TURANCILIK TARİHİNİN KAYNAKLARI Türkçülük
ve
Turan
Necati <iültepe Turan Ahmet ferit Tek
TURAN KÜ LTÜ R VAKFI
"Turan" ve "Turancılık Tarihinin Kaynakları" adlı bu eser, Çakıroğlu Şirketler Grubu Yönetim Kurulu Başkanı Sayın Turan Çakıroğlu'nun maddi ve manevi katkılarıyla gerçekleştirilmiştir.
İÇİNDEKİLER TURAN VE TÜRKÇÜLÜK KONUNUN ALANI İÇİNDE OSMANLI DEVLETİ Osmanlının Son Yüzyılı/5 Osmanlı İmparatorluğunu Kurtarmak/9
ÇA(";DAŞl.AŞMA
HAREKETLERİ/! 1
O•ııııııılılık Cereyanı/14 İ•liinıcılık/16 (;ııqıçılık/23
Tfı il Kc,:fıı .flK/21· Mı·fkıırr·/2!i Tilrkçillil�llıı l ln�ıı�ıı/26
Arııyışlıır Uu�uı ..... 1,...1211 Azınlıklıırııı
Milliyrıçili�i/:12
Türkoloji Çalışııııılıırı/:17 Önciller/10 Gelişmeler/42 Türkçülük-Osmancılık/44 Türkçülük-Garpçılık/48 Türkçillere Göre Milletl49 Halkçılık/54 Türkçülere Göre Hilafetl55 Turancılık/56 Notlar/64
AHMET FERİT TEK KİMDİR/75 AHMET FERİT VE TURAN KİTABI ÜZERİNE/81 Notlar/86
TURAN/89 İlhan'dan Cengiz Han'a/94 Çin 'li Pençesi ve Rus Çizmesi/110 ' Altun Yurtll35 Yeşil ve San Ova/146 Han Balık'tan Sultan Balık'a nu/161 Yeni Cengizlik/l 75 Notlar/181
TURAN Asıl Metin/183
Kitap Hakkkında, Turancılık Tarilıinin Kaynııkla n adını taşıyan bu eser, inceleme, açıklama, transkipsiyon ve
asıl metin olmak üzere üç bölümden meydana gelmektedir. Eserin inceleme bölümü ve asıl metnin lranskipsiyonu
Necati Gilltepe, Turan kitabının yazarının
"Tekin" milAtearıyla A.Ferit Tek'e ait olduğunu tesbit ederek vuzuha kavuşturan
"Ahmet Ferit Tek'in Turancılık Kitabı Üzerine" adı n ı taşıyan makale asıl melin
Ali Birinci, Turan
isimli
Ahmet Ferit Tek
tarafından kaleme alınmıştır. Kitabın
dizgisi
Sorkun Dizgi Servisi,
redaksiyon ve tashihleri,
Seyid Ali Kahraman,
Uğurhan ve Şükran Demirbaş,
kapak
kompozisyonu Erol Cihangir, ofset hazırlık baskı ve mücellit işleri
Huret Ajans
tarafından yapılnuş, 1999 ayında
Ekim
Turan Kültür Vakfı
tarufınıluıı İAtanbul'da neşredilmiştir.
Kitalıın Millctleroruı Yayın Numarası ISBN 975-7893-17-X
TURAN KÜLTÜR VAKFI Uncular Caddesi, Ekşioğlu İşham No: Tel: (0216) 333 22 98 Üsküdar - İstanbul
30/l
TÜRKÇÜLÜK VE TURAN
KONUNUN ALANI İÇERİSİNDE OSMANLI DEVLETİ'NİN DURUMU
Tarihte Türklerin meydana getirdikleri en büyük eserler den biri , hiç şüphesiz Osmanlı İ mparatorluğudur. Altı yüz yıldan fazla bir müddet varlığını koruyan bu imparatorluğun üstün kabiliyetleri açıkça ortadadır. Ancak, Osmanlı döne minde Türklüğün, İ slAmlyetle kaynaştığı ve onunla özdeş leştiği de bir vakıadır. Tarihçi ler, Osmanlı İ mparatorluğu ile ilgili tespit ve '
araştırmalarda genellikle üç devreli krolonojik bir tasnifi göz önünde bulundururlar. Buna göre Osmanlı İ mparatorluğu üç devrede incelenmektedir, bunlar; Kuruluş ve Yükselme Devri (1299-1579), Genlşleme ve Duraklama Devri (1579-1792), Sona doğru, Gerileme Devri ( 1792-1919). olarak kaydedilmektedir.
OSM ANLI' NIN SON YÜZYILI Xlll. yüzyılın ikin.ci yarısında bir uç beyliği olarak kuru lan Osmanlı Devleti kısa zamanda genişleyerek üç l<ıt.ıy.ı hakim olmuştur.'
6
•
Neca t i Gü ltepe
Osmanlı Devletinin gelişmesi , yeni toprak kazançları elde etmeleri gelişigüzel olmayıp bir program dahilinde bilinçli bir şekilde gerçekleştirilmiştir. 2 XVl l . yüzyılda Duraklama Devri başlamış, İ kinci Viyana yenilgisi ile başlayan XVlll. yüzyılda ar tarak devam eden yenilgi ve toprak kayıpları batının her alanda üstünlüğünün bir sonucuydu. Osmanlı Devleti'nln gerilemesin deki sebeplerin başı nda Avrupa'da Rönesans ve reform u n ufuklar açarak yeni buluşlar, yeni toprak keşfi Avrupa'yı manevi ve maddi alanda yükseltmiş, Avrupa'da ortaya çıkan merkezi güçlü devletler sömürgeci politika takip etmeye başlamışlar, XIX. yüzyılda politikalarını Osmanlı Devleti üzerinde sürdür müşlerdir. Avrupa devletlerinin yayılmacı ve sömürgeci tutu mu, endüstrileşen Avrupa'ya pazar ve hammadde bulmak ve bu pazar ve hammadde kaynaklarını korumak için stratejik böl geleri ele geçirmek düşüncesi idi. Bütün bu sebepler büyük devletlerin kendilerine özgü yayılmacı politikasına ivme kazan dırıyordu. 1 8 1 S'te Viyana Kongresi ' nde geliştirilen "Şark Meselesi" Batılıların faaliyetlerini Osmanlı Devleti'ne yöneltmesini sağla mış3 ve büyük devletlerin rekabet alanı haline gelmiştir. Avusturya-Macaristan, Karlofça Antlaşmasına göre Maca ristan ve Transilvanya'yı ( 1 699) , Pasarofça Antlaşması ile de Batı Eflak'ı elde etmiş ( 1 7 1 8)4 daha sonra Balkanları ele geçir me uğraşı içinde olmuştur. Türkiye'nin jeopolitik durumu ve Rusya'nın Büyük Pet ro'dan itibaren takip ettiği genişleme siyaseti iki devlet arasın da çeşitli savaşlara yol açmış ve Osmanlı Devleti büyük toprak lar kaybetmişti.5 1 774 Küçük Kaynarca Antlaşması ile Osmanlı tebaası Hıristiyanların, Rusya tarafından himaye olunmaları po litikası çerçevesi içinde hareket eden Ruslarca üstlenilmiştir. 6
Tü r k ç ü l ü k
ı•ı•
Tııııııı
•
I
1 783 yılında Kınm'ı ele geçiren Ruslar, Ortodoks tebaayı kışkır tarak Balkanlara inmiş, Edirne Antlaşması ile Ahıska bölgcsl. Nahcıvan ve Erivan'ı ele geçirerek Kafkaslara yerleşmişti. 7 ·
Fransa, kapitülasyonlar ve Osmanlı Devleti'ndeki katollkle rin himayesinin verilmesi8 imtiyazları ile ekonomik ayrıcalıklc'\r elde etmeye çaba sarf edecektir. Kuzey Afrika ve Ortadoğu'yu yayılma alanı olarak gören Fransa, Cezayir'i işgal ederek ( 1 830) daha sonra Kuzey Afrika'ya yerleşecektir. İ ngiltere'nln politikası, Avrupa için tabii kaynaklarıyla ve ulaşım bağlantısı yüzünden stratejik önem taşıyan Hindlstan'ı güvenlik içinde tutmak, Fransa ve Rusya'nın Osmanlı Devletl'ne hakim olmasını engellemek amacıyla XIX. yüzyılın son çeyreği ne kadar Osmanlı Devletl'nln topraklarını koruma politikasını sürdürmektir.9 Genel olarak belirtmeye çalıştığımız büyük devletler, ara larında Osmanlı Devleti 'ni paylaşamamışlar. Bu sebeple, müs lüman olmayan tebaayı Osmanlı Devleti aleyhine isyana teşvik ve kapitülasyon, ticaret antlaşmaları ile ekonomik yönden kıs kıvrak yakalayıp yüzyılın süper devletleri buralarda siyasal bir egemenlik kurmayı dened i ler. 1° Kapitü lasyonların sağlad ıRı avantajlarla yaptıkları ticaret antlaşmaları ile devletin ekono mik, hayatını zora sokarken, Kırım Savaşı sonrası borçlanm.ıyl.ı devlet, ekonomik açıdan iflas edecek ve çeşitli devletlt"rlıı rt kinliklerini dengelemeye çalışan bir güç olan DuyOn-ı llımıı111 ye kurulacaktır. 1 1 Bu gelişmeler neticesi yıkılmaya yüz tutan Osm.,ıılı l>rvlr ti , çağdaşlaşma hareketleri ve ülkeler arasında dcıı8t" polltllı.1 sıyla ayakta kalmaya çalışmış1 2 ancak yapısal c;öıülmrlrı .111 mıştır. İ ç isyanlar ve ayanların ortaya çıkmasıyl" '"""' ' "' dı•vlı· tin otoritesi ayanlara karşı "Sened-i İ ttifak" ile kunılm.ıy.ı ı,.ılı�ıl
8
•
N e c a t i Gü ltepe
mış, 1 1 Mehmet Ali Paşa'nın isyanı sonucu Mısır elden çıktığı gi bi Boğazlar milletlerarası bir mesele haline gelmiştir. 1 4 Daha sonra kutsal yerler bahanesiyle Rusların Kırım'a saldırmaları, ba tılı devletlerin Osmanlı Devleti yanında yer almaları ile durdu rulmuştur. 15 1 856'da imzalanan Paris Antlaşması'yla Osmanlı Devleti'nin toprakları Avrupa devletlerinin güvencesi altına gir miştir. 16 Kırım Savaşı'nda Rusya'nın yayılması durdurulmasına rağ men, Ortodoks haklarının savunucusu olarak kendisini göster miş, akabinde Panislavizm politikası uygulayarak savaşsız dö nemde de örtülü taarruz politikasını devam ettirmiş, 11 Balkan lardaki tebaayı sürekli isyanlara teşvik etmiştir. Sonuçta Balkan larda başlayan karışıklıklarla, 1 877'de dünya şartlarını kendileri için uygun gören Ruslar, Osmanlı Devleti'ni tek başına yıkmak için harekete geçtiler. Rus orduları batıda İ stanbul , doğuda Er zurum önlerine kadar gelmişlerdi.18 Savaşın sonunda önce ağır Ayestefanos, sonra Almanya, İ ngiltere ve Avusturya'nın işe ka rışmasıyla Beri in Antlaşması imzalandı . 1" Bu antlaşmayla Os manlı Devleti çok toprak kaybetmiş, Ermeni meselesi de mil letlerarası boyut kazanmıştır. İ ngiltere artık geleneksel politika sını terk ederek Osmanlı Devleti'nin parçalanması yönünde ça ba harcayacak, Rusya'ya karşı Osmanlı Devleti'ni korumasına karşılık Kıbrıs'ı istemiş, 20 Mısır'ı 1 882'de alan İ ngiltere, petrolün öneminin artması üzerine Ortadoğu'yu ele geçirmeye uğraşa caktır. Fransa ise Tunus'u işgal etmiş, Cezayir ve Orta Afrika'ya inmek için teşebbüslerde bulunmuştur. 2 1 Almanya'nın büyük devlet olarak nüfuzunu doğuya yöneltmesi, Osmanlı Devleti'ne Fransa ve İ ngiltere'ye karşı kullanabileceği yeni bir dayanak sağlamıştır. Rusya'nın Orta Asya Hanlıkları üzerindeki baskıları sonucu
Türk ç ü lü k
ve
Turan
•
9
hanlıklar İ slAm dünyasının güçlü devleti sıfatıyla Osmanlı Dev leti'nden yardım istemiş, fakat Osmanlı Devleti bu talebe ce vap verememiştir. Ancak onların Osmanlı Devleti'ne yönelip halifeliğin öne çıkması İ slami dayanışma fikrini güçlendirip Os manlı Türklerine, ülkeleri dışındaki dindaş ve ırkdaşlarını tanıma fırsatı vererek, zamanla siyasi, kültürel birliği sağlayacaktır. 22 Özellikle Duraklama Devri nin başlangıcından itibaren Os manlı Devleti , Kuruluş ve Yükselme Devrinin şaşaasına ve aza metine mukabil, çeşltll etkllerln tesiri altında sarsılmaya başla mıştır. Bu sarsıntılar neticesi, Osmanlı Devleti'nin bünyesi öyle bir hastalığa müptela olmuştu ki . adet,, içinden kemiriliyordu. İ şte bu suretle Şark ' ı n Hasta Adam'ı ortaya çıkmı;;tı . Gerçi muhtelif zamanlarda bir takım tedbirler alındı . Ancak alınan tedbirlerin yarım yamalak olması ve diğer ülkelerden kopyala narak alınması bünye farklılıkları dolayısıyla mevcut zafiyeti art tırmaktan başka bir işe yaramadı . Hastaya enjekte edilen kan serumu başka bir guruptan olduğu için, onun ölmesinin önüne geçilemedi . Tanzimat, Birinci Meşrutiyet ve İ kinci Meşrutiyet, Osmanlı İ mparatorluğu'na yeni bir düzen vermek ve onu keş mekeşten kurtarmak maksadıyla yapılmış nafile hareketlerdir.
OSMANLI İM PARATORLUGU'NU KURTARM AK Gerek Birin�i ve gerekse İ kinci Meşrutiyet döneminde Os manlı İ mparatorluğu'nun çöküşünü frenlemek gayesi taşıyan doktriner bazı fikirler, bunları ileri süren guruplarca kurtarıcı ad dediliyordu. Sıkıntılı zamanlarda fertler belirli fikirler etrafında kümele nirler. Sıkıntılı zamanlar, mefkurelerin doğuş günleridir. Mefku reler, milli felaket anlarında toplumun birbirine kenetlendiği
10
•
N e c a r i G ü lr ep e
adeta tek bir kalp atışıyla hareketlendiği hengamelerde tek vü cut oluştan doğar. Toplumun yeniden şekillenme devresinde mefkureler, yavaşça dal budak atarak çiçeklenir, meyvesini ve rir ve yeni müesseseler meydana getirir. 23 Muhakkak ki müesseseleşmeye yol açacak fikirler evvelce o milletin kültür harmanında mevcuttur. Aydınlara düşen bu harmandan yeni tasniHer ve belki keşiHerle yeni mahsul elde etmektir. İ şte "Organize olmamış kitle" ile fikirler birleştiği tak dirde, muayyen şartların tahakkuku neticesi müesseseleşmeye gidilecektir24• (Osmanlılık, İ slamlık, Türklük mefkureleri henüz vücut bulmadan önce de, Osmanh Devleti, islam ümmeti, Türk Mllled mevcuttu)25• Siyasi tarihimiz bakımından bu açıdan önem kazanmış olan fikirlere, gerek Birici Meşrutiyet'te ve gerekse İ kinci Meş rutiyet'te rastlamak mümkündür. Söz konusu bu devirlerin son larında ortaya atılmış olan "Yeni düşünceleri benimseyenler gu rubu", özel gurubu kendi çevrelerinde toplamaya muvaffak ola bilmişlerdir Sait Halim Paşa'ya göre bu alakadarlar guru bunun millet lerarası bir önemi vardır. Milletlerin gelişmesinde en önemli (amil) unsur mütefekkirler ve alimlerdir. Mütefekkir tabakaları (aydınlar) toplumu sevk ve idare edenler olduğu için, cemaati hayır ve hakikate götürür bir yol üzerinde geliştirerek yönlen dirme işinin (üstüne vazife olarak )düşünülmesi tabiidir. Acaba söz konusu bu fikirler nelerdir? Bunları tetkik edebilmek için evvela bir tasnif· :ı.pmak ihtiyacı vardır. Bunun için; Osmanhhk , islamcıhk, Garpçıhk, Türkçülük, diye bir sıralama yapılabilir. 26 Bu tasnifin detaylan na geç meden Son oluşumları bir daha tesbit edelim;
Tü r k ç ü l ü k
ve
Tu ran
•
11
ÇAGD AŞLAŞMA H AREKETLERİ YAD A YANLIŞ ÇEKİLEN FOTOGRAF XVll. yüzyıl sonlarına doğru Osmanlı Devleti, toprak kay betmesiyle beraber Avrupa'daki gelişmelere ayak uyduramadı ğı için önce durma, sonra da çökme devirlerine girmiştir. Os manlı devlet adamları çözümü kendi şanlı mazisinde aramaya başlamışlar, ancak yenllgllerln devam etmesiyle Batı 'ya yönel mişler, tarihimizde L\le Devri ( 1 7 1 8- 1 730) diye bilinen bu ilk devrede en önemli yenlllk matbaa olarak ülkemize gelmiştir. 21 Osmanlı Devletl'nde XVl l l . yüzyıla k<\dar asken alanda ısla hatlar yapılmak istenmiş, fakat istenen sonuç alınamayınca XVl 11. yüzyılın sonunda Batı örnek alınarak toplumu daha kapsamlı şekilde ilgilendiren alanlarda çağdaşlaşma d üşüncesi ortaya çıkmış ve ilk örneği 1 11. Selim döneminde Niz..\m-ı Cedit ile ifa de edilen ıslahat çalışmaları başlamıştı . Bu dönemde yapılan , belirtilmesi gereken önemli yenilik, Avrupa'nın belli başlı şehir lerinde daimi temsilciliklerimizin açılmasıdır. Dolayısıyla batılı fikirlerin ülkemize girmesi mümkün olmuştur. 28 il . Mahmut, devletin sarsılan otoritesini güçlendirmek amacıyla batının kurallarına ve kurumlarına önem veriyordu. 29 Yeniçeri Ocağını bir engel olarak gördüğü için 1 826'da bu Ocağı kaldırmış, sırf asken alanla ilgili ıslahat hareketlerinin ye tersizliği düşünülerek ıslahat, sivil idare kurumlarına da yayıl mıştır. il. Mahmut döneminde halkın ihtiyaçlarına cevap vere bilmek için devlet faaliyet alanını genişletmiş; eğitim, sağlık, bayındırlık gibi alanlarda hizmetlere girişmiştir. Yine bu devre de Avrupa ile ilişkiler sıklaştırılmış Avrupa'ya öğrenci gönderil miştir. Rasyonel olarak çalışacak yeni bir bürokrasi de kurularak
12
•
Necati G ü ltepe
modern tipte iş bölümü yapılmış, çağdaşlaşma artık devlet fel sefesi haline gelmiştir. Çağdaşlaşma hareketleri Batı'nın tazyiki altında ona karşı açılan bir ölüm-kalım mücadelesi olmakla birlikte müslim ve gayrımüslimlerin isyanları, Avrupa devletlerinin müdahaleleri sonucu siyasi anlamda reforma zemin hazırlanmıştır. 1 8 1 9'da Tanzimat hareketi olarak doğan bu reform 1 839'da Tanzimat Fermanı ile bir yenilik ve teminat devri açarak Ferman, şahıs ve mal güvenliğini, bir takım ana haklar teminatını ilan etmiş ve bu esaslar çerçevesinde yeni kanunların konacağını vaat etmiş tir30 . Tanzimat kendinden önce yapılmış olan yenilik hareketle rinin tekrarı olmayıp, yeni bir takım prensipler getirerek çağ daşlaştırmayı sistemleştirmeye çalışmıştır. Tanzimat'la birlikte bürokratik işleyiş, ordu, eğitim, ticaret ve ceza kısmen mahkeme teşkilatı da Avrupa örneğine göre düzenlenmiş, ancak batılı anlamındaki bu gelişmeler Osmanlı toplum hayatında eski yeni şeklinde bir ikilik meydana getir miştir. . Tanzimafla Osmanlı Devleti içinde yaşayan bütün unsurlar dayanışma sonucu bir arada tutulmak istenmiş ve bu dönem teşkilat ve fikir yönünden bir olgunlaşma ve çabalama devri ol muştur. Kırım Savaşı'ndaki müttefiklerimizin isteklerinin yerine getirilmesi üzerine Parls Antlaşması'nda sözü edilen lslahat Fer manı ile Tanzimat'ın getirdiği ana haklar teminatına bir de eşit l i k esasını ekleyerek gayrımüslimlerin d u rumu başta olmak üzere bir çok alanlarda ıslahat öngörülüyordu . XIX. yüzyılda çağdaşlaşma hareketlerinin bütün alanlara yayılarak batılı fikirlerin Osmanlı Devleti'ne girişinin artması , basının gelişmesi vb. sebeplerle devletin içinde muhalefet eden Namık Kemal, Ziya Paşa, Şinasi, Ali Süavi gibi aydınlar,
Tü r k ç ü l ü k
ve
Tu ran
•
13
1 865'te Yeni Osmanlılar olarak bilinen ve devletin kurtuluşunu, Mebuslar Meclisi ' ne hıristiyan ve musevl _halkın temsilcilerinin de katılımı ile mümkün olacağı, müslümanlarla aralarındaki ay rılığın giderilebileceği ve bir Osmanlı milletinin oluşabileceği fikrindeydiler.3 1 Yeni Osmanlılar Batı 'da bulundukları dönemler de cumhuriyetçi ve mllllyetçi fikirleri tanımalarına32 rağmen bu fikirlerin Osmanlı toplumu için zararlı olacağını düşünerek İsla mi kimlikle meşrutiyet fikrini savunmuşlardır. 33 Yeni Osmanlılar'ın düşüncelerini, Mithat Paşa gibi ileri ge len devlet adamlarının benimsemesi ve yabancı devletlerin is tekleri neticesinde 23 Aralık 1876'da ilk defa Osmanlı Kanun-ı Esasisi ilan edilerek Osmanlı Devletl 'nde meşrutiyet yönetimi yürürlüğe konmuştur. Ancak değişik sebeplerle i l . Abdülha mid, meclisi süresiz tatil ederek meşrutiyet dönemini sona er dirmiştir.34 Siyasi hürriyetlerin kısıtlanmasına rağmen bu dönem eğitim kurumlarının bütün ülkeye yayılması gibi çağdaşlaşma hareketlerinin devam ettiği bir dönem olmuştur. 3 5 İ ki asra yakın devam eden çağdaşlaşma hareketleri Os manlı Devleti'nin yıkılışına engel olamamakla birlikte değişik kavram ve fikirler getirmiş, yabancı ülkelerde kurulan Osmanlı temsilcilikleri, tezin bahsinde de ele aldığımız Avrupa'ya gön derilen öğrenciler, açılan okullar, ders veren batıl ı subay ve öğ retmenler, tercüme edilen kitaplar ve azınlıkların batı ile fazlaca münasebeti sonucu "Vatan�. "Millet", "Hürriyet", "Eşitlik", "Meşru tiyet" gibi kavramlar Osmanlı Devleti'ne girerek Türk aydınlarını etkilemiştir. 36 Bütün bu gelişmeler sonucu, milliyet fikrinin doğuşu hazır lanmış, teknik gelişmelere paralel olarak ortaya çıkan sosyal hareketlilik ve kültürel gelişme sonucu milli kimliğin hissedil mesi ile Milliyetçilik fikri doğmuştur. Devletin merkeziyetçi bir
14
•
Necati G ü l t ep e
yapı oluşturmak istemesi gereği bürokraside girişilen yenilik eğitim ve kültür alanındaki yenileşme ile paralel gitmesinden Türk milliyetçiliğinin doğuşu hızlanmıştır. Dilin modernleşme ve kimlik arayışı şeklindeki gelişmesi, modern yönetim teşkilA tının getirdiği kamu hizmetleri , geleneksel Osmanlı yapısını köklü değişikliklere uğratmış, matbaanın kullanım alanının ge nişlemesi kitap ve gazetelerde edebiyat, tarih , dil ve siyasi ko nuların işlenmesi, milli şuurun uyanmasında önemli etken ol muşlardır.
OSMANLILIK CEREYANI Birinci Meşrutiyet döneminde Osmanlı tebaası arasında dil, ırk ve din farklılıklarının Osmanlı Devleti bünyesinde dışar dan yapılan cepheleşmelerde suni sütre olarak kullanılmaları neticesi meydana getirdiği olumsuzluğu bertaraf etmek mak sadı ile, hepsini eşit hak ve imtiyazlara kavuşturarak37 hür ve yek vücut bir vatanın kurulabileceği düşünülmüştür. jöntürkler den bazılarının o sırada Avrupa' da yayılmaya başlayan milliyet çilik cereyanını dikkate almadan bu fikrin hayat bulması için ça lıştıkları görülmektedir. O sıralarda Avrupa' da bulunan Lütful lah ve Sabahattin beylerin müştereken neşrettikleri bir risalede
... Maksadımız menfaat-i müttehid olduğu halde meslekten müteferrik olan ve o tefrika yüzünden telafisi gayri kabil bir fe lakete maruz bulunan Türk, Arap, Arnavut, Ermeni, Makedon yall, Rum, Kürt, Musevi vatandaşlarımlZln kuwetini bir noktaya cem eylemek ve bu suretle hem bugünkü seyyiata hitam ver meğe ve hem de yarmki hükümet-i adilanenin temel taşlarım ara-yı umumiye-i Osmaniye 'nin inzimam ile vaz'a çetllşmakta dır. Bu ittihadm tesis edeceği bina-yı mualla-yı medeniyet yir"
Tü rk�· ü / ü k
ve
Tu ran • 1 5
minci asr-ı terakkinin bir tac-ı ibtac-ı zi-şevketi olacak ve beşe riyet-/ müstakbelenin bütün mütefekkir ev/atlan bu eseri takdis edeceklerdit'38 denilmek suretiyle bu görüşü aksettirdikleri tes pit edilmektedir. Görüldüğü gibi mevcut olan bozukluğun Os manlı Devleti tebaası arasında eşitlik tesis etmekle tamir edile ceği ümit ediliyordu. Fakat sinesinde bu kadar farklı kütleleri toplayan bir memlekette, takip edilmesi istenilen bu siyasete, muhtelif unsurlar tarafından cephe alınmasını da göz önünde tutmak gerekir. Nitekim bu cereyan ortaya çıktığı zaman Avru pa' daki milliyetçi cereyanların tesiri altında kalan, imparatorlu ğun bünyesindeki Balkan memleketlerinde bir kaynaşma ve tefrika arzusu giderek artmıştır. O zamanlar bu konuları işleyen siyasi bildirilerden biri nde, şöyle denilmektedir'": . . . Türki ye'nin teceddüdü bir şartla kabildir; o da onu terkip eden ,mJ Slfdan, bari en medeni olanlara, idare-i muhtar/ye vennek" ". . . birbirine zıt unsurlarm hakiki tekamülünü meydana ge tirmek için bünye içindeki ittifak ve kaynaşma/ann çoğalması Ja.zımdlf. Devletin merkeziyetçiliği Türkiye 'de sakin muhtelif gurup/an ezen ve her gün giderek daralan ateşten bir çember gibi toplumu sıkan büyük bir zulüm aracıdlf. Eğer /öntürkler sistemli bir şekilde merkeziyetçiliği programlarmda müdafaa etmeyi taahhüt ederlerse bunun neticesi, vatanlanm tahrip et mekten ibaret olacaktlf. Bu pek tabii ve mantıkidir. Muhtelif unsurlarla meskun olan bir devletin ittihad-ı siyasisi, sırf ittihad ı manevi sayesinde hasıl olur ki; unsurlardan biri diğeri üzerinde tahakküm etmek isterse ittihad-ı maneviyenin husulü ldmekan dlf. " Osman/I Devleti'nin bir A vrupa devleti gibi addedilemeye ceği kanaati kesinleşmişti. Bu sebepten Osman/I Devlet/ 'nden herhangi bir a.zm/lk unsuru ayaklansa Avrupa bunu kollamak ve esas unsurdan ayınnak mecburiyetinde hissediyordu. ·«ı "
l fı • N e c a t i G ü ltepe
Buna ve buna benzer düşünceler pek çoktur. Hür ve eşit bir Osmanlı milletinin teşkili, gaye bakımından iyi bir şeydi. Ancak milletin kuwetli bir vasfı olan "Birlikte yaşa ma arzusu pratikte yurtseverlik olarak tecelli etmektedir". Yurt severlik ise: O milleti meydana getiren unsurlar mensup olduk lan millete karşı duydukları bir minnet ve sevgi duygusu ile or taya çıkar. Şu husus çok rahatlıkla söylenebilir, Osmanlı milletini teş kil eden muhtelif unsurlar "mensup oldukları millete karşı min net ve sevgi" duymaktan uzak kalmışlardır. Binaenaleyh her fır satta devletin başına gaileler açan. daimi bir özellikle muhale fet cephesi teşkil eden bu guruplarda "Birlikte yaşama arzusu" vardır nasıl denebilir ki?
