an otuz altı cem aat...» Bu otuz altı cem aat arasında «Asaf K ethüdaya tabi E krad Kılıçlu cem aati (Kılıçlı K iirtleri cemaati)» de vardır. Diğer b ir belgede, Carit, Tacirlü, Afşar ve B ektaşlu gibi Türkm en aşiretri arasında «Kılıçlı Türkm eni»nden de bahsediliyor (43). Son gezi­ mizde Kılıçlı Türkm enlerini de ziyaret ettik. M araş’m Pazarcık ka­ zasında yirm i k ad ar köy kurm uş olan K ılıçlılar Alevî Türkm endirler. Ana dilleri Ttirkçedir. K urm ançca bilenleri de vardır. Tipler, gi(38) A. Zeki Velidî, «Kert-mi, Kürt mü? Türk Mecmuası, c. II, İstanbul, (1926-1928, s. 393-394. (39) G. J. Edmonds, Kurds, Turks And Arabs, s. 141. (40) «Kürtler» Maddesi, İslâm Ansiklopedisi, s. 1099. (41) V. V. Barthold, Moğol istilâsına Kadar Türkistan, Hazırlayan: Hakkı Dursun Yıldız, İstanbul, 1981, s. 190. (42) Ebü’l-gazi Bahadir Han, Şecere-i Terakime, Muharrem Ergin Yayını, s. 93. (43) Ahmet Refik, Anadolu’da Türk Aşiretleri, İst. 1930. s. 86, 96, 107, 191.

— 141 —


Prof. Dr. MEHMET ERÜZ

yim kuşam ları, gelenekleri, örf-âdetleri ile Türklüğün özünü yaşat­ m aktadır. Şam anizm in b ir çok kalıntısını gelenek halinde devam et­ tirdiklerini görüyoruz. Birçok T ürk ulus ve uruğunda «Kubaşık» is­ miyle anılan yardım laşm a; imece usulü, kılıçlılar arasında aynıadla yaşam aktadır. Eski T-ürklerin başlarına giydikleri «Börk» keçeden yaptıkları ve bazı hallerde giydikleri başlığın adıdır ve «Börkenek» şeklinde K ılıçlılar arasında bilinir. «Kubaşık», Pazarcık'a bağlı Ale­ vî K ürt köylerinde de bilinm ektedir, aynı isimle anılm aktadır. Bu cem aatlerin boy ve oymak isim lerinden aşağıda bahsedeceğiz, asılla n hakkında tarihî kaynaklara dayanarak bilgi vermeğe çalışaca­ ğız. Gene bu gezimizde ziyaret ettiğimiz, D iyarbakır'ın Çınar kazası­ na bağlı Şükürlü köyünün Alevî Türkm en halkı da, imece ve yardım ­ laşm a usulünün adına «Kubaşık» dem ektedir. Silivri’ye bağlı «Küçükkılıçlı» ve «Büyükkılıçh» köyleri halkı Rumeli Türlcü’dür. B ura­ larda vaktiyle Kılıçlı Türkm enleri oturm uş olm alıdır. Osmanlı kaynaklarında T ürkm en’le K ü rt’ün yanyana ve hemen hemen eş m anâda kullanıldığını belirtm iştik. Buna dair birkaç m i­ sal daha verelim. Bir devlet ferm anında «tavayifi Türkm en ve Ekraddan (yani Türkm en ve K ürt tâifelerinden) Recep lü Afş a n cem a­ ati» (44)nden bahsedilm ektedir. Bilindiği gibi Afşar (Avşar)lar Oğuz­ ların büyük b ir boyunu teşkil etm ektedirler, T ürkm endirler (45). Avşar geleneğinde de Avşar'la K ürt aynı uru k tan , kardeş sayılır. Bunu D adaloğlu'nun şu şiirinde açıkça görüyoruz : «Yozgat tarafından da çıktı b ir Paşa Avşar’m an K ürdü vakdı ateşe Çadırcı emeğin gitm esin boşa, Beri gel hasm m gör Mecit Paşa» (46). Bu b ir iskân bozlağıdır ve Avşar’larîa K ürtlerin zorla iskân olunuşlarm ı anlatır. B urada bahsi geçen K ürtler, A dananın, Kozan il­ çesinde beş köy halinde iskân edilm iştir. Bu köyler Aslanlı, Hayvalı, Hacılar, Üsdut ve H am am köyleridir. Bu köylerde yaşayan halk,, ken­ dilerini H orasan’dan gelmiş Lek ve K ırıntı K ürtleri olarak isim len­ i l Aynı eser, S. 145. (45) Bu hususta geniş bilgi için Prof. Dr. Faruk Sümer’in «Oğuzlar» titabına ba­ kınız. (46) Nebi Dadaloğlu, «Avşar Faciası ve Dadaioğlu», Türk Düşüncesi, sayı: 8, (41), 1957. -

142=

-


BÎR KÜRT MİLLİYETİNDEN SÖZ EDİLEBİLİR MI?

dirm ektedir. Bu köylerden Aslanlı köyünü yirm i yıl önce ziyaret et­ tik. Türkçeden başka dil bilmeyen, Türkçenin de en özlüsünü konu­ şan, Toros’larda yaz aylarında ziyaret edip, çadırlarında kaldığımız Yörüklerden en ufak farkı olm ayan Türkm enlerle karşılaştık. Bu m isâlden de anlaşılıyor ki, dili Türkçe olan, fakat u ru k adı K ürt olan boylar ve oym aklar, A fganistan'da, İra n ’da ve Türkiye'de vardır ve bunlar G öktürk’lerle, K um an Türkleriyle akrabadırlar. Tarihi kajm aklarda, «Lekvanik Ekradı» (Lekvanik K ürtleri) ve Lekvanik ve tedavi! k arn ıtlı (kırıntılı olacak) ve H acılar nam üç cem aat...» (47) ve «K arnitili ve Lek ve H acılar nam ında üç K ürt aşireti...» (48) ifadeleriyle, hu köyler halkından bahsedilm ektedir. Y ukarıda da belirttiğim iz gibi, köylüler, H am am köyü halkının Lek K ürdü olduğunu, diğer d ört köyün K ırıntılı K ürdü olduğunu söylem işlerdir ki, bu ifade belgelerin doğru okunm ası halinde, şifa­ hî rivayetler, yazılı kaynağın aynı olduğunu gösterir. Aslanlı köyünde, AvşarMardan Aşşık Omar (Aşık Ömer) o tu r­ m a k ta d ır. Dadaloğlu’nun soyundan geldiğini iddia etm ektedir. Aşşık O m ar’ın kendisi gibi şâir olan kızkardeşini K ayseri’nin Pazarö ren ’ine bağlı Söğütlü köyünde (Avşar köyü) ziyaret ettikten sonra, bu iddianın doğruluğuna inandık, ik isi de anadan doğma kuvvetli şâir. Okuma, yazm aları yok. F akat irticalen söyledikleri şiirleriyle, günüm üzün binlerce ozanını (!) m ahcup edebilirler. Aşşık O m ar’ın şu ağıtında birçok T ürk boyu ve boy beyleri, «K ürt yeğeni» olarak g ö sterilm e k ted ir: , Delma dakm a değer, evvelden ağa Bal sum ak çektirir solundan sağa Umucıya verir atm an deve Bektaşoğlu K ü rt yeğeni değil mi? Ah ediyor garaları görenler T ütünün sündiiğü yere alı salanlar Üçtuğlu vezirden duzzak alanlar M ursaioğlu K ü rt yeğeni değil mi?

(47) A. Refik, aynı eser, s. 145-6. (48) Cevdet Paşa, Tezâkîr, Ankara, 1963, s. 117. Urfa’da «Lekler Mahallesi» ol­ duğunu bir okuyucumuzdan öğrendik. — 143 —


Prof. Dr. MEHMET ERÖZ

Avşar gedip gerisine dönünce Ö rdekli’de belli yurdu gonunca H ah dem eden bin atlısı binince Avşar Beğ K ü rt yeğeni değil mi? Çarşı bazarıdı evinin içi Avşar iskân getti ne idi suçu Düşm anın üstüne çekerdi göçü Avşar Beğ K ürt yeğeni değel mi? Atlar ener de babam çeşmeye Ebbeğesi v u ru r gümüş ireşme Cerid’inen, Tecir’e de baş goşıua Gücüğalioğlu K ürt yeğeni değel mi? Aşşığın dalgası galm an gusura Bizim eller iskân getti yesire Boğazı çanlı gartal endi M ısır’a Göveîoğlu K ürt yeğeni değil mi? Y ukarıda adı geçen «Kırıntılı» oymağının ismini taşıyan köy­ lerimiz de vardır. G üm üşhane’nin Şiran kazasının Alevî T ürkm enler­ le m eskûn «K ırıntı köyü» ve T arsus’a bağlı «Kırıntı köyü» (yeni adı Çınarlı) misal olarak verilebilir... Diğer b ir Osmanlı kaynağında, birçok K ürt oymağı, Danişmendli Türkm enleri arasında ve Danişmendîi Türkm eni olarak gösterir: «... D anişm endiü cem aatinden... Veli K ethüdaya tâbi K ürt Mehmedlü cem aati... Cırık Ali kethüda ve oğlu K ocaya tâbi Kara Kürd cem aati... Hacı Bekir kethüda ve Halil K ethüdaya tâbi Şiritîi K ürdü cem aati... B alıkesir sancağında Su Sığırlığı ve Ömer köyü nam kariyye kurbinde Tim ur kapu ve Vi­ ran han dimekle m aruz arazii hâliyyede iskân olunup firm abaad be­ yinlerinde teayyün kesb eylemiş ihtiyar eyledikleri m utem ed âdem ler cem aatlerine başıbug tayin olub içlerinde fesad ve şekavet ider olur ise kendülerı ahz ve hâkim e teslim eylemek üzere ihtiyarları ve iş yerleri m arifetile birbirlerine kefile virilüb arazii m etbureyi rna'muru âbâdân ziraat ve hiraset idüb...» Bahsettiğim iz ferm an 1103 (1691) tarihini taşım ak tad ır ve bu işle kim lerin vazifeli olduğu ba­ şındaki şu ibare ile anlaşılm aktadır: «Raka beğîerbeğisi M ahmud ve Aydın m uhassılı Abdülbaki ve... ve kadılarına ve ol havalide olan 144


BİR KÜRT MİLLİYETİNDEN SÖZ EDİLEBİLİR Mİ?

m ütesellim ler ve voyyodalar ve iş erlerine lıüküm ki...» Diğer b ir ce­ m aatın adı «K araca Kürd»dür (49). K anuni devrinde, Oğuz boylarından Beydili Boyu, k ırk oymak­ ta n ib aretti ve b u k ırk oym aktan b irinin adı «K ürtler Oymağı» idi (50). Bozuluş Türkm enlerine m ensup «K ürt M ihm atlu Oymağı iki asır k adar önce, Aydm'm K uşadası kazasına yerleşm işti (51). Bu­ gün K uşadası’nda Türkm en Mahallesi denilen mahalleyi K ürt Mih­ m atlu oymağı kurm uştur. Aynı M ihm atlu K ürtlerini D inar’a iskân edilen Danişmendli Türkm enleri arasında da görürüz (52). Şerefnam e, «K ürt Döğer» isim li b ir K ürt boyundan bahseder. Bilindiği gibi, Döğer veya Döğerlü 24 Oğuz boyundan b irid ir (53). Ay­ nı kaynakta adı geçen K ü rt Döğer'lerin ırk î m enşelerini gösterici bilgi verilm ektedir: 1568 tarihli Ruha (Urfa) sancağı defterinde bu kabile, Cem aat’ı E k râd ’ı Döğerlü (Döğerlü K ürtleri Cematı) şeklin­ de yazılm aktadır. K abilenin vergiye tâbi şahısları arasında, Bayram, Gündoğmuş, Budak, Yağmur, Kaya, Sarı Tanrıverdi, Durmuş, Dün­ d ar ve Satılm ış gibi Türkçe adlar taşıyanlar ve h a ttâ K arkm gibi bazı Oğuz boyları adı almış kim selere bile tesadüf olunm aktadır. Bu Döğerlü (oradaki halk arasında telâffuzu Dâğerlü) kabilesinin U rfa’nm şimal doğusunda bulunan yurdu, son zam anlara k ad ar ken­ di adıyla anılm akta idi (54). H un T ürklerinde ve G öktürüklerde, Oğuz Türklerinde, on ikisi on ikisi sol olm ak üzere yirm i dörtlü b ir siyasî ve İçtimaî teşkilât sistem i bulunm aktadır. Aynı teşkilât usulünü, M oğollar’da, Harzemşahlar’da, M em lûkler’de, A kkoyunlular'da, Safevîler’de görüyoruz, «Macar alimi Andras Aîfödli, Çin serlıadlerinden cenubî Rusya boz­ kırlarına kadar m uhtelif sahalarda kurulm uş, m uhtelif T ürk devlet­ lerinde mevcudiyetini iddia ettiği çifte hüküm dar müessesesi de bu(49) A. Refik, aynı eser, s. 104-105, 219. (50) Prof. Faruk Sümer, «Bozoklu Oğuz Boylarına Dair», Â. Ü. DTCFD, cilt XI, sayı: 1, s. 80. (51) Çağatay Uluçay, Saruhan’da Eşkiyalık ve Halk Hareketleri, İst. 1945, s. 384385. (52) Dr. Cengiz Orhonlu, Osmanlı İmparatorluğu’nda Aşiretleri İskân Teşebbüsü, İst. 1963, s. 69. (53) F. Sümer, «Düğerlere Dair», Türkiyat Mec., X, 53. Ayrıca «Oğuzlar»’a da bak. (54) Aynı makale, s. 152. — 145 —


Prof. Dr. MEHMET ERÖZ

nunla alâkalı bulunm aktadır» (55). Aynı teşkilât usulünü K ürt boy­ larında da görmekteyiz. Gerçekten «Safevî devrinde Kara-Bağ’da ya­ şayan ve 24 obadan m eydana gelen b ir topluluk da, teşkilâtına uy­ gun olarak, «îğirm i dört» adını taşıyordu. Şeref Han, bu topluluğun K ürd menşeli olduğunu söylüjmr. Yine ona göre kendi m ensup bu­ lunduğu Bitlis dağlarındaki Ruzeğî adlı K ürd boyunun 24 obadan m üteşekkil olup, bunlardan 12 obanın Bilbasî ve 12 obanın da Kovalsî adını taşıdığını söylüyor» (56). Dahiliye Vekâletinin 1933’de çıkardığı «Köylerimiz» kitabında, çoğu B atı Anadolu’da, İç Anadolu’da ve Akdeniz bölgesinde olmak üzere, «Kürt» ismi taşıyan 81 adet köy adı bulunm aktadır. Biz bun­ ların bazılarım gördük. H alkı T ürkm en’d ir ve Türkdeır başka dil bilmezler. B unlardan birkaçının adı şöyledir: K üçükkürtler (Aydın, K ürtderesi, Çine-Aydm). Bu iki köy halkı Y örüktür. K ürtköy (Uşak), K ürtler (Dinar-Afyon), K ürtalpı (Ankara), K ürtler (Mut-Mersin). Bu köy halkı Y örüktür ve «Yukarı-Kösereli Oymağına» bağlıdırlar. Kürtevci (Akdağmadeni-Sivas). O rtaasya tipi keçe çadırların ağaç parça­ larını yaparak geçinen Yörük ve Türkm en oym aklarına «evci, evci­ ler» adı verilirdi. Demek oluyor ki, b u köy halkı da bu işle uğraşan, «Kürt» adıyla anılan b ir Türkm en oymağı idi. Ç aykürt (Hafif-Sivas). Z ara’nın (Sivas) K aracahisar köyünde de «Kürtler» sülâlesi olduğu­ nu öğrendik. B unlar Çaykürt köyüne akraba imişler. Türkçe konu­ şurlarm ış. Vaktiyle Alevî olduklarından ötürü, «Tekkenişînler» de denirm iş. Sivas'ın, merkeze bağlı Gündüz, B arem köyleri ve diğeı birkaç köy halkına da «Kürt» deniyor. B unlar Türkm en Alevîsidir ve Türkçe konuşurlar. «Barem» kelimesi çok eskilere dayanır. Zeki Velidi, Milâs ile Bodrum arasındaki tarihî «Becin» kalesinin adına «Barem» kelim esinin değişik şekli olduğunu söyler. Toros Dağlan üzerinde, Erm enek ile H adim ve Taşkent arasına düşen mevkide de b ir «Barem Yaylası» vardır ve Bahşiş, M uratlı, Beyazıtlı, Keşefli Yü­ rükleri yaylam aktadır. Yirmi yıl önce gittiğimizde böyle di; şimdi bu Yürüklük de bitm iş olm alıdır. T ürkistan’da, Oğuz Türklerinin ünlü b ir hatununun adı, «Barçın H atun» d u r ve adına «Barçınlığ ■ Kent» kurtulm uştur. Türbesi (yatırı) büyük saygı ile ziyaret edilir, Kelime, Türkiye’de «c» sesi ile, T ürkistan’da «ç» sesi ile söylenir Eski Uygur Türkçesinde «bir kum aş türüne ve kadifeye», «Barçın» (55) Fuad Köprülü «Ortazaman Türk Hukuk Müeseseleri», ikinci Türk Tarihi Kongresi Kitabı, İst., 1943, s. 388-390. (56) Faruk Sümer, Oğuzlar, Ankara, 1967, s. 207-208. — 146 —


BİR KÜRT MİLLİYETİNDEN

SÖZ EDİLEBİLİR M!?

denirdi (57). K aşgarlı M ahmud, «Barçm»xn «İpekli kumaş» demek olduğunu söyler (58). Bu bilgilerin ışığında, «Kürt» sözünün, T ürk­ lükle yakın ilgisine dikkat edilm elidir. K ayserinin Sarız ilçesine bağlı, «Avşarsöbüçimen» köyü ile «Kürtsöbüçim en» köyü halkı ak­ rab ad ır ve bu köylerde de, Aşşık O m ar’dan dinleyip yukarıya aldı­ ğımız, A vşarlarla K ürtleri akraba sayan şiir biliniyor. Silifke’de de, halkı Türkçe konuşan ve Yörük asıllı olan b ir «K ürtler Köyü» var­ dır. Bu köyün yeni adı, P elitpm arı’dır (59). K ahram anm araş'ta da, da, «Kürt» adı ile anılan ve Türkçe konuşan köyler halkı vardır. Meselâ: «K ürtleravşarı», «Süsükürtleri». Ayrıca, gene Türkçe konu­ şan «Kürtül» Oymağı, d ö rt köy m eydana getirir. «Kermen» ve «Kertel» köyleri de vardır (660). Amasya T arihi’nde (Hüsameddin Yaşar, c. III, s. 18), «Kürt» kelim esinin Öztürkçe olduğu ve Mısır T ürk beylerinden birkaçının da «Kürt» adını taşıdığı söyleniyor (61). Bizim de savunduğum uz görüş budur. O sm anlılar zam anında, Koca-ili vilâyetine yerleştirilen cem aat­ ler arasında, «inak» (bir h arf noktasız olduğundan Iyak veya Itak da okunabilir. F akat en akla yakın olanı, In a k ’tır. Bu isim de bir T ürk kum andanı da vardır ve yukarıda ondan bahsettik) K ü rtleri’dir. Oruçbeği Çelebi idaresinde idiler. Geyve çevresindeki Absafi (Alpsafi) K ürtleri, «Rum-ili'ne sürülüb perakende olm uşlardır.» Gey­ ve’de Oruçbeği Çelebi ve oğullarına tâbi olan «Karagülü Kürdleri», «Rum-ili’ne sürülüb perakende olm uşlar»dır (42). R akka’ya iskân edilen «Türkm en ve Kürdler», bu sıcak çölleri b ırakarak A nadolu’ya kaçtılar. R akka Beylerbeyi K ürd Ahmed Pa­ şa, bunlarla baş edemeyince, Bozok ve Çorum sancakbeyliğine ge­ tirildi. Rakka valiliğine, «başbuğlukla», Anadolu m üfettişi Yusuf Paşa tâyin edildi. Yusuf Paşa, «K ürdlerden Kılıçlı boyunu yanma (57) Ahmet Caferoğlu, ski Uygur Türkçesi Sözlüğü, İstanbul, 1958, s. 33. (58) Kaşgarh Mahmud, Divan-ü Lûgat-it Türk, I, 153, 175, 216, 358, 509; İÜ, 1718, 143, 1566. (59) Kerim Yund, «Silifke’deki Kürtler Köyünün Adı», Türk Folklor Araştırmaları, Mayıs 1965, sayı: 190, s. 3731. (60) Bu bilgiyi Avukat Mehmet Özbaş’tan aldık. Bozüyük (Bilecik) Karakeçili Yörükieri, iri kıyım ve şişmanca olan kimseye «kürtül» adını verirler. Maraş’taki bu oy­ mağın adının mânası budur. (61) Kerim Yund, «Kürtler Köyü» (Emekli General Nazmi Çağan’dan aldığı bilgi­ yi naklediyor). (62) Değerli araştırıcı Enver Meriçli’den edindiğimiz bilgi. (Başvekâlet Arşivi, 23 numaralı defter, yaprak : 67). —

147 —


Prof. Dr. MEHMET ERÖZ

alarak», büyük b ir askerî birlikle, yerlerini terkeden cem aatleri Rakk a’ya yeniden gönderm ek için harekete geçti. Yusuf Paşa, yanında bulunan «îlbeyi Kılıçlı Bektaş Beyin» oğlunu, ayaklananların yanı­ na gönderip, kendilerine, «Rakka’ya iskân giderler ise ne gözel ve illâ kılıçtan geçmeleriyçün P adişahtan ferm an geldiği» haberini du­ yurdu. Onlar, «hayvanlarım ıza yetecek o t yok, kendimiiz ve bu ka­ d ar bin davarımız m ahvoldu. Rakka'ya gitm ek mümkün değildir. M umbuca gidüb yerleşebiliriz» cevabı ile Hacı M ustafa ve Hacı İvaz oğullarını Paşanın yanm a gönderdiler. Yusuf Paşa bu dilekleri ka­ bul edip, yirm i gün içinde kalkm alarını söyledi. Yirmibeş gün geç­ tiği halde, yerlerinden kıpırdam ayınca, yeni hab er gönderdi. Bu ke­ re yeni b ir yurt istediler. Sonunda, kışkırtm alarla savaş oldu. «Türk­ men reislerinden Hacı M ustafa ve Hacı İvaz oğuları gelerek kendi havalarına uyan bazı kötü kişilerin aldatm ası ile Padişah em rinden aykırı olarak yurtlarından dışarıya çıktıklarını, Padişah bağlı kul­ lardan olarak onun em ri uyarınca R akka’da yerleşeceklerini ve bir daha da baş kaldırm ıyacaklarm ı ve yurtlarını terketm iyecekîerim bildirerek am an dilediler.» «Türkm en beylerinden Rişvanoğlu Halil Bey, Îlbeyîi Şahin Bey, Koyunoğlu İbrahim Bey, Çobanoğlu ve Kürdilerden Kılıçlı Bektaş Bey» Yusuf P a şa n ın kum andası altında, «askerleri ve oymaklariyle» toplandılar. «Türkm en ağası Pehlivanoğlu İsmail Bey» de atlı ve yayalarla katıldı. Türkm en ve K ürdlerin geçit yeri olan «Arslanlı beli» tutuldu. Otuz elebaşı asıldı. Yusul Paşa, «kendilerine bütü n mal, yiyecek ve davarlariyle birlikte aman vererek, her il, her oymağa yeniden baş ve buğlar getirip önünde lıerbirine kaftan giydirerek hepsini ordusu önüne katıp, yeni yurtlarına götürüp yerleştirdi» (63). Y ukarıdaki Osmanlı kaynağında, Türkm enlerle K ürtlerin bir sayıldığı görülüyor. Gene aynı kaynakta, «Rişvanlılar»dan, «Türk­ men» diye söz ediliyor. Diğer b ir Osmanlı vesikasında da, «Deveci Ali» adındaki Bölükbaşım n, üçyüz kad ar adam ı ile, Konya ileri ge­ lenlerinden beylik vergiler toplam ası karşısında, üzerine birlikler gönderilm iş ve bu birliklere, «Mamalu Türkm enleri» de katılm ıştı. «Bu durum karşısında, Deveci Ali, Rişvan Türkmenlerine sığınmak zorunda kaldı ise de, Rişvan ağası Halil Ağa onu b ir yerde b astıra­ rak, 17 adam ı ile birlikte öldürm üştü. Bu olay karşısında öteki eşki(63) 250.

Silâhdar Fındiklılık Mehmet Ağa, Nusretnâme, c. I, Fas II, İst. 1963, s. 246-

— 148 —


BİR KÜRT MİLLİYETİNDEN SÖZ EDİLEBİLİR Mİ?

ya da dağılıp b ire r köşeye sm m ışlardı» (64). Diğer b ir yerde, gene Türkm enle Kürd, b ir ve eş m ânâlı sayılıyor: «Rakka'da yurtluk tu ­ tan lar arasında Beydili oym ağından Topal Asaf yanındaki 400 evden başka Barak, Bayındır, M usacalı ve öteki ayak yoldaşlariyle 3000 k ad ar bir kalabalığı başına toplayınca, yurtyerinden kalkarak Murad suyunu geçmişti.» B ir kısm ı te'dip edildi. K urtulanlar, diğer oymak­ la r arasına karıştı. B ir kısmı, «Ham a ve çevresindeki havâs ve va­ sıf köyleri halkına karışm ışlar, birçoğu da F ıra t’ı geçerek yu rtları­ na dönm üşler, dağılanların toplanarak yerleştirilm eleri im kân dışı olduğundan, bunlar çevrede karışm ışlar ve daha önce M ümbice yer­ leştirilen oym aklardan Kilis K ürdleri yine K ilis’e, Avşar, Cerid ve Lekvan oym aklarından M araş yöresine yayılanlar ise te k rar topla­ nıp R akka’ya götürülerek oraya yerleştirilm işlerdir» (65). Birçok kaynakta «Rişvanltlar», «Kürt» olarak gösterilir. Osman­ kaynaklarında ise, açıkça «Türkmen» olarak görünüyorlardı. Hay­ m ana ve Balâ kazalarındaki Kül tler arasında, «Rişvan» oymağın­ dan da bahsedilir. Diğerleri ise, «Şıh Pojin, Togaîlı, M ikâlil ve Herkâtlı»dır (66). lI

Osmanlı arşiv kaynakları, sözünü ettiğimiz cem aatlardan, bazan «Kürt» bazan da Türkm en» diye bahsediyor. Meselâ «Rişvanlılar»ı te k rar ele alalım: Tosya'daki ve A lacahan’daki (Sivas), «Riş­ van» için, «Yörükân tâifesinden» deniyor. Aynı şekilde Yürüklerden sayılan Rişvanlar arasında şunlar var: «Rişvanağalar» (Düşenbe Kazâsı-Alâiye Sancağı), «Rişvançakallusu» (Zülkadiriye Kazâsı-Meraş Eyâleti), «Rişvansakallu» (Malatya Sancağı). Diğer tarafta, «Rişvan K ürdü» deniyor ve «yerli ve göçer T ürkm ân E krâdı (Türkm en Kürtleri) tâifesinden» diye açıklanıyor. Rakka, M eraş ve Bozok Sancak­ ları, Hısm-ı M ansur, Behismi ve H arp u t kazalarına yerleşik, veya kışlam ağa geliyorlar. «Konar göçer T ürkm ân E krâdı tâifesinden», «Rişvan’ı (îrişvanlı)»lar ise, K astam onu, Bozok, Kayseri, Ayıntab, Meraş, Sivas, Erzurum , K ars, M alatya, Çorum, Ankara, Urfa, Şam, Trablus-u Şam, Halep bölgelerinde dolaşırlar. Rişvanlılar, «Badıllı (Beydili)» cem aatindendirler (67). (64) Nusretnâme,.c. I, Fas. III. s. 266. (65) Aynı eser, s. 323. (66) Türkiye’nin Sıhhî ve İçtimaî Coğrafyası (Ankara Vilâyeti), 1925, s. 51. (67) Cevdet Türkay, Osmanlı İmparatorluğunda Oymak, Aşiret ve Cemaatler, İs­ tanbul, 1979, s. 635-63*6. — 149 —


Prof. Dr. MEHMET ERÖ'Z

«Kıhçlı»lar, kâh «Yörükân (Yörükler) tâifesinden», kâh «Türkm ân E krâdı (Türkm en K ürdleri) tâifesinden» sayılm akta olup, Tür­ kiye’nin pek çok yerine yerleşm iş veya göçebe halde bulunm uşlar­ dır. «Boynuyoğunlu» B oyundandırlar (68). «K ırıntılı»lar da, «Türkm en K ürtleri»ndedir (69). Verğidimiz bu m isaller, «Yörük, Türkm en ve K ürt» arasında fark gözetilmediğini, O sm anlıların bunu böyle kabul ettiğini göster­ m ektedir. B ir de doğrudan doğruya «Kürt» adı alan, yukarıda epey­ ce bahsettiğim iz, oym aklar vardır. Bunlar, «Yörükân tâifesinden, Türkm en tâifesinden, konar-göçer Türkm en tâifesinden» sayılm ak­ tadır. B unlar arasında «Kürd, K ürdler (Hacıbeğ), K ürdi (M urtana) K ürdiler, K ürdili (Kürdilü), K ürdlü, K ürdlülü» cem aatleri için, «Türkm ân E krâdı (Türkm en K ürtleri) Y örükân tâifesinden» kaydı bulunuyor. B unlardan birkaçı Aydın ve İzm ir çevresinde. H alkı bu­ gün Türkçe konuşuyor ve Türkm en olduklarını söylüyorlar. K ayıt­ ta da, «Yörük, Türkm en K ürdü» olarak geçiyor. B unlardan biri de, B eğşehri’ne bağlı «Kaşaklı» kazasm dadır. Bu cem aatin yerleşerek kurduğu köyü biz gördük. H alkı Türkm en olduklarını söylüyordu ve «Kürt» kelim esinin «süpürge otu» m anâsına geldiğini söylüyor­ lardı. Bu süpürge otu ile, «Kaşaklı» arasında da b ir bağ kurulm a­ lıdır. K aşgarlı M ahm ud’un ünlü eserinde (Dîvan), bu kelim enin göl­ lerde biten saz» demek olduğu kayıtlıdır. Bafa G ölünde (Sölce-Aydm) biten (yetişen) geniş yapraklı sazlara, göl kenarındaki Serçim Köyü halkı, «k» yerine «g» ile ve iki «ş» ile «Gaşşak» adını verir. Beyşehir Gölü kenarındaki bu K ürt köyü ile, süpürge otu ve saz ara­ sında m ünasebet olduğu düşünülm elidir. Yörük ve Türkm en olarak gösterilen diğer «Kürt» oym akları­ nın adını verm ekle yetinelim: K ürdbahâeddin (Erzurum ), Kürdbelidlisi (Balıkesir), K ürdcü (İçel ve M araş Sancakları), K ürdhasanlı (Nevşehir), K ürdhüseyin (Kütahya), K ürdibrâhim (Erzurum ), Kürdikânlı (K ürtkânlu (Rakka, Urfa), (Bu sonuncu oymak, Bozuluş Türkm en teşkilâtına tâbidir), K ürdism âil (nâm-ı diğer Kurdsöğüd) (Diyarbekir), K ürdkaçağı (Erzurum ), Kürdköy) H am îd Sancağı), K ürdm ahm udlu (Meraş, Aksaray, Haleb, Balikesir, Sivas) Kürdmehmedli (Aksaray, K ırşehri, Teke ve H am îd Sancakları, Bozok San(68) (69)

Aynı eser, s. 515-516. Aynı eser, s. 520.

— 150 —


BİR KÜRT MİLLİYETİMDEN SÖZ EDİLEBİLİR Mİ?

cağı, Diyarbekir Eyâleti), (Kürdınehm edli Cemaati, Bozuluş’a tâbi­ dir), K ürdm ihm adlu ve Küçük K ürdm ihm adlu (Akrasay, K ırşehri, Teke, H am îd Meraş, Kayseriyye, Aydın, Sığla, Haleb ve A nkara San­ cakları, Selm anlu Kazası-Bozuk Sancağı, Dânişmendlü Kazası-Karahisâr-ı Sâhib Sancağı, Balıkesri Kazası, Kili ve Akkerman kazalanSilistre Sancağı, Sivas, Nevşehir, Aksaray, Rakka, Diyarbekir) (Ktirdm ihm adlı cem aati de Bozuluş Türkm enlerndendir) (70). Afyon’un Dânişmendlü Kazasına yerleştiği söylenen «Kürdihm adlı»ları biz gördük .Bunlara, «Çölovası» ve «Dombayovası» Türkm enleri deniyor. Zengin b ir Türkm en geleneğine sahiptirler ve kan dâvası gütm ekle ünlüdürler. Kendi şifahî rivayetleri ve söyledikleri tarih ile, Cengiz O rhonlu’nun kitabında naklettiği vesikalar arasın­ da tam b ir ayniyat olduğunu bizzat m üşahede etm işizdir. K ırıntılı'ların Türkm enliğini de, Kozan’m köylerine giderek gördük. Kılıçlı’larm Türkm enliğini de Pazarcık (Maraş) ta görüp, anladık. «Yörükân tâifesinden» olduğu kayıtlı bulunan diğer «Kürt» ce­ m aatleri şunlardır: K ürdnuhu (Karahisâr-ı Şarkî Sancağı), Kürdoğlu (Meraş), K ürdosm an Uşakları (Saruhan Sancağı), K ürdvirânı (Âdilcevaz-Van) (71). Meselenin en karışık ve can alıcı noktasına gelmiş bulunuyo­ ruz. Şimdi, «Kürt» adı altında toplanan cem aatleri, u rukları, boyla­ rı, oym akları, sınıflandırm ağa çalışalım. Böyle b ir sınıflandırm a için şunlar söylenebilir : 1 — «Kürt» diye anılan, fak at Türkçe konuşan topluluklar. Bunları, G öktürk K itabelerinden başlayıp, Afganistan ve İra n ’da ta­ kip edip, Türkiye’ye geldiğimizde, yukarıda açıkladığımız oymaklar ve köyler halkı ile karşılaşıyoruz. Bu cem aatler, herşeyleri ile Türktürler. B unların varlığı, «Kürt» uruğunun Türklüğünü isbat etmeğe yetiyor. 2 — «Kürt» adıyla anılıp, M acarca konuşanlar. Kendileri ile konuştuğum uz M acar Türkologları, bunların yirm ibeş kadar köy teş­ kil ettiklerini söylediler. Güney Çekoslavakya’dakiler de belki bu ül­ kenin dilini konuşm aktadırlar. 3 — Hem «Kürt», hem «Kurmanç», hem de «Zaza» adını alan, Türlcçeden epeyce kelimeyi saklam akla, korum akla birlikte, Türk(70) (71)

Aynı eser, s. 564-566.6 Aynı eser, s. 566. — 151 —


Prof. Dr. MEHMET ERÜZ

çeyi unutm uş olan ve K ürm ança veya Zazaca konuşan topluluklar. B unların boy ve oymak teşkilâtından ileride bahsedeceğiz. Bu top­ lulukların pek çoğunun adı, Türk oymak, boy ve u ru klarından kal­ m adır. Kalaç (Halaç), Kanglı, Çiğil, Kuman Kıpçak, K arluk, Kırgız, Oğuz (Avşar, Beydili, Btiğdüz, Düğer, Bayındır, Salur boyları; Çakallı, Tilkili, Atmalı, Kızkapanlı) oym akları gibi. Üzerinde durulm ası gereken üçüncü şıktır; yani Türkçeyi u n u t­ m uş olan K ürtlerdir (yani K urm ançîar ve Zazalardır). Bu Türkçeyi unutm a vetiresi (prosesi, süreci) şaşırtıcı, hayret verici b ir şeydir. Türkler arasında görülen coğrafî milliyet anlayışının bunda epeyce rolü olmuş olmalı. Bozüyük K arakeçili Yürüklerine göre, E skişehir’­ in doğusu «Türkm en ve K ürt»tür. Bu iki kelimeyi de eş m analı sa­ yarlar. Silivri ve daha yukarıların halkına göre, İstanbul'un doğusu «Manav ve K ürt»tür. Batı ve İç Anadolu halkına göre, doğu tarafla­ rı «K ürt»tür. Doğu'dan h er gelen oymak «Kürt» savılmış. Antalya' ya sonradan gelen «Yeniosmanlı Yörükleri»ne, diğer Yürükler «Kürt» demiş ve onların yaptırdığı cam inin adı «K ürt Camisi» ol muş. Toros dağlarında gördüğümüz b ir Yörük oymağına, diğer Yü­ rükler, «Kürtler» diyordu. Bunların, diğer Y örüklerden, gerek dil ve gerek giyim kuşam , yaşayış ve örf-âdet bakım ından hiçbir farkları yoktu. Üstelik, «Kürtler» adı ile anılan bu Y ürükler «Tanndağı» adı­ nı verdikleri yaylada yaylıyorlardı. Bu anlayış, Doğu’da asırların ge­ tirdiği erim elere yardım cı olm uştur. Şehirlerde oturanlar, önce K ur mançca, Zazaca bilmezken, sonradan öğrenm işlerdir. Meselâ, Yavuz Sultan Selim zam anında, M ardin halkı, K urm ançca konuşan Kürtleri şehre sokm am ışlar, Türkm enlerin tarafını, K ürd Bey ve K ara Han'ı tutm uşlardı (72). K üskünlük, yalnızlık, dayanışm a isteği, evlenmeler ve kirvelik­ ler gibi birçok sebeplerin yardım ı ile, bu kayboluş ve Türkçeyi unutuş hâdisesi m eydana geliyordu. Daha çok serbest k ü ltü r değişmesi ile olan bu erim e işi, M inorsky’e göre, K ürt derebeylerinin em rin­ deki «yarı göçebe k ü rt m uharip aşiretlerinin yardım ı ile» olmuş(72) «Kürtler» Maddesi, İslâm Ansiklopedisi, s. 1101. Erzurum Üniversitesi Ziraat Fakültesi emekli profesörlerinden Lütfi Ülkümen, Bingöl yaylalarında, Beritanlı’lara rastlıyor. Bunların ileri gelenlerinden «Kekeç» isimli biri, asıllarının Türk olduğunu, zamanla bunu unuttuklarını söylüyor. O esnada tepeden bir «Aydınlı» (Yörük) iniyormuş. Oraya yaylamağa gelen oymaklardan imiş ve tam bir zeybek kılığındaymış. Kekeç: «Bak hoca, bu Aydınlı da beş on yıl sonra Kürt olur» demiş. — 152 —


BİR KÜRT MİLLİYETİNDEN SÖZ EDİLEBİLİR Mî?

tu r (73). Biz, zorlam anın tesirinin pek az olduğu kanaatm dayız. Ya­ vuz ve Şah İsm ail çatışm asının, Akkoyunlu ve K arakoyunlu m üca­ delelerinin, bu erim e vetiresine m üsait b ir zemin hazırladığı da bili­ nen b ir husus olduğuna göre, meseleyi bu yönden derinleştirm ekte fayda vardır. Bu, uzun ve sistem li araştırm alarla m üm kün olabilir. M usul'un kuzeyinde m eydana gelen böyle b ir kayboluş hâdise­ sini, G ökalp’tan dinleyelim: «M usul'un kuzeyinde bulunan «Halifeli, Telatsi, Hare» köylerinde de K ikiler vardır. Kiki Çerkan toprağında bulunan «Koçhisar» köyleri 70 sene evveline kad ar Türk imiş ve Türkçe konuşurlarm ış. Köylere beş dakika uzaklıkta bulunan «Telars» köyünün ahalisi bugün bile Türkçeden başka dil bilmez» (74). Büyük T ürk uruk ların d an olan «Halaç»larm da, K urm ançca ko­ nuşan K ürtler arasında erim esine dair b ir m isal de şudur: «(Mar­ din'de) Dekuri, M illîkebir ile Kiki ve H alem ban, Van vilâyetinin Sa­ ray kazasındaki T akturî aşiretiyle Milân aşiretini, Gümügüm nahiye­ sindeki H alaç aşiretini pek az olarak tanır. Ve soyca yakınlıkları ol­ duğunu söylerler» (75). U rfa’da K aracadağ’m güneyindeki «Kanklı» Mezreası da, Gökalp ’m dediği gibi, b ir vakitler b u ralard a «Kanklı Türkleri»nin yaşa(73) «Kürtler» maddesi, s. 1102. (74) Ziya Gökalp, Kürt Aşiretleri Hakkında Sosyolojik İncelemeler, s. 116-117. Onbeş yıl kadar önce, Bozüyük’teki bir Karakeçili köyüne Kızıltepe) gitmiştik. Orada, yaşlı bir Yörükten (Aziz Ağa isimli) dinlediğimize göre, Suruç’taki (Urfa) Ka­ rakeçililer, soylarını Süleyman Şah’a çıkarmaktadırlar. Askerlik hâtıralarını ve intiha­ larını anlatan bu Karakeçili Yörüğüne göre, Türkçeyi unutan Urfa Karakeçilileri de «Yörükler gibi değirmi şimali» idiler. Başka tipli Kürtler için, «Bunlara biz, Geygelli Kızılbaş deriz» diyoriarmış, diyorlarmış. Bizim bildiğimize göre, «Geygeliler, Yörük­ ler; Sünnî değil, Alevidirler. Karakeçililer hakkında ileride bilgi vereceğiz. Aynı köy­ de, başka bir ihtiyarın, bu konu ile ilgili olarak anlattığı da şöyledir: Gençliğinde jan­ darma olarak Malatya’da askerlik yaparken, «Yamandağı»nda, Ali Rıza Beyin aşire­ tine rastlamış. Ali Rıza Bey, onun Karakeçili Yörüğü olduğunu, öğrenince, çok ilgilen­ miş ve onu çok iyi ağırlamış. Kendilerinin de aynı asıldan olduğunu, fakat şimdi ana dillerini unutup, «Kürtçe» konuştuklarını söylemiş. Damal Nahiyesi (Hanak-Kars) içinde ve çevresindeki onbeş kadar Türkmen kö­ yünde, Türkçe konuşan Türkmen Alevîler oturur. Erkânı unutmuşlar. Yavuz zamanın­ da. Elbistan ve Çorum-Sivas taraflarından gelmişler. Elbistan’da kalan akrabaları (isim ve adreslerini biliyorlarmış), «Kürtleşmişler», (Doç. Dr. Ahmet B. Ercilâsun’dan aldığımız bilgiye göre). (75) Ziya Gökalp, aynı eser, s. 101.


Prof. Dr. MEHMET ERÖZ

m akta olduğunu gösteren delillerdendir (76). M ardin'e yarım saat uzaklıktaki b ir boğazın adı, «Türkm en Yaylası»dır (77). M ardin'in içindeki b ir tepenin adı, «Kırgız Tepesi»dir. Diyarba­ k ır’dan M ardin'e gelirken, M ardin’e girişteki b ir derenin adı, «Türk­ m en Deresi»dir. M ardin'de b ir çeşm enin adı, «Kıpçak Çeşmesi»dir. Ovayla M ardin arasındaki tepelerin adı, «Timur Tepeleri»dir (78). Eyyûbî’ler ordusunun büyük çokluğunun Türkm enlerden mey­ dana gelişine bakarak ve «Şirkuh»un ölüm ünde, yerine «Salâh al Dîn»in geçmesine K ürtlerin ve bilhassa «Arbil» (Erbil ?) aşireti re­ isinin engel olm aya çalışm asını (79) gözöniinde bulundurarak, Eyyûbîlerin, Türkçe konuşan K ürtlerden olduklarına hükmedebiliriz. İleride, Eyyûbîlerin isim lerinin çok eski T ürk ad ları oluşunu gös tereceğiz ve ayrıca «Doğu Anadoîu»daki köy adlarına dair açıklam a­ larda bulunurken, b u hususa biraz daha aydınlık getireceğiz. Kurm anç ve Zaza aşiretleri ile ilgili açıklam alarım ızda da bu meselele­ ri gene ele alacağız. Ziya G ökalp'm aşağıdaki ibretli açıklam aları, tersine işleyen bir asim ilâsyon hâdisesine ışık tutm ası bakım ından, üzerinde uzun boy­ lu düşünmeye değecek m ahiyettedir. Gökalp diyor ki: « îstan b u l’lular kendilerine ‘şehrî’ nam ını veriyor, taşralılara ise, coğrafî k ara­ bete (yakınlığa) göre Arnavut, Arap, K ürt, Lâz diyorlardı. Rumeli ahalisi, um um iyetle A rnavut’tu, K aradeniz sahili yalnız Lâzlarla, Şarkî Anadolu yalnız K ürtlerle m eskûndu. Böyle b ir coğrafî kavmi­ yet ünvam bulam ıyanlar da, m efahirini daha p arlak gördüğü ka­ vim ler den birine gönüllü yazılıyordu. Bu suretle aslen T ürk olan birçok gençler Arnavutlukla, yahut K ürtlükle iftih ar ediyorlardı. Türklükle m übâhât eden tek b ir fert yoktu. «Türk» kelimesini ayıplı ünvanîar gibi, kim se üzerine alm ıyordu. «Türk», «Şarkî Anadolu’da «Kızılbaş», İstan b u l’da «kaba ve köylü» m anâlarına idi. Naîm Be­ yin en hararetli arkadaşlarından ikisi nisbeten Türk oğlu Türktü. B unların telkîniîe T ürk olduklarına asla şüphe olmıyan bazı Diyarbakırlı ve H arputlu dok to rlar da kendilerini K ü rt sanıyorlardı. Ta­ rihte bu acıklı hale b ir ikinci m isal gösterilemez» (80). (76) Aynı eser, s. 64. (77) Aynı eser, s. 103. (78) Nahit Dinçer Bey’den aldığımız bilgiye göre. (79) «Kürtler» Maddesi, s. 1098. (80) Hilmi Ziya Ülken, Ziya Gökalp, s. 88-89 (Türkleşmek, İslâmlaşmak, Muasırlaşmak’a atıf). — 154 —


GÜNEYDOĞU ZAZA’LARI

Zaza veya Dümbeli adı verilen cem aatların b ir kolu Tunceli ta ­ raflarında, diğer kolu D iyarbakır U rfa bölgelerinde bulunur. Kuzey­ deki Zazalar’m çoğu Alevî, Güney Doğu’dakiler Sünnîdir. Ziya Gökalp'm bahsi geçen eserin 15-16. sayfasında açıkladığı ve M inorsky’nin İslâm Ansiklopedisinin ilgili m addesinde belirttiği gibi, Zazalar K urm anç’lardan tam am en başka b ir dil kulanm aktadırlar. Buna lehçe farkı denemez. Tam am en ayrı iki dildir. Bu ayrılığı şahsen tet­ kik etm ek fırsatım bulduk, birçok yerlerde K urm ançca bilenlerin, Zazaca bilenlerle anlaşam adıklarını gördük. İki lisanın ortak nok­ taları Türkçe kelim elerden gelm ektedir. Bazı Arapça ve Farsça keli­ m eler de m üşterekliği sağlam aktadır. B unların dışında ayrı kökler­ den, ayrı kelim elerden m eydana gelen iki lisan vardır. İki cem aat da ayrı dillere, ayrı örf ve âdete sahip olduklarını bilm ektedir. Zaza’lara Dümbeli dendiği gibi, lisanları göz önüne alınarak «Gûran» da denm ektedir. «Gûran», «an» eki yardım ıyla «Gûrî»’nin çoğaltılmış şekli ise, Zaza’larm T ürk m enşeli olduklarına şüphe kal­ m am aktadır. «İbni H aldûn, G ûrî'lerin Türklüğünü k at'i olarak ifade ederken, M üneccimbaşı ve başkaları G ûrîlerin H ata (= H ita ) T ürk­ lerinden (Sahayif-ül-Ahbar, c. II. sf. 600, Tarih-i Gaffarı, sf. 91). ol­ duğuna kanidirler» (1). Zaza’larm Türklüğüne dair en güzel delil ve bilgiler, m erhum M. Şerif F ırat'ın «Doğu İlleri ve V arto Tarihi» isim li eserinde verilm iştir. Biz de bu yazımızda Siverek Zaza’larmdan ve D iyarbakır Zaza’larm dan bahsederek, Türklüklerine d air de­

liller vermeğe çalışacağız. Siverek Zaza’ları beş ana kola (aşiret, boya) ayrılır : 1 — K aranlı Boyu, 2 — Bucak Boyu, 3 — K ırvar Boyu, (1) notu).

İbni Haldûn, Mukaddime, İstanbul, 1955, c. I, s. 704-706. (Z. Kadir Ugan’ın

— 155 —


Prof. Dr. MEHMET ERÖZ

4 — H asaran Boyu, 5 — Bapviran Boyu. KARAHANLILAR : Vaktiye Kığı bölgesinde «Turan, Koçan, K aranan, Oruçoğulları» gibi Türkm en aşireti konar göçerdi (2). Bu m isâlde K arahanlılar’ı Türkm en olarak görmekteyiz. Fakat ilim adam ları K arahanlılarm menşei hakkında hem fikir değillerdir. K arahanhları çeşitli Türk uluslarına m ensup saym aktadırlar. J. Deguineş, W. Radloff'a göre, Fuad K öprülü’nün fikrine göre K arluk ve­ ya Yağına Türklerindendirler. W. B arthold, V. M inorsky de Karahanlılarm Yağma Türklerinin b ir şubesi olduğunu söylerler. W. B arthold Çiğil’lerden olduklarını da ileri sürer. Zeki Velidi'ye göre, Gök T ürklerdendirler. H am m er ve Pırgstall Türkm en faraziyesini savunm uşlardır. Buna göre «Kara H anlılar sülâlesi. Tu-chüe A-shina hâncdanınm b ir kolu olan K arluk hânedâm na bağlanm aktadır; K arluk kavm î birliğini vücûde getiren üç kavm in en m ühim iki un­ surunu Çigil ve Yağma kavim leri teşkil ediyordu. K arluklar 744-840 yıllarında Uygur birliğine dahil olm uşlar ve aynı zam anda siyasî isim olarak, b ir de Türkm en ism ini taşım ışlardır (3). G öktürkler fa­ raziyesini ileri süren Zeki Velidi Togan’m fikirleri bu konuya ışık tu ­ tucudur; K arahanlılarca kullanılan İlik-Han lâkabı da «Yağma ve T atar H an ların ın lâkabı olarak zikrediliyor... F akat bu kaynaklar­ da K arahanîler ve en ziyade Tokuzoğuzlara ilişik, h atta onlardan türem iş b ir sülâle gibi gösterm iş olm aları bu hânedanm da eski Gök­ tü rk ve Tokuz-Oğuz hanları ile aynı Asena neslinden gelmiş olm a­ sından ve T ürkistan’ın tekm il eski hüküm darlarını bazan Tokuzoğuzdan saym aları... ve Yağm alar da asıllarm da Tokuzoğuz sayıl­ dıklarından ileri gelse gerektir... İslâm kaynaklarında... ‘Fergana Padişahını’, M û’tasim zam anında B ağdâd'a gelen Akhşid Tuguç'uıı babaları... Fergana hüküm darı Arslan T arkhan A-si lan ta-kan... Sam anîlere m ağlûp olan Türk hüküm darı... «Tavgaç» hepsi Karahanîleri cedleridir... K arahanîler başlıca Yağma ve Çiğil u ru k ların a da­ yanarak T ürkistan’ın idaresi te k rar kendi ellerinde birleştirebilen h an la rd ır... K arahanlılarm İsİâmiyete girişi, İdil boyundaki B ulgar’­ larla b ir zam an da 920 yıllarında vâki olm uştur» (4). Gene aynı ya­ zardan, K arahanlılar’a «Elikhanlar» denildiğini de öğreniyoruz. Aşa(2) (3) (4)

M. Sadık Yiğitbaş, İstanbul, 1950, s. 254. «Kara Hanlılar» Maddesi, İslâm Ansiklopedisi, c. VI, s. 252. Prof. Z. V. Togan, Bugünkü Türkili (Türkistan) ve Yakın Tarihi, s. 90, 98.

-

1 5 6 -—


GÜNEYDOĞU ZAZA’LARI

ğıda açıklayacağımız sebepten ötürü, bizce bu ne «îliğ» ne de «Elik»' tir. «îlek» olm ası m uhtem eldir. Zaza köylerinden birinin adı «Kelehan»’dır. Bu kelime ile, K arahanlılar’m «İlekhan»’ı arasında bir m ünasebet kurulabilir. Aşağıdaki kaynaklardan, «Elikhanlar» da denilen «Karahanlılar»'m Yağma ve Çiğil u ru k ların a dayandıklarını anlıyoruz: Karahanlılar yahut E likhanlar... Yıldız yaylasında ve Tekes havzasında yaşayan Yağma ve Çiğil aşiretlerine dayanm ışlardır. O cihetten Yağ­ m a hakanı yahut Çiğil hakanı isim lerde de m aruf olm uşlardır; na­ sıl ki G öktürk hakanları da Bizans kaynaklarında Çiğil hüküm darı tesmiye ediyordu» (5). Y ağm a’la r onuncu asırlarda göçebe olup, Türk şubelerinin en kalabalıklarından olan Oğuz, Kıpçak ve K arluk’laı gibi büyük ulusdur. «H udûdu’l-Âlem» de Yağm a’larm bin yedi yüz k adar boy (aşiret) olduğunu kaydetm ektedir (6). Bu uzun iktibasla­ rı, K arahanlılar’m m enşeini gösterm ek için yaptık. Siverek bölge­ sinde Yağma ve Çiğil köyleri bulm uş olsa idik, adı geçen Karalıanb la r’ın tarihteki K arahanlılar’m soyundan geldiklerine hükmedebiiirdik. F akat şim dilik böyle b ir ipucu bulam adık. Gerçi daha önce belirtildiği gibi, M araş Pazarcık K u rm ançlan arasında Çiğil’lerin b u ­ lunduğunu anlıyoruz. Biz köyün Çiğil’lerden oluşu, civarında da Çi­ ğil köylerinin olacağına karine teşkil eder. O halde M araş’la Urfa arasında başka Çiğil köylerinin ve h a ttâ Yağma köylerinin olması gerekir. Esasen K urm anç ve Zaza’lar içinde Türkm en (Oğuz)’lar ol­ duğu gibi, Çiğil’ler, K um an-K ıpçak’lar, K anklılar (Kanglılar), diğer T ürk ulusları, uru k ları ve h a tta yirm i otuz yıldan beri yorulm az bir enerji ile çalışan Dr. F ahrettin Kırzıoğlu’nun ileri sürdüğü gibi İs­ k it Türkleri de vardır. Bu hususların aydınlatılm ası, b ir yandan ta ­ rihî kaynakların sıkı şekilde ele alınm ası, diğer yandan K urm anç ve Zaza köylerinde yapılacak sosyal bünye ve k ü ltü r araştırm aları yo­ luyla olacaktır. Bizim yazılarımız, bu gaye ile kalem e alınm aktadır. Yazılarım ızda tekrarlar, sistem li b ir tasnife tabi tutulm am ış halleri vardır. Bu şekil b ir yazı dizisinin, malzeme toplam ak ve kitaba ha­ zırlanm ak büyük faydası olm aktadır. Yazılarımızı okuyan iki dost­ tan, iki Kanglı köyünün varlığını öğrendik. Biri U rfa’nm Bozova’sı­ na bağlı «Kanglı Köyü», diğeri de Ağrı’nın Doğubeyazıt’ına bağlı, İran hududuna birkaç kilom etre m esafede bulunan «Kanlı Köyti»’dür. Bu iki köy halkı da K u rm anç'tır ve K urnıançca konuşm aktadır(5) Z. V. Togan, Umumî Türk Tarihine Giriş, s. 57. (6) Aynı müellif, Türkistan Tarihi,s. 55-56.

— 157 —


Prof. Dr. MEHMET ERÖZ

lar. F akat menşe itibarile «Kanglı» T ürklerindendirler. Kanglılar hakkında daha önce geniş bilgi verm iştik. Diğer Türk ulusları için­ de de K anglılar olm akla beraber, en çok K ıpçak’lara yakındırlar. Diğer ta rah tan K ıpçak’lar, K um alılarla hem en hem en b ir sayılm ak­ tadır. M acaristan’daki K um an’lar içinde b ir «Kurman» boyunun varlığından bahsetm iştik. «K urm an»’la «Kurman;» arasındaki ya­ kınlık ve K urm anç’lar içindeki, yukarıdan beri bahsettiğim iz Türk uruk ve boylarının varlığı, Zaza'larm b ir kolu olan K arahanlılar’m da, eski K arahanlılar'm b ir kolu olabileceği hakkında hüküm ver­ memizi kolaylaştırm aktadır. K arahanlılar’a «îlighan» veya «îlekhan» da denm ektedir. Fuad K öprülü, Reşit Rahm eti, Osman Turan, B arthold, kelim enin «İlig» olm ası lâzım geldiğini söylektedirler.(7). Bize göre kelime «İlek» şek­ linde okunm alıdır. Aydın ilinde erkek incire «İlek» denm ektedir. Demek ki Türkçe b ir «İlek» kelimesi m evcuttur. K arahanlılar için söylenen «îlekhan» deyimi doğru olm ak gerekir. Kelimeye U rfa’da değil, Aydm'da buluyoruz. İleride Urfa bölgesinde «İlek» kelimesi ile ilgili köy, yer ismi bulabilirsek, K arahanlılar’m menşeini tesbit etm iş oluruz. Bu açıklam alardan sonra, K arahanlı köylerine geçebiliriz. Köy isim leri tam am en Türkçedir ve eskiden beri kullanılan isim lerdir, Son zam anlarda değiştirilm iş değildir. KARAHANLI KÖYLERİ : 1 2 3 4 5 6

— — — — — —

K arahan Köyü, K epirkuyu Köyü, Şilân Köyü, Güvercin Köyü, D indar Köyü, H am am viran Köyü.

Siverek Zaza’larınm ikinci büyük kolu «H aseranlılar»’dır. On­ ların isim leri de güzel b ir Türkçe ile yapılmış. H aseranlı köyleri ş u n la rd ır:

(7) «ilig» maddesi, İslâm Ansiklopedisi, c. V. s. 972.


GÜNEYDOĞU ZAZA’LARI

1 — Ağaçtan Köyü, 2 — Tiktol Köyü (Köy yolunun çok dik olm asından ö tü rü bu isim verilm iş. Hem de «dik» değil, aynen O rta Asya T ürkleri gibi «Tik» kelimesini kullanarak), Türkoloğlardan edindiğimiz bilgilere göre «tol», «yayla» dem ek imiş, (eski Türk'lerde). Öyleyse buradaki kelime «Dik, sarp yayla» demek olur. 3 — K arakaya Köyü (Türkiye’nin çeşitli yerlerinde bu köyden başka 26 adet «Karakaya» köyü m evcuttur), 4 — Doğan Köyü, 5 — K onaklı Köyü, 6 — Ahırm at Köyü, 7 — Sarsap Köyü, 8 — Şeyhandede Köyü, 9 — B udaran Köyü, 10 — K aram usalar Köyü, 11 — Hoya Köyü, 12 — H indibaba Köyü, 13 — Derdere Köyü. Zaza’larm üçüncü kolu B ucak lılard ır. Bucaklı köyleri şunlar­ d ır : 1 — Güngörmez Köyü, (önü dağlık, sabah güneşini geç alan b ir köy), 2 — Mezra Köyü, 3 — Bahçe Köyü, 4 — Kele Köyü, (görüldüğü gibi bu bölgede üç adet «Han»’b köy m evcuttur. K arahan, Ağaçhan, Kelehan. Bilindiği gibi «Han» es­ ki Türkçede «kağan, hakan» m anâsına gelm ektedir, K aram an’ın (Konya) bazı köylerinde «boğa» ya «kele» denir. 5 — Bitik Köyü, (Kelime, K aşgarlı M ahm ud'un lûgatm da «ki­ tap, m ektup, yazma, yazı yazış, yazılı şey, kâğıt» m anâlarına gelmek­ tedir) (8). B uradan yapılan «Bitikçi», İlhanîlerde ve M ısır Türk Dev­ letinde, devlet hizm etindeki kâtiplere verilen isim oluyor (9). (Kö­ yün ismi çok eski b ir Türkçe ile ilgilidir). (8) (9)

Divan I, II, III. ciltlerde birçok yerlerde. İ. Uzunçarşılt Osmanlı Devleti Teşkilâtına Methal, Ankara, 1970, s. 187,

201 - 202 .

