Mustafa Çalık - Ermeni Soykırımı İddiaları, Yanlış Hesap Talat'tan Dönünce

Page 1


Kapak fonunda görülen vesika, Sevk ve İskan Kanun-u Muvakkatı'nın neşredildiği

Takvim-i Vekayi'nin baş sayfasıdır.


'Ermeni -

Yanlış

Soykırımı' iddiaları

hesap Talaftan dönünce -

DERLEYEN: MUSTAFA ÇALIK

Cedit

Neşriyat-Ankara,

2006


Umumi Neşriyat Numarası

:8

Araştırma/ inceleme Serisi : 6

ISBN 975-7352-08-X

İkinci Baskı : Temmuz-2006 Dizgi ve mizanpaj : Cedit A.Ş. Baskı ve cilt: Boyut Matbaası, Tel: (312) 384 73 51

Cedit Neşriyat ve Matbuat San. Tlc. A.Ş. Tunus Caddesi 53 ı 3 Kavaklıdere-Ankara Tel: (312) 426 66 16 - 426 77 78 Faks: (312) 466 30 10 €-Mall: turkiyegunlugu@superonline.com Web:www.turkiyegunlugu.org


İÇİNDEKİLER

Justin McCarthy

11

Kim Başlattı?

Gündüz Aktan

35

Devletler Hukukuna Göre Ermeni Meselesi

Guenter Lewy

89

Ermeni Soykırımı Davasının Yeniden Değerlendirilmesi

Nuri Bilgin

109

Ermeni Soykırım İddiaları ve Tarihin İnşası

Yusuf Halaçoğlu

127

Ermeni Soykırım İddiaları Bir Değerlendirme

Hakkında

Kemal Çiçek

135

Yusuf Sannay 179

Türk-Ermeni İlişkileri ve Tehcir Ermeni Tehciri ve Yargılamalar (1915-1916)

Ömer Turan

191

Amerikan Misyonerlerinden E. Smith ve H. G. O. Dwigh'e Göre 1830-1831 Yıllarında Ermeniler

Hikmet Özdemir

231

Dünya Savaşı'nda Salgınlar ve Ölümler



ÖN SÖZ

Köklü ve büyük milletler, 'ağlayıp sızlama'yı. pek beceremezler. Kendilerine acıma ve acındırmayı küçüklük sayarlar. Bu sebeptendir ki,''ağlama - sızlama edebiyatları' ya gelişmemiştir ya da yok gibidir. Tarihin toplumsal hafızaya intikalinde veya toplumsal zatiyetin tarihi algılamasındaki en ciddi meselelerden biri budur. Zaman zaman, Ermenilerin 'ağlama edebiyatı'nın zenginlietkilenip, 'niye bu konu hakkında biz de onlar kadar neş­ riyat yapmadık' tarzında kendi kendimizi lüzumsuz yere suçlarız. İşin doğrusu, yaşadığımız başka felaketlere dair de geniş bir 'matem literatürü'müz yoktur.

ğinden

Hatta o kadar ki, onlarca seneden beri, tam bir çığırtkanlıkla yürütülmekte olan Taşnak propagandası karşısında Türklerin ekseriya sergileye geldikleri suskunluk, zaman zaman iftira ve isnad edilen soykırım suçunun 'ikrarı' gibi görülmüştür. Bazan da 'Ermeniler hiçbir şeyi unutmadıklarına veya sürekli göz yaşı döktüklerine göre, demek ki asıl acıları onlar çektiler, Türkler ise unutamayacakları bir felaket yaşamadıkları için bu konulardan fazla bahsetmiyorlar' tarzındaki yorumlarla bizim o ağırbaşlı sükütumuz, aleyhimizde bir karineye dönüştürülmüş­ dür. Halbuki, hakikat bu 'ucuz' karinede asaletinde saklı ...

değil,

ilk paragrafdaki ruh

Türk ve yahut müslümanların, Balkanlardaki mezalimle birlikde, Rus ve Yunan mezalimini de Ermeni vahşetini de unuttuğu­ nu, unutabildiğini kim söylüyor?


6-ÔNSÔZ

Yapılanların

hiç birini unutmuş değiliz; ama, yaşananları 'unutmamak' başkadır, bunu gündelik yaşantıdan siyasete, kültüre, san'ata kadar, neredeyse hayatın bütün sahalarına çöreklenmiş total bir 'ideoloji' haline getirmek başkadır. Yoksa hatırlamak zorunda kaldıkça, erkekleri askere alınmış kadın, çocuk ve ihtiyar kalabalığından ibaret yoksul ve savunmasız Türk - Müslüman köylerinin, Antranik, Hamazasp, Pastır­ macıyan gibi elebaşıların emrindeki kAtil çeteleriyle karşı karşı­ ya kalınca yaşadıkları dehşet ve korkuya bu gün bile bigAne kalmamıza imkAn var mı? Ölümcül korkuları haklı çıkartan alçaklıkların en hafifi, ateşli silAhlarla işlenen 'basit' cinayetlerdi. Yalnız cinayet işlenen köyler - böylesi pek görülmemişdir ama - 'şanslı' sayılmışdır; hiç olmazsa ırza dokunulmadı diyel.. Şoför muavini olarak gezdiğim Muş'un ova köylerinden birisinde, kendilerine bin bir ricA ve ısrarla Ermeni vahşetini anlattırdığım yaşlılar, 'hikAye'nin bitiminde az daha kovacaklardı beni. içlerinden biri, 'HAIA çok ağırıma gidiyor', demişdi. O vakit her birinin yaşı 70'i geçmiş koca koca adamlar, köylerinin maruz kaldığı aşağılık zulüm sebebiyle üzüntüden ziyade utanç duyuyorlardı.

Ciğer acılarımız, acılarımız

her

zaman geçtikçe tavsadı; fakat, izzet-i nefis daha incitici biçimde tazeleniyor.

defasında

Hele siz, 'Taşnak'çıların peşine takılan avanak 'devşirmeler', siz o alçakça iftiralara arka çıktıkça lzzet-i nefsimizin yükü daha da ağırlaşıyor. Sizler bunu, 'siyasi milliyetçillğin galeyanı' diyerek çarpıtıyorsunuz. HAibuki, bu ma'şerT bir izzet-i nefis kabarmasıdır sadece. Kendinizi buraya ait hissetmediğiniz, Müslüman ve yahut Türk hüviyetini rOhen ve zihnen kabOllenmediğiniz için siz o 'lzzet-i nefs'i tanımıyorsunuz. Bu ülkenin vatandaşı olup da Taşnak kampanyasına destek verenler arasında, Türkiye'deki hllkim milli kimliğin iki temel rüknünü teşkil eden Türklük ve Müslümanlığı 'şükür ve iftihar'la be-


ÔNSÔZ-7

nimseyen hemen hemen hiç kimsenin bulunmayışı basit bir tesadüf olabilir mi? Böyle 'basit' bir teslı.düf de olmaz, Bu, tahlile muhtaç

sağlam

'karmaşık'

bir tesadüf de ...

bir 'veri'dir!

Tipik bir 'kimlik çöküntüsü'nün tezlı.hürleriyle karşı karşıya­ yız. 'Türküm' diyorsa Müslümanlıkla, 'Müslümanım' diyorsa Türklükle veya her ikisiyle de problemi olan malOm 'yurttaş'lar 'tarihimizle yüzleşmemiz gerek'tiğinden bahsediyorlar. 'Yüzleşince', gözümüzün önünde cereyan eden onca hıyaneti, neden o kadar sabırla seyrettik diye hayıflanıyoruz sadece. Şimdi her 24 Nisan yaklaştıkça, ortalığı ayağa kaldıranlar, belki farkında bile değiller, ama bize unuttuğumuz bazı vecibeleri hatırlatıyorlar. Meseli, bunlardan biri, 191 S'deki 24 Nisan kararını alanları rahmetle ylidetmek ... Rahmetle, şükranla ve iftiharla ylidediyoruz biz de...

Ermenistan cenahında ise yine değişen bir şey yok. 'Hem suçlu, hem güçlü'... Bir yandan, 'soykırımı tanıyın' kampanyaları; öbür yandan, 'lutfen sınırı açın' yakarışları ... Tuhaf bir halet-i ruhiye bu: 'Nefret ve düşmanlığım devam ediyor, ama yardımı­ na da ihtiyacım var' ... Bu 'siyasi lüktür.

çelişki' değil,

olsa olsa ruhi bir maraz ve

düşkün­

HAibuki, şuı:ıu anlamaları gerekmez mi: Ermenistan, ancak ve ilk eweJ.lı. sadece 'affedllme'yi isteyebilir. Sını­ açılması filAn, sonra konuşulacak işler.

bazı şartlarla rın

Niçin 'af'? Çünkü, devlet olarak ortaya çıkmalarıyla Karabağ'da yeniden kan dökmeye başlamaları bir oldu. Başta Hocalı olmak üzere, işglı.I ettikleri her yerde, çoOu savunmasız kadın ve çocuklara karşı giriştikleri katliAm 'hoş görü' ile asla geçiştirilemez. Bunlar Cihan Harbl'nin değil, daha 1O - 15 sene öncesinin cinAyetleri... Dolayısıyla bu safhada kurabilecegimlz ilişki, 'af' seviyesinin üzerine çıkamaz, çıkmamalıdır.


8-ÔNSÔZ

'Affedilmek' ve Türkiye ile gerçekçi ve kalıcı bir münasebet kurmak istiyorlarsa şu şartları yerine getirecekler: 1) Ermenistan Anayasası'nda, 'Bağımsızlık Bildirgesi'ne yaptıkları 'atfı' kaldıracaklar. Bunun yerine, 'soykırım iddiasının devlet politikası içinde yeri olmayacağı'nı amir bir hüküm koyacaklar. Ayrıca 'Bildirge'deki 'soykırım' paragrafını da tashih edecekler! 2) ASALA mensubu katilleri bize teslim edecekler! 3) Karabağ'dan çıkacaklar! İşgal için özür dileyecek, katliam için tazminat ödemeyi kabOI edecekler! 4) Stalin'in Azerbaycan'dan, keyfi ve hasmane biçimde kopaErmenistan'a 'bağışladığı' toprakları iade edecekler; 'sınır', 1933 öncesi duruma avdet edecek!

rıp

5) Türkiye Cumhuriyeti hudutları dahilindeki herhangi bir yok 'Batı Ermenistan', yok 'Güney Ermenistan' şek­ linde bahsetme zirzopluğundan vazgeçecekler! Bu tür ifadeleri, zımni bir toprak talebi addedeceğimizi ve husumet sebebi sayacağımızı kabOI edecekler! mıntıkadan,

Türkiye'nin doğusundan, mütemadiyen ve ısrarla 'Batı Ermenistan' diye bahsetmenin zihni ve politik arka planında hala teskin edilememiş mütecaviz duygular ve bir türlü vazgeçilemeyen haksız talepler bulunduğu aşikardır. Taşnak şovenizminin on yıl­ lar boyunca gördüğü bu 'kazıp rüya'ya inananların şunu iyi bilmeleri lazım: Bizden kanla

alamadıklarını

'laf'la katlyyen alamayacak-

lardır.

Yalan ve iftiradan ibaret propagandalara boşuna bel bağlı­ yorlar. Bütün bu yazıp çizmeler, o işbirlikçi 'radikal' demokratların arkalamaları, şu 'konferans' dedikleri 'soykırım ayinleri', üçüncü ülke parlamentolarından çıkartılan ve asla dönüp bakmayacağımız karar 'müsvette'leri veya akıllarından geçebilecek her ne varsa tamamı, Türklerin tarih şuurunu ve vatana sadakatlerini beslemekten başka bir işe yaramıyor.


ÔNSÔZ-9

Yukarıdaki 'şart'ları, yerine getirirlerse dedelerinin cinayetlerinden torunlarını sorumlu tutmayacağımız için, diğer bütün Ermenileri 'bağışlayabiliriz'. Sınırı da açarız, elçi teatisinde de bulunuruz, ticaret de yaparız, hatta onları başkalarına karşı 'koruruz' da...

Ermenistan için, Türkiye'nin dostluk ve iyi niyeti, 'soykırım ifdestek mukabilinde Rusya ve Batılı güçlerin elinde 'eskitilmiş' bir 'oyuncak' ve itibarsız bir 'rehine' olmaktan daha yüceltici ve onur vericidir.

tirası'na

Erivan yönetiminin, Türk düşmanlığı u{Jruna, dedelerini kanyüz üstü bırakan güçlere, her seferinde yeniden 'yüz kızartma'nın dışında bir 'diplomasi' geliştirebilmesi lazım.

dırıp kandırıp

Büyük bir güce karşı habire kamçıladıkları kin ve intikam hislerini dizginlemektense daha büyük güçlere sürekli el açıp 'yüz kızartmak'tan bıkmamak, 'milli bir dış politika' olamaz. Tıpkı, 'dlyasporanın yardımları' ile ciddi bir 'ekonomik politika' olamayacağı gibi... elinden ve rahatı­ na düşkün 'dlyaspora'nın marazi Türk düşmanlığından kurtarabilirse 'ianeye muhtaç uzaktaki akraba topluluğu' olmaktan da kurtulur. Belki bu sayede, Ermenistan Cumhuriyeti de 'dlyaspora sosyetesi' nazarında 'hayır kurumu' olmaktan çıkıp sahici bir 'devlet' olur. Ermenistan

halkı, yakasını Taşnakçıların

Böylesi, en başda kendileri için, hem daha gerçekçi, hem de daha haysiyetli bir tercihdir. Elinizdeki kitapta yer alan makale, inceleme ve araştırmaları gereksiz buluyorum. Okuyunca göreceksiniz ki, hepsi de kitap haline gelmesi elzem çalışmalar; ama, bu 'kitap'da bir araya getirilmelerinin sebebi, sırf 'objektif' ve kalıcı vasıflarından ötürü değil. ayrıca tanıtmayı

Yüz seneden fazla hıyanet ve vahşetleriyle uğraştıkları mızın, hadiselerin üzerinden onlarca yıl geçtikten sonra, 70'1erde suikastlarıyla uğraştık ve şimdi de iftiralarıyla uğraşıyoruz.


10-ÖNSÖZ

iftiranın karşısına, hakikatin sikin, soğuk ve fakat, sert yüzü-

koymalı

ve katiyen alttan almadan

konuşmalıyız.

Bu eserde yer verilen yazılar, peş peşe okunduğunda, sadegibi düzmece bir iddilnın ne kadar 'mesnetsiz' olduğu değil, Ermeni isyanlarının, Ermenilerden çok kimlere IAzım olduğu ve hangi siyasi projelerin 'ek'inde yer aldığı da berraklı·

ce

'soykırım'

ğa kavuşacaktır.

Son birkaç asırlık tarihimize ciddi nazarlarla bakan ve hakikate saygısını yitirmemiş hiç kimse, maruz kaldığımız onca haksız ve hayAsız saldırının arkasında, 'bizim' dediğimiz toprağın ve üzerindeki hükümranlığın 'bize' çok görülmesinden başka hiç bir inandırıcı sebep bulamaz. 'Haçlı programı,

Seferleri' ile başlayan 'Türkleri Türkiya'dan çıkarma' en son 1922'nin 30 Ağustos günü Dumlupınar'da iptal

edilmiştir.

içimizdeki bazı hlinlerin de desteği ile yürütülen 'soykırım' kampanyalarını ise yeni bir 'program'ın ilk adımı olarak görüyoruz. Şimdilik teşhir

etmekle

yetineceğiz.

lcab-ı halinde bunu da 'iptal' için, Talat Paşa'nın ünlü ifadesiyle 'bir dakika fevt' etmeyecegimizi, herhalde herkes biliyordur.

Dr. Mustafa

Çalık


Kim Başlattı?·

Justin McCarthy (Çev. Sedat İşçi**)

Tarihçilerin gerçeği sevmeleri gerekir. Gerçeği yazmaya çatarihçinin görevidir. Tarihçiler yazmadan önce ilgili bütün kaynaklara bakmak zorundadırlar. Kendi önyargılannı dikkatle gözden geçirmeli ve bunların gerçeği etkilememesi için ellerinden geleni yapmalıdırlar. Ancak o zaman tarih yazmalıdır­ lar. Tarihçilerin kaidesi şöyle olmalıdır, "Bir konunun bütün yönlerini ele al; kendi önyargılanru bir kenara bırak. Ancak o zaman gerçeği bulmayı umabilirsin." lışmak

Tarihçiler her zaman bu genel kuralı izlerler mi? Hayır, ama iyi tarihçiler çaba sarf ederler. Tarihçinin

mesleğinin gereğini

anlamanın yolları vardır.

*Amerikalı

yerine getirip getirmediğini Bütün önemli bilgi kaynaklan ince-

tarih profesörü Dr. Justin McCarthy'nin 24 Nisan 2002 tarihinde Yeditepe Üniversitesinde yaphğı "The First Shot" özgün baş­ lıklı konuşmanın çevirisidir. Bu makale, ilk defa, Tarkiye Ganıaga dergisinin sayı 68 2002 sayısında yayımlarunışhr. **İşçi, Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'nde öğretim üyesidir.


12 -

KİM BAŞLATII 7

lenmelidir: Amerikan tarihiyle ilgili bir kitap yalnız Fransızca kaynaklara dayanıyor, Amerikan kaynaklarından yararlarunı­ yorsa doğru tarih kitabı olamaz. Bütün önemli olgular ele alın­ malıdır: Almanların ve Yahudilerin tarihi üzerine bir kitap Holokostta öldürülen Yahudilerden söz etmiyorsa doğru kabul edilemez. Rahatsızlık veren olgular, insanın yanlış kanı ve önyargılarıyla uyuşmayan olgular bir tarafa bırakılmak ve görmezden gelinmek yerine ele alınmalıdır. Türk ve Ermeni tarihi üzerine yazılan bir kitap Ermeniler tarafından öldürülen Türklerin tarihini içermezse doğru sayılamaz. Bu apaçık bir şey. O denli apaçık ki söylenmesi bile gereksiz. Ancak gene de söylemek gerek; çünkü pek çok tarihçi dürüst tarih yazmanın kurallarını unutmuş görünüyor. Tarihçiler gibi siyasetçiler de doğruyu bulmakla sorumludurlar. Siyasetçiler tarih üzerine bir beyanda bulunurlarsa tarihçilerin görev ve sorumluluklarını da yüklenmiş sayılırlar. Tarihsel kayıtlara, hatta kayıtların tamamına dürüstçe bakmak zorundadırlar. Siyasal baskı grupları söyledi diye kendilerine söylenenleri doğru kabul etmemelidirler. Babalan doğruluğuna inanıyor diye bir şeyi doğru kabul etmemelidirler. Kendi önyargılanndan hareket ederek bir şeyi kabul etmemelidirler. Siyasetçiler tarih üzerine konuşacaklarsa, siyasetçiler tarihle ilgili konularda meclis karan çıkaracaJ<larsa mutlaka tarihin kuralları­ na uymak zorundadırlar. Aksi takdirde siyasetçilerin beyanları hakikati yansıtmayacakbr. Aksine davranmak belki siyasi açı­ dan kendilerine yarar sağlayabilir. Belki oy da getirebilir. Ancak hiçbir zaman doğruyu söylemiş olmayacaklardır. Şu

hususun tekrar apaçık ifade edilmesi gerekir. Eğer siyasetçiler tarihçi olduklarını sanıyorlarsa tarihçilerin kurallarına uymak zorundadırlar. Ama "Ermeni Soykırımı" dedikleri konuda karar çıkaran parlamentolar derslerini iyi öğrenmemişler. Bu parlamenterlerin tarihle ilgili insanı dehşete düşüren beyanları kötü tarihçiliktir. Ermenilerle ilgili karar alırken Fransız Parla-


JUSTIN McCARTHY -

13

mentosu veya Avrupa Birliği Parlamentosu kendi önyargılarıy­ la çelişen herhangi bir kanıtı değerlendirmişler midir? Hayır. Başkan Jacques Chirac kısa bir süre önce bütün hükümetlerin "Ermeni Soykırımını" kabul etmeleri gerektiği yönünde beyanda bulunurken Osmanlı kayıtları dahil bütün kaynaklan ayrın­ tılı olarak incelemiş midir? Hayır. Amerikan Kongresinden "soykınm kararları" geçirmeye kalkışanlar bu çatışmada milyonlarca Türkün öldüğü gerçeğini kabul etmişler midir? Hayır. Bu tek taraflı tarihçilerin sahte tarihinde ölenler yalnızca Ermenilerdi. Fransız

Parlamentosu ya da Avrupa Birliği Hükümeti üyelerinin hiçbir zaman tarihçilerin kurallarını izlemedikleri söylenebilir. Tarihsel konularla ilgili aynntılı araştırma yapmaya zamanlan yoktur. Tarih konusunda hemen hemen hiçbir altyapı­ ları yoktur. İstenmiş olmasa da onlara şöyle bir tavsiyede bulunuyorum: Gerçeği bulmak için gerekli çalışmayı yapmıyorsanız hiçbir şey söylemeyin. İtiraf etmeliyim ki, bir tarihçi olarak konuyu bütünüyle incelemeyi reddedip de kendi önyargılanyla ve politik çıkarları yönünde rahatça konuşanlara kızıyorum. Aslında tersini yapmalarına rağmen Ermeni Sorununu bütün yönleriyle inceledikleri şeklinde sahte iddialarla ortaya çıkanların ikiyüzlülüklerine de kızıyorum ..

Tarihsel bilgi tartışmaya dayanır. Bir konuyu bütün yönleriyle görebilmek için elimizden gelenin en iyisini yapmaya çalışsak ta her birimiz yanılabiliriz. Bütün tarihçiler hata yapabilirler. Hatalarımızı tartışma yoluyla anlarız. Bizden farklı düşünenleri dinler, kanıtlarımızı değerlendirir, bazen de fikrimizi değiştiri­ riz. Başkalarının getirdiği. kanıtlan incelemeyenler bilim insanı olamaz. Başkalarının yargılannı dinlemeyenler gerçek tarihçi değildirler.

Son zamanlarda Almanya ve Amerika' da Ermeni Sorunu ile ilgili çeşitli toplantılar düzenlendi. Amerika' dakiler genellikle


14 - KiM

BAŞLATTI ?

kapalı kapılar ardında gerçekleşti.

Gizliydi. Katılımcılann dışın­ da hiç kimse bu toplantılarda ne olup bittiğini bilmiyor. Çok az sayıda bazı toplantılara izleyici alındı, ama "Ermeni Soykın­ mı" run varlığından şüphe duyan konuşmaalara hiç yer verilmedi. Buna rağmen bu toplantılarda hem Türk hem de Ermenilerin bulunduğu yönünde reklam yapıldı. Enneni milliyetçileri, "Gördüğünüz gibi Türk bilim insanları da bizimle aynı fikirde" dediler.

Peki kim bu Türkler? Kulübe ginnelerine izin verilmeden önce teste tabi tutulanlar. Türkler bu toplantılara katılabilmek için bir Ermeni soykırımı olduğunu kabul etmek zorundalar. Ermeni milliyetçileri kendileriyle aynı fikirde olmayanlarla bir araya gelmezler; hatta konuşmazlar bile. Bu yüzden, bu toplantıların bilimsel niteliği yoktur; Türkleri mahkum etmek isteyenlerin bir araya geldiği siyasi toplantılardır. Türkleri mahkum edenlerin bazılan da Türk. Bunda yadırganacak bir şey yok. İdeolojileri tarihsel yargı­ tetikleyen ya da Türk bili~ insanlarının çoğundan (arklı düşündüklerini dürüstçe açıklayan Türklerin de olduğunu belirtmeme gerek yok sanırım. Fikir ayrılığı olması iyi bir şeydir, çünkü bilgelik tartışmaktan ileri gelir. Ancak bu tür toplantıla­ rın sorunu da işte tam budur. Bunlar tartışma yapmak için düzenlenmemektedirler. larını

Bugünlerde Ermenilerle buluşan Türkleri mahkum eden birçok elektronik mesaj ve mektup okudum. Başka Türkler de onları bir şekilde ülkelerine ihanet etmekle suçluyorlar. Doğru değil bu. Hiçbir bilim insanı çoğunluğun paylaşmadığı sözler söylemeleri nedeniyle suçlanmamalı. Özgürlük bilimselliğin temelidir ve yanlış yapma özgürlüğünü de içerir. Kendileriyle aynı fikirde olmayanları suçlamak, profesörlerin evlerini bombalayan, diplomatları öldüren, bilim insanlarını tehdit eden ve adil olmayan Fransız yasalarından yararlanarak konuşmaya cesaret eden profesörlere dava açan Ermeni milliyetçilerinin izlediği bir yoldur.


JUSTIN McCARTHY -

15

Umarım

Türkler hiçbir zaman bu yolu izlemezler. İstanbul ve Ankara' da kitapçılara girdiğimde Türk vatandaşlan tarafın­ dan yazılmış Türkçe kitaplar görüyorum. Bu kitaplar Türklerin soykırım yapmış olduklarını söylüyor. Ermeni milliyetçileri tarafından yazılmış gibi gözüken röportajlar içeren Türk gazeteleri okuyorum. Söylediklerine bazen gülüyorum. Bazen de kızı­ yorum. Ama konuşabilmelerinin güzel bir şey olduğunu biliyorum. Bunlar Türkiye'nin farklı görüşlere izin verecek kadar olgun ve özgüven duygusuna sahip olduğunun kanıtıdır. O zaman bu bilim insanları eleştirilmemeliler midir? Evet hiçbir şekilde onaylamıyorum -benimle aynı fikirde olmadıkları, yanlış oldukları, Türkiye'ye ihanet ettikleri için değil, bilimselliğe ihanet ettikleri için suçluyorum onları. Kapalı toplantılarını kınıyorum. Kendi aralarında konuşup bunu sanki diyalog yapıyorlarmış gibi göstermeye çalışan herkesi suçluyorum. Farklılıkları reddeden hiç kimseyi onaylamıyorum. onları

Türk ya da Ermeni, gizli toplantılarını sürdürenlere tek bir sorum var. Türk ya da Ermeni, sadece ideolojik dostlarıyla konuşanlara tek bir sorum var. Türk ya da Ermeni, her türlü bilimsel tartışmayı reddedenlere tek bir sorum var. Neden korkuyorsunuz? Dürüst tartışma için çağrımı tekrarlıyorum. Davalarına inananlar bunun savunmasını sözleriyle de yapmak zorundadırlar. Tarhşmaya niyetli olmalı, yalnızca kendileriyle aynı fikirde o.lanlarla konuşmamalılar. Parlamenter ve tarihçilere bir tavsiyem daha var: Siyaseti unutun ve gerçekten tarihsel sorular sorun. Ermeni ve Türk tarih çalışması şu ana soru sorulmadıkça irdelenemez: Türklerin yaptıklarına, soykırım ya da savunma, her ne derlerse desinler Türkler bunu neden yapmış olsun? Ermeni milliyetçilerinin açıklamasındaki en önemli sorunlardan biri Türklerin Ermenilere neden saldırdığı sorusudur.


16 -

KiM BAŞLATII ?

Türkler ve diğer Müslümanlar Müslüman bir imparatorlukta büyük çoğunluktaydılar. Yüzyıllar boyu Ermenilerle bir arada yaşamışlar ve Ermenilerin dinlerini ve geleneklerini sürdürmelerine izin vermişlerdir. Ancak, Ermeni milliyetçilere bakılacak olursa Türkler birdenbire Ermenilere saldırmaya karar vermiş­ ler. Daha da kötüsü, Türkler planlanmış bir soykırımla bütün Ermenileri yok etmeye karar vermiş. Ermeni milliyetçileri Türklere atfettikleri hayali planla ilgili birçok sebep üretmişlerdir. Güya Türkler Ermenilerin sahip olduklarını çalmayı düşünü­ yorlarmış. Anadolu Türklerini Orta Asya'yla birleştireceklermiş de Ermeniler de yollarının üzerinde kalıyormuş. Ya da, Osmanlıların Balkan Savaşlarından gelen mültecileri yerleştirmek için Ermenilerin yaşadığı topraklara ihtiyaçları varmış. Daha duygusal sebepler de uydurulmuştur: Türkler Ermenileri kıskançlık yüzünden öldürmek istiyorlarmış, çünkü Ermenilerin üstün olduğuna inanıyorlarmış. Veya Türkler "dini nefret" duygusuyla mı hareket etmişler? Türkler Ermenilerin malını gasp etmek istemişler miydi? öyleyse, İstanbul, Edime ve İzmir' deki zengin Ermenilerin mülklerine dokunmayıp Doğu Anadolu' daki nispeten yoksul Ermenilere karşı savaşmaları oldukça garip. Tabii Türklerin içten içe Ermenilerin sahip olduklarına imrenmediklerini de hiçbir zaman kanıtlayamayız. Ama malını kimin çalmış olduğu­ nu sorabiliriz. Hırsız kimdi? Kurban kimdi? Birinci Dünya Savaşı başladığında Ermeniler Erivan, Karabağ ve Kars'ta Türklerden ele geçirdikleri topraklar üzerinde yaşıyorlardı. Türkler Ermenilerin mülklerini değil, Ermeniler Türklerin mülklerini çalmışlardı. Birinci Dünya Savaşı sırasında Ruslar Doğu Anadolu'yu işgal ettiklerinde bir kez daha Türklerin ve Kürtlerin mallarını öncelikle çalan Ermenilerdi. Anadolu Müslümanları evlerini ve çiftliklerini kaybettikten ancak 100 yıl sonra intikamları­ nı alır ve Ermeni mülklerini ele geçirirler. Eğer

Orta Asya Türkleriyle birleşme isteği başta Enver Paşa olmak üzere bazı Osmanlı liderlerinin çılgın düşlerinden biriydi.


JUSTIN McCARTHY -

17

Bu, belki Azerbaycan dışında hiçbir zaman ciddi bir şekilde düşünülmemişti. Her neyse, Ermeniler böyle bir plan için nasıl engel teşkil etmiş olabilirlerdi ki? Orta Asya'ya giden yol Ermenistan' dan değil İran' dan geçmekteydi. Ermenistan üzerinden yapmayı düşünmeleri için deli olmaları gerek. Bunu kanıtlamak için haritaya şöyle bir bakmak yeterli. Orta Asya'ya ulaşmak için kuzeye doğru ilerleyen bir Türk ordusu Kafkas Dağlarının en yüksek noktasından, sonra da çöl ve step alanından geçmek zorunda kalacak, sonunda Aral Denizi'nden güneye gelecek. Bunu Enver Paşa bile denemezdi. Cengiz Han bile kıyı şeridin­ den gitmişti. Osmanlı Anadolu'sunda yaşayan diğer Ermeniler Osmanlıların Doğu çıkartması sırasında yollarına çıkarlar mıy­

dı? İlerlemeyi engellemek için orduları harekete geçirseler bir

problem

oluştururlardı.

landılar,

ama Ermeni

Gerçekten de

ayaklanmasının

Osmanlılara karşı silahOrta Asya ile hiçbir ilgisi

yoktu. Osmanlıların Balkan Savaşı göçmenlerine yer bulmak için Ermeni topraklarına göz diktiği iddiası ise daha baştan yanlış­ tır. Göçmenlerin hepsi Birinci Dünya Savaşından önce yerleşti­ rilmişti. Hemen hemen hepsinin yerleştirildikleri yerler Trakya ve Batı Anadolu idi, Doğu Anadolu değil.

Türkler kendilerinden üstün olduklarını düşündükleri için mi Ermenilerden nefret edip, onları öldürmeye kalkışblar? Tabii hiçbir Osmanlı kaynağı ya da konuşmasında böyle bir kanıt yoktur, fakat benim tercih ettiğim kanıt Türklerle birlikte yaşa­ mış olan herkesin kanıtıdır. Son 35 yıl içerisinde birçok Türkle tanıştım. Bu Türklerden çoğu tüm insanların eşit olduğunu düşünüyorlardı. Hiçbir Türk Türklerin herhangi birilerinden daha aşağı olduklarını düşünmüyordu. Osmanlı Türklerinin de farklı bir şey düşündüklerini sanmıyorum. "Dini nefretle" ilgili iddialara gelince, tarih bunun gülünecek bir yalan olduğunu gösteriyor zaten. Müslümanların Ermenileri 700 yıl boyunca kabul ettikten sonra, İslamın kurallarını


18 - KiM

BAŞLATII ?

yıkarak Hıristiyanların varolma haklarını

reddedeceklerine inatarihinin hoşgörü konusunda örnek teşkil edebileceği ve Hıristiyan devletlerden çok daha iyi bir geçmişe sahip olduğunu kim unutur? Hayır. Doğudaki Müslümanlar gerçekten Ermenilerden nefret etmeye ve korkmaya başlamış­ lardı, ama bu Ermenilerin ve Rusların yapbklanndan ötürüydü. nılır mı? Osmanlı

Son tahlilde Ermeni milliyetçilerinin tartışmaları tek bir iddiaya dayanır: Türkler delidirler. 700 yıl boyunca beraber yaşadık­ tan sonra Türkler bir anda Ermenilerden nefret etmeye başlamış ve anlan öldürmeye karar vermişlerdir. Başka hiçbir açıklama Ermeni milliyetçilerinin Türkleri suçlama arzusunu tatmin edemez. Sözde soykırım için yapılan bütün açıklamalar Türklerin tamamen akıl dışı davrandıkları iddiası üzerine oturtulmuş­ tur. Bu açıklamanın daha mantıklı bir tartışmasını da duydum. Sonuçta, Almanlar da Yahudileri öldürdüklerinde akıl dışı davranmışlardı. Aradaki farklar incelenmeye değer. Nazilerin Yahudi düşmanlığı konusunda uzun bir gelenekleri var. Avrupa tarihi Yahudilere yapılan saldırılarla doludur. Aynı zamanda, Almanlar Yahudilere karşı şeytani bir edebiyat oluşturmuşlardı. Bu yüzden Hitler ve yandaşları uzun bir nefret geleneğinden yararlandılar. Yahudilere karşı önyargıları iktidara gelmek için bir araç olarak kullandılar. Osmanlı İmparatorluğunda

buna benzer bir şey görülmüş müydü? Ermeni ayaklanmaları başlamadan önce onlara karşı Almanların Yahudilere yaptığı türden saldırılar olmuş muydu? Hayır. Osmanlıların popüler edebiyat geleneklerinde Ermenilere karşı herhangi bir şey var mıydı? Hayır. Herhangi bir Türk siyasi partisi seçim kampanyalarını Ermeni düşmanlığına dayandırmış mıydı? Hayır. Aslında, Ermeni milliyetçileri Osmanlılara karşı isyan ettikleri anda bile başka Ermeniler Osmanlı Hükümetinde yer almışlardır. Ermeniler Osmanlı Devleti'nde yüksek mevkilere de gelmişlerdir. Avrupa usulü ırkçı nefret Osmanlı


JUSTIN McCARTHV -

19

İmparatorluğu'na yabancıydı. Alman Yahudilerinin ölümleriyle sonuçlanan ön yargı türü Osmanlı İmparatorluğu'nda bilinmez-

di bile. "Irkçı nefret"in Ermenilere karşı şiddete yol açhğı yolundaki herhangi bir iddia saf fanteziden ibarettir. Türkler ve Erineniler arasında oluşan gerginliğin rasyonel sebeplerini aramak daha uygun olacakbr. Türklerin Ermenilere karşı savaşmalarının gerçek nedeni kolayca açıklanabilir ve tamamen rasyoneldir: Türkler kendilerini savunuyorlardı. Bu diğer bir soruyu çıkarıyor karşımıza: Ermeniler ve Türkler arasındaki gerginliği başlatan kimdi? Saldıran kimdi? Kendini savunan kimdi? Diğer

tarihçiler ve ben bu sorulardan genellikle kaçınıyoruz. Türk ve Ermeni tarihi hakkında konuştuğum ve yazdığım zaman bunu insanlık tarihinin üzücü bir bölümü olarak anlattım. Hatta, gerçek sorunun kimin suçlu olduğu meselesi olmadığını da söyledim. Gerçek sorun, Ermeni ya da Türk, insanlığın acı çekmesidir, dedim. Bu hala en önemli konudur. Fakat, saldıra­ nın kim olduğu sorusu artık ele alınmalıdır, çünkü Türkleri mahkum eden politikacılar tamamıyla acı çeken insanlığa acı­ makla tatmin olmuyorlar. Ermeni milliyetçileri Türklerin aolanndan bahsederken Türk ölümlerinin nedeninin savaş, Ermeni ölümlerinin nedenin ise soykının olduğunu söylüyorlar. Türklerin Ermenilere eziyet ettiklerini ve sonra da kendi başlattıkla­ rı şey yüzünden acı çektiklerini iddia ediyorlar. Bu gerçek miydi? Türkler Ermenilere saldırdıkları için mi acı çekiyorlardı? Bütün olanlar Türklerin suçu muydu, o zaman Türkler için daha az mı üzülmeliyiz? Bunu yanıtlamak için öncelikle Türkler ve Ermeniler arasındaki gerginliği kimin başlattığını incelemeliyiz. Genelde söylenenin aksine, sorun 19. yüzyılın sonlarında Osmanlı İmparatorluğunda değil, 18. yüzyılda o zamanki İran İmparatorluğunda başladı. Ermeni kilisesi görevlilerinin de içinde bulunduğu Ermeniler Rus işgalcileri ile ittifak içine girdiler. 1796'da, Derbent'te yaşayan Ermeniler Rusların Derbent ha-


20 - KiM

BAŞLATTf ?

ruru yenilgiye uğrabnasında ve şehrin Ruslar tarafından alıruna­ sında rol oynamışlardır. 1790'ın Ermeni piskoposlarından biri Ermenilerin "Müslüman diktasından kurtulmaları" için Ruslara katılmaları gerektiği yönünde vaazlar verdi. Azerbaycan' daki Ermenilerin çoğu tarafsız kaldılar, taraf tutanlarsa Rusları destekledi. Ermeni gönüllüler Rusya'run Azerbaycan ve Erivan'ı fethi süresince Rusların yanında savaşmışlardır. Her şeyin ötesinde, Ermenilerin Ruslara olan sadakati Rus yönetimi alhnda yaşama arzularıyla açığa çıktı. Ruslar Karabağ ve Erivan'ı aldıkları sırada orada yaşayan Müslümanları öldürmüşler ya da topraklarından atmışlardır. Bunların çoğu orada yaşayan Türklerdi. Boş evleri ve çiftlikleri Ermeniler tarafından İran' dan ve Osmanlı Anadolu'sundan alınmıştır. Bir sonraki on yılda daha fazla Türkün toprağından atılmasıyla onların yerine daha fazla Ermeni gelmiştir. Rusların fethinden önce, bugünkü Ermeni Cumhuriyeti'ndeki nüfusun çoğunun Türk olduğu unutulmamalıdır. Türkler kısa bir süre içerisinde çoğunluğu yitirdiler. Ermeıpler 700 yıl boyunca Güney Kafkasya bölgesinde Türklerle beraber yaşadılar. Yaşamları mükemmel değildi, ama Türklerinki de değildi. Hoşgörüyle yaklaşıldıklanna dair kanıt, Türklerin gelişinden 700 yıl sonra da Ermenilerin orada var olmasıdır. Dağlarda saklanmıyor, dişleriyle ve tırnaklarıyla özgürlüklerini korumaya çalışmıyorlardı. Bölgenin her yerinde yaşıyor, köklerinin kolayca kazınabileceği şehirlerde çalışıyor­ lardı. Ermeniler tüm bölgede dağınık olarak yaşayan bir topluluktu. Kafkasya'run hiçbir eyaletinde çoğunluk değillerdi. Ruslar geldiğinde, birçok Ermeni kendi hükümetlerinin karşısında tavır alıp işgalcilere katıldılar. Ruslara katılanlar azınlığın çoğunluğu yönebnesini istiyorlardı, yani 700 yıl boyunca birlikte yaşadıkları Müslüman çoğunluğu Ermeniler ve Ruslar yöneteceklerdi. Demokrasi istemiyorlardı. İnsan haklarını istemiyorlardı. Yönetmek istiyorlardı. Ve Ermeni milliyetçilerinin yoluna çıkan Müslümanlar da saf dışı bırakılacaktı.


JUSTIN McCi\RTHY -

21

Ermenilere saldıran Türkler değildi. Türklere saldıran Ermenilerdi. Rus işgali 1828-29 savaşında ve Kırım Savaşında Doğu Anadolu'ya doğru genişledi. Osmanlı ve Rus Ermenileri Ruslar Anadolu'yu aldıklarında Rus tarafına katıldılar ve Ruslar için ajanlık ve izcilik yaptılar. Ruslar geri çekilmek zorunda kaldık­ larında da binlerce Ermeni onlarla birlikte gitti. Kendi ülkelerinin düşmanı ile iş birliği yapmışlardı.

1877-1878 Türk-Rus

Savaşı

Rusya ve Osmanlı İmparatorluğu arasındaki 1877-78 savaşı­ Müslüman ya da Hıristiyan fark etmeksizin uyruklarına güvenmeleri gerekirdi. Hatta, Hıristiyan­ ların Osmanlı ordusuna kabul edildiği ilk günde Erzurum' da 84 Hıristiyan gönüllü olarak askere yazıldı. Ancak, Erzurum' daki Rus Konsolosu Hıristiyan papazlarını Rusya'nın ülkeleri için savaşmalarını hoş karşılamayacağı konusunda uyardı. Papazlar Hıristiyanlara ülkelerine hizmet etmemelerini söyledi ve böylelikle artık Hıristiyanlar askere yazılmadılar. nın başında Osmanlıların,

Savaş alanında olan herkes acı çeker, ama Doğudaki Ermeniler savaş boyunca ne dışlandılar, ne de Osmanlı Hükümeti tarafından eziyet edildiler. Aksine, Avrupa kaynaklarında sivil ve Müslüman görevlilerin Ermenileri Kürt saldınlanndan koruduklarına dair birçok kanıt vardır. Ancak üzücü olan, Osmanlı­ lar savaşı kaybettiklerinde Müslümanları Ermenilerden koruyamamışlardır.

Kars Rusların eline geçtiğinde, oradaki Ermeniler hem Osmanlı askerlerine hem de yöredeki Türklere saldırmışlardır. İn­

giliz kayıtlarına göre Ermepiler Türk yaralıları öldürmelerinde Ruslara yardım ediyorlardı. Erzurum'um alınması üzerine, Ruslar bölge asayişinin başına bir Ermeni yerleştirdiler. Türk avı başlatıldı. 6.000 Türk ailesi şehri terk etmeye zorlandı. İngil­ tere büyükelçisi, "Ruslar Erzurum'u işgal ettiklerinde Rusların


22 - KiM

BAŞLATTI ?

kendilerini

korumalarından

istifade eden Ermeniler Müslüman halkı rahatsız etmiş, onlara kötü davranmış ve hakaret etmiştir," diye belirtmiştir. Savaş sırasında, Osmanlı Doğusu'ndaki

birçok Ermeni RusErmenileri Ruslar için izcilik ve ajanlık yapmışbr. Hiçbiri Eleşkirt Vadisi'ndeki Ermeniler kadar samimi bir şekilde birleşmemiştir Ruslarla. Tüm kalpleriyle Rusların aldıkları yerleri kendilerine vereceklerini bekliyorlardı. Bu olamazdı. Diğer Avrupa Devletleri Rusları Eleşkirt'ten çık­ maya zorladılar. 2000 ile 3000 Ermeni ailesi geri çekilirken de Ruslara katıldı. Ruslara kahlan Ermenilere verecek ev ve çiftlik sıkınhsı gibi bir şey söz konusu değildi, çünkü Ruslar 70.000 Türkü işgal ettikleri bölgeden çıkarmışlardı. ların tarafına geçmiştir. Osmanlı

İhtilalci Ermeni Örgütleri

Genellikle Taşnaklar olarak bilinen Ermeni Devrimci Federasyonu Taşnaksutyun Partisi, 1890' da Rus İmparatorluğu topraklan içinde bulunan Tıflis'te kurulmuştur. Bu parti, Osmanlı İmparatorluğu'nun Anadolu'da yıkılması planlarında önceki Ermeni milliyetçi partilerine kahlmışbr. Parti ideoloji bakımın­ dan sosyalist ve milliyetçiydi. Partinin Manifestosu "Türk Hükümeti'ne karşı bir halk savaşı" ilan etmişti. "Milli özgürlüğü korumanın korkutucu yükümlülüğü"nden bahsediyordu. Toprağın yeniden dağıtılması, toplumsal kardeşlik ve iyi bir hükümet çağrılan arasında Taşnak Partisinin 1892 Programı ihtilalci hedeflerini ortaya koydu. Bu program, ihtilalci komiteler ve savaş gruplarının kurulmasını ve halkı silahlandırmayı da içeriyordu. Taşnaklar niyetlerini "savaş tahrikçiliği yapmak ve hükümet görevlilerine terör uygulamak. .. " ve "hükümet kuruluş­ larının yağmalanmasını ve zarar görmesini sağlamak" 1 olarak 1- Louise Nalbandian, The Annenian Revolutionary Movement, Berkeley, 1963, ss. 156-168.


JUSTIN McCARTHY -

23

ilan ettiler: Takip eden yıllarda planlarını uyguladılar. 1896 da Taşnak düsturu, "Silahlara sarılın! Savaşın! Zafer bizim olacak!"2 idi. Taşnakların ve diğer Ermeni ihtilalci hareketlerin örgütlenmesi ve felsefesini anlatmaya ne zamanımız yeter, ne de böyle bir şeye gerek var. Kendi sözleri amaçlarını yeterince açıklıyor: Osmanlı İmparatorluğuna karşı kanlı bir ayaklanma başlatmak. Sözleri yerine eylemlerini değerlendirmek çok daha önemlidir. Ancak Ermeni ayaklanmasının amacına ilişkin bir şeyin mutlaka anlaşılması gerek: Ermeni ihtilalcilerin amaçlan diğer milliyetçi ihtilalcilerinkinden çok farklıydı. İtalya' da yaşayan insanlar İtalyandı ve İtalyan devrimcileri çoğunluğun yönettiği bir devlet istiyorlardı. Polonyalı milliyetçiler Rus bir azınlık tarafın­ da yönetilen bastırılmış bir çoğunluk olan Polonyalılar için bir devlet oluşturmak istiyorlardı. Aynı şey tüm dünyada geçerliydi -yöntemleri her ne olursa olsun, iyi ya da kötü, milliyetçiler en azından çoğunluğun kendini yönetebileceği bir devlet için savaştılar.

Ermeni milliyetçileri için bu böyle değildi. Ermeni isyanalan kendilerinin, nüfusun 3 20'sinden daha az bir kısmını oluş­ turdukları bir toprağı ele geçirmek için savaştılar. "Altı Vilayet" dedikleri bölgede, Müslümanlar Ermenilerin dört katı fazlaydı. Polonyalılar, İtalyanlar, Özbekler, Güney Afrikalılar, Cezayirliler ya da İrlandalıların aksine, Ermeniler imparatorluk tarafın­ dan yönetilen büyük bir çoğunluk değildiler. Çoğunluğu yenerek topraklarını ele geçirmek isteyen küçük bir gruptular. Ülkelerinin düşmanlarından yardım alan küçük bir gruptular, çünkü dışarıdan yardım almadan Müslüman çoğunluğu yenmeleri imkansızdı. Eğer başarılı olsalardı

2- Nalbandian, s. 178

Ermeni milliyetçileri ne

yapacaktı?


24 - KiM

BAŞLATTI 7

Balkanlardaki Türklerin aa kaderini örnek vererek gösteriyor tarih bunu bize. Bir "Ermenistan" kurmanın tek yolu çoğunlu­ ğu sürmek ya da öldürmekti. ihtilalciler Müslümanları saf dışı etmediği sürece Anadolu' da bir Ermeni Devleti kurulamazdı. Osmanlıların

Ermeni isyanolara verdiği karşılık her düşü­ nüldüğünde, bu gerçek hatırlanmalı. Osmanlılar sadece iktidarlarını savunmuyorlardı. Çoğunluğun yönetimini reddedenlere karşı çoğunluk halkı savunuyorlardı. Dahası, isyancılar başarı­

ya ulaştık.lan taktirde öldürülecek ya da yurtlarından sürülecek olan insanları savunuyorlardı.

1890'lardaki Ayaklanmalar Ermeni ayaklanmaları Doğu Anadolu' da 1860'lar ve öncesinde baş gösterdi; ama ihtilalci Ermeni örgütleri ancak 1890'larda planlarını gerçekleştirmeye başladılar. 1894'te, Sasun bölgesindeki Ermeniler hükümete karşı ayaklandı. Kalabalık isyan çeteleri saldırılarını Osmanlı Devletini simgeleyen yerler ve kişiler üzerinde yoğunlaştırdı-vergi tahsildarları, devlet memurları ve resmi daireler. Aynı zamanda Kürt aşiretleriyle de çatışmaya başladılar. Ermeniler ve Kürt aşiretle­ ri arasında eskiden beri süregelen bir düşmanlık vardı. Bu kadarı anlaşılabilir. Ermeni ayaklanmasını onaylasak da onaylamasak da, şurası açık ki, isyanolar eski düşmanları ve devleti vuruyor. Bundan sonra olanlar hiçbir şekilde bağışlanamaz. Osmanlı ordusu isyanaların üzerine yürüdü. İsyanolar geri çekilirlerken yollan üzerindeki köylerde yaşayan Müslüman halkı kılıçtan geçirdi. Buna karşılık olarak ordu ve Müslüman halk da Ermenileri öldürdü. Ermenilerle olan bu

çatışmada

ilk kanı döken Müslümanlar

değildi. İlk kanı Ermeniler döktü. Sonuç her iki taraf için de

korkunç oldu. 1895'te Zeytun ve

Maraş'taki

Ermeni

ayaklanmalarında

ya-


JUSTIN McCARTHY -

25

şanan

olaylar da pek farklı değildi. Bölgedeki Müslümanlar toplu katliamla karşılaşhlar. Ermeni lideri bizzat kendilerinin 25.000 Müslümanı öldürdüğünü iddia etti. Osmanlı ordusunun katilleri cezalandırmasına bile izin verilmedi. Ermeniler, Avrupalı güçlerin koruması alhndaydılar. Aynı yıl

Van' da Ermeni milliyetçileri bir kez daha ayaklanbirçok masum Müslüman ve Ermeni öldü. 1909 yı­ lında Adana' da aynı olay tekrarlandı; Ermeniler hiç gelmeyen Avrupa desteğine güvenerek ayaklandı. En büyük ölü kaybını Ermeniler verdiği halde, çalışmayı başlatan tarbşmasız olarak Ermeni isyana güçleriydi. Türkler karşılık verdi. Sadece devletlerini değil, yurttaşlarını da koruyorlardı. dıklarında

Sasun' da, Van' da, Zeytun' da, Maraş' ta ve Adana' da katliamı Ermeni isyanalardı. Aynı topraklarda yaşadıkları Osmanlı yurttaşlarını katletmeye başlayanlar Ermeni isyancılardı. Ermenilere saldıranlar Türkler değildi. Ermeniler Türklere sal-

başlatan

dırdı.

1. Dünya

Savaşı

I. Dünya Savaşı sırasındaki olaylar, 1912 ve 1913'teki Balkan bakmadan anlaşılamaz. Bu savaşlar isyancılara izledikleri yöntemlerin başarılı olacağına inanmalarına neden oldu. Milliyetçi çeteler Balkanlardaki Türkleri öldürüp, yurtlarından sürmüştü. İstilaa ordular bu katliam ve sürgün işini tamamladılar. Büyük bir kısmı Türk olan Müslümanlar, 1912'de Osmanlı Avrupasında küçük bir farkla çoğunluğu oluşturuyordu. Balkan Savaşları sonunda, belirgin bir şekilde azınlık durumuna geldiler. Osmanlı Balkanlanndaki Müslümanların % 27'si ölmüştü. Geriye Müslüman nüfustan kurtulmuş Bulgar, Yunan, Karadağ ve Sırp devletleri kaldı. Müslüman çoğunluğun olduğu topraklarda şimdi Hıristiyanlar çoğunlukta. Bu tam da Ermeni isyancıların daha büyük çapta yapmak istedikleri şeydi. Balkanlarda gerçekleşen durum Anadolu' da da neden gerçekSavaşlarına

leşmesindi?


26 -

KiM BAŞLATII ?

Her iki taraf da Balkan Savaşlarından paylarına düşen dersi almışb. Türkler isyanoların başarıya ulaşması halinde başlarına neler geleceğini görmüştü. Ermeni isyanalannın niyeti ise Türkleri Balk.anlardan sürenlerinkiyle aynıydı. Müslüman çoğunluğu Doğu Anadoludan atmak istiyorlardı; böylece orada bir "Ermenistan" kurabileceklerdi. Bunu yapmak için de Balkanlarda sonuç vermiş olan taktiklerin aynısını kullanacaklardı. 1. Dünya Savaşı başlamadan önce bile Ermeni gerilla çeteleri

Rus İmparatorluğunda örgütlenmeye başlamışb. Bu örgütlenmeye hem Rusya' dan hem Osmanlı İmparatorluğundan Ermeniler katılmıştı. Yaklaşık 8.000 Osmanlı eğitim almak ve örgütlenmek için Kağızman' a gitti. 6.000 kişi Anadolu' dan Iğdır' a, daha da fazlası başka eğitim kamplarına gitti. Türklerle savaş­ mak ve Rus savaş gücüne destek vermek için geri döndüler. Büyük silah ve cephane, hatta üniformalar Anadolu' daki depolarda, ku11anıma hazır olarak saklanıyordu. Bunlar küçük gerilla birlikleri değildi. Rasgele terör eylemleri düzenleyen birkaç kişilik gruplar değildi. Aslında sayısız bireysel eylem gerçekleşmişti, ama asıl Ermeni saldırısı iyi silahlanmış ve eğitimli isyana birliklerden geldi. Sayılan yaklaşık 100.000 kadardı. Osmanlı görevlileri sadece Sivas vilayetinde 30.000 Ermeni gerilla olduğunu tahmin ediyordu. Ermeni tarih miti barışsever Ermenilerin hiçbir provokasyon olmadan Türkler tarafından saldırıya uğradıklarını anlatır. Oysa gerçek bundan çok farklıdır. Durumu anlamak için, 1915 ilkbaharında Osmanlı-Rus sını­ durumu göz önüne getirmek gerekir. Rus cephesindel<l Osmanlı ordusu enkaz halindeydi. Enver Paşa Rusları Sarıka­ mış' ta, cesur ama kötü tasarlanmış bir saldırıyla bozguna uğrat­ mayı denedi. Fena halde başarısızlığa uğradı. Ordusunun 3/ 4'ünü kaybetti. Osmanlı merkezi ve Rus istilaolan arasında direnenler Osmanlı Ordusunun Doğudaki son kınntılanydı. Bunlardan bazılan çok iyi taburlardı. Bölgeyi iyi tanıyan, Doğurındaki


JUSTIN McCARTHY - 27

daki jandarmalardan oluşan jandarma birlikleri oldukça etkili oldular; ama Osmanlı güçleri çok azdı. Ruslar hem sayıca daha fazla hem de daha iyi donanımlıydılar. Osmanlı güçlerinin tek şansı savunma durumlarını korumakh. Cephede bir kişiye bile ihtiyaç vardı. Yine de binlerce kişi ön cepheye ilerleyemezdi. Hattın gerisinde savaşmaları gerekiyordu. Aslında, en iyi askerlerin bazıla­ rı ön saflardan çekilip, dahili düşmanlarla, Ermeni isyancılarla çarpışmaya yollanmışh. Rus Cephesi tehlikedeydi. En sonunda çöktü. Ruslar sonunda, beraberlerinde muzaffer Ermeni isyancı­ ları getirerek Doğu Anadoluyu istila ettiler ve ele geçirdiler. 1915'te, Anadoludaki Rus istilasına hem Osmanlı Anadolusundan hem Rusya' dan gelen Ermeni birlikleri öncülük etti. Ermeniler Rusların izciliğini yaph. En önemlisi Ermeni çeteleri ulaşımı engelleyip, Doğudaki askeri iletişimi kesti. Ermeni komitao ve çetelerinin yaratbğı tehlike hem Osmanhem de Anadoludaki Müslümanların yaşamlarını ciddi bir biçimde tehdit ediyordu. lı İmparatorluğunun varlığını

Ermeni milliyetçileri ayaklanmaları örgütlemeye başladıkla­ rında hiçbir Ermeni sürgün edilmemiş, hiçbir Ermeni politikacı asılmamış, hiçbir Ermeni Osmanlı askerinin ellerinde ölmemiş, hatta savaş resmi olarak ilan edilmemişti bile. Ermeni isyanolannın eylemleri sadece ayaklanmalardan ibaret değildi. Osmanlı Ermenileri Rus ordusuna casusluk yapıyordu. Kendi ülkelerinde, Osmanlı İmparatorluğunda ama ona karşı savaşırlarken, onun baş düşmanı olan Rus İmparatorluğunun yanında çarpış­ blar. O zaman da özgürce itiraf ettikleri gibi kendi ülkelerinin baş düşmanıyla bir olup onlarla birlikte savaşan vatan hainleriydiler. Ermeni ayaklanmasının etkisini görmek için haritaya bakmak gerek. Ermeni çeteleri, aslında, bütün Doğu Anadoluda faaliyet gösteriyor, ulaşımı engelliyor, iletişim hatlarını kesiyor ve


28 -

KİM BAŞLATII 1

ücra Müslüman köylerine saldırıyorlardı. İlk bakışta, bazı ayaklanma bölgelerinin tuhaf bir şekilde seçildiği göze çarpıyor. Neden Sivas? Bir ayaklanma için pek de uygun bir yere benzemiyor. Sivas Vilayetinde nüfusun sadece %13'ü Ermeni. Sivas cepheden uzak olduğu gibi, aynı zamanda olası Rus desteğine de uzak düşüyordu. Ama yollara dikkat edin. Rus cephesine ulaşmak için savaş malzemesi ve taburlar Sivas' tan geçmek zorundaydı. Geri çekilen askerler de Sivas' tan geçmek zorundaydı. Sivas, aynı zamanda, tüm savaş bölgesine yayılan telgraf sisteminin de merkeziydi. Sivas ili, ulaşım ve iletişimin darboğazıydı. Sivas'ta herhangi bir kırılma Osmanlı savaş gücüne ağır bir darbe olacakh. Klikya ve Urfa'da Ermeni ayaklanmalarının olduğu yerler de stratejik önemi olan noktalardı. Toros tünelleri tamamlanmadığından, Irak cephesine gönderilecek savaş malzemeleri ve askerler Klikyadan gemi aktarması yaptıktan sonra Urfa' dan geçmek zorundaydılar. İngilizler Gelibolu'ya saldırmaktansa Klikyaya saldırmayı ciddi olarak düşünmüşlerdi (öyle yapsalardı çok daha başarılı olurlardı.)

Van ve Rus sınır bölgelerindeki Ermeni güçleri de potansiyel stratejik etkiye sahipti. Ruslar Bah İran' a girmişlerdi. Osmanlı­ nın Doğudaki varlığını tehdit ederek, sonunda .Irak' a saldırıp, İngilizlerle birleşmeyi planlıyorlardı (Hiç kimse Osmanlıların İngilizleri yenmelerini beklemiyordu). Rusların ilerlemesini kontrol edebilmek için Osmanlılar Doğuya hareket etmeliydi. Anadoludan İran' a sadece iki olası yol vardı -kuzeyde Beyazıt' tan geçen yol ya da güneyde Van'dan geçen yol. Bu iki yolun Ermeni ayaklanmasının asıl merkezleri olması sadece bir rastlantı mı?

Birisinin becerip Rus ordusunun Ermeni birliklerine verdiği emirleri araşhrıp incelemediği sürece Ermeni ayaklanmalarının ne kadarının Rusların amaçlarına hizmet etmek üzere planlandığını öğrenemeyeceğiz. Böylesine stratejik noktaların seçimi tesadüfe bağlanamaz. Bununla birlikte önemli olan nokta neden


JUSTIN McCARTHY -

29

buraların seçildiği değil, Osmanlı

güçleri için oluşturduk.lan ciddi tehlikedir. Osmanlılar ayaklanmalan bastırmak zorundaydılar, çünkü Ermeni güçleri Müslümanları katlediyordu; ama Osmanlılar bunu asıl askeri nedenlerden dolayı yapmak zorundaydılar. Ermeni isyanalar, Osmanlıların yenilmesine yardım eden düşman güçlerdi. Ermenilerin Ruslara başlıca katkısı birçok Osmanlı askerini ayaklanmalarla meşgul ederek Osmanlı savaş gücünü ciddi biçimde zayıflatmaktı. Ama olaya insanlık açısından bakılacak olursa Ermeni ayaklanmasının en kötü sonucu, masum Müslüman sivillerin Ermeni isyancılarınca öldürülmeleridir. Unutulmaması gereken bir diğer nokta da, masum Ermeni sivillerin de intikam adına öldürülmeleridir. İlk kanı akıtan Ermeni isyancı­ lardır. Müslümanlar çok daha fazla kayıp verdiler. Osmanlılar

Ermenileri neden göç ettirtti? Bunu daha önce de ispatlandığı gibi düşmana yardım ve yataklık edeceği su götürmeyen sivillerin yerini değiştirmek için yaptı. Belki de Ermenilerin çoğu Osmanlılara karşı hareket etmeyeceklerdi, ama kimin Ruslara, İngilizlere ve Fransızlara yardım edip etmeyeceğini nasıl bileceklerdi? Bana göre, savaşın kızıştığı noktada, imparatorluklarını ve yurttaşlarını korumak için Osmanlılar çok ileri gittiler ve tehdit oluşturmayan birçok Ermeniyi de göç ettirttiler. Ama, unutulmamalı ki Osmanlıların böyle davranmalarının geçerli nedenleri vardı ve gene unutulmamalıdır ki Müslümanları yurtlarını terk etmeye ilk zorlayanlar Ermeniler ve Ruslardı. Şüphe edilmeyecek bir gerçek var ortada.Yaklaşık 100 yıl önce, 1. Dünya Savaşı sırasında, Ermenilere ilk savaşı açan Türkler değildi. Savaşı Ermeniler başlattı.

Azerbaycan ve Ermenistan 1. Dünya Savaşı'nın sonunda saldırılma sırası Azerbaycan Türklerine gelmişti. Bak.il' deki Bolşeviklerle birleşen Ermeni


30 -

KİM BAŞLATII ?

milliyetçileri, oradaki Türk nüfusunun ne.redeyse yansını şehri terk etmeye zorladı. Sadece Bakü'de, hemen hemen hepsi Türk olan 8.000 ile 10.000 kadar Müslüman öldürüldü. Ermeni gerilla lideri Andranik, 60.000' den fazla Türk mülteciyi kaçmaya zorlayarak, Nahçivan ve Güney Azerbaycan'daki köyleri yakıp yıktı. 420 köy yerle bir edildi. Yüzlerce köy hasar gördü ve Kars'ta da binlerce Türk daha öldürüldü. Erivan'daki Türklerin üçte ikisi yok edildi. Türkler Bakü' de ve diğer yerlerde intikam aldılar ama öldürülen ve sürülenler daha çok Türklerdi. Erivan, Kars ve Azerbaycan' daki Türkler tamamen Rusların kontrolü alhndaydı.- Neredeyse ttimü silahsızdı, savaşmak için ne istekleri ne de güçleri vardı.

Ermeni İddialan Bir "Ermeni Soykırımı" olduğunu iddia edenlerin olguları olduğu gibi almak yerine ayıklayarak ve bağlamından kopararak seçme alışkanlığı var. Bize Osmanlı Devletinin Ermenileri göç ettirdiği ve birçok Ermeninin bu sırada öldüğü söyleniyor. Ölenlerin sayısı oldukça abartılmış olsa da bu doğru. Hangi olgular göz ardı ediliyor? O da şu: Göç ettirildikten sonra Ermenilerin çoğu hayatta kalmışhr. Bu da soykırım gibi bir planın olmadığının işaretidir. 1890'larda on binlerce Ermeninin Müslümanlarca öldürüldüğü söyleniyor. Bu doğru. Hiç söylenmeyen şey ise on binlerce Müslümanın Ermenilerce öldürüldüğü ve bu katliamı Ermenilerin başlatbğı. 1. Dünya Savaşı ile ilgili hiç belirtilmeden geçilen gerçeği iyi biliyorsunuz -milyonlarca Müslüman öldü. Sadece bir tarafın ölülerinin sayıldığı her savaş soykırımmış gibi görünür.

Bugün ele aldığımız asla sözü edilmeyen tartışmasız bir gerçek var: Ermeniler Ermenilerin başlattığı çatışmalar yüzünden


JUSTIN McCARTHY -

31

öldü. Türkler Ermeni saldırılarına karşılık verdi. Türkler bazen aşın tepki gösterdiler; bazen intikam duygusuyla hareket ettiler, kimi zaman da Türklerin ve Kürtlerin yaplıklan doğru değildi. Ama kan dökmeyi Türkler başlatmadı. Türkler ve Ermeniler arasında 1790'larda ortaya çıkan Çalışmayı Türkler başlatmadı. Türkler ve Enneniler arasında I. Dünya Savaşı sırasında çıkan çalışmayı da Türkler başlatmadı. 1796'da Ermenilere saldıran Türkler miydi? Hayır, kendi ülkelerinin düşmanlanyla birleşenler Ermeni isyancılardı. 1828'de Ermenilere saldıran Türkler değildi. Türklerin evlerine ve tarlalarına el koyanlar Ermenilerdi. 1878'de Ermenilere saldıran Türkler miydi? Hayır, Rus istilaalara bir kez daha yardım edenler Ermeni isyancılardı. Erzurum' daki Türkleri ezenler Ermenilerdi. 1890'larda Ermenilere ilk saldıran Türkler miydi? Türklere ilk saldıranlar Ermeni ayaklanmaalanydı.

Hayır,

1909'da Ermenilere ilk saldıran Türkler miydi? Hayır, Müslümanlara saldırmaya başlayanlar Ermeni ihtilalcileriydi. 1915'te Ermenilere ilk saldıran Türkler miydi? Hayır, Van'ı oradaki Müslümanları öldürenler Ermeni isyanolardı. Müslüman köylerine baskın yapıp, Müslümanları yollarda öldüren Ermenilerdi. Osmanlı memurlanru öldüren, Osmanlı Ordusunun iletişimini tahrip eden ve casus, gerilla ve partizan gruplan olarak Rusların yanında yer alanlar Ermenilerdi. kuşatıp

1919'da Ermenilere ilk saldıran Bak.il Türkleri miydi? Türklere saldıranlar Ermenilerdi.

Hayır,

Kimileri Osmanlılar tarafından iyi yönetilmediklerini öne sürerek, Ermeni isyancılarının eylemlerinde haklı olduklarını ileri süreceklerdir. Tarihteki birçok dönemde Osmanlıların elindeki Doğu Anadolunun pek de iyi yönetilmediği doğrudur. Ama Ermeni isyanının başladığı sıralarda Osmanlı yönetiminin


32 - KiM

BAŞLATTI 7

büyük ölçüde ilerleme kaydettiği de doğrudur. II. Mahmut tarafından başlatılıp Tanzimat döneminde devam ettirilen ve İt­ tihat veTerakki Partisinin reformlarıyla doruğa yükselen 19. yüzyıl reformları, Osmanlı hüküm.etinin Doğudaki kontrolünü arhrmışb. Ermenileri, Zeytun' da olduğu gibi, ayaklanmaya iten de aslında bu gelişme ve ilerlemeydi; çünkü daha güçlü bir merkezi yönetim vergileri daha iyi topluyordu. Ermeni isyanları zamanında hayat daha iyiye gidiyordu. Rus istilasına uğ­ rayan ve Müslümanların sürüldüğü bölgeler bu iyileşmenin dışında kahyordu elbette. Rus eylemleri de Ermeni milliyetçileri tarafından destekleniyordu. Suçlanması gereken Ermeni milliyetçileri ve onların Rus yandaşlarıdır. Ermeni ayaklanmalarının nedeni ne olursa olsun Osmanve yöre Müslümanlarının tepkileri haklı görülebilir. Müslümanların aşırılıkları tıpkı Ermenilerin aşırılıkları gibi hiçbir zaman haklı gösterilemez, ancak Ermeni ayaklanmasına karşı durmak ahlaki ve politik açıdan gerekliydi. Ayaklanan Ermeniler Müslüman çoğunluk üzerinde egemenlik kurmak isteyen bir azınlıktı. Böyle bir adaletsizliğe karşı savaşmak Padişah hükümetinin göreviydi. lıların

Azınlıkların barış

içinde yaşama haklan vardır. Bütün yasal haklarıyla, yasalar önünde eşit olmalıdırlar. Dini özgürlükleri mutlak olmalı ve korunmalıdır. Bütün bu haklar azınlıklara garanti edilmelidir. Ama bir azınlığın asla bir çoğunluk üstüne egemenlik kurma hakkı olmamalıdır. Bir azınlık asla bir çoğunluğun hak ve özgürlüğünü reddetme hakkına sahip olmamalıdır. Bir azınlığın asla bir çoğunluğu yurdundan sürme hakkı olmamalıdır. Bir azınlığın asla asıl çoğunluğu öldürerek ve yurdundan sürerek çoğunluk olma hakkı olmamalıdır. Milliyetçi Ermeni isyancılar tam da bunları yapmaya çalıştılar. Ermeni

isyancılara karşı

koyan Türkler ahlaki açıdan doğru yöhtemler her zaman iyi değil­ aı.1.larda suçlar işlendi, hatalar yapıldı. Ama

olanı yapıyorlardı. Kullandıkları

di.

Savaşın kızışb.ğı


JUSTIN McCARTHY -

Türkler bir haklıydılar.

33

azınlığın egemenliğine karşı koymakta kesinlikle · Türklerin kendilerini savunmaya haklan vardı.

Daha önce

söylemiştim

ama bir kez daha tekrarlamaya değer. Osmanlılar Ermeni isyancılara karşı koyarken rasyonel bir davranış içindeydiler. Ermenilerin diğer asilerden hiçbir farkı yoktu. Osmanlılar Doğu Anadolu, Arabistan ve Bosna' da Müslüman isyancılara, Balkanlarda tse Hıristiyan isyancılara karşı savaşmışlardı. İmparatorluklarını ve halkını savunmak için savaşmışlardı. Doğal olarak ayru şekilde Ermeni isyancıları karşı savaşhlar. Birçok kusura rağmen Osmanlılar görevlerini yerine getirmeye çalışblar. Türkler ve Kürtler kimseyi incitmeyen masum kuzucuklar mıydı? Hayır. Saldırıya uğradılar ve karşılık verdiler. Çoğu kez öfkeyle öldürdüler ve masumlar zarar gördü. Masum Ermeniler ve Türkler, her iki taraf da zarar gördü. Bazen Ermeniler Türklerden daha fazla mı zarar gördü? Evet. Savaş içinde geçen bir yüzyılda bazen Türkler daha çok kaybetti bazen de Ermeniler. Savaş hali. Bununla birlikte savaşı başlatanlarla karşı koyanların eylemleri arasında ahlaki bir fark vardır. Masum sivilleri öldürenlerin mazereti olamaz, ancak asıl suç katliamı başlatanındır. Ülkem Amerika Adolf Hitler ve Nazilerin kötülüklerine Alman kentlerini bombalayarak karşılık verdi. Bu arada sivilleri öldürdü. Bazı eylemler, örneğin Dresden'in bombalanması affedilemez. Ancak kimin asıl kusurlu olduğu konusunda kuşkusu olan var mı? Suçlu olanlar Hitler ve takipçileriydi. Asıl suçlu olanlar davaları uğruna öldürme eylemini ilk başlatanlardı. Kimse Türklerin tamamen masum olduğunu söylemeye kalkmasın, ancak asıl suçlu masumları öldürmeyi ilk başlatan­ lardı.

Sorunları kimin başlatbğı sorusu önemlidir. Hem ahlaki hem de tarihi yönden önemlidir. 100 yılı aşan bir savaş hali


34 -

KiM BAŞLATTI ?

süresinde Türkler ve Ermeniler birbirlerini öldürmüşlerdir. Öldürme eylemlerini kimin başlattığı sorusu iyi anlaşılmalıdır, çünkü saldırganlık ancak nadir olarak ama kendini savunmak her zaman haklı gösterilebilir. Kendilerini savunanların eylemleri savunma sırurlanru aşar ve tam bir intikama dönüşürse, savaşta çok sık karşılanılan bir durumdur, onlar belirlenmeli ve eleştirilmelidirler. Ancak en çok suçlanması gerekenler savaşları başlatanlar, ilk kötülükleri yapanlar ve kan dökülmesine neden olanlardır. Sorunları başlatanlar her seferinde Ermeni milliyetçileridir. Ermeni isyancılardır. Bu suç onların üzerlerinde kalacaktır.O


Devletler Hukukuna Göre Ermeni Meselesi·

Gündüz Aktan** GİRİŞ

1915-1916 ylllannda yani I. Dünya Savaşl sırasmda, Osmanlı İmparatorluğu'nda vuku bulan Ermeni olaylan konusunda

çok yazıldı. Bu konuda yazılanların 26 binden fazla olduğu hesaplanıyor. Büyük çoğunluğu Ermeni olan yazarların daha ziyade tarihçi olduklan ve Ermeni olaylarını soykırım olarak niteledikleri görülüyor. Türk yazarların hemen tümü de konuya tarih açısından yaklaşmış ve tehcirin soykırım olmadığını savunmuş­ lar. Konunun duygu yüklü oluşu, yayımlara tarafsız bir tarih göhakim olmasını güçleştirmekle birlikte, dikkatli bir okuyucunun olayların tarihi hakkında yeterli bilgi edinmesi için ortada yeterli yayım bulunduğuna kuşku yok. Türkiye' deki ve Ermenistan' daki arşivlerin açık olmadığı ya da bunl~a erişimin rüşünün

*

Bu makale, ilk defa, Türkiye Ganlüğü dergisinin Kış 2001 sayısında yayımlanmıştır.

** Büyekelçi.


36 - DEVLETLER HUKUKUNA GÖRE

tam

ERMENİ MESELESİ

olmadığı

yolundaki iddialara rağmen, olayların niteliğini için yeterli arşiv çalışmasının yapılmış ve yaolduğu da söylenebilir.

değerlendirmek yımlanmış

85 yıl önce cereyan ehniş olayların anlaşılması için tarihi çaolmazsa olmaz nitelikte. Ancak uluslararası hukuk alanında eğitim ve tecrübesi yoksa, tarihçi bu olaylann soykırım olup olmadığı konusunda yargıda bulunamaz. Görülen o ki, tarihçiler başta olmak üzere, bu konular üzerinde çalışan sosyolog ve siyaset bilimci gibi akademisyenlerle düşünürler, önemli sayıda ölümle sonuçlanan olayları soykırım olarak nitelemek eği­ limindeler!. Oysa soykırımın, uluslararası bir suç olarak, ancak hukukçular tarafından değerlendirilmesi mümkün. lışmalar

Konuya ilişkin hukuki çalışmalar yok denecek kadar az. Bu durumun çeşitli nedenleri var. Türklerin hukuka fazla ilgi duymadıklan biliniyor. Ermenilerin hukuku ihmal ehnelerinin nedeni, hukuki değerlendirmelerin, soykırım iddialarım güçlendirmekten ziyade zayıflatma olasılığının daha yüksek olması. Ermeni taraftan yazarlar olayların trajik niteliğini vurgulamak ve soykırım suçlamasını kolayca yapabilmek için tarihi yaklaşı­ mı yeğlemişler. 1948'de oluşturulan ve 1951'de yürürlüğe giren 'Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılmasına Dair Sözleşme' nin (bundan böyle Sözleşme) 1990'lann ortasına kadar ciddi biçimde kullanılmaması veya kullanma fırsabnın çıkma­ mış olması nedeniyle gelişmiş bir içtihadın da bulunmaması, hukuki yolun tercih edilmemesinin bir nedeni olabilir. Nihayet, Sözleşme'nin kabulünden yaklaşık 40 yıl öncesinin olaylarına uygulanmasındaki güçlükler de ortada. Sözleşme öncesi dönemde mevcut olmayan ve Sözleşme tarafından oluşturulan 'soykırım' dahil bir çok kavramın, geriye dönük uygulanması hukukla bağdaşmadığından konu hukukçuların ilgisini çekmemiş olabilir. 1- Shabas, William A., Genodde in International Law, Cambridge University Press, 2000, s.7.


GÜNDÜZ AKTAN -

31

Buna rağmen bazıları geçmiş olayları soykırımla tanımlaya­ bildiğine göre, sanki bu olaylar bugün oluyormuş ya da soykı­ rım hukuku o günlerde de geçerliymiş gibi bir tür spekülatif yaklaşım yine de yararlı görülebilir. Bu makalede böyle bir yaklaşım benimseniyor. Konunun hukuk yönüne yeterince ağırlık verebilmek için, okuyucunun konuya ilişkin tarihi belli ölçüde bildiği varsayılı­ yor ve tarihi verilere hukuki değerlendirmelerin gerektirdiği kadar değiniliyor. SÖZLEŞME'YE KADAR HUKUK

1648 Westaphalia devletler sistemine göre devlet egemenliği mutlak ilkeydi. İçişlerine kanşılamazdı. Azınlıklar devletlerin iç işiydi. Devletler ülke içinde vuku bulan olaylarda iç mevzuatı uyguluyorlardı. Uluslararası suç kavramı yoktu. 1839 Tanzimat Fermaru'ru takiben Osmanlı azınlık.lan uluslararası anlaşma ve antlaşmalara konu olmuştu. Bu istisnai bir durumdu. Bir yandan çok kültürlü ve çok milletli Osmanlı lmparatorluğu'nun Batı Avrupa ulus-devletleriyle mücadelesinde zayıf düşmesinin, öte yandan da Batı'run Balkanlar'daki Hristiyan azınlık.lan desteklemeyi dış politikasının bir unsuru haline getirmesinin sonucuydu. Ermeni tehciri başladığında, İngiliz, Fransız ve Rus hükümetleri 24 Mayıs 1915'te yayınladık.lan ortak bildiride " ...Türkiye'nin insanlığa ve uygarlığa karşı bu yeni suçlan karşısında, müttefik hükümetler, Osmanlı hükümeti mensuplarını ve katliama katılan memurlanru şahsen sorumlu tutacaklarını Bab-ı Ali'ye alenen bildirirler." denmekteydi. Buna karşılık, Türk sempatizanı olmadığı bilinen Amerikan Dış İşleri Bakanı Robert Lansing'in "askeri harekat bölgesinde olması halinde" Türk hükümetinin Ermenileri tehcire (deport) "az veya çok hakkı olduğu"nu söylediği de biliniyor. Öte yandan 1912-13 Balkan savaş­ ları sırasında 1907 Lahey Kurallarını ihlal suretiyle işlenen savaş


38 -

DEVLETLER HUKUKUNA GÔRE ERMENİ MESELESİ

'

suçlanru araşbran bir raporda, özellik.le Türklerin başına gelen facialar karşısında insanlığa karşı suçlardan söz edilmemesi manidar olmalı 2. 1907 Lahey kuralları bir ülkenin savaşta işlediği suçlarla ilgiliydi. Kendi ülkesinde işlediği iddia edilen suçlara uygulanması öngörülmüyordu. Barış Konferansı'nda Yunan Dış İşleri Bakaiu'run yeni bir insanlığa karşı suç ihdas edilerek Ermeni katliamının yargılanması önerisine, Başkan W. Wilson'un ex post facto hukuk olacağı gerekçesiyle önceleri itiraz ettiği biliniyor. Amerika böyle bir suç oluşturulmasına karşıydı. Almanya ile ilgili Versaille Antlaşması'nda bir uluslararası mahkeme kurulacağı belirtildi. Bu, tarihte ilk kez vuku buluyordu. Ama Hollanda kendisine sığınan Kayser il. Wilhelm'i iade etmediğinden yargılama gerçekleşemedi.

10

1920'de imzalanan Sevres Antlaşması'nda Osmanlı İmparatorluğu, söz konusu suçlarla ilgili olarak, Türkiye' de yapılacak bir mahkemeye razı oldu (m. 226). Mahkemeyi oluşturmak galiplere bırakılıyor; istenen kişilerin yakalanıp mahkemeye teslimi taahhüt ediliyordu. Savaş sonunda işgal albndaki İstanbul' da kurulan Nemrut Mustafa divan-ı harbi, Malta' ya götürülen sanıkların, İngiliz Kraliyet savcısının kanıtlan yetersiz bulması sonucunda salıverilmeleri, hep tarihçiler tarafından bilinen hususlar. Sevres yerine 24 Temmuz 1923'te Lozan Antlaşması geçti. Bunda 1Ağustos1914 ile 20 Kasım 1922 arasında işlenen tüm suçların affı için bir bildiri yer aldı. Ağustos

Bilindiği

gibi, soykırım il. Dünya Savaşı sırasında Nazi Al'nihai çözüm' adı altında Yahudileri yok etmesiyle gerçek boyutlarına kavuştu. 'Genocide' sözcüğü bir Polonya Yahudisi olan Raphael Lemkin tarafından icat edildi. Lemkin da-

manya'sının

2- Report of the lnternational Commission to lnquire into tlıe Causes and Con-

duct of the Balkan Wars, Washington: Carnegie Endowment for International Peace, 1914, 'Katliam, Göç, Asimilasyon' bölümü, s.148-58


GÜNDÜZ AKTAN - 39

ha

öğrenciyken,

bir

soykırım saydığı

Ermeni

olaylarına ilişkin

sanıkların yargılanmasını yakından izlemişti.