İSLAMCILIK 3 1 Ağustos t 876 günü Osmanlı Devleti'nde ehemmiyetli bir değişiklik vuku bulur ve akli dengesi bozulan V. Murad'ın yerine küçük kardeşi il. Abdülhamid padişah oluyor. Otuz dört yaşındaki yeni hükümdan, halli güç meseleler beklemekteydi . Gerçekten, 1 875 Nlsanı'nda patlak veren Hersek İ syanı az son ra Bosna vilayetine sıçramış, 1 876'nın 5 Mayısı'nda da Bulgar lar, Rusya'nın kışkırtması neticesinde, kendi Devletleri olan Os manlıya karşı ayaklanmışlardı. Osmanlı askeri kuwetlerl isyan lan bastırmışsa da, Avrupa büyük devletlerinin diplomatik mü dahalesi önlenememiş ve 1 876 Aralık ayı sonunda bir milletle rarası konferans İ stanbul'da toplanmıştı. Konferansın hazırladığı ıslahat projesini Osmanlı Meclis-! Umumisi'nln reddetmesi üzerine, Rus Çarı 1 877 Nisanı'nda Osmanlı Devletl'ne savaş i lan etmiş ve böylece tarihe 93 Harbi olarak geçen çatışma
Türkçülük
ve
Turan
•
/7
başlamıştı . Türk ordusunun Plevne'de kahramanca müdafaasına rağmen, Ruslar Balkanlarda ilerleyerek İ stanbul yakınlarına ka dar gelmişlerdi. Türklerin yenilgisi 1 878 Martı'nda Ayestefanos Barış Antlaşması'nın imzalanmasıyla hemen bütün Rumeli'nin kaybına sebep olacakken , İ ngiltere'nin araya girmesi sayesinde Berlin'de görüşmeler yapılmış ve sonunda, t 3 Temmuz t 878 tarihli barış antlaşması Osmanlı Devleti'nin kayıplarını oldukça hafifletmişti. Berlin Antlaşması, yine de Doğu Anadolu'da Kars bölgesini Rusya'ya terk ediyor, Bosna-Hersek'in idaresini Avus turya-Macaristan'a bırakıyordu. İ ngiltere de sözde bu hizmeti ne karşılık hemen komisyonunu istemiş. Padişah lehine müda halesine karşılık olarak, 4 Haziran 1 878 günü imzalanan bir antlaşma ile Kıbrıs adasının geçici lşgall hakkını elde etmişti . Büyük fedakarl ıklarla sağlanan barışta devlet ve mil let kendini toparlamağa fırsat bulamadan Fransa, 1 88 1 Mayısı 'nda Osmanlı İ mparatorluğu'na bağlı Tunus beyliğine asker çıkartıp burasının himayesi altına aldığını ilan etti . Ertesi yıl da İngiltere Mısır'ı ele geçirdi . Bu suretle Mısır Hıdivi, Osmanlı devletine hukuken bağlı kalmakla beraber, fiilen İ ngiliz tabiiyetine girdi. il . Abdülhamid, tahta çıkmadan önce, memleketi meşruti yet ile idare edeceğine dair Mithat Paşa'ya söz vermişti . Padişah sözünde durdu: Kanun-ı Esasi hazırlatarak seçim yaptırdı ve Meclis-i Mebusan'ı açtı. Ancak, sadrazamlığa getir ' diği Mithat Paşa'yı yerinde ve haklı sebeplerden dolayı anaya sanın t t 3. maddesi uyarınca azledip yurt dışına gönderdiği gi bi, Osmanlı-Rus harbinin buhranlı devresinde de Meclis'i da ğıttı . Abdülhamid, geniş imparatorluğu mutlakıyetle yönetme isteği Türk milletinin lehinde bir karardı il. Abdülhamid padişah olduktan sonra, devlet idaresini ele almaya çalışmış ve yavaş yavaş iktidara hakim olmuştu. O,
18
•
Necati Giiltepe
dedesi il. Mahmud'un saltanatı zamanında başlayan ve Tanzi mat devrinde geniş çapta uygulanan Osmanlılık siyasetinin devleti parçalamaktan kurtaracağına inanmıyordu. Fransız İ hti lali'nin getirdiği milliyetçilik cereyanının Osmanlı tebaası hıris tiyanları etkilediğini, Sırplar ve Yunanlılardan sonra Romenler, Bulgarlar ve hatta Ermenilerin kendi devletlerini kurmaya yö neldiklerini müşahede etmişti. i l . Abdülhamid , imparatorluğunun bekasını müslim ve gayrimüslim tebaanın Osmanlılık fi kri etrafında birleşmesinde değil, fakat müslümanların "Osmanlı saltanatı ve İ slam hilafe ti"ne sağlanmasında görmekteydi. Bu sebeple memleket için de gereken tedbirleri almıştı. Dış siyasette ise İ slam birliği kav ramını yani panislamizmi benimsedi. Panislamizm Batı ve Ku zey devletlerinin Asya ve Afrika'da yayılmasını önlemek mak sadıyla hıristiyanlığa karşı İ slam aleminin halife etrafında birleş mesi olarak tarif edilebilir. Bu siyaset, bir müdafaa sistemi kur mayı gerektiriyor, aslında da Osmanlı Devletl'nln varlığını koru mak gayesini güdüyordu.41 Panislamizm'in kökü XVlll. asrın ikinci yarısına kadar geri ye gider. 1 768'de Rusya'ya karşı açılan harpte Osmanlı Devle ti 'nin yenilmesi üzerine, 1 774 Temmuzu 'nda imzalanan Küçük Kaynarca Antlaşması'nda Kırım Hanlığının istiklali tanı nmış ve padişahın 1 5 1 7'den beri aynı zamanda halife olduğu hatırlana rak antlaşmanın 3. maddesine şu ibare konmuştur: "Tevalf-1 Tatar... Ehl-1 İslam'dan olup zat-ı ma'deletslmat-ı şehrlyara nem lmamü'l-mümlnin ve halifetü'l-muvahhldin olduğuna binaen umiir-ı dlnlyye ve mezheblyyelerlnl taraf-ı hümayu nu hakkma şerlat-ı i slamlyye muktezasmca tanzim ede ler". 4ı Bundan sonra, Osmanlı padişahları İ slam alemiyle müna-
Tü rkçiiliik ve Tu ran
•
19
sebetlerinde halifelik sıfatından faydalanmaya çalışmışlardır. Ni tekim, Fransa taraftarlığıyla tanınan Sadrazam Ali Paşa, devletin 1 870'de Prusya'ya yenilmesi üzerine Cezayir' de çıkan Mokrani isyanını desteklemiş, Cezayirli milliyetçilere silah ve mühimmat yardımı yapmayı vaat etmiş, ne yazık ki Paşanın aynı yılın Eylü lünde ölmesi bu yardımım gerçekleşmesine imkan bırakma mıştır. Kaşgar Emiri Yakup Han İ stanbul'da, Sultan Abdülaziz nezdine, bir elçi göndererek hutbeyi halife adına okuttuğunu bildirmiş ve Çin'in saldırılarına karşı yardım talebinde bulun muştur. Osmanlı Devleti bu talebi kabul etmiş ve askeri heyeti top, tüfek ve gerekli malzeme ile blrllktc 1 874'te, Doğu Türkis tan'a yollamıştır.43 11.Abdülhamld Osmanlı-Rus harbinin başlaması ardından , 1 877 Temmuzunda, Ahmed Hulusi Efendi başkanlığında bir el çilik heyetini Afgan Emiri Şir Ali Han'ın hükümet merkezi Ka bil'e göndermiştir. Eski sadrazamlardan Şirvanizade Rüşdü Pa şa'nın küçük kardeşi olan ulemadan Hulusi Efendi, Emir'in İ ngil tere ile anlaşmasını sağlayıp onu Rusya'ya karşı harbe teşvik edecekti. Rusya'yı iki cephede savaşa zorlayacak olan bu te şebbüs, padişahın teklifi üzerine, İ ngiltere'nin İ stanbul elçisi La yard ve aynı devletin Hindistan Kral Naibi Lord Lytton'un işbir liğiyle gerçekleşmişti. Rusya'ya harp ilanına Şir Ali Han'ın Y•' naşmaması, Osmanlı heyetinin beklenen neticeyi elde etmesi ne mani oldu . Bununla beraber, elçilik heyeti Afganistan'da ve gidiş dönüşte geçtiği Hindistan'da halife lehine propaganda fa aliyetinde bulunduğu da bilinmektedir. Abd ülhamid 'in Panislc\mcı siyaseti , başlangıçta Panisla vizm'e bir tepki olarak doğmuştur. Ancak, padişah otuz yılı aş kın saltanatında tecrübe kazanacak ve hilafetin manevi gücünü
20
•
N e c a t i G ü ltepe
Rusya'dan başka, sömürgelerinde milyonlarca müslümanın ya şadığı İ ngiltere, Fransa ve Hollanda'ya karşı da kullanacaktır. Bu uygulama, Tanzimatçıların garplılaşma siyaseti tenkit eden ve 1 860'1ardan beri " İ ttihad-ı İslam" fikrini savunan Yeni Osmanlıla rın düşüncesine uygundu. Abdülhamid , Panislamcı siyasetini Yıldız Sarayı ' nda kurdu ğu yarı gizli teşkilat vasıtasıyla yürütmüştür. İ mparatorluğun Arap vilayetlerinden nüfuzlu din adamlarını , tarikat şeyhlerini İ stanbul 'da çağırmış, onlara bol maaşlar tahsis ederek iti bar göstermiştir. Yabancı ülkelerdeki tanınmış Müslümanları da ÇP.Vresinde toplamıştır. Padişahla dostluk münasebetlerini sür d; ıren Macar Türkoloğu ve İngiliz casusu Arminius Vambery'nin 1 894 yılına ait bir raporunda yazdığı gibi "Sultan Hamid . . . Rus ya'ya karşı Tatar, Moğol , Gürcü ve Çerkez göçmenlerini kullan makta, Hokand, Hive, Buhara'dan gelen hacıları ihsanlara bo ğarak kendi safına çekmektedir. İ ngiltere'ye karşı ise büyük Arap bilgini Şeyh Ebülhüda'yı, Darfur ve Sldan şeyhlerini kul lanmaktadır.44 Abdülhamid 'in Fransa'ya karşı da Trablusgarplı Muhammed Zafir'den faydalandığı bilinir. Bu şahıs, Kuzey Afri ka'da yaygın Medeniye tarikatı şeyhiydi ve ittihad-i İ slam fikri ne taraftar Tunuslu Hayreddin Paşa'yı padişaha tavsiye ederek onun 1 878 yılı sonunda sadrazamlığa tayinini sağlamıştı. Şeyh Zafir, Trablusgarp'da oturan kardeşi aracılığıyla Tunus'ta halife lehine propaganda faaliyetinde bulunmuştu.45 Panislamcı hareket, Şeyh Cemaleddin Afgani'nin 1 892 yı lında İ stanbul'da yerleşmesiyle en yüksek noktasına erişmiştir. Gerçekten , Şeyh 1 88 1 'den itibaren gittiği çeşitli ülkelerde pa nislamizmi yaymış, bütün müslümanların , mezhep farkı gözet meksizin , Osmanlı sultan ve halifesi etrafında birleşmesini iste miştir "Batıya, hususiyle Batının istila ve sömürüsüne düşmanlı-
Tü r k ç ü lük
ve
Turaıı
•
21
ğı" haklı olarak düşüncesine temel unsur yapmıştır. Fakat, Ce maleddin Afgani mizaç itibariyle ihtilalciydi. İ ran Şahı Nasired din'i 1 896 Mayısı 'nda adamlarından birine katlettirmesi A bdül hamid'in gözünü açmıştı . Bu vakadan sonra, Şeyh, Nişanta şı'nda kanserden öldü. Padişah panislamcı faaliyetini kısmen resmi yollardan da yürütmüştür. Enver Paşa'nın başkanlığında bir "Nasihat Heye ti"ni, 1 90 1 yılında, Çin müslümanlarını Boxer İ syanı ' na katıl maktan caydırmak içi n , Uzak Doğu'ya göndermiştir. Ayrıca, Cava'da Osmanlı Konsolosu Sad ık Bey'I yerli müslümanların haklarıni korumakla vazlfelendlrmlş ve bu hareket Hollanda sö mürge idaresinin şikayetine sebep olmuştu . Abdülhamid yurt dışındaki Panlsl�mcı faallyetl glzll ajanla rı vasıtasıyla yapmayı tercih ediyordu. Vambery 1 90 1 yılında hazırladığı bir raporda şunları yazar: "Geçen ziyaretimde Asya içlerindeki misyonlarının sonuç ve tecrübelerini başkatibe rapor etmek üzere Saray'a gelen Buhara ve Hint müslümanlarının di ni liderleriyle karşılaştım. Türkler, bu iki yeraltı merkezine "Bu hara" ve "Hint Tekkesi" diyorlar. Bu "tekkeler" muntazaman hü kümetten maddi yardım almaktadırlar; görevleri ise bu mer kezlere uğrayan hacı ve seyyahları yedirip, bu çatı altında ba rındırmak, bu süre içinde ise onların beyinlerini yıkamaktır. Da ha tecrübeli ve bilgili dervişler, yolcu müslüman kafilelerlne ta kılarak Padişahı n birer gizl i ajanı olarak Panislamizm! Orta As ya'ya yaymaktadırlar."46 Görül üyor ki A bd ü l ha m i d İ s l am propagand ası nı d i n adamları ve hususiyle tarikat mensupları eliyle yürütmektedir. Enver Paşa heyetinin Çin'i ziyareti ardından, 1 902 Hazlra nı'nda, Muhammed Ali adında Arapça konuşan ve molla kıya fetinde bir ajan Şangay üzerinden Pekin'e gelmiş, yerli müslü-
22
•
Necati Gültepe
mantarla temasta bulunduktan sonra japonya'ya gitmişti r.47 Muhtemelen bu çalışmaların neticesi olarak. 1 908 yılı başında, Pekin'de Osmanlı Padişahına izafeten "Darü'l-Uluml'l-Haml dlyye" medresesi törenle açılmıştır.48 Abdülhamid Panislamizm propagandas ı n ı İ ngiltere ve Amerika'ya kadar yaymıştır. 1 903'de Londra'da Abdullah Süh reverdi tarafından kurulan bir dernek Pan-lslam dergisini çıkar dığı gibi , Muhammed Webb adlı bir Amerikalı müslümanla, Washington elçiliği aracılığıyla padişahtan maddi destek göre rek, 1 893 yılında New York'ta Moslem World başlığı altında bir aylık dergi yayınlamaya başlamıştır.49 Saltanatının son yıllarında giriştiği bir teşebbüs Abdülha mid'in Panislamizme verdiği ehemmiyeti gösterir. Gerçekten , 1 90 1 'de Şam'da inşasına başlanan Hicaz Demlryolu 1 908'de Medine'ye ulaşmıştır. Padişahın şahsi serveti ve dünya Müslü manlarının mali yardımıyla tamamlanan bu eser, hacıların din farizasını yerine getirmelerini kolaylaştırdığından , Halifeye İs lam aleminde büyük bir itibar sağlamıştır. Birinci Dünya Har bi'nde İ ngilizlerin bu demiryolunu tahrip etmiş olmaları pek manidardır. Netice olarak denlleblllr ki, Abdülhamld'in Panislamizm si yaseti uzun vadede Türkler için başarılı olamamışsada kalıcı ve etkili neticeleri olmuştur. Belkide Turancı düşünceye metod olarak örnek teşkil etmiştir. Daha sonra ittihatçıların , Alman ya'nın da teşvikiyle uyguladıkları bu siyaset Birinci Dünya Har bi'nde Hintli ve Afrikalı müslümanların İ ngiliz ve Fransız ordula rında . halifeye karşı savaşmalarını önlememiştir. Bununla bera ber, panislamizmin müslüman aydınların ı etkilediği tarihi bir gerçektir. Panislam, hususiyle de Afgani'nin tercih ettiği faali yetleri , zihinleri ve ruhları mahalli milliyetçiliklere hazırlamakta
Tii r k ç ii l ii k
ve
Tu ran.• 23
mühim bir .saHıa teşkil etmiştir. İ slAm unsurunun ağır bastığı Arap ve Pakistan milliyetçiliklerinde ise panislAm bağı çok kuv vetlidir.
GARPÇILIK (BATICILIK) Garpçılık(batıcılık) cereyanını temsil edenler impatorluğun yokolmaya doğru sürüklenişine karşı bir kurtuluş çaresi olmak üzere, devletin bünyesindeki bozukluğun giderilmesini batının tekniğini ithal ve tatbikinde görmüşlerdir. Osmanlı cemiyeti ik tlsaden düşmüş ve imparatorluğa dahil birçok topraklar da el den çıkmıştır. Elde kalan yerler ise devletin i htimamından uzaktır.50 Bu şiddetli tenkit ve şikayete sebep olmuştur. Nitekim Dr. Abdullah Cevdet51 "Nerede bizim Glrld'lmlz? Söylesin! Bu
nu (bu padişahım yaşa! ya) sorun. Bclkcllım bizden clldığı helin valileri vasıtasıyla, bizi soyclrak aldığı paralcmmlZI nereye sclrf etti. Biz hesap isteriz. Askerlerimiz Yemen'de kmlıyor. Açlıktcln, elbisesizlikten kmflyor. Süveyş kclnalmdan geçen askerlerimizin perişan halleri ecanibi ağlatıyor" diyordu. Marazın teşhisinde karşı gösterilen tedavi yolu ise şöyle tavsiye olunmakta idi: "A vrupafl demek, üstünlük, tevafuk demektir. Avrupa ya nitZilran Osmanfl cemiyeti ve devleti fevkalade geridir. Biz me deniyete doğru gitmeliyiz, ona kavuşmaflyız. Nur ondad1r ve bizzat kendisidir. Zira başka bir örneğe lüzum yoktur. Çünkü bir ikinci medeniyet yoktur. Medeniyet Avrupcl medeniyetidir. Bunu gül ile, diken İle isticl::ıs etmek mecburidir'61 . . . "Fatih Sultan Mehmet Han tefessüh etmiş Bizans l mpara torluğu'nu yıkıp" ilk zamanlara nihayet verdiği zaman " . . . Avru pa bize nispetle o kadar müterakki değildi. Fakat o zamandan beri Garbın terakkisi, Türklerin bu terakkiye bigAne kalmaları, Sultan Selim-i SAlis ve Sultan Mahmud-i Sani devirlerinde te-
24
•
Ne cati G ü ltep e
şebbüs olunan tanzimatın takip olunamaması" Rusya'nın müda haleleri, Avusturya ve İ talya'nın eczay-ı memleketimizi istilala rı , Avrupalılaşmak hususunda Avrupa'nın alat ve eslihasını, fü nun ve ulumunu istiarede adem-i muvaffakiyetimiz, bazı hü kümdarlarımızın ehliyetsizlikleri, Yeniçerilerin yarım asırlık niza ve istibdadı garp ile aramızdaki farkı bütün bütün inhilali niza mat ve münasebetsizlikleri, v.s."53 tir. İ mparatorlukta garplılaşma istidadı var mıyd ı ? Garpçılık cereyanının önemli simalarından Celal Nuri Bey'e göre: "Evve la; psikoloji ve ahlaki şart mevcuttur. Bütün cesaret ve kuvvet lerin membaı ve hamisi fazilet-i imandır ve bu iman bu memle kette yok değildir. Fazilet müminlerini toplayacaktır. Saniyen memleket inhitatzede değildir. Azim ve emel, iradat ve kuvvet Türk'ün ruhunda sönmemiştir"54 Netice itibariyle "Modern devlet anlayışı"na kısmen temel teşkil edecek gibi gözüken bu görüş tarzı o zaman fikir alemin de derin akisler vücuda getirmişse de kafl bir mesnet olmaktan uzak kalmıştır. Bütün bu cereyanların devlet bünyesindeki arzu ettikleri değişik fikirleri muhakkak bir yenlllğl ifade etmiş bulunmakla beraber bilhassa devlet şekll bahsinde mühim bir terakki adımı atamamışlardır. Hepsi de hilafet müessesesini kabul etmişler ve devletin başında bir hanedan ailesinin mevcudiyetini tasav vur etmişlerdi.
TÜRKÇÜLÜK Nihayet Türkçülere göre Türk unsuru devletin kurucusu ol duğu halde, uzun senelerden beri ihmale uğramış, taassup ve cehaletin baskısı, kötü iktisadi şartların tesiri ve hadiselerin ma-
Türk�· ü lük
ve
Tu ran • 25
ııcvi sebepleri onu çökertmiştir. İ şte bu kütleyi kalkındırmak, "Türklük kavramını geliştirmek"55 başlıca gaye idi . Bir vücut gibi bütün unsurların ayrılmazlığı söz konusu bir milletin ana unsur olarak ortaya çıkması şarttı . Bu ise 'Türk milletini Osmanlı Dev leti'nin beşer unsuru haline getirmekle" mümkündü.56 Bu, yer yüzünde ne kadar Müslüman Türk varsa bunların birleşmesini ve hepsinin toplam bir değer ifade etmesi anlamına geliyordu ki , bu Turan demekti , Turan ise Türklerin hayallerdeki yurdu olarak düşünülmüş ve ifade edilmişti .
MEFKURE Bundan evvelki izahlarımızda fikrin, Gökalp'ın ifadesiyle mefkurenin mahiyetine kısmen olsun temas edildi . Denildiği gibi müesseseleşmeye yol açacak fikir, içtimai muhitte yaşa yan, daha evvel bir mevcudiyeti olan objektif bir fikirdir. Bu fi kirler fertler tarafından keşfedilmeyi beklemektedir. Bir fikir keş fedildikten sonra "Fikrin intişarı , şuurlara yayılması meselesi dir"57 Yani "fikir şuur altından şuur yüzüne çıkacak, meş'ur bir halde herkes şuurlar arası bir hareketle bu fikrin benzerleri tara fından kabul edildiğini idrak edecektir ve etrafında mükemme leşecektir"58 Buhranlı zamanlar fertlerin muayyen fi kirler etrafın da toplandığı zamanlardır. " . . . Bir millet büyük bir felakete uğra dığı , korkunç bir tehlike karşısında bulunduğu zaman fertlerin deki şahsiyetleri'bu ruğ ederı o zaman umumun ruhunda yalnız millt bir şahsiyet yaşar, bütün kalplerde bu millt şahsiyeti" de vam ettirmek arzusundan başka başka bir duygu kalmaz. Bu hengamede fertler kendi hürriyetlerini değil milletlerinin {istik lalini) düşünürler. İ şte o muazzam duygu ile karışık olan bu mukaddes düşünceye "mefkure" denir 59 "İnsan/art kurtaracak
26
•
Necati Gültepe
mefkure/erdir. Mefkure her memleketi bir cennet yapacak, her millet kendi cennetinde hür ve mesut yaşayacakttr. . . 'Mefkureye; hayal, gaye, emel, dilek diyenler var". Halbuki mefkure "ne yaşanmamış bir hayal, ne de istikbalde yaşatacak bir gayedir. Mefkure halin mürebbisi ve istikbalin halikı olmakla beraber mazinin bir şen'iyetidir'"° . Nihayet mefkure milletin tab'mda, milletin ruhundadtr. Bu ruh ve tab' içinde mevcut bulunmayan his ve emeller pek tabii olarak ilkah edilemez. Ancak mevcut olan çıkılir. ". . .Milli mef kureyi yine milletin ruhundan istihraç etmelidir. Nitekim bugün Türklük cereyamm idare etmekte olan Türk mütefekkirleri dahi bu nokta-i nazardan zerre kadar inhiraf etmemişler, milletin ta menşeine ircJ.-ı nazar ederek Turan meselesini meydana çıkar mışlardtr. '61 Fikrin şuurlarda yer etmesi ve intişarı tamamen psikolojik bir haldir. Ancak "fikir ne kadar cazip olursa olsun bütün şuurla ra aynı zamanda nüfuz etmez"62• Fikrin ha.mili sayısını çoğalta cak, fikrin intişar sahasını genişletecek a.la.ka.da.rla.r, diğer bir tabirle müteşebbislerdir. "Ala.ka.da.r diyebileceğimiz şahıs te şebbüsün muvaffak olması veya olmaması halinde tehlikeyi göze alarak, gerçekleşmeye gönül rızasıyla iltihak edendir."63 Ziya Gökalp bu alakadarlara (Mefkure Ka.hra.ma.nlan)64 demek tedir. "
TÜRKÇÜLÜGÜN DOGUŞU Milliyet bilinci Türklerde tarihin en eski çağlarından beri mevcuttu. Bu bilinç Vlll. yüzyıldan kalma Orhun Yazıtları' nda65 ve Asya Hun imparatorlarından Çi-Çi'nin halka irad ettiği nut kunu Fr. Hirth , devlet anlayışını doğrudan doğruya milli duygu-
Tü rkç ü l ü k
ve
Tu ran
•
27
lara dayanan milliyet fikrinin i l k dile gelişi olarak belirtmiştir. Ta rihte milliyetçiliği devlet siyasetinde temel yapan ilk devlet adamı Çi-Çl'dlr. Türkler'de milliyet bilinci İ slAmiyet'i kabul ettik ten sonra da uzun zaman yaşamıştır.66 Anadolu'nun Türkleştiril mesi, Türklerin İ slAmiyet'i benimsemelerinin, milli vasıHarı yok edici bir unsur olmadığını ortaya koymaktadır. 67 Türk Milli şuuru Osmanlı Devleti döneminde il. Murat zamanında Türklerin , İ s lam öncesi devirleri hakkında bazı eserlerin yayınlanmasıyla Orta Asya kültürü ile bağlantı kurularak Osmanlı hanedanının soyu Oğuz Han'a dayandırılmış, dolayısı ile Türk milletinin bü yük devletler kurmalarına, kültürlerini uzak yerlerde yaşatmala rına, kuwetli milliyet şuuruna sahip olmaları vesile olmuştur. Ancak XIX. yüzyılda Fransız İ htllc\11 sonrası ldeolojlk. modern milliyetçilik anlayışının eski Türk mllllyet duygusu lll' lllşklll ol duğunu söylemek zordur.68 Düşünce tarihimizde millet fikrinin ortaya çıkışı ve buna dayalı olarak gelişen milliyetçilik, Türkçülüğe paralel olarak or taya çıkmıştır. Millet denilince Türk milletinin anlaşılması , son raki dönemde batının etkisiyle olmuştur.69 İ slam dininin etkisiy le milliyetçilik şuuru olumsuz etkilenmiş ancak bu şuur dil dı şında, Türk milleti şeklinde Osmanlı olarak hissedilmiş.70 Avru palılar, Osmanlılardan bahsederken, 'Türkler", ;Türk" ve 'Türkiye" kelimelerini kullanmJşlardır. XIX. yüzyıla kadar Osmanlı eserle . rinde geçen Türk kelimesi horlayıcı bir anlamda idi.11 Ayrıca Türk Milli özelliklerinin İ slAm ile özdeşleşmesi , Türk ile müslümanı aynı manaya getiriyordu. Türklerin İslAmiyetle bütünleşmesi onu ümmet haline getiriyor. Dolayısı ile önce Os manlıcılığa, sonra İ slAmcılığa daha sonra da İ slAm'ı reddetme mekle birlikte Türk milleti olarak millet milliyetçiliği ve vatanse verliği şeklinde gelişme göstermiştir. Türkçülük, Osmanlı Dev-
28 • N e ca t i G ii l tepe
!etinin sonunun yaklaştığı bir dönemde Türk aydınlarınca fark edilmekle birlikte devletin farklı din ve milliyetlerden oluşan kozmopolit yapısı içerisinde tepki ve kendini bulma akımı ola rak 'Türkçülük" şeklinde doğmuştur. Türkçülüğün XIX. yüzyılda gelişen siyasi, sosyal , kültürel ve ekonomik unsurlara bağlı olarak doğup geliştiğini düşüne rek öncelikle bu unsurları ele alalım.
ARAYIŞLAR, DÜŞÜNCELER İ mparatorluğun asli unsurunu teşkil ettiği halde Türkler asırlardan beri ezilmiş ve milli mevcudiyeti zedelenmişti. Öyle ki Türklük vasfı dahi kaybedilmişti . " . . . İ stanbullular kendilerine şehri namını veriyor, taşralılara ise coğrafi karabetlne göre Ar navud , Arap, Kürt, Laz diyorlardı. Rumeli ahalisi umumiyetle Arnavuttu . Karadeniz sahili yalnız Lazlarla Şarki Anadolu yalnız Kürtlerle meskundu. Böyle bir coğrafi kavmiyet ünvanı bulama yanlar da mefahirini daha parlak gördüğü kavimlerden birine gönüllü yazılıyordu. Bu suretle aslen Türk olan birçok gençler Arnavutlukla, Araplıkla yahut Kürtlükle iftihar ediyorlardı. Türklükle mübahat eden tek bir fert yoktu. Türk kelimesini ayıplı unvanlar gibi kimse üzerine almıyordu. Türk, Şarki Ana dolu'da Kızılbaş, l stanbul'da kaba ve köylü manasında idi."72 " . . . Avrupa, Türklye'dekl rezaletlerden dolayı yalnız Türkleri itham ediyor. Dahilde paşaların zulmünden, hükümetin yolsuzluğun dan ancak Türk kavmini mesul tanıyordu. Halbuki Türk kavmi (ben varım) diyemiyordu. Ortada tevcih olunan bir mesuliyet yükü vardı ki onu kabul eden bir omuz yoktu."73 Halbuki bu kavmin üzerinde bir mesuliyet yükü taşıyacak omuzu ne hale gelmişti?
