Metin İşçi - Kültür Sömürgeciliği ve Eğitim

Page 1


Doç. Dr. Metin İŞÇİ.

Kültür Sömürgeciliği

ve Eğitim

İstanbul, 1995



Doç. Dr. Metin İŞÇİ

Kültür Sömürgeciliği

ve Eğitim

· Turan \'"~yıncılık A.Ş. Paşaliriıaru

·

Cad. Nu: 22/2 'ÜskÜdar - İstanbul

. Tlf: (0 216) 310 89 05


:'r

, .·

Baskı

: K\lş.ak Ofset Cilt ••• : Kuşak Ofset

Tlf .... : (0 212) 517 41 03 (0 212) 520 85 80


· iÇiNDEKiLER ', ÖNSÖZ GfRtŞ

KISALTMALAR 1- KÜLTÜR. TARİFİ, TİPLERİ VE ÖZELLİIQ.ERI. A- Kültür Nedir

l'- KUlturUri.Çeşitli Tarifleri 2- KUltütjbı Ö.ıellikleri . B- Kültür Tipleıi 1- Maddi Kültür (Medeni.yet ve Teknik}

2- Maneviyatçı Kaitüf ve Özelliklen . 3- .Kanna Kültür ve Özellikleri C- Kültürün Değerlendirilmesi D- Kültür Taassubu (Ethnocentrisın) E- Kültürel ı;::>eğişim (Akültü~yon)

il- SÖMÜRGECtLIK, TARlFt, TİPLERt VE ÖZEILİKl.!.ERİ .

A- Sömürgecilik Nedir. 1- Sömürgeciliğin Tarihçesi a) Antikçağda (İlkçağ) Sömürgecilik b) Ortaçagda Sömürgecilik


aı K<»ır. SOmOrgec:lliQi ve EQilim c) Yeniçağ ve GünUmUı.de SömUrgeeilik d) Kapitalizm ve Sömürgecilik

B- Sömürgecilik Tipleri ' 1- Asken Sömürgecilik ve Özellikleri 2- Ticaıi (Ekon~) Sömürgecilik ve Özellikleri 3- Kültür Sömürgeciliği ve Özellikleri 1) Yabancılaşma

·

2) Beyin Göçü 3) Kimlik Krizi a) Kültür Sönıµr:g~ilili VCf Yönetinı Şekilleri b) Kültür Sömürgeciliği ve Nüfus c) Kültür Sömürgeciliği ve TUrkiye

ill-KÜLTÜRSÖMÜRGECh..tôlNtN UYGULAMA METOTLARI A-Alıştınna B~Teıkiri ...''

;·.

iV- EÖ1T1M, TARİFİ, TİPLERİ VE ÖZELLlKJ..ERt A- Eğitim Nedir? (Eğitimin Etınıolojisi) '. 1- Eğitim Hakkında Yapılan Tarifler B-Eğitimid Tipleri ve Özellikleri

1- Örgiln Eğitiin

.

2- Yaygın Eğitiin C- Eğitimin Görevleri ·· D- Eğitimin Gayesi · .· . E- Geniş ve Dar MAnada Eğitim . F- Her İki Tip Eğitimde Alt Yapımn önemi "

.

!

'

{"/

'·\,

'

-

V- .GENEL OLARAK KÜLTÜR SÖMiiRGEctLtôt .VE EÖtTtM h..1ŞK1S1 ,, A- Geniş MinAda Eğitim Yoluyla , , ~ ·· · Kültüıi Sömürgeciliği

··ı


1• Eğitim Yoluyla Kültür S~üıg~ği!Tipleri 'a) Mizah (Bütün Değerlen Yqzlaş~p.cı)

b) inanç Değerleri c) Milli Değerler

'

d) Tarihi Değerler . , :; ,. . e) Ailevt Değerler t) Terbiye Değerlerinin Yozlaşnnlması 2.·. Eğitim Yoluyla Kültür S~Urgeıeiliğiılin. Vasıtaları

a)

.

.

Kitle Haberle . ~. ,.~

.

. ..

. .

" ..':

b) Ekononiik t>olitika" c) Kültür Politikası . .

d) Alt.'\raJ>i ·.

t

" "

1• Siyast Rejim ve Eğitim AltY apası1 2· Nüfus 3- Bina ve Tesisler

•i

4-Öğretmen 5· Eğitimde İdarecilik Meselesi

6- Müfredat Programlan 7- Teknoloji ve Eğitim B- Dar M&ı4da Eğitim Yoluyla Kültür Sömürgeciliği (Okul Eğitimi) 1- Eğitimin Dili ve Kültür Sömürgeciliği a) Yem Türtcçecilik b) Yabancı Dille Eğitim 2- Müfredat Programlan ve Kültür Sömürgeciliği a) Batıda Terkedilen Akımların ve Eğitim Tanlannın Müfredat Programlarında Yer Alınası

b) Eğitimci Yetiştirmede Batı Özentisİİlin Mübalağa Edilmesi c) Milli Kültür Değerlerinin lhmali d) Bazı ·Kavramların Yanlış Değerlendirilmesi


··. t.:Modenilik ··1-Çağdaşhk.

3-Laiklik

Vl- UYGULAMA (Anket) ,"

r

''·

·'

VII-NETİCE

A- a.tgÜnkü ttiltciye1de Kfiltar SönıÜrgeeilitti vardır B- Bugtlnkil Türldye'de Kültür SOınutgeciliği Faıtettirilmeden Uygtı~~lr.. · '·

VIII- ALINMASI GEREKEN TEDBiRLER. . •, IX- BlBLf;YOORAfYA ·


KISALTMALAR

s. : Sayfa S. : Sayı A.E. T. : Avrupa Ekonomik Topluluğu A.B.D. : Amerika Birleşik DevJetleri y.a.g.e., : Yukarıda Adı Geçen Eser Ans.. .. ·:-ı.Arısild.Opedi ·.· ' KUJt. . · ., . . ;: KUltik .' Yay... :·Yayınevi lst. : . ; ' ! İstanbul ' . . ; Ank.r.: : Ankara ; !

Çev~

~

·: Çeviren · ·

M.B.B. :. · · T.DJC; T.T.K. T. Diy. Vak.

: Milli Eğiıim· Bakartlığı : TUrk Dil Kurumu · ,. : TUrk Tarih Kurumu :. Türkiye Diyanet Vakfı

Bk. · Gaz. .

:

, ·4 Pakınız ., · Gazete ·' ,; · · 1.ü. Ed. Fak.. : İstanbul üniversit~i Edebiyat FakUltesi' C; .-. ' · l Cilt .. Kit. , ; : Kitap Kal. : Kalkınma · Haz. · .· .: Hazıflaym ...

Tere.

J

: Tercame

Kült. Bak. Yay. : KOltür Dekanlığı Yayınlan·


ÖN SÖZ "Kültür Sömürgeciliği ve Eğitim -Dünya'da ve Türkiye'de-" konulu bu çalışmanın amacı ne kültür ne de eği­ tim tarihi yazmaktır. Çünkü. çok geniş bir muhtevaya sahip olan bu meselelere açıklık getirmek, bir hayli zordur. Bizim burada yaptığımız şey, konuyu ana hatlarıyla ele alıp millet hayatındaki önemine, yetkililerirı ve ilim çevrelerinin biraz olsun dikkatini çekmektir. Çünkü biz şuna inanıyoruz: "Bir nefes mumu söndürür, aynı nefes ateşi alevlendirir". İnsanlık tarihine baktığımızda, kültürle eğitimin daima yan yana ve iç içe olduğuna şahit olmaktayız. Yani ne kültürsüz bir eğitim, ne de eğitimsiz bir kUltür tek başına verimli olamaz. Millet hayatında, bu derece öneme sahip olan bu faktörlerden dolayıdır ki, milletler arasındaki eği­ tim ve kültür üstünlüğü, mücadele ve anlaşmalarda, temel rol oynamış, hatta belirleyici olmuştur. Bunu kavrayan ülkeler, eğitim ve kültür çalışmalarına hız vermişler, aldıklar_ mesafeden dolayı da diğer milletler üzerirıde üstünlük kurmuşlardır. ı 789 Fransız ihtilalinin insanlar arasında başlattığı, hürriyet, adalet ve eşitlik fikri, bu değerler uğruna müca-


Kültür SömürgeciliOi ve

Eğitim ı

11

dele ortamım yaratmış ve bağımsızlık tohumlan atmıştı. Buna bağlı olarak yeryüzü, 1914 birinci, 1939 ikinci dünya savaşlarına kadar giden bir arenaya döndürülmüştü. Bu savaşlar, hem galipleri ve hem de mağlupları büyük çapta maddi ve manevi kaynak kaybına uğratınca, artık hiçbir ülke sıcak savaşı göze alamaz oldu. Bugün, artık yeryüzünde bütün ülkeler, sıcak savaş yerine, ondan daha tesirli ve kalıcı olan kültür ve eğitim savaşım tercih etmektedirler. Bundan dolayı, gelişmiş ülkeler, hakimiyetlerini devam ettirmek için, kültür ve eğitime büyük önem vermekte, böylecı=- bu konuda, zayıf ve geri ülkeleri devamlı sömürmektedirler. Yani, kültürel yönden güçlü olan ülkeler, ilişki kurdukları diğer ülkelerin kanına bir asalak gibi nüfuz ederek, kendilerine her yönden bağımlı hale getirmektedirler. İşte kültür sömürgeciliği ifadesini bu noktada bulrn.aktadır. Türkiye, gelişmek1:e olan ülkeler grubunda yer aldı­ ğından ve büyük bir nüfus potansiyeli ile yer altı ve yer üstü zenginliklerine sahip olduğundan, kültür sömürgecilerinin boy hedefi haline gelmiştir. Bu yüzden, etrafı bir ateş çemberiyle çevrilmiş ve iç bünyesine nifak tohumlan serpilmiştir. Bu da yeterli görülmemiş, eğitim ve öğretim kurumlan, bir suflör taktiğiyle, milli ve manevi değerler­ den uzaklaştırılmış, sömürge zihniyetli insanlar yetişme­ sine çalışılmıştır. Beni bu çalışmaya sevkeden de bu durumlara bizzat şahit olmamdır. Çünk-U yıllardır, eğitim kurumlarının bir sistem arayışı içinde olduklarını, müfredat, idareci ve öğ­ retmen meselelerini bizzat yaşayarak, bu kültür ve eğitim çarpıklığını büyük bir ibretle görmüş bulunm·•ktayım. Kültür, bir sosyal miras olduğundan, bunu ilmi ölçüler dahilinde geliştirip, yeni nesillere devretmenin milli bir görev olduğu kanaatindeyim. Mirası ehliyetli ellere teslim etmek, son derece önem arzettiğinden, yeni nesillerin şekillendirilmesi ve yönlendirilmesi işi e~itime düş-


12 /Kültür SömürgeciliOi ve EOilim

sistemi ve değerlerine, uygun bir yapı veya dış telkinlere uygun olarak yön veren toplumlar, sonuçta hiç bir kalıba uymayan üyelerini, sinelerinde barındırmak wrundadır. Eğer, bir ülkenin eği­ tim sistemi, her türlü yeniliğe hazır, akılcı, zeki ve cesur elemanlar yetiştiremiyorsa, geleceğini ipotek altına koymtı~ demektir. Eğitimin diğer bir yönü, devlet politikasında belirleyici rol oynamasıdır. Çünkü devleti yönetenler mevcut eğitim sisteminin çarklarından geçtiklerinden dolayı, eği­ timin kalitesi devletin, iç ve dıştaki çıkarlarının korunmasıyla kendisini ortaya koymuş olacaktır. Hiçbir siyasi sistem, yetiştirdiği rejim muhalifleriyle ayakta duramaz. Böylece devletin eğitimi ihmali, milletin başına büyük gaileler açacaktır. Okullarını ve milli kültür değerlerini günlük siyasi çekişmelerin dışında tutup onlara milli çehre kazandıran ve nifak tohumlarından uzak tutan ülkeler, ancak tarih sahnesinde kalmaya hak kazanırlar. Yoksa, azınlık zihniyeti ve kültürüyle beslenmiş, yabancı dille eğitim yapan okullardan, ancak sömürge aydını yetişir. Stalin'in "Bir ülkenin eğitim kurumlarını bana verin, o ülkeyi kısa zamanda size teslim edeyim" sözü tesadüfle söylenmemiş olup, millet hayatında eğitimin önemine işaret etmektedir. Buna göre, devlet bilhassa eğitim müessesesi üzerinde ciddiyetle durmak ve istikbali güven altına alabilmek için, kadroları ehliyetli ellere teslim etmek mektedir.

Eğitim

kazandırmamış

wrundadır.

Bu çalışma bir ı~'Jktora tezi olarak takdim edilmiştir. Ancak kitap haline getirilirken, çok sayıda kimseye hitabedeceği düşünülerek gözden geçirilmiş ve bazı bölümleri yeniden yazılmıştır. Eserin meydana gelmesinde yardımlarını esirgemeyen Hocam, Prof. Dr. Amiran Kurtkan Bilgiseven'e teşekkürü bir borç bilirim. Yrd.Doç. Dr. Metin işçi lstanbul - 1993


GİRİŞ

Kültür sömürgeciliği ve eğitimle ilgili esaslan açıklı­ ğa kavuşturmak amacıyla hazırlanmış olan bu çalışma. birbiriyle bağlantılı olan iki sosyal faktörü sekiz bölüm şeklinde ifade etmektedir. Bu iki fak1örden biri, sosyal miras olan kültür, diğeri ise, onun hayata geçiriliş şekli olan eğitimdir. Konuya hangi açıdan bakılırsa bakılsın, kültürle eğitim, etle kemik gibi birbirinden ayrılamayan bir bütündür. Bunun için eğitim mi kültürden, kültür mü eğitimden çıktı, sorusu anlamsızdır. Bunlar bir topluma hayat veren can damarlarıdır. Ne eğitimsiz kültür, ne kültürsüz bir eğitim verimli olamaz. Kültüre baktığımızda, onun bütün insan faaliyetleriyle iç içe olduğunu görürüz. O, her türlü insan davranışla­ rına tesir ettiği gibi, eğitime de bir anlam kazandırarak, boş kafa ve bedenleri şekillendirir. Bu iki kavram arasın­ daki ilişki bozulduğu zaman, topluma dinamizm kazandı­ ran değerler yozlaşarak 'yabancı hegemonyası olan kültür sömürgeciliği gerçekleşmiş olur. Bu sebeple, kültür uz-


14 /Kültür

Sömürgeciliği

ve E(litim

marn olarak bilinen sosyal antropolog ve etnologlarla, pedagoglar aynı hedefe ulaşmak için işbirliği etmek zorundadırlar. Çünkü, her ikisinin de üzerinde birleştikleri konu, insan ve onun maddi ve manevi eserleridir. Yani bunların laboratuvarı insan toplumları ve müesseseleridir. Onun için, gerek kültür ve gerekse eğitim, insan denilen varlık çok yönlü olması düşünülerek ele alınmalıdır. Konuya bu açıdan bakılırsa, kültür sömürgeciliğinin temelde, insana sadece maddi bir varlık olarak bakan maddeci kültürlerin eseri olduğu görülür. Çalışmamızın özünü, Türkiye teşkil ettiğinden, yukarıdaki kavramlar daha çok ülkemiz şartlan açısından değerlendirilmiştir.

Kültür

sömürgeciliği,

modem teknolojiden istifade önlenmesi de ancak modem teknolojiye dayalı olan eğitimle mümkün olacaktır. Çünkü, teknolojideki ilerlemeler, artık, insanlar arasındaki mesafeleri kaldırmış durumdadır. Öyleyse, kitle haberleşme vasıtalarının milli programlar çerçevesinde kullanılması ve eğitime tahsis edilmesi kültür sömürgeciliğinin tahrip gücünü azaltacaktır. Onun için, "her şey insana hizmet açısından vardır" sözü temel ilke olarak alınırsa, bugünkü tarihi gerçekler içerisinde, milletlerin birbirlerini menfaat açısından istismarı önlenmiş olacaktır. Burada önemli olan olayları geniş bir perspektif açısından değerlendire­ rek, dünya gerçeklerini kavramış olmaktır. Bu çalışmamızda, yukarıdaki esaslara dikkat edilmekle beraber kültür sömürgeciliği ve eğitimle ilgili bütün konular ifade edilmemiş olabilir. Zaten bizim de böyle bir iddiamız yoktur. Sadece konuya belli bir çerçeve içerisinde yaklaşılmaya çalışılmıştır. Buna göre, çalış­ mamızın birinci bölümünde, kültürün kelime anlamı, tarifleri, tipleri ve çeşitleri üzerinde durularak açıklamalar ettiğinden, tahribatının

yapılmaya çalışılmıştır.


Kültür

Sömürgeciliği

ve

Eğitim ı

15

İkinci bölümde, sömürgeciliğin anlamı, tipleri ve özellikleri ile doğuş sebepleri üzerinde durulmuştur. Üçüncü bölümde, kültür sömürgeciliğinin takibettiği tarihi seyir ve uygulama metotları, gerçek hayattan verilen örneklerle açıklanmaya çalışılmıştır. Dördüncü bölümde, eğitimin kelime anlamı, tarifi, tipleri ve önemi üzerinde durulmak."ta, bu konuda alt yapı­ nın önemine işaret edilmektedir. Beşinci bölümde kültür sömürgeciliği ve eğitim iliş­ kisi genel anlamda ele alınarak, mukayeseler yapılmakta, tipleri ve vasıtaları çok yönlü olarak tahlil edilmektedir. Aynca kültür sömürgeciliğinin yozlaştırdığı değerlerin neler olduğu, yozlaştırıcı olarak hangi metotları kullandı­ ğı ayrıntılı olarak izah edilmektedir. Bunların dışında kültür sömürgeciliğinin milletlerin ekonomi ve kültür politikalarını nasıl etkilediği ve kitle haberleşme vasıtaları üzerindeki tasarrufları konu edilmekte ve alt yapı faktörleri üzerinde durulmaktadır. Ayrıca, okul eğitimi üzerinde kültür sömürgeciliğinin tesirleri, eğitimde yer alan bütün faktörler açısından ayn ayn olarak yine bu bölümde ele alınmaktadır.

Alnncı bölümde Türkiye'de kültür sömürgeciliği eği­ tim ilişkisi dar ve geniş anlamda ele alınmakta, bunun için de adeta bir tarihi kronoloji çizilmektedir. Bu konuda Türkiye'de, milli ve manevi değerlerin önemine dikkat çekilmekte, uygulamada kitle haberleşme vasıtalarıyla, devlet politikasının önemi belirtilmektedir. Türk eğitim sistemi ve okulların durumu yine bu bölümde ele alın­ makta, eğitim tarihinden verilen örneklerle karşılaştırma yapma imkanı sergilenmektedir. Yedinci bölümde netice yer almakta; bu konuda, Türkiye'de kültür sömürgeciliğinin olup olmadığı ile uygulama metotları somut örneklerle ifade edilmektedir.


16 /Kültür SömürgeciliOi ve EOitim

Sekizinci bölümde ise, kültür sömürgeciliğinin Türkiye'deki tahribatını önlemek için alınması gereken tedbirler ile meselenin çözümüne ışık tutacak olan teklifler maddeler halinde sıralanmaktadır. Bugün dünyamızdaki değişmeler baş döndürücü hızla devam ederken, Türkiye'nin bunun dışında kalması mümkün değildir. Fakat köklü mazisinden güç alarak yola çı­ kan Türkiye'nin 21. yüzyıla Türk damgasını vuracağı kesindir.


1- KÜLTÜR TARİFİ, TİPLERİ VE ÖZELLİKLERİ

A- KÜLTÜR NEDiR?

İnsanlığın ve yeryüzünde mevcut dillerin tarihi, çok eski zamanlara ginnesine rağmen, bugün kullandığımız kelimelerden bir kısmının geçmişi çok yenidir. Kültür, teknik ve medeniyet kelimesi de bunlar arasındadır. Yalnız bu kelimeler, kaynak olarak yabancıdır. Kültür ve onunla ilgili kavramlarla uğraşan bilim adamları, ortak bir tarif üzerinde anlaşamamışlardır. Bunun sebebi, kültür kelimesinin çok anlamlı oluşundandır. Konuyla en çok ilgilenenler, ilgi sahaları içinde yer almasından dolayı antropolog, sosyolog ve etnologlardır. Ancak, kültür, karmaşık bir mfuıa ifade ettiğinden kı­ saca açıklamak kolay bir iş değildir. Amerikalı iki antropolog Kroeber ve Kluckhohn 1952 yılında yayınladıkları kültürle ilgili antolojide, kültür kavramının 164 farklı tanımını derlemiş ve tartışmışlar­ dır. Bu araştırmayı tenkid eden Berelson 1964 yılında şöyle demektedir. "İlmi bir kavramın bu kadar çok anlamı varsa, o kavram tanımlanamaz." Radcliffe-Brown ise konunun zorluğuna temas ederek, kültür kelimesinin hiç


18 /Kültür Sömürgeciliği ve Eğilim

kullanılmamasını

tavsiye etmektedir. Bütün bunlara rağ­ men, cazip olduğundan, bu kelime hfila kullanılmaktadır. ı Bugün kültür şu temel kavramlar karşılığında kulla-

nılmaktadır:

1- Kültür, bir toplum veya toplumların medeniyetidir. 2- Kültür, bir insan ve toplum teorisidir. 3- Kültür, sürekli değişimlerin bileşkesidir. 4- Kültür, beşeri alanda eğitimdir. 5- Maddi ve biyolojik alanda, üretim, tarım, biçim verme anlamındadır. 2 Tabiatıyla, bir kelime bu kadar çok anlam taşıyınca kişi ve toplumlara göre de farklılık gösterecektir. Kültür kelimesi, Latince Cultura'dan türetilmiştir. Latince Cultura, ekip biçmek, sürmek ve toprağı karıştırmak anlamına gelmektedir. 3 Fransızca'da Culture, yetiştirme, ekim yeri, tarla, kafa eğitimi, kafa ürünleri, ekin, fizikte beden eğitimi karşılı­ ğıdır.4 Kültür, İngilizcede (Culture), kültür, ekin, tarım, çözülmesi gereken karışım anlamındadır. 5 Türkçe'de; ziraat, genel bilgi, spor tekniği, duyuş, düşünüş ve hayat tarzı karşılığı kullanılmaktadır. 6 Arapça, irfan ve sekafe kelimeleri, bilgi, ilim, fen karşılığıdır.

Almanca'da maddi üstünlük olarak ifade edilmektedir. 7 1 Bk. Bozkurt Güvenç, İnsan ve Kültür, Remzi Kit. İstanbul 1974, s. 95. 2 Bk. İbrahim Canan, Kültür Medeniyet Teknik, Cihan Yay. İstanbul 1984, s. 20; Bozkurt Güvenç, y.a.g.e., s. 98. 3 Bk. Faruk Zeki Perek. l.Atince Gramer. 1. Ü. Ed. Fak. Yay. 197. 4 Bk. Français Dictionnaire, Milliyet Gaz. Yay. İstanbul, 1990, s.

166. 5 Bk. Golden Dicıinary, Milliyet Gaz. Yay. İstanbul, 1990, s. 240. 6 Bk. Türkçe Sözlük, Milliyet Yay. İstanbul 1985, s. 427. 7 Bk. Cemil Meriç, Umrandan Uygarlığa, Ötüken Yay. İstanbul 1979, s. 351.


Kültür Sömürgeciliği ve Eğitim / 19

Kültür kelimesi, Almanca'dan bütün batı dillerine Kelimeyi ilk defa etnolog G. Klem medeniyet ve kültürel tekamül karşılığında kullanmıştır. 8 Bu kelime 18. yüzyıla kadar Fransızca'da aynı anlamda l'llllanılmış­ tır. İlk defa Volter, kültür kelimesini insan zekasının oluşumu, gelişimi ve geliştirilmesi anlamında kullanmıştır. 9 Kültür kelimesini, Fransızca'dan alarak sosyolojik ve antropolojik anlamda kullanan Alman tarihçi Johanne Christophe Adelung, 1782'de neşrettiği, İnsan Nevinin Kültür Tarihi Üzerine Deneme (Essai Sur l'histoire de la Culture de l'espece humaine) adlı eserinde kullandı. Bundan sonra İngiltere'ye geçen kelime, E. B. Taylor tarafın­ dan 1871 'de neşredilen, Primitive Cultur ~dlı eserde kullanıldı. Bu tarihten sonra antmpolog ve sosyologlar tarafından benimsenen bu kelime, her geçen gün mana değiş­ tirerek, yeni özellikler yüklenmiş ve milletlerarası bir kavram olarak bu günkü kimliğini kazanmıştır. ıo Ancak 19. yüzyılın ikinci yansı ile 20. yüzyılın ilk çeyreğinde Fransız ve İngilizler medeniyet (civilisation) sözünü kültüre tercih ediyorlardı. Fransızca'da Culture kelimesinin, medeniyet karşılığında Academie Française sözlüğüne geçmesi, ancak l 932'de gerçekleşti. 11 Batdı etnologlar, 19. yüzyılın ikinci yansında bulup ortaya çıkar­ dıktan, hiç de vahşi ya da barbar olmayan küçük, basit ve barışçı uygarlıklara da kültür ya da Culture adını verdiler. Marx, Fransızlar'ın esprit'sine daha yakın olan, Hegel'in (akıl ruh) ve objektif geist kavranılan yerine, Cultur'u tercih ediyor ve kültür kavramının değilse bile, kültürel muhtevanın tanımını veriyordu. ıı geçmiştir.

8 Bk. İbrahim Canan, y.a.g:e., s.16. 9 Bk. BozkurtGüvenç,y.a.g.e., s. %. 10 Bk. Guy, Rochcr, l'Action sociate, Edt. H. M. H. Paris 1968, 104, 108; İbrahim Canan, y.a.g.e., dipnot s. 16. l l Bk. Le Petit Robens Sözlüğü, Paris l %6. 12 Bk Bozkurt Güvenç,y.a.g.e., s. 97.


20 I Kültür Sömürgeciliği ve Eğilim

Meydan Larousse, edinilmiş bilgiler toplamı, cemiyete has içtimai ve dini müesseseler ve zihni faaliyetlere kültür adını vermekte, 13 Britannica ise kültürü, mesleki davranışlar ve inanç sistemlerinin birikimi ve dışa yansı­ ması olarak açıklamaktadır. ı 4 Biz bu garip kelimeyi Fransızca'dan aldık. Medeni dillerde kelimelerin kökleriyle hiçbir ilgisi kalmaz. Hele bu tabirler, kaynaklarından ne kadar uzaklaşırlarsa, o kadar değer ve önem kazanırlar. Biz büyük bir iştihayla kültüre Hars demişiz. Hars kelimesi tam tutacakken, vazgeçip A vrupacasını kabullenmişiz. Ekin veya Fransızca karşılığı olarak irfan demişiz. ıs Peki irfan nedir? Artık, günümüzde kültür, kazanılmış bir fikirler hamulesi (toplamı), bazan modanın gerektirdiği bir cila. Ama, her zaman imtiyazlı bir zümrenin kendinden olanları tanımasına yarayan bir klişeler yığını. Kültür, adeta, insanın kendini fethi, bugünü dün ve yarınla zenginleştir­ mektir. İrfan, insanoğlunu ayırmayıp birleştiren, adeta her türlü çiçeğin bulunduğu bir bahçedir. Bu bahçede kinler susar, duvarlar yıkılır, anlaşmazlıklar sona erer. İrfan, ilahi anlamda kendini tanımakla başlar, haddini bilmekle devam eder ve bilgi birikimiyle sona erer. 16 1- Kültürün Çeşitli Tarlnerl

Kültür ve onunla ilgili konularla uğraşan fikir adamve bilginler, konu hakkında farklı şeyler söylemektedirler. Hatta milletler arasında da böyle bir fark gözlenmektedir. Ba~ta sosyolog, sosyal psikolog ve antropologları

13 Meydan larousse, C. 6, s. 6438. 14 Britannica, C. 14, s. 140. 15 Bk. Cemil Meriç, y.a.g.e., s. 350. 16 Bk. Cemil Meriç, Mağaradakiler, Ötüken Yay. İstanbul 1978, s. 39.


KGltür

Sömürgeciliği

ve

Eğitim/

21

lar olmak üzere, umumiyetle kültür tarihçilerince, kültür kelimesinin ilmf yönden ifade ettiği mana tattnin edici şe­ kilde açıklanamamıştır. Nitekim, kültürle ilgili sahalarda çalışan ilim adamlarından hemen hemen hepsinin onu yeniden tarif ettne teşebbüsü de bunu göstermektedir. Bununla beraber, ortaya konulan tarifler gözden geçirilince, hepsindeki ortak nokta ve kültürden ne kastedildiğini anlamak kolaydır. Kültürü tarif etmedeki güçlüğün sebebini çok defa bilgi ve malzeme eksikliğine bağlamak yerine, terimlerdeki değişmelerle, ilimlerin sürekli gelişmesine bağlamak daha akılcıdır. Böylece, her ilim kullandığı terimlere, o an için genel ve kullanılabilir anlam vermeye çalışırken, eski manalarını da koruyup, evvelki tariflerle karşılaştırmalar yapmak zorundadır. Bu halin, çok defa ilmin görevini güçleştirdiğine şüphe yoktur. Çünkü, günlük dilde kullanılan terimlerin, ilmin onlara vermek istediği anlamlardan tamamen farklı olarak kullanılabileceği bir gerçektir. Bazen bir terimin, değişik ilim sahalarında başka manalarda kullanıldığı görülmektedir. Kültür kelimesi de bunlardar biridir. 17 Genellikle, kültür tarihçilerine, kültür kelimesinin ifade ettiği mana aşağıdaki gibi açıklanmaya çalışılmakta­ dır:

Kültür, bütün öğrendiklerimizi unuttuğumuzda geriye kalan şeylerdir. (Ellen Key). Tabiatın meydana getirdiği şeylere karşı, insanın ortaya koyduğu zeka mahsulü olan herşeydir. (Marx). Kültür sosyal antropolojinin konusudur. Kültür veya medeniyet bir toplumun üyesi olarak insanoğlunun öğ­ rendiği bilgi, sanat, gelenek-görenek ve benzeri yetenek ve alışkanlıkları içine alan bir kannaşık bütündür. (E. B. Tay lor) 17 Bk. Mümtaz Turhan, Kiiltiir Değişmeleri, Bnşbakaıılık Yay. İstan­ bul 1972, s. 35.


22 ı Kültür SömürgeciliOi ve EOitim

Kültür, belirli bir halkın sosyal mirasını ifade eder. Sosyal miras tabiri, sosyal hayata iştirakle ve tahsille nesilden nesile aktarılmakla, biyolojik değil, fakat sosyal manada intikal eden bilgi, tedbir ve adetleri ifade eder. (Maclver Page). 18 Kül!ür bir topluluğun yaşama tarzıdır. (C. Wiesler) Atalardan gelen maddi ve manevi değerler toplamı kültürdür. (E. Sapir) İnsanın tabiatı ve kendini idare etme yoluyla bizzat meydana getirdiği eserlerdir (A. Young). Bir toplulukta örf ve adetlerden, davranış tarzların­ dan, teşkilat ve tesislerden kurulu ahenkli bütündür (R. Thumwald). Umumi olarak inançlar, değer hükümleri, örf ve adetler, zevkler, kısaca insan tarafından meydana getirilmiş he~eye verilen addır (A. K. Kohen). Bir millet, fertlerinin iştirak halinde bulunduğu manevi hayattır (F. A. Wolf). 19 Sosyo kültürel hayattaki bütün faaliyet ve aletlerin ortaya koyduğu, somutla~tırdığı manalar değerler, bunların ka~ılıklı tesir ve ilişkilerinin bütünlüğüdür. (P. A. Sorokin). 20 Kültür ve medeniyet ayrılamaz. Bunlar aynı şeydir. (E. Durkheim). 21 Durkheim ekolünün Türkiye'deki temsilcisi durumunda bulunan Ziya Gökalp, kültür ve medeniyet kelimelerini uzun süre aynı anlamda kullanmıştır. Ancak 1914-18 18 Bk. Maclver Page, Cemiyet/. (Çev. A. Kurtkan), s. 91, Devlet Kit, lstınbul 1971. 19 Türk M illf Kültürü, l. Kafesoğlu, Boğaziçi Yay. İstanbul 1982, s. 15; Mümtaz Turhan, y.a.g.e., s. 35-45. 20 P. A. Sorokin: Society, Culture and persona/ity. New York. Harpcr and Broıhers 1947. 21 Rocher, L'acıion sociale, s. 108.


Kültür

Sömürgeciliği

ve

Eğitim ı

23

yıllan arasında Üniversitelerimizdeki eğitim sisteminin düzeltilmesi gayesiyle, Almanya'dan getirilen iktisatçılar­ la temastan sonra, k-ültür ve medeniyeti birbirinden ayır­ dığı görülmektedir. 22 Ziya Gökalp'a göre: Medeniyet, çeşitli milletlerin malıdır. Çünkü her medeniyeti, sahipleri olan çeşitli milletler ortak bir hayat yaşayarak vücOde getirmişlerdir. Bu sebeple her medeniyet, mutlaka milletlerarasıdır. Fakat bir medeniyetin, her millete aldığı özel (hususi) şekilleri vardır ki bunlara Hars (kültür) adı verilir. 23 Kültür milletlere has, medeniyet de milletler arasında müşterek olan hayattır. Kültür ile medeniyetin muhtevaları arasında fark yoktur. Fark yalnız bu muhtevaların oluş tarzındadır. Bir milletin kendi sinesinden yarattığını, kültürüne ait, diğer milletlerden aldığını ise medeniyetine ait saymak gerekir. 24 Görüldüğü üzere, gerek Ziya Gökalp ve gerekse Mehmet İzzet, milletlerin kendilerine has meydana getirdikleri maddi olmayan değerlere kültür adını vermektedirler. Mümtaz Turhan'a göre, kültür; bir~cemiyetin sahip olduğu maddi ve manevi kıymetlerden teşekkül eden öyle bir bütündür ki, cemiyet içinde mevcut her nevi bilgiyi, alakalan, itiyatları, kıymet ölçülerini, görüş ve zihniyet ile her nevi davranış şekillerini içine alır. Bütün bunlar, birlikte, o cemiyet mensuplarının ekserisinde müşterek olan ve onu diğer cemiyetlerden ayırdeden hususi bir hayat tarzını ifade eder.25 22 Bk. Orhan Türkdoğan, Ziya Gökalpta sosyal değişme (makale) s. 165 A. Üni. Yay. Erzurum 1976. 23 Bk. Ziya Gökalp, Türk Medeniyeti Tarihi, s. 19, Kültür Bak. Yay. İstanbul 1976. 24 Bk. Mehmet izzet, Milliyet Nazariyeleri ve Milli Hayat Ötüken Yay. İstanbul 1981, s. 182-183. 25 Bk. Mümtaz Turhan, y.a.g.e., s. 56.


24 ı Külti.i" Sömürgecilij:li ve Ej:litim Fındıkoğlu, lügat karşılığı ile terimin anlamnı birleş­ tinnek suretiyle kültürden ziraati ve aynı harsı kasdetmenin hiçbir sakıncası olmadığını, yalnız biçilmek maksadıyla ekilen ekinden farklı olarak, fikri manadaki ekip biçmeyi anlamamızı öğütlemektedir. Buna bağlı olarak Fındıkoğlu, herhangi bir olayın özünü, anlamını kavramaya veya öğrenilen, okunan işitilen şeylerin, zihinde bı­ raktığı tortuya kültür adını vennektedir. 26 Amiran Kurtkan Bilgiseven, insanın kendi nesli ve kendinden evvelki nesiller tarafından meydana getirilmiş olan maddi ve manevi bütün çevre unsurlarının hepsine birden kültür adını vermektedir. 27 Bu anlamdaki kültür, sosyal miras hüviyetine bürünmekte ve bu miras şarta bağlanmaktadır. Cemil Meriç kültürü: rasyonalist, metafizik ve ontolojik açıdan değerlendinnektedir. Ona göre kültür, bir oluşum, bir tutum, bir hayatı anlama ve yaşama tarzıdır. Hayalin akıl, tecrübenin bilgi üzerindeki zaferi ve bir özlemdir. Keşfedilmesi, yaratıl­ ması gereken bir dünyanın özlemidir. Eski kanun ve ölçülerin yıkılışıdır. Gerçek kültür, bir tutkudur. Bütün varlı­ ğımızı ilgilendiren bir davranıştır. Kendini, insanlığın kaderinden sorumlu tutuştur. Kısaca kültür, bir sevgi ve ha-

yatın kalıbıdır. 28

Hilmi Ziya Ülken'e göre: Kültür denilince biz, milletin içinde bulunduğu, medeniyet şartlarına göre yarattığı bütün dil, ilim, sanat, felsefe, örf ve adetleri ve bunların mahsulleri toplamını anlıyoruz. Çiftçilikte kullanılan kültür kelimesi, ekilmemiş bir tarlayı ekip biçmek için hazır26 Bk. Z. F. Fındıkoğlu, "Kültüre Dair", Türk Yurdu, s. 253, 1956, s. 15. 27 Bk. Aıniran Kurtkan, Sosyolojik Açıdan İslamiyet ve İs/cimi Kavramlar, Filiz Kit. İstanbul 1992, s. 10. 28 Bk. Cemil Meriç, Umrandan Uygarlığa, s. 101-103.


Kültür SömürgeciliOi ve EOitim I 25

lamak

mınt&sına geldiği

gibi, mecazi olarak da insan kafasını düzenlemek ve bir cemiyetin şuurunu beslemek ve yetiştirmek olduğu için, milli kültür, milletin yaratıcı kuvvetlerini geliştirebilmek için yapılan hazırlıkların bütünü olacaktır. 29 Nurettin Topçu kültürü, okuyan insanın zevkini tanımlamak ve karar vermek kabiliyetini geliştirmek şek­ linde tarif etmektedir. Bu konudan olmak üzere: Bir milletin kültürünü, olaylara bakış şekliyle, tarihi içinde meydana getirdiği değer hükümlerinden olan felsefe, sanat, din, dil ve genel bilgiye dayandırmaktadır. 30 Mehmet Eröz kültürü; örf, Met, din, dil gibi manevi değerlerle izah etmekle beraber, cemiyetle kültür arasında çok sık bir bağ göstermekte ve sosyal yapının kültüre göre şekillendiğini ve böylece kültürün geliştiğini ifade etmektedir. 31 Emin Bilgiç: Bir millete şahsiyetini veren, diğer milletlerle arasındaki farkı tesbite yarayan, tarihin seyri içerisinde teşekkül etmiş, kendine has maddi ve manevi varlık ve değerlerin ahenkli bütününe kültür adını vennektedir. 32 Mustafa Erkal: Kültürü;bir arada yaşama ihtiyacı duyan, sürekli ve farklı ölçülerde teşkilatlı bir yapıya sahip bir insan topluluğunun, ekonomik ve sosyal bütünlüğü şeklinde ifade etmekte ve bu kavramın bilgiyi, sanatı, ahlakı, örf ve adetlerle, cemiyet içinde insanın kabiliyet 29 Bk. H. Ziya Ülken, Millet ve Tarih Şımm, Dergah Yay. İstanbul 1976, s. 22. 30 Bk. Nurettin Topçu: Kültür ı·e Medeniyet, Hareket Yay. İstanbul 1970, s. 10. 31 Bk. Mehmet Eröz, Milli Kültiiriinıii:: ve Mcsclclcrimiz, Doğuş Yay. İstanbul 1983 giriş. 32 Bk. Eınin Bilgiç, Mi//f Külıiir Davanıız, Doğuş Yay. İstanbul 1986, s. 27. 0


26 I Kültür Sömürgeciliği ve Eğitim

ve alışkanlıklarının toplamını kapsadığını belirtmektedir. 33 Peyami Safa'ya göre kültür, milli şahsiyet ve milli birlik demektir. Mehmet Kaplan kültürü; birikim, servet, zenginlik tasarruf olarak ifade etmektedir.34 Bozkurt Güvenç; toplum, insanoğlu, eğitim süreci ve kültürel muhteva gibi değişkenlerin karmaşık fonksiyonuna kültür adını vermektedir. Günümüzde, Batı kaynaklı bir kavram olan kültür kelimesini İslam terminalojisinde tam olarak karşılayan bir tabir yoktur. Söz gelimi, dilimizde kültürün karşılığı olarak kullanılmış olan Hars kelimesi, sözlük olarak ekim ve ziraat manasını taşımakla beraber, bilgi ve tarla anlamın­ da kullanılmıştır. (Kur'an, 2/71, 205, 223 3/14, 117 42/20). Araplar kültür kavramını, sekafe (ilim, fen ve edebiyat), hakimiyet ve hazık (kendisine muhtaç olunan şeyde kesin marifet sahibi olan) ile açıklamaktadırlar. 35 Kültürün tam karşılığı olan ifadelere, peygamberimiz (S.A.V.)'in sünnetlerinde rastlanır. Sünnet, lügat açısın­ dan yol anlamını taşımakla beraber, imanı tamamlayan davranışlar ve Peygamber (S.A. V.) tarafından bizzat yapılan işlerdir. Sünnet, geniş manasıyla ameller, değerler ve eşkaller olarak açıklanabilir. Kültür de bu konularla ilgili olduğundan sünnet kelimesiyle ifade edilebilir. 36 Demek ki sünnetlere göre kültür, peygamberin bizzat yaşadığı ve değer verdiği şeyleri aynen uygulamaktır. Sonuç olarak kültür, değişen faktörleri ihtiva edecek şekilde ilim adamları tarafından izah edilip, üzerinde anlaşmaya 33 Bk. Mustafa Erkal, İktisadf Kal. Kült. Temelleri, Yenilik Basımevi, İstanbul 1991, s. 36. 34 Bk. Millf Kültür, Sayı 36, Ankara 1982, s. 2. 35 Bk. İbrahim Canan, y.a.g.e., s. 126. 36 Bk. İbrahim Canan, y.a.g.e., s. 127-128.


Kültür Sömürgeciliği ve

Eğitim

I 27

varılamayan, unsurları

ifade eden bilgiler toplamıdır. olarak tanımlanan, fakat temelde aynı özellikleri ihtiva eden kültürü neticede şöyle tanımlayabiliriz. insanın, eski nesillerden devraldığı sosyal mirasa, kendi çağındaki yenilikleri de ilave ederek yeni nesillere devrettiği, manevi ve maddi değerler ve geÇeşitli düşünürler tarafından farklı

lişmelerdir.

Buna göre, ideal bir kültür, maddi ve manevi değerle­ ri yani ilim ve din paralelliğini ihtiva etmelidir. Böyle bir kültürü ihtiva eden tek din İslamiyet olduğu gibi, ilim din uzlaşması da bu dinin tevhid esasında görülmektedir. Bu şekilde bir paralelliği John Hick'in inanç tabakaları sınıflamasında görmekteyiz. Bu tabakalar a.~ağıdaki gibi sıralanmaktadır: 1- Bir ifadenin hafızada muhafaza edilmesi. 2- Daima hatırda tutulan bu fikrin doğru olarak kabul edilmesi. 3- Doğruluğu tasdik edilen fikir istikametinde hareket ve uygulamaya geçilmesi. 4- Fikrin doğruluğuna yapılan itirazlara karşı çıkma eğilimi ve imkanı. Bu imkan, ilmi açıdan ispat edilerek sonuca götüreceğinden, en ideal inanç tabakası burada ifadesini bulmaktadır. 37 Demek ki dördüncü tabakada ilim din paralelliği ifade edilmektedir. Bu özellik ise, tevhid esasına dayandı­ ğından, sadece Türk-İslam kültüründe görülmektedir. Çünkü, Türk kültürü ve inancı, her türlü yeniliğe açık olduğu gibi, İslam dini de, getirdiği esaslarla ilmi çalışma­ ları teşvik etmiştir. Onun için, İslamın, ilmi teşvik eden özüne ve tevhid esasına bağlılığın kendisini hissettirdiği 11 ve 13. yüzyıllarda, İslami ilimlerle, İslam medeniyeti en parlak dönemini yaşamıştır. Ne zaman ki, çok önemli 37 Amiran K. Bilgiseven, Din Sosyolojisi, s. 9. Filiz Kit. İstanbul 1985.


28 ı Kültür

Sömürgeciliği

ve

Eğilim

olan bu öze sırt çevrilmiştir, işte o zaman, ilmin yerini hurafeler, dinin yerini de batıl inançlar işgal ederek, Batı­ nın güdümüne girilmiştir. 2- Kültürün Özellikler!

Kültürün ne olduğunu daha iyi anlamak için, onun özelliklerini bilmek gerekir. Bu özellikler Claud-L~vi Strauss ve G.P. Murdock tarafından yapılan sınıflama esas alındığında aşağıdaki gibidir: a) Kültür ihtiyaçtan tatmin edicidir: Kültür, beşeri ihtiyaçlarımızdan olan din, sanat, mesken, gıda, dinlenme, giyinme ve konuşma gibi ortak ihtiyaçları cemiyet vasıta­ sıyla karşılayıcıdır.

b) Kültürel değerler içtimaidir: Teşkilatlanmış gruplarda, birliklerde ve toplumlarda meydana getirilir ve paylaşılır.

c) Kültür sonradan kazanılır: Doğumdan sonraki hayat ve diğer insanlarla ilişkilerle, öğrenme sonunda kazanılır. Böylece, kültür öğrenme ilkelerine dayanmak mecburiyetindedir. d) Kültür, İslamda ancak bir ideal olarak gerçekleşe­ bilir. Batıda ise böyle bir mesaj olmadığından ideal kültür meydana gelmemiştir. Çünkü kültürü meydana getiren elemanlar bir yığın değil, kendi aralarında bir düzen ve harmoni içindedir. İdeal olmasının sebebi, toplum üyeleri tarafından benimsenen tutum ve davranışlardan meydana gelmiş olmasıdır.

e) Kültür

değişir.

Fakat özü, ölümsüz bir felsefeye Kültür, toplumlararası ilişkiler ve taklitten dolayı zamanla değişebilir. Çünkü insanlar arası ilişkiler amıkça ekonomik, sosyal ve psikolojik şartlarda değişmeler ve farklı tatmin duygulan ortaya çıkar. Budurum, zamanla müesseselerde değişmeyi meydana getirir. dayanırsa, değişmez:


Kültür Sömürgeciliği ve Eğilim I 29

Değişmeler

ise, bazen pozitif, bazen de negatif olarak Mesela Navajo yerlileri en ağır hastaları­ m koro halinde söyledikleri şarkılarla tedavi etmektedirler. Böyle bir tedavi metoduna diğer toplumlarda rastlanmaz. Bu uygulama büyünün yerini tutar. (Kluckhohn, 1962, s. 209). f) Kültür bir ölçüde, birleştiricidir. Çünkü elemanlarıyla beraber, bir düzen meydana getirir. Daha önce kazanılmış kültürel değerlere, yenileri ilave edilir. Bu durum ise her toplwnda farklı olarak görülür. g) Kültür devamlı olup maziden güç alır. Kültürün devamlılığını sağlayan temel faktör, dildir. Bundan dolayı kültür sadece insana ait bir özelliktir. Çünkü insan, önceki nesillerden öğrendiği bilgi ile kazandığı davranış ve alışkanlıklan bir sosyal miras olarak geleceğe aktarma gücüne sahiptir. Bunun için kültür denilince örf ve adetlerle, toplum hayatını düzenleyen kaideler yani töreler akla gelir. Bu faktörler aynı zamanda k'"Ültürün devamını da sağlarlar. 38 karşımıza çıkar.

B- KÜLTÜR TiPLERi

Kültür tiç~eri hakkındaki en önemli sınıflamayı Soroyapmıştır. O, kültürleri: l) Maneviyatçı kültürler. 2) Maddeci kültürler. 3) Karına kültürler olarak üçe ayırmaktadır. Yalnız Sorokin'in bu sınıflamasındaki maddeci kültür kavramı­ nın, maddi kültür demek olmadığını, maneviyatçı kültürün de manevi kültür anlamına gelmediğini belirtmemiz-

kin

38 Bk. Claud, Levi Straus, Race et Histoire, Gonthier, Paris 1961 p. 66; G. P. Murdock: The City in History, New York, Harcourt Brace and World, İne. (Güvenç, y.a.g.e., s. 103-108) Toynbee, Diinya ve Garp (Çev. Emin Bilgiç), 4. İş Bank. Yay. s. 88.


30 ı Kültür SömürgeciliOi ve EOitim

de fayda varclır. İster maddeci, isterse maneviyatçı kültür olsun, her kültürün maddi ve manevi yanlan vardır. Mesela Batıda Ortaçağ manastır ahlakının haklın olduğu kültür, maneviyatçı kültürdür. Çünkü bu heykel ve reslın­ ler, genellikle İsa ve Meryem konu alınarak yapılmıştır. Aynı şekilde, maddeci kültürlerin de, manevi kültür yanı vardır. Mesela, komünist ülkelerdeki manevi kültürün temel unsuru olan komünist ideoloji, maddi ve ekonomik değerlere ve hedeflere dayalı bir ideolojidir. 39 Bazı sosyologların aynı ı;amanda medeniyet ismini verdikleri maddi kültür, yapılarımız, tekniklerimiz, yollarımız, istihsal ve ulaşım vasıtalarımız gibi, gözle görülür maddi unsurlardan ibaret ve kendi eserimiz ola.'1 çevre şartlan­ mızdır.40

Ziya Gökalp, maddi kültüre medeniyet demektedir. O, medeniyetin milletlerarası olduğunu ve alınıp verilebileceğini ifade etmektedir. Gökalp'ta medeniyet, medenilik demektir. Etnoğrafya teorileri, bedevi ve vahşilerin de, kendilerine mahsus bir medeniyetleri olduğunu ortaya koymuştur. Medenilik, tekamül etmiş milletlere mahsustur. O halde, bu kellınelerin anlamını birbirinden ayırmak gerekir. Medeniyet, Fransızca (la Civilisation) demektir. Bütün insanlar, aynı medeniyete mensup değillerdir. Medeniyetler ise çok sayıdadır. Hangi zaman ve mekanda yaşarlarsa yaşasınlar, birbirine komşu olduktan için, aynı müesseselere sahip olan cemiyetlerin toplamına medeniyet zümresi denir. Medeniyet, bu cemiyetler arasındaki müşterek müesseselerin toplamıdır. Medeniyet zümreleri, belirli sınırlar!:\ birbirinden ayrılmıştır. Zümrelerin de milletler gibi özel tarihleri varclır. Bir medeniyet zümresi, 39 Dk. Amiran Kurtkan Bilgiseven, Sosyolojik Açıdan İsldnıiyeı ve İslami Kavramlar, Filiz Kit. İstanbul 1992, s. 10-11. Aynca A. K. Bilgiseven, Din Sosyolojisi, Filiz Kit. İstanbul 1985, s. 421-423. 40 Bk. A. K. Bilgıseven, Genel Sosyoloji, s. 15. 41 Bk. Ziya Gökalp, y.a.g.e., s. 17, 18.


Kültür Sömürgeciliği ve

Eğitim ı

31

belli bir mekan ve zaman içerisinde doğar yaşar ve ölür. 41 Başka açıdan kültür; yazılı bir dile, ilme, felsefe ve yüksek derecede ihtisaslaşmış işbölümüne ve karmaşık bir teknoloj ve siyasi sisteme sahip olduğunda, medeniyet halini almaktadır. Bütün diğerlerinin başında da medeniyet şartı olarak yazı bulunmaktadır. Yani medeniyet tarih ve yazı ile başlamaktadır. Bunun başlangıcı şehirlerin kurulmasıdır. Doğu Akdeniz Bölgesi'nde yazı gelişmeye bJşladığında, medeni toplumlar da kendini göstermeğe başlamıştır. Yazısı olmayan toplumlarda ilim ve endüstri yoktur. Ümmi toplumların zaman ve enerji bilgisi, efsane ile inançlara dayanır. Bütün bunlar ancak fertten ferde aktanlır.42

Civilisation (medeniyet) kelimesi, lügat hazinemize birçok kavram ve müesseseleri gibi) Batı dillerinde zarafeti, tevazOu, kısaca medeniliği ifade eden kelime "police" idi. "Police" XVll. yüzyıldan, itibaren bugünkü manada kullanılmaya başlan­ dı. O da zaptiyedir. Bu kelime lügatlan terkedince, yerini yeni ve cazip olan medeniyet (civilisation) aldı. Reşit Paşa, Paris'ten 1834 yılın~a yolladığı resmi yazılarda Türkçe karşılığını bulamadığı bu kelimeyi "Terbiye-i nas ve icra-yı nizamat" olarak tarif eder. Kelime Osmanlıca Türkçesine medeniyet olarak geçirilir. Namık Kemal, bu kelimeyi kamuoyuna şöyle takdim eder: "Medeniyet, asayişte kemaldir (Rahat, huzur, mutluluk). Medeniyeti hor görenler, insanlığı tanımayanlardır. Üstelik medeniyet, hürriyet ve istiklalin de kalesidir. Medeni olmayan milletler, medeni kavimlerin esiri olmaya mahkOmdurlar. Medeniyetsiz yaşamak, ecelsiz ölmek gibi birşeydir. Medeniyete uymak Avrupayı taklid eunektir." Bu durum, medeniyeti millileştirmek isteyen bir anlaReşit Paşa'nın armağanıdır. (Batı'nın

42 Bk. Sulhi Döıunezer, Sosyoloji, Sulhi Garan Matbaası, İstanbul 1972, s. 86.


32 ı Kültür SömürgeciliOi ve EOilim yıştır. Medenileşmek değerlerimizden uzaklaşmakla

kaabeslerini değil, yeniliklerini almalı­ yız. Bunun yolu, maziyi korumak, yeniyi kabul ama, seçerek, medeniyet bu parlak müdafaaya rağmen halk tarafından şüp;ıeyle karşılanıp, benimsenmez. Tanzimatçılar, bu kelimenin etrafında halelendiler. Kavramı, ilmi çerçevesine oturtan tek kişi vardır: Cevdet Paşa. Ona göre, medeniyet toplulukların hayatında ileri bir adımdır. Amaç, öncelikle insanları düşman korkusundan korumak sonra da medenileştirmektir. Paşayı,ı göre medeniyetin iki unsuru vardır. a) Beşeri ihtiyaçların giderilmesi. b) L.eka bakımından olgunlaşma. İnsanlar bedeviyetten, haderiyet ve medeniyete geçerler. Medeniyet ne bir ülkenin, ne de bir kavmin malı değildir. Büyük medeniyetler, bütün insanlığın malıdır. Medeniyeti bir geline benzetiyor Paşa, diyar diyar dolaşan bir geline. Paşa'nın medeniyet anlayışındaki üstünlük, İbn Haldun'dan kaynaklanıyordu. Çağdaştan bir aksisedayken, Paşa bizim sesimizdi. Tek hatası umran gibi kucaklayıcı bir kelimeyi medeniyet gibi müphem ve mazisiz bir lafza feda etmesidir. 4 ::. İbn Haldun'a göre tarihin, iki anahtarı vardır: 1- Umran 2- Asabiyet Umran: mamurluk, mamur yer ve abad olmak manalarına gelir. Herlıangi bir sebeple bir yerde şehir ve kasaba kurulur, burası canlı, hareketli, sosyal ve iktisadi, idari, siyasi ve ilmi faaliyetlere sahne olursa, bu durum umranın kurulmasıdır. Yani umran, bir kavmin yaptıklarının bütünü, sosyal ve dini düzen, adetler ve inançlardır. Umran, tarihi ve insanı bütün olarak ifade eden bir kelimedir. zanılamaz. Batının

43 Bk. Cemil Merıç, :zakir, c. 2, s. 35.

Unırandan Uygarlığa.

s. 93-98; Cevdet

Paşa

Te-


Kutür Sömürgeciliği ve

Eğitim ı

33

Avrupa'nın

hiçbir zaman ve hiçbir kelimesiyle kucaklı yabir bütün, tarihi ilerlemenin itici gücüdür. Umran iki şekilde ortaya çıkar: 1- Badiye hayatı. 2- Şehir hayatı. Bedevilik umranın ilk basamağı, kendi kendini a~ma­ nın ilk adımı. Umran hem bedeviliği ve hem de haderiliği kuşatır. Bunlar kültür ve medeniyettir. 44 Biz, öyle bir değişim içine sokulduk ki, adeta kavram kargaşası içinde boğulduk. Ne terbiye-i nas, ne medeniyet bizi durduramadı. Maziden kopuk, harmonisiz bir kelimeyi, ilerleme maskesi ile kendimize layık bulduk. Bu kelime uygarlıktı. Aslında medeniyeti, bilinmezliği nisbetinde, kapsamlı bir tarife sokmak mümkündür. Klan, kabile veya millet gibi, her toplumun kendine has adetleri vardır. Fakat bunlardan bir kısmı oldukları yerde kaldıkları halde, bir kısma başka toplumları işgale giderler. Değerlerin böyle yabancı grupları fethe çıkışı, en eski zamanlarda Avustralyalılar gibi ilkel kavimlerde de görülür. Bunların musikisi, plastik ve dram sanatları, dansları, satılık mal gibi kabileden kabileye taşınır, gösterilir, beğendirilir ve değer değişimine esas teşkil ederdi. Yalnız, güzel sanat ve teknik değil, idare şekillerinin, rejimlerinin ve kanunların da cemiyetten cemiyete geçtiği bilinmektedir. Eski lonya'da doğan "Kanun-ı Esasi" fikri, bütün Yunanistan'a yayılmış, felsefesini doldurmuş, sonra res publica halinde Roma'ya giderek, orada zamanımı­ za kadar yaşamıştır. Buna göre medeniyeti, çeşitli cemiyetler arasında ortak bir değerler toplamı olarak kabul edebiliriz.45 madığı

44 Bk. İbn Haldun, MukaddiTTU! (Haz. S. Uludağ) Dergah Yay. İstan­ bul 1982, s. 143, c. 1. 45 Bk. Peyami Safa, Millet ve İnsan, Akbaba Yay. İstanbul 1943, s. 98.


34 I Kültür

Sömürgeciliği

ve

Eğitim

Başka

bir açıdan medeniyet, milletlerarası ortak deseviyesine yükselen anlayış, davranış ve ya~ama vasıtaları bütünüdür. Arapça'da, aslen şehir manasındaki medine sözünden üretilmiş olan medeniyet tabiri, lügat manasıyla şehirlilik demektir ve bedevi (Çöl halkı)'nin zıddı olarak kullanılmıştır. Böylece her ·biri kendi kabile hayatını sürdüren çöl halkına karşılık, çeşitli soy, dil, din ve geleneklere sahip toplumların doldurduğu şehirde, gelişen yaşayış şeklini ifade etmiştir.46 Mehmet İzzet'e göre medeniyet, genel olarak insanı hayvandan ayıran yaşama şekilleri manasına gelir. Nitekim insan, sığınacak bir yer temini ihtiyacını birçok hayvanlarla beraber duyar. Fakat bu ihtiyacı karşılayış tarzında hayvanlardan ayrılı'r. Meskene verilen düzen, çeşitli meskenlerin yanyana gösterdikleri manzara, insan hayabnda çok önemli bir yer tutar. Kıyafetine gelince, medeni insan, burada hayvandan tamamen ayrılır. Biz giyindiğimiz zaman, yalnız soğuk­ tan kurtulmayı değil, o derecede ve belki daha da çok, hayvanların düşünemediği ahlaki, hukuki ihtiyaçları tatmin etmeyi arzu ederiz. İşte, insanı hayvandan ayırdeden, bu ihtiyaçların ve onların tatmin edilmesine yarayarı kuralların hepsine birden medeniyet adı verilir.47 Toynbee medeniyeti, kaynağı bir olan benzer kültürlerin teşkil ettikleri bütün olarak kabul etmektedir. Bu manada içerisinde Fransız, Alman, İngiliz, İtalyan ve Amerikan kültürleri bulunarı bir Batı Medeniyeti'nden bahsedilir. Bu durumda medeniyet, kültüre nazararı, zaman ve mekan bakımından daha kapsamlı bütünlüğe bağ­ ğerler

lanmış olmaktadır. 48

Eserlerinde bu durumu dikkate alan Toynbee, yeryüzünde bu güne kadar 21 medeniyetin meydana geldiğini, 46 Bk. lbrahim Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü, s. 16. 47 Bk. Mehmet İzzet, y.a.g.c., s. 178. 48 Bk. lbrahim Canan, y.a.g.e., s. 27.


Kültür

Sömürgeciliği

ve

Eğitim

I 35

fakat çoğunun tarihe gömülerek, bunlardan sadece, Batı Medeniyeti, Hint Medeniyeti, Çin Medeniyeti ve Rus Medeniyetinin ayakta kaldığını iddia etmektedir.49 Maclver, medeniyeti şu şekilde tanımlamaktadır: Medeniyet, insanın hayatı üzerinde tesir eden şartlan kontrol maksadıyla, sarfetmiş olduğu cehitler neticesinde meydana getirdiği mekanizma ve teşkilatın toplamıdır. Bu itibarla medeniyet kavramı sosyal teşkilat sistemlerini, tekniği, maddi aletleri ve vasıtaları kuşattığı gibi, seçim sandıklarını, telefonu, ticaret alanlarını, demiryollarını, kanunları, okulları, bankaları da ihtiva eder. 50 Alman antropoloji alimi Thuzrwald medeniyeti, birikmiş bilgi ve teknik vasıtalarına sahip olmak şeklinde tanımlar. Buna göre medeniyet, esasen yapmak ve bilmektir. Mümtaz Turhan için medeniyet, sosyal grupların son basamağı olan maddi yönden gelişmişliği ifade eder. 51 Muharrem Ergin'e göre medeniyet; farklı bilgilere, tecessüse (ilgi, alaka), ilim ve tekniğe dayanan, konfor ve yaşama imkanlarını arttırmayı hedef alan, milli rengi olmayan faaliyet ve eserler toplamıdır. 52 Yukardaki tariflere göre, medeniyetlerin de çeşitli şe­ killeri, benzer tarafları, zıddıyet gösteren yönleri vardır. Medeniyetler dinlere, dillere, kıta ve kavimlere göre farklılık gösterir. Hepsi belli bir metoda bağlı olan bu farklılıklar; bir Brahmanizm medeniyeti, bir İslam, Yunan ve Avrupa medeniyetinin kabul edilmesine engel olamamıştır. Buradan anlaşılması gereken şey; eski zamanlarda Akdeniz'in kıyılarında meydana gelen bir zihniye49 Bk. Toynbee l'Hisroire, (Frans. Çev. Elizabeth Julia) Galliınard, Paris, 1970, p. 170. 50 Bk. M. Turhan, y.a.g.e., s. 40. 51 Bk. M. Turhan,y.a.g.e., s. 43. 52 Bk. Prof. Dr. Muharrem Ergin, Türkiye'nin BugiinW Meseleleri, Ankara 1988, s. 26.


36 I Kültür Sömürgeciliği ve Eğitim

tin, kuzeyden gelen tesirlerle kaynaşarak Ortaçağ'da piş­ tikten sonra rönesansı doğunnasıdır ki bu durum medeniyetin milletlerarası özellikte olduğunun göstergesidir. 53 Her medeniyet, kendine has değerleri gerçekleştire­ rek, insanlığın ortak hazinesini zenginleştirir. Bir medeniyet başka bir medeniyeti, bütün unsurları ile benimseyemez. Medeniyetler üç yoldan aktarılabilir. 1- Kolonileşme: Tarihte, Fenikeliler Kartı;lca'ya, Yunanlılar Güney İtalya'ya ve Sicilya'ya İngilizler Kuzey Amerika ve A vustralya'ya kültürlerini böyle yaymışlar­ dır.

2- Aşılıyarak (Alıştınna): Bu aşı her .zaman tutmaz. Tutsa da ana gövdeyi felce uğrabr. Yalruz, ortaya yeni bir kültür çıkmaya başlar. Helenleşen İskenderiye, Mısır'a yapılan böyle bir aşının eseriydi. 3- Faydalanma yoluyla: Bir kültür, kendi değerlerini meydana getirirken diğer kültürlerden faydalanır. Bu türlü alıntılar, daha çok ilim ve teknoloji sahasında görülür. Bunlardan bazıları dini, felsefi, sosyal ve ahlal<l faktörlerdir. Bunlar teslimiyet değil, besleyici ve geliştiriciliği ifade ederler. Hindistan böyle yapmıştır. Her orijinal medeniyet, ayıklayıcı bir uzviyet gibidir. Yalnız kendi bünyesine. uyan unsurları alır. Kültürler, doğar, gelişir ve ölürler. Medeniyet bu faaliyetin son basamağıdır. Kültür uzun ömürlüdür, binlerce yıl yaşayabilir. Medeniyetin ömrü ise sınırlıdır. Toplumları belli bir tatmine ulaştırdıktan sonra, özelliğini kaybetmeye başlar. Akabinde, toplumlar eski zaferleriyle avunmaya, m§zinin geleneklerini ezelf bir ideal olarak yüceltmeye başlar. Yahut çelişkiler, çatışmalar ve çözülmeler içerisinde eski Roma'nın hristiyanlığın karşısında bocalaması gibi, sarsıntıya uğrar. 54 Yalnız her medeniyet, insan53 Bk. Peyami Safa, y.a.g.e., s. 98. 54 Bk. Cemil Meriç,y.a.g.e., s. 117-118.


Küilür Sömürgeciliği ve Eğitim I 37

lığın

beklentilerinden bir veya birkaçını gerçekleştirir. Mesela Samiler dini, Çin ve Amerikalılar faydalıyı, Romalılar Hukuku, Yunanlılar güzel sanatları, Hintliler hayali, Avrupalılar müsbet ilmi ve Türkler de devlet nizamı ile adaleti insanlığın hizmetine sokmuşlardır. Maddeye bağlı en küçük alem olan mikro kosmos ile en büyük alem olan makro kosmos içinde mevcut bulunan itme ve çekme kuvvetlerinin dengesi, nasıl ki kainat düzeninin ahengini temin ediyorsa; insan, cemiyet ve medeniyetleri de öylece madde-ruh-kuvvetlerinin düzeni sayesinde, sıhhat, hayatiyet ve mutluluğa kavuşur. Şu farkla ki, kainat düzenindeki kanunlar ve ahenk, değişmez olduğu halde, medeniyetin temel faktörleri olan madde-ruh ilişkisi psikolojik ve sosyal kanunlara tabi olarak değişir. Cemiyet ve medeniyetler sıkıntılara uğradıktan sonra, ya yeni düzen kurulur yahut dağılmalar görülür. O takdirde başka ülkelerde yeni medeniyetler yükselerek dünya nizamı yeniden kurulur. 55 1- Maddi Kültür (Medeniyet ve Teknik)

Teknik; (Techne) Grekçe ve Latince sanat ve maharet demektir. Aynca, bir eser veya belli bir neticeyi elde etmek için kullanılan metottan ifade etmektedir. 56 Pozitif tabiat bilimlerinin 19. yüzyıldan beri gösterdiği büyük gelişmeler, teknik'i meydana getirmiştir. Teknik, genellikle, tabii varlıkları (nesne) bir kültür eşyası, yani nesneleri günlük hayatımızda kullandığımız bir araç ve gerek haline getirmektir. En basit mutfak eşyasından buzdolabı, otomobil ve daha karmaşık alet ve makinelere, bilgisay,arlara varıncaya kadar herşey teknik içinde yer 55 Bk. Prof. Dr. Osman Turan, Tarihi Akışı İçinde Din ve Medeniyet, Nakışlar Yay. İstanbul 1980, s. 17. 56 Bk. M. f.Arousse, C. 22, s. 184.


381 Kültür Sömürgeciliği ve Eğitim

alır.

lir.

Bu bilgi, ilmin tabiata uygulanmasıyla meydana geinsana fayda ve ya~amasında rahatlık ve ko-

Amacı,

laylık sağlamaktır.5 7

Toynbee teknik kelimesinin, tabiatı insana bağlayan hile manasına geldiğini belirtir. 58 Tekniğin bizi ilgilendiren yönü, medeniyetle ilgili bir takım özellikleri taşımasındandır. Bunun için teknik insana has bir kavramdır. Nitekim, ihtiyaçlarımızı karşılayan, insanlık kültüıiinün maddi yönüne teknik demekteyiz. İhtiyaçların karşılanmasında insan oğlunun kullandığı herşey tekniktir. Hemen belirtelim ki, kültür şemsiyesi altına alınarak, insanların tabiatı işlemelerinden doğan herşey hem teknik ve hem de medeniyeti ilgilendirir. Demek ki maddi kültür ile teknik, konu yakınlığı açısından ortaktır. Bir başka ifade ile teknik, tabii ihtiyaçlarımızın karşı­ lanmasında tabiatla aramıza giren aletlerdir. Teknik, insan icadi olması bakımından, kültürün bir parçası ise de, maddi yönüyle, kültüre giren diğer unsurlardan ayndır. Yabancı bir kültüıiin, manevi unsurlarını kavramak, benimsemek ne kadar zorsa, tekniğini öğrenmek .de o kadar kolaydır. Her medeniyetin kendine has tekniği vardır. Ancak tekniğin atılması ile medeniyet terkedilhıiş olmadığı gibi, bir başka medeniyetin tekniğini almakla da o medeniyete girilmiş olmaz. Mesela, Batı medeniyeti ile Batı tekniği birbirinin vazgeçilmez sonucu değildir. Bugün en ilkel bir Afrika yerlisi bile kısa bir öğrenimle Batı tekniğini kullanabilir, Batı usulünde yaşayabilir, ama bu onu Batılılaştıramaz. Nitekim zamanımızda Batı tekniği­ nin girmediği bir ülke kalmamış gibidir. Fakat bu durum bütün dünyanın, Batı medeniyetine girmesi demek değil­ dir. Zamanımız, Batı tekniğini yaşamaya modemizm ve 51 Bk. İsmail Tunalı, Felsefe, Altın Kitaplar Yay. İstanbul 1973, s. 13. 58 Bk. A. Toynbee, Din ve Medeniyet ,1918 (fere. 1. Canan), s. 208.


Kültür Sömürgeciliği ve Eğitim I 39

çağdaşlık

(asrilik) adını vermektedir. Teknik ve medeniyet ilişkisinde, medeniyeti esas alıp tekniği bunun sonucu olarak kabul eden Batılı mütefekkirler tekniğin gerilemesinin, medeniyetin gerilemesinin sebebi olmayacağı, sadece neticesi olacağı i}ldiasındadırlar. Bu kanaati taşıyan­ lardan Toynbee, teknik ilerlemeleri esas alarak, insanlığın medeni tarihini Mağara Devri, Yonbna Taş Devri, Cilalı Taş Devri, Bakır, Bronz, Demir ve Makine devri gibi sı­ nıflamalara tabi tutan ilim adamlarını tenkid eder.59 Buradan şu neticeye ulaşırız. Tekniğin medeniyet yerine kullanılması ilmi açıdan yanlıştır.

2- Manevi Kültür ve Özellikleri

Manevi kültür denilince, genellikle bir toplumu ayakta tutan değerler manzumesini anlamaktayız. Bu değerler, eşya, şahıs ve fikirler açısından toplumların farklılığını ve kendini ispatını belirten temel dayanaklardır. Bu değerler toplumlara has, özel ve ayırıcı benlik kavramlarıdır. Ziya Gökalp, buna Hars adını vermektedir. Ona göre Medeniyetin her millette aldığı özel şekle Hars adı verilir. "Harsı teşkil eden duygular, deruni ve samimi oldukları için görülmeleri ve tedkik edilmeleri pek güçtür.' Bundan dolayıdır ki bir milletin harsına dair tarih kolayca yazıla­ maz. Bir milletin geçirmiş olduğu medeniyetler araştırı­ lırken, milletlerarası hayatın içinde her millette milli hars'ın nasıl inkişaf ettiği ve nasıl yönler aldığı sezilebilir. Mesela, İslamiyetten evvelki Türk HarS'ı, Şark medeniyetine yansıyan bir Türk Harsı dendi. Tanzimatla başlayan Türk Harsı'na Garp Medeniyetindeki Türk Harsı adı verildi". 60 ' 59 Bk. İbrahim Canan,y.a.g.e., s. 30-33. 60 Bk. Z. Gökalp, y.a.g.e., s. 19-21; T. Medeniyet Tarihi.


40 I Kültür

Sömürgeciliği

ve

Eğitim

Yine Ziya Gökalp'a göre, manevi kültür veya Hars, bir toplumu millet yapan, onun şahsiyetini belirleyen örf, adet, dil, din gibi kolektif davranışları ihtiva eden moral değerler bütünüdür. 61 Demek ki, Hars, kültürün millileşmesinden başka birşey değildir.

Her çağda sanat, fikir ve ahlak yaratışlan, maddesini kendi cemiyetinin kaynaklarında bulmuştur. Ne Mısır, ne Grek, ne Gotik medeniyeti, aydınların şahsi çalışmaların­ dan doğmuştur. Cemiyetlerin kültür yaratışında birbirlerine çıraklık etmeleri, ancak eski değerlerden örnek almak ve kendi malzemesinden yeni eserler meydana getirmek içindir. Milli kültür öyle dinamik bir kuvvettir ki, içinde bulunan yabancıyı da eritip mayalayarak millileştirir ve kendine katar. İnat edip, yabancı kalanları ise, safra misali, aşağı atar ve uzaklaştırır. Ancak, milletlerin sıkıntılı dönemlerinde atılan yabancı unsurlar, tesirini moda şek­ linde gösterir. Buna bağlı olarak, kişiler kendi benliklerinden kopmakta, kıyafet değiştirmekte ve milletine yabancılaşmaktadır. 62

Esasen kültürlerin en önemli özelliklerinden birisi de tasfiye ve aşınma kudretine sahip oluşlarıdır.Bu sebeple bünyesi sağlam her kültür, kendi tabiatına uymayan fikirleri, şekilleri, çizgileri, renkleri vs. red ve tasfiye eder. Fakat tabii ve sosyal gelişmenin son kademesini teşkil eden millet ve milliyet bp.samaklarını aşmaz. Çünkü, çeşitli kültür unsurları arasındaki farklar, milletleri teşkil eden topluluklarin kendi çerçevesi içinde kalmak durumundadır. Aksi halde, kültür ve medeniyet arasında fark ·""ör Bk. Z. Gökalp, Türkçülüğün Esasları, s.. 21-22. 62 Bk. Cemal Anadol, Millf Kültürümüz ve Türk Toplumunda Sosyal Çözülme, Orkun Yay. İstanbul 1991, s. 24.


Kültür Sömürgeciliği ve

Eğiti!TI

I 41

kalmaz ve milletleri bir dünya cemiyeti halinde birleştir­ mek mümkün olurdu.63 Her milletin kendine has bir tavrı, kendine has fiziki ve ruhi yapısı vardır. Bu yapı, millet olma haysiyetini kazanmış cemiyetlerde, tarihin derinliklerinden bu yana gelmiş ve millet fertlerinde müşterek bir tavır, düşünce ve davranış şeklinde ortaya çıkmıştır. Biz buna, milli kültür adım verebiliriz. Milli kültür, bir milleti meydana getiren fertlerin, inanç ve uygulamasında kendini bulur. Milli kültür sayesinde, fertler mensubiyet duygusunun şuuruna vanrlar. 64 Kültür belli bir milli topluluğa ait, sosyal, teknik ve manevi müesseselerin bütün olduğundan, bu unsurların cemiyette ortaya çıkması, millilik özelliğini meydana getirir. Böyle milletlerin kültüründe manevilik büyük bir değer halinde kendini gösterir. Sorokin manevi kültürleri iki ek tipe ayırmaktadır. "Birinci tipi teşkil eden zahitlik maneviyatçılığında, insanın maddi ihtiyaçlarına bizzat hakim olabilmesi, kültürün temel zihniyetini hedef olarak meydana getirmektedir. Bu zihniyet, tamamen duyarsız bir hale gelmiştir. Bu hale gelebilen zahit fertler, sayılan sınırlı olan bir topluluktur. Maneviyatçı kültürün ikinci tipinde ise hedef azınlık teşkil eden zahitler grubu olmayıp, bütün insanlığın zihniyetidir. Böylece zahitlik, artık kitleye mal edilmiş olmaktadır. Şu halde, bu kültür de kendini ihtiyaçlar üstü bir hüviyete büründüren insandan ziyade, insanın doğdu­ ğu andan itibaren, zaten değişmiş ve maneviyatçı hale gelmiş bir cemiyette gözlerini açması ve kendini bulması söz konusudur. Çünkü böyle bir cemiyette, önceki kültürü zfilıitler grubu artık kendilerinden öte, bütün cemiyeti kurtarma gayretleriyle, kültürü değiştirmeye muvaffak ol63 Bk. Emin Bilgiç, Milli Kültiir Davamız, s. 34. 64 Bk. Cemal Anaclol,y.a.g.e., s. 24.


42 I Kültür Sömürgeciliği ve Eğitim

muşlardır.

Böylece ortaya çıkan netice, maneviyatçı olan bütün cemiyet üzerinde baskı kurmasıyla, kültürün tek yönlü olma özelliğine karşı çıkmaların belirmesidir. Burada Sorokin'in işaret etmek istediği tek yönlü kültür, maddeci kültürler grubudur". 65 İster maddeci, is.terse maneviyatçı olsun her kültürün mutlaka maddi ve manevi yönleri vardır. Maddeci kültür dediğimiz zaman, manevi kültürün fikri unsurlarının dahi, maddi değerlere dayalı olduğunu anlıyoruz. Maneviyatçı kültür dediğimiz zaman ise, güzel sanatlarda ifadesini bulan, maddi kültür unsurlarında dahi, manevi hazların tatminine yöneltilerek, manevi bir değer taşıdığı bir kültür tipini ifade ediyoruz.66 demektir. Maddeci ve maneviyatçı kültürler arasındaki ilişkiyi, en iyi şekilde güzel sanatlar ve mimaride görmekteyiz. Nitekim Avrupa'da rönesansın meyvelerinden olan Sen Piyer kilisesinin tavanındaki cennet, cehennem tasvirleriyle, İsa ve Meryem freskleri, manevi kültürün maddeye yansımış şekilleridir. Öyle ki, bu freskleri uzun zaman içerisinde işleyen Mikelanj gözlerini kaybetmiştir. Aynı özellikleri mimari eserlerde görmek mümkündür. Mesela, Ayasofya'nın yapılış hesaplamı inceleyen Atilla Arpad, Firavun mezarlarından Mimar Sinan'a kadar, belli başlı anıtların yapılış analiz!erini vererek, herbirinin nerede hangi modül (ölçü)'e dayandığını ve hangi kutsal sayının kombinezonlarını taşıdığını örnekleriyle gösterir. Arpad'a göre Ayasofya, önemli boyutlarında Bizans parmak ölçüsü olan 1,9519 cm ve latin ebcet hesabıyla (H: 8, i: 10, T: 300) 318 eder ki bu da Haça karşı­ inancın

lıktır.67 65 Bk. A. K. Bilgiseven, Din Sosyolojisi, Filiz Kit. İstanbul 1985, s. 421-422. 66 Bk. A. K. Bilgiseven, Sosyolojik Açıdan İsldnıf Kavramlar, s. 11. 67 Doç. Dr. Atilla Arpat, Sinan Camilerinde Kutsal Boyutlar ve Modüler Düzen, Türk Dünyası Araştırmaları, 28, İstanbul 1984.


Kültür

Sömürgeciliği

ve

Eğitim ı

43

Bu uygulama maneviyatçı kültürün maddeye yansı­ mış en önemli özelliğini göstermesi bakımından enteresandır. Aynı şekilde,

camilerin yapılışında da bu durum açık bir şekilde göze çarpar. Nitekim büyük camilerdeki minare boylarının 66 rakamı esas alınarak yapılması (66 Ebced hesabıyla Allah karşılığıdır). Bu konudan olmak üzere 318 rakamı İslam Ebcet hesabında Er-Rauf (Koruyan, Himaye ve Merhamet sahibi) karşılığıdır. Bu Allah'ın isimlerin (Esmaü'l-Hüsna)'den biri olarak veya Allah'ın Firdevs cennetindeki adlarından biri şeklinde ölçüye aktarılması ve camilerin bu ölçü üzerine inşa edilmesi maneviyatçı kültürün maddeye yansımış en bariz örneklerindendir. Bizim kültür değerlerimizden olan Çeşme ve Mezarlar üzerinde Allah Bakidir (Hüvel Baki) kelimesinin yazılması, aynca bazı mezarlar üzerine hilalin işlenmesi, Cami duvarlarına kuş evlerinin yapılması, Mezarların başındaki taşlarda Sarık, kavuk ve başörtülerinin sembolize edilmesi hep maneviyatçı kültürün maddeye yansımış örnekleridir.68 Bunlar ideal kiiltürün madde ve mana yönünü ifade eder. Hristiyan mezarları üzerine konan haç işareti de maneviyatçı kültürün maddeye yansımış şekillerindendir. Cami kubbelerindeki hilal, kilise çan kulelerindeki haç, buna ait diğer örneklerdir. . Bir cemiyet için manevi kültür, halkın eşyaya, şahıs­ lara ve fikirlere ait bağlantısı kuvvetlendiği zaman değer kazanır. Tarihin muhtelif çağlarında köklü ve köksüz kiiltür hamleleri arasındaki farklar, yaratıcı ve zorlayıcı olmalarıyla meydana çıkar. Bir milli kültürün doğduğu ve ilk devrelerinde aldığı düzende kalması düşünülemez. Bir millet böyle bir sap68 Bu konuda geniş bilgi için bk. Doç. Dr. İsmail Yakıt,Ebced Hesabı ve Tarih Diişüıme, Ötüken Yay. İstanbul 1992.


44 I Kültür

Sömürgeciliği

ve

Eğitim

lantıya

duçar olursa, o millet ilerlemeyi. ve gelişmeyi baş­ yerinde saymayı kabul etmiş demektir. Ancak, her sahada olduğu gibi, özellikle maneviyatçı olarak vasıflandırdığımı~ kültürde, gelişme ve ilerlemeyi, tabii gelişme seyri içinde değişmeyi özünü koruyarak, incelme ve biçimlenme şeklinde almak gerekir. Bir milletin kültür değerleri, bilindiği üzere, dil, edebiyat, tarih, din, inanç, sanat, folklor, adet ve anane ile ortak idealler, düşünce ve duygulardır. Bu değerlerin herbiri, başlıbaşına bir milli kültür konusu, bir milli değer ve serbest araştır­ ma ve inceleme alarudır. 69 Manevi kültür, asıl ifadesini, sanat değerlerinde bulur. Sanat, bir milleti diğerlerinden ayıran temel kültür koludur. Mesela, Türk sanatı, İtalyan sanatı, İslam sanatı, Hristiyan sanatı Klasik çağ, Yunan, Hellenistik ve Roma sanatı, El sanatları vs. bunla'"dan bazılarıdır. Yalnız, burada sanat denilince kastedilen şey, bütün güzel sanatlardır. Plastik sanatlarla, kulağa hoş gelip başkalarından ayrılan müzik sanatı gibi fonetik sanatlar da bu kavramın içindedir. Türk müziği buna güzel bir örnektir. Bütün yukarda belirtilen hususlardan daha önemli bir belirleyici manevi faktör olarak dili gösterebiliriz. Dil, insanların birbiriyle anlaşmak için kullandıkları semboller bütünüdür. İnsan yaşayan bir varlık olarak biyolojinin, düşünen ve davranan bir varlık olarak da psikolojinin konusuna girer. Dil esasen linguistlerin inceleme konusudur. Ancak sosyolog, psikolog ve eğitimciler, kültürü taşıma vasıtası olmasından dolayı dili, inceleme sahalarına dahil etmiş­ lerdir. Dil bir anlaşma, düşünce bilgi ve duygularını aktarma vasıtası olduğuna göre, onu kullanmak ve korumak da başlı başına bir sanattır. Nitekim insanlararası ilişkiler gibi, toplurnlararası ilişkilerde de dilin rolü inkar edilemez. Toplumda kavram olarak var olan her şeyde dilin langıçtan reddetmiş,

69 Bk.

Eınin

Bilgiç, y.a.g.e., s. 311-312.


Kültor

Sömürgeciliği

ve EOitim ı 45

rolü vardır. Manevi ve tarihi miras; ancak dil aracılığı ile yeni kuşaklara aktarılır. Dil, kültürel muhtevanın bir ansiklopedisi ya da sözlüğü gibidir. 70 Dilin önemini sosyolojik açıdan toplumda yerine getirdiği fonksiyonlara dayalı olarak açıklamak gerekir. Dilin birinci fonksiyonu, kültürün aktarılmasında köprü vazifesi görmesidir. Kültürün aktarılması zaman ve mekan boyutunda düşünülmelidir. Zaman boyutu dikkate alındı­ ğında dil, nesiller arasında kültür alışverişini sağlar. Bu açıdan kültür eserleri, dilin belli bir yer ve anda donmuş şekilleridir. Kütüphaneler, dil abidelerini toplayan müzelerdir. Eski nesiller, bıraktıkları yazılı ve sözlü eserler sayesinde, yeni nesillere hitap ederler. Yeni nesiller de bu kültür eserlerini inceleyerek aktarırlar. Böylece dil, millet hayatında geçmiş ile hal ve gelecek arasında bağ kuran köprü vazifesini görür. 71 Mekan boyutu dikkate alındığında dil, farklı coğrafi çevrelerde yaşayan aynı milletin fertlerinin kültür birliği­ ni sağlar. Dilin önemli bir fonksiyonu da birlik ve bütünlüğil sağlamasıdır. Bunun yolu ise toplum üyeleri arasın­ da etkileşim ve haberleşmedir. Aynı millete mensup bütün insanlar tarafından, aynı nesnelere, hareket ve kavramlara aynı adların verilmesi, insanlar arasında bir yakınlığın doğmasına zemin hazırlar. Aynı dili kullanmanın sonucu olan bu yakınlık, gelenek, din, tarih vs. gibi ortak değerlerle beraber bir milletin teşekkülünü ve devamını sağlar. 72 "Lisan milli birliğin ve harsi azametin aynasıdır." sözünü kabul eden Fındıkoğlu, kültürün nesilden nesile ak70 Bk. Bol.kurt Güvenç, y.a.g.e., s. 112. 71 Bk. Nevin Güngör, Kültür, Eğitim ve Dil Üzerine Görüşleri ile Z. F~ Fındıkoğlu, Kült Bak. Yay. Ankara 1991, s. 60-61. 72 Bk. Bernard Lewis ile Dil ve Kültür Üzerine Konuşmalar, 20.02.1982, T.V.


46 I Kültür

Sömürgeciliği

ve

Eğitim

tanıması, milli birlik ve bütünlüğü sağlaması ve milli kültürün işlenip geliştirilmesi açısından dile çok önem vererek, onu bir sosyal kurum olarak ele alır. O, dil sahasının uzmanlık isteyen bir mesele olduğunu belirterek, işlenme ve geliştirilmenin, dil ve edebiyat bilginlerine bırakılma­ sını öğütlemektedir. Fındıkoğlu, dilin düzeltilmesinin önemini sürekli desteklemiştir. 73 Dilin manevi kültür açısından önemini Yahya Kemal, Yunus, Niyazii Mısri, Mehmet Akif, Necip Fazıl vs. gibi düşünürlerin eserleri ve üslOplanncla açıkça görmekteyiz. Nitekim bu konuda Yunus:

"Ey yarenler eydemezem canım neye yandığını, Dil ile vasfedemezem gönlümü kim aldığını" 74 Niyazl-i Mısri de güzel bir üslOpla dilin önemini lece belirtir:

şöy­

"Dila bu Mantıku't-Tayr'ı fesahat ehli anlamaz. Anı ancak ya Attar u yahut tayyar olandan sor" .75 Mehmet Akif konuya aşağıdaki özlü ifadesiyle değinir. "Şi'r için göz yaşı derler, onu bilmem, yalınız, Aczimin giryesidir bence bütün asiinm! Ağlarım, ağlatamam; hissederim söyleyemem. Dili yok kalbimin, ondan ne kadar bizarım. "76

73 Bk. Nevin Güngör, y.a.g.e., s. 62. 74 Bk. Yunus Emre Divam, Dergah Yay. İstanbul, s. 440. 75 Bk. Niyazi Mısrl Divan, Sağlam Kit. İstanbul 1976, s. 97. 76 Bk. M. Akif Ersoy, Safahat (Haz. Ertuğrul Düzdağ), Kült. Bak. Yay. Ankara 1989, s. 5.


Kültür

Yahya Kemal dilin önemini

Sömürgeciliği

şöyle

ve

Eğitim/

47

belirtir:

Dil uyur mestolarak yar-ı diliira söyler Gül susar, şermederek bülbül-i şeyda söyler Şeb-i yeldiida uzar fecre kadar kıssa-i aşk Ta ki Mecnun bitirir nutkunu Leyla söyler. 77 Şeyh

Galip dil konusuna tasviri

açıdan

bakarak

şöyle

der: Eğer desem

ki hevalar açıldı geldi bahar. Murad odur ki benimle mahabbet eyledi yar Ya söylesem ki çemen goncelerle zeynoldu. Odur garez ki tebessümle söyledi dildar. 78

3- Karma Kültür ve Özelllklerl

Sorokin'in işaret ettiği kültür çeşitlerinden üçüncüsüdür. Bu kültürde, maddeci ve maneviyatçı kültür değerle­ rinin karışımı göze çarpar. Kanna kültürün iki tipi vardır. a) İdeal kültür b) Sahte ideal kültür. İdeal kültür, karma kültürü en iyi ifade eden kültürdür. Çünkü bu kültürde maddeci ve maneviyatçı değerler dengeli bir şekilde birbirine karışarak, cemiyetteki müesseseler arasında mana etrafında bütünleşme meydana getirir. Her kültürün kendine has bir şahsiyet tipi vardır. Yine, her kültürün değer hükümleri, müesseselerin temelini oluşturmaktadır. Sorokin'in izahları sadece kültür nevile77 Yahya Kemal, Eski Şiirin Rii:garıyla, İstanbul Fetih Cemiyeti, 1985, s. 83. 78 Şeyh Galib Divanı'ndan Seçmeler, M. E. Basımevi, İstanbul 1971, s. 91


48 I Kültür Sömürgeciliği ve Eğitim

rini değil, sosyo-kültürel değişmenin ribnini de açıklayıcı niteliktedir. Daha önce belirtildiği gibi, her safhada maneviyatçı kültürde, kültürü besleyen sosyal kuvvetler, kendi kendilerine doygunluk kazandığı zaman; sosyokültürel yapı, ideal kültüre.doğru değişir. Fakat bu hareket devam ederek ideal kültür safhasında duraklamadan, maddeci kültüre doğru ilerleyiş çok defa olağan değişme ritmi halinde göze çarpmaktadır. İdeal kültürde uzun zaman kal.naya muvaffak olmuş sosyo-kültürel yapılardan biri olarak, İslam Peygamberi ve onun dört halifesi (Hulafa-i Raşidin) dönemlerindeki Arap İslam kültürünü örnek gösterebiliriz. Fakat Halife Osman zamanında, yanlış yönetimden dolayı bozulmaya başlayan sosyo-kültürel yapı, Hz. Ali döneminde Harici ve Muaviye entrikalarıyla büsbütün bozulmuştur. Gerçi Sorokin, maddi ve manevi kültürlerin dengeli birleşimine (ideal kültür) her ne kadar Konfiçyüs'ü örnek göstermekteyse de, esasen bu kültür sadece maneviyatçı özelliktedir. Kur'lln'ın öz değerlerinin bozulmadığı başlangıç devri Arap-İslam sosyo-kültürel yapısında, ideal kültürün devamını sağlayan İslami değerler, temelinde tevhid akidesi bulunan ve maddeci ve maneviyatçı eğilimleri dengeleyen bir şahsiyet tipinin meydana çıkmasına imkfuı vermiştir. Bu tevhid inancı öncelikle, İslam alimleri ve sOfiler üzerinde etkili olmuştur. Buna bağlı olarak da diğer kitleleri etkilemiştir. İslam dininin tevhid esasından kaynaklanan değer hükümleri aşağıdaki gibi, ideal kültüre yol açmıştır. 1- İlim ve din bütünleşmesi değeri, ideal kültüre yol açmıştır. Burada üzerinde durmak istenilen nokta, İsla­ miyetin ilim ve din arasında ortaya koyduğu bütünlüğün madde ve manayı nasıl dengelediğidir. İslamiyet tevhidin ilim yoluyla ıspatını emreden bir dindir. Kur'an'ı Kerim'in


Kültür

Sömürgeciliği

ve

Eğitim

I 49

çeşitli ayetlerinde basiretten bahsedilmesi, görerek anlayarak ilim yoluyla ve tevhid prensibine uygun olarak iman etmeyi telkin etmektedir. Böylece insan hem iyi bir dindar, hem de iyi bir filim olur. Burada ilim, maddi tatmin hedeflerine ulaşmayı sağlarken, aynı zamanda Hak varlığır.ı tanımaktan doğan manevi zevk de gittikçe büyür. Böylece yeni keşif ve icatlar kitlelerin maddi refahını artırırken, diğer taraftan ideal kültüre yol açar. b) Dünya ve ahiret bütünlüğü ideal kültüre yol açar. Ortaçağ A vrupasmda skolastik düşünce tamamen maneviyatçı bir özellik ortaya koymuştu. Bu durum, insanların ve cemiyetin yapısına şiddetle tesir etmiş, insanlar, dünya işlerini bırakıp tamamen uhrevi hayata yönelmiş­ lerdi. Böylece, maddi kültür değerleri tamamen terkedilrniş, bütün sosyal hayat, ilahi ve manevi kurallara göre şekillenmişti. Dinin bu derece yanlış uygulanması, maddi dengesizliğin yaygınlaşmasına ve buna bağlı olarak da istismarın hemen arkasından, materyalizmin çehresinin, dine karşı olarak ortaya çıkmasını ve 1789 Fransız ihtilalinin gerçekleşmesine fırsat hazırlamıştır. 79 Kısaca ifade etmek gerekirse Batı aleminde maddi ve manevi kültür unsurları arasında bir denge kurulamamıştır. Böylece tev- · hid esasından uzaklaşan Batı ya sadece maddeye veya sadece manaya yönelmiştir. İslamiyet ise, dünya ve ahireti uzlaştırarak bütünlüğe dayalı tevhid esasını prensip olarak ortaya koymuştur. İdeal kültürde ise, ferdin iç filemi ile dış filemi arasın­ da tam bir denge vardır. Madde ve mana hedefleri uzlaş­ tımnş, maddi vasıtalar gaye değil, cemiyet için yapılacak fedakarlığa vasıta kılınmıştır. Böylece fert cemiyet farkı ortadan kaldırılmıştır. İşte Sorokin'in tarif ettiği ideal kültür, insana yakışır nonnal bir kültürdür. Diğer kültür tip-

79 Bk. Amiran Kurtkan Bilgiseven, Din Sosyolojisi, s. 421-425.


50 ı Kültür

Sömürgeciliği

ve

Eğitim

leri ise patolojik tiplerdir. Böylece Türk-İslam kültürünün öz değerleri ideal kültüre tam anlamıyla uygun düşü­ yorsa, bu yozlaştırılmamış hali, Türk-İslam kültürünü sosyal gelişmeye tam anlamıyla imkan veren, insana yaraşan en üstün kültür olarak kabul etmemiş tarafgirlik olamaz. Türk-İslam kültürüne ideal kültür dememizin sebebi, Tevhitçi bir adaleti yol açan özelliği taşımasından dolayı­ dır. Çünkü İslamiyet, Türk kültürüne ters düşmemiş sadece uzvi bir devamı olmuştur. Türklerin İslamiyeti kolayca benimsemelerinin tek sebebi de bu kültür özellikleridir. Türk kültürüne ideal kültür özelliğini veren ve onu "Lahüve illa-hüve" anlamında Tevhitçi İslam kültürüne tamamen açık hiUe getiren hususiyetler şunlardır. Türkler, kainattaki varlıklarının tek ilahi varlığa bağlı olduğuna inandıkları için, Fark+Cem=Tevhit formülünde ifadesini bulan ve milliyetçilikle milletlerarasıcılığı hassas bir terazide tartarak müslümanlara sunan İslilmiyetin getirdiği dış siyaset anlayışına uygun bir inanca sahip olmuşlar ve bu inanç doğrultusunda yaşa­ mışlardır.

Şu

halde: Eski Türkler'in, kainatı Allah'ın birliği ve içinde kabul etmelerinden, buna inanmaların­ dan doğan sonuçlardan biri, onların kuvvet haktır prensibine değil Hak kuvvettir prensibine bağlı kalmaları olbütünlüğü

muştur.80 İslam inancına göre dünya ve ahiret hayatı bir bütündür. Bundan dolayı insan sadece ahirete çalıştığında Tevhit akidesini çiğnemiş olur. Zaman ve mekan bütünlüğü içinde, yalnız ebedi alemde meydana gelecek her şeyi dikkate alıp, dünya hayatına sırt ç~virmek, bir görev ka-

so Bk. Amiran Kurtkan Bilgiscven, İslı.imf Kavramlar, s. 14.

