Mustafa E. Erkal - Etnik Tuzak

Page 1



Ä°K TUZAK

E TN


TURAN KÜLTÜR VAKFI *

*

YAYINA

HAZlRLlK :

B ab-ı Ali Cad. Başmuhasip Sok. Talas Han Kat. 2 No. 204 Cağaloğlu 1 ISTANBUL Tel: 513 20 14-513 20 64

'a,pa,': t4-�Z-a-/-tt 'fe9t�e ı Baski :Kuşak Ofset (Tel: 527 41 03 ı I

S B N

975 - 7393 - 005


GİRİŞ Biz bu çalışmamıza "Etnik Tuzak" ismini sebepsiz vermedik. Avrupa'da siyasi ortamın 19. Yüzyılın etnik ve dini motiflerine döndürülmeye çalışıldığı ve adeta Orta­ dokslar arası bir yakın işbirliğine gidildiği bir ortamda, gelişme gücüne sahip ülkelerin önünün etnik tuzaktarla tıkanmaya çalışıldığı görülmektedir. Önemli olan etnik­ lik iddiası ileri sürülen sosyal gurubun o ülkedeki ana kültür kimliğinden farklı olup olmadığının bilimsel ola­ rak ortaya konması değildir. Kitle haberleşme araçlarını veya medyayı elinde bir politika silahı olarak tutan süper güç veya güçler eğer kendi menfaatlerine uygun olarak­ suni(yapay) bir etnikleştirme peşinde iseler; hedef alınan ülkelerin aydınları ve siyasetçiZeri de dış etkilere oldukça açık ve bilgi noksanı içinde iseler, o ülkeyi bir takım teh­ likeler bekliyor demektir. Artık "medya" dedikleri güç, o hale gelmiştir ki, dünyanın her tarafında istediği olayları çıkarabılmekte, olayları şekillendirebilmekte ve istediği şekilde yorumla­ yarak dünya kamu oyunu şartlandırabilmektedir.


6 1 Etnik Tuzak CNN'nin bugünkü rolü budur. Diğer taraftan dünün Sovyetler Birliği etnik konu­ yu, varlığını sürdürebilmek için en iyi şekilde kullanabi­ len ülkelerin başında yer almıştır. Milliyetler tezi ile, Türk dünyasını bölen, farklı lehçelerle birbirini anlaya­ maz hale getiren ve hepsinin ortak kimliği olan "Türk "e onları yabancılaştıran, Rusçayı mecburi dil,Marksizm­ Leninizmi mecburi dertSkaline getiren, Türklere Rusça ismi taktıran, eritmeci politika, gerçekten etniklik göste­ ren unsurtarla bir dama taşı gibi oynamıştır. Geniş bir coğrafya içinde etnik grupları bölerek berlirli yörelere gö­ çe zorlayan ve oralardahi diğer etnik unsurtarla çatışma­ ya yöneiterek siyasi varlığını sürdürmek, Sovyetlerin ana politikası olmuştur. Şimdi o politika, bu defa Sovyetler Birliği'nin yeni modeli olan Rus merkezli "Bağımsız Dev­ letler Topluluğu" içinde sürdürülmeye çalışılmaktadır. Nitekim son aylarda Bağımsız Devletler Topluluğu'nda Rusya Federasyonu, Ukrayna ve Beyaz Rusya'nın başı çektiği ekonomik ilişkiler ağırlıklı yeni bir Slav birliğine gidilmesi gözlerden kaçmamaktadır. Gaye Türkiye'nin ön ayak olduğu ancak ciddi mesafe alamayan EGO'nun te­ sirliliğini azaltmaktır. Böylece Türkiye, Türk Cumhuri­ yetlerinde dışlanmak istenmektedir. Türkiye Cumhuriyetini kuran, milli mücadeleyi ba­ şaran, tarihin derinliklerinden gelen irade ve o iradenin, o şerefli geçmişin emanet edildiği genç nesiller, tarih bo­ yunca hildlin mücadelesini veren, mazlum milletiere ör­ nek olan yüce Türk Milletine karşı kurulan tuzakların farkındadır. Bunlar, ister ideolojik, ister bölücülük, mez­ hepçilik, cinsiyetçilik veya insan hakları gibi mazlum şe­ killer altına girmiş olsun, hüküm değişmeyecektir. Biz kitabımızla aynen diğerlerinde olduğu gibi öğ­ rencimiz olamamış, Türklük gururu ve şuurunu, İslam ahlak ve faziletini çeşitli bozucu yayın ve görüntüZere rağ­ men kendilerine şiar edinen Türk gençlerine, milli endişe


Etnik Tuzak / 7 sahibi aydınlara ulaşmaya çalışıyoruz. Türkiye onlarla beraber güzel günlere gidecek ve çıkarılan engelleri aşa­ caktır. Milli mutabakatların net bir şekilde belirlenmesi de, her türlü şekilcilikten ve taassuptan uzaktaşılmasına yardımcı olacaktır. Mutabakat, kavram anarşisini de aş­ mamızı sağlayacaktır. Türk kelimesini görünce Yunan­ dan fazla düşmanlık damarı kabaran ve ırkçılık nöbetine tutulan, İslam denince gericilik ve potansiyel tehlike şart­ lanmasına uğramış olanlar, milli birlik ve bütünlüğümü­ zün daha da sağlarnlaşmasını engelleyemeyeceklerdir.

Prof. Dr. Mustafa E. ERKAL Ağustos 1993- Fatih


ETNIK TUZAK


Etnik Tuzak / 9

�LİN UCUNDAN GORUNENLER... Kitabımıza genel bir giriş niteliği taşıyan bir başlık­ la başlamayı uygun bulduk. Kendimizi siz değerli okuyu­ culanmızın yerine koyduk ve 1993 yılının objektifinden veya "Tünelin Ucundan Görünenler" den bir demet sun­ mak istedik. Bu demetin içinde muhakkak ki hep güzel ve olumlu gelişmeler olsun isterdik. Ancak, o takdirde, bi­ raz fazla iyimser olabilir ve �erçeklerden uzaklaşabilir­ dik. Böyle bir yolu seçmekten de okuyucuya saygı duyan her yazar gibi kaçındık. Dünya gerçeklerini ve 2000'li yıl­ lara doğru Türkiye'nin değişen Dünyadaki yerini, beş altı seneye sığan otuz-kırk senelik bir süreye uygun değişme­ leri ele almaya, bazı tesbit ve teklifler yapmaya çalıştık. Bunları ele alırken kimseden bir beklentimiz ve kimseyle bir hesabımız olmadığı için biraz rahat ve belki de cesa­ retle kalemimize yön vermeye gayret ettik. Dönem dönem fikir değiştirenlerden, gençlere iyi örnek olamayanlardan, nokta kadar menfaat için virgül kadar eğilenierden hep uzak olduk. Bu girişten sonra tünelin ucundan görünenleri ele alalım. Dünyadaki jeopolitik ve stratejik dengelerin önemli bir değişme sürece içine girdiği görülmektedir. Bugün dünyada yeni birtakım kutuplar doğmaktadır. Bunlan şöyle sıralayabiliriz; altı Türk Cumhuriyetinin bağımsız­ lığa kavuşması ve Türkiye'ye sağladığı bir takım avantaj­ lar. Bunun dışında Uzakdoğu'da Japonya ve Pasifik Birli­ ği. Aynca birleşen Almanya'nın, Avrupa'daki siyasi tesir­ liliğinin artışı. Bunun yanısıra yine dikkati çeken bir ge-


10 1 Etnik Tuzak

lişme Avrupa Topluluğu ülkelerinin ortaya koydukları birlik halidir. Bunlar dünyamızdaki yeni birtakım denge­ lerin ortaya çıkışını göstermektedir. Ancak, AT içinde Av­ rupa'nın kültürel kimliği konusunda görüş birliği yoktur. İrlanda'dan Sicilya'ya; Portekiz'den Yunanistan'a çok böl­ geli, çok dilli ve lehçeli değişik kültürlü toplumlar vardır. Şu andaki durumu aslında İkinci Dünya Harbi'nden sonraki duruma benzetebiliriz. Yani dünyadaki siyasi konjonktör; istikrar ve süreklilik, değişme, tekrar istikrar ve süreklilik olarak devam etmektedir. Bu devri ve dalga­ lı değişme modeline uymaktadır. Şimdiki durum harita­ ların tekrar düzenlenme ihtiyacı duyulduğu bir değişme ortamıdır; değişme boşluğudur. Bu değişimden sonra zan­ nediyorum, dünya tarihinde görüldüğü gibi istikrarlı ve belirsizliklerin ortadan kalktığı bir zaman dilimine de gi­ receğiz. Önemli olan Türkiye'nin, bu hızlı değişme süre­ cinden pay alarak çıkmasıdır. Bundan istifade etmesidir. Bunun böyle olmasının engelleyici bir ortam da yoktur. Yeter ki kendi kendimizi farkedelim ve önümüze çıkan imkanlan kullanabilelim. Kimsenin taşaronluğuna so­ yunmayalım. Elçibey örneğinde olduğu gibi Türkiye'ye gerçek dost olanlan bizzat cezalandınp Kafkaslarda Rus­ ya'nın güdümüne dalaylı olarak girmeyelİm ve Türk Cumhuriyetlerine ABD'yi ümit haline getirmeyelim.


Etnik Tuzak / 1 1

...

ABD,.AVRUPA, TÜRJ{İYE

.

VE TUR K CUMHURIYETLERI Sovyetler Birliğinin çifte kutuplu bir dengenin bir tarafının teşkil etmesi soğuk harp gerçeğinin sürmesini sağlamıştı. Soğuk harbin sürmesi ABD, Avrupa, Türkiye ve Türk Cumhuriyetlerinin bir bakıma menfaatineydi. Coğrafya itibariyle Sovyetlerle en sıcak temas imkanının bulunduğu yerde olması Türkiye'nin askeri ve stratejik önemini artıran bir faktördü. Yeni değişmeler ve dengeler karşısında Türkiye'nin önemi azalmadı. Mesela; Türk Cumhuriyetleriyle olan ilişkiler, Orta Asya'da meydana gelen önemli değişmeler ve Sovyetler Birliğinin dağılıp Rusya'nın tekrar çekirdek olarak ortaya çıktığı bir yapı­ lanma, Türkiye'yi köprü olarak kullanma isteklerini orta­ ya çıkardı. Ancak, bu köprü oluşun milli menfaatlerimiz bakımından durumu açıklık kazanmadı. Bütün bunlar aslında Türkiye'nin önemini kaybet­ tirmedi. Ama özellikle Sovyetler'in dağılması ABD'yi tek patron haline getirdi.ABD'nin tek patron olması, bir müt­ tefik dahi olsa er geç Akdeniz ve Ortadoğu'da, Türkiye ile ABD'nin menfaatlerinin ters düşeceği ger (�ğini ortaya çı­ karmıştır. NATO üyesi ve müttefik dahi olsanız bugün değişen dengelerin ülkemize sağlayacağı imkanlardan en­ dişe eden Batılı ülkeler ve ABD gerçeği vardır. Bu durum inkar edilemez. Şu halde, yapılacak olan ne istediğinin farkında olarak pazarlık gücümüzü artırabilmektir. Bu­ nu sağladıktan sonra bazı noktalarda uzlaşılabilir. Tesli­ miyetçi bir anlayışta değil. İşbirliği yapılabilecek bir ülkede konu, menfaatler çatışmasıdır. Milletlerarası iyi ilişkiler; menfaatler ara-


12 1 Etnik Tuzak sındaki çatışmalar gözardı edilerek kurulamaz ve yürütü­ lemez. ABD ile olan ilişkilerimizin iyi olması karşılıklı menfaatlere bağlıdır. Körfez Krizi ile ortaya çıkan du­ rumdan Avrupa ve özellikle Almanya son derece tedirgin olmuştur. Zannediyorum Türkiye ile Almanya arasındaki soğukluğun sebeplerinden birisi de özellikle Körfez kri­ zinde Türkiye'nin ABD ile çok yakın bir dirsek teması içinde olmasıdır ve Avrupa gerçeğine biraz gözü kapalı bakmasıdır. Bu bir bakıma yanlış olmuştur. Krizin sonu­ cunda Türkiye"bir koyup üç alma" durumuna da gelme­ miştir. Bilakis bir kontrol ka.rakolu gibi çekiç güç daha da Bölgeye yerleşmiş, Filistin d.�neyindeki tecrübelere uygun bir Kürt devletine geçiş tırm anrnıştır. Türkiye, ABD ile istediği kadar dostluk kurmuş ol­ sa, Avrupa ile aym ölçüde yakınlaşsa, ilişkilerini geliştir­ se de bütün bunlara rağmen Türkiye'nin milli menfaatle­ riyle Almanya ve ABD'nin millı menfaatleri paralel değil­ dir, çatışacaktır. Çünkü Ortadoğu'daki yeni dengelerin doğuşu ve yeni yapılanma, gerek İslam ülkelerinde gerek­ se yeni Türk Cumhuriyetlerinde, ister istemez Batı men­ faatlerinde bir gerileme şekline dönüşebilir. Şu halde, özellikle bu bölgede ABD ile Türkiye'nin, Avrupa ile Tür­ kiye'nin menfaatlerini paralelliğinden bahsedebilmek mümkün değildir. Fazla romantik olmadan gerçekleri görmek durumundayız. Görebildiğimiz kadanyla Amerika, Türkiye ile Türk Cumhuriyetleri arasındaki ilişkilerin sıcak ve çok yakın bir şekilde olmasından memnun olabilecek bir ülke değil­ dir. Kendi menfaatleri açısından değildir. Sovyetlerin yı­ kılmasından sonra Orta Asya'daki Türklerden ısrarla "Orta Asya Müslümanlan" şeklinde bahsedilmektedir. Bunu bugün değil daha önce de söylüyorlardı. Mesela; Münih'deki "Radio Liberty" ve diğer yayın organlannda hiçbir zaman Türk kelimesini kullanmamışlardır. "Orta Asya Müslümanlan" tabirini kullanmışlardır. Türkiye'de


Etnik Tuzak / 1 3

yapılan bir toplantıya gerek CIA, gerekse çeşitli kanallar­ dan gelen Amerikalı bilim adamlan devamlı bu tezi işle­ mişlerdir. Yani onlann görüşü, Orta Asya Müslümanları tezini işlernektir. Bir zamanlar Sovyetlerin milliyetler meselesine yaklaşırnma paralel bir tarzda, bir başka sü- .. per güç ABD duruma aynı şekilde bakmaktadır. ABD hiç­ bir zaman Türkiye ile Orta Asya Türk Cumhuriyetlerini arasında çok yakın bir dirsek teması ve birlik şekline dü­ nüşmesinden yana değildir. Çünkü menfaatleri bundan zarar görecektir. Bu durumda, bu ülkelere Türkiye kana­ lından veya doğrudan etkili olmaya çalışacaktır. Nitekim, son yıllardaki gelişmeler de bunu teyid etmektedir. Azerbaycan için İran faktörünü de hesaba katarsak Azerbaycan'ın meselesi mezhep meselesi değildir, Türk­ lük, Müslümanlık meselesidir. Mezhep meselesi üçüncü, dürdüncü sırada yer alan bir konudur. Gündemin birinci meselesi değildir. Her ne kadar Türkiye'de bazı devlet adamları bunu gündemin birinci meselesi olarak takdim etme yaniışı içinde olmuşlarsa da bu ülkelerde mezhep meselesi birinci sıradaki bir konu değildir. Bu şekilde ko­ nuya bakmak, ABD'nin Ortadoğu politikasının bir uzantı­ sı, bir devamı gibi düşünülebilir ki bu son derece yanlış­ tır. Türkiye'nin görevi, Türk Cumhuriyetlerinin milletle­ rarası kuruluşlara üyeliklerini teklif edilmesi şeklinde gelişmelidir. Türkiye, kendilerinin de ifadesiyle bu ülke­ lere tecrübelerinden istifade ettirmek durumundadır. Türkiye bu ülkelere yakın iktisadi işbirliği kurmak duru­ mundadır. Bu, Türkiye'nin de menfaatinedir. Çünkü her ne kadar fert başına düşen milli gelire, sosyal ve ekono­ mik göstergelere göre bu ülkelerin büyük bir çoğunluğu tipik bir demirperde ülkesi özelliği gösterse de, mevcut durum bu ülkelerin potansiyel bakımdan az gelişmiş ol­ duklannı ifade etmemektedir. Yani bu ülkelerin, gelişme potansiyeline sahip azgelişmiş ülkeler olarak ifade edil­ meleri daha doğrudur. Bunlar varlık içinde yokluk çek-


14 1 Etnik Tuzak

mektedirler. Bu ülkelerin ellerinde stratejik tanm ve ye­ raltı kaynaklan vardır. Ancak bu ülkeler eski rejim artık­ larıyla da, yönetici kadrosuyla da yeterli mesafe alamaz. Gözü kulağı Moskova'ya göre şartlanmış liderler demok­ rasi önünde en büyük engellerdir. Orta Asya Türk Cum­ huriyetleriyle Türkiye'nin kuracağı yakın işbirliği bu ül­ kelerin hayat standardını yükseltecektir, ekonomik yön­ den katkıda bulunacaktır. Özellikle inşaat sektöründe, çi­ mento sanayiinde, şeker sanayiinde, petrole ve pamuğa dayalı endüstrilerde, tekstilde, hizmetler sektöründe bu potansiyel vardır. Bu ülkeler kendi ayakları üstünde du­ rabilecek ekonomik güce dayanmalı hükümdarlık hakianna saygı duyulmalıdır. Şunu düşünmemiz lazım; bu ülkeler neden geri bı­ raktınlmıştır? Bu ülkeler COMECON adı altında bir sö­ mürü çarkının içinde yer almışlardır. Bu ülkelerin yetiş­ tirdiği mesela pamuk neden Özbekistan'daki fabrika işle­ nip mamül hale getirilmemektedir de, Ukrayna'da işlen­ mektedir. Şimdi bu çelişki, bu sömürü ortadan kalkacak­ tır. Fabrika o ürünün çıktığı yerde kurulabilecektir. İşte Türkiye bu yatırımı görürebilecek ve ortak tesisler kura­ bilecektir. Batı ise Türk firmalan kanalıyla bu ülkelerle ekonomik işbirliği kurma peşine düşecektir. O bakımdan, Türkiye'nin stratejik önemi artmıştır. Batı buralara gir­ mede Türkiye köprüsüne ayak basmak zorundadır. An­ cak, bütün bunlar Türkiye'nin takip edeceği politikalara bağlıdır. Özellikle kültürel ilişkilerde kendi kültürünü ta­ nımayan, devletin milli kültürü• olamayacağına inanan, milli endişesi olmayan ve konuya sadece para biriktirmek ve sonra Türkiye'ye dönmek olan, hizmet şuurundan mahrum klasik bürokrat tipindeki yetkililer kesinlikle bu ülkelere gönderilmemeli ve Türkiye zor duruma düşürül­ memelidir. Bu konuda çok hassas olmak lazımdır. Köken itibanyle görevlendirme yapılması uygun olabilir. Birçok ülke, Japonya'dan çeşitli Batı ülkelerine ka·


Etnik Tuzak / 1 5

dar, Almanya dahil bu konu üzerinde hassasiyetle duru­ yor. Türkiye'nin treni kaçırması için ellerinden geleni yapmaktadırlar. Türkiye'nin büyük avantajlan olduğu gi­ bi dezavantajlan da vardır. Türkiye'nin yetişmiş insangü­ cü uzun yıllar bu meseleye kafa yormamıştır. Aynefi, ter3 yönde şartiandırma vardır. Ters yönde şartiandırma zan­ nediyorum Türkiye'nin en büyük dezavantajıdır. Bazı çevrelerin bunu hiç olmazsa olaylar tarafından eğitile­ rek, aşmaları gerekmektedir. Türkiye'nin Ortadoğu'daki ilişkilerinde Ermenistan konusu Türkiye'nin elindeki önemli bir kozdur. Türkiye bu kozu doğru kullanmak zorundadır. Türkiye'nin Erme­ nistan ile ilişkilerini geliştirmesi bu açıdan önemlidir. Çünkü Ermenistan'ın hava alacak alanı yoktur. Onun için Türkiye ile ilişkilerini geliştirmeye mecburdur. Bu­ nun karşılığı nedir? Güdümlü, vasi arayan bir dış politika anlayışına de­ vamlı karşı olmuşuzdur. Eğer Türkiye, Ermenistan ile ilişkiler kuracaksa, bu "Yurtta sulh, cihanda sulh" anlayı­ şının temeline dayandınlarak havada kalan fanatik bir anlayışla ele alınmak durumunda değildir. Karşılıklı menfaatler söz konusudur. Mesela; Karabağ'daki işgal ne olacaktır? Ermenistan'ın Karabağ üzerindeki talepleri ne olacaktır? Karabağ'ı bekleyen önemli tehlikelerden birisi, işgalle birlikte Ermeniterin çoğunlukta olmalan dolayı­ sıyla yapılacak olan bir halkoylaması sonucunda, Sovyet­ lerin dağılmasıyla meydana gelen Bağımsız Devletler Topluluğu'na bunu müstakil olarak sokma gayretleridir. Bu da, buranın Azerbaycan ile ilişkilerini koparması an­ lamına gelir. Türkiye bunun karşısında da hassas dav­ ranmak zorundadır. Dünya ile birlikte çözüm aramak iyi­ dir ama yeri geldiğinde inisiyatif kullanabilmek de gere­ kir. Bu arada Bağımsız Develetler Topluluğu'nun uzun ö­ mürlü olmayacağı düşüncesindeyiz. Tabii ki bu görüş Rusya'daki iktidar mücadelelerine de bağlıdır.


16 1 Etnik Tuzak

Şuuraltımıza yerleşmiş Turancılık fobisini aşmamız lazımdır. Türkiye bugün hazırlıksız yakalanmışsa bunun günahı Türk milliyetçilerini yıllardır şovenist olarak suç­ layaniann tahribatıdır. Hala bazı Türk Cumhuriyetlerine Türk benzeri anlamına gelen "Türki" sıfatının kullanıl­ ması bunun bir müşahhas örneği değil midir? Bunun adı Turancılıktır veya değildir; önemli olan ismi değildir. Önemli olan muhtevadır, konuya yaklaşmadır. Bir Türk olarak, bir insan olarak buralarla gerektiği gibi ilişki ku­ rabilmek ve bunu yürütebilmektir. Bunun için iktisadı yatınmlann dışında yapılacak olan, kültür yatınmlan vardır. Kamu görevlisi, talebe mübadelesi, silahlı kuvvet­ ler mensuplan mübadelesi son derecede önemlidir. Tür­ kiye'den bu ülkelere askeri danışmanlann gönderilmesi talep durumunda gerekir. Bunların üzerinde iyi durmak ve Türkiye'nin menfaatlerini iyi korumak gerekmektedir. Ortak alfabe, parlamentolar arası, üniversiteler arası bir­ lik, devletler arası birlik düşünülmelidir. Kamu ve özel sektör kuruluşlan hizmet içi eğitim vermelidir. Bunlara tayin edilecek görevliler meselelere yatkın bilgili olanlardan seçilmelidir. TRT her tarafta izlenebil­ melidir. Birleşmeyi sınır birleşmesi olarak görmemekteyiz. Fiziki mesafe önemli derJl, önemli olan sosyal mesafenin kapanmış olmasıdır. Sınırdaş olmak veya aynı ülkenin insanı olmak ya da aynı devlette yaşamak şeklinde değil, önemli olan yoğun kültürel ve ekonomik ilişkilerle bu fizi­ ki mesafenin olumsuz etkisini, sosyal mesafeyi sıfırlaya­ rak giderebilmektir. Bu gerçekleştikten sonra millı dev­ letler topluluğu gerçekleşebilir. Her bir Türk cumhuriyeti kendi kendini yönetebilmeli ve kendi ayaklannı üzerinde durabilmelidir. Milletlerarası kuruluşlarda, daha fazla ülkece temsil edilebilme esastır. Ancak, dil ve kültür birliğimiz de hesaba katılmalı­ dır. Bunu sağlamak lazımdır. Yoksa birleşme falan,


Etnik Tuzak / 1 7

bunlar bugünün meselesi değildir. Bunu yapabiliyorsa­ nız, Türkiye'nin zannediyorum AT üyeliğinden sağlaya­ caklannın çok fevkinde menfaatler elde etmesi mümkün­ dür. Menfaatlerirnizin farkında isek..... KARŞILIKSIZ BİR AŞK: AT Türkiye, Avrupa Topluluğuna mahkum değildir. Ama Türkiye'nin iyi yetişmemiş bazı bürokratlan ve sö­ züm ona iyi yetişmemiş bazı devlet adamlan, Türkiye'yi AT'a mahkum etmiştir. Nihayet AT Türkiye'ye "Bayrağı­ nı değiştir" teklifini bile yapabilmiştir. Yani "Bizi AT'a al­ mazsanız İslam ülkelerinin kucağına itersiniz" şeklinde beyanat verip Almanya'da dolaşanlar herhalde ciddi dev­ let adamı olarak vasıflandınlamaz. Eğer siz "AT dışında alternatifim yok" derseniz, o takdirde AT da size 17 Ara­ lık 1989 raporunda olduğu gibi, AT ve hiç kimseyle pazar­ lık dahi yapmayacağınız konuları göndeme getirir. Nedir onlar? Onlar çok açık ve net olarak şudur; "Yaptığınız özelleştirmeye daha hızlı bir şekilde devam ediniz. Nüfus artış hızınızı çok daha fazla bir şekilde düşürünüz. Ağır sanayi ve bilhassa demir çelik sanayiine kesinlikle yatı­ nm yapmayınız. Tarıma sübvansiyon uygulamayımz. Yu­ nanistan'la meselelerinizi çözüp taviz verip geliniz... Türkiye'nin AT üyeliği bir bakış meselesidir. AT'a hiçbir zaman olumlu bakmadık. Çünkü bizim gönlümüz­ deki Türkiye, milletlerarası pazan üretimine müsaade edilmiş olan belirli malları ve hizmetleri üreterek takviye edecek, besieyecek bir ülke değildir. Türkiye güçlü bir ül­ kedir. Biz Türkiye'nin AT üyeliği dışında Ortadoğu'da, Uzakdoğu'da, Orta Asya Türk Cumhuriyetleri'nde sahip olduğu bir ekonomik ve siyasi potansiyelin var olduğuna inanmışızdır. Bu inancı taşıyan bir insan olarak AT'a hiç­ bir zaman olumlu bakmadık. Ama AT'a olumsuz bakma Avrupa'ya sırt çevirmek demek değildir. Bu mümkün de "


18 1 Etnik Tuzak

değildir. Çünkü Türkiye AT'a girsin girmesin, tam üyelik gerçekleşsin gerçekleşmesin, Türkiye'nin dış ticaretinde, siyasi ilişkilerinde Avrupa Topluluğu'na üye ülkelerle ya­ kın ilişkileri var. Türkiye'nin ithalat ve ihracatında OECD ülkeleri en önemli yeri tutuyor. O bakımdan, Tür­ kiye AT'a girse de, girmese de bu ilişkiler devam edecek­ tir. Ama bizim inandığımız nokta şudur: Bundan böyle Türkiye'nin, Aşkabat'la, Bakü ile, Taşkent'le, Alma Ata ile kuracağı çok yakın, çok önemli işbirliği ve yakınlaşma­ lar sözkonusu olursa; Batı nezdinde pazarlık gücü arta­ caktır. İşin önemli olan yanı budur. Yani Türkiye bugün, Batı önünde teslimiyetçi, mandacı yaklaşımıann dışında, Batının karşısına çok daha şahsiyetli, çok daha yüksek pazarlık gücü ile çıkabilecek bir potansiyele sahiptir. Ye­ ter ki bunu iyi değerlendirebilelim, oralarla zaten gelişen iyi ilişkileri devam ettirebilelim ve Türkiye yanlış yapma­ ya zorlanmasın. Etkili ve yetkili çevreler de bunu şuurun­ da olsunlar. Artık bunu reddetmek mümkün değildir. Bir zaman­ lar biz bunları dile getirdiğimiz zaman "Altaylardan ok atıp Tuna'ya mı düşüreceksiniz" diye söz edenler, gün gel­ miştir Kıbns'a müdahale gerçeği ile karşı karşıya kalmış­ lardır. Bu kişiler Toroslardan ok atıp Beşparmak Dağla­ n'na düşürmek zorunda kalmışlardır. Aynı şey devam et­ mektedir. Şu halde yapılacak iş; Türk Cumhuriyetleriyle ekonomik, siyasi, kültürel çok iyi ilişkiler kurarak, bunu Batı karşısında bir koz olarak kullanmaktır. Zaten Türki­ ye bu ilişkileri kurup belirli bir noktaya getirdikten sonra Batı Türkiye'yi davet edecektir, ama ikinci sınıf üyelikle değil. O zaman Türkiye'ye, zamansız şekilde "Gümrük duvarlannızı sıfırlayın" diyemeyeceklerdir. "Siz AT'ın l/3'ü oranında gelişmişlik düzeyine sahipsiniz, AT ortala­ ması oranına gelirseniz ancak o zaman sizi AT'a alırız" diyorlar. Peki Portekiz ile Yunanistan alındığı zaman bu ülkelerin gelişmişlik oranı AT ortalaması noktasında


Etnik Tuzak / 1 9

mıydı, yoksa AT ortalamasının l/3'i oranında mıydı? Bu ülkeler fonlarla desteklendi. Türkiye'ye bu uygulama ne­ den yapılmadı? Neden fonlarla desteklemeden Türki­ ye'nin gümrük duvarlannı sıfırlamasını istiyorsunuz?


20 1 Etnik Tuzak

İKİNCİ BİR TANZiMAT MI? Türkiye ikinci bir Tanzimat dönemine sokulmak is­ tenmektedir. Bazı aydınlarda Tanzimat paniği görülmek­ tedir.Bu çok önemli bir noktadır. 1838'de Türk-İngiliz ti­ caret a�şmasının doğurduğu sonuçlann benzerini, bu­ gün palazlanan Türk sanayiini çökerterek, kepenklerin kapandığı ve kilit vurulduğu bir Türkiye ortaya koymak suretiyle uygulamak istiyorlar. Çünkü biz inanıyoruz ki sanayileşme bir takım ekonomik göstergelerin dışında bir ülkenin siyasi etkinliğini artıran bir faktördür. O bakım­ dan, Türkiye ülkeyi ikinci Tanzimat dönemine sokma gayretlerine karşı uyanık olmak zorundadır. İlişkilerini geliştirerek Batı karşısında daha iyi pazarlık yapabilir vaziyete gelmek durumundadır. Teknoloji ve bilirnde standartiaşmaya geçen dünya­ mızın kültürde standartiaşmaya gitmesi mümkün değil­ dir. Karşılıklı bağımlılık ve menfaatlerden bahsedebil­ mek en azından Türkiye gibi gelişme potansiyeline sahip olan ülkeleri dondurmaya, afyonlamaya yarar. Dolayısıy­ la bu gibi konulara dikkat etmek gerekir; aksi takdirde belki sanayileşirsiniz, ama kalkınmış bir sömürge olmak­ tan öteye de gidemeyebilirsiniz. Özellikle 1980 sonrası millı kültür değerlerindeki aşınma ve hassasiyetİn kaybı, yabancılaşma, duyarlılığını kaybetme, ilgisizleşme, adeta sağırlaşma, ana dilin ikinci plana itilmesi gayretleri ve ülkeyi bir mozaik gibi görme şartlanması gibi Türkiye'de görülen kültürel yabancılaş­ ma örnekleri çok kötü sonuçlar vermiştir ve vermeye de devam etmektedir. Zannediyorum ekonomik ilişkilerle beraber Türkiye'de kültür hayatında da bozulmalan gi-


Etnik Tuzak / 21

derici birtakım tedbirler almak lazımdır. Aile müessesesi­ ni güçlü tutmanın yollan aranmalıdır. Türkiye'de TRT ve özel kanallann sebep olduğu kültür tahribatını telafi ede­ cek ve insanı sadece cinsel yanını düşünen bir yaratık gi­ bi telakki etme yanlışının dışında bir yayın politikasına ihtiyaç olduğu düşüncesindeyim. Türk insanı 24 saat eğlendirilerek düşünmesi gere­ ken çok önemli konulardan uzak tutulınaya çalışılmakta­ dır. Bir insanı 24 saat eğlendirmeyi hedef alırsanız, o tak­ dirde, çok sayıda da psikiyatri klinikleri açmanız gereke­ cektir. Bu bakımdan yayın politikalannın ciddi bir değer­ lendirmesini yapmak lazımdır. Bu konuda bilhassa TRT önemli bir göreve sahiptir. Çok önemli bir nokta da yayın politikasının Kafkasları aşmasıdır. Bunu siz yapmazsa­ nız başkalan yapar, bunu yapmaya mecburuz. Yayınlan­ DIZ Kafkaslan aştığı takdirde de oralara hitap edecek me­ saj olabilecek programların götürülmesi lazımdır. Ama bugün TRT'nin 5. Kanalıyla Almanya'ya yayın yaptığımız gibi, istikrarsız yayın politikalanyla çok yanlış şeyleri gö­ türdüğümüz gibi olmamalıdır. Kültür politikasında istik­ rar olmayınca, yayın politikasında da istikrar olmuyor. "Ben böyle düşünüyorum" şeklinde tepeden inmeci prog­ ramlarla bir yere varmak mümkün değildir. ihtiyaca gö­ re, bu ülkelerdeki insanlar ne bekliyor ne arıyor, onun cevabını yayın politikasıyla vermeliyiz. Artık sadece 60 milyon değil; ama 250 milyonluk bir dünyayı düşünmek zorundayız. Önümüzdeki 2000'li yıllann en önemli sosyal değiş­ melerinden birisi Avrupa'daki Türkler gerçeğidir. Biz ar­ tık yurtdışında çalışan işgücümüzden bahsedemiyoruz. Onlar misafir işçi değil, bir etnik azınlık olma sürece içi­ ne girmişlerdir. Avrupa'daki en önemli sosyal değişme, bizim de 25-27 Kasım 1992 tarihlerinde Dışişleri Bakan­ lığı'nın davetiisi olarak katıldığımız Lahey'deki "Avru­ pa'daki Etnik ve Cemaat İlişkileri" Avrupa Konseyi Top-


22 1 Etnik Tuzak

lantısında da gördük ki, biz önümüzdeki yıllarda Avrupa'­ daki Türkler gerçeğini düşünrnek zorundayız. Çünkü ar­ tık onlar oraya yerleşmişlerdir, iş sahibidirler, o toplu­ mun vazgeçilmez bir unsuru haline gelmektedirler.Batılı ülkeler bu insanların dilleri ve kültürlerine saygı duya­ rak bir bütünleşme arayışı içine girmeye mecburdur. Za­ ten bunu ifade de ediyorlar. İkili ilişkilerimizde bu gibi değişmeleri de göz önünde tutarak pazarlık yapmalıyız.


Etnik Tuzak / 23

DIŞ P.OLtTi� ..

.

.

VE MILLI BUTUNLUK Bosna Hersek devlet adamlan Türkiye'ye gelip "Siz bize yardımcı ve destek olmalısınız" demişlerdir. Türkiye, ne hikmetse sınırlan dışına gözünün kapatıldığı, daima sınırlanndan içe bakan bir Türkiye olmuştur. Halbuki Türkiye'nin milli bütünlüğünün korunmasında artık dı­ şişleri teşkilatma büyük görev düşmektedir. Türkiye'nin dış politikası ve dış politika güçleri milli bütünlüğümüzü tayin edecektir. Türkiye'nin dış politikası milli sınırlan dışına bakışı ,Türkiye'ye yönelecek birtakım talepleri cay­ dırıcı özellik taşımalıdır. Bunda toprak ilhakı yoktur, ama kültürel, ekonomik ve siyasi işbirliği ve tesirlilik yol­ lan ve mütekabiliyet vardır. Siyasi tesirlilik ve caydıncı­ lık vardır. Kuvvet göstermek ve kullanmak farklı şeyler­ dir. Diploması iyi değerlendirilmesi gereken bir silahtır. Türkiye, nüfus mübadeİesi ile Yunanistan'a göç et­ miş ve orada aşağılanan, Türk kültüründen pay almış Rumlada ilgilenmek durumundadır. Ege adalannın Lo­ zan'a rağmen ne hale getirildiğini biliyoruz. Türkiye mü­ tekabil bir politika olarak Adalılann etnik kökenini orta­ ya koyarak bağımsızlık hareketlerini destek.lemelidir. Bir dünya düzeni kurulacaksa, bu yeni dünya düzeninin ku­ ruluşunda Türkiye güdümlü, ABD'nin tayin ettiği ölçüleri aşamayan bir ülke değil, kendi hedefleri doğrultusunda hareket edebilecek, ABD ile de pazarlık yapabilecek; ge­ rekirse işbirliğine de gidebilecek bir Türkiye olmak duru­ mundadır. Bu noktalar zannediyorum önümüzdeki yıllar­ da dikkatleri üzerine toplayacaktır. Bu arada Türk Cumhuriyetlerine oynanan bir takım


24 1 Etnik Tuzak

oyunlar da vardır. Mesela, alfabe konusunda Suudi ka­ nallı, aslında ABD'nin etkisiyle, Türkiye'nin kullandığı Latin alfabesinin buralarda kabul ettirilmemesi gayretle­ ri vardır. Bu oyunun çok önemli bir parçasıdır. Bu oyun bir çok yerde aşılmıştır ve zannediyorum aşılacaktır. Çünkü bu Cumhuriyetler de kendilerine karşı oynanmak istenen oyunlar hakkında bir fikre sahip olmaktadırlar, bazı şeyleri düşünmektedirler. Su kaynaklanmız da önemlidir. Fırat ve Dicle'nin sulan, aynı ümmete mensup olmamıza ve bu sulardan da istifade ettirmemize rağmen, hatta onlann ihtiyacımn da üstünde su vermemize rağmen, Irak ve Suriye bu iki ne­ bir üzerinde yapılacak olan her türlü tesisin engellenmesi yolunda bütün milletlerarası kuruluşlara, Türkiye aley­ hinde müracaatta bulunmuştur. Bunun nedenini anla­ mak mümkün değildir. Halbuki bunlar gayet iyi bilmeli ki, eğer emperyalizmin boyunduruğundan kurtulmak isti­ yorlarsa, Türkiye'nin gelişmesine ve büyümesine engel ol­ mamaları lazımdır. Çünkü Türkiye güçlü olduğu zaman İslam ümmeti de güçlü olmuştur. Türk milleti gücünü yi­ tirdiği zaman İslam ümmeti de İngiliz'in Fransız'ın oyun­ cağı haline gelmiştir. Bugün Ortadoğuda siyasi haritaya baktığımız vakit sandöviç gibi ülkelerin görünmesinin se­ bebi budur. Bu hususun bilhassa gözden kaçınlmaması lazımdır. Halbuki Irak ve Suriye bunun tersini yapmıştır. Zannediyorum Türkiye'nin de hatasıyla Kuzey Irak'ta böyle otoritesiz bir bölgenin oluşturulması ve Türkiye'nin gerek Ortadoğu'da, gerekse Türk dünyasıyla olan ilişkile­ rinde Çekiç Güç'ün bizi kontrol edici bir karakol görevi yüklenmesi son derece yalmştır. Çekiç Güç'ün Türk sırur­ lan içinde yer almasına kesinlikle gerek yoktu. Aslında bu otoritesiz bölgede sular üzerinde söz sahibi olmak iste­ yen Batı, ileride Arap ülkelerinin petrolüyle pazarlık yap­ ma niyetini taşımaktadır. Bir bakıma işin özü su ve pet­ rol pazarlığıdır.


Etnik Tuzak /25

GEÇMiŞE SAHİP ÇlKMAK Osmanlı'nın mirasını reddetmek yanlıştır. Bunu reddederek Ortadoğu'da güçlü bir ülke olamayız. Türki­ ye'de Türk aydını kimliğini anlamış değildir. Türkiye'de hem fertterin kendi kültürüyle bir yabancılaşması söz ko­ nusudur, hem de kurumsal bir yabancılaşma dediğimiz müesseseler seviyesinde bir yabancılaşma vardır . O hal­ dedir ki, mesela Anayasa ile vücut bulan bir kuruluş, Anayasanın temel manası ve anlamıyla ters düşebilmek­ tedir. Yabancılaşmayı sadece fert ve sosyal gruplarda de­ ğil, önemli Anayasal müesseselerde de aramak ve bulmak mümkün olabilmektedir. O bakımdan, bu kimliğin belir­ lenmesi lazımdır. Türkiye'de milli kimlik, yeni kimlik arayışlanyla belirsiz hale getirilmeye çalışılmaktadır. Ba­ zı örnekler vereyim. Mesela bizim kültür kimliğimizi oluşturan en önemli unsunlardan birisi Türklüğümüz ve Müslümanhğımızdır. İlave olarak bizim kültürümüze Ba­ tıdan girenler vardır. Tenkit edelim veya etmeyelim, be­ ğenelim veya beğenmeyelim bunu inkar edemeyiz. Özel­ likle Anadolu'ya geldikten sonra Batıyla temaslar sonucu bizim kültürümüzün bir parçası da Batıdan alınanlar ol­ muştur. Maalesef bugün Türkiye'de Türk insanının kim­ liğini oluşturan Türklüğü ve İslamhğı içine sindiremeyen çevreler vardır. Yeni soy ve atalar arayışı, yeni kimlik arayışı, hümanist kültürün bir devamı olarak sürmekte­ dir. Hatta 1071 Malazgirt Zaferini Anadolunun işgali ola­ rak görenler vardır. Çünkü onlara göre bir sentez arayışı vardır, bu sentez de asırlar boyu hiç değişmemiş farzet­ tikleri Anadolu beşeri coğrafyasında Urartu, Ligya, Frig­ ya, Hitit, Asur, Bizans ve Roma sentezi arayışı içinde-


26 1 Etnik Tuzak

dirler. Eğer bunlara hak verirsek bugün Anadolu da do­ laştığımız takdirde Asurlu, Romalı, Bizanslı, Hititli, Urartulu insan bulmamız lazımdır. Yani bu iddia sahiple­ ri sosyal değişmeye de kapalıdır. Kültürler arasında bir temas, bir alışveriş vardır, ama er veya geç hakim kültür coğrafyaya damgasını vurabilmektedir, coğrafyayı vatan­ laştırmaktadır. Anadolu gerçeği budur. Anadolu kültürü belirsizdir. Anadolu kültürü dediğiniz zaman sanki Ana­ dolu'da yaşamış hiçbir toplum Anadolu'ya kendi damgası­ nı vuracak seviyede bir kültür ve medeniyete sahip değil­ di, anlamı çıkmaktadır. Yani bunun altında Osmanlı ve Selçukluyu tahkir etme, küçümseme vardır. Eğer Selçuk­ lu ve Osmanlıyı küçümserseniz, Cumhuriyeti ve Türki­ ye'yi yüceltemezsiniz. Çünkü kültür ve medeniyet bir bi­ rikimdir, bir sosyal miras naklidir. Türkiye Cumhuriyeti gecekondu bir devlet değildir, köklü bir devlettir. O ba­ kımdan, konuya çarpık bir şekilde bakaniann kimlik ara­ yışlarında çok değişik noktalara, değişik limanlara var­ dıklarm görüyoruz. Bizim Anadolu'ya geldiğimiz zaman medeni bir ka­ vim olduğumuz bilinmektedir. İki buçuk milyondan fazla insan 1071'den önce ve sonra Anadolu'ya gelmiştir. Mede­ ni bir kavimdir, çünkü geldiği yerde şehir gerçeği ve tica­ ri faaliyet vardır. Madenieri işlemiştir. Anadolu'da bazı şeyler almışızdır ama aynı zamanda da vermişizdir. Ver­ diklerimiz ağır bastığı için Anadolu'ya bir Selçuklu dam­ gası vurulabilmiştir. Eğer aldıklarımız marjinal seviyede kalmasaydı, Anadolu'da bir Selçuklu kültürü ve onun maddeye yansı­ yan şekli olan bir medeniyet sözkonusu olamayacaktı . Hele hele Osmanlı kültür ve medeniyetinin tarih sahne­ sinde olmaması gerekirdi. Şu halde, çelişki buradadır. Anadolu'da yaşamış onbinlik yirmibinlik küçük topluluk­ lar, şehirler görülmüştür. Bunlann en büyüğü Bizanstı, bazı bilim adamlarına göre ikiyüzbin nüfusa sahipti. Bi-


Etnik Tuzak / 27

zans kültüründen de bizim aldıklanmız vardır, fakat Anadolu'ya biz kendi mührümüzü Selçukluyla vurmuş, arkasından Osmanlıyla devam etmişizdir. O bakımdan Anadolu'yu hala statik bir beşeri coğrafya olarak görüp 1071 sonrasından bugüne kadar Anadolu'da bir kültür mozayiği aramak, tarihe statik bir değerlendirmede bu­ lunınaktır ve gerçekleri inkar etmektir. Anadolu'ya vuru­ lan Türk- İslam mührünü kabullenememektir, içine sin­ dirememektir. Onun için bazılan 1071'i bir türlü kabul edememektedirler. Çünkü kendileri Bizans ve Roma ar­ tıkland.ır. Anadolu insanının Kibele Ana efsanesinden tü­ rediğini ileri sürenlerin, bu mitolojiye dayanarak Anadolu insanına kaynak ve menşe arayaniann yeri zannediyo­ rum arkeoloji müzeleridir. Tabii ki Osmanlıya bir tepkicilik vardır. 600 sene yaşamış bir devletin çöküşüne bir tepki vardır. Ama biz kimlik bunalımını 1940'lı yıllarla 1950'li yıllar arasında­ ki hümanist kültür anlayışında görüyoruz. Türkiye'de bu yıllar arasında haraketlenen hümanist kültür anlayışı ül­ kemizdeki kimlik bunalımını çoğaltmıştır ve bir çok alan­ da meydana getirdiği boşluktan sonra bu kanala maale­ sef hümanizma, farklı tonlanyla komünizm girmiştir. Türkiye'deki politikasıyla hümanizma tarihi maddeci, po­ zitivist bir anlayışı getirdiği için bir boşluk oluşmuştur. Ama onlan da tam veremediği için, onlara sahip çıkmak isteyenlerin de tam anlamıyla bir kimlikle ortaya çıkma­ lanna sebep olamamıştır. Maalesef Türkiye'de bu dönem bir boşluk dönemi, değerlerin tahrip dönemi olmuştur. Biz hümanist hareketin Batıda, Hristiyanlığa, kili­ seye, kilisenin taasubuna karşı başkaldıran bir aydınlan­ ma felsefesinin meydana getirdiği bir düşüneeye Batı ger­ çekleri içinde karşı değiliz, ama orada varsa, mutlaka biz­ de de olmalı, şeklinde yanaşarak, yanlış genellemeler ya­ parak Türkiye'de bu fikir akımını ileri sürenlerin bir kim­ lik krizine yol açtıklannı söyleyebiliriz.