Tü rkç ü l ü k
ve
Tu ran
•
29
"Aslen Türkmen olan müstakim, sabur, Çilllşkan, mütevek kil ve sakit bir kavim, Balkanlarm ve Anadolu 'nun bir çok mın tıkalarında, nankör, hatta hain bir toprak üzerinde beli bükül müş, yaşamak için çabalamaktad1r. Keyif vergilerle soyulan, her türlü angaryalara ses seda çıkannakslZln boyun büken bu esir, bu ebedi kurban haline refi avaz eden hiç yoktur. Bu kavim tek başına imparatorluğun kışlalarını asırlarca doldurdu. Komiteci olmuş Makedonyalı rencberin terk ettiği çift çizgilerinde Arna vutluk'tan Havran ve Yemen 'e kadar itaatsiz vilayetlerin kötü yollarına hep o kavmin kanı döküldü. " ". . . Halbuki ötede hırlstlyan milletler mütemadiyen yükseli yordu. Hıristiyanlar yükseldikçe her türlü yardımdan mahrum ve metruk Türkler mütemadiyen alçiflıyor, korkuııç fiftlh kendi mülkünden kovuluyordu. '"4 Velhasıl ". . . Türkler milli bir vazife deruhte etmemiş keııdl b.ışııı.ı fertlerden ibarettir. Milli bir vicdan, milli bir mefkureye n1c1//k olmayan bir kütleden ahlak, hamiyet, fedifkifrlık beklemek abestir. işte fıtraten gayet neclb olan Türklerin l(:tlmaen bu derece Müslim ve gayrimüslim bütün kavimler sarayın is tibdadından, memur reddetmeleri anCdk "kendini tanıma mak" ve "mllü mesullyetlnl bilememek" ..us
#Jatalarından
ileri
geliyordu
İ şte Osmanlı İ mparatorluğu'nun Meşrutiyet'e geli nceye kadar ve hatta fikrin neşv ü nema bulması sıralarında asil unsur Türk bakımından vaziyeti bu merkezdeydi . Ancak " . . . Devr-1 meşrutiyet Türkleri kararsız bir halde bulmuştur. Türkler ne gibi bir gaye takip edeceklerini bilmiyorlardı . Kah lttlhad-ı anasır, yani Osmanlılık gayesi , kah ittihad-ı İsl�.m fikri llerl sürülmüşse de Türk milliyetperverliği hiç kale alınmamıştır. 76 Buna rağmen bilhassa İ kinci Meşrutiyet sırasında imparatorluk idaresine k.uşı
30
•
N e c a t i G ü l tepe
gösterilen aksülamel , Osmanlı İ mparatorluğu'na yeni bir veche vermek üzere ileri sürülen kurtarıcı fikirler arasında Türkçülük de kendisini gösterebilmek fırsatını elde edebilmiştir, demek doğru olur. Uyanma ve kıpırdanış yahut yavaş yavaş kendisini göstermeye başlamıştır. " . . . Hıristiyan aleminin milli intibahın dan sonra İ slam dünyasının milliyet esaslarına uzun müddet la kayt kalması mümkün olamazdı".77 Bu zaruri idi. Nitekim gerek İ slam alemini ve gerekse Hıristiyan alemini birbirine bağlayan maddi ve manevi bir takım bağların bulunduğunu kabul etmek lazımdır. Bu sebeple '. . . dahili amillerin bütün muhafazakarliğına rağmen harici müessir/erin tazyiki mutlaka uzak ve yakın bir za manda kendini gösterecektir. " "... Arnavutlarda, Araplarda böy le bir milli cereyan teşekküle başlarken Türk aleminin Jlem-i İs lam 'daki bu umumi temayülden uzak kalması tabii mümkün '
olamazdı ve olamadı da. ". . . İşte Türk milliyetperverliği tarihin zaruretleri karşısında tabii bir surette vücuda geldi. "78 İ kinci Meşrutiyet Türkçülüğü özellikle Ziya Gökalp'ın esas larını koyduğu, arkadaşlarıyla blrllkte ilmi münakaşasını yaptığı ve kurtarıcı bir fikir olarak ileri sürdüğü cereyanın adıdır. 79 Bu nunla beraber İttihat ve Terakki Fırkası kurucularından Hüseyin Ali Bey'in Gökalp üzerindeki tesirini de belirtmek lüzumludur. Bu zat, o zaman çok müstamel olan bir kelimeyi , çok manalı ve hakikatin tam bir karşılığını teşkil eden bir kelimeyi lisanımıza sokmuştur. Bu kelime yangeldlzm kelimesidir. içtimai hastalı ğın sebebini bu kelimeyle ifade etmişti. " . . . Filhakika biz astrlardan beri yan gelmiştik. Avrupa 'nın terakkiye doğru gidişine lakayt bir kalender nazarla bakıyorduk. (Bizi bu yan gelmek hastalığından kurtarmak için ruhlara ateşle bir vecd verecek mukaddes bir mefkure lazımdt".80 Gayet kül-
Türk ç ü l ü k
ve
Tu ran
•
31
türlü bir zat olan Hüseyin Ali Bey, Ziya Gökalp ve diğer genç arkadaşlarıyla yaptığı konuşmalarda Türk İ ttihadı ve Türkçülük tezini müdafaa etmiştir.8 1 Bu konuşmalar ne olursa olsun hepsi bir gayede birleşiyordu : Türk Milletini yükseltmek ve Türklük mefhumunu inkişaf ettirmek. Bunun neticesidir ki, ölmüş sanı lan bir kütle yeni bir ruh kazanacak ve imparatorluktaki Türkle rin yeniden eski fonksiyonlarını iktisab etmeleri kabil olacaktı. Esasları Ziya Gökalp tarafı ndan tespit edilen Türkçülük programına göre8z başlıca noktalar şunlardır: ''Milli lisammızı vücuda getirmek için Osmanli lisamm hiç yokmuş gibi bir tarafa atarak, halk edebiyatma temel vazifesini gören Türk dilini ayniyle kabul edip lstclnbul halkmm ve bilhas sa İstanbul hammlarmm konuştuklcln gibi YclZtnclk", "Bilhassa bizim gibi siyasf düşman/an çok buluncln mil/etler için en büyük istinatgah, vatani ahlak olclblllr. Vcltclnl cl/1/cl/<11mz kuwetli bulunmasa ne istikbalimizi, ne hürriyetimizi, ne de Vcl tclmmızm tamamiyetini muhafaza edemeyiz. O halde Türkçü/ül< her şeyden önce millet ve vatan mefkurelerine kıymet vermeli
dir", Aile ahlakını yükseltmek ve aile fertlerinin yetişmeleri için sağlam ve uygun esasları tavsiye ve müdafaa, .
"Hukuki Türkçülüğün gayesi Türkiye'de asri bir hukuk vü cuda getirmektir. Bu asrm milletleri arasma geçebilmek için en _ esasli şart, millr hukukun bütün şubelerini teokrasi ve klerlkcl lizm bakiyelerinden kurtarmakt1r. Hukuki Türkçülüğün birinci gayesi asri bir devlet vücuda getirmek olduğu gibi, ikinci gclye si de mesleki vel�yetleri, veMyet-i �mmenln müdclha/es/nden kurtararak, mütehassıslarm salahiyetine müstenid meslek muh tariyetleri tesis etmektir. Bu esasa müstenid bir kclnun-ı mede niyle ncaret, Sanayi, Ziraat Kanun/an; Darülfünun, Baro, Tclblp-
32
•
Necati Gültepe
fer Cemiyeti, Muallimler Cemiyeti, Mühendisler Cemiyeti ilh . . . gibi mesleki teşkilatlann mesleki muhtariyetlerine dair kanunlar yapmak da bu gayenin icabatmdandtr. Hukuki Türkçülüğün üçüncü gayesi de bir asri aile vücuda getirmektir. Asri devlet teki müsavat umdesi erkekle kadmm nikahta, ta/akta, mirasta, mesleki ve siyasi haklarda müsavi o/masmı da istilzam eder. O halde yeni aile kanunu ile intihabat kanunu bu esasa istinaden yapılma/Jdır. ". . "Dini Türkçülük, din kitap/armm ve hutbeler ile vaaz/arm Türkçe olmasıdır. " " İktisadi Türkçülük" . . . Türkler hürriyet ve istiklali sevdikleri için iştirakçi olamazlar. Fakat müsavat-sever olduklarından do layı da fertçi kalamazlar Türk harsına en uygun sistem solida rizm, yani tesanütçülük ferdi mülkiyet içtimai tesanüde hadim bulunmak şartıyla meşrudur. Sosyalistlerin ve komünistlerin ferdi mülkiyeti ilgaya teşebbüs etmeleri doğru değildir. Yalmz içtimai tesanüde hadim olmayan ferdi mülkiyetler varsa bunlar meşru sayılamaz. ". Siyasi Türkçülük olarak ise "Turancıhk" zlkredlleblllnlr Netice itibariyle her sahaya yayılmakta olan bir Türkçülük teklif ediliyor ve devlet bünyesi içinde radikal bir değişikli k yapmak gayesi göz önünde bulunduruluyordu. B u izahlardan anlaşılıyor ki Türkçülük, Türk Mllletlnl yükseltmektedir. Hassa ten " . . .yeni Türkçülük artık dağınık flklrlere vuzuhsuz duygular istinad eden fikri bir heveskarlık mahiyetinde deği ldir, asrın müspet ilimlerine müstenid canlı bir felsefe cereyanıdır". 83
AZINLIKLARIN MİLLİYETÇİLİGİ Milliyetçilik hareketlerinin başlamasından önce Osmanlı
Türkçülük
ve
Turan
•
33
Devleti çok sayıdaki toplumu "millet sistemi" denilen bir yapı içinde teşkilatlandırmıştı r"' Bu sistemde "millet" ve dini gruplar belirtilip cemaAt anlamında kullanılmıştır. Milliyetçilik fikrinin yayılması ile birlikte ayırt edici çizgi di nf olmaktan milli olmaya yönelmiş, siyasi hakları olmayan 85 kendi din, kültür ve geleneklerini koruyan millet sistemi içeri sinde gayrımüslimlerin, Fransız ihtil�Ui sonrası büyük devletlerin de isteklerine ulaşabi lmelerini kolaylaştıracak olması ile milli uyanışları gerçekleşti . 1 768- 1 792'de Rusya ile Avusturya'nın Bizans'ı diriltmek için hazırladıkları "Grek Projesi"86 "milliyetçili ğin yabancı propaganda ile devletin Hıristiyan unsurları arasın da işlendiğini gösterir. Osmanlı tebaası gayrımüslimlerln daha sonra etnik anlam da birer millet olarak ortaya çıkmada düşündüklerini eyleme dönüştürmelerinde, Fransız İ htil.111 sonucu milliyetçilik fikrinin aralarında yayılması yanında, yüzyılın büyük devletleri kapitü lasyon ve ticaret antlaşmaları ile Ortadoğu'yu ekonomik yön den bağlayarak buralarda gayrıüslim tebaa üzerinde himaye hakkı elde etmeleri87 ve politikalan doğrultusunda isyana teşvik ile nihai hedeflerine ulaşmak istemişlerdir.811 Kendilerine tanınan ayncalıklardan faydalanan Rum, Ermeni, Yahudi toplulukları da Osmanlı ticaretine yön verir konumda idiler.89 Ekonomik gücü olan bu, Balkanlardaki gayrımüslimler XIX. yüzyılın başlarında siyasi bağımsızlık faaliyetlerine girmişlerdir. 1 805'te başlayan Sırp İ syanı , Rusya'nın desteklemesi ile başanya ulaşmış.llO Bu is yanı çıkarlarına uygun olarak yönlendirmişler, 1 82 1 'de Mora'da başlayan Rum isyanlan nihayet 1 830'da Yunanlstan'ın bağım sızlığa kavuşması ile son bulmuştur. 1 856 lslahat Fermanı ile baştan sonuna kadar gayrımü'i limlerin eşitlik haklarını söz konusu ederek bunların, devlrtlıı
34
•
N e ca t i G ü ltepe
her kademesinde görevli olabilmeleri gerektiği özelllkle belir tilmiş, ancak ekonomik güce ve büyük devletlerin himayesinde bulunan gayrımüslimler bir müddet sonra siyasi haklar lstemiş lerdir. 9 1 lslahat Fermanı ile gayrımüslimlere sağlanan haklar Os manlı Devleti sınırları içinde yaşayan gayrımüslim tebaadaki milliyetçilik duygularının kuvvetlenmesi ile birlikte, klllse mec lislerine halktan üyelerin de girmeleri sonucu bir nevi l�lkleşme de başlamış oluyordu. Reformların uygulanması sonucu Rum , Ermeni, Musevi cemaatlerinin millet nizamnameleri ile gayrımüsllmler millet olma yolunu aramaya başladılar. Bütün bu gelişmelerln sonucu Ortodoks kilisesine bağlılık çeşitli grupların kendi dil. tarih ve kültür özelliklerine göre milli kiliseler şeklinde teşkll�tlanmaya dönüşmüş92 ve Balkanlardaki gayrımüslimlerin milllyetçllik ha reketinde önemli yer tutmuştur. Balkanlardaki milliyetçilik hareketlerinin ivme kazanmasın da din, dil ve ırk birliğine dayalı Panslavizm politikası etkili ol makla birlikte Rusların bu bölgelere müdahalesl de kolaylaşı yordu. Fransa'nın milliyet esasına dayalı dış politikası ve Avus turya'nın Balkanlara sahip olma isteği mllllyetçlllk hareketlerine daha da hız kazandırmıştır. Devam edilerek yapılan reformlar neticesinde müslüman olmayan unsurlar birer birer devletten kopmaya başlamışlardır.�' Balkan milllyetçlllğlnln flkrt llderllğlnl Avrupa'da ve Rus ya'da eğitim görmüş aydınlar yapmışlar, maddi kaynağı ise sa yıları giderek artan zengin ticaret ve ziraat erbabı tarafından karşı lanmıştır. 94 Bütün bu gelişmeler zaman zaman patlak vererek isyanla rın çıkmasına yol açtı. Bosna-Hersek İsyanı , feodal toprak siste mine duyulan hoşnutsuzlukla birlikte Rusya ve Sırbistan'ın kış-
Tii r k ç ii liik
ı·e
Tu ran
•
35
kırtması ile başlayıp, Karadağlıların müdahalesiyle hızla geliş miş, Sırbistan bağımsız devlet olma yoluna girmiştir ( 1 8581 869) . Eflak ve Boğdan l ı l arın 1 848'de başlayan isyanları l 857'de birleşmeleriyle noktalanmış95 , 1 866- 1 868'de Girit'te ortaya çıkan isyan Yunanistan tarafından da desteklenerek l 897'de Girit muhtariyetini elde etmiş, 1 9 1 3 Bükreş Antlaşma sıyla da Yunanistan'a katılmıştır.96 1 848'de başlayan Bulgar is yanları sonrasında 1 878 Berlin Kongresi ile kurulan Bulgar Kral lığı , 1 908'de bağımsızlığını 11.\n etmiştir. 1 877- 1 878 Osmanlı-Rus Savaşı sonrası toplanan Beri in Kongresi ile muhtariyetlerini kazanan Balkan toplumları aşama ,1şama bağımsız birer devlet olarak ortaya çıkmışlar, 1 9 1 Z 1 9 1 3 Balkan Savaşları 'yla da Osmanlı Devleti Rumeli ' deki top raklarını kaybetmiştir. Osmanlı Devleti'nin içişlerine karışmak için Doğu Anado lu'da bir dayanak arayan Rusya ve İ ngiltere, yapılan antlaşmalar la Ermenilerin bulunduğu yerlerde reforma gidilmesini kararlaş tırmışlar. Reformların kendilerine tanıdığı haklardan faydalanan Ermeniler, teşkilatlanarak büyük devletlerin de propaganda ve tahrikleri sonucu isyan ve terör hareketlerine başlamışlardır. Ber lin Antlaşması 'yla milletlerarası boyut kazanan Ermeni meselesi , milli mücadele sonunda halledilecektir.97 Balkanlarda ve Anadolu'da milli karakterde çıkan isyanlar bağımsız devletler olarak belirmişler. Bu devletlerin ortaya çıktığı yerlerde birçok Türk, soykınma uğramış ya da Anadolu'ya göç et mek zorunda bırakılmıştır. Türklerin içinde bulunduğu bu durum karşısında devlette, Türk unsuruna ağırlık verme gibi bir görüş kendisini hissettirmiştir98 Müslüman olmayan unsurların mllliyetçl tutumları, Osmanlı toplumunda İslamcılık akımına yönelmede et kili olmuş99, sonraki şartlar Türklüğe geçişi gerekli kılmıştır.
36
•
N e c a t i G iiltepe
VE DEVLETİNE ASİ OLANLAR Osmanlı Devletinde XIX. yüzyıldan itibaren müslüman ol mayan unsurlarda görülen milliyetçilik hareketleri , bu yüzyılın ikinci yarısından itibaren devlet içinde Türklerden sonra en bü yük grup olan Araplar arasında da, büyük devletlerin Yakındo ğu için faaliyete girişmeleri ile birlikte uyanmaya başlamıştır. Osmanlı Devletinin gerilemesi ve batı etkisiyle XIX. yüzyı lın ikinci yarısından sonra Vahhabi hareketi, Mehmet Ali Paşa İsyanı ve benzeri olaylar ideolojik birliğin sarsılmasına yol aç mış. '00 Osmanlı Devletinin aldığı tedbirler dahi Arap dünyasını kendi devletlerine isyan etmesine mani olamamış ve bunların devletten ayrılma sürecine girmesini engelleyememiştir. Büyük devletlerin çalışmalarının, özellikle misyoner faaliyetlerinin hı ristiyan Araplar arasında milliyetçi fikirlerin gelişmesinde rolü olsa da' 0 ' milliyetçilik hareketleri , daha çok mevcut yönetime duyulan memnuniyetsizlik sonucu çıkmıştı . Mllllyetçlllk hare ketlerlnln bellrtllerl hırlstlyan Araplar ile Surlye'nln kıyı böl gelerinde yaşayan Araplar arasmda "Arap Edebi Uyamşı" ile başlamıştır. Protestan misyonerlerinin Rum ve Katollk klll selerlnl etkllemelerl beklenirken Araplar üzerinde Arap'ı Hırtstlyan yapma şeklinde değil, ArAp'ı mllllyetçl yapma yö nünde kendisini gösterdi. '01 Misyoner ve öğretmenlerin açı lan okullarda yürüttükleri faaliyetler Arap aydın sınıfının ortaya çıkmasını sağlamış, 1 °1 İ sl�m kültürünün Arap kültürü olarak yo rumlanmasıyla Arap şuurunun uyanması ve milliyetçiliğin ge liştirilmesinde etkili olmuştur. '04 ı 875'te Suriye Protestan kolle jinde okuyan hıristiyan Arap gençleri arasında Butros El Busta ni'nin fikirlerinin de etkisiyle bağımsız devlet kurma düşüncesi gelişti. Arap milliyetçiliği batı düşüncesine yönelen bazı müslü-
Tü r k ç ü l ü k
ve
Tu raıı
•
11
Arap aydınlar arasında da yayılmaya başladı 1 05 • il. Meşrutiyet öncesi aydın çevrelerde görülen müslüman u nsurlar arasındaki milliyetçil i k hareketi , Osmanlıcı davranış Hörünümü ile birlikte il. Abdülhamid'in İslamcılık politikası so ı ı ucunda, aynlıkçı isyan hareketi olarak ortaya çıkmamıştı. ı ı ıan
TÜRKOLOJİ ÇALIŞM AL ARI XIX. yüzyılda batının etkisiyle Türklerin Osmanlı haneda nından ayrı bir millet olduğu Akri ortaya çıkmıştır. 1 06 Türkçü l ü ğün ortaya çıkmasından önce Türkçülüğe dair iki hareket vücu da geldi. Bunlardan ilki Turquerie (Türkperestlik)'dir. Türk sanat eserleri Avrupa'da sanat severlerin dikkatini çekmeye başlamış ve evlerinde bir Türk salonu veya Türk odası şeklinde sergile mişlerdi. Ayrıca Lamartine, Aguste Comte, Pierre la Fayette. Mismer, Pier Loti ve Farree gibi Avrupalı şair ve AlozoHarın Tü rk milleti ve ahlakı ile ilgili olarak yazdıkları dostane kitaplar vt· yazılar da dikkat çekicidir. Avrupa'da meydana gelen ikinci iM reket de Türkoloji çalışmalan idi1 01 • Türkolojinin temelinde ba t ı nın doğuyu sömürebilmesini hedef alan oryantalizm vardır""' Oryantalistler, Avrupa'nın genişlemesine katkıda bulunmak l<, l ı ı XVlll. yüzyıldan itibaren Çin , İ slam ve Türk kaynakları üzerlııdı· yaptıkları çalışmalarla Türklerin Osmanlılar öncesi büyük mc·ı tr niyet kurduklarır.ıı, dilleri ve tarihlerinin zenginliğini bC' l l ı t ı ı ı l � lerdir. Bu Türkologlar içinde 1 625'te Paris'te doğan B.ut l w l ı ı ı v d'Herbeiot, "Bibliotheque Orientale" adlı eseri ile Çin k.ıyı ı.1ld.1 rının Türkler hakkında verdikleri bilgileri nakletm l ş , I / t Hı t ı · doğan Amiot, Tatarca-Mançuca-Fransızca lügat k l t.-ı b ı ı ır ) ı .-- ı miş, Josephe de Gulgnes (1721 -1800), krallyet kütUı•h,.n•
3lı • N e c a t i G iilıepe
sinde şark dlllerl tercümam olmuş, kaleme aldığı "Hlstolre Generale des Huns, des Turcs, des Mongoles et Autres Tar tares Occldenteaux" (Hunlann, Türklerin, Moğollann ve Da ha Sair Tatarlann Tarihi, Parls ı 756- 1 758) adh eseri Türko lo)lnln temell sayıhr. 1 09 Batılı Türkoloji eserlerinde özellikle iki tanesinin Türk ay dınlarına etkisi olmuştur. Bunlardan birisi olan Arthur Lumley Davids ( 1 8 1 1 - 1 832)'in yazdığı , "A Grammer of the Turkish Lan guage" (Türk Dili Grameri-Londra 1 832) adlı eser Türkçenin ya yımlanan ilk sistematik grameridir. 1 1 0 Diğeri de Leon Cahun ( 1 84 1 - 1 900) idi. Leon Cahun, 1 896 yllmda Parls'de yayımla dığı "lntroductlonal Hlstolre de L'Asle" (Asya Tarihine Giriş) adh kitabıyla Avrupa'ya medeniyeti getiren ukm Turan ırkı olduğu teorisini ortaya koyar. 1 1 1 Ayrıca Polonyalı dönme Mustafa Celaled d i n Paşa n ı n ( 1 826- 1 876) "Les Turcs Anciens et Modernes (Eski ve Modern Türkler. İstanbul 1 869) adlı eseri ile, İ stanbul'da basılmasına rağmen Fransızca kaleme alınması ile yabancıların ön yargıları nın ortadan kaldırılması amacına hizmet edilmiştir. Türk ırkının kuwet ve genlşllğlne bu ırkın oynadığı role, Türk dilinin zen ginliğine, Osmanlı Devleti içerisinde Türklük fikrine değer veril mekten doğan olumsuzluklara. Osmanlı tebaasının ırki ve lisani bağlarla Türk kitlesine bağlamak gerektiğine ait görüşlere yer verilmiştir. 1 12 Paşa, bu eseri ile Avrupa'nın Türklere karşı duydu ğu düşmanlığı azaltarak, Türkleri batı medeniyetine karşı daha duyarlı hale getirmek düşüncesinde idi. Eser Türkçülük açısın dan Osmanlı Türkleri içinde yazılmış ilk eserdir. 1 1 3 Macar Türko loğu Arminius Vambery ( 1 832- 1 9 1 3) Türkler ve Moğollar ara sındaki ırk ve dil bağlarına işaret etmiş, geliştirilen teorllere da yanarak Türkler, Çinliler, Macarlar, Estonyalılar ve diğer toplu-
Tii r k pl fılk
ı•e
Tu ran
•
39
lukları Turan grubu altında toplamıştır. Vambery, Orta Asya'da yaptığı seyahatleri Türkçe olarak 1 879 yılında "Bir Sahte Der vlş'in Asya-yı Vusta'da Seyahati" adı altında yayımlamıştı. 1 1 4 Os manlı Devleti ve Orta Asya'da uzun süre kalan ve il. Abdülha ınld'in dostluğunu kazanan Vambery "Bir Anglo-Sakson, bir ls ı.w , bir Latin milleti mevcut olduğu gibi büyük bir Turan kavmi yeti medeniyeti vardır ve o cemiyetin bayraktarı Türklerdir. rürklerin Atisi bir çok kavimlerden daha emindir." gibi çeşitli ya lllar ve konuşmalarla Türk aydınlarının gururunu okşamıştır. ı ı s 1 783'te Berlin'de doğan Klaproth geniş şekilde Türkoloji ile ilgilenerek, seyahate alt eserlerinden en önemlisi olan ''Kaf kasya ve Gürcistan'a Seyahat (Parls 1 828)" adlı eserinde Kafkas ya kavimleri hakkında son derece önemli bilgiler vermiştir. "Asya'nın Tarihi Tablosu (Paris 1 826)'', "Asya Hakkında Muhtıra lar (Paris 1 826-28)" , "Uygur Lisan ve Menşei Hakkında Konuş malar (Beri in 1 822)" , "Asia Ployglotta (Paris 1 829)" yazarın diğer önemli eserlerindendir. Fransa'da Stanislas julien ( 1 799- 1 873) , Göktürkler hakkında Çin kaynaklarındaki bilgileri tercüme etmiş, Edouard Chavannes ise Batı Göktürkleri hakkında son derece önemli bir eser vücuda getirmiştir 1 16• Bunların dışında Fransız Antoine lsaac Silvestre de Sacy ( 1 758- 1 838), Alman Wilhelm Radloff ( 1 837- 1 9 1 8) , Danimarkalı Wilhelm Thomsen ( 1 842- 1 927), İ ngiliz Elias john Vilkinson Glbb _ ( 1857- 1 90 1 ) gibi şarkiyatçılar da Türk aydınları üzerinde etkili ol muşlardır. Sözü edilen Türkologların çalışmalan ile Türklerin Tarlhl'nln Osmanlı tarihinden ibaret olmadığı ve dünyanın çeşitli yerlerin de dağılmış halde olarak tarih, dil ve kültürlerinin zenginliği or taya çıkmıştır. Türkçü anlayışın oluşumunda Türkoloji çalışmaları nın etkisi büyük olmuştur. Türkologların ortaya koyduğu bilgiler,
40
•
N e c a r i Gülrepe
içinde bulunduklan durumdan kurtulmaya uğraşan Türk aydınla rında Türklük bilincinin oluşmasında önemli etken olmuştur.