159 —


Prof. Dr. MEHMET ERÖZ

6 — Kalemli Köyü, 7 —- D aralık Köyü, 8 — Çeftali Köyü, 9 — Çamurlu' Köyü. (Suriye'nin Lâzkiye vilâyetine bağlı Bayii ve Bucak nahiyelerinde T ürkm enler oturm aktadır. Köyleri de hep Türkm endir ve bugün de Türkçe konuşm aktadırlar. Bucak'an köyle­ rinden birinin adı Ç am ur'dur. Siverek Zaza B u cak lıların ın b ir kö­ yü Çam urlu, Suriye Türkm en B ucak’m b ir köyü de Çam urlu'dur. Ayrıca Kayseri-Sivas arasında, Zam anlı suyunun geçtiği yerlerde b ir Çam urlu Yaylası vardır). (10). 10 -— Sepetviran Köyü. K ırvar'lar, O dabaşı’lardan gelmedir. K ırvar’larm , B apviranlarm köylerini tesbit edem edik. Seyhandede Köyünde b ir y atır vardır. Bu çok büyük yatırda b ir dede yatm aktadır. (Türk dünyasının h er ye­ rinde böyle uzun ve heybetli y atırlar vardır. Y am beri de bundan bahseder). Köy, ism ini bu dededen alm aktadır. Zazacada da dede de­ niyor. Dedenin menkıbesi, eski Türk inançlarına ve bilhassa Alevî inançlarını hatırlatıyor. D ördüncü M urad Bağdat Seferine giderken buradan geçiyor. Dede, Padişaha keram etini gösterm ek için asasıy­ la yere vuruyor. T opraktan su fışkırm ağa başlıyor. Şim di bu suya «Mığraklı pınar» denm ektedir. Dede, değirmen taşm a biniyor, yılanı kamçı yaparak, dağın eteğine geliyor. Taş halen dağın ucunda d u r­ m aktaym ış. Sultan M urad: «Yeter keram etin» demiş. Dedenin arzusu, köyde kim m u h tar olursa «Allah rızası için k u r­ ban kesmesi» imiş. Yeni m u h tar kurban kesmez ise, dedenin to ru n ­ larından birinin evinde bulunan kalm a olm a b ir «Sahan» (büyük, bakır kap (Aynen Y örükler ve T ürkm enler gibi «Sahan» diyorlar) çan sesi çıkarır, titrerm iş. On beş yıldır ses yokmuş. Siverek-Çermik yolunun eski adı «Topyolu»’dur. Sultan M urad’m topları buradan geçirildiği için bu isim verilmiş. K arakaya kö­ yünde, kalenin alt kısm ındaki kayayı oym uşlar, ism ine «Kapucan» derlerm iş. K arakaya ve Tiktol köyleri arasındaki meşeliğe «Karameşe» ve o civardaki çaya, «Büyükçay» veya «Çemçay» deniyor. De­ re kenarındaki tarlaya «Çem» dendiği için, çayın adı da böyle ol­ muş. F ıra t’a dökülüyor. «Kızılçubuk Çayı», Büyükçay’a dökülüyor. K arakaya köyündeki pınarın adı «8oğukpm ar»'dır. B ütün bu keli(10) Ahmet Refik, aynı, eser, s. 176.

— 160 —


GÜNEYDOĞU ZAZALARI

meler, yer adlarının Türkçe olduğunu gösterm ektedir. Günlük ko­ nuşm a dilinde de çok sayıda Türkçe kelime m evcuttur. B unlara da­ ir m isalleri ileride vereceğiz. Şim di sadece b ir kelime üzerinde dur­ m ak istiyoruz. Bu kelime «Humay» kelim esidir. Lice, Çınar, Dicle (eski adı Eğildir. Bu kelim enin Çiğil'le ilgisini düşünm ek h ata olm a­ sa gerekir) kazalarda otu ran Zaza’lara «Malıalyan Zazaları» denm ek­ tedir. Mahalya Zazaları «Tanrı»’ya «Humay» dem ektedirler. «Allah razı olsun» yerine «Humay razı bo» derler. Bin sene önce b ir O rta As­ ya Türkü bunu şöyle ifade edebilirdi: «Humay razı bolsun». Bugün O rta Asya’lı b ir Kazak veya Kırgız Türkü de «Allah razı olsun» der. Zaza’larm «razı bo» su, belki de Kazak ve Kırgızların «razı bolsun»’ unun bozulm uş şeklidir. «Humay» da «Umay»'m bozulm uş şekli ola­ bilir. «Umay» Türkler M üslüman olm azdan önce Şamanizmde, ço­ cuk ruhlarım koruduğuna inanılan b ir îlâheye verilen isim dir. Zaza'lar bin beş yüz yıl öncesinin inancım, kelimeyi pek az değişik­ liğe uğratarak, devam ettirm ektedirler. Kelimenin aslının «Umay» olduğu şuradan da bellidir: Dicele Zazaları arasında geniş bir aile­ nin adına «Omay Ailesi» denm ektedir. Bu ailenin ismi de gösteriyor ki kelime «Hüm a»’dan gelmemek­ tedir. Adapazarı'nm , K arasu kazasına bağlı «Melen Köyü»’nde, bece­ riksiz, işe yaram az kimseye «Umaysız» denm ektedir. Bu da gösteri­ yor ki, Zazalarm kullandığı «Humay» kelimesi «Umay»’ın zamanla değişmiş b ir şeklidir ve onu kullananların Türk menşeli oluşlarının bir delilidir. «Umay» kelimesinin gösterdiği gibi, Şamanizm le örf âdetleri halinde devam eden bağa diğer b ir m isal V arto Zazalarmdan verilebilir. V arto’nun, Ü stükran Bucağına bağlı b ir köyün adı «Şaman Köyii»’dür. Urfa, Bozova kazasına bağlı b ir K urm anç kö­ yünün adı ise «Kamoğlu»dur. Bilindiği gibi, «Şaman» ve «Kam», İs­ lâm iyet'ten önceki Türk dini olan Şamanizmde, dinî ayinleri idare eden din adam larına verilen isim lerdir. Bu iki köy adı da, «Umay» adını tam am lam akta, şüpheye m ahal bırakm am aktadır. M erhum M. Şerif Fırat, 1928 yılında Hınıs ilçesinin, Aîagöz kö­ yünde o tu ran ve H orm enkli aşiretinden «Hasali» oymağına mensup olan M ehmet oğlu Ali'nin evinde, H. 950 tarihinde yazılmış küçük bîr şecere görüyor. Bu şecerede, «Hormek Boyunun», «İlağaları» hak­ kında, onların O rta Asya T ürklerinden oluşunu gösteren şu ifade vardı: «İptidası Harzem destinden gelen M ehmet Pevlivanî Elharezmî, Erzincan diyarında bey olm uş ve senei fi rabiülevvel 540 ta­ rihinde Erzenil ru m î’de vefat eylediğin, yerine oğlu Melik Şah bey ■— 161 —


Prof. Dr. MEHMET ERÖZ

olup, kaçan T atar gelünce Cafer Şah çerisini alup Sülbüs dağına otağ kurm uş...» Gene M. Şerif F ırat'a göre, V arto’nun Şarik köyünde diğer bir şecere meydana çıkarılm ıştır. Bu şecerede, Horm ekîi ve diğer Zaza ve K urm anç aşiretlerinin on ikisi hakkında bilgi vardır. H. 582 yı­ lında yazılmış, 628 (1232) yılında Anadolu Selçuk’ları hüküm darı Alâattin K eykubat tarafından tasdik edilmiş, sultanlık m ührü ile m ühürlenm iştir. O rhan Gazi ikinci m ühürü basıp, önceki bilgileri teyid etm iş. Sultan M urad H an da üçüncü m ü h rü b asm ıştır (11).

(11)

M. Şerif Fırat, Doğu İlleri ve Varto Tarihi, s. 60-61.


KARAKEÇİLİLER

Türkiye’nin birçok yerinde K arakeçililer'e rastlanır. Eskişehir, Bilecik, Bursa, Balıkesir ve kısm en Adapazarı illerinde Karakeçili Y ürükleri kalabalık b ir nüfus teşkil ederler. 80-90 yıl önce B ursa Va­ lisi Ahmet Vefik Paşa tarafın d an m ecburî iskâna tabi tutulm uşlar ve birçok köy m eydana getirm işlerdir. E rtuğrul G azinin m ensup bu­ lunduğu Kayı Boyu'ndan olduklarını söylerler. H er yıl Eylül ayının ortasında, E rtuğrul G aziyi ziyarete giderler. Vaktiyle bu ihtifâl gü­ nü çok m uhteşem olur, ciritler oynanır, pehlivanlar güreşir, k urban­ lar kesilir, yem ekler yenir ve üç günlük ziyaret ve geleneğe dayanan yarış ve m üsabakalar sonunda, herkes oba’sm a dönerm iş. B ir yere kadar toplu halde, b aşta sancaktarları olm ak üzere en az beş-altı yüz atlı olarak gidilirm iş. Şim di bahsedeceğimiz K arakeçililer bun­ lar olmayıp, Urfa bölgesinde, Türkçeden ayrı b ir dil konuşan K ara­ k eçililerdir. Biraz önce bahsettiğim iz Bilecik (Bozöyük) K arakeçi­ lileri, U rfa’da akrabaları olduğundan bahsetm işlerdi. Şim di bahse­ deceğimiz Urfa K arakeçilileri de, diğer K arakeçililer’i kendilerinin akrabası sayıyor ve E rtuğrul Gazi'nin to ru n u olduklarını söylüyor­ lar. Şurasını da hem en belirtelim ki, bu kanaat ve bilginin, Siverek'­ teki bütün K arakeçililer tarafından paylaşılıp paylaşam adığını araş­ tırm ış değiliz. Ayrıca Gaziantep’te Türkçe konuşan K örkün, B arak ve Hacıbayram köyleri, K arakeçililerin kurduğu köylerdir. H aym ana (An­ kara)'m n K arakeçili Nahiyesi ve Bingöl'ün Sim sor köyü halkı K ara­ keçili olup, galiba Türkçeden başka dille konuşm aktadırlar. Sivererek kazasında 60-70 k ad ar K arakeçili köyü vardır, ayrıca kasabanın içinde b ir Karakeçili m ahallesi bulunm aktadır. Cumhu­ riyetten önce K arakeçili Boyu, Suriye'de R aka’ya k ad ar uzanm akta idi. Siverek K arakeçililer’i d ö rt ana kola ayrılır: 1 — Şıhan (Şıhlar), 2 — Ceraban (Cerabîler),


Prof. Dr. MEHMET EFIÖZ

3 — Balekân (Balekîler), 4 — Aminan (Ammîler). ŞIHAN OYMAKARI 1 2 3 4 5 6 7

— — — — — — —

Hacan, M usikân (Arapça «Bıçakçılar» m anâsına geliyor), K ubatan (K ubatoğulları da deniyor), Şıhimam, Kotan, Davaran, Şıhkân,

8 — Binkasım. Türk göçebelerinde uruk, boy, oymak isim leri, çok zam an o ce­ m aatlerin başında bulunan veya atası durum unda olan b ir şahsın adından alınır (1). Bu kaideyi yukarıda sıraladığımız Şıhan oymak­ larının ikisine tatb ik edelim. K ubatan veya K ubatoğulları isim li oy­ mak, adını «Kubat» isimli b ir atadan veya oymak beyinden almış ol­ m alıdır. Nitekim, Danişmend Türkm enlerinden, «Büyük Selmanlu Cemaati» nin kethüdasının (oymak beğinin) adı «Kubad K ethüda»’d ır (2). K arakoyunlu Devletinde de aynı isimle anılan kim selerin bu­ lunduğu şu kayıttan anlaşılm aktadır: «Karakoyunlu h ü k üm darları­ nın T atar H atun adını taşıyan hem şiresi, Ağaç-eri Reisine verilm iş­ tir ki, bundan Ağaç-eri Reisinin H aşan Beg adlı oğlu doğm uştur. Ağaç-eri'lerden Hüseyin Beg ise, İskender M irza’nm en sadık em ir­ lerinden olup, onun Alıncak kalesinde katli üzerine oğlu K ubad’ı, kalede bulunan diğer beğlerle b irlik te Kara-Koyunlu hüküm darı ilân etmişti» ((3). Bingöl’deki B eritanlı’lardan b ir oymağın adı da «K obatlı»'dır (4). «Kotan» oymağının adı da, bu isim deki b ir şahıs­ tan gelmedir. Uygur T ürkleri arasında da «Kotan»'m erkek adı olduğunubiliyoruz (5). (1) Bu hususta şu makalemize bk. «Türk İçtimaî Teşkilâtı Hakkında Görüşler» Töre, Ekim, Aralık 1971, sayı: 5. 7. (2) Ahmet Refik,Anadolu’da Türk Aşiretleri, s. 104. (3) Prof. Dr. Faruk Sümer, Kara-Koyunlular, Ankara, 1967, c. I, s. 30. (4) Cemil İşbir, «Bingöl’ün Tarih ve Coğrafyası», Altan, s. 36-38, Mart-Mayıs 1938, s. 42. (5) Bk. Prof. Dr. A. Caferoğlu, Eski Uygur Türkçesi.


KARAKEÇİLİLER

CERABAN OYMAKLARI 1 2 3 4 5 6 7 8

— — — — — — — —

Rezan, Andarî, Düpişik, Torun, Hacı halli, Şahkolu, Berejek, Gökçe.

B unlardan üçü üzerinde duralım . «Şahkolu» belki vaktiyle «Şahkulu» şeklinde olmuş olabilir ki, Doğu’daki diğer bazı Türkmen aşiretlerinde olduğu gibi, Şah İsm ail'e olan bağı ifade eder. Bugün de İran'da, «Şahseven» adı verilen Alevî b ir «Türkmen» aşireti ya­ şam aktadır, «Torun»'a gelince, bu kelim e T ürkm enler arasında bir nevi asalet, cem aat içindeki itibarlı, nüfuzlu b ir zümreyi ifade eder. Göçebe Y örüklerin şekavetlerine m ani olm ak için yazılan 1146 tarih ­ li bir padişah ferm anında bu ünvana rastlıyoruz: «Cerid, Tacirlü ve Afşar ve Kılıclu ve B ektaşlu boy beğlerine ve kethüdalarına ve sair torunlarına hüküm ki...» (6) Türkiye'nin çeşitli yerlerinde «Torun» kelimesi ile anılan altı köyümüz vardır. Ayrıca Avşar’larm oym ak­ larından birinin adı da «Torun»'dur ve en yiğit oym aklardan biri sayılır (7). Danişm endli Türkm enlerinin b ir oym ağının adı «Gökçelü»’d ür (8). H atırım ızda kaldığına göre, Dinar tarafların a yerleşen «Horzum» Y örüklerinin b ir köyünün adı «Gökçe» idi. îra n Azerbeycan’m da da «Gökçelü»'lerin olduğunu işittik. BALEKÂN (BALEKÎLER) OYMAKLARI

1 — Hıdraşk, 2 3 4 5 (6) (7) (8)

— — — —

M usikân, Kadıyan (Kadılar), Aliçepik, Çaput.

A. Refik, aynı eser, s. 191. A. Refik, aynı eser, s. 130. Prof. F. Sümer, Oğuzlar, s. 279, 300. Sözlüğü, İstanbul, 1968, s. 183.


Prof. Dr. MEHMET ERÖZ

«Kadılar» adıyla anılan birçok köy ve işaret ismi bilinm ekte­ dir. «Çaput» ise Türkçe b ir kelime olup, bez parçası, paçavra m anâ­ sına gelir ve türbelere, keram et um ulan ulu ağaçlara çaput bağanır. K aşgarlı M ahm ud’un Divan’m da da bu kelime, «Çapgut» şeklinde geçmekte ve çaput, şilte anlam ını verm ektedir. (I, 451). «Balekîler»’le «Balebekli»’ler arasında ilgi bulunabilirse, birincileri Yeni Î1 Türkm enlerinden saym ak gerekecektir. Şöyle ki: «K onar göçer Ye­ ni II T ürkm anm dan Ca’ber ve Balebekli ve Çakallı ve bazı tavayifi T ürkm an cem aatleri...»nden bahseden ferm anda (9), bu husus açık­ ça görülüyor. AMİNAN OYMAKLARI 1 — Meluyan, 2 — Dodan, 3 — M usikân, 4 — Ubik, 5— H abkân, 6 — Bilisök, 7 — Rutik. i-

K arakeçili Boy Beyleri, bugün Karakeçili adı verilen Mızar Na­ hiyesinde oturm aktadırlar. B unlara «Mirek» adı verilm ektedir. Alişîr’in yetiştirdiği ünlü h a tta t ve ressam ın adı «Mîrek Münşi» idi (Togan, T ürkistan Tarihi, sf. 188). İra n ’ın kuzey hududunda (Tuç’da) oturan ve İmirli veya Çandur Türkm enleri'ne bağlı oym aklardan üçünün adı, «Mîriş, Milliş ve Mireki» dir (H. N. Orkun, Yeryüzünde Türkler, İstanbul, 1944, sf. 46-47). Bu kelime belki «Tirek», veya «Di­ rek»'in bozulmuş b ir şekli olabilir. Selçuklularda «Kabile reislerine verilen Tirek (Direk) ünvanı da alp ile birleşerek, «Alp-tirek» veyahut «Alp-direk» şeklini alıyordu. «H arzem şahlar devrinde Cend hudu­ dunda yaşayan T ürk kabile reislerinden birinin Alp-direk ünvanı» taşıdığını biliyoruz (10). Karakeçili Boyunun damgası «X» işaretidir. Meselâ, yıllar önce göçebelik yaparlarken ovada b ir kuyu görünce, kuyunun taşı üzeri­ ne, taşı kazım ak suretiyle dam galarını vururlardı. Bu, o kuyunun (9) A. Refik, aynı eser, s. 129. (10) Bk. İlig Maddesi», Islâm Ansiklopedisi, c. V, (II), s. 973.

-— 166


KARAKEÇİLİLER

artık onlara ait olduğunun alâm eti idi. Bu alâm ete, dam gaya «Vesim» adım verirler. Bu dam ga şekli, Yazıcıoğlu’nun listesine göre, Avşar dam gasıdır. Reşidüddin’in listesine göre Kızık damgasıdır, M irek'lerin şahsî dam gaları da Kaşgarlı M ahm ud’un listesindeki Ka­ vı dam gasına, Reşidüddin'deki k arkm dam gasına yaklaşm akta­ d ır (11). Bu hal Urfa K arakeçili'lerinin Oğuz Türklerinden olduğuna dair diğer b ir delil olm aktadır. K arakeçililer, boynuzsuz koça «Baran», boynuzlu koça «Koç baran» derler. Diğer K urm ançlar arasında da aşağı yukarı aynen söylenir. B unu D iyarbakır, Pazarcık'da da gördük. Cend em iri meş­ h u r Şah-Melik'e b ir İranlı m üellif «beranî» yahut «berranî» sıfatını verm ektedir. «Kara-Koyunlular’m adını tadışıkları boyuna hususi b ir ehem miyet verdikleri ve m ezar taşları olarak koç heykelleri kul­ landıklarım biliyoruz. K arakoyunlu hânedam nm B aranî yah u t Baranlu (Koçlu) adını taşım ası, m ezar taşları olarak koç heykelleri yaptırm ası (?)» (12) hususlarım , Prof. F aruk Süm er gibi tereddütle karşılam ıyor, «Baran»’la «Koç» arasında, yukarıda gösterdiğimiz gibi, yakın ilgi buluyoruz. Prof. Z. V. Togan, îsk itler arasında bir «Baran K abilesi»'nin mevcudiyetinden bahsettiği gibi, Şahm elik'ten söz ederken «Baran» hakkında da şu dikkat çekici bilgiyi veriyor: «... bu rivayete göre, Şahmeîik, kırk bin hane Oğuz'un ham olan Ali H an’ın oğlu imiş. Bu «Ali Han», Ali Tegin m idir, yahut ta başkası m ıdır bilemeyiz? ABU’L-HASAN ALÎ AL-BAYHAQÎ bu Şahm elik’in ism ini «Abu’l-Favaris Şahm eîik b. Ali al-Baranî» ve lâkabını da «Horezm işah husam aldavla» şeklinde kaydeder. «Al-Baranî», nisbeti, YAKUT'ta B uhara'dan beş fersah m esafede b ir köy olarak zikredi­ len mevkii, keza TABARİ'de «al-Atrâk al-Barâniyin» yani Baran Türkleri kaydını hatırlıyor. K arakoyunlu hânedam nm m ensup oldu­ ğu boy da B aranlı'dır» (13). G örülüyor ki, Prof. Togan, zengin atıf­ larda bulunarak, B aran Türklerinden, B aran U rfu’ndan, B aran Kabilesi’nden bahsediyor. Bu açıklam alar ortaya koyuyor ki, Kurmanç Dili adı verilen ve Türkçe ile ilgisi bulunm adığı ileri sürülen b ir li­ san içinde, «Koç’u ifade eden «Baran» kelimesi, çok eski Türk boy­ ları ile ilgilidir ve Türkçedir ve gene Türkçe olan «Koç» kelimesi ile birlikte kullanılm aktadır. Gene bu izahat gösterir ki, diğer Kur-

vi'-Şv (11) (12) (13)

• ,Prof. Dr. F. Sümer, «Oğuzlar» kitabındaki listelere bk. Prof. F. Sümer, Kara - Koyunlular, s. 16-17. Prof. Z. V. Togan, Uumumî Türk Tarihine Giriş, s. 46, 181.

— 167 —


Prof. Dr. MEHMET ERÖZ

m ançlar gibi K arakeçililer de, K arakoyunlu Türkleri ve diğer Türkleri ve diğer T ürk u ru k ve boyları ile akrabadırlar. M eşhur Kürdolog Minorsky, «Baran» kelimesinde kavm î rabıta yoluna gitmeyerek, coğrafî b ir m ünasebet buluyor. B uhara ve Merv yakınlarındaki «Baran» köylerinden bahsederek, tezini kuvvetlen­ dirmeğe çalışır (14). Böyle köylerin olması kavmi b ir bağın olm adı­ ğına delil teşkil etmez. Y ukarıda Prof. Togan’m ifadeleri ile açıkça görüldü ki, «Baran Türkleri» vardır. M inorsky, K ürt kelimesini, K senofon’un K arduk'larm a bağlam aya çalışırken de aynı sakat yo­ lu takip ediyordu. Y ukarda en kuvvetli delillerle «Kürt» kelimesinin Türkçeden geldiğini ve «K ürt Boyu» nun b ir Türk b o y u olduğunu ortaya koyduk. B ütün Türk dünyasında köy ve şehir adları, uruk boy ve oymak adları ile ilgilidir (15). Prof. S üm er’in yazısında İlhanlı, Celyirli ve E retna p aralarının «Bârân» adlı b ir darp mahallinde basılm ış olması da bu gerçeği değiştiremez. Karakeçili beylerine «Mirek» veya «Beyler» dendiğini yukarıda söylemiştik. M irek’lerden M ükrîm Beyin dayısı Bozan Bey, 1920-24 yıllarında Urfa Milletvekili olm uştur. Meclis A bdüm ü’ndeki p ap ak ’lı resm inin altında —ki K arakeçililer de bu eski baş giyim vasıtası­ na, eski Türkçe şekliyle, aynen papak derler.— «Suruç Aşireti Reisi Bozan Bey» kaydı bulunm aktadır. Demek o zaman, K arakeçililer’e Suruç kasabasına izafeten bu isim verilm iştir. Bu noktada, K ara­ keçililer ve U rfa’daki K urm anç’lar arasında >çok kullanılan Bozan ismi hakkında bilgi verm ek iyi olacaktır. Prof. Zeki Velidi Togan'm kayıtlarından öğrendiğimize göre, Afganistan, Özbek kabileleri arasındaki «Katagan uruğunun» üç oym ağından biri olan «Türt-Ata’ııın d ö rt arasından biri olan «M ardad’m üç tire'sinden biri «Bozan »dır. Özbek'leri «doksan iki boy Özbek» (Toksan iki bavlı Özbek) di­ ye gösteren bir «Nesebnâme», Özbeklerin Altın Orda zam anındaki, yani Mangıt-Nogay ve K azakların ayrılm alarından önceki heyette bulunan kabileler arasında «Buzan» da vardır. Ayrıca A starhan ci­ varındaki bir yaylanın adı da «Buzan Yaylası»'dır. Sultan Melikşah' m m aiyetindeki Selçuklu Oğuz Beylerinden birinin adı «Bozan Beğ» (16) veya «Em ir Bozan»'dır (17). (14) V. Minorsky, «The Clan of The Qara-Qoyunlu Rulers», Köprülü Armağanı, s. 84-395. (15) Bu hususta şu makalemize bk. «Ege Bölgesinde Yer (Köy ve Şehir) Adları», Reşid Rahmeti Arat için, Ankara, 1966, s. 176-188. (16) Prof. Z. V. Togan, Bugünkü Türkili (Türkistan) Tarihi, s. 43, 45, 139. (17) Doç. İbrahim Kafesoğlu, Sultan Melik-Şah Devrinde Büyük Selçuklu İmpa­ ratorluğu, İstanbul, 1953, s. 59, 91, 93. — 168 —


KARAKEÇİLİLER

Siverek’e bağlı Karakeçili köylerinin b ir kısm ının isim leri şun­ lardır : 1 — Ağören, 2 — Deliktaş, 3 — K arayük, (Karahöyiik’ün bozulmuş şekli olmalı), 4 — K aradibek, 5 — K urtini, 6 — Başıbüyük, 7 — Gollü, 8 — Mezra (Mezrea’dan gelme), 9 — Mizar, (yeni adı: Karakeçili, nahiye m erkezidir), 10 — K aracaviran, 11 — Çabakçur (Bingöl'ün eski adı Çapakçur idi. Buna dair açıklam ayı aşağıda vereceğiz), 12 — Azimülk, 13 — K arafirk, 14 — Keş, 15 — Beyan, 16 — Timeyti, 17 — Uzuncuk, 18 — Uzunziyaret, 19 — Üzümkar, (üzüm bağları var), 20 — Zilfil, 21 — Kıliçek, 22 — Kızılali, 23 — Daşlı (Taşlı), 24 — Beyali, 25 — Torunali, 26 — Kabik, 27 — Bozkuyu, 28 — K abasırt, 29 — K abahaydar, 30 — Celâbder (yeni adı : Tanrıverdi), 31 — Kapaklı, 32 — Gelâ (Kale), 33 — Kazanî, 34 — Boğdük, 35 — Kırbanî, 36 — M ehmedihan, — 169 —


Prof. Dr. MEHMET ERÖZ

37 38 39 40 41 42 43 44 45 46 47 48 49 50

— — — — — — — — — — — — — —

Şevek, Payamlı, K antara, M ehmetverin, K urbağalı, (köy civarında bataklık var). Sülüklü, Sadıklı, Salor, Cipini, Çandırkeş, Mezincik, Toru, Osmanbey, Saluca.

Y ukarıda sıraladığım ız köy isim leri, açıklam aya lüzum göster­ meyecek derecede öztükrçedir. İçlerinden birkaçının m anasım daha da derinleştirerek açıklam akta fayda vardır. Bilindiği gibi bütün T ürk illerinde, tepeciklere, insan eliyle yapılan to p rak yığınlarına «höyük» denir. K arayük (höyük) köyü adını bu rad an alm ıştır. Tür­ kiye'nin her tarafında «Karacaviran» isim li köyler m evcuttur (Karstan Aydın ve Edirne'ye kadar). T ürk boylan, Bizans Roma ve diğer eski kavim lerden kalm a köy ve şehir yıkm tılan, harabeleri civarına gelip yerleştiklerinde, bu harabelere «Viran» veya «Ören» adını ver­ m işler ve toprağın rengine, çevrenin şartların a göre buna b ir (Ak, kara, kızıl) sıfatını ekliyerek, K aracaviran, K aracaören, Akören, Kızılcaören v.s. gibi köy isim leri türetm işlerdir. B urada adı geçen Ka­ racaviran köyü de bu kaideye uym aktadır. Çabakçura gelince, bu kelim enin tam karşılığını bilm em ekle beraber, «Çabak» ve «Qur» kelim elerini bilmekteyiz. Eğer bu kelime birleşik b ir isimse, o tak ­ dirde şu açıklam ayı yapabiliriz: K aşgar’lı M ahm udun Divan'ında «Çabak» kelimesinin, O rta Asya’da ufak b ir göl balığının adı oldu­ ğu açıklanm aktadır. (bk. Divan, I, 381). Eski Uygur Türkçesinde ise «Çur», b ir rütbe dem ektir (Caferoğlu Sözlüğü, sf. 66). Eğer bu keli­ m enin aslı «Çor» idiyse, m anası eski Türkçe'de «sarılgan bitki» de­ m ektir (Divan, ITI, 121, 122). Yürükler, «Çor» kelimesini «sakat, çürük» anlam ında kullanıyor. Bulgar D ağında b ir K arakoyunlu oba­ sında, Y örük kadınlarının, at sırtın d a yaylalara satm ak için öteberi getiren b ir satıcıdan alışveriş ederken, «Qorlu» diyerek, sakat, k urt yeniği olan elm aları alm ak istem ediklerini görm üştüm . Trakya'daki «Çorlu» kazasının adı da b u rad an gelmiş olsa gerektir. 170


KARAKEÇİLİLER

Gerek Siverek’in Çabakçur köyü, gerek Bingöl’ün eski adı olan Çapakçur, m analarını açıkladığımız kelim elerle ilgili olabilirler. «Keş», K aşgar’lı D ivan'm dan başka, O rhun kitabelerinde bile geç­ m ektedir. Bu son kaynakta adı geçen kelime, «okluk, ok konulan şey, sadak» dem ek oluyor (18). Y örük ve Türkm enler, b ir nevi çökeleğimsi peynire «Keş» adını verm ektedirler. Silifke ve Erdem li ta ­ raflarında konup göçen, bugün ise Erdem li'ye yerleşm iş bulunan iki Y örük oymağının adı «Keş» kelim esinden m eydana gelm iştir: Karakeşli ve K eşlitürm enli. Beyan, «Beylere» Kazanî, «Kazanlı» dem ek olabilir. Payamlı ba­ dem li dem ektir. Gerek bu bölgede, gerek B atı A nadolu’da, badem in adı payam dır. Denizli'nin Acıpayam Kazası ism ini bu rad an alm ıştır. «Papam» la söylenen birçok köyümüz vardır. Y örükler karışık şeye çandır derler. Çandırkeş bu durum a göre karışık peynir, dem ek olu­ yor. «Salor» ve «Cipini» ise, «Salur» ve «Çepni»nin bozulm uş şekil­ leridir. Demek ki b u iki köy, S alur ve Çepni boylarına m ensup iki oymağın, iki Oğuz göçebe obasının b u ralara yerleşm esi ile vücut bul­ m uştur. KARAKEÇİLİLERDE MADDİ KÜLTÜR Otuz kırk yıl önce göçebeliği terkederek, yerleşik ziraat kültü­ rüne geçen K arakeçililer, çadırı da terkederek, köylerde yaptıkları evlerde o turm aktadırlar. F akat yaz aylarında çadıra çıkanlar gene bulunm aktadır. K arakeçili Nahiyetsinde m uhteşem b ir bey çadırı gördük. Onbeşi ortada, onbeşi b ir tarafta, onbeşi de diğer ta rafta ol­ m ak üzere kırk beş direkli, otuzbeş m etre boyunda b ir k ara çadır (Kone reş). Yörük çadırlarından biraz farklı olm akla beraber, onla­ rı andırıyor. «Reş» kara, «Kon» da «Çadır» dem ek oluyor. Bazı Yö­ rü k oym aklarında, obalarında, kolan ve çadır dokum ak için kullanı­ lan basit tezgâhlara, Y örüklerin «Kon tezgâhı» dediğini görm üştük. Acaba buradaki «Kon, konm aktan mı geliyor? K um ançlarm çadır yerine kullandıkları «Kon» da o radan m ı doğm uştur, k at'i birşey söylenemez. F akat b ir yakınlık göze çarpıyor. Çadır önce, harem lik, selâm lık olarak, «Berdi» den yapılmış «Çit» le ikiye bölünür. H arem kısm ı da, «Argon» denen m utfak ve ocak ve «Köz» adı verilen odacıklara ayrılır. Kamışı yanyana bağ(18)

H. Namık Orkun, Eski Türk Yazıtları, III, 163. 171


Prof. Dr. MEHMET ERÖZ

larlar, üzerine renkli iplik sararla r ve halı, kilim gibi nakışlar mey­ dana getirirler. K arşıdan bu kam ış duvara bakınca, insan dikine tu ­ tulm uş b ir halı seyrediyor sanır. O k ad ar göz alıcı, zevk verici, san ’atkâranedir. B erdiden m eydana gelen duvara «Çit» dendiğini söy­ lem iştik. T ürk erkek isim leri arasında «Berdi» ism ini de görüyo­ ruz. N itekim Altın O rdu devletinde «Berdi Bek» tanınm ış b ir şah­ siyetti. Aynı kelime bugün Türkiye’nin b ir çok yerinde aşağı yukarı aynı m anada kullanıldığı gibi, O rhun K itabelerinde de geçiyor ve «Kamış vesaireden yapılan kulübe, çit, sınır» diye- bahsediliyor (1). K aşgarlı Divan’m da ise şu şekilde izah ediliyor: «K am ıştan veya di­ kenden yapılmış duvar veya hüğ, çardak. Üzerine alaca nakışlı Çin ipekllis»i (2) Anlaşılıyor ki, yabancı kuvvetlerin bizden koparm ağa çalıştıkları insanlar, en eski m esken şekilleri olan çadırın b ir p ar­ çasına «Çift'e» verdikleri ismi, O rta Asya'dan, binbeş yüz yıl önce­ sinden getirm işler, kaybettikleri birçok kelimeye rağm en bunu yaşatabilm işlerdir. Hem m utfağa, hem de ocağa «Argon» diyorlar. Kelimenin m en­ şe ve m anasını bulam adık. Yalnız eski T ürk kaynaklarında «Argın» ve «Argun» kelim eleri m evcuttur. Argın, Kıpçak grubundan biı u ru k tu r (kabiledir) (3). Argın (Argun) kabilesi, üç büyük şubeye ay­ rılır: «Mumun, Kuvandık, Süyündük» (4). Ayrıca, B abür'ün 913 (1507/1508) te A rgun'ların daveti üzerine K andahar’a doğru yola çık­ tığını biliyoruz (5). Argun, «Sıçan cinsinden yarım arşın uzunluğun­ da b ir hayvan» adıdır (6). Güney Doğu Azerbeycan’da, M araga yakı­ nında b ir bölgenin adı «Arkun»dur. Dokuma tezgâhında kulandıkları dem ir tarağa, «Kerkit» adım veriyorlar. Y örükler buna «Kirkit» derler. Yağ çıkarm ak için tuluğu astıkları çapraz üç ağaca «çatme» derler. Yörüklerde bunun adı «Çatma»dır. Sayısız benzerlikler bulm uş durum dayız. F akat bunla­ rın hepsini açıklam ak, geniş yer alacağından kısa kesiyoruz. Sadece deve isim lerine dair b ir iki açıklam a yaparak ve kadın kem erlerin­ den bahsederek, K arakeçililer bahsine son vereceğiz. O nlardaki ge(19) (20) (21) (22) (23) (24)

H. Namık Orkun, Eski Türk Yazıtları, İstanbul, 1940, c. I, 170, 174; III, 147. Kaşgarlı Mahmud, Divan Lûgat-it-Türk, I, 320, III, 120. Prof. Z. V. Togan, Türkili (Türkistan) Tarihi, s. 29. Prof. Abdülkadir İnan, Makaleler ve incelemeler, Ankara, 1968, s. 4. Babür, Vekayi, Ankara, 1946,c. II, s. 665. Divan (Kaşgarlı), I, 120. — 172 —


KARAKEÇİLİLER

lenekler, bazı kelimeleri, diğer boyları açıkladıktan sonra, yeri ge­ lince, gene kısa olarak ele alacağız. K arakeçililer, devenin üzerine konulan sem erim si şeye, Y ürük­ ler gibi «Havut» derler. H avut üzerindeki b ir çift ağaca, «Katap» derler. Y ürükler ise, «Hatap» der. Deveye «Devey» derler. Dişi deve­ ye «Meye» derler. Y ürükler buna «Maya» adını verir. Bazı yerlerde kadın güzelliği bu sıfatla ta rif edilir. «Maya»ikelimesi, b ir deve ismi olarak Orkun K itabelerinde, bin beş yüz jul üncesi O rta Asya T ürk­ lüğünün m addi k ü ltü rü olarak aynen geçm ektedir (7). Karakeçililer, tefekküre dalm ış gibi oturup, geviş getiren b ir deveyi «Lük» keli­ mesi ile analar. Y ürük ve T ürkm enler’de de kelime aynen ve aynı m anada kullanılır. Ağırbaşlı, az konuşan insana «Lük gibi oturuyor, m aşallah» denmesi bundan ü tü rü d ü r ve eski T ürk güçebe kültürünün halen kültürüm üzde yaşam akta oluşunun delilidir. Devenin ham u­ runa (deveye çiğ olarak verilen burçak ham uru), K arakeçililer «Lük» derler. Hazmedilemiyen, mideye otu ran yemek için, «mideme lük gi­ bi oturdu» lâfında K arakeçililer’in deve ham urundan gelmedir. Aşi­ ret reisinin karısı için deve havudu üzerine yapılan, çıtadan, kenar­ ları D erdi’den ve üstü ü rtü lü yere «Hanayi adı verilir. Diğer kadın­ ların deve üstünde yapılan m ahfillerine «Toğda» veya «Toda» deK adm lar bellerine, gümüşten, çok süslü, işlemeli, kıymetli «Kember» denen kem erler bağlarlar. Aynı kem erleri, farklı olarak ve gene güm üşten yapılmış şekilde, Bilecik-Adapazarı-Eskişehir Ka­ rakeçili Y ürük kadınları da kullanm aktadır. Bu giyim tarzı çok es­ ki b ir T ürk geleneğidir. «Hemen hem en b ü tü n O rta Asya'da ele ge­ çen heykellerin birer kem eri ve bu kem erin yanlarından sarkan bi­ re r süs uçları olduğunu biliyoruz. K uray v e kudırge’deki G üktürk bu­ luntuları da, bu kem erlerin mevcudiyetini açık olarak ispat etm iş­ tir. Kayışın üzerinde m adenî plâklarla süslenirdi. Sarkan uçların hepsi aynı boyda idiler. Bu kem er şekli T urfan’da ve Avrupa Avarlarında çok yayılmıştı. A ltaylar’da bilhassa Tuva eyaletinde bulunan heykellerde, bu kem er uçlarına çok rastlanm ıştır. Tuva heykelleri­ nin bu kemel uçları çok m übalâğalı b ir şekilde süslenmiş K uray K ur­ ganlarında bulunan b ir kayış ucunda, G üktürk yazısı ile b ir Kitabe de vardır. Kem er için «Kursak» deniyordu. ... (25)

Bk. Eski Türk Yazıtları, II, 85-86. — 173 —


Prof. Dr. MEHMET ERÖZ

G öktürkler devrinde kem ere takılan ve içine çakm ak taşı ile «kav» konan, deriden veya kum aştan yapılmış b ir çanta çok yayıl­ m ıştı. Bu çantalar, Altay, Tuva ve O rhun bölgesinde um um iyetle yu­ varlak idiler. Kırgız ülkesindeki bazı heykellerin iki tane çantası vardı. O rhon kitabelerinin yanında bulunan b ir heykelin, çantasının ü stten b ir kapağı da vardı. K apak üğerinde b ir sırım , çantadaki de­ likten geçirerek kilitleniyordu. Tuyakta kurganlarında bu çantaların kum aşlardan yapılm ış tiplerini görüyoruz. Çakmak taşı ve kavlara da K udırga kurganında rastlanm ıştı. G öktürk devrinin bu çantala­ rı Volga B ulgarları k ü ltü r çevresinde daha çok yayılmıştır» (8). Bu uzun iktibastan anlaşılacağı üzere, Karakeçili Y ürükler ve Urfa Ka­ rakeçilileri kadınları, eski Türklerdeki kem er k ü ltürünü yaşatıyor­ lar. Yalnız o zam an bu kem erleri erkekler de takıyor. Bu gün ise, güm üşlü kem erler kadınlar tarafın d an takılıyor, deriden yapılan, kav çakm ak konulan kem erler ise erkekler tarafından kullanılıyor. Y ürükler, Aydın, İzm ir, Zeybekleri bu kem erleri kullanırdı. Dinar Türkm enlerinde, m eşin kem erlerin kullanılm akta olduğunu yakında tetkik fırsatı bulduk. Rasonyi’nin kaydettiğine göre «Romalılar, H un kem erlerini en değerli ganim et sayıyorlardı (9). Bu Hun kem erleri, yukarıdan beri anlatm ağa ve bugünkü Türkiye’de yaşadığımız, kullanıldığım izaha çalıştanız kem erlerden başka birşey değildir. Bu k ad ar delil, Urfa K arakeçililerinin ve diğer K urm anç’ların Türk asıllı olduklarını açık­ lamağa yeter. B ununla beraber, biz gene başka deliller bulacak, di­ ğer boyları açıklarken bunları da izah edeceğiz. Bilecik Karakeçili Yürükleri, kendilerinin «Karakeçili» değil, «Karakeçeli» olduklarını, bir padişahın hışm ından ko rk arak atalarının, aşiret isim lerini de­ ğiştirdiğini, gizlediğini iddia ederler. Aynı rivayeti Urfa K arakeçili­ lerinden de dinledik.

(26) Doç. Dr. Bahaeddin ögel, İslâmiyetten Önce Türk Kültür Tarihi, Ankara, 1962, s. 156-157. (27) L. Rasonyi, Tarihte Türklük, Ankara, 1971, s. 74.

174


ZİYA GÖKALP’İN KARAKEÇİLİLER HARKINDAKİ FİK İRLERİ ve DİĞER KURMANÇ OYMAKLARI Ziya G ökalp’m K arakeçililer hakkında söylediklerini nakletm ek, hem K arakeçililer bahsini tam am lam ak hem de biraz aşağıda ele ala­ cağımız T ürkân Aşireti ile ilgili fikirlerin bulunm ası bakım ından faydalı olacaktır. Ziya Gökalp, bizim önceki yazılarım ızda ele almış olduğum uz Siverek K arakeçilileri hakkında şu bilgiyi veriyor : «Viranşehir M illi'sinin kom şusu ve rakibi, K arakeçi kabilesidir. Bu kabile, ism inin de delâlet ettiği veçhile, B ursa'daki K arakeçinin bir şpbesidir. Fakat, Türkçeyi u n u tarak K ürtleşm iştir. Karakeçi köyleri arasında (Salur) adlı b ir köy vardır. Salur m alûm dur ki Oğuz ilinin yirm i d ö rt boyundan biridir. B undan başka K aracadağ’m ci­ varında (Kanklı).. vardır. Bu isim, K anklılarm de vaktiyle K arake­ çiye kom şu olarak yaşadıklarını gösterir. T ürkân aşireti de Karakeçi’ye kom şudur. Zaten evvelce T ürkân aşireti K arakeçi kabilesine tâ­ bi iken, İbrahim Paşa zam anında zorla M illiye tâbi ettirildi. (Tür­ kân) Oğuz’un (Beğdili) boyundan olduğu gibi, K arakeçi içinde de Beğdili köyleri vardır. K arakeçi kabilesi asıl K arakeçi ile, Şıhan am aresinden m ürek­ keptir. Asıl Karakeçi, Ceraban, Aminan, Balekân batınlarını m uhte­ vidir. Sıhan am aresi de, Davaran, Şıhkân, Belûlân batınlarım m uh­ tevidir. K arakeçi’nin eski zam anlarda reisleri Caraban batının Hasib Ağa ailesi denilen b ir aileden çıkardı. Bu aileye valâ (Torunlu) ismi verilir. Şim diki reisleri ise Aminnan b atınına m ensuptur. Bu ri­ yaset ailesi gûya Çaçakçur'dan gelm iştir. Şim diki reisleri ise Vedii Beyin oğlu A bdülkadir beydir» (1). (1) Ziya Gökalp, Kürt Aşiretleri Hakkında Sosyolojik Tetkikler, (Fotokopi), s. 2223. Bu eser, Ziya Gökalp’in el yazısı ile, üstad tarafından bir defter halinde hazırlan­ mış ve bu eserin hazırlanmasını rica eden Cumhuriyetin ilk Millî Eğitim Bakanların­ dan Dr. Rıza Nur’a gönderilmiştir. Rıza Nur bu defteri sonradan Sinop Kitaplığına he­ diye etmiştir. Elimizdeki fotokopi oradan alınmıştır. Eserin küçük bir kısmı vaktile Zonguldak’ta çıkan Doğu Dergisinde (143), sayı: 7-8 ve Sinop Gazetesinde (1926, Teş­ rinievvel) yayımlanmıştır.

— 175 —


ZİYA GÖKALP’İN KARAKEÇİLİLER HAKKiNDAKÎ FİKİRLERİ

Ziya G ökalp’ten naklettiğim iz yukarıdaki parçada, b ir de «Kanklı» kelimesi geçm ektedir. Çok kötü ve silik yazıldığı için diğer kelimeyi okuyam adık. Mezar olabilir. Kelimenin aslını bu seyahatte öğrenebilirdik, fakat hatırlıyam adık. Gamglılarm bir zam anlar Ka­ rakeçililer’e kom şu olarak yaşam ışı ve bugün görülememesi, Kürt cem aatleri arasında K anklı’larm da erim iş halde bulunduklarım gösterir. O halde kısaca K anklılar hakkında bilgi verm ekte fayda vardır. Çin tarihçileri, m ilâttan önce O rta Asya’da yaşayan boylar arasında «Kang» ve «Kanğ-Cü» lerden bahsederler. Sem erkand için de «Kanğ memleketi» tabirini kullanılar (2). K anğlı’lar tarihi kay­ naklarda, daim a b ir arad a anılır ve onlarla b ir züm re sayılırlar. Ay­ rıca «Kırgızlarda İçkicilik şubesinde, Nayman oymağında, Kon, Ke­ sek oymağında Kanglı = Kanklı, kadırşa içinde yine Kanglı, Küçük Yüz K azaklarında Alimumlu = Alimoğlu’nun Baybaktı şubesinde Kanık gibi ufak oym akların Özbek, B aşkurt, Nogay ve Uluğ Yüz Ka­ zaklarından olan Kanglı kabileleri ile m ünasebeti olmadığını iddia etm ek m üm kün değildir. «B aşkurtlar içinde de K anğlı'larm varlığı anlaşılıyor. Gerçekten B aşkurt kabilelerin içinde Y urm atı, Kıpçak, Katay, T anıyanlarla birlikte K an k lılar da görülür (3). Kaşgarlı M ahmud, «Kanğlı» için «K ıpçak'lardan büyük b ir adam ın adı» di­ yor (4). Kanglı, kağnı arabası m anasına da gelm ektedir (5). TÜRKÂN AŞİRETİ (Boyu) Y ukarda belirttiğim iz gibi, Ziya Gökalp, Oğuz İlinin yirm i dört boyundan, Beğdili boyuna m ensup bulunan T ü rk ân ’ların vaktile Ka­ rakeçililer’e tabi olduğunu, sonradan V iranşehir'de m üstebit b ir de­ rebeyi olan İbrahim P aşan ın Millî federasyonuna bağlandığım söy­ ler. Siverek K arakeçilileri bunu teyit ederek, T ürkân'larla aralarının vaktile çok iyi olduğunu, fakat b ir iki kan davası hadisenin, Türkk ân ’ları M illî'ler safına ittiğini belirttiler. Ziya Gökalp, naklettiğim iz ifadesinden başka, T ürkân’lardan, «Türkân gibi esasen Beğdili boyuna m ensuj, Türk olduğunu bilen, (2) Prof Dr. W. Eberhard, Çin’in Şimal Komşuları, çev.: N. Uluğtuğ, Ankara, 1942, s. 37, 70, 212. (3) Prof. Abdülkadir İnan, Makaleler ve İncelemeler, Ankara, 1968, s. 1, 2, 7, 55, 72, 176, 117. (4) Divan, III, 379. (5) Caferoğlu, Uygur Sözlüğü, s. 165 ve Divan, III, 379.


ZİYA GÖKÂLP’İN KARAKEÇİLİLER HAKK1NDAKİ FİKİRLERİ

fakat K ürkçe konuşan b ir Türk aşireti» diye bahseder (6). T ürkân’­ lar bize de Türkm en olduklarım , atadan, dededen böyle duydukları­ nı, Süleym an Şalı'ın d ö rt oğulundan birinin b u rad a kaldığını onun soyundan geldiklerini söylediler. Ziyaret ettiğimiz K aracadağ’a bağ­ lı K arabahçe köyü halkı Türkm enlerini iftiharla belirttiler; dedele­ rinin m uhitin tesiri ile Türkçeden başka dil de öğrendiklerini söyle­ diler. Hepsi de Türkçe biliyor ve Kerkük, Azerî ağzına yakın şekilde konuşuyorlar. T ürkân’ların en kalabalık olduğu kaza, Siverek Kazasıdır. Ni­ zip, Birecik, S uruç’ta da T ürkân köyleri olduğunu söylediler. Sive­ re k ’e bağlı; T ürkân köyleri şunlardır: 1 — K arabahçe köyü. (Aşağıkarabahçe, Y ukarıkahabahçe, Çe­ virm e isim li üç m ahalle veya obası vardır. Koyun bakım ı için ağaç­ larla çevrilmiş b ir yer olduğundan buraya Çevirme adı verilmiş. Ba­ zı yerlerde buna «ağıl» ve «tokat» denir.) 2 — Çıkrık Köyü, 3 — Söylemez Köyü (Anadolu’nun m uhtelif yerlerinde beş al­ tı adet Söylemez köyü vardır). 4 — N ohut Köyü, 5 — Demirci Köyü (Demirciler A nadolu’nun m uhtelif yerlerin­ de kalabalık oym aklar halinde görülm üş, köyler kurm uşlardır. Sa­ dece Ege'de sekiz Demirci köyü Türkiye’de de 78 adet Demirci, De­ m ircili köyü vardır. Demirci M ehmet Efe, bu boydandır. M araş Pazarcık’ıııa bağlı Kılıçlı köylerinin yanında da b ir Demirci köyü mev­ cuttur. H atay’ın alınm asından sonra, Suriye’den T ürkm enler b u ra­ ya nakledilerek iskân edilmiş. Çok sert insanlar olduğu söyleniyor. Hemen hepsi D em ircilikten anlıyorm uş. Demek oluyor ki, T ürkân’­ lar arasında da Demirci oymağı vardı), 6 — Em eni Köyü (Dede K orkut hikâyelerinde Em en isim li bir kahram an(olsa gerekir), 7 — Asice Köyü, 8 — Gülüce Köyü, 9 — Böğürtlen Köyü (Türkçede böğürtlen şeklinde söylenir ve yabani yemiş m anasına gelir), 10 — Tiftil Köyü, 11 — A ltunahır Köyü, (6)

Ziya Gökaip, aynı eser, s. 3.

— 177 —


Prof. Dr. MEHMET ERÖZ

12 — Feyat Köyü, 13 — Gazi Köyü, 14 — Kazangedik Köyü. Tür kânların köy isim leri Türkçe olduğu gibi, diğer yer adları da Türkçedir. Meselâ; Çirrik, Han, K urbanpm arı (K urm ançca p ın a­ ra «Kani» denildiği halde, b u p ın ara eskiden beri K urban p ınarı de nirm iş), Kızılkuyu, H üdâvendigâr (Dördüncü M urad'm Bağdat Se­ ferine giderken buradan geçmiş olm asının hatırası olarak bu isim verilmiş), K ollubaba Ziyareti (K aracadağm zirvesinde b ir yatırım adıdır. K ürt denen köylüler yaz aylarında bu yatırı ziyaret ederek adak adar, kurban keserler. Bu eski T ürk dini olan O rta Asya Şamanizm inden kalm a b ir gelenektir ve Türk dünyasının h er yerinde, bü­ tün Türkler, bilhassa, göçebe T ürkler tarafından riayet edilir. T ür­ k ân ’ların ve civar K ürt aşiretlerinin bu geleneğe bağlılığı, onların Türk menşeli oluşlarının diğer b ir delilini teşkil eder). T ürkân’larda boy ve oymak isim lerinin hatırlayanları bulam a­ dık. K ulandıkları bazı kelim eler üzerindeki açıklam ayı yazının so­ nuna saklıyoruz. Diğer b ü tü n aşiretlerin kelim eleri ile birlikte ele alacağız. PAZARCIK (MARAŞ)’TA KURMANÇÇA KONUŞAN AŞİRETLER : Kendilerinin de, kom şularının da kabul ettiği gibi, Pazarcık Kum ançları Türkm en asıllı olup, içlerinde Çiğil T ürkleri de vardır. Bu­ rada iki uruk (kabile) veya boy (aşiret) m evcuttur. Diğer b ü tün oy­ m aklar (onların dili ile, «oymağ»lar) bunlara dağlıdır. Bu iki boy At­ malı Boyu ve Sinemilli boyudur. Şim di bunları sırası ile ele alalım. ATMALI BOYU veya ATMA BOYU (Aşireti). Rişvan Uruğuna (kabilesine) bağlı b ir boydur. Anlaşıldığına göre Rişvan, boylar top­ luluğundan ibaret b ir konfederasyondur. A nkara’nın Balâ ve Hay­ m ana kazalarındaki K urm ançlar arasında da elli yıl önce «Rişvan »lar vardı. «Sıh Pojin, Togallı, Mikâil, Rişvan, H erkâtîı» kollarına ay­ rılıyorlardı (7). Atma boyu şu oymak («oymağ»)lara ayrılır: 1 ■— Tilkiler, 2 — Kizirli, (7) Türkiye’nin Sıhhî ve İçtimaî Coğrafyası, Ankara Vilâyeti, Ankara, 1925, s, 51.


ZİYA GÖKALP’İN KARAKEÇİLİLER HAKKINDAKI FİKİRLERİ

3 4 5 6 7 8 9 10 11 12

— — — — — — — — — —

Haydarlı, Ketiler, Sadakalar, Kızkapanlı, K arabasanlar, K aralar, Ağcalar, Turuçlu, K abalar, Mahkânlı.

Şim di bunları ayrı ayrı görelim. TİLKİLER BOYU veya OYMAĞI : Üç oymağa ayrılır : 1 — H asanlar Oymağı, 2 — Bikler Oymağı, 3 — Tonolar Oymağı. Bu üç oymağa m ensup cem aatler şu köylerde oturm ak tad ır 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21

— H alatutobası Köyü, — K endirobası Köyü, — Papassilobası Köyü, — K aragölobası Köyü, — Panoobası Köyü, — Uzunçarşıobası Köyü, — G erroobası Köyü, —- G ürdobası Köyü, — Bektaşobası Köyü, — K aram ıstoobası Köyü, — K ertoobası Köyü, — Tokuşbaşı Köyü, — Cemoobası Köyü, — Çığoobsı Köyü, — Deveyurduobası KÖyti, — H örükobası Köyü, — K aradedeobası Köyü, — M uroobası Köyü, — Avluobası Köyü, — K aragüneyobası Köyü, — K örhallolarobası Köyü, — 179 —


Prof. Dr. MEHMET ERÖZ

22 — Gındoobası Köyü, 23 — K örolareobası Köyü, 24 — Salm anobası Köyü. Görüldüğü üzere, Tilkiler Cemaati köylerinin adı Türkçedir ve hepsinde Türkçe «Oba» kelimesi vardır. Oba, konar göçer T ürk boy­ larında, birkaç çadırın b ir araya gelmesinden m eydana gelen çadır m ahallesidir. T ürk asıllı olan, fakat K urm ançça konuşan «Yilkü»lerin, O rta Asya'dan gelirken L ûristan'da Farsçanm tesirinde kala­ rak, karm a b ir dil öğrendikleri anlaşılıyor (8). B atı T ü rk istan ’da, H orasan taraflarındaki Teke Türkm en uruğu, iki büyük oymaktan ibarettir: «Ödemiş, Tohtamış». Tohtam ış oymağı 64 arıştır. Bu arış’ lardan birinin adı «Tilki »dir(9). Türkiye’nin çeşitli yerlerinde, Tilkili, Tilkiler, Tilki isim lerini alan on beş köyümüz m evcuttur. Bizim b urada bahsettiğim iz Pazarcık Tilkiler’i Türkm en asıllı K ürt Alevısidir. KİZİRLİ BOYU veya OYMAĞI : Tilkilere nazaran oldukça kü­ çük boydur. D iyarbakır’ın, Çınar K asabasına bağlı Şükürlü Köyünde (Alevî Türkm en Köyü) «Kizir» köy bekçisi m anâsına gelmektedir, İç Anadolu'da «Kiziroğlu M ustafa Bey» tü rk ü sü m eşhurdur. Bu ba­ kım dan kelim enin Türkçe olduğu anlaşılıyor. K izirli’ler de Alevidir, Kars, Amasya, Elâzığ’a bağlı üç K izir köyü vardır. HAYDARLI : Alevidirler. Atm a’nın H aydar’hsıdırlar. Sinemillile r’in de H aydarlısı vardır. Daha sonra ele alacağız. Yörük ve Türkm enler arasında birçok H aydarlı oym akları olduğu gibi, H aydarh adım alan pekçok köyümüz vardır. KETİLER : İki kola ayrılırlar : 1 — H avran Ketiler, 2 — Ganidağı Ketileri. B uradaki «Havran» yer adı olabileceği gibi, soy adı da olabilir. Nitekim, b ir kaynakta «Havraniye Aşireti»’nden bahsedildiğini gör­ m üştük. Kayseri, Pazarören Avşar’larm dan Taf Köyünden Beşir Ön­ d er’in söylediğine göre, eskiden iktiyar Avşar kadınları torunlarım «Havran eniği, gökbörüğü» diye severlermiş. B urada «Havran», (8) (9)

Z. V. Togan, Umumî Türk Tarihine Giriş, s. 207. Z. V. Togan, Türkistan Tarihi, s. 75.


ZİYA GÖKALP’İN KARAKEÇİLİLER HAKKINDÂKİ FİKİRLERİ

«Kurt» m anâsına gelirmiş, «Gökbörüğü» de «Bozkurt» demekmiş. N itekim Türk boylarında ve kaynaklarında «Gökbörü», «Bozkurt» dem ektir. A vşarlarda az farkla söyleniyor imiş dem ektir. Eğer riva­ yet sıhhatli ise, «Havran» «kurt» demek oluyor. Bahsi geçen Havraniye Aşireti adını k u rttan almış dem ektir. B alıkesir'in H avran Ka­ zasının adı da buradan gelmektedir. Ceyhan’ın «Havraniye» köyü de adım buradan ve adı geçen aşiretten almış dem ektir. Keza Havran Ketileri için de aynı şeyi söyliyebiliriz. K etiler sünnîleşm işlerdir. K aşgarîı Mahrnud buna yakın b ir kelim eden bahseder. K ıpçak Türk­ lerinin lehçesinde «Ketü», «Çolak» m anâsına gelm ektedir (10). SADAKALAR : B unlar da Sünnîleşm işlerdir. KIZKAPANLILAR : Sünnîleşm işlerdir. Oldukça büyük b ir boy­ dur. Türkiye’nin birçok yerinde bulunurlar. Ağrı’nın P atnos’una bağ­ lı Kızkapanlı köyüne de gitm ek istedik. R ehber çıkm adığı için gide medik. Sivas (Hafik) de ve E dirne’de (Kezan)'da da b irer Kızkapanlı Köyü var. XVI. asırda, Adana ile K aram an arasında yaşayan bü­ yük V arsak U ruğu’na bağlı oym aklar içinde K ızkapanlar da vardıı ve kayıtlarda «Cemaat-i K ızkapan tâbi-i Varsak» diye geçer (11). Var­ sak'lar, halen A dananın Kozan, Saimbeyli, K adirli taraflarında «Farsak» adı ile birçok köy teşki lederler. Türkiye’nin m uhtelif yer­ lerinde de V arsak (Farsak) köyleri m evcuttur. XV. asra ait tarihî ka­ yıtlarda, K aram an ile Tarsus arasında dağlık b ir araziye Varsak-İli ve Varsak Dağı adı verilm ektedir. «Cemâat-i Varsak» sonradan Niğ­ de'ye bağlı Karaca-Dağ’a yerleşm iştir (12). Bu m isallerden anlıyoruz ki, sahipsiz b ir m em leket yıkılm ağa m ahkûm dur. Devlet millî kül­ türden elini çekerse, XVI. asrın V arsak’larm a bağlı K ızkapanlı'lan b ir iki asır içinde dillerini kaybeder giderler. Hafif ve K eşan’daki Kızkapanlı l a r çevrenin tesiri ile bu erim eden kurtulm uşlar. Maraşlılar, 20-30 sene önce yaylalara gelen, Aydınlı adını verdikleri yürük­ ler arasında K ızkapanlı’lar da olduğunu söylüyor. K ızkapanlı köyünün obaları şun lard ır :

1 — Gözlügöl Obası (Gözlügöl Obası ile Alikâhya Obası b ir oba teşkil eder). (10) Divan, İli, 219. (11) Prof. Dr. Faruk Sümer, «Çukur-Ova Tarihine Dair Araştırmalar», DTCF, Ta­ rih Araş. Derg., c. I, sayı: 1’den ayrı basım, 1963, s. 95. (12) Prof. Dr. M. C. Şehabeddin Tekindağ, «II. Bayezid Devrinde Çukur-Ova’da Nüfuz Mücadelesi, Belleten, c. 31, sayı: 123. (Temmuz 1967)’den ayrı basım, s. 358359. — 181


Prof. Dr. MEHMET ERÖZ

2 — Arapmolla Obası, 3 — H aydolar Obası, 4 — Çopurlu Obası, 5 — Gözolar Obası, 6 — K ötüköy Obosaı (Türkiye’nin m uhtelif yerlerinde birçok Köyüköy vardır. K ötü ve Çirkin isim leri çocukları fena ruhlardan, ecelin pençesinden k u rtarm ak için konulurdu. Böylece şahsın, oba­ nın, oymağın, köyün peşine geçince, o İçtimaî heyetlere de isim ol m uş olurdu). 7 — K örtesür Obası, 8 — H asaraş (Karahasan) Obası. KARAHASANLAR : Atm a’lara bağlı diğer birana koldur. Elbis­ ta n ’a bağlıdır. Sünnîleşm işlerdir. KARALAR : Sünnîleşm işlerdir. AĞÇALAR : B ugünkü adı: Akçalar. Sünnî-Alevî karışıktır. TURUÇLU : Alevidir. KABALAR (Yeni adı : Köskenli): Alevidir. Türkiye’nin birçok ye­ rinde K aba köyleri vardır. Tokat Reşadiye'sinin b ir köyünün adı Kab alı’dır. İdareciler neye hükm etm işlerse, bu ismi değiştirm işler). MAHKÂNLI : Alevidir. B ütün bu oym akların, cem aatlerin bağlı olduğu Atma boyu hak­ kında da iki hususu belirtelim . M acar Türkologlarından Rasonyi ve Hüseyin Nam ık O rkun Bey, T ürk geleneğine göre, totem olan hay­ vanların isim lerinin kabile (uruk) ve aşiret (boy) ve oymak ismi ola­ rak alındığım söylerler. Y ukarıda bahsettiğim iz «Havran» da bu ka­ ideye uyar. B uradaki Atma, belki de Atmaca ism inden bozulmalıdır. Atmaca kuşu, totem olarak b ir cem aate elbette isim olabilir. Nite kim Danişmend Türkm enleri arasında, b ir oymak beyinin adı At m aca'dır. K ayıtlarda bu isim şöyle geçer: «Seğban oğlu A tm acaya tâbi Cırıklu cem aati...» (13). Pazarcık'ta Türkçeden başka dil konuşan, fakat Türkçeyi çok güzel bilen cem aatlerin diğer büyük kolu, Çanbey U ruğuna bağlı Sinemilli Boyudur. Bize çok zengin bilgi veren Sinem ilîilerden Mus­ tafa B uyrukcan’a göre, Sinem illi’ler, M illilere akrabadır. H orasan’ dan, T ürkistan’dan gelm işlerdir. Gelirken b ir kısm ı Elâzığ’da, Ke(13)

Ahmet Refik, Anadolu’da Türk Aşiretleri, s. 104. 182


ZİYA GÖKALP’İN KARAKEÇİLİLER HAKKINDAKİ FİKİRLERİ

ban civarında kalm ıştır. Yavuz Selim-Şah İsm ail mücadelesi sırasın­ da buralara sığınm ışlardır. Dedelerinin Türkçe konuştuğuna dair ip­ uçları vardır. B ütün örf-âdet, giyim kuşam ları T ürk boylarına ben­ zer. Şam anizm bakiyeleri, Alevîlik içinde ve diğer gelenekler ara­ sında halen yaşam aktadır. Yakın yıllara kadar, b ü tü n aşiret köyle­ rinde üç etek giyilirmiş. Üç etek, bütün Yörük ve Türkm enlerce ve O rta Asya Türklerince giyilen, at binm eğe elverişli b ir T ürk giyimi­ dir. Etekleri üç yerinden yırtm açlı olduğu için ata kolayca bilinir, elbise binişe engel olmaz. Şimdi sadece yaşlılar ve dağ köylerindekiler giyiyor. Gene şehirle irtib atı pek olm ayan dağ köylerinde, ih­ tiyar ve çocuklar da (erkek) başın b ir yerinde b ir tu tam saç bırakılır. Bu saça bazıları «Temni», bazıları da «Kekil» der. Y örükler, Alevî ve Sünnî Türkm enler de aynı saçı b ırak ırlar. E drem it T ahtacı’ların­ dan iki ihtiyarın om uzlarına k ad ar uzanan saçlı resim lerini alm ış­ tık. Çin kaynaklarında, T ürklerin rüzgâr gibi atlar üzerinde, saçları om uzlarına kadar uzam ış halde seferden sefere koştuklarını kayde­ dildiğini tarihçiler söyler. Prof. K afesoğlu'nun M elikşah Devri kita­ bında da bu hususta b ir kayıt vardır. K ört adı verilen cem aatler de dem ek ki çok eski T ürk geleneğini yaşatıyorlar. Alında bıraktıkları saça ise «perçem» adını verirler. Saçların bırakılm ası hakkm daki te­ lâkkileri açıklam ağa b u rad a im kân yok. K adın saçları için de b ir iki şey söyleyelim. K ızlar saçlarını örerek, çok sayıda beliklere ayırır­ lar. Y örük ve Türkm enlerin «Belik» dediği bu kadın saçı örm e şek­ line, Pazarcık aşiretleri «G ulu» adını verir. Türkm en aşiretlerinde kırık delik m uteberdir. Üç eteğe verilen isim «Zubun»’dur. Bazı Yö­ rü k ler de zubun der. Pazarcık’da, üç eteğe, zubundan başka «Eski» adı da verilir. «Eski mi giyeceğim?» lâfında geçtiği gibi. Eskiden ke­ çe börk de giyilirmiş. Eski erkek giyimi tas şeklinde b ir keçe üze­ rine tas geçilir, onun üzerine «poşu» sarılır, zubun giyilirdi. Kadın­ ların başlığına «Kofî» denir. B aşlarına, ü stü ağaç çem berle sarılı, yüksekçe b ir başlık giyerer, üzerini renkli ö rtü ile sararlar. En üs­ te de, boğazın altından geçen b ir bağ bağlanır. Buna «Bendik» denir. H epsinin üzerine «Poşu» veya «Ahmediye» sarılır. Pazarcık aşiretleri, İmece'ye Kılıçlı Türkm enleri gibi «Kuşbaşık» diyorlar. Evlenmede verilen başlığa, b ü tü n Türkler gibi, «Ka­ im» adını veriyorlar. Alevî Türkm enler'de ve T ürk geleneğinde çok geçen «Pay» kelimesi ve âdeti aynen yerine getirip kulam lıyor. Köy­ lüden toplanan «Salma» adı verilen b ir nevi vergiye «Saylan» diyor­ lar. Eski Türk yem eklerinden «Keşkek» biliniyor, yapılıyor ve aynı — 183 —


Prof. Dr. MEHMET ERÖZ

isim le anılıyor. Hülâsa, dillerinde bazı yabancı kelim eler var. Men­ şeleri hakkında biraz tereddütlüler. Fakat her halleri gösteriyor ki, asılları T ürktür. Sinem illi’ler önce d ö rt kola, sonra on iki kola ayrılır. Sinem illi’nin dört oğlu şunlardır : 1 2 3 4

— — — —

H aydar, N adar (Erzincan’da, M am ahatun civarında kalm ışlar), Kalender, Aziz.