28 1 Etnik Tuzak

Nitekim, Türkiye'de bugün bunun uzantısı, Yunus Emre, Mevlana'da hümanizma arama yanılgısıdır. Bir Batılının Yunus Emre ve Mevlana'da hümanizma arama­ sı gayet tabii ve doğrudur. Çünkü kendi kültür çevresinde aradığının izlerini orada bulmaya çalışmaktadır. Ama yerli bir aydının bunu araması kendi kültürüyle yabancı­ laştığının müşahhas bir örneğidir. Bir dönem bazı zorluk­ lar herkes tarafından çekilmiştir ama günümüzde bir or­ tak mutabakata doğru gidilmektedir. Bunun sebebi hal­ kın içinde gelen aydınların birçok alanlarda meslek sahi­ bi olup toplum hayatında fonksiyonel bir niteliğe bürün­ meleridir. Aynca gelişmeler birçok ideolojik tabuyu yık­ mış ve olaylar insanları eğitmiştir. Tabii bir de dış faktör­ ler var. Manevi, moral boşluğa düşen gelişmiş ülke insan­ larının yığılan ve çözülemeyen meseleleri görülmüştür. Yukarı doğru sosyal hareketlilik vardır. Çeşitli mes­ lek sahibi olma, siyasette, üniversitede, bürokraside be­ lirli noktalara gelme, belirli çemberierin kınlmış olması, bu şekilde bir değerlendirmeye sebep olmaktadır. Evrensel kültür olur. Yani benim Mevlana'mdan, Yunus'umdan, benim sanatımdan, benim ebn1mdan, min­ yatürümden eğer başka kültürlere mensup insanlar da pay alabiliyorsa, zevk alabiliyorsa, demek ki benim milli kültür unsurtarım evrensel boyutta kabul görmüş demek­ tir. Biz bundan memnun oluruz. Aynı şekilde de diğer kültürlerden de bizim faydalanmamız mümkün olabilir. Çünkü kültürler açıktır. Hele hele bugünkü dünyada kit­ le haberleşme araçları, dünyayı küçültmüştür. Medyadan bahsediyoruz. Ama işin önemli olan yanı evrenselleşen kültür unsurlannın milli kimliği buharlaşıp uçmuyor. Yani siz evrensel kültüre malolmuş bir Yunus'u bir Mevlana'yı alırken gayet tabii ki Türk-İslam kültürünü buharlaştıramazsınız. Bir kültür unsuru ister maddi, is­ ter manevi anlamda önece mahallidir, sonra kabul görür­ se milli kültürün bir unsuru haline gelir, toplum seviye-


Etnik Tuzak / 29

sinde fark edilebilen, kabul edilebilen bir kültür unsuru olur. Ondan sonra milli sınırlan aşarak bütün insanlığın istifadesine sunulabilir. Kabul edilir, edilmez. Her kültür unsuru mutlaka evrenselleşecek diye bir kural yoktur. Ama evrenselleştiği takdirde onun milli damgası da bu­ harlaşıp uçmuyor; bunu ayırmak lazımdır. Evrensel kül­ türü milli kültürün karşısında bir alternatif olarak da görmeyelim.


30 1 Etnik Tuzak

EST�TİK DUYGULAR:PA �INMA, YENI ARAYlŞLAR VE ISLAM Bugün dünyada teknoloji, makine, bilgisayar, yanı hep maddi yanı olan şeyler, maalesef insanlarda estetik duygulan zayıflatmıştır. Bugün Batıda da artık fikir ha­ yatında, edebiyatta, sanatta, romanda zirve şahsiyetler çıkmıyor. Önümüzdeki yıllann konjonktörü ister istemez estetik değerlerin yükseltilmesi, iyileştirilmesi yolunda bir takım arayışlara sahne olacaktır. Çünkü insanın ma­ nevi yönü, moral yönü törpülenmiştir. Estetik duygular zayıflamıştır. Her şeyi somut görme veya düşünebilme, soyut ele alarnama insanda boşluk yaratmıştır. Bu boşlu­ ğun giderilebilmesi yönünde zannederim birtakım akım­ lar olacaktır. Mesela, Batıda pozitivizme karşı anti-bilim­ cilik hareketi vardır. Bu akımlar 2000'li yıllarda daha ar­ tabilir. Batı dünyasında da islama ilgi artıyor. Zannediyo­ rum Batı ülkelerinin en büyük çelişkisi; çok küçük maıji­ nal ve fundamentalist bir takım gruptan, bütünü temsil ederneyecek kadar çok küçük bir takım gruplan bütünü temsil ediyormuş gibi düşünerek İslam'a bakmalandır. O takdirde, çelişki içine düşersiniz. Bugün Avrupa'da bazı ülkelerin, bazı çevrelerin İslamiyetten korkar hale gelme­ leri bunu doğrulamaktadır. İslam dendiği zaman mutlaka İran'daki radikal hareketlerin hesaba katılması bundan­ dır. İslam bir tepki hareketi değildir, İslam bir tezdir ve ideoloji de değildir. Onu ideoloji olarak görerek basitleşti­ remezsiniz. İslam'ın farklı milli toplumlarda üslılp farkla­ n da vardır. Bunu reddetmek mümkün değildir, zaten sözkonusu da değildir. Bu bir vakıadır. Ama imanın te-


Etnik Tuzak / 31

mel hükümlerinde en ufak bir sapma sözkonusu olamaz. Yaşama tarzlannda, örf ve adetlerde farklı kültürlere gö­ re bir üslı1p farkı her alanda gözlenmektedir, mimariden, edebiyattan, sanattan her dala kadar farklılıklar görül­ mektedir ve bu tabiidir. İslamiyetİn gelişerek Avrupa'da bütün ülkelerde ikinci din haline gelmesi ve resmi din haline gelebilmesi, özellikle İslamcı görüntüsü altında aslında oryantalizme hizmet eden maalesef Batıda ve diğer bazı yerlerde faali­ yet gösteren ve aslında İslamiyetİn gelişmesini engelleme amacını taşıyan birtakım hareketlerin etkisiz hale getiril­ mesine bağlıdır. Türkiye'de de diğer yerlerde de bu tartış­ malar aşılmadan İslamiyetİn gelişmesi ve Avrupa çapın­ da tesirli hale gelmesi sağlanamaz. Çünkü bu tür hare­ ketler İslamiyetİn gelişmesine katkı sağlamamaktadır. Mesela, eğer siz Avrupa'da iyi bir Müslüman olmak için bir Fransıza, bir Almana, bir ingilize "Milliyetini terk et gel. Anadilini, milli tarihini ve milli menfaatlerini, örf ve adetlerini terk et de gel" dediğiniz takdirde islamiyeti ya­ yamazsınız. Zaten İslam'ın böyle bir talebi de yoktur. İn­ san kavmini sevmekle kınanamaz, vatan sevgisi iman­ dandır ve üstünlük takvadadır. Türkiye'de ve diğer bazı ülkelerde sanki ırkçılıkla milliyetçilik aynı şeymiş gibi, bazılannın işine öyle geldi­ ği için öyle tanımlanma ihtiyacı duyuluyor ve o kapsam altında zihinler karıştınlarak aslında yanlış noktalara çekiliyor. Bu anlayışla güçlü bir ümmet de meydana getirmek mümkün değildir. Çünkü güçlü bir ümmet güçlü millet­ lerden meydana gelir. İslam üslı1p farklarını reddetme­ yen, farklılıklar üzerine birlik ve tevhid arayan bir din­ dir. Bütün mesele bunlann reddi değildir. Millet gerçeği­ ni reddettiğiniz zaman bunun sosyolojideki tarifi kalaba­ lık olur. Kalabalıklardan meydana gelmiş daha büyük bir kalabalık, arzulanan bir ümmet olmaz. Onun ipini de


32 1 Etnik Tuzak

Ortadoğu'da devletlerin kaderiyle oynamayı ihtisas hali­ ne getiren ülkeler çekebilir. Ailesiz toplum olamayacağı gibi milletlerden meydana gelmeyen bir ümmet de hayal­ dir.


Etnik Tuzak / 33

ÜÇ TARZ-I SİVASET Bu yüzyılın başında Osmanlıda bir tartışma konusu vardır, Garplılaşmak, Türkleşrnek ve İslamlaşmak... Şim­ di bu üç tarz arasında bir senteze gidildiği görülmektedir. Üç tarz-ı siyaseti bugün 1910'ların 1920'lerin gerçe­ ğiyle tartışarnayız. Bugünün konularına, ihtiyaca ve yeri­ ne göre Türk aydınını bunların hepsini kullanmak ve de­ ğerlendirmek zorundadır. Bugün öyle konular gündeme gelir ki, orada Türkçü olmaya mecbur olursunuz. Mesela Batı Trakya gerçeği. Diyorlar ki, "Burada Türk yok! Mus­ lüman Yunanlılar var!" Şimdi burada hengi politikayı uy­ gulayacaksınız? İslam ülkeleriyle ilişkilerinizi geliştire­ miyorsanız, bu durumda gayet tabü İslami motif ortaya koyacaksınız. Konuya tarihi boyuttan bakıyorsanız elbet­ te Osmanlıcı olacaksınız. Osmanlıcı olmak demek 600 se­ nenin her senesini her şeyiyle kabul etmek demek değil­ dir. Yanlışları ve doğrularıyla Osmanlı gerçeğini dışla­ mak da mümkün değildir. Tarihinizle iftihar etmek duruınundaysanız, Osman­ lıcı olacaksınız. Dininizle iftihar etmek zorundaysanız ve İslam Alemi ile olan ilişkilerin geliştirilmesine ihtiyaç du­ duyorsanız İslamcı kanadından konuya bakacaksınız. Türk dünyası ve Türklük meselelerine eğilrnek zorunda , - kalacaksanız, o takdirde Türkçü olmak durumundasınız. Yani bu üç tarz bugün birbirinden farklı üç futbol kulübü değil. Bir kere bunun anlaşılması ve yanlış telkinlerde bulunulmaması lazımdır. Bazı aydınların ümmet mi, mil­ let mi tartışması yaparak sanki bu tercihlerden birini yapmamız gerekiyormuş gibi, gençlere yanlış telkinleri vardır. Artık 1910'lar değil 1990'lı senelerdir. Konuya bu


34 1 Etnik Tuzak

gerçekleri hesaba katarak bakmamız gerekmektedir. Biz Türk aydının kimliğinde bunlan düşünüyoruz. Biz bunlan üç ayrı ideoloji olarak görmüyoruz. Çünkü bunlar ideoloji değildir. İdeoloji dendiği zaman farklı şey­ ler anlaşılır. Eğer zihinler kalıplann ve şablonların esiri olmuşsa, zaten düşünmeye ihtiyaç kalmaz. Yapılacak iş insanların üç kapılı bir gardroba yerleştirmek olur. Ben peşin bir Batı düşmanlığından Batıya tamamen kapalı ve tepkici olmayı da anlamıyorum. Türk aydınının böyle az gelişmiş Üçüncü Dünya Ülkeleri aydınlarına has bir tavır almaya da ihtiyacı yoktur. Bunlar bizim aydınımızın kimliğinin belirlenmesin­ de faydalanacağı üç temel kaynaktır. Buna böyle bakmak lazımdır. 2000'li yıllann gerçeklerine göre bunlardan fay­ dalanmak lazımdır. Bunlardan herhangi birini reddet­ mek bugünün ihtiyaçlanna cevap verememektedir. Bugün, Batı dünyası derken, Batı medeniyetini kas­ tediyoruz. Yani farklı Batı toplumları ve milletlerinin manevi kültürlerinin dışladığı maddi görünüme sahip kültür unsurlarının meydana getirdiği bir bütün olan Ba­ tı medeniyeti gerçeği vardır. Fakat bu medeniyet içinde farkedilebilir, ayırdedilebilir özellikleriyle yaşama tarzın­ dan, ahlak anlayışından, örf ve adetlerden, diline ve milli tarihine kadar farklı milli toplumlar vardır. O kadar ki mesela, bir Alman Protestan bir Rus Protestan, aynı din dairesinde ama örf ve adetlerinin somutlaştığı farklı a­ lanlara sahiptir. O bakımdan aynen İsveç Kültür Baka­ m'nın dediği gibi "Eğer siz kültür unsurlarını bir sınai üretim maddesi olarak düşünürseniz, o takdirde bir Av­ rupa kültüründen bahsetmek mümkün olabilir. Eğer ger­ çekçi bakarsanız bugün bir Avrupa kültüründen bahset­ mek mümkün değil ama, Avrupa bütünü içinde farklı milli kültürler gerçeğini hesaba katmak gerekir" İslAm dünyası için de aynı şey söylenebilir. Yani İsl4m bir bütündür ama o bütünü oluşturan farklı ve


Etnik Tuzak / 35 ahenkli parçalar var. B u parçalan bir bütün olarak gör­ mek, herhangi birini dışlamamak gerekir. Aydınlann özellikle ırkçılık ile milliyetçilik arasındaki farkı netleş­ tirmelen lazımdır. Sadece Türk'ün değil, Arab'ın da milli ­ yetçilik yapmasım isteriz. Çünkü, aksi takdirde, dış poli­ tikada, ekonomik ilişkilerde istismar edilir. Aynı ümmete mensup olduğumuzdan onun istismar edilmesi bizi de üzer.


36 1 Etnik Tuzak

MiLLiYETçiLiK Milliyetçilik diğer miletierin varlığına saygı duya­ rak, kendine de saygı duyurarak toplumu her alanda ya­ şama hakkına sahip kılmadır. Milliyetçiliği kanda, ırkta veya kafatasında aramıyoruz; milliyetçiliği mensup olma şuurunda arıyoruz. Yani gözü ayyıldızı, kulağı ezam ara­ yanların meydana getirdiği bir büyük anlamlı toplulukta, kültür milliyetçiliğinde anyoruz. Zaten bizim tarihimizde kültür milliyetçiliği ağırlıklıdır. Bizim tarihimizde Batı tarihlerinde olduğu gibi bir ırkçılık olsaydı, zannediyo rum biz de bir emperyalist ülke olurduk. Ve bugün Türki­ ye'de bir Ermeni veya bir Süryani cemaati olmazdı. Bir Batı Trakya meselesi olmazdı, bir Bulgaristan sorunu ol­ mazdı, Viyana'ya kadar Türkçe konuşulur ve tek din İslam olurdu. !rkçılık, kendi kavmi dışındaki kavme hayat hakkı tanımamak ve onların yaratılış sebebini kendine hizmet olarak gören bir anlayıştır ki, bunun muşalıhas örnekleri Avrupa'da, hatta Güney Afrika'da renk ırkçılığı şeklinde ortaya çıkmaktadır. !rkçılık kendi soyu dışında bulunan diğer soy ve ırk­ Iara hayat hakkı tarnmamak ve onların varlığım kendine tabi bir köle olarak görme anlayışıdır. Bu da üç şekilde olabilir; kan, renk ve kafatası ırkçılığı. !rkçılık doğuştan elde edilen statüyü esas aldığı ve kazanılan statüyü ih­ mal ettiği için bizim kültürüroüze uymamaktadır. Konu­ ya biyolojik olarak bakmaktadır. Bazıları annem Arap, babam Kürt diyor, peki sen nesin o zaman? Sen ne hissediyorsun? Bu toplumun kede­ ri ve kıvancı ile bir misin? Sen ayyıldı1lı bayrağa baktığın


Etnik Tuzak / 37

zaman heyecanlanıyar musun, heyecanlanmıyor musun? Bize has okunan ezanı duyduğun zaman duygulanıyar musun, rluygulanmıyor musun? Belirli durumlarda, ahlaki değildir dediğin manzalar karşısında aynı duygu­ yu hissadebiliyor musun, hissedemiyor musun? Burada sadece duygusal bir bakış olduğu zannedilmemelidir. Duygu ve fikirden soyutlanmış bir milliyetçilik çok an­ lamlı da olamaz. Çıplak bir insan gibi ... Ama bunun pra­ tiğe de yanaıma yolları var. Yani bu mutlaka duyguda ka­ lan birşey değildir. Milliyetçilik yaşanan bir şeydir. Mesela, THY'deki özelleştirme şekline ve blok satışlara, USAŞ'ın yabancılaştınlmasına karşı çıkarsanız bu milli­ yetçiliktir. Milliyetçilik bazılannın zannettiği gibi güzel, edebi laflar etmek değildir ki, bu bir tavır alış biçimif'lir. Ekonomide, dış politikada her alanda milli menfaatleı ve milli kültürden yana taraf olmaktır. Milliyetçilik gardrop­ larda sadece resmi törenler için saklanan ve giyilen elbise değildir. Tören edebiyatı aslında bu şuuru aşındırmıştır. Dünyanın her tarafında özelliştirme yapılıyor, ama yüzde elli veya üstünde yapılan özelleştirme blok satış Türkiye'de veya pazarlık gücü zayıf diğer bazı ülkelerde yapılıyor. Milliyetçilik sadece birtakım duygulan uyan­ dırmak değil ki, bir tavır alıştır. Milliyetçi olmadan eko­ nomik menfaatlerinize sahip çıkamazsınız. AT'a girelim mi, girmeyelİm mi meselesinde milliyetçi, muhafazakar bir aydının, bir iktisatçının yaklaşımı başkadır, liberal bir iktisatçının yaklaşımı başkadır. Milliyetçilik sosyal hayatın her alanına yansıyan bir tavır ahştır. Mücerret bir fikir müşahhaslaştınlmak zorundadır. Nitekim, Körfez krizinde ve Irak'da 36. paralelin ku­ zeyindeki ihtilifta TV kanallannın CNN'e teslim olarak tercüme yayın yapmasına karşı çıkmak, 1992 yılında Eğe'de yapılan Nato tatbikatında Sara­ toga uçak gemisinden atılan füzeyle Muavenet Muhribi­ nin vunılmasını basit bir kaza olarak görmemek ve üstü-


38 1 Etnik Tuzak

ne gitmek, Yer ve firma isimlerinin yabancılaştınlmasma tepki göstermek, 1993 yılında "İlaçta Patent Kanunu" gibi fert ve dev­ let menfaatine ters uygulamalara tepki göstermek ve bu gibi kanuniann yasalaşmasını engellemek, Yabancı dille eğitim ve öğretim yaniışına dikkati çekmek, Kıbns'da taviz verilmesini reddetmek, Çekiç güç'e karşı çıkmak, İncirlik konusunda hassas olmak, gibi örnekler duygu ve düşüncenin pratikte, uygu­ lamada kendini göstermesidir.


Etnik Tuzak / 39

BÖLÜCÜLÜK VE ETNİKLİK Türkiye'de bölücülüğü haklı gösterecek siyasi, sos­ yal ve ekonomik gerekçeler ileri sürülemez. Kürdistan di­ ye bir sosyal ve siyasi gerçek olmamıştır. Ne Eyyubi Dev­ leti ne diğerleri buna örnek verilemiyor. Bu bakımdan bu kavram tamamen bir zorlamadır. İran içlerinde bir yöre­ nin, bir zamanlar Kürdistan olarak tarif edildiği belirtile­ biliyor. İç ve dış olaylar birbirinden bağımsız ve kopuk değildir. Türkiye rahatsız edilmeye müsait bir coğrafyaya ve potansiyele sahiptir. Emperyalizm ve oryantalizme ye­ ni malzeme ve aletler gerekiyor. Etnik diye takdim edilen tasnif coğrafi bir isimlen­ dirmedir. Yani bir etnik menşe aramadan, coğrafi bir tas­ niftir. Onu o şekilde değerlendirmek mümkün değildir. O bakımdan Güneydoğu'da bu konulan ele alırken, Kürtle­ rin menşei konusuna yaklaşmamız lazımdır. Biz kimse­ nin Türklüğünü ispat etme mecburiyetinde değiliz, çünkü Türkiye'nin demografik yapısı buna ihtiyaç olmadığını gösteriyor. Türkiye'de başka dil bilenlerin oranı yüzde 8'dir. Sadece dile dayanılarak bir milliyet oluşturulmaya çalışılıyor. Halbuki sosyolojide, her milliyet farkı dil far­ kını gerektirse de, her dil farkı bir milliyet farkı gerekti­ rir diye bir kural yoktur. Kaldı ki dil de yöreden yöreye değişen mahalli özellikler taşıyor. İslam, mahalli dil ve ağızlar milletleşmemize bugüne kadar engel olmamıştır; ama şimdi şartlar değişiyor. Türkiye önlenmek, önü kesil­ rnek isteniyor. Etnik gruptan bazı siyasetçiler başka şey anlıyor, biz sosyologlar başka şey anlıyoruz. Bazı siyasetçiler, bil­ mediğinden başka şey anlıyor. Etnik ve asimilasyon keli-


40 1 Etnik Tuzak

meleri Türkiye'de bilinmeyen kelimelerdir. Kavramiann Batı sosyal gerçeği içindeki özellikleri ile tartışıyoruz, bel­ ki de tartıştınlıyoruz. Bir takım yanlış uygulamalar etnik gerekçeye oturtutmak istenmektedir. Her dö:q.emde oldu­ ğu gibi, Cumhuriyet döneminde de hatalar ve yaniışiann yapılmış olması Cumhuriyeti red gerekçesi olamaz. Önemli olan bu haksızlıklan yapabilecek zihniyete sahip insan tipinin artık yetiştirilmemesidir. Irak Dışişleri Bakarn'nın "Siz Kürt cahilisiniz" sözle­ ri yabana atılır gibi değildir ve maalesef doğrudur. Etnik grup farklı bir şeydir, asimilasyon farklı bir şeydir. Asi­ milasyon ancak farklı dile, farklı dine, farklı örf ve adet­ lere, gelenekiere yani kısaca yaşama tarzına sahip top­ lumlar üzerinde uygulanan birini diğerine benzetme sü­ recidir. Asimilasyon bir süreçtir. O bakımdan ne Selçuk­ luda ne Osmanlı'da, ne de Türkiye Cumhuriyeti'nde asi­ milasyon olmamıştır. Çünkü bizim kültürümüzde dini azınlık dışında bir azınlık aramak mümkün değildir. Milletleşme her türlü "etnik" millahazanın üzerinde­ dir. Milletleşme manevi bir mutabakat altında birleşme­ dir. Biyolojik kökene göre değil.. Mensubiyet şuurunun milli idrakin hissedilebilmesidir. Dinin de, sosyal hayat üzerinde belirleyici etkisi var. Yalnız Türkiye'de bu ania­ şılamadığı için yanlış kelimeler kullanılmaktadır. Türki­ ye'de kendilerini farklı gösterenler yaşama tarzı bakımın­ dan farklı örnekler ortaya koyamamaktadırlar. Yani ko­ nu eğer dil olarak alırursa -ki o da dil değildir- mahalli bir ağızdır. Bu ağız farkını giderebilmek ve ortak bir Kürtçe oluşturmak için Amerikanın Sesi Radyosu Kürtçe yayma başlamıştır. Dil çok karmaşık özellik taşımaktadır. Zaten dil dı­ şında da Türk kültüründen farklı bir kimlik bulabilmek için yaşama tarzının çok farklı alanlannda farklılıklar yakalamak lazımdır. Biz bunu sorduğumuz zaman ceva­ bını alamamaktayız. Kimlik ve kültür dediğiniz zaman


Etnik Tuzak / 41 çok farklı bakış tarzlarımn olması lazım, örf ve adetleriy­ le, musiki ve mimari anlayışı ile, edebiyatı ile, romanı ile, yazı diliyle, tabletleriyle, rakkamlarıyla, kültür kimliğin­ den bahsedebiliriz. Sadece bazı dost ve müttefiklerimiz bunu böyle istiyor diye bunu biz de kabul mu edeceğiz?

Yoksa ülkeyi mezada mı çıkardık? O zaman nasıl farklı kültür kimliğinden söz edebiliriz. Aynca herşeyi özelleş­ tirme gayreti içinde iken, Kürtçe yayın, seçmeli ders ve benzerlerinde devletçilik, vatandaştan alınan vergiler ve kamu gelirlerinin buna tahsis edilmesini anlamak zor­ dur.


>IASUT >IIMT:I


Etnik Tuzak 1 43

YI� .SOJ..,, GAYRI MILLI TABULAR VE YENİ ARAYlŞLAR Son yıllarda dünyadaki yenileşme ve çözümler ara­ ma merakı Türkiye'ye de yansımıştır. Aslında uzun yıl­ lardır bazı konulann gerektiği gibi tartışılmadığı bir ger­ çektir. Tartışarak uzlaşma eğilimlerinin arttığı görülmek­ tedir. Türkiye'nin dış politikadan ekonomiye kadar birçok alanda vitrini yenilemeye, yapılanın aya ve yeni birtakım senteziere varma ihtiyacı vardır. Bu ihtiyaç özellikle eği­ tim ve kültür politikalannda, TRT ve Dışişleri Bakanlığı gibi müesseselerde hissedilmektedir. Değişen dünyada ve Türkiye'ye birtakım imkaniann açıldığı bir ortamda, ge­ lişmelerin gerisinde kalan statükoyu koruyan, çekingen ve savunmacı, seyirci bir anlayış yerini caydırıcı tale p · edici bir anlayışa bırakmak durumundadır. Uzun yıllar Türkiye'nin dışıyla ilgilenmeyi, Türkiye dışında yaşayan soydaşlanmız ve aynı ümmeti paylaştığımız insanlarla il­ gilenmemiz hatta sıcak ilişkiler kurabilmemiz Batı dün­ yasını gücendiririz veya Batılıtaşmaya aykındır, Atatürk ilkelerine karşıdır gibi soyut ifadelerle geçiştirilmeye çalı­ şılmıştır. Ne zaman ki 1989 sonrası hızlı değişmeler orta­ ya çıktı ve gerçekler göründü ve bunlar Türk milliyetçile­ rini doğruladı; belirli çevreler bu defa farklı metod ve malzeme ile ülkenin önünü kesmeye kalktı. Bazı çevreler gönülsüz de olsa Türk Cumhuriyetleri'ne ve İslam ülkele­ rine olan çarpık bakışlannı değiştirmek zorunda kalmış­ lardır. Türkiye'de yıkılacak tabular aslında bunlardır. Yı­ kılması gereken anlayış hayali ihracata yeşil ışık yakan­ lardır.

Türkiye artık bir merkezden idare edilemez, so-


44 1 Etnik Tuzak runlar büyüdü deyip, Ankara'yı başkent olmaktan uzak­ laştırmak peşinde olan sapık anlayış yıkılmalıdır. Bizi biz yapan değerleri yıkınayı gaye edinen ve bunları tabu ola­ rak gören devletin kutsallığı olmaz deyip; mozaik arayan anlayış; Türkiye'yi 2000'li yıllarda kolsuz ve kanatsız, güçsüz bırakmak isteyen dıştan kumandalı bir eldir. Ge­ lişmelerin gerisinde kalanların gerçekler karşısında fazla direnebileceklerini de zannetmiyoruz. Macera olarak isimlendirilen ve Turancılıkla suçlanan fikirler artık vaz­ geçilmez bir gerçek olarak karşımızdadır. Ancak, resmi kanalı, etkili kurumlan ve kitle haberleşme araçlannı yıllardır etkileri altına alanlar buralarda ambargo kuran­ lar, vatandaşı ve milleti tecrübe tavşanı ve sürü olarak görenler, saltanatlannın sarsıldığını, imkanlarının elle­ rinden gittiğini görünce bu defa gerçekleri saptırmak ve gündemi değiştirrnek ihtiyacını duymuşlardır. Aslında İkinci Cumhuriyet, kültür moziği, federasyon, eyalet sis­ temi, "globalleşen dünyaya teslim olmalıyız" gibi sözde masumane tekliflerio temelinde bu gerçek yatmaktadır. Cinsiyet merkezli hareketler ve kadını militaniaştırma gayretleri, önümüze çıkanlan etnik tuzaklar ve mezhep çatışmacılığı, artık Nazım Hikmet'e sığınan eski solun ye­ ni ve biraz da Amerikancı liberal görünümüdür. Bunlar Türkiye'de devamlı laik-anti laik, gerici-ilerici, sağ-sol gi­ bi ikili kampiaşmaları teşvik etmekte, kamu oyunun gün­ demini ve gözünü dışanya doğru çevirmesini engellemek­ tedirler. Nitekim, Uğur Mumcu'nun katledilmesi de buna malzeme yapılmak istenmiştir. "Kahrolsun şeriat" slo­ ganları , belirli bir kışkırtıcı merkezden pompalanmıştır. Türkiye için en büyük eksik kendi kendini tanıma­ yan ve farkında olmayan siyasi ve kültürel tesirliliğinin sahalarım göremeyen bazı aydınlar oluşmuştur. Eğer bir sene önce Türkiye lehine gösterilerin yapıldığı Türk Cum­ huriyetierindeki meydanlardan bugün Türkiye aleyhine serzenişler duyuluyorsa, bunu herşeyden evvel politikacı-


Etnik Tuzak 1 45 lann iyi değerlendirmesi gerekir. Orta AP.ya Türk Cum­ huriyetlerinde ortaya çıkan değişmeyi statik ve olumlu gelişme olarak anlayanlar yanılmaktadırlar. Osmanlımn çekilmesinden sonra Orta Doğu İslam ülkeleri nasıl par­ çalara ayrılmış, aralannda çatışmalar çıkarılmışsa; aynı şey buralarda da yapılabilir. Zaten son yıllarda dış baskı­ larla Türkiye'ye devamlı yanlış yaptınlmak istenmesinin sebebi de budur. Türk Cumhuriyetleri birbirine düşürüle­ bilir veya içlerinde ihtilaflar yaratılabilir, Türkiye Erme­ nistan'a yardım yapmaya zorlanabilir. Yetkililer çaresiz­ liklerini ifade eden beyanatler verebilirler. Ancak, 21. asır bir Türk asn olacaksa ufkumuzu geniş tutmak, eli­ mizdeki kozlan ona buna peşkeş çekmek ve taşeronluğa soyunmak yerine iyi kullanmak zorundayız. Herhalde dosta kazık atan, düşmana tavize hazır bir görünümden uzaklaşmalıyız. Değişen yeni dünya dengeleri karşısında yeni tezler üretelim derken, yeni kararlar alalım derken kendimize yeni kimlik arayışını çıktık. AP.nn idrakine söyletmemiz gerekirken islamı ve Türklüğü, kendimize yeni etiketler n radık. Kimlik ithaline kalkıştık, dost ve müttefiklerden. Bize açıkça "kimlik bulun" demediğimiz kaldı. Kendi kim­ liğini reddeden bir toplum ve onun aydınlan ülke yaran­ na ne gibi tezler üretebilirler? İşte ürettikleri tez-eğer tez i Hc Cumhuriyeti yıkıp yenisini kurmak; devleti küçült­ nıek, Kürtleri Türk toplumundan dışlamak, devleti zaafa u ftratmak, eyalet sistemi, tercüme kokan beyanatlada 'l'ıi rkiye'nin tesirliliğini azaltmaktan başka ortada birşey .ıoı.likmemektedir. Sahip olduklanmızın değerini onlan k ııyhettikten sonra anlar hale gelmekten endişe ederiz. M ıı ı ı lt�sef bugün Türkiye'de kendilerinin entel olara� gö­ n • ı ı , bi rtakım menfaatler peşinde koşan bazı aydınlar, en­ fı ırııı nHyon toplurolanna has kavramlan ve tartışma ze­ ı ı ı i ı ı i ıı i henüz sanayi toplumu olamamış Türkiye'ye taşı­ ı ı ı ı ı k l n meşguller. Bu konuda Türkiye'nin hazırlıklı olma-


46 1 Etnik Tuzak

sma yardımcı olmak başka şeydir; enformasyon toplumu şablonuna ülkeyi bugünden oturtmaya çalışmak, sosyal yapı ile ters düşen, hayali reçeteleri değişiklik diye tak­ dim etmek çok daha farklı şeylerdir. Bu durum çorba iç­ meye başlayan ve orucunil yeni açan bir kimseye tatlı ye­ dirmeye benziyor. Veya Avrupa Kupası finalini Vefa Sta­ dı'nda oynamaya... Mutlaka yeni ve farklı birşey söyleye­ bilmek için sonucu hesaba katılmadan bir analiz ve sen­ tez yapılmadan bazı siyasiler tarafından yapılan konuş­ malar, verilen beyanatlar dikkat çekmektedir. Milli Mü­ cadele ile emperyalizmi kovan ve milli devlete geçen Tür­ kiye, kovduğu haçlı güçlerine "çok bilir", "köşe dönmeci" bazı siyasetçileri ile yeniden davetiye çıkarıyor. Her oku­ duğu kitaptan etkilenen bu iddialı siyasetçi tiplerinin Türkiye'yi tanımadığı açıktır.


Etnik Tuzak 1 47

MİLLİ KÜLTÜRÜ BOZMA GAYRETLERİ VE SAPMALAR Ülkemizde zaman zaman nük.seden hayali kültür politikalan arayışı sürmektedir. Kavramların araştınl­ madan, bilinmeden telaffuz edildiği bir ortamda, Türk kültürünü tahrip edici politikalar gündeme getirilmekte­ dir. Anadolu'yu tarih boyunca yol geçen ham gibi gören­ ler, burada yaşayanların karışmışlığını iddia edebilmek­ tedirler. Türk-İslam kültürü dışında, arkeotojik iz bırak­ mış bazı toplulukların kültür sentezine sarıtıp 107 1'den beri Anadolu'ya vurolan Türk-İslam mührünü içlerine sindiremeyenler dün olduğu gibi bugün de vardır. Yılia­ nn kötü mirası olarak bugünlere gelen çarpık ve yanlış kültür anlayışları, istikrarsızlıklara ve belirsizli.klere se­ bep olmuştur ve olmaktadır. Aslında, kültür politikasm­ daki yanlışlar yeni de sayılmaz. Bunlar yılların kötü mi­ rasıdır. Kültür, insanın insana ve maddeye karşı tavır alışı­ nı belirleyen bir bütündür. Kültür, kavmi ve boy kültür­ leri aşılarak milletleşmeyle beraber milli kültür halini alır. Bu durumda ortak irade ve mensup olma şuurunun gelişmesiyle kan akrabalığı aşılarak; kültür, sosyal akra­ balık bağı olarak isimlendirilir. Kültür, bir y&.şama tarzı olarak bunu meydana geti­ ren unsurlardan sadece birisi olamaz. O sadece ne dildir, ne din, ne ahlAk ve din anlayışı ne de örf ve idetler. Kül­ tür bunların hepsini kapsamaktadır. Bu bakımdan mese­ la Türk' ü ifade ederken "Türkçe konuşan müslüman"


48 1 Etnik Tuzak

dersek bu eksik kalmaktadır. Çünkü dilin dışında aynı ümmete mensup diğer müslümanlardan Türk'ü ayıran önemli bazı üslup farkları vardır. Bunlar mimaride, sa­ natta ve edebiyatta, örf ve adetlerde müşahhaslaşır. Bu müşahhas örnekler, mesela, ebnl ve minyatür gibi gele­ neksel sanatlarımız mevlid ve Ramazanları farklı idrak. şekillerimiz, mutfağımız gibi farklılıkları bir üstünlük ve­ ya aşağılama aracı şeklinde düşünmeye de ihtiyaç yok­ tur. Zira bunlar sosyal gerçeklerdir. Bir kültür dairesine, bir derneğe girer gibi iradi ola­ rak girilmemektedir. İnsan doğuştan itibaren bir kültür çevresinin çocuğudur. Kültürün biyolojik olmaktan öte; eğitim ve öğretim ile kazanıldığı sosyal miras olarak yeni nesillere aktanlan bir grup öğrenilmiş davranışlar bütü­ nü olduğunu hesaba katarsak; sonradan öğrenme ve sos­ yalleşme yoluyla kazanılmayan davranışiann sosyologlar tarafından kültürün dışında bırakılmasını daha iyi anla­ nz. Bir yaşama tarzı, yani kültür, hiç kimseye canı istedi­ ği takdirde terketme hakkını da vermez. Nitekim bazıla­ n istese de istemese de, içlerine sindirseler de sindirme­ seler de Türk-İslam kültütünün mensuplandır. Bu men­ sup olma özelliği çoğu kere irade dışı olarak tavır ve dav­ ranışlarla kendini dışa vurmaktadır. Devletin iktisadi politikalan olduğu gibi, kültür po­ litikaları da vardır ve olmalıdır. Hatta ekonomik politika şartlara, siyasi ve ekonomik konjonktüre göre deği­ şeb.ilirlerse de, kültür politikalarında fazla esneklik, is­ tikrarsızlıklar hatta belirsizlikler doğurabilmektedir. Her ciddi devletin kültür politikası vardır. Sadece tarihlerinde sömürge yaşamış toplumların kültür politikalannı oluş­ turabilmE-leri zordur ve bunu başkaları tesbit ederek on­ lara bu imkanı tanımazlar. izinle siyasi bağımsızlıkianna kavuşmuş birtakım devletlerin kültür politikası meydana getirecek milli güçleri de kalmamıştır veya durdurulmuş­ tur.


Etnik Tuzak / 49 Kültür politikası, metodlu maksatlı amaç tayini, ön­ celiklerin belirlenmesi, şuurlu ve planlı işlerin bütününü kapsayan faaliyetler dizisidir. Bu politika bir toplumdaki ortak değerlerin ve kabullerin korunarak geliştirilmesi­ dir. Yoksa devlet tarafından ortak değerlerin tayin edil­ mesi veya planlanması değildir. Hele kültür yaratılması hiç değildir. Çünkü devletin görevi, "kültür yaratmak" de­ ğil, milli kültürün korunması, geliştirilmesi için tedbirler almak ve uygulamaktır. Toplumun milli ve manevi değer­ lerine rağmen kültür politikası oluşturulamaz. İşte, yet­ miş senelik Sovyetler Birliği deneyi 1917'den itibaren toplumun kültürüne rağmen yeni bir kültür yaratılmaya­ cağını göstermiş ve bu zorlama yürümemiştir. Bu konu ferdi ve siyasi iradenin dışındadır. Almanya'nın birleşmesi, Berlin'in yeniden başkent yapılması, yeni yabancılar kanunu çıkarılarak yabancı kaynaklı nüfusun ikinci ve üçüncü nesiine sahip çıkılma­ sı herhalde kültür politikasızlığının bir sonucu değildir. Yine Almanya'nın Ukrayna ile pazarlık yaparak Kınm'a Alman kökenlileri yerleştirme gayreti, AT içinde Alman­ canın resmi dil olarak kabul edilme teklifi, Alman Anaya­ sasının farklı ülkelerin hükümranlık hakianna meydan okuyarak Alman kökeniilere sahip çıkma gayreti belirli bir kültür politikasının sonucudur. Yunanistan'ın megolo iddiası, Kıbns Ege üzerindeki iddialan, İstanbul'u Kons­ tantinapol olarak anmalan, bir kültür politikası ile ilgili­ dir. İngilizlerin ana dillerine sahip çıkmalan, AT içinde Kraliçenin resminin bulunduğu sterlinden vazgeçmeme­ Inn yine kültür politikası ile ilgilidir. 1989 yılında Ankara'da toplanan İkinci Milli Kültür Şur'ası'nda bazı üyelerin, kültürü, hem bir süreç, hem de h ir devamlılık olarak tarif ettikten sonra birçok Türk kül­ türünden bahsetmiş olmalan önemli bir çelişkiyi ortaya koyuyordu. Yine bazı üyelerin milli kültürlere pek sıcak lınkmayarak artık kültürlerde milli sınır kalktı; "flü" hale


50 1 Etnik Tuzak

geldi şeklindeki iddialanm gerçekler doğrulamaınakta­ dır. Eğer bu doğru olsaydı Türkiye Anadolu'dan çalınmış, kaçınlmış tarihi eserlerine sahip çıkma ihtiyacı duymaz ve bazılannı müzayedelere katılarak satın almazdı. Ayrı­ ca ABD'deki Türk kültürünü tanıtıcı sergi ve toplantılara ihtiyaç duyulmazdı. Kültür politikası, ferdi mensup olduğu toplumun kendi yaşama tarzından haberdar ederek asgari müşte­ rekleri kavratan, sosyal kimliğine açıklık getiren ve bun­ lar üzerinde fikri mutabakat sağlayıcı çeşitli faaliyetler dizisidir. Bu politika bizi biz yapan değerleri, hem koru­ macı, hem de gelişmeci şekilde ele almak durumunda­ dır. Korumacılık ve gelişmelik birbirine zıt olmayıp, bir­ birlerini tamamlarlar. Türkiye'nin talihsizliği bazı aydın­ larımız tarafından şuurlu veya şuursuz bir şekilde değer­ lerimizin tahrip edilmiş olması ve çeşitli karşı politikala­ nn meşru hale getirilmesi gayretleridir. Çoğu kere politi­ kasızlık, politika olarak kabullenildiği için bir kültür­ süzleşme süreci sürüp gitmiştir. Diğer taraftan, yaşama tarzını sadece tabii çevrenin tayin edici sınırlanndan dayandırma yaniışı da yapıl­ maktadır. Nitekim, "Türk kültürü" yerine "Anadolu kül­ türü" maksatlı olarak kullanılmaktadır. Oysa tabii çevre kültürü etkileyen faktörlerden sadece birisidir. Kültürle coğrafya arasındaki ilişki ve etkileşim nisbidir ve mutlak değildir. Yaşama tarzı yayıldığı farklı coğrafyalarda eğer hakim kültür (dominant kültür ) özellikleri taşıyorsa; damgasını vurarak coğrafyayı vatanlaştırabilmektedir. Kültür, temas sonucunda hakim kültür özelliği göstere­ miyorsa, o coğrafyada mevcut kültürün alıcısı durumuna girerek eriyebilmektedir. Türk kültürünün çeşitli mü­ şühhas örneklerle Orta Asya'daki Türk Cumhuriyetlerin­ de, Anadolu'da, Balkanlar'da ve Rumeli'nde hala canlılı­ ğını koruyabilmiş olması çok farklı coğrafyalara rağmen gerçekleşmiştir.