Sosyolojik Açıdan İslı.imiyeı ve


Kültür

Sömürgeciliği

ve

Eğitim/

51

çaklığıdır. Bundan dolayı İslam dini, cemiyet içinde hak varlığı

idrak etmeyi tevhit prensibinin en temel şartı sayar. Bu anlayış sosyolojik bakımdan, sosyalleşmenin temelidir. Böylece dünya ve ahiret bütünlüğü fikri, insanları hem cemiyetin maddi kültürüne hizmet etmeye, hem de bu suretle kendi iç huzurunu sağlamaya sevkettiği için; onları, maddeci ve maneviyatçı kültür unsurlarını birleşti­ ren ideal kültürün, şahsiyet tipine yaklaştınr. 8 ı Bu ideal kültür, insanlara statülerin doğuştan verildiği Hristiyan batı kültürünü reddedip, statülerin çalışarak elde edilmesi esasına dayanan İslamın Tevhit prensibine sarılmakta kendini bulur. Eski Türklerin bir başka kültürel özellikleri, kurdukları devletlerin töresini tesbit ederek, hakimiyeti halka ait bir özellik olarak düşünmeleri­ dir. Bunun en büyük örneği her Türk devletinde görülen ve danışma meclisi hüviyetini taşıyan kurultaylardı. Türk kültürünün bir başka özelliği de sömürü ve angaryaya kapalı olmasıdır. 82

Töre, eski Türklerin yazısız hukukudur. Çinliler'in Tu- kiu adını verdikleri Türklerin ceza kanunlarına göre isyan etmek, adam öldürmek, zina ve bir yere bağlı olan atı çalmak ölüm cezasını gerektirirdi. 83 Günümüzde Türk toplumunda yukarıdaki fiillerin ya-· sak olması, eski geleneklerin devamından başka birşey değildir. Halen, Anadolu'da çınar ağacının kutsal sayıl­ ması, misafire büyük değer verilmesi de bu konudandır. Edebiyat ve şiirlerimizde de törelerin izi görülür: Nitekim Karacaoğlan'ın aşağıdaki dörtlüğü buna güzel bir örnektir. 81 Bk. Aınlran Kurtk.an Bilgiseven, Din Sosyolojisi, s. 4::?8-4::?9. 8::? Bk. Amiran Kurtkan Bilgisevcn, Sosyolojik Açıdan İslamiyet, s. 14. 83 Bk. W. Radloff, Sibiı)·a'dan (Çev. A. Tcmir), İstanbul 1954, C. l, s. 131.


52 I Kültür

Sömürgeciliği

ve

Eğitim

Küheylanı tavlasında çatılı

Pohuru da köşeği de katılı Çadırımız Şam ilinde Tutulu Ortalık çadırlık beğler görünür. 84 Töre insanı adeta terbiye eder. Terbiyeli olmak demek, müesseseleşmek ve şahsiyet kazanmaktır. Şahsiyet kazanmaksa, başkalarına değil, sadece kendine benzemektir. C- KÜLTÜR DEÖERLENDlRlLMESI

Kültürün

yapı

ve özelliklerine baknğımızda, kültür ve çok güç olduğunun far-

unsurlarının değerlendirilmesinin kına

varabiliriz. Kültür, ilim ve inceleme konularına ilişkin unsurları itibarıyla, objektif değerlendirmeye yatkındır. Bununla beraber; ilim ve teknolojinin üstün olduğu bir kültür bütününün, bu unsurlardan yoksun olan kültürlerden üstün olup olmadığını belirleyecek bir ölçü, şimdiki durumda elimizde yoktur. Başka bir tabirle, ilimde gelişme memkünür, fakat hiç kimse ilimdeki gelişmeye iyi bir şey olarak bakmaya mecbur değildir. Bu sebeple, belirli bir kültür toplamının diğerlerinden daha iyi veya kötü olduğunu objektif olarak ortaya koymak mümkün değildir. İnançlar ve değerler de bu kategoridendir. Çünkü inanç ve değer­ lerin kendileri değil, ancak tecrübeye dayalı olan neticeleri değerlendirmeye konu olabilir. 85 Yeryüzünde aynı anda çok tanrılı, tek tanrılı ve inkarcı toplumların birbirine yakın coğrafi çevrelerde yaşamakta olmaları, kültürel değerlendirme zorluğunu gösterir. 84 Bk. Karacaoğ/an (Haz. Necati Karaer), Tere. Yay. İstanbul 1976, s. 278. 85 Bk. Sulhi Dönmezer, y.a.g.e., s. 93.


Kültür Sömürgeciliği ve Eğitim I 53

Mesela din ve ahlak sahasında, Doğu'da Fenikeliler'in tüccar ruhu, Çinliler'in pratik ruhu, Hindli'lerin hayalperest ve teorik maneviyatı, birbirine karşı tezat teşkil ederler. Batı'da ise pratiğe ve kuvvete değer veren, Romalı­ lar'ın karakteri, milli din ve hayallere düşk'"iln olan Yunanlı karakterinden farklıdır. Bunun gibi Fransa, Almanya ve İngiltere'nin hukuk uygulamalarının farklılığı da 86 kültür değerlendirilmesinin ne kadar zor olduğunu açıkça göz önüne seren somut örneklerdendir. D- KÜLTÜR TAASSUBU (ETHNOCENTRlSM)

Kişinin kendi grup kültürünü, duygusal tepkileri, estetik ve ahlaki hükümleri bakımından temel olarak alması demektir. Kültür taassubu, gruba bağlılığı aşın derecede güçlendirir. Yabancı kültürler ve bunlara ait davranış şe­ killeri yanlış anlaşıldığından dolayı, yorumu da yanlış yapılır. Bunun en açık örneği ırkçılık ve din ayınmcılığıdır. Sosyoloji ethnocentrism'i reddederek 87 değişik kültürlerin, benzer problemlere getirmiş olduğu farklılığı kültür mozayiği olarak kabul eder. E- KÜLTÜREL DEÔIŞIM (AKÜLTÜRASYON)

Ayn kültürlere sahip olan toplumlar bir araya geldiğinde meydana gelen değişmelere Akültürasyon denir. Akültürasyon halinde, temasa gelmiş bulunan her iki sosyal grubun, orijinal kültür örneklerinde değişiklikler görülür. Bu durum kültürlerin kanşmasıdır.88 Eski Yunanlılar'ın komşu toplumları Yunanlılaştırma 86 Bk. Mehmed lzı.et,y.a.g.e., s. 156-157~ 87 Bk. Dönmeı.er,y.a.g.e., s. 93. 88 Bk. Orhan Hançerlioğlu, Felsefe Sozlüğü, Remzi Kitabevi, C. 1, İstanbul 1978, s. 143.


54 ı Kültür Sömürgeciliği ve Eğilim

çabalan, Hristiyanlann fakir ve geri kalmış Afrika ülkelerini Hristiyanlaştırma faaliyetleri, günümüzde Sırpların Boşnaklara uyguladığı eritme ve yoketme faaliyetleri ile, bazı toplumlar için geçerli olan Batılılaşma hareketleri kültürel baskı olan akültürasyona en güzel misallerdir. Akültürasyonda yeni kültürün etkisi altında, asli kültürde değişiklikler meydana gelmektedir. Bu birleşme ve bütünmeşme, bazı hallerde yeni bir kültür şekli doğurabilir. Akültürasyon, diğer bir tabirle dışandan alınan kültürün eski kültür yerine konulmasıdır. (Acceptance). 89 Yukanda yer alan konular kültür sömürgeciliği bölümünde genişçe ele alınacağından burada sadece tanıtım özelliğinde olmak üzere, konuya değinilmiştir.

89 Bk. Dönmezer,y.a.g.e., s. 94.


il- SÖMÜRGECİLİK (TARİFİ, TİPLERİ VE ÖZELLİKLERİ) A- SÖMÜRGECiLiK NEDiR?

Sömürge, ekonomik ve sosyal yönden gelişmiş ülkelerin kontrolü altında ve bağımlı milletler demektir. Batı dillerinde, kültürel ve ekonomik yönden, benliğini kaybeden ülkelerin, yeraltı ve yerüstü kaynaklarının başkaları hesabına israf edilmesi anlamına gelmektedir. 90 Türkçe'de bir ülkenin bütün kaynaklarının başka bir ülkenin çıkarları doğrultusunda kullanılmasl91 demektir. Sömürgecilik, kısaca, bir milletin veya devletin, yani sömürgecinin başka bir milleti ve ülkeyi kendi millet ve devletinin çıkarları uyarınca işletmesi, tekeline ve boyunduruğuna alması, bir başka deyişle, ülkenin her türlü imkanlarıyla insanlarının emeğinden yararlanarak, kendine maddi ve manevi çıkar sağlamasıdır. Sömürgecilikle maddi çıkarlar yanında, manevi çıkarlar da söz konusudur. Çünkü sömürgecilik, maddi çıkarlarla birlikte, sö90 Bk. Fransızca Dictionari, İstanbul 1990, s. 132; İng. Dictionary, İstanbul 1990, s. 217, Milliyet Yay. 91 Bk. Tiirkçe Sozlük (Haz. Baha Dürcler, Haydar Ediskun), Remzi Kit İstanbul 1973, s. 568.


56 I Kültür

Sömürgeciliği

ve

Eğitim

mürgeci millete tarih boyunca üstün saygınlık sağlamış, onu gerek kendi ve gerekse başkalarının gözünde yüceltmiş, övülmüş, kendisi övünmüş, sömürgeliyi ise aşağıla­ mışrır. Böylece, bir yandan sömürgeciye gurur ve manevi zevk kaynağı olurken, sömürgelide de derin bir aşağılık duygusu oluşmasına yol açmıştır. Yalnız, çağımızda, büyük ölçüde milliyetçilik akımının da bilinç kazanarak gelişip güçlenmesiyle, maddi çıkar sömürgeciliği, içtenlikle olmasa da, bazı çevrelerce korunmaya ya da korunur görünmeye başlamıştır.92 Sömürgecilik günümüzde genellikle emperyalizm şeklinde bilinmekte ve bu ad karşılığı kullanılmaktadır.

Sömürgecilik deyimi,

çağımızdaki anlamıyla

1880 yı­

lında İngilizce'den, Fransızca'ya geçmiştir. 19. yüzyılda imparatorluk düzeninden yana olanların doktrini olmuş­ tur. Kelime, başka ülkeleri siyasi ve iktisadi hakimiyet altına almak isteyenlerin metodu olarak bilinmektedir. Sömürgecilik (emperyalizm); hfil<lmiyet, yayılma gibi kelimeleri, çağrışım yaptırmaktadır. Kaynaklara göre, emperyalizmin gayesi dünyayı dize getirmektir. Kelimenin mmftsı Leninle kesİ!11eşir. Bugün emperyalizm denilince akla gelen Lenin'in tarifidir. Bu tarife göre sömürgecilik en ileri kapitalist ülkelerde yaklaşık olarak 19. yüzyılın sonlarıyla 20. yüzyılın başlarında ortaya çıkmışbr. Emperyalizm; serbest rekabet kapitalizminden, aşağıdaki temel özellikleriyle ayrılır. !-Tekeller 2- Banka sermayesi endüstri sermayesiyle kaynaşmış, bu mali sermayeye dayanan bir finans oligarşisi kurulmuştur.

3- Sermaye ihracı, mal bir önem kazanmıştır.

ihracından farklı

olarak özel

92 Bk. Sabri Akdeniz, Kültür Sömürgeciliği, Bayrak Yay. İstanbul 1988, s. 3.


Kültur Sömürgeciliği ve Eğitim I 57

4- Devletle birleşen uluslararası tekelci kapitalist birlikler, dünyayı kendi aralarında paylaşmışlardır. 5- Dünya topraklarının en büyük kapitalist güçler tarafından bölüşülmesi tamamlanmıstır. Emperyalizmin belirleyici niteliği, kısaca tekellerin, sınımz ekonomik ve politik hakimiyetidir.93 Emperyalizmin diğer adı tekelci kapitalizmdir (Marxçı ve Leninci felsefe sözlüğü Varlık Yay.). Suavet şöyle diyor: "Sömürgecilik, askeri işgale dayanmadan, bir kavmin başka bir kavim üzerinde kllrduğu hakimiyettir. Gelişmekteki ülkelerin bir çoğu bağımsız olduk.lan halde iktisaden güçlü değillerdir. Demek ki en güçlü devlet herhangi bir ülkenin bütün üretimini sömürebilir. Zora baş vunnak ve askeri müd:ıhale tehditleriyle onun siyasi hayatına karışabilir. Mesela: Venezuella'nın büyük petrol yatakları olduğu halde, onları işletecek mali imkanları yoktu. A.B.D. oraya büyük para yardımı yaparak, petrol işletme hakkını almıştır. Ruslar da yıllarca kendisine peyk olan ülkeleri bu yolla sömünnüştür. 94 Meydan Larousse, sömürgeciliği belli bir hayat görüşü ve üslubunu otorite yoluyla yaymaya çalışan tabir olarak tanımlamaktadır. Bu otorite, siyasi ve idari üstünlüğü­ nü başkalarına kabul ettinnek şeklindedir. 95 Günümüzde sömürgecilik, emperyalizm ve sömürgeleştirme kelimeleri, genellikle birbirine kanştınlmaktadır. Sömürgeleştinne: Bir imparatorluğun yayıldığı ülkelerdeki hakimiyet gücüdür. Halbuki başlangıçta imparatorluklarla sömürgeler farklıydı. 93 Kapitalizmin En Yüksek Aşaması Emperyalizm (Çev. E. Başar), Ankara 1965, s. 25-29. 94 Bk. Cemil Meriç, Mağaradakiler, Ötüken Yay. İstanbul 1978, s. 40-41. 95 Bk. Meydan IArousse, Meydan Yay. C. 6, s. 252.


58 / Kültür

Sömürgeciliği

ve

Eğitim

Sömürgeciliğin anası çiftçilik ve colonialismdir. Colonialism: Batılılar'ın tarih boyunca, başka topraklarda çiftlikler, ticaret merkezleri kurup, işletmeyi garanti altı­ na almalarıdır. Sömürgeciliğe yakın bir anlamda kullanılan diğer bir kelime de plantasyondur. Plantation: Yeni bir ülke ve bölgede kurulan yerleşim birimi veya yeridir. Fakat plantasyona yerleşenler ana devletle IJağlarını devam ettirirler.96 Sömürgecilik (emperyalizm) terimi, günümüzde en çok kullanılan kelimelerden biri haline gelmiştir. Birçok kimse bu terimi, karşı olduğu bir siyasi davranışı belirtmek için kullanmakta ve bu terim adeta bir polemik konusu haline getirilmektedir. Bilhassa Marxist görüş, kapitalizmle emperyalizmi iç içe görmekte ve emperyalizmi, kapitalizmin dışa vurması şeklinde tarif etmekte ve sömürgeciliği kapitalizmin tabii bir sonucu olarak ortaya koymaktadır. Hakikatte ise bu ideoloji bağımlıları, görülen olaylar dolayısıyla, bizzat kendi iddialan ile çelişkiye düşmektedirler. Bu çelişkinin en açık misali Sovyetler Birliği'nde görülmüştür. Nitekim, Sovyetler Birliği il. Dünya Savaşı başlarında, 1941 yılında Alman saldırısına uğrayıncaya kadar. Almanya ile savaşanları emperyalistlikle suçlamış, Nazi Almanyası ile kendileri savaşmak zorunda kalınca Batılı müttefikler bu defa anti-emperyalist olmuşlardır. Şu halde her çeşit sömürgeci genişleme, emperyalizmdir veya statükonun yıkılmasını amaç edinen siyasettir. 97 Bilim, emperyalizmi, kapitalizmin en ileri aşaması veya tekelci kapitalizm diye tanımlamaktadır. İlmi incelemeler emperyalizmin, kişilerin ve sınıfların seçimi dışın-

96 Bk. Webster, Dictionory, Mill. Yay. İstanbul 1974, Colanization mad. 97 Bk. Metin Eriş, Amerikan, Rııs Emperyalizmi, Boğaziçi Yay. İstan­ bul 1978, s. 391.


Kültür Sömürgeciliği ve

Eğitim

I 59

da, kapitalizmin gelişmesinin gereği olarak varılması zorunlu bir netice olduğunu ortaya koymaktadır. Kapitalizmin eşit olmayan gelişme düzeni uyarınca, bu seviyeye, değişik ülkelerde değişik zaman ve metotlarla ulaşılmış­ tır. Kültür emperyalizminin altında yatan, Batı'run siyasi ve ekonomik hakimiyet faaliyetleridir. 98

l- SÖMÜRGECILICIN TARiHÇESi Avcılık ve toplayıcılık (Mikro çevre istismarcılığı)'la tatmin olamayan insanoğlu, toprağı işleyerek (ziraat dönemi) yerleşik hayata geçince, verimli topraklar güçlü toplumların iştahını kabartmış, akabinde kavga, savaş ve istilalar başgöstermişti.99 Ulaşım vasıtalarının artışına paralel olarak bu ihtilaflar artmış, böylece ilk sömürgeciliğin temelleri atılmıştı. Tarihin her döneminde sömürgecilik görülmesine rağmen, bu dönemler farklılık arzettiğinden, biz de, sömürgeciliği dönemlere ayırmak ihtiyacını hissettik.

a) Antlkçağ (İlkçağ)'da SömürgecUlk Sömürgeciliğin

temeli çiftçilik yani koloniciliktir. sömürge (koloni), bitki ve hayvanların yaşayışına benzeyen bir özellikle kendini göstermiştir. Nitekim, bitkilerin tohumlarını yayması, tek hücreli hayvanların (amip) bölünmesi, anların çoğalması ve ana anların ihtilafından dolayı, bir kısım anların kovanı terketmesi (oğul verme), koloni kurmaya benzetilebilir. Antikçağda

98 Bk. Orhan Kurmuş, Emperyalizmin Tiirkiye'ye Girişi, Savaş Yay. Ankara 1982, s. 5. 99 Bk. Amiran Kurtkan Bilgiseven, Köy Sosyolojisi, Filiz Kit. İstan­ bul 1989. Bu konuda geniş bilgi için.


60 I Kültür

Sömürgeciliği

ve

Eğilim

Hanedan kavgalan, siyasi çekişmeler veya geniş topraklarda yalnız yaşamak gibi faktörler koloniciliğin ilk örnekleridir. Bu durum, bütün ilkel topluluklar için geçerlidir. Böylece, yayılan insanlar yavaş yavaş yeryüzünü kaplamışlardır. Koloni, herşeyden önce siyasi karakterli göç demektir. Göçler kalıcılık kazanınca sömürgeciliğin tohumları atılmış oluyordu. Sömürgeciler, gittikleri her yerde kendi dillerini, dinlerini, gelenek ve göreneklerini mutlaka yaşatırlar. Mesela, Fenikeliler; Tir'den aynlıp Afrika kıyılarına yerleştikleri zaman, yeni sitelerinde baal ve tanit inançlarını sürdürdüler. Koloniler, bazen de yerli halkla karışarak başka bir birlik meydana getirirler. Mesela Foça'lı Pytheas, kralın kızıyla evlenerek Marsilya'yı kurmuştur. ıoo

Sömürgecilik Batı toplum ve kültürlerinin özünde Kökleri çok eskilere Grek ve İbranilere dayanan bu sistem, eski kaba uygulamalardan günümüzde kısmen vazgeçmiş, daha sinsi metotlar uygulamaya başlamış­ tır. ıoı Bu konunun en büyük uzmanları eski Greklerdi. Yunanlılar'ın atalan olan bu kavim, Azak Denizi kıyıla­ nndan, Kuzey Afrika'ya kadar uzanan verimli ve geniş kıyı şeridi üzerinde, birçok ticaret kolonileri kurmuşlar­ dır. Grekler gittikleri bölgelere Antropomorfist (insan ilahlar) inançları ile mitoloji (efsane tarihi)'lerini taşımayı ve çevreyi Grekleştirme faaliyetlerini hiç ihmal etmediler. Eski Roma İmparatorluğunda da aynı durum açıkça görülmektedir. Nitekim çeşitli kavim ve milletleri emri altına alan bu imparatorluk, Avrupa, Asya ve Afrika'nın kuzey bölgesine yayılarak bölgeyi sömürmüş ve bu vasıvardır.

100 Bk. Hubert Deschamps, Sömürge İmparatorluk/arının Çöküşü, (Çev. Oktay Akbal), Akşam Kitapçılık, İstanbul 1966, s. 12. 101 Bk. Sabri Akdeniz, y.a.g.e., s. 7.


Kültür Sömürgeciliği ve Eğitim/ 61

tayla milli dinleri haline getirdikleri Hristiyanlığı yaymaya çalışmıştır. Aslında imparatorluklar, nüfus artışıyla orantılı olarak gelişmezler, askeri sebeplerle gelişirler. Burada güçlü olan millet başkalarını hakimiyeti altına alır. Bu durum Biyolojik olarak bir amip gibi kendi benliğine katma veya ortak yaşamaya zorlamakta ifadesini bulur. Mısır, Babil, Pers ve İskender imparatorlukları buna en güzel örnektir. Antikçağda, bazen kolonilerin de imparatorluk kuracak kadar güçlendikleri görülmüştür. ıoı b) Orta Çağda Sömürgeclllk Batı Roma'nın

476'da yıkılmasıyla Ortaçağ başlar. Bu çağ bir karışıklık ve yenileşme dönemidir. 13. yüzyıla gelinceye kadar Avrupa şark ülkelerinden geri ve onlanıı· tehdidi altındadır. Şark ülkelerine has baharat, ipek ve altın Avrupalılarca ancak hayal edilebilmektedir. 15 ve 16. yüzyıla girerken A vrupa'da ilim ve teknikte ilerleme baş­ lar (Rönesans). Barut ateşli silahlarda, pusula keşiflerde, matbaa bilgi ve ilmin yayılmasında çok önemli görevler yaparlar. Bütün bu yenilikler, kıtalar arası keşifler için bir güven ortamı meydana getirir. Basit ticaret usullerinin Afrika ve Asya ülkelerinin zenginliğine ulaşmak için yetersizliği anlaşılır. İşte, bu zenginlikleri elde etmenin en kolay ve tek yolu olarak sömürgecilik ve istila hareketleri başlatılır. Silah üstünlüğü, Hollandalı ve Portekizlileri Hindistan'a, İspanyolları Arnerika'ya, Fransız ve İngiliz hakimiyetini ise her yöne sevketti. 17. yüzyıla gelindiğin­ de artık, istila hareketleri genelleşmişti. Amerika kıtasına A vrupa'dan vatanlarına şiddetle bağlı, göçmen akınları başladı. Bu akınlar sonunda, Fransızlar Kanada, İngilizler 102 Bk. Hubert Deschamps, y.a.g.e., s. 13.


62 I Kültür Sömürgeciliği ve Eğitim

ABD'nin kuzey doğusu, İspanyollar Meksika ve Kastilyalılar Peru'yu ele geçirdiler. 103 Ortaçağ boyunca bir başka hareket, dini yerleri ve kutsal topraklan ele geçinnek gayesiyle yapılan haçlı seferleriydi. Bu hareketler, göliinürde her ne kadar dini anlam taşıyorsa da, esasen albnda yatan gizli hedef, Şark ülkelerinin zenginliğini kolayca ele geçirmekti. Çünkü bu seferler sonunda dini özelliği olan kutsal beldeler el değiştinnemiş, fakat Avrupalılar sömürgecilik arzularını açıkça ortaya koymuşlardır. ı 04 c)

Ycnlçağ

19.

ve Günümüzde Sömürgeclllk

yüzyıla gelindiğinde

Avrupa, bilim ve teknikte ilerlemek1edir. Bu sırada tıp ilerlemiş, buharlı vasıtalar mesafeleri kısaltmış ve silahlanma yarışı başlamıştı. Artık, Avrupa ülkeleri arasında her konuda bir yarış vardı. Nüfus artıyor ve hızlı üretime geniş pazarlar gerekiyordu. 19. yüzyılın yaygın ekonomik sistemi kapitalizm ile Fransız ihtilalinin getirdiği milliyetçilik hareketleri yayılma isteklerini sürekli körüklüyordu. Endüstriyel açıdan bu derece gelişen Avrupa, 20. yüzyılın ba' ında dünya hakimiyetini ele geçirmişti. Şark ülkelerinin bir çoğu, sömürgeleşerek bu hareketten payını aldı. Sadece Japonya, Batılılaşarak kendini kurtardı. Aynı tarihlerde Amerika kıtasındaki kolonilerden Kanada ve ABD devlet özelliği kazanarak bu kervana katıldılar. Modem koloniler artmaya başladı. Bu kolonilerin en büyük özelliği yerli halkın sayıca, sömürücülerden fazla oluşu idi. Avrupalılar kolonilerde hızla yerleşerek hakimiyetlerini pekiştirdiler. Meselii; Cezayir ve Güney Afrika bu dev

adımlarla

103 Bk. Geniş bilgi için Hubert Deschampsy.a.g.e., s. 18. 104 Bk. Osman Turan, Selçuklular Tarihi, Nakışlar Yay. İstanbul 1976.


Kültür Sömürgeciliği ve Eğitim / 63

konunun en çarpıcı örneğidir. 105 Hardy; modem sömürge yönetimini tanımlamak için, kadro sömürgeleştirmesi tabirini kullanır. Sömürgeciler kalıcı olmak için, sömürgelerde siyasi ve teknik yönden sistemli değişikler yaparlar. Fakat bu durum yine de onlara kalıcılık sağlamaz. Çünkü sömürgeciliğin uygulandığı ülkelerde derhal milliyetçi ve maneviyatçı hareketler başlar. 106 Sömürgeciliğin derinliğine indiğimizde görürüz ki, temelinde türlerin varlığını devam ettirme ve koruma mücadelesi yatmaktadır. Çünkü dünya mücadele kavramı üstüne kurulmuştur. Nereye baksak bütün canlıların mücadelesine şahit oluruz. Bu mücadelede kimi sömürmeye, kimisi de sömürülmemeğe çalışmaktadır. Bunun yolu da mümkün olduğu kadar sayıca artıştır. Mesela Çin ve Hind, sanayi ve teknikte ileri olmadığı halde nüfus fazlalığı sayesinde dünya milletleri arasında itibar kazanmış­ lardır.

Gerçi Malthus ve taraftarlannın teorilerine göre, nüfus sıklığı, nüfusu sürekli artırdığından toplumun refahın­ da olumsuz tesirler bırakır. 107 Halbuki bu iddianın üzerinden uzun bir süre geçmesine rağmen insanlar nüfus artı­ şından dolayı aç kalmamışlar, tabiatta daha önce değer­ lendirilmeyen kaynaklan verimli bir şekilde kullanmaya başlamışlardır.

d) Kapitalizm ve Sömürgecilik Ortaçağ'da gerçekleşen coğrafi

pa'run

zenginL.:şmesi

ve ilmi keşifler A vruve kapitalizmin doğmasına ortam

hazırlamışnr.

105 Bk. Hubcrt Deschamps, y.a.g.e., s. 15. 106 Bk. Hardy, La Politiqııe Colonialc etle partoge de la terre aıLt 19. et 20. siecles 1937, p. 23. , 107 Bk. Mahmut Koloğlu, Ekonomi Doktrinleri Tarihı, Doğuş Mat. Ankara 1%9, s. 78.


64 I Kültür Sömürgeciliği ve Eğitim

Avrupa ülkelen, 16. yüzyıldan itibaren yoğun bir sömürgecilik faaliyetine girişmişlerdir. 19. yüzyıla gelindiğinde, sömürgeciliği yaygınlaştırmak için Batı ülkeleri sık sık savaşlara girişmiş, sonunda Avrupa ve Dünya kuvvetleri dengesi, fikir ve stratejisi hakim olmaya başla­ mıştı. Kapitalist sistemde iktisadi faaliyetler tamamen serbest olduğundan, çok sayıda alıcı ve satıcı, piyasayı belirlemek ve ele geçirmek için faaliyet gösterirler. Bu bir rekabet ortamı demektir. Bu yarışmadan, pazarları sürekli elde tutma zihniyeti hasıl olmuş, böylece sömürgecilik şekil değiştirerek devam etmiştir. Çağdaş Marxistler dahi, kapitalizmin hal§ sömürgecilikle ayakta durduğuna inanmaktadırlar. Bu iddiayı öne sürenlere göre, günümüzde Batı ülkeleri sömürgecilikten şeklen vazgeçmiş görünmektedirler. Çünkü Batılı ülkeler; sömürgeleri, dış yardım adı altında hala sömürmeğe devanı etmektedirler. Emperyalizm tezi Marx'tan gelen tekelcilik (Monopol) tezi ile birleşmekte, Batılı ülkelerde demokrasi adı altında ekonomik ve siyasi kuvvetin dev şirketlerin eline geçmesiyle, gelişmekte olan ülkeler tekelci kapitalistler tarafın­ dan sömürülmektedir. 108 Konuyu ve bu kabil iddialan objektif olarak değerlen­ direcek olursak, şu sonuca vannz. Birincisi, 19. yüzyıl boyunca Avrupa ülkelerinin gelişmesinde sömürgeciliğin payı vardır. Fakat, sözü edilen yüzyıl boyunca, kapitalist sistemin dinamizmini, ayakta durmasını ve gelişmesini sağlayan tek unsur sömürgecilik değil, teknik ilerlemelerdir. 20. yüzyıldan itibaren bilhassa 1929-1934 yıllan arasında Keynesien işsizliğe bağlı olarak, sömürgecilik kıs­ men zayıflamıştır. Avrupa bu sıkıntıyı atlatmak ve toplam harcama ve talebi arttırmak için ne gibi para ve maliye politikası uygulanması gerektiğini öğrenmişti. Za1os Daha geniş bilgi için: Bk. Tahir Çağatay, Kapiıalift İçtimaf Nizanı ve Bugiinkii Durumu, Ötüken Yay. İstanbul 1975.


Kültür SOmürgeciliOi ve

Eğitim

/ 65

mania kuvvet kazanan işçi sendikaları sayesinde, ücret artışı ve gelir yükselmesi, toplam talep ve harcamalan arttırmış, böylece milli gelir ve iş hacmi (istihdam) yükselmiştir. İç talep ve harcamalardaki artışlar işsizliği ortadan kaldırmış, sürüm ve k§rlan artırmış böylece kapitalistleri memnun ve yatınmlan teşvik ederek, gelişme hı­ zını artırmıştır. Yani günümüzde Avrupa ülkeleri belli bir iç talebe sahip bulunmaktadırlar. Böylece Batılı ülkelerin, bir kısım gelişmekte olan ülkeleri engellemeleri, zayıf bir ihtimaldir. Gelişemeyen, ihracat yapamayan ülkelere mal satmak mümkün değildir. Üstelik gelişemeyen ülkelerin dünya ekonomisine yükleri de hızla artmaktadır. Batılı ülkeler tarafından yapılan ekonomik ve askeri yardımları, sömürgecilik niyetinden daha çok, az gelişmiş ülkeleri kendi tarafına çekmek ve karşılıklı-menfaat (çıkar) prensipleri dahilinde karşıt paktlar oluşmasını engellemek olarak görmek daha uygundur. Dış yardımda bulunan gelişmiş ülkelerin, bu yardım ile öne sürebileceği diğer ekonomik kayıt ve şartlara gelince, bu kayıt ve şartlann sömürü delili kabul edilerek reddedilmesi değil, pazarlık yoluyla ekonomik menfaatlere uygun hale getirmek, aksi halde yardımları almamak gerekir. 109 Rekabetçi kapitalizmden emperyalizme geçişi belirleyen şartlar, üretimin yoğunlaşması ve sermayenin merkezileşmesidir. Kendi durumunu korumak ve iyileştirmek isteyen kapitalistlerin, giriştiği rekabet, üretim tekniklerinin gelişmesi sonucu, bu duruma ayak uyduramayanları saf dışı barıkarken, fiyattan düşürme yoluyla rakiplerini iflasa sürükleyen güçlü bir grubu ortaya çıkardı. Teknik gelişme; fabrikaların büyümesini, işçi başına düşen maki109 Bk. Mükerrem Hiç, Kapitalizm, So-syalizm, Karma Ekonomi ve Türkiye, İstanbul Üni. lkt. Fak. Yay. No: 449, İstanbul 1979, s. 30-35.


66 I Kültür

Sömürgeciliği

ve

Eğilim

ne ve alet sayısının artmasını sağladı. Böylece üretim, hem büyük ve hem de modem işletmelerde yoğunlaştı. 110 Diğer taraftan, ekonominin amacı herhangi bir şekil­ de harcamak için mal ve maddeleri hazır bulundurmak değil, daha ziyade tasarruf sağlamaktır. Bunun için bir taraftan verimlilik, diğer taraftan da ihtiyaçları giderme arasında bir denge kurmak gerekir. 111 Kapitalist ekonominin asıl hedefi daha çok kar ve yarışma olduğundan, bu yarışmada başarılı olanların en büyük mükafatı, ülkelerin bütün ham madde kaynaklarına hak.im olmaktır. Tekeller (monopol) daha önce, elde ettikleri etki bölgelerinden dolayı aralarında anlaşarak dünya pazarlarını paylaşırlar. Bu tekeller petrol, demir çelik, elektrik ve gemicilik vs.dir. Milletlerarası tekeller bu ekonomik paylaşmanın yanısıra, dünyayı politik açıdan da ele geçirmeye çalışırlar. Sömürge imparatorlukları kurmak ve yarı sömürge ülkeleri etki alanı olarak paylaşmak, tekelleri iki bakımdan güçlü kılıyordu. Bunlar: 1- Sermaye 2- Hammadde kaynaklan temini. Rekabetçi kapitalizm devrinde meta ihracı büyük öneme sahipken, tekelci kapitalizmde bunun yerini sermaye aldı. Böylece metropol ülkelerde yapılan yatırımla­ rın artması, sermaye oranını yükseltip, karı düşüreceğin­ den, tekeller, kar oranını yükseltmek için sömürge ülkeler elde etmeye yöneldiler. Bunun vasıtası ise, portföy yatı­ rımlan, devlet borçlan ve doğrudan yatırımlardı. Onun için 20. yüzyılda tekeller ve emperyalist güçler şiddetle yayılmış ve adeta yeryüzü paylaşılmıştı. ı ız Türk-İslam kültürünün ideal kültürden uzaklaşmasın­ da, Batı cemiyetlerinin gerçekleştirdiği kapitalizm hare110 Bk. Orhan Kurmuş, y.a.g.e., s. 6. ll 1 Bk. Tahir Çağatay, y.a.g.e., s. 18-19. 112 Bk. Orhan Kurmuş, y.a.g.e., s. 8.


Kültür SOmCı'gecili!)i ve E!:jitim I 67

keti, önemli bir etkiye sahiptir. Batı'da kapitalizmin geliş­ mesi, kapitülasyonların etkisiyle, bizdeki yerli sanayiin gerilemesine yol açmıştı. Böylece, maddi tatmin bakı­ mından fakirlik seviyesine düşen halkın, artık maddeyi bir vasıta değil, bir hedef olarak göreceği ortam yaratıl­ mıştı. Esasen Batı kapitalizmi gücünü, Türkiye'deki idarecilerin aczi ile sistemin bozulmasından değil, denizaşırı ülkelerde girişilen sömürgeci faaliyetlerle, bu faaliyetlere bağlı olan ticaretten elde edilen kıymetli madenlerin yı­ ğılmasından ve sermaye birikiminden almaktaydı. Sömürgecilik geleneği bütün ahlak kurallarını çiğnercesine ve kuvvet haktır prensibine dayanarak, Batı kültüründen daha ileri medeniyetlerin yerle bir edilmesine yol açmış­ tır. Bunun en açık isbatı, Aztek-Maya ve İnka medeniyetlerinin yok edilmesiyle 113 Osmanlı Devletini yıkarak Ortadoğu ve Balkanlar'ı sürekli kargaşa ortamına itmekti. B- SÖMÜRGECiLiK TiPLERi Sömürgeciliği, gösterdiği

özellikler ve uygulama şe­ killerini dikkate alıp ve gayesine göre bir sınıflamaya tabi tutarsak, üç tür sömürgecilikle karşılaşırız. 1- Askeri sömürgecilik ve özellikleri 2- Ticari (ekonomik) sömürgecilik ve özellikleri 3- Kültürel 1- Askeri Sömürgeclllk ve Özellikleri

Yeryüzünde ilk sömürge hareketleri bilindiği üzere askeri sahada başlamıştır. Bu sömürge türünde ordular ve milletler bizzat karşı karşıya gelir. Güçlü olan taraf, diğe­ rini mağlub ederek her türlü kaYnak üzerinde hakimiyet 113 Bk. Amiran Kurtlcan Bilgiseven, Din Sosyolojisi, s. 475.


68 ı Kült\I'

SOmürgecil~

ve

Eğitim

kullanma hakkını kazanır. Bu duruma askerlik dilinde sı­ cak savaş adı verilmektedir. Ateşli silahların ordular tarafından kullanılmasından önce. istila hareketleri, beden gücü, ok ve mızrakların gölgesinde yapılıyordu. Böylece bileği ve taktiği güçlü olanlar, güçsüzler üzerinde devamlı hakimiyet hakkını kullanma özelliğine sahiptirler. Halbuki ateşli silahların icadıyla beraber, yani barutun, ateşli silahlarda kullanılmasından sonra, askeri sömürgeciliğin ve hakimiyetin şekli değişti. Orduların kudreti, askeri stratejiden daha çok, silahların tahrip gücü ile tesir sahasına bağlandı. Ulaşımdaki hızlanma ve hava gücünün artmasıyla beraber. haberleşme sahasındaki yenilikler de bu durumu güçlendirdi. Askeri paktların oluşma­ sı, her ne cihetle askeri sömürgeciliği kısmen kontrol altı­ na almışsa da, bugün farklı metotlarla devam ettirilmektedir. Bu sömürgecilikte birbirleriyle ekonomik bağlantı­ ları olan ülkeler, askeri yönden de bu bağlantılarını pekiş­ tirdiler. Çünkü askeri paktlar, genellikle ekonomisi güçlü devletler etrafında kümeleşmeler şeklinde ortaya çıktı. 1. ve il Dünya Savaşları sırasında devletler arasındaki askeri güç birliğinin meydana gelmesi hem dünya haritasını ve hem de kuvvetler dengesini değiştirdi. İtilaf ve ittifak devletleri grubu bu cümledendir. Böylece askeri emperyalizm şekil değiştirerek devam etti. Bu açıdan bakıl­ dığında, askeri emperyalizm çok geniş bir alanda görülmekte ve aşağıdaki özellikleri taşımaktadır. a) Askeri İlişkiler. Özellikle 1. ve il. Dünya Savaşlarından sonra NATO ve Varşova gibi paktlar oluşup, Birleşmiş Milletler teşki­ latıyla, çeşitli insan hakları grupları kurulunca, artık hiçbir ülke açıkça diğer pakta ait bir ülkenin toprağını işgal ebneyi göze alamadı. Yukarda belirttiğimiz gibi, silahların hem mesafe ve hem de tesir gücü bakımından geliş-


KOltür Sömıigecil~i ve EOitim I 69

mesi, bu davranışı engelleyen temel faktördü. Buna rağ­ men ekonomisi güçlü ülkeler yine de sömürgecilikten vazgeçmediler. Artık sistemi değiştirerek nüfuz alanını genişletmeyi daha uygun buldular. Bu nüfuzu sağlamanın metodu da, nüfuz bölgesindeki devletlerin sanayii ile ordularının donanımını kendi standardına uygun şekle getirmeyi telkin ve uygulamaktı. Bu durum Rusya ve Amerika'run tesir bölgelerini birbirinden ayırıyor ve birbirinin aleyhine yayılmalarını engelliyordu. b) Askeri yardımlar ve orduların modernizasyonu çalışmaları (Silah ve mühimmat satıştan). Askeri yardımlar bu amaçla başlıyor ve yürütülüyordu. Gerçekte bu yardımların amacı, kendi silah ve araç modellerini, zayıf ülkelere kabul ettirdikten sonra, yedek parça ve mühimmatı pahalı bir şekilde satmaktı. Çünkü günümüzde, orduların silah, araç ve gereçlerinin modelini değiştirerek başka bir devletten yeniden almak, büyük bir ekonomik yük getireceğinden, hiçbir ülke aniden elindeki malzemeyi çöpe atıp, ayn bir eğitim şekliyle, malzemeyi kullanmayı göze alamaz. Bu durumu çok iyi bilen geliş­ miş ülkeler, diplomatik yollarla silah ve araç satışını devamlı hfile getirdikleri gibi, bağımlılarını da kolayca kendi başına bırakmadılar. Amerikan askeri yardımlarının başlangıcı il. Dünya Savaşına kadar uzanırsa- da, günümüzdeki uygulanması­ nın başlangıcı, NATO'nun kurulmasını takiben 1949 yı­ lında kanunlaşan "Karşılıklı savunma yardım programı"dır. Bu kanun 1951 yılında "Karşılıklı güvenlik kanunu" olarak değiştirilmiş, 1954 yılında yapılan son deği­ şiklikten sonra da 1961 yılında "Ekonomik ve askeri dış yardımlar" adı altında değiştirilerek bugünkü şeklini almıştır. Bu tesbitler bize, Amerikan askeri yardımının, dış ekonomik yardımla beraber sürdürüleceğini göstermektedir. AB Devletleri 1950 ile 1977 yıllan arasında 100 mil-


70 / Kültü'

Sömürgeciliği

ve EOilim

yar dolar askeri yardım yapmıştır. Bu da yaklaşık olarak yılda 4 milyar dolar civarındadır. Bugün ABD'de lOOO'den fazla şirketin silah üretimi ve bunun kanuni ihracatı ile uğraştığı bilinmektedir. Demek ki, silahsızlan­ ma yolunda kesin anlaşma yapılmadan, ABD'nin askeri yardım ve silah satışı pazarlarından çekilmesi mümkün değildir. Silah üretim ve satışı, bizzat Pentagon tarafından kredilerle desteklenmektedir. Aslında askeri yardım ve silah satıştan Amerikan emperyalizminin tırmanışı için sadece birer vasıtadır. 114 1978'den günümüze kadar Amerikan silah satış ve yardımı artarak, yılda 20 milyar dolara ulaşmıştır.

Esasen ABD'nin

yayılma politikalarından

insancıl yardım adı altında,

en önemlisi stratejik ve ekonomik malla-

rın bulunduğu

bölgelere yerleşmektir. c) Jeopolitik ve stratejik önemi olan coğrafi bölge ve maddelerden sürekli olarak yararlanma arzusu. Emperyalist ülkeler, ulaşımı kolay ve uluslararası önemi olan yollar, kanallar ve boğazlar üzerinde yerleş­ miş olan ülkelerle, öncelikle ve çeşitli yollarla ilişkiler kurarak, onların bu konumundan kendi menfaati açısın­ dan faydalanmaya çalışırlar. Eğer bu yolla ikna edemezlerse, bölgede gelişmemiş veya gelişmekte olan ülkelerin altından çıkamayacağı çeşitli savaş, terör ve ihtilaflar çı­ karırlar. Daha sonra da arabulucu görevi üstlenerek bu ülkelere şirin görünmeğe çalışırlar. Sonunda kendisine muhtaç hale gelen böyle ülkelere yardım, dostluk ve yatı­ nın gibi bahanelerle yerleşerek sömürge zihniyetini devam ettirirler. Sömürgeci ülkeler, şayet bir bölgede petrol ve uranyum gibi endüstriyel maddelerin bulunduğunu hissederlerse, o maddeyi ucuza almak ve devamlı kullanmak için, siyasi ve diplomatik ilişkilerden, askeri ve ekonomik yar114 Bk. Metin Eriş, y.a.g.e., s. 416-420.


Kültür SömC.gecili(ji ve

Eğitim/

71

dım dahil, her yolu deneyerek, en azından işletme yetkisini ve kontrolünü ele geçirmeye çalışırlar. Günümüzde petrol bölgelerinin devamlı karışıklık içinde olması ve petrol ülkelerinin zayıf yönetici ve yönetimlerle varlığını devam ettirmesi, sömürgecilerin gizli ve bazen de açığa vurdukları planlarının uygulanmasından başka birşey değildir.

Nitekim, petrolün yoğun olarak bulunduğu Ortadoğu' da, huzurun bir türlü sağlanamaması ve demokratik yönetimlerin görülmemesi, sömürgeci devletlerin sömürü planlarının gereğinden başkası değildir. Çünkü bu sömürgeci ülkeler, demokrasinin hakim olduğu ülkeleri, uzun süre elde tutamazlar. Bunun sebebi demokrasilerde yönetici kadroların, halkın oylarıyla sık sık değiştirilebilmesi­ dir. Halbuki, krallıklarda yönetim bir soy ve ailenin tekelinde olduğundan, bunları elde etmek ve sömürüyü uzun süre devam ettirmek mümkündür. ı 15 d) Gizli ve Açık Müdahaleler. Sömürgeci ülkeler, bu sömürü çarkını devamlı döndürebilmek için akla hayal gelmeyen metotlar icat etmekte ve uygulamaya koymaktadırlar. Düşmanlıkları körüklemekte eğer böyle birşey yoksa, gizli teşkilatlan aracılı­ ğıyla düşmanlıklar meydana getirmektedirler. Bu konudan olmak üzere, uyanan ve kendilerine ayak bağı olabilecek ülkeleri, etrafında düşman çemberi meydana getirmek suretiyle, sindirmeye çalışmaktadırlar. Bunu bazen, dostluk adı albnda üsler k'llrarak, bazen kendi icatları olan yönetim muhaliflerini sindirmek bahanesiyle, bağımsız ülkelere asker sokarak gerçekleştirmeye çalışırlar. Sömürgeciler, kendileri için mutlaka elde tutulması gereken bölgelerde milliyetçi yönetimler görünce, derlıal ihtilaller 115 Daha geniş bilgi için bk. Raif Karadağ, Petrol Fırtınası, Adak Yay. İstanbul 1979; Kadir Mısıroğlu, Mımll Meselesi, Sebil Yay. İstanbul 1972.


72 I Kültür

Sömürgeciliği

ve

Eğitim

yaptınnakta veya suikastler tertiplemektedirler. Bazen de Irak'la Kuveyt arasında meydana gelen Körfez olayında olduğu gibi, olaya direkt müdahale etmektedirler. Aslın­ da bu müdahalelerin altında koruyuculuktan daha çok, iktisadi menfaatler yatmaktadır. Bu tür müdahaleler, müdahale yapılan ülkelerin menfaatleri korunuyor süsü ile kamufle edilerek kamuoyuna sunulmaktadır. 1958'de Lübnan'a, 1962'de Tayland'a, 1965'te Dominik ve 1973'te İsrail lehine yapılan müdahaleler hep dost ülkelerdeki üslerden yararlanılarak gerçekleştirilmiştir. Vietnam ve Kamboçya olayları ile Macaristan, Çekoslovakya ve Afganistan müdahaleleri hep bu cümledendir. Gizli müdahalelerde çeşitli istihbarat (Haber alma) servisleri görevlendirilmektedir. Bu servisler, sömürge uygulamalannın pekiştirilmesinde kullanılan en verimli birimlerdir. Bunlann sömürgeciler için malf yükü açık müdahaledekinden daha az ve güvenli olduğundan, bunlar yoluyla yapılan müdahaleler tercih edilmektedir. Bu konuda haber alma servisleri o kadar yaygınlaştırılmıştır ki, Batı tarafından sömürge bölgesi kabul edilen Asya ve Afrika'da adeta mekan tutmuşlar ve birbirleriyle kuvvet yarışına girmişlerdir.

Haber alma teşkilatlarının sömürgeci için önemine bir örnek verecek olursak, yerüstü ve yeraltı zenginlikleri mükemmel olan gelişmekte olan ülkelerde KGB başkan­ lığındaki Rus gizli servislerinin sayısı 6'ya varırken, bu sayı Amerika B. Devletleri için 10 olarak, Almanya ve Fransa için 2'şer, İngiltere için 4 olduğu çeşitli kaynaklarda belirtilmektedir. ı 16 Böylece gizli müdahalelerin sömürge anlayışındaki önemi göz önüne serilirken, haberalma teşkilatlarının bu konudaki rolü artık herkes tarafın­ dan bilinmektedir. 116 Bu konuda yalizmi.

geniş

bilgi için bk. Metin

Eriş,

Amerikan Rus Emper-


Kültür

Sömürgeciliği

ve EOitim / 73

2- Ticari (Ekonomik) Sömürgecilik ve Özellikleri

Günümüzde artık sömürgeciler, amaçlarını gerçekleş­ tirmek için bir ülkeyi asker gücüyle işgal ve kanun yetkisini ele geçirmek gibi kamu oyunun dikkatini çeken uygulamalarla uğraşmıyorlar. Buna karşılık, ticari sömürgecilik gündeme getirilmiş; para, moda ve haberleşme vası­ taları tekniğiyle yaygınla~Urılmıştır. Aslında ticari sömürgecilik ve uygulama metotları yeni; fakat faaliyet olarak insanlık tarihinin başından beri görülmektedir. Ticari sömürgecilil<..1e, ticari mal ve ilişkilerden çok Batıcılığın adı, her türlü iktisadi faktörden daha önemli olarak itibar vasıtası kabul edilmektedir. Bu öyle bir durumdur ki Batılı için maliyeti sıfır olan ve sadece dıştan cazip görülen özelliklere sömürgeler çok yüksek bedel olan kimliğini ve değerlerini vererek alırlar. Tarihe baktığımızda, insanlar arasında ticari münasebetlerin devamlı olduğunu görürüz. Ne var ki, bu ilişki­ lerde bir denge şarttır. Çünkü insanların yaşadığı bölge ve coğrafi şartlan ile yeraltı ve yerüstü zenginlikleri farklı olduğundan, tabiatıyla, iktisadi sistem ve değerleri de farklı olacaktır. Ama durum hiç de böyle değildir. Batılı, daha çok kazanabilmek ve daha çok harcayabilmek için kendi iktisadi sistemini kabul ettirmek çabasındadır. Kaldı ki Batılılar, kendi bünyelerine uygun olarak kabul ettikleri iktisadi sistemlerin, zararlı yönlerini, sömürecekleri ülkelere ihraç etmektedirler. Mesela, liberal ekonomiyi kabul eden İngilizler, bu ekonominin gereği olan "Bırakın yapsınlar, bırakın geçsinler" tezini yün ve mamüllerini dı­ şarıda bırakacak şekilde kabul etmekte ve adeta millileştirmektedirler. Çünkü İngiliz ekonomisi, uzun yıl­ lar A vustralyadan elde edilen yünün önemli bir yer tuttuğu ekonomik özellik taşımaktaydı. Aynca gerek AET topluluğu ülkelerinin ve gerekse


741 Kültür

Sömürgeciliği

ve

Eğitim

ABD'nin kendi ürettikleri bir kısım mallan sürekli pazarlayabilmek için, daha iyilerini üreten diğer ülke mallarına sınırlama getirmeleri en çarpıcı örnektir. Mesela ABD çok ucuz ve kaliteli otomobil üretebilen Japon sanayi ürünlerinin ülkesine girmemesi için çok yüksek gümrük uygulamakta, AET ülkeleri de buna benzer bir davranışla tekstil ürünlerine sınırlama getirmektedirler. Dahası, AET'ye girebilmek için müracaat eden ülkelerden bir kıs­ mına, ön şart olarak anayasa değişikliği ve şeffaflık gibi; bir takım milli varlığı zaafa uğratacak tekliflerde bulunmak ticari emperyalizmin başka bir şeklidir. Bütün bu davranışlara da insan haklan ihlali gibi, suçu teşvik edecek, fakat gerçekte olmayan bir şeyin hayali varlığı engel gösterilmektedir. Sömürgecilik, girdiği ülkelerde, üretici güçleri kendi çıkarları doğrultusunda desteklemektedir. Meseleye tarihi açıdan bakılırsa, bu gün birkaç ürünün ihracatında uzmanlaşmış ülkelerin, önceleri serbest rekabetçi, sonra tekelci olmaları, nasıl bir kaygan zeminde hareket ettiklerinin ıspatıdır. Güney Amerika ülkelerinin kalay, bakır, nitrat, kahve ve buğday, Malaya'nın ham kauçuk, Mısır ve Sudan'ın pamuk, dahası birçok Afrika ülkesinin değerli madenler ve yağ çıkarılan bitkiler ihracatında uzmanlaş­ maları, sömürge zinniyetinin eseridir. Sömürge imparatorluklarının yıkılmasıyla politik bağımsızlıklarını kazanan ülkeler üzerinde, bugün sürdürülen emperyalist oyunlar değişen dünya şartlarına bağlı olarak yeni biçimler almış, fakat emperyalist sömürünün özü sabit kalmıştır. Bizde Bab Anadolu madenciliğinin krom, manganez, antimuan ve zımpara taşı üretimine yöneltilmesi, emperyalizmin bu maddelere olan ihtiyacı yüzündendir. 117 Ticari emperyalizmin diğer şekli, gelişmekte olan ülkeleri devamlı borçlandırmak ve kaynaklarını yabancı 117 Bk. Orhan

Kurmuş,y.a.g.e.,

s. 171.


Kültür

SömC"l'geciliği

ve EOitim ı 75

sennaye ile sömünnektir. Bunun gereği olarak verimli yatırımlar sürekli baltalanırken, mevsimlik gelir getirecek yatırımlar teşvik edilir. Mesela: Bizde G.A. Projesi'nin .bölge de Türkiye'ye sağlıyacağı gelir ve prestij emperyalist ülkelerin pazarlarını ellerinden alacağı hasebiyle, gizli ellerle bölgede anarşi çıkartılmış ve böylece yatınmlann atıl hfile gelmesine çalışılmıştır. Tarihimize baktığımızda, Batılı sömürgecilerin yüzyıllar boyu sistemli bir şekilde istismar sahası haline getinne çabalan sonucu Osmanlı Devleti ağır borçlar altına sokularak, gücünü yitinniştir. Bunu fırsat bilen sömürgeciler, her siyasi olay karşısına bu börçlan çıkararak, devleti kısa zamanda çöküntüye uğratmışlardır. Daha sonra bu Osmanlı Borçlan "DüyOn-ı umumi" adı ile her haklı davamızda Batılılar tarafından karşımıza çıkarılmıştır. ııs

Ticari emperyalizmin uygulandığı geri kalmış veya olan ülkelerde, sanayi ve maden sahasındaki yatırımlarla ticari işletmelerin çoğu yabancılara aittir. Esasen bu yatırımların amacı hizmet değil, daha çok kar elde etmektir. Böyle yatırımlardan dolayı büyük kar transferleri sağlayan şirketler, ülkede sennaye birleşimini sınırlamış olmaktadırlar. Kalkınmakta olan ülkelerin ekonomik bağımlılığını artıran başka bir sebep, ihracatlarının belli mallara bağlı olmasıdır. Mesela; Angola'nın ihracatının % 43'ü, Binnanya'nın ihracatının % 45'i kahvedir. Seylan'ın ihracatının% 64'ü çay,% 20'si kauçuktur. Tayland'ın ihracatını ise % 95'ini pirinç teşkil etmektedir. Böylece, ekonomilerini gelişmiş ülkelere göre düzenleyen gelişmekte olan ülkeler, yatının sennayesi yetersizliği içinde bulunduklarından, ister istemez bağımlılığa sürüklenmektedirler. Hammadde fiyatlarına oranla, hızla gelişmekte

118 Bk. Zuhuri Danışman, Osmanlı Tarihi Kronolojisi, İstanbul Yay. 1972, C. 5; Raif Karadağ, Muhteıem İmparatorluğu Yıkanlar, Kalem Yay. İstanbul 1978.


76 I Kültür SömürgeciliOi ve EOitim

yükselen sanayi ürünleri fiyatları, dış ticaret açığını yükseltmektedir. Böylece kalkınma ihtiyacı olan ülkeler, gelişmiş ülkelere bağımlılıktan kurtulamamaktadırlar. ıı 9 Sömürüyü.teşvik eden daha başka sebeplerse şunlat­ dır. Aşın şişkin ticaıi sektör ve zayıflamış olan orta sınıf­ lar, ekonomik yapıda modernizasyon eksikliği, istihdam yetersizliğine bağlanan gizli ve açık işsizlik, kalkınma hı­ zındaki düşüşler, milli gelir azlığı, bunlardan bazılarıdır. Bilhassa orta sınıf zayıflığı, bu ülkelerde bazı grupların zenginleşmesini sağlarken, diğer taraftan iktisaden yetersiz fakir tabakayı şiddetle çoğaltmaktadır. Ticaıi emperyalizmden kurtulmanın en kısa yolu, bir yandan hızla sanayileşirken, diğer taraftan bu ürünlerin ihracatını sağlayarak, gelişmiş ülkelerin ham madde ve tanın deposu kaynağı olmaktan kurtulmak, sanayide verimi azaltan ve imalatın son basamağını teşkil eden montaj sanayiinden uzaklaşarak, imalat sanayiine dönük faaliyetler içine ginnektir. Böylece enflasyon kontrol altına alı­ nacağı gibi, işsizliğin azalmasıyla da orta sınıf güçlenmiş olup dışa bağımlılık azalacaktır. 3- Kültür Sömürgeciliği ve Özellikleri

Bir milletin manevi değerlerini uzun bir alıştmna dönemine bağlı olarak terkederek, başka milletlerin manevi değerlerine bağlanmasına 20. yüzyılda kültür emperyalizmi adı verilmektedir. 120 Daha kısa ifade edecek olursak, kültür emperyalizmi belli bir hayat görüşünü, belli bir hayat üslubunu yaymaya çalışan emperyalizmdir. Emperyalizmler tuzağa düşünnek is~dikleri ülkeleri, kültürleriyle fethetmez, kültürsüzleştirerek, kültürsüzlüklerine inandı­ rarak yok ederler. Kültür sömürgeciliğinin tek silahı var119 Bk. Metin Eriş, y.a.g.e., s. 228-229. 120 Bk. Amiran Kurtkan, Genel Sosyoloji, s. 15.


Kültür Sömürgeciliği ve Eğitim ı 77

dır, o da ideolojidir.ı 2 ı Bu ideolojiler genel olarak sosya-

lizm ve kapitalizm olarak bilinmektedir. Zamanımızda devletler, dünya üzerindeki varlıklarını sürdürebilmek için, bir takım yollar ve metotlar aramağa koyulmuşlardır. Bu yeni yollar, mevcudiyetini korumak isteyenler için kültür milliyetçiliği, yayılmak ve başkala­ rından faydalanmak isteyenler için kültür sömürgeciliği­ dir. Siyasi ve iktisadi emperyalizmde umduklarını ve diğer milletleri çeşitli yollardan sömürme imkanını bulamayan milletler, başka bir yol denerler ki bu da kültür emperyalizmidir. Bunun panzehiri kültür milliyetçiliğidir. Kültür milliyetçiliği , bir milletin mevcut bütün maddi ve mane-vi değerlerini inceleyip işlemesi, değerlendirmesi, yayması, diğer milletler karşısında bir baskı vasıtası olarak kullanmadan onların takdirine sunması, kendisinin de diğer milletlerin kültüründen istifade etmesidir. ı 22 Kültür sömürgeciliği, ekonomik yönden güçlü olan ülkelerin, maddi ve manevi yönden dünya milletleri üıe­ rinde bir otorite kurmaları ve zayıflamış olan siyasi ve iktisadi hakimiyetlerini yeniden kazanmalarının en kestirme yoludur. 21. yüzyıla girmeğe hazırlandığımız bu dönemde, bir kısım sömürgeci milletlerin, tarihi kudret ve itibarını kaybetmiş, fakat bu kaybın geç de olsa farkına varmış olan gelişmekteki ülkeleri, milli şahsiyetlerinden uzaklaştıra­ rak köleleştirmeleri zorlaşmışbr. Bunun yerine, daha ağır yürüyen, fakat kalıcı tesire sahip bir yolu tercih etmektedirler ki, bu da kültür emperyalizmidir. il. Dünya Savaşı sonunda, bu savaşın getirdiği sosyal ve ekonomik meseleler karşısında, ekonomik ve siyasi bakımdan güçlü ülkeler, soğuk harp yoluyla kutuplaşma peşinde koşmuşlar ve barış içinde sürdürülen soğuk harp 121 Bk. Cemil Meriç, Mağaradakiler, s. 30. 122 Bk. Emin Bilgiç, y.a.g.e., s. 114-116.


78 I Kültür Sömürgecili!:ji ve E!:jilim

ve propaganda ile en güçlü silaha sahip olmuşlardır. Sı­ cak harbin silahlarından daha etkin olan propaganda araçları, emperyalizmin kültürel amaçlarını pekiştinnektedir. Kendi kültür ve dünya görüşünü bir başka ülkeye kabul ettinnenin yolu, sadece sıcak harpten geçmemektedir. Bu bakımdan çağımızın en dikkati çeken özelliği, kültür emperyalizmi olmaktadır. Kültür emperyalizminde toprak ilhakı yoktur. Fakat aydınların yıkanan beyni ile vatanlaşan coğrafya beraberce elden gitmektedir. Beyin yıkama yoluyla elde edilen aydınlar, ülkeler için birer kültür esiri (sömürge aydını) haline gelmekte, böylece kendi kültürü ve ülkesine yabancılaşmaktadır. 123 Meydan Larousse'a göre kültür emperyalizmi, belli bir hayat tarzını ve anlayışını yayma amacını taşıyan faaliyettir. 124 Kültür emperyalizmi bir millete farkettirilmeden tatbik edilmeye çalışılan bir emperyalizm tipidir. Bugün artık askeri ve ticari emperyalizm tipleri yavaş yavaş tarih sahnesinden silinmekte ve bunun yerini 20. asrın karakteristik sosyal olayı olan kültür emperyalizmi almaktadır. 20. asırda ortaya çıkan ideolojik kültür emperyalizmi yeni bir sosyal olaydır. Bu türlü emperyalizm, millet realitesini boğmak isteyen ve böylece birçok milletleri bir ideolojiye bağlılık uğruna peyk durumuna düşürerek sömürge yapan ülkeler tarafından tatbik edilmektedir. Sömürge olan veya olmayan az gelişmiş ülkeler üzerinde, Batı aleminin de böyle tesirleri olmuştur. Bu tesirler bilhassa hayat üslObunu Batı'ya uyduran aydınlar üzerinde söz konusudur. Batı'nın manevi değerlerini benimseyen aydınlar, daha kolay beyin göçüne uğramaktadır. Çünkü daha ken123 Bk. Mustafa Erkal, Sosyal Meseklerimiz ve Sosyal Değipne, Mayaş Yay. Ankara 1984, s. 132-133. 124 Bk. Meydan Larousse, Meydan Yay. İstanbul 1992, s. 252, C. 6.


Kültür Sömürgecili{ji ve E{jitim I 79

di memleketlerinde iken Batılı hayat üslıibunu benimsediklerinden, bu ortama çabukça uymaktadırlar. Kültür emperyalizmi, giyim tarzından ev döşemeye kadar, birçok manevi kültür unsurlarında Bah'yı tercihe sebep olduğundan yerli üretimin beğenilmemesi neticesini doğur­ maktadır. Bundan dolayı kültür emperyalizmi, sadece manevi değerlerin kaybına sebep olmayıp, maddi ve iktisadi kayıplara da sebep olmaktadır. Kültür emperyalizminin yüıiitülmesi, bir kültür üzerine başka bir milletin kültüıiinü aşılamakla mümkün olmaktadır. 125 Kültür sömürgeciliği girdiği ülkelerde birçok tahribat yaptığı gibi, bilhassa aydınlara tesir ederek yabancılaşma, beyin göçü ve kimlik krizi gibi bir takım sosyal yaralar vererek milli bünyeyi hastalıklı şekle sokmaktadır. Bütün bunları besleyen tek faktör ise hümanizmdir. Bu sömürge hastalıklarına kısaca değinecek olursak: 1-

Yabancılaşma

Bu tabir ilk defa Hegel tarafından kullanılmıştır. Heyabancılaşmayı ide (ruh, fikir, akıl Geist) açısından alır. Yani manevi' değerlerden uzaklaşmayı yabancı­ laşma olarak düşünür. Ona göre, idenin gayesi kendi kendisini bulması, kendisinin şuur ve bağımsızlığına ulaşma­ sıdır. Bunu gerçekleştirmek için -ide, tez, antitez ve sentez devrelerinden geçer ve ilk olarak kendini tabiatta gerçekleştirir. Ancak tabiata geçen ide, kendinde değildir, özelliklerini kaybettniş ve yabancılaşmıştır. Kültür dünyasın­ da bu yabancılık ortadan kalkar. Çünkü tabiatta idenin kanunu zorunluk iken, kültür dünyasının kanunu, hürriyettir. 126 Hegel'e göre, yabancılaşma, fiziki anlamda insagel ele

125 Bk. Amiran Kurtkan, Sosyoloji, M.E.B. Yay. İstanbul 1980, s. 99-100. 126 Bk. Macit Gökberk, Felsefe Tarihi, Bilgi Yay. İstanbul 1966, s. 450.


80 ı Kültür Sömürgeciliği ve Eğilim

nm var oluşu ile ruhi anlamdaki varlığı arasındaki mesafeye dayanmaktadır. Feuerbach ise, Tanrı fikrinden hareket ederek Hegel'in görüşlerine yaklaşmaktadır. Bu cümleden olmak üzere Marx, emeğin üretiminde verimliliği arttığı oranda, üretim olayıyla yabancılaşmanın meydana geldiğini, buna da kapitalizmin sebep olduğunu ifade etmektedir. Yahut, negatif kimlik veya anomidir. Bu hastalığa yakalananlar, gelişmiş Ülkelerin her türlü değerlerini gözü kapalı ve tenkid süzgecinden geçirmeden kabul ederler ki, bu bir sosyal çözülme olayıdır. Yabancılaşma kavramını daha iyi izah edebilmek için, onu meydana getiren faktörleri bilmek gerekir. Bu faktörler beşe ayrılır. 1- Kudretsizlik: Bu faktör Marxist bir görüşü yansıt­ maktadır. Burada işçiler, kapitalistlerin karar venne imkanlarını kendi ellerine aldıkları ölçüde, iş ve iş vasıtala­ rına yabancılaşırlar.

2- Anlamsızlık: Fert ve cemiyetin bir anlam etrafın­ dan bütünleşememesidir. Bu yabancılaşma şeklinde;an.­ lam olarak belirtilen hedef bir karaktere sahiptir. Mesela Batı cemiyetlerinde iç ve dış alem arasında mana bütünlüğü meydana getirecek kültür değerleri olmadığından ya fert cemiyete veya cemiyet ferde tercih edileceğinden adeta terazinin kefeleri arasındaki denge bozulmakta ve anlamsızlık meydana gelmektedir. 3- Normsuzluk: Cemiyet içerisinde yaşayan insanlardan belli olaylar karşısında beklenen davranışlara sosyal norm denir. -Bu davranışlar, her türlü hoşgörü sınırında kalan davranışlardır. Ferdin kendi beklentileri ile cemiyet yapısı arasında tezat meydana gelirse, topluma yabancıla­ şır ve ihtilalci bir eğilime kapılır. Eğer tezadın kaynağı ferdin kendisi ise, beklentilerinin yönünü değiştirerek mistilc bir davranışa yönelir.


Kültür SömürgeciliCi ve ECjilim / 81

4- Soyutlama: Batılı kaynaklarda kültüre yenilik geisteyen ferdin, cemiyet tarafından anlaşılmadığı hallerde, cemiyetten dışlanmasıdır. Bu soyutlanma (tecrit), ferdin yaygın kültüre Meta hapsedilmesidir. 5- Kendine yabancılaşma: İnsanın insana veya cemiyetin cemiyete yabancılaşmasıdır. Eğer bir cemiyet kendi menfaati için, başka bir cemiyeti sömürüyorsa bu kendine timıek

yabancılaşmadır. ı 27 2- Beyin Göçü

Kültür sömürgeciliğinin tahribat metotlanndandır. "Beyin göçü, gelişme gayretleri gösteren ülkelerin yüksek tahsilli gençlerinin yabancı ülkelere yerleşerek vatana dönmekten vaz geçmeleridir. Bu gençlerin okutulması, milletin dar bütçesinden yapılan büyük fedakarlıklarla mümkün olmaktadır. Üstelik üniversiteye giriş imtihanlarında en yüksek puanlan alarak yüksek tahsil yapabilen bu elemanlar, az gelişmiş ülkelerin muhtaç olduğu en kabiliyetli fertlerdir. Bundan dolayı beyin göçü, kabiliyetli fertleri hiçbir eğitim masrafı yapmadan elde eden geliş­ miş ülkeler için ne kadar büyük bir kazanç ise, az geliş­ miş ülkeler için de o kadar büyük bir kayıptır. Şu halde gelişmekte olan ülkelerin genç nesilleri, milli gelişme idealini benimsemiş olmalıdırlar. Böylece eğitim gömıüş vatansever ve kabiliyetli aydınların, maddi bakımdan tatmin edilerek kendi memleketlerinde kalmaları sağlanabi­ lir. Bu aydınlar sayesinde, maddi kaynaklar değer kazanır, iş imkanları ve millt gelir artar ve beyin göçü önlenmiş olur. Bunu sağlamanın yolu da milli eğitim politikasının genç nesiliere milli birlik duygusunu aşılamasıyla mümkün olur". ı 28 127 Bk. Amiran Kurtkan Bilgiseven, Genci Sosyoloji, s. 301-308. 128 Bk. Amiran Kurktan, So~oloji, s. 91.


82 ı Kültl'.i' Sömürgecili!':li ve EOitim

3- Kimlik Krizi

Toplumu meydana getiren fertlerin, mensubiyet duygusunu azami ölçüde yitinnesi veya yanlış tavırlar geliş­ tirmesine kimlik krizi denir. Kimlik krizinin göstergesi olarak, bazı aydınlarımız­ da milli kültüre ve onun maddi ve manevi unsurlarına karşı tavır alış, statü sağlayıcı ve itibar kazandırıcı zannedilmektedir. Bunun bilinen örnekleri çoktur. Mesela; Televizyondaki Hac görüntüsünü İslamcı, Ertuğrul Gazi'yi anma ve Söğüt şenlikleri ile A vrupa'da Türk İzleri dizisini Osmanlıcı bulanlar ve İstiklal Marşını basit bir şiir olarak değerlendirenler, yılbaşında evlerine pekala Noel ağacı bulundurmakta ve bunu ilericilik ve modernlik vasıtası saymaktadırlar. Bunlar kendi çocuklarına Jaklin ve Elizabet ismini verirken il. Boğaz Köprüsüne Fatih Sultan Melunet Köprüsünü adının verilmesinden rahatsız olmaktadırlar. ıı 9

Kimlik krizine güzel bir örnek de Kemal Tahir'in Devlet Ana adlı eserinde vardır. Burada adı geçen Mavro adlı genç, sonradan müslüman olmuş bir Rum delikanlısı­ dır. "Mavro Kel Derviş'i Azrailin,pençesinden çekip alıp, sonunda kılıcını çekerek Allah Allah diyerek ve Kutsal Meryem Ana aşkına! diye nara atarak hain düşman üzerine atıldı ... "Burada Mavro, hem müslümanca Allah Allah ve hem de, Hristiyanca Meryem Ana'yı anmaktadır. ı3o Kültür sömürgeciliğinin son olarak sığındığı liman hümanizmdir. Bu akım 15. yüzyılda Avrupa'da doğmuş, insanı anlamak için, klasik Yunanca ve Latinceyle yazıl­ mış eserlere dönmeli ve onlan incelemelidir, diyenlerin görüşüdür. Latince "humanus" sözünden gelen ve en geniş manfisıyla insancılık demek olan hümanizm kelimesi 129 Bk. Mustafa Erkal, İktisadi Kalkınmanın Kültür Temelleri, s. 116. 130 Bk. Bozkurt Güvenç, y.a.g.e., s. 136.


Kültür SömCrgecil~i ve EOitim I 83

terim olarak birbirinden farklı iki manaya sahiptir. Bunlardan biri, Antikçağ, eski Yunan ve Roma'nın fikri, edebi eserlerini asıllarından tercüme etme, öğrenme, tefsir etme ve yayma faaliyetidir. Mesela eski Grekçe bir felsefi veya edebi metni okuyan, çeviren, açıklayan kimse bu anlamda hümanisttir. Diğer manaya göre ise, hümanizm, Ortaçağ skolastiği karşısında başlı başına bir varlık olarak ele aldığı insanı, hususi ve dikkatli araşnrma mevzuu yapan ve tabiri caizse düşünceyi gökten yere indirerek, insan dediğimiz mahluku müsbet ilmin merkezi haline getiren harekettir. Hümanizmin din, düşünce ve sosyal cepheleri vardır. 131 İnsancılığın iki manası vardır. Bunlardan biri insanın başka varlıklar karşısındaki yerini, diğeri, insanın insana karşı durumunu tayin etmektedir. İnsan, cansız ve diğer canlı varlıklara karşı en mükemmel yaratık olarak, üstünlüğünü zaten kurmuştur. İnsancılık, zamanımıza kadar ahlak ve din gibi müesseseler, Allah ile insan arasında çatışmayı düşünmemiştir. Fakat bu gün insancılığın bu noktaya da el attığı ve bu hususta da insani değerlerin davacı­ sı olduğu görülmektedir. 132 Bu görüşe göre en yüce değer Tanrı değil, insandır. Hümanizm terimi daha sonra anlam değiştinniştir. Bunun adı 12. yüzyıl rönesansıdır. Hümanizm kavramı. zaman içinde değişerek birbirine zıt muhtevalar kazanmıştır. Bu sırada insan unsuru da birbirinden farklı tarif edilmiştir. Bu anlayışa göre, insancı demek, insanların birbirlerini sevmesidir (Philantropie). Bunun bir ucu pasifizme (Harp aleyhtarlığı) kadar gider. Bu çeşitli tarifler insanı nasıl belirlemek gerektiğinden hareket ederler. Kimi hümanist131 Bk. İbrahim Kafesoğlu, Türk Milliyetçiliğinin Meseleleri, Devlet Kitapları, İstanbul 1970, s. 194. 13::?. Bk. Muharrem Engin, Türkiye'nin Bugünkü Meseleleri, Türk Kültür. Araşt. Ens. Yay. Ankara 1988, s. 173.


84 /

KültCı' SörnürgeciHği

ve

Eğilim

ler, insanı bir sınıf mensubu olarak, kimisi belirli bir milli dili konuşan olarak, kimisi belli bir dini cemaate mensup olarak vb. tanımlarlar. 133 İşte insanı farklı şekilde tanımlayan hümanistlerin asıl amacı töplwnlann manevi değerlerini tahrip ederek sömürmektir. Böylece insanlık adına insanı manevi boş­ luk içine iten sömürgeciler, her türlü insanlık suçunu işle­ mektedirler. Mesela: İspanyollar Amerika kıtasına gittiklerinde yerli halkı kılıçtan geçirerek yok ettiler. Çin, Doğu Türkistan'da, Sovyetler Birliği öncelikle Kmm'da olmak üzere Çekoslovakya, Macaristan ve Afganistan'da, ABD Angola ve Vietnam'da, İngiltere, Hindistan, Afrika ve Arjantin'de, Fransızlar Marsilya'da, Almanlar il. Dünya savaşında bütün A vrupa'da vs. hep hümanizm ve insanlık adı­ na hareket ediyor görünüp, insanlara zulmettiler. Yani zulüm aynı, fakat metotlar değişikti. Demek ki sömürgecilik faaliyetleri, her ülke için farklı şekilde uygulanarak karşı­ mıza çıkmaktadır. Bunun için her ülkeyi iyi tanımak, sonra da sömürgeciliğe şartlandırıp tıpkı vahşi hayvanlar gibi emre boyun eğecek şekilde eğitmek gerekir. İşte oriantalizm denilen şarkiyatçılık ile eğitim ve kültür sömürgeciliği bu ihtiyaçtan doğdu. İlk oriantalistlerin çeviri faaliyeti yapan İspanyollar olması (Endülüs) 134 bir tesadüf değildir.

Kültür sömürgeciliği sonunda çözülmeye uğratılmış, iyice belirsizleşmeye başlamış, birlik ve bütünlüğünü yitirmiş bir millet ortaya çıkar. Bu toplumlarda yabancılaşmış, kimliğini yitirmiş fertler, kendi keyif ve çı­ karlarının kulu ve kölesi olur. Benim toplumum, benim yurdwn gibi bir takım değerleri kalmaz. Töresine, gelenekimliği

133 Bk. Mubahat Küyel, Felsefeye Başlangıç, M.E.B. Yay. İstanbul 1977, s. 82-83. 134 Bk. Mustafa Es Sibai, Müsteşrikler ve Hedefleri, İman Yay. İs­ tanbul 1971 (~v. Kemal Çobanbeyli), s. 15.


Kültor

SömCl'gecil~i

ve

Eğitim ı 85

ğine, milletinin çıkarlarına aldırmaz. Bugün milletimizin içiride maalesef böyleleri yüreğimizi SlZlatacak ve bizi kara kara düşündürecek kadar çoktur. 135 Böyleleri, bedeni zevklerden başka birşey düşünemezler. Ziya Paşa Hedonist denilen bu gibi insanları şu şekilde ifade etmektedir:

"İç bade güzel sev, viir ise aklı-ı şut1run.

Dünya var imiş ya ki yok imiş ne umurun" 136 Kültürlerini yitiren milletlerin kendilerinin de çözülüp dağılarak kalktığı tarihte çok iyi bilinen bir gerçektir. Tabiatta insan türlerinin savaşı sürüp gitmektedir. Dolayı­ sıyla milletleri ortadan kaldırma eylemleri de durmuş değildir. Tersine kültür yayılması, sömürgeci milletlerin işi­ ne yarayan ideoloji savaşları, Hümanizm, Marxizm ve Liberalizm gibi bir takım propagandalar yoluyla milletler, içten yıpratılarak dağıtılıp ortadan kaldırılmaya çalışll­ maktadır. Ülkemizde üst yönetici ve aydınların tutumu ve benimsediği kültür siyaseti yanlıştır. Özellikle aydınların dil politikası, bir kültür bunalımı meydana getirmiştir. Günümüzde, kendi dilimizde karşılığı olduğu halde, yabancı kelimeleri kullanmak üstünlük ve statü aracı haline getirilmiştir. Esasen her türlü yeniliğe karşı çıkmak (reaksiyonerlik), yanlış olduğu gibi, sırf aydın görünmek için de gelişi güzel kelimeler kullanmak gaflettir. Batı'nın üstün yönlerini ve icatlarını ifade eden makina, televizyon, enflasyon vs. gibi orijinal kelimeler elbette kullanılacak­ tır. Bu konuda yanlış olan şey, kendi dilini her konuda hor gösteren davranışlar sergilemektir. Böylece, taviz verilmemesi gereken konularda koruyucu, değişmesi gereken konularda reformcu olmak ilmin 135 Bk. Sabri Akdeniz, y.a.g.e., s. 13. 136 Bk. Ziya Pruıa,Şiirleri Edebiyat Yay. Ankara 1967, s. 42.


86 I Kültür Sömürgecili{li ve E{lilim

gereğidir.

Yoksa biç lüzum yokken torba yerine "poşet", teşekkür yerine "mersi", duyuru yerine "anons", bütünleş­ me yerine "entegrasyon", müzik demeti yerine "potbori", olur yerine "okey", şenlik yerine "festival", eritme yerine "asimilasyon", danışma yerine "enformasyon" yer ayırt­ ma yerine "resepsiyon", takım yerine "set", sergi yerine "stand" zamanlama yerine "tayming", hediye yerine "mansiyon" 137 , olay yerine "süreç", mesele, dert, sıkıntı yerine "sorun", mecburiyet yerine "zorun" kelimelerini kullanmak hem yanlış, hem de aydın ve batıcı olmanın ötesinde gülünçtür. Aynca bu sömürgecilerin oyununa gelmektir. Kültür emperyalizmi, sadece ülkeleri sömürmekle kalmaz. Bu kültür, gelişigüzel yayılan, hızlı ve sağlıksız büyüyen, girdiği ülkelerdeki bütün değerleri yıkan, yok eden, saldırgan bir canavar halini alır. Geride, her ülke ve kentlerde görülen zevk ve renk çeşnisi yerine, kültürler panayırından sadece tarihi ve eski eser olarak bilinen abidelerle, çürük zihniyetlere bağlı ve özelliğini kaybetmiş değerler kalır.

Bu durum; kirli bir hava gibi, insanlığın ciğerlerini doldurarak beyinlerini düşünemez ve kalplerini çalışamaz hale getirdi. işte kültür sömürgeciliğinin toplumların bütün değerlerini hedef alması ve milli birliği alt üst etmesine kültür kirlenmesi denmektir. Bu kirlenmede yabancı kültür unsurları toplumların manevi havasını bir bulaşıcı hastalık gibi işgal eder. Böylece dil, musiki, eğlence, sanat eğitim ve din gibi yapısı bozularak, bütünleştirici muhtevadan uzaklaşılmaktadır. Buna bağlı olarak, yabancı kültürün şuursuzca yüceltilmesiyle, meydana gelen manevi açlık hali, tahribatı daha da arttırır. 138 Eğer bir 137 Bk. Mustafa Erkal, İki. Kal. Kült. Tem. s.25. 138 Bk. Sabri Akdeniz, y.a.g.e.,


Kültür

Sömürgeciliği

toplumda şahsiyet sahibi insanların bu meseleler gündeme gelemez. a) Yönetim

Şeklllerl

ve

Eğitim ı

87

sayısı hızla artırılırsa

ve Kültür SömürgeclUğl

İnsanlık tarihine baktığımızda her toplumda bir yöneticiler ve bunun karşılığında da yönetilenler olduğunu görürüz. Bundan dolayıdır ki sömürgeciler her toplumun kendi yapısına göre farklı şekillerde teşkilatlanarak yönetim biçimlerini meydana getirmişlerdir. Yönetim şekille­ rinin her toplumda farklı olarak ortaya çıkmasının bir takım sebepleri vardır. Bu sebepler ekonomik, sosyal ve kültürel olarak kısımlara ayrılabilirler. Daha detaylandı­ racak olursak, insan haklan, ulaşım, savaş, haberleşme ve göç gibi faaliyetler bu konuda belirleyici olmaktadır. Bu faktörlerin ışığında ve tarihi değişim içerisinde yönetim şekilleri monarşi, oligarji ve demokrasi olarak şekillen­ mektedir. Bunu çok iyi değerlendiren dış güçler faaliyetlerini bölgelere ve yönetimlere göre belirlemektedirler. Bu faaliyetin temelinde yönlendirici olmak şartı vardır. Yönet~ şekilleri:

1- Monarşi: Bu yönetim şeklinde yönetici, tek kişi veya bir soyun üyesi olduğu halde, yönetilenlerin hem sayılan fazladır ve hem de yönetimi belirleme haklan yoktur. Bu tarz yönetimler ya aşiret reisliği veya derebeylik ya da krallık veya sultanlıklar olarak görül~ektedir. Bu yönetimlerde, kanunlar ve devlet hakimiyeti ile kaynaklar hep bir kişinin elindedir. Bunlar devlet imkanlarını istedikleri gibi ve halka danışmadan kullanmaktadır. Böyle bir yönetim tarzına sahip bulunan ülkeleri ele geçirebilmek için, sadece yöneticilerle bağlantı kurmak ve yönetim şeklinin değişmemesi için çeşitli tedbirler almak yeterlidir. Mesela: Ortadoğuda hep krallıktann yaygın ol-


88 I Kültür

Sömürgeciliği

ve

Eğitim

ması

bir tesadüf değildir. Çünkü kralların aileleriyle bera.ber yönetimi ve elde edilmesi, halka nazaran hem ucuz ve hem de daha az külfetlidir. Bu bölgelerin sürekli Batı'nın ilgisini çekmesinin sebebi sanayinin temel ham maddesi olan petrolün buralarda bolca bulunmasıdır. Bilindiği üzere bu bölgeler milletler arası ihtilafların sürekli cereyan ettiği merkezler durumundadır. Bunun sebebi petrol hakimiyeti üzerindeki paylaşma yetkisinden doğmaktadır. Petrol 19. asrın sonu ile 20. asrın devamın­ ca, ham maddelerin başında yer almış bulunmaktadır. Denilebilir ki, dünya bugün eğer teknik sahada korkunç bir ilerleme kaydetmiş ise bu ilerlemeyi büyük çapta petrole borçludur. 139 Dünya hakimiyeti sanayiyle desteklenen teknolojiye bağlı olduğundan hakimiyetlerini devam ettirmek isteyen güçler, elinde petrol bulunan ülkeler ile bölgeleri devamlı kontrol altında bulundurmayı hedef edinmişlerdir. Yani sömürgecilerin petrol bölgelerindeki krallık ve emirlikleri desteklemelerinin sebebi, kendi menfaatlerinin devamını sağlamaktır. Aynı durum altın ve elmas kaynaklarına sahip ülkeler için de geçerlidir. 2- Oligarşi: Siyasi otoritenin birkaç kişi veya .ailenin kontrolünde bulunduğu bir yönetim şeklidir. Oligarşide otorite kaynağı sınıf, zümre ve ailedir. Yasama, yürütme ve yargı gücü yönetici grubun elindedir. Mülkiyet de bu gruba aittir. Oligarşik devletler totaliter rejimlerdir. Bunlar kişi hak ve özgürlüklerine yer vermezler. 140 Antikçağda firavunların, 20. yüzyılda italya'da Mussolini'nin faşist ve Almanya'da Hitler'in nazist idareleri bunun örneğidir. Bu diktatörler, dünya hakimiyeti üzerinde yanlış hesaplar yapmışlar ve yayılmacılık hırslarını frenleyemeyerek kendilerini ve toplumlarını sömürgecilerin oyunlarına alet etmişlerdir. 139 Bk. Raif Karadağ, y.a.g.e., önsöz. 140 Bk. Okul Kültür Ans. s. 784, Tere. Yay. İstanbul 1988.


Kültür Sömürgnciliği ve Eğitim ı 89

Halbuki sömürgecilerin, karşılarına çıkacak yeni rakiplere, tahammülleri yoktur. Bilindiği gibi, Hitler'i şı- . martıp diğer ülkelere saldırtan İngiliz ve Fransızlar, işin içine menfaat girince, siyasi rakipleri olan Sovyet Rusya ve ABD ile işbirliğinden, kaçınmamışlar ve Hitler'in şahsında Almanya'yı adeta yok etmişlerdir. Bu durum Saddam Hüseyin'in köıfezdeki faaliyeti de buna başka bir örnektir. 3- Demokrasi: Halkın kendi kendini idare etmesi ve bunun için hürriyet ve eşitlik prensiplerinin kabul edilmesi demektir. Demokratik yönetim şekli, monarşik ve aristokratik idare şekilleriyle mücadele neticesinde meydana çıkan bir yönetim biçimidir. Modem demokrasilerde, toprak ve sermaye birikimi artmış ve eskiyle kıyas edilemeyecek seviyeye ulaşmıştır. Milletlenirası pazar birleştik­ çe, sermayecilerin müşteri ve işçiye kabul ettirdikleri fiyat sabitleşmeye doğru gitmiş, bunun karşısında ihtiyaçlar şiddetle artmıştır. Bundan anlaşılıyor ki, modern demokrasilerin birinci meseleleri sosyal meseledir. Yalnız şunu unutmamak gerekir ki sosyal doktrinler ve sosyal cereyanlar, ayn menfaatleri temsil ederler. Onun için aktarma demokrasi topluma huzur getirmez. Çünkü her toplumun sosyal hayatı, o milletin özel şartlarına göre farklı­ lık taşımaktadır. Bunun için, bazı esaslı problemler dışın­ da, bütün milletler için geçerli olan, genel mahiyetteki görüşlerden bahsedilemez. Yani birinde ileri demokratik olan bazı düşünceler, bir başkasında ağır ritimli ve hatta geri olabilir. 141 Batı'da 18. asrın, bizde ise, geçen asrın sonlarından beri, demokrasi, cemiyet için bir nevi dünya cenneti olarak insanlığa sunulmuştu. 20. asırda bu hayal daha da belirginleşti. Zira bu rejim, eski monarşilerin zulmünü çeken insanlığın kurtarıcısı olmuştur. Demokrasi zorba ida141 Bk. H. Ziya Ülken, Millet ve Tarih Şıııım, s. 108-112.


90 / Kültür

Sömürgeciliği

ve

Eğitim

relere karşı bir tepkinin eseridir. Ancak demokrasi ken. dinden beklenen gayeye ulaşmak için, onu kullanan insanlardan kemal ve fazilet ister. Monarşilerde bir ferdin fazileti yeterli olduğu halde, demokrasinin selameti, idareye iştirak eden her ferdin, hatta oy kullandıkları için bütün halkın faziletli olmasını gerektirmektedir. Yoksa, insana hürmetin olmadığı, kendisini kullananların ahlak yapısının bozuk olduğu hiçbir yerde ideal bir rejim düşünü­ lemez. Aslında demokrasi, insan hak ve hürriyetlerinin korunduğu en elverişli bir müessesedir. 142 Bu rejimin başarılı olması için, her yerde halka önderlik edecek olgun ve faziletli aydınların yetişmiş olması şarttır. Bu başarı­ nın kaynağı görev ahlakıdır. İlim zihniyetini benimsememiş ve görev duygusu gelişmemiş kimselerle temsil edilen demokrasi, acıklı bir manzara arzeder. Demokrasilerde kültür birliğine ihtiyaç vardır. Ancak, ütopyacı ideolojilere, totaliter ve otoriter rejimlere karşı, hoşgörülü bir hayat tarzı ihtiva eden demokrasi fazilettir. Bu fazilet, kendi siyasi varlığının gerekçesini, diğerlerine eşit görmek terbiyesidir. Demokrasi denilince zihnimizde sadece Batılı anlamda demos-kratos kavramı canlanıyor­ sa bu yanlıştır. Aslında, nerede insan haklarına saygı varsa, orada adı konmasa da demokrasi vardır. Demokrasinin fazileti reyle değiştirilebilen iktidarlardan dolayı­ dır. ı 43 Güçlü demokrasiler, hiçbir sömürgecinin hesabına gelmez. Onun için, iç ve dıştan gelecek tehlikelere karşı, milli birlik ve beraberliğin sağlanması demokratik anlayı­ şı yaygınlaştırır.

Sömürgeci ülkelerin kendi bünyelerinde hürriyetçi demokratik bir yönetime sahip olmaları, sömürgelerde demokrasiye karşı ilginin artmasına sebep olmuştur. Bu142 Bk. Nurettin Topçu, Milliyetçiliğimizin Esasları, Dergah Yay. İs­ tanbul 1978, s. 231-233. 143 Bk. M. Erkal, y.a.g.e., s. 3-8.


Kültür Sömürgeciliği ve

Eğitim ı

91

nu dikkate alan sömürgeciler çıkartan açısından sömürdükleri ülkelere bir takım haklar vermek zorunda kalmış­ lar, bu da milli uyanışa ortam hazırlamıştır. 144 Afrika ve Asya'daki bağımsızlık hareketlerinin temelinde bu anlayış yatmaktadır.

Demokrasi hürriyet ve eşitlik fikirlerinden ilham alan siyasi bir rejimdir. Demek ki demokrasinin ilk şarn hürriyettir. Hürriyetin olduğu her yerde eşitlik fikri doğmuş­ tur. Demokrasi halkın halk için hakimiyetidir. O zaman, bir yönetimin demokrasi olabilmesi için, yöneticilerin çoğunluk tarafından, belirlenmesi, fikir ve vicdan hürriyeti gereklidir. Eğer yönetim bir azınlığın elinde ise orada demokrasinin varlığından söz edilemez. Yani demokrasilerde otoriteyi elinde bulunduran hükümetin halka dayanması ve halk için çalışması şarttır. Bu sistemin tek unsuru siya'il partilerin varlığıdır. ı 45 Siyasi partiler, programlarını uygulamak ve üyelerine birtakım imkanlar sağlamak için devletin ve milletin meseleleri üzerinde belirli bir görüşü benimsemiş resmi müesseselerdir. Yatay ve dikey yapıya sahip olan siyasi partiler demokrasinin aynasıdır. Demokrasiler, uygulanma şekillerine göre kısımlara ayrılır. Bunlar doğrudan demokrasi, temsili demokrasi, liberal demokrasi, sosyal ve ekonomik demokrasi, hristiyan demokrasi, halk demokrasisi, totaliter demokrasi vs. gibidir. Doğrudan demokraside halk doğrudan doğruya siyasi kararlara katılır. Eski Atina sitesinde olduğu gibi. Temsili demokraside halle siyasi tercihlerini temsilcileri aracılı­ ğıyla kullanır. Günümüz demokrasileri böyledir. Liberal demokrasi, çoğunluk iktidarının haklarını anayasa ile kı­ sıtlayarak, azınlıkta kalanların kişi ve kamu haklarını güvenceye alan demokrasi şeklidir. Buna anayasal demok144Bk. M. Eriş,y.a.g.e., s. 189. 145 Bk. Selman Erdem, Sosyoloji, Fil Yay. İsıanbul 1978, s. 78.


92 ı Kültür Sömürgeciliği ve Eğitim

rasi de denir. Sosyal ve ekonomik demokrasi: Siyasi m§nada demokrasinin öngördüğü ilke ve prensipleri dikkate almadan, sosyal ve ekonomik farkları en aza indirmeyi gaye edinen demokrasidir. Hristiyan demokrasisi: Hristiyan din ve ahlfilarun emirleri ile demokratik ilkeleri birleştirmeye çalışan bir yönetim biçimidir. Halk demokrasisi: il. Dünya savaşı sonrasında, S.S.C.B. esas alınarak kurulan komünist sistemdir. Bu demokrasi, Arnavutluk, Doğu Almanya, Bulgaristan, Macaristan, Polonya, Romanya, Çekoslovakya, Yugoslavya, Çin, Kuzey Kore, Küba ve kuzey Vietnam'da uygulanmıştır. 146 Demokrasilerde halkın hükümet etmesinin göstergesi iktidarın seçimle işbaşına gelmesidir. Yani serbest seçim sistemidir. Tek siyasi partinin gösterdiği adaylara oy verilen sistemlere, demokrasi denilemez. Demokrasilerin teminatı gizli oy, açık tasniftir. Bir yönetim biçiminin demokrasi olması için şu şartlan taşunası gereklidir: 1- Yetkilerin kişilere değil, mevki ve müesseselere ait olması

2-

Vatandaşların

siyasi parti kurma

hakkının

bulun-

ması

3- Bütün kitle haberleşme vasıtaları yönünden tam bir hürriyetin sağlanmış olması. 147 Kültür sömürgeciliği açısından, demokrasinin uygulanması büyük bir engel teşkil ediyorsa da, emperyalist ülkeler, bu sistemin, uygulamadaki bir takım açıklık ve kusurlarından yararlanarak, yine farklı metotlarla sömürüye devam etmektedirler. Bunlar öncelikle, sömürge politikasını uygulayacakları ülkelere, iktisadi yardım ve yabancı sermaye yatınını şeklinde girmekte ve birtakım aydınları elde ederek, devlet kadrolarına sızmaktadırlar. Sonra, kültür anlaşmaları yaparak haberleşme vasıtaları 146 Bk. Meydan Larousse, C. 5, s. 152. 147 Bk. Sulhi Dönmezer,y.a.g.e., s. 276-277.


Kültür Sömürgeciliği ve Eğitim ı 93

yoluyla, kendi maddi kültürlerini süslü ve cazip göstererek tek taraflı faaliyetler göstermektedirler. Aynca, kendi giyim ve kuşam şekilleriyle manevi değerlerini gençliğe aşılayarak, ayrılık ve çözülmelere zemin hazırlamaktadır­ lar. Bundan kurnıluşun yolu, demokrasinin verdiği hak ve yetkileri bir sorumluluk duygusu içerisinde uygulamaktır. b) Kültür Sömürgeciliği ve Nürus

Nüfus herhangi bir yerdeki insan sayısı veya yoğun­ luğudur. İnsan toplumlarının nüfusunu sayı yönünden inceleyen bilime demografi denir. Bu ilmin malzemesini nüfus sayımları, istatistik ve anketler teşkil ederken, konusu insanın doğumu, ölümü, nüfus hareketleri ve nüfusun hacmini, sosyo ekonomik ve biyolojik muhteva içinde incelemektir. Demografi, nüfus analizleri yapan bilim dalıdır. 148 Günümüzde nüfus sayısının bilinmesi bir ihtiyaçtır. Çünkii bir ülkenin nüfus sayısı bilinirse artış oranı, eğitilen insan miktarı tesbit edilerek toplumun ihtiyaçları­ na çözüm bulunabilir. Demografi, uygulanma tarzına göre üçe ayrılır. 1- Tarihi Demografi: Nüfusun, istatistik öncesi incelenmesi 2- Salt Demografi: Sadece nüfusun sayısını incelemek 3- Matematik Demografi: Nüfusun çeşitli yönlerden değerlendirilmesi ve bu ölçülerin rakamla ortaya konması.149

Toplumların

nüfusu ve nüfusun dağılışı üç faktöre Bunlar sırayla, doğum oranı ve göçlerdir. Demografi özellikle aşağıdaki kavramlar üzerinde durur. bağlıdır.

148 Bk. Sulhi Dönmezer,y.a.g.e., s. 55. 149 Bk. Meydan Larousse, C. 5, s. 152.


94 I Kültür Sömürgeciliği ve Eğilim

1- Doğurganlık: Bir yıl içindeki doğumların, nüfus içindeki 15-45 yaş arasındaki kadınların sayısına orantısı­ dır.

2- Yenileme ve çoğalma oranı: Kız çocuk sayısının 15-45 yaş arasındaki kadın nüfusuna orantısıdır. 3- Net yenileme oranı: Kız doğumlardan, doğurma yaşına varıncaya kadar ölecek olanlar çıkarıldıktan sonra, geriye kalanlardır. Bu durum, üzerinde yaşanan coğrafya­ da, nüfus sayısına etki eden önemli bir faktördür. ı 50 Esasen bir cemiyetin nüfus yapısı, o cemiyetin sosyal ve iktisadi özellikleri ile karşılıklı münasebet halindedir. Nüfusun yapısı ise, çeşitli kriterler açısından söz konusu edilebilir. Kadın-erkek oranı, çalışabilir çağda olan ve olmayan fertler oranı, mesleklere göre dağılım oranı, ziraat ve sanayide veya diğer faaliyetler dallarında çalışanlar oranı, çeşitli kriterlere göre nüfusun yapısını gösteren sayıya dayalı verilerdir. ı 5 ı Bizi burada ilgilendiren demografik analizler değil, nüfusun artmasıyla kültür sömürgeciliği arasındaki ilişkilerdir.