HAYDAR’lardan Gelenler : 1 — Ceyhhiraş veya Sayhiraş (Karaşeh dem ektir). Yeni adı: Çığrasanlı. Bu ismi de kendileri koymuş. Seyhhiraş'lıların oturduğu köyler şunlardır : a) B aşpm ar Köyü, b) M usolar Köyü. (Yeni adı : Payramlıbağ), c) Esm epuru Köyü. (Yeni adı: Karaağaç), ç) Çamlıca Köyü (Nasırlı ve Kıllıvelolar obalarından ibaret), d) Arm utlu Köyü, e) H araba Köyü, (Yeni adı : Yarbaşı), f) Söğütlü Köyü, g) Topaluşağı Köyü, h) Usolar Köyü, (Yeni adı: Cennetpmarı), i) Şakuluşağı Köyü, (Yeni adı: Bayramgazi). N adar’lar E rzincan’da kaldıkları için b urada köyleri yok. KALENDER’in Soyundan Gelenler : 1 — M aksutuşağı Köyü, 2 — K antarm a Köyü, (E lbistan'a bağlı). B uralarda, evlerin cephesine, yarım daire şeklinde konan taşla­ ra «Kantarm a» adı veriliyor. Böyle evlere de «K antarm ah ev» deni­ yor. K antarm a, çok eski Türkçe b ir kelimedir. Süvarilikte kullanılır. Atm ağzına, gemden başka konan ve aşağı yukarı hilâli andıran de­ m ire «kantarm a» denir. Bu kantarm ayı, «sağ ve sol kantarm a diz­ gini» tu tar. Ayrıca, «sağ ve sol gem dizgini» vardır (14). Çin tarihçi(14)

Süvari Talimatnamesi, s. 71-72. 184


ZİYA GÖKALP’İN KARAKEÇİLİLER HAKKIN DAKİ FİKİRLERİ

Jeri, m ilâttan önce O rta Asya'da yaşayan göçebelerden bir boyun ha­ yatım anlatırken şu ifadeleri kullanır : «Halı dokurlar. Erkekler yay, ok, k antarm a ve eyer yaparlar. Demir işlerini bilirler» (15). Gö­ rülüyor ki, Pazarcık’taki k an tarm a köyünün adı çok eski Türkçeden gelmedir. K alender ism ine gelince, kelim enin kökü Türk ve Mo­ ğol kaynaklarına gider. Şu kayıtlardan bunu anlıyoruz: «Horezmde Arol halkı (bunlar K arakalpak'lardan ib a rettir ve oradaki B aşk u rt’­ lar da bunlara dahildi), Subhan Kuliya tâbi olmayıp, kendilerine Çingiz oğularm dan K alender S ultan’ı han edindiler» (16). Yörükleı arasında da K alender ism inin olduğu anlaşılıyor: «Tekri dağı yürük­ leri subaşısı K alendere hüküm k i...»(17). Sinem illi'nin çocukların­ dan olan K alender’in adı öz Türkçedir. Ayrıca Türkiye’nin çeşitli yer­ lerinde yedi adet K alender köyü vardır. AZİZ’den Gelenler : 1 — M amatlı Köyü, (yeni adı: Bozlar. Bu ismi de kendileri al­ mış), 2 — Em iruşağı Köyü), (Avşar’larm Koca-Nallı Oymağının k u r­ duğu köyün adı da Em iruşağı’dır) (18). 3 — Zeynepuşağı Köyü, 4 — Alibeyuşağı Köyü, 5 — Çiğil Köyü, (yeni adı: Avanuşağı). Bu köy halkı, Kürtçe (!) olarak, «Ame Çiğilliyem = Ben Çiğil’liyim» der, öğünürm üş, Çiğil'ler büyük b ir T ürk U lusu’dur. G öktürk’ler devrine kad ar çıkar. Yağma Uruğu ile çok zam an b ir arad a bulunm uşlardır. İzm ir ve De­ nizli taraflarında, Çiğil isim li köy ve nahiyeler vardır. Konya’nın II gm kazasına bağlı, Çiğil isim li b ir köy ve nahiye m evcuttur. T rab­ zon’un b ir köyünün adı «Çığıl»’dır. (Bu m isaller de gösteriyor ki, m illî k ü ltü r fukaralığım ız ve şuursuzluğum uz, Çiğil T ürkünün bile zam anla kaybolup, erim esine, benliğini kaybetm esine yol açıyor). 6 — Fituşağı Köyü. Yakın zam anlarda Sünnîleşm iştir. 7 — Sofular Köyü, (yeni adı : H alkaçayırı. İdareciler ne akla hizm et etm işlerse etm işler, köyün adım değiştirm işler, kendilerine göre yakışıklı b ir isim bulm uşlar. H albuki Türkm en aşiretleri ara(15) (16) (17) (18)

W. Sberhard, aynı eser, s. 48. Z. V. Togan, Umumî Türk Tarihi, s. 156. A. Refik, aynı eser, s. 60. Prof. Faruk Sümer, Oğuzlar, s. 277. — 185 •— ■


Prof. Dr. MEHMET ERÖZ

sm da Sofular Oymağı olduğu gibi, birçok da Sofular isim li köy var­ dır. Söke’de Sofular Köyünü Çepniler kurm uştur), 8 — Nergile Köyü, (E lbistan’a bağlıdır), 9 — Ambar Köyü, (E lbistan’a bağlıdır), 10 — Çiftlik Köyü, 11 — Gürsel (Yeni kurulm uştur. Gürsel P aşay a izafeten veril­ miş isim), 12 — Pulyanlı Köyü, (yeni adı : Akdemir).


«KÜRT» ADI ÜZERİNE

Bir u ru k veya boy adı olarak, «Kürt» kelimesine ta rih te ilk de­ fa, Yenisey'deki G öktürk kitabelerinde (Eîegeç Yazıtı’nda rastlıyo­ ruz. «Bengütaşı»ndaki kısa bilgiden anlaşıldığına göre, sözü edilen Kürt uruğu, G öktürkler içinde yaşıyordu ve beylerinin adı «Alp Urungu» idi (1). Ceyhun’un deltası içindeki «Kürder Şehri» ve Gurgânc’m karşısındaki «K ürder arkı» kitabelerde adı geçen «Kürt» top­ luluğunun yerleşm esi ile ilgili olm alıdır. Ceyhun suyunun yakasında, «Kürdiş» denilen yerde, ekincilik ve hayvancılık yapan H ızır Ç ora’m n soyundan gelenlere «Hızır İli» denildi. Özbek, Salur ve başka boy ve uruklardan m eydana gelen «Hızır halkının b ir uruğu vardır, ona Kütlar derler. Onlar Hızır Çora’nm neslindendir» (3). H erat'dan üç fersah yukarda «H irirud» nehrinin sol sahilinde, Tim urîler dev­ rinde pek m eşhur olan «Ülenk nişin» Yaylasının batısında b ir köy vardır ki, adı «Kürt nişin»dir (4). O rta Asya'da varlığı çok eski tarihlere çıkan Kürtler uruğu, da­ da sonraları batıya göç etm iştir. Bu göç, diğer T ürk göçleri gibi, H azar ve K aradeniz’in kuzey ve güneyinden olm uştur. Kuzeyinden gidenler, Tuna B ulgarları (Türk B ulgarlar) ve K um anlar (Kıpçaldar) ile birlikte göçmüş olm alıdır. M acaristan’da ve Çekoslovakya’nın Slovakya bölgesinde görülen «Kürtler» bunun delilidir. Gerçekten, M acarlar arasında konar göçer hayat yaşayan ve sonradan toprağa (1) H. Namık Orkun, Eski Türk Yazıtları, c. II!, İstanbul, 1940, s. 183. Bu nokta­ yı, yirmi yıl önce yazdığımız bir makalede (İ.Ü. İktisat Fakültesi, Sosyoloji Konfe­ ransları, 1964-1965) açıkça belirtmiştik. Ayrıca, Doğu Anadolu’nun Türklüğü (İstan­ bul, 1982) adlı kitabımıza bakınız. (2) P. V. Barthold, Moğol İstilâsına Kadar Türkistan, hazırlayan: Hakkı Dursun Yıldız, İstanbul, 1981, s. 190. (3) Ebülgazi Bahardır Han, Şecere-i terâkime (Türklerin Soy Kütüğü) hazırla­ yan: Muharrem Ergin, İstanbul, 1974, s. 93. (4) A Zeki Velidî, «Kert mi, Kürt mü», Türkiyat Mecmuası, c. II, istanbu, 1926-


Prof. Dr. MEHMET ERÖZ

yerleşen (10-15 köy teşkil eden) «Kürtler» vardı ki. M acar bilginleri (Nemeth, Rasonyi ve diğerleri), bunları, G öktürkler içindeki K ürtler ile ilgili görm ektedir (5). Onların, Tuna B ulgarları ve K um anlarla il­ gili olabilecekleri yolundaki görüşüm üzü destekleyen bazı ipuçları­ nı, ileride vermeğe çalışacağız. Diğer T ürk uru k ları ile birlikte, Kürtler’in bazı boy ve oym akları, Çekoslovakya içlerine kad ar uzan­ m ıştır. Bunlar, Slovakya topraklarında, M acarlar, K abarlar (Kazar­ lar), Kesikler ile birlik te köyler kurm uşlardı. Bu köylerin adı da, «Kürt» diye bilinm ektedi (6). H azar'ın ve K aradeniz'in güneyinden geçenler, İran ve Anadoluya geldiler. İra n ’da «Seneklü Kürtler» ve Türkiye'de «Kürtler» de­ nen, Türkçeden başka dil bilmiyen oym aklar ve köyler halkı. Orta Asya’daki K ürtler'e dayanır. Oğuzlarda birlikte gelmiş olm alıdırlar. Türkiye’nin bilhassa b atı bölgelerinde, «Kürtler», «Kürtderesi» «Kürtevi», «Çaykürt» «Kürtkayı» gibi isim lerle anılan yüzden fazla köyü, bu oym aklar kurm uştur. Bu topluluk, öteki Y örük ve T ürk­ m en topluluklarından hiç farklı değildir. Bunların, göçebeliğe devam eden b ir kolunu, 1962 yılında, T oroslarda (Tanrıdağı’nm eteklerin­ deki Bağırsık Yaylası’nda) görm üştük. Bu yarı göçebe «Kürtler»in, öteki Y örüklerden, isim leri dışında hiçbir farkları yoktu, isim den sıkılarak, bunun galat olduğunu, aslının «Türkîer» olm ası gerektiği­ ni söylüyorlardı. Antalya’da yirm i kad ar köy kurm uş olan, ve tarihî O rta Asya’yı andıran Söbüce Yaylası’nda gördüğümüz «Yeni Osmanîı Yürükleri» ne de, b u ralara ilk geldiklerinde «Kürtler» deniyordu. Y aptıkları câm in adı da, «Kürtler Câmisi» idi. Bu yürükler, O rta As­ ya'daki «K ürtler»in de, onların soyundan gelenlerin de Türkçe ko­ nuştuklarını gösteriyor. Bazı istisnaları da olm alıdır. Osmanlı vesi­ kaları, Yörük ve Türkm enlerden ayırt etmeksizin, bunlardan «Türk­ m en E krâdı (Türkm en K ürtleri)» diye bahseder (7). M acaristan’da Macarca, Çekoslovakya’da Slovakça, Türkiye ve İra n ’da Türkçe konuşan «Kürtler»den başka, geniş b ir kabileler (5) Prof. Dr. L. Rasonyi, Tarihte Türklük, çeviren: H.Z. Koşay, Ankara, 1971, s. 114, 121, 128. (6) Yusuf Blaşkoviç (Kumanoğlu), «Çekoslovakya Topraklarında Eski Türklerln İzleri», Reşid Rahmeti Arat için, Ankara, 1966, s. 346.. (7) Bu konuda şu eserlere bakınız: Ahmet Refik, Anadolu’da Türk Aşiretleri, İstanbul, 1930; Cevdet Türkay, Osmanlı İmparatorluğunda Oymak, Aşiret ve Cemaat­ lar, İstanbul, 1979; Prof. Dr. Faruk Sümer, Oğuzlar (Türkmenler), Ankara 1967; Nec­ det Sevinç, Gaziantep’de Yer Adları ve Türk Boyları, Türk Aşiretleri, Türk Oymakları,

—-188


KÜRT» ADI ÜZERİNE

topluluğu daha vardır ki, Arap tarihçileri bunlardan, Kürd» (EkrâdK ürtler) diye bahsetm em ektedir. Halife Ömer zam anında İran içle­ rine ilerleyen İslâm orduları, İran dilinin, k ü ltürünün tesiri altın ­ da kalm ış olan b ir takım aşiretlere rastlam ışlardı. Onların, «Kürtler» diye anladığı topluluklar, B atı’lı ve Rus bilginlerinin iddiasına göre, d ö rt grupta: Kurmanclar, Gûranlar (Zazalar), Lûrlar, K albur­ lar (8). A raplar bu terim i, d ö rt züm re için de kullanm ış mıydı? Orası pek belli değil. Belki de sadece, K urm anclar için «Kürtler» dem iş­ lerdi. Meselâ o zam an ve sonraki yüzyıllarda, «Lörlar»m kendi ka­ bile adları ile anıldığını ve «Kürt» kelimesine yabancı oldukları bili­ niyor (9). Diğer üç züm re d.e durum aynıdır; onlar da bu kelimeye yabancıdır. K onunun otoriteleri, K urm anc dilinde, G ûran (Zaza) di­ linde, Lûr dilinde, K albur dilinde, «Kürt» kelim esinin bulunm ayışı­ na, hayretle işaret ediyorlar. Dr. Saych’in dediği gibi, bu cem aatler­ de «hiç» b ir şarkı yoktur ki, (içinde) K ürt kelimesi bulunsun» (10). Dr. Malcolme, bu mesele ile çok uğraşm ış ve sonunda şu hükm e var­ m ıştır: «efsanelerde, K ürtlüğe dair hiç b ir kayıt yoktur» (11). Hal böyle olduğuna göre, d ö rt ayrı züm reye veya sadece Kurm anclar’a, A raplar niçin «Kürt» adını verm işlerdir? Eğer bu adlan­ dırm a, adı geçen züm relerin, G öktürkler aarsm daki Kürtler ile ak­ raba oluşlarından ö tü rü ise, «Kürt» kelim esinin bu dillerde bulun­ m ası ve b ir m anâ ifade etm esi gerekirdi. Öte yandan, Türkçe Kürt kelimesi bulunm akta ve pek zengin m anâlar ifade etm ektedir (12).

(8)

Hassan Arfa, The Kurds, London, 1966, s. 6; «Kürtler» Maddesi, İslâm An

siklopedisi, c. 6, s. 1091 (Minorsky). (9) G. J. Edmonds, Kurds, Tısrks And Arahs, London (Oxford University Pres­

se) 1957, s. 2 (dipnot: 1); Hassan Arfa, aynı eser, s. 6 vd. (10) Dr. Friç, Kiirtler, İstanbul, 1334, s. 6, 17. (11) Aynı eser, s. 20. (12) Bu manaları şöyle sıralayalım: kar yığını, çiğ (Rasonyi, aynı eser, s. 21, 121); dallarında yay, kamçı, deynek gibi şeyler yapılan bir çeşit kayın ağacı; ayva ağacı; Kaşgarlı Mahmud, Divanü Lûgat-it Türk, çev, Besim Atalay, I 343); Kürüd şek­ linde yazılanı ise, merih yıldız demektir (Reşid Rahmeti Arat, Kutadgu Biiig, İH, indeks, hazırlayanlar: Kemal Eraslan-Osman F. Sertkaya-Nuri Yüce, İstanbul, 1979, s. 303); Uyg'ur Türkçesinde de, manası anlaşılmayan bir Kürdüş kelimesi vardır (Ah­ met Caferoğlu, Eski Uygur Türkçesi Sözlüğü, İst. 1968, s. 123). Beyşehir Gölü kena­ rındaki «Kürtler Köyü»nde (Türkmen köyü), kelimenin «süpürge otu» manasına gel­ diğini öğrenmiştik. Farslar’ın «Kürdan» (Kürtler) demesi ile, mana ilgisi olabilir. Sü­ pürge otunun bir çeşidi, kürdan vazifesi görür. —

-

189

-


Prof. Dr, MEHMET ERÖZ

Yaşayış tarzlarından ö tü rü de, «Kürtler» denmiş olabilir. Çün­ kü, bu kelime b ir çok yerde «göçebe» m anâsına geliyor. Gerçekten, Musul civarındaki «Karadağ» vâdisindeki «Jaflar» da, «Kürt» keli­ mesi, göçebeleri, kabile teşkilâtına sahip olm ayan köylülerden ayır­ m ak için kullanılır ve «çoban» m anâsına gelir (13). B unların dışın­ da, K urm ançlar'da ve diğer gruplarda, kelime, ne bu manâyı, ne de başka b ir m anâyı ifade etm iyorsa da, şu misale dayanarak, bu ih ti­ m al üzerinde durabiliriz. Osm anlılar zam anında, konar-göçer YörükTürkm en oym akları arasında doğan anlaşm azlık ve meseleleri çöz­ mek üzere, Çorum ’da, b ir «Ekradhk (Kürtlerle, göçebelerle ilgili iş­ ler) Kadılığı» kurulm uştu (14). Bu m isallerden anlaşılacağı üzere «Kürdan» (K ürtler), «Ekrâd» (Kürtler)» kelimeleri, zam anla «konar-göçer» m anâsı kazanmış gibi görünüyor. F akat küçük bir istisna dışında, kendi içlerinde kul­ lanılm ıyor. Bu züm reler dışındaki dillerde, o yönde kullanılıyor. Te­ rim in, adı geçen d ö rt dilde bilinm emesine, kullanılm am asına ve halk vicdanında yer etm iş bulunm am asına rağm en, b ir çok yerli ve ya­ bancı araştırıcı ve ideolog, «Kürt» sözüne kavm î (etnik) b ir menşe bulm ağa çalışmış, çeşitli nazariyeler (teoriler) ortaya atm ıştır. Bu nazariyeleri, iki grupta toplayabiliriz. Birinciler, «Kürt» adı altında toplam ak istedikleri cem aatleri, K aideliler’e ve diğer yerli topluluk­ lara bağlam ak hevesindedir. İkinciler ise, Îran î tesir ve İran î menşe arar. Birinci nazariyeyi savunanlardan b ir kısm ının iddiasına göre, Ksenofon’un sözünü ettiği «Karduk» veya «Kardu»larla (15). «Kürt»ler arasında b ir bağ vardır. F akat Th. Möldeke, M. Hartmann, Weissbach gibi şarkiyatçılar, «Kürt»le «Kardu» arasında etim olojik bir bağ bulunm adıığm ı, İlmî şekilde ispat etm işlerdir (16).

(13) Edmonds, Kurds, Turks Ands Arabs, s. 141, 223. Yaşlılardan dinlediğimi­ ze göre, Erzincan ve Çankırı taraflarında «Kürt», «göçebe aşiret, Yörük» demektir. Yazın İlgaz Dağı'na Yörükler gelince (elli yıl önce), Çerkeşliler, «Kürtler gelmiş» derler ve onlardan yağ, peynir almağa giderlerdi (Rahmetli Hatice Karaağaçtan din­ lediğime göre). Sivas çevresinde «Kürt» ile «Alevî» eş manalıdır. Bu ilimizde, Türk­ çe konuşan «Gündüz» ve «Barem» köyleri halkına, Alevî oluşlarından ötürü, «Kürt» deniliyor. (14) H. Turhan Dağlıoğlu, «Çorum’da Aşiret Meseleleri», Çorumlu, sayı: 19, Şubat 1940, s. 169. (15) Xenophon, Knabasis (Onbinlerin Ricati), çeviren: Hayrullah Örs, İst, 1939, s. 109, 110, 117. Eski Türkçede, zemheri sıralarında su üzerinde yüzen fındık büyükülğündeki buz parçalarına, «Kardu» denir (Kaşgalrı Mahmud, Divan, I, 419). (16) B. Nikitin, Kürtler, Fransızcadan çeviren H. D., İstanbul, 1976, s. 22.

— 190 —


«KÜRT» ADİ ÜZERİNE

Dil bilginlerinden E. Bödiger ve A.F. Pott, diller k arşılaştırm a­ sı yaparak, «Kürtçe» dedikleri dilin «Kaide kökenli olduğu» yolun­ daki iddiaları reddettiler ve onu, İran ı kökene bağladırlar. Minorsky ise, sonraki yıllarda, «Med-İskit» kökenli oluş tezini kabul et­ ti (17). Sahanın otoritelerinden öğrendiğimize göre, Asur salnâmelerinde, ne kardu, ne de «Kürt» kelimesine tesadür edilmiyor. «Asur hü­ küm eti, (bu) isim de b ir m illet tanımıyor.» Dr. F riç'in dediği gibi, «bu cihet, «Kürd» isminin, b ir m illet ismi olm ası nazariyesini çürü­ tür» (18). DİL B atılılar ve Ruslar, yüz-yüzelli yıldır, «K ürt meselesi» üze­ rinde çok sıkı şekilde çalışıyor ve d ö rt ayrı dil gerçeğini b ir yana bırakarak, «Kürtçe» adı altında b ir dil y aratm ak için uğraşıyorlar. Şimdi bu konuda, R uslar en önde gidiyor. Ç alışm alarının geçmişi, epeyce eski. Vakile Petersburg Akademisi, bu konuda incelem ler yapm ış ve b ir lügat yayınlam ıştı. «Kürdçe-Rusça-Almanca» adını verdikleri lûgatta, «8307», «Kürtçe» kelime vardı. Bu «8307 K ürtçe kelimenin», 3080 i Türkçe (Dr. Friç, eski Türkm ence diyor), 2640 ı Farsça (eski ve yeni), 2000 i Arapçadır. Dr. Friç, b u Arapça kelimele­ rin, dinî ve İlmî terim ler ve kelim eler olduğunu, Türkçeye geçerken m anâlarında ve şekillerinde büyük değişmeler olduğunu, bu bakım ­ dan artık Arapça sayılam ayacaklarını, onları Türkçe saym ak gerek­ tiğini söyler. İşte, «Kürtçede», Arapça menşeli olarak görülen keli­ meler, bu kelim elerdir ve bu dile, Türkçeden geçm iştir. Bu bakım ın­ dan «Kürtçedeki», 3080 kelimeye, 2000 kelim e daha eklemek gerek­ m ektedir. Böylece, Türkçenin payı ve tesiri, sekizbin k ü su r içinde, beşbin küsur oluyor. Dr. Friç, bu bilgilere dayanarak, şu sonuca va­ rıyor: «kürt hayatını teşkil eden yayla, dağ kelim elerinin kısm-ı âza­ m i da türkçedir». Ve böylece, «asıl lcütrçe olarak», «3000 kelime» k alm aktadır (19). Adı geçen lügatin hazırlayıcıları ve «Kiirtler» k ita­ bının yazarı Dr. Friç, «Kürtçe»den bahsederken, «K urm ançca’yı an­ lıyor olsa gerekir. «Asıl Kürtçe (Kurmancca) denir? Bu, cevapsız kal­ m ağa m ahkûm b ir sorudur. Yine de, b u yazarın verdiği bilgileri de­ ğerlendirerek, bu soruya cevap bulm ağa çalışalım.

(17) (18) (19)

Aynı eser, s. 29, 31-39. Kürtler, 16-17. Aynı eser, s. 12-13.


Prof. Dr. M E H M E T ERÖ Z

Dr, F riç’in anlattığına göre, «Kürtçe»de, Fars dili kaideleri gö­ rülür. F akat bu kaidelerle, kelim eler arasında nisbet bulm ak güç­ tür. Filler belli değildir. Bilinen fiilleri de, «m üfred (tekil) ve takdiksiz b ir takım kelim elerdir ki, «fiil»den ziyade «isim» addolunabilir’ler. Böylece, «yeni b ir lisan halitası hâsıl olm uştur. «Yazarın nak­ lettiği üzere, Dr. Weber’e göre: «K ürd lisanı, b ir lisan halitası da de­ ğildir. Belki b ir kelime halitasıdır» Dr. Friç, b urada şu hükm e varı­ yor: G örülüyor ki, lisan, k ü rtlerin menşeleri hakkında k a t’i hiç bir netice vermiyor» (20). Hal böyle iken, Ira k ’ı ellerinde bulundurdukları sırada İngilizler, K urm ançça’yı yazı dili haline getirip, m ekteplerde o k u ttu lar ve diğer üç dili de kavrayıp, tem sil etm esine çalıştılar. Böylece, Kurmaııçca, «Kürtçe» demek olacak ve diğer üç dili de ihtiva edecek­ ti (21). G. J. Edm onds da aynı gayret içindedir. Şöyle diyor: «Avru­ palI otoriteler um um iyetle, G oranı’nin (G ûranca’nm) K ürtçe olm a­ dığım ve bu dili konuşan halkın K ürt sayılmıyacağmı iddia ederler. «Yazar için bu hüküm , hiç de beğenilecek b ir şey değildir. Yapıla­ cak şey, «bazı Avrupah bilginlerin yolunu tu tm ak tır. Onlar, «Bu dili konuşanlar, K ürt değildir.» diye b ir işarette bulunm aksızın, «Goraııî» yi de, «Kurmanci» şemsiyesi altına alm ışlardır. Böylesiııe bir açıklam ada bulunan Mr. Edmonds, bu tutum un, «kesin bir avantaj sağlayacağını» (22), m üjdeliyor (!) M inorsky, Lûr ve K alb u rlar’ın, K urm ançlar’dan ve Zazalar'dan farklı olduğunu kabul ediyor (23). G örülüyor ki, b ir dilin d ö rt lehçesi değil, d ört ayrı dil m evcut­ tur. Bu en açık şekilde, Ziya G ökalp’m ağzından dinleyelim: «Bu d ö rt dil sahipleri, birbirlerinin konuşm asını anlam azlar Sarf (gra­ m er), nahiv (söz dizimi) ve lügat itibariyle aarlarm da büyük fark lar vardır. Binaenaleyh, aralarındaki farklı lehçe farkları değil, lisan (dil) farklarıdır. Bu d ö rt dilin h erbiri lisaniyet (dilbilim) itibariyle m üstakil b ir lisanladır. H erbiri ayrıca çeşitli lehçelerden oluşur» (23). (20) Aynı eser, s. 14. (21) Hassan Arfa, The Kurds, s. 4. 12 Eylül öncesinde, bazı militanların, Süleymaniye bölgesi Kurmancasım, Tunceli Zazaları’na kabul ettirmeğe çalıştıkları du­ yulmuştu. (22) Edmonds, Kurds,Turks, And Arabs, s. 11-12. (23) «Kürtler» maddesi, s. 1093. (24) Ziya Gökalp, Kürt Aşiretleri Hakkında Sosyolojik İncelemeler, Ankara, 1975, s. 43. —

192


KÜRT» ADI ÜZERİNE

Türkiye’de konuşulan «Zazaca», İra n ’daki «Gûranca»dan çok farklıdır. Zazaca ile K urm ancca da başka başka dillerdir. B unu sehayatlerim izde de m üşahede etm iştik. Bu meseleyi, Ziya G ökalp’den sonra, ilmi şekilde ele alan değerli eserler de çıkm ıştır (25). Bu eser­ lerden de anlıyoruz ki, iki dilin m ensupları, b irbirlerini Türkçe keli­ melerle ve h a ttâ Türkçenin yardım ı ile anlıyabiliyorlar. B ir Milliyet Y aratm a Gayretleri, «İngiliz Ansiklopedisi», «Kürt» adı altında toplanan cem aatlerin «etnik m enşeinin belirsiz» olduğu­ nu söylüyor (26). M inorsky ise şunları kaydediyor: «Sistemli tedkikler, K ürt adı ile örtülen b ir tabaka altında b ir çok eski kavimlerin mevcudiyetini ortaya koyacaktır. H albuki, iştirak ve şecereleri, Kürtlerin menşei m eselesinin halini, K ü rt ananeleri ve îslâm kaynakları kolaylaştırm am aktadır» (27). Y ukarıdaki ifadelerin, hem doğru, hem de yanlış yanları var­ dır. Yazımızın başında da açıkladığımız gibi «Kürt» adı, b ir kavim adı değil, b ir T ürk uruğunun adıdır. Milliyet ifade etm ekten uzak­ tır ve Türkçede b ir çok m anâlara gelir. B ir milliyet çerçevesi içinde birleştirilm ek istenen kabilelerde, bilinm eyen b ir kelimedir. Bunu da

(25) M. Şerif Fırat, Doğu İlleri ve Varto Tarihi, Ankara, 1983 (dördüncü baskı); Hayri Başbuğ, İki Türk Boyu: Zaza ve Kurmarsclar, Ankara, 1984; Doç. Dr. Tuncer Gülensoy, Kurmanci ve Zaza Türkçeieri Üzerine Bir Araştırma, Ankara, 1983; Edip Yavuz, Doğu Anadolu’da Dll-Onomastik İlişkileri Üzerine Bir Deneme, Ankara, 1983; M. Satih San, Doğu Anadolu ve Muş’un İzahlı Kronolojik Tarihi, Ankara, 1982; Kad­ ri Kemal Kop (Sevengü), Anadolu’nun Doğu ve Güneydoğusu, yayına hazırlayan: II. H. Kemal Türközü, Ankara, 1982; Süleyman Sabri Paşa, Tarihi ve Kürt Türkleri Hak­ kında İncelemeler, yayına Kemal Türközü, 101 Soruda Türklerini Kürt Boyu, Ankara, 1982; Nazmî Sevgen, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da Türk Beylikleri, yayına ha­ zırlayanlar: Şükrü Kaya, Seferoğlu-Halil Kemal Türközü, Ankara, 1982; İsmet Parmaksızoğlu, Tarih Boyunca Kürt Türkleri ve TUrkmenler, Ankara, 1983. Bu listeye, Kırzıeğiu’nun eserlerini ve diğer bazı eserleri de eklemek mümkündür. Aydın Taneri’nin, «Türkistanlı Bir Türk Boyu: Kürtler» (Ankara, 1983) ve Dr. M. AbdülhalSk Çay’ın, Anadolu’da Türk Damgası, Koç Heykel-Mezar Taşları ve Türkler’de Koç-K o yun Meselesi» (Ankara, 1983) isimli eserleri de, konuya başka başka yönlerden ay­ dınlık getiriyor. M. Şerif Fırat'ın başlattığı yolda, Hayri Başbuğ ile, Tuncer Gülensoy’un ilerlediği anlaşılıyor. Toplayacakları zengin dil malzemesi, ortada bir tek dil olmadığını, Türkçeyi unutmuş olan Türk oymak ve boylarının varlığını ortaya çıkaracaktır. Bu husus onomastik çalışmalarla da desteklenmelidir. (26) Encyclopetiia Britannlca, c. 13, 1970, s. 1514. (27) «Kürtler» Maddesi (Minorsky), s. 1091.

— 193

-


Prof. Dr. MEHMET ERÖZ

Gökalp’in sözleriyle: «Kendi kendilerine «Kürt» nam ını vermezler. «Kurmancız (Kırmancız» derler. B unlar Zazalar’a Düm bülî veya (Dımıllî) derler (28). Türkiye’deki Lekler’in ve K afkasya’daki K um ukiar’m, Kalhurla r’la ilgisi yoktur. G üranîar'la Zazalar'ın da ilgisi kalm am ıştır, Gûranlar, «Gur Türkleri»nin soyundan olm alıdır. İbni H aldun ve İbn el-Esir, «Etrâk-ı Gûr (Gûr Tiirkleri)»nden bahsediyor. Müneccimbaşı onları H ata (Hita) T ürklerinden sayar. İb n H aldun H alaçlar’m, H aytal (Akhun) lardan olduğunu söyler (29). G ökalp’e göre (s. 101), V an'ın Gümügûn nahiyesinde, «Haîaç Aşireti» vardı. Ağrı'da da ay­ nı adla anılan b ir köy vardır. Zazalar ise, Kalaç ve O ğuzlar'dan ziya­ de, Bulgar Türkü ve K um anlar'la akrabadır. İra n ve Afganistan’da, T ürk oym aklarının b ir kısmı, büyük sosyal ve kültürel değişmelere uğram ışlardır. Zeki Velidi Togan buna işaret eder. Y abancılaşan boy ve oym aklar şunlardır: Sencerî Salgur, Ağaçeri, Bayat, Çar (Şul), Kücat, H alac (bu büyük b ir T ürk uruğu idi), Hak, Avşar, Beydili (Badilli), Yıva (Eyva), Tiîkü, Uluğ-Çinler (30). Biz, İran 'd a ve A fganistan’da, yabancı dillerden tesir alarak ya­ bancılaşan T ürk oym akları listesine, pek çok isim ler ekleyebiliriz. Bu yabancılaşm a vetiresi, Türkiye'de yüzyıllardır süregelm iştir. Çe­ şitli siyasî, askerî, tabiî, kültürel şartlar altında, sosyal ve kültürel değişm eler m eydana gelm iştir. Türkiye’nin belli b ir yerinin doğusu, yabancılaşan aşiretler bölgesi sayılm ıştır. R um elili için, Silivri’nin doğusu; İs ta n b u llu için, İstan b u l'u n doğusu; B atı ve o rta Anadolu Türkleri için, kendilerinin doğusundakiler «K ürt»tür. Gökalp, buna üzülerek belirtiyordu. Erim e işine, dinî ve İktisadî sebepler de giri­ yordu. Birkaç bin R arsça ve Arapça kelimeyi öğrenen şehirli Türkler (esnaf, m em ur, doktor, v.s.), coğrafî anlayışın da tesiri ile kendi­ lerini «Kürt» saymağa başlıyordu. Aslında, orijinal b ir dil ve ayrı b ir kavim de yoktu. Gözümüzün önünde, asırlard ır Türklerin erim e­ si devam edip gidiyordu. M inorsky’nin, «Kürt» adı altındaki tabaka­ lardan bahsetm esini, bu m anâda alırsak, gerçek sonuçlara ulaşabili­ riz. (23) Gökalp, aynı eser, s. 50-51. Kendisi de bir Zaza olan M. Şerif Fırat, «Zaza-Dömbe!» tabirini kullanır. (29) İbn Haldun, Mukaddime, c. I, İstanbul, 1954, s. 704-705 (mütercim Zâkir Kadirî Ugan’ın notu). (30) Prof. Dr. Zeki Velidi Togan, Umumî Türk Tarihine Giriş, I, İstanbul, 1946, s. 208-207. —

194


KÜRT» ADI ÜZERİNE

Türkiye’nin doğusuna, belki de Oğuzlar’dan önce gelen Kalaçlar, Kahglılar, Çiğitler, K arluklar var. M araş'm köylerinde, «Ben Çi­ ğitli Kürdüyem» diyen K urm ançlar’ı biliyoruz. B unlardan başka, şu Oğuz boylarının küçük b ir kısm ı da, K urm anç adı altında, T ürk di­ linden uzaklaşm ış. Bu boyların ve oym akların bazısı şunlardır: Avşar, Bayat, Bayındır, Salur, Beydili, Döğer, Büğdüz, Yıva, K arkm , K üresinli, Milli, K arakeçili, Türkân, Tilkili, Atmalı, K ızkapanlı, Çakallı, Büriki, Gekberi (Gökböri?), Mirelc, Tavşanuşağı, Koşan (Ko­ zan ?), Çüngüş, Belgühan, Sekerbeyli, Alırsak, öte yandan, M. Şerif Şerif F ıra t’ın kaydettiği kadın ve erkek adları, oymak ve yer adları, Zazalar’m Bulgar Türklerine ve K um anlar’a dayandığını gösteriyor. Bazı yer ve oym ak adları şunlardır: Çemişgezek, Çabakçur, Çur, Sultanm ut, Gerger, Muş-Muşun, Keşan, Bor, K arsan H orum , Hormek, Arduşin, Artıhan, K aram an, Bozkır, Muşağa. Tatarköy, Kazar, Çakçur, Muşulu, T arpaçur, K araçor, Kazan Gölü, Koğ Gölü,Koğ Kalesi, K arakocan, Bağın, Sülbüs Dağı, Balaban, Okçiyan (Akçiyan), Koçgiri, Havarzemiyan, Teymur, İzol, Çakır Tabir, Dede-Börekuzun, Han, K arabali, Kalıbal-Kaçer (Kaçar ?), Şaman, Mengel Köyü ve ge­ diği, Teym urtaş, Ağbinek, Çerme, Karagül, G avuryurdu, Köşkâr, K asm an Deresi, Selçuk Köyü (Vartı), Sorpalak Çayı, T atan köyü ve yaylası, Mengel, K arabaş, Huytu, Torunu, Kacer, Ahhas, Çan, Ulaş, Talu, çölekli, Muşali, M utkoçak, Kuryüzü; Ger Yaylası, Başkan, Ley­ lek Dağı, Kalçık Köyü, Koman-Gorgo Çeçidi, Söylemez, Köyü, Boğlan Gediği, Oğnuk ve daha nice şaşırtıcı oym ak ve yer adı. Kadın ve erkek adları da, Türkiye’de kaybolm uş olan eski T ürk adları. Zaza boy beylerine, «İlagası» ve daha sonraları «İlbeği» dendiğini de öğ­ reniyoruz. B unların isim leri de öztükrçe. Şerefnam e’de, «K ürt bey­ leri» diye anılan «İlbeyieri»nin nasıl «Yağmur, Budak, Saruhan» gi­ bi T ürk isim leri ile anıldıklarını kitabım ızda gösterm iştik. Aydın Taneri de, eserinde Şerefnâm e'den m isaller verirken, bunları da gös­ teriyor. M ükrim in Halil Yinanç, İslâm Ansiklopesi'ne yazdığı yazı­ larda, Doğu’daki beylerin nasıl T ürk adları aldıklarını açıklıyor. Sü­ leyman Sabri Paşa’m n ve K adri Kemal K op’un eserlerinde de, Do­ ğu A nadolu’daki yer adlarının Türkçe oluşu ortaya konulm uştur. Şerefnam e’de, K ırm ancîar’m, iki kola ayrılan ve sonra yirmidörde bölünen (bütün T ürk dünyasında olduğu gibi) İçtimaî teşkilâtın­ dan söz eder. Gökalp de, K urm anclar’m Ak-Kurmanc (Kurm ance gevr), K ara-K urm ane (Kurm ance reş) diye ayrıldıklarını, bunun, es­ ki T ü rk ler’deki «Akkemik», «Karakemik» ayırım ına benzediğini —

195


Prof. Dr. MEHMET ERÖZ

söyler. Gene, Şerefnam e’ye göre, «Çemişgezek» demek. «Kürdistan» dem ektir. H albuki Çemişkezek»i, K um anlar içinde buluyoruz. Öte yandan, K ars’ın Selim 'inin B ayburd Köyünde otu ran K arapapaklar'm yaşlılarına göre, «B ayburtlular K ürt»tür M ükrimiıı Halil Yinanç ve Faruk Sümer, B ay b u rtlu ların Türkm en olduğunu gösterdiler. Es­ ki Bulgar Türkleri içinde de, B ayburt oymağı var. B unların b ir kolu, M üslüm an olarak Türklüğünü korudu ve Farsak (V arsak)lar içinde kaldı. H ıristiyan olan b ir kolu, m übadil olarak Y unanistan’a gönde­ rildi. Türkçe'den başka dil bilmiyen ve Rum sayılan bu cem aatler, Y unanistan’da B ayburtlular diye anılıyor. Aynı koldan olması gere­ ken diğer grubu, Silivri ve Çatalca köylerinde görüyoruz. B unlar H ı­ ristiyan idi ve halk arasında «Bulgar» olarak biliniyordu. B ulgaris­ ta n ’a gönderildiler. Osmanîı vesikaları, bu n lar için «Kürt» diyor. Bu konuyu, «H ıristiyanlaşan Türkler» isim li kitabım ızda açıkladık. G örülüyor ki, bilmediğimiz pek çok şey var. Biz bizi tanıyıncaya kadar, dünya, bizi bizden çalacak, çalma m etodları hakkm daki ib­ retli açıklam aları, Bilâl N. Şim şir’in İngilizce ve Türkçe k itapların­ dan (üç cilt) takip etm ek m üm kündür.

— 196


KÜRTÇE DİYE BİR DİL YOKTUR

B aştan beri anlatm ağa çalıştığımız gibi, ayrı b ir K ürt kavmi yoktur. K ürt diye anılan topluluklar, aşiretler, çeşitli T ürk u ru k ve boylarının b ir araya gelmesinden m eydana gelm işlerdir. Bunlar içinde İskitler, K u m an lar, Çiğil’ler, K arahanlı’lar, G öktürkler ara­ sında yaşayan ve O rhun kitabelerinde kendilerinden bahsedilen ve M acar âlim lerinin Batı H unları arasında bulunduklarını söylediği eski K ürt Türkleri, Kangîılar, Oğuzlar (Türkm enler) ve diğer Türk u ru k ları vardır. Rus, İngiliz ve diğer Batı Ayrupa, d ö rt ayrı dil ve çok çeşitli lehçe ile konuşan cem aatlerin, K urm ançca etrafında b ir­ leştirerek, sun’î b ir kavim yaratm a gayreti içindedirler. Bu husus­ ta İngilizler önde gitm ektedir. Irak 'ı elimizden aldıktan sonra, Mu­ sul petrolleri, O rta Doğu m eseleleri ve diğer siyasî ve İktisadî sebep­ lerle Türkiye’yi parçalam ak için böyle sun'î b ir mesele yaratm ışlar­ dır. B irleştirm ek istedikleri cem aatlerin m üşterek b ir dili olmadığı gibi, bu dillerin de kendilerine has, orijinal kelim eleri yoktur. Osm anlıcayı andırır, Türkçe, Arapça ve Farsça ve diğer kom şu diller­ den alınm ış kelim eler m eydana getirilm iş lisanlar m evcuttur. İyi niyetle yapılan sistem li tetkikler bunu ortaya koyacaktır. Biz bu bö­ lüm de bu konuda bazı ipuçları vermeğe çalışacağız. Kendi araştır­ m anlarım ıza ve bazı iyi niyetli kaynaklara (Meselâ M. Şerif F ırat'ın eseri) başvuracağım ız gibi, kötü niyetli iç ve dış kaynakları da eleş­ tirerek, kendi delilleri ile iddialarını çürütm eğe çalışacağız. K urm ançca ve Zazaca konuşan cem aatlerin, eski dillerinin T ürk­ çe olduğu ve bunu zam anla unutup, başka dillerden kelime aldıkla­ rı, bu dillerdeki çok sayıdaki kelim elerden anlaşılm aktadır. Lisan­ lar arasında alış veriş olabileceği ileri sürülürse de, bu alış veriş daha çok yeni kelimelerde, teknik kelim elerde olur. K ültür tem as­ ları ile böyle kelime alış verişleri olduğu doğrudur. Fakat, en azın­ dan iki bin yıllık b ir İktisadî ve İçtimaî hayata ait kelim elerin dışa197


Prof. Dr. MEHMET ERÖZ

rından alınm asına im kân yoktur. Bu kelimeler, asli kelim elerdir ve o cem aatin aslını, ırkî m enşeini gösterir. Göçebeliğe ve ziraat haya­ tına ait çok sayıdaki Türkçe kelime, bu aşiretlerin T ürk asıllı olu­ şunun işaretleridir. İddiamızı, ilk önce D. N. M ackenzie’nin iki ciltlik «K urdişh Di alect Studies» isim li eserinden aldığımız bazı m isallerle, isbata çalı­ şalım. Adı geçen eserin birinci cildinin ,62-64 ve 146-152'nci sayfala­ rından aldığımız birkaç m is a l: «Min», Ben, benim ve «-ım, -im» anlam larım veriyor. Propagan­ da için çıkarılan, yerli b ir «K ürtçe Grameri»nde de aynı şey b elirti­ lir. «Veziri da mm», «Vezirlerim» demek oluyor. «Azerîler, K azak’­ lar, Kırgız’lar, «Mm» yerine «Men» derler. T a tar’la r «Mm»'ı aynen ve aynı anlam da kulanırlar. «Taveki altun», «Bir altun gerdanlık» dem ektir. Bu m isaller gösteriyor ki, bir çeşit Osmanlıcaya K ürtçe deniyor. Y ukarıdaki cüm lelerde Türkçe ve Farsça kelimelerden, cüm leler, ibareler yapılmış. Diğer misal: «Minaleki pis ü pohil», «Pis ve kirli çocuk» dem ektir. Türkçe «Pis» kelim esinden ve Farsça keli­ m elerinden m eydana gelm iştir. «Jeeki kay va», «Böyle diğer b ir yer» dem ek oluyor. B uradaki «Jeeki» ve bilhassa «Kay» kelimesi üze­ rinde durm ak lâzım. F akat yazımızın çerçevesinin buna m üsait ol­ mayışı yüzünden şim dilik geçiyoruz. «Yek hegbe para», «bir para heybesi, torbası» dem ektir ki, yalnız «yek» kelimesi Farsçadır, di­ ğerleri Türkçedir. «K ura Paşa», «Paşanın, H üküm darının oğlu» de­ m ektir. H er iki m isalde de sadece «oğlu» anlam ına gelen «kura» Farsça, diğerleri Türkçedir. Ayrıca «boyahçı, çayçi, kaçalıçi». Avcı anlam ına gelen «ravçi» ve dem ir anlam ına gelen «esingar veya asingar» kelim eleri üzerinde çalışm ak gerek. Çirkin (m urdar); kulkin (kürk kaplı), kirm in (kurtlu, solucanlı), likin (dam la dam la dü­ şen), kıjin, tükin (tüylü, kıllı), vurgin (büyük karınlı). Ayrıca aklm an (akıllı), arazum an (arzulu. Türkçeye arzum an şeklinde girm iştir. Avşarlar ve diğer T ürkm enler kullanır), derdm en veya derdm an (hasta, dertli), hünerm en (hünerli), Farsçadan alınm a kelim elerdir. Aynı eserin ikinci cildinin 4-32. sayfalarındaki «Şa İsm ail ü. Kamberta» (Şah İsm ail ve Kam bertay), Dede K orkut hikâyelerinin pek az değiştirilm iş şeklinden başka birşey değildir. B ir hüküm darın çocuğunun olm aması, üzülerek Allah’a yalvarm ası, sonra vezirini vekil tayin ederek kıyafet değiştirip yollara düşmesi, dağlarda bir 198


KÜRTÇE DİYE BİR DİL YOKTUR

dervişe rastlanm ası, dervişin derdine derm an olarak ona b ir elma vermesi, «Elm anın yarısını kendin ye, yarısını karm a ver. K abuk­ larını kısrağına yedir. Erkek çocuğun olacak, sakın ben gelinceye k ad ar ona ad verme» deyişi, bunların aynen oluşu, kısrağın tay do­ ğum su, çocuğun arkadaşları tarafından «adsız» diye çağırıp, alaya m aruz kalm ası v.s. tıpkı Dede K orkut hikâyelerinde işlenen konular­ dır. Biz bu kısm ı geçerek, bu hikâyede geçen Türkçe kelim elere işa­ ret edelim : «Bi» (bey), «Ay paşam », «Aka» ve «Âkay» kellim eleri (sf. 4); «Hotan», «Biçim» (s. 10); «Baba», «Eçim», «Agaçari» (s. 12). B urada­ ki baba ve eçim kelim eleri Türkçedir. «Baba, acaba...» şeklinde geç­ m ektedir. 18. sayfadaki « Itir m m ba dua», «Allah’a ısm arladık» m a­ nâsına gelen, veda için kullanılan b ir deyiş, Caferoğlu'nun Uygur Türkçesi Sözlüğü kitabının 87. sayfasında «Itarm ak» kelimesi «Uzaklaştırmak» m anâsına geliyor. B uradaki «Itır, ıtırû, «Im» m a­ nâsım veren «Mm» eki ile birlikte eski Türkçe kaidesine göre belki de «Uzaklaşıyorum» gibi b ir şekilden bugünkü hale gelm işti... 31 42. sayfalardaki Sultan M ahmud ü Reşsvar (Sultan M ahm ud ve K ara Süvari) ve diğer hikâyelerde birçok Türkçe kelim eler ve T ürk ge­ lenek ve inançları bol bol m evcuttur. Sıkı b ir taram a bunu ortaya koyabilir. Türkçe kelim eleri alm am ağa son derece gayret gösterm iş olan yerli propaganda gram er kitabında, diken demek olan «Kelem» ve «Kereng» (Kenger, m arul gibi soyulup göbeği yenen b ir nevi diken) kelim elerinin Türkçe olduğunu bilm em iş olsa gerek ki, kitabına al­ mış. Biz biliyoruz ki, T ürkistan'da Seyhun ırm ağı çevresindeki Peçeneklerin b ir oym ağının adı «Kenger» d ir (Topgan Umumî Türk Tarih i’ne Giriş, sf. 52). Ayrıca, «Pınar» m anâsına gelen «Kani» kelime­ sinin de Türkçe asıllı olduğunu bilm iyor. H albuki Orhon kitabelerin­ de, «Kani» kelimesi «Bâkire» m anâsına geliyor (1).

Şimdi de kendi tesbit ettiğimiz bazı kelimeler üzerinde dura­ lım. D iyarbakır ile Ergani arasında gördüğüm üz «Neslihan Oymağı»'nda, «Lor» kelimesi «Peynir suyu» anlam ına gelmektedir. Çin belgeleri, bu kelimeyi eski Türklerin kullandığım gösteriyor. Eski

(1)

H. Namık Orkun, Eski Türk Yazıtları, cilt il, s. 176, 177.


Prof. Dr. MEHMET ERÖZ

Cin arşivlerini tetkik eden Prof. E berhard, bu hususta şunları söy­ ler : «K aynaklardaki (lo) yahut (Nay-lo) işaretini ben burada (kımız) olarak tercüm e ediyorum. M amafih (lo) adı altında kım ızdan başka yoğurt cinsinden diğer m addeler de anlaşılır. Çinlilerin etnolojik ka­ yıtlarında bu lo, yalnız T ürk boylarında» görülür (2). «Kon» kelim esinin «Çadır» anlam ına geldiğini daha önce söy­ lem iştik. Edebiyatçı dostlarım ız, kelimenin Türkçe olduğunu söy­ lediler. Esasen «çadır» Farsçadır. «Konmak» kelimesinden, m asta­ rından yapılm ıştır. Bir tanıdığım ızın bize aktardığına göre, U rfa’nun Bozovası’nda «Kongörmez» denen b ir yer vardır. Kayalık bir yerdir ve oraya «konmak» m üm kün değildir, o yüzden «Kongörmez, çadır kurulm az», iskân olunmaz. Yabancı gördüğüm üz kelime, te­ miz b ir Türkçeden doğm uştur. Ayrıca, N aym anlar arasında bir «Kon» oymağının varlığını da biliyoruz (3). K aşgarlı M ahm ud’un m eşhur eserinde, sütün üzerindeki kay­ m ak m anâsına gelen ve K arakeçili Yürüklerinde, H atay ve Adana Y ürüklerinde aynı şekilde bilinen «Çir», bahsettiğim iz, başkadil öğ­ renm iş cem aatlerde «Kuru kaysı» anlam ına gelmektedir. Yastığa «Baalgı» diyen Siverek K arakeçilileri, yüz geçirilmiş yastığa «Yüzyastık» derler. K urm anç ve Zaza deinle aşiretlerin kullandığı Türkçe kelim eler­ den bazılarını sıralayalım : Boğa, dane (dana), devey( deve), lok (Yü­ rüklerin Lök dediği b ir cins deve) «Devey lok yek» (bir lök deve), to­ rum (Yürüklerin, Türkm enlerin dorum dediği deve yavrusu), Ödük (bir yaşlı dorum ), Cıthan (iki yaşlı deve), menci (dişi deve). Beran (koç) ve koçlu beran veya b aran (boynuzlu büyük koç. Karakoyunlu hüküm darlarının bu ünvanla anıldığım daha önce belirtm iştik), kavır veya toklu (Yürüklerin toklu dediği b ir yaşındaki koyun), ha­ vut (Yürüklerin devenin sem erine verdikleri isim), hatap (Havudun üstündeki b ir çift ağacın adı. Yörük ve Türkm enler de aynen kulla­ nır), kam ış (Havudun içine konan ot), tapan (develere takılan bü­ yük çan. K arın altına asılır), kaşavi (kaşağı), zengi, gebre, kolon, torba, heybe, cil (renkli kilim), halı, dibek, ta ve (tava), kahve ocak (kahve ocağının adı. Ocağı Argon dedikleri halde, kahve ocağı için (2) (3)

Prof. Eberhard, Çin’in Şimal Komşuları, s. 92. Prof. Abdülkadir inan, Makaleler ve İncelemeler.