ÖNCÜLER Önceki bahislerde belirtmeye çalıştığımız faktörler ile Os manlı Devleti içerisindeki Türkleri Osmanlıcılık anlayışı içinde Türk unsuruna yönelme gibi bir eğilime teşvik edilmiş ve Türk milliyetçiliğinin doğuşu dil, tarih ve kültürel alanlardaki araştır malarla başlamıştır. Türkçülük, Tanzimat'la birlikte sadeliğe doğru bir meyil göstererek kültürel milliyetçilik çerçevesinde gündeme gelmiş tir. 1 1 1 Tanzimat reformlannın amacına ulaşabilmesi için anlaşılır şekilde yazı dilinin sadeleştirilmesi konusunda ilk girişimi Mus tafa Reşit Paşa yapmıştır. 1 1 8 1 85 1 'de "Encümen-! Danlş"e dildeki Türkçe unsurları geliştirmek için "Kavald-l Osmanf' hazırlattırıl mıştır. Osmanlıcılığın hedefine ulaşması ve daha blrleştlrici , sa dık bir Osmanlı toplumu meydana getirmek için Türkçe'yi etkili araç haline getirmeye çalışan Türk devlet adamı ve aydınların çabaları devletin gerçek destekçllerlnln sadece Türkler olduğu nu gösteriyord u . 1 1 0 İ brahim Şi nasi ( 1 826- 1 87 1 ) , Ziya Paşa ( 1 825- 1 880) konuşma ve yazı dlll arasında ikiliği kaldırmaya çalışmışlar ve yazdıkları yazılarla Türkçe'nin sadeleşmesi yolu nu açmışlardır. 1 z0 Gazetelerin herkesin anlayabileceği yazı diliy le yayınlanmasının yanında tiyatro, şiir, tercüme, roman, maka le, deneme vb. ürünlerle toplum düşüncesinin gelişmesine katkıda bulunmuştur. 1 2 1 Dil ve edebiyat alanında başlayan Türkçülük batıdaki T� r koloji eserlerinden de etkilenerek diğer alanlara da yönelmiştir. Ahmet Vefik Paşa ( 1 823- 1 89 1 ) Ebul GAz.l Bahadır Han'ın "Şece-
Tü rkçülük
ve
Tu ran
•
41
re-1 Türkf' adlı eserini Çağatay lehçesinden çevirerek Türklerin ortak tarih ve kültürüne dikkat çekmiş, Türk tarihinin Osmanlı lar öncesi dönemine ışık tutmağa çalışmıştır. 122 1 877'de "Lehçe1 Osmanf' gibi anlamlı yeni bir Türkçe sözlük yayınlamış, Os manlıca'nın Türk dillerinin bir kolu olduğuna işaret etmiştir. 123 Askeri okul lardan soru m l u S ül eyman Paşa ( 1 83 2 - 1 892) l 876'da yayınlanan 'Tarih-i Alem" adlı kitabı modern Türk tarih çiliğinde İ slamiyet öncesi Türklere dair ilk eserdir. 1 24 Süleyman Paşa, Türk grameri konulu "Sarf-ı Türkf' isimli eserinde, Osmanlı isminin devlet ismi olduğu, Türk dili ve edebiyatı için kullanıl maması gerektiğini belirtmiştir. i lk defa Süleyman Paşa tarafın dan yazılmış olan milli tarihimiz, okulların ders programlarına konmuş ve milli şuurun uyanmasında önemli hizmette bulun muştur. 1 25 Modern kavram ve d üşünceleri ilk defa kullanan bir diğer aydın da Ali Süavi'dir ( 1 839- 1 878). Ali Süavl l 869'da Parls 'te basılan 'Türkf' (5. 1 6- 1 7), "Lisan ve Hatt-ı Türkf' (5.69-78, 1 1 5 1 35) adlı makalelerini Türklerin kültürel başarılarını göstermek için yazmış, Süavi'ye göre, Osmanlılar, Özbek ve Türkmenler -
gibi bir Türk soyu idi, dilleri de Osmanlıca değil Türkçe'ydl. All Süavi Orta Asya Türklerinin gelecekleri ile çok ilgilenmlş126 an cak siyasi sahada Osmanlıcılık ve İslamcılık ilkelerini savunmuş milliyetçilikten kaypaklanan bir siyaseti kabul etmemiştir. '}/ İ lmi Türkçu lerle birlikte, vatan ve hürriyet fikirlerini işleyen Namık Kemal ( 1 840- 1 888) tarih bilinci ile milleti uyandırmaya çalışmış, Osmanlıcılık fi krinin öne m li savunucularındandır 1 1". Türkçe'nin sade bir şekilde yaygınlaştırılmasını dile getlren 1 1" Namık Kemal Osmanlıcı ve İ slamcı kaidelerden ayrılmadan ge lişmeyi savunur. 1 30 Tarihçi ve hukukçu Ahmet Cevdet Paşa ( 1 822- 1 895) Os-
42
•
N e c a t i G ü ltepe
manlı Devletinin Kırım, Kazan ve Tataristan ile ilgilenmesi ge rektiği görüşüne dayalı olarak devlete Türkçülük siyaseti tavsi ye etmesine rağmen111 1 88 1 'de yayınlanan "Belagat-ı Osmani ye" adlı tartışma konusu olan eserinde, Farsça ve Arapça kaide lerin kullanılması ihtiyacının devam ettiğini işaret ederek1 12 "Vatan ve Millet" anlayışının İslami geleneğe uygun Osmanlılık olduğunu göstermiştir. 133 Bu ilk Türkçülük devresi ilmi seviyede olup, Osmanlıcı ay dınların geliştirdikleri siyasi düşüncelerin geniş kitlelerce be nimsenebilmesi için Türkçe'nin sadeleştirilmesi üzerinde durul muş, Türk dilinde iletişimin daha yeterli duruma gelmesi amaç lanmıştır. Ahmet Vefik, Ali Suavi ve Süleyman Hüsnü, ilmi Türkçülü ğün önderleri olarak Türkl ü k şuurunun ortaya çı kmasında önemli rolleri olmuştur. 134 Türk kavramı , geçmişte önemli me deniyetlerin kurucusu olan övünülecek bir millet manasını ka zanmaya başlamış, ancak şartlar gereği "Osmanlı Milleti" ve " İ s lam Birliği" gayelerine önem verilmiştir.
GELİŞMELER il. Abdülhamid devrinde "Osmanlı ve İslam Birliği" ile bir likte lügat, dil, tarih, alanlarındaki araştırmalar milli şuuru uyan dırarak dilin kimlik aracı olarak görülmesine yol açmış, ancak bunların hepsi milliyetçlllk alanındaki siyasi ve ideolojik bir ça ba anlamı taşımamışlardır. Mehmet Atıf, "Kaşkar Tarihi" adlı eseri ile Osmanlı Türkleri nin Orta Asya'dakileri kardeşleri olarak nltelemiş 1 35 Ahmed Mithat Efendi ( 1 844- 1 9 1 2) "Mufassal Tarih-i Kurun-ı Cedide" adlı eseri ile Osmanlıların Türk soyundan geldiğini açıkça orta-
Türk ç ü l ü k
ve
Turan
•
43
ya koymuş, 136 Jöntürklerin önde gelenleri arasında bulunan Mi zancı Murad ( 1 853- 1 9 1 4) 'Tarih-i UmQmf' eseriyle Türklerin İs lamiyet öncesi tarihleri üzerinde durmuş ve 137 1 886'da çıkardı ğı Mizan gazetesinde Osmanlılık ve İ slamlık ile birlikte Türklü ğe değer vermiştir. 138 Şemseddin Sami ( 1 850- 1 904) "Kamus-ı Türkf' adlı önemli bir lügat kitabı hazırlamış, 1 39 "Osmanlı Lisanı" tabirine karşı çıka rak Osmanlı isminin devlet unvanı olduğunu bu milletin adının Türk, lisanın da "Lisan-ı Türki" olduğunu belirtmiştir. 140 Şemsed din yazılarında Türkçe konuşulan alanın genişliği ve Türk lehçe leri arasındaki yakınlığı düşünerek "Bütün Türkçülük" anlayışını savunmuştur. 141 Bursalı Mehmet Tahir ( 1 86 1 - 1 926) , 'Türklerin Ulum ve Fü nQna Hizmetleri" adlı eserinin'42 1 898'de yayınlanmasıyla Türk lerin Ortaçağda ve İslam devrinde ilmin gelişmesinde önemll rollerini belirtmiştir. 143 Necip Asım ( 1 86 1 - 1 935) Türkçülüğe en büyük hizmet olarak Leon Cahun'un "Asya Tarihine Giriş" adlı eserinden faydalanıp, doğu kaynaklarına dayanarak genişlettiği 'Türk Tarihi" adlı eseri ile Türklerin Osmanlı öncesi tarihini ele almış ve Türk milletine milli tarihini öğretmek konusunda bü yük hizmeti olmuştur. 144 Türkçe'nin sadeleştirilmesi yolunda ça ba gösteren Veled Çelebi ( 1 868- 1 950), 'Türk Diline Medhal" adlı eseri yazmıştır. 1 �5 1 890'dan itibaren çıkan gazete ve dergilerle dikkatler Türk tarihi ve dili üzerinde yoğunlaşmış, kültürel Türkçülüğün gellş mesinde 1 46 Şemseddin Sami, Necip Asım, Veled Çelebl gibi ay dınların kaleme aldığı makaleler etkili olmuştur. Mehmed Ne cip ( 1 872- 1 950), 'Türkçe Dilimiz" adlı yazısıyla Türk dilinin ge lişmesine önemli hizmetlerde bulunmuştur. '41 Daha önce de bahsi geçen Cemaleddln Afgani İslam .'.\le-
44
•
N e c a t i G ü l tepe
minin yaşayabilmesini, gellşmeslnl, müslüman kavimlerin şuur lu milliyetçi olmalarına ve milliyetleri dahilinde ilerleyip geliş melerine bağlı görmüş, 1 48 din blrliği yanında dil birliğine ve milli beraberliğin gücüne değinmiştir. Mehmed Emin (Yurdakul) ( 1 869- 1 944) de Türkçüler üze rinde etkili olmuştur. 149 1 897 Türk-Yunan savaşı sonucu milliyetçi galeyan ile ede bi Türkçülük başlamış bu yeni dönemde Mehmed Emin'ln 1 899'da "Cenge Giderken" başlığı altında yayınlanan şiirleri arasında bulunan "Ben bir Türküm dinim, cinsim uludur" mısra ları ile Türk aydınları arasında büyük ilgi uyandırmıştır. ıso Ah med Hikmet'in (Müftüoğlu) ( 1 870- 1 92 7) nesir alanındaki yazı larıyla151 milli edebiyat cereyanının hazırlık dönemi başlamıştır. Türk ırkının varlığı bir çok aydın tarafından kabul edilmiş, il. Abdülhamid devri ile birlikte Türk tarihinin belirli safhaları aydınlatılarak ırki ve lisani anlamda 'Türk" kavramı övünülecek bir anlamda değişikliğe uğramış ülke dışında Türk birliği kültü rel manada anlatılmaya çalışılmıştır. Anadolu, Türklerin asıl va tanı olarak önem kazanırken Türk dili ve kültürünün gerekli ol duğu düşüncesi Türkçülüğün esası olarak güç kazanmıştı . An cak, devletln bekası gereği Türkçüler, siyasette Osmanlıcılık an layışı içinde düşünmüşlerdlr. Yusuf Akçura tarafı ndan "ırk esası na müstenit Türk Milllyetçlllğlnl yapmak" fikrinin belirtilmesiyle Türkçü aydınlardakl Osmanlıcılık anlayışı geri plana itilecek ve Balkan Savaşları sonrası Türkçülük öne çıkacaktır. TÜ RKÇÜ L Ü K-OSMANLILIK "Türkçüler, Osmanlılığı bir nevi beynelmilel Türkçülük gibi görmüş hatta zaman zaman onu Turan 'la özdeşleştirmişlerdir.
Türk r ü lü k
ve
Turaıı
•
45
< ierçi
bazı zamanlar bunların biribirine karşıt şekilde algılandık1.ırıda olmuştur. Osmanlıcılık güdenler Osmanlı İ mparatorluğu nu karşı karşıya bulunduğu sıkıntılı durumdan kurtarmak impa ratorluğu köklü bir nizama ulaştırmak için, muhtelif unsurlardan meydana gelen bir kütleye zannediliyordu ki sadece bir ad tak makla, Osmanlı deyivermekle her şey hallediverilecektir. Fakat hu tahakkuku gayet zor bir meseleydi ve pratik bir faydası da yoktu. " 1 52 İ şte Peyam gazetesi Osmanlılığın müdafaa ve methi yesini yaparken Türk Yurdu, Türk Derneği ve ilh ... mecmualar rürkçülük açısından hadiseye bakıyordu Avrupa'dakl mllllyetçl llk cereyanları n ı n , imparatorluğu teşkil eden kavimler üzerindeki tesiri etklll iken ve her biri tefri ka arzusuyla kıvranırken hala bu cereyanın ve fikrin müdafaası doğru olmamak icap ederdi . İ small Gasplrlnskl ". . . Şimdi Türk
Yurduna. . . mukabil o kavimlerin yurtlan, cemiyetleri var. Bu su retle bizden iftiraklan günden güne artrmyor mu"m ". . . Bu halde Türkler ve Türkiye 'ben ben değilim ' başka bir şeyim demek ile mi halas ve necat bulacaklar?.. Kürt yurtçuluğu 1 5 sene mu kaddes sayıldı. Arap yurtçuluğu 20 seneyi geçti. Arnavut yurt çuluğu 30 senelikten ziyadedir. Ermeni yurtçuluğu 40 seneyi Heçti. Bulgar yurtçuluğu 60, Rum yurtçuluğu ise 80 seneliktir. Daha ziyade değilse"154 demek suretiyle bizim geç kaldığımızı , �üratli ve acele adımlar atmamız gerektiğini ima ediyordu . Bundan başka Ösmanlılık v e hassaten "Osmanlı kellmesl Devlet ü nvanından i barettir. . Osman l ı l ı k demek Türklüğün , Araplığın, Rumluğun, Ermeniliğin, son zamanlarda sapı kimin elinde olduğu belli olmayan şemsiyesi demekti
46
•
N e c a t i G ii l tepe
TÜRKÇÜLÜK-İSLAMCILIK Osmanlı İ mparatorluğu için kurtarıcı yollardan biri olarak İ slamcılık da tavsiye edilmiştir. Ancak Türkçüler meşhur for müllerinde nasıl Garpçılığı benimsemişlerse, aynı şekilde İ s lamcılığı da kabul etmişlerdir. Türklerin umumu İ slam olduğu için Türkçülük hiç bir zaman beynelmllelliyetine mugayir bir his beslemeyeceklerdir. Aynı zamanda Türkçüler muasırlaşmak za ruretini de anladıkları için gayrimüslim kavimler hakkında bu medeniyet asrının icap ettirdiği ihtiramkar vaziyeti muhafaza edeceklerdir. Din, hususiyle İslam dini evrensel bir dindir ve Türklerin ekseriyetini müslümanlar teşkil eder. İşte Türkçüler mühim bir kuvvet telakki eyledikleri için İ slam alemine gereken alakayı göstermişlerdir. Diğer taraftan şu da vardı ki , öteden beri hıris tiyan milletlerinin birlikte İslamiyete karşı giriştikleri hareketler elbette ki çok iyi biliniyordu . , Köprülüz.ade Fuat Bey " İşte biz buncl ka.rşı a.kva.m-ı İsldmiyet a.ra.smda.k/ uhuwet-i diniyenin bir k1Ymeti ha.iz olma.sı için ewela. İs/J.m ka.vlmlerlnl kendi ma.nevi
va.hdetlerini a.nla.mcllcln, yclnl a.yn a.yn birer kuwet ha.line gel meleri lc1Zım geliyor' demiştir. Bu şu demektir ki, bunların ken di benliklerlni duymaları Gökalp'ın lfadeslyle "Ben varım" diye bilmeleri icap ediyordu . Ancak bunun pratik neticesi yalnız Os manl ı İ mparatorluğu içindeki Müslüman kütleler hakkında maddeten ve manen tahakkuk edebilecekti . Millet hüviyeti uyandırmak için ileri sürülen . . . bu cereycln lclr milletin menclfi-i hukukiyesini müdrik ve zeki, nclmuskclr rehberler tclrnfmdcln idclre olunurscl bclis-i tefrikcl değil, bilclkis bcldi-i neca.t ve hc1lc1s olur." Zaten . . . heyet-i hc1Zlrc1-i siyclsiyemi zin tea.Ji ve terclkkisi hususundcl rüy-i zemindeki bütün Müslü"
"
Tii rk�· ii / ii k
ve
Tu ran
•
47
ınanlar ayni hisle mütehassistirler. ·�55 Müslümanlığın en yüksek kademesi olan halifeliğin Os manlı hanedanında bulunması da ayn bir hususiyeti teşkil et mektedir. Çünkü bu suretle Osmanlı Devleti sıfat-ı hilafeti de c4'mi olmak itibariyle hudutlarımız haricindeki İ slamlarla ara mızda pek kavi samimi bir uhuwet-i diniye cay-girdir". Türk çülüğün bir gayesi de böyle bir Türk-İslam kardeşllğlnln kurulmasıd1r. 1 56 Gökalp'e göre "Türkçülüğün mllllyetl Türklük, beynelml lellyetl İslamhkt1r". Ona göre 'Türkçülüğün ayrıca beynelmilel bir programı olmalı ve başlıca şu esasları içine almalıdır: 1 . Bütün İ slam kavimleri arasında müşterek olan Arap har fini bilategayyür muhafaza etmek, 2. Bütün İ slam kavimlerde ilim ıstılahlarının müşterek bir hale getirilmesi için beynelmilel ıstılah kongreleri ln'lkad ettir mek ve ıstılahları Arabiden ve kısmen de Farisiden yapmak. 3. Bütün İ slam kavimlerde müşterek bir terbiyenin tesisi için beynelmilel İ slam terbiye kongreleri in'ikad ettirme, 4. Bütün kavimlerde mebde-i mücerred olmak üzere müşterek bir takvim-i şemsi tesis etmek. 5. Bütün İ slam kavimlerinin cemaat teşkilatları arasında daimi bir irtibat vücuda getirmek, 6. İ slam beynelmileliyetinin timsali olan "hila.l"in kutsiyeti ni muhafaza etmek". Görülüyor ki netice itibariyle Türkçülük aynı zamanda İ s lamcılık olmaktadır ve Türkler "Milli mefkurelerini kuwetlendir mek için dindaş ve vatandaşlan olan hiç bir kavme karşı milli kin telkinine157 yanaşmamışlar mensubiyet rollerini ağtrbaşlılıkla ifa etmişlerdir. İ şte Türkçülüğü bir nevi İ slamcılık olarak telakki edildiği içindir ki, Gökalp " . . . asnn ilim/erini ve felsefesini ve
48
•
N e c a t i G ü ltepe
metodunu ve tekniğini Milli ve dini ananelerimize aşılaya rak muasır bir islam-Türlc medeniyeti vücuda getirmeliyiz'
diyor. 1 58
TÜRKÇÜLÜK-GARPÇILIK Daha evvel işaret ettiğimiz gibi Türkçüler garpçılığı da reddetmemişlerd i r. Gökalp garpçılığa muasırlaşmak d iyor. " . . . Dini ve vatani tehlikeler karşısında yalnız bir kurtuluş çaresi vardır ki o da ilimlerde, sanayide, askeri ve hukuki teşkilatlarda Avrupalılar kadar ilerlemektir, yani medeniyette onlara müsavi olmaktır. Bunun için de tek çare vardır: Avrupa medeniyetine tam bir surette girmek." Gerçi buna daha evvel Tanzimatçılar tarafından teşebbüs edilmiştir. Ancak onlar Avrupa'yı çok kötü kopya ve taklit ettikleri için, memlekette içtimai bir buhranın husule gelmeslne sebep ol muşlardı. Kopya etmekle her şey bitmiyordu. Her şeyden evvel batıyı iyi anlamış zihniyetine yatkın aydınların ülkü blrllğl fikrinde. Topyekün bir batı bilgisinin beylnlere işlemesi lazımdı. O halde Avrupa medeniyetini kendi müesseselerlmlzle iyi bir şekilde telif ihtiyacı zaruridir. . . . Medeniyet tcırlhl bize gösteriyor ki, bir mem lekette Silnayl terakkiye bcışlcıyınccı fertler de inkişaf ediyor". ''Asnn fünun ve felsefesini .11/yat ve usul/yatını millf ve dinf an 'anelerimize" ". . . aşılar ve temzlc eder isek muastr bir İsMm-Türk medeni yeti hasıl olac.akttr ve işte halk ruhunun "Kızıl Elma " diye aradığı bu mev'ud hayata vasıl olduğumuz Llmandtr ki, hakiki manasıyla lçtimaen hür ve medeniyeten müstakil olac.ağız. '4 59 Garpçılar (batıcılar) Türkçülüğe bazı noktalarda itiraz etmiş lerdir: "
Türkç ü l ü k
ve
Tu ran
•
49
Garpçıların milliyetçilik telakkisi Osmanlı ve İ slc1m sahası içindedir ve Türkçüler milliyetin kaynağı konusunda haklı olarak IUran nazariyesini ortaya attıkları içindir ki buna şiddetle muarız olmuşlardır. Özet olarak Süleyman Nazif şunları söylemektedir: "Her müslüman Osman/mm iki içtimai akidesi vardlf. Bunlardan /ıtri milli, diğeri dinidir. Milli akide Osmanlt İmparatorluğunun kuruluşundan, dini anane ise "Hicret-i nebeviyenin on sene ev velinden başlamaktad1r. Böyle bir Osmanlt müslümanmm hüvi yeti şu şekilde ifade edilir: Müslümanltk, Osmanltltk, Türklük. " Bu şekliyle milliyet bir terkip meselesi Osmanlılığın ve Müslümanlığın da karıştırı ldığı bir formül addedilmektedir. 1 latta Türkçülerin tabiri ile bir hakan aranıyorsa, o bir Ömerü'l raruk, Hüdavendigc1r'dır. Zaten bu büyük ve elim felaket sene o;lnde tarihin zulmü ile mahkum ettiği Cenglz'den hayır ve im dat beklemek manasızdır. Cengiz'i dini ve milli ricalimizin fevkinde görenleri "düş tükleri bu delail-i milli ve diniden kurtarmak farzd1r." Bugün Osmanlı Devleti içinde bir Türk ırkı hayal olabilir. Zira "bizim cfclmarlanmızda bugün hususi bir kan var ki o da Osmanlt kam cfır. Bu muhtelit ırka mensup oluşumuz gibi lisanda da birbiri mize bağlılığımızda aynı durumu müşahede etmekteyiz. " . . . ve ".
llsclmmız gibi hun-ı mil(fmiz de birçok ihtilat ve istifa ile as/111 cfan büsbütün aynl"!ışt1r. Hele Tatar ve Moğollarla karabet-/ ııesliyemiz o kadc'lr kanşık ve müphemdir ki . . . Şu halde Osmanlılık tam manasıyla belirlemektedlr: Din ınüslümanlık, aradaki siyasi bağ da Osmanlılıktır. Zira Osmanlı lığın kendine has bir ırkı, lisanı ve rabıtası mevcuttur. lrki bek.1r ct aramak 'Tatlı bir emel olsa bile" nihayet ham bir hayaldlr. Eğer bu hayal bu memlekette hakikate isal edilmek isteniyorsa, 'bllhassa bu memlekette" zararlı ve tehlikeli neticeler verecek"
50
•
N e c a t i Gü ltep e
tir. Zaten tarihin lehe tefsir edilmesi manasına gelen bu gibi na zariyelere ne lüzum vardır? Fatih Sultan Mehmed'i en çok dü şündüren Uzun Hasan Türk değil miydi? Yavuz Sultan Selim'in karşısına en ziyade dikilmek isteyen Şah İ smail-i Safevi yine Türk'tü." Böylece muhtelif milliyet tefrikaları hakikaten tehlikeli dir. Zira "Arabınkini Araba, Aceminkini Aceme iade edersek elimizde uzun kollu bir hırkadan başka bir şey kalmayacaktır."1 60 Ve batlcllann ltlrazlan bu minval üzre devam ediyordu; Diğer bir itirazı Dr. Abdullah Cevdet yapmaktaydı . Ona göre 'Türklük ve Türkçülük henüz pek aydı nlanmış ve ciddi tet kiklere sahne olmuş değildir. Hatta bir ütopya veya cinnet dahi addedilebilir" . 1 6 1 Celal Nuri Bey'in itirazları ise Gökalp'in daha ziyade şahsı na müteveccihti: " . . .Tecennün etmek herkesin hakk-ı sarihidir. Fakat bir mamülun nazariyatı nı üss-i hükümet ittihaz etmeye Talat Paşa'nın çendan hakkı yoktur. Düşününüz: Konstantini ye'nin mukadderatı mevzubahs oluyor da muhterem ve mu vakkar hastamız bizi vasati Asya çöllerinde seraplarla oyalıyor. . . Hiçbir devlet-1 hazıranın tarlh-1 ahirinde böyle sari bir cinnet numunesine tesadüf edllmemlştlr. Gökalp'ln yazılarını okudu ğum vakit mantık namına haya edlyorum." "'1 Garpçıların işaret ettikleri bazı noktalar doğru olmakla be raber iddialarında mllll bünye ile llglll hiçbir tutarlılıkları yoktu. Özellikle tenkit ettikleri Turan ve ırki mülahazalarda tamamen materyalist bir Avrupalı gibi davranıyorlardı.
TÜRKÇÜLERE GÖRE MİLLET Milleti ırki bir kadro içinde mütalaa edenlerin bu nokta-i nazarlarını Türkçüler reddetmişlerdir. evvelce ifade edildiği gi-
Türkç ül ük
ve
Tu ran
•
5J
bl . . . cemiyetler kab/ettarih zamanlarda bile ırkan zayıf. kavmi yetçe halis değildiler. Muharebelerde esir alma, temsil ve te messül, muhaceretler, kız alip vermeler daima milletleri birbiri ne kanştırmıştır. . . Esasen içtimai hasletler uzvi verasetle intikal etmediği, yalmz terbiye ile intikal ettiği için ırklann milli seciye nokta-i nazanndan hiçbir rolü de yoktur" 163 Milleti sadece bir din birliği olarak ele almak imkansızdır. "
Çünkü diyor Ağaoğlu Ahmet Bey: "şu nazariye daha esassızdır. Zira müşahedatımız ispat ediyor ki aym dine mensup olanlar başka başka milletler teşkil edebiliyorlar. ·�64 Fakat ". . . Milliyet, din/yeti mugayir, Türklük, Müslümanliğı mu anz değildir. . . Müslümanlik başka, Türklük. Araplik, Kürtlük baş kadır. Nasıl ki Hıristiyanlik başka, Fransızlık, Almcınlık bcışkcı dır. . . Din muhtelif milliyette bulunan cemiyetler/ birbirine ycık Jaştmr. Lakin milliyetlerin unsurlcın dinden Jbcıret değildir. •4<•' Bir ferdin bir milli birliğe dahil olabilmesi veya hassaten bir kimsenin Türk olabilmesi için diğer unsurları da nefsinde toplaması gerekir. Buna rağmen aynı dine mensubiyet bir mil lete dahil olmak için şart değildir. Türkçüler dil unsuruna, haddizatında tek başına yeterli bir özellik teşkil etmediği t}alde166 büyük bir önem atfetmişlerdir. Türk Derneği Beyannamesi'ne göre: ". . . İnsanlarm birbirini sevmesi, onlarm konuşup gôrüşme leriyle artıp kökleşeceğinden bütün Osman/i unsurlcınm birbir lerine sağlam bir kardeşlik urganiyle bağlamak için cırcılcınndcl konuşmaya yarar vasıtanm birleştirilmiş olması ycln/ müşterek kep ise de vücud-u mülk-i Osmaniye 'nin ecza ve efrcldmı birbi rine yaklaştmp birleştirmek hususunda en müessir bir kuvve-/ lusikiye olan Türkler meydana koyduk/cln Osmclnlı Türkçe 'sinin bütün Osman/ilar arasmda konuşmaycl ve müdave/e-1 efk.1r.1
52
•
N e c a t i G ü ltepe
vasıta olması lazım geleceğini o anasmn kaffesi tasdik ve itiraf ederler. . . " Lisan/afi ayfl, fakat gönülleri ve duygu/afi beraber olan Osmanll unsurunun aym maksad-ı mukaddes üzere yetiştirmek ve kaffesini -anadillerinde serbest blfakmak/a beraber-aym 11san-ı milli ile, aym Türkçe ile müdave/e-i efk,jra sevk etmek la zım gelir. '4 67 "
Ancak o zaman için şu hakikatin de gözden uzak tutulma ması icap ederdi: Osmanlı imparatorluğu muhtelif unsurların v :.icuda getirdiği bir halita idi. 1 68 Ve Türk u nsurundan gayri olanlar Türkçe'yi değil umumiyetle kendi lisanlarını kullanmak ta idiler. Bir yandan Balkanlardaki ihtilal ve istiklal fikirlerinin gelişmesi yüzünden tefrika arzusuyla yanıp tutuşan unsurlara, diğer taraftan kendi milliyetçilik fi kirlerini savunan unsurlara Türkçe'yi aşılamak güç ve imkAnsızd ı . Asıl ve mühim cihet "milli hislerin umumi ifadesi" olan lisanı yanı Türkçe'yi , Türkler de Türklük şuurunu uyandırmak için bir vasıta olarak ele almak tı. Nitekim Türkçüler de lisanf Türkçülük mesailerini bu noktaya teksif etmişlerdir. Umumi hatlarda ve esasta birleşmeleri ne rağmen ufak tefek noktalarda anlaşamamalarını tabii karşılamak gerekir. Şu halde görülüyor ki lisan yahut Türkçe fertleri milliyet ra bıtasına götüren veya onlara mllllyet şuurunu aşılayan canlı bir vasıtadır. O kadar canlıdır ki . . . Lisan milletin Jaftzda ve mana da tecellisidir. . . Lisan bütün mlllf hislerin umumi ifadesi olmak itibariyle adeta yeniden doğmuş bir mlllettir . . '4 69 Fakat bu unsurların yalnız başına hiç birisinden millet vü cuda gelmez. " . . . Biz hislerimizle muayyen bir millete mensu buz, bütün duygularımız o milletle müşterektir." 110 Bu bir nevi birlikte yaşama arzusudur. " . . . Bir adam ancak müşterek olduğu "
.