Nüfus meselesi üzerinde çalışan bilim adamları taş devrinden bugüne kadar, dünya nüfusunda gittikçe hızla­ nan bir artış olduğunu tesbit etmişlerdir. Jeolojik devirlerden olan Alt Paleolitik başlangıcında, dünya nüfusu 125.000 iken, 2 ·milyon yıla yaklaşan Eskitaş devresinde bu sayı 5 milyona ulaşmıştır. Tanın devrini izleyen 8-10 bin yılda, ~ünya nüfusu 100 kat artarak, 17. yüzyıl ortasında 500 milyona ulaşmıştır. 1650 ile 1960 arasında dünya nüfusu her yıl ortalama 7 milyon artarak 2 milyar 200 milyona yükselmiştir. Yapılan tahminlere göre 2000 yılında dünya nüfusu 6 milyarı aşacaktır. 152 150 Bk. Sullıi Dönmezer,y.a.g.e., s. 56. 151 Bk. Amiran Kurtkan Bilgiseven,Ge~e/ Sosyoloji, s. 129. 152 Bk. Bozkurt Güvenç, y.a.g.e., s. 217.


Kültür

Sömürgeciliği

Şu

ve

Eğitim/

95

halde muayyen bir ülkenin nüfusunun mutlak sayısı hakkında bir hükme varabilmek için, nüfusun azlığı veya çokluğu konusunda lehte ve aleyhte olmak üzere öne sürülebilecek delilleri, o memleketin şartlan açısın­ dan gözden geçirmek gereklidir. Genel olarak dünya nüfusunun hızlı artışından doğabilecek tehlikelere ilk defa Malthus, dikkati çekmiştir. 153 Robert Malthus ( 17661834) 1798'de neşrettiği "Nüfusun artış k"lJdreti hakkında araştırma" (Essai sur le principe de population) adlı eserinde nüfus artış faktörünü değerlendirmiştir. Malthus, burada sefaletin sebebini insanların tabii isteklerine bağlamaktadır. Ona göre sefalet, gıda maddelerine nisbetle nüfusun artmasından kaynaklanmaktadır. Nüfusla gıda maddeleri arasındaki bu dengesiı,lik insanlık tarihinin her döneminde ilerlemeye engel olmuştur. Yeryüzünde nüfus geometrik olarak artarken, gıda maddeleri aritmetik diziler şeklinde artmaktadır. Buna karşı­ lık tabiat, gıda maddeleri ile nüfus arasındaki dengeyi, nüfusun fazlasını yok ederek sağlar. Böylece, dünyaya yeni gelen bir insan, kendisi için tabiat sofrasında yer bulamaz. Tabiat ona çekilmesini, ginnesini emreder ve tehdidini uygulamakta gecikmez. İngiliz filozoflarından W. Godwin 1793'te yayınladığı siyasi adalet (Justice Politique) adlı eserinde Malthus'u tenkid ederek, sefaletin sebebini içtimai müesseselere bağlamaktadır. 154 Malthus'un eserini yayınladığı l 798'den günümüze kadar iki asır geçmesine rağmen insanların aç kalmaması, bu teoriyi çürüttüğü gibi, daha önce değerlendirilmeyen gıda kaynaklarının hizmete sunulmasıyla da bu teori çürütülmüştür. Malthus'un nüfus teorisi, endüstride ilerlemiş sömürgeci ülkelere, ilham kaynağı olmuştur. Şöyle ki gelişmiş ülkeler, nüfus artışını kendileri için tehlikeli bul153 Bk. Amir:ın Kurtkan, Genel Sosyoloji, s. 129. 154 Bk. Mahmut Koloğlu,y.a.g.e., s. 76-77.


96 I Kültür

Sömürgeciliği

ve

olan ülkelere, çeşitli yollarla nüfus telkin etmektedirler. Bu yollar, nüfus kontrolü ve aile planlamasıdır. Bunlara göre, dünya nüfusunun hızla artması tehlike arzetmektedir. Toplumların ürettiği mal ve hizmetler sınırlı olduğundan, nüfusun düzensiz artması çeşitli meselelere ve bu arada açlık ve sefalete sebep olacaktır. Nüfus arnşını önlemek, hem fert başına düşecek refahı arttıracak ve hem de devletle ailenin ekonomik yükünü azaltacaktır. Gerçekte bu fikirler, bellti Hindistan ve Çin gibi yoğun nüfus bulunan yerlerle, kendi kaynaklarını modem usullerle kullanamayan bazı Afrika ülkeleri için geçerlidir. Halbuki nüfus azalması bazı gelişmiş veya gelişmekte olan ülkeler için büyük sıkıntılar doğurmaktadır. Mesela: Nüfusu hızla azalan Fransa, Almanya ve daha birçok Avrupa ülkeleri ile Rusya ve ABD büyük problemlerle karşı karşıyadırlar. Buralarda yaşla­ nan nüfus, ekonomik verimi düşünnekte ve genç nüfus içinden çıkan üstün zekiUılar azaldığından, insanlığın ihtiyacı olan yeni keşif ve icadlar süratle ertelenmektedir. İn­ sanlığın geleceği, genç nesiller içerisinden çıkan üstün zekalılara bağlı olduğundan, nüfus planlamasını gereksiz yere her topluma uygulama,k geleceği ipotek altına sokmaktır. Nüfusun mutlak sayısının ve buna tesir eden çoğalma nisbetinin fazlalığının, sosyal bünyeyi zaafa uğra­ tacağını öne sürenlerin üzerinde durdukları tek mesele, nüfus çoğalmasının iktisadi refahı sarsacağıdır. Halbuki nüfus çoğalmasının birçok faydalan da vardır. Bu faydalann bir kısmı şunlardır: 1- Artan nüfus milli ve siyasi kudreti temsil eder. Gerçekten A.B.D. ve Rusya'nın nüfus artırma politikaları bununla izah edilebilir. 2- Nöfus artışı, geçim zarOretinin milli kültürü zenginleştirme ve teknik seviyeyi yükseltme ile tabii kaynaklan arayıp bulma gayretlerini teşvik eden bir role sahiptir. mazken,

gelişmekte

Eğitim

azaltmayı


Kültür

Sömürgeciliği

ve

Eğitim

I 97

3- Nüfus artışı, teknolojik ilerleme ile atbaşı gittiği takdirde, şehirleşmeyi ve böylece iş bölümünü ve prodüktive (ürün venne) artışını teşvik edebilir. 4- Nihayet, nüfusu çoğalan ve tabii kaynaklarını arayıp kullanmak, teknolojik seviyesini geliştinnek isteyen ülkeler, nüfus artışını engelleyerek atalet haline düşmek­ ten ısrarla kaçınmalıdır. Bir ülkede nüfus artış hızının, kaynak, teknoloji ve teşkilatlanma seviyesine göre, çok fazla olması halinde, nonnal seviye denen optimum nüfusa ulaşmak için, aile planlaması yapılabilir. Fakat bu planlama, insan neslinin ontadan kalkmasını gerektirecek seviyelere tınnandınl­ mamalıdır. Kaldı ki, nüfus artış oranına tesir eden tedbirlerin tatbikinde gaye, nüfusun miktarına tesir ederek kuvvetlendinnek olduğu halde kalitesine tesir edilerek zaafa uğratılma ihtimali vardır. Çünkü aile planlaması tedbirlerini en iyi uygulayabilen orta ve üst sınıflardır. Bu tedbirler alt tabakaların doğurganlık oranını azaltamamaktac;lır. Halbuki bütün dünyada soyaçekim yoluyla büyüklerden küçüklere intikal eden özel kabiliyetlerle, teşebbüs ve teşkilatlanma başarısı, alt tabakalardan daha çok üst ve orta tabakaya mensub insanlarda bulunmaktadır. 155 İşte bu şekilde nüfus planlaması uygulamak, üstün zekalıları da yok ederek, bu en önemli kalkınma kaynağından mahrum olmak ve böylece yeni keşiflerle kalkınma gücünü ertelemek demektir. Durum böyle olunca, nüfusun yeryüzünde dağılışı da düzensizlik gösterecektir. Böylece insan sayısı dünyanın bazı bölgelerinde çok sıkışık ve yoğun olduğu halde, bazı yerlerde azalacaktır. Mesela: Dünya nüfusunun yansı Asya kıtasında yaşamakta, buna karşılık dört kıtada ise kalan yaşamaktadır. Bunun sebebi nüfusun çeşitli faktörlere bağlı olarak artış düzensizliğidir. 155 Bk. Amiran Kurtkan Bilgiseven, Genel Sosyoloji, s. 129-132.


98 I Kültür

Sömürgeciliği

ve

Eğitim

Nüfus olayına Türkiye açısından bakacak olursak daha değişik neticelere ulaşırız. Öncelikle Türkiye'nin nüfusu 20. yüzyıl boyunca çok hızlı bir tempo ile artmıştır. Bu artışın sebebi, 1950'den sonra doğumların artmasıyla beraber, sağlık şartlarındaki iyileşmelere bağlı olarak ortalama hayat süresinin uzamasıdır. Bir başka sebep ise, evlenme oranının ve refah seviyesindeki yükselme ile nüfus başına düşen gelirin artmasıdır.1 56 Türkiye'nin nüfusu 16. asırda 30-35 milyon, 1844'te 36,5 milyon ve 1944'te 29. milyon iken, 1927'de 13 milyona düşmüş olup, ancak 1972'de eski seviyesine yeniden 'ulaşabilmiştir. 16. asırda nüfus yönünden dünyanın üçüncü büyük ülkesi olan memleketimiz, 1970'te 17. sıraya düşmüştür. Hatta Türkiye nüfusunun 21. yüzyılda daha da azalacağı hesap edilmektedir. 157 Dünya sıralanmasında nüfus miktarı itibarıyla 17., yoğunluk itibarıyla 59. ve artış hızı itibarıyla 54. sırada yer alan Türkiye, beslenme bakımından da dünya nüfusuna yük değildir. Ülkemizde nüfus başına düşen gıda miktarı ihtiyacı, 1959'dan 1971'e kadar% 3 oranında artmış­ tır. Dışarıya giden işçilerle, vatandaşlık değiştirilmesi neticesinde artan miktar kadar, bir nüfus kaybı söz konusudur. Nüfus hesaplamalarında bu durumun dikkate alınma­ sı gereklidir. Kaldı ki Türkiye nüfus artışı hesaplanırken 1930-38 ve 1950-60 arasında Bulgaristan, Yugoslavya, Yunanistan ve Katkasya'dan gelen göçlerin rolü pek incelenmemiştir. 1923 ile 1968 arasındaki 45 yıllık sürede Türkiye'ye dışardan 1.247.683 göçmenin geldiği ve 1970 nüfus sayımında, Türkiye dışında doğmuş 1 milyona yakın insanın yaşadığı düşünülürse, doğum kontrolünü savunmanın yanlışlığı anlaşılmış olur. Aynca, mevcut do156 Bk. Sulhi Dönmezer, y.a.g.e., s. 62. 157 Bk. Sebahattin Zaim, Tiirkiye'de Nüfus Meselesi, İstanbul 1973.

Boğaziçi

Yay.


Kültür

Sömürgeciliği

ve

Eğitim

I 99

ğum kontrolünü teşvik eden nüfus politikasının, memleketi genç nüfustan mahrum bırakmak gibi büyük bir tehlikesi vardır. 158 y ukandaki nüfus artış oranlarına, 1990-1991 yılında zorunlu göçe tabi olan Bulgaristan Türkleri ile Afganistan ve Bosna'dan gelenler dahil edilmemiştir. Aynca trafik kazalarındaki ölüm miktarı da bu rakamlara eklenince doğum kontrolü uygulamalarının ciddi bir hesap işi olduğu kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. Kaldı ki yapılan he.iaplara göre Türkiye'nin bugünkü topraklan, yeraltı ve yer üstü zenginlikleriyle beraber gerçek metotlarla değerlen­ dirildiği takdirde 150 milyon nüfusu rahatlıkla barındıra­ bilecek yapıda olduğu ortaya çıkar. Halbuki şu andaki (1993) nüfusumuzun miktarı 60 milyon civarındadır. Öyleyse, yapılacak olan şey doğum kontrolünden önce, gelir dağılımında ve mevcut vergi sisteminde ilmi usullere göre düzenlemelere gitmektir. Buna rağmmen mevcut nüfus politikası sayesinde, son yıllarda yaşlı nüfus oranında da artış görülmektedir. Yapılan araştırmalara göre doğum nisbetlerindeki değiş­ me, bir nesil sonra yaş yapısına tesir etmektedir. Türkiye'de şehirleşme, dıştan gelen ve dışarıya giden göçler ve doğum kontrolü gibi faktörlerle bir nesil sonra Türkiye'nin nüfus yapısını yaşlandırıcı yönde önemli tesirler meydana getirebilir. Türkiye'de doğum kontrolünü savunanların, nüfus çalışmaları daima 1950-1960 yıllan arasındaki nüfus artışına göredir. Hesapsız nüfus planlaması­ nın verdiği zararı Fransa örneği ile değerlendirecek olursak; Fransa'dan bir örnekle hatırlatalım. Fransa'da 19. asır başıyla 1945'e kadar olan dönemde doğumların azalması neticesinde, 65 yaşından yukarı yaşlı nüfusun genel nüfusa oranı % 11 iken, bu rakam 1980'de % 14'e çıkmıştır.

158 Bk. Agah Oktay Güner, İsraf Ekonomisi, Damla Yay. İstanbul 1975, s. 224-225.


100 I Kültür

Sömürgeciliği

ve

Eğitim

Fransa, bunun ağır sosyal faturasını dışarıdan işçi alarak telafi etıneye çalışmıştır. Nüfus durumunu aile sayısı açı­ sından ele aldığımızda hiç de sevindirici neticeye ulaşa­ mayız. Zira ülkemizde 1965'te 5.536.000 olan aile sayısı, 1980'de 5.500.000 civarına düşmüştür. 1965-1970 arasın­ da 2 kişilik aile sayısı artarken, 3, 4, 5, 6 vs. gibi aile sayılan azalmıştır. Nüfus araştırmalarına göre, meslekler itibarıyla, tüccar, serbest meslek sahibi, memur ve işçi ailelerinde çocuk sayısı azalmaktadır. Yani ailenin yapısı hızla değişmektedir. 159 Yukarıda kısa bir değerlendirmesini yaptığımız Türkiye'de nüfus meselesinin, olumlu yönde meyveler vermesi için, öncelikle dış telkinlere bağlı nüfus planlaması ve doğum kontrolünden uzak durmamız gerektir. Eğer nüfus artışı meselemizi çözmek istiyorsak, öncelikle dış borçlan azaltmamız, sosyal güvenlik tedbirlerini sağlıklı olarak uygulamamız ve vergi adaletini yaygınlaştırmamız şarttır.

c- Kültür

Sömürgeciliği

ve Türkiye

Tarihi ve sosyolojik gerçeklere baktığımızda, Türkiye ve Türkler üzerinde A vrupalılar'ın sömürgecilik hesaplan, Malazgirt meydan savaşı sonrası Türklerin Anadolu'yu vatan edinmeleriyle başlamıştır. Çünkü Avrupa için Doğu Roma İmparatorluğu, eski Grek kültür ve medeniyeti ile kudretinin sembolüydü. Selçuklular'ın da, yeniden mekan tutmaya başladığı topraklar, Doğu Roma'mn ve dolayısıyla hristiyan dinine mensup bir devletin otorite sahası içinde yer almaktaydı. Türk'ün bu fetih hareketi, Avrupalı tarafından dini bir istila hareketi olarak düşünül­ müş ve haçlı seferlerinin tertip edilmesine zemin hazırla­ mıştı. Böyle bir hareketi başlatan Avrupa ve Papalık için, 159 Bk. Agah Oktay Güner, y.a.g.e., s. 226-227.


Kültür

Sömürgeciliği

ve

Eğitim/

101

asıl amaç kutsal yer olan Kudüs'ü ele geçinnek, Türkler'i Anadolu'dan çıkannak ve Şarkın kültür ve medeniyet zenginliğini ele geçirmekti. Bu amacın gerçekleşmesi için, Haçlı seferleri bitmek tükenmek bilmeden 12. yüzyıldan 14. yüzyıla kadar devam etti ve Selçuklu'nun maddi kaynaklarını büyük ölçüde tüketti. Bu arada doğudan gelen Moğol istila hareketi 1243 tarihinde, Kösedağ savaşıyla zaten zayıflamış olan Selçuklu'nun tarihe gömülmesine sebep oldu. Bu savaştan sonra, Selçuklu yıkıldı ama, varlığının sebebi olan Türk-İslam kültür ve medeniyeti köklü temel üzerine oturtulduğundan devam etti. ı60 Kısa bir fetret döneminden sonra, 1299 yılında, aynı temeller üzerinde Osmanlı Devleti kuruldu. İslamın ilim zihniyetinin zirveleş­ tiği bir dönemde kurulan Osmanlı Devleti bu değerlere bağlı kalmaya devam etti. Avrupa ve Hristiyan filemi ise sürekli denediği halde Osmanlı karşısında başarılı olamadı. 1699 Karlofça ile l 774 Küçük Kaynarca anlaşma­ ları arasındaki dönemde, Hristiyan Batı karşısında toprak kaybetmeye başladı. Aynı tarihlerde değerli maden akışı, A vrupa'da feodal düzeni yıkmış ve 1720 yılında Rönesans ve Refonn desteği ile yeni sanayi medeniyetinin ilk meyveleri elde edilmeye başlanmıştı. ı 61 Denizlerdeki yeni keşifler de Osmanlı ticaret yollarını büyük ölçüde baltalamıştı. Aynı yıllarda kapitalist ekonominin temellerini atan A vrupa'ya karşı, Osmanlı devleti uyguladığı modelin icabı olarak iktisadi ve içtimai hayatın hemen bütününe müdahale ediyordu. Devlet ekonomik hayatı adeta tam bir askeri disiplin altına almıştı. l535'te Fransızlara verilen kapitülasyonların tahribatı da buna eklenince ekono-

160 Bu konuda daha geniş bilgi için bk. Osman Turan, Selçuklular ve İsldmiyet, Turan Neşriyat, İstanbul l 97 l. 161 Bk. Niyazi Berkes, Türkiye'de Çağdaşlaşma, Doğu-Bab Yay. İs­ tanbul l 978, s. 43.


1021 Kültür SömürgeciliOi ve EOitim

mik düzen tamamen bozuldu. Osmanlı Devleti'nin iktisadi ve içtimai dengesinin bozulması, büyük ölçüde dışarının tesiriyle olmuştur. Batı'da sömürge ticaretinin uzak deniz yollarını kullanarak gelişmesi, milletlerarası ticareti Osmanlı topraklarından alarak denizlere kaydırmıştır. Ticari yollarla A vrupa'ya giren altın ve gümüş, maddeleri merkantilist (Devleti ve milleti zenginleştirme politikası) iktisat anlayışını doğur­ muş ve geliştirmiştir. Sermaye birikimi ile yeni keşif ve icatlar kapitalizmi güçlendirmiş ve sanayi inkılabının ön şartlarını hazırlamıştır. Osmanlı Devletinin verim ekonomisinde 1 akçe 731 mgr. gümüş ihtiva ederken, 60 akçe de 1 altına eşitti. Kanuni döneminde 1. Viyana kuşatma­ sından sonra, para sürekli değer kaybederek 1560 yılına gelindiğinde 100 akçe 1 altın olmuştur. 162 Emperyalizmin Osmanlı ülkesindeki ilk köprübaşı 1838 İngiliz ticaret anlaşmasıdır. Bu ticaret anlaşması Osmanlı pazarını İngiliz mallarına kolaylıkla açmıştı.

1839 Tanzimat Fermanını takiben, diğer Avrupa devletleri de aynı anlaşmadan istifade ettiler. Bu durum, Osmanlı topraklarının Avrupalı için adeta bir açık pazar özelliğine bürünmesi demekti. Anlaşma gereğince bütün Avrupa devletleri Osmanlı topraklarında, birbirleriyle menfaat yarışına girdiler. Esasen 1838 ticaret anlaşmasının temelinde Osmanlı savunma gücüne yardım bahanesine dayanan bir İngiliz oyun ve menfaati yatmaktadır. 1839 Tanzimat fermanı ile 1856 ıslahat fermanı Osmanlı'daki azın­ lık haklarını kullanan Avrupalıların, kapitalizmi Türkiye'ye taşımalarına sebep olmuştur. Buna karşılık olarak emperyalizmin Osmanlı'ya uyguladığı metot, sürekli borçlandırmadır. Bu dönemde devlet sıkıştıkça borçlanmakta, borçlandığı nisbette de batmaktadır. Siyasi platformda, devlet yöneten Tanzimat'Çılar, bu hareketlere ta162 Bk. Agah Oktay Güner, y.a.g.e., s. 112-118.


Kültür

Sömürgeciliği

ve

Eğilim/

103

bela olarak Bablılaşmayı buldular. Aynı tarihlerde Osmanlı Devleti ile ticari ilişkiler içinde olan sömürgeci ülkeler gayelerine ulaşmak için Tanzimat fermanına dayanarak Yahudi, Rum ve Ermeni azınlığını kullanmaya başladılar. Onlara göre, bu azınlık­ ların ülkedeki haklan ne kadar artırılırsa karlan o oranda artacaktır. Yoksa Batılılar, Osmanlının yeniden eski kudretini kazanmasını hayal etmek bile istemiyorlardı. Böylece devlete müdahale etmek için siyasi ve iktisadi reformları teşvik etmeye başladılar. Neticede ıslahat hareketleri, Osmanlı aydınının kendisini Batıya kabul ettirme vasıtası olmaktan çıkarak sömürgeliliğin aleti hale geldi. ı63 Bunun sebebi, Tanzimat aydınlarının Avrupa'nın daha 16. yüzyılda gerçekleştirdiği rönesansın sadece şekil yönünü taklide kendilerini kaptırmış olmalarıydı. Türk aydınları ilerlemeye "sanat sanat içindir ve sanat toplwn içindir" sloganlarıyla yeni bir ruh ve çözüm getireceklerini sandılar. Bizi bilgisizlik ve taklit içten sarsarken, dışı­ mızda da tam üç asır boyu Batı'nın haçlı ruhu hançerlemiştir. Daha sonra 18. yüzyılda kendini hissettiren içten çürüyüş, Batı'nın kindar iradesini kırbaçlayan İngiliz, Fransız ve Rus saldınlanyla birleşerek, Ayestefanos felaketinden 1. Dünya savaşına katılma gafletine kadar milletimizi takip etti. Fakat bunlardan daha çok bizi etkileyen şey, fikir buhranı ile Avrupa'nın ortaçağ zihniyeti olan ıs­ kolastik düşünce tarzının memleketimize sokulmasıy­ dı. 164

Emperyalist Avrupa ile Ortodoks Ruslar'ın panslavizm emelleri, Osmanlı-Türk İmparatorluğunu yıkmak için ne mümkünse yapmıştır. Yıkım gayretlerinin baş 163 Bk. Mehmeı Doğan, Batılılaşma İhaneti, Rehber Yay. Ankara 1976, s. 36. 164 Bk. Nurettin Topçu, Yarınki Türkiye, Yağmur Yay. İstanbul 1972, s. 95-96.


104 / Kültür Sömürgeciliği ve Eğitim

düzenleyicisi olan kilise, bu hedefe doğru adıriı adım merlıametsizce yürümüştür. Tanzimat döneminde gümrük hürriyetini kaybeden Türkiye, bunu ancak 1929'da yeniden kazanabilmiştir. Emparyalist devletler Lozan'da gümrük vergilerimizi serbestçe tesbit etme hakkımızı tanıma­ yı reddettiler. Fakat Türk delegasyonunun direnmesi sonucunda bu isteklerinden vazgeçtiler. Daha sonra 1877 yılında Osmanlı hükümeti, borçlarını ödeyemeyecek hale gelmişti. Borç toplamı 190 milyon İngiliz lirasına ulaş­ mıştı. Bu paranın faizi ise 61 milyon İngiliz lirasını bulmuştu. Kısaca Osmanlı hükümetinin dış borçları, faizi ile birlikte 252 milyon İngiliz lirasına ulaşmıştı. 165 Bu kadar ağır mali yük devleti ezerken, Jön Türkler teşkilatı kuruldu. Arkasından Sultan Abdülaziz tahttan indirilerek şehit edildi. 5. Murat tahta çıkarıldı. Tamamen İngiliz oyuncağı olan bu padişah üç ay kadar saltanat sürebildi. Bu acı felaketler devam ederken, devlet yönetimine Sultan il. Abdülhamit (1876) getirildi. Sadrazam Midhat Paşa'nın dış telkinlere kapılıp, emperyalistlere alet olmasıyla, devlet 1877-1878 (93 Harbi)'de Ruslar'a karşı savaşa sokuldu. Savaş sonunda Ruslar Yeşilköy'e (Ayestefanos) kadar dayandılar. Arkada hazır bulunan İngiliz­ ler kendilerine Kıbns'ın rehin verilmesi karşılığında arabuluculuk yaptılar. Fakat bütün bu tavizler, emperyalistleri tatmin etmiyordu. Bu sefer gözlerini Balkanlara diktiler. Bir yandan İngilizler, diğer yandan Ortodoks Ruslar, Balkanlar'da milliyetçilik hareketlerini körüklemeye başladılar. Buna bağlı olarak bölgede yer yer Sırp, Yunan ve Hırvat isyanları çıkardılar. Osmanlı Devleti büyük fedakarlıklar ve federal haklar karşılığı bu isyanları bastırdı. Bütün bu ihanetlere rağmen Batılılaşma zihniyetini devam ettiren Osmanlı bürokratları, İngiliz ve Fransızlar'a karşı, varlığını 165 Bk. Agah Oktay Güner,y.a.g.e., s. 134.


Kültür Sömürgeciliği ve Eğitim/ 105

yeni ispat etmiş olan Almanya'nın tarafına geçtiler. Bu durumda, İttihat Terakki mensuplarınca 1914 Birinci Dünya Savaşı'na sokulan Osmanlı Devleti, savaşın sonunda ölüm fennaru olan Sevr'i imzalamak zorunda kaldı (1918). Fakat Sevr'in şartlarını tanımayan Türk halkı Atatürk'ün başkanlığında teşkilatlanıp Kurtuluş mücadelesi vererek yeni Türk devleti olan Türkiye Cumhuriyetini kurdu. Şimdi artık Batı ile aramızdaki mesafeyi kapatmak için yenilikler yapılabilirdi. Yeri gelmişken belirtelim ki Batı kalkınmış zihniyetin adıdır. İşte Mustafa Kemal, bir taraftan kalkınma zihniyetini yaymaya çalışırken, diğer taraftan da bu zihniyeti temsil eden kadrolar yetiştirmeye çalışıyordu. Biz Batılılaşmayı Avrupa'nın tekelinde düşü­ nerek yola çıktığımızdan büyük engellerle karşılaştık. Halbuki ilim ve medeniyet bütün milletlerin malıdır. Y anlışlann tekrarında ısrar ederek gelişmeyi belli milletlere mal etmek doğru değildir. Çekirdeğin ağaç olması gibi, bazen bir elden öteki ele geçen tohum, nakledildiği yeni toprakta dal budak salarak o çekirdeğin eski sahibi tarafından devşirebilir. Gerçek şu ki, çeşitli yönlerde ilerleme gösteren milletler birbirlerine üstünlük iddia edemezler. Çünkii beşeri faaliyetler, her millette aynı yön ve zamanda eşit ölçüde gerçekleşemez. Böyle olunca bir yönüyle ilkel görünen bir medeniyet, diğer yönüyle pekala üstünlük gösterebilir. Fakat Batı dünyasının Şarka bakışı Grek gözlüğü ile olduğundan aşağı gönne şeklinde kendini göstennektedir. ı 66 Buradan şu sonuca varırız: Modernleşmek ve Batılı­ laşmak, bir millete körü körüne bağlanmak olmadığı gibi iyi ve güzeli her yerden almaktır. Günümüzde Japonya böyle kalkınmıştır. Fakat bizdeki aydın, Cwnhuriyet dö166 Bk. Samiha Ayverdi, Milli Kültür Meselelerimiz, Kült. Bak. Yay. İstanbul 1976, s. 216-21


106 /Kültür

Sömürgeciliği

ve

Eğitim

neminde de aynı taklit zihniyetini devam ettimıiştir. Elbette kültür değişmeleri her toplumda görülecek ve dışa yansıyacaktır. Bunun ilk belirtisi de kılık-kıyafet ile moda faktörleridir. Fakat kıyafet, teknolojik değişmenin vazgeçilmez unsuru değildir. Esasen yabancı kültürden alınan pek çok şey, sembolik değer taşır. Eğer bu semboller, kendine benzeme neticesini veriyorsa faydalıdır. Yoksa çözülmelere sebep olur. Yaş kutlamaları ile yılbaşı ve düğün şekilleri ve kokteyl uygulamaları buna en iyi örnektir. Ülkemizde yabancı kültürün artan tesirini en çok, plastik sanatlarla, mimari eserlerde gömıekteyiz. Nuruosmaniye'den Haydarpaşa Garına kadar hep bu tesir hakimdir. Cumhuriyetten hemen önce, yeni bir Türle mimarisinin doğuşu gözlenmiş, fakat Cumhuriyet devrinin hızlı batılılaşma hareketi yenilik ve orijinalliği tamamen ortadan kaldımııştır. Nitekim Cumhuriyetin ilk yıllarında Ankara'da yapılacak resmi bina projelerine yerli motiflerden bazı örnekler eklenmişti. Fakat, ne yazık ki bize ait olan her şeyi gerilik sembolü kabul eden devrin aydınlan; "Bunlar fazla Arap" diyerek son milli mimari çabalarını da söndürdüler. 167 Aslında her yenilik, onu koruyacak ve uygulayacak elit kadrolara ihtiyaç gösterirken, kaynaklan sürekli tüketilen, ülkemizde böyle bir kadro yetiştirilemedi. Böyle bir kadrodan mahrum olan Türkiye, Hristiyan Batı karşında devamlı taviz politikası izlemek zorunda kaldı. Bunu iyi hesap eden Ban her defasında birşeyler almak için karşı­ mıza otumıuştur. İşte, yeni devletimizin kuruluş döneminde de aynı eksikliği doya doya yaşadık. Nitekim, Lozan barış görüşmeleri sırasında Mustafa Kemal'in bütün çabalarına rağmen, Misak-ı Milli sınırlarının, yüzde yüz 167 Bk. Erol Güngör, Dünden Bugünden, Mayaş Yay. İstanbul 1984, s. 159-161.


Kültür

Sömürgeciliği

ve

Eğilim/

107

gerçekleşmemesi bu kadro ve zihniyetin eseridir. Yeni Türk devletinin kuruluş yıllarında, Batı'nın gelişmişlik seviyesine ulaşma çabalarının sonuçsuz kalması da, hep bu kadro eksikliğinin eseridir. Cumhuriyetimizin henüz filizlenmeye ve teşkilatlan­ maya başladığı dönemde birtakım yeniliklerin halktan tepki görmesi de yetersiz ve yanlış kadrolaşmanın sonucudur. Bütün bu olayların arkasında İngiliz parmağı olduğu tesbit edilmiştir. Demek ki rejim ve dönem ne olursa olsun, sömürgeciler faaliyetlerini değişik metotlar kullanarak mutlaka sürdünnektedirler. ı 68 Nitekim günümüzde, Türkiye üzerinde bu faaliyetler yoğunlaştırılmıştır. Bunun bir takım sebepleri vardır. Bu sebeplerden bazıları S.S.C. Birliğinin yıkılmasından sonra bağımsızlığını kazanan Türk ülkeleri ile Türkiye'nin birleşerek büyük bir güç oluşturacağı korkusu, Türkiye'nin hızlı bir gelişme penformansı göstererek Ortadoğuya açılma durumu ve Asya ile Avrupa arasındaki jeopolitik konumu da bu faaliyetleri arttıran faktö· lerdendir. Bu ortamı iyi değerlendi­ ren Hristiyan Batı, etrafımızı adeta bir ateş çemberi ile kuşatmışhr.

Mesela: Yunanistan Türkiye topraklan ve İstanbul üzerinde hak iddia etmekte ve bunu Megalo İdea denilen büyük Yunanistan ideolojisiyle gerçekleştirmeye çalış­ maktadır. Bulgaristan, bünyesinde bulunan Türk azınlığı asimile etmeğe çalışmaktadır. Dağılan Rusya, hata sıcak denizlere inmek hayali ile hareket etmekte ve dünya hakimiyetinden bir türlü vazgeçmemektedir. Yugoslavya'nın dağılmasından sonra meydana gelen Bosna olaylan ile Balkanları karıştırma faaliyetleri de bu çerçevede değer­ lendirilmelidir. Doğumuzda yer alan İran, bünyesinde bu168 Geniş bilgi için bak. Cumhuriyet Tarihi Enver Kara/, T.T.K. Yay. Ankara 1984.


108 / Kültür Sömürgeciliği ve

Eğitim

lunaİl Azerilerden dolayı bağımsız Azerbaycan Cumhurikarşıt tavır koyarken, bir yandan da terör kaynakbesleyerek Türkiye'nin kalkınmasını engellemeye çalışmaktadır. Çünkü İran'ın niyeti, eski Pers imparatorluğunu, yeniden kurmaktır. Irak ve Suriye'nin bizimle rejim farktan olduğu gibi, topraklanmızda da hak iddia etmektedirler. Aynca, terör teşkilatlanna kucak açarak Türkiye'yi yıpratmaya çalış­ maktadırlar. Bunların dışında A.B. Devletleri ise, dünyada tek süper güç olarak kalma durumundan cesaret alarak, dev ekonomisi ve tüketim ihtiyacını karşılamak için her olaya karışmakta ve adeta dünyaya kendisine göre yeni bir düzen vermeye çalışmak1adır. Yakın tarihlerde meydana çıkarılan Körfez olayı, A.B.D'nin; petrol bölgesine yerleşmek için tertib ettiği bir senaryodan başka birşey değildir. İngiliz ve Fransızlar da bu talandan pay alabilmek ve eski ihtişamlı dönemlerine yeniden ulaşabil­ mek için A.B.D.'nin yanında yer almaktadırlar. Bütün bu sömürge oyunlarına karşı Türkiye'nin varlığını koruması, ancak gerçekten her yönüyle bağımsız bir politika takip etmesi ve gücünün farkına vararak kendine dönmesi ile

yetine larını

sağlanabilir.



111. KÜLTÜR SÖMÜRGECİLİGİNİN UYGULAMA METOTLARI

Kültür sömürgeciliği milli kültür üzerine başka bir milletin kültürünü aşılamakla mümkün olmaktadır. ı 69 O halde, milli kültür nedir ki yabancı kültür ona aşılanıyor? Ziya Gökalp'a göre milli kültür, halkın geleneklerinden, örflerinden, sözlü ve yazılı edebiyatından, dilinden, dininden, musıki'sinden, güzellik duygusu ve ahlakından ibarettir. 170 Günümüz sosyolojisine göre, milli kültür, bir toplumda fertlerin çoğunluğunun katıldığı ortalama kültürdür. Batılılar buna milli karakter demektedir. 171 Milli kültür bir takım kıymetleri varetmektir. 172 Fındıkoğlu da, bir milletin yarattığı her türlü eserin toplamına milli kültür demektedir. 173 Demek ki kültür sömürgeciliği, bir milleti millet yapan değerlerin üzerine yabancı kültür unsurlarını eklemektir. Yahut, bir millet, kendi harsını terkedip, başka 169 Bk. Amiran Kurtkan, Sosyoloji, s. 100. l 70 Bk. Ziya Gökalp, Türkçülüğün Esasları (Haz. Mehmet Kaplan), s. 30. 171 Bk. Orhan Türkdoğan, Değişme Kültür ve Sosyal Çözülme, Türk. Dün. Araştır. İstanbul 1988, s. 23. l 72 Bk. H. Z. Ülken, Millet ve Tarih Şımru, s. 293. l 73 Bk. Z. F. Fındıkoğlu, (Haz. Nevin Güngör), s. 91.


Kültür Sömürgeciliği ve Eğilim / 111

milletlerin manevi değerlerine bağlanınca, kültür sömürgeciliğine uğramış ve kendi öz varlığını yitirmiş olur. Mesela, bir Türk'ün, Fransız ihtilalini, milli mücadele tarihine tercih etmesi, Jeanne d'Arc'la, Nene Hatun'la iftihar ettiğinden daha fazla iftihar etmesi kültür emperyalizmine uğradığını gösterir.ı 74 Kültür sömürgeciliğini başarabilmenin iki metodu vardır. A-Alıştırma

B-Telkin

A-

ALIŞTIRMA

Alıştırmaya maruz bırakılan memleketlerde yabancı kültürün aşılanması faaliyeti hissettirilmeden yapılır. İç hainlerin hizmetlerinden de yararlanılan alıştırma safhasında hikayeler, piyesler, romanlar, sözde ilmi eserler yazdınlarak, yerli kültürün değer hükümleri gülünç gösterilir ve onlarla alay edilir. Yabancı kültürün değer hükümleri ve ideolojisi tek taraflı olarak aşılanır. Bu uygulamada toprak ilhakı yoktur, ama aydınlarla gençliğin yı­ kanan beyni ile, vatanlaşan coğrafya yavaş yavaş elden gidebilmektedir. Beyin yıkama yoluyla elde edilen aydın­ lar, ülkeler için birer kültür esiri ve sömürge aydını haline gelmekte, böylece ülkesi ve kültürüne yabancılaşmakta­ dır. ı 75

Türk cemiyeti, Tanzimattan beri Batı kültürünü üstün görmemizi teşvik eden bir alıştırma safhasının içine sokulmuş ve aydınların bazıları bilerek veya bilmeyerek kendi kültürlerinden kopabilmiştir. Aslında batı kültürü, maddi ve manevi hedefleri dengeli olarak ihtiva etmeyen 174 Bk. Amiran Kurtkan, Sosyoloji, s. 84. 175 Bk. Amiran Kurtkan, Sosyoloji, s. 100.


112 / Kültür

Sömürgeciliği

ve

Eğitim

ve bizzat kendileri gelişmiş bir sosyal bünyeye sahip olmayan memleketlerin kültürleri olduğundan bize zararı olmuştur. Bizleri aldatan, Batı ülkelerinin dıştan görülen geçici refahıdır. Halbuki sosyal bünyedeki zaaflar kısa dönemde ortaya çıkmazlar. Sadece maddi hedefleri ön plana alan ülkeler sömürgeci politika güderek başka milletleri istismar edebilirler. Sömürgecilerin tatbik ettikleri ahlaki ve manevi değerleri yıpratıcı politikaya alışan bu ülkeler, kendi insanları ile kendi iç bünyelerinde de moral çöküntüye uğrarlar. Ne var ki, bu moral çöküntünün ve sosyal bünye zaafının açıkça ortaya çıkması zaman alır. 176

Alıştınna safhasında Batı'yı körü körüne taklit vardır. Halbuki yurdumuz Batılılaşmakla değil çağdaşlaşma (asrilik) ile kalkınabilir. Asrilik, kültür ve medeniyette çağın gerçeklerine uymak, gelişme yönünden geri kalmamaktır. Yani A vrupa'nın kalkınma metodunu almaktır. Biz bunun yerine Avrupa'dan herşeyi aktardık ve milli konularda bile taviz verdik. Mesela: Jön Türklerin hamisi ve Tanzimatın kuvvetli siması Mithat Paşa, sırf hristiyanlara taviz olsun diye Osmanlı bayrağının altına haç ekleterek hristiyan Türk karması bir bölükle İstanbul sokaklarında günlerce dolaştırmıştır. Yine ünlü Tanzimatçı Keçecizade Fuat Paşa, kanser tedavisi için Fransa'nın Nis şehrine giderken Roma'ya uğrayıp papa ile görüşmüş ve duasını aldıktan sonra, vefat edince katolik ayini üzere defnolunmasını vasiyet etmiş ve defin bu şekilde gerçekleşmişti. 177 Aynı konudan olmak üzere Cumhuriyet döneminde Mahmut Esat Bey tarafından, hristiyanlığı resmi din olarak kabul etmemiz için T.B.M. Meclisine teklif getirilmişti. Yine İsmet Paşa'nın Cumhurbaşkanlığı zamanında

176 Bk. Mustafa Erkal, Sosyoloji, s. 309. 177 Bk. Ahmet Gürkan, İsliJm Kültürünün Garbı Medenileştirmesi, Akçağ Yay. İstanbul 1969, s. 356-361.


Kültür

Sömürgeciliği

ve

Eğitim

I 113

Başbakanlık yapmış

olar Recep Peker, 1947'lerde azgın­ laşan komünist faaliyetlerine karşılık, kendisine İslam dinini silah olarak kullanmasını teklif edenlere şu enteresan cevabı vermişti. "Ne yani; kızıl tehlikeyi, yeşil tehlike ile mi önleyeceğim." 178 Tanzimat şairlerinden Ziya Paşa Batı hayranlığını ve Şark ezikliğini şöyle dile getirir: "Diyar-ı

küfrü gezdim serteser kaşaneler gördüm. mülk-i İslamı onda hep viraneler gördüm.

Dolaştım

Bulundum ben dahi darüşşifa-yı Babıfili'de. Fetatun'u beğenmez orda çok divaneler gördüm". 179 Kültür sömürgeciliğinin alıştırma safhasında sadece Batı'yı taklit etmedik, Batı'da ne varsa sormadan irdelemeden kayıtsız şartsız hepsini aldık. Aldıklarımızın bünyemize uygun olup olmadığına dahi bakmadık. Çünkü artık geri kalmışlık çemberini bu esrarlı isimle yıkacaktık. Gerçek böyle olmadı. Türkiye Batılılaştıkça batmış, sömürge zihniyetine ve yabancı emellere alet olmuştu. Halkımız Batılılaşma faaliyetinden dolayı maddi ve manevi sefalete mahkOm edilirken, belli bir bürokrat kesimle, bürokrat yardakçıları, lüks tüketime yönelerek halktan kopmuştu. Halkımız da kendini sefalete mahkOrn edenlere inancıyla kaışı çıkınca, bunun adı irtica, gerilik ve çağdı­ şılık olmuştur. 180 Böylece bize yabancı olan ne varsa ona yavaş yavaş alıştırıldık.

Hatta bir gaz lambası şişesi alırken Avrupa mı, yerli mi olduğunu sormaya, TV ve radyodan dilimiz ve dinimizle alay edilerek hristiyanlık propagandası yapılmaya, 178 Bk. Mahir h, Yılların İzi, İrfan Yay. İstanbul 1975, s. 143. 179 Bk. Ziya Paşa, Şiirler, s. 14. 180 Bk. Mehmet Doğan,y.a.g.e., s. ll5.


114 / Kültür Sömürgeciliği ve Eğitim

kızlarımızın

iffetini korumasını cehalete, A vrupa'nın giymediği açıklıktaki elbiseleri büyük bir cesaretle giymeğe, çocuklarımızın isimlerini hristiyanlara has şekilde koymaya, değerlerimize hakaret edildiğinde gülmeye alıştı­ rıldık. Bununla da kalmayarak Batı'nın lüks tüketiminin sembolü kapitalizme alıştık, borçlandıkça "borç yiğidin kamçısıdır" dedik yine borçlandık. Enflasyonun adını kalkınma koyduk, yükseldikçe de işte 5 yıldızlı oteller yapıyoruz, herkesin buzdolabı ve televizyonu var, cepler para doluyor ya dedik, böylece değerlerimize yabancılaş­ tırıldık. Çocuk bakımı zordur diyerek, kedi ve köpek bakımını teşvik ettik. Bunlarda yetmedi ecdat yadigarı mimari şaheserlerimizin yerine kat kat beton yığınları apartmanlar dikerek göz ve gönül zevkini yok ettik. Herkese bir otomobil sloganıyla cadde ve sokaklarda yürüyemez ve temiz hava alamaz olduk. Anarşi ve teröre her gün vatan evlatlarını kurban verirken, günlük olaylar gibi alışıp aldırmaz olduk. Hülasa bize ait ne varsa, sinsice elimizden alınırken, Batılılaşmak uğruna razı olup hoş gördük. Bütün bunlardan sonra Batı'nın ne olduğunu hala anlamamadık.

Aslında

hissi ve fanatik bir batı düşmanlığı ne kadar ve şartsız teslimiyet de o derece yanlıştır. Bizde, Batı'nın ilminden çok, pizitivist, maddeci ve aşın ferdiyetçi özelliklerine bağlanılmıştır. ısı Bütün bunlar kalkınmışlığa ters düşen şeylerdir. Şair Nedim'in "Yiyelim içelim kam alalım dünyadan" deyişini hayat felsefesi edinmek ancak sömürgeciliğe prim vermektir. Gerçekte millet; kökleri mazide, gövdesi halde bulunan dal ve yapraklan ise istikbale uzanan bir ulu çınar gibidir. Yahut, maziden gelip halden geçerek istikbale akan bir nehirdir. Milleti yaşatan hayati kuvvetler onun mazizararlıysa, kayıtsız

181 Bk. Mustafa Erkal,İkt. Kalk. Kült. Tem, s. 129.


Kültür

Sömürgeciliği

ve

Eğitim

I 115

sinde gizlidir. 182 İşte biz, Batı'nın sömürge zihniyetine teslim olarak o zengin kaynağı kolayca harcadık. Sonunda, bize ait değerlerle milli kimliğimizden, adım adım uzaklaştık.

Bundan ötürü, alıştmnaya maruz bırakılan memleketlerin genç nesilleri, kendi manevi kültürlerinin kıymet hükümlerini sinsice yıpratan ve hor gören bütün akımlara karşı uyanık bulunmalı ve onların tesirine kapılmayacak kadar şahsiyet sahibi olmalıdırlar. 183 Şahsiyet her toplumun kendi üyelerinden istediği bütün özellik ve davranışları benimsemiş normal ve yaygın üye tipi olduğundan 184 kültür sömürgeciliğine karşı en etkili ilaç, şahsiyet sahibi gençliği yetiştirmek ve onlara sahip çıkmaktır. Yoksa bütün değerleri küçümseyenlerde şahsiyet aranamaz. Karacaoğlan'ın şu dörtlüğü böylelerini ne güzel ifade etmektedir: Arap atlarında olur fırkalar Kimi sarhoş yürür, kimi ırgalar Zibilliğe konup kalkan kargalar Has bahçede gül kadrini ne bilir. 185 Onun için biz millet olarak her şeyimize sahip çık­ mak zorundayız. Yoksa Osmanlı'nın ilk fethettiği iznik'e Nicae, Selçuk'a Efes demekle A vrupa'ya yaranamayız. Çünkü kendi mihverinden ayrılan bir topluluğun inkıraz bulmuş bir yıldız gibi ya parçalanması yahut da bir başka seyyareler kümesinin peyki olması mukadderdir. 186 182 Bk. Nurettin Topçu, Milliyeıçiliğinıizin Esasları, Dergah Yay. İstanbul 1978, s. 17. 183 Bk. Amiran Kurtkan,y.a.g.e., s. 101. 184 Bk. Amiran Kurtkan,y.a.g.e., s. 73. 185 Bk. Karacaoğlan (Haz. Mustafa Necati Karaer) Tere. Yay. İstan­ bul 1976, s. 263. 186 Bk. Samiha Ayverdi, y.a.g.e., s. 257.


116 / Kültür Sömürgecili!)i ve

Eğitim

B-TELKIN

Bir yabancı kültürü aşılamanın, açıkça uygulanması­ Bu metot alıştırma ile kıvama gelmiş ve daha sonra peyk haline getirilmiş olan ülkelerde tatbik edilir. Telkin metodunda yabancı kültürün değer hükümleri, yerli halka açıktan açığa ve resmen kabul ettirilir. Bütün idare mekanizması ve eğitim faaliyetleri de bu amaca yönelik olarak dır.

teşkilatlandınlır. ı 87

Telkin için en uygun elemanlar, kitle haberleşme araçları ile hayat tarzını Batı'ya göre düzenlemiş olan aydınlardır. Onun için Tanzimat dönemine de Batı'nın üstünlüğü işlendi. Şinasiler, Ziya Paşalar, Namık Kemaller, Hürriyet ve Tercüman-ı Ahval gazetelerini hep bu düşün­ ceyle çıkarttılar. Arkalarında Mısır Hidivi İsmail Paşa ile İngilizler vardı. Bunlar vasıtasıyla devamlı Osmanlı'nın köhnediği ve yıkılması gerektiği telkin edildi. Kurtuluş reçetesi olarak da, Auguste Comte'un insanı ilahlaştıran pozitivist maddeci zihniyeti ile Emile Durkheim'in önderlik yaptığı, insanın ruhi hayatı yerine cemiyetin şuurunu koyan ve manevi kaynaktan yoksun sistemleri, şiddetle tavsiye edildi. Batı'nın hayat tarzı ve sanayii göklere çı­ karıldı. Biz de hayranlıkla bu kervana kabldık. Bir buçuk asır süren bu facia sebebiyle kendimizden tamamen koptuk. Şunu düşünemedik, hafızasız fert ve milletlerin yaşa­ ması mümkün değildir. Millet hafızasının kaynağı ise yaratıcı kuvvetlerde gizlidir. Tanzimatçılar millet hayatında sadece şekil değişmeleri yaparak onu kalkındıracağını sanan hayalperestlerdir. Şunu ununnamak lazımdır: Kendi benliğinden uzaklaşan milletler er geç tarih sahnesini terk ederler. 188 187 Bk. Amiran Kurtkan, y.a.g.e., s. 101. 188 Bk. Nurettin Topçu, Yarınki Türkiye, s. 159-163-164.


Kültür

Sömürgeciliği

ve

Eğilim

I 117

Bütün bu faaliyetler sonunda gelişmemize engel saydığımız Osmanlı'yı yıktık. Yani, bugün artık Osmanlı yoktur. Ama hala A vrupa'nın hazmedemediği parçalanıp yıkılması gereken bir Türkiye vardır. Güçlenen Türkiye, dünya dengelerini alt üst edeceğinden, her yeni hamlesi engellenmektedir. Yine jeopolitik durumu ile Asya ve Avrupa arasında bir köprü görevi gördüğünden kendisinden kolayca vazgeçilememektedir. Günümüzde, önce Selçuklular'ın, sonra da Osmanlılar'ın kılıçlan önünde perişan olan Haçlı ordularının saldınlan değişik metotlarla devam etmektedir. Bizi bu tehlikeden kurtaracak en önemli kaynak tarihten ders almak"tır. Çünkü tarih ibret alınması ve sözüne kulak verilmesi gereken bir dost, bir şahittir. Devletlerin siyasi, askeri, içtimai, iktisadi kir ve zararlarının hesabını tuttuğu kadar manevi grafiğini de çizen bir ana bilgidir. 189 Onun için yanlış telkinlere kapılmadan; kendi değer­ lerimize dönmeliyiz. Türklerin tarih boyunca siyasi teş­ kilatlanmaya ve devlete ne derecede önem verdikleri herkes tarafından bilinmektedir. Bu devlet geleneği, sömürgeciliği reddeden, affedici, insan sevgisine dayalı ve hoşgörüyü esas alan bir ulvi temele dayanmaktadır. Devletimiz bu özelliklere bağlı kaldığı sürece, hiçbir güç onu zayıflatmaya cesaret edememiştir. Fakat l 7. yüzyıldan itibaren bu değerlere sırt çevrilince ülkemiz her türlü yı­ kıcı faaliyetlere sahne olmuştur. İlk hedef olarak da, devletin ayakta durmasını sağlayan hukuk sistemi seçilmiştir. Çünkü Osmanlı'nın ayakta durması bu mükemmel hukuk sistemine bağlıydı. Batılılar için en büyük engel olan bu sistem, değişmeliydi. Bizdeki aydınlar ise, bu telkinlere bir kurtuluş simidi gibi hemen sarıldılar. 1839 Tanzimat Fermanıyla bir kısmını, 1856 ıslahat fermanıyla diğerleri­ ni yok ederek devletin hukuk düzenini bozdular. Bununla 189 Bk. Samiha Ayverdi, y.a.g.e., s. 249-250.


118 / Kültür Sömürgeciliği ve Eğitim

da kalmıyarak 1876 1. Meşrutiyet, 1908'de il. Meşrutiyet ve Kanuru Esasiler ilan edildi. 190 Fakat hasta adam olarak, Batı tarafından adlandırılan Osmanlı'nın bu hareketleri kimseyi tatmin etmiyordu. Çünkü, bir defa Osmanlı'nın mirasına göz konulmuştu. Yaşadığı bölgede siyasi, ekenomik ve sosyal sistemleriyle zaman zaman büyüyen ve daralan, etkinliğe sahip olmuş ülkelerin, jeopolitik özellikleri, kaçınılmaz olarak o ülkeleri bir takım sosyal entegrasyonu zedeleyici, bölgesel meselelerle karşı karşıya bırakır.1 91 Türkiye'nin tarihi ve turistik zenginlikleri ile konumu sömürgecilerin, devamlı artacak şekilde iştahını kabartmıştır. Kılıç kalkan satbasından kültür ve iman satbasına intikal etmiş olan haçlı seferleri ruhu, çeşitli dostluk jestleri, vaadler, yanaş­ ma, göz boyama, dolar ve altın saçma, borç verme politikasıyla yurdumuzu işgal etmek için uğraşmaktadır. 192 Gerekçe olarak da bütçe açıklarının bu yolla kapatılacağı­ nı telkin etmektedirler. Mesela: Antalya'nın Kaş ilçesinde dağlar üzerinde ne zamandan kaldığı belli olmayan bir manastır vardır. Bu manastırda Hz. Meryem'in ve hristiyan din azizlerinin vaktiyle kaldığı telkin edilerek, bölge adeta işgale uğrabl­ dı.

Bunun bir benzeri de, Selçuklu kasabasının başına gelmiştir. Selçuk'ta 430 seneleri civarında yapılmış bir manastır vardır. Bunu emellerine basamak yapmak isteyen hristiyanlık filemi, kendi inanmadıkları efsaneye, bizi inandırmak için Hz. Meryeİn'in bu manastırda doğduğu­ nu sürekli telkin ettiler. Asıl maksatları ise, bölgeye yerbilgi için bak. Osmanlı/ar'da Islahat Hareketleri, Ş. T.T.K. Yay. Ankara 1988. 191 Bk. Mustafa Erkal, Bölgeler Açısından Az Gelişmişlik, Der. Yay. İstanbul 1990, s. 97. 192 Bk. Samiha Ayverdi, y.a.g.e., s. 253. 190 Daha

geniş

Tekindağ,


Kültür Sömürgeciliği ve Eğitim I 119

leşerek

kitle

kontrol

sahalarını genişletmekti. Bunların dışında

haberleşme vasıtaları

yoluyla da Batı'nın maddeci sürekli telkin edilmekte, bu uygulama için sanatköşe yazarları, spiker ve bürokratlar aracı rolü oy-

kültüıü çılar,

namaktadırlar.

Tiyatrolarda sanat değeri olmayan eserler oynanmakta, gazetelerde kamuoyuna yanlış bilgiler verilmekte, radyo ve televizyonlarda Batı'nın sürekli üstünlüğü reklam edilmekte, dergilerde ahlaki değerler ayaklar altına alın­ makta veya kendi kültürümüzü aşağılayıcı düşünce ve fikirlere, geniş yer verilmektedir. Aynca sanatçıların giyim şekillerinden, şarkı sözleri ve davranışlarına kadar, Batı'ya özenmeleri, gençliği yanlış yola sevk ettnek için ildeta bir parola görevi yapmaktadır. Bütün bu entrikalardan kurtuluşun çaresi, kendi kaynaklarımıza dönmek, maddi ve manevi yönden kalkınma­ nın metotlarını benimseyerek iyiyi doğruyu ve güzeli almak ve demokrasiye sadık kalarak milli gelişme idealine yönelmektir.


iV- EÔİTİM, TAR1F1, TİPLERİ VE ÖZELLİKLERİ A- EÔITIM NEDiR (E(;mMIN ETIMOLOJISI) Eğitim, insanın topluma kazandırılma faaliyetlerinden biridir. İlkel yahut gelişmiş her toplumda bir eğitim faaliyeti ve bu faaliyeti şekillendiren bir anlayış görülmektedir. Ancak dünyanın her tarafında birbirinin aynı olan bir eğitim anlayışı yahut uygulaması yoktur. Çünkü, insanlık 1ilemi, fertleri tamamen birbirine benzeyen bir bütün olmayıp, ayn millet ve topluluklardan oluşmaktadır. Her milletin kendisine ait bir yaşayış şekli ve şahsiyeti olduğuna göre, değerler sistemi de ayn olacaktır. Eğitim de, her toplumda değişik özellikler arzeden bu değerlerden birisidir. 193 Eğitimin ne olduğunu belirleyebilmek için herşeyden önce eğitim kavramından ne anlaşıldığını açıklığa kavuş­ turmak gerekir. Bu kavram Türkçe'de uzun zaman terbiye kelimesiyle ifade edilmiştir. Terbiye Arapça'da, besleyip büyütme, ilim öğretme, yetiştirme, ahlıikı yüceltme ve bazı yemeklerin çeşitli maddeler ilavesiyle lezzetini artır-

193 Bk.

Eğitime giriş

ders

notları,

Ankara 1980, s. 4.


Kültür SömürgeciliOi ve EOilim / 121

ma gibi manalara gelmektedir. Bugün, bu kavramı eğitim kelimesi ile ifade ediyoruz. Henüz, yeni bir kelime olmasına rağmen, benimsenip kabul edilen eğitim tabiri terbiye ile beraber olarak hala dilimizde yaşamaktadır. Terbiye kelimesi, eğitim karşılığı olarak kullanıldığı gibi, terbiyeli çocuk, terbiyeli kebap, terbiyeli sporcu vs. değişik anlamlar ifade etmektedir. ı 94 Batı dillerine Latince'den geçen bu kelime, Latince docere olarak bilinmektedir. 195 İngilizce'de education kelimesi eğitim öğretim, yetiş­ tinne, şekil venne 196 gibi manalara gelmektedir. Fransız­ ca'da (education, instruction) 197 bu anlamda kullanılmak­ tadır. Eğitim Almanca'da erzichung ve ausbildung anlamına gelmektedir.1 98 Meydan Larousse eğitimi, bir çocuğu, bir kimseyi eğitmek, okutmak, yetiştinnek faaliyeti veya insan topluluklarında k-Ultürün geliştirilmesi için faydalanılan araçların bütünü 199 olarak tanımlamaktadır. Yukardaki ifadelerden anlaşıldığı üzere, eğitim kavramı, birçok faktörü bünyesinde barındıran ve çok anlamlılık taşıyan bir kelimedir. Öyle ki, bu kelime her ilme konu olduğu gibi, olumlu değişmeleri de farklı biçimde anlatabilmektedir. Hatta insan oğlunu, bir adım ileri götüren bütün faaliyetler temelde bu kavrama dayanmaktadır. Eğitimin mahiyetini aydınlatmaya yönelen ilmi sayı­ labilecek fikirler ve araştınnalar ancak yakın zamanlarda gelişme gösterebilmiştir. Geniş manada eğitim, değer hükümlerimizi, varlığımızı, düşünce ve inançlarımızı kuşa194 Bk. y.a.g.e., s. 2. 195 Faruk Zeki Perek, l.Arince Grameri, lst Üni. Ed. Fak. Yay. İstanbul 1968, s. 250. 196 Golden Dictionary, Milliyet Yay. İstanbul 1990, s. 121. 197 Fransızca Büyük Sözlük, Milliyet Yay. İstanbul 1990, s. 136. 198 Almanca Sözliik, Milliyet Yay. İstanbul 1990, s. 43. 199 Meydan IArousse,C. 6, s. 143.


122/ Kültür

Sömürgeciliği

ve

Eğitim

tan, bütün öğrenimleri içine alan ve insanın haya~ı boyunca devam eden öğrenme faaliyetidir. 200 Çünkü yaratılmışların en üstünü olan insan her türlü istismara rağmen, çoğunlukla bu şerefli yerini korumuş­ tur. Onun daha yükselebilmesi, iyi bir terbiye ve eğitime dayanmaktadır. Bu durumu dikkate alan milletler eğitime büyük önem vermiş ve ekonomik gelirlerinin önemli bir bölümünü bu alana ayırmış bulunmaktadırlar. Bunun için her toplum eğitimi kendi anlayışına göre uygulamakta, fakat bu durum, toplumdan topluma ve zamandan zamana değişiklik göstermektedir. Tarihte bazı toplumların eğitime verdiği öneme bakacak olursak: Eski Yunan sitelerinde bedeni ve iradeyi kuvvetlendirmek, müzik yoluyla insanın her yönden gelişimini sağlamak faaliyeti olarak uygulanmaktaydı. Bu eğitim görüşü zamanla yetersiz kalınca, o zaman yeni sis~ tem ve teorilere ihtiyaç duyuldu. Antikçağda ilk defa sofistler, eğitimi dil ve hitabet (retorik) yönünden ele almış ve sistemleştirmişlerdir. Bu sebepledir ki sofistler, ilk defa bir didaktik okulu meydana getirmişlerdir. 201 Sofistlere karşı tavn ile bilinen Sokrates, eğitimi, ahlilk ve fazilet gibi değerlerin gençlere öğretilmesi şeklinde ifade etmektedir. Eflatun, bu kavramı maddenin kaynağında yer alan ideaların, topluma kabul ettirilmesi şeklinde düşünmekte-· dir. Çünkü ona göre ideaların tanıtılması toplumun eğitil­ mesi ile eşdeğerdi. 202 Eflatun'un öğrencisi Aristo eğitimi, hem toplum ve · hem de ferdi yönden ele alır. Ona göre eğitimin görevi in200 Amiran Kurtkan Bilgiseven, Eğitim Yolu ile Kalkınmanın Esasları, Divan Yay. İstanbul 1982, s. 201-213. 201 Bk. Kemal Aytaç, Avrupa Eğitim Tarihi, M.Ü.Vak. Yay. İstanbul 1992 s. 17. 202 Bk. Fatma Paksüt, Platon ve Platon Sonrası, Kült. Bak. Yay. Ankara 1982, s. 446.


Kültür Sömürgeciliği ve

Eğitim

I 123

sanı,

içerisinde yer aldığı toplumun veya devletin erdemli ve bilgili bir unsuru haline getirmektir. 203 Eski Türklerde eğitim çocu)<larıh, iklim şartlarına dayanıklı, kahramanlık ve fedakarlık duygularına sahip olarak yetiştirilmesiydi. Böyle bir eğitime ayak uyduramayan çocuğa isim bile verilmezdi. Eski Çin'de, içe dönük durgun bir cemiyet hayatı vardı. Bu toplumda geleneklere sıkı sıkıya bağlı bir eği­ tim uygulanmaktaydı. 204 Türk-İslam kültüründe eğitim, alt-üst tezadına ve istismara yer vermeyen tevhid esasının bütün fertlere vazgeçilmez bir ideal olarak aşılanmasıy­ dı.205

Bu örneklerde görüldüğü gibi, aynı çağda ve birbirine yakın toplumlarda bile, eğitimin forıksiyonları farklı­ dır. Hatta eğitim anlayışı aynı toplum içinde hakim değerlere bağlı olarak zamanla değişikliğe uğramaktadır. Yaşanılan zaman, oturulan coğrafya, nüfusun artması, ekonomik şartlar ile ihtiyaçların değişmesi, eğitimi etkilemektedir. Yeni keşifler, büyük düşünce akımları ve kültürel birikim, toplum hayatını etkilemekte, buna bağlı olarak da eğitim anlayış ve uygulaması değişmektedir. Buna göre evrensel bir eğitim anlayışı yahut tatbikatı yoktur. 206 çok

1- Eğitim HakkınJa Yapılan TarlDer Eğitimle ilgilenen düşünürler bu konuda değişik tarifler yapmışlardır. Bunun sebebi eğitimin, bu kavramla ilgilenen herkes tarafından farklı anlaşılmasıdır. Burada önemli olan, eğitimi tarif etmek için kullanılan kelime ve cümlelerin farklı olması değil, yapılan tarifin bu kavramı

203 Bk. Kemal Aytaç, y.a.g.e., s. 46. 204 Bk. Eğt. Ens. Eğitimine Giriş, Ankara 1980, s. 4. 205 Bk. Kemal Aytaç, y.a.g.e., s. 253. 206 Bk. Kemal Aytaç, y.a.g.e., s. 253 veya Eğitime giriş ders s. 4.

notları,


124 / Kültür Sömürgeciliği ve E!)itim

ifade edebilmesidir. Eğitimle ilgili yapılan tariflerden birkaç örnek verecek olursak: Aristo'ya göre eğitim, kişinin fazilet ve ahlaki davranış kazanabilmesi için bir araçbr. Bu da kişinin akla bağlı yönü ile hislere bağlı yönü arasında iyi bir senteze varabilmesidir. Aristoteles eğitimin gaye edindiği faziletleri ikiye ayırır. a) Zihni faaliyetler (İlim, bilgelik, güzel sanatlar ve pratik kavrayış vs.) b) Ahlaki faziletler (Cesaret, ölçülülük, cömertlik, hakseverlik vs.) Zilıni faziletlerin esas kaynağını, ahlaki faziletler teş­ kil eder. 207 Çiçero'ya göre eğitim, insana tabiat tarafından verilmiş olan kabiliyetleri dikkatle işlemektir. 208 Descartes, aklı doğru kullanmayı öğrenmeye eğitim adını vermektedir. 209 J.J. Rousseau eğitimden, doğuştan insanda eksik olan ve yetişkin olarak kullandığımız herşeyi veren faaliyeti 210 anlamaktadır.

Kant'a göre, insan ancak eğitim yoluyla insan olur, onun tabii güçlerini belirli bir amaca göre ve harmonik olarak geliştiren eğitimin, gerçekleştirdiği bu iş dışında insan, aslında bir hiçten ibarettir. 211 Emile Durkheim'e göre eğitim, yetişkin nesiller tarafından sosyal hayata henüz hazır olmayanlara tatbik edilen tesirlerdir. 212 200 Bk. Kemal Aytaç, y.a.g.e., s. 46. 208 Bk. Kemal Aytaç, y.a.g.e., s. 65. 209 Bk. Descartes, Metot Üzerine Konuşma, Çev. M. Karasan, M.E.B. 1986. 210 Bk. I.J. Rousseau İtiraflar, s. 32. 2111. Kant. Kritik aklın tenkidi, Ed. Fak. Yay. 1973. (fuc. T. M.). 212 Emile Durkheim, La Morale Professıoneill (meslek ahlakı). (Çev. M. Karasan M.E.B. Yay. İstanbul 1%7, s. 327, İ.Ü. Ed. Fak. Yay.


Kültür Sömürgeciliği ve

Eğitim

I 125

Eğitim,

fertlerin ve toplumun sosyal gelişmesini hız­ ekonomik kalkmmasını destekleyen, milli kültür değerlerini koruyan, geliştiren, nesilden nesile aktaran, milli birlik ve bütünlüğü sağlayan en müessir faaliyetlerden biridir ve en önemlisidir. Bunun içindir ki, eğitimin fertlerin ve milletlerin hayatında çok önemli bir rolü vardır. Eğitimin, ferdi potansiyelin çeşitli yönlerden, fert ve toplum için en uygun şekilde geliştirilmesi, insanların davranışlarında istenilen değişmeler meydana getirilmesi vetiresidir.213 Kültürü yani değerler dünyasını, yeni kuşaklara anlatmak ve açıklamak eğitim olarak tanımlanır. 214 Kişinin kabiliyetlerini iyi biçimde geliştirmek sürecine eğitim denir. 215 Eğitim, fertlere kendi normları içinde, dıştan biçim vermeye çalışan düzenli veya düzensiz etkileme faaliyetidir.216 Kültürün arttırılması ve aktarılmasına eğitim denir217 Terbiye, bir kavmin kültürünü, o kavmin fertlerinde yatkınlık ve alışkanlık gibi ruhi melekeler haline getirmektir.218 Cemiyet, ancak fertleri arasında bir homojenlik mevcut olduğu zaman, dağılıp parçalanmaksızın hayatiyetini muhafaza edebilir. Fakat, insanlık aleminde, her nesil kendi şartlarından hoşnut olmadığı için insan ve çevre münasebeti sürekli değişiklik gösterir. 219 Eğitimin tarifi üzerinde durulurken, ele alınması gereken şey hoşnutsuzluğu azaltıcı tesirlerdir. Bu tesirler, landıran,

213 Abdullah Nişancı, Milli Eğitim Meselelerimiz, Ayyıldız Mat. İs­ tanbul 1981, s. 7. 214 H. Ziya Ülken, Eğitimin Felsefesi, İstanbul 1967, s. 327. 215 Yahya Akyüz, Tiirk Eğitim Tarihi, Ankara 1975, s. 9, Ankara Üni. Eği. Fak. Yay. 216 S. Ahmet Arvasi, Eğitim Sosyolojisi, İstanbul 1976, s. 32. 217 Rıza Kardaş,Eğitinı Psikolojisi, Balıkesir 1965, s. 8. 218 Z. Gökalp, Terbiyenin Sosyal ve Kültürel Temelleri, D. K. İstan­ bul 1993. 219 Maclver and Page, Cemiyet I (Çev. Amiran Kurtkan), s. 12.


126 / Kültür

Sömürgeciliği

ve

Eğitim

çevreyi değiştirebilecek, sosyal mirası zenginleştirecek kabiliyetteki fertlere, mevcut bilgi hazinesinin anahtarlarını vermek maksadıyla, bilgi nakli yoluyla insandan insana intikal eden tesirlerdir. 220 Sonuç olarak eğitim, toplum değerlerini dikkate alarak, insanın zihnine ve bedenine bir biçim vermek ve onu üretici hale getirerek topluma kazandırmak işidir.

B- EÔITIMlN TiPLERi VE ÖZELLiKLERi Eğitim

uygulanma durumuna göre ikiye ayrılır.

1- Örgün eğitim 2- Yaygın eğitim. 1- Örgün Eğitim: Modem çağın, insanı şekillendirme metotlarının ortaya konulmasıdır. 221 Örgün eğitim, öğre­ tim kurumlarında ve belirli amaçlan gerçekleştirmek için yapılır. Eğitimciler, pedagojik değeri olan metotları uygulayarak öğrencilerde, istenilen davranış değişikliklerini meydana getirirler. Bu eğitim, okullarda çocuk ve gençlere mecburi olarak uygulandığı gibi, yetişkinler için de isteğe bağlı olarak uygulanabilir. Yetişkinlere, daha çok hizmet içi eğitim ve kurslar şeklinde uygulanır. Çocuk ve gençler için okullarda yapılan ders içi ve ders dışı faaliyetler de, bu konu içinde yer alır. Toplumu ve nesilleri daha planlı, sistemli ve programlı bir şekilde eğitebilmek için eğitim kurumları denen okullar meydana getirilmiş­ tir. Zaman içerisinde, bilgi ve tecrübe arttıkça, eğitim teş­ kilatı da çeşitlenerek, karmaşık bir yapı kazanmış ve yeni ihtiyaçlar doğrultusunda, ilmi esaslara uygun olarak ge220 Amiran Kurtkan Bilgiseven, Sosyolojik Açıdan İslamiyet ve İstami Kavramlar, Filiz Kit. İstanbul 1992, s. 10. 221 Amiran Kurtkan, Bilgisevcn, Eğı. Sosyoloji, Filiz Kit. İstanbul 1992, s. 71.


Kültür Sömürgeciliği ve "Eğitim / 127

liştirilmiştir. 222 ilk, orta ve yüksek okullar, örgün eğiti­

min uygulandığı yerlerdir. Eğer, okullarda verilen eğitimde, millilik ilkesi uygulanamazsa, hergün sistem değişikliğine gidilerek bir kargaşa ortamı meydana gelir. Böylece, başka ülkelerden gelişi güzel olarak eğitim modelleri alınmak mecburiyeti hasıl olur ki, bu kaynak israfına yol açar. 2- Yaygın Eğitim: ise, örgün eğitim müesseseleri içinde, hiç eğitime tabi tutulmamış veya kısmen tutulmuş ve okulu bırakmış fertlere, örgün eğitimin yanında veya ondan ayn olarak bazı ek bilgiler verme işidir.223 Bugün, çok karmaşık bir durum gösteren eğitimin, insan gruptan tarafından bir değer olarak ortaya konulması yaygın eğitimdir. Loncalar, ahi teşkilatlan ve çıraklık eği­ timi, yaygın eğitimin uygulanma şekillerindendir. Fakat toplumda işbölümü ve ihtisaslaşma artınca, bu tür eğitim yetersiz hale gelir. Ancak, örgün eğitim faaliyetlerinin başlaması, yaygın eğitimi lüzumsuz kılmaz. Örgün eğitimin gayesi yazılı olduğu halde, eskiden yaygın eğitimde, böyle bir özellik aranmazdı. Fakat çıraklık eğitimine 1977 yılında geçilince yaygın eğitim de yazılı şekle getirilmiştir. Bu eğitim tarzı genel olarak zihinlerde dünya görüşlerine uygun prensiplerle idealler halinde bulunur ve topluma yön verir. Böyle bir eğitim evde, iş yerinde, sinemada, arkadaş grubu içinde vs. kendiliğinden gerçekleşir. Çocuk üzerinde aile ve arkadaş grubunun tesiri çok büyük olduğundan, yaşamak ve topluma uyum sağlamak için, gerekli bilgi ve davranışlar bu grupiardan sağlanır. Teknolojinin hızlı gelişim ve kitle haberleşme vasıtalarının yaygınlaşması, yaygın eğitimin önemini daha da arttırmıştır. 224 222 İbrahim Ethem Başaran, Eğitime Giriş, Ankara 1977, s. 209. 223 Amiran Kurtkan Bilgiseven,y.a.g.e., s. 72. 224 Eğitim Enstitüleri, Eğitime Giriş Ders Notları, Ankara 1980, s. 7.


128/ Kültür

Sömürgeciliği

ve

Eğitim

Uygulama şekline göre de eğitim tipleri ikiye ayrılır. a- Özel eğitim b- Genel eğitim a- Özel eğitim: Eğitimi ferdi farklar ve konulara göre, değişen ilkelerle metotlar ışığında uygulamaktır. Özel eğitim metodu; ilk okuma, yazma, arittnetik, tarih vs. gibi derslere göre değişen başlıklar altında incelenir. Burada, derslere göre özel bir sistem takip edilerek bilgiler verilir. Mesela, ilk okuma yazma eğitimi denilince, okuma yazmanın anlamı, metodu, konulan, araçları, özellikleri vs. anlaşılmalıdır. 225

b- Genel eğitim: Eğitim ve öğretimin bütün şekilleri için, genel olan niçin ilke ve metotlarla, öğretim araçları ve teknikleri ifade eder. Mesela, öğrettnen niçin eğitimin bir elemanıdır. Hangi ders ve konu olursa olsun, öğrenci­ nin eğitilebilmesi için, bir öğreticiye yahut bu karakterde bir vasıtaya neden ihtiyaç vardır. Genel eğitimin konusu şunlardır: Öğrettnenin görevleri neler olmalıdır, iyi bir öğrettnenin özellikleri nelerdir, iyi bir öğrenci nasıl olmalıdır. Kısaca bütün eğitim kurumları için geçerli olan öğ­ rettnen, öğrenci, konu, metot, ödev ve alıştırma konulan bu başlık altında incelenir. Herhangi bir konuda başkası­ na birşey öğreten kimse, o ders ve konu ile ilgili ilke ve metotları bilmeden önce, bu genel ilke ve teknikleri bilmek zorundadır. Bunların hepsi eğiticinin, öğrettnenlik özelliğini ifade eder. 226 225 Cavit Binbaşıoğlu, Eğit. metodu ve uygulama, Kardeş Mat. Ankara 1965, s. 10. 226 Cahit Baltacı, Milli Eğt. ve Kültür Dergisi, Haziran İstanbul 1979, s. 3; H. Raşit Öymen, Eğitime Giriş, Ankara 1967, s. 90, Ank. Üni. Yay.


Kültür

Sömürgeciliği

ve

Eğilim/

129

C- EÔITIMlN GÖREVLERi Eğitimin

birçok görevi

olduğu

halde en önemlileri

şunlardır:

1- Sosyalleştinne 2- Kültürü muhafaza etme 3- Toplumu bilgi bakımından yenileme. 1- Sosyalleştinne Eğitimin bu görevine, ferdin insanlaştınlması veya toplumsallaştırılması diyebiliriz. Doğduğu zaman insanlar arasında yaşayabilecek hiçbir özelliği, bilgisi ve tecrübesi olmayan çocuğun, toplum içinde yaşayabilecek duruma getirilmesi gerekir. Aksi halde, hayatını devam ettiremez. Bunun için sosyal çevre, bize, insanlık değerlerini veren çevredir. 2- Kültürü Muhafaza Etme Kültür kavramının insan grupları için ifade ettiği mana çok önemlidir. Toplumları biıbirinden ayıran, ona milli şahsiyetini kazandıran kültür değerleridir. İnsanlaf', kendilerini aile, millet, din ve meslek gruplarına mensup hissederler. Çağımız insanının milletine karşı duyduğu mensubiyet şuuru, diğer birimlere karşı duyduğundan daha kuvvetlidir. Her insan, milletinin değerlerinin yaşandı­ ğı bir çevrede mutlu olmaktadır. İşte insanlar, eğitimi bir değer olarak ortaya koyup geliştirirken, ona, mensup oldukları toplumun kültürünü, nesilden nesile aktarma ve muhafaza etme görevini de vennişlerdir. Böylece kültür değerlerinin devamlılığı sağlanmış olmaktadır. 227

3-Toplumu Yenileme (Bilgi Bakımından) insanı inceleyen bilimler, günümüze kadar bir kısım değerlerin sürekli olarak değiştiği sonucuna varmışlardır. 227

Rıza Kardaş, Eğitim

Psikolojisi, C. 1, Ankara 1976, s. 184.


130 I Kültür Sömürgeciliği ve Eğitim

Örf ve adetler bu konudandır. insanlık için ilerleyen zaman birçok yeniliği beraberinde getirmiştir. Böylece çağımızdaki bilgi birikimi, eski ile kıyaslanamayacak bir seviyeye ulaşmıştır. Bu arada teknolojik gelişmeler de insanlara sosyal hayatla bir takım kolaylıklar sunmaktadır. Bu durum insanı mutlu ederken, bilgi ve görgüsünün de artmasını sağlamaktadır. Ancak modem hayatta uyabilmek, gerekli bilgileri elde etmekle sağlanacağından, burada bilgiyi kazandırma yolu olan eğitime büyük görevler düşmektedir. Çünkü bilgi bakımından geri kalan toplumların modem hayata ayak uydurmaları mümkün değil­ dir.22s

D- EÔITIMIN GA YESI Eğitimin gayesi, toplumdan topluma veya kültürden kültüre değişmektedir. Yaygın eğitim içinde, aile veya çevredeki yetişkinler çocuğa bir takun uyarı ve telkinlerde bulunurken, kafalarındaki ideal insan tipinin ölçülerine uyarlar. Bu ölçüler iyi-kötü, güzel-çirkin, beğenilen veya ayıplanan davranışlar şeklinde zihinlerde yer almıştır. Herkesin kendiliğinden uyduğu bu ölçüler, milü kültürün ölçüleridir. Kültürlerin ideal insan tipleri farklı olduğu için, bu tipi yetiştirmek için düzenlenen eğitimin neticesinde farklı olmaktadır. 229 Onun için çeşitli düşünürler, eğitim yoluyla yarablmak istenen tesirin amacını birbirlerinden farklı şekilde izah etmişlerdir. Kant'a göre eğiti­ min gayesi, insanları mükemmellik özelliği ile donatmak, James Mill'e göre insanı kendisi ve başkaları için bir saadet vasıtası haline getirmek, Spencer'e göre iyi hayat şart-

228 Rıza Kardaş, y.a.g.e., s. 185. 229 Ruşen Alaylıoğlu. A. Ferhan Sözlüğü, İstanbul 1976, s. 367.

Oğuzkan,

Ansiklopedik

Eğiıimin


Kültür

Sömürgeciliği

ve

Eğitim/

131

lannı temin edebilmeb..ı:ir. Emile Durkheim'e göre, her zaman ve mekana tatbiki kabil olan ideal, mükemmel ve üniversal bir eğitimin mevcut olduğunu fan.etmeleri itibarıyla, bu gayelere dayanan tarifleri verenler yanılmak­ tadırlar. Eğitimin temel gayesi çocukta (ve fertte) hem bir bütün olarak siyasi cemiyetin hem de spesifik olarak bağ­ lı olduğu hususi meslek çevresinin ondan istediği belirli miktarda fiziki, entelektüel ve moral durumları hasıl etmek ve geliştirrnektir. 230 Yani her cemiyetin ideal kabul ettiği insan tipini yetiştinnektir.

E- GENiŞ VE DAR MANADA EÔITIM

Bütün kavramlar için olduğu gibi, eğitim kavramı için de, geniş ve dar manada olmak üzere, farklı kavram derecelerine sahip, farklı tarifler ileri sürülmüştür. Geniş manada eğitim, tabiat ve sosyal müesseselerin ve diğer insanların, bizim zekamız ve irademiz üzerinde meydana getirdikleri tesirden ibarettir. Eğitimi bu derece geniş manada ele aldığımız zaman, kanunlar, siyasi yönetim şe­ killeri, üretim teknikleri gibi, içinde yaşadığımız cemiyetin müesseselerinden gelen etkiler de bu kavram içinde yer alır. Bundan başka iklim ve toprak şartlan gibi coğrafi çevre tesirlerinin dahi, görgü ve tecrübe yoluyla, bize kazandırdığı bilgileri eğitim konusuna dahil etmemiz gerekmektedir. Fakat, böyle biri tarif, insanlardan gelen tesirlerle eşyalardan gelen tesirleri aynı isim altında bir araya getirdiğinden çok geniştir. Eğitimi dar manada tarif etmekle güdülmesi gereken gaye, eğitim kurumlan yoluyla insanlardan gelen vasıta­ sız tesirleri, çevre unsurlarının tesirlerinden ayırdederek :?30 Aıniran Kurtkan Bilgiseven, rı, s. 15-16.

Eğitim

Yolu ile Kalkınmanın Esasla-


132 / Kültür Sömürgeciliği ve Eğitim

ele almaktır. Aslında, tabii çevrenin sadece insanlar üzerinde değil, hayvanlar ve bitkiler üzerinde de tesirleri vardır. Bu tesirler, hayvan ve bitkilerin şu veya bu hayat şek­ lini muhafaza suretiyle, tabii çevrelerine aynı tarzda uymasını sağlar. İnsanın tabii çevreye intibakı ise, sosyal bir uyma hüviyetini taşımaktadır. Şöyle ki, insan belli bir zaman ve mekilııda çevresine uyduğu halde, kısa bir süre sonra bu çevrenin temin ettiği şartları yeterli görmemeğe başlar. Böylece, çevre şartlarını değiştirmek ve düzenlemek üzere harekete geçer. Bu düzenleme aşamasında, ilim, teknik ve bilgi olarak evvelki nesillerden kendisine intikal etmiş olan sosyal mirasa yeni buluşlar ve unsurlar ekler. Bu suretle, bir yandan kendinden sonraki nesillere bırakacağı sosyal mirası zenginleştirirken, diğer taraftan da kendi tabii ve sosyal çevresini değiştirmiş ve bir dereceye kadar düzeltmiş olur. Fakat, insanlar Ueminde, her nesil, kendi şartlarından hoşnut olmadığı için, çevre ve insan arasındaki bu karşılıklı tesir münasebeti, hiçbir zaman sabit şeklini korumaz ve devamlı bir değişme ve dinamizm içerisinde olup gider. Söz konusu dinamizm, bizzat insan tarafından meydana getirilmektedir. Bunun içindir ki eğitimin tarifi üzerinde durulurken ele alınması gereken tesirler de mevcut hoşnutsuzluğu azaltmayı hedef almıştır. O halde bu tesirler, çevreyi değiştirebilecek kabiliyetteki fertlere mevcut bilgi anahtarlarını veren tesirlerdir. 23 ı F- HER iKi TIP EÖITIMDE ALTYAPININ ÖNEMi Eğitimin karakteristikleri dine, siyasi organizasyona, ilmi gelişmenin derecesine ve endüstrinin durumuna bağ­ lıdır. Bu unsurlardan her birinin tesiri, zamana ve mekilııa

231 Amiran Kurtkan Bilgiseven, Eğitim Yoluyla n, s. 15.

Kalkınmanın

Esasla-


Kültür SömürgeciliOi ve EOitim / 133

göre daha k'llvvetli veya daha zayıf olabilmektedir. Nitekim eski Yunan ve Rbma şehirlerinde eğitim ferdi, körü körüne, siyasi otoriteye tabi kılma hedefini güttnüştü. Ortaçağda eğitim, dini; Rönesansta ise laik ve dünyevi bir karaktere bürünmüştü. Durkheim'e göre, eğitimin karakterindeki bu değişkenliği tenkid etmek doğru değildir. Çünkü, bunu zaman ve mekanın şartlan gerektirmektedir. Eski Roma k-Ultürü, bugünkü gibi ferdiyetçilik aşılayan bir eğitim sistemi geliştirmiş olsaydı, Eski Roma şehirleri varlıklannı koruyamazlardı. Bugünkü eğitim sistemi de, Ortaçağ'da mevcut olsaydı, Ortaçağın hristiyaiı cemiyetleri herhalde ayakta kalamazlardı. Keza, eğitim, çağdaş medeniyetlerde bile zamana göre yani cemiyetten cemiyete değişiklik göstermektedir. Muhafaza-kar, ihtilalci ve reaksiyoner cemiyet tiplerinde eğitimin bünyesi, çeşitli unsurları farklı dozlarda ihtiva eder. Ziraatçi cemiyetlerle, sanayie dayanan cemiyetlerin de farklı eğitim yapılan­ na sahip bulundukları bir gerçektir. Kastlardan meydana gelmiş cemiyetlerde eğitim, bir kasttan diğerine değişe­ bildiği halde, açık sınıf esasına dayanan, demokratik cemiyetlerde, bu derece sert bir farklılaşma mevcut değil­ dir. Nitekim, her cemiyet benzerlik esasına olduğu kadar, farklılık esasına da dayandığı için, en demokratik ülkelerde bile eğitim, bütün cemiyette, çeşitli meslek gruptan bakımından tamamen farklı olan unsurlar da ihtiva etmek zorundadır. Cemiyet, ancak fertleri arasında bir homojenlik mevcut olduğu takdirde, dağılıp parçalanmaksızın varlığını muhafaza edebilir. Bu bakımdan eğitim, aynı zamanda, asgari müştereklerde birleşmeyi sağlamalıdır. Ahlak telakkileri, örfler, adetler, hayat görüşü, kıymet hükümleri ve dini prensipler bir cemiyetin manevi kültürünü teşkil ederler. Cemiyet mensuplarının, homojen, bir kütle halini korumalarında rol oynayan bu unsurlar, okul öncesi safhasından itibaren başlayan eğitimin, bütün sos-


134/ Kültür Sörnl'.l'geciliği ve

Eğitim

yal sınıflar ve gruplar için ortak olan unsurlarıdır. Buna mukabil, aynı zamanda koorperasyon esasına dayanmak zorunda olan cemiyette, işbölümünün gerçekleşebilmesi için, her ferdin dahil olacağı meslek gruplarının özellikleri ile ilgili farklı eğitim alarak yetiştirilmesi gerekmektedir.232 Geniş mfuıada eğitimin alt yapısını tabiat, sosyal kurumlar ve diğer insanlardan gelen tesirler oluşturduğun­ dan, bu faktörlerin cemiyetin istediği ideal insan tipini yetiştirmede müsbet rolleri olmalıdır. "Halbuki, günümüzde, kitle haberleşme vasıtaları ile ulaşım tekniği çok hızlı değiştiğinden, insanlar arasındaki kültür alışverişi de hızlanmıştır. Bu durum maddi ve manevi kültür unsurları arasındaki dengeyi, maddeci kültür lehine bozmuştur. Böylece, toplumlarda fark idraki, hakimiyet kurmakta ve çözühneler ortaya çıkmaktadır. Nitekim Ortaçağ skolastik döneminde, din-devlet ayrılığı böyle bir uygulamanın eseridir. Günümüzde moda ve reklamlar tabiat ve diğer insanlardan gelen tesirleri teşvik edeceğinden, eğitimin ideal insan yetiştirme özelliği yavaş yavaş ortadan kalkacakbr. Halbuki iyi bir eğitim, yukardaki elemanlar arasın­ da bir uyum meydana getirecek şekilde planlanmalıdır. Böyle bir alt yapıya sahip cemiyetlerde alt-üst tezadı ortadan kalkacağından, sosyal ve iktisadi gelişme sağlana­ cak, sonuçta milli ve manevi kalkınmayı vazgeçilmez bir ideal olarak benimseyen nesiller yetişecektir. Fakat tabiat ve sosyal müesseseler arasında, denge kuracak bir eğitim alt yapısı oluşturulmazsa, istismarlar ortaya çıkacak ve yeni nesiller milli gelişme idealinden süratle kopacaktır. Dar mWıAda eğitimde, müesseseler yardımıyla gelen vasıtasız tesirleri, çevre unsurlarının tesirlerinden ayırdet­ mek söz konusu olduğundan, maddeci kültür unsurlarının

232 Aıniran Kurtkan Bilgiseven, Eğitim Sosyolojisi, Filiz Kit. İstan­ bul 1992, s. 15-16.


Kültür Sömürgeciliği ve Eğilim I 135

cemiyetleri istismar etme imkaru asgariye indirilebilecektir. Bu şekilde bir alt yapıya sahip eğitim modelini uygulayan cemiyetlerde, medeniyet vasıtaları ekonomik geliş­ meyi sağlamak için süratle alınırken, maneviyatçı kültür genç nesillere benimsetilmiş olacak ve cemiyetin istediği ideal insan tipi yetiştirilecektir. Buna bağlı olarak günden güne sayısı azalan bu tipler, medeniyet vasıtalarına milli bir çehre kazandırarak, ülkelerinin hızla kalkınmasını temin edeceklerdir. Böyle bir eğitim modeli, zamanla toplumda madde ve mana arasında bir uyum meydana getirecektir.


V- GENEL OLARAK VE TÜRKİYE'DE KÜLTÜR SÖMÜRGECİLİGİ VE EGİTİM Kültür sömürgeciliği bir millete farkettirilmeden tatbik edilen bir emperyalizm tipi 233 olduğundan, değerleri aktarma vasıtası olan eğitimi de etkilemektedir. Bugünün dünyasında, siyasi saldınlar, sinir harpleri ve barış girişimleri, bir kısım gelişmiş ülkelerin, geliş­ mekte olan veya şu yahut bu sebeple tarihi kudret ve itibarını kaybetmiş ve kendini yeniden toparlamakta bulunan toplumlara hakimiyet kunnalarına, onları iliklerine kadar sömürmelerine, milli şahsiyetlerinden uzaklaştıra­ rak köle-leştirmelerine2 34 sebep olmaktadır. Böyle bir sömürgeciliğin başarılı olma şansı, her ülkenin eğitim sistemine tesir etmekle mümkündür. Çünkü, bir cemiyetin ideal ve şahsiyetli insan tipi, eğitim yoluyla yetiştirilir. Demek ki eğitim kurumlarına tesir edilerek, şahsiyeti ve ideali olmayan bir nesil yetiştirme mümkündür. Sömürgeciliğin esas metodu, kendisini sevdirerek amacına ulaş­ maktır. Yani, bugünün fikir hayatındaki modern ifadesiyle, artık milletler, asken, siyasi, iktisadi vs. sömürgecilik yanında, bunlardan daha ağır yürüyen, fakat daha devam233 Bk. Amiran Kurtkan, Sosyoloji, s. 90. 234 Emin Bilgiç, Milli Kültür Davamız,s. 138.


Kültür SOmürgeciliği ve lı

ve

kalıcı

tesiri olan bir yol

Eğitim/

aramayı, dolayısıyla

137

kültür

sömürgeciliğini tercih etınektedirler. 235 Bunu gerçekleşti­

rirken de, geniş ölçüde eğitim ve terbiye sistemlerinden istifade etmektedirler. Zamanımızda, kuvvet ve nüfusça irili ufaklı, fakat tarihçe ve kültürce zengin ve tesirli bütün milletler, hem kendilerini sevdirmek ve saydırmak, hem de dava-lannı ve çıkarlarını devam ettirebilmek için kültür emperyalizmini tercih etmektedirler. Bu yüzdendir ki, bilhassa son yıllarda bütün dünya devletlerinde, eğitim ve kültür hizmetleri birbirinden ayrılmakta ve başlıca devlet hizmeti olarak ayn teşkilatlar halinde yeniden kurulmaktadır.236

Bugün, teknik ve askeri gücüne ve büyük devletlik nüfuzuna güvenen gelişmiş ülkeler, kendi kültürlerini iş­ lemek için olduğu kadar yaymak ve başka milletleri tesirleri altına almak gayesiyle kü~tür çalışmalarına büyük önem vermektedirler. Gelişmek1e olan ülkeler ise, bu faaliyetlere karşı direnebilmek ve varlıklarını koruyabilmek için mim kültürlerini her yönü ile işleyip canlı tutmağa çalışmaktadırlar. Bu maksatla, her iki taraf da eğitim bakanlığı yanında bir de kültür bakanlıktan kurmaktadırlar. Yani kültür, eğitim ve öğretim metoduyla, tekniğini ve bilgilerini benimsetmek konusunda bütün dünya milletleri arasında bir yarış görülmektedir. Şu halde, eğitim ve öğretim uygulamaları ile metot, teknik ve bilgi bakımın­ dan, insanlığın ortak ve farklı yönlerini açıkça ortaya koymak faaliyeti yaygınlaşmaktadır. Kültür ise, her cemiyetin, kendi mim ve manevi değerler toplamıdır.237 Bunun için kültür hizmetini, sömürgeciliğe karşı bir savunma aracı olarak görmek, onu geliştirmek, cemiyetlerin bağımsızlığı için gerekli olan en önemli dayanaktır. 235 Emin Bilgiç, y.a.g.e, s. 138. 236 EminBilgiç,y.a.g.e, s. 139. 237 Emin Bilgiç, y.a.g.e, s. 167.


138 I Kültür Sömürgeciliği ve Eğitim

Bugün bütün medeni ve zamanın şart ve icaplannı idrak etmiş olan milletler kültür ve nüfuzunu korumanın yanında, hiç değilse kendi kültür varlıklarını bütün tesir ve tahripler karşısında koruyabilmek için, eğitime büyük önem vermektedirler. Şu bilinmektedir ki yönetici ve aydınlara tesir etmenin en kolay yolu, kültür sömürgeciliği diyebileceğimiz metotla başka ülke aydınlarının, yabancı kültür baskıları altında tutulmasıdır. Bunun en kestirme yolu da, kendi ülkesinde yabancı gençlere ve ilim adamlarına geniş eğitim ve öğretim imkanları tanımaktır. Bunu sağlayabilmek için sömürgeci ülke üniversitelerinde her yıl hızla artacak şekilde yabancı ülke aydınlan ve gençlerine kolaylık sağlanmaktadır. Günümüzde ABD bu uygulamada en ileri seviyeye ulaşmıştır. Önceleri daha çok Avrupalı aydınların istifadesine sunulmuş görünen ABD'de eğitim ve öğretim imkanları, son yıllarda geliş­ mekte olan ülkelere yönelmiştir. Böylece 1953 yılında ABD üniversitelerinde bulunan öğrencilerin çoğunluğunu Avrupalılar teşkil ederken, günümüzde giderek bu sayı azalmış ve % 12'ye kadar düşmüştür. O yıllarda ABD' de sadece 7585 Asyalı ve 7615 Latin Amerikalı öğrenci bulunmaktayken, 1963 yılında bu sayının 23.768 Asyalı ve 11.021 Latin Amerikalı öğrenciye çıkmış olduğu görülmektedir. 238 Gelişmekte oları ülkeler yeterli bir eğitim ve öğretim gücüne ulaşamadıklarından, bu imkanı yakalamaR için bir yandan yeni okul ve üniversiteler açmakta, diğer yarıdan da, gelişmiş ülkelerin kendilerine sağladıkları eğitim imkanlarından yararlanmağa çalışmaktadırlar. Gelişmiş

ülkelerde, öğrenim ve burslar tarzında, gelişmekte olan ülke aydınlarına sağlanan imkanlar çerçevesinde, pek çok kimse, kendi ülkesini terkederek, yabancı ülkeye yerleş­ meyi tercih etmektedir. Bu durumlardan gelişmiş ülkeler 238 Metin Eriş, Amerika Rus Emperyalizmi, s. 437.


Kültür

Sömürgeciliği

ve

Eğitim/

139

iki şekilde faydalanmaktadır. Birincisi, yabancı kültür etkisine sokulmuş aydınlardan kendi ülkeleri içinde yararlanmak, ikincisi de yetişmiş elemanları istihdam ederek, bir nevi hazıra konmaktır. Günümüzde yüksek mesleki vasıflı işgücünün, devamlı kalkınmakta olan ülkelerden, gelişmiş ülkelere doğru göç etmesi, beyin göçü olarak adlandırılmaktadır. 239 Buradan anlaşılmaktadır ki kültür sömürgeciliğinin eğitime uygulanma yollarından en önemlisi beyin göçüdür. Beyin göçünün devamlılığı, beşen kaynaklar üzerinde eğitimin sosyal hareketlilik şeklinde etkili olmasıyla ortaya çıkmıştır. Yiıminci yüzyıl, eğitim alanında büyük adımların atıldığı ve fertlerin daha çok bu yolla yükselebildikleri bir çağdır. Böylece bugün fertler, sosyal statülerini, gördükleri eğitime göre kazanmakta, doğuştan elde edilen statüler önemlerini yitiımektedir. Her ne kadar aile ve sosyal miras yoluyla elde edilen özellikler, statüye yardımcı olursa da, eğitim yoluyla meslek kazanmak, çağımızın temel şartıdır. Çalışanlarda, yukarı doğru sosyal hareketliliğin görüldüğü çağımızda, insangücü kaynaklarının, gerek sayı, gerekse nitelik olarak artması, sosyal gelişmenin de göstergesi haline gelmiştir. 240 Özellikle gelişmiş ülkelerde ortalama teknik bilgi seviyesinin artması eğitime verilen önemin göstergesidir. Onun için, kültür sömürgeciliği amacına ulaşmak için önemini çok iyi bildiği eğitimi, vazgeçilmez bir vasıta olarak göımüş ve bu yolla hedef seçtiği ülkelere kolaylık­ la yerleşebilmiştir. Çağımızda, kültür sömürgeciliği bir kavram olarak, bütün dünyadaki ilim adamlarını, siyasetçi ve idarecileri en çok meşgul eden meselelerden olduğu gibi, eğitimi de doğrudan etkilemektedir. Siyasi ve iktisadi sömürgecilik239 Metin Eriş,y.a.g.e, s. 438. 240 Mustafa Erkal,İkt. Kalk. Kült. Temelleri, s. 89-90.