Lemkin'in soykı­ çok genişti. Azınlıkların siyasi, ekonomik, sosyal, kültürel, moral, fizik ve biyolojik olarak yok edilmesini kapsı­ yordu. Sonradan gelişen hukuk, her grubun değil, sadece bazı grupların ve sadece fizik ve biyolojik olarak yok edilmesi amacıyla işlenen fiilleri soykırım saydı. Yani Lemkin'in tanımını çok daraltb. rım anlayışı

1940'lann başında Nazi'lerin Yahudilere yaphklan henüz tam açıklığıyla bilinmediğinden, özellikle İngiltere ve Amerika, Almanya sınırlan içinde işlenen suçların bir uluslararası J.?1ahkemede ele alınmasından yana değildiler. Buna karşılık Almanya'nın ülke dışında, işgal ettiği ülkelerde işlediği fiillerden dolayı sorumluların yargılanmasını savunuyorlardı. Böylece ulusdevlet egemenliğine saygı devam edecekti. Zira savaş hukuku sadece savaş sırasında ülke dışındaki sivillere karşı işlenen suçlardan dolayı bir ülke sorumlularının uluslararası yargıya tabi olmasını öngörüyordu. İnsanlığa karşı suç kavramı doktrinde tarhşılmakla birlikte, ülke içinde işlenen suçlan kapsayacak şe­ kilde henüz devletler hukukuna girmemişti. Almanların

Yahudilere yaptık.lan yavaş yavaş ortaya çıktık­ suçlar için de sorumluların yargılanması görüşü ağırlık kazanmaya başladı. 194l'de başlayan çalışmalar 1945'te Amerika'nın Londra Konferansı'na sunduğu bir öneriyle yeni bir aşamaya ulaşb. Bunda Lahey sözleşmelerinde yer alan 'Martens Hükmü'nden yararlanıldı. Böylece, bir suç önceden açıkça tanımlanmamışsa, 'uygar halkların teamülü, insanlık hukuku ve kamu vicdanının emirlerinden çıkan milletlerin hukuk ilkeleri'nin uygulanması öngörüldü. Ancak 'Martens Hükmü' bir savaş hukuku kavramı olduğundan, ülke içinde işlenen suçların yargılanması, saldın kavramıyla yani savaşı başlatmay­ la ilişkilendirildi. Böylece savaşa atıf, iç işlerine karışmanın mazereti oluyordu. Londra Konferansı'nın tutanakları incelendiğinde, Almanya'nın iç işlerine karışmanın, ilerde kendi iç işleriça, ülke içinde

işlenen


40 - DEVLETLER HUKUKUNA GÖRE

ERMENİ MESELESi

ne de karışmaya emsal oluşturmasına karşı, özellikle Amerika'run ne denli hassas olduğu görülüyor. Alman savaş suçlularını, bu arada Yahudi soykırımından sorumlu olanları yargılayacak Nuremberg Mahkemesi'nin aynı adla anılan ilkeleri bu anlayış çerçevesinde oluşhıruldu. İlkele­ rin 6a olanına göre, a.

Banşa Karşı

Suçlar

{i) Uluslar arası anlaşmaları, antlaşmaları ve teminatları ihlal ederek, bir saldın savaşı yapmak veya planlamak, hazırlamak ve başlatmak; (ii) (i)' de sözü edilen fiilleri plana veya entrikaya katılmak.

b.

Savaş

gerçekleştirmek

için ortak bir

Suçlan

{i) Savaş hukuku veya örfü.nü ihlal ederek ... askeri gerek olmadan işlenen fiiller.

c. İnsanlığa Karşı Suçlar Banşa karşı

suçlar veya savaş suçlan ile ilişkili olarak işlen­ mesi kaydıyla, katil, yok etme, köleleştirme, göçe zorlama ve sivil bir topluma karşı işlenen diğer insanlık dışı fiillerle, siyasi, ırki veya dini nedenlerle yapılan mezalim. İnsanlığa karşı suç tanımından da görüleceği üzere, Yahudilere karşı işlenen suçlar Almanya'run içinde işlenmiş olsa dahi, yargı konusu olabilecekti. Tek şart bu suçların savaşla ilişkili olarak savaş sırasında işlenmiş olmasıydı {nexus). Böylece galipler bir ülkenin iç işlerine karışmak için, o ülkeyle bir savaş olması gerekçesini aramaktan vazgeçemediler. Yahudilerin ve diğerlerinin, tarihin görmediği bir vahşetle yok edilmesi dahi, bir ülkenin içinde işlenen suçların, kendi başına uluslararası yargı­ ya konu olmasına yetmemişti. O sırada sözcük olarak bilinmesine rağmen soykırım kavramı Nurernberg ilkeleri arasında sayılmadı; insanlığa karşı suçlar kavramı soykırımı da içerdi. Soy-


GÜNDÜZ AKTAN - 41

kırım henüz bağımsız bir suç kategorisi olacak kadar açıklık ve kesinlik kazanrnamışh.

Nuremberg Mahkemesi Ekim 1945'te 24 Nazi saıuk hakkın­ da iddianamenin okunmasıyla başladı. Bir yıl sonra on dokuz sanığın hükürp giymesi ve on ikisinin idamıyla sonuçlandı. Sava yargılama sırasında zaman zaman soykınm sözcüğünü kullandı; ama mahkeme kararında bu suça ab.f yoktu. B.M. GENEL KURULU 96 (1) SAYILI KARARI Soykırımın yer aldığı ilk hukuki nitelik taşıyan belge, BM Genel Kurulu'nun 1946 Aralık ayında, Nuremberg Mahkemesi sonuçlandıktan kısa bir süre sonra, yaphğı ilk toplanb.sında aldığı 96 sayılı karardı.

Bu kararın amacı, sonuncu işlem paragrafında belirtildiği gibi, soykırım konusunda ECOSOC'un bir yıl içinde bir sözleşme taslağı hazırlamasının istenmesiydi. Ancak bu arada, Genel Kurul soykırımdan ne anladığını da açıkladı. Soykırım,

insan

hakkı tanımamakh.

gruplarının,

Bu,

grup olarak tümüne

yaşama

kişiye yaşama hakkı tanımamaya

ben-

zetildi. Yaşama hakkına yapılan bu ahf, bilahare insan haklarıy­ la soykırım arasında bir bağ oluşturdu. Zira soykırımda esas olan kişilerin katledilmesiydi. Soykırımın,

bu insan

gruplarının insanlığa yaptığı

ve diğer katkılanrun kaybına yol açhğı kin'in önem verdiği kültürel soykırım girmiş oldu.

kültürel belirtildi. Böylece Lemkavramı kısmen metne

Soykırıma tabi tutulan gruplar, ırki, dini, siyasi ve diğer gruplar olarak sayıldı. Böylece tüm insan gruplarının soykırıma uğrayabilecekleri kabul edilmiş oldu. Soykırım, bir grubun tümünün olduğu gibi, bir kısmının yok edilmesini de kapsadı.

Kararın

belki de en önemli yanı,

soykırımın

devletler huku-


42 -

DEVLETLER HUKUKUNA GÖRE ERMENi MESELESi

kuna göre bir suç sayılmasıydı. Bu, bir ülke içinde işlenmiş olmasının, devlet egemenliği ilkesi çerçevesinde iç işleri olarak sayılmasına ve uluslararası kovuşturmadan kurtulmasına imkan vermemeyi amaçlıyordu. Soykırım suçunu işleyenlerin, özel veya kamu memuru ya da devlet adamı olmasına bakılmadan cezalandırılması kabul edildi. Soykırım hukuku henüz gelişmemiş olduğundan, kaynak olarak' ahlaki hukuka' (moral laws) aykırılığı vurgulandı ve uygar devletlerin soykırımı kınadığı bildirildi. Soykırımın

gerekçesi ya da soykırım yapanın arnaa olarak, maruz gruplarla örtüşmek üzere, "dini, ırki, siyasi ve diğer nedenler" sayıldı. Bu açıdan Nurernberg ilkeleri arasında­ ki insanlığa karşı suç çerçevesinde yer alan 6( c)' deki tanım "diğer nedenler" in ilavesiyle daha da genişletilmiş oldu. soykırıma

Bu kararda, siyasi grupların soykırıma uğrayabileceği hükmü, siyasi mücadele yapan, örneğin sol ideolojik amaçla silaha başvuran veya bağımsızlık için mücadele eden grupların içindeki sivillerin, kısmen dahi olsa, önemli sayıda katledilmesi halinde soykırım işlenmiş olacağını gösteriyordu. Bu haliyle Nuremberg ilkeleri içindeki insanlığa karşı suç kavramı hemen tümüyle soykırım sayılmış olmaktaydı. Ancak, bu karar soykırımla savaş arasındaki bağı ortadan kaldırıyordu. Yani soykırımın savaş sırasında olduğu gibi barış döneminde de işlenebileceği kabul ediliyordu. Öte yandan, soykırım, savaşan ülkenin işgal ettiği yerlerde işlenebileceği gibi, o ülkenin kendi sınırları içinde de işlenebiliyordu.

Böylece hangi nedenle, zamanda ve yerde olursa olsun, ciddi sayıda insan ölümü soykırım suçu sayıldı. SÖZLEŞME Soykırım Sözleşmesi 9 Aralık 1948' de kabul edildi; 12 Ocak 1951'de de yürürlüğe girdi. Soykırım suçu Sözleşme'nin 2. mad-


GÜNDÜZ AKTAN - 43

desinde tanımlanıyor3. Maddenin uzman olmayan bir çevirisini aşağıya kaydediyorum: "Madde 2. Bu Sözleşmeye göre, soykırım, bir milli, etnik, ır­ ki veya dini grubu, grup olarak, kısmen veya tümüyle, yok etmek kasbyla, aşağıdaki fiillerin işlenmesidir: (a) Grubun mensuplarını katletmek; (b) Grubun mensuplarına ciddi bedensel ve psikolojik zarar vermek; (c) Grubun bedeni varlığının kısmen veya tamamen yok olyol açacak hayat şartlanna kasten tabi tutmak;

masına

(d) Grup içinde doğumları önlemek kashyla önlemler dayatmak; (e) Grubun çocuklarını bir başka gruba zorla nakletmek." Sözleşmeyi

B.M. Sekretaryası'nın sunduğu taslak metin üzerinden Ad hac komite ile BM Genel Kumlu'nun hukuk işlerin­ den sorumlu VI. Komitesi müzakere etti. İlerde bu Sözleşme'nin hükümlerini Ermeni olaylarını uygulayıp yorumlarken, müzakerelere ahflar yapılacağından, bu aşamada genelde Sözleşme metninin, özelde 2.maddenin kısa bir değerlendirmesiyle yetineceğim.

3- "in the present Convention, genocide means any of the following

acts committed with intent to destroy, in whole or in part, a national, ethnical, racial or religious group, as such: (a) Killing members of the group; (b) Causing serious bodily or mental harın to members of the group; (c) Deliberately inflicting on the group conditions of life calculated to bring about its physical destnıction in whole or in part; (d) Imposing measures intended to prevent births within the group; (e) Forcibly transfering children of the group to another group.


44 - DEVLETLER HUKUKUNA GÔRE ERMENi

MESELESİ

Korunan Gruplar 2.maddede zikredilen, Sözleşme ile korunacak grupların dörtle, yani milli, etnik, ırki ve dini gruplarla sınırlı olduğu görülüyor. Soykırım sözcüğünün mucidi Lemkin'in kendisi 'siyasi gruplar'ın Sözleşme kapsamı dışında tutulmasını önerdi. 96(1) sayılı karardan farklı olarak hem siyasi gruplar hem de" diğer gruplar" Sözleşme dışı tutuldu. Bu, çok önemli bir fark oluş­ turuyor. Zira tarihte en sık görülen ve en çok sivil ölümüne neden olan mücadeleler siyasi amaçlar güden gruplar arasında cereyan ediyor. Örneğin, Kamboçya' da Pol Pot rejiminin yaphğı ve 2 milyona yakın sivilin hayahna mal olan katliamlar Sözleş­ me' deki soykırım tanımının dışında kalıyor. Aynı şekilde Sovyetler Birliği'nde Ekim Devrimi çerçevesindeki ölümler de soykırım sayılmıyor. Eski Yugoslavya Uluslararası Ceza Mahkemesi'nin birçok kararına göre, bazı istisnai fiiller hariç, Bosna-Hersek'te Sırpların etnik temizliği bile soykırım suçu dışına çıkıyor. Siyasi grup tanımı içine, o grubun siyasetle uğraşan ya da siveren unsurlarının yanında siviller de giriyor. Bu ilk bakışta karışıklığa yol açıyor. Grubun siyasi grup olarak nitelenip sivillerin yok edilmesinin neden soykırım olmayacağı sorgulanıyor. Oysa bir gruba, siyasi amaçlarla yok edilmeye kalkışılması halinde, siyasi grup deniyor. Yani iki grup arasında siyasi bir mücadele varsa, bu mücadelede bir grup diğeri aleyhine öldürme, yaralama, katliam, tehcir gibi fiiller işliyorsa, zarar gören gruba siyasi grup deniyor. Sorun bir tanımlama sorunu. Yoksa siyasi mücadelede sivil öldürme yine suç. Ancak bu suç lahlı mücadele

soykırım değil.

96(1) kararında grupların insanlığa yapbğı kültürel katkılara kültürel soykırım kavramının da Sözleşme dışında kaldığını gösteriyor. Sözleşme' de değinilmemesi

Sözleşme'de

siyasi gruplara

karşı yapılan

eylemlerin ve

azınlıkların kültürünün zorla yapılan asimilasyon sonucu yok

edilmesinin

soykırım

suçu

sayılmaması, Sözleşme'nin

uygula-


GÜNDÜZ AKTAN - 45

ma alanını iyice daralttı. Bu nedenle Sözleşme'nin kabul edildiği 1951'den 1992'ye kadar geçen süre içinde, birkaç fazla önemli olmayan istisna dışında uygulanamaması sert tepkilere yol açtı. Sözleşme'nin hiçbir işe yaramadığı söylendi. Buna karşılık, çoğunluğu tarihçi, sosyolog veya düşünürler, Sözleşme metnindeki soykırım tanımını geniş yorumlama yoluna gittiler. Araş­ tırdık.lan olaylarda önemli sayıda sivil nüfusun ölmüş olması halinde soykırım işlendiğini iddia ettiler. İkinci bir grup bilim adamıysa, Sözleşme'nin 2.maddesini genişletmek için yeni tanımlar önerdi. Her iki taraf da Sözleşme ile soykırıma karşı korunan dört grubun dışında kalan gruplara dönük katliamların zaten insanlığa karşı suç kavramı çerçevesinde korunmakta olduğunu görmezden geldiler. Zira uluslararası toplum, soykı­ rımdan farklı olarak insanlığa karşı işlenen suçlara karşı aynı duyarlılığı göstermiyordu. Onların korunması için Nuremberg türü uluslararası mahkemeler kurmaya hazır değildi. Özetle, bu grupların barışta insan haklan hukuku, savaşta da insani hukuk ya da savaş hukuku çerçevesinde etkin koruması sağlanamıyor­ du. Bu durum Bosna-Hersek ve Rwanda' da cereyan eden olaylardan sonra kurulan iki uluslararası ceza mahkemesinin çalış­ malarıyla büyük ölçüde değişti. İnsanlığa karşı suçlarla savaş suçlan işleyenler cezalandırılmaya başladı. Uluslararası Ceza Mahkemesi'ne ilişkin Roma Statüsü ise hukuktaki tüm boşluk­ ları kapattı. İnsanlığa karşı suçların barış zamanında işlenebile­ ceğine

ve savaş suçlarının sadece deviç çatışmalarda da işlenebileceği kabul edildi. Roma Statüsü soykırıma ilişkin Sözleşme'nin 2.maddesini aynen alıp kendisinin 6.maddesi yaptı. Buna karşılık yeniden yazımdan geçen insanlığa karşı suçlara ilişkin Roma Statüsü'nün 7. maddesiyle, eski Yugoslavya ve Rwanda için kurulan uluslararası mahkemelerin statülerindeki ilgili maddeler, Sözleşme'nin kapsamadığı diğer gruplara karşı işlenen katliam, mezalim ve tehcir vb suçlarını da içerdi. ilave olarak, bu

suçların

letlerarası savaşlarda değil,


46 - DEVLETLER HUKUKUNA GôRE ERMENi MESELESi Kasıt

Suç iki kısımdan oluşuyor. Birincisi zihni veya sübjektif unsur ya da mens rea. Bu, suç fiilini işlemek niyeti, amacı ve iradesi anlamına geliyor. Diğeri suç fiilinin bizzat kendisi, maddi veya objektif unsur ya da actus reus. Sözleşme'nin 2.maddesinde zihni unsuru "yok etmek kastıyla" ibaresi temsil ediyor. Bu iradeyle işlenen fiiller ise (a)' dan (e)'ye kadar sayılıyor. Sözleşme'nin en önemli özelliklerinden biri, soykırım suçunun oluşması için soykırım fiillerinin ancak dört gruptan birini yok etme iradesiyle işlenmesi gereği. Grup olarak yok etme iradesi 'özel kasıt' şeklinde olmak zorunda. Yani kuşkuya meydan bırakmayacak, son derece belirgin biçimde ortaya çıkmalı. Yok etme niyeti soykırım fiillerini işleyen veya işlenmesini sağlayan­ larca açıkça beyan edilirse mesele kalmıyor. Şayet böyle açık bir sözlü ve yazılı beyan yoksa, soykırımın varlığı ·tarhşmalı hale geliyor. Bazı hukukçular bu noktada fiillerin sonucuna bakmak gerektiğini vurgularken, bu fiiller sonucunda söz konusu gruba ilişkin ciddi sayıda ölümün vuku bulmuş olmasını yeterli sayı­ yorlar.

Ancak, adi suçlar için geçerli olan 'genel kasıt' yani fiilin sonucunu görüp, bu fiilin işlenmesinde fiilin sonucuna uygun bir kasıt güdüldüğü yolundaki basit yorum, soykırım fiilinin tanımlanması için yetersiz kalıyor. öte yandan, soykırım yapanlar yok etme iradesini genellikle açıklamıyorlar. Soykırımı kanıtla­ mak için yok etme iradesine ilişkin yazılı ve sözlü açık kanıtlar bulunmaması halinde, ciddi sayıdaki ölümün dışındaki bazı unsurları da göze almak gerekiyor. Soykırım suçu çoğunlukla devletlerin ya da devlet gibi yaygın örgütlerin iradesiyle işlen­ diğinden, 'özel kasıt' şartının yerine gelmesi için suçun örgütlü bir güç tarafından işlenmiş olup olmadığına bakılıyor. Soykırım bir grup gibi çok sayıda kişinin yok edilmesi olduğundan bu örgütlü gücün çok önceden bir plan hazırlayıp hazırlamadığı önemli. Aynca bu örgütlü gücün planını örgütleyerek, eşgüdüm


GÜNDÜZ AKTAN -

içinde, sistematik ve kitlesel biçimde uygulaması

47

lazım.

Örgütlenmesi, uygulanması ve sonuçlan açısından Yahudi belki istisnai bir örnek olarak diğer durumlara uygulanamayabilir. Yahudi soykırımı için "nihai çözüm" karan, 1941 Wansee toplantısında alındı ve suç Nuremberg mahkemesinde ikrar edildi. Ancak yok etme iradesi böyle açıkça ortaya çıkma­ saydı bile, Yahudilere karşı çıkarılan ayırımcı yasalar, 1938'deki 'Kristal Gecesi' dahil düzenlenen 'pogrom' türü saldırılar, Yahudileri toplum dışına çıkarıp normal insan ihtiyaçlarının karşıla­ namadığı gettolarda yaşamaya zorlamalar, soykırımın öncüleri olarak görülebilirdi. Kaldı ki soykırımdan en az on beş yıl önce başlamış olan militan anti-semitizm akımı çerçevesinde Hitler'in ve Nazi ideologların söz ve yaztlannda Yahudileri yok etme niyeti açıklıkla ortaya konuluyordu. Sırplarda ise, 1981 yılın­ dan itibaren etnik bakımdan homojen bir vatan toprağına sahip olma söylemi yaygındı. Nitekim etnik temizlik kavramı Sırp paramiliter liderlerden biri olan Seselj tarafından icat edilmişti. soykırımı

Soykırım

için gerekli yok etme iradesinin varlığını ispat için, fiillerinin uygulanmasından önceki döneme bakıp, bu iradenin oluşmaya başlayıp başlamadığını araştırmak gerekiyor. soykırım

Örgüt, plan ve örgütlü uygulamanın mevcudiyeti, yok etme kastının mevcudiyetine karine sayılıyor.

Saik (motif) Suçun amacı yanında bu amacın nedeni de hayati önemi haiz. Buna motif ya da saik deniyor. Nuremberg İlkeleri 6(c)'de tanımlanan insanlığa karşı suçlann "sivil halklara karşı siyasi, ır­ ki ve dini nedenlerle" işlenmesi öngörülüyordu4. 96(1) sayılı kararda ise soykırımın "dini, ırki, siyasi ve diğer herhangi bir nedenle" işlenebileceği kaydediliyordus. Bu haliyle soykırımın saiki insanlığa karşı suçun saikinden bile geniş tutulmuştu. Bir başka ifadeyle, bir grupla mevcut dini veya siyasi ya da akla ge-


48 -

DEVLETLER HUKUKUNA GÔRE ERMENİ MESELESİ

lebilecek herhangi bir ihtilaf nedeniyle (saik) çıkabilecek bir silahlı mücadelede önemli sayıda sivilin öldürülmesi hem soykı­ rım hem insanlığa karşı suç olabiliyordu. Sözleşmedeki

durum ise çok farklı. 2.madde, soykırımdaki yok etme kasbru, belirtilen dört gruba inhisar ettirmekle kalmı­ yor, yok etmenin nedenini de yukarıda işaret edilen iki belgedeki nedenlere oranla, son derece daralbyor. Sözleşme

müzakerelerinde yok etmenin nedeni konusu yol açh. Bir çok ülke temsilcisi saikin kanıt­ lanmasının çok zor olduğunu; böyle bir şart aranması halinde mahkemelerin soykırım suçuna karar vermelerinin imkansızla­ şacağını; önemli olanın yok etme iradesiyle fiillerin işlenmesi olduğunu ileri sürdüler. Ancak Ad hoc komitede Lübnan temsilcisi saikin önemini vurguladı ve soykırımın 'ırkçı nefretle' bir grubu yok etme olduğunu söyledi. Ardından VI. Komite' de yapılan müzakerelerde İngiliz ve Amerikan delegelerinin itirazlarına karşılık, 'anti-faşist cephe'nin liderliğini yapan Sovyetler Birliği'nin ısran, çoğunluğun desteği ve Venezuela'nm aracılı­ ğıyla, dört gruptan birini, başka<a bir neden olmadan, sadece o grup olması nedeniyle yok etme amacına dönük fiillerin soykırım olması anlamına gelen "as such" ibaresi Sözleşme'nin 2.maddesine eklendi.6 İlk bakışta gözden kaçabilen ve Türkçe

uzun

tarb.şmalara

4- c. Crimes against humanity: Murder, extennination, enslavement, deportation and other inhuman acts done any civilian population, or persecution on political, racial or religious grounds ... Buradaki 'grounds' sözcüğünün Türkçe hukuk dilinde 'gerekçe' anlamına geldiği ve yasa gerekçesinin İn­ gilizce karşılığı olduğu; Fransızca' sının ise 'neden' anlamına 'raison' olduğunu belirbnek gerekir. (yazarın notu) ' 5- ... the crime (genocide) is committed on religious, racial, political or any other grounds ... 6- "Article il in the present Convention, genocide means any of the following acts committed with intent to destroy, in whole or in part, a national, ethnical, racial or religious groups, as such: .. " Buradaki 'as such' veya


GÜNDÜZ AKTAN -

49

karşılığı olmadığından açıklayıa

biçimde tercüme etme zorunyaratan bir ibare bu. Belki de bu nedenle tarihçiler tarafından hep ihmale uğruyor. luluğu

Soykırım

suçunu işlerken saikin kolektif veya bireysel olma niteliğini göz önüne almak gerekiyor. Bir birey suç işlerken hedef grubun bir mensubunu sadece o gruba ait olduğu için öldürmeyebilir. Parasını ve malını almak, haset duymak, siyı:\si ihtirası olmak gibi saiklerle de hareket edebilir. Ancak soykırım kolektif bir suç. Soykırımın örgütleyicileri ve plancılarırun ırkçı motifle hareket etmeleri, yani soykırım motifine sahip olmaları gerekli. Eğer bunlar gruba karşı ırkçı nefretle değil de başka saiklerle hareket ediyorlarsa, işledikleri suça soykırım denemiyor. Sonuç olarak, soykırım suçunun başarıyla kovuşturulabil­ mesi için sanıkların bir grubu grup olarak yok etmek nedeniyle nefret duyduklanrun kanıtlanması gerekiyor. Soykırımın cezalandırılması bu tür suçlan kapsıyor. Başka saiklerle işlenen kolektif suçlar bunun dışinda kalıyor. Bu bağlamda klasik soykırımlar Nazilerin Yahudi soykırımı ile Rwanda soykırımı oluyor.7 Sosyolojik ve psikolojik olarak, bir grubu grup niteliği dolayok etme iradesi zaten sadece ırkçılıkta, daha doğrusu ırkçılığın en yoğun en son aşamasında, ortaya çıkıyor. yısıyla

Irkçı

nefret duygusu somut bir ihtilafta tarafların birbirlerine karşı duydukları kızgınlıkla karışık doğal nefretten çok farklı. Bu, anti-semitizm gibi Bah Avrupa' daki ırkçı· akımların 2 bin yıl­ dır, ama aktif olarak da son bin yıldır Yahudilere duydukları, nedenleri kolay açıklanamayan yoğun ve marazi bir duygu Fransızca'daki 'comme telle' grubun grup olması nedeniyle yok edilmesi anlamına geliyor. 7- lbid., Schabas, s.255; kitabı boyunca Ermenilerin soykırıma uğradık­ lannı sadece Ermeni yazar Vahakn N. Dadrian'm yazılarına atfen belirten Schabas, klasik soykırımlar içinde Ermeni "soykırımını"

zikretmiyor.


50 -

DEVLETLER HUKUKUNA GÖRE ERMENİ MESELESİ

kompleksi. Önyargıların hastalıklı biçimi. Naziler bu kültürün ürünü. Bu duyguyu anlayabilmek için kütüphaneler dolusu yayımlardan bir kaçını okumak yeterli. B Öte yandan Rwanda Uluslararası Ceza Mahkemesi'nin Akayesu davasına ilişkin belgelerinde Bantu kabilesi çiftçi Hutular ile kıtanın kuzeyinden gelen çoban Nilo-Hamitik Tutsiler arasındaki ırkçı ilişkilerin tarihine dair bilgiler de göz önüne alınabilir. Dünyanın

her yerinde ırksal duygular var. Bunlar hedef derece derece rahatsız edebiliyor. Ancak grubun yok edilmesine varan, yani ırkçılık düzeyine çıkan ırkçılığa yalnızca Batı Avrupa ve onun kuzey Amerika, güney Afrika ve Avustralya' daki beyaz sömürgelerinde rastlanıyor. 9 Bu çerçevede 120648'lerde Katarlar'ın Fransa' da, 1492'de Yahudilerin İspanya'da, 16 ve 17. yüzyılda İnka, Aztek ve Maya uygarlıklarının mirasçı­ sı yerlilerin İspanyollarca, 18 ve 19. yüzyılda Kızılderililer'in Amerikalılarca, 19-20.yüzyılda Hollandalı Boerlerin 'apartheid' rejiminin güney Afrika' da, aynı dönemde Avustralya yerlilerinin İngiliz kökenlilerce, soykırıma tabi tutulması sayılabilir. grupları

Diğer uygarlıkları oluşturan toplumların

da düşman saydık­ sivil nüfuslara mezalim yaptıkları görülüyor. Ancak bunlarda bir grubu grup olarak yok etme iradesine yol açan ırkçı nefret bulunduğu saptanamıyor. Özellikle İslam ve Türk uygarlık­ larında soykırım uygulaması bulunmuyor. Aksi halde bu uygarlıkların yüzyıllarca yaşayan imparatorluklar kurmaları mümkün olamazdı. Unutulmaması gereken husus, Batı uygarlı­ ğına ait güçlü ülkelerin büyük teknolojik üstünlüğüne rağmen, kurduğu sömürge imparatorlukları bir yüzyıldan biraz fazla yaları

şayabildi. Sözleşme' de soykırımın

bir grubu grup olarak yok etmek

8- Poliakov, Leon, Le Mythe Aryeıı, Editions Complexe, Paris, 1971 baş­ ta olmak üzere aynı yazarın eserleri 9- Encyclopaedia Britannica, Macropaedia, 1985, Volume 15, s. 360-6


GÜNDÜZ AKTAN - 51

amaoyla sınırlandırılması, başka amaçlarla sivil toplumlara dönük mezalimi dışarıda bırakıyor. Bu boşluk Nuremberg İlkeleri 6c maddesinde yer alan insanlığa karşı suçların tanımının bu tür suçlan kapsamasıyla gideriliyor. Bir yandan eski Yugoslavya Uluslararası Mahkemesi diğer yandan Rwanda Uluslararası Mahkemesi statüleri, nihayet Uluslararası Ceza Mahkemesi'nin Roma Statüsü'nde bulunan insanlığa karşı suçlar maddeleri bu işlevi görüyor. 10 Böylece soykırım suçu, insanlığa karşı suçların mezalim kategorisinin içinden çıkmakla birlikte, onlardan ayrılıyor ve suçlar hiyerarşisi içinde en yüksek veya en aşağı yeri alıyor. Kısmen

veya Tamamen

Sözleşmenin 2.maddesinde bir grubun, kısmen veya tamamen, yok edilmesi amaayla işlenen fiillere soykırım deniyor. Yani bu fiillerin soykırımı oluşturması için, bir grubun tümünü

10- Uluslararası Ceza Mahkemesi Roma Statüsü Madde 7: "İnsanlığa Karşı Suçlar Bu Statü'nün amaçlan için, 'insanlığa karşı suç" herhangi bir sivil nüfusa karşı gerçekleştirilen yaygın ve sistematik saldınnın parçası olarak ve saldırının amacını bilerek,· aşağıdaki fiilleri işlemektir: (a) Kati; (b) Yok etme; (c) Köleleştirme;

(d) Tehcir ve diğer zorla yapılan nüfus nakilleri; (e) Kanun dışı tutuklama ...; (f) İşkence;

(g) Irza geçme ... ; (h) Bir gruba veya topluluğa, siyasi, ırki, milli,etnik, kültürel, dini, cin-

si ve diğer nedenlerle yapılan mezalim ... ; (i) Zorla kaybolmalar; (j) Apartheid suçu; · (k) Diğer insanlık dışı fiiller..." 7 /2(a): Herhangi bir sivil nüfusa karşı girişilen yaygın ve sistematik saldın: Yukarıdaki fiillerin (a-k) herhangi bir sivil nüfusa karşı bir devlet veya örgüt politikasının sonucu olarak çok sayıda işlen­ mesidir.


52 -

DEVLETLER HUKUKUNA GÔRE ERMENİ MESELESi

yok etmek gerekmiyor. Oysa bir grubu grup olarak yok etme iradesini doğuran ırkçı nefretin, grubun bir kısmını yok etmekle yetinmesi çelişkili görünüyor. Ancak, Naziler bile tüm Yahudileri yok edemediler. Savaşın kadar Yahudilerin yaşam şartlarını olağanüstü zorlaştırarak Almanya'yı terk etmelerini sağladılar. Savaş başla­ dıktan sonra kaçmak isteyenlere dahi izin vermediler ve Almanya içindeki tüm Yahudileri yok ettiler. İşgal ettikleri yerlerdeki Yahudileri de sınır dışına atmak yerine soykırıma tabi tuttular.

başladığı yıla

Buradan iki çıkarsama yapılabilir: Naziler için bile bir grubu grup olarak yok e.tme saikinin kritik yoğunluğa ulaşması ancak savaş şartlarında gerçekleşti. Veya Almanların Yahudilere eriş­ me imkanı her şeye rağmen sınırlıydı. Erişebildiklerinin kaçmasına izin vermeden yok ettiler. Sözleşme'nin yapıaları, bu hükümle, muhtemelen, bir grubun tümünün yok edilmesini beklemeden, uluslararası toplumun soykırım yapıldığı sonucuna varmasını ve 1.maddede öngörülen soykırımın engellemesi ve cezalandırmasını zamanında sağlamayı amaçladılar.

HUKUKUN ERMENİ OLAYLARINA UYGULANMASI

21Eylül2000'de Amerikan Temsilciler Medisi'nin bir alt komisyonunda yapılan sunuşta (hearing) Ermeni yanlısı tarihçiler Türk arşivlerinin açılmasına artık ihtiyaçları olmadığını; mevcut bilgilerle Ermenilere soykırım yapılmış olduğu konusunda bir mutabakat hasıl olduğunu söylediler (The verdict is in). İddiala­ n bir bakıma doğruydu. Ama gerçek onların söylediklerinin tam tersiydi. Mevcut arşiv bilgileri soykırım yapılmadığını kanıtlamak açısından yeterliydi. Yeni arşiv bilgilerinin de mevcut bilgilerle çelişkili olması mümkün değildi. Aşağıdaki değerlendirme

yeterli bilgiye sahip

Ermeni olaylarının tarihi hakkında Yine de

olunduğu varsayımıyla yapılıyor.


GÜNDÜZ AKTAN - 53

olayların

cereyan ettiği tarihi bağlama kısaca bakmakta yarar olabilir. Balkan Savaşları 1912-13 yıllarında oldu. Osmanlılar Doğu Trakya hariç, tüm Avrupa topraklarını kaybettiler. Bu toprakların büyük bölümünde çoğunluktaydılar. Çok büyük sayı­ da Türk, Arnavut ve Pomak sivil nüfus hayatını kaybetti. Büyük bir grup da yerlerinden yurtların sökülüp Anadolu'ya doğru atıldı. Bir yıl sonra da imparatorluğun bekasının tayin edecek 1. Dünya Savaşı başladı. Osmanlılar doğuda Çarlık Rusya' sının orduları, Çanakkale' de İngiliz ve Fransız donanmaları, güneyde Mısır, Suriye ve Irak cephelerinde de bunların ordularıyla savaşıyordu.

1.Dünya Savaşı'run başlarında Anadolu'nun nüfusunun 17.5 milyon civarında olduğu hesaplanıyor. Bunun 1.3 milyonunun Ermenilerden, 1.4 milyonun Rumlardan, geri kalanın da Türk ve Müslümanlardan oluştuğu tahmin ediliyor.11 Ermeni kilisesinin, Avrupa Katolik ve Protestan kiliseleri gibi, nüfus kayıtla­ n tutmadığı biliniyor. Bu nedenle Ermenilerin verdiği abarblı istatistikler sağlıklı bir kaynağa dayanmıyor. Osmanlı istatistikleri doğruya en yakın olarak kabul ediliyor. Avrupa kaynaklı ista11- Ermeni nüfusu hakkında tahminler şöyle: 1.Ermeni Patrikhanesi'nin rakkamlannı esas alan Marcel Leart' a göre 2,560,000 2.Ermeni tarihçi Basmaciyan' a göre 2,380,000 3.Paris Barış Konferansı'na kahlan Ermeni Heyetine göre 2,250,000 4.Ermeni tarihçi Kevork Aslan'a göre 1,800,000 5.Fransız San Kitabına göre 1,555,000 6.Encyclopedia Britannica'ya göre 1,500,000 1,400,000 7.Ludovic de Constenson'a göre 8.H.F.B. Lynch'e göre 1,345,000 9.Revue de Paris'e göre 1,300,000 10.1893 Osmanlı istatistiklerine göre 1,001,465 11.1906 Osmanlı istatistiklerine göre 1,120,748 12. I. Dünya Savaşı' dan hemen önceki 1,295,000 Osmanlı istatistiklerine göre 1,056,000 13. İngiliz Yıllığına göre


54 -

DEVLETLER HUKUKUNA GÔRE ERMENİ MESELESİ

tistikler de Osmanlı istatistiklerine çok yakın. İstanbul' da 1892' de kurulan, nüfus sayımından sorumlu idarenin ilk müdürü bir Türk olmakla birlikte, daha sonra Fethi Franco adlı bir Yahudi, 1893-1903 arasında Mıgırdıç Şınabyan adlı bir Ermeni ve 1908'den itibaren de bir Amerikalı tarafından yürütülmüş.

Ermenilerin Siyasi Hedef ve Mücadeleleri Çoğu

Ermeni, tarihçilerin büyük bölümü, 1915-16 olayları­ yani Ermenilerin bir siyasi grup olarak değil de, bir etnik ya da dini grup olarak, soykırım gibi bir tehcire tabi tutulduklarını kanıtlamak için, Ermenilerin terörizm de dahil siyasi amaçlı faaliyetlerinden ya hiç söz ebniyorlar ya da çok kısa geçiştiriyorlar. Bir kısmı da Osmanlı yönetiminin baskıa olduğunu, buna karşı Ermenilerin kendilerini savunmak ve haklarına sahip olmak amaayla siyasi faaliyetlerde bulunduklarını bildiriyor. Ermenilerin terör türü şiddete başvurması, Balkanlar'daki Hristiy<lJ'l halkların komitacıları, hajduk, klepsos ya da çetnikleri gibi, büyük ve zalim bir güce karşı, meşru savunma olarak hoş görülüyor.12

nın bir soykırım olduğunu;

Ermeniler de, bu Balkan kurtuluş mücadelesi modelini benimsiyorlar. Hristiyan Balkan halkları gibi örgütlenip siyasi faaliyette bulunuyorlar. Aslında bunu fazla yadırgamamak da gerek. Zira Fransız devriminden sonra ortaya çıkan ulus-devletin hakim olmaya başladığı bir çağda, çok dinli ve uluslu bir imparatorluğa karşı bağımsızlık mücadelesi meşru sayılıyor. Ermenilerin de bu faaliyetlere giriştikleri açıkça görülüyor. Bu mücade12- Başlıca Ermeni isyanlan şunlar: 1862 ve 1895 Zeytun; 20.6.1890 Erzurum; 15.7.1890Kumkapı;1892 Merzifon, Kayseri, Yozgat olayları; Ağustos 1894 1. Sassun isyanı; Eylül 1895 Bab-ı Ali gösterileri; 189596 Van isyanı; 1895'de Ermenilerin silahlı saldırılar gerçekleştirdik­ leri şehirler: Trabzon, Erzincan, Bitlis, Maraş, Erzurum, Diyarbakır, Malatya, Harput; 26.8.1896 Osmanlı Bankası baskını; 1904 2. Sassun isyanı; 21.7.1905 Sultan Abdülhamit'e bombalı suikast saldırısı; 1909 Adana isyanı; Nisan 1915 Van isyanı vb.


GÜNDÜZ AKTAN -

55

da imkansız. Tahukuku kurallarına uyması gerekiyor. Ancak imparatorluktaki Hristiyan halkların silahlı faaliyetleri birçok ahvalde açıkça hukuku çiğniyor. Balkan modeli şiddet genelde komitacı denen terör gruplarının sivil Müslüman halka saldırarak Müslümanlan misillemeye tahrik etmesi; Müslüman halkın misilleme yapması ya da yönetimin askeri önlem alması halinde de, Bah Avrupa'yı mezalim çığlıklarıyla müdahaleye davet etmesi şeklinde işliyor. Büyük Hristiyan güçler ya da Düvel-i Muazzama Osmanlı'nın Hristiyan ahali lehine reformlar yapmasını dayahyor. Bu reformlar yerel yönetim haklarından giderek otonomiye uzanıyor. Bir süre sonra belli bölgelerde Osmanlı egemenliği nominal hale geliyor ve ilk silahlı ihtilafta, dış müdahale ve yardımla bağımsızlığa kavuşuluyor.13 14 15 16 lenin

şiddete başvurmadan başarıya ulaşması

biatıyla şiddetin savaş

13- Nalbandian, Louise, Armenian Revolutionary Movement, University of Califomia Press, 1963, sf.110-111, Hınçak parti programı hakkın­ da aşağıdaki bilgileri veriyor: "Ajitasyon ve terör halkın moralini yüksek tutmak için gerekliydi. Halk düşmanlarına karşı tahrik edilmeli, aynı düşmanların misilleme eylemlerinden de yararlanılabil­ meliydi. Terör halkı korumak ve halkın güvenini kazanmak için bir yöntem olarak kullanılmalıydı. Parti, Osmanlı Hükümetini terörize ederek rejimin itibarını sarsmalı ve tümüyle yıkılması için çalış­ malıydı. Hükümet terörün tek hedefi olmayacaktı. Hınçak, muhbirler ve casuslarla, o sırada hükümet için çalışan en tehlikeli Türk ve Ermeni kişileri yok etmek istiyordu. Bu açıdan kendisine yardıma olması için parti, terörist eylemler yapacak özel bir örgüt kurmuş­ tu. Genel isyan çıkarmak için en uygun zaman Türkiye'nin bir savaşa girmesiydi." 14- Papazian, K. S., Patriotism Perverted, Bostan, Baker Press, 1934, sf. 14-15, Taşnak Derneği hakkında şunları söylüyor: "A.R. Federasyonu (Taşnak) ayaklanma yoluyla Türk Ermenilerinin ekonomik ve siyasi bağımsızlığını sağlamayı amaçlıyordu ... terörizm başından itibaren Kafkas Taşnak Komitesi tarafından bu amaca ulaşmak için bir yöntem ve politika olarak kabul edilmişti. 'İmkanlar' başlığı altında 1892 yılında kabul ettikleri programda aşağıdaki hususları okuyoruz: Ermeni Devrim Federasyonu (Taşnak) ayaklanmayla amacına ulaşmak için devrimci gruplar oluşturur. Yöntem 8 aşağıdaki gibidir: Savaşmak ve hükümet mensuplarını ve hainleri


56 -

DEVLETLER HUKUKUNA GÔRE ERMENİ MESELESi

1880'lerde Hınçaklar siyasi ve silahlı mücadelelerinin amacı olarak Anadolu'nun doğusunda altı vilayeti kapsayan ve 'vilayat-ı sitte' denen Erzurum, Van, Elaziz, Diyarbakır, Bitlis ve Sivas'ı kapsayan bölgede bir hayali Ermenistan kurduklarını açık­ ladılar. Bu, bugünün idari taksimatına göre Erzincan, Ağrı, Muş, Siirt, Hakkari, Bingöl, Malatya,Mardin, Amasya, Tokat, Giresun, Ordu, Trabzon'u da kapsıyordu. Ermeniler bu mücadelelerinde başarılı olamadılar. Bu nedenle kendilerini daha şanslı olan Balkan Hristiyan halklarıyla kıyaslayıp, mazlum ve mağdur hissedebilirler. Ancak soykırım tezini savunabilmek için, siyasi ve silahlı faaliyette bulunduklarını inkar ederek, Türklerin kendilerini durup dururken tehcire tabi tuttuğunu; aslında kendilerinin siyasi emelleri dahi olmayacak kadar masum olduklarını; bu nedenlerle Sözleşme'nin 2.maddesine göre, Türklerin kendilerine etnik-dini-ırki grup olarak tehcir yoluyla soykırım yaptığını iddia edemezler. Tarih, Ermenilerin bağımsızlık için silahlı siyasi faaliyette bulunan bir siyasi grup olduğunu açıkça gösteriyor. Düşmanla birleşip hedeflerini gerçekleştirmek için silaha ve bu arada savaş hukukunun ihlali olan sistematik terörist eylemlere başvu­ ran bir siyasi gruba karşı mücadelede, askeri nedenlerle tehcire teröre maruz bırakmak ... Yöntem 11 ise: Hükümet kurumlarım yık­ mak ve yağmalamak ... " 15- Loris-Melikoff, Dr. Jean, la Revolution Russe et !es Nouvelles Republiques Transcaucasiennes, Paris,1920, sf. 81, Taşnak'ın kurucularından ve ideologlarından olan yazar şöyle diyor: "Gerçek şu ki, parti (Taş­ nak Komitesi) , çıkarları halk ve milletin önünde tutan bir oligarşi tarafından yönetiliyordu. Bunlar burjuvazi ve büyük tüccarlardan oluşuyorlardı. Sonunda bu imkanlar tükenince, Rus devriminin öğ­ retisi olan 'amaçlar araçları meşni kılar' ilkesine uygun olarak teröre başvurdular." 16- 28.3.1894'te İstanbul'daki İngiliz Büyükelçisi Currie 'Foreign Office'e şunları yazıyordu: "Ermeni devrimcilerin amaa karışıklık çıkar­ mak, Osmanlıları şiddetle karşılık vermeye zorlamak ve böylece dış güçlerin müdahale etmesini sağlamakbr."


GÜNDÜZ AKTAN - 57

başvurulması

hukuken soykırım tanımına girmediği gibi, bu süreçte işlenen suçlar da, aynca işlendikleri kanıtlanmış olsa dahi, soykırım değildir.

Saik Bir grubun siyasi emelleri nedeniyle siyasi grup olması, aynı zamanda milli, dini, ırki veya etnik grup olmasını etkilemez. Zira siyasi gruplar da diğer özellikleriyle, Ermeniler gibi, etnik, dini grup veya diğer bir grup olarak da nitelendirilebilirler. Ancak siyasi grup olmak, o grubun maruz kaldığı olayların, grup olmasından değil de siyasi nedenlerden kaynaklandığını gösterir. Bir grubun siyasi ve silahlı faaliyette bulunduğu kanıtlandı­ andan itibaren Sözleşme tarafından soykırıma karşı korunması gereken gruplar içinde bulunmasına imkan kalmıyor. Ermeniler adına hareket eden parti ya da benzeri kuruluşların, ilk adımda kolektif haklarının genişletilmesi anlamına reformlarla başlayıp, oradan otonomiye geçmek, sonra da bağımsızlığını gerçekleştirmek istediğini ve bu amaçla siyaset yaptığı ve terörizm de dahil silaha başvurduğunu yukarda kısaca anlatmaya çalışhm. Söylediğim gibi, bu yönleriyle Ermeniler tehcir başla­ madan önce siyasi bir grup oluşturuyorlardı. ğı

Kaldı

ki bir grubu grup olarak yok etme iradesinin ancak o grup mensuplarına karşı duyulan ırkçı nefretin yoğunlaşması sonunda ortaya çıkhğını yukarıda soykırıma ilişkin hukuku anlatırken gördük. Osmanlı İmparatorluğu'nda Ermenilere karşı ırkçı nefretin duyulmadığı biliniyor. Aslında, Batı' daki antisemitizm türü bir ırkçı nefrete İslam ve Türk toplumlarının tarihinde hiç rastlanmıyor. Örneğin, Almanya' da Yahudiler bağımsızlık için mücadele etmediler, teröre başvurmadılar; top.rak istemediler; Almanya'nın savaş düşmanlarıyla işbirliği yapmadılar; Alman ordularını arkadan vurmadılar, lojistik yollarını kesmediler; nihayet terör örgütleriyle Alman siville-


58 - DEVLETLER HUKUKUNA GÖRE ERMENi MESELESİ ri katletmediler. Alman toplumuna tümüyle entegre olmuş, 40 Nobel ödülünün ll'ini kazanmış, barışçı, uygar ve başarılı bir grup, başka hiçbir neden yokken, sadece grup olması nedeniyle, önceden planlanarak, büyük bir örgütlenme sonucu sistematik ve kitlesel biçimde yok edildi.

Hitler başta, sayısız yazar derin bir Yahudi düşmanlığını yıl­ larca dile getirdiler. Antisemitizm Holokost'tan on beş yıl öncesinden itibaren tehlikeli biçimde yükselmiş olmakla birlikte, ikinci binin başından buyana aktif biçimde devam eden bir akımdı. Genelde Bah Avrupa, özelde Almanya' da veba gibi epidemiler, sel ve deprem gibi doğal afetler ve savaşlarda yenilgilerden sonra toplumların içindeki Yahudilere saldırıldığı, mensuplarının öldürüldüğü, mallarının yağmalandığı görülüyordu. Yani Hristiyan toplumlar başlarına gelen felaketlerden Yahudileri sorumlu tutuyorlardı. Yahudileri, Tanrı sayılan İsa'nın öldürülmesi nedeniyle, tanrı-katili (deicide) olarak suçluyorlardı. Bu nedenle onları Deccal olarak görüyorlardı. Antisemitizmin birçok yönünü açıkça gösteren binlerle belge ve yayım mevcut. Akıla olması beklenen Rönesans yazarları içinde bile Yahudi düşmanları vardı. Aydınlık çağında romantik yazarlar arasında antisemitizme sık sık raslanıyor. Geçen yüzyılın en büyük filozoflarından Heidegger'in bile antisemit olduğu biliniyor. Buna karşılık Osmanlı'da böyle bir anti-Ennenizm hiç olmainsan alh ırk olduklarını ileri süren bir biyolojik akım ve bunun tamamlayıası sosyal Darvinizm bulunmuyordu. İslam' da Hristiyanlar 'ehli kitap' sayıldığından, Hristiyanların Yahudilere yönelttikleri suçlamaların benzeri Müslümanlarca Hristiyanlara karşı hiç yapılmadı. Doğa ve insan kaynaklı felaketlerde Ermenilerin veya diğer Hristiyan gruplar günah keçisi olarak hiç kullanılmadılar. Tersine, Ermeniler 'milleti sadıka' diye vasıflandınldılar. Kamu alanında da aktiftiler. İç­ lerinde merkezi idarenin yüksek kademelerinde yer alan memurların yanında, kaymakam, paşa, vali, büyükelçi, hatta dışiş­ leri bakanı olarak Türkiye'yi temsil eden çok sayıda insan vardı. Onları aşağılayan,


GÜNDÜZ AKTAN - 59 dı.

Misyonerler tarafından XIX.yüzyılın başından itibaren açılan okullarda eğitildiklerinden, kısa zamanda zenginleştiler ve imparatorluğun ekonomisine hakim oldular. Yahudiler gibi bazı mesleklerden men edilmediler. Gettolarda yaşamaya mahkum edilmediler. En müreffeh sınıfı oluşturdukları halde, haset ve kıskançlıktan 'pogrom'lara maruz kalmadılar. Bu şartlar altında Ermenilerin grup ırkçı nefretle yok edildikleri söylenemez.

olduklarından dolayı

Bu durumda tehcirin ardındaki saikin saptanması önem kazaruyor. Bu saik Ermenilerin, Ermeni olmalarının dışında bir başka nedene, örneğin askeri ve siyasi bir nedene dayanıyorsa, bu soykırım kavramına girmez. Olanları anlayabilm.ek için yakın tarihe kısa bir bakış atmakta yarar olabilir. 1877-78 Osmanlı-Rus savaşının sonunda Yeşil­ köy'de imzalanan San Stefano Antlaşması'na göre Balkanlar'da Ege ve Karadeniz' e sahildar olan ve Makedonya'yı da içine alan büyük Bulgaristan bağımsız bir devlet oluyordu. Bu ülke, savaş sırasında 260 bin sivil Türkün ölmesi ve 515 binin de ülkeden atılması sonucu nispeten daha homojen bir nüfusa kavuşuyor­ du. Aynı şekilde savaş sırasında Erzurum'a kadar ilerleyen Rus ordularından kaçan 70 bin Türk doğu Anadolu' ya sığınmıştı. Bu bölgede ölen sivil halkın sayısı ise bilinmiyordu.17 Antlaşma' da aynca Osmanlı topraklarındaki Ermeniler için "reform" yapıl­ ması öngörülüyordu. Yeşilköy'e gelmiş olan Grandük Nikola'yı ziyaret eden Ermeni patriği Narses'in talebi üzerine reforma ilişkin bir madde antlaşmaya ilave edildi. Ermeniler böylece Rusya'nın himayesine girdiler. O güne kadar Tanzimat ve Islahat Fermanları ile yapılması istenen reformlar, tüm Hristiyan teb' ayı hedef alıyordu. Bu kez bir grubun tek başına reform konusu olması ve bunun Rusya tarafından denetlenmesi söz konusuydu.

17- McCarthy, Justine,

Deatlı

and Exile ..., sf. 339.


60 - DEVLETLER HUKUKUNA GÔRE ERMENi MESELESi Diğer büyük devletlerin Rusya'nın tek başına sağladığı bu ödünleri kabul etmemesi üzerine yapılan Bertin Kongresi'nde Bulgaristan'ın boyutları küçültüldü. Ama yurtlarını terk eden Türklerin geri dönmesi sağlanmadı. Ermeni konusunda öngörülen reformlar ise teyit edildi. Ancak uygulamanın denetlenmesini büyük ülkeler birlikte üstlendiler. Anadolu' da Ermeni nüfusun bulunduğu yerlerde konsolosluklar açhlar. Tehcire kadar geçen 30 yıllık süre içinde Ermenilerin siyasi ve silahlı faaliyetleri, büyük devletlerin bu himayesinin yarathğı Ermeni yanlısı şartlarda gelişti.

1912-13 yıllarında bir yanda Osmanlı İmparatorluğu, öte yanda Yunanistan, Bulgaristan ve Sırbistan arasında Balkan Savaşları oldu. Bu savaşlarda 1,450,000 Türk, Arnavut ve Pomak Müslüman öldü; 410 bini ise saldırgan orduların önünden kaçarak, yakılan yıkılan yerleşim birimlerini geride bırakarak, bombardımanlar alhnda Anadolu'ya doğru sürgün edildi. Böylece Türklerin 500 yıldır vatanı olan, çoğunlukta oldukları bir çok yerde Türk ve Müslüman varlığı sona erdi. Yılların biriktirdiği kültür varlıkları tahrip edildi. I.Dünya Savaşı patladığında yüz binlerle mültecinin gelişinden henüz bir yıl geçmişti. Osmanlılar Taşnak

liderleriyle

Ağustos

1914'te bir toplanh yaphlar. Ermenilerden sadık Osmanlı vatandaşlan olarak hareket edeceklerine dair söz aldılar. Ancak iki ay önce Erzurum' da yapılan gizli bir Taşnak toplanbsmda, savaştan bilistifade Ermenilerin Osmanlı devletine karşı geniş bir ayaklanma yapması kararlaştırılmıştı. Papazyan'ın da bilahare teyit ettiği gibi, Ermeniler sözlerinde durmadılar ve Rus çıkarlarına hizmet ettiler. Rus Ermenileri de Osmanlı'ya saldıracak Rus ordularında yerlerini aldılar. Eçmiadzin Katolikos Rusların Kafkasya genel valisini, "Rusların Osmanlıların Ermeniler için reform yapması­ nı sağlamalarına karşılık, Ermenilerin Rus savaş çabalarını ka18-Tchalkoucluan, Gr., Le Li vre Rouge, Paris, 1919, sf 12


GÜNDÜZ AKTAN -

61

yıtsız şartsız destekleyeceği"ni

temin ediyordu.1 8 Daha sonra, Rus çan tarafından Tiflis'te kabulünde Katolikos Çar'a "Ermenilerin kurtuluşu Anadolu' da Türk hakimiyetinin dışında otonom bir Ermenistan'la sonuçlanacak ve bu Rusya'nın yardımıy­ la geçekleşecek" dedi.19 Mart 1915'te Rus kuvvetleri Van'a doğru harekete geçtiler. 11 Nisan günü Van Ermenileri isyan etti ve Müslüman halka saldırdı. 21 Nisan günü Çar il. Nikola Van Ermeni Devrimci Komitesi'ne bir telgraf çekerek, "Ruslara hizmetlerinden dolayı" teşekkür etti. Amerika' daki Ermeni gazetesi Gochnak 24 Mayıs tarihli sayısında "Van' da sadece 1,500 Türk" kaldığı müjdesini veriyordu. Osmanlı sınırını aşan Rus ordusu içindeki Ermeni güçlerine, devrimci ismi Annen Garo olan eski Osmanlı milletvekili Karekin Pashrmaoyan kumanda ediyordu. Diğer bir eski milletvekili Hamparsum Boyaoyan, Murat kod adıyla, Türk köylerine saldıran ve sivil nüfusu katleden gerilla gücünün başındaydı. Yine bir eski milletvekili Papazyan Van, Bitlis ve Muş bölgesinde çarpışan gerillaların lideriydi. Osmanlı yönetimi Ermeni patriği nezdinde sonuçsuz kalan bir uyanda daha bulunduktan sonra 24 Nisan günü, Ermenilerin entelektüeller dediği, komitaa liderleri tutuklamaya başladı.

Bu gelişmelerden tehcir kararının nedeni açıkça görülüyor. Ermenilerin Rus ordusuyla işbirliğine başlaması; Van' da isyan çıkarması; Ermeni gerillaların civar illerde etnik temizliğe giriş­ mesi, Osmanlılar için, bilinen eski bir hikayenin tekrarı niteliğindeydi. Balkanlar' da Ruslarla birlikte Balkan Hristiyanların yaphğı gibi, bu kez Rus ordularıyla birlikte hareket eden Ermeniler, bölgedeki Türk ve Müslümanları etnik temizliğe tabi tutmaya, katletmeye, yerlerini yurtlarını yıkmaya başlamışh. Er19- Tchalkouchian, Gr., op.cit.


62 -

DEVLETLER HUKUKUNA GÖRE ERMENİ MESELESİ

menilerin önce bu askeri faaliyetlerine, sonra da siyasi emellerini gerçekleştirmelerine imkan vermemek.amaayla imparatorluğun doğu cephesinden uzak bir bölgesine taşınması kararlaştı­ rıldı.

Yok Etme Kasb ve İradesi Sözleşme'nin

II.maddesine göre yok etme amaayla sayılan fiilden birinin işlenmesi, soykırım sayılabiliyor. Bunun için bir grubu grup niteliğiyle yok etme kastının mevcut bulunması gerek. Bu nedenle, Ermeni tarihçiler Osmanlı yöneticilerin Ermenileri grup olarak yok etme amaa taşıdıklarını kanıtlamaya çalışblar. Böyle bir kanıta rastlamayınca da yalan söylemekten çekinmediler.20 Aram Andonian adlı bir Ermeni Talat paşaya atfen yok etme emrinin verildiği telgrafları yayımladı. Bunların sahte olduğu kısa zamanda ortaya çıktığı halde, propaganda malzemesi olarak kullanılmaya devam edildi.

beş

Mamafih bir süre sonra yok etme amaanı kanıtlayacak belgelerin bulunamaması, Ermeni yanlılarını farklı bir stratejiye itti. Önemli olan sonuçtu. 1,5 milyon Ermeni'nin tehcir sırasında öldüğünü iddia etmeye başladılar. Rakamın yüksek tutulması­ nın bir nedeni propaganda etkisi iken, diğeri de tehcirle yok etme kastının varlığını dolaylı yoldan ispat ederek, soykırımı kanıtlamakb. Bu amaçla tehcir öncesi Ermeni nüfusunun da yüksek gösterilmesi gerekiyordu. Eir yalan bir başka yalana yol açı­ yordu. Tarih, hukukun gerekle: ine göre tahrif ediliyordu. Bizim açımızdan, Ermeniler.in otonomi veya bağımsızlık için siyasi ve silahlı mücadele yapması, grup mensuplarının gruba ait olduğu için öldürüldüğü tezini boşa çıkarıp, tehcirin soykı­ rım olmadığını kanıtlamaya yeterli. Ancak siyasi amaçla dahi olsa bir sivil halkın sistematik ve kitlesel biçimde öldürülmesi 20- Andonian, Aram, Documents Officiels concemants Ies Massacres Armeniens, Paris, Armenian National Delegation,1920


GÜNDÜZ AKTAN - 63

insanlığa karşı suç oluşturuyor.21 Kaldı ki Ermeni soykırım tezi arhk Sözleşme'nin il.maddesi (c) fıkrasına dayandırılıyor. Buna göre, Osmanlılar'ın Ermenileri açıkça yok etmekten çekindikleri için, tehcirden yararlanıp, Ermenilerin yok olmalarını sağla­ yacak yaşam şartlarını onlara dayathkları; tehcir sırasında saldı­ rılardan koruma, güvenli ulaşım sağlama, gıda ve ilaç tedarik etme, tedavilerini yapma, barınak ihtiyaçlarını karşılama gibi görevlerini yerine getirmeyerek (omission) ölümleri hızlandır­ dıkları; hatta Teşkilat-ı Mahsusa'nın ve hapishanelerden serbest bırakılan canilerin katliamlarını bizzat örgütledikleri ileri sürülüyor. Unutmamak gerekir ki, doğrudan etkisi olan öldürme gibi fiillerin yanında, devletin görevini ihmal ederek ölümlere bilerek neden olması da soykırım fiili sayılabiliyor.

Bu nedenle ölümlerin bir grubu yok etme kashyla yapılıp yatehcirin gizli bir soykırım olup olmadığı üzerinde durulması gerekiyor. pılmadığı;

Tehcirin amaanın Rus ordularıyla birleşip, Hınçakların hariTürklerin, Balkanlardaki Türkler gibi etnik temizliğe maruz kalmasını önlemek olduğunu yukarda anlatmışhm. Ermeniler, bir yandan Rus ordusu içinde kendi birliklerini kurup Osmanlı ordusuna karşı doğu cephesinde savaşırken, diğer cephelerde savaşan Osmanlı ordularından da kaçarak ülke içinde gerilla grupları oluşturmaya, Türk ve Müslüman yerleşim yerlerine saldırmaya, Osmanlı kuvvetlerini arkadan vurmaya, lojistik hatlarını kesmeye başladılar. Bu faaliyetlerin ilk adımını Van isyanı oluşturdu. tasındaki

Hükümet Ermenilerle anlaşma imkanlarının kaybolduğunu, patrik aracılığıyla yaptığı uyanların dikkate alınmadığını gördükten sonra, bölge Ermenilerinin, yine Osmanlı topraklarının bir bölümü olan Suriye ve kuzey Irak'a tehcir etme kararını al21- Roma Statüsü madde 7 ve Eski Yugoslavya ile Rwanda Uluslararası Mahkemeleri'nin statülerindeki ilgili maddeler.


64 -

DEVLETLER HUKUKUNA GôRE ERMENİ MESELESİ

dı. Başkumandan vekili Enver paşa İçişleri Bakanı Talat Paşa'ya 2 Mayıs 1915'te gönderdiği bir telgrafta, Rusların 20 Nisan günü, kendi sınırlan içindeki Müslümanları perişan şekilde sınırlarımıza sürdüğünü bildiriyor; Van civarındaki Ermenilerin isyanına da ahfta bulunarak, Ermenilerin ya Rus sınırına süriilmesini ya da başka yerlere dağıhlmasını öneriyordu. Bunun üzerine Talat Paşa sorumluluğu bizzat yüklenerek, Ermeni tehcirini başlath. Bir süre sonra da sorumluluğu paylaşmak için 30 Mayıs günü konuya ilişkin bir geçici yasa çıkarılmasını sağ­ ladı. Böylece komutanlara, asayişi bozan, silahlı saldırgan ve direnişçileri, tecavüz ve direnişleri sırasında imha etme; casusluk ve vatana ihanet eden köy ve kasaba halkını tek tek veya toplu halde başka yerlere sevk ve iskan etme yetkileri verilmekle, tehcir işi orduya devredilmiş oldu.22

Buradan da görüleceği üzere Ermeni tehciri için çok önceden karar verilmiş olması; bu karara uygun olarak planlar yapılma­ sı; gerekli teşkilatlanmanın oluşturulması ve nihayet hazırlıklar tamamlanarak tehcire başlanması söz konusu olmadı. Ortada, doğu cephesindeki gelişmelerden endişelenen bir komutanın acilen önlem alınması talebi var. Hükümet bu talebe derhal cevap vermek istiyor. Önceden hazırlık yapılmadığı öylesine açık ki, İç İşleri Bakanı Talat Paşa daha fazla gecikme olmasın diye, gerekli yasayı bile çıkarmadan göç hareketini başlatıyor. Yasa arkadan geliyor. Bu durumda yok etme kastıyla plan ve örgütlenme yapılması söz konusu değil. Yasanın metninde, sevk sırasında istirahatlannın, can ve mal güvenliklerinin temini; "göç ödeneği"nden gıdalarının sağlan­ ması; iskan için gerekli arazi tahsisi, ihtiyaç sahiplerine hükümetçe konut inşası; çiftçilere tohumluk, alet-edevat dağıtılması; geride bıraktıkları değerlerin bedelinin kendilerine ödenmesi; terk ettikleri gayrı menkullere başkalarının yerleştirilmesi halin-

22-

Osmanlı şivleri

Belgelerinde Ermeniler (1915-1920), Başbakanlık Devlet Ar-

Genel

Müdürlüğü,

Ankara, 1994, sf. 8


GÜNDÜZ AKTAN - 65

de bunların değerinin saptanıp sahiplerine verilmesi gibi hususlar yer alıyor. 23 Aynca 10Haziran1915 tarihinde yayınlanan talimatname ile de tehcire tabi tutulan Ermenilerin mallan koruma allına alındı. Gittikleri yerlere yerleşmelerini kolaylaşhrmak içinde nakdi ve ayni yardımda bulunuldu. ~vk edilen Ermenilerin geride kalan taşınmaz mallan hükümetçe kendileri namına müzayede ile sahldı ve kurulan komisyonca kendilerine ödendi.24 25 Kasım 1915 tarihinde Anadolu'daki vilayetlere gönderilen bir emirle tehcir geçici olarak durduruldu. Daha sonra yapılan tehcir mevzii kaldı. Nihayet 1916 sonunda da tehcire fiilen son verildi. Savaştan sonra Ermenilerin istediklere yerlere dönmeleri için izin çıkb. Komisyonlarca hıfzedilen veya sahlan gayrı menkullerini geriye almaları için kolaylık gösterildi.25 uygulamasıyla ilgili olarak başkentle taşra teşkilab cereyan eden yazışmalarda da Ermenileri yok etme kaslı kuşkusu yaratan hiçbir atfa rastlanmıyor. Tersine güvenlikli biçimde sevk edilmelerini sağlamak amaayla karşılıklı taleplerde bulunulduğu görülüyor. Bunlar arasında en ilginç olan yazışmalardan bir bölümü Erzurum valiliğiyle Talat Paşa arasında geçiyor. Rus sınırında olduğu için öncelik verilen bu bölge Ermenilerinin tüm şahsi eşyalarını birlikte götürebilecekleri bildiriliyor. Diyarbekir, Harput, Sivas Ermenilerinin ihraana gerek olmadığı belirtiliyor ki, Rus tehlikesi orta Anadolu'ya yönelince bu karar değiştiriliyor. Erzurum' dan sevk edilen 500 kişi­ lik bir gruba Erzincan ile Erzurum arasında "Kürtlerce" saldırıl­ ması üzerine, yol boyunca mevcut köy ve kasabalardan yapıla­ cak saldınlann şiddetle cezalandırılması Diyarbekir, Elaziz ve Bitlis'ten isteniyor. Dersim eşkiyasının Erzurum'dan gelen Er-

Tehcir

arasında

23- lbid., sf 31, 32 24- Ibid., sf.11 25- lbid., sf 12


66 - DEVLETLER HUKUKUNA GÖRE

ERMENİ MESELESİ

menilere saldırmaları üzerine Elaziz valiliğine acil tedbir alması emrediliyor. Tehcir sırasında Ermenilerin güvenliğinin tam olarak korunamadığını görüp sevki durdurduğu anlaşılan Erzurum valisine ertelemenin askeri nedenlerle mümkün olmadı­ ğı anlahlıyor. Buna rağmen zaman zaman Erzurum' den göçün durdurulduğu görülüyor.26 Tüm bu tedbirlere rağmen sivil Ermenilerin tehcir sırasında yok. Bu ölümlerin, devletin asli görevini bilerek ihmal etmesinden kaynaklanmadığı açık. Doğu cephesindeki 90,000 kişilik Osmanlı ordusu da Sankamış'ta donarak öldü. İklim ve coğrafya şartlan, Ermeni konvoylarını korumakla görevli askeri birliklerin yetersizliği, ihtiyacı karşılayacak gı­ da ve ilaç bulunmaması ve salgın hastalıklar ölümlerin doğal nedenlerini oluşturuyor.

öldüğüne kuşku

Son günlerini yaşamakta olan bir devletin güçsüzlüğü görev ihmali olarak nitelenemez. Britanya arşivlerinde bulunan orijinal bir Osmanlı belgesinde (dosya no:371, belge 9518 E. 5523) "Bu talimab.n amaa münhasıran (terörle uğraşan) komitelerin kapatılmasıyla ilgili olduğundan, Türklerle Ermenilerin birbirlerini öldürmelerine yol açacak hiçbir uygulama yapılmaması gerekmektedir." deniyor. Bu belgenin üzerine dış işleri memuru D.G. Osbom, "her ne pahasına olursa olsun katliamı önlemeyi amaçlıyor " diye not düşüyor.27

Bütün bunlar tehcirin Ermenileri yok etmek amacıyla düzenlenmiş olmadığını gösteriyor. Bazi Ermeni yanlısı yazarlar, arşivlerin tasnifi nedeniyle gecikerek açılmasını, hükümetin yok etme kararını kanıtlayacak 26- lbid., sf. 35, 43, 44, 51.

27- Gürün, Kamuran, Le Dossier Armenien, Societe Turque D'Histoire, Triangle, 1983, Paris, sf 284.


GÜNDÜZ AKTAN - 67

belgelerin ortadan kaldırılmasını amaçladığını ileri sürüyorlar. Bunlar savaş sonunda İttihatçılann kendilerini ilzam eden belgeleri toplayıp imha ettiklerini iddia ediyorlar. Oysa Osmanlı arşiv sisteminde gelen ve giden evrak kayıt defterlerine işleni­ yor. Bir kez buna kaydedilen bir belgenin yok edilmesi mümkün değil. Kaldı ki Bab-ı Ali'nin gönderdiği çok büyük sayıya varan belgeler çok çeşitli taşra merkezlerine dağılıyor. Büyük bir bölümü de birden çok merkeze gönderilen genelgelerden oluşuyor. Hükümet merkezindeki müsveddelerin imha edildiği varsayılsa dahi, taşradaki asıllarının yok edilmesi pratik olarak imkansız.

Dönemin hükümetinde Ermenileri yok etme kasbnın bubir kanıb da sevk sırasında Ermenilere saldıran çetelerle, Ermenilerin durumundan yararlanan, görevlerini yapmayan ve yetkilerini kötüye kullananların divan-ı harbe sevk edilerek cezalandırılmaları oluyor. 1918 yılına, yani Mondros Mütarekesi'ne kadar bu çerçevede 1397 kişi çeşit­ li cezalara çarpbnlıyor ve yansından çoğu idam ediliyor.28 Yahudi soykırımından sorumlu Nazi SS'lerinin böyle nedenlerden değil de, soykırımı etkin biçimde uygulamamalarından dolayı cezalandırıldıkları biliniyor. lunmadığının açık

Soykırım

Fiilleri

Nazilerin Yahudilere yaphğı soykırımda büyük çoğunlukla Sözleşme'nin 2.maddesi (a) fıkrasında kayıtlı olan" Gruba mensup kişileri öldürme" fiilini işledikleri görülüyor. Bilindiği gibi bu katliamlar temerküz kamplarına taşınan, yani 'deporte' edilen Yahudilerin bu kamplarda uzun süre yaşanması mümkün olmayan şartlarda tutulmaları, sonra da gazla öldürülmeleri 28- lbid., sf. 259: Cezalandırılan kişilerin illere göre dağılımı şöyle: Sivas 648; Mamuretilaziz 223; Diyarbekir 70; Bitlis 25; Eskişehir 29; Şebin­ karahisar 6; Niğde 8; İzmit 33; Ankara 32; Kayseri 69; Suriye 27; Hüdavendigar 12; Konya 12; Urfa 189; Canik14..


68 -

DEVLETLER HUKUKUNA GÖRE ERMENi MESELESİ

şeklinde

oluyor. Bir başka ifadeyle 'deportasyon' ölümlere neden olan bir soykırım fiili değil. Buna karşılik kamplardaki yaşam şartlan Sözleşme 2.madde (c)'ye, gaz odalarındaki ölümler de aynı madde (a)'ya uygun fiiller. Bu fiiller, Naziler tarafından önceden planlanarak, örgütlenerek ve sistematik ve kitlesel biçimde uygulanarak gerçekleştiriliyor. Tehcir sırasında Ermeni nüfusa ve yerleşim birimlerine güçlerince silahlı saldırılar olmaması 2.madde (a) ve (b)'de öngörülen fiillerin işlenmediğini gösteriyor. Ermeni taraftan yazarlar, etnik temizliğin bu temel unsurunun tehcirde bulunmamasını telafi etmek ve tehciri soykırım gibi göstermek için, tehcirin madde.2 (c)'ye göre Ermenilerin fiziken yok edilmelerini dolaylı yoldan sağlamak için, "grup yaşam şartlarının bilerek ya da kasten bozulmuş" olduğunu ileri sürüyorlar. Kısa­ ca Osmanlılar, Ermenileri açıkça katletmemişler; tehcirin şartla­ rını Ermenilerin kendiliklerinden ölmelerini sağlayacak şekilde ayarlamışlar. Ermeni soykırım tezi tümüyle bu zemine oturuyor. Osmanlı

Açıkça soykırım

fiilleri

işlemekten farklı

olarak, tehcirin dodaha zor. Zira soykırım için gerekli yok etme kashnın varlığını gösterecek beyan ve talimatlara rastlamak imkansız. Aksine tüm arşiv belgeleri tehcirin imkan ölçüsünde az kayıpla uygulanmasıyla ilgili.

laylı soykırım olduğunu kanıtlamak çok

Bu

gerçeği

saphrmak için Ermeni yazarlar iki izah yoluna Tehcir sonucunda ölenlerin sayısı olağanüstü yüksek gösteriliyor. Bu amaçla önce toplam nüfus rakamları yükseltiliyor, sonra da buna oranla ölenler çok yüksek saptanıyor ve böylece amaon göç değil öldürme olduğu kanıtlanmak isteniyor. Bu yaklaşımı destekleyen diğer yol ise, sözlü tarih denen ve tehciri yaşamış olanların başlarından geçenlerin derlenmesi suretiyle kaslın yok etme olduğunu ispatlamaktan oluşuyor. Denebilir ki, Ermeni tarihçilerin yazdık.lan kitapların hemen tümünde soykırım bu yöntemlerle kanıtlanıyor.

başvuruyor.


GÜNDÜZ AKTAN -

aile ve bireyin kişisel trajediler yaşamış olduklarına kuşku yok. Mübadele bile daha hafif ama benzer trajediler yarabyor. Ancak, bu durum grubun soykırıma uğramış olduğunu göstermez. Bu açıdan sözlü tarih yakl~şımı, hukuki değeri olmamak bir yana, tarih yazımı bakımından da sorunlu, tarihle hahrat arası bir alan. Tehcir

sırasında

69

çok

sayıda

Yukarda da belirtildiği üzere tehcir, 20 Nisan 1915 tarihinde Rusların bir Müslüman sivil topluluğu perişan halde sınırları­ mıza sokması olayını Enver Paşa'nın Talat Paşa'ya 2 Mayıs'ta yazılı olarak bildirmesi üzerine resmen alındı. Daha önce Ermenilerin Van' da isyan çıkarmalarını takiben 24 Nisan' da silahlı Ermeni gruplara karşı bazı küçük harekatlar başlamıştı. Tehcirin soykırım olduğunu kanıtlama sadedinde, aynı gün tutuklanan 235 Ermeni komitacı liderin, Ermeni toplumunun ileri gelen entelektüelleri olduğu iddiasının geçerli olmadığı biliniyor. Osmanlı Hükümeti, Enver Paşa'nın iki önerisinden diğerini, yani Rusların Müslümanlara yapbğı gibi, Ermenileri Rus sınırı­ na sürmeyi yeğleyebilirdi. Bu, Balkan ülkelerinin Ermenilerden çok daha büyük Türk ve Müslüman nüfusa yapbğı şeydi. İngi­ liz ve Fransızlara karşı bir ölüm kalım savaşına girmiş olan imparatorluğun, bunların kamuoyundan çekinmesi ve tehcirin arkasına saklanması için fazla bir neden yoktu. Bir başka deyişle, İttihatçılar için, Türklere ve Müslümanlara yapılanın aynısını Ermenilere yapmak sanıldığı kadar zor değildi. Tehcirin seçilmiş olması, bu nedenle, dolaylı öldürme değil, Ermenileri ülkenin savaş güvenliği açısından daha az sakıncalı bir bölgesine taşımaktan ibaretti.

Ermeni toplam nüfusuna gelince, I. Dünya Savaşı öncesi Bagöre 1,555,000 (Fransız San kitabı) ile 1,056,000 (İngiliz Yıllığı) arasında değişiyor. Bu rakam zaman ilerledikçe 3 milyo_na kadar çıkıyor. Fransız Milli Meclisi'nin kabul ettiği soykırım yasasına esas olan raportör François Rochebloine'ın 15 Ocak 2001 tarihli raporunda, Ermeni nüfusu 1,8 milyon olarak b

kaynaklarına


70 -

DEVLETLER HUKUKUNA GÖRE ERMENi MESELESİ

veriliyor. Ôlümlereilişkin rakamlarda da sürekli arhş trendi izleniyor. Encyclopaedia Britannica'nın 1918 tarihli nüshasında 600 bin olarak gösterilen Ermeni ölümlerinin, 1968 nüshasında 1,5 milyona çıkbğı görülüyor. Rochebloine raporunda, başka hiçbir yerde rastlanmayan biçimde, 600 bin Ermeninin bulundukları yerde, diğer bir 600 binin tehcir sırasında olmak üzere 1,2 milyonun öldüğü; 200 bininin Kafkaslara (Rus ordularıyla birlikte) kaçhğı; 100 bininin kaçırıldığı (?}; 150 bininin tehcirden ölmeden kurtulduğu; 150 bininin de tehcire uğramadan kaçtığı belirtiliyor. Ermeni nüfusu olarak, döneminde Bablı iki kaynağın ortalaması olan Osmanlı istatistiklerindeki 1,295 milyonun esas alın­ ması doğru olacak. Ölenleri hesaplamak için önce tehcirle sağ salim Suriye ve Irak' a ulaşanların sayısını bulmak lazım. Osmanlı İç İşleri Bakanlığı' nın 7 Aralık 1916 tarihli raporunda 702,900 kişinin nakledildiği, bu amaçla harcanan para ile birlikte bildiriliyor.29 Milletler Cemiyeti'nin Göçler Komisyonu, 1. Dünya Savaşı boyunca Türkiye' den Rusya' ya geçen Ermenilerin sayısını 400-420 bin olarak veriyor.30 Tehcire tabi tutulmayan İstanbul, Kütahya, Aydın (İzmir dahil)da yaşayan Ermenilerin 170-180 bin olduğu hesaba kabldığında, tehcir dolayısıyla ölen Ermenilerin ciddi bir rakama ulaşmadığı sonucu çıkıyor. Sevres müzakerelerinden önce İstanbul Ermeni Patrikhanesi'nin İngilizlere verdiği bilgiye göre, 1920'de Mondros Mütarekesi sonrası Osmanlı sınırlan içinde kalan Ermeni nüfus 625 bin. Buna Kafkaslara gidenler eklendiğinde 1,045 milyon ediyor. Savaş öncesi toplam nüfus 1,3 milyon olduğuna göre, ölenler 265 binde kalıyor. 29- Genelkurmay; 1/'J: KLS 361, doya 1445, F. 15-22

30- Gürün, op.cit., sf.263


GÜNDÜZ AKTAN -

71

Ermeni Milli Komitesi başkanı olarak Paris Barış KonferanBogos Nubar paşa, 700 bin Ermeni'nin başka ülkelere göçtüğünü; 280 bin Ermeni'nin Türkiye sınırları içinde yaşadığını ilan ediyor. Bunların toplamı 1,3 milyondan çıkarıldı­ ğında, 320 bin Ermeni'nin öldüğü anlaşılıyor. Ama kendisi 1 milyondan fazla Ermeninin öldürüldüğünü iddia edebiliyor ki, bunun doğru olabilmesi için savaş öncesi Ermeni nüfusunun 2 milyonu geçmesi gerekiyor. Adıgeçen savaş öncesi Osmanlı Ermenilerinin 4,5 milyonluk bir nüfusa sahip olduğunu vurguluyor ve gelecek kuşaklara açık arthrma konusunda ilk örneği sı' na katılan

oluşturuyor. Savaş sırasında propaganda işlerinden sorumlu Amold Toynbee'nin yazdığı "Mavi Kitap"ta ölen Ermenilerin 600 bin olduğunu bildiriyor.31 Bu rakam bilahare Encyclopaedia Britannica'ya geçiyor. Buna karşılık Toynbee'nin 38 nolu notunda, 5 Nisan 1916'a kadar tehcirle Zor, Şam ve Halep'e ulaşan Ermenilerin sayısı 500 bin olarak veriliyor. Tehcire tabi olmayan 180 bin ve Kafkaslara giden 400 binle birlikte Ermeni nüfusu 1,7 milyona çıkıyor. Nüfus 1,3 olarak alınırsa, ölenlerin 600 binden 200 bine inmesi gerekiyor. Yukarıdaki rakamlardan, Ermeni nüfusuna ilişkin değişik tahminlere göre, Ermeni kayıplarının birkaç binden 600 bine kadar uzandığı anlaşılıyor. Ölümlerin 300 bini aştığını gösteren tüm istatistiklerin savaş öncesi Ermeni nüfusunu aşın derece yükselttiği görülüyor. şeye rağmen ciddi boyutlarda ölümlerin vuku bulmuş muhtemel. Ancak tüm ölümlerin tehcir sırasında olmadığını da akılda tutmak gerekiyor. Dönemin savaşlarında düş­ man ordularının önünden kaçanlar da göç halinde bulunuyorlar. Rus ordusunun 1915 Mayıs ayında Van civarında başlayan harekahndan sonra, Osmanlı ordusu kaybettiği yerleri geri alı-

Her

olması

31- FO. Hc.1/8008, XC/ A-018055, sf.651.