KÜRTÇE DİYE BİR DİL YOKTUR

böyle söylenir. Kaldı ki, Argon da çok eski b ir Türkçe kelim edir. Bunu daha önce açıkladık). Tave kahvi (Kahve tavası), Tav (gök gür­ lemesine verilen isim. Üzerinde durulm ası gereken b ir kelimedir), döşek (yatak, döşek), yorgan, helke (Yürüklerin helke adını verdik­ leri b ak ır bakraç. Zazalar da kulanır), h ıra r (Yürüklerin h a ra r adı­ nı verdikleri büyük çuval), teşi (Yürüklerin iğ veya teşi adını verdik­ leri, yün eğirden basit el âleti), to rak (çökelek), kaym ak, keşkek (buğdağm kabuğunu çıkarıp, ayranla yapılan çorbanın adı), tum as (çökelek üstüne ayran dökülerek yapılan yiyecek), çörek (fırında pi­ şirilen el büyüklüğünde ekmek), k ara sabanın p arçalarına verdikleri karm ağa m ahsus tutulum u-tuluğu asacak yerin adı), ejir (incir), erik, isim «ok» ve «kılıç» çatm a (Yörüklerin çatm a adını verdikleri üç ağaç, parçasının birbirine bağlanm asından m eydana gelen, yağ çıçay, şeker v.s. H atun, bey, ağa, (oba) gibi... Son olarak M. Şerif F ırat Zazaca içindeki Türkçe kelimeleri şöyle sıralar: «Biz bugün Zaza dilini incelerken, bunun pek eski Türkçe kelim elerle dolu bulunduğunu ve dili konuşanların ağızların­ da pek çok Türkçe kelim eler bulunduğunu görüyoruz. Meselâ şat­ lık, sat, salık, kalmğ, yanık, çalık, karaç, kançık, kahpe, kop koşma, kat, kab, kaz, kurnaz, kavaz, kayış, sağdiç, dal, dalda, dalav, dam ar, demli, dönek, m askara, üskere .tencere, tekere, çok, şor, bor, çeper, çığır, çığ, dernek, m erak, tezek, ipek, kelek, pertek, terek, ölçek, çuval, çavdar, am bar ,boz, koz, söz, bora, bum , biçim, içim, seçim, sorgu, bur, gu, sürgü, suna, turna, güvercin, ördek, gerdek, melek, yam an, sülük, şar, kent, gedik, hedik, cirit, cil, çil, çimen, gibi ve benzer yüzlerce söz» (4). K urm ançca ve Zazaca hakkında, oldukça ilmi bilgi verebilecek şahsiyetlerden biri de M. Şerif F ırat'ın bu diller üzerine verdiği bilgileri, kabil olduğu k ad ar kısaltarak veriyoruz. Yazar diyor ki: «Kırmançi-Kürtçe, dili aslında ta rih te var olan ve herhangi bir m illete m ahsus olan tarih î b ir dil değildir. Y ukarı bölüm lerde an lat­ tığımız gibi bu dil, aslında Türkçeden ve sonrası birçok m illetlerin dillerinden toplanm ış özel b ir lisandır.» «Kırmançi dilinin yüzde altm ışı eski Asya ve İç Anadolu Türkçesidir. Bu dilin kırkı Acemce ve Arapçadır. B abakürdilerin konuştukları K orm ançi dilinin yüzde kırkı, eski Asya Türkçesi, yüzde otuzu Farisî ve yüzde otuzu da A rapçadır. Za(4)

M. Şerif Fırat, Doğu illeri ve Varto Tarihi, s. 176.

— 201 —


Prof. Dr. M E H M E T ERÖZ

zacaya gelince: Bu dilin yüzde ellisi Acemce, yüzde kırkı eski T ürk­ çe, yüzde onu Arapçadır. Zazacada Acemce olan kelim elerin çoğu T ürk heceleriyle karışıktır.» «Biz K orm ançi ve Zaza dillerinin şim diki durum unu yoklarken b unlardaki eski Türkçe kelim elerin şiveye göre pek çok değiştirildi­ ğini ve bu dilerin kökünden Türkçe olduklarını ve bazen b ir kelime­ nin ilk hecesinin Türkçe ve son hecesinin Acemce veya Arapça oldu­ ğunu görüyoruz. Meselâ: Eski Türkçede yiğit, K orm ançide âğit, Za­ zacada Igit ve Türkçede köpek; korm ancoda kûçik; Zazacada kûtik; eski Türkçede od, K orm ançide agir, Zazacada odır, Türkçede eski b ir hastalığın adı olan k urudert, K orm ançide kureder, kurredert, Zazacada k u rred ert—karnakısı, Türkçede b ir illet anlam ına gelen yanıkara, K orm ançide anıkara, Zazacada ankara, gibi. Türkçe kelim elere bağlanan Arabi ve Farisî hecelere gelince: Zazaca ve K orm ançide sık sık konuşulan kuru-iftira, deştû gedik, ardu-asman, gülü - çimen, espi - boz, sorgu - sual, tanazu - şepal, levendü - firar, gibi. Daha başka meselâ: Türkçede ay, K orm ançide hiv meh, Zaza­ cada, ayma, asm a, aşme, şeklinde konuşulur. G örülüyor ki, aslında Türkçe olan bu kelim elerin hepsi de gelişigüzel b ir konuşm a şekliy­ le değiştirilm iştir. Yalnız eski Türkçede sonu R.T.P.K. gibi sert ve NA gibi yükseğe kaldırılm ış harflerle biten kelimeler, hem K orm an­ çi ve hem de Zazacada b ir tü rlü değişm em iştir. Çor, kor, şor, tor, bor, çir, çeper, çığır, ayğır, zencir, çadır, bakır, nahır, ahır, gibi... Sepet, şerbet, m erek, tezek, kepek, petek, kelek, gerek, ördek, emek, inan, derm an, dum an, yam an, tufan, aslan, ceylan, can, zozan, gibi... K orm ançi ve Zaza dillerinde gösterdiğimiz bu Türkçe kelimelere benzer yüzlerce örnek gösterebiliriz. B unlardan başka b u dillerde ev ve aile eşyası çift koşum u hayvanları, ehlileştirm e için kullanılan malzeme, kuşlar ve yabanî hayvanların ve eski hastalık ve ilâçların, otların, yüzde doksan adları Türkçedir. Bu dilerde, en fazla zerdüşt dilinin kutsal törelerinden olan Farisîce kelimelerle, ve daha sonra­ dan Arapçadan alm an dinî tâb irler vardır. F akat bu dağlı Türkler bu kelim eleri de yine kendi şivelerine göre değiştirip konuşm uşlar­ dır. Meselâ; Farisîce, asum an, Korm ançoda, azman, Zazacada asmm, ve A rapçada ard-arz, K om ançoda erd, Zazacada hard, Arapçada ciran (komşu) K orm ancoda cinar, Zazacada ciranı, Farisîce hüdâ, K urm ançice hudı, Zazacada homa-hakko, gibi. — 202 -—


KÜRTÇE DİYE BİR DİL YOKTUR

K ürt dili bahsinde: M. Riza, (Benlik ve Dil Birliğimiz, sahife: 17-18) adlı eserinde: K ü rt diye anılan bu dağlı Türklerin Zaza ve K orm anca diye ikiye ayrıldıklarını ve bu h er iki dilde, ayrı ve çeşitli lehçelerin m evcut bulunduğunu, ve K ürtçenin başlı başına b ir dil olmayıp, çeşitli dillerden yığılan b ir dil yığını olduğunu, Rus ve Al­ m an dillerince bastırılan lügat kitabında yazılı olan 873 sözden 3080 kelim esinin eski T ürk ve Türkm ence ve geri kalanın Rabî ve Farisî dillerinden alındığını ve bu dağlı Türklerin dillerinin çok değişmesi dolayısiyle, bu eski Asya Türkçesini bugün çok geç ve yanlış olarak konuştuklarını ve iklim in sertliği dolayısiyle bu halkın daim a keli­ m eleri boğazlarından sert ve karışık çıkardıklarını, ve m isâl olarak K ütçenin «Kunt» dedikleri köy, adının aslının K ent olduğunu, ve d oktor Firiç ile Profesör Veberin, «K ürt dili b ir dil ham uru değil, b ir söz yığınıdır.» dediklerini ve k ü rt dilinin hiçbir tarih i veya her­ hangi b ir m illetin belli-başlı varlığım gösteren b ir dil olm adığını ve bu dilin ancak bazı aşiret kavgaları öven destanlardan ib aret kal­ dığını, ve aslında Türkçe olan bu dilin, Acem kom şuluğunda Fars dili ile dolduğunu ve hüküm etin zoriyle yüz benzetişlerini ve dilleri­ ni fazlaca değiştirm ek ve kendilerine K ü rt dem ek zorunda kaldıkla­ rını, ve sonradan bu dilin Lohorto T ürkleri (K ürtler) vasıtasiyle Do­ ğu ve B atı A nadolu'daki yakın çağ T ürk ve Türkm enleri (Kormançolar) arasında yayıldığını ve bugün bu Türklerden îra n hududun­ da olanların fazlası Farisîce ve Arap hududunda olanların Arapça konuştuklarım , uzun uzadıya anlatıyor. Bugün yakından konuşup incelediğimiz K orm ançi ve Zaza dil­ leri, yukarıda açıkladığım ız gibi, o k ad ar karışık ve anlaşılm az bir hale gelm iştir ki, onu herhangi b ir m illetin dili olarak vasıflandır­ m akta büyük b ir yanlışlık vardır. Bu dili konuşan B abakürdî, Kormanço ve Zaza şubelerine m ensup aşiretlerin h er b iri ayrı ayrı şive­ lerle konuşur, bunlard an pek çokları b irbirlerinin konuşm alarını anlam akta büyük b ir zorluk çekiyorlar. H er aşiret ve bölge bu dil­ leri çeşit çeşit şekillere sokm uşlar, bu karışık şekiller hiçbir su ret­ le tesbit edilemez. H er boy ve oym ak kendi keyfine göre konuşm uş­ tur. Bazen b ir aşiret ağasının kendisine has olarak çıkardığı edalar ve gelişigüzel süslü kelimeler, aşiretin içinde halk dili m akam ına girm iş, b ir hocanın konuştuğu yarım Arabi ibareli b ir üslûp, derhal halk tarafından ezberlenm iş bu dillere karışm ıştır. H atta Cum huriyet devrinde büyüklerim izin dile verdikleri öne­ m in tesirleri, hem en bu dillerde kendini gösterm iştir. Şimdi doğu


Prof. Dr. MEHMET ERÖZ

illerim izin çoğu ve aydın aileler; aile ocaklarında öz Türkçe konuş­ m akta ve büyük Dil K urultayının onardığı birçok Türkçe kelimeler K orm onço ve Zaza dillerine karışm ış bulunm aktadır. Hiç b ir millet, bu dağlı T ürk kardeşlerim iz kad ar m illî birliğin ana duygularından ayrılm ak akibetine bu k ad ar uğram am ıştır. A raplar; Arabîce, Acemce; Farisîce ve h er m illet kendi dilince ko­ nuşm akta iken, nasıl olur da, dünyanın en asil ve ulusoylu b ir mille­ ti olan Türk, yabancı dillerle konuşm aya tenezzül etm iştir. Bu acı ve ibret verici kusur, bnugün düzelmelidir. Buna m illî b ir gayret ve aşk ister. Bizi artık m illî vicdan ve sağduyudan ayıracak hiç b ir en­ gel yoktur. B ütün dünyada herkes m illiyetçidir. Biz bugün herkes­ ten daha çok milliyetçi ve halkçıyız. Bu m illî gayret o rtad a varken en iyisi, b u dağlı T ürk kardeşlerim iz kendilerinin ulu soylarına ya­ kışm ayan ve bugün hiç b ir kıym et ve m anâ ifade etmeyen bu söz yı­ ğını dilleri söküp atm alıdırlar. Ben bunu b ir ırkdaş ve y u rttaş sıfatıyle, doğunun bütü n genç ve asîl Türk neslinden rica ederim» (5). Başka b ir kaynaktan, K urm ançca ve Zazaca ile ilgili aşağıdaki değerli bilgileri aynen aktarıyoruz. B unların bir kısmı, M. Şerif Fı­ r a t’a, b ir kısm ı da araştırm aya dayanıyor olm alıdır. Ayrı b ir dil karşısında olmadığımız, yabancı b ir kaynağa atfen şöyle belirtili­ yor : «Nitekim Profesör Veber ile Dr. Firiç, K ürt dili, b ir dil ham uru değil, bir söz yığınıdır ve herhangi b ir m illetin belli başlı varlığını gösteren b ir dil değildir» ve «her boy ve oymak kendi keyfine ve ko­ layına geldiği gibi konuşm akta; b ir vadide o tu ran topluluk, komşu vadidekilerle anlaşam aktadır» dem ek zorunda kalm ıştır. Buna rağm en biraz dikkatle incelendiği takdirde, K ürtçe oldu­ ğu sanılan kelim elerde pek çok Oğuz Türkçesi sözcüklerinin bulun­ duğu ve h a tta Oğuz söyleyişine uyduğu görülecektir. O k ad ar ki, Dicle K ürtlerinin K rum aııç (aslı Kür-manç olup çok yiğit, pehlivan anlam ındadır) dili, Kaşgarlı M ahm ut’un «Divân-ü Lügât-it Türk»’de tanıttığı 900 yıl öncesi Oğuz diline benzemektedir. Oğuzca’m n izlerini şu beş noktada toplayabiliriz (6).

1 — Kâşgarlı M ahm ut'un belirttiği O rta Asya Türkçesindeki sesli ve sessiz harfleri, K ürtçe’de aynen vardır. Türkçe'de olmayan sesler, K ürtçe’de de yoktur. (5) (6)

M. Şerif Fırat, Doğu İlleri ve Varto Tarihi, Ankara, 1981, s. 23-27. Dr. M. Fahrettin Kırgızoğlu, Kürtlerin Türklüğü, Ankara 1968, s. 77. 84. —

204


KÜRTÇE DİYE BÎR DİL YOKTUR

2 — K aşgarlı M ahmut, Oğuzlarla K ıpçaklılarm kelime başla rındaki «y» sesini yutarak konuştuklarını yazm aktadır. Bu özellik, K ürtçe'de de vardır. Yiğit Yeni, Yengi Yem Y aprak Yemiş Y oldaş Yonca Y urt Yılan Yelek

= = = = — = = = = =

E ğ itjğ it Engi Em E praklı Emiş Oldaş Önce, Onçe U rtİlan Elek

3 — K aşgarlı M ahmut, Oğuzların bazaıı kelime başlarına (Kn) sesini katarak söylediklerini yazmış ve h a tta b u kaideye uyan Oğuz­ ların, Arap asıllı olan «âmir» sözcüğünü «Khamir» olarak telâffuz ettiklerini bildirm iştir. K urm ançca konuşanlar da, ovm akları ve kabileleri isim lendi­ rirken, Bıbırgil-Eli yerine Khel-Babırakan dem ekte, coğrafî isim le­ rin başına da (K, G, Kh veyaH) seslerini eklem ektedirler. Nitekim, Saka T ürkleri boylarından olan A karilerin yaşadığı yere H akari H âkâri, S iirt bölgesinde bulunan Arzan ilçesine Garzan, D iyarbakır bölgesindeki Atak kalesine M atak-H atakh dem ektedirler. Zazalar, Gök Türklerde yer tan rısı adı olan (Omay)’a, Homay; o d a y a Hoda-Hude; örm e yünden yapılm ış b ir nevi çarıka veya bir çeşit çocuk ayakkabısı olan edike, Hedik; ibrişim e, Hevrişim ; hendeke, endek; O sm anlıca’da kolay anlam ına gelen âsânü, H asand; üc­ rete, hücret; ... dem ektedir. 4 — K âşgarlı M ahmut, Oğuzların ve K ıpçak Türklerinin Kalaç boyuna K halaç dediklerini; K sesinin «Kh»’ya dönüştürdüklerini yazm aktadır. Bu özellik, birçok T ürk köylerinde göze çarptığı gibi K ü rtçe’­ de de yaşam aktadır. N itekim doğulu Türkm en kardeşlerim iz, Kalaçla r’ı K halacân (ân, Farsça çoğul ekidir), kaim kelim esini Khalın, yaylak sözcüğünü «yeylakh» diye söylem ekte ve h atta bu kaideye uyarak Arapça olan vakit kelimesine V akht, akıl sözücüğüne «akhıl».


Prof. Dr. MEHMET ERÖZ

erzak sözücüğüne «erzakh», Farsça Çârdak (çardak) sözcüğüne de «Çardakh» dem ektedir.

5 — Kaşgarlı M ahmut, T ürkçe’de şedde (ikileme) olm adığın dan, Türklerin Arapça asıllı kelim eleri ikizleme yapm adan söyledik­ lerini bildirm ekte ve b u yüzden Peygamberimiz H azreti Muhamm ed’in adına bile M ehmet dediğimizi ve h atta O rta Asya Türkçesinde «H» sesi de olm adığından M ehet’e dönüştürdüğüm üzü yazm ak­ tadır. K urm ançlar da, bu özelliklerin etkisiyle Arapça kelim eleri boz­ m uşlar ve h atta tanınm az hale getirm işlerdir. Örneğin Allah’ı «Ala»’ya, b ak k al’ı bak al’a, Abdullah'ı Avdila’ya, Cennet’i Ceııet’e, Cehennem 'i Çenem’e, Cellâd’ı celat’a, Mekke'yi Meke'ye, m ü d d et’i m ü d et’e, sünnet’i sinet’e çevirm işlerdir. H albuki bu özellikler, Aryam veya Farisî dillerinde yoktur. T ürk geleneklerine göre uğur getirdiği sanılan bazı hayvan isim leri, kabile (Uruk) ve aşiret (Boy) ve oym aklarına veriliyordu. Bu anane, Doğulu Tiirkm enlerde de sürdürülm üştür. B ütün bunlardan başka, Yenisey ile Gök Türk (Orhun) yazıtla­ rında bulunan N D /N T/N Ç sesleri de K urm ançça’da kullanılm akta­ dır. N itekim K urm ançlar, Kür-manç süzüğünü K ürm anç (GirmançKırmanç) olarak, kılıç sözcüğünü kılınç olarak am aç sözcüğünü am anç erm ene sözücüğünü erm ene veya erm anç, kaz sözücğünü kanz, k atır sözcüğünü k antır, fırsat sözcüğünü fırsant... olarak kul­ lanm aktadırlar. 1958’de tu tu lan D iyarbakır Eyaleti ta h rir defterlerinde yazılı köy, oymak veya şahıs isim leri, Dicle bölgesi halkının Osmanlı fehtinden önce ve A kkoyunlular çağında Türkçe konuştuklarım göster­ m ektedir. Bu defterlerde bulunan Ağa, Artuk, Aydoğmuş, Başlamış, Bayram, Budak, Bulduk, Doğan, Durak, Gündoğmuş, K araca, K ara­ m an, Koca, K orkut, K urt, Satılm ış, Sevündük, yengeldi, Tanrıverdi, Tatar, Temur, Torun, Umut, Uslu... gibi isim ler ve h a tta K ürt tarihi olarak isim lendirilen Şerefnâm e’de yazılı K ü rt beylerinin ad­ ları bile K ürtlerin, T ürk aslından olduklarım kan ıtlam ak tad ır (7). (7) Van Gölü ve Fırat Nehri Çevresinde Yaşayan Türkler, Ankara, 1981, (Genel­ kurmay Basımevi), (Yukarıda Kırzıoğlu’na yapılan atıflar da, sözünü etmekte olduğu­ muz kitabın 42. ve 45. sayfalarından aktarıyoruz. Buralarda, Orta Asya ile ilgili bilgi­ leri ve sağlamlık derecelerini inceleme fırsatını bulamadık). —

206


KÜRTÇE DİYE BİR DİL YOKTUR

Ziya Gökalp, Urfa ve D iyarbakır Türklerinin K erkük ve Azerbayvan Türklerinin ağzı ile konuştuklarını söyler. Bunun ne derece doğru olduğunu Evliya Ç elebinin ifadelerinden anlıyoruz. Evliya Çelebi, devrinin İstan b u llu su n u n , dışındaki h er yeri «taşralı» gören ve b ir ırka m al zihniyetiyle, K erk ü k lü y ü I r a k lı yapm ış, Azerî T ür­ künü ise «Acem» olarak gösterm iştir. D ördüncü M urad’m, Azerbay­ can ve K erkük T ürkleri ve D iyarbakır Türkleri gibi konuşm asını sevdiğini şöyle an latır : «Bağdat fatihi M uradı Rabi gayet lâtife sever b ir padişah olm ak­ la her de m tabiatleri şark uarafm a meyyol olup İraklıların ve Diyarbekirlilerin acemane ve levendane kelim elerinden haz edip biz­ zat kendilerin «Men şöyle demişem» diye tekellüm ederlerdi» (8). Şu verdiğimiz m isâller bile, kaybolan Türkleri, daha doğrusu m illî kültürüm üze nasıl sahip bulunm adığım ızı gösterir. Ona sahip çıkar, İlmî şekilde ara ştırır ve ilmi ve m illî kültürüm üzü rehber yaparak çalışırsak kaybettiğim iz te k rar elde eder, Türklüğünü u n u ­ tanlara yeni b ir şuur ve zevk getirm iş oluruz. K urm anç ve Zaza gençlerinden idealist b ir kadronun, bu dillerde m evcut olan binler­ ce Türkçe kelimeyi bulup çıkarm akla meşgul olduklarım miijdelivebiliriz.

(8)

Evliya Çelebi Seyahatnamesi, Dördüncü cilt, s. 15 (Reşat Ekrem Koçu yay.)


SOSYOLOJİK YÖNDEN TÜRK YER ADLARI

Giriş İçtim aî züm relerin (sosyal grupların) arazi üzerinde yerleşip, m ekân tutm alarında coğrafî ve İktisadî zorlam alar yanında, sosyal ve kültürel yapılarla, siyasî ve askerî ihtiyaçların da rol oynadığı, sosyolojik çalışm aların konusu oluyor. Onomastik adı verilen, yer ve insan adları bilgisinin, yer adları ile uğraşan kolu olan toponimi de bu sosyolojik gerçeğe uym ak zorundadır. Bu konu ile ilgili olarak, Prof. Caferoğlu'nun, Prof. Fm dıkoğlu’nun, Prof. Abdiilkadir în a ıı’m, Prof. Togan’m, Prof. Raşonyi'nin, Prof. Kafesoğlu’nun adını an­ m ak gerekir. Millî kü ltü r m irasım ızdan anlıyoruz ki, göçebe, yarı göçebe ve yerleşik T ürk toplulukları en eski çağlardan beri, arazi parçalarını adlandırıp, belirtm ede, adetâ b ir coğrafyacı dikkati ile durm uşlar­ dır. Dağlara, yaylalara, göllere, ırm aklara, geçitlere, küçük arazi p a r­ çalarına, köy ve kentlere, m anâlı isim ler verm işlerdir. Bu yer adla­ rı, topluluk vicdanında yaşam ış, Akdeniz kıyılarına ve B alkanîar’a k ad ar getirilm iştir. Selçuklular’m O sm anlılar’m planlı iskânlarında da, kendiliğinden m eydana gelen yerleşm elerde de, bu böyle olm uş­ tur. Resmî m akam lar, bu adları, kayda geçirmekle yetinm işlerdir. «Anadolu M edeniyetçileri» nin kitaplardan alarak, hafızlara ve vic­ danlara yerleştirm eğe çalışm alarının tam aksine b ir hareket. Bunu biz, Y örükler arasında hayretle m üşahede ettik: Çocuklar bile, kış­ la ile yayla arasındaki yerlerin adlarını, en küçük teferruatına kadar biliyorlardı. Son 40-50 yıl içinde pek çok Yörük oymağı, kendi gayretleri ile 3?er tu ttu , köy kurdu. K urdukları köylerin adını, eski geleneğe gö­

re verdiler: ya oym aklarının, obalarının, boylarının adlarını aldılar, 208


SOSYOLOJİK YÖNDEN TÜRK YER ADLAR!

ya da tanınm ış b ir şahsın adını kabul ettiler. Bu arada, eski totem ik izleri taşıyan hayvan adlarım ve O rta Asya’daki yer adlarının konul­ duğu da görüldü. Halkım ızın bu övülecek ve hayran olunacak şuur­ lu hareketine karşılık, İçişleri Bakanlığının bazı yetkilileri, hiç de iyi im tihan geçirmediler. Türkçe olm ayan köy adları değiştirilirken, pek çok Türkçe isim de k urban edildi. Bunun, tarih î sosyolojik ve etnografik bilgi noksanından m eydana geldiğine inanm ak istiyoruz. Doğu A nadolu’yu bizden koparm ak isteyenler pek çok. Biz ise, oranın Türklüğüne delil olacak pek eski Türkçe kelim eleri yok et­ miş, yerlerine, köksüz, temelsiz isim ler getirmişiz. Bu yeni kelim eler de Türkçe olm akla beraber, eskinin yok edilişinin vebalini taşım akta ve m anâlı b ir geçmişe sahip bulunm am aktadırlar. Türkiye çapında değiştirilen birkaç bin öz Türkçe köy adın­ dan (1), burada sadece birkaç yüzüne dokunacağız. Bu bile, yapılan işin ne kadar zararlı olduğunu ortaya koyacaktır. Köylülerin bun­ dan nasıl şikâyetçi olduklarını yakından biliyoruz. Resmî işler dışın­ da, eski köy adlarını kullanm akta devam ediyorlar. İsparta, Antal­ ya başta olm ak üzere, Türkçe asıldan gelmeyen birçok il ve ilçe adı­ nın değiştirilm esi gerekirken, T ü rk ’ün dam gasını taşıyan köy adları ile uğraşm anın m anâsını b ir tü rlü anlıyamıyoruz. U rartu ’cular, Hitit’ciler, K apadokya'ları, Didim’leri, Priyen’leri, E fes’leri, Side'leri, A spendos'ları diriltm eye çalışırken, bu işi tam am lıyor ve Bizans’a ta ­ pu hazırlıyoruz. Bu gidiş, Türkiye’de T ürk dam gasının silinmesine yol açabilir. B aşta Rusya ve B ulgaristan olm ak üzere, birçok ülkenin yaptığı da bundan pek farklı değildir. Prof. Dr. Z. Velidi Togan’m çok güzel be­ lirttiği gibi, Sovyetler Birliği’nde «Etnogenez» adı verilen ve arke­ oloji ile beslenen sözde İlmî b ir nazariyenin yardım ı ile, Türk top­ lulukları, «Türk» adından koparılm akta, o turdukları yerlerdeki eski m edeniyetlere bağlanm ağa çalışılm aktadır. Böylece, Türklük yeri ne, Kazaklık, Kırgızlık, Özbeklik, Türkm enlik, Tatarlık, Azerîlik milliyeti yaratılacaktır. Bunda, yer adlarından da ustaca faydalanı­ yorlar. Türkiye’de de böyle olm asından korkuyoruz. Şimdi m isallerin yardım ı ile, açıklam alar yapabiliriz. (1) Değiştirilen köy adlarını bulma işinde, içişleri Bakanlığı iller İdaresi Genel Müdürlüğü tarafından 1982 yılında çıkarılan «Köylerimiz» (Ankara, 1981) isimli ki­ taptan faydalanıyoruz. —

209


Prof. Dr. M E H M E T ERÖ Z

Adı Değiştirilen Bazı K öyler : 1

— T ürk Adıyla veya T ürk Ulus ve U ruk A dlan İle Anılanlar :

(Parantez içindeki kelim eler yeni adları gösteriyor). a) Türkyenice (Akoltık) - Sivas; Türkkaravenk (Aşağıbudak) Tunceli; Ö ztürkân (Atayolu) - Ağrı; Türkyenice (Belenyenice) - Ma­ nisa; H am allıtürk (Beyyurdu) - Çorum; Türkçaybaşı (Çaybaşı) - Sa­ karya; Türkali (Dikendere) - Ağrı; T ürkarage (Duruköy) - Sivas; Ağcaalantü rk (Eskiakçalan) - Ordu; Türkbakacak (Eskibakacak) - Ça­ nakkale; Çokdeğirm entürk (Eskideğirmen) - Ordu; Türkderbendi (Eskiderbent) - Tokat; D ivantürk (Eskidivan) - Ordu; E rgentürk (Eskiergen) - Ordu; K arguçatürk (Eskikargıcık) - Ordu; Türkşükrüye (Eskikent) - Adana; Türkorm anköy (Eskiorm anköy) - Skarya; Sayacatürk (Eskisayaca) - Ordu; E rd ü rü k (Gökdere) - Elâzığ; Hacılarh an tü rk (Hacılarham ) - Çorum; T ürkhüyük (Hüyük) - Ankara; K adılıtürk (Kadılı) - Çorum; T ürkkarsak (Karsaklı) - Ankara; Türkm eşen (Kırdamı) - K ars, T ürksöğütlü (Söğütlü) - Kars; T ürktaşnik (Şenol) - Kars; Türkşerefli (Şerefli) - Ankara; Toptepe tü rk leri (Toptepe) - Samsun; T ürkvartanik (Y ukarıdem irbük) - Tunceli; Türünk (Bindal) - Gümüşhane; Türkeşen (Yiğitkonağı) - Kars. b) Avar T ürlderi ile ilgili olm ası çok m uhtem el olanlar : Y ukanavara (Yukarıgüçlü) - Tokat; Avara (Serenli) - Tokat. c) E ftaîit (Akhun) lerle ilgili olanlar : E fteli (Salkavak) - Tokat. d) Kalaç (Halaç) T ürkleri ile ilgili olanlar : Hallaçengezor (Güneytepe) - Bitlis; HırbakaJaç (Amttepe) - M ar­ din, H alaç (Hallaç) - Ağrı (Halaç Türk adım, hallaç esnafı zannetmiş olm alılar). e) H azar Türkleri ile ilgili olanlar : H azara (Kayaboyun) - Van; H azara (Kırkçalı) - Van; H azar (Plâjköy) - Elâzığ; H azeri (Anıl) - Tunceli; K üçükharziyan (Küçüksütlüse) - Kars; H azorkek (Günbahçe) - Sivas; Hazerkozan (îkidere) - Trab­ zon; H azergrat (İkizce) - Balıkesir); H azerek (Tandırbaşı) - Erzin­ can. f) H u n îa ria ilgili olanlar : H um lar (Beşkaya) - Erzincan. g) Kanglı Türkleri ile ilgili olm ası m uhtem el olanlar : Kanhköy (Dağdeîen) - Ağrı; K anîıosm an (Şanhosm an) - Çorum.

-—210


SOSYOLOJİK YÖNDEN TÜRK YER ADLAR!

h) Kıpçak Türkleri ile ilgili olanlar : Kıvçak (Kıvcak) - Çankırı. i) Kırgız Türkleri ile ilgili olanlar : Kirikizolu (Evrencik) - Sivas (İlleride göstereceğimiz gibi, birçok «Evren» isim li köyler yok edilirken, b u rad a «evrencik» bulunm uş). i) Kuman Türkleri ile ilgili olanlar : A şağıkum anit (Aşağıçavuşlu) - Trabzon; Gomaniaymbirik (Çökeksu) - D iyarbakır; Gomagorgo (Dallıoz) - Muş. j) Peçenek Türkleri ile ilgili olanlar : Perçenek (Tarlacık) - K ahram anm araş; Peçeme (Biçer) - Konya. k) Y a k u tlarla ilgili olm ası m uhtem el olanlar : Yaktuğ (Gümüşgöze) - Hatay, İlyakut (îlyağut) - Ankara. 2 — Türk Ulus ve Uruklarına Bağlı Boy ve Oymak Adları İle Anılanlar : a) E ftalit (Akhrın) Oymakları : Şeditabdallı (Göktaş) - Ankara; Çokçabdal (Akgüller) - Tokat; Aptaldamı (Güzelyayla) - Tokat; Budaîauşağı (Işıklı) - M alatya; Abdalan (Kaygısız) - D iyarbakır; Ablaîân (Sırmalıoya) - Bingöl; Abdalbodu (Yenihayat) - Çorum; Budaîauşağı (Söğütlü) - Malatya. b) Idil ve Tuna Bulgar Türklüğü ile ilgili olm ası m uhtem el olanlar : Bahşayiş (Gökbahçe) - Eskişehir; Bahşayış (Sarıgüney) - Yoz­ gat; Bahşiş (Altıkonak) - Urfa; (Yarıgöçebe B ah şişleri, yirm i yıl ön­ ce, M ut-Glinar-Ermenek arasındaki yaylalarda görm üştük). Bayarna (Işık) - Gümüşhane; B ayar (Gedikpmar) - İçel. (Silif­ ke’de olan bu sonuncu köyün adı «Boyar» dır. Tuna B ulgarları Türk devletini kuran hanedan, «Boyar» oymağına m ensuptu veya, b u asil­ lere bu ünvan veriliyordu. 6-7 yüzyıllarda Silifke - M ut - Tarsus civa­ rın a Tuna B ulgarları yerleştirildiğine göre, b unların da bu eski Türklerden geldiği ortadadır). Boyallar (Boyalılar) - K astam onu; Boya­ sın (Esençay) - Aydın. B ayburt (Gündoğan) - Ankara; B acaburt (Güneyçam) - Erzurum . (M ükrimin Halil Yinanç ve F aruk Sümer, B ay b u rtlu la rın Oğuz oy— 211 —


Prof. Dr. MEHMET ERÖZ

m aklarm dan olduğunu gösteriyorlarsa da, başka eserlerden ve Fa­ ru k Süm er'in Çukurova hakkm daki eserinden anlıyoruz ki, eski Bul­ gar Türkleri arasında B ayburt oym akları vardı. Gümüşhane, T rab­ zon, Erzurum , Artvin bölgesinde de, Bulgar T ürklerinin yerleştiril­ diğini, M ukrim in Halil Beyin yazılarından anlıyoruz). ••

- •

r"

Çeke (Doğanören) - Ankara (Cokee, Eski Bulgar T ürklerinin bir oymağı idi. Çeke de onun bozulm uş şekli olabilir). e) K um an (Kıpçak) Oymakları : Arpaz (Esenköy) - Aydın; Bornak (Düzpelit) - Tunceli; Borsunca (Cevizli) - M ardin; Bursal (Y aylabağ)) - Ankara. d) Oğuz oym akları : Eskiarapkir (Karaca) - Malatya; Ârga (Bozpmar) - Adıyaman; Avano (Avcılar) - Artvin; Avanuşağı (Çiğil) - K ahram anm araş (Bura­ daki Çiğli, gerçek Çiğil Türklüğünü anlatm asa gerek); Avanos (Yıl­ dızlı) - Trabzon; Ayaslı (Dumlu) - Malatya; Bayındır (Tutmaç) - Çan­ kırı. (Bu değiştirm e ile, Bayıradır boyu da, ünlü Türk yemeği Tut­ maç da haksızlığa uğram ış) Baytorun (ikizler) - Siirt: Beydi (Beşikli) - Sam sun (Bu kelime, Beydili'nin bozulmuş şekli olabilir); Mczdoğan (Gülveren) - Urfa; Bodoğan (H ahm oru) - Afyon; Kaleardıcaber (Kaleardı) - İzm ir. (B uradaki ve Suriye’deki Caber K alesi’nin adı, Cabar oym ağından gelmedir. Cabar Yörükleri, Aydın - Adana arasında yaylayıp, kışlıjnrdu). Şıhîıcerit (Atalar) - Gaziantep (Cerit Yörükleri, Adana ile Aydın aarsm da bulunuyordu. Ç orum ’da da var­ dır. Plevne’ye giden Cerit Osman Efe çok ünlüdür). Ç akallar (Çiftepm ar) - Konya; Çakallıtorunlar (Akkoyun) - Adıyaman; Çakalhmamibis (Alıçlı) - Çankırı; Çakal (Çokal) - Çanakkale (Burada, eski Türksilâhlarm dan birini anlatan «Çokal»m m anâsı da bozulmuş, b ir Yö­ rü k oymağı olan Ç akallar'a kastedilm iş); Çakal (Güllübağ) - Uşak; Döğeman (Almcık) - Bingöl; Kürteymir (Değirmenağzı) - Sivas (Bu­ nun Eymir boyu ile ilgili olduğu açık. «Kürt» kelimesinin aslı hak­ kında, Türk Kültürü’nün Temmuz veya Ağustos 1984 sayısında bilgi verdik); Eymirkürtköy (Yaylalık) - Yozgat; Görmeyeni (Bağdamları) - Muğla; Fergenegüney (Belpmar) - Sinop (Orta-Asya'daki Fergana adı ile de bağlantılıdır); Çayörengüney (Çayörenler) - Bolu; Güneyzazana (Güneyce) - Trabzon; Haymana (Atbelenli) - İsp arta; İregür Duruca) - K astam onu; İregür (Oluklu) - Ordu; İregür (Karadem ir) Giresun (Yüreğir boyu ile ilgili olm alıdır); Kabaca (Pmarkaya) - K ır­


SOSYOLOJİK YÖNDEN TÜRK YER ADLARI

şehir; Kabaköy (Gürköy) - Giresun; Kabalıkarapınar (Özyörük) Sam sun (B urada da, Yörük kelimesi uydurulm uş) Kacaran (Dayı­ lar) - Tunceli (Kaçar oymağı tarafından kurulm uş b ir köy). Kara­ manlar (Korum anlar) - Zonguldak (M anâların nasıl altü st edildiğini, bu m isal bize gösteriyor). Karakoyunîu (Çatallı) - Ankara; Kürtlerkayı (Karaçavuç) - Amasya; Kayık (Heybelikonuk) - D iyarbakır; Kelas Çınarcık) - O rdu (Bunun aslı Keleş olm alıdır ki, bu adla anılan iki ilçemiz vardır. Biri, B u rsa’ya bağlıdır, diğeri de İzm ir’e bağlıdır. Bu İkincisinin adı, değiştirilm iş, «Kiraz» a çevrilm iştir). Kılıçlar (Yenikent) - Sivas; Kınıkbaia (Yukarıken) - Bolu (Bunun da, Kınık boyuna bağlı olduğu bellidir) Kürehadit (Demirli) - K astam onu; Me­ lemen (Doğankaya) - Eskişehir; Mirek (Erm işler) - Van; Reyhaniye (Fesliğen) - Mardin; Sarik (Y uva)-V an (V am beri’nin B atı Türkis­ ta n ’da gördüğü T ürkm enler arasında, Ş arık ’lar da vardı. Van'daki bu köyün adını değiştirip, Yıva ile karıştırabilecek olan Y uvayı al­ m ak büyük hatadır). Sindal (Kayabaşı) - Kayseri (Bunun aslı Sindel’dir. Avşar oym aklarından idi; gidip görm üştük. Aynı adla anılan b ir köy de, B ergam a’da bulunm aktadır. K ıbrıs’taki «Sinde» Köyü de, bu oymağın yerleşm esi ile kurulm uş olm alıdır); Sindeîi (Yapracık)Gümüşhane; Tekirkoyuncu (Olukbaşı) - İçel; Terekeme cayiş (Koçg üden)-K ars; Tum anlı (Sebenoba) - H atay (Biraz ileride göreceği­ miz gibi, «oba» adı taşıyan birçok köyün adı değiştirilirken, burada «oba» yaratılm ış). Trabzon'daki şu iki köy de, ana Türk u ru klarından olan «Karluk» larla ilgili olm alıdır. Ne yazık ki, bu isim ler de yok edilm iştir: Karlıkhozemya (Akkaya) - Trabzon; Karlıkşumerya (Karakaya) Trabzon. e) Şu köy adları da, Eski Bulgar T ü rk ’ü, Kum an ve Peçenek oym aklarım adını taşıyor: Çakan (Akarbaşı) - Elâzığ (Çekoslovakya ve M acaristan to p rak ­ larındaki K um anlar arasındaki b ir oymağın adıdır). Çirkini (Bahçe­ li) - E rzurum ; Çirkin (Çaygören) - Sivas (İzm ir'in b ir köyünde otu­ ran Çirkince oymağı halkı, m isyonerlerin tesiri ile H ristiyanlığı ka­ bul ettiğinden, istiklâl H arbinden sonra Y unanistan’a gönderildi. T ürkçe’den başka dil bilm iyorlardı. Hristiyanlaşan Türkler adlı ki­ tabım ızda izah ettik. Bu oymak, üç büyük u ru k tan birine, yahut da Oğuzlar’a m ensup olabilir). Çongara (Övenler) - Tekirdağ; Çonkura (Asmapmar) - Samsun; Çayçinge (Yeşilçay) - K ütahya; Çaykiirt (Ko-


Prof. Dr. M E H M E T ER'ÖZ

şutdere) - Sivas; Çaykaraali (Karaali) - Eiâzığ; Çaydar (Yeniköy) Sakarya; Çineri (Yolveren) - Siirt; Çinezur (Çağdaş) - Diyarbakır; Çineçor (Çatalkaya) - Erzurum ; Çine (Gökpmar) - B urdur; Pazarçur (O rtaklar) - Erzurum ; Çorçun (Saraycık) - Erzurum ; Moğoçor (Tatlısu) - E rzurum ; Karaçor (Oluklu) - Adıyaman; Salaçur (Kekikli)-Erzurum ; Tarpaçur (Sarısam an) - Bingöl; Salaçor (Aksu) - Erzurum ; Odunçor (Arakonak) - Muş; Çinaçor (Çatalkaya) - Erzurum ; Çinezur (Çağdaş) - D iyarbakır; Buğdaçor (Damlaca) - Erzincan; Çorovan (Çakırbahçe) - Tunceli; Çıran (Damlaçimen) - Amasya; Çorca (Damlakuyu) - Konya; Çoru (Demirbeli) - (Afyon; Çoruk (Erenköy) - Trabzon; Saraçor (Güllüce) - Elâzığ; Çorum (Gültepe) - Hatay; Çortlen (Gtineyköy) - Aydın; Haytakomu (Aziziye) - E rzurum (Hayta oymağı, Oğuzlar’a da m ensup olabilir. Fakat, eski Bulgar Türklerine, h attâ E ftalit (Akhunlar)e m ensup olm ası da ihtim al içindedir). Kortu (Demirözü) - İçel; Hortu (Sazgeçit) - Konya; Hortu (N asrettinhoca) - Es­ kişehir; Aşağıhortokop (Kozağaç) - Trabzon; Ortahortokop (Ortaköy) - Trabzon; Yukarıhortokop (Yukanköy) - Trabzon; Kilâthortokop (İncesu) - Trabzon (Hortu - Horto oymağının, eski Bulgar T ürk­ lerine m ensup olm ası çok m uhtem eldir. Konya Ereğlisi’ndeki Bekdikler’in b ir oymağı H ortu idi. K aynaklarda, B ekdikler de, eski Bul­ gar T ürklerinden olarak gösteriliyor). ÂÎakop (Gözcüler) - Hatay; Kalçık (Aydmpmar) - Muş; Kalman (Günlüce) - Tunceli; Kamam (Boyalıtepe) - Konya; Kaman (Gündeğer) - Gaziantep; Kamana (Ya­ m anlar) - K astam onu; Kantara (Aydmkaya) - Gaziantep; Kantara (Balcılar) - Adıyaman; Kantara (Ceritler) - Gaziantep (Yukarıda ger­ çek Cerit adı yok edilirken, b urada uydurm ası icat ediliyor). Karsala (Beklenyaka) - Manisa; Karsanbay (Çatbaşı) - H atay; Kazar (Akboğa) - Elâzığ; Kazer (Ballıbostan) - Ağrı; Kazeriz (Taşbaşı) )Erzu­ rum ; Keşan (Günbeli) - Ağrı; Körkes (Batman) - Tunceli; Kuîfa (Yük­ sek) - D iyarbakır; Kürman (Yelesen) - Bingöl (Kuman oym akların­ dan birinin adı Kurman'dır); Macaköy (Akçam) - K astam onu; Macara (Almyayla) - Gümüşhane; Macaran (Altmpmar) - Erzurum ; Ulu­ maca (Çiçekyazı) - Samsun; Macera (Gökçebel) - Trabzon; Muşağa (Kaşıklı) - Bingöl; Kadamut (Çatkaya) - Samsun, Kağmut (Ekincik)Sivas; Orhana (Güleç) - İçel; Pursak (Küçükova) - Kars; Sabar (Ürünlü) - Gaziantep; Saladım (Balcılar) - D iyarbakır (Kuman oym akların­ dan birinin adı da S alatm ’dır. Aydm’m O rtaklar nahiyesine bağlı Selâtin Köyü de bu oymak tarafından kurulm uş olm alıdır); Suvar (Yalnızçamlar) - Bitlis (Suvar'ı «Yalnızçam»m dibine gömmek, affe­ dilecek günah değildir. S uvatlar, İdil Bulgar Türklerinin, büyük bo­


SOSYOLOJİK YÖNDEN TÜRK YER ADLARI

yudur. Hamidiye alaylarının üçünün kaym akam ları (yarbayları), hep Suvaroğulları'ndan seçiliyordu). 3 —- T ürk İçtim aî Teşkilâtına Ait İsim ler Taşıyan Köyler : Elbizin (Tiitenli) - Gümüşhane; İîaka (M ataracı) - Trabzon; İlbarut (Yamaç) - Sivas; İlata (Güllüce) - K astam onu; İlçek (Çavundur) - D iyarbakır (Bu uydurulm uş Çavundur, gerçek Ç avundur’ları karıştırıyor); İldanlı (Akçayazı) - Konya; Kağam (Erkeçli) - Ağrı; Ka­ ğanı (Mahmudçavuş) - E rzurum ; Kagans (Meydanlı) - Erzurum ; Ka­ ğan (Dikbıyık) - Van; Kırıkmirza (Pullutarla) - Ağrı; Mirzecan (Taşbasam ak) - Ağrı; Mirzehan (İkiyamaç) - Ağrı; Uçurumoba (Pınarba­ şı) - Balıkesir; Mencoba (Deıeköy) - Giresun; Maganoba (Kalemli) Trabzon; Boynuobası (Ağaçlı) - Gaziantep; Oluş (Toklucak) - Amas­ ya; Oymak (Bademli) - Aydın; Başkozoymağı (Beşkoz) - Adıyaman; Savcunkızılcakışla (Çaypmar) - Sivas; Tarhan (Bayramlı) - Siirt; Tarhani (Günyüzü) - Van; Hicip (Taşkıran) Tokat; Hicip (Yolkaya) Sivas (Bu kelime, «Hacip» in bozulm uş şekli olabilir. Çünkü bazı oy­ m aklarda, Aşık oyunda, aşık kem iğinin b ir yüzü «Hicip» tir ki, en iti­ b arlı yanıdır ve vezir karşılığıdır). 4 — Ünlü Kişilere Göre İsim lendirm eler : Bu bazan oym ak adı ile de b ir olabiliyor. Âleyhan (Ulukonak) - Aydın; Almışka (Uluçayır) - Gümüşhane; Almuş (Orhanbeyli) - Tokat; Armus (İnlice) - Adıyaman (Tokat’ın Alm us ilçesine bağlı olan ve adı Salkavak şekline sokulan Eftelif kö­ yü bize ip ucu verebilir. K öprülü'nün nazariyesine göre, Abdallar, E ftalitler’den yani A khunlar’dandır. Ogurlar, H u n lar’la karışınca «karışmış» (Bulgamış) m anâsına gelen «Bulgar» adını aldılar. Eski T ürk B ulgarlarının boylarından olan V arsaklar’dan b ir ihtiyar, bize kendilerinin «Abdallarda karışm ış» olduğunu söylemişti. Bu nokta­ da, E ftelit ile Almus/Almuş adını şöylece birleştirebiliriz: İdil Bul­ garlarının hanı Almuş Han, M üslümanlığı kabul eden b ir hüküm ­ dardı. Oradan, bazı İdil B ulgari oym aklarının b u ralara geldiği açık­ ça görülüyor). Ârmun (Çakırsu) - Malatya; Arakil (Ardıçdibi) - Bin­ göl; Ereğil (Güzelyalı) - Kocaeli; A rdahan (Beykent) - Malatya; Asbuğa Tansuk (Asılbeylik) - İzm ir; Y ukanavşm (Y ukarıkartallı) - Erzu­ rum ; Ayaz (Avcıtepe) - Konya; B alam ur (Muratlı) - K ütahya; Bayrek (Özkayııak) - Van; Bolazar (Gümüşoluk) - Sakarya; Bozan (Bozön) İçel; E rbasan (Eğribasan) - A nkara (İsim değiştirilerek, eğrilik dü­ zeltilmiş. Basam ak ve bozmak, karşıdaki düşm anı, bozup dağıtm ak­ — 215 —


Prof. Dr. MEHMET ERÖZ

tır); B ulam ur (Gündoğan) - Sivas; Cicubey (Kaledibi) - Bolu; Bildaçor (Kamışözü) - Erzurum ; Demishan (Sııçatağı) - Ağrı; Demizhan (Ünlendi) - Kars; H ubyar (Uzunbelen) - Sivas; K aydalapa (Sarıçevre) - Samsun; K ekeralp (Irm aköy) Mardin; K erehan (Gökçerkoru) Siirt; K orkut (Yırca) - Trabzon; K orkudan (Ağılbağı) - Trabzon; Ko­ şan (Köseler) - Urfa; K ürcan (Çelikli) - M alatya; Sulu (Dibekli) - B it­ lis; Aşağısülemiş (Güvenli) - B urdur; Sürbehan (Telçeker) - Ağrı; To­ m ara (Arısu) - Tokat; Tam ara (İncedere) - Gümüşhane; (Kuman prenseslerinden b irin in adı Tam ar idi). Terbile (Kırmatepe) - Diyar­ bakır (Terbule, Peçenek veya K um an adıdır). Varçm (Çakıl) - Erzu­ rum (Barçm adının bozulmuş şekli olabilir). 5 — Orta Asya ve Öteki Türk İllerine Ait Kelimeler : Azakpur (Özdilek) - Muş; Becin (Mutluça) - Muğla; Bacın (Gü­ ven) - M ardin (Zeki Velidi’ye göre, Becin’in aslı B arçm ’dır. Orta-Asya’da Barçınlığkent vardı); R ucum buharra (Onortak) - Urfa; Muhara (Örencik) - Giresun; E rbil (K oşuydu) - M ardin; H anikaharzem (Eroğlu) - M ardin; Hiva (Bahçeköy) - Ağrı; Hive (Derindere) - Kars; Hive (Erdal) - Ağrı; Hive (Sürügüden) - Kars; H ocantı (Derinçay) İçel; H orasan (Dikmencik) - Sivas; Kazan (Kazlıgöl) - Ağrı; Kazkan (Gökçayır) - Ağrı; Kazgan (Kumluk) - Diyarbakır; P u ru t (Çukurayva) - Kars; Seyhan (Çayarası) - Bitlis; Seyhan (Derinsi) - Adıyaman; Seyhan (Korlü) - Bingöl (Orta Asya'daki Seyhun N ehrinin adı, b u ra­ ya Seyhan olarak gelmiştir). Taraş (Ovayurt) - Denizli; Tarbazarapîa r (Taşlıca) - Sivas Çocukları yaşam ıyanlar, yeni doğan çocuklarına kötü adlar verirdi. B unlardan biri de «Arap» idi). Tarhas (Öğütlü) Gümüşhane; Turfanda (Güneydam) - Hatay. 6 — Totemik İzler Taşıyan Köy A dları: Arvana (Çatmakaya) - Konya; (dişi deveye verilen addır); Buğur (Derinsu) M ardin (Çift hörgüçlti damızlık erkek devenin adı B uğur’dur); Y ukançayan (Gülece) - Diyarbakır; K araçiyan (Kocaköy)-Van; Birçiyan (Görçe) - Adıyaman; Tuna (Ceyhanlı) - Bolu; D anatepe (Çiftpm ar) - Ağrı; Devekese (Ekinli) - Sivas; Doğan (Kayran) - K astam o­ nu; Doğancılar (Başören) - Zonguldak; Gömüşkan (Kapıkaya) - E r­ zincan; İlaııîı (Balkan) - Tunceli; Y ukarı İnek (Güngören) - Ağrı; İnak (Aksaklı) - Bingöl; K araca (Mutlu) - Ağrı; Keyik (Kapıkaya) - E rzu­ rum ; Kmdız (Lâleli) - Erzurum ; K irinç (Değirmenler) - Erzurum (Bir cins deveye Yürükler Kirine! derler); Koçu; (Aktaş) - M alatya; Ko­ çan (Göksu) - Erzurum ; K oçkiri (Gümüşakar) - Elazığ; K öm üştün


SOSYOLOJİK YÖNDEN TÜRK YER ADLARI

(Arpayazı) - Sivas; Könıüs (Bozburun) - Muş; Büyükköm üşlük (Çay­ lı) - Sivas (Kömüş, m andanın diğer adıdır); Kömüşfengi (Oyuktepe)Sivas; K üçükköm üşlük (Yazılı) - Sivas; K öpekü (Şahinler) - Giresun; Kopeki! (Eliaçık) - D iyarbakır; K östebek (Uluhan) - Ankara; (Türkçe isim atıldığı gibi, H an’ın m anâsı da bozulmuş). K urbaloğlu (Baloğlu) - Erzincan; K urtiyan (Kapıya) - Bitlis; Kuzköy (Çınarlı) - Çanak­ kale; Kuzu (Doğuş) - M ardin; Leylekan (Uçankuş) - Bitlis; Lök (Morkaya) - Artvin (Bir deve cinsi); Maya (Günbuldu) - Ağrı (Buğra/Buğ u r’dan olm a dişi deveye verilen addır. G öktürk kitabelerinde de geçm ektedir); M eral (Gökpmar) - Zonguldak (Maral, ceylan demek­ tir); Kızılöküz (Akyayla) - Kars; Örek (Gözlüce) - Siirt (At sürüsü de­ m ektir); Pars (Ürünveren) - Bitlis; Pars (Bağrıaçılc) - Van; Sıçancık (Aylan) - Urfa; Sıçanköy (Oyuklu) - Kars; Sıçanuşağı (Kavacık) Ma­ latya; Sinekli (Düzköy) - Rize; Sunguru (Taşbulak) - Erzurum ; Büyüksülükîü (Büyükkargalı) - Urfa; Tazı (Çeşmeli) - Tokat; Tilk (Güm eçbağlar) - Elâzığ; Tilkihan (Uzunköy) Adıyaman; Tülük (İncili) D iyarbakır (Bir deve cinsi olan Tülü’nün bozulm uş şekli olabilir). 7 — M addî K ültürüm üzle İlgili Olan Köy Adları : Ağın (Gözecik) - Sivas; Ağın (Güneytepe) - Arfon; Aşağıağmsı (Kavakaltı) - Elâzığ; (Bazı Yörük oym akları, doğum dan sonra hay­ vanlarından aldıkları ilk süte «ağııı» derler); Bişiköy (Erginler)-Van (Bir çeşit çöreğe, «bişi» denir); E krek (Çilligöl) - Erzincan; Şirziekreği (Dallıca) - Ercinzan; E krek (Demirciler) - E rzurum ; (Demirci oy­ m ağının adı da, uydurm alara karışm ış); Akrak (Demirkapı) - Muş; E krek (Derinöz) - K ars (K oyunlarm gölgelendiği yerin adıdır); Hıd ıranlıkantarm a (Yolboyu) - K ahram anm araş (K antarm a, atın gemi­ dir); Kabakköy (Denizgören) - Rize; Kanyaş (Güvenlik) - Giresun (Aydın taraflarında b ir ot türüne kanyaşı denir) Kavak (Buğdaylı)Balıkesir; Kelek (Yücebağ) - Mardin; Kerege (Akçayazı) - Erzincan; K ergâh (Delikavak) - Elâzığ (Kubbe şeklindeki çadırın ağaç kısmı; Biiyiikkımılı (Büyükdurduran) - Kars; Kimili (Grtabiçen) - Kars (buğdaylara m usallat olan b ir böceğin adı); Kımıza (Sütlüce) - To­ kat; K otanan (Çiçekli) - Muş; K otam (Demirçay) - O rdu (Kotan, bir çift sürm e aracıdır. Caferoğlu’nun bu konuda bir incelemesi vardır); K otan (Taşlı) - Sivas; K otanı (Taşlıca) - Tokat; Kovanı (G üvenlik)Tokat; K urut (Eşmepıııar) - K ars (K urut, çökelek cinsinden b ir pey­ nirin adıdır); Süpürge (Abudak) - Gaziantep; Tagar (Ormanyolu) Tunceli (Büyük çuvallara verilen addır); T anbura (Güzelyurt) - E r­


Prof. Dr. MEHMET ERÖZ

zurum ; Y ukarıtezene (Yukarıalıçlı) - Gümüşhane; Aşağıtezene (Aşağıalıç’ıı) - Gümüşhane (Sazın m ızrabına «tezene» denir). 8

M anâ ve M efhum ların K arıştırılm asına Yol Açan D eğiştirm eler:

Akın (Akin) - Ankara; Akhasan (Ongun) - Van (Totem m anâsına gelen O ngun'u yersiz kullanm ışlar); Aşağıdecde (Tarhan) - Malatya (Tarhan, burada da yersiz kullanılm ış); Gödene (Menteşbey) - Antal­ ya (M enteş'in m anâsı da karıştırılm ış); Kadıncık (Kadıncı) - K asta­ monu; Karahan (Dağbaşı) - Urfa; Karahan (Oğuzlar) - Diyarbakır (Bir önceki köy adında «Karahan» yok edilirken, b u rad a da «Oğuz­ l a r l a karşılanm ış. Hem Oğuzlar, hem K arahan karıştırılm ış); Karaisa (Dulkadirli) - K irşehir; Karşıyaka (Dulkadirli) - K ırşehir; Yanmkale (Dulkadirli) - K ırşehir (D uldakirli’nin gerçeği ile, uydurm ası ay­ rıt edilemez hale gelmiş); Kozcağız (Koçcağız) - Adana; Özbey (Öz­ bek) - Çanakkale; Özbek (Özbey) - İzm ir; Kürtmusa (Özbek) - İçel; Telsakan (Özbek) - M ardin (Tersakan, O rta Asya’da b ir yer ad ıd ır); Soğanlıhöyük (Soğanlıyürük) - Zonguldak (Höyük, Yörük olmuş); Tathkuyu (Akbaş) - Konya; Gayseri (Akbaş) - Yozgat; Günyeağbaşı (Akbaş) Zonguldak (Akbaş, eski b ir T ürk oymağıdır. B uradakiler ise, uydurm adır). B undan başka birçok «Yörük» adlı köyü de «Yürük» şekline getirm işler. İkisinin m anâsı tam am en farklıdır. Son olarak, birkaç misalle yersiz değiştirm elere işaret edeceğiz: Baksi (Bayraktar) - Güm üşhane (Baskı, k am ların , şam an’larm adı); Batırgiz (Kutlu) - M ardin (B atır/K ahram an kız dem ektir); Batırhan (Kuyubaşı) - Hatay; Canakız (K uşburnu) - Ağrı; Evreni (Altıkonak) - E rzurum ; Pağnikevranbeyi (B udak) - Malatya; Evrenye (Gemiciler) - K astam onu; Evren (Yağcılar) - Muş; Horan (Demirkent) - Erzincan; Horan (Kaynak) - Malatya; Horan (Yatankaya) Siirt; Horan (Yavuz) - Afyon (Horan, eski Bulgar ve Peçenek T ürk­ lerinde oyun adıdır); Kızan (İkizler) - Bitlis (Rumeli’de çocuklara ve­ rilen addır. Zeybeğin m aiyetine de kızanlar denir); Kömek (İkibaşak) - Sivas; Kömek (Üçkaya) - Adıyaman (Kömek, yardım dem ek­ tir); Eğin (Güyurdu) - Malatya; Çiğni (Dağtarla) - Çankırı (Eğin, sırt m anâsına gelir. Kaşgarlı M ahm ud’da da açıklam ası vardır. Çiğin de aşağı yukarı aynı şeydir) Erdeme! (Çağlayık) - K ars; Erdem (Doğanbey) - Erzurum (Erdem , fazilet dem ektir); Özün (Gümüşören) - Siirt; — 218 —


SOSYOLOJİK YÖNDEN TÜRK YER ADLARI

Öznü (Beypmarı) - Erzurum ; Şaman (Taşlıyayla) - Muş; Şaman (Uzgören) - Urfa; Şamon (Gümüşakar) - Elâzığ; Tapak (Sağlıcak) - Muş (Tapak, bulm ak dem ektir. Tapak, bulalım m anasına gelir). Oniki ta ­ ne de «Burgaz» adı taşıyan köye, başka isim verilmiş. İşte acı tablo.'B inlerce misalden, küçük b ir parçasını aktarabili­ yoruz. İlim ve idare çevrelerinin dikkatine sunarız.


DOĞU ANADOLU KÖY ADLARI ÜZERİNE SOSYOLOJİK BİR ARAŞTIRMA

GİRİŞ Atalarımız O rta Asya ve Azerbaycan'dan kopup gelerek Anado­ lu ’yu taşı ve toprağı ile Türkleştirirken, ırm ak, dere, dağ, köy ve isim lerini de Türk geleneğine göre koymayı veya değiştirm eyi ihm al etm ediler. Kendi ulus, uruk, boy ve oymak isim lerine, yahut O rta Asya ve Azerbaycan’daki b ir yer adına, veya totem adı olarak hafı­ zalarda silik şekilde yaşıyan b ir isme, yerleştikleri arazinin şekline veya yerleşm e esnasındaki herhangi b ir hadiseye göre yer adlarını koydular. Bu şuura karşılık biz köy ve kent isim leri hususunda ade­ ta şuursuzluk gösteriyor, onları rastgele değiştiriyoruz. Yabancı asıl­ lı olan ve atalarım ız tarafından değiştirilm em iş olan köy ve kent isim lerinin değiştirilm esi çok yerinde b ir harekettir. F akat bu ara­ da binlerce T ürk ve köy ve kent adı, Türk etnolojisinden, etnograf­ yasından ve tarihinden habersiz idarecilerin keyfi tasarru fları ile kurban edilm ektedir. Meselâ B u rd u r'd a «Oğuzhan» köyünün adı «Bucak» olarak değiştirilm iştir. Tefenni’ye bağlı «Yüregir» in adı, büyük b ir gafletle «Yekilköy» yapılm ıştır. T ürk k ü ltü r seviyesi bu tasarrufundan belli olan idarecimiz, «Yüreğir» ism ini yabancı asıllı sanıp, onu «Yeşilköy»e çevirmiş, bilmem iş ki «Yüreğir» yirm i dört Oğuz boyundan birinin adıdır. Bu değişiklikle ata yadigârı köyü ye­ şertm iyor. karartm ıyoruz. B urdur G ölhisar'm a bağlı «Bayındır» kö­ yünün adım da değiştirm iştir. B ayındır da yirm i d ö rt Oğuz boyun­ dan birinin adıdır. İzm ir'de b ir kazamızın ve birçok köyüm üzün is­ m idir. Akkoyunlu hüküm darı Uzun H aşan Bey, «Bayındır» boyuna m ensuptur. T arsus’a bağlı «Manas» köyünün adı da «Beylice» ola­ rak değiştirilm iştir. Anlaşılan onu da yabancı asıllı zannettiler. H al­ buki Kırgız T ürklerinin «Manas» adında b ir kahram anları vardır ve ona izafe edilen destana «Manas Destanı» denir. Ayrıca T oroslar’da,


DOĞU AN ADO LU KÖ Y ADLARI ÜZERİNE S O S Y O LO JİK BİR ARAŞTIR M A

Akseki - H adim arasında b ir «Mannas Yaylası» gördük ki, Yürükler yazın gelip yayılıyordu. Aynı zihniyet, İstan b u l’da «Tarabjra, Florya, Dragos, Pendik» du­ rurken, gidip «Sağmalcılar»m adı ile aklını bozmuş ve onu «Bayram­ paşa» haline getirm iştir «Sağmalcılar» öztürkçe b ir kelim edir ve «sağmal» denen, doğurm uş ve süt veren inek, koyun, keçi besliyen bir oymağı ifade eden, göçebe geleneğine uygun b ir isim dir. Böyle güzel b ir isim kurban edilm iştir. «Bayrampaşa» ism ini «Samatya»nın yerine alm ak lâzım dır. Sam atya, «Kocam ustafapaşa» yapıldı. Bu yeni isim, eskidenberi var olan yukarıdaki «K ocam ustafapaşa» ile karışıyor ve bu yüzden «Samatya» gene söyleniyor. Bu sakat tu tu m ­ dan üzülen b ir yazar, tarih i b ir köy adının değiştirilm esini .şöyle an­ latıyor : «... .İçel’in Mut ilçesinden b ir örnek verm ek isterim . İlçenin ba­ tı kısm ında, Göksu kıjnsm da b ir köy vardır. Köyün adı yedi asırdır Hocenti «Hocantı» olarak kayıtlıdır. K urul, H ocenti ismini, bir E r­ meni veya Rum ism i sanm ış olacak iki köyün adını «Derinçay» ola­ rak değiştirm iş. Şimdi, Türkiye'nin d ö rt bucağında işlene gelmiş binlerce yanlışlıktan b ir tekini ta rih gerçeğine dayanarak açıklaya­ lım. H oncenti ismi K aram anoğullarm m İçil topraklarındaki akraba beylerinden b iri olan «Hocenti» bey'den gelir kendisi aynı köyde Göksu ırm ağı üzerinde b ir köprü, bu köprü yakınında b ir türbe, Mut K aram an yolu üzerinde A lahan’da b ir zaviye kurm uştur. Kendisi ka­ d ar önemli b ir kişi olan oğlu Osman Bey adına M ut ilçesindeki Lâla Paşa Camii yanında altı köşeli örneği az görülen sitilde b ir türbe inşa ettirilm iş ve kendi bu türbe içine defnedilm iştir. Mezar kitabe­ sinde «766 yılı Zilkade ayının 11. günü ölen Hocenti oğlu Osman Be­ yi Allahu Taalâ Cennetin gözeğinde iskân etsin» yazılıdır. İ. Hakkı K onyalı'nm verdiği bilgiye göre, K aram anoğlu M ehmet Bey (İkinci) H ocenti Bey’in A lahan'daki zaviyesine önem lice m ik tard a b ir vakıf yapm ıştır, işte böylesine önemli, adına tü rb e ve zaviye kurulan bir zatın ismi, ta rih gerçeğine önem verm eyen b ir kurulun elinde Erm e­ nice sanılm arak silinmiş ve Derinçay yapılm ıştır. Umarız ki, bu uya­ rım ız bundan sonra daha dikkatli olunm asına yardım eder» (1). Ba­ tı T ürkistan'daki b ir şehrin adı «Hoceııd-Hucend» dir. Yazarın üm i­ dine biz de katılm ak isterdik, fak at ilgiler böyle ikazları «Kös din­ ci) Sıtkı Soylu, «Köy Adlarının Değiştirilmesinde Ölçü», Türk Folklor Araştırma­ ları Dergisi, Mart 1972, No. 272, s. 1.