140/ Kültür Sömürgeciliği ve Eğitim

te umduklarını bulamayan bir takım devletler, daha tesirli ve uzun vadeli olan kültür sömürgeciliğine yönelmişler­ dir. Toplumların kendi kültür değerlerini kazanmaları, eğitime ve onunla ilgili teşkilatlara bağlı olduğundan, kültür sömürgeciliğinin en çok hedef aldığı müessese eği­ timdir. Bir memleketin kalkınması için, cemiyetin bütününü belli bir eğitimden geçirmek lhımdır. Ancak, her sosyal bünyenin kendi şartlan ve özellikleri vardır. 20. yüzyıl eğitim alanında büyük adımların atıldığı ve fertlerin eği­ tim yoluyla yükselebildikleri bir çağdır. Böylece fertler, sosyal statülerini gördükleri eğitime göre kazanmaya baş­ larnışlardır.24ı Eğitimin

temel görevi, milletine, ailesine ve çevresine

faydalı insan yetiştirmek yani Türkiye'de Türk insanı, İn­ giltere'de İngiliz, Japonya'da Japon vs. vatandaşı meyda-

na getirmektir. Halbuki bugün, Türk insanının ayırdedici özünü oluşturacak, bu konuda maya olarak kullanılabile­ cek, milli kültür unsurları belirlenmiş, sınırlan çizilmiş değildir. Zaten, Türkiye'deki aydın kitlesinin çoğunluğu, eğitim potasının her konuda yabancı kültür unsurlarıyla doldurulmasından yanadır. Eğitimciliğimiz, milli kültürün yenilenmesi, çiçekler açması, zenginleşmesi doğrul­ tusunda değil, yabancı kültürü Türk toplumuna Mkim kılma doğrultusundadır. Tevhid-i Tedrisat kanunu, gerekçesinde belirtildiği gibi, "bütün yeni nesilleri tek eğitim potasında yoğurmak" için çıkarılmıştır. Fakat bu dönemde, eğitim okuldan ibaret gibi düşünülüp, aile ve toplum çevresi ile milli kültür değerleri ihmal edildiğinden, yeni kuşakların eğitim ve yetiştirilmesinde aile ve çevrenin, değer yargıları ile inançlarına, bir kelime ile toplumun eğitimden beklentilerine önem verilmemiştir. Böylece 241 M. Erkal, İkt. Kalk. Kült. Tem. s. 509.


Kültür Sömürgecili(ii ve EOilim I 141 eğitim

ile aile, toplum çevresi ve milli kültür çelişkili du-

ruma düşmüştü. 242 Türkiye'de kültür sömürgeciliği, Tanzimat'la başlar. Meyvelerini de Gülhane Hattı Hümayunu (1839) ve Islahat Fermanı (1856) ile verir. Bu dönemde Ali ve Keçecizade Fuat Paşa'lar, yabancı eğitim ve öğretimin Türkiye'ye girmesinde aktif rol oynadılar. Eğitim meselesine, ilk olarak Fransızlar el attı. Çünkü Fransızlar, bir takım ıslahat tedbirleriyle halkın karakterini, zihniyetini ve fikriyatını değiştirmenini mümkün olmadığını anlamışlardı. İyi biliniyordu ki, fikriyatını muhafaza eden bir milletin, tam manasıyla sömürülmesi mümkün değildi. Bu yüzden, eğitim yoluyla manevi değerlerin yıkılıp, yerine Batı fikriyatının aşılanması gerekiyordu. Fransızlar, bu yönde faaliyetlerini arttırarak ilk ve orta derecedeki okulların kurulmasını sağladılar. Eğitimin yabancı öğretmenler eliyle gerçekleştirilmesini de telkin ederek, kaynak israfına yol açtılar. 243 Bütün bu faaliyetlerin altında Osmanlı topraklarındaki hristiyanlann milli duygularını canlı ve aktif tutmak gayesi yatmaktaydı. Şunu unutmamak gerekir ki, Türkiye'de eğitimin temel görevi, vatan ve milletini seven ve bu uğurda her türlü fedakarlığı yapacak nesiller yetiştirmektir. Bu özellikleri taşıyan insanlar, ortak ülküleri benimsemiş, milli tarih şuuruna sahip Türk ve Müslüman olmakla övünebilen kimseler olmalıdır. Böyle bir eğitimde en büyük pay ve görev, kitle haberleşme vasıtalarına düşmektedir. Tabiidir ki öyle kişilerin hayat anlayışları, kafa yapılan, zevkleri ve inançları ile değer yargılan da benzer olmalıdır. Bugün, Türkiye'de yaıi nesillerin yetiştirilmesi konusunda genel bir karara vanırnış değildir. Ana dilimiz Türkçe konusunda bile, belirgin bir yabancılaşma vardır. Bu açıdan bakıldığında, eğitinıimizin genel görüntüsü 242 Sabri Akdeniz, Kültiir Sömürgeci/iği, s. 119. 243 Ed. Engelhart, Tan:imat, (Çev. Ayda Düz), İstanbul 1976, s. 233.


142 /Kültür

Sömürgeciliği

ve

Eğitim

herhangi bir gayeden yoksun ve çelişkiler içindedir. Neticede zevklerinde, inançlarında, eğlence ve sanatlarında, giyiminde, insanlararası ilişkilerinde, yediğinde, içtiğin­ de, dilinde; kısaca hayat anlayışında birbirine yabancı kesimler oluşmuştur. Bu kesimlerin temsilcileri, birbirine karşı son derece anlayışsızdır. Aynca, pek çoğu Türk milletine yabancılaşmış durumdadır. Toplumumuzdaki bu çözülme ve dağınıklığın eğitimimize yansıması kaçı­ nılmazdı. Aslında bu kargaşanın tohumları, milli bünyemize ve eğitimimize çok eskiden ahlmıştı. 244 Bu açıdan dünden bugüne, kültür ve eğitim, tarihimize bir göz athğımızda, pek sevindirici bir tabloyla karşılaşamayız. Osmanlılar, kuruluşun hemen ardından, Bizansa özenip bir esir ve köleler idaresi geliştinniş ve Türk soyundan gelenleri yönetim dışına iterek, devleti Türk olmayanlara teslim etmişti. 1. Murat'la başlayan bu devşirme düzeni, Fatih dönemine gelindiğinde büyük ölçüde geliş­ ti. Saraydaki devşinne kaynaklı Kapı Kulu askerleri arttıkça, bunların tesirleri de sürekli artmaktaydı. 245 Enderun'da küçük yaşlarda (6- 10 yaş) kanun ve şart­ lara uyularak devşirilen hristiyan çocukları, sıkı bir disiplinle Türk kültür ve terbiyesiyle yetiştirildikten sonra, devletin en önemli makamlarına kadar yükseliyorlardı. Bu makamlara yükselemiyenler ise, gözde askeıi birlikler olan Kapı Kulu ve Sipahi Ocaklarında hizmet görerek, yükselebiliyorlardı. Nitekim, İstanbul'un fethini takiben, Çandarlı ailesinin devlethizmetinden tasfiyesinden sonra, bütün hizmetler devşirmelere terkedilmişti. Bunlar arasında Mahmut Paşa, Gedik Ahmet Paşa, Sokullu Mehmet Paşa, Sinan Paşa, Ferhad Paşa, Lala Mehmet Paşa, Kemankeş Kara Mustafa Paşa ve Kuyucu Murat Paşa gibi 244 Sabri Akdeniz, y.a.g.e, s. 118-119. 245 Ülker Akkutay, Enderun Mektebi, An.kara 1984, s. 12, Gazi Üni. Yay. No: 30.


Kültür

Sömürgeciliği

ve

Eğitim/

143

devlete sadakatle hizmet edenlerin sayısı bir hayli azdır. Devşirmelerin çoğu devlete zarar vermişlerdi. 246 18. asra gelinceye kadar, Osmanlı devletinde yüksek memuriyetlere yükselmiş olan Türklere çok az rastlanmaktadır. Bunlardan en önemlileri Karamanlı Mehmed Paşa, Çandarlı İbrahim Paşa, Ahmet Fenari Paşa, Piri Mehmet Paşa, Saruhanlı Lala Mehmet Paşa, Hafız Ahmet Paşa'dır. Devşirmeler ise, genelde milliyeti ile beraber tanınmaktadır. Mesela: Arnavut Hasan Paşa, Boşnak Salih Paşa, Gürcü Mehmet Pa~a. Çerkes Hüseyin Paşa, Abaza Ali Paşa, Macar Osman Paşa, Hırvat Mahmut Paşa, Frenk İbrahim Paşa, Rum Mehmet Paşa vs. 247 bunlardan bazıla­ rıdır.

Tarihimizdeki bu durumu görenler, bunu Türk milletinin kabiliyetsizliğine ve adam yetiştiremediğine bağla­ yabilirler. Halbuki, Türkler, o devrin en yüksek memur ve meslek okulu olan Enderun'a alınmadıkları gibi •. saray hizmetine de kabul edilmeyince, yüksek devlet makamları yabancıların eline geçmişti. 248 Cumhuriyetin ilk yılla­ rında azınlıklara mensup kimseler devlet kadrolarından uzaklaştırılarak bu konuda milli bir hamle başlatılmıştır. Fakat, ne yazık ki bu güzel uygulama 1940'lı yılların başında kaldırılmış ve devlet idaresi yeniden sömürge zihniyetli yabancılaşmış kimselere teslim edilmiştir. Enderun'a ilk defa, Evliya Çelebi, -Türk olduğu halde, sesinin güzelliği ve kıvrak zekasından dolayı- 1635 yılında yani 4. Murat zamanında alınmışbr. 249 Ondokuzuncu yüzyıl boyunca ve 1826'da yeniçeri ordusu kaldırılıncaya kadar, saray okulu olan Enderun'a 246 Niyazi Berkes, Türkiye'de Çağdaşlaşma, s. 34. 247 Osman Ergin, Türk Maarif Tarihi, c. 1-2, s. 18. 248 Osman Ergin, Aynı eser, c. 1-2, s. 19. 249 1. Hami Danişmend, Osmanlı Tarihi Kronolojisi, Türkiye Yay. İstanbul 1972, c. 2, s. 14.


144 / Kültür Sömürgeciliği ve Eğitim

Mta köle pazarlarından alınan hristiyan çocukları yerleş­ tiriliyor ve mezunlarına üç tuğlu paşa rütbesi verilerek, devletin en yüksek mevkilerine tayin ediliyorlardı. Böyle - bir yanlışlığı uygulamaya ısrarla devam edilince, devletin bütün müesseseleri tahrip edilerek yıkılışı çabuklaşnrıl­ mış oldu. 250 Milletin başına büyük dertler açan Celali isyanlarının hep bu devşirmeler tarafından tertip edilmiş olması, bize konu hakkında bir fikir verebilir. Ama ne yazık ki bütün bu olaylardan ders almayarak, bugün yine aynı noktaya getirildi.le.. Dili, töresi, inançlarıyla Türle yine horlanmaktadır. Ülkemizde yeniçeri geleneği, değişik biçimlerde hata sürüp gitmekte, belli kesimlere birtakım ayrıcalıklar tanınmakta, bunlar hiç de milli olmayan özel bir eğitimle yetiştirilmekte vme ülke yönetiminin bu kafaların eline geçmesini zorunlu kılacak bir düzen oluşturulmaktadır. ısı Bu durum, Batıcılığın eseri olan eşitsizlikleri gün geçtikçe artnrmakta ve sosyal bütünlüğü bozmaktadır.

Bir devlette, milli şuurun varlığı, toprak ve otoriteyi tamamlayan siyasi teşkilatlanma ile kendini gösterir. Bütün unsurların elbirliğine dayanan imparatorluk siyaseti de, belki faydalı ve zaruri' olabilir. Fakat imparatorlukların hepsinde h4kim millet esası vardır. Osmanlı'nın eksik tarafı işte bu hayati esasın ihmal edilmesiydi. Devleti kuran Türle faktörü, ihmal edilmiş ve hatta hor görülmüştü. Mesela; Kanuni Sultan Süleyman bu konuda şöyle diyordu: "Benim tebaam içinde Rus, Acem, Çingene ve Türle reayasırun evlatlarıyla, vesair mahlOkun evlatlarından Harputlu, Diyarbekirli ve Malatya'lı olmaya"252 Buradan anlaşılıyor ki Kanuni gibi bir padişah, Türkleri, Rus ve 250 Yahya Kemal Kaya, İnsan Yetiştirme Düzenimiz, Nüve Mat. Ankara 1984, s. 46. 251 Sabri Akdeniz, y.a.g.e, s. 127. 252 1. Hakkı Uzunçarşıh, Osmanlı Devleti Teşkilatında Kapıkulu Ocakları, T.T.K. Yay. Ankara 1984, s. 20.


Kültür

Sömürgeciliği

ve

Eğitim/

145

Çingenelerin kategorisinde kabul ederek hor gömıek­ tedir. Tanziniat'ın yaptığı da, aşın Batıcı zihniyete boyun eğmekten öte birşey değildir. İşte bu yüzden Müslüman Türklerden çok hristiyan azınlıkların işine yarayan Tanzimat, bir fikir sistemine dayanmadığı ve milli heyecanı körelttiği için çabucak tarih sahnesinden silinmiştir. Ne yazık ki giderken beraberinde birçok milli değerlerimizi de alıp götürmüştür. Meşrutiyet ise, iyi bir hazırlık ve hesap üzerine dayanmayıp, jön Türklerin zorlamasının eseri olduğundan, büyük bir tahribat ile kültür bunalımı meydana getirerek Alman hayranlığına dönüşmüştü. İmparatorluk statüsünden milli devlet karakterine geçişimiz olan Cumhuriyetin ba~langıcı, kültür ve eğitim seferberliğine en uygun dönemdi. Zira, işgalci ve yayılmacı A vrupa'nın eliyle, parçalanmış imparatorluk toprağı üzerinde başımızı sokacak bir çatı, yağımızla kavrulacak bir mekan sağlamış bulunuyorduk. İşte, vatan sathının çok daraldığı ve nüfusun 13 milyona düştüğü bir dönemde, elimizi çabuk tutup bir kültür operasyonu yapamadık. 253 Bu tarihte milli eğitimi­ mizin uygulamaları da, nesilleri milli heyecan onamına sokamadığı gibi, gençliğe fikir ve ruh disiplini vemıeyip, Batı'nın sömürgeci emellerine açık bir anlayış platfomıu üzerine otunmuştur. Türk milletinin ve idarecilerinin en büyük zaaflarından biri, kendi kültürünü fazlaca ihmal etmesidir. Aydınlarımızda şaşılacak bir dışa dönüklük, yabancı hayranlığı ve kendi değerlerini horgörme anlayışı hakimdir. Kendi kültürünü ihmalde yabancı kültür mensuplarının Türk idare hayatına girmelerinin ve kültür tazyikinin büyük rolü vardır. Belki de Türk'ün alçak gönül253 Neriman Öztürkmcn, Kalkınan Tiirkiye'de Eğitim ve Gençlik, Ankara 1968, s. 30.


146/ Kültür

Sömürgeciliği

lülüğü, hoşgörüsü,

ve değişmeye

açık

ve

Eğitim

kendine güveni ve tabiattaki gelişme bir mizaca sahip oluşu, bu neticeyi ha-

zırlamışn.254

Siyasi, içtimai, vicdani ve iktisadi bütün meselelerimizin ip uçlarının toplandığı temel mesele, bünyesine uygun bir eğitim felsefesidir. Artık, yabancı kaynaklı sakat ve ithal malı kültür politikasını terketmeğe mecburuz. Zira, kendimizi inkar eden eğitim siyasetimizin korkunç neticesi, bugün ödenmeyecek kadar ağır olan faturasını elimize uzatmış bulunuyor. Şu halde, milli ve manevi bünyemizin meseleleri üstüne dikkat ve basiretle başımızı eğmenin zamanı gelmiş ve hatta geçmiştir.255 Biz öncelikle Avrupa hayranlığını gözümüzden silerek, yaratmış olduğumuz büyük medeniyetin yüceliklerini, önce kendimiz idrak etmeli ve sonra bunu dünyaya kabul ettirecek yolda yürümeliyiz. Bu maksatla musiki, mimari, diğer sanat ve kymetlerimizin üstüne dikkatle eğilmeliyiz. 256

Müfredat programlarından kazınıp atılan milliyetçilik ve manevi değerler, ilk öğretimm kademelerinden başla­ yarak yeniden eğitim hayatına hakim kılınmalıdır. işte ancak, bu his ve idrak ile yetiştirilen genç nesillerden olumlu hizmetler beklenebilir. Bugün, böyle bir faaliyete fırsat vermemek için her türlü yolu ve metodu deneyen sömürge zihniyeti, mazi ile istikbali birleştirecek bir kültür ve eğitim politikası karşısında, sert kayalara çarparak kınlan dalgalar gibi yok olup gidecektir. Milli eğitim sistemimiz, boşa dönen pahalı bir çark gibidir. Bu çarkı milli değerler doğrultusunda döndürecek tedbirler vakit geÇirmeden alınmalıdır. 254 Muharrem Ergin, y.a.g.e, s. 47. 255 Agih Oktay Güner, İsraf EkoMmisi, s. 200. 256 Mümtaz Turhan, Garplılaşmanın Neresindeyiz, İstanbul 1972, s. 34.


Kültür

Sömürgeciliği

ve

Türkiye'nin bütün meselelerinin temelinde

Eğitim

I 14 7

eğitimin

çaıpıklığı yer almaktadır. Ülkemizde meydana gelen her

türlü sının

sıkıntının

temelinde, milli eğitim ve kültür politikatesbit edilememesi ve ithal malı sistemlerin uygula-

maya konulması

yatmaktadır.

A-GENIŞ MANADA EÔITIM YOLUYLA

KÜLTÜR SÔMÜRGECILIÔI Eğitim,

bir ülkeyi sosyal, kültürel ve ekonomik yönlerden güçlü ve modern yapmanın ve aynı zamanda deği­ şen dünya şartlan içinde milli kültürünü (tarihini, manevi değerlerini, örf ve adetlerini, dinini) inkar etmeden muhafaza etme gücünü ferde ve topluma vermenin bir vasıtası­ dır. Başka bir ifade ile ferdi şekillendirmenin, toplumu millet olma bilincine sahip kılmanın en önemli yoludur. Bu çerçeve dahilinde, eğitim bir ülke için derin hesaplan ihtiva etmelidir. Bu hedeflerin ferdi ve toplumu ilgilendiren, yani insana hizmet açısından ekonomik kalkınmayı gaye edinen yönleri olmalıdır. Daha doğrusu bir ülkenin eğitim sistemi o ülkenin siyasi, sosyal, kültürel ve ekonomik özelliklerinin bütünüdür.257 Cemiyetler için bu derece hayati önem arzeden eği­ tim, yukarıdaki faktörler ciddi bir şekilde dikkate alındı­ ğında ve millete görelik ilkesi ışığında, mutlaka devamlı­ lık kalkınmanın itici gücünü oluşturur. Eğitimin bu derece önemli olduğunu çok iyi kavrayan gelişmiş ülkeler, bünyelerinde, kendinden emin şahsiyet­ li, sıkıntılara karşı dayanıklı ve milli duygularla donatıl­ mış kişileri yetiştirmeyi gaye edinirken, sömürgecilik zihniyetleri gereği, geri kalmış ve kalkınmaktaki ülkelere kendi çıkarlarını devam ettirmek açısından, bir araç olarak bakmaktadırlar. Bunu gerçekleştirmek için de, sıcak 257 Abdullah Nişancı, Milli Eğitim Meselelerimiz, s. 8.


148 / Kültür

Sömürgeciliği

ve

Eğitim

savaş

yerine, elde ettikleri aydınlara, sömürgeci eğitim sistemini uygulatmayı daha kolay ve karlı gönnek.1edirler. Böylece, kalkınmakta olan ülkelerin siyasi, sosyal ve ekonomik kaynaklan yanlış yönlendirilip israf edilerek, çeşitli problemlere zemin hazırlanır. Yabancı dille eğitim yapan okullar, eğitim yoluyla kültür sömürgeciliğinin en iyi uygulama sahalarıdır. Bunun hesabını çok iyi yapmış olan sömürgeci ülkeler, kalkınmakta olan ülkelere yabancı dille eğitimin hayati önemini telkin ederek, zaten sınırlı olan ekonomik kaynaklarının israf edilmesine sebep olmaktadırlar. Böylece bu ülkelerde yabancı dille eğitim yapan okulların kurulmasına ve sayılarının hızla artmasına ortam hazırlanmaktadır. Dil bir düşünme aracı olduğundan, sömürgeci ülkeler bu yolla kendi istedikleri gibi düşünen ve yaşayan insan tiplerinin kolayca yetişmesine zemin hazırlamaktadırlar. Mesela, Osmanlı devletinin son zamanlarında bu yabancı dil uygulaması bir felaket halini almış, aydın sınıf adeta Türkçe konuşmaz olmuştur. Hatta Fransızca bilmeyen ve bilhassa Paris'e gitmemiş olanlar devlet dairelerine dahi memur olarak alınmamışlardır. 258 Aslında, yabancı dilin ülkeler ve insanlararası ilişkilerde bir vasıta olduğu akıldan çıkarılmamalı ve konuya o açıdan bakıl­ malıdır. Yoksa, yabancı dili bilmenin her kapının anahtarı olduğunu sanmak ve bu yolda her türlü imkanı seferber etmek, sömürgeci ülkelerin oyununa gelmektir. Böyle bir uygulama aydın kabul edilen elit tabakada şahsiyet bunalmasına yol açmaktadır. İngiliz elçisinin önünde hüngür hüngür ağlayan Tanzimat kahramanı Mustafa Reşit Paşa bunun acı bir örneğidir. Yine tatlı canının endişesine düşerek Fransız elçiliğine sığınan ve Londra'ya gittiği zaman İngiliz hariciye sekreterine sadrazam olarak yaptığı işlerin hesabını veren 258 Bak. Cevdet Paşa, Tezakir, Türk Tarih. K. Yay. Ankara 1986, c. 2.


Kültür

Sömürgeciliği

ve

Eğitim/

149

hürriyet ve anayasa kahramanı Mithat Paşa da, ayn bir örnektir. Demek ki şahsiyetin bütünlüğü bozulduğu zaman, yaşanan hayat ile benimsenmiş olan kıymetler arasında bir uyuşmazlık ortaya çıkar. 259 Böylece eğitimin kültür sömürgecileri için ne derecede önemli olduğu, yetişen insan örnekleriyle kendini göstermektedir. ll. Dünya savaşının son günlerinde Hiroşima ve Nagazaki adlı iki şehrine atom atılan Japonya, Amerika'ya teslim şartı için tek madde ileri sürmüştü. O da, "Teslim oluruz, fakat imparatorumuza dokunmayacaksınız" şar­ tıydı.260 Bu durum Japon milletinin nasıl bir eğitimden geçtiğini gösteren bir örnektir. Böyle bir eğitim sisteminden dolayıdır ki, Japonya, savaşın tahribatını kısa zamanda üzerinden atmış ve bugün en gelişmiş ülkeler arasında layık olduğu yeri almıştır. İsrail'in, 2500 yıl önceki dilini yeni İbraniceyi yeniden diriltmesi ve bu açıdan varlığım ıspata çalışması da eğitimin önemini ortaya koymaktadır. 261 Çağımız toplumları artık birbirleriyle içiçe olup, dünya insanlar hamulesi şeklinde karmaşık bir görünüm almıştır. Bunun için milletlerin varlığı ve bağımsızlığı, milli değerleriyle ölçülmektedir. Demek ki kültür, eğiti­ min ayrılmaz bir parçasıdır. Kişi bu ortamda yoğrulur, bir biçime girer ve buna göre şekillenir. Denilebilir ki kültür, toplumun varoluşunun hem temeli ve hem de varlık sebebidir. Her toplumun kendine ait kültürü ve o kültürün ayırdedici özellikleri eğitim sayesinde kazanılır. 262 Vata:?59 Erol Güngör, Türk Kültürü ve Milliyetçililc, Ötüken Yay. İstanbul 1975, s. 65. 260 Bozkurt Güvenç, Japon Milli Kültürü, iş Bank. Yay. İstanbul 1978, s. 36. 261 Hikmet Tanyu, Tarih Boyunca Yahudiler ve Türl:ler, Yağmuı Yay. İstanbul 1975, c.l, s.28. 262 Sabri Akdeniz, Kiiltür Sömürgeciliği, s. 354.


150 I Kültür

Sömürgeciliği

ve

Eğitim

kutlu kılan, kişiyi ona hizmete, onun için fedakarlığa sevkeden faaliyetlerin de kaynağında eğitim yer ahnakta-

dır.

Tarihte eğitim ve kültür sömürgeciliği yoluyla yok olmuş, vatanlarını kaybetmiş milletlerin sayısı az değildir. Asurlular, Frigyalılar, Normanlar, Hunlar, Urartular, Berberiler, Hititler vs. başka kültürlerin ezici tesiri altına girerek eriyip tükenmişlerdir. Buna rağmen Yunan, İran ve Mısırlılar tarih boyunca başkalarının boyunduruğu altırıa girmelerine rağmen 263 iyi bir terbiye sistemi sayesinde ve milli kültür değerlerine bağlı kaldıkları için, yok ohnamışlardır. Görülüyor ki, toplumun millet ohna faaliyeti içerisinde eğitimin ve kültürün büyük payı vardır. Bunun için, milli kültürü besleyen kaynakların güçlü bir eğitim sistemiyle korunabileceği kesindir. Böyle bir gücü sağla­ manın tek yolu vardır. O da insana ve eğitime gereken önemi vermektir. Toplwnları millet yapan ve insanlık tarihindeki yerlerini belirleyen sosyal özelliklerin başında eğitim ve kültür değerleri gelmektedir. Bu kültür değerlerinin zaman içinde gelişmesi, nesiller arasındaki bütünlüğe bağlıdır. Böyle bir bütünlüğün en önemli vasıtası ise ülkelerin eğitim sistemleridir. Çünkü, cemiyetlerin eğitim sistemleri onların insanlık tarihi ve ailesindeki yerini belirler. Milli kültürün geliştirilmesi, nesillere aktarılması, eğitim sisteminin temel görevlerinden biridir. Bunun içindir ki eğitim politikasının tesbitinde, bir taraftan ülkenin ihtiyaçlarına cevap verecek insan gücünü yetiştirme düşünülürken, diğer taraftan milletin kültürünü eğitim sistemine hakim kıhnak mecburiyeti vardır. Ancak, böyle bir eğitim millidir. Bilindiği üzere, milli kültür nesillere, dil, edebiyat, tarih, din, örf ve adetlerle, folklor, mimari eserler ve müzik gibi yaşayan müesseseler yoluyla kazandın263 Alunet Kabaklı. Kültür Enıperyali:::mi, s. 18.


Kültür lır.

Sömürgeciliği

ve

Eğitim/

terkedilmesi yeni bir kültüıiin ortaya yani toplumun milli' kültür bağlarından koparak sömürgeleşmesi demektir. Gelecek nesillerin sağlanı zihniyetle ve milliyetçi bir ruhla yetişmesinde, milli' kültüıiin ve onu kazandırma vasıtası olan eğitim programlan ile devletin eğitim politikasının büyük rolü vardır. 264 Toplumların temel harcı insandır. İnsanın yetiştiril­ mesine gerekli önemi vermeyen milletler, tarih sahnesinde uzun müddet kalanıazlar. Yani madde ve mana planın­ da kaliteli ve fedak§r aydın kadrodan mahrum olan milletler, kısa ömürlü olurlar. Bunun önemini çok iyi kavrayan İbn Haldun devletin temelini iki esasa dayandım: Bunlardan birincisi birlik duygusu veya kitle şuuru, diğe­ ri ise din olarak ifade edilir.265 Bugüne kadar, eğitimimizin çarktan boşuna dönmüş­ tür. Birlik ve bütünlüğü hedef alacak bir nesil yetiştiril­ memiştir. Ortak bir kültür yaratılmamış ve milli kültür şuuruna erişilememiştir. Dil birliği henüz halledilememiştir. Dış memleketlere akın eden aydın kadroları ülkemiz açısından büyük kaynak kaybı meydana getirmektedir. Okuma yazma bilmenin bütün bu meseleleri halledeceği zannedilmiştir. Fakat, sonradan göıiilmüştür ki okuma yazma bilmek de çözüm olanııyor. Okur yazar insanla beraber, iyi düşünen ve düşündüğünü uygulayan, karakterli, maddi ve manevi yönden iyi hasletlerle donatılmış insanı, eğitimimiz yetiştirememiştir. 266 Bu konuda mutlaka bir planlanıa yapılmalıdır. Böyle bir plan çerçevesinde üstün ahlaklı, kültür değerlerine bağlı insanların yetişme­ si mümkündür. Bir ülkede eğitim sektöıiinün, genç nesillere sadece hüner ve bilgiler kazandırmakla yükümlü olduğu düşünBu

değerlerin

151

çıkması,

264 Abdullah Nişancı, Millf Eğitim Meselelerimiz, s. 40. 265 İbn Haldun, Mukaddime (Haz. Süleyman Uludağ), C. 1, s. 90. 266 Hüsnü Dikeçligil, Milli Eğitim Davamız, s. 23.


152 / Kültür Sömürgeciliği ve Eğilim

cesi yanlıştır. Bunun için maharet ve bilgi gereklidir. Sosyal gelişmenin gerçekleşebilmesi için, mutlaka bütünleş·· me şartının yerine getirilmesi lazımdır. Bu da sadece fonksiyonel bütünleşme ile değil, aynı zamanda mana etrafında bütünleşme ile sağlanır. 267 İlmi' gerçekler ışığında, sosyal mirasın yeni nesillere aktarılmasında, en büyük görev ve sorumluluk bu eğitim ve kültür kurumlarına düşmektedir. Bu yüzden eğitim ve kültür sistemlerinin mutlaka milli' değer temelleri üzerine oturtulması şarthr.

Milli' değerler, toplumlara benlik kazandırdığından, kültür sömürgeciliği için en büyük engeli teşkil etmektedirler. Bunun için, kültür sömürgeciliği çeşitli tipleriyle, değerleri yıpratmaya ve birtakım vasıtalarla da yozlaştır­ maya çalışmaktadır. 1- Eğitim yoluyla kültür sömürgeciliği ve tipleri

Her ülkede eğitimin amacı mükemmel insan yetiştir­ mektir. Ancak, iyi insan denildiğinde topluma mal olmuş, ortak idealleri benimsemiş ve geleceğini ipotek altına koymamış kimseler kastedilmektedir. Bu faktörleri çok iyi hesap eden sömürgeciler manevi değerleri hedef alıp yıpratarak kaynak ~.-r:\fına yol açar. Bu değerlerden bazı­ ları şunlardır:

a) Mizah (Yozlaştırıcı, b) İnanç değerleri c) Milli değerler d) Tarihi değerler Bunlar yozlaştınlır. e) Ailevi değerler f) Terbiyevi değerler 267 Amiran Kurtkan Bilgiseven, Türkiye'de Sosyal Çoziilme Tehlikeleri, s. 103, Filiz Kit. İstanbul 1990.


Kültür

Sömürgeciliği

ve

Eğitim

I 153

a) Mizah Dilimizde, eğlence, alay, şaka ve latife gibi manalara gelmektedir. Güldürücü söz, durum veya davranış, fıkra, hikaye, resim ve karikatür de aynı anlamda kullanılmak­ tadır. Mizahın başlıca gayesi güldürme ve düşündürme­ dir. Güldürücü bir duruma, olaya, görünüşe veya düşün­ ceye tuhaf ve komik denir. İnsanın mizahla ilişkisi, iklime, kültüre, dil ve adetlerle sosyal yapıya göre değişir. Ancak mizah, temelde zekaya dayanır. Burada güldürme esas olmakla beraber, hafife almak ve ders vermek de söz konusudur. Mizah ve şakanın biraz ağın alay ve istihzaya götürür. Çünkü istihzada, gizli ve iğneleyici bir ala'y vardır. Alay ve istihzanın ötesinde hiciv yer alır. Hicivde küçük görme ve küçük düşürme özelliği varclır. Burada dugulara, tariz, terzil ve tezyif hakimdir. 268 Bu konuda Batı dillerinde birbirinden ayn muhtevaya sahip üç kelime vardır ki, bunlar yeri geldikçe Türkçe'de kullanılmaktadır. Bunlar: a) Hümur b) Espri c) ironidir. a) Hümur: Latince bir kelimedir. Alışık olunmayan, normalin dışında kalan davranış ve olaylar demektir. Mesela Diyojen'in, gündüz elinde bir fenerle dolaşarak kalabalık yerlerde "ben insan arıyorum" diye bağırması gibi. b) Espri: Fransızca olan bu kelimenin bizdeki karşılı­ ğı nüktedir. Burada gaye, bir kişiyi, düşünceyi, olay ve davranışı gülünç duruma sokarak başkalarını güldürmektir. Espride bir iğneleme vardır. Örnek, Abdullatif Bağda­ di'nin başında küp olduğunu zanneden bir hastayı tedavi etmesi. 268 Türk Dili ve Edebiyatı Ans. Dergah Yay. İstanbul 1986, C. 6, s. 384.


154 / Kültür

Sömürgeciliği

ve

Eğitim

c) İroni: Yunanca olan bu kelimenin Türkçe karşılığı, alaya almaktır. Konuya iğneleme hakimdir. Ancak esprideki zeka inceliği ve zarafet burac'a yoktur. Bazan kabalaşıp incitici olabilir. Alaya alına·.ı kimse küçümsenir ve mübalağa edilir. Mizah alanında tanınmış Batılı düşünür­ lerden birkaçı şunlardır: Yunanlılar'dan Aristofanes ve Lukianos, Romalılar'dan Horatius, İtalyanlar'dan Boccacio, Fransızlar'dan Robelais, Le Sage, Voltaire, İspanyol­ lar'dan Ceıvantes, İngilizler'den Shakespeare, Oscar Wilde, Chaucer vs. Almanlar'dan Wilhelm Busch, Amerikalılar'dan Mark Twain. 269 Mizah hayattan fışkırır. Hayatın hemen her unsurunda mizahi olaylar ve yönler bulunabilir. Sözlü olarak doğan mizah, yazıya aktarıldıktan sonra değer kazanır. İn­ sanların günlük yaşayışlarında espri, fıkra, alay, latife ve şaka bol bol yer almaktadır. Bu durum mizaha duyulan ihtiyacın en önemli belirtisidir. Mizah aynı zamanda, sosyal hayattaki aksaklıkları, toplum ve fert üzerindeki baskıları, sıkıntı ve gerginlikleri karşılayan bir silah ve araç ôlarak ortaya çıkmaktadır. Aksaklıkların düzeltilmesinde müsbet tesiri vardır. Mizahi eserler, en sert tenkitlerden daha çok etkili olabilir!er. Önemli olan ölçünün iyi ayarlanması ve bayağılığa sapılmamasıdır. ~ Mizah, menfaat çatışmasının bir ürünüdür. Ancak bu çatışmada güçlü olan güçsüzü ezer, yener, fakat alay edemez. Alay etme yenilmişlerin vazgeçilmez ve dayanılmaz kusuru veya meziyetidir. Halk kendisini ezenlere karşı, kurtuluş için ayaklanmak vme başkaldırmak isteğindedir. Ama ayaklandıkça, başkaldırdıkça daha çok eziliyorsa, kurtuluşu, alay ederek egemen sınıfı kötülemekte bulur. Burada halkı ezen, hakim sınıf ve idareciler olduğu gibi, işgalci sömürgeci yabancılar, yahut yabancılarla işbirliği yapan yöneticiler olabilir. Söz gelimi: Nasrettin Hoca'nın 269 y.a.g.c, s. 384.


Kültür

Sömürgeciliği

ve

Eğitim ı

155

yaşadığı çağda, durum böyledir. Hoca'run Timur'la ilişki­ lerinde ba~tan sona mizahi unsurlar hakimdir. 13. yüzyıl­ da Moğol istilasına uğrayan Selçuklular'da devlet yöneticilerinden birçoğu kendi çıkarları için halle aleyhine Moğollarla işbirliği etmişlerdir. Bu durumda, başkaldırmanın yerini mizah almıştır.270 Batı'da Dante'nin İlahi Komedyası, La Fontaine'nin hikayeleri, Cervantes'in Don Kişot'u, Shakespeare'in Falstaffı vs. bu konunun örneklerindendir. lngiltere'de mizah Kraliçe Victoira devrinde aşın ilgi görerek yükseldi. Bu arada Dickens, Trollope gibi yazarların eserleri, 1841 'de kurulan Punch mizah gazetesi ile çocuk klasiklerinden Alice Harikalar Ülkesinde, en çok okunan mizahi eserlerdi. 19. yüzyılda Almanlar, Johann Paul ile mizahın felsefesini kurdular. Mizah Hegelcilerle birlikte karşıt fikirleri uyuşturan bir yol oldu. Prevert'in eserinde olduğu gibi, mizah anarşist ve nihilist bir rol oynamaya başladı. Fransa'da özellikle Petrus Borel gibi romantiklerle realistlerden Flaubert, mizahı, sürrealizm ve varoluşçulukla birleştirmeye çalışmışlardır. A.B.D.'de mizah konusunda en önemli isim Mark Twain'dir. Amerika'da mizah özellikle hislere hitap eder. 271 . Mizah bir sanat tarzı olarak edebi eserlerde sıkça görülür. Bu herşeyden önce, sanatçının üslObunu meydana getiren mizacı, yetişme tarzı, çevresi, eğilimleri vs. ile ilgilidir. İnsan tabiatında, hüzün kadar tebessüm, övgü gibi yergi, beğenme kadar kınama, taşlama; yüceltme duygusunun yanısıra küçümseme, alay etme, çekiştirme, gülme istekleri de bulunduğuna göre, bu aykırı hislerin mizah kalıbına dökülerek, edebi eserlere yansıması normaldir.

270 Atilla Özkınmlı, Türk Edebiyatı Ans. Cem. Yay. C. 3, s. 857. 271 Büyiik Lrıroıısse, Meydan Yay. İstanbul 1988, C. 8, s. 852.


156 / Kültür

Sömürgeciliği

ve

Eğitim

Kimi yazar ve şairler öyle konular seçer ve konuyu öyle bir üslupla donatırlar ki güldürücü, iğneleyici, alaycı bir üslup meydana çıkar. Bunların maksadı da, ötekiler kadar ciddi olabilir. Fakat eserleri mizah tekniğince güldüren üslupla yazılmıştır. Başka bir deyişle, bu mizahlı bir anlatımdır. 272 Y almz, mizahın meydana gelmesi bazı şartlara bağlıdır.

Ünlü Fransız filozofu Henri Bergson (1859-1941) Le Rire (Gülme) adlı eserinde, söz mizahı konusunda şu sonuca varmıştır. Şaşırtıcı, beklenmedik, saçma bir sözü, düzenli bir cümle kalıbına sokmakla, daima komik bir sonuç alınır. Mesela; "yemek aralarında birşey yemeyiniz" gibi klişe bir sağlık öğüdünü ele alan kişi! "Ben yemek aralarında çalışmayı hiç sevmem" demiş olsa, beylik cümle kalıbı içine şaşırtıcı bir söz kattığı için, mizah cümlesi yapmış olur. Büyük şairimiz FuzOli'de, ünlü şikayetnamesinde: "Selam verdim almadılar" gibi beylik bir şikayet kalıbı arasına "rüşvet değildir deyu" gibi beklenmedik bir nükte katmak suretiyle, yüzyıllar boyu unutulmayan mizahlı cümlesini meydana getirmiştir: "Selam verdim, rüşvet değildir deyQ, almadılar". Birine "Allah selamet versin!" diyecek yerde dil sürçüyormuş gibi yaparak "Allah belanı versin!" diyen orta oyunu sanatçısı da, aynı mizah kuralından faydalanmış olur. Mecazlı anlamda kullanılıyonnuş gibi gösterilip, esas olarak yalın bir tarzda kullanılan bir SÖZ veya cümle de her zaman güldürücü olur. Çünkü, bu gibi hallerde biz kendimizi mecaz mantığına alıştınnış iken, birdenbire sözün gerçek anlamı ile karşılaşır, irkilir ve güleriz. 273 Aynı güldürücü hava, fnecazi anlamı olan deyimlerin çıplak, düz manalarını düşündüğümüz veya bu durum bi272 Ahmet Kabaklı, Türk Edebiyatı, Emek Gazetecilik Yay. İstanbul 1983, s. 160. 273 Ahmet Kabaklı, y.a.g.e, s. 101.


Kültür

Sömürgeciliği

ve

Eğitim/

157

ze (söz, yazı ve karikatürle) ima edildiği zaman da görülür. Mesela: "Zavallı gelin duvağına doyamadı" denildiği zaman, onun genç yaşında hayata doyamadan öldüğünü belirtmek isteriz. Oysa, deyimin sözlük manasını alırsak "Bu kadın duvağını yedi bitirdi ve yine doymadı" gibi komik bir sonuca ulaşınz 274 Mizah, Türkçe'de latife, nükte ve komik olarak ifade edilmektedir. Komik (Comique), Latince eğlence tanrısı manasına gelen Komos (Comos) kelimesinden türetilmiş­ tir. Eylence tanrısına mensup, yani eğlenceye ait demektir. Aynı kökten türeyen komedi sözüyse (Com+Oidia) eğlenceli şarkı anlamına gelmektedir. Latife ise Arapça'dan dilimize geçmiş, nezaket ve yumuşaklık veya manası gizli SÖZ demektir. Nükte, herkesin anlayamadığı kapalı sözdür.275 Henri Bergson'a göre; hislere değil, zekaya hitap eden şey komiktir. Sadece beşeri olan şeyler komiktir. Yoksa bir tabiat parçası ya güzeldir veya çirkindir. 276 Konuya birkaç örnek verecek olursak: Yedi bilgeden biri olan Bias, bazı inançsız kimselerle deniz yolculuğu yapmaktaydı. Aniden şiddetli bir fırtına çıktı. Yolcular Tann'ya yalvarmaya başladılar. Bunun üzerine Bias "Susun yahu dedi. Tanrı sizin gibi inançsız­ ların bu gemide olduğunu farkederse halimiz ne olur!" Yine yedi bilgeden olan Myson, bir köşede çekilip kendi kendine gülerdi. Bunu görenler, "Niçin böyle yalnız başı­ na gülüyorsun?" dediler. O da cevaben, "yalnız başıma olduğum için." dedi. 277 274 Mehmet Kaplan, Türk Edebiyatı, Dergah Yay. İstanbul 1983, s. 140. 275 Nihat Keklik, Filozofların Özellikleri, Doğuş Yay. lsı.anbul 1983, s. 79-80. 276 Henri Bergson, Le Rire, Ersai sur la signification du Comique, Paris 1957, s. 3. 277 Diojenes Laertius, Vies, Doctrines et Scntences des Philosophes lllustres, Paris 1965, C. 1, s. 78.


158 / Kültür Sömürgeciliği ve Eğitim

Yukardaki örneklerden anlaşıldığı üzere mizah hem üstün zeka ve hem de hazır cevaplılık istemektedir. Asıl maksadı gizlediği için kültür sömürgecilerince ve devletler arası siyasi ilişkilerde sık sık kullanılmaktadır. İlerde­ ki bölümlerde mizah, daha geniş ele alınacağından burada sadece kısa bir özet vermekle yetindik. Mizah, edebiyatta kişileri, olaylan ve durumları gülünç yönleriyle yansıtmak amacıyla kullanılır.278 Bu yönüyle mizah, bir tutumu, konuya yaklaşım biçimini ve gizli olan maksadı, farklı şekilde dışa vurmayı ifade eder. Sözlü şekliyle fıkra ve destanlarda yer aldığı gibi, halk bilmecelerinin bir kıs­ mı, tekerlemeler, maniler, karagöz, ortaoyunu ve meddah konuşmaları Türklere has, sözlü mizah türleridir. 279 Türk halk edebiyatında taşlama, mani ve destan türünde birçok mizah eserine rastlanır. Divan edebiyatında olduğu gibi halk edebiyatında da belli kişiler ve kavramlar (hayırsız sevgili, zalim bey, tembel avrat, kara baht vd.) mizah yoluyla sataşmalar, takılmalar, geniş yer tutar. Tekke edebiyatında, en belirgin mizah türü, şairlerin alaycı, taşlayıcı, rumuzlu tasavvuf görüşlerini yansıttıkla­ rı şathiyelerdir. 280 Batılılaşma hareketleri ve Tanzimat ile birlikte Türkiye'de yazılı mizah gelişti. Toplum meseleleri, devlet yönetimi ve siyasetçiler mizaha konu edildi. Şinasi, Namık Kemal, Ahmet Vefik Paşa mizahi türde eserler verdiler. Ziya Paşa'nın Zafernamesi, Şair Eşrefin taşlamaları, Namık Kemal'in Hirrenamesi, Ali Bey'in Lehçetü'l-Hakayik'i en güzel mizah örneklerindendir. Eski mizah yazılarının büyük bir kısmı güldürücü, hikmetli veya eğlenceli fıkraları içine alan Letaif kitaplarında toplanmıştır. Bunlardan başka Şeyhi'nin Hamamesi,

278 Atilla Özkırımh, Türk Edebiyatı Ans. C. 3, s. 857. 279 Biiyük lArousse, C. 8, s. 852. 280 Aynı eser, C. 8, s. 853.


Kültür

Sömürgeciliği

ve

Eğilim

I 159

Fuzuli'nin Şikayetnamesi, Kani'nin Hirrenamesi, Nefi'nin Siham-ı Kaza'sı, Şeyh Galip'in Mutayebat-ı Türkiyye'si, Kaygusuz Abdal'ın ve Yunus Emre'nin Şathiye'leri en önemli mizah eserleridir. 281 Yinninci yüzyılın başlan ile Cumhuriyet döneminde Rıza Tevfik Bölükbaşı, Ahmet Rasim, Hüseyin Rahmi Gürpınar bu konuda başarılı eserler verdiler. Milli edebiyat döneminden bugüne kadar Neyzen Tevfik, Refik Halit Karay, Ercüment Ekrem TalO, Osman Cemal Kaygılı, Fazıl Ahmet Aykaç, Orhan Seyfi Orhon, Yusuf Ziya Ortaç, Namdar Rahmi Karatay, Aziz Nesin, Rıfat Ilgaz, Ümit Yaşar Oğuzcan mizah alanında önemli kimseler oldular. Aynı dönemde mizah kapsamına giren karikatür de çok hızlı bir gelişme gösterdi. 282 Mizahın başlıcı gayesi güldürürken düşündürmektir. Bütün bunlardan anla~ılıyor ki, gülmeye sebep olan nükte, latife ve komedi arasında bazı farklar vardır. Filozof ve düşünürler, çoğunlukla nükte ve latifelere önem vermişlerdir. Çünkü, komedi denildiği zaman, daha çok jest, yani davranış ve tavır bakımından güldürü anlaşıldığı halde, nükte ve latife denildiğinde sadece söz bakımından güldürü hedef alınmaktadır. Söz manasına gelen logos'tan dolayı, nükte ve latifeler logik (mantığa hitap eden) sözler olarak görülmektedir. 283 Mizahın her zaman ölçülü ve ılımlı olanı makbuldür. Çünkü normali aşmamak şartıyla yapılan şakalar, dostların gönlünü şenlendirip, onlara serinlik verir. Ölçüyü aşan şakalar ise her zaman kötüdür. Çok şakanın gayesi, güldürmek ise de, bu aslında çirkin bir huydur. Aynca şaka edilirken alaya alınan kimsenin neşesi söner, arkadaşları arasında şerefi lekelenir. Bu tür şakalar, arkadaş ve dost281 Ahmet Kabaklı, Türk Edebiyatı, C. 1, s. 182. 282 Büyiik Larousse, C. 8, s. 853. 283 Nihat Keklik, Filozofların Özellikleri, s. 80.


160/ Kültür

Sömürgeciliği

ve

Eğitim

kin, haset ve düşmanlık tohumlarının atılma­ sebep olur. Hatta, bazı şakalar münakaşayla başla­ mış, ölümle bitmiştir. 284 Mesela meşhur Nefi (1580-1635) 1635 yılında Bayram Paşa için yazdığı bir hicviye yüzünden boğularak öldürülmüştür. Gürcü Mehmet Paşa'nın yazdığı hicviye şu lar

arasında

sına

şekildedir:

Gürcü hınzırı, a samson-ı muazzam a köpek! Nerde sen, nerde nigfilıbani-i ~lem a köpek! Ne güne kadı medet, devleti Al-i Osman Ne yazık hey, ne musibet bu ne matem a köpek! 285 Kaygusuz Abdaldan

şathiye örneği:

"Sordum suçum nedir benim Halime kılmaz nazar Bu söz senin ne hakkındır Söyleme kÜstah, der." Türk kültüründe hareketler, sözler, kafiyeli değişler, anlamalar, mantık ve gerçek dışı durumlar birbiri ardınca tekrar edilerek dinleyici ve seyircide mizahi yaklaşımı yarabrlar. 286 Nasrettin Hoca, Bekri Mustafa, incili Çavuş, ·Bektaşi, Tıfli gibi tiplere bağlanan fıkralar yanında Türle yazılı ve sözlü edebiyatında çok gelişmiş bir fıkra geleneği bulunmaktadır. 287 Birlcaç örnek verecek olursak! Nasrettin Hoca'nın yakın bir dostu ondan ödünç para istemiş, Hoca! "Para veremem, çünkü yok" demiş. Ama istediğin kadar vade verebilirim." yanlış

284 Kınalızade Ali Fi.Ahlaki A. Tercüman Yay. İstanbul 1976, s. 190. 285 Divan Şiiri Antolojisi (Haz. Halil Erdoğan Cengiz), Mili. Yay. İstanbul 1972, s. 446. 286 Ahmet Kabaklı, Türk Edebiyatı, C. 1, s. 164-185. 287 Türk Dili ve Edebiyatı Ans. Dergah Yay. İstanbul 1986, C. 6, s. 384.


Kültür Sörnürgecili!)i ve E!)itim ı 161 Bektaşi'ye sonnuşlar! "Rakıya

su ister misin?" Bektaşi: Latife olarak "Ben harama hile katmam" demiş. 288 Tanzimat döneminden mizah örnekleri. Ziya Paşa'run Zafernamesi: Edelim dikkat ile cümle tevarihe nazar Matla-ı şarktan aksa-yı ekalime kadar: Gerçi geldi nice sahipha~em ü feth ü zafer Kimseler olmadı bu feth-i mübine mazhar Ne lskender, ne Hülagü, ne Sezar ü Anibal Şair Eşreften

bir örnek:

Millete erbab-ı mansıptan biri eşşek demiş, Reddedilmez böyle bir söz, amma ki pek can sıkar... Olsa da millet eşek, eşşek diyen bilmez mi ki: Sadrazamlarla valiler de milletten çıkar Milli edebiyat döneminden örnekler: Neyzen Tevfık'in hekimlere karşı

söylediği

hiciv:

Bir hazakat-zedeyim midemi "tıb" tepti benim Kırk katır tepse yıkılmazdı bu sağlam bedenim. Yusuf Ziya Ortaç'tan bir örnek: Kesilip nefes pek erken, suya indi bizde yelken Halı konsol, ayna derken bütün ev pazara düştü Ne ocakta bir tutam ot, ne kazanda bir yudum aş. Yere mutfağın damından iki sıska fare düştü. Fazıl

Ahmet Aykaç'tan bir mizah örneği:

Hele var ki bir tablo Görse şaşar anibal 288 Fikret Madaralı, Top Patladı Onıç Bozııldu, Mars mat. İstanbul


Ördeklerden bir filo Bir de kazdan amiral Naıııdar

Rahmi

Karaıay'dan

bir örnek:

Bir kör düğii~ii gidiyor Bilıııiyor vuran çahını lfakaç serseri kiifıchor Tutıııu~lar hiitiin alanı Uzaktan bak ıııanzara lıo~. l lancı sarl10~ yolcu sarho~-·'S•J Yukarda kısa bir iz;ıh ve birk;ı\· örnek vcrdiğiıııiz mizah. Tiirk'ün manevi değerlerini yıpratıııal\ gayesiyle uzıın hir zaman için dı~ güçler tarafından uygulandı. 12 111) yılında l\ıırııl;ııı Osıııaıılı lk\'kti. 1(ı 1 ) 1 ) Karlof~·a /\ıııl;ı~nıasına bdar. Balı br~ısıııdal..i askeri \'C siyasi üsliinliiğiinii dc\'alll cııirdi. Fakaı aııidcıı Viyana önlerinde durdurulan Osmanlı. ~a~kınlığa uğradı. Fetihlere day;ınan ckuııonıil\ gii\· ı.ayıflanıaya ba~ladı. Bu dunıımla devlet, eski kudretini bzanınak i~·in çareler aramaya koyuldu. Bunlardan en iinl·ınlisi. askeri ve si\'il Avrupalı uzmanları. dcvleı lıiznıeıinc alarak Baıı'ya ula~ıııal\ıı. Bu dunıııı yerli bedene yah;ıncı ha~ ıakıııak gibi. bir monıaj olayı olduğıındaıı ıuııııadı. Bir yandan da Baıı·nııı iliın \'e ıckniği­ ni öğrcnıııek ve iilkede uygulamak maksadıyla devlet tarafından Avnıpa'ya iiğrenci gönderilmeye ha~landı. Büyiil\ kdal\i'irlıklar kar~ılı~ı J\vnıpa'ya gönderilen bu elemanlar. J\\'l'upa'ııın lı;ıyaı ıarzını ülkemize taşımaktan ba~ka bir ba~arı gösıcrcıııcdilcr. Halla, bunlardan bir kıs­ mı geri dönmeyerek. ülkemiz aleyhinde cereyan eden faaliyetlere katıldı. İ~ll' hu faaliyeılcr içerisinde en kapsamlı olanı nıiz;ılııı.

2X•!

,\lıınl'I K;ıh;ıldı. /ıiıl l.ılı·lııı·ııll.

C 1.

~. lfı-t.

16). IX).


Kültür

Sömürgeciliği

ve

Eğilim/

163

Aslında Batı'nın kültür sömürgeciliğine dayanan mizahi faaliyetleri 18. yüzyılda edebi ve felsefi sahada Volter tarafından başlatıldı. Eserlerinde İslam Peygamberi Hz. Muhammed (S.A.V.) hakkında küçültücü sözleri mizahi bir üslOpla kullanan bu filozof, işi hakarete kadar götürdü. Daha sonra Avrupah seyyahların yazdıkları seyahatnamelerde aynı sistem, müslüman Türk'ün değerle­ rini küçültücü bir tarzda devam ettirildi. 1699 Karlofça Antlaşmasıyla başlayan, Osmanlı'nın gerileme dönemi, devlet yöneticilerinin kendine güven duygularını azaltarak, her ne pahasına olursa olsun "Batı­ lılaşalım" zihniyetini hakim kıldı. Tanzimat dönemine gelindiğinde, devletin iç ve dışta­ ki itibarını azalmasına paralel olarak birtakım kurtuluş reçeteleri ortaya atıldı. Bunlardan bir kısmı ilerlememize din, dil, örf-adet ve tarih şuuru gibi değerlerin engel olduğu yönünde idi. Bunu fırsat bilen iç ve dış sömürü güçleri basın ve yayın kurumlarını ele geçirerek mizahi bir tarzda değerlerimize hücum etmeye başladılar. O günlerde A vrupa'nın en güçlü devletleri arasında yer alan ve Osmanlı topraklarında gözü olan Fransa ve İngiltere devlet aleyhindeki bu faaliyetlerin maddi faturasını üstlendiler. Tanzimat döneminde meydana gelen bu durum karşısında, toplum çehresinde bir takım değişiklik­ ler olmaya başladı. Devrin aydınlan, yazarları ve şairleri, ülkenin sosyal olaylarıyla meselelerini, e~erlerinde mizahi bir tarzda yansıtmaya başladılar. Bu mizaha bir de edebi maske taktılar. Düşüncelerini de "sanat sanat içindir" ve "sanat toplum içindir" şeklinde sloganlaştırdılar. Gerek yurt içinde ve gerekse dışarda çıkarılan g<tzete ve dergilerle bunlarda görev alan yazarlar yabancılar tarafından destek gördüler. Mesela: 1840 yılında İngiliz gazeteci Çörçil tarafından çıkarılan yan resmi Ceride-i Havadis adlı gazete 1860'ta yurt dışında Agah Efendi ve Şi-


164 / Kültür Sömürgeciliği ve Eğitim

günlük olarak yayınlarunışbr. 1868'de NaKemal ve Ziya Paşa Londra'da Hürriyet gazetesini çıkarmışlardır. Aynca Theodor Kasap tarafından çıkarı­ lan Diojen adlı dergi de bunlar arasındadır. Bu dönem tiyatro eserlerinde ise, ya vatan ve millet kavramları işlenmiş veya devlet büyükleri hicvedilmiştir. Fakat bu eserlerin çoğu Avrupalı yazarlardan çeviri veya adapte olup, genelde mizah ve güldürü teması hakimdir. Roman ve hikayelerde de aynı durum görülür ki, bu da A vrupa'nın içimize ne derece sızdığının açık ıspatıdır. Cumhuriyetin ilk yıllan istiklal savaşı zaferleri ve Atatürlc inkılaplarının heyecanı ile geçti. Daha sonraki yıllarda, milletlerarası ilişkilerin artmasına paralel olarak, A vrupa'nın sömürge faaliyeti askeri alandan iktisadi ve kültürel alana kaydırıldı. Eğitim uygulamalarında Batı tarzı tercih edildiği gibi iktisadi yönden de Avrupa örnek alındı. İç ve dışta çıkarılan gazete ve dergiler, Batı yönünde bir kamuoyu oluştururken, aşın hürriyetçi ortamdan istifade eden çeşitli sömürgeci güçler, mizah yoluyla değerleri yıprattılar. Kendilerine karşı çıkan milliyetçi güçleri de askeri ve iktisadi ihtilallerle sindirerek yollarına devam ettiler. Yabancı dille eğitim yapan okullarla, azınlık okulları bu uygulamalara içten yardımcı oldular. Çünkü bu okullardan yetişen elemanlar Batı'yı kendi ülkesine tercih ettikleri için, yabancılaşma bir kader çizgisi şekline dönüştü. Mesela, Müslüman Türk'e ait eğitim sisteminin mevcut şartlar altında ıslah edilmesi gerekirken, ilim adamı yetişme tarzından, eğitim kurumu adlarına kadar herşey atılarak yerine Avrupai olanları getirilmek istendi. Fakat bu aşı yabancı olduğundan, düzenli işleyen organların da bozulmasına yol açtı. Aynca Batı'nın, azami kar ve ferdiyetçilik esasına dayalı ekonomik sistemi hiçbir ön araştır­ maya lüzum görülmeden aynen alınarak, başta yardım

nasi mık

tarafından


Kültür

Sömürgeciliği

ve

Eğitim/

165

kurumlan ve vakıflar olmak üzere her türlü hayır kurumu yok edildi. Hatta bununla da kalınmayarak, dönemin gazete ve dergilerinde bu değerlerle mizahi bir üslupla alay edildi. Milli kahramanlarımızın gülünç ve vatan sevgisinin anlamsız olduğu her vesile ile dile getirilmeye başlan­ dı. Zamanın edip ve şairlerinin birçoğu da eserlerinde iş­ ledikleri konularla bu kervana katıldı. Mesela Halide Edip Adıvar'ın Vurun Kahpeye adlı romanında, Batı eği­ timi almış bir öğretmenle buna karşı çıkan bir köy imamı­ nın durumu mizahi üslupla değerlerimize ne derece darbe~ indirildiğini gösteren en çarpıcı misallerdir. Bu davranış­ lara karşı çıkanlar ise önce gerici, sonra da faşist ve nazistlikle suçlanarak mahkemelere sürülmüşlerdir. Bu ithal malı kafalar, kendi zihniyetlerinin devamı için, halkın reyleriyle seçilen devlet adamlarını sudan bahanelerle makamından uzaklaştırdıkları gibi, Menderes olayında olduğu gibi ipe dahi göndermekten çekinmediler. b) İnanç değerlerinin yozla~tınlması Eğitim yoluyla kültür sömürgeciliğinin uygulama metotlarından biridir. Bu usOlde, bir toplwnun iman esaslan hedef alınarak yıpratılır. Daha sonra da yabancı ideolojiler rahatça işlenir. Konuyla ilgisinden dolayı öncelikle inanç değerleri­ nin ne olduğunu ve önemini belirtmemiz gerekir. İnancın kelime manası, bir düşünceye bağlı bulunma, bir dine inanma ve bağlanmaktır. 290 Dini açıdan, Allah'ı ve ondan geleni kalben tasdik ve dil ile ifade etmektir. Tevhid ve şehadet bunun en kısa anlatımıdır. 291 Yukarda kültür tarifleri bölümünde belirtildiği gibi, inanç bir ifadenin bir kimse tarafından doğru olarak kabul edilmesidir. İnancın dört tabakası vardır.

290 Türkçe Sözlük, T.D.K. Yay. İstanbul 1992, C. 1, s. 704. 291 M. Asun Köksal, İslam İlmihali, İrfan Yay. İstanbul 1977, s. 22.


166/ Kültür

Sömürgeciliği

ve

Eğilim

1- Bir ifadenin hafızada muhafaza edilmesi. 2- Hafızada muhafaza edilen fikrin doğru olarak kabul edilmesi. 3- İnanan bir kimsenin, bu inanç yönünde açıkça hareket etmesi. 4- İnanılan fikrin doğruluğuna başkaları tarafından itiraz edildiği zaman, bu itiraza karşı gelme heyecan ve eğilimidir.

Ancak inancın üçüncü tabakasında inancı, ilmi ispatla kuvvetlendirme imkftnı, hiç bir şekilde ortaya çıkmamış­ sa, dördüncü tabakanın da önemi kalmaz. 292 Buradan anlıyoruz ki gerçek bir inanca sahip olan bir kimse inandıklarından taviz vermez. Böyle fertlerin bir toplumda çok sayıda bulunması, o toplumun her türlü dış ve iç tehlikelere karşı uyanık bulunmasının göstergesidir. Bunu çok iyi bilen kültür sömürgecileri, ilk önce, ele geçirmek istedikleri toplumların inanç sistemini yozlaştırmayı planlamakta ve mezhep ayrılıklarını körüklemektedirler. Bununla da tatmin olmayınca kalkınmakta olan ülkelerin aydın tabakasını hedef alıp din ve ilim paralelliği olamayacağını işleyerek, kendi maddi kültürlerine bağlı uydu elemanlar sağlamağa çalış­ maktadırlar. Bu konuyu uygulamakta görevli uzmanlara Batılılar tarafından oriantalist veya kamufle edilmiş manasıyla misyoner denirken, Araplar müsteşrik demekte, Türkçe'de ise, şarkiyatçı olarak bilinmektedir. Şarkiyatçılığın ne zaman başladığı kesin olarak bilinmemekle beraber, ilk defa, miladi 999 yılında Endülüs Üniversitelerinde öğrenim gören Fransız rahip İerbert, Pierrele Aenere ve Gerard de Gremone memleketlerine döndüklerinde Arapça eğitim yapan birçok üniversite kuruldu. O zamandan 18. yüzyıla kadar bu faaliyetler yavaş olarak yürütüldü. Şarkiyatçıların en fazla üzerinde dur292 Amiran Kurtkan Bilgiseven, Din Sosyolojisi, s. 8.


Kültür

Sömürgeciliği

ve

Eğitim

/ 167

duklan konu, İsHlın ve Arapça eserler olmasına rağmen, Batı sömürgeciliği dini ve siyasi sebeplerle doğunun bütün dinlerini, adetlerini, medeniyetlerini, coğrafyasını, geleneklerini ve dillerini kuşatacak şekilde genişlemiştir. 293 Batılıları şarkiyatçılğa sevkeden başlıca sebebin din ve inançlar olduğunu anlamak için, fazla düşünme ve araş­ tırmaya gerek yoktur. Oriantalizm, yukarda belirttiğimiz gibi rahiplerin misyonerlik faaliyetleri şeklinde başlamış ve zamanımıza kadar farklı şekillerde, yürütülerek gelmiştir.

Burada gaye, Batılılarca hristiyanlığın tek hasmı telfili edilen İslamın etrafında şüphe toplamak, hakikatleri değiştirerek tesiri altında kalan milletlere, İslamın bu kadar yayılmaya ve itibar edilmeye değmez bir din olduğunu kabul ettinnek"tir. Dahası, müslümanların vahşi, hır­ sız ve kan dökmeyi seven bir topluluk olduğunu, dinlerinin, ruhi yükselişten uzak, cinsi duygulan teşvik eden bir din olduğunu yaymak esas hedefleridir. İlk şarkiyatçılar birer din adamı olarak, Batı kültürü almış, müslümanlann dinlerini kötü göstererek inanç esaslarını zaafa uğratmak, İslam medeniyeti ve değerlerini, ilim ve edebiyatını küçük düşürmek için çalışmışlardı. Böylece dini hürriyete büründürdükleri, fakat aslında sömürgecilik savaşları olan haçlı seferlerini düzenlemişlerdir. Haçlı savaştan yenilgiyle sonuçlanmasına rağmen, İslam ülkelerini elde etmekten ümitlerini kesmemişler, bu memleketlerin, kuvvet noktalarını zayıflatmak, zaaf noktalarından istifade etmek için itikad, adet ve tabii servetlerini araştırmaya koyulmuşlardır. Bu metotla siyasi hakimiyeti elde ettikten sonra, ruhi ve manevi kuvvetleri zayıflatmak, elimizdeki değerlere şüphe düşürmek, korkaklık ve kararsızlık meydana getirmek hedeflenmekteydi. Böylece, Ban'run kucağı293 Mustafa Esbai, Miisterrikler ve Hedefleri, s. 15; (fere. Kamil Çobanbcyli).


168/ Kültür

Sömürgeciliği

ve

Eğitim

na düşen, ahlaki ölçü ve idealleri onlarda arayan, köleleş­ miş milletler meydana gelmiş olacaktı. 2 94 Kültür sömürgeciliğinin inancı yozlaştırrna yolların­ dan biri de, din değiştirerek, sözde müslüman ve din adamı gibi görünen yabancılar tarafından İslamiyetin kundaklanmasıdır. Bu gibi fertler, İslamiyete kasten hurafeler sokarak, onu ilimle bağdaşmayan, hatta dinimizin öz değerleriyle dahi ters düşen bazı safsatalarla bozmuşlardır. Matbaanın mevcut olmadığı devirde, İslam düşünürleri tarafından yazılmış el yazması eserlere, bazı saçma ilaveler bile yapabilmişlerdir. Hatta bu ilaveler Hz. Peygamber'e (S.A. V .) ait hadislere de adeta bir yama gibi işlen­ meye çalışılmıştır. Bundan dolayı, bazı büyük İslam düşünürlerinin 20. asrın bilgi felsefesine uygun düşen eserlerinin yanı sıra, yine onlara atfedilen hurafelerle dolu kitaplar günümüze kadar gelmiştir. Evrimle ilgili görüşler gibi. Türk İslam kültürünün, ideal kültür sentezine imkan veren değer hükümlerinden koparılmasında, İslamın dış­ tan içe kundaklanması demek olan misyonerliğin önemli bir rolü olmuştur. Türk aydınlarının İslamın öz değerleri­ ni bilmeyişleri, misyoner olup da, din adamı sıfatına bürünen ajanların kimliğini teşhis edebilmelerini zorlaştır­ mıştır.295

Hristiyan misyonerler, aynca ihtilafları körükleyerek, bütünlüğü sağlayan öz yerine, düşmanlıklara dayanan ihtilaflar meydana getirmişlerdi. Halbuki mezhep, gidilen yol anlamına gelen Arapça bir kelimedir. İslam dininin itikadi ve ameli sahadaki düşünce ekolleri olan mezhepler, genel manada, bir şahıs ve şahsa uyan topluluğun Kur'an ve Sünneti farklı anlayış şekillerini yansıtmakta­ dır. Kültür sömürgeciliği, bu anlayış farkını, etnik bölü294 y.a.g.e, s. 18. 295 Amiran Kurtkan Bilgiseven, Din Sosyolojisi, s. 479.


Kültür

Sömürgeciliği

ve

Eğitim/

169

cülük olarak yaymaya çalışmaktadır. Şii, alevi, sünni bu konudandır. Temelde inanç farklılığı olmadı­ ğı için, bu anlayış farklarını büyüterek sömürgecilerin oyununa gelmemek gerekir. Gıda ve yardım adıyla Hristiyan misyonerlerin Afrika'da din yaymaları bu konudanfarklılığı

dır.

Böyle faaliyetlere karşı en iyi tedbir, genç nesillere kendi kültür değerlerinin üstün vasıflar taşıdığını kabul ettirmektir. Bunu sağlamının tek yolu milli ve manevi değerleri ihtiva eden bir eğitim politikasından geçmektedir. Buna bağlı olarak, modem ilim anlayışı ile maddi ve manevi inanç faktörlerini ihtiva eden bir eğitim politikası uygulanmalıdır. Böylece şahsiyetli, vatan ve milletini seven ve bunu davranışlarıyla ifade etmekten çekinmeyen nesiller yetiştirilmiş olacaktır. Neticede gençliğe maddi doygunluk yeriİıe ilim-din paralelliğini esas alan manevi doygunluk ideali benimsetilecektir. Bu da, istismara kapalı, geniş bir dünya görüşüne sahip nesiller yetiştirmek dernektir. En ilkel cemiyet hayatından en moden devlet hayatı­ na kadar gelişerek bugüne ulaşan insan, hayat ve kainat olaylan karşısında zayıflığını kavramış, güçlü bir kuvvete sığınmak ihtiyacını duymuştur. İşte bu ihtiyaç çeşitli inanç sistemlerinin doğmasına sebep olmuştur. Böylece din denilen müessese ortaya çıkmıştır. Din herşeyden önce ruhumuzla sezdiğimiz ve akıl ile düşünüp kabul ettiğimiz ilahi bir kanundur. İnsan bu kanunu, sanat, ahlak ve duygu gibi özellikleriyle kavrayarak, kabul ve tasdik eder. Din insan ruhunu yücelten ve onu en üstün yaratık haline getiren ilk sebep arayışının en tatmin edici izahıdır. Yok olmaktan, hiçliğin karanlıkları­ na gömülüp gitmekten ürperen insanın, sığındığı güvenilir liman ve insan vicdanında yaşayan inanma ihtiyacının en parlak görüntüsüdür. 296 296 Ali Fuat Başgil, y.a.g.e, s. 68.


170 ı Kültür SömürgeciliOi ve EOitim

inancın çeşitli tabakaları olmasına rağmen, en önem-

lisi, inanılan mesajın doğruluğuna yapılabilecek itirazları ilmen çürütebilmedir. 297 Ruh, melek. cennet, cehennem, ahiret hayatı ve Allah'ın varlığına tarih boyunca olduğu gibi, bugün de itiraz edenler vardır. Bu tür itirazlar ilmin rehberliğinde çürütülebilirse. gerçek inanç tabakasına ulaşılmış olur. Günümüzde maddi ilimler hızla ilerlemektedir. Bu sayede insan. maddeyi adeta hakimiyeti altına almıştır. Artık her olayın arkasında bir sebep aranmakta ve böylece tabiat olayları pozitif kanunlarla izah edilmeye çalışıl­ maktadır. işte, metafizik kavramlar için de, aynı metot takip edilmekte ve tabii olarak olumsuz neticeye ulaşılmak­ tadır. Buradaki hata. her olayı tabiat kanunları çerçevesinde sebep-sonuç ilişkisine bağlamaktır. Halbuki dünyamız, kainat içinde çok küçük bir gezegendir. Böylece dünya içinde gerçekleşen olaylan genelleştirmek insanı yanlışa sürükler. Mesela, yerçekimi kanunlarını aya uygularsak netice olumsuz çıkar. Aynı durum zaman kavramı için de geçerlidir. Zaman hareketin varlığıyla ortaya çıkar. Hareketin olmadığı yerde zaman da yoktur. O halde izahı ve çözümü olmayan olaylar inanmayı teşvik eder. Bugün medeniyet ile din arasında bağlantı olduğu kabul edilmiştir. insanlığın mutluluğunun madde-ruh dengesi sayesinde sağlandığı, inançsız toplumların uzun süre yaşayamayacağı açık misalleriyle ortadadır. 298 İnsanlığın eski imparatorluklardan sonra meydana getirdiği en büyük medeniyet olan Avrupa medeniyeti, beş asırlık parlak bir dönemden sonra bunalıma girmiştir. Bu durum Batı'yı örnek almış olan Türkiye'yi de etkilemek297 Amiran Kurtkan Bilgiseven, Sosyolojik Açıdan İsldnıiyet ve İsldmt Kavramlar, Filiz Kit. İstanbul 1992, s. 7. 298 Osman Turan, Tarihi Akışı İçinde Din ve Medeniyet, s. 9.


Kültür Sömürgeciliği ve Eğilim I 171

tedir. Yalnız, bizdeki bunalımı tamamen Avrupa medeniyetinin eseri saymak yanlıştır. Çünkü biz henüz Batı medeniyetini kendimize mal ederek yeni bir kültür yaratmış değiliz. Tarih ve sosyoloji, her yabancı kültürün tesiriyle meydana gelen değişmelerin, milli değerler üzerinde sarsıntı yapacağını ortaya koyan örneklerle doludur. Böyle bir sarsıntının milli bünyeyi tahrip etmemesi için, ilim ve ülkü sahibi aydınların rehberliğine ihtiyaç vardır. Fakat bugün, yüksek mevkilerde bulunan aydınlarımızın kendilerine düşen rehberlik görevini yaptıklarını iddia edemeyiz. Bu durum, Tanzimat'tan bu yana hiç değişmeden devam etmektedir. Halbuki tarihin tecrübelerinden faydalanarak, Avrupa medeniyetinin ilmi metotlarını kullanmak sıiretiyle, yeni ve yaratıcı bir kültür ve medeniyet meydana getinnek şansımız vardı.299 Bu şansı kullanamadığı­ mız gibi, Batı'nın bütün kurumlarını alarak ve inançları­ mızdan taviz vererek kalkınacağımızı zannettik. Ama yine de Batı tarafından kabul edilmedik. Çünkü teşhis yanlıştı. Aslında A vrupa'nın Türk milletine kin duymasının sebebi Türklerin müslüman olmalarıdır. Bu kin, daha Türklerin Anadolu'ya ayak bastığı 1071 Malazgirt zaferiyle başlamış ve bugüne kadar artarak devam etmiştir. Müslüman Türklerin insan sevgisi ve adaletli yönetimi, kısa zamanda büyük devletler kurmalarını sağlarken, sömürgeci A vrupa'nın da önüne set çekmiş oluyordu. Onun için Avrupa, asırlar boyu, Türk'ü imha etmek için haçlı seferleri düzenledi. Bununla da tatmin olamayınca, hedef olarak müslüman Türk'ün inanç değerlerini seçti. Sömürgeciliğin uygulama metotları olan alıştırma ve telkin ile inanç değerlerini zayıflatarak amacına uluşmaya çalıştı. Şunu iyi bilmek gerekir ki, hemen her devirde ve her memlekette inançlılar ile Allah'ı irıkir edenler görülmüş-

299 Osman Turan, Tiirkiye'de Manevi Bııhran, s. 16.


172 / Kültür SömürgeciliOi ve EOitim

inanç değerlerinin tenkide uğraması 18. yüzrastlar. Bu işin öncülüğünü Ansiklopedistler ile materyalistler yapmışlardır. O devirde devlet, hükijmet, din ve cemiyet kurumlarını baştan aşağı tenkid edenlerin başında Diderot (1713-1784) D'Alembert (1717-1783) ve Voltaire (1694-1778)300 gelmektedir. 19. yüzyılda bunların yerini Pozitivistler ile Marxistler almış­ tır. Bunlardan bazıları Hegel (1770-1831), Hamilton (1788-1856) Auguste Comte (1798-1857), Nietzsche (1844-1890) vs.'dir. 30 ı Bizde inkarcılık, meşrutiyet yıllarında Batı taklitçiliği ile başlamıştır. Bu tarihlerde İçtihat mecmuası etrafında toplanan inkarcılar, adeta Fransızların tercümanı olmuş­ lardır. Tanzimatla beraber ilim ve sanatta Batıcılık başla­ yınca, A vrupa'daki bütün felsefi akımlar Türkiye'ye girmiştir. İşte bu akımlar içerisinde bizi en çok etkileyeni pozitivizm olmuştur. 302 Bu akım, ülkemize girişiyle beraber, bütün kurumlan alt üst etmiştir. 1699 Karlofça Anlaşması ile Batı'da fetihler durunca, ekonomik yapı bozulmuş, bunu diğer kurumlardaki bozulmalar takip etmiştir. O güne kadar bütün müesseselere hakim olan İslam'ın tevhid esası, Batı'daki rönesans ve refonn hareketlerine sırt çevrilince devletin çeşitli kademelerinde görevlendirilen Avrupalı uzmanlar, yaptıkları tahribatlarla inanç esaslarının bozulmasını çabuklaştır­ mışlardır. Tanzimatçılardan Mustafa Reşit ile Ali ve Fuat Paşa'lann Batıcılıktan Osmanlı devletine yön veren inanç müesseselerinin büsbütün bozulmasına yol açmıştır.303 tür.

Batı'da

yılın ortalarına

300 Ali Fuat Başgil, y.a.g.e, s. 25. 301 Hallın Bilse!, Allah Vardır, Yağmur Yay. İstanbul 1985, s. 21. 302 S. Hayri Bolay, Türkiye'de Ruhçu ve Maddeci Görüşün Mücadelesi, Töre Devlet Yay. İstanbul 1979, s. 51. 303 Enver Ziya Karal, Gülhane Hatrı Hümayunu'nda Batı'nın Etkisi, xxvnı. 112, 1964, s. 591.


Kültür

Sömürgeciliği

ve

Eğitim

/ 173

Böylece iştahı iyice kabaran Avrupa, devleti yıkıncaya kadar bu faaliyetlerini devam ettirmiştir. Sonunda Türk milletindeki sağduyu ve mücadele aşkı Batı karşısında Türkiye Cumhuriyeti'ni kurmayı başardı. Fakat Türk milletini tarihten silmeye azmetmiş olan Batı, bu defa yıkıcı faaliyetlerini Türkiye Cumhuriyeti'ne yöneltti. Daha önce azınlıkları kışkırtırken, onların bağımsızlıklarını kazanmalarından sonra, taktik değiştirerek mezhep ayrılıklarını körüklemeye başladı. Bu arada İslfuniyetin geri kalışımı­ zın tek sebebi olduğunu telkin ederek inanç değerlerini zorlaştırmaya başladı. Bir taraftan da emik aynlıkları körükleyerek bir taşla birkaç kuş vurmayı hedefledi. Bizde inanç yozlaşmasına yol açan önemli faktör, İslam'ı iyi bilmemekten kaynaklanmaktadır. Batı'nın istismar ettiği Alevi-Sünni ayrılığı da temelde İslam dininin iyi bilinmemesine dayanmaktadır. Hz. Ali ile Muaviye'nin mücadelesine dayanan Alevi ve Sünni meselesi, bizde Yavuz Sultan Selim zamanında su yüzüne çıkmıştı. Bu ayrılığın sebebi ise dini değil, daha çok siyasidir. Peygamber ailesi olan Ehl-i Beyt'i sevmeyen bir sünni düşü­ nülemez. Bunun en önemli ispatı sünniler arasında Muaviye, Mervan, Haccac ve Yezit adlarına rastlanmaması­ dır.304 Aynca, Cumhuriyet döneminde dini eğitimin ihmal edilmesi hem manevi bağlan zayıflatmış ve hem de bu önemli müessesenin yıpranmasına yol açmıştır. c) Milli Değerlerin Yozlaştırılması Toplumları millet yapan ve insanlık alemindeki yerlerini tayin eden özelliklerin başında kendilerine ait milli değerleri gelmektedir. Bu değerlerin zaman içinde gelişip serpilmesi, nesiller arasındaki birleştirici kültür bağları304 Bu konuda daha geniş bilgi için bakınız, Amiran Kurtkan Bilgiseven, Türkiye'de Milli Birliği Bozan Ayrılık, Türk Dün. Araş. Vak. Yay. İstanbul 1991.


174 I Kültür nın

Sömürgeciliği

ve

Eğitim

gücüne dayanır. Bu

bağlan

güçlendiren·tek

vasıta

ise

eğitimdir.

Manevi değerler, bir milletin kültürünü başkalarının kültüründen ayırt ettiren ve ona kendi özelliğini veren kıymet hükümleri, inançlar, ortak ülküler, dil, tarih şuuru ve milli felsefe gibi bazı manevi unsurlardır. Bu unsurlar, en büyük grup olarak vasıflandırabileceğimiz, milli devlet sınırlan içindeki cemiyetin dağılmasını önleyen, pekiştirici ve kaynaştırıcı elemanlardır. Şu halde, bu unsurlar milliyet duygusunu besleyen çok önemli manevi kültür unsurlarıdır. Nitekim, millet denilen sosyal grubun tarifini meydana getiren üç şart da, manevi değerlerle ilgilidir. Çünk.--0, aynı dine inanan, aynı dili konuşan, müşterek ülkülere bağlı olan insanların meydana getirdikleri gruba millet denilmektedir. Fakat millet, bir kan grubu değil, daha ziyade, aynı kültürü paylaşan insanların meydana getirdiği bir bütündür. Nitekim, kendi tarihinin şuurunda olmayan, milletinin inançları ile alay eden, milli hayat felsefesi ve değer hükümlerini hor gören bir kimse, damarlarında aynı kanı taşısa da o millete ait olamaz. Şu halde kültür değerleri, bir toplumu millet yapan birleştiri­ ci faktörlerdir. 305 Yukarıdaki birleştirici faktörleri tek tek ele alacak olursak, bunların millet hayatındaki önemini daha iyi kavramış oluruz. Öncelikle din, bir milletin kendisine has olan iman ve inanışlar sistemidir. Din, önemli ve küçümsenmeyecek, dikkate değer bir kültür unsurudur. Bilhassa eski devirlerde, asırlar boyu bu kültür unsuru ön planda bulunmuş ve diğer kültür unsurlarını gölgede bırakmış, onları adeta baskı altına almıştır. Klanlardan günümüze kadar insan cemiyetleri baş unsur olarak, bu din değerinin hakimiyeti altında varlıklarını devam ettirmişlerdir. Milliyetçilik çağında milletler, en gelişmiş cemiyetler olarak ortaya çı305 Amiran Kurtkan Bilgiseven, Sosyoloji, s. 93.


Kültür Sömürgeciliği ve Eğitim I 175

kınca, din.in diğer kültür unsurları üzerindeki rolü nisbeten azalmıştır. 306 Fakat yine de toplum yapısı üzerideki birleştirici kaynaştırıcı rolü devam etmiştir. Hatta ferdi tutumlardan sanat ve örf Metlere kadar çeşitli faaliyet sahalarında varlığını devamlı hissettirmiştir. Bu özelliğin­ den dolayı (din birlikleri) camialar meydana gelmesine setiep olmuştur. Yahudi, Hristiyan ve Müslüman toplulukları gibi. İşte böyle bir güce sahip olan din müessesesi, gerek iç ve gerekse dış güçler tarafından, çeşitli metotlar uygulanarak yıpratılır. Bu metotlardan bazıları, dinin ilim ve teknik sahada ilerlemeye engel olduğu fikrini bir milletin genç nesilleri arasında yaymak, dini değerleri asıl manasından saptırıcı eserleri bol ve ucuz olarak piyasaya sürmek ve dinle ilgili birtakım müesseselerle görevlilerin yaptıkları hataları, dinin özüne mal etmeğe çalışmak vs. gibi. Ortak ülküler, milli birlik ve beraberliği devam ettirici olan, geçmiş ve gelecekle ilgili bir takım düşüncelerin, bütün fertlere vazgeçilmez bir ideal olarak benimsetilmesidir. Ortak bir hayat tarzı ile örf ve adetlerdeki uygunluk, cemiyet üyeleri arasındaki fark idrakinin yok edilmesini ve yerine cem idrakinin konulmasını sağlar. Meseleyi dil bakımından ele alalım. Eğer bir milletin fertleri devamlı surette değiştirilen ve dilin yapısına uymayan kelimelerle konuşmak mecburiyetine tabi tutulursa, dil insanları birleştirme kudretini kaybeder. Halbuki dilin en büyük görevi, kültürün nesilden nesile ak"tarılma­ sım ve zenginleşmesini sağlamakbr. Böylece dil, fertlere biz şuurunu aşılar ve onları bir grup halinde bir araya toplar. Bundan ötürü, dilin bozulması, biz şuurunun ortadan kalkmasına ve milli birliğin zayıflamasına yol açar. 307 Tarih şuuru ise, bir milletin kendisine has kültürünün,

re

306 Muharrem Ergin, Tiirkiye'nin Bııgiinkii Meseleleri, s. 8. 307 Amiran Kuı1kan Bilgiseven, Sosyoloji, s. 94.


176 / Kültür

Sömürgeciliği

ve

Eğilim

ve kültür potansiyelinin çağlar içindeki fiil ve hareket haline gelmiş şeklidir. Bu şuur, içinde hem diğer kültür unsurlarını taşır ve hem de fertleri birbirine bağlayan çok önemli sosyal akrabalık bağları­ nı teşkil eder. 308 Dernek ki tarih şuuru, bir milletin kendi varlığının köklerini tanımak ve hayat potansiyelini aydın­ lattnaktır. Yani geçmişteki olaylardan ders alıp, geleceğe yön vermek tarih şuurudur. Eğer bir milletin fertlerinde tarih şuuru yerleşmemişse, bu toplum bağımsızlığını uzun süre koruyamaz. Milli felsefe, cemiyetler içinde her konuda bilgi sahibi olma çabasıdır. Felsefe ise, tabiat hakkında toplu bir görüşün araşbrılrnası, geniş bir izah denemesidir. Aynı zamanda, hem ilimlerin özeti ve tamamlanması, hem de genel iliındir. 3 ® Felsefe, maddi ihtiyaçların zorlamadığı ve mecbur et·rnediği, menfaatsiz, zararsız, karşılıksız bir düşünüştür. Felsefe ilimle çelişkiye düşmemek şartıyla, ruhumuz için daha ümitli, daha teselli verici, daha çok saadet bağışlayı­ cı, büsbütün yeni teoriler ortaya atabilir. Zaten, felsefenin görevi bu gibi teorileri ve görüşleri arayıp bulrnakbr. Felsefenin değeri, bir taraftan rnüsbet ilimlerle ahenkli olmasının derecesiyle, diğer taraftan ruhlara büyük ümitler, teselliler ve saadetler vermesiyle ölçülür. 310 Milli felsefe, dinin özünü teşkil eden prensiplerin ve akidelerin benimsenmesi ile ortaya çıkan yaygın bir hayat görüşü halinde, milli kültürün unsurlarından birini meydana getirebilir. Mesela, Türk-İslam kültürünün özünü teşkil eden bütünlük (vahdet) esası, cemiyeti, parçalanması dince men edilmiş ve birleştirilmesi emredilmiş bir kültür

tavrının

yürüyüşü,

308 Muharrem Ergin, y.a.g.e, s. 9. 309 Alfred Webcr, Felsefe Tarihi (Çev. H. Vehbi Eralp) Remzi Kit. İstanbul 1964, s. 1. 310 Ziya Gökalp, Türkçülüğün Esasları (Haz. Mehmet Kaplan), s. 185.


Kültür Sömürgeciliği ve

Eğilim

I 177

realite olarak tanıbr. Bu prensip bir hayat görüşü halinde, milleti teşkil eden bütün fertler tarafından benimsendiği takdirde, ortaya çıkan milli kudret, din unsurunun, millet kavramının tarifi içinde yer almasının ne kadar haklı bir gerekçeye dayandığını açıkça ispat ettniş olur. 3 ı 1 Dinin özünü teşkil eden birlik akidesi, çeşitli sebep ve kuvvetlerce bozulunca, milli felsefe de anlamını yitirir. Kültür milleti meydana getiren sosyal müesseseler bütünüdür. Kültürün olmadığı yerde milletin mevcut olamıyacağını bilmek gerekir. Millet ve kültür öyle iki kuvvettir ki, birbirlerinin hayat kaynağını teşkil eder. Millet kültürü meydana getirir, kültür ise, milleti yaşatır. Kültür değerleri, millet tarafından zenginleştirilip yükseltilirken, kültür de millet topluluğuna hız vererek ona yeni ufuklar açar. Kültür değerlerinde meydana gelen değişiklikler, önemli sosyal hareketlere kaynaklık ettiği gibi, siyasi ve iktisadi faaliyetler de, kültüre yeni istikametler çizer. Milli h~mleler, millet değer ve işbirliğinin ortak ürünleridir. 3ı2 Çeşitli yollardan yabancı tesirlere maruz kalan bütün kültürlerde dış baskılara dayanma bakımından, aynı sağ­ lamlığı beklemek doğru değildir. Burada, yabancı k'"Ültürlerle yerli kültür arasında büyük bir mücadele görülür. Sağlam değerlere dayarımayan kültürler, temsil ettikleri milletlerle beraber, tarih sahnesinden silinip giderler. Ancak, manevi temellere dayalı bir dini anlayışla, insani değerleri yansıtan sanat ve edebiyabn yaşattığı milli kültürler varlık hakkına sahip olurlar. Batı medeniyetine dahil milletlerin, hukuki, iktisadi tutumları, sanat ve edebiyatlarındaki ayrılıklar, milli kültür farklarını ortadan kaldıra­ rak bir toplum haline gelmelerini engellemiştir. Diyebili311 Amiran Kurtk:ın Bilgiseven, Sosyoloji, s. 94. 312 İbrahim Kafesoğlu, Türk Milliyetçiliğinin Meseleleri, Devlet Kit. İstanbul 1970, s. 61.


178 / Kültür SömCl'geciliOi ve EQitim

riz ki millet ve kültür değerlerini tayin edici unsur milli kültür olup, büyük, küçük her olay ondan kaynaklanmaktadır. Gelecek ile ilgili her neticenin temel faktörünü milli değerlerde aramak llıımdır. 313 Her millet, tamamen kendine mahsus, maddi ve manevi milli değerlere sahip olmalıdır. Milli kültür dediği­ miz bu değerler, onun varlığının garantisi ve geliştirme­ ye mecbur olduğu faktörleridir. Hayat zevk ve heyecanını onlarda bulduğu, birlik şuurunu onlarda tattığı ortak kıy­ metlerdir. Kendi milletinin ruh ve fikir yapısı yönünde doğup gelişen ve olgunlaşan bu değerler, o milletin tarihi ile boy ölçüşecek kadar eski ve köklüdür. Yaşanan uzun asırlar ve devirlerle, ortak hatıralar neticesinde milli kültürler, şekil almış, gelişmiş ve büyümüştür. 314 Bizim değerlerimiz, kültür kavramının bütün elemanlarına sahip, onlan ihtiva eden, mazisi derin, köklü, renkli ve çok zengin dünya kültürlerinden biridir. Onun için, dünya milletlerinin kıskançlık ve düşmanlığına muhatap olmuş, çeşitli sömürgecilik metotlarıyla tesir altına alın­ maya çalışılmıştır. Bu tahribatlann önlenmesi için, din, dil, tarih, edebiyat ve sanat dallanru ihtiva eden programların, eğitimde yer alması şarttır. Aynca, kitle haberleş­ me vasıtalarından olan radyo, televizyon, kitap ve gazetelerin bu kültür değerlerinin tanıtılması ve korunması yönünde geniş faaliyetlere ginnesi gerekir. Kendi kültürünü hor gören kadrolar ve ders programlan milli değerlerin bozulmasına ortam hazırlayacağın­ dan, kültür sömürgeciliğine destek görevi yapmış olacaktır. Onun için, yukarda isimlerini saydığımız kitle haberleşme vasıtalanrun, kültürümüzü kuvvetlendirmek, yabancı milletlere tanıtmak ve üstün taraflarını açıkça orta313 İbrahim Kafesoğlu,y.a.g.e, s. 63. 314 Emin Bilgiç, Kiiltiir Davamız, s. 170.


Kültür

Sömürgeciliği

ve

Eğitim

I 179

ya koyacak programlar yapmaları ve devam ettinneleri gerekir. · d) Tarihi Değerlerin Yozlaştırılması Tarih, bir milletin hafızasıdır. Bu hafızadan mahrum olan milletler, yıkılmaya mahkOmdur. İnsanlar, fert ve cemiyet olarak atalarına ve onların hatıralarına sevgi, saygı ve ibret duygulan ile bağlanmalı­ dır. Zira, herkes tarihi değerlerin atalarının maddi ve manevi mirası olduğunu b.ilir ve kendi varlığının, hürriyeti~ nin sebebi sayar. Bundan dolayıdır ki ilkel toplumlar, atalarını ilahlaştırarak inanç sistemleri meydana getinnişler­ dir. Bu duygu, nihayet bütün varlıkların kaynağı olan Allah'a yönelmiş ve dinler ortaya çıkmıştır. Yazıya henüz sahip olmayan ilkel kavimler veya eğitim görmemiş halk kitleleri, tarih ihtiyacıni hafızafarda yaşayan rivayetler, efsaneler, hikayeler, menkıbeler ve destanlar ile karşılar­ lar. Atalann hayatına ve kahramanlıklarına ait hikaye ve rivayetler zamanla büyüyüp yayılarak destan haline gelir ki, bu artık milli cemiyetlerin meydana gelmesi demek.tir. Böylece millet, canlı bir uzviyet halin~e teşekkül edince tarih başlar ve sözlü rivayetlerin yerini alır. Bu sebepledir ki efsanede tarih, tarihte ise efsane izleri görülmeye baş­ lar. Tarih, böylece yalnız atalara ve onların manevi mirasına bağlılık olmayıp, insani duygulan da ihtiva eden büyük bir ırmaktır. Milletlerin teşekkülü ve vatan şuurunun yükselmesi de tarihe bağlıdır. Çünkü bir milletin tarihi ve destani hayat macerası, onun değer anlayışını belirler. Ataların mezar ve türbeleri, efsaneler, hikayeler, menkı­ beler, destanlar vs. gibi tarihi değerler, toprak parçalanru kutsallaştırarak ziyaretgah haline getirir. Bu suretle, milli vicdanla canlanan ve desteklenen yurt, vatan haline gelmiş, insanla toprak kaynaşmış olur. Medeniyet seviyesi ilerledikçe, milletlerin tarihi hatıraları, milli kültür ve manevi mirası, edebiyat ve sanatları, destan ve halk hika-


180/ Kültür SömürgeciliOi ve EOitim

yeleri, dil, din, ahlak ve mefkOresi, hukuk, örf ve adetleri, en değerli ata yadigarı olarak, yeni şart ve metotlarla işle­ nerek tarihi hazineleri zenginleştirir ve mazi ile istikbfili 3 ı 5 kaynaştım.

Bundan dolayı din, dil ve sanatla birlikte, kültür ve tarihi değerler bir millete, mensubiyet şuurunu vererek milliyetçiliğin temelini teşkil ederler. Her millet, tamamen kendine mahsus tarihi değerlere sahiptir. Milli kültür içinde yer alan bu değerler, onun varlığının, geleceğinin temeli; korumaya, yaymaya, geliştirmeye mecbur olduğu, hayatının zevkini, hazzını, heyecanını onlarda bulduğu, birlik şuuru ve idrakini onlarda tattığı müşterek değerler­ dir. Kendi milletinin ruh, fikir, duygu yapısı ve tekamülü yönünde doğup gelişen olgunlaşan bu değerler, milli kudretin sembolleşmesidir. Bu kudrette her milletin eski ve yeni nesillerinin fikir, ilim, çeşitli sanat ve zenaat erbabı­ nın ayn ayn payı vardır. Yaşanan uzun asır ve devirler, ortak hatıralar neticesinde milli kültürlere şekil vermiş ve uzun zaman içerisinde anonim özellik kazanarak millileş­ miştir. Şu halde kültür, ait olduğu milletin kafasında ve ruhunda şekillenerek, milli ve tarihi değerlerin kucağında büyüyüp serpilme özelliğini kazanır. 3 ı 6 Tarih, beşeriyetin mazisi boyunca insanların yaptıkla­ rını anlattığından, geçmiş nesillerin hayat ve davranışları hakkında bilgiler vererek, bize tecrübe hazinelerinin adeta anahtarlarını bahşeder. Eğer bu anahtarların değer­ lerini idrak edemezsek değerlerimizden kopacağımızdan dolayı başkalarına yem oluruz. Tarihsiz bir milli kültür ve kültürü olmayan bir milli tarih söz konusu değildir. Tarihi değerler cemiyetlerde, milliyet fikrinin doğması ve geliş­ mesinin en önemli kaynağı olmuştur. 315 Osman Turan, Din ve Medeniyet, Nakışlar Yay. İstanbul 1980, s. 63-64. 316 Emin Bilgiç, Milli Kültiir Davamız, s. 170-171.