Etnik Tuzak / 51

Hakim kültürün kuvvetle, topla, tüfekle ilgisi yok­ tur. Bu bir sosyal ve kültürel süreçtir ve etkileşimdir. İs­ teniz de, istemeseniz de bugün milli kültürlere karşı alanlar açan kitli kültürü dediğimiz Batı ve ABD ağırlıklı müziğinden beslenmeye, giyim ve kuşama kadar bütün dünyayı etkileyen kitle kültüründen etkilenme görülmek­ tedir. Bir kültür ve onun maddede müsahhahlaşmış şekli olan medeniyet evrensel anlamda daha geniş medeniyete meydan okuduğu, katkılar yapabildiği dönemlerde, kül­ tür verici özellikleri ile ortaya çıkmakta; aksi durumda ise, o kültürde dışarıdan alıcı durum ağırlık kazanmakta­ dır. Nitekim, İstanbul'da her biri tarihi bir değer olan ca­ milerimiz arasındaki mimari farkı basit bir şekil farkı ol­ mayıp bir zihniyetin ürünüdür. Kültür ve medeniyete meydan okuduğumuz dönemlerde ortaya koyduğumu:ı. eserlerde bizim çizgilerimiz hakimdir. Gerileme ve durak­ lama dönemlP-rinde ise, ister istemez ceşitli mimari tarz­ lan almışızdır. *

*

*

Milli kültürümüzü bozma gayretleri, uzun yıllar kendi köklerimizden kopanlma çağdaşlık şeklinde tak­ dim edilerek sürdürülmüş, konu Batı dünyasının bir par­ çası olmak ve bir türlü aniaşılamayan kısır laiklik tartış­ malan içinde devam ettirilmiştir. Öncelikle şunu belirletelİm ki, şuuraltımızda peşin bir Batı düşmanlığı bulunmadığı gibi, Batıya teslimiyetçi lıir anlayıştan da tamamen uzağız. Aslında, Batı da ho­ mojen ve belirli bir kültür anlayışını ifade etmekten uzaktır. Batı olarak ifade edilen kültür bloku içinde İs­ k ıındinav, Akdeniz ve Kıta Avrupasında yeralan ülkeler urasında da önemli farklar vardır. Bu bakımdan belki sadece yön olarak bir değeri olan Butı karşısında kendi kültürünü üstelik resmi kanal yo­ l uyla aşağılamaya hor görmeye arzulu olan bir ülkede, is­ lıır istemez bir kültür boşluğu doğmuş hatta belirsizlikler


52 1 Etnik Tuzak

görülmüştür. Sovyetlerin dağılması, milliyetçilik harere­ ketlerini 1789 Fransız İhtilali'nin benzeri şekilde ortaya çıkarmış, etnik ve dini meseleler gündem maddesi haline gelmiştir. İslAmiyetin Batıda gözle görülür bir şekilde ge­ lişmesi ve kabul görmesi, İslAm ülkelerine yönelik parça­ layıcı ve iç işlerini karıştıncı faaliyetleri yoğunlaştırrnış­ tır. Doğu da Türk Cumhuriyetlerinin yarı bağımsızlıkları­ na kavuşmaları, soy ve din birliği içinde olan ·Türkiye'ye ayn bir yer ve önem kazandırmıştır. Ancak, yılların tah­ ribatı ile Türkiye kolay kolay kendine gelememekte, de­ ğişmelere yetişememektedir. Hazırlıksızlığımız sıntmak­ tadır. Batıdan neyi ne ölçüde alabileceğini muhakeme edemeyen, dış telkinlere "insan hakları ve demokratikleş­ me süreci" etiketleriyle bakan bazı yetkili ve aydınları­ mız, adetA ikinci bir Tanzimat paniği yaşar gözükmekte­ dirler. Kendi kendimize yıllardır sürdürdüğümüz "şoven­ lik ve turancılık" suçlamaları, ister istemez durulmuş, ancak bu defa da dışarıdan soy ve kültür bağıyla bağlı ol­ duğumuz yeni ülkelerden gelen talepler karşısında şaşı­ np kalınışızdır. Türkçemiz yaşayan ve kendi kendini zenginleştinci bir çizgiden dilde devrimcilik gibi ilim dışı bir kanala çe­ kildiğinden, neler kaybettiğimiz, Türkçe'nin nasıl fakir­ leştiği kelime haznemizin nasıl daraldığı ancak Türk Cumhuriyetleriyle artan ilişkiler sonunda farkedilebil­ miştir. Dinde ise, ona karşı peşin hükümlü, ondan uzakla­ şarak ancak ilim yapılabileceğine inandınlmış ve onu baskı altında tutarak rejimin korunabileceğini zanneden fert veya fertleri değil de müesseseyi potansiyel bir tehli­ ke olarak gören eksik aydınlarca her türlü gelişme, laik­ lik elden gidiyor endişesi ile karşılanır olmuştur. Netice­ de, devlet ile halkın kaynaşması, halk-aydın ikiliğininin ortadan kaldıruması yeterince sağlanamamıştır. Son se­ nelerde bazıları, sanki sadece kendileri çeşitli eziyetlerle


Etnik Tuzak 1 53 karşılaşmışlar gibi, resmi kanaldaki bazı yanlışlan ve uy­ gulama hatalannı suni bir şekilde zihinlerinde şekillen­ dirdikleri etnik nitelikten doğduğunu düşünür olmuşlar­ dır. Türkiye'nin potansiyel gücünü kırabilmek ve yeni dış politika kozlanm ona kullandırtmamak için gündeme ge­ tirilen kavramlan (etnik grup, azınlık, asimilasyon, fede­ rasyon, kültür mozayiği vb.) bile Ortadoğu'da üstünlük mücadelesi veren ülkelerin mantığı ile ve kendi ülkemi­ zin gerçeklerinden habersizce tartışır hale getirilınişizdir. Kendimizi, kimliğimizi tam tanımadığımız gibi, yeni ge­ lişmelerin bize sağladığı imk8nlan da yeterince farketmiş gözükmüyoruz. Oysa dağılan Sovyetler Birliği "hilal"in doğuşunu hazırlamış, Türkiye'nin tesir alanı Çin sınınn­ dan Bosna-Hersek'e, Avusturya sınınna, Kuzey Afri­ ka'dan Kafkasya'ya kadar uzanmıştır. Bu tesirliliğin te­ mel kaynağı Türk kültürüdür. Türkiye'nin Batıda da te­ sirliliği artabilir. Ama bunun yolu, Paris, Londra ve Bonn'da AT üyeliğine kabul için ricadan değil, kuracağı yakın ve anlamlı kültürel ve ekonomik ilişkilerden, alaca­

ğı güçten geçmektedir. Ülkemizin Kafkaslar ve Orta Asya faktörünü gerektiği gibi değerlendirebilmesi, başkalan­ nın telkin ettiği modelleri değil, kendi modelini belirleye­ rek buralara ihraç etmesi ile mümkün olabilir. Türkiye, herhangi bir ülkenin model taşıyıcılığım veya teşaronlu­ �nu yapmamalıdır. Böyle bir durum ülkemizin itiban.nı Rarsabileceği gibi, menfaaatlerimizi de zedeleyebilir ve ümit kıncı olabilir. Aslında Azerbaycan'daki gelişmelerde Türkiye kötü not almıştır. Diğer taraftan, kültür konusuna bakışta, tek bir Av­ rupa kültürüne gidildiği şeklinde bir yanlış, dikkati çek­ mektedir. Batı ülkelerini ve Batı'daki değişmeleri kavra­ madan, Batıdaki aydınlık çağ felsefesinin ve pozitivist ıınlayışm değişmeden devam ettiğini farzetmek yanıltıcı olmaktadır. Batı bizim onu taklide başladığımızdan beri değişmiş, dine başkaldırmamn ideal sayıldığı dönemler-


54 1 Etnik Tuzak den, inanç boşluğunun doğurduğu manevi meselelerio farkedildiği, maddi tatmine rağmen, manevi tatmin ara­ yışlannın ve beşeri ilişkilerde, dayanışmacı, cemaatçi eği­ limlerin ön plana çıktığı bir ortama girilmiştir. Bu bakımdan her ülkenin kendi kültürünü oluştu­ ran anadilinden, tarihinden, sanat ve edebiyatından, örf ve adetlerinden soyutlanarak soyut bir kimlik içinde eri­ yeceğini düşünmek, belki de bize yapılan dolaylı bir tel­ kindir ve bundan Batı oryantalizmimin izleri bulunmak­ tadır. İsveç Kültür İşleri ve Eğitim Bakanını belirttiği gi­ bi, ortak ve tek bir kültür piyasasından bahsetmek, kül­ türü herhangi bir sanayi ürünü derecesine indirmek ve basitleştirmektir. Enternasyonalizm, milletlerarası de­ mektir, milletler üstü değil.. .Anlamlı bir enternasyonel ilişkide, milletierin birliğinden değil, ayn ve farklı kül­ türlere sahip milletler arasındaki ilişkilerden sözedilebil­ mektedir. Enternasyonel bir ilişki için ayrı kimlikleri, millet olarak tanımlanmış nitelikleri olan taraflann ol­ maması gerekir. İlişkiler yoğunlaşabilir, hatta bir "global­ leşme" den de bahsedilebilir, ancak bu küreselleşmenin bazı toplumların eritilmeleri, dondurulmalanna da sebeb olması gerekir. Aksi halde globalleşme, ülkelerin milli menfaatlerinin unutturulması ve yumuşatılmasında bir araç olur.

MİLLİ KÜLTÜR EVRENSEL KÜLTÜR

VE

Birçok konuda olduğu gibi insanlanmız ikili bir tas­ nifçiliğe itilmek zorunda bırakıldıkları için, milli kültür konusunda da zihinlerde berraklaşmayan bir tartışma vardır. Bazıları, milli kültürü adeta reddederek evrensel kültürü ön plana çıkarmaktadırlar. Oysa maddi ve mane­ vi veebesiyle bir kültür unsuru adet veya şahıs belirli bir kültüre malolduktan sonra milli kü1tür sırurlarım aşarak


Etnik Tuzak 1 55 fıırklı kültür çevrelerine sahip insanlara da hitap adebil­ mekte ve kendilerini farkettirebilmektedirler. Evrensel­ leşme mutlak bir şey değildir. Ülkemizde milli kültür mü,

evrensel kültür mü şeklinde sürdürülen tartışma yanlış­

tır, bunlardan hemangi birini tercih etmekle mesele çö­ zülmez. Çünkü her ikisi de bir gerçektir. Ancak, evrensel

kültür, insanımızı kendi kültür anlayışından uzaklaştır­ mak, milli duygu ve şuuru zayıflatmak ve pasifleştirmek ııracı haline getirilmek istenmiştir. Bir Mevlana, Yunus Emre, Biruni ve diğerleri tabiatıyla evrenselleşmiştir, an­ cak bu onların mensup oldukları kültür dairesinin buhar­ lnşıp kaybolduğu anlamını taşımaz.


56 1 Etnik Tuzak

KÜLTÜR POLİTİKASIZLIKLARINA

BAZI ÖRNEKLER

• "Nevruz"un bütün Turani ve birçok Asyatik top­ lumlarda hemen hemen kutlandığını ve bu bayramın ha­ la Türk -Cuınhuriyetlerinde geçerli olduğunu Akkoyun ve Karakoyunlulardan Selçuklu ve Osmanlıya geçen ve Cumhuriyet dömeninde birçok yerde "Hıdrellez" adını alan ve bazı yerlerde bir hafta süren bu kutlarnaların far­ kına varılamaması ve ona yeni kimlik aranması, • Irak'ın Kuveyt'i işgal etmesini doğrudan körfez Krizinde televizyonumuzun CNN'e teslimiyetçi yayın an­ layışı, • Eski bir Başbakanın yazdığı ve bir başka ülke yet­ kilisinin zor kaleme alabileceği AT 'a giriş için adeta rüş­ vet gibi sunulan, önce Fransızca daha sonra İngilizce ba­ sılan "Avrupadaki Türkiye" adlı kitap, • Büyük boyutlara varan tarihi eser kaçakçılığı, • Türk tarihine bir bütün olarak bakarnama yanlışı, • AT üyeliği için sergilediğimiz üzücü ve yüz kızartı­ cı bazı politika ve davranışlar, • GAP Master Planı'nda sosyal ve kültürel boyutun ihmali, • Anadolu Üniversitesi'nin düzenlediği Türk Dili Konferansı'na katıla�ak Türkologlara İngilizce davetiye gönderilmesi, • Dini azınlıklar için adeta cennet olan Osmanlı ve Türkiye'de Batı kültürüne has asimilasyon arayışları ve İslami azınlık yaratma gayretleri, • Laikliğin aniaşılmadan tartışılması ve bazılarınca İslamiyetin potansiyel bir tehlike olarak görülmesi,


Etnik Tuzak 157 • Türkiye dşndaki Türklere yakın tarihe kadar, ge­ rek resmi kanalda, gerek kamuoyunda görülen yanlış ba• kış tarzlan, • Yıllardır yaşayan Türkçeyi bozma gayretleri ve bu­ gün Türk Dünyası tarafından yeterince anlaşılamama so­ nucu, • Yunus Emre ve MevlAna'ya daha çok yabancılar ilgileniyorlar diye yakınlık duyulması ve bunların hüma­ nist olarak isimlendirilmeleri, • Yabancı dille eğitim-öğretime Batılı müstemleke­ cileri tahrik edecek ve mutlu kılacak şekilde yaklaşma, • islama bir ideoloji olarak bakmak ve her taşın al­ tında fundementalizm arayışı, • Türk tarihinde emperyalizm arama yanlışı, • Kamu menfaatine hadim cemiyet olmak için baş­ vuran Aydınlar Ocağı'na Danıştay'ın verdiği cevap, • Türk Milliyetçiliğini küfür sayacak kadar yanlış şartlandınlma ve ırkçıiılda milliyetçiliği bir kabul etmek, • Yer adları, tesis adları ve turistik otellerde yemek adlarının yabancılaştırılması, Türk tarihinde Batıdaki gi-:: bi "Karanlık Orta Çağ" ve "Teokratik düzen" arayışı, • Batı karşısında teslimiyetçi tavır, • Türkçenin resmi dil olmasının Anayasa'da değişti­ rilme teklifleri, • Avrupa ülkelerinde Türkiye'ye yönelik terör ve propoğandaya karşı gerekli yayınların, broşürlerin ortaya konamaması ve yabancılann bilhassa bölücülük konu­ sunda bilgilendirilememesi, • Bilhassa TV'de sapma davranışlan, bu arada cin­ Hel sapmalan arttıncı, ahlaki değerleri zedeleyici, aileyi yıpratıcı ve normal dışı herşeyi ideal gösterme gayretleri. • Milletleşmenin her türlü boy ve kavmi özelliklerin listünde biyolojik değil; kültürel bir mutabakat ve mensu­ lıiyat şuuru olduğunu farkedememek.


58 1 Etnik Tuzak

CEVAP BEKLEYEN SORULAR VE DEVAM EDEN HATALAR 20 Ekim 1991 Genel seçimlerinden önce bir gazetede "Seçimler ve Cevap Bekleyen Sorular" başlıklı bir yazımız çıkmıştı. Seçim meydanlannı süsleyen demokrasinin vaz­ geçilmez unsurlan olan siyasi parti yetkililerine bazı so­ rular sormuştuk. "Gül yumruklu", "külahlı", "şarkılı" , "naylon bayraklı" ve "oto yollu" propağandalar arasında vatandaşiann cevap beklediği bu sorular şöyle idi: • Hayali ihracatla beraber hayali etnik bölücülük, üstelik yukanlardan doğrudan veya dolaylı destek göre­ cek mi? • Yanlış özelleştirme uygulamalan devam edecek ve tesisler bir iki yıllık karlan karşılığında belirli çevrelere peşkeş çekilecek mi? • Dış politikada şahsiyetli ve uydu olmayan bir poli­ tika izlenecek, mütekabiliyet esasına uyulacak mı? • Batı Trakya'da Türk azınlığına rağmen tayin edi­ len göstermelik müftü örneği ortada iken, Fener Patri­ ği'nin seçiminde ağırlığımız ne olacaktır? • Türkistan Türk cumhuriyetleri ile olan ilişkileri­ miz izinle mi geliştirilecek? Ermenistan ile açık veya ka­ palı ilişki kurmanın karşılığında kazanç ve kayıplanmız farkedilebilecek mi? • Bush'a adeta bir ziyaret hediyesi gibi sunulan, Böl­ geye yerleştirilen ve Türkiye'nin hareket kabiliyetini sı­ nırlandırmayı amaçlayan "Çekiç Güç"ün kalma süresini yine uzatacak mısınız? • Güneydoğu'da bizim Kaymakamımız veya başka resmi görevlilerimiz kendi topraklannda yabancı asker-


Etnik Tuzak 1 59

l11rce yine tartaklanacak mı? • AT ile ilişkilerimiz Batılı müstemlekecilerin iştahı­ nı kabartan biçimde mi olacak? Teslimiyetçi ve mandacı yııklaşımlar sürecek mi? • Kıbns'da yanlış federasyon tezini sürdürecek misiniz? •

Yurt dışında çalışan veya yerleşen vatandaşlan­

ın ı z , işgücümüz yabancilann asimilasyona dönük ırkçı

politikalanna mı terkedilecektir? • Yabancı dille eğitim ve öğretim ile yabancı dil öğ­ renimi arasındaki fark hesaba katılarak ana dilimiz üvey PVIdt muamelesi gönnekten çıkanlacak mı? • Din ve vicdan hürriyeti kapsamında düşünülmesi J.!ereken hususlarda çeşitli yanlış uygulama ve ihla.Iler gö­ rülecek mi? • Ahlaki değerleri bozan, enflasyona karşı tedbir alı­ nacak mı? Vergi kaybı önlenerek bütçe açıklan asgariye i ndirilecek, ekonomide tekelleşme, üretmeden haksız rantlara sahip olma önlenecek, bütçe dışı fonlar, dış ve iç borçlanma gibi konularda müspet tedbirler alınacak mı? Yukandaki konularda bazı müsbet gelişmeler kay­ dedilmesine rağmen, bazılannda meseleler sürüp gitmek­ te hatta daha da ağırlaşmaktadır. Mesela, edindiğimiz bilgilere göre, Ennenistan'la ilişki kurma, Karabağ'da kan döken çeteleri destekleyenlere ekmek ve buğday yar­ dımına kadar vardınlmış, bu iş için Dışişlerinin emriyle sınır kapılan açılmıştır. Bölücülük Meclise sokulmuş, Meclis'teki işbirlikçilere karşı gerekli kanun ve içtüzükler uygulanmamıştır. Çankaya, hem milletleştiğimizden bah­ sedebilmekte, hem de mozaik iddialanm sürdürmektedir. Türkiye'nin hava sahası bir zamanlar Ennenistan'a yar­ dım için, şimdi ise Çekiç Güç adı altında, eşkiyaya silah yardımı şeklinde yol geçen ham olmaya devam etmekte­ dir. Türk Cumhuriyetlerinin ve Türk topluluklarının fazi­ let mücadelesi veren liderleri dururken Atatürk Banş


60

1 Etnik Tuzak

Ödülü bir Afrika'lı olan Mandela'ya lAyık görülmüştür. Üstelik bu kişi tarafından bu ödül reddedilerek milli gu­ rurumuz rencide edilmiştir. Bazılannca milli bağımsızlık ve milli menfaat yolundan sapılarak dünya ile bütünleşe­ bilmenin olabileceği zannedilmekte, dışandan güdümlü bazı işbirlikçilerine, çeşitli şekillerde "globalcilik" oynattı­ rılmaktadır. Türkiye'nin işi zordur. Ama terör dahil önümüzdeki tuzaklar ve engeller ergeç aşılacak.tır. Yeter ki resmi ka­ nal yanlış yapmasın, çelişkili beyanat ve tavırlar içine girmesin. Hedef saptıncı ve şaşırtıcı bazı çevrelerin tek­ liflerine dikkat edilerek huzur ve güven ortamının, emni­ yetin sağla.nlnadığı bir yerde ekonomik yatınının maliye­ tinin artacağı farkedilebilsin. Halkla devlet kaynaşması geliştirilsin. Aksi halde, vatandaş hızla şuurlanmaktadır ve hata yapanı da affetmeyecektir.


Etnik Tuzak 1 61

TÜRKCE DÜŞ�GI VE YABANCI Dll.. Tarihlerinde sömürge hayatı bulunmayan bütün milletler ana dillerine sıkı sıkıya bağlıdırlar ve gerekli hnssasiyeti gösterirler. Bir İngiliz veya bir Fransız çok mecbur kalmadıkça, ana dilleri dışındaki Batı dillerini ku llanmaz. Hatta yabancılar bir kelime yanlış telaffuzla k ullanıldığında sizi uyarma ihtiyacı duyarlar. Kısaca ana ıli llerine saygılıdırlar. Bizde ise özel radyo kanallarında cikJet çiğner gibi Aınerikanvari Türkçe konuşulmaktadır. Biz dilci değiliz, ama dil nesilden nesile bir kültürü nakleden köprü olduğu ve ortak hafızayı aksettirdiği için hir sosyolog olarak da konu ile ilgiliyiz. Çünkü dil, ferdin liırtle sosyal gruplann grup içi ve dışı ilişkilerini düzenle­ yen bir sosyal müessesedir. Dil, sosyal akrabalık bağını du kurar ve geliştirir. Kültürler arası alışveriş olduğu gi­ hi, diller arası da alışveriş vardır. Ancak alınanlar o dilin .vnpı ve kurallanna göre şekil almak durumundadır. Dil h i r toplumun yaşama tarzının bir parçası olduğundan milli kimliği belirleyen unsurlardan sadece birisidir. Kül­ l i i r kimliğini belirleyen faktör sadece dil de değildir. Son senelerde bilhassa kitle haberleşme araçlannın ı ı ı-tan tesiri ile küçülen dünyamızda, teknoloji üreten çe­ ıJ itli buluş ve gelişmelere damgasını vuran Angio-Sakson k ılltürü, İngilizceyi dünyanın gözü önüne dikmiştir. Dün­ .vn mızda farkedilmeye başlanan kitle kültürünün dili de �:ı•nellikle İngilizcedir. Bu bakımdan, dünyaya açılma için I ngilizce öğrenmek şarttır. Ancak, yeni dünya düzeni ve­ .Y n globalleşme akımı içinde milli kimliğimizin erimeden vurlığını sürdürabilmesi Türkçeye ve milli kültürümüzün


62 1 Etnik Tuzak

değişmeden korunması gereken unsurlanna bağlı kal­ maktadır. Bilhassa 1980 sonrası Türkçe kısırlaşmış, bir­ çok kelimenin yerine geçen maymuncuk kelimelerle keli­ me sözlüğümüz daralmıştır. Aslında yıllardır süren Türk­ çe üzerindeki tahribatın payı büyüktür. Uzun yıllar in­ sanlar kapasitelerine ve fikirlerine göre değil, ama kul­ landıkları kelimelere göre değerlendirilir olmuşlardır. Yaklaşık 230 milyon insanın konuştuğu Türkçe ile konuş­ maktan şeref duymalıyız. Türkçe en çok konuşulan dille­ rin beşincisidir. İngilizceyi konuşanların hepsinin Angio­ Sakson olmadığım, İspanyolcayı da kullananlar arasında Latin kökenli olmayanları da hesaba katarsak Türkçe üçüncü sıraya yükselmektedir. Gelecekte Türkçe milletle­ rarası kuruluşlarda kullanılan beynelmilel bir dil haline gelecektir. Ama haysiyetsizliğ::! talip olan aşağılık komp­ leksinden sıyrılamayan bazı aydınlanmız veya bürokrat­ lanmız önümüzdeki yıllarda birçok milletlerarası kuru­ luşta Türkçe konuşmamakta yine ısrar edebileceklerdir. Sahneye çıkan sanatçı bazılarına göre "sahne al­ makta"dır, çay almak, otobüs almak artık sık sık kulla­ nılmaktadır. Spor karşılaşmalannda "forza" kelimesi ku­ lüp isimlerinin başına gelmektedir. Esenboğa Havaala­ nında polis denetimi girişinde İngilizce polis kontrol yazı­ sı, Türkçesinin üzerinde yeralmaktadır. 25 Kasım 1992 tarihinde Bosna-Hersek için İstanbul'da toplanan Balkan Ülkeleri Konferansı'nda asılı olan yazıda Türkçe'nin üze­ rinde ingilizeesi yeralmaktadır. Bu şuurlu vaya şuursuz olarak yapılan yanlış haysiyet kırıcıdır. Eskişehir'de dü­ zenlenen Türk dili konferansına Türkologlar İngilizce da­ vetiye ile çağnlmaktadır. Bundan birkaç sene önce Ba­ kü'de düzenlenen "Türk Dünyası İşadamları Toplantı­ sı"nda bir Başbakanlık müşaviri Türkçe yerine İngilizce konuşma yapmak garipliğini göstermiştir. THY'nın bazı yayın ve duyurulan, eski sömürge havayollannı andır­ maktadır. Aylık çıkanlan derginin ismi bile Türk._,e değil-


Etnik Tuzak / 63

dir: Skylife. Görevlilerin giydiği ceketin üst cebinin üze­ rinde kraliyet benzeri arına bulunmaktadır. Hastaneleri­ ınizde yer bulabilmek için sözlükte dolaşmak gerekmek­ tedir. Türkçe kelimeler atılmış, yabancı kavramlar geti­ rilmiştir. Cankurtaran ambülans olmuş, şarküteri, hobi background, emergency, orange, mersi, okey, resepsiyon, ııet, fax (bilgigeçer) "Fried cihicken" nerede ise Türkçeye yerleşmek üzeredir. Milli şuur ve milliyetçilik uygulama ile ilgilidir, tören nutuklan ile değil? .. Yabancı dile eğitim ve öğretim, bilhassa yüksek öğ­ retimde bilgi naklini zayıflatmış, ijğrenciler arasında ay­ rımcılığa sebep olmuştur. Yerli kaynak ve yayınların de­ lterlendirilmesi zorlaşmış, Türkçe ilim dili olmaktan uzaklaştmlmak istenmiştir. Kültür ve bilgi naklinin za­ yıflaması, beyin göçünü arttıncı ve öğrenciye kendi ülkesi ile ilgili yapılmış araştırmalarla daha az karşılaştıracak bir ortama sokmuştur. Türkiye, adeta birçok kesim tara­ fından kendi kaderine terkedilmiştir. Ama, diğer taraf­ tan, ünlü siyasetçilerimiz 21. Asnn Türk asn olacağından bahsedebilmekte, Türk Cumhuriyetlerine model ihracını gündeme getirmektedirler. Türkçeye saygı, Türk milleti­ ne saygıdır, Türk Dünyasına saygıdır. Siyasilerimizi Türk milleti seçmektedir. O halde, yetkililer ve herkesi Türkçeye saygıya ve bu konuda hassas olmaya çağınyo­ ruz. "


64 1 Etnik TUZIIIı:

TÜRKİYE'NİN YANLlŞ TANITILMASI Tanıtma konusu yıllardır duyduğumuz bir kavram­ dır. Sık sık ülkemizin yeterince tanıtılamadığından şikAyet edilir. Türkiye'nin tanıtılması için bazı yabancı firmalara büyük meblağlar ödenir, ama yine de şikayetle­ rimiz sürer. Konunun iki cephesi vardır. Birincisi, ülke­ mizin tanıtılması konusundaki gayretierin yetersizliği, bir bakıma hedefsizliğidir. İkinci önemli nokta ise, biz is­ tediğimiz kadar iyi vasıtalarla tanıtma yapalım, bunu kendi menfaatleri bakımından anlamakta direnen ülkeler gerçeği vardır. Onlara bizi niye yanlış tanıtıyorsunuz de­ mek de doğru değildir. Zira sizin hakkınızdaki fikri, tari­ hi bir süreç sonunda elde etmişlerdir ve kolay kolay da değiştiremezler. Osmanlıyı parçalamak ve tarih sahne­ sinden silmeyi kendi menfaatlerine uygun görenlerin sıra T.C'ne gelince bundan vazgeçecekleri beklenebilir mi? Siz istediğiniz kadar talepsiz kenarda kalma, seyirci politika­ sı izleyin veya politikasızlığı marifet ve geçer akçe sayın, bu değişmemektedir. Caydıncı olmayan, endişe ve korku­ lara dayanan kendi ayak sesinden çekinen, ortada müm­ kün olduğu kadar görünmeyen, statükoyu aynen muhafa­ za etme gayretleri ile mesafe alınmaz. Bilhassa yaşadığı­ mız coğrafya bu türlü bir dış politikayı kaldırmaz. Dünya 1990'lı yıllara değişik bir siyasi konjonktür içinde girmiş, bir tarafta bölünmüş milletler birleşirken, bazıları ise parçalanma rüzgarlarıyla karşı karşıya gel­ . miş ve getirilmiştir. Dağılan Sovyetler Birliği ve yeniden oluşmaya başlayan yeni dengeler 2000'li yıllann siyasi


Etnik Tuzak / 65

l ı 11 ritasını şekillendirmektedir. Batı'da seçim sonuçları, v11luıncı düşmanlığından kaynaklanan ırkçı eğilimiere p r i m verir hale gelmiştir. Fransa'da mahalli seçimlerde ı•Hki komunistler ırkçı Le Pen'in partisine rey verirken, 'l'ıirkiye'de eski komünistler kürt ırkçılığının militanlığı1 1 1 1 soyunmuşlar, mezhep ve cinsiyet kavgacılığını da ih­ ııuı l etmemişlerdir. Dağılan Sovyetlerin ortaya çıkardığı l ııı�lukta hilalin doğuşu bile kuşku ile karşılanmış, "Orta i\Hya Cumhuriyetleri" veya "Türki" gibi garip isimlendir­ ııuı l erle Türk Dünyası'nın Türkiye'ye olan güveni sarsıl­ ıııllk istenmiştir. Dünya milletleri, milliyetçi politika ve vıı klaşımları esas alırken, Türkiye'de bazı az gelişmiş be­ v i ı ı ler milliyetçiliği suçlamakla kendilerini görevli sayar l ı ııle gelmişlerdir. Hatta halka mal edilemeyen kürt ırkçı­ l ı ı�ı militanlığı ne gariptir ki, Türk milliyetçiliğine tepki ııl 11ra k düşünülmüştür. Bazı düşünürlerimiz ve politikacılanmız her hafta vı•ni siyasi kavram ve moda buluşuna kendilerini zorla­ ıııııktadırlar. Yanlış telaffuz edilen kavramlar kullanarak ı ı ıiistemlekecilere koz verenler devamlı açık vermektedir­ lı•!'. Türkiye, sanki açık arttınlmaya insan hakları ve ço­ ı:: ı ı lcu demokrasi adına çıkarılmış da talip beklemektedir. 1\ııllanılan mahalli dil tabii ki etnik kimliği belirleyen tek fııktör değildir, çünkü yaşama tarzının sadece bir parçası­ ı l ı r. Ama mozaik olarak Batıya takdim edilen bu ülkede v11şayanların yüzde 91'i ana dilinin Türkçe; yüzde 98'i de I Ki tim olduklarını ifade etmişlerdir. Kendi toplumunu ta­ ııı mayan bürokratıınız, Türkiye'de ancak gayri İslami bir ıı:r.ı nhğın olabileceğini farketmeden 1965 Nüfus sayımın­ ılll "İslam Azınlık Dilleri" başlığını atabilmiştir. Yabancı­ I n n nederi suçluyoruz ki? Biz kendi milli kimliğimizin ıınıba farkında mıyız? Bir ara federasyon da tartışıimalı ı:ihi örnekleri sergileyenlerin kastettikleri, herhalde fut­ l ıol fedarasyonu değildi. Türkiye dışanya öyle yanlış tanıtıldı ki, sanki ülke-


66 1 Etnik Tuzak mizin sosyal yapısı bir Yugoslavya, Malezya veya hatta yüzde

47 Rus nüfusa sahip heterojen yapısıyla Kazakis­

tan gibi farzedildi. Bulutlar üzerinde gezinerek Türkiye üzerine ahkam kesildi ve yanlışlar doğruymuş gibi tak­ dim edildi. Bazı turizm ateşeliklerimizin yayınlannda ba­ zı camilerimiz Kabe'ye rakip gibi takdim edildi. Kısaca, Türkiye birçok açıdan yanlış tanıtıldı veya hiç tanıtilma­ ması tanıtılma sayıldı. Ayrıca, dış görevlilerimizin bir bö­ lümü tarafından vatandaşımız maalesef aşağılandı ve horlandı. Vatandaş ile onu temsil etmesi gereken bazı resmi görevliler arasındaki mesafe büyüdü. T.C'den yana olan ülkesinin menfaatlerine, bayrağına ve ezanma bağlı insanlarda bölücü ve komünist örgütlerle bir kabul edildi ve dışlandı. Bazılarına göre herkes düşman, ama dost adeta yoktu. Vatandaş yurt dışında çoğu kere kendisinin hissettiği heyecan ve şuuru kendini temsil edenlerde gö­ remeyince ümitsizliğe, karamsarlığa kapıldı. Bir ara Pa­ ris Büyükelçiliği'nde olduğu gibi elçiliğini, konsolosluğu­ nu korumaya çalışan devlet düşmaniarına direnenler, karşı çıkanlar, karşıt grup olarak isimlendirilip, "DER"li kuruluşlarla "BİR"liler aynı kefeye konarak suçlandı. Avrupa'daki Türkiye, adeta yalnızlığa itildi. Oysa , vatan­ daşı dışiayarak tanıtma mümkün değildi. Türkiye'ye da­ ha ziyade ülkemizle ilgili haberlerin tercümesinin geçil­ mesiyle iş bitmiyordu. Broşür, kitapçık ve haber bültenle­ ri ile her türlü karşı propoğanda cevaplandınlınak ve ya­ bancılar aydınlatılmak durumunda idi. Ermeni terörü ko­ nusunda yapıldığı gibi. Herhalde, bunlar yeterince olma­ dığı için, Türkiye'nin Başbakan Yardımcısı Avusturyalı yetkilileri aydınlatmak için Viyana'ya gitmek zorunda kaldı. Tanıtma faaliyetleri, Türkiye'nin tabü güzellikleri­ ni, mutfak zenginliklerini, denizi ve güneşini, tarihi eser­ lerini kapsamasının yanısıra, ülkeye yönelen tehdit ve id­ dialann açıklığa kavuşturulmasını da gerektirir. Mesele­ lerden kaçarak onlan çözmek nerede görü lmüştür.


Etnik Tuzak / 67

AYDINLAR OCAÖI VE TOPLUMUMUZDAKi YABANCILAŞMA Aydınlar Ocağı kurulduğu günden beri iç politika çe­ kişmelerinin dışında kalarak, seçkin üyeleriyle 25 yıldır milli menfaatlerimizin ve milli kültürümüzün savunucu­ su ve geliştineisi olmuştur. Ocağımız memleketimizin ve milletimizin menfaatine olan konulann takipçisidir ve bunlarla ilgili kamu oyunda gerekli hassasiyeti, yayın da­ hil çeşitli faaliyetlerle göstermektedir. Bu bakımdan bazı çevrelerin Ocak'tan rahatsız olmalan tabidir. Böyle resmi kanal dışı milli çizgisi de olan bir kuruluşa; Türkiye'nin Lozan şartlanndan Sevr şartiann döndürülmek istendiği bir dönemde büyük ihtiyaç vardır. Aydınlar Ocağı Derneğinin amacı, milli kültür ve şuuru geliştirmek suretiyle Türk milliyetçiliği fikrini yaymak, milli bünyemizi sarsan fikir buhranı ve mefhum­ lar anarşisi ile mücadele ederek milli varlığımızı meyda­ na getiren unsurlan yaşatıp kuvvetlendinnektir. Bunun için; fikirde ve davranışta milli ve manevi değerlere bağlı nesiller yetiştİnneye çalışmaktadır. Kuruluşumuz yerine getirdiği büyük hizmetler dola­ yısıyla yurt içinde ve yurt dışında yoğun bir tasvip gör­ mektedir. Ocak, geçmiş yıllarda kamu menfaatine hadim cemiyet olma müracaatında bulunarak çalışmalanna da­ ha da hız katmak istemiştir. Bu müracaatın reddedilmesi veya kabul edilmesi bizce o kadar büyük önem taşıma­ maktadır. Hangi kuruluşlann bu hakkı kazandığı da bi­ linmektedir. Ancak, bundan daha da önemlisi verilen ce­ vapta ortaya konan kimlik krizi, fikir buhranı ve mef-


68 1 Etnik Tuzak

humlar anarşisi örnekleriyle karşıya gelmemizdir. Sosyo­ lojik bakımdan kurumsal bir yabancılaşma sayılabilecek bir davranışla karşılaşmamız Türk milletinin bir ferdi olarak üzüntümüze ve hayretimizi mucip olmuştur. Eğer Ocağın tüzüğünde yeraldığı gibi Türk milliyetçiliği konu­ sunda bu ülkede bir milli mutabakat yoksa, yetmiş sene­ dir Milli Eğitim ve kültür alanında harcanan bütçeler ve yapılan hizmetler boşa gitmiş demektir. Türk milliyetçili­ ği Türkiye Cumhuriyetini kuran iradedir. Türk milliyetçi­ liğini reddederek Türkiye Cumhuriyetini ayakta tuta­ mazsınız. Biz fert olarak Ocak olarak Türk miliyetçiliği yapmayıp Amerikan milliyetçiliği mi yapacaktık? Yoksa şu veya bu ülkenin muhipler cemiyetini mi kuracaktık? Demokratiklik ve ütopyaya varan bir özgürlükçülük görüntüsü altında, Anayasanın 3. maddesinde yer alan "dili Türkçedir" ibaresini değiştirmek isteyenlere, Türki­ ye Cumhuriyetini kuran iradeyi raporlannda "etnik ço­ ğulculuk"a dayandırma gafletini ve bilgisizliğini göste­ renlere, Türkiye'da hayali bir "federasyon' tartışanlara, ıısimilasyon arayışı içinde olanlara, ne etkili, ne de yetkili bir yerden fazla ciddi bir tepki duymadık. Türkiye devleti ülkesi ve milleti ile bölünmez bir bütündür sözünü en bü­ yük sermaye yapan tören milliyetçileri, Anadolu'da l07l'den beri olmayan bir kültür mozağinin ispatlanması peşinde olanlara ses bile çıkartmamaktadırlar. Hatta bir Bakan, Anayasa ile de ters düşen, "Türkiye'nin değişik etnik gruplardan oluşan vatandaşlık cumhuriyeti" oldu­ ğunu ileri sürebilmekte ve yeri geldiği zaman da bazılan "üniter devlet" sakızını çiğneyebilmektedirler. Siyaset, büyük bir sorumluluk gerektiren bir sahadır. Anayasa değişikliklerin gündeme geldiği bir ortam­ da, Anayasal kuruluşiiann da yeniden gözden geçirilmesi ve Anayasanın temel hükümleri ile ters düşmeyecek bir yapılaşmaya gidilmesine ihtiyaç vardır. Çünkü Anayasal kurluşlann toplumda psikolojik n eşruiyetinin tartışılır


Etnik Tuzak / 69

hale gelmesi, onları çerçeveleyen anayasayı da yaralar, siyasi ve hukuki istikrarı ortadan kaldırabilir. Toplum sürekli anayasa dğişi.kliklerin tartışarak diğer konuların çözümüne vakit ayıramaz hale gelebilir. Çağımız milliyetçilik ve demokrasi çağıdır. 21. Yüz­ yılda Türk milliyetçiliğini reddetmek, sömürge ahalisi ol­ maya aday olunduğunun ilArudır. Önümüzdeki asır, kimliğini kaybetmiş bazı milletie­ rin erimelerine, eritilmelerine sahne olacaktır. Türki­ ye'nin önüne büyük imkanlar çıkmaktadır. Bunları de­ ğerlendirebilmek bizi biz yapan değerleri reddederek Ba­ tıcı bir asimilasyona tabi tutularak sağlanamaz. Önü­ müzdeki yıllardaki mücadele Batıcı, teslimiyetçi çevreler­ le, kültürde ve ekonomide milli mücadele fikrini manda yönetimine tercih edenler arasında olacaktır. Türkü "Tür.:' kiyeli" milliyetçiliği "küfür" olarak görenler, kültürde mo­ zaik arayan mozaikleşmiş beyinler, "transformasyon" me­ raklıları, "Türk Milleti"ni neredeyse korkarak kullanan­ lar, Türk kültürü yerine "Türkiye kültürü" veya " Anado­ lu kültürü" düşünenler, Türklüğü ve islamı kimliğinde yok farzedenler ayak bağı olsa bile ...


70 1 Etnik Tuzak

HiLAL VE HAÇ MÜCADELESi VE BAZI Y.ANaGILAR Sene 1976. Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk, 19 Mayıs Nutku'nda Türkiye'da bazı ke­ simleri "Pan-Türkist ve Pan-İ slamist" likle suçluyor, ar­ tık Hila.I-haç kavgasının çok gerilerde kaldığını ifade edi­ yordu. Bu konuşma ile bazı çevreler eksantiriklikle suçla­ nıyor, çağdaş dünyanın harekete geçirici faktörlerini kav­ rayamarnakla suçlanıyorlardı. Bu yakışıksız ve yakın ta­ rihimiz için ibretle üzerinde durulması gereken nutuk karşısında, öncelikle üniversite çevrelerinden gereken ce­ vap verilmiş ve rahmetli cumhurbaşkanının ne ölçüde ya­ nıldığı ortaya konulmaya çalışılmıştı. Bu bildiriye karşı sol çevreler de "Cumhurbaşkanının yanındayız" demek­ ten öteye bir mesaj vermeyen bir bildiri yayınlarnışlardı. Şimdi l990'lı yıllar Sovyet, Bloku'nda mesela Maca­ ristan'ın bayrağına haç işareti giriyor, Türk dünyasında ise teker teker hilaller doğuyordu. Aslında bazı aydınlan­ mızın yanlış bir şartiandırma içinde olduklannı biz ve bi­ zimle aynı çizgiyi paylaşan, bizden önceki nesiller yıllar­ dır söylüyoruz ve yazıyoruz.Yakın tarihe kadar Batı'nın gizli gizli Haçlı zihniyeti ile hilale karşı tavır alışı genelde üstü kapalı yapılıyordu. Yine Batılı kaynaklar hümanist bir yaklaşımla insanı milliyetine, rengine ve dinine gör� ayırmamak mesajını sık sık tekrarlıyorlardı. Ancak, deği­ şen dünya şartlan ve son üç yıldır ortaya çıkan olaylar medeni olarak sıfatıandırılan Batı'lının çifte standartını ortaya çıkarmıştır. Mesela, Rus tanklannın yüzlerce Aze­ ri Türkü"ün Bakü'de imha edişi Batılı haber ajansianna ve yetkili çevrelere göre "prestroika" nın bir gereği idi.


Etnik Tuzak / 71

Aizzat AT yetkilisi Dole, "preströika kansız olmaz" diyor­ du. Batı'nın Karabağ'a bakışı da kilise penceresinden ol­ muştur. Arkadan diğer olaylar ve Bosna-Hersek faciası olayiann içyüzünü bütün çıplaklığı ile ortaya sermiştir. Bir İtalyan yardım uçağı hedef alındığı veya Bosna-Her­ sek'teki Banş Gücü'nden iki Fransız askeri öldüğü zaman sesini çıkaran ve ayağa kalkan ülkeler ve çevreler, Bos­ na-Hersek'te işkence ile öldürülen binlerce insana sessiz kalabiliyordu. İ kinci bir Endülüs faciasının ve Orta Çağ Hıristiyan barbarlığının yaşandığı Bosna-Hersek'e doğru dürüst müdahale bile edilmiyordu. Üstelik müslümanlar silah ambargosu ile cezalandınlıyordu. Dünya siyasi konjonktürüne din motifinin ve milli­ yetçiliğin girişi yeni değildir. Aslında pek çıktığı da olma­ mıştır ama tersi gösterilmeye çalışmıştır. Bilhassa, Batılı Hıristiyan çevrelerde bu oldukça eskiye dayanır. Ancak, Sovyetler'in dağılmasından sonra Avrupa'nın yeniden şekillenmesiyle misyonerlik faaliyetlerini Kı­ rım'daki Türk bölgelerinde ve diğer özerk bölgelerde ve Türk cumhuriyetlerinde görmekteyiz. Bosnalı çocuklann Almanya'ya götürütmesi sebepsiz değildir. İ stanbul'daki bazı konsolosluklann Hıristiyanlık propagandalan basın­ da sık sık yer almaktadır. Gençlere Hıristiyanlaşma şart­ Ianna bağlı iş vaadleri birbirini izlemektedir. Bütün bun­ lara rağmen İ slamiyet'le Hıristiyanlığı karşılaştıran, İslamın üstünlüklerin sergileyen doğru dürüst bir yayma Türkiye'de rastlanmamakta ve bu sorumluluğu hisseden­ ler de yeterince gözükmemektedİr. Nüfus kağıdında İ slam yazan ama yakın çevresinden dini bilgi alamamış milli duygudan mahrum binlerce insan boşluktadır. Bun­ lar misyoneriere malzeme olmaya namzettir. Türkiye'de çarpıtılan laiklik ve bir kısır döngü içinde sürdürülen l8L iklik tartışmalan ile adeta misyonerierin işi kolaylaştı­ nlmaktadır. Hınstiyanlık propagandası o ölçüde yaygınlaştınl-


72 1 Etnik Tuzak

mıştır ki, Bareelona Olimpiyatlan'nda bile çeşitli yayın­ larla Hıristiyan olmayan sporculara yaklaşılmış, haçlı giysileri ile çeşitli gruplar olimpiyat ruhunu hiçe .sayarak bu propagandayı yapabilmişlerdir. Manzara kısaca bazı örnekleriyle budur. Bu gerçek­ ler karşısında Türkiye'de yetkili ve etkili birçok çevre, din-devlet ilişkileri de dahil birçok konuyu tekrar durum değerlendirmesine tabi tutmak zorundadır. Gerçekleri gö­ relim ve ona göre tedbir alalım.