— 221 —


Prof. Dr. MEHMET EB'ÖZ

Ier gibi» dinliyor. Yedi yıl önce, T ürk K ültürünü A raştırm a E nstitü­ sünün çıkardığı «Reşit Rahm eti İçin» isim li arm ağan kitabında bu konuyu yazdığımız m akalede ele almış, acı acı yakm m ıştık. En ufak tesirini bile görmedik. Yalnız bu sene, «Töre» Dergisinde gene bu konudan bahsetm iştik. Nasılsa, B ursa’m n «Keleş» kazasının Belediye-Başkanm dan b ir m ektup aldık. K asabalarının adını lâtince sanıyorlarm ış, değiştirm e k ararı alm ışlar. Türkçe asıllı olduğuna dair belge gösterebilirsek, değiştirm ekten vazgeçeceklerini yazıyordu. Eli­ mize geçen kaynaklardan bahsettik. Fatih devri kayıtlarında Cema­ a t ı Keleş »ten, yani Keleş O ym ağından bahsedildiğini belirttik. İk ­ na oldular mı bilmeyiz. Belki o da kurban edilir, İzmit-Ödemiş’in nahiyesi «Keleş»in «Kiraz»a çevrilişi gibi kirazlaşıp gider. TÜRK SOY, URUK, ULUS, BOY ve OYMAK ADLARI İLE KURULAN DOĞU ANADOLU KÖYLERİ (Parantez dışındakiler eski ismi, parantez içindekiler değiştiril­ dikten sonra, yeni adı gösteriyor). T ürkkaravenk (Aşağı Budak) Y ukarıkaravenk (Yukarı Budak) (Çemişgezek Tunceli): T ürkvartinik (Yukarı Demirbük), Aşağıvartinik (Aşağı Demirbük) (Çemişgezek - Tunceli); T ürktanır (Hozat - Tunceli); T ürkdarlu (Aşağıdarılı) (Bismil - Diyarbakır); Tirkiyan (Altınoluk), (K arakocan - Elâzığ); Tirl-ceşin (Uğurveren) (Gevaş-Van); Türlcsöğütlü (Söğütlü) D igor-K ars); Türkleşen (Yiğitkonağı) (G öle-K ars); Türkm eşen (Kırdaım) (D igor-K ars); Türkali (Dikendere) (Balıkesir de Türkali köyü var (Eleşkirt Ağrı); Ö ztürkân (Atayolu) (Diyadin - Ağrı); Tirkân (Demirdöş) (Kiği - Bingöl); T ürkân (Güleçoba) (Diyarbakır); Ne hikm etse «Türk» ismi verilmiş b ü tü n bu köylerin adı değiş­ tirilm iş, yerlerine b ir şeyler uydurulm uştur. — 222 —


DOĞU ANADOLU KÖY ADLAR! ÜZERİNE SOSYOLOJİK BİR ARAŞTIRMA

BALKAR : A dıyam an'ın Gölbaşı Kazasına bağlıdır ve K afkasya’­ daki Karaçay-Balkar Türklerinin kurduğu b ir köydür. Karaçay-Balk a r’lar, Kırgız, Kazak ve B aşk u rtlar'ın lehçesine yakın b ir lehçe ile konuşur. İhtim al b urad a bu Türkçeyi kaybettiler. ÇOMAK : İki tanedir. Biri Adıyaman’ın B esni’sine, diğeri Bin­ göl’ün Kiğısma bağlıdır. K aşgarlı M ahm ud'un kaydettiğine göre Şam anist U ygurlar ve diğer Türkler, M üslüm an olan Türklere «Çom akeri» derlerdi. Bu köylerin adı bu gelenekten alınm adır. KARAÇAY : E rzincan’ın Tercan'ına bağlı. Karaçay Türklerinin adını alan b ir köy. HALAÇ (H allaç): Ağrı’nın Doğubeyazıt’ına bağlı, Pam uk, yün atıcısı «Hallaç»a çeviriverm işler. (Hallaç) Kalaç Türklerini bilmiyen için akla elbette gelir. B ir hallaç m arifetiyle, pam uk ve yün a ta r gibi köy adlarını atıyorlar. ITUNAN : «Hunlar» dem ektir, fakat idarecilerim iz bu güzel is­ mi «8uboyu»na. çeviriverm işler. Elâzığ’ın Palu’suna bağlı «Hün» kö­ yünü de «Beyhani» yapıp çıkm ışlar. KANLIKÖY Ağrı-Doğubeyazıt’a bağlı daha önceki sayılarda ge­ niş şekilde bahsettim iz Kanglı Türklerinin adını alan b ir köyümüz. Değiştirip «Dağdelen» yapm ışlar, Urfa-Bozova'ya bağlı «Kanhavşar» da, Oğuz Türklerinin 24 boyundan biri olan Avşar’larla ilgili olm ak­ tan çok, K anglılarla ilgili olsa gerekir. KARLIK : M alatya’nın D arendere’sine bağlı, K arluk Türklerinin adını almış b ir köy. N asılsa bunun adım değiştirm em işler. M alatya taraflarında b ir de «Karlık Dağı» vardır. KAZAGAN : :K azaklar dem ektir, fakat değiştirilip «Kumluk» yapılm ıştır. D iyarbakır - Lice’ye bağlıdır. KOMAN : Tunceli - M alazgirt’ine bağlı, «Kuman» Türklerinin adım alan b ir köy. M aalesef onun da adı değiştirilip «Yaşaroğlu» ya­ pılm ıştır. Kazan ve K ırım Türklerinin esasını teşkil eden Kuman Türklerinin b ir boyunun adının «Kurman» olduğunu ve M acar kay­ naklarına dayanarak bunun K urm ançla aynı şey olabileceğini söyle­ yebiliriz. OĞUZLU : (Arpaçay - K ars) ve Oğuzköy (Kemah - Erzincan) bu iki köyön adı değiştirilm em iştir, fak at Çemişgezek’e bağlı (Oğuzar) köyünün adı (Dokuzdönüm) olarak değiştirilm iştir. — 2 2 3 —-


Prof. Dr. MEHMET ERÖZ

ÖZBEK (Pazarcık - Maraş) ve Özbek (Ilıca - Erzurum ) Türkleri ile ilgili bu iki isim aynen kullanılm aktadır.

Özbek

SERÇÜK : M uş’un V arto'suna bağlıdır. Kelime (Selçük Selçuk) un bozulm uş vekli olabilir. D eğiştirilip «Almaçık» yapılm ıştır. TATARUŞAĞI : (Akçadağ-Malatya), Tatargazi (Mazgirt - Muş), Tatuşağı (Ovacık - Tunceli), Tatarlıöyük (Bozova - Urfa), Tatburcu (Bozova - Urfa). Bu köylerin adına da dokunulm am ıştır. Kuman-Kıpçak ve Peçenek T ürklerinden olan Kiram ve Kazan tatarların ın adı­ nı alan köylerdir. Türkm enviran (Türkm enören) (Bozova - Urfa), Oğuz Türkleri M üslüman olduktan sonra Türkm en adını alm ışlardır. KÜÇÜK BOY ve OYMAK ADLARI ALAN KÖYLER V am bery’nin belirttiğine göre (2), Batı T ürkistan'da İran sınır­ larında oturan Türkm enler, dokuz uruğa ve boya ayrılm aktadır. B unlardan ikisi «İğdır» ve «Abdal» dır. İğ d ır’dan aşağıda bahsede­ ceğiz. Şim di Akbal’ı ele alalım. B uradaki Abdal'ın, A nadolu’da çal­ gıcılık, sünnetçilik, dem ircilik yapan ve Çingenlerle çok yakın olan Abdal’larla ilgisi yoktur. Bu hususta K ö p rü lü n ü n güzel b ir a ra ştır­ m ası vardır. SARIABDAL (Tuzluca - Kars), Aldabayezit (Bulanık - Muş), Abdalan (Genç Bingöl) bu köyün adı «Sırmalıova» olarak değiştirilm iş­ tir. Abdalan (Kaygısız) (Dicle - Diyarbakır), A likırıaptalan (Alikır) (Hınıs - E rzurum ). AFŞARLI (Türkoölu - Maraş) 24 Oğuz boyundan birinin adını alan köy. AKBAŞ (Van). Ahmet R efik’in «Anadolu’da Türkm en Aşiretleri» kitabında ve diğer kayıtlarda adı çok geçen b ir Türkm en boyu veya oymağıdır. ALACA (Pasinler - Erzurum ), Alabala Kars), Bala çocuk, yavru dem ektir.

(Açıkyazı) (Ardahan -

ALACA (Digor - Kars). B ir Türkm en oymağının adıdır. (2)

A. Vambery, Travels in Central Asia, London, 1984, s. 303.

-

224

-

-


DOĞU ANADOLU KÖY ADLARI ÜZERİNE SOSYOLOJİK BİR ARAŞTIRMA

Gene V am bery’nin kaydettiğine göre (3), dokuz u ru k veya boya ayrılan Batı Türkistan, H orasan Türkm enlerinden birinin adı «Gök­ l e r d i r . Göklen Türkm enlerinin on «Taife»sinden b iri olan «Ayder­ viş »in yedi «Tire»sinden birinin adı «Arab»dır. B unun bildiğimiz Arap Kavmi ile ilgisi elbette yoktur. Zeki Velidi, Özbek’ler arasında da «Arab» isimli T ürk oymağının bulunduğundan bahseder. Y ürük­ ler arasında pek çokturlar. Ege'de on-onbeş kad ar köy kurup, yerleş­ m işlerdir. Ömer Lütfi B arkan «K anunlar»m da, B alıkesir'de b u ğ u rb u h u r - bohur (Çift horgüçlü dam ızlık B uhara devesi) besliyen ve I. M urat veya Yıldırım zam anında bu rad an kaldırılıp B ulgaristan'a is­ kân edilen, isim leri öz türkçe olan «Buğurcu Arapları»nm Araplıkla ilgisi olamıyacağmı belirtir. Bu kayıtları görse daha iyi kanaat getir­ m iş oluyordu. Doğu A nadolu'da da bu isimde epeyce köy var. ARAPKENT (Ovacık - Erzurum ) adı «Kuzuluk» olarak değişti­ rilm iş. A rapçayır (H orasan - Erzurum ). ARAPKİRLER (Karaağaç) Kale - Malatya); Bu köyün adı değiş­ tirilm iş M alatya’nın kazası olan A rapkir’e dokunulm am ıştır. Bu köy­ ler halkı yukarıdaki Türkm enlerle ilgilidir. Ayrıca, Yavuz zam anın­ da İra n ’a kaçan Kızılbaş T ürkm enler arasında «Arapgirlü» Türkm en­ lerinin bulunduğunu biliyoruz (4) A raban (K aralar) (İdil - Mardin), A raplar (Besni - Adıyaman), Arapuşağı (Suyatağı) (Baskil - Elâzığ). Ege’deki «Arap»-lı köy adları değiştirilm iştir. ATMALI, (Besni - Adıyaman). Atma (İliç-Erzincan), Atma (Kemah-Erzincan), B undan ileride dha geniş şekilde bahsedeceğiz. Sa­ dece Rumelide Onaltıncı Asırda buna benzer bey isim leri olduğunu belirtelim : H ırsova'ya bağlı «Atmacalar», K arînâbad’a bağlı «Atmacalı», R uskasrı’na bağlı «Atmacalı», S ilistre’ye bağlı «Atmacalı» Ana­ dolu’nun çeşitli yerlerinde de var. B uradaki «Atma», (Atmaca)dan bozulm uştur. AVAĞAN (Zinvirkale) (Patnos - Ağrı), M araş - Pazarcık’ına bağlı b ir köy «Çiğil»li veya «Avanuşağı» dediklerini daha önceki yazıları­ m ızda belirtm iştik. B alıkesir'in Pam ukçu nahiyesine bağlı «Macarlar köyü» halkı, «Çepni» Boyunun «Avan» oym ağm dandır. AYDINLAR (Pülüm ür - Tunceli). Yörüklere, Doğu ve Güney Do­ ğu A nadolu’da «Aydınlık» denir. İsim le ilgili olabilir. (3) (4) Göçler

Aynı eser, s. 306-7. Dr. Faruk Sümer, «XV. Asırdan itibaren Anadoludan İran’a Vukubulan Türk Yurdu, Temmuz 1954, sayı: 1 (234), s. 41. —

225


Prof. Dr. MEHMET ERÖZ

BADİLLÎ (Tuzluca-Kars), Badilli (Eleşkirt-Ağrı) «Beydili» veya «Beydilli» isim li boy, 24 Oğuz boyundan biridir. Bu kelime bozula­ rak «Badıllı haline gelm iştir. B adıllılar Usfa ve Sarız’da yerleşm iş­ lerdir. M uş’ta «Beydili Göçerleri» Türkçeyi unutm uştur. KARABAHŞÎLÎ (Karabahşılı) (Doğanşehir - Malatya), (Bahşiş) (Altıkonak) (Urfa). G örüldüğü gibi iki köyün de adı yabancı menşeli zannedilerek değiştirilm iştir. Biz on yıl önce, A nam ur - G ülnar'da kışlayıp, Barem , Balguson yaylalarında yaylıyan Bahşiş Y örüklerini ziyaret etm iştik. XVI. asırda, B ulgaristan'da da birkaç «Bahşiş» kö­ yünün varlığını Prof. Tayyip Gökbilgin’in eserinden ve diğer arşiv belgelerinden biliyoruz. Ayrıca V am bery’nin kıym etli bilgisinden öğ­ reniyoruz ki, adı geçen dokuz u ru k Türkm enlerinden biri olan «Te­ ke» Türkm enlerinin b ir taifesinin adı «Bahşi»dir (5). BAŞKURTDERE (Ovacık - Erzurum ). T ürk ulus veya u ru k ların ­ dan birinin adıdır. Y ukarıda atladığım ız için bu rad a veriyoruz. Ze­ ki Veli Bey bu uruğa m ensuptur. BAYATDOĞANAŞLI (Yeni adı Bayat. İğ d ır’a bağlı), K ahnbayat (Hilvan-Urfa), Rahm etli Ali Rıza Yalgın'm yazısından öğrendiğimize göre, Adıyaman’ın Besni’sine bağlı olan «Büyük şam uşağı köyü» hal­ kı da Bayat boyuna m ensuptur. B unlara «Şambayatı» da denir. Bu köyün adı «Yelbastı» olarak değiştirilm iştir. Bilindiği gibi, B ayat’­ lar, Oğuz İli’nin 24 boyundan birisini teşkil ederler. Türkiye’nin dört tarafına dağılm ışlardır. İsim lerini vererek k urdukları pek çok köyü­ müz vardır. Büyük T ürk şairi Fuzulî, Bayat boyuna m ensuptur. K er­ kük Türkleri aarsında B ayat’lar kalabalık b ir nüfus teşkil eder. Irak Türkleri, Bayat Boyunun yürkülerine «Bayatı» adım verirler. Ayrı­ ca, T ürk m usikisinin b ir m akam ının adı da «Bayat»dir. İkisi arasın­ da ince b ir ses farkı vardır. İran Türkleri arasında da Bayat Türkîeri m evcuttur. Demek oluyor ki, Doğu A nadolu’da, Bayat boyuna mensup T ürklerin kurduğu üç köyü bilmekteyiz. Bayat Türklerinden olduğu halde, bu ismi köy adı olarak alm ıyan köyler hakkında birşey söylemek im kânım ız yok. BAYBURT (Selim-Kars), Ayrıca b ir ilimizin adı B ayburt’tur. İra n ’a kaçan Türkm enler arasında B ayburt’lu Türkm enleri de var­ dır. Demek ki, ana kol İra n ’a gitmiş, kalanları bu köyü ve B ayburt ilini kurm uş. Aşağıdaki kayıt bunu açıkça gösteriyor. «Safevî askeri (5)

Vambery, aynı eser, s. 305-6.


DOĞU ANADOLU KÖY ADLARI ÜZERİNE SOSYOLOJİK BİR ARAŞTIRMA

kudretini vücuda getiren göçebe T ürk teşekkürlerinin birinci guru­ bunu Rumlu, Ustaçlu, Tekelü, D ulkadir, Kaçar, Avşar ve Şam lu adlı m üteaddit oym aklara sahip yedi Kızılbaş kabilesi teşkil ediyordu ki... B undan sonra V arsak, Bayat, Cepni, Turgutlu, Arapgirli, Çemişgezeklü, Hınıslu, İspirlü, B ayburtlu Cirid S üpür vesaire olm ak üze­ re ikinci gurubu teşkil eden cem aatler geliyordu ki, b u n lar da m u­ haceret neticesinde İra n ’a gitm işlerdir» (6). BAYINDIR (Ispir - Erzurum ), Bayındır (Tekman - Erzurum ), Bayındır (Tutak - Ağrı), B ayındır (K arakoçan - Elâzığ). 24 Oğuz bo­ yundan birinin adıdır. Akkoyunlu Türkm enleri ve hüküm darları Uzun H aşan Bey, Bayındır boyundandır. İzm ir’in Bayındır kazasını da Bayındır Türkm enleri kurm uştur. Türkiye'nin çeşitli yerlerinde kendi adları ile anılan köyler kurm uşlardır. Vambery, bun d an yüz dokuz yıl önce, O rta Asya'ya yaptığı seyahatte bugünkü İra n ’ın ku­ zey doğusu ile Batı T ürkistan arasında çeşitli Türkm en oym akları görm üştü. B unlar içinde B ayındırlar da vardır. V am bery’ye göre, Göklen Türkm enleri on taifeye ayrılm aktadır ki, bunlardan biri Ba­ y ındır’dır (7). Demek oluyor ki, Doğu Anadolu’daki d ö rt Bayındır kö­ yünü, Bayındır Türkm enleri kurm uştur. BEKTAŞ (Yeni adı: Bektaşi). Hacı Bektaş Veli’nin adını alan pek çok şahıs ve köy vardır. Eski b ir T ürk ism idir. Bektaşilik, Hacı B ektaş’m H orasan'dan gelerek, İslâm iyet içine soktuğu Türk kültü­ rü unsurlarına, Türklük prensiplerine bu isim verilir. Rumeli Alevi­ liğine, K ırşehir - Tokat çevresi Aleviliğine «Bektaşilik» adı verilir. YAZIBEYDİLİ (Besni - Adıyaman). Y örük ve Türkm enler, düz araziye, inişi çıkışı az ovaya «Yazı» derler. Ege köylerinde yere ya­ tak, sofra, ö rtü serm ek, yaym ak işine «yatak yazmak, sofra yazmak» denir. Yazı kelimesi ile ilgilidir. B uradaki köyün adı, Ova Beydilisi dem ek oluyor. Beydili’nin 24 Oğuz boyundan b iri olduğunu «Badıllı»lardan, bu isim den köylerden bahsederken belirtm iştik. Vambery, Göklen T ürkm enlerinin on taifesi arasında «Beğdili»leri de saym ak­ ta d ır (8). Demek oluyor ki, Adıyaman’ın bu köyünü, Bey dili T ürk­ m enleri kurm uştur. (6) 1944, s. göçler» (7) (8)

Prof. Mükrimin Halil Yinanç, Türkiye Tarihi, Selçukluları Devri, İstanbul, 173 ve Dr. Faruk Sümer, «XV. Asırdan itibaren Anadolu’dan İran’a vukubulan Türk Yurdu, Temmuz 1954, sayı: 1 (234), s. 41. Vambery, aynı eser, s. 306. Aynı yerde.

— 227 —


Prof. Dr. MEHMET ERÖZ

BOZAN (İspir-Erzurum ), Bozan (Arguvan - Malatya), K ırbozan (Akçakale-Urfa). Sonuncu köyün adı «Yakacık» olarak değiştirilm iş­ tir. Bu kelim eden daha önce, K arakeçililer bahsinde bahsetm iştik. T ekrarlam ak faydalı olacaktır. Urfa'yı alan, Sultan M elikşah’m k u ­ m andanlarından «Bozan Beğ»dir. Erm eni tarihçileri «Urfa’nm E m ir Bozan tarafından zaptı, Bozan'm, Yağı sıvan ve Aksungur ile beraber G reklere karşı yürüyüp İznik'i m uhasara etm eleri»nden bahseder­ ler (9). Özbekler arasında «Bozan» oym ağının varlığım bilmekteyiz. A rganistan Özbekleri arasındaki «Kataga uruğu »nun tirelerinden bi­ rinin adı «Bozan» dır. Altınordu Özbekleri arasındaki b ir oymağın adı da «Buzan»dı. A starhan civarındaki b ir yaylanın adı da «Buzan Yayîası»dır (10). Afyon’a bağlı b ir Alevi Türkm en köyünün adı da «Bozan»dır. B ir dostum uzdan öğrendiğimize göre, U rfa’daki «İzollu Aşiret»nin adı «Bozan Beğ»di. Milli M ücadelede hizm eti geçmiş, adına tü rk ü yakılmış, iki m ısraı şöyle : Değme değme, Bozan Beğe değme. Varsın, kırsın Fransız’ı Aslana değme Ayrı m illet türk ü sü çağıran pek çok Bozan isim li aydının varlı­ ğı üzüntü vericidir. CANUŞAĞI (Sivrice-Elazığ), Aşağıcihanbey (Eleşkirt - Ağrı), «Canbekli» oymağının kurduğu köylerdir. Konya’da Cihanbeyli ka­ zası halkı bu oymağa m ensuptur. Maraş, TJrfa, Adıyaman tarafların ­ da Canbekli’ler çoktur. B unların, B atı T ü rk istan ’daki Sarık veya Se­ rik Türkm enlerinden olduğu anlaşılıyor. Serik Türkm enlerinin oy­ m aklarından b iri «Canibeg» d ir (11). KÜÇÜKCERİT (Pazarcık - Maraş), Y um aklıcerit (Pazarcık - Ma­ raş), Ciritbelen (Darende - Malatya), Cer do (Yeni adı: Ağırtaş) (Su­ ruç - Urfa), Cerit oym akları tarafından kurulan köylerdir. Ceritler, yakın yıllara k ad ar toroslarda göçebe hayatı yaşayan Y örüklerdir. Bugün, Yozgat - Sivas, M araş - Adana ve Aydın tarafların d a Cerit köyleri vardır. Ç akırcah'm n babası zam anında Aydm'da, nam lı bir efenin adı, Cerit Osman efe veya Y örük Osman efe idi. Ç akırcah’m n babası ile birlikte, Bakırlı M ehmet Efendi riyasetinde, Bulgar ko(9) Hrand D. Andreasyon, «Türk Tarihine Ait Ermeni Kaynaklan», İ.Ü. Tarih Dergisi, C. I. 1950, s. 106. (10) Z. V. Togan, Bugünkü Türk Dili Tarihi, s. 43. 45, 139. (11) Vambery, aynı eser, s. 305. —

228


DOĞU ANADOLU KÖY ADLARI ÜZERİNE SOSYOLOJİK BİR ARAŞTIRMA

m itecilerini sindirm ek için giden beş yüz kişilik zeybek birliğine ka­ tılm ış, orada büyük hizm etler etm iş, Bulgar kom itecilerini perişan etm işlerdir. İra n ’a kaçan T ürkm enler arasında C erit’lerin de oldu­ ğunu yukarıda gösterm iştik. ÇADIRLI (Derik - M ardin), köy olm alıdır.

B ir Türkm en oym ağının kurduğu

ÇAKALLIÇULLU ((Ttirkoğlu - Maraş), Çakallıhasanağa (Türkoğlu - M araş), Çakaîlı (Halfeti - Urfa), Çakallı (Bismil - D iyarbakır), Ça­ kal (Yeni adı: Yarmakaya) (Adıyaman), Çakallı (Besni-A dıyam an), Ç akallıtorunlar (Yeni adı: Akkuyu) (Besni - Adıyaman), Çakıllımamilbiş (Yeni adı: Alıçlı) (Besni - Adıyaman), Çakallı (Bismil - Diyar­ bakır). Üçünün adını idarecilerim iz ne hikm etse değiştirm işler. H albu­ ki bu köyleri «Çakal oymağı» kurm u ştu r. On yıl önce Toroslarda, Çakal Y örüklerine rastlam ıştık. O nlardan b ir kolun M araş’m beş on kilom etre ilerisine yerleşm ekte olduğunu veya buna hazırlandıkları­ nı geçen yıl görm üştük. T ürk boy ve oym aklarının isim lenm esinde çok görülen totem ik b ir isme sahiptir. Zeki Velidi için çıkarılm ak­ ta olan b ir H atıra kitabında bundan genişçe bahsettik. Kazak u ru k ­ larından birinin adı da «Cagalbaylı» d ır (Togan, Türkili Tarihi, s. 18). ÇAKIRBEY (Patnos - Ağrı), Çakırbey Van). Aydm'm b ir köyü­ nün adı «Çakırbeyli»dir. T ürkistan'daki boy ve oym aklar arasında «Çakırbeydili»lerin bulunduğunu b ir kaynakta görm üştük. Bu köy­ leri, bu isim deki Türkm en oym akları kurm uştur. YUKARIÇAKMAK (Pasinler - Erzurum ), Aşağıçakmak (Pasin­ ler), Çakmak (Kars), Çakmaklı (Ovacık - Tunceli), Çakmak (Urfa), Çakmaklı (Bozova - Urfa), Çakmak (Hilvan - Urfa), Çakmak (Hınıs U rtutum ), Çakm ak (M uradiye-V an), Çakmakköy (Ö zalp-V an), B ir Türkm en oymağı olan «Çakm ak»larm kurduğu köyler b u ism i al­ mışlardır. Aydının Söke'sinin Serçin köyü, bir yörük köyüdür ye d ö rt oymağın yerleşm esi ile kurulm uştur. Bu oym aklardan b irinin adı «Çakm aklar»dır. ÇAMURLU (H orasan - Erzurum ), Ç am urlu (Kars), Aşağıçamurîu (Aralık-Kars), Y ukarıçam urlu (Aralık-Kars), Çam urda (Yeni adı: Akdarı) (Çıldır-Kars), Çam urlu (Malatya), Ç am urlu (Urfa), Çam ur­ lu (V iranşehir - Urfa), Kayseri ile Sivas arasında, Zam antı Suyu ya­ kınlarındaki b ir yaylanın adı da Ç am urlu’dur. Bugünkü Suriye'nin


Prof. Dr. MEHMET ERÖZ

Lâzkiye’sine bağlı Bayır ve Bucak nahiye ve köylerinde Türkçe ko­ nuşan Türkm enler yaşam aktadır. Bu köylerden ikisi, Aşağı ve Yu­ karı Ç am urlu’dur. Ç am urlu’nun b ir Türkm en oymağının adı olduğu anlaşılıyor. Y ukarıdaki köyleri de bu oym aklar kurm uş dem ektir. ÇAMUŞLU (Arpaçay - Kars), Çamuslu (Kağızman - Kars), Köm üşhan (Yazıhan - aMlatya), Çamuşçu (Besni - Adıyaman), A. Mandalık (H am ur-A ğrı), Yeni adı Aşağıgözlüce olarak değiştirilm iştir. Y ukarı m andalık (Yeni a d ı : Y. Gözlüce), (Hamur-Ağrı), Elâzığ, Erzu­ rum , Kars ve V an’da bu isim de köyler m evcuttur. «Kömüş» ve «Ca­ rmış» m andaya verilen diğer isim lerdir. Bu ismi totem adı olarak ka­ bul eden oym akların adı olabilir ve bu oym akların yerleşm esi ile köylere bu isim verilm iştir. ÇAYANYURDU (Pasinler - Erzurum ), Aşağıçayan (Vaktiyle, Di­ yarbakır Osmaniyesine bağlı olan Çayanulya olsa gerektir), Yukarıçayan (Yeni a d ı: Gülerce) (Ergani - Diyarbakır), Ayrıca M uğla’nın Fethiye'sine, Çorum ’un Mecidözü ve Sungurlu kazalarına bağlı üç Çayan köyü vardır. M ersin'in E rdem li’sine yerleşm iş ve b ir iki köy kurm uş olan Boynuinceli Yörükleri, Türkm enlere «Çayan» adını ve­ riyorlardı. Eski b ir T ürk parasının üzerinde Çayan kelim esinin bu­ lunduğunu ve bunun şahıs adı olabileceğini şu kayıttan anlıyoruz. «1884 de W iatka vilâyetine tâbi S ediarsk’ta da b ir Türk parası bu­ lunm uştur ki, E rm itaj m üzesinde saklı olan bu paran ın üzerinde eski T ürk yazısı ile yazılmış ibare vardır. Profesör Radloff, bu Türk p aralarının üzerinde bulunan Türkçe sözleri okuyarak neşretm iştir. Bu paranın birisinin üzerinde şu ibare vardır: «Ben Çayan, b ir ak­ ça. Demek oluyor ki, paranın üzerinde bunu b astıranın ismi ve kaç akçe olduğu kaydedilm iştir (12). Profesör F aruk S üm er’den dinledi­ ğimize göre, Şah İsm ail'in kum andanlarından birinin adı «Çayan Sultan»dı. Hem şahıs, hem oymak adı olarak kullanıldığı anlaşılıyor. Bu isim deki oym akların yerleşmesi ile bu köyler kurulm uştur. ÇEMİŞGEZEK (Tunceli’nin ilçesi). Bu isim deki Türkm en oy­ m ağının yerleşmesi ile kurulm uştur. Bu oymağın büyük kolunun İra n ’a göç etm iş olduğunu daha önce nakletm iştik. ÇEPİ (Akyazı - Erzurum ). Urfa K arakeçililerinin kurduğu köy­ lerden birinin adının Çepini olduğunu belirtm iştik. Bu köyleri, Oğuz ilinin 24 boyundan biri olan ve Rize ile Sinop, B alıkesir ile Aydın (12)

H. N. Orkun, «Eski Türklerde Para», Varlık 1940, sayı: 178.

•— 230


DOĞU ANADOLU KOY ADLARI ÜZERİNE SOSYOLOJİK BİR ARAŞTIRMA

arasında yerleşm iş ve A nadolu'nun çeşitli yerlerine de serpinti halin­ de dağılmış olan «Çepni» Türkm enleri kurm uştur. ÇİRKİNİ (Yeni adı: Bahçeli) (İspir-Erzurum ). Eski T ürk gele­ neğine göre, çocukları yaşam ayanlar, yeni doğan çocuklarını kötü ru h lara karşı korum ak için onlara kötü, isim ler verirler, böylece on­ ları kötü ruhların tasallutundan korum uş olduklarına inanırlardı. Bazı oym aklar da, böyle isim almış oym ak başkanlarınm adıyla anı­ larak, böyle isim ler taşırlardı. İşte yukarıdaki isim de böyledir. H a­ tay'da T ürkm enler arasında «Çirkinoğulları» ismiyle anılan, birkaç oym ak teşkil eden, geniş b ir aile m evcuttur. B undan b ir asır kad ar önce, İzm ir’in Selçuk kazası civarındaki dağlara, dağ eteklerine ge­ lip, yaylıyan, kışlayan «Çirkince Yörükleri»ni m isyoner papazlar, uzun ve yorulm az çalışm alarla H ristiyan etm işler ve o civarda b ir köy kurdurm uşlardı. Bu köyün adı oymağın adı olan «Çirkince» idi. Çirkince Y örükleri Rumca bilm iyorlardı. Çocuklarına ise, açılan Rum m ektebinde Rumca öğretiliyordu. O nlar bile kırık b ir dil, kaba b ir ağızla Rum ca konuşuyorlardı. Giyimleri, gelenekleri, örf ve âdetleri diğer Y örükler gibi idi. Köylerine tah ta biçmeğe gelen Tahtacı Kızıl­ baş Türkm enlere, M üslüm anlıktan ayrılm anın üzüntüsünü duyduk­ larını, H ristiyanlığa ısınam adıklarım anlatıyorlardı. Biz bu bilgiyi, ebesinden alan, dinliyen Aydın Tahtacılarından aldık. M übadelede, Rum diye Y unanistan’a sürülm üşler ve üzülerek, ağlayarak gitm iş­ ler. Y erlerine Y unanistan Türkleri geldi. Bugün bu köyün adı «Şirince»dir. Y ukarıda bahsettiğim iz köy, adını bu oym aktan alm ıştır. Çıplaklı (Selim-Kars), Çıplak (Kızıltepe-Mardin). Bu köyler hal­ kının «Çıplaklı» Y örüklerinden oldukları anlaşılm aktadır. 1126 ta­ rihli b ir ferm anda, K ıbrıs’a sürülen «Yörükân taifesinden Çıplaklı ve Çaylaklı» cem aatlerinin, kaptanları zorlayarak gemileri Türkiye’­ ye döndürdüğü ve Aydın ve Muğla dağlarına sığındıkları (13), adı geçen yörüklerin b ir kolunun, iki oymağının, Doğu’da iki köy kurd u ­ ğu ortaya çıkmış oluyor. Çıtak (Bitlis), Çıtak (K arakoçan - Elazığ). Selânik’te, bilhassa Langaza taraflarında ve B ulgaristan Türkleri içinde, «Çıtak»lar ka­ labalık b ir nüfus teşkil ederler. Oğuzlardan olabileceği gibi, diğer T ürk uruklarından da olabilirler. Rumeli Türklerine ve D inar Türkm enlerine göre «çıtak», «kavgacı, geçimsiz» anlam ına gelmektedir, «çıtak insan, çıtak kadın» deyim leri de bilinm ektedir. M anisa’da (13)

Ahmet Refik, Anadolu’da Türk Aşiretleri, s. 148, 151.


Prof. Dr. MEHMET ERÖZ

b ir «Çıtak» köyü vardır. Doğu Anadolu’daki Çıtak köylerini k u ran ­ lar, Rumeliye ve Ege’nin çeşitli yerlerine dağılmış olan çıtak oymak­ larıdır. Çubanbaiuca (Yeni adı: Ballıca) (V iranşehir - Urfa). Bu kelime (Çavuş) kelim esinden gelebileceği gibi «Çuvayık» kelimesi ile de il­ gili olabilir. «Çuvayık»m b ir K ıpçak oymağı olduğuna bildiğimize göre (14), belki de yukarıda adı geçen köyü bu oymak kurm uştur, çuvan kelimesi, «çoban»m da bozulmuş b ir şekli olabilir. Danişm ent (H orasan - Erzurum ), Y ukarıdanişm ent (Pasinler Erzurum ), M usadanışm an (Aşkale - Erzurum ). Bu köyleri Danişm end Türkm enlerin kurduğu çok açık şekilde görülm ektedir. Danişm entler, Türkiye’nin çeşitli yerlerinde köyler, kentler kurm uşlardır. Ahmet Refik, Cengiz Orhonlu ve Çağatay Uluçay’m naklettiği tarihî kaynaklardan anlaşıldığına göre, Danişm ent Türkm enîeri, Kuşadası ve Susurluk kazalarının kurucuları ve ilk yerleşenlerdir. D inar Türkm enleri Danişm ent Türkm enleridir. Bu köylerden başka, çokluğu Ege’de olm ak üzere, Edirne, Zonguldak, Çorum, Tokat, Yozgat ve Gümüşhaneye bağlı 27 «Danişment» köyü m evcuttur. K öprüağzıdem irciler (Pazarcık - Maraş). (Bunlardan daha önce, bahsetm iş, H atay tarafların d a gelen Demirci Türkm enlerinin bu köyü kurm uş olduklarını belirtm iştik). Demirci (Hınıs - Erzurum ), Demirli (Derik - M ardin), Demire (Kızıltepe - M ardin), Demirci (K orkut - Muş), T em ürtaht (Mazgirt Tunceli), Demircik (Urfa). B ütün bu köyler «Demirci, Demircili» Türkm enîeri tarafından kurulm uştur. Türkiye’de bu isim leri almış 135 köyümüz vardır. Bu rakam , Demirci Türkm enlerinin çok kala­ balık bir boy olduğunu gösterm ektedir. Düğer (Hilvan - Urfa), Döğerhan (Yeni adı: Almcık) (Bingöl). Düğeran (Çapakçur - Muş). Oğuz ilinin 24 boyundan birisi «Döğer»lerdir. Prof. F aruk S üm er’in «Oğuzlar» kitabında, «Döğer»lerin yer­ leşm eleri hakkında geniş bilgi vardır. Y ukarıdaki köylerden başka, Türkiye’nin çeşitli yerlerinde (Sivas, Kayseri, Konya, Afyon ve B ur­ dur) beş Döğer (Düğer) köyünün varlığını bilmekteyiz. Öyle olduğu halde, Bingöl’ün «Döğerhan» köyünün adını değiştirip, «Almcık» ya­ pan idarecilerin ferasetine nedemeli bilmiyoruz? (14)

Abdülkadir inan, Makaleler ve İncelemeler, s. 6.

232

- -


DOĞU ANADOLU KOY ADLAR! ÜZERİNE SOSYOLOJİK BİR ARAŞTIRMA

D ündarköy (Karayazı - E rzurum ). Bu isimle anılan oym aklar ve şahıslar tarihim izde ve m emleketimizde çoktur. Bugün Sivas'ta iki tane ve Gaziantep, İzm ir, B ursa’da b ire r tane olm ak üzere beş tane «Dündar, Dündarlı» köyü m evcuttur. Eğin (Yeni adı : Günyurdu). E rzincan’ın b ir kazasının eski adı da aynıdır. Bu b ir Türkm en oymağıdır. Gördüğümüz kaynağı bula­ madığımız için, yerini gösterem iyoruz. Elbeyi (Yeni adı: İlbeyi) (Kiği-Bingöl). Elbeyli Türkm enlerinin kurduğu b ir köydür. G aziantep’te 30-40 kad ar köy kurm uşlardır. XVI. asırda B ulgaristan’da köy k uran Türkm enler arasında Elbeyliler de vardı. Evci (İğdır - Kars), Ecvihüyüğü (Elbistan Maraş). «Evciler» oy­ mağının kurduğu köylerdir. B unlara «Evci» veya «Tatevci» denir. Tatevciler ekseriya Alevidir. Keçeden yapılan, küm bet şeklindeki Türkm en çadırlarının ağaç malzemesini hazırlıyan ve bunları satan oym aklar olduğundan, m esleklerine b akılarak bu isim verilm iş veya kendileri bu adı alm ışlardır. Ali Rıza Yalgın m erhum b ir gezisinde T oroslardaki Y ürükler arasında E v cilere de rastlam ıştır. Çoğu Batı A nadolu'da olm ak üzere, bunlardan başka 93 evci köyü vardır. Eynir (Eymir), (Arapkir - Malatya), Eym ir (Arguvan - Malatya). Oğuz ilinin 24 boyundan birinin adı E ym ir’dir. Bu köyleri bu boyla­ ra m ensup oym akların kurm uş olduğu anlaşılıyor. B unlardan baş­ ka, çeşitli illerde 23 adet Eym ir köyü vardır. Göğebakan (Darende - Malatya), Aşağıgöğlü (Halfeti - Urfa), Yukarıgöğlü (Halfeti-Urfa). H ayta’ların oym ağının adı «Göğebakanlı»dır. B unlardan b ir oymağı, K ayserinin Pazarören’ine bağlı Söğütlü köyünde (Avşar köyü) görm üştük. Buraya yerleşip yerleşm eme hu­ susunda kararsız idiler. Diğer Göğebakanlı oymağını Aydm’m, Boz­ doğan’ına bağlı Alamut köyü civarında çadırlarında ziyaret etm iş­ tik. O ym aklarının bağlı olduğu «Hayta» boyunun adını söylemekten çekiniyorlar. Çünkü «Hayta»nm adı vurucu kırıcıya çıkmış, H ayta’ların diğer oymağı olan «Saçıkaralılar» da, H ayta’lılardan oldukla­ rını saklar, sadece «Saçıkaralıyız» derler. H ayta’ları iki yüz çadıra yakın topluluk halinde Eğridir Gölü kenarlarında, Anamas Dağı eteklerinde ziyaret etm iştik. Çoğu Gelendost, Şarkikaraağaç kazala­ rına ve Antalya’ya yerleşti. B ir kısm ı da halen Anamas dağlarında yaylıyor, Eğridir Gölü kenarlarında güzlüyor ve Antalya’da kışlıyor. —

233


Prof. Dr. MEHMET ERÖZ

Bu bilgilerden anlaşılıyor ki, M alatya ve U rfa’ya bağlı yukarıdaki üç köyü, H a y taların b ir oymağı olan G öğebakanlılar kurm uştur. H ay taların b ir kolunun, Konya Ereğlisindeki Bekdik Türkm enleri arasında olduğu anlaşılıyor. Gökçeli (İğdır - Kars). Gökçeli Türkm enleri tarafından kurulan b ir köydür. Batı T ürkistan'daki Teke, Türkm enlerinin üç taifesinden biri olan Toktam ış'ın tirelerinden biri «Gökçe Beğ» dir. G ündem ir (Yeni adı: Çayçatı) (V arto-M uş). Bu isim deki Türk­ m en oymağı tarafından kurulduğu anlaşılıyor. Ne yazık ki, çok es­ ki b ir T ürk şahıs ve oymak ismi olan bu kelimeyle anılan köyün adı değiştirilerek, «Çayçatı» haline getirilm iştir. Ne akla hizm et edil­ m iştir, bilinemez. Aşağıgündeş (H anak - Kars), Yukarıgündeş (H anak - Kars). Os­ manlI devri ferm anlarından birinde, Aydın'la R akka arasında göçe­ belik yapan «Giindüşlü (Ahmet Refik Bey bunu yanlış okum uş olsa gerektir. Eski yazının bünyesi icabı ve kitaba ak tarılan şekli Gün­ deşli» olarak okunm ası daha doğru olsa gerektir), «Gündeşli Cema­ ati »nden bahsedilm ektedir (15). Demek ki yukarıdaki köyleri de Gün­ deşli oymağı kurm uştur. Gündüzbey Bucağı (Pütürge - Malatya). Bu köyü Gündüzlü Yörükleri kurm uştur. G ündüzlüler Konya ile Adana arasında birçok köyler kurm uşlardır. H avutlu (Besni - Adıyaman). Devenin sırtın a konulan, içi sazdan olan, sem er gibi şeye Y ürüklerin «Havut» adını verdiklerini daha önce belirtm iştik. H avut yapan veya onunla ilgisi bulunduğundan bu ismi alan b ir Yörük oymağı bu köyü m eydana getirm iştir. N ite­ kim Ege taraflarında «Havutçu» Yürükleri vardır. H aytokom u (Yeni adı: Aziziye) (Erzurum ). Y ukarıda açıkladığı­ mız gibi, bu köyü «Hayta» Y örükleri kurm uştur. B urada «Hayta» kelimesi «Hayto» haline gelm iştir. «Kom» b ir çeşit ağıl dem ektir. Hive (Yeni adı: Derindere) (Ardahan, Kars), Hive (Sürügüden) (G öle-K ars), Hive (Yeni adı, Erdal) (Tutak - Ağrı). Bu üç köyün ad­ larının m anasını bilmiyen yetkililer, yerlerine uydurm alarını getire­ rek değiştirm işler, tarih î köklü, m analı isim leri katletm işlerdir. Ta­ rihte, O rta Asya’daki Hive Şehri ve Hive Hanlığı m eşhurdur. Ayrı(15)

Ahmet Refik, aynı eser, s. 162. — 234 —


DOĞU ANADOLU KÖY ADLARI ÜZERİNE SOSYOLOJİK BİR ARAŞTIRMA

ca, «Hive» b ir Türkm en oymağının, adıdır. V am bery’nin kaydettiği­ ne göre, Yomut Türkm enlerinin d ört taifesinden b iri iki-kola ayrılır, bunlardan biri Hive’de bulunan «Hive Kolu »dur (16). Y ukarıhorum (H orasan-Erzurum ), H oruh (Yeni adı: Akçiğdem) (Refahiye-Erzurum). Rize'nin yukarısında T ürkçe’den başka dil ko­ nuşanlar, Türkçe konuşanlara «Horum» der. M. Şerif F ırat mensup olduğu aşiret içindeki oym aklar arasında «Horumbeyan» (Horumbeyleri)in de bulunduğunu yazıyor. D inar’da b ir kaç köy kuran «Horzu» yörüklerinin, yukarıdaki köyleri k uran «H orum »larla ilgili ol­ m ası gerekir. Nitekim, U rfa'nm merkez köylerinden birinin adının da «Horzum» olm ası da, bu ihtim ali kuvvetlendiriyor. İsp ir (E rzurum ’un kazası). İran 'a göçen T ürkm enler arasında İsp ir Türkm enlerinin de bulunduğunu daha önce, F aruk S üm er’e dayanarak belirtm iştik. Demek ki, bu kaza halkı İsp ir Türkmenlerindendir. İğdır (K ars’ın kazası), İğdır (Selim - Kars), İğdır (H ekim hanMalatya). 24 Oğuz boyundan birinin adı «İğdır»dır. Bu köy ve kent­ ler ahalisi, adı geçen boya m ensuptur. İsp a rta ’nın Eğridir kazası halkının da İğdır Türkm enlerinden olm ası ihtim ali vardır. Işıklı (Çukurca - H akkâri). B ir Y örük oymağının adıdır. Ermenek’in üstünde, Yellibel m evkiinde yaylıyan ve vagon biçimindeki keçe çadırlarda oturan Işıklı Y örüklerinin b ir kolunun bu köyü k u r­ m uş olduğu anlaşılıyor. Türkiye'de 33 Işıklı köyü vardır. K acaran (Yeni adı: Dayılar) (Mazgirt-Tunceli), K açarlar (Pertek-Tunceli), Salucakacar (Yeni adı: Kaçarsallıcası) (Bozova - Urfa), K açar (Palu - Elâzığ). K açar Y örüklerinin kurduğu köylerdir. K açar­ lar, Batı ve Güney Anadolu'ya yerleşm işlerdir. Bugün, K açar adı ile anılan dokuz köyümüz vardır. K açarlar, İra n ’da kalabalık ve nü­ fuslu b ir boy olarak yıllarca hüküm sürm üşlerdir. İran Şahlığı, ya­ rım asır önce F arslar eline geçmezden, K açar H anlarının elinde idi. En son K açar Hanı, M ehmet Ali Ş ah'tır. Kalaycı (Mazgirt - Tunceli). Bu köy de Kalaycı isimli Türkm en oymağı tarafm den kurulm uştur. B atı T ürkistan'daki Göklen T ürk­ m enlerinin on taifesinden b iri B ayındır olup, B ayındır’ın tirelerin­ den birinin adı «Kalaycı»dır (17). (16) (17)

Vambery, aynı eser, s. 308. Vambery, aynı eser, s. 306.


Prof. Dr. M E H M E T ERÖ Z

K alendar (Eruh - Siirt), K alender (H orasan - Erzurum ), Kalenderdere (Hanak-Kars). Daha önce nakletm iş olduğum uz gibi, Ka­ lender hem şahıs hem oym ak ism i oluyor. K alender adındaki oy­ m ak beyinin ismi, oymağa da verilmiş oluyor. Türk geleneğinde, oy­ m akların isim alış şekillerinden biri de budur. Tekirdağ Yörükleri subaşısının adı K alender’dir (18). Cengiz’in to runlarından birinin adı da K alender S ultan'dır (19). Bu köyleri, K alender oymağının kurduğu anlaşılıyor. K erkük’teki Bayat Türkm enleri arasında da K alender isim li şahıslar çoktur. K apanlı (Karayazı - Erzurum ). Bu köyü de, «Kapanlı» Türkm en­ lerinin kurduğu anlaşılm aktadır. Göklen T ü rk m en lerin in on taife­ sinden biri olan K arabalkan’m tirelerinden b iri «Kapan»dır (20). Türkçe'de, ü stü örtülü, büyük, alış veriş yapılan yerlere kapan adı verilir. Un ve yağ satılm asından ötürü, İstan b u l’da üstü ö rtülü iki pazar yerine «Unpakanı» ve «Yağkapam» adı verilm iştir. Bu isim ler İstanbul'da yer adı olarak yaşam aktadır. K aralar (Besni - Adıyaman), Aşağıkarabey (Bitlis), Yukarıkarabey (Bitlis), K aralu (Yeni adı: K aralar) (Çınar - Diyarbakır), Karabeğan (Yani Karabeyler) Bucağı (Yeni adı: Ancak) (Palu - Elazığ). K aralar Türkm enlerinin kurduğu köylerdir. Teke Türkm enlerinin Toktam ış taifesinin b ir tiresi «K ara»dır (21). V am bery’nin verdiği bu bilgiye karşılık, G unnar Jarring, «Kara»ları, E rsarı Türkm enle­ rinden gösterir. E rsa rı’lar, üç büyük kola ayrılır. B unlardan biri «Kara bekaul»dur. Bu da ikiye ayrılır. Birisi «Kara»dır. K a ra n ın on iki küçük oymağı vardır (22). KARAHACILI (Aralık - Kars), Hacıreş (Yeni adı: Karahacı, «Reş» «Kara» anlam ını veriyor) (Lice-Diyarbakır). K arahacılı Yö­ rüklerinin kurduğu köylerdir. K arahacılı Y örüklerinin b ir bölüm ü­ nü, Anamas dağlarının, E ğridir gölüne bakan yaylalarında on b ir yıl önce görm üştük. Kışı Antalya'da geçiriyorlardır. B unların b ir kolu da Adana taraflarında konar göçer idi. Kıymetli b ir araştırıcı, Karahacılıları, Bozdoğanlılar'm b ir kolu olarak görm ektedir (23). (18) Ahmet Refik, aynı eser, s. 70. (19) J. V. Togan, Umumi Türk Tarihi, s. 156. (20) Vambery, aynı eser, s. 306. (21) Aynı yerde (22) Guannar Jarring On th Distribution of Türk Tribes, in Afghanistan, Lund, 1939, s. 45. (23) H. Turhan Dağlıoğlu, «Geçmişte Ispartada Aşiretler», Ün, sayı 34, 1937, s. 522.

236


DOĞU ANADOLU KÖY ADLARI ÜZERİNE SOSYOLOJİK BİR ARAŞTIRMA

KARAHAN (İspir - Erzurum ), K arahan (Arpaçay - Kars), Karahan (Malatya), K arahan (Dağbaşı) Bucağı (Siverek - Urfa), K arahan (Tutak - Ağrı), K arahanköy (Diyarbakır), K arahan (Oğuzlar) (BismilD iyarbakır), K arahan (Muradiye - Van). Önceki yazılarım ızda Karahanlılar hakkında geniş bilgi verm iştik. Şunu da ilâve edelim: İran Azerbaycanmdaki K aracadağ Şahseven Türkm enlerinin b ir oymağı­ nın adı da K arahanlu 'd u r (24). D ikkat çeken b ir husus, Siverek’teki K arahanîılarm da K aracadağ’a yakın yerlerde yerleşm iş oluşlarıdır. KARAKAYA (Karayazı - Erzurum ), K arakaya (Malazgirt - Muş). Bir Y örük oymağının kurduğu köylerdir. K arakaya yörükleri, Ay­ dın ve Adana tarafların a yerleşm işlerdir. KARAKOYUNLU (İğdır), K arakoyun (Tuzluca - Kars), Karakoyun (Siverek - Urfa). K arakoyunlular hakkında da daha önce bilgi verm iştik. Van çevrelerinde ve İran 'd a b ir gün çadırlarında m isafir olm uştuk. B unların ak rab aları Antalya’nın Serik kazasında köyler kurm uşlardır. Yarı göçebe olup, yazın Anamas dağlarındaki yayla­ larına gidiyorlardı. Bu gün çoğu develerini satm ış, göçebeliği b ıra­ karak, meyvacılığa başlam ış, Y ukarıdaki köyleri kuranlar, adı ge­ çen K arakoyunlu Tiirkm enleri - Y ürükleridir. KARAMAN (Palu - Elâzığ), V am bery’nin görm üş olduğu Türkm enler arasındaki Ş a k ırla rın üç taifesinden birinin adı «Karaman» dır (25). İra n ’daki Meşkin Şahseven Türkm enlerinin b ir oymağının adı «Kagraman-beğlü»dür (26). Bunun, «Kahramanbeğlü» değil, «Karamanbeglü» olm ası m uhtem eldir. D ört asır k ad ar önce B urdur civarındaki konar göçer Yörük oym akları arasında b ir «Bölük Karam anlu»dan bahsedilm ektedir (27). K onya’nın K aram an, Erm enek kazaları ve B u rd u r’un K aram anlı nahiyesi halkının bu boya m en­ sup oldukları bilinm ektedir. B u rsa’nın b ir köyünün adı da K aram an köyüdür. Suriye’de, B ay ır-B u cak nahiyelerindeki Türkm enlerin bir köylerinin adı K aram an d ır. 1001 tarih li b ir Osmanb ferm anında «Aksaray ve A nkara sancaklarındaki sınırlarında sakin K aram anlı taifesinden» bahsedilm ektedir (28). Y ukarıda adı geçen köyleri, bu oym aklar kurm uştur. (24) R. Tapper, Black Sheep, Wh!te Sheep and Reed-Heads, ayrı basım, (25) Vambery Travels ............. s. 304. (26) R. Rapper, aynı makale, s. 80. (27) H. Turhan Dağlıoğlu, «X. Asrı Hicride Hamidelinde Arazi, Hasılat, Nüfus ve Aşiretlerin vaziyetleriyle Vergi Sistemleri», Ün. C. 8. Sayı 87-90, 1941, s. 1101. (28) Ahmet Refik, Anadolu’da Türk Aşiretleri, s. 54. —

237


Prof. Dr. MEHMET ERÖZ

KARATEPE (Tekman - Erzurum ), K aratepe (Çolaklı - Malatya), K aratepe (Urfa). Bu isim deki Y ürüklerin kurduğu köylerdir. K ara­ tepe, Çukurova tarafların a yerleşm iştir. DEDEKARGIN (Yazıhan - Malatya), Kargılı (Bozova - Urfa), K argın (Tercan - Erzurum ). Yirmi d ört Oğuz boyundan biri olan K argm ’larm kurduğu köylerdir. Türkiye’nin çeşitli yerlerinde b ir­ çok Kargın köyü m evcuttur. KAYIK (Yeni adı: Heybelikonuk) (Lice - Diyarbakır), Kayıköy (Refahiye - Erzincan), «Kayık» «Kayı»mn bozulmuş şekli olsa gerek­ tir. E rtuğrul Gazi, Osman Gazi ve Orhan Gazi ve soyundan gelenle­ rin bu boya m ensup oldukları kabul edilir. Vambery, K ayı'ları Göklen Türkm enlerinin b ir taifesi olarak gösterm iştir (29). Türkiye’nin çeşitli yerlerinde pek çok Kayı vardır. Bu köyleri de onlar kurm uş­ tur. KEBAN (Olur - Erzurum ), Keban ilçesi (Elâzığ), Bu kelimenin kaynağını bulam adık. Çok eski Türkçe kelime olsa gerekir. KEÇİLÎ (Susuz - Kars), Keçili (Urfa), K eçikıran (Urfa), Keçikıran (Siverek - Urfa), Keçigünden (Yeni adı: Aslangazi) (Ağrı), Keçikıran (Muradiye - Van). B ir Yörük oymağının kurduğu köylerdir. Nitekim «Akkeçili» «Karakeçili» «Sarıkeçili» «Kızılkeçili» adlarım alan Y örük oym aklarının varlığım bilmekteyiz. T arihte «Keçili» Y örüklerinin varlığı bilinm ektedir. Dört asır önceki b ir ferm anda «Cemaat-ı Keçilu» dan bahsedilm ektedir (30). KEKEÇ (Selim - Kars). B ir Türkm en oymağının adıdır ve bu isim deki oymağın kurduğu köydür. KELEGERÇÜŞ (Yeni adı: Akburç) (Gürcüş - M ardin), Keleköy (Baskil -Elâzığ), Kelehan (Siverek - Urfa). Kele kelim esinin de ifade ettiği m anayı henüz bulm uş değiliz. KELEŞ (Pazarcık - M araş), Keleşevleri (Çüngüş - Diyarbakır). Eski Türkçede «Keleş» «Güzel hoş» dem ektir. Eskiler çocuklarım «Keleş oğlum» diye severmiş. Bugün A nkara'nın batı tarafında bu kelime tam am en m ana değiştirerek «çirkin, işe yaramaz» anlamım kazanm ıştır. Şahıs adı olduğu gibi, oymak adı olarak da kullanılm ış­ tır. Y ukarıdaki iki köyü kuran bu isim deki oym aklardır. îra n Azer(29) (30)

Vambery, aynı eser, s. 306. H. Turhan Dağlıoğlu, aynı makale s. 1102. —

238

-


DOĞU ANADOLU KÖY ADLARI ÜZERİNE SOSYOLOJİK BÎR ARAŞTIRMA

baycan’m daki Meşkin Şahsevenlerinden b ir oymağın adı «Keleş »dir (31). KILIÇÇI (İspir - Erzurum ), Kılıçlı (Tuzluca - Kars), Kılmçlı (Arapkir - Malatya), Kılıççı (Malazgirt - Muş). Daha önce M araş Pazarcık’m daki Kılıçlı Türkm enlerinden bahsederken bu oymağı ele alm ıştık. Ahmet Refik'in kitabındaki ferm anlarda «Kılıç»larm adı pek çok geçm ektedir. Y ukarıdaki köyleri de onlar kurm uştur. TAŞKINIK (Arguvaıı - Malatya), Başkm ık (Hekim han - M alat­ ya). Oğuzların yirm i d ö rt boyundan birinin adıdır. İzm ir’in b ir kaza­ sım ve Türkiye’nin çeşitli yerlerindeki köyleri ve adı geçen iki köyyii b u boya m ensup oym aklar kurm uştur. KIZIK (Arguvan - Malatya), Kızık (Ovacık - Tunceli). Tarihî fer­ m anlarda adından çok bahsedilen b ir Türkm en oym ağıdır (32). Bu iki köyü de onlar kurm uştur. KIZILUŞAĞI (Yeni adı: Yenisu) (Arguvan - Malatya), Kızıluşağı (Yeni adı: Bölünmez). KIZIL (Yeni adı: Boyaklı) (Derik - M ardin), Kızıluşağı (B ask ilElâzığ). V am bery’nin bahsettiği Sarık (veya Serik okunm ası daha doğru olur. Antalya S erik’ini de bu T ürkm enler kurm uş dem ektir) (Horasanlı) Türkm enlerin d ö rt taifesinden birinin adıdır. Bunun ti­ relerinden birinin adı «Kızıl» (33) dır. 1018 tarihli b ir Osmanlı fer­ m anında da «Kızıl Taifesi»nden bahsediliyor (34). Y ukarıdaki köyle­ ri bu oymak kurm uştur. Bu şekilde kızıl ismi ile veya sıfatı ile ya­ pılmış b ir çok köy vardır. KIZKAPAN (Pazarcık - M araş), K ızkapan (Patnos - Ağrı). Bu iki köyden başka, Sivas’a bağlı b ir Kızkapanlı köyü ile, E dirne’nin Ke­ şan’ına bağlı b ir Kızkapanlı köyü vardır. Daha önce K ızkapanlılar hakkında bilgi verm iştik. T ekrar edelim ki, K ızkapanlılar XVI, asır­ da, Çukurovadaki F arsak ’lara tâbi idiler. ş ş .m *

KOÇARDOĞANŞALI (İğdır - Kars). Aydm’m b ir kazasının adı K oçarlıdır ve Koçarlı Türkm enleri tarafından kurulm uştur. Iğ d ır’(31) (32) (33) (34)

R. Tapper, aynı makale, s. 80. A. Refik, aynı eser, s. 69, 78, 82, 114, 203. Vambery, aynı eser, s. 304-5. Ahmet Refik, aynı eser, s. 63.