Kültür Sömürgeciliği ve Eğitim/ 181

Tarihte milliyet fikri, insan kanı ile sulanan ve asır­ asıra boy atan bir ağaç görüntüsündedir. Onun tohumlarına ilkçağda rastlıyoruz. Ortaçağda Roma İmpara­ torluğunun parçalanmasıyla millet kavramı belirmeğe başlar. Millıyet fikri, tarihin ilk çağlarında bir tohum, Ortaçağ'da bir fidan, zamanımızda ise gölgesini bütün dünyaya salan bir ulu çınar gibidir. Tarih, bu ağacı devirmek için, köküne vurulan her baltanın kırıldığına şahitlik etmektedir. Çünkü asırlar boyunca insan topluluklarının en büyük özlemi, tam bağımsızlığa kavuşmaktır. Böylece insan, fani varlığının ötesinde ölümsüzlüğe ulaşmakta­ dan

dır. 317

Tarihi değerler, bir yandan milliyet fikrinin kökleş­ mesine hizmet ederken, diğer taraftan devletin devamlılı­ ğını sağlar. Mesela; Türk miletinin tarih sahnesinde yer alışından itibaren, varlık seyrini değişik coğrafi çevrelerde devam ettirmesinin en önemli sebebi, tarihi değerlere bağlılık ve kültür birliğini sağlamış olmasıdır. Bu bağlılık, ecdada saygı ve vatanı kutsallaştırma ile başlar. Nitekim eski Türkler, atalanna birçok milletlerden daha çok bağlıydılar. Mesela, Göktürkler, atalarının çıkış yeri olan Ergenekon'u her yıl devlet başkanı ve idarecilerle ziyarete gider ve orada kurban keserlerdi. Yani bir nevi dini tören yaparlardı. 318 İslamın getirdiği sıla ziyareti (Sı­ la-i Rahim) bu davranışlara kalıcılık, kudsiyet kazandırdı. Hatta bugün mezar ziyaretlerinde ve türbelere dua ve adaklarda bulunmak ve bayramlarda büyükleri ziyaret etmek, ecdada saygının günümüze yansımasından başka birşey değildir.

Fakat kültür

sömürgeciliği,

bütün bu değerlerin kitle ve eğitim yoluyla, yozlaşmasına zeMesela, tarihi mezarlıkların yıkılarak,

haberleşme vasıtaları

min

hazırlamıştır.

317 Peyami Safa, Millet ve İnsan, s. 38. 318 Osman Turan,y.a.g.e, s. 200.


182 /.Kültür Sömürgeciliği ve Eğitim

yerine bina ve çeşitli tesislerin yapılması, gazi ve şehitle­ rin küçük görülmesi, sanat değeri olan mimari eser ve ibadethanelerin gerektiği gibi korunmaması, milli duygu ve hasletleri ortaya koyan destanlar ve hikayelerle alay edilmesi, sanatçı ve sanat eserlerinin değerlendirilmeyişi vs. hep tarihi değerlerin yozlaştırıldığına dair somut örneklerdendir. · Tarih, beşeriyetin geçirdiği tecrübeleri bilmek ve öğ­ renmek ve geleceği de ona göre hazırlamak olduğundan, büID.n kutsal değerlere bu açıdan bakmak geleceğini ga.rarid etmek isteyen toplumların en önemli faaliyetidir. Çünkü tarih şuurunu kaybeden milletler, milli varlıklannı koruyamazlar. Bunu inkar etmek veya bozmağa çalışmak en azından gaflettir. Tarih, bir milletin kendisine has kültürünün, kültür tavranın ve potansiyelinin çağlar arasındaki yürüyüşü ve fiil haline gelme tarzıdır. Tarih, içinde hem diğer kültür unsurlarını taşır, hem de fertleri birbirine bağlayan bir özellik arzeder. Bir milletin çağlar içinde aksiyon halinde ortaya çıkan cephesidir. 319 Tarih, mazinin gerçeklerini bugüne taşıyarak, ibret levhaları sergiler. Millet, kökleri çok derinlere yayılmış bir ağaç gibidir. Millet ağacının, kökü maZ:iyi anlatırken gövdesi bugünü ve kudreti temsil .eder. Tarih bir toplumun kader birliğinin göstergesidir. Bu kader, zaferleri, yenilgileri, övünç ve kederleriyle hatıralar hazinesidir. Tarih sosyal bütünleşmeyi sağladığı gibi, fertlere geleceğe dönük hesaplar ile ülkü birliği şuu­ runu aşılar. Kısaca, milletlerin kendini seyrettiği bir boy aynasıdır.

Günümüze kadar, gelip geçen bütün toplulukların kültüre, medeniyete, kısaca insanlığa hizmet eden milletlerin hatıralarını dikkatle saklayan hazine, tarihtir. Bize sayfalarında müstesna bir yer ayıran tarih, hakkımızdaki 319 Muharrem Ergin, Tiirkiye'nin Bugiinkii Meseleleri, s. 10.


· Kültür Sömürgeciliği ve Eğitim I 183

iftira ve suçlamalara rağmen, Türk milletinin insanlık için bir şeref kaynağı olduğunu ortaya koymaktadır. Bu gerçeklere göre Türkler, kökü M.Ö. 3000 yıllarına dayanan en eski milletlerden biridir. Beş bin yıllık bir zaman süresini kesintisiz yaşamak, her millete nasip olmadığı gibi, bu durum milletimizin hayat ve mazi kudretinin en belirgin göstergesidir. 320 Buna karşılık, hergün ekonomik ve sosyal gücünden bahsedilen Alman, İngiliz ve Fransız­ ların tarihleri 1300 yılı geçmez. Yine bugün dünyanın tek hak.imi görünen A.B.D.'nin tarihi ise 1776'da başlar. A vrupa'nın en eski kavmi olan Yunanlılar'a gelince onların mitoloji, zulüm ve site hakimiyetinden başka bir tarihi yönleri yoktur. Orhun Abideleri'ne göre, Türklerin daha sekizinci asırda gelişmiş bir edebi dilleri vardı. Halbuki aynı tarihlerde A vrupalılar'ın birçoğunun yazılı bir alfabesi bile yoktu. Bütün bunlar ispat eder ki Türklerin köklü bir kültürü ve eski Türklerin, kendilerine ait bir hukuk ve tek Tann'ya dayanan (Gök inancı) inanç sistemleri vardı. 321 Töre denilen sözlü huk.'llk dahi Türklerin eseriydi. Geniş ve zengin tarihimize rağmen, bugünkü durumumuz iç açıcı değildir. Bunun sebebi, tarihi gerçekleri ve kahramanlarımızı bize olduğu gibi tanıtan milli eğitim politikamızın yokluğudur. Nitekim, bugünkü eğitim uygulamalarımızda, tarihi gerçekler tersyüz edilerek yeni nesillere aktarılmakta, dolayısıyla tarihinden tiksinen, yabancı hayranı ve dünya insanı tipler yetiştirilmektedir. Türk tarihinin zaman bakımından uzunluğu ve bütünlüğü içerisinde coğrafi çevre değişikliklerinden dolayı, çok sayıda millet ve kavimlerle ilişkiler kurması normaldir. Nitekim, Türkiye coğrafyasının bölgelerine göre sanat, müzik ve folklordaki şekil farklılığı küftür zenginli320 İbr:ıhim Kafesoğlu, ia.g.e, s. 1. 321 İbrahim Kafesoğlu, Aynı eser, s. 3·5.


184/ Kültür SOmürgecili!)i ve E!)itim

ğinin en açık ispatıdır. 322 Bu kültür zenginliği, toprakları­ mız

üzerinde gözü olan sömürgeciler tarafından emik ve tarihi gerçekler saptırıla­ rak, bölünmeler teşvik edilmektedir. Bilindiği gibi, tarih biliminin araştırma alanı, yüzyıl­ lar boyunca insan topluluklarında meydana gelen olayların yorumlanması ve o olayların günümüze yansıyan şek­ linin değerlendirilmesidir. Bu yorum ve değerlendirme, olaylara yön veren ekonomik ve sosyal faktörlerin etkilerini tesbit etmekle mümkündür. 323 Demek ki bir millet başında geçmiş olaylardan ders aldığı sürece, tarihi değerlerini hiçbir kuvvet yozlaştıramaz. e) Ailevi Değerlerin Yozlaştırılması Aralarında gerçek veya anlaşmaya dayanan bir akrabalık bağı olan, yani bütün sosyal münasebetleri bir soy etrafında toplanmış olan birime aile denir. Bu bakımdan aile birbirine asıl kandaşlıkla bağlı bir zümre olduğu gibi, itibari, sihri ve kutsal bir bağlılık da olabilir.324 Başka açıdan aile, her ferdin özelliklerine göre yapısı değişen, fakat fertleri sosyalleştirme görevini hiçbir zaman yitirmeyen; biyolojik, kültürel ve hukuki işleyişlere sahip, sosyal birime denir. Şu halde ferdin sosyalleşmesi­ ni temin eden menfaat birliklerinden biri de ailedir. Çocuklar içinse aile bir cernaattir. 325 Günümüzde aile, anne, baba ve evlenmemiş çocuklardan meydana gelen bir sosyal bütün olarak tarif edilmekteyse de böyle bir açıklama aileyi, dar açıdan ele aldığından, bütün şekillerini ifade etmemektedir. Aile en tabii ve temel bir cemiyettir. Sosyal bütünleş­ me ve mensubiyet duygusu en yüksek bir gruptur. Bu büfarklılık şeklinde işlenmekte

322 Emin Bilgiç, y.a.g.e, s. 171. 323 Aydın Taneri, Türk Devlet Geleneği, s. 17. 324 Hilmi Ziya Ülken, Sosyoloji, Remzi Kit. İstanbul 1943, s. 268. 325 Amiran Kurtkan Bilgiseven, Sosyoloji, s. 9.


Kültür

Sömürgeciliği

ve

Eğitim

tünleşmeyi

I 185

temin eden ortak unsurlar, maddi ve manevi yakınlıklar çok kuvvetlidir. Yakınlığın temeli akrabalık­ tır. Zaten aile akrabalık bağına dayanan topluluktur. Fertleri arasında kan koca hariç, derece derece soy birliği vardır. Kan ve ruh yakınlığını kuran soy birliğinin yanın­ da, aileyi teşkil eden ikinci wısur aile şuurudur. Anne, baba evlat, kardeş vs. gibi kan-koca yakınlığı da bu şuur içinde teşekkül eder. Bu şuur, soy birliğinden başka sevgi, aşk, nikfilı, aynı yuvanın sahibi olma, birbirini tamamlayan ahenkli farklılığı taşıma, birlikte yaşama, maddi ve ruhi bütünlük duygularının gerçekleştiği bir müessesedir. Aile, sosyal bütünleşmeyi sağlayan bu akrabalık bağları­ nın kudreti dolayısıyla, bütün insanlığın hayatını düzenleyen ve bekasını temin eden, vazgeçilmez bir sosyal müessese olmuştur. 326 Her cemiyette farklı yapı ve özellik göstermesine rağ­ men, ailenin olmadığı bir toplum yeryüzünde mevcut değildir. Bundan dolayı aile, her yönü ile geçerliliğini ve devamlılığını koruyan bir ihtiyaç birimi ve sosyal realitedir. Şu halde, her sosyal ve kültürel sistemde kadın erkek ilişkilerini düzenleyen, doğan çocuğun bakımından, beslenmesinden, sağlık ve eğitiminden sorumlu olan tek kurum, şekli ne olursa olsun ailedir. Kültürel değerlerin yeni kuşaklara aşılanmasında ve yaygınlaştırılmasında aileye büyük sorumlu! uklar düşer. Aile, aynı zamanda ekonomik, sosyal ve psikolojik bir birliktir. Tarımla uğraşan toplumlarda ise, bir üretim birliğidir. Onun için aile, sosyologlann, sosyal psikologların olduğu kadar, eğitimcile­ rin, ekonomistlerin, idarecilerin ve hekimlerin inceleme sahası içinde yer alır. 327 Okul ve işyeri gibi aile de, ferdi, sosyal hayata intibak ettirmede müsbet veya menfi roller üstlenen bir kurum326 Muharrem Ergin, Türkiye'nin Bııgünla'i Meseleleri, s. 4. 327 Bozkurt Güvenç, Kültür ve İnsan, s. 110.


186 / Kültür SömürgeciliOi ve EOitim

dur. Normalden sapma gösteren davranışlar dahi öğrenil­ mektedir. Bu türlü anti-sosyal tutumların hiçbiri fertte doğumla gelen, bir veraset fonksiyonu olarak mevcut değil­ dir. Bu davranışların kazanılmasında en aktif rolü aile üstlenmektedir. Böylece aile, çocuğun şahsiyetinin geliş­ mesinde sosyalleştirme, okul başarısını etkileme, dil öğ­ retme, statü kazandırma ve yönlendirme gibi fonksiyonlar yapmaktadır. 328 Böylece ferdin topluma kazandırılmasın­ da ailenin çok önemli bir rolü olduğu görülmektedir. Aslında aile, insan gruplarının içtimai şekil ve muhteva yönlerinden fevkalade mühim bir sosyal müessesedir. Araş­ tırmacılara göre, içtimai hayatın merkezinde yer alan aile, toplumların çekirdeği olarakvsosyal kuruluşlara kaynak vazifesini görür. Bir memleketin, mesela iktisadi tutumu öğrenilmek istendiği zaman, aile içindeki üretim ve tüketim faaliyetlerinin incelenmesi lazımdır. Aile, devlete de tesir eder. Bazı bilginlere göre, demokrasi hareketinin ilk örneği önce, kadın-erkek eşitliği halinde ailede kendini gösterir. Toplumlarda ilk hukuki müessese de ailedir. Aile, millet varlığında temel yapı durumunda olduğu için, milliyetçilikte de büyük itibar sahibidir. Bunun için, kurulu nizamı devirmek isteyen cereyanlar, aileyi hedef alırlar. Nitekim, gayesi mevcut düzeni yıkmak olan Marksizmin, başlıca hedeflerinden biri aile kurumudur. Gerek memleketimizde ve gerekse Batı demokrasisinin yürürlükte bulunduğu medeni ülkelerde, binlerce yıllık insan en yüksek eseri olan çağdaş sosyal nizamın uğradı­ ğı tecavüzler arasında aileye yöneltilen tahribat faaliyeti ehemmiyetli bir yer tutar. Marksist görüş taraftarları, evlenme adetlerini gericilik ve tutuculuk, düğün törenlerini basit bir eğlence, nikahı lüzumsuz bir merasim sayarlar. Onlara göre, insanların normal yaşayışında resmi evlen3'.!8 Amiran Kurıkan Bilgiscven, rı, s. '.!4.

Eğitim

Yolu ile Kalkınmanın Esasla-


Kültür Sömürgeciliği ve Eğitim/ 187

me diye bir~ey mevcut olmayıp, aile sonradan ortaya çık­ bir teşkilattır. Hürriyet duygusunu kayıt altına alan bu müessese, aynı zamanda insan mutluluğunu da engellemektedir. O halde mesut olmak için aile hayatını kaldırmak 329 gerekir. 19. yüzyılın ikinci yansında, bazı sosyalist fikirli düşünürler de ailenin lüzumsuz bir k"Urum olduğunu ve cinsel serbestliği (promiscuity) savunmaya başladılar. İşte, insanların cinsi ilişkiler mevzuunda hiçbir kayıt ve şarta bağlanmaksızın yaşamalarını savunan bu tür cereyanlar, bir takım taraftarlar bularak, ailenin yozla~tınlması ortamını hazırlamıştır. Halbuki, ciddi ilim çevrelerince yapı­ lan araştırmalarda, geri kalmış ve ilkel toplumlarda bile cinsel serbestliğe dayanan bir aile hayatı olmadığını ortaya koymuştur. Aile sosyolojisi konusunda uzman olan G.P. Murdoct güvenilir ilmi metotlarla, Avustralya, Afrika ve Amerika'nın çok sayıda yerli kabileleri arasında cinsel serbestlik konusunda yaptığı araştırmalarda bu davranışların bulunmadığını tesbit etmiştir. Üstelik, bu konuda araştırma yapan ilim adamlarının dikkatini çeken en önemli husus, hem eski çağlarda ve hem de zamanımız iptidai toplumlarında, evlilik törenlerinin çok ciddi kaidelere bağlandığı, buna uymayanların şiddetle cezalandırıldığı gerçeğidir. Bu konuda, tanınmış sosyolog Hans Frayerde cinsi serbestliğin bir masal olduğunu, bu konuyu ciddiye almamak gerektiğini söylemek1edir.330 Aile değerlerinin yozlaşmasına zemin hazırlayan diğer bir uygulama, polygami denilen çok kadınla evlilik ve kadın haklan mevzuudur. Günümüze kadar, kadın ve kız çocukları ile ilgili hukuki uygulamalar da, toplumdan mış

· 329 İbrahim Kafesoğlu, Türk Milliyetçiliginin Meseleleri, Devlet Kit. Yay. İstanbul 1970, s. 100-llO. 330 İbrahim Kafesoğlu, y.a.g.e, s. 111.


188 /Kültür

Sömürgeciliği

ve

Eğitim

göstennesine rağmen, erkeğe üstünlük tanınmıştır. Sadece İslam'da ve Eski Türkler'de kadın erkekle eşit" haklara sahip olabilmiştir. Bu konuda, tarihe bir göz atacak olursak: Eski Hind Hukuku'na göre kadın evlenme, miras ve diğer muamelelerde hiçbir hakka sahip değildir. Babil'de Hammurabi kanunlarında, kadına bir takım haklar verilmiştir. Bu kanunlar, tek kadınla evlenmeyi esas aldığı halde, bazı durumlarda odalık bulundunnayı ve çok kadınla evlenmeyi kabul etmiştir. İsrail hukukunda, ailede erkek mutlak hakimdir. Yahudi kızlan babalarının evlerinde bile hizmetçi gibidir. Eski İran'da Sasani devletinde, kız çocuklarla annelerin saygıya değer hiçbir haklan yoktu. Hatta kız kardeşle evlenmek caizdi. Eski Yunan ve Roma'da, kadın hiçbir hakka sahip değildir. Esik Çin'de kadın, insan sayılmaz ona ad bile verilmezdi. İngiltere ve Fransa'da, 5. yüzyıldan 11. asra kadar kadın, hristiyan inancındaki ilk günahın işlenmesine sebep gösterilerek kocalar kanlarını satabilirlerdi. İslam öncesi dönemde Arabistan'da, kadın adeta, erkeğin bir şehvet aracı ve utanılacak bir yaratık olarak görülüyordu. 331 Eski Türkler'de kadın ve erkek eşit haklara sahipti. Kız çocuk değerli kabul edilirdi. Oğlu kızı olmayan erkekler, kara çadır içerisinde kara keçe üzerine oturtularak kendisiyle konuşulmazdı. Orta Asya Türklerinde Hakan ile Türkan (Hakanın eşi) yanyana oturur ve devlet işlerin­ de beraber karar verirlerdi. Ailede kadın ve erkeğin yakınlan aynı haklara sahipti. 332 Bu aile şekli, daha sonra Cennen ailesi adıyla Avrupai aileye kaynak teşkil etmiştopluma

farklılık

331 Bekir Topaloğlu, İsUJnula Kadın, Yağmur Yay. İstanbul 1975, s. 16-18. 332 Ziya Gökalp, Türk Medeniyet Tarihi, s. 293-294.


Kültür SömürgeciliOi ve EOilim I 189

tir. İsl&m dini ise, kadın ve erkek bütün insanların soyusopu ne olursa olsun yaratılışta eşit olduğunu ilan etti. Kur'an'daki Nisa suresinin 1. ayeti ile kadın ve erkek eşit­ liği pekiştirildi.

Hadislerde de, kadın hukukunun erkeğe eşit olduğu ve kadınların kendi mallarında dilediği tasarrufa sahip olduğu belirtiliyordu. Ayrıca Hz. Muhammed (S.A.V.) "Ben Allah'tan hayırlı evlat istedim. O da kız çocuk verdi" diyerek ailede kadının önemini belirtiyordu. İslam Peygamberi İsl&mı tebliğ etmeğe başlayınca, O'na ilk defa bir kadın inanmıştı. (Hz. Hatice). 333 Halbuki günümüzde İslamın getirdiği bu özden uzaklaşılmış, kadın ve kız çocuklar hor görülmeğe baş­ lanmıştır. Ailenin kuruluşunda, evlenecek olan kız ve erkeğin birbirlerini görmelerini tavsiye eden ve kadınla erkeğin eşitliğini savunan İslami kurallara rağmen, bazı çevrelerin ısrarla çok kadınla evliliği (teaddüd-ü zevcat) gündeme getirmeleri, bir yandan kadın haklarına saygı­ sızlık olduğu gibi, diğer taraftan Kur'an ve hadislere aykırı davranmaktan başka bir şey değildir. Nitekim Kur'an Nisa Suresi'nin 3. ayetinde çok kadınla evliliği bazı şart­ lara bağlarken, tek evliliği ısrarla tavsiye etmektedir. 334 Bütün bunlara aykırı davranmak ise, aile değerlerinin yozlaştırılması ve sömürgecilerin emellerine alet olmaktır.

Aile, toplumların göstergesi ve en hayati bir kurumdur. Bir toplumun bütün özelliklerini taşıyan en küçük ve devamlı birimidir. Başka bir açıdan aile, nüfusu yenileme, milli kültürü taşıma, sosyal mirası nakletme, çocukları sosyalleştirme, 333 Sahihi Buhari Tercümesi, D.1. Baş. Yay. Ankara 1982, C. 6, s. 481.

334 Bekir Topaloğlu, İslt!imda Kadın, s. 19; Osman Karabulut, İslt!im­ da Evlilik, Uysal Yay. Ankara 1959, s. 23.


190 ı Kültür SömürgeciliOi ve EOilim

biyolojik ve psikolojik fonksiyonların yerine getirildiği bir müessesedir. Yahut, toplumun devamını sağlayan vazgeçilmeyen temel bir unsurdur. Bazı itirazlara rağ­ men, aile, toplumun küçük bir hücresi olarak tanımlana­ bilir. Güçlü aile, güçlü millet ve devletin de temelidir. Bu müessese o derece gereklidir ki, ona karşı olanlar dahi, toplumun olduğunu inkar edememişlerdir. Çünkü, biyolojik kanunlara göre, neslin devamı için hayvanlar çiftleşir. Burada bahsedilen çiftleşme, sadece biyolojik ve hayvanlara has bir olay olmasına rağmen, evlenmenin daha çok sosyal yönü vardır. 335 Demek ki aile bütün toplumlar için bir şekil değil, bir ihtiyaçtır. Buna göre toplumdan topluma ailenin şekli değişebilir, fakat kurum olarak varlığını mutlaka devam ettirir. Aile, nisbeten az sayıdaki fertleri içinde toplayan hayati zümrelerdendir. Önemli sosyal fonksiyonu, işbölü­ münün başladığı yer olmasındandır. 336 Aile içindeki iliş­ kiler, ana, baba, çocuklar ve akrabalar arasındaki etkileş­ meye dayanır. Her aile, çevrede ve toplumun bütününde görülen örneğe ana çizgileriyle benzer. Bu benzeyişin toplumun töre, gelenek ve değer ölçülerini yansıttnası gerekir. Aileler arasındaki benzeyişler, bölgelere, gelir durumlarına, zevklere ve adetlere göre değişiklikler gösterebilir. Bunun sonucu olarak da, aynı topluma mensup, yan yana ev ve dairelerde oturan aileler arasında birbirine zıt davranışlar görülebilir. Mesela, bizim toplumumuzda eve girince ayakkabılar çıkartılır. Batılılaşmayı benimsemiş aileler ise, eve girince ayakkabı çıkarmayı bir çeşit gerilik sayar. Yine Türk müziğini benimsemiş aileler, radyo ve televizyonda Bab müziği çalınınca düğmeyi derhal kapatırken, Batılılaşmak için Doğu'nun her şeyini attnanın ge335 Mustafa Erkal, Sosyal Meselelerimiz ve Sosyal Degişme, s. 96. 336 Tahir Çağatay, Günün Sosyolojisine Giriş, Ayyıldız Mat. Anlc. 1968, s. 126.


Kültür

Sömürgeciliği

ve

Eğitim/

191

reğine inanan ailelerde ise, bunun tam tersi yapılır. Demek ki, her aile çocuğunu kendi değer ölçüleri yönünde yetiştirir. Ona kendi hayatını öğretir. 337 Çocuktan bekledikleri de bu çerçeve dahilindedir. Türk-İslam terbiye sisteminde en önemli sembol insandır. Bunun için, Türk ailesinde terbiye ve disiplin, reaksiyonlarla değil, aksiyonlarla verilir. Bu yüzden, herşeyden üstün tutulan insanın eğitimine azami dikkat gösterilir. Ailenin üstüne titrediği yapıcı ve yaratıcı tek sermayesi, neslini devam ettiren, ocağını tüttüren evladıdır. Çocuk daha anasının sütünden kesilmeden, iman ve ahlak anlayışının eline teslim edilerek, şahsiyet yapısı kurulur.338

Bütün toplumlar için en önemli sosyal b."Urum olan aile, Türle milleti için müstesna bir değere sahiptir. Ailenin bu derecede öneme sahip olmasının iki sebebi vardır. Birincisi nüfusu yenilemek, ikincisi ise ekonomi, eğitim ve ahlak gibi diğer kurumların da kaynağı olmasıdır. 339 Ailenin varlığı ve kuruluşu temelde akrabalık kavramına dayanır. Akrabalık, aile şekillerine göre ikiye ayrı­ lır. Birincisi dayı, hala, amca, teyze, büyükbaba ve büyükannenin kan yakınlığından doğan kan akrabalığı; ikincisi ise, bazı toplumlarca kabul edilen evlad edinme ve süt kardeşliğine dayanan itibari akrabalık1ır. Günümüzde, ekonomik faktörün aileye girmesine bağlı olarak geniş aile şeklinden modem çekirdek aileye doğru bir değişim bütün toplumlarda görülmektedir. Hangi şekilde olursa olsun, kiiltür değerlerinin nesiller arasın­ da taşınmasında aileye bir köprü görevi düşmektedir. Ku337 Sabri Akdeniz, Eğitim Sosyolojisi, s. 58. 338 Semiha Ayvcrdi, Milli Kültür Meselelerimiz ve Maarif Davamız, s. 273. 339 Selman Erdem, Sosyoloji, s. 98.


192 / Kültür Sömürgeciliği ve Eğitim

ruluşunda erkek ve kadın için bir menfaat birliği hüviyetinde olan aile, çocuklar için cemaat yapısı arzeder. 340 Böylece, milli ve manevi değerler ailede oluşturularak, milletin ve neslin bekası sağlanır. Türk toplumunun tarih sahnesinde bu kadar uzun süre kalmasının sebebi, aile yapısının sağlamlığından kaynaklanmaktadır. Tarihi gerçekler, Türk ailesinin en eski aile tipi olduğunu bize haber vermektedir. Eski Türkler'de, ailenin dört derecesi vardı. Bunlar, boy, soy, törkün, bark. Boy: Oğuz Türklerinde aile adıy­ dı. Soy: Latinlerin cogna, Almanların zippe, Fransızların prentile adını verdikleri aileydi. Yani amcazade, dayı­ zade, halazade ve teyzezade gibi yan akrabalar bütünüdür. Törkün, Türklerde baba ocağı dediğimiz şeydir. Bark: Eski Türkler'de evlenecek yaşa gelen bir gencin ayn bir ev kurmasıdır. 341 Türklerde aile bağlan çok kuvvetlidir. Genel olarak tek evlilik (monogami) görülürdü. Her toplumda kadının hor görülmesine karşılık Türkler'de kadın, hem ekonomik ve hem de hukuki haklara sahipti. Kadın kendi mallan üzerinde her türlü tasarrufu yapabiliyordu. Eski Türkler'de erkeğin kadına dayak atması görülmemiş bir şeydi. Ailede eşler birbirine daima saygı­ lıydı. Hele birkaç çocuğu olan kadın büyük itibara sahipti. "Çocuk evin gülüdür". "Çocuk olan eve şeytan girmez" gibi ata sözleri Türklerin aile hayatına verdikleri önemi gösterir. Genç erkekler, kadın ve kızlarla konuşurken, hiçbiri yüzünü örtmezdi. Kadın ve çocuk eğitimine çok önem verilirdi. Kadınlar şölenlere erkeklerle beraber katı­ lırlardı. Eski Türkler'de dedeler kendi adlarını torunlarına verirlerdi. 342

340 Osman Pazarlı, Sosyoloji, s. 91. 341 Ziya Gökalp, Türkçülügün Esasları (Haz. M. Kaplan), s. 159. 342 Nihat Nirun, Alev Öner, Sosyoloji, M.E.B. Yay. İstanbul 1990, s. 92.


Kültür Sömürgeciliği ve Eğilim ı 193

Osmanlı Devleti'nin kuruluşundan sonra, Türkler dini sebeplerle Arapların tesiri altında kaldılar. Bizans aristokrasisi ve saray gelenekleri toplumda derin izler bıraktı. Türk ailesi de, patriyarkal aile şekline benzeyen İslami aile karakterini kazandı. Bu aile şeklinde imam nikahı ve kaç-göç'le beraber, örtünmek vardı. Çok kadınla evlilik görülmekteydi. Boşanma hakkı hem kadına hem erkeğe aitti. Erkekler, kadınlara göre iki kat daha fazla miras alırdı. Kadın evlenirken erkek tarafından mehir adı verilen ağırlık alırdı. Aristokrat ailelerde cariye almak vardı. Bu adet Türkler'e İranlılar'dan geçmiştir. 343 Tanzimatla beraber hızlı bir Batılılaşma başlayınca bu durum aileyi de etkiledi. Kadın ve erkek arasındaki uyum ve denge hızla bozuldu. Avrupalılaşmak adına, aile ve terbiye değerlerinden tavizler verilmeye başlandı. Milletimizin kalkınmasında Türk kadınının büyük payı vardır. Sosyal hayatımızda daima saygı gören Türk kadınının, yeni nesillerin yetiştirilmesinde olduğu kadar siyaset ve devlet işlerindeki hizmetleri de inkar edilemez. Hayatın her döneminde erkeği ile beraber mücadele eden ve bütün milletlere örnek olan Türk kadını, cesareti ile de asil yaratılışını ispat etmiştir. Bu konuda Nene Hatunlar'ı, Kara Fatmalar'ı, Ayşe Kadınlar'a hatırlamak yeterlidir.344 Buna karşılık Batılı kadınlarda yukardaki özelliklerin hiçbirine rastlanmaz. Batı'da kadınlara verilen haklar uygulamada görülmez. Batı'da kadın, hukuki haklara kavuşabilmek için uzun süre mücadele etmek zorunda kalmış­ tır. 18. yüzyılın sonlarına doğru Avrupa'da başlayan feminizm hareketinin temel sebebi, kadınların ezilmesiydi. Feminizm, erkeklerin sahip oldukları hakların kadınlara da verilmesini ve kadınların hukuki ve sosyal eşitsizlikten kurtarılmasını hedef alan doktrindir. 345

343 ~hmet Hilmi, İsldm Tarihi, Ötüken Yay. İstanbul 1974, s. 170. 344 Utkan Kocatürk, Atatürk ve Aile, M.E.B. Yay. Ankara 1988, s. 205. 345 Süleyman Hayri Bolay, Felsefi Doktrinler Sozlüğü, Ötüken Yay. İstanbul 1981, s. 106.


194 / Kültür Sömürgeciliği ve Eğitim

Buna karşılık Türk ailesi, diğer milletlerin aile yapı­ gösterir. Bu aile, karşılıklı saygının dayanışma ve manevi fedaldirlığın doruk noktasında olduğu bir aile tipidir. Daha önce ailenin tanımında da belirttiği­ miz üzere sosyal mirası yeni nesillere aktarma ile milli ve manevi değerlerin kazandırılma görevi aile hayatında büyük önem taşır. Taassup yerine, yeniliklere açık bir ai\ le yapısı görülür. Buna karşılık, 'A. vrupai aile tarzı taklit edilmeye ba<jlanınca sosyal bütünleşme zayıflamış ve yalarından farklılık

pısı bozulmuştur.

Onun için Türk aile düzenini tahribe yönelik her türlü iç ve dış faaliyetlere karşı uyanık olmak gereklidir. Ancak bu sayede milletimiz tarihteki layık olduğu yeri, yeniden alabilir. t) Terbiye Değerlerinin Yozlaştırılması Terbiye; belli bir eğitimle yetişmek, görgü, hayvanları bazı davranışlara alıştırmak, cemiyetin istediği davranış özelliklerini kazanmak; yemeklerin suyunu koyulaştır­ ma346 gibi, kullanıldığı yerlere göre farklı manalar taşı­ yan bir kelimedir. İnsan için terbiye, ruhu ve bedeni eğiterek olgun hale getirmektir. Arapçada te'dip olarak belirtilmektedir.347 Ziya Gökalp'a göre, bir kavmin vicdanında yaşayan kıymet hükümlerinin toplamına, o kavmin kültürü denirken, terbiye, bu kültürü o kavmin fertlerinde ruhi melekeler haline getirmektir. Kıymet hükümleri, her cemiyette başka şekilde uygulandığı için, milli değerleri ihtiva ettiği gibi onların toplamı olan kültür de millidir. O halde kültürün çocukların ruhuna aşılanmasından ibaret olan terbiyenin, milli olması gerekir. "Vatan mukaddestir, baba muhteremdir, bu tablo güzeldir" dediğimiz zaman verdiğimiz hükümler kıymet hükümleridir. Burada hakim olan 346 Türkçe Sözlük, T.D.K. Yay. İstanbul 1992, s. 1456. 347 Ahmet Rıfat, Tasvir-i Ahlc'ik, Tere. Yay. İstanbul 1976, s. 311.


Kültür Sörnürgecili(ji ve E(jilim / 195

ferdi şuur değil, sosyal vicdandır. Bunun için değer hükümleri, her toplumda farklıdır. Bir cemiyetin iyi, güzel, mukaddes tanıdığı şeyleri, diğer cemiyet fena ve çirkin görebilir. Terbiye iki şekilde uygulanır. l) Ruh terbiyesi 2) Beden terbiyesi 1) Ruh terbiyesi: dini, ahlaki, estetik, mantıki, lisani, iktisadi vicdanlardan ibaret olup, milli kültürün fertte yansımasıdır.

2) Beden terbiyesi: milletin genel idealine uygun olarak fertlerin bedenlerinde kazanmaları istenilen özelliklerdir.348 Terbiye, kültürün belirmesi olduğu için bir cemiyette modern terbiyenin bulunması, ancak o cemiyetin köklü bir kültüre sahip olmasıyla mümkündür. Her millet kendi şahsiyetini bulabilmek için, daha önceki tecrübe ve mücadelelerden ders alır ve o terbiye metodunu kabul eder. Bundan dolayı milli terbiye, hem medeniyet kervanının bütün halkalarını birbirine bağlayan klasik terbiyeyi almak, hem de bu çıraklıktan kurtularak, kervana yeni bir halka ilave ederek kendi terbiyesini yaratmak demektir. Yunanlılar Mısır'a, Romalılar Yunan'a, Fransa İtalyan rönesansına, İngiltere Hollanda'ya vs. bu konuda çıraklık ederek, kendi terbiyelerini meydana getirmişlerdir. Milleti yetiştiren klasik terbiye, ciddi ve sağlam bir ilim zihniyetine dayanmalıdır. Yoksa bu konuda çırak kalmaya mahkı1m olan bir millet, başka milletlerin hayranı ve taklitçisi olarak yoluna devam eder. Terbiye milli değerleri harekete geçirerek tarih şuurunu canlandım ve kendi değerlerini meydana çıkarır. lnsanİlğın geçirdiği tecrübelere ait bu derin bilgi sayesinde milletler kendilerine şekil vermek imkan ve şartını kazanır. Böylece uyuyan değerler, ' 348 Ziya Gökalp, Terbiyenin Sosyal ve Kültürel Temelleri, Devlet Kil Yay. İstanbul 1973 (Haz. Rıza Kardaş), s. 27-42.


196/ Kültür

S&lıf.l'geciliği

ve

Eğitim

ahlak, sanat ve düşünce fonnuna yükselir. Bu suretle kendine ait terbiyesini kazanan milletler, yeni yetişecek nesillere tesir ve önderlik edecek duruma gelir. 349 Teıbiyeye esas teşkil eden değer hükümlerinin temeli, idealler olduğu için, idealler değişince değer hükümlerinin de değişmesi tabiidir. O halde, cansız geleneklerden canlı müesseselerin doğmasını fertlerden değil, cemiyetlerden beklemek durumundayız. Mesela; Osmanlının son zamanlarında meydana gelen sıkıntıların, yeni bir ideal ve değerler sistemi doğurduğunu görüyoruz. O halde biz, çocuklarımıza ahlak dersi verdiğimiz zaman, çeşitli milletlerin ahlak ve geleneklerinden daha çok, meselft Çanakkale Savaşı sırasında milletçe gösterdiğimiz fedakarlığı öğretmeliyiz. İşte çocuklarımız, milli vicdanımız­ da yaşayan dini, ahlaki, hukuki, estetik vs. değer duygulan ile donatıldığı zaman, artık milli buhranların terbiye edici rolünü ortaya koyan bir faktör olabilir. Şüphesiz, teıbiyenin en önemli kaynağı buhranlardır. Nitekim bugün toplumumuzda görülen ideal duygular, milli buhranların neticesi olarak meydana çıkmıştır. 350 Bu sıkıntıları aşabilmek ve memleketimizin yükselmesini temin edebilmek için, kendi zengin değer kaynaklarımıza dörunemiz gerekir. Böyle bir özü ihmal ettiğimiz 18. yüzyılın başın­ dan beri, Batı medeniyetine sığınmak mecburiyetinde kaldık. Bu durum, halkımız arasında yeni bir aydın sını­ fın doğmasına sebep oldu. Fakat bu aydın sınıf, Batı medeniyetinin tesiri altında şahsiyetini kaybe_tmiş ve aşın hayranlığa müptela olmuştur. Bunlar, milli kurtuluşumu­ zun çaresini, kendi zihniyetlerinin bütün ülkeye yayılma­ sında görmekteydiler. Batı hayranı olan aydın sınıfın, zihniyeti, kendisine üstad tanıdığı Batı zihniyetine hiçbir ba349 H. Ziya Ülken, Millet ve Tarih Şuuru, s. 2()1)-21 l. 350ZiyaGOkalp, y.a.g.e., s. 48.


Kültür Sömürgeciiği ve Eğitim/ 197 kımdan benzemedi. Bunlar, memleketi hakkında kötümser ve yıkıcı tenkitleri ile kendilerini göstennişlerdi. Tenkitleri; izah ve ispat edemedikleri için itham, anlayamadıkları için inkar doludur. Bu gibiler dünya gerçeklerinden habersiz olup, nasıl olmamız gerektiğine dair hükümler vermeğe sanki yemiııliydiler. Böyle karamsar bir tablo çizmelerinin sebebi ise, her türlü değerin artık düzeltilemiyecek kadar bozuk olduğunu sanmalandır. 35 ı Halbuki maddi alemi değiştiren ilim faaliyetleri, bize kendimizi değiştirme şansını da vermektedir. O, bize hayat ve terbiyemizin sımnı ortaya koymamızı, insana değer vermenin formüllerini sunmaktadır. Böylece insan, hem kendini bilmekte ve hem de başkalarına değer vermektedir. İn­ sanlık kendini bilmek sayesinde, tabiata ha-kim olmaya ve yenilenmeye hak kazanmak1adır. İnsan hayatında korku ve ümit yanyana bulunduğun­ dan, yaşama arzusunu ayakta tutabilmek için mutlaka kendine bir düzen vermeli, topluma faydalı obnanın yollarını aramalıdır. Yani insanın kendini yenilemesi veya terbiye edilmesidir. Çünkü o, hem mermerdir, hem de heykeltıraş. O, gerçek şeklini alabilmek için, büyük çekiç darbeleriyle kıvılcımlar çıkararak, kendini biçime sokan bir ustadır. Batı'nın terbiye sisteminde, faydalı olmak yerine, kuvvetli olmak prensibi hakim olduğundan, egoizmi teşvik ebnektedir. Bu sistemde kendine hizmet ettirmek en büyük fazilet, kendini sevmek ise hümanistliktir. Bundan dolayı ırk aynını ve kölelik, en acımasız şekilde kendilerinden olmayanlara Batı tarafından asırlar boyu uygulanmıştır. Bugün de Batı'nın bu zihniyeti değişmemiştir. Sadece metottan ve araçtan değişmiştir. Yani Batı'nın terbiye düzeni, maddi mutluluğa göre planlanmış, yetiş­ tirdiği insan tipi de, acımasız ve maddeci zihniyete sahip

351 Said Halim Paşa, Buhranlarımız, Tere. Yay. İstanbul 1976, s. 97; (Haz. M. Ertuğrul Düzdağ).


198/ Kültür

Sömürgeciliği

ve

Eğitim

şekle bürünmüştür. insanın

Halbuki ideal bir terbiye nizamında, maddi ve manevi yönü, birbirine paralel olarak

ele alınmalıdır. ·. İnsan için terbiye, ruh ve bedenin eğitilerek olgunlaş­ ması olduğundan, bu faaliyette rolü olan herşey bir değer­ dir. Bir cemiyette modem terbiyenin es~lanrun bulunması, ancak o cemiyetin köklü bir kültüre sahip olmasıyla anlaşılır. Modem cemiyetlerde çocuklara milli terbiye verilmesiyle, aynı zamanda modem terbiye verilmiş olur. Bu açıdan Türk milleti her türlü birikime sahip olduğu için, terbiyemizin yalnız, milli olması için çalışmak yeterlidir. Biz Avrupa'dan ne değer hükümleri ne de terbiye almak mecburiyetinde olmadığımız gibi, kültür ve medeniyet bakımından da, A vrupa'ya muhtaç değiliz. Sadece Batı'nın teknolojisini almak, fakat milli kültürümüzü muhafaza etmek3 52 zorundayız. Terbiye bir eğitim işi olduğundan, aynı zamanda davranışların da belirleyicisidir. Bu özelliğiyle, ruh ve beden ar~ındaki çelişkileri yok ederek, hayata bir düzen getirir. İnsandaki egoist duygulan törpüleyerek "halka hizmet hakka hizmettir" ilkesini bir ideal haline getirmeyi benimsetir. Terbiyeyi bu anlamda aldıkları için Osmanlılar kısa zamanda küçük bir beylikten imparatorluğa yükseldiler. Terbiye öncelikle aileden başlar, toplumda olgunlaşır. Onun için bütün yıkıcı faaliyetler aile üzerinde yoğunlaştırılmıştır.

Aile disiplininin azalması, cemiyet hayatını işlemez hale getirmiştir. Böyle bir cemiyette büyük küçüğü sevmediği gibi, küçük de büyüğü saymaz. Öğretmenin öğ­ rencisine sevgisi, öğrencinin öğretmenine saygısı azahı. Eskiden büyüklerinin yanında kusurlu hareketlerde bu352 Ziya Gökalp, Terbiyenin Sosyal ve Kültürel Temelleri (Haz. Kıırdaş), s. 64-65.

Rıza


Kültür Sömürgecili§i ve EOilim I 199 lwınıamağa dikkat gösteren gençlik, artık yaşlısına hor bakmakta ve onunla alay ebnektedir. Evlilik müessesesi bir f antazi olarak düşünülmekte, bu konuda fedakarlığa katlanmak istenilmemektedir. Ailede çocuk külfet kabul edilmekte, genç kızlar annelik yerine oyun ve eğlenceyi tercih ebnektedir. Bugün Türkiye'de çocuğa sistemli bir terbiye verme anlayışı olmadığından, gençlik boşluk ve kötü alışkanlık­ ların kucağına itilmiştir. Türk-İslam töresi hafife alınmış ve terbiye görevi sokağa terkedilmiştir. Misafirin kudsiyeti kaybolmuş, bu konuda bize has adetler yok edilmiş­ tir. Sofra adabımız, bozulduğu gibi, Türk yemek çeşitleri de azalmıştır. Avrupai yemek tarzı ve çeşitleri hızla yayılmaktadır. Artık Türk mutfağı turizmin emrindedir. Sokakta bir şeyler yemeyi ayıp kabul eden müslüman Türk töresi, yerini, ayakta ve basit tarzda büfeler önünde karın doyuran nesillere terketmiştir. Artık çocuklarımız yemek yerken nasıl oturacağını ve ne diyeceğini bilmez haldedir. Gençliğimiz, yemekten önce ve sonra el yıkamanın sağlık icabı ve gelenek olduğunun farkında değildir. Misafir gelince, yahut misafirliğe gidilince nasıl davranacağını bilmemektedir. Bir hristiyan çocuğu yatarken mutlaka dua ederken, bizde ise çoğunlukla ne yapılacağı bilinmemektedir. Hatta su içerken bile nelere dikkat edileceği unutulmuştur. Çünkü terbiye kurallarımız her yönden hor görülerek yerine, Batı'nın kendine has anlayışı getirilmiş­ tir. Türkiyemiz'de iyiyi, güzeli ve doğruyu seçebilecek gençlik yerine, faydayı ve zevki tercih eden bir nesil yetiştirilmiştir.

Halbuki bizim hor görerek terkettiğimiz birtakım terbiye ve ahlak kurallarımızla aile hayatımız Batılı ilim adanılan tarafından övülmektedir.


200 ı Kültür

Sömürgeciliği

ve

Eğilim

Mesela, Fransız şairi La Martin, "Voyage on Orient" isimli eserinde Türk'ün tabiat aşkını şöyle anlatır: "Güzel manzaralara, parlak denizlere, gölgeliklere, karlı dağ tepeleriyle çevrelenmiş muazzam ufuklara karşı beslenen bir sevgi Türk'ün özelliğidir. Onun hissinde tabii ve sade olmak vardır... "353 Comte de Bonneval da Türk terbiyesi hakkında şöyle demektedir: "Türkler sözlerine en sadık bir millettir". 354 Lady Craven isimli bir İngiliz kadın seyyah, eski Türk nezaket ve terbiyesi hakkında şunları söylemektedir: "Türklerin biz kadınlara karşı davranışları bütün milletlere örnek olmalıdır. Mesela, bir erkeğin boynunu vururlar, fakat kansı ve çocuklarına dokunulmaz. Aristokratlar nazarında bile harem mukaddestir. "355 Türkiye seyahatnamesiyle meşhur Du Loirda, Türkler için şöyle diyor: "Hiç şüphesiz ki ahlak bakımından Türk siyasetiyle, medeni hayatı bütün cihana örnek olabilecek vaziyettedir" 356 Günümüzde müslürnan Türk'ün cesaret ve hoşgörüsü­ nün dışındaki özellikleri, adeta unutulmuş gibidir. Bu özelliklerin bazıları, çok yüksek bir zeka seviyesi, güzellik duygusu, temizlik, üstün teşkilatçılık vs. 'dir. Aynca insan haklarına saygı Türk'ün en önemli özelliği olarak bilinmektedir. Taassup bilmeyen atalarımızın cins ve mezhep farklarına bakmadan, bütün insanların hizmetine sundukları hayır müesseseleri, hristiyan Batı'nın yalnız tarafsız müelliflerin değil, Türkleri sevmeyen ve hatta Türk'e en büyük düşman olan seyyahlannı da hayran bı353 İsmail Hami Danişmend, Garp Menbalarına Göre Eski Türk Seciye ve Ahlı!Jkı, İstanbul Kit 1sıanbul 1982, s. 193. 354 Aynı eser, s. 199. 355 Aynı eser, s. 46. 356 Aynı eser, s. 70.


Kültür

Sömürgeciliği

ve

Eğitim

/ 201

rakrnıştır. Türk'ün merhameti sadece insana değil, hayvanlara bile ulaşmıştır. Camilerin duvarındaki kuş evleri ile mezar taşlarında bulunan içme oyuk.lan buna en güzel örnektir. Zamanla Türk eğitim sistemi, bize güzellik yerine Banyı her yönüyle kopya etmeyi öğretti. Halbuki Batı'nın modem metoduyla, kendi öz benliğimizi gözden geçirip işlemeli, böylece bir terbiye rönesansına yol açılmalıydı. Buna rağmen uygulamalarımızla kendimizi inkar ettik. Şunu iyi bilmek gerekir ki ne kadar tahrip edilirse edilsin, müslüman Türk'ün hayatı sağlam, sezgi kuvveti güçlüdür. Fakat sabır ve merhametinden dolayı devamlı haksızlığa uğramıştır. Muhafazakar olduğu için sürekli suçlanmıştır. Bu muhafazakarlık, köklü ve şuurlu bir değişimle korunabilirdi. Bu da gençliğin ruhi yapısı, düşünüş ve duygusuyla, bedeni kabiliyetlerindeki köklü düzenlemelerle hayat bulabilirdi. Bunun da tek yolu eğitimin millileşmesi ve milli kadrolara teslim edilmesinden geçmektedir. Bugün milletimizin geleceğini emanet edeceğimiz gençlik hakkında kalıcı bir terbiye politikamız olmadığından, bir türlü sosyal problemlerden kenuimizi kurtaramıyoruz.

2· EÔITIM YOLUYLA KÜLTÜR SÔMÜRGECILIÔININ VASITALARI

a) Kitle haberleşmesi. b) Ekonomik politika. c) Kültür politikası. d) Alt yapı. Bir ülkede.eğitim sisteminin milli değerlerle donatılıp ihtiyaçtan karşılayacak şekilde planlanmaması, nesilleri kendi kültürüne yabancılaştırdığı gibi, yukardaki vasıta-


202 I Kültür

Sömürgeciliği

ve

Eğitim

lar yoluyla da kültür sömürgeciliğine fırsat ve zemin hazırlamaktadır. Böylece her türlü yıkıcı ve bölücü cereyanlara açık hale gelen milli bünye, ağır ağır kendi öz değer­ lerinden uzaklaşmış ve boşluğa itilmiş olmaktadır. a) Kitle

Haberleşmesi

Çağımızda

radyo, televizyon, gazete, dergi, kitap, vs. gibi, kamuoyu üzerinde sürekli tesire sahip, basın ve yayın organlarına kitle haberleşme vasıtaları denmektedir. Bu vasıtalar, 19. yüzyıldan itibaren ortaya çı­ kan sanayileşme ve teknoloji çağının ürünleridir. Çünkü, teknolojinin gelişmesi yeni buluşlarla beraber, televizyon, video, sinema, telefon, telsiz, basın vs. gibi kitle araçtan sahasında, büyük yeniliklere yol açmıştır. Buna bağlı olarak kitle hareketleri artmış, öte yandan bir örümcek ağı gibi toplumları saran haberleşme vasıtaları ve yeni yapı­ lanma biçimleri, insanlar arası ilişkileri temelden sarsmabroşür

ğa başlamıştır.

Böylece 20. yüzyılın başından itibaren, kitle ve insan ile bunların meydana getirdiği dünya görüşüyle, hayat felsefesi, inanç ve değerleri belirleyen kitle k-Ultürü ortaya çıkmıştır. Haberleşme tekniğinin bu derece ilerlemesi karşısında, bu dönemin tarih felsefesine damgalamı vuran Nikolay Donilevski, Oswald Spengler, Amold Toynbee, Nikoloy Berdyaev ve Walter Schubart gibi düşünürler, meydana gelecek kitle kültürünün, insanlığı tehdit ettiği gerçeğine dikkatlerimizi çekmişlerdir. Temelde siyasi ideolojilerin güdümündeki eğitime dayanan kitle kültürü, sömürge zihniyetinin yaygınlaşmasına kaynak teşkil etmektedir. Nitekim sanat, estetik, din, felsefe ve sosyoloji alanlarında milli değerleri arka plana iterek, büyük çapta ideolojilere, sosyal hareketlere, materyalist faaliyetlere acık<rn f!_rsat tıaı:ırlayan tek şey k,itle kültürüdür. Bau dün-


Kültür Sömürgecili{ji ve E{jilim I 203 yasını istila eden kapitalizm ile ikinci dünya savaşına yön veren Faşist ve Nazi ideolojileri, kitle kültürünün birer görüntüleridir. 357 Büyük şehirlerin doğuşu ve buralara şiddetli göç hareketlerinin olması, trafik, gecekondu, sosyal uyumsuzluk, suçların artması vs. gibi meseleler, hep kitle haber-. leşme vasıtalarının yanlış kullanımına dayanmaktadır.

Böylece her gün biraz daha insanlarla dolan büyük şehir­ ler, istismara hazır hale gelmekte ve sömürü çarkının işle­ mesine sebep olmaktadır. Bir ülkede televizyonlar eğitici rollerini terkedip, milli' bütünlüğü bozacak yayın ve yayınlara devamlı yer verip gazeteler, gerek köşe yazıların­ da ve gerekse haberlerinde doğru yerine yanlışı telkin ederlerse, kalitesiz ve ilmi değeri olmayan kitap ve dergiler, rağbet görüyorsa, artık o ülke kültür yönünden işgal edilmiş demektir. Kitle dediğimiz makineleşmiş insanlar böyle oluş­ maktadır. Bu tür insanların çoğaldığı cemiyetlerde, zevklerde, dünya görüşlerinde, hatta sosyal tercih ve kararlarda bir güzellik ve harmoni görülmez. Çünkü böyle insanların kendilerine ait hamleci ve geliştirici fikirleri yoktur. Zevklerdeki millilik, yerini rnilletlerarasıcılığa terketrniş­ tir. Adeta, ithal edilen eşyalar gibi, fikirler de ithal malı­ dır. Bu insanlarda, aklın yerini duygular almaktadır. Kitle haberleşme vasıtalarının ürünü olan kitle kültürü öğretir, fakat eğitmez. Manevi değerlerin seri imalat gibi alınması ile zevk ve değerlerden tavizler, milli' kimliği tehlikeye düşürür. Temel kültürde farklı bir yapı arzeden kitle kültürü, yeknesaklığa eğilimiyle irısan hürriyetini daraltır. Çünkü hürriyet, yeknesaklığa ve standartlaş­ maya karşı koymak demektir. Herkesin kişisel arzularının kontroi'ün\i yitirdiğ! bir cemiyet içindeki fertler de, so.

'

357 Orhan Türkdoğan. Dı·.~iŞnıc Kiil11ü ·,;« ::i"fl~Dm ("111. Dün. Araşt. Yay. İstanbul 1988, s. 1·;8.

lıiı»


204 ı Külü

Sömürgeciliği

ve EOilim

rumluluk duygularını kaybederek yabancılaşır. 358 Kitle haberleşme vasıtalarıyla yapılan tahribatın en önemli ilacı milli eğitim politikası ve milli kültür değerleridir. Bu yüzden milli kültür, canlı ve sürekliliği olan bir değerler sistemi veya öğrenilmiş davranış biçimlerinin fertlere yansımasıdır. Hayatımızın her safhasında bu kültür norm ve değerlerine uymak suretiyle, toplumda yerimizi alarak, kişilik kazanırız. Demek ki milli kültür, kişi­ liğimizi oluşturan kültürdür. Biz ona karılınca, artık toplumun bir parçası haline geliriz. Milli kültür rafine bir kültür yaratarak, kitle kültürünün tahribatını önler. Öze ait her davranış, milli kültürü kuvvetlendirirken, her taklit, insanı aslından uzaklaştırır. Günümüzde derin düşü­ nen, ruhi asalete sahip insan tipi, yerini kitle haberleşme araçlarının oluşturduğu yalınkat ve paragözlü bir yığın kültürüne terketmiştir. Buna benzer şekilde, ülkemizde de hızlı ve dengesiz büyüme, eğitimde yaratıcılık ruhu yerine menfaatçi bir hizmet anlayışının ağırlık kazanması, özellikle son yıllarda piyasada açık bir iktisadi liberalizmin gündeme gelmiş olması, milli kültüre karşı, kitle kültürünün giderek, kalın çizgiler halinde güç kazanmasına zemin hazırlamıştır. 359 Toplumu yücelten ahlaki değer ve normlarla, yüksek idealler, kitle haberleşme vasıtalarının tahribatına mwz kalan ülkelerde yaptırım gücünü yitirir. Kitle haberleşme vasıtaları, önemli özelliklerinden dolayı kültürün yayılmasında çok tesirli bir role sahip oldukları gibi, yıpratılmasında da o derece rolleri vardır. Bunun için, gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler, bu vası­ talara çok önem vermektedirler. Hele; etrafı düşmanlarla çevrili olan ve jeopolitik konumu bütün sömürgecilerin iştahını kabartan ülkemiz 358 Orhan Türkdoğan, Değişme Kültür, s. 180. 359 Orhan Türkdoğan, Aynı eser, s. 181.


Kültür

Sömürgeciliği

ve

Eğitim

I 205

için, kitle haberleşme vasıtaları, son derece önem arzetmektedir. Milli kültür değerlerinin tanıtılmasında devlet radyo ve televizyonuna çok büyük görevler düşmektedir. Kendi kültürünü hor gören kadroları bünyesinde barındı­ ran kitle haberleşme vasıtaları milli kültür değerlerimizin yozlaşmasına sebep olmuştur. Bu tahribatlar dikkate alı­ narak milli kültür değ~rlerinin korunması üzerinde ciddiyetle dunnak gerekir. Onun için radyo, televizyon ve diğer yayın organlarının kültürümüzü, başka milletlere tanıhnak, sevdinnek veya kabul ettinnek için, planlı, programlı bir kültür ve sanat faaliyeti içerisine girmesi şarttır. Zira bizim kültürümüz, kültür kavramının bütün özelliklerine sahip, onları bünyesinde toplayan, mazisi derin, köklü ve çok zengin kültürlerin başında yer almaktadır. 360

Genel hatlarına kısaca değindiğimiz milli kültürümüzün turistik tedbirler ve günübirlik politikalarla tanıtılma­ sı mümkün değildir. Çünkü, kültür hizmetleri çok pahalı, zahmetli ve uzun zaman isteyen çalışmaları gerektirir. Onun için devlet tarafından, kültürün her alanında bilgi sahibi, millete hizmeti dava edinmiş elemanların yetiştiri­ lip kadrolarda görevlendirilmeleri lazundır. Yayın vasıta­ larınca, kültür ve sanat konularının derinlemesine işlen­ mesi şarttır. Aynca, Türle dilinin gelişmesi için ilmi yayınlar yapıhnalıdır. Bunun için gerekli olan emek ve sermaye lüzumsuz harcamalardan tasarrufla sağlanabilirdi. Kültür hizmeti hevesk~rlıkla yapılamaz. Eksik ve yarım bilgilerle iyi yetiştirihnemiş kadrolar bu konuda fayda yerine zarar getirirler. Göstermelik faaliyetlerle, milli kültürümüz gelişip serpilemediği gibi, günden güne de kan kaybeder. 36 ı 360 Emin Bilgiç, Mi/it Kültür Davanuz." s. 174. 361 EminBilgiç.r.a.g.e., s. 175.


206 I Kültür Sömürgeciliği ve Eğilim Çağımızda, ülkeler arası ilişkiler yaygınlaştığından herhangi bir iç ve dış meselenin çözümü için, yetişmiş elemanlarla, milli kadrolarla donatılmış yayın vasıtalarına ihtiyaç vardır. Bugün lobi adı verilen dış tanıtım gücünden mahrum olan ülkeler, haklı davalarında, milletlerarası platformda haksız duruma düşmektedirler. Bu da milletin idareye karşı güvenini sarsmakta ve yanlış tavizlere sebep olmaktadır. Demek ki milli menfaatlerin korunmasında da kitle haberleşme vasıtalarına çok büyük görevler düşmektedir. Mesla biz bugün, haklı davamız olan Kıb­ rıs'ı gerektiği gibi dünya kamuoyuna kabul ettiremiyorsak, bunda en büyük pay, milli hasletlerle donatılmış bir haberleşme kadrosundan yoksun oluşumuzda aranmalı­ dır.

Son zamanlarda, ülkemizde çok kitap okunmadığı, hatta halkımızın okumadan hızla uzaklaştığı görülmektedir. Fakat, bunun sebepleri üzerinde durulmamaktadır. Bugün toplumların şekillenmesinde basın ve yayınla, radyo ve televizyonun büyük rolü vardır. Bu yayın vasıtala­ rında, hal.kın zihnine olumlu yönde hitap edilmemesi ve zevklerle, israfı teşvik edecek günübirlik programlara yer verilmemesi, kitle ruhunun belirlenmesinde olumsuz bir iz bırakmaktadır. Buna bağlı olarak halk, aşın ve lüks tüketime yönelmekte veya maddi üstünlük yarışına girmektedir. Etkili bir reklam ve propaganda mekanizması da bunu teşvik etmektedir. Böylece, milli kültür, yerini kitle kültürüne terketmekte, vatan kavramı dünya vatandaşlığı­ na dönüşmektedir. Bu politika, kitabı ve okumayı insan hayatından çıka­ rarak, sadece gündelik bilgilerle donatılmış, maziden habersiz insan yığınlarının oluşmasına hizmet etmektedir. Durum bu olunca kaliteli kitaplarla, bu kitapların yazarları ilgi görmemekte, böylece piyasa, ucuz, fikir muhtevasından uzak kitaplarla dolup taşmaktadır. İnsanlar ise zih-


Kültür Sömürgeciliği ve Eğitim ı 207

ni uzun süre işgal eden kitaplar yerine, daha çok göze hitabeden resimli gazete ve dergileri tercih eder hale gelmişlerdir. Hatta bu durumda, fikir yazılarına fazlaca yer veren gazete ve dergilerin satış miktarı bir hayli düşmek­ tedir. Çağımızda insanların çoğu, kişi hak ve hürriyetine değer veren demokratik yönetim biçimini benimsemişler­ dir. Bu sistemde irade halkın elinde olduğundan, ülkenin iyi yönetilmesi için halkın düşüncelerinin bilinmesi ve öğrenilmesi şartnr. Bu görev de basın ve yayına düşmek­ tedir. Yani demokrasilerde basın ve yayın halk ile yönetim kadroları arasındaki ilişkileri belirleyici rol oynamaktadır. Devlet yöneticileri de basın ve yayın aracılığı ile halkın istek ve ihtiyaçlarını kısa zaman içerisinde ve reel ölçülerde öğrenme fırsatı bulurlar. Kitle haberleşme vasıtalarının üstün bir teknolojiye sahip olması, günümüzde adeta zaman ve mesafe kavra- mının ortadan kalkmasına sebep olmuştur. Böylece, dünya olaylan, anında halka duyurularak bilgi edinmesi sağ­ lanmaktadır. Buna bağlı olarak eşitlik fikri ile demokrasi anlayışı yaygınlaşmakta, cinsiyet ve ırka dayalı ayrılıklar önlenmektedir. Kadın ve erkek ayrılığı azalmakta, kadır. haklan konusunda büyük ilerlemeler sağlanmaktadır. Basın ve yayın vasıtalarının milli kiiltürle sosyal b~.­ tünleşmeyi etkilemesi sebebiyle, güçlü kültür bağlarının toplumlarda, sosyal problemlerin artmasına ve aynlık tohumlarının atılmasına zemin hazırlanmaktadır. Bu şekil­ de istismar kaynaklan arttırılan toplumlarda siyasi ve iktisadi istikrar sağlanamadığı gibi, devletin iç ve dıştaki otoritesi de sarsılmaktadır. Eğer bir ülkede kitle haberleşme vasıtaları görevlerini yapamıyorsa, toplum mazisinden kopar, eski ve yeni kuşaklar arasında, derin uçurumlar meydana gelir. Batı'da maddi ve manevi değerler arasındaki ilişki, tevhid esasın-


208 ı Kültü'

Sömürgeciliği

ve

Eğilim

dan uzak olduğundan kurtuluş reçetesini Batı'ya bağlayan ülkelerde de eski değerler yerini kozmopolitliğe terkeder. Bu ikamecilik, daha ziyade taklide dayandığı için, sosyal bütünleşme çabalan çok defa fonksiyon bozulmalarına dönüşebilir. Burada basın ve yayının büyük rolü vardır. Bu tür toplumlar, sosyal hareketlere açık olduğundan, hasta toplumlardır. Ülkemiz, Tanzimat'tan beri milli' hasletlerle donablnuş bir kitle haberleşme politikası oluşturamadığından çeşitli iç ve dış müdahalelere sahne olmuştur. Hatta Osmanlı Devleti zamanında cereyan eden Celali' isyanları ile aşiret kavgalarının temelinde devletin merkezi ile taşra arasında haberleşme kopukluğu bulunduğu bilinmektedir. Cumhuriyetin ilk yıllarında görülen isyan hareketleri de temelde aynı esasa dayanmaktadır. Türkiye'nin sık sık siyasi' çıkmazlara girmesi ve askeri müdahalelere sahne olmasında basın ve yayın organlarının yanlış kamuoyu yönlendirmesinin önemli payı vardır. O sebeple, sosyal çözülmelere uğramak istemiyorsak, sosyal yapıyı ve bütünleşmeyi sağlayacak kitle haberleş­ me vasıtaları politikasına sahip olmamız ve bunun tesisi için, "devlet millet elele" parolasıyla çalışmamız gerekli· dir. Devletimizin bekası da ancak böyle sağlanabilir. b) Ekonomik Politika

Politika, devlet işlerini yürütme ve düzenleme sanabdır. Arapça'da siyaset olarak bilinmektedir. Genel olarak; bir hedefe varmak için karşısındakilerin duygularım okşamak, zayıf noktalarından veya aralarındaki uyuşmazlık­ larından yararlanmak gibi, yollarla işini yürütrne362 anlamına gelmektedir. Bir ilmin politikasından bahsettiğimiz zaman, buradaki politika tabiri, ınilletlerarası siyaseti ifa362 Türkçe Sözlük, T.D.K. Yay. İstanbul 1992, s. 1194.


Kültür Sörnürgeciliı':ji ve EOitim I 209

de etmek için kullandığımız terimden, tamamen farklı bir Herhangi bir ilmin politikası, o ilmin bulduğu soyut kaideleri ve her yerde geçerli sebep-netice münasebetlerini, belirli bir realitedeki problemlerin halli için kullanmak ve bu genel bilgileri realitenin özel meselelerine tatbik etmektir.363 Meseıa fizikçi, fizik ilminin genel kanunlarını bulun. Daha sonra da, kanunların ve genel bilgilerin ışığı altında tabiattaki fiziki kuvvetleri kontrol altına alarak onları cemiyet için faydalı hale getirecek tedbirler alır.Bir fizikçinin herhangi bir memleketteki su enerjisi kaynaklarını tesbit etmesi, baraj inşa etmeye uygun yerlerde inşaata geçilmesini teklif edebilmesi, fizik ilminin politikasıdır. İktisatçılar da, iktisat ilminin genel kaidelerine göre bir memleketin belirli bir zaman içinde alması gereken iktisadi tedbirleri, tesbit ederler. Bu da iktisat ilminin politim~a taşır.

kasıdır. 364 Eğitim politikaları

ise, bir ülkede ilmi kurallara göre sistemi ve kurumlarında alınan tedbirlerdir. Eği­ tim, kitlelere ve çeşitli sosyal sınıflara mal edilişi ile aydın sınıfın hakim grup haline geçişi, ülkenin iktisadi gelişmesi ile karşılıklı ilişki halindedir. Bir ülkede ekonomik sistem ne olursa olsun, bu sistemin getirdiği yeniliğe karşı, meydana gelen tepkiler yatışmış ve ülke az çok muhafazakar hüviyet kazanabilmişse, tekniğin ön plana geçtiği bir eğitim yapısı ortaya çıkmış demektir. Günüıpüzde eğitim imkanlarının, imtiyazlı bir zümrenin eline geçmemesi için.gerekli gayretler gösterilmektedir. Yalnız, kolektivist ve totaliter bir yönetilme sahip olan ülkelerde, bu gayretler göstermeliktir. 365 eğitim

363 Amiran Kurtkan Bilgiseven, Sosyoloji, s. 154. 364 Amiran Kurtkan Bilgiseven, Aynı eser, s. 154. 365 Amiran Kurtkan Bilgiseven, Egitim Yolu ile Kalkınmanın Esasları, s. 49.


210 I Kültür

Sömürgeciliği

ve

Eğitim

Her ülkede halkın iktisadi şartlan ile tahsil durumu arasında bir ilişki olduğu bilinmektedir. Eğitimin, milli hasılanın büyümesinde büyük bir rol oynadığı kesindir. Gerçi eğitim-hasılasını ölçmeğe yönelen çalışmalarda, mevcut kaynakların ne kadarının eğitime ayrılacağını, kaynakların durumu ile, konunun önemini idrak eden yönetici kadroların ekonomik politikası ve zihniyeti tayin eder. Çünkü kapital stoku ve işgücündeki artışla izah edilemeyen ve eğitime ayrılması gereken iktisadi büyüme payının, gerçekliği inkar edilemez. Dünyanın her yerinde nüfus başına düşen gelir ile cehalet arasında geçerli bir orantı ve ilişki vardır. Nüfus başına düşen gelirin 300 dolardan az olduğu yerlerde, okuma yazma bilmiyenlerin genel nüfusa oranı % 50'den fazladır. Fert başına isabet eden gelirin 300 dolardan fazla olduğu yerlerde bu oran % 20 civarındadır. Az gelişmiş ülkelerin kapital teşekkü­ lünü hızlandırmaya yetrniyecek kadar bir tasarrufa sahip olduktan bir gerçektir. Bu ülkeler tasarruf ve yatının imkanlarına kavuşabilseler dahi, gerekli olan ekonomik tedbirler yoğun cehalet ortamında beklenen neticeyi veremez. 366 Halbuki okuma yazma oranını artırmayı, sayıdan çok kalite yönünden ele alan A vrupa'da, ekonomik kalkınma bu faktörler ışığında hızla gerçekleşmiştir. İlmi araştırmalar göstermektedir ki, beşeri kapitalin yaratılmasında, iktisadi gelişme en önemli faktörlerden birini teşkil etmektedir. Okuma yazma seviyesini veya ilkokul tahsilinin üstündeki eğitim basamaklarını geçmiş, bilhassa teknik ve fen sahasında iyi bir eğitim görmüş fertlere olan ihtiyaç, büyük sanayie dayanan ekonomiler için hayati bir önem taşımaktadır. Bugün modem teknoloji hızla gelişmekte, buna bağlı olarak da işgücünün kalitesi artmaktadır. Buna ilaveten dünya nüfusunun süratle artışı beraberinde gıda, enerji, diğer ihtiyaçların vs. ço366 Amiran Kurtkan Bilgiseven, y.a.g.e., s. 51.


Kültür

Sömürgeci6ği

ve

Eğilim

I 211

ğalması

problemini getirmektedir. Bu durum ihtiyaçların karşılanması meselesini gündeme getirerek problemin çözümü ile kalifiye elemanların yetiştirilmesini mecburi kıl­ maktadır.

İşte iyi bir ekonomi politikası, bir yandan bütün kaynaklan değerlendirirken, diğer yandan bu kaynaklan en ideal şekilde k-ullanacak elemanları yetiştirecek bir eğitim sistemi plarunasına muhtaçtır. Böylece kaynaklar, rasyonel ve milli esaslar dahilinde kullanılıp dolayısıyla halkın refah seviyesi yükseleceğinden eğitime bütçeden daha büyük paylar ayrılmış olacaktır. Gelişmiş ülkelerde refah seviyesinin yüksekliği, devletin halka daha iyi eğitim imkanları sağlayabilme gücünü ortaya koymaktadır. Refah seviyesinin yüksek olduğu ülkelerde, alınan sağlık tedbirlerinden dolayı, ortalama yaş sının yükselmekte ve ölüm nisbetleri azalmaktadır. Aynca düşük doğurganlık sebebiyle genç nüfus azalmakta, böylece çaiışabilir nüfusun yükü hafiflemektedir. Aile gelirlerinin artışı da, tüketim mallarına talebin oranım azaltarak, hizmetlere olan talebi artırmaktadır. Böylece gelir seviyesi yükselen aile, eğitim masraflarına ayırdığı kazancından tasarruf etmiş olmaktadır. Bu tasarruflar da aile gelirine olumlu yönde tesir ederek daha düşük marjinal fayda potansiyelini meydana getirmektedir. 367 Az gelişmiş ülkelerde ise, aile gelirleri düşük olduğundan eğitim için harcanacak kazançların marjinal faydası yüksektir. Bu durum marjinal gelirin çocuğun okutulmasından çok, hayati ihtiyaçların karşılanması ve mecburi tüketim mallarına harcanması neticesini vermektedir. Bu ülkelerdeki yüksek doğurganlık oram, tahsil çağındaki nüfusun miktarım arttırmaktadır. Böylece ebeveynlerin mali yükü artarken, devletin vergi yoluyla sağladığı gelirler azalmakta, bu da, devlet eliyle eğitimin ıslah edilmesi367 Amiran Kwtkan Bilgiseven, Aynı eser, s. 52.


212 I Kültür SömC.geciliği ve EOitim

ni güçleştimıektedir. Halbuki bütün dünyada bilindiği üzere eğitimin gelişme üzerindeki rolü fevkaUide önemlidir. 368 Neticede iyi bir ekonomik politika, az gelişmiş ülkelerde eğitime ayrılan payın önemini ortaya koyarken, sömürgecilik faaliyetlerini de bu yönde frenleyecektir. Politika insanları yönetme, devlet işlerini yürütme ve düzenleme sanatı olduğundan, temelde kendi milletine faydalı olma gayesini taşır. ilimlerin politikaları da, kendi sahalarında belli ölçüler dahilinde alınan tedbirlerin bütününü ifade etmektedir. Devletin, değerleri koruma, telafi, geliştirme ve kendi milletine benimsetme, yayma maksadıyla aldığı tedbirlere ve yapılan her türlü hizmete, kültür politikası denir. 369 Ekonomik alanda ilini esaslara göre alınan tedbirlerin bütünü de ekonomik politikayı meydana getirmektedir. 623 yıl devam eden Osmanlı Devleti'nin ekonomik politikası, temelde tanın ve hayvancılıkla, fetihlerle elde edilen topraklardan sağlanan gelire dayanmaktaydı. Devlet, savaşlar sonunda aldığı topraklan has, zeamet ve tı­ mar olarak üçe ayırarak, idaresini devlete hizmet etmiş kimselere verirdi. Bu kişiler de, topraklardan elde ettikleri gelir oranına göre, devlete belli miktarda asker yetişti­ rirdi. Bundan dolayı Osmanlı toprak sistemine, tımar düzeni denmektedir. Aynca, Osmanlı topraklarının ipek ve baharat yolu gibi milletlerarası ticaret yollan üzerinde bulunması, devlet gelirinin artmasını sağlayan başka bir faktördü. Sanayii ise daha çok atölye ve el sanatlarına dayanmaktaydı.

18. yüzyıldan itibaren Osmanlı Devleti toprak kaybetmeye başlayınca, gelir kaynaklan azalmış ve buna paralel olarak da ekonomisi bozulmaya başlamıştı. 368 Aynı eser, s. 52. 369 Emin Bilgiç Milli Kültür Davamız, s. 71.


Kültür SömürgeciliOi ve E(jilim 1213

1492'de Aınerika'nın keşfi, 1502'de Macellan tarafın­ Afrika'nın güneyinden Hint Okyanusu'na gidilmesi, Osmanlı topraklarından geçmekte olan ticaret yollarının denizlere kaymasına sebep oldu. Bunun karşısında, Osmanlı Devleti, Avrupalı tüccarları yeniden çekebilmek için kapitülasyonları vermek zorunda kaldı. Bu sıralarda devletin hızla toprak kaybetmesi halkın iç bölgelere doğ­ ru göç etmesine sebep olduğu gibi, geri dönen bu halka mesken ve iş sağlamak da ekonomik yükü fazlasıyla artdan

tırdı.370

Devletin askeri bir yapıya sahip olması masraftan hızla arttırırken, gelir kaynaklarının azalması, dış devletlerden borç almak mecburiyetini doğurdu. Avrupa'daki rönesans ve reform hareketleri sömürge zihniyeti doğu­ rurken, beraberinde zenginlik ve refahı getirdi. Daha sonra 19. yüzyılda başlayan sanayi hareketleri Avrupa ülkelerinin ekonomik ve sosyal yönden kalkınmasını sağladı. Buna karşılık Osmanlı Devleti, A vrupa'nın bu hızlı geliş­ mesine ayak uyduramadığı gibi, aldığı yanlış ıslahat tedbirleri ile de iyice zayıfladı. Arkasında büyük bir borç yükü bırakarak tarihe karıştı. 1912 Balkan Savaşı, 1914 Birinci Dünya Savaşı ve 1919 Milli Mücadele sonunda devletin iyice yorulması ekonomik durumu daha da kötüleş­ tirdi.371 Cumhuriyet idaresi kurulunca, yönetim değişikliğine paralel olarak yeni bir ekonomik politika belirlendi. Türkiye, modem esaslara göre yeniden teşkilatlanmaya baş­ ladı. Şehirler ve köyler yeniden onarılıp tanın ve ticarette yeniliklere girişildi. İlk olarak öşür kaldırılıp, dış borçlar kısa zamanda ödenerek devlet, düyOn-u umı1miden kurtarılmıştı. Cumhuriyet döneminin ekonomik politikası 6 dönemde incelenmektedir. 370 Halil Cin, Osmanlılar'da Toprak Düzeni, Boğaziçi Yay. İstanbul 1975, s. 18. 371 Nihat Niruıı.Sosyoloji, M.E.B. Yay. İstanbul 1990, s. 108.


214 /

KCıllü'

SömürgeciliOi ve

Eğilim

1- 1923-1932 dönemi: Bu dönemin özelliği, özel tekoruma faaliyetlerinin başlamasıdır. Bunun için 1923 yılında İzmir iktisat kongresi toplandı. 1927 yılında Teşvik-i Sanayi kanunu çıkarıldı. Kabotaj hakkının Türk gemilerine tanıması ve demiryollannın millileştirilme­ siyle devletçilik başladı. Aynca hazineye gelir sağlamak üzere, tütün, şeker, tuz, içki ve kibrit üretilmesi için tekel kuruldu. 1929 yılında çıkarılan bir kanunla Türk sanayisi korumaya alındı. Osmanlı'dan kalan devlet fabrikalarının çalıştırılması ve yenilerinin kurulabilmesi amacıyla 1925 yılında Sanayi ve Maadin Bankası kuruldu. 1930'daki ekonomik krizin ülkeyi etkilememesi için köylüyü koruma tedbirleri alındı. 2- 1993-1938 dönemi: Bu dönemde devletçilik hakimdir. Özel teşebbüs yine desteklenmiş, fakat karlı görülen her sahada devlet görüldüğünden, özel teşebbüsün cesareti kırılmıştır. 1934 yılında devlet işletmelerini kapsamak üzere ilk beş yıllık ekonomik plan yapıldı. Eski tecrübelerden dolayı dış borçlanmaya gidilmedi. 1934'te Rusya'dan 8 milyon dolar ve 1938'de İngiltere'den 13 milyon sterlin borç alınmıştı. Devlet bütçesinin % IO'u şebbüsü

endüstrileşmeye ayrılmıştı.

3- 1939-1945 dönemi: Bu dönem aşın devletçilik ve harp ekonomisi dönemidir. Üreticiler ve gençler silah altına alındığından iç üretim çok azalmış, ithalatta düşüş olmuş, bu durum karşısında bazı mallar vesikaya bağlan­ mıştı. Para arzı arttınlmış ve değeri hızla düşmüştür. Sabit ve dar gelirliler büyük geçim sıkıntısına düşmüştür. Yatınmlar durmuş ve asken masraflar hızla artmıştır. 4- 1946-1949 dönemi: Bu döneme çok zor ekonomik durumla girildi. Sanayi makinelerinin çoğu yıpranmış, piyasada ithal malı bulunmaz olmuştu. Enflasyon devam ediyordu. Memleketin ithal mallarına aşın ihtiyacı olduğu bir sırada 1946'da Türk parası % 50 devalüe edildi. Bu


Kültür

Sömürgeciliği

ve

Eğitim/

215

büyük bir hata idi. İhraç mallan ucuzladı. Döviz stoklan erimeye ba~ladı. Bütün Avrupa'ya yardım eden Marshall planından yararlanılmadı. Ancak çok sonra 50 milyon dolar yardım alındı. Buna bağlı olarak iç üretim artmaya başladı.

5- 1950-1960 dönemi: il. Cihan savaşından demokrasi cephesinin galip çıkması, Türkiye'yi de etkilemiş ve çok partili hayata geçilmesi kaçınılmaz olmuştu. 1950 başında ekonomiye tamamen liberal fikirler hakim olmuş, devletçilik terle edilmişti. Türlciye'nin ihracatı artmış, kalkınmaya tarımdan başlanmış, kredi kolaylıktan sağlan­ mıştır. Döviz rezervlerinin hızla erimesi sonucu, 1954'ten sonra liberal sistemden vazgeçilmiştir. İthalat kısıtlanmış, talep mal arzını aşınca, fiyatlar yükselmiştir. Bu durum karşısında harp yıllarındaki milli korunma kanunu 1956' da yeniden yürürlüğe girmiştir. 1950 yılından sonra, güdülen ekonomi politikasının en belirgin özelliği yatınm­ lann hızlanmasıdır. B4 dönemde dış yardımlardan da yararlanılmıştır. Altın ve döviz rezervi azaldığından, dışarı­ ya borçlanma artmıştır. Yabancı sermaye de, bu dönemde ülkeye girmiştir. Neticede Türkiye, ekonomik alanda büyük ilerlemeler kaydetmiş; fakat bu gelişme istenilen seviyeye ulaşamamıştır. Kalkınma planlan ise uygulanmamıştır.

6- 1960'tan sonraki dönem: 27 Mayıs ihtilalinden sonra iş başına gelen askeri yönetim, Türk parasını hemen devalüe etti. Dış ticaret açıklan, borçlanmalarla kapatılmaya çalışıldı. Yatırımlar geriledi. 1963 yılından sonra Türkiye'de 5 yıl vadeli kalkınma planlan hazırlan­ dı. Bugün ise Türkiye'de gelişme hızı, düzenli seyretmeyip iniş ve çıkışlar göstermekte,372 fakat Türkiye geri kalmışlık çemberini kırmış bulunmaktadır. 372 Prof. Haluk Cillov, Tiirkiye Ekonomisi, İkt. Fak. Yay. 1972, s. 12.


216 / KOltü"

Sömürgeciliği

ve

Eğitim

Türkiye'nin güçlü sanayi ülkesi haline gelmesi, tarım­ da verimin arttırılması, milli kültür birliğinin güçlendirilmesi ekonomik politikanın hedefi olmalıdır. Fakat bu faaliyetler adeta gizli bir el tarafından engellenmektedir. Ülkemizin milli menfaatlerini zedeleyen ve gizli ellerce organize edilen faaliyetlerden biri de, ekonomik sömürgeciliktir. Ülkemizin eğitim meselelerinin halledilmiş olmaması, gerek kültür ve gerekse ekonomi alanında politika tesbit edilmemesinden dolayıdır. Halbuki kalkınma yolunda olan ülkeler, yeni bir kültür politikası tesbit ederek milli değer sistemiyle örf ve adetleri muhafaza edip, bu konuda tercihlerini yapmak zorundadırlar. Öte taraftan, içtimai mirası ve yaşayan güçlü müesseseleri nesilden nesile intikal ettirebilen milletlerde, cemiyetin sosyal bünyesi bütünleşebilir ve dış tesirlere karşı dayanıklı hale gelebilir. Böylece kurduğu devleti, sağlam kültür temellerine oturtan ve kültür birliği kuran toplumlar, bu temelden alacağı itici güçle manalı bir ekonomik kalkınma seferberliğine girişebilirler. 373

Buna göre Türkiye'nin ekonomik bağımsızlığını sağ­ layabilmesi, köklü bir idari reform ile bölgeler arası gelir ve kalkınma dengesizliklerinin giderilmesi şuuruyla yetiştirilmiş nesillere bağlıdır. Bu nesiller, demokrasiye inanmış ve yabancı ideolojilerin ülkeyi felakete sürükleyeceğini gören, aydın kimselerden oluşmalıdır. c) Kültür Politikası

Her devletin ve cemiyetin, kendi milli bünyesine, ve siyasi konumuna bağlı olarak meydana gelen çeşitli ideolojik cereyanlara karşı, kültür varlığını korumak ve devam ettirmek için aldığı tedbirlere kültür politicoğrafi

373 Mustafa Erkal, Sosyal Meselelerimiz ve Sosyal Değişme, s. 1315.


Kültür

Sömürgeciliği

ve

Eğitim

I 217

kası denir. Kültür politikasmm en önemli özelliği milliliktir. Milli kültür politikası, manevi kültürün değer hükümlerinin, tarihi şahsiyetlerin milli hayat görüşünün, örf ve ıidetlerin ve cemiyeti bütünleştiren milli felsefenin 20. asrın ihtiyaçları açısmdan faydah olabilecek özelliklerini tesbit ve buna göre manevi kültürün unsurlarını geliştir­ mektir.374 Asnm1zda nüfus ve maddi imkan bakumndan kudretli ve üstün olan devletler, esasen dilleri, ilmi üstünlükleri, sanat ve müzikleri ile dünya milletleri üzerinde otorite kurmağa çahşmaktad1rlar. Bunlar, zayıflayan siyasi, iktisadi ve idari sömürü güçlerini kültür sömürgeciliği tesiri yoluyla yeniden kazanma çabasmdad1rlar. Bunun için dünyada bir kültür ve ilim taarruzunun başlatıldığı, herkes tarafmdan açıkça görülen gerçeklerdendir. Zamanı­ mızm bu açık hakikati karşısmda, istiklal içinde varolrnak ve yükselmek isteyen milletlerin, milli kültürlerine sarıl­ maları bir ihtiyaçtlr. Bunun için kültürü bütün unsurları ile ele ahp canh tutmak, ilmi çahşmalan programlaşt1r­ mak ve onu sistemleştirerek objektif metotlarla yaymak, milletlerce temel politika olarak benimsenmelidir. Bu çahşmalann gayesi, milli kültür anlayışım bütün fertlere benimsetmek ve çevreye hakim kılmak olmahd1r. Şüphesiz böyle kapsamlı bir milli kültür faaliyetinin birçok şartlan vardır. Buna karşıhk milli varlığm devamı için ilim ve fikir hizmetleri gibi, kültür hizmetlerinin de manevi değer­ leri dikkate almarak, akli esaslar dahilinde hareket edilmesi gerekir. Şunu da bilmek gerekir ki, kültür hizmetleri, maddi hizmetler gibi kısa zamanda sonuç vermezler. Bunlar, çok pahalı, zaman ve sabır isteyen hizmetler olduğundan, kaybedildiğinde telafisi mümkün değildir. Tedbir olarak da kültür hizmetlerinin her alanında, geniş

374 Amiran Kurtkan Bilgiseven, Sosyoloji, s. 91.


218 /Kültür

Sömürgeciliği

ve

Eğitim

ve seviyeli bir kadronun yaratılmasına ihtiyacı vardır. 375 Böyle kadrolara sahip olan milletler, geleceğe güvenle baktıkları gibi, varlıklarını da ipotek altına sokmazlar. Her millet varlığını koruyup sürdürebilmek veya zaman içinde diğer milletleri benliklerinden tecrit ederek kendi bünyesinde eritmek ve hazmetmek için, milli kültürünü geliştirmek zorundadır. Öyleyse milli kültürler, milletler için, bir taraftan en sağlam ve dayanıklı savunma silahı, diğer yandan ise, en tesirli taarruz silahı haline getirilmeli ve kullanılmalıdır. Milli kültürün nesillere aktarılması ve geliştirilmesi eğitim sisteminin temel görevlerinden biridir. Bunun içindir ki, eğitim politikasının tesbitinde, bir taraftan ülkenin ekonomik ve teknolojik ihtiyaçlarına cevap verecek insan gücünü yetiştirme düşünü­ lürken, diğer taraftan, milletin kültürünü eğitim sahasına hakim kılmak zorunluluğu vardır. Ancak, böylece bir eği­ tim, millilik özelliğini ve anlamını kazanmış olur. Bilindiği üzere, milli kültür, nesillere, mensubu bulunduğu milletin dili, edebiyatı, tarihi, inançları, örf ve Metleri, folkloru, mimarisi, müziği gibi yaşayan müesseseler yoluyla kazandırılır. Bu müesseselerin terkedilmesi yerine, yenisinin konulması farklı bir kültürün ortaya çıkması veya o toplumun, milli kültür bağlarından koparak yeni bir değer sistemini benimsemesi demektir. 376 Kültür sahasında bütün bu şart ve kapların yerine getirilmesi suretiyle, varılmak istenen asıl gaye, milleti ve memleketi, zarar verici her türlü iç ve dış tesirlerden korumak, birlik ve bütünlüğü kuvvetlendirmektir. Bilindiği gibi, milli kültürlere zarar, sadece dış faktörlerden gelmemektedir. Milletlerin kendi içlerinden de, yanlış anlamalar , bilgisizlikler, ajanlar, taassuplar ve siyasi zıtlaşmalar yüzünden tamiri güç sıkıntılar doğmaktadır. Bu tahriplere 375 Emin Bilgiç, Millt Kültür Davamız, s. 69-70. 376 Abdullah Nişancı, Millf Eğitim Meseleleri(!liz, s. 40-41.


Kültür karşı

Sömürgeciliği

ve

Eğitim/

219

milli kültürü korumak, değer ve kıymetleri millete devletin görevidir. İşte, bu koruma, telafi geliş­ tinne ve kendi milletine benimsetme veya içeride ve dışa­ rıda yayma şartlarını gerçekleştinnek üzere, devletçe tutulan yola, alınan tedbir ve hizmetlere bir devletin kültür politikası diyoruz. 377 Demek ki kültür politikası, bir milletin hayat ve varlık meselesi olduğu gibi, milli güvenliğinin de garantisidir. Millet ve kültür öyle iki kuvvettir ki, bunlar birbirlerinin hayat kaynağını teşkil ederler. Millet kültürü meydana getirir, kültür ise milleti yaşatır. Kültür, millet tarafından zenginleştirilip yükseltilirken, kültür de millet topluluğuna hız vererek onu yeni ufuklara doğru sevkeder. Topluml_ararası kültür alış verişlerinin, milletlerin yükselişinde rol oynayan faktörlerden biri olduğu göz önünde tutulması gereken gerçeklerdendir. Bu alış veriş, kuvvetli dış tesirler altında ezihnemek şartıyla faydalıdır. Tazyik karşısında tutunamayan kültürler, temsil ettikleri milletlerle birlikte tarih sahnesinden silinip giderler. Ancak müesseseleşmiş ve kuvvetli manevi temellere dayalı, insani değerleri yaşatan kültürler, kendi karakterlerine uygun özellikleri seçerek, onları millet yararına kullanmak hakkına sahip olurlar. Batı medeniyetine dahil milletlerin hukuki ve iktisadi tutumları, sanat ve edebiyatlarındaki ayrılıklar, onların milli kültürlerinde köklü deği­ şiklik ruhuna sahip olmadıklarını gösterir. Yoksa, milli kültür farkları ortadan kalkarak, çoktan tek millet haline gelirlerdi. Milletleri yeni bir görüş ve hayat tarzının içine atan gelişmeleri dışa mal etmek, kültür politikası zayıflı­ ğından kaynaklanmaktadır. Aslında milletlerin tarihteki dönüm noktalan, gerçekte, kültür politikalarının meydana getirdiği ilerleme ve yenilenmelerle ilgilidir. Meseli; tanıtmak,

377 Emin Bilgiç, y.a.g.e., s. 71.


220 ı Küllü' SOmurgeciliOi ve EOitim

Fransız İhtila.Ii'nde

tayin edici sebep, herhalde ·ı 789 Temmuz'unda kendini gösteren fiili hareket değil, ondan yıllarca önce başlayan hürriyetçi fikir politikalanydı. 378 Çeşitli toplumlar istikrnllerini kazanıp devletlerini kurduktan sonra milletler ailesi içinde varlığını devam ettinnek ve korumak için derlıal kültür politikası tesbit etmişlerdir. Tarih bunun örnekleriyle doludur. Böylece yeni bir varlık mücadelesine giren toplumlar, mevcut milli değer sistemini, örf ve adetleri muhafaza ederek yenilenmekte, dolayısıyla tarih sahnesinde kendilerini göstermeye çalışmaktadırlar. Zayıf bir bünyesi bulunan ve köklü bir kültüre sahip olmayan milletler ise, gerileme ve maziyle kopukluktan dolayı, çağı yakalıyamamakta, meselelerini de çözememektedirler. Kültürlerin gayesi insana hizmet olduğundan, gelişmiş kültür değerlerine sahip olan toplumlar, hem mutlu ve hem de her yönden kalkın­ mış olurlar. Onun için her toplumun kültürü kendi ihtiyaçlarına cevap verir ve ona kendisine has bir yaşama düzeni sağ­ lar, yani her kültür kendi toplumunu tatmin edecek değer­ ler manzumesini bünyesinde barındırır. Kültürde milli davranış, tavır ve tutum esas olduğu gibi, bütün biyolojik, sosyal ve ruhi ihtiyaçları kaplayan değerler manzumesinin de dikkate alınması şarttır.379 İyi bir kültür politikası, yukarıdaki özellikleri ihtiva etmelidir. Kültür politikası yaratılmaz, fakat geliştirilir. Eskilik durumuna bakarak kültürün donmuş, taşlaşmış kaideler birliği olduğu sanılmamalıdır. Aksine, değişmek, devamlı olarak gelişmek, onun en önemli özelliğidir. Bu şanstan mahrum kalan milletler, tarihin karanlıklarına gömülmüş­ lerdir. Ancak bütün bu değişmeler ve başkalaşmalar, kültürlerin derinliklerine inip temellerini sarsmamalıdır. 378 İbrahim Kafesoğlu, Türk Milliyetçiliğinin Meseleleri, s. 61-62. 379 Muharrem Ergin, Türkiye'nin Bugünkü Meseleleri, s. 19-26.


Kültür Sörnürgecili0i ve EOilim ı 221

Kültür politikası, millet olma realitesini etkileyen en önemli faaliyet olduğundan, ortak duygu ve sembollerin yayılması ve korunmasında temel etkendir. 380 Konuya Türkiye açısından baktığımızda pek sevindirici bir tablo ile karşılaşmayız. Nitekim bizim ilişkileri­ miz, devirler içindeki coğrafi durumumuz, zaman içerisinde girdiğimiz ve çıktığımız medeniyet çevreleri, imkanlarımız ve mahrumiyetlerimiz, kültür politikamıza yön veren temel faktörlerdir. Bu politikada hedefimiz, Türle milleti, Türle devleti ve hükümeti olarak, mazisi derin, kudretli, şanlı tarihinden güç alan ve parlak ufuklara doğru yönelen kavimlerle temas eden Türle kültür ve sanat unsurlarının gücünü tesir ve değişmelerini takip etmek gereklidir. 38 ı Türklüğün yayıldığı sahalarda bırakılan maddi ve manevi izler, eserler ve abidelerle, tesislerden edinilen intibaların kültür politikamıza yön veren faktörler olması şarttır. Bu eserlerin büsbütün silinip yok olmadan, işlenip yeni nesillere aktarılması gereklidir. Öte yandan, Selçuklular'dan itibaren müslüman Türk aleminin, ortak zevk kaynağı olan Türk musikisinin işlenmesi de kültür politikamızın önemli konularından biri olmalıdır. 382 Milletimizin bütün fertlerinde yaşıyan ortak idealler meydana getirmek için, uygun bir eğitim sistemi geliştirmek de bu konudandır.

Ziya Gökalp'a göre milli metkılre selamete çıkan yolun hareket noktası idi. Türlelüğün masallarda, destanlarda izleri kalan mefkuresi vardır ki, bunu enkaz altından bulup çıkarmak mecburiyetindeyiz. Çünkü, mefkı1resiz milletlerde iradeli fertler bulunmaz. tehlikede kalan bir milleti, ancak vicdanlarda umumi irade halinde kök salan 380 Orhan Türkdoğan, Değişme Kiiltür Sosyal Çözülme, s. 36. 381 Emin Bilgiç, Millf Kiiltür Davamız, s. 73. 382 Emin Bilgiç, Aynı eser, s. 74.


222 ı Kültür SömürgeciliOi ve E!)itim

idealler kurtarabilir.383 Bu bakımdan milli bünyemiz, birçok ülkeye nasip olmayacak şekilde sağlamdır. Dış tehditlerin en büyük ilacı, bu huzur kaçıncı cılız rüzgarlar önünde, şuursuz ve korkakça eğilmek yerine millete yöneltilmiş saldırılara cesaretle karşı koyarak karamsarlık duygusunu söküp attnaktır. Irkçılık, Turancılık gibi suçlamalarla bulandırılmak istenen, fakat gerçekte hiçbir lekeyi kabul ettneyen Türle kültür milliyetçiliği, bu ümitsizliği yok edecek ve milli duyguyu şahlandıracak tek kudret kaynağıdır. Çünkü, Türle kültür milliyetçiliği, üç kıtaya yayılmış dünya Türklüğünün ortak hazinesidir.384 Bunun için Türle kültür politikasında bütün Türlclerin dturumlannın dikkate alınması lhımdır. Ülkemizin tarihi, kültürel ve sosyolojik yapısı göz önüne alındığında, sıkıntılarının kaynağında eğitimin tek tip insan yetiştirmesi ve milli değerleri ihmal ettnenin yattığı görülmektedir. Bu bakımdan Türkiye'de, Kanada, İngiltere, Fransa ve A.B.D. vs. gibi çok değişik yapı aramak, ancak dış güçlerin oyununa alet olmaktır. Çünkü Türk tarihine baktığımızda ayrılıkçılık ve bölücülük gibi yıkıcı faaliyetlerin hakim gruptan gelmediği görülecektir. Halbuki yukarda adı geçen ülkelerde, ayrılıkçılığı doğu­ racak ekonomik, hukuki ve siyasi farlclılıklar mevcuttur. Bunun için, ülkelerin farlelı kültür yapısı tarihi gelişim çizgisi izlenmeden, onları aynı kategoriler altında toplayarak genel yargılara varmak yanlıştır. Bugün millet düşüncesine sahip olma şuuru; tarihi, kültürel ve antropolojik şartlara uyumu sağlaması bakımından bir bölgecilik hareketi değil; millet olma duygusunun dışa yansıması­ dır.385

383 Ziya Gökalp, Türkçü/ütün Esaslan, s. 74-76. 384 İbrahim Kafesoğlu, Türk Milliyeıçilitinin Meseleleri, s. 74. 385 Orhan Türkdoğan, Detipne Kültür ve Sosyal Çözülme, s. 35.