72 - DEVLETLER HUKUKUNA GÖRE ERMENi

MESELESİ

yor. Ondan sonra başlayan çok daha büyük Rus saldırısı Elaziz'e kadar ulaşıyor. 1917 Ekim devriminin hemen ardından Rus orduları bu kez çekiliyorlar ve Osmanlılar tekrar ilerliyor. Bu ileri geri askeri hareketlerin önünde Türkler de Ermeniler de göçe zorlanıyorlar. Örneğin doğu Anadolu' da ülke içi göç etmek zorunda kalan Müslüman nüfusun 900 bin civarında olduğu hesaplaruyor. 32 Son derece zor bir coğrafyada, çoğu kez Müslüman Hristiyan ayırımı yapmayan çetelerin saldırı ve soygunlanna da maruz kalarak, ilkel ulaşım şartlannda soğukta yürüyerek veya araba ve atla yapılan göçlerde 3-4 gün içinde yiyeceklerin bihnesi, su sıkınhsı ve yorgunluktan, özellikle çocuk ve yaşlılann zayıf düşmesi üzerine, tifo ve tifüs hastalıklarının ölümleri süratle arthrdığı görülüyor. Aynı coğrafi

ve fizik şartlarda yapılan tehcirin, bir çok bakımdan bu tür göçlerden çok daha güvenli ve sağlıklı olduğu söylenebilir. Kaldı ki, Kurtuluş Savaşı sırasında Maraş'ı boşaltan Fransız­ larla birlikte çek.ilen 5000 Ermeni'nin. 10- 24 Şubat 1920'de yaphkları yolculuğun zor şartlan dolayısıyla, dış saldırılara uğra­ madıkları halde, 2-3000'i ölüyor.33

Bu nedenlerle, Barış Konferansı sırasında bir Alman raporuna atfen, Bogos Nubar paşa, Türklerin Ermenilerden daha fazla kayıp verdiğini; Türklerin savaş sırasındaki tüm kayıplarının 2,5 milyon olduğunu; bunun "savaş, epidemi ve kıtlıkla, ilaç ve hastane personeli yetersizliği" dolayısıyla vuku bulduğunu; bu kayıpların en az yarısının "Rus ve Ermeni ordularınca işgal edilen Ermeni vilayetleri"nde yaşayan Türkler arasında gerçekleş­ tiğini bildiriyor. Bu, doğu Anadolu' da 1.25 milyon Müslüman'ın ölmüş olması demek. 32- McCarthy, op. Cit., sf 339 33- Boudiere, Georges, "Notes sıır la campagne de Syrie-Cillicie. L'affaire de Maras", Turcica, IX/2-X, 1978, sf. 160


GÜNDÜZ AKTAN - 73

Gerçekten de bilahare yapılan nüfus çalışmalan bu rakamın doğruluğunu büyük ölçüde kanıtlıyor. Osmanlı'nın I. Dünya Savaşı sırasında savaş alanı kayıpları 500-550 civarında. Sivil nüfus kaybıysa 2 milyon. Savaş alanı Anadolu'nun doğusu olduğundan, kuşkusuz, toplam sivil kayıpların yansından fazlasının bu bölgede olması doğal. Nitekim McCarthy'nin 1914-21 arasında bölgedeki sivil Müslüman kayıplara ilişkin tahmini de l, 19 milyon. Nihayet Türk ve Ermeni sivil nüfuslarının 'mukatele' denen ölümleri de, kesin rakamlar bilinmemekle birlikte, bu toplamların içinde yer alıyor. l 980'lerin başın­ da başlablan ve toplu mezarların incelenmesini amaçlayan Şü­ heda projesinin bulgularına göre, doğu Anadolu' da çok sayıda toplu mezar mevcut. Antropolojik çalışmalar bu mezarlann kimlere ait olduğunu bilimsel şekilde ortaya çıkarıyor. Henüz genel bir değerlendirme için erken olmakla birlikte, Türklere ait mezarlann daha çok olduğu görülüyor. Bu mezarlardan, halkın Ermeni mezalimi hakkında söylediklerinin bir mitoloji olmadı­ ğı da anlaşılıyor. Savaşa katılan Müslümanlar savaş sonuna kadar orduları terk etmiyorlar. Buna karşılık Ermeni kökenli askerlerin yoğun olarak kaçtıkları görülüyor. Bunların oluşturdu­ ğu silahlı grupların Müslüman köylerine yaptıkları saldırılara karşı eli silah tutan kimse bulunmadığından, etkin savunma yapma imkanı bulunamıyor. Müslüman ölümleri bu nedenle Ermeni ölümlerinden bu denli daha büyük oluyor. karşılıklı çatışmalardaki

Anadolu'nun doğusuyla batısından tehcir edilenlerin akıbe­ ti arasında fark var. Batı' dan yapılan kısmi tehcir demiryollannın bulunması. dolayısıyla çok daha az ölümlere yol açıyor ve savaş sonunda geri dönenlerin sayısı da yüksek oluyor. Buna karşılık doğuda arazinin sarp olması, demiryolu bulunmaması ve çetelerin faaliyetlerine karşı, cephelerde savaşmayan çok az sayıda jandarmanın Ermenileri korumakla görevlendirilebilmesi, Ermeni ölümlerinin batıdan daha fazla olmasına neden oluyor.


74 -

DEVLETLER HUKUKUNA GÖRE ERMENi MESELESİ

Yine de Ermeni ölümlerinin iddia edilenin çok alhnda kalan sayısı ve bu ölümlerin çoğunluğunun tehcir dışı vuku bulmuş olması gerçeği, tehcirin yok etme kastını gizleyen bir soykırım fiili olmadığını gösteriyor. Aksi halde, 'soykırımcı' Türklerin 'soykınm kurbanı' Ermenilerden çok daha fazla kayıp verdiği, garip ve izahı zor bir soykırımla karşı karşıya kalmış olacakhk. Kısmen

veya Tamamen

Soykırımda bir grubun tümünü veya bir bölümünü yok etme iradesiyle bazı fiillerin işlenmesi gerekiyor. Soykırımda, bir grubun mensuplarının o gruba ait olduklarından dolayı, ırkçı nefretle yok edilmesi söz konusu olduğundan, yok etme iradesinin manhken grubun tümüne dönük olması lazım. Soykırım sonunda grubun bir kısmının kurtulması, hepsini yok etme kashrun bulunmamış olmasından ziyade, geriye kalanların soykı­ rım yapan örgütlenmenin erişiminin dışında kaldığını ya da soykırım yapanın gücünün işi bitirmeye yetmediğini gösteriyor. Bu, Nazilerin Yahudileri soykırıma uğratmasında böyle olmuş­ tu.

Ermeni tehciri sadece· Gregoryan Ermenilerin sevkini öngördü. Katolik ve Protestan Ermeniler tehcir dışı kaldılar. Üç dine mensup Ermenilerin sadece bir dine mensup olanlarının tehcir edilmesi, Osmanlılarda Ermenilerin tümüne dönük bir ırkçı nefretin bulunmadığını gösteriyor. Kaldı ki esasen Katolik ve Protestan gruplara mensup olanlara karşı bir ırkçı nefretin bulunmaması, İslam açısından üç dinin de Hristiyanlığın sadece farklı mezhepleri olarak algılandığı göz önüne alındığında, Osmanlılarda Gregoryanlara karşı da ırkçı nefretin bulunmadı­ ğını kanıtlıyor. İmparatorlukta Müslümanlarla Hristiyanlar arasında din konusunda, tehcirle sonuçlanacak bir ihtilafın bulunmadığı da biliniyor. Ortodoks Ruslarla dindaş olan Gregoryan Ermenilerin, Rus ordularının yardımıyla, bölgede etnik temizliğe girişip bağımsızlık kazanması ihtimalini bertaraf etmenin


GÜNDÜZ AKTAN - 75

tehcirde payı olduğu aşikar. Rus ordusunun ilerleme hath üzerinde bulunan bu en büyük Ermeni grubun içinden çıkan terörist ve gerillaların Osmanlı ordusunu arkadan vurması, lojistik yollarını kesmesi, Müslüman yerleşim birimlerinde katliamlara girişmesi, tehciri askeri açıdan kaçınılmaz kılıyor. Bu nokta tehcir karannın albnda yatan nedenin, ülke savunması, güvenliği ve toprak bütünlüğü ile Türklerin can güvenliğini koruma olduğunu gösteriyor. öte yandan bazı kentlerdeki Ermeniler, dini aidiyetlerine bakılmaksızın tehcirin dışında bırakılıyor. İstanbul, Kütahya ve Aydın -ki İzmir'i de kapsıyor- Ermenileri bunların arasında bulunuyor. İzmit, Bursa, Kastamonu, Ankara veKonya'dan tehcir edilen Ermeniler hemen tümüyle geri dönüyorlar. Kayseri, Sivas, Harput, Diyarbakır Ermenileri büyük kısmıyla geri döndükleri halde, köylerine gidemiyorlar. Erzurum ve Bitlis'ten tehcir edilenler ise Kilikya'ya geçiyorlar.34 ve Kurtuluş Savaşı sı­ rasında Fransızlarla birlikte Türklere saldırıyorlar. Tehcir yapılmayan illerdeki Ermenilerin sayısı 170-180 bin dvannda. Ama bunun sembolik anlamı önemli. Irkçı nefretin yol açtığı Yahudi soykınmında, Berlin veya Münib Yahudilerinin soykınm dışında bırakılabileceğini düşünmek bile mümkün değil. Sadece bu örnek bile Ermenilere soykırım yapılmadığını ortaya koyuyor.

Mahkemeler Savaştan

sonra İstanbul'un işgaliyle birlikte Sevres Antlaş­ göre Ermeni olaylarını kovuşturmak amaayla mahkemeler kuruldu. Bunların en ünlüsü Nemrut Mustafa mahkemesiydi. Amiral Calthorpe 24 Ocak 1919 günü Londra'ya gönder. diği bir telgrafta, Vezir-i Azarn'ın kendisine 160-200 kişinin tuması'na

34- Ermeni patriğinin İngilizlere verdiği bilgiler, FO. 371/6556/E.2730 /800 /44


76 - DEVLETLER HUKUKUNA GÖRE ERMENİ

MESELESİ

tuklandığını söylediğini bildiriyor. Mahkemenin bir özelliği, İt­

tihat Terakki düşmanı Hürriyet ve İtilaf Hükümeti'nce kurul~ muş olmasıysa, diğeri de sanıklara savunma hakkının tanınma­ ması oldu. Bir süre sonra mahkemenin adil yargı yapamayacağını, belki de etkin yargıda bulunamayacağını anlayan İngiliz işgal kuvvetleri 118 sanığı Malta adasına taşıdı. Günün hukuk kurallarına aykırı olmasına rağmen, İngiliz mahkemesinin bu sanıkları yargılamasını istedi. Savaşa gecikerek girmesi dolayı­ sıyla 1916 yılına kadar açık olan Amerikan Büyükelçiliği ve Anadolu' daki konsolosluklarının elindeki kanıtların İngilte­ re' ye verilmesi talep edildi. İngiltere'nin Vaşington Büytikelçiliği'nden bir uzman Amerikan arşivlerini inceledikten sonra, Londra'ya çekilen 13 Temmuz 1921 tarihli bir telgrafta Amerika' nın elinde Malta' daki sanıkları suçlamada kullanılabilecek herhangi bir kanıt olmadığı bildirildi. İngiliz Kraliyet başsavcı­ sı, 29 Temmuz 1921 tarihli raporunda, " ... Şu ana kadar sağlanan yazılı tanıklıklarda, sanıklara yöneltilen suçları belli bir kesi~­ likle ortaya koyan bilgiler elde edilmediğinden, bana sunulan davaların başarısı hakkında herhangi bir beyanda bulunamayacağımı bildiririm" demekteydi. Bundan sonra hala Ermenilere karşı soykırım suçunun işlen­ sadece bir sözleşmenin geriye işletilmesi gibi hukuka aykırı bir istek olmayacak, hakkındaki suçlamalardan dolayı yargılanması dahi mümkün olmadığı karara bağlanan kişilerin, yeni kanıtlar yokken, yargılanmalarını istemek anlamına gelecektir. Eğer Ermeni soykırım iddiaları, Sözleşme'nin IX. maddesindeki devlet sorumluluğu ilkesine dayandırılıyorsa, hukuktaki gelişmenin soykırım fiillerini işleyen kişilere münhasır olduğunu ya da o hale geldiğini de unutmamak gerekir. diği iddiası,

ERMENİ TEHCİRİ İNSANLI(;A KARŞI SUÇ MUYDU? Yukarıda ayrıntılarıyla anlahldığı

grup nitelikleriyle,

yaşam şartlarını

üzere, tehcir, Ermenilerin yok olmalarına yol açacak


GÜNDÜZ AKTAN -

şekilde

"kasten"

zorlaştırmayı amaçlarnadığından,

77

bir soykırım

değiI.35

Buna karşılık tehcir edilen bir grubun verdiği kayıpları, insanlığa karşı suç kavramı içine sokmaya imkan var mı? Yukarıda

da

belirtildiği

üzere, Ermeni tehciri

başladığında

İngiliz, Fransız ve Rus hükümetleri " ..Türkiye'nin insanlığa ve uygarlığa karşı

... suçları"ndan söz ederek, ilgilileri sorumlu tutacaklarını 24 Mayıs 1915'te bir ortak bildiriyle ilan etmişlerdi. O tarihlerde insanlığa karşı suç kavramı bir deyişten ibaretti ve henüz hukuki bir kavram olarak kabul edilmemişti. Bu nedenle Ermeni tehciri ile insanlığa karşı suç arasında bu bildiri vasıta­ sıyla bir ilişki kurmak mümkün olamaz. İnsanlığa karşı suç kavramı uluslararası düzeyde ilk kez

3.sayfada da belirtildiği gibi, (1946) Nuremberg ilkeleri 6 (c)'de yer aldı. Bu suçun savaş sırasında işlenmesi öngörülüyordu. Herhangi bir sivil toplumun, siyasi, ırki veya dini nedenlerle mezalime tabi tutulması; (mensuplarının) katledilmesi, yok edilmesi, göçe zorlanması vb fiilleri içeriyordu. 1948 yılında kabul edilen soykırıma ilişkin Sözleşme'nin 2.maddesindeki soykırım suçu tanımı, Nuremberg İlkeleri içinde yer alan bu insanlığa karşı suç kavramından üretildi. Böylece soykırım, insanlığa karşı suçların dışına çıkarılınca, geriye Uluslararası Ceza Mahkemesi (Roma) Statüsü' nün 7.maddesindeki insanlığa karşı modem suç tanımı kaldı. Buna göre, - İnsanlığa karşı suçların, Nuremberg İlkeleri'nde öngörülen terk edildi.

savaş sırasında işlenmesi şarh

- Bu

suçların işleneceği

gruplar sayılmadı. Herhangi bir sivil kabul edildi.

topluluğa karşı işlenebileceği

35- Intemational Law Commission, 48. Session, 6 May-26 July 1996, Draft Code of Crimes against Peace and Security of Mankind, p.92.


78 - DEVLETLER HUKUKUNA GÖRE ERMENİ MESELESi

- 7.maddenin girişinde insanlığa karşı suçların "siyasi, ırki veya dini" gibi nedenlerle işlenmesine ise değinilmedi. Bu suçun oluşması için nedenlerin zikredilmemesi, hangi nedenle olursa olsun, öngörülen fiillerin işlenmiş olmasının yeterli olduğunu gösteriyor. - Buna karşılık, 7.maddede, öngörülen fiilin insanlığa karşı suç sayılabilmesi için aranan tek şart, söz konusu fiillerin bir sivil topluluğa karşı yapılan "yaygın ve sistematik bir saldırının parçası olarak ve saldın amaanı bilerek" işlenmesine bağlandı. Yani 7.maddede a'dan k'ya kadar sayılan 11 fiilin tek başına iş­ lenmesi halinde insanlığa karşı suç oluşturmayacağı benimsendi. - Bir topluluğa karşı siyasi, ırki, milli, etnik, kültürel, dini ve cinsi nedenlerle yapılan mezalim, insanlığa karşı suçun genel saiki olarak değil de, 11 fiilden biri olarak sayıldı. Bu açıklamadan, her ikisi de uluslararası suç olan ve dolayı­ sıyla uluslararası yargıya tabi tutulan soykırım ile insanlığa karşı suç arasındaki farklar kendiliğinden ortaya çıkıyor. Sözleş­ me'nin 2.maddesinin giriş bölümümdeki soykırım tanımıyla kı­ yaslandığında,

- Soykırımın milli, ırki, etnik ve dini olmak üzere sadece dört gruba karşı işlenmesi mümkün. Siyasi gruplara karşı işlenen fiiller soykın.m. içine girmiyor. Buna karşılık insanlığa karşı suçlar her gruba karşı işlenebiliyor. - Soykırımda bir grubu yok etme kastıyla bazı fiillerin işlen­ mesi gerekiyor. İnsanlığa karşı suçun oluşması için yok etme iradesi aranmıyor. Gruba karşı "yaygın ve sistematik saldın" yeterli görülüyor. - Soykırımda fiillerin saiki, bir grubu, grup niteliğiyle, yok etme şeklinde ortaya çıkıyorken ve bu ancak o gruba karşı ırkçı nefretin varlığı. halinde geçerliyken, Roma Statüsü 7.maddesi-


GÜNDÜZ AKTAN -

nin giriş bölümünde, saik aranmıyor.

insanlığa karşı

79

suç için herhangi bir genel

Bu şartlar alhnda, bir siyasi grup da olsa, Ermenilere karşı, nefretle yok etme kastı olmadan yapılan tehcir sonunda önemli sayıda Ermeni'nin ölmüş olmasını, insanlığa karşı suç kavramına sokmak için 7.maddede sayılan öldürme (a), katliam (b), tehcir (d), mezalim (h) gibi fiilleri kullanmaya kalkışanlar olabilir. ırkçı

Yukarıdan

üzere, insanlığa karşı suçun oluş­ masının temel şartı, belli fiillerin, bir sivil nüfusa karşı "yaygın ve sistematik bir saldırının parçası" olarak işlenmesidir. Bu nedenle böyle bir saldırının niteliğini iyi tanımlamak gerekiyor. Şayet bir sivil nüfusa karşı açık bir askeri saldın varsa aynca bir kanıta ihtiyaç yok. Ama saldın şarbnın yerine gelmesi için askeri nitelikte bir saldın olması icap etmiyor. Bir sivil topluluğa karşı, 7.maddede sayılan fiillerin çoğunun, birlikte ve yoğun biçimde işlenmesi gerekiyor. Böyle bir saldırının, devlet veya yaygın bir örgütlenme tarafından aktif biçimde geliştiril­ mesi, sevk ve teşvik edilmesi şarh da aranıyor.36 1915-16 Ermeni tehcirini, 7.madde (1) fıkrasında sayılan ve tehcirle ilişkili olan fiillerin ışığında incelemek yararlı olabilir. da

görüldüğü

7.madde (l)(a) fıkrasında belirtilen öldürme veya ölüme neden olma fiillerinin, böyle yaygın ve sistematik bir saldırının parçası olması ve suçu işleyence böyle ''bilinmesi" gerekiyor. 7.madde (l)(b) fıkrasında yer alan yok etme ya da katliam, yine topluluğa karşı yaygın ve sistematik bir saldırının parçası olarak, bir grubun kısmen yok olmasına yol açacak hayat şartla­ rının önceden hesap edilerek o topluluğa dayatılmasını da içeri36- PCNICC/2000/INF/3/ Add.2, sf. 9.


80 - DEVLETLER HUKUKUNA GÖRE ERMENi MESELESi

yor. Örneğin o topluluğu gıda ve ilaç kaynaklarından kasıtlı olarak mahrum bırakmak da bu çerçeveye giriyor. 7.madde (l){d) fıkrasında yer alan tehcir veya diğer zorla nakillerin de yaygın ve sistematik saldırının parçası olarak vuku bulmasının yanında, devletler hukukunun izin verdiği askeri gereklilik gibi nedenlerin dışındaki nedenlerle yapıl­ mış olması icap ediyor. öte yandan tehcir için, topluluğa mensup insanların şiddete başvurularak evlerinden atılmış olmaları gerekmiyor. Şiddet dışı zorlamalarla gerçekleştirilen tehcir de, saldırıya ilişkin şartların yerine gelmesi halinde, insanlığa karşı suç içine giriyor. 7.madde (l)(h) fıkrasında yer alan mezalim, devletler hukukuna aykırı olarak, topluluk mensuplarının temel haklarından mahrum bırakılmasını kapsıyor. Mezalim temel hakların hemen tümünün yoğun biçimde ihlali niteliğindeki çok sayıda fiilden oluşuyor. Bir sivil toplumun kimliğini hedef alıyor. Bu suçu iş­ leyenler, devletler hukukunda yasaklanan siyasi, ırki, milli, etruk, kültürel, dini, cinsi ve diğer nedenlerden hareket ediyorlar.37 1915-16 Ermeni olaylarına, vukuundan 85 yıl sonra yani 2000 yılında oluşan insanlığa karşı suç kavramını uygulamak, değil hukukla, akıl ve sağduyuyla dahi bağdaşmıyor. Bununla birlikte böyle bir incelemeden şu hususlar ortaya çıkıyor: - 7.madde (1) paragrafında sayılan fiillerin insanlığa karşı suç oluşturması için bir topluluğa karşı yaygın ve sistematik bir saldırının parçası olması gerekiyor. Oysa tehcirin bizzat kendisi bir yana bırakılırsa, Ermenilere karşı Osmanlı güvenlik güçleri böyle bir saldırıya girişmiyor. Bir başka ifadeyle Ermeruler 'saldın'yı oluşturan fiillere birlikte ve yoğun biçimde tabi tutulmuyorlar. 37- Ibid., sf.

ıs.


GÜNDÜZ AKTAN -

81

- Ermenilerin, çeşitli nedenlerle, grup olarak kimliklerini hedef alan bir mezalim yok. 1. Dünya Savaşı başlayınca ve doğu cephesinde tehlikeli durum ortaya çıkıncaya kadar, temel haklardan herkes gibi yararlanmaya devam ettikleri gibi, tehcire kadar da bu haklardan mahrumiyetleri söz konusu olmuyor. Tehcir sırasında temel haklara elden geldiğince riayet ediliyor. - Yaygın ve sistematik saldınlann mevcut olmadığı bir ortamda grup mensuplarının ölümleri böyle bir saldırının ne unsuru ne de parçası niteliği taşıyor. Çetelerin tehcir halindeki Ermenilere saldırıları tamamen bir asayiş olayı niteliğinde. - Yukarda soykırım

iddialarını

incelerken, yok etme kastının Ermeniler, Osmanlıların tehciri kullanarak 'hayat şartlarının yok olmalarını sağlayacak şekilde dayathğı'nı id~ia ediyorlar. Bu nedenle katliam ithamıyla birleşti­ rilen tehcir konusunu ele almak doğru olacak. Tehcir, Ermenilere yaygın ve sistematik bir saldırının parçası olarak yapılma­ dı. Tehcirin kendisi de böyle bir saldın oluşturmuyor. Bu gerçek, tehcirin insanlığa karşı suç olmadığını açıkça gösteriyor. Tehcirin Ermenilerin hayat şartlannı yok olmalanna yol açacak şekilde dayablmasının söz konusu olmadığı, yukanda soykırıma ilişkin bölümde de açıklanmıştı. Tehcir, Enver paşanın doğu cephesindeki gelişmeler karşısında yaptığı talep üzerine başlatıldı. Ermeni nüfus içindeki silahlı elemanların Osmanlı ordusunun güvenliği açısından yarathğı tehlikeleri bertaraf etmeyi amaçlıyordu. Bu, bir nüfusun başka yere taşı­ ması için devletler hukukuna uygun bir gerekçe oluşturuyor. Öte yandan tehcir sırasında dönemin hükümetinin Ermenilere gıda ve ilaç sınırlaması getirmediği, aynı bölgede göç halinde bulunan Türk-Müslüman nüfusta da gıdasızlık ve ilaçsız­ lık nedeniyle çok daha fazla ölümlerin vuku bulması, Bogos Nubar paşanın Paris Barış Konferansı'ndaki beyanlarından da anlaşılıyor.

bulunmadığı belirtilmişti.


82 -

DEVLETLER HUKUKUNA GÖRE ERMENİ MESELESİ

- Balkan Savaşlan'nın sonuçlan ışığında, Ermenilerin iş­ galci Rus ordularıyla birleşerek, Türk ve Müslümanların büyük çoğunlukta olduğu doğu bölgesinde soykırım boyutlarında bir etnik temizlik yaparak kendi devletlerini kurma gayretlerini önlemek için tehcir yapıldı. Bu, özellikle günün şartlarında, devletler hukuku bakımından güvenlik gerekçesinden de önemli bir gerekçe oluşturuyor. Bu şartlar alhnda Ermeni tehciri meşru oluyor ve tehcir sı­ vuku bulan ölümler de ceza hukuku açısından adi suçlan oluşturuyor. Nitekim 1914-18 arasında bu tür suçlan iş­ leyen 1397 kişinin çok ağır cezalara çarptırıldığı da biliniyor. rasında

Olayı daha iyi anlamak için, hepsi zorla nüfus nakli olan etnik temizlik, tehcir ve mübadele konularını kısaca gözden geçirmekte yarar olabilir. Etnik temizlik de tehcir de ilk bakışta bir etnik grubu belli bir toprak parçasından uzaklaşbrarak, o toprakta homojen bir nüfus yaratmak amacı taşıyor gibi gözüküyor. Biraz ayrıntıya girildiğinde saiki, yöntemi ve coğrafyası arasında önemli farklar bulunduğu ortaya çıkıyor. Hukuki nitelikte olmayan etnik temizlik kavramı, 1980'lerde eski Yugoslavya'nın Sırbistan bölümünde kullanılmaya başladı. Hatta deyimi Seslj adlı bir Sırp gerilla liderinin bulduğu söyleniyor. Bu nedenle Bosna-Hersek'teki etnik temizliği esas alıp, bunu önce Balkan Savaşları sırasında Türk ve Müslümanlara yapılanlarla ve sonra da Ermeni tehciriyle kıyaslamak lazım.

Etnik temizlik bir tarafın silahlı güçlerinin karşı taraftaki sivil nüfusa saldırmasıyla başlıyor. Doğal olarak, kendilerini savunma imkanına sahip olmayan siviller öldürülüyor, yaralanı­ yor. Evleri ve yerleşim birimler! yakılıyor. Gıda ve ilaç gibi yardım getirebilecek insani konvoylara izin verilmiyor. Eli silah tutabilecek erkekler tutuklanıyor, yaşama şartlan çok bozuk kamplara hapsediliyor veya doğrudan öldürülüyor. Kadınların sistematik ve kitlesel biçimde ırzına geçiliyor. Hedef grubun yaşadığı bölgedeki kültürel değerleri, bu arada dini mabetleri, bi-


GÜNDÜZ AKTAN -

83

nalan, kitaplıkları yıkılıyor. Yerlerini terk etmedikleri takdirde, sürekli ateş ya da bombardıman alhnda tutuluyorlar. Katliam sürüyor. Bir süre sonra bu saldırılar semeresini veriyor ve kitleler sürülmek istenen istikamete doğru kaçıyorlar. Etnik bakım­ dan temizlenmesi öngörülen bölgenin dışına, daha doğrusu kurulacak devletin olası sınırlarının dışına ablıyorlar. Bunların geriye dönmesi her ne pahasına olursa olsun engelleniyor. Etnik temizliğin belli bir aşamasında saldırgan grupta hedef gruba karşı ırkçı nefrete benzer bir duygu hakim olmaya başlıyor. Örneğin Boşnaklara "Türk tohumu" deniyor. Geçmiş Osmanlı hakimiyetinin tüm faturası bunlara çıkarılıyor. Irza geçmeler yeni hakim ırka ait bir nesil yaratma amaonı taşımaya başlıyor. Bir bölge etnik açıdan homojen hale getirildikten sonra bile erkekler, örneğin Srebrenica' da olduğu gibi, büyük gruplar halinde katlediliyor ve toplu mezarlara gömülüyor. Bugünkü hukuka göre insanlığa karşı suç kavramı içine giren etnik temizlik böylece, bir grubun grup olduğu için yok edilmesini amaçlayan soykırım fiilleri de içeriyor. Eski Yugoslavya Uluslararası Mahkemesi savcısı, Karaciç ve general Mladiç için hazırladığı iddianamede bu nedenlerle 9 kez soykırım işlendiğini bildirdi. 1877-78 Rus-Türk Savaşı ve 1912-13 Balkan Savaşları Türk ve Müslüman nüfusa yapılanlar, Bosna-Hersek'te Sırpların gerçekleştirdiği etnik temizlikle özde uyuşuyor. Tek farkı vüsatinin çok daha büyük olması. Balkanlarda Türklere uygulanan etnik temizliğin etkilediği nüfus çok daha büyük. İki savaşta ölen Türk ve Müslümanların 2 milyona vardığı, ülke dışına yani Anadolu'ya göçe zorlananların ise 1 milyona çok yaklaşbğı görülüyor. sırasında

Ermeni tehcirinde yine zorla göç ettirme var. Ancak göçe zorlama sivil nüfusa saldın şeklinde olmadığından, yerleşim birimlerinden sökülüp atılmaları ıçın öldürülenler, yaralananlar, ırzına geçilenler, katledilenler, ateş altında


84 - DEVLETLER HUKUKUNA GÔRE

ERMENİ MESELESİ

tutulanlar, aç bırakılanlar hemen hiç yok. İkinci olarak, tehcire tabi tutulanlar, ülke dışına ablmıyorlar. Ülkenin bir baş­ ka yerine götürülüyorlar. Bu nedenle yeni yerleşim yerlerinde yeni hayatlanna uyum sağlamak için bazı nakdi ve ayni imkanlardan yararlanıyorlar. Denebilir ki tehcir başladıktan sonra, günün şartlan dolayısıyla yine de ölümler vuku buluyor. Bu doğru. Buna rağmen tehcir, bir çok önlem alındığından, etnik temizliğe oranla çok daha az ölümle sonuçlanıyor. Tehcirle göçenler yanlarına çok daha fazla kişisel eşya ve menkul değer­ ler alabiliyorlar. At ve araba gibi taşıt vasıtalarından yararlanabiliyorlar. Geriye bıraktıkları büyük ölçüde yağmadan kurtuluyor. Kültürel değerleri tahrip edilmiyor. Bu

şartlar altında,

insanlığa karşı

tehcir, soykırım fiillerinin de işlendiği bir suç olan etnik temizlikten çok farklı.

Eğer XX.yüzyılın ilk soykınmı aranıyorsa, bunun 1915-16 tehciri değil, 1912-13 Balkan Savaşlan sırasında yapılan etnik temizlik olduğuna kuşku yok. Bir bakıma tehcir, Rus ordusuyla Ermeni gerilla ve teröristlerin, Balkanlar'dakine benzer bir etnik temizlik ve soykırımı doğu Anadolu'da yapmalannı önlemek için yapıldı. Osmanlı istatistiklerine göre tehcire tabi bölgedeki toplam nüfus olan 5,061,857'nin 811,0BS'i Ermeni idi. Yani Ermeniler nüfusun %16'sına tekabül ediyordu. Şayet tehcir olmasaydı veya Rusya 1917 sonunda savaşı durdurup, Brest-Litovsk Antlaşması'yla çekilmeseydi, bölgedeki nüfus yapısının ışığında, esasen başlamış olan etnik temizlik potansiyelinin boyutlanru tasavvur etmek mümkün.38

38- Vilayetin İsmi Erzurum Bitlis Van El aziz Diyarbakır

Sivas Adana Trabzon

Toplam Nüfus 645,702 398,625 430,000 578,814 471,462 1,086,015 403,539 1,047,700

Ermeni Nüfus 134,967 131,390 80,798 69,718 79,129 170,433 97,450 47,200


GÜNDÜZ AKTAN -

85

Tehciri diğer zorla göç hareketleriyle de kıyaslamak mümkün. il. Dünya Savaşı sırasında Amerika, ülkenin batısında yaşayan Japonları doğuya taşıdı. Bu tehcire "üç küçük bombalama olayı ile, saptanamayan bazı radyo sinyalleri neden olmuştu". Pearl Harbor baskınından dört ay geçmişti. Japonya'nın Pasifik'i aşıp bah Amerika'yı işgale başlayamayacağı anlaşılmışh. Buna ne niyetleri ne de güçleri vardı. Yani Amerikan Japonlarının Japon ordusuyla birleşip Amerika'ya karşı silahlı harekata girişmeleri söz konusu değildi. İlgili Amerikan Temyiz Mahkemesi'nin 18 Aralık 1942'de Korematsu davası hakkında verdiği kararda, 112 bin Japon asıllı kadın, erkek, yaşlı ve çocuğun tehcirinin, "günün kritik şartlarında", "sadık vatandaşların sadık olmayanlardan ayrılmasının mümkün olmaması karşısında" "casusluk ve sabotajları önlemek" gibi "askeri gereklerle" başka yere taşınmasının gayrı hukuki olmadığı hükme bağlandı. "Savaş zamanında tüm Amerikalıların zorluklarla karşılaşmış" olması mazeret olarak gösterildi. Amerika'ya sadakat yemini etmeyen 5 bin civarında Japon bulunduğu hatır­ latıldı. Tümgeneral J.L.DeWitt'in raporlarında Japonlar aleyhine ırkçılık sayılabilecek ibareler yer alıyordu. Japonların doğuya taşınması lehine 'lobb)I' faaliyetinde bulunan yerel grupların da ırkçı argümanlar kullandıkları görüldü. il.Dünya Savaşı'ndan sonra çoğu Balı Polonya'daki 15 milyon kadar Alman da, 1945 Potsdam Protokolu'nun XIII. maddesi gereğince Almanya'ya göçe zorlandı.39 Kurtuluş Savaşı'ndan sonra yapılan nüfus mübadelesiyle Türkiye' den Yunanistan' a 900 bin Rum giderken, Yunanistan' dan Türkiye' ye 430 bin Türk daha geldi.

Bu kişilerin onayı alınmadan zorla yapılan nüfus hareketleri sonunda az sayıda insan öldüğüne kuşku yok. 1913-45 arasında böyle yirmi mübadele anlaşması yapıldı. Barış zamanında 39- Schabas, Ibid., sf.195


86 - DEVLETLER HUKUKUNA GÖRE ERMENİ

MESELESİ

yapılan

bu göçlerin çok daha düzenli olması ve ulaşım gibi fizik da elverişli bulunması nedeniyle kayıpların düşük düzeyde kalması, göçlerin zorla yapılmış olduğu gerçeğini

şartların

değiştirmez.

Kısaca, tehcir bir grubu, ne grup niteliğiyle ne de başka bir nedenle yok etmek amacıyla değil, Rus işgal ordularıyla işbir­ liğine ginniş olan; bu çerçevede kılavuzluk ve casusluk yapan; isyanlar çıkaran; birlikleriyle Osmanlı ordusuna saldıran; lojistik hatlarını kesen; terörist gerillalarıyla TürkMüslüman yerleşim birimlerine saldırıp katliamlara ve etnik temizliğe girişen Ermenileri doğu cephesinden ülkenin güneyine, savaş dışında kalan bir bölgeye taşımak amacıyla yapıldı. Tehcirin bu askeri gereklilik yönü, bugün geçerli olan hukuka da uygun. 40 Kaldı ki tehcir yapılmasaydı, tüm işaret­ ler, Rus ordusuyla birleşen Ermeni güçlerin, Balkanlar'daki gibi, çoğunluktaki Türk-Müslüman nüfusu soykırım boyutlarında bir etnik temizlikle bertaraf ederek, kendi devletlerini kuracaklarını gösteriyordu. Tehcirin nedeni açık ve kesin biçimde askeriydi ve Türk-Müslüman nüfusun varlığı ve güvenliğini sağlamakla ilgiliydi.

Bu haliyle Ermerii tehciririin insanlığa söz konusu olamaz.

karşı

suç

oluşturması

SONUÇ OLARAK Bu

çalışmanın sonuçlarını şöyle

özetlemek mümkün:

1. Ermeniler, Osmanlı İmparatorluğu'nun toprakları üzerinde önce otonomi, sonra bağımsız devlet kurmak için siyasi ve silahlı faaliyetlerde bulunduklarından, siyasi grup niteliğin­ dedir. Bu nedenle Sözleşme 2.maddesi tarafından korunan dört grup arasına girmemektedirler. 4().. Protocol il Additional to the Geneva Conventions of 12 August 1949, article 17.


GÜNDÜZ AKTAN -

87

2. Osmanlılarda Nazilerin Yahudilere karşı duyduğu antisemitizme benzer bir anti- Ennenizm, bir başka deyişle Ermenilere karşı ırkçı bir nefret bulunmadığından tehcir, Ermenileri, grup olarak yok etme ,saikiyle yapılmamışbr. Tehcir karan, Ermenilerin Rusya ile tarihi anlaşmalarla teyit edilen dostluk ve işbirliği çerçevesinde, Rus işgal ordularıyla birleşip Osmanlı ordularına karşı başlathkları harekah önlemek ve 'vilayat-ı sitte' denen doğu bölgesindeki nüfusun %84'ünü oluş­ turan Türk ve Müslümanları, Balkanlar'daki gibi· soykırım boyutlarında bir etnik temizlikle yok etmesine engel olmak için alınmışhr. Tehcirin nedeni bir yandan askeri gereklere, öte yandan da Türk-Müslüman nüfusun varlığını savunmaya dönüktür. 3. Osmanlı Hükümeti'nde, Sözleşme 2.maddede aranan Ermenileri yok etme kasb bulunmamaktadır. Yok etme niyetini kanıtlayacak yazılı ve sözlü belgeler olmadığı gibi, tüm belgeler tam tersine Ermenilerin korunmasını ve rahatça iskan edilmelerini öngörmektedir. Ölen Ermenilerin sayısı, soykırımın mevcudiyetini ispattan çok uzakhr. Enneni ölümlerinin önemli bir bölümü tehcir dışı nedenlerden kaynaklanmıştır. Aynı nedenlerle bölgede vuku bulan Türk sivil ölümleri çok daha yüksektir. Bu açıdan tehcir, Sözleşme 2 (c) anlamında, gizli ya da dolaylı bir soykırım değildir. 4. Katolik ve Protestan Ennenilerle, İstanbul, Aydın (İzmir dahil) ve Kütahya Ermenilerinin tehcire tabi tutulmaması, Osmanlıların gücünün yetersizliğinden ziyade, diğer bölgelerdeki Gregoryan Ermenilerin Rusların dindaşı olarak ve Rus ordularının ilerleme hatb üzerinde bulunmaları dolayısıyla tehcir edildiğini göstermekle, olayın askeri nedenini teyit etmektedir. 5. Bu koşullarda Sözleşme'ye göre soykırım olmayan tehcirin ardındaki askeri gerekler de göz önüne alındığında, hukuken insanlığa karşı suç kategorisine girdiği de savunulamaz. Zira tehcir sırasında, Roma Statüsü 7.maddede aranan


88 -

DEVLETLER HUKUKUNA GÖRE ERMENİ MESELESİ

şartlar

yerine gelmemiştir. Yani Ermeni nüfusa karşı, devletin bir planı çerçevesinde "yaygın ve sistematik bir saldırının parçası olarak", insanlığa karşı suç oluşturan fiillerin çoğunun birlikte işlendiği bir durum ortaya çıkmamışhr. Tehcir, etnik temizlikten farklı olarak, Ermenilerin şiddetle yerinden ahlmasını amaçlamamışhr. Ermenilere karşı dini veya başka bir nedenle mezalim yapılması söz konusu olmamışttr. Tehcir askeri güvenlik nedenleriyle yapılmıştır. Bunun da ötesinde, Ermenilerin iş­ galci Rus ordularıyla birleşerek, Balkan Savaşlan'ndaki gibi bölgede çoğunlukta olan Türk ve Müslümanların soykırım boyutunda bir etnik temizlik yapmalarını engellemeyi amaçlamışhr. Bölgedeki- çeteler, devletin olmayan saldın kashnı bilmelerine de imkan bulunmadığından, kendi özel amaçlarıyla göç halindeki Ermenilere saldırmış, öldürmüş ve mallarını yağ­ malamışlardır. Üç cephede çarpışan Osmanlı elindeki sınırlı jandarma güçleriyle bazen Ermenileri hepsini etkin biçimde koruyamamışhr. Benzer iklim, coğrafya, gıdasızlık, ilaçsızlık ve hastalık şartlan nedenleriyle, göçe zorlanan sivil Türklerin ölümlerinin Ermenilerden fazla olması da, tehcirde dolaylı yoldan yok etme amaa bulunmadığını göstermektedir. 6. Nihayet göç ettirilenlere karşı göç ettirenlerde bir acıma duygusu, istenmeyen olaylara karşı bir pişmanlık ve saldırgan­ lara karşı kızgınlık doğmuştur. Adi suç kategorisine giren soygun ve öldürme sanıkları savaş sonundan önce yargılanmış ve çoğu idam edilmiştir.O


Ermeni Soykırımı Davasının Yeniden Değerlendirilmesi·

Guenter Lewy·· (Çev. Mehmet Öz)

Birinci Dünya Savaşı esnasında Osmanlı İmparatorluğu'nda Ermenilere ne olduğu hakkındaki tartışma, başlamasından doksan yıl sonra sertliğini muhafaza etmektedir. Ermeniler kendilerinin yirminci yüzyılın ilk soykırımının kurbanları olduğunu söylüyorlar. Çoğu Türk ise Ermenilerin, toplumlar arası mücadele [mukatele] esnasında ve onların düşmana yakınlık duymaları, pek çoğunun da düşman tarafında çarpışmaları dolayısıy­ la, güvenlik kaygılarının gerektirdiği mecburi bir tehcir ve iskan sırasında öldüğünü söylüyor. Soykırım araştırmacıları için ErBu makale, İlk defa, Middle East Quarterly'nin Sonbahar 2005 ve ikinci kere ise Türkiye Günlüğü dergisinin Güz 2005 sayısında yayımlan­ mıştır. ..., Guenter Lewy, Massachusetts Üniversitesi kıdemli siyaset bilimi profesörü ve The Armenian Massacres in Ottoman Turkey: A Disputed Genocide [Osmanlı Türkiyesi'nde Ermeni Katliamlan: Tartışmalı bir Soykınm] (Up.iversity of Utah Press, 2005) adlı kitabın yazandır. *


90 -

ERMENİ SOYKIRIMI DAVASININ YENİDEN DE~ERLENDIRiLMESI

menilerin iddialan inkarı kabil olmayan tarihi gerçek haline gelmiştir. Fakat hem Türkiye' deki hem de Bahdaki pek çok tarihçi soykırım etiketinin uygunluğunu sorgulamaktadır.l Tarbşmanın dallanıp budaklanması geniş

bir yelpazeye yaFransa' daki güçlü desteğin teşvik ettiği Ermeniler, Türklerin (soykırımı) itiraf etmesi ve özür dilemesinin Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne kabulünün bir ön şarh olması hususunda ıs­ rar ediyorlar. Bu tarbşma yüzünden Ankara'nın Erivan ile iliş­ kileri dondurulmuş bir haldedir. Bütün Babda faal Ermeniler, çeşitli parlamentoların Ermeni soykırımını tanıyan kararlar çı­ karmasını talep etmek suretiyle siyasi açıdan tarihi tarbşmayı önceden belirlemeye çalışmaktadırlar. yılıyor.

Bu tartışmadaki temel sorun Ermenilerin çektiği aarun boyutu değildir; her iki taraf da 1915-16 yıllan arasında Ermenilerin Anadolu' dan Suriye çöllerine ve başka yerlere tehcir edilmeleri sırasında birkaç yüz bin Hıristiyan'ın öldüğü konusunda mutabıkhr.2 Osmanlı hükümeti, çok az bir süre tanıyarak, erkekleri, kadınlan ve çocukları evlerinden ayrılmaya zorladı. Pek çoğu dağlar ve çöller boyunca yapbklan zorlu yolculuk sırasın­ da açlık ve hastalıktan öldü. Bir kısmı ise öldürüldü. Tarihçiler sayılar ve olayların cereyan ettiği şartlar konusunçekişmekle birlikte bu vak.alan tarbşmıyorlar. Tartışmadaki asıl problem,.daha ziyade, bunların önceden tasarlanması konusudur. Genç Türk rejimi, 1916 yılında vukCı bulan katliamları tertip mi etti? da

1- Mesela bkz. Kamuran Gürün, The Armenian File: The Myth of Unnocence Exposed (Lefkoşe ve Londra: K. Rüstem and Brother ve Weidenfeld and Nicholson, 1985), ss. 214-5 (Kitabın Türkçe basımı Türk Tarih Kurumu Basımevi tarafından yapıldı: Ermeni Dosyası, Ankara 1983); Bemard Lewis, The Emergence of Modern Turkey, 3. gözden geçirilmiş basım (New York: Oxford University Press, 2002), s. 356. 2- Gürün gibi Türk yazarlar 300,000 Ermeni ölümünden bahsediyor. Çoğu Batılı araştırmacının tahminleri çok daha yüksektir.


GUENTER LEWY -

91

Ermeni ölümlerinin önceden tasarlandığını ve dolayısıyla ileri sürenlerin çoğu iddialarını üç temele dayandırıyorlar: Genç Türk hükümetinin görevlilerini Ermeni katliamlarını tertip etmekten mahkum eden Türk askeri mahkemelerinin 1919-20'deki faaliyeti, katliamları icra etmekle suçlanan "Teşkilat-ı Mahsusa" adlı örgütün rolü ve Dahiliye Nazı­ n Talat Paşa'nın Ermenilerin yok edilmesi için verdiği emirleri ileten sözde telgrafların yer aldığı Naim Bey'in Hatıraları(The Memoirs of Naim Bey).3 Fakat bu olaylar ve onları tasvir eden kaynaklar dikkatli bir incelemeye tabi tutulduğunda, bunlardan Ermenilerin ölümlerinin önceden tasarlandığı sonucuna varmak bir yana, böyle bir şeyi iddia etmek için dahi bunların olsa olsa zayıf bir temel temin ettiği ortaya çıkar. soykırım teşkil ettiğini

1919-20 Türk Örfi İdare Mahkemeleri (Divan-ı Harb-i Örfi) Osmanlı İmparatorluğu'nun Birinci Dünya Savaşı'nda yenilmesini müteakiben, yeni bir hükümet kuruldu ve selefi Genç Türk rejimini ağır suçlara karışmakla suçladı. Bu suçlamalar, 1908' de iktidarı ele geçiren ve o zamandan beri de elinde bulunduran İttihat ve Terakki Cemiyeti liderliğinin ve seçilmiş diğer eski yetkililerin divan-ı harb-i örfide yargılanmasına yol açtı. Bu suçlamalar, anayasanın altüst edilmesini, savaş zamanı vurgunculuklannı ve hem Rumların, hem de Ermenilerin katledilmesini içermekteydi. 4

Her halükarda askeri mahkemeler tertip etmenin baş sebebi Ermeni katliamlarının cezalandırılmasında ısrar eden muzaffer 3- Aram Andonian, der., Tlıe Memoirs of Naim Bey: Turkish Official Documents Relating to tlıe Deportations and Massacres of Annenians (Newtown Square, Pa.: Armenian Historical Society [Ermeni Tarih Kurumu], 1%5), Londra: 1920 baskısının yeniden basımı. 4- Taner Akçam, Armenien und der Völkermord: Die Istanbuler Prozesse und the türkiscJıe Nationalbewegung (Hamburg: Hamburger Edition, 1996), s. 185.


92 -

ERMENi SOYKIRIMI DAVASININ YENiDEN D,E~ERLENDIRILMESI

İtilaf devletlerinden gelen bask.ılardı. Türkler aynca, suçu İttihat ve Terakki Cemiyetinin birkaç üyesi üzerine yıkmak suretiyle Türk milletinin geri kalan kısmı.nı beraat ettirmek ve böylece de Paris barış konferansında daha yumuşak bir muameleye muhatap olmayı ümid etmişti.5

En meşhur yargılama İstanbul' da yapıldı, ancak bu ilk değildi. Katliamların meydana geldiği taşra kentlerinde en azından altı bölgesel mahkeme teşkil edildi, ancak belge yetersizliğinden dolayı mahkemelerin toplam sayısı bilinmiyor.6 Kaydedilen ilk yargılama 5 Şubat 1919'da Ankara'yı da içeren vilayet olan Yozgat' ta başladı ve bölgenin yöneticisi de dahil üç Türk yetkilisi katliam ve tehcir edilen Ermenilerin mallarını yağmalamakla suçlandı. 8 Nisan' da, mahk,eme iki sanığı suçlu buldu, üçüncüyü ise farklı bir mahkemeye sevk etti. Kararın ardından iki gün geçtikten sonra yerel otoriteler eski Boğazlıyan Kaymakamı ve Yozgat Mutasamf vekili Mehmet Kemal'i astı. İttihat ve Terakki Cemiyeti unsurlarının tertip ettiği büyük bir nümayiş cenaze törenini takip etti. Türkiye' deki İngiliz yüksek komiseri, idamların halk tarafından "suçlulara adil bir şekilde verilen cezadan ziyade, İtilaf devletlerine verilmesi gerekli tavizler" olarak algı­ landığını bildirmekteydi? Ana yargılama 28 Nisan 1919'da İstanbul'da başladı. On iki arasında ittihat ve Terakki Cemiyeti Merkez-i Umumisinin üyeleri ve sabık bakanlar da bulunuyordu. Üç asıl sanık

5- Vakhan N. Dadrian, ''The Documentation of the World War 1 Armenian Massacres in the Proceedings of the Turkish Military Tribunal", lnternationa/ /ounıal of Middle East Studies 23 (1991): 554; aynı yazar, "The Turkish Military Tribunal's Prosecution of the Authors of the Armenian Genocide: Four Major Court-Martial Series", Holocaust and Genocide Studies, 11 (1997): 31. 6- Akçam, Armenien und der Völkermord, s. 148. 7- Caltorphe'dan Dışişleri Bakanlığı'na, 17 Nisan 1919, Foreign Office, 371/4173/ 61185, s. 279.


GUENTER LEWY -

93

sima, Dahiliye nazırı (İçişleri Bakanı) Talat Paşa, Harbiye Nazı­ n Enver Paşa ve Halep Valisi Cemal Paşa firar etmiş ve dolayı­ sıyla gıyaben yargılanmışlardı. Ermeni tutumunun en meşhur savunucusu olan Vakhan N. Dadrian, "iddianameye, burada yer alan suçlamalan kanıtlayan kırk iki doğruluğu tasdik edilmiş belge iliştirilmiştir; bunların pek çoğu tarih, şifre telgrafların ve mektupların göndericilerinin kimliği ve abaların adlarını taşımaktadır."8 diye yazmaktadır. Bu belgeler arasında, "Ermenilerin katledilmesi ve yok edilmesinin ve mallarının soyulmasının İttihad ve Terakki'nin merkez-i umumfsinin kararlarının sonucu" olduğuna şahitlik eden Üçüncü Ordu Kumandanı Vehib Paşa'nm yazılı ifadesi de vardır.9 İddianame, bir başka üst seviyedeki tehcir görevlisi olan Abdülahad Nuri'nin, Talat Paşa'nın kendisine nasıl, "tehcirin maksadı imha etmekti" dediği­ ni naklettiği bir belgeyi de iktibas ediyordu.10 22 Temmuz' da Divan-ı Harp pek çok sanığı anayasayı cebren tağyirden suçlu ve katliamlardan sorumlu buldu. Talat, Enver, Cemal ve üst düzey bir İttihad Terakki görevlisi olan Nazım Bey gıyaben idama mahk.fun edilirken diğer sanıklar uzun süreli hapis cezalan aldılar.11

İtibarını kaybeden Genç Türk rejimine karşı uyanan yaygın nefrete rağmen, Türk kamuoyu İttihat ve Terakki Cemiyeti li-

derlerinin yargılanmasına karşı kayıtsızdı. 4 Nisan 1919'da, ABD'nin İstanbul Yüksek Komiseri Lewis Heck, "yaygın bir şe­ kilde, [yargılamaların) çoğunun kişisel intikam saikiyle veya İti­ laf devletleri yetkililerinin ve özellikle İngilizlerin k.ışkırtmasıy8- Dadrian, "The Turkish Military Tribunal's Prosecution of the Authors of the Annenian Genocide", s. 45. 9- Akçam, Armenien ımd der Völkermord, s. 204. İddianamenin tamamı için bkz. Ss. 192-207. 10- Dadrian, "The Documentation of the World War 1 Armenian Massacres", s. 558 11- Hüküm metni, Akçam tarafından şurada yeniden yayımlanmıştır: Armenien und der Völkermord, ss. 353-364.


94 -

ERMENİ SOYKIRIMI DAVASININ YENİDEN DEÖERLENDİRILMESİ

la yapılmakta olduğuna inaruldığıru" bildiriyordu.12 Yargılarna­ lara karşı muhalefet, vatansever ve milliyetçi duyguların patlamasına sebebiyet veren, Yunan ordusunun 15 Mayıs'ta İzmir'i işgal etmesinden sonra arttı. sahip bir Türk subayı olan Mustafa Kemal' in nihai olarak Sultanın İstanbul' daki hükümetini devirecek olan milliyetçi bir hareket doğdu. Baştan itibaren Kemalistler, Sultanı Müttefiklere sefilce teslim olduğu için eleşti­ rdiler ve giderek artan bir şekilde yargılamaların Osmanlı İmpa­ ratorluğu'nu parçalama planının bir parçası olduğu kaygısıru ifade ettiler. 11 Ağustos 1920' de, Ankara' daki Kemalist hükümet tüm divan-ı harp muamelelerinin durdurulmasını emretti; 17 Ekim 1920'de son Osmanlı kabinesinin istifası yargılamaların sonunu işaret etmekteydi.13 Epeyce

nişana

önderliğinde,

Ermeni yazarlar, tarihi gerçeği açıklamalarından dolayı askeri mahkemelerin katkısından övgüyle söz etmektedirler, fakat

hem mahkemenin işleyişi hem de bulgularının güvenilirliği üzerindeki sorular dikkate alındığında böyle genel sonuçların problemli olduğu ortaya çıkar. Mahkemeler olması gereken sürecin temel gereklerinden yoksundular. Osmanlı hukuk sistemine aşina çok az araştınnaa, hele hele askeri mahkemeler hakkında, olumlu bir değerlendirme yapmıştır. Osmanlı ceza kanunu karşı sorgulama [bir tarafın tanığının karşı tarafça sorgulanması] hakkını tarumıyordu ve hakimin rolü Anglo-Amerikan geleneğindekinden çok· daha önemliydi. Hazırlık aşamasında ve yargılama esnasında takdim edilen bütün delillerin karine vasfım hakim değerlendirmekteydi ve suçlananları o sorgulamaktaydı.14 1919-20 yargılamalarında mahkeme başkanı taraf12- A.B.D. Milli Arşivi, RG 59, 867.00/868 (M 353, rol! 7, fr. 448). 13- Akçam, Arınenien und der Völkermord, ss. 114-:119. 14-: Yılmaz Altuğ, tere., The Turkish Code of Criminnl Procedure (Londra: Sweet and Maxwell, 1962), md. 232.


GUENTER LEWY -

95

sız

bir hakimden çok bir savcı gibi hareket etmiştir. Osmanlı prosedürü kurallan, aynca savunma avukatlarının yargılama öncesi inceleme dosyalarını görmesini ve müvekkillerine yargılama öncesi sorgulamalar sırasında refakat etmesini engellemekteydi. IS 6 Mayıs 1919' da ana yargılamanın üçüncü oturumunda savunma avukatı mahkemenin suçlamalara ispatlanmış gerçek olarak tekrar tekrar atıfta bulunmasına karşı çık­ tı, ama mahkeme bu itirazı reddetti.H• Yargılamalar boyunca mahkeme hiçbir tanık dinlemedi ve hüküm de tamamıyla, hiçbir zaman karşı sorgulamaya tabi olmayan belgeler ve şahitlik­ lere dayandı. [ABD'nin İstanbul Yüksek Komiseri Lewis] Heck Yozgat mahkemesindeki sanıkların "anonim mahkeme kayıtla­ n" na dayanılarak yargılanmalarını onaylamadığını ifade etmekteydi. 17 yargılama

Muhtemelen,1919-20 askeri mahkeme tutanaklarının kanıt olarak değerini etkileyen en ciddi mesele, bunlara ait bütün belgelerin kayıp olmasıdır. Yeminli tanıklıklar ve ifadelerden bildiklerimiz, Osmanlı resmi gazetesi olan Takvim-i Vekayi'den seçilmiş ilavelerden ve basın haberlerinden sağlanan ikinci elden bilgilerimizle sınırlıdır. Bilinmeyen husus, tutanakların transkripsiyonlarının doğruluğu ve gazetelerin delil olarak kaydedilen metinlerin tamamını mı yoksa bir kısmını mı bastıklandır. 15- Vakhan N. Dadrian, "Genocide asa Problem of National and International Law: The World War 1 Case and Its Contemporary Legal Ramifications", Yale }ollrnal of lAw 14 (1989): 297, n. 286. 16- Taner Akçam, ed., "The Proceedings of the Turkish Military Tribunal as Published in Takvim-i Vekayi," Kısım 1, 3. celse, ss. 24, 27. Yargılama tutanaklarının bu teksir edilmiş basımı Taner Akçam tarafından kullanılan Almanca bir çeviridir ve kendisi tarafından Michigan, Dearbom Üniversitesi Ermeni Araşhnnaları merkezinde muhafaza edilmektedir. 17~ Heck'ten Dışişlerine, 7 Şubat 1919, A.B.D. Milli Arşivleri, RG 59, 867.00/81 (M 820, 536. rulo; 440. parça)


96 -

ERMENi SOYKIRIMI DAVASININ YENiDEN DEC3ERLENDİRILMESI

Dadrian'a göre, "suçlama belgeleri olarak ortaya konulmadan önce, resmi belgelerin hepsi ve her birisinin özgünlüğü Dahiliye Nezaretinin uzman personeli tarafından tahkik edildi ve bu uzmanlar daha sonra belgenin üst kısmına "Aslının aynıdır" ibaresini iliştirdiler.18 Bununla birlikte, çok az tarihçi, tahkik etmeksizin, dönemin görevlilerinin sözlerine itibar eder. Mesela, Nuremberg yargılamalarının tarihi ağırlığı çok büyük bir özgün belge yığınına dayanır. Yargılama kayıtlan kaybolsa veya dışa­ rıdan incelemeye tabi tutulmasa, Nuremberg mahkemesi kararlarının tarihi önemi zedelenirdi. Tam özgün belgelerin yokluğunda, Ermeni meselesini inceleyen tarihçiler, yalnızca seçilmiş parçalara ve alınhlara dayandılar. Mesela, Dadrian Türk Üçüncü Ordusunun Kumandanı General Vehib Paşa'nın, İttihat ve Terakki Cemiyeti önderlerinden Bahaeddin Şakir'i şöyle tanımladığını nakleder: "Üçüncü Ordu'nun yetki alanında insan kasapları tedarik edip onlara iş verdi.. .. O jandarma ve polisleri olduğu gibi elleri kanlı ve gözlerini kan bürümüş ipten kazıktan kurtulmuşları da örgütledi."19 Bu ifadenin bölümleri ana yargılamanın iddianamesinde ve Harput yargılamasının kararında yer almışhr,20 ama bir iddianame suçun kanıh değildir. İktibas edilen mülahazaların hangi bağlamda söylendiği kaybolmuştur. Bu ifadenin tam metninin 29 Mart 1919'daki Trabzon yargılamasında kayda geçirildi18- Vakhan N. Dadrian, The Key Elements in the Turkish Denini of the Armenian Genocide: A Case Study of Distortion and Falsi.fication (Cambridge, Mass.: Zoryan Enstitüsü, 1999), s. 27. 19- Vakhan Dadiran tarafından şurada iktibas edilmiştir: "The Armeinan Genocide and the Pitfalls ofa 'Balanced' Analysis: A Response to Ronald Grigor Suny", Armenian Forum, Yaz 1998, s. 89; Akçam, Armenien ımd der Völkermord, s. 204. 20- İddianamenin metni için bkz, Akçam, Armenien und der Völkermord, ss. 197-207; Harput yargılamasının hükmü için bkz. Haigaz K. Kazarian, "The Genocide of Kharpert's Armeinans: A Turkish Judicial Document and Cipher Telegrams Pertaining to Kharpert", Armeinan Review, Bahar 1%6, ss. 18-9.


GUENTER LEWY -

97

ği

iddia edilmişse de, bu muhakemenin zabıtları hiçbir kaynakta muhafaza edilmemiştir; sadece hüküın resmi gazetede ya-

yımlanmıştır.

Çağdaş Türk yazarlar 1919-20 askeri mahkemelerini, Müttefiklerin cezalandırma aletleri oldukları için reddederler.21 Zamanında muzaffer Müttefikler bu mahkemeleri adli bir haksız­ lık olarak mütalaa etmişti. İngiliz yüksek komiseri S.A.G. CaJtorphe Londra'ya "Yargılamalar maskaralığa dönüşmekte ve bizim ve Türk hükümetinin itibarına halel getirmektedir." diye yazıyordu.22 Komiser John de Robeck'in görüşüne göre, mahkeme öyle bir başarısızlık idi ki "onun bulguları hiçbir şekilde hesaba katılamazdı."23 İngiliz hükümeti Malta'daki savaş suçlusu olduğu iddia edilen Osmanlıları yargılamayı düşündüğünde 1919-20 Osmanlı mahkemelerinin meydana çıkardığı herhangi bir delili kullanmayı reddetti. [a.b.ç., M.Öz]

Teşkilat-ı Mahsusa'nın

Rolü

1919-20 yıllarında kurulan çeşitli askeri mahkemeler, Teşki­ lat-ı Mahsusa (Özel Örgüt) adlı birimin tahripkar rolüne gönderme yapmışqr. Ermeni davasının pek çok savunucusu da bu suçlamayı kabul eder. Dadrian bu birimin mensuplarını, İttihat ve Terakki Cemiyetinin Ermenilerin kökünü kazıma planını icra etmek için kullandığı temel araç olarak tarif etmiştir. "Onların görevi Türkiye içinde uzak alanlarda konuşlanarak Ermeni sürgün kafilelerini tuzağa düşürüp yok etmekti."24 diye yazan

21- Mesern bkz. Gürün, The Armenian File, s. 232. 22- Caltorphe'dan Dışişleri Bakanlığı'na, 1 Ağustos 1919, Foreign Office, 371/4174/118377. 23- De Robeck'ten Londra'ya, 21 Eylül 1919, Foreign Office, 371/4174/ 136069. 24- Vakhan N. Dadrian, The History of the Armenian Genocide: Ethnic Conflict fro~ the Balkans to Anatoliıı aııd to the Caucasus (Providence: Berghahn, 1995), ss. 236-7.


98 -

ERMENi SOYKIRIMI DAVASININ YENİDEN DE~ERLENDİRILMESİ

Dadrian'a göre Teşkilat-ı Mahsusa'run soykırımını icra etmekti".25

"başlıca

görevi, Ermeni

1903-1907 arasında oluşan Teşk.ilat-ı Mahsusa bu ismi ancak 1913'te almıştır. Enver Paşa'nın idaresinde ve pek çok yetenekli subayın komutası altında, Teşk.ilat-ı Mahsusa bir özel kuvvetler birliği gibi işlev görmüştür. Bu grup hakkındaki tam anlamıyla bilimsel yegane incelemenin yazan olan Philip Stoddard onu, "hem Arap aynbkçıbğı hem de Batı emperyalizmiyle mücadelede dikkate değer bir ittihatçı aleti" olarak adlandırdı. Zirvede olduğu dönemde kadrolarına 30,000 civarında kişiyi kaydetmiş­ ti. Birinci Dünya Savaşı sırasında Osmanlı kumandanlığı bu örgütü Kafkaslar, Mısır ve Mezopotamya' dak.i özel askeri operasyonlarda kullandı. Mesela, 1915'de Teşk.ilat-ı Mahsusa birimleri Süveyş Kanalı karşısındaki Osmanlı ilerleme hatb boyunda bulunan çok önemli vahaları ele geçirdi. Rejim, Teşkilat-ı Mahsusa'yı aynı zamanda, "fesat"ı ve dış düşmanlarla "muhtemel iş­ birliği"ni bastırmak için de kullandı. Bununla birlikte, Stoddard' a göre bu faaliyet asıl olarak Suriye ve Lübnan' daki yerli milliyetçileri hedef almıştı. O, Teşkilat-ı Mahsusa'nın Ermeni tehcirinde hiçbir rol oynamadığını ileri sürmüştü.26 Maamafih ana mahkemenin iddianamesi Teşkilat-ı MahsuErmenilere karşı "canice operasyon ve faaliyetler" yürütmekle suçluyordu. Dadrian' a göre: sa'yı

İttihatçı

liderler eşkıya birliklerini, ülke içinde, Ermenilere kullanmak üzere yeniden konuşlandırdı. Büyük Ermeni nüfusu gruplarını barındıran büyük kentler, kasabalar ve köylerkarşı

25- Aynı eser, s. 237; Vakhan N. Dadrian, "The Role of the Special Organization in the Anneni an Genocide during the First World War", ed. Panikos Panati, Minorities in Wartime: National and Racial

Groupings in Europe, North America and Australia during the Two World Wars (Oxford: Berg, 1993), s. 51.

26- Philip H. Stoddard, "The Ottoman Govemment and the Arabs, 1911 to 1918: A Study of the Teskilat-i Mahsusa", Basılmamış Doktora Tezi, Princeton University, 1963, ss. 52-8, 1-2.


GUENTEA LEWY -

99

de kapsamlı bir temizlik yapmak suretiyle, komuta düzeyindeki subaylan aşağı yukarı değişmemiş olarak, Teşkilat-ı Mahsusa birimleri İttihad'ın imha planını yerine getirmeye koyuldular.27

Dadrian'a göre, Türk ve Alman sivil ve askeri kaynaklan, Teşkilat-ı Mahsusa'nın ölüm timlerinde mahkumların görevlendirilmesi de dahil, bu bilgiyi teyit ederler. Fakat Dadrian'ın referansları her zaman iddialarını kanıtlamaz. Osmanlı Devleti I. Dünya Savaşı sırasında askerlik hizmetindeki insan gücü havuzunu büyütmek için mahkumları serbest bırakmışsa da, Teşki­ lat-ı Mahsusa'nın, üyeleri içinde kayıtlı büyük sayılarda mahkumlarla birlikte, katliamlarda baş rolü oynadığı iddiasıyla ilgili olarak ana mahkemenin iddianamesinin ötesinde bir delil yoktur. Mahkumların varlığı hiç de anormal değildir. Mahkumların savaş zamanlarında askeri görevde kullanılmasının, A.B.D ve İngiliz orduları dahil, daha önceye ait emsalleri mevcuttur. 1. Dünya Savaşı esnasında A.B.D. mahkemeleri ciddi suçlardan mahkum 8,000 kadar mahkumu, askeri hizmete alınmala­ rı şartıyla salıvermişti.[a.b.ç. M.Öz] 28 Teşkilat-ı Mahsusa'yı katliamlarla irtibatlı gösteren iddialann pek çoğu doğrudan doğruya belgelere dayanmaz, daha ziyade onlan okuyanların bazen sorgulanabilir olan varsayımlarına dayanır. Özgün kaynakların izin vermediği iddialan ileri süren en önde gelen araşbrmaalar arasında da Dadrian bulunmaktadır. O, Teşkilat-ı Mahsusa ile Ermeni katliamları arasında bir irtibah resmeder, ama söz konusu ettiği belgeyi kaleme alan Alman subayı Stange gerçekte hiçbir zaman Teşkilat-ı Mahsusa' dan söz etmez, ancak "ayaktakımı"na atıfta bulunur.29

27- Dadrian, "The Role of the Special Organization", s. 56. 28- Second Report of the Provost Marshal to the Secretary of War on the Operations of the Selective Service System to December 20, 1918 (Washington D.C.: U.S. Govemment Printing Office, 1919), s. 149. 29- Stange' den İstanbul' da.ki Alman askeri misyonuna, 23 Ağus. 1915, Politisches Arciv des Auswartigen Amtes, Botschaft Konstantinopel / 170 (Fiche 7254); Johannes Lepsius, ed., Deutschland und Ar-


100 -

ERMENi SOVKIRIMI DAVASININ YENiDEN OEQERLENDİRILMESİ

Aynca, Dadrian'ın ileri sürdüğü gibi,30 Stange'nin Teşkilat-ı Mahsusa' da herhangi bir rol oynadığına dair bir gösterge de yoktur. Osmanlı ve Alman gizli servisleri arasındaki gerilim göz önüne alınırsa, bu pek mümkün olmayan bir görevlendirme olurdu.31 Daha akla yakını, Stange'nin Ruslarla savaşmak üzere gönüllü olan çoğunluğu Gürcü 2,000-3,000 kadar düzensiz askerden oluşan bir müfrezeye kumandanlık ettiğini belirten Alman Dışişleri Bakanlığı dosyalarının doğru olmasıdır.32 Bir baş­ ka Alman subayının naklettiğine göre Stange müfrezesinde Ermeniler de vardı33; şüphesiz, Ermeni soykırımını icra eden aygıhn bir parçası olduğu iddia edilen bir birim için bu tuhaf bir menien, 1914-1918: Sammlung diplomatischer Aktenstücke (Potsdam: Tempelverlag, 1919), ss. 138-142. Bu koleksiyonu yeniden basımı Donat ve Temmen tarafından 1986'da Brernen'de yayınlanmışbr. 30- Vakhan N. Dadrian, "Documentation of the Armenian Genocide in German and Austrian Sources"ed. W. Charny, İsrail'de, The Widening Circle of Genocide: A Critical Bibliographical Reviw, c. 3 (New Brunswick: Transaction, 1994), s. 110. 31- Walter Nicolai, The Gennan Secret Seroice, George Renwick, tere. (Londra: Stanley Paul, 1924), s. 138; Hans Werrter Neulen, Adler und Halbmond: Das deutsch-tarkische Bündnis 1914-1918 (Frankfurt/Main: Ullstein, 1994), ss. 166-7; Ulrich Trumpener, "Suez, Baku, Gallipoli: The Military Dimensions of the Gennan-Ottoman Coalition", Keith Neilson ve Ray Prete, ed., Coalition Warfare: An Uneasy Accord (Waterloo, Ont.: Wilfrid Laurier University Press, 1983), s. 40. Die Kaukasusfront im Weltkrieg: Bis zum Frieden von Brest 32- Politisches Archiv des Auswartigen Amtes, Weltkrieg, nu. lld, c. 9 (R 21016), s. 31; Felix Guse, (Leipzig: Koehler und Amelang, 1940), s. 38; Edward J. Erikson, Ordered to Die: A History of tlıe Ottoman Army in the First World War (Westport, Conn.: Greenwood Press, 2001), ss. 54-5. Gürcü gönüllülerin rolü hakkında bkz. Williarn E.D. Ailen ve Paul Muratoff, Caucasian Battlefields: A History of the Wars on the Turco,Caucasiıın Border 1828-1921 (Carnbridge University Press, 1953), ss. 274-5. 33- Paul Leverkuhn, Posten auf wiger Wache: Aus dem abenteuerlichen Leben des Max von Scheubner-Richter (Essen: Essener Verlagsanstalt, 1938), s. 33.


GUENTER LEWY -

101

olgudur. Ermeni sürgünlerin öldürülmesini kimin gerçekleştir­ diği meselesinin öyle kesin bir şekilde çözülmesi zordur. Teşki­ lat-ı Mahsusa'yı suçlamak siyaseten* maksada muvafık olabilirse de, bu suçu irtikap edenlerin yağma peşindeki Kürt aşiret mensupları ve ahlaken çürümüş polisler olması daha muhtemeldir.34 Dadrian, önde gelen bir Teşkilat-ı Mahsusa görevlisi olan Eş­ ref Kuşçubaşı ile ilgili bir Türk kaynağını da aynı serbestlikle kullanmaktadır. 1. Dünya Savaşı patlak verdiğinde Eşref, Arabistan, Sina ve Kuzey Afrika' daki Teşkilat-ı Mahsusa operasyonlarının yöneticisi idi. Yemen'de bir göreve giderken 1917 başlarında İngilizler tarafından ele geçirilmiş, İngiliz askeri güçleri onu 1920'ye kadar kalacağı Malta'ya göndermiştir. İngiliz subaylar Eşref'i sorgulamışlar, ama kendisi Ermeni katliamlarıyla herhangi bir alakası olduğunu inkar etmiştir. Kuşçubaşı 1964'de 91 yaşında ölmüştür.35 Dadrian, Türk yazar Cemal Kutay ile yaptığı bir mülakatta Eşref'in katliamlara katıldığını kabul ettiğini ileri sürmektedir.36 Ama yakından bakıldığında Eş­ ref'in böyle bir şeyi kabul etmediği açığa çıkar. Bu iddia seçilmiş alıntılar ve yanlış yorumlarla** inşa edilmiştir.37 Keza, aksine id*Ermeniler açısından (çev.). 34- Mesela bkz. Henry H. Riggs, Days of Tragedy in Armenia: Personııl Experiences in Harpot, 1915-1917 (Ann Arbor: Gomidas Institute, 1992), ss. 127-8. 35- Eşref Kuşçubaşı, 11ıe Tiırkish Battle of Khaybar, çev. ve der. Philip H. Stoddard ve H. Basri Danışman, (İstanbul: Arba Yayınlan, 1999)'nın girişinde, Philip H. Stoddard, s. 21-32. 36- Vakhan N. Dadrian, "Ottoman Archives and the Denial of the Armenian Genocide", Tlıe Armenian Genocide: History, Politics, Ethics, ed. Richard G. Hovannisian (New York: St. Martin's Press, 1992), ss. 300-1. ** Burada "ellipses" (yani kelimeler atlanarak aktarma yapılması) ve "paraphrase" (yani yapılan alıntıyı yazann kendi kelimeleriyle ifade etmesi) kelimesi kullanılmıştır(çev.). 37- Cemal Kutay, Birind Dünya Harbinde Teşkilat-ı Mahsusa ve Haybe(de Tark Cengi (İstanbul: Tarih Yayınlan, 1%2), ss. 18, 36, 78.


102 - ERMENi SOVKIRIMI DAVASININ YENiDEN DEOERLENDIRILMESI dialara rağmen, 1919' daki askeri mahkemenin iddianamesi Teş­ kilat-ı Mahsusa'yı Ermeni katliamlarıyla ilişkilendirmişse de, ne yargılama tutanak.lan, ne de mahkemenin hükmü bunu desteklemektedir. Aksine, sanıklar Teşkilat-ı Mahsusa'nın Rus hatları­ nın gerisindeki örtülü operasyonlardaki rolünü anlatmışlar­ dır.38 Osmanlı askeri arşivlerinde araşhrma yapan az sayıdaki Babh araşhrmaolardan birisi olan Gwynne Dyer, Teşkilat-ı Mahsusa'mn Ermeni katliamlarında suç ortağı olduğu idd~asını "dedikodu" olarak tavsif eder.39 Türk Genelkurmay Arşivi'nde Teşkilat-ı Mahsusa'ya gönderilen şifreli telgraflar bulunduğu söyleniyor,40 ama bu belgeler henüz bilimsel bir sorgulamaya tabi tutulmamışbr.Yeni belgeler ortaya çıkana kadar Teşkilat-ı Mahsusa ile Ermeni katliamları arasında bir irtibatın bulunduğu, doğrula~amış bir iddiadan başka bir şey değildir.

Naim Bey'-in Habralan Ermeni soykırımı suçlamasının dayandığı üçüncü direk, Aram Andonian'm Memoirs of Naim Bey'idir. Aram Andonian 1914'de seferberlik zamanında askeri kontrol görevlisi olan bir Ermenidir. 1915 Nisan ayında tutuklanıp İstanbul' dan sürülmesinden sonra Halep'e gitti ve orada geçici ikamet izni aldı. Kentin 1918 Ekim'inde İngilizler tarafından kurtarılmasından sonra Andonian tehcirde sağ kalan Ermeni erkek, kadın ve çocukların tanıklıklarını topladı. Anlattığı hikayeye göre, kendisi aynı zamanda Halep'teki tehcir kurulunun başkatibi olan Naim Bey 38- Akçam, "Proceedings of the Turkish Military Tribunal", Kısım 1, özellikle ana mahkemenin 5. ve 6. celseleri. 39- Gwynne Dyer, "Letter to the Editor", Middle Eastern Studies 9 (1973): 379. 40- Edward J. Erickson, "The Turkish Official Military Histories of the First World War: A Bibliographical Essay", Middle Eastern Studie, 39 (2003): 198, n. 7.


GUENTER LEWY -

103

adlı bir Türk görevli ile de temas kurdu. Naim Bey Andonian' a, görevi sırasında elinden geçtiğini söylediği çok sayıda resmi belge, telgraf ve emirleri de kapsayan hahrahnı verdi. Andonian bu habrah Ermenice'ye tercüme etti. Biraz bir gecikmeden sonra bu hahrat Ermenice, Fransızca ve İngilizce olarak basıl­ dı.41

Naim Bey'in hatıralarında suretleri verilen belgeler, soykırım desteklemek üzere ileri sürülen en lanetleyici delillerdir. Özellikle suçlamalarda kullanılanlar ise savaş zamanındaki içişleri bakanının telgraflarıdır. Otantik iseler, bunlar Talat Paşa' nın -erkek, kadın ve çocuk- bütün Türk Ermenilerinin öldürülmesi için kesin emirler verdiğinin kanıtını sağlarlar. 16 Eylül 1915 tarihli bir telgrafın kaydettiğine göre, İttihat ve Terakki Cemiyeti; iddiasını

Türkiye' de yaşayan bütün Ennenileri tamamen imha etmeye karar vermiştir. Bu emre ve karara karşı çıkanlar imparatorluğun resmi görevlisi olarak kalamayacaktır. Alınan tedbir ne kadar suç olursa olsun onlann(Ermenilerin) varlığına bir son verilmelidir, ne yaşa, ne cinsiyete ve ne de vicdani tereddütlere yer verilmemelidir.42

Talat Paşa'nın apaçık aamasızlığı The Memoirs'da tekrar tekrar ortaya çıkan bir konudur. Ukin böylesi bir şeytanlaştırma, çoğu Ermeni'nin Talat'a 1915 öncesindeki bakışlarından önemli bir değişikliği temsil eder. Mesela, 20 Aralık 1913' de İngiliz büyükelçilik görevlisi Louis Mallet Ermenilerin Talat Bey'e itimat ettiklerini, "fakat her zaman bu mevkiin şimdiki sahibi gibi iyi mizaçlı bir içişleri bakanıyla muhatap olmayabileceklerinden korkmakta" olduklarını bildirmekteydi .43 Aynı şekilde, Alman misyoner Liparit Talat'ı "geçen altı yılda Türk-Ermeni dostluğuTelegrams': Historical Fact or Armenian Fiction (Lefkoşe, Kıbrıs: K. Rüstem, 1986), ss. 2-4. 42- Andonian, Tlıe Memoirs of Naim Bey, s. 64. 43- Louis Mallet'den Dışişlerine, Foreign Office, 371/1773/58131. 41-

Şinasi

Orel ve Süreyya Yüca,

Tlıe

Talat

Paslıa


104 -

ERMENi SOYKIRIMI DAVASININ YENİDEN DE~ERLENDIAiLMESİ

nun samimi bir bağlısı ününü kazanmış" bir adam olarak tarumlıyordu.44 Hatta İstanbul' daki uluslar arası Ermenilere yardım girişiminin Amerikalı başkanı dahi, Talat Paşa her zaman "ricalarıma derhal karşılık veriyor, görev yerinde kendisine uğ­ radığımda beni sık sık "Biz ortağız; bugün sizin için ne yapabilirim'' giriş cümlesiyle selamlıyordu" demektedir.45 Talat Paşa kötü bir iblise dönüşmüş olabilirdi, ama çağdaşlanrun görüşleri bu tavsifi desteklemez. Naim Bey' in hahralannda suretleri verilen belgelerin gerçekdair pek çok şüphe var. Birkaç Ermeni araşhrmaa, 15 Mart 1921'de Berlin'de Talat Paşa'yı katleden Soghomon Tehlirian'ın 1921'deki yargılanması esnasında Alman mahkemesinin Talat Paşa telgraflarının beşinin gerçek olduğunu tespit ettiğini ileri sürer.46 Ne var ki yargılamanın 1921'de yayımlanan stenografik kayıtlan müdafaa avukah von Gordon'un, beş telgrafın gerçeklikleri tahkik edilmeden önce bunları delil olarak sunmaktan vazgeçtiğini göstermektedir.47 liğine

Andonian'ın

eserindeki belgelerin gerçekliğini aynnhlı bir inceleyen iki Türk yazar, Şinasi Orel ve Süreyya Yuca, Ermenilerin, bir gün gelip 'belgeler'in sahteliğinin ortaya çık-

şekilde

44- 1914 Aralık raporu, Politisches Arciv des Auswartigen Amtes, Botschaft Konstantinopel / 168 (Fiche 7243). 45- Louis Jenison Peet, No Less Honor: The Biography ofWilliam Wheelock Peet (Chattanooga: E. A. Andrews, 1939), s. 170. 46- Gerard Chailand ve Yves Ternon, The Armenians: From Genocide to Resistance, Tony Berrett, çev. (Londra: Zed Press, 1983), s. 93; Mary Mangigian Tarzian, Tlıe Armenian Minority Problem, 1914-1934: A Nation's Struggle for Security (Atlanta: Scholar Press, 1992), s. 65; Jean-Marie Carzou, Un gtnocide exemplaire: Armtnie 1915 (Paris: Falmmanion, 1975), s. 248. 47- Tessa Hofınann, ed., Der Völkermord an den Anneniern: Der Prozess Talaat Pasluı (Berlin: Gesellschaft für bedrohte Völker, 1985, 1921 Berlin basımının yeniden baskısı), s. 69.


GUENTER LEWY -

105

ması ihtimalinden kaçınmak amacıyla, " 'asıl nüshaları' kasten yok etmiş" olabileceklerini ileri sürerler.48 Orel ve Yuca, özgün Türk belgeleri ile Naim-Andonian kitabında verilen nüshalar arasındaki çelişkilerin belgelerin "adi sahte belgeler" olduğunu gösterdiğini savunurlar.49 Dahası, iki yazar resmi kayıtlarda Naim Bey'e dair hiçbir abf bulamamışbr ve onun varlığı hususunda dahi şüphelerini izhar ederler.