Türk ç ü l ü k
ve
Tu ran
•
53
insanlardan ziyade terbiyece ve ana lisanca müşterek bulundu gu insanlarla birlikte yaşamak ister. Çünkü insani şahsiyetimiz bedenimizde değil , ruhumuzdadır."1 7 1 Böyle olunca bir fert "bir ftkraya girer gibi sırf iradesiyle, millet-i Osmaniye 'nin nasipleriyle, fezail-i kavmiye/eriyle bi lıakkm iftihar eden bir çok unsurlardan mürekkep bu millete in tisap edemez."172 " milliyet denilen şey istemekle yahut iste memekle zuhur etmez. . . Her kavim canı istediği zaman millet olamayacağı gibi her millet de tarihinden gelen ve taşan milli yetini akıl ve iradesiyle durduramaz." 1 73 • • •
Daha ziyade milletin "dl l . din, ırk gibi" manevi unsurları üzerinde duran Türkçüler maddi unsurlara o zamanki şartların gereği gereken alakayı gösterememi şlerd i r. Gökalp'e göre "coğrafi zümre olma" kaidesi millet için gayri varlddlr. 1 14 Ağa oğlu Ahmet bey ise : "Milliyetin esaslanm ewe/ lisan ve //sanm bütün tecelliyat-ı muhtelifesi -edebiyat, sanayi, musiki ve llh. . . saniyen din ve dinin tecelliyat-ı muhtelifesi ve salisen ırkm bı rakmış olduğu izler teşkil ederler. Şu üç avamilin imtizcıCJndan · dır ki milliyet teessüs eder. Fakat milliyet-nationalit henüz mll let-nation değildir. . . Milliyetten millet çıkması için anasırın, zlkr olunan anasır teşkiliyle .!ihenkdar ve şuutf bir surette imtizaç et meleri lazımdır."1 15 İsmail Hakkı �ey ise diğerlerini tamamlamaktadır: O, mil letlerin muayyen bir arazi üzerinde yaşama vakıasına diğer bir ifadeyle beşen coğrafyasına temas etmektedir: " . . . Her milletin kendisine mahsus meskenleri, yolları, tarlaları , kıyafetler! . . . ve bunların toprak üzerine yayılmış bir nevi haritası vardır. Bu va ziyetlerin ve şekillerin mecmuu milletin coğrafyasıdır."1 76 Bazı aksaklıklar olsa bile Türkçüler, bilhassa müşterek ruh ve birlikte yaşama gibi çok kuwetli unsurları millet tariflerine'
54
•
N e ca t i Gültepe
sokmuşlardır. Buradan çıkanlacak netice ise yurtseverlik duy gusudur. 177
H ALKÇILIK Bu günkü modern hayatın ve gidişatın önemli bir cephesi ni teşkil eden halkçılık problemi Türkçülere de mevzu olmuş tur. Devletin en mühim aksiyomlarından olan bu unsur, Türkçü lerin başlıca ilham kaynağı idi. Ancak halk, onlara göre ayniyle Türk olan bir kitleyle mutabakat halindedir, yani halk, Türk'tür. Hatta Ziya Gökalp bunu şöyle ifade ediyor: Bana yol gösteren benden olmalı, Olamaz Türk'e baş Türküm demeyen. O halde bir bakıma halkın halk tarafından idaresi demek olan demokrasiye daha o zaman önem verilmiş Bizzat Türkçü ler tarafından bunun gerkli şart olduğu işaret edelmlşti . Bu ise zamanın cereyanları göz önünde tutulacak olursa çok mühim dir. Gerçi ikinci meşrutiyette sahte bir demokrasi suret.'.\ tesis edilmiş, halkla sözde meşgul olunmuştur. Çünkü bu meşruti sistemde halk bir kişinin keyif ve baskısından çıkarak bir zümre istibdadı altına sokulmuş, aslında herhangi bir değişiklik olma mıştır. Başka bir ifadeyle halk şahsi keyif ve arzuların bir vasıtası olmuştur. Bunun için Gökalp'ln ideolojisi yeni hayatın bir müj decisi olmuştur. Netice itibariyle halk verimli bir tarladır. Bu tarlaya atılacak tohumlar ve gösterilecek ihtimam münevverlerin vazifesidir. 1 78 Onların çalışması sayesindedir ki yeşerecek fidanlar istikbali n meyvelerini teşkil edecek. Türk mil llyetçiliğinin gelişmesine hizmet edilmiş olacaktır.
Türkp"ilük
ve
Tu ran
•
55
TÜRKÇÜLERE GÖRE HİLAFET Ziya Gökalp Yeni Hayat'ta " İ slam İ ttihadı" ile "Halife ve Müftü" unvanlı şiirleriyle Türkçülerin bu konudaki görüşlerini 'erd etmiştir. İ slam İ ttihadı'ndan: Bütün islim bir devlet, hallfedlr hakam, Her müstakll hükümdar ona tabi bir handır. H em hükümde hep islim sultanlann sultam Hem flllde Türkiye ülkesinde sultandır. Hallfe ve Müftüden: İki şey var mukaddes: Biri devlet, biri din; Devlet onun başında ancak hallfemlz var, Ki bir müftü değil o, bir emlrü'l- mümlnln; Fetvalan o vermez, kanunlan o yapar Görülüyor ki Gökalp başlangıçta doktrinde tesis etmeyi ar zu eylediği siyasi sistem içerisinde hilafeti de ithal etmiştir. Ziya Gökalp bu düşüncesinde yalnız değildir. Köprülüzade Mehmet Fuat Bey de bu telakkiye temayül gösterenlerdendir: "Türklük, İ slamlık, Osmanlılık" isimli makalesinde1 19 " Osmanlı Devleti her şeyden evvel bir Türk ve İs/dm saltanatıdır. Kuvve-/ merkeziyeyi iptida Türklük ve ona pek merbut halde İs/J.mlık
teşkil eder" (s.697). "Osmanlı Devleti sıfat-ı hilafeti de vaki ol mak itibariyle hudu �larımız haricindeki İslamlarla aramızda pek kavi ve samimi bir uhuvvet-i diniye cii.ygirdir. Fakat Türk ml/11yetperverlerinin evvela düşündükleri bittabi Osmanlı ls/J.mları dır. Menafiimizi din iştiraki, hissiyat-ı diniyemizin vahdeti hase biyle Türk kavmiyle sair akvam-ı İslii.miye arasında bJ.d/-1 nifak ve tefrika olabilecek hiçbir şey yoktur. Heyet-/ hazıra-i siyasfye mizin teii.li ve terakkisi hususunda rO-yi zemindeki bütün Müs -
56
•
N e c a t i G ü ltepe
lümanlar aym hisle mütehassisdirler. . . ". Gene bu meyanda hilafet telakklslne mütemayil Türkçüler arasında Ahmet Ağaoğlu, 1 80 İ smail Hakkı , M. Zekeriya sayılabi lir.
TURANCILIK 1 81 Türkçüler kendi dünyalarındaki bütün Türklerin muhayyel bir Turan ülkesinde toplanmasını ihtiva eden bir sistem düşü nürler. Türkçülerin bu düşüncelerinin polltlkadaki yansıması ise Turancıhk ismini alır. Turancıhk dünya yüzündeki bütün Türk leri enazından blrlblrlnden haberdar o lanlar olarak bir araya getirir. Bu bir araya gelişin ise kuwet doğuracağı için Türklük o günkü durumundan sıyrılarak tekrar eski itibarını kazanacaktır. Köprülüzade Mehmet Fuat M. Kohen'nln 'Türkler Bu Mu harebede Ne Kazanabilirler" isimli eserinin y.1yınlanması müna sebetiyle gönderdiği mektupta bunu açıklıkla beyan eder: ". . . Rumeli'den Çin hudut/arma, Slblryc1 lçlcrl11e kadar imtidad eden milyonlarca adam aym kıbleye müteveccih ve aym lisan ile mütekelllm oldukçc1 Türk lttl/1c1dı fllle11 mevcut demektir. Ta rih ve lisanlyc1t lllmlerl11l11 l11k,1r edilmez bir hakikat şeklinde meydana koyduğu bu c1s1rdfde Vc1hdet bugün maatteessüfgay ri meşru bir haldedir. Türk fedc1kc1r ve müttefikler/ o gayri meşru vahdet hissini meş 'ur bir hc1/e getirdik/eri zaman altm 1rkımız Kızıl Elma 'smı bulacak ve bütün İsldm alemi için yeni bir intibah ve teali devresi açılacakt1r. Yalmz Türkler ve İslamlar değil, in
saniyet mefkuresine inanan herkes bu asil gayeye hizmet et mek vazifesiyle mükel/eftil'182 ". . . Hint yolu elimizdedir. Fakat Çin yolu henüz esir. . . Ne vakit eskisi gibi Çin yoluna hakim olursak Türk Milleti toplan-
Türkç ü l ü k
ve
Tu ran
•
57
mış ve dünyadaki hayatı ve mukaddes vazifesini ifaya. başlamış \rlyılır. Bu suretle Türkçülerin ileri sürdükleri; mazide yaşanmış, müstakbel bir Türk ittihadı fikrinden ibaret o/maktadır. Onlara .'{Öre bu ittihadın siya.si bir mahiyet taşıması ehemmiyetsizdir. l-la.rsi bir birlik olması yeter. 1 83 ". . . Turan kelimesi, Turlar yani Türkler demek olduğu için münhasıran Türkleri ihtiva eden bir isimdir. O halde Turan keli mesini bütün Türk şubelerini ihtiva. eden büyük Türkistan 'a. has retmemiz lazım gelir. Çünkü Türk kelimesi bugün yalnız Türki ye Türklerine verilen bir unvan hükmüne gelmiştir. Türkiye'deki rürk harsına dahil olanlar tabii yine bu ismi a/aca.klardır. '484 Harsi Turan siyasi blrllğe vasıl olmak için bir köprüdür. Za ten o zaman siyasi bir ittihat düşünülmekle beraber bunun mevsimsiz düşeceği kabul ediliyordu . "Husl Turan" tahakkuk ettikten sonra ihtimal ki "Siyasi Turan" da mümkün olacaktır. Fakat bu imkan ancak uzak bir istikbale aittir. Su güzel hayali. bugün yalnız büyük ümitli şairter terennüm edebilirler. 185 Dil, kitleler üzerinde büyük psikoloji k tesirler yapan ve hangi camiaya mensup olursa olsun insanları birbirine yaklaştır makta sihirli rolü olan bir vasıtadır. İ şte Osmanlı lisanı bütün Selçuk lehçelerini temsil etmek hassasını haiz olduğundan" har sı bütün Selçuk Türkleri arasında kendiliğinden intişar ederek bir şubenin müşterek harsını teşkil etmektedir. Kendi kendine _ husule gelmekte blan bu hars ittihadı Turancılığa yani umum Türklerin hars ittihadına ümit kapısını açan büyük bir mütde dir. 186 O halde Osmanlı Türklüğü . . . Türk tarihinin en eski devir lerine Turan ülkesinin en uzak köşelerine kadar'' giderek Türk medeniyetinin bütün hazinelerini" keşfetmek "ve bunlara istina den gayet köklü ve yüksek bir hars ibdaına" çalışmak zorunda dır. Çünkü ancak bu takdirde Osmanlılar nazım , plşava olma "
58
•
N e c a t i Giiltepe
durumlarını muhafaza edeceklerdir. Aksi halde ittihat inkisar ve tefrika olacaktır. Yani Asya'ya, Asya Türklüğüne dönüş ve onlar la ilgilenmek bunun topyekün ifadesidir. Böyle bir siyaset tarzı Osmanlı Türkleri için hayırlıdır da. Zira "ancak büyük kemiyete malik milletlerin yaşamak hakkım haiz olduğu bu aslfda Türklerin ayn harslar yaparak küçük mil letlere ayn/malan hepsi için tehlike/idil . 1 87 Buna rağmen "Türk
ler müteaddit devletler halinde yaşadık/an halde, şayet hiç ol mclZSa hars bakımmdan müşterek olmayı kabul ederlerse gene tek bir millet olarak kalabilmeleri mümkün olabilir. Bundan ise bilhassa Osmanlı Tiirkliiğüniln son derece vasi bir mik yasta müstefit olacağı aşikard11'' . 1 88 Bundan başka Turancılık Türkçülüğü kuvvetlendiren, ona destek olan bir fikir inşasıdır. " 1 00 milyon Türk'ün bir millet ha linde birleşmesi, Türkçüler için en kuvvetli bir vecd menbaıdır. Turan mefkuresi olmasaydı Türkçülük bu kadar süratle intişar etmeyecekti. 189 Nihayet Turancılık determinist bir telakki tarzının mahsulü olmaktadır. Çünkü " . . . Mefkure lstlkballn halefldlr. Dün Türkler için hayall bir mefkure hallnde bulunan mlllf devlet, bugün Tür kiye'de bir mahiyet hallnl almıştır." " . . . Fakat ruhların büyük bir iştiyakla aradığı Kızılelma şe'nlyet sahasında değil, hayal saha sındadır. Türk köylüsü Kızılelmayı tahayyül ederken, gözünün önüne eski Türk ilhanlıkları gellr. Fllhaklka Turan mefkuresi ma zide bir hayal değil bir şe'nlyettl . Milattan Z 1 0 sene evvel, Kun hükümdarı Mete, Kunlar namı altında bütün Türkleri birleştirdi ği zaman Turan mefkuresi bir şe'niyet haline girmişti. " . . .Turan, bütün Türklerin mazide ve belkl de istikbalde bir şe'niyet olan vatanıdır". 1 90 Yani bu ifadeler arasında zaruri bir muayyeniyet var gibidir. Gerçi istikbal için belki kelimesi kullanılıyor. Fakat
Türkç ü l ü k
ve
Tu ran
•
59
ınuharririn kastı, verdiği ve seçtiği misallerle açıkça meydana ı;ıkmaktadır. Bu kast-ı mahsus ise fikrimizce burada bir deter minizme işarettir. İ leri sürülen sistem muvacehesindeki şartlar ı.,hakkuk ettirilirse zorunlu münasebet tesirini gösterecek ve netice elde edilecektir. İşte bu esnada Turan hayal aleminden �e'niyet alemine intikal edecektir. Haddizatında Gökalp'e göre 'Turan hayali bir vatan değildir, Asya'da birbirine bitişik olarak yayılmış olan Türk illeri Osmanlı Türkiyesi'nin sancağı altında toplanarak büyük bir hakanlık teşkil edecekler. İ şte Turan bu büyük Türklüğün vatanıdır" " . . .Turan, Türk Milletinin vicdanın dan doğmuş içtimai "şe'nlyete" müstenit bir mefkuredir. Bunu bir mevhume zannedenler vehim içinde yaşayanlardır. Muta o;awer olan mukadderdir. 191 Hususiyle şu son ibare bu görüşü müzü daha ziyade kuwetlendirlcl mahiyettedir. i çtimai hadlse lerde determinizm değil indeterminisme hakimdir. i çtimai ha diseler fertlerin hür ve keyfi iradelerine bir bakıma tabidir. Bina enaleyh tabiat hadiselerinde olduğu gibi burada bir riyazi kati yet cereyan etmez. Böyle olduğu halde Gökalp mevzubahls "mutasawer olan mukadderdir" ibaresiyle, ileri sürmüş olduğu Turancılık mefkuresine determinist bir veçhe vermiştir ki, bu nun da bize göre kabulü mümkün değildir. Görülüyor ki Turancılık ileri sürülmekle devletin beşert un surunda bir değişikli� husule gelmekte ve ona bağlı bulunan fl· ziki unsur da değişmektedir. Yani bu fikri sistem muvacehesin de Turan (=Türk yurdu) fiziki unsur olmaktadır. Gaye. Osmanlı İ mparatorluğunu içine düştüğü kötü durumdan kurtMmaktır. Ancak Türklerin bütün meskun olduklan ülkeleri ele geçirmek mevzubahis olmaktadır. Başka bir ifade ile Türklerin dünyadaki "hayatf' ve "mukaddes" vazifelerini ifa edebilmeleri için "esir" bulunan Çin yoluna hakim olmaları lazımdır.
fıO
•
N e ca t i Gültepe
Halbuki , Çin yolu üzerinde bulunan yerler başka hakimiyet sahaları içinde bulunduğundan, zaten zayıf ve aciz kalmış bir imparatorluğun esaslı bir mücadeleye girişmesini icap ettire cektir ki bu, dünyanın karışık ve buhranlı bir zamanında hiç de tecviz edilir bir vaziyet olamazdı. Nitekim yukarıda işaret edil diği veçhile, ewela teklif edilen bu halin gayri ameli ve husulü nün o zaman için imkansız olduğu görülünce daha mantıki ve yumuşak bir şekli olan harsi Turan teklif edilmiştir. Acaba Turan hayali midir değil midir? Bu hususta itiraf edilmeli ki Gökalp tezada düşmüştür. Turancılık bahsinde tenki de değer noktalardan birisi de budur. Zira bir taraftan "Bu haya li, bugün yalnız büyük ümitli şairler"in "terennüm" edeceği bil dirilirken diğer yandan 'Turan hayali bir vatan değildir" denmiş tir. Halbuki bir şey hem var hem yok olamaz. Turan ya hayalidir veya değildir. Gökalp ise gah hayali demiş, gah koyu bir mü dafaa ile Turan'ın şe'niyet aleminde yer aldığını iddia ederek misaller göstermiştir. Bütün bu misaller tarihe mal olmuş mi sallerdir. Gerçi istikbal halln bir devamı, mazi ise halin bir baş langıcıdır. Fakat flklr umumiyetle istikbale müteveccihtir, yapıl ması istenen bir hareket tasarlanmaktadır. Şu halde bu nevi fik rin nasıl şe'nlyet aleminde yer aldığı iddia edilebilir? Belki ona tıpatıp benzeyen bir flklr mazide, istikbale müteveccih olarak gerçekleşmiş olablllr. Ama hakikat olan flkrln başlangıçta hayal aleminde yer almasıdır. Zaten garpçıların tenkitleri de aşağı yu karı bu noktada toplanmıştır. Şu halde zannımızca Turancılı k bir hayal mahsulünden i barettir. Hele yakın mazinin istikbalinde hiçbir zaman gerçekleşmemiş olduğuna göre. Ve Türkçüler Turancılıkla mevcut Türklerin bir araya toplan masını, münhasıran Türk olanların bir araya gelmesini ileri sür müşlerdir. Bilhassa "ırki Türkçülere göre millet, ı rk demektir.
Tü rkç ü l ü k
ııe
Tıı ran
•
61
Kavmi Türkçüler d e milleti kavim zümresi ile karıştırırlar. Kavim aynı anadan aynı babadan üremiş içine hiç yabancı karışmamış kandaş bir zümre demektir. Fakat Gökalp, bir milletin ileri sürü len şekilde hiçbir zaman saf bir şekilde kalamayacağına işaret etmekten geri durmamıştır: Cemiyetler kablettarih zamanlarda bile, kavmiyetçe halis değildir. Muharebelerde esir alma, kız . kaçırma, mücrimlerin kendi cemiyetinden kaçarak başka bir; ce miyete girmesi, izdivaçlar, muhaceretler, temsil ve temessül gibi hadiseler daima birbirine karıştırılmıştır. Makul olan da bu dur. Salim bir mantığın varacağı netice milletin sırf ırka müste nit bulunmayışı keyfiyeti olmalıdır. " . . . Milliyette şecere aran maz, yalnız terbiyenin ve mefkurenin mllli olması aranır. Zira ır kın içtimai hasletlere hiç bir tesiri yoktur. Bunun aksini nıeslek ittihaz edersek, memleketimizdeki münewerlerln ve mücahit lerin bir çoğunu feda etmek lazım gelecektlr. Bu hal caiz olma dığından 'Türküm" diyen her ferdi T.ürk tanımaktan, yalnız Türk lüğe hıyaneti görülenler varsa cezalandırmaktan başka çare yoktur. 1 92 Bu bakımdan da Türkçülerin küçük bir kısmı tarafın dan kabul edilen ırka müstenit bir telakki tarzını Gökalp reddet miş ve bu mebhasda sağlam bir esas koymuştur ki. bu da onun lehine olan noktalardan biridir. Ancak bütün bunlara rağmen Turancılığın koyduğu bir ha kikat vardır. Milletçe birleşme lüzumu ve Türklük mefhumunu inkişaf ettirmek, 'Türk unsurunu devletin beşeri unsuru ne getirme" arzu edilen siyasi sistem için başlıca gaye idi .
hali
sonuç
Yukardan beri izahına çalıştığımız Türkçülük ve Turane1hk düşüncesi bütün problemlerini çözmüş tam ve mükemmel bir fikir olarak henüz gelişmesini tamamlamamıştır. Ama muhak kak olan şudur ki, bu fikir son yüzyılda Türk Dünyasında ortaya
62
•
Necati G ü l t ep e
çıkan bütün düşünce ve fikirlerden daha tutarlı ve Türk Dünyası siyasasının da olağanüstü gelişmelerle gösterdiği ve isbat etti ği gibi daha gerçekci olmuştur. Elbette ki bütün beşeri düşünce örgütlerinde olduğu gibi Türkçülük ve Turancıhk fikrinin de hatalı tarafları vardır. Ancak ortaya koyduğu hakikat onu diğer cereyanlardan daha üstün kılmıştır. Bu hakikat Türklük şuurunun kuwetlendirilmesidir. Bu ise bugünkü devletimizin oluşu bakımından çok kıymetlidir. Milli cc\miamıza dahil bir ferdin bu gün Türküm diyebilmesi o zaman bu uğurda sarf edilmiş emeklerin bir eseri sayılmak ge rekir. Realiteye bu kadar intibak halinde olan, hatta daha ileri gidelim hedefine ulaşmış denebilecek bir cereyanı diğerlerin den ayırmak, ona daha ziyade bir kıymet atfetmek elbette ki hakkı teslim etmektir. İşte Türkçülük cereyanının diğer cereyan lar karşısında muvaffak oluşunu bu noktada aramak gerekir. Ya ni diğerleri şekle hitap ettikleri halde Türkçüler milletin ruhuna hitap etmişlerdir. Buna rağmen yukarda da ifade ettiğimiz gibi bu cereyanın tenkide maruz kalan tarafları yok değlldlr: Türkçülük müessese nazariyesinin ışığı altında tetkik edil diği için, her biri ayrı ayrı müessese olabilecek konumda gö zükmesine, Türkleşmek, l slc\mlaşmak, Muasırlaşmak formülüne irca eden düşünce tarzı ilk nazarda tenkit konusu olabilirse de pratik uygulaması nerdeyse bir asırdır aksamadan yürümekte dir. Bundan başka Türkçülük diğer cereyanların esas umdeleri olan İslamlaşma ve Garplılaşmayı kendi doktrinlerine eklemiş tir, garp ile şarkı birleştiren bir köprü durumunu temsil etmek tedir. Daha ziyade politik bir sürecin neticesi olan icraatlarında,
Tii r k ç ii l ü k
ve
Tıı ran
•
63
tezat halinde olan bu iki alemi iyi telif edemediklerinden aksak lıklar hasıl olmuştur. Ord. Prof. Başgil'in ifade ettiği gibi millet fikri ister iste mez milli hakimiyet fikriyle birleşmekte devlet milli iradenin teşkilatlanmasından ibaret olmaktadır. Türkçüler görüldüğü gibi bir taraftan milli bir devlet kurmak isterken devletin başında da dini bir hanedan olan "Ulu hakan " dedikleri Padişahlık müesse sesini de beraber düşünmüşlerdir. Özellikle Türkçülerin Turan mefkuresini çok vakitsiz bir za manda ortaya attıkları gerekçesi ile tenkit edilmişl�r; . "Dünyc1nın çok kc1nşık bir c1nmdc1, lmpc1rc1torluk toprc1klc1n pc1rÇcllclmrken yurt pc1rÇcllc1n birer birer elden çıkc1rken emperyc11ist bir tc1kım hülyc1/c1r kurulmuş, sc1nki hc1kikf bir Turc1n vc1tc1m vMmış gibi nc1-
Zc1rf c1me/f bir tc1kım mütc1lc1c1lc1r yürütülmüştür. Fikir, Türkleri bir yurt içinde toplc1mc1ktı. Bu ise bilhc1ssc1 c1rzu ettikleri Türk lttlhc1 dmm tc1tbikc1tı bakımmdan doğru olabilirdi ve şüphesiz bu fikir lerini ileri sürerken de samimf idiler. Ancc1k bc1Şkc1 hakimiyet Sc1 halarmc1, imparatorluğun zc1yıf bir zamanmda gözdikmeleri ha talld1r. Bu husus dc1ha o zaman bir çok Türk aydmı tc1rc1fında11 şiddetli tc1rizlere uğramış ve Türkçülere bu fikri ileri sürdükleri için epey hücum edenler olmuştur. " Türkçülük ve Turancıhk d üşüncelerinin öncüleri günü müzde de geçerli olan müthiş bir sloganla yola çıkmı şlard ı "mutasavver olan mukadderdir."
düşüncesinin öncülerinin, Türk lük şuurunu uyandırdıkları ve Türk mil!iyetçiliğlnln gelişmesine Türkçülük ve Turancıhk
yardımcı oldukları muhakkaktır. Bu sahadaki çalışm.,ları ise Türk sosyal bilimlerinin temelini teşkil eder. Her şeye rağmen Türkçülük cereyanı hakiki bir kurtarıcı doktrindir. Yalnız nazariyatta kalmayan, pratikte de gerçekleşen
64
•
N e c a t i G ü ltepe
bir doktrin. Bu cazip fikir, Türklük şuurunun kuwetlendirilmesl ve yükseltilmesi bugünkü Devletimizin esas ruhunu nüvesini teşkil etmektedir. NOilAR Bkz. KÖPRÜLÜ, M. Fuat. Osmanlı İmparatorluğu'nun Kuruluşu, 2.B .. Ankara, 1 972, s. 1 76- 1 83. 2
Bkz. UZUNÇARŞILI, lsmall Hakkı, Osmanlı Tarihi, C. 1, 2.8 .. Ankara, 1 96 1 , s.
3
SÜSLÜ, Azmi, Ermeniler ve 1 9 1 5 Tehcir Olayı, 1 .B .. Ankara, 1 990, s. 1 .
1 8 1 - 1 86. 4
Pasarorça Antlaşması için bkz. UZUNÇARŞILI, İsmail Hakkı, Osmanlı Tarihi, iV. C .. ı .. kısım 2.B .. Ankara, 1 978, s. 1 42 - 1 45.
5
XIV. yüzyılda ortaya konan "Moskova Üçüncü Roma" teorisi bu defa eleştirilerek Rusya'nın Blzans'ın varisi olacağı görüşü Rus siyasetinin ana prensiplerinden biri olmaya başlamıştı. lstanbul ve Boğazları ele geçirmek ya da Boğazları Rus kont rolü altına almak tasansı Rus dış siyasetinin ana ilkesi haline getirilmişti. KURAT, Akdes, Nimet, a.g.e . . s.V.
6
AKÇURA, Yusuf, Osmanlı Devletl'nln Dağılma Devri (XVllI. ve XIX. asırlarda), 2 . B .. Ankara. 1 985, s. 1 2.
7
KURAT. Akdes. Nimet, a.g.e .. s. 57
8
HAYDARoGLU, llknur Polat, Osmanlı lmparatorluğu'nda Yabdncı Okullar, Anka ra, 1 990, s. 1 4.
9
KÜRKÇÜOGLU . Ömer. Osmanlı Devl!'tlnl' K.uşı Ar.lp Bağımsızl ık Hareketi
10
YURDAKUL, N!'cdl'I. Osın.lnlı D!'Vll'tl'ndc Tlc.ll!'t Antl.lşmaları ve Kapitülasyon
( 1 908- 1 9 1 8), Ankara. 1992,
s.
16.
lar. 1 . 8 .. lstanbul, 198 1 . s. 3 1 . 11
BLAESDELL, Donald C . . Osmanlı lmparatorluğu'nda Avrupa Mali Denetimi Os manlı Düyun-ı Umumiye ldıuesl'nlıı Anlamı. Kuruluşu ve Faaliyeti , (Çev. Ali Ih san Dalgıç), lstanbul, 1 979.
s.
1 96.
12
Geniş bllgl için bkz. ARMAoGLU. F.lhlr. 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi ( 1 904- 1 908) ,
13
"Sened-1 ittifak" için bkz. KARAL. Enver Ziya, Osmanlı Tarihi, 5.8., V. dit, Anka
4.B .. Ankara, 1 987, s. 43-46. ra, 1 988, s. 90-93: BERKES, Niyazi, Türkiye'de Çağdaşlaşma, lstanbul, 1 978, s. 1 32- 1 40. 14
Mettnler için bkz. ERiM, Nihat. Devletler Arası Hukuki ve Siyasi Tarih Metinleri, dit ı .. Ankara, 1 952, s. 297-299, 3 1 1 -3 1 3.
15
Geniş bllgl için bkz. KARAL, Enver Ziya. a.g.e. . dit V. . s. 2 1 8-24 1 .
16
Bkz. ERiM. Nihat, a.g.e., s. 341 -353.
Tü r k ç ü l ü k 17
ve
•
Tu ran
65
Panislavizm hakkında geniş bilgi için bkz. KURAT, Akdes Nimet, "Panislavizm", Ank. Ünl. DTCFD. c. XI (Haziran-Aralık, 1 953). sayı. 2-4. s. 24 1 -278
18
KARAL. Enver Ziya, Osmanlı Tarihi, Vll. cilt, 2.B
19
Berlin Antlaşması için bkz. BAYUR. Yusuf Hikmet. Türk İnkılabı Tarihi. Cilt 1 . .
20
ALASYA. Halil Fikret. Tarihte Kıbrıs. Ankara, 1 988, s. 1 25- 1 34
21
Geniş bilgi için bkz. ÇAYCI , Abdurrahman, Büyük Sahra'da Türk-Fransız Rekabeti
22
SARINAY. Yusuf, a.g.e .. s. 33.
23.
Gökalp, Ziya. Mell<.ure V. Türkleşmek. İslAmlaşmak. Muasırlaşmak. Türk Yurdu
24
Tunaya T. . Z .. Müessese Teorisinde Fikir, Şahıs. Kuvvet unsurları arasında müna
3
Gökalp'ten naklen Tunaya, a.g.m .. s.543.
3.B
.•
.•
Ankara. 1 983, s.40-57
Ankara. 1 983, s. 2-5
( 1 858- 1 9 1 1 ). Erzurum, 1 970
Mec. c.V. s. 1 089. sebetler, i.H.F.Mec. c.Xll. sayı 4. s.543. 25
Bu tasnifte görüldüğü üzere her iki devir için müşterek olan fikirler İslAmcılık ve Türkçülük cereyanıdır. ileride görüleceği gibi bu fikirler Gökalp'ln de nazarı dik katini celbetmlş ve doktrininin inşasında her ikisini de birden kullanmıştır.
26
Bu dönemde yapılan yenlllk hareketleri için bkz. LEWIS, Bernard. a.g.e . .
s.