Kültür Sömürgeciliği ve Eğilim I 223

Kısacası,

Türk

insanının

bugünkü meselesi, millet olve dil ile duyguda birliği sağ­ lamasıdır. Milli kültür politikası, millet olma yapısını etkileyen en önemli girişimdir. Bu girişimin unsurları eği­ tim ve öğretimdir. Böylece sosyal hareketlilik artarak, ortak duygu ve düşünceler bütün toplumu sarsacak şekilde gelişir. Bunun gibi, kitle haberleşme araçlarının geniş gruplar tarafından kullanılması milü kültürün yayılmasın­ da ak1if rol oynar. 15. yüzyılın sonlarına doğru, ülkemizde milli kimlik, ümmet kimliğinin içinde erimişti. Ancak 400 yıl sonra, ümmet kavramı millet kavramına dönüş­ meye başlamıştır. 386 Türkiye Cumhuriyetinin kültür politikasının, bugüne kadar iki kaynağı olmuştur. Bunlardan biri Cumhuriyetten önce başlayan milliyetçilik, diğeri de yine Cumhuriyetten önceki dönemin eseri olan Batılıla5ma politikası­ dır. Türkiye'ye Batı kültürünün Cumhuriyetten önce girişi, esas itibarıyla resmi politikanın eseri olmuş yani bu değişmeyi devlet gerçekleştirmeye çalışmıştı. Batılılaşma siyasetinin temelinde Türk devletinin, Batı karşısında devamlı gerilemesi olayı yatar. Devletin gücünü kaybetmesi oranında Batılılaşmanın sürati de artmıştı. Bu itibarla Cumhuriyet döneminin başlangıcında görülen Batı kültürüne aşın açılma yadırganamaz. Cumhuriyetçiler, başka bir deyişle inkılapçılar il. Meşrutiyet inkılabını yapan neslin, harpten sonra ayakta kalmış olanlarıydı. Bunlar aynı çevrede yetişmiş, aynı fikirleri benimsemiş ve büyük çoğunluğu ile meşrutiyet idaresi içinde yer almış kimselerdi. Meşrutiyet devrinin üç büyük fikir cereyanı olan, Türkleşmek, İslamlaşmak ve Muasırlaşmak'tan etkilenmişlerdi. Bunlardan İslamlaşmak, Türklerin İslam dünyasının liderliğini kaybetmesinden dolayı tesirini yitirmişti. ma olayını

gerçekleştirmesi

386 Türkdoğan, Aynı eser, s. 37.


224 / Kültür Sömürgecil~i ve Eğitim Kaldı

ki Cumhuriyetin, Hilafet ve Saltanata karşı bir antitez olarak ortaya çıkması, kendisinden önceki siyaset tarzını reddetmesi demekti. Böylece Cumhuriyetçilerin elinde sadece iki görüş kalmıştı. Bunlar, Batıcılık ve Milliyetçilikti. Milliyetçilik 20. yüzyılın en büyük siyasi realitesiydi. Bizim milliyetçiliğimizin temeli ise yeni Türk devletini kurarken millete güvenmekti. Bu milliyetçiliğin hangi fikir temelleri üzerine oturtulacağı ve yürütüleceği meselesi Cumhuriyet inkılapçılarının kültür politikasının temelini teşkil ediyordu.387 Milliyetçiliğimizin esaslan Türk tarihinin incelenmesine dayanmakta böylece sadece İslam döneminde değil, daha önceleri de Türklerin parlak bir mazisi olduğunu objektif ölçülerde gözler önüne sermeye bağlanmaktadır. Kültür politikamızın bir yönü de sanat faaliyetlerine dönüktür. Biz., bu konuda çok büyük değer ifade eden eserler vermişken, beton yığınları, Batı müziği ve süsleme tarzı halinde ruhsuz yapılaşmaya tek kurtuluş reçetesi gibi sarıldık. Halbuki taklit ettiğimiz Garp sanatının doğuşu ve gelişme seyrini tayin eden şey, sanatkann değer ölçüleri ve dinamizmi arasına hüsran, nedamet ve utanç gibi karanlık unsurlar karışmasıdır. Şöyle ki müslüman sanatını, hristiyan sanatından ayıran psikolojik mekanizma, Batı'nın kendi peygamberine ihanetinin acısını bir türlü unutamaması ve bu ruh haletini resim, mimarlık ve musiki gibi güzel sanatlarda dışa yansıtmış olmasıdır. Onun için kiliselerin içi İncillerin yapraklan çarmıha gerilmiş İsa'lar ve ıstıraplı Meryem'lerle doludur. Bu insanlık suçu, güzel sanatların her türünde ortak günah olarak yüzlere vurulmuştu. Böylece hristiyan sanatı kasvet ve ıstırabı ifade 387 Erol Güngör, Dünden Bugünden (Tarih, Kültür, Milliyetçilik), s. 97-98.


Kültür Sömürgeciliği ve

Eğitim

I 225

ederek teselli bulmuş, buna bağlı olarak kiliselerin havası loş ve karanlıklaşmışnr. 38 8 Türk sanatı ise ulvi bir tefekkür noktasından hareket ederek merkeze insan yerine Allah'ı koymuştur. Burada her varlık, Allah'ın kudretini ifade eden bir motif ve sembol olmuştur. Giyim kuşamla evlerin sadeliği ve yapı tarzı buna en güzel örnektir. Böyle bir anlayış sermayesini Tann adına harcadığı için, Batı'nın uğradığı hayal kırık­ lığına uğramamış, sabır ve ümit rehberliğinde yenidendirilişi bekleyip, kendini lııkara yönelmeyerek abideleşmiş­ tir. Demek ki Batı'yı her yönüyle kalkınmışlık ve büyüklügün sembolü olarak görmek, kültür politikamız açısın­ dan hata olduğu gibi, beraberinde milli zafiyet ve sosyal problemlere zemin hazırlamıştır. Bundan dolayı k""illtür politikası, bir milletin hayat meselesi ve milli güvenliğinin 'göstergesidir. Fakat insanoğlu doymaz bir hırsa sahip olduğundan, başkalanna zarar vermeyi, çok zaman fazilet kabul etmiştir. Tarih kendisinden ibret alınacak olaylarla dolu bir dost, bir ayna olduğundan Türk kültür politikası bu gerçekler ışığında belirlenmelidir. Biz; Batı'yı mübalağa etmeden, akıl ölçüleri içerisinde ona yaklaşmak zorundaydık. 389 Bu konuda kendi hasletlerimizi ortaya koymak yerine, körü körüne Batı'yı taklide yöneldik. Her hareketimizde "Acaba Batı ne der" kompleksine kapılarak kendimizden hızla uzaklaştık. Hatta, şehit kanlanyla sulanmış ve vatanlaşmış topraklarımız üzerindeki Antik Batı eserlerini ihya ederken, bu duygudan hareket ederek Batı'dan aferin almayı en büyük kazanç kabul ettik. Turist olarak ülkemize gelen Avrupa388 Samiha Ayverdi, Milli Kiiltiir Meselelerimi:, s. 221. 389 Dursun Özer, Ahmet Debb:ığoğlu, Fevzi Namık.oğlu, Tiirk Milliyetçiliği ve Batılılaşma, Dergah Yay. İstanbul 1975, s. 15.


226 / Kültür Sömürgeciliği ve Eğitim

lılar'ı

kendi değerlerimizi varmadan, birtakım harabeler önünde başkalarına hoş görünmek için, milli kimliğimizi gülünç, haysiyetimizi de yok farzettik. Türk'ün duygu inceliği ile zevk ve inancını tel tel işle­ yen sanat sembolü otoritelerimizin eserlerini ihya etmek ve öğütlerine kulak vermek yerine sadece mezarlarını ihya etmeyi bir saygı örneği olarak kabul ettik. Mesela. biz, mimari sahada yetiştirdiğimiz otoriteler ile dünya sanatına asırlar boyu damgamızı vurmuşken, Mimar Sinanlar'ı unutarak zevksiz taş yığını Avrupai tarza yöneldik. Osmanlı mimarisi getirdiği üslupla bir kolunu Asya'ya diğerini Avrupa'ya uzattığı halde o ne putperest, ne de Greko-Romen üslubunu benimsemiştir. Böylece, Doğu'nun ve Batı'nın sanat platformuna ayak basmadan, kurduğu şahsi terkip ve düzenle birlik ve sevgi şuurunu abideleştirmek suretiyle dünyaya parmak ısıttırmışbr. 390 Bizler, Mevlana ve Yunus Emre'yi hümanist Batı gözüyle değerlendirirken, Baki ve Fuzult'ye sadece divan şairi olarak bakmaktayız. Bu abide şahsiyetlerin milli ve ahlaki terbiyeyi tesis eden yönlerini hatırlamaz gibi bir ruh haletine büründük. Namık Kemal ve Ziya Paşa'yı Osmanlı zihniyetli ve tanzimatçı olarak görürken, milli duygunun şahlanışında bayraklaşan Melunet Akifleri, Melunet Emin Yurdakul, Yahya Kemal Beyatlı ve Arif Nihat Asya'ları sadece mezarları başında ve sade bir törenle anar olduk. Halbuki, lngilizler'e Hindistan yeniden verilse ve Şekspirden vazgeçmeleri istense, acaba kaç kişi buna razı olur. Ülkemizde yeni nesillerin sağlam zihniyetle ve milliyetçi bir ruhla yetişmelerinde kendilerine fikri ve manevi büyük törenlerle

karşılarken,

küçümsediğimizin farkına

390 Samiha Ayverdi, Milli Kiiltür Meselelerimiz ve Maarif Daı•amız, s. 230.


Kültür Sömürgecili!)i ve E!)ilim ı 227 mirası aktaran bir kültür politikası ile milli kültürün hangi yollarla ve ne ölçüde kazandırıldığını tesbit etmek gerekir. 391 Bu da eğitim programlarının ve vasıtalarının milli menfaatlerimiz açısından yeniden ve ciddi olarak ele alın­ masıyla mümkündür.

d) Eğitim Açısından Alt Yapının Önemi Eğitimin gerçekleşmesinde

rolü ve payı olan unsurlar meydana getirir. Bu unsurlar, rejim, nüfus, bina ve tesisler, öğretmen, idareci (yönetici), müfredat programı ve iktisadi faktör ve teknoloji olarak sınıflandı­ altı yapıyı

rılabilir.

1) Siyasi Rejim ve

Eğitimin

Alt Yapısı

İnsanlık

tarihinde fert ve cemiyete verilen önem bakı­ birbirine zıt iki görüş vardır. Birincisi, grubu önemli kabul edip, ferdi feda eden görüştür. Bu görüşün temsilcisi olarak Antikçağ'da Eflatun'u görmekteyiz. İkin­ ci görüşe göre, cemiyet ve cemiyetteki bütün müesseseler, ferde hizmet için vardır. Helenistik dönem filowflanndan Epikür her olayı, insana fayda açısından değerlen­ direrek, cehalete savaş açmış ve ilmi bir fikrin öncülüğü­ nü yapmıştır. Aynca ünlü sofist Protogras "insan hakikatin ölçüsüdür" diyerek, aynı konuya değiruniştir. 392 Bu iki zıt görüşten birincisine totaliter, ikincisine demokratik siyasi rejim denmektedir. Totaliter rejimlerde, eğitim sektöründe stok edilen değer bilgidir. Manevi değer ve faaliyetler sürekli kontrol altındadır. Bu tür rejimler reakmından

391 Abdullah Nişancı,y.a.g.e., s. 41. 392 Osman Pazarlı, Felsefe Tarihi, Remzi Kita. İstanbul 1964, s. 2852.


228 / Kültür Sömürgeciliği ve

Eğitim

siyoner devreyi atlattıktan sonra bünyesi, her türlü tenkide kapalı ve tek bir siyasi ideolojiyi eğitime hakim kıla­ cak tarzda düzenlenmiştir. Demokratik cemiyetlerde, ferdin kendisini eğitim yoluyla ispat şansı olmasına rağmen, aydınlann cemiyeti uyarma yetkileri bazı köstekleyici tesirlere maruz kalmış olabilir. Bu takdirde sistemin iyi çalışabilmesi için temel şart, ülkedeki aydınlann siyasi mekanizmaya alet olmamalarıdır. Böyle cemiyetlerde aydın­ ların, eğitim fonksiyonunu arka plana iterek siyasete müşavir olarak değil, parti üyesi olarak yönelmeleri eğitim ve siyaset kurumlan arasında ahengi bozar. 393 Dünya eğitim tarihine baktığımızda, toplumlara yön veren en önemli unsurların siyasi rejimle, yönetimlerin yapısına dayandığını görürüz. Zaten bir toplumun genel teşkilatı hesaba katılmadan, o cemiyet hakkında fikir yürütmek yanlıştır. Öyleyse en iyi rejim, sosyal yönden en düzenli teşkilat yapısına sahip olandır tezinden hareket etmek gerekir. Rejimler insan hürriyetini dikkate alma durumuna göre kısımlara ayrılır. Bunlar demokratik ve totaliter rejimlerdir. Demokrasi, doğrudan, yan doğrudan ve temsili olarak üçe aynhrken, buradaki ayıncı faktör insanların yönetime katılma biçimleri olmaktadır. Totaliter rejimler kendisini ya bir partinin tekeli ya ekonomik hayatın devletleştirilmesi ya da ideolojik terör olarak gösterir. Aslında her tek partili idare totaliter olmadığı halde bu tehlike her zaman mevcuttur. 394 Bu tür rejimlerde, yönetilenlerin iktidarı belirleme hakkı ya hiç yoktur veya sınırlandınlmıştır. Krallıklar, komünizm, faşizm, nazizm ve teokratik yönetimler bunlardan bazıları­ dır. Burada azınlığın çoğunluğa tahakkümü vardır. Hürriyetçi yönetimler ise hem toplum, hem de ferdi gelişme393 Amiran Kurtkan Bilgiseven, Eğirim Sosyolojisi, Filiz Kit. İstan­ bul 1992, s. 48-51. 394 Hüsnü Dikcçligil, y.a.g.c., s. 34.


Kültür Sömürgeciliği ve Eğilim I 229

nin kaynağıdır. Türkiye, bu rejimler arasında hürriyetçi yani demokratik yapıyı benimsemiştir. 2) Nüfus

Bir milletin kalkınmasında ve varoluşunda, en büyük unsur insandır. Dolayısıyla nüfustur. Bu faktör, eğitim tarafından maddi ve manevi olarak donatılıp değerlendiril­ medikçe, kalkınmak ve gelişmek hiçbir zaman mümkün değildir. Nitekim yeryüzünde insana en büyük değeri veren bizim dinimiz, insan için, en mükemmel yaratık sıfa­ tını (Fi ahsen-i takvim) kullanmıştır. Eğitim sistemi, maalesef bu değer ve ölçülere göre düzenlenmediğinden, insanların şahsiyetleri köreltilerek, kaliteli ve kabiliyetli kimseler yerine, vasat kabiliyet ve zekadaki fertler itibar görerek devlet kadrolanna yerleştirilmiştir. Böylece devlet kadroları üstün özellikli işbilir elemanlardan mahrum bırakılarak istismar kaynaklan artmıştır. 395 Toplumlann en büyük varlığı insan gücü, dolayısıyla nüfustur. Yalnız bir ülkenin ihtiyacından ve bakabileceğinden daha çok nüfusa sahip olması, sosyal problemlere yol açar. Bugün süratli nüfus artışı Türkiye'yi tehdit ettiği gibi, dünyanın en gelişmiş ülkelerini bile nükleer harp tehlikesinden daha fazla kork"lltmaktadır. Nüfus artışındaki anormallik bütün dünyanın başını ağrıtacak boyutlara ulaş­ mıştır. Türkiye gibi, kalkınmakta olan bir ülkede süratli nüfus artışının getirdiği en büyük felaket eğitim müesseselerinin yetersizliğidir. Kalkınan bir ülke birbirine sıkı sıkıya bağlı yüzlerce problemle karşı karşıyadır. Bunların çözümü ise, yetişmiş insan gücüne bağlıdır. Nüfus artı­ şından ileri gelen şehirleşme ve demokratla~manın, Türkiye gibi kalkınmakta olan ülkeleri etkilemesi normaldir. 395 Erol Güngör, Tiirk Kiiltiiıil

\'C

Milliyetçilik, s. 212-213.


230 I Kültür Sömürgeciliği ve Eğitim

Ülkemizde sanayileşme başlamadan önce, köylüyü şehre çekecek cazip bir durum yoktu. Nüfusun artış hızı ve halkın hayat anlayışı köylüyü köyde tuttnaya yetiyordu. 396 Batı memleketlerinde nüfus artışı ve sanayileşme genellikle birbirine paralel geliştiği halde, bizde birbirinden bağımsız olarak meydana gelmektedir. Batı'da sanayileş­ me köyden şehire göçe yol açtı, halbuki bizde göçün sebebi mevcut toprağın artan nüfusu besleyememesidir. Batı'daki teknolojik gelişmeler, ekilen topraklan verimli kı­ lacak yenilikleri getirmiş, böylece ziraatte az bir iş gücü, daha çok bir nüfusu besler hale gelmiştir. En gelişmiş Batı ülkelerinde ziraatteki iş gücü, topyekün işgücünün % 5'ine \<.adar düşmüştür. Halbuki Türkiye'de böyle bir teknolojik değişme olmamıştır. Şehirlere göçün başlıca sebebi, artan nüfusu karşılayacak kadar toprak olmayışıdır. Ziraatin teknolojik seviyesi, nüfus artışı ve sanayileşme hızı o kadar dengesizdir ki köyden şehire gelenler orada da kalmayıp yabancı ülkelere giunek istemektedirler. Devletimiz, hem şehirlerdeki artan nüfusu ve hem de köylerden g.elerek buna eklenenleri eğittnek zorundadır. Türkiye'nin gitgide demokratlaşması yani halk kitlelerinin hükümet politikasında daha fazla söz sahibi olması, siyasi iktidarın taviz vermesine sebep olmuştur. Yani şe­ hirleşme ile demokratlaşma arasında sıkı bir ilişki vardır. Şehirleşme arttıkça, halkın beklentileri artmakta, böylece bu durum idare üzerinde baskıya dönüşmektedir. Diğer taraftan, demokratik ideallerin yayılması, devlet idaresinden uzaklaşmış kitleleri teşkilatlanmaya ittnektedir. Bunun sonunda 80 kişilik sınıflar, üniversite kapısında çadır kuran lise mezunları, Türkçe yazmayı öğrenmeden diploma alan üniversiteliler397 ortaya çıkmıştır. 396 Erol Güngör, Aynı eser 397 A. Kurtkan Bilgiseven, Millf Eğitim Stratejimiz, s. 38.


Kültür

Sömürgeciliği

ve

Eğitim/

231

3) Bina ve Tesisler Eğitim

uygulama alanlan olan bu faktör, ihtiyaçlar dikkate alınarak ve bir plan doğrultusunda yapıldığında olumlu neticeler vermek1edir. Milli bütçeden ayrılan paylarla yapılan bu tesisler, iyi bir müfredat programına dayalı ve kaliteli insan yetiştirecek şekilde kullanılırsa verim maksimum olmaktadır. Fakat, göstennelik, hergün değişen programlan uygulayan ve siyasi iktidarların sayı­ yı esas alan eğitim anlayışları doğrultusunda teşviki yönünde kullanılırsa, ekonomik kaynak kaybından başka bir işe yaramayacaktır. Bu plansızlık yüzünden, okullarda aŞın öğrenci birikimi olacak, bu da tesislerin ihtiyacı karşılama gücünü aşacaktır. Bu durumda bütçeden eğitim için ayrılan pay, bina ve tesis yapımına yetmeyecektir. Böylece, devlet, halkın yardımına başvurmak zorunda kalacaktır. Buna karşılık yetişen insanların her konuda yetersizliğini gören halk gereken ilgiyi göstermeyince karşı­ lık artarak devam edecektir. Bu tesisler, belli bir plan dahilinde ihtiyaca göre yapıldığında, hem hizmet ve hem de ekonomik açıdan verim sağlanır. Çünkü eğitim tesisleri, bina ve inşa masrafı olarak oldukça önemli yatırımlan gerektirmektedir. Türkiye'de Cumhuriyetin kurulduğu yıllardan itibaren, bölgelerin kendi potansiyel imkanlarının realize edilmesi gayesine yönelik bir eğitim faaliyeti maalesef gerçekleştirilememiştir. Sanayinin zayıflığı ve orta öğretim uygulamasının çok yönlü olmaması yüzünden yatırımlar beklenen neticeyi verememiştir. Bugün, kalkınmada öncelil<le bölgelerimizin ihtiyacı dikkate alındığında, küçük sanayiden büyük sanayie geçişi sağlayacak elemanları yetiştirecek bir yatının planlamasının şart olduğu görülür. 8 yıllık ilköğretim okullarında, çevrenin ekonomik hayatına faydalı olabilecek mesleki eğitim uygulandığında ara


232 / Kültür Sömürgeciliği ve Eğitim

eleman

ihtiyacı karşılanmış olacaktır.

rımlarının plansız

bir

yatırımlarda kısıntıya

Yoksa,

eğitim yatı­

şekilde arttırılmasının eğitim dışı

yol açarak

işsizliği arttıracağı kaçı­

nılmazdır.398

O halde bu konuda alınması gereken tedbirlerin baöncelikli bölgelerin, eğitim ve sanayi yatırımlarının, özellikle bölge ihtiyaçlarını dikkate alan bir planlama ile koordineli bir şekilde yürütülmesidir. Bunun için bölgede bir yandan hayvancılıkla ilgili teşvik tedbirleri alınırken, diğer taraftan, bu işletmeleri kuracak elemanların yetiştirilmesi lazımdır. İkinci tedbir, bölgede kurulacak okulların merkez kabul edilmek üzere, sanayi sektörü ile işbirliği halinde organize edilmeleridir. Böylece, teknik bilgi ile donatılmış genç nesiller, bölgenin sanayileşmesi için gerekli eleman ihtiyacını karşılamış olacaklardır. Günümüzde hızlı nüfus artışı karşısında devletin, eğitimde bina ve tesis yapımı için bütçeden ayırdığı pay, ihtiyacı karşılamaktan uzak olduğundan, vatandaşla­ rın bağışlarının teşviki gereklidir. Böylece, eğitimde bina ve tesis açığı kapatıldığı gibi, diğer yatırımlara bütçeden ayrılan pay, kendiliginden artmış olacaktır. 399 şında, kalkınmada

4) Öğretmen Eğitim sistemlerinin en önemli unsuru öğretmendir. Çünkü o, kendisine teslim edilen en kıymetli varlık olan çocuğa şekil verip, onu yarınlara hazırlayan kimsedir. Eğitim ve öğretimde başarıya ulaşma, onu milli platforma oturtma ve nesilleri bu çerçeveye göre yetiştirme herşey­ den önce bir öğretmen meselesidir. Öğretmene sadece bilgi aktaran kişi olarak bakmak doğru değildir. Bilginin yanında, onu çocuğa şahsiyet ve karakter kazandıran, bir

398 A. Kurtkan Bilgiseven, Milli Eğitim Stratejimi:, s. 99. 399 Abdullah Nişancı, y.a.g.e., s. 52.


Kültür Sömürgeciliği ve Eğitim I 233

terbiyeci olarak gönnek lazımdır. Bundan dolayı her bilen insan öğretmen değildir, fakat öğretmen bilgili olmak zorundadır. Bu bakımdan öğretmenlik mesleği üzerinde hassasiyetle durulması ve öğretmenin herşeyden önce, milletinin hizmetinde, kalkınmasında ruh, kafa, gönül, irade seferberliğini hissedecek özellikte yetiştirilmesi şarttır. Bunun içindir ki, öğretmen yetiştirme meselesi, milli eğitimin en önemli görevi olarak karşımıza çıkmak­ tadır. Durum böyle olunca, çok önemli olan bu mesleğe insan seçiminde, gerekli dikkati ve hassasiyeti göstermek mil.li bir görevdir. 400 At yetiştiren seyiste, bir takım terbiye edici özellikler aranırken, insan yetiştirecek olan öğ­ retmende de birtakım özellikler aramak, eğitim için hem bir görev ve hem de sorumluluktur. Buna karşılık öğret­ menlik mesleği ekon,omik ve sosyal yönden itibarlı hale getirilmelidir. Yoksa öğrencisi karşısında mahcup ve küçük düşeceği işleri yapmak zorunda bırakılan ve kendisini yenileme şansı olmayan öğretmenlerden fayda beklemek hayaldir. Öğretmen, öğretme görevini y:ıpan kimsedir. Eğitim ve öğretimde başarıya ulaşma, eğitimi milli muhtevaya oturtma ve nesilleri bu esaslar dahilinde yetiştirme, herşeyden önce bir öğretmen meselesidir. Onun için öğret­ mene sadece bilgi aktaran kişi olarak bakmak yanlıştır. Öğretmeni, Türk çocuğunun şahsiyetini oluşturacak, karakter kazandıracak bir insan, bir terbiyeci olarak gönnek ifizımdır. Bu bakımdan, öğretmenlik mesleği üzerinde hassasiyetle durulması ve öğretmenin herşeyden önce Türk insanının hizmetinde, Türkiye'nin kalkınmasında ruh, kafa, gönül ve irade seferberliğini sağlayacak yapıda yetiştirilmesi şarttır. Bunun içindir ki, öğretmen yetiştir­ me meselesi, milli eğitimimizin en önemli meselesi olarak karşımıza çıkmaktadır. İstenilen nesli, dahası isteni400 Abdullah Nişancı, Milli Eğitim Meselelerimiz, s. 52.


234 / Kültür Sömürgeciliği ve Eğitim

len milleti meydana getinnek, öğretmenlerle mümkündür. Bu bakımdan Türk milletinin geleceği Türk öğretmenine bağlıdır. Yine bu millete bir felaket gelecek ise bunun da eğitimle sağlanacağını bilmek401 gereklidir. Tarihimize baktığımızda öğretmen ve öğretmenlik mesleğinin yüceltilmiş olduğunu görürüz. Osmanlı tarihi boyunca, öğretmene büyük değer verilmişti. Çünkü Türkİslam kültüründe hocalık peygamber mesleği olarak bilinmektedir. Kur'an-ı Kerim ve Hadisler ilmin değeri, bilmenin yüceliğini teşvik eden öğütlerle doludur. Bilgi sahibi olmak böylesine önem kazanınca, bunu elde etrniş olanın elbette değerler merdiveninin en üst basamağında yer alması nonnaldir. 402 Bugün ülkemizde bu derece önemli olan öğretmenlik mesleğine gerekli değer verilmemektedir. Bunun sebebi ekonomik ve sosyal yönden öğretmenlerin güç şartların içinde bulunmasıdır. Onun için hiçbir özelliği olmayan kimseler öğretmen olarak görevlendirilmektedir. Devletimizin öğretmen siyaseti yanlıştır. Sadece sınıflar dolsun diye öğretmen yetiştirilmez. Öğretmen istikbalimizi teslim edeceğimiz nesilleri yetiştirecek kimsedir. Atatürk bu konuda istediği kadar, "Milletleri kurtaranlar yalnız ve ancak öğretmenlerdir" desin. Bu ikazı dinleyen yoktur. Eğer öyle olsaydı, disiplin yönetmelikleri basitleştirile­ rek, öğretmen, öğrenci ve velinin karşısında küçük düşü­ rülebilir miydi? 403 Öğretmenlik mesleğinin yeniden toplumdaki gerçek saygınlığına kavuşması ve mesleki ruhun yaşatılması için, öncelikle millf eğitimin bir devlet politikası olması ve siyasi kadroların eğitime yön vennekten vaz geçmeleri gerekmektedir. 401 Sabri Akdeniz, Eğitim Sosyolojisi, s. 356. 402 Muharrem Ergin, Türkiye'nin Bugünkü Meseleleri, s. 378. 403 Halil Tekin, Eğitim İdareciliği, Mars. Mat. Ankara 1977, s. 24.


Kültür

Sömürgeciliği

ve

Eğitim

I 235

5) Eğitimde İdarecilik (yöneticilik) Meselesi

İdareci, bir müessesede emretme ve yönetme yetki ve sorumluluklarına sahip olan veya müesseseyi öncl.!den belirlenen amaçlara göre yaşatan, yürüten kimsedir. Yürütme işi bir hiyerarşi ve statüye bağlıdır. Fertler, bu hiyerarşi içinde statülerine göre rollerini yerine getirirler. İdareciyi belirleyen en önemli vasıf, liyakat ve tecrübe olmalıdır. Gerek merkez ve gerekse taşra teşkilatında görev yapacak iyi bir idarecide aşağıdaki özellikler bulunmalı­ dır:

1- Güvenilir, dürüst, hak ve adalet ilkelerine

bağlı

olmalı.

2- Duygu ve heyecanlarını kontrol edebilmeli. 3- Her olaya iyimser bakabilmeli. 4- Nezaket, hoşgörü ve anlayış bakımından örnek olmalı

5- Personelini koruyabilmeli ve onlara sahip çıkabilmelidir. 6- Peşin hükümlerden uzak ve tarafsız olmalıdır. 7- İş bitirici olmalı ve sorumluluk taşıyabilmelidir. 8- Tenkide açık olmalı, hatasını kabul etmelidir. 9- Güven duygusuna sahip, sempatik, iyi konuşan ve iyi dinleyen bir kişiliğe sahip olmalıdır. 10- Zorlaştırıcı değil, kolayla~tıncı olmalıdır. 11- Aşın kuralcı olmamalı, resmi hüviyeti altında gayri resmi lider kimliğini taşımalıdır. . 12- Hatalara karşı ölçülü, başarılara karşı mükUatlandıncı olmalıdır.

13- Personelinin haysiyet ve şahsiyetini dik.kate almalıdır.

14- Öğretmenlikte, yeterli ve bilgili kişilerden aşağı kalmamalıdır.


236 / Kültür

Sömürgeciliği

ve

Eğitim

15- İrade bakımından güçlü, fakat makarna aşın bağlı olmamalıdır. 404 İdarecilerin özellikleri bunlar olmasına rağmen, bugün bu hususlar millf eğitimde dikkate alınmamaktadır. Bilhassa okul ve bölge idarecileri seçilirken, ne liyakat, ne tecrübe ve ne de kabiliyetler değerlendirilmektedir. Sadece siyasi yönetimlere yakınlık yeterli görülmektedir. Durum böyleyken, idarecilere, personeline karşı maaş kesim ve kurumdan mecburi tayin teklifi gibi çok önemli yetkiler verilmektedir. Bundan cesaret alan bir kısım idareciler, sorumluluklarını yerine getirmedikleri halde, yetkilerini personeli susturmak yönünde kullanabilmektedirler. Böylece milli eğitimde suç oranı, yönetim aksaklığın­ dan dolayı artmaktadır. Türkiye'nin eğitimdeki en önemli sıkıntılarının başın­ da idarecilik yer almaktadır. İdareci bir müesseseyi önceden belirlenen kurallara göre yöneten kimse olduğu halde, Türkiye'de idarecilerin tayinlerinde bu esaslara asla uyulmaz. Siyasi iktidarların politikaları doğrultusunda hizmet yeterli görülür. Aslında, bu konuda idarecide mesleki tecrübe, hoşgörü, olgunluk, sabır, bilgi birikimi esneklik, iyi huy vs. gibi özellikler bulunması gerekirken, çoğunlukla daha mesleğe yeni girmiş, kaprisli ve kindar kimseler idareci tayin edilerek, eğitim kurumlan verimsiz hale getirilmektedir. Bir kurumun yöneticisi herşeyden önce kendi kurumunu çok iyi tanımalıdır. Aynı zamanda tanıtmasını da bilmelidir. İdareci, uyguladığı çeşitli yönetim işlerinin değerlendirilmesini yapabilecek bilgi ve beceriye sahip olmalıdır. Aynca yöneticinin, planların uygulanmasında sorumlu olan personeli, denetleme yetkisi olduğundan405 404 Yöneticilerin El Kitabı, M.E.B. Yay. Ankara 1990, s. 53. 405 Aynı eser, s. 69.


Kültür Sömürgeciliği ve Eğitim I 237

kurumundaki personele danışmanlık yapabilecek bilgi ve kapasitede olması şarttır. Eğitim girişimi kar amacına dönük olmadığından, verimi kesin olarak hesaplamak zordur. Genel olarak bizim eğitim sistemimizde kurum ve personelin değerlendiril­ mesi denetim yoluyla yapılır. Eğitimde denetimin hedefi, eğitim ve öğretimin amaçlarına en uygun değer ve ölçüleri bulmak, başarılı personeli mükafatlandırmaktır.406 Bu da eğitimdeki yöneticilerin her haliyle personelinden üstün olması demektir. İyi bir yönetici, emrindeki personelle yardımla~mayı düşünebilecek, kendi noksanlarını kavramış yapıda olmalıdır. Yoksa her işi ben iyi bilirim ve yaparım düşüncesinde olan kimseler, başarılı bir idareci olamazlar. Demokra'iinin, hürriyetçi bir rejim olduğu bilinmeli, insanların kendilerini ispat etmesine fırsat verilmeli, despotluktan uzak durulmalıdır. Buna karşılık Türkiye'de eğitim kurumlarındaki birçok idareci, devlet makamlarını, kendi ihtiraslarına bir basamak olarak görmekte, bu konuda her türlü davranışı yapmaktan çekinmemektedirler. Bunun çözümü eğitimde planlanan hedefe ulaşmak için, idarecilik meselesinin çok önemli rolü olduğu kavranarak, liyakatli kimselerin bir hiyerarşi içinde görevlendirilmesidir. 6) Müfredat Programları Eğitimde

yer alacak konularla, ders saatleri ve çeşitli ana hatlarını belirten programlara müfredat programı denir. Bu programlar hazırlanırken, ülkenin eleman ve branş ihtiyaçları dikkate alınmalıdır. Bunlar aynı zamanda eğitimin hedefine ulaşmasında vasıtadır. ilmi

dalların

Yetişmesini istediğimiz insanımızdan beklediğimiz davranışlar,

verilmesi gereken bilgiler, toplum

406 Abdullah Nişancı,y.a.g.e., s. 68.

değerleri-


238 / Kültür Sömürgeciliği ve Eğitim

ne uyum, bağlılık ve saygı, ancak müfredat programların­ da ifadesini bulur. Bunun içindir ki programlar, nasıl bir insan yetiştireceğimizin reçetesidir. Bu reçetenin ihtiyaca uygun mükemmeliyette yazılması, eğitim ve öğretimin bu terkibe göre yapılması, istenilen insan tipinin yetiştirilme­ sinin başlıca şartıdır. Bugün okullarımızda uygulanan ders programlan mim eğitim şOrası kararlarına bağlan­ madığı için, hukuki dayanağı yoktur. 407 Ders programlarının milli ihtiyaçlara cevap verecek tarzda hazırlanmamış olması, yetişen nesli kendi kültürüne, milli değerlerine yabancılaştırmaktadır. Ayrıca genç nesillerimiz her türlü yabancı tesirlere yatlon hale geldikleri için, memleketimize fayda yerine zararları olmaktadır.408 Buna göre iyi bir müfredat programı şu özellikleri taşımalıdır:

a) Milli kültür değerlerimizi tanıtmalı ve

geliştirmeli­

dir. b) Türk çocuklarını, Türle milliyetçiliği ve Cumhuriyete bağlı insanlar olarak yetiştirmeyi hedef almalıdır. c) Milli birlik ve beraberliği sağlayacak, ilmi ve akli anlayışı yerleştirmeye çalışmalıdır.

d) İlk ve orta öğretim programlan, temel eğitim esprisini

gerçekleştirebilmelidir.

kurumlan öğrencilerin ilgi, kabiliyet ve midikkate almalıdır. · f) Yönetmelikler sık sık değiştirilmemelidir. g) Her kademedeki okulların çalışma takvimi eğitim­ de devamlılık sağlayacak ve öğrencileri tembelliğe sevketmeyecek şekilde planlanmalıdır. e)

Eğitim

zaçlarını

407 Turgut Tanrı.kulu, Türk Eğitiminin Meseleleri, Divan Yay. İstan­ bul 1973, s. 4. 408 Türkiye'nin Eğitim Politikası, İstanbul Tic. Odası Yay. İstanbul 1990, s. 27.


Kültür

Sömürgeciliği

ve

Eğitim

I 239

ı) Program ve yönetmelikler geniş bir çerçeve içinde ve ilmi esaslara göre hazırlanrnalıdır. 409

e) İktisadi Faktör ve Eğitim

Eğer bir ülkede ekonomik sistem ne olursa olsun, bu sistemin getirdiği yeniliğe karşı meydana gelen reaksiyonlar yatışmış ve ülke az çok muhafazakar bir hüviyet kazanabilrnişse o ülkede tekniğin ön plana geçtiği bir eği­ tim yapısı ortaya çıkmış dernektir. Halkın iktisadi şartla­ rındaki değişmelerle, tahsil durumu karşılıklı etkileşim halinde olduğundan eğitimin milli hasılanın büyümesinde önemli bir rolü ve payı olduğu kesinlik kazanır. Çünkü, milli hasılanın büyümesinde beşeri kapitalin yeri, en az fiziki kapital kadar önemlidir.410 Öyleyse, ülkeler, fert başına düşen gelir miktarı olan milli hasılayı artmnaya çalışırken, aynı zamanda eğitim­ deki kalite ve verimi de artırmış olmalıdırlar. Bunun kaynağı ise tasarruflar olduğuna göre, bir ekonomide tasarruflar arttıkça, yatırımlar ve dolayısıyla eğitime ayrılan pay da artmış olacaktır. Gelişmiş ülkelerde yeteri kadar tasarruf kaynağı olduğundan~ bu ülkelerde eğitimde de verernlilik söz konusudur. Fakat az gelişmiş ülkeler, böyle bir kaynaktan mahrum olduklarından eğitim yatırımlan sınırlı olduğu için bu konuda herhangi bir ekonomik kaybı göze almaları mümkün değildir. Bunların verim artır­ maları kaynaklan en iyi ve akli esaslar dahilinde kullanmalarına bağlıdır.

409 Amiran Kurtkan Bilgiseven, Eğit. Yol. Kalk. Eser, s. 49-50. 410 A. Kurtkan Bilgiseven,Eğitinı Yolu ile Kalkınma, s. 47.


240 ı Kültür Sömürgeciliği ve Eğitim

7) Teknoloji ve Eğitim İlişkisi

Teknoloji ile eğitim arasında en belirgin ilişki, her ikisinin de boş zamanla ilişkili olmaları bakımındandır. Teknolojinin ilerlemesi insan emeğinden tasarruf sağla­ mak suretiyle boş zamanlan artırmaktadır. Eğitim faaliyetleri ise boş zamanlan bulunan cemiyetler için söz konusudur. Okul kelimesinin de Yunanca serbest anlamına gelmesi bu tezimizi doğrulamaktadır. İşte, insanların çok pahalıya elde edebildikleri boş zamanlarını düşünmeğe, yenilikler bulmaya ve bu yenilikleri başkalarına öğretme­ ye başlamalarıyla, okul eğitimi ortaya çıkmıştır. Demek ki eğitim ilk elde refah seviyesi yüksek toplumlarda görülmektedir. Zamanımızda eğitim her cemiyette rastlanan bir faaliyet olmakla beraber, zengin ekonomilerde daha yaygındır. Eğitimin bu durumu, zengin ekonomilerde tekniğin daha mükemmel hale gelmesini temin edecek birtakım yeni keşif ve icatlara yol açmaktadır. Teknikteki ilerleme, boş zamanları daha da artırarak, eğitim ve yenilik imkanlarını hızlandırmaktadır. Buna paralel olarak herhangi bir ülkede iyi eğitim görmüş zeki insanlar azaldık­ ça, işsizler fazlalaşmaktadır. Öyleyse eğitim yatırımlan, milli ihtiyaçlara uygun şekilde düzenlenirse işsizlik de . azalmış olacaktır. Teknoloji, bir sanat, bir bilim ve bir meslek dalında kullanılan metotlarla, araç ve gereçleri ihtiva eden bilgilerdir. Günümüzde teknolojinin ilerlemesi, insan emeğinden tasarruf sağladığından, ilmi çalışmalara fırsat hazırlamak­ tadır.

İnsanların çok pahalıya elde edebildikleri boş zamanı, düşünmeye

ve yenilikler yapmaya yöneltmeleriyle birlikte, bu yenilikleri başkalarına aktarmaları sonunda eğitim ve okul faaliyetleri ortaya çıkmıştır. Zamanımızda, eğitim


Kültür Sömürgeciliği va Eğitim I 241

faaliyetlerine her cemiyette rastlanmakla birlikte, geliş­ ülkelerde daha verimli ve yaygın bir şekil almaktadır. Bunun için insanlığa hizmet edebilecek birtakım yeni icad ve keşifler bu ülkelerde görülmektedir. 411 Teknikteki ilerleme boş zamanları daha çok arttırarak eğitim ve yenilik faaliyetlerini hızlandırmaktadır. Bu hızlı tempoyu gerçekleştiren iilkeler, teknoloji ve ilmi çalışma­ lara öncülük ederek, iş gücünü arttırmakta, hatta başka ülkelerden işgücü satın alabilecek seviyeye gelebilmektedirler. Türkiye ise kalkınmakta olan bir ülke olduğundan ara insan gücünü yetiştirecek şekilde, eğitim teknolojisini geliştinnek zorundadır. Bunun için mesleki ve teknik eğitim kurumlarının eğitim-insangiicü, istihdam ilişkileri çerçevesinde, tanın, sanayi ve hizmet sektörleri paralelliği sağ­ ianmalıdır. Aynca, teknik okullann gelişen teknolojiyi izlemeleri için gerekli tedbirler alınrnalıdır.412 Dünyadaki değişmelere ayak uydurabilmek için, ülkemizde bir sosyal ilimler teknolojisi geliştirilmelidir. Bu teknoloji öyle olmalıdır ki, sosyal değişmelerin fiziki çevredeki değişmelerle beraber ve teknik yeniliklere hazır hale getirilmesine imkan verebilsin. Türkiye'de teknolojik gelişmenin sağlanabilmesi için çok sayıda elemana ihtiyaç vardır. Halbuki sosyal ilimler sahasında az elemana ihtiyaç vardır. Mesela bir yerde fabrika yapmak teknik ilerlemeyle mümkündür. Fakat çevredeki insanlan bunun faydasına inandırmak, sosyal gelişme ve tekamüle dayanır. Atom enerjisi her cemiyette üretilebilir. Fakat bundan istifade imkanları cemiyetlerin sosyal yapılarına göre değişir. 413 miş

411 Devlet Planlama Teşkilatı 6. Be~ Yıllık Kalkınma Planı, s. :?95. 41:? A. Kurtkan Bilgiscven, Eğitim Psikolojisi, s. 53. 413 Sabri Akdeniz, Eğitim Sosyolojisi, M.Ü.Vak. Yay. İstanbul 1990, s. 106.


242 / Kültür

Sömla'geciliği

ve

Eğitim

B- DAR MANADA EÖtnM YOLUYLA KÜLTÜR SÔMÜRGECILIÖI (OKUL EÖITIMI)

Kültür sömürgeciliği, asırlar içinde ve uzun bir tarih süresi zarfında geliştirilen milli şahsiyeti, meydana getiren manevi ve kutsal unsurlann, birer birer harcanıp tüketilerek yabancı kültürlerin istilasına terkedilmesidir.4 ı 4 Milli şahsiyete sahip insanlar ise, bu özelliklerini eğitim kurumlan olan okullardan kazandıkları için, kültür sömürgeciliğinin ilk hedefi eğitim sistemleri ile okullar olmuştur.

Okul kelimesi Yunanca serbest

anlamına

gelmesine

rağmen, İngilizce school (insanın eğitildiği yer). 4 ı 5 Fransızca ise ecole4 ı 6 olarak ifade edilmektedir. Türkçe'de

okul; okuyup yazmadan başlayarak, en yüksek seviyede ilim ve sanat bilgisi venneğe kadar çeşitli derecede toplu eğitimin yapıldığı yer4 ı 7 olarak tanımlanmaktadır. Osmanlı Türkçesi'nde ve Arapça'da mektep olarak ifade edilmektedir. Okul için sosyolojik olarak insanların eği­ tildikleri yer4 18 tabiri kullanılmaktadır. Okulda öğrenme, beşeri öğrenme şekillerinden biridir ve günlük dilde tahsil kelimesiyle ifade edilmektedir. Yani eğitimin dar olarak uygulandığı yerlere okul adı verilmektedir. Okul, düşünü­ lerek ve sistemli bir şekilde, okumada kullanılan bazı sembollerin sunulması suretiyle, belirli bir zaman ve yerdeki grubu, cehaletten kurtararak, zeka, maneviyet, teknik bilgi ve maharet bakımından aydınlatmayı üstlenen kurumlardır.

Okullar, fonksiyon olarak zamanla büyük

değişiklik-

414 Ahmet Kabalclı, Kültiir Emperyalizmi ve Manevi Sömürgecilik, Toker Yay. İstanbul, s. 17-18. 415 GolMn Dictionary, Milliyet Yay. İstanbul 1990, s. 708. 416 Dictionnaire Tllrc., Français, Mill. Yay. İstanbul 1990, s. 372. 417 Türkçe Sözlük, T.D.K. Yay. İstanbul 1992, C. 2, s. 1102. 418 Amiran Kurtkan Bilgiscven, Eğt. Yol. Kalk. Es. s. 27-28.


Kültür

Sömürgeciliği

ve

Eğilim

I 243

tere uğramıştır. Yazının, matbaanın ve teknik keşiflerin henüz yapılmamış olduğu devirlerde okul, öğretmen aracılığıyla bilgi veren bir kurum durumundaydı. Halbuki zamanla matbaa, film, radyo, televizyon ve öğretme makineleri gibi teknik vasıtaların icadıyla okulun fonksiyonunda da değişiklikler oldu. Böylece, eskiden beri mevcut olan sınırlı bilginin tek hakimi durumunda olan öğret­ menler, zamanımızda bilgi hazinesinin sadece bir parçası haline gelmiş bulunmaktadırlar. Bu durum öğretmen ve okulun eğitimdeki rolünü arttırmıştır. Bunların yerine teknik vasıtalar öğretmenin emrine verilerek görev sahası ve tesiri genişletilmiştir. Zamanımızda öğretmen, öğretim stratejisini gösteren bir uzman durumundadır. Çünkü öğ­ retmen, öğrencilerine basın yayın ve diğer eğitim vasıta­ larını tanıtarak, bir öğrenim stratejisi çizmektedir. Bu bakımdan modem eğitim teknolojisi okul ve öğretmenlerin fonksiyonunu azaltmış değildir. 41 9 Okuma yazma bilmeyen toplumlarda çocuğun dünyası ile yetişkinin dünyası içiçedir. Çocukların, büyüklerden bilgi bakımından ayrılması yazı ve okulla başlar. Öğreni­ lerek bilgi ve okunacak kitap arttıkça, toplum düzeninin sağlıklı yürütülmesi için gerekli görev alanlan çoğalmış ve böylece işbölümüne gidilmiştir. Okula başlama ile birlikte, çocuğun aile dışında geçirdiği süre artar. Böylece, aile dışında yabancılarla etkileşme, yaşıt grupları içinde varlığını hissettirme durumu görülmeğe başlar. 420 Artık, çocuk, çevresi tarafından sık sık uyarılarak davranışlarını gruba göre düzenlenmeğe çalışır. Bunun yanın4a aile çevresi de kendi yapısına uygun kişilikte fertler meydana getirebilmek iç.in, birtakım uygulamalarda bulunur. Eğer, aile ile okul ve arkadaş çevresi arasında büyük bir eğitim 419 Amiran Kurtkan Bilgisevcn, Aynı eser, s. 29. 420 Sabri Akdeniz, y.a.g.e., s. 108.


244 / Kültür

Sömürgeciliği

ve

Eğilim

farkı

varsa, çocuk bunlardan birini tercih etmek zorunda kalmakta, o da bir takım psikolojik ve sosyal problemlerin ortaya çıkmasına zemin hazırlamaktadır. Bir toplumda, okuma yazma bilmeyenler oranının yüksek oluşu, kültür değişikliğinin yol açtığı yabancılaş­ ma oranının artmasına ve bu yabancılaşmanın kalıcılık kazanmasına sebep olur. Kısacası okul, öğretmen ve yaşıt gruplarının çocuk üzerindeki etkisi, ana babanın zeka ve bilgi seviyesiyle yakından ilgilidir. Onun için okullann, bu kuşaklararası kopukluğun tahribatını ve tesirlerini azaltmaya çalışması, insanı yetiştirme görevinde daha titiz davranması, çocuklarımızı milletine yabancılaşmaktan koruduğu gibi, onları her bakımdan işleyerek ideal bir Türk insanı şekline getirerek böylece topluma kazandır­ mış olacaktır. 421 Fakat okur yazar oranının artışı göstermelik olup, sadece sayıya dayandınlırsa, günden güne kalite düşüşüne ortam hazırlanacağından, yabancılaşma daha da artar. Eğitim karakteristiklerini tayin etmesi bakı­ mından, bir çevre şartı olarak, okulun a5ağıdaki fonksiyonlan vardır. Mali kaynaklan kıt olan ülkelerde, mevcut fonların sanayi yatınmlan ile eğitim masraftan arasında dengeli bir şekilde dağıtılması gereklidir. Aksine hareket edildiği takdirde ya kaliteli elemanlardan mahrum işletmeler veya iş bulamayan aydınlar ortaya çıkar. Son yıllarda az geliş­ miş ülkelerde en çok görülen faaliyet, iktisadi gelişmenin gerçekleşmesi için beşeri kapitale yapılacak yatınmlann arttınlması eğilimidir. Bu ülkelerin pek çoğunda halk, okul sayısının arttınlmasına ve kalitelerinin yükseltilmesine, gelişme problemini halledebilecek ne önemli çözüm olarak bakmaktadır. Gerçekten iktisadi yatınmlarla demografik (nüfus) yatınmların, hiçbir israfa meydan vermeyecek şekilde hesaplı yürütülmesi, en ideal çözüm ol4'.21 A. Kurtkan Bilgiseven,

Eğitim

Yoluyla

Kalkınma,

s. 29-31.


Kültür Sömürgeciliği ve Eğitim I 245

malda beraber, temelde kaliteli insan gücüne ihtiyaç duyulmaktadır. Esasen az gelişmiş ülkelerde okul ve okumaya karşı talebin görülmesi, sosyal şartların teşvikinden dolayıdır. Nitekim, iktisadi bakımdan kıymet yaratıcı faaliyetlere sevkedilecek zekfilann seçilebilmesi, okul sayı­ sının artışı ve okuma imkiinlannın yaygınlaştırılmasına bağlıdır. 422 Her ülkenin şartlan değişik olduğundan farklı eğitim politikaları gereklidir. Okulların sayısı ve branş­ laşması, rasyonel ölçülere ve ülke ihtiyacına göre düzenlenmedikçe, yetişen elemanlar, kendi toplumuna yabancı­ laşarak, hem kaynak israfına yol açarlar ve hem de işsiz­ i iğin artışına sebep olurlar. Böylece eğitimde kültür sömürgeciliğine zemin hazırlanmış olur. Okul, düşünülerek ve sistemli bir şekilde, okumada kul.tanılan bazı sembollerin milli ve manevi değerlerle, ilmi gerçekler ışığında öğretildiği yerdir. Yahut ilmi ve felsefi yönden aynı görüşü paylaşan kimselerin meydana getirdiği birliğe okul adı verilir. Okulların ortaya çıkış sebebi, insanlararası ilişki.terin artması, teknolojik ilerlemeler, nüfus artışı ve bilgilerin çeşitlenmesidir. Eğitim kurumlan aslında insana ve topluma hizmet sisteminin öğ­ retildiği yerlerdir. Çünkü insansız ok-ul, beton yığınların­ dan başka birşey değildir. Okullann doğuş sebeplerinden biri de aile yapısındaki değişmelerdir. Çünkü aile, çocuğun yetişmesinde en etkili kurumlardan biridir. Eskiden çocuk, eğitim kavramı içinde yer alan pek çok bilgi ve davranışı, kalabalık aile ortamında kazanabiliyordu. Bugün ailenin k.iiçülmüş olması bu müessesenin terbiye görevini azaltmıştı. 423 Bu görevi artık devlet ve onun adına okullar üstlenmiştir. Eğitim ve öğretim sisteminin toplumların yükselmesinde çok önemli rolü vardır. Bu sistem, çağın gerçekleri42'.! Abdullah Nişancı, Millf Eğitim Mcselelerinıi:, s. 53. 423 Osın:ın Ergin, Tiirk Maarif Tarihi, C. 1-2, s. S.


246 / Kültür

ne ayak

Sömürgeciliği

ve

Eğitim

uydurulduğu

amacından saptığı

ölçüde gelişmeyi temin etmekte, sürece de çözülmelere sebep olmakta-

dır.

Birçok ülkede olduğu gibi Türkiye'de de milli eğitim kurumlan akılcı ve metotlu bir planlamaya göre düzenlenmediğinden, beklenen verim sağlanamamıştır. Bugüne kadar Türk eğitim kurumlan birkaç dönemden geçmiştir. Bu dönemler, Tanzimat öncesi (medrese devri), Tanzimat dönemi (mektep devri), Cumhuriyet (okul devri) olarak ayrılmaktadır. Medreseler, genelde dini ve hukuki bilgileri veren eğitim kurumlan olduğundan ilk zamanlarda ve Osmanlı devletinin yükselişinde büyük rolü görülmüştür. Bunların ilk basamağı olan sübyan mektepleri o günün ilkokulları seviyesinde olup yalnız Kur'an ve basit tarzda yazı öğreti­ len yerlerdi. 424 Medreseler ve sübyan mektepleri, devletin kontrolünde olmayan vakıf müesseseleriydi. Onun için buraların dini ve sosyal yönü ağırlıktaydı. Saray mektepleri ise, saraydaki çocukları okutmak, padişahın hizmetinde bulunacak memurları yetiştirmek ve saray mensuplarını eğlendi­ recek saz ve söz sanatçılarını eğitmek için kurulmuşlar­ dır. Devşirme yoluyla alınan acemi oğlanlar denen hristiyan çocukları da bu okullarda eğitiliyordu. Bunlar, şehza­ degan mektepleri, Enderun ve Meşkhane gibi adlarla biliniyordu. 425 Bu okullar, planlı ve programlı bir eğitim takip ettikleri gibi, bütün masraftan da devlet tarafından karşılanmaktaydı. Fakat 17. yüzyıldan sonra devletin zayıflamaya başlaması, eğitim kurumlarına da yansıyarak sistem çökmeye başladı. 424 Bayram Kodaman, Abdülhamid Devri Eğitim Sistemi, T.T.K. Yay. Ankara 1991, s. XI. 425 M. Hidayet Vahapoğlu, Osmanlı'dan Günümüze Azınlık ve Yabancı Okulları, s. 39.


Kültür SömürgeciliOi ve EOitim / 247

1699 Karlofça ve 1718 Pasarofça anlaşmalanndan sonra Avrupa'nın üstünlüğü ortaya çıkınca yenileşme hareketleri gündeme geldi. Bu yüzden, yenilik taraftan devlet adamları modem eğitim ve öğretimle devletin yeniden eski gücüne kavuşacağını düşünerek, bu eğitimin uygulandığı asken okullar (kılıçhane, tophane gibi) açmaya ba~ladılar. Tıbbiye ve mühendis okullarının açılışı bunu takip etti.426 Görevlilerin çoğunun yabancı olması ve hesaba dayanan plan ve programdan uzak oluşları nedeniyle, bunlardan da netice elde edilemedi. Tanzimat (1839-1918) dönemine girildiğinde, Osmanlı devletindeki okulların müslümanlara ve gayrimüslimlere ait olanlar olarak farklıla~tığı görülrnek"tedir. Böyle bir eğitim sistemiyle karşı karşıya kalan Tanzimatçıla­ rın görüşü, A vrupa'nın liberal ve laik sistemini almak ve eğitimi devletin kontrolü altına sokarak, Osmanlı toplumunu birleştirmekti. 427 Tanzimatçılar, iyi niyetle başla­ dıkları bu faaliyetten metot noksanlığından dolayı beklenen neticeyi elde edemediler. Çünkü, bu dönemde mektep medreseden ayrıldı, fakat mektepli medreseliden ayrı­ lamadı. Onun için çelişkiler devam etti. Milli mücadele ve Cumhuriyet dönemlerinde eğitim­ de yenileşme ve modernleşme devam etti. 1924'te kabul edilen tevhid-i tedrisat kanunu ile yeni bir döneme girildi. Bu dönemin sembolü medrese ve mektep değil, artık oku Hardı .428 Büyüyen ve gelişen ülkemizin ve insanımızın, hızla artan eğitim isteklerine cevap verecek yeni eğitim kurumları Cumhuriyet döneminde açılmış ve bunların birleşti­ rilmesinden de okul sistemimiz doğmuştur. Tanzimattan sonra başlayan .Batılılaşma hareketleri, eğitim alanında 426 Kodaman,y.a.g.e., s. XIII. 427 Aynı eser, s. XIV. 428 Abdullah Nişancı,y.a.g.e., s. 13.


2481 Kültür

Sömürgeciliği

ve Eğitim

yapılan çalışmalarda

da kendini göstermiş, okul çeşitleri, ders programlan ve yönetmelikler hep Batılı ülkelere göre düzenlenmiştir. Tanzimattan l 940 yıllarına kadar Fransız eğitim sistemi, aynen tercüme edilerek uygulandığı halde, 1940'tan sonra bir kısım öğretim kurumlannın Almanya ve Belçika eğitim sistemlerine göre faaliyet gösterdiği bilinmektedir. 1954 yılından sonra A.B.D.'ye ihtisasa gönderilen eğitimcilerin, yurda döndükten sonra, eğitimimizi Amerikan sisteminin tesirine soktukları görülmektedir.429 Özellikle eğitim tekniklerinin geiştirilmesi, öğrenci başarısının değerlendirilmesi, halk eğitim faaliyetleri ve öğretmenlerin hizmet içi eğitim programlannın hazırlan­ masında görev alan ABD'de öğrenim göımüş eğitimciler, oradaki uygulamaları Türkiye şartlarını düşünmeden olduğu gibi aktardılar. Eğitim ve öğretimin bütün kademelerini kuşatan bu davranışlar, büyük ve tamiri güç karışık­ lıkiara sebep olmuştur. Bu dönemde eğitimin hedef ve ilkelerinin olmaması, sık sık siyasi iktidarların eğitime müdahalesine yol. açmıştır. 1961 Anaya~asıyla devletin, eğitim ve öğretim görevlerine açıklık getirilmiştir. Böylece 5.1.196 l tarih ve 222 sayılı kanunla, ilk öğretim ve temel eğitim kanuni esaslara bağlanmış, 14 Haziran 1973 tarih ve 1739 sayılı milli eğitim temel kanunu ile eğitimimiz bir sistem bütünlüğü­ ne kavuşturulmuştur. Görülüyor ki 196 l yılına kadar eği­ timimiz yönetmelik, program ve genelgelerle idare edilmeye çalışılmıştır.430 1973 yılından sonra aynı Batıcı zihniyetin, hiçbir araştım1aya gerek duyulmadan uygulanması, eğitimdeki karışıklığı hızla arttırmıştır. Bu yıllarda, ülkemizdeki siyasi bunalımların artması, iktidara gelen her yeni kadro429 Nişancı, y.a.g.e., s. 15. 430 Faruk Kadıi Timurtaş, Tiirkçcmi::

ı·c Uyd111macı/ık,

s. 221-223.


Kültür

nun,

Sömürgeciliği

ve

Eğitim

I 249

eğitimde

millete görelik ilkesini terkederek, kendi uygulamaya koymasına sebep olmuştur. Böylece siyasi iktidarlar değiştikçe eğitim hem kadro ve sistem hem de uygulama yönünden değişmiştir. Bu belirsizliğin arkasından bir yabancı dil furyası başlamış ve ülkenin yüzeyi özel ve devlet teşebbüsüne ait yabancı dille eğitim yapan okullarla dolmuştur. görüşünü

1- Eğitimin Dili ve Kültür Sömürgeciliği

Dil, nesiller arası bağlantıyı sağlayan bir semboller sistemi ve anlaşma vasıtasıdır. Onun için ilmin ve kültürün temelini teşkil eder. İnsanın bilgi, kültür ve düşünce­ sinin sınırı, bildiği kelimelerin sayısına bağlıdır. Yazma, konuşma ve anlama kabili.yeti için de, aynı ölçüyü kullanabiliriz. Çiinkü, ilim, sanat, kültür ve düşünce gibi herşeyin ifade edilmesi di.lin kelime ve kavramlarıyla ilgilidir. Öyleyse bilgii i, kültürlü ve düşünme kabiliyeti geliş­ miş insan dernek, dil ufku geniş, kelime ve kavram hazinesi :ıengin demektir. Bu insan, kavranılan tanıyor, anlam inceliklerini kavrıyor olmalıdır. Kelime ve kavramların hay:ııta lazım oldugu kadarım tabii olarak cemiyetten öğrenen fert, ayn bir öğrenim göm1emiş ise bulunduğu seviyede kalır, Bu tip insanların kelime dünyaları gibi, düşünme ve anlama imkanları da sınırlıdır. Bir başka deyişle, yaratma kabiliyetleri donmuştur. Tahsil görenler ise, sürekli kelime ve kavram dağarcıklannı doldurduklarından, hem bilgi, hem de düşünme ve kii•rnirıa bakımın­ dan üstünlük ve farklılık gösterirler. Demek ki zihni öğ­ renmeye, kavramaya, düşünmeye hazırlayan ve alıştıran okuldur, dolayısıyla da eğitimdir. Öğretimin başlangıcı olan ilkokuldan üniversiteye kadar, her yıl artan bir hızla öğrencilere yeter sayıda kelime ve kavram kazandırarak, onu şekillendiren tek vasıta eği-


250 / Kültür Sömürgeciliği ve Eğitim

timdir. Esasen öğrenci liseyi bitirirken, zihninde dilin temeli atılmış olmalıdır. Yani her sahada söz sahibi olacak tarzda kelime ve kavram hazinesine sahip bulunmalıdır. Zira, bundan sonra karşılaşacağı her yeni bilgiyi daha önceden kazandığı kelimelerin aracılığı ile ifade edecektir. 1nsann için kelimeler adeta bir"havuza su taşıyan borular gibi, zihne bilgi taşıyan vasıtalardır. Sayı bakımından ne kadar çok, renk bakımından ne '_.::adar çeşitli vasıtamız varsa, o nisbene çabuk ve kolay bilgi sahibi oluruz. Onun için medeni ülkelerin liseleri bu esasa göre kurulmuştur. Öğrenciler burada önce kendi milletinin kültür dilini, sonra da milletlerarası terimleri öğrenmek suretiyle, zihinlerini her istikamette kavramlara cevap verecek şekil­ de düzenlemiş olurlar. Bizim liselerimizde ise, tam bir kültür sömürgeciliği ve sefaleti hüküm sünnek1edir. Yıl­ lar boyunca üç-beş kelimeden başka hiçbir şey öğretilme­ mektedir. Halbuki dil, milli kültürü en önemli aktarına vasıtasıdır. Çünkü milli birliği sağlayan da, milli değerle­ ri ayakta tutan da odur. Dünyanın her yerinde aynı soydan gelen, insanlar nesiller arasında bağlantıyı ve kültür birliğini sağlayan dildir. Bu... gün, siyasi zihniyetlerin uygulayıcısı haline gelen ftitim, Türk dilini uydunnalarla doldurarak ve nesiller arası bitünlüğü bozacak bir politika takip ederek yanlış­ lıkları artınnaktadır.

Kültürün temel unsurlarından en önemlisi olan dil, eğitim ve öğretimin de dayanağıdır. Bugün ilk ve orta öğ­ retimin başlıca meselesi, yeni yetişen nesillere ana dili bütün özellikleriyle öğretmektir. 431 Bugün okullarımızda dilimizin mükemmel bir şekilde öğretildiğini iddia edemeyiz. Bunun sebepleri, öğreticile­ rin yetersizliği ve kasdi davranışları ile milli eğitimin yanlış dil politikası ve ilgisizliktir. Birçok gençlerimiz, 431 Abdullah Nişancı, y.a.g.e., s. 42.


Kültür

Sömürgeciliği

ve

Eğilim/

251

kelimeleri, hele içinde uzun sesli bulunanları doğru söyleyememektedirler. Bir çoğunun kelime hazinesi son derece dardır, birkaç yüz kelime içerisinde günlük konuş­ malarını yürütmektedirler. Meramını doğru dürüst ifade eden, düzgün şekilde yazan pek az lise mezunu vardır. Hele devrik cümle kullanımı iyice yaygınlaşmıştır. 432 Türkçemizin hergün biraz daha bozulduğu radyo, televizyon, gazete ve dergilerin yayınlarında açıkça görülmektedir. Bütün bu aksaklıkların sebebi okullarımızda dilimizin iyi öğretilmemesidir. Dilin bu hale gelmesinin sebeplerinden biri de sadeleştirme ve özleştirme cereyanının, uydurmacılık hüviyetine bürünmüş olmasıdır. Türk Dil Kurumu, Türkçenin güzelleşmesi, sadeleşmesi ve millileşmesi faaliyetlerini yürütmek için kurulmuştu. Halbuki bugün, dili bozmak gayesiyle hareket etmektedir. 1951 yılına kadar, devlet başkanı Türk Dil Kurumunun fahri başkanlığını, Milli Eğitim Bakanı da yönetim k-urulu başanlığını yürütmüştü. Yani Dil Kurumu, bu yıllarda devletin, bir k-urumu olarak çalışmıştır. 9. dil kurultayında yapılan tüzük değişikliği ile bu kurum demek statüsüne sokulmuş, çalışmalarında da millilik ve ilmilikten saptınlmıştır. 433 Dil Kurumu bu faaliyetleri yürütürken yalnız değildir. Beraberinde televizyon, radyo ve basın bulunmaktadır. Bugün anne ve baba çocuğunun dilinden anlıyarnaz haldedir. Öğretmenin söylediğini öğrenci ve veli sözlüklerde aramaktadır. Gazete ve dergiler tiraj düşüklüğünden şikayet etmekte, fakat sebebin dil bozukluğu olduğunun farkına bile vararnarnak1adırlar. Böylece kökünden koparılmış ağaç gibi, canlılığını kaybeden dil, ölüme terkedilmiş olmaktadır. Bunda ortaokul ve lise öğreunenlerinin 432 Necmettin Hacıeminoğlu, Türkçe'nin Karanlık Günleri, İrfan Yay. İstanbul 1976, s. 60-61. 433 Timurtaş, y.a.g.e., s. 224.


252 / Kültür Sömürgeciliği ve Eğitim

iyi yetiştirilmemesinin çok önemli rolü vardır. Nitekim, orta dereceli okullarımızda bir kısım öğretmenlerin, dil konusunda yanlış telkinlerde bulunmaları Türk dilinin büsbütün bozulmasına zemin hazırlamıştır. Her ülkede eğitimin temel görevi kendi milletinin dilini, yetişmekte olan nesillere en iyi şekilde öğretmektir. Bütün okulların ilk görevi de budur. Genç nesillere milli dil sevgisi ve şuuru verilemiyorsa eğitim artık rayından çıkmış demektir. Dilin millet hayatındaki rolü, eğitim ve öğretim açısından çok önemli olduğundan yeryüzündeki bütün milletler herşeyden önce dillerinin öğretilmesi için azami dikkat göstermektedirler. Bizde ise dil konusunda böyle bir hassasiyete yer verilmemektedir. 434 Milleti meydana getiren en önemli manevi elemanın dil olduğu adeta unutulmuş gibidir. Okulların ve öğretim kurumlarının görevi, yerleşmiş, istikrar kazarunış, bütün milletçe kullanılan bir dilin titiziikle öğrencilere öğretilmesini sağlamaktır. Ne olduğu ve nereden geldiği bilinmeyen kelimelerle doldurulmuş kitapları, ders kitabı olarak kabul edip eğitim kurumlarında okutmak en azından gaflettir. Böyle bir uygulamaya hiçbir kimsenin veya makamın asla hakkı yoktur. Buna karşılık uydurmacılığı reddeden ailede, sokakta ve resmi yerlerde yaşayan, Türkçe'yi konuşan ve yazan kimseler, küçük düşürülerek adeta cezalandırılmaktadır. 435 Bir milletin dili, her seviyeden vatandaşın anhyabileceği kelimelerden kurulmuş olmalıdır. Aksi takdirde dil bütünleştirici özelliğini kaybederek çözülmelere sebep olabilir. Onun için milletlerin her ferdi bütün ihtiyaçlarını karşılayacak kelimelerle konuşmak zorundadır. Okullarda öğretilen bilgilerin büyük bir kısmı, devamlı kulanılmadıklan için unutulabilir. Fakat milli kül·· 434 Timurtaş. Aynı eser, s. 226. 435 Necmettin Hacıerninoğlu, Tiirkçemiz ve

Uydurmacılık,

s. 64.


Kültür Sömürgeciliği ve Eğitim I 253

tür

değerlerini

ihtiva eden bilgiler, genç nesillere unutaBunun tek vasıtası da dildir. Kendisine özendiğimiz Batı'da dil konusu eğitimin en önemli unsuru kabul edilmektedir. Fakat, ne yazık ki, bizim Mim Eğitim Bakanlığımızın dil anlayışı bunun dışındadır. Tarih boyunca sık sık alfabe değiştirdi' ğimiz için, zaten mazi ile bağlarımız kopuktur.436 Bunun için Mim Eğitim Bakanlığımız Türk aydınına ve genç nesillere bütün değerlerimizi kavratmak için, dil konusuna mutlaka eğilmelidir. Bunun için en önemli tedbir ciddi kurumlar olduğu tezinden hareketle, dünya sanat ve edebiyatına damgasını vunnuş Türk düşünürlerinin eserleri okutularak, böylece milli dilin bütün kelimeleri hazmettirilmelidir. Bu konuda Japonya ve İsrail'deki uygulamalara bakmak yeterlidir. mıyacakları şekilde aktarılmak zorundadır.

a) Yeni Türkçecilik

Milleti meydana getiren maddi ve manevi çeşitli unsurlar arasında, dil en başta yer almaktadır. Bu görüş, hemen hemen bütün sosyologlar ve fikir adamlarınca kabul edilmektedir. Dil birliğini sağlayamamış bir topluluğun millet kimliğini kazarunasına imkan yoktur. Millet olmak için asgari şart, dildir. Kültürün de, doğup gelişmesi dile bağlı olduğundan, bu unsurun ne kadar önemli olduğu kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. Dilini yitirmemiş bir halk, bir kavim, milliyetini muhafaza ediyor demektir. Onun istiklaline kavuşarak devlet kurması, her zaman mümkündür. Tarihte bunun örnekleri pek çoktur.437 Asırlar boyu devletsiz yaşayan Museviler, en önemli kültür unsurlarından olan dil ve dinlerini. muhafaza ettik436 Faruk Kadri Timurtaş. Tiirkçemiz ve Yay. İstanbul 1977, s. 32. 437 Faruk K. Timurtaş, y.a.g.e., s. 33.

Uydıırnıacılık, Boğaziçi


254 / Kültür Sömürgecili{li ve E{litim

terinden devlet kurmağa muvaffak olmuşlardır. Onlar, Eski İbranice'yi ölmüş bir dil olmasına rağmen yeniden dihltebilmişlerdir. Bundan dolayıdır ki, Filistin topraklan üzerinde 1948 yılında bir devlet kunnayı başarmışlardır. Aynı konudan olmak üzere İspanyollar'ın Endülüs müslümanlanna karşı yeniden başarılı olmaları ve A.B.D.'nin kuruluşunun temelinde dil faktörünün çok önemli bir rolü vardır. Bir milletin dili bozulursa, kültüründe buhranlar başlar. Sanat, edebiyat ve fikir sahalarında çöküntüler meydana gelir. Kitleler birbirlerini anlamaz hale düşerler. Bir milleti içten yıkmak için, dilinde anarşi meydana getinnek ve böylece kültürünü çökerttnek en kolay yoldur. Sömürge faaliyetinin başlıcı hedefi de budur. Dil, millet ve milliyet gibi temelini teşkil ettiği unsurlara bağlı olarak yüzyıllar boyu çeşitli şartların tesiri altında meydana gelmiştir. Bugün bu şartlardan bir kısmını beğenmemek ve bunun yerine başkası olsaydı daha iyi olurdu demenin manası yoktur. istense de istenmese de bu bir realitedir. Davranışlarımıza, bu gerçeklerin ışığı altında yön vermek zorundayız. Dil, kendi kanunları içerisinde gelişen canlı bir varlık gibidir. Onu sadece bir vası­ ta olarak anlamak yanlış olduğu gibi, öbür sosyal kurumlar gibi görmek de doğru değildir. Dil ferdin dışında olmak, kendini zorla kabul ettirmek, dış zorlamalarla değiş­ memek gibi özellikler bakımından, diğer kurumlardan farksız, canlı bir bedene benzemesi bakımından ise hepsinden üstündür. Tarihin akışı içerisinde yazı dilinde zaman zaman değişiklikler olması normaldir. Kelimelerin, deyimlerin doğması, yaşaması ve ölmesi belli kanunlara tibidir. Yoksa fertlerin, oturup yeni bir dil meydana getirmeleri yanlışhr. Yeni kelimeler ve deyimler ihtiyaç halinde halk tarafından anonim olarak meydana getirilir.438 Bunun dışında, dili işleme yetkisi uzmanlara aittir. 438

Aynı

eser, s. 34.


Kültür

Sömürgeciliği

ve

Eğitim ı

255

Ortak yazı ve konuşma dilini birdenbire değiştirmek mümkün değildir. Ancak zümre dili durumunda olan meslek, ilim, teknik, esnaf vs. gibi terimleri, yeni icadlar ışığında değiştirmek mümkündür. Dil meselelerini ele alırken, ortak konuşma ve yazı dili ile dillerin özellikleri~ ni, mahiyet ve durumlarını çok iyi bilmek gerekir. Tarihi gelişme seyri içerisinde bazan ortak konuşma dili ile yazı dili arasında ayrılıklar doğabilir. Halk ile aydınların birbirlerinden uzaklaşmalarına sebep olan bu hal, kültür sömürgeciliği ve dil buhranı meydana getirir. Kültürlerinin yükselmesini isteyen milletler, bu ayrılığı ortadan kaldır­ maya çalışmalıdırlar. Bizim tarihimizde de böyle durumlar ortaya çıkmıştır. Aydın zümrenin yazı dili olan Osmanlıca, Türkçe, Arapça ve Farsça'nın karışımından meydana gelmiştir. 439 Halk dilinden uzak ve suni olan bu dil, yazı dilini, konuşma dilinden tamamen uzaklaştırmış ve kültür )'ozla'jmasına zemin hazırlamıştı. Bugünkü yazı dilimiz, bir ölçüde de, konuşma dilimiz, iki yönden bozulma yolundadır. Biri uydurma kelime meselesi, ikincisi yabancı kelime istilasıdır. Biz, meş­ rutiyet yıllarında yazı dilimizi yaşayan Türkçe'ye yöneltmek için, "Konuştuğumuz gibi yazacağız" tezini kabul ettik. Bu bir halkçılık ve yazı dilini yaymak veya kullanılır hale getirmek hamlesiydi. Bunun sınırlan ve ölçüleri belli olduğu gibi, milliyetçiliğin de hem hedefi, hem de vasıta­ sı oluyordu. Asla ırkçı ve tasfiyeci değildi. Artık yeni Türkçe mecrasını bulmuş ve .kendi yapısında gelişerek zengin bir dil olmaya başlamıştı. Ancak tasfiyeciler, saf Türkçe fikrinin karşısına çıkarak dildeki bütün yabancı asıllı kelimeleri silkip atmak iddiasında bulundular. O zamanlar, bu düşüncede olanlar fazla ciddiye alınmadılar. Cumhuriyet döneminde Atatürk, dilin gelişmesine hız 439 Tahsin Banguoğlu, Dil Bahisleri, Kubbealtı Yay. İstanbul 1987, s. 333-334.


256 / Kültür Sömürgeciliği ve Eğitim

vennek faaliyetine girişince, tasfiyecilik yeniden hortladı. Onun inkılapçı tutumu bu denemeye bir müddet açık kaldı (1932-1936). Sonra gerçeği anlayınca, bu gidişi durdurdu. Güneş dil teorisiyle de, Türk dilinin zenginleşme­ sini sağlamaya çalıştı. Bizde tasfiyeciliğin asıl kökleşme­ si İnönü'lü yıllara rastlar. Çünkü İnönü Atatürk'ün kurduğu Türk Dil Kurumu'nu, eski tasfiyeci ve uydunnacı kadrosuyla yeniden faaliyete geçirdi. 440 Dili sadeleştirme adıyla başlayan bu cereyan, zamanla uydurmacılık halini almıştır. Bu hareket, halktan kopmuş olan Osmanlıca'ya karşı tepkiyi ifade eden bir ideal ve heyecan işiydi. Dönemin dil ustaları olan şairler, romancılar ve hikayeciler, eserlerinde Türkçe'yi son derece güzel kullanmışlar ve halk diline dayanan bir yazı dilinin meydana gelmesini saglamışlardı. Artık dile müdahale edilmemesi, onu kendi kanunları içerisinde ve tabii geliş­ me seyrinde serbest bırakmak gerekliydi. Bu seyir içerisinde, dile bir takım kelimeler girecek, bir kısmı da çıka­ caktı. Dil konusunda bilgisiz ve birtakım yetkisiz kimseler, dili sadeleştirmek adıyl.a, halkın dilinde yaşayan ve yazı dili tarafından desteklenen birtakım kelimeleri atarak, yerine öztürkçe dile adlandırdıkları birtakım uydurma kelimeler türetmeye başladılar. Uydurmacıların belli başlı hataları şunlardır:

Öncelikle dilimizde mevcut ve kullanılan, halka mal kelimeler yerine, uydurmalar konmuştur. Mesela; kainat yerine evren veya acun, hatırlamak yerine anımsa­ mak, hafıza yerine bellek, tabii yerine doğal, huzur yerine erinç, hayal yerine imge, büyük yerine mega vs. gibi. Yeni kelimeler türetilirken eklerin mana ve fonksiyonlarına dikkat edilmemiştir. Fiil köküne gelmesi gereken, isim köküne getirilmiştir. Böylece ortaya örgüt, ilginç, eğitsel, köken, bağıt, karşıt, yanıt vs. gibi kelimeler çıkmıştır. olmuş

440 Faruk K. Timurtaş, y.a.g.e., s. 121-123.


Kültür

Sömürgeciliği

ve

Eğilim/

257

Mutlaka halk anlamasın diye, bilinen kelimeler yerine başkaları konmuştur. Giyecek yerine giysi, bilgi yerine bili, sevgi yerine sevi, dokunmak yerine değinmek. Böylece Türkçe zannıyla yabancı asıllı kelimelere yer verilmiş ve Türkçeleri dilden atılmıştır. Bütün yerine tüm ve mecburi yerine zorunlu bu cümledendir.441 Bunun parolasını ilk defa Türkiye'ye getiren de Nazım Hikmet'tir. O, Yakup Kadriye yazdığı bir hicviyede şöyle diyordu: "Şapka çıkarmam konuştuğun

dile.

Düşmanıyım asaletin, kelimelerde bile. 442 Yabancı kelimelerin dilimizi istilası ise Batı karşısın­ da hissedilen gerilik ve özentinin eseridir. Bu kelimelerin çoğu Fransızca kökenlidir. Meseli vapur, şimendifer, ceket, pantolon, posta, mersi, pardon, şans, poz, sistem, teknik, kredi, kapitülasyon vs. bunlardan bazılandır.443 Uydurmacılar dilimizde yer alan Arapça ve Farsça kelimeleri atarken, ne hikmetse Batı kaynaklı olanlara dokunmamışlardır. Sadece Ziya Paşa milli kültürü esas alarak, direnmek faziletini gösterebilmişti. O, bu konuda şöyle diyordu:

"Milliyeti nisyan ederek her işimizde Efkan frenge tabiiyyet yeni çıktı." sembollerle anlatımıdır. Milletlerin sistemleri olan felsefelerine bakıldığında bu semboller açık bir şekilde görülebilir. Düşünce sistemleri asırdan asıra, bölgeden bölgeye farklılık göstermektedir. Dil

düşüncenin

düşünce

441 T. Banguoğlu, Dil Bahisleri, s. 340. 442 Aynı eser, s. 340. 443 Abdullah Nişancı,y.a.g.e., s. 41.


258 / Kültür Sömürgecili0i ve EOitim

Nitekim, Antikçağ düşüncesinin politeist olınası, Oıtaça­ ğın bütün olayların izahını dini otoritelerde araması, Yeniçağın akılcı ve 19. yüzyıl sonrası düşünce tarzlarının pozitivist karakterde olması bir tesadüf değildir. Dil, mademki bir düşünce vasıtasıdır. Farklı düşüncelerin ayn dillerle ifade edilmesi şarttı.r. Onun için başka milletlerin dilini eğitime uygulamak düşünce yapısını da taklit anlamına geleceğinden, yanlıştır. Öyleyse dil konusunda, aşı­ rılığa kaçmadan yeni icat ve keşiflerle, kavramların karşı­ lığını almak, bunun dışında ise dilde milliyetçilik ilkesini takip etmek gereklidir. "Çünkü dil, bir milletin milli benliğini kuracak ve yaşatacak olan en büyük kuvvettir. Bir milletin fertlerini, ata yadigan olan dilinden soğutarak, nesiller arasındaki bağı koparmak, milli birliği bozmaya yönelik bir harekettir. Milli kültürümüzün en başta gelen davası dil meselesidir. Ne yazık ki bugün tabii ve canlı Türkçenin yerini uydurma dil almaktadır. ,,444 Sosyal bir müessese olan dil, durgun ve değişmez değildir. Türlü sebeplerle değişmekte, gelişmekte ve zaman zaman kendini yenilemektedir. Bu yenileme adeta ağaçla­ rın yaprak ve çiçeklerini mevsimlere göre değiştirmesi veya yenilemesine benzetilebilir. Ahmet Haşim, dili ağa­ ca ve dildeki değişmeleri, ağacın yaprak değiştirmesine benzeterek diyor ki: "Hiçbir şey dil kadar ağaca benzer değildir. Diller tıpkı ağaçlar gibi mevsim mevsim rengini kaybeden ölü yapraklarını dökerler ve tazelerini açarlar. Dilin yapraklan kelimelerdir. Gerçekten de bir kelime dilden düşünce, onun yerini mutlaka başkası alır. Bu durum her dilde görülen değişmez bir kaidedir. "445 Dile yeni kelimeler ilave etmek için, o konuda uzman olmak gereklidir. Bu uzmanlar ise, edebiyatçılar, sanat444 F. Kadri Timurtaş, y.a.g.e., s. 110. 445 Necmettin Hacıeminoğlu, Türkçe'nin Karanlık Günleri, s. 8.


Kültür Sömürgeciliği ve

Eğitim

I 259

karlar ve yazarlardır. Bunlar, yaşayan dildeki yeni ihtiyaçları dikkate alarak çok titiz bir şekilde yeni kelimeler teklif ederler. Bu kelimeler halka ve ilme maledilirse kalır, yoksa silinip gider. Değişme ve yenileşme zorlayıcı olursa, nesiller arasındaki kültür bağlarının kopmasına sebep olunur. Bu da gül ağacından ayva yetişmesini beklemek gibi birşeydir. Bugün sadeleştirme adı altında acayip bir dil meydana getirilmiş, Farsça ve Arapça kökenli kelimelerin atıl­ ması yerine, Türkçe olanlar da atılmaya başlanmıştır. Böylece dil gelişip serpileceği yerde, iyice zayıflamakta ve bozulmaktadır. Türkiye'de dilimizin yabancı unsurlardan temizlenerek kendi benliğine kavuşması faaliyetini ilk olarak başla­ tanlar, Ziya Gökalp ile Ömer Seyfettin gibi Türle milliyetçileridir. Bunların hareketi, İstanbul'da dar bir çevre tarafından kullanılan ve milletimizin anlıyamadığı Osmanlı yazı diline karşı idi. Pek çok kelimenin Türleçe karşılığı bulunduğu halde, birtakım Osmanlı aydınlan Arapça ve Farsça olanlarını tercih ediyorlardı. Onun için Türle milliyetçileri bu duruma itiraz ettiler. Dilimizde yaşamakta olan Türkçe kelimeler varken, bunların Farsça ve Arapça olanlarını k"Ullanmaktan vazgeçmemizi tavsiye ettiler. Bir müddet sonra dilimiz hiçbir zorlamaya lüzum görülmeden sadeleşti. 446 Ziya Gökalp, Yahya Kemal, Mehmet Emin Yurdakul, Ömer Seyfettin, Reşat Nuri, Faruk Nafiz gibi dil ve edebiyat ustaları, Karacaoğlan ve Yunus Emre'nin Türleçe'siyle eserler vermeye başladılar. Dili sadeleştirme ve yeni Türkçecilik cereyanı, bugün uydurmacılık halini almıştır. Sadeleştirme meselesi bir ideal işiyken, uydurmacılık, onu bir ideoloji haline çevirmiştir. Yeni kelime meydana getirmek ile uydurmacılık tamamen birbirinden farklı446 Timurtaş, y.a.g.e., s. 125-128.


260 I Kültür Sömürgeciliği ve

Eğitim

dır.

Uydunna kelimeler, uygun olmayan eklerle yapılan veya mmilca noksan ve yanlış kelimelerdir. Dünyanın bütün dillerinde ve büyük ediplerin eserlerinde zaman zaman yeni kelimelere rastlanır. Buna neologism (ilmi yenilenme) denir. 447 Fakat uydunnacılığı, hiçbir dil kuralı ile izah etmek mümkün değildir. Bunların durumlarını ancak Glasso-Manie denilen ruhi bir hastalıkla izah etmek daha doğrudur. Ruh sağlığıyla ilgili kaynaklarda bu tür hastaların durumu: "Yeni kelimeler icat etme dürtüsü'448 olarak açıklanmaktadır. Demek ki dilimize gelişi­ güzel ve ilmilikten uzak kelime uyduranları, tibbi tedaviye davet etmek gereklidir. Böylece birçok milli ve manevi değerlerimiz gibi, milli birlik ve kültürümüzün temeli olan dilimiz ve güzel Türkçemiz de cehaletin, inatçılığın ve kasdi bozgunculuğun kurbanı haline getirilmiştir. Önceleri tarihimize, kültürümüze ve manevi değerlerimize saldıranlar, ne yazık ki dil konusunda tahribat yapabilmek için milliyetçi kesilmişlerdir. Bunlar dildeki gelişmeyi inkilr ederek hiçbir ilmi ve milli esasa dayanmayan kelimeleri piyasaya sürmüşlerdir. Böyle bir davranışı da devrimcilikle kamufle etmişlerdir.

Uydunnacılann asıl gayeleri, dilimizi bozup anlaşıl­ maz hale getirerek Türklüğü Anadoluya hapsetmektir. Türkçeyi sevimsiz, kısır şekle getirip kargaşaya iterek, maziyle ilgiyi kesmek genel hedefleridir. Bunun sonunda dünya Türkleri arasında farklı lehçeler ortaya çıkacak ve sömürgeciler tarafından farklı milletler tezi ispatlanmaya çalışılacaktır.

Bugün binlerce yabancı kelime, hastalık mikrobu takara sinekler gibi midemizi bulandınnakta, kişiliği-

şıyan

447 Burhanettin Canatan, Ruhsağlığı Ülkü Basımevi, Tarihsiz Konya, s. 255. 448 Sabri Akdeniz, Eğt. Sosy. s. 229.


Kültür Sömürgeciliği ve Eğitim ı 261

mizi yozlaştırmakta ve bizi bize yabancılaştırmaktadır. Böylece dil çarkı da ters dönmekte, sömürgeciliğe yatkın tahribatlara aldırmayan, insanların çoğaldığı bir yapı ortaya çıkmış olacaktır. b)

Yabancı

Dille Eğitim ve Kültür Sömürgeclllğl

Yabancı

dille eğitim, devletler ve milletlerarası ilişki­ lerde dil bilen eleman ihtiyacını karşılamak ve dünya savaşları sonunda sınır değişikliğine bağlı olarak imparatorlukların dağılmasıyla meydana gelen sınır değişiklikleri neticesinde ortaya çıkan bir meseledir. Her kurumu bir ihtiyaç ortaya çıkrdığı gibi, yabancı dille eğitim de Batı kültür ve medeniyetini öğrenmek için okul açmak düşüncesine dayalı bir ihtiyacın eseriydi. Burada temel gaye yerli halkla sömürgeciliğe uygun ilişkiler kurmaktı, Batılılar'ın hristiyan olmayan ülkelerde veya sömürgelerde, kendilerine bağımlı olan siyaset ve yönetimi onlara göre düzenleyen ve hemen hemen hepsi kiliselerin emrinde bulunan yabancı okullar ilk defa Güney Asya (Hindistan)'da kurulmuş, daha sonra Afrika ile diğer ülkelere yayılmışlardır. 449 Yukarda genişçe ele aldığımız askeri, siyasi, ticari ve kültür sömürgeciliği, temelde bir milletin fertlerini kendi toplumuna yabancıla5tırma gayesini gütmektedir. Kültür sömürgeciliği, aracılarına, siyasi ve ticari sömürgeciliğin sağladığı imkıinlardan daha fazlasını verir. Çünkü nasıl yorumlanırsa yorumlansın, siyasi sömürge aracısı, emrinde olduğu ülkenin kuklası olarak bilinmekten kendini kurtaramaz. Oysa, kültür sömürgeciliğinde aracı, yol gösterici, ışık tutucu, aydınlatıcı, ilerici ve kurtarıcı gibi ünvanlar alarak yükseltilir. Bu kimseler milletine tepeden bakar ve onları basit, ilkel, değersiz görerek, 449 y.a.g.e., s. 230.


262 / Kültür

Sömürgeciliği

ve

Eğitim

onun mensubu olmaktan utanç duyar. Bu hislerini her yerde söylemek ve yaymakla yükseldiğini zanneder.450 Batılıların istediği tipler de bu özellikteki insanlar arasın­ dan seçilir. Yabancı dille eğitimin yetiştireceği insan tipi, işte budur. 19. yüzyıldan beri sömürgeci ülkeler, siyaset olarak gelişmekte olan veya geri kalmış ülkelerin kaynaklarını kendi çıkarları doğrultusunda kullanabilmek için sürekli yatırım yapmaktadırlar. Bu yatırımların başında yabancı dille eğitim yapan okullar yer almaktadır. Dilin insan şah­ siyetinin gelişmesinde büyük rolü olduğundan, bu okullar şahsiyeti belirleyici ve etkileyici olmuştur. Durum böyleyken, bağımsız ülkeler arasında sadece bizde, yabancı dille eğitim yapan okullar görülmekte, yayılmakta ve devlet eliyle teşvik edilmektedir. Böylece Türk çocukları henüz kendi kültürlerini öğrenmeye fırsat bulamadan, kültür sömürgeciliğinin kucağına itilmektedir.45ı Bizde yabancılara verilen dil imtiyazı, ilk olarak, Fatih'in İstanbul'u alışı (1453) sırasında Latinlere tanındı. Daha sonra Ortodokslar, Ermeniler ve Yahudiler de bu imtiyazdan faydalandılar. Bu faaliyet, Osmanlı Devleti'nin gerileme döneminde artmasına rağmen, asıl meyvelerini devletin Batı'ya açılmış olduğu Tanzimat döneminde vermeğe başladı. Bu dönemde İstanbul'da ve Anadolu'da, birbiri arkasından hristiyan azınlık okulları kurulmaya başladı.

Ne gariptir ki, 1900'lü yıllarda Osmanlı topraklarında dille eğitim yapan 2000'e yakın kolej vardı. Bunların o günkü adları Anadolu Liseleri idi. Osmanlı İmpa­ ratorluğunun hızla kan kaybetmesini sağlayan bu okullardı. Günümüzde Anadolu Liselerinin adlan herhalde orayabancı

450 Cemal Anadol, Türk Toplumunda Sosyal Çözülme, Orkun Yay. İstanbul 1991, s. 78. 451 Necdet Sevinç, Ajan Okulları, İstanbul 1975.


Kültür Sömürgeciliği ve

Eğitim

I 263

dan kaynaklanmaktadır. 452 Yabancı ok-ullann tarihçesine bir göz atacak olursak, bu okullar, başlangıçta, gayrı müslim okulları durumundayken, zamanla yabancı devletlerin himayesine girmişlerdir. Osmanlı hükümeti, mektep ve müesseselerini kurup idare etmek hususunda hem azınlıkları ve hem de Türle ve Müslümanları serbest bırakmıştı. İstanbul'un alınışından sonra öncelikle Rumlar, daha sonra da, Ermeni ve Museviler bu durumdan istifade ettiler. O tarihlerde devlet okulların hiç birinin program ve faaliyetlerine karışmı­ yordu. Okulların yapım ve yönetimi hayırseverlerle zenginlere, yani vakıflara bırakılmıştı. Türle ve İslam okulları bu esaslara göre faaliyet gösterdiği gibi, azınlıklar için de, her kilisenin yanında bir okul yapılmış ve öğreticilik görevi papazlara bırakılmıştı. Osmanlı eğitimi bu şekliyle Nizam-ı Cedit ve Tanzimat dönemine kadar devam etti. Yabancılar, kapitüla'iyonlara dayanarak propaganda mahiyetinde birçok okullar açmışlarsa da, Türleler üzerindeki uyuşukluk, buralarda da görülmekteydi. İşte, bütün bu yerli unsurlarla, yabancı ok-ullann asıl uyanışı Tanzimat sonrası gerçekleşti. Tanzimatta, hristiyanlara ilk defa kapısını açan öğretim k-urumu tıbbiyedir. Bu okulda, eğitim Fransızca yapılmakta olup öğretmenlerinin büyük bir kıs­ mı da Avrupalı veya müslüman olmayan kimselerdi. Okula alınan gayrı müslim öğrencilerden elbise ve yiyecek parası alınması, yemekhane ve yatakhanelerinin ayn olması, devletin yine de Müslümanlarla azınlıklara farlelı açıdan baktığını göstennektedir.453 1839 Gülhane Fennanı'nda ne Türk ve ne de azınlık okullarına ait bir kelime dahi yoktur. Yalnız şu var ki hükümdar her alanda Türle ve azınlık eşitliğini kabul ve ilan ettiğinden, bu durumdan en çok azınlıklar istifade etmiş452 Osman Ergin, Maarif Tarihi, C. 1-2, s. 725-727. 453 Osman Ergin, Aynı eser, s. 730-734.


264 / Kültür SömürgeciliOi ve EOitim

terdi.

Azınlıkların

bütün okullara ginneleri ve kendi okulkurup idare etme haklarına kavuşmaları, ancak 1856 ıslahat fermanı ile sağlandı. Bundan azami ölçüde istifade eden patrikhane, eğitim işlerinde büyük dolaplar çevirerek, cemaatlerini istedikleri gibi idare etmeğe baş­ ladı. Devletin sağladığı geniş hürriyet ortamından son derece istifade eden azınlıklar, Türk ve Müslümanlardan daha çok, A vrupa'ya öğrenci gönderip okutmuşlar, Osmanlı ülkesinde açılmış bulunan misyoner okularına devam ederek en geçerli mesleklerde söz sahibi olmuşlar­ larını

dı.454 Başlangıçta dini özelliği ağır basan ve kiliselere bağlı kurumlar halinde teşkilatlanan azınlık okulları yanında, zamanla elçilikler de, birer elçilik okulu açmışlardı. Bu okullar, bir süre sonra, gayeleri dışına çıkarak, birer yabancı devlet okulu haline dönüşmüştür. Verilen bütün hakları istismar eden Fransa, İngiltere, İtalya, A.B.D. gibi dış güçler, hukl!ki dayanak ve denetimden uzak bir şekil­ de, kendi öğretim kurumlarını açmaya başladılar. Gayeleri, kendi dil ve kültürlerini yaymanın yanı sıra, siyasi etkinlik kazanmak, belli gruplar üzerinde söz sahibi olmak, iktisadi ve kültürel sahalarda çıkarlarına uygun şartlar meydana getirebilmek1i. Bunun için de iki yol takip ettiler. 1- Gayrı müslim okullarını himaye etmek, 2- Kendi toplumlarına hizmet veren devlet okullarını açmak. Bunun için, bütün Osmanlı tebaasına ve özellikle gayn müslimlere yardım ederek, onları ve eğitim kurumlarını, bünyelerine uygun bir şekilde teşkilatlandırdılar. Tecrübesiz Osmanlı devlet adamları da, bilmeyerek bunlara yardım eden en önemli dayanaktı.455 Bu durum ülkede misyonerlik faaliyetlerine yol açtı.

454 İlknur Polat Haydaroğlu, Osmanlı İmp. Yab. Okullar, s. 10-11; Küt. Bak. No: 47, Ankara 1990. 455 Necdet Sevinç, Ajan Okulları, Oymak Yay. Tarihsiz, s. 132.


Kültür

Sömürgeciliği

ve

Eğitim

I 265

İlk olarak ferdi sahada ve romantik bir hareket olarak başlayan misyonerlik, Osmanlı İmparatorluğunwı zayıfla­

ma ve gerilemesine paralel olarak güçlenmiş, maddi imkanları artmış, dini amacının dışında sömürgeciliğin öncülüğünü üstlenmiş ve bunun için de eğitim, öğretim kurumlarını kendi politikası doğrultusunda kurmuş ve teşkilatlandırmıştır. 456 Aslında

misyonerlerin gerçek gayeleri, din eğitimi vermek, kendi mezheplerine din kardeşi kazandırmak ve okullarda okuyan yahut dairelerde çalışan gençleri misyonerlik hareketinin genişletilmesi için teşkilatlandırmak­ tı. Zamanla misyonerler bu faaliyetleri terkederek siyasi sahaya yöneldiler. Akabinde, her iki noktayı birbirine bağlayarak çalışmaya ba~ladılar. Misyonerlerin gayelerini maddeler halinde özetleyecek olursak: 1- Roma ve doğu kiliselerini birleştirmek. 2 .. Latin kilisesine bağlı olanların dini hizmetlerinde bulunmak. 3- Hristiyan olmayanlara hristiyanlığı telkin etmek. 4- Osmanlı tebaasından olan bütün hristiyanlann dinlerini unutmalarını önlemek ve onların bağımsız devletler kurmalarını sağlamak.