Etnik Tuzak / 73

LAiKLiK VE 'TEOKRATİK YAPr' Türkiye'de yıllardır tartışılıp mesafe alınamayan kavramlardan birisi de laikliktir. Bir sosyal mesele hali­ ne gelen bu konunun kolay kolay aniaşılamayacağı orta­ dadır. Çünkü farklı kesimler ilmi araştırmaya dönük bir faaliyetten çok, demagoji yapmaktadırlar. Artık tartışıl­ ması gereken bu konu yıllardır bir kısır döngü (fasit dai­ re) içine sokulmuş, sosyal ilişkileri zedeleyen, hatta bazı bürokrat ve yöneticileri halkımızla karşı karşıya getiren bir duruma sokulmuştur. Bazı yetkililerin daha ağır baş­ lı, olgun ve talebelik yıllanndan farklı bir tavır ortaya koymalannı haklı olarak beklemekteyiz. Zira ülkemizin karşılıklı sevgi ve saygıya, birlik ve beraberlik ruhunun geliştirilmesine ihtiyacı vardır. Anayasa gereği laikliği kabul etmek farklı bir şey­ dir; onu bir aydın, elit taassubu şeklinde bir baskı unsu­ nu haline getirmek ise yine başka bir şeydir. Din ve vic­ dan hürriyeti üzerinde bir baskı aracı olarak düşünmek laikliği de anlamamaktır. "Cumhuriyet valisinin nasıl hacca gidebildiğini" soranlar, laikliği içine sindiremeyen­ lerdir. ABD'de Kolombiya Üniversitesinin açılışı üniversi­ te içindeki kilisede yapılmakta ve mezuniyet töreni de bu­ rada yerine getirilmektedir. Kilisenin papazı da her iki törende şeref konuşması yapmaktadır. Birçok laik ülke­ nin devlet başk:ınlan yemin töreninde ineile el basmak­ ta, dolann üzerinde "Allaha inanınz" ifadesi yer almakta­ dır. Bizde ise, devletin bir valisi beceri kazandırma kur­ sundaki ll yaşındaki öğrencinin baş örtüsünü kendi eli ile çıkarmayı laikliğin gereği sayar. Bir konsolosumuz Al-


74 1 Etnik Tuzak

manya'da Alman yetkililere ısrarla okp.llanndaki başör­ tülü Türk kızlannın başlannın açtınlmasım teklif edebil­ miştir. Almanlar ise, "biz müslümaniann inançlanna ka­ nşmayız" cevabını vermişlerdir. Yurt dışında olduğu gi­ bi, bazı beş yıldızlı otellerimizdeki dolap ve çekmelerde İncil yer almaktadır. Eğer Kuran'ı Kerim'i koyarsanız la­ iklik taassubu içinde olanlar ayağa kalkabilir. 26.4.1983 tarihli bir İstanbul gazetesinde resimli bir manşette "Ba­ zı sarıklı hocalann New York caddelerindeki yürüyüşte ne işi var? yazısı yer almıştır. Gazeteye göre, Ermeni te­ rörünü telin gayesiyle düzenlenen yürüyüşte yer alan imamlar New York'ta kılık kıyafet kanunu çiğnenmiş ve laiklik zedelenmiştir. Oysa bundan 15 gün sonra aynı cad­ delerde Ermeniler önde papazlan ile yürümüşlerdir. Ta­ assubun her çeşidinden uzak durmak aslında İslamın bir emridir. Ama bazılannın ağzında "Allahaısmarladık" ve "rahmet" kelimeleri bir türlü çıkmaz. inanan insanlara potansiyel bir tehlike gözüyle bak­ ma yaniışı maalesef bazı çevrelerde yer etmiş bulunmak­ tadı. Kolay ve basit genellernelere giderek sadece şekil şartianna göre insanlar değerlendirilmektedir. Bazılan da buna tepki olarak şekle sanlmaktadır. Türkiye'de bir­ çok kimsenin kavrayamadığı bir gerçeği bir Avrupa Kon­ seyi panelinde bir İsveç delegesi dile getirmiştir. Geçen sene Lahey'de yapılan "Avrupa'da Etnik ve Cemaat İlişki­ leri" konulu toplantının ikinci gününde düzenlenen pa­ nelde yüzlerce temsileiye Mr. Nobel şunlan söylüyordu: " . . .Avrupa'da bir İslam tehlikesinden söz ediliyor ve bazı endişeler var. Biz Avrupalılar bütün müslümanlan temsil etmekten çok uzak marjinalist bazı küçük gruplan bü­ tünle bir düşünerek hata yapıyoruz. Fandamentalist gruplar, çok küçük bir azınlığı teşkil eder" Bakanı bakmayanı "teokratik devletten laik devlete geçtik" iddiasında bulunmaktadır. Batı tipi teokrasiyi kavramayaniann Osmanlı'yı teokratik olarak nitelendir-


Etnik Tuzak / 75

meleri bilimsel seviyemizin yetersizliğini göstermektedir. Teokrasi, tanndan çıktığına ve onun memur ettiği kim­ seler (ruhbanlar) tarafından yönetildiğine inanılan idare şeklidir. Osmanlı'da padişahda halifelik makanı mündemiç­ tir ama kadıya da kanşılmazdı. Dini azınlıklar kendi mahkemelerinden daha adil olduru için Osmanlı kadısı­ na başvururlardı. Bir nevi işbölümü ve kuvvetler aynlığı benzeri bir yapı geçerliydi. Fatih ve O'nu takip edenlerin kanunnameleri ve örfi hukukun şeri hukukla birarada bulunduğu ve ruhhan sınıfının bulunmadığı oir yapıya nasıl teokratik denebilir? Ord. Prof. Dr. Ö mer Lütfi Barkan " Türkiye'de Din ve Devlet İ lişkileri" adlı çalışmasında, Osmanlı devleti­ nin bir İ slam ülkesi olmak sıfatıyla sadece şeriat hüküm­ lerine göre idare edildiğini ve bu yüzden diğer bütün İs­ lam memleketlerinden ayn ve Osmanlıya has bir hukuk ve teşkilat tarihi olamaycağına dair umumiyetle kabul edilmiş gözüken telakkilerin tarihi hakikatıere uymadığı­ nı belirtmektedir. Aynca, Ord. Prof. Dr. Sadri Maksudi Arsal'da "Laik Devlet ve Teokratik Devlet " isimli ve Tanzimat kitabın­ da çıkan makalesinde Osmanlının Batı'lı anlamda bir te­ okratik yapı olmadığını ortaya koymaktadı r. Ama ilme s&ygı nerede?


76 1 Etnik Tuzak

TANZiMAT AKTÖRLÜÖÜNE SOYUNANLAR "Türk Yürüyüşü ve Türk Haftası" dolayısıyla New York'ta bulunmuş bu vesile ile bazı gözlemler yapma imkamm olmuştu. Dikkatimi çeken en önemli nokta, kal­ dığım ve dolaştığım muhitlerde hemen hemen her dört­ beş evden birinde Amerikan bayrağı asılması idi. Bayra­ ğın yanına bir san kurdela da konması ihmal edilmemiş­ ti. Bu kurdela, "Körfez savaşından askerlerimiz zaferle ve bir an evvel dönsünler" anlammda idi. Bunlan görünce ister istemez ülkemi düşündüm. Dini bayramlan basit bir tatile ve insandan kaçışa dönüştürme örneklerinin görül­ düğü, milli bayramlarda ise, gerekli hassasiyetİn yeterin­ ce sağlanamaması beni düşündürmüştü. Milli bayramlar­ da sokaklanmızda tek tük bayrak gözükmektedir. Oysa bizim töremizde her evde bir Kur'an ve bayrağın olması gerekmektedir. Çoğu yerde bayrak olmasma rağmen, as­ ma zahmetinde bulunulmamaktadır. Yukanda bahsetti­ ğim ABD, dünyanın birçok yöresinde, farklı milli kültür­ lerden, din ve mezhepten yoğun göç almış bir ülkedir. Bu derece farklı milletiere mensup insaniann yer yer kendi örf ve adetlerini koruyarak Amerikan milletine mensup olma şuurunu kazandıklan görülmektedir. Bu örnek, bir bakıma ABD'ya has ve hiçbir ülkeye benzemeyen bir mil­ letleşmeyi ve ortak idraki ortaya koymaktadır. ABD'nin sosyal yapısının Türkiye'ye benzediğini söylemek gerçekçi olamaz. ABD'nin heterojen yapısını Osmanlı İ mparatorluğunun milletler topluluğu ilie muka­ yese ederek, milli devlete geçmiş bir ülkede tekrar Os­ manlı yapısına özlem duymak, tarihi geri çevirmek gayre-


Etnik Tuzak 1 77

tidir. Acaba birileri rahmetli Turgut Ö zal'a en azından 18. yüzyıl Osmanlı sımrlanm mı garanti etmişti, bilmiyo­ ruz? Osmanlı iç ve dış dinamiklerin tesiri ile bütün çaba­ lara rağmen ayakta tutulamamıştır. Fransız ihtilali, Tanzimat ve diğer tepeden yenileştirme gayretlerinin kö­ rüklediği parçalanma süreci, asimilasyoncu bir politika da izlenmediğinden, askeri yenilgilerin de yarattığı pa­ nik, çöküşü hızlandırmıştır. Milliyetçilik hareketleri ve yaygınlaşan mili devletlere geçme eğilimleri, hükmünü icra etmiş ve sonnuda Türk Cumhuriyeti doğmuştur. Türkiye'de yetmiş senedir çeşitli ihmallere, yanlışla­ ra ve kültür politikasızlıkianna rağmen; aynı kaderi pay­ laşma arzusu duyan, birlikte üzülen ve sevinen milletleş­ me gerçekleşmiştir. Bayrağı ve dini bir, yaşama tarzı or­ tak olan Türk milletine mensup olma şuurununu bulun­ madığı iddia edilemez. Milletleşme süreci, farklı kavmi ve boy kültürlerinin aşılarak belli bir coğrafyanın vatanlaş­ tınlması, aynı ülkülerin ve geleceğin paylaşılması, aynı kültürün yaşanması anlamını taşımaktadır. Bunun istis­ nalan vardır ve bugün de çeşitli örneklerle görülmekte­ dir. Bu bölücü ve ayrımcı örnekleri genelleştirerek bir Tanzimat paniği içine girilmesi ve bu paniğin bazı yöneti­ ciler tarafından garip beyanatlarla dile getirilmesi anlaşı­ lır gibi değildir. 2 1 . Asra girerken Türkiye'nin önü Orta Asya'daki Türk cumhuriyetleri ve bölgemizdeki diğer ya­ pılanmalarla açılmışken; Osmanlı tipi bir yapılanma tek­ liflerinin yapılması samimi olamaz. Bu bir nostalji değilse bir ütapyadır. Ütüpyalarla devlet yönetilemez. Bu gibi akıl vermeler ya.bancılardan gelebilir, ama bunlann en üst seviyede yetkililer tarafından yeni bir buluş gibi orta­ ya konulması ciddiyetle de bağdaşmaz. Kaldı ki, bir top­ lumun sosyal yapısı, yönetimin veya tepedeki yöne�icile­ rin arzu ve isteklerine göre şek.illenmez. Topluma rağ­ men, hayali modeller içine toplum sokulamaz. Toplumu zorlayarak, ne yeni yapılaşma, ne de millete rağmen yeni


78 1 Etnik Tuzak

bir kültür yaratılabilir. Kültürü meydana getiren dil, örf ve adetler, din, ahlak ve hak anlayışı gibi bütün unsurlar bakımından Türkiye bir kültür mozaiği değildir. Bunu böyle görme­ mek etnik değil; fakat coğrafi ve mahalli faktöre göre kendilerine isim biçilen ve Türkiye Cumuhuriyeti'ne en azından vatandaşlık bağı ile bağlı insanlara yapılmış en büyük hakarettir. Kürt kökenli olduğu ileri sürülen va­ tandaşlarımızı acaba ne ölçüde Türkiye Cumhuriye­ ti'nden dışlanmaktan, ayrı tutulmaktan yanadırlar? Ge­ çenlerde bir gazetenin yaptığı ve iki bin dolayında vatan­ daşa başvurulan bir anket fikrimizi doğrulamaktadır. Vatandaşımız , terör örgütü ve onu destekleyen dar bir çevre hariç; kendini bu toplumun aynlmaz bir parçası olarak görmektedir. Devlet hukuk içinde etkili olarak kendini hissettirdikçe, vatandaş büyük çoğunlukta devle­ tinden yana olacaktır. Yönetenlerin çelişkili tutum ve b e­ yanatlan terörü tırmandırmıştır. Terörü sadece silalım ucunda aramayınız. Batılı veya bir Amerikalı gözüyle meseleleri ele al­ mayalım. Pragmatizm uğruna yanlışlar yapıp kimseyi heveslendirmeyelim. GAP TV'sinde Kırmancça'nın hangi sevisiyle haber yayını yapacaksınız? Yazı dili olmayan, köyden köye değişen mahalli bir konuşma diline öncelik vererek fırsat eşitsizlikleri yaratmayahm. İnsanlannızın bir kısmına bugüne kadar Türkçe öğretememişseniz, bu­ nun sorumluluğundan Türkçe dışına çıkarak kurtulamaz­ sınız. Bugün Amerika'nın Sesi Radyosu'nun Kürtçe yayı­ na başlamasının sebebi, bölgedeki menfaaatlerine hiz­ met gayesiyle ortak bir dil yaratmak gayretidir. Amerika­ nın Sesi ile mi yanşıyorsunuz? Yeni ve değişik bir şey söyleme uğruna ülkeyi dış telkinlere ve yönlendirmelere zaten oldukça alışmış bulunuyoruz, hiç olmazsa Türkçeye saygılı olalım;Ttanzimat taklitçiliği kimseye bir şey ka­ zandırmaz. Tanzimat sonrası eşitlik ve hürriyetçilik adı


Etnik Tuzak / 79

altında Türlee karşı gayri müslimler imtiyazlı hale getiril­ miş ve "Siz artık Osmanlı değilsiniz" mesajı verilmiştir. Şimdi ise bir taraftan, ırk birliği yerine kültür birliği ön plana çıkarılıyor gibi yapılırken, diğer taraftan etnik azınlıklar yaratılarak açıkça ırkçılık yapılmaktadır. Ga­ riptir ama, bazı mukaddesatçı ve muhafazakar çevreler Tanzimat 'a ve Mustafa Reşit Paşa'ya karşı olmalarına rağmen, Tanzimat politikasının doğurduğu parçalanma­ ya karşı olma ihtiyacını duymamaktadırlar. Bunlara gö­ re, Türkiye'nin üniter devlet olmasının zedelenmesi, Türkçe'nin resmi dil olmaktan çıkışı, ateta 2 1 . Yüzyılın çağdaşlığıdır!. Radyo ve televizyonda İ ngilizce ve Fransızca, hatta Almanca haber yayını sadece yabancılan aydınlatmak ve onlara sesleornek içindir. Bazı vatandaşlarımız adına Kürtçe yayın talep edenler, herhalde onları da yabancı görmektedirler. Kaldı ki, yukanda sayılan dillerle, Kürt­ çe bir mi tutuluyor? Hem bazı vatandaşlarımızı mahalli ağızlan dolayısıyla bütünden ayrı düşüneceksiniz ve hem de ayırırncı ve bölücü gayretleri bütünleşmenin gereği gi­ bi göstereceksiniz. Bünyemizdeki hastalıklan topluma bulaştırmayalım ve bırakalım milli hakimiyet yüce milletimizin olsun.


80 1 Etnik Tuzak

BİRAZ HAYSİYET BİRAZ MİLLİ ŞUUR İç politikada gösterdiğimiz cesaret ve atılganlığı, di­ namikliği yabancılara karşı pek gösterememekteyiz. Hele savaş alanında değil de, masa başında isek, Avrupa'dan Antartika'ya ve Afrika kabilelerine kndnr Türkler'in yu­ muşak, uysal, tabi olmada başarılı vo tnvize yatkın oldu­ ğunu farketmeyen kalmamıştır. Hep bizden taviz beklenir amn knrşımızdakilerin bi­ z� hangi tavizi verdiklerini, biz bir türlü anlayamayız ve­ ya bazı "Barışçı", Yeni düzenci "Giolınlcı" çevreler kadar analayışlı ve dış telkinlere açık olmrıdı�mızdan anlamak­ ta güçlük çekeriz. Bazı şeyler varki bize sürekli yutturulmaya çalışılır. Millilik yerine evrensellik, dünya diizenine uymak, dini ve milli kaynaklı gerekçelerden u znklıışmak, Türk kültü­ rü yerine, Anadolu kültürü bil meccsi , nerede ise orduyu lağvettirecek ölçüde anti savaşçı l ı k , n i kahsl z yaşama, pomo ve 900'lü telefon ahlakaızl ıltı , içki ve kumar ayna­ yarak çağdaşlaşmak, Türkçe yerine yabancı dil, ithal mal ve marka merakı. Oysa Batı Batı diye önümüze zorla konmak istenen modelin Hıristiyani bir şuurla hareket ettiği, her olayda çifte standart uygulaması, kültürel taassubu, artık kör ol­ makta ısrarlı gözleri de rahatsız edecek hale gelmiştir. Nitekim, Rus tanklarının Bakü'de 20 Ocak 1990 katliamı karşısında sessiz kalış hatta destekleyiş Bosna-Hersek faciası ve insanın yaşama hakkıyla alay eden Sırp vahşeti karşısında tesirsiz bir BM ve Güvenlik Konseyi Kıbns Türkü'nün hayat hakkı tanımayon harita ve antlaşmala-


Etnik Tuzak / 81 ra karşı milli direnci kırma gayretleri ve bunlara karşı bi­ zi yumoşatan zorlamalar. Uyuşturan ve hep aynı kanaldan pompalanan ahlaksızlık ve haysiyetsizlik örnekleri... Bir de bunlara Amerikanofil yaratıklan, çirkin Batı işbirlikçilerini ka­ tarsak Türkiye sürekli yeniden milli mücadele şuuroyla milli varlığını, kültürünü ve bağımsızlığını korumakla karşı karşıyadır. Dünün komünistleri şimdi Amerikancı ve Batıcı teslimiyetçi telkinlerle dünden intikam almak peşindedirler. Türkiye'de ilerici devrimci, Leninist bir dü­ zenin kurulmasına siz, mani mi olursunuz, o halde ölüm­ den ölüm beğenin .. Bunlann bir kısmı bugün liberalizm­ den habersiz ama, liberal modasına tutulmuş cahil ve mandacı yobaztarla aynı safta birleşmiş, bizi dışanya şi­ kayet etme ve dışanyı haklı gösterme yanşındadırlar. Bir de bunlara emperyalizmin dün olduğu gibi bugün de ileri karakolu olma misyonunu, Türkiye'ye siyasi ve kültürel açılma şansını tanımama görevini yüklenmiş Kürtçü ırk­ çılan ekleyebiliriz. Cepheler bellidir. Bir tarafta çeşitli kı­ lık ve etiket altında dün Osmanlı'ya bugün ise Türkiye Cumhuriyeti'ne düşman düvelü muazzamanının devam­ cılan, Türk ve İslam'ın düşmanlan var. Diğer tarafta ise, Türk Milliyetçileri . . . . Ve bir de ay­ nı cephede emperyalizme karşı saf tutması gerektiği hal­ de, daha çok Müslüman mıyız yoksa daha çok Türk mü­ yüz tartışmalan, kısır döngüleri içinde yuvartanan insan­ lanmız. Milli menfaatleriıniz ve kültürümüze bağlı olma­ yı yani milliyetçiliği, ırkçılık olarak gören kısır görüşler. Her şeyiyle bizim gibi bu toprağa ve öz kültürüne bağlı ancak Türk Birliği yerine İslam birliği gerekir diyecek kadar gerçeklerin ve oyunun farkında olmayanlanmız ... Aslında, islama düşman olduğu için ve en büyük en­ gel gördüğü için de Türklüğe düşman Türk dünyasındaki kıpırdanmalardan endişe eden Batılı müstemlekecilerin ekmeğine yağ sürenler...


82 1 Etnik Tuzak

Haysiyetli olmak, milli şuur sahibi ve cesaretle dav­ ranmak konusunda değil makale, ama kitaplar yazılabi­ lir. Ama bol bol taviz vermemiz gerektiği şeklinde belli başlı ülke yetkililerinden mektuplar aldığımız bir dönem­ de, bir örnek üzerinde duralım. Körfez krizinin sonunda ABD ve Irak heyetleri kar­ şılıklı görüşme masasına otururlar ve kriz Irak'ı perişan bir hale düşürmüştür. Baker, Irak Dışişleri Bakanı'na Başkan Bush'un bir mektubunu verir. Irak Dışişleri Ba­ kanı mektubun uslubunu beğenmediği için geri çevirir ve "Ben devlet başkanıma uygun olmayan bir ifade ile ka­ leme alınmış bu mektubu kendilerine veremem" der . BM Genel Sekreteri nezaretinde sürdürülen Kıbns görüşme­ lerinde, Baker'ın gönderdiği mektubu geri çevirmezseniz sonuçta İ ngiltere ve Rusya başkanlan ile Çin yetkilisin­ den gelen benzer mektuplara da muhatap olursunuz ve caydıncı olamazsınız. Yeni anayasa taslağındaki 'Türk" kelimesini karaia­ yıp çıkaranlar ve bu konuda önerge verenler 1982 Anaya­ sası'nın 3. maddesindeki "dili Türkçe"dir ile uğraşanlar "etnik çoğulculuk"tan bahsedip Türkiye'yi mozaik olarak görmek isteyenler, Türk Milleti ifadesinden ısrarla ka­ çanlar, gelenekiere savaş açanlar, Atatürk Barajı'nın açı­ lış törenine Bach'ın parçası ile başlayanlar Helen Milli­ yetçiliği ve Enosis ideali karşısında nasıl başanlı olabilir­ ler ve başan bekleyebilirler? Kendimizi aldatmayalım ve çağdaşlaşma, evrenselleşma ve globalleşmenin tuzaklan­ na düşmeyelim ... Eğer Atatürk Barajı'nın açılışını Bach'la yapmak zo­ runda kendinizi hissediyorsanız baraja da Atatürk adını koymasaydınız. Biraz fazla "milli" olmuyor musunuz?


Etnik Tuzak / 83

''KÜLTÜR MOZAİÖİ''

VE MOZAİKLEŞEN BEYİNLER... Son zamanlarda Türkiye'de kültür mozaiğinden bahsetmek moda haline gelmiştir. Oysa, Anadolu bilhas­ sa 107l'den sonra bir coğrafya olarak hiçbir zaman farklı kültürlerin bir mozaiği olmamıştır. Mozaik denince birbi­ nine eşdeğerde farklı kültürler ve onların maddede dış­ Iaşmış yüzleri olan medeniyetler anlatılmaktadır. Ancak bu kültürlerden hiçbiri coğrafyaya damgasının vuram� ' .ı­ ğı düşünülerek mozaik denmektedir. Mozaik özelliği taşı­ yan bir sosyal yapıda milletleşme gerçekleşemez. Şu hal­ de, mozaik iddiasında bulunanlar Türkiye'de Türk adında bir milletin varlığının da farkında olmayanlardır veya bu­ nu reddedenlerdir. Türk kavmi Anadolu'yu vatanlaştırdı­ ğı, 1071 Malazgirt Meydan Savaşı ve öncesi medeni bir ka­ vim olarak ticaretle uğraşan, madenieri işleyebilen, şe­ hirler kurmuş, göçebelikle birlikte yerleşik hayata geçmiş bir özellik taşıyordn. Bu kavim Anadolu'ya da maddi ve manevi kültür özelliklerini yansıtmıştır. Türk kavmi Anadolu'ya geldiği ll. yüzyıl öncesi burada küçük toplu­ luklarla ve Bizansla karşılaşmıştır. O dönemde Anadolu tabii kilometre kareye 60 kişi düşen bir coğrafya değildi. Buna rağmen kültürlerarası temas ve kültür alışverişi görülmüş; kültür alıcısı bir özellik gösterdiğimiz gibi, kül­ tür verici bir nitelik de göstermişizdir. Ancak, Anadolu'ya Türk kültürü ve medeniyeti hakim kültür olarak damga­ sını vurmakta da gecikmemiştir. Başka kültürlerden al­ dıklanmız, mesela, bazı balık adlan, yapı şekilleri gibi konular asgari (maıjinal) seviyede kalmasaydı; Anadolu Selçuklu kültüründen ve medeniyetinden bahsedilemez-


84 1 Etnik Tuzak

di. O zaman bazılan da bundan büyük mutluluk duyardı. Selçuklu bir asır içinde Anadolu'da erir ve kaybolur gi­ derdi. Bunun arkasından da belirli bir sosyal süreç içinde Osmanlı kültür ve medeniyeti doğamazdı. Osmanlı kül­ tür ve medaniyetinden bahsedebiliyorsak bunun temel se­ bebi bunlann bir mozaik içinde erimemiş, fakat Anadolu coğrafyasına kimlik mührünü vurmuş olmasındandır. Anadolu'da Hitit, Urartu ve Bizans medeniyetine ait eserlerle mukayese bile edilemeyecek sayıda eser; Selçuk­ lu ve Osmanlı'ya aittir. Bazı çevrelerde ve bunlann tesir altında bıraktıklan bazı siyasiler, Anadolu'yu gerek kül­ tür ve medeniyet, gerek etnik bakımdan bir mozaik veya ezo gelin çorbası gibi gösterme yaniışı içindedirler. Kaldı ki, Anadolu'nun vatanlaştınlmasından sonra da farklı milli ve dini topluluklarla Türkler arasında bir kanşma söz konusu olmamış kız alınını, kız verilmemiş, Türkleş­ me ve buna paralel İslamiaşma iradı ve gönüllü olarak gerçekleşmiştir. Eğer Anadolu'yu hala 21. ylizyıla girer­ ken yüzyıllar öncesinin aynı özellikleri ile varolmaya de­ vam eden bir beşeri coğrafya olarak düşünürsek, bugün Anadolu'da canlı Asur, Urartu, Bizans Hitit, Lidya ve Frigya'lı arayışına çıkmamız gerekir. Acaba, başta bazı yöneticilerimiz olmak üzere, bazı mozaikçiler Anadolu'yu dolaşırken bunlara rastlamışlar mıdır? Bu anlayış sosyal değişmeye, kültürleştirmeye meydan qjs.uyan statik bir tarih tezi olabilir. Bu toplulukların maddi yaşama tarzla­ n ile, yaşadığımız coğrafyayı zenginleştirdikleri bir ger­ çektir. Ancak, bunlann kültür ve medeniyetlerinin Sel­ çuk'lu ve Osmanlı'ya rakip olamayacağı gerçeğini de gö­ zardı etmemeliyiz. Anadolu'da hAkim kültür (dominant kültür) anlayışını dışiayarak Anadolu'yu bir dış cephe "be te be" si veya "panedyen" yer mermer döşemesi gibi ele almak gerçekleri saptırmaktır. Kaldı ki hAkim kültür, kültür alışverişi ile ortaya çıkar. Yoksa bu bir toplu tü­ fekli ezme hareketi değildir. Hakim kültür sosyal bir sü-


Etnik Tuzak 1 85

reçtir. İnsan iradesinin de dışındadır. Kültür mozaiği iddialan Türk kültür ve medeniyeti­ nin düşmanlannca ve gaflet içinde olanlarca yıllardır tek­ rarlanır durur. Bazılan da "Kibela Ana" efsanesi ile tat­ min olur ve Anadolu insanının buradan türediğini iddia eder. Zaman zaman Türk kültürü yerine Batı'da kilise ve ilahi kanunlara meydan okumuş, Batı gerçeği içinde önemli rol oynamış, insanı ve onun aklının merkez kabul etmiş, tabii çevreyi kültürü belirleyen faktör olarak gören ve yeni soy kütüğü ile atalar arayışı içinde olanlar; Ana­ dolu'yu milli bir kültür damgasından mahrum bir ülke olarak göstermeye çalışmışlardır. Onlara göre, Anadolu herhangi bir kültürün damgasını taşımayan bir yol geçen ham veya kavimler kapısıdır. Nitekim, "Anadolu Kültürü ve medeniyeti görüşü bundan dolayı tercih edilmektedir. Ancak, coğrafya yaşama tarzı olan kültür üzerinde mut­ lak değil; nisbi bir etkiye sahiptir. Aynı coğrafya üzerinde tarihin farklı. dönemlerinde değişik ekonomik ve sosyal yapılar, siyasi rejimler görülmüştür. Yaşama tarzı olan kültür eğer hakim ve etkili ve verici özelliklere sahipse, bu yaşama tarzına sahip insan topluluğu yaşadığı her bir coğrafyayı vatanlaştırabilmekte ve damgasını vurabil­ mektedir. Bundan dolayı Orta Asya'da, Türkistan'da Anadolu'da, Balkanlar'da ve Yugoslavya içlerine kadar Türk kültürü ve bu yaşama tarzı Bosna-Hersek'te ayyıl­ dızlı kabiriere kadar müşahhas örneklerle farklı coğraf­ yalara rağmen yaşamış ve yaşatılabilmiştir. Bundan do­ layı l07l'den itibaren "mozaik" iddialan tarihe gömülmüş ve sadece arkeoloji müzelerini süslemiştir. Bu b akımdan, Anadolu Kültürü kavramı belirsizdir ve sanki Anadolu'ya burada yaşayan veya yaşamış olan hiçbir kültür ve medeniyet damgasını vuramamış kabul edilmektedir. Bu anlayışta olanlar, l07l'de Bizans'ın ye­ nilgisinden de rahatsızdırlar. Bu anlayış Seçuklu ve Os­ manlı'yı aşağılamaktadır. Bunları içine sindiremeyen bir


86 1 Etnik Tuzak

anlayışın Cumhuriyeti kabul edebilmesi de zordur. Çün­ kü, sosyal ve kültürel süreç süreklilik gösterir. Türkiye Cumhuriyeti gecekondu bir devlet de değildir. Diğer taraftan, "Avrupa kültürü" kavramı da belir­ sizdir. Çünkü, Avrupa'da birbirinden, dilden, dine, örf ve adetlere, sanat ve edebiyata kadar farklı ve aynlabilir milli kültürler yer almaktadır. Türk kültürünü aşağılayanlar ve Türk milliyetçiliği­ ne reddiye çıkaran sol ve hümanist çevrelerle vatan fikri­ ni ve bayrağı reddeden bazı İslamcılar, acaba neden etnik gruplardan etnik azınlıklar yaratarak azınlık ırkçılığı yapmaktadırlar. Veya bunu hoşgörü ile karşılamaktadır? Bu Batı oryantalizminin paralı askerleri, olsa olsa emper­ yalizme yaranınaya çalışmaktadırlar. Üstelik, ideoloji de­ ğil, ama tarihin pratiği olan Türk-İ slam sentezine sürekli atış yaparak ve Anadolu'da arkeolojik iz bırakmış kültür­ lerden yeni çoğulcu sentezler yaratmaya gayret ederek ve onlan hala Anadolu'da varsayarak. . . Bir başka ifade ile izi bile kalmamış mezar taşlannı canlandırmaya çalışa­ rak...


Etnik Tuzak / 87

MOZAİK VE KARlŞMIŞLIK İDDİASI Devletinlizi tepesinde yer alanlar eğer Türkiye'de fe­ derasyon ve mozaik tartışmaianna bizzat önayak oluyor­ larsa, yapılan tören yeminlerine rağmen üniter devlet an­ laşılmaz bir şekilde ve aslında hiç de gerçeğe uygun olma­ yan bir zeminde açık arttırmaya çıkarılıyorsa, bundan daha büyük gaflet ne olabilir? Bir eczaneden mutlaka ek­ mek almaya çalışan garip bir müşteri gibi ortalarda dola­ şan serseri mayın misali tipler, bu federasyon ve mozaik konusuna fazla merak sarmış görünmektedirler. Aslında, konu bir çok kere işlenmiş bulunmaktadır. Türkiye'nin bir Yunanistan, Irak veya benzeri bir ülke ile federasyon kurması ipin ucu elinde olması şartıy­ la belki ileride düşünülebilir; ama Türkiye sınırlan içinde gayri müslimlerin bile bu ülkenin kaymağını yediği bir ortamda, kiminle ve nerede bir federasyon kurulacağının doğrusu anlaşılması zordur. Ekonomik ademi merkeziyet­ çilik ve hatta bölge planlama �kniği ile siyasi ademi mer­ keziyeti birbirine kanştırarak bir yerlere varılmak isten­ diği görülmektedir. Bir ülkenin etnik yapısının homojen veya heterojen olmasına göre federal yapı esas alınma­ maktadır. Mesela, etnik yapısı çoğulcu bir nitelik taşıma­ yan Almanya federaldir. Türkiye'nin etnik yapısı bazı zorlamalann tersine yeknesak bir yapı göstermekte "ken­ dini Türk olarak hissedenlerin" oranı % 92'yi bulmakta ve aşmaktadır. Eğer maksat Kürt Türkleri ise, bugüne kadar bilim­ sel olarak Türk olmadıklan ispat edilemeyen ve en azın­ dan bin yıldır Türk- İ slam kültür dairesinin bir mensubu


88 1 Etnik Tuzak

olan bu insanlanmızı neden ayınp kendimizin dışında düşünelim ki? Bu insaniann ırki ve genetik özellikleri farklı olsa dahi eğer, milliyeti ve kültür kimliğini kanda, kafatası ve renkte aramıyorsak, iştirak edilen yaşama tarzını esas alıyorsak bu ve benzeri topluluklan neden kültürel bakımdan Türk hatta Türki kabul etmeyelim. Bazılannın bu bakımdan kendilerine Türk sıfatını bir türlü yakıştıramamalannın sosyolojik gerekçesini bula­ mıyoruz. Kaldı ki Türk, yüzyıllardır İslamın kılıcı, Türk ol­ masa da Müslüman olan topluluklann hamisi olmuş ve hilalin haça yenik düşmemesi için mücadele vermiştir. Bizim şükürler olsun Türklüğümüzle haklı olarak övün­ memiz takvaya dayanır. Nitekim, Kafkas Müslümanlan­ nın Çarlık Rusyası tarafından yok edilmelerini önlemek için bir Türki topluluk olan Çerkesleri Anadolu'da iskan eden O,smanlı değil mi? Buna karşılık, Ayastafanos Ant­ laşmasına bu insanlanmızla ilgili madde koydurtmak is­ teyenler de Ruslar olmamış mıdır? Balkanlarda ve Yugos­ lavya içlerine kadar ihtida edene, yani İslamla müşerref olana "Türk oldu" denmiştir. Türklük ve İslam adeta et ve tırnak gibidir. Kabiderdeki ayyıldızdan, örf ve adetle­ re kadar musiki ve mimariye kadar Türk-İslam kültürü­ nün mührünün vurulduğu yerlerdir Balkanlar . . . Ama Türkiye'de, Yunandan daha fazla Türk düşmanı bazı tip­ ler türemiş ve tarihi görevlerini bağlı olduklan merkezle­ re göre yapar olmuşlardır. Belki bunlar Batı Trakya'da Bosna Hersek'de bizden kalan tarihi eserlerin yakılıp yı­ kılmasından da şikayetçi değillerdir. Sırp canileri kendileri için gerçek tehlikeyi bildikleri için Avrupalılara dönüp ".Neden bize engel olmak istiyor­ sunuz, sizin yapmanız gerekli olanı biz yapıyoruz ve Türkleri tekrar Avrupa'ya sokmuyoruz" demektedirler. Bundan dolayı yıkık minaralere çıkan militanlar "Türkler gelsin de sizi kurtarsın" demektedirler. Bundan dolayı de-


Etnik Tuzak 1 89 ğerli devlet adamı İzzetbegoviç "Kendimi Türk olarak his­ sediyorum" diyebilmektedir. islama sözde sığınarak Türk düşmanlığı yapanlar "'Türklerin elinden Kuran-ı Kerim'i almalı; ya da onları O'na soğutmalıyız" diyen Batılı çev­ relere hizmetkarlık yapmaktadırlar. Çünkü sonuçta aynı hedefte birleşmektedirler. Son günlerde bir de "efendim, saf ırk olmaz biz de karışmışızdır" diyenler görülmektedir. Hem ırkçılığa kar­ şı tavır alıyor gibi görünmek, hem de sadece biyolojik, ge­ netik yaklaşırnlara özenerek insanlan tasnif etmek garip­ liği ve Kürt ırkından bahsedebilmek, saf ırk aramak bir çelişki değil midir? Ana kültür kalıbıyla, Türk kültürüyle farklılıklan ortaya koyamadan Kürt kimliğinden nasıl bahsedilebilir? Kürtçe eğitim ve TV yayınından bahse­ denler terörü kullanmadan bölücülük yapanlardır. TV'de bir açık oturumda terör uzmanı diye sık sık ekrana çıka­ rılan ama eserlerinde teröre methiye çıkaran bir öğretim üyesinin dediği gibi: "Birlikten ve bütünlükten yanayız, teröre da karşıyız ama kültürel haklar ... " Son ziyaretimde İngiltere'de bize anlatılan bir gerçe­ ği dile getirelim: TBMM'nin yemin töreninde dikkati çe­ ken bir kadın milletvekili Londra'da düzenlenen bir top­ lantıda Kürtçe konuşur. Bir süre sonra salondan uğultu­ lar başlar ve konuşulanların anlaşılm�dığı ifade edilir ve ancak Türkçeye dönülünce herkes konuşulam anlar. Yöreden yöreye değişen, yazı dili olmayan alfabesi yeni düzenlenmeye çalışılan mahalli bir ağızın konuşni­ masından hiç de şikayetçi olmadık. Ama bazı çevrelerin üniter devlette mahalli ağızia eğitim ve öğretim yapılma­ sını ileri sürmelerini de saflıklanna \re gafletlerine bağlı­ yamıyoruz. Bu gibi düşünceleri telaffuz eden ağızlardan dolar ve mark kokusu geliyor. Anadolu'da mozaik arayaniann iddialarının aksine, Anadolu'ya Türk-İslam mührünün vurulduğu 1071 Malaz­ girt Zaferinde; Selçuklu'nun çağdaşı ne Urartu, ne Hitit,


90 1 Etnik Tuzak

ne de Asur veya Likya, Frikler idi. Biz Anadolu'da Doğu Roma (Bizans) ile karşılaştık. Sadece meydan muharebe­ sini kazanmadık, ama kültür ve medeniyette de maıjinal seviyede kalan aldıklarımıza karşı daha fazla verebildiği­ miz için ayakta kaldık. Eğer aksi geçerli olmuş olsaydı hakim kültür ve kültürel ilişkinin bir gereği olarak Sel­ çuklu en fazla bir asır içinde Bizans kültürü içinde eriyip giderdi. Bu bir sosyal süreçtir ve siyasi iradenin de dışın­ dadır. Il. Asırdan çok önçe Doğu Roma, Ermenileri perişan etmişti. Tarihçiler bir miktar da Süryani'den ve Hıristiyanlaşmış bazı Türk boylarından bahsediyorlar. Karışma konusunda tek alternatif Rumlar kalıyor. i slama dönen bazı Rumlardan da bahsedilebilir. Kültür milliyetçiliğini esas aldığımıza göre bunlan neden Türk kabul etmeyelim? Müslim ve gayri müslim ayınmı içinde bir karışma olmamış, Pontus'un bile ortadan kalkışı 107l'den dört asır sonra (1461) gerçekleşmiştir. 1924 yılında Yunanistan ile aramızdaki mübadele antlaşmasıyla bu kanşmamış Rumlar Yunanistan'a gitmiş ve karşılığında oradan Müslüman Türk ve Türki unsurlar getirtilip ken­ dilerine toprak ve çeşitli imkanlar verilmiştir. Bazılannın gerçekleştiğini zannettiği kanşma olsa olsa zihinlerde ve beyinlerdedir. Bunun suçu da hala sürdürülen kültür de­ ğil kültürsüzleştirme politikalanndandır. Eserleriyle ifti­ har etsinler.