46·
4 7, 51 ,52,53. l 7 l 8'den itibaren Avrupa dünyasında gelişen yeniliklerin alınma· sı gerekliliği üzerinde durulup sözü edilen yenilik yalnız askerlikle ilgili alan üze rinedir. 1 730 sonrası diğer alanlara dönük gelişmeler de mevcuttur. BERKES. Ni yazi. a.g.e
.•
s. 45. 46, 65: KURAN, Ercümencl. "Osmanlı lmparatorluğu'nda Ye
nileşme Hareketleri", Türk Dünyası El Kitabı. Ankara. 1 976. s. 1 003- 1 004. 27
KURAN. Ercüment, Türklye'nin Batılılaşmasında Osmanlı Daimi Elçlllklerlnln Ro lü, Vl. T.T. Kongresi Bildirileri, Ankara. 1 967 , s. 489-496.
28
KARAL. Enver Ziya, Osmanlı Tarihi, cilt VI., Ankara, 1 956, s. 1 43.
29
Reşit Paşa Sultan Abdülmecld'ln 1 846 ilkbaharında Edirne seyahatinde toplanan gayrimüslim cemaat vekillerine hitaben padişah namına yaptığı konuşmada, "Padişah, Müslüman tebaanın saadetini istediği gibi, tebaaları olan hırlstiyan ve musevllerin rahat olmalarını buyurmaktadır. Din ve mezhep farkı hukuk kurall.uı ile bağdaşmaz. Hepimiz bir hükümetln tebaası ve bir memlekette doğup büyü· düğümüz için birbirimizi fena gözle görmemiz münasip olmaz. Bunların da ken· dl aralarında ahenk içerisinde yaşamaları ve milletin kalkınması için birlikte c;alış· malan gerekir." KAYNAR. Reşat, Mustafa Reşit Paşa ve Tanzimat. Ankıua. 1 954, s. 627.
30
KARAL. Enver Ziya, Osmanlı Tarihi, c. Vlll, 1 983, s. 295.
31
TEVFİK, Ebuzziya, Yeni Osmanlılar Tarihi, Cilt 1 . , lstanbul, 1 973.
32
s.
1 3 3- 1 66.
MARDİN, Şerif, Tanzimat ve Aydınlar, TCTA. Cilt 1., s. 50- 5 1 : .
33
l.A. Türkler (Osmanlılar). cilt Xll -11. s. 368.
34
Tanzlmat'la birlikte eğitim ve öğretimde gelişme hareketi bütün olarak "batılıl.,ş · ma ve modernleşme" hareketinin bir parçası olmuştur. Geniş bilgi için bkz. KO
66
•
N e c a t i G ü ltepe DAMAN, Bayram, il. Abdülhamid Devri Eğitim Sistemi, Ankara, 1 988, s. iV.
35
SARINAY,Yusuf, a.g.e., s. 38
36
Özelllkle bu hususta Avrupa'nın baskısı ve yönlendirmesinin ağır bastığını söy lemeliyiz. (Y.N.)
37
Kuran, A. B. inkılap Tarihimiz ve Jöntürkler. lstanbul 1 945. Umum Osmanlı va
38
Manastırlı N. Rlzbof, Türkiye Nasıl Teceddüd Edebilir? Ahmet Rıza Bey'e açık
tandaşlarımıza adlı metinden s. 1 35. mektup, Dersaadet 1 325. 39
Rlzbof . a.g.e . . s.5.
40
Nalmur Rahman Farooql. ·ran-lslamlsm in the hlneteenth Century", lslamlc Cul
41
Muahec/at Mecmuası, lstanbul. 1 297, c.111, s . 256.
42
Mehmet Saray, " 1 874'de Kaşgar'a gönderilen Türk subaylan, TiJrlc Kültürü Araş
43
Mim Kemal Öke, lnglllz Casusu Prof. Annlnlus Vambeıy'nln Gizli R.lporlannda
rure. c. LVll ( 1 983). s.283-84.
tınnalan, c.XVll-XXI, ( 1 978-83), s.244-46. il. Abclülhamld ve Dôneml, lstanbul, 1 983, s.84. 44
Ihsan Süreyya Sırma, "Fransa'nın Kuzey Afrlka'dakl Sömürgeclllğlne Karşı il. Ab dülhamld'in PanlslAmlst Faaliyetlerine alt birkaç vesika". Tarih Enstitüsü Dergisi, sayı 7-8 ( 1 977), s. 1 57-84.
45
Öke, s. 1 1 9-20.
46
İhsan Süreyya Sırma, "Sultan il. Abdülhamld'ln Uzak Doğuya Gönderdiği Ajana Dair", Birinci Mllll Türkoloji Kongresi. lstanbul 6-9 Şubat 1 978. lstanbul, 1 980, s.323-25.
41
Aynı Yaz. . "Pekin Hamldlyye Üniversitesi", Atatürk Üniversitesi lsl..\ml ilimler Fa kültesi Tayyib Oklç Armağanı. Ankara, 1 978, s. 1 59· 70
48
Fuad Ezgü. Osmanlı imparatorluğu-Amerika Blrle�lk Devletlerl iktisadi. Slyast ve Kültürel Münasebetlerinin Kuruluşu ve Gell�mesl, 1 795- 1 908: Doktora tezi, 1 949, s. 1 1 8- 1 9.
49
Tunaya, Dr. T.Z. Amme Hukukumuzun Bakımından ikinci Meşrutiyetin Siyasi Te-
50
Dr. Abdullah Cevdet. a.g.e .. s.9.
rekküründe Garpçılık Cereyanı, l . Ü .H.F.Mec., c.XIV, sayı .3-4. s.537. 51
Dr. A . Cevdet'ten naklen Tunaya. a.g.e . . s.590.
52
Dr. A. Cevdet'ten naklen Tunaya. a.g.e .. s.590.
53
Celal Nurl'den naklen Tunaya . a.g.m . . s.593.
54
Okandan. a.g.e., s.446-450.
55
Okandan. a.g.e. s.233.
56
Tunaya Dr .T. Z . Müessese Teorisinde Fikir Unsuru ve Bazı Hususiyetleri,
57
Tunaya. a.g.e.s.549. Akbay, a.g.e .. s.35 1 .
58
Gökalp. Ziya, Melkure, 5. Türk Yurdu. cilt 5.
59
Gökalp'ın kızı Seniha Hanıma yazdığı bir mektuptan All Nüzhet, Ziya Gökalp'ın
l.H.F.Mec. c.XII .. sayı 2-3, s. 549.
Tü r k ç ü l ü k
ve
•
Tu ran
67
Hayatı ve Malta Mektuplan. lstanbul 1 93 1 . s. I 05. 60
M.Kohen, TOrkler Bu Muharebede Ne Kazanabllirler7 -Çıkaran Türk Yurdu Kü tüphanesi. lstanbul 1 330. s. 1 7.
61
Akbay. Dr. M . a.g.e
62
Tunaya, Dr.T.Z. Müessese Teorisinde Fikir, Şahıs. Kuvvet Unsurları Arasındaki
.•
s.355.
Münasebetler ve lc;leşme Ameliyesi. l.H.F.Mec .. c.Xll, sayı 4, s. 1 077. 63
Ali Nüzhet. a.g.e. s.89.
64
KURAN. Ercüment. a.g.m .. s. 529.
65
KAFESoGLU. lbrahlm. Türk Mllllyetçlllğlnln Meseleler!, Ankara, 1 966 . s. I O
66
SARINAY. Yusuf. a.g.e .. s. 23.
67
KURAN, Ercüment, a.g.m., s. 529
68
TÜRKÖNE. Mümtazer, 'Tanzlmat'ta Milliyet Fikrinin Doğuşu", Türkiye Günlüğü. sayı. 8 (Kasım 1 989). s. 36
69
LEWIS, Bernard. Modern Türklye'nln Doğuşu, (Çev. Metin Kıratlı). 2. B .. Ankara.
70
LEWIS, Bernard. a.g.e .. s. 33 1 .
1 984, s. 333 71
Gökalp. a.g.m
72
Gökalp, a.g.m., s.756.
. •
s. 755.
73
M. Kohen.a.g.e
74
Gökalp.a.g.m .. s.6.
75
M. Kohen.a.g.e .. s.6.
76
Köprülüzade Mehmet Fuat, Türklük, lslAmlık, Osmanlılık. Türk Yurdu Mec. c.4.
.•
s.8.
s.692. 77
Köprülüzade Mehmet Fuat. a.g.m . . s.692-693.
78
Gökalp, a.g.e., s. 1 2b "Daha 1 5 yaşında iken Ahmet Vefik Paşa'nın Lehçe-1 Os manlsl ile Süleyman Paşa'nın Tarlh-1 Alem'I, bende Türkçülük temayüllerini do ğurmuştu. 3 1 2'de lstanbul'a geldiğim zaman ilk aldığım kitap Leon Kahun'un tarihi olmuştu. Bu kitap adeta Pantürkizm mefkuresini teşvik etmek üzere yazıl mış gibidir. O zaman Hüseylnzade Ali Bey'le temas ederek Türkçülük hakkınd., k l kanaatlerlnl öğreniyordum. Hulasa 1 7- 1 8 seneden beri Türk Milletinin sosyo · lojislnl ve psikolojisini tetkik için sarf ettiğim mesainin mahsulleri kafanın içinde istif edilmiş duruyordu. Bunlan ortaya atmak için yalnız bir vesilenin zuhuruna ihtiyaç vardı. işte Genç Kalemler'de Ömer Seyfeddln'ln başlamış olduğu m!lla hede bu vesileyi izhar etti. Fakat ben lisan meselesini kafi görmeyert'k Türkc,ülü ğü bütün melkurelerlyle. bütün programı ile ortaya atmak lazım gt'ldlğlnl dü şündüm .. .
"
79
Gökalp. Ziya, Türkçülük nasıl doğdu? Yeni Mecmua.c. 2.s.262.
RO
Gökalp, a.g.m. Ali Bey tıbbiyeye girince onun . . .Telkinleriyle lrş.,tl.uıyla •
.u z.1 -
manda tıbblyedekl gençlik, yeni bir istikamet aldı. Artık ellerde felsefe ve içt i · malyat kitapları sosyalizme v e feminizme dair eserler Lcon Kohcn'un Türkl!lğr dair meşhur tarlhlyle romanları görülmeye başlamıştı. Artık Türklerin Türklyr'y"
fı8
•
N e c a t i Gü ltepe münhasır kalmadığını, Rusya'da da İran'da Çln'de yaşayan Türklerin elll altmış milyondan fazla olduğunu bllenler, öğrenenler az değildi. Bu flkr-1 intibah kalp lere yeni bir ümit vermlştl ."."Glzll bir cemiyetin temelleri daha işte o zaman atıl mıştır. Tıbbiyenin son sınıflarında kurulan bu cemiyetin ismi "ittihat ve Terakki" idi. Fakat bu tabirin başına ilave edilecek iki kellme hakkında arada lhtllaf hasıl olmuştu. Harsa kıymet verenler bunun Türk ittihat ve Terakkisi olmasını ileri sü rüyorlardı. Kemiyete ehemmiyet verenler Türk kellmesl yerine lsJAm kellmeslnl koymayı tercih ediyorlardı. Avrupa'nın teveccühünü kazanmak gibi siyasi bir endişeye kapılanlarsa ilk kellmenln Osmanlı olmasını muvafık buluyorlardı. Siya si bir cemiyette siyasi endişenin galebe çalması tabii olduğu için üçüncü tekllf kabul edilmişti. işte memleketimizdeki "Osmanlı İttihat ve Terakki Cemiyeti" namıyla teşekkül eden ilk cemiyet bu teşkilattır ve Hüseyin Ali Bey de bu cemi yete Türkçü bir veche vermek isteyenlerden birisidir.
81
B u program Ziya Gökalp'ın Türkçülüğün Esasları adlı eserinde mevcuttur s. 1 00.
82
Gökalp, Ziya. Eski Türkçülük Yeni Türkçülük. Yeni Mec. c. 2 . . sayı 42, s.302.
83
KÜÇÜK, Cevdet, "Osmanlı lmparatorluğu'nda Millet Sistemi ve Tanzimat", Mus tafa Reşit Paşa Dönemi Semineri Blldlrllerl, Ankara, 1 3- 1 4 Mart 1 985, Ankara, 1 987, s. 1 3-23
84
KÜÇÜK, Cevdet; a.g.e .. s. 1 3-23
85
ARMAoGLU, Fahir, Siyasi Tarlh ( 1 789- 1 960), 3.B .. Ankara. 1 983. s. 96
86
BERKES. Niyazi, a.g.e .. s. 1 47- 1 48; KÜÇÜK, Cevdet, a.g.e .. s. 1 5.
87
KODAMAN, Bayram, il. Abdülhamid Devri Doğu Anadolu Polltlkası, Ankara,
88
BAGIŞ, All Ihsan, Osmanlı Ticaretinde Gayrlmüsllmler. Ankara. 1 983. s. 1 0 1 -
89
KARAL, Enver Ziya, a.g.e . . c. V. s. 1 02- 1 06: ARMA0C.LU. Fahir, a.g.e., s. 1 57-
90
TUNAYA. Tarık Zafer. Türklye'nln Siyasi Hayatında Batılılaşma Hareketleri, lstan
91
KARPAT, Kemal, "XJX. Asır. ilk lsl,,hat Hareketleri ve Temelleri", l . A. . Cilt. Xll, s.
1 987, s. 1 06. 1 04. 1 58. bul, 1 960. s. 39. 360-36 1 . s.
92
KODAMAN. Bayram, a.g.e ..
93
BERKES, Niyazi, a.g.e .. s. 1 50.
94
KARAL, Enver Ziya, a.g.e . . c. Vll. s. 3-7.
95
111
BANoGLU, Niyazi Ahmet, Tarihte Girit ve Osmanlılar Dönemi . İstanbul, 1 99 1 , s. 98.
96
Geniş bllgl için bkz. GÜRÜN. Kamuran. Ermeni Dosyası. 2.B .. Ankara. 1 983. s. 54-306; ÖKE, M. Kemal. Ermeni Meselesi ( 1 9 1 4- 1 923), İstanbul. 1 986. s. 83224; SÜSLÜ, Azmi, Ermeniler ve 1 9 1 5 Tehcir Olayı, Ankara. 1 990, s. 3- 1 76.
97
KUSHNER. Davld, a.g.e .. s. 6-7.
98
HANloGLU. Şükrü, Osmanlı İttihat ve Terakki Cemiyeti ve Jöntürklük ( 1 889'
Tü rkç ü l ü k
ve
Tu ran
•
69
1 902). d i t 1. lletlşlm Yayınları. lstanbul. 1 985, s. 627.
99
ORTAYLI. llber. "Osmanlı lmparatorluğu'nda Arap Mllllyetçlliğl" TCTA . , Cilt 5, s.
100
SARINAY. Yusuf, a.g.e. . s. 46.
1 033 101
BERKES. Niyazı. lslAmcılık. Ulusçuluk, Sosyalizm, 2.B . . Ankara, 1 975, s . 1 -2.
102
KÜRKÇÜOGLU Ömer. Osman l ı Devletine Karşı Arap Bağımsızlık Hareketi
103
SARINAY. Yusuf, a.g.e. , s. 47.
1 04
Arap aydınlar içerisinde Rlfaa El Tahtavi. Abdurrahman El Kevaklbi ve Muham
( 1 908- 1 9 1 8), Ankara. 1 992. s. 1 4.
med Abduh vb. aydınlar Arap mllllyetçillğlnde öncü rolü oynamışlardır. Ortaylı. a.g.m., s. 1 033- 1 034: Cemaleddln Afgant, Tahir el-Cezaylrt dini reform hareket lerinin Arapçılıkla birleşmesiyle bu milliyetçiliğin yeni bir görünüm almasında etkin olmuşlar. bunların yanı sıra Selim Faris. İbrahim Temo. Osmanlıcı bir gö rüntü ile Arap mllllyetçlllğlnl teşvik edici çalışmalar yapmışlardır. HANİoGLU, Şükrü. Osmanlı ittihat ve Terakki Cemiyeti ve föntürklük ( 1 889- 1 902). elit 1 , l s tanbul, 1 985, s. 1 0 1 - 1 1 2 . 628-630. 1 05
LEWIS. Bernard, 'Türklye"de Tarihçilik ve Mllll Uyan ış", Türk Yurdu. Sayı. 2
1 06
GÖKALP, Ziya, 'Türkçülüğün Esasları", 2 . B . . Ankara. 1 986,
( 1 960), s. 1 0 s.
1 . Rusya'da. A l ·
manya'da, Macarlstan'da, Danlmarka'da. Fransa"da, lnglltere"de bir çok blllın adamı eski Türklere. Hunlara ve Moğollara alt yazılar yazmaya başladılar. GÖ KALP. Ziya, a.g.e . . s. 2. 1 07
Edward Said'e göre Oryantalizm "Doğuya hakim olmak, onu yeniden kurmak ve onun amin olmak için batının bulduğu bir yoldur." SAiD, Edward . "Oryanta lizm, Sömürgeclllğln Keşif Yolu", Tere. Selahattin Ayan, 2.B, lstanbul, s. 1 989, s. 1 6: ilk öncüleri arasında Sllvestre de Sacy. Ernest Renan. foseph Arthur de Go bincau. Abel Remusat gibi oryantalistler vardır. SAiD. Edward , a.g.e . . s . 1 661 67
1 08
ORKUN, Hüseyin Namık. Türkçülüğün Tarihi. Ankara, 1 977, s. 30-3 1 .
1 09
KUSHNER. Davld, a.g.e., s . 1 3. B u kitapta Türk Tarihi, Türk lehçeleri hakkınd.1 Lıll
·
gller verilerek. Osmanlı Türkçe'sindeki Türkçe etkisi sistematik bir şekilde '";ık lanmış ve Türkl�rln medeniyetteki oynadıkları roller bellrtllmlştlr. Bu eserin gr.1 · mer bölümleri Fuat v e Cevdet paşaların "Kavaid-i Osmaniye" adlı eserlerim· k.1y·
naklık etmiştir. LEWIS. Bernard, Modern Türklye"nln cnğuşu. (Çcv. Metin Kı r.1t lı), 2.B . . Ankara, 1 984, s. 344: Parls'te Ali Süavi'nln çıkardığı "Ulum" gazetesin de yayınlanan 'Türk" adlı makaleye Kushner'ln eserinin giriş kısmı kaynak olmu ş · tur. TANPINAR. Ahmed Hamdi, 1 9. Asır Türk Edebiyatı Tarihi. 4 . B . . lst.uıbul, 1 976, s. 1 53. 1 10
KUSHNER. Davld, a.g.e .. s. 1 3: Cahun'a göre Türklerle Moğollar Çin ve lran Me deniyetleri arasında bir bağ oluşturmuşlardır. KUSHNER. Davld, a.g.e . . s. 1 4 .
111
AKÇURA, Yusuf. Yeni Türk Devletl'nln Öncüleri. Ankara, 1 98 1 , s. 23.
70
•
112
N e c a t i G ü lrepe SARINAY, Yusuf, a.g.e., s. 5 1 .
1 13
KUSHNER. Davld, a.g.e., s. 1 3.
1 14
Yavuz, "Müsteşrik Vamberl", Türk Yurdu. Yıl, 3, Sayı, 4 (52): 3 1 Teşrln-1 Evvel
1 15
ORKUN, Hüseyin Namık, a.g.e., s. 32.
1 16
ORKUN, Hüseyin Namık, a.g.e., s. 52.
1 17
LEVEND, Agah Sırrı, Türk Dlllnde Gelişme ve Sadeleşme Evreleri, 3.B .. Ankara,
1 18
TANPINAR. Ahmed Hamdi, a.g.e., s. 1 46: Modern Türkçe'nin Grameri "EncO
( 1 329). s. 968.
1 972, s. 8 1 . men-1 Daniş" tarafından ele alınmış. bunun düzenlenmesi Ahmed Cevdet Paşa ile Tanzlmat'ın ileri gelen llderlerlnden Mehmet Fuat'a verilmişti. KUSHNER. Da vld. a.g.e., s. 89- 1 49. 1 19
LEVEND, Agah Sırrı, a.g.e., s. 83: TANPINAR. Ahmed Hamdi, a.g.e., s. 2082 1 5: Ziya Paşa Hürriyet gazetesinde yayınlanan "Şiir ve inşa" makalesiyle Türk çeclllk yapmıştır. TANPINAR. Ahmed Hamdi, a.g.e., s. 336: Akçura'ya göre Ziya Paşa Osmanlı kellmeslnl Türk sözcüğünün karşılığı olarak düşünmüştür. AKÇU RA: Yusuf, a.g.e., s. 1 7.
1 20 121
TANPINAR. Ahmed Hamdi, a.g.e., s. 249-250. ERoGLU, Hamza, Atatürk ve Mllllyetçlllk. Ankara, 1 992. s . 53: FEYZloGLU.Tu ran. Atatürk ve Mllllyetçillk, Ankara, 1 986, s. 1 3: TANSEL. Fevziye Abdullah, "Ahmed Velik Paşa'nın Eserleri", Belleten. Sayı. 109 ( 1 964).
1 22
s.
1 37- 1 38.
ERoGLU, Hamza, a.g.e .. s.53: ORKUN, Hüseyin Namık. a.g.e., s.53: BANARLI. Nihat Sami. Reslmll Türk Edebiyatı Tarihi, cllt. ili. lstanbul. 1 97 1 . s. 1 069: Velik Paşa hakkında geniş bilgi için bkz. GÜRAY. Sevim. Ahmed Velik Paşa. Ankara. 1 966.
1 23 1 24
AKÇURA. Yusuf, a.g.e., s.43-44. ORKUN. Hüseyin Namık. s. 54. XIX. yüzyılın ikinci yarısında ve XX. yüzyılın . başlannda askeri marşlarda "Osmanlı" sözcüğünün yanı sıra 'Türk" sözünün de sık sık kullanılmaya �!anması anlamlı idi. Bu marşlar konusunda bkz. TANER!. Aydın, Türk Kavramının Gcllşmesl. Ankara 1 983.
s.
1 59- 1 63 : Süleyman Paşa
hakkında geniş bilgi için bkz. TEVEToGLU. Fethi. Süleyman Paşa. Ankara, 1 988 1 25
KURAN, Ercümend, "Ondokuzuncu Asırda Mllllyetçlllğln Türk Aydınlan Üzerin deki Tesirleri". Töre. Sayı, 86 (Temmuz 1 978). s. 22: All Süavl Türkçülük konu sundaki fikirlerini A. Lumley, Davlds"ln "Kltabü'I- llml'n-Nall il Tahsll-1 Sarf ve Nahv-1 Türk!, Grammatle Türke", adlı eserini esas alarak yazmıştır. KÖPRÜLÜZA DE. Mehmed Fuad, Mllll Edebiyat Cereyanının ilk Mübeşşlrlerl (lstanbul, 1 928), s. 45-46; Aynca Türkçülük ve Türkçcclllk konusundaki fikirleri için bkz. DANIŞ MEND, 1 . Hami, All Süavi'nln Türkçülüğü, Ankara, 1 942, s. 27-36.
1 26
KURAN, Ercümend. a.g. m . , Töre. sayı, 86 (Temmuz 1 978), s. 22: Tanpınar. Mustafa Fazıl Paşa'nın Yeni Osmanlılar Cemlyetl'ne yazdığı mektubunda Sü avl'nin fikirlerinde lsl.\ml kaldığını bellrtlr. TANPINAR. Ahmed Hamdi, a.g.e., s.
Türk�· ü l ü k
l'e
Tu ran
•
71
241 -243 1 27
Vatan makalesi için bkz. ÔZON, Mustafa Nihat, Namık Kemal ve İbret Gazetesi. Remzi Kitabevi, 1 938, s. 263-270.
1 28
Namık Kemal, Türkçe"nln Osmanlı Devletl'nde tek dll olmasını savunur. Bkz. TANSEL. Fevziye Abdullah, Namık Kemal'ln Hususi Mektubları, elit. il .. Ankara. 1 969, s. 23 1 -244.
1 29
MARDiN, Şerif, "Yeni Osmanlılar ve Slyasl Flklrlerl". TCTA. elit, 6, s. 1 70 1 .
1 30
AKÇURA, Yusuf, a.g.e., s. 5 1 -52.
131
KUSHNER. David, a.g.e., s. 92.
1 32
KURAN, Ercümend, 'Türk Tefekkür Tarihinde Ahmed Cevdet Paşa'nın Yeri", Ah med Cevdet Paşa Semineri, 27-28 Mayıs 1 985'ten ayrı basım, lstanbul. 1 986. s. 1 0- 1 1 ; Cevdet Paşa'nın diğer konulardaki görüşler! için bkz. MERİÇ, Ümit, Cev det Paşa'nın Cemiyet ve Devlet Görüşü. lstanbul. 1 975.
1 33
KÔPRÜ LÜZADE, Mehmed Fuat, a.g.e., s. 46.
1 34
KURAN, Ercümend, a.g.m .. Töre, sayı, 86 (Temmuz 1 978). s. 23.
1 35
KUSHNER. Davld. s. 44; Mlthat Efendi, Ankara, 1 986.
1 36
KUSHNER. Davld, a.g.e .. s. 44-45
1 37
MARDiN, Şerif, Jöntürklerln Siyasi Flklrlerl ( 1 895- 1 908). 2.B .. lstanbul. 1 983.
s.
86-91 1 38
ORKUN, Hüseyin Namık. a.g.e., s. 55.
1 39
SEVÜK, lsmall Habib, "Yeni Edebi Yenlllğlmlz. Tanzlmat' tan Beri T. Edebiyat Tari h i , lstanbul. 1 940, s . 3 1 3.
1 40
AKÇURA, Yusuf, a.g.e., s. 86.
141
AKÇURA. Yusuf, a.g.e., s . 9 1 .
1 42
AKÇURA, Yusuf, a.g.e., s. 1 02- 1 03; ORKUN, Hüseyin Namık, a.g.e .. s. 60.
1 43
ORKUN, Hüseyin Namık, a.g.e., s. 58-59; AKÇURA. Yusuf. a.g.e., s. 87-92
1 44
(iZBUDAK). Veled Çelebi, Hatıralarım, Türkiye Yayınevl. İstanbul. 1 986, s . 70.
1 45
MARDiN, Şerif, Jöntürklerln Siyasi Flklrlerl ( 1 895- 1 908), 2.B .. İstanbul. 1 983. s
146
ORKUN, Hüseyin Namık, a.g.e . .
1 47
AKÇRURA, Yusuf, a.g.e., s. 57.
1 48
AKÇURA, Yusuf, a.g.e., s . 1 1 1 - 1 1 2; GÖKALP, Ziya, a.g.e., s . 1 0.
.53.
1 49
LEVEND, Agah Sırn, a.g.e., s. 264-27 1 ; AKÇURA, Yusuf. a.g.e . . s. 1 1 3- 1 24; KURAN, Ercümend, a.g.m., Töre. Sayı, 86 (Temmuz 1 978). s. 24.
1 50
Geniş bllgl için bkz. TEVEToG LU, Fethi . Mü�üoğlu Ahmet Hikmet. Ankara,
151
Peyam·a atfen lsmall Gasp lrl nskl, Türkçülük Osman l ı l ı k . Türk Yurdu. c . 6 .
1 986. s.229 1 ..Makalenln başında Peyam reftklmlz, B u devlet Osm.lnlı devletidir. Bu saltanat Osmanlı saltanatıdır. Bu iklim Osmanlı lkllmldlr. Bu Usan Osmanlı llsanı dır demişler. Böyledir ama Osmanlı demek Türk demektir! başka bir şey olamaz. Çünkü Türklük bittiği gün Osmanlılık ( Peyam)ın tabirince bir mayasız bir unvan
72
•
N e c a t i G ü ltepe olup kalır.
1 52
İsmail Gasplrlnskl, a.g.m., s.229 1 .
1 53
İsmail Gasplrinskl, a.g.m., s.229 1 -2292.
1 54
Köprülüz.ade Mehmet Fuat, a.g.m., s. 700.
1 55
Gökalp, a.g.m., s. 759. Türkçülerin gayesi muasır bir İsl.\m Türklüğüdür.
1 56
Gökalp, a.g. m., s. 760.
1 57
Tunaya'dan naklen, Müessese terorlslnde Fikir, Şahıs, Kuvvet Unsurları Arasın daki Münasebetler ve lçleşme ameliyesi. l.H.F. , c. Vll. sayı 4. s. 1 089 Abdullah Cevdet de Türk-lsl.\m siyasetine taraftardır. Bkz. Kohen, a.g.e., s. 58.
1 58
Gökalp, An'ane ve Kaide. Türk Yurdu. c. 4, s.484.
1 59
Tunaya. T. Z, Amme Hukukumuz Bakımından İkinci Meşrutlyet'ln Siyasi Tefekkü-
1 60
Tunaya. a.g.m., s. 6 1 3 .