Prof. Dr. MEHMET ERÖZ

m bu köyü de belki aynı oymak veya ona yakın isim deki b ir oymak tarafın kurulm uştur. KORKUTKÖY (îsp ir - Erzurum ). Bu isim deki b ir oymağın adı­ nı alan köydür. KOYUNUŞAĞI (Keban - Elâzığ). Bu da b ir Türkm en oymağının iskânından m eydana gelmiştir. KÖSELER (Ovacık - Tunceli), Köseköv (Urfa), Köşeşahin (Bozova - Urfa). Bu isim deki oym akların yerleşm esi ile meydana gelmiş köylerdir. KUŞÇU (Keban - Elâzığ). Bu isim deki oymağın yerleşm esi ile kurulm uştur. Türkiye’de bu isim de pek çok köy vardır. KUYUMCULAR (Türkoğlu - Maraş). K uyum culu Yürükleri, Eğe­ de köyler kurm uşlardır. Bu köyü de onların kurm uş olm ası gerekir. KUZUGÜDEN (İğdır - Kars). Kuzugüdenîi Y örükleri tarafından kurulm uştur. KÜÇÜKLÜ (Doğanşehir - Malatya), K üçükler (Urfa). B ir Yörük oymağının adıdır. «Kürt» kelimesi ile yapılmış on köy m evcuttur «Doğu A nadolu’da». Başlangıçta uzun uzun açıkladığım ız gibi, Or­ hun N ehri kenarlarındaki Elegeş Yazıtında (G öktürklere ait) «Kürt E lin in hanı Alp - U rungu»dan bahsediliyordu. «Bu «Kürt» ismi ile anılan G öktürk boyu veya oymağı M acaristan'a geçerek köyler k u r­ m uştur ve köylerin adına «Kürt» adı verm iştir. Türkiye’nin çeşitli yerlerinde de bu isim de köyler m evcut olup halkı Türkçe konuşm ak­ tadır. G aziantep'in B arak Türkm enleri arasındaki Türkçe konuşan «Bircanlı Türkleri», Iran Şahseven Türkm enleri arasındaki Türkçe konuşan «Kürtler», K uşadası’ııa yerleşen Danişmentli Türkm enleri arasındaki «K ürtleri» hep bunlardır, eski T ürklerdir. Vambery vc G unnar Jarrin g de O rta Asya T ürkleri arasında, Türk asıllı b ir K ürt oym ağından bahsederler. Kısaca bu köyleri onlar kurm uştur. MUKRÎYAN (Yeni adı: Anıl) (Hani - Diyarbakır). Bu asrın baş­ larında İra n ’da dokuz yıl kaldıktan sonra, Ira k ’a geçen b ir İngiliz m isyonerine göre «Mukri» 1er T ürk değillerdir (35). Diğer taraftan, G unnar Jarrin g ’in kıym etli eserinde «M ukri»ler doğrudan doğruya (35) s. 406.

E. B. Soane, To Mesopotamia And Kurdisian in Disguise, London, 1912

240


DOĞU ANADO LU KÖY ADLAR! Ü ZER İN E SO SYO LO JİK BİR ARAŞTIR M A

Oğuz H an ’ın evlâdı olarak Göklen'lerle ilgili b ir Türkm en aşireti olarak gösterilm ektedir (36). MURATLI (Akçadağ Malatya). B ir Yörük oymağının adıdır ve onlar tarafından kurulm uştur. Biz M u ratlıla rı on b ir yıl önce, Ermehek-Taşkent civarındaki B arem Yaylasında keçe çadırlarda gör­ dük. Yemeklerini yedik. Aynı M u ratlıla rı Meşkin Şahsevenleri ara­ sında da görüyoruz (37). OĞLAKLI (V iranşehir - Urfa). Bu köyü de b ir Yörük oymağı k u r­ m uştur. OKÇUOGLU (Arpaçay - Kars), Okçu (G öle-K ars). Bu köyü de kuran, aynı isim deki Türkm en oymağıdır. OYRATLI (Besni - Adınyam an). B ir Türkm en aşiretinin kurd u ­ ğu köydür. PİRİNÇCt (Pertek - Tunceli). B ir Türkm en oymağının kurduğu köydür. POLATKÖY (Arpaçay - Kars), K arapolat (Kiği - Bingöl). Bir Türkm en oym ağının kurduğu köylerdir. Aynı oymağı İra n ’da da görüyoruz. Erdebil Şahsevenlerinden b ir oymağın adı «Polat-Beklü» d ü r (38). REYHANİYE (Yeni adı: Fesliğen) -(Kızıltepe-Mardin). Bu isim deki b ir oymağın yerleşm esi ile kurulm uştur. H atay’daki Reyhanlı kasabası da ayın Reyhanlı oymağının yerleşm esi ile kurulm uştur. Geçen asrın kuvvetli ve kalabalık boy veya oym aklarından biri id i. SAĞMAN (Petek - Tunceli), Sağm andersim i (Pertek - Tunceli). Eski Türkçe b ir kelime olduğu anlaşılıyor. B ir çok yerde aradık ise de, b ir ip ucu bulam adık. »Man, men» Türkçede m übalâğa ekidir. «Karam an, akm an, toram an, kocam an, şişman» gibi. Diğer taraf­ tan, öğretm en, eğitmen, üretm en v.s. deki «men» ekleri uydurm adır. O nların doğrusu öğretici, üretici v.s.dir. B uradaki «Sağman» keli­ mesi, «Sağlık» tâki düzgünlüğü, bozulm ayan b ir sıhhati ifade etmiş olabilir. Ankara zeybeklerine «seymen» adı verilir. B atı ve Güney (36) Gunnar Jarring, On The Disiribuiion of Türk Tribes in Afghanistan, Lund, 1938, s. 38-9. (37) R. Tapper, aynı makale, s. 79. (38) Aynı makale, s. 80.

241


Prof. Dr. MEHMET ERÖZ

Anadolu’da köy düğünlerinde veya diğer toplantılarda, delikanlıla­ ra başkanlık eden, onları sevk ve idare eden yiğitlere «Seymen» adı verilir. B uradaki «Sağman», «seğmensin bozulm uş şekli veya o ra­ larda söyleniş biçim i olabilir. (Yeni adı: Yaylımdı) (Besni - Adıyaman). Bu köy hal­ kının Y om ut Türkm enlerinden olduğu anlaşılıyor. Gerçekten, Vamb ery’nin, b u günkü T ürkm enistan'da yaşadıklarını söylediği Yomut Türkm enlerinin d ö rt taifesinden biri olan Şeref Cuni'nin Hive kolu­ na bağlı tirelerden birinin adı «Salak»dır (39). Daha önce de bahset­ miş olduğum uz gibi, çocuğu yaşam ayan Türkler, ya «dursun, d u r­ du, satılmış» gibi isim ler koyarlar veya kötü ruh ların beğenmeyip gelmiyeceğini düşündüklerinden çok kötü isim ler korlardı. Salak, öküz, çirkin, kötü v.s. B urada da aynı geleneği görüyoruz. Salak adı verilmiş çocuk, zam anla b ir oymağın başına geçmiş ve h er yerdeki geleneğe uygun olarak, o oymağa, oymak başkanm m adı verilm iştir. Adı geçen, oymak, yerleşip b ir köy kurunca da, köy oymağın adım alm ıştır. S AT T A K

SALUR (Refahiye - Erzincan), K alur (Refahiye), Salut (Yeni adı: Dereyolu) (G öle-K ars), A. Salut (A. Sallıpm ar), (Sarıkam ış - Kars), Y. Salut (Y. Sallıpm ar) (Sarıkam ış), Salut (Yeni adı: Dedeoğlu) (Kemah-Erzincan). Bilindiği gibi «Salur» 24 Oğuz boyundan biridir. Vambery, G. Jarring, T ürkm enistan'daki S alu r’lardan bahsetm işler­ dir. İran ve Anadolu’da, S alu r’larm oynadığı rol hakkında geniş ve zengin bilgiyi Prof. F aruk S üm er’in Oğuzlar kitabında bulm ak m üm ­ kündür. K öprülü de, S alu r’lard an bahsetm iştir. «Kalur» «salur »un bozulmuş, şekli olabilir. «Salut»da «salur»un bozulmuş şekil olabile­ ceği gibi, «Salu» kelim esinden de gelmiş olabilir. «Salu» eski Uygur Türklerinde b ir erkek adıdır (40). Salu ism indeki şahsın oymağı da aynı adı alır ve köye yerleşince aynı isim devam edebilir. İleri sür­ düğümüz iki görüş de, b irer ihtim aldir, b ir faraziyeden öteye geçme­ m ektedir. SARILAR (Türkoğîu - Maraş). T ürk boyları arasında bu isimle anılan pek çok oymak vardır. K ara-Kırgızlarm sol koluna mensup oym aklar arasında «K utluk - Sarı», «Sarı - köhen» ve «Sarıca» oy­ m akları vardır (41). Afganistan’daki Özbekler arasında da «Sarıboş» (39) Vambery, Seyahatler, su. 308. (40) Prof. A. Caferoğlu, Eski Uygur Sözlüğü, s. 195. (41) Abdülkadir İnan, Makaleler ve İncelemeler, s. 7. — 242 —


DOĞU ANADOLU KÖY ADLAR! ÜZERİNE SOSYOLOJİK BİR

ARAŞTIRMA

ve «Sarı Katagan» oym akları bulunm aktadır (42). Anadolu Türkmenleri arasında «Sarıbeğ» adını alan şahıslar olduğu gibi, «Sarıcalu» cem aati (oymağı) da m evcut olm uştur (43). M ehmet Saru adlı bir Türkm en beyi X III. asırda Erbıl civarındaki Şehrizor’a hakim ol­ m uştur. Aynı tarihlerde, Sevinç adlı b ir Türkm en E m iri de o civar­ daki «Sârû» adlı b ir kaleye sahip olm uştur (44). M araş’ın yukarıda adı geçen köyü halkı, Türm en olabileceği gibi, Özbek ve Kırgız Türklerinden de olabilir. SARHAN (Refahiye - E rzincan). Sarııhan'm bozulmuş şekilde söylenişi olmalı. Bilindiği gibi Saruhan Beğ idaresindeki Saruhanoğulları veya Türkm enleri, M anisa çevrelerinde b ir beylik kurm uş­ lardı. Bugün M anisa’nın köylerinden birinin adı S aruhanlı'dır. XV. asırda B ulgaristan’da «Saruhan» isimli iki T ürk köyü vardı. SEKMAN (H orasan - Erzincan). Y ukarıda «Sağman» köyünün adının, «Seğmen» den bozulmuş olm asının m uhtem el olduğunu söy­ lemiştik. B uradaki «Sekman» için de aynı ihtim al ileri sürülebilir. SENEK (Pülüm ür - Tunceli), Şenikçi (Besni-Adıyaman), Şinikli (Arapkir - M alatya). Bu kelimenin m anası üzerinde daha önce de du­ rulm uş olm akla beraber, b urada yeniden açıklanm ası, faydalı ola­ caktır. «Şenikçi» nin adı değiştirilm iş ve «Doğankaya» yapılm ıştır. Bu kelime «Senek» kelim esinin bozulm uşudur. Esasen, Pülüm ür'e bağlı köyün adı da «Senek» tir. Şinikli, hem Senekle, hem de eski Türkçedeki «sınık» ( = Kemik) ile ilgili. K aşgarlı M ahm ud Divan’m da (III, 367), Oğuzlar’m, «Senğek» kelimesini «su içilen testi, ağaçtan oyulmuş su kabı» anlam ında kul­ landıklarını söyler. Aynı sayfanın dip notunda Besim Atalay Bey, «senek» kelimesinin, B atı Anadolu’da, Çal kazasının köylerinde, «ağaçtan oyma su kabı» anlam ında kullanıldığını söyler. B ir Ingiliz araştırıcısı, Iran Şahseven Türkm enleri arasında gördüğü, Türkçe konuşan «Seheklü Oymağı»na K ürt denilmesine bakarak, kelimenin «Hüseyneklü» den m üştak olabileceğini söyleyerek, bu cem aate ay­ rı menşe aram ak tad ır (45). Önceki satırlard a belirttiğim iz gibi, «8e(42) Gunnar Jarring, On The Distribuiion of Türk Tribes in Afganistan, st. 56-57. (43) A. Refik, Anadolu’da Türk Aşiretleri, s. 55, 104. (44) Prof. Faruk Sümer, Oğuzlar, s. 145. (45) R. Tappen, Black Sheep, White Sheep and Red-Heads, st. 83. — 243 —


Prof. Dr. MEHMET ERÖZ

nek» Türkçe b ir kelim edir ve en az bin yıl öncesine, O rta Asya’ya da­ yanır. Günümüzün Rusya Türkleri de bu kelimeyi bilm ekte ve kul­ lanm aktadırlar. T atar adı verilen ve asılları K ıpçak ve Peçenek T ürk’ü olan K ırım ve Kazan Türkleri, harm an yerinde sam an topla­ m ak için, harm an savurm ak için kullandıkları ağaç veya dem ir ça­ tallara (Türkçede dirgen, diğren denir) «senek» adını verirler. Bu silâhsız köylülerin, K om ünist Sovyet idaresine karşı Ufa ve Belebey bölgelerinde, 1922 Ocak ayında, ellerindeki «senek»îerle yaptıkları is­ yan hareketine «Senek İsyanı» adı verilm iştir (46). Ö lüm ünden kısa b ir zam an önce yayımladığı «H atıraîar»m da Zeki Velidi Togan Baş­ k u rt T ürk uruğunun, «Soqlı-Q ay» oymağına m ensup olduğunu ve «Senekli - Qay» oymağının da kendilerine akraba bulunduğunu be­ lirtir. Demek oluyor ki «senek», Türkçede hem b ir eşya ismi (su ka­ bı ve haraıan-aleti adı), hem de oym ak ism idir. O halde, yukarıda bahsi geçen üç köy veya ikisi «Senek» isimli oymağın yerleşm esi ile m eydana gelmiş köyledir. SENEMOĞLU (G öle-K ars), Ç o ru m u n M eeidözü'ne bağlı bir köyün adı da aynıdır. Balıkesir ve îzm ir taraflarındaki Kızılbaş T ürkm enler arasında «Senem» kadın adı olarak kullanılm aktadır. H atırım ızda kaldığına göre, Celâli isyanlarında adı geçenlerden biri de «Senemoğlu» dur. Bu köyü de «Senem» isim li b ir oym ak beyi k u r­ m uş olabilir. SIĞIRUŞAĞI (Arguvan - Malatya). Ege ve Akdeniz Yürükleri arasında Kızılsığırh, K arasığırh ve Sarısığırlı adları ile anılan yörük oym akları bulunduğunu biliyoruz. Sığıruşağı da böyle b ir oymak adı olabilir. SOFULAR (Darende - Malatya). B ir Türkm en oym ağının adıdır. Türkiye’nin çeşitli yerlerinde 55 adet Sofu, Sofular köyü vardır. Aydın’m Sofular köyü halkı, Çepni boyuna m ensuptur. Yani Çepni Bo­ yunun sofular oymağından. Diğer Sofular köyleri halkı, başka boy­ ların oymağı da olabilir. TACİRLİ (İğdır - Kars), Tecirli (Yazıhan - Malatya). B ir T ürk­ m en oymağıdır. Boz Ulus Türkm enlerine tâbi cem aatların (oymak­ ların), kendi kışlaklarında kışlam alarına dair, 1022 tarih li b ir fer­ m anda, «Tacirli» oym ağından da bahsedilm ektedir. Aynı oymağın 16 yıl sonra, R.akka bölgesine zorla yerleştirilecek Türkm en oym akları (46)

Prof. Z. V. Togan, Hatıralar, s. 294.


doğu

A n a d o l u k ö y a d l a r i ü z e r in e s o s y o l o j ik b ir a r â ş î î Rm â

arasında bulunduğunu, 1118 tarihinde R akka valisine gönderilen ferm andan anlıyoruz. 1124 tarihinde, Halep ve Raka Valisi Vezir Yu­ suf P aşay a gönderilen, «Recepli Afşarı cem aatlerinin iskânına da­ ir» ferm anda, gene «Tacirlü» oym ağının adı geçm ektedir. 1135 ta ri­ hinde R akka Valisi Vezir Osman P aşay a, «İskân m ahallerinden çı­ kan Tacirli cem aatinin Rakka, ve izamına» d air yeni b ir ferm an gön­ derilm iştir. 1146 ve 1167 tarihli iki ferm anda, M araş tarafların d a bu­ lunan T acirlü’lerin «şevkavetlerinin önünün alınması» istenm ekte­ dir (47). Cevdet P a şa n ın Tezâkir’inde, bu oym aktan «Tacirli» diye söz edilm ekte ve kışın Çukurova'da kışladıkları, yazın Uzunyayla’da yayladıkları belirtilm ektedir (48). Y ukarıda adı geçen iki köy halkı­ nın, uzun uzun anlattığım ız, tarih î kaynaklardan belgelerini bulup gösterdiğimiz «Tacirli» oym ağından olm ası m uhakkaktır. TEMÜKLÜ (Darende - Malatya). B atı T ürkistan Yomut T ürk­ m enlerinin d ö rt taifesinden biri olan «Atabay»m tirelerinden birinin adı «Temek»tir (49). Bu köyün adı, bu oym akla ilgilidir. Aynı ismi alan birkaç köyüm üzün adını belirtelim . İçel'in Erdem li Kazasına bağlı b ir nahiyenin adı «Tömük» tü r. Ayrıca Konya’ya bağlı b ir kö­ yü ve Kocaeli’nin K andırasına bağlı «Tömek» ve «Tömekler» köyle­ ri, Sivas’ın Suşehri kazasına bağlı b ir Töm ekler köyü vardır. TEKELİ (Çemişgezek - Tunceli). Tarihim izde B urdur ile Antal­ ya arasına Teke Eli denm ektedir. O bölgeye Teke Türkm enlerinin yerleşm esinden ö tü rü bu isim verilm iştir. O zam anlar T ekelilerin çokluğu mezhep itibariyle Alevi olduğundan, Şah İsm ail tarafını tu ­ tup, İra n ’daki Türkm enlere katılm ışlardı. K alanları göçebe hayatı yaşıyorlardı. 1119 tarih li ve E rm enek K adısına gönderilen b ir fer­ m andan anladığım ıza göre, Tekeli Yörükleri, Erm enek dağlarında, A ltuntaş Yaylasında yaylam aktadırlar. 1126 tarihinde, K ıbrıs’a sürü­ len Y örükler arasında T ekelilerin de bulunduğu fak at birçok oymak­ la birlikte onların da kaçıp Anadolu’ya döndükleri anlaşılıyor. 1154 tarihli diğer b ir ferm andan, Tekeli oym aklarının İçel ve Çukurova’­ da kışlayıp «Kayseriye sancağında Erçiş ve Biğ Dağında» yayladıkla­ rını anlıyoruz (50). Aydın ve İzm ir’in b ir çok köyünü Tekeliler kurm uştur. Orada K aratekeli adını alırlar. Bu köylerin, on, on ikisini ziyaret etm iştik. (47) (48) (49) (50)

A. Refik, aynı eser, s. 67, 135, 146, 166, 191, 214. Cevdet Paşa, Tezâkir 21-39), Prof. C. Baysun çev. s. 113, 120, 126. Vambery, aynı eser, s. 308. A. Refik, aynı eser, s. 132, 149, 207-8. —

245


Prof. Dr. MEHMET ERÖZ

İran 'd a da büyük b ir Tekeli varlığı m evcuttur. Yüz yıl önce T ürkis­ ta n ’ın batısında bulunan Tekeli Türkm enlerini Vambery de görm üş­ tü. Yer yer Seyahatler kitabına atıfta bulunm uştuk. O rada Tekeli­ lerin oym aklarını da teferru atla verm iştir. B urada onları yazmağa im kân yoktur. Bu bilgiden m aksadım ız Tunceli’nin Tekeli köyü hal­ kının, Teke T ürkm enlerine,,Tekeli Yürüklerine m ensup bulunduğu­ nu belgeleriyle gösterebilm ektir. TEREKEMEÇAYIŞ (Yeni adı: Koçgüden) (Çıldır - Kars). Bir Türkm en oymağının adıdır. Akıllı idarecilerim iz beğenmeyip, Köçgüden’e kurban etm işler, K ars'ın A rdahan ve Göle kazalarında m ü­ him b ir Terekeme varlığı vardır. İran ve Rus Azerbaycan’ında Terekem eler çoktur. Terekem e'lerin, Yomut Türkm enlerinden olduğu anlaşılıyor. V am bery’den öğreniyoruz ki, Terekeme Oymağı Yomut Türkm enlerinin d ö rt büyük kolundan biri olan Oğurcalı’m n b ir ti­ residir (51). TİLKİLER (Pazarcık - M araş), Tilkitepe (Mardin), Tilkiyan (Ye­ ni adı: Uzun köy) (Adıyaman). Daha önce bu oym aktan geniş ölçü­ de bahsetm iş ve M araş’m Pazarcık’m geniş b ir oym aklar topluluğu­ na sahip bulunduklarını belirtm iştik. Totem ik isim li b ir oym aktır. Zeki Velidi’ye göre, B a tıy a gelirken Türkçelerini kaybetm işlerdir. YAĞIBASAN (Yeni adı: Yağbasan) (Sarıkam ış - Kars). «Yağı» ile, «Yağ» arasındaki farkı bilem iyenlerin him m eti ile «Yağbasan» oluvermiş. «Yağı» eski Türkçede» düşm an, hasım» dem ek5olduğuna göre, «Yağıbasan», düşm ana baskın yapan, onu yenen anlam ına ge­ lir. Vaktiyle Arnavutluğu alan Türkler, orada b ir kasabanın adını «Elbasan» yapm ışlardır. Tava yemeği ile m eşhurdur. El, halk, ülke, devlet, sulh m analarına gelen bir kelimedir. Bu kelime hakkında Gökalp, Türk Medeniyeti T arihi’nde geniş bilgi verir. Samsun, Ordu, Sinop, Kocaeli, Manisa, Adana, Sivas’ta da Yağıbasan köyleri vardır. YAĞMURLU (G öle-K ars), Yağmurlu (Akçadağ - Malatya), Yağ­ m urlu (Eleşkirt - Ağrı), Alayağmur (K arakocan - Elâzığ), Yağmurcuk (Ilıca - Erzurum ). Bir Yörük oymağının adıdır. Y ağm urlular, Adana arasında pek çoktur. Esas yerleri Konya’dır. K alabalık b ir YörükTürkm en oymağı veya boyudur. Tarihte Türkm en beyleri arasında b ir Yağmur Beğ de vardır. (51)

Vambery, aynı eser, s. 308.


DOĞU ANADOLU KÖY ADLARI ÜZERİNE SOSYOLOJİK BİR ARAŞTIRMA

Arpaçay ve Göle'ye bağlı «Okçuoğlu» ve «Okçu köyleri» ile, İğ­ d ır’a bağlı «Yaycı Köyü» de Türkm en oym aklarının adını alan köy­ lerdir. YUVACIK (Birecik - Urfa), Yuvaeık (Çınar - Diyarbakır). «Yıva» isimli Oğuz Boyuna m ensup oldukları anlaşılıyor. TOTEMİK İZLER TAŞIYAN DOĞU ANADOLU KÖYLERİ : Sosyoloji sosyal antropoloji edebiyatında m ühim b ir yeri olan totemizm, insanlığın sosyal organizasyon bakım ından klan ve kısmen fratrî devirlerini yaşadığı zam anlara ait İçtimaî b ir hâdisedir. B ütün cemiyet ve kültürlerde onun izlerini bü gün dahi görm ek m üm kün­ dür. Günümüzde, Avustralya, A frika'nın bazı kabilelerinde b ü tün canlılığı ile yaşam aktadır. Böyle b ir k ü ltü r seviyesinde bulunan ce­ miyete, daha doğrusu cem aate m ensup olan insanlar, A risto’dan be­ ri gelen m antığın «ayniyet» prensibine aykırı olarak, kendilerini hem insan hem de hayvan veya nebat (totem) sayarlar. Üzerinde si­ hirli b ir gücün (Mana’nm) bulunduğuna inanılan b ir hayvan veya nebat, o klanın totem i olur. Ona dokunm ak, onu öldürm ek ve yemek «Tabu» d u r (Yasaktır). Y asaklara uym ayanların felâkete uğrayaca­ ğına inanırlar. Bu yasağa, totem olan bazı tehlikeli hayvanların adı­ nın anılm am ası (başka isimle çağırılması) da girm ektedir. Meselâ, B atı A nadolu’da «akrep» yerine «kuyruklu» gibi. Eski Oğuz Türkleri tehlikeli b ir hayvan ve totem olan «börü» nün adını ağızlarına al­ m aktan çekinerek, «kurt» veya «bozkurt» dem işlerdir. Zam anla ilk kelime unutulm uştur. Kazak, Kırgız ve B aşkurt, Türkleri k u rt yeri­ ne kullandıkları «kaçkır-kaşkır»ı da terkederek, «Peygamber iti» de­ meye başlam ışlardır ki, E drem it Tahtacı Türkm enlerinde, k urda ih­ tiyarların aynı şekilde «Peygamber köpeği» dediklerini gördük. Totem, klanın üyesi kabul edilir ve klana ve klan fertlerine to­ tem in adı verilir. Dünyanın pek çok yerinde, bu inançla, hayvan adı almış klanlar görülür, Bizde de, hayvan adı alm ış pek çok oymak, boy vardır. Bu isim deki oym akların köyler kurm ası ile, aynı isim yeni köylere de verilm ektedir. Bunu şim di göreceğiz. Eski Türkler, totem anlam ında olm ak üzere, «Töz» ve «Ongun» kelim elerini kulla­ nır. Totem in kesilip yenilememesine ait yaşıyan misali, Alevî Türkm enlerin tavşan eti yememesinde görürüz (52). Şimdi bu kısa bilgi(52) Bu konuda daha geniş bilgi için bakınız: Doç. Dr. Mehmet Eröz, İktisat Sosyolojisine Başlangıç, İstanbul, 1973, s. 53-7, 62-6.


Prof. Dr. MEHMET ERÖZ

nin ışığında, Doğu A nadolu'da eski totem geleneğinin çok silik izle­ rini taşıyan köy isim lerine bakalım . (Gene alfabe sırası takip edile­ cektir). Aslanhane (Arpaçay - Kars), Arslanlı (Tuzluca - Kars), Arslanîı (Hilvan - Urfa). Koşmuşat (Yeni adı: Alacabiik) (İspir-Erzurum ), A türkiiten (İs­ p ir-E rz u ru m ) Etcılar (Arpaçay - Kars), Bozat (Sarıkam ış - Kars), K ırkat (Gercüş - Mardin). Alabalık (N arm an - E rzurum ), Balıklı (Sarıkam ış - K ars). Baykuş (Akçakale - Urfa), Baykışen (Yeni adı: Baykaymak (Bit­ lis). Bozdoğan (Yeni adı: Gülveren) (Urfa). Garip bir k ararla adı de­ ğiştirilen bu köyü Bozdoğanlılar’m kurduğu anlaşılıyor. Bozdoğanlılar, Adana - M araş - Antep arasında m ühim rol oynayan ve Aydın’da b ir kasaba kuran kalabalık b ir Türkm en boyudur. Bozkurt (Selim - Kars), Kurtköy (Arpaçay - Kars), K urtkale Nah. (Çıldır - Kars), Aşağıkurdoğlu (G öle-K ars), Yukankur doğlu (G öle-K ars), Kurtdemirkapı (Göle), Kurtömer (İğdır - Kars), Karak u rt Nah. (Sarıkam ış - Kars). B unun asim in Karakurut olduğu da söylenm ektedir. K urut, b ir nevi kurutulm uş çökelektir. B ütün O rta Asya T ürk lehçelerinde ve Türkiye’nin b ir çok yerinde aynen kulla­ nılır), K urtalan (Siirt), Kurtmahmut (Aşkale - Erzurum ), K urdu (Hmıs-Erzurum), Kurtuşağı (Akçadağ-Malatya) K urtdere - (H arput -Elâzığ), Kurtbaloğlu (Yeni adı: Baloğlu) (Refahiye - Erzincan), Kurtbayazıt (Kangal - Sivas), K urtoğlu (Kangal - Sivas), K urtoğlu (Diyar­ bakır), Kurtlarh (Divrik - Sivas), Kurtîukaya (Şarkışla - Sivas), Kurtdoğan (Muradiye - Van), Kurtek (Ş itak -V an ), Kurtekavil (Gevaş Van), Kurtkapan (D. Bayazıt - Ağrı), Kurtlapa (Yıldızeli - Sivas). Bun­ lardan başka Türkiye'nin çeşitli yerlerinde, «kurt» ismi almış 48 köyümüz vardır. Bozkuş (Selim - Kars). Buğur (Hilvan - Urfa). Çift hörgüçlü, damızlık erkek, O rta Asya devesine Y örük ve T ürkm enler «Buğur» veya «Buhur» adını verir­ ler. O rta Asya’da bunun adı «Buğra» dır. Çakallıağakuyu (Besni-Adıyaman), Çakalhaptallar (Besni), Çakaîhkömiircü (Besni), Çakallıömer (Besni), Çakalyusufağa (Besni), ■— 2 4 8 —


DOĞU ANADOLU KÖY ADLARI ÜZERİNE SOSYOLOJİKTİR ARAŞTIRMA

Çakaliu (Birecik - Urfa). Çakallı (Posof - Kars), Çakal (Şarkışla - Si­ vas), Çakallı (Diyarbakır), Türkiye’nin çeşitli yerlerinde bu isimde 36 köy m evcuttur. T oroslarda «Karaçakal» isim li b ir Y örük oymağı­ na rastladık. B unların b ir kolu M araş civarına yerleşm ekteler. Ceylanlı (H am ur - Ağrı), Ceylanlı (H akkâri). U rfa’daki «Ceylanpm arı» Çiftliği m eşhurdur. Danaburan (Mazgirt - Tunceli). Develi (Akçadağ - Malatya), Deveci (H ekim han - Malatya), Devebük (Kağızman-Kars), Ağadeve (Kars), Y. Ağadeve (H am ur - Ağrı), Develik (Ahlat - Bitlis), Devetaş (Muradiye - Van). Çeşitli yerlerde bu isim de köyler olduğu gibi, K ay serin in b ir kazasının adı da «Deve­ li» dir. O sm anlılar devrinde Türkiye’de bu isim de Y örük oym akları olduğunu bilmekteyiz. Vambery de, B atı T ü rk istan ’daki Türkm enler arasında «Tevecci» isim li b ir oym aktan bahsediyor. Anlaşılıyor ki, b ütü n b u köyler «Deveci» ismi alm ış olan ve çok eski b ir totem ik geleneği yaşatan oym akların yerleşm esi ile kurulm uş köylerdir. Doğan (Uludere - H akkâri), Doğancı (Erçiş - Van), Kordoğan (Erciş), Doğanlar (Akçadağ - Malatya), Kuşdoğan (Pötürge - M alat­ ya), Bizdogan (Derik - M ardin), Doğanköy (Çemişgezek - Tunceli), Doğanköy (îliç - Erzincan), Koçardoğanşalı (İğdır - Kars). Domuza (Yeni adı: Düzlük) (Mardin). Dudukân (Baskil - Elâzığ), Dudiran Aşireti Köyü (E ruh - Siirt), A dapazarı’nm K aynarca'sına bağlı b ir «Duduköy» ve İstanbul, Üs­ k ü d ar'a bağlı b ir «Dudullu» köyü vardır. Bu köyler, vaktiyle totem i «Dudu Kuşu» olan b ir oymağın yerleşm esi ile k u rulm uştur. Orta Asya Türkleri buna «Tutu kuşu» derler. O rada çok yaygın olan «Çingiznâme» m enkıbesinde adı geçen «Altun H an’ın kızı «Ülemelik»in m aiyetinde kırk kız vardı. Altun Han, bu kızını «kırk kızın kırkını, gök güvercini, altun renkli kuzusu,tutu kuşu, sönmez çırağı ve tü ­ kenmez azığı ile «bir gemiye bindirip Tün denizine» salıverm işti(53). (53) Prof. Abdülkadir İnan, Makaleler ve İncelemeler, s. 240. 1973 Nisan ayı ortalarında, ecelin pençesinden kurtulamayarak bu âlemden göç ettiğini sonradan öğrendiğimiz, Kadıköy Orta Okulu Müdür Muavini, askerlik arka­ daşım merhum Fevzi Aladağ «Duduzadeier» sülâlesinden idi. Kendisi, Doğubeyazıt’­ ın «Kanlı Köyü»nden idi. «Kanılı»nın bozulmuş şekli olduğunu, Kangıların Orta As­ ya Türk tarihinde mühim bir rol oynamış olan büyük bir Türk uruğu olduğunu belir­ ten yazımızı okuyunca çobuk gibi sevinmiş, koşup yanımıza gelmişti. «Yılardır ben


Prof. Dr. MEHMET ERÖZ

Fareköy (Yeni adı: Güzelköy) (Diyarbakır). Geyik (Ilıca - Erzurum ). Güvercin (Arpaçay - K ars). Horozköy (Urfa), H oruz (Yeni adı: Horozdere) (Hizan - Bitlis). İnekli (Gölbaşı - Adıyaman), İ. İnek (D. Beyazıt - Ağrı). KapJanköy (Urfa). Karaca (Yazıhan - Malatya), Karaca (Yeni adı: Mutlu) (D iyadinAğrı). Karaca (D. Beyazıt - Ağrı). Karakoç (İspir - Erzurum ). Karakoyunlu (İğdır - Kars), Karakoyun (Tuzluca - Kars), Karakoyun (Siverek - Urfa). Daha önce bahsedilm iş olduğu gibi, büyük bir Türkm en boyunun adıdır. Doğu Anadolu’da, Van çevresinde dev­ let kurm uşlardır. İran 'd a da bu boyun kolları vardır. Adana ve An­ talya (Serik) taraflarında K arakoyunlu Y ürükleri halen yarı göçebe­ dirler. Karakuş (Kağızman - Kars). Kargalı (Besni - Adıyaman), Kargakonmaz (D. Beyazıt - Ağrı), Kargalık (Tutak - Ağrı), Y. Kargalık (Tutak). Karınca (V iranşehir - Urfa), Kanncak (Yeni adı: Bayırlı) (Lice Diyarbakır), Karıncaköy (Palu - Elâzığ). Kartaltepe (Diyarbakır), Kartalan (Yeni adı: Sugeçer) (Özalp Van). Aşağıkatırlı (Tuzluca - Kars). Kayalık (Çukurca - H akkâri). Y ürükler boz yerli deveye bu ismi böyle birşey arıyordum» diyerek, teşekkür ve tebriklerini bildiriyordu. Türklüğüne yeniden kavuşmanın sonsuz sevinci içinde idi. Ne yazık ki, onu çok tadamadı. Yazın Aiadağ Yaylası'na çıkan Duruzadeler ve diğer Kanlı köylülerinin toprak­ larının yarısı İran’da kalmış. Onları oradaki akrabaları sürüyormuş. Onlara «Duduzadeler» deniyordu. «Dudu» son zamanlarda birçok yerde kadın adı olarak kullanıl­ maktadır. Soyun kadından geçmesi geleneği bizde mevcut olmadığına göre, baba soyu içinde «Dudu» isimli bir atanın olması gerekirki, «Duduzadeler» isimini alabil­ sinler. Bugün bize biraz tuhaf gelen şey, gayet normal bir haldir. Yukarıda bahset­ tiğimiz menkıbede adı geçen «Tutu kuşu» (dudu kuşu), pekâlâ bazı oymakların ve ve şahısların totemi olmuş olabilir. Bu kuşun adını alan pek çok erkek var olmuş­ tur. Sonradan bu adı erkeklerin alması son bulmuş, kadınlar bu ismi almağa başla­ mışlardır. «Dudu» isimli bir oymak beyinin ismi veya ismi alan oymağın adı, toprağa yerleşince köyün adı olmuştur. Yukarıda bahsi geçen köyler bu şekilde kurulmuş ve isimlenmiş olduğu gibi, Duduzadeler de bu geleneğe göre bu isme varis olmuşlardır.

250


DOĞU ANADOLU KÖY ADLARI ÜZERİNE SOSYOLOJİK BİR ARAŞTIRMA

verirler. O radan alınmış' olabileceği gibi, arazi durum undan da alın­ mış olabilir. ' • _ Kazbe! (Karayazı - Erzurum ), Kazkoparan (Tuzluca - Kars), Gazbek (Yeni adı: Tekağaç) (Bozova - Urfa), Kazlı (Ağrı), Kazveren (Ye­ ni adı: Kazören) (Refahiye - Erzincan). Kerkez (Yeni adı: Altmoba) (Ö zalp-V an). K aşgarlı M ahm ud’un bahsettiğine göre «kerkez kuşu» ihtiyalaym ca iki yum urta b ırak ır­ mış. B unların birinden tüylü b ir köpek çıkarm ış ki, onun da adına «Barak» denir. D aha.önce de belirttiğim iz gibi, «Barak» Türkmenleri Gaziantep tarafında kalabalık b ir nüfus teşkil ederler. Bulgaris­ ta n ’da b ir kaç köy kurm uşlardır. V am bery’nin söylediğine göre (Se­ yahatler, sf. 306), Göklen Türkm enlerinden b ir taifenin adı «Gerkez»dir. Demek ki, yukarıdaki köyü Göklen. Türkm enlerinden bir oymak kurm uş oluyor. ^ Tarsus yörük köylerinde «akbaba»ya «kerkez» dendiğini de duy­ duk. Kırlangıç (H ekim han - Malatya). Koçan (Yeni adı: Göksu) (Karayazı - Erzurum ). Bu kelime «koç­ lar» demek olabileceği gibi, M ısırın koçanını da ifade edebilir. Koçköy (Arpaçay - Kars), Koçoğlu (Sarıkam ış - Kars), Koçviran (Koçören) (Urfa), A. Koçkıran (Özalp - Van). Kozan (Sarıkam ış - Kars), Kozan (Kağızman - Kars), Kozan (Di­ yarbakır), (Yeni adı: Taşbulak) (Hınıs - Erzurum ). Bu kelime eski Türkçede, «tavşan» m anasına gelm ektedir. Fırka-i îslahiyenin başın­ da bulunan ve vazifesi Yörükleri, T ürkm enleri ve bilhassa Kozanoğulları'nı ıslah etm ek için Cevdet P aşa’nm Tezâkir'inden öğrendi­ ğimize göre, KozanoğulJarı yiğit ve sert adam lardır. Tavşan demek olan Kozan kelimesini, eski totem geleneğinin devamı olarak yaşat­ m aktan başka, tavşan ru h u ile m ünasebetleri yoktur. Köpeksiz (Çolaklı - Malatya), Köpekli (Yeni adı: Eliaçık) (Bis mil - Diyarbakır). Tarihim izde köpek adı alan kim seler vardır. Or­ ta Asya’da «Köpekoğulları» adıyla anılan b ir oym ak m evcuttu. Altmordu H akanı Mehemmed Özbeğ H an’ın kızının adı «İt-Küçücek» idi. Köpeğin bir devirler kutlu sayıldığı, «Töz-Ongen» (Totem) kabul edildiği devirlerin yadigârı b ir isim dir ve bu iki köy de aynı gelene­ ğe sahiptir.


Prof. Dr. MEHMET ER'ÖZ

Kuşçu (Mazgirt - Tunceli), Kuşhane (Mazgirt - Tunceli), Kuşçu (Ilıca - Erzurum ) Kuşhane (Ahlat - Bitlis), Kuşçu (M uradiye-V an). Kuzgunlu (Arpaçay - Kars), Kuzgun (Erzurum ). Kuzu (Yeni adı: Doğuş) (Nusaybin - Mardin). Leylekköy (İspir - Erzurum ), Leylek (Varto - Muş). Maya (Yeni adı: Günbuldu) (Diyadin - Ağrı). Bu köyün adı de­ ğiştirilm iştir. Bu ismi değiştirm ek b ir cinayettir, büyük b ir cehalet eseridir. «Maya» kelimesi, bin üç yüz sene önce O rta Asya'da, Or­ h u n N ehri kenarına dikilm iş olan Y azıtlar'da geçm ektedir. Günü­ müz Türkiye'sinde Y örük ve Türkm enler, çift hörgüçlü, dam ızlık er­ kek deve (B uhur - buğra) ile bez dişi devenin (kayalık - kayalak) çift­ leşm esinden m eydana gelen deveye «Tülü» adı verilir. Tülü, çok gös­ terişli b ir devedir. Dişisine «Maya» denir. Göçebe k ü ltü rü n ü n deva­ mı olarak, «maya gibi kadın» deyimi dilimizde yaşam aktadır. Tülü­ n ün üç d ö rt yaşlı erkeğine «Daylak» denir. D örtten yukarı olanına «Beserek» adı verilir. Tülü beserek, Ege'de en çok güreştirilen deve­ dir. Çermik (Diyarbakır) ile K aracadağ arasındaki b ir dağın adı «BEYSEREK DAĞI» dır. Kelim enin aslını bilm eden ona dokunm ak büyük b ir m esuliyetsizlik örneğidir. Onar (Arapkir - Malatya). Onmak kelimesi ile ilgidir. B eddua ederken «Onmasın, bulm asın» denilir. «Onulmaz» dertlere düşm ek­ ten bahsedilir. Bu köyün adı, uğurlu, saadete erm iş m anasına gelir. Kızılöküz (Yeni adı: Akyayla) (Kağızman - Kars). Büyükördek (Urfa), Salördek (Pülüm ür - Tunceli). Örek (Yeni adı: Gözlüce) (Şirvan - Siirt). Çok sayıda başı boş olan ata «örek» denir (Ege ve İç A nadolu’da). Pars (Yeni adı: Bağrıaçık) (Ö zalp-V an). Porsuk (Pasinler - Erzurum ), Porsuklu (Susuz - Kars). Serçeboğazı (Pasinler - Erzurum ). Sıçanköy (Yeni adı: Oyuklu) (Digor - Kars), Sıçanlı (Iğdır-Kars), Sıçancık (Yeni adı: Aylan) (Bozova - Urfa). Sunguru (Yeni adı: Taşbulak) (Kemah - Erzincan). Oğuz boyla­ rında «Sungur» kuşu b ir ongun, b ir töz idi. Tavşancık (H orasan - Erzurum ), Tavşanviran (Yeni adı: Tavşanören), (Halfeti - Urfa), Tavşanköy (Suruç - Urfa), Tavşanuşağı (Baskil - Elâzığ).


DOĞU ANADOLU KÖY ADLARI ÜZERİNE SOSYOLOJİK BİR ARAŞTIRMA

Karatavuk (G öle-K ars), Tavuklar (Hezat - Tunceli). Toklukom (Yeni adı: Toklu) (Şenkaya - Erzurum ). B ir çok yerde yaşm a yaklaşan koyunlara «Toklu» denir. Osmanlı vergi hukukunda da bu kelime aynen geçer. Toygun (Selim - Kars), «B aşkurtların Salcuvut, Katay ve Barın boylarında (Ural dağlarının doğusundaki sahada) işittiğim iz b ir ef­ saneye göre kuzgun kocaym ca iki yum urta yum urtlar, birisinden tuygun denilen tüylü köpek, birisinden şenkar denilen av kuşu çı­ karm ış. Bu yaratıkların h er ikisi de h anlara yaraşan av köpeği ve av kuşu olurlarm ış» (54). Tülü (Yeni adı: D irektaşı) (Bitlis), Y ukarıda «tülü» nün, «bu­ ğur» ile «kayalak» develerinden olduğunu, dişisine «maya», erkeğine «beserek» dendiğini söylemiştik. Doğu A nadolu’da varlığını göster­ diğimiz, fak at idarecelerim izin him m eti ile kaybolan «maya», «bu­ ğur» ve «tülü» köyleri, Y örük T ürkm enlerin m addî k ü ltü rü n ü n bu­ rada da aynı şekilde yaşadığını gösterm ektedir. Henüz, Siverek-Çerm ik-Karacadağ arasındaki «Beyserek Dağı» na dokunan olmamış. Onun da varlığını haber verelim. Ağrı’nın T utat nahiyesinde yetişmiş olan halk şairi Bedri Kılıç’m «At Destanı» isim li şirinden aşağıya aldığımız iki k ıt’a, Doğu Ana­ dolu’da «buğur»un bilindiğinin isbatı oluyor.

Üç Üç Üç Bu

yeri benzerse atm buğura, yeri avrata, üçü sığıra, nişan esterden lâzım uğura, evsafta atla r küheylan olur.

Üç yeri deveye benzesin dedik, Boynu uzun gerdan gayet incecik, S inirler kuvvetli ok gibi kirpik, Elm a gözler p arlar b ir ceylân olur (55).

(54) (55)

Abdülkadir İnan, Makaleler ve İncelemeler, s. 219. Mehmet Nuri Alpay, Köy Dâvamız ve Köyün İçyüzü, Ankara, 1952, s. 96-8.

— 253


Prof. Dr. MEHMET ERÜZ

Yılanlı (Akyazı - Erzurum ), Yılanlı (Arpaçay - Kars), Yılanlı (Se­ lim -K ars), Yılanlı (V arto-M uş), İlanlı (Yeni adı: Balkan) (MazgirtTunceli), Yılanlı (B. Bezayıt - Ağrı). ESKİ TÜRK KÜLTÜRÜ İLE İLGİLİ OLARAK İSİMLENLENDİRİLMİŞ OLAN DOĞU ANADOLU KÖYLERİ : Ağartı (Yeni adı: Yuvalı) (Tercan - Erzincan). Yörükler, süt m a­ m ullerine (peynir, yoğurt, yağ, çökelek vs.) «Ağartı» adını verirler. Bu m anaya gelen köyün adı, diğer b ir çok köyün adı gibi kurban edil­ miş. Ağın kazası (Elâğız), Y. Ağınsı (Yeni adı: Elm apm arı) (Elâzığ), A. Ağınsı (Yeni adı: Kavakaltı) (Elâzığ). Bazı Yörük ve Türkm en oy­ m akları, ilkbaharda yavrulayan develerden alm an ilk süte «ağm» adını verirler. Y ukarıdaki köjderin adı b uradan gelmedir. Alpağut (Elâzığ). Eski T ürkler bu kelimeyi «kahram an» m ana­ sında kullanırlardı. Tarihim izde şahıs adı olarak da geçm ektedir. Argıl (Halfet-i Urfa). «Argın» kelimesinin bozulm uş şekli ola­ bilir. Eğer öyle ise bu köyü, Kazak Türkleri kurm uş dem ektir. Çün­ kü «Argın», Kazak Türklerinin b ir u ruğudur (56). Arguvan Kazası (Malatya), Argu (Şiran - Gümüşhane), Kaşgarh M ahm ud’un açıkladığına göre, «Argu» iki dağ arasındaki uçurum dem ektir (57). Armağan (Pülüm ür - Tunceli). Hediye m anâsına gelen eski bir kelim elidir. «Çam sakızı, çoban arm ağanı» şeklindeki ata sözünde geçer. B atır (Yeni adı: B atur) (Gercüş - Mardin). O rta Asya Türkleri arasında kahram an anlam ında kullanılır. Altay dağlarında, Doğu T ürkistan’da, Çin’lilere karşı yıllarca savaşan ve sonunda b ir tuza­ ğa düşürülüp, işkence ile şehit edilen Kazak T ürklerinin büyük kah­ ram anın adı da «Osman Batur» dur. B atm an kazası (Siirt - D iyarbakır), B atm an (Tunceli). Eski Uy­ gur Türklerinde, diğer O rta Asya Türklerinde ve Anadolu’da kulla­ nılan b ir ağırlık ölçüsüdür (58). (56) (57) (58)

Z.V. Togan, Türkîli (Türkistan) Tarihi, s. 18. Kaşgarlı Mâhmud, Divan, I, 127. Divan, I, 44; Caferoğlu, Eski Uygur Türkçesi Söziüğü, s. 36.


DOĞU ANADOLU KÖY ADLAR! ÜZERİNE SOSYOLOJİK BİR ARAŞTIRMA

Bay (Yeni adı: Çevre) (Şemdinli - H akkâri), Bayköy (Hakkâri), Baysun (Midyat - M ardin), Baykan kazası (Siirt), Baykan (Yeni adı: Yeşilçevre (Baykan * Siirt) Baytorun (Yeni adı: İkizler) (Şirvan Siirt), Bayrek (Van), Baykara (Selim - Kars). B ütün T ürk lehçelerin­ de «bay», «zengin» dem ektir. Bu kelime ile b ir çok şahıs ismi mey­ dana getirilm iştir ki, onlardan b ir kaçını bu köylerde görmekteyiz. M ut’ta, kışlayıp Erm enek civarındaki yaylalarda (Yellibel’de) yay­ layan «Işıklı» oymağında, bu kelim enin «Bayıtmak» ( = zengi.n et­ mek) şeklinde yaşadığını gördük. Bilgeç (Ovacık - Tunceli). Eski Türkçede «Bilge», «hakim, fey­ lesof» m analarına gelir. Bu köyün adı da aşağı yukarı bunu ifade edebilir. Bor (Tunceli), B or (Elâzığ), Bor (Genç - Muş). Adı geçen kelime, G öktürk’lerde «bora, fırtına»- anlam ına gelmekte idi (59). Uygur T ürklerinde ve diğer T ürk uru k ların d a «şarap», «süçi» m analarına gelir (660). Niğde’ye bağlı b ir kazanın adı da «Bor»dur. İs p a rta ’nın iki kazası «Keçiborlu» ( = K üçükborlu dem ektir), ve «Uluborlu» dur. Bağlık bahçelik olduğu için de bu isim verilm iş olabilir. Börk (Hanak - Kars), Harabebörk (Yeni adı: Yüncüler) (PatnosAğrı), Karabörk (Bismil - Diyarbakır). Börk, sivri b ir küllâh şeklin­ de olan eski b ir T ürk şapkasıdır. Ona izafeten uruk, boy ve oymak isim leri ve köy isim leri teşekkül etm iştir. «Kızılbörklü», «Konurbörklü», «K arabörklü» gibi (61). Çantur (Yeni adı: Akyünlü) (Mazgirt - Tunceli), Kaşgarlı Mahm ud’un bahsettiğine göre, dokuz yüz yıl önce O rta Asya Türkleri, «çantur» kelimesini «caydırmak» m anasında kullanıyorlardı (Divan, II, 182). Bu güzelim kelimeye kıyıp, köyün adını değiştirm işler. Çemceli (Tunceli). B ütün Y örük ve T ürkm enler büyük yemek kepçesine (ağaçtan), «çömçe» adını verirler. Türkiye’nin h er yerinde kuraklık karşısında, b ir nevi yağm ur duası olarak çocuklar kepçe­ den yaktıkları «Çömçe Gelin» le, «Çömçe Gelin» tü rk ü sü söyleyip ev ev dolaşır ve yağ, un, şeker toplarlar. Sonunda helva yapıp, dua eder­ ler. Dine, geleneğe dayanan b ir çocuk oyunudur. O rta Asya’da da aynı isimle yapılır ve oynanır. Erciş, Van ve B itlis’te de «Çömçe (59) (60) (61)

H. N. Orkun, Eski Türk Yazıtları, !, 46, 62. Divan, !!l, 119, 121; Caferoğlu, aynı eser, s. 47. Bu konuda geniş biigi için «Töre» Dergisinin Nisan 1973 sayısındaki ya—

255


Prof. Dr. MEHMET ERÖZ

Gelin» adı ile aynen bilinip, oynandığını Caferoğlu’nun tesbitinden anlıyoruz (62). Y ukarıdaki köyün adı, aşağı yukarı «Kepçeli» demek oluyor. Çapakçur Vilâyeti (Yeni adı: Bingöl), Salaçor (Yeni adı: Aksu (İspir - Erzurum ), Çinaçor (Yeni adı: Çata!kaya) (İspir - Erzurum ), Bildaçor (N arm an - Erzurum ), Salaçur (Yeni adı: Kekikli) (Erzu­ rum ), Pazaçur (Yeni adı: O rtaklar) (Pasinler - Erzurum ), Moğoçor (Yeni adı: Tatlısu) (Tortum - Erzurum ). G örüldüğü gibi, bu şehir ve köylerin isim lerinde b ire r «çor» ve «çur» kelimesi bulunm akta­ dır. Şimdi onların m anasını açıklayalım. «Çur», Uygur Türklerinde «bir rütbe» dem ek oluyordu (63). «Çabak» kelimesini ise, Kaşgarlı M ahm ud «Türk gölünde bulunan ufak b ir balık» diye izah etm ekte­ d ir (64). Dokuz yüz yıl sonra, O rta Asya’dan binlerce kilom etre uzak­ ta, Türkiye'nin güney batısında bu kelimeyi aynen bulm aktayız. Ger­ çekten E ğri’d ir Gölünden tu tu lan lezzetli b ir balığa, E ğ rid ir’liler «Çapak» adını verm ektedirler. «Çor» ise, Kaşgarlı M ahm ud’a göre, insan uzviyetindeki b ir sak atlık tır (65). Bulgar D ağında gördüğü­ müz «Karakoyunlu» Yörükleri, «çor»u, «çürük, sakat» anlam ında kullanıyordu. Çögender (Pasinler - Erzurum ), Kaşgarlı M ahm ud’un açıkladığı­ na göre (I, 187, 223, 242, 402), Türklerifı atlı top oyununda, at üze­ rindeki oyuncuların topu çekm ek için kullandıkları ucu eğri değne­ ğe «Çöğen» veya «Çevgen» adı verilir. Bu köyün adı bu rad an gelmiş olm alıdır. Dodaş (Yeni adı: Taşlıca) (Urfa), Dadaş (Yeni adı: Acıpayam) (Elâzığ). Erzurum tarafların d a «yiğit, efe» m anasına gelen b ir keli­ m edir. M erhum Enver Behnan Şapolyo’nun tesbit ettiğine göre, Ay­ dın köylerinde oynanan zeybek oyunları arasında oynanan b ir zey­ beğe «dadaş» adı verilir ve Aydın’m köylerinden veya yüçük yerleş­ me sahalarından birinin adı da «Dadaş»tır. Y ukarıdaki iki köyün adı, yiğit, zeybek anlam ına gelen «Dadaş» ism ini alan b ir oymağın yerleşm esi ile iligili olm alıdır. Dilek (Sütlüce - Tunceli), Tilek (Yeni adı: H arm anardı) (B esn iAdıyaman), Tilek (Yeni adı: Kalkantepe) (Elâzığ), Tilek (Yeni adı: (62) (63)

A. Caferoğlu, Anadolu Ağızlarından Derlemeler, İst. 1951, s. 13, 44, 69. A. Caferoğlu, Eski Uygur Türkçesi Sözlüğü, s. 66.

(64) (65)

Divan, I, 381. Divan, III, 122-2.

— 256 —


DOĞU ANADOLU KÖY ADLARI ÜZERİNE SOSYOLOJİK BİR ARAŞTIRMA

Derebağ) (Erzincan). Bu üç köyün adı yabancı menşeli sanılarak değiştirilm iştir. Halbuki, Kaşgarlı M ahm ud’un belirttiği gibi (1,412), O rta Asya Türkleri «dilek» yerine «tilek» dem ektedirler. Eğin kazası (Yeni adı: Kemaliye) (Erzincan), B irç o k oymak ve köylerde, «sırt, omuz» dem ek oluyor. Kelimeyi Dede K orkut destan­ larında da buluruz. H an kızı boyu uzun B uria H atun oğlu ilk avdan dönerken davrandı ve «sam ur cübbesin eğnine aldı, Kazan'a karşı geldi» (66) diye b ir ibare görürüz ki, bu rad an kelimenin bu gün kullanıldığı şekilde söylendiği anlaşılıyor. Adı geçen kasaba da, dağ eteğine, b ir arazi sırtına kurulduğu için, m ana tam am en yerindedir. E rdem (Yeni adı: Doğanbey) (Hınıs - Erzurum ), Erdem li (Yeni adı: Çağlayık) (Ardahan - Kars). Dede K orkut destanlarından anla­ şıldığına göre, Oğuz Türklerinde «erdem» fazilet m anasına gelmek­ tedir. İçel çevresinde kışlayıp yaylayan b ir Y örük oymağının adı «Erdemli» dir ve bu oymak otuz yıl kad ar önce toprağa yerleşerek, M ersin’e bağlı bugünkü Erdem li kazasım kurm uşlardır. Aym ovma­ ğın, b ir kolunun Erzurum ve Kars'ta iki köy k urdukları anlaşılıyor. F akat ne yazık ki, köylerinin güzel ismi k urban edilmiş. Erkenek Bucağı (Doğanşehir - Malatya). Bu kelime «erk» veya «erke» kelim elerinden gelmiş olabilir. İzm ir tarafların d a fazla naz­ lı ve serbest büyüyen çocuğa «erke» denir (1). M oğolca'da «erke», «kuvvet, kudret ve güç» dem ektir. Aynı m efhum u Uygur Türkleri, «erk» kelimesi ile ifade ediyorlardı (67). K aşgarlı M ahmud ise «erk»i, «saltanat, sözü ve buyruğu geçerlik, kudret, iktidar, gücü yeterlik» diye ta rif etm ektedir (68). «Erk», Urfa, D iyarbakır ve E rzu ru m ’da, «lıatır, nüfuz, tesir» m anasına gelm ektedir. Meselâ «benim ona er­ kim geçmez» sözünde olduğu gibi. Gene Urfa ve T utak (Ağrı) da «naz, sevgi, samimiyet» m analarına gelm ektedir. Söğüt'te (Bilecik’ de) «etrafı yüksek kayalık ve taşlık arazi» dem ektir (69). Esenli (Akçadağ - Malatya), Esenlik (Pötürge - Malatya). Kaşgarlı M ahmud, «esen» kelimesinin «sağ, selim» demek olduğunu söy-

(66) (67) (S8) (69)

Türkiye’de Halk Ağzından Söz Derleme Dergisi, İstanbul, 1941, s. 546. Caferoğlu, Eski Uygur Türkçesi Sözlüğü, s. 74. Kaşgarlı Mahmud, Divan, I, 43. Türkiye’de Halk Ağzından Söz Der. Derg. s. 546.


Prof. Dr. MEHMET ERÖZ

ler (70). E drem it Tahtacı Türkm enleri, h a tır sorarken «sağ esen m i­ sin?» derler. Yugoslavya'dan gelen İştip T ürklerinden öğrendiğimize göre, İştip ’liler h a tır sorarken aynen E drem it Türkm enleri gibi -kü­ çük b ir şive farkı ile- «say esen misin?» diyorlar. Kazak T ürklerinin «Kiçi yüz »üne bağlı b ir oymağının adı da «Esengeldi»dir (71). Gevrek (Yeni adı: Yeşilkaya). Birçok yerde, çabuk kırılan, daya­ nıksız, yum uşak şeylere «gevrek» denir. «O dal gevrektir, üzerine çıkma» sözünde olduğu gibi. Bu köyün adı bu rad an alınm ış ve de­ ğiştirilm iştir. Göcenek (Pülüm ür - Tunceli). Türkiye’nin çeşitli yerlerinde, ka­ buğu çıkarılm ış bulgurluk buğdaya «göçe» denir. B ir de «Göçe ta r­ hanası» vardır. Türkiye’nin çeşitli yerlerinde, tavşan yavrusuna «gö­ çen» denir (72). Göçköy (İspir - Erzurum ), Göçeruşağı (Arguvan - Malatya), Köçeri (Yeni adı: Erikbağı) (Bitlis), K öçet (Yeni adı: Kocadayı) (K ara­ kocan - Elâzığ). Kelime «göç» ve «göçmek» fiili ile ilgilidir. Göçebe­ liği, yerleşik olm ayan hayat tarzını ifade eden eski b ir Türk kelime­ sidir. Göneli (Pülüm ür - Tunceli), Gönen (Gerger - Adıyaman). Mersin tarafların da «gönen kelimesi», «rutubet, nem, yaşlık, tav» anlam ına gelir. Saim beyli’de, «çam ağaçlarının ü st dallarında yetişen ve ot bulunm adığı zam anlar keçilere yedirilen asalak b ir bitki» ye «gönen» denir (73). «Gönenmek», «mesut, bahtiyar olmak» m analarına gelir. Ege ve Torol Y örükleri, evlenene ve ev alana, «Allah gönendir sin» derler. K aracaoğlan T oroslar'da b ah ar tasvirinde, çiçeklerin, dağla­ rın bağrında «gönendiğinden» bahseder. Fethiye tarafların d a ise, «göne» «renk, çeşit» dem ektir. Alibeyli’de (İzmir), «göne», «kardeş, çocuk, oğul gibi sevgi ifade eder», «Göneni nereye gidiyorsun?» gibi. M anisa’nın Y ündağdere köyünde, «küçük kardeşe» «göne» denir (74). Görhane (Yeni adı: Eşmeyazı) (Kars). H atırım ızda kaldığına göre, Vambery, O rta Asya’da teşrifat salonuna «Körüşhane» dendi­ ğini söylüyordu. Bu bilgiyi kayda geçirmediğimiz, fişlemediğimiz için, k a t’i haber veremiyoruz, Yalnız buna benzer b ir yer ismine (70) (72)

Kaşgariı Mahmud, Divan, !, 62, 77. Z. V. Tolga, Türkü! (Türkistan) Tarihi, s. 41. Türkiye’de Haik Ağzından Söz Der. Derg. s. 648.

(73) (74)

Aynı kaynak, s. 660. Aynı kaynak, s. 659.