The Memoirs 1920'de yayınlandığında, faal Ermeniler habralann yazarını yaptığı kötülükleri düzeltmek isteyen namuslu bir birey olarak tanımladılar. Fakat 1937' de Andonian tarafın­ dan yazılan bir mektuba göre, Naim Bey alkol ve kumar müptelası idi ve sağladığı belgeler parayla sabn alınmıştı. "Hakkında­ ki gerçeği açıklamak" diye yazıyordu Andonian "hiçbir amaca hizmet etmeyecekti."50 Bunun [yani gerçeği açıklamanın, çev.] The Memoirs'ın tesirini azaltacağı daha muhtemeldir. Hiç kimse para almak için belge imal edebilecek bir alkolik ve kumarbazın sözlerine inanmazdı. The Memoirs of Naim Bey' de bulunan belgeler hem Genç Türk önderliğini hem de genelde Türk halkını merhametsiz ve şeyta­

ni caniler olarak resmeder. Bu malzeme Birleşik Devletler ve Avrupa' daki kamuoyunu etkileyecek ve Paris barış konferansında Ermeni lobisine bağımsızlık isteklerini destekleyecek cephaneyi tedarik edecekti.Si Bu yüzdendir ki, tecrübeli Ermeni devlet adamı Bogos Nubar Paşa önderliğinde oluşturulan Ermeni Milli Birliği belgeleri satın almış ve onlan Avrupa'ya getirmesi için Andonian'a emanet etmiştir. Naim-Andonian kitabındaki telg48- Orel ve Yuca, The Talat Paşa "Telegrams", s. 9. 49- Aynı eser, s. 145. 50- Aram Andonian' dan Comite de Defense de la Cause Armenienne'(Ermeni Davasını Savunma Heyeti)de Mary Terziyan'a, fıısticier du Genocide Armenien: Le Proces de Telılirian (Paris: Edition Giasporas, 1981)- Çevirisi Orel ve Yuca, The Taldt Paşa "Telegrams", s. 9. 51- Andonian, Tlıe Memoirs of Naim Bey, s. 225.


106 -

ERMENi SOYKIRIMI DAVASININ YENiDEN DECiERLENDIRILMESİ

raflar 1921 Marbnda Londra'ya gönderilen bir yazışmada52 yer almış ve Malta tutuklularının dosyalarına dahil edilmişse de İn­ giliz hükümeti bu telgrafları hiç kullanmamışbr. Kraliyet yasa görevlileri muhtemelen Naim-Andonian kitabına o sıralar İs­ tanbul'u istila eden pek çok sahtekarlıktan birisi olarak bakmış­ lardır.

Türk yazarlar, Naim-Andonian belgelerinin sahte olduğu hususundaki değerlendirmelerinde yalnız değiller. Hollandalı tarihçi Erik Zürcher, 1997'de yazdığı eserinde, Andonian belge~ lerinin "sahte olduğu gösterilmiştir"53 diye ileri sürüyordu. İn­ giliz tarihçi Andrew Mango, "şüpheli bir şekilde, savaş zamanında içişleri bakanı olan Talat Paşa' ya atfedilen telgraflar" dan bahseder .54 Lobiciler ve siyaset yapıaların, bir soykırım tespitini, çoğu tarihçinin en kötüsünden sahtecilik ve en iyisinden doğrulanmamış ve problemli olduğundan dikkate almadığı belgelere dayandırmaya çalışması tuhaf bir durumdur.

Sonuç 1. Dünya Savaşı ölümlerini soykırım olarak nitelendiren Ermeni iddiasının üç dayanağı, Genç Türk rejiminin katliamları kasten tertip ettiği suçlamasını kanıtlayamamaktadır. önceden tasarlanmış bir imha planı hakkındaki ileri sürülen diğer deliller de daha fazlasını sağlamaz.

Yiiz yıl .kadar önce Osmanlı İmparatorluğu'nda vuku bulan olaylara soykırım etiketini yapışbrıp yapıştırmamak pek çok tarihçi için önemsiz olabilir, ama siyasi açıdan bu çok büyük önem 52- Büyükelçilikten Dışişlerine (Mart 1921), Foreign office, 371 / 6500 / E3557, ss. 2, 6-8. 53- Erik Jan Zürcher, Turkey: A Modern History (Londra: I.B. Tauris, 1997), s. 121. 54- Andrew Mango, "Turks and Kurds", Middle Eastern Studies, 30 (1994), s. 985.


GUENTER LEWY -

107

taşımaktadır.

Hem Ermeni partizanlarının hem de Türk milliyetçilerinin- tehlikede gördükleri- iddialan vardır ve karmaşık tarihi gerçekliği basitleştirmek ve daha nüanslı bir resim hasıl edebilecek olan çok önemli delilleri göz ardı ederek davalarını ortaya koymuşlardır. Meslekten araşhrmaalar konumlarını önceden yapılmış çalışmalara dayandırırlar ve sıklıkla bunların özgün kaynakların tahrif edilmiş bir yorumunu temsil ettiğinin farkında değildirler. Siyasi çıkarların büyük olduğu bu durumda, her iki taraf da muhaliflerini susturmaya ve tam bir tartış­ mayı engellemeye çalışmaktadırlar. Meşhur bir örnekte, 1995' te bir Fransız mahkemesi, bir Ermeni grubu tarafından açılan bir davada, tanınmış tarihçi Bemard Lewis'i, Le Monde'a yazdığı 1 Ocak 1994 tarihli bir mektupta Osmanlı hükümeti tarafından hazırlanan bir imha planının varlığını sorguladığı için, "gerçek [olduğu kesin] hahraya karşı elim bir önyargıya" sebebiyet vermekten mahkum etmiştir.55 Türk liderler diplomatik baskılar ve tehditler uygulamışlardır; Ermeni hükümeti katliamların soykı­ rım teşkil ettiğini kabul etmeyenleri Türk hükürnetini teskin etmeye çalışan inkaralar olarak suçlamaktadır. Yakın geçmişte bazı Türk ve Ermeni tarihçiler, arhk "yalnızca karşılıklı suçlamaya yol açan, soykırım mı-değil mi sağırlar diyalogundan vazgeçrne"nin, bunun yerine ortak bir sağlam bilgi havuzu oluştu­ racak ampirik olarak sağlam temellere dayalı tarih araşhrmala­ n üzerinde yoğunlaşmanın zamanının geldiğini savunrnuşlar­ dır. 56 Tarihi, onu kendi siyasi amaçlarına hizmet etmek için yağ­ malayan milliyetçilerden kurtarmanın mümkün olup olmadığı­ nı zaman gösterecektir.O 55- Yves Temon, "Freedom and Responsibility of the Historian: The 'Lewis Affair"', Rememberance and Denini: The Case of the Armenian Genocide, ed. Richard G. Hovannisian (Detroit: Wayne State University Press, 1999), ss. 243-6. 56- Selim deringil, "in Search of a Way Forward: A Response to Ronald Grigor Suny", Armenian Forum, Yaz 1998, ss. 69-71; to Ronald Grigor Suny, "Reply to My Critics", Armenian Forum, Yaz 1998, s. 136.



Ermeni Soykırım İddialan ve Tarihin İnşası·

Nuri Bilgin**

Türkiye Cumhuriyeti'nin hemen hemen kuruluşundan beri platformlarda başa çıkmaya çalışhğı ve gittikçe büyüyerek toplumumuzu derinden etkileyen Ermeni Soykırım İddiala­ n, arhk belirgin bir şekilde bir tarih yazma ya da tarihi inşa etme biçimini almışhr. Bu iddiaların çeşitli uluslararası platformlarda, ulusal ya da yerel meclislerde tarihi bir hakikahn tescili statüsünde oylanarak bağlayıo bir karara dönüştürülmeye çalı­ şılması, özü itibariyle bir 'Ermeni Soykırım Tarihi İnşa Etme' süçeşitli

* Bu yazı, ilk defa, 20-21 Nisan 2002 tarihlerinde Ankara' da yapılan Ermeni Araştırmaları Türkiye Kongresi'ne bildiri olarak sunulmuş ve ikinci kere ise Türkiye Gunıugu dergisinin 68. sayısında yayımlanmıştır.

'"* Prof.Dr.Bilgin, Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'nde öğretim üyesidir.


110 - ERMENi SOYKIRIM

iDDİALAR! ve TARİHiN INŞASI

reci gibi görünrnektedir.1 Bu yol, şimdiye dek alışılmadık ve bilimsel etik çerçevesine sığmayan bir tarih yazma, dolayısıyla bilim yapma yöntemidir. Bu heretik düşünce tarzında, arzulanan soykırım mitosu, olgusal hakikatın yerine geçmektedir. Bunun yasama organlan tarafından onaylanması, bu konuda daha sonradan araştırma yapma, belgelere, arşivlere girip bakma yolunu büyük ölçüde kapatmaktadır. Üstelik, burada söz konusu olan tarih inşası, bedava değil, hesaplı; bilme amaçlı değil, hesap sorma amaçlı; tasviri değil, yargılayıcı görünmektedir; bu süreç sonuçları bakımından nötr değil, mahkum edicidir; pratikte istendiği gibi kullanılabilecek, keyfi olarak istismar edilmeye açık bir özelliktedir. Toplumumlizun sadece geçmiş veya bugün hayatta olan kuşaklarını değil, gelecek kuşaklarını da kapsayıa bir niteliktedir. 1- Kuşkusuz sosyal bilimlerde önemli bir teorik yaklaşım olan inşaclık (constructionnisme, constructivisme) çerçevesinde "tarihin, insanların kendilerine, aktörü veya tanığı oldukları olaylara, içinde bulundukları ortamlara ve çağlara ilişkin temsillerinden soyutlanamayacağı, hatta bir bakıma bu temsillerden oluştuğu ve dolayısıyla tarihin, aynı zamanda tarihçilerin tarihi olduğu iddialan" belirli bir epistemolojik değer taşımaktadır. Zira genel olarak sosyal olaylar saydam değildir, anlamlarını açıkça yansıtmazlar. Okunmaları, kavranmaları, anlamlandınlmalan gerekir. Ancak bu anlamlandırma süreci, keyfi .olamaz. Ortaya ahlan varsayımların ve iddiaların, tarihçilerin genelde kabul ettikleri çalışma yöntemlerine göre tahkik edilmesi, geçerliliklerinin test edilmesi gerekir. Kaldı ki bu perspektif bakış, bilim adamının arzuladığı bir hedef değil, kolayca kaçınamadığı bir durumun ifadesidir. Nitekim tarihçinin, olgusal hakikata olabildiğince sadık kalabilmesi ve kurgusallıktan sıyrıl­ ması için çeşitli önlemler önerilmektedir. Aksi halde tarihte objektiflik ya da tarihsel hakikat kavramı bütünüyle tartışmalı bir duruma girmektedir. Tarih bir öykü ya da kurgu olarak alındığında, tarihsel olaylara ilişkin hiç bir iddia, bir diğerinden daha üstün tutulamaz ve tarih kitaplarında aynı olaylara ilişkin birbirinden çok farklı görüşler bulunacağından, sonuçta, yazana göre değişen çeşit­ li tarihler ortaya çıkar.


NURİ BİLGiN - 111

1915 Ermeni Tehciri sırasında yaşanan üzücü olaylara (bu tür kanlı olaylar muhakkak ki, tarihin kara bir sayfasını oluştur­ maktadır), 2 soykırım etiketi yapışhnlıp bir soykırım mitosu haline getirilmesi, gelecekteki sonuçlan şimdiden hesaplanamayacak kadar ciddi bir sorundur. İnsan psikolojisi açısından, icat ve inşa edilmiş bir soykırımın suçlanan hedefi olmak, faili olmaktan daha sancılı bir durumdur. Çeşitli dış politik mercilerde alınan kararlarda Türk toplumunu derinden yaralayan husus, tam da bu kurgusallığın algısıdır; bu inşa sürecinin çeşitli ülkelerde, bir senaryonun bağlanhlı perdeleri şeklinde sürekli sahne önüne gelmesidir. Sıradan İnsanın Dünyası ve Sosyal Temsiller

Bu tür tarih yazma girişimlerinin Bah ülkelerinin çeşitli kesimlerinde kolayca taraftar bulması, demokrasi ideallerine derinden bağlı insanları şaşırtsa da, sosyal psikolojik bulgular çerçevesinde anlaşılabilir bir olgudur. Bu toplumların tipik insanı, hiç de demokrasi teorilerinin varsaydığı gibi rasyonel düşünen, karar öncesinde verilerini toplayan, enformasyonlarını süzgeçten geçiren, belge ve kanıtlara duyarlı biri değildir. Üstelik günlük sosyal psikoloji araşhrmalannın odaklaşhğı bu sıradan in2- Bu ifadelerimin ilgisiz yorumlara yol açmaması için, kendi entellektüel duruşumu ve kanaatlerimi belirtmek isterim. Entellektüel olarak, evrensel insani değerlerin gözden kaçırılmaması ve Kapıkule'nin berisi ve ötesi için ayn hakikatler tasarlamamak gerektiğini, herkesin toplumuna ve çağına karşı sorumluluğu olduğunu düşünüyorum. Osmanlı İmparatorluğu'nun savaş koşulları içinde Ermeni Tehciri kararı almak zorunda kaldığı, bunun keyfi değil, zorunlu bir önlem olduğu kanaatindeyim. Buna karşılık, Osmanlı İmparatorluğu'nun, ülkenin çeşitli yörelerindeki yönetici veya görevlilerinden bazılarının pek çok Ermeni vatandaşımızın ölümüne neden olan suistimalleri veya tedbirsizlikleri veya beceriksizlikleri veya öngörü eksiklikleri olduğunu da düşünüyorum. Bu açıdan bakıldığında Osmanlıların sorumluluğu, 'tehciri daha düzgün ve kontrollü bir biçimde gerçekleştirememiş olmak' şeklinde beliriyor.


112 -

ERMENi SOYKIRIM İDDIALARI ve TARiHiN INŞASI

sanlar (lay men), yani tartışma konusunun uzmanı olmayan herkes, zihinlerini kurcalayan sorunlar konusunda, çoğu kez sistemli bir tarzda hareket ederek uzmanların görüşlerini öğren­ mek yerine, fazla uğraşmadan kısa yoldan teoriler üretmektedir. Bu teoriler oradan buradan devşirilmiş bilgi parçaoklannın yanyana yapışhnlmasından oluşan, aralarında tutarlı bir bağ bulunmayan mozayikleri andırmaktadır. Tutarlılık ve manhksal ilkelere uygunluk gereğine tabi olmayan bu mozayik kültür, kitle iletişim araçlarının suladığı ve dolayısıyla büyük ölçüde medyanın şekillendirdiği bir dünyanın kültürüdür. Yeterli düzeyde veri ve enformasyon birikiminin gerekli olmamasına ilaveten mantıksal bir zincirde ilerleyerek argümantasyon yapma ve akıl yürütme gereklerinin de ortadan kalkmasıyla, herkes kestirme teoriler üretmektedir. Bu, bizler için de geçerlidir. İnsan zihni, boşluğu sevmemektedir. Dünyayı zihinsel planda kavrama ve ona hakim olma eğilimimiz, bizi, gözlediğimiz olaylar, kişiler ve durumlar konusunda, nedensel açıklamalar aramaya götürmektedir. Bu arayış, algı alanımıza giren her olayla ilgili olarak, "kim yaptı?", "neden yaptı?" sorularını sorup cevap bulma çabalarında somutlaşmaktadır. Her olaya bir fail bulmak ve bir neden atfetmek, insanları rahatlatmakta, zihinsel gerilimlerini sona erdirmektedir.

Günlük yaşamın epistemolojisi alanında yapılan sosyal psikoloaraştırmalar göstermektedir ki, bilimsel bilgiden farklı bir sağduyu ya da 'ortak duyu bilgisi', yani bir sosyal düşünce, bir günlük bilgi vardır. Bu bilgi, sıradan insanın günlük yaşamında ürettiği ve. kullandığı bilgidir. Başlangıçta günlük bilginin, bilimsel bilgiye kıyasla, acele üretilmiş ve bilimsel kurallara göre test edilmemiş bir bilgi olduğu, sokaktaki insanın da bilim adamından farklı olarak bir kognitif cimri (cognitive miser) olduğu, tüm seçenekleri dikkate almadan ve mantıksal usavurma ilkelerini, bilimsel yöntemin ya da algoritmanın ardışık işlemlerini izlemeden açıklamalarda bulunduğu düşünülmüş ve günlük bilgi, kusurlu bir bilim adamının, yani sokaktaki naif insanın üret-

jik


NURi BİLGiN - 113

tiği hatalı bir bilgi

olarak nitelendirilmiştir. Oysa bugünkü bakış

açısında,3 günlük bilgi veya teorilerin kendine özgü dinamikle-

rinin olduğu, bunun hatalı bir bilgi değil, sosyal olarak motive bir bilgi olduğu, sokaktaki insanın derdinin pek de öyle hakikat aramak olmadığı, vs düşünülmektedir. Bu anlamda günlük yaşamla­ rında insanlar bilimsel bilgiyi değil, enstrümantal bilgiyi aramaktadır. Onun için örneğin bilim adamlarının atom fiziğini nasıl anladığının önemi yoktur, bu bilgi günlük yaşamda operasyonel bir değer taşımaz, onun için önemli olan, atom fiziğinin medyada basitleştirilerek aktarılan ve günlük konuşmalara sı­ zan parçalarıdır, onun günlük yaşamında atoma ilişkin algılan ve sosyal temsili yeterlidir. Günlük yaşamın epistemolojisi konusunda çalışan sosyal psikologlar, 4 ortalama insanın, uzmanlardan farklı akıl yürütme ve yargıda bulunma tarzları gösterdiğini ortaya koymuş ve rasyonel yaklaşımla karşıtlık gösteren bu düşünme tarzlarını 'heuristikler' (örnekleme, kolay ulaşma, simulasyon ve referans heuristikleri) olarak nitelemişlerdir. Nisbet ve Ross'un5 belirttiği gibi, günlük yaşamımızda regresyon yasasını bilmeyiz, bir örneklemin temsili olmayışını ihmal ederiz, istatistiklere dikkat etmeyiz, tek bir olayı veya tek bir kişinin tanıklığını yeterli görüp, tüm grubu yargılarız, biricik, sansasyonel ve somut olana özel olarak dikkat eder ve teşhislerimizi, varsayımlarımızı doğ­ rulamaya çabalarız. Günlük yaşamda üzerinde konuştuğumuz dünya ya da gerçeklik, bizim mimarı olduğumuz bir sosyal inşadır.

3- Bkz. S. Moscovici: 'La nouvelle pensee magique', in Nouvelles Voies en Psychologie Sociale, Bulletin de Psychologie, v. XLV, n. 405, 1992, s. 301-324. 4- Bunlar arasında özellikle Tversky ve Kahneman'ı a~ak gerekir (Bkz. A. Tversky ve D. Kahneman: 'Causal schemas in judgements under uncertainty', in Progress in Social Psychology (Eds. M. Fishbein), 1, Hillsdale, Erlbaum). 5- R. E. Nisbett ve L. Ross: Human Inference:strategies and short-comings of social judgment, Englewood Cliffs (N.J.), 1980, Prentice Hail.


114 - ERMENi SOYKIRIM

İDDİALARI ve TARİHiN INŞASI

İçinde yaşadığımız sosyal dünya, yani günlük yaşamdaki düşüncelerimiz,

büyük ölçüde gerçekliğe ilişkin sosyal temsillerden ve örtük (implicite) teorilerden, mitoslardan oluşmakta­ dır. "Bizim her birimizin pratikte dogru saydıgı dünya, yani günlük yaşamımız ölçeginde effektif olan dünya, paylaşılmış temsillerimizin oluşturdugu dünyadır".6

Sosyal temsiller, belirli bir obje hakkında önceden oluşturul­ imajlar, söylemler ve modeller bütünüdür. Gerçekliği kavramayı, isimlendirmeyi ve betimlemeyi sağlayan birer kognitif araç olan sosyal temsiller, kategorileri, sınıfları, değer yargıları­ nı kapsarlar. Kişiler arası iletişimin koşulu ve aracıdırlar, zira kişiler arası iletişim, temsillerin sunduğu, önerdiği referantslara göre cereyan eder. Kendini tanımlama ve sunma, sosyal temsiller vasıtasıyla gerçekleştirilmektedir. muş

Herhangi bir uzmanlık alanına özgü olmayıp hemen her alanda görülebilen ve çeşitli kişiler tarafından paylaşılan temsiller, onları paylaşan kişilerin çeşitli etkinliklerine eşlik ederek, hem etkide bulunurlar, hem de sürekli olarak yeniden üretilirler. Zira bir takım gazetelerin okuyucusu, mağazaların müşteri­ si, bir kahvenin müdavimi, bir dini cemaatin veya partinin üyesi, vs. durumunda bulunan bu kişiler, günlük uğraşları içinde, sosyal temsillerini hem besler, hem de değerlendirme, akıl yürübne ve eylemlerinde kullanırlar. Değerlendirme ve eylem aracı olmaları nedeniyle, sadece bireylerin özel dünyasında kalmaz, sosyal ve moral sonuçlara da yol açarlar. Moscovici'nin deyişiyle "düşüncelerimizin içerikleri olan sosyal temsiller, değiştikleri veya yok oldukları takdirde, dünyanın da qeğişmesi­ ne yol açacak kadar önemlidir, çünkü insanların neler düşün­ dükleri, yani düşünce içerikleri, onların düşünce tarzlarını da etkilemektedir" .7 6- S. Moscovici: 'Presentation', a. g. e. s.141 7- a.g.e. s. 142


NURi BiLGiN - 115

Bu açıdan bakıldığında Ermeni soykırım iddialan etrafında­ ki tarhşmalar, tarihsel gerçekliğe ilişkin bir tez veya tarihsel bulgunun tarhşılmasından ziyade, sosyal temsiller planında cereyan etmektedir. 8 Söz konusu temsillerin objesinin tarihsel olgular olması dolayısıyla, bunlann tarihçilere bırakılması talebi, tutarlı ve mantıklı bir talep gibi görünse de, sosyal temsillerin oluştuğu alan ve işlediği sahne, uzmanlann dünyası değildir. Sosyal temsiller bilim adamlarının kontrollü dünyası dışında kalan her yere, tüm ara boşluklara, sahr aralarına, bilinçaltı örtük alanlara sızarak, kullanıma hazır ve kolay şemalar olarak ilk fırsatta devreye girmektedir. Bir sosyal gerçekliğin, tarihsel hakikatın yerini almaktadır. Zira temsiller, taşıyıcılan bakımından, 'dünyanın temsili olmayan ve dolayısıyla gerçekten mevcut bir dünya' (Husserl) niteligitJdedir. Bunun içindir ki, insanlar bir tarih inşa ettigi, tarihi yeniden ve kendine göre yazdıgı kanatine kapılmaksızın tarih yazmaktadır. Bazan yabancı bir diplomatın dağıttığı broşürlerde, bazan bir turistin sorduğu naif sorularda veya entelektüel tartışmalar­ da, bazan Avrupa Parlementosunun veya bir belediye meclisinin kararlarında, bazan bir TV programında veya sinema filminde kendini göstermektedir. Bunlar ortaya çıktığında gösterilen tepkiye bağlı olarak 'hata oldu', 'dikkatimizden kaçtı', 'asB- Bu analiz, Soykırım İddialarının gerçek olup olmamasından bağım­ sızdır;

zira burada tarihsel bir gerçekliğin olabildiğfrıce 'objektif' olgulara yaklaşım ve yöntemin bir niteliği olarak kullanıyorum) bir fotoğrafını ortaya koymak, yani gerçekliğin röprodüksiyonu değil, bizzat bu gerçekliğin inşası, yani prodüksiyonu söz konusudur. Eğer soykınm olduğu 'varsayımı'm öne süren kişiler, bilim adamlan olsaydı, tarihin ya da bilimin genel 'tahkik' ya da sağlama yöntemlerini izleyerek, varsayımlarını test etmeye çalışırlardı; bunu için sadece bazı kanıtlan ve tanıklıkları değil, tüm kanıtlan ve tanıklık.lan; bazı belgeleri veya arşivleri değil, tüm belgeleri veya arşivleri dikkate alma yoluna giderlerdi. (bu

sözcüğü


116 -

ERMENİ SOYKIRIM IDOIALARI ve TARiHİN İNŞASI

lında şunu

demek istedik' gibi sözlerle geri yal temsil varlığını sürdürmektedir.

adım atılsa

da, sos-

Bir konu sosyal temsil haline dönüştüğünde, gerçekten de değiştirilmesi çok zor bir durum ortaya çıkmaktadır. Bunların çok çeşitli enformasyon kaynaklarından gelen mozayik parçalan şeklinde oluştuğuna işaret ehniştik. Çoğu kez bunların kaynağı ve oluşma sürecinin başlangıa, net bir şekilde teşhis edilemediği için, sonuçlarıyla uğraşılmaktadır ve ne yazık ki uygun bir mücadele aracı da bulunamamaktadır. Gözümüzün önüne Batı toplumlarının tipik insanını getirelim. Bu, bizim toplumumuzdan bildiğimiz sıradan insanlardan pek de farklı değil. Çaba ekonomisine tabi olan bir kognitif cimri. Her sorunla ilgilenmeyen, ilgilendiği sorun konusunda da fazla kafa yormayan biri. Gazetede bir haber okuyor veya birisi yolda bir bildiri dağıtıyor veya radyoda bir haber dinliyor veya TV' de bir sahne görüyor veya arkadaşlarıyla sohbet ederken birisi yorumlarda bulunuyor. Varsayalım ki tüm bunlar ona 'Ermeni Soykınrn'ından sözediyor. Daha önce bilmediği (ya da kulaktan dolma bilgilerinin olduğu) bir konu bu. Ne yapacak? Fazla kafa yormadan kafasındaki bir klasöre bu enformasyonları yerleştiriyor. Ne zaman buna benzer enformasyonlar alsa, kafasında mevcut klasördeki şemanın ışığında algılıyor. Onun için Ermeni imajı bir kurban, mağdur, mazlum imajıdır; Türk imajı ise tam tersine zalim, kıyıa, haksız, vb. Üstelik de temel atıf hatası denen insani bir eğilim nedeniyle, Ermenilere yapı­ lanların tümü, Türklerin dispozisyonel özelliklerine atfedilir, ne koşullar, ne de hedef kişinin yapbklan görülür. Bu tür sosyal psikoloji bulguları, Batı toplumlarında insanlave buna bağlı olarak kamuoyunun oluşu­ munu anlamamızı sağlayabilir. Kamuoyunun oluşumu. açısın­ dan üzerinde durulması gerekli temel husus, bu ülkelerdeki sı­ radan insanların, Batı dünyası dışındaki ülkelerde olan bitenlere ilişkin temsi11eri ve motivasyonlandır. Batılı insanın kendi dırın düşünce tarzlarını


NURİ BİLGiN -

117

şındaki

dünyaya ilgisi, genelde kamuoyunun çeşitli etki mekanizmalarıyla yönlendirilmesinin bir sonucu olabilir. Ulusal hükümetlerin, politikalarım halkın gözünde meşru kılmak amacıyla kamuoyunu, kendi paralellerinde düşünmeye doğru yönlendirmeleri anlaşılır bir olgudur. İkinci bir neden uluslar arası karar mercilerinin dünyayı daha yaşanılır veya birlikte yaşama­ ya daha uygun kılmak amacıyla belirli değerlerin (demokrasi ve insan haklan gibi) promosyonu ve egemen olması yönündeki iyi niyetli çabalan olabilir. Ancak bunlar, önemli olsalar da, yeterli değildir. konusunda çalışan sosyal psikologların ortaya koyduğu üzere, insanlar aksine inansalar da, dünya hakkında degil, dünyanın zihinsel temsili hakkında düşünmektedirler. Bizim hakkında konuştuğumuz, tarhştığımız dünya, algılarımızın, imajlarımızın, temsillerimizin dünyasıdır. Zaten bu nedenledir ki, aynı dünyada yer almakla birlikte, farklı psiko-sosyal evrenlerde yaşarız. Dış dünyanın aynı bir durumu, kişilere göre farklı şe­ killerde algılanmakta ve temsil edilmektedir; bunlar, durumla ilgili davranışlarımızı etkilemektedir. Dolayısıyla 'aynı konu' hakkında konuşan, yazan insanların farklılıkları salt doğru-yan­ lış kriteriyle anlaşılamaz; bu farklılıkları, sosyal temsiller açısın­ dan, yani temsillerin oluşumu ve işlevlerini dikkate alarak değerlendirmek daha uygun olacakhr. Sosyal

biliş

Soykınm İddialannın Sosyal Kullanımı Batılı insanın

kendi

dışındaki

dünyaya ilgisi ve Ermeni Soykırım İddialarını paylaşma eğilimi nasıl değerlendirilebilir? Yaşamı metro-iş-uyku zinciri içinde geçen, gelecek kaygısı nispeten az, boş zaman buldukça hoş vakit geçirmeye çalışan, yemeği-eğlenmeyi seven, fazla okumayan ya da gazete sayfalarım üstün körü çevirmekle yetinen, entellektüel ilgisi zayıf ortalama Bahlı insanın, yani bizim toplumumuzda da benzer versiyonlarını (örneğin Pijama-Terlik-Televizyon sacayağına oturttuğumuz insan) yakından tanıdığımız sıradan insanın, Afrika'nın veya


118 - ERMENi SOYKIRIM IODIALARI ve TARiHiN

INŞASI

Asya'nın

uzak bir ülkesindeki insanların kaderiyle yakından ilgilenmesi, ilk bakışta gerçekdışı bir durum gibi görünmektedir. Kuşkusuz bu sorunla ilgili olarak sık sık başvurduğumuz bir açıklama şeması var(dı): Bu insanlar, yüksek bilinç düzeyine sahip, ileri düzeyde kültürlü, vb, yani model insanlardır. Ama artık hiç kimseyi tatmin etmeyen bu şema, ömrünü tüketmiş durumdadır. Bu konuda yeni açıklamalar aramak gerekir. Ermeni

soykırım

iddialan, bir sosyal temsil formunda yaygınlaştığında bir takım pratik işlevler görmektedir. Konuyu, özellikle bu sosyal temsilin en çok beslendiği Batı dünyası açı­ sından ele alarak belirli hususlara dikkat çekmek istiyorum. Bunların bir kısmı, insanın psiko-sosyal nitelikli genel eğilimle­ riyle ilgilidir, bazıları ise hedef gruplarla. İlk yorum ögesi, iletişim alanından gelmektedir. Bilindiği üzere kitle iletişim araçlarında, hemen her zaman çeşitli felaket, cinayet, ölümcül kaza, yolsuzluk haberlerine yer verilmektedir. Tüm bunlar, sosyal psikolojik açıdan aynı sonuca işaret etmektedir: İnsanlar, başkalarının başına gelen kötülükleri okumaktan veya görmekten garip bir hoşnutluk duymaktadırlar. Başkaları­ nın olumsuzluklarını vitrine koymak, bir rahatlama sağlamak­ tadır. Bu dünyada cereyan eden kötülükler, hep başkalarının eseri olduğunda, kendimizi iyi yanda veya iyi rollerde görmekten daha rahatlatıa ne olabilir ki. Bu saptamanın ikinci adımı, olaylara bir fail ve tercihan kötü bir fail bulmakbr. Zira failsiz kötülükler, dünyadaki kör kuvvetlerin, irrasyonel güçlerin eseri olacaktır ve bu tür bir dünyada insanın kendini emniyette hissetmesinin imkaru olmayacaktır. Dünyanın kendimize göre yontulmuş işleyiş şemasında, raslantısal olarak ortaya çıkan kötülüklere ve hatta durumsal faktörlerin yol açtığı, yani insan iradesinin dışındaki güçlerin neden olduğu olumsuzluklara yer yoktur. Bizden olmayan bir suçlu gerektiren bu şemaya en uygun failler, kötü yabanalardır (Adomo'nun otoriter yapılı kişi­ leri de böyle düşünmüyorlar mıydı?).


NURi BİLGiN -

119

İkinci yorum ögesi, Sartre'ın La Nausee (Bulantı) adlı eserinde iş­ ledigi temayla ilgilidir. Geçmişinde şu veya bu şekilde, şu veya bu nedenle suç veya günah işlemiş olanlar, vicdanlarını rahatlatma yönünde güçlü bir ihtiyaç duymaktadırlar. Bu insani duygu, tüm büyük dinler tarafından ritüel bir pratiğe bağlanmış son derece köklü bir eğilimin ifadesidir. Hemen her din, işlenen günahlara ilişkin bir kefaret yöntemi geliştirmiştir. Vicdan rahatlatma yöntemi, ya bir diyet ödemeye dayanmakta, ya da aksi yönde bir eylem ya da etkinlik ortaya koyma, örneğin daha dindar, daha iyiliksever, daha vatansever, daha insan hakları savunmacısı, vb. olma şeklinde somutlaşmaktadır. Bu ikinci husus, Bahnın eski sömürgeci ülkelerinin hükümetleri kadar, vatandaşlan bakımından da geçerlilik taşımaktadır.

Üçüncü yorum ögesi, halktan ziyade yönetimlerle ilgilidir ve bir günah keçisi bularak, belirli bir toplumsal düzeni koruma ve grup bütünlüğünü sağlama stratejisine dayanmaktadır (ve bu, Türkiye de dahil, tüm ülkeler için geçerlidir). Ortaçağ topluluklarının veba salgınları sırasında veya daha yakın zamanda Alman nazilerinin 1930'lu yıllarda günah keçileri yaratmaları, bu stratejinin en uç örnekleridir. Tarih boyunca çeşitli topluluklarda bir kurban vererek krizden çıkma şeklinde somutlaşan günah keçisi arayı­ şı, ortaya çıkış anında kendini hiçbir zaman brüt çıplaklığında ortaya koymamıştır, daima meşru bir kılıkta görünmüştür. Dünyanın büyük bir kısmının açlık ve yoksulluk içinde yüzdüğü bir durumda, Bahlı ülkelerin, diğer ülkelere, daima kendi üstün konumlarının pekişmesiyle sonuçlanan müdahaleleri, demokrasi, insan hakları ve kültürel haklar zemininde şekillenmektedir. Bu tür etkinliklerin stratejik bir anlamı da olabilir. Nitekim yeni kı­ talann keşfi ve kolonizasyonu döneminde, Tanrının mesajını tanıtmak ve yaymak için yeni k.ıtalara yayılan Hıristiyan misyonerlerin açtığı yoldan askerler ve tüccarlar girerek buraları sömürgeleştirrnişlerdir. Aynı şekilde, günümüzde yaşanan küreselleşme sürecinin Batı dünyası dışında kalan ülkeleri hemen hemen tümüyle bağımlılaştırma gibi bir hedef gübnesi de muhtemeldir.


120 - ERMENi SOYKIRIM İDDiALAR! ve TARiHİN

INŞASI

Günah keçisi olarak seçilen hedef ülkeler ise daima replik ya da misilleme imkanı zayıf ülkeler olmaktadır. Oysa bu hedef ülkelerin geçmiş kusurları ve hataları, tıpkı La Fontaine'in Vebalı Hayvanlar fablında olduğu gibi, yargıç ülkelerin geçmişte yaptıklarına kıyasla, çok daha küçük boyutlarda görünmektedir. Bireyler planında bu strateji, Batılı insanın yine kendi durumundan, ülkesinden ve yönetiminden az çok memnun olmasıyla sonuçlanmaktadır.

Dördüncü cevap ögesi, Avrupa ülkelerinde ve dünyanın bazı bölgelerinde zaman zaman canlandırılan Türkofobi diyebileceğimiz bir tür maskelenmiş Türk düşmanlığı ya da anti-Türk anlayışıyla ve buna paralel olarak Ermeni diasporasının bir düş­ man, bir "öteki" yaratarak etnik nitelikli bir kollektif kimlik inşasıyla ilgilidir. Konumuz açısından ayrı bir öneme sahip olan bu son nokta üzerinde biraz daha detaylı olarak duracağım.

Öteki Olarak Türk'ün İşlevselliği ve Mağduriyetin Cazibesi Bugün Batı dünyasının büyük bir kısmında geçen yüzyıllar­ dan bugüne aktarılan ve zaman zaman alevlenen bir 'Türk fobisi' vardır. Bu fobi, İslamdan korkuyu içerse de, salt MüslümanHıristiyan çatışmasına da indirgenemez. Bu olguda din faktörü, dini araçsallaştıran politik bakışlar vasıtasıyla devreye girmektedir. Asıl önemlisi, yüzyıllar boyunca Avrupanın kendini tanım­ layışında önce Osmanlıyı ve ardından Türk figürünü öteki olarak kullanmış olmasıdır.

Osmanlı İmparatorluğunun yıkılmasıyla

birlikte, Öteki olarak Türk, Batının büyük devletleri açısından büyük ölçüde iş­ levselliğini yitirmiştir, ancak Osmanlı İmparatorluğunun içinden doğan diğer devletler açısından sürekli olarak tazelenen bir işlevselliğe sahiptir: Çeşitli Balkan Ülkeleri, Arap ülkeleri, Yunanistan, Ermenistan, Öteki olarak Türk'ü sürekli ayakta tutmuşlar­ dır. Bu ülkelerde insanlar, kendilerini, kendi özelliklerinden zi-


NURi BİLGİN - 121

yade ötekinin özellikleriyle zıtlaştırarak tanımlamaya, yani negatif tanımlama yoluyla ortaya koymaya alışmışlardır.

Ôteki olarak Türk, Ermeni soykırım iddialarıyla zirve noktası­ na yükselmektedir. Osmanlı'nın ya da Osmanlı döneminde 'Türk' imajının koyu çizgileri, kılıç zoruyla fetih ve barbarlık olarak çizilirken, yakın yıllarda soykırımcı ve işgalci figürleri etrafında örülmeye çalışılmaktadır. Söz konusu Türk düşmanlığında kaba ırkçılıktan farklı bir yan var, yani ırk teorisinden ziyade, eski dönemlerden günümüze uzanan olumsuz Türklük temsillerine dayanan bir yan var. 9 9- Bu olumsuz tavır özellikle XVIII. yüzyıldan itibaren belirgin bir hale gelmektedir. Türklerin barbarlığı, tüm XIX. yüzyıl boyunca ve XX. yüzyıl başlarında, Bahlı devletlerin Osmanlılara yaklaşımının ana temasını oluşturmaktadır: Buna çeşitli örnekler verilebilir: V. Hugo'nun 'Türklerin geçtiği her yer harabe ve matemde" sözleri; Voltaire'in Rus çan il. Frederic'e hitaben yazdığı "Barbar Türklerin, Xenophon, Socrates, Platon, Saphocles ve Euripides'in ülkesinden kovulması" dileği ve 1769-1771 olaylarından büyük mutluluk duyduğunu belirtip, "bu barbarlara karşı zaferle biten bir savaş yetmez, onlan küçük düşürmek yetmez, onları bir daha geri dönmemek üzere Asya'ya kovmak gerek. İmparator hazretleri Türkleri öldürerek bana hayat veriyor. Her· zaman söyledim, eğer Türk İmparatorluğu yıkılacaksa, bu sizin sayenizde olacaktır" sözleri (Correspondance adlı eseri); 1. Dünya Savaşı sırasında 1916'dan itibaren Osmanlı İmparatorluğu'nun paylaşımı konusunda anlaşan İttifak Devletlerinin ABD Başkanı Wilson' dan, "Türklerin kanlı tiranlığına tabi halklann kurtarılması ve Batı uygarlığına temelde yabancı olan Osmanlıların Avrupa dışına atılması" talebinde bulundukları yazı (10 Ocak 1917); Londra Konferansı öncesi ve sonrasında İngiltere ve Amerikan basınında çıkan yazılar ve önemli şahsiyetlerin deklarasyonları; Batı Pensilvanya başpiskoposu, Harvard ve Princeton Üniversitelerinin başkanlarının ve bazı senatörlerin başkan Wilson'dan "Türklerin Avrupadan sürülmesini", "Müslümanların Hıristiyanları yönetimine son verilmesi ve İstanbul'un Türklerden alınması" talepleri; New York piskoposunun 100 kadar piskopos adına Canterburry başpiskoposuna, "Türklerin İstanbul'dan çıkarılması hareketine öncülük ettiği için teşekkür" telgrafı; ocak 1918' de


122 -

ERMENi SOYKIRIM İDDIALARI ve TARiHiN INŞASI

Burada mitik bir kıyıcı figürü var, karşısında ise mağdur, mazlum, masum halklar. Bu tür bir söylem, Osmanlı İmparator­ luğu döneminde olan bitenler konusunda, hem Bahnın emperyalist güçlerinin ve hem de Ermenilerin payını ve sorumluluğu­ nu unutturuyor. Bah toplumlarının suç ortaklığıyla bir Türkofobi ve Ermenofili yayılmaya çalışılıyor. Türkler şeytanlaştınlır­ ken Ermeniler melekleştiriliyor. Dünyanın her yerinde mahkemeler kuruluyor, deklarasyonlar yapılıyor ve Türklerin suçluluğu ilan edilip mahkumiyetleri kayda geçiriliyor. Üstelik bu Türkofobi, dünya ülkelerindeki kendini demokrat-ilerici gören güçlerin masum-mazlum-mağdur olanın yanında yer alma refleksiyle entellektüel çevrelerden de destek buluyor.

Gruplar

arası ilişkilerde

magdur olmak, avantajlıdır, kimsenin karşı çıkamadığı bir takım meşru haklar içerir. Bu magdurların meşru gücüdür. Mağdur durumu tescil edilen kişi veya grup, sürekli alacaklıdır; mağduriyet oyunu sürdüğü sürece, alacak.lan da asla bitmez. Bu nedenle gruplar arası çahşmalarda, mağdur olmayanlar da dahil herkes mağdur grup, mağdur cemaat, mağdur azınlık konumunda olmaya çalışır. Konumlan tescil edildiğinde, sürekli yeni taleplerde bulunma imkanına sahip olurlar.10 Ermeni

diasporasının

militan örgütleri, dünya

coğrafyasının

İngiltere başbakanı Lloyd George'a bir grup önemli şahsiyetin (sosyalist lider Hyndman, lord Bryce, Robert Cedi, yazar Seton Watson, çeşitli üniversitelerden bazı öğretim üyeleri, Daily News başyazarı M. Gardiner, vb) sunduğu ve "Yüzyıllar boyu entrika ve yolsuzluk yuvası olan İstanbul'un Türklere bırakılmasının bir felaket, hatta bir skandal olacagını" dile getiren memorandum, vb. (Kaynak: G. Gaillard, Les Turcs et L'Europe, Lib. Capelot, 1920, Paris). Diğer örnekler için bkz. Ermeni Dosyası, düzenleyen T. Kortantamer, Ege Ün. Ed. Fak. TER1G Yayını, 2002, İzmir 10- Bkz. N. Bilgin : Siyaset ve İnsan, (Bağlam Yayınlan, 1997, İstanbul) kitabında "Kurban veya mağdur psikolojisi" ve "Mağdur cemaatler oyunu" başlıklı yazılar.


NURi BiLGiN - 123 çeşitli noktalarına dik.ilen anıtlarla, Ermenilerin ezeli ve ebedi masumiyetini ve mağduriyetini anıtlaştırmayı hedeflemektedir. Bu, teknik tabiriyle bir tür 'çerçeveleme etkisi' yaratma politikasıdır. Propaganda etkinliklerinde gözlenen çerçeveleme olgusu, yaygın bir propaganda stratejisini ifade etmektedir. Buna göre propaganda zaman ve mekanda artma eğilimi gösterir. Propaganda görevlileri ve militanlar, rakiplerininkini sindirecek şekil­ de afişler asmaya, bildiri dağıtmaya, slogan atmaya, sloganlarıyla duvarları donatmaya çalışır. Uzmanlara göre 11 çok eski dönemlerden beri Hıristiyan dünyada yol boyunca serpiştirilmiş haçların veya haçlı yapıların, kişilere Hıristiyan bir dünyada yaşadıkları duygusunu vereceği düşünülmekteydi. Her yerde hazır ve nazır oluş, taraftarlara bir güç duygusu, paylaşılan ve korkulan bir güçle birlikte olma duygusu vermektedir. Çeşitli ülke ve kentlere soykırım anıtları dikerek, bir yandan kendi soydaş­ ları açısından 'Türke karşı Ermeni kimliği' inşa edilmeye, öte yandan diğer uluslardan olan kişilerde bir Türkofobi ve Ermenofili canlı tutulmaya çalışılmaktadır.

hususlar Soykırım Mitosu'nun, Bah Ermeni örgütleri açısından da ne kadar işlevsel olduğunu ortaya koymaktadır. Deklare edilen amaçlar ne olursa olsun bu iddialar, iddia edenlere ve iddialan paylaşanlara bir takım effektif ve potansiyel yararlar sağlamaktadır. Tüm bunlar Ermeni soykırım iddialarının Balının sıradan insanlarına neden çekici geldiğini de anlamamızı sağlamaktadır. Eğer bu iddialar, insanların günlük yaşamdaki düşüncelerinden ibaret kalsaydı, üzerinde durulmayabilirdi. Ancak söz konusu iddialar, günlük yaşamın çerçevesini aşıp yeni bir tarih yazımına malzeme oluşturmaktadır. Ulusal parlamentolar ve uluslar arası kuruluşlar, Ermeni örgütlerinin planlı eylemlerinin zoruyla tarihsel olaylan, peşin hükümlerle yargılamaya gitmektedir. Üstelik, meclislerin kararları belirli bir kamu oyunun desteğiyle Yukarda

özetlediğimiz

toplumlarından başka,

11- M. L. Rouquette:

Psychologie Politique, ed. PUF, 1988, Paris.


124 -

ERMENİ SOYKIRIM İDDİALAR! ve TARİHİN İNŞASI

alınmış

gibi görünmekle birlikte, aslında kamuoyunu yönlendirici, Türk karşılı tutum ve görüşleri dondurup sabitleştirmek iş­ levini görmektedir. Ermeni Soykırım Mitosunu besleyenler, tarihsel olguları bilimsel bir perspektiften irdelemek ve hukukun soğukkanlılığıy­ la değerlendirmek peşinde görünmemektedfr.12 Aksine il. Dünya Savaşı yıllarında yaşanan 'Yahudi Soykırımı'na insanlığın uluslar arası hukuk ve moral planındaki tepkilerini, kurnazca Ermeni Tehcirine transfer etmeye çalışmaktadırlar. Bu durumda Türkiye Cumhuriyeti'nin 'tarihi tarihçilere bırak­ ma tezi', her ne kadar tarihsel gerçekliği rasyonel yollardan belirlemek açısından etik bir değer taşısa da, soykırım iddialarına karşı mücadele planında yeterli değildir. Olaylar tarihsel nitelikli olabilir ve biz elbette ki tarih üstüne konuşuyoruz, ancak tarihi konuşma ve yazma biçimimiz, dolayısıyla inşa eylemimiz teknik anlamda tarihsel değildir, söz konusu inşa etkinliği bilimsel çevrelerde ve rasyonel bir platformda cereyan etmemektedir. Tarih, tarihçinin dışında yazılmaktadır. Bu nedenle, konuyla ilgili tarhşmalar, bir meta-teori, meta-söylem veya üst-dil düzeyinde yapılmak zonındadır. Oysa, toplumumuzda, sorun ne yazık ki, büyük ölçüde 'tarih' veya 'türkoloji' gibi disiplinlerden gelen tarih araşhrmacılarına (bazan da 'emekli' elçilere) havale edilmekte13 ve soykırım iddialarına, genel olarak olayların içinden bakılmaktadır, yani sorun, nesne-söylemine, konu-dili, olay-tasviri düzeyine, belgeler planına indirgenmektedir. Fakat bir meta-teoriye veri olması gereken belgeler, muhatapları sıra­ dan insanlar olduğunda, konuşmazlar. Nesne-söylemi, uzman için anlamlıdır, hiç değilse ilke olarak. Tarih yazma

işi, dünyanın

neresinde olursa olsun, uzmanlar

12- Burada (8) nolu dipnot habrlanabilir. 13- Bunu görmek için Ermeni Araştırmaları Türkiye Kongresi'ne katılan konuşmacıların uzmanlık alanlarına bakmak sanının yeterli olacaktır.


NURi BİLGİN -

125

yerine sıradan insanlara bırakıldığında ortaya, naif açıklamalar, mitoslar ve efsaneler çıkmaktadır. Sıradan insanların kestirme yollardan ürettiği bu tür teorilerin, hakikatı arama gibi bir amacı olamayacağı açıktır. Bunlar "bedava", yani bir kazanç beklentisi taşımayan zihinsel ürünler değildir, bilinçli veya bilinç dışı bir şekilde, bir takım amaçlara endekslidirler. Bu yüzden, brüt, çıplak gerçekliğe kıyasla giydirilmiş ve süslenmiş efsaneler, insanları daha çok ilgilendirmektedir. Günlük yaşamın dar alanında masum bir sohbet konusu gibi görünen bu teoriler gerçeklik gibi dayatıldıklarında, olumsuz önyargı ve stereotipleri besleyerek gruplar arası düşmanlıkları besleyip körüklemektedirler. Nedeni ne olursa olsun, tehcir sırasında yaşanan üzücü olaylar, bazı yetkililerin ve görevlilerin yaptıkları hatalar, suiistimaller başka, soykırım başka şeydir. Tarihin rafa kaldırıldığı kritik nokta burada bulunmaktadır. Soykırım iddiaları, yaşanan olaylan, hazır bir kalıba (soykırım kalıbı), bir kılıfa, bir geştalta sokmaya, olaylara bir elbise giydirmeye, bir mitos olarak inşa etmeye çalışmaktadır. Batı parlementolarında oy kullanan ve eylemlerinin ağırlığının yeterince farkında olmayan politikaolar, kendi seçmenlerinin psikolojisini ve sosyal temsillerini kuşkusuz anlayışla karşılayabilirler, ama moral planda bunları kopya ederek tarih haline getirme hakkına sahip değildirler. Bu tavır, ne bilimsel, ne de etiktir. Demokrasilerde kişilerin tercihlerine bırakılan alanlar bellidir, demokraside doğrular ya da hakikat oylanmaz, kanaatler oylanır; ortaya çıkan kararlar da doğruyu değil, paylaşılan kanaati gösterir. Tarihsel olaylara belirli bir perspektiften bakıldı­ ğı ölçüde, tarihsel bilginin inşası söz konusudur, ama olgusal gerçekliklere karşı değil. Eğer tarih, kişisel kanaat veya oy konusu olmaya bırakılırsa, bilim değil, öykü haline gelir.O



Ermeni Soykırım İddialan Hakkında Bir Değerlendirme

Yusuf Halaçoğlu*

"Bilgelik odur ki, neleri bildigini ve neleri bilmedigini bilmektir." Ermeni soykırım iddialan ve çeşitli ülkelerin bu konudaki tutumu, ciddi anlamda bütün Türkleri rahatsız etmektedir. Ancak bu iddialarda bulunanlar, Ermenilerin yönetim tarafından, kasıtlı olarak ve yok edilmek niyetiyle toplu bir katliama tabi tutulduğunu ortaya koyabilecek bir veriye dayanmadıkları gibi, somut olarak belgeleyememektedirler. Soykırım iddiasında bulunanların, o dönemde Fransa, İngil­ tere ve Rusya'nın tehcirle (zorunlu göç) Osmanlı Devleti'ni paylaşma politikalarının önüne set çekilmiş olduğunu ve bu nedenle böyle bir suçlama içine girerek, bunu bir baskı unsuru olarak ele aldıklarını gözardı ediyorlar. Dünyanın· karşı

sessiz

hiçbir ülkesinin, kendisini yıkmaya çalışanlara mümkün değildir. Nitekim Rusların Os-

kalması

* Prof. Dr., Türk Tarih Kurumu

Başkanı.


128 - ERMENİ SOYKIRIM IDDIALARI HAKKINDA BiR DE~ERLENDİRME

manlı

nezdindeki büyükelçisi Zinovyev, 26 Kasım 1912'de Rusya'ya gönderdiği raporunda (Rusya Dış Politika Arşivi, Siyasi' Kısım nr. 117 / 293), Rusya'run politikasını açıkca ortaya koymaktadır. Zinovyev bu raporunda şunları söylemektedir : "Bu anlatılanlar Ermeni halkının gittikçe Rusya tarafını tutmakta oldugunu göstermektedir ve bu istegin gerçekten de içten ve samimi oldugu ortadadır. Rusya'ya olan sempati Ermeni burjuvası ve aydınları arasında da yaygındır. İhtilalci partiler artık gittikçe itibannı kaybediyor ve yerine konservatif programıyla yeni partiler kuruluyor. Van, Bayezid, Bitlis, Erzurum ve Trabzon konsoloslarımızın bildirdiklerine göre bu vilayetlerdeki Ermenilerin hepsi Rusya tarafındadırlar ve bizim ordularımızı bekliyorlar. " yine aynı büyükelçi 6 Mart 1909'da "Osmanlı durum" adı alhnda geçtiği gizli raporda (Rusya Dış Politika Arşivi, Siyasi Kısım, nr. 37, s.252) şunları yazmış­ h: "Bitlis'teki Ermenilerin ne Türklerden, ne de Kürtlerden şikôyetle­ ri varken, Ermeni komitacı dernekleri kurulmakta ve dernekler geniş faaliyetlerde bulunmaktadırlar. Dernek üyeleri her pazar günü Bitlis kilisesinde toplantılar ve konuşmalar yapmaktalar. İhtilal fikrinde olan Ermenileri bir araya getirerek yönetime karşı mücadele için kışkırt­ maktalar. Toplantılar yasaklanınca Ermeniler, bu defa aynı anlamdaki bildirileri her tarafa yapıştırmışlar. Şu sırada Ermeniler arasında ihtiltilin ihtiyacı için vergi toplanmaktadır. ... Ermeni. ihtilal komitelerinin şiddet kullanma ve karşı çıkanları kılıçtan geçirme tehdidiyle bu tür gurupları sindirdikleri ögrenilmiştir". Buna

karşılık

İmparatorlugu'nda

Ennenilerin soykırıma uğradığım iddia edenlerin, yukarıda verdiğimiz Rus arşivindeki bilgileri hiç bir zaman kullanmadık­ ları görülmektedir. Tarih bir bütünlük içerisinde incelendiği takdirde bilim olur. Aksi takdirde ideoloji veya siyasi' bir niteliğe bürünür ki, bu da ulusların birbiriyle çalışmalarından başka bir işe yaramaz. Dolayısıyla Ermeni konusunda araşhnna yapanlar, Fransa, İngiltere ve Rusya'nın ne zamandan beri Osmanlı ermenileriyle ilgilenmeye başladıklarını ve hangi gayeleri olduğunu gözönüne alacak olurlarsa, ermenilerin asıl kimler tarafından


YUSUF HALAÇOOLU -

129

kullanıldıklarını

ve gerek Ermeni terör örgütleriyle Osmanlı güvenlik güçleri arasında çıkan çatışmalarda ve gerekse iki halk arasında meydana gelen mücadelelerde her iki taraftan ölenlerin, asıl katillerinin kimler olduğunu anlamaları mümkün olacaktır.

Tarihe baktığımız zaman yüzlerce yıl Türklerle ve Osmanlı ülkesinde huzur içinde yaşayan ve hatta müslüman unsurla bütünleşen ermeniler, 850 yıl sonra neden. ve nasıl oldu da düşman addedilmek durumunda kaldı? Objektif bir tarih araştınası, eğer gerçekleri arıyorsa, bu bakış açısını gözardı etmeyerek bir değerlendirme yapmak durumundadır. Bir takım varsayımlarla ve duygusal değerlendirmelerle, olduğundan başka bir tarih yazan ve tarihi çarpıtan kişinin, sadece belli çevreler adına hareket ettiği sonucu ortaya çıkar. Bu kimselerin kime veya neye hizmet ettiklerini anlamak zor olmasa gerektir. Fransa senatosunun aldığı kararı (18 Ocak 2001) aslında Fransa'run yeni bir politikası gibi algılamak safdillik olur. Zira, Fransa'nın Ermenilerle daha 1850'lerde ilgilendikleri bütün kaynaklarda yer almaktadır. Osmanlıların Ruslarla yaptıkları Ayastefanos Antlaşması (1878) sonrasında ise, Rusların Osmanlı ülkelerine tümüyle sahip olacakları korkusu, Fransa ve İngiltere'yi harekete geçirmiştir. Bu tarihlerden sonra, Ruslar tarafından daha önce kurdurulan Taş­ naksutyun ve Hınçak gibi komitelerin, yaptıkları insanlık dışı faaliyetlere rağmen desteklenmesi de. bundandır. Keza Osmanlı şehirlerinde Ermenilerin yoğun olarak yaşadıkları Doğu Anadolu' daki 6 vilayette ıslahat yapılması ve burada Fransa, İngil­ tere ve Rusya'run (1914'te bu ittifaka Almanya da dahil olmuş­ tur) önerdiği üç gayrı müslim adaydan birinin Osmanlı hükumetince vali tayini isteği, yine Anadolu'nun paylaşılması planı­ nın bir parçasıdır. Böyle bir politikanın takip edildiği Sevr'le kanıtlanmış ve neticede Osmanlı topraklan paylaşılmıştır. Bu dönemde Fransa'nın işgal ettiği Adana, Maraş ve Antep'teki askeri varlığının yarısının Ermeni lejyonerlerinden oluşması da, Ermenilerin hangi gaye ile desteklendiklerini ortaya koymaktadır


130 - ERMENi SOYKIAIM

İDDIALARI HAKKINDA BiR oeaERLENDIRME

(Halil AYTEKİN, Kıbrıs'ta Monarga (Bogaztepe) Ermeni Lejyonu TIK yayınları, Ankara 2000). Yine aynı şek.ilde Rus ordusu içinde de çok sayıda Ermeni askerin yer alması, bunun diğer bir kanıtıdır. Nitekim sınırdaki Osmanlı seyyar Jandarma komutanlığının raporunda Rusların sınıra yakın Türk köylerini aradıktan, bulduktan silahlan Ermenilere dağıttıkları, Ermenilerden asker topladıkları ve Kars bölgesindeki düşman askerinin çoğunun Ermenilerden oluştuğu rapor edilmiştir (Başba­ kanlık Osmanlı Arşivi, Emniyet-i Umumiye, 2. Şube, Dosya 2F/9). Keza, Ermeni delegasyonu başkanı Boghos Nubar Paşa da, Fransa Dışişleri Bakanlığına gönderdiği mektubunda, 150 bin kişilik bir Ermeni kuvvetinin Rus ordusu içinde yer aldığını Kampı,

yazmaktadır.

Osmanlı

Devleti'nin Birinci Dilnya Savaşına girdiği Kasım 1914'ten sonra, Ermeni teşkilatlan (Anadolu'da örgütlenmiş 21 parti ve demek vardı), İtilaf devletleriyle gizli görüşmeler yaparak, silahdınlmışlar ve Osmanlı ordusunu arkadan vurma planları yapmışlardı. Bilindiği gibi bu sırada Osmanlı devleti üç cephede savaşmaktaydı. Bunlardan biri Çanakkale, İkincisi Kafkasya, üçüncüsü ise Suriye-Filistin cepheleriydi. İşte bu üç cepheyi birleştiren üçgen içinde yaşayan Ermeniler, birbiri ardınca isyan etmeye ve silahsız sivil halkı öldürmeye başladılar. Zira Ermenistan olarak niteledikleri Van, Bitlis, Erzurum, Sivas, Elazığ ve Diyarbakır'da nüfusları %10-15 civarındaydı ve buradaki müslümanlan sürmedikleri takdirde bir devlet kuracak çoğunlukta değillerdi. İşte böyle bir ortamda, yani ölüm kalım mücadelesinin verildiği bir sırada, gerçekleştirilen bu isyanlar dolayısıyla Osmanlı yöneticileri, Ermenileri zarar veremeyeceklerini düşündükleri, yukarıda söz konusu ettiğimiz üçgenin dışına~ yani Mezopotamya bölgesine nakletme karan aldı. Savaşın devamı süresince o bölgede kalmaları planlanan Ermeniler, 6-7 ay içinde Anadolu'dan bu bölgeye nakledildiler. Bu nakil tehcir (zorunlu göç) olarak adlandırıldı. Zorunlu göç uygulaması, yaklaşık 450-500 bin Ermeniyi kapsadı. Bu sırada Osmanlı İmparator-


YUSUF HALAÇOOLU -

131

luğu'ndaki

Ermenilerin miktarı, yine yaklaşık olarak 1,5 milyon Rusya'yla savaş dolayısıyla 450-500 Bin Ermeni de kendiliklerinden Kafkasya'ya göç ettiler. Yabana kaynaklara göre sürgün dışı tutulan Ermenilerin sayısı ise 400 bin idi. Bu arada bazı Ermenilerin de Yurtdışına göç ettikleri, o tarihte Osmanlı limanlarından hareket eden gemilerin yolcu listelerinden ancivarındaydı.

laşılmaktadır.

Ermenilerin zorunlu göç ile Mezopotamya'ya iskan edilmeleri nasıl gerçek.leşti? Bu sırada ne kadar Ermeni kaybı meydana geldi? Gönderildikleri yerde Ermeniler nasıl bir hayat yaşa­ dılar? Daha sonra bu Ermenilere ne oldu? İşte bu soruların cevabını o döneme ait, taraf devletlerin arşivlerine bakarak vermek mümkündür. bu zorunlu yerleştirme, doğal olarak meşakkatli geçmiş, pekçok masum sivil Ermeninin mağduriyetine sebep olmuş ve yaklaşık 9-10 bin ermeni, eşkıya saldırısı, 30 bine yakın kişi de hastalıktan ölmüştür. Buna rağmen bu büyük yer değiştirme olayının canlı şahitleri, naklin büyük bir düzen içinde gerçekleştirildiğini yazmışlardır. Bunların başında Amerik.aiun Mersin konsolosu gelmektedir. Edward Natan, 30 Ağus­ tos 1915'te büyükelçi Morgenthau'a gönderdiği raporunda şun­ ları söylüyor: "Tarsus'tan Adana'ya kadar bütün hat güzergahı ErTehcir

dediğimiz

menilerle doludur. Adana'dan itibaren bilet alarak trenle seyahat etmektedirler. Kalabalık yüzünden sefalet ve çektikleri zahmete ragmen hükumet bu işi son derece intizamlı bir şekilde idare etmekte, şiddete ve intizamsızlıga yer vermemekte, göçmenlere yeteri kadar bilet sağla­ makta ve muhtaç olanlara yardımda bulunmaktadır" (Başbakanlık Osmanlı Arşivi,

Dahiliye, Emniyet-i Umumiye, 2.

Şube,

nr.

2D/13). Osmanlı Devleti arşiv belgelerine bakbğımızda, nakledilmesi planlanan Ermenilere göç hazırlığı yapmaları için bir hafta ile 15 gün arasında zaman tanınmış, yola çıkarılan kafileler, aşiret­ lerin ve halkın zarar vermelerini önlemek için jandarmalar eşli-


132 - ERMENi SOYKIRIM

İDDIALARI HAKKINDA BİR DE~ERLENDİRME

ğinde

hareket ettirilmiştir. Gittikleri yerlerde ev yapımı, yerleş­ tirilecekleri yerlerin ziraate elverişli olması gibi önlemler de alınmışhr. Nitekim savaşın bitiminden sonra, yani 1919 yılında Osmanlı devletinin çıkardığı yeni bir kanunla Ermenilerin evlerine geri dönmeleri izni verilmiş, Ermeni Patrikhanesinin tesbitlerine göre 644.900 Ermeni geri dönmüştür. Bu durumda niçin soykırım iddiasında bulunulmaktadır?

Aslında tarafsız

bir soykırımın yaBunun için 1915'ten sonra, başta Fransa, Amerika, Rusya, İngiltere, İran, Suriye v.s. ülkelere ne kadar Ermeninin gittiğinin nüfus kayıtlarından öğ­ renilmesi ve halen bu ülkelerde yaşayan Ermenilerin miktarları­ nın tesbiti, Ermenilerin iddia edildiği gibi öldürülüp öldürülmediklerini ortaya koyacakbr. olarak

düşünüldüğünde,

şanıp yaşanmadığı kolaylıkla anlaşılabilir.

Zaten öldürüldüğü iddia edilen Ermenilerle ilgili verilen rakkamlann da tutarsızlığı bunu ispat için kafidir. Son zamanlarda, öldürülenlerle ilgili verilen rakkamın 1,5 milyonun üzerinde ifade edilmesi, işin nasıl çığırından çıktığının göstergesidir. Kaldı ki, öldürüldüğü iddia edilenler nereye gömülmüştür? Her bir toplu mezara 500 kişi konacak olsa 3000 toplu mezar olurdu ki, bu toplu mezarlar nerededir ve şimdiye kadar neden bir toplu mezar bulunamamıştır? Halbuki, gerek Amerikan arşiv belgelerinde, gerekse İngiliz arşiv belgelerinde, 1919 tarihinden sonrasına ait Ermeni nüfus kayıtlan, Ermenilerin yaşadıklarını ortaya koymaktadır. Bunlardan Amerikan arşivinde yer alan 1921 yılına ait bir belgede (US Archives, NARA 867.4016/ 816) çeşitli ülkelerde yaşadığı belirtilen Osmanlı Ermenilerinin sayısı 1,200,000 olarak verilmiştir. Keza 1925 tarihli bir başka Amerikan belgesinde ise bu sayı 1,768,000 olarak daha yüksek bir düzeyde gösterilmektedir. Öte yandan, yok etmek kastında olan bir devletin sevk ettiği insanlara, yabana ülkelerden gönderilen yardımı dağıtması, onlar için Birinci Dünya Savaşı'nın tüm şiddetiyle devam ettiği


YUSUF HALAÇOGLU - 133

bir sırada hastahaneler kurması, kafilelere saldırıda bulunanlan mahkemeye sevk ederek cezalandırması beklenebilir mi? Aslında Ermeni delegasyonu başkanı Boghos Nubar Paşa, Fransa Oışişleri Bakanlığı'na gönderdiği raporda (Archives des Affaires Etrangeres de France, 5erie Levant, 1918-1928, Sous s~­ rie Armenie, Vol. 2, folio 47), Osmanlı topraklanndaki Ermenilerin ne miktarda hangi ülkelere sürüldüklerini bildirerek, tehcirin bir soykırım olmadığını bir anlamda ispat etmiştir. Ayrıca, Amerika Büyükelçisi Hanry Morgenthau'ın hahralarındaki (Ambassador Morgenthau's Story, New York 1918) Ermeni protestanlarının vekili Zenop Bezciyan'ın ifadeleri de Boghos Nubar'ı teyid etmektedir.

Ama asıl şaşıma olanı, bu zatların ifade ettikleri rakkamlann Osmanlı arşivindeki tehcir edilenlerle ilgili şehir şehir verilen rakkamlarla uyuşmasıdır (Bkz. Yusuf Halaçoğlu, Ermeni Tehciri ve Gerçekler, 1914-1918, TIK Yayını, Ankara 2001, s. 73-80). Öyleyse Ermenilerin öldürüldükleri iddialarını ileriye sürenler neden böyle bir yola başvurdular? Bunu da Prof. Dr. Heath W. Lowry'nin Büyükelçi Morghentlıau 'un ôyküsünün Perde Arkası, İs­ tanbul 1991 adlı eserinden öğrenebiliriz. Burada temel hedefin, "Amerikan halkını, savaşın zaferle sonuçlanması geregine inandır­ mak" olduğu açıkca belirtilmektedir. Gerçekten de, Suriye bölgesine zorunlu olarak nakledilmiş bulunan Ermenilere karşı Osmanlı Devletinin bir art niyeti olsaydı, yani bir biçimde onları tamamen imha etmek istemiş olsaydı, gerek Kızılhaç, gerekse başta Amerikan yardım kuruluş­ ları olmak üzere çeşitli ülkelerin yardım kuruluşlarını, yardım etmeleri için Ermenilerin yerleştirildikleri bölgelere ve kamplara sokar mıydı? Nitekim bu türden yardım kuruluşlarının ne kadar Ermeniye yardım ettiklerini, yine Amerikan arşiv belgelerinden öğrenmekteyiz. Near East Relief adındaki yardım kuruluşunun, 3 Şubat 1916 tarihi itibariyle 486 bin Ermeni'ye yardım ettiğine dair belge, Amerikan Oışişleri Bakanlığı arşivin­ de 59.867.48/271 numarada kayıtlıdır.


134 - ERMENi SOYKIRIM IDDIALARI HAKKINDA BiR DEÖERLENDIRME Osmanlı arşivinde

Ermeni konusunu araştıran yerli ve bilim adamları, Ermenilerin şu veya bu ad altında sistemli bir öldürme hareketine maruz kaldıklarını söyleyememektedirler. Zira, bu güne kadar hiç kimse tarafından böyle bir belge bulunamamışb.r. Soykırım yapıldığını iddia eden bazı Türk tarihçiler ise, Osmanlıca bilmedikleri gibi, Osmanlı arşivinde hiçbir zaman araştırma yapmamışlardır. Bu konudaki iddialar, ne yazık ki, sadece siyasi nitelik taşımaktadır. Tarihi gerçeklere rağmen, bazı çevrelerin hesap ve hevesleri uğruna soykırım iddialarını kabul etmek lüksünü göstermemizi de kimse bizden beklememelidir. yabancı

Çok suçlanan İttihat ve Terakki yöneticileri ise Malta'da İn­ giliz esareti alb.nda olduk.lan ve (Osmanlı arşivleri dahil) aleyhlerinde kullanılabilecek her türlü imk!n ve vasıta da işgal güçlerinin elinde bulunduğu halde, suçlanmalarına yetecek delillerin bulunamaması sebebiyle serbest kalmışlardır (Bilal Şimşii-, Malta Sürgünleri, Ankara 1985). Buna rağmen, İttihat ve Terakki'nin ileri gelenleri, Anadolu'daki alışkanlıklarını devam ettiren bir kısım Ermeni militanı tarafından, maalesef öldürülmüştür.

Türk İstiklal Savaşı'nda işgal kuvvetleriyle Osmanlı topraklanna geri dönen Ermeniler -işgal kuvvetlerinin Ermeni haklarını ve mallarını korumak düşüncesi bulunmamakla beraberne gariptir ki, mallarını fazlasıyla elde etmelerine rağmen, çocuk-kadın-ihtiyar demeksizin binlerce müslümaru katletmiş­ lerdir. Ne garip tecelli! Bu hareket onlara, 18 Aralık 1918 tarihinde çıkarılan geri dönüş kararnamesiyle sahip oldukları topraklarını ve mülklerini kaybettirmiş, yardım ettikleri işgal kuvvetleriyle birlikte ülkeyi terk etmeleriyle neticelenmiştir. Bu gün parlamentolarında soykırımı kabul eden ülkeler, büyük sıkıntı çekmekte olan Errnenistan'a neden yardım etmemektedirler? Buna karşılık, neden 40-50 bin Ermeni halen Türkiye'de çalışabilmektedir? Bunların doğru cevaplan, soykırım iddiacılarının hedeflerini de belirleyecektir. Q


Türk-Ermeni İlişkileri ve Tehcir

Kemal Çiçek*

Giriş: Tarihi Süreçte Türk Ermeni İlişkileri

Türk-Ermeni ilişkilerinin tarihi 9. Asrın başlanna kadar gitmektedir. İslam kaynaklanna göre Abbasi ordularında görev yapan Boğa el-Kebir et-Turki gibi Türk komutanlar 11. Yüzyılın ortalannda Ermenilerin yaşadık.lan topraklara akınlar yapmış­ lardır. Bu akınların sonucunda nüfus olarak yetersiz ve askeri bakımdan zaten etkisiz olan Ermeniler hakimiyet albna alınmış­ br.1 Ancak Abbasi Devleti, Bizans ile yapbğı amansız mücadelede bir tür tampon güç olarak Ermenilere ihtiyaç duyduğundan buradaki siyasi yapılanmanın krallık şeklinde devam etmesini daha uygun görmüştür. Bu strateji doğrultusunda 882 yılında Aşot bin Smbat adlı bir Ermeni prensi kral ilan edilmiştir. Bu şe* Prof. Dr., Karadeniz Teknik Üniversitesi öğretim üyesi; halen Türk

Tarih Kurumu Ermeni Masası'nda görevli. 1- Nejat Göyünç, TUrkler ve Ermeniler, yay. haz. Kemal Çiçek, Ankara, 2005, s. 35.


136 -

TÜRK-ERMENİ İLİŞKİLERİ ve TEHCiR

kilde Ermeni toplumundaki huzursuzluk ve Abbasilere karşı muhtemel bir itaatsizliğin de önüne geçilmiştir. Her ne kadar Ermeni kralı Aşot'un yetki ve gücü bir Abbasi valisinden öteye geçememiş ise de, Ermeniler uzun bir aradan sonra krallıklarını tekrar kurmuşlardır. Merkez yine muhteşem surlara sahip Ani kenti olmuştur. Türk-Ermeni tarihi ilişkilerinde esas aktif dönem ise Türk Anadolu'ya ciddi askeri akınlar düzenlediği XI. Yüzyıl başlarında olmuştur. Çağrı Bey komutasında 1020'li yıllarda gerçekleştirilen ilk akınlarda, Türkler karşılarında 1000 yılından beri Bizans hakimiyetine girmiş olan ve kral unvanlı prensler tarafından yönetilen bir Ermeni toplumu bulmuşlardı. Ancak bu toplum asıl büyük darbeyi Bizans İmparatoru II. Basil' den yiyecekti. Çünkü il. Basil krallıklarının ellerinden alın­ ması ve vassal statüsüne düşürülmeleri sebebiyle itaat etmeyen Ermeni prensleri üzerine bir sefer düzenleyecek ve bütün bölgeyi yakıp yıkacaktı. Van gölü ve çevresinde Vaspurakan denilen bölgede 12 kale, 4400 köy ve 115 manastırdan oluşan Van gölü Ermeni krallığının bütün topraklarını Bizans' a ilhak edecekti. Bununla yetinmeyerek hemen akabinde de 40.000 Ermeni'yi Orta Anadolu'ya, Malatya ve Kayseri yörelerine tehcir edecekti. akıncıların doğu

İşte, Türklerin bölgeye akınlarının yoğunlaştığı 1045 yılı ve sonrasında Doğu

Anadolu'da siyasi ve sosyal durum buydu. Bizans'a tepkili olan Ermeni toplumu, yeni akınlar karşısında kuvvetli bir direniş de sergilemiyordu. Ermenilerin bu itaatsizlik ve Bizans'a karşı isyanları, Bizans İmparatoru IX. Konstantin Monamakhos'u bölgeye yeni bir askeri harekata yöneltti. Bu sefer sırasında Ani şehri bir kez daha tahrip edildi. Kars ve hatta Van bölgesi Ermeni hanedanlarının tüm soyları ortadan kaldırıldı ve malikanelerine el konuldu. Konstantin daha da ileri giderek, Ermeni kilise ve manastırlarıyla vakıf mallarına el koyarak, kendi bürokrat ve kilise mensuplarına dağıttı.2 Dolayısıyla

2- Ali Sevim, Genel Çizgileriyle Selçııklu-Enneni İlişkileri, Türk Tarih Kurumu, 2. Baskı, Ankara, 2002, s. 6-7.


KEMAL ÇİÇEK -

137

Böylece yeni Türk akıncıları karşılarında siyasi bakımdan dağı­ nık ve Bizans' a tepkili bir Ermeni toplumu buldular. Türk akınları 1060'lı yıllardan sonra önemli ölçüde arttı. Nihayet 1064 yılında Sultan Alparslan Bizanslıların kontrolündeki Ani kentini ele geçirdi. Fakat 1071 Malazgirt zaferinden sonra gelen Türk hakimiyeti sonucu Ermeni yurdunun uç bölge olmaktan çıkması, Ermeni toplumunu rahatlattı. Bu arada Bizans adına hareket eden Ermeni Vahram, Maraş ile bugünkü Adana arasındaki bölgede ele geçirdiği yerler sayesinde, bazı Ermenilerin bölgede tutunmasını sağlamışhr. Zaten yüzyılın başlarında il. Basil' in yaphğı sürgünler sayesinde burada önemli bir Ermeni nüfus oluşmuştu. 1. Haçlı seferi sonrasında ise bölgedeki Ermeniler bir krallık altında toplanmayı başarmışlardır.3 Haçlılar, Moğollar ve Bizans'ın dolaylı yardımları sayesinde varlığını sürdüren bu krallık 1375 yılında Memluklar tarafından ortadan kaldırılıncaya kadar siyasi olarak varlığını sürdürdü. Ama bu krallık aslında hiçbir zaman tam bağımsız bir şekilde varlık gösterememiştir. Geçen dönemde de bilindiği üzere bölge Türk boylarının akın akın göçleri sonucu çoktan "Türkiya" şeklinde anılmaya başlamışh. Ermeni toplumu da Türk hakimiyetindeki pek çok halktan birisi haline gelmişti. Osmanlı İmparatorluğu'nun kurulması sonrasında ise Ermenilerin siyasi, sosyal ve ekonomik bakımdan kaderleri değişti. Bizans tarafından Orta ve Bab Anadolu' ya sürgün edilen Ermeniler ile Türkmenler arasında dostluk ve işbirliği gelişti. Ancak Osmanlı hakimiyeti albndaki Ermeni toplumu için dönüm noktası teşkil eden olay, Fatih Sultan Mehmet tarafından 1461 yılın­ da Ermeni Patrikhanesi'nin İstanbul' da kurulmasıdır. Böylece Ermeniler Osmanlı idari sistemi içerisinde millet statüsü kazanmış oldular.

3- Mehmet Ersan, "Ermenilerin Çukurova' ya Yerleşmesi", yay. haz. Erhan Afyoncu, Ermeni Meselesi Üzerine Araştırmalar, İstanbul, 2001, s. 1-8.


138 -

TÜRK-ERMENi iLiŞKiLERi ve TEHCiR

Bu yılda, Fatih Sultan Mehmet, Ermeni ileri gelenlerinden alh aile ile birlikte Hovakim'i İstanbul' a davet etmiş, aynca Anadolu'nun çeşitli şehirlerinden çok sayıda Ermeni'yi İstanbul'a sürerek, burada alb cemaatlik bir Ermeni toplumu meydana getirmiştir. 1478 tahrir defterinde ise yaklaşık 1000 hanelik Ermeni cemaati görürunektedir.4 Ermeni dini liderlerinin Patrik unvarunı kullanması ise muhtemelen Kanuni Sultan Süleyman zamanında olmuştur.S Aynı tarihte gerçekleşen ilginç bir tarihi olay da, Kozan' daki Ermeni Patrikliğinin Eçmiazin' e taşınması­ dır. 6

Osmanlı milletlerinden birisi olarak Ermeniler çok huzurlu bir dönem yaşamışlar, İmparatorluğun büyümesinde her bakımdan önemli hizmetlerde bulunmuşlardır. Karamandan getirilenlerle nüfusu artan Ermeniler, İstanbul' da ilk matbaalarını 1587 yılında kurmuşlardır. Devlete bağlılık ve hizmetlerinden dolayı "millet-i sadıka" sıfab ile ödüllendirilmiş.lerdir. Nitekim 1835-1839 yıllan arasında Türkiye'de bulunan Helmut von Moltke İstanbul'da Ermeni seraskeri Husrev Paşa'run Ermeni tercümanı Mardiraki ve ailesinden "Hıristiyan Türkler" şeklin­ de söz etmiştir? Pek çok gözlemci ve seyyah da Ermenilerin Türkçe' den başka dil bilmediklerini kaydetmişlerdir. Amerikan misyonerleri de ayni nedenle mezhep değiştirttikleri Ermenile-

4- M. C. Şehabeddin Tekindağ, "İstanbul" maddesi, İA V /2, s. 1207'de 1473 yılında İstanbul Ermenilerini 756 kişi olarak vermektedir. 5- Göyünç, a.g.e., s. 42. 6- Dikran Kouymjian, "Armenia From the Fall of the Cilician Kingdom

(1375) to the Forced Emigration Under Shah Abbas", The Armenian People From Ancient To Modern Times , ed. R.G. Hovannisian, St. Martin' s Press, New Y~rk, 1997, C.II, s. 1-50, özellikle burada 35-40. 7- Helmuth von Moltke, Briefe über Zustaende und Begebenheiten in der TUrkei aus den /ahren 1835 bis 1839, 8. baskı, Giriş ve notlar: Gustav Hirschfeld, Berlin 1917, s. 34. Türkçe çeviri: Hayrullah örs, Moltke'nin Türkiye Mektupları, İstanbul 1969, s. 35.