161
Tunaya, a.g.m., s . 6 1 3 . dipnotu
1 62
Gökalp , Millet Nedir?, Yeni Mec. sayı 70. Hatta Yeni Hayatta (Ziya Gökalp, ls
ründe Garpçılık Cereyanı. Ayrıbasım, s.29, .l.H.F. Mec . , s. 6 1 1 .
tanbul. Evkaf-ı İsl.\mlye Matbaası 1 9 1 8.) milleti ırka istinat ettiren görüşe karşı cephe alınmış ve bu reddolunmuştur, Sorma bana oymağımı boyumu . . . Beşbln yıldır millet gibi yaşarım, sorma bana ailemi, soyumu .. Soyum Türklük, soy bü yüğüm Hünkarım. . . (Millet adlı şiirden) Ağaoğlu Ahmet , Milli Cereyan, Türk Yurdu Mec . , cilt 8. Bazıları milleti ırkta aramışlardır. Bu nazariye bilhassa yarım asırdan evvel hakimdi. Bilahare ispat edildi ki, ırk yalnız başına milliyet değildir. s. 2529-2530. 1 63 1 64
Ağaoğlu Ahmet . a.g.m . . s. 2530. İsmail Hakkı , Milliyet ve Terbiye. (Konferans) Türk Yurdu 1 334, c. 1 4. , s. 90. Aynı fikir için bkz. Köprülüzade Fuat , Türklük, lsi.\mlık, Osmanlıcılık, zikredil miştir. s.699
1 65
Akbaş, Dr.M., a.g.e .. s.225.Hlç şüphesiz, bir milletin az.ası ekseriya aynı dili ko nuşurlar. Fakat bunun istisnaları o kad.u çoktur ki dil birliğini kıstas olarak kabul etmeye lmk.\n bırakm,u, lstlsn,,ı,u,, blllMssa lsviçre. Fransa. Belçlka'yı misal ola rak göstermek kabildir.
1 66 1 67
Türk Derneği Beyannamesi. Türk Derneği. lsıanbul t 327, s.3-4 Ziya Gökalp Bey Millet nedir? adlı makalesinde (zikredilmiştir) bu hususa işaret etmekten geri kalmıyor. Diyor ki, Millet. bir imparatorluk dahilinde müşterek bir siyasi hayat yaşayanların mecmuunda değildir. Mesela eski Osmanlı imparator luğunun umum tebaasına Osmanlı mil leti namını verme Osmanlı imparatorlu ğunun umum tebaasına Osmanlı milleti namını verme hata idi. Çünkü bu harita nın içinde muhtelif mllletler vardı.
1 68
İsmail Hakkı. a.g.m., s.88
1 69
Gökalp . a.g.m., s.53
1 70
Gökalp , a.g.m., s.53. Mamafih dedelerimin bir Kürt yahut Arap muhitinden geldiğini anlasaydım yine Türk olduğuma hüküm vermekte tereddüt etmeye-
Tü r k ç ü l ü k
ve
Tu ran
•
73
cektlm. Çünkü milletin yalnız terbiyeye istinat ettiğini de içtimai tetkiklerimle anlamıştım. s.5 4. 1 71
Gökalp , a.g.m., s.53
1 72
lsmall Hakkı . a.g.m .. s.89
1 73
Gökalp . a.g.m., s.53
1 74
Ağaoğlu Ahmet . a.g.m., s.2530. Aynı zamanda lsl.!mda Dava-yı Milliyet, Türk Yurdu, cilt 6, s.2324
1 75
İsmail Hakkı . a.g.m., s.88
1 76
Gökalp . Yeni Hayatta Vatan adlı şiiriyle bu yurtseverlik duygusunu müşahhas bir şekilde canlandırmıştır. Vatan adlı şiirden bir parça, Bir ülke ki toprağında başka ilin gözü yok. Her ferdinde mefkure bir, lisan. adet. din birdir Mebusanı temiz. orada (Boşo)ların sözü yok Hadd-1 dinde evlatları seve seve can verlrl Ey Türk oğlul işte senin orasıdır vatanını Bunun gibi eski lfar çağında. Okur yazarlardı halkın kıblesi Yeni hayat dedi, hayır mukteda Halktır. deha ancak onun hamilesi . . . Okumuşlar, bırakınız gururu Milli harsı öğreniniz milletten . . . O vicdandır. sizse onun şuuru Göksüz şuuru uzak değil cennetten . . . Doğru sanat, doğru ahlak. doğru din Hep ondadır halk içine dalınız; Dahi gibi her hatadan pak. emin Olmak için feyzi ondan alınız. . .
1 77
Bu bakımdan Türkçüler modern millet tarlline yaklaşmışlardır. İsmail Hakkı a;g.m; millet maddi ve mütebellir bir cisim değil manevi ve içti mai bir varlıktır. Bu varlığı arayıp bulacağız Din. ahlak, sanat . . . hususund.1 mille •
tin yetiştirdiği en güzide fertleri kendimiz için rehber edinmeliyiz. Gökalp. Türk çülüğün Esasları. Zikredilmiştir. Güzldeler medeniyete maliktir. Halkda hars var dır. O halde güzldelerln halka doğru gitmesi şu iki maksat için olabilir. 1 . Halk tan
harsı bir terbiye almak için halka doğru gitmek. 2. Halka medeniyet götür
mek için halka doğru gitmek. s.37.
t 78
Köprülüzade Mehmet Fuat , Türklük, İslamlık. Osmanlılık. zikredilmiştir. Türk yurdu Mec., c.4
t 79
Ahmet Agayef . lsıam'da Davay-ı Mllllyet. Türk Yurdu 1 329. c.6. s. 1 388
74
•
1 80
N e c a t i G ü ltepe Gökalp, Ziya, Turan Nedir? Yeni Mecmua Sayı 3 1 . Bugün Avrupalılar Türk ülke sine Türkiye dedikleri gibi vaktiyle lranlılar da o zamanki Türk haritasına Turan namını verirlerdi. Eski ve yeni Türk vatanlarının bu iki ismi şeklen ecnebi olmak la beraber her ikisi de milli bir cevherden, yani Türk isminden iştikak etmiştir. Eski İranlılar bu kelimenin menşelnl şöyle izah ederlerdi, lran esatirine göre Fe rudun'un lre, Tur, Selim namlarında üç oğlu varmış. !reden İranlılar. Turdan Tu ranlılar, Selimden de Samiler türemiş. Tur kelimesi lafzından anlaşılacağı veçhile Türk kelimesinin haHHeştlrilmlş bir şeklinden ibarettir. O halde Turan kelimesi eski zamanlarda bu günkü Türkiye tabirinin ifade ettiği manaya delalet ediyor du. Yalnız şu fark var ki bu gün Türklye'de Türk kavminin yalnız küçük bir kısmı sakin olduğu halde o zamanki Turanda Türkler beraber bulunuyorlardı. Binaena leyh Turan kelimesi bütün Türkleri cami olan büyük bir kavmi zümrenin ismidir. Turancılık ise bu cereyanın ismidir. Ancak Gökalp'ln ifade ettiği Tur kelimesi Türk kelimesinin haHHeştlrllmlş şekil değildir. Çünkü bir telakkiye göre; Türk kelimesi şark ve şimal Türklerinde Türük, Turuk suretinde söylenir ve kelimenin yani mas tar olarak turmak-ayağa kalkmak, yukarı kalkmak manası vardır. Turmak şimdi durmak dediğimiz kelimenin eski şekildir. Turgan-Turan da yüksekte olan, yuka rı kalkan demektir. Çlnlller de zaten Türklere kendi dlllerlnde dağlı, yüksek yer de oturan derlermiş. Toruk, Törük-Türk Türk de o demektir. Farsların (u) yu uza tarak Turan dediği yüksekte duran manasında Turan=Duran kelimesi olsa gerek tir.
181
M.Kohen, a.g.e, s . 49-50-5 1 .
1 82
Gökalp. Türkçülüğün Esasları. Bu gün harsça birleşmesi kolay olan Türkler, bil hassa oğuz Türkleri, yani Türkmenlerdir. Türkiye Türkleri gibi Azerbaycan, İran ve Harzem ülkelerinin Türkmenleri de Oğuz uruğuna mensupturlar. Binaenaleyh Türkçülüktekl yakın melkuremlz Oğuz ittihadı, yahut Türkmen ittihadı olmalı dır. . . . Fakat bugünkü melkuremiz Oğuzların yalnız harsça blrleşmesldlr. Türkçü lüğün yakın hedeH bu büyük kıtada yalnız bir tek harsın hakim olmasıdır. s.2 1 22
1 83
Gökalp , a.g.e. , s.23
1 84
Gökalp , Turan Nedir. zlkredllmlştlr.s.82
1 85
Gökalp , a.g.e .. s. 83
1 86
Gökalp , a.g.m .. s.84
1 87
Gökalp , a.g.m .. s.84
1 88
Gökalp , Türkçülüğün Esasları . Zlkredllmemlştlr.s.23
1 89
Gökalp , a.g.m .. s.24
1 90
M. Kohen , Türkler Bu Muharebede Ne Kazanablllrler? Zlkredllmlştlr.s.62. Muta savver olan mukadderdir sözü de determlnlsmln açık bir belirtisidir. Zaten içti mai hadiselerde bir zorunlu münasebet görmek aşağı yukarı Türkçülerin ekseri sinde görülmektedir.
191
Gökalp , a.g.e. . s.20
Türk�· ü /ü k
ve
Turan
•
75
AHMET FERiT TEK KİMDİR? (Bursa Rumi 23 Şubat 1 294-7 Mart 1 878-lstanbul 25 Kasım 1 97 1 ) ,
Türk siyaset adamı ve yazarı . İ stanbullu bir aileye mensup tu. Babası maliye muhasebecilerinden . Mustafa Reşit Bey, bü yük babası kadı Asım Efendi, dedesi Yeniçeri ulemasından Sa dık Efendi idi. Ahmet Ferid ' in doğduğu evi , Kadı Asım Efendi yaptırmıştı. Ahmet Ferid'in annesi , Uludağ güneyinde, Adırnas köyünden Şehid İ brahim Ağanın kızı Hanife Leyla Hanım idi. Ahmet Ferid İ stanbul'da rüştiye mektebini bitirince Kuleli Aske ri İdadisine girdi. Harbiye'ye 1 3 1 O ( 1 894- 1 895)'da ve müla zım-i sani rütbesi ile 1 3 1 2 ( 1 896- 1 897)'de erkan-ı Harbiye mektebine geçti. Erkan-ı Harbiye mektebinde okuduğu yıllar da, Harbiyeliler ara5ında Meşrutiyet taraftarı hareketler başla mıştı, fakat kendisinin bunlarla ilgisi yoktu. Meşrutiyetçi öğren cilere karşı 1 3 1 3 ( 1 897- 1 898)'te takibat başlayınca, arkadaşı Akçuraoğlu Yusuf u korumak isteği sonucunda, Ahmet Ferid de tutuklandı. Arkadaşları ile beraber olmadığını söylemek onlara sadakatsizlik gibi görüneceğinden kendini savunmadı . Genç harbiyeliler, Taşkışla'da muhakeme edildikten sonra, "Şeref' va-
76
•
N e ca t i Giiltepe
puru ile Trablusgarb'a sevk edilip kale altındaki zindana hapse dildiler. Bir yıl sonra kısmi bir af çıkınca, Ahmet Ferid, rütbe tenzili ile Trablusgarb Erkan-ı Harbiye sinde istihdam edildi. Ahmet Ferid ve arkadaşı Akçuraoğlu Yusuf, t 900 yılında kayık ile Tunus'a kaçıp oradan Paris'e gittiler. Ecole des Seinces Politi ques'te okuyan iki arkadaş 1 903'te mezun oldular. Ahmet Fe rid , Paris'tekl "jeunes Turcs" denen Meşrutiyetçi çevreleri n kongrelerine iştirak ediyor, "Şura-yı Ü mmet" adlı gazetelerine yazı yazıyor, fakat Osmanlı hükümetine karşı, yabancı devletle rin yardımını istemek temayüllerine itiraz ediyordu . Siyasi tari hi bilen Ahmet Ferid, her yabancı müdahalenin Türkiye'nin aleyhine olacağını düşünüyordu . Akçuraoğlu Yusuf, Kahire'den çıkan 'Türk" gazetesinde 1 904'te, " Ü ç Tarz-ı Siyaset" adlı yazısı nı yayınlamıştı. Aynı gazete, bu yazı hakkında başkalarının da mülahazaları arasında, Ahmet Ferid'in de düşüncelerini yayınla mıştı . Ahmet Ferid , siyasi şartlar değiştikçe, Türklye'nin o sıra daki durumunu kuwetlendirecek imkanları aramak ve pragma tik bir siyaset gütmek lüzumuna inanıyordu . Daha sonraki ifa desi ile "Kayı Han Türklerinin . . . . muazzam ve muhteşem eseri" Türk devletinin korunması Ahmet Ferld'ln önde gelen kaygısı idi (22 Eylül 1 327 tarihli " l fham" gazetesindeki başyazı) . Ahmet Ferld'ln siyasi şahsiyeti , genç yaşta belirmiş bulu nuyordu. Hitabeti kuwetll yazı üslubu derli toplu ve heyecanlı idi. Meşrutiyet'in ilanı üzerine İ stanbul'a dönen Ahmet Ferid, "Şura-yı Ü mmet" gazetesi başyazarı ve Meclis-i Mebusan baş katibi oldu. Mülkiye mektebinde 1 324- 1 329 ' 1 908- t 9 1 3) ara sında siyasi tarih müderrisi idi. Kütahya mebusu iken ( 1 3251 327/ 1 909- 1 9 1 2) , Dahi liye Encümeni azası olarak, " İ dare-i umumiye ve idare-i hususiye-i vilayet Kanunu"u kaleme aldı.
Türkçülük
ı•e
Tu ran
•
77
Balkan Harbinde, kendisine erkan-ı harp yüzbaşısı rütbesi iade edilerek Çatalca'da hizmet gördü. İ ttihat ve Terakki Fırkasına mensup olmakla beraber, Mec liste hükümeti açıkça tenkit eden Ahmet Ferid, fı rkadan tart edilip 1 325 ( 1 9 1 2)'de Milli Meşrutiyet Fırkası'nı kurdu ve " İ f ham" gazetesine başyazılar yazmaya başladı. Ahmet Ferid, o yıllarda mevcut "Osmanlılık", İ slami Hilafet ve Turan mefkuresi gibi akımlara, 1 327 ( t 9 t 2)'de kurulan Türk Ocakları'nın ilk reisi olarak şu cevabı veriyordu: "Esas-ı metin Anadolu Türkleridir" (Rumi 1 330 tarihli "Nev-sal-1 Milli). İ ttihad ve Terakki siyasetlerini tenkit ettiği için Ahmed Fe rid , Talat Paşa'nın husumetini çekmişti . Bunun işareti , kısa bir süre için Bursa'ya nefyedllmesl oldu. Mahmud Şevket Paşanın katli hakkında, " İ fham" da çıkan haber vesilesi ile 22 eylül t 9 l 2 ile t 3 haziran 1 9 1 3 arasında Ahmet Ferid'ln başyazılarını basan bu gazete kapatıldı ve Ahmet Ferid uzun bir menfaya yollandı. Sinop ve Bilecik'te geçen menfa yıllarında 1 . Dünya Harbi çık mıştı. Eski erkan-ı harp zabiti olan Ahmed Ferid'in orduya ilti hak isteği reddedildi. Ahmed Ferid, Turan mefkuresini siyasi bakımdan tahlil ile, Avrasya'nın muhtelif yerlerindeki Türk kol larının ayrı devletler kurabilecekleri ümidini ifade ediyordu. 1. Dünya Harbinin Türkiye aleyhi ne dönmesi üzerine bir hükümet değişikliği tasarlayan Talat Paşa, Ahmed Ferld'I Blle cik'ten çağırıp bir siyasi parti kurmasını teklif etti. Böyle bir te şebbüste Türkiye için fayda göremediğini düşünen Ahmed Fe rid, o zaman istiklalini yeni elde eden Ukrayna'nın merkezi Kl ev'e başkonsolos olarak tayin edildi. Kiev'den İ stanbul'a döndüğü zaman, mütareke ilan edi l miş, şehir yabancı orduların işgaline girmişti. Mllllyetçl gruba iltihak eden Ahmed Ferid, onların mümessili olarak Damat Fc-
78
•
N e c a t i Gültepe
rid Paşa' nın koalisyon hükümetinde Nafıa nazırı ve Maliye nazır vekili oldu. Fakat Sevres muahedesi hazırlıklarına itirazı sebebi i l e Ferid Paşa i l e anlaşamayarak kabi neden ayrı l d ı . Ekim t 9 t 9'da Milli Türk Fırkası'nı kuran Ahmed Ferid , " İ fham" gazete sini tekrar neşre başladı. Mustafa Kemal Paşanın ilk beyanna mesi, " İ lham" gazetesinde ( 1 9 ve 20 ekim 1 9 1 9) yayınlandı . Ahmed Ferid, t 920'de İ stanbul mebusu olarak Osmanlı Mecli sine girdi. O yıl , t 6 mart 1 920'de işgalci kuvvetler Osmanlı Meclisini bastı ve Ahmet Ferid saklanmak mecburiyetinde kal dı. Aznavur mahkemesi tarafından mahkum edilmişti. O sıra da, Kuvva-yi Milliye ile Fransızlar arasında bir mübadele anlaş ması sonucunda, Ahmed Ferid , bir Fransız harp gemisi ile Vani köy'den alınarak Mudanya'ya bırakıldı. Rumi 1 336 yılının 30 mayıs günü ( 1 2 haziran t 920) Ah med Ferid, Ankara'da ilk Türkiye Büyük Millet Meclisinde İstan bul mebusu olarak yerini aldı. Maliye vekilliği de uhdesine ve rilip, 1 8 mayıs 1 337 ( 1 haziran 1 92 1 )'ye kadar bu vazifede ka larak, Kuvva-yl Milliye Hükümctlnln ilk bütçesini tanzim etti. Bu hizmetleri için daha sonra i stiklal Nişanı ile taltif edilecektir. Onun bu devreye kad.u fa,,llyetl hakkında vesikalar kısmen ya yınlandı ('Türk Kültürü" Ar.llık 1 97 1 , 1 1 O. sayı). Ahmed Ferid , 1 33 7 - 1 339 ( 1 92 1 - 1 923) yılları arasında, Ankara Hükümetlnln mümessili olarak Fransa'da vazife gördü. Bu sıradaki mümtaz hizmeti, eylül l 922'de Çanakkale'ye ilerle yen muzaffer Türk ordularının karşısına müttefik kuvvetlerin çıkmamasını temin yolunda idi. Fransız Hariciyesinden Laroche ile görüşmesinde, Ahmed Ferid, Türk ordusunun hamlesinin durmayacağı ve bir çatışma imkanı olacağını ima ile, Fransızla rın çekilmesi gerektiğini telkin etti. Teşebbüsünün muvaffakiye tini Türk Hariciyesine 1 8 eylül 1 922 tarihli telğrafında bildiri :
Türkçülük
ve
Tu ran
•
79
"Laroche ile görüştüm. İ stanbul fevkalade komiseri, alelacele çekiliyor görünmemek şartı ile, Çanakkale'yi tahliye etmek ve bizim kıtaatımız karşısında, katiyen Fransız kıtatı bulundurma mak emrini almıştır." Fransızlar çekilince, İ ngilizler de yalnız kal mamak endişesi ile çekilip Türk ordusu önünde İ stanbul yolu ,ıçılmış bulunuyordu (Bu hususta bazı vesikalar 1 973'te 'Türk Kültürü Araştırmalara"nın Cumhuriyetin 50. yıl dönümüne ar mağan edilen sayısında çıktı .) Lausanne Antlaşması çalışmala rında da müşavir olarak Ahmed Ferid çağrılmıştı . Cumhuriyet'in ilk dahlllye vekili olan T. 1 923- 1 925 arasın da, Köy Kanunu'nu yazdı ve Anadolu'da o devirde yaygın eşkı ya ile başarılı bir mücadeleye girişti . Daha sonra devamlı olarak Dışlşlerl hizmetinde bulunan Ahmed Ferid, 1 925- 1 932 arasında Londra'da, 1 933- 1 939 yılla rında Varşova'da, 1 939- 1 943 yıllarında Tokyo'da büyükelçlllk yaptı. 1 943'te emekliye ayrıldı. İ stanbul'da Modada bugün adını taşıyan sokaktaki evinde vefat etti. Ölümünden bir gün önce, dış siyaset hakkında biti remediği, fakat sonradan 'Türk E.debiyatı 'nın E.kim 1 973 sayı sında çıkan bir makaleyi yazmakta idi . (LE.sin)
Tii r k ç ü l ü k
ve
Tu ran • 8 1
AHMET FERiT TIK VE "TURAN" KiTABi ÜZERİNE Matbuat hayatımızın henüz halledllmemlş dertlerinden bi ri de müstearlar meselesidir. Birçok kitabın ve mevkutenln üze rinde görülen müstearın altında saklanan gerçek isimler ya hiç bilinmemekte veya daha vahimi yanlış tahminlerde bulunul maktadır. Bu şekilde meselelerin halli bir yana, aksine halledil meyi bekleyen yeni meseleler yaratılmaktadır. Diğer taraftan edebiyat dünyamızın ön safında yer alan şahsiyetlerin müstear larının tespit edilememiş olması, onlar hakkında yapılan araştır maların da, en hafif bir ifade ile, eksik kalmaları neticesini do ğurmaktadır. Bunun dikkate değer örneklerinden biri Cenclp
Şahabeddin'in Ahmecf Peyman müstearıyla Tanin'de neşrettiği birçok yazının, hakkındaki biyografilerde hiç tetkik ed llmemlş olmasıdır. 1 Bir başka örnek Şehbender zade Ahmed Hilmi' nin Özdemir müstearıyla neşrettiği Türk ruhu nasıl yclpılıyor isim li eserinin, hakkında yazılanlarda dikkate alınmamasıdır2 Ör nekler daha da artırılabilir. Meselenin dikkate değer bir başka yönü ise hangi isimlerin müstear olduğunun bile tam manasıy la bilinememiş ve tespit edilememiş olmasıdır.
82
•
N e c a t i G ii l t ep e
Sahipsiz müstearların hir mesele teşkil ettiği muhakkak ise de daha ciddi ve tehlikeli bir baş1<.a mesele müstearlara, üstelik de en küçük ve mütevazı bir araştırma blle yapılmaksızın, yan lış sahipler bulunmasıdır. Böyle bir durumda bir taraftan kitap veya basılı metinler; diğer taraftan ise müessirler, yani eser sa hipleri hakkında yanlışlıklar veya haksız ve talihsiz değerlendir meler yapılmaktadır. Bu sahadaki en dikkate değer örnek, üze rinde durmak istediğimiz, Turan lslmll bahtı kara ve kadersiz bir kitaptır. Tekin imsazıyla 1 330'da neşredilen kitap, üzerinde pek fazla düşünülmeksizin, Tekin Alp müstearının sahibine, Moiz Kohen' e atfedilmiş, kütüphane 1 ve kltapçı4 kataloglarına da bu yanlış bilgi ile girmiştir. Bu esnada ise hiçbir araştırmacı Moiz Kohen'in müstearını neden kısaltmış olduğu meselesi üs tünde durmak ihtiyacı hissetmemiştir. Halbukl bu hususta ce sura ne bir hüküm vermemek için elde kaft işaretler vardı. Ev vela müstear kısaltılmıştı , bu niçin ve hangi gerekçe ile yapıl mış olabilirdl7 M. Kohen , Tekin Alp yerine niçin Tekin'i tercih etmişti? İ kincisi, eserlerlnln llst�!>lnl verirken makalelerini bile zikrettiği halde, pek de küçümsenemeyecek hacimdeki ' 1 43 S.) bir kitabını niçin zikretmemişti ?' Ü çüncüsü, daha sonra aynı mesele etrafında yazmış olduğu Kemc1//zm6 ve Türk ruhu1 ki taplarında Turan , bir satır halinde blle olsa, niçin hatırlanma mıştı? Bu meselede araştırma yapanlar, yazarının bir Osmanlı Ya hudi'si olduğuna karar verdikten sonra kitap ve tabi atiyle M. Kohen hakkında mesnetsiz yorumlarda bulunmuşlardır. Bu yo rumların, kitabın bir Türk tarafından kaleme alınmış olduğu ger çeğinden sonra nasıl bir muhtevaya kavuşacağı, çok dikkate değer bir mesele olarak, araştırmacıların gündeminde yeniden yerlerini alacağı muhakkaktır.
Tü rkç ii l ü k
ve
Turan
•
83
Kohen'i tetkik eden tafsilatlı ilk yazılardan8 birinde Tu ran 'dan yapılan bir iktibastan ('Turan yaşıyor, fakat Çin'li pençe si ve Rus çizmesi altında yaşıyor: Turan, esir ve mahkum; Turan hakir ve mazlum! Onu bu halde bırakmak, Türklük için en bü yük zillettir. Gözünü açmış milliyetini tanımış her Türk'ün en birinci, en mübrem, en mukaddes vazifesi, vazife-i milliyesi, onun imdadına koşmak ve onu Çin ejderi ile Rus kartalının kan M.
•
lı tırnaklarından kurtarmaktır." S. t 36). Sonra şu hükmü veriyor: "Yukarıdaki satırları bir Türk yazsa "cahilane milli heyecanı na" verilir. Fakat saf Türk gençlerini tahrik edecek bu kışkırtma ları t 9 t 4'te bir Yahudi yazarsa, acaba neye yormak gerekir! Sa rıkamış'ta, Rus esaretindeki Turan ülkesini kurtarmaya giden Enver Paşa'nın ordusundaki seksen bin müslüman evladının ölümünde, bu Yahudi, şu satırları ile suç ile suç ortağı değll mi dir?" Bir diğer iktibasa ("Devrimizin milliyet ve ırk devridir. Hat ta milliyet devri bile geçiyor da ırk devri geliyor. Küçük milll yetler yaşayamıyorlar. Her ırk aksamını tefrik eden hudutlarını yıkarak birleşmeye doğru yürüyor". S. t 38) dayanılarak yapılan yorum ise şöyledir: "Bu sözleri de, o tarihte Filistin'de kurulma ya başlanan Yahudi devleti için söylüyor olmalı."9 Bir başka kitabın ' 0 " İ slamı yıkmak için her kalıba giren Ya hudi" başlığı altında ıyloiz Kohen'e ayrılan bölümünde de aynı kitaba, yani Turan 'a dayanılarak yapılan yorum şudur: "Yine aynı tarihte yazdığı Turan adlı eserinde Türklerin Tu ran idealinde titreyerek ayılacaklarını yazmıştır. Bunun sonunda da sinelerinde Cengizlerin tahtı kurulmuştur. Yani açıkça barbar bir Türk kavmi isteniyor. Cengiz'in yolu salık verlllyordu. Kendi Yahudi ırkçılığından bütün çalışmasını Türkçülük üzerine teksif ederek asrın ırkçılık asrı olduğunu söylüyor, milleti bölmek için,
84
•
N e ca t i G ü ltepe
daha doğrusu Müslümanların ümmet bağını koparmak için bile bile d iğer kavimleri de ırkı bağlara sarı l mayı , ı rkı ve kavmi gruplar teşekkül ettirmeyi planlıyordu" 1 1 Bir Osmanlı Yahudisine atfedilen Teki n müstearının hika yesinde son senelerde bir Yahudi Türkiyatçı , jacob' M, Landau da yerini almış ise de yeni bir şey söyleyememiş ve böylece bir Türk' e ait olup bir Yahudi vatandaşımız atfedi len müstear me selesinde Türk araştırmacılarının yanlışına o da ortak olmuştur. Gerçekten de
Landau önce Pan-Turkism in Turkey ( London,
1 98 1 ) isimli eserinin kitabiyatında (S. 1 92) eseri Tekin Alp'a at fetmi ş , daha sonra hakkında yazd ığı biyogratlde ( Tekin Alp,
Turkish Patriot 1883- 1 96 1 , iistanbul , 1 984, 362 S.) meseleyi tartışmış ise de yine aynı kanaate varmıştır. Landau 'nun mese leye ayırdığı paragrafı şudur12: " t 9 1 4 yılında İstanbul ' da yayınlanan Tur,111 ağırlığın Turan'ı oluşturan bahtiyar topraklara hasredllcllgl ve bu coğrafyan ı n Türk menşeli bütün halkların vat,,nı olduğu . ayrıca istikbale dair siyasi imaların göz önünde tutulduğu bir kitap olarak Pan-Tür klst fikirlerin Türkçe deki uzun bir lz,ıhını verir. Bununla birlikte, kitapla alakalı olarak , önce yazarının kimliği meselesini çözme miz gerekir: Hem blbllyogratlk çalışmalarda ve hem de değişik yazarların kitaplarıyla birlikte, içlerinde Mllll Kütüphanenin de bulunduğu Türklye'nln en muteber kütüphanelerinin katalogla rına Turan, Tekinalp'a mal edllmektedlr. Bununla birl ikte halle dilmesi gereken iki mesele önümüzde d uruyor: E.vvela kitap Tekin imzasını taşımaktadır ki M. Kohen ne önceleri ve ne de sonraları böyle bir müstear isim kullanmamıştır; ikinci olarak ne sonradan yazdıkları ve ne de onun hal tercümesi bu kitabın onun olduğuna dair herhangi bir atıf ihtiva etmemektedir. Buna rağmen Turan, onun tarafından yazıldığını iddia eden kaynak-
Türk ç ü l ü k
ve
Turan
•
85
ların söylediği gi bi , gerçekte de Tekinalp tarafından yazılmış olabilir. Üstelik, Türkiye'de Turancılığı aforoz eden Kemalist ida re devrinde Tekinalp'in söyle bir kitabın yazarı olduğunu ilan etmek istemeyişini daha iyi anlayabiliriz. Bu deliller tam bir ka tiyet ifade etmese de, bazı kayıtlarla, Turan 'm yazarının Teki nalp olduğunu kabul etmek gerekir." Görüldüğü gibi mesele Landau'nun katkı larıyla biraz daha içinden zor çıkılır hale geti rilmiştir. Halbuki yazd ığı eserler vesi lesiyle Türk Yurdu'nu taramış görünen 1 3 yazar Landau , müste arı n , hiç değilse, M. Kohen'e alt ol mad ığını bulabilmeliyd i . Gerçekten d e Türk Yurdu Kütüphanesi neşriyatından olan kita bın okuyuculara şu veya bu surette duyurulmuş olması gerekir di. Hiç değilse kitabı alakaya değer bulan herhangi bir araştırt macının Türk Yurdu'nun 1 330 senesi clldlnl şöyle birkaç daklk<ı karıştırması bile onu bu yanlıştan kurtarablllrd l . Bir yanlış bu ka dar uzun ömürlü olabilmişse sebebi araştırmalarda en temel ve sade ilmi metot kaidelerine uyulmaması veya birçok kere me totsuzluğu n , ne demeli , adeta tercih edilmiş olmasıdır. Su tav rın zaman zaman ne kadar vahim neticeler doğurduğunu üze rinde d u rd uğumuz örnek, izaha muhtaç olmayacak açı klıkta, göstermektedir. Nitekim Turan'ın yazarı için Türk Yurdu'nda çıkan tanıtma yazısında 'Tekin müst�ar adı altında gizlenen Turan muharriri Osmanl ı -Türk m ufıarrir ve edipleri arsında şayan-ı dikkat bir mevki işgal etmiş olan bir zattır" denilmektedir (Yı l . 3, C. 7. sa yı. 5, ( Şubat 1 330, S. 2494). Mecmuadaki tarihin Mlladl karşı lığının 1 8 Şubat 1 9 1 5 olduğu göz önüne alınacak olursa kitabın baskı tarihinin de 1 9 1 5 olarak tashihi gerekmekted ir. Mecmu anın aynı cildinde Türkler bu muharebede ne kazanabilirler ki tabının yazarı ise 'Türkçülüğü anlayan ve takdir eden vatandaş-
86
•
N e c a t i G ü l t ep e
larımızdan M . Kohen Efendi" olarak takdim edilmişti (Yıl. 3, C. 6, Sayı. 1 2, 27 Teşrin-i sani 1 330, s.24 1 4) . Kısaca Turan ' ı n bir Türkün kaleminden çıktığı gereceğinin del i l i onun neşred ildiği günden, yani 1 9 1 5 şu batından beri
Türk Yurdu mecmuasında bulunuyordu . Bu Türkün isminin Ah met Ferid Tek (7 Mart 1 878-25 Kasım 1 97 1 ) olduğunu ise ölü mü üzerine kızı Emel Esin tarafından yazıl mış bulunan etraflı hal tercümesinden14 öğreniyoruz ( Türk Kültürü, sayı: 1 1 0, Ara lık 1 97 1 , s. 57-62). Hal böyle i ken tam üç çeyrek asra varan bir zamandan be ri İkinci Meşrutiyet devri Turancılık düşüncesinin en dikkate de ğer beyannamelerinden biri sayılması gereken kitabın gördüğü alakaya rağmen bu derece yanlış tanınmış olmasını , memleke timizde yapılan tarih-ve tabii diğer araştırmalarında ilim meto du bakımından, en insaflı bir ifade ile, ne büyük eksikliklerle melül olduklarının çarpıcı ve aynı umanda trajik bir delili ola rak ifadeye şayan buluyoruz. (Ali Bi rinci , Matbuat Aleminde Birkaç Ad ım, İstanbu l , 1 992 Sayfo, 1 7 -22.)