Etnik Tuzak / 91

KÜLTÜR KİMLİÖİ VE IRKÇILIK TV l'de yayınlanan bazı programlar aslında bazı ay­ dınlanmızın içinde bulundukları durumu değerlendirebil­ mek imkanının vermektedir. Mesela, bunlardan birinde, TV I'deki programdaki konuşmasıyla rahmetli Eşref Bit­ lis Paşa; ciddi görevine müdrik ve onun sınırlarını iyi çi­ zebilen, meseleye vakıf bir aydın olduğunu ortaya koy­ muştur. Her iki programda da belirtilen görüşlere genel olarak bakarsak, hala maselenin özü ile değil, ama aynn­ tılan ile uğraşmaktayız. Hatta aynntılan ile uğraşırken, bölücülük gibi ciddi bir konuda isteyerek veya istemeye­ rek hedef saptırmak ve zihinleri daha da karıştırma pe­ şindeyiz. Programları izledikten sonra sosyolojik bilginin ve konuya metodlu yaklaşınanın ne derece büyük bir ihti­ yaç olduğunu daha iyi anlamış bulunuyoruz. Bir kere sosyoloji literatüründe yer alan "etnik" gibi birçok kavramı doğduğu ve hayat bulduğu sosyal çevre­ den soyutlayarak ele alıyor ve Türkiye gerçeğine monte etmeye çalışıyoruz. Oysa bizim kültürüroüzde etnik kav­ ramı gayrimüslim sosyal gruplar için geçerli olabilir. Kavramın ilmi tarifini bir çok kere makale veya mülakat konusu yaptık. Ama anlaşılan bırakın bizim açıklamala­ rımızı, bu konulan ağızlarına sakız yapanlar, onu araştır­ mak zahmetine bile katlanmamaktadırlar. Zira Türki­ ye'de, kendilerini entel olarak görüp toplumdan mutlaka farklı şeyler söyleme ihtiyacım hisseden psikopatlaşma tehlikesi ile karşı karşıya bulunan bazı bağnaz tipler gö­ rülmektedir. Bir etnik grubun oluşması için ana kültür kahbın­ dan dilde, dinde, görenek ve geleneklerde, edebiyatta, mi-


92 1 Etnik Tuzak

maride, sosyal hayatın her bir parçasında tamamen fark­ lılık söz konusu olmalıdır. Etnik grup, bütünden sosyal mesafe bakımından uzak, ırki veya kültürel olarak te­ şekkül etmiş bir sosyal gruptur. Yaşama tarzı farkı varsa -sadece mahalli dil farkı değil- etnik gruptan bahsedilebi­ lir. Bugün Polonya, Litvanya ve Estonya'da yaşayan Kı­ nm Tatar Türklerinin bir bölümü anadilini unutmuştur. Kültür sadece dil değildir ve biz bunlara yine Türk diyo­ ruz. Etnik azınlık ise, milletlerarası anlaşmalarla günde­ me gelebilir. Türkiye'de hiç kimse gayri müslimler dışın­ da bir azınlık yaratma durumunda değildir. Etnik grubun tabiatıyla bir kültür kimliği olacaktır. Kültür kimliği ise, ana kültür kahbından mevcut farklı­ Iıkiann fertte netleşmesi ve somut hale gelebilmesidir. Şu bir gerçek ki, bugüne kadan bir Kürt kimliğini, ne Paris Kürdoloji Enstitüsü, ne Erivan, ne de diğer enstitüler or­ taya koyahilmiş değildir. Ama bu görev öyle görünüyor ki onlann adına Türkiye'deki bazı demokratik psikopatlara düşmektedir. Bir kültür kimliği, biyolojik olmaktan çok, belirli bir kültürü kazanabilme, o kültür içinde sosyalle­ şebilme, eğitim ve öğretİrnde kazanılabilmektedir. Bu ba­ kımdan, insanlan doğuşlanna göre ele almak ve hatta kan, renk ve kafatasiarına bakarak rakkama vurmak sos­ yoloji ile ters düşer. Doğuştan biyolojik farklılık halinde bile, yüzyıllardır belirli bir kültürü paylaşan ve onu milli­ leştiren sosyal gruplar eğer bir topluma mensup olma or­ tak iradesini taşıyorlarsa; mevcut bayrağı bayrak, dili dil, ahlak anlayışını ahlak ve yaşama uslubunu ortak irade ile kabul etmişlerse, bu insanlan biyolojik tasniflere tabi tutmak ırkçılıktır. Bu bakımdan, Türkiye'de 5 veya 6 mil­ yon Kürt vardır demenin pratik bir anlamı yoktur. Önem­ li olai}. kendimizden ayn görmediğimiz ve başkalannın da ayn gösteremediği bizimle et ve tırnak haline gelmiş bu insanlanmızın ne hissettiğidir. Bir araştırmada denekie­ rin verdiği cevaplarda; Türk milletine mensup olma duy-


Etnik Tuzak / 93

gusunun hissedildiği, vatandaşlık duygusu, köken ve din kardeşliği gibi birleştirici unsurların % 85'e vardığı görül­ mektedir. Yapılan bir araştırmada ise, Güneydoğu'da ve bazı Doğu Anadolu illerinde üçbin civannda deneke baş­ vurulmuştur. Bir gazetemizin* yaptığı bu araştırmada Güneydoğu'nun Türkiye'den aynimasını isteyenlerin sa­ yısı 97, tersini düşünenierin sayısı da 2820'dir. Güneydo­ ğu'da terörün artmasında dış güçlerin tesiri vardır diyen­ ler 2817, yoktur diyenler ise İOO'dür. Bölgeden çekiç güç çekilsin diyenler 2800, bu gücün kalmasını belirtenler 762, Türkçe. eğitime devam edilsin-mahalli dil de serbest olsun-görüşünü belirtenler ise 2245'dir. İstanbul'da KONDA tarafından yapılan ve 15.677 ki­ yişe yöneltilen bir ankette kimlik konusu gündeme geti­ rilmiştir. Ankete katılaniann % 90.l'inin kendilerini Türk olarak hissettikleri görülmektedir. Ankette Türk, Müslü­ man Türk şeklindeki bir ayınma neden ihtiyaç duyuldu­ ğu anlaşılamamıştır. Çünkü, müslümanlık Türkün tabii bir sıfatıdır. Her ne kadar dünya üzerinde Karaimler, Ga­ gauzlar gibi Hıristiyan Türk topluluklan bulunmakta ise de bunlann oranı Türk dünyasında yüzdeye bile gireme­ mektedir. Ancak, binde ile belki ifade edilebilmektedir. Çalışmada gözardı edilen bir önemli nokta da kültürel kimliğini Türk olmak dışında belirtenierin önemli bir bö­ lümü Türk dışındaki sıfatlan ve kimlikleri etnik değil, coğrafi olarak taşımalandır. Mesela, Doğu Karadeniz'de laz denmesi etniklikten değil, ana coğrafi bir tanımdan kaynaklanmaktadır. Başka örnekler de verilebilir. Diğer taraftan kültürel kimlikle ilgili bir çalışmada yer yer biyolojik kimliğe yer verilmiş olması veya biyolo­ jik kimlikten kültürel kimliğe geçme eğilimi de yanlış bir değerlendirmedir. Önemli olan insanların ne hissettikle­ ridir. Kendisini en azından kültürel bakımdan Türk his*

KONDA, BOyCık Araştınna, Milliyet 27.2.1 993 - 3.3.1 993

·


94 1 Etnik Tuzak

seden bir kimsenin anne ve baba tarafında veya evlilik bağı ile ailesinde Türklük dışı kimlik aramak yanlış bir yaklaşımdır. Yine çalışmada kendine kimlik olarak Kürt­ lüğü veya Zazalığı seçenlerin birlikte mutalağa edilmesi ve oranlanması da yanlıştır. Çünkü, sadece mahalli ağız bakımından ele alınsa bile Kürtlerle Zazalar arasında önemli farklar vardır. Mezhep ve kültürel yapı farklanm da buna ilave edebiliriz. Ele alınan grubun % 3.9'u Kürt ve Zaza olarak kendilerin isimlendirmişlerdir. Kendini Kürt hissedenlerin yanya yakınının ana dili Türkçedir. İstanbul'da ana dili Türkçe olaniann oranı % 94, Kürtçe olaniann ise % 4'dür. Ana ve baba tarafından ailesinde Kürt bulunanların % 53'ü ana dilinin Türkçe olduğunu ifade etmiştir. Tabii burada belirtilen Kürtlüğün etnik mi yoksa coğrafi bir yakıştırma mı olduğu net değildir. Türkiye üzerine yapılan bir çalışmada etniklik ko­ nusu bazı zorlamalara sahne olmaktadır. Etnik grup diye ortaya atılan isiınierin içini doldurabilmek güçleştiği için yer yer 40-50 kişiye varan etnikleştirme -Estonlar örne­ ğinde olduğu gibi- gayretleri görülmektedir. Bazen de Türkçeye yerleşmiş deyişlerden hikmet aranmakta ve darb-ı mesellere sığınılmaktadır. Mesela, yabancılar bü­ yükşehir hayatı ve yoğun nüfusun yer aldığı yöreler için söylenen aslında dünya için geçerli olan "yetmişiki buçuk millet" sözü gereğince yanlış adreste gruplar yaratılmaya çalışılmaktadır. Adı geçen çalışmada kırkyedi etnik grup bulunmuş iken bunun neden yetmişiki buçuk olmadığına hayıflanılmaktadır. * Türkiye'de ister etnik grup olarak, ister alt kültür grubu olarak bazı isimlendirmeler yapılabilir. Mesela, milletleşme sürecinde Türk milletinin bir parçası olan Çerkezler, Gürcüler, Kürtler gibi milletimizin unsurlan, ana kültür kahbından zannedildiği kadar büyük sapma • And rews, P. A., Türkiye'de Etnik Gruplar, (Terc. M. Küpüşoğlu, Is­ tanbul 1 992, sh. 53


Etnik Tuzak / 95

göstermezler. Zaten milletleşme boy, kavim ve alt kültür özelliklerine sahip toplulukların kültürel bütünleşmesi­ dir. Milli bir kimliğe kavuşmasıdır. Bundan dolayı milleti ne coğrafi, ne ırkı ne de iradi bir topluluk olarak tanımla­ maktayız. Bu bakımdan, milletleşme bir eritme (asimilaş­ yon) değil, eğer varsa farklılıklar üzerinde kültürel ve si­ yasi (devlet) bir tamlaşmadır. Herhalde, araştırmalarının sonunda Türkiye'de 47 etnik grubun bulunduğunu iddia edenler, bu toplulukların önemli bir bölümünün etniklik kavramına giremez olduğunu farketmiş olmalıdır ki, Laz­ lar, Gürcüler ve Çerkezler için tam değil, fakat kısmi bir etnik kimlikten bahsedebilmektedirler. * Bu vesile ile ül­ kemizde bir suni farklılaştlrma, etnikleştirme ortaya çık­ maktadır. Adı geçen araştırmanın siyasi amaç taşırnama iddiasına rağmen, girişte de belirtiği gibi, tüm Orta-Doğu üzerine yapıldığını hesaba katarsak 47 adet ortaya konan etnik grup sayısının arttınlmaması için hiç de sebep yok­ tur! Etniklik, artık literatürde endojenlikle bir tutulma­ maktadır. Oysa kitapta devamlı olarak etniklik endojenli­ ğe bağlanmaktadır. Çünkü dışa kapalı, dışanyı reddeden toplulukların günümüzde görülebilmesi zordur. Eğitim­ öğretim ve sosyalleşme sürecine ilaveten dünyayı küçült­ müş olan kitle haberleşme araçlannın ve ulaştırma ağı­ nın tesirliliğini de düşünürsek, sosyal hayatın bütün ge­ reklerini kendi bünyesi içinde halledebilen kapalı bir sos­ yal grup ve toplum düşünebilmek mümkün değildir. Bu süreç aslında Etnoloji ve Sosyoloji bilimlerini birbirine yaklaştırmış ve sosyal gerçeği ön plana çıkarmıştır. Yaza­ rın Etnolojiye değilde, çalışmalann ülkemizde daha çok Sosyolöjiye kaymasını anlayamamış olduğu görülmekte­ dir. Bu durum sadece Türkiye için değil, genelde Dünya için de böyledir. Sosyolojinin ihmal edildiği bir etnoloji ça*

Aynı eser, sh. 253


96 1 Etnik Tuzak

lışması oldukça yavan kalabilir. Eğer yazar bunu farke­ debilseydi, kafatası, yüz ve gözlerin Asyatik olmasına ba­ karak etnik kimlik tesbiti yapma yaniışına düşmezdi. * Etnik kimlik biyolojik olmaktan ziyade, kültürel açıkla­ ma gerektirmektedir. Tarihte ırk ayrımcılığı bulunma­ yan, insanlara renklerine göre farklı muamele yapmayan bir toplumda yazarın Etnolojiye göre, Sosyolojinin ön pla­ na çıkmasını farketmemiş olmasını Türk Kültürüne ya­ bancı olmasında aramak gerekir. Biyolojik unsurun ön planda olduğu Batı toplumlannda bu konu normal karşı­ landığı için Bosna Hersek'de 1992-1993 yıllannda Bosnalı Müslümanlara uygulanan öldürme, tecavüz ve etnik te­ mizlik karşısında Batı Avrupa ülkeleri gerekli hassasiye­ ti göstermemiş ve müdahale ihtiyacını da hissetmemişler­ dir. Sırp militanlarının sadece sözle kınanmasının sebebi budur. Alevilik veya Sünniliğin, etnik menşe aranmasında ön plana çıkanlması da yanlıştır. Aleviler gibi Sünniler de Müslüman olduklanna göre, aynı dine mensup insan­ ların ayrıntıianna inmek, mezhepten hareket etmek, bi­ limsel bir tasniften çok, mezhep farklarını değişik zemin­ lere oturtmak niyetinden kaynaklanabilir. Türkiye'de yabancılann zannettiği gibi, dil kullanı­ mı da tartışmalı bir konu değildir. İnsanlanmız, farklı mahalli dilleri dün olduğu gibi bugün de kullanabilmek­ tedirler. Özellikle "İslam Mahalli Dilleri" nin son yetmiş senedir milletleşme sürecimizi olumsuz etkilediğini de id­ dia edemeyiz. Aslında, Türkçe dışında kullanılan İslam Mahalli Dilleri'nin 1965 Genel Nüfus Sayımı'na göre oranı % 8-10 arasında değişmektedir. l982 Anayasası'nın Temel Maddeleri arasında yer alan 3. maddedeki "Anadili Türk­ çedir" ibaresine takılanlar ve bunun çıkanlmasını, de­ mokratik, çağdaş ve modem olmanın bir göstergesi şek•

Aynı eser, sh. 26


Etnik Tuzak / 97

linde anlayanlar, kendi heterojen yapılanm esas alarak Türkiye'ye bakmaktadırlar ve kendi etnik yapılanndan habersiz görünmektedirler. MesalA, Fransızca'nın resmi dil olması yolunda yoğun baskılar 1789 Fransız İhtila.Iinden sonradır. Alsas Loren'de artık fazla Almanca konuşulmamasım, Boritönca ve Baksça gibi dillerin kay­ bolmasım Batıya has bir asimilasyon politikasının içinde aramak gerekir. Ortaya konabiise bile, etniklik farklı bir milli kültü­ rel kimliğin alt bölümüdür. Siyasi ve kültürel açıdan va­ tandaşlık bağını zedelememektedir. Bir etnik gruba veya alt kültür grubuna mensubiyet şuurunun toplum katın­ da, milli seviyede hissedilmediği toplumlarda geriye dö­ nüş, kabilecilik ve ilkellik geçerli olabilir. Bu toplulukları millet olarak tanımlamak da zorlaşır. Bu bakımdan, Türk Toplumu içinde ister etnik, ister alt kültür grubu özelliğine sahip olsun, fertlerin kendilerini asgari ölçüde kültürel bakımdan Türk olarak hissetmelerini engelleyen bir ortam söz konusu değildir. Nitekim, adı geçen araştır­ mada, Amavutlann kendilerini Türk olarak da hissettik­ leri için zorluklarla karşılaştıklan ve Türkiye'ye sürül­ dükleri ifade edilmektedir.* Aslında Balkanlarda, Türk­ lük ve İslamiyet içiçe girmiş durumdadır. Batılılar bun­ dan dolayı ihtida edene Türk oldu demişlerdir. Günümüz­ de, Bosna-Hersek'de Sırp militanlannı sık sık "Türkler gelsin sizi kurtarsın", ''Ya Sırp ya da Hırvatım demediği­ niz sürece ölümden kaçamazsımz" demelerinin sebebi bu­ dur. Asimilasyon (eritme) kavramı da gerektiği gibi anla­ şılamamıştır. Asimilasyon, azınlık grubun ana grupla sosyal mesafeye dayanan özelliklerinin ve hayat tarzının (hAkim) dominant gruba uydurulması sürecidir.** Asimi*

Andrews, P.A., a.g.e. sh. 2

Jary D. ve J., 'Assi milation maddesi' Dictionary of Sociolagy, Glasgow 1 99 1 , sh. 32 * *


98 1 Ebılk Tuzak

lasyonda kültürel baskı ve zorlama aranır. Mesela, Bul­ garistan'da l980'li yıllarda yasal bir etnik azınlık olan Türklerin etnik özellikleri, isimleri Slavlaştınlarak değiş­ tirilmek istenmiş, nüfus kütüklerine ve ölülere kadar bu işlem sürmüş, ibadet hürriyeti bile engellenmiştir. Kültü­ rel baskı ancak farklı olduğu bilimsel olarak belirlenmiş kültürler arasında olabilir. Bir başka ifade ile asimilas­ yon, bir azınlık grubun değer hükümlerini ve davranış şe­ killerinin çoğunluk gruba veya ev sahibi yerli kültüre benzetilmesi, çoğunluk kültürü içinde eritilmesidir.* Asi­ milasyon farklı dil, din, örf ve adete sahip sosyal gruplar arasında söz konusu olabilir. Asimilasyon birlikte kullanılan bazen aralarındaki fark farkedilmeyen bir kavram da uyum (accommodation) dır. Uyum birbirlerinden farklı kültür veya kültürler söz konusu olduğu takdirde, sosyal ve kültürel bir süreç için­ de baskı unsuru kullanılmadan bir nevi kültürleştirme­ dir.** Milletleşme sürecini asimilaE?yon olarak anlayan görüşün sosyolojik formasyonu eksiktir. Bizim tarihimiz­ de asimilasyon yoktur. Bilakis temas ettiğimiz topluluk­ lardan ve sınır kültürlerinden etkilenme vardır. Çoğulcu toplum kavramı da yanlış kullanılmaktadır. Çoğulcu toplum olmak bir şeref, bir hüner veya meziyet değildir. Eğer bir toplumun sosyal yapısı çoğulcu bir et­ nik yapı gösteriyorsa, zaten aksini de söylemek mümkün olamaz. Ama en azından son yetmiş senedir Cumhuriyet Türkiyesi ile milletleşme sürecinde önemli mesafe almış; ama bunu gerekli kültür politikaları ile takviye ederne­ miş Türkiye'de çoğulcu bir yapıdan bahsedebilmek büyük bir iddiadır. Bu iddianın bilimsel olarak ortaya kanabil­ mesi için bir kere kavramıann iyi bilinmesi ve bizim sos­ yal yapımıza peşin hükümle kavram monte edilmemesi * Mann, M. Encuclopedia Of Sociology "Park R.E. maddesi" Lon­ don, 1 992, sh. 276 * *

Jarry D. ve J. a.g.e. sh. 2


Etnik Tuzak / 99

gerekir. Mesela, bizden Batı kültüründeki etnik grubun karşılığı ancak dini azınlıktarla karşılanabilrnektedir. Ço­ ğulcu toplum çeşitli milli unsurlan kapsayan fiziki, dini ve dil bakırnından genel çerçevede farklılıklan olan bir toplurnun adıdır. Daha ziyade uzun bir sömürge dönemi yaşamış toplurolann yapılan buna örnek olarak veril­ mektedir. Mesela, Burma ve Endonezya'da çeşitli halklar görülebilmektedir. Güney Afrika, Caribbean Adalan ço­ ğulcu toplurnlara örnek olarak verilmektedir. Arnerikan politik felsefesinde çoğulculuk bunlardan farklı olarak kullanılmaktadır.* Bazı raporlarda yer alan Cumhuriyet kuraniann et­ nik çoğulculuğa dayandıkları iddialan da bizzat milli mü­ cadeleyi yapanlara ve Cumhuriyeti kuranlara hakarettir. Bu iddialar gerçek olsaydı yeni kurulan devletin ismi de her şeyden önce"Türkiye" olmazdı. Bir taraftan üniter devleti savunur gibi gözükrnek, yerel yönetimlerin artan etkinliğini ve başarılannın daha da artmasını sanki fede­ ral yapıyla bir görmek, sadece tören milliyetçiliği yaparak milliyetçiliği aşındırmak ve ulusal bütünlükten bahset­ mek, diğer taraftan Türk dili başta olmak üzere edebiya­ tımızı, mimarimizi, musikimizi, folklorumuzu, örf ve adetlerimizi kısaca kültürümüzü temel yapı kabut etme­ mek, 1982 Anayasasının 3. maddesindeki "dili Türçedir" ibaresinin kaldınlma teklifleri, Batılı anlamda ve Batı­ Hristiyan kültürüne öz azınlık ve asimilasyon arayışları, dışanya hoş görünmek için insan haklan komuflajına sı­ ğınrnak bir büyük yanlış ve çelişkidir. Gerek Osmanlı'da , gerek Türkiye Cumhuriyetinde azınlık kavramı, Batı'dan farklı olarak "irntiyazlılar" olarak algılanır. Bizim kültü­ rüroüzde hıristiyan bir azınlık olabilir. Müslüman azın­ lıktan bahsetmek, kültür tarihimizi bilmemektir. Batı kültüründe farklılıklan reddetmek ve ortadan kaldırmak •

Mann, M., a.g.e.


100 1 Etnik Tuzak esas iken, bizde farklılıklan reddetmeksizin, farklılıklar üzerinde birlik prensibi esastır. Bundan dolayı yüzyıllar önce Güneydoğu Anadolu'da bulduğumuz Süryani cemaa­ ti XXI. asra girerken kilisesi ile, cemaati ile, ticaret dahil temel haklan ile varlığım koruyabilmiş, Ermeniler bir za­ manlar Sarayın "teba-ı sadıka"sını teşkil etmiştir. Eğer Batılı anlamda azınlıklara bakış ve asimilasyon politikası izlemiş olsaydık, Devletimizin bugün Yunanistan ile bir Ege ve Kıbns sorunu olmaz, Bulgaristan Türklüğü yok edilmekle karşı karşıya kalmazdı. Bu bakımdan, kavram­ ları dikkatli kullanmak ve kültürümüzle yabancılaşma örnekleri sergilememiz lazımdır. Türkiye'de % 1 oranında dini azınlıklar bulunmakta­ dır.* Türkçeden başka dil bilenler % 8 oranındadır. Ana­ dili Türkçe olaniann oranı l935'de % 89.1, l965'de % 90.0, l992'de 91.4'dür. Etnik azınlık yaratma çabaları Batı or­ yantalizminin dünden bugüne uzanan değişmez bir politi­ kasıdır. Yeni etnik kimlikler ve soy kütüğü arayışları bi­ limsel de değildir. Türkiye Lübnan veya Yugoslavya gibi bir sosyal yapıya sahip bulunmamaktadır. Mahalli ağız­ lar ve alt-kültürler milli kültürün zenginliğidir. Ancak, bunların hakim kültürle eşdeğer düşünmek mantıki ve il­ mi değildir. Hakim kültürün hakimiyeti ve tesirliliği, sosyal ve kültürel süreçte aranır, topta tüfekte değil.... Atatürk'ün milli mücadele boyunca Türk milletinin yeniden bir güneş gibi doğuşuna, dirilişine ait görüşlerin­ de sık sık kullandığı "irade-i milliye", "hakimiyeti milli­ ye", "meclisi milli", "vicdan-ı milli" kavramlarında kasde­ dilen yeterince açık değil midir? Yine Atatürk'ün "Milli mücadeleyi yapan doğrudan doğruya milletin kendisidir, milletin evlatlandır, millet anaları ile, hacılan ile, hem­ şehrileri ile mücadeleler vermiş ve bunların neticelerinde de büyük tarihi zaferler vardır" , "Diyarbakırlı, Vanlı, Er* Ozsoy .. A. E., Koç, 1., Toros, A., "Türklye'nln Ebılk Yapısının Ana Dil Sorunlarına GOre Analizi" Nüfusbilim Dergisi, Ankara, 1 992, s.14. sh. 1 09


Etnik Tuzak / 101

zurumlu, Trabzonlu, İstanbullu, Trakyiılı ve Makedonyalı hep bir ırkın evlatlan ve aynı cevherin damarlarıdır", "Biz doğrudan doğruya milletperveriz ve Türk milliyetçi­ siyiz. Cumhuriyetimizin dayanağı Türk topluluğudur", "Osmanlı imparatorluğu içindeki çeşitli kavimler hep mil­ li inanışianna sarılarak, milliyetçilik düşüncelerini kuv­ veti ile kendilerini kurtardılar. Biz ne olduğumuzu, onlar­ dan ayrı ve onlara yabancı bir millet olduğumuzu sopa ile içlerinden kovularak anladık", "Ne mutlu Türküm diye­ ne", "Türkiye Cumhuriyetini kuran halka Türk Milleti denir", Türk milletinin doğuşunu ve devletin kuruluşunu "siyasi varlıkta birlik, dil birliği, yurt birliği, ırk ve menşe birliği, tarihi ve ahiSki yakınlık" a dayandırma gibi yüz­ lerce örnek yok farzedilerek Türkiye'de etnik çoğulculuk konusuna merak saranlar, ülkeyi Sevr şartlarına döndür­ mek isteyenlerle aynı çizgide birleşmektedirler. Yine millet tarifinden anlaşıldığı üzere, millet niteli­ ği ancak belirli bir zaman ve süreç içinde kazanılmakta­ dır. Tesadüfen bir araya gelmiş kalabalık millet değildir. Bazılannın kendilerine "Türkiyeli" sıfatını uygun görme­ leri Türk milletine aidiyete, bize göre taşımadıklarından ve sadece coğrafyayı ort� görmelerindendir. Sadece me­ kanda tamlaşma, yani coğrafi bütünleşme bize göre ye­ terli değildir. Millet basit bir siyasi birlik değildir. Mille­ tin "geleneksel" olmadığını ileri sürenler, herhalde milleti gecekondu şekl.:nde gören yıllık ve haftalık millet d�ün­ mektediler. Oysa milletin tarihinde de görüldüğü gibi boy ve kavmi özelliklerin aşılarak kültürün millileşmesi esas­ tır. Bundan dolayı millet ne kavmi, ne coğrafi, ne de iradi bir topluluk olarak kabul edilmektedir. Tekrar Türkiye'nin etnik yapısına merak sararak Almanya'nın Wiesbaden eyaletinde yayınlanan araştır­ maya dönersek; çalışma Türkler ile Yörük, Türkmen, Tahtacı, Azeri, Karapapak, Uygur, Kırgız, Kazak, Özbek, Tatar, Balkar, Karaçay, Dağistanlı ve diğerlerinin Alevi


102 1 Etnik Tuzak

ve Sünni Türklerin ayn ayn birer etnik grup olarak ele alınması, ya Türkiye'yi tanımamaktan, ya da etnik grup kavramını bilmernekten kaynaklanmaktadır. Bir başka ihtimalle çalışmanın bütün Ortadoğu'yu içine aldığı ve sözde siyasi olmadığı iddiasına rağmen, bir siyasi zorla­ madır. Bu çalışma 1917 Komünist ihtilalinin milliyetler politakasım hatırlatmaktadır. Bilindiği gibi, Sovyetlerin milliyetler politikası, rejimi oturtabilmek için Türklerin dillerini ve kültürlerini bölmeyi ve birbirlerini anlayamaz hale getirmeyi amaçlamıştı. "Siz Türk değilsiniz, ama Öz­ bek, Tatar, Kazak, Uygur, Azerisiniz" şeklinde yapılan propagandalann Sovyetlerin dağılmasından sonra da or­ tadan kalktığını ve tesirini azalttığını iddia edemeyiz. Sovyetler dağıldıysa bu sefer Batılı dostlanmız var. Nite­ kim, uzun yıllar Türk Dünyası'nın dayanışma içine gir­ meye değil, çatışmaya dönük boy asabiyeti sergilernesi bundandır. Sovyetlerin dağılmasından sonra bir kesimi bağım­ sız cumhuriyet haline gelen, ancak yine de eski rejimin yetiştirdiği bazı bürokratlarca yönetilenler ve özerk böl­ geler alfabede, dilde, birlik arayışı içine girmişlerdir. Şimdi aym tezler Anadolu'da uygulanmaya çalışılmakta, bir otobüsü doldurabilecek sayıda insan etnik grup sayıl­ maktadır. Mesela, etnik grup kabul edilen Estonlar (Hı­ nstiyan) 40-50 Almanlar 40, Polonezler 500, Ossetler 5000, Abdalar 790, Süryaniler 60. 000, Keldaniler 8000, Sudanlılar 5000, Ermeniler 50.000 Rumlar 65.000, Yahu­ diler 25.000 olarak belirtilmektedir. Etnik grup sayılama­ yacak durumda olan Kürtler 7 milyon, Zazalar 450.000, Çerkezler 1.100.000, Lazlar 115.000, Çeçenler 10.000 olarak verilmektedir. Sorunun AGİK ile ilgili yanlan da yoktur. AGİK'in ilgili kararlan milli sınıriann korunmasım esas alır. Milli sınırlar içinde milletlerarası hukuka göre azınlık kabul edilen bazı gruplarla ilgilidir.


Etnik Tuzak / 1 03

Güneydoğu sorunu ile PKK sorunu ve bazılannın suni (yapay) bir şekilde gündeme getirmek istedikleri ko­ nular birbirinden farklıdır. Güneydoğu sorunu bir sosyo­ ekonomik kalkınma ve bölgesel az gelişmişlik meselesi­ dir. PKK sorunu ise, bir terör, uyuşturucu ve güvenlik so­ runudur. Bazılarının zihnindeki Kürt sorunu hastalığı ise, Ortadoğu'daki menfaat hesaplannda dış çevrelerden şınnga edilen bir konudur ve bunun lisan dershaneciliği­ ne özenme ile ilgisi yoktur. İnsanlanmız yıllardır mahalli ağızlannı kullanmışlardır ve kimse de bundan şikayetçi olmamıştır. Bundan sonra da tabiatıyla kullanacaklardır.


104 1 Etnik Tuzak

FİKİRDE KARGMA: m.KÇILIK-MİLLİYETÇİLİK-İSLAM Fikirdeki kargaşayı bir makalede ele alabilmek, ta­ bü ki kolay değildir. Ancak, bazı örneklerde konuyu sınır­ lı da olsa değerlendirmeye çalışalım. Birkaç sene önce Ramazan Bayramı namazı için Fa­ tih civannda bir camimizin cemaati arasındaydık. Bay­ ram namazından önce hoca efendi cemaate, Diyanet Vak­ fı tarafından gönderilen duyuruyu okumaya başladı. Türk Cumhuriyetleri'nde cami ve mescit ihtiyacının bü­ yük olması karşısında gerek mevcutların tamiri, gerek yeni cami inşa edebilmek için yardım talep ediliyordu. Di­ yanet Vakfı'mızın yerinde bir teşebbüsüyle yetmiş sene­ dir rejimin unutturmaya ve yasaklamaya çalıştığı, ama soydaş ve dindaşlarımızın gönlünden sitemediği islamı tekrar canlandırabilmek için hayırlı hizmetlerin verilecek olduğunu memmmiyetle öğrenmiş olduk. Bu duyurunun bütün camilerimizde okunmuş olması muhakkak ki ha­ yırlara vesile olmuştur. Ancak, hoca efendi metni okurken bir kelimeye ta­ kıldı: " Türk ve Türkler... ". "Burada Türk deniyor, ama; ben böyle demeyeceğim" şeklinde bir ifade kullandıktan sonra, İslam'da ırkçılığın olmadığını kendine göre isbata başladı. Belki onun dar görüşüne göre Türk kelimesi ırk­ çılık çağrısını yapıyordu. Utanmasa belki de Türk olarak yaşatılmayı günah veya suç sayacaktı. Doğrusu neden buna ihtiyaç duyduğunu benim gibi birçok kimse de anla­ mamış ve hatta yadırgamış olacak ki, cemaatten bazı ses­ ler yükseldi. Aynı şahıs tarafından İslam aleminin güçlü bir Türkiye'ye ihtiyaç duyduğu, İslam'ın bayraktarlığınm


Etnik Tuzak / 105

Türk'e düştüğü, Türk'ün İsliının ümidi olduğu gibi değer­ lendirmeler de yapıldı. Anlaşılan bunlar başta belirtilen ırkçılığa girmiyordu. Bilgisizlikten uzaklaşmanın ve hangi mevki ve yaşta olursanız olunuz daima öğrenmeye açık olmanın gerektiği anlaşılmalıdır. İnsan devamlı kendini yenilebilmeli ve da­ ğarcığını zenginleştirebilmelidir. Bu yapılmadığı takdir­ de, bir kısır döngü içinde kendi kendimize kavrarnlara mana verir ve kendimizi yanıltınz. Garip olan o ki, bazı­ ları Türkiye'de, Türk'ü neredeyse reddetme, ondan çekin­ me noktasına gelmiş ve getirilmişlerdir. Az da olsa diğer bazı yerlerde de benzer durumlara ve şikayetlere şahit oluyoruz. Ancak, bildiğim kadarıyla kimse zorla T.C. va­ tandaşlığında da tutulmuyor. !rkçılık ile milliyetçiliği birbirine karıştıranlar, Türk milletine mensup olma şuurunu kaybettikleri için oruçla­ nnı bir gün önce açmakta beis görmeyen ve kendi başları­ na bir gün önce Ramazan Bayramı'na girenler, "Ramazan davulu'nun İslami olup olmadığını" tartışarak zaman öl­ dürenler, aynı ümmet dairesinde milli uslı1p farklannı farkedemeyenler, sık sık görülür hale gelmiştir. Bazıları da, ısrarla" Ramazan Bayramı" yerine "Şeker Bayramı" nı kullanarak laiklik imtihanı verdiklerini zannetmekte, Türk cumhuriyetleri yerine yanlış bir şekilde "Türki" ke­ limesini veya Batılıları uyandırmaınak için olacak · "Orta ABya Toplumları" demeyi tercih etmektedirler. İslamiyet şemsiyesi altındaki milletlerarası üstün­ lük tabii ki takva ile ölçülmelidir. Kur'an-ı Kerim "örf' e de önem vermiştir. Vatan sevgisi imandandır ve insan kavmini sevmekle kınanamaz. Milletine ve onun milli kültür unsurlarına ve milii menfaatlerine bağlı bir kimse­ nin faaliyetleri tefrikacılık değil; ama onun yerine getir­ mesi gereken en tabii görevidir. Bunun yanısıra mensup olduğumuz ümmeti de hesaba katmalıyız. Batı ve AT içinde milli kimliğini buharlaştınlmasından rahatsız ol-


106 1 Etnik Tuzak

mayanlarla, dünün mandacılanmn devamı olan bazı çev­ relerle, islam alemi içinde kendi milli kimliğini inkar edenler arasında sonuç bakımından ne fark vardır? Fark idrakinin zirveye tırmandığı bir ortamda bizim dışımızda İslam birliğine inananlan bile bulmak zorlaşmaktadır. Bu birliğin güçlenmesi ve tekrar eski ihtişamlı hale gele­ bilmesi, dün olduğu gibi Türk'ün tarihi görevini yerine getirabilmesi ile mümkün olabilecektir. Milliyetçilik İslam'a değil, emperyalizme zarar verir, işbirlikçilerinin oyunlarını bozar. İyi bir Müslüman olabilmek için Arab'ın Araplığını, Türk'ün Türlüğünü, İslam'la şereftenmiş bir Avrupalı'nın milliyetini terketmesine neden ihtiyaç olsun ki? İslam farklılıkları reddetmeyen, onların üzerinde bir­ lik arayan tevhid dini değil mi? Her kavmin varlık sebe­ binin farkına varamayanlar islamı da gerektiği gibi kav­ rayamayanlardır. Ailesiz bir toplum hayal olduğu gibi , milletsiz bir ümmet de gerçekçi olamaz. Güçlü bir ümmet, ekonomik bakımdan gelişmiş, kültürel açıdan yabancılaş­ mamış milli toplumlararası işbirliği ile sağlanabilir. Aksi halde, milletleşememiş kalabalıklardan meydana gelen bir ümmet, daha büyük bir kalabalık olur ki, bunun ipi!li de Ortadoğu'da milletierin kaderi ile oynamayı ihtisas alanı haline getirmiş olan ülkeler çekebilir. İşte, bu malum ülkeleri bundan yetmiş yıl önce oldu­ ğu gibi İstanbul sokaklannda işgal kuvvetleri olarak gör­ mek istemiyorsak, İslam'a en büyük hizmeti yapmış olan­ Iann torunlan olan şerefli Türk milletine saygılı olalım. 1922 Ramazan'ında Milli Mücadele'nin büyük zaferinin müjdeleyen herkese "inşallah" dedirten ve Sultanaahmet Camii'nin minareleri arasında asılan, Yahya Kemal'e ait dev mahya bugün bile bize ışık tutmaktadır: "Ta ki yük­ selsin ezanlarla müeyyed namın, Galip et, çünkü bu son ordusudur İslam'ın . . . . " Burada kastedilen ordu peygam­ ber Ocağı olan Türk ordusudur, bugün bazı yanlış uygu­ lamalar midemizi bulandırsa dahi ...


Etnik Tuzak / 107

MİLLİ HAKiMiYETi ASINDIRMA GAYRETLERİ VE KÜL'rÜREL KİMLİK l990'lı yıliann şartlan milli hakimiyet kavramı üze­ rinde daha değişik ve daha gerçekçi bir değerlendirme ya­ parak konuyu sadece bir tören malzemesi olmaktan çı­ karmamızı gerekli kılmaktadır. Türkiye'deki bazı siyasi ve sosyal değişmeler bu kavrama bir başka mahiyet ve önem kazandırmıştır. Aslında milli bağımsızlık ve hü­ kümranlık haklannın yerine karşılıklı bağımlılığın dışa­ ndan pompalandığı ve içeride de de taraftar bulduğu bir ortamda son derece hayati olan bu kavramların ve taşı­ dıklan anlamiann aşındınlmaya çalışıldığı görülmekte­ dir. Bu bakımdan milli hakimiyetin sosyal , ekonomik ve kültürel kaynaklannın tartışmak daha da önem kazan­ mış bulunmaktadır. Milli hakimiyetin sosyal, kültürel ve ekonomik kay­ naklan birbirinden ayn ve bağımsız mütalaa edilmemeli­ dir. Bunlar birbiri ile yakından ilgili ve içiçedir. Milli hakimiyet kaynağından güç almayan bir demokrasi de düşünülemez. Siyasi ve ekonomik istikrar sağlanamaz. Kültürel temelleri belirsiz, netleşmemiş bir ülkede milli hakimiyet de temelsiz kalır. Bu durumda hakimiyetin sa­ hibi olan millete rağmen onun inanç ve değer hükümleri­ ne karşı faaliyetler yoğunlaşır. Kısaca sistem milletle ya­ bancılaşır. Milletin olan hakimiyet millete ve onun irade­ sine saygı yerine, seçkinci bir küçük azınlığın, entel imti­ yaziılığın emrine girebilir. Demokrasilerde millet hakimiyetinin topluma yön vermekle ona mutlaka kendi düşündüğü gibi şekil vermeye kendini memur sayan bu seçkinci tavır, toplumu maceraya da sürükleyebilir. Bazı


108 1 Etnik Tuza

durumlarda toplumun yapı gerçekleri ve milletin iradesi ikinci plana atılabilir. Son yıllarda Türkiye'de bu tehlike kendini göstermeye başlamıştır. Etkili ve yetkili çevreler etrafını örerek icrayı ve kamu oyunu etkilerneye çalışan bu anlayış, mutlaka yeni ve farklı bir şey söyleyebilmek için kendi toplumunu tanımadan görüş ve reçeteler ileri sürebilmektedir. Okuduğu her kitabın aylarca etkisinde kalan bir sentez ve analiz yapamayan ve toplumun farklı kesimlerine serpiştirilmiş bu çevreler; adeta Batı baş­ kentlerinden gönderilmiş notalarla şarkı söylemeye çalı­ şan tipler durumundadırlar. Toplumumuzun paraziti ha­ line gelmiş bu tipierin Batı'lı haber kaynaklannın ve uzantılannın olaylara yakıştırdıklan kavramlarla konuş­ tuklan ve Türkiye'nin bünyesine uygun olmayan bu kav­ ramlan monte etmeye çalıştıklan görülmektedir. Bazı Batı ülkelerine has ve bilhassa ABD gibi enformasyon toplumu haline gelmiş ABD'nin bünyesine has kavramia­ nn henüz sanayi toplumu olamamış ancak oldukça mesa­ fe almış Türkiye'de tartıştınlmak istenmesi bazı beyanat ve konuşmalann tercüme kokması dikkatlerden kaçma­ maktadır. Nitekim, sanayi toplumu olmayı ve onun do­ gurduğu çevre sorunlannı başkalanna bırakarak enfor­ masyon toplumu olan ABD'de merkeziyetçilikten kaçış, mahalli mimari ve özelliklerin ön plana çıkması artık gözleri ülke içine çevrirerek eyaletlerdeki mahalli mesele­ lerle (eğitim, sağlık, çevre vb.) uğraşılmasını ve politik adem-i merkeziyetçiliği ön plana çıkarmıştır. Kaynağı farkedilmeden Türkiye'de eyalet sistemi, valilerin mer­ kezyerine yerinden seçimi gibi lüks konularla uğraşıl­ maktadır. Ferdi devletin önüne geçirmek de yanlış tak­ dim edilmektedir. Bazılan ellerinden gelse belirli bir ide­ oloji ile yıkamadıklan Türkiye Cumhuriyetini başka ka­ lıplara uydurarak çökertmek peşindedirler. Üniter devleti reddetmek, etnik kavramını bilmeden Türkiye'deki alt kültür gruplanm etnik grup gibi ele alarak etnik çoğulcu-


Etnik Tuzak / 1 09

luğu savunmak, daha futbol farasyonunu yoluna koya­ mamış bir ülkede % 98'i Müslüman, % 91.6'sımn ana dili­ nin Türkçe olduğu, yabancı kaynakların çeşitli sayılarla arzularına göre çoğaltıp azalttıkları ve sonunda da ancak "kısmi bir etniklikten" bahsadebildikleri bir sosyal yapı­ da; kanşmışlık ve çoğulculuk iddialan milli hakimiyet prensibi ile ters düşmektedir. Devletin kutsallığını orta­ dan kaldırarak onu ayağa düşürmek, ağırlığını ve itibarı­ nı kaybettirmek Cumhuriyeti yıkıp ikincisini kurmakla uğraşmak Osmanlıyı içine sindiremeyenlerin, Yunandan fazla Türk düşmanlığına özenenlerin, birden Osmanlıcılı­ ğa merak sarmaları sebepsiz değildir. Diğer taraftan 1071 Malazgirt Zaferi'nden beri bir kültür mozaiği görünümüne sahip olmayan Türk-İslam kültürünün hakim kültür olması dolayısıyle coğrafyaya damgasım vurduğu ve vatanlaştırdığı Anadolu'da bir mo­ zaik arayışı olsa olsa bazı zihinlerin mozaikleşmesinin so­ nucudur. Mozaik iddialanmn temelinde Anadolu'da Sel­ çuklu ve Osmanlı kültür ve medeniyetlerini içine sindire­ meme gerçeği vardır. Diğer taraftan mensubiyet şuurunu, belirli bir kül­ türü kazanabilme ve o kültür içinde sosyalleşebilme ana­ lamını taşıyanı eğitim ve öğretimle kazanılar kütür kim­ liğini nedense biyolojik, genetik esasa göre belirlemeye çalışarak Türk ve Türkiye kavramlannı saf dışı etme gayretlerini de milli bilirniyete ters düşünceler olarak görmekteyiz. Kaldı ki doğuştan genetik farklılık, bilimsel gerekçelerle ortaya konmuş olsa bile, yüzyıllardır belirli bir kültürü paylaşan onu millileştiren, boy ve kavmi özel­ likleri aşarak milletleşma süreci içinde milli kültüre va­ ran toplumlarda tekrar geriye dönerek insanları boy ve kavmi özellikleri ile yakalamaya çalışmak; son yıllarda Anadolu topraklarında dıştan da destekli bir yeni ırkçılık çeşididir. Türk kelimesi sadece belirli bir kavmin adı de­ ğil, ama Anadolu'da l071'den beri teşekkül etmiş ehli sa-


1 10 1 Etnik Tuzak

libe karşı hilalin mücadelesini vermiş bir kültür birliği­ nin de mührüdür. Bundan dolayı Balkanlarda ve Rume­ li'de ihtida edene, islama dönene aynı zamanda Türk ol­ du denmiştir. Türke düşman olarak islama dost oluna­ maz. Aynı ümmete mensup olmak şuuru kadar, o ümmet içinde yer alan farklı usluplara sahip kültürlere sahip milletiere de mensup olma şuuru hissedilmelidir. Bunlar birbirini tamamlar ve birbirlerine ters de değillerdir. Son yıllarda dünyadaki yenileşme ve yeni çözümler arama merakı Türkiye'ye de sarkmıştır. Aslında Türki­ ye'nin de ekonomiden dış politikaya kadar, uygulanan belirsiz kültür politakalarının Türk Dünyası ile olan iliş­ kilerimize yaptığı olumsuz tesirleri ve bizzat Türkiye'de yaşanan kültür kimliği konusundaki zorlamalar, değişik konuların ele alınmasına, din ve vicdan hürriyetine kadar vitrinin yenilenmesine ihtiyaç vardır. Bu ihtiyaç özellikle Milli Eğitim ve kültür politikalannda ve birçok müessese ve kuruluşta kendini göstermektedir. Gelişmelerin geri­ sinde kalan milli menfaatlere uygun politika üretemeyen ve bu yüzden de Türkiye'nin bilhassa Türk Cumhuriyet­ lerinde anlaşılmaz bir hale gelmesine sebeb olan, klasik, statükocu, izinle politika oluşturma alışkanlığını maale­ sef yıllardır terkedemeyen, çekingen ve sadece savunmacı bir çizgi ortaya koyan bürokrasinin önemli bölümü ve ba­ zı etkili yetkili çevrelerin bu tutuculuklanndan kurtula­ rak talep edici, caydıncı bir anlayışı sergilemeleri olduk­ ça güçtür. Dünya ve Türkiye gerçekleri isteseler de iste­ meseler de bu anlayışın sahiplerini aşacak noktaya gel­ miştir. Bunlann fazla direnebileceklerini de zannetmiyo­ ruz. Zira rahmetli Dündar Taşer'in de ifade ettiği gibi, "Türk Tarihi'nin sarkacı inebileceği kadar inmiştir. Bun­ dan böyle bütün dünyanın önünde sarkaç yükselişe geç­ miştir. Tarihimizin yıldızı parlamaktadır. Yeter ki bu yıl­ dızı kendi ellerimizle aşağı çekmeyelim. "Türkiye'nin en büyük talihsizliği, kendi kendini ta-


Etnik Tuzak / 1 1 1

nımayan, sahip olduğu kültürel tesir alanını farkedeme­ yen daha doğrusu farkettirilmeyen, etnik konularda da hazırlıksız bazı aydınlar olmuştur. Bunlar ülkelerini izin­ le bağımsızlığa kavuşmuş basit birer Üçüncü Dünya ülke­ si olarak görmüşler; kötümser ve başarı mistiğinden uzak bir doğrultuda basit bir Batı düşmanlığını malzeme yapa­ rak bu defa sosyalizme yönelmişlerdir. Kısaca sahip ara­ ma ve ülkelerini açık arttırmaya çıkarma meraklan sür­ müştür. Malum ideolojinin çöküşü ile ellerindeki kozlann gittiğini görenler ya yanıldık demek zorunda kalmışlar ve kendilerine sunulan imkanları elde etmeye çalışmışlar ya da yeni malzemeler arayışına çıkarak ülkenin önünü yine tıkamak ve kesrnek istemişlerdir. Türkiye'nin yeni­ den içeriyle uğraştınlmasını ve dışarıya bakamaz, ortaya çıkan imkfuılan değerlendiremez hale getirilmesini sağla­ yıcı malzemelerden birisi, tekrar laik -anti laik çatışmala­ nndan medet ummak, ülkeyi henüz kavramlan dahi tar­ tışacak durumda olmayan kamuoyunu etnik tuzaktarla şaşırtmak ve ülkeyi sosyal yapıyla ilgisiz bazı yaniışiara sürüklemek, mezhep kavgalarını körüklemek, sınıf çatış­ ması yerine cinsiyet merkezli kışkırlmaları yükseltmek olmuştur. Bazı çevrelerin gelenekiere karşı adeta savaş açma­ sını anlamak da zordur. Zira savaş açılan, reddedilen ge­ leneklerin yerini mutlaka doldurmak zorunda kalırız. Toplum hayatının istikrarsızlara, manalı ve fonksiyonel değere sahip unsurların dışlanm ası ile ortaya çıkabilecek boşluğa fazla tahammülü olamaz. Bu takdirde, bu boşlu­ ğu ve istikraksızlığı hangi kültürün gelenekleri ile dol­ durmak zorunda kalacağız sorusu da haklı bir cevap bek­ leyecektir. Modernleşme süreci eski ve yeninin anlamlı bir sentezinden geçer. Geleneksel ile modernin mutlaka çatışacağı varsayımı her şeyden evvel bir metod hatası­ dır. Eski sadece eski olduğu için atılmaz, yeni de sadece