KEMAL ÇiÇEK - 139

re bile Türkçe olarak ayin yapmak zorunda

kalmışlardır.8

Türkler ile kaynaşmaları ve geliştirdikleri bu dostluk sayesinde Enneniler Osmanlı devletinde önemli görevler üstlenmiş­ lerdir.9 Osmanlı arşiv belgeleri, Ermenilerin tercüman, vergi toplayıosı, mimar, zanaatkar, hazinedar, meclis üyesi ve hatta bakan olarak her türlü göreve ön yargısız olarak tayin edildiklerini göstennektedir. Böylece 'amira' olarak bilinen sınıflar arasında çok sayıda aristokrat Ermeni ailesi ortaya çıkmışhr. Ermeniler arasından 17. yüzyılda Grigor Daranaghtsi ve 18. yüzyılda Eremia Çelebi Kömürciyan gibi ünlü tarihçi, şair ve edebiyatçı­ lar yetişmiştir.10 18. yüzyıl başlarında İstanbul' da sayıları 4'e ulaşan Ermeni matbaalarında 40 cilt, çoğu dini içerikli kitap basılmışhr. Askerlik hizmetinden muaf oldukları için ticarete ve sanat hayahna ablan Ermeniler, bu alanda da çok başarılı aileler çıkarmışlardır. Kuyumcu olan Düzyan ailesi, mimar olan Balyan ailesi,11 tekstilci Bezciyan ailesi, ressam Manus ailesi, mühendis ve diplomat çıkaran Dadyan ailesi bunlar arasında akla ilk gelenlerdir. Aynca özellikle Tanzimat sonrasında pek çok Ermeni de bakanlık seviyesine kadar yükselerek Osmanlı İmpara­ torluğunu dış ülkelerde temsil etmişlerdir.12 Bunlardan G. Noradonkyan Dışişleri bakanı olarak ünlenmiştir. Osmanlı sultan-

8- Bertha Morley, B. Marsovan 1915: The Diaries of Bertha Morley, Michi-

gan, 2000. 9- Rh. Y. G. Çark, Osmanlı Devleti Hizmetinde Ermeniler, İstanbul 1953. 10- Vahe Oshagan, "Modem Armenian Literature and Intellectual History From 1700 to 1915, The Armenian People From Ancient To Modem Times, ed. R.G. Hovannisian, St. Martin's Press, New York, 1997, c.ıı, s. 139-174. 11-A. R. Albnay, TUrk Mimarlıın, İstanbul 1936 ve Pars Tuğlacı, Osmanlı Mimarlıgında Batılılaşma Dönemi ve Balyan Ailesi, İstanbul 1981. 12- Diğer hariciye mensubu Ermeniler için bkz. Sinan Kuneralp, Son Dönem Osmanlı Erkfin ve Ricali (1839-1922), İstanbul 1999 ve Galip Kemali Söylemezoğlu, Haridye Hizmetinde Otuz Sene 1, 1892-1922, İstanbul-950.


140 -

TÜRK-ERMENi iLiŞKiLERİ ve TEHCİR

larının

özel hekimleri arasında Bogos (1744-1814), Manµel (1775-1858) ve Pavlaki (1806-1887) gibi pek çok Ermeni vardır.13

Ne var ki bu dostluk ve iyi komşuluk havası Ermeniler arasına yabana misyonerlerin girmesi ile bozulmaya başlamıştır. 1789 sonrası yayılan milliyetçilik hareketleri ve Rusya'run doğu Anadolu üzerinden sıcak denizlere inme planına piyon olarak Ermenileri de katması ilişkileri daha da gerginleştirmiştir. Bir yandan 1816 yılında Moskova' da kurulan Ermeni Şark Dilleri Enstitüsünün ajanları, diğer taraftan misyonerlerin çalişmalan Ermenilerle Türkler arasında ilişkileri yavaş yavaş kopma noktasına getirmiştir. Özelikle Katolik, Protestan ve Rusya kökenli misyonerlerin Ermeniler arasında yürüttüğü ayrılıkçı çalışmala­ rın etkisi vurgulanmalıdır. Çünkü misyonerlerin farklı mezhepler adına yürüttükleri faaliyetlerin sonucunda sadece Türk-Ermeni ilişkileri zarar görmemiştir. Ermeniler de farklı mezheplere bölündüğü için birbirlerine yabancılaşmışlardır. Fatih Sultan Mehmed döneminden itibaren Osmanlı devletinin, Ermenileri bir millet çatısı albnda ·toplama gayretlerine karşılık, özellikle Amerikan ve İngiliz Protestan misyonerleri 19. yüzyılın ikinci yansından itibaren emellerine ulaşmışlar ve 1850' de İngiltere hükümetinin siyasi desteği sayesinde Ermeniler arasından bir Protestan Ermeni milleti çıkartmışlardır. Sayı bakımından az olmakla beraber, Amerikan misyonerleri vasıtasıyla akan paralar sayesinde Protestan Ermeniler toplum içinde ağırlıklarını gitgide arttırmışlardır. Böylece büyük çoğunluğu Gregoryen Ortodoks ve az sayıda Katolik Ermeni cemaatlerine, Protestanlar <la katılmışlardir. Avusturya, İtalya ve Fransa'run Katolik Ermenileri, 1774 Küçük Kaynarca Antlaşmasından itibaren Rusya'nın Ortodoks Ermenileri ve İngiltere ile Amerika'nın Protestan Ermenileri himaye altına almaları, Osmanlı millet sisteminin toplumda oluşturduğu hassas dengeleri bozmuştur. Kendi ülkelerinde etnik, kültürel ve dinsel ayrımcılık yaşayan misyonerler, 13- Bu üç şahıs ve

diğerleri

için bkz. Rh. Y. G. Çark. a.g.e., s. 88-106.


KEMAL ÇiÇEK -

141

böylece Osmanlı coğrafyasına da "öteki" anlayışını taşımışlar­ dır. Ermenilere aşılanan bu yeni bakış, dinsel ve etnik farklılık­ ların ilişkilerde belirleyici olmasına sebep olmuştur. 1877-78 Osmanlı Rus savaşı sırasında Ermenilerin bir kısmının Rusya ile birlikte hareket etmeleri, özellikle Kafkasya ve Kırım' dan Anadolu' ya gelen Müslüman göçmenleri çok daha fazla huzursuz etmiştir.

1774 Küçük Kaynarca Antlaşmasından sonra Ermeniler üzerinde etki kurmayı devlet politikası haline getiren Rusya, nihayet büyük ölçüde amaona ulaşmışbr. İran' daki Safevi devleti ve Osmanlı İmparatorluğu ile yürüttüğü mücadelede kendisine itaatkar bir taraftar kitlesi kazanan Rusya, bilindiği gibi İran ve Osmanlı İmparatorluğuna karşı 1820'li yıllarda yaptığı savaşlarda ordusunda savaşan Ennenileri Revan ve Nahçıvan hanlık topraklarında toplamış ve bir "Ermeni vilayeti" kurarak ödüllendirmiştir. Böylece 1375 yılından sonra ilk kez kendi sözde yönetimleri albnda bir siyasi kimlik kazanan Ermeniler, aynı zamanda önemli ölçüde asimilasyona uğrayan etnik kimliklerini de tekrar kazanmak için çalışmalar yürüttüler. Onlara bu çalışmalarında Rusya yanında, belki de çok daha fazla olarak Protestan misyonerler yardım ettiler.

Bu dinsel ayrımalık ve Avrupa' dan Osmanlı topraklarına geçen etnik milliyetçilik, sonunda Ermenilerin de örgütleşnme sürecine geçmelerini sağladı. Çoğu yurtdışında olmak üzere onlarca Ermeni gizli örgütü kuruldu ve Osmanlı devleti aleyhine çalışmaya başladı. Rusya'nın Yeşilköy'de Osmanlı İmparatorlu­ ğunu ağır

bir antlaşma imzalamaya zorlamasının ardından da bunlar aralarında birleştiler ve daha güçlü siyasi c~gütler haline geldiler. Kara Haç (1878)14, Anavatan Müdafileri (Pashtpan Ha1~

Ermeni hakları için silahlı mücadele yolunu seçen bu gizli örgüt, Er· meni gençleri tarafından Van' da kurulmuştur. örgüte sadakatsiz·


142 - TÜRK-ERMENi

iLiŞKiLERi

ve TEHCiR

ireniats) (1881)15, İhtilAlci Armenekan Partisi16 (1885), İhtilAlci Hınçak Partisi17 (1887), TaşnaksutyunlB (1890) gibi demek ve partiler bunların önde gelenleri olarak burada sayılabilir.19 Erlikte bulunan veya ihanet eden üyelerin üzerine siyah Haç çizip , infaz etmesiyle bu adı almışbr. (bkz. Louis Ziazan Nalbandian, 17ıe Armenian Revolutionary Movement of the Nineteeth Century: The Origins and Development of Armenian Political Parties, Ph. D. Dissertation, Stanford University, 1959, s. 135). 15- Bu örgüt ,1882'de güvenlik kuvvetleri tarafından dağıblmışbr. (Bkz. Ralph Elliot Cook, The United States and The Armenian Question, 1894-1924, Unpublished Thesis, Fleitcher School of Law and Diplomacy, April 15, 1957, s. 8-10). 16- Marksist görüşlere sahip olan bu örgüt, tam bağımsız Ermenistan'ı savunmuştur. (Cook, a.g.t., s. 10. Aynca bkz. Nalbandian, a.g.e., s. 172~216).

17- Hınçak kelimesi Ermenicede "Çan" anlamına gelmektedir. Bu örgüt de Marksist düşünceyi savunan ve Fransa' da eğitim gören Ermeni öğrenciler tarafından kurulmuştur. Radikal düşüncelere sahiptir ve tüzüğünde Osmanlı Ermenistan'ının siyasal ve ulusal bağımsızlığı­ nı asgari amaç olarak belirtmiştir. (Nalbandian, a.g.e., s. 172-193). Bu ve diğer Ermem örgütler hakkında detaylı bilgi için aynca bkz. M. Kalman, Batı-Ermenistan (KUrt İlişkileri) ve /enosid, Zel Yayıncılık, İs­ tanbul 1994, s. 42). 18- Ermemce federasyon anlamına gelen "Daşnaksutyun" sözcüğünü isim olarak alan bu parti, 1890'da Tıflis'te kurulmuştur. Çoğunluğu Rusya' da kurulmuş olan pek çok Ermem örgütünü bir çatı alhnda toplamışhr. Türkçe'de yaygın olarak Taşnak olarak adlandınlan bu Parti de sosyalist düşüncedeki Ermemler tarafından kurulmuştur. Türkiye Ermemstan'ının bağımsızlığını isteyenler parti içinde çoğunluktadır. Cook, bu örgütün 1915 yılına kadar bağımsızlık idealim savunmadığını iddia·etınektedir (Cook, a.g.t., s. 10). Ancak partinin 1890 yılında yayınladığı manifestoda Bah Ermenistan'ın siyasi ve ekonomik bağımsızlığını sağlamak için savaş çağrısı yapılmak­ tadır. (Nalbandian, a.g.e., s. 257). Kalman ise Viyana' da toplanan 7. Parti kongresinde (1908) Osmanlı Ermenistan'ı için Partinin federasyonu öngördüğünü kaydediyor (Kalman, a.g.e., s. 45). 19- Bu örgütler hakkında özet bilgi için şu eserlere de bakılabilir: Ermeni Komiteleri 1891-1895, Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Yayın


KEMAL ÇiÇEK -

143

meni Patrikhanesi de bunların bazılarıyla uzak, bazılarıyla yakın, ama daima işbirliği içerisinde olmuştur.20 Uluslararası

Bir Sorun Olarak

Osmanlı

Ermenileri

Bu derneklerin kuruluş tarihlerinin Berlin Antlaşmasından sonraya gelmesi elbette tesadüf değildir. Berlin Antlaşmanın 61. maddesiyle Ermenilerin yoğun olarak yaşadığı altı vilayette reform yapılmasının kararlaştırılması örgüt sayısını, adeta patlatmıştır. Çünkü tıpkı Bulgaristan örneğinde olduğu gibi Ermeniler kısa süre içerisinde Rusya ve diğer batılı ülkelerin yardımıy­ la bağımsız olmayı hayal etmektedirler. Bu amaçlarını gerçekleştirmek için de, hemen her örgüt devrimci çeteler kurmuş, halkı silahlandırmış ve isyana teşvik etmiştir.21 Ermeni siyasi partilerinin sayısını artıran ve ayrılıkçı Ermenilere cesaret veren en önemli unsur, muhtemelen Berlin Antlaş­ masının 61. maddesiyle reformlara "nezaret etme" imtiyazının Rusya, İngiltere, Fransa, Avusturya ve Prusya gibi devletlere verilmesiydi. Bu maddenin şartlarından birine göre Osmanlı yaptığı reformlar hakkında ara sıra antlaşmaya imza koyan devletlere bilgi verecekti. Diğer

taraftan aslında reformların uygulanması çok kolay olReform için söz verilen altı vilayette Ermeni nüfus azınlıktaydı ve özellikle 1877-78 Osmanlı Rus savaşından sonra

mayacaktı.

No: 48, Ankara 2001; Bayram Kodaman, Sultan IJ. Abdulhamit Devri Doğu Anadolu Politikası, Ankara-1987; N. Göyünç, a.g.e., s. 98-100. Aynca, Cezmi Eraslan, "Enneni Komiteleri, Propagandaları ve Osmanlı Devletinin Aldığı Tedbirler", Uluslar arası Türk Ermeni İliş­ kileri Sempozyumu, İstanbul-2001, s. 77-105. 20- Patrik Nerses Vatjabediyan'ın Avrupalıların Enneni davasına ilgisini çekmek için gerekirse isyan ve ihti.lfil yapması gerektiğine dair sözleri için (bkz. Uras, Tarihte Ermeniler, s. 189-191). 21- Özet için bkz. Kemal Çiçek, Ermenilerin Zorunlu Göçü, Türk Tarih Kurumu yay. Ankara, 2005, s. 16-26.


144 - TÜRK-ERMENi iLiŞKİLERi ve TEHCiR

bölgeye göç eden Kafkasyalı Müslümanların sayısında inanıl­ maz artışlar meydana gelmişti. Dolayısıyla alb vilayetin Müslüman sakinleri düşünülen her reformu kendilerine yapılan haksızlık olarak değerlendiriyor ve şiddetli tepki gösteriyordu. İşte Ermeni siyasi cemiyetleri de burada devreye giriyordu. Bunlar sadece bağımsız Ermeni devlet idealine hizmet etmeyecekler, aynı zamanda kendilerini tepkilere karşı dişe diş savunacaklardı. Nitekim Müslüman halkın reformlara muhalefet edecekleri bablı devletler tarafından da öngörülmüş ve antlaşmaya açıkça, "alınacak önlemlerle Ermenilerin Çerkes ve Kürtlere karşı huzur ve güvenliklerini sağlamayı Babıali üzerine alır" denilmişti.22 Ermeni Patrikhanesi, başlangıçta milliyetçilik hareketlerine uzak durmuştur. Ancak cemaatin parçalanması ve yabana güçlerin nüfuzu alhna girmesi karşısında ve özellikle 1877' de Rusya karşısında hezimete uğramasından sonra tavrını değiştirmiş­ tir. Berlin Kongresi sırasında Patrik Nerses'in de katkısıyla Ermeni cemaatinin temsilcisi olarak tanınmasından sonra kilise özerklik taleplerinin en büyük destekleyicisi olmuştur. Özellikle Berlin Antlaşmasının 61. maddesini "Ermeni Devleti"nin temellerini atmak için albn bir fırsat olarak görmüştür.23 Nitekim bu bir beklenti olarak kalmamışbr. Berlin Antlaşmasının 61. maddesini Osmanlı içişlerine müdahale fırsah olarak değerlen­ diren başta İngiltere olmak üzere Avrupalı güçler, dayatmalara başlamışhr. Özellikle İngiltere, daha 1878 yılında reformların kendi hazırladığı proje doğrulusunda yapılması için Osmanlı hükümetine baskı yapmaya başlamışdı. Halbuki Osmanlı Hükümetinin maddi imkanları, bu tür büyük bir ıslahat için yeterli değildi. İngiltere bu durumu en iyi bilen devlet olduğu halde, Reformların uygulanması hakkında bkz. Musa Şaşmaz, British Policy and The Application of Reforms for the Armenians in Eastern Anatolia 1877-1897, Ankara, 2000. 23- Nakleden Bilal Şimşir, İngiliz Belgelerinde Osmanlı Ermenileri, 18561880, türkçesi Şinasi Öre!, Ankara, 1986, cilt 1, s. 29.

22-


KEMAL ÇİÇEK - 145

baskı

yapmaya devam etti. Ermeniler üzerinde yapılacak reformların gecikmesinin Rusya'yı Osmanlı topraklarına çekeceğini ileri sürdü. Hatta, bunu en büyük tehdit olarak ilan etti ve İstanbul'u Rusya'nın tehditlerinden koruma konusunda erken müdahale imkanı vereceği gerekçesiyle Kıbrıs adasını kiraladı.24

Kıbrıs adasının İngiltere'ye kiralanması aslında geçici bir antlaşmaydı

ama İngiltere'nin nihai hedefi başkaydı. Bu yüzden Osmanlı hükümetinin reformların gecikmesiyle ilgili gerekçeleri~i hiçbir zaman kabul etmedi. Aslına bakarsanız, Osmanlı Hükümeti İngiltere'nin ıslahat isteklerinin bazılarını yerine de getirmişti. Ancak İngiltere'yi tatmin ve teskin etmek imkansızdı. 25 Öte yandan İngiltere'nin talep ettiği tüm ıslahat projesini kabul etmek ve uygulamaya koymak da mümkün değildi. Çünkü İn­ giltere Ermenilerin yoğun olarak yaşadığı alb vilayette tamamen özerk bir bölge öngörüyordu.26 Durumu iyi analiz eden il. Abdülhamit ise İngiltere'nin ısrarlı ve sert notalarına rağmen_ bölgeye genel bir vali atanmasına karşı çıkarak, her şeyin farkında olduğunu gösteriyordu. Nitekim 1914 yılında yaşananlar göz önüne alındığında, İngiliz reform projesinin aslında siyasi amaçlı olduğu ve örtülü bir işgal için araç olarak düşünüldüğü görülür.27 Öte yandan İngiltere'nin "Ermeni reformuna" sıkı sıkıya saönce Avusturya ve Almanya'yı daha sonra da konunun esas sahibi Rusya'yı kuşkulandırdı. İngiltere'nin özerkleşmesi-

rılması

24- Projenin detaylan için bkz. Nasım Zia, Kıbrıs'ııı İııgiltere'ye Geçişi ve Ada'da Kurulan İngiliz İdaresi, Ankara 1975. Krş. Çiçek, Ermenilerin Zorunlu Göçil, s. 9. 25- Ali Karaca, "Tehcire Giden Yolda Ermeni Meselesi'ne Bir Çözüm Projesi ve Reform Müfettişliği", Ermeni Meselesi Üzerine Araştır­ malar, haz. Erhan Afyoncu, İstanbul, 2001, s. 9-90. 26- Karaca, a. g.. m., s. 14-15. 27- Karaca, a. g.. m., s. 90.


146 -

TÜRK-ERMENi İLİŞKİLERİ ve TEHCiR

ne yardıma olacağı bir Ermenistan'm hiç bir şekilde çıkarlarına olmadığını düşünen Rusya, Ermeni siyasi partilerine desteğini bir süre için tamamen çekti.28 Fakat Hindistan ticaret yolunun güvenliği ve Rusya'nın daha fazla güneye sarkmasının önüne set çekmek isteyen İngiltere Ermenilere desteğini artırdı. Amerikan misyonerlerinin artan maddi desteği sayesinde bölgede yüzlerce okul ve kilise açıldı. Türkiye'deki dini-siyasi cemaat sistemi sayesinde serbest hareket etme olanağı bulan misyoner kuruluşlar, önemli sayıda militan yetiştirmeyi başardılar. Militanların bir kısmı doğrudan Amerika'daki kamplarda yetiştiri­ lip ülkeye sokuluyordu. Amerikalı gazeteci Clair Price'ın bir makalesinde açıkça belirttiği gibi misyonerlerin çoğu 1915'e kadar geçen silrede bir parçası oldukları Ermeni siyasi hedeflerine hizmet etme yolunu seçmişlerdi.29 Üstelik yaydıkları mutaassıp fikirlerle Osmanlı topraklarındaki dinler arası hoşgörü ortamını da büyük ölçüde tahrip etmişlerdi.30 1894 Sasun olayı, 850 yıllık Türk-Ermeni barışuu kökünden sarsan ilk büyük isyandı.31 Bunu daha ciddi olan Van isyanı izledi. Bu isyan hem batılı devletlerin ve kamuoyunun dikkatini Osmanlı Ermenileri üzerine çekti, hem de Müslüman ve Hıristi­ yanlar arasında ekilen nefret tohumlarının yeşermesine yol açtı. 28- Hugh Seton-Watson, The Russian Empire, 1801-1917, Oxford University Press, 1988, s. 499. 29- Ermenilerin diplomatik dokunulmazlık maskesinin arkasına sığın­ ması ve gerçekleştirdikleri ilk siyasi eylemler için benim şu makaleme baş vurulabilir; ''Türk-Amerikan İlişkilerinde Ermeni Diasporasınm Rolü", IV. Türkiye'nin Güvenligi Sempozyumu, Bildiriler, Elazığ, 2004, s. 253-58. 30- İlk Ermeni örgütlerin aydın kesim ve öğrenciler tarafından kuırul­ ması misyonerlerin yaydıkları düşünceleri açığa vurmaktadır. Mesela, Protestan misyonerlerin Ermeni İncil Cemiyeti, Merzifon Küçük İhtilal Komitesi buna örnektir. Bkz. Esat Uras, Ermeni Meselesi, s. 153, 468. 31- Göyünç, a. g.. m., s. 106-111.


KEMAL ÇİÇEK -

Nitekim bu

isyanın

hemen ertesinde Van

civarında

147

halklar ara-

sında ciddi çalışmalar patlak verdi. İsyanın hem Türkler ve Er-

meniler arasında nefreti körüklemesi, hem de yabana devletlerin Osmanlı İmparatorluğu üzerinde baskı kurmalarına vesile olması terör örgütlerinin ellerini gururla ovuşturmalarına yol açb. Hınçak ve Taşnak örgütleri daha fazla eyleme yöneldiler. 26 Ağustos 18% günü Osmanlı Bankası baskınını gerçekleştirerek, Osmanlı devleti üzerindeki dış baskıları arbrmayı amaçladılar ve oldukça başarılı oldular. Sasun' da ikinci isyan ile Zeytun, Adana ve diğer bölgelerdeki isyanlar ile de Birinci Dünya Savaşı öncesi Türk-Ermeni halklarını birbirine düşman kitleler haline getirmeyi başardılar. il. Abdülhamit'in İslam birliği siyaseti de, Ermeni örgütler ve misyonerler tarafından batı kamuoyuna Hıristiyan düşmanlığı olarak sunuldu. Sultan il. Abdülhainit, bağımsız Ermenistan önünde engel olarak görüldüğü için alaşa­ ğı edilmeliydi. Bu ham bir Ermeni hayali değildi. Ermeni teröristler il. Abdülhamit' e karşı 21Temmuz1905 günü bir suikast düzenlediler ama Sultan tesadüfen kurtulmayı başardı.32 Bunun üzerine bir süre sinen Ermeni partileri, emellerini İttihat ve Terakki Partisi içerisinde yer alarak gerçekleştirme yolunu gittiler. 1908 yılında Meşrutiyeti ilan ebneye zorlanan il. Abdülhamit, bir yıl sonra gerçekleştirilen ve 31 Mart vakası olarak bilinen bir darbe ile tahttan uzaklaşbnldı. 1908 yılı ve Meşrutiyet, Ermenilerin eylem planlarında radikal değişikliklere gitmelerine sebep oldu. Ermeni örgütleri bu tarihe kadar özellikle ülke içinde sadece reform ve özerklik taleplerini dile getiriyor, ama bağımsızlık istediklerini gizliyorlardı. Halbuki dışarıdaki yayınlarda açıkça hedefin tam bağımsız Ermenistan olduğu ilan ediliyordu. 1893 gi32- Bu suikast için bkz. Vahdettin Engin, "Sultan il. Abdülhamid' e Düzenlenen Ermeni Suikasti ve Bu Sebeple Belçika ile Yaşanan Diplomatik Kriz", Ermeni Meselesi Üzerine Araştırmalar, haz. E. Afyoncu, İstanbul, 2001, s. 115-132.


148 - TÜRK-ERMENi

iLiŞKİLERİ ve TEHCiR

bi erken bir tarihte bile Hınçak.lar "bağımsızlık" andı içmişler­ di.33 Yine aynı yıl Amerika' da, New York'ta Ermenice. yayınla­ nan HAİK adlı gazetede yazan şu satırlar da Hınçakların niyetlerini açıklıkla beyan ediyordu: "( ... )Gerekirse Milletin yarısının kurtulması için diger yarısını kaybedebilmeliyiz." Bu gazetenin 288. Sayfasında da şunlar yazıyordu: "Tecrübeler göstermiştir ki bir milletinin siyasi olarak kurulması, diplomasi yoluyla gerçekleşemez. Bu siyasi hedefi gerçekleştirmek için daha olumlu ve enerjik araçlar gerekir. Bu araçlar ateş ve kılıçtır ki bunlar da asker ve para gerektirir. Bunları saglaması gereken de millettir."34 Kısaca ifade etmek gerekirse, Ermeni örgütleri Müslüman bir devletin uyruğu olarak hürriyet istemekten aslında çoktan vazgeçmişlerdi. Bunu İttihat ve Terakki'nin Türkçü kanadı belki o zamanlar göremedi. Prens Sabahadin'in başını çektiği adem-i merkeziyetçi gruplar ise bunda zaten bir sakınca görmüyorlardı. Meşrutiyet rejiminin sağladığı hürriyet ortamı Ermenilere bekledikleri fırsatı verdi.· Adana ve yöresi başta olmak üzere halkı silahlandırdılar. Çok sayıda militanı Amerika' dan Türkiye'ye yolladılar.35 1909 yılında Adana' da büyük bir isyan organize ederek Türkler ve Ermenileri yol ayrımına götürmeyi başardılar. Artık iki halk arasında kader birliğini savunanlar azın­ lıkta kalacaktır. İttihat ve Terakki'nin hürriyet sarhoşluğu içinde olmasından yararlanan Ermeniler, özgürlük ortamını siyasi bağımsızlık fikirlerini yaymak için kullandılar. Ermeni komiteleri

33- Toplantının seyri ve alınan kararlar Osmanlı İmparatorluğu'nun Washington Büyükelçisi Mavroyeni tarafından Amerikan Dışişleri Bakanlığına bir yazı ile bildirilerek protesto edilmişti. Bkz. NARA T-815. Roll 7, Mavroyeni'den Dışişleri Bakanlığına. 12 Kasım 1893. 34- Haik Gazetesi, 1 ekim 1893. Numara 18, s. 280 ve 288. Detaylar için bkz. NARA T-815. Roll 7, Mavroyeni' den Dışişleri Bakanlığına. 20 Ekim 1893. 35- Kodaman, Üç Ermeni Şarkısı ve Ermenilerin Türklere Bakışı, Ermeni Meselesi üzerine Araştırmalar, haz. E. Afyoncu, İstanbul, 2001, s. 102.


KEMAL ÇiÇEK -

149

örgüt merkezlerini ve silahlı kuvvetlerini güçlendirdiler. Trablusgarp ve Balkan savaşlarının Osmanlı İmparatorluğunu iyice zayıflatması sonrasında da ayrılıkçı planlarını sahneye koydular. Üstelik işleri de olabildiğince kolaylaşmışh o· sıralar. Çünkü değişen dengeler, Rusların dikkatlerini tekrar Ermeniler üzerine çekti. Almanya'nın Osmanlı İmparatorluğunda nüfuz kcızan­ ması karşısında, Rusya'run desteğine ihtiyaç duyan İngiltere, Doğu Anadolu Ermenilerinin tekrar Rusya ile yakınlaşmasına yeşil ışık yakh. Rusya da 1890'larda bırakhğı yerden Ermeni reform projesini uluslararası arenada gündeme getirmek suretiyle Osmanlı İmparatorluğu üzerinde baskı kurma siyasetine yeniden başladı. İktidardaki İttihat

ve Terakki Partisi ise Ermenilerin bağım­ ve dış müdahaleleri durdurabileceği düşüncesiyle reformları kendi inisiyatifi ile uygulama kararı alacaktı. Bu amaçla 26 Mart 1913 ve 24 Nisan 1913 tarihlerinde çıkarılan iki ayn kanun ile hükümet, doğu Anadolu' da Ermenilerin yoğun olarak yaşadıkları yerlerde yerel yönetimi güçlendireceğini açıkladı. Ancak yapılacak ıslahatlara meşruiyet kazandırmak amacıyla İngiltere' den uzman istenmesi, Berlin Antlaşmasına taraf olan hemen bütün güçlerin tepkisini çekecektir. öncelikle Rusya, İngiltere'nin uzman göndermesine karşı çıkacak ve doğu Anadolu' daki reformların kendilerinin de gözlemci olacağı genel bir ıslahata dönüştürülmesini isteyecektir. Uzlaşma arayışları çerçevesinde İstanbul' da Avusturya elçisinin evinde Rusya, İngiltere, Avusturya ve Fransa'mn katılı­ mıyla yapılan elçiler buluşması uzlaşma olmadan dağılacaktır. Fakat İngiltere, Almanya ve İtalya'mn Osmanlı hükümeti.nin reform planına yeşil ışık yakması, kendi tezlerini kabul ettirmeye çalışan Rusya'yı Almanya ile anlaşmaya zorlamıştır.36 Nihayet Almanya'mn da Rusya'yı desteklemesi üzerine Osmanlı Hüküsızlık

hedeflerini

36- Halil

törpüleyeceği

Menteşe, Osmanlı

Mebusan Meclisi Reisi Halil

Anıları, Hurriyet Vakfı Yay. İstanbul, 1986.

Menteşe'nin


150 - TÜRK-ERMENİ iLIŞKILERI ve TEHCiR meti üzerinde dış baskılar artmış, ıslahat planı kabı.il edilmiştir. Bu arada Talat Paşa'run Rusya'yı devre dışı bırakarak reformları kendi içinde yapmak üzere Türk Ermenileri ile yapbğı temaslar sonuçsuz kalmışhr.37 Eylül 1913 ile Şubat 1914 tarihleri arasında Rus ve Osmanlı temsilcileri arasında yapılan görüşmeler, 8 Şubat 1914 .tarihinde Sait Halim Paşa ile Rus maslahatgüzarı Gülkeviç arasında kararlaşhrılan ıslahat projesinin imzası ile son bulmuştur. Bu

antlaşma

pek çok

Osmanlı aydın

ve siyasetçisinin içine bir Ennenistan yaratacağı düşünülmüştür.38 İmzacı tarafların büyük devletlere nota şeklinde gönderdiği ve Yeniköy Antlaşması olarak da bilinen bu itilafname, alh vilayette adeta iki bölgeli bir federasyon oluşturmaktadır. Bu bölgelerin yönetimini iki yabana genel müfettişin başkanlığı albna bırakmaktadır.39 Bu müfettişler beş yıl süre ile bölgelerindeki "adli ve idari işlerle polis ve jandarmayı" teftiş edecekler, diledikleri zaman emirlerine askeri birlikler verilebilecektir. Bölgelerindeki memurları görevden alma ve cezalandırma yetkileri olacak, rütbeli memurların tayin edilmesi bir nevi onların talebi ile gerçekleşecektir. Kısaca bu müfettişler bölgelerinde adalet, güvenlik ve idari işlerde çok büyük yetkilerle donahlmış olarak görev yapacaklardır. Aynca kanunlar, kararlar ve resmi tebligat, her iki bölgede de yerel lisan üzesinmemiştir. Reformların

özerk

değil bağımsız

37- Hasan Babacan,"!. Dünya Savaşı Sırasında Ermeni Sorunu, Tehcir Meselesi ve Talat Bey", Ermeni Meselesi Üzerine Araştırmalar, haz. E. Afyoncu, İstanbul, 2001, s. 133 vd. .. 38- Bu itilafnamenin metni için bkz. Cemal Paşa, Hatırat, 1913-1922, Dersaadet, 1922, s. 269-272. Aynca, Yusuf Hikmet Bayur, Tark İn­ kılnbı Tarihi, Ankara, 1963, c. il/ili, s.169-177. 39- Antlaşmanın imzalanmasını müteakip Norveçli Binbaşı Nicolas Holf ve Hollandalı Westenenk genel müfettiş olarak seçilmişler, ancak savaşın başlaması üzerine ıslahat planını uygulamaya koyamadan Türkiye'den aynlmak zorunda kalmışlardır. Bkz.Karaca, a.g.m., s. 84, dipnot 334.


KEMAL ÇiÇEK -

151

rine neşrolunacak.br. Bu madde ile Ermeniler açıkça kendi dillerinde resmi yazışma hakkı elde etmektedirler. Yine bir başka maddeye göre de idari meclislerde ve memur kadrolarında Ermeniler yan yarıya temsil hakkı elde edecekler, polis ve jandarma kadroları boşaldığında eşit derecede işe alınacaklardır. Batlı

yorumculara göre bu antlaşma sadece Ermeni varlığını ve kimliğini koruma altına almamış, aynı zamanda bütün tarafları belli bir ölçüde tatmin eden bir uzlaşma metni olarak imparatorluğu bölünme tehlikesinden kurtarmıştır.40 Elbette bu yorumlara katılmak mümkün değildir. Islahatların yapılmasının Ermenileri yarım asırlık ideallerinden vazgeçireceğini ve Müslüman Osmanlı toplumuyla barışık yaşamasını sağlayacak bir ortam yaratacağını düşünmek çok fazla iyimser olmayı gerektir. Nitekim anlaşmada imzası olan Rus Maslahatgüzarı Gülkeviç, bu itilafname "Bulgar Eksarhlıgını ihdas eden, Bulgar kavmini Rum vesayetinden kurtaran 1780 fermanıyla karşılaştırılabilir" demiştir.41 Bu itilafname sayesinde Rusya, Ermenilerin hamiliğini uluslar arası arenada tekrar temsil etme hakkı kazanmıştır. Kurulacak. bağımsız Ermenistan'ın ordusunu bile Rusya hazırlamıştır. 1914 yılında Ruslar tarafından kurulan 10-15 bin kişilik beş büyük Ermeni birliği ile sayılan 35 bin kişiye ulaşan Ermeni birlikleri bunun en önemli kanıtıdır. Bu birliklerin komuta kademesinde kimi asker kaçağı kimi tanınmış siyasiler yer almıştır.42 Osmanlı

devlet adamlarının antlaşmanın uygulanmasının ülkeyi bölünmeye götüreceğini düşündükleri bir sırada, 1. Dünya savaşı patlak vermiştir.43 Savaş bölgelerinde oturan Ermeni40- Roderic Davison, "The Armenian Crisis, 1912-1914", American Historical Review, Vol. 53, No. 3, (April, 1948), s. 505. 41- Cemal Paşa, Cemal Paşa, Hatıralar, İttihat ve Terakki ve I. Dünya Savaşı Anıları, haz. Alpay Kabacalı, İstanbul 2001, s. 464. 42- Bemard Lewis, Ortadogu, İstanbul, 19%, s. 265. 43- Bu düşüncenin temellerinin pek de yanlış olmadığı Cemal Paşa'nın anılarının sahr aralannda açıklıkla göıiilebilmektedir. Cemal Paşa, Hatıralar, s. 438.


152 -

TÜRK-ERMENi İLİŞKİLERİ ve TEHCİR

lerin düşmanla işbirliği içerisinde hareket etmeleri itilafnamenin uygulanma olasılığını tamamen ortadan kaldırmışhr. Nitekim Ermenilerin, Ağustos 1914 tarihinde Erzurum'da toplanan kongrede Osmanlı devletinin tarafsız kalma teklifini reddederek Rusya'yı desteklemeleri, Zeytun' dan başlayarak isyanları Maraş, Kayseri, Van, Bitlis, Talori, Muş ve Erzurum gibi diğer bazı büyük kentlere yaymaları Osmanlı devlet adamlarının Ermenilerle köprüleri atmalarına neden oldu. Hiçbir ülke cephede savaşa girerken arkasında düşmanın müttefikini bırakmayı göze alamazdı. Dolayısıyla savaş bölgelerinden Ermenilerin çıkarılması çok gerekli bir askeri önlemdi. Üstelik bu önlemin daha fazla geciktirilmemesi gerektiği, Ermenilerin Çanakkale'ye İtilaf devletlerinin demir attığı tarihlerde çıkardıkları isyanlar ve 1915 Nisan ayında Van'ın Ermeniler tarafından ele geçirilmesi ve 20 Mayıs 1915 günü Ruslara teslim etmeleriyle anlaşıldı. Bu ihanet Osmanlı yazişma diliyle zorunlu göçün "bir dakika fevt" edilmeden gerçekleştirilmesini gerektirdi. Zaten hükümet İskenderun körfezine çıkmayı planlayan itilaf donanması ile Ermeniler arasındaki yazışmalardan da haberdardı. Bogos Nubar Paşa imzalı bu yazışmalarda Ermeniler 40.000 kişilik bir ihtiyat kuvvetiyle yardıma hazır olduklarını bildiriyor, tüfek ve mühimmat sağlanmasını istiyorlardı.44 Dolayısıyla ele başlara karşı önlem alınması için zaman daralmıştı. Elbette, öncelik komite üyelerinin toplanmasına verildi ve 24 Nisan 1915 günü İstanbul ve Anadolu'nun muhtelif şehirlerin­ deki erkek Ermeniler tutuklanıp, gözetim altına alınmaya baş­ landı.45 Daha açık bir ifadeyle, 24 Nisan 1914 günü vilayetlere ve mutasarrıflıklara gönderilen gizli emirle, Ermeni komite 44- Archieve de France, Turquie, Vol.867 /Suriye/Filistin'den nakleden Yusuf Halaçoğlu, Sürgünden Soykırınuı Ermeni İddiaları, İstanbul, 2006, Belge. 4. · 45- Hikmet Özdemir, Kemal Çiçek, Öıner Turan, Ramazan Çalık, Yusuf Halaçoğlu, Enneniler Sürgün ve Göç, Ankara 2004, s. 62.


KEMAL ÇİÇEK -

merkezlerinin

kapatılarak evraklarına

el

konulması,

153

komite ele

başlan ile Hükümetçe tanınan önemli ve ;'muzırr" Ermenilerin tutuklanması, bulundukları

yerde oturmalarında sakınca görünenlerin uygun yerlerde toplanarak kaçmalarına fırsat verilmemesi, evrakların incelenmesi sonucunda suçlu bulunanların mahkemeye sevk edilmesi istendi.46 Mısır' daki İngiliz askeri ofisine ulaşan bir bilgiye göre, 24 Nisan gecesi üç Ermeni din görevlisi, Ermeni Gazetesi 'Puzantion'un sahibi de aralarında olmak üzere toplam 1800 Ermeni yakalanarak Ankara' ya gönderildi. Aynı kaynağa göre tutuklananların SOO'ü Taşnak, SOO'ü Hınçak ve kalanlar da Ramgavar partizanlarıydı.47 Meşru Bir Güvenlik Önlemi Olarak Tehcir

Ermenilerin 1. Dünya Savaşına girerken Talat Paşanın tüm iyi niyetli çabalarına rağmen Rusya ile ittifak yapmaları artık ıs­ lahat planlarının tamamen askıya alınmasını zorunlu kıldı. Daha başka bir zorunluluk ise savaşın hemen başlarında ortaya çıktı. Enver Paşa'nın İçişleri Bakanı Talat Paşa'ya yazdığı bir telgrafa göre, Ruslar 20 Nisan 1915 tarihinde kendi sınırları için46- BOA, DH. ŞFR. Nr.52/96,97,98'dan naklen OBE, s.7. Bu tarihi emrin transkribe edilmiş metni için Azmi Süslü, a.g.e., s. 106-108. Belgenin aslı için bkz. BOA, EUM, Dosya Nr. 52/96-98. 11 Nisan 1331. 47- Özdemir, Ermeniler: Sürgiln ve Göç, s. 62. Dipnot. 157. (WO 157 / 691/9). İstihbaratın doğruluğunu Osmanlı arşiv belgeleri de doğrulamakta ve tutuklananların Ankara ve Çankm'ya yerleştik­ leri anlaşılmaktadır. Bkz. OBE, s. 7'den naklen DH.ŞFR, nr. 52/188. Bu arada Gürün, Ermeni Dosyası, s. 213'de tutuklananların 2345 olduğunu kaydediyor. Aynca bu sayı, 24 Mayıs 1915 tarihinde İngil­ tere, Fransa ve Rusya'nın Osmanlı İmparatorluğunun yürütmeye başladığı sürgün ve yaptığı sözde katliamları kınayan bildirisine Osmanlı Hükümetinin verdiği cevapda, "İstanbul'daki 77,735 Ermeni nüfus içinden sadece 2345'nin başka yerlere iskan edildiği" biçiminde geçmektedir. Paper Relating to the Foreign Relations of the United States, 1915, ek, s. 981.


154 -

TÜRK-ERMENi İLİŞKİLERİ ve TEHCİR

deki Müslümanları sefil ve perişan bir halde sırurlanmızdan içeriye, adeta sürüyorlardı. Dolayısıyla, hem misilleme yapmak hem de isyancıları dağıtmak için Ermenileri ve ailelerini ya Rus topraklarına sürmek, ya da Anadolu içinde çeşitli yerlere dağıt­ mak gerekti.48 Enver Paşa, söz okunusu 'telgraf'ında durumu böylece özetledikten sonra, isyancıları ve ailelerini sınır dışına sürmeyi ve onların yerine sınır dışından gelen İslam halkı yerleştirmeyi önerdi. 49 Bu telgraf üzerine, Talat Paşa durumun acil olduğunu değer­ lendirerek Bakanlar Kurulundan (Meclis-i Vükela) karar almayı dahi beklemeden sert önlemler alma ihtiyacı duydu. Öncelikle Van, Bitlis ve Erzurum bölgelerinde bulunan Ermenilerin savaş alanı dışına çıkarılmasını emretti. Bu konuda, 9 Mayıs 1915 (26 Nisan 1331) tarihinde Erzurum Valisi Tahsin Bey ve Van Valisi Cevdet Bey' e gönderdiği iki ayn şifreli emirle, Van ve Bitlis illerinde yoğun olarak bulunan Ermenilerin güneye sevklerinin kararlaşhnldığını, sevk işlemini kolaylaşhrmak için ilgili birimlere bilgi verildiğini, Erzurum'un güneyi ile Bitlis'e bağlı kazalardaki Ermenilerin de sevke dahil edileceklerini bildirdi. Aynca valilerden birbirleriyle işbirliği yaparak karan derhal uygulamaları istendi.50 Bu kentlerden çıkarılacak Ermeniler Musul vilayetinin güneyine, Zor Sancağına ve Merkez dışında Urfa Sancağına yerleştirileceklerdi. Dikkat çekicidir ki boşalhlması düşünülen bu şehirler doğu cephesinde savaşan Osmanlı 3. Ordusunun lojistik ve hareket noktalandır. Dolayısıyla güvenlik açısından Ermenilerin ordunun geri hatları için tehlike oluştura­ cak yerlerden çıkarılmaları ve etkisiz hale getirilmeleri elzemdi. için bkz. ATBD 81 (Aralık 1982), s.141-43. Belge No: 1830. Yusuf Halaçoğlu, Ermeni Tehciri ve Gerçekler 1914-1918, Türl Tarih Kurumu yay., Ankara, 2001, s. 47. Krş: OBE, s.7. 49- ATBD 81 (Aralık 1982), s.141-43. Belge No: 1830, s. 142. Krş: OBl s.7. 50- OBE, s.28'den naklen BOA. DH.ŞFR., nr.52/282. 48- Bu

yazı

Krş.


KEMAL ÇİÇEK -

Bunu

sağlamak

arnaayla

155

sevkıyat sonrası

Ermeni nüfusunun Müslümanların toplamının %lO'unu geçmemesi koşulu benimsendi. Ermenilerin gönderildiği yerlerde kurulacak yeni Ermeni köy ve kasabalarının Bağdat demiryolu hatlarından en az 25 km. mesafede olması gerekecekti.51 27 Mayıs 1915 tarihinde çıkarılan kanunla da savaş bölgesinden çıkarılacak illerin sayısı artırıldı. Orijinal adı "Vakt-ı Seferde İcraat-ı Hükumete Karşı Gelenler İçin Cihet-i Askeriyece İttihaz Olunacak Tedabir Hakkında Kanun-ı Muvakkat" olan kanun hükmündeki kararname 1Haziran1915 (19 Mayıs 1331) günü Takvim•i Vekayide yayınlanarak yürürlüğe girdi.52 Bu kanunun maddeleri bugünkü Türkçe ile şunlardı: Madde 1. Sefer zamanında ordu ve kolordu ve tümen komutanları ve bunların vekilleri ve müstakil bölge komutanları halk tarafından herhangi bir şekilde hükürnetin emirlerine ve ülkenin savunmasına ve emniyetin sağlanmasına dair yapılan­ lar ve düzenlemelere karşı muhalefet ve silahla saldırma ve karşı koyma görülürse, derhal askeri güçlerle en şiddetli şekilde cezalandırmaya ve saldın ve karşı koymayı tamamen ortadan kaldırmaya yetkili ve zorunludur. Madde 2. Ordu ve müstakil kolordu ve tümen komutanları asken nedenlerle veya casusluk ve hainliklerini hissettikleri köyler ve kasabalar ahalisini tek tek veya toplu olarak diğer yerlere sevk ve iskan ettirebilirler. Madde 3. İşbu kanun yayın tarihinden itibaren geçerlidir. 51- Çiçek, Ermenilerin Zorunlu GöçU, s. 53. 52- Bu kanun aslında 13 Receb 1333-14 Mayıs 1331 (27 Mayıs 1915) tarihli olup, Takvim-i Vekayi gazetesinin 1Haziran1915 (19 Mayıs 1331) tarih ve 2189 numaralı sayısında yayımlanarak yürürlüğe gitmiştir. Transkripsiyonu için bkz. Süslü, age., s. 110-111. Krş. Bakar, a.g.t, s. 78.


156 - TÜRK-ERMENi

İLİŞKiLERi ve TEHCİR

Madde 4. Bu kanunun uygulanmasından Başkomutanlık vekili ve harbiye nazın (Savaş Bakanı) sorumludur. İşte

bu kanunla Ermenilerin kaderini değiştiren zorunlu göç oldu. Ancak devlet olanlardan bütün Ermenileri sorumlu hıtmadığıru göstermek bakımından çok sayı­ da Ermeniyi tehcir kanunundan muaf tuttu. Başlangıçta geçici zorunlu göç kanunu uygulamasının kapsamına Katolik ve Protestan Ermeniler53 ile savaş bölgesi dışındaki Ermeniler alınma­ dı. Aynca diplomatik dokunulmazlığı olanlar, asker, subay ve sıhhiye subay lan ve aileleri,54 Ermeni milletvekilleri ve aileleri,55 bazı meslek sahipleri ile tüccarlar ve56 zanaatkarlarda tehcirden muaf hıtuldu.57 Yine devlet adına üretim yapan Ermeni işçiler, reji idaresi çalışanları, Düyun-u Umumiye memurları, öğretmen ve aileleri, hastalar ve görme özürlüler,58 kadın (aceze-i nisvan),59 çocuk ve yetimler muaf kategorileri olarak belirtildi.60 Aynca Trakya, Bah Anadolu, İzmit, Konya, Bursa ve Kayseri gibi pek çok yerde herhangi bir komite üyesi olduğu tespit edilmeyen Gregoryen Ermeniler de zorunlu göç ettirilecekler arasında yer almadı. uygulaması başlamış

53- Katoliklerin sürülmemesi hakkında bkz. BOA. DH. ŞFR. Nr. 54/55, Nr.. 54-A/252,Nr. 55/292'den naklen OBE, s. 10. Talat Paşa'run telgrafında "Katoliklerin sevk işleminin dışında tutulması" istenmektedir. 23 Temmuz 1915. Belge No 173/2. Protestanlar hakkındaki belge No. 172/11, nakleden Salahi Sonyel,,,Ermeni Tehciri Belgeleri (ETBJ, Ankara, 1978, s.1,4. 54- BOA. DH. ŞFR.Nr. 55/18, nr. 55/292, nr. 58/2. 55- BOA. DH. ŞFR.Nr. 55/19. 56- BOA. DH. ŞFR. Nr. 53/295., 54/287'den naklen OBE, s. 11. 57- BOA. OH. ŞFR. Nr. 53/295. 58- BOA. DH. ŞFR. Nr. 56/27 59- BOA. DH. ŞFR. Nr. 53/303. OBE, s.40 60- BOA. DH. ŞFR. Nr. 54/150, nr. 54/150, nr. 54/163. OBE, s.50-51. Talat Paşa'run telgrafı No.170/12. Nakleden Sonyel, Ermeni Tehciri ve Belgeler, s. 4.


KEMAL ÇİÇEK -

157

Kanunun resmen uygulanmaya başlamasıyla hemen aynı anda, 30 Mayıs 1915 tarihinde hükümet 15 maddelik bir yönetmelik yayınlayarak tehcirin hangi esaslar çerçevesinde yapıla­ cağını belirtti.61 Bu esaslar şunlardı: 1- Nakil

yapılacak halkın

sevk edilmesi, o yerin idarecilerinin

sorumluluğundadır.

2- Nakledilecek Ermeniler, taşınabilir bütün vanlarını birlikte götürebilirler.

mallarını

ve hay-

3- İskan yerlerine gönderilen Ermenilerin yolculuk sırasında mal ve canlarının korunması, iaşeleri ve dinlenmelerinin sağlanması yollan üzerindeki idarecilerin sorumluluğunda­ dır. Bu konuda olabilecek ihmal ve kusurlardan bütün memurlar derecelerine göre sorumludur. 4- İskan yerlerine ulaşan Ermeniler, yerine göre ya oradaki köy ve kasabalarda yapılacak evlerde, ya da hükümet tarafından kararlaşbnlacak yerlerde yeni kurulacak köylerde banndın­ lacaktır.

5- İskan bölgelerinde köy kurulmasına elverişli boş yerler veya hazine arazisi yoksa, tespit edilecek devlet çiftlik ve köylerinin bu amaçla kullanıma tahsisi uygundur. 6- Kurulacak Ermeni köy veya kasabaları Bağdat demiryolu hatlarından en az 25 kilometre mesafede olacak.br. 7- Köy ve kasabalara yerleştirilen Ermenilerin nüfus sayımı yapılarak bir deftere ailenin ismi, lakabı, yaşlan, sanatları ve geldikleri ve yerleştirildikleri yerler yazılacaktır. 8- Belirli bir yere yerleştirilen bir kimse, o yerin izin almadan başka yere gitmesi yasaktır.

zabıtasından

9- Yerleşim alanına varan halkın, kesin yerleşime kadar yiyecek61- Karar metninin transkripsiyonu için bkz. Süslü, a.g.e. S. 112. BOA, BEO, nr.327758'den nakleden Halaçoğlu, Ermeni Tehciri, s.52. Krş. Çiçek, Ermenilerin Zorunlu Göçil, s. 47.


158 - TÜRK-ERMENi iLiŞKİLERİ ve TEHCiR

lerinin sağlanması ve ihtiyaa olanlara ev yapılması, ödenekleri muhacirin tahsisahndan karşılanmak üzere Hükümete aittir. 10- Yiyecek ve barınmanın sağlanması ve çabuklaşhrılması, halkın sağlığının korunması ve rahatı için gerekenlerin yapıl­ ması başta ilgili yerin en büyük idari amiri olmak üzere muhacirin komisyonunun sorumluluğundadır. Komisyon olmayan yerlerde, muhacirin nizamnamesine göre yeniden teşkili gereklidir. 11- Yiyecek ve barınma ihtiyaçlarının sağlanması için gerekli memur çalıştırılması Bakanlıktan izin almak şartıyla Mutasarrıf ve valilere aittir. 12- Kesin yerleşimi yapılan her aileye eskiden sahip olduğu ekonomik durum ve o andaki ihtiyaçlarına göre yeterli miktarda arazi verilecektir. 13- Arazinin parsellenmesi ve dağıhlması muhacirin komisyonu tarafından yapılacakhr. 14- Parsellenen arazinin sınırlan ve dönümü belirlenip geçici ilmühaber karşılığında hak sahiplerine verildikten sonra düzenli bir biçimde özel bir deftere kaydedilecektir. 15- İhtiyaç duyan çiftçi ve sanatkara yeterince sermaye veya araç ve gereç verilecektir. Bu yönetmeliğin maddelerine göz atıldığında, hükümetin sürgün edilen Ermeniler içiri uygun koşullarda iskan planlan yaphğı görülmektedir. Savaş şartlarında hükümetin öngördüğü bu tedbirlerin tam anlamıyla uygulanması beklenmese bile, iyi niyetin resmen belirtilmesi önemle kaydedilmelidir. Bu önemli yönetmeliğin yayınından on gün sonra da, yani 10 Haziran 1915 tarihinde hükümet bir başka yönetmelik daha yayınlayarak geride kalan Ermeni mallarının tasfiyesi veya korunması için Emlôk-ı Metruke Komisyonu (Terkedilmiş Mallar Komisyonu) adı verilen komisyonlar kuruldu. Bu komisyonların görevi, zorunlu göçe tabi tutulan Ermenilerin geride kalan mallarını


KEMAL ÇİÇEK -

159

kayıt

etmek veya sahlanlann bedellerini döndüklerinde Ermenilere verilmek üzere mal sandıklarına teslim etmekti. Her komisyonda bir başkan ile iki resmi görevli bulunacak, görevlilerden birisi İçişleri Bakanlığından diğeri ise Maliye Bakanlığı tarafından tayin o]unacakh. 62 Kanunun uygulanması görevi İs­ k.an-ı Aşair ve Muhacirin Müdiriyeti'ne havale edilmiştir. Nitekim gerek Osmanlı belgelerinden gerekse diplomat raporların­ dan izlenebildiğine göre, Terkedilmiş Mallar Komisyonları faaliyete geçmiş, yönetmelikler çerçevesinde Ermenilerin geride kalan mallarını defterlere kaydetmiş, bozulabilecek mallar açık arhrmayla elden çıkarılarak bedelleri sahiplerine ulaştırılmak üzere emanet sandıklarına teslim edilmiştir.63 Diğer

taraf tan malların tasfiyesi sırasında bazı yolsuzluklaiddia etmek mümkün değildir. Ancak Hükümetin görevi kötüye kullanmalara karşı kayıtsız kaldığını iddia etmek de, yanlış olur. Çünkü Hükümet, yağmanın önlenmesi ve malların ucuza sahlmasına karşı her zaman sert önlemler alma çabasında olmuştur. Hatta bu tür yolsuzlukların önüne geçmek için 30 Temmuz 1915 tarihinde bir kanun bile çıkanlmışhr.64 rın olmadığını

Bu kararlan almakla hükümet, Ermenilerin tehcir esansında hatta ortadan kaldırmayı amaçlıyordu. Mayıs 1915 sonlarında başlamış ve Ekim 1916'de . son bulmuş olan zorunlu göç ettirme sırasında kafilelerinin yolculuklarını kolaylaştırmak için gerekli bütün önlemleri almaya yaşayacağı zorlukları azaltmayı,

çalışmıştı.

62- Komisyonun

kurulması hakkında

bkz. Azmi Süslü, Ermeniler ve

1915 Tehcir Olayı, Van, 1990, s. 115-117. 63- Komisyonların kuru_luşu ve çalışmaları hakkında örnekler için bkz. Çiçek, Ermenilerin Zorunlu Göçii, s. 56-76. 64- Metin için bkz. Takuim-i Vekayi, 14 Eylül 1331 ve 18 Zilkade 1333. Nr. 2303. 7. Sene. Bayur, Türk İnkılabı Tarihi, III/3, s.45-46. Krş. Çiçek, Ermenilerin Zorunlu Göçü, s. 73.


160 - TÜRK-ERMENi

iLiŞKiLERİ ve TEHCiR

Tehcir Yolculuğu Gerçekten de devlet mecburiyet karşısında Ermenileri cephe gerisinden boşaltma kararı almış ve uygulamanın sistemli, planlı ve güvenli bir şekilde gerçekleştirilmesi için gerekli hukuki düzenlemeleri yapmıştı. Ancak tahmin edilebileceği gibi, tehcir kanununun uygulanması ve yüz binlerce Errneninin Suriye civarına nakli çok büyük, kapsamlı ve pahalı bir proje idi. Bu yüzden devlet, kıt imkanlarına rağmen milyonlarca kuruş harcamaktan çekinmemişti. Tehcir uygulaması konusunda yaptığı doktora tezinde araştırmaa Bülent Bakar, yapılan tahsisatı yıl yıl belgelemiştir.65 Halaçoğlu'nun İskdn-ı Aşair ve Muhacirin

Mü-

yılı bütçesinden özetlediği rakamlara göre de kafilelerin ihtiyaçları için Konya'ya 400.000, İzmit'e 150.000, Eskişehir'e 200.000, Adana'ya 300.000, Halep'e 300.000, Suriye'ye 100.000, Ankara' ya 300.000, Musul'a 500.000 kuruş olmak üzere toplam 2.250.000 kuruş ödenek ayırmıştır.66

düriyeti'nin 1915

Bununla birlikte Osmanlı Hükümetinin bu çapta bir operasyona hazır olduğunu söylemek zordur. Tehcir kanununu, Ermenilerin imhası için çok önceden düşünülmüş bir bahane olarak niteleyen Dadrian gibi Ermeni tarihçilerin iddialarının aksine 1915 yılı bütçesinde Ermeni tehciri için herhangi bir ödenek tahsisi bile yoktu.67 İşte Hükümet, hazırlıksız ve ödeneksiz bir şe­ kilde uygulamak zorı.mda kaldığı tehcir kanununu, Ermeni vatandaşlan için mümkün olduğunca güvenli ve sağlıklı bir şekil­ de gerçekleştirmek için tedbirleri gerektiği anlarda uygulamaya koyuyordu. Yolculuk sırasında Ermenilerin ihtiyaçlarını karşıla­ mak am.aayla Konya, Halep, Diyarbakır, Birecik, Cizre gibi yerlerde kamplar kurulmuş, Sivas, Merzifon, Harput gibi yerlerde ara dinlenme istasyonları açılmıştır. Buralarda fırınlar, ambarlar, 65- Bülent Bakar, Ermeni Tehciri ve Uygulaması, M.Ü. Türkiyat Araştır­ maları Enstitüsü, Yayınlanmamış doktora tezi, s. 102-109. 66- Halaçoğlu, Ermeni Tehciri, s. 66-67. Krş. Bakar, a.g.t., s. 103. 67- Halaçoğlu, Ermeni Tehciri, s. 103.


KEMAL ÇİÇEK -

161

aşevleri,

hastane ve yetimhaneler kurulmuştur. Misyonerlerin sevkıyat sırasında ve adı geçen merkezlerde Ermenilere her türlü yardımı yapmalarına izin verilmiştir.6B Demiryolları ve su yollarının kullanılması özendirilmiştir. Kamplarda hayah kolaylaşbrmak için çadır kentler kurulması, zanaat faaliyetlerinin başlaması için tezgahlar yapılması, kamp yerlerinin verimli ve sulak yerlerden seçilmesi gibi pek çok tedbir alınmışbr. Aynca hükümet kaynaklarının yetersiz kaldığı durumlarda kamplarda Amerikan yardım kuruluşu American Committe For Armenian and Syrian Relief'in doğrudan faaliyette bulunmasına izin verilmiştir.

Ermeİtilere, sevkıyat başlamadan önce sevk günü hakkında bir duyuru yapılmışh. Nitekim, Trabzon Amerikan konsolosunun raporlarından da açıkça görüldüğü gibi gerek tellallar vası­ tasıyla gerekse de sokaklara asılan afişlerle Ermenilere gidiş tarihleri ve yapmaları gereken hazırlıklar haber verilmişti. Elimizdeki ender örneklerden birisi olan bu afişte, Ermenilere naklin gerekçeleri açıklıkla bildirilmekteydi. Burada özellikle, Ermenilerin dış tahriklere kapılarak Osmanlı Devleti'nin savaşbğı ülkelere kablmasına vurgu yapılmaktaydı. Aynca tehcir kararının geçici olduğu ve ülke içinde kendileri için hazırlanan yerlere yapılacağı da özellikle belirtilmişti.69 Talat Paşa'nın 28 Ağustos 68- 7 Ekim 1915 tarihinde sevk edilen Ermenilere yapılacak muamele hakkındaki 56 maddelik talimatname için bkz. Erdal Aydoğan, "Dahiliye Nezareti, Emniyet-i Ômfuniye Müdiriyeti'nin Ermeni Tehciri'yle İlgili 24 Eylül 1331 (1915) Tarihli Talimatnamesi ve Değerlendirilmesi," Ermeni Araştırmaları I. Türkiye Kongresi Bildirileri, Ankara, 2003, 1. Cilt, s. 233-240. 69- Bu gazete duyurusu için bkz. NARA 867.4016/850scar S. Heizer'den Henry Morgenthau'ya. 28 Haziran 1915. Krş: Ara Sarafian, United States Official Documents on the Armenian Genocide, Vol. II: The Peripheries, Watertown, Massachusets, 1994, s.3; Belge No: 2; Bildiri metninin Türkçe'si için bkz. Çiçek, Ermenilerin Zorunlu Göçü, s. 50.


162 -

TÜRK·ERMENİ İLİŞKİLERi ve TEHCiR

1915 tarihli talimatnfunede70 yaya olarak yola çıkan Ermenilerin en yakın demiryoluna götürülmeleri, bakacak kimsesi olmayan kadın ve yetimlerin istasyona yakın yerleşim yerlerine yerleşti­ rilmeleri, yolda yiyecek sağlanması ve fakirlere ücretsiz dağıtıl­ ması, yeni doğan bebeklerin ihtiyaçlarının karşılanması, yol güvenliğinin sağlanması,, saldırganların tutuklanması ve yargılan­ ması, göç edenlerden rüşvet kabul edenlerin ve kafiledeki kadınlara tecavüze yeltenenlerin derhal mahkemeye çıkarılmaları emredilmekteydi. Bu detay gibi duran hususların aslında albnı çizmek gerekmektedir. Çünkü Ermeni tarihçiler, Amerikanın Harput konsolosu Leslie Davis'ten esinlenerek sevkıyattan amaçlananın Ermenileri ölüm yolculuğuna çıkarmak olduğunu iddia etmektedirler. Bu iddiaya dayanak olarak da Ermenilere duyurudan sonra yol için yeterli hazırlık süresi verilmediğini ileri sürmektedirler. Halbuki 24 Nisan 1915 günü Ermeni komitelerine üye oldukları belirlenen kişiler ülke çapında tutuklanarak hapsedilmişti. Bu bir uyarı idi. Yani savaş bölgesindeki Ermeni komitelerinin etkisiz hale getirilmesi için alınabilecek önlemler ve bazı bölgelerin boşalblması bekleniyordu. Nitekim Zeytun isyanı sonrasında Şubat 1915 sonlarında, buradaki bazı Ermeniler Konya içlerine sürülmüşlerdi. Kaldı ki, tehcir kanunu çıkbktan sonra en erken sevkıyat yapılan Erzurum kırsalından bile ilk kafilenin ayrılması Haziranın ilk haftasını bulmuştu.71 Şu husus hemen belirtilmelidir ki, hemen bütün şehirlerde ilk gönderilenler komite üyesi olduğu tespit edilen erkekler olmuştur. Kadın ve çocukların sevki ise bazı yerlerde Temmuz ayının ilk haftasında başlamakla birlikte Ağustos-Eylül aylarına özellikle erteŞehirli, "Ermeni Tehciri", Ermeni Araştırma/an I. Kongresi Bildirileri, l, s. 19. OBE, s. 43, 323. 71 • BOA. DH.ŞFR, nr. 53/129'dan naklen OBE, s. 36. Patrikhanenin. Er-

70- Atilla

zurum' dan sevkıyat tarihini 1 Mayıs' a kadar çekmesi doğru olmasa gerektir. Toynbee, The Treatment of Armenians, s. 49,


KEMAL ÇiÇEK -

163

lenmişti.

Trabzon, Harput, Sivas, Merzifon gibi yerlerde misyonerlerin girişimleriyle elde edilen bu taviz, ne yazık ki, Şebinka­ rahisar, Urfa ve Çukurova bölgesinde Musa Dağı'nda Ermeni komitelerinin topyekfin direniş örgütlemesi sebebiyle ortadan kalkh. Kadın ve çocukların Ermeni gönüllü birlikleri tarafından canlı kalkan olarak kullanılması karşısında Hükümet, tehlike arz eden yerlerde Ermenilerin tamamının gönderilmesini kararlaştıracaktı.72 Buna rağmen tehcir kararının pek çok yerde uygulanması Temmuz ayında başlamış, başka bir ifadeyle, Ermeniler hazırlık için 40-45 gün kadar bir.süreye sahip olmuşlardır. Nitekim Harput gibi stratejik bir yerde bile ilk kafile 4 Temmuz' da, Mezreh (Elazığ)' de 1-3 Temmuz' da yola çıkmıştı. Keza Trabzon'da yine 1 Temmuz'da, Yozgat'ta ise 18 Temmuz'da ilk kafileler yola çıkarılmışh. Görüldüğü gibi komitecilerin sevk edildiği ve sadece erkeklerden oluşan grupların sevki bile kanunun çıkmasından en az bir hafta sonra gerçekleştirilmiştir. 73 Yine tehcir uygulaması hakkında dikkat çekilmesi gereken bir konu da, zorunlu göçe misyonerler ve yabancı diplomatların hemen her yerde tanıklık ettiğidir. Başka bir ifadeyle, bazı yazarların iddia ettiği gibi Ermenilerin Doğu Anadolu ve Karadeniz Bölgesi'nden öncelikli olarak gönderilmelerinin bu yerlerin yabancı diplomatların gözünden ırak olması ile ilgisi yoktur. Samsun, Trabzon, Erzurum, Merzifon, Sivas, Harput, Urfa, Adana, Mersin ve Konya gibi daha pek çok yerde ya yabana diplomatlar ya da misyonerler tehcir uygulamasına tanıklık etmekteydi.74 Tehcir tüm Ermenileri hedef alan bir operasyon asOlayların ayrıntısı için bkz. Çiçek, Ermenilerin Zorunlu Göçü, s.88105. 73- Vi!Ayetlere göre sevk tarihleri ve sevk edilenler hakkındaki tartış­ malar için bkz. Çiçek, Ermenilerin Zorunlu Göçü, s. 88-96. 74- Miss gage adlı bir kadın misyonerin "Sivas'a sevkıyat yolculuğu" raporu nu konuda güzel bir örnek teşkil eder. Bkz. NARA 867.4016/252. Değerlendirmesi için bkz. Çiçek, Ermenilerin Zorunlu GöçU, s. 147.

72-


164 -

TÜRK-ERMENİ İLiŞKİLERi ve TEHCİR

la değildi. Askeri açıdan gerekli olan yerlerden gerektiği kadar Ermeni tedricen boşaltılmaktaydı. Nitekim ilk boşaltılan yerler arasında Erzurum, Trakya bölgesinde Ezine, Çukurova' da Zeytun ve Marmara Bölgesi' nde İzmit ve Bandırma'nın yer alması dikkat çekicidir. Bu şehirler stratejik açıdan önemli ve İtilaf devletlerinin hedef seçtiği yerlerdir. Kaldı ki, tehcir kararının en az 300.000 kadar bir Ermeni nüfusunu kapsam dışı bırakması da, Ermeni tarihçilerin iddia ettikleri gibi, kanunun ırki sebeplere dayanmadığını açıkça ortaya koymaktadır.75 Bu açıdan kayda değer bir başka olgu da Türklerle bazı dul Ermeni kadınlarının evlendirilmesi ve yetimlerin evlatlık verilmesidir. Aynca Müslüman olan Ermeniler de muaf kategorisine alınmıştır. Çeşitli misyoner raporlarındaki sayılara göre tahminen 90 bin civarın­ da Ermeni, İslam dinine geçtiği gerekçesiyle tehcir dışında tutulmuş, bir kısmı ülke içindeki başka yerlere gönderilmiştir.76 Tehcir yolculuğu esnasında Ermenilerin karşılaştığı en önemii problem güvenlik olmuştur. 1915 yılı Haziran ayı başla­ rından itibaren tehcir sırasında yolların güvenliğinin sağlanma­ sı için hükümet sık sık vilayetlere yazılar göndermiştir. 7 Ekim 1915 tarihli yönehnelikte de her kafileye bir muhafız birliğinin eşlik ehnesi emredilmiştir.77 Kafilelere yapılacak saldınlann, görevlilerin sorumsuzluğundan kaynaklanması durumunda, ilgili kişilerin sıkıyönetim mahkemelerinde yargılanacakları belirt:ilmiştir.78

75- Miss Gage adlı misyoner 1-1,5 milyon Ermeniden 500.000 kişinin ülkede kaldığını kaydediyor. Bizim verdiğimiz rakam tehcirin sona erdiği Şubat 1916 itibariyledir. NARA 867.4016/252; Çiçek, Ermenilerin Zorunlu GöçU, s. 86. 76- Çocukların koruyucu ailere aylık 30 kuruş bakım masrafı karşılığı verildiği hakkında, BOA. DH. ŞFR. 64/411. Krş. Çiçek, Ermenilerin Zorunlu GöçU, s. 76. 77- Yönebnelik metninin orijinali için bkz. Aydoğan, a.g.m., s236-40. 78- Bu emirler Trabzon'a gönderilen resmi duyuru metninde de yer almış ve Trabzon' da Meşveret' de yeniden yayınlanmışbr.


KEMAL ÇiÇEK -

165

Ancak hükümetin, kanunun öngördüğü tedbirleri almasına rağmen özellikle güvenlik ve iaşe konusunda sıkınhlar tam olarak aşılamamıştır. Halbuki hükümet bu sorunları aşmak ve sevkıyatı sorunsuz gerçekleştirmek için, pratik çareler üretmeye çalışmışhr. Mesela, Talat Paşa 28 Ağustos 1915 tarihinde Erzurum'a gönderilen şifreli bir telgraf emrinde,79 yaya olarak yola çıkan Ermenilerin en yakın demiryoluna götürülmelerini, bakacak kimsesi olmayan kadın ve yetimlerin istasyona yakın yerleşim yerlerine yerleştirilmelerini, yolda yiyecek sağlanması ve fakirlere ücretsiz dağıhlmasıru, yeni doğan bebeklerin ihtiyaçlarının karşılanmasını, yol güvenliğinin teminini, saldırganların tutuklanmasını ve yargılanmasını, göçmenlerden rüşvet alanların ve kafiledeki kadınlara tecavüze yeltenenlerin derhal mahkemeye çıkarılmalarını istemekteydi. Nitekim son yapılan bir araşhrmaya göre, tehcir sırasında Ermenilere karşı suç işleyen, görevini ihmal eden ve baskınlara davetiye çıkaran 1673 kişi mahkemeye çıkarılmışhr. Yargılanan­ lar arasında 528 adet güvenlik görevlisinin bulunması dikkat çekicidir. Ayrıca nahiye müdürü, mal müdürü, emlak-ı metrô.ke komisyon memuru, nüfus müdürü gibi unvanlara sahip 170 sivil kökenli kamu görevlisi yargı önüne çıkarılarak mahkum edilmişlerdir. Diğer taraftan, Ermeni kafilelerine saldıran, adam öldüren, mal çalan, gasp yapan sivil halktan 900 civarındaki kişi de yargılanmıştır. Bütün bu divanı harplere topluca bakhğımız zaman 67 idam, 500' den fazla hapis cezası ve pek çok para ve kürek cezası verildiği görülmektedir. önemle vurgulanması gereken nokta, bu yargılamaların 1915 ve 1916 yıllan içerisinde yapılmış olmasıdır.80 Yolculuğun

en az

kayıpla gerçekleştirilmesini sağlamak

79- OBE, s. 43, 323.; Krş. Atilla Şehirli, "Ermeni Tehciri", Ermeni Araştır­ maları I. Kongresi Bildirileri, l, s. 19. 80- Yusuf Sannay, Ermeni Tehciri ve Yargılamalar (1915-1916), Barem, Yıl 2/21 (Nisan 2006), s.12-16.


166 -

TÜRK-ERMENi iLiŞKiLERi ve TEHCiR

amaayla Hükümet, çıkardığı yönetmeliklerle kafilelerin yeme, içme, giyinme ve sağlık sorunlarını çözmek amaayla da tedbirler alınmasını emretmiştir. Ermenilerin mümkün olduğu kadar yürütülmemesi, demiryolu olan yerlerde trenle, değilse öküz arabalarıyla nakledilmeleri sıklıkla vilayetlere hatırlatılmıştır. Birecik gibi sal veya botlarla yolculuğun mümkün olduğu yerlerde Ermenilerin nehir üzerinden nakli emredilmiştir. Dinlenme ve tıbbi bakım için konaklama merkezleri başta Harput, Konya, Halep, Diyarbakır, Cizre ve Rakka gibi yerlerde kurulmuştur. Buralarda aynı zamanda misyoner kuruluşlarının Ermenilere yiyecek ve giyecek dağıtmasına izin verilmiştir. Yolda yetim kalan çocuklar devletin veya misyonerlerin işlettiği yetimhanelerde bakılmıştır. 81 Bu önlemlerin kağıt üzerinde kalmadığı Amerikan diplomat ve misyonerlerin geride bıraktıkları belgeler sayesinde kesindir. Nitekim, Trabzon' da bulunan Amerikan konsolosu Oscar S. Heizer, raporlarında sevkıyat öncesi ve sonrası uygulamalarını ayrıntılı olarak tasvir etmektedir. Her ne kadar konsolos, bazı görevlileri ciddiyetsiz ve özensiz bir şekilde görev yaptıkları için eleştirse de, yönetmeliklerin uygulandığını bir konsolosun raporlarından öğrenmek ilgi çekicidir.82 Yine Merzifon Koleji misyoner öğretim kadrosu da ayn ayn yazdıkları hatırat ve raporlarında, bu yerlerden yapılan sevkıyat sürecini canlı bir şekilde tasvir etmişlerdir. Merzifon' da da sevkıyat öncesi yine geride bırakılan mallar kaydedilmiş, kiliselerde depolanmış, değerli mallar tıpkı Trabzon, Erzurum ve Harput konsoloslarının da kaydettikleri gibi Ermeniler tarafından misyoner veya konsoloslara emanet bırakılmıştır. Mesela Merzifon' da Ermenileri taşımak için vagonlar ve öküz arabaları tahsis edilmiş, misyoner 81- 7 Ekim 1915 tarihli yönebnelikte bu emirler yer almak.tadır. Çiçek. Ennenilerin Zorunlu Göçü, s. 104. 82- NARA 806.4016/128. Krş. Çiçek. Emıenilerin Zorunlu GöçU, s. 105113' de Trabzon tasvir edilmektedir.


KEMAL ÇiÇEK -

167

Morley'in kaydettiğine göre, yeterli öküz arabası bulunamadığı için ilk kafilenin hareketinden itibaren 90 gün geçmesine rağ­ men sevkıyat yapılamamıştır.83 Trabzon, Erzurum, Harput ve İzmit' ten yapılan sürgünlere tanıklık eden hemen tüm yabanalar sevkıyatlarda arabaların Ermenilere tahsis edildiğini kaydetmişlerdir. Elbette seferberlik sırasında ordunun ihtiyaçları için pek çok yerde nakil araçlarına el konduğu için araba temininde güçlük had safhaya ulaşrnışhr. Ancak her ne olursa olsun, tanık ifadeleri bize yönetmelikler çerçevesinde sevkıyat yapılması için yetkililerin gayret içerisinde olduğunu ortaya koymaktadır­ lar. Konaklama bölgelerinde misyonerler sürgün mağdurlarına yardım etmek ve temel ihtiyaçlarını sağlamak için seferber olmuşlardır. Özellikle Harput, Halep, Konya, Birecik ve Mersin' deki kamplarda Ermenilere o dönemde orduda askerlere verilen günlük tayinattan daha iyi gıda dağıtımı yapılmıştır.84 Ermenilere yardım amaayla kurulan Ermeni ve Süryanilere Yardım İçin Amerikan Komitesi adlı kuruluşun raporlarına göre Ermenilere bu dönemde milyonlarca dolarlık yardım yapılmış­ tır. Elbette bu yardımlar da mülteci duruma düşen insanların yüz binleri aşması sebebiyle asla yeterli olamamıştır.as

Tehcir Kurbanları Ne yazık ki, savaş sırasında ülkede yaşanan yokluk, kıtlık ve sıkıntılardan toplumun her kesimi gibi Ermeniler de ağır biçimde etkilenmiştir. Çünkü ülkede çiftçilerin askere alınması ve çekirge istil!ları sebebiyle üretim yarı yarıya düşmüştü. Tar83- Morley, Diaries, s. 52-55. Diğer kaynaklar için bkz. Çiçek, Ermenilerin Zorunlu Göçü, s.117-58. · 84-Askerlerin gündelikleri için bkz. Erik Jan Zürcher, "Between Death and Desertion: The Experience of the Ottoman Soldier in the World" I, Turdca 28 (1996), s. 252-53. Krş. Çiçek, Ermenilerin Zorunlu Göçü, s.96-102. 85- Kamplardaki hayat şartlan için bkz. Çiçek, Ermenilerin Zorunlu Göçü, s.257-89.


168 - TÜRK-ERMENi

iLiŞKİLERi ve TEHCİR

laları sürecek, madenlerden kömür çıkaracak, sivil nüfusa yeterli yiyecek ve kömür üretecek pek fazla kimse kalmamıştı Kömür çıkarılamayınca demiryolları çalışamaz hale geldi. Daha doğru­ su çalışma kapasitesini büyük ölçüde kaybettiği ve sadece askeri amaçlarla kullanılabilir hale geldiği için, yeterince yiyecek üretilse bile, ihtiyaç duyulan yerlere sevk edilmesi mümkün olamıyordu. İşte bu şartlar altında, salgın hastalıklar hem sürgün yollarındaki Ermenileri, hem cephedeki orduları ve hem de evlerinde yhayatta kalma savaşı veren halkı kırıp geçiyordu. Unutmamak gerekir ki, 1. Dünya Savaşı sırasında Osmanlı İm­ paratorluğu'nda dört veya beş milyon insan hayatını yitirmişti. Bunların en az yüzde 70'i kıtlık, açlık ve hastalıktan ölmüş, en çok yüzde 30'u katliamlar sırasında kaybedilmişti.86

Çaresizlik, savaşın doğurduğu güvenlik zaafı pek çok çetenin ortaya çıkmasına sebep olmuştu. Bunların tamamı Müslüman da değildi. Ermeni, Kürt ve Rumlar ile Çerkezlerin çok sayıda çeteleri faal bir şekilde yağma, soygun ve talan ile meşgul­ dü. Sadece İzmit ile Haydarpaşa arasında faaliyet gösteren en az 200 civarında Rum çetesi vardı. Ege Denizi ve Akdeniz kıyıları­ nı işgal etmiş daha başka yüzlerce haydut Rum çetesi de mevcuttu. Trakya'nın ve Anadolu'nun her yanında savaşan Ermeni, Kürt, Türk, Laz, Çerkez çeteleri söz konusu idi. Bütün bu insanlar çalıyor, öldürüyor, soyuyor, tecavüz ediyordu ve sonuçta binlerce insanın hayatına mal oluyorlardı. Tehcir kanunu ile sevk edilen Ermeniler tabii olarak bu çetelere karşı en az savunmasız durumda olanlardı ve bu yüzden kayıpları çok büyüktü. 87

Ne yazık ki Ermeni tarihçiler hiç bir delile sahip olmadıkları 86- Deta için bkz. Justin McCarthy, ÔlUm ve SUrgün: Osmanlı MüslUmanlarına karşı yürUtülen ulus olarak temizleme işlemi, çev. Bilge Umar, 3. Baskı, İstanbul, 1998. 87- Kayıplar için bkz. Çiçek, Ermenilerin Zorunlu Göçü, s.96-102. 290316.


KEMAL ÇiÇEK -

169

halde, bütün baskınları ve Ermeni kayıplarını, Hükümetin planlı imha operasyonuna bağlamaktadırlar. Halbuki, yukarıda da işaret edildiği gibi, Hükümet Ermenilerin güvenliği için kafilelere jandarma tahsis etmekte, can ve mal emniyetlerinin sağlan­ masını ilgili vilayetlerin yöneticilerine emretmekteydi. Sıkıyö­ netim mahkemelerinde görevini ihmal eden, Ermenilerin mallarını gasp eden, kanunsuz eylemlere göz yuman ve çetelerle iş­ birliği yapanları çok çeşitli ağır cezalara çarpbnyordu. Asıl

bu sayededir ki, Ermeni kayıpları büyük ölçüde azalbBir milyon Ermeni'nin yollarda katliam, salgın hastalıklar, açlık ve yorgunluktan öldüğü şeklindeki iddiaların mesnedi yoktur. Gerçekten de gerek Konsolos gerekse misyonerlerin naklettikleri katliam haberleri sıhhati şüpheli rivayetlerden ibarettir. Rapor sahipleri bu tür haberleri açıklıkla "dedikodulara göre", "söylendiğine göre", "güvenilir bir kaynaktan alınan habere göre", "çok güvenilir bir kaynağa göre", "dogru bir haber olduğuna inanmak için pek çok nedenim var" gibi ibareler ekleyerek vermektedirler. Bu örnekleri artırmak mümkündür. Bu tür kayıtlara tipik bir örnek olarak, Harput Konsolosu Leslie Davis'in 11Temmuz1915 tarihli bir raporu gösterilebilir. 23 Haziran' da Harput'tan sürgün edilen ve aralarında habn sayılır Ermenilerin de bulunduğu bir kafilenin akıbeti hakkında Davis, "Bunların tamamının öldürüldüğüne dair tekrar edile gelen bir söylenti var ve çok az şüphe var ki, öldürüldüler" şeklinde çarpıo bir yorumda bulunmaktadır.88 Halbuki aynı kafile ve tutuklu profesörler hakkında, 23 Haziran günü, günlüğüne not düşen misyoner Tacy Atkinson, "eminiz ki bu adamlar ölüme gönderildiler" labilmiştir.

88- NARA 867.4016/127. Krş. Sarafian III: 11ıe Central 1.Ands, s. 12-17. Halep konsolosluk belgeleri arasında Harput'tan oraya ulaşan çok sayıda Ermeni olduğu anlaşılmaktadır. Bu da bütün kafilelerin öldürüldüğü şeklindeki söylenti ve tahmine dayalı haberlerin abartılı olduğunun kanıtıdır. Bkz. NARA RG 84. Box 9. Document No: 310. Serabian özel No. 121. 22 Eylül 1915. (Bkz. Ek. VI).