(71)

— 258 —


DOĞU ANADOLU KÖY ABLARI

ÜZERİME

SOSYOLOJİK BİR ARAŞTIRMA

T ürkistan’da rastlıyoruz. Seyhun N ehrinin aşağı kısm ında b ir ye­ rin adı Keşhane» dir (75). Görmem iş (Tunceli) Açıklama gerektirm eyen Türkçe b ir keli­ m edir. Göynük (Pazarcık - Maraş), Göynük (Yeni adı: Umutlu) (Bozo­ v a-U rfa). Elâzığ'da da bu isim de b ir dere veya ırm ak adı gördüğü­ müzü hatırlıyalım . Bu ism i alm ış 17 köyümüz daha vardır. Göy­ nük ismi, «Göynük» kelim esinden alınm ış olm alıdır. Adı geçen ke­ lime şu m analara gelm ektedir: 1 - Yanık, fazla yanm ış (ilkbahar gü­ neşi insanı göynük b ir hale getirir; yüreği göynük hem en ağlar: B ur­ sa, Gaziantep, Ordu, Çankırı). 2 - O rm an sökülerek veya yakılarak yapılan ta rla (Boyabat - Sinop, Geyve, Mut, K astam onu, Eğridir, Safranbolu, Seyhan). 3-Bayır (Boyabat-Sinop). 4-Acıklı, elemli (Ço­ cuklar göynük ağlıyorlar: Eğridir, Konya). 5 - Ateşte kızararak veya yanarak sarı b ir renk alan nesne (K aram an, Ayaş, Anamur). Göynüklem ek: Kalbe rik k at vermek. Buna benzer diğer b ir fiil, «göynem ek »tir. Şu m analara gelir: 1 - V ücuttaki b ir yaranın sızlanması, ağ­ rım ası, acıması, ateşte yanar gibi ıztırap verm esi (Karakoyun-Iğdır). 2 - Olgunlaşm ak (Ahmed’in üzüm leri göynedi: Söğüt Köyii-OrhaneliBursa; Alucra - Giresun) (76). Güvenç (H ekim han - Malatya). Hizan Kazası (Bitlis), Hizan (Yeni adı: Meydankapı) (AkçakaleUrfa); Kızank (Yeni adı: İkizler) (Mutki - Bitlis), Hozan (Yeni adı: Kayacık) Bucağı (Lice - Diyarbakır). «Hizan», Dağistan Avar Türkleri arasında «aile efradı» m anasına gelir (77). B ulgaristan Türkleri, çocuklarına «kızanım» derler. Azerbaycan ve O rta Asya Türkleri arasında kullanılan «bala» kelim esinin karşılığı olm aktadır. Bulga­ rista n ’da, Türklerin en kalabalık olduğu bölgelerden birinde b ir Kı­ zanlık, kasabası vardır ki, gülleri ile m eşhurdur. A dapazarı’m n köy­ lerinden birinin adı da «Kızanlık»tır. Aydın bölgesinde vaktiyle efe­ lerin m aiyetindeki zeybeklere, «efenin kızanları» denirm iş. Zeybekliğe başlam aya «kızan girmek» denirm iş. Y ukarıdaki köy ve kent isim leri, açıkladığımız m anaları taşım aktadır. Hoşgeldi (Bulanık - Muş). (75) (76)

Z. V. Togan, Türkili (Türkistan) Tarihi, s. 582. Türkiye’de Halk Ağzından Söz Derleme Dergisi, s. 668. (77) Prof. A. Caferoğlu, «Etimolojik Araştırma Denemeleri», Türk Dili Araşt. Yıllığı, 1957 den ayrı basım, s. 4-5.

— 259 —


Prof. Dr. MEHMET ERÖZ

Hotar (Yeni adı: Yıldıztepe) (İspir - Erzurum ). Bu kelime, «otar» kelimesinin bozulm uş şekli olm alıdır. O rta Asya Türkleri, arasında «otar», «ilâç yapm ak», «otamak», «tedavi etmek», «otaçı», «hekim» m analarına gelmekte idi (78). İbim ahm ut (Mazgirt - Tunceli). Y ürükler arasında «ibi» kelime­ sinin. b ir lakap olarak kullanıldığını görm üştük, fak at ne ifade ettiği­ ni şim di hatırlayam ıyoruz. İnak (Yeni adı: Aysaldı) (Kiği - Bingöl), Eski Uygur Türklerin­ de «mağ», «sığmak, güven üm it» m anasına gelmekte idi (79). İssisu (Yeni adı: Issısu) (Sarıkam ış - Kars), Ilıcık (Akçadağ Malatya); Ilıca (Darende - Malatya), Ilısuluk (Darende); Isıtma (Ova­ cık - Tunceli); îsiköy (Yeni adı: Nallıkonak) (H am ur - Ağrı); Ihcakcy (K urtalan - Siirt); İliköy (Gevaş - Van). Bu köylerin ism ine benzer kelim eleri eski Türkçede, O rta Asya Türklerinde bulunuyoruz. Meselâ «isi», «ısınma» dem ektir. «İsig», «sıcak» ve «isiglik», «sıcaklık ve sevda» m analarına gelir. «İsig yer», «uzayıp giden bozkır» m anasına gelir (80). Eski Uygur Türklerinde «isig». «1 - Isı, sıcaklık, hararet. 2 - Sıtma, mülâyim , h o ş » dem ektir (81). K aşgar’m kuzeyinde, Seyhun N ehri ile Balasagun şehri arasın ­ daki b ir gölün adı, «Işık Göl»dür. Kazak T ürklerinin «Kiçi Yüz »üne bağlı b ir oymağın adı da «Isık»tır (92). ' K arm ış (Hınıs - Erzurum ), Karakarmış (İspir - Erzurum ). Bu köylerin adı «kanm ak» kelimesi ile ilgilidir. Eski Türkçede «karı­ mak», «ihtiyarlam ak» dem ektir. «Karı» «yaşlı, ihtiyar, yaşlı olan herhangi b ir şey» m anasına gelir. Bu fiilden «karısın», «ihtiyarla­ sın» dem ektir (83). Kaygusuz Abdal'ın b ir şiirinde, «bir kaz aldım ben kandan (ihtiyardan)» diye b ir m ısra vardır. K aşak (Mutki - Bitlis). O rta Asya Türkleri, su birikintilerinde bi­ ten kam ışa, saza «kaşak» adım verirlerdi (84). Bafa G ö lünün sığ yer(78) Divan, I, 35, 299, III, 252, Caferoğlu, Sözlük, s. 144. (79) Caferoğlu, Sözlük, s. 85. (80) Divan, I, 72, 152; III, 253, 400. (81) Caferoğlu, Sözlük, s. 98. (82) Togan, aynı eser, s. 12, 26-7, 41-72. (83) Divan, I, 425; II, 30, III, 128, 222-3, 421. (84) Divan, I, 383, II, 328 ve Caferoğlu, Sözlük, s. 170.

-—

260


DOĞU ANADOLU KÖY ADLARI ÜZERİNE SOSYOLOJİK BİR ARAŞTIRMA

lerinde yetişen ve biçilip hayvanlara yedirilen b ir nevi saza, Serçin Köyü (Söke) ve diğer civar köyler halkı, «Gaşak» adım verirler. An­ laşılıyor ki M utki’ye bağlı olan ve idarecilerin adını değiştirmeyi akıl edem edikleri köyün ismi, çok eski b ir Türk köküne sahiptir. Kazı (Yeni adı: Aslangazi) (Ağrı), Kazılı (Pertek-Tunceli). Ka­ zak T ürkleri atın döşünden alarak yaptıkları, pastırm a ile sucuk arası çok lezzetli ve besleyici b ir yiyeceğe «kazı» adını verirler. Kaf­ kasya’da, T ürk asıllı «Kazı-Kumuk» uruğunun varlığım da bilm ek­ teyiz. Kozan’daki Türkçe konuşan «Lek»lerin, Kazı - K um uklarm bir kolu olm ası m uhtem eldir. Başkent (Varto - Muş), Ulukent (Diyadin - Ağrı), Tazekent (Di­ yadin - Ağrı), Başkent (Yeni adı: Başköy) (D. Beyazıt - Ağrı), Karakent (D. Beyazıt), Ortakent (Yeni adı: Ortaköy) (D. Beyazıt), Taze­ kent (Yeni adı: Yeşilyurt) (Patnos-Ağrı), Adakent (Tutak-Ağrı), Baş­ kent (Ilıca-Erzurum ), Beykent (K urtalan-Siirt), Kendalan (KurtalanSiirt), Erkeni (Pervari - Siirt), Kulukent (Aralık - Kars). O rta Asya Türkçesinde «kent» «şehir» dem ektir. Bu kelime ile, «Semerkant», «Taşkent», «Beykent» gibi şehir isim leri m eydana getirilm iştir. Yu­ nus Em re ve diğer halk şairlerinde, bu kelimeye rastlarız. H alk di­ linde «köylü, kentli» deyimi geçer. Kergâh, (Yeni adı: Delikavak) (Keban - Elâzığ), Kerege (Yeni adı: Akçayazı) (İliç-Erzincan), Derimevi (Van), Âiıcık (Şenkaya-Erzurum ). O rta Asya Türkleri, çadıra, kışlık eve «Kerege» adını verir­ ler (85). Selçuk’un dedesinin dedesi olan «Keraküçi Hoca» hakkın­ da «hargâhteraş» yani «çadırın ağaçlarını yontarak yapan» denili­ yor. Filhakika kerakü, bugünkü O rta T ürk şivelerince kerege, Türk çadırının ağaçları, iskeleti dem ektir. M ahm ut Kaşgâri (1,373)ye göre kerakü Türkm enlerce çadırın kendisidir. Çadırın bu ağaçlarını yon­ tup (tıraş eden) u stalara b u gün de kiregeci denilir» (86). îb n B atuta Aydmoğlu M ehmet Beğ tarafından, Bozdağ eteklerinde (Birgi'de) ağırlanm ıştır. Arap seyyahı, Aydmoğullarını ziyaret ettiğinde, sul­ tan, m isafire o rta Türkm enîerince «Hereğe» denilen, içi halılarla dö­ şeli keçe çadır tahsis ediyor (87). Bu çadırın en son kalıntısını, Kon­ ya Ereğlisi Bekdik Türkm enlerinde gördük. O rada bu çadıra, «De(85) Divan, I, 404, 447-8. (86) Togan, Umumi Türk Tarihine Giriş, s. 176. (87) Seyahatnâme-i îbn Batûta, Mehmed Şerif tere., İstanbul, 1333-5, s. 331 ve Bin Temel Eser Arasında çıkan tercümesi, s. 31.


Prof. Dr. M E H M E T ERÖ'Z

rim ev», «topağ ev», «bekdik çadırı» deniyor. Otuz sene öncesine kadar E drem it Türkm enleri de bu çadırı kullanm akta ve «Topağ ev», «Derim ev» dem ekte idiler. Sarıkeçili Yürükleri, k ara çadırın uzunlam asına olan duvar kısm ının çuluna «Gergi» derler ki, bu Or­ ta Asya’daki «kerege»nin tam karşılığıdır. Y örükler derm e çatm a çadıra «Aîaçık» derler. Fakat, Erm enek üzerindeki yaylalarda (Yellibel) yaylayıp, M ut'ta kışlayan ve B arem ve Balgusan yaylalarında yaylayıp, G ülnar ve A nam ur’da kışlayan Bahşiş-Işıklı, Keşefli, Mu­ ratlı, Bayazıtlı, Kösereli oym akları, vagon biçim indeki keçe çadır­ larının ardıç ağacından yaptıkları yarım yay şeklindeki ağaç parça­ larına «Alaçık» adını verirler. K aşgarlı M ahmud, «Alaçu» kelimesi­ nin «çadır» demek olduğunu söyler (88). Kepenek (H orasan - Erzurum ). Keçeden yapılmış kolu ve külah­ lı çoban paltosuna, Ege ve Akdeniz Y ürükleri «kepenek» adını verir. Bazı yerlerde buna «yamçı» da denm ektedir. Vaktiyle Doğu Anado­ lu ’da da bu kelim enin bilindiği, yukarıdaki köyün adından anlaşılı­ yor. K irm an (Yeni adı: Güzçimeni) (Ardahan - Kars). Elde çevrilerek yün eğrilmesine yarayan basit ağaç alete, Y örükler «kirm an» adını verirler. Kizirli (Pazarcık - M araş), Kiziroğlu (Susuz - Kars). M araş ve Di­ yarbakır taraflarında köy bekçisine bu isim verilir. B ir halk tü rk ü ­ sünde de «Kiziroğlu M ustafa Bey» den bahsedilir. Kimili (Yeni adı: Otbiçen) (Ardahan - Kars), Büyükkımıh (Ye­ ni adı: B üyükdurduran), Küçükkımılı (Yeni adı: K üçükdurduran) (Arpaçay-Kars). Türkiye'nin b irç o k yerinde buğdaylara arız olan zazarlı b ir böceğe «kımıl» adı verilir. Kırım T ürklerinin de bu böceğe «kımıl» adım verdiklerini, K ırım lılardan öğrendik. A. Kopuz, Y. Kopuz (Eleşkirt - Ağrı). Oğuz Türkleri arasında ozanların çaldığı bir çeşit telli saza «kopuz» denir. O rta Asya'da bu­ na «Kobaz» denirdi. Fuad K ö p rü lü n ü n araştırm alarından öğrendi­ ğimize göre, İkinci M urad’m sarayında ozanlar kopuz çalarlardı; on­ dan sonra bu âdet kalkm ıştır. Kotandüzü (Pasinler - Erzurum ), A. Kotanlı, Y. Kotanlı (Selim Kars), Kotardı (Bulanık - Muş), Kotancı (Diyadin - Ağrı). «Kotan», (88)

Divan, !, 136. —

262 —


DOĞU ANADOLU KÖY ADLARI ÜZERİNE SOSYOLOJİK BİR ARAŞTIRIMA

T ürk göçebeleri arasında «ağıl», yerleşik cem aatlarda «saban» m a­ nasına kullanılm aktadır (89). Kömek (Yeni adı: İkizbaşak) (Gerger - Adıyaman). Azerî Türkleri, «kömek» kelimesini «yardım» m anasında kullanırlar. Vaktiyle B akû'da «Kardaş Kömeği» isimli b ir dergi çıkarılıyordu. 1951 yılın­ da İstanbul'da neşredilen «Ergenekon Yolu» Dergisinin ilk sayısın­ dan öğrendiğimize göre, b u «Kardaş Kömeği» Dergisi, Birinci Dün­ ya H arbinden sonra, Türkiye’nin düştüğü kötü durum üzerine çıkar­ dığı sayının kapağına b ir tablo koym uştu. Bu tabloda orm anlar için­ de yatan b ir yaralı ceylanın yaralarını, gözü yaşlı yavruları dilleri ile tedavi etmeğe çalışm aktadırlar. Yaralı ana ceylan Türkiye’yi, yavru­ ları da diğer T ürk ülkelerini tem sil etm ektedir. «Kömek» bu demek­ tir. Bu gerçeklerden habersiz idareciler, Adıyam an'ın «Kömek Kö­ ylümü kurban etm işler. Meciköy (Yeni adı: Kaymaztepe) (Pülüm ür - Tunceli). Gerek Or­ ta Asya'da gerek Türkiye’de bilhassa beklemeye taham m ülü olm a­ yan ta rla hasat işlerinde, akraba ve konu kom şunun yardım ı iste­ nir. Buna «İmeci», «İmece» «Meçi» «İmecü» denir. Bu köyün adı da buradan alınm ıştır. Ozan (H ekim han - Malatya). Oğuz Türkleri, irticalen şiir söyle­ yip, saz (kopuz) çalan halk aşıklarına «ozan» derlerdi. Bunlar, bu gün uydurm a b ir kaç şiirle (saz çalmayı da bilmeksizin) bu ünvanı alanların aksine, kelim enin tam m anası ile ozan idiler. Bu köy adını b u rad an alm ıştır. M erhum Ali Rıza Yalgın'm bahsettiğine göre, Nurhak dağındaki küçük b ir köyün adı da «Ozan»dır (90). Â. Örükçü, Y. Örükçü, (Akçadağ - Malatya), Ö rük (Yeni adı: Derebaşı) (Oltu - Erzurum ), Örüşm üş (İğdır - Kars). O rta Asya Türkle­ rinde «örük», «örülm üş olan h er nesne ve b ir yerde b ir m üddet kalma» m analarına gelirdi (91). «Örüş» ise, «belimek, yükselmek» dem ektir (92). Eski G öktürk m etinlerinde «Örünmeg», «ışık, beyaz­ lık, nur-u İlâhi» m analarına geliyordu (93). Özüm (Yeni adı: Gümüşgören) (K urtalan - Siirt). O rta Asya ve Azerî Türklerinin kullandığı b ir kelim edir: «Men özüm» gibi. İıısa(89) Türk Dili (90) (91) (92) (93)

Prof. Caferoğlu, «Tarla Kültürü Etnografyasına Göre Kotan», İ.Ü. Ed. Fak, ve Edebiyatı Dergisi, c. XIX dan ayrı basım, s. 44-7. A. Rıza Yalgın, Cenupta Türkmen Oymakları, V. 57. Divan, I, 69. Divan, I, 186. H. N. Orkun, Eski Türk Yazıtları, III, 72. —

263


Prof. Dr. MEHMET ERÖZ

nın aslı, cevheri, özü, ruhu dem ektir. Böyle b ir kelimeyi de hangi akılla değiştirirler, akıl ermez. Sam sat (Adıyaman), Sansa (Elâzığ), «Samsa» kelim esinin bozul­ m uş ve değişmiş şeklidir. Osman G azinin silâh arkadaşlarından bi­ ri» «Samsa Çavuş» idi. Sam sa tatlısı m eşhurdur. Uygur Türkleri, b ir nevi k u ru boğaçaya «samsa» derler. B ulgaristan Türkleri, dilim yerine «samsa» derler «bir sam sa baklava» gibi. Sevdik (Yeni adı: Yalınca) (K urtulan - Siirt). Açıklamasına lü­ zum olm ayacak derecede güzel ve m analı b ir isme sahip olan bu kö­ yün adı da değiştirilmiş. Sörek (Yeni adı: K arabulut) (Mazgirt-Tunceli), Sürek (Sivrice Elâzığ). Alevî Türkm enler, mezhebin esaslarını, usul ve erkânının nesilden nesiîe intikal etm esine «sürek» adını verirler. Bu köylerin adı, bu görüş ve gelenekle ilgili olm alıdır. Şaman (Yeni adı: Taylıyayla) (V arto-M uş), Şamanis (B aşkaleVan), Şaman! (Yeni adı: Giimüşakar) (K arakoçan - Elâzığ), Şaman (Yeni adı: Uzgören) (Suruç - Urfa), Benoğiu (Urfa), Okans Nahiyezi (Yeni adı: Çayırbaşı) (G öle-K ars). Bu köylerin adı, «şaman» ve «kam» kelim elerinden alınm ıştır. Islâm ivetten önce O rta Asya T ürk­ leri, dinî işlerini yürüten ve hastalıkları tedavi eden, hekim din adam larına «şaman veya kam» derlerdi. İslâm iyetten sonra K azak’­ lar bu kelimeyi «baksa - baksı» şekline çevirm işlerdir. Şortu (Yeni adı: Yarkaya) (Sarıkam ış - Kars), Şorköy (Yeni adı: Çatakdere) (Tercan - Erzincan). M araş «Cerit»leri, Hatay, Adana Türkm en ve Yörükleri, dedikoduya «şor» derler: «birinin sorunu et­ mek» gibi. Bu köylerin adı b uradan alınm ış olsa gerekir. Tapak (V arto-M uş), T aptlkler (Yeni adı: Başakçı) (Tunceli), Tap (Yeni adı: Kavakbaşı) (Mutki - Bitlis). Kaşgarlı Mahmud, «tap» kelimesini, «tapmak, hizm et etmek, bulm ak, sarm ak, kaybolanı bul­ mak» diye açıklıyor (94). Azerbaycan Türkleri, «bulmak» yerine «tapmak» derler. «Tapmaca», «bulmaca» dem ektir. Torai (Yeni adı: Taşıtlı) (Hozat - Tunceli), Tirkel (Yeni adı. Do­ ludizgin) (Mazgirt - Tunceli), Tutak (Tuzluca - Kars), Tutak Nahiyesi (Ağrı). Bu kelim elerin eski Türkçe olduğu anlaşılıyor. Fakat b ir ip ucu elde edemedik. (94)

Divan, I, 425; ü, 3; III, 222. — 264 —


DOĞU ANADO LU KÖY ADLARI ÜZER İN E S O S Y O LO JİK BİR ARAŞTIRMA

Tutm aç (Oltu - Erzurum ). Kuvvetli b ir h am u r yemeğidir. Büyük Selçuklu H akanı Tuğrul Beğ, Türkm en oym akları arasında yediği bu yemeği çok beğenmiş. K aşgarlı M ahm ut bu yemeğin efsanesin­ den bahseder. M evlâna’m n şiirlerinde bu yem ekten bahsedilir. Kon­ ya B ekdik’lerinde ve Bulgar D ağında yaylayıp, Adana’da kışlayan K arakoyunlular’da «tutm aç» yemeğinin bilindiğini, yapıldığını müşahade ettik. Adı geçen köye, bu yemeğin adı verilmiş. Türüşm ek (Yeni adı: Çiçekli) Bucağı (Tunceli), Türüşm ek (Ye­ ni adı: Aktuluk) (Tunceli), Töreli (Gevaş - Van). Bu köylerin adı «tö­ re »den alınm ıştır. Töre, T ürk yazısız hukuku ve örf-âdeti dem ektir. Ziya Gökalp, «töre»yi, «millî k ü ltü r (hars)» diye ta rif etm iştir (95). Üğrük (Sivrice - Elâzığ). «Yüğrük» kelim esinin bozulm uş şekli olsa gerektir. «Yüğrük» kabiliyetli, dirayetli, hızlı dem ektir. Y ürü­ yüşü güzel, cins ata, «yürük at» denilir. Âşıkpaşazade Akkoyunlu hü­ küm darı Uzun H aşan Bey'in «yüğrük b ir atı» olduğundan bahse­ der (2). Silifke'de köy düğünlerinde gençler dağa odun kesmeğe gi­ derler. İlk önce odun kesip getirenin itib arı yüksek olur ve ona m en­ diller, poşular verilir. Bu oduna «yüğrük odunu» denilir. Y aram ış (M alazgirt - Muş). Bu köyün adı da çok güzel olup na­ sılsa değiştirilm ekten kurtulm uştur.

TÜRKİSTAN, AZERBAYCAN ve DİĞER TÜRK İLLERİNDEKİ KÖY ve KENT İSİM LERİN İ ALAN DOĞU ANADOLU KÖYLERİ : Altayîı (Siverek - Urfa). O rta Asya'da Altay Bölgesi ve Altay Dağları bilinm ektedir. Göç h atırasına izafeten bu isim alınmış ol­ malı. R ucum buhara: (Yeni adı: O nortak) (Akçakale - U rfa). Türkis­ ta n ’daki m eşhur «Buhara» şehri ile ilgili olarak alınm ış b ir isim dir. Çatköy (H anak - Kars), Çatköy (Mazgirt - Tunceli), Çatköy (Ova­ cık - Tunceli), Çat ilçesi (Erzurum ), Çatveren (Yeni adı: Çatören) (Aşkale - Erzurum ), Çatköy (Çat - Erzurum ), Y. Çat (Çat - Erzurum ) (95) Bu konuda geniş bilgi için bakınız: Ziya Gökalp, Türk Töresi, İstanbul, 1339 ve bizim «Töre» Dergisinin Haziran 1972 sayısında çıkan bu konudaki maka­ lemiz.


Prof. Dr. M E H M E T ERÖZ

(Pervari - Siirt). «Çat», O rta Asya Türkleri arasındaki b ir uruğun adı olduğu gibi, B aşkurt T ürklerinin yaşadığı B aşkurdistan yakınların­ da b ir yerin adıdır (96). Ayrıca Doğu T ü rk istan ’da b ir kentin adı «Uluğçat» tır. Bu son şehrin adını, Türkiye'ye gelen T ürkistanlılar­ dan öğrenm iş bulunuyoruz. Türkiye’nin diğer b ir çok yerinde de, «çat» isim li köyler m evcuttur. Çineztır (Yeni adı: Çağdaş) (Lice - Diyarbakır), Çîneri (Yeni adı: Yolveren) (Batm an - Siirt). Azerbaycan’da b ir «Çine» kasabası var­ dır. Aydın'm b ir kazasının adı da «Çine»dir. Bu isim de b ir çok kö­ yümüz vardır. Y ukarıdaki iki köyün adı da «cine» ile ilgilidir. Doyran (Adıyaman), Azerbaycan’da böyle b ir yer adı olduğunu hatırlıyoruz. Türkiye’nin çeşitli yerlerinde bu adı alan b ir çok köy vardır. Rum eli’ye geçen Türkler, aynı geleneği devam ettirm işler ve T ürkistan ve Türkiye yer adlarını oraya götürm üşlerdir. Bulgaris­ ta n ’da ve Y unanistan'da (Selânik'de) b irer «Doyran» köyü vardır. Göktepe (Mazgirt - Tunceli), Göktepe (Urfa), Göktepe (Birecik Ur fa), Göktepe (Hilvan - Urfa). Batı T ürkistan'da b ir yerin adı «Gök­ tepe» dir. Toroslar'da, Akseki’nin üzerindeki m eşhur b ir yaylanın adı da «Göktepe»dir. Bu isim de pek çok yayla ve köyümüz vardır. Gümüştepe (Kağızman - Kars), Gümüştepe (Muradiye - Van. İra n ’ın kuzey doğusunda b ir şehrin adı «Gümüştepe»dir. B uralarda tam am en T ürkm enler yaşam aktadır. Güneysu (İspir - Erzurum ), A. Karagüney (Kağızman - Kars), Y. Karagüney (Kağızman - Kars). Bu köy adları, «güney» kelim esini ta ­ şım aktadır. O rta Asya'da, K ırgızistan’ın kuzeyindeki dağ silsilelerin­ den birinin adı «Küngey» dir (97). Hazarşah (Selhan-Bingöl). H azar denizi ile, H arezm şah’larla il­ gili b ir köy adıdır. Hive (Yeni adı: Derindere) (Ardahan - Kars), Hive (Yeni adı: Sürügüden (Göle - Kars), Hive (Yeni adı: Erdal) (Tutak-Ağrı). Türkis­ ta n ’da ünlü b ir şehrin adı «Hive» dir. V am bery'nin gördüğü T ürk­ m en oym aklarından b iri de bu ism i taşım akta idi. Garip b ir zihni­ yetle bu güzelim isim değiştirilerek, yerine yavan ve saçm a adlar ko­ nulm uştur. (96) (97)

Togan, Türkili (Türkistan) Tarihi, s. 159-60. Abdülkadir İnan, Makaleler ve incelemeler, s. 41. —- 266 —


DOĞU AN ADO LU KÖY ADLARI Ü Z E R İN E S O S Y O LO JİK BİR ARAŞTIRMA

H orasan kazası (Erzurum ). B atı T ü rkistan'da büyük b ir bölge­ nin adı «H orasan»dır ve tarih te m eşhurdur. Selçuklular Türkiye'ye H orasan ellerinden göç etm işlerdir «H orasan erleri» çok iyi bilinir. Eski kale ve binalarda kullanılan, çok sağlam b ir harem adı, Yörük ve Türkm enler arasında «Horasan» dır. İdil kazası (Mardin). R uslar Volga adını verdikleri, nehre Türkler «İdil» diyordu. O bölgelere de «İdil» denir. K âhta kazası (Adıyaman). Bazı B atı’lı yazarlar. Doğu Türkistan Türklerini «Moğol» zannederek, konularını o şekilde işlem işlerdir. B unlardan biri de, m uhtem elen Doğu T ü rkistan'da olan «Kâhta» şehrini, M oğolistan’da gösterm iştir (98). K arabağ (Digor - Kars), K arabağ (Kağızman - K ars). Aynı isim ­ de b ir şehir de Azerbaycan'da vardır. Kazan (D. Beyazıt - Ağrı), K azan (Yeni adı: Kazlıgöl) (P atn o sAğrı), Kazancı (Hınıs - Erzurum ), Kebirikazan (Yeni adı: B. Kazan) (Siverek - Urfa), Y. Kazanlar (Palu - Elâzığ). R usya'nın kuzeyinde, T atar adı verilen ve K um an - K ıpçak ve Peçenek T ürklerinden olan cem aatlerle m eskûn, tarihî, büyük ve m eşhur b ir şehrin adı «Ka­ zan» dır. Dede K orkut m asallarındaki ünlü kahram anlardan birinin adı «Salur Kazan» dır. Kerkilik (Yeni adı: Yönören) (Şenkaya - Erzurum ). Türkistanm, Afganistan hududundaki b ir yerin adı «K erki »dir (99). Y ukarıda­ ki köyün adı ile, T ürk istan ’daki b u yerin adı arasında b ir m ünase­ b et olduğu açıktır. K ubacık (Urfa), Kubacık (Çınar - Diyarbakır), K uban (Siirt). K afkasya’da b ir nehrin adı «Kuban»dır. O rta Asya’da, Özbekis­ ta n ’da, Fergana vilâyetinin pam uk ziraati m erkezlerinden biri «Kü­ ba K asabası»dır (100). Kulukent (Aralık - Kars). «Kulu» T ü rk istan ’da b ir yer adıdır. Ayrıca, K ıpçak’ların «Küçük Yüz» kabilelerinden «Alimulu Kabile­ si »nin «Baybaktı» şubesinin, «Kanık» kolunun b ir oymağının adı da «Kulu S unduk»tur (101). (98) Larson, Moğoilar, İstanbul, 1932, s. 67, 70. (99) Map of Soviet Central Asia and KazaKhstan (Issued by the Central Asian Reseacrh Centre in association with St. Antony’s College, Oxford, Soviet Affairs Study Group. Second Ed. Revised, 1962). (100) Togan, aynı eser, s. 282. (101) Abdülkadir İnan, aynı eser, s. 5. —

267


Prof. Dr. M E H M E T ERÖZ

Nahcivan (Digor - Kars). Azerbaycan’da b ir kasabanın adı «Nahcivan» dır. Sarıkam ış kazası (Kars). Seyhun nehrinin aktığı çukura, «Sarı­ kam ış Çukuru» denir. B urada teşekkül eden gölün adı «Huz Tıngız (Kız Denizi)»dir (102). Keçeser (Yeni adı: Balabant) (Sarıkam ış), Sorhun (Yeni adı: Sorkunlu) (Digor-Kars). Türkiye’nin b ir çok yerinde «sor»iu pek çok köy ve «Sorkun» yaylası vardır. Oğuz boylarından birinin adı «Sorki» dir (103). Belki de bu isimle ilgili olabilirler. Taşköprü (Çıldır - Kars). T ürkistan'da b ir şehir adıdır. K asta­ m onu’nun b ir kazasının ve Rum eli’deki b ir kasabanın adı da ay­ nıdır. Tebrizcik (Ilıca - Erzurum ). Azerbaycan'da büyük b ir Türk şeh­ rinin adıdır. Zara (Yeni adı: Dalbaşı) (H orasan - Erzurum ). Sivas'ın aynı adı taşıyan b ir kasabası olduğu da m alûm dur. Elâzığ ve V an'da bu isim ­ de köylerin olm ası lâzım. Fişleyemedik, fak at aklım ızda öyle kaldı. T ürkistan ve Azerbaycan’da aynı adı taşıyan b ir yer bulam adık, fa­ kat B ulgaristan’da «Yenizara» kasabası olduğunu biliyoruz. Zeyrek (İspir - Erzurum ). T ürkistan’ta böyle b ir yer adı oldu­ ğunu b ir yerde okuduğum uzu hatırlıyoruz. İstan b u l’da, F atih’le Unkapanı arasındaki b ir sem tin adı da «Zeyrek»tir.

ESKİ TÜRK ÜNVANLARINI, YERLEŞME ve AKRABALIK KELİMELERİNİ İSİM OLARAK ALAN KÖYLER. Y ukarıdan beri verdiğimiz köy adları bu ve bundan sonraki köy isim leri, Doğu A nadolu’daki b ü tü n köylerin isim leri değildir, el­ bette. Bunlar bizim tesbit edebilip b ü tü n hakkında fikir verebilm ek m aksadı ile aldığımız örneklerdir. Tamamı, uzun b ir kitap tutar. Örnekleme usulü ile yaptığım ız bu kısa incelemede, b ir fikir vere­ bildiğimizi, verebileceğimizi sanıyorum . Şim di gene aynı usulle, köy­ lerin isim lerini sıralayalım . Bu bahiste pek fazla açıklam a yapmıyacağımızı, buna lüzum olm adığını da belirtelim . (102) (103)

Togan, aynı eser, s. 108. inan, aynı eser, s. 242-3.


DOĞU AN ADO LU KÖY ADLARI ÜZER İN E SO SYO LO JİK BİR ARAŞTIR M A

Şahnahan (Malatya), Alhanuşağı (Malatya), H anuşağı (Ovacık Tunceli), Alhan (Mazgirt-Tunceli), Seyithan (Sütlüce-Tunceli), Hancığaz (Urfa), Ağızhan (Urfa), İlhan (Urfa), Ulııhan (Urfa), Hanoğlu (Malazgirt-Muş), O kçuhan (Malazgirt-Muş), H asunhan (Yeni adı: Tatlıca (Malazgirt), Oğuzhan (Malazgirt), İşh anîar (Yeni adı: Altmbaşak) (V iranşehir - Urfa), Ağaçhan (Çermik - Diyarbakır) Hanköy (Yeni adı: Hankendi) Bucağı (Elâğız), E m irhan (Baskil - Elâzığ), H anibrahim şah (Yeni adı: Esenken t) (Elâzığ), H anköy (Muradiye Van), Kağam (Yeni adı: Erkeçli. K ağan'ın bozulm uş şekil olsa geretir). (Patnos - Ağrı), E skibeyrehatun (Çıldır - Kars), Yenibeyrehatun (Çıldır), Şahverdi (Ovacık - Tunceli), Şahvelet (Yeni adı: Oğuloba) (Diyadin - Ağrı), Şahverdiyan (Yeni adı: Ö rtülü) (Lice - Diyarbakır), Şahverdi (Refahiye - Erzincan), T arham (Yeni adı: Bayram lı, «Tar­ ttan» kelim esinin biraz değişmiş şekli olacak) (Eruh - Siirt). M alat­ ya’ya bağlı H ekim han kazası da aynı şekilde yukarıdaki köyler gi­ bi, «Han» ünvanı ile m eydana getirilm iştir. Urfa, Siverek'te Âğaçhaülı ve K elehanlı’larm varlığından, ilk broşürüm üzde bahsetm iştik. B oğazakaraderbendi (Pülüm ür - Tunceli), Dağbek (Pülüm ür), Beyburcu (Halfeti - Urfa), Bekçeri (Siverek - Urfa), Hacıbey (Çemişgezek - Tunceli), Beylerm ezraası (Mazgirt - Tunceli), Ağabey (Tuzlu­ ca - Kars), Atabey (Malatya), K arabey (Muş), M uradibey (Yeni adı: Yazbaşı) (Bulanık - M uş). Elaîdı (Tercan - Erzincan). Eski T ürk İçtim aî teşkilâtına ait bir kelime olan «El-tl» sözü ile m eydana getirilm iş b ir köy adıdır. Boy­ lu (Şirvan - Siirt). T ürk İçtimaî teşkilâtındaki «boy» kelimesinden, yapılm ış b ir köy adıdır. Boyçapkm (Malazgirt - Muş). Aynı «boy» ke­ lim esini taşıyan b ir köy adıdır. M ollababa (K orkut - Muş), Bacıoğlu (Arpaçay - Kars), Denizbacı (Nenizbacı demek olduğu bellidir. Türkçeden başka dil konuştuğu zannedilen köyün halkı, Dengizbacı diye telâffuz eder. Türkçeleştir­ diklerini sananlar, bu kelimeyi «Yaslıca» haline getirm işler) (Bozo­ va - Urfa). Bu köy halkının, Yozgat tarafından gelen Çapanoğulları soyuna m ensup oldukları söylenir. Balaban (Kale - Malatya), B alan (Yeni adı: Yiiceköy) (Gercüş M ardin), B alan (Yeni adı: Geçitkaya) (Pertek - Tunceli), Alabala (Ye­ ni adı: Açıkyazı) (Ardahan, K öllükbalaban) (Suruç-Urfa), B alan (Ye­ ni adı: Gökçe) (Elâzığ), Dedegül (A rdahan). Beyşehir Gölü ile Eğri­ d ir Gölü arasında uzanan Anamas dağları üzerinde b ir «Dedegül Da­ ğı» vardır ve Y örükler yaylamaya çıkar. Dedeköy (Kale - Malatya),


Prof. Dr. MEHMET ERÖZ

Dedeköy (Akçadağ - Malatya), Dedebağ (Mazgirt - Tunceli), Dedeler (Yeni adı: Taşdibek) (Arapkir - Malatya), Dedeköy (V iranşehir - Urfa), Edegül (Ardahan), H atırım ızda kaldığına göre, bazı Türkmen oym akları, hala yerine «ede» kelimesini kullanırlar ve bu köyün adı da bununla ilgili olm alıdır. Alican (Muş), Âlicaıı (Yazıhan - Malatya), Y ukarıalican (İğdır), Candervîş (Tuzluca - Kars), Em ince (Aralık - Kars), H asancan (DigorKars), K asım can (İğdır). Azerî Türlderi «can» sözünü çok kulamrlar. Anamas dağlarında yaylayıp, S erik’te (Antalya) kışlayan Karakoyunlu Yörükleri, şahıs isim lerini «Alice, Hasanca, Velice, Yusufca» şeklinde söylerler. M eşhur denizcimiz Turgut R eise, «Turgutça» denildiğini tarihî kaynaklardan biliyoruz. Demek ki Turgut Reis, Muğla’nın Yatağan kasabasına bağlı b ir köyde doğmuş b ir Yörük ço­ cuğu idi ve isim leri «ce»li, «ca»lı söyleyen oym aklara m ensuptu. Do­ ğu A nadolu’nun yukarıda adlarım verdiğimiz köyleri de bu gelene­ ğe sahip oym aklar tarafın d an kurulm uş olm alıdır. Ağılyazı (Darende - Malatya). «Ağıl», koyunların barınağıdır, et­ rafı çitlerle çevrili b ir yerdir. Kazak Türklerinin «oba», «kışla», «köy» kelimesi yerine kullandıkları «Aul-Avul»uıı bozulm uş şekli ola­ bilir. Türkm en ve Y örükler, düz ovaya «yazı» derler. Akyazı (Yazıhan - Malatya), Açıkyazı (Urfa), K onduravul (Yeni adı: Altmemük) (Hanak), Karayazı kazası (Erzurum ), K adıkışlak (İğdır), Kayakışlak (Tuzluca - Kars), Yazıhan Bucağı (Malatya), Bahçelikışla (Oltu - E r­ zurum ), T im urkışla (Şenkaya - Erzurum ), H aîıktşiak (Digor - Kars), Kışla (Arguvan - Malatya), K ışlakom (Muş), Boybeğikomn (Yeni adı: Boybeği), (Erzincan), Y enikonak (Ovacık - Tunceli), K onaklar (Per­ tek - Tunceli), Obaköy (İğdır), Cezve obası (Yeni adı: Çömlekoba) (Doğanşehir - Malatya), G öroobası (Doğanşehir - Malatya), Ş atır oba­ sı (Doğanşehir), K urucuova (Doğanşehir), Cukuroymağı (Pötürge Malatya), Aktuzla (Malazgirt - Muş), Yaylacık (Ardahan), Zöhrapyayla (Arpaçay), Yaylacık (Urfa), D ereyurt (H ekim han - Malatya), Delihasanyurdu (Hekim han - Malatya), Güzelyurt Bucağı (Hekimhan), Özyurt (Van), Y am anyurt (Özalp - Van), Kocaözü Bucağı (Hekim­ han). Y örükler, dağlar arasındaki düz verim li ovacıklara «öz» adını verirler. Aktuzla (Malazgirt - Muş). COĞRAFÎ DURUMA GÖRE İSİM LENDİRİLEN KÖYLER : Atalarımız köy isim leri alm akta gayet şuurlu idiler. Y ukarıda saydığımız şıklara dayanarak köy adı verdikleri gibi, yerleştikleri — 270 —


DOĞU ANADOLU KÖY ADLARI ÜZERİNE SOSYOLOJİK BİR ARAŞTIR M A

arazinin durum una, mevkiine göre de isim alırlardı. Şim di böyle köyleri de sırası ile görelim. Yalnızağaç (Kağızman - Kars), K uruağaç (Tuzluca - Kars), İriağaç (Yazıhaıı - Malatya), Gökağaç (Arguvan - Malatya), Tekağaç (Nusaybin - M ardin), K aram eşe (Muş), K aram eşe (Varto - Muş), Ağcere (Akçakale - Urfa), (Azerîler, ceylâna, «ceran veya ceren» derler. B uradaki Ağcere, Ağceren’in değişmiş şekli olabilir. Öyle ise, beyaz ceylan dem ektir), Akmescit (Urfa), A kçahisar (Urfa), Ağcalar (Pasin­ ler - Erzurum ), Ağcakoca (Tekman - Erzurum ), Ağadeve (Kars), (Akdeveye benzetilen b ir arazi parçasının adı, köy adı olmuş) Akom (Yeni adı: Akdere, Kom, «ağıl» dem ektir: (Kars), Ağcalar (Akçalar) (Arpaçay-Kars), Akdam (Kağızman), K araağıl Bucağı (Bulanık-Muş), Akbaba (Darende) (Totem adı da olm ası m uhtem el), Akdağ (AkyazıErzurum ), Akçadağ kazası (Malatya), Akseki (İspir - Erzurum ), Ak­ seki (Sivrice - Elâzığ). «Seki», basam ak, yüksekçe b ir yer dem ektir. Bu isim de Antalya’nın b ir kazası vardır. Arazi beyaz basam aklar ha­ linde olursa bu isim verilir. Y örükler, içinde bulunduğu durum u takdir edemeyip, hayaller peşinde koşanlar için şöyle söylerler: «Oturduğum uz yer ah ır sekisi, çağırdığımız tü rk ü İstanbul türküsü», A nadolu'nun b ir çok köyünde evler iki katlı yapılır, altta hayvanlar, üstte (ahır sekisinde) insanlar barınır. Bahçeköy (Yaygın - Muş), B ostankaya (M alazgirt - Muş), Bahçe (Malazgirt), Ulubağ (Urfa),Bağlıca (Bozova-Urfa), Bahçecik (Hilvan Urfa), Bahçecik (O ltu-Erzurum ), Bahçeli kışla (Oltu), Bahçecik (Tuzluca-Kars), Bahçelim eydanı (Tuzluca-Kars), Bağköy (Akçadağ-Malatya), B ostancık (Arapkir), Bahçedam (Hekim han) B ostankent (Mercimekkale-Muş), B akırlı (Pertek-Tunceli), B ardakçı (Üçdam-PülümürTunceli), B orluk (Kars), Üzümdük, bağlık yerlere, G öktürklerin «bor­ luk» adını verdiklerini daha önce belirtm iştik. Ç alkıran (Tunceli), Çatak (Oltu), Ç atak (Tekman), Çatak (Digor), Çatak (Sarıkam ış), B üyükçatak, K üçiikçatak (Susuz - Kars), Aşağıçatak, Y ukançatak (Bozova - Urfa), Aşağıçatak (Hilvan - Urfa). Çe­ virm e (Akçadağ). Engücek (Yeni adı: K arataş) (İspir). Gözene (Yeşilyurt - Pötürge), Gözeler (Ovacık - Tunceli), Köze (Yeni adı: Üçağıl) (Midyat - M ardin), Gözelek (Siverek), Gözeli (Vi­ ranşehir). Doğu A nadolu'nun diğer vilâyetlerinde bu isim de (bir nevi — 271 —


DOĞU ANADOLU KÖY

ADLARI ÜZERİNE SOSYOLOJİK BİR ARAŞTIRMA

pınarı ifade eder) epeyce köy vardır. Güîveren (Diyadin) İran hudu­ dunda. Y anından Sarı nehri akar. Güngörmez (İğdır), G ürün (Nusay­ b in -M ard in ). Bu isim de b ir de kazamız var. K arakale (Yeni adı: Y ukarıkarakale) (Pasinler), Tortum kale (Tortum), Bozkale (Kars), Ağaçkale (Akçakale) (Arpaçay), K arakale (Arpaçay), K arakale (Çıldır), Kalecik (Göle), Aşağıkızılkale, Yukarık m îk aîe (Karayazı - Erzurum ), Başkale (N arm an - Erzurum ), Boğakale (N arm an - Erzurum)-, Sam ikale (Narman), T oprakkale (OltuErzurum ), N arm ankale (Yeni adı: Ünlükava) (Oltu), K aledibi (OlurErzurum ), O rtakale (Selim - Kars), K arakale (Susuz - Kars), Kaleköy (Kale - Malatya), K alebaşı (Sarıkam ış), Yeşiîkale (Hekimhan), Kale (Kalecik) (Nusaybin - M ardin), Ulukaîe (Akçapmar - Çemişgezek), K arakale (H anak - Kars), Akçakale (Kağızman), K arakale (Ka­ ğızman), K öketkarakale (Kağızman), O rtakale (Sarıkam ış), Akçakale (Selim ),Karakale (Selim), K alacık (Kalecik) (Hozat - Tunceli), Kaleköy (Mazgirt - Tunceli), Kızılkale (Mazgirt), Başkalecik (Dağyolu Pülüm ür), K ızılburç (Payamlı - Urfa), K ralkuyu (Urfa), Kırmızı killi toprağı olan arazide kurulan köyler bu ismi alırlar. Küm ekavak (Ak­ çadağ - Malatya), Kavakköy (Darende), K avaktepe (Mazgirt), Kengerli (Urfa) M arul gibi soyulup, göbeği yenen dikenli b ir bitkinin adı­ na «kenger» denir (Yörük ve T ürknıenîer tarafından). B urada çok yetiştiği anlaşılıyor. Kepez (Akçadağ). Tepelik yerlere bu isim verilir. Galiba Türkm en kadın başlıkları da bu adı alır. Kevenle (Yeni adı: Nişantaşı) (Aksar - Şenkaya). Kevenk de b ir nevi sebze, bitkisidir. Kozluca (Ovacık), Kozluca (Digor), Kozluca (Kağızman), Akkoz (Sa­ rıkam ış), Kozluk (Kale - Malatya), Y ukankozluca (Akçadağ), Kozluk (Pötürge), Kozluca. (Hozat). «Koz» ceviz dem ektir. K aram ağara (Akçadağ), K m lm ağara (Kuîuncak - Darende), Akm ağara (Hekimhan), M ağaracık (Çamlıdere - Urfa), K ırkm ağara (Ur­ fa), M ağaracık (Yeni adı: Överler) (Urfa), Akmağara (KanlıaşvarBozova). Balpayam (Pülüm ür - Tunceli), Payam lı (Urfa). Badem m anası­ na gelir. Denizli’nin b ir kazasının adı da «Acıpayam» dır. Akpmar (îspir), İncesu (İspir), Göiyurt (İspir), Güneysu (İspir), K arasu (Ka­ rayazı), K ırgm dere (Karayazı), Turnagöl (Karayazı), K arapınar (Nar­ m an - Erzurum ), O lurdere (Olur - Erzurum ), Gölciğez (Pasinler), Pusudere (Pasinler), Soğuksu (Çobandede - Pasinler), Göîlet (Şenkaya), Dengiz (Tekman), İncesu (Tekman), K arapınar (Tekman) K örsu ■—

272

-


DOĞU ANADOLU KÖY ADLARI ÜZERİNE SOSYOLOJİK BİR ARAŞTIRMA

(Tekman), Turnagöl (Gökoğlan - Tekman), Gökdere (Şenyurt - Tor­ tum ), Sııbatan (Kars), Arpaçay kazası (Kars), Akbulak (Akyaka-Arçay), H arabesusuz (Yeni adı: Saklıca), (Digor), B. Aîtm bulak (Göle), B arabealtm bulak (Yeni adı: K. Aîtmbulak) (Göle), B ulakbaşı (Taşb u ru n - İğdır), Akçay (Kağızman), D erindere (Em irbey - Posof Kars), H aııdere (Sarıkam ış), K arapınar (Sarıkam ış), Aîtm bulak (Sa­ rıkam ış), A kpm ar (Selim), K ırkpm ar (Selim), K oşapm ar (Selim), Gölbaşı (Susuz - Kars), İncesu (Susuz), İnciiipm ar (Susuz), K arapı­ n a r (Susuz), K ırkpm ar (Susuz), K arabulak (Tuzluca), Ombulak (Tuzluca), K um buîak (Tuzluca), Soğukbulak (Tuzluca), G ürbulak (Diyadin - Ağrı), Y assıhulak (Tuzluca), İncesu (Tuzluca), K ırkbulak (Tuzluca), S an b u lak (Tuzluca), G ölpm ar (M alatya), Sııiuköy (Malat­ ya), B alıkderesi (Malatya), H atunsuyu (Malatya), M ısırdere (Yazıhan - Malatya), G ülpm ar (Akçadağ), K aranhkdere (Akçadağ), K ara­ pınar (Akçadağ), K eklikpm an (Akçadağ), K ırpm ar (Akçadağ), Kotangölii (Akçadağ), K aynak (Kürecik - Malatya), Y enipm ar (Malat­ ya), Irm ak lar (Darende), K urudere (Darende), Y. U lupm ar (Balaban - Malatya), Çayköy (Darende), K aynarca (Darende), K apıdere (Do­ ğanşehir), Polatderesi (Doğanşehir), K aranhkdere (Doğanşehir), Akpm ar (Hekimhan), Dereköy (Hekimhan), K aradere (Hekimhan), Kozdere (Hekimhan), K arapınar (Hekimhan), Taşoîuk (Hekimhan), Tekederesi (Pötürge), Cevizpmarı (M ardin), Gollü (Mardin), Aşağıdere (Cizre - M ardin), Akçay (Derik - Mardin), Gollü (Ömerli - M ar­ din), Suluk (Muş), A kpm ar (Muş), Gölköy (Muş), Kazgöl (Malazgirt), K arapungal (V arto-M uş), A kpm ar (Hozat Tunceli), K ârdere (Yeni adı: Sülün taş), (Mazgirt), H alitpm ar (Karaoğlan-Ovacık), Eğripm ar Yeşilvazı - Ovacık), Dereli (Pertek), U lupm ar (Pertek), Koçpmar (Pertek), Dereköy (Pülüm ür), Akpmar (Urfa), G ölpm ar (Urfa), Kırkp m ar (Urfa), K ızılpm ar (Urfa), K arapınar (Bozova), K arapınar (Hilvan), Ü çpm ar (Suruç). Uzun tarla (Sütlüce - Tunceli). Topsöğüt (Malatya), Söğüt (Malatya), Söğüt (Doğanşehir), Sö­ ğüt (Hekimhan), Söğütlü (Selim), Söğütlü (Tuzluca), Söğütlü (Bu­ lanık) , Söğütlü (Ovacık), Söğütlü (Bozova), Ovacık (Hilvan), Ovacık (Erzurum ). Tahtalı (Hekimhan), Tim ar (Pasinler), Küçükzaim (Yeni adı: H arm anlı), (Susuz), Büyükzaim (Yeni adı: Yolboyu), (Susuz).


DOĞU ANADOLU KÖ Y ADLARI ÜZER İN E S O S Y O LO JİK BİR ARAŞTIRMA

Binlerce köy adından tesbit edebildiklerimiz bunlardır. Bu ka­ darı bile gösteriyor ki, Doğu Anadolu, T ürkistan kadar, Azerbay­ can k ad ar ve Türkiye'nin diğer herhangi b ir bölgesi kad ar Tiirktür. O radaki köyleri T ürk u ruklarının çeşitli oym akları kurm uş ve Türk töre ve geleneğine göre isim lendirm işlerdir. Kem gözler, gayrı ilmi iddialar, bu vesikalar önünde tesirsiz kalm ağa m ahkum dur.


TUNCELİ'NİN SOSYAL ve KÜLTÜREL YAPISINA DAİR DÜŞÜNCELER

Uzun zam andan beri, Tunceli halkını Türk m illetinden kopar­ m ağa ve onu ayrı b ir milliyete m ensup imiş gibi gösterm eğe çalışan sistem li ve teşkilâtlı faaliyetler görülm ektedir. Elimizdeki azıcık kay­ nak bile, Tunceli'nin T ürk diyarı olduğunu, halkının da, O rta Asya’­ dan, H orasan illerinden gelmiş T ürkler olduğunu gösterm eğe kâfi­ dir. Biz bu kısa makalem izde, böyle b ir isbat denem esinde buluna­ cağız. Yer adları, İçtim aî teşkilât ve inanç sistem i ile ilgili olarak vereceğimiz bilgiler, konunun aydınlanm asına yardım edecektir. Tunceli ve Yakın Çevresine Ait Yer Adları Tunceli halkının, Selçuklular zam anında H orasan’dan, Harezm bölgesinden geldiğine dair, nesilden nesile ak tarılan şifahî bilgiler m evcut olduğu gibi; O rta Asya’dan gelen bu oym aklara, Selçuklu hakanı Alâeddin K eykubad’ın verdiği arazi senetleri, bugünlere ka­ d ar ulaşm ıştır. Bu bölge halkından olan, öğretm en M. Şerif Fırat, adı geçen senetleri görm üş ve bize nakletm iştir. Bu «ikta» (tapu) senetleri, sonraki Osmanlı padişahları tarafın d an da tasdik edilm iş­ tir (1). Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde, 1921 yılında, Dersim m e­ busu H aşan H ayri Bey tarafından yapılan konuşm ada da, aynı şey­ lerin söylendiğini anlıyoruz (2). Tunceli ve çevresine, Oğuz Türklerinden b ir kaç asır önce, henüz Slavlaşmam ış olan Bulgar Türklerinin, K um an (Kıpçak) T ürkleri­ nin ve H azar T ürklerinin geldiği anlaşılm aktadır. Buna dair tarihî kaynaklarda kısa bilgiler olduğu gibi, yer adlarından da bunu anla­ yabiliyoruz. Şim di bunları kısaca görelim. (1) M. Şerif Fırat, Doğu illeri ve Varto Tarihi, Ankara, 1981. (2) T.B.M.M. Gizli Celse Zabıtları, Ankara, 1980, cilt: II, s. 252 (3Teşriniewel 1337 celsesi).

-275-—


Prof. Dr. MEHMET ERÖZ

Kuman (Kıpçak) ve Bulgar Türklerinin Yerleşmesine Ait İzle r: M azgirt’in «Koman» köyü, K um an Türklüğünün izini taşıyor. Ne yazık ki, bu kö-yün adı «Yaşaroğlu» yapılm ış (3), ve tarih î bağ koparılm ıştır. Tunceli’nin nahiyelerinden birinin adı, «Kahmut»d ur (4). Vaktile, Aiikan oymağının «ilağası», Gülâbioğlu Mut idi (5). Bunların, «Mut» oymağı ile ilgili oldukları şüphesizdir. K um an oy­ m aklarından olan «Muş» ve «Bor» adıyla anılan köyler vardır. Vilâyet adından başka, Kiğı’nın köylerinden birinin adı, «M uşağa»dır (6). «Muş» kelimesi, Çiğil Türklerinde, kedi m anasına gelm ektedir (7). «Kızık» ve «Karaman», hem Oğuz Türkleri arasında, hem de eski Bulgar T ürkleri arasında gördüğüm üz boy ad lan d ır. Bu çevrede iki köy m evcuttur: Kızık (Ovacık - Tunceli), Karaman (Palu-Elâzığ) (8). Kiğı köylerinden birinin adı, «Çakan» d ır (9). Tuna boylarındaki Kum anlar’ın b ir oymağının adının «Çakan» olduğunu biliyoruz (10). De­ m ek ki, K iğı'daki bu köy halkı, K um an T ürklerindendir. Zaten, Ku­ m an Türkleri ve Slavlaşmam ış olan eski Bulgar Türkleri, sarışın ve renkli gözlü insanlardı. Bu çevrenin halkı da böyledir. Tunceli’de, M unzur suyuna akan derelerden b irinin adı da «Kalbasan» dır (11). K um an oym aklarından birinin adı, «Koîbas» tır (12). Nazimiye’ye bağlı köylerden birinin adı «Kalman» olup, «Günlüce» şekline çev­ rilm iştir (13). Kazak T ürklerinin beylerinden birinin adı, «Kaimin »dır (14). Çabakçur ve Çemişkezek isim leri, K um an Türklüğü ile olan il giyi açıkça ortaya koym aktadır. (3) Doç. Dr. Tuncer Gülensoy, «Elâzığ, Bingöl ve Tunceli İlleri Yer Adlarına Bir Bakış», Türk Yer Adları Sempozyumu Bildirileri, Ankara, 1984, s. 155. (4) Ömar Kemal Ağar, Tunceli-Dersim Coğrafyası, İstanbul, 1940, s, 37. (5) M. Şerif Fırat, Doğu İlleri ve Varto Tarihi, s. 112. (6) M. Sadık Yiğitbaş, Kiğı, İstanbul, 1950, s. 127. (7) Kaşgarlı Mahmud, Divan-ü Lûgati-t Türk, I, 438; II, 14, 105 (Besim Atalay çevirisi). (8) Gülensoy, aynı yazı, s. 152. (9) Yiğitbaş,Kiğı, s. 125. (10) L. Rasonyi, «Tuna Havzasında Kumanlar», Belleten, sayı: 11-12, s. 413. (11) Ö. Kemal Ağbasar, Tunceli-Dersim Coğrafyası, s. 14. (12) Rasonyi, aynı makale, s. 413. (13) Gülensoy, aynı makale, s. 154. (14) Prof. Dr. Zeki V. Togan, Türkili (Türkistan) Tarihi, İstanbul, 1947, s. 347. — 276 —


T U N C E L İ’N İN SO SYAL ve KÜLTÜREL Y A P IS IN A DAİR DÜŞÜNC ELER

Şu isim ler, H azar Türklüğünün devam ıdır: H azarşah (Solhan Bingöl), N azari (Yeni adı: Anıl), Çemişkezek-Tunceli, K azar (Yeni adı: Aktoğa) (Hazar bucağı - Elâzığ) (15). Diğer T ürk uruklarının yerleşm elerinden sonra, Oğuzlar’m da b u ralara gelerek yerleştikleri anlaşılıyor. Buna dair pek bol tarihî kayıt olduğu gibi, yer adlarından da bunu anlıyoruz. Elâzığ, Bingöl ve Tunceli'de, şu Oğuz boylarına ait köyler m evcut olup, isim leri an­ laşılmaz b ir tutum la değiştirilm iştir : 2 Kayı, 1 Dodurga, 1 Bayındır, 2 Çepni, (Çetmi), 1 Bayat, 2 Afşar, 1 Peçenek, 3 Yüreğil, 1 Yazır, 3 Kızık, 1 Çavundur, 1 İğdir, 2 Kınık. Çemişgezek'e bağlı «Oğuzar» kö­ yünün adı, «Dokuzdönüm» olarak değiştirilm iştir. K açar (Paîu-Elâzığ), K açarlar (Pertek - Tunceli) (16). «Teke Deresi» (17), Oğuz dam ­ gasını taşıyor. K arlıova’nın eski adının «Göynük» olduğu bilini­ yor (18). Bu değişikliğin sebebi de anlaşılır değildir. Adapazarı'nm b ir ilçesinin adı böyiedir. Yunus E m re’nin şiirlerinde «göynür özüm» diye b ir ifade v ard ır ki, çok eski Türkçe b ir kelime olduğu anlaşılır. Sürek Köyü (Pertek), Gökçe köyü (Çemişgezek), Süngit Çayı (Hozat ile Pertek arasında), Oğuzlar ile ilgilidir (19). E rzincan’da «Danzig» adlı b ir yer vardır (20). Çevrede b ir tane de «Denzig» isim li b ir köyün olduğunu hatırlıyoruz. Bu kelime, «Dengizik»in bozulm uş şekli olm alıdır. Ünlü H un hakanı «Attilâ»nm oğlunun adı, «Dengizik» idi (21). Kiğı’nın köylerinden birinin adı, «Çıtak tır (22). Çitaklar, B ulgaristan ve Y unanistan’da yaşayan Türk oym aklarından idiler. O ğuzlar'dan olm alıdırlar. A nkara’da pek çok Çitak köyü vardır. Tunceli’de b ir yerin adı, «Çat»tır (23). Türkiye’­ nin çeşitli yerlerinde bu isimde köyler olduğu gibi, O rta Asya’da da vardır. Tunceli’deki derelerden b irinin adı, «Tagar Deresi» dir (24). Bu kelime, eski Türkçede «çul» m anasına geliyor (25). Aydın ta raf­ larında, büyük çuvala «dağar» dendiğini hatırlıyoruz. (15) Gülensoy, s. 152, 154. (16) Gülensoy, s. 150, 152. (17) Tunceli-Dersim Coğrafyası, s. 14-15. (18) M. Şerif Fırat, s. 131. (19) Tunceli-Dersim Coğrafyası, s. 40-42. (20) M. Şerif Fırat, s. 112. (21) L. Rasonyi, Tuna Köprüleri, çeviren: Hicran Akın, Ankara,. 1984, s. 2-3. (22) Yiğitbaş, Kiğı, s. 124. Aynı yerde bir de «Çîtakı gaz» köyü vardır (s. 259). (23) Tunceli-Dersim Coğrafyası, s. 14. (24) Aynı eser, s. 15. (25) Tunceli-Dersem Coğrafyası, s. 15. — 277 —


Prof. Dr. MEHMET ERÖZ

Tunceli’de «Sin» adı almış yer adları vardır: Sin nahiyesi (Ho­ zat), Sindam Deresi, Singeç Deresi (26). Bu kelime, T ürkçe’de «re­ sim, suret, mezar» dem ektir. O rta Asya ve Balkan Türklüğünde, İç­ tim aî hayatın b ir çok safhalarında görülm üştür. Türkiye'de de yeri vardır; Y unus'un şiirlerinde de görülür (27). Aşiret Yapısı Aşiret teşkilâtı, «İlbeyi» ve İlağası» adı verilen beylere bağlı idi. Bu ünvanları alabilm ek, böyle yüksek b ir itib ara erişm ek için, aşiretler arasında rekabet olm uştur. M. Şerif F ırat, bu konuda ve aşiretlerin ismi hakkında güzel bilgiler veriyor. «İlbeyi» ünvaııı, Ka­ ra Y akub'un torunu Aîhas A ğaya k ad ar sürm üş; daha sonra bu ünvan ondan alınarak, K arsan aşireti reisi Koç Y usuf’a verilm iştir (28). Bu kelim elerin T ürk kültüründeki yerini açıklam ağa lüzum yoktur. Sadece, «Karsan»m b ir K um an oymağı olduğunu söylemekle yeti­ nelim. Vaktiyle «Suvar-oğulları» m ühim b ir varlığa sahipti. Sultan Abdülham id’in kurduğu Hamidiye A laylarında, b ir alayın kaym akam ­ lık (yarbaylık) mevkii hep bu aşiret m ensuplarına veriliyordu (29). Bu gün Kazan bölgesinde otu ran T atar T ürklerinin ataları olan İdil Bulgar T ürklerinin en büyük oym aklarından birinin adı, «Suvar» idi. Abbasî halifesinin gönderdiği din heyeti içinde bulunan îb n Fadîan, bu aşiret halkına M üslümanlığın esaslarını öğretm işti (30). Demek ki, Tunceli ve çevresine, hem Tuna Bulgar Türkleri, hem de İdil Bulgar Türkleri gelmişti. Bu bölgede görülen «Balaban» aşireti, yüz sene kad ar önce, Yu­ nanistan’dan (Dimetoka’dan) gelmişlerdi (31). Çarıklı, Şahdeli, Aslanuşağı ve diğer b ir çok aşiret Türkçe isim­ ler taşım akta olup, bunların sayısını arttırm ak m üm kündür. Bu hu­ susta geniş bilgiler veren M. Şerif F ırat, ayrı b ir dil bulunm asının, (26) Reşid Rahmeti Arat, Kutadgu Biiig, III. İndeks, İstanbul, 1979, s. 418. (27) Bu konuda geniş bilgi için şu makalemize bakınız: «Sosyolojik Yönden Türk. Yer Adları», Türk Yer Adları Sempozyumu Bildirileri, Ankara, 1984, s. 43-53. (28) M, Şerif Fırat, s. 101 (dip not: 2), 113. (29) Bu konuda, Prof. Dr. Bayram Kodaman’ın eserine; M. Şerif Fırat’a; Ra­ mazan Şeşen’in ibn Fadlan tercümesine bk. (30) Bu konuda bizim, Hıristiyanlaşan Türkler isimli eserimize bakınız. (31) M. Şerif Fırat, s. 106, 111. —

278

-


T U N C E L İ’N İN SO SYAL ve KÜLTÜREL Y A P IS IN A DAİR DÜŞÜNC ELER

gerçeği ortadan kaldıram ıyacağını söylüyor. K urm ançca ve Zazaca denilen diller içinde, T ürkçe’nin çok m ühim b ir yekûn teşkil ettiği­ ni, ana dilin Türkçe olduğunu, zam anla buna başka kelim eler karış­ tığım söylüyor. H attâ Zazaca'lar arasında bile fark vardır: «Bu gün bile dikkat edilirse, Dersim Zazalariyle Palo ve Çapakçur Zazalarının konuştukları Zazaca büyük b ir fark gösterir. Dersim lilerin ko­ nuştukları Zazacamn yüzde yetm işi Türkçedir» (32). Bu bölgelerde yapılacak sistem li ve derin çalışm alar, çok eski b ir Türklüğün varlığını ortaya koyacaktır. K ültürel Yapı Ayrı b ir m illiyetin, orijinal b ir dili karşısında bulunm adığım ız için, bu dil, T ürk k ü ltü rü bakım ından halledilm esi güç olan b ir me­ sele değildir. Asıl mesele, kültürde m ühim b ir yer tu tan ve h a ttâ İç­ tim aî hayatın tem elini teşkil eden inanç sistem indedir. Buna Alevî­ lik» denir. Bunun, İra n Şiası ile, A rapların Şiîliği ve Alevîliği ile bir ilgisi yoktur. Bu, eski T ürk dinî inançlarının ,İslâm dinî esasları ile birleştirilm esi suretiyle m eydana gelmiş olan bir m ezheptir. İncelen­ diğinde, şaşırtıcı b ir zenginlik gösterir ki, köklerini tam am en eski T ürk kültüründen alm ıştır. Tunceli halkının, güneş doğarken, gü­ neş ışıklarına aşırı hü rm et gösterm eleri, eski T ürkler ve Moğollar arasında görülen «Doğan Güneş K üîtü»nün devam ından başka birşey değildir. İbn-ül Esir, Moğollar hakkında, «güneş doğduğu za­ m an ona taparlar» diyor. T ürk u ru klarının bu inancını anlatan ta­ rihçi ve etnograflar (Barthold, Radloff, Banzarov, Vladimirtsov) he­ m en hem en aynı şeyleri söylüyorlar (33). G örülüyor ki, Tunceli hal­ kı, O rta Asya Türklüğünün b u inanç ve geleneğini devam ettiriyor. Tunceli halkının atalarına büyük saygı duydukları, çok zaman b ir orm an içinde veya dağların tepelerinde olan b u m ezarları bü­ yük b ir saygı ile ziyaret ettikleri, orada k u rb an kestikleri, sazlar çal­ dıkları bilinir. «Bazı evliyaların ağaçları m uhafaza ettiklerine ina­ nırlar. Bu ağaçları itin a ile k o ru rlar ve altlarında k urban keserler. M ezarlıklara koç başı, koyun resm i ve heykelleri yaparlar ve koyu(32) Aynı eser, s. 110 (dip not: 2). (33) W. Barthold, «Türklerde ve Moğollarda Defin Merasimi Meselesine Dair», Abdülhadir inan, Makaleler ve İncelemeler, Ankara, 1968, s. 382; Tunceli-Dersim Coğrafyası, s. 44.