5- Osmanlı topraklan üzerinde rahip ve papaz yetiş­ mesini sağlamak. 6- Müslüman Türle çocuklarını etkileyerek, dinlerini zayıflatmak ve kendi milletinden koparmak. 457 Misyonerler yukarıdaki gayelerine ulaşmak için önce tarikatlar, daha sonra da izci teşkilatlan kurdular. Bu izci teşkilatlan genelde Fransızların kontrolündeydi tiuııı ..u .. ; asıl gayeleri Osmanlı topraklarının tarihi öneme sahiı.ı 456 Nahit Dinçer, Yabancı Özel Okullar, İstanbul 1978, s. 35-37. 457 Bilal Şimşir, Emıeni Propagandası'nın Amerika Boyutu Üzerine, Üni. Yay. 628, s. 93.


266 / Kültür Sömürgeciliği ve Eğitim

bölgelerini kontrol altında tutarak buralardaki Antik.çağ eserlerini tesbit ve hak iddia etmekti. Misyonerlerin en çok yardım ve tesir ettiği okullar Amerikan misyoner teşkilatına ait olanlardı. Zamanla güçlenen Amerikan misyonerlerinin gayeleri yerli Ermeniler arasında Türle düşmanlığını körüklemekti. 1810 yı­ lında Boston'da kurulan Amerikan Board misyoner teşki­ latı, 1821 yılında ilk elemanlarını Tüooye'ye göndererek Bulgar ve Enneniler arasında bağımsızlık fikrini uyandır­ dı.458 Amerikan misyonerleri, özellikle Suriye ve Lübnan topraklarını hedef seçerek açmış oldukları 33 okulda 1000 dolayında öğrenciye sahipti.459 Daha sonra 1866'da Beyrut Amerikan Üniversitesi'nin kaynağı olan Suriye Protestan koleji kuruldu. Arapça Medresetü'l-Kulbiye adı verilen bu okulda ders olarak özellikle İngilizce, Fransız­ ca, Arapça matematik, astronomi, felsefe ve kitab-ı mukaddes okutuluyordu. Daha sonraları bu ok-ul, tıp fakültesi şeklinde teşkilatlanmıştır. 1867'de ise Maraş kasabasın­ da, dini eğitim veren Protestan-İlm-i İlahi adlı bir misyoner okulu kurulmuştu. 460 Amerikan misyonerlerinin en iyi şekilde Arapça öğ­ renmeleri ve Arap edebiyatı konusunda uzman ilim adamları yetiştinnelerinin sebebi, Arap milliyetçiliği meydana getirerek bu bölgeleri Osmanlı'dan koparmaktı. misyonerlerin o tarihlerde Türlciye'de 436 ibadet yeri vardı. 1893 yılında Türlciye topraklan üzerinde 1317 Amerikan Misyoneri bulunuyordu. Bunlardan 223'ü Amerika'dan gelmiş, 1094'ü ise Ermeniler arasında yetişmişti. (Milliyet gaz. 24 Ekim 1984) Hiçbir kontrola tibi olma458 Fethi Tevetoğlu, A.B.D. ve Ortadoğu Türk Kültürü dergisi, An· kara 1985, s. 386. 459 Zühtü Paşa, Hatırat, (Yayınlanmamış). 460 Yahya Akyüz, "Abdülhamid Devrinde Protestan Okulları ile İlgi­ li Belge" Ankara Üni. Eğit. Fak. Derg. 1970.


Kültür SOmürgeciliOi ve EOitim I 267

dan faaliyet gösteren ve

kısa

sürede

çoğalan yabancı

okulların propagandaları, ilişki kurdukları

merkezlerin özelliği, Balkan harbi sonunda pervasızlaşan tavırları, bu okullar hakkında ciddi tedbirlerin alınması lüzumunu gündeme getirmişti. 461 1893 yılında Zühtü Paşa tarafından padişaha sunulan raporda, ülke içindeki Protestan Ok"Ullannın durumuna ilişkin önemli bilgi verilmektedir.462 Belgelerin incelenmesinden, ülke içinde 392 Protestan ve Amerikan Okulu' nun bulunduğu ve bunlardan 108'inin 17 yıl içinde açıldı­ ğı görülmektedir. Böylece, ülkede her yıl yaklaşık 7 Protestan veya Amerikan okulu açılıruştır. Yine aynı belgede, bu okulların 33'üne padişahlık makamınca, ?'sine sadaret emri, 11 'ine de maarif nezareti tarafından ruhsat verildiği bildirilmektedir. Hatta 341 okul ruhsatsız ve mevzuat hükümlerine aykırı olarak mahalli memurların görevlerini ihmal etmeleri sonucu açılmış ve faaliyet göstermişti. Oysa 1869 nizamnamesine göre okulların ruhsat almaları gerekmektedir. Yine aynı belgede, bu tür okulların Güney ve Doğu Anadolu ile Ortadoğu'da yayıldıkları belirtilmektedir. 463 1914 yılında vilayet maarif müfettişlerinin görevlerine ilişkin olarak yayınlanan 44 maddelik talimamamede, maarifle ilgili mevzuatın uygulanıp uygulanmadığının teftiş edilmesi ve bu konuda yetkilelerin dikkatlerinin çekilmeş'i belirtilmektedir.4 64 461 H. Ali Koçar, Tiirkiye'de Modern Eğitimin Doğuşu ve Gelişimi, Ankara 1974, s. 212. 462 Atilla Çetin, il. Abdiilhamid'e Sunulan Beyrut Okulları Belgesi, Türk Kült Dcrg. s. 316-324. 463 Kenan Okan, Tiirkiye'deki Yabancı Okullar Üzerinde Bir İncele­ me, 1971, 4-5. 464 M. Hidayet Vahapoğlu, Osmanlı'dan Gı1rıilnıiize Azınlık ve Yabancı Okrılları, Boğaziçi Yay. İstanbul 1992, s. 120.


268 / Kültür SömürgealiOi ve EOilim

1915 yılında yayınlanan mekatib-i hususiye talimatnamesi ile devlet, kontrol alanını daha fazla genişletme ve kesin hük"Üilller koyma yoluna gitmiştir. Talimatname ile yabancıların okul açmalarına yeni sınırlamalar getirilmiştir. Yabancı okullar ise, kendi ülkelerindeki ders programlarını okutmaya, Türklük aleyhinde propaganda yapmaya, okullarına müfettişleri sokmamağa devam etmiş, devlet ise, buna karşılık Türk çocuklarını bu okullara göndermemekten öte birşey yapamamıştır. 465 Bu durumdan cesaret alan yabancı ülkeler propaganda ve çalışma faaliyetlerine hız vererek, sömürge zihniyetlerinin gereği olarak bölücü faaliyetlerini arttırmışlardı. Türkiye'de yabancı dille eğitim bir ihtiyaçtan daha çok, özenti ve Batı'yı taklidin eseri olarak doğmuştur. Çünkü yabancı dil öğrenmekle, yabancı dille eğitim baş­ ka şeylerdir. Tanzimatla birlikte, Osmanlı Devleti'nin Batı ile iliş­ kileri artmış, böylece yabancı dil öğrenmek bir ihtiyaç haline gelmişti. 1839 Tanzimat fermanında azınlıklarla ilgili tavizkar maddelerin bulunması, Rusya ve Avrupalı­ lar'ı faaliyete geçirmiş, ilk olarak Ermeni, Rum ve Yahudilerle ilgili azınlık okulları kurulmuştu. Daha sonra misyoner faaliyetleri başlamış, gayrı müslim sömürgeciler Ortadoğu, Anadolu ve Asya'ya hızla yayılmışlardır. Bunların içinde Amerikalılar'ın başta olması dikkati çekici ve hayret verici bir durumdur. Devlet ve millet olarak şunu iyi bilmemiz gerekir ki bugüne kadar sömürgecilerin elde etmek istedikleri ülkelerde aracı olarak kullandıkları en önemli vasıta yabancı dille eğitim yapan okullardır. Çünkü bu okullar, yabancı­ lar tarafından milletine ve değerlerine yabancılaşan insanların yetiştirildiği yerler olarak düşünülmektedir. 465 M. Hidayet

Vahapoğlu, Osmanlı'dan

bancı Okulları,

s. 38.

Günümüze

Azınlık

ve Ya-


Kültür Sömürgeciliği ve Eğitim / 269

Siyasi ve iktisadi' sömürgeciliğin devamının sağlana­ bilmesi için kütür sömürgeciliği ile desteklenmesi şarttır. Onun için, sömürgeciler, ilk ayak basnklan yerlerde kendi kültürlerini hfildm kılmayı düşünmüşlerdir. Mesela, Yunanlılar Grek kültürünü, Romalılar Roma kültürünü, İngilizlerde İngiliz kültürünü bu yolla yaymaya başlamış­ lardır.

Türklerde devlet kurma geleneği çok eski olduğun­ dan, sömürgecilik gibi milletleri aşağılayan davranışlara girişmemişlerdi. Sömürgecilik, genellikle azınlık durumuna düşürülen milletler için söz konusudur. Osmanlı Devleti'nin yüzyıllar boyunca, dünyanın üç ayn kıtasında, birbirinden farklı topluluktan hakimiyeti altında bulundurması, köklü teşkilat yapısına ve mükemmel işleyen yönetim tarzına bağlıydı.466 Devlet zayıflayınca, teşkilat sistemi de kendiliğinden bozuldu. Bazı Batılı devletlere birtakım imtiyazlar verildi. İşte bu imtiyazlar, Osmanlı topraklan üzerinde, yabancı devlet veya teşkilatlarca okulların açılıp yaygın hale getirilmesine sebep oldu. 1839 Tanzimat fennanına kadar, azınlıklarla yabancı devletlerin açacaktan okulların sayı ve işleyişini düzenleyen bir kanun yoktu. Bundan faydalanan yabancılar okul sayısını hızla artırmışlardı. Ancak 1869 Maarif-i Umumiye Nizamnamesi ile bu okullara bir sınırlandırma getirildi.467 Fakat devletin hızla toprak kaybetmesi, ekonomik ve sosyal hayatı bozunca, yabancı okullar faaliyetlerini arttırarak devam ettirdiler. Birinci Dünya Savaşı'ndan yenik olarak ayrılan Türkiye, 1920'lerde, bütün imkansızlıklara rağmen, istiklal savaşına ginniş ve başarılı olmuştu. Kısa zaman içinde cereyan eden olaylar Türle milletine büyük tecrübeler ka466 Vahapoğlu, Aynı eser, s. 73. 467 Çerleton Wasbürne "Barı Tesirindeki Türkiye Maarifi" (Çev. Müşerref Dede Eğitim Hareketleri Dergisi), Sayı, 35, yıl 1957, s. 18.


270 I Kültür Sömürgeciliı':ji ve EOitim zandırmış

ve Batılılarla ilgili birtakım ciddi tedbirler alın­ masını gündeme getirmişti. Bütün imkansızlıklara rağ­ men devrin en güçlü devletlerinin, istilacı emellerine dur diyen Türk milleti, milli birlik ve beraberlik ruhuyla her şeyi başaracağına inanmıştı. Bu sebeple Türkiye'de eği­ tim konusunda hakim unsurun milli birlik ve beraberlik duygusunun önemli olduğu görülmüştü.468 Uzun yıllar Osmanlı devleti bünyesinde bir çıban gibi devlete karşı teşkilatlanan bu okullar Türk milletinde iyi kanaat uyandırmamıştı. Yabancı okullardaki görevliler, işgal kuvvetlerine her türlü yardımı yapmaktan çekinmemişti. İlk günlerde bu okullar işgal kuvvetlerinin karargfthı olurken, kurtuluş mücadelesinin son günlerinde de en son sığınakları olmuştu. Böylece Osmanlı Devleti'nin son günlerinde azınlık okullarını toplu olarak kapatmak zihniyeti doğdu. Nitekim Enver Paşa, Doğu Anadolu'da başlayan Ermeni isyanlarının yayılmasını önlemek gayesiyle bütün Ermeni okul ve gazetelerini kapatma karan almıştı. Bu azınlık ve yabancı okulları Kurtuluş Savaşı sı­ rasında her türlü yıkıcı faaliyetin arkasında yer almıştı. Atatürk Nutuk'ta bu durumu şöyle açıklamaktadır: "Rumlar, Yunanlılık amel-i milliyesiyle her tarafta şımar­ dığı gibi, Etniki Eterya Cemiyet propagandacıları ve Merzifon Amerikan müessesesi tarafından desteklenerek takviye ve teşci edilen bu havalideki Rum ahali de, müstakil bir Pontus hükümeti teşkil etmek emeline düş­ tü .. .''469 Türkiye Cumhuriyeti devletinin kurucuları bu olaylan bizzat yaşamışlar, tecrübelerini, bu okulların gizli emellerini açığa vurdukları dönemde edinmişlerdi. 470 468 Vahapoğlu, y.a.g.e., s. 149. 469 Maurice Pernot'un Hatıratı (çev. 1. Başgöz), s. 85. 470 Mill1 Eğitim Temel Kanunu.


Kültür Sömürgeciliği ve

Eğitim/

271

Atatürk Maurice Pemot ile görüşmesinde bu konuya belirtmektedir: "Biz istiyoruz ki okullarınız kalsın, ancak oralardaki dini propagandadan şüphe edebiliriz. Türkiye'de bizim okullarımızın bile elde edemediği imtiyazlara, yabancıların sahip olmasını istemeyiz. 471 Türkiye Cumhuriyeti hükümeti 3 Mart 1924'te çıkar­ dığı tevhid-i tedrisat kanunu ile bütün öğretim kurumları­ nı devletin kotmolüne aldı. 26 Eylül 1925 tarihinde yayınlanan 3965 sayılı genelge ile yabancı ok-ulların çalış­ maları yeniden düzenlendi. 3.9.1938 tarih 2/542 sayılı genelge ile de yabancı okulların Türkçe dersleri kontrol altı­ na alındı. Ne yazık ki Atatürk'ün yabancı okullarla ilgili tedbirleri, sonradan devam ettirilmedi. Devletin kendisi, Anadolu Liseleri adıyla yabancı dille eğitim yapan yeni okullar açarak bizzat Atatürk'ün prensiplerine ters düştü. Bugün çok cazip gösterilen bu okullara, her aile çocuğunu vermek için yarışacak hale getirildi. Yabancı dille eğitim talebinin bu derece artması karşısında, Milli Eğitim Bakanlığı ise, süper lise adıyla, seçme öğrenci alan klasik liseleri gündeme getirmek zorunda ait

düşünceleri şöyle

kaldı.

İnsan için yabancı dil öğrenmek elbette faydalı ve gereklidir. Ancak bu işi, bütün ders programlarını alt üst edecek seviyeye getirmek yanlıştır. Çünkü yabancı dille eğitim yapan okullarda edebiyat, tarih, coğrafya gibi kültür dersleri eşantiyon haline getirilerek, öğrencinin önüne terbiye edici muhtevadan uzak bir program çıkartılmakta­ dır. Bu okullardan milli eğitim temel kanununa uygun Atatürkçü ve milliyetçi nesiller yetişemez. Ancak, Türk kültürüne ve büyüklerine yabancı, milli değer ve menfaatlerimiz karşısında tarafsız karton aydınlar yetişebilir. 472 471 Mustafa Erkal, Sosyal Meselelerimiz ve Sosyal Değişme, s. 30. 472 Cemal Anadol,y.a.g.e., s. 82.


272 / Kültür Sömürgeciliği ve Eğitim

Günümüzde devletin, uluslararası ticaret şirketlerinin ve çeşitli müesseselerin lisan bilenleri tercih ettikleri görülmek1edir. Şirketlerin kazançlarını arttırmak için lisan bileni seçmesi, devletin bilgi ve görgü bakımından üstün vasıflı kimseleri tercih ettnesi normaldir. Ancak yabancı dille eğitim bir imkan meselesi olduğundan, varlıklı aile çocukları bu durumdan faydalanaca·.<, devletin idari' kadrolarına hfildm olacaklar demektir. ôöylece sosyal bütünlük bozulmuş olacakbr. Her sahada kültür sömürgeciliğinin kol gezdiği ülkemizde, devletin, bu engeli aşmak için milli kültür seferberliğine girişmesi şarttır. Herkesin bir yabancı dil bilmesi gerekirken, maalesef bugün Türkiye'de uygulanan eği­ tim si'itemi ile ne Türkçe ne de yabancı dilleri gereği gibi öğrenmek mümkün değildir. 47 3 Çağımızda ülkelerin gelişmişliği eğitilmiş insan gücüne dayandığından iyi bir eğitim planlaması yapan ülkeler, kısa zamanda kalkınarak milletler ailesi içinde layık oldukları yeri alırlar. Nitekim, yabancı ülke ve cereyanlardan yardım bekleyen, bütün ümitlerini, sadece çok iyi yabancı dil bilen insanlara bağlayan bir ülkede, milli ve manevi değerlerle demokrasi ve milliyetçilikten söz edilemez. Kültür değer­ leri dikkate alınmadan, milli ve manevi değerler hesap edilmeden, sadece yabancı dil bilmek gelişmişliğin sembolü olamaz. Eğer böyle olsaydı, İngilizce ve Fransızca bilen Araplarla Afrika ülkeleri ve bazı Uzak Doğu cemiyetleri sömürge olmaktan kurtulmuş olurlardı. İyi lisan bildiği halde, aile bağlan zayıf, milli ve manevi değerler­ den uzak olan gençlerde şahsiyet bunalımı görülür. 474 Aslında kendi dilini bilmeyenlerin başka dilleri öğrenmeleri 473 Ercüment Konukman, Yabancı Dille Yüksek Öğretim, Konferans, İstanbul 1988. 474 Mustafa Erkal, İkt. Kalk. Kiüt. Tem. s. 73-74.


Kültür Sömürgeciliği ve Eğitim I 273

de zordur. Bir millet için dil, bağımsızlığın ve millet olgöstergesidir. Böylece bütün eğitim kademelerinde milli dil temel olmalıdır. Yabancı dille eğitimin yaygın­ laştırılması, kendisine ve değerlerine yabancı fertlerin hızla artması demektir. Türkçe konuşulması gereken bir yerde, Türkçe'den taviz verilemez. Dil hükümranlık hakkını belirtir. Ana dille konuşulması gereken bir yerde, yabancı dil konuşmak ancak sömürge aydınlarına yakışır. Milli şuur sahibi hiçbir kimse bu yola baş vuramaz. Aslında çok zengin bir dil olan Türkçe'yi geliştirmek istiyorsak, bütün ilim dalların­ daki öğretimi Türkçe yapmalıyız. Ana dil ikinci plana atı­ larak ilim yapılamaz. Bütün kavramların Türkçe karşılık­ larını bulmalıyız. 475 Fakat bugün Türkiye'de bütün bu esaslar dikkate alınmayarak bir azınlık dili yaratılmak ve eğitim sömürgeleştirilmek istenmek1edir. manın

2) Müfredat

Programları

Müfredat, bir bütünü

ve Kültür Sömürgeclllğl

oluşturan

bölümler ve

ayrıntılar

anlamına gelmek1edir.476 İngilizce, details, particulers veya school curriculum: 477 Fransızca, choses ou mots

simples veya non compose olarak ifade edilmektedir. Program kelimesi, dilimize Fransızca'dan geçmiş ve aslı Yunanca olan bir kelimedir. Sözlükte: ziyafet, tören, temsil ve dersin sıra düzenini belirleyen basılı kağıt4 78 manasına gelmektedir Program, yapılması gereken bir işin bölümlerini, her bölümün nasıl yapılacağını ve yapı­ lış zamanını gösteren bir tasandır. 475 Türkçe Sözliik, T.D.K. Yay. s. 1052. 476 Golden Dicıionary, s. 287. 477 Dicıionnairc Tıırc Français, s. 348. 478 Kamus-i Türki Program maddesi 357, Osman Sezgin, Üçüncü Neslin Eğitimi, Türk Diy. Vak.


274 / Kültür SömürgeciliOi ve E(jitim

Müfredat

programı,

biri Arapça olan müfredat ile diğeri Fransızca program kelimelerinin birleştirilmesiyle meydana gelen bir deyimdir. Bölüm ve aynntılan düzenlemek mmAsına gelmektedir. Bu deyim günümüroe daha çok eğitim sahasında kullanılmaktadır. 479 Eğitim ve öğre­ tim programı yerine, zaman zaman ders veya müfredat programı denilmektedir. Müfredat ve ders programı denilince de akla, yalnızca dersler ve kitap konularının sırala­ nışı gelmektedir. Bu programların tek hedefi bir plan ve düzene bağlı olarak öğrencilere bilgi kazandırmaktır. Günümüzde ise, eğitim programı, öğretim programı, ders programı olarak ayrılmakta ve aynı manalarda kullanıl­ maktadır.

Bugün artık okullardaki dersler yanında, ders dışı faaliyetler, formel ve ampirik bilgiler, işbaşı eğitimi ile sosyal, psikolojik, fizyolojik ihtiyaçlar da programların çerçevesi içinde yer almaktadır. Bu sebeplerden ötürü, eği­ tim ve öğretim programının hazırlanması konusu, günümüzde büyük önem arzetrnektedir. Artık anlaşılmıştır ki, öğretimin eğitimle sonuçlanabilmesi için, iyi bir programa ihtiyaç vardır. Fakat, eğitim ve öğretimde iyi bir program yapmakla herşey bitmez. Aynca her milletin kendi ihtiyaç ve imkanlarını gözönünde tutarak hazırlayacağı ve geliştireceği milli eğitim programlan gereklidir. Böyle bir faaliyet, eğitim ve öğretimde başarının da temelidir.480 Dikkatlice hazırlanmış bir müfredat programı öğret­ men ve öğrenciye nereye gideceklerini ve ilerlemenin her basamağında ne elde edeceklerini bilme imkaru verir. Bir öğretim programında şu sorular cevaplandığı takdirde, o eğitim tutarlı ve verimli demektir. 479 Osman Sezgin, y.a.g.e., s. 62. 480 Halil Tekin, Eğitimde Ölçme ve Değerlendirme, Mars Ankara 1977, s. 3.

Matbaası,


Kültür

a)

Sömürgeciliği

ve

Eğitim

I 275

Eğitim

niçin gereklidir? b) Neler, ne zaman ve nac) Ne kadar öğrenildiğini nasıl anlayacağız?48ı Eğitim hedeflerinin tesbitinde, yetiştirilecek fertlerin eğitim ihtiyaçlarıyla, o fertlerin içinde yaşadığı toplumun, ihtiyaçları ve inıkfuılan gözönüne alınmalıdır. Aynca, öğrenci, hangi konuda yetiştirilecekse, o konu tahlil edilerek daha ileri ve üst seviyedeki öğrenmeler için gerekli olan kısımlan seçilmelidir. Toplum ve ferde bağlı kalınarak tesbit edilen hedeflerin, toplumun eğitim felsefesine uygun olup olmadıkları; eğitim psikolojisinin bulgularına ve gerçekleşebilme durumuna göre ele alına­ bilmelidir.482 Öğrencilerin sahip olması istenen özellikler, yani programın hedefleri belirlendikten sonra, özellikleri kazandıracak eğitim durumlarının seçilip teşkilatlandırılma­ sı gerekir. Bu durum, öğrenciyi etkileyecek çevrenin düzenlenmesi demek.1ir. Böyle düzenlenmiş bir çevreye sokulan öğrencilerin, davranışlarında toplumun istediği değişmeler görülebilir. Müfredat programlan her milletin kendi ihtiyaç ve imkfuılan gözönünde bulundurularak düzenlenmelidir. Başka ülkelerden alınan müfredat programlarıyla, ne ülke ihtiyaçlarını çözecek kadrolar yetişti­ rilir, ne de planlı kalkınma söz konusu edilebilir. Böyle bir programla, ancak sömürge aydını yetiştirilerek, ülkenin kaynaklan israf edilmiş olur. Müfredat programı (öğretim programı), esas itibarıyla her dereceli okulda okutulacak öğretim konularının sınıf­ lara göre ayarlanmış şeklini ve her dersin haftada kaç saat okutulacağını gösteren kılavuzdur. Öğretim programları­ nın hemen hepsi şunları ihtiva eder: sıl öğretilecek?

481 W. Ralph Tylor, Bsic Principles of Currlculum developnıenı and. 1nsteuction, 1950, s. 3-28; Fatma Varış, Eğitimde Program Geliltirnıe ı976, s. 155-168. 482 Cavit Binbaşıoğlu, Öğretim Metodu ve Uygulama, Kardeş Mat. Ankara 1965, s. 87.


276 / Kültür

Sömürgeciliği

ve

Eğitim

a) Milli eğitimin amaçlan b) Okulun eğitim ve öğre­ tim ilkeleri c) Haftalık ders dağıtım cetveli d) Her dersin amaçlan ve öğretimi ile ilgili açıklamalar e) Eğitim ve öğretimde kullanılacak araçlar. Aynca çocuk gelişiminin sathalannı gösteren tablo. Öğretim programlarının hazırlanmasında en önemli faktör, eğitimin amaçlarıdır. Öğretim programlan, bir taraftan okulda öğrencilere öğretilecek bilgi, alışkanlık ve maharetleri tesbit ederken, diğer taraftan derslerin hangi amaçlara yöneleceğini ve hangi metotların kullanılabile­ ceği ile faydalanılacak araçları onaya koyar. Okulların sistemli eğitim veren kurumlar olduğu düşünülecek olursa, ders programlarının önemi de anlaşılmış olacaktır. 483 İyi bir öğretim programı, öğretmen ve öğrencinin çalışmalarına tıpkı bir mimarın planı gibi hizmet eder. Öğ­ retmen ve öğrenciye, ilerlemenin her basamağında ne elde edeceklerini bilme imkanı verir.484 Öğrencilerin sahip olması istenen özellikler tesbit edilerek, o özellikleri kazandırmak için hangi metotların uygulanacağı belirtilir. Bir öğretim programının en önemli özelliği, milli eğiti­ min amaçlarına uygun olmasıdır. Bütün ders konulan ve materyalleri bu amaçlara hizmet eden birer vasıta olmalı­ dır. Milli eğitimin amaçlan tesbit edilirken gözönünde bulundurulan hususlar şunlardır: a) Öğrencinin beden, zihin ve sosyal varlığının geliş­ tirilmesi b) Öğrencinin içinde yaşadığı fiziki çevrenin meseleleri c) İlim ve teknikteki son gelişmeler d) Türk toplumunun gelenek, görenek ve ah1Ak kuralları ile duygu ve düşünceleri 483 Halil Tekin, Elitimde Ölç~ ve Deler/endimu!, s. 3. 484 Selahattin Ertilrk, Elitimde Program Geliştir~. Hacettepe Üni.

Yay. Ankara 1972, s. 9.


Kültür SOmürgec:iliQi ve EOitim ı 277

e) Türk ve dünya eğitim otoritelerinin fıkirleri485 Bu hususlar devletin her kademesinde uygulanmadık­ ça, eğitim yatınmlanndan beklenen netice elde edilemez. Öğretim programı hakkında bu açıklamalardan sonra, sağl~yacağı faydalan şöyle sıralayabiliriz: a) Belli seviyedeki okulların öğrencileri arasında d~y­ gu ve düşünce birliği sağlamak b) Öğrencilere kazandırılacak bilgi, alışkanlık ve maharetlerin, onların yaş, ilgi ve kabiliyetlerine uygun olmasını sağlamak

c) Öğretmenleri planlı ve sistemli çalışmaya sevketmek. d) Mesleğe yeni giren öğretmenlere rehberlik etmek. 486 Bugün ülkemizde eğitimin bütün yükü öğretmenlere yüklenmekte ve onlardan çok şey beklenmektedir. Buna rağmen öğretmenin toplumun istekleri doğrultusunda yetişmesi için herhangi bir tedbir alınmamaktadır. Şunu unutmamak gerekir ki öğretmen de bir insandır. Onun da kendisine ait bir takım meseleleri vardır. O meselelere çözüm bulunmadıkça, ona rehber olunmadıkça, öğretim programlan hangi muhtevada olursa olsun, eğitimden müsbet bir netice alınamaz. Eski programlara baktığımızda, öğrencinin çok şey bilmesi esasına göre hazırlandığını görmekteyiz. Bu bilgiler, lüzumlu lüzumsuz denilmeden öğrencilere bilgi aktarılması demektir. Ansiklopedik bilgi denilen bu uygulama tarzı, ihtiyaçlara dayanmadığından iyi netice vermedi. Dahası eğitimde bilginin bir vasıta olduğu dikkate alın­ mamıştı. Aslında, en önemli olan şeyin, öğrencinin isteği ve ilgisinin canlı tutulması olduğu düşünülmemişti. Öy485 Cavit Binbaşıoğlu,y.a.g.e., s. 90. 486 Binbaşıoğlu, y.a.g.e., s. 91-92.


278 / Kültür SömürgeciliOi ve EOitim

leyse, iyi bir program, öğrencilerin hayatta kullanabilecebilgileri ihtiva edecek şekilde hazırlanmalıdır. Bu fikir, öğretim programlarının şekline ve muhtevasına tesir ederek fonksiyonel ve elastiki program anlayışı

ği

doğdu.

Fonksiyonel program, hayatta kullanılan bilgileri ihtiva eden programdır. Bu anlayışa göre, hazırlanacak bir programda, dersler ve konular hayatta kullanılma sırası ve önemine göre yer almaktadır. Öğretimde çevre faktörüne en büyük değer veren bu programdır. Elastiki program, eğitimde öğretmenlerin görüşlerini, ilim ve teknikteki yeniliklerin alınmasını, öğrencilerin ilgi ve ihtiyaçlarını dikkate alan programdır.487 Buna göre, Türkiye'de eğitimde uygulanabilecek program iktisadi ve sosyal kalkınma hedeflerini beraberce ele almalıdır. İyi bir müfredat programı: fonksiyonellik, elastikilik, genellikle ve değişmezlik ile öğrencilerin şahsiyetlerini geliştirmek gibi özellikleri taşımalıdır. Bugün modem öğ­ retim programları öğrenmeyi şahsi tecrübelere bağlıyan toplu öğrenim esasına dayalı, ünite sistemini benimsemiş­ tir. ideal bir öğretim progranu, eğitimciler, uzmanlar, öğ­ retmenler, idareciler, öğrenciler ve velilerin işbirliğiyle hazırlanmalıdır. Türkiye'de öğretim programlan, Milli Eğitim Bakanlığı Talim ve Terbiye Dairesi tarafından hazırlanır. Burada, kendi sahasında otorite olan kimselerle, eğitimciler bulwunalıdır. Bunların hazırladıkları taslak programlar milli eğitim şuraları tarafından incelenip karara bağlanır. Eğer, talim ve terbiye'de görev alan kimseler, iyi yetişmemiş elemanlar ise, eğitimde tamiri güç meseleler ortaya çıkannası kaçuulmazdır. 487 Halil Tekin, y.a.g.e., s. 3.


Kültür Sömürgeciliği ve

Eğitim

I 279

Bilimde ve siyasette meydana gelen değişiklikler, da zamanla değişmesi ihtiyacım doğunnuştur. Fakat, eğitim programlarının iyi hazırlan­ mış olması tek başına, verimi arttıramaz. Bunların hepsinden daha önemli olan, onu uygulayanların ilmi seviyesidir. Uygulayıcı olan öğretmenlerin iyi seçilmesi ve eği­ tilmesi meselenin çözülmesi demektir. Müfredat programlan yoluyla kültür sömürgeciliği 4 başlık altında incelenebilir: a) Batı'da terkedilen akımların ve eğitim tarzlarının müfredat programlarında yer alması. b) Eğitimci yetiştirmede, Batı özenntisinin mübalağa edilmesi c) Milli kültür değerlerinin ihmali d) Modernlik, çağdaşlık, laiklik ve alt yapı gibi bazı eğitim programlarının

kavramların yanlış değerlendirilmesi

a)

Batı'da Terkedilcn Akımların ve Eğitim Müfredat Programlarında Yer Alması

Tarzlarının

Batı toplumlarının araştırmacılarınca, eğitim

konugözlem, yorum ve teoriler, kendi sosyal yapılarına dayalı olduğundan, bu görüşleri şark ülkeleri için doğru ve geçerli saymak yanlış bir düşünce ve sakat bir anlayıştır. 488 Şunu hiçbir zaman akıldan çıkannamak lazımdır ki, Batı toplumları uzun yüzyıllar boyu, sınıf bakımından birbirinden ayrılmış olup, bugün dahi bu kalın­ tıları taşımaktadırlar. 489 Oysa, şark toplumlarının Hindistan hariç, hiçbirinde, özellikle Selçuklu ve Osmanlılar'da, sınıf mücadelesi ve yapısı görülmediği gibi, bunların devamı da söz konusu değildir. Türle toplumlarında başarıya dayalı (Meritocracy) bir eğitim ve yönetim sistemi vardır. Mesela, gerek Selçuklu, sunda

yapılmış

488 Sabri Akdeniz, Eğitim Sosyolojisi, s. 316. 489 Aynı eser, s. 318.


280 ı Kültür Sömwgecili!)i ve

Eğitim

gerekse Osmanlılar'da, yükselme, yönetimin ve toplumun üst mevkilerine erişme, aile kökenine değil, gö~terilen çaba ve başarıya bağlıdır.4 !X> Miri sistem denilen toprak düzeni de, bu zihniyetten doğmuştur. Halbuki araştırmalar, A.B.D. iş çevrelerindeki seçkinlerin % 70'inin üst tabakaya mensup ailelerden, % 15'inin ise, alt tabaka ve işçi sınıfından olduğum,\ göstermektedir.49 ı Batı'da sömürgecilik milli geliri arttırmıştır. Böylece, alt tabakaya yapılan yatırımlar, kabiliyetlerin ortaya çıkmasını sağladı.

Batı toplumları,

iktisadi gelişmelere paralel olarak, ihtiyaç doğdukça eğitim sistemlerinde de değişiklik yapmışlardır. Fakat bu değişiklikler. temel ilkelerde olmayıp sadece detaylardadır. Mesela, A.B.D.'de 1870'lere kadar, eğitimde terbiye. bedeni cezalandırma şeklinde uygulanı­ yordu. Bunlardan birkaç örnek verecek olursak; kızlarla erkeklerin birarada oynamasının cezası 4 kırbaç, yalan söylemek 7 kırbaç, okulda içki içmek 8 kırbaç, yolda oyalanmak 4 kırbaç, okul içinde kötü söz söylemek 8 kır­ baçtı.4cı2

19. yüzyılın ilk yansında, Batı'da eğitimin felsefi yönden temellendirilmesi esas mesele iken, yarısında Jurum değişmektedir. Bu devrede politik ve ekrmornik meseleler ön plana gt:çmektedir. Bilim ve teknil\.reki ileriemeler felsefeyi geri plana itmiştir. Onun için bu dönemde büyük eğitim sistemleri ortaya çıkmamış ve daha çok eği­ tim politikaları üzerinde durulmuş olup, metafiziği reddedici, pozitivist ve naturalist görüşler ağırlık kazanmıştır. 19. yüzyıl, Batı'da endüstri çağı olarak bilinir. Bu hareket 490 Jerome Karabcl, Power and İdology in education, New York Oxford Universit Press 1977, s. 124. 491 Cezmi Tahir Berten, Eğitim Ter. ve Fels. ile Amerika, Ajan Türk Mat Ankara, 1961. 492 Kemal Aytaç, Avrupa Eğitim Tarihi, s. 290-295.


Kültür

SömürgeciHği

ve

Eğilim

I 281

en yüksek seviyeye ulaşmıştır. Batı'da şehir sonunda, endüstrileşme ile teknoloji, insanların değerlerinden kopmalarını, tabiata yabancılaşmalarını ve asli yaşantılarının tehlikeye düşecek şekilde değişikliği uğramasını getirmiştir. İnsan, bu durumda sathi bir medeniyet kolaylığına sapmakta493 eğitim de buna ayak uydurmaktadır. Batı eğitim tarihine baktığımızda, onların 18. yüzyıl­ dan bugüne, hürriyetçi, sosyalist, pozitivist ve nihayet rasyonal eğitim494 akımları dönemlerinden geçerek geldiklerini görürüz. Buradan anlıyoruz ki, Batı eğitim sistemi, uzun bir tarihi dönem ve tecrübeden geçerek günümüze gelmiştir. Az gelişmiş ve gelişmek1e olan ülkeler, Batı'nın müfredat programlarını aynen kopye etmekle kalkınmış olmadılar. Çünkü şark ülkelerinin hem toplum yapılan ve hem de manevi değerleri Batı'dan farklı bünyeye sahip olup, zihniyet farkı da vardır. Ayrıca endüstri ve demokraside de henüz olgunluğa ulaşmamışlardır. Bütün bunlara ragmen, Batı miifredat sistemini almakla, ancak geliş­ me çarkı tersine çevrilmiş, ilerleme yerine boşluğa itilıni) bir nesille yola devam etmek mecburiyetinde kaimışlar­ 20.

yüzyılda

hayatının yaygınlaşması

dır.

Mesela: Batı'nın 'W-15 yıl önce terkettigı modern e~i­ tim müfredat pro~!ramlannı (fizik. kimya, biyoloji. matematik, mantık dersleri gibi) aynen uygulamaya kalkan, gelişmekte olan ülkeler, Batı'yı bu konuda 20-~5 yıl arkadan takip etmeyi göze almışlar demektir. Aynı durum eğitim kurumlarındaki sınıf geçme ve disiplin yönetmelikleri için de geçerlidir. Şark insanını boşluğa ve şıma­ rıklığa iten disiplin anlayışı, okulları eğitim ve öğretim 493 Kemal Aytaç. y.a.g.e., s. '..?.53-295. 494 M.E.B. Tebliğler Dergisi, 31 Ağustos 1992, S. 2365.


282 / Kültür Sömürgeciliği ve Eğitim

yapamaz hale getirirken, kolay sınıf geçme sistemi de, bilgisiz ve ehliyetsiz insanların devlet kadrolarında görev almalarına zemin hazırlamaktadır. 495 a) Türkiye Müfredat Programlarında, Bah'da Terk Edilen Akımlarm ve Eğitim Tarzlarının Yer Alması

Müfredat programlan, her dereceli okulda okutulacak konulan ile sınıflara göre ders saati dağılımını ifade ettiğinden, eğitimin can damarıdır. Bilindiği gibi, gerileme devrine girildiğinde Osmanlı Devleti ekonomik ve siyasi yönden sıkıntıya düşmüştü. Durumun günden güne kötüleşmesi gelişen ve modernleşen Batı medeniyetinin tanımnasını ve ıslahatları ihtiyaç haline getirdi. Türkiye'de Fransız İhtilfili'nden hemen sonra başla­ yan yenileşme hareketlerinin amacı, ekonomik ve sosyal yönden kalkınarak Batı'ya ulaşmaktı. Türk toplumu için hayati önem arzeden bu konu, bilhassa Tanzimattan bu yana, Batı eğitim sisteminde yer alan çeşitli fikir akımla­ rının, eğitim programlarında yer almasına sebep oldu. Hatta, yapılan reformlarda, Batılı fikir akımları, doğrulu­ ğu ve yanlışlığına bakılmadan olduğu gibi aktarılmaya öğretim

başlandı.

Fakat bütün bu uygulamalar yapılırken, Batı'daki eği­ tim programlarında yer alan akımların uzun mücadelelere dayanan bir tecrübenin eseri olduğu gözden kaçırıldı. Batı 'da Rönesans ve Reform hareketlerinin meydana getirdiği geniş hürriyet ortamında, çoğunlukla kiliseye karşı mücadeleden doğan bu akımların hangi şart ve ortamda meydana geldikleri iyice biliruniyordu. Olduğu gibi alı­ nan akımlar müfredat programlarına yansıtılarak Batı'nın bunları eğitimde uygulamış olması yeterli görüldü. 495 Kemal Aytaç, Avrupa Eğitim Tarihi, s. 34.


Kültür Sömürgeciliği ve Eğitim ı 283

Bizi derinden etkileyen bu akımlar: Alman filozof 1. Kant (1724-1804)'ın krtik düşüncesinin eseri olan Romantizm, Auguste Comte ( 1798-1857)'un eseri olan Pozitivizm, C. Darwin (1809-1903)'e mal edilen Evrimcilik (Evolutionisme ), Marksizm ( 1818-1883 ), Amerika'da devlet felsefesi şeklini alan W. James (1842-19 lO)'in temsil ettiği Pragmatizm, S. Freud (1856-1939)'un eseri olan Psikanaliz, Emile Durkheimle zirveye ulaşan tümev anmcı lık ve M. Werthaimer'in (1880-1934) kurduğu Geştalt vs. bunlardan en önemlileridir.4% Bu akımların Batı eğitimindeki yeri ve tesirlerini kı­ saca özetleyecek olursak: lnunanuel Kant insan zihninde hassasiyet ve müdrike özelliğine sahip bir takım akıl kalıplan olduğunu savunuyordu. Bu kalıpların insan benliğinden varlığa yansıması­ na romantizm dendi. Mekanizme karşı bir tepkiyi belirleyen bu akım, insanın kendisinde bulmuş olduğu duygu, düşünce ve coşk'llnluğunun, dış dünyaya yansıması şek­ linde J. G. Fichte (1762-1814) tarafından sistemleştiril­ di.497 Batı'da Fransız lhtilali'nin ortaya koyduğu hürriyet ortamının, insanı merkez alan anlayışa ortam hazırlaması normaldi. Çünkü her türlü ilmf faaliyeti dizginleyen kilise karşısında bu tür taşkınlıklar zihin hürriyeti bakımından gerekliydi. Romantizm bizde Tanzimatçılar tarafından birtakım edebi eserlerin Şinasi, Namık Kemal, Ziya Paşa ve Ahmet Vefik Paşa vs. tarafından adapte edilmesine sebep olurken, devlet yönetiminin de, birtakım maceracıların eline geçmesine zemin hazırladı. Böylece hızla kan kaybeden devlet sırayla 93 (1877-78) Balkan ve 1. Dünya Savaşlarının kucağına itildi. 496 Osman Pazarlı, Felsefe Tarihi, s. 172. 497 S. Hayri Bolay, Türkiye'de Ruhçu ve Maddeci sesesi, Töre Devlet Yay. İstanbul 1979, s. 54.

Görüşün

Mukaye-


284 / Kültür Sömürgecili(ji ve E(iilim

Auguste Comte tarafın­ dan kurulmuştu. Felsefenin Littre, Thaine, S. Mill gibi çok tanınmış temsilcileri vardır. Bizde pozitivizm, il. Meşrutiyet'ten önce yayılmaya başladı. Bu akım ille anda edebi ve estetik alanda tesirli olduğu halde, sonradan eği­ tim ve manevi değerleri etkilemiştir. Toplumların günümüze gelinceye kadar metafizik, teolojik ve pozitif olarak üç dönemden geçtiğini iddia eden bu akım, değişimin pozitif dönemde kalacağını, çağımı­ zın ise pozitif çağ olduğunu savunmaktadır. Bütün manevi değerleri ayak altına alarak, sonunda insanlık dini denilen bir din icat etmiştir.498 Bu durumu gören Avrupa, eğitim programlarından pozitivizmin aksayan taraflarını Pozitivizm,

Fransız fılowfu

dedıal çıkartmıştır.

Bizde, Tanzimat döneminde kabul görüp manevi desebep olan bu akım, asıl meyvelerini Atatürk'ten sonra vermeye ba5ladı ve hümanizme dönüştü. Nitekim, Atatürk inkılaplarının temelini oluşturan Milliyetçilik ve Batıcılık, 1938 ile 1950 arasın­ da farklı bir yoruma tabi tutularak eskiye dönüş yollan kapatılmış, böylece milliyetçiliğin yerini hümanizm alğerlere karşı savaş açılmasına

mıştı.

Hümanizm, Batılılaşmak için, Batı medeniyetini mevdana eetiren eski Latin ve Yunan kültürünü benimsemektir.499~ Bu durum eğitim programlarına da yansıtılmı~, aynca, yöneticiler tarafından da büyük ilgi görerek, eski Yunan ve Batı klasiklerinin Milli Egitim Bakanlığı tarafından tercüme edilerek okullara sokulmasına sebep olmuştu. Neticede politika gereği, milli ve manevi değerle­ re karşı olan bir neslin yetişmesine ortam hazırlanmıştı. 498 Ali Ata Yiğit. İnönü Dönemi Eğitim ve Kültür Politikası, Boğazi­ çi Yay. İstanbul 1992, s. 12. 499 Ali Atayiğit, y.a.g.e., s. 1l.


Kültür

Sömürgeciliği

ve

Eğitim ı

285

kültür politikasından Atatürk'ün getirdiği milllleşme ve modernleşme zihniyeti eğitime de yansımış, milliyetçilik ve Türklük sevgisi yayılırken, laik anlayışla, pozitif ilimcilik de kabul görmüştür. Böyle bir yöneliş, zamanla eği­ tim programlarına pragmatizmin girmesine sebep olmuş­ tur. 500 Pragmatizm, zekanın asıl fonksiyonunun bize eş­ yayı tanıunak olmayıp, varlık üzerinde pratik tesire imkan veren özellikler5°ı olduğundan, fayda ve çıkarı amaç haline getirmişti. Batı'nın dünyaya bakış açısı kuvvet haktır, prensibine dayandığından, bu uygulama onlar için sömürgeciliği hazırlamış, fakat bizim kültürümüz hak kuvvettir, prensibine dayandığı için pragmatizm, bizde, fayda ve çıkardan başka birşey düşüruneyen insanların arttnası neticesini vermiştir. Charles Darwin'e izafe edilen evrim (tekamül) teorisi, hayat mücadeleden ibarettir tezini ileri sürerek, tabiat inancını hakim kıldı. Aynca insanın maymundan türediğini iddia ederek, üstün özellikli olan insanı basitleştirdi. Bu teori eğitim programlarına sokulunca, insana değer vermeyen nesillerin yetişmesine sebep olundu. Halbuki Batı, daha 20. yüzyılın başında, ilmi açıdan bu evrim görüşünün mümkün olmadığını ispat ederek, insanın evrimleştiğini, fakat bunun maymunla ilgisi olmadığını ortaya koydu. İngiliz filozof Herbert Spencer evrimi felsefileştirerek tecrübeciliğe (empirisme) dönüştürdü. Buna göre, insan bilgisi deneye dayanır, fakat bu deney ferdi değil, nesiller boyu kazanılan birikim ve tecrübenin kalıtım (soya çekim) yoluyla gelişerek yeni nesillere *tanlmasıdır.502 Hiçbir ülkede

eğitim politikası,

ayrı olamıyacağından,

500 S. Hayri Bolay, Felsefi Doktrinler Sözlüğa, s. 230. 5011. Tunalı, Felsefe, Bilgi Yay. İstanbul 1976, s. 90. 502 H. Ziya Ülken, Tarihf Maddeciliğe Reddiye, İstanbul 1976, s. 282.


286 / Kültür Sömürgedli{ji ve E{jitim

Marx ise, cemiyete tim

şekil

veren gerçek faktörün üreileri sürerek, tarihi maddeciliği üretime bağlayan Marx, sınıf mü-

vasıtaları olduğunu

savunmuştur. Herşeyi

cadelesi fikrini hfildm kılmaya çalışmışnr. İktisadi bakım­ dan ferdi, cemiyetin yarattığını ileri süren Marx, din ve manevi değerlere karşı tavır almıştır. 503 Avrupa eğitim sistemleri, 20. yüzyılın ikinci yansına doğru Marxizme savaş açmışlar, böylece eğitim sistemlerinden çıkarmış­ lardır. Buna karşılık Marxizm, sadece uygun ortam bulduğundan, Sovyet Rusya'da tutunabilmişti. Sigmund Freud ise, bütün davranışları şuuraltı olayların açığa çıkması şeklinde ifade etti. Libido dediği bu olayı cinsi duygulara bağlayarak, her türlü insan faaliyetlerini bu duygunun tattnini olarak açıkladı. Hatta, anne, babaya karşı duyulan sevgiyi bile cinsi duygunun tattninine bağlayarak, aile hayannın bozulmasına sebep oldu. "İn­ san cinsi isteklerini tattnin etmedikçe varlığını sürdüremez." diyen Freud, Bau gençliği tarafından uzun süre ilgi görmüştür. Daha sonra tahribatın farkına varan Avrupa, eğitim programlarında Freud'u çürütücü açıklamalara yer vermek zorunda kaldı. Bizde gençliğin bunalıma itilmesine sebep olan bu akım, hala eğitim programlarında yer almaktadır. Emile Durkheim ise ferde karşı cemiyeti tercih ederek, tümevarım metodunu kurmuştur. Böylece ferdin toplumdaki rolünü inkar ederek ferdi faaliyetlerin hiçbir anlam taşımadığı imajını uyandırmıştır. Halbuki biz biliyoruz ki, cemiyet hayaunda fert ve toplum bir madalyonun iki yüzü gibidir. Fertsiz cemiyet olmaz. Bizde en çok Ziya Gökalp Durkheim'den etkilenmiş, fakat o, Durkheim'den ayn olarak ferdin rolünü inkar ettnemiştir.

503 Büyük laroıme, C. 7, s. 3551, İstanbul 1986.


Kültür

SOmurgeciliği

ve

Eğitim ı

287

b) Eğitimci Yetiştirmede Batı Özentisinin Mübalağa EdUmcsl Eğitimci; öğretmenlik, eğitim yöneticiliği

veya eğitim katkıda bulunan

uzmanlığı yaparak eğitim çalışmalarına kimse504 demektir. Öğretmenlik, herhangi bir eğitim kurumunda öğreti­ cilik görevi yapmaktır. Öğretim işini yapan kişiye öğret­ men denir. Henüz çok yeni olan bu kelimenin yerine, eskiden muallim veya hoca tabiri kullanılmaktaydı. Fakat hoca kelimesi bugün genel olarak, din görevlileri için bir sıfat olarak kullanılmaktadır. Muallim kelimesi de, Arapça olduğundan dolayı dilimizden atılınca, sadece, Batı'da pedagog kelimesinin karşılığı olarak bilinen öğret-men505 kelimesi k"Ullanılmaya başlanmıştır. Öğretmenlik mesleği, her milletin hayatının değişik zamanlarında, değişik önem ve fonksiyon ifade etmiştir. Eğiticilik ve öğreticilik her zaman meslekten olmayı gerektirmez. Bu açıdan öğretmenliği meslek edinenler asıl büyük kitle içinde bir azlık teşkil ederler. Hepimizin birinci derecede eğiticileri, anne ve babalarımızdır. Öğret­ men, hayatımızın ancak belli bir döneminde karşımıza çı­ kar. Öğrendiklerimizin pek çoğunu gayrı resmi yollardan yani doğrudan doğruya öğretici olmayan kaynaklardan almışızdır. Nihayet, insanlığın büyük öğreticileri vardır. Bunlar, sadece bir dersane kalabalığına değil, bütün dünyaya hitap ederek, hepimizin hayatına yön vermişlerdir. Fakat bugün eğitici ve öğretici denince, bu işi meslek edinen ve o maksatla yetiştirilmiş olan kimseleri anlıyo­ ruz. Bunun başlıca sebebi, modem çağda, eğitim ve öğre­ timin gitgide daha çok formel bir mahiyet kazanmasıdır. Aynca, modem cemiyetin yapısı, çok sayıda insarun uzun

504 İbrahim Ethem Başaran, Eğitime Giriş, s. 22. 505 Erol Güngör, Dünden Bugünden Tarih, Kültür, Milliyetçilik, s. 61-62.


288 ı Kültür Sömürgeciliği ve Eğitim

süren bir tahsilden geçrilmesini mecburi kılmıştır. Böylece, öğretmensiz eğitimin düşünülemeyeceği her toplum tarafından kabul edilmiş bulunmaktadır. Sosyal değişmenin çok az olduğu dönemlerde, öğret­ menin esas görevi, gelenekleri korumak ve onu nesillere olduğu gibi aktarmaktır. Bu derece de önemli roller üstlenen öğretmenlerin gerek yetiştirilmeleri, gerek kendilerine verilen sosyal mevki incelenirken, cemiyetlerin genel gidişini daima gözönünde tutmamız gerekir. 506 Batı'da, eğiticinin toplum yapısı ve milli hayat içindeki önemi çok erken tarihlerde idrak edilerek, öğretmen yetiştiren kurumlar meydana getirilmiş ve bu iş bir plan ve programa bağlanmıştı. Mesela, Amerika'da öğretmen yetiştirme işi, mükemmel bir eğitim faaliyeti şeklinde olup, bütün kolejler ve üniversiteler bu işe en geniş anlamıyla iştirak etmektedirler.507 İngiltere, Fransa ve Almanya başta olmak üzere, bütün Batılı toplumlarda meslekler arasında gerek ekonomil< ve gerekse sosyal yönden en seçkin yeri öğretmen almaktadır. 508 Bilgi çağı ise, öğretmen sayısını arttırınca, ücret ve itibarlarının düşmesine sebep olmuştur. Onun için, bu ülkelerde öğretmenlik mesleğine karşı gösterilen büyük ilgi yavaş yavaş azalmıştır. Osmanlı Devleti'nde eğitimci yetiştirmenin bir kamu görevi olduğunun hissedilmesi Tanzimattan sonradır. Bunun sebebi 18. yüzyılda idrak edilmeye başlanan geri kalmışlık gerçeğidir. Böylece, Osmanlı devlet yönetimine hfil<lm olan düşünce, kabuk değiştirmeye ve modem devlet anlayışının bir gereği olan kamu hizmetlerinde yaygınlık ilkesi uygulanmaya başlanmıştır. Tanzimatla bir506 Cezmi Tahir Berte, Eğitim Teşkilatı ve Felsefesiyle Amerika, s. 40. 5<17 Kemal Aytaç, Avrupa Eğt. Tarihi, s. 253. 508 M. Hidayet Vahapoğlu, y.a.g.e., s. 257.


Kültür

tikte,

Sömürgeciliği

ve

Eğitim

I 289

eğitim alanında yenileştirme politikası

takip edilmiştir. Ancak eski eğitim k-urumlarına muhalefet olarak başlayan yeni olrnl açma uygulaması, bu okullardan kaynaklanan tepki sebebiyle yaygınlaşbnlmamış, eski ile yeni yanyana yaşatılmaya çalışılmıştır. 509 Osmanlı Devleti, eğitim işini zenginlerle vakıflara bı­ raknğından, öğretmen yetiştirme işiyle de uzun süre ilgilenmemişti. Bu yüzden ilk zamanlarda medreseler dışın­ da, bir program dahilinde öğretmen yetiştiren kurumlara rastlanmaz. Resmi olarak öğretmen yetiştiren ilk kurum, 1847 yılında İstanbul'da öğretime başlayan D!r-ül muallimin adlı okuldu.510 Fransızların tesir ve telkini ile kurulan bu okullar, ihtiyaç ve planlamadan uzak, sadece göstermelik faaliyet içindeki müesseselerdi. Devletin ekonomik sıkıntı içinde olması, öğretmenleri de etkilemiş ve böylece mesleğe karşı rağbet azalmıştı. Batı'nın gelişme metotlanm yeteri kadar kavrayamayan Ortadoğu ve diğer Asya ülkelerinde de, durum Osmanlı Devleti'ndekinden farklı olmamış, öğ­ retmen yetiştiren kurumlardan beklenen netice elde edilememişti. Sadece Japonya ile İsrail bu konuda milli bir politika takip ettiklerinden olumlu bir sonuca ulaşmışlar­ dı.511 Şunu iyi bilmek gerekir ki, bir ülkede milli eğitimin esaslan bir devlet politikası olarak tesbit edilmedikçe öğ­ retmen de fırtınaya tutulmuş bir kayık gibi olacak ve kaderini sular tayin edecektir. Büyük titizlikle eğitim üzerinde duran Batı, bu konudaki yatırımlara bütçeden önemli bir pay ayırmakta ve buna karşılık iyi yetişen eğitimciler de, kalkınmada itici

509 Osman Ergin, Maarif Tarihi, C. 1·2, s. 571. 510 Bozkurt Güvenç, Japon Eğitim Sistemi, İş Bank. Yay. Ankara 1986, s. 18. 511 Abdullah Nişancı,y.a.g.e., s. 53.


290 I Kültür Sörnürgecili!)i ve

Eğitim

rol oynamak1:adır. Aynca, Batı'da teknik eğitime büyük önem verilmekte ve bu konuda sanayicilerle işbirliğine gidilmektedir. Bugün öğretmek, artık okulların işi olmaktan çıkmış radyo, televizyon, gazete ve kitapların işi olmuştur. Öğ­ retmen ve okulun işi ise eğitmek, milli terbiye ile fedakar, kabiliyetli, düşünme, inceleme yapmaya alıştırılmış insan yetiştirmektir. Batı öğretmen yetiştirirken bu noktalardan hareket etmektedir. Bu bakımdan, bir milletin geleceğinin öğretmenlere bağlı olduğu düşünülmeli, yine milletlerin başına felaketler gelmesi için öğretmenleri ihmal etmenin yeterli olduğu hesap edilmelidir. Fransız generali Veygande, Fransız Faciası adlı eserinde "İkinci Dünya Savaşı'ndaki Fransız yenilgisinin sebebi, ilkokul öğretmenleri­ dir" diyerek bu gerçeğe işaret etmektedir. 5 ı 2 Eğitimci olmak için, her zaman öğretmenliği meslek olarak seçmek gerekmez. İnsanları sevmek ve ona değer vermek eğitimin temel şartıdır. Anne ve babaların iyi birer eğitimci olmaları gereği de buradan kaynaklanmaktadır. Osmanlı Devleti'nin son zamanlarında devlet yönetilerinin büyük bir kısmının okullu değil, alaylı olmalarının sebebi, o günkü eğitimcilerin ve eğitim kurumlarının görevlerini yapmadığını göstermektedir. Eğitimci yetiştir­ meye Amerika'dan bir örnek verecek olursak, Utah Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dekanı Whalquist, bu konuda şöyle demektedir: "Amerikan eğitiminde dünyanın hiçbir yerinde rastlanmayan bir birlik vardır." Kolombiya Üniversitesi profesörlerinden William Russel ise konuya şöy­ le temas etmektedir: "Amerika'da eğitimin gayesi, çocuklarımızı iyi bir insan, kendi kendine yeterli bir vatandaş, bağlı olduğu toplumun iyi bir üyesi karakterinde yetiştir­ mektir". 5ı3 512 Cezmi Tahir Berkten, y.a.g.e., s. 1. 513 Osman Ergin, Tiirk Maarif Tarihi, C. 1-2, s. 571.


Kültür

Bütün bu

Sömürgeciliği

ve

Eğilim/

291

açıklamalar

gösteriyor ki, bizim kendisine üzerinde ısrarla durmakta ve bunu milll politika haline getirmiş olmaktadır. Buna karşılık, Osmanlı Devleti'nin eğitimci yetiştir­ memek için ne bir programı ve ne de politikası vardı. Bu işi vakıflar yürütüyordu. O günün eğitim kurumlan olan medreseler ve saray mekteplerinde eğitim uzmanları görev almış değildi. Çeşitli hocalardan şahsi gayretiyle ders görenler, bu okullarda görev alıyor ve müderrisliğe kadar yükselebiliyorlardı. Daha sonra Duraklama ve Gerileme devrinde eğitimcinin önemi ortaya çıkınca ilk olarak yabancı uzmanlar getirilmeye başlandı. Daha sonra idadilerin açılması, eğitimci ihtiyacını iyice arttırdı. Osmanlı'da eğitimci yetiştirmek için kurulan ilk okul, 1847 yılında açılan Dar-Ol Muallimin'di.5 ı 4 Cwnhuriyet kurulup da 1924 yılında TevhıCl-i Tedrisat Kanunu çıkarıhnca, eğitimcilerin durumu da yeni esaslara bağlandı. O tarihte liselerde okunmak üzere, Türk Tarih Kurumu tarafından yazılmış olan inkılap tarihi kitabının 4. cildinin 264'üncü sayfasında Atatürk şöyle diyordu: "Muallimliğin askerlik derecesinde mukaddes bir meslek sayılması ve mensuplarının, muallim ordusu, irfan ordusu, nur ordusu diye anılması Türkiye Cumhuriyeti'nin ananelerindendir. İnkılapların teessüsünde ve kuvvetlenmesinde Cumhuriyet muallimlerinin büyük hizmeti olmuştur". Bunu takiben asıl mesleği eğitimcilik olmayan, seyyar öğretmenlerin işine son verildi. Nihayet 1942'de asli maaşı 100 liradan yukarı olan meb'us, müsteşar ve genel müdürler öğretmenlik yapamaz gerekçesiyle eğitimdeki görevlerine son verildi. Türkiye Cumhuriyeti hükümeti ilk öğretmen okullarıyla idadilerin bütçelerini devlete bağlayarak valilikleri büyük bir mali yükten k-urözendiğimiz Batı, eğitimci yetiştirme

tardı. ~;ıs 514 Osman ~in, Tıirl: Maarif Tarihi, C. 5, s. 1773, 1775, 1779. 515 Maarifle ilgili Kanunlar, İstanbul 1940, Maarif Vekaleti Yay. s. 10.


292 / Kültür

Sömürgeciliği

1937'de

ve

çıkarılan

Eğitim

Köy

Eğitmenleri

Kanunu,

eğitimci

yetiştinne problemine büyük ölçüde çözüm getirdi.516

Daha sonra 1942'de Köy Enstitüsü ve Köy Okulları Kanunu çıkanlarak 517 ilkokul öğretmenliği belli kurallara bağlandı. 1943'te Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel'in hümanist anlayışla kurduğu Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü, 1947'de kapatıldı. 1949-1950 öğretim yılında Ankara İlahiyat Fakültesi açıldı. 518 1950'den sonra, önce Konya'da açılıp sonra Ankara'ya nakledilen Gazi Eğitim Enstitüsü'nün amacı, orta öğretime öğretmen yetiştirmekti. Bu okulların sayısı zamanla ihtiyaca göre hızla arttırılarak bütün yurt yüzeyine yayıldı. Köy Enstitüleri ise 1950'den sonra öğretmen okuluna dönüştürülüp 1973'e kadar devam etti. Bu tarihten sonra öğretmen lisesine çevrildi. 1960'a kadar kanunla desteklenmeyen öğretmenlik mesleği, 27 Mayıs'la beraber düğünlerde hizmet eden, odun ve su taşıyan hizmetçiler seviyesine düşürüldü. 5 l9 Öğretmenlik, en son 1973'te çıkarılan 1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu ile kurallara bağlandı. 198283 öğretim yılından itibaren, eğitim enstitüleri yerine eği­ tim fakültelerinin kurulmasıyla öğretmenlik mesleği düzene girmiş oldu. Burada amaç çağın ve ülkenin ihtiyaçlarına uygun özellikte ve kaliteli öğretmenler yetiştirrnek­ ti. 520 Türkiye'de okullaşmanın büyük bir hız kazandığı demokrasi döneminde bir yandan mevcut öğretmen okullarının kapasitesi arttınlmış, diğer yandan yenileri açılarak 516 Yahya Kemal Kaya, İnsan Yetiştirme Düzenimiz, Ankara 1981, s. 100. 517 Ali Atayiğit, y.a.g.e., s. 65. 518 Alxlullah Nişancı, y.a.g.e., s. 63. 519 Mustafa Yılmaz, Öğretmenlik Mesleği ve Meseleleri, Türk Mil. Kül. Vak. İstanbul 1992. 520 Orhan Türkdoğan, Değişme Kültür ve Sosyal Değişme, s. 21-22.


Kültür Sömürgeciliği ve Eğitim I 293

artan

öğretmen ihtiyacı karşılanmaya çalışılmıştır.

Fakat paralel yürütülmemiştir. Bunda, öğretmenlik mesleğine karşı ilginin azalması ve siyasi ik"tidarların eğitim politikaları aktif rol oynamıştır. Nitakim, 1960'lı yıllarda başlayan Batı ile ticari ilişkiler, 1970'li yılların ortalarından itibaren, Türkiye'de, A.E.T. 'ye girme teşebbüsüne dönüştü. Fakat Avrupa, bu konuda eğitimde, genel nüfusa göre, belli sayıya ula~mamızı şart koştuğundan, her siyasi ilctidar, kendi görüşüne göre eğitime müdahalede bulunarak ok"llllardan mezun sayısını arttırdı. Aynı durum öğretmen yetiştiren okullara da yansıyarak 1974 ile 1978 yıllarında hızlanmış eğitim adı ile üç ayda, üç yıllık okullar bitirtilerek, eğitime büyük darbe indirildi. Ne tuhaftır ki Batı'yla bütünleşmek uğrunda Batılı eğitimci yetiştirme tarzı benimserunesi gerekirken, bu konunun da istismarı yapılarak kalite yerine sayı esas alın­ mıştır. Böylece, A.E.T.'ye girmek uğruna eğitim müessesesine büyük zarar verilmiş ve Batı standardı bu konuda da mübalağa edilmiştir. Bugün, Türkiye'de eğitimci meselesi özellikle iki açı­ dan çıkmaza girmiştir. Bunlardan birincisi iktisadi, diğeri de zihniyet meselesidir. İktisadi mesele, öğretmenlik mesleğini itibarlı kılan şartlardır. İkinci mesele ise Türkiye'yi idare eden siyasi kadroların kalkıruna anlayışıyla ilgilidir. Şunu iyi bilmelidir ki Türkiye gelişmekte olan bir ülkedir. Dolayısıyla elindeki kaynaklar sınırlıdır. Bu durum eğitimci için de söz konusu olduğundan, kaynakların çok dikkatli kullanılması, israfa yer verilmemesi gereklidir. Fakat birtakım yanlış uygulamalarla okullar, diploma makinesi haline getirilmiş ve hiçbir konuya vfilof olmayan milyonlarca öğrenci mezun ettirilmiştir. Şu halde Türkiye'deki eğitim sistemi Batı tarzını mübalağa ederek kaynak israfına yol açmıştır. Bununla da öğre~en sayısındaki artış, öğrenci sayısındaki artışa


294 / Kültür

Sömürgeciliği

ve

Eğitim

yetinilmeyerek, eğitime siyasi kanaatler doğrultusunda müdahale edilmiş ve eğitimciler yönetimlerin spikeri durumuna düşürülmüştür. c) Milli Kültür Değerlerinin İhmali

Milli kültür, halkın meydana getirdiği değerler sistemidir. Temelinde halk vardır. Onun için demokratiktir. Günümüz sosyolojisine göre, milli kültür, bir toplumdaki fertlerin çoğunun katıldığı kültürdür. Günümüz antropologları veya kültür alanında çalışan ilim adanılan, milli kültürü tanımlamak için, milli karakter kavramından hareket eonektedirler. Bunlara göre milli karakter, milletseviyesine yükselmiş bir toplumda, kültürün bariz vasıfları­ nı veya ayırdedici bütünlüğünü ortaya koyar. Böylece, her insan içinde yaşadığı topluma göre terbiye edilir. Yani eğitilerek yetiştirilir. Bu durum, bir toplumun karakterinin, öteki toplumun karakterinden farklı şekilde idrak edilmesine sebep olur. Milli kültürün belirlenmesinde, milli karakterin önemi bu noktada ortaya çıkar. Milli karakterdeki bu farklılaşmalar, kültürlerdeki farklılaşmalan gündeme getirmektedir.521 "Kültür" ile "şahsiyet" arasında ilişki vardır. Şahsiye­ tin alt tabakası herkesi kuşatır. Üst tabakaları ise sosyal sınıflara ve bölgelere göre değişir. Milli kültür değerleri, eğitimi de millileştiren faktörlerdir. Bunlar dil, örf ve adetler, dünya görüşü, din, sanat, tarih vs. 'den meydana gelmektedir. Eğitimin temel görevi de, bu değerleri işle­ yerek kuvvetlendirmek ve fertlerin zihnine yansıtarak sosyal bütünlüğü sağlamaktır. Çünkü milli kültür, din, felsefe, edebiyat ve ilim alanlarında milli başanlan ifade ettiğinden, milletlerin geleceğine de damga vurmuş olmaktadır. Böylece milli kültür, 521 Orhan Türkdoğan,

aynı

eser, s. 22.


Kültür

Sömürgeciliği

ve

Eğitim ı

295

milli ölçüde faaliyette bulunan idari, iktisadi, dini522 kurumların meydana gelmesine zemin hazırlamakta, fertlerde ortak davranış kalıplarının belirlenmesinde de rol oynamaktadır.

Eğer bir milletin eğitim sistemi, milli kültür değerle­ rini ihmal edecek yapı ve özelliklere sahipse veya alt üst tezadını ihtiva ediyorsa, hem kaynak israfına yol açar, hem de sosyal çözülmeye sebep olur. Böyle bir eğitim tarzının meydana gelmesi milli kültür değerlerinin ihmal edilmesiyle mümkündür. Bu ihmalin sebebi ise, tetkik ve tahlile tabi tutmadan eğitim modeli ithal etmektir. Durum, müfredat prograrnlanna da yansıyınca, milli değer­ lere yabancılaşmış insanlar yetiştiği gibi, milli kalkınma kesintiye uğratılmış olur. Milli değerlerin eğitim yoluyla aktarılmasının kalkınmadaki rolünü belirten en iyi örnek Japonya'dır.

Nitekim Japonya tarih boyunca teşekkül etmiş homojen ve milli bir kültür yapısına sahiptir. Kalkınma mucizesinin temelinde bu harç vardır. Dini inanış, Şinto dini ve Budizm'e dayanmaktadır. Böylece Japon dini, iki dinin karması olmuştur. Günah fikrinden çok, iyinin ne olduğunu işleyen Budizm, Japon karakterine uygun gelmiş­ tir. Japonya'da din, ahlaki formdan çok, estetik formlara yakındır. Kaidelere bağlılık, liderlere itaat, büyüklere saygıyı ve disiplin ruhunu doğurmuştur. Japon aydını, halkının değerlerine hor bakmamış, kökünden kopmadan ilmi yeniliklere koşmuş, geleneği ile modem zihniyeti sentez etmiştir. Dünyanın bir ucunda oluş, ileri Bab ülkeleri tarafından hor görülüş, kuvvetli bir milli şuur yaratmış, bu durum eğitime yansımıştır. Milli kültür bir toplumu millet yapan ve ona kimlik kazandıran unsurların ifadesidir. Bu unsurlar; dil, din, ta522 Cengiz Uluçay, Tiirk Devlerinin İstikbaline İnanmak Lôzını, Devlet Dergisi, Yıl l, s:ıyı 1, 1969, s.


296 / Kültür SömCl'geciliği ve

Eğitim

rih, sanat, örf ve Metlerle, dünya görüşü vs.'den meydana gelmektedir. Kültür, bir millete ve topluma ait değerleri bünyesinde toplayınca, millilik vasfını kazanmış olur. Milletlerin, varlığını koruyabilmeleri ve diğer milletleri benliklerinden kopararak sömürge haline getirmeleri de ancak milli kültürle mümkün olmaktadır. Demek ki, milli kültür iyi kullanılırsa ülkeye en büyük irfan ordusu kazandırır.

Milli kültür, millet denilen canlı organizmanın ruhu ve beynidir. Nasıl ki, canlı bir organizma ruhsuz ve beyinsiz yaşayamazsa, ondan daha karmaşık olan millet de k-Ultürsüz yaşayamaz. 523 Bir milletin moral değerleri ve ahlaki yapısı milli kültürüne dayanmadıkça bir mana ifade etmez .. Millet, fertleri duygu ve gaye bakımından, birbirine bağlayan, manevi değerleri yaşatmaya gücü olan bir topluluktur. Milletin şahsiyeti, milli kültür dediğimiz, her topluluk için ayn olan bu manevi değerlerde ifadesini bulur. Milletlerin gelişmesinde destek görevi yapan milli kültür, bir yandan da diğer kültürlerle meydana getirdiği terkipler sayesinde zenginleşerek, medeniyetin ilerlemesine tesirde bulunur. Buna göre millileşmenin ilk şartı, felsefe, sanat, edebiyat, fikri ve teknik sahalarda medeniyete yeni değerler ekleyebilecek kudrete ulaşmaktır. Bunun en güzel örneği Avrupa milletleri ile Japonya'dır. Çünkü onlar, en iyi şekilde korumaya çalıştıkları milli kültürleri sayesinde, gittikçe yükselerek dünyaya yayıl­ mışlardır. 524 Demek ki medenileşmenin ve kalkınmanın ilk şartı, millii kültür değerlerini muhafaza etmektir. Milli kültürün, millet hayatında bu derece önemi olduğundandır ki, bir millet kendi milli kültürünü. terkedip 523 Kafesoğlu, Türk Milliyetçiliğinin Meseleleri, s. 185. 524 Osman Turan, Tarihf Akışı İçinde Din ve Medeniyet, s. 220.


Kültür

Sömürgecili~i

ve

Eğitim ı

297

başka milletlerin kültürünü kopya etmeye ba~ladığında kültür sömürgeciliğine uğrar. Tarih bize, milli kültür değerlerinden koptuğu için, kültür sömürgeciliğine uğrayarak yıkılmış sayısız toplum misalleri vermektedir. Bu açıdan milli kültür, tuğlaları birbirine bağlayan harca benzer, nasıl ki harçsız tuğlalar bağlayıcı vasıtadan mahrum kalıp çözülürse, aynı şekilde milleti meydana getiren fertler de milli k.-Ultür bağından kopunca çözülür. Türle.iye Tanzimat'tan beri, modem ve Avrupai millet olma gayreti içine girmiş bulunmaktadır. Avrupa'yı sathi taklide kapılan aydınlardan dolayıdır ki bu hareket başarı­ lı olamamıştır. O tarihlerde, halk arasında her türlü ısla­ hat hareketine karşı başlayan taassubun sebebi de, aydın kadrosuna karşı güvensizlikti. Gerçekten, Avrupalı olmak gayesiyle başlayan ıslahat hareketleri, bir müddet sonra dili, tarih ve milli idealleri yıkacak şekle dönüşerek rayın­ dan çıkmışbr.525 Japonya, insanlarını milli menfaatler uğruna fedakarlık gösterebilecek şekilde yetiştirdiğinden hızla kalkındı. Yurt dışına tahsile giden Japon gençleri, milli değerlerin­ den hiçbir şey kaybetmedikleri için, vatanlarına hizmet etmeyi şeref bilmişler, böylece bu günün Japonyası doğ­

muştur. 526

Bugün Türkiye'de milli kültür konusunda, müsbet bir netice alınamadığı gerçektir. Bunun sebebi milli eğitim politikasıdır. Türk milli eğitimi, her derecedeki okulları çıkmaza saplamanın yarattığı şaşkınlık ve düzensizlik içerisindedir. Bunun sebebi, milli kültürü nesillere yansı­ tacak eğitimcilerle milli kültür politikasının olmayışıdır. Bugün Türkiye basını, vatanın milli menfaatlerini layıkık ile temsil etme özelliğinden mahrumdur. Basın, 525 Bu konuda geniş bilgi için bk. Bozkurç Güvenç, Japon Kültürü, Türkiye İş Bank. Yay. Ankara 1989. 526 Kafesoğlu, y.a.g.e., s. 185.


298 / Kültür

Sömürgeciliği

ve

Eğitim

milli gayeler etrafında birleşmek kabiliyetinden çok şey­ ler kaybetmiş olarak yoluna devam etmekte, sağdan ve soldan estirilen çeşitli rüzgarların önünde savrulmaktadır. Devlet müesseselerimiz, yolunu kaybetmiş körler gibi, zihinlerden bir türlü sökülüp ablamayan çekingenlik ve kararsızlığın sıkıntısı içinde selamete çıkış yollarını, ancak el yordamı ile aramaktadır. 527 Bu konuda kendi gücünden faydalanmak yerine, başka destekler aramayı alışkanlık haline getirmekte ve bocalamaktadır. Halbuki daha 74 yıl önce Türk ve İslam olmanın verdiği şevkle yola çıkan ecdadımız Türk'ün milli varlığını dünyaya haykırmıştı. Kalkınma hareketlerinin başarıya ulaşamamasının temelinde, Batı'yı yanlış anlamak meselesi yatmaktadır. Türkiye'de Batı ideolojisini benimsemiş olan yönetici ve aydın tabaka, elinde tuttuğu politik güce dayanarak, halkı tepeden tırnağa değiştirmeye kalkmıştır. Halka rağmen, halkçılık diyebileceğimiz bu faaliyetler, içte ilgi görmediğinden, dışa karşı da, iktisadi zayıflıktan dolayı başarılı olamamıştır.

Şunu

kabul etmek gerekir ki, dünyanın hiçbir yerinde, faaliyetler başarıya ulaşamamıştır. Osmanlı Devleti'nin yıkılmasına dışarıya karşı yürütülen bağımlı politika ile içerideki hatalı tutum ve kalkın­ ma anlayışı sebep olmuştur. Avrupa karşısında askeri sahada uğranılan başarısızlıklar, yöneticileri milli kültüre sarılmaya sevkedeceği yerde, askeri ve siyasi sahada, Avrupalı müesseseleri taklide yöneltmiştir. Halbuki, Avrupa medeniyetinin temeli, 13. yüzyıl İslam medeniyetinin metodudur. Böylece Banlıla~mak adına hristiyan kültürünün mahsulü olan kanunlar, müesseseler, milli kültür değerleri ile ticari ahlak bünyemize taşmıştır. Ancak, bu davranışlar taban bulamadığından köksüz kalmış, verimli halkından kopmuş

527 Agah Oktay Güner, İsraf Ekonomisi, s. 142.


Kültür Sömürgeciliği ve Eğitim ı 299

olamanuşhr. 528 Türk-İslam medeniyetine sırt çevirmenin faturası, kalkınamamak

ve milli kültür israfı olmuştur. Halbuki Atatürk devrinin parolası da Batıcılıktı. Ancak, medeniyet yolunun milli kültürden geçtiği düşünülü­ rek, eğitim ve öğretim kurumlan millileşmeye başlamış, fakat manevi değerler ihmal edildiğinden, beklenen sonuca ula~ılamamıştır. Günümüzde ise, Türk toplum hayatına uygunluğu sabit olan milli kültüre saygı, yenilik adına ortaya atılan birtakım iddialarla bulandırıldı. Eski Yunan ve Roma kültürü, Türk milli kültürüne tercih edilerek, hümanist kültür yüceltildi. 529 Halbuki milli kültürü güçlendirmenin yolu, kalitesiz ve okuma yazma yarışına dayanan diplomacılıkta değil, açılan okulların topluma vereceği milli ve manevi ruhtadır. Yoksa bu okullar, zamanla milli bünyeyi kemiren bir güve gibi, devlet ağacını kemirecek ve beklenmedik bir anda ulu bir çınar gibi yere serecektir. Bir devletin herşeyden önce milli politikası olmalıdır. Milli politika, mim kültür değerlerinin korunması, gelişti­ rilmesi ve varlık sebebi sayılmasında ifadesini bulur. Bu politika, peygamberimiz Hz. Muhammed (S.A.V.)'in "Kendini bilen Rabbini bilir" sözünün rehberliğinde, önce Türk kültür değerlerinin ihyası, sonra kopyacılıktan uzaklaşmakla güç kazanır. Ne hazindir ki bugün Türkiyemiz, uzun yıllardan beri dinini, dilini, sanatını, örf ve adetini, milli tarihini ve herşeyden önce dünyaya devlet kuruculuğunu öğreten devletçiliğini ihmal etmiş bulunmaktadır. Hatta bu değerle­ rin tahrib edilmesini, zincire vurulmuş bir aslan edasıyla seyretmek1edir. Batıcılık afyonu yutmuş ve sarhoş olmuş­ tur. Bir türlü kendine gelememektedir. Başkalaşma, koz528 İbrahim K.afesoğlu, y.a.g.e., s. 187. 529 Emre Kongar, Toplumsal Değişme, Remzi Kit. lstanbul 1972, s. 194.


300 I Kültür

Sömürgeciliği

ve

Eğitim

mopolitleşmeye yönelmiş

ve itici güç aramaya

alıştırıl­

mıştır.

Günümüz Türkiyesi Avrupa hars ve siyasetini hiçbir yoruma tabi tutmadan kabul etmektedir. Vurdumduymazlık, kokteyller, danslar, noel ayinlerine alkış tutmalar, Türle aile hayatına saldıranlara karşı susmayı tercih etmeler, devleti yıkmaya teşebbüs edenleri affetmeye yönelmelerle, aziz bayrağımıza saldıranları yazar çizer kabul etmeler Batıcılık zannedilmektedir. Bu gerçeği Mehmet Akif aşağıda ne güzel ifade etmektedir: "Sahipsiz olan memleketin batması haktır, Sen sahip olursan, bu vatan batmayacaktır". Bu halkı ikaza kulak vererek mim kültür değerlerimize sıkıca sarılmak ve kalkınma hamlemize buradan başlamak zorundayız. Bir cemiyetin sağlam bir milli kültürü yoksa, o devletin geleceği güven altında değil demektir. Bu güveni sağ­ lamanın yolu, Osmanlı'nın kuruluş dönemindeki gibi, din ve ilim parelelliği potasında bütün müesseselerin teşkilat­ landınlmasıdır.

d) Bazı

Kavramların Yanhş Değerlendirimesi

1- Modernlik 2- Çağdaşlık 3- Laiklik Bugün bir takım kavramlar var ki, dünya ilim literatüründe kullanıldığı anlamdan farklı olarak eğitim dilinde yer almaktadır. Modernlik, çağdaşlık ve laiklik de bu kavramlar arasındadır.. 1- Modernlik

Modem: yaşadığımız zamana ait veya uygun demektir. Kelime Latince modemustan türetilmiştir. Modernus'un kökü modo'dur. Modo, Latince'de hemen, şimdi demektir. Modem toplum ise, günümüzdeki gelişmiş ül-


Kültür

Sömürgeciliği

ve

Eğilim/

301

kelerin toplum tipine uygun olarak değişen toplum demektir.530 Modernleşme, sanayileşmeye paralel olarak meydana gelen pozitif yönlü, sosyal ve siyasi değişmeler­ dir. 531 Bugün modernleşme meselesi üzerinde yürütülen görüşlerin değişik bir anlayış ve yapıyı ortaya koyduğu bilinmektedir. Gökalp sosyolojisinde modernleşme, aynı zamanda Batılılaşma demektir. Oysa, günümüz sosyolojisi, modernleşmeyi, Batılılaşma ile eşdeğer görmediği gibi, onu ferdi ve toplum seviyesinde olmak üzere iki kategoride inceler. Buna göre modernleşme, sosyal sistemdeki kalkınmaya uyan, ferdi seviyede bir değişmedir. Bu bakımdan, ferdin zihni durumu ile yakından ilgilidir. Bazı sosyologlar ise modernleşmeyi, gelenekçi hayat tarzından daha karmaşık, teknolojik yönden ilerlemiş ve hızla deği­ şen bir hayat tarzına doğru fertlerin yönelmesi olarak tanımlarlar. Ancak gelenekçilikle modernleşmeyi zıt kutuplar olarak görmek doğru değildir. Bazı durumlarda, bu iki kavram birbirleriyle uyum sağlayacağı gibi, karşılıklı olarak birbirlerini etkiliyebilirler de. 532 Sanayi ve modem teknoloji ilk defa Batı ülkelerinde meydana geldiğinden, bu faaliyete-sonradan katılan ülkeler, Batılıla~ı örnek almakta ve bu davranışlarına da modernleşme, Batılılaşma ve kalkınma adını vermektedirler.533 Modernleşmenin belli bir sının olmadığı gibi, sadece sanayileşmiş ve laik bir toplumun modem sayılması da tek başına mümkün değildir. Bugün, modem olarak bili530 Mustafa Erkal,İkt. Kalk. Kült. Tem. s. 137. 531 Orhan Türkdoğan, Kültür ve Sosyal Çozülme, s. 74. 532 Erol Güngör, Türk Kültürü ve Milliyetçilik, Ötüken Yay. İstanbul 1976, s. 87. '533 Dr. Tayyar Sadıklar, Kalkınma Yolunda Japon Örneği ve Türkiye, Ankara 1971, s. 207; Aynca Enis Öksüz, Sosyal Gelişme - Sanayileşen Tiirkiye İlişkileri, Doçenllik Tezi, İstanbul 1980.


302 / Kültür Sömürgeciliği ve Eğitim

nen veya modem olmayan toplumlar karşılaştırılırken, ekonomik kaynakların nasıl kullanıldığı, işçilerin sektörlere dağılımı, toplumların genel eğitim durumu, şehirleş­ me derecesi ve fert başına düşen milli gelir gibi faktörler dikkate alınmaktadır. Böylece tekniğin ve eğitimin her yönüyle yayılması yanında, sosyal bütünleşmenin ne derecede sağlandığı da bu konu içinde yer almaktadır. 534 Yukarda belirttiğimiz gibi, günümüz sosyologları sosyal değişmeyi, ferdi ve sosyal olarak ikiye ayırmakta­ dırlar. Ferdi değişmeler, kültürel temaslar, haberleşme, öğrenme ve modernleşmeyi ihtiva eder. Sosyal değişme­ ler ise; kalkınma, şehirleşme, farklılaşma ve uyum gibi faaliyetleri kuşatır. Bu iki değişme birbirleriyle yakından ilişkilidir. Bunun için modernleşme, sosyal sistemdeki kalkınmaya uyan, ferdi seviyedeki değişmelerdir. Gökalp, modernleşmeyi sosyal seviyede kabul etmektedir. Sosyolog Smelser, modernleşmeye yeni bir bakış açısı getirmektedir. Ona göre, modernleşme: a) Gelenekçi güçler b) Farklılaşma güçleri c) Yeni bütünleşme güçleri gibi üç yönlü bir olaydır. Bu üç unsur, dikkate alınmadan modernleşmeyi izah etmek zordur. Bu anlamda olmak üzere modernleşme faaliyeti birçok yönden geleneklere dayanabilir. O zaman modernleşme gelenekçi bir topluma, yeni bir hayat tarzı getirmektir535 diyebiliriz. Sosyologlara göre, okuyup yazma oranının artması, kitle haberleşme vasıtalarının yayılması, kozmopolitlik, sosyal hareketlilik, başan faaliyeti ve yeniliklere açık olma gibi faktörler, modernleşmeyi belirleyen kavramlardır. Bu da modernleşmenin, tek boyutlu olmadığını bize gösterir. Modernleşmenin göstergesi kalkınmadır. Çünkü kalkınma modem üretimin de kaynağıdır. 536 5340rluın Türkdoğan, y.a.g.e., s. 74. 535 Orhan Türkdoğan, Ayru eser, s. 76.

536 Ziya Gökalp. Tiirklcşmck, İsldmlaşnıak, Mııasırlaşnıak, s. 14.


Kültür Sömürgeciliği ve Eğitim I 303

Modernleşme zannedildiği

gibi sadece faydalı ve iyi zamanda çatışmaları, acılan ve zararları da ortaya koyabilir. Yani felaketlerin de hazırlayıcısı olabilir. Buna göre modernleşme, yapıcı ve yıkıcı olarak ikiye ayrılabilir. Bunun anlamı modernleşmenin tek boyutla ölçülmesinin yanlış olduğudur. Zira, bir kimsenin yüksek hayat tarzına sahip olması veya modem biçimde giyirunesi onun zaruri olarak üstün yaşayışa sahip olduğu anlamına gelmez. Tersine; böyle bir kimse, tamamen gelenekçi bir kimliği yansıtabilir. Bu bakımdan modernleş­ me, bir çok unsurların karşılıklı etkileşiminin ürünüdür. Bunun ispatı, modem çağın, başka hiçbir dönemde görülmeyen iç savaşlara, öldürücü savaş tekniğine, katliamlara, din ve millet savaşlarına ortam hazırlamasıdır. Modem toplumlarda fert, gelenekçi toplumlardaki duruma oranla çevre baskısından daha az etkilenir ve hürdür. Ne var ki, sorumluluk taşıyacak güçte değildir. Modernleşme uğruna hızlı bir sosyal degişme geçiren toplumların fertlerinde, kimlik krizi görülür. Düzensiz modernleşme ise yabancılaşmayı amınr. Neticede modem toplwn her türlü değişmeye milli varlığını koruyarak ayak uydurabilen şeyleri değil, aynı

toplumlardır.

Türk toplumu Tanzimat'tan beri Batılılaşma faaliyeti içine girmiş, tabiatıyla bütün Avrupalı akımlarla karşılaş­ mak mecburiyetinde kalmıştır. Bu akımlardan biri de modemizmdir. Modem, çağın gereklerini yerine getiren demektir. Modem toplum ise, gelişmiş ülkelerin hayat şek­ lini benimsemiş, onlar gibi yaşayan toplumdur. Bu da kı­ saca Batılılaşma demektir. Ziya Gökalp'a göre modemizm; alet yapmak, fen ve teknik alanda en teri milletlerin yaptıkları ve kullandıkları bütün aletleri imal ennek ve kullarunaktır. Kısaca Ban'run tekniğini almaktır. 537 537 Ali Şeriaıi, Medeniyeı ve Moderni:::m, iklim Yay. İstanbul 1980, s. 16.


304 / Küıtar Sömürgeciliği ve

Eğitim

Modernleşme,

geleneklerin farklılaşması, tüketim ve eski maddi yaşayış tarzının yerine, yeni norm ve değerlerin geçmesidir. Medeniyet, fertlerin düşünce, görüş tarz, anlayış ve bilgi seviyelerinin yükselmesi olduğu için, modernleşme, ferdin tüketim araçlanna sahip olması ve onları kullanma imkAru538 olmaktadır. Görüldüğü gibi, modernleşme ferdi zihniyette meydana gelen bir farklılaşmadır. Modem toplumlar, gelişen kitle haberleşme araçlanyla kendilerini başkalarının yerine koyabilme gücüne ulaşırlar. Modernleşmenin amacı, milletlere kendi ayaklan üzerinde durabilecek gücü vermek için, gerekli ilim ve teknik seviye ile sosyal kalkın­ ma zihniyetini aşılamaktadır. Modem medeniyet ilk defa Batı tarafından başlatıldığı için modernleşme ile Batılı­ laşma aynı anlama gelmektedir. 539 Modemizm Türkiye'de iki farklı zümre tarafından temsil edilmiştir. Bunlar a) İslamcılar b) Türkçüler. Cemalettin Efgani ile başlayan İslamcılık, Türkiye'de Ahmet Naim tarafından gelenekçi, 1.H. İzmirli ve M. Şem­ settin ile de mektep ve medreseyi birleştirecek tarzda temsil edildi. İslam modemistleri, ilim ve felsefeyi kelamcılar gibi birleştirmeye çalışmışlardır. Onlar, dikkatlerini çağdaş medeniyete çevirerek, ilim ve din arasında ahenk kurmaya çalıştılar. Modemist Türkçüler ise, Meşrutiyetten Cumhuriyete geçen M. Şemsettin, Şerafettin Yaltkaya, Halim Sabit ve Hüseyin Hüsamettin gibi medrese ve fikir adanılan ydı. Bunlar, ilim ve çağdaş düşünceyi, İslam dinini takviye edici güçler olarak ele almakta, her türlü bilgisizlik kaynağına savaş açmayı 540 kurtuluş reçetesi olarak kabul etmektedirler. şeklinin değişmesi

538 Erol Güngör, Türk Kültürü ve Milliyetçilik, s. 87. 539 Hilmi Ziya Ülken, Çağdaş Diişürıce Tarihi, s. 443-649. 540 Recep Şahin, Türk İdarelerinin Ermeni Politikaları, Ötüken Yay. İstanbul 1988, s. 205.


Kültür

Sömürgeciliği

ve

Eğitim

I 305

İki yüz yıllık siyasi ·düşünce tarihimiz şaşkınlıklar, hayal kırıklıkları, ümitsizlikler ve perişanlıklarla doludur. Bu dönemin aydınlan, yüzme bilmeyen bir kimsenin derin denizlerin dalgalarıyla boğuşması gibi, iç ve dış olaylarla uğra~ıp durmuşlardır. Bunların hemen hepsi iyi niyetli, fakat metot yetersizliğinden devleti tehlikeden tehlikeye sürüp durmuşlardır. Kuvvetli bir Türkiye kurmak için girişilen modernist faaliyetler, eğitimdeki düzensizlikten dolayı beklenen neticeyi vermedi. Memlekette meşrutiyet kurulduğu takdirde kurt ile kuzunun yan yana yaşayacığını zanneden Tanzimatçılar, bu yolla devleti kurtaracaklarını sanarak, Ermeni ve Bulgar komitacıları ile işbirliği yapmışlardı. Halbuki komitacıların gayesi, devleti yıkarak toprak ve istiklal kazanmaktı. Onun için bu işbirliği uzun sürmedi. Kısa bir zaman içerisinde Rumeli topraklan elimizden çıktığı gibi, ittihatçı liderlerin her biri de işbirliği ettikleri çeteler tarafından suikastlarla öldürüldüler. 541 Tanzimat hareketi, modernleşme hamlesinin en önemli adımıdır. Fakat, bu hareket, Batılı devletler tarafından, azınlık haklarını garantiye almak ve Türk devletinin hükümranlık hakkını sınırlamak gayesiyle empoze edildiğinden neticesi olumsuz olmuştur. Tanzimat Fermanı'ndaki maddeler, devletin, kendisini suçlamasıdır. Ne yazık ki, Tanzimatçılar, kendi devletimiz ve değerlerimi­ ze hakaret ifade eden Tanzimat Fermanı'nı, modernleş­ mek adına alkışlamak zaafını gösterdiler. Olayların dışın­ da kalan fikir adamları ise, Tanzimatın ciddi bir Batılılaş­ ma programı ihtiva etmediğini ortaya koymaya çalıştı­ lar.542 Onlar modernleşmeyi kolejler açmak, fesi kaldır­ mak, tek kadınla evlenmek, yerli sermayeyi hakim kıl541 İhsan Süreyya Sınna, Tanzimatın Götiirdiikleri, s. 48. Beyan Yay. İstanbul 1990. 542 Erol Giingör,y.a.g.e., s. 93.


306 / Kültür

Sömürgeciliği

ve

Eğitim

mak, dili sadeleştinnek, her konuda yabancı uzmanlar getinnek, eğitim kurumlarını A vrupalılaşnrmak vs. şeklinde anlıyorlardı. 543

Durum bu olunca, Türk halkı açlık ve sefalete itildi. Buna karşılık, bir avuç mutlu kitle, kıt olan devlet kaynaklarını cömertçe israf ederek devleti çökertti. Bazı görüşlere göre, Türkiye'nin en büyük eksiği, modernleşme hamlesini geç başlatmasıdır. Bunda, devletin çeşitli kavimleri bünyesinde barındıran bir toprak ve sınır yapısına sahip olması önemli rol oynamıştır. Türkiye'deki ekonomik faaliyetlerin Rum, Yahudi ve Ermeni gibi azın­ lıklara terkedilmesi de ayn bir faktördür. 544 Halbuki, Batı'nın sürekli yayılma gayretleri, Türk devletinin, sınırlarını korumak amacıyla içine kapanması­ na ve dış dünya ile ekonomik ilişkilerinin azalmasına sebep olmuştur. Dış tesirler, devleti sürekli yıprattığı gibi, borçlaruna ve dışa bağımlılıkla beraber tamiri güç adım­ ların atılmasına sebep olmuş, böylece sosyal bünyeyi tahrip etmiştir. Şunu iyi bilmek gerekir ki, dünyamızda yaşa­ yan hiçbir toplum, meydana gelen değişmelere karşı ilgisiz kalamaz. Ancak ülke şanlarına göre bu yarışta yer almak en akılcı yoldur. Türk toplumu, modernleşme stratejisini, akılcı, metodik ve kendi değer sistemine uygun bir biçimde seçmek zorundaydı. Modernleşmenin sağlıklı ve dengeli olabilmesi için herşeyden önce milli birliği yani millet olma özelliğini gerçekleştinnek gereklidir. Aynca milli birliğin güçlü olduğu ülkelerde siyasi ve ideolojik bloklaşmalara, bölünmelere modernleşme yoluyla çözüm getirilebilir. Toplumlar bu aşamaya geldiklerinde, çıkar grupları arasında her zamankinden daha çok uzlaşma olur. Muhafazak!rlarla liberaller ve diğer siyasi gruplar arasındaki mücadele sadece siyasi sahada kalarak, temel 543 Agah Oktay Güner, İsraf Ekonomisi, s. 169. 544 Türkdoğan, Değişme Kiilıiir, Kosyal Çözülme, s. 79.


Kültür

Sömürgeciliği

ve

Eğitim

I 307

meselelere yansımaz. Çünkü, bütünleşmiş toplumlarda ideolojik mücadeleler sona ermese de, hiç olmazsa çatış­ ma sahası daralmış olur.5 4 5 Türkiye'de insanlararası ilişkilerde adalet ve sevginin esas alınması, parlamenter düzenin aksamadan işlemesi modemizme doğru atılan ilk adımdır. Yoksa, aile yapımı­ zı değiştirmek, modaya uygun giyinmek, Batı'nın döşeme tekniğini almak, Avrupalı tarzda müzik ve dans yapmak, eğitim şeklimizi sürekli değiştirmek, büyüklere ve ataya saygıyı bir fantazi kabul etmek, modernlik değildir. Bu davranışlar ancak, sömürge toplumların özellikleridir. Bugüne kadar yaşanan tecrübelerden bilinmektedir ki, Batı'nın hakuki ve sosyal yapısını kopya etmek bize, kalkınmada zaman kaybettirdi. Nasıl ki ölü bedenler için sıcak ve soğuk gibi hava şartlarının önemi yoksa, teslimiyetçi bir modernleşmenin de devlet hayatına faydası yoktur. 2- Çağdaşlık Çağdaşlaşma, çağın

ilmini, milli müesseselere, devlete, eğitime, teşkilatlara, orduya ve manevi unsurlara aşılamaktır54 6 yahut asrileşmektir. Ba~ka bir açıdan çağ­ daşlaşma, çağın bütün insanlığa sunduğu, maddi ve manevi kültür unsurlarından veya imkanlarından ükelerin ihtiyaçlarına ve sosyal bünyelerine uygun olanları alabilme ve değerlendirme sanatıdır.547 Bu tabir, dilimize 1908 yılı civarında girmiş olup, Batılılaşmanın değişik bir isimle ifade edilmesinden başka 545 Ahmet Kabaklı, Manevf Sömürgecilik ve Kiiltiir Emperyalizmi, s. 59. 546 Mustafa Erkal,İkr. Kal. Kiilt. Tem. s. 137. 547 Ziya Gökalp, Tiirkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak, Kadro Yay. İstanbul 1977, s. 14.