170 - TÜRK-ERMENi

iLiŞKiLERi ve TEHCiR

nasıl gerçekleştigine dair bize bazı deama hiçbir şey dogrulanmadı." demektedir. 89 Kon-

dedikten sonra, "ölümlerinin

dikodular

ulaştı

solosların bu

ifadeleri onların, bazı tarihçilerin iddia ettiklerinin aksine, olayların tanıkları olmadıklarını açıkça göstermektedir. Harput Amerikan konsolosu Leslie Davis'in peşin hükümlü raporlarından birisi de, Harput'tan 23 Haziran 1915 gecesi yapı­ lan sevkıyat ile ilgilidir. Bu raporunda, şehrin ileri gelenlerinden 150 kişinin öküz arabalarıyla yerel hapishaneden alınarak bilinmeyen bir yöne götürüldüğünü, daha sonra bunların hemen tamamının Ergani Madeni yakınlarında, Diyarbakır ile Harput ortasında bir yerde, katledildiklerinin duyulduğunu yazmaktadır.9<> Kendisinin Harput Ermenilerinin akıbetleriyle ilgili olarak 30 Aralık 1915 tarihinde yazdığı rapor, daha az çelişkili değildir. Yılın bu son raporunda Konsolos Davis, önceki iki raporunda sürgün edilenlerin akıbetleri hakkındaki tahmin ve korkuları­ nın gerçekleştiğini kanıt sunmadan kaydetmekte ve böylece, aslında önceki iki raporunda verdiği kayıp bilgilerinin tahmin olduğunu itiraf etmiş olmaktadır. Aynca "Bir yıl önce bu şehirde yaşayan 100.000 Ermeni'den, belki de en fazla 4000 kişi kalmıştır" demek suretiyle, daha önceki raporlarda verdiği nüfus rakamları­ nı da ikiye katlamaktadır. Daha sonra ise şehirde kalan 4000 kişinin gidenlerin yerine çevre köylerden geldiğini yazmaktadır.91 Katliam haberlerinin çoğunun asılsız olduğuna güzel bir örnek de Trabzon'daki Amerikan konsolosu Oscar Heizer'in ilginç bir raporudur. Konsolos Heizer de Deği.rmendere' de gerçekleştiğini duyduğu katliamları raporlarında not etmiş, fakat bu katliamı soruşturmak üzere yaphğı bir teftiş gezisinde, iddiaların asılsız olduğunu tespit etmiştir. Alman Konsolosu Berg89- Tacy Atkinson, The Gennan, The Turk and the Devi/ Made a Tn'pple Aliance", Harpoot Diaries, 1908-1917, Princeton, New Jersey, 2000, s.38. 90- NARA 867.4016/392. 91- NARA 867.4016/269.


KEMAL ÇİÇEK -

171

feld ile birlikte Değinnendere boyunca ceset aramaya çıkan Heizer, 28 Temmuz 1915 tarihli raporunda bu olayı "( ... ) 17 Temmuzda Alman Konsolosu'yla at üstünde gezerken üç Türk'ün kumda mezar kazdıklarını gördük. Bize 4 Ermeni gömdüklerini söylediler" şeklinde kaydetmiştir.92 Her iki konsolos da Değirmendere'nin debisinin yığınlarca ceset taşımaya uygun olmadığını önemle vurgulamışlardır. Nitekim Halep Konsolosu tarafından Morgenthau'ya gönderilen bir belge, toplu katledildikleri iddiaları­ nı yalanlamakta ve en azından bazı Trabzon kafilelerinin Halep' e ulaşhğıru göstennektedir.93 Halep Konsolosu Jackson da katliamlar hakkında yine sadece duyduklarına dayalı olarak bazı bilgiler aktarmaktadır. Jackson'ın haber kaynaklan da ya tesadüfen katliamdan kurtulan "bir kişi" veya "sag salim" Halep'e ulaşan Ermenilerdir. Mesel!, 19 Ağustos 1915 tarihinde yazdığı bir raporunda Konsolos Jackson, 15 Ağustos 1915 tarihi itibarıyla öldürülen Ermeni sayısının 500.000'e ulaştığını yazmakta ve bazı şehirler hakkında detaylar vermektedir. Buna göre Urfa - Arappınar arasın­ da yol boyunca seyahat edenler, 500 kadar ceset gördüklerini belirtmişlerdir. Etkilenen yerler Van, Erzurum, Bitlis, Diyarbakır, Elazığ, Ankara ve Sivas olarak sayılmaktadır.94 Aynı Konsolos, bir ay kadar sonra, 29 Eylül tarihli bir raporunda, yola çı­ kanların 315 kadarının sağ salim Halep'e ulaştığını tahmin ettiğini, 21 Eylül günü itibariyle gelenlerin 150.000 olduğunu belirtmektedir. Buradan hareketle kaybedilen insan sayısının en az 92-NARA, 806.4016/126. Krş: NARA867.4016/128; Aynca Sarafian, il: The Peripheries, s.24-28. Alman Konsolosu raporunda bu kişilerin "bulunan cesetlerin gömülmesi için görevlendirildigini" kaydetmiştir. Ancak toplam bulunan ceset sayısı sadece 4'tür. Bkz. Ôzdemir ve diğ. Enneniler, SUrgUn ve Göç, s. 78. 93- NARA RG 84. Box 8. 3 Kasım 1915. Bu belge Trabzonlu 4 ailenin konsolos Heizer'e emanet ettikleri paralan talep etmeleriyle ilgilidir. 94- NARA 867.4016/148. Krş. Sarafian 1: The Lower Euphrates, s. 53-54.


172 -

TÜRK-ERMENİ İLiŞKİLERİ ve TEHCİR

1.000.000 kişi olabileceğini duyduğunu ifade etmektedir.95 Buna karşılık, konsolos Jackson, Şubat 1916'da sadece kamplarda yardım alanlan bile 486 bin olarak rapor etmektedir. Görüldüğü

gibi, Konsolosun bütün hesaplamaları çok tarhş­ salim Halep'e ulaşanlar yola çıkanların %15'i; gelenlerin sayısı ise 150.000 kadar olduğuna göre, sürgün edilenler 2.250.000 kişi olmalıdır. Halbuki Konsolos'un raporundaki tek somut bilgi, Urfa-Arappınar arasında bir katliamın meydana geldiği ve bu katliamda 500 kişinin öldüğüdür.% malıdır. Sağ

O halde, Ermeni kayıpları konusunda 600.000' den başlayan ve 2.000.000'lara kadar çıkan rakamların, diplomat ve misyoner raporlarına dayandırılması, objektif ölçülerle savunulabilmesi çok zor bir iddiadır. 97 Bu çalışmada bütün raporlar taranmasına rağmen, Konsolosların veya misyonerlerin doğrudan tanık olduğu -Harput Konsolosu Davis'in Hazar gölü tespiti dışında­ bir katliama rastlarulmamışhr. Yol kenarlarında görülen cesetlerin cinayet emaresi taşıdığına dair ifadeler, her nedense çok olmakla birlikte, verilen rakamlar lO'lar düzeyinde kalmışhr. Kısaca,

raporlardaki bütün katliam haberlerinin doğru oldubile, çahşmalarda veya baskınlarda öldürülen Ermeni sayısı 20.000 kişiyi geçmemektedir. Van gibi şehirler-

ğu varsayıldığında

95- NARA 867.4016/219 Krş. Sarafian, 1: The Lower Euphrates, s.94-104. %- Burada verilen 500 sayısı da dikkat çekicidir. Daha önce başka yer-

lerde ölenlerin sayısı da nedense çoğu zaman 500 olarak geçmektedir. 97-Amold Toynbee, 1916 itibarıyla 600 bin kayıp, 600 bin hayatta kalan Ermeni rakamı verir. (C. J. Walker, "British Sources on the Armenian Massacres 1915-1916, A Crime of Silence: The Armenian Genocide, ed. Gerard Liberiderian, Cambridge, Mass., 1985, s. 53-58). Diğer rakamlar 1923 yılma kadar kayıpların arttığını varsaymaktadır. (Levon Marashliyan, "Finishing the Genocide 1920-1923", Remembrance and Denial, The Case of the Armenian Genocide, ed. R. G. Hovannisian, Detroit, Michign, 1999, s. 113-145).


KEMAL ÇiÇEK -

173

de Rus ordularının Kafkasya'ya geri çekilmesi sırasında, ordunun peşinden ayrılan Ermenilerin verdiği kayıplarla bu sayı 80.000'lere kadar çıkabilir. Ancak bu büyük kayıplar, 200.000 kadar Ermeninin çekilmesi esnasında Kürt baskınları veya yol şartları sonucu verilmiştir ve Osmanlı ordusuyla ilgisi yoktur.98 Dolayısıyla, gerek resmi kayıtlara geçen katliamlar, gerek diplomat ve misyonerlerin doğrudan tanıklığına dayanan katliamlar ise 10-15 bin kadardır. Savaş sonrası bazı Osmanlı aydınlarının verdikleri kayıp rakamları araşhrmalara dayanmamaktadır. Bu yüzden, mesela, Kara Şemsi'nin ortaya attığı 250-350.000 Ermeni kaybı, salgınlardan ölümler de hesaba kahlırsa makuldür, ama tahminden öteye geçmemektedir.99 Ermeni tarihçilerden Dadrian'ın ısrarla, "Türk resmi kayıtlarına göre Osmanlı İçişleri Bakanı, doğrudan öldürülenlerin sayısını yaklaşık 800.000 olarak açıkla­ dı" yolunda çeşitli eserlerinde ortaya atbğı görüş kaynakların tahrifatına güzel bir örnek oluşturmaktadır.100 Çünkü, bahsi geçen alınhnın esas kaynağı olarak gösterilen Larcher'in eserinde bu anlamda bir cümle yoktur.101 Başka kaynaklar da Cemal Paşa'nın 600.000 Ermeninin öldürüldüğünü kabul ettiğini iddia 98- Stanford Shaw-Ezel Kural Shaw, Osmanlı İmparatorluğu ve Modern Tarkiye, ter. M. Harmana, C. il, s. 380. 99- Kara Şemsi, "Türkler ve Ermenistan Meselesi", Cenevre, 1918. Tere. Bayram Kodaman, Tarkler-Ermeniler ve Avrupa, s. 10. 100- Vahakn N. Dadrian, Ulusal ve Uluslar arası hukuk sorunu olarak jenosid: 1915 Ermeni olayı ve hukuki sonuçları, çev. : Yavuz Alogan, İs­ tanbul 1995; amlf. Warrant for Genocide: The Key Elementsin the Tur-

kish Denial of the fenocide: a case study of distortion and falsification, Cambridge, 1999; Warrant for Genocide: The Key Elements of Turco-

Armenian Conflict, New Brunswick (U.S.A.) and London, 1998. 101- "L'Anatolie avait en outre perdu 500.000 musulmans des vilayets orien-

taux, victimes on fugitifs de la guarre; 800.000 Armeniens et 200.000 Grecs, victimes des deportations ou decedes dans les battalions de travailleurs ". Commandant M. Larcher, La Guarre Turque Dans La Guarre Mondiale, Paris 1926, s.'602.


174 - TÜRK-ERMENi

iLiŞKiLERİ

ve TEHCiR

etmektedirler. HAibuki, Cemal Paşa hahrabnda, söz konusu rakamı iddia olarak kaydetmektedir.102 Dolayısıyla bugün "soykırım" veya "etnik temizlik" yapıldığı­ ileri sürenler, bazı misyoner ve diplomatların raporlarında sıklık.la yer verdikleri dedikodulara iltifat etmektedirler. Şaşırh­ cı olan, çağımız tarihçilerinden bir kısmının, savaşın tabiatında olan propaganda ve yanlış bilgilendirme faaliyetinin eseri denilebilecek bir takım dedikodu ve söylentilere dayanan bilgileri ciddiye almalarıdır. nı

Suriye ve Geçici İskan Son on yılda gerek Osmanlı ve gerekse Amerikan arşivlerin­ de yapılan araşhrmalar, bir buçuk milyon Osmanlı Ermenisi'nden en abarblı rakamlarla bile tahminen 600-700 bin kadarının Suriye ve civarına nakledildiğini ortaya koymuştur. Bir Amerikan arşiv belgesine göre 486.000 Ermeni, 8 Şubat 1916 tarihi itibarıyla Suriye ve civarındaki kamplara ulaşmış ve bakıl­ mıştır.103 J. J. Jackson ise tehcir bölgesinde 500.000 civarında Ermeni olduğunu kaydetmektedir.104 Halbuki eldeki Osmanlı belgeleri tehcir edilenleri 438.758, yerlerine ulaşanları da 382.148 olarak vermektedir.105 Kamplara Ermeni

ması

ulaşan

Ermenilerin sayısının bu kadar yüksek olmilyonlarla ifade etmenin abarhlı ve

kayıplarını

102- Cemal Paşa, Hatırat, s. 278. "... HUkümet-i Osmaniyenin şarki Anadolu vilayetlerinden bir buçuk milyon kadar Ermeni nakl ittinniş oldugunu ve bundan alh yuz bin kadarının yollarda kısmen kati ve itl6f edilmiş ve kıs­ men de açlık ve sefaletin tesiriyle ölmüş olduklarını kabul edelim." 103- NARA 867.48/271. Ek 310 ve NARA RG 84 Box 19. No. 414. 14 Haziran 1917. Kamplara ve yerleşim yerlerine varan Ermeniler hakkındaki değerlendirme için bkz. Çiçek, Ermenilerin Zorunlu Göçü, s.247-57. 104· NARA 867.48/271. Ek 310. 105- Halaçoğlu, Ermeni Tehdri ve Gerçekler, s. 77.


KEMAL ÇiÇEK -

175

maksatlı olduğunu açıklıkla

göstermektedir. Aynca kafilelere yapılan saldırılar sonucu ölen Ermenilerin sayısının çok fazla olmadığı da anlaşılmaktadır. Çünkü savaş öncesi Osmanlı Ermeni nüfusu üzerinden yapılan matematiksel hesaplamalar da Ermenilerin göçünü ve akıbetlerini makO.l bir şekilde açıklamaya olanak vermektedir. Şöyle ki: Osmanlı İmparatorluğunun Ermeni nüfusu 1914 yılında Justin McCarthy'ye göre 1.698.000'dir. Diğer kaynaklar ise 1.300.000 ile 1.700.000 arasında değişmekte­ dir. 500 bin civarında kişi güneye sürgün edildiğine ve 350450.000 kişi de gönüllü olarak Rusya ile birlikte Kafkasya'ya göç ettiğine göre 850-950.000 kişilik bir Ermeni kitlesinin hareketi kesin olarak izlenebilmektedir.1Cl6 Öte yandan en az 5090.000 kişi İran' a, 5.000 kişi Mısır' a, 10.000 kişi ABD' ye, 50.000 kişi Yunanistan ve adalara ve en az 60.000 kişi de diğer ülkelere göç etmiştir.107 Çünkü Osmanlı Ermeni nüfusunun geri kalanın akıbetleri de aynı derecede açıktır: Van isyanından hemen sonra Osmanlı kuvvetleri Temmuz ortalarında kontrolü ele geçirdiklerinde Van bölgesinden 120.000 civarında Ermeni doğuya doğru, Unniye gölü civarına gitmiştir. 200.000 civarında Ermeni de 1916 yazında Rus ordusunun işgal ettiği bölgelerden çekilmesiyle birlikte Kafkaslara göç etmiştir. Bazı Ermeni, Rus ve misyoner kaynaklarına göre Kafk.asya'ya mülteci olarak geçen Ermenilerin sayısı 350-400 bin arasındadır. Amerika'ya ve başka ülkelere savaş sırasında göç eden bütün Ermeniler ile Müslüman olan ve Anadolu'da kalan 300 bin civarındaki Ermeni de hesaba dahil edildiğinde 1.300.000 civarında Errneninin savaş esnasındaki nüfus hareketleri kesin olarak tespit edilebilmektedir.108 Bu rakamlar göstermektedir ki, Anadolu' daki Ermeni sa106- Kafkasya' daki bilgiler American Committe for Armenian and Syrian Relief tarafından 13 Eylül 1917 tarihinde yayınlanan beyannameden alınmıştır. Detaylar ve diğer veriler için Bkz. Özdemir ve diğ. Ermeniler: Sürgün ve Göç, s. 91-92. 107- Ôzdemir ve diğ., Ermeniler Sürgün ve Göç, s. 158 vd. 108- Ôzdemir ve diğ. Ermeniler, SUrgUn ve Göc. s. 94.


176 - TÜRK-ERMENi

iLiŞKiLERi ve TEHCİR

yısının azalmasını kayıp

olarak yorumlamak doğru değildir. Salgın hastalıklardan kaynaklanan kayıplar, sadece yollara dökülen Ermenileri değil Müslüman halkı da vurmuştur. Hastalık­ lardan en az etkilenmesi beklenen Osmanlı ordusunun kayıpla­ rı bile savaş boyunca 401.859 kişi olmuştur. Osmanlı ordusunda üç milyon kadar hastalık vakası kaydedilmiştir. Kaldı ki, misyonerlerin kontrolündeki Ermeni kam.plan da salgın hastalıkların yıkıcı etkisinden kurtulamamışbr. Almanya'run Halep konsolosu Halep'te dizanteri ve tifodan günlük ölüm sayısının 40 kadar olduğunu kaydetmiştir. Tıflis'teki kamplarda günde 200 kişi salgın hastalıklara kurban verilmiştir.109

Geri Dönüş ve Anadolu' dan Kopuş Bilindiği gibi 22 Aralık 1918 günü çıkarılan dönüş kararnamesi ile Ermenilerin evlerine dönmelerine izin verilmiştir. 1. Dünya Savaşı'nın sonunda Ermeniler için geri dönüş kanunu çı­ karıldığında Suriye ve civarındaki Ermenilerin yaklaşık olarak 300-350 bin kadarırunAnadolu'ya döndüğü Ermeni Patrikhanesi tarafından resmen İngiltere ve Amerika'ya bildirilmiştir.110 Talat Paşa'run geri dönüşü kolaylaştırmak için 2.000.000 liralık tahsisat ayırdığı da bilinmektedir.111 1918 Aralık ayından itibaren dönüşlerin hızlanmasıyla tahsisat miktarı da artmış, Şubat 1919 tarihinde harcanan para 120.000.000 liraya yükselmiştir. Böylece 1919 Eylül ayında tahsisat belgelerine göre 210-220.000 Ermeni yurtlarına dönmüştür.112 Aynca Paris Barış görüşmele­ ri esnasında Ermeni Milli Delegasyonu Başkanı olan Bogos Nubar Paşa da, Anadolu' da bağımsız bir Ermenistan kurulduğu

109- Ôzdernir ve diğ., Ermeniler, SUrgUn ve Göç, s. 102. 110- NARA 860}.584. Orijinal faksimile için ôzdernir ve diğ., Ermeniler, Sürgün ve Göç, s. 124-26. 111- İstihbarat-ı Siyasiye-i Umumiye Mecmuası, İstanbul (10 Ağustos 1334) adet 135, s.22' den nakleden Bakar, a.g.t, s. 153. 112- Bakar, a.g.t., s. 179


KEMAL ÇiÇEK -

177

takdirde Anadolu' ya dönmeye hazır Kafkasya' da 500 bin Ermeni olduğunu beyan etmiştir.113 1921 yılı başında Ermeni Patrikhanesi tarafından hazırlanan ve Ermenilerin Türkiye' de yaşadı­ ğı yerleri gösteren bir tabloya göre dönenlerle beraber Ermeni nüfusu 644.900 olarak verilmiştir.114 İran'daki 40.000 Türk Ermenisi'nin halen yerlerinde olduğu da yine İran kaynaklarında belirtilmektedir. Fransa'ya giden 40.000 kadar Ermeni ile diğer ülkelere gidenler ilave edildiğinde 1.400.000 civarında bir Ermenin akıbetleri aydınlahlabilmektedir.115 Demek ki Ermenilerin kendi belgeleri de Ermeni kayıplarının sıklıkla ileri sürüldüğü gibi bir milyon değil, bu rakamın üçte birinden bile daha az olduğunu göstermektedir. Kaldı

ki, 1923

yılında

Milletler Cemiyeti Mülteciler Komisyonu tarafından yayınlanan bir raporda 1.399.000 Osmanlı Ermenisinin hayatta olduğuna işaret edilmektedir. 817 bin Osmanlı Ermenisinin mülteci duruma düştüğü vurgulanmaktadır.116 Lozan öncesinde Anadolu' da yaşayan Ermenilerin sayısı­ nın 300 bine yakın olduğu da başka belgelerde gösterilmektedir. Bu durumda, Ermeni toplam nüfusunun 1.500.000 veya 1.600.000 olduğu kabul edilirse- ki bu oldukça iyimser bir tahmindir- 1915 ile 1923 yıllan arasında Ermeni kayıpları 300.000'i asla geçmemektedir. Bu rakama salgın vs. sebeplerle hayatlarını yitirenler dahildir ve bunların sayısı 150-200 bin arasında tahmin edilmektedir.117 Bu kayıp oranı elbette az değildir. Ancak tarihi kaynaklar, Ermeni kayıplarının etnik temizlik veya topyekun imha politikasına bağlı olmadığını göstermektedir. Savaş 113- Ôzdemir ve diğ., Ermeniler, Sürgün ve Göç, s. 133. 114- NARA T-1192 Roll 2 860J/395. Krş. Ôzdemir ve diğ., Enneniler: Sürgün ve Göç, s. 121-126. 115- Ôzdemir ve diğ. Ermeniler, Sürgün ve Göç, s. s. 142-171. 116- NARA T-1192. R.4 860J,01/184. Ôzdemir ve diğ. Enneniler, Sürgün ve Göç, s. 173. 117- Hikmet Ôzdemir, Salgın Hastalıklardan Ôlümler, 1914-1918, Türk Tarih Kurumu, Ankara, 2005.


178 - TÜRK-ERMENi

iLiŞKiLERi ve TEHCİR

sırasında

Hükümet, yukarıda da işaret edildiği gibi, Ermenilerin tehcir kanunu çerçevesinde sevkının en az kayıpla gerçekleş­ tirilmesi için milyonlarca lira harcamışbr.

Sonuç 20. yüzyılın üzerinde en çok spekülasyon yapılan olayının Ermenilerin savaş şartlan gereği zorunlu ve fakat geçici göç ettirilmeleri olduğu açıkhr. Bugün Türkiye' deki Ermeni sayısının 100.000'lerin alhna düşmesinden hareketle, 1915 yılında Ermenilere soykırım veya etnik temizlik uygulandığını iddia etmek taraflı bir yaklaşımın ürünüdür. Bilinçli yapılıyorsa bu durum tarihin saphnlmasından başka bir şey değildir. Ermenilerin kayıpları hakkında savaş yıllarında 600 bin ile başlayan ve şimdi­ lerde 1,5 milyon olarak telaffuz edilen rakamlar, konunun siyasi malzeme yapıldığını ortaya koymaktadır. Modem tarihçi savaş propagandası ile gerçekleri birbirinden aynşhrabilmeli, propaganda malzemesiyle sahih belgelerin farkını görebilmelidir. Zaten savaş sırasında 600 bin Ermeninin öldürüldüğü iddia eden Amold Toynbee bile hahralannda, 1915 tehcirini savaş şartlarında askerlik görevini yapan bir kişi olarak yazdığını kabul etmiştir. Tehciri de legal bir güvenlik önlemi olarak değer­ lendirmiştir. Dolayısıyla tehcir konusunda referans alınması gereken kaynaklar, savaş sırasında yapılan düşmanı karalama propagandaları olmamalıdır. Düzmece belgeler, propaganda malzemeleri, güvenilmez rivayetler ve dedikodulara dayanılarak yazılan eserlerle tarihe değil, ancak önyargılardan beslenen siyasi söylemlere ve toplumsal-kültürel tabulara hizmet edilmiş olur. Tehcir bir tarihi olaydır ve yeni belgeler ve bilgiler ışığında tekrar tekrar yazılabilmelidir. Aksi takdirde, yalnız tarih ve tarihçilik zarar görmez; yaşayanlar kadar doğacak olanlar da haketmedikleri kadar ao çekerler. Q


Ermeni Tehciri ve Yargılamalar (1915-1916)

Yusuf Sannay·

Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Atatürk; ''Tarih yazmak, tarih yapmak kadar mühimdir. Yazan, yapana sadık kalmazsa değişmeyen hakikat insanlığı şaşırtacak bir mahiyet alır" demektedir. İşte bazı batılı ülkelerde tarihi delillerden yoksun bir şekilde önyargılı ve siyasi bir yaklaşımla ele alınan Ermeni meselesi Atatürk' ün özdeyişiyle insanlığı şaşırtacak bir mahiyet almıştır. Çünkü bazı batılı ve Ermeni çevreler iddialarını tarih ve bilimsel temellerden ziyade, hatırat türü subjektif eser ve değer­ lendirmelere dayandırmakta ve tarihi seçici bir şekilde kullanmaktadırlar. Yani tarihi olayları belli bir sebep-sonuç ilişkisi içinde ortaya koyan kendi içinde tutarlılığı olan bir bütün olmaktan çıkıp, Ermenilerin işlerine gelen argümanları çekip çı­ kardığı bir bilgi amban olarak kullanmakta ve tarih 1915'e hapsedilmektedir. Böylece Ermeni tehcirinin sebepleri ve tehcire giden süreçte Ermeni örgütlerinin çıkardığı isyanlar ve olaylar ile • Doç. Dr., Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürü.


180 - ERMENi TEHCiRi ve YARGILAMALAR

dönemin büyük devletlerinin Ermenilere yönelik politikaları unutturulmaya çalışılmakta ve adeta Osmanlı devletinin herhangi bir sebep yokken Ermenileri 1915 yılında tehcire tabi tuttuğu şeklinde bir senaryo ile Türk milleti suçlanmaya çalışıl­ maktadır.

Bu yazıda Ermenilerin sevk ve iskanına yol açan gelişmeler tarihi süreç içinde ana hatlarıyla değerlendirildikten sonra, Ermeni tehciri sırasında meydana gelen suistimaller ve 1915-1916 yıllannda yapılan yargılamalar ele alınacaktır.

Ermeni Tehcirinin Sebepleri Osmanlı

devletinin yüzyıllarca süren hoşgörülü yönetim anlayışı sayesinde dini, milli, sosyal ve kültürel kimliklerini yaşa­ hp geliştiren Ermeniler arasında milliyetçilik fikirleri, misyonerler, yabana okullar ve büyük devletlerin desteği ile giderek güçlenmiş ve kilisenin öncülüğünde bağımsızlık hareketine dönüşmüştür.l Özellikle 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı'run sonucunda imzalanan Berlin Antlaşması ile Ermeni konusu uluslararası bir mahiyet kazanmış, başta Rusya olmak üzere, bölgede emelleri olan Avrupa devletlerinin Osmanlı devletine karşı baskı araa olarak kullandıkları bir mesele haline gelmiştir. İşte Büyük devletlerin desteğinden cesaret alan Ermeni milliyetçileri kendilerinden önce bağımsızlık hareketlerine girişen Sırp, Yunan ve Bulgarlar gibi aynı yolu izleyerek Doğu Anadolu' da bağımsız bir Ermenistan kurmak amaayla harekete geçmişlerdir. Ancak Ermeniler, Sırplar ve Yunanlılar' dan farklı olarak, Osmanlı devletinin hiçbir yerinde çoğunluğa sahip değillerdi.2 Do1- Ermeni milliyetçiliğinin doğuşunda etkili olan faktörler için bkz. Kamuran Gürün, ·Ermeni Dosyası, Ankara, 1983, s. 29-53; Bayram Kodaman; "Ermeni Meselesi (Tarihi ve Siyasi Bir Değerlendirme)", Yeni Türkiye, (Ermeni Sorunu Özel Sayısı 1) Sayı: 37, (OcakŞubat-2001) s. 2~212. 2- Osmanlı devletinde Ermeni nüfusu hakkında geniş bilgi için bkz.


YUSUF SARINAY - 181

layısıyla bağımsız bir Ermenistan kurmak için gerekli olan maddi unsurlar (nüfus, sınırlan belli bir bölge) mevcut değildi. Bu sebeple Ermeni milliyetçileri maddi unsurlardan mahrum bir milliyetçilik akımının amaçlarını gerçekleştirmek için meşru devletlerine, yani Osmanlıya karşı mücadele metodu olarak terörü seçmişlerdir.

Ermeni milliyetçilerinin mücadele metodu olarak terörü seçmelerinin iki önemli sebebi vardır. Birincisi, bağımsız devlet kurmayı amaçladıkları bölgedeki Müslüman Türk çoğunluğu ya katlederek, ya da göçe zorlayarak bölgede çoğunluğu sağla­ mak, ikincisi meydana gelen olaylan batı dünyasında "Ermenilerin katliamı" olarak propaganda ederek Avrupalı devletlerin Ermeniler lehine askeri ve siyasi müdahalesini sağlamaktır. Bu amaçla Bedin Antlaşması ile Büyük devletlerin desteğini elde eden Ermeni milliyetçileri Osmanlı sınırları içinde ve dışın­ da ihtilalci-silahlı terörizmi mücadele metodu olarak seçen parti ve dernekler kurarak 1890 yılından itibaren silahlı eylemlerini yoğunlaşhrmışlardır.3 1890-1914 yıllan arasında Doğu Anadolu' dan Akdeniz' e, Orta Anadolu' dan İstanbul' a kadar uzanan bölgelerde, Ermeniler 40'tan fazla isyan çıkarmış ve sayısız terör olayı gerçekleştirmişlerdir.4 Bu olaylan bahane eden Büyük devletler de bir taraftan Ermeniler lehine ıslahat yapılması için Osmanlı devletine baskı yaparken, diğer taraftan Ermeni milliyetçilerini isyana teşvik ehnişlerdir. Büyük devletlerin Ermeniler için reformlar yapması hususunda Osmanlı hükümetine basHikmet Ôzdemir ve diğerleri; Ermeniler: Sürgün ve Göç, Türk Tarih Kurumu yay. Ankara, 2004, s. 5-52. 3- Ermeni Kuruluşları için bkz. Enneni Komiteleri (1891-1895), Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü yayınlan, Ankara, 2001; Esat Uras; Tarihte Ermeniler ve Ermeni Meselesi, Genişletilmiş 2. Baskı, Belge Yayınlan, İstanbul, 1987, s. 421-457. 4- Ermeni isyanları için bkz. Azmi Süslü ve diğerleri, Türk Tarihinde Ermeniler, Ankara, 1995, s. 148--153; Uras, a.g.e, s. 45~531; Gürün, a.g.e, s. 126-176.


182 - ERMENi TEHCiRi ve YARGILAMALAR kılan

1. Dünya Savaşı öncesine kadar devam etmiştir.5 Sonuçta 8 Şubat 1914 tarihinde imzalanan bir antlaşma ile Doğu Anadolu vilayetlerinde Ermeniler lehine ıslahat yapılmasını Osmanlı hükürneti Büyük devletlerin baskısı ile kabul etmek zorunda kalmıştır. Yeniköy Antlaşması denilen bu antlaşma ile Anadolu' da bağımsız bir Ermeni devletinin kurulmasının temelleri atılmıştır.6

Birinci Dünya

Savaşı'nın başlaması

ve

Osmanlı

devletinin

İtilaf devletlerine karşı Almanya'run yanında savaşa girmesi Er-

meni milliyetçileri tarafından amaçlan olan bağımsız Ermenistan'ın kurulabilmesi için büyük bir fırsat olarak görülmüştür. 1. Dünya Savaşı' na kadar büyük ölçüde silahlandırılan Ermeniler savaş başladığında Osmanlı devletine karşı savaşarak bağımsız Ermenistan'ı kurmak amaayla başta Rusya olmak üzere İtilaf devletleri He işbirliği içine girmişlerdir. Osmanh Ordusunun Sankamış' ta Rusya'ya yenil:rllesi ve arkasından İngiltem ve Fransa'run Çanakkale'ye saldırmasına paralel olarak Ermeni komitecileri savaşan Osmanlı ordularını arkadan vurmak ve ikmal yollarını kesmek için harekete geçmişler ve silahlı isyanlara başla­ mışlardır.

Osmanlı

tarafından Sırbistan,

Yunanistan, Romanya ve Bulgaristan'ın bağımsızlıklarını tanıyarak, bu topraklan terk etmek bir anlamda küçülme olarak algılanmıştır. Fakat Kaf5-

Geniş

yönetimi

bilgi için bkz. Münir Süreyya Bey; Ermeni Meselesinin Siyasi Tarihçesi (1877-1914), Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü yayınlan, Ankara, 2001, Ercüment Kuran; "Ermeni Meselesinin Milletlerarası Boyutu" Yeni Türkiye, Sayı: 37, (Ocak-Şubat-2001) s. 235-244 ve Ali Karaca, Anadolu Islahatı ve Ahmet Şakir Paşa (1838-1899), İstanbul 1993. 6- Birinci Dünya Savaşı'nın başlaması üzerine uygulanamayan bu ıs­ lahat projesi için bkz. Zekeriya Türkmen; "İttihat ve Terakki Hükümetinin Doğu Anadolu Islahat Müfettişliği Projesi ve Uygulamaları (1913-1914)", Ermeni Araştırmaları, Sayı: 9, Bahar-2003, s. 41-75.


YUSUF SARINAY - 183

kaslardan Akdeniz' e uzanan geniş bölgeyi Ermenilere terk etmek, bir küçülme değil, Osmanlı devletinin tamamen dağılma­ sı ve hatta yok almısı anlamına gelirdi. Bu sebeple Ermenilerin birlikte yaşamayı reddederek Türklerin anayurduna sahip alına iddiası ile Avrupalı devletlerin desteğini alıp toplu isyanlara kalkışmaları Osmanlı hükümetini sevk ve iskan kararı almaya mecbur etmiştir. Osmanlı hükümeti seferberlik ilmmdan itibaren dokuz ay sabrettikten sonra Ermeniler konusunda köklü tedbirler almak zorunda kalmışhr. öncelikle 24 Nisan 1915 tarihinde Ermeni komiteleri kapahlmış, liderleri ile zararlı faaliyetleri bilinen Ermeniler tutuklanmışbr.7 Ancak olayların giderek tırmanması ve özellikle Van' daki hadiseler üzerine Sevk ve İskan Kanunu çıka­ nlmışhr. Çıkarılan Sevk ve İskan Kanunu'nun uygulanması, idarecilerin yorum ve kabiliyetlerine bırakılmamış, uygulamada idarecilerin neyi nasıl yapacaklarına dair kararlar alınmıştır. Aynca Osmanlı hükümeti göçün düzenli ve güvenli bir şekilde uygulanması ve sevk edilen Ermenilerin can ve mal güvenliği­ nin korunması amaayla mümkün olan tedbirleri almak için büyük çaba harcamışbr.B

Osmanlı hükümetinin 1915'te aldığı sevk ve is.kful karan, olabilecek yani ihtimal dahilindeki bir Ermeni isyanına karşı düşünülmüş bir tedbir değil, fiilen ortaya çıkan isyana ve düş­ man ordusuyla işbirliğine karşı alınan geçici bir tedbirdir. Busebeple yapılan sevk ve iskan, planlı ve siyasi amaçlı değil, tama; men sivil ve askeri 8-üvenlik endişesiyle ilgilidir. Ermenilerin sevk ve iskanı yaklaşık bir yıl sürmüş, 15 Mart 1916 tarihinden itibaren vilayet ve mutasamflıklara gönderilen bir talimatla tehcir durdurulmuştur.9

7-

BOA.DH.ŞFR.Nr.

52/%-97-98. Ermeni Komitelerinin Amal ve

Hare-

kıit-ı İhtilfiliyyesi, İlan-ı Meşrutiyetten Evvel ve Sonra, İstanbul, 1332, s.

242. 8- BOA, Meclis-i Vükela Mazbatası, Nr. 198/24; BOA.DH.ŞFR.Nr.

54/10; DH.ŞFR. 54/9, DH.ŞFR.Nr. 54/162. 9- BOA.DH.ŞFR.Nr. 62/21.


184 -

ERMENİ TEHCiRi ve YARGILAMALAR

Ermeni Sevkıyatı Sırasında ve Yapılan Yargılamalar

Yaşanan

Suiistimaller

Yukarıda belirtildiği gibi, Osmanlı hükümeti savaşın olumsuz şartlan içinde Ermeni sevkıyahru yürütürken kafilelerin güvenliklerinin sağlanması konusunda büyük gayret sarf etmiştir. Başta Meclis-i Vükela' da alınan sevk ve iskan karan olmak üzere, Dahiliye Nezareti tarafından taşra yöneticilerine gönderilen talimatlarda; Ermenilerin can ve mal güvenliği üzerinde önemle durulmuş, gerekli tedbirlerin alınması ve Ermenilere kötü muamelede bulunan jandarma ve memurların derhal azledilerek Divan-ı Harplere teslim edilmesi vurgulanrnışbr.10

Ermeni sevkıyatı sırasında Erzurum-Erzincan arasında 500. katledilmesinin haber alınması üzerine Dahiliye Nezareti'nden. Erzurum, Elazığ ve Bitlis vilayetlerine 14 Haziran 1915 tarihinde gönderilen bir talimatta; Ermenilerin sevkleri esnasında yollarda muhafaza edilmeleri, hiçbir zaman ahalinin işe karıştırılmaması ve mukateleye (karşılıklı çahşma) meydan verilmemesi, bu amaçla sevk güzergahlarında tedbir alınması ve Ermenilere karşı katl ve gaspa diret edeceklerin şiddetle cezalandırılması emredilmiştir.11 26 Haziran 1915 tarihinde Elazığ vilayetine gönderilen talimatta; Ermeni kafilelerine Dersim eşkıyası tarafından saldı­ rıldığı, bu saldırıların önlenmesi ve kafilelerin emniyet içinde sevklerinin sağlanması hususunda derhal tedbir alınması emredilmiştir.12 28 Ağustos 1915 tarihinde Trabzon vilayetine gönderilen talimatta; Ermenilere karşı gasp ve yağmada bulunanların şiddetle cezalandırılması13; 29 Ağustos 1915 tarihinde Ankara vilayetine gönderilen talimatta ise, sevk olunsun olunmasın Erkişilik bir kafilenin Kürtlerin saldırısına uğrayarak

10- BOA. Meclis-i Vükela. Mazbatası, Nr. 198/24; BOA, DH, 54/9;54/156,54/162;55/292 11- BOA. DH. ŞFR. Nr. 54/9, 54/10 12 - BOA. OH. ŞFR. Nr. 54/ 162 13- BOA. OH. ŞFR. Nr. 55/266

ŞFR.

Nr.


YUSUF SARINAY -

185

menilerin her türlü tecavüzden korunmaları ve güvenliğin sağ­ lanamadığı mahallerde sevkıyatın ertelenmesi, Ermenilere herhangi bir saldın olursa ilgili memurların Divan-ı Harplere verilmesi emredilmiştir.14 Bazı bölgelerde Ermeni kafilelerinin mallarının gasp edildiği ve saldırılara maruz kaldıkları ve mahalli yöneticilerin görevlerini suiistimal ettiklerinin haber alınması üzerine IS hükümet, olayları önlemek amaayla daha radikal tedbirler almaya başlarnışbr. Bu konuda; hükümet Ermeni sevkıya­ tının yapıldığı vilayetlere gönderdiği talimatta; muhafızsız hiçbir kafilenin yola çıkarılmamasını, muhafız sayılarının arbrıl­ masıru ve Ermeni kafilelerine saldırıda bulunanların yakalanarak cezalandırılmasını emretmiştir. Bu çerçevede; Tokat Jandarma Komutanına soruşturma açılmış; Aziziye (Pınarbaşı) Kaymakamı Hamid Bey'in Ermeni sevkı sırasında usulsüz hareketlerinden dolayı görevden alınarak Divan-ı Harbe verilmesine karar verilmiş, Tenos (Şarkışla) Kaymakamı azledilmiştir.16 Urfa bölgesinde kafilelere refakat eden jandarmalar ihmalleri sebebiyle Divan-ı Harbe sevk edilmişlerdir.17 Urfa' dan Resulayn ve Nusaybin yoluyla sevke tabi tutulan Ermenilere tecavüzlerin önlenmesi amaayla yol güzergahı değiştirilmiştir.18 18 Eylül 1915 tarihinde Konya vilayetine gönderilen şifrede; Karaman istasyonunda bir jandarmanın Ermeni göçmenleri kırbaçladığının haber alındığı, böyle davranan jandarma ile bu duruma müsamaha gösterenler hakkında tahkikat yapılması ve şiddetle cezalandırılması emredilmiştir. ı 9

14- BOA. DH. ŞFR. Nr. 55/290 15- Halep-Meskene'de gasp için yapılan saldırılarda 2000 Ermeni'nin öldürüldüğü, Diyarbakır' dan Zor' a, Suruç' tan Halep' e sevk edilenlerden de 2000 kişinin soyuldukları konusunda bkz. Halaçoğlu, a.g.e., s. 59-60 16- BOA. DH. ŞFR. Nr. 57/105; 57/116 17- BOA. DH. ŞFR. Nr. 57/309 18- BOA. DH. ŞFR. Nr. 57 /277 19- BOA. DH. ŞFR. Nr. 56/64


186 - ERMENi TEHCiRi ve YARGILAMALAR Yukarıda belirtildiği gibi, Ermenilerin sevk ve iskanı sırasın­ da istenmeyen bazı olayların cereyan etmesi ve bir kısım görevlilerin hükümetin kararlarına aykırı davranışlarda bulunrnalan üzerine, hükümet ülke çapında durumu incelemek ve sorumlulan cezalandırmak üzere harekete geçmiştir. Bu amaçla Talat Paşa'run 28 Eylül 1915 tarihli tezkiresi üzerine, Meclis-i Vükela 30 Eylül 1915 tarihinde soruşturma komisyonları kurulması karan almışbr. Bu kararda; Ermenilerin sevk ve isk!nı sırasında ahaliden bazıları ile bir kısım memurlann suiistimalleri ve kanuna aykırı hareketlerinin olduğunun anlaşıldığı, bu sebeple bunlan yerinde incelemek ve suçlu görülenleri Divan-ı Harplere sevk etmek amaayla; Hüdavendig!r ve Ankara vilayetleri ile İzmit, Karesi, Eskişehir, Karahisar-ı Sahih, Kayseri ve Niğde livalarına Temyiz Mahkemesi Reisi Hulusi Bey'in başkanlığında Şuray-ı Devlet azasından Seyyid Haşim ve Jandarma binbaşılarından Galip Beyefendilerden; Adana, Halep ve Suriye vilayetleriyle Maraş, Urfa ve Zor livalarına istinaf Mahkemesi Reisi Asım Bey' in başkanlığında İz~ir Jandarma Mıntıka Müfettişi Kaymakam Hüseyin Muhyiddin ve Ankara vilayeti Mülkiye Müfettişi Muhtar Beylerden; Erzurum, Trabzon, Sivas, Mamuretü'l aziz, Diyarbakır ve Bitlis vilayeti ile Canik livasına Bitlis eski valisi Mazhar Bey'in başkanlığında İstanbul Bidayet Müdde-i Umumisi Nihad ile Jandarma binbaşılanndan Ali Naki Beylerden üç heyet oluşturulduğu belirtilmektedir.20 Olaylan önleme konusunda çok hassas davranan hükümet, henüz Meclis-i Vükela karan çıkmadan muhtemel heyet üyelerine hazırlıklı olmaları konusunda önceden bilgi de vermiştir.21

20- BOA Meclis-i Vükela Mazbatası Nr. 199/35; Seyyid Haşim Bey'in hastalığı sebebiyle daha sonra yerine ŞO.ray-ı Devlet azası İsmail Hakkı Bey tayin edilmiştir. BOA. OH. ŞHR. Nr. 58/38; Talat Paşa'run Anılan, Yay. Haz. Alpay Kabacalı, İstanbul, 1994, s. 83'te dört heyet oluşturulduğu belirtilmektedir. 21- Bu konuda Ankara Vilayeti Mülkiye Müfettişi Muhtar Bey ile Bitlis Eski Valisi Mazhar Bey'e önceden yazı yazılmışbr. Bkz. BOA. DH. ŞFR. Nr. 56/179; 56/186


YUSUF SARINAY -

187

Bu soruşturma heyetlerine verilen talimatta; jandarma, polis, amirler ve memurlar hakkında soruşturma yapılması ve yapıla­ cak soruşturma sonucuna göre, suçlu bulunan ve görevlerini suiistimal edenlerin Divan-ı Harplere sevk edilmeleri emredilmişti.r. 22 Osmanlı devletinde "Divan-ı Harb-i Örfi Mahkemeleri" olarak bilinen bu mahkemeler; sıkıyönetim ilan edilen bölgelerde devletin iç ve dış güvenliğini ihlal eden bilumum suçlar ile isyan, ihtilal, çetecilik faaliyetlerine kablanları ve savaş sırasında hükümetin yayınlamış olduğu her türlü kanun, emir ve talimat hükümlerine aykırı davrananları yargılamışbr.23

Ermenilerin sevk ve iskana tabii tutulduğu bütün bölgelerde incelemeler yapan bu soruşturma komisyonlarının verdikleri raporlara dayanarak görevini kötüye kullanan birçok görevli azledilmiş, yargılanmak üzere Divan-ı Harplere sevk edilmiştir. Bu mahkemeler, Mütareke döneminde İtilaf Devletleri'nin baskısı sonucu kurulan mahkemelerden farklı olarak yukarıda belirtilen komisyonların raporlarına dayanarak yargılamada bulunmuşlardır. Dahiliye Nezareti'nden Hariciye Nezareti'ne gönderilen 19 Şubat 1916, 12Mart1916 ve 22 Mayıs 1916 tarihli gizli yazıların ekinde yer alan listelere göre, Divan-ı Harplerde yargılananların vilayetlere göre dağılımı şu şekildedir. 24 Amasya ............... : Ankara ............... : Bitlis ................. : Canik ................. :

2 148 29 89

22- BOA. DH. ŞFR. Nr. 56/267 23- Geniş bilgi için bkz. Osman Köksal, Tarihsel Sureci İçinde Bir Ôzel Yargı Organı Olarak Divan-ı Harb-i örfiler (1877-1922), Ankara Üniv. Sosyal Bilimler Enstitüsü (Yayınlanmamış Doktora Tezi) Ankara, 19%. 24- BOA. (Harici Siyasi) HR. SYS. Nr. 2882/29. Gürün, toplam sayıyı 1397 olarak vermektedir. Gürün, a.g.e., s. 221-222


188 - ERMENi

TEHCİRi ve YARGILAMALAR

Diyarbakır

............ : .............. : Halep ................ : Hüdavendigar ......... : İzmit ................. : Kayseri ............... : Konya ................ : Mamuretülaziz ......... : Niğde ................ : Sivas ................. : Suriye ................ : Urfa .................. :

70 29 56 21 28 146 16 249 8 579 27 170 Genel Toplam ........... : 1.673

Eskişehir

Divan-ı Harplerde yargılanmak üzere tutuklanan 1673 kişi­ nin içinde asker, polis ve Teşkilat-ı Mahsus' a elemanı sayısı 528

kişidir. Bunların arasında binbaşı, yüzbaşı, üsteğmen, teğmen,

jandarma bölük

komutanı,

polis komiseri ve polis gibi rütbeli Aynca, sıhhiye müdürü, tahsildar, kaymakam, belediye reisi, nahiye müdürü, katip, sevk memuru, mal müdürü, tapu memuru, muhtar, telgraf müdürü, nüfus memuru, başkatip ve Emval-i Metruke Komisyonu reisi gibi 170 kamu görevlisi de yargılanmışbr. Diğer taraftan Ermeni sevkı­ yab sırasında gasp ve saldın olaylarına kalkışan çete mensubu ve halktan da 975 kişi yargılanmak üzere Divan-ı Harplere sevk kişiler bulunmaktadır.

edilmiştir.

Divan-ı Harplere sevk edilen bu kişiler adam öldürme, yaralama, Ermenilerin mallarına zarar verme, çalma, zorla para ve eşya alma, rüşvet, yağma ve yankesicilik, Ermeni kızlarıyla izinsiz evlilik ve vazifeyi suiistimal suçlarından yargılanmışlardır.

1916 yılı ortalarına kadar Divan-ı Harplerde yapılan maların sonucu

dir:

yargıla­

verilen cezalar ve mahkemelerin safahah şöyle­


YUSUF SARINAY -

189

67 kişi .... : İdam cezası 524 kişi ... : Muhtelif hapis cezası

68 kişi .... : Kürek, para, kalebent, pranga ve sürgün cezası 227 kişi ... : Berat ve yargılama reddi

109 kişi ... : Mahkeme devam etmekte ve inceleme

aşama-

sında

4 kişi ..... : Velisine teslim 674

kişi

... : Hakkında henüz bir işlem

yapılmayanlar

Yukarıdaki rakamları değerlendirdiğimizde yargılaması devam eden veya henüz hakkında bir işlem tesis edilmeyenler arasında da çeşitli cezalara çarphnlanlann sayısının daha da artması muhtemeldir.

Dahiliye Nezareti'nden Konya vilayetine gönderilen Siroz'lu Ahmed (bilinen adıyla Çerkez Ahmed) ve arkadaşı Halil'in Ermenileri kati ve eşyalarını gasp suçların­ dan 4. Ordu Divan-ı Harbinde yargılanmak üzere Konya'ya sevk edildiği, firarına meydan verilmemesi ve Cemal Paşa' dan talep olana kadar Konya' da hapsedilmeleri emredilmiş,25 daha sonra Suriye Divan-ı Harbinde idama mahkum edilen bu kişiler 26 Şam' da asılmışlardır. 27 idamlıklardan

Osmanlı

hükümetinin kendi insiyatifi ile gerçekleştirdiği bu 1. Dünya Savaşı sonunda özel olarak kurulan Divan-ı Harp Mahkemeleri bulunmaktadır. Ayn bir inceleme konusu olan bu mahkemeler, Mondros Mütarekesi sonucu Osmanlı devletini işgal eden itilaf devletleriil.in bask.ılan sonucu Hürriyet ve İtilaf hükümetleri tarafından kurulmuş, işgalcilere yargılamaların dışında

25- BOA. DH. ŞFR. Nr. 55 A/177. 26- BOA. HR. SYS. Nr. 2882/29-25. 27-Ali Fuad Erden, Suriye Hatıralan, Yayına Haz: Alpay Kabacalı, İstan­ bul, 2003, s. 269.


190 - ERMENi TEHCiRi ve YARGILAMALAR yaranma, intikam duygusu ve siyasi amaçlarla bir dönemi toptan yargılamışlardır.28 Aynca mütareke döneminde savaş ve tehcir suçlusu olarak İngilizler 144 Osmanlı devlet adamını Malta' da yargılamışlar, ancak tutuklananlar hakkında herhangi bir suç delili bulamamışlardır.29 Osmanlı

hükümetinin, 1. Dünya Savaşı içinde 1915-1916 yıl­ iç hukuk sistemini işleterek Ermenilerin sevk ve iskanı sırasında, çıkarılan kanun ve yönetmelikler ile gönderilen talimatlara aykın davranan, suiistimali görülen asker-sivil devlet görevlileri ile çetecilik yapan vatandaşlan askeri mahkemelerde yargılayarak cezalandırdığını görmekteyiz. Bu yargılamalar ve cezalandırmalar Ermenilerin can ve mal güvenliklerinin sağlan­ ması konusunda Osmanlı merkezi yönetiminin ne kadar hassas davrandığını, münferit olaylara dahi göz yummadığını göstermektedir. Ermenileri yok etme veya onlara katliam yapma amaonda olan bir yönetimin suç işleyen veya ihmali görülen devlet görevlilerini yargılaması, görevlerinden alması ve idam dahil çeşitli cezalara çarpbnlmalan konularında bu kadar hassas davranması mümkün müdür? Almanya'nın Yahudi soykırımı ile Ermeni olaylarını karşılaştıran ve benzerlikler kurmaya çalışan bazı aydınlara şunu sormak gerekir: Almanya' da Yahudilere kötü davrandığı için yargılanan, görevinden alınan, hatt~ hapsedilen ve idama mahkO.m edilen tek bir Alman subayı veya kamu görevlisi var mıdır? a larında

28- 1918-1920 yıllan arasında yapılan bu yargılamalar hakkında geniş bilgi için bkz. Feridun Ata; İşgal İstanbul'unda Tehcir Yargılamalan, Türk Tarih Kurumu Yayınlan, Ankara, 2005. 29- Geniş bilgi için bkz. Bilal Şimşir, Malta Sürgünleri, Bilgi Yayınevi, 2. baskı, Ankara, 1985.


Amerikan Misyonerlerinden E. Smith ve H. G. O. Dwigh'e Göre 1830-1831 Yıllarında ,Ermeniler

Ömer Turan*

Anadolu ve Orta Doğu coğrafyası son birkaç asırdır Hristiyan misyonerlik cemiyetlerinin ilgisini çekmektedir. Misyonerlik faaliyetlerinin, dini, tarihi, kültürel, ekonomik vs. boyutları vardır. İncil' de geçen bütün yer isimleri bu coğrafyaya aittir, bütün olaylar bu coğrafyada vuku bulmuştur. Bu bakımdan Hristiyanlık kaynaklarında bu bölgenin adı "İncil Ülkesi" anlamına gelen "Bible Land" dir. Bir zamanlar Hıristiyan Doğu Roma İm­ paratorluğu'nun hakimiyeti altındaki bu topraklar, Müslüınan Türklerin elindedir! Haçlı Savaşları ile başlab.lan Müslüman Türkleri Anadolu' dan çıkarma projesi başarılı olamamıştır ama unutulmamışb.r da! Şark meselesi bu projenin ayn bir tezahürüdür. 19. Yüzyılda birdenbire çoğalan misyonerlik faaliyetlerini, sanayileşen Ban ülkelerinin yeni pazar arayışlarının bir parçası olarak değerlendiren çalışmalar da vardır. • Doç. Dr., Orta Doğu Teknik Üniversitesi, Tari~ Bölümü öğretim üyesi.


192 -

AMERiKAN MİSYONERLERiNE GÖRE ERMENİLER

Katolik misyonerler 17. Yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu coğrafyasına gelmeye başlamışlardır. Protestan misyonerler ise 19. Yüzyılın başlarında bu coğrafyaya gelmişlerdir. Church Missionary Society ve The British and Foreign Bible Society isimli İngiliz Protestan misyonerlik kuruluşlarına bağlı misyonerler, i9. Yüzyılın başlarında Osmanlı topraklarına gelmişlerdir.11800 yılında İngiltere'nin hakimiyetine geçen Malta adası misyonerlerin güvenli bir ikmal ve sığınak merkezi olmuştur.2 Aynı dönemde İngilizlerin yanı sıra Amerikan Protestan misyonerler de Osmanlı topraklarına ilgi duymaya başlamışlardır. Burada kendisinden sıklıkla bahsedeceğimiz The American Board of Commissioners far Foreign Missions isimli Amerikan Protestan misyonerlik cemiyeti, 1810 yılında Boston' da kurulmuştur. Cemiyet, personelinin sayısı, imkanlarının büyüklüğü, faaliyetlerinin genişliği ve dolayısıyla gücü itibariyle çok kısa bir süre içerisinde hem Amerika' daki hem de dünyadaki en büyük Protestan misyonerlik kuruluşu olmuştur. The American Board, Akdeniz'e kıyısı olan ülkeleri ve bu ülkelerin insanlarını yakından tanımak, onların dini, sosyal, ekonomik ve kültürel durumları hakkında bilgi toplamak maksadıyla, 1820'li yıllarda bu ülkelere misyonerlerini göndermiş, onlara keşif gezileri yaphrmıştır. Bu cümleden olarak The American Board misyonerlerinden Pliny Fisk ve Levi Parsons 1820' de meşhur Yedi Kiliseyi içine alacak bir şekilde Anadolu'yu; Fisk ve Jonas King 1823 yılında Tebes'e kadar Nil boyunu; Parsons, Fisk, King, Bird, Williarn 1- Osmanlı İmparatorluğu topraklarında faaliyet gösteren İngiliz ve Amerikan Protestan misyonerlik cemiyetleri ve bu cemiyetlerin arşivlerindeki belgelerin Osmanlı tarihine kaynak olması bakımından tanıhldığı bir çalışma için bk. Ömer Turan, "19. Yüzyıl Osmanlı Tarihinin Kaynaklarından İngiliz ve Amerikan Misyonerlik Cemiyetleri Arşivleri", XII. Türk Tarih Kongresi Bildirileri, 4-8 Ekim 1999, C.III, Türk Tarih !<urumu, Ankara, 2002, s.1547-1564. 2- Uygur Kocabaşoğlu, Kendi Belgeleriyle Anndolıı'daki Amerika, Arba Yayınlan, İkinci Baskı, İstanbul-1991, s.34-41.


ÔMER TURAN -

193

Goodell ve Eli Smith 1821-1827 yıllan arasındaki çeşitli zamanlarda Filistin'i ve Suriye'nin büyük bir kısmını; Gridley 1827 yı­ lında İzmir' den Kapadokya'ya kadar olan bölgeyi; Brewer, King, Smith ve Anderson 1827 ve 1829 yıllarında Mora yarıma­ dasını, İyonya ve Ege adalarını; Bird, 1929 yılında Kuzey Afrika' da Trablusgarp ve Tunus'u gezdiler. Bu gezilerin bazılarında başka misyonerlik cemiyetlerinin misyonerleri de vardı. Bu araşbrma gezilerinde Kıpti, Maruni ve Rum kiliselerinin ve bu kiliselere mensup toplulukların diru ve moral durumlarını tespit ettiler.3 Misyonerler, Anadolu ve Orta Doğu'da görevlendirildikleri bölgeler ve etnik/ dini gruplarla ilgili olarak Baston' daki merkezlerine raporlar göndermişlerdir. Söz konusu raporlarda, misyonerlerin gönderildikleri bölgeler ve/ veya etnik/ dinf grupların tarih!, sosyal, ekonomik, diru, eğitim, sağlık vs ... durumları hakkında önemli bilgiler vardır. The American Board, bu raporlar ışığında bu bölgelere ve etnik/ dinf gruplara yönelik plan ve stratejilerini hazırlamıştır. Bu raporlar Batı kamuoyunun dikkatini söz konusu bölgeler ve topluluklara çekmiş ve aynı zamanda daha sonraki yıllarda oralara gönderilecek misyonerlere rehber olmuştur.4 The American Board'un bölgeye ilgisi bu topluluklarla sınır­ Bu çalışmalar esnasında Doğu Kiliselerini fark etmişlerdi. "Katolikler ve Müslümanlar arasında sıkışmış bu topluluklar" arasına girebileceklerini ve bunlar arasında çalışabile­ ceklerini düşünüyorlardı. The American Board misyonerleri bölgedeki Hıristiyan topluluklardan Ermeniler, Gürcüler, Nasturiler ve Keldanileri de biliyor, onlarla ilgilenmek istiyor ancak lı değildi.

3- James L. Barton, Daybreak in Turkey, Second Edition, The Pilgrim Press, Boston, 1908, s.119-123. 4- Bu tür kitaplaşmış raporların ilk örneği için bk. M.A.Jowett'in Chris-

tian Researches in the Mediterranean From MDCCCXX to MDCCCXX, London, 1832.


194 - AMERiKAN MiSYONERLERiNE GÖRE ERMENiLER

onlara yönelik olarak neler yapılması gerektiğini kararlaştırabil­ mek için daha fazla somut bilgiye ihtiyaç duyuyorlardı. Ermeniler bunların en büyüğüydü. O zamana kadar İstanbul ve diğer sahil şehirlerinde bazı Ermenilerle karşılaşmışlardı. The American Board yönetimi Ermeniler arasında misyonerlik çalışmaları için uygun bir vasat bulabileceklerini düşünüyorlardı. Amerika' daki kiliselerin Ermenilerin yanı sıra Gürcüler, N asturiler, Keldaniler ve bunların içlerinde yaşadıkları Türkler, Türkmenler, Kürtler ve İranlılara yönelik pratik olarak neler yapılabilece­ ğini tespit maksadıyla, The American Board'un en üst yönetim organı olan Prudential Committee, iki misyonerini bir araştırma gezisi için Ermenistan adını verdikleri bölgeye göndermeyi kararlaşbrdı. s Bu iki misyoner Eli Smith ve H.G.O. Dwigh'tir. E. Smith seyahat tecrübesi olan bir misyonerdir. Suriye' de Arapça öğren­ miştir. Çok az da Türkçe bilmektedir. H.G.O. Dwight ise Akdeniz bölgesine yeni gelmiştir. 19 Ocak 1830 tarihli Prudential Committee talimatını, 27 Şubat'ta Malta'ya gelen Dwight getirmiştir. Misyonerlerin 17 Mart 1830' da İzmir' e doğru yola çıkma­ ları ile başlayan söz konusu araştırma gezisi, 2 Temmuz 1831'de Malta'ya dönmeleri ile tamamlanmıştır. 26 Mart 1830 tarihinde İzmir'e gelen iki misyoner, Balıkesir üzerinden İstanbul' a geçerek Ermeni Patriği ile görüşmüşler, İz­ mit, Ankara, Tosya, Merzifon, Amasya, Tokat, Sivas, Erzincan, Erzurum, Kars, Arpaçay, Tifüs, Suşa, Datev, Nahçıvan, Erivan, Eçmiyazin, Tebriz ve Urumiye'yi ziyaret ettikten sonra, Trabzon, İstanbul ve Malta yoluyla Amerika'ya dönmüşlerdir. Aşağı yukarı 1.000 mili denizde, 2.500 mili at sırtında geçen ve yaklaşık olarak bir buçuk yıl süren bu gezi esnasında hazırlanan raporlar, uğranılan yerler ve bu yerlere komşu bölgelerin tarihi, 5- Bu maksada yönelik olarak gönderilen iki misyonere verilen talimatta gözlemlerini kaydetmelerini istediler. 19 Ocak 1830 tarihli bu talimat Missionary Herald C.XXVI, s.7S'te yer almaktadır.


ÖMER TURAN -

195

coğrafyası, halkları,

buralarda yaşayan insanların tarihleri, dilleri, dinleri, gelenekleri, demografik, ekonomik, sosyal ve siyasal durumları hakkında· önemli bilgiler içermektedir. Bilgiler verilirken sürekli olarak söz konusu bölgelerin ve halklann Hristiyan geçmişlerinin kuvvetle vurgulanması bilhassa dikkati çekmektedir. İki misyoner, diğer topluluklarla ilgili bilgileri de vermekle birlikte, Ermeniler üzerinde daha ayrınblı olarak durmuşlardır. İncelememizde, Ermenilerin inanç sistemleri, dini törenlerine ait ayrıntılar hemen hiç ele alınmamış; demografik, sosyal, ekonomik, idari, eğitim ve kültür durumları hakkındaki kı­ sımlar üzerinde bilhassa durulmuştur. 1830 ve 1831'li yılların şartlarında kolay bir seyahat yapılma­ dığı açıkhr. Akşam karanlığında uzun uzun metin kaleme almanın mümkün olmadığı köylerde ve müsait olmayan yerlerde kı­ sa notlar alınmış, birkaç gün sonraki uygun yerlerde bu notlar birleştirilmiştir. Seyahat boyunca her iki misyoner birbirlerinden ayn olarak notlar almışlardır. Bu iki misyoner Malta'ya dönünceye kadar birbirlerinin günlüklerinde nelerin yer aldığını görmemişlerdir. Ermenilere ilişkin geniş bilgiler Suşa' da Ditrich6 tarafından toparlanrnışhr. Bütün seyahat boyunca toplanı­ lan bilgiler ve alınan notlar, Malta' da, Ermeniler hakkında geniş bilgisi olan ve buradaki Amerikan matbaasıyla işbirliği yapan Piskopos Dionysius'takilerle karşılaşhnlmışbr. Bunun yanı sıra Dionysius'dan pek çok yeni bilgiler de alınmıştır. Malta'da iki misyoner topladı.klan bilgileri karşılaşbrmışlar; bu iki misyonerin her biri kendi topladığı bilgilere dayanarak raporunu kaleme almış ve müstakil bir rapor şeklinde Boston'daki merkezlerine sunmuştur. 6- Suşa'daki Protestan misyonerlik istasyonu ve Ditrich'in buradaki fa-

aliyetleri konusunda bk. ômer Turan, "Kırım, Kafkasya ve Civarın­ da Misyonerlik Faaliyetleri", Belleten, C.LXIY, S.241, Aralık 2000, s.921-947; Julius Richter, A History of Protestant Missions in the Near East, Oliphant, Anderson & Ferrier, Edinburg and London, 1910, ~ 97-103.


196 - AMERiKAN

MİSYONERLERiNE GÖRE ERMENİLER

İki

misyoner, Ermenistan'ı coğrafi bakımdan oldukça geniş bir şekilde ele alan M.J. Saint-Martin'in Memoires Historiques et Geographiques sur l'Armenie isimli eserini seyahat boyunca baş ucu kitabı olarak kullanmışlardır. Kitap büyük ölçüde Ermeni yazarlarına dayanılarak yazılmışhr. Yazarının şahsi gözlemlerine yer vermez. Misyonerler, kitapta yer alan bilgilerin büyük ölçüde doğru olduğunu gözlemlediklerini, aynca bölgeyi gezen Chardin, Toumefort, Kinneir, Morier, Parter ve Le Gamba gibi seyyahların çalışmalarından da yararlandıklarını belirhnişler­ dir. Smith ve Dwight'in kendi el yazılarıyla kaleme aldıkları raporlar, The American Board'un arşivinde bulunmaktadır? Herhalde bir müddet nemli bir ortamda kaldıkları için mürekkepleri dağılmışbr, okunmaları imkansız derecesinde zordur. The American Board yönetimi bu iki misyonerin birlikte yaptiklan inceleme gezilerini ve raporlarını çok tahninkar bulmuştur. Merkez Komite, bu raporlarda yer alan bilgil.erin, tarihçiler, coğ­ rafyacılar, misyonerler, misyonerlik kuruluşlarının yöneticileri ve bilhassa Doğu' ya ve Doğu' daki misyonerlik faaliyetlerine ilgi duyan insanlar için faydalı olacağını düşünerek, bu iki raporun birleştirilmesi suretiyle bir kitabın hazırlanmasını istemiştir. Bu görev E.Smith tarafından yerine getirildiği için kitapta sadece onun imzası yer almaktadır. Uzun mektuplar halinde kaleme alınmıştır. 24 mektup vardır. Her bir mektup ortalama 30 sayfa civarındadır. 2 cilt olan eserin tamamı 676 sayfadır. 8 Smith ve Dwight'in verdikleri bilgileri ana metine aktarırken 7- Papers of the American Board of Commissioners for Foreign Missions, Houghton Library, Harvard University, ABC: 16.7.3, Missions to the Armenians, Miscallaneous, v.1-2, Smith, Eli, Researches in Armenia, v.3, Dwight, H.G.O., Researches in Armenia. 8- Eli Smith, Rese'arches of the Rev.E.Smith and Rev. H. G.O. DwigJıt in Ar-

menia: lncluding a fourney TJırough Asia minor, and Into Georgia and Persia, With a Visit to the Nestorian and Chaldean Christians of Oormiah and Sa/mas, Crocker and Brewster, C.1-Il, Boston, 1833.


ÔMER TURAN -

197

pek müdahaleci olmamaya gayret gösterdik, ele alınan konularla ilgili diğer kaynakları dipnotlarda belirtmekle yetindik. Misyonerlerin nasıl bir psikoloji içerisinde seyahatlerini ve araştır­ malarını gerçekleştirdiklerini yansıtabilmek bakımından, eserde kullandıkları "Ermenistan", "sahte peygamber" gibi kavram ve kelimeleri değiştirmedik. Smith ve Dwight'in, "Ermenistan" olarak adlandırdıkları bölge, Anadolu'nun doğu kısmında yer almaktadır. Güney-batısında Akdeniz'e, kuzey-batısında Karadeniz'e, kuzey-doğusunda Hazar Denizi'ne çok yakın, güneydoğusunda ise İran Körfezi'ne oldukça uzaktır, batı sınırları İs­ tanbul'un 600 mil doğusundan başlamakta, kuzeyinde Gürcistan ve buraya bağlı yerler, batısında Kapadokya ve Pontus, güneyinde Mezopotamya ve Asur ülkesi, doğusunda ise Azerbaycan bulunmaktadır. Boylamasına 430 ve enlemesine 300 millik bir iç bölgedir. Bununla birlikte Ermeniler çok yayılmış ve dağıl­ mış bir topluluktur. Osmanlı İmparatorluğu ve İran'ın hemen her yerinde bulunabilirler. Hindistan, Rusya, Polonya ve Avrupa'nın diğer pek çok yerinde de.Ermeniler vardır. 9 Smith ve Dwight, "Erınenistan" adını verdikleri bölgeyi gezen ilk Amerikalılardır. Eser, Amerika' da bölge ve insanları hakkında yazılmış ve basılmış ilk kitaptır. Smith ve Dwight, misyonları gereği, uğradıkları yerlerde yaşayan Ermeniler hakkın­ da bilgi edinmeye çalıştılar. Ermenilerin nüfusu, ekonomik, sosyal ve dini durumları hakkında topladıkları bilgileri rapor/ mektuplarına koydular. Ermeniler derken Gregoryan Ermenileri kastettiler. Katolik Ermenilerle özellikle ilgilendiler. 10 Onlarla ilgili bilgileri de dikkatle kaydettiler. Seyahat boyunca her tarafta konuşulur ve anlaşılır olması sebebiyle Türkçe'nin kullanıldığını; düzenli olarak nüfus sayımları yapılmadığı için 9- Smith, C.I, s.14, 41. 10- Osmanlı İmparatorluğu'nda Katolik Ermeniler konusunda bk. Hovhannes J.Tcholakian, L'Eglise Armenienne Catholique en Turquie, İstanbul, 1998; Durmuş Yılmaz, Fransa'nın TUrkiye Ermenilerini Katolikleştirme Siyaseti, Selçuk Üniversitesi, Konya, 2001.


198 - AMERiKAN

MiSYONERLERİNE GÔRE ERMENiLER

nüfus tahminleri ile ilgili istatistiki bilgilerin çok kesin olmadı­ ğını bilhassa belirtmektedirler. Bunlar büyük ölçüde diğer misyonerlerin, Ermeni din adamı ve tüccarlarının verdikleri rakamlardır. Bu bakımdan önemli olabilir. Elbette ki, başka kaynaklarla karşılaşhrmalı olarak kullarulmalıdırlar. 11

Seyahat başlıyor... Boston'dan Smith ve Dwight'e verilen talimatta, Ermenistan' a giden yolda bir ara durak olarak İzmir ve İstanbul' a uğra­ maları tavsiye edilmiştir. Bu meyanda 17 Mart'ta Malta' dan ayrılan misyonerler, 26 Mart'ta ulaştıkları İzmir' de, 12 Nisan' a kadar kaldılar. Burada The American Board'un bir başka misyoneri olan Brewer'in misafiri oldular, İzmir ve Anadolu ile ilgili bilgileri topladılar, Ennenistan seyahatleri için hazırlık yaphlar. Bir an evvel Ennenistan' a ulaşarak, yaz mevsimini mümkün olduğunca yüksek ve soğuk olan bölgede değerlendirmek düşün­ cesindeydiler. Buralarla ilgili bilgileri kısa tuttular. Smith ve Dwight, İzmir' deki bir Ermeni' den, Tokat, Eçmiyazin ve Tiflis'e götümiek üzere tavsiye mektupları aldı. Bir başka Ermeni de Tiflis'te başpiskopos Nerses ve Eçmiyazin'deki Katogikos'a mektuplar verdi. Misyonerlerin verdikleri bilgilere göre, o yıl­ larda İzmir'in Anadolu içleriyle ticareti tamamen denilecek ölçüde yerli tüccarların elindeydi. İç taraflarda, misyonerlerin bir tavsiye mektubu götürebilecekleri, Avrupalıların ticari bir kuruluşu/ temsilciliği bulunrnuyordu.12 11- Osmanlı lmparatorluğu'nda 1831 yılında ilk defa gerçekleştirilen nüfus sayımı sonuçlan için bk. Enver Ziya Karal, Osmanlı İmparator­ lugu 'nda İlk NUfus Sayımı 1831, Ankara, 1943. 19 yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu nüfusu hakkında bk.Kemal Karpat, Ottoman Population, 1830-1914. Demographic and Social Character, .the University of Wisconsin, London, 1985; Justin McCarthy, Muslims and Minorities, the Population of Ottoman Anatolia, New York University, New York, 1983. 12- Smith, C.I, s.44-45.


ÔMER TURAN -

199

İzmir...

Smith ve Dwight'in edindikleri bilgilere göre, İzmir' de 8.000 civarında Ermeni yaşamaktadır. Bu rakama Katolikler dahildir. Katoliklerin sayılarının 2.000-3.000 civarında olduğu söylenmiştir. Misyonerler, Nahçivan bölgesinden gelenlerden evvel İz­ mir' de Katolik Ermeni yaşamadığını, gelenlerin sayısının da bu kadar olmadığını göz önünde tutarak bu rakamı abarblı bulmuşlardır. Katolik Ermeniler ticaret ve araalıkla geçinmektedirler, Ortodokslardan daha eğitimlilerdir. İzmir' deki Avusturyalı­ lara ve Fransızlara ait iki küçük Katolik kilisesine gibnektedirler. Gregoryan Ermenilerin İzmir' de bir kiliseleri vardır. Ermeni papazları eğitimsiz ve cahil insanlardır. İzmir' de 30 yıldır bir Ermeni akademisi vardır. Buradaki Ermenilerin tek okuludur. Mevcut Akademi binası beş yıl önce yapılmışbr. Kilisenin bahçesi içerisinde olmakla birlikte kiliseye bağlı değildir. Her isteyen Ermeni'nin kayıt olabildiği Akademi'de 200 civarında öğ­ renci vardıı:. Papazlar tarafından verilen eğitim çok zayıftır. Akademi adını hak ebnemektedir. Misyonerler, öğrencilerin elinde ders kitabı olarak Yeni Ahid'i görmekten mutluluk duymuşlardır. Yeni Ahid, The British and Foreign Bible Society'nin temsilcisinden gelmiştir.13

Manisa ... Smith ve Dwight,12 Nisan'da Manisa'ya geldiler, ertesi gün Kendilerine şehrin nüfusunun 80.000 olduğu söylendi. Ancak yapbkları soruşturmalar sonucunda, Türkleri 8.000, Ermenileri 400, Rumları 800, Yahudileri ise 100 veya 150 hane/ aile olarak belirlediler. Her hane/ ailenin ortalama beş kişiden oluştuğu kabul edilmektedir. Ermenilerin Manisa' da iki kilisesi vardır. Hiçbiri Katolik değildir. Akhisar' da toplam hane sayısı, 300'ü Rum, 25 veya 30'u Ermeni ve gerisi Türk olmak şehirden ayrıldılar.

13- Smith, C.I, s.44-46.


200 -

AMERİKAN MİSYONERLERİNE GÖRE ERMENİLER

üzere l.OOO'in biraz üzerindedir. 200 Ermeni hane vardır.14

Balıkesir'de

de 2.000 Türk ve

İstanbul...

Smith ve Dwight, 19 Nisan - 21

Mayıs

1830 tarihleri arasında

İstanbul' da bulundular. Biri gelince ve biri de ayrılırken olmak

üzere Ermeni Patriği ile iki defa görüştüler. Mektup/ raporların­ da, Fatih döneminden başlayarak Patrikhane'nin duru~u,15 Patriklik statüsü ve seçimi, Patrikhane Konseyi üyelerinin statüleri ve seçimleri ve amira sınıfı hakkında bilgiler vermektedirler. Buna göre, içerisinde Patrik için şahane bir sarayın yer aldığı Patrikhane oldukça büyük bir komplekstir. Birkaç bin kişilik bir cemaah alabilecek büyüklükte olmak üzere yan yana üç tane kilisesi vardır. Okul için büyük binalar ve diğer maksatlarla kullanılmak üzere pek çok odaları bulunmaktadır. Yeniçeriliğin kaldırılması esnasında eski kilise yanınca, toplanan bağışlarla bütün kompleks yeni olarak yapılmışhr. Yandan fazlası Bezjan Ha.rotun isimli bir banker tarafından karşılanmışhr. Mimari anlayı­ şı, dekorasyonu ve halıları ile yüksek bir zevki yansıtmaktadır. Patriğin vekili olan Suriye' deki Ermeni piskoposu Hagop Abgar' dan aldıkları bilgilere göre, Patriğin Osmanlı Sultaru'na verdiği yıllık vergi (mukataa), bir zamanlar onun vekilliği zamanında 10.000 akçedir ki o zamanın parası ile 1.000 dolar civarın­ da bir paradır. Bu miktarın 36 köyü ile Ankara 1.000, İzmit 1.000, Kayseri 800, Muş 500, Tekirdağ 500, İzmir 500, Sivas 500, Sis 500, Edime 500, Erzurum 450, Diyarbakır 450, Urfa 400, Arapkir 400, Tokat 300, Kütahya 300, Bayburt 250, Amasya ve Merzifon 200, Şebinkarahisar 200, Trabzon 150, Tercan 150 ve Gümüşhane 100 akçesini karşılamışhr. Daha küçük miktarlar bu listeye dahil 14- Smith, C.l, s.47-51. 15- Ermeni Patrikhanesi konusunda bk. K.V.Sarkissian, "The Armenian Church", Religion in the Middle East, A.J.Arbeery (ed.), Vol.I, Cambridge, 1%9, s.482-520.


ÖMER TURAN -

201

edilmemiştir. 16 Bu miktarların bu bölgelerde yaşayan Ermenile-

rin

nüfuslarına

göre mi, yoksa zenginliklerine göre mi belirlen-

diği belirtilmemiştir.

Patrikhaneyi ziyaretleri esnasında buradaki Ermeni Akademisi'ne de uğrayan misyonerleri akademinin müdürü Gregory Peshdemaljan çok güzel bir şekilde karşılamışhr. Her şeyin çok düzenli olduğu okulda 300 civarında öğrenci vardır. Üçüncü sı­ nıfın sonuna kadar çocuklar okuma-yazma ve gramer öğren­ mektedirler. Üçüncü sınıf öğrencileri 40-50 civarındadır. Dördüncü sınıfta da bu kadar öğrenci vardır. Diğer Ermeni kiliselerine bağlı okullar da vardır, ancak hiçbiri burası kadar şöhret bulmuş değildir. Misyonerler, yaygın olmamakla birlikte özel kız okullarının da varlığını öğrenmiş ancak bu okullara girme izni alamamışlardır. Misyonerler, en gelişmiş Ermeni kesimlerinin arasında bile ilköğretimde modern eğitim metodları­ nın/ aletlerinin hiçbirinin kullanılmadığını görmüşlerdir. Yeni bir eğilim olarak bir kaç tane okuma kitabı ve Modern Ermenice öğreten kitaplar dikkatlerini çekmiştir. Venedik'teki ve İstan­ bul' daki matbaalarda gramer, matematik ve diğer branşlara ait Ermenice kitaplar basılmaktadır, ancak bunlar klasik dilde ve bu dilden anlayanlar tarafından kullanılabilmektedir. Bunların yanı sıra coğrafya alanında oldukça donanımlıdırlar. Akademide yabancı diller öğretilmediği gibi bunun için başka okulları da yoktur. Buna sebep olarak hükümetin Frenk dilini öğrenenlere sempatik bakmaması gösterilmiştir. Misyonerler bu iddiayı tamamen reddetmemekle birlikte, Müslümanların hakimiyetindeki Hıristiyanların, her yanlışlarını Müslümanların yönetiminde bulunuyor olmalarına hamletme alışkanlıklarını da hahrdan çıkarmamaktadırlar. Pera' da oturan yaşlı bir İngiliz de Smith'in bu kanaatini teyit etmiş, eğitim gören Hıristiyan tebaayı kıska­ nan bir tane bile Müslümana rastlamadığını söylemiştir. Misyonerlere göre, eğitim ve insan yönetimine yönelik olarak din ve 16- Smith, C.I, s.57, 64.


202 - AMERiKAN MiSYONERLERiNE GÔRE ERMENiLER

para iki önemli motiftir. Bunların ikisi de Ermenileri yabana dil öğrenmeye teşvik edememektedir. Çünkü, Kiliselerinin dili Ermenice' dir. Dolayısıyla sadece Ermenice'yi öğrenmektedirler. İş alanları ve ticaretleri de Avrupalılarla değil Türklerle olduğu için, para kazanmaları için gerekli olan Türkçe'nin bütün lehçelerini bilmektedirler.17 İstanbul' da Ermenilerin basım-yayım faaliyetlerini yürüten iki matbaaları vardır. Bunlardan bir tanesi Patrikhane'ye aittir, ancak uzun bir süredir çalışmamaktadır. Diğer matbaa, Ortaköy' de Araboğlu ailesine aittir. Aile matbaanın hem sahibi hem de çalışanıdır. Matbaanın geçmişinin 100 yıldan fazla olmaması gerekir. Hükümet ne kontrol etmekte, ne de bir vergi almaktadır. Burası Türkiye' deki tek Ermeni matbaasıdır. 1 8 Ermenice, Rumca, Çağdaş İbranice, Klasik İbranice, Rusça ve Arapça karakterler vardır. Arapça karakterler hükümete ait baskılarda kullanılmaktadır. Bundan dolayı Sultan, basımevi sahibini Müslümanlara mahsus olan san renkli terlik giyebilmekle ödüllendirmiştir. Basımevinde üç matbaa makinesi vardır. Ermenice ve İbranice basabilmektedirler. Basbklan arasında Farsça bir sözlük de vardır. Farsça, Ermenice ve Türkçe olarak hazırlanan sözlük 700 sayfadır ve 700 adet basılmışhr.19 İstanbul'un

Ermeni ileri gelenleri önemli bir fonksiyon icra etmektedirler. Amira adı verilen bu sınıf, çok zengin, hükümetle irtibatlı veya hükümet görevlisi olarak banker vs. gibi çalışan, gücü, ailesi, başarısı ve yeteneği ile öne geçmiş insanlardır. Ermenileri temsil ederler, onların haklarını savunurlar, dolayısıy­ la Ermeni halkının önderleridirler. Hükümet de onlan böyle gö17- Smith, C.I, s.65-67. 18- Bilindiği gibi, Osmanlı İmparatorluğu'nda ilk Ermeni matbaası, İs­ tanbul' da, 1567 yılında Abgar Thir tarafından kurulmuştur. Bk.Louise Nalbandian, Tlıe Annenian Revolutionary Movement, University of California Press, Berkeley and Los Angeles, 1%3, s.32-34. 19- Smith, C.I, s.67-68.