1 12 1 Etnik Tuzak

yeni olduğu için benimsenemez. Her türlü değişmeye ve­ ya dış güdümlü değiştirilmeye açık olmak vurdumday­ mazlığı modernleşme değildir. Ne her türlü gelişmeye ka­ palı olmak, ne de değişmeye şuursuzca teslimiyet esas alınabilir. 2 l .Yüzyıl geleneksel ile modern sektörleri uyum sağlayabilen ülkelere hayat hakkı tanıyacaktır. Diğer taraftan Yeni Dünya Düzeni'nin Batı ve Batı menfaatlerine uygun bir yapılanma olduğu gözlerden kaç­ mamaktadır. Batı ve ABD ekonomileri ekonomik durgun­ luk, işsizlik ve üretim düşüşünü önleyebilmek için yeni dünya düzeninden çok şey beklemektedirler. Kendileri belirli mallarda korumacılığı sürdürürken, Türkiye gibi ülkelere sıfır korumacılık ve gümrük duvarlarıren sıfır­ lanması tavsiye edilmektedir. Yeni dünya düzeninin dağı­ lan Yugoslavya'da ve Kafkaslardaki görünümü, 21. Yüz­ yıla girerken 19. yüzyılın etnik ve dini motiflerinin ön pla­ na çıkarılmış olması şeklindedir. Üzüntü ile belirtmek zorundayız ki, Çanakkale'de verdiğimiz çoğu yüksek öğrenimli binlerce şehit kendile­ rinden birkaç nesil sonra geleceklerin bugünkü ölçüde Batı önünde teslimiyetçi ve mandacı bir anlayışa sahip olacağım düşünselerdi; Çanakkale'de müstevli donanma­ sına kurşun ve bomba değil, ama çiçek atarlardı. Maale­ sef son yıllarda gerek Kıbns'da, gerek 107l'den beri Türk ve İslAm yurdu olan Anadolu'da her türlü tavizi vermeye yatkın bazı çevreler milli hakimiyet prensibi ile tamamen ters düşmektedirler. Önümüzdeki yıllar milli mücadele şuuruna sahip milli menfaatlerden yana olanlarla, milli menfaatler karşısında tarafsızlaştınlmış beyinleri afyon­ lanmış mandacılığı ve teslimiyetçiliği hüner ve meziyet sayanlar arasmdaki mücadele şeklinde geçecektir. Milli hakimiyet kavramının ışığmda Türkiye için ye­ ni tezler üretelim. Ülkeyi önce yaşadığı bölgede daha son­ ra milletlerarası politikada daha etkili hale getirmeye ça­ lışalım. Ancak bunların çözüm yolu devleti küçültmek,


Etnik Tuzak / 1 1 3

AT'niiı tavsiyesine uyarak bayrağı değiştirmek, hayali bir etnik çoğulculuğa saplanmak, mozaikçiliğe merak sar­ mak, "teröre af' gibi hukuk devletini yıpratarak değil. Eğer gündemi elimizde tutmak istiyorsak bu ülkenin ay­ dınları olarak sorumluluğumuzu hissedelim. Farklı ülke­ lerin menfaatlerini ve taleplerini caydıncı, sadece savun­ maya dönük değil, ama en azından bazı Batılı ülkelerin karınaşık etnik yapılarına da merak saralım. İnsan hak­ lan ihlailerini ele alalım. Paris'te, Londra'da basın top­ lantılan yapalım. O ülkelerdeki gençlerimize, kuruluşla­ nmıza mesajı verelim, araştıralım ve bunlann talepleri­ ni kıncı tezleri ortaya sürelim. O zaman mesela, bizde so­ ralım, : "Fransa'da Fransızca veya başka bir ülkede başka bir dil milli bir dil olabilir mi diye.... Yeni bakış ve tezler üretirken ne Osmanlıya, ne de Cumhuriyete karşı peşin bir düşmanlık hisleri ile dolu olalım. Türk tarihine bir bütün olarak bakalım ve değer­ lendirelim. Millet ile Devlet arasındaki sosyal mesafeyi genişletmeyecek, açmayacak şekilde davranalım. Millet ile Devleti birbirine düşürücü her türlü gayrete karşı has­ sas olalım. Ülkenin farklı düşünen fakat temel hususlar­ da mutabakata sahip insanlara ihtiyaç duyduğunu da unutmayalım. Anlaşamadığımız noktalarda değil, ama hiç olmasa anlaşabileceklerimizde bir araya gelmeyi da­ yanışma ve işbirliği içinde olma ihtiyacını duyalım ve Türkiye'de sağlanabilecek milli hakimiyetin Türk Dünya­ sına da güzel örnek olabileceğini unutmayalım. Türkiye birtakım müzminleşmiş yanlışlıklarını ve belirsizliklerini değil, yeni ve geleneksel doğrularını Türk Dünyası'na ta­ şıyabilmelidir. Konuyu biraz daha müşahhaslaştırmak için bazı noktalar üzerinde duralım: • Anadilimiz olan Türkçeye saygısızlık bizzat kamu kuruluşları tarafından yapılıyorsa ve Türkçenin resmi dil olmasının Anayasadan çıkanlması söz konusu bile edile-


1 1 4 1 Etnik Tuzak

biliyorsa, • Ortadoğu ve Körfez kirizinde kitle haberleşme araçlan, özel kanallar ve TRT, CNN televizyonunun gü­ dümünde tercüme yayın yapmışsa, • Türkçenin ilim dili olma özelliğini ortadan kaldıra­ cak olan yabancı dille eğitim ve öğretim yapılması hatta son günlerde Almanca eğitim ve öğretim yapacak bir Üniversitenin kurulma teşebbüsleri varsa, • Çekiç Güç kounusunda kamu oyunda oluşan görü­ şe ters uygulamalar görülmüş ve süresi uzatılmışsa, • Kanun önünde eşitliğe ve Anayasanın 10. maddesi­ ne aykın olarak hayali ihracata yeşil ışık yakılmış hiçbir kiyişe aile zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz den­ mesine rağmen, bir takım imtiyazıann sağlanmış olması söz konusu ise, • Resmi ve özel televizyon ekranları davranış bozuk­ lukları yaratan normal dışı herşeyi çağdaştaşma örtüsü altında ideal gösterme yarışında ve bundan Türkiye sınır­ lan içinde ve dışında rahatsızlık seziliyorsa, • Doğrudan veya dolaylı bir şekilde belki de 60 mil­ yar Dolan bulan dış borcun dış politika üzerinde yarattığı tesirlerle Ermenistan'a banşa yanaşmamasına ve Azer­ baycan topraklannı işgal etmesine rağmen buğday yardı­ mı yapılabilmişse, • İncirlik'in Körfez krizinde iki ayn tarihte kullandı­ nidığı iddiaları zihinlerde taze ise, • Bir dönem TİP Genel Başkanlığı yapmış bir mili­ tan kadının cenazesi devlet töreni ile maalesef Mehmetçi­ ğin omuzunda taşıttınlmışsa, • Güneydoğu'da bir kaymak.amımız Çekiç Güç'e men sup yabancı askerlerce kendi topraklarında tartaklanmışsa, • AT ile ilişkilerimizde yıllardır çizilen yanlış ve ita­ bar kaybettinci politikanın zararlan bugün daha iyi far­ kedilebiliyorsa,


Etnik Tuzak / 1 15

Daha bir çok benzer somut gerçekler ortada iken milli hakimiyetin asıl sahibi olan Türk Milletinin "hakimiyeti, Anayasanın koyduğu esaslara göre, yetkili organlan eliyle kullanması" nda bazı aksamalar çelişkiler ve miletin vicdanını zedeleyen uygulamalar ve eğilimler nasıl inkar edilebilir? Eğer milli hakimiyetin kültürel, ekonomik ve sosyal temellerini ele alır ve tartışırken bu gibi hususlan gündeme getirmeYi ihmal etmezsek; milli hakimiyetin kullandırılmasına ve Türk demokrasisine anlamlı katkıyı yapmış olabiliriz. Aksi halde böyle manalı günleri ve kavramlan aşındınr ve yıllardır dinieye dinle­ ye ezberlediğimiz tören protokolünü aşamaz ve genç ,"le­ sillere sahip olduklan mirasın değerini de farkettireıne­ yiz.


1 1 6 1 Etnik Tuzak

ASİl\IİLASYON, ÇOGULÇU TOPLUM VE ETNIK TUZAK Asimilasyon (eritme) kavramı da gerektiği gibi anla­ şılamamıştır. Asimilasyon, azınlık grubunun ana grupla sosyal mesafeye dayanan özelliklerinin ve hayat tarzımn hakim (dominant) gruba uydurulması sürecidir. Asimilas­ yonda kültürel baskı ve zorlama aranır. Mesela, Bulgaris­ tan'da l980'li yıllarda yasal bir etnik azınlık olan Türkle­ rin etnik özellikleri, isimleri Slavlaştınlarak değiştiril­ rnek istenmiş, nüfus kütüklerine ve ölülere kadar bu iş­ lem sürmüş, ibadet hürriyeti bile engellenmiştir. Kültürel baskı ancak farklı olduğu bilimsel olarak belirlenmiş kültürler arasında olabilir. Bir başka ifade ile asimilas­ yon bir azınlık grubun değer hükümlerinin ve davramş şekillerinin ve çoğunluk gruba veya ev sahibi (host cultu­ re) kültüre benzetilmesi çoğunluk kültürü içinde emilme­ si, eritilmesidir.* Asimilasyon farklı dil, din, örf ve adeta sahip sosyal gruplar arasında söz konusu olabilir. Asimilasyonla birlikte kullanılan, aralarındaki fark, farkedilmeyen bir kavram da uyum (accommodation) dır. Uyum birbirlerinden farklı kültür veya kültürler söz ko­ nusu olduğu takdirde sosyal ve kültürel bir süreç içinde baskı unsuru kullanılmadan bir nevi kültürleştirmedir. Milletleşme sürecini asimilasyon olarak anlayan görüşün sosyolojik bilgi ve birikimi eksiktir. Bizim tarihimizde asimilasyon yoktur. Bilak.is temas ettiğimiz topluluklar­ dan ve sınır kültürlerinden ve kitle kültüründen etkilen• Jary D. ve J. "Assimilation maddesı• Dictionary of Sociology Glas­ gow 1 991 sh. 32


Etnik Tuzak / 1 1 7

m e vardır. Adeta yabancı olan her şeye açık b ir pazar gi­ biyiz. Geçtiğimiz yıllarda Roma adeti olan "Sevgililer Gü­ nü" (Valentine) gününün hemen benimsenmiş olması bu­ nun son örneği değil midir? Çoğulcu toplum kavramı da yanlış kullanılmakta­ dır.Çoğulcu toplum ve çoğulculuktan anlaşılan demokra­ sinin bir gereği olan çok seslilik değildir. Aynı ülkede dil, mezhep, etnik köken gibi konularda farklı kabul edilen ve ettirilmeye çalışılan özellikleri korumak ve geliştirmek için dıştan da destekli ve kumandalı bir propagandadır. Gelişme gücüne sahip ülkelere sunulan bir etnik tuzak­ tır. Eğer bir toplumun sosyal yapısı çoğulcu bir etnik ya­ pı gösteriyorsa zaten aksini de söylemek mümkün ola­ maz. Ama en azından son yetmiş senedir Cumhuriyet Türkiyesi ile milletleşme sürecinde önemli mesafe almış ama bunu gerekli kültür politikalan ile takviye ederne­ miş Türkiye'de çoğulcu bir yapıdan bahsedebilmek büyük bir iddiadır. Bu iddianın bilimsel olarak ortaya konulabil­ mesi için bir kere kavramların iyi bilinmesi ve bizim sos­ yal yapımıza yabancı olanların peşin hükümle bize monte edilmemesi gerekir. Mesela, bizde Batı kültüründeki et­ nik grubun karşılığı ancak dini azınlıklada karşılanabil­ mektedir. Çoğulcu toplum, çeşitli milli unsurlan kapsa­ yan fiziki, dini ve dil bakımından genel çerçevede farkh­ lıkları olan bir toplumun adıdır. Daha ziyade uzun bir sö­ mürge dönemi yaşamış ve ana kitlesi demoğrafik bakım­ dan çeşitli göçlerle zarar görmüş toplumların yapıları bu­ na örnek olarak verilmektedir. Mesela, Burma ve Endo­ nezya'da çeşitli halklar görülebilmektedir. Güney Afrika çoğulcu toplurnlara örnek olarak verilmektedir. Amerikan politik felsefesinde çoğulculuk bunlardan farklı olarak kullanılmaktadır. Bazı raporlarda yer alan Cumhuriyeti kuranların et­ nik çoğulculuğa dayandıklan iddiaları da bizzat milli mücadeleyi yapanlara ve Cumhuriyeti kuranlara baka-


118 1 Etnik Tuzak

rettir. Bu iddialar gerçek olsaydı yeni kurulan devletin is­ mi de her şeyden önce Türkiye olmazdı. Bir taraftan üni­ ter devleti savunur gözükınek, sadece tören milliyetçiliği yaparak milliyetçiliği aşındırmak ve "ulusal bütünlük"ten bahsetmek, diğer taraftan Türk dili başta olmak üzere edebiyatımızı, mimarimizi , musikimizi, folklorüınüzü, örf ve Adetlerimizi, kısaca kültürüınüzü temel yapı kabul et­ memek, tabulan yıkmak değil, toplumun dayandığı te­ melleri dinamitlemektir. Türkiye'nin etnik yapısına merak sararak Alman­ ya'mn Wisbaden eyaletinde bir üniversitede yapılan bir araştırmada Türkler ile Yörük, Türkmen, Tahtacı, Azeri, Karapapak, Uygur, Kızgız, Kazak, Özbek, Tatar, Balkar, Karaçay, Dağıstanlı ve diğerlerinin Alevi ve Sünni Türk­ lerin ayrı ayn birer etnik grup olarak ele alınması ya Türkiye'yi tanımamaktan; ya da etnik grup kavramını bilmernekten kaynaklanmaktadır. Bir başka ihtimalle, çalışmanın bütün Ortadoğu'yu içine aldığı ve sözde siyasi olmadığı iddiasına rağmen siyasi zorlamadır. Bu çalışma 1917 Sovyet ihtilalinin milliyetler politikasını hatırlat­ maktadır. Bilindiği gibi, Sovyetlerin milliyetler politikası rejimi oturtabilmek için Türklerin dillerini ve kültürleri­ ni bölmeyi ve birbirierin anlayamaz hale getirmeyi amaç­ lamıştı. Siz Türk değilsiniz ama Özbek, Tatar, Kazak, Uygur, Azerisiniz şeklinde yapılan propagandalann Sov­ yetlerin dağılmasından sonra da ortadan kalktığı ve tesi­ rini azalttığı fazla iddia edilemez. Nitekim, uzun yıllar Türk Dünyası'nın birbiri ile dayamşma içine girmeye de­ ğil, çatışmaya dönük boy asabiyeti sergilernesi bundan­ dır. Şimdi ise bu Anadolu'da oynanmaya çalışılıyor; mal­ zeme yeterli olmasa da ... Nitekim, adı geçen çalışmada bu durum farkedilmiş ki saptınlarak tercüme edilen kitabın sonunda etnik de­ ğil; fakat alt kültür özelliği gösteren Gürcüler, Çerkezle­ rin kısmi bir etnik kimliğe sahip olduklan ileri sürülmek-


Etnik Tuzak / 1 1 9

tedir. Böylece, Türkiye'de 4 7 etnik grupla başlayan çalış­ ma kısmi etnikliğe vardıniabilmiştir. Yazarı tarafından tercüme edip yayınlayanlara dava açıldığı öğrenilen çalış­ mada bir başka çelişki de ele alınan ve neden yetmişiki buçuk olmadı diye hayıflanılan etnik gruplann etnikliği, endojenliğe dayandınlmaktadır. Sanki bu topluluklar, dı­ şa kapalı, kültürleşmesiz, farklılaşmadan, kapalı bir kutu halinde değişmeden bugüne gelebilmişlerdir. Bu siyasi olmayan ama bütün Ortadoğu'yu kapsadı­ ğı ileri sürülen çalışmada ele alınan gruplann Türki­ ye'nin nüfusuna oranı % IS'dir. Etnik grup özelliği göste­ ren dini azınlıkları hesaba katarsak bu oran % 2'dir. Kal­ dı ki, etnik kabul edilen Rum, Enneni ve Yahudiler Tür­ kiye dışında yaşayan soydaş ve dindaşlannca hakir görül­ mekte, benimsenmemektedir. Mesela, Yunanistan'da Türkiye'den giden Rumlar aşağılanmaktadır. İşte, çoğul­ culuk ve tabuları yıkma adına Türkiye'yi açık arttınnaya çıkarmaya meraklı iç ve dış çevrelerin mozaiği budur. De­ ğişim değişim diye tepinenlerin gerekçeleri de. . .


120 1 Etnik lllzak

''NE MUTLU TÜRKÜM DİYE�" .DEN

MUTLU OLMAYAN IRKÇI EGILIMLER

Son günlerde sık sık tekrarlanan çoğulculuk, Ana­ dolu'da çok kültürlülük, ırkçılık suçlamaları bazı çevre­ ler tarafından maksatlı bir şekilde sürdürülmektedir. De­ ğişik bir tipte mefhumlar anarşisi ile karşı karşıyayız. Yer yer İstiklal Marşı'na karşı çıkılmakta, Türk toplumu­ nun tek bir etnik gruba bağlanamayacağı bilgisizlikleri sergilenmektedir. Kavramlan bilmeyenler, onları sık sık sakız gibi çiğneyebilmektedirler. Bunlara son bir örnek, TBMM bütçe görüşmeleri sırasında bir milletvekilinin yaptığı bir ilavedir: "Kültürel !rkçılık". Eğer zihinler bu ölçüde bulanık ve şaşırmış halde ise, toplumun bir çok ke­ siminde hizmet içi eğitime ihtiyaç vardır. Bazı çevrelerin, "Ne Mutlu Türk'üm Diyene" ifadesi­ ne, belki de bunu Atatürk söyledi diye peşin hükümle ıs­ rarla karşı çıktıkları ve reddettikleri görülmektedir. Bu sözün anlamı, ne mutlu bir insana ki, kendini Türk mille­ tine mensup olarak hissedebiliyor, şeklinde anlaşılmalı­ dır. Bu söz kültür milliyetçiliğinin bir ifadesidir. Türk toplumunun milli devlete geçisini takiben kavmi kültür­ lerden milli kültüre geçisinin bir göstergesidir. Zihinleri kan ve soy asabiyeti ile işgal edilmiş ve maalesef Türk düşmanlığı ile şartlandınlmış olanlar, mensubiyet şuuru­ nu kavrayamadıklanndan her şeyi ırkçılıkla suçlamakta­ dırlar. Milliyetçiliği gerekçesiz bir şekilde reddedenler ve sanki İslam'a ters gibi gösterenler, ne gariptir ki, açıkça azınlık ırkçılığına bulaşmışlardır. Ne mutl u Türk'üm di­ yene' den rahatsız olanların yeri Ay-Yıldız� - bayrağın altı olamaz. Eğer bunu söylersek, başkalan da başka şeyler


Etnik Tuzak / 121

söyler mantığı da geçerli değildir. Bu milletleşmenin açık­ ça inkandır. Milletleşmeda soy ve kavmi özelliklerin üze­ rinde "Türk milleti" şeklinde bir kültürel ve manevi mu­ tabakat esastır. Mesela, milliyetçi ve ülkücü gençlik için­ de yüzlerce Zaza, Gürcü ve Çerkez olarak isimlendirilen insanlar, kendilerini Türk olarak da hissettikleri, vatana, bayrağa ve ezana bağlı olduklan, Türk.lüğün acılannı ve sevinçlerini paylaşabildikleri ve Türk milletine mensubi­ yet şuuruna sahip olduklan için yer alabilmişlerdir. Hep­ si birer Türk milliyetçisi olan bu insanlanmız komünist çetelere, ihanet şebekelerine karşı birlikte mücadele ver­ mişlerdi. Türkiye'nin demografik yapısı bir kültür moza­ yiğine imkan verecek şartlan taşımamakta, sadece dilden hareket etsek bile, Türkçe dışmda "İslam mahalli ağızla­ n"nı bildiğini ifade edenlerin oranı genel nüfusun yüzde 8'i dolayındadır. Kaldı ki, bazı İslam mahalli ağızlan bu­ güne kadar aynı millete mensup olma şuurunu ortadan kaldıncı da olmamış, vatan sevgisi, aynı imanı taşımak ve aynı bayrağın altmda yaşayarak bir mensubiyet şuuru da gelişmiştir. Yeter ki resmi kanal zihinleri bulandırmasın. Biz acaba başkalan da başka şeyler söyler diye Tür­ kiye'de son senelerde hızını artıran misyonerlik ve Yeho­ va Şahitliği propagandasını azaltabilmek, önleyebilmek için her türlü İslami faaliyet ve öğretimimizden vazgeç­ mek zorunda mıyız? Şu nokta iyice bilinmelidir ki, Türk'e düşman olan, İslam'a hiçbir zaman dost olamaz. Biz güç­ lü olduğumuz dönemlerde İslam alemi de güçlüydü. Biz gücümüzü yitirdiğimiz zaman, İslam alemi ile Batı adeta oynamaya başlamıştır. Nitekim, Türk ve İslam olmanın mümeyyiz vasıflannı benliğinde taşıyan Mehmet Akif, Türk milletinin yok olması ile Allah'ın kendi dininin de adeta yok olacağını haykırmaktadır. Ankara şiirleri ara­ sında dördüncü sırayı alan dua makamındaki "amin" şiiri bu mahiyettedir.


122 1 Etnik Tuzak

Bazılan sanki yeni bir buluşun heyecanı içindeymiş gibi Türkiye ismi yerine "Osmanlı Cumhuriyeti" ve "İsHim milleti" kavramlannı ortaya atmaktadırlar. Ge­ rekçe de aynı: Efendim, aynmcılığı ve tefrikayı önlemek. Bu görüşte olaniann sosyal ilimlerden ve özellikle Sosyo­ lojiden hiç nasiplenmedikleri anlaşılmaktadır. İslam bir ümmetin adıdır ve farklı dil, din ve soya dayanan insan­ lara mesajı olan yüce Tevhid dinidir. Ümmet mi, millet mi şeklinde bir tezadın içinde, yıllardır genç beyinleri şa­ şırtanlar, bunlann ne birini, ne diğerinin birbirine tercih edilmesi gerekmediğini kavrayamamakta ve hatta Arap­ ça'yı İslam'ın tek dili gibi göstermektedirler. Demek ki, İslam'la müşerref olan her farklı millet, milli dilini terke­ derek Arapça'da karar kılacaktır. Bu görüş İslamın yayıl­ masını içine sindiremeyen anlayıştır. Bazılan ise, sürekli tenkid edilen resmi ideoloji ile Türk milliyetçiliğini aynılaştırabilmekte ve Cumhuri­ yet'in kurulduğu tarihten beri bu görüşün devletin resmi görüşü olduğunu zannetmektedirler. Oysa ki, milliyetçi­ lik birçok dönemlerde devamlı suçlanmış hatta yargılan­ mıştır. 1944 Türkçiller Olayı ve uygulanan işkenceler, da­ ha sonra dönemin Cumhurbaşkanı'nın 19 Mayıs 1976 nutku ile bazı çevreleri "Pan-Türkist ve Pan-İslamist"lik­ le suçlaması, 12 Mart 1971 ve 12 Eylül l980 askeri müda­ halelerinden sonra milliyetçilerin gördüğü eziyet ve iş­ kence, iddianamelerde şovenizm, turancıhk ve faşistliğe varan, hatta din esasında göre devlet kunnaya kadar uzanan suçlamalar unutulabilir mi? Bunun en taze örne­ ği, Aydınlar Ocağı'nın kamu menfaatine hadim cemiyet kabul edilme talebine verilen menfi cevaptır. Ülkemizde, dönem dönem milliyetçilik bazı çevrelerce sulandınlmış protokol aracı yapmış, hatta anlaşılmaz bir hale sokula­ rak tören malzemesi olarak düşünülmüştür. Bu gerçekle­ ri herhalde gözönüne almak zorundayız.


Etnik Tuzak / 123

II CUMHURİYET OYUNU •

Geçenlerde l970'li yıllarda kestiğim gazete kesikleri­ ni kanştınyordum. Doğrusu ibretle sarsıldım ve dünü bu­ güne bağlamak istedim. 1990'lı yılların gerçeğinde dünün ideolojik propaganda taktiklerini ve içi boş ama malüm ideolojiye hizmet eden, adam kazandıran sloganlannı tekrar değerlendirdiın. Bu sloganiann en dikkat çekicisi solun "Bağımsız Türkiye" parolası altında ABD ve NATO düşmanlığı gibi gösterilmeye bilhassa dikkat edilen Sovyet işbirlikçiliği idi. Türkiye, ancak Sovyetleştirilerek, komünist rejime geçirilerek bağımsızlaştınlabilirdi. Böylece, işçi sınıfının ideolojisi olarak takdim edilen rejim geldi mi, zaten kay­ bedecek zincirlerinden başka bir şeyi kalmamış olan emekçiler kendi ilerici düzenlerini kuracaklar, sınıfsız, is­ tismarsız ve devletsiz bir toplum gerçekleşecekti. Bu top­ lumda artık sendika, grev ve toplu pazarlığa da ihtiyaç kalmayacaktı. Lenin'in ifadesiyle grev devlete karşı işlen­ miş en büyük suç olacaktı. Burjuvazinin rejimi olan ka­ pitalizme has müesseselere de artık ihtiyaç kalmayacak; geçici bir topluluk olan millet ve yöneticilerin menfaati olan milliyetçilik, mülkiyet ve aile ile kara dayalı üretim ilişkileri kökten değişecekti. Bu masal epey uzundur. Bu masalı yıllardır okuyanlar bile artık pes etti. Şimdi onlar­ dan bir kısmı "üretimin gerekliliği" ve "üretimin artınl­ ması",• "hukukun üstünlüğü" gerekçeleriyle Il. Cumhuri­ yetçilik oynuyor. İstisnalara, sapmalara, bel bağlayarak yeniden "düzen değişikliği" peşindeler... İhracat rakamla­ n yeterli mi değil, nüfusun yarısı tanm da mı faal, suçla­ nan 1923 Cumhuriyeti ...


124 1 Etnik Tuza Ama maalesef l970'li Türkiye şartlannda toprak iş­ gallerini. teşvik eden, polisi "fnıko " olarak gören, elinde­ ki , daktilo 1 makinesini elinden gelse taş ve sopa yerine devletin güvenlik güçlerine fırlatmaya hazır ve bunu açıkça ifade eden "ilerici ve demokrat ve de yurtsever" (Yani yaşadığı toplumla kültürel değil, sadece mekan bir­ liği içinde olan) yazar takımı ve topluma olan düşmanlığı Marksizmle özleştirerek toplumdan intikam alma peşin­ de olan, omuzundaki haki renk çantadan, başındaki şap­ kasına kadar devrimci görünmeye meraklı öğretim üyesi müsveddeleri, gençleri mutlaka devrim yapıp düzeni de­ ğiştireceğiz şeklinde kandınnışlardı. Sonra bu büyük ağa­ bey, teorisyen, Rosa Lüxemberg özentili ideologlann bir kısmı, devrimi devrim diye kandırdıklan kendi toplumu­ nun kültüründen habersiz, enerji dolu ama boş beyinleri, utanmadan da ispiyonlayarak kendilerini sözde temize çı­ karacaklardı. B azılan da parayı görünce "biz yanılmışız" diye bu sefer liberal ve değişik bir entenasyonalciliğin pe­ şine düştüler. Değişen vitrindi, yoksa Türk düşmanlığı, dine (islama) bakışlan değişmemiş cinsel özgürlük me­ raklan ve aile düşmanlıklan devam ediyordu. Kutsal ve değerli olan ne varsa onu yıpratmak, sulandırmak ve ayağa düşürmeyi amaç edinmişlerdi. Peki, yanlış adreste bağımsız Türkiye'ye varacağına, sömürü düzeninin orta­ dan kaldınlacağına şartlandınlmış yüzlerce gence yazık olmadı mı? Bunlara karşı mücadele edenlerin haklılıklan ortaya çıkmadı mı? İşte, 9 Ağustos 1992 tarihli bazı gazetelerdeki TKP ve Sovyetler Birliği Komünist Partisi ilişkileri ve bu iliş­ kilerde yer alan ismi "barışlı", "ilericili" dernekleri gö­ rünce gerilere döndüm ve gerçek Türk basınında doğrula­ n yıllarca yazan şeretle göreve yapmış ve halen de yap­ makta olan, köşe yazarlannı saygı ile, şükranla andım. Türkiyeli komünistlerin düşen maskeleri, belgelerle ba­ sında yer almıştır. Bu belgeleri süturuarına alamayanla-


Etnik Tuzak / 1 25

n da bir bakıma hoş gördüm, içinde bulunduklan zor du­ rumu anladım ve onlar adına üzüldüm. Kolay iş değil doğrusu. Devrimci ağabeyin ümidi dünya sosyalizminin merkezi Sovyetler dağılmış, bazılannın sermayeleri tü­ kenmiş (ama belki Türkiye sorunsalında tükenmemiş ola­ bilir) Kısaca, öyle bir deprem ki dünya yeniden kurulu­ yor. Kimi dün sövdüğü Turancılığa, bir başka bakıyor, ba­ zılan da k.ırk.ından, ellisinden sonra islamı farketmiş, öğ­ renmeye çalışıyor. Bazılara da dün küfrettikleri ve aşağı­ ladıklan Osmanlıyı bugün istismar ediyorlar. Altmış mil­ yon içinde mozaik anyorlar. Nereden ilham geldiyse Os­ manlıya değil, ama onun çok kavimli yapısına özlem var. Türk düşmanlığı adına.... Birkaç sene önce N. Sargın ve H. Kutlu'nun Türki­ ye'ye dönüşlerini hatırlıyorum. Ardından Batılı komünist ve sosyalist bazı milletvekilleri Türkiye'ye müfettiş eda­ sıyla geliyor, hakimlerimizi nerede ise sorguya çekiyor, adalet mekanizmasına müdahale ediyor, dış çevreler de iç işierimize kanşıyordu. Bu düşündürücü durumu haklı ve normal göstermek için "TKP'ye özgürlük" diye tepiniyor­ lar ve bizi dışanya, efendilerine şikayet ediyorlardı. Dış ve iç baskılardan bunalmış Avrupa ile bütünleşme uğru­ na her şeyini pazara çıkarmaya hazır bazı politikacılan­ mızın acıklı ve gülünç hali de gözlerimin önünden gitmi­ yor. Bunlar hiçbir zaman bu yüce millete layık olamadı­ lar. Bunun en son ve müşahhas örneği Kıbns müzakere­ lerinde Vasiliu tarafından ortaya atılan iddialarda görül­ müştür. Vasiliu, Kıbns Türkü için bir intihar olan malum haritayı daha önce bazı devlet adamlanmızın kabul etti­ ğini söylüyordu. Doğrusu skeç konusu olabilecek çok şey geldi geçti ama hem dram, hem komediyi birleştirerek eser vermek kabiliyet işi... Bu da bizde yok. TKP'siz bir Türkiye, Avru­ pa ile nasıl bütünleşecek ve insan haklannın bulunduğu­ nu ispat edecekti. Liberal mutfaktan beslenen ve faşizm


126 1 Etnik Tuzak

tellallığı yapanlarla, ütopik örgürlük peşinde olan ve Türk milliyetçiliğine düşman bazı liberaller, bugün birer mütebessim ahmak gibi aramızda dolaşıyorlar.Daha önce söylediklerinin, yazdıklarının farkında değilmişler gi­ bi.. .. "Eli bombasız tedhişçi" olarak tarif edilen ve her tür­ lü yıkıcılığa, bölücülüğe yeşil ışık yakma geleneğine sahip olan bugünkü liberallerimiz, özgürlükçülük adına gele­ nekiere savaş açarak tarihi misyonlarını yerine getirmek­ tedirler. Bazılan da sosyalizmi boşadı, liberalizm ile flört halindedir. Tarih biraz da ondan ibret alınmak için yaşanıyor. Geçmişten ders alabilenler dün yazdıklarını tashih etmek durumundadırlar. Gerçekleri saptırmakta ısrarlı olanlara ise söyleyecek sözümüz şudur: Şunu iyi bilin ki dünyada bile yalnız kalıyorsunuz. "Henüz konıünist devlet kurul­ madı ki . . . ", "Sovyetler henüz toplumculuk aşamasında idi" şeklinde sizin de inanmayarak söylediğiniz, aydedeyi taşlamaktan öteye geçmeyen iddialar peşinde koşmayın. Heykeller nerede? Orak-Çekiç'in yerini hila.ııer v�: haç al­ dı. "Yeni Dünya Düzeni", bizim gibi ülkelere yeni en­ ternasyonalizm olarak şınnga edilmeye çalışılsa bile, dünya milliyetçilik, din müessesesi ve milili menfaatler eksenine oturuyor. Amuda kalkarak dünyayı seyretmeye çalışmayın. Hiçbir ülke kendini açık artırmaya çıkarma­ ya talip değil. İltica edeceği patron ülke arama merakı da yok. .Aına mandacılığa, teslimiyetçiliğe talipseniz tepenize binecek de bulunur. Hem de fazlasıyla....


Etnik Tuzak / 1 27

TÜRKİYE içiN

YENİ TEZLER, AMA NASIL?

Bazılannın komünizmi savunduklan dönemde yapa­ madıklannı bugün yapabilmek için bir takım fantazilerle uğraşmakta olduklannı görüyoruz. Madem ki dün, ister komünizm, ister onun suhndınlmış şekilleri yürümemiş ve dünyada beklenenin aksine bir değişme göstermiştir; şu halde, Türk düşmanlığını, Türkiye'ye karşı beşinci kol faaliyetlerini sürdürebilmek için yeni vasıtalar bulunma­ lı, yeni ve değişik ittfaklar kurulmalı idi. İşte, bugün bir zamaniann hızlı komünistlerince yüzleri de kızarmadan ekranlara kadar taşınan liberal eski sol-sözde İslamcı işbirliği ve hatta rahmetli Cumhur­ başkanı'nın oturum başkanlığına soyunduğu senaryo bu­ dur. İdeolojik slogantarla savunulamayan görüşler, şimdi üniter devleti reddetmede, etnik çoğulculuğu savunma­ da, federasyon tezlerinde, ferdi devletin önüne çıkarmak görü;:ıtüsü ile yapılmaktadır. Kutsal devlet ne demek. Devlet ayağa düşmeli, ağırlığını ve itibannı kaybetmeli. . . Cumhuriyetin ikincisi kurulmalı, "oligarşik devlet, yıkıla­ cak elbet" gibi sloganlan aslında terketmeyenler vitrini değiştirmek ihtiyacını duymuşlardır. Ancak, adı geçen slogan hala İ.Ü. Edebiyat Fakültesi'nin duvarını kirlet­ meye devam ediyor. 19. asrın modası geçmiş liberal rüzgarlannın yeni­ den estiği bir ülke görünümündedir Türkiye... Güneydo­ ğu'da Çekiç Güç'e mensup askerlerin bir kaymakamı tar­ taklaması, Saratoga'dan atılan füzenin ortaya koyduğu, çirkinlik, müttefik saldınsı ile verilen şehitler, İncirlik'in bilgi dışı kullandınlması iddiası, Batılı kaynaklara daya-


128 1 Etnik Tuzak

nan istihbarat akışı, KKTC'yi bir türlü benimseyememe, Ermeni'ye buğday desteği gibi ciddi ve üzücü olaylar bazı­ ları için önemli değildir. Bunların ağabeyleri veya büyük babalan da İstiklal Harbinin başarılamayacağına, O'nun bir macera olduğuna inandıkları için Amerikan mandacı­ lığını savunuyorlardı. Şimdi bunlann torunları; devleti küçültmekle, yıkıp ikincisini kurmakla uğraşıyorlar, fede­ rasyonculuk oynuyorlar, kanşmışlık iddiasında bulunu­ yorlar, mozaikçilik yapıp hayali kültür kimliklerini tanıt­ maya uğraşıyorlar. Bunu yaparken gerekçeleri de bundan önceki başlıklarda da ısrarla ortaya koymaya çalıştığımız gibi, kültürel değil; ama irkçı ve biyolojik esasa dayalıdır İşin garipliğine bakın ki, demokrat ve sözde çağdaş bir görünüm altına gizlenenler açıkça Türk kimliğini reddet­ mekle, Türk düşmanlığı ile meşgftller. Üstelik ırkçılığa sı­ ğınarak. . . Yunandan daha fazla Türk düşmanı olarak. . . Yeni Osmanlıcılık kavramı d a bir süre piyasada do­ laştı durdu. Ancak, bir çok çevreye hoş görünmeye çalı­ şaniann unuttuklan bir gerçek vardır. Hepimizin iftihar ettiği Osmanlı gerçeğinde "Osmanlı olma" bir çimento gö­ revini görüyor ve farklı milliyetleri birbirine bağlıyordu, yani kültürel bir birleştirici idi. Türkiye'de yeni Osmanlı­ cılığın kültürel çimentosu nedir? Kültürel Türklüğü bile reddettiklerine göre, bunun yerine ne koyacaklardır? An­ laşılan insanları uyutmak için zihinler karıştınlmaya bu­ landınlmaya çalışılıyor. Ortada bir Truva Atı var; ama bazılan sanki afyonlanmış ... Dün komünist düzeni savunanlann şimdi zor du­ rumda olduğunu biliyoruz. Doğrusu "bunlara nasıl yar­ dımcı olunabilir?" diye de düşünüyoruz. Beynin ve bütün hayatın ipotek edildiği büyük iddia; birgün bakıyorsunuz ki, temelden çözülüp gitmiş, yerlerinde yeller esiyor. Bun­ lann hepsi ve daha şahsiyetli olanları, tabii ki hemen li­ beral olamadılar, cinsiyet ayınmcılığına, mezhep çatış­ macılığına ve Kürtçülüğe soyunaniadılar. Çünkü kabul


Etnik Tuzak / 1 29 ettikler ideolojiyi de iyi kavrayamamışlardı. Hem bazı ko­ nularda biraz milliyetçiliğe özeneceksiniz, milli menfaat­ ten bahsedeceksiniz, hem de Marx'ın görüşlerini benimse­ yeceksiniz. Hem beynelmilelci, hem biraz milliyetçi ola­ caksınız, hem de Kemalizme göz kırpacaksınız. Bu bize has bir fikir turşusu gibidir. Bundan dolayı bizimkiler ideolojiyi bile bir menfaat aracı olarak kullanarak çıkarcı oldular. Dünyada bu tip komünistler az görülmüştür. Bunlara pek lafım yok, ama bir zamanlar milliyetçi­ liğe soyunınuş, milli ve manevi değerlerden yana olania­ nn az da olsa bir bölümünün şimdilik görünümü daha da acıklı ve düşündürücüdür. Dünden farklı bazı şeyleri dü­ şünerek veya düşündüğünü başkalarına hlasettirerek ba­ zı imkanlan elde etmek peşinde olan bu tipiere ne deme­ li? Kendi kendilerini farkettikleri andan beri "şehirlilik" karşısında aşağılık kompleksi hisseden, "köylülüğün" şe­ hirde temsilcisi olan bu coğrafi muhafazakdrlann şimdi­ lik görevi cumhurbaşkanı yakını olmak, liberal-sol ittifa­ kının garsonluğunu yapmak, taşeronluğuna özenrnektir. Uzun yıllar eziklik içinde olan bunlar,

değişim ve

oluşum krizinde bir yerlere yaranm ak, birşeyler kapmak peşindedirler. Biz değişime ve yeni oluşurnlara karşı deği­ liz, yeter ki bu oluşum özentileri aydın taassubu ile tepe­ lerden topluma kabul ettirilmeye çalışılmasın ve suni ol­ masın. Bazı aydınlar kendi kendilerini tatmin ederken, top­ lumda yanlış değerlendirmelere sebep olmasınlar. Hayal­ lere kapılıp vatandaşın ve toplumun meselelerinden uzaklaşarak bize ekmek yerine pasta yemeyi tavsiye et­ mesinler. Zaten gündemi tayin etmekten de çok uzakta bulunmaktadırlar. Klasik latlann dışında yeni görüşler ve tezler üret­ mek mi? Tamam, üstelik hiç de gecikmeyerek. . . Türki­ ye"nin tesirliliğini azaltıcı, ülkeyi tekrar kamplaştıncı, bizi içerde uğraştıncı, bölücülüğe, mozaikçiliğe, federas-


1 30 1 Etnik Tuzak

yonculuğa, tavizciliğe bulaşmadan. . . Gündemi elinizde tutmak mı istiyorsunuz? O halde, geliniz Türkiye'nin ay­ dınlan olarak sorumluluğumuzu hissedelim. Farklı ülke­ lerin menfaatlerini ve taleplerini caydıncı, sadece savun­ maya dönük değil, ama en azından bazı Batı ülkelerinin karmaşık etnik yapılanna da merak saralım, insan hak­ lan ihlallerini, Avrupa'daki yabancı düşmanlığını, ırkçılı­ ğı ele alalım. Paris'te, Londra'da basın toplantılan yapa­ lım; o ülkelerdeki gençlerimize, kuruluşlanmıza mesajı verelim, araştıralım ve bunlann taleplerini kıncı tezleri ortaya sürelim. O zaman mesela biz de söyleyelim, "Fran­ sa'da Fransızca acaba milli bir dil olabilir mi?" diye . . 1992 Ramazanında Batı Trakya'ya gönderilen 3 müftü üç-dört gün sonra sınır dışı ediliyor ise, siz Olimpik Havayollan ile gelen papaz sürüsüne müsaade edemezsiniz, ederseniz ciddiye alınmazsınız. Yunanistan'da horlanan, aşağıla­ nan Türkiye' den gitme Rumiara da sahip çıkma duru­ mundasınız. Bayan Mitterand Güneydoğu'da bazı ilieri mi ziya­ ret ediyor, teftiş havasında konuşmalar mı yapıyor, o hal­ de O'nun karşılığı olan şahıs ve çevreler de Korsika'daki insan haklan ihlallerini, Mrika kökenli müfusa uygula­ nan asimilasyoncu politikalan yerinde incelemek duru­ mundadır. Araştırma sonuçlan Paris'de bir basın toplan­ tısı ile neden açıklanmasın? Güneydoğu'da bazı yerleşim merkezlerine merak sa­ ran ve yanında askeri ateşesiyle "ön yargılı olmadığını" ifade ederek yöreye giden İngiliz Elçisi'nin temas ettiği şahıslara uygun karşılıklar seçilerek mesela, Londra Bü­ yükelçimiz de Kuzey İrlanda seyahatine çıkmalı, Belfast, Londoderry gibi protestan-katalik çatışmalarının kanlı bir şekilde sürdüğü yerlere uğramalı, IRA'nın kanuni ko­ lu olan Sein Fein Partisi'ni ziyaret etmeli, tutuklu IRA mensuplannın idamı ile TBMM insan Haklan Komisyo­ nu üyeleri ilgilenıneli, Almanya'daki Maze Hapishanesi .


Etnik Tuzak / 131

incelenmeli, yargısız infaz olayları şampiyonu SAS ko­ mandoları için Uluslararası Af Örgütü'nün dikkati çekil­ meli, NATO silahlarının halka karşı kullanılıp kullanıl­ madığı araştınlmalıdır.* İngiltere'de Asil Nadir'e uygula­ nan Stalin Rusya'sını andıran manevi baskılar, hukuk ili­ laileri nasıl izah edilecektir? Eneı:jimizi ülkeyi küçültmede, tesirliliğini azaltma­ da değil, faydalı ve yabancıları caydıncı yönde kullana­ lım ... Emperyalizmin yeni uşaklığına özenmeyelim. Şunu iyi bilelim ki, Ermenilerin "Kızıl Sultan" sıfatını verdiği Il. Abdülhamit yine aynı talep karşısında bir dönem, İn­ giliz elçisine ve askeri ateşesine içişlerimize müdahale ge­ rekçesiyle seyahat izni vermemiştir.