279 —


Prof. Dr. MEHMET ERÖZ

nun iki tarafına her şahsın berhayat iken yaşayışını canlandıran ka­ b artm a şekiller yaparlar. Ölen cengâverse, m ezarına kılıç, at, tüfek, m isafirperver ise, ib rik ve tepsi kabartm aları yapılır» (34). Bu söyle­ nenlerin hepsini, H un T ürklerinden Balkan Türklüğüne ve Kıbrıs Türklüğüne kadar bü tün T ürk dünyasında görüyoruz. E dirne’de, B alıkesir’de, Aydm'da, M ersin’de olduğu gibi, Tun­ celi'de de Alevî cem aatleri, kışın, sosyal hayatın canlandığı devreler­ de, «Cem» âyinleri yaparlar. Kadınlı erkekli katıldıkları bu toplan­ tılar (35), Türk töresinin icaplarm dandır. B uralarda, edep, erkân ve dinî b ir heyecan vardır; m üzik ve şam alı 1ar ile sanat zevk ve heye­ canının zirvesine çıkılır. A sırlardır yapılan iftiralara, dedikodulara artık b ir son verm ek şarttır. Bu insanlar temiz, nam uslu, aile ahlâ­ kına çok bağlı insanlardır. Bu toplantılarda «mum söndürülmez», m um 'un (çerağ’m) sönmesi uğursuzluk sayılır. Burada, cem m eydan­ larında, bağdaş kurm ak, sigara içmek, konuşm ak bile, P îr’in izni ile olm aktadır. «Kızılbaş» eski Türklerin giydiği kızıl (kırmızı) börklere (başlık­ lara) göre verilen b ir isim olup, sonradan kötü m analar kazanm ış­ tır. Biz sünnîler, bu m anadaki «Kızılbaş» kelimesini ve kötü zanlarım ızı terketm edikçe; Alevîler de, bize (yani: Sünnî'lere), «Yezit» de­ m ekten vazgeçmedikçe, birliğim iz, dirliğimiz olm ayacaktır. Tunceli'­ nin sosyal ve kültürel yapısına bu m anada bakılm alıdır (36). P îr Sultan .Abdal’ın «Gelin canlar b ir olalım» tem ennisine katı­ larak, sözlerimize son veriyoruz. (34) Tunceli-Dersim Coğrafyası, s. 45. Bu kutlu tepelerden biri, Mercan Dağ­ larındaki «Akbaba Tepesi» dir (3449 metre) (Aynı eser, s. 15). (35) M. Şerif Fırat, s. 53-34. (36) Böyle bir yorum için su eserlerimize bakılabilir. Türkiye’de Alevîiik-Bek­ taşîlik (İstanbul, 1977) ve Doğu Anadolu’nun Türklüğü.


TÜRK TOPLULUKLARININ ÖLÜM ÂDETLERİ ÜZERİNE BÎR DENEME

Ciltler dolduracak kad ar geniş olan ve etnograflar, tarihçiler tarafından üzerinde epeyce çalışılmış bulunan bu konuyu, bazı nok­ talara ağırlık vererek, b ir m akalenin m üsadesi nispetinde ele alaca­ ğız. Az da olsa, bazı:k ü ltü r unsu rların a aydınlık getirebileceğimizi um uyoruz. Böylece, hem T ürk k ü ltürüne küçük b ir hizm ette bulun­ m uş olacağız; hem de Alacahöyük, Efes ve diğer yerlerde ortaya çı­ karılan m ezarlardaki çanak, çömlek ve silahlara bakarak, bugünkü Anadolu Türklüğünü, eski Anadolu topluluklarına bağlam ak isteyen Anadolu m edeniyetçilerinin iddialarının (1) asılsızlığını ortaya koy­ m uş olacağız. Konuyu, «Gizli m ezarlar», «Ölünün gömülmesi» ve «Definden (ölünün gâm ülmesinden) sonraki âdetler» b aşlıklar altında ele ala­ cağız. Gizli Mezarlar T ürk m ezarlarında, gizli bölm eler bulunurdu. İslâm iyetin kabu­ lünden sonra bile, b u usul devam etm iştir. H akanların, hanların m ezarları ise, b ü sbütü n gizli olurdu. H an m ezarlarının, kim senin bil­ mediği yerlerde olm asına, M oğollar son derece dikkat ederlerdi. Bu ve diğer ölüm âdetlerine ve daha başka kültürel benzerliklere baka­ rak T ü rk lerle M oğollar arasındaki bu k ü ltü r yakınlığım, sırf coğrafî tesirlerle (benzer arazilerde oturm akla) izah, pek doğru değildir. Bi­ liyoruz ki, «coğrafî âm illerle, İçtim aî hadiseler arasında m utlak bir m ünasebet yok, ancak nisbî (İzafî) b ir ilişik vardır» (2). Bu yakınlık, (1) Prof. Dr. Sedat Veyis Örnek .Anadolu Folklorunda Ölüm, Ankara, 1979, s. 72, dipnot 12 (Tahsin Özgüç, öntarib’te Anadolu’da ölü Gömme Adetleri, s. 75-88 e atıf). (2) Prof. Dr. Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu, Sosyoloji Doktrin ve Kolları, İstan­ bul, 1971, s. 33-34.

— 281 —


Prof. Dr. MEHMET ER'ÖZ

sosyal antropoloji ve etnolojideki «paralelizm» görüşlerini de haklı çıkarabilir; ta rih öncesi devirlerdeki menşe birliği nazariyesini de halkı kılabilir; yüksek kültürün, kom şusuna tesirde bulunm uş ol­ duğu şeklindeki görüşlere de hak verdirebilir. Konumuz bu olm adı­ ğından, b u n lar üzerinde duracak değiliz. Esasen, b u n lar çok derin ve çetin konulardır ve henüz halledilm iş değillerdir. Türkler ve Moğollar, han m ezarlarım , yüksek dağ daşlarm da, gizli yerlere yaparlardı. Erişilem iyen, yanm a yaklaşılm ası yasak olan bu han m ezarlarına, Türkçe «Kurak», adı verilir, bekçilerine de «Kurukçu» denirdi. Cengiz H an'ın ve bazı torunlarını m ezarına, «Büyük Kuruk», Moğolca «Yehe K aruk» denirdi. M ezarların başka adlarla da anıldıkları biliniyor: «K urgan (höyük-tepe), kurgan-iv (ölü evi), kök kasana türbesi, sm-tübe (smtepe), sın (resim, suret). Bu m ezar­ lardaki heykellerde sığın (erkek geyik) ve at resm i bulunduğundan, bunlara Sm taş, Sığmtaş, Attaş da denir (2). Yunus E m re’niıı şiirlerinde, «sin», m ezar m anasına gelir. Bu gün bile, Türkiye’nin b ir çok yerinde, hiç değişmeden kullanılıyor. Gazi­ antep'in Elbeyli Türkm enleri de, m ezara «sin» derler (4). O rta Asya'daki m ezarların üzerinde İsk it - Sibirya tarzı hayvan m otifleriyle süslü pek çok ağaç yontm alar bu lu n m u ştu r (5). Pazırık 'ta bulunan b ir ta b u t üzerinde «cennet kuşu» resm i vardı (6). Kaz Dağı’ndaki, B atı A nadolu'nun dağlarındaki ve T oroslar’daki T ahta­ cılar (Kızılbaş Türkm enler), m ezar tah taların a «Kaz ayağı» şekli yontarlar. H unlar'da, G öktürkler’de, diğer b irç o k T ürk uruğunda ve Azerbaycan’da, Kuzey Suriye’de, Türkiye'de (bilhassa Doğu Anado­ lu'da), koç heykelli m ezarlar pek çoktur (7). (3) W. Barthold, «Türklerde ve Moğollarda Defin Merasimi Meselesine Dair», çeviren: Abdülkadir İnan, Makaleler ve İncelemeler, Ankara, 1968, s. 368-369. (4) A. Rıza Yalman (Yalkın), Cenupla Türkmen Oymakları, c. I, Ankara 1977, s. 31. Burdur köylerinde, mezarlıktan dönülünce kesilen kurbana «Sin kurbanı» de­ nir. Mezarlardaki cesetleri yediğine inanılan meçhul bir hayvana da «Sin kurdu» denir (Asistan Muzaffer Ürekü’nin verdiği bilgiye göre). (5) L. Ugeti, Bilinmeyen İç Asya, c. II, İstanbul, 1970, s. 210 (çev. Sadrettin Karatay), (6) Bahaeddin Ögel, islâmiyetten önce Türk Kültür Tarihi, Ankara, 1962, s. 66. (7) Dr. M. Abdülhalûk Çay, Anadolu’da Türk Damgası (Koç Heykelli Mezar Taşları), Ankara, 1983, s. 21-22, 41-42, 150-151 bakınız. Ayrıca Dr. Hâmit Zubeyr Koşay’ın, Prof. Halûk Karamağaralı’nın eserlerine bk; Prof. Beyhan Karamağaralı’nın, A. Ü. ilâhiyat Fak. Mec.daki, Tokat-Sivas mezar taşlan ile ilgili makalesine bk. — 282 —


TÜRK TOPLULUKLARININ ÖLÜM ADETLERİ

ÜZERİNE BİR

DENEME

M ezarların üzerine to p rak yığılır, m eydana gelen höyüğe, «Kur­ gan» denir. Bu kurganların üzerine, T ürk hanlarının ve alp’larınm (yiğitlerinin) öldürdükleri düşm an sayısı kad ar heykel dikilirdi. Türk inancına göre, öldürülen bu düşm anlar öbür dünyada, hanlara ve alplara hizm et edeceklerdir. Moğol inancına göre ise, hanın cenazesi m ezarına götürülürken, yolda görülerek öldürülen insanlar, onun öbür dünyada hizm etkârları olacaklardır. Bu Moğol geleneğinin b a r­ barca ve iptidaî olduğunu söyleyen B arthoîd, Mönke H an’ın ölüm ün­ den sonra bu şekilde yirm i bin kişinin öldürülm üş olduğuna dair M arco Polo’nun verdiği haberi ise, pek m übalâğalı buluyor. Bu ce­ naze töreni sırasında, herkesin bulunduğu yerde kalm ası em redilm iş olduğundan ötürü, yollarda, cenazenin geçtiği yerlerde bu k ad ar in­ sana rastlanm ası m üm kün değildi (8). H an’a öbür dünyada hizmet edecek insan lâzım olm ası ve han m ezarlarının yerinin bilinm esin­ den korkulm ası, M oğollar'm, sayısı az da olsa, insan k urban etm ele­ rine yol açıyordu. T ürk ler’de böyle b ir şey görülmez. T ürk hanları ve alpları için, m ezarlar üzerine dikilen heykellere, «sm», «smtaş», «taşnine», «balbal» adı verilm iştir (9). Balbal dikme âdeti, 7. yüzyılda Bulgar Türkleri tarafın d an B alkanlar’a kadar götürülm üştür (10). Türkler, çeşitli dinlere girdikten sonra bi­ le, bu heykelleri dikmeğe devam etm işlerdir. Meselâ IX. yüzyıl­ da M aniheist Uygur hanı şerefine dikilen K arabalgasun anıtının yanında da, bu heykellerden vardı. Sözde H ıristiyan olan, fa­ k at aslında H ıristiyanlaştırm a işi, 1924’lerden sonra Y unanistan’­ da tam am lanan K um an (Kıpçak) T ürkleri (11), 13. Yüzyılın başlarm (8) Barthoîd, aynı makale,s. 372. (9) Talaş ırmağının aşağı taraflarındaki bir yere «Sıntaş» dendiğini söyleyen Barthoîd, Türkçe olan bu kelimenin yerini, Çinceden geldiği söylenen balbal keli­ mesinin aldığını belirtiyor. Yazar, bütün Türk dünyasında, «Balbal» adıyla anılan bir yer adı bulabilmiştir. O da, Evliyaata’da, bir şehir harabesi çindeki bir yerin adı­ dır. Ona göre bu kelime Rusçaya da girmiştir. Rursça’da «Balvan», «put» demektir (Barthoîd, aynı makale, s. 365-372). Adapazarı’na bağlı Akyazı iiçesinde de, «Bal­ bal» adını taşıyan bir köyümüz mevcut olup, idarecilerimiz tarafından adı değiştiril­ miştir. Kafkas muhaciri olan bu köy halkı, köylerinin eski adını, burada pek bol bal elde edilmesine bağlıyordu. (10) Prof. Dr. Osman Turan, Selçuklular Tarihi ve Türk-İslâm Medeniyeti, İs­ tanbul, 1965, s. 292; Prof. Dr. İbrahim Kafsoğlu, Türk-Buigarların Tarihi ve Kültü­ rüne Kısa Bir Bakış,» Güney-Doğu Avrupa Araştırmaları Dergisi, 10-11, 1983 den ayrı basım, s. 115. (11) Bu konuda, «Hıristlyanlaşan Türkler (Ankara, 1983) isimli eserimize bakınız. — 283 —


Prof. Dr. M E H M E T ERÖ Z

da balbal dikme geleneğini devam ettiriyorlardı. Bunu, R ub ru k ’un seyahat notlarından öğreniyoruz (12). O ğuzların 10. Yüzyılda, ağaç­ tan balbal yaptıklarını, İb n Fadîan'm şu sözlerinden anlıyoruz: «Eğer ölen kim se sağlığında insan öldürm üş kahram an biriyse, öl­ dürdüğü insanların ağaçtan suret yontup, bunları kabrinin üzerine dikerler. B unlar onun hizm etçileridir. Cennette ona hizm et edecek­ ler» (13). B alb alların yanındaki m ezar taşlarında, hanın damgası bulunur (Bilge K ağan’m dam gası gibi). M ezarların hem gizli tutulm ası, hem de üzerlerine kurgan, obo (höyük, tepe, tüm sek) yapılıp, heykel dikilmesi, anlaşılacak şey değildir. Buna dikkatim izi çeken B arthold şöyle diyor: «Mezar üze­ rinde kurganlar yapm ak âdeti, bu gizli defin âdetiyle çok ayrılık gös­ term ektedir». B arthod, «Bilge H an anıtı yanında yapılan kazılarda m ezar çukuru bulunm am ış» olm asından ötürü, Radloff’un şu ka­ naate vardığım söylüyor ve ona kısm en katılıyor: «Ölen T ürk hanla­ rı ve prensleri şerefine dikilen bu anıtlar, m ezarlardan uzak yerlerde yoğ m erasim i hatırasın a dikilm işlerdir» (15). Ögel, «Altay dağları ve Sibirya’da da heykellerin altında m ezar bulunam am ıştır» (16) diye­ rek, bu görüşü paylaştığını belli ediyor. Piano Carpini, M oğollar'ın m ezar yerini kim senin aklına gelmiyen ıssız yerlerde aradıklarını ve bölm eli m ezar çukurunun üzerine tüm sek yapm ak şöyle dursun, ölü göm üldükten sonra, çukuru dikkatle örtüp, üzerini çimle kapladık­ larını ve gözlerden sakladıklarını an latır (17). Türk m ezarlarında gizli b ir bölm e bulunduğu anlaşılıyor. Etnog­ raflar, aynı m ezar şeklini, bugünkü M üslüman K ırgızlar arasında da bulm uşlardır. Kırgızlar, diğer M üslüm anlar gibi, ölüyü yıkar ve kefenlerler. F akat onu basit b ir çukura gömmezler. «Mezar çukuru­ nun dibinde yana doğru b ir korid o r açarlar. Ölüyü tabutsuz ve yü­ zü doğuya dönük olarak bu koridora yatırırlar. Tıpkı Piano C arpini’nin anlattığı M oğollarda olduğu gibi, b u rad a da önce koridorun ağ­ zım k ap atırlar ve boş kalan m ezar çukurunu ancak ondan sonra doldururlar. Aynı gömme şekli Doğu’da bulunan başka, yine M üslü­ m an Türk kabilelerinde de görülm üştür.» Bu m ezarlardaki koridor­ la ) (13) (14) (15) (16) (17)

Barthold, aynı makale, s. 368-369. ibn Fadlan Seyahatnamesi, çeviren: Ramazan Şeşen, İstanbul, 1975, s. 36. ögel, islâmiyetten Önce Türk Kültür Tarihi, s. 134. Barthold, aynı makale, s. 375. ögel, aynı eser, s. 131. Ligeti, Bilinmeyen iç Asya, II, s. 201. — 284 —


TÜRK

TOPLULUKLARININ ÖLÜM ADETLERİ ÜZERİNE BÎR

DENEME

larm ağzı, toprakla değil, pişm iş tuğla ile örü lü r (18). Bu ölüm e bağ­ lı âdetlerin çoğu, A fganistan’dan Türkiye’ye gelen K ırgızlar ve Özbekler arasında yaşam aktadır. Çok dindar olduklarını yakından gör­ düğümüz K ırgızlar ve Özbekler, söz konusu bölm eli m ezar geleneği­ ni bırakm am ışlardır. Kırgızlar, ölüyü göm dükleri gizli bölmeye «sa­ ğana», boş çukura «ayvan» adını verirler ve «kabirdin (mezarın) iyi­ si sagana’dır» derler. Toprak kötü olursa, bu tü rlü gömmeden vaz­ geçilir ve «Cırma» yapılır. Özbekler bu iki bölmeye, «Lehet» ve «Yar­ ma» diyorlar ve ölüyü «yarma» ya göm üyorlar. Gizli mezarların b ir devamı olan bölm eli m ezarlar, Türkiye'de de m evcuttur. T ahtacılar arasında, ölünün göm üldüğü gizli bölmei'e «Koylan» adı verilir. Tahtacılar, ölüyü göm dükten sonra k cy tan ’ın ağzını tuğla ile örerler. B undan sonra «saptırm a» denilen tahtalar, boş çukurun içine çapraz olarak konulur ve üzerine to p rak doldu­ rulur. M ezarın üzerine küçük b ir tüm sek yapılır. Baş ve ayak ucuna «Cerenk» tahtası dikilir. K ırkında (kırkıncı günü), taş dikilir. Tah­ tacılar’m m ezarları tepelerde, dağ başlarında, orm an içlerindedir. Park gibi bakım lıdır. Türkiye'nin her yerinde, hem Sünnî hem Alevî çevrelerinde, m e­ zar çukuruna dizilen tah talara «Saptırm a», «Sapıtma» denir ki, bu kelime, mezarı gizleme âdetinin b ir kalıntısı olsa gerektir. Bölme­ li mezar, yalnız dağ başlarında değil, şehirlerde bile m evcut bulun­ m uştur. Bilecik’in Osmaneli ilçesinde bu gün bile, bölm eli m ezar ge­ leneğinin yaşadığım anlıyoruz. B urada da mezar, iki bölm eli olarak açılm akta ve ölünün göm üldüğü gizli bölmeye. «Saklanbaç» adı ve­ rilm ektedir ki (19), konum uz bakım ından çok dikkat çekicidir. Aynı kaynaktan öğrendiğimize göre, Cum huriyet idaresinden önce b u ra­ da, Türkçe'den başka dil bilmeyen Ortodoks ahali yaşam akta ve M üslüm an T ü rk lerle çok iyi geçinmekte idiler. M übadil olarak Yu­ n an istan ’a gittiler. Bunların, R u b m k ’un anlattığı balbal diken H ıris­ tiyan K um anlar'm to ru n ları olm ası çok m uhtem eldir. Gizli ve bölm eli m ezar usulünün, O sm anlılar'da da yaşam ış ol­ duğuna dair belirtiler vardır. F atih S ultan M ehmed’in cenazesi, Türk geleneklerine göre, defnedilm iştir. Padişahın cesedi, tahnid edildik­ ten sonra, «sembolik b ir m ahiyet arzeden türbesinin altına, camiye (18) Aynı eser, s. 200-201. (19) Dr. Taylan Akkayan, Osmaneli (Değişen Bir Anadolu Kasabası) İ.Ü. Ed. Fak. İstanbul, 1982, (yayınlanmamış doçentlik tezi), s. 233. — 285 —


Prof. Dr. M E H M E T ERÖZ

çok yakın bir yer altı mahzenine gömülmüş olduğu» tahm in edile­ biliyor (20). G öktürkîer, m ezar üzerine b ir ev yaparlar ve evin duvarlarına ölünün resim lerini çizerlerdi (21). Ib n B atuta, Geyve ile M udurnu arasında gördüğü, m ezar-yapılar için şunları yazar: «Bu çevre aha­ lisi, m ezarları üzerine ahşap b inalar yaparlar» (22). G öktürkîer, m ezarlarının etrafını taşla çevirirlerdi. G ranö’ye gö­ re, b ir taş m ezarın yanında, güneşin gökteki hareketini gösteren taşdiziler bulunurdu (23). Osmanlı Türklerinde de aynı âdeti görüyoruz. Osman Gazi’nin oğlu Aydoğdı, Bm boz’da şehid olduğunda, mezarı­ nın etrafını taşla çevirmişlerdi. At sancılan sa, etrafında d olaştırır­ lardı, iyi gelirdi (24). Defin (Ölünün gömülmesi). Cenaze töreninde elbiseleri ters giyme âdetine ilk defa îb n B atu­ ta işaret etm iştir. Ibn B atuta, Sinop’ta bulunduğu sırada İbrahim Bey’in annesinin cenaze töreninde bu âdeti m üşahede etm iştir. Aynı âdet, Altay dağlarındaki Türk göçebelerinde ve K ırım Türklerinde vardı (25). Dede K orkut hikâyelerinde de aynı âdetlerin varlığını bi­ liyoruz (26). Konya K aram an’m O rtaoba Köyüne yerleşm iş olan Atçeken oymağında, eskiden, cenazenin önünden süslü b ir at çekilirdi. Köylülere göre, oymağın adı b uradan kalm ıştır (27). Fâtih Sultan (20) M. C. Şehabeddin Tekindağ, «Fâtih’in ölümü Meselesi», İ. Ü. Ed. Fak. Tarihi Dergisi, Mart 1966, c. XVI, s. 108. Prof. Faruk Akün’ün ifadesine göre, bütün Osmanlı padişah türbelerinde, bir sembolik kısım ve bir de, cesedin bulunduğu giz­ li kısım vardır ve buraya merdivenle inilir. Prof. Mehmet Altay Köymen’in Seiçuklular’ı incelememiş olduğumuz şeklindeki haklı tenkidini nakletmekle yetiniyoruz. Bu eksikliği gidermek fırsatı bulamadık. Sultan Abdüihamid, Söğüt çevresinde oturan Karakeçililerin ölüm âdetlerini inceletmiş ve bir defter halinde bu bilgi arşive dev­ redilmiş (Dr. İlhan Şahin’in verdiği bilgi). (21) Ögel aynı eser, s. 131. (22) ibn Batûta Seyahatnamesinden Seçmeler, İstanbui, 1971 (i. Parmaksızoğlu), s. 50-51. (23) Ögel, s. 134. (24) Âşıkpaşaoğiu, Tevârih-i Âl-i Osman (Atsız neşri). (25) Abdüikadir İnan, Şamanizm. (26) Dede Korkut Kitabı Muharrem Ergin ve Gökyay) (27) 1962 yılında, Ortaoba Köyünde konuştuğumuz, Bayramoğullarından Meh­ met Başaran o zaman yetmiş yaşındaydı), atalarından aldığı bu bilgiyi bize nakletmiştir. Mithat Sertoğlu Bev’e göre, oymağın asıl adı «Esbkeşan» dır ve devlete at yetiştirirdi.

— 286 —


TÜRK TOPLULUKLARININ ÖLÜM ADETLERİ ÜZERİNE BİR DENEME

M ehmed’in tabutunu; oğlu, vezirler, em irler, devlet adam ları omuz­ larında taşım ışlardır. Bu sırada «Türk âdeti üzere, kuyrukları kesil­ m iş ve eğerleri tersine çevrili atlarını cenazenin önünde yürütm üş­ ler, sarığını ve kırılm ış yaylarım ise, tab u tu n u n üstüne koym uşlar­ dır». Dalıa önce ölen Şehzâde M ustafa Çelebi nin cenazesinde ve Bayezid’in cenazesinde de, aynı tören düzenlenm iştir (28). A ltaylılar ölülerini «dağ üzerindeki gizli yerlerde toprağa gö­ m erler. Ölü tam g’iyinmiş vaziyette m ezara konur, yanm a yol için bir to rba yiyecek de yerleştirilir» Ab akan T atarları da ölülerini h er za­ m an yüksek yerlere gömerler. En iyi elbiselerini giydirerek, yüzü yu­ karıya, gözleri doğuya bakacak şekilde, m ezara yerleştirirler. Ayağı­ nın ucuna rakı, peynir, et, tereyağı gibi yol yiyeceği ile birlikte bir de eyer konur (29). Oğuzlar «ölüye elbise giydirir, yayını kuşandırır, eline içki dolu ağaç b ir kadeh vererek göm erlerdi. Önüne de ağaç­ tan, içki dolu b ir kap korlardı. Şahsî eşyasını da yanm a bırakırlardı. Ölüyü çukurda oturur, üzerine tavanla örter, m ezar üzerine de ça­ m urdan kubbe gibi b ir tüm sek yaparlardı» (30). R ub ru k ’un verdiği bilgiye göre, H ıristiyan K um anlar (K ıpçakîar), mezara, ölünün ya­ nm a kımız ve et korlardı (31). Yenisey yazıtlarında «aydan günden ayrıldı» denmesini, etnog­ raflar, bugünkü H akaslar'm âdetleri ile birleştiriyorlar. H akaslar, ölüyü gömm eden önce son b ir defa yüzünü açar ve «ayı günü gör» derler (32). Bunların, eski Türle topluluklarının İçtimaî vicdanında yaşayan, «Gök kültü», «Dağ kültü» ve «Atalar kültü» ile ilgili oldu­ ğu açıktır (33). Eski Tiirkler, ölen insanın ru h u n u n başka b ir kalıba büründüğüne inanırlar. «Orhun yazıtlarından ancak şu kad ar anlı­ yoruz ki, T ürk halk inancına göre, insanın ru h u öldükten sonra kuş yahut böcek haline giriyorm uş. Ölen hakkında 'u çtu ' deniliyor. Bi­ lindiği gibi, Batı Türklerinde, h attâ İslâm iyeti kabulden sonra 'ö ld ü ’

(28) M. C. Şahabeddin Tekindağ, aynı makale. (29) W. Radloff, Sibirya’dan, c. 1, İstanbul, 1954, s. 328. (30) İbn Fadlan Seyahatnamesi, s. 36. (31) Barthold-İnan, aynı makale. (32) Prof. Dr. Ahmet Temir’in ,Rus etnograflarından yapmakta olduğu tercü­ melerden (Dr. Osman F. Sertkaya’nın bize anlattığına göre). (33) Prof. Dr. W. Eberhard, Çin’in Şimal Komşuları, Ankara, 1942, s. 53 v.d. ve Prof. Abdülkadir inan’ın Şamanizm isimli eserine bakınız.


Prof. Dr. MEHMET ERÖZ

yerine 'şunkar boldu’, yâni 'şahin oldu’ deyimi kullanılıyordu» (34). Yunus E m re’nin şiirlerinde, Alevî-Bektâşî nefeslerinde, «Uçmağ» kelimesinin, «cennet» m anâsında kullanılm ası, eski «uçmak» inancı­ nın devamı olsa gerektir. Yesevî'den, Hacı B ektaş’a k ad ar gelen ve b ütü n şam an (kam) larda görülen, «don değiştirme» (kalıp değiştir­ me, şahin, doğan, güvercin şekline girme) inancı da böyledir (35). T ürk Alevî ve Bektâşîlerinde, ölüm, «kalıp değiştirmek» olarak gö­ rü lü r ve Bektâşîler, ölen için, «devri âsaıı olsun», «devri tam am ol­ sun» diyerek, eski T ürk inancı ile, «devriye» nazariyesini b irleştirir­ ler (36). Ölülerin adını söylem ekten çekinmeğe ve bırak tık ları eşya­ dan korkulm asına dair m isaller vardır (37). Bu inanışa uygun şekil­ de, Germiyanoğlu Yakup Bey, ölen babasının adım söylemeyip, on­ dan «Güldü babam » diye söz eder (38). B udapeşte’deki ünlü Bektâşi babası «Gül Baba»nm adını da buraya bağlam ak, pek zorlam a olm a­ sa gerektir (39). Ölülerin elbise ile gömülmesine dair, Türkiye’de pek çok misal vardır. M ilas'a bağlı olan B afa’nm Burnaz Köyünde, ölü elbise ile gömülür. Köy halkı çok dindardır. Köyde içki içen yoktur. Buna rağm en ölüyü, elbisesi ve ayakkabısı ile göm m ektedirler. B ir kere­ sinde ölünün yağlığı (başlığı) eski olduğundan, yenisi alınıp getirilin­ ceye kadar, cenaze bekletilm iştir. S ö k en in Serçin Köyünde de, ölen genç kızlar, gelinlik giydirilerek göm ülür (40). Tahtacılar, ölüye zubun, gömlek, könçek (eski, kısa zeybek donu) giydirirler. Başına fes ve poşu sararlar; bunun üzerine, beyaz bezden «Kefin» (oyulgama ile) sarılır. Ceset, «örken» denilen kum aş şeritlerle (41), kelime sarı­ lır. M ezarda, alınır ve «örkenler», «Cerenk» veya «baş-ayak tahtası» denilen tah talara bağlanır. K adınların «örken»i kırmızı-yeşi! krep(34) Barthold, Orta Asya Türk Tarihi Hakkında Dersler, s. 23; Rasonvi, Tarih­ te Türklük, s. 28. (35) Bu konuda, Türkiye’de Alevîlik ve Bektâşîlik isimli eserimize bakınız. (36) Doç. Dr. Bedri Noyan’ın yazıları ve Bektâşî babaları ile olan görüşmeleri­ mize dayanarak. (37) Barhold-inan, aynı makale, s. 378. (38) Zeki Velidî Togan, Umumî Türk Tarihine Giriş. (39) Yukarıda adı geçen eserimize bakınız. (40) Lise öğretmeni, Serçin’ii Mustafa Kaptan’dan aldığımız bilgiye göre. (41) Bu yıl İstanbul’da yapılan Halıcılık Kongresinde, Doç. Tuncer Gülensoy’un bir tebliği vardı. Tebliğin konusu, Bingöl çevresindeki Şavaklılar’ın kilim doku­ macılığı idi. Söylenilenleri yanlış anlamadıysam, Şavaklılar, kilimin atkı veya çöz­ güsüne), «örken» derlemiş.


TÜRK TOPLULUKLARININ ÖLÜM ADETLERİ ÜZERİNE BİR DENEME

tendir. Gelinler, alıyla yeşiliyle, duvağıyla göm ülür. Yedi tü rlü dağ o tu dövülerek, cesedin üstüne serpilir. B unlar kekik cinsinden ko­ kulu dağ otlarıdır. M ezarlıkta ölü gâm ülm eden önce, elini ve gözü­ nü öperler. T ahtacılar’m ölm üşlerine olan sevgi ve yakınlığı, hayret verecek derecededir. H er fırsattı m ezarlarına gidir, orada yem ekler yer, -Hun’lar, G öktürkler gibi- içki içerler. M ezarları, üç yerinden öp­ tüklerini (niyaz ettiklerini) gördüm. Hıdırellez eğlenceleri, tepelerde­ ki m ezarlıklarda oluyor. Âdeta ölm üşleri ile b irlik te yemek yiyor, iç­ ki içiyor, eğleniyorlar. Ölüyü göm dükleri gün, m ezarlıkta helva, zeytin, peynir yerler. M ezarın yanm a b ir testi su ve biraz yiyecek bı­ rakırlar. Eski günlerde rakı bırakıldığına dair, nakiller de dinledim. K ırkıncı günü, mezarlığı temizlem ek üzere kadınlar gider ve orada kahve, çay içerler. Bazı k u rb an lar orada kesilir. İbn B atuta, b ir Ram azan B ayram ında bulunduğu Denizli’de, bu­ na benzer şeyler görm üştür. Denizli beyi, askeri, b ü tü n esnaf teşki­ lâtı, m edreseliler, hep birlikte mezarlığı ziyaret etm işler, kurbanlar kesilmiş, fakirlere dağıtılm ış, sonra nam azgâha dönülerek, bayram nam azı kılınm ıştır (42). ’ Tahtacılar arasında ölüye, «ay ve gün gösterilmesi» işinin olup olm adığını bilmiyoruz. F akat b ü tü n Alevîlerle birlikte, «ay ve güns­ ün inanç sistem lerinde büyük b ir yer tu ttu ğ u n u biliyoruz. İnançla­ rına göre, «Ay, Aîi, gün, M uham m ed»'d ir. Sünnî köy ve kasabalarım ızda da aynı şeyleri bulabiliriz. Aybastı’da ölü gömmeye tatlı ile gelinir». T o rtu m ’da cum a günleri m ezar­ ların üzerine yem (?) dökülür (43). Söbüce Yaylası'nda yaylayıp, An­ talya’da, köylerinde kışlayan Yeniosm anh Yörükleri, cenazenin yı­ kandığı yere, cenaze k alktıktan sonra b ir kap su b ırakırlar. Ertesi gün suyun içinde kirpikler bulduklarına, bunun ölünün son ziyareti olduğuna inanırlar. Bektâşî derviş ve babalarının da, dinî kisveleri ile göm üldükle­ rini biliyoruz. Sivas’ın köylerinde de, şahsî eşya ve kışın, yatak yor ganla gömme âdeti vardır. U rfa'da, gelinleri ziynet eşyası ile gömer­ lerdi (44). T oroslardaki T ahtacılar’da, yüz yıl önce, genç yaşta ölen

(42) (43) (44)

ibn .Batûta Seyahatnamesinden Seçmeler, s. 17-18. Veyis örnek, s. 7/2. 73, 87. Aynı eser, s. 72. — 2 8 9 -—


Prof. Dr.

MEHMET

ERÖZ

kızlar ve gelinler, bütü n ziynet eşyalarıyla birlikte göm ülürdü (45). Hun, G öktürk, Avar m ezarları, kıym etli m adenlerden yapılmış ke­ m erler, süs eşyaları, silâhlar ile dolu idi. T ürk m ezarlarının birer hazine oluşu, onların, A vm palılar ve R uslar tarafın d an soyulmasına yol açm ıştır (46). Bahşiş, Kulfallı ve Kemikli oymakları, m ezara kırm ızı bayrak asarlardı (47). Tahtacılar, b u bayrağın altına şeker koyarlar. «Ölen insanın en yakın akrabaları veya kendi çocukları hergüıı ibadet eder gibi bayrağın altından b irer çeker alıp yer. Bu önemli b ir inançtır ve her Tahtacıda vardır» (48). Bu bayrağa, Yel Bayrağı» denir (49). Dersim (Tunceli) yaylalarında, üzerinde ay-yıldız resm i bulunan me­ zarlar m evcuttur (50). O rta Asya’daki evliya m ezarları üzerinde gön­ der ve bayrak bu lu n u r ve adına «Çökeni» denir. B ütün m ezarlarda bayrak vardırö Dağ başlarındaki m ezarlara, yatırlara, ulu ağaçlara bez bağlanır (51). Türkiye’nin h er yerinde, bu O rta Asya âdeti yaşı, yor. Vambery, B uhara’ya giderken Türkm eıılerin bulunduğu yerler­ de, çok heybetli, 8-10 m etre boyundaki b ir y atıra rastlam ıştır. Bu­ nu, Alevîlik kitabım da verm iştim . Aynı büyüklükteki yatırlar, Sive­ re k ’te (Tiktol'da, Zaza yaylalarında), Sam sun’da, İstan b u l’da ve baş­ ka yerlerde görülür. «Telli Baba», «Zuhurat Baba», «Tezveren Dede» gibi yatırlara, bez ve tel bağlanır. (45) Siiifke Kirtil Köyü Taptacılarından, geçen yi! rahmetii olan, ünlü Felteş Emmi, bu âdeti bu bilgiyi babasından edinmiştir. (46) Bu konuda Prof. Dr. Nejat Diyarbekirli’nin Hun Sanatı isimli eserine ve Ligeti’nin, adıgeçen eserine bakınız. (47) Burada sözü ediîen Bahşiş, Kemikli ve Kuifaiiı, Yörük oymaklarıdır. Bar­ em Yaylası Bahşişlerini gördük. Burada üzerinde duracağımız, «Kuifaiiı, Yörükieridir. Bergama ve Şile’de de birer Kuifaiiı köyü vardır. Silivri’nin Kuifaiiı köyü halkı, Bulgar Türklerindendi. Türkçe konuşuyorlardı. Hıristiyan oldukları için, Bulgaristan’a gönderildiler. OsmanlI vesikalarında bunlardan, «Türkmân Ekrâdı Taifesi» (Türkmen Kürtleri Tâifesi) olarak bahsedimesi (Cevdet Türkayl, Osmanlı İmparatorluğunda Oymak, Aşiret ve Cemaatlar, s. 34), çok manâlıdır. (48) Cenup’ta Türkmen Oymakları, I, 269. (49) A. Yılmaz, Tahtacılarda Gelenekler, Ankara, 1948, s. 82 (Bu kitapta, yedi türlü bahar, eiini gözünü öperek, ölüyle helâllaşma, cenazenin yıkanması, namazı­ nın kılınması, hayırlı verilmesi hakkında güzel bilgi vardır). (50) Dr. Abdülhalûk Çay, gezileri sırasında bu mezarları görmüştür. (51) Prof. Dr. Bahaeddin Ögel, Türk Kültür Tarihine Giriş, c. VI. Ankara, 1984, s. 225-227.

— 290 —


TÜRK TOPLULUKLARININ ÖLÜM ADETLERİ ÜZERİNE BİR DENEME

Ölümden ve Definden Sonra Silifke-Mut Tahtacıları, ölen kim senin başında sabaha kadar, «çöğür» ile sabaha k ad ar ağıt okurlar. «Sazandar», elindeki «tezene» yi çöğüre m onoton b ir şekilde v u ru r ve «tan, tan» diye ses çıkarır. Bu köy halkı da, b u yas'a katılır. Tıpkı R adloffun anlattığı, ölüm döşeğindeki b ir hastanın başında, kam (baksı)nm, kopuz’u ile çıkar­ dığı m onoton sesler gibi. G öktürk kitabelerinde, ölüm hâdisesinin büyük yas sebebi ol­ duğu anlatılır. Yüzler yırtılır, saçlar yolunur, k aralar giyilir. Büyük «Yoğ» törenleri yapılır, pek çok at k urban edilerek «Yoğ aşı» verilir. İbn Fadlan (Fazlan), Oğuzlar'm, bu aş için, yüzlerce, h attâ binlerce at kurban ettiklerini söyler, H unlar'dan günümüze kadar, bütün T ürk uruklarında bu, böyle yapılagelm iştir. Dede K orkut’a yas alâm eti olarak, «karalı-göklü giyildiği» söylelenir. A kkoyunlular’da böyledir (52). T oroslar’da, Göktepe Yaylası’nda gördüğüm üz «Sülekli» oymağı halkı, kederli görünene, «çadırı­ nıza gara bayrak m ı asıldı?» diye sorarlar. K azaklar’da, ölünün çıktı­ ğı çadıra kara bayrak çekilir. A bdülkadir İn an'ın söylediği gibi, Ka^zaklar’da, «kam ı acıkan, k aralı eve koşar» diye b ir ata sözü vardır. ö lü m hâdisesinin üçüncü, yedinci kırkıncı günlerinde, yılında k urban kesilir; aş verilir. Türkiye’deki adı, «ölü aşı», üç hayrı», «Ye­ di hayrı», «kırk hayrı», «yıl hayn»dır. Tutana, ağıt okuyana, «yuğcu», «siğitçi» denir. Türkiye’ye gelen Kırgızlar, «isiğitçi» diyor. Avşarlar, hususî ağıtçı, ağlayacı kadınlar tu tarlar, ö len in elbiselerine, «soyka» denir. Ağıtçı kadınlar, soyka'yı ellerine alıp, şiir halinde, m akam la ağıt okurlar. A vşarlar’da, Y örükler’de, Kozan Lek ve K ırın­ tı K ürtleri'nde yas, G öktürkler’deki gibi, el yüz yırtılarak, saçlar yo­ lunarak yapılır. Yılma kadar, devre devre tezahürleri görülür. G örülüyor ki, Türk kültü rü n ü n bu bahsinde de, birlik, ayniyet ve devam lılık vardır.

(52) ögel aynı eser, s. 226-227. Prof .Dr. Faruk Sümer, Oğuzlar (Türkmenler), Ankara, 19367, s. 404-405 (Bu kaynakta, Mısır’da genç yaşında ölen, Yavuz Sultan Selim’in yeğeni Süleyman Bey için, Fâtih'e yapılan törenin aynı bir tören yapıldığını da anlıyoruz). — 291 —


TÜRK BOYLARINDA «KANSIZ K U R B A N » GELENEĞİ

Bütün dinlerde ve cemiyetlerde mühim yeri olan kurbanın, İs­ lâmlıktan önceki ve sonraki Türk topluluklarının kürtürü ve sosyal yapısı içinde büyük rol oynadığı muhakkaktır. Biz bu tebliğimizde, Türklerin eski dinlerinin ne olduğu konusunda son zamanlarda gö­ rülen ilmi münakaşalara (1) dokunmaksızm, doğrudan doğruya kur­ ban meselesini ele alacağız. Bu ayrı görüş sahiplerinin birleştikleri noktalar da vardır. Hun'lafın ve Göktürk’lerin «Tengri»ye ve «yersu»lara inanıp, yüce dağ başlarında, şu başlarında, ormanlarda kur­ ban kestiklerini, Çin kaynaklarından, Göktürk kitabelerinden (bengü taşlarından) öğrendiğimize göre (2), eski Türk dininin Şamanizm mi, yoksa tek Tanrılı bir din mi olduğu hususunda anlaşmayan fikir adamlarının, gelişmiş bir Tanrı inancına sahip olan Türk’lerin dinî sistemleri içinde, animizmden ve totemizmden kalma unsurların bu­ lunduğunu (3) kabul edeceklerine ve bazı kültler (gök kültü, dağ kül­ tü, su kültü, ocak kültü, atalar kiiltügibi) üzerinde anlaşabilecekle­ rine inanıyoruz. Bu ortak görüşten hareketle konumuza giriyoruz.

(1) Ziya Gökalp, Türklerin eski dinin Toyonîzm veya Toyunİzm olduğunu söy­ lüyordu. Bk. (Türk Medeniyeti Tarihi). Abdülkadir inan, bunu Budizm olduğunu gösgösterdikten sonra, görüşler ikiye indi: 1-Eski Türk dininin Şamanizm veya Kamlık dini olduğunu kabul edenler (Zeki Velidî Togan, Abdülkadir inan, Fuad Köprülü, Radloff, Barthold ve diğer Türkolog ve müsteşrikler), 2-Eski Türklerin tek Tanrı inan­ cına sahip olduğunu kabul edenler (İbrahim Kafesoğlu, Hikmet Tanyu, Osman Tu­ ran). (2) W, Eberhard, Çinin Şimal Komşuları, Çeviren: Nimet Oluğtuğ, Ankara, 1942, Eski Türk Yazıtları (Hüseyin Namık Orkun ve Muharrem Ergin’in hazırladık­ ları). (3) Bu konuda şu makalemize bakınız: «Türk İçtimaî Hayatında Totemizm İz­ leri», I.Ü.E.D. Fak. Islâm Araştırma Enstitüsü Dergisi, Zeki Velidî Togan’a Armağan sayısı.

— 292 —


TÜRK BOYLARINDA «KANSIZ KURBAN» GELENEĞİ

Türklerde Kurban Müessesesi. Türk İçtimaî hayatının hiçbir safhası yoktur ki, kurbanla bir­ likte icrâ edilmesin. Doğumlar, ölümler, toy-düğünler, şölenler, bay­ ramlar, yatır ve mezar ziyâretleri, hayvancılık ve ziraat hayatı ile ilgili bereket dilekleri, Tatrı'ya yakarışlar hep kurbanla olurdu. Hunların Hundağı adı verilen dağda kestikleri kurbanla, Toroslara çı­ kan Yörük'lerin Bulgar Dağının zirvesindeki, Anamas Dağlarındaki Gökgöl ve diğer krater göllerin yanındaki yatırların başında kestik­ leri . kurbanla, Kazdağınm zirvesindeki mağaranın önünde Baba ve Sarıkız yatırları başında Kızılbaş Tahtacı Türkmenlerinin kestiği kurbanla, altı yüz yıldır eylül aylarında Karakeçili Yörüklerinin, Ertuğrul Gazi Türbesi önünde kestikleri kurban arasında sıkı bir kül­ tür bağı vardır. Göktürk’lerin «Yuğ»larmda kurbana ana unsur iken, Türkiye'nin Sünnî ve Alevî Türkmen ve Yürüklerin «ölü aşı», «can aşı» ve «dede aşları»nda da kurban, aynı rolü oynar. Bir dilek sahibinin dileğinin yerine gelmesi halinde veya atala­ rın ruhları için kesilen kurbana, Orta Asya Türk’leri, «Idhuk» veya «İdu» derlerdi (4)". Kutlu, mübârek manâsına gelen bu kelime, Tür­ kiye Türkçesinde «adak» şeklini almıştır. Kanlı ve Kansız Kurban Türk dünyasında iki türlü kurban olduğu anlaşılıyor; 1 - Kanlı kurban, 2 - Kansız kurban. Kansız kurbana, «saçı» da denir. Süt, kımız, içki ve diğer yiyecek ve içeceklerin kutlu yerlere serpilmesine «saçı» denir. Yatırlara, ahlara, ulu ağaçlara bağlanan bezler de kan­ sız kurban yerine geçer, birer saçı sayılır. Hunlar zamanından gü­ nümüze kadar, Orta Asya dağlarından ve bozkırlarından, Anadolu ve Rumeli dağ ve köylerine kadar, bu gelenek bütün canlılığı ile ya­ şamaktadır. Türkistan’da Hoca Ahmet Yesevî Türbesinde de, Türkkiye'de İstanbul’da Tellibaba, Toz veren Dede, Zuhurat Baba yatırla­ rında da aynı saçı geleneğine rastlanır. Yirmi yıl önce, Sünnî ve Ale­ vî Yörük ve Türkmenlerde, ocağa bir kaşık yağ atıldığını, mezarla­ ra saçı saçıldığını gördük ve duyduk. Altay’lılarda kurban âyini esnasında, iki kayın ağacı arasına ko­ nulan sırığa asılan renk renk kumaş parçaların (siyah renk hâriç) ve kunduz ve tilki derisinden ibâret süslere «Tolu» denir ki, «kurtu■ rk'

(4) Kaşgarlı Mahmud, Divânü Lûgat-it Türk, I, 65, H. Namık Orkun, Eski Türk Yazıtları, IV, 56 Idhuk tağ, geçitsiz sıra dağlar demektir. (Divan, I, 65). — 293 —


Prof. Dr. M E H M E T ER'ÖZ

luş fidyesi» m anâsına gelm ektedir (5). M undus ve Tölös’ler, tolu ta­ nesinden gebe kalan b ir kızdan türediklerine inanırlar (6). Malatya Alevîleri arasında buna benzer b ir m asal anlatılır: Çocuğu olmayan b ir kadın, rüyâsm da ak sakallı b ir p ir görür. P ir kendisine «toîu» verir. K adm tolu’yu içince, gebe kalır ve dokuz ay sonra çocuğu olur (7). G öktürk boylarından birinin adı da «Dolu»dur (8). Görülüyor ki, kurban m anâsına gelen bu kelime etrafında b ir kutluluk ve m u­ kaddeslik örgüsü örülm üştür. Aydın ili'nin O rtaklar bucağına bağlı Yeniköy ve Tekke (Tekin) köyleri arasında bulunan eski b ir m ezar­ lığın adının «Tolu Mezarlığı» olması, vaktiyle Türkm en oym akları­ nın burada kurban, yani «tolu» kestiklerini anlatıyor. Biz, Alevi Türkm enlerin atalarının ru h u için m ezarlıklarda k u rb an kestiklerini gördük. Uludağ’daki b ir yatırın adının «Dolu Baba» olm ası da, bu görüşüm üzü destekliyor. Tahtacı Türkm enlerin, dinî toplantılarında (cem âyinlerinde, töre ’ye dayanan toplantılarında) ibâdet niyetine «dolu (tolu)» yani ra ­ kı içmeleri ve bunu, aşağıda anlatacağım ız k urban töreni ile birleş­ tirm eleri, to lu ’nun T ürk dini ve İçtimaî hayatındaki yerini gösterir. T ürk Urug ve Boylarında Kansız K urban İslâm lık öncesi ve kısm en de sonrası, Türk topluluklarının kanlı kurbanlarının, aslında b irer kansız k u rb an olduğu görüşündeyiz. Divânü Lûgat-it T ürk'teki ve K utadgu Bilig’deki, kesilecek hayvan m anâsına gelen «Tokum, takım » (9) kelim elerinin ve «Tokum tokundı» = o kendisi için hayvan kesti» (10) sözünün, İslâm iyet öncesi, kansız kurbanı da ifade edip etm ediğini bilmiyoruz. Bazı Türk uruglarınm kurbanın kanını akıtm adıklarını biliyo­ ruz. Altayîılar ve diğer T ürk urugları, kurbanı kesmeyip, boğarlardı, (gurap yat). Bunu, hayvanın ağzını, b urnunu tıkayıp yaparlardı. Kur(5) Abdülkadir İnan, Makaleler ve incelemeler, Ankara, 1968, s. 433-435. (6) İnan, aynı eser, s. 193-457, Radloff .Sibirya’dan, İstanbul 1955, çeviren: Ahmet Temir, II, 36-38. (7) Alevî dedesi Muharrem Dede’den, (8) İnan, aynı eser, s. 500. (9) Divan, I, 396, 11, 147, R. Rahmetli Arat, Kutadgu Bilig, III, İndeks, İst. 1979, Haz. K. Eraslan, O. F. Sertkaya N. Yüce, s. 457. (10) Divan, aynı yerde.


TÜRK BOYLARINDA

«KANSIZ KURBAN» GELENEĞİ

ban yerine «tayılga» denirdi. Dede Korkut’ta ve M anas D estam 'nda, «ak boz atın boğazlanıp, ölü aşının verilmesinden» bahsedilir (11). K urbanın bu şekilde öldürülm esi, «kan tabusu»ndan ileri gelse gerektir. Çünkü dünyanın birçok yerinde, çeşitli klan ve kabileler, can veya ruhun kanda olduğuna veya kanın kendisinin ru h olduğu­ na, kanın toprağa dökülm esinin felâket getireceğine inanırlar. Avus­ tralya klanlarında, b ir delikanlının cemiyete giriş töreni yapılırken kendisine işkence edilir. K anın toprağa akm am ası için, omuza alı­ nır, gencin kanı, kabile üyelerinin sırtına, göğsüne ak ar (12). Bunlar, kanın kutlu veya tabu sayıldığını gösteren, sosyolojik ve sosyal an­ tropolojik b ir iki örnektir. H âııedan üyelerinin kanının toprağa dö­ külm esinin de büyük uğursuzluk getireceği inancı, Türk ve Moğollarda yaygındır. O yüzden O rta Asya T ürk ve Moğol devletlerinde ve Selçuklu ve Osm anlIlarda hânedan üyelerinin kanı dökülmez, ölü­ me m ahkûm edilenler, boğularak ö ldürülürdü (13). T ürkler m üslüm an olduktan sonra, k u rb an ı kesmeğe ve kanını akıtm ağa başladılar. Ancak eski inanç ve âdetlerini de bü sb ü tü n bırakam adıklarm dan, kan tabusu, Alevî ve B ektaşî cem aatlerinde ya­ şadı. Bu cem aatlerin, k urban kesm ek yerinde, «tığlamak» terim ini kullanm aları bunugösterir. Bu topluluklarda kesilecek kurbanın adı, «terceman» veya «terc!iman»dır. M ilrşid’in, Dede’nin, Ocakoğlu’nun köye gelmesi ile Alevî cem aatinde dinî heyecan ve sevincin son nok­ tasına erdiği cem günlerinde, dedenin verdiği hayırlı (hayır dua) ile tekbir getirerek, tercem an tığlanır. Eski T ü rk ’lerden farklı olarak, kesilerek tığlanır. Ancak, kanının toprağa dökülm em esine son dere­ ce dikkat edilir. On iki hizm etten b irini gören iki kurbancı, tığlanan tercem anm kanını büyük b ir k ara kazanın içine akıtırlar. K urbanın kanını, barsaklarm ı, işkem besini ve diğer artık larım kefenleyip, ten­ ha b ir yere, çok derin b ir çukura göm erler (14). Malatya-Bingöl çev­ resi Alevîleri de aynı kefenlemeyi yap arlar (16). (11) İnan, aynı eser, aynı yazarın Şamanizm ve Manas Destanı isimli eserle­ rine de bakınız. Sibirya’dan kitabında da bilgi var. (12) J. G. Frazer, The Golden Bough, London, 1967, s. 300-303. (13) Geniş bilgi için bk. Fuad Körprüiü, «Türk ve Moğol Sülâlelerinde Hânedân Âsisinin İdamında Kan Dökme Memnuniyeti», Türk Flukuk Tarihi Dergisi, c. 1. Ankara, 1944, s. 4-9 v.d. (14) Bu konuda geniş bilgi için şu eserimize bakınız: Türkiye’de Alevîlik-Bektaşîlik, İstanbul, 1977. (15) Alevî dedesi, Muharrem Dede’den aldığımız bilgiye göre. — 295 —


Prof. Dr. M E H M E T ERÖ Z

Bu anlattığım ız, Batı Anadolu ve Akdeniz sahillerinde yaşayan Kızılbaş Tahtacı Tiirkm enlerin «İç K urbanı» dır. Bu kurbanla ilgili âyin Altaylılarm, Y akutların ve diğer O rtaasva Türk u ru klarının yü­ ce semâvı varlığı -buna ister Tengri diyelim, ister Ülgen, Ülgön diye­ lim - sundukları kurbana ve kayın orm anlarında, tenha yerlerde ya­ pılan kurban âyinlerine benzem ektedir. Bir kansız kurban olan, iç k u rb an 'a sadece m usahipliler, g örül­ m üş olanlar, görülecek ve nesip alacak yol’a ve süreğe girenler ve gi­ recek olanlar katılır. Son derece gizli birşekiide cereyan eden bu di­ nî tören, yazısız, fakat o derecede mükem m el b ir usul ve erkân çer­ çevesinde yürütülür. H aklar, vazifeler, hizm etler, herkes tarafın ­ dan bilinir. Tahtacılar bu toplantıya, süreğe dahil olm ayanları almazlar. H erkes en yeni elbiselerini giyerek bu toplantıya (cem’e, görgüye) katılır. Dolu (tolu), kadın ve erkekler tarafından, diz çökülerek, bir el kalbin üzerine götürlerek, dinî b ir huşû içinde içilir. Bu «tolu»dur, kurban’dır, saçı’dır, ibâdettir. Kopuz ve davul yerine saz, ka­ bak kernâne ve def çalınır. O rtaasya k am ların ın d efle yaptığı âyin­ leri hatırlatır. K urban bayram ında, toy ve düğünlerde, hıdrellez’de, yas tu ta r­ ken (ölü aşında, can aşında), yatırlard a tığlanan kurbanın kanının toprağa dökülm esine aldırm azlar ve bunların kurban artıklarının dışarıda kalm asına, kedi köpek tarafından yenilmesine ses çıkarm az­ lar. Çünkü bu kanlıkurban'dır; sürek, yol bakım ından ikinci dere­ cede ehem miyet taşım aktadır. 0 yüzden buna Tahtacılar, «dış kurban» derler. Kansız kurban olan iç k u rb an ’da ise, tercem an’m kanı yere akıtılm adığı gibi, k u r­ banın kem ikleri de kırılmaz. K arakazan’da b ü tün olarak pişilir. Ortaasya’da da bu aynen böyledir. Cem’e katılanlarm yedikleri kurban etine, «terceman lokması», «rıza lokması», «lokma», «hak», «pay», «ülüş» adı verilir. Ülüş kelimesi bazı yerlerde «ülü» şekline girmiş olup, kom şulara gönderilen yemeğin adı olm uştur. Cem’e katılam a­ yan bazı kişilere de lokm a gönderilir. Düşkün olup cem ’e giremeyen­ lere, değil lokma, selâm bile verilmez. Tercem an’m kem ikleri, bereket getirm esi için am barlara, kiler­ lere konur. Yününden eldiven, kazak, başlık, yastık yapılır. Döşek ve çorap yapılmaz. K urbanın kem iklerine ve yüzüne de böyle b ir di­ nî saygı gösterilm iş olur. — 296 —



Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.