ÔMER TURAN -

203

rür. Bunların belirlenmiş bir sayılan yoktur, ancak 24'ü geçmezler.20 İstanbul' daki Katolik Ermenilerin sayısının 27.000 civarında olduğu

tahmin edilmektedir. Çoğu Pera ve Galata' da oturmakBu semtlerde sayılan alh veya yedi olan Latin kiliselerine devam etmektedirler. Türkiye'nin diğer bölgelerindeki Katolikler gibi diğer Hıristiyanlardan daha zengin, daha akıllıdır­ lar. Bu durumu Avrupalılarla yakın ilişki içerisinde olmalarına borçludurlar. Papalığa bağlı misyonerler, onların dini bağlarını milli bağlarının önüne çıkarmaya, onlara milliyetlerini unutturmaya çalışmaktadırlar. Adalarda yaşayan Katolik Rumlar, asıl­ larının söylenmesini bir hakaret telakki etmektedirler. Katolik Ermeniler halen Ermeni adlarını kullanmakla birlikte Frenklere diğer Ermenilerden daha yakındırlar. Türkiye'nin içlerinde, İs­ tanbul'a 900 mil uzak bir yerdeki Katolik Ermeni papaz ve ailesinde bile bunu gözlemlemek mümkündür. Katolikler, Frenklerin dilini öğrenmeye isteklidirler ve bunun için Pera' da bir okul açmışlardır. Dil sayesinde diğer Ermenilerden daha ilerlemiş bir durumdadırlar. Avrupalı ,Katolik bir diplomat veya tüccar, bir yerliye ihtiyaç duyduğunda Katolik olanlardan seçmektedir. Bu, bütün Türkiye' de böyledir. Aslında bu durum sadece Avrupalı Katoliklere mahsus değildir. Protestanlar da bu anlamda yerli Katolikleri tercih etmektedirler.21 tadırlar.

İstanbul-Tokat güzergahı ...

Smith ve Dwight, 21 Mayıs'ta İstanbul' dan ayrıldılar. Dikkat çekmemek ve güvenlikleri için Doğulular gibi giyinerek Anado20- Smith, C.I, s.64. Primate sınıfı hakkında daha geniş bilgi için bk. Hagop Barsoumian, "The Dual Role of the Armenian Amira Class within the Ottoman Government and the Armenian Millet (17501850)", Christians and /ews in tlıe Ottoman Empire, Benjamin Braude ve Bemard Lewis (eds.), Holmes and Meier Publisher, ine., New York, s.171-184; George A.Boumoutian, A Concise History of tlıe Armenian People, Seeond Ed., Mazda Publishers, ine., 2003, s.190. 21- Smith, C.I, s.68-70.


204 -

AMERİKAN MİSYONERLERİNE GÖRE ERMENİLER

lu yollarına düştüler. Yol boyunca uğradıkları yerlerle ilgili topladıkları bilgilere göre, İznik şehrinin nüfusu 25.000' dir. 4.000 hane Türk, 500 Ermeni, 500 Rum ve Yahudi' dir. Sapanca' da 150 Türk, 25 Ermeni ve 15 Rum hane vardır. Hendek ve Düzce'deki 200'er hanenin tamamı Türk'tür. Bolu'da 800 Türk, 40 Ermeni hane vardır. Gerede'deki 200 hanenin tamamı Türk'tür. Burası İznik - Merzifon arasında şarap bulabildikleri tek yerdir. Niksar - Erzurum arasında da bu anlamda hiç bir şey bulamamışlardır. Türkler alkollü içki olarak şarap yerine rakıyı tercih ettikleri için rakıyı her yerde bulabileceklerini düşünmektedirler. Misyonerler Tokat' a giderken Ankara' ya uğramamışlardır. Ankara' dan, . tiftik ürünleri ve çok sayıda zengin ve Katolik Ermenisi ile meşhur bir yer olarak bahsederler. Bolu - Tosya arasında hiç Hristiyan yoktur. 3.000 Türk ve 50 Rum haneye sahip olan Tosya' da hiç Ermeni yaşamamaktadır. Hacıhamza ve Osmanak üzerinden Merzifon' a ulaşırlar. Şehirde 4.000 Türk ve 1.000 Ermeni hanesi vardır. Amasya'da ise 4.000'i Türk, 600 Ermeni ve 125 Rum hane bulunmaktadır. Şehrin esas üretimi ipektir. Yılda 24.000 okka ipek üretilmektedir·. Turhal üzerinden Tokat'a geçerler.22

Tokat... Misyonerler 31 Mayıs - 3 Haziran 1830 tarihleri arasında Tokat'ta kaldılar. Şehre gelişlerini "Küçük Ermenistan' a girmek" olarak değerlendirirler. Muteber bir Ermeni tüccardan aldıkları bilgiye göre, şehirde 4.000 Türk, 1.350 Ermeni, 500-600 Rum ve 70 Yahudi hanesi vardır. Tokat, Anadolu'nun en büyük ve en çok ticari faaliyet yapılan şehridir. Bakır, ipek ve patiska en önemli üç malıdır. Diyarbakır civarındaki Maden' den gelen bakır Tokat' ta işlenmektedir. İpek de Amasya' dan ve diğer yerler•Misyonerler, okkanın ağırlığının bulunulan yere göre farklılık arz etmekte olduğuna dikkati çekerler ve kendileri İzmir' de iken bir okkanın 2.78 lbs olduğunu belirtirler. Bk.Smith, C.I, s.91. 22- Smith, C.I, s.71-%.


ÔMER TURAN -

205

den gelmektedir. Şehrin ticareti iç bölgelerle İstanbul ve İzmir arasında yapılmaktadır. Trabzon ile bu anlamda hiçbir ilişki yoktur. Şehirde varlıklı Ermeni tüccarları vardır. En zengin Ermeni tüccarın ödediği vergi miktarı yılda 15.000 akçedir. Bir papazdan aldıkları bilgiye göre, şehirde 7 kilise, bir vartabed ve 30 papaz vardır. Piskopos şehre bir saat mesafedeki St.Anna Manasbrı' nda yaşamaktadır, 5 vartabedi vardır. Ermenilerin şehre 4 saat mesafedeki St.Chrisostom'a adanmış bir başka manastır­ ları daha vardır. Burada sadece bir vartabed ve din adamı olmayan bir kimse yaşamaktadır.23 Tokat'ta tek Ermeni gramer okulu St. Sarkis Kilisesi civarın­ dadır. Okulun iki öğretmeni, 160 öğrencisi vardır. Okulun temel ders kitabı, Eski Ermenice olarak Venedik'te basılmış Yeni Ahit'tir. Okulun öğretmeninin gizlemesine rağmen, misyonerler daha sonra bu kitapların The British and Foreign Bible Society'nin İzmir'deki temsilcisi Mr. Barker'den temin edildiğini öğrenirler. Tokat'taki Ermenilerin belli sayıda küçük okulları vardır, fakat kızlar için okulları yoktur. Bir papazın tahminine göre şehirde okuma bilen Ermenilerin sayısı 500' dür ve bunların 50'si kadındır.24 Tokat'ta, yukarıda belirtilen Ermeni ailelerin sayısına 80 Katolik Ermeni ailesi dahildir. Buradaki Katolik Ermenilerin hiçbir zaman kendi kiliseleri olmamıştır. Vaftiz, vs ... paralan hep Gregoryan Ermeni papazlarına gitmektedir. Katoliklerin İstan­ bul' dan sürülmelerini25 müteakip, Tokat'ta Katolik Ermenilere dini rehberlik yapan iki papaz da sürülmüşlerdir. Bu olaydan 23- Smith, C.1, s.97-99. 24- Smith, C.I, s.100. 25- İstanbul' da ve Anadolu'nun bazı yerlerinde yaşayan Katolik Ermenilerin 1820'li yıllarda sürgün edilmeleri konusunda bk. Kemal Beydilli, il. Mahmud Devrinde Katolik Ermeni Cemaati ve Kilisesi'nin Tanınması (1830), Harvard Üniversitesi, Boston, 1995; Yılmaz, s.114117; Davut Kılıç, Osmanlı İdaresinde Ermeniler Arasındaki Dini ve Siyasi Mücadeleler, ASAM Yayınlan, Ankara, 2000, s.133-156.


206 - AMERiKAN MiSYONERLERiNE GÖRE ERMENiLER

Katolik Ermenilerin bir kız okulu vardır. Tokat'ta Rumların bir kilisesi vardır ancak iki misyonerin ne onlarla ne de Yahudilerle bir teması olmuştur.26

önce

şehirde

Smith ve Dwight'e göre, Merzifon, Amasya, Niksar ve Sibölgede, Tokat'takilerle birlikte 24.000 Ermeni yaşamaktadır. Bwtların hepsi Tokat' a en uzağı 80 mil olan bir dairenin içerisindedirler. Bu bakımdan Tokat, Küçük Ermenistan' da bir misyon istasyonu olmak için uygun bir yerdir. Nasıl Kayseri Birinci ve Üçüncü Ermenistan'ın, Tarsus Kilikya'mn merkezi ise, Tokat da İkinci Ermenistan' daki faaliyetlerin merkezi olmalıdır! İklimi böyle bir faaliyete müsaittir. Salgın hastalıklardan korunmaya elverişlidir. Buraya gelen bir misyoner belki ilk anda yeterince ilgi çekmeyecektir; Tokat halkının Avrupalılarla birlikte yaşama alışkanlığı yoktur. Bunlara ilaveten burada Avrupalı bir devletin konsolosluğu da yoktur, dolayısıyla onların himayesi de olmayacaktır. Bütün bu olumsuz şartlara rağmen, İsa'mn himayesine girip çalışılmalıdır.27 vas'ın arasındaki

Sivas... Smith ve Dwight, Sivas'a

uğramazlar

ancak Ermeniler ara-

sında şehrin İkinci Ermenistan'ın başşehri olarak görüldüğünü,

1800 Ermeni haneye sahip olduğunu, içlerinde Katolik Ermeni' nin bulunmadığını; ancak bir saatlik mesafedeki bir yerleşim biriminde 100 kadar Katolik Ermeni'nin yaşadığını, açık bir kiliselerinin olduğunu, kendi papazlarının Tokat'takilerin akıbeti­ ne maruz kaldığım bildirirler.28

Niksar... Misyonerler Tokat'tan sonra Niksar'a uğrarlar. Şehir, 600 Türk, 120 Ermeni ve 60 Rum haneyi barındırmaktadır. Büyük duvarları ve girişi ile bir katedral hala durmaktadır. Niksar' dan 26- Smith, C.I, s.100. 27- Smith, C.I, s.101-102. 28- Smith, C.I, s.102-103.


ÔMER TURAN -

207

sonra uğradıktan yer Karahisar' dır. Bir kaynağa göre 1.000 Türk, 550 Ermeni ve 30 Rum hanesi vardır. Bir başka kaynak Türk ve Ermeni hanelerinin sayısını düşürmüş, hiç Rum olmadığını belirbniştir. Gerek şehirdeki evler gerekse insanlar çok fakirdir.29 Smith ve Dwight İstanbul' da iken Mr.Rhind de bu şehirde Amerikan-Türk hükümetleri arasında bir anlaşma yapabilmek için çalışmaktadır. Haziran başlarında Tatar postaalardan TürkAmerikan anlaşmasının imzalandığını öğrenirler. Hatta bu sonucu kendileri çıkarırlar. Tatar postaanın ifadesiyle, Sultan, Amerika' dan gelen bir elçiyi kabul etmekle onurlandırmış, Amerikalılara bir kral vermiştir! Halk hala Sultanı böylesine güçlü bilmektedfr.30 Doğu

Anadolu ve Erzurum...

Smith ve Dwight'in Doğu Anadolu Bölgesi'nde bulunduktan günlerde 1828-29 Osmanlı-Rus Savaşı'nın etkileri çok canlıdır. Misyonerlerin kaleme aldıkları raporlarda söz konusu savaş sonrası Doğu Anadolu'nun durumu, Rusların yaphklan tahribat ve Ermenileri Rusya'ya göçürmeleri konusunda önemli bilgiler yer almaktadır: 13 - 22 Haziran 1830 tarihleri arasında Erzurum' da kalmışlardır. İstanbul' a 262 saat yani 786 mil uzaklık­ ta bulunan Erzurum şehri, Rus ordularının elindedir. Erzurum Paşalığı, Erzincan, İspir ve Tortum' un küçük bir kısmı hariç olmak üzere Rus yıkım ve talanından paylarına düşeni almışlar­ dır. Rus orduları Erzurum'a 130 mil mesafedeki Şehran'dan Gümüşhane'ye ve oradan da Trabzon'un 18 mil yakınına kadar gelmişlerdir. Beyazıt, Kars ve Ahılkelek paşalıkları tamamen yı­ kılmışhr. İki misyoner, Türk Ermenistanı'nda gittikleri her yerde yapılan yıkımı bizzat görmüşlerdir. Erzurum' da, Mareşal Paskevich'in yokluğunda yerine bakan General Pankratieff ile 29- Smith, C.I, s.103-109. 30- Smith, C.I, s.107.


208 - AMERİKAN MiSYONERLERİNE GÔRE ERMENİLER görüşmüşlerdir. General, Ermenileri göçürmelerinden dolayı Türklerin kendilerine çok kızgın olduklarını, dolayısıyla Rusların ayrılmalarından sonra buralardaki Avrupalıların sıkıntı çekebileceklerini belirterek kendileriyle beraber buralardan ayrıl­ malarını tavsiye etmişse de iki misyoner Rusların ayrılmaların­ dan sonra beş gün daha şehirde kalırlar. Bu müddet zarfında Türklerden bir baskı görmezler, hatta bir Türk subayı onlara evinde bir oda ve koruma teklif eder. Misyonerler şehirden ayrılırlarken, Ermenilerin göçleri devam etmekte, her şey belirsiz-

liğini korumaktadır.31

Smith ve Dwight'e göre, Erzurum, Osmanlı İmparatorlu­ Ermenilerin yaşadığı en büyük şehir olarak bilinmektedir. Bir kaç yıl önceki veba salgınına kadar şehrin nüfusu 100.000 olarak tahmin edilmektedir. Rusların şehri işgalleri döneminde, vergi toplayıcıların verdikleri bilgilere göre, şehrin nüfusu 11.733 Türk ve 4.645 Hristiyan hane olmak üzere toplam 80.000' dir. Hristiyanların 50 hanesi Rum, 645 hanesi Katolik Ermeni ve geriye kalan 3.950 hanesi, yani 19.000 kişi Gregoryan Ermeni' dir. Savaş öncesi Erzurum Paşalığı' ndaki Ermeniler bir piskoposun dini idaresi altındadırlar. Misyonerler Erzurum' a gelmeden evvel Piskopos şehirden ayrılmıştır. Erzurum' da Piskoposun din adamı yetiştirdiği bir seminer vardır. Ermenilerin sayılarınin çokluğuna rağmen şehirde sadece iki tane kilise vardır. Bunlardan biri çok küçük, diğeri çok düzensiz bir durumdadır. Papazların sayısı 32' dir. Şehrin civarında 4 manastır vardır. Her birinde 3-4 vartabed bulunmaktadır. Yeterince gelirleri vardır. Smith ve Dwight Erzurum'da iken bunların hepsi boşal­ mıştır. Hem Erzurum' da hem de İzmir ve İstanbul gibi diğer yerlerdeki Ermeni mezarlıklarındaki mezar taşlarında, orada yatan şahsın mesleğini gösteren figürler ve resimler yer almaktadır. Erzurum' daki yegane Protestan misyonerlik faaliyeti Suğu'nda

31- Smith, C.I, s.123-125.


ÔMER TURAN -

şa' daki

misyonerler tarafından Rus ordularının Rus işgali döneminde gerçekleştirilmiştir. 32

209

korumasında

Erzurum Ermenilerinin bir gramer okulu vardır. Muhtemelen piskoposun himayesinde olmasından dolayı, okul, oldukça büyüktür. Okulda din adamı sınıfından olmayan bir kişi müdürlük yapmaktadır. 5-6 asistaru, 500-600 öğrencisi vardır. Şe­ hirde okuma bilenlerin sayısını tahmin etmek çok zordur. Bütün erkeklerin yarısı kadar diye tahmin edenler olmuştur. Smith ve Dwight, Erzurum' daki Ermenilerin İmparatorluğun diğer yerlerindeki Ermenilerden daha entelektüel olduğunu kabul etmekle birlikte, bu nispeti çok yüksek bulmuşlar; kendilerine şe­ hirdeki Ermeni kadınların bir kısmının okumayı bildiği söylenmişse de hiç okula giden kadın olup olmadığını öğreneme­ mişlerdir. Erzurum köylerindeki Ermenilerin okulları yoktur. 15-20 hanelik pek çok Ermeni köyünde okuma bilen bir kişi bile bulunamamaktadır.33 Smith ve Dwight, her yerde olduğu gibi Erzurum' daki Katolik Ermeniler hakkında da önemli bilgiler toplamışlardır: Erzurum civarındaki Katolik Ermeniler Cizvit misyonerler vasıtasıy­ la bu dini benimsemişlerdir. Erzurum, hem büyüklüğü hem ticaret kapasitesi bakımından Türk Ermenistanı'ndaki Cizvitlerin başşehri seçilmiştir. Cizvitler, Fransız Büyükelçisi'nin temsilcisinin delaletiyle 1688 yılında himaye ve oturma iznine sahip olmuşlardır. Erzurum' daki piskopostan başlayarak, Katoliklik, Ermeniler arasında yayılmaya başlamıştır. Ermeni din adamlarının karşı atağa geçmeleri sonucunda bir Cizvit misyoneri tutuklanmış, diğerleri kovulmuş, Katolikliği kabul edenler ağır cezalara çarptırılmıştır. Fransız Büyükelçiliği'nin müdahalesi sonucunda bölgede durumlarını düzelten Cizvitler, 18. yüzyılın başlarında iki kola ayrılmışlardır: St.Gregory kolu Tortum, Hasankale, Kars, Beyazıt, Arapkir ve 40 köye yayılmıştır. St.Ignati32- Smith, C.I, s.125-128. 33- Smith, C.I, s.128-129, 143.


21 O - AMERiKAN

MİSYONERLERiNE GÖRE ERMENİLER

us kolu ise İspir, Bayburt, Ahılkelek, Trabzon, Gümüşhane ve 27 köyde bulunmaktadır. Erzurum Rusların elinde iken buradaki Katolik Ermenilerin hane sayılan konusunda farklı tahminler yürütülmüştür. 645 diyenler olduğu gibi, 400 diyenler de vardır. Ermeni Piskoposun tahmini 200-300'dür. Katoliklerin kendi kiliseleri yoktur. Vaftiz, cenaze, evlilik vs ... işleri Ermeni Gregoryan papazlar tarafından yapılmaktadır. Hükümet vergilendirirken Katolik Ermenileri Gregoryanlara dahil etmiştir. İstan­ bul' daki Katolikler cezalandırılırken Erzurum' daki Katolik papazlar da buradan sürülmüşlerdir. Erzurum civarındaki köylerde dağınık bir halde ve az sayıda Katolik Ermeni vardır. Erzurum' daki Rumlar yaklaşık 50 hanedir. Bir kiliseleri vardır. Tamamı gitmiştir. Şehirde Yahudi yoktur. 34 Yukarıdaki

paragraflarda kısmen temas edildiği gibi, Ruslar Anadolu Bölgesi'nde işgal ettikleri Osmanlı topraklarında Hristiyan ahalinin sayımını yapmışlar, kendileri geri çekilirken başta Ermeniler olmak üzere bölgede yaşayan Hristiyanları kendileri ile birlikte Rusya'ya göç ettirmişlerdir.35 Ruslar Ermenileri Rusya'ya celp edebilmek için sürekli vaatlerde bulunmuşlardır. Şehirlilere evler ve işyerleri, köylülere kullanabilecekleri kadar toprak ve altı yıl bütün vergilerden muafiyet, 1.000.000 ruble tahsisat, fakirlere istedikleri kadar tahıl, vs ... Gitmeyenlerden, gitmeyi kabul edene kadar hapsedilenler olmuştur. Ermeniler, bu vaatlere inanmadıklarını ama Ruslardan korktukları için gittiklerini veya diğerleri göç ettiği için kendilerinin de göçtüklerini söylemişler, bir papaz vergilerin çokluğun­ dan ve Türklerin onlara kötü davranmalarından dolayı gittikteDoğu

34- Smith, C.I, s.129-130. 35- Bu konuda geniş bilgi için bk. Kemal Beydilli, "1828-1829 Osmanlı­ Rus Savaşı'nda Doğu Anadolu'dan Rusya'ya Göçürülen Ermeniler", Belgeler, S.17, Ankara, 1988, s.365-434. Aynı dönemde Rusların Balkanlarda Bulgarları Rusya'ya göç ettirmeleri konusunda da bk. Osmanlı-Rus Savaşı'nda Rumeli'den Rusya'ya Göçtlrlllen Reaya, Türk Kültürünü Araşhrma Enstitüsü, İstanbul,

Ufuk Gülsoy, 1828-1829

1993.


ÖMER TURAN -

211

rini ileri sürmüş, Ermenilerin bir kısmı ise Ruslar çekildikten sonra Türklerin intikam almaya kalkışmalarından korktukları için gittiklerini belirtmiştir.36 Aslında

pek çok köyün Ermeni ileri gelenleri Smith ve Dwight' e gelerek göç edip etmemek konusundaki tavsiyelerini almak istemişlerdir. Misyonerler, hem gelenlerin kimliklerini ve niyetlerini hem de Rusya'nın kanunlarını bilmediklerinden şu veya bu istikamette bir telkinde bulunmamışlardır. Türkler, Ermeni komşularının Rusya'ya göç etmelerine üzülmüşler, her zaman uyum içerisinde yaşadıklarını söylemişlerdir. Bazı Türkler, Ermeni Piskoposu'nun manashrlardan büyük ölçüde para çektiğini, Patrikhane tarafından cezalandırılmaktan korktuğu için Rusya'ya kaçtığını; bazıları, işgal döneminde Rusların himayesindeki Ermenilerin Türklere ve Müslümanlara kötü davrandık­ larını, bundan dolayı kaçbklannı iddia etmişlerdir. Türklerin piskopos hakkında söylediklerini bazı Ermeniler de teyit etmiştir. Misyonerler, yapbklan araşbrmada, piskoposun Rus iş­ gali esnasında bazı Müslümanları vaftiz ettiğini öğrenmişlerdir. Gerek Osmanlı merkezi hükümeti ve gerekse Erzurum' daki Osmanlı yönetimi, Rusların çekilmesiyle kalan Ermenilere hiçbir şey yapılmamasını, her kim bir Ermeni'yi indtirse mallarına el konulacağını ilan etmişlerdir. Misyonerler, bu şartlarda Erzurum'un, Arnerika'run en gelişmiş bölgelerinden biri olan New England' daki bir şehirden daha az özgür olmadığı kanaatindedirler. 37 Göçen Ermeniler arasında yoldan geri dönenler de olmuştur. Tercan' daki bütün Ermeni ailelerine gitmeleri teklif edildiği halde sadece 40-50 aile bunu kabul etmiştir. Bir piskoposun General Pankratieff' e dayanarak verdiği bilgilere göre, Erzurum' dan 7.000, Kars'tan 4.000 ve Beyazıt'tan 4.000 olmak üzere toplam 15.000 aile, yani 75.000 kişi göç etmiştir. Misyonerler, Nisan 1931 36- Smith, C.I, s.120, 143, 166. 37- Smith, C.I, s.132-133.


212 -

AMERiKAN MiSYONERLERiNE GÖRE ERMENiLER

sonlarında,

ikinci defa Erzurum'a geldiklerinde, vergi tahsibir kişiden göçlere dair en son bilgileri toplamı­ şlardır. Buna göre, sadece Erzurum Paşalığı'ndan 97.000 kişi ayrılmıştır. Göçenlerden Beyazıt'tan gidenler Sevan Gölü'nün civarına, diğerleri ise Rusların elindeki Ahılkelek Paşalığı'na ve Gürcistan civarına yerleştirilmişlerdir.38

lahnda

çalışan

Kars ... Misyonerler Erzurum' dan sonra Kars'a gelmişlerdir. Türklerin hakimiyetinde iken bir Paşalık olan Kars, Kasım 1828' de Ruslar tarafından işgal edilmiştir.Savaştan sonra yeniden Türklerin hakimiyetine geçen şehir, Erzurum Paşası' na bağlı bir mütesellimin idaresindedir. Savaş öncesi itibariyle şehrin ve paşalı­ ğın Türk nüfusu Ermenilerden fazladır. Savaş esnasında Türklerin hemen tamamı Rusların önünden iç bölgelere kaçmışlar­ dır. 39

Kars'ta Ermenilerin bir kilisesi vardır. Kilisedeki papazlar, şehirde 600 Ermeni ailenin yaşadığını söylemişlerdir. Şehirde toplam 17 papaz, 3 vartabed ve bir piskopos bulunmaktadır. Bunlardan ayrı St.John Manastın'nda 3 vartabed daha vardır. Şehirdeki tek Ermeni okulunun öğretmeni, 50 civarında öğren­ cilerinin olduğunu, okuma-yazma öğretmek.le yetindiklerini bildirmiştir. Ders kitapları, İncil ve İncil' den parçalar olmak üzere dini kitaplardır. Misyonerler, burayı, "Türk Ermenistaru'nda bulabildikleri tek okul" olarak tanımlamışlardır. Mr.Zaremba, seyahati esnasında, Erzurum, Beyazıt ve Kars'takilerin dışında hiçbir okulun varlığını işitmediğini belirtmektedir. Erzurum ve Beyazıt'taki okullar Smith ve Dwight oralara gelmeden yıkılmışlardır. Ermeniler aynlınca Kars'taki de yıkılacakbr! Eskiden Kars'ta Cizvit misyonerlerinin bir istasyonu vardı. Bir hayli Ermeni'yi Katolik yapmışlardı. Ancak arhk ne şehirde ne de Paşalıkta Katolik kalmışhr.40 38- Smith, C.I, s.166. 39- Smith, C.I, s.163. 40- Smith, C.I, s.167-176.


ÖMER TURAN - 213

Smith ve Dwight, 3 Temmuz'da Kars'tan ayrılarak Rus topKafkaslardaki Gregoryan Ermenilerin, inanç esaslan, ibadet şekilleri, dini törenleri, bayramları vs ... hakkında verdikleri ayrıntılı bilgilere girmeden, Kars'tan itibaren Kazakların atlan ve rehberliklerinde seyahat ettiklerini, daha içlerde ise yerli rehberler aldıklarını belirtmekle yetineceğiz. raklarına girmişlerdir.

Tiflis ... Smith ve Dwight, 22 Temmuz - 5 Ağustos 1830 tarihleri araTiflis'te kaldılar. Ağustos 1825 itibariyle Tıflis'in yerli nüfusu, 2.500 Ermeni, 1.500 Gürcü ve 500 Müslüman aileden oluşmakta ise de takip eden yıllarda şehrin nüfusu gittikçe artmıştır. Ermeni piskoposu, 1830 yazı itibariyle, şehirdeki Ermeni ailelerin sayısının 4.000 olduğunu iddia etse de misyonerler bu son rakamı kesinlikle abartılı bulmakta, şehrin toplam nüfusunun kesinlikle 30.000'in altında olduğuna inanmaktadırlar. Tiflis hariç Gürcistan'daki toplam Ermeni aile sayısı ise 8.000'dir. Tiflis'teki Rusların hepsi Rus ordusunda görevli olduğu için sayılan sürekli değişmektedir. Tıflis'te ticaret Ermenilerin elindedir. Bir Gürcü, iki Rum ve bir İsveç firmasının dışında iki misyonerin tanıdığı bütün tüccarlar Ermenidir. Makinistler de öyledir. 41 Şehirde bir Ermeni piskoposu, 3-4 vartabed ve 60 papaz vardır. Biri kullanılmayan, 4-5 tanesi kenar mahallelerde olmak üzere şehirde 8 Ermeni kilisesi ve bir Ermeni Manastırı bulunmaktadır. Buralardaki kiliselerin maddi bir kaynağı yoktur. Papazlar cahildir. 42 sında

Smith ve Dwight, Tiflis'te Başpiskopos Nerses'in idaresinde Ermenilere yönelik bir eğitim programı kurmak istedilerse de gerçekleştiremediler. Nerses artık Tiflis'te değildir. Daha evvel Nerses, Katogikos'un vekili ve Sinod'un başkanı iken aynı zamanda Gürcistan bölgesinin piskoposu olarak Tiflis'te otur41- Smith, C.I, s.211-212. 42- Smith, C.I, s.221.


214 -

AMERiKAN MiSYONERLERiNE GÖRE ERMENiLER

muştur. İsmi her yerde çok iyi bilinmektedir. Eğitimle ilgili

önemli faaliyetlere girişmiştir. Muhtemelen bağımsız karakteri ve Rus hükümetinin Ermeni Kilisesi' ne yönelik planlarına karşı çıktığı için Mareşal Paskevich ile anlaşamamış ve Besarabya'ya sürülmüştür. Nerses, Avrupa tarzında odalarda sıraların yer aldığı bir akademi kurmuştur. Başlangıçta okulu bir Gimnazyum olarak tasarlamışbr. Ruslardan bir destek görmemiştir. Toplam 10-11 hocası vardır. Hocaların üçü Ermenice, ikisi Rusça, biri Farsça, biri Fransızca ve biri matematik öğretmektedir. Akademideki hocalardan birini Paris'ten, diğerini Moskova'dan, bir diğerini Isfahan' dan getirmiştir. Öğrenci sayısı 200 olan okulun yıllık masrafı 3.000 rubledir. Okul binası şimdi Rus askerlerinin . silah deposu olarak kullanılmaktadır. Ermenilerin Gence' de 30 öğrencisi olan bir başka okulları daha vardır. Ermeniler Gürcülere nazaran daha entellektüel olmakla birlikte eğitimleri azdır. Kızlarını hiç okula göndermemektedirler. Misyonerlere küçük bir kısmının özel eğitim aldığı söylenmiştir. Gürcistan' daki Ermeniler üzerindeki Gürcü tesiri sanıldığından daha ileridir. Tiflis' teki Ermenilerin Gürcüce'leri Ermenice'lerinden daha iyidir. Buradaki Ermenilerin eğitim dili Ermenice değil Gürcüce' dir. Tiflis'te Ermenilerin çok küçük bir baskı makineleri vardır. Bir heceleme kitabı, Venedik Ermeni Grameri, iki dini kitap basmı­ şlardır.43

'Naklen' Astrahan ... Smith ve Dwight, bizzat gitmedikleri yerler ve oralardaki Ermeniler hakkında topladıkları bilgileri de not etmişlerdir. Buna göre, Astrahan'da 4.000'i Ermeni olmak üzere 40-50.000 civarın­ da insan yaşamaktadır. Şehirde Ermenilerin çok kötü durumda bir baskı makinesi vardır. 44 Isfahanlı zengin bir Ermeni, Moskova' da 1816 yılında bir Ermeni Gimnazyumu açmıştır. Okulun 200.000 rublelik parası ve 60 öğrencisi vardır. 32'sinin giyim, ye43- Smith, C.l, s.220. 44- Smith, C.l, s.224.


ÔMERTURAN - 215

mek ve yatma masraflannı okul kanşlamaktadır. 1829 yılına kadar okuldan 69 öğrenci mezun olmuştur. Tam bir Ermeni kuruluşu olmayan okulun Rus kısmı da vardır ve daha büyüktür. Öğrencilerin büyük bir kısmı Kuzey Kafkasya' dandır. Mezunlardan Kafkasların güneyine dönen yok denecek kadar azdır. İki misyoner, bu okuldan Ermeni din adamı çıkmayacağı, belki birkaç yazar yetişebileceği kanaatindedirler. Okulun matbaasında Suşa' daki misyonerler için birkaç dini' broşür basılmışhr. Moskova' da bir Fransız'ın sahibi bulunduğu başka bir Ermeni matbaası da buluntnaktadır.45 Şusa...

Smith ve Dwight, 5 Ağustos'ta Tiflis'ten ayrılarak Suşa'ya gitmek üzere yola koyulmuşlardır.46 O günlerde bütün Kafkasya' da kolera salgını vardır, 70.000 kişi ölmüştür. 47 Karabağ bölgesinin merkezi olan Suşa' da toplam nüfus 50.000' dir. 2.000 hanenin 700'ü Ermeni, gerisi Müslümandır. Ermenilerin 2 büyük, 2 küçük kiliseleri, 2 piskoposları ve 14 papazları bulunmaktadır. Müslümanlar. Ermenilerden daha ilerlemiştir, şehirlerde her zaman okulları olduğu gibi, okulu olan Müslüman köylere de rastlanmaktadır. Suşa 6 Müslüman okuluna sahiptir. Molla kız­ lan dahil olmak üzere okula giden Müslüman kızlan vardır. 48 Ermeniler eğitim bakımından Müslümanların gerisindedir. Ermeni çocukları kendileri de cahil olan anneleri eğitmektedir. Kadınların içinde okuma bilenlerin nispeti 1/200' dir. Genel olarak kızların eğitimi istenmemektedir. Ermenistan' da Ermeni kız okulu yoktur. Sadece 20 yıl önce, Nahçıvan'ın doğusunda, Aras'ın kuzey kıyısında yer alan Akoolis'te 60 öğrencisi olan bir kız okulu varmış. Gence ve Sam aklı' da 2-3 kız çocuğu erkeklerin arasında okumaktadır. Erkeklerin okuma bilme nispeti şe45- Smith, 46- Smith, 47- Smith, 48- Smith,

C.I, s.225. C.I, s.259. C.I, s.276. C.I, s.281-288.


216 -

AMERİKAN MiSYONERLERiNE GÖRE ERMENİLER

hirlerde 2/10, köylerde 2-3/lOO'tür. Bunlar da papazlar veya kiliselerde papazlara yardım edenlerdir. Smith ve Dwight, gezdikleri bütün yerlerde toplam 14 Ermeni okulunun varlığını belirlemişlerdir. Suşa' da 30 öğrenci bir vartabed ve 10-12 öğrenci bir rahibe tarafından, şehir dışındaki St.Hagop Manashn'nda 10-20 çocuk bir vartabed tarafından eğitilmektedir. Datev Manasbn'nda 20, Gence' de 30, Şamakı' da 80 öğrenci eğitim görmektedir. Bakü ve Nahçıvan'da Ermeni okulu yoktur. Seki'de bir, Erivan'da biri şehirde diğeri şehirci­ varındaki Ashterag Köyü'nde olmak üzere iki okul vardır. Gümrü' de Ermeniler bir okul açmak çalışması içerisindedirler. Erzurum, Kars, Beyazıt ve Tiflis'tekileri de eklersek ki ilk üçü yı­ kılmıştır, 14 okulu saymış oluruz. İran Ermenistanı'nda hiç Ermeni okulu yoktur. Okullarda öğretmenlerin hepsi erkek ve din adamıdır. Eğitimleri çok azdır. Ders kitaplan büyük ölçüde Eski Ermenice ile yazılmış dini kitaplardır. Venedik ve Moskova baskılı matematik vs ... kitapları vardır. Hiç Ermenice gazete yoktur. Mevcut baskı makineleri çok basittir. Venedik, İstanbul, Moskova, Astrahan ve Tiflis'te Ermeni matbaaları vardır. Bunlara Eçmiyazin' de 20 yıldır çalışmayan matbaa da eklenebilir. Birkaç tane özel kütüphane vardır. Her biri 60-70 kitaptan oluşur, ancak sahipleri kitapları okumazlar, dışarıdan okumak isteyenlere de imkan verilmez. Pek çok lehçeye sahip olan Çağdaş Ermenice'nin İstanbul ve Ağrı olmak üzere iki ana lehçesi vardır. Birincisi İstanbul' dan Erzurum' a kadar olan yerlerde kullanılır. Gramer ve kelime olarak Türkçe'nin etkisindedir. İkincisi bunların dışında kalan yerlerde kullanılır, diğer komşu dillerin etkisindedir. İstanbul lehçesiyle Venedik'teki matbaa başta olmak üzere çeşitli kitaplar basılmışbr. The British and Foreign Bible Society, Yeni Ahit'i İs­ tanbul lehçesi ile Paris'te basmıştır. Buradaki misyonerlerin basbkları hariç tutulursa, Ağrı lehçesi ile basılmış kitap yoktur. Smith ve Dwight, bütün seyahatleri boyunca iki dilden az konuşan Ermeni' ye rastlamadıklarını, dillerden birinin Ermenice, di-


ÔMER TURAN -

ğerinin

ise genellikle Türkçe'nin bir lehçesi

olduğunu

217

belirtir-

ler.49 Smith ve Dwight, "Amerikalı Hristiyanlar, Rusya ErmenistaProtestan Hristiyanlığın yerleşmesine nasıl yardıma olabilirler" sorusunu Suşa misyonerlerinin tecrübesi ışığında cevaplandırırlar: Her şeyden evvel ülkenin kanunlarına ters düşmemek gerekmektedir. The American Board'un veya Protestanlığın propagandasını yapmak yasaktır. Suşa tecrübesinden sonra bir baskı makinesi hemen gerekmemektedir. Misyonerler göndermek de doğru olmaz! Bu kurallara uymak şartıyla bir şeyler yapılabilir! Kapı tamamen kapalı değildir ancak oldukça dardır! Hükümet, Suşa misyonerlerine okul açma ve yönetme yetkisini vermiştir. Rus İmparatoru onlara sempati ile bakmaktadır. Rus hükümetinin onlara verdiği yetki zaman içinde artacak gibi görünmektedir. Eğitim faaliyetlerine yönelinerek okullar açılmalıdır!SO nı'nda

Smith ve Dwight, Tıflis'ten sonra geldikleri Suşa'da 2,5 ay Uzun yıllardır burada yaşayan Alman misyonerlerin misafirleri oldular, bilgiler topladılar, tecrübelerini paylaştılar. Karabağ bölgesinin merkezi sayılan Suşa, 700'ü Ermeni ve gerisi Müslüman olmak üzere toplam 2.000 hanedir. Karabağ bölgesinde toplam nüfus 50.000 civarındadır. Ermenilerle Müslümanların nüfusu birbirine denktir. Ermenilerin iki piskoposu vardır. Bunlardan biri Datev manastırında yaşar. Diğeri ise kışlarını Suşa' da, diğer zamanlarını da buraya atla bir günlük mesafedeki Kantsasar' da geçirir. Eçmiyazin, Sis ve Akdamar katogikosları­ nın yanı sıra zaman zaman Ermenilerin dördüncü katogikosu olarak anıldığı da olur.51 kaldılar.

49- Smith, C.I, s.300. 50- Smith, C.I, s.327-328. 51- Smith, C.I, s.279-285.


218 - AMERiKAN MiSYONERLERiNE GÖRE ERMENiLER Nahçıvan ...

Smith ve Dwight, 1 Kasım' da Suşa' dan ayrılıp Karabağ Dağ­ ları'ndan Nahçıvan yoluna düşerler. O günlerde kolera salgını Aras vadisini kırıp geçirmiştir, daha önce Kolera afetiyle karşı­ laşan Tebriz bu sefer veba salgınının etkisi alhndadır. Daha evvel Kars' ta görüştükleri Rus general o günlerde Suşa' da komutanlık yapmaktadır, iki misyonere yardıma olunması için yol boyundaki köylere talimat göndermiştir. Bu sayede rahatlık içinde yollarına devam ederler. Bu civardaki Ermeniler daha ilkel ve fakirdir. Misyonerlere göre, Kafkaslarda insanların birbirlerine güveni yoktur, Doğu'ya gittikçe güvensizlik artmaktadır, Ermeniler de Müslümanlar da yalan söylemektedirler. Ermenilerde yalanalık Müslümanlardan daha yaygındır. Her iki grupta da her türlü din dışı eylem ve hareket çok yaygındır.52 Sunih bölgesi, Karabağ'ın Kantsasar bölgesi ile bölünmüşlü­ saymazsak, Nahçıvan bölgesini de kapsayarak Aras'a kadar gibnektedir. Daha önce bölgede 769 köy bulunurken, İran' a gidişler, gönüllü olarak Türkiye'ye göçler ve buradaki baskılar sebebiyle bölgedeki köy sayısı 74'e düşmüştür. 1manashr,2 piskopos, 10 vartabed, 2 diyakoz ve 62 papazın bulunduğu bölgede okul yoktur. 53 Anadolu' da bazı kilise ve manastırlar zengin oldukları halde, Kafkaslardaki Ermeni kiliseleri ve manashrları genelde çok fakirdirler. Gelirleri vaftiz, evlenme, doğum ve ölüm gibi törenlerden elde ettikleri paralardan ibarettir.54 ğünü

Smith ve Dwight, 9 - 13 Kasım tarihleri arasında Nahçı­ van' da kalırlar. Ermenilere göre, Nahçıvan, dünyanın en eski şehridir, Hazreti Nuh gemisiyle Ağrı Dağı' na indikten sonra ilk olarak buraya gelmiştir. Nahçıvan' da 2.000 civarında Müslüman, 800-900 Ermeni aile vardır. Ermeni ailelerin 100-120'si Nahçıvanlı'dır, gerisi İran'dan göçmüştür. Nahçıvan, müslü52- Smith, C.11, s.9-11. 53- Smith, C.11, s.24. 54- Smith, C.Il, s.46-47.


ÔMER TURAN -

219

man bir han tarafından yönetilmektedir. Şehir aynı zamanda Nahçıvan bölgesinin merkezidir. Savaştan önce bölgedeki Ermeni aile sayısı 300' den fazla değildir. Piskopos, bir takım belgelere dayanarak İran' dan göçenlerle birlikte bölgedeki Ermenilerin sayısının 9.000 aileye ulaşhğını söylemiştir. Ancak bunların ne kadarının iskan ettiği bilinmemektedir. Bölgede 1320 yılın­ dan beri faaliyet gösteren Dominikan misyonerler arhk yoktur. Bölgede çalışmaya başladıkları ilk yıllarda 30 civarında Ermeni köyü Katolikliği benimsemiş ve Papalıktan Katolik bir piskopos istemişlerdir. Nahçıvan Katolik Başpiskoposu Abarin' de oturmaktadır. Civardaki pek çok köyde Dominikanlar tarafından yönetilen manashrlar vardır. 1673 yılında Katolik köylerin 20'si yeniden Gregoryanlığa dönmüş, kalanların sekizi İran yönetimlerinin baskısına maruz kalarak azalmış, en son kalanlar da göçmüşlerdir. Göçenlerin bir kısmı İzmir'e gitmişlerdir.55

Erivan (Revan) ... Smith ve Dwight, 18-19 Kasım' da Erivan'da bulundular. Piskoposun bildirdiğine göre, Erivan bölgesinin 502 köyü vardır, 14.002 Ermeni ve 8.000 Müslüman haneyi barındırmaktadır. Savaştan önce bölgedeki köy sayısı 302' dir, ailelerin toplam sayısı 12.000'i geçmemektedir. Erivan şehri 1.800 Müslüman ve 700 Ermeni aileden oluşmaktadır. Ermeni Katogikosluğu'nu Katolikliğe çevirmek için 1683 yılında Isfahan' da bir Cizvit Misyonu kurulmuştur. Ancak bölgede Katolik Ermeni kalmamışhr. İki misyoner, hastalık sebebiyle ne okulu ne de Ashterak köyünü ziyaret edebilmişlerdir.56

Eçmiyazin ... Smith ve Dwight, 9-23 Kasım'da Eçmiyazin'i ziyaret ettiler. Ermenilerin dini yönetim merkezi olan Eçmiyazin'e Türkler Üçkilise demektedirler. Eçmiyazin'e girerken evvela üç kilise göze 55- Smith, C.II, s.60-63. 56- Smith, C.II, s.90-91.


220 - AMERiKAN

MiSYONERLERİNE GÖRE ERMENiLER

çarpmaktadır.

Bu kiliselerin ikisi küçüktür. Bunlar, M.S. III. Yüzyılda 37 kişi ile birlikte Roma İmparatoru Diocletian'ın zulmünden dolayı Roma' dan kaçarak buraya gelen Hripsime ve Kayane'ye izafeten yapılmışlardır. Vagharshabad köyü, St.Hripsime Kilisesi ile manashr arasında yer alır. Burası çok eskiden Ermeni Krallığı'run, uzun zamandan beri de Ermeni dini yönetiminin merkezidir. 57 EÇJiliyazin, İran ile Rusya arasında varlığını sürdürebilme mücadelesi vermektedir. İran yönetimi uzun zamandan beri Eçmiyazin' den vergi almaktadır. Mevcut Katogikos Ephraim'in İran'a yılda ödediği miktar 400 Sterling'dir. Kendisi, Rusya'ya bağlı bir bölgenin dini lideri olmak itibariyle İmparator'a bağlı­ dır, onun korumasına muhtaçhr. 1822' deki Türk-İran Savaşı esnasında Rusya'ya sığınmış, orada korunmuş, barışı müteakip Rusya'nın himayesinde yeniden Eçmiyazin'e yerleşmiştir. Katogikos misyonerleri çok iyi karşılamış, Ermenilere hizmetlerinden dolayı kendilerine teşekkür etmiştir. 12 üyeden oluşan Katogikosluk Sinodu o günlerde 7'si piskopos ve 3'ü vartabed olmak üzere 10 kişidir. Katogikos, piskopos atamakta, meironu kutsamaktadır. Sis ve Akdamar bölgeleri hariç, 7-8 dini bölge buraya bağlıdır. Piskoposlar ya doğrudan Katogikosluğa para vermekte, ya da hediyeler sunmaktadırlar. Katogikosluk'ta 14 piskopos ve 45-50 vartabed bulunmaktadır. 58 Hacca gidenler de güçleri nisbetinde Katogikosluğa bir ödemede bulunmaktadır­ lar. Katogikosluğun mülkü eskiden 23 köy olduğu halde artık sadece 3 köy kalmışhr. İstanbul' da Ermeni Patrikhanesi kurul57- Smith, C.Il, s.92-93. Eçmiyazin Katoligosluğu konusunda geniş bilgi için bk. Ali Arslan, "Eçmiyazin Ermeni Katogigosluğu'nun Osmanlı Denetiminde ve Rus Kontrolündeki Statüsü", Kafkas Araştır­ maları, S.II, İstanbul, 19%, s.36-50; Ali Arslan, "Eçmiyazin Katogigosluğu'nda Statü Değişimi ve Türk-Rus-Ermeni İlişkilerindeki Rolü", Uluslarararası Türk-Ermeni İlişkileri Sempozyumu, 24-25 Mayıs 2001, İstanbul Üniversitesi, İstanbul, 2001, s.55-66. 58- Smith, C.II, s.116-121.


ÔMER TURAN -

221

duktan sonra Katogikosluk hiçbir zaman Osmanlı İmparatorlu­ ğu'ndaki Ermenilere piskopos tayin edememiştir. Her ne kadar Akdamar ve Sis bölgeleri hariç, Osmanlı Ermenileri Katogikosluğa saygı gösterseler de, Katogikos'un bir Rus tebası olmasın­ dan itibaren Katogikosluk'tan tamamen ayrılmışlardır. İstan­ bul' daki Patrik, Mayıs 1830' da misyonerlerle yapmış olduğu görüşmede, 2 yıldır Katogikosluk ile ilişkilerini kestiklerini, ayinlerde bile ismini anmadıklarını söylemiş; ancak bunun geçici bir durum olduğunu, bağlılıklarının devam ettiğini, Katogikosluğu tamamen bırakmadıklarını da eklemiştir.59 Osmanlı İmparatorluğu'ndaki Ermenilerin Katogikosluk ile

irtibatlarını kesmelerinden sonra, Türklerde, Osmanlı İmpara­ torluğu'ndaki

Ermeni Kilisesi'nin başının Sis Katogikosluğu olkanaati uyandırılmıştır ki, iki misyoner, Eçmiyazin yönetiminin durumuna bakarak bunun devamlı olmasını temenni etmekte, böyle olursa Türkiye' de Ermenilere yönelik misyonerlik faaliyetlerini daha kolay yürütebileceklerini düşünmektedir­ ler.60 Her ne kadar, Katogikos, Smith ve Dwight'i iyi karşılayıp, misyonerlerin Ermenilere yaptıklarından dolayı teşekkür etse de onlara oldukça mesafeli durmuştur. İki misyoner, Katogikosluk'taki sohbetleri esnasında, Ermenilerin kendilerine, civarlarındaki Müslümanlarla birleşmelerinin misyonerlerle birleşme­ lerinden daha kolay olacağını, Alman misyonerlerinin çok uzun bir zamandır çalışıyor olmalarına rağmen kimsenin dinini deği­ ştiremediklerini, kendilerinin ise son savaştan bugüne kadar 4050 kişiyi Hristiyan yaptıklarını söylediklerini nakletmişlerdir.61 duğu

Smith ve Dwight, Eçmiyazin'de iken, Katogikosluğun Rusya' daki statüsü tam olarak tanımianmamıştır; Rus İmparatoru, Ermenilerin dini yönetimine dair bir planı kabul etmiş, ancak bu plan he~üz ilan edilmemiştir. Eçmiyazin Sinodluğu, Rus Hü59- Smith, C.11, s.120. 60- Smith, C.11, s.122 .. 61- Smith, C.II, s.131.


222 -

AMERİKAN MİSYONERLERiNE GÖRE ERMENiLER

kümeti ile işbirliği halinde Rusya İmparatorluğu içerisindeki dini bölgelere piskoposlar tayin etmektedir. Sinod iki veya üç adayın adını hükümete bildirmekte, hükümet bunların içerisinden birini seçmektedir. Katogikosluğun iki misyonere gösterdiği, Rus İmparatoru'ndan Katogikosluğa yeni gelen bir listeye göre, Katogikosluk, Rusya İmparatorluğu içerisinde şu dini bölgelere piskopos göndermektedir: Besarabya, Astrahan, Tiflis, Ahılke­ let, Erivan, Datev, Kantsasar, Şemahı, Nahçıvan ve Tıflis piskoposuna bağlı Şeki. Katogikosluk İran' da Tebriz, Isfahan ve Hindistan (Bağdat ve Basra buraya bağlı)' a piskopos göndermektedir. Smith, söz konusu listede, Osmanlı İmparatorluğu içerisindeki 23 dini bölgenin de yer aldığını ancak bölgelerin sınırları­ nın ve sayılarının çok sık değişmesi sebebiyle buraya almaya gerek görmediklerini belirtmektedir. Bu sohbet çerçevesinde Katogikosluğun sekreteri iki misyonerden Ermenilerin toplam nüfuslarını tahmin etmelerini istemiş, onların 2 milyon cevabını vermeleri üzerine, genellikle yazılan bu ise de gerçeğin 10 milyona yakın olduğunu belirtmiştir.62 Tebriz ... Smith ve Dwight, Katogikosluğun kütüphanesini ziyaret ettiklerini, kütüphanenin çok düzenli olmadığını, 16.000 civarın­ da kitabın bulunduğunu, bazı çok güzel el yazmalarına, antik kitaplara rastladıklarını bildirmektedirler. O günlerde çalışma­ yan bir matbaaya sahip olan manasbnn okulu yoktur. 63 Eçmiyazin' den ayrılan misyonerler, 29 Kasım' da yeniden Nahçıvan' a gelirler, 3 Aralık' ta Nahçıvan'dan Tebriz'e doğru yola çıkarlar. 6 Aralık' ta ulaştıkları Hoy' da iki gün kalırlar. Azerbaycan' a bağlı olan şehrin Müslüman nüfusu 4.000-7.000 arasında tahmin edilmektedir. Şehrin kenar mahallelerinden birinde 100 Ermeni ailesi yaşamaktadır, 2 kilise ve 2 papazları vardır. 64 62- Smith, C.II, s.122. 63- Smith, C.II, s.131-132. 64- Smith, C.11, s.138-139.


ÔMEA TURAN -

223

Smith ve Dwight'in 18 Aralık' ta gelip 4 Mart'a kadar kaldık­ ları Tebriz, Azerbaycan'm merkezidir ve o zamanki İran'm en çok nüfusa ve üretime sahip şehridir. Buranın İngiliz sakinlerine göre şehrin nüfusu 60.000 civarındadır. Şehir, geniş bir bölgenin merkezi olmanın yanı sıra önemli bir ticaret merkezidir. Gezenlerin yollarını kaybettiği geniş çarşılara sahiptir. Tebriz, Indus, İran Körfezi, İstanbul ve Rusya ile ticaret yapmaktadır. Yıl­ da 1.800.000$ değerinde mal Hazar Denizi'nden Astrahan'a gitmektedir. Buranın tüccarları Keşmir ve Doğunun pahalı mallarını İstanbul' da Avrupa'nın mallan ile değiştirmektedirler. İngi­ liz Doğu Hindistan Şirketi'nin, Hindistan için ürettiği mallardan İran'a gelecek alanlan İran Körfezi yoluyla, Arabistan'ın ürünleri Bağdat üzerinden gelmektedir. Bütün bu ticaret yerli tüccarlar marifetiyle yapılmaktadır. Tebriz'de Avrupalı bir ticaret temsilcisi yoktur. İngiltere'nin İran'la bir ticaret anlaşması olmamasını iki misyoner büyük bir eksiklik olarak kaydederler. Mamafih İngiltere'nin Trabzon' da bir konsolosu, konsolosun Erzurum' da bir ticari temsilcisi vardır. Tebriz' de de benzer bir temsilcilik tasarlanmaktadır. 65 Azerbaycan'm eski piskoposunun verdiği bilgilere göre, sasonunda bu bölgeden 9.000 Ermeni ailesi Rus topraklarına göçmüş, bunlardan 50-60 aile geri dönmüştür, bölgede elan 2.500 Ermeni aile vardır. Tebriz' deki piskopos ise, bölgesindeki Ermenilerin sayısının 1.000 aileyi bulmadığını söylemiştir. İki misyoner Azerbaycan eski piskoposunun rakamlannı daha inandırıcı bulmaktadırlar. Şehirdeki Ermeniler 60-70 aileden ibarettir. 1 kilise ve 4 papazlan bulunmaktadır. Tebriz Ermenilerinin çok özel bir durumları vardır: Savaşın sonunda pek çok Ermeni'nin Rusya'ya göçerek Rus himayesine geçmeleri üzerine, Prens kalacak olanlara bir İngiliz yönetici atayacağını vaat etmiştir. Binbaşı Hart bu göreve tayin edilerek yetkilendirilmiş, vaş

65- Smith, C.ll, s.142-147.


224 -

AMERİKAN MiSYONERLERiNE GÖRE ERMENİLER

ölümü üzerine 1830'da Dr.Connick bu göreve atanmıştır. Söz konusu görevlilerin yetkileri Tebriz'le sınırlıdır.66 Smith ve Dwight'e göre, Tebriz'deki Ermenilerin moral karakterleri çok kötüdür. Papazları hiç bir prensibi olmayan menfaatperest insanlardır, çok fazla şarap içmektedirler. Halkı nankörlükle suçlamaktadırlar. İngilizler, Ennenilerin menfaatlerini korumak için çok çalıştık.lan halde bir teşekkür bile gönnemektedirler! Ermeniler dürüst olmamak hususunda Müslümanlardan daha kötüdürler! İki misyonerin bulabildikleri en dürüst Ermeni hizmetçi, daha önceki efendisinin halılarını çalan, efendisinin alışveriş masraflarını şişirerek kendisine aktardığını ağ­ zıyla itiraf eden bir kimsedir. Kendilerine bundan daha iyisini bulamayacak.lan söylenmiştir. Geniş Ermeni kesimleri arasında kız çocuklarını cariye olarak başkalarına satmak çok yaygındır. Hatta Enneni papazları da bu ticaretten pay almaktadırlar. Bu durum sadece Tebriz' deki Ermeniler arasında değil, Erzurum, Erivan ve Nahçıvan'daki Ermeniler arasında da mevcuttur. Çok eşlilik Ermeniler arasında yaygındır. Papazlar da para karşılığı bu duruma göz yummaktadırlar.67 Göçten önce bütün Azerbaycan' da Ermenilerin hiç okulu yoktur. Tebriz' de de durum aynıdır. Sadece Enneni halkı değil Ermenilerin liderleri de çok cahildir. Koleradan önce Tebriz' de bir okul açılması teşebbüsü olmuş, bir bina bulunmuş, Suşa' dan öğretmen istenmiş, ders kitabı olarak İncil okutulması kararlaştırılmışsa da kolera başlayınca bütün teşebbüsler durmuştur. Smith ve Dwight, Tebriz'deki İngiliz temsilcisine burada bir okul açılması konusunda ne düşündüğünü sorunca, temsilci, memnun olacağını, buradaki din adamlanrun da karşı çıkacak­ larını düşünmediğini söylemiştir.68

66- Smith, C.JI, s.151. 67- Smith, C.II, s.134. 68- Smith, C.II, s.154-155.


ÔMER TURAN -

225

Yeniden Erzurum... 4 Mart'ta Tebriz'den ayrılan iki misyoner 23 Nisan' da Erzurum' a ulaşhlar. 2 Mayıs' a kadar şehirde kaldılar. İlk gelişlerinde hiç beğenmedikleri Erzurum, Doğu' da gerçekleştirdikleri uzun turdan sonra gözlerine oldukça Avrupaf bir şehir olarak görünmüştür. Şehir hala boştur, pek bir ticaret yoktur. Şehrin eski Hristiyan nüfusundan geriye 120 Gregoryan ve 48 Katolik Ermeni aile kalmışhr. Mevcut Katolikler yakın bir zaman önce başka yerlerden buraya göçmüşlerdir. Şehirdeki 6.600 dükkanın 3.000 tanesi kapalıdır. İmalathane olarak sadece 6 debbağhane kalmıştır. İki misyoner İngiltere'nin Trabzon'daki konsolosunun Erzurum' daki ticari temsilcisi, Katolik Ermeni Mr. Zohrab' da kalmışlardır. Şehirde iki tane Katolik papaz vardır. Rusların iş­ gali esnasında onların izni ile başlayan Katolik kilisesi inşaab­ run tamamlanabilmesi için İstanbul' dan ferman beklenmektedir. İki misyoner, o günlerde Erzurum' da azalan Ermeni nüfusunun zaman içinde çoğalacağını, o zaman Erzurum'un önemli bir misyon merkezi olabileceğini Trabzon ile ilgili yazdıklarının sonuna eklemişlerdir.69

Bayburt,

Gümüşhane ...

Smith ve Dwight, Erzurum' dan Bayburt-Gümüşhane yoluyla Trabzon' a giderler. Eski bir Ermeni şehri olarak niteledikleri Bayburt'ta savaş sonrasında 60 Ermeni aile kalmışhr. Şehirdeki Türk ailelerin sayısı ise 1.000'dir. Yollarındaki ikinci önemli şe­ hir Gümüşhane'nin nüfusu hakkında birbiriyle çelişen rakamlar verilmiştir: Bazı Ermenilere göre, şehrin nüfusu 200 Rum, 200 Türk ve 500 Ermeni haneden oluşmaktadır. Erzurum' da görüştükleri Trabzonlu Katolik bir Ermeni ise, 500 Rum, 70 Ermeni, 5-10 Katolik Ermeni ve gerisi Türk olmak üzere şehrin nüfusunu 2.000 hane olarak bildirmiştir. Misyonerlerin kendi gözlemlerine göre, Hristiyan nüfusun en kalabalık kesimi Rumlar69- Smith, C.II, s.303-306.


226 -

AMERiKAN MiSYONERLERiNE GÖRE ERMENiLER

dır, beş

kiliseleri ve bir piskoposlan vardır. Ermeniler Trabzon piskoposuna bağlıdırlar ve bir kiliseleri vardır. 70

Trabzon... Smith ve Dwight Trabzon' da İngiliz konsolosu Mr. Brandt' da kaldılar. Trabzon' da Rumlar, Erzurum' da bir Ermeni'nin verdiği bilgiye göre, 900 hane; Trabzon' da bir başka güvenilir kaynağa göre ise 500 hanedirler. Bir gramer okulları vardır. Trabzon' da Ermeniler 250 hanedir. 4 dini bölgeye ayrılmış durumdadırlar. 3-4 kiliseleri, bir piskoposları vardır. Gümüşhane Ermenileri de buradaki piskoposa bağlıdırlar. 150 öğrencilik bir okulları vardır. Öğrencilerinin hepsi erkektir. Kızlar için bir okulları yoktur.71 Misyonerler, Sürmene' de mevcut nüfusun 3 / 4'ünün Rum asıllı Müslüman olduğu ve hala Rumca konuştukları, Hemşin' de Ermeni asıllı Müslümanların bulunduğu bilgilerini dikkatle kaydetmişlerdir. Trabzon'lu Katolik bir Ermeni' nin verdiği bilgilere göre, Hemşin'in nüfusu 3.000-4.000 aileden oluşmaktadır, 70-80 köyde oturmaktadırlar, bu nüfusun büyük bir kısmı yaklaşık 200 yıl önce Müslümanlığı kabul etmiştir, hala Ermenice konuşmaktadırlar. 72 Trabzon' da Katolik Ermeniler 80-90 hanedir, 1 kiliseleri, 2 papazları vardır. Eskiden Gregoryan Ermenilerin dini yönetimi alhnda yaşamışlardır. İstanbul' daki Katoliklerin sürgün edilmeleri esnasında Katolik papazlar buradan gönderilmişlerdir. Civar köylerin birine giden bu papazlardan biri daha sonra şehre dönmüştür. Ayinlerini, Katolik Ermenilerde yaygın olduğu üzere, eski Ermenice olarak yapmaktadırlar. Kendi papazları Ermeni' dir; Venedik, Lübnan veya Mardin' de eğitilmektedirler. Trabzon' da ne Avrupalı Katolik papaz, ne de Katolik manastın vardır. Müslüman ailelerin sayısına ilişkin tahmin 3.500-4.500 ara70- Smith, C.II, s.309, 313. 71- Smith, C.11, s.323. 72- Smith, C.II, s.324.


ÔMER TURAN -

227

sındadır.

Ancak, çok güvenilir bir kaynak, Trabzon'un toplam nüfusunun 15.000' den fazla olmadığını söylemiştir.73

Smith ve Dwight, Trabzon hakkındaki verdikleri bu bilgilerinin sonuna, şehrin Ermenilerden ziyade Rumlar için iyi bir misyonerlik istasyonu olabileceğini; Argos, Attica, İyonya Adaları ve İstanbul' a misyonerler gönderirken buraların da unutulmaması gerektiğini, Gümüşhane' de de bir şube açılabileceğini kaydederler. Bunun peşinden, esasen Trabzon' daki 1.200-1.300 Ermeni'nin de ihmal edilemeyeceğini, bunlar için de bir istasyon açılabileceğini belirtirler. İki misyonere göre, Trabzon bilhassa Ermenistan'a bir giriş noktası olabilir. Trabzon, Ermenistan' ın denize en yakın liman şehridir. İleride Erzurum' daki Ermeniler çoğaldığında ve orada bir istasyon açıldığında, Trabzon iyi bir ara istasyon vazifesi görecektir. Nasturiler için başlatıla­ cak bir misyonerlik çalışmasında da Trabzon benzer bir misyonu ifa edebilir. Gürcistan' a yakınlığı bakımından ve Rus Ermenistanı' ndaki misyonerlerle yakın irtibat için de Trabzon' da bir istasyon gereklidir. Trabzon' daki istasyon, Orta Doğu misyonerlerinin çalışmaya başladıkları ilk yıllarda Lübnan'ın oynadığı rolü ifa edebilir.74 Dönüş...

14 Mayıs' ta Trabzon' dan gemiye binen iki misyoner, 25 Mayıs' ta İstanbul'a geldiler. 4 Haziran'da İstanbul'da yeniden ge-

miye bindiler, İzmir üzerinden 2 Temmuz' da Malta' ya ulaşarak 15,5 ay süren seyahatlerini tamamladılar.75

Seyahatin 'ders' notları ... Smith ve Dwight, bu uzun ve yorucu seyahate ilişkin raportamamlarlarken, bir sonuç mahiyetinde olmak üzere, bil-

larını

73- Smith, C.II, s.323. 74- Smith, C.Il, s.327. 75- Smith, C.Il, s.327-329.


228 - AMERiKAN MiSYONERLERiNE GÖRE ERMENiLER

hassa şu hususları vurgulamışlardır: Evvela hiç habrdan çıkarıl­ mamalıdır ki, dikkatlerini çeken diğer hususları da kaydetmekten geri durmamakla birlikte, bu seyahat misyonerlik maksadıyla gerçekleştirilmiştir. Misyonerler, bu insanları Protestanlı­ ğa çekebilmek için onların ruhsal dünyalarını tanımaya çalış­ mışlardır. Seyahat _ettikleri bölgelerde yaşayan insanlar arasın­ da, en çok "sözde Hristiyanlar" olarak adlandırdık.lan yerli Ortodoks topluluklar dikkatlerini çekmiştir. Misyonerlere göre, bunlar Hristiyanlık'tan çıkmışlar fakat adlan Hristiyan olarak kalmışbr. Hristiyanlık adına her yapbklan yanlışbr. Tek mazur görülebilecek tarafları doğru bildikleri bu y·anlış inançlarında samimi olmalarıdır. Bu samimiyetin onları kurtarmrya yetip yetmeyeceği ayn bir konudur. Misyonerler, onların düzeltilebilecek.lerini, Hristiyanlık hakikatinin onların kafalarına sokulabileceğini düşünmektedirler.76

Smith ve Dwight, söz konusu Ortodoks topluluklara ulaşa­ bilmek açısından Osmanlı İmparatorluğu yönetiminin bir zorluk çıkarmayacağından emindirler, Katoliklerin muhalefet edebileceklerini düşünmektedirler: Misyonerler, Müslüman ülkelerdeki Hıristiyanlara ulaşabilirler. Osmanlı İmparatorluğu'nda misyonerler her yere girebilirler ve onların arasında çalışabilir­ ler. Hiç bir Türk yönetici buna mani olmaz. Bir misyoner bulduğu her yere Hıristiyanlığın tohumunu ekebilir. Müslümanlar serbest bırakılsalar onlara karşı farklı bir tavır içerisinde olmazlar. Misyonerlerin çalışmalarına tek muhalefet Hristiyanlardan gelir. Doğu Kiliseleri kendi tabanlarına yönelik Protestan misyonerlik faaliyetlerinden memnuniyet duymayacak olsalar da, her yerde Katolikler daha sert bir muhalefet yürüteceklerdir. Bununla birlikte Katolikler sadece birkaç yüz bin, diğerleri ise milyonlarcadır. "Sözde Hristiyanlar", Katoliklerin etkisi albnda kalmadıkça, okullar vasıtasıyla, İnciller ve diğer dini broşürler dağıtılmasına, dini sohbetler yapılmasına ve Protestan Hristi76- Smith, C.II, s.329-331.


ÔMER TURAN -

229

yanlığın anlahlmasına karşı çıkmamaktadırlar. Onların arasında

çeşitli

yerlerde misyonlar kurulmuştur; diğer yerlerde kapıların tecrübeler göstermektedir. Misyonerlere göre, bu seyahat, verimli çalışmalar yapabilecekleri muhtemel yerlerin sayısını çoğaltmışbr. Bu yerlerde misyonerlik çalışmaları hemen açık olduğunu

başlablabilir. 77

Smith ve Dwight'in göz önünde tutulmasını istedikleri bir husus da "sözde Hristiyanlar"la Müslümanların ilişkileri­ dir. İki misyonere göre, Müslümanlar, Hristiyanlık olarak bu sözde Hristiyanların yaphklarıru görmekte, bunlara bakarak Hristiyan olmadıklarına şükretmektedirler. Bunların düzeltilmesi, Müslümanlara düzgün Hristiyanlığın gösterilmesi açısın­ dan da önemlidir. Bu çerçevede, şu anda "sözde Hristiyanlar", Müslümanların kendi kendileriyle gururlanma vesilesi olurlarken, bunların üzerinden Müslümanlara gerçek Hristiyanlığın gösterilmesi, onların Hristiyanlığa kazanılmaları sonucunu da getirebilir. Müslüman bir ülkede doğrudan Hristiyanlık propagandası yapmak mümkün olamayacağı için, bu "sözde Hristiyanlar" üzerinde çalışmak, Osmanlı İmparatorluğu ve diğer İs­ lam ülkeleri gibi "düşman ülkelerde", Müslümanların gönüllerine girebilmek bakımından da misyonerlere bir imkAn sağlaya­ cakhr. Bu ülkelerde Hristiyanlığın tolere edilmesi yerine-Müslümanlığın dışlandığı günleri hayal etmektedirler. Bu farkın büyüklüğünü anlayabilmek için, bir zamanlar St. Augustines'in gittiği ve şimdi sadece bir miktar yabancı ve Yahudi'iı.in buralardaki elle tutulur nüfusu oluşturduğu bütün Kuzey Afrika sahillerine bakılmasını istemektedirler. Misyonerler, Bab Asya' daki Müslümanlık üzerindeki çalışmalarının gittikçe önemim arthrdığını, buralardaki kurulacak her bir istasyonun "sahte peygamberin orduları" diye iı.itelendirdikleri İslam ordularına kardiğer

77- Smith, C.11, s.331-334.


230 - AMERiKAN MiSYONERLERiNE GÔRE ERMENiLER şı

misyonerlerin mevzii

olacağını

belirterek rapo:ı;lanru tamam-

lamaktadırlar. 78

Smith ve Dwight'in raporu The American Board'a sunulduktan sonra adı geçen kurumun yönetimi Tebriz ve Urumiye'de istasyonlar açmayı kararlaştırdı. Bu çerçevede, Mr.Perkins Eylül 1833'te, Tebriz'e gönderildi. Doğu Anadolu bölgesine mahsus ağır şartlar sebebiyle Perkins ancak bir yılda Tebriz'e ulaşabildi. Perkins ve Dr. Grant Kasım 1835'te Tebriz'den Urumiye'ye gittiler. Her iki yerdeki misyonerlik faaliyetleri bu şekilde başlamış oldu. İlaveten, 1835 yılında Trabzon' da ve 1839 yılında da Erzurum' da istasyonlar açtılar. Hahrlanacağı gibi, Smith ve Dwight'in raporlarında birincisi "Ermenistan' a en yakın liman şehri", ikincisi de "Osmanlı İmparatorluğu'nda Ermenilerin yaşadığı en büyük şehir" olarak nitelendirilrnişlerdi! Gün gelecek, bütün Anadolu'yu baştan sona saracak. olan misyoner teşkilatların ilk ciddi tohumlan böylece ablmış oluyordu. Asrın sonlarına gelindiğinde ise ayrılıkçı Ermeni terör ağının kılcal damarlarına, başta okullar olmak üzere birçok alandaki kurumlarıyla yerleşmiş olan bu faaliyet, zehirli meyvelerini vermeye başlamış ve Ermeni toplumunun kanlı bir maceraya ahlmasına katkıda bulunmuştur. Anadolu' daki Hristiyan misyonerliği, aynı zamanda dinin siyasete ve siyasi emellere sorumsuzca filet edilmesinin bedeli ağır bir örneğini vererek tarihi 'misyon'unu noktalamışhr. Cl

78- Smith, C.II, s.334-336.


Dünya

Savaşı'nda Salgınlar

ve Ölümler· Hikmet Özdemir..

- Ankara Tıp Fakültesi Mikrobiyoloji Kürsüsünden Prof. Dr. Hayati Ekmen (1926-2000) anısına -

Türk askeri hekimlerinden Dr. Osman Şevki (Uludağ), ''Türk Tarihinin Ana Hatlan" eserinin müsveddeleri için yazdığı notlarda Osmanlı Müslüman toplumu için şu değerlendirmeyi yapmıştır:"( ... ) Şehirler pis; halk korunma tedbirlerine vakıf değildi. Bilgisizlik içinde bulunan halk hastalıktan kaçınmıyordu. Halk, hastalığın, sağlığın Allah işi olup korunma tedbirlerine başvurulduğu takdirde Allaha isyan edilmiş olacağına itikat ederdi. Memleket bulaşıcı hastalıklann yatağı olmuştu. Veba bu hastalıklann başında bulunuyordu."1 Doğu'yu

iyi tanıyan Kiesling de, Büyük Savaş yıllannda kar-

• 16-20 Kasım 2005 günlerinde Antalya'da toplanan XII. Türk Klinik Mikrobiyoloji ve lnfeksiyon Hastalıklan Kongresi'nin kablımcılan­ na verilen konferansın metni olarak hazırlanan bu yazı ilk defa, Klinik Dergisi, cilt 18 (2005), özel sayı, ss. 61-68'de yayımlanmış olup bu kitap içerisinde yeniden okurlara sunulmaktadır. •• Prof. Dr., Türk Tarih Kunımu Ermeni Araşhrmalan Başkanı. 1- Osman Şevki (Uludağ) Osmanlı Tababeti III, Türk Tarihinin Ana Hatlan Eserinin Müsveddeleri, Seri III, No 12, (İstanbul, Akşam M., yty.), s. 42.


232 -

DÜNYA SAVAŞl'NDA SALGINLAR ve ÖLÜMLER

şılaşılan

tifüs salgınlarıyla ilgili olarak Müslümanların böcekleri öldürmekten kaçınmalarını ve pislik nedeniyle hastalığın yaygınlaşmasını önemli bir neden olarak göstermiştir.2 Moltke'nin Türkler ve Rumların hastalıklara yaklaşımları üzerine aktardığı ilginç bir gözlemi vardır: "Türkler hastalığın adını söylemekle o hastalığın davet edilmiş olacağına itikat ederlerdi. Onlara göre vebanın adı yumurcak idi. Yumurcak adını söylememekle kendilerini koruma tedbirlerini yapmış zannederlerdi. Rumlar (Panaiya)'nın kendi durumları­ na merhamet ederek onlara hastalık yollamayacağına inanırlar­ dı. Bulgarlar vebayı cadı zannederlerdi, 'Gece cadısı erkeğimi, çocuklarımı aldı, beni yalnız bıraktı', derlerdi."3 1837

yılında

Türkiye'nin bir başka önemli bp otoritesi Ord. Prof. Dr. A. Süheyl Ünver de Türklerin kaderciliklerinin yıkıcı salgınlar karşısında bile önlem almaktan kaçınmalarına neden oluşturduğu­ nu yazmıştır: ''Türkler kadercilikleriyle, insanın, Allah'ın değiş­ mez buyruğu olan yazgısını değiştiremeyeceğine inanarak, bu yıkıcı salgına karşı Avrupalıların aldığı önlemlerin sadece boşu­ na değil aynı zamanda büyük bir suç olarak görürler. İçlerinden hiçbiri, sevdikleri, değer verdikleri hastalara bakmaktan iğren­ mişe benzemez; onları terk ebneye razı olamaz."4 20. yüzyılın başında Osmanlı toplumunda hastalıklarla ilgili kimi tuhaf alışkanlıklar parlamento tutanaklarına bile yansımış­ tır. 1918 yılı Sıhhiye bütçesi görüşmelerinin Meclis-i Ayan'da yapılan kısmında Ayan Reisi Ahmet Rıza'nın konuşması hayli ilginçtir: 2- Hans Kiesling, Orientfahrten zwischen Ageis und Zagros, (Leipzig, 1921), s. 78'den: Helmut Becker, 1. Dünya Savaşı'nda Osmanlı Cephesinde Askeri Tababet ve Eczaalık, (İstanbul, 1983), s. 25. 3- Hans Kiesling, Orientfahrten zwischen Ageis und Zagros, (Leipzig, 1921), s. 78'den: Helmut Becker, 1. Dünya Savaşı'nda Osmanlı Cephesinde Askeri Tababet ve Eczaalık, s. 25. 4- Hans Kiesling, Orientfahrten zwischen Ageis und Zagros, (Leipzig, 1921), s. 78'den: Helmut Becker, 1. Dünya Savaşı'nda Osmanlı Cephesinde Askeri Tababet ve Eczaalık, s. 25.


HiKMET ÔZDEMİR - 233

"Müdür Beyefendi memleketimizde tifüs, geçen seneye nispetle azdır, buyuruyorlar ve bu iddialarını birçok grafikler ve istatistiklerle de ispata çalışıyorlar. Filhakika hastalık, geçen seneye nispetle ciheti mülkiyede az, fakat askeri cihetinde geçen seneden daha çoktur. Belki de iki kat fazladır. Kendileri Sıhhiye Müdürü Umumisi bulunuyorlarsa da askeri cihetini düşünmü­ yorlar. Halbuki askerler de bizim memleketimizin ahalisindendir. Biz askerlerin sıhhatinden de endişe etmek mecburiyetindeyiz." Osmanlı Meclis-i Ayan Reisi Ahmet Rıza, konuşmasının kalan kısmında Osmanlı idaresi alhndaki şehir merkezlerinde tifüsün niçin az görüldüğünün sebeplerini anlatmışhr:

"Memleketimizde tifüsün az görülmesine iki sebep vardır. ifadelerimde yanılıyorsam, Müdür Beyefendi tashih buyursunlar. Bu sebeplerden biri, kendilerinin itiraf ettikleri veçhile doktorların tifüs vukuahnı gizlemeleridir. Müdür Beyefendi, bir evde tifüs olursa, hastalığı bizim kendi doktorlarımız meydana çıkarmıyor, buyuruyorlar. Demek ki, tifüse tutulanların miktarı bizce malum değil. (... ) Hatta Müdür Beyefendinin ifadesine göre, hastanın ailesi de hastalığı gizleyen ebbbayı tercih ediyor ve onları çağırıyormuş. Bundan maksat ne olabilir? Olsa olsa şudur: Şayet tabip hükümete haber verecek olursa, hasta derhal hastaneye nakledilecek... Bugünkü hastanelere daha doğrusu ölüme kim gider? Tabii hasta ve hastanın ailesi, 'Aman, Hükümet haber almasın, aman, Sıhhiye Müdüriyeti duymasın, çünkü hastayı yakaladıkları gibi, açık bir sedyenin içinde berbat bir yere götürecekler, orada öldürecekler,' havf ve mülahazasıyla tifüsten bahsetmiyor, gizliyorlar. Tıfüs miktarı­ nın azlığına dair.verilen malumat bu iki sebebe müstenit olmaEğer naklettiğim

lıdır [dayanmalıdır]."5

Osmanlı Meclis-i Ayan Reisi Ahmet Rıza, Sıhhiye Umum Müdürü Dr. Adnan (Adıvar)'ın açıkladığı istatistiklerin yeter-

5- Meclis-i Ayan Zabıt Ceridesi, Devre 3, İçtima Senesi 4, Cilt 2, ss. 49-50.


234 - DÜNYA SAVAŞl'NDA SALGINLAR ve ÖLÜMLER sizliği

ve özellikle askeri kesimde tifodan ölümler hakkında da

şöyle konuşmuştur:

"( ... ) Bu yalandır demiyorum. İstihbarat araçları noksandır diyorum. Bunu kendi ifadeleri de tasdik ediyor. Bu cihetle verdikleri malO.mat yanlış değil, noksan olarak işitilmiştir." "Hasta belki bundan on kat daha ziyadedir ve bir de yalnız bize kendilerinin idaresinde bulunan mülki hastanelerden ve tabiri mazur görünüz, mülki hastalardan bahsettiler. Hiç askeri kısmından bahsedilmedi. Halbuki en ziyade hastalık vefiyat askeri kısmında bulunuyor. Filhakika bu sene mülki daha hafif ve askeri daha ziyadedir. Her gün askeri kısmında pek çok askeri vefiyat oluyor. Müdür Bey, Heybeliada' da yalnız 6 hasta zuhur ettiğini söylediler, doğru değildir. Heybeli ve diğer adalarda hastalık vardır. (... )"6 Yapılanlar/ Yapılamayanlar

Dünya Savaşı'nda Sarıkamış Harekatı'na Yarbay Şerif'in şu değerlendirmesi önemlidir:

katılan

Kurmay

"Sivil yönetim düzeni çağdaş ve bilimsel bir biçimde işleme­ dikçe seferberlikte askeri yönetim düzeni de doğru, işlemez. Bu nedenle her şeyin banş döneminde hazırlanması gerekir."7 20Temmuz1914 günü seferberlik ilan edilen Osmanlı İmpa­ bu ilkenin işlemesi -herhalde- beklenmemelidir. Bununla birlikte yetkili makamlar hiçbir önlem almamışbr da denemez. Bilindiği gibi, Dünya Savaşı'run hemen öncesinde İs­ taribul'un pek çok semtinde her türlü salgın hastalık yaygınlaş­ mıştır. Kartal, Tuzla, Yakaok, Soğanlık, Maltepe, Ayastafanos ve Makriköy, tifo, kolera ve çiçek hastalığının yoğun görüldüğü bölgelerdir. Hastalığın ordu birliklerine bulaşmaması için, asratorluğu'nda

6- Meclis-i Ayan Zabıt Ceridesi, Devre 3, İçtima Senesi 4, Cilt 2, s. 55. 7- Köprülülü Şerif (İlden), Sarıkamış, (Haz. Sami ônal), (Ankara, T. İş Bankası Y., 2001), ss. 35-36.