* Tercüman, 3 Mayıs 1 993


132 1 Etnlk.Tuzak

ÇAGDAŞLAŞMA BİLMECESİ Çağdaşlaşmayı dünyada görülmedik bir şekilde tar­ tışır hale getirmişizdir. Bir çoğumuz hangi konu ele alı­ rursa alınsın, mutlaka o kelimeyi telaffuz ederek adeta rahatlar hale gelmektedir. Bazı siyasetçilerimiz, nerede ise her cümlede çağdaşlaşmadan bahsederek günlük ger­ ginliklerinden uzaklaşırlar. Kelime bir maymuncuk gibi her kilide uydurolmaya çalışılır. O bazı antellerimizin "klinik olay " durumlarım örten bir şal veya aksesuardır. Çağdaşlaşmaktan bu kadar sık söz edenlerin ondan ne anladıkların da kavrayabilmek zordur. Hazmedilme­ den, içi fikren doldurulmadan boş kavramlarla basit siya­ setin yapıldığı bir ülkede siyasetin seviyesi herhalde fazla yüksek sayılamaz. Önüne gelen herkese "federasyon" tek­ lif eden ve Talabani 'den Saddam'a kadar herkesi şaşırtan ve kendisine güldüren bir siyasetçi kadrosuna sahip oldu­ ğumuz için herhalde sevinecek değiliz. Çağdaşlaşma, ne Batı karşısında içine düşürüldüğü­ müz panik, aşağılık kompleksinden kurtulma aracıdır, ne de aşırı güven hayaleti .... Hele milletin çoğunluğunu sin­ dirme ve ezme aracı olarak hiç düşünülmemelidir. Çağ­ daş olmamn birinci şartı, kendi milli kimliğini koruyup geliştirerek dünyaya açılmak, kendi dışımızdaki dünyayı farkedebilmektir. Yoksa her sabah yeni yeni federasyon­ lar kurmak, etnik gruplar arayışma çıkmak, islami azın­ lıklar yaratarak batılı müsteviilere yaranmak, çoğulculuk masalı altında Türkçeyi Anayasamn 3. maddesinden ve Türk kelimesini milletvekili yemininden çıkarmak, devle­ ti yıkmak ve zaafa uğratmak, yeni soy ve atalar arayışma çıkmak çağdaşlığı değil, çirkin işbirlikçiliğini belgelemek-


Etnik Tuzak / 133

tedir. Bazılan devleti küçültmeyi çağdaşlık olarak kabut etmektedirler. Merkezi devletle ancak savaşarak sivil hakiann elde edildiği Batı'dan esinlenerek devletin birlik ve bütünlüklerini koruduklan, Almanya, Kore, Yemen örneklerinde olduğu gibi aynı milliyetten unaurlann bir­ leştiği, devletin güçlendirildiği bir dönemde devlet düş­ manlığı kime hizmettir? Kamu sektörünün ekonomideki payının azaltılması başka şeydir. Ancak, Türkiye'de bu öne sürülerek devletle uğraşılmaktadır. Ellerinden gelse sınırlan açacaklar, bayrağı reddedecekler.... Devleti soymak için çetel•h oluşturulmuştur. Hayali ihracatı bizzat korumak için ka­ nun kuvvetinde karamameler çıkanlmıştır. Devletin kü­ çülmesi aslında d�vletin dağılmasıdır. Ademi merkeziyet­ çilik adına neredeyse devlete vergi bile verdirmeyecekler. Bir zamaniann Prens Sabahattin'lerin kötü kopyaları çağdaşlaşma adına eyaletlerle ülkeyi yönetmeye merak sarıyorlar. Devleti küçültmenin bir başka yanı da Orta­ çağ derebeyliklerine ve şehir devletlerine özenmedir. içer­ dekiler ülkeyi zayıflatarak onun dış tesirliliğini azaltmak için ellerinden geleni yaparken, dışarıdakiler ise, süflör­ lükle meşguller... Zihinler boş, ufuk dar ve kendi gücü­ nün farkında olunmazsa, dış telkinlere bu ölçüde açık olunursa, insan bırakın devleti küçültmeyi, devletten bile vazgeçerek vatansızlığa alıştırılabilir. Dünya vatandaşlı­ ğı varken Türk'ü telaffuz etmenin ne 8.lemi var... Üstelik çağdaşlık uğruna.... Dünyanın her tarafında, her ülkede böyle görüşlere sahip marjinal gruplar olabilir, ama devletin tepesindeki­ ler bunlarla paralel faaliyetler içine ginnezler. Gelenekle­ rine savaş ·açılmış olan bir ülkede, insanlar kalem oyna­ tan demagogların peşine takılabilir, şarlatanlann ve biz­ zat bürokrasi tarafından beslenenlerin keselerini doldur­ maianna yardakçılık. edebilirler. Devletin küçültülmesi,


134 1 Etnik Tuzak

rüşvet alan veya almayan bürokratın devre dışı bırakıl­ ması, soygunculara daha rahat bir alan bırakabilmenin yoludur. Çağdaş olabilmek, çağa hakim olabilmek, izinle politika oluşturmamak, çağa damga vurabilmektir. Oyu­ nu kurallanna göre oynayabilmektir. İnsanlarımızı garip kalıplar içine tıkmak, onlan afyonlayarak kendi kendine yabancılaştırmak ve yabancı ülkelerin menfaatine hizmet değil. .. Her odada ayn bir köpek beslemek, çok iyi içki iç­ mek, yabancı dili yerinde kullanmamak, kocasız annelik toplumdan mutlaka farklı normal dışı yeni bir şey düşün­ düğünü hissettirmek mi çağdaşlık? Ne yazıktır ki, Türki­ ye'de zihniyette, metodlu çalışmada topluma karşı sosyal sorumluluk gerektiren konularda değil, basit şekil şartla­ nnda çağdaşlık aramr. Dış görünüm, gösteriş tüketimi, altın kullanımına göre insanlar etiketlenir. Çağdaşlaşma, Batı'ya göre yapılanma, Batı dünya egemenliğinin anahtan olarak anlaşıldığı gibi, Türk-İs­ lam kültürünün antitezi olarak da takdim edilmektedir. İş böyle olunca, çağdaştaşma tek bir modelle sürekii diya­ log kurmanın ötesinde de düşünülmemektedir. Batı tipi bir çağdaştaşmanın alternatifleri ile karşılaşmayan, bun­ lann farkında olmayan bazı aydınlar bundan dolayı çağ­ daşlaşmayı taassup seviyesine varan bir Batılılaşma ola­ rak anlamışlardır. Oysa, çağdaşlaşma, mutlak ve kaçınıl­ maz bir Batılılaşma determinizmine saplanmak değildir. İşte, meseleyi çarpık kavrayanlar bundan dolayı yerli, milli olan herşeyle dövüşme ihtiyacım duyuyorlar. Çağ­ daşlaşma, gelenekselliğin azalması ise kurulmuyor. Çağ­ daş ve gelişmiş hangi ülke geleneklerini çöpe atmış? Böy­ le bir sosyal süreç var mı? Batı dünyayı Avrupalılaştınr­ ken aynı zamanda Avrupalılığı da evrenselleştirip tek bo­ yutluluğa insanı zorluyor. Dil ve kültür farklılığı Avru­ pa'yı farklı kültürel bölgeler haline sokarken, bizdeki çağ­ daşlık krizi içinde olanlar tek bir Avrupa kültüründen medet umuyorlar.


Etnik Tuzak / 135

Çağdaş olabilmek, çağın insanlığın istifadesine sun­ duğu maddi ve manevi kültür unaurlanın ülkemizin şart­ lan ve ihtiyaçlan ölçüsüne alabilme, kullanabilme, dö­ nüştürebilme, yeni bileşimler ortaya koyabilme sanatıdır. Eskiyi sadece eski olduğu için atmak ve yeniyi sadece ye­ ni olduğu için bünyeye almak değil... iktihas edilecekler­ de fonksiyonel ilişki ve uyum aranmalıdır. Türkiye'yi; ilim ve akılla imanı birleştirebilen din ile ilmin mutlaka çatışacağı varsayımını zihinlerinden atabilen aydınlar çağdaşlaştıracaktır, kavram hokkabazı kopyacılar veya hissi Batı düşmanlığı peşinde olanlar değil .


136 1 Etnik Tuzak

Ç�ÖDASLAŞMA ''ENTELLEKTÜEL" Bm ".AI{SESUAR''MIDffi? Eski adı muasırlaşma veya asrileşme olan çağdaş­ laşma her konuya iliştirilen bir kavram haline gelmiştir. Türkiye'nin Türk Cumhuriyetlerine ihraç edeceği model­ den, ele alman her müessese veya olaya kadar çağdaş ol­ manın gereği vurgulanır. Çağdaşlaşmayı sık sık dile geti­ renierin bundan ne anladıklanm da kavrayabilmek zor­ dur, çünkü hazmedilmeden fikir cimnastiği yapılmadan bu ve bu gibi kavramlar, ortaya atılmaktadır. Çağdaş ol­ mak ve olmamak... Çağdaş olmanın veya olmamanın öl­ çüleri, göstergeleri nelerdir sorusu daima cevap arayıp durmuştur. Ama çağdaşlık bir maymuncuk gibi her konu­ ya uydurulmaya çalışılır. O vazgeçilmez bir ak.sesuardır. Konunun iki boyutu vardır. Bunlardan birisi evrensel anlamda kabul görmüş bazı göstergelerdir ve bunlara gö­ re toplumlar bir değerlendirilmeye tabi tutulurlar. Diğer boyutu ise, farklı kültürlere göre konunun itiban (göre­ celi) değerlendirilmesinin toplumdan topluma değişebil­ diğidir. Çağdaş veya çağdaş olmama ele alım�ken bu iki boyuttan hangisinin göz önünde tutulduğunun bilinme­ sinde fayda vardır. Aksi halde, bugün ülkemizde olduğu gibi kargaşa sürer gider. İşin içinden çıkmak da zorlaşır. Genellikle çağdaşlıkta ölçü dış görünüme göre tesbit edilmektedir. Zinniyette, çalışma disiplininde, metodlu düşünebilmekte aranması gereken çağdaşlık, şekilde ve şekil şartlarmda aramr olmuştur. Bazılan, şekil ile zihni­ yet arasmda yakın bir ilişki bulunduğu şeklinde itirazda bulunabilir. Soyut olanla somutun biribirinden kopuk ol­ duğu ileri sürmenin yanlış olduğu belirtilebilir. Ancak,


Etnik Tuzak / 137

kavramın gündeme gelişi daha ziyade somut (müşahhas) olan alanla ilgilidir. Veya en azından bizde bu böyledir. Konu o kadar basite indirilmiştir ki, iyi dans etmek, içki kullanmak, ana dil ölçüsünde yabancı dil bilmek, yabancı kültürlerin örf ve adetlerinden haberdar olmak gibi bir . çok örneğe bakarak insanlara etiket takanz. Sosyal bi­ limlerde sapma davranış (deviant behaviour) olarak orta­ ya konan davranış şekilleri, doğru veya yanlış oldukları­ na bakılmadan, toplumda sosyal kabul görmüş olan her konuda farklı olma veya farklı düşünebilme çağdaşlığa uygun görülür. Mesela bazılanna göre, kocasız annelik, serbest birleşme ve her türlü geleneği tabu olarak görüp onlara karşı savaş açmak çağdaşlık sayılır. Ülkemizdeki görünümüyle çağd�lık; gelişmiş, sanayileşmiş toplumla­ rın da şikayetçi oldukları hastalıklı yapı özelliklerine özenrnek şeklinde algılanmaktadır. Çağdaşlık üst seviyede, kendi kendilerini entellektü­ el olarak kabul ve ilan eden çevrelerin inhisarında olan bir konu değildir. Seçkinci yaklaşımlar birçok konuda ol­ duğu gibi, bunda da geçerli sayılmaktadır. Halbuki konu herkesi ilgilendirmektedir. Çağdaşlaşma, Batı'ya göre ya­ pılanma, Batı dünya egemenliğinin anahtan olarak anla­ şıldığı gibi, Türk-İslam kültürünün antitezi olarak da takdim edilmektedir. Böylece, Batılı çağdaşlaşma modeli­ nini etkili bir alternatif olan Doğu kaynaklı modeller, maksatlı bir şekilde devre dışı bırakılmak istenmektedir. Dünya, tek bir kaçınılmaz modelle yani Batı tipi bir çağ­ daşlaşma ile tanışınca, altermatifsiz kalan gelişmemiş ül­ ke insanianna aydınlarına zaten sinmiş olan az gelişmiş­ lik psikolojisi bir baskısı, çağdaşlaşmaya Batılılaşma şek­ line büründürmektedir. Oysa, sanayileşen ve gelişmiş bir * Erkal, M .. E., Iktisadi Kalkınmanın Kültür Temelleri, (2. Baskı) Is­ tanbul, 1 991 , sh. 1 37- 1 40 * * Tacar, P., "Tüı1dye'nin Kültürel Tanıhmı", Erdem, Cilt 6, sayı 1 7, Ankara, Mayıs 1 990, sh. 523-524


1 38 1 Etnik Tuzak

toplum haline gelecek ülkeler; mutlak ve kaçınılmaz ola­ rak Batılı ülkelerin geçirdikleri sanayileşme sürecini olumlu ve olumsuz yanlarıyla geçirecekleri aynen koru­ malan gerektiği şeklinde bir sosyal kanun olabilir mi? Böyle bir determinizm yoktur ve zihinleri böyle yanlışlar­ la malul olanlar bize göre çağdaş değil, çağdışıdırlar. Bu anlayış ülkemizin gelişmesinde önemli bir ayak bağı ol­ muştur. Bizim anladığımıza göre, çağdaş olabilmek, çağı­ mızın bütün insanlığına sunduğu maddi ve manevi kül­ tür unsurlanndan ülkemizin şartlanna, ihtiyaçlanmıza göre alabilme kullanabilme ve değerlendirebilme sanatı­ dır, kabiliyetidir. Çağdaş olmak çağı hakim olabilmek ve kendi damganızı yaşadığınız döneme vurahilrnek için her alanda oyunu kurallanna göre oynayabilmektir. İnsanla­ nnızı garip şablonların içine hapsederek afyonlamak ve­ ya yabancılaştırmak değil... Bir başka ifade ile çağdaşlaş­ ma, aynı çağda yaşayan insanlar ve milletler demektir. Çağdaşlaşma, sadece geçmişe dönük bir hayranlık ve mi­ ras yediliğin antitezi değildir. Çağdaştaşma ile gelenek­ sellik arasında ters bir orantı yoktur. Gelişme ve çağdaş­ taşma, gelenekselliğin azalması ile kurulmuyor. Gelişmiş, modernleşmiş, çağdaşlaşmış, toplumlann gelenekselliği dışladığı, geleneklerini, kendi milli kültürlerinin terk ederek bu noktaya geldikleri ileri sürülebilir mi?* Batı Avrupa Ülkeleri ve Japonya böyle bir süreçten mi geçti­ ler? Dil ve kültür farklılığı Avrupa'yı farklı kültürel böl­ geler haline sokmaktadır. Avrupa Parlamentosu ve Avru­ pa Konseyi tarafından Avrupa'da bölgesel ve azınlık dille­ ri projeleri hazırlanıyor. Avrupa'da kültürel kimlik çoğul­ culuğa dayandığı için AT'de kültürel bütünleşme (enteg­ rasyon) gerçekleşemiyor. ** Avrupa'da etnik ve cemaat ilişkileri tartışılıyor. Bizde çağdaş olmayan çevreler ise, ortak bir Avrupa kültüründen medet umuyor, milli kül­ türler arasındaki sınıriann kalkacağı hayaliyle avunu-


Etnik Tuzak / 139

yor. Adeta, beyaz bayrak sallayan askeri birlik gibi ... Çağdaşlık, ne aşağılık kompleksinin aracı ve ondan kurtuluşun reçetesi, ne de aşın güven hayaleti haline ge­ tirilmeli, ne de milletin büyük çoğunluğu üzerinde bir baskı vasıtası yapılmalıdır. Çağdaş olmanın birinci şartı kendi kimliğini reddetmemek, faydalı gelişmeyere açık ol­ mak ve kendi dışımızdaki dünyayı farkedebilmektir. Çağ­ daşlığı bir garip taassup odağı haline getirmek değil... Üzerine baştığınız kaya gibi sağlam toprağı mozaik ola­ rak görmek, Türkçe dışında gecekondu diller ve etnik gu­ ruplar yaratmak, üniter devleti zaafa uğratma çabalan, çağdaşlık değildir. Şimdi de çağdaşlaşmanın bazı evrensel boyutlannı ele alalım. Bütün zamanlar ve toplumlar için determinist (gerekirci) değişme modelleri aramamak, bilgide stan­ dartlaşırken kültürde standartlaştınlma gayretleri karşı­ sında uyanık olmak, şekilciliği sosyal bir sorun yapma­ mak, okuma alışkanlığı ve araştırma zevkini kazanmak, artan ve genişleyen orta smıflaşma, tasada ve kıvançta bir olabilmek, siyasi ve ekonomik katılma, ihracatın bü­ tünü içinde sınai maliann artan oranı, israfçılıktan ve gösteriş tüketiminden uzaklaşma, okuilaşma oranlannın yükselmesi, eğitim istihdam ilişkilerinin düzenlenmesi, resmi kanal dışı teşkilatlanma, sendikalaşma ve toplu pazarlık hakkı, 0-1 yaş bebek ölümleri oranının düşürül­ mesi, bin kişi başına düşen radyo ve televizyon sayılan, yüz kişi başına düşen telefon sayısı, folk tababetin yanısı­ ra modem tıbdan faydalanma, hanehalkı sayısı, ortalama yaşama ümidi, kuralları zorlamamak ve uymak, trafikte milyon taşıta düşen ölüm sayısı, zaman mefhumqna uy­ mak, çevreyi korumak ve kirletmemek, fert ve toplum menfaatlerini bir kabul etmek, beşeri kaynaklann nitelik ve nicelik bakımından gelişmesi, yozlaşmadan sanayi top­ lumu olabilmek ...


140 1 Etnik Tuzak

CAÖDASLASMANIN BAZI GÖSTERGELERİ Daha önce Türkiye'de maksatlı olarak yanlış anlatıl­ maya çalışılan "çağdaşlaşma" kavramı üzerinde dunnuş­ tuk. Nitekim, her türlü sulandınlına ve yozlaştınlma bu kavrama sığınılarak yapılmak istenmiştir. Bu açıdan biz bu kavramı bayraklaştıranların peşini bırakacak değiliz. Ülkemizin iç ve dış düşmanlarına karşı tek yumruk olmamız, her türlü şahsi hesabı bir tarafa ataralt ve ger­ çekleri görerek tavır takınmamız gereken bir zaman dili­ minden geçiyoruz. Genellikle milliyetçiler, küçük mesele­ leri aralarında büyüterek tepkici davramşlar içine gir­ mişler ve onun bunun zirvelere tırmanınalarına merdiven olmu şlardır. Geriye doğru bakarsak bu gerçeği doğrula­ yan birçok örnekle karşılaşırız. isteyerek veya istemeye­ rek bir takım çevrelere sonuçta alet olanların bugün hu­ zur içinde olduklarım, olabildiklerini. sanmıyorum. Hiç olmazsa artık günüzde bazılarını hala bir yerlere taşıya­

cak güç omuzlanmızda kalmamış olmalıdır. Daha doğru­ su bu türlü işlere artık soyunmayalım. Çağdaşlaşma kavramı o kadar istismar edilmiştir ki, adeta belirli bazı çevrelerle bir olarak düşünülür ol­ muştur. Çağdaş ve çağdaşlık, demek isimlerinden meslek odası seçimlerindeki malum gruplara kadar kullanıldığı görülmüştür. Kavrama belirli gruplara tarafından sahip çıkılınası bizim çağdaşlaşmayı ele almamızı engelleme­ melidir. Tam tersine doğruları ortaya koyarak gençlerin ufkunu açmak, yanıimalarını önlemek biz yetişkinlerin * Bunlara bir Ornek: Brothers, J. "Sex at home OK for teenagers?" New York Daily News, 23 Mayıs 1 991


Etnik Tuzak / 1 41

görevi olmalıdır. Türk milletini açıkca bölme gayretlerinin, zorla mo­ zaikleştirme çabalannın demokratikleşme ve çağdaşlaş­ ma diye takdim edildiği bir ortamda, çağdaşlaşma konu­ su kendiliğinden önem kazanmaktadır. Daha önce belirt­ tiğimiz tarifler ve açıklamalar üzerinde duracak değiliz. Ancak, normal dışı olan herşeyin çağdaşlaşma kılıfina so­ kulmak istendiğini belirtmek durumundayız. İnsanın 24 saat cinselliği düşünmesi çağdaşlık değil, insanın küçült­ mek ve bayağılaştınnaktır. Onun sosyal ve ahlaki vasfını reddederek, iradesinin hiçlayerek insanı içgüdülerin em­ rine vermektir. Aileyi reddetmek, nikô.hı kabulleneme­ mek, serbest birleşmeyi ön plana çıkarmak, çağdaşlaş­ mak değil, olsa olsa sapma davranışlan ve hastalıklı (pa­ tolojik) örnekleri idealleştirmektir. ABD'ndeki son baş­ kanlık seçimleri öncesi Bush'un ele aldığı , iyileştirip dü­ zelteceğini ısrarla belirttiği konulardan birisi de ailenin güçlendirilınesidir. ABD'de ve Avrupanın birçok ülkesin­ de yayın organlannda psikologlat normal dışı ilişkiyi ön­ lemeye, anne ve babalann çocuklannı cinsel başıboşluğa terketmemelerini savunmaktadırlar. * Çağdaşlaşma hissi bir Batı düşmanlığı da değildir. Bazı Ortadoğu, Kuzey Afrika ülkelerindeki gelişmelere bakarak yanlış değerlendirmeler yapmayalım . . . Fanatik bir Batı düşmanlığını tarihlerinde ciddi devlet geleneği olmayan, medeniyet kuramamış bazı Afrika topluluklan­ na, bazı Üçüncü Dünya Ülkelerine bırakalım. Biz Batı ile alışverişimizi geleceğimizi ipotek altına koymayacak ko­ nularda tabii ki sürdüreceğiz. Neyin alınabileceğini, nele­ rin alınmaması gerektiğinin seçimini de iyi yaparak... Bi­ zim için önemli olan kendi siyasi ve kültürel gücümüzün f�rkınaa olarak ortaya çıkan yeni imk8n.lan değerlendire­ bilmek ve oryantalizmin Batı bilgisi ve gücü ile Doğu'yu yeniden abluka altına almasını önlemektir. Buna uygun kültür politikalan uygulamaktır. Kendimizi adeta dünya


142 1 Etnik Tuzak

pazarlannda açık arttırmaya çıkarmış bir görünüm ver­ mekten de kaçınmalıyız. Zira önümüzde yapacağımız önemli ve tarihi görevler vardır. Çağdaşlaşmanın bazı göstergelerini şöylece sıralaya­ biliriz: • Bir toplumda doğuştan elde edilen statünün (yer, mevki) azalması, • Kendi kimliğini koruyarak dünyaya açılma, • Determinist (gerekirci) değişme modellerine teslim olmamak, • Bilgide standartlaşırken kültürde standartlaştınima gayretleri karşısında uyanık olmak, • Demokrasi ile yönetilmek, • Din ve vicdan hürriyeti, • Şekilciliğe teslim olmamak, • Okuma alışkanlığı ve araştırma zevkini kazanmak, • Artan ve genişleyen orta sınıflaşma, • Tasada ve kıvançta bir olabilmek, • Siyasi ve ekonomik katılma, • İsraftan ve gösteriş tüketiminden uzaklaşma, • Resmi kanal dışı teşkilatlanma, • Sınai mal ihracatı, • Okullaşma oranlannın yükselmesi, • Eğitim-istihdam ilişkilerin düzenlenmesi, • Sendikalaşma ve toplu pazarlık hakkı , • 0-1 yaş bebek ölümlerinin düşürülmesi, • Bin kişi başına düşen radyo ve televizyon sayılan, • Yüz kişi başına düşen telefon sayısı, • Folk tababetin yanısıra modern tıptan faydalanma, • Ortalama yaşama ümidini yükselmesi, • Hanehalkı sayısının düşmesi ve ekonomik bağımlı­ lık oranımn azalması, • Kurallan zorlamamak ve onlara uymak


Etnik Tuzak / 1 43

Zaman mefhumuna uymak, Çevreyi korumak ve kirletmemek, • Beşeri kaynaklann gelişmişliği, • Trafikte milyon taşıta düşen ölüm sayısımn düşük oluşu, • Fert ve toplum menfaatlerinin paralel kabul edilmesi. •


144 1 Etnik Tuzak

TÜRK CUMIHJRİYETLERİNE MODEL İHRACI ÜZERİNE Kafkaslarda ve Orta Asya'daki gelişmeler bir taraf­ tan geleceğe ümitle bakmamızı sağlarken; diğer taraftan düşündürücü ve üzücü olmaktadır. Türkiye'nin tesir ala­ m -eğer büyük yanlışlar yapılmazsa ve yaptınlmazsa- Çin sınınndan Bosna-Hersek'e, Avusturya sınınna ve Orta Asya içlerine kadar uzanabilecektir. Bu tesirliliğin temel kaynağı dünyada en çok konuşulan beş dilden biri olan Türkçe ve Türk kültürü olacaktır. Artık, Türkiye'nin Ba­ tı'lı ülkelerde belirli konulardaki görüşmelerinde pazarlık gücümüzü arttıran faktörler ortaya çıkmıştır. Türkiye'nin Batı ile pazarlığı Alına-Ata, Taşkent, Bakü ile Aşkabat ile kuracağı ilişkilerin güçlü olmasına bağlı kalacaktır. Ülkemizin Kafkaslar ve Orta Asya faktörünün iyi değerlendirebilmesi, başkalarını telkin ettiği modeli de­ ğil; kendi modelinin belirleyerek buralara ihraç etmesine bağlıdır. Türkiye herhangi bir ülkenin model taşıyıcılığını veya taşaronluğunu yapmaınalıdır. Aksi halde, ülkemizin itiban zedelenebilir. Güneyde İsrail, Kuzeyde de Erme­ nistan ile ilişki kurmaya teşvik edildiğimiz bir dönemde, bunun karşılığının ve sonucunun ne olabileceğini de dü­ şünmek zorundayız. Karabağ meselesi ve Azerbaycan­ Ermenistan ilişkilerindeki gerginlik ortadan kalkmadan Erivan'la ilişki kurma konusuna sıcak bakış yanlış ol­ muştur. Hele bir takım solculuğu ile iftihar eden işadamı müsveddelerinin resmi ve ciddi temasiara karışması an­ laşılır gibi değildir. Ülkemizi üzerinden geçen şüpheli uçakların hava sahaınızı yolgeçen haruna çevirdiği endi­ şesi vardır. Türkiye caydıncı olmak zorundadır. Eğer Ka-


Etnik TUZlik / 145

rabağ'da insanlık dışı bir işgal ve soykının ortaya çıkmış­ sa; demek ki Türkiye caydıncı değildir. Bakü'de Türkiye dostu Elçibey'e karşı Rus güdümünde Gence'deki ayak­ lanma, Elçibey'i Nahcivan'a gitmeye zorlamış, Türkiye iki helikopteri Elçibey'e insan nakli için çok görmüşse; Hay­ dar Aliyev, Türkiye'ye rağmen iktidar nimetinden pay al­ mak için Nabcivan'dan Bakü'ye gidebilmişse, Türkiye'nin Kafkaslar politikası temelden sakat demektir. Türkiye' küçük menfaat hesaplarıyla oyalanabilir bir ülke haline getirilmiştir. Türkiye Kuveyt'i kurtarmak için asker gönderme kararını TBMM'den çıkarmıştır. Kuveyt, herhalde Türki­ ye için Azerbaycan'dan daha önemli de�ildir. Ermenis­ tan'ın AGİK ve Alma-Ata'da düzenlenen Bağımsız Devlet­ ler Topluluğu kararına rağmen yaptık! saldın, Fransa başta olmak üzere Batı patentlidir. Birkaç sene önce dep­ rem dolayısıyla Ermenistan silAh gönderildiği iddialan yaygındır. Türkiye'nin kendi menfaatleri uğruna Azerbaycan'a yardım eden İran'la çatışması, belki Batı ve ABD menfa­ atlerine hizmet edebilir. Ancak, İran'ın sözde aynı ümmet içinde yer almasına rağmen, tarih boyunca Türklerle ça­ tışmayı gaye edindiği de bilinmektedir. Ermenistan, aynen Irak'ın yaptığı gibi tazminat öde­ meli, BM kararlarına uyarak işgal ettiği toprakları ter­ ketmeli, Türkiye Karabağ ve Azerbaycan'a daha yoğun maddi ve manevi destek sağlamalıdır. Konu İslAm Konfe­ ransmda acilen ele alınmalı ve netice alabilecetiıniz mil­ letlerarası her kuruluşda aktif olunmalıdır. Türk Cumhu­ riyetleri ile parlamentolar arası birlik kurulmalı, Karade­ niz Ekonomik İşbirliği ile birlikte Türk Cumhuriyetleri İşbirliği TeşkilAtı gerçekleştirilmelidir. Model ihracma gelince, devletin kültür politikasının olamayacağım, "dünya insanı" yetiştirilmesi, "Karabağ'ın gitmesi veya kalması, Azarbaycan hükümetinin meselesidir " gibi ga-


146 1 Etnik Tuzak rip beyanatlar veren yetkililerin bulunduğu bir ülkede, kimlik krizinin ve kültür mozaiğinin tartıştınldığı bir or­ tamda, Türkiye hangi modeli ihraç edecektir? Biz henüz kendi kendimize çeki düzen vermiş değiliz. Bazıları Tür­ kiye'yi basit bir üçüncü dünya ülkesi olarak görerek yeni kültür arayışına çıkmakta, kültür yaratmaktan bahset­ mektedirler. Türk-İslam kültürünü kimlik olarak benim­ seyemeyenler; ölüleri ve taşlan canlandırarak Anado­ lu'daTürk-İslam kültürü dışında sentezler aramaktadır­ lar. l071'in Malazgirt'inde Bizansın yenilsinini kabullane­ meyenler vardır. Bir tarafta henüz daha Merkez Bankasının kurama­ mış, milli parasına ve milli orduya sahip olamamış, han­ tal bir merkezi sistemin yükü altında ezilmiş ülkelere serbest piyasa ekonomisi ve laik model götürülmesi tar­ tışmaları vardır. Henüz alt yapısım kuramamış, mal ve hizmet arz ve talebini dengeleyememiş bir ülkeye serbest piyasa ekonomisini götürmek o ülkeyi "talan ekonomisi­ ne" açmaktır. Diğer taraftan, din müessesesini baskı al­ tında tutarak rejimin ancak korunacağı şartlı refleksi ile, halk-aydın ve devlet-halk ikileminin körüklendiği, din ve vicdan hürriyetinin anlaşılamadığı, laikliğin Batı ülkele­ rindeki uygulamalarının kavranmadığı; ama tartışıldığı belirsizlik ortamı mı ihraç edilecektir? Yoksa bunun tam tersi, millet gerçeğini ve milliyetçiliği küfür olarak gören bayrağı ve milli sınırları reddeden, kültür milliyetçiliğini ırkçılıkla kanştıran ve İslAmcı görünüm altında Türk düşmanlığı yapan, bölücülüğü okşayan, kendilerine "Tür­ kiye'li müslüman" diyen Türk Milletine mensup olma şu­ urunu kaybeden bir takım çevrelerin görüşleri mi ihraç edilecektir?


Etnik Tuzak / 1 47

TÜRK D�ASI İLE İLGİLİ. BAZI ENDIŞELER VE TEKLIFLER Bir tarafta "Bosna Hersek Başbakan yardımcısı Hakkı Turayiç'in öldürülmesinden üzüntü duymadım", diyebilen BM'nin Fransız generalinin sergilediği Batının hala Ortaçağ karanlığından kurtulamadığının işareti. "Avrupa'nın ortasında Müslüman devlet mi kurduraca­ ğız?" diyen, arabuluculuk görevini yapan İngiltere'nin e!'J-, ki Dışişleri Bakanı Owen... Ve insanlık dışı ne varsa onu yerine getiren Sırp adını taşıyan katiller, 1990 Ocağında Bakü'deki katliamı normal gösteren ve "Perestroika kan­ sız olmaz" diyebilen AT yetkilisi Delors ... Diğer tarafta ise, Adriyatik'ten Orta Asya içlerine kadar Türk kültürü gerçeğinden bahseden, 21. Asnn Türk asn olacağından dem vuran, iş değil, laf üreten samirni­ yetsiz değişik politikacı tipleri. . . Türkiye'nin hükümran­ lık haklanm bile koruyamadığı görülenler, hava sahamı­ zı Ermenistan'a yardımda yol geçen ham yapanlar, Çekiç Güç'ü ülkeden söküp atamayanlar, İncirlik'i Irak'ın bom­ balanmasında koliandırma gafleti içinde olanlar, Türk Birliği'ne hangi katkıyı yapabilirler? Gelen giden iktidar­ lar, maalesef İncirlik'in içine incir ağacı dikmekten başka ne yapabiliyorlar? Bu toplum böyle insanlarca acaba yö­ netilmek layık mı diye devamlı düşünmüşümdür. Türkiye, taşaronluğa özendiği ve tarihi görevini ye­ rine getirmediği sürece, Sayın Prof. Dr. Ahad Andican'ın da Türk Yurdu Dergisi'nin Aralık 1992 sayısında belirtti­ ği üzere Türk Dünyası, Ortadoğu gibi "Arabizasyon" süre­ cine girebilir. "Türk Devletleri Topluluğu"nun gerçekleş­ tirilmemesi, Türk Cumhuriyetleri arasına Batı tarafın-


148 1 Etnik Tuzak

dan husumetlerin sokulmasına sahne olabilir, çatışmalar çıkabilir. Hatta, her bir Türk Cumhuriyeti içinde nifak tohumlannın ekilmesi, istikrarsızlıklarm teşviki, iç çatış­ maları getirebilir. Sonuçta, buralardan menfaat bekleyen Batı kazançlı çıkabilir. Bu endişelerimizin ışığında bugünden neler yapıla­ bilir konusunda bazı tekliflerimizi sıralamak istiyoruz. Tabii ilgi duyulursa ve çok şey bildiğini, müşavereye ihti­ yaç duymadığını zannedenler okurlarsa .. 1- Türkiye Cumhuriyeti ile bütün Türk Toplulukları arasındaki kültür bağlarını geliştirici çalışmaların yapıl­ masında öncelikle bazı kavram hatalarından kaçınmak gerekir. Bunların başmda Türki ve Orta Asya Cumhuri­ yetleri kavramları gelmektedir. Kültür kimliğini hesaba katmadan bir kısmı Orta Asya'da yaşayan Türk Toplu­ luklarının yaşama tarzını sadece tabii çevreye bağımlı gösteren bir anlayış yanlış ve eksiktir. 2- Kurulacak ve geliştirilecek ilişkiler, değişen dün­ ya şartları da hesaba katılarak Moskova'nın izninden çı­ karılması ve statükocu olunmaması gerekmektedir. 3- Milli Eğitim Bakanlığınıiı ve diğer hizmet veren ilgili kuruluşlarm birimleri ve çeşitli vakıflar ile temas ve işbirliği içinde olunması faaliyetlerin daha tesirli sürdü­ rülmesini sağlayabilir. (Tömer, Kredi-Yurtlar vb.) 4- Türk Cumhuriyetleri'nde ve Özerk Türk Bölgele­ ri'nde yer alan ilgili k�uş ve bilim adamları ile ilişki . kurmak ve geliştirmek son derece önemlidir. Bilinmelidir ki, bu konuda Türkiye'nin rakipleri bulunm aktadır. İlgili kuruluş temsilcilerinin ve ilim adamlarının gerekli mas­ raflannın önemli bir bölümünün ödenmesi şartı ile bilgi ve görgü arttırma sayahatleri teşvik edilmelidir. Bu ko­ nuda süresi belirli bir kaynak tahsisi yapılmalıdır. 5- Türk Cumhuriyeti'nde ve Türk bölgelerinde gö­ revlendirilecek personelde o yere uygun menşe aranmalı­ dır. Mesela, Azeri Türkü'nün Azerbaycan'da, Özbek Tür-


Etnik Tuzak / 149 künün Özbekistan'da görevlendirilmesinde zaruret var­ dır. Bu konuda iligili demeklerle de temas kurulabilir. Görülmektedir ki İran, Azerbaycan'daki görevlilerini Azerbaycan Türkleri'nden seçmektedir ve çok iyi de ücret ödemektedir. 6- Türk Cumhuriyetlerinde kültür merkezlerinin, kütüphanelerin açılması ve bunların kitap, dergi, broşür, kaset, film gibi yayınlarla desteklenmesi gerekir. 7. Bilim adamı ve öğretim üyesi değişimlerinde, gönderilecek öğretim üyesinin fikir ve düşünce bakımın­ dan Türk Dünyası'na yabancı olmaması aranmalıdır. 8- 38. maddeye göre yapılacak görevlendirmelerde görevlendirilenler için hizmet içi eğitime ihtiyaç görül­ mektedir. Bu cümleden olmak üzere, gidilen ülkenin Türkçesinin öğrenilme mecburiyeti getirilmeli ve uyum sağlanabilmelidir. Batılılar buna bizden daha fazla dik­ kat etmektedirler. 9- Türk Cumhuriyetlerinde görevlendirilme bir eko­ nomik kazanç aracı olmaktan çıkanlmalı, görevlilerden sık sık gerekli raporlar istenerek çeşitli çevrelere ne ölçü­ de nüfuz edip edemedikleri aranmalıdır. Türk Cumhuri­ yetleri sürgün yeri değildir. 10- Yurt içinde dejenere edilen müşavirlik müeessesi aynı yanlışlarla dışanya taşınmamalıdır. Bir Batılının Afrikaya bakışı gibi, Türk Cumhuriyetleri'ne bakılmama­ lıdır. ll- TRT Kurumu yayınlan ile sadece Türkiye'ye hi­ tap etmediğinin şuuru içinde, rakip ülke yayınlanm da hesaba katarak bir yayın politikası izlemek mecburiyetin­ dedir. Türkiye'nin Sesi Radyosu hariç TRT-Avrasya ya­ yınları, sorumlularmdan programianna kadar elden geçi­ rilmak durumundadır. Ülke çıkarları her şeyden üstün tutulmalıdır. Yayın milli, manevi değerlerimizle ters dü­ şen ve toplumu kendine uydurmaya çalışan toplumla kavgalı bürokraside çöreklenmiş oligarşik örnekler orta-


150 1 Etnik Tuzak

dan kaldınlmalıdır. Eğer iyi ilişkiler kurulması ve Türki­ ye'nin etkili olması isteniyorsa. 12- Türkiye aleyhine yapılan ABD güdümünde olma suçlamalannı boşa çıkaracak faaliyetlere ihtiyaç vardır. Maalesef Çekiç Güç rezaleti, İncirlik Üssünün kullandı­ nl.ması, Ermenistan'a buğday satışı gibi örnekler itibar sarsıcı çirkinliklerdir. 13- Türk Cumhuriyetleri'nden yüksek öğretim için sınav kazanarak Türkiye'ye okumaya gelen öğrencilerden kayıt harç bedeli alınmamalı, ya da %50 indirim yapılma­ lıdır. 14- Yüksek öğrenime kayıtta, lise denklik belgesinin düzenlenmesinde, il Milli Eğitim Müdürlükleri yetkili kı­ lınabilir. Ankara'ya yapılan müracaatlar zaman ve kay­ nak israfına sebep olmakta, bürokrasiyi arttırmaktadır. 15- Türk Cumhuriyetlerinden getirilecek öğrenci sa­ yısı imkanlar gözönünde tutularak düşünülmeli, bu sene olduğu gibi ibade ve iaşe sıkıntısı çekilmemelidir. 16- Bu öğrenciler Türklük şuuru içinde bir kimliğe kavuşturulmalı, onlara Türk dünyasının bir parçası ol­ duklan aniatılmalı ve boy asabiyetinden uzaklaştıncı tel­ kinler yapılmadır. Dini bilgi nakli de ölçü kaçırılmadan, metodlu bir şekilde yerine getirilmelidir. 17- Uygulama sonuçlanna göre, bu öğrenciler ya ya­ bancı öğrenci statüsü ile veya ÖSYM ile muhatap kılın­ malıdırlar. 18- Türk Cumhuriyetinden gelen öğrencilere uygun rehber öğretim üyeleri, fakültelerine göre tayin edilmeli, gençler sahipsiz ve rehbersiz bırakılmamalıdır. 19- Türk Cumhuriyetleriyle ilişkileri geliştirmek için kurulan işbirliği teşkilatı ECO, Rusya'nın Slav birli­ ği kurma ve ekonomik işbirliği teşkilatı geliştirme gayret­ leri de hesaba katılarak fonksiyonel hale getirilmelidir.


Etnik Tuzak / 1 51

BOSNA ÇE:ıtÇEÖİ . VE YENI DUNYA DUZENI ..

Bosnalı Müslümanlara silah ambargosu koyanlar, Sırp katiHere cinayet işleme hürriyeti tanıdılar. Başba­ kan Yardımcısı rahmetli Hakkı Turayiç'in BM askerleri­ nin gözleri önünde ve sorumlu olduklan bölgede şehit edilmesi, Galli ve işbirlikçilerinin alınlanndaki kara leke­ dir "Turayiç'in öldürülmesine üzülmedim" diyebilen Fransız Generali acaba insan mıdır? Hakkı Bey'in akan kanı, kolay kolay Sırp canilerin, çeteterin ve onlan koru­ yan BM yetkililerinin ellerinden çıkmayacaktır. Bu yü­ rekli devlet adamına, Osmanlı beşeri coğrafyasınının bu aziz şehidine Allah'tan rahmet dileriz. Tarih şehitlerle ta­ rih olabiliyor. Eğer Kıbns'ta Türk askeri birliği olmasaydı, herhal­ de BM Banş Gücü'nün görevi de Kıbrıslı Türklere silah ambargosu koymak ve Rumiara rahatça insan öldürmele­ rinde yardımcı olmak olacaktı. Bundan dolayı KKTC si­ yasi ve kültürel bir gerçek olan varlığını sürdürebilmeli diyoruz. Kıbns'ta iki farklı kültüre sahip milletin bulun­ duğu gerçeğinden taviz vermek için sabırsızlananlar ve uğurda kalemleriyle uşaklık yapanlar uygun şekilde uya­ nlmalıdır. Boşnak, Bosnalı Müslüman anlamına gelmektedir. Osmanlı döneminde Türkçe konuşmasını bilen bu insan­ larımız, Türk-İslam kültür dairesinin bir unsurudurlar. Bosna-Hersek'te kendilerine Türk diye hakaret edilen yi­ ne onlardır. Kökenieri konusunda yanlış bazı beyanların yapıldığı da oluyor. Bu insanların Türkiye'de rakamla ifa­ de edilen sayılan, sanki Türk milletinden ayn ve dışın-


152 1

Etnik Tuzak

daymış şekilde ortaya koyuluyor. Bu insaniann acılan az gibi; bir de ayn ve biyolojik (genetik) yakıştırmalarla kimlikleri aranıyor. Zaten son yıllarda insanlan kültürel değil; ama çağ­ dışı bazı genetik özelliklere göre ayınma tabi tutmak mo­ da oldu. Tabii bunu yapanlar, yaptıklan işin kaba bir ırkçılık olduğunu da farkedecek kapasitede değiller... Acı­ lannın içten paylaştığımız bu kardeşlerimizin kökenieri Osmanlı döneminde uç beyi olarak Anadolu'dan gönderi­ lenler, Hıristiyanlaşmış Türk boyu olan Peçenek, Uz ve Avar Türklerinin Osmanlı ile temasla tekrar islama dön­ melerine, Müslümaniaşmış çevre toplulukianna dayan­ maktadır. Bunlan SIav olarak tanımlamaya çalışaniann beyinleri Slav olmasa da Slavlardan fazla etkilenmişe benzemektedir. Balkanlar'daki ve eski Yugoslavya içlerine kadan yaşayan ister Türk, isterse Türki olsun; Osmanlı beşeri coğrafyasının unsurlannın, Anadolu Türk'ü ile bağlan kopanldıktan sonra başianna gelmedik kalmamıştır. Bir zamanlar yönetimimiz altındaki Arap ülkeleri de bugün Osmanlının değerini belki anlıyorlar ama, iş işten geçmiş bulunuyor. Bir dönem insaniann hak ve adalet içinde ya­ şadıklan Osmanlı coğrafyası, şimdi adetA kan gölünü an­ dınyor. Bizim kültürümüzde bilhassa harp halinde esir dahi olsalar ırza tecavüz yasaklanmış fiilierin başında ge­ lir. Ama Türk'ün asaletini ve insanca muamelesini Sırp eşkiyası nasıl anlayabilsin. Kendi geçmişine küfreden, "Osmanlının oralarda ne işi var" diyen yerli budalalar bu­ nu nasıl kavrayabilsin. Geriye doğru bakıyorum da bazılan l970'li yıllarda Yugoslavya Federasyonu'nun ilerici düzenini ideal kabul ettirebilmek için birçok bilimsel geziler düzenlemiş ve ki­ taplar yazmışlardı. Bir özyönetim furyası her tarafta ko­ nuşuluyordu. Bizim sosyal demokratlar nedense diğer ül­ kelerdekilerden biraz daha romantık ve hayalcidirler.


Etnik Tuzak / 1 53

Gökyüzünde şato kurmaya meraklıdırlar; ama gerçekler görününce sizin yıllardır savunduğunuz görüşlere de he­ men sahip çıkıverirler. . Yeni Dünya Düzeni diye bizlere yutturulmak iste­ nen afyonun mahiyeti ortaya çıkmıştır. Yeni Dünya Dü­ zeni, 19. Yüzyılın etnik ve dini motiflerine taassupla sarıl­ maktan geçiyor. Balkanlarda Müslüman nüfusa taham­ mül dahi edemiyor. Beklemediği bir manzara ile karşıla­ şan _bazı bürokrat ve aydın çevrelerimiz ise hümanist ola­ rak takdim ettiği Avrupalı'dan öyle bir tokat yiyor ki, şaş­ kınlığı öyle kolay geçecek gibi değil... Yeni Dünya Düzeni Batı'ya ve Batı menfaatlerine endekslenmiş bir yapılan­ madır. Yeni yardımcıları da Rusya Federasyonu'dur. AT, Kiliseler Birliği, BM bunun yan kollandır. Oyuncakları da Sırp katiller, Ermeniler ve bölücü Kürtçü gruplardır. Zaten bu gruplar Türkiye'ye karşı ortak hareket etmek­ tedirler. Birlikte Türkiye'yi suçlayan bildiriler yayınla­ maktadırlar. Yurt dışmda bunlann çeşitli imkaniara sa­ hip kılmmaları, Batı ülkelerince desteklenmeleri sebebsiz değildir.