3081 Kültür

Sömürgeciliği

ve

Eğitim

birşey değildir. Çağdaşlaşma,

ilk defa Ziya Gökalp taraOna gö-

fından, muasırlaşma şeklinde sloganlaştınlmışbr.

re muasırlaşmak, şekilce ve yaşayış tarzıyla Avrupalılara benzemek değildir. Ne zaman ki bilgi ve mamul mallar iktibas etmekten ve sabn almaktan Avrupalılara ihtiyaç duymazsak, işte o zaman muasırlaşmış oluruz. Asriyet; bize A vrupadan yalnız ilmi ve ameli aletlerle, fenlerin (teknik) aktarılmasını emrediyor. A vrupa'da dinden ve milliyetten doğan, bizde de araştırılması gereken bir takım manevi ihtiyaçlarımız vardır ki, aletler ve fenler gibi, bunların da Batı'dan aktarılması gerekmez. 548 Çağdaşlaşma, başka bir modem örneğe aynen uymak değildir. Sosyolog ve antropologlar bugün dünyada 130'u aşkın toplum tesbit etmişlerdir. Bunların, hiç birisi sosyal kurumlar ve gelenekler bakımından birbirine benzer değildir. Modem toplumdaki kurumların ötekine aynen aktarılması, kişiden kişiye şahsiyet aktarılması kadar imkansızdır. 549 Eğer çağdaşlaşma, Batılılaşmanın diğer adı kullanılıyorsa,

olarak

beraberinde birtakım kavram kargaşalarını da getirir. Çünkü bugün bir değil, farklı yapıya sahip birkaç Batı vardır. Eskiden Avrupa'yı örnek alan A.B.D. ve Japonya, bugün Avrupaca taklit edilen veya edilmek istenen ülkeler olmuşlardır. Aslında, birbirlerine çok yönden benzer göründükleri zamanlarda (1850-1920) bile, tek başına bir Avrupa medeniyeti yoktu. Aynı teknoloji seviyesine ulaşmakla birlikte, büsbütün ayn tecrübelerden geçmiş ve ayn kabiliyetlere sahip Fransız, İngiliz, Alman medeniyetleri vardı. Ama geri kalmış ülkelerin aydınlan, bu durumu ayırdedemiyorlardı. Çoğu, A vrupa'daki milliyet farklarını göremiyor, materyalizm ile Batılılaşmayı, kozmopolitlik ile insan sevgisini birbirine kanştınyorlar548 Ahmet Kabaklı, y.a.g.e., s. 59. 549 Ahmet Kabaklı, y.a.g.e., s. 59.


Kültür

Sömürgeciliği

ve

Eğitim

I 309

dı. İşte; modernleşmenin, milli kurumlara uygulanmasıy­

la mümkün

olduğunu

kavrayamamak,

çağdaşlıktan

uzak-

laşmayı ortaya koymuştur. 550 Batılılaşma

veya Batı Medeniyeti dairesine girme problemi, bugün Avrupa, Kuzey Amerika ve Japonya dı­ şındaki bütün ülkelerin ortak meselesidir. Yalnız Batı medeniyetinin nelerden ibaret olduğu üzerinde, dünya milletleri anlaşmış değildir. Fakat modernleşme ve çağ­ daşla~ma çabasındaki memleketlerin ortak meselesi, güçlü bir ilim ve teknikle, bunların organize edeceği sosyal bünyeye kavuşmaktır. 551 Böylece, Batılılaşmanın çağdaşlaşma veya medeniyetçilik olduğu artık iyice açıklık kazanmış olmaktadır. Fakat Batılılaşma denilince hiç kimse bundan Batı taklitçili_tti ve kültür değiştirme manası _çıkarmamalıdır. Bugün Batılıla~ma, sanayileşme ve eğitim demektir. Sanayileşen ve modern eğitimini kuran her cemiyet Batılılaşmış yani çağdaş medeniyet seviyesine ulaşmış olur. Çağdaşlaşma­ da ve medeniyet yarışında, gelişmekte olan ülkeler ile Batı arasındaki farklar şunlardır. a) Aklın ve ilmin hakimiyeti. Yani Batılı olmak demek hissilik ve saplantılardan uzaklaşarak, akıl ve ilmin hakimiyetiyle, tekniğe uymak demektir. b) Sistemli düşünme alışkaıılığı; Batılı olmak olaylan bütün olarak değerlendirmektir. c) Şahsiyet: Medenf insan gerek ferdf tutumu, gerek kültür hayatı bakımından gelişmiş bir şahsiyete sahip bulunur. d) Hamleci olmak: Medenf olmak mevcutla yetinmek yerine ileriye dönük ve yeniliklere açık olmaktır. e) Mesuliyet (Sorumluluk) duygusu ve görev şuuru f) Olayların detaylarına inmek yani analizci olmak 550 Erol Güngör, Türk Kültürü ve Milliyetçilik, s. 87. 551 MuhaıTem Ergin, Türkiye'nin Bugünkü Meseleleri, s. 53.


31 OI Kültür

Sömürgeciliği

ve

Eğitim

g) Batlı olmanın diğer özelliği çalışkan olmaktır. h) İşi kutsal saymak Batılı olmanın gereğidir i) Kurumsallaşmak; Batı'da hayat ve cemiyet kökleş­ miş müesseseler üzerine kurulmuştur. k) Saygılı ve medeni olmak çağdaşlaşmanın gereğidir. l) İşbölümü ve işbirliği çağdaşlaşmakta mümkündür. m) Sosyal olmak, medeni ve çağdaş olmaktır. n) Çağdaş olmak, her yönüyle insanın temiz olması­ dır.

o)

Çağdaşlık

bilgiyi sevmek, cehaletten

uzaklaşmak­

tır.

Yukardaki şartlan yerine getiren her cemiyet, Batılı­ ve çağdaşlaşmış demektir. Çağdaşlaşmak, medeniyet unsurları ile cemiyeti donatmaktır. 552 Bunu en iyi şe­ kilde uygulayan ve başarabilen Japonya'dır. Uzakdoğu'da modernlik ve çağdaşlığın, Batı'nın tekelinde olmadığını ispat ed~n Japonya'nın elindeki anahtar, Japon ruhu ile örf ve adetlerine sarılmak ve bunun ışığında Batı'nın ilim ve tekniğini almaktı. Daha önceki bölümlerde de belirtildiği üzere, çağdaş içinde bulunulan zamanda yer alan şey, veya yaşayan kimse demektir. En son ilerlemelerden yararlanan, çağı­ nm yeniliklerine açık, şartlar gereğince yaşayan kimseye de çağdaş denir. Az gelişmiş milletlerin ileri ülkeler seviyesine gelmek için geçirdikleri değişmelere, çağın değer­ lerine uymaya, kendini o değerler çerçevesinde yenilemeye de çağdaşlaşma denir. 553 Bu kelime Arapça'da, muasırlaşmak veya asrileşmek şeklinde bilinmektedir. Ziya Gökalp'a göre çağdaşlaşma, Batı'yı bütün kurumlarıyla, olduğu gibi kopya etmek değildir. Gelişmiş ülkelerden ilim ve tekniğin alınmasıdır. Çağdaşlaşmada la~mış

552 Büyük Laroussc, C. 5, s. 2539. 553 Ziya Gökalp, Tiirkleşmek, İsi. Mua. s. 14.


Kültür Sömürgeciliği ve Eğitim I 311

gaye, bilgi ve teknik alanda Batı'ya ihtiyaç duymayacak seviyeye gelmektir. Ona göre, muasırlaşmak, şekil ve yaşayış tarzıyla Avrupalılara benzemek değildir. A vrupa'nın, din ve milliyetinden doğan özelliklerini almak muasırlaşmak değildir, 554 sadece teknik almaktır. Muasırlaşmak, Osmanlı aydınları tarafından farklı şe­

kilde benimsendiği halde: asrilik, özenti, köksüzlük ve toplumdan kopuş gibi manalar ifade ettiğinden olumsuz karşılanmıştır. Çağdaşlaşma ne aşın güven, ne de aşağılık duygusu aracıdır. O, sadece aklı rehber ederek, dünya gerçeklerini görmek, kısaca adımlarını ölçülü ve temkinli atmaktır. Çağdaş

olmak, ilmi kılavuz olarak almaktır. O halde, giden tek yol vardır o da, ülkelerin herşeyi kendi imkanlarının ölçüsünde değerlendirmeleridir. Yoksa, ne fabrika, ne sanat, ne otomobil ithal etmek, hiçbir toplumu çağdaşlaştınnaz. Bunun yolu, ilim gözlüğünü gözüne takıp, kendi ayaklan üzerinde durabilmektir. Kısacası, eskimiş ve görevini yapamaz durumdaki müesseseleri, milli ölçüler içerisinde yenilemek ve dünya ülkeleriyle boy ölçüşebilecek seveyide geliştinnektir. Yoksa dilenciliğe, asalaklığa, yaranmaya dayalı politikalar insan ve toplumIan küçültür. Tanzimattan beri Türkiye'de, nice kurtarıcılar, nice hümanistler türediği halde, hiçbirisi milletin derdine deva olamamış, kendini ve toplumu kurtarıcı bir fikir sergileyememiştir. Biz; Batı'nın kapitalizm, hristiyanlık, iş ve ilim hayatına dayalı gelişmesini hayrarılıkla ya seyrettik veya yaşayış ve tekniğini olduğu gibi aktannak sevdasına düştük. Ülkemizin birkaç büyük şehrine Türkün ince revkiyle uyuşmayan beton bloklarını dikmeyi Batıcılık zannettik. Batılılaşmanın köklü reformlarla sağlanabileceğini çağa

554 Dursun Öı.er, Ahmet Debbağoğlu, Tiirk Milliyetçiliği ve Batılılaşnıa, s. 16.


312/ Kültür

Sömürgeciliği

ve

Eğitim

dikkate almadık. Bu konuda, bizden çok sonra yola çıkan Japonya Batı'dan aldığı her yeni şeyi, kendi değerlerinin rengine boyadığı iÇin, hem çağdaşlığı yakalamış ve hem de Avrupa'ya rakip olmuştur Böylece, şahsiyet zaafı göstenneyen Japonya, Batı'yı, kendi silahıyla vurmayı en iyi şekilde başarabilmiştir.

Batı,

iktisadi ve hukuki özelliklerini Yunan ve Roahlak ve ferdi sorumluluğunu hristiyanlıktan almıştır. İslam kültürünün tercümeleriyle rönesans ve refonna ulaşan Batı, kendi değer alayışına uygun bir sınıf meydana getirmiştir. Bu sınıf büyük sömürü hamlelerini gerçekleştirecek olan burjuvadır. A vrupa'yı Batı yapan bu sınıf, işçi ve köylülerle anla~ıp, Fransız İhtilaıi'ne ulaşmış, iktisadi ve sosyal yenilikler yaparak çağdaşlaş­ ma denilen kalkınmayı gerçekleştinniştir. 555 Türk-İslam kültürü ise bir takım asalet unvanlarına kapalı olup, her türlü insan faaliyetini iş ve eylem (takva)'e bağladığından, Batılı kültür değerlerinin hiçbir deği­ şime tabi tutulmadan alınması, bir çelişki meydana getirmiş, çağdaşlaşma yerine, duraklama ve gerileme gerçekleşmiştir. Milli sıfatını verdiğimiz eğitim de, bu şartlar ışığında millilikten uzaklaştırılınca ecdadına barbar, dindarına gerici diyen ve gününü gün eden nesiller yetişmiş, böylece ilericilik ve hamlecilik olan çağdaşlık rafa kaldı­ ma'dan

alırken,

rılmıştır.

Çağdaşlık,

bir milletin maziden güç alan müesseseleri üzerinde, ilmi metotlarla çalışarak bunlara zamana uygun yeni bir çehre kazandırmasıdır. Eğitim, din, dil, hukuk, felsefe, ekonomi, tarih gibi maddi ve manevi değerler bu konu içindedir. Bunu yapamayan, taklit ve devrim hastalığına yakalanmış milletler, tarihin her döneminde çağdaş 555 Ahmet Kabaklı, Manevi Sömürgecilik ve Kültür Emperyalizmi, s. 89.


Kültür

Sömürgeciliği

ve

Eğitim/

313

medeniyeti yaşayan milli devletlerin sömürgesi olarak yaşamaya mahktlm olmuşlardır. 556 Kültür sömürgeciliğinden kurtuluşun yolu, kendi kemelleri üzerine, çağdaş medeniyet binasını inşa etmektir. Zaten, kendi değerlerini ihmal eden ve yabancı ideolojileri benimseyen bir millet bağımsızlıktan söz edemez. Milli kültür değerlerini ihtiva eden eserler kütüphanelerin tozlu raflarında el değmeden dururken, saygı ve sevgi anlayışı yok edilmişken, milli kahramanlar ancak senede bir kere, göstermelik törenlerle mezarı başında hatırlanırken, kendi sanat ve mimari şaheserleri yıkılmaya terkedilmişken çağdaşlaşıyoruz nutuklarının, mizaha konu olmaktan öte bir anlamı yoktur. Batı'nın fikir komisyonculuğunu yapmak, sömürge milletlerin geleneğidir. Halkın değerlerine hücum için, elektronikli, ofsetli, yüksek tirajlı, birkaç mikrofonlu haberleşme vasıtaları kullanmak çağdaşlık değildir. Medeniyet milletlerarası olduğundan, her kim ki faziletli, çalışkan, ahlaklı ise, zalime kulluk edip haksıza alkış tutmuyorsa, olaylara geniş bir görüş açısıyla bakabiliyorsa işte çağdaş odur. Gerilik ise, dar kafalılık, zulme teslimiyet, yalan, aldatmacılık, nifak ve ilmi gerçekleri inkar etmektir.557 Milleti maddeye esir etmek, insanların değerlerini, sahip oldukları maddi imkanian ile ölçmek, çağda~lık değil, maddecilik.tir. Herşeyden önce Türkiye'nin çağdaşlaşma konusundaki yanılgısı, Batı'nın değer yargılan, inanç sistemleri ve ideolojilerinin belirlediği medeniyet düzenini, kendi kültür ve hayat tarzımızın yansıması gibi, telakki ederek benimsememizden kaynaklanmaktadır. Oysa, batı medeniyetinin dünya görüşü, hayat tarzı, inanç sistemi bir meto556 Kabaklı, Aynı eser, s. 92. 557 Orhan Türkdoğan,y.a.g.e., s. 80.


314/ Kültür

Sömürgeciliği

ve

Eğitim

dun eseridir. 558 Niyazi Berkes çağdaşlaşmayı secularizm kelimesiyle ifade etmekte, onu da Fransızca laicisme bağ­ lamaktadır. 559 Aslında Latince Seculum'dan gelen secular kelimesi bu dünyaya aidiyeti belirtir. Bunun zıddı, uhrevi hayattır. Çağdaşlaşma kavramıyla, Batı nın üstünlüğüne ulaş­

mak kastediliyorsa, bu yanlıştır. Çünkü Batı'nın üstünlüğü ne eğitiminde, ne askeri talim ve terbiyesinde, ne de teknolojisindedir. Bu durum Batı düşünce tarzından kaynaklanmaktadır.560 Batılılaşma ve çağdaşlaşma, eğitim ve sanayileşme demektir. Sanayileşen ve modem eğitimini kuran her ülke Batılılaşmış, yani muasır medeniyet seviyesine ulaş­ mış olur. Türkiye için de çağdaşlaşmanın manası, sanayileşme ve eğitimden geçmektedir. Türkiye'de aydınlar, batılılaşmayı bu açıdan ele almadıkları için, cemiyeti israfçılığa, taklitçiliğe ve milli kültür düşmanlığına sürüklemişlerdir. Türkiye bu yanlış Batılılaşmaya "dur" demek zorundadır. Bu zihniyet, aydınların kafalarında yer etmediği sürece, çağdaşlaşmak ve Batılılaşmak hayaldir561 Bir millet, teknoloji ithal edebilir, fakat, şahsiyet ithal edemez. Türkiye için çağdaşlaşma, ihmal ettiği değerlerine yeniden sahip olmak için, gerçekten milli bir eğitim politikası takip etmekten geçer.

3- Laiklik

Laik (laique (Fr.)) Latince laicus kelimesinden türetilbir kelimedir. Lügat manasıyla ruhani ol-

miş, Fransızca

558 Niyazi Bcrkez, Tiirkiye'de Çağdaşlaşma, s. 16. 559 Arnold J. Toynbee, Diinya ve Gaıp (Çev. Emin Bilgiç) Türkiye İş Bank. Yay. İstanbul 1952, s. 39. 560 Muharrem Ergin, Tiirkiye'nin Bııgiinkii Meseleleri, s. 326. 561 Ali Fuat B~gil, Din ve laiklik, Yağmur Yay. İstanbul 1985, s. 151.


Kültür Sömürgeciliği ve Eğitim I 315

mayan kimse, dini olmayan şey, fikir, miiessese, sistem, prensip demektir. 562 Laik kimse, ruhban sınıfına mensup olmayan, başka bir deyişle halktan olan kimse demektir. Laiklik kavramı 18. yüzyılda 1789 Fransız İhtilali' nden sonra hukuki ve siyasi alanda kullanılmaya başla­ mıştır. Ortaçağdan itibaren hristiyanlık dünyasında papalık saltanatı kurulmuş ve buna bağlı olarak, kilise din ve dünya işlerini Tanrı'mn vekili olarak idareye başlamıştır. Bunun sonucu olarak da, hristiyan toplumlarında ayn bir ruhaniler sınıfı meydana gelmiş, eğitim, evlenme, boşan­ ma, vaftiz edilme gibi birçok dünya işleri bu sınıfın tekeline girıniştir. 563 Katolik dünyasında insanlar ikiye ayrılır. Birincisine clerge=klerje denir ki, bunlar din adamlandır ve ruhaniler sınıfını teşkil ederler. Bu sınıf da, kendi arasında Regulier ve Seculier diye iki zümreye ayrılır. Birinci zümreye dahil olan ruhaniler hayattan uzak yaşayan ve manastırlara kapanıp ömürlerini ibadetle geçiren zahitler (tekkenişin­ ler)'dir. İkinci zümre ise, papaz, piskopos gibi halk içinde ve herkesle birlikte yaşayan kilise mensupları ve dini vazife görenlerdir. İşte laik diye, ruhaniler sınıfının bu iki zümresinden hiçbirine mensup olmayan, zahit veya papaz sıfatı taşı­ mayan hristiyanlara denir. Kelimenin bu ilk asli manası genişletilerek, dini olmayan ve ruhani bir mahiyet taşıma­ yan fikir, müessese, prensip, hukuk ve ahlaka da, laik denilmiştir. Şu halde laik hukuk denilince, dini olmayan, esaslarını dinden almayan hukuk; laik devlet denilince de, dini akide ve esaslara dayanmayan, devlet anlaşılır. Fransız lhtilali'nde devletin hukuku, kiliseden ayrılıp din ilikten çıkınca buna laik adı verilmiştir. 564 562 Osman Pazarlı, Sosyoloji, Remzi Kit. İstanbul l 982, s. 6 l. 563 Ali Fuat Başgil, y.a.g.e., s. 152. 564 Selman Erdem, Sosyoloji, Ofset Mat. İstanbul 1978, s. 92.


316 / Kültür SömürgeciliOi ve Eftitim Fransız

hukukçusu Leon Duquit'nin görüşü konuya getirecek niteliktedir. Ona göre laik devlet; din hususunda tamamen tarafsız olup, başkanı ve memurları, istedikleri dini taşımakla beraber, kendisi devlet olmak sıfanyla hiçbir din taşımayan ve hiçbir dini tören yapmayan ve kendi namına yaptınnayan devlettir. Görülüyor ki, laik devlette bir dine inanma veya inanmama tamamıyla vatandaşın kendisine ait bir meseledir. Başka bir deyişle din, kişi vicdanını ilgilendiren bir husustur. Laik devletin resmi dini yoktur. 565 Bu kelime bize Meşrutiyet yıllarında gimıiş ve o zaman "L§. dini'' diye tercüme edilmiştir. 566 Laikliğin ne olduğu, muhtevası ve kapsamı hususunda ortak bir görüşe varılamamıştır. Bunun sebebi, objektif ölçülerle hareket edilmesi yerine, hislerle hareket edilmesi ve çeşitli memleketlerde farklı şekillerde uygulanması­ dır. Öncelikle laiklik tayisizmden farklıdır. Laiklik daha çok hukuki bir kavramdır. Layisizim ise bir mezhebe, bir doktrine, felsefi bir içtihada bağlanmaktaki serbestliği ifade eder. Layisizm, doktrinel ve pejoratif olmak üzere iki anlamda kullanılır. Doktrinal anlamda Layisizm, laik hareket ve cereyanlara, laik fikir akımlarına bağlılığı ifade eder. Pejoratif anlamda layisizm ise, bilhassa bazı dini çevrelerde, dine aykırı, dine düşman bir hareket anlamını açıklık

taşır.567

Laiklik, din ve vicdan hürriyetini temel kural olarak Din ve vicdan hürriyeti bir kimsenin devlet kuruluş­ tan veya başkaları tarafından baskıya uğramadan, dilediği ve beğendiği bir dinin inançlarını serbestçe uygulaması-

tanır.

565 Bemard Lewis, Modern Türkiye'nin DoğU§U (Çev. Metin Kıratlı), Ankara 1970, s. 399. 566 Hamza Eroğlu, Gerçek Yönüyle Atatürkçü/ilk, Ankara 1965, s. 140-141 ve Cumhuriyet Rejimi. 567 Osman Paı.arlı, y.a.g.e., s. 62.


Kültür

Sömürgeciliği

ve

Eğitim/

317

dır.

Laik devlet; bir kimsenin dini konularda bilgi ve düsöz ve yazıyla başkalarına anlatmasına karış­ maz. Mensup olduğu dinin emirlerini ve prensiplerini serbestçe öğretmesi ve öğrenmesi de devletin koyduğu kurallara bağlıdır. Çeşitli dinlere bağlı topluluklar din işleri­ ni geliştinnek ve düzenlemek için, gerekli kuruluşları meydana getirebilirler. Yalnız, bütün bu işlemler devletin çizdiği sınırlar içinde olmalı, yani devletin işlerini aksatmayacak, başkalarının din hürriyetlerini daraltmayacak, güveni ve düzeni bozmayacak şekilde olmalıdır. 568 Aslında laiklik, dini bir kavramdan çok hukuki bir kavramdır. Burada amaç, dine karşı olumsuz bir tavır takınmak değil, dinin elinden siyasi ve hukuki yetkiyi almaktır. Yani laiklik ilkesiyle, din, siyasi ve hukuki bir güç olmak1:an çıkmaktadır. Bu ifadelerden, laikliğin sadece devlet işlerinin dinden ayrılması demek olmadığım, vatandaşların din hürriyetini korumanın da laikliğin gereği olduğu anlaşılmalıdır. Demek ki laiklikte din, devlet işlerine karışmayacaktır ama, din ve vicdan hürriyetini korumak için devlet, din işlerine karışabilecektir. Bundan dolayı, laiklik ilke olarak 1776 Amerikan istiklal beyannamesinde yer almaktadır. Bunu takiben 10 Aralık 1948'de Birleşmiş Milletler genel kurulunca kabul edilen insan haklan evrensel beyannamesinin 18. maddesi "Her şahsın fikir, vicdan ve din hürriyetine sahip olduğunu" kabul etmiştir. 569 Fransa'da ortaya çıkan laiklik, uygulandığı her ülkede farklı şekiller kazanarak günümüze gelşüncelerini

miştir.

Bugürıkü Batı ülkelerinin hukuk"Unda laiklik, din ile devletin ayrılması ve devletin dine, dinin de devlet işleri­ ne karışmaması, ülkede mevcut din ve mezheplere karşı

568 Selman Erdem, Sosyoloji, s. 92-93. 569 Yılmaz Öztuna, Türkiye Tarihi, Hayal Yay. İstanbul 1967, s. 188, C. 11.


318 / Kültür Sömürgeciliği ve Eğitim

devletin tarafsız kalması, buna karşılık dinin de devlete karşı, serbestlik içinde ahlaki ve manevi hayatın gereği olarak hüküm sürmesidir. Yani kısaca, laiklik, sadece devlet hayatına ait bir hareket ve faaliyet prensibidir. Türkiye'de, laiklik hareketinin başlangıcı 1839 Gülhane Fermanı'na dayanır. Bu fermanda yer alan maddelere göre, padişah 1. Abdülmecid, tebaası arasında din farkını kaldın yor ve hukuken herkese, devlet karşısında eşit­ lik hakkı veriyordu.570 Daha sonra 1876,'da 1. Meşrutiyet anayasasına, hristiyanların müslümanlarla eşit olduğu maddesi konduğu halde, devletin resmi dini İslamdır ifadesi aynen kaldı. l 908'deki 3 1 Mart olayından sonra, Türkiye'de din reformu meselesi gündeme getirildi. Mısır'da Muhammed Abduh ve Rusya'da Musa Carullah hareketleri tarzında bir ilahiyat meselesi olmaktan daha çok bir yanı dinsizlik, öteki yanı taassup suçlamaları arasında geçen tartışma şeklini aldı. 571

Türkiye'de laiklik, Batı'da olduğu gibi, yüzyılların beraberinde getirdikleri fikir akımlarının ve tarihi gelişme­ nin meyvesi olmaktan ziyade, Cumhuriyet devrinde gerçekleşen inkılapların eseridir. Bizde, Cumhuriyet dönemine ait ilk anayasa olan 1924 tarih ve 364 sayılı Teşkilat-ı Esasiye Kanunu'nda "devletin resmi dini İslam'dır" tabiri yer almaktaydı.572 3 Mart 1924 tarihinde çıkarılan Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile eğitim birleştirilirken, hilafet ve saltanat da kaldınldı. 1925 yılında tekke, zaviye ve türbeler kapatıldı. Böylece adım adım laikliğe doğru gidilirken, uygun bir zemin hazırlanıyordu. 570 Niyazi Bcrkes, Türkiye'de Çağdaşlaşma, s. 430-431. 571 Amiran Kurıkan, Sosyolojik Açıdan Din ve Laiklik, s. 167·168. 572 T.B.M.M Kavanin Mecmuası, Cill 2, sah. 365. Ank. 1926, Osmanlı Türkçesi


Kültür

Sömürgeciliği

ve

Eğilim/

319

Nihayet 1928 yılında İsmet İnönü ve 120 milletvekilinin imzasını taşıyan teklif T.B.M. Meclisince kabul edilerek, anayasanın ikinci maddesinden, "devletin dini İslam' dır" ibaresi kaldırıldı. 1937 yılında da yine İsmet İnönü ve 153 arkadaşının verdiği önergenin 315 sayı ile kabul edilmesiyle beraber, laiklik Atatürk ilkeleri arasında yer aldı. 573 Bunlara paralel olarak, çeşitli sahalarda inkılaplara girişilmiş, laiklik bahane edilerek dindarlar şiddetle cezalandırılmıştır. İnkılfiplar ise, Türk milletine has bütün müesseseleri kaldırarak değerlerine yabancılaşma ortamını hazırladı. 574 Laikliğin halka geniş bir hürriyet imkanı hazırlaması gerekirken, İkinci Dünya Savaşı sıralarında, Türkiye'de fikir hürriyeti rafa kaldırılmıştır. O sıralarda inkılap ve laiklik gibi kavranılan tenkit etmek adeta intihardı. Bütün dünyada laiklik, din hürriyeti olarak anlaşıldığı halde, bizde kavram kargaşalığına uğratılarak, her kalıba uyacak şekle getirildi. Böylece din düşmanlarının eline büyük bir silah verilmiş oldu. Laikliğin Atatürk ilkeleri arasında yer alması, 5816 sayılı Ataliirk'ü koruma kanunu ile aynı çerçevede yorumlanmasına sebep olmuştur. 1940'lı yılların, dehşet verici yıldırma ve sindirme politikası, din terbiyesi ve ahlak faktörünü kökünden kurutmak istemiştir. 575 Laiklik dini bir kavram olmaktan öte hukuki bir kavramdır. Buna dayanarak Türkiye'de İslam ceza hukukuyla beraber, sözleşme ve borç hükümleriyle, evlenme ve boşaruna gibi ailevi haklar değiştirilip, yerine Fransız ceza hukukunun ilgili maddeleri getirilmiştir.576

573 Ahmet Mumcu, Türkiye Cıınıhııriyeıi İnkılap Tarihi, M.E.B. Basıınevi, İstanbul 1989, s. 230-298. 574 Ahmet Kabaklı, Temellerin Dıımşnıası, İstanbul. 575 Ali Fuat Başgil, Din ve laiklik, s. 15. 576 Necip Fazıl.


VII- UYGULAMA (Anket) Kültür sömürgeciliğjnin aydınlar ve halle üzerindeki tesirini tesbit için, İstanbul'un çeşitli semtlerinde 1000 kişi halk, 1000 lise ve yüksek okul öğrencisi, 500'de öğret­ men olmak üzere toplam 2500 kişi üzerinde 12 soruluk bir anket uyguladık. 1- Hangi Tür Müziği Dinliyorsunuz?

Bu soruya verilen cevapta, 980 kişi klasik Türk müzi730 kişi halk müziğini, 665 kişi Batı ve hafif Batı müziğini, 120 kişi klasik Batı müziğini, 90 kişi pop müziğini, 11 O kişi arabesk müziğini 300 kişi ise her türlü müziği terciih etmiştir. Burada dikkati çeken nokta, halkın daha çok klasik Türk müziği ile Türk halk müziğini, öğretmenlerin klasik Türk müziği ile Batı müziğini, öğrencilerin ise % 85 oranında Batı müziğinin her türünü tercih etmesiydi. ğini,

2- Bu Müzik Türlerini Niçin Tercih Ediyorsunuz?

Bu soruya, 1960 kişi ailemde dinlendiği için, 305 kişi televizyonda dinleyerek alıştım, 80 kişi arkadaş tavsiyesi-


Kültür

Sömürgeciliği

ve

Eğilim ı

321

ne uyarak, 380 kişi ise zevkime uygun olduğundan cevabını verdi. Buradan anlıyoruz ki müzik konusunda ailenin seçimi çok önemli bir yer tutarken, zevke göre seçim ikinci, televizyonun tesiriyle alışmaksa üçüncü sırayı almaktadır.

3- Dans Türlerinden Daha Çok Hangisini Seversiniz?

Bu soruya 2100 kişi halk dansları, 160 kişi tango, 180 vals, 385 kişi ise çeşitli danslar cevabını verdi. Buradan anlaşıldığına göre, halkımızın genel tercihini halk dansları yönündedir. kişi

4- Herhangi Bir Müzik Topluluğuna Öğrenmek İçin Katılmak İster miydiniz?

Bu soruya evet cevabına verenler, şu şekilde bir dağı­ lım göstermiştir. 900 kişi Türk sanat müziği topluluğu, 780 kişi Türk halk müziği topluluğu, 630 kişi Batı müziği topluluğu yönünde tercih belirtirken, 270 kişi bu konuda yeterli bilgiye sahip değilim cevabını verdi. Burada halkın ve yüksek tahsilli aydın kesimin Türk sanat müziği ile halk müziği topluluklarını büyük çoğun­ lukla tercihi görülürken, öğrencilerin % 97 oranında Batı müziği topluluğunu tercih etmesi dikkati çeken önemli bir noktadır. 5- Yüksek Tahsil Yıllarınızda Yabancı Dille Eğitim Yapan Okullar Olsaydı, Girmek İster miydiniz, Niçin?

Bu soruya 2430 kişi evet, 80 kişi ise hayır cevabını Sebep olarak da, yabancı dilin çok önemli bir ihtiyaç ve statü belirtisi olduğu gösterilmiştir. vermiştir.


322 / Kültür

Sömürgeciliği

ve

Eğitim

Buradan anlıyoruz ki, halkın yabancı dille eğitime ve dille eğitim yapan okullara bakışı tamamen farklı ve dil ihtiyacına dayalıdır. yabancı

6- Eski Yazıyı Öğrenmek İmkanı Sağlansa, Eski Türk Eserlerini incelemek İster miydiniz?

Bu soruya 915 kişi evet cevabını verirken 840 kişi ha206 kişi hobi olarak, 184 kişi ise, bana gelecekte faydalı olacaksa cevabını vermiştir. Buradan anlıyoruz ki halkı çoğunluğu eski yazı ve eserler konusunda yeterli bilgi ve duyarlığa sahip değil­ dir. yır,

7- Türk Yemekleri ve Pasta Çeşitlerini Batı Mutfağına Karşı Nasıl Buluyorsunuz?

Bu soruya, 1625 kişi Türk yemeklerini iyi buluyorum, 954 kişi Batı yemeklerini tanımıyorum, 280 kişi Avrupa yemeklerini daha iyi buluyorum, 655 kişi ise, kültür ve inancıma ters düşen hiçbir şeyi kabul etmiyorum, yönünde cevap vermiştir. Buna göre ankete katılanların çoğunlukla Türk yemeklerini tercih ettiği, bunu Batılı yemekler takibettiği görülmektedir. 8- Evlenmeden Önce \'e Bekarsanız, Karşınıza Karşı Cinsten ve Size İlgi Duyan Bir Batılı Çıksa, Onunla Evlenmek İster miydiniz?

Bu soruya 1800 kişi evet cevabını verirken, 600

kişi

hayır demiştir.

Burada anlaşıldığı üzere Batılı aile tarzına karşı büyük dine olduğu görülmektedir.

mızın

halkı­


Kültür

Sömürgeciliği

ve

Eğitim ı

323

9- Evlenmek İstemenizin Sebebi Nedir?

Buna 630 kişi onların tiplerini beğeniyorum, 580 kişi onları daha medeni buluyorum, 1100 kişi ise değişik cevaplar vermiştir. 10- Cevabınız

Hayırsa,

Niçin?

Bu soruya, 400 kişi onların dini farklı, 194 kişi onlamilliyetleri farklı, 255 kişi onları fazla medeni bulmuyorum, 140 kişi değişik sebepler göstererek cevap verrın

miştir.

11- Batı Tipi Giyim Tarzını Nasıl Buluyorsunuz?

Bu soruya, 1570 kişi daha güzel, 620 kişi daha rahat, 390 kişi modernliği yansıtıyor, 204 kişi bizim kültürümüze yabancı, l 98 kişi değişik cevaplar vermiştir. Burada görüldüğü üzere, halkımızın büyük çoğunlu• ğu Batı tipi giyim tarzını benimsemiştir. 12- Yeni Türkçe'deki Kavram

Fakirliğinin Farkında mısınız?

Bu soruya, 1100 kişi evet, 834 kişi hayır cevabını verirken, 610 kişi ise, bu konuda yeterli bir bilgiye sahip değilim demiştir.

Buradan şu neticeye vannz. Halkımız Türk dili konusunda yeteri kadar bilgiye sahip olmadığı gibi, eğitim kurumlan da bu konuda gerekli titizliği göstermemektedir.


VIII- NETİCE Kültür sömürgeciliğinin doğuşu, gelişmesi ve eğitime tesirleri incelenirken, medeniyetin akışı içerisinde Türkiye'nin bu konudaki gerçekleri dikkate alınmalıdır. Nitekim kültür sömürgeciliği, sömürgeci toplum veya milletlerin, başka toplwnların, üst yönetici ve aydınları­ nın kafalarını yabancı fikirlerle istila edip, o toplwnun, ülkesini ve insanlarını her alanda kendi çıkarları doğrul­ tusunda yönetip işletmek faaliyetidir. Burada, en son gaye, sömürgeleştirileecek ülke ve toplumun içine yerleşe­ rek, kısa veya uzun zaman içerisinde manevi ve milli değerleri yozlaştırarak kendine bağlamaktır. Bu gayenin gerçekleşebilmesi ise, ancak, eğitim ve öğretim kurumlarının ele geçirilmesiyle mümkündür. Aynca, sömürülecek ülkenin, nüfus yoğunluğu, toprağının büyüklüğü, yeraltı ve yerüstü zenginlikleri kültür değerlerini sağlamlığı, milli haysiyetine düşkünlük seviyesi ve maziye bağlılığı da, bu konuda çok önemlidir. Sömürgeciliğin, tarihin her döneminde, farklı şekil ve metotlarla kendini gösterdiği göz önünde tutulacak olursa, konunun önemi daha iyi anlaşılacaktır.


Kültür Sömürgeciliği ve

Eğitim

I 325

Tarihin her dönemi, toplumların birbirlerine karşı üstünlük ve hakimiyet kurma çabalarına şahit ve sahne olmuştur. Bu üstünlük kurma faaliyeti, hayvanlar ve bitkiler §leminden başlayarak, insanda doruk noktasına ulaşan, adeta bir hayat ilkesi görünümündedir. İnsanın yaratılışından itibaren, geçirdiği biyolojik ve psikolojik dönemlere baktığımızda, hakimiyet ve üstünlük faaliyetlerinin, daha altı yaşlarında, yani metafizik dönemde başladı­ ğını görürüz. Zira, bu yaştaki çocukları göre, anneleri en iyi anne, babalan en iyi baba, çevreleri en iyi çevre görünümündedir. Yaş ilerledikçe, bu duygular gelişerek insanın kendisini merkez edirunesine ve başkalarıyla üstünlük yarışına girmesine dönüşür. Aslında hep bu davranışların altında, daha kolay ve rahat yaşamak için, ba~kalarından üstün olma duygusu yatmaktadır. İnsan bedenine baktığımızda da, buna benzer bir durumla karşılaşırız. Bu konudaki ilmi araştırmalara göre, insan vücudunda hergün 100 gr. kan yenilenmektedir. Buna göre, demek ki 40-50 günde vücutta bulunan bütün kan yenilenmektedir. Vücuda hayat veren mekanizma, kırmızı kan ve onun temel elemanı olan alyuvarlara dayanırken, iç ve dış tahriplere karşı savunma görevi de akyuvarlar tarafından yerine getirilmektedir. Bütün bunların hepsinden daha önemlisi de, insan bedeninin zamana karşı mücadele ve direnç göstermesidir. Demek ki, başta insan olmak üzere, bütün canlılar hayatta kalmak ve iyi yaşayabilmek için çevreden başlayıp kendilerinde sona eren bir mücadeleyi göze almak zorundadırlar. İşte, kültür sömürgeciliği de, bu hayat sahnesinde daha rahat, iyi ve modem yaşamak isteyen toplumların, gelişmekte olan ve bol kaynaklara sahip diğer toplwnların her türlü zenginliğini çeşitli metotlarla elinden alma faaliyetidir. Bu faaliyet ya açık veya gizlice yürütülür.


326 / Kültür

Nasıl

Sömürgeciliği

ve

Eğitim

ki, insan bedenini tahribe yönelen mikroplara karşı, lenf sistemi akyuvar üreterek vücudu korursa, kültür sömürgeciliğine karşı da en iyi savunma yolu milli kültüre dayalı eğitim politikasıdır. Bir ülkede kültür istilası, bir kere başarıldı mı o ülke ve toplumun her alanında kolaylıkla yürütülebilir. Kültür sömürgesi olmaya aday ülkelerde, öncelikle eğtim kurumlan, daha sonra da kitle haberleşme vasıtaları ele geçirilerek, milli k-ültür yozlaştınlır. Bunun için, üst yöneticilerle aydınlar elde edilmeye çalışılır. Böylece taklitçi, yaranma ihtiyacı duyan ve üretmeden tüketen bir sınıf meydana getirilir. Kitle haberleşme vasıtalarıyla da, bu kimselerin faaliyetleri şirin gösterilerek, lüks ve sefahat halka kadar yaygınlaştınlır. Yemek tarzı, giyim alışkanlıkları, sanat ve eğlenceler, gelenek ve görenekler vs. toplum çevresi ile yaşayış şekli değişir. Her konuda ve alanda sömürgecinin isteği ve çı­ kan doğrultusunda hareket edilir. Kendi kültür ve özüne yabancılaştırılmış toplumlar, yabancı kültürlere bağlı ve hayran aydınlarla yöneticilerin faaliyetleri neticesinde, şahsiyetlerini kaybederek, tarih sahnesini terkedebilirler. Nitekim, başka kültür, din ve törelerin istilası ile yok olmuş milletler ve kaybedilmiş vatanlar çoktur. Asurlular, Normanlar, Hunlar, Urartular bunlardan bazılarıdır. Bu milletler, silah gücüyle değil, başka kültürlerin eziciliği altına girerek yok olmuşlardır. Toplumlardaki iktisadi ve fikri çöküntüler de, yine yabancı kültürlere teslimiyetten kaynaklanır. Demek ki milletlerin mücadelesi, aslında kültürlerin mücadelesidir. Bu mücadelede başarılı olanlar kalır, başarılı olamayanlar yok olurlar. Yok olmamanın yolu, eğitim kurumlarında milli kültür değerlerinin ideal ölçülerde işlenmesinden geçer. Yoksa, bizim olmayan doktrinler ve ideolojiler yayılarak milli vicdanı boğar.


Kültür Sömürgeciliği ve Ei)ilim I 327

Milli düşünceyi dizginleyip, yaratıcılığı, milli şahsiyeti esir ve köle haline getirir.

hamleciliği,

A- BUGÜNKÜ TÜRKIYE'DE KÜLTÜR SÔMÜRGEClLIÖl VARDIR

Parlak bir tarihi geçmişe ve köklü bir kültür hazinesine sahip olan Türk milleti, ilk olarak Hunlar ve Atilla ile Avrupa'ya ayak basmıştı. O günlerde karanlık ve cehalet içinde yüzen Avrupalılar, karşılarında medeni ve cengaver Türkleri görünce şaşkınlığa uğradılar. Akabinde, bu şaşkınlık, kin ve düşmanlığa dönüştü. Hele, Türklerin müslüman olarak 107 l 'de Anadolu'ya ayak ba'iması, kendilerinden başka güç tanımayan Avrupalıları büsbütün çileden çıkararak, Haçlı seferlerinin tertiplenmesine zemin hazırladı. Bu şekilde, sinesini isıam önderliği adına, düş­ mana siper eden Türk milleti, bu uğurda oluk oluk kan akıtarak varlık ve yokluk mücadelesi verdi. Ama, kendisini bir türlü iç ve dış yıkıcı sömürücü faaliyetlerden kurtaramadı. Böylece, uçsuz bucaksız topraklar üzerinde inşa ettiği cihan devletinden, başı içerde, ayaklan dışarda kalacak şekilde ve istiklal mücadelesi vererek, Anadolu'ya sığınmak zorunda bırakıldı. Yaptığı her ileri hamlede yolu kesilen Türkiye, kurtuluşu, kendisini yoketmek isteyen Batı'ya sığınmakta buldu. Fakat müslüman Türkü, sömürgecilik yolunda kendilerine en büyük engel gören Batı, öncelikle askeri yönden yoketmeye çalışırken, bugün taktik değiştirerek yıkıcı faaliyetlerini kültürel sahaya çevirdiler. Amaçlarını gerçekleştirmek için, öncelikle eğitim kurumlarına el atarak, köksüz bir aydın sınıfı yetişmesini sağlamışlar, daha sonra da açtıkları veya açtır­ dıktan yabancı dille eğitim yapan okullarda, büyük çapta sonuca ulaşmışlardır. Bugün Türk milletinin kafası, Arap-Fars kültürünün istilasından kurtulayım derken, Hristiyan, Yahudi ve


328 / Kültür

Sömli'geciliği

ve

Eğitim

Grek potasında mayalanmış Batı kültürünün istilasına uğ­ ramıştır. Bu istila askeri işgalden çok daha tehlikeli olarak, yarının ümidi olan yeni kuşakların kafalarını aşındır­ makta, içini kemirip yozlaştırmakta, milli duygularını öldürmekte, şahsiyetlerini başkalaştırmakta, böylece Türk insanı kimliğiyle yetiştirilmelerini engellemektedir. Buna bağlı olarak arkadan gelen yeni nesil, Türklük endişesi taşımayan, hiçbir toplumun mensubu olmayan, dünya vatandaşı, zavallı benciller olarak tarih sahnesinde boy göstermektedir. Bu tür bir kişiliğe sahip olanlar, herkes tarafından ve her yönden istismar edilmişlerdir. Milli tarlamızda yetişen bu yabancı otlan temizlemenin çaresi, en keskin ilacı kullanmaktır. Bu ilaç milliyetçilik ve tevhid esasıdır. Milliyetçilik, milleti sevmek ve onu yükseltmek için her türlü fedakarlığı göze almak olduğundan, kültür sömürgeciliğinin en önemli panzehiridir. İslama dayanmakla en güzel ifadesini bulan Türk milliyetçiliği, başkalarının iddia ettikleri gibi, istila ve saldır­ ganlık olmayıp, tersine, sömürgeciliğe ve sömürgecilere karşı, Türk milletinin kaynaklarına dayanarak, varlığını, haklarını ve haysiyetini korumaktır. Böyle bir iradenin güç kaynağı, inançlarımız, ülkülerimiz ile örf ve adetlerimizdir. Halbuki, bugün Türk milliyetçiliği hor görülerek, faşistlik ve nazilikle suçlanmıştır. Böylece sömürgecilerin sahnelediği oyun, iç figüranlarıyla beraber oynanmış ve tutmuştur.

Bugün; Türk'ün dili anlaşılmaz bir hale getirilerek yozlaştırılmış ve nesiller, bu en önemli bağdan mahrum edilerek, boşluğa itilmiştir. Dil insanlar arasında anlaşma vasıtası olduğundan, hem psikolojik, hem sosyolojik ve hem de ferdi yönü vardır. Bunu çok iyi ~avrayan ülkeler, milli dillerine önem vermişler, geliştirmişler ve zenginleştirmişlerdir.


Kültür Sömürgeciliği ve Eğilim I 329

Zamanımızdan 2000 yıl kadar önce Jül Sezar'ın Britanya'ya ayak bastığı yıllarda, bir kabile dili seviyesinde bile olmayan Anglosakson dili olan İngilizce, tutarlı bir dil politikası sayesinde, bugün dünyanın en zengin dili olmuştur. İngilizler, her şeyden önce manevi kültür değer­ lerine karşı besledikleri derin saygı ve güvenden dolayı, dillerini geliştirmişler ve bu sayede üstünde güneş batmayan imparatorluk olan Britanya imparatorluğunu kurmuş­ lardır. Bu impatorluğun yıkılmasından sonra, İngilizce konuşan bir dünya hedefleyen İngilizler, zengin dilleri sayesinde, dil ihracatı ve ticareti gerçekleştirmişler, böylece Güney Afrika'dan, Hindistan ve Amerika'ya kadar geniş bir sahaya milli kültürlerini yayma fırsatı elde etmişler­ dir. Aynı durum, eski firavunlar diyarı Mısır için de söz konusudur. Yedinci yüzyılda yeryüzüne yeni bir düzen getiren İslamiyetin temeli olan Kur'an ve Hadisler Mekke şivesi denilen Kureyş Arapçası ile ifade edilmişken, bugün İngiliz kültür sömürgeciliğine teslim olan idareciler yüzünden, en iyi gelişme seviyesine Mısır'da ulaşmıştır. Nitekim, sınırlı bir turizm gelirinden öte hiçbir gelire sahip olmayan Mısır, bugün Arapça dil merkezini Kahire'de gerçekleştirmiş olmasından dolayı, dünyanın her tarafın­ dan ilim Arapça'sını öğrenmek için gelenlerin dil merkezi olmuş ve iyi Arapça bilen ilim adamlarını dünyanın her tarafındaki üniversitelerde görevlendirterek, büyük bir gelir elde etme şansına sahip olmuştur. Bunlara karşılık Shakespeare'in yaşadığı yıllarda bizim ana dilimiz Türkçe, Balkanlar'dan Çin'e ve Hlndistan'a kadar çok geniş bir alanda konuşulmaktayken, aydın ve yöneticilerimizin yanlış dil politikası yüzünden horlanıp köreltilerek kabiledili seviyesine düşürülmüştür. Böylece, Lozan'da kaldırılmış olan iktisadi kapitülasyonlar, insanımızın zihnini ipotek altına alarak, kültürel sahada daha şiddetle varlığını sürdürebilmiştir.


330 I Kültür

Sömürgeciliği

Diğer

ve

Eğitim

yandan, yabancı dille eğitim yapan azınlık ile yabancı devlet okullarını kontrol altında tutabilecek tedbirler alınamadığından veya alınmadığından bu okullar adeta Batılı ülkelerin beşinci kol kuvveti olarak çalışmalarını sürdürmüşler ve millf meselelerimiz açı­ sından büyük tehlike arzetrnişlerdir. Bunlar da yetiyormuş gibi, biz kendi elimizle Anadolu Liseleri adıyla yabancı dille eğitim yapan okullarla, üniversiteler açarak, kültür sömürgeciliğinin gerçekleş­ mesi için adeta prim verdik. Bunu ispat için de "Türk'ün dili eğitim dili değildir" tezini ortaya attık. Kötü olan her şeye, "Türk tarzı" dedik. Buna göre, Türk'ün yediği, içtiği, sanattan, musikisi, giysisi, eğlencesi, folkloru, düğü­ nü, törenleri, yürüyüşü, oturma ve kalkması vb. Hülasa, insana ait ne varsa hepsine alaturka damgasını vurarak, elimizin tersiyle ittik. Devlet kesesinden büyük harcamalar yaparak, ilim ve ara.~tırma için yurt dışına gönderdiğimiz elemanlann Batı müziği, sanatı, giyim ve kuşamından başka birşey getirmediklerini gördüğümüz halde, başımızı öne eğip düşü·· neceğimize, bu kimselerin kültürel tahribatına, Batılılaş­ mak adına alkış tuttuk. Tarihimize ve atalarımıza dil uzatıp, alay edenlere karşı, maddi ve manevi değerlerimizi gerekçe gösterip direnemedik. Yeni Türk devletinin kurucusu, M. Kemal ve arkadaşlarını istismar edip, vatan adına vatansızlık edenlere Türk'ün çelikleşmiş mücadele azmini gösteremedik. Avrupa gibi bayram yapmayı, kızlarımıza Türk gelinliği yerine A vrupa'dan gelenleri giydirmeyi ve kiliselerde düğün yapmayı marifet sandık. Dinimize geri, milli felsefemize çağ dışı demeyi, Batılılaşmak sandık. Atatürk'ün "Ne mutlu Türküm diyene" sözünü sadece taşlar üzerine yazarak, "Türk övün, güven, çalış" ikazına gülüp geçtik. okulları


Kültür

Sömürgeciliği

ve

Eğitim ı

331

Sadece namaz kılmak, oruç tutmak ve kelime-yi şa­ hadet getinnek gibi parasız ibadetleri yapmayı dindarlık olarak kabul ederek, "Komşusu aç iken kendisi tok yatan bizden değildir" diyen ve yardımlaşmayı emreden Peygamber uyarısına aldınnaz olduk. Böylece "Ben sadece müslümanım Türk değilim" diyebilecek garip anlayışlı müslümanlar yetiştirdik. Eğitimde millileşmek yerine, milletleraracılık anlayışını benimsedik. Bugüne kadar tarih sahnesinden silinmiş Türk devletlerinin, kültür sömürgeciliği yüzünden yok olduklannı düşünemedik. Aydınımızda Tanzimattan beri sürüp giden özenti, kul olma ve yaranma hastalığının bizi Batılılaştır­ madığı gibi, uçurumun önüne getirdiğinin farkına varamadık. A.E.T.'ye girmek uğruna eğitimde kalite, şahsiyet ve disiplin aramayarak, okulları demokrasi adına, başıboş ve bilgisiz insanlar üreten fabrikalar haline getirerek, yarınlarımızı bile bile tehlike içine soktuk. Bunların hepsinin kültür sömürgeciliğinin uygulama metotlarından olduğunu unuttuk. Radyo, televizyonla, basın ve yayın gibi çok tesirli kitle haberleşme vasıtaları milli seslere ve gerçek ilim adamlarına programlarında yer vermez, Türk dilini bozmak için elinden geleni yaparken, Barılılaşmak adına susmayı, basın ve yayın hürriyeti zannettik. Bütün bu davranışlarımızla Batılıları dahi üstümüze güldürdük. B- BUGÜNKÜ TÜRKIYE'DE KÜLTÜR SÖMÜRGECILICI FARKETTlRILMEDEN UYGULAl'\MAKTADIR (Alışlınna Safhası)

Memleketimizde yabancı kültürün aşılanması sanat, müzik ve ilim faaliyetleriyle gizlenerek, dolaylı yollardan uygulanmaktadır. Bu konuda sömürge zihniyetiyle faaliyet gösteren eğitim kurumlarından yetiştirilmiş aydınlar­ la, uzmanların hizmetlerinden yararlanılmaktadır.


332 ı Kültor Sömürgeciliği ve Eğitim

Burada, öncelikle milli duygu yerine, bedeni ihtirasedici romanlar yazdırılarak ve çok sayıda bası­ larak, ucuz fiyatla ve kaldırımlar üzerinde sabşa sunulur. Yazılan hikayelerde, manevi değerler alaycı bir üslOpla ele alınır veya konu müstehcen bir şekle büründürülür. Nüfusumuzun % 50'den fazlası 20 yaşının altında olduğundan, basılan gazete ve dergilerde insan vücudunun cazip kısımlan resimler halinde sergilenerek, ailenin kuruluşunu sağlayan gizlilik ve ahlaki fak.1örle, utanma duygusu yokedilmeye çalışılır. Bugün Türkiye'de gerçek ilim adanılan ve ilmi eserler hakkında olumsuz propaganda yapılmakta ve böylece ilmi çalışmalara ilgi azaltılmaya çalışılmaktadır. Televizyon yayınlarında, yabancı kültürlerin değer hükümlerini güzel gösteren filmler ve piyesler sıkça gösterilmekte, böylece, 24 saat devamlı yayın yapılarak, insanlarımız hayal ortamına itilmekte, sarhoş ediilen gençliğiimiz, ne okumaya ne de tabiatıyle ilgi duymaktadır. Aynca, eği­ timde kolay sınıf geçme sistemi getirilmiş, böylece okuması gerekenler bile, okumadan diploma almaya sevkeları teşvik

dilmişlerdir.

Aslında bu hastalığın altında, Batı'ya özenti ile liyakatsiz kimselerden meydana gelen siyasi kadroların devlet yönetiminde görev almaları meselesi yatmaktadır. Bu durum birdenbire ortaya çıkmış da değildir. Tanzimattan beri Türk toplumu, metotsuz ve programsız bir Batıcılığa itilmiştir. Böylece, devlet yöneticileri ve aydınlar kendi kültürümüzden kolayca kopabilmiş­ tir. Neticede, Batılılaşarak, kalkınmak ve gelişmek yerine, batmakla karşı karşıya kalınmıştır. Batılılaşmanın ıs­ lahat hareketlerinden geçtiğini devamlı telkin eden A vrupa ve Amerika'nın asıl gayesi, Türkiye'nin kalkınması değildir. O, bir defa Osmanlı'yı yıkıp mirasını paylaşmayı aklına koymuştur. Onun için azınlık haklarını temele alan


Kültür Sömürgeciliği ve Eğitim I 333

ıslahat

hareketleri, bir müddet sonra dış ülkelerin iç işleri­ mize müdahale etmesine sebep olmuştur. Islahat hareketlerinin amacı, Şark zihniyeti ile Batı zihniyeti arasında bir sentez yaparak, geri kalmışlık çemberini kırmaktı. Fakat, bunun için ne kadro, ne de iyi yetişmiş elemanlar vardı. Sonuçta, Türkiye'nin kaderi üzerinde rol oynayan iki ayn zihniyet ve ekip meydana çıktı. Birincisi, eskiye ve asır­ lar boyunca yaşanılmış ihtişamlı maziye bağlı; kalanlar grubu ise, göz kama~tıran eserleriyle kendini ortaya koyan Batı'yı taklit edenler grubudur. En ideali, bu iki grubun birleşmesi olduğu halde, bu, bir türlü gerçekleştirile­ memiştir.

Halen memleketimiz, Batı ve Doğu'dan gelen bu kültür baskılarının tesir sahası durumundadır. Bunlar günümüzde kapitalizm ve komünizm olarak ayrılmakta, fakat maddeci kültürlerden geldikleri için, bir noktada birleş­ mektedirler. Gerçi bugün, Sovyet Rusya'nın dağılmasın­ dan dolayı komünizm zayıflamış görünmektedir. Fakat tek başına kalan ve özel mülkiyette sınırsız kan savunan kapitalizm, daha da azgınlaşmakta, sömürü çarklarını da hızlandırmış bulunmaktadır. Her zaman, kendisine yeni sömürü pazarları arayan kapitalizm de durdurulmadıkça, yeryüzünde savaşlar, işgaller ve mücadelelerle, ihtilal ve haksızlıklar durmayacaktır.

Çünkü, sadece maddi hedefleri ön plana alan ülkeler, geçinmeyi amaç edindiklerinden, kültür sömürgeciliğini politika haline getirmişlerdir. Bunlar sömürü pazarlarını genişletmek ve elde tutabilmek için, hedef seçtikleri ülkelerin milli değerlerini yozlaştır­ mak yolundadırlar. Bunun tek yolu vardır, o da alıştımıa­ dır. Sömürgelerde uyguladıkları ahlaki ve manevi değer­ leri yıpratmaya kendilerini kaptıran ülkeler, zamanla, kendi bünyelerinde de, ahlaki ve moral çöküntüye maruz başkalannın sırtından


334 / Kültür Sömürgeciliği ve Eğitim

kalarak dağılabilirler. Ne var ki, bu çöküntüler birdenbire ortaya çıkmaz. Bugün, hayal filemi olarak gözümüzde büyüttüğümüz Avrupa, aile hayatının bozulması ve maddi yarış yüzünden batmakta ve her çırpınışında da bu batış daha da hız­ lanmaktadır. Buna rağmen, halen ayakta kalmasının sebebi, sömürü ağını dünyanın her yerine germiş bulunmasın­ dandır.

Türkiye'nin bugünkü konumu ve Rusya'nın dağılma­ ortaya çıkan yeni dengeler, Batı'nın sömürgeci işta­ hını iyice kabartmış bulunmaktadır. Çevremizdeki deği­ şikliklerin, olumlu sinyaller verdiği bir zamanda Türkiye, derin bir maziye sahip değerlerine sarılarak kendisine karşı güven duygusunu arttırmalıdır. Bunu iyi bilen ve Türkiye'nin yaşadığı bölgeler üzerinde büyük hesaplan olan sömürgeci Batı, elindeki her türlü imkanı kullanarak bölgede kalmak istemektedir. Bütün dünyada, bu arada Türkiye'de kitle haberleşme vasıtalarının hızla gelişmesini fırsat bilen sömürgeciler, öncelikle ve sinsice, bu yayın organlarına sızarak, kendileri olmadıkça Türkiye'nin kalkınamıyacağı tezini yaymakta ve halkı buna alıştırmaya çalışmaktadırlar. Bu yayın organlarında Batı'nın iyi yönlerini işleterek, gençliği lüks ve sefahata yöneltmekte ve bunda da epeyce mesafe sıyla

almış bulunmaktadırlar.

Bununla da tatmin olmayan sömürgeciler, eğitim kuders programlarına, lüzumsuz bilgilerle milli ve manevi değerlerimizle çelişen ideolojileri sokturarak, zaman ve kaynak israfına sebep olmaktadırlar. Kendisine devamlı hizmetçi arayan Batı, eğitimlerini yönlendirdiği ülkelerde bu tipleri bolca ve fazlasıyla yetiştirebilmektedir. Ülkelerin yönetim biçimleri de bu meselelerin başka bir yönüdür. Mesela, Arap ülkelerinden bir çoğunun halen krallık idaresiyle yönetilmesi, bir tesarumlarındaki


Kültür Sömürgeciliği ve Eğitim I 335

düf değildir. Çünkü, bir parlamentonun elde edilmesi, bir ailenin elde edilmesinden daha zordur. Onun için, adı geçen ülkelerde krallıkların devamı için her türlü tedbiri alan kültür sömürgecileri, menfaatlerini de devam ettinne şansına sahip olmuşlardır. Sömürgeciliğin, en çok korktuğu yönetim biçimi demokrasi ve parlamenter sistemle, milli değerlerle donatıl­ mış eğitim programlan olduğundan, sömürgeciliğe karşı mücadele veren milletlerin genç nesilleri, demokrasiyi vazgeçilmez bir ideal olarak benimsemek zorundadırlar. Yalnız, bütün müesseseleriyle uygulanmayan demokrasiler, daha çok istismar kaynağı meydana getireceğin­ den, fayda yerine zararlı olurlar. Onun için bir ülkede sömürge faaliyetinden k.-urtulmak isteyen nesiller, gerçek ölçülerde bir demokrasinin uygulanması için, mücadele etmek zorundadırlar. Aynı dumm Türkiye için de geçerlidir. Türk insanına mutluluk ve hürriyet getirmeyen sistemler, Türk'ün yönetim tarzı olamaz. Çünkü Türk Milleti'nin tarihi misyonunda, yönetmek ve hükmetmek vardır. Bunu çok iyi bilen sömürgeciler, sınıf mücadelesi ve bölücülüğü teşvik etmektedirler. Genç nesilleri, başıboşluğa teşvik eden bu ülkeler, öncelikle saygısızlığa, modaya, israfa ve nemelazımcılığa, milli meselelere karşı duyarsızlığa, inanç değerlerini inkara alıştırarak, gayelerine ulaşmak istemektedirler. Bütün bunlardan k.-urtuluşun yolu, mim eğitimle yetiş­ miş, milli ruha sahip kadrolardan geçer. Bu da milli televizyon, milli radyo, milli basın ve yayın demektir ki, kı­ saca milli kültür değerlerinin, her yönüyle hikim kılın­ ması, her yönüyle devlet politikası olmasıdır.


IX- ALINMASI GEREKEN TEDBİRLER A- Kültür değerlerimizin ve kültüre katkı yapanların envanteri çıkarılmalıdır. Bu konuda uzman olan ilim adamlarının gösterdiği yolda gidilmeli, kültürel açıdan zenginleşen ülkeler, örnek alınmalıdır. B- Kültür değerlerinin yozlaştırılmış şekillerinden, aslına dönüş gerçekleştirilmelidir. Kültürü yıpratıcı faktörler bilindiğinden metotlu bir çalışmayla sonuca ulaşıla­ cağı devamlı göz önünde bulundurulmalıdır. Bunun için aşağıdaki tedbirler alınmalıdır: 1) Milli' ve manevi kavramlar çeşitli yönlerden tanı­ tılmalı, doğru tarif ve izahlarla sonuca gidilmelidir. 2) Kültür sahasındaki büyük adamlar, daha doğrusu abide şahsiyetler, doğru olarak tanıblmalıdır. 3) Kültüre yeni ilaveler yapılabilmesi için, temelin sağlamlığının idrak ettirilmesi ve bu konuda halka, milli' değerlere karşı güven duygusu verilmesi gereklidir. 4) Kültür üstünlüğü fikrinin bencillik olmadığı, aksine, milli varlığı ispat enne yolu olduğu açıklıkla ifade edilmeli ve bu konuda her yola başvurulmalıdır.


Kültür Sömürgecili{ii ve E{iitim I 337

5) İktisadi büyümeye, sosyal gelişmeye ve ideal (karma) kültüre ulaşmamızı sağlayacak değerlerimize sahip çıkılmalıdır. Kültür alışverişinin de bu açıdan yürütülmesi için gerekli tedbirler hiç vakit geçirmeden ve zamanın­ da alınmalıdır. 6) Dil konusunnda halka kulak verilmeli ve yaşayan Türkçe için, herkesin üzerinde anlaşabildiği canlı ve ilmi esaslara uygun kelimeler bulunup çıkarılmalıdır. Ayrıca radyo ve televizyonla, basının dil tahribatını önlemek için acele Türk dilini koruma ve geliştirme kanunu çıkarılma­ lıdır.

7) Türkçeyi bozmak için gelişigüzel kelime uyduranilmen hasta oldukları yetkili kalemlerce ve devletin yayın organlarınca halka açıklanmalı, bunlann niyetlerini belirtmek için de sık sık açık oturumlar düzenlerımelidjr. 8) Türkçe'yi en iyi şekilde ifade eden eserler devlet tarafından bolca basılmalı ve ucuz fiyatla halka ulaştırıla­ rak, bu konuda gerçekten rnillt politika izlenmelidir. Devletin yayın organlarına spiker ve yapımcı alınarak, kılık ve kıyafetten daha çok milli değerlere bağlılık ve Türkçe konuşma özelliğine değer biçilmelidir. 9) Millf kültür değerlerini ve Türkçeyi en iyi kullanan filim ve piyesler halka gösterilmeli, dile ve milli değerle­ re yabancı ses ve sahne sanatçılarının programları radyo ve televizyon yayınlarından çıkarılmalıdır. 10) Bakanlıklararası ve devlet kurumlarındaki yazış­ malarda, Türk dili en güzel şekilde kullanılmalı, buna uymayanlar kanuni yoldan ikaz edilerek, böylece bir kelime ların

standardına ulaşılmalıdır.

11) İnsan için yabancı dilin bir araç olduğu herkese kabul ettirilmeli, yabancı dille eğitim yerine, Türkçe eği­ tim teşvik edilerek, yeni neslin milli değerlerle donahlması sağlanmalıdır.


338 / Kültür

Sömürgeciliği

ve

Eğitim

12) Türkiye'de yabancı dille eğitim yapan Anadolu Liseleri ile yüksek okullarda bu uygulamaya derhal son verilmeli, azınlık ve yabancı devlet okulları kanunla kontrol altına alınmalı, uymayanlar derhal kapatılmalıdır. 13) Eğitimde yönetici atama bir hiyerarşiye bağlan­ malı, sınıf geçme basitleştirilerek öğretmenlerin otoritesi ve haysiyetiyle oynanmamalı, öğrenci ve velilerin; öğret­ menlerle okullar üzerindeki tahakkümüne son verilmelidir. 14) Her derecedeki okullara mezuniyet imtihanları konulmalı, kaldırılan disiplin yönetmeliği, yeniden ve daha ciddi olarak ele alınarak eğitim kurumları gerçekten, eğitim yapacak hale getirilmelidir. · 15) Eğitim ve öğretimin gerçekten milli bir mesele ol?uğu gözönünde bulundurulmalı, bu konuda dış telkinlere kulak asmadan, sayı yerine öğrenci kalitesi esas alın­ malıdır. Bunların, l;ıiçbirine halka rağmen demokrasi denilmemeli, siyasi elleri eğitimden çekerek gerçekten milli eğitimin oluşmasına fırsat vermelidir.


Kültür

Sömürgeciliği

ve

Eğitim

I 339

X- BİBLİYOORAFY A 1- Ahmed, Hilmi, İslam Tarihi, Ötüken Yay. İstan­ bul 1974. 2- Ahmet, Rifat, Tasvir-i Ahlak, Tere. Gaz. Yay. İs­ tanbul 1976. 3- Akdeniz, Sabri, Eğitim Sosyolojisi, Marmara Üni. Vak. Yay. İstanbul 1990. 4- Akdeniz, Sabri, Kültür Sömürgeciliği, Bayrak Yay. İstanbul 1988. 5- Akkutay, Ülker, Enderun Mektebi, Gazi Üni. Yay. Ankara 1984. 6- Akyüz, Yahya, "Abdülhamid Devrinde Protestan Okulları ile İlgili Belge". Ank. Üni. Eğt. Fak. Yay. Ankara 1970. 7- Akyüz, Yahya, Türk Eğitim Tarihi, Ank. Üni. Eğt. Fak. Yay. Ankara 1975. 8- Alaylıoğlu, Ruşen-A. Ferhan Oğuzkan, Ansildopedik Eğitim Sözlüğü, Hayat Yay. İstanbul 1976. 9- Anadol, Cemal, Millf Kültürümüz ve Türk Top/unıımda Sosyal Çözülme, Orkun Yay. İstanbul 1991. 10- Arvasi, S. Ahmet, Eğitim Sosyolojisi, Balıkesir Eğt. Fak. Yay. Balıkesir 1976.


340 ı Kültür Sömiigeciliği ve

Eğitim

11- Arpat, Doç. Dr. Atilla, Sinan, Camilerinde Kutsal Boyutlar ve Modüler Düzen, Türk Dünyası Araştır. Yay. İstanbul 1984. 12- Aytaç, Prof. Dr. Kemal, Avrupa Eğitim Tarihi, Marmara Üni. Vakfı Yay. İstanbul 1992. 13- Ayverdi, Samiha, Milli Kültür Meselelerimiz ve Maarif Davamız, Kültür Bak. Yay. İstanbul 1976. 14- Baltacı, Cahit, Milli Eğt. Kültür Dergisi, İstanbul 1979. 15- Banguoğlu, Tahsin, Dil Bahisleri, Kubbealtı Yay. İstanbul 1987. 16- Başaraıı, İbrahim Ethem, Eğitime Giriş, Kardeş Matb. Ankara 1967. 17- Başgil, Prof. Dr. Ali Fuat, Din ve Laiklik, Yağ­ mur Yay. İstanbul 1985. 18- Bergson, Henry, Le rire, Essai sur la signification du Comique, Paris 1947. 19- Berkes, Niyazi, Tiirkiye'de Çağdaşlaşma, Doğu Batı Yay. İstanbul 1978. 20- Bemard Lewis, Dil ve Kültür Üzerine Konuşma­ lar, 20.2.1982, İstanbul. 21- Berten, Cezmi Tahir, Eğitim Teşkilatı ve Felsefesiyle Amerika, Ajans Türk Mat. Ankara 1961. 22- Bilgiç, Prof. Dr. Emin, Milli Kültür Davamız, Boğaziçi Yay. İstanbul 1986. 23- Bilgiseven, Prof. Dr. Amiran Kurtkan, Eğitim Yolu ile Kalkınmanın Esasları, Divan Yay. İstanbul 1982. 24- Bilgiseven, Prof. Dr. Amiran Kurtkaıı, Eğitim Sosyolojisi, Filiz Kit. İstanbul 1992. 25- Bilgiseven, Prof. Dr. Amiran Kurtkan, Genel Sosyoloji, Filiz Kit. İstanbul 1986. 26- Bilgiseven, Prof. Dr. Arniran Kurtkaıı, Milli Eği-


Kuıtor Sömürgeciliği

ve Eğilim I 341

tim Stratejimiz Nasıl Olmaltdır, Türle Dün. Araşt. Vak. Yay. İstanbul 1986. 27- Bilgiseven, Prof. Dr. Amiran Kurtkan, Sosyolojik Açıdan İslamiyet ve İslami Kavramlar, Filiz Kit. İstanbul 1992. 28- Bilgiseven, Prof. Dr. Amiran Kurtkan, Din Sosyolojisi, Filiz Kit. İstanbul 1985. 29- Bilgiseven, Prof. Dr. Amiran Kurtkan, Köy Sosyolojisi, Filiz Kit. İstanbul 1988. 30- Bilgiseven, Prof. Dr. Amiran Kurtkan, Türkiye'de Sosyal Çözülme Tehlikeleri, Filiz Kit. İstanbul 1990. 31- Bilgiseven, Prof. Dr. Amiran Kurtkan, Türkiye'de Milli Birliği Bozan Ayrılık, Türle. Dün. Araş. Vak. Yay. İstanbul 1991. 32- Bilsel, Dr. Haliın, Allah Vardır, Yağmur Yay. İs­ tanbul 1985. 33- Bolay, Doç. Dr. S. Hayri, Felsefi Doktrinler Sözlüğü, Ötüken Yay. İstanbul 1981. 34- Bolay, Doç. Dr. S. Hayri, Türkiye'de Ruhçu ve Maddeci Görüşün Mücadelesi, Töre Devlet Yay. İstan­ bul 1979. 35- Binbaşıoğlu, Cavit, Eğitim Metodu ve Uygulama, Kardeş Matb. Ankara 1965. 36- Britannica, Ans. Hürriyet Yay. İstanbul 1993. 37- Canan, Doç. Dr. İbrahim, Kültür-Medeniyet, Teknik, Cihan Yay. İstanbul 1984. 38- Canatan, Burhanettin, Ruh Sağlığı, Ülkü Basıme­ vi, Tarihsiz Konya. 39- Cevdet Paşa, Tezakir, T.T.K. Yay. Ankara 1986. 40- Cengiz, Halil Erdoğan, Divan Şiiri Antolojisi, Milliyet Yay. İstanbul 1972. 41- Carrel, Alexis, İnsan Denen Meçhul (Çev. Refik Özdek) Yağmur Yay. İstanbul 1973.


342 / Kültür

Sömürgeciliği

ve

Eğitim

42- Cillov, Prof. Dr. Haluk, Türkiye Ekonomisi, İkt. Fak. Yay. 1972. 43- Cin, Prof. Dr. Halil, Osmanlılarda Toprak Düzeni, Boğaziçi Yay. İstanbul 1975. 44- Claud Levi, Staus, Race et Histoire, Gonthier, Paris 1961. 45- Çakmaklı, Kemal, Aileler İçin Sosyal Hizmet, Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu, İstanbul 1991. 46- Çağatay, Prof. Dr. Tahir, Günün Sosyolojisine Giriş, Ayyıldız Mat. Ankara 1968. 47- Çağatay, Prof. Dr. Tahir, Kapitalist İçtimai Ni::.anı ve Bugünkü Durumu, Ötüken Yay. İstanbul 1975. 48- Çetin, Atilla, /1. Abdulhamit'e Sunulan Beyrut Okulları Belgesi, Türk Kült. Derg. Ankara 1975. 49- Danışman, Zuhuri, İslônı Tarihi, İstanbul Yay. İstanbul 1972. 50- Danişmend, İsmail Hami, Garp Menba/arına Göre Eski Türk Seciye ve Ah/ôkı, İstanbul Kit. İstanbul 1982. 51- Devlet Planlama Teşkilatı, 6. Beş Yıllık Ka/kmma Plam. 52- Dictionnaire Français, Milliyet Yay. İstanbul 1990. 53- Dilekçilgil, Hüsnü, Milli Eğitim Davamız, Kutluğ Yay. İstanbul 1975. 54- Dinçer, Nahit, Yabancı Özel Okullar, İstanbul 1978. 55- Diogenes Laertius, Vies Doctrines et senten ces des philosophes illustres, Paris 1965. 56- Dönmezer, Ord. Prof. Dr. Sulhi, Sosyoloji, Sulhi Garan Mat. İstanbul 1972. 57- Doğan, Mehmet, Batılılaşma İhaneti, Rehber Yay. Ankara 1976.


Kültür

Sömürgeciliği

ve

Eğitim

/ 343

58- Erdem Selman, Sosyoloji, Fil Yay. İstanbul 1978. 59- Erkal, Prof. Dr. Mustafa, Sosyal Meselelerimiz ve Sosyal Değişme, Mayaş Yay. Ankara 1984. 60- Erkal, Prof. Dr. Mustafa, Bölgeler AçlSlndan Az Gelişmişlik, Dez Yay. İstanbul 1990. 61- Erkal, Prof. Dr. Mustafa, İkt. Kalkınmanın Kültür Temelleri, Yenilik Basımevi, İstanbul 1991. 62- Eröz, Prof. Dr. Mehmet, Milli Kültürümüz ve Meselelerimiz, Doğuş Yay. İstanbul 1983. 63- Ertürk Selahattin, Eğitimde Program Geliştirme, Hacettepe Üni. Yay. Ankara 1972. 64- Ergin, Prof. Dr. Muharrem, Tiirkiye'nin Bugünkü Meseleleri, Türk Kültürünü Araşt. Ens. Yay. Ankara 1988. 65- Ersoy, M. Akif, Safahat (Haz. M. Ertuğrul Düzdağ), Kült. Bak. Yay. Ankara 1989. 66- E. Başar, Kapitalizmin En Yüksek Aşaması Emperyalizm, Ankara 1965. 67- Eriş, Dr. Metin, Amerikan Rus Emperyalizmi. Boğaziçi Yay. İstanbul 1978. 68- Eroğlu, Prof. Dr. Hamza. Gerçek Yönüyle Atatürkçülük ve Cumhuriyet Rejimi, Atatürk Dil ve Tarih Kurum Yay. Ankara 1965. 69- Engel-hardt, Edwart, Tanzimat (Çev. Ayda Düz), İstanbul 1976. 70- Ergin, Osman, Maarif Tarihi, Eser Mat. İstanbul 1977. 71- Emile Durkheim, La Morale Profesionella (Meslek ahlakı) (Çev. M. Karasan), M.E.B. Yay. İstanbul 1986. 72- Fazıl, Necip, Çile, Büyük Doğu Yay. İstanbul 1976.


344 / Kültür Sömürgeciliği ve Eğitim

73- Fındıkoğlu, Prof. Dr. Z. Fahri, "Kültüre Dair", Türk Yurdu, İstanbul.1956. 74- Feyzioğlu, Prof. Dr. Turhan, Atatürk ve Milliyetçilik, Atatürk Araşt. Merk. Yay. Ankara 1987. 75- Danişmend, 1. Hami, Osmanlı Tarihi Kronolojisi, Türkiye Yayınevi, İstanbul 1972. 76- Güvenç, Prof. Dr. Bozkurt, Japon Eğitim Sistemi, iş Bank Yay. Ankara 1986. 77- Güvenç, Prof. Dr. Bozkurt, Japon Kültürü. iş­ bank Yay. Ankara 1989. 78- Güvenç, Prof. Dr. Bozkurt, İnsan ve Kültür, Remzi Kit. İstanbul 1974. 79- Golden Dictionary, Milliyet Gaz. Yay. İstanbul 1990. 80- Gökalp, Ziya, Türk Medeniyeti Tarihi, Kült. Bak. Yay. İstanbul 1976. 81- Gökalp, Ziya, Tiirkçüliiğiin Esasları (Haz. M. Kaplan), İstanbul 1972. 82- Gökalp, Ziya, Türkleşmek İs/anılaşmak Muasır­ laşmak, Kadro Yay. İstanbul 1977. 83- Gökalp, Ziya, Terbiyenin Sosyal ve Kültürel Temelleri (Haz. Rıza Karda5), M.E.B. Yay. İstanbul 1973. 84- Güngör, Dr. Nevin, Z. Fahri Fındıkoğlu'nım Eği­ tim ve Dil Üzerine Görüşleri, Kült. Bak. Yay. Ankara 1991. 85- Güngör, Prof. Dr. Erol, Türk Kültürü ve Milliyetçilik, Ötüken Yay. İstanbul 1975. 86- Güngör, Prof. Dr. Erol, Dünden Bugünden, Mayaş Yay. İstanbul 1984. 87- Gürkan, Ahmet, İslam Kültürünün Garbı Aydın­ latması, Akçay Yay. İstanbul 1969. 88- Gökberk, Prof. Dr. Macit, Felsefe Tarihi, Bilgi Yayıncılık, İstanbul 1966.


Kültür

Sömürgeciliği

ve

Eğitim

/ 345

89- Güner, Dr. Agah Oktay, İsraf Ekonomisi, Damla Yay. İstanbul 1975. 90- Hançerlioğlu, Orhan, Felsefe Sözlüğü, Remzi Kit. İstanbul 1978. 91- Hubert Deschamps, Sömürge İmparatorlukları­ nın Çöküşü, (Çev. Oktay Akbal), Akşam Kitapçılık, İs­ tanbul 1966. 92- Hardy, La Politique Coloniale et le purtage de la terre aux 19. et 20. siecles, 1937. 93- Hiç, Prof. Dr. Mülkerrem, Kapitalizm, Sosyalizm Karma Ekonomi ve Türkiye, İst. Üni. İkt. Fak. Yay. İs­ tanbtıl, 1979. 94- Haydaroğlu, Yrd. Doç. Dr. İlknur Polat, Osmanlı İmparatorluğunda Yabancı Okullar, Kült. Bak. Yay. Ankara 1990. 95- Hacıeminoğlu, Prof. Dr. Necmettin, Türkçenin Karanlık Günleri, İrfan Yay. İstanbul 1976. 96- Hamidullah, Muhammed, İslôm Peygamberi, İr­ fan Yay. C. 1, İstanbul 1967. 97- İzz.et, Mehmet, Milliyet Na:ariyeleri, Ötüken Yay. İstanbul 1982. 98- İbn Haldun, Mukaddime (S. Uludağ), Dergah Yay. İstanbul 1982. 99- İz, .Mahir, Yılların İ:i, İrfan Yay. İstanbul 1975. 100- İ. Kant, Salt Akim Tenkidi. (Çev. T. Mengüşoğ­ lu), İ.Ü.Ed. Fak. Yay. İstanbul 1973. 101- J.J. Rousseau, İtiraflar, Suhulet Mat. İstanbul 1943. 102- Kafesoğlu, Prof. Dr. İbrahim, Türk Millf Kültürü, Boğaziçi Yay. İstanbul 1982. 103- Karacaoğlan (Haz. Necati Karaer) Tere. Yay. İstanbul 1976. 104- Kurmuş, Orhan, Emperyalizmin Türkiye'ye Girişi, Savaş Yay. Ankara 1982.


346 / Kültür Sömürgeciliği ve Eğitim

105- Koloğlu, Prof. Dr. Mahmut, Ekonomi Doktrinleri Tarihi, Doğuş Mat. Ankara 1982. 106- Karadağ Raif, Petrol Fırtınası, Adak Yay. İs­ tanbul 1979. 107- Karadağ Raif, Muhteşem İmparatorluğu Yıka,n­ lar, Kalem Yay. İstanbul 1978. 108- Kafesoğlu, Prof. Dr. İbrahim, Türk Milliyetçiliğinin Meseleleri, Devlet Kit. İstanbul 1970. 109- Küyel, Prof. Dr. Mübahat, Felsefeye Başlangıç, M.E.B. Yay. İstanbul 1977. l 10- Karat, Prof. Dr. Enver Ziya, Türkiye Cumhuriyeti Tarihi, T.T.K. Yay. Ankara 1984. 111- Koçer, H. Ali, Türkiye'de Modern Eğitimin Doğuşu ve Gelişimi, Ankara 1974. 112- Kardaş, Rıza, Eğitim Psikolojisi, Balıkesir Eğt. Fak. Yay. Balıkesir 1975. 113- Kabaklı, Ahmet, Manevi Sömürgecilik ve Kültür Emperyalizmi, Toker Yay. İstanbul 1973. 114- Kaplan, Mehmet, Türk Edebiyatı, Dergah Yay. İstanbul 1983. 115- Keklik, Prof. Dr. Nihat, Filozofların Özellikleri, Doğuş Yay. İstanbul 1983. 116- Köksal, M. Asım, İslôm İlmihali, İrfan Yay. İs­ tanbul 1977. 117- Karabulut, Osman, İslamda Evlilik, Uysal Yay. Ankara 1989. 118- Ktinıusi Tiirki, Çağn Yay. İstanbul 1989. 119- Karabet, Jerome, Power and İdology in education Newyork, Oxford University, Pres. 1977. 120- Kongar, Prof. Dr. Emre, Toplumsal Değişme, Remzi Kit. İstanbul 1972. 121- Kaya, Yahya Kemal, İnsan Yetiştirme Düzenimiz, Nüve Mat. Ankara 1974.


Kültür

Sömürgeciliği

ve

Eğilim/

347

122- Karal, Prof. Dr. Enver Ziya, GiU/ıane Hattı Hümayununda Batı'nın Etkisi, T.T.K. Yay. Ankara 1964. 123- Kocatürk, Prof. Dr. Utkan, Atatürk ve Aile, M.E.B. Yay. Ankara 1988. 124- Kınalızade, Ali Efendi, Ahlaki Alai, Tercüman Yay. İstanbul 1976. 125- Kodaman, Bayram, Abdülhamid Dönemi Eğitim Sistemi, T.T.K. Yay. Ankara 1991. 126- Konukman, Prof. Dr. Ercüment, Yabancı Dille Yüksek Öğretimin Sakıncaları, Konferans Notları, İstan­ bul 1988. 127- Kabaklı, Ahmet, Türk Edebiyatı, Emek Gazetecilik Yay. İst. 1983. 128- Kurtkan, Prof. Dr. Amiran, Sosyoloji, M.E.B. Yay. İstanbul 1976. 129- Le Petit Robets, Dictionare, Paris, 1966. 130- Levis Bemard, Modern Tiirkiye'nin Doğuşu (Çev. Metin Kıratlı), Ankara 1970; 130/a- Kemal Yahya, Eski Şiirin Rüzgarıyla, İst. Fetih Cem. Yay. 1985. 131- Meriç, Cemil, Mağaradakiler, Ötüken Yay. İs­ tanbul 1978. 132- Meriç, Cemil, Umrandan Uygarlığa, Ötüken Yay. İstanbul 1979. 133- MeydanLarousse, Meydan Yay. İstanbul 1984. 134- Milli Kiiltiir Dergisi, Sayı 36! Ankara 1982. 135- Murdock, G.P.The City, in history, Newyork, Harcourt, Brace and World ine. (Tere. Bozkurt Güvenç), Remzi Kit. İstanbul 1974. 136- Mevlana, Mesnevi (Çev. Vele<! İzbudak), Devlet Kit. İstanbul 1966. 137- M.E.B. Tebliğler Dergisi, 31 Ağustos, Ankara 1992.


348 / Kültür

Sömll'geciliği

ve

Eğitim

138- Madaralı, Fikret, Top Patladı, Oruç Bozuldu, Mars Mat. İstanbul 1948. 139- Maurice Pamot, Hatırat (Çev. 1. Başgöz), Remzi Kit. İstanbul 1986. 140- Milli Eğitim Temel Kanunu, M.E.B. Yay. Ankara 1985. 141- Maarifle İlgili Kanunlar, Maarif VekAleti Yay. Ankara 1940. 142- Mc. lver And Page, Cemiyet/. (Çev. A. Kurtkan), Devlet Kit. İstanbul 1971. 143- Mısıroğlu, Kadir, Musul Meselesi, Sebil Yay. İstanbul 1972. 144- M.E.B. Yaykur, G. Md. Eğitime Giriş Ders Notları, Ankara 1980. 145- Niyazi Mısri Divanı, Sağlam Kit. İstanbul 1976. 146- Nişancı, Abdullah, Milli Eğitim Meselelerimiz, Ayyıldız Mat. Ankara 1981. 147- Nirun, Nihat, Sosyoloji, M.E.B. Yay. İstanbul 1990. 148- Okan, Kenan, Türkiye'de Yabancı Okullar Üzerine Bir Deneme, Kalem Yay. İstanbul 1971. 149- Öksüz, Prof. Dr. Enis, Sosyal Gelişme, Sanayileşen Türkiye İlişkileri, Doçentlik Tezi, İstanbul 1980 (yayınlarunamış.)

150- Öksüz, Prof. Dr. Enis, Feodal Düzen ve Sosyal Değişmeler, Sosy. Konferansları, 18. Kit. İstanbul 1980. 151- Öymen, H .. Raşit, Eğitime Giriş, Ank. Üni. Yay.

Ankara 1961. 152- Özkınmlı, Atilla, Türk Edebiyatı Ansiklopedisi, Cem Yay. İstanbul 1984. 153- Öztürkrnen, Neriman, Kalkınan Türkiye'de Eği­ tim ve Gençlik, Ank. Üni. Yay. Ankara 1968. 154- Öztuna, Yılmaz, Türkiye Tarihi, Hayat Yay. C. 11, İstanbul 1967.


Kültür Sömürgeciliği ve Eğitim I 349

155- Pazarlı, Osman, Sosyoloji, Remzi Kit. İstanbul 1982. 156- Pazarlı, Osman, Felsefe Tarihi, Remzi Kit. İs­ tanbul 1964. 157- Paksüt, Dr. Fatma, Platon ve Platon Sonrası, Kült. Bak. Yay. Ankara 1982. 158- Perek, Prof. Dr. Faruk Zeki, Latince Grameri, 1.ü. Ed. Fak. Yay. İstanbul 1968. 159- Rocher, Guy, Laction Sociale, Edt. H.M.H. Paris, 1968. 160- Rene Descartes, Metot Üzerine Konuşma (Çev. M. Karasan), M.E.B. Yay. Ankara 1986. 161- Özer, Dursun Ahmet Debbağoğlu, Fevzi Namı­ koğlu, Türk Milliyetçiliği ve Batıhlaşma, Dergah Yay. İstanbul 1975. 162- Raymond Aron, Demokrasi ve Totalitarizm (Çev. Vahdi Hatay), Kült. Bak. Yay. İstanbul 1976. 163- Sadıklar, Dr. Tayyar, Ka/kmnıa Yolunda Japon Örneği ve Türkiye. Ank. Tic. Odası Yay. Ankara 1971. 164- Safa, Peyami, Millet ve İnsan, Akbaba Yay. İs­ tanbul 1943. 165- Sahihi Buhari Tercümesi, Diy. İşl. Bşk. Yay. Ankara 1982. 166- Sait Halim Paşa, Buhranlarımız, Tercüman Yay. (Haz. M. Ertuğrul Düzdağ), İstanbul 1976. 167- Sencer, Muzaffer, Dinin Türk Toplumuna Etkileri, May Yay. İstanbul 1974. 168- Sevinç, Necdet, Ajan Okulları, Oymak Yay. İs­ tanbul Tarihsiz. 169- Sezgin, Dr. Osman, Üçüncü Neslin Eğitimi, Türkiye Diyanet Vakfı Yay. Ankara 1991. 170- Sibai, Prof. Dr. Mustafa, Müsteşrikler ve Hedefleri (Çev. Kemal Çobanbeyli), Sinan Yay. İstanbul 1971. .


350 ı Kültür

Sömürgeciliği

ve

Eğitim

171- Sevinç, Necdet, Eski Türklerde Kadın ve Aile, Türk Dünyası Araşt Vak. Yay. İstanbul 1987. 172- Sorokin, P. A. Society, Culture and persona/ity, Newyork Harper and. Brothers 1947. 173- Şahin, Doç. Dr. Recep, Türk İdarelerinin Ermeni Politikaları, Ötüken Yay. İstanbul 1988. 174- Şeriati, Ali, Medeniyet ve Modernizm (Çev. Ali Aslan), İklim Yay. İstanbul 1980; 174/a- Şeyh Galip Diva111'ndan Seçmeler, M.E.B. Yay. İst. 1971. 175- Sırına, Doç. Dr. İhsan Süreyya, Tan:imatın Götürdük/eri, Beyan Yay. İstanbul 1990. 176- Şimşir, Bilal, Ermeni Propagandasının Amerika Boyutu Üzerine Türk ve Ermeni İlişkileri Sempozyumu, Erzurum Atatürk Üni. Erzurum 1984. 177- Türkçe Sözlük, Milliyet Gazetesi Yay. İstanbul 1985. 178- Turhan, Prof. Dr. Mümtaz, Kültür Değişmeleri, Başbakanlık İstanbul 1972. 179- Türkdoğan, Prof. Dr. Orhan, "Ziya Gökalp'ta Sosyal Değişme" Atatürk Üni. Yay. Erzurum 1976. 180- Türkdoğan, Prof. Dr. Orhan, Değişme Kültür ve Sosyal Çözülme, Türk Dünyası Araşt. Vakfı Yay. İstan­ bul 1988. 181- Toynbee, Amold, Dünya ve Garp (Çev. Emin Bilgiç), İş Bank Yay. 1969. 182- Topçu, Nurettin, Kiiltür ve Medeniyet, Hareket Yay. İstanbul 1972. 183- Toynbee, Amold, L'histoire (Fran. Çev. Elizabeth Juhia) Gallirnard, Paris 1970. 184- Toynbee, Amold, Din ve Medeniyet (Tere. İbra­ him Canan), Dergah Dağıtım, İstanbul 1978. 185- Tunalı, Prof. D. İsmail, Felsefe, Altın Kit. Yay. İstanbul 1973.


Kültür

Sömürgeciliği

ve

Eğitim

I 351

186- Turan, Prof. Dr. Osman, Tarihi Akışı İçinde Din ve Medeniyet, Nakışlar Yay. İstanbul 1980. 187- Turan, Prof. Dr. Osman, Selçuklıılar Tarihi, Nakışlar Yay. İstanbul 1976. 188- Topçu, N~rettin, Milliyetçiliğimizin Esasları, Dergah Yay. İstanbul 1978. 189- Tercüman Okul Kültür Ansiklopedisi, Tere. Yay. İstanbul 1988. 190-Topçu, Nurettin, Yarınki Türkiye, Yağmur Yay. İstanbul 1972. 191- Tekindağ, Prof. Dr. Şehabettin, Osmanlılarda Islahat Hareketleri, İ.Ü. Ed. Fak. Yay. İstanbul 1983. 192- Tevetoğlu, Fethi, A.B.D. ve Ortadoğu, Türk Kültürü Dergisi, Ankara 1985. 193- Timurtaş, Prof. Dr. Faruk Kadri, Tiirkçemiz ve Uydurnıacıltk, Boğaziçi Yay. İstanbul 1977. 194- Tanyu, Prof. Dr. Hikmet, Tarih Boyunca Yahudiler ve Türkler, Yağmur Yay. İstanbul 1.975. 195- Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi, Dergah Yay. İstanbul 1986. 196- Türkçe Sözlük, Türk Dil Kurumu Yay. İstanbul 1992. 197- Turan, Prof. Dr. Osman, Din ve Medeniyet, Nakışlar Yay. İstanbul 1980. 198- Topaloğlu, Bekir, İs/anıda Kadın. Yağmur Yay. İstanbul 1975. 199- Tekin, Halil, Eğitim İdareciliği, Mars Yay. İs­ tanbul 1975. 200- Tekin, Halil, Eğitimde Ölçme ve Değerlendir­ me, Mars Yay. Ankara 1977. 201- Turhan, Prof. Dr. Mumtaz, Garplılaşmanın Neresindeyiz? Yağmur Yay. İstanbul 1972. 202- Taneri, Prof. Dr. Aydın, Türk Devlet Geleneği, Töre Devlet Yay. Ankara 1981.


352 / Kültür SörnürgeciliOi ve

Eğitim

203- Tannkulu, Turgut, Türk Eğitiminin Meseleleri, Divan Yay. İstanbul 1973. 204- Türkiye'nin Eğitim Politikası, İstanbul Tic. Odası Yay. İstanbul 1990. • 205- Tunç, Mustafa Şekip, Ruh Aleminde, Ülkü Kitap Yurdu, İstanbul 1945. 206- Tanyu, Prof. Dr. Hikmet, Türklerin Dini Tarihçesi, Türle Kültürü Yay. İstanbul 1978. 207- Tunaya, Tank Zafer, İslamcılık Cereyanı, Siyaset Serisi, 3, İstanbul 1962. 208- Ülken, Ord. Prof. Dr. H. Ziya, Millet ve Tarih Şuuru, Dergfilı Yay. İstanbul 1976. 209- Ülken, Ord. Prof. Dr. H. Ziya, Eğitim Felsefesi, İst. Üni. Ed. Fak. Yay. İstanbul 1967. 210- Ülken, Ord. Prof. Dr. H. Ziya, Sosyoloji, Remzi Kit. İstanbul 1943. 211- Uzunçarşılı, İ. Hakkı, Osmanlı Devlet Teşkila­ tında Kapıkulu Ocakları, T.T.Kurumu Yay. Ankara 1984. 212- Ülken, Ord. Prof. Dr. H. Ziya, Tarihi Maddeciliğe Reddiye, İstanbul Kit. İstanbul 1974. 213- Uluç ay, Cengiz, Türk Devleti'nin İstikbaline İnanmak Lazım, Devlet Dergisi, Yıl. 1, Sayı 1, İstanbul 1969. 214- U. Thomas, P. Rohlen, Japonya'da Maneviyat Eğitimi (Çev. Turan Yazgan), Türle Dünyası Araşt. Vak. Yay. İstanbul 1987. 215- Ülken, Ord. Prof. Dr. H. Ziya, Türkiye'de Çağ­ daş Düşünce Tarihi, Selçuk Yay. Ahmet Sait Matbaası, İstanbul 1966. . 216- W. Radloff, Sibirya'dan (Çev. A. Temir), İstan­ bul 1954. 217- Webster, Dictionary, Milliyet Yay. İstanbul 1974.


Kültiır

218-

Vahapoğlu,

SCmiirgeciliOi ve EQitim I 353

Dr. M. Hidayet,

Osmanlı'dan

Gü-

nümıae Azınlık ve Yabancı Okulları, Boğaziçi Yay. İs­

tanbul 1992. 219- Weber, Alfred, Felsefe Tarihi (Çev. H. Vehbi Eralp) Remzi Kit. İstanbul 1964. 220- W. Ralp Taylor, Basic pirciples of curriculum development and, lnstruction 1950. 221- Vanş, Fatma, Eğitimde Program Geliştirme, Ankara Üni. Eğit Fak. Yay. Ankara 1976. 222- WasbOme, Çerleton, "Batı Tesirindeki Türkiye Maarifi" (Çev. Müşerref Dede), Eğitim Hareketleri Dergisi Sayı: 35, 1957. 223- Yakıt, Doç. Dr. İsmail, Ebcet Hesabı ve Tarih Diişi'irnıe, Ötüken Yay. İstanbul 1992. 224- Yunus Enıre Divanı, Dergah Yay. İstanbul 1981. 225- Yöneticilerin El Kitabı, M.E.B. Yay. Ankara 1990. 226- Yiğit, Ali Ata, İnönü Dönemi Eğitim ve Kültür Politikası, Boğaziçi Yay. İstanbul 1992. 227- Yılman, Mustafa, Öğretmenlik Mesleği ve Meseleleri, Türk Milli Kültürü Vakfı Yay. İstanbul 1992. 228- ZiY,a Paşa, Şiirleri. Edebiyat Yay. Ankara 1967. 229- Zaim, Prof. Dr. Sebahattin, Tiirkiye'de Niifus Meselesi, Boğaziçi Yay. İstanbul 1973. 230- Zühtü Paşa, Hatırat (Osmanlı Türkçesi) Yayın­ lanmamış.



Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.