HiKMET ÔZDEMIR - 235

keder daha uzak mevkilerde çadırlara yerleştiril.mişlerdir.8 İstanbul'dan

Yalova'ya yapılan vapur seferleri bir süre için

durdurulmuştur. 9

Karadeniz'e

çıkan

gemiler için de Sinop Tahaffuzhanesi ha-

zırlanmışhr. ıo

Ordu Sıhhi Riyaseti, seferberliğin başlamasıyla birlikte, 2. Ordu ile işbirliği halinde bölgede meydana gelen salgın hastalıklarla mücadeleye başlamışbr.11 Osmanlı

Ordusu'nda 1915 yılı başında sağlık birimlerinin en büyük faaliyeti, hasta ve yaralılarla, İstanbul çevresine yayılan ve 3. Ordu bölgesinin geri sahasında büyüyen salgın hastalık­ larla mücadele olmuştur.12 Fakat dik.kat edilmelidir ki, bu önlemler, daha çok İstanbul ve çevresi için alınabilmiştir. Anadolu'nun öteki şehirlerin­ de, ulaşım hatlarında ve özellikle savaş alanlarında ciddi ve etkili önlemlerin alınması hiçbir zaman mümkün olamamışbr. şehri

1916'da, Doğu Anadolu' da Türk Ordusu'nun boşalthğı vilayetlerin halkı göçe başlamış ve yollar perişan insanlarla dolmuş8- BOA OH İD, Dosya No 164-1, No 2; aynca Dosya No.165, No 16 ve No 17'den: Mehmet Temel, "Birinci Dünya Savaşı ve Mütareke Yıl­ larında Türkiye' deki Bulaşıcı ve Zührevi Hastalıklara Karşı Alınan önlemler", Çağdaş Türkiye Tarihi Araşhrmaları Dergisi, Cilt 3, Sayı 8, (1998), s. 332. 9- BOA OH İD, Dosya No 157, No. 5'ten: Mehmet Temel, "Birinci Dünya Savaşı ve Mütareke Yıllarında Türkiye' deki Bulaşıcı ve Zührevi Hastalıklara Karşı Alınan önlemler", s. 332. 10- BOA OH İD, Dosya No 165, No. 23'ten: Mehmet Temel, "Birinci Dünya Savaşı ve Mütareke Yıllarında Türkiye' deki Bulaşıcı ve Zührevi Hastalıklara Karşı Alınan önlemler", s. 332. 11- Türk Silahlı Kuvvetleri Tarihi, Birinci Dünya Harbi, İdari Faaliyetler ve Lojistik, Cilt IX, s. 145. 12- Tilrk Silahlı Kuvvetleri Tarihi, Birinci Dünya Harbi, İdari Faaliyetler ve Lojistik, s. 299.


236 - DÜNYA SAVAŞl'NDA SALGINLAR ve ÖLÜMLER

tur. Yüz binlerce mültecinin sağlığı ile ilgilenecek bir örgüt bulunmadığından bu insanların muayene ve tedavilerini askeri hekimler üstlenmek durumunda kalmışlardır. Erzincan'ın Ruslar'ın eline geçmesinden sonra, Karahisar ve Erzincan yolundan gelen mülteciler için ilk muhacirin istasyonu 27 Temmuz 1916 · tarihinde muayene ve tecrit için faaliyete geçirilmiştir. Bu şekil­ de kurulan muhacirin istasyonlarında 65 bin 778 kişi muayeneden geçirilmiş ve 22 bin 499 kişiye birinci, 9 bin 607 kişiye iki·nci kolera aşısı, 11 bin 999 kişiye çiçek aşısı yapılmışbr.13 Aynı yıl, ülkenin hemen her yerinde veba, verem, tifüs, kolera, humma-ı raaa, dizanteri, tifo, para tifüs, frengi gibi bulaşıa hastalıklar yayılmaya başladığı için Hükümet, bütçenin EmrAz-i SAriye ve İstila.iye kısmına 3 milyon kuruşluk ek ödenek koymuştur.14 7 Ocak 1917'de Sıhhiye Müdüriyet-i Umumiyesi tarafından Ankara, Sivas, Erzurum, Trabzon Vilayetleri ile Niğde, Kayseri, Canik Sancaklarında salgın hastalıklarla mücadele görevi 3. Ordu Sıhhiye Riyasetine verilmiştir. O zaman hemen bütün Anadolu' da birçok salgın hastalıklar hüküm şürmekte, fakat bunlara karşı "pek eksik" bir mücadele yapılmaktadır. Esasen "Sıhhi­ ye Müdüriyet-i Umumiyesi bu hastalıklara karşı müessir bir mücadele yapabilecek vaziyette değildi[r)". Fakat Ordu, kendi mınbkasının sıhhi durumuyla "şiddetle alAkadar" olmaktadır. "Ordu salgın hastalıklardan ne kadar temizlenirse temizlensin, köyler ve halk temiz olmadıkça, bunlarla temasa geçen erat salgın hastalıklarla bulaşmakta ve buralardan gelen ikmal erab Ordu'yu daima salgın hastalıklar tehdidi albnda bulundurmaktadı[ r )". Göçler, kolera, lekeli tifo ve hatta çiçek gibi salgınları mayalandıran bir afet görevi yapmışbr. Bu nedenle, Ordu'nun, sivil halk arasındaki salgın hastalıkla mücadeleyle görevlendiril13-Tevfik Sağlam, Büyük Harpte ili. Ordu' da Sıhhi Hizmet, (İstanbul, Askeri M., 1941), s. 167. 14- BOA, MV. Maz., Def. 243. no. 9'dan: Mehmet Temel, "Mütareke Dönemi İstanbul'unda Sosyal Yaşam ve Sorunlar", Türkler, 14. Cilt, s.166.·


HİKMET ÔZDEMİR -

237

mesi isabetli olmuştur. 3. Ordu'nun salgın hastalıklarla mücadele mınhkasında, Trabzon ve Erzurum vilayetlerinin Rus işgali alhnda bulunmayan kısımlarıyla Ankara ve Sivas vilayetleri ve Niğde, Kayseri ve Canik müstakil sancakları vardır. Bölgede lekeli tifo ve hummayı racıa gibi bitle geçen, tifo, para tifo, kolera ve dizanteri gibi amili bağırsakta bulunan ve bunlardan geçen çiçek, kuşpalazı, kızamık, kızıl gibi diğer salgın hastalıklar ve endemik olarak malarya ve frengi yaygındır.IS Dünya Savaşı'nda bütün gayretlere rağmen, savaş koşulları­ ve pek çok olumsuzluktan dolayı cephelerdeki sağ­ lık hizmetleri yeterli olmamışhr. Cephelerin birbirine uzak oluşu, bazı problemleri beraberinde getirmiştir. Hastaların, sağlık personelinin, ilaç ve tedavi için gerekli malzemenin taşınmasın­ da ciddi zorluklar yaşarunışbr. Cepheler arasındaki yolların bozuk ve ulaşım araçlarının gelişmemiş oluşu, nakilleri zorlaşhr­ mışhr. Depolarda askeri cephane kalmadığı gibi, sağlık malzemesi de tükenmiştir. Askerin barındığı çadırlar yıpranmış, havasız ve ışıksız oldukları için askerleri olumsuz etkilemiştir.16 nın zorluğu

Osmanlı İmparatorluğu üzerinde Büyük Savaş'ın bir diğer etkisi; 1914 yılında hastane hizmetleri ve hijyen durumu açısın­ dan Alman Eczacı Helmut Becker tarafından ortaya çıkarhlan önemli bir tarihi gerçek, savaşın başlamasıyla birlikte ilaç ve hbbi malzeme ithalinin durmasıdır.17

Hastahaneler Liman von Sanders, savaş öncesinde Osmanlı askeri hastanelerinin durumu hakkında şunları yazmaktadır: 15-Tevfik Sağfam, Büyük Harpte 3. Ordu' da Sıhhi Hizmet, s. 61. 16- Cafer Ulu, "Savaş Zamanı Osmanlı Sağlık Politikası: 1. Dünya Savaşı Örneği", Belgelerle Türk Tarihi Dergisi, 42, (Temmuz 2000), ss. 94-95. 17- Helmut Becker, I. Dünya Savaşı'nda Osmanlı Cephesinde Askeri Tababet ve Eczacılık, s. 3.


238 - DÜNYA SAVAŞl'NDA SALGINLAR ve ÔLÜMLER

"Türk askeri hastanelerinin çoğunun durumu korkunçtu. Pislik ve akla gelebilecek bütün kötü kokular, tıklım tıklım dolu hastane koğuşlarını tahammül edilmez hale sokuyordu. İç ve dış hastalıklardan yatanlar, yan yana ve hatta bazen aynı yatakta yatırılmış bulunuyordu. Yatak sayısı az olduğundan, hastalar daha ziyade koridorlarda sık sıralar halinde ve kısmen minderler, kısmen de beylikler üzerinde yatırılıyordu." ''Takatsiz kalan bu erlerden pek çoğu, hiçbir yardım görmeden ölüyordu. Bu çeşit hastaneleri ziyaretim sırasında, bu halden memnun kalmadığımı bildirdiğim ve hatta bunlara sebep olan doktorları Harbiye Nezaretine şikayet ettiğim için, titizliğim her tarafta duyuldu. (... )"18 1915 Aralık ayında savaşın birinci yılı tamamlanırken; 6. Ordu bölgesindeki Musul ve Bağdat askeri hastanelerinin yetersizlikleri hakkında Dr. Abdülkadir' in yazdıkları bu açıdan çarpıa örneklerdir:

"Musul' da hastanelerin durumu pek perişandı. Hastalar birbirine bitişik olarak konmuş yer yataklarında yatıyorlardı. Hastalar hastalıklara göre tasnif edilmemişlerdi. Hastalar ve hastane yatakları bitlenmişti. Bu hastaların teker, teker muayenesi için yataklar üstüne oturmak mecburiyetinde kalıyordum. Hastalardan çoğu lekeli tifo arazı veriyordu. Bu halleri Sahra Sıhhi­ ye Müfettişliğine uzunca bir rapor ile bildirdim."19 "Bağdat'ta

Askeri Merkez Hastahanesi, Kızılay Hastahanesi, ve hastalara kafi gelmediğinden Selmanpak Muharebesi üzerine Dicle boyundaki Kasır ismi verilen büyük binalarda hastane açmak lüzumu hasıl olmuş, toplam 1,300 yatak tutan 5 hastane daha açılmıştı. Tekmil hastaneleri dolaştım. Ehemmiyetli sari hastalık olarak Yahudi Mektebi'ne yerleştirilen lekeli yaralı

18- Liman von Sanders, Türkiye' de Beş Yıl, (Çev. M. Şevki Yazman), (İs­ tanbul, Burçak Y., 1969), s. 25. 19-Abdülkadir Noyan, Son Harplerde Salgın Hastalıklarla Savaşlanm, (Ankara Tıp Fakültesi Y., 1956), s. 50.


HiKMET ÔZDEMIR - 239

tifo hastalarını ve hemen her hastanede dizanteri vak.alarını gör.. "20 d um. 1916 yılı Şubat ayında 6. Ordu' ya Musul' daki askeri hastaneden gönderilen bir yazıda; vefatlann çokluğunun sebebinin, hastalara bakılmaması olmayıp, mevsim yüzünden, askerin İs­ tanbul' dan ve Irak' a uzak diğer yerlerden aylarca yağmur albnda yürüyerek gelmeleri olduğu bildirilmiştir. Özellikle yedek askerlerin bu kadar uzun yürüyüşe alışkın olmayışı ve yürüyüşün yağmurlu havalarda oluşu, çeşitli hastalıkların nedenidir. Örnek olarak, 6. Alay'ın bazı taburları İstanbul' dan 1,200 askerle yola çıkmış iken, mevcudun yansına yakını yollarda dökülerek, Musul'a girebilmiştir. Askeri hastanede ölümlerin yüksek olmasının bir nedeni olarak da; sağlık personeli sayısındaki yetersizlik gösterilmiştir. Tabipler hastalanrnışlardır. Bağdat' ta aynı tarihte bir doktor hastalanmış ve ölmüştür. Nusaybin' de de doktor ve eczao tifoya yakalanmıştır. Sivil doktorlardan biri, Musul' da lekeli hummadan yatmaktadır. Doktor başına düşen hasta sayısı, 200'dür. Doktorlar hastalandıklan için, sağlık sorunları daha fazlalaşmıştır.21 1916 yılı başında Osmanlı 3. Ordusu tarafından boşaltılan şe­ hirlerdeki hastanelerde bulunan hasta ve yaralılar cephe gerisine nakledilmiştir. Nakil araçları yeterli olmadığından, Erzurum' un Ruslar tarafından işgalinden önce, Şubat ayının en soğuk günlerinde Erzincan'a Erzurum' dan gönderilen hasta sayisı 18 bin SO'dir. Dr. Nazım Şakir Bey, işte bu nakil sırasında görevlidir ve şunları anlatmaktadır: "( ... ) Cepheden devamlı hasta ve yaralı geldiğinden 3 gün Bahusus son gece müthiş bir kar fırbnası şehri alt üst ederken Firdevsoğlu Kışlası'ndan hafif yaralı ve hastalan yatak ve yorganları ile at arabalarına yükleyerek Erzincan' a sevk uyumadık.

20- Abdülkadir Noyan, Son Harplerde Salgın Hastalıklarla Savaşlarım, s. 50. 21- ATASE Arşivi, K. 3672 D. 314/37, F. 2-9'dan: Orhan Ava, lrak'ta Türk Ordusu, 1914-1918,'(Ankara, Vadi Y., 2004), ss. 270-271.


240 - DÜNYA SAVAŞl'NDA SALGINLAR ve ÖLÜMLER

ederken uğradığımız zorluk ve yorgunluk unutulacak gibi değildi. (... )" . "Ertesi gün Erzurum'u terk edip de Ilıca, Yeniköy, Tercan yoluyla Erzincan' a giderken yolda bu arabalardan hiçbirine tesadüf etmedim. [Eksi] yirminin albnda bir soğuklukta hepsinin mahvolduğunu düşünmenin ezasını, memleketi düşmana terk etmenin cefasına ekleyince neler çektik (... )"22 şu

Dr. Tevfik Sağlam, Mart 1916 tarihli raporunda bilgileri vermektedir:

aynı

konuda

"Erzincan' da fazla hasta tutmamak mecburiyeti ve orduda hasta vesaiti nakliyesinin hemen madum olması, hastaların ekserisinin Erzincan' dan Sivas' a yaya olarak gönderilmesini istilzam etti [gerektirdi]. Sıhhiye merkezleri pek yakın olmakla beraber bu mesafenin hasta yürüyüşü ile ancak 15-20 günde kat edilebilmesi ve hastaların istasyonlarda yalruz ekmek ve sıcak çorba ile beslenebilmesi, yollarda gayri kabili içtinap bir sefaletin zuhurunu mucip oldu. Bu tarzda gönderilen hasta ve yaralı­ lar Sivas'a ekseriya bitkin bir halde geldikleri gibi orada da sertabibin bütün mesaisine rağmen, vilayet tarafından icap eden mu.avenetin diriğ edilmesi yüzünden, hastalar izdiham ve mahrumiyet içinde kalmış ve binnetice hastalar ahvali sıhhiyesi fenalaşmışbr. (... )"23

Alman Doktorlar Büyük Savaş' ta, Osmanlı Ordulan'nda, Alman askeri hekimlerin ve sağlık uzmanlarının da görev aldıkları kaydedilmelidir. 1915 yılı Ocak ayında zor koşullar alhnda Trabzon'a gönderilen Alman sağlık ekibi 5 doktor ve 6 hastabakıcıdan oluşmakNazım Şakir, "Birinci Cihan Harbinde Erzurum ve Sağlık Organizasyonu Anılan," Çeşitli Yönleri ile Erzurum ve Çevresi, (Haz. Nusret Karasu-Nihat Ôzyardıma), (Ankara, Ulusal Verem Savaş Derneği Y., 1968), s. 44. 23-Tevfik Sağlam, Büyük Harpte JIJ..Ord~'da Sıhhi Hizmet, s. 153.

22-


HİKMET ôZDEMİR -

241

tadır. Bu ekip, 5 ay Trabzon' da bir hastanede çalışmış ve daha sonra Mütareke'ye kadar İstanbul' da görev yapmıştır.241915 ve 1916 yıllarında, Erzincan' da, üç Alman doktor görev yapmış, biri tifüsten ölmüştür (Doktor Kolley). Diğer ikisi, çalışamayacak kadar hasta olunca ayrılmışlardır. İki hasta bakıa (Elvers ve Vedel Yarlisberg) da tifüs salgının hüküm sürerken Erzurum' da görev yapmışlardır.25

Alman sağlık uzmanlarının katkı sağladıkları bir özel tıp alabakteriyoloji laboratuarlandır. 1916 Sonbaharında Ankara' da gelen Alman Seyyar Bakteriyoloji Laboratuan için şehirde bulunan 6 hastaneye eşit uzaklıkta bulunan bir yer seçilmiştir. Seyyar laboratuar Ankara' da çalıştığı 8 ay boyunca 10 bin 190 kişi muayene etmiştir. Muayene materyalinin yüzde 90'ı hastalardan ve asker gönüllülerden ve yüzde lO'u sivil halktan alınmış­ tır. Muayeneler, hastanelerin durumu hakkında bilgi vermektedir. Askerler arasında en çok ölüme neden olan hastalık, tifüstür. Sivil halk için tam bir çalışma yapılmamakla birlikte aynı durum onlar için de geçerlidir. 1917 yılı ilk 6 ayında hastanelerde bütün tifüs vakalannın yüzde Sl'i ölümle sonuçlanmıştır. Ankara' da ikinci derecede ölüm olan hastalık nükseden hummadır. Bir diğer önemli bulgu ise, Bakteriyologlann, Ankara çevresinde bir sıtma salgını beklemeleridir.26 nı,

1914-1918 yıllan arasında savaş alanındaki Kızılhaç görevlilerinin esas amaçlan da tifüs mücadelesi olmuş ve onlar da karKızılhaç Bülteni (Under dem Roten Kreuz), 1934, s. 227'den: Helmut Becker, I. Dünya Savaşı'nda Osmanlı Cephesinde Askeri Tababet ve Eczaolık, s. 16. 25- Guze, Büyük Harpte Kafkas Cephesindeki Muharebeler, (Çev. Hakkı), (Askeri Mecmua, Sayı 20, (1KAnunusani1931), s. 61. 26- Bentmann, Auf tü:rkischen urıd bulgarischen Kriegsschauplatzen. in: Der grosse Krieg 1914-1918. Bd. 9, (Leipzig, 1923), s. 22-27'den: Helmut Becker, I. Dünya Savaşı'nda Osmanlı Cephesinde Askeri Tababet ve Eczaolık, s. 38.

24-


242 -

DÜNYA SAVAŞl'NDA SALGINLAR ve ÖLÜMLER

şı karşıya bulundukları koşullar

bazı

yüzünden kendi

aralarından

kurbanlar vermişlerdir.27

Alman doktorların aynca bir de siyasi ve askeri görevleri ol1915-1918 yıllarında Alman doktorların siyasi görevlerine tipik bir örnek, Konya' da demiryolları doktorluğunun bir Alman'a verilişi ile ilgili bir yazıdır. Alman Deniz Kuvvetleri Karargc\hına gönderilen ve demiryollanndaki bir doktor kadrosunu konu edinen 25 Temmuz 1915 tarihli yazıda; "Böyle pozisyonlara yerleştirilen Alman doktorların yardımıyla daha geniş halk kesimlerine etki etmenin mümkün olacağı," vurgulanmıştır. Bu yüzden demiryolları doktorluğuna aynı zamanda jinekolog ve cerrah olarak çalışabilecek bir denizci doktorun gönderilmesi uygun bulunmuştur. Alman Dr. Börnstein, Konya' da demiryolları doktorluğuna bu düşünceyle atanmıştır. Asıl görevi tifüsle mücadeledir, fakat çok sayıda sivil halkın da sağlığından sorumludur.28 duğu saptanrnışbr.

Bir Milyon

Kişi

Tifüse Yakalanmışbr

Andre Raymond, 1718, 1759, 1785 ve 1791 yıllarında Kahire'de; Al-Budayri de, 1743'te Şam ve 1787'de Halep'te açlıktan dolayı salgın hastalıkların yaygınlık kazandığını gözlemlemiş­

lerdir. Açlık, dizanteri ve tifüsün yayılmasını çabuklaşbrmış­ m.29 Büyük Savaş' ta Osmanlı coğrafyasında da aynı eğilim gözlemlenmektedir. Tıfüs salgını ile sefalet arasında ciddi bir ilişki vardır. İnsanların temizlenme imkanları olmadığı ve zor koşul­ larda yaşadıkları dönemlerde tifüs salgını baş göstermektedir. 27- Helmut Becker, 1. Dünya Savaşı'nda Osmanlı Cephesinde Askeri Tababet ;ve Eczacılık, s .. 16. 28- Börnstein, Drei Kriegsjahre in der Kaiserstadt Konya. in: Yor 20 Jahren. Zweite Folge. Yon den Dardanellenzum Sues. Leipzig 1935, ss. 191-209'dan: Helmut Becker, 1. Dünya Savaşı'nda Osmanlı Cephesinde Asker! Tababet ve Eczacılık, s. 22. 29- Daniel Panzac, Osmanlı lmparatorluğu'nda Veba, (Çev. Serap Yıl­ maz), (İstanbul, Tarih Vakfı Yurt Y., 1997), s. 14.


HiKMET ÔZDEMIR - 243 Doğu Cephesinde hastalıklar ve açlık nedeniyle meydana gelen Türk kayıplarının çok büyük olduğunu vurgulayan bir İn­ giliz-Rus ortak kaynağında aktarılan bilgiler şöyledir:

"Çanakkale' de verilen büyük kayıplara rağmen, Osmanlı Ordusu'nun seferi gücü, 1915 Kasım ayında azami 800 bin kişi kadardı. 1Mart1917'de bu 400 bine inmiş ve hiçbir zaman bunun üstüne çık.amamışhr. (1918 Mart ayında da 200 bini geçmemiştir). 1916 yazında toplam 52 Türk Tümeninin ancak 26'sı Ruslara karşı savaşmışbr. 1915 Kasım ayı ile 1917 Mart ayı arasında, Türklerin kaybettiği 400 bin kişiden en az 300 bini Ruslara karşı yapılan harekatta kaybedilmiştir. (Buna salgın hastalık­ lardan ölenler, firariler ve savaş esirleri d!hildir). Eğer Gelibolu' da verilen zayiat, Osmanlı İmparatorluğunun askeri gücüne ciddi bir darbe indirmiş olsaydı ve Transk.afkas Cephesi'ndeki taarruz harek.ahnı zamanında önlemiş olsaydı, 1916'da Rusların Türklere verdirmiş olduğu kayıplar, Osmanlı İmparatorlu­ ğu'nun mahvı demek olacak ve 1917-1918'de Irak'ta ve 1918'de Filistin' de İngiliz zaferlerine bir zemin hazırlayacakh."30 1914'te, Büyük Savaş'ın başlaması ile birlikte bütün Osmanülkesi salgın hastalıklar için Adeta bir açık alan haline gelmiş­ tir. Dört yıllık savaş boyunca en sık rastlanılan ve tahribat yapan salgınlar, daha çok bitle yayılanlandır. Bunların en başında geleni, insana bitle bulaşan, baş ağrısı ve ateşle başlayan deride yaygın dökmeler yapan, iki hafta kadar devam eden ve yaşlılar­ da oldukça tehlikeli olan bir riketsiya hastalığı olarak tifüstür ve yüzyıllar boyu büyük insan kitlelerinin ölümüne sebep olmuş­ tur. Tıfüs için literatürde lekeli humma, klasik tifüs ve Avrupa tifüsü adlan kullanılmaktadır. Osmanlı İmparatorluğu'nda tifüs hastalığı en çok humma adı alhnda tifo ile kanşbnlmışbr.31 lı

30- W. E. D. Ailen ve Paul Muratoff, 1828-1921 Türk Kafkas

Sınırların­

daki Harplerin Tarihi, (Ankara, Genelkurmay B., 1966), s. 409. 31- İnci Hot, Sıhhiye Mecmuası'na Göre Ülkemizde Bulaşıo Hastalık­ larla Mücadele, 1913-1996, (İstanbul Üniversitesi SBE, Yayınlan­ mamış Doktora Tezi, 2001), s. 126 ve 127.


244 - DÜNYA SAVAŞl'NDA SALGINLAR ve ÖLÜMLER

Tifüs, yani Rickettsia'lar, insanların sinsi düşmanıdır. Toplumlar kuvvetli olduk.lan sürece gizlenmişler, toplulukların direnci azalınca tekrar ortaya çıkmışlardır. Bu nedenle savaşlar, göçler ve insanları sefalet içine atan bütün koşullarda, tifüs epidemileri kendini göstermiştir. "Rickettsia ·tarihte daima savaşla­ rın peşini izlemiştir." Tifüs, bütün dünyada yaygın bir enfeksiyondur. Savaşlar, sefalet, açlık gibi insan topluluklarının bakım­ sız, dirençsiz kaldığı ve hijyen koşullarından uzaklaşhğı zamanlarda epidemiler yapmaktadır. Geri kalmış ülkelerden tifüs kaybolmamaktadır. Tifüs epidemiyolojisinde en önemli arao bittir. Bit, insan parazitlerindendir. Tifüs, mevsim ile ilgili bir enfeksiyondur. Sonbaharın soğuk aylarında hasta sayısı artmaya baş­ lar. Kış aylan epidemi mevsimidir, kışın bitimine doğru gittikçe genişler, Şubat ve Mart aylarında en fazladır. Bundan sonra hasta sayısı azalmaya başlar. Bit, ışıktan, sıcak ve açık havadan hoş­ lanmaz. Soğuk mevsimlerde insanların birbiriyle teması arttığı için, köyde, evde, kışlada sıkışık yaşandığından ricketsia'lı bitler epidemi ve pandemi nedeni olmuştur. Büyük Savaş' ta en az 1 milyon insan tifüse yakalanmışhr.32 Savaş yıllarında baş

gösteren diğer önemli bir salgın hastasu ve besin hijyeni ile yakından ilişkili olan tifodur. Bu da bir ordu ve savaş hastalığıdır. Tarihteki her savaşta küçük veya büyük tifo epidemileri görülmüştür. Tifo epidemileri mevsimlerle ilgilidir. Enfeksiyon, Temmuz başında ortaya çıkar ve Ağustos ayında hızla yayılır. Ekim' e kadar en yüksek oranına vardıktan sonra azalmaya başlar.33 Büyük Savaş'ta sık rastlananlardan hummayı raoa da eski bir hastalıkbr. Hastalık tifüs ile kanşbnl­ mış ve bunun hafif bir şekli sanılmıştır. İlginç bir nokta hummayı racıa epidemileri tifüs epidemisi ile birlikte başlamaktadır. Çünkü salgın koşullan rickettsia enfeksiyonlarının bir benzeridir. Bulaştırıcıları da bit ve kenedir.34 lık,

32- Behiç Onul, İnfeksiyon Hastalıkları, (Ankara Tıp Fakültesi Y., 5. basım, 1974), ss. 407 -410 ve 449. 33- Behiç Onul, İnfeksiyon Hastalıklan, s. 733 ve 735. 34- Behiç Onul, İnfeksiyon Hastalıklan, s. 823.


HİKMET ÖZDEMİR -

245

Ölüm Taşıyıcıları Büyük Savaş yıllarında savaş esirleri, firariler ve mültecilerin çok talihsiz bir rol üstlendikleri kaydedilmelidir.

salgın hastalıkların yayılmasında

Irak'ta İngilizlere, Kafkaslarda Ruslara esir düşerek Hindistan' a ve Sibirya'ya sevk edilen Türk askerleri arasında tifüs tahribabnı yapmış, özellikle Sibirya yolcularının taşındıkları katarlarda hastalar bakımsız, ilaçsız ölmüşler, soğuktan kaskah kesilen cesetler belirli istasyonlarda birer kütük gibi demiryoluna atılmış kurt ve köpeklere yem olmuşlardır.35 Osmanlı

Ordusu'ndaki firarilerin salgın hastalıkların yayıl­ rolleri çok büyüktür. Firarilerin sayılan yüksek miktarlara ulaşbğı için tehlikeleri şiddetli ve sürekli olmuştur. 1938' de, General Ali Fuat Cebesoy, 1916-1917 yıllarında Osmanlı ordularında firarların yüzde 30'dan yüzde SO'ye çıkışını şu şe­ kilde açıklamıştır: masındaki

"l - Savaş başlayalı iki sene olduğu halde hiçbir kimseye izin verilmemesi."

"2 - Tahammül edilemeyecek kadar çok soğuk ve sıcak yerlerde sürekli olarak harp edildiği halde, en basit ve iptidai şekil­ de olsun çok lazımlı ihtiyaçlardan hiçbirinin temin edilmemesi, az ve çok kötü yiyecek verilmesi, çok defalarda aç bırakılması ... Hulasa insanın tasavvur ve hayalinden geçiremeyeceği kadar perişanlık ve sefalet." "3 - Çanakkale Muharebeleri istisna edilirse hiçbir Türk kı­ cephede değiştirilmemiş ve sürekli olarak muharebe hathnda kalmışb. Buna sebep cephelerin çok az kuvvetle tutulmak istenmesi." tası

"4 - Bir taraftan

hastalık

ve firar

dolayısıyla

kadrolar küçül-

35- Kemal Ôzbay, "Tarihte Lekeli Humma-Tifüs ve Ordularımızda Tahribatı", Dirim, Yıl 54, Sayı 3-4, (Mart-Nisan 1979), s. 118.


246 - DÜNYA SAVAŞl'NDA SALGINLAR ve ÔLÜMLER

dükçe diğer taraftan yeni teşkilAt için bu rekli olarak subay ve erat alırunası."36 Birliğinden ayrılan

zayıf

kadrolardan sü-

veya firari erat hastalığı iç kısımlara taşımaktadır. Ulukışla'ya kadar menzil ana hattı ve Erzurum-Kiğı-Palu-Maden-Diyarbakır ve Erzurum-ErzincanHarput-Diyarbakır yollarında ve civarında köylerde hastalık tebdil

havalı

yaygınlaşmıştır. 37

1916 Ekim ayında 3. Ordu'nun cephe gerisinde en az 50 bin firari vardır. Şiddetli kar fırtınaları firar hadisesini biraz durdurmuş ve bunların pek çoğu ancak birliklerinde bulabildikleri pek az azık (yiyecek) için yeniden kıtalanna dönmüşlerdir. Fakat tifüs ve soğuk nedeniyle baş gösteren bir sürü hastalıklarla kırıl­ mışlardır. "Kolordular tümen, tümenler alay ve alaylar tabur hatta bölük" seviyesine iruniştir.38 en dramatik kurbanları ve aynı zamanda rolleri ve uğradıkları çok ağır telefat nedeniyle en talihsiz kesimdir. İstanbul'daki Avusturya Askeri Ataşesi Joseph Pomiankowisky'nin Suriye'ye zorunlu göçe tabi tutulan Ermeni kafileleri ile ilgili saptaması son derece ilginçtir: Mülteciler,

savaşın

salgın hastalıkların taşınmasındaki

"Anadolu'daki Ermeni halkının Jön Türkler Hükümeti'nce göç ettirilmesi memleketin esnafını, zanaatkArını, tacirini, ziraatçısını bir hamlede alıp götüren bir hareket olmuştu. Kısa zamanda zahire, hayvan ve bilhassa erzak yokluğu baş gösterdiği için, Anadolu'da harekAt halinde bulunan Türk birliklerini iaşe etmek çok zor oluyordu. Ermenistan'da 100 bin kadar Türk askeri açlıktan kırılmıştı. Her türlü temizlik şartlan ve sağlık hiz36- Ali Fuat Cebesoy, Birüssebi-Gazze Meydan Muharebesi ve Yirminci Kolordu, (Ankara, Genelkurmay X. Şube Y., 1938), s. 18. 37- W. E. D. Ailen ve Paul Muratoff, 1828-1921 Türk Kafkas Sınırların­ daki Harplerin Tarihi, s. 406. 38- W. E. O. Ailen ve Paul Muratoff, 1828-1921 Türk Kafkas Sıruı:lann­ daki Harplerin Tarihi, s. 406.


HiKMET ÔZDEMİR -

247

metlerinden mahrum olan Ermeni kervanları, gittikleri yerlere üzerlerinde bulaşıa mikroplan da götürmüşlerdi. Kervanlar, uğradık.lan bölgelerde yaklaşık bir milyon Müslümanın ölümüne sebep olan lekeli humma hastalığının mikrobunu da bıraka­ rak gitmişlerdir. "39 Suriye' de iskan edilen Ermenilerin 4. Ordu bölgesine tifüsü gibi, 1916'da Ruslardan kaçan Türk mülteciler de sı­ ğındık.lan bölgelere tifüsü taşımışlardır. 16 Şubat 1919'da Erzurum, 3 Mart 1916'da Bitlis ve hemen arkasından Muş, 18 Nisan' da Trabzon, 15 Temmuz' da Bayburt, 20 Temmuz' da Gümüşhane ve 24 Temmuz'~a Erzincan'ın Ruslar tarafından işgal edilmesi, tifüsün yayılmasını hızlandırmışhr.40 yaymaları

Suriye'ye Ermeni mültecilerin gelmesiyle daha önce yalnız­ ca Gazze ve Aliye' de görülen tifüs salgını, Eylül ayından itibaren bütün 4. Ordu bölgesine yayılmışhr. Bu sırada 4. Ordu Sıh­ hiye Müşaviri Dr. Mühlens Almanya'ya gittiğinden ve Ordu Sıhhiye Reisi Galip de İstanbul' da tedavide olduğundan, Kızı­ lay Süveyş Heyeti Başkanı Dr. Neş'et Öıner, 4. Ordu Sıhhiye Müşavir Vekili olarak ve Binbaşı rütbesiyle görevlendirilmiştir. Dr. Neş' et Öıner, hekimleri toplayarak onlara tifüs hakkında bilgiler vermiş ve alınması gerekli tedbirler hakkında Türkçe ve Arapça kitapçıklar yayınlamıştır. Halep 18 bölgeye ayrılarak her bölgeye 2 hekim atanmış, 9 temizleme müfrezesi tarafından günde 3,000 kişi temizleyen istasyonda tifüs hastalan önce salgınlar hastahanesine yollanmış ve bu önlemler sayesinde baş­ langıçta bir günde 250 olan insidens bir ayda 10' a düşürülmüş­ tür.41 39- Joseph Pomiankowiski, Osmanlı İmparatorluğunun Çöküşü, (Çev. Kemal Turan), (İstanbul, Kayıhan Y., 1990), s. 147. 40- Ekrem Kadri Unat, "Birinci Dünya Harbinde Türk Ordusu'nda Tıfüs Savaşı", Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Dergisi, Cilt 20, Sayı 2, (Nisan 1989), s. 259. 41- Ekrem Kadri Unat, "Birinci Dünya Harbinde Türk Ordusu'nda Tıfüs Savaşı", s. 259.


248 - DÜNYA SAVAŞl'NDA SALGINLAR ve ÖLÜMLER

Suriye'de, 4. Ordu Kumandanı Cemal Paşa'nın salgınlarla mücadeledeki olağanüstü gayretlerini yakından izleyen Kress von Kressenstein; "Cemal Paşa'nın sağlık hizmetlerini geliştir­ mede gösterdiği anlayış ve enerjiden" övgüyle söz etmiş ve bu anlayışın özellikle Doğu Anadolu' dan sürgün edilenlerin Halep'te hastalık tehlikesiyle karşılaştıklarında kendini gösterdiği­ ni vurgulamışhr. 1922'de Cemal Paşa'nın, Tiflis'te, Ermeni militanlar tarafından öldürülmesi üzerine de, "Cemal Paşa ile birlikte çalışan Almanların, onun organizasyon yeteneği hakkında söyleyecek bir söz bulamadıklarını" kaydetmişlerdir.42 Bazı

Sorular

ABD'nden tarihçi Justin McCarthy, Anadolu'da 1914-1918 dört yıllık Büyük Savaş'ın ve hemen ardından 1919-1922 arasındaki İstiklal Savaşı'run asker ve sivil kayıpları­ nı, 1927 yılında Türkiye nüfus sayımında canlı kalmış kadınlar arasındaki dulların oranının açıkladığı görüşündedir. Onun bu ilginç hesaplama yöntemine göre; dulların tüm yetişkin kadın­ lar içindeki oranının yüzde 30'un üzerinde bulunduğu vilayetlerin oluşturduğu alan, aynı zamanda Yunanlıların ileriye yürüyüş doğrultusunu ve Batı Anadolu ile İç Anadolu' da savaş görmüş bölgedir. Diğer ülkelerin hiçbiri Dünya Savaşı sonrasında Anadolu'nun çektiklerini çekmemiştir. İngiltere, Fransa ve Almanya' da 'yitik kuşak' gerçek ve korkunç bir kayıp olmuştur. Ancak, Birleşik Krallığın ve Almanya'nın toplam nüfusları 1911 ile 1922 arasında, aslında artmıştır. Fransa'nın sadece yüzde 1 oranında azalmışhr. Buna karşılık Anadolu nüfusu yüzde 30 oranında azalma göstermiştir; yüzde lO'u yurdundan ayrılıp dı­ şarıya göçmüş, yüzde 20'si ölmüştür.43 arasındaki

42- Helmut Becker, 1. Dünya Savaşı'nda Osmanlı Cephesinde Asken Tababet ve Eczaalık, ss. 62--63. 43- Justin McCarthy, Müslümanlar ve Azınlıklar, (Çev. Bilge Umar), (İs­ tanbul, İnkılap K., 1998), ss. 123-124.


HiKMET ÖZDEMİR -

Doğal

olarak insanın

aklına şöyle

249

bir soru gelmektedir:

Osmanlı İmparatorluğu'nun yönetimi elinde bulunduran as-

ker ve sivil seçkinler bu

savaşa

niçin

girmişlerdir?

yılında Genelkurmay tarafından yayınlanan bir eserde ifade edildiği gibi; savaş gücünü oluşturan faktörlerin ayn ayn incelenmesi şu gerçeği ortaya koymuştur ki, 1914 yılın­ da Türkiye mevcut askeri gücüne dayanarak herhangi bir savaşa giremeyecektir veya gireceği bir savaşı devam ettiremeyecektir. Ancak, jeopolitik ve stratejik konumu dolayısıyla her hangi bir dünya savaşında tarafsız kalması da imkansızdır. Bu nedenledir ki, herhangi bir dünya savaşında yeterli bir dış yardımı esirgemeyen kuvvetli bir Avrupa devletine dayanmanın uygun olduğu düşünülmüştür. "Bu maksatladır ki, her iki bloğa da ittifak teşebbüslerinde bulunulmuş ve neticede Almanya ile ittifak yapı1mış"tır.4A Osmanlı İmparatorluğu'nun 1914 yılında dünya savaşına girişini açıklayan makul bir anlatım böyledir. Ancak, bu savaşın sonuçlan veya koca bir imparatorluğun tasfiyesi ile ilgili tartışmalar yıllarca sürmüştür (sürmektedir) ve bu kadar özlü bir şekilde anlatılması da sanının hiç bir zaman mümkün olamaz. Çünkü her kesimin (birey veya kurum olarak) söyleyebilecekleri bulunmaktadır. Kuşkusuz savaş ortamında ortaya çıkan gelişmelerden dolayı asker ve sivil kayıplarının toplamları üzerinde bir anlaşmazlık ortaya çıktığında zaman içinde bunun giderilmesi beklenmelidir. Fakat kayıpların nedenleri büyük bir titizlikle araştırılmak ve ondan sonra bir değerlendirme yapmak bilimsel bir zorunluluktur.

1970

açıkça

Benim

araştırmamın

ortaya koyduğu tarih! gerçek şudur:

Anadolu' da, Suriye' de ve Irak'ta özellikle salgın hastalıklar­ dan meydana gelen ölümler inanılmaz ölçülerdedir. 1915 tifüs salgını, Balkan Savaşı sonuna doğru asker sevkıya­ tı

ve özellikle bu

hastalığın

endemik

olduğu

Erzurum ve hava-

44- Birinci Dünya Harbi'nde Türk Harbi, Cilt l, s. 195.


250 - DÜNYA SAVAŞl'NDA SALGINLAR ve ÖLÜMLER

lisinden gelen göçmenler, firariler ve terhis edilen askerlerle etrafa yayılmıştır. Seferberlik ilan edildiğinde azalmaya başlamış ise de, savaş koşullarında tifüs artmış ve büyük salgınlar başla­ mışm. 45

Esasen 1915 yılında Anadolu'da bulunmak her kişi için büyük risk oluşturmuştur. Çünkü her yerde tifüs ve kolera hüküm sürmektedir. Bu hastalıklar sürgünler tarafından yayıldıkları gibi, Türk askerleri tarafından da yayılmaktadır.

Tarsus Amerikan Koleji Direktörü Mrs. Christie, 1915 yılı 13 ve 28 Kasım günlerinde günlüğünde bulaşıcı hastalık salgınla­ rından söz etmiştir.46 Mrs. Christie ve William L. Nute, Tarsus'un her tarafında yayılan bu salgınlar sırasında kendilerini koruyamamış, Tarsus'taki doktorlara güvenmedikleri için Adana'daki misyoner hastahanesine gitmek zorunda kalmışlardır.47 Savaş koşullarında

din ve milliyet farkı gözetilmeksizin bu büyük çoğunluğu, Tarsus Amerikan Koleji'nin öğretmenleri kadar şanslı olamayabilmektedir. 1915 yılı Mart ayının 30. günü Suşehri'nde Kayserili Başkatipzade Mülazım Ragıp Bey'in karşılaştığı manzara şöyledir: coğrafyada yaşayanların

"Şehrin methalinde [girişinde],

yüksekte harap bir bahçe içe-

45- "Emraz-i Sariye Mücadelesi", Sıhhiye Mecmuası, Sayı 3-16, No. 13, (1922)' den: Ekrem Kadri Unat, "Birinci Dünya Harbinde Türk Ordusu'nda Tıfüs Savaşı", Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Dergisi, Cilt 20, Sayı 2, (Nisan 1989), s. 258. 46- Carmelite Christie and Sarah Brewer, Typed transcript of her personal diary with entries from October 1, 1915 to December 31, 1919, s. 24 ve 32'den: Alan Alfred Bartholomew, Tarsus American School, 1888-1988: The Evolution ofa Missionary Institution in Turkey, (A PhD Dissertation at Bryn Mawry College, 1989), s. 117, dn. 21. 47- Carmelite Christie and Sarah Brewer, Typed transcript of her personal diary with entries from October 1, 1915 to December 31, 1919, s. 24 ve 32'den: Alan Alfred Bartholomew, Tarsus American School, 1888-1988: The Evolution ofa Missionary Institution in Turkey, s. 118, dn. 22.


HiKMET ÔZDEMIR -

251

risinde, hastalık ve sefaletten terk-i hayat etmiş, pek sefilane bir surette, ortada karlar üzerinde çıplak, eski elbiseli, defnedecek teşkilat da olmadığından enzar-ı umumiyeye hüzn-ü a'lam veren birçok Türk evladının cesetlerini gördüğümüzde, tüyler ürpermeye ve cesaret azalmaya başladı. (... )"48 Kayıplar

(E.) Dr. Tümgeneral Ekrem Şadi Kavur'un verdiği bilgiye göre; Dünya Savaşı'nda salgın hastalıklardan ölenlerin sayısı, bütün ölülerin yüzde 18,3'ünü oluşturmuştur.49 Büyük Savaş' ta lekeli humma (tifüse) yakalananlar, 25 milyon, ölen 6 milyondur.50 Doğu Cephesi, Dünya Savaşı'nda tifüs salgınının en şid­ detli yaşandığı savaş alanıdır.51 Yine Doğu Cephesinde 3. Ordu'da 1915-1918 yıllan arasında dizanteriye yakalanan 12 bin 642 kişiden 5 bin 942'si ölmüşttir.52 Bundan ayn olarak bir. de sıtma vardır. Osmanlı coğrafyasında nüfusunun dörtte üçü sıt­ madan kıvranırken, savaşın çıkması durumun ciddiyetini artbrmışbr. Dört yıl içinde orduda 412 bin asker sıtmaya yakalanmış ve bunlardan 20 bini yaşamını yitirmişfü.53 Büyük Savaş'ın başında salgınların yayılmasında en ciddi te48- Başk3tipzade Ragıp Bey, Tarih-i Hayabın, (Haz. M. Bülent Varlık),

(Ankara, Kebikeç Y., 1996), s. 57. 49- Ekrem Şadi Kavur, "Askeri Hekimliğin Sıhhiye Hizmetlerinde Bir Etüd", Dirim, Cilt XLIX, Sayı 7 (Temmuz 1973), s. 334. 50- Süheyl Ünver, "Dr. Reşat Rıza'nın Hayab ve Mikrobiyolojideki Çalışmaları Hakkında", Mikrobiyoloji Bülteni, Cilt XX, Sayı 3-4, (1%7), s. 118. 51- Mustafa Karatepe, 1. Dünya Savaşı'nda Kafkas Cephesi'nde Tıfüsle Mücadele, (İstanbul Üniversitesi, SBE, Yayınlanmamış Doktora Tezi, 1999), s. 1. 52- Nuran Yıldınm, "Tanzimat'tan Cumhuriyet'e Koruyucu Sağlık Uygulamaları", Tanzimat'tan Cumhuriyet'e Türkiye Ansiklopedisi, (İstanbul, İletişim Y., 1985), 5. Cilt, s. 1328. 53- Nuran Yıldırım, ''Tanzimat'tan Cumhuriyet'e Koruyucu Sağlık Uygulamaları", 5. Cilt, s. 1330.


252 -

DÜNYA SAVAŞl'NDA SALGINLAR ve ÖLÜMLER

tikleyici rollerden birinin Sarıkamış Harekah lilleriyle bilinmektedir.

olduğu

bütün de-

Sarıkamış Faciası,

22 Aralık 1914'ten 9 Ocak 1915'e kadar 18 gün sürmüştür. Ordu, büyük güçlükler içinde çarpışırken yorgunluktan ve soğuktan erimiştir. IX ve X. Kolordular, Sarıkamış önüne vardıklarında bir avuç bitkin askerden ibaret kalmışlar­ dır. 29 Aralık'ta Rusların geri çekilmeye başladığı haber alındı­ ğında, Osmanlı Ordusu'nda taarruz kudreti kalmamıştır. Ordu Kurmay Başkam, Ordu Sıhhiye Reisi, Başyaver ve bir Subayın ayaklan donmuştur. "Tümenleri eriten kış ve sefalet sıhhiye bölüklerini ve seyyarları da aynı akıbete uğratmıştır."54 1914 kışındaki Sarıkamış Harekatı ardından yayılan şiddetli tifüslülerin yüzde 53'ü, tifoluların yüzde 52'si, dizanterililerin yüzde 37,6'sı recurrantlann yüzde 29'u ölmüş­ tür.55 salgınlarda

Dr. Tevfik Sağlam'ın

değerlendirmesine

göre;

"Sarıkamış Muharebesinde sıhhi hizmet ve teşkilat noktasın­ dan en ziyade üzerinde durulacak nokta şiddetli bir kış ortasın­ da ve en gayri müsait şerait altında girişilen gayet mühim bir harekat için sıhhi tertibatın tamamen ihmal edilmiş olmasıdır. Sarıkamış Muharebesinin gerek hazırlık ve gerek taarruz emrinde sıhhi tertibat hakkında hiçbir kayıt yoktur. Harekat esnasın­ da cephede sıhhi hizmet tamamen elden çıkmış bir halde idi. (.. ) .Felaket muhakkaktı ve öyle oldu. Yığınak ve muharebe zamanında cephe için olduğu kadar geri için de, gayet muntazam bir hastane teşkilatına, sevkıyat yollarının tanzimine vakit ve zamanında layık olduğu ehemmiyeti vermenin şaşmaz cezası daima böyle bir felakettir."56

54-Tevfik Sağlam, Büyük Harpte 3. Ordu' da Sıhhi Hizmet, ss. 10-11. 55- Ekrem Şadi Kavur, "Askeri Hekimliğin Sıhhiye Hizmetlerinde Bir Etüd", Dirim, Cilt XLIX, Sayı 7, (Temmuz 1973), s. 335. 56- Tevfik Sağlam, Cihan Harbinde III. Orduda Sıhhi Hizmete Ait Küçük Bir Hulasa, (İstanbul, Askeri Tıbbiye M., 1940), ss. 6--7.


HiKMET ÔZDEMIR - 253

3. Ordu Sıhhiye Reisi Tevfik Sağlam'a göre; Sarıkamış Muharebesi'nde üzerinde durulması lazım gelen mühim bir nokta şu­ dur: Böyle bir askeri harekatta elbette pek çok yaralı ve kışın şiddetli zamanında pek çok hasta olacaktır. Salgın hastalıklar Ordu'yu zaten her yanından sarmıştır. "Buna mukabil geri sıh­ hiye teşkilatı son derece noksandı. Hasta ve yaralı sevkıyat yollan tanzim edilmemişti. Hulasa bu büyük işe girişilirken sıhhi hizmete hiçbir kıymet ve ehemmiyet verilmemişti. (.. )Yalnız ileri değil, bilhassa geri sıhhi teşkilatı geniş ve kafi bir ölçüde hazırlanmadan bir yığınak ve harp yapmanın şaşmaz ve affetmez cezası her zaman bu olmuştur ve olacaktır."57 İsmet İnönü'nün anlatımına göre tifüs salgını bu muharebenin hemen ardından bütün orduyu istila etmiştir: "Sarıkamış Muharebesinde çok zayiat vererek ricat ve hudut mevzilerimize dönmeye mecbur kaldık. Muharebenin hemen ardından tifüs orduyu istila etti. O devirde bu hastalık harp zamanının korkunç afeti sayılıyordu."5B Sarıkamış Faciası'ndan

sonra verilen emirde bile, Erzurum' a yığınak yapılırken sıhhi tedbirler ve teşkilat hakkında bir madde bulunmamaktadır. Yalnızca "Geçmiş felaketlerden sonra yine yalnız eratın toplanması ve talim ve terbiyesi için," emir vermekle yetinilmiştir. "Bu kadar fena şartlar altında yapılacak yı­ ğınağın ne gibi felaketler doğuracağı ve ordunun toplanan eratın ne kadarından istifade edebileceği," hesaba katılmamıştır.59 Büyük Savaş'taki Sarıkamış Faciası'run 90. Yılında Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hilmi Ôzkök'ün mesajında önemli bir ayrıntı bulunmaktadır. Söz konusu mesajda yer aldığı şekliyle; "Sarıkamış, yönetim biliminde; hayal ile gerçek ve yönetilemeyen risk ile yönetilebilir riskin ne anlama 2004

Aralık ayında,

57-Tevfik Sağlam, Büyük Harpte 3. Ordu' da Sıhhi Hizmet, s. 13. 58- İsmet İnönü'nün Hatıralan, Genç Subaylık Yıllarım 1884-1918, (Haz. Sabahattin Selek), (İstanbul, Burçak Y., 1%9), s. 142. 59- Tevfik Sağlam, Büyük Harpte 3. Ordu' da Sıhhi Hizmet, s. 14.


254 - DÜNYA SAVAŞl'NDA SALGINLAR ve ÔLÜMLER geldiğini

gösteren bir ömektir."60 Genelkurmay Başk.aru'nın bu edilen risk yönetimi, hiç kuşkusuz harekat sonrasında baş gösteren salgın hastalık faktörünü de kapsamaktadır. Osmanlı Orduları Başkumandanlığı harel<At planını yaparken salgın hastalık faktörünü hesaba katmamıştır. mesajında işaret

General Maslofsky'nin Kafkas Cephesi adlı eserinden aktagöre; Rus Ordusu, 1917 kışında açlıktan, hastalıklar­ dan ve donmalardan 100 bin askerini yitirmiştir. Rusların ambarları yiyecek.le dolu olduğu halde, tekerlekli vasıtaların işle­ memesi yüzünden Rus askerleri eşek ve köpek eti yemişlerdir. Yine Fahri Belen tarafından, 1917 kışında Doğu'daki iki ordunun soğuk, hastalık ve gıdasızlıktan 20 bin kişi kaybettiği kaydedilmiştir. 61 rıldığına

Dünya Savaşı'nda İngiliz Ordusu'nun sağlık yönünden üstün standartları açıkça ortaya çıkmıştlr ve bu yüzden bu savaş kimi uzmanlar tarafından, "mühendislerin ve doktorların savaşı" olarak tanımlanmıştır.62 Çanakkale Cephesi'nde İngiliz birliklerinin çekilmesinden sonra ele geçen malzeme İngiliz Ordusu'ndaki besin tedariklerinin donanımı konusunda hiçbir kuşku bırakmamıştır. Liman von Sanders'in aktardığına göre; İngiliz­ ler, Suvla Körfezi'nden Anbumu'na kadar olan alanda 5 küçük vapur, 60'tan fazla nakliye sandalını sahilde bırakmışlardır. Dekoviller, telefonlar ve tel örgü malzemesi, yığınlarla her çeşit alet, ecza depolan, birçok sıhhiye malzemesi ve su filtresi terk edilmiş haldedir. Büyük ölçüde, piyade ve topçu cephanesi, çok sayıda toparlak.lar ve araba parkları, her cinsten silah, sandıklar dolusu el bombası ve makineli tüfek namluları birçok konserve kutusu, un ve arpa çuvalları ve dağlar gibi yığılmış odun. Gemi60- Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hilmi Ôzkök'ün 90. Yılında Sarıkamış Şehitlerini Anma Mesajı'ndan. 61- Fahri Belen, 20. Yüzyılda Osmanlı Devleti, (İstanbul, Remzi K., 1973), ss. 300 ve 301. 62- Helmut Becker, 1. Dünya Savaşı'nda Osmanlı Cephesinde Askeri Tababet ve Eczacılık, s. 58.


HiKMET ÔZDEMIR -

255

lere yüklenmeye fırsat bulunamayan bir sürü at da öldürülerek bırakılmışru.63 Gerçi İngiliz birliklerinin konserve et yemekten bıktıkları da tahmin edilebilir. Asıl sorun, birliklerin çok dar bir alanda sıkışmaları ve bu sıkışmanın neden olduğu ağır psikolojik baskı ve büyük hijyen problemidir. İngiltere Genelkurmay Başkanı Sir William Robertson Soldi-

ers and Statesmen, 1914-1918 başlıklı eserinde askerlerinin hastalıklardan erimesi ile ilgili olarak önemli bir itirafta bulunmuş­ tur: 1915 Ağustos'unda çarpışmalar henüz hafifken hastalıklar nedeniyle birliklerin yüzde 24'ü telef olmuştur. Sıhhiye subayı­ nın bildirdiğine göre Eylül' de (bir ay sonra) muayene edilen 7 tabur Anzak askerlerinden yüzde 50'sinde kalp rahatsızlıkları, yüzde 78'inde ishal ve yüzde 64'ünde cilt yaralan saptanmıştır. Kimi zaman günde 1,000 hastanın taşınması gerekmiştir. Ekim ayında hasta ve yaralıların bakımı düzelmişse de ruhen ve bedenen askerler o kadar yıpranmışlardır ki, 24 saatten daha uzun süren bir çahşmaya dayanamamaktadırlar. Sir William Robertson'un sözleriyle; "İngiliz Ordusu'nun bütün tarihinde, hiçbir zaman bu kadar büyük ve sürekli fakat o ölçüde de acı ölüm ve hastalık kayıpları olmamışhr."64

1914/1915 kışı ve 1916 yılı boyunca Anadolu' da amansız salçok yoğunlaştığı ve kurbanlarını kitle kırımına götürdüğü bu tarih çalışmasında ayrıntılı şekilde ve belgelerle gın hastalıkların kanıtlanmıştır.

2003 yılında ABD'nde yayınlanan bir araştırmada da, 1917-1919 tarihlerinde İran' da baş gösteren büyük açlık faciası­ nın ve salgın hastalıkların bölgede yol açtığı insan telefatı ile ilgili çarpıcı bilgiler yer almışhr. Bu araşhrmanın sonuçlarına göre; 1914 yılında 20 milyon olan İran nüfusu, 1919 yılında açlık ve hastalıklar nedeniyle 11 milyona inmiştir. Açlık ve hastalıklar63- Liman von Sanders, Türkiye' de Beş Yıl, s. 125. 64- Sir William Robertson, Soldiers and Statesmen, 1914-1918, (London, Cassell and Company Ltd., 1926), s. 136.


256 - DÜNYA SAVAŞl'NDA SALGINLAR ve ÖLÜMLER

dan ölümler nedeniyle yalnızca Tahran'ın nüfusu 1917'de 350-400 binden, 1920'de 200 bine düşmüştür. İngiliz diplomatik raporlarına göre; tifo ve tifüs ile kolera İran'ın çeşitli bölgelerinde yaygındır. Bu felaket yazar tarafından, İran'ın 1917-1919 yıl­ lan arasında karşılaşbğı bu açlık felaketini muhtemelen 20. yüzyıl tarihinin en kötü soykırımı olarak adlandınlmışhr.65 Büyük Savaş sırasında Urumia örneğinde ortaya çıkarıldığı gibi, bölgede baş gösteren bulaşıcı hastalık salgınlarından ölümler, o yıllarda bazı yetkililer tarafından tereddütsüz olarak Müslümanların Hıristiyanlara yönelik katliamları şeklinde yansıhl­ mışhr. 1915 yılında Ocak ve Şubat aylarında Müslümanların Hı­ ristiyanlan katlettikleri rapor edildiği halde farklı kaynaklardan toplanan bilgiler, bölgede müthiş bir tifo salgının hüküm sürdüğü ve ölümlerin ondan olduğu şeklindedir.66 İngiliz Arşivinde

bulunan bir belgede; Tebriz'deki Amerikan Konsolosu Gordon Paddock, Urumia'da ve yakınlarında katliam yapıldığı haberlerinin doğru olmadığını; gerçekte bir tifo [tifüs] salgını bulunduğunu ve çok sayıda bölge sakininin ve Amerikan misyonerinin öldüklerini, bölgeye ·yakın köylerde çok sayıda Ermeni'nin de tifo [tifüs] salgını nedeniyle hayatları­ nı kaybettiklerini bildirmiştir.67 Ba'quba Mülteci Kampında Ölümler (1918 Eylül-1919 Ekim)68 Ermeni Süryani Erkek Kadın Çocuk 193 75 69 69 130 768 675 318 521 604

Toplam 268 1,443

65- UK ARCHIVES, FO 248/1192, John L. Caldwell'den E. S. Scott'a 5 Ocak 1918 tarihli belge. 66- UK ARCHIVES, FO 248/1192, John L. Caldwell'den E. S. Scott'a 5 Ocak 1918 tarihli belge. 67- UK ARCHIVES, FO 248/1192, 6 Mayıs 1915 tarihli belge. 68- UK ARCHIVES, T 161/50, 1Ekim1919 tarih ve (2) nolu tablo, s. 34.


HiKMET ÔZDEMİA -

515 379 1% 115 73 53 49 53 52 76 56

2,578

462 451 264 130 102 54 50 51 74 65 58 2,511

231 225 134 69.

50. 31 30 36

54 44 35 1,326

363 351 172 100 57 38 23 30 34 42 32 1,832

·383 254 154 76 68 38 46 38 38 55 47 1,931

257

977 80' 460

245 175 107 99

104 126 141 . 114 5,089

İngiliz Ordusu tarafından Mezopotamya bölgesinde kontrolün sağlanmasından sonraki istatistikler, Ermeni ve Süryani mültecilerin kamplarında salgın hastalıklardan ölümlerin bütün şiddetiyle devam etmekte olduğunu karutlam;;lktadır. Mülteciler arasında dizanteri, ishal, zatilrree, bronşit türü hastalıkların daha yaygın olduğu gözlemlenmiştir.69 Ba' quba Mülteci Kampında 1 Ekim 1919 tarihi itibariyle 39,191 mülteci bulunmaktadır; bunlardan 5,089'u dönem sırasında ölmüş; 2,161'i kamptan ayrılmış; 369'u Jasmiyah Çiftliğinde görevlendirilmiş; kalan 2,117 kişi ise yeni oluşturulan Süryani Taburunda silahalhna alınmışlardır. 70

1Ekim1919 tarihi itibariyle Ba'quba Kampındaki 14,612 Ermeni' den; 519'u İstanbul' dan, 675'i Kilikya'dan, 10,341'i Van ve Kafkasya' dan, 547'si Bitlis' ten, 2,530'u Azerbaycan' dan olduklarını beyan etmişlerdir.71 1 Temmuz 1920 tarihinde Hamadan'daki İngiliz Konsolos 69- UK ARCHIVEŞ, T 161/50, "Statistics for the year, 191S-1919", s. 36 ve38. 70- UK ARCHIVES, T 161/50, s. 35. 71- UKARCHIVES, T 161/50, s. 35.


258 - DÜNYA SAVAŞl'NDA SALGINLAR ve ÔLÜMLER Yardıması,

Amerikan Hastahanesinde görevli bir Ermeni doktor tarafından verilen sıbna, grip, bronşit, dizanteri türü hastalıklar nedeniyle hastaneye başvuran hastalann istatistiklerini aktarmışhr.72 Yine İngiliz Dışişleri'ne Amerikan kaynaklarından ulaşan bilgilere göre; Kafkasya'da Ermeni mültecilerin her ay 7'de l'i çeşitli nedenlerle (açlık, tifüs, kolera) yaşamını yitirmektedir.73 İngiliz Arşivinde F0/1277 nolu dosyada yer alan bir şifre telgrafa göre; Erivan'da nüfusun yüzde 30'u şiddetli şekilde İs­

ve 24 Aralık-4 Ocak 1920 tarihleri 1,870 kişi sokaklarda ve evlerde yaşamını yitirmiştir. Bu ölüm rakamı Ermenistan'ın kırsal kesiminde de çok ciddi boyutta olup, toplam nüfusun yüzde 20'si grip salgının­ dan ölmüştür.74

panyol gribine

yakalanmış

arasında salgından

Büyük Savaş'ın hemen ardından karşılaşılan ve dünya tarihinin en şiddetli grip salgınının Anadolu ve Kafkasya coğrafya­ sında yol açhğı kayıplar (ölümler) acaba ne kadardır? 1920 Ocak ayı ilk haftası için Erivan ve çevresi için arşiv kayıtlarında yer alan ölüm rakamlarından hareket ederek, Kafkasya ve Anadolu şehir ve kırlarında nüfusun en az yüzde 20' sinin de yalnızca grip salgınında yaşamlannı yitirdiklerini söylemek niçin yanlış olsun? 1915 yılındaki tifüs salgınlanndaki ölümlerle ilgili olarak 1918 tarihli Amerikan-Ermeni Ortak Raporu da bütün çıplaklığı ile aa gerçeği yansıtmaktadır: Anadolu' da 1915 yılında tifüsten ölen kişi sayısı 200,000-300,000 arasındadır. Osmanlı Hükümeti tarafından hastalıkla başa çıkması için gönderilen doktorlardan çoğu enfeksiyonu alıp ölmüşlerdir. Aynı rapora göre yalnızca 72- UK ARCHIVES, FO 248/1277. 73- UK ARCHIVES, FO 608/79; Kafkasya'daki Amerikan Komiseri Dr. H. T. Main'den Charles V. Vickrey'e (New York) gönderilen Şifre telgraf, 14 Nisan 1919. 74- UK ARCHIVES, FO 248/1277.


HİKMET ÔZOEMIR -

...... ·~

.

259

D. ~JM.'928

·.•• ı4:~':.

. ....,... tirli• .

,. ·. (11.

', .. \,.

~. . . u.:t '!-'-~ '.. .ırl. . -. '

. , , . ,.,.. ttl1Miıtf5 ~ ·.~ ~

·~-··-·

.. ·

~···· ~{:".!.·

ıı~

..

. "~v ·. . · ·!el vı.u,. m10 ·~ JiltJ. . . .

. ·>"' · · . ' ' . ' ' : · : , '.•,~!": loft--··••::afıtA· ....... ~-- ...: c··. ·.•

. . . {f.' ·... '

la

~..,;., ·a·Mulei m •• ciMk-.ı•.. rıntı

·-...,,~ .3't•'1 • bnpt\11.

.

••""1: . :' .

-~·~··*--··~·

•dOli: •·.,ıi:M1ktiü tıtiff.

'' ..~~:~t·, ··.'

..

ı


260 - DÜNYA SAVAŞl'NDA SALGINLAR ve ÔlÜMLER Erzurum bölgesinde 60,000 -100,000 kişi tifüsten yaşamını yitirmiştir.75

13 .Nisan 1920 tarihli ve Mr. Lodge tarafından Amerikan Senatosu' na sunulan raporda da; Anadolu' da, 20-35 yaşlan arasın­ da erkek sayısının göze çarpacak kadar az olduğu, çünkü, savaşa giden Türk köylülerinden ancak yüzde 20'sinin geri dönebildiği; yalnız tifüsten 600,000 Türk askerinin öldüğü ·vurgulanmışhr.76

"Salgın Hastahklardan Ölümler, 1914-1918" konulu bu araş­ brina ile Anadolu'da, Suriye' de, Mezopotamya'da ve Kafkasya' da salglil.hastalıklann neden olduğu askeri ve sivil kayıplar­ la ilgili akademik literatürde 90 yıldır hüküm süren bir "savaş karartması" kaldırılmıştır. Dünya Savaşı'nda Türk Cephelerinin ve savaş alhnda sivil ahalinin sıhhi tarihi bütün çıplaklığıyla ortaya konulmaya gayret edilmiştir. Bu araşhrrnanın bilimsel bulguları düşündürücüdür ve aynı coğrafyada oturan farklı topluluklanrı savaş yıllarında karşılaştığı ortak faciaları inkar etmek mürrtkun değildir.

1914-1918 arasında dört yıllık savaşın ölülerini milliyetlerine göre .ayırmadan \lluslar ve hükümetler arasında sağlıklı bir iş~ birliğiıli özleyen herkes için tarihten alınması gereken aa dersler vardır. a

75- Reconstruction of Turkey, A Seri.es of Reports, Compiled for The American Committee of Armenian and Syrian Relief, (Ed. William H. Hali), (For Private Distribution Only, 1918), s. 71. 76- Mr. Lodge, "Yakın Doğu'da Koşullar", 13 Nisan 1920, Amerikan · Kongresi, 66. Kongre, 2. Oturum, Belge No 266. (Washington, Govemment Printing Office, 1920).


Esere

katkıda

bulunanlar

Justin McCarthy (Prof.Dr.) : Lousville (ABD) Üniversitesi'.nde tarih profesörüdür. Özellikle Balkanlar ve Ortadoğu konusunda yaptığı ilmi çalışmalarla tanınıyor. "Ölüm ve Sürgun'den önce yayımlanan kitaplarından bazıları: şunlardır: The Arab World, Turkey, and like Balkans (Arap Dünyası, Türkiye ve Balkanlar, 1982); Muslim and Minorities: 11ıe Population of Otoman Anatolia and The End of Empire (Müslümanlar ve Azınlıklar: Osmanlı Anadolusu'nun Nüfusu ve İmparatorlugun Sonu, 1983) The Population of Paletsine: Population History and Statistics of the Late Otoman Period and the Mıındate (Filistin Halkı: Geç Osmanlı ve Manda Dönemi Nüfus Tarihi ve İstatistikler, 1990). Gündüz Aktan (Emekli Büyükelçi)_ : Ankara SBF' den 1962 de mezun oldti. Diplomasi kariyerine meslek memuru olarak başlayıp (1967), emekli olduğu 1998 yılına kadar, Başbakan­ lık dış politika danışmanlığı, Dışişleri Bakanlığı bünyesinde genel müdürlük, müsteşar yardırnalığı ve büyükelçi sıfatıyla çe-, şitli vazifeler üstlendi. Bakanlıktan 1998 de ayrıldı ve TESEV başkanı oldu; AB ile işbirliği içinde "Devlet Reformu" Projesini uyguladı ve yolsuzluk araştırmaları projesini başlattı (19982000). 1998 den beri Radikal gazetesinde köşe yazıları yazıyor. Aynca, halen TOBB' a dış politika konularında danışmanlık yapmakta ve (Ol.04.2004'den itibaren) ASAM başkanlığını yürütmektedir. Bundan önce Türk-Ermeni Uzlaşma Komisyonunun da üyesiydi. Yeni-ırkçılık konusundaki araştırması 1993 yılında Avrupa Konseyi belgesi olarak yayımlandı. İlmi dergilerde yayımlanan çeşitli makalelerinin yanı sıra Ali Köknar ile ortak çalışması Combating Terrorism, University of Michigan Press tarafından yayımlarunışdır."Armenian Problem and Intemational Law" başlıklı çalışması The Armenians in the late Ottoman Period adlı kitapta (TTK Press, 2001, Ankara) yer almışdır.


262 -

ESERE KATKIDA BULUNANLAR

Guenter Lewy (Prof.Dr.): Guenter Lewy 22

Ağustos

1923'de Almanya'nın Breslau şehrinde doğdu. Akrabalarının büyük kısmını Nazi soykırımında yitirdi. 1957'de Columbia Üniversitesi'nde siyaset felsefesinde doktorasını tamamladı. Massachusetts Üniversitesi'nden 1985 yılında emekli oldu. Bir çok dalda ödül sahibi olan Lewy'nin başlıca eserleri şunlardır: İspanya'da Anayasa Yapımı ve /uan de Maria, S.]'nin Siyasi Görüşle­ ri (1960), Nazi Soykırımında Katolik Kilisesi (1%5); Din ve Devrim (Oxford University Press'in en iyi siyaset bilimi kitabı ödülünü aldı, 1974); Vietnam'daki Amerika (oxford University Press, 1980); Barış ve Devrim: Amerikan Pacifisminin Ahlaki Krizi (1988); Amerikan Komünizmi (Oxford University Press, 1990); Nazi Soykırımın­ da Çingeneler (Oxford University Press, 2001).

Nuri Bilgin (Prof.Dr.): Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Psikoloji Bölümü'nde sosyal psikoloji profesörüdür. Bilgin, Strasbourg Üniversitesi'nde Abraham A. Moles'in yanında baş­ ladığı doktora eğitimini 1976' da tamamladı. Türkiye' ye döndükten sonra da Abraham A. Moles'le ilişkisini ve işbirliğini sürdüren Bilgin, eşya sistemleri ve yaşam kalitesi konularında Moles'le ortak çalışmalar yapb ve yayımladı. Moles'in temel kitaplarından biri olan Socio-Dynamique de la Culture'ü, Kültürün Toplumsal Dinamiği başlığıyla Türkçeye çevirmişdir. Bilgin' in Eş­ ya ve İnsan, Sosyal Bilimlerin Kavşağında Kimlik Sorunu, Siyaset ve İnsan, Kolektif Kimlik, Sosyal Psikolojide Yöntem ve Pratik Çalışma­ lar, İçerik Analizi, Kişilerarası İlişki ve Kimlik, Demokrasi ve Yurttaş­ lık Bağlamında Cumhuriyet gibi yayımlanmış çeşitli kitapları bulunmaktadır.

Yusuf Halaçoğlu (Prof. Dr.): İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü mezunu (1971). Aynı 'Kürsü' de doktor, doçent ve profesör oldu. Türk Tarih Kurumu asıl üyesi iken, 1993'de aynı 'Kurum'un Başkanlığına getirildi. Halen bu görevde bulunmaktadır. Basılmış Kitapları : Ahmed Cevdet Paşa, Ma'ruzfit (İstanbul-1980); XVIII. Yüzyılda Osmanlı İmparatorlu­ ğu' nun İskan Siyaseti ve Aşiretlerin Yerleştirilmesi ITTK Yayınlan,


ESERE KATKIDA BULUNANLAR - 263

Ankara -1988); Osmanlılarda Ulaşım ve Haberleşme (Menziller), (P'IT Genel Müdürlüğü Yayım, Ankara-2002); Osmanlı Devlet Teşkilatı ve Sosyal Yapı ITTK Yayınlan, Ankara-1991); Başlangıçtan 1774 'e Kadar Osmanlı Tarihi, Anadolu Uygarlıkları Ansiklopedisi ortak yayın (İstanbul-1982); 90 Numaralı Mühimme Defteri - ortak yayın (İstanbul-1994); Türk Tarihinde Ermeniler - (Prof.Or. A. Süslü, Prof.Dr. F.Kırzıoğlu, Prof.Dr. R.Yinanç ile beraber), (Ankara2001); Ermeni Telıciri ve Gerçekler (ITK Yayınlan, Ankara-2001); Facts On The Relocation of Armenians - 1914-1918 (Ankara-2002). Kemal Çiçek (Prof. Dr.) : 1992 yılında Birmingharn Üniversitesi'nden, Zimmis (non-Muslims) of Cyprus in the Sharia Courts adlı teziyle doktorasını aldı. 1993 yılından itibaren KTÜ Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü öğretim üyesidir. 2002 yı­ lında Profesör oldu. 2002' den beri de Türk Tarih Kurumu'nun Ermeni Araşbrmalan Masası'nda görev yapmaktadır. Hikmet Özdemir, Ömer Turan, Ramazan Çalık ve Yusuf Halaçoğlu ile birlikde yazdıkları Ermeniler: Sürgün ve Göç ITTK Yayınlan, Ankara-2004)' den başka, Ermenilerin Zorunlu Göçü 1915-1917 isimli eseri de TTK (Ankara-2005) tarafından neşredilmişdir. Yazarın aynca, muhtelif dıllerdeki (İngilizce, Rusça, Türkçe) akademikuluslar arası dergilerde, 50 civarında ilmi makalesi yayımlan­ mıştır.

Yusuf Sannay (Doç. Dr.) : 1981 yılında Hacettepe Üniversitesi Tarih Bölümü'nden mezun oldu. 1993'de doktora derecesi almış, 2002'de doçent olmuşdur. 14 Ocak 2001 tarihinde Başba­ kanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü görevine atanmıştır. Ekim 2003 tarihinde Türk Askeri Tarih Komisyonu Yürütme Kurulu Üyeliğine seçilmiştir. 19.4.2004 tarihinde, Bakanlar Kurulu Karan ile Bilgi Edinme Değerlendirme Kurulu üyeliğine seçilmiştir.

Ömer Turan (Prof.Dr.) : Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'nde (1982) lisans eğitimini bitirdikten sonra Belçika Leuven Üniversitesinden yüksek lisans ve doktora dereceleri aldı.


264 -

ESERE KATKIDA BULUNANLAR

2000 yılında tarih doçenti oldu. Halen, ODTü Tarih Bölümü öğ­ retim üyesidir. Misyoner faaliyetlerin yaru sıra, daha çok Balkanlar, Osmanlı'run son dönemleri ile Cumhuriyet'in kuruluş dönemi tarihi üstüne çalışmaları var. İngilizce, Flamanca ve Arapça biliyor. Başlıca eserleri: Turkish Minority in Bulgaria (TTK Yayınlan, Ankara-1998); Avrasya'da Misyoner/er (ASAM Yayınla­ n, Ankara-200); Balkanlarda Türk Eserlerinden Seçmeler- müşterek yayın (TBMM Yayınlan, Ankara-2004); Ermeniler: Sürgün ve _Göç - müşterek yayın (TTK Yayınlan, Ankara-2004);.Armenian Ribellion of Van - coedition (Utah Universty Pres, Utah-2006). Hikmet Özdemir (Prof. Dr.) : Orta Doğu Amme İdaresi Enstitüsü'nden lisans, Ankara SBF'den siyaset bilimi dalında yüksek İisans ve doktora dereceleri aldı. Başbakanlık ve Cumhurbaşkanlığında sürdürdüğü danışmanlık ve başdanışmanlık görevleri ardından; Kırıkkale, Başkent ve Kocaeli Üniversitelerinde tam zamanlı öğretim üyesi olarak çalışh. British Chevening bursuyla Lohdra Üniversitesinde, Fulbright bursuyla Washington DC'de Georgetown Üniversitesinde, İngiliz ve Amerikan Devlet Arşivlerinde ve Cenevre' de Birleşmiş Milletler Arşi­ vinde incelemeler yaph. Prof. Dr. Hikmet Ôzdemir'in Türkiye'nin siyasi tarihi ve kurumlan üzerine yayımlanmış 22 kitabı vardır. 2002 Haziran ayından beri, Türk Tarih Kurumu Ermeni Araşhrinalan Başkanı olarak görevlidir.


(ARKA KAPAKTAKİ VESİKANIN TRANSKRİPSİYONLU METNİ Açıklama:

'Talimatname'nin

tamamı

34 Madde olup buraya sadece 14 Maddesi

alınmıştır.

Ahval-i Harbiyye ve zarfiret-i fevkalade-i siyasiyye dolayısıyla mahall-i ahere nakilleri icra edilen Ermenilere aid emval ve emlak ve arazinin keyfıyyet-i idaresi hakkında talimatnamedir. Madde 1-

Madde 2Madde 3-

Madde 4Madde 5-

Madde 6Madde 7Madde 8-

Aher mahallere nakilleri icra edilen Ermenilere fiid emlak ve arazi-i metruke ile hususat-ı sfiirenin işbu talimatname ahkamı diiiresinde idare ve temşiyeti diiire-i me'muriyyet ve derecei salahiyyetleri mevadd-ı atiyede muharrer olan ve suret-i mahsusada teşkil edilen emlfik-ı metruke komisyonlarına tevdi edilmişdir. Bir karye veya kasabanın akab-ı tahliyesinde naklolunan ahatiye fiid ve derununda eşya bulunan bilcümle mebani. idare komisyonu tarafından tensib edilecek me'mfir ve yahud hey'et-i mahsusa tarafından derhal mühürlenerek taht-ı muhafazaya alınacakdır. Taht-ı muhafazaya alınan eşya cins, mikdar, kıymet-i mukaddereleri ve esami-i ashabı ile tafsilen sebt-i defter edildikden sonra kilise, mekteb, han gibi depo ittihazına elverişli mahallere naklettirilib ashabı tefrik edilebilecek suretde ayrı ayrı konularak muhafazasına itina edilecek ve eşyanın keyfiyyet ve kemiyyeti ile ashabını ve mahall-i ahz ve mahall-i muhafazasını mübeyyin bir zabt varakası tanzim edilerek aslı hükumet-i mahalliyeye ve suret-i musaddakası Emvat-i Metruke Komisyonuna tevdi' olunacakdır. Ashabı ma'lum olmayan emvat-i menkule; eşyanın bulunduğu köy namına kaydedilerek muhafaza olunacakdır. Mevcud emvat-i menkule arasında durmakla bozulması muhtemel olan eşya ile hayvanat. komisyonun tensib edeceği bir hey'et tarafından bilmüzayede alenen satılarak bedeli ashabı ma'Ifim olduğu takdirde ashabı namına, değilse eşyanın bulunduğu köy ve yahud kasaba namına emaneten mal sandıklarına teslim edilecekdir. Satılan eşyanın cins, mikdar, kıymet ve cihet-i aidiyyet ve müşterisi ve bedel-i bey'i mufassalan defter-i mahsusuna kaydedilerek ziri müzayede hey'eti tarafından tasdik edilecek ve vech-i meşruh üzere bir zabt varakası tanzim edilerek aslı hükumet-i mahalliyyeye ve suret-i musaddakası Emvfil-i Metruke İdare Komisyonuna tevdi olunacakdır. Kiliselerde mevcud eşya ve tesilvir ve kütüb-i mukaddese sebt-i defter edilerek zabt varakasına bi-r-rabt, mahallerinde muhafazalarına itina olunacak ve bil'ilhire kilisenin kain olduğu köy ahalisinin iskan edildiği mahalle hükumet marifetiyle irsfil olunacakdır. Nakledilen ahatiden her birine fiid emlfik ve arazi-i metrfikenin cins, nev', mikdar ve kıymetleri ale-1-esami sebt-i defter edilecek ve her köy ve kasabaya fiid emlak ve arazi-i metruke cetvelleri tanzim edilerek idare komisyonuna tevdi' olunacakdır. Emlfik ve arazi-i metrfikede idrak edilecek mahsfilat ve zer'iyyat bulunduğu takdirde komisyon tarafından tensib edilecek zevatdan mürekkeb bir hey'et tarafından bilmüzayede satılarak bedelatı ashabı namına emaneten mal sandığına teslim edilecek ve bir zabt varakası tanzim olunarak aslı hükumet-i mahalliyyeye ve suret-i musaddakası idare komisyonuna i'ta olunacakdır.

Madde 9Madde 10Madde 11Madde 12-

Madde 13-

Madde 14-

Zer'iyyat ve mahsfilat-ı mevcudeye müşteri bulunduğu takdirde kefalet tahtında ha-mukavele münasafa tarikiyle talihlerine i'tası caiz olub bu suretle vfiki olan icar veya bey'den mütehassıl mebiiliğ dahi ashabı namına mal sandıklarına teslim edilecekdir. Naki edilen ahatiye fiid emval-i gayr-i menkulenin tasarrufuna fiid ashabı tarafından ba'delhicre tanzim edilen vekaletnameler üzerine hiçbir muamele yapılmayacakdır. Tahliyesi icra edilen köylere muhacir yerleşdirilecek ve mevcud mesakin ve arazi her ailenin ihtiyaç ve kabiliyyet-i zirfiiyyesi nazar-ı itibara alınarak muvakkat ilm ü haberler ile muhacirine tevzi' edilecekdir. Yerleşdirilen muhacirinin sicill-i nüfüsa esas olabilecek bir sfiret-i muntazama ve mufassalada ve hane itibariyle esami, mahall-i vürudu, tarih-i iskanı ve mahall-i iskanı sebt-i defter edilecek ve kendilerine tevdi' edilen mesakin ve arazinin cins. nev' ve mikdar ve kıymeti ve mevki'i ayrıca sebt-i defter edilerek suret-i iskanlarıyla kendilerine verilen emlak ve arazi mikdarını mübeyyin yedlerine birer ilm ü haber verilecekdir. Köylerde mevcud mebani ve eşcar-ı mağrusenin hüsn-i muhafazasından o köye yerleşdirilen muhacirin müteselsilen mes'fil oldukları cihetle tahribiit ,·ukuunda kimin tarafından yapıldığına bakılmayarak bedeli köylünün hey'et-i umumiyyesine tazmin etdirilib ffıilleri derhal köyden ihrac ve hukuk-ı muhaceretden iskat olunur. Muhacir iskanından mütebaki kalan köylere ci\arda nıe\cCıd a~:ıir-i 'eyyare iskan edilecek ve haklarında aynıyla muhacir muamelesi yapılacakdır.



Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.