154 1 Etnik Tuzak

AİLE GERÇEÖİ VE SAP� Geçtiğimiz yıl Ankara'da "Türk Aile Yapısı" üzerine bir açık oturum düzenlenmişti. Türk Kadınları Kültür Derneği gibi ciddi ve saygı uyandıran bir kuruluş tarafın­ dan tertiptenmiş olan toplantı, aile konusunu çeşitli yön­ leriyle tekrar gündeme getirdi. Günümüzde kadın konu­ sunda bazı dergi ve kuruluşların birçok toplantı düzenle­ dikleri bilinmektedir. Cinsel özgürlük ve kadının militan­ laştınlmasına dönük faaliyetler gözlerden kaçmamakta­ dır. Bu gibi çevrelerin aile konusundan adeta kaçtıklan ve fantazilerle uğraştıklan toplumun ihtiyaç duyduğu ideal ve güzele yabancı olduklan bir gerçektir. Bunlar için Bosna-Hersek'te tecavüze uğrayan otuzbinden fazla kadının meselelerini duyurmak ve ele almak da önemli değildir. Önemli olan, kendi bünyelerinde yaşadıklan sapma ve hastalıklı ilişkileri topluma bulaştırmak ve kendi gibi örnekleri arttırmaktır. Bu, onları psikolojik ba­ kımdan rahatlatır. Bugün aile her toplumda vazgeçilemeyen ve alterna­ tifi olmayan bir sosyal müsesesedir. Aile yapısı zedelendi­ ği toplumlarda da bu böyledir ve bu toplumlar normal ai­ le ilişkilerini özendirici politikalar uygulamaktadırlar. Çünkü, toplumun sağlam ve istikrarlı bir bünyeye sahip olabilmesi aile düşmanlığı ile sağlanamaınaktadır. Aile düşmanlığı veya evlilik dışı ilişkiye yeşil ışık yakmak, as­ lında topluma olan düşmanlıktır. Bush'un seçim faaliyet­ lerinde ele aldığı belli başlı konular arasında ABD' de ai­ lenin güçlendirilmesi yer almıştır. Türkiye'de ise, ailenin güçlendirilmesinden bahsetti­ niz mi, bazıları sanki ayağına basılmış gibi sesler çıkar-


Etnik Tuzak / 155 maktadırlar. Gariptir ama Batı'da sapma davranış olarak ele alınan bazı hastalıklı hallerin sahipleri tedavi edilir­ ken, biz de yeni ve değişik bir şey söylüyor, "bunda bir hikmet vardır" diye ya göreve getiriliyor, ya ekrana çık.a­ nlıyor, ya da söyledikleri manşet oluyor. Bizim kültürümüzde kadın çalışmasın diye bir kural yoktur. Müslüman kadınlar Hz. Ömer döneminde bile çarşı ve pazan denetlemişlerdir. Kadın, aile reisi de olabi­ lir. Bunun için belirli şartlar gereklidir. Erkeğin sakat­ lanrnası, bedeni ve ruhi balnmdan aile reisliğini sürdüre­ memek durumunda kalması veya ölmesi gibi durumlarda kadın aile reisi olabilir. Türkiye'deki tartışma "kadın ça­ lışsın veya çalışmasın" şeklinde olmaktan ziyade, kadının çalışması halinde mutlaka aileden kendini soyutlayacağı varsayımına dayandınlmaktadır. Kadın böylece aileden kurtulacak ve özgürleşecektir. Oysa 1970 sonrası evlen­ melerin ortalama % 20 azaldığı Batı toplumlannda "bu­ gün çalışma hayatında yer alan kadını aile içi fonksiyon­ Ianna nasıl kavuşturabiliriz." sorusuna cevap bulunmaya çalışılmaktadır. Kadımn, erkeğin ve çocuklann, aile orta­ mı içinde sosyal, çevrenin doğurduğu gerginlikleri gidere­ ceği, mutluluk ve moral bulacağı beklentisi vardır. Zamanını ve imkanlarını sadece kendine dönük kul­ lanmak isteyen ve başkasıyla mesel! çocuğuyla paylaş­ mak istemeyen kadının bencil eğilimi değiştirilmeye, an­ nelik duygusunun kutsallığı aşılanmaya çalışılmaktadır. Evlilik dışı cinsel ilişki "sosyal sapma" (social deviance) olarak değerlendirilmekte kadın haklannı savunmanın çok ötesinde cinsiyet merkezli hareketler "kadın millitan­ lığı" olarak tarif edilmektedir. Ülkemizde ne kadın, ne er­ kek militanlığına ihtiyaç vardır ve ne de bunlara özen­ rnek gerekir. Bugün Batı toplumlannda boşanmanın özgürlük, kocasız anneliğin makbul sayıldığı, bekaret aleyhine imza toplandığı, zina davasına karşı çıkıldığı görüntülere pek


156 1 Bnlk Tuzak

rastlanmamaktadır. Ama değişen, korumacılığın ön pla­ na çıktığı Batıyı takip etmekte en azından yirmi senelik bir gecikmeye sahip olanlar; bizlere gericilik örneği vere­ rek yüzyıllar öncesini serbest seksini ilkel komünizmini ideal göstermek:tedirler. Oysa kadım cinsel bir Alet gibi gören maddeci ve faydacı anlayış terkedilmekte, güzel duygulann, bağlılığın ve aşkın yeniden keşfedildiği bir or­ tama girilmektedir. Aşkın duygudan soyutlandırıldığı ve baait bir ilişki gibi görülmesi, yerini aşka ve duygusallığa terketmektedir. Mesela, 1980'li yılların ortalarında ABD'de 12000 kişiye yöneltilen bir araştırmada, erkekle­ rin yüzde 29'u kadınlarm da yüzde 44'ü aşksız sekse kar­ şı çıkmışlardır. Halbuki 1960 'lı yıllann ortalannda bu oranlar sırasıyla erkekler için % 17, kadınlar için ise, % 29 idi. Yine ABD'de 1960'larda başlayan ve l970'lerde do­ ruğa çıkan "cinsel devrim" ve "serbest hayat" anlayışı dik­ kat çeker şekilde gerilemekte, gençlik kesiminde cinsel serbesti hıila bir bakıma geçerli olmasına rağmen, ortala­ ma evlilik yaşına doğru normal aile ve ideal ilişki itibar kazanmakta ve tercih edilir hale gelmektedir. Aynca, bastırılmamış duyguların ve cinsel serbestinin geçerliliği­ ni kısmen sürdürdüğü bu ülkede, bazı iddialarm aksine bilhassa kır nitelikli yörelerde tecavüz olaylan büyük bo­ yutlara ulaşabilmektedir. Türkiye'de aile konusunda dikkat çekici çalışmalan­ na şahit olduğumuz Başbakanlığa bağlı Aile Araştırma Kurumu'nun son bir senedir adeta faaliyetleri dondurul­ muş, fanatik Bakanların elinde kurum amacından saptı­ rılmıştır. Koalisyon döneminden önce de çelişkili mesajlar veren, güzel ile çirkini nedense dengeleme ihtiyacı duyan sapmalara özendirici, gençlere iyi rehberlik yapamayan bazı yayınlara maalesef rastlanmıştır.


Etnik Tuzak/ 157

TV KANALLARI ÜZERİNE

••••

Sosyal değişmede kitle haberleşme araçl annın yeri tartışmasızdır. Bazılannda yabancı kelime kullanma tut­ kulannı bir gereği olarak devamlı "medya" olarak işitti­ ğimiz bu kelime aslında toplumun bilgilendirilmesi, olup bitenlerden haberdar kılınmasında vasıta olunması şek­ linde anlaşılabilir. Türkiye'de Anayasa'nın tanıdığı imkAniann bir gereği olarak TRT bir çok özel kanal ve radyoya rağmen, yayın tekelini elinde tutmaktadır. An­ cak bu fiilen ortadan kaldırılmış; etkili ve yetkili bazı çev­ relerin bizzat Anayasanın ilgili maddelerini işlemez hale getirilmesinde ön ayak olduklan görülmüştür. Başka ül­ kelerde, benzer örnekleri zor görülebileceği bir şekilde, si­ yası ağırlığı bulunan bazılannın bizzat Anayasa'nın ilgili maddelerini delmeleri, siyasi terbiye ve demokrasi gele­ neğinin teşekkülünde ülkemizin pek de arzu edilmeyen bir yerde seyrettiğini bize göstermektedir. Kitle haberleşme araçlan ve bilhassa televizyon, renkli yayına da geçtikten sonra etkileyici ve yönlendinci olmuştur. Teknolojinin heberleşme ve yayın hayatında vardığı ilerlemelerden uzak durmak tabii ki doğru ve makbul de değildir. Görüntülü ve sesli haberciliğin, bilgi­ lendinci ve eğlendinci programiann olumlu yönleri de bulunmaktadır. Ancak, televizyon yayınlanndan toplum­ da birçok kimsenin şikayetçi olduğu da bir gerçektir. Te­ levizyonun "ekran esareti" getirdiği, beşeri ilişkileri don­ durduğu, ahlaki değerleri aşındırdığı, lüks tüketimi teş­ vik ettiği, insanlan eve bağladığı söylenebilir. Bir bakı­ ma televizyon , sinema ve tiyatro gibi bir çok sanat dalı üzerinde de olumsuz tesirler yapmış, seyircinin azalması-


158 1 Etnik Tuzak

na sebep olmuştur. Olumlu ve olumsuz yanlanyla tele­ vizyon daima tartışabilecek konulann başmda yer almak­ tadır. Ümit ederiz ki, özel kanallann kanuni çerçeve içine alınmasında milletimize saygılı olunur. Yayın politikası, kanun ve yönetmelikler hep ideal ve güzeli tarif etmesine ve ekranın buna hizmet edebile­ ceğini belirtmesine rağmen, yirmi yılı geçen bir uygulama soru işaretleriyle doludur. Aslında, Türkiye'deki televiz­ yon yayıncılığı, bir bakıma yazılı basındaki yanlış ve çe­ lişkileri ekrana taşımıştır. B azı program yetkilileri ve ya­ pımcılan kendi duygu ve düşüncelerine göre topluma adeta bir kışla talimi yaptırmaya özenmiştir. Ekranlar toplumla kavga edilen, milletin büyük çoğunluğunun duygu ve düşüncelerinin kutsal saydığı her şeyin aşağı­ landığı, alaya alındığı bir saha haline gelmiştir. Kendi kendini demokrat ilan eden, ama kendi insanına tecrübe tavşam gibi bakan, toplumu kendi dar görüşlerine göre şekillendirmeye zorlayan bir anlayış nasıl demokrat ola­ bilir? "Olan"a göre değil, bulanık zihnindeki "olması gere­ ken"e göre telkin ve yorumlar yapmak, bizzat seyirciye saygısızlıktır; onu dışlamaktır. Kendi toplumunun değerlerine yabancılaşmış, bir özel kanalın sabah yayımnda Türk mutfağı ile ilgili bir programda Ege yemeklerine Yunan yemeği diyebilen bir anlayış; Bulgaristan'dan göç dalgasının canlı olduğu dö­ nemlerde, 16 / 12 1 990 tarihindeki "Tele Tatil" de Bulga­ ristan'dan gelen soydaş kan kocayı Bulgarca "hoşgeldi­ niz" ile karşılayan ve onlan hayretlere düşüren tipler hangi kültürü temsil ediyorlar? Vatandaş sadece eğlendi­ rilmekle uğraşılmakta, yapılan güzel program ve diziler de zaten bu gayri ciddiyet içinde kaybolmaktadır. Trafik ile ilgili "nokta haber" uyanaında kaza geçiren babanın evinde köşede duran "noel ağacı" acaba Türk evinin vaz­ geçilemez bir parçası olduğu için mi oradadır? İnsanlan bütün gün cinsel yayınlarla meşgul eden anlayışın olsa


Etnik Tuzak / 1 59

olsa beyni bacak arasına sıkışmış ve beyin zan da zede­ lenmiştir. Rehabilitasyon merkezlerinde tedavi edilmeleri gerekenierin vatandaşın önünde işi nedir? Cinsellikte de normal dışı ilişkiler ekrana getirilmekte, mesela son za­ manlarda "babasıyla ilişkiye giren kız" örneği işlenmekte, cinsel sapmalar sanki toplumumuzun vazgeçilemez bir parçası şeklinde takdim edilmektedir. Buna bir de Hıns­ tiyanlık propagandasım ilave ederseniz daha fazla "çağ­ daş ve demokrat" olursunuz. Belki de mükaf8.tlandınlır sınız. Hiç ümit etmediğiniz TV kanallannda da benzer üzücü götüntülere rastlanmaktadır. Körfez krizinde ve son 1:-ak'a, üstelik sivil merkezle­ re, otellere, BM karan olmadan ABD'nin uyguladığı "dev­ let terörünü CNN ' den bozuk bir Türkçe ile tercüme edenlere hangi sıfatı verelim? Bu haysiyetsiz tutumla mı "yerini Batı içinde arayan Türkiye" anlayışına katkıda bulunacaksımz? Bizleri zorla bir Amerikalı gibi neden dü­ şünmeye davranmaya zorluyorsunuz? Yabancılann men­ faat ve beklentilerine göre iyi ve kötü' nün ayırd edilmesi­ ni içimize sindiremiyoruz. Bizim karar vermemiz gereken konuların dışanya ihalesini ve bunun yeni dünya düzeni diye yutturulmaya kalkışılmasını ihanet sayarız. Biz mil­ li menfaat ve meselelerimiz karşısında tarafsızlık hastalı­ ğı içinde değiliz. Bu ülkede eğer TRT ve diğerleri, "rad­ yasyon" konusunda görevlerini yerine getirseler ve toplu­ mu bilgilendirselerdi, büyük bir karmaşa yaşanmazdı. TRT ve diğerlerinin dili de dikkatle seçilmelidir. Ba­ zılan utanmasalar hep İngilizce konuşacaklar. TRT özel kanallann yanlışianna özenmemelidir. Ekranlarda inti­ lıann özendirilmesi, sigara dumanlı, alkollü, argo ve kü­ fürlü görüntüler, topluma anlaşılmaz şekilde terör psiko­ lojisini yerleştirme gayretleri, teşhircilik hastalığı bir özel kanalda Sırplann vahşiliklerini milliyetçiliğe bağla­ yan, Yusuf İslam, İslamiyeti seçti diye neredeyse yargı­ lamaya çalışan, terör örgütlemelerine prim veren güven-


160 1 Etnik Tuzak lik kuvvetlerinin aleyhine çalışan hok.kabazlar prezerva­ tif tanıtınuna merak saranlar, ciddi bir yayın yaptıklarını mı zannediyorlar? Bu durumda bir zamanlar devletin en üst makamım işgal edenin dediği gibi "efendim seyretmeyin" tavsiye­ sinde mi bulunacağız? TRT ve özel kanallar kablo yayın­ cılığı yapmıyorlar ki, isteyen seyretmesin diyelim. Yayın faaliyetlerinde de kendimizi adetil dünyanın merkezi olarak görmeyelim ve yersiz gururlanmayalım. Televizyonu kapatmak da bir çözüm değildir. Vatandaşın görevi varlığım hissettirmek, tepkisini gÖsterebilmektir. Eğer demokratik tapkinizi gösteremiyorsamz, şikayetçi de olmayımz.


Etnik Tuzak / 1 61

SINI� ÇATlŞMASI YERİNE CİNSİYET ÇATlŞMASI MI? Yıllardır peşinde koşulan boş yere zaman ve ömür tüketilen marksist ideolojinin çöküşünün yarattığı şok, bazılannı değişik konulara yöneltmektedir. Her ne kadar

21. Yüzyılda dünya komünizmine sahip çıkan ve onu tek­ rar yüceltmek için uğraşanlar görülmekte ise de, bunlan ciddiye almamak gerekir. Burada bazı Yugoslav bilim adamlannın sosyalizmi "daha az gelişmiş bir kapitalizm­ den daha çok gelişmiş bir kapitalizm� geçişte bir ara re­ jim" olarak tarif etmelerine hak vermemek elde değildir. İdeolojinin iddialannın sosyal gerçekler karşısında ne öl­ çüde geride kaldığını fark etmek durumunda olanlar, iş­ sizliklerini değişik konularla gidermeye çahşmaktadırlar. Bundan dolayı cinsiyet kavgası; adeta sınıf kavgası yeri­ ne ikame edilmeye çalışılmaktadır. Toplumun yerleşmiş ve sosyal kabul görmüş gele­ neklerine karşı savaş açılmak amacı ile kanun çıkanla­ maz. Yeni kanun ve yönetmelikler toplumun milli kültü­ rü ile uyum sağlayabildiği oranda geçerli ve faydalı olabi­ lirler. 1990 Aralığında Ankara'da düzenlenen I. Aile Şura­ sı'nda milli aile kavramına karşı çıkan, geleneksel Türk evinin korunmasını teklif ettiğimizde çadıra mı dönüyo­ ruz diyenler çıkmıştı. Yine gazetelerde, "devlet bizi evlili­ ğe zorlamasın" , "nikah ve evliliğe karşıyız" diye yürüyen, kadın militanlığı yapan örnekler unutulmamıştır. Türki­ ye'de yapılacak bir çok ciddi ve faydalı iş varken, Devlet Bakanlığı'na gelen bir hanım, zinanın suç ve yasak olma­ sına karşı bir tavır ortaya koyması, daha önce kurulmuş Aile Araştırma Kurumu'nun ortadan kaldınlma gayretle-


162 1 Etnik Tuzak

ri, hayretle izlenmekte ve demokrasi terbiyesinin bütün güzel sözlere rağmen, o siyasi kadroda henüz yerleşmedi­ ğini ortaya koymaktadır. Diğer taraftan, Kültür Bakanı'nın porno yayınlan serbest bırakan ve "Muzır Kanunu"nun yürürlükten kal­ dıncı faaliyetler içine girdiği görülmektedir. Devlete mil­ yarlara mal olan "Karşılaştırmalı Türk Lehçeleri Sözlü­ ğü"nün durdurulduğu, Türk dünyasında faydalı olabile­ cek bazı dini ve milli yayıniann yasaklanarak raflardan kaldınldığı, sadece yalanın yasak olmadığı yetkililerin görevi davranış bozukluklannı, sapma davranışlan teş­ vik değil; önlemek olmalıdır. Her halde seçmenlerden; pornoyu serbet bırakacağız, zinayı yasak olmaktan çıka­ racağız, aileyi dışiayarak kadın bakanlığı kuracağız diye rey istenmemiştir. Kaldı ki, cinsiyete göre bakanlık kuru­ lamaz. Kadın veya erkeği aile kurumundan soyutlamak; aslında onlan toplum dışına iterek sosyal niteliklerini reddetmektir. Bazı yetkililerin aile fobileri anlaşılama­ maktadır. Anayasanın 41. maddesinde yer alan "Aile Türk toplumunun temelidir" hükmü bazılannı rahatsız edebilir; ama önemli olan Türk milletinin kabulüdür. Ba­ tılılaşmayı ve çağdaşlaşmayı Batı'nın da şikayetçi olduğu şeylere özenerek anlama, hastalıklı bir tavırdır. Kaldı ki, Batı ülkelerinden ailenin gerek bakanlık gerek çeşitli ku­ rumlar altında ne ölçüde korunduğunu ve teşvik edildiği­ ni öğrenmek için; mesela , Berlin Senatosu'nun aileyi güç­ lendinci politikası gözden geçirilebilir. Özel aile danışma kuruluşlanna yapılan yardımlardan, doğum yardımlan ve teşviklerden, aile yardım vakfından bazılannın haberi var mı? Fransa, Belçika ve İsveç gibi ülkelerde acaba ai­ leyi reddederek kadın militanlığı ne ölçüde geçerlidir? Dünyadaki değişmelerden habersiz bazı çevrelerin ülke­ mizde belgesiz evliliği savunmalan insanı iradesi ile de­ ğil, şuuraltı ve içgüdüleri ile hareket eden bir varlık ola­ rak gönnelerindendir. Nonnal dışı olan herşeyi idealleş-


Etnik Tuzak / 163

tirıne gayretleri topluma.dönük bir çeşit terördür. Bazı küçük (maıjinal) gruplar kendi bünyelerindeki bozukluklan ve sapma davranışlan topluma mal ederek bunları sosyal bir hastalık haline getirmeye çalışmakta­ dırlar. Bu konuda bekaretten kurtulmak, evlilik öncesi cinsel ilişkiyi savunmak örnekleri verilebilir. Hatta bazı yayın organlan İran'daki Mut'a nikahını "flört" olarak de­ ğerlendirmektedir. Rafsancani'nin İran-Irak harbi dolayı­ sıyla ortaya çıkan binlerce dula "geçici evlilik"e yeşil ışık yakması, bazı yayın organlanmızda modernleşme ve "flörtün serbest bırakılması" olarak değerlendirilmiştir. (Bkz. 7 Aralık 1990 tarihli bazı gazeteler) Kadının sorun­ larına sadece cinsel açıdan bakmak, onu cinsel bir alet olarak gören maddeci ve faydacı anlayışın izierin taşır. Pornoda da aynı izler vardır. Batı'da bir dönem insanı tamamen özerk, bağımsız ve özgürlüğün ütopyası içinde gören anlayış, bunun acı faturası 90'li yıllarda ödemekte, milletlerarası kongreler­ deki tebliğlerde ailenin otel ve lokantaya döndüğünden şikayet etmektedirler. İdeal aile, insan ilişkiler bazı Batı toplumlannda yaygın olmadığına göre, gelişme ve mo­ dernleşmeyi buna göre düşünmemek gerekir. Batı'da aile ve çevre denetimi ve ilgisi, çocuk ve genç tarafından sevilmediği şeklinde algılanırken, Doğu top­ lumların bunun tersi işlemekte, denetim ve ilginin olma­ ması, çocuğun veya gencin sevilmediği, ciddiye alınmadı­ ğı, önemsen.mediği şeklinde algılan.maktadır. Toplumdan topluma izafi (göreceli) olan bu tutumun normal veya pa­ tolojik oluşunu toplum tayin etmektedir. Ferdi herşeyin merkezi kabul eden, tam özerk ve fertçiliği temel alan ütopik görüşler, insanı toplumda yal­ nızlaştırmış ve bunalıma itmiştir. Batının hastalıklı ör­ neklerini esas alma mecburiyeti de yoktur. "Boşan ki özgür ol", "entel ve büyük kadınlar çocuk yapmaz", "kadın işsizse çocuk yapar" iddialannın sahiple-


1 64 / Etnik Tuzak ri klinik tedaviye muhtaçtır. Ne gariptir ki, Batıda "sap­ ma davramş" olarak ele alınan bazı patalojik hallerin sa­ hipleri, tedavi edilirken; Türkiye'de yeni ve değişik şey söylüyor; bundan bir hikmet vardır düşüncesiyle yüksek makam ve mevkilere getiriliyorlar.


Etnik Tuzak / 1 65

TERÖRÜN KAYNAGINI ARARKEN Terör, yıllardır Türkiye'nin gündeminden düşmeyen bir kavramdır. Türkiye teröre birçok kurban vermiş, 1980 öncesi beşbini bulan eviadım kaybetmiştir. Ülkenin birli­ ği ve bütünlüğüne inandığı, Türk-İslı'im kültürüne men­ sup olduğu için, bugün iflas etmiş komünist ideolojinin zavallı takipçileri tarafından öldürülen insanlarımızın de­ ğerini daha iyi kavrayabileceğimiz bir ortam içindeyi:t:'. "Karşıt gruplar" adı altında doğru ile yanlışı, Türkiye'nin dostlan ile düşmanlarını ayırt etmekten aciz çevreler, te­ rörün adeta merdiveni olmuşlardır. Eğer geçmişin doğru muhakemesini yapabiliyorsak, gelecekten de umutlu ola­ biliriz. Aksi halde, aynı yanlış değerlendirmeler bizi aynı üzüntülerle karşılaştırabilir. Kendi kültüründen gerekli payı alamadan yetişen, milli ve m anevi değerlerleri aşağılayan, ihtilal hikayelerinin tesirinde kalmış ve enerjisini yanlış yolda israf etmiş veya ettirilmiş yüzlerce gencin geleceği de mahvolmuştur. Yanlış adres seçerek devleti yıkmaya ve proleterya ihtilalinin militam olmaya soyunan gençlere eğer gerçekleri gösterebilseydik, onlann beyinlerini dev­ rimcilik nöbeti ile iğfal etmeseydik, bunlar bugün kendi ülkesinin kültürde ekonomide, dış politikadaki menfaat­ lerinin savunuculan olurlardı. Böylece, devrimci ağabey­ lerinin de ihbarlanyla hayatlan kararmazdı. Terörün bir bakıma bu kadar uzun bir süre gündem­ de kalması onun dış politika aracı olarak devletler tara­ fından kullamlmasındandır. Dış kaynaklardan desteklen­ meyen terör zincirinin bu kadar süre Türkiye'yi meşgul edebilmesi mümkün değildir. Türkiye'nin tesirliliğini ön-


166 1 Etnik Tuzak

lemek, onu içeriyle uğraştırmak isteyen her kanal, terörü doğrudan veya dolaylı desteklemiştir. Türkiye kolay kolay rahat hankılmayacak bir coğ­ rafyada yaşamaktadır. Üstelik bir de ilgilenmemiz gere­ ken Osmanlı beşeri coğrafyası ve Türk Dünyası ortada dururken... Terör Türkiye'yi kolaylıkla ikili kampiaşmaya çekmiş ve uğraştırmıştır. 1960'lı yıllann gerici-ilerici tas­ nifi, 1970'lerin sağ-sol , diye takdim edilen Türk milliyet­ çiliğinin komünist emperyalizme karşı haysiyetli direnişi, 1980 sonrasında laik-antilaik, İslamcı-laik kampiaştırma gayretleri dikkatlerden kaçmamaktadır. 1980 sonrasında­ ki boşluk, zaman zaman Türk-Kürt, Alevi-Sünni veya cin­ siyet ayrımcılığı kanallanna çekilmek istenmişse de, son yıllarda İslamcı-laik çatışmalannın sürdürülmesinde ka­ rar kılındığı anlaşılmaktadır. islamı temsil etmesi müm­ kün olmayan, radikalliği kendine sıfat olarak seçen bazı grupların eylemlerinin islama fatura edilmeye çalışılması çok düşündürücüdür. Aslında "maıjinal" durumdaki bazı grupların bütün Müslümanlan temsil ediyormuş gibi tak­ dimi bazı hedeflere varmada basamak olarak kullanıl­ maktadır. Son yıllarda ülkemizde farklı kesimlerin ülke sevgi­ si, bütünlüğü, din ve vicdan hürriyeti, milli menfaatler karşısında bir mutabakat içine girdikleri bir dönemde, bazı etkili ve yetkili çevreleri hassasiyete sürükleyecek hedeflerin seçilmesi tesadüf müdür? Ülkenin üstünden terör psikolojisinin kaldinlmaması için gösterilen çabalar sebepsiz midir? Rahmetli Mumcu'nun cenazesinde "Kahrolsun Şeri­ at" diye bağıranlar kilise mensubu mu? İsmail Gerçeksöz, İlhan Darendelioğlu, Abdi İpekçi ve son olarak da yine basından Uğur Mumcu'nun menfur bir cinayete kurban gitmesi ancak Türkiye düşmanlanm sevindirebilir. Her gazetecinin , yazarın veya ilim adamının bütün fikirlerini tasvip etmek mecburiyatinde değilsiniz. İnsanları sadece


Etnik Tuzak / 167

aynldığımız, katılmadığımız yönleriyle değil; ama madal­ yonu ters çevirip bir de katıldığımız yönleriyle ele almak durumundayız. Ülkenin içinde bulunduğu durum böyle bir değerlendirmeyi gerekli kılmaktadır. Resmi kanaldaki hatalan İslAmi bir görünüm altın­ da devlet düşmanlığına kanalize ederek Türkiye Cumhu­ riyeti'ni "T.C" diye aşağılayamazsınız. Resmi ideolojidir diye "Üniter devlet"e savaş açamazsınız. Yetmiş senedir ırkçılık yapıldı iddialan da mesnetden yoksundur. Türkiye'de Türk milliyetçiliği iktidar bile olamamış­ tır. Devleti küçültmek iddialanyla Türkiye'de komünist ihtilal yapamayanların yeni tertiplerine Alet olamayız. Şirket kurar gibi ikinci cumhuriyet safsatalanna prim veremeyiz. Bayrağa ve Türk'e düşman çevrelerle ittifak kuramayız. Terörün kaynağının sadece ve devamlı İran adresin­ de gösterilmesi de manidardır. Türkiye ile İran'ı karşı karşıya getirmek isteyen Batılı kaynaklar "teröre" hiç mi bulaşmamışlardır? Terörde Asala-PKK işbirliği vardır. Hedef Aras Neh­ ri ve Nahcivanın doğu ve batı yakasım bir tampon bölge olarak Türkiye ile Azerbaycan'ın irtibatını kesmede kul­ lanmaktır. Tabii Azerbaycan kadar diğer Türk Cumhuri­ yetleri ile de... Iğdır da oynanmak istenen oyun bu senar­ yoya uygundur. Belirli çevrelerin sürekli toprak satın al­ ması da sebebsiz değildir.


168 1 Etnik Tuzak

TERÖR VE GÜNEYDOÖU Türkiye rahat bırakılmayacak bir coğrafyada yaşa­ maktadır. Bundan dolayı yıllardır ülkemizin gündemin­ den terör düşmemiştir. Son yıllarda meydana gelen hızlı siyası gelişmeler ve yeni dünya düzeninin şekillendirilme gayretleri, daha uzun yıllar bu konu ile bizi uğraştırabi­ lir. İç terör kadar, terörün bazı ülkelerce doğrudan ve do­ laylı bir devlet politikası olarak desteklenmesi, bölgemiz­ de yeni huzursuzluklara sebep olmaktadır. Farklı ülkele­ rin, kendi milli menfaatleri için yeni bir dünya düzeni planlayıp buna göre Türkiye'ye bir yol çizdikleri ve yer verdikleri görülmektedir. Nitekim, gözler Irak'ın kuzeyi­ ne dikilmiş, 36. eniemin üstünde değişik hesaplar içine girilmiştir. Terör, belirli bir siyasi düzene veya hedefe vannak gayesi ile kullanılan olaylar dizisidir. Terör, belirli amaç­ lar için kullanılan bir araçtır. Aslında bazı durumlarda da terör yapılabilir. Bu bakımdan terörde mutlaka yaygın şiddet eylemlerini aramayahm. Bazı durumlarda zihinle­ ri kanştırmak, iyileştinci politikalann uygulanabilirliği­ ne engel olmak, demokratikleşme adı altında yeni hukuki düzenlemelerle teröre yeni hürriyet pencereleri açmak, kavramlan anlamlanndan saptırarak kullanmak, ilmi siyasete kurbat etmek gibi örnekler de bir çeşit terördür. Anayasal düzeni yıkıcı şartlan ve ortamı olgunlaştıran, milli toplumu çökertici, milli kültürü geriye, boy veya kavmi kaynaklara çekici, sınıfçı, ırkçı, çatışmacı, tabia­ tında eylem ve şiddet bulunan fikir suçunun gayri meşru çocuğudur terör. Fikirsiz terör kabul edilemez. Terörü lrullanan fikir, suçlu olan fikirdir. Fikir suçu terörün bes-


Etnik Tuzak / 169

lendiği esas kaynaktır. Terör ve terörist ise genelin özel­ leşmesi, somutlaşmasıdır. Özünde şiddet bulunan fikir suçunun özgürce işlenmesini, Türk toplumunun demok­ ratikleşmesi gibi gören anlayış, tarih boyu belki de far­ ketmeden teröre destek olmuştur. Siyasi menfaatler uğ­ runa teröre dolaylı tavizler de verilmiştir. Bir siyasi par­ tinin Çankaya teşkilatı teröristlerce işgal edilmesine ve afişler asılmasına rağmen, bazı milletvekilleri işgalcileri misafir olarak polisten kaçırmaya çalışmışlardır. Hiçbir zaman terörün amacı daha çok insan haklan veya daha fazla demokrasi ve yöresel kalkınmışlık olmamıştır. Tam tersine, Güneydoğu'da olduğu gibi kamu hizmetleri engel­ lenmeye çalışılmış, okul araç ve gereçleri yakılmış, hatta dini hizmet veren imanlar ve öğretmenler öldürülmüştür. Yakın tarihe kadar bazı fanatik aydınlar terörü yörelera­ rası dengesizliğin hafifletilmemesine bile bağlamışlardır. Bunlar zannetmişlerdir ki, bu konuda bir iyileştirici me­ safe alınırsa terör de bitecektir. Aslında bu hedef saptır­ mak veya hedef şaşırtmak amacı ile ileri sürülmüştür. Nitekim bugün de ancak silah ve güvenlik tedbirleri ile çözülebilecek noktaya gelmiş bir meseleyi, çözüm olama­ yacak yollara sürüklemek isteyenler görülmektedir. Bun­ larında eli silahlı teröristten farkı yoktur. TV'de Kürtçe, ne anlama geldiği kavranmadan ifade edilen Kürt kimli­ ği, Anayasa'nın 3. maddesinin değiştirilmesi, milletvekili yemininden Türk kelimesini çıkarma gaflet ve ihaneti, eşkıyaya gerilla demek, hedef saptırmak ve sorunu daha kanşık hale getirmek amacını taşımaktadır. Bölücülük, temelinde manevi zaaf ve cehalet bulu­ nan bir harekettir. Ancak, konu ele alınırken halkla terö­ risti ayrı ele almak, hele etnik tuzağa düşerek Güneydo­ ğu ile terörü özdeşleştirmemek lazımdır. Bazıları, nere­ deyse Güneydoğu'yu ve Güneydoğulu vatandaşlarımızı peşinen suçlu ilan edeceklerdir. İnsanlan doğum yerleri­ ne göre değil, kafalannın içindeki fikirlere göre değerlen-


170 1 Etnik Tuzak

dirrnek zorundayız. Aksi halde, belki de istemeyerek bö­ lücü örgütün kitleleşmesineimkan tanımış oluruz. Yanlış yapmayalım. PKK sorunu ile Güneydoğu sorununu birbi­ rine kanştırmamak durumundayız. PKK sorunu, bir te­ rör, uyuşturucu, petrol yolunun tayini, ASALA ve güven­ lik sorunudur. Bunun, bir de dış politika boyutu vardır. İşin bu yanı, bilhassa yakın tarihe kadar Almanlar'ın ba­ zı tavırlannda görülmekte idi. Almanya, alınan silahların olay bölgelerinde kullanılmamasını istemiştir. 1991 yılı or­ talarında "militan tespiti için telefonları dinliyorlar" idd­ diası ile çeşitli konsolosluklarda çalışan görevlilerimizi casuslukla suçlayanlar, malum bir partinin kongresine rahatlıkla gizli servis elemanlannı gönderebilmişlerdir. Hatta üç Alman parlamenter, 1993 Nisan ayında İstan­ bul'da bir militanın cenaze töreninde Türkiye aleyhine slogan atabilmiş, Güneydoğu'da da Alman TV ekibi halkı kışkırtıp yürüyüş yaptırmıştır. Bazı Alman okullannda kullanılan atlaslarda Türkiye'nin milli bütünlüğü orta­ dan kaldınlmıştır. Diğer taraftan 19. Yüzyılın sonunda yapıldığı gibi Luka ineili Kürtçe'ye çevrilmiş; "Hz. İsa sizi çağınyor" şeklinde broşürler dağıtılmıştır. Yabancı ülkeler kendi menfaatlerine göre hareket etmektedirler ve edeceklerdir. Terörden yeterince istifade eden dış çevreler şimdi teröre karşı bir tavır alarak siyasi çözüm peşine düşmüşlerdir. Terörle veya terörsüz aynı hedefe varmak değişmiyorsa, bu bizim için ne farkedecek­ tir? Ancak"Kürt devleti bizim için tehdit olmaz" diyen devlet adamımıza ve Atatürkçülüğü kimseye bırakmayan partinin çelişkilerle dolu Güneydoğu Raporu'na ne demeıı. ?. Güneydoğu sorunu, bir etnik mesele, bir "Kürt soru­ nu" değil, ekonomik ve sosyal kalkınma meselesidir. Hele yabancılann karıştınlacağı bir konu hiç değildir. Yöre se­ viyesinde yeterince gelişmemişlik, sadece Türkiye'nin de­ ğil; farklı ekonomik kalkınma seviyesinde olan bütün ül-


Etnik Tuzak / 1 71 kelerin meselesidir. Türkiye bu meselenin hafifletilebil­ mesi için bilhassa planlı kalkınma döneminde oldukça mesafe alınış bulunmaktadır. Özellikle GAP'ın bölge kal­ kınmasını hızlandıncı önemli tesirleri olacaktır. Ekono­ mik tedbirler de güvenlik tedbirlerinden ayrı ve bağımsız düşünülemez. Bu arada bazı gerçekleri de dile getirelim. Her şey­ den önce operasyon bölgesi göze girerneyen alt rütbelile­ rin sürgün yeri değil; şerefli bir görevin yapıldığı alandır. Böyle ciddi ve hayati bir görevde sivil-asker ayrımcılığı, bazı sivil veya askerlerin kaprislerini, üstü yarnitıcı ra­ porlar düzenleyerek terfi etmekten başka bir şey düşün­ memelerini anlamak zordur. Terörle mücadele yeni bir teşkilatlaruna gereklidir. Devlet sıkışınca ve topari anmak için eşkiyamn komik ateşkes teklifine nasıl olur da, sıcak bakabilir? Talabani'nin sözlerine çocuk gibi kananlar, yanlış yapanlar, ihmali olanlar hakkında ne gibi işlem yapılabilmiştir? Valilerin ve diğer kamu görevlilerinin iş­ lerini zorlaştıran, hatta oy alabilmek için engelleyen koa­ lisyon ortağı partinin milletvekillerinin dokunulmazlık zırhı ne zaman delinecektir? Ankara'daki bazı milletveki­ li lojmanlan militan ve eşkiya yatağı olmaktan nasıl kur­ tarılacaktır. Bugüne kadar ortaya konan ihmaller süre­ cek midir? PKK terörü 1980'li yıllann başına dayamyor. Devlet neden kobra helikopterlerini ve diğer gerekli teçhi­ zat ve malzemeyi ancak 1990'lann başında alabilmiştir? Özel tim yine stadlarda ve gereksiz hizmetlerde görev ya­ pacak mı? Devlet, Kuzey Irak operasyonunda yaptığı ha­ talan tekrarlayıp yine peşmergelere silah ve teçhizat ba­ ğışında bulunacak mı? Askeri personelin özel hayatıyla ilgilenilip aşın dinci, milliyetçi suçlaması yapılacak ve mücadelede moral ve psikolojik faktörün zayıflamasına sebeb olunacak mı? Yine bazı operasyonlar yanm bırakı­ lacak veya bıraktınlacak mı? Orta Doğu'da bölücülük ha­ reketlerini Batı ve ABD patentiyle yönlendirmeye, ona


1 72 1 Etnik Tuzak yüksek manevra gücü kazandırmaya çalışan Talabani benzerlerine pasaport verecek ve ağıdayacak mısınız? Kaymakam ve emniyet müdürü olmayan ilçelerin bu açı­ ğı ne zaman kapatılacak? Devlet kendisine kurşun sıkan­ lara maaş bağlamaya devam edecek mi? Irak petrol boru hattına uygulanan ambargodan doğan zararımız tazmin edilecek mi? Irak'a uygulanan ambargo ne zaman kalka­ cak? Hiçbir ülkenin meclisinde teröre bizdeki gibi yeşil ışık yakanlar, işbirliği yapanlar bulunamaz. Zaten buna müsaade de edilmez. Demokratiklik adına bu türlü orta oyunları oynanmaz. Aksi halde, Devletinin de, demokra­ sinin de ömrü uzun olmaz.


E T N i K T UZ A K

İÇİNDEKİLER

Giriş.: ..,....... .... .,...... . . . . . . . . . . . . . ...... . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 5 TOnelin Ucundan Görünenler........................................ 9 ABD, Avrupa, Türkiye ve Türk Cumhuriyetleri.............. 1 1 Ikinci B i r Tanzimat m ı ?.............................. : . . . . . . . . . . . . . . . . . . 20 pış Politika ve Milli Bütünlük............... . . . . . . . . . . . . ............. 23 Geçmişe sahip çıkmak............................... . . . . . . . . . . . ....... 25 Estetik Duygularda Aşınma, Yeni Arayışlar ve Islam.. 30 Oç Tarz-ı Siyaset................................... . . . . . . . . . ... ........... 33 Milliyetçilik.,....... ............................. ...... . . . . . . . . . ......... ....... 36 ,Bölücülük ve Etniklik............................... .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 39 Yıkilan Sol, Gayrimilli Tabular ve Yeni Arayışlar.......... 43 Milli l(ültüra Bozma Gayretleri ve Sapmalar..... ............ 47 KOltür Politikasızlıkianna Bazı Örnekler. . . . . .................. 56 Cevap Bekleyen Sorular ve Devam Eden Hatalar........ 58 Türkçe DOşmanlığı ve Yabancı Dil.. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .......... 6 1 l,'ürkiya'nliı Yanlış Tanıtı lması. . . . .......... ................ ........ 64 AydınlarOca�ı ve Toplumumuzdaki Yabancılaşma..... 67 HiiA.l ve Haç M Ocadelesi ve Bazı Yanılgılar.................. 70 L8ikHk ve Jeôkratik Yapı .... .......................................... 73 Tariziinat Aktöi1üğüne Soyunanlar................................ 76 Blrai Ha}'Şiyat, Biraz Milli Şuur...................................... BO "K�itat�Qz�iğit ve Mozaiklaşan Beyinler..................... 83 .


ET NI K T UZAK

Mozaik ve Karışmışlık Iddiası...................................... Kültür Kimliği ve !rkçılık........................................ ........ Fikirde Kargaşa: lrkçılık-Milliyetçilik-lsıam................... Mili Hakimiyeti Aşındırma Gayretleri ve Kültürel Kimlik.......................................................... Asimilasyon, Çoğulcu Toplum ve Etnik Tuzak.............. "Ne Mutlu Türküm Diyene"den Mutlu Olmayan lrkçı Eğilimler.................................................. .............. Ikinci Cumhuriyet Oyunu.............................................. Türkiye Için Yeni Tezler, Ama Nasıl?........................... "Çağdaşlaşma• Bilmecesi. ....... ..... .......... .. .. ....... .. .. ... .. .. Çağdaşlaşma "Entellektüel" Bir "Aksesuar" mıdır?...... Çağdaşlaşmanın Bazı Göstergeleri............................. Türk Cumhuriyetler'ine Model lhracı Üzerine............... Türk Dünyası lle ligili Bazı Endişeler ve Teklifler......... Bosna Gerçeği ve "Yeni Dünya Düzeni"....................... Aile Gerçeği ve Sapmalar............................................. TV Kanalları Üzerine................................. ................... Sınıf Çatışması Yerine Cinsiyet Çatışması mı?.......... Terörün Kaynağını Ararken.......................................... Terör ve Güneydoğu .................... �....................... . . . . .....

,:_�.

87 91 1 04 1 07 1 16 1 20 1 23 1 27 1 32 1 36 1 40 1 44 1 47 1 51 1 54 1 57 161 1 65 1 68


YAZ A R l N Y l N L A N M l Ş E R K I T A P L A R I ORTA TEKNiK EGiTiM-SANAYI iLiŞKiLERi (İktisat Fakültesi Yayını, İstn nlm l 1978) BÖLGELERARASI DENGESIZLIK VE ooGU KALKINMASI (Şa.II}İ]. Yayınevi, 2. Baskı, İstunhııl 1 978 SOSYOLOJiK AÇlDAN SPOR (2. Baskı, İstanbul 1992 BÖLGE AÇlSlNDAN AZ GELiŞMiŞLiK (101 Soru 101 cevap)

(Der Y:ayınevi, İstanbul 1990) SOSYOLOJi (toplumbilimi) (İlaveli 4. Baskı, Der Yayınevi , İstnnbul 1991) SOSYAL MESELf .ERiMiZ VE SOSYAL DEGi ME

(MayaŞ Yayını, . ..ıkara 1984) ------

SOSYÔ LOJil' .ÇIDAN SPOR akanlığı, Ankara 1986) (Milli ·

.

. R'

r

KINMANIN AliELLERI tanbul 1992) ...



Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.