NOTLAR 1.
Baha Tevfik. "Memurlara gazetede yazı yazdırılmıyor", Darbe, No: 9 1 -6 (25 Tem muz 1 327)s.4.
2.
Darü'l-hllafe, Hikmet matbaa- 1 lslaınlycsl, 1 329, 37 s. ikaz-! mlllet kütüphanesi.
3.
Milli Kütüphane, EHT 1 949 A 288.
No. 1 . 4.
Libralre de rera Katalogu (Haz. Ayhan Aktar, Uğur Güraçar, Nedret içli, Turgut Kut) lstanbul, ( 1 990). sıra nu. 1 465.
5.
Tekin Alp. Türkleştirme . lstanbul, 1 928 arka kapaktaki neşriyat listesi.
6.
lstanbul. 1 936, 347 s.
7.
İstanbul. 1 944, 287 s.
8.
M. Ertuğrul Düzdağ. Dünden Yanna İbret Aynasında Çehreler. lstanbul, 1 978, s. 249-300.
Tü r k ç ü l ü k
ve
Tu ran
•
87
9.
iktibasların metni için: age.s.266-267.
1 O.
Sadık Al bayrak, Devrimin Çıkıl Taşlan. lstanbul. 1 979, s. 1 37- 1 4 1 .
1 1. 1 2.
a g e. s. 1 1 .
1 3.
Landau'nun blbllyograf'yasında (Pan-Turklsm in Turkey. s. 1 9 1 ) Türk yurdu·nun
1 4.
Türk Anslklopecllsfnde bulunan A.F.Tek maddesi de (Ankara. 1 982. C. 3 1 , s. 28-
lktlbasın metni: a.g.e . . s . 1 39.
1 9 1 1 - 1 9 1 8 devresini taradıgı kaytılıdır. 29) yine Emel Esin tarafından yazılmıstır. Yeni Türk Anslklopecllsf ndekl madde de bu maddenin hülasasından ibarettir.
Tu ran
•
89
TEKİN TURAN Turan - İl Han'ılan (:engiz Han'a - Çinli Pen ç esi v e R ll8 ÇizmeHİ Ahunsu - Ahınyurl - Ye�il VP Sarıova - Hanhahk'ılan Sııhanbalık'a mı?, Baygöl'ılen GiizelılPnize mi? - Yeni Turan - Yeni Cengizlik Tiirk Yıırrlıı Kitaphanesi Akkıı rıını
-
"Kacl.,r" Mathaası ı :no
TU RAN
Turan bir tabir-i tarihi değlldlr. - lmparcttorluklctrm kem/i.li zevaldir. Dünyada yalmz lfklilr pc1yldar olacaklctrdır. - Flkr-1 mll liyet, hakk-ı milli ve saltanat-ı milliye - Devlet ölür, mlllet öl mez. - Millet nedir 7 - İşte Türk odur. Bugün,- Turan ne demektir? Diye Gospodin Sazanofa so rulsa, hiç şüphe yok, -Bu, bir tabir-i tarihidir! d iye cevap veri r. Tıpkı bundan yüz sene evvel , Metern i h ' i n , -İtalya bir tabir-1 coğraftdir! dediği gibi . . . Halbuki İtalya bir tabir-i coğrafi olmad ığını çabucak isbat etti . Nemçe başvekilinin lakayd bir tavır ile verdiği hükm-1 si yasiden kırk, kırk beş sene geçmemişdi ki koca, muazzam ve vahid bir İtalya, topu, tüfeğ i , hükümeti , milleti , hülasa saltanat
i milliyesiyle meydana çıkıverd i . . . Hem de ilk silahını metbu ' - ı sabıkına çevirmek, i l k süngüsünü onun sinesine saplamak şar tıyla! . . - Kimbilir, Turanda b i r g ü n , metbu ' - ı lahıkına aynı muame leyi yapmayacak mı?
90
•
A h m e t Ferit Te k
- Ne zaman? Daha ne kadar bekleyecek? Ne kadar müd det esir yaşayacak? .. -Bu meçhul! Fakat malum olan bir şey var ki o da şu: Bir gün gelecek -belki de pek yakın- ve muhakkak Turan da bir tablr-i tarihi olmadığını Isbat edecektir. . . Doğru, pek doğrul Bugün, Turanı ezen ağırlık yenilmez, yıkılmaz bir ağırlığa benziyor. iki imparatorluk onun nahif ve narin vücudu üzerine çökmüş ve oturmuş! Öyle iki imparator luk ki , biri dünyanın en büyük cemlyet-i siyasiyesine amir, di ğeri ru b' -ı meskQnun altıda birine hakim . . Dört yüz milyon Çinli ve yüz kırk milyon Rus . . Asya'nın ve Avrupa'nın en büyük iki imparatorluğu! Şimdi bu sıklet, bu kabus bizi ezerken kolayca silkinmek, kalkmak ve yeni bir hayat kazanmak mutasawer midir, kabil midir? Evet, itiraf ederiz ki güçtür. Lakin, hiç de gayr-1 kabil değil dir, Çünkü Çin ve Rusya bir millete hakim birer devlet değil, milletlere amir birer imparatorlukdur. İmparatorların kemali ise zevaldir; İnkırazdır. İnkısamdır. Dünyada yalnız milletler ve ırk lar p.'.\yldar olacaklardır. İmparatorluklar, er geç inkıraz, ve inkı sama mahkumdurlar. . Tarih meydanda! Dünyaya yalnız Rusya ve Çin imparator luklan gelmedi . Onlardan daha büyük, daha kavi, dı:tha muaz zam ne şehinşahlıklar geldl, geçdll . . İşte İskender'ln imparatorluğu: Venedlk denizinden İndüs mansablarına, Maver.'.\ünnehlr'den , Libya çöllerine kadar uza nan bu Yunan saltanat-ı azimesi . .. Ne oldu? Geldi ve geçd i ; Bu gün yerinde yeller esiyor. İşte muhteşem Roma imparatorluğ u : Kafkasya'dan , Kı nm'dan, Karpat'dan Cermenya, İngiltere, Fransa ve İspanya'dan Basra'ya, Habeş'e Sahra ve Bahr-1 Atlas'a kadar imtidad ediyor.
Tu ran
•
91
Karadeniz, Akdeniz bütün manasıyla birer i ç deniz olmuşlar. . . Milyonlarca halk, yüzlerce millet, İtalyanlar, Brutonlar, Golova lar, İspanyollar, Cermenler, Grekler, Anadolulular, Asuriler, Kel daniler, İraniler, Kıbtiler, Berberler ve Morlar hep, hep Ogüst ve Trayan'a, bu kudsi Roma imparatorlarına itaat ve ibadet ediyor lar. Koca bir imparatorl uk ne oldu? Bir sahife-i tarih .. Bugün ye rinde yeller esiyor. İşte Arap saltanat-ı m uşa'şa'ası: Bahrü 'l -ahdar'dan, Bah rü'l-Kulzüm ve Bahrü'l-Muhit'e kadar maşrık ve mağribe, Sinci ve Endülüs'e hükümran. Ne olmuş ? Bir hiç! Yerinde yeller esi yor. İşte Moğol imparatorluğu: Ezmlne-1 tarlhlyyenin en büyük bir saltanatı. Hindistan ve Cezlretü'l -Arab'dan mc\adc\ Çin ve Maçin dahil olmak üzere bütün Asya'yı ve sonra Baltık denizi n den Vened i k körfezi ne kadar bütün Avrupa-yı Şarkt'yl l stllc\ eden Moğol İmparatorluğu .. Nerede ? .. Yerinde yeller esiyor. Bunların yanında Şarlken , Süleyman ve Napolyon impara torluklarından bahse bile lüzum yok . . Mamafih onlar da nere deler? .. Pavi'de öten nef'ir-i galibiyetin aks-i sedası, Sigetvar önünde çalınan kös-i zaferin tantanası artık işitilemiyor. Öster liç'te gülen pür-nar güneş artık parlamıyor. Ne oldu bu impara torluklar? Neredeler? .. Evet! Tamamen münkariz olmadılar fo kat yerlerinde kalan heyetler ancak birer bakiyyetü's-süyOttur lar. . B u devletler, b u imparatorluklar vüsatlerinden, fıkdan-ı ir tibat ve teşkilatdan bazen medeniyetsizl ikden , fakat hemen daima bir millete müstenid bir devlet değil , lakin , bir çok mil letlere hakim birer imparatorluk olduklarından yaşayamadılar. Öldüler; Geçip gittiler. Hal böyle iken, kaide-i ezeliye bu iken Çin-Rusya saltanat-
92
•
A h m e t F e r i t Tek
!arının , bahusus, dünyanın en kestrü'n-nev' milletlerine hakim olan ikincisinin bu kaideden müstesna kalması kabil-i tasavvur mudur? Asla! Onlar daire-i hakimiyetlerinin vüs'atinden, zTr-i hükümle rinde yaşayan milletlerin rüşd-i medeni ve ictima'Tlerinden do layı , birgün gelecek, behemehal sallanacak, sarsılacak ve par çalanacaklar ve bu gün ayak altında ezilen kavi milletler istir dad-ı hürriyet ve hakimiyet edeceklerdir. Hü rriyet ve saltanat-ı mllllye l Garbın devr-i intibahı nda doğan bu fikirler, bu esaslar gitti kçe dalre-i nüfazlarını büyült müşler ve hele , geçen asırda, bir garb müverri h-i hakiminin dediği gibi "Ahval-i aleme bir c\mll-1 kimyevi suretinde tesir ederek, heyet-i siyasiyelerln kimini tahl il. kimini de terkib eyle mişlerdir." Ve bu ameliye-! klmyevlyenin sonunda baki ve payi dar kalanlar yalnız mll letler, yalnız ırklar olmuştur. Dünya, bü yük cihangirliklere müsait deAlldlr. Hayat-ı ümemde temayül-i umQmT. muayyen hududlar dahilinde muayyen milliyetler te şekkülü cihetine doğru vc\kl ' olmuştur. lnglltere, İspanya, Fran sa bu temc\yülü taklb ederl'k v.ıhdet- 1 arzlye ve milliyelerini vü cuda getird i ler. Ve m ü t h i ş kası rgalara . tufanlara , i htilallere, harblere, istilalara rağmen berdevam ve berhayatdırlar. Almanya ve ltalya yine bu sayede yeni yeni hayat ve faali yet ocakları kurdular. Napolyon galip ve muzaffer Şunberon 'da iradeler ısdar eder, Üçüncü Frederlk Wllhelm Tilsit'de nehir ke narında emir beklerken Almanya ne halde idi? . . -Tarumar! Ve iki yüz parça devlet, ve hepsi de makhur, münhezim ve peri şan huzQr-ı fatihde eğilmemişler miydi? . . Fakat ila nihaye o vaz'da zel il ve hakir kalmadı lar. Galib, onlara elinde yeni bir bayrak ile gelmişd l : HukQk-ı beşer beyan namesi ile! . "Milletler, i nsanlar gibi yekdiğerine müsavidi rler.
Tu ran
•
93
Her saltanat-ı seniyye millette müstekarrdır. Ve her millet ken dini dilediği gibi idare eder." Fikr-i milliyet, hakk-ı milli ve salta nat-ı mi lliye ! . . İşte Almanlar 1 8 1 3'de bu bayrağı yakalayarak pür şevk ve ümid ayaklandı lar, gasıbı kovdular. Ve hürriyetlerini kazandılar. . . Hürriyet-i siyasiyeden vahdet-i milliyeye giden bir şahr�h vardır. Almanlar 1 8 1 4'den sonra da bu yolu tuttular ve 1 87 1 'de, o vakte kadar Almanya'yı parçalayan milletin abide-i saltanatının enkaz-ı metrOkesi üzerinde -Versay sarayında- vah det-i ırkıye ve milliyelerini ilan ve tesis eylediler. İtalyanlar da öyle! İtalya 1 8 1 S'de, Nemçe kançılarının iddi asına göre bir tablr-1 coğrc\ft idi. O kısmen esi r, kısmen parça parça bir hayat-ı sefalet ve mechul lyet yaşıyord u . Fakat, bir gün geldi, İtalya da aynı düsturların sevkıyle bir ba'sü ba'de' l mevt, b i r "Rizor çimento" başlad ı . Parça parça uyanan mecmu alar bir taht ve bir parlamento etrafı nda toplandı lar. ( 1 8601 86 1 ) Ve Dante'nin mil leti yeniden yaşadı . Böylece, o n beşinci asırdan on dokuzuncu asıra kadar eca nibin zir-i tagallübünde yaşayan bu milletler, ırk ve mil liyet fi kirlerinin neth ettiği kuvvet ile dirildiler, canlandılar ve bu gün, galib düşmanlarıyla bi mehaba pençeleşecek bir dereceye gel diler. Niçin? . . Çünkü devlet ölür lakin millet ölmez. . Her millet i çi n , h üviyet-i m i l l i_ye s i n i zayi etmemek şartıyla b i r ba'sü ba'de'l-mevt haköır. Bu g ü n , bir asırd ı r esir yaşayan Leh mil leti nin ye niden canlanmak için çırpındığını, silkindiğini görmüyor muyuz? Ne şayan-ı inbisat ve i btihac bir manzara! Bunun gibi , bir gün, Turan Türkleri de baştan başa titreye cek. Titreyerek ayılacak! Ve bu ayık Türklerin fikr-i milliyet ile yanan sineleri üzerine yeni Cengizlerin altın tahtı kurulacak . .
94
•
A h m e t F e r i t Te k
Kurulacak! Çünkü Turan, bir tabir-i tarihi deği l , bir hakikat-i ırkıyyedir Çünkü Türklük, yaşayan , zinde ve pür-hayat bir mllli yettir. Mil let nedir? Millet, aynı menşe'e, aynı maziye, aynı tarihe malik olan bir heyet mi demektir?. Öyle ise, Türk, odur. Millet, aynı örf ve adete tabi, aynı müessesat-ı icti maiyeye malik hatta aynı dine muti bir cemiyet mi demektir? . Öyle ise Türk odur. Millet, aynı dil ile konuşur, aynı edebiyat ile yaşar, aynı ih tisasat ile titrer, aynı mefkOre arkasından koşar, bir mecmua-i ırkıyye midir? .. Öyle ise, Türk odur. Millet bir babanın, bir ananın öz çocukları mı demektir? . . Eğer, öyle ise işte Türk odur. . Ve bunun içün Türk yaşayacak, ve bir gün , Turan, muhal led ve mukaddes Turan doğacaktır. .
İL H AN ' D AN CENGiZ H AN ' A İl Hctn - Çunglctr ve Hyungnul.1r - Türk Akım - İskitler, Avctrlctr, Hunlctr: Atlı Hctn-Kctrctkurum lllMnlığı Kül Tigin Abidesi - Uygur Hctnliğı - lrctn Yctylctsmdct Oğuzlctr - Turctmn İran 'dan İn tikamı - Sebük Tegln ve Selçuk - Kctrct Hıtaylclr ve Mançular Kara Han - Büyük Cengiz - "Yürü/ Mctdem ki Türk var, orası da bizimdir. - Cuci, Çağatay, Hülc1gQ, Ôgetcty - İslam T!mur - Fcltih ve Muhteşem Süleymcln. Türkler, milli bir efsaneye göre "Ergenekon" 1dan türüyorlar. "İl Han büyük bir harbde bozuluyor. Bütün millet ölüyor. Yalnız hanın en küçük oğlu Kiyan (Çığ) ile yeğeni ve bir de iki kız na sılsa sağ kalıyorlar.
Turan
•
95
Bunlar, düşmanın elinden kaçıyorlar. Dereler, tepeler geçi yorlar, yüce dağlar aşıyorlar ve bu dağlann arkasında sulu , otlu, ağaçlı , kurtlu-kuşlu bir ovaya iniyorlar. Kiyan ve arkadaşları oraya yerleşiyorlar. Çoluk çocuk sahibi oluyorlar. Ve dört yüz sene dokuz göbek, orada yaşıyorlar. Ve çoğalıyorlar. Sonra, günün birinde oradan çıkmak istiyorlar. Fa kat arıyorlar, arıyorlar, bir türlü yolu bulamıyorlar.. Nihayet günlerde bir gün Bozkurt Han demirden bir dağ buluyor. Ve dağın eteğinde ateş yakıyor. Ateş yanıyor, dağ eri yor, yol açılıyor ve Türkler kurtuluyorlar." Kurtuluyorlar ve ora dan dünyaya yayılıyorlar. . Türkleri bize ve tarihe, ilk önce Çinliler takdim ediyorlar: Çin müverrihlerine göre, ezmlne-1 mechuleden beri , Çln 'ln şi malinde şarkdan garba büyük bir millet yaşıyor. Ekseriyetle gö çebe kabilelerden mürekkeb olan bu millet pek eski bir impa ratorluk teşkil ediyorlar. Çinlilerin (Hyung-nu/Hioung-nou)lar İmparatorluğu ismini verdi kleri bu devlet bir çok asırlardan beri Çi n arazisine akın ediyor. Çinliler bunlara karşı daima tahaffuz ve müdafaa ile uğ raşıyorlar. Hatta, bunların istilalarından kurtulmak içi n , Milad-ı İsa'dan 2 1 4 sene mukaddem meşhur Sedd-i Çin'i bina ediyor lar. 2 Fakat yine bir türlü kurtulamıyorlar. Bunun üzerine J\:'\iladdan yüz sene ewel bir mukabil taar ruza kalkıyorlar. Çln ordusu (Hyung-nu)lar imparatorluğuna gi riyor. İmparatorluğu mahvediyor. Milleti eziyor. Ve göçebe ka bileleri de şimale ve garba sürüyor. Savuruyor, dağıtıyor. Bu taarruz neticesinde Türkler, ikiye bölünmüş ol uyorlar. Altay ve Tann Han3 dağlarının şarkında kalan kabileler -ki bun lara Çinliler şark ( Hyung-nu)ları d iyorlar. - Bunların Uygurları4 Çin hakimiyetini kabu l i le yerlerinde kalıyorlar. Tatar, Kazak (Ka-
96
•
A h m e r F e r i t Te k
çak) , Kırgız olanları da şimale doğru, Amur (Karasu), Lena ve Yenisey (Yeniçay) vadilerine dağılıyorlar. Diğer kısım -ki , bunlara da Çinliler garp (Hyung-nu)ları di yorlar- bunlar da Altay ve Tanrı Han yamaçlarından Ova (Obi) nehri vadisi ile Aral ve Kaspi (Hazar) denizleri ovasına iniyorlar. Ve garba, cenuba akmağa başlıyorlar. Cenup cihetinde İ ran devlet-1 azimesi İ ran yaylası etekle rinde bu ilk tecavüzü tevkıfe muvaffak oluyor. İ raniler, şimalden hücum eden ve Türk ismini taşıyan bu millete, kendilerine nis betle Turani ve memleketlerine de Turan diyorlar. Hülasa, bu cihette Turan büyüyemiyor. Fakat akıncılar garba doğru hiç bir maniaya tesadüf etmiyorlar. Kabile kabile Ural dağlarıyla Kaspi denizi arasındaki boşluktan , kofluktan (kopçaktan) Avrupa'ya geçiyorlar. Ve İdil (Volga) , (Don), Özi, Dinyeper havzalarına ya yılıyorlar. Bu seyl-1 muhaceretin en önünden İskitler yürüyor. Arkala rından Avarlar. . . Bunlar da Kafkasya'da ve Tuna mansablarında Şarki Roma İ mparatorluğuna çarpıyorlar. Bu devlet, en önde İs kitler! gördüğü için umümen İskit ismini verdiği Türkleri Kaf kasya ve Tuna'da durduruyor. Onlar da oralara, yani Kafkas ya'dan Tuna mansablarına kadar bütün Karadeniz-i Şimal sahil lerine yerleşiyorlar. Bunların arkalarından, daha şimalden yeni bir kabile türü yor: Hunlar, Hunların başında meşhur Atlı Han (Frenklerin Atil la'sı) var. Alman an'anc\t-ı tarlhlyyesinde Atsel (Etzel). Norman ların Kende Atlı isimleriyle mühim yer tutan bu kahraman ku mandasındaki Hunlar Roma şark ve garb imparatorluklarını ezerek ta Golya'ya (Fransa) Taşalon vadisine kadar yürüyorlar (434-453 Milad). Sonra dönüyorlar ve Tuna havzasını beğene rek orada yerleşiyorlar.
Tu ran
•
97
Hunlann arkasından Peçenekler, daha arkadan Hazar (Ha zer)ler yürüyor. Peçenekler Orsova geçidine kadar ilerliyorlar. Hazarlar Azak ve İ dil (Volga) havzalarında yerleşiyorlar bunlar, sekizinci' asırla onuncu asr-i MilAdT arasında Museviliği kabul ediyorlar.. Alanlar da yine bu esnada Kafkasya'nın şimali ne oturuyorlar. Hemen aynı zamanda, H u nların daha şimalinden, Ural dağlan üzerinden Finler, arkalarından da Bulgarlar, Başkırlar yü rüyüş ediyorlar. Bulgar ve Başkırlar İdil havzasında kalıyorlar. Halbuki Finler Laponya, Finlandiya, Ustonya, Livonya'yı işgal ettikten sonra Baltık Denizini dolaşarak Narman yarım adasına (60. arz dairesine kadar) sarkıyorlar. Klyolen (Kloelen) dağlarına ve Atlas denizine dayanıyorlar. Muhit-1 Kebir'den Muhlt-1 Atlas'a 1 Kamçatka'dan l skandl navya'ya, Beçili körfezinden Tuna havzasına 1 . . İ şte beşinci asr-1 MilAdT nihayetlerlnde bu v.'.\sl' ülkeye ya yılmış millete Çinliler Hyung-nu, İ ranilar Tur.'.\nf, Grekler l sklt, Cermenler Hun, Normanlar Fin d iyorlar. Milletin kendisi de kendine umumiyetle Türk ismini veriyor. Türk milleti ve Türk 111 !.
***
Türk ! . Bu isim, bilhassa bu namda bir imparatorluk tees süs ettikten sonra dünyaya yayıldı. Altıncı asr-ı Miladi lbtld.'.\la rında Altay ile Haridağ (Ken tai5) aralannda Baygöl (Balcal) ve Orhun havzasında yine bir il hanlık teessüs etti . Payitahtı Kara kurum6'da olan bu devlet Türk Hanlığı ismini almıştı . Çinliler, mezkur hanlığı 545 tarihinde resmen tasdik ettiler. Ve ona, kendi şivelerince (Tu- Kiyo) devleti ismini verdiler. Bununla ez mine-1 karibenln birinci ilhanlığı kurulmuş oluyord u . İ lk Türk devleti teessüs eylemişti.
9R
•
A lı m e ı F e r i t Te k
Bu devlet, tam Türklüğün içinde kurulmuştu. Binaenaleyh derakab tevessüe başladı. Yirmi seneden az bir zamanda Kaspi Denizine ve İ ran hududuna kadar uzadı; büyüdü. O kadar ki, 568 tarihinde Mukan Hanın Bizansa bir heyet-i sefaret gönde rerek İ kinci Jüstinyanos'a hükümet-i Sasaniye aleyhinde bir itti fak muahedesi ve bilahere, Çin mamulat-ı haririyesinin Roma imparatorluğuna idhali için bir ticaret muahedesi teklif eylediği görülüyor. Bunun üzerine iki Roma sefiri yekdiğerini müteakib Türk payitahtına geliyorlar (575). Fakat anlaşıldığına göre bu sefaretlerden bir netice-i müsbite çıkmıyor. Belki uyuşamamaz lık iki imparatorluğun arasını açıyor. Çünkü o tarihlerde Türk hanlığını Bizans'ın şimal hududları karşısında Karadeniz sevahil i şimaliyesinde görüyoruz. Ve bir sene sonra Bizans müsta'me resi olan Kırım adası ve Kerç kalesi zabt olunuyor. Bu fütuhat ile birinci Türk ilhanlığı Amur (Karasu) nehrinden, Dinyeper va disine kadar uzamış oluyor. Karasu'dan Karadeniz'e ! . Türk imparatorluğunun dört hu dudu şu yolda devam ediyor: Hudud , şarkda Kinhan 7 (Kingan) dağlarına dayanıyor. Bu dağlar Türklüğü, Mançuluktan ayıran dağlardır. Bu dağlarla, hudud cenuba kadar iterek Sedd-i Çin'e mülaki oluyor. Oradan Sedd-1 Çln'I takiben garba dönüyor. Ve onunla temadi ederek, Hansu (Hoang-Hot yun şimal dirseğini de bilihtiva Akdağ (Kouen-Lun) '' eteklerine; sonra bu dağları sı ralayarak Pamir yaylasına geliyor. Pamir'den, Amuderya men balarını içeri alarak Türkistan ovasına iniyor. Elbruz silsilesiyle Kaspi (Hazer) Denizi kenarına yetişiyor. Sonra Hazer'i atlayarak, Kafkasya dağlarını takib eyliyor ve Karadeniz'e vasıl oluyor. Karadeniz'den sonra hudud şimale dönüyor. Tuna (Don) ve İdil (Volga) havzalarını takiben şimale çıkıyor. İ lhanlığın şi malde muayyen bir hududu bulunmuyor, çünkü İ lhan'ın nüfuzu
Tu ran
•
99
bu cihette Tatar, Kırgız ve Kazaklarla, şimalin buzlu ovalarına doğru gayr-1 mahdud ilerliyor. . 7 3 t tarihinde Çin imparatoru tarafından Türk hanı Kültigin namına rekz edilen Koku Çaydam 10 abidesiyle 734'te dikilmiş diğer bir abideye göre büyük Türk milleti şu kabilelerden mü şekkil bulunuyor: Merkezde Altay'ın dört tarafında Handağ'dan Balkaş gölü ne kadar asıl Türkler; Bunların şimalinde şarkdan garba doğru Kinhan dağları ile Baygöl arasında Celayir ve Kürkan Türkleri (Tlmur'un kabilesi) , Baygöl'ün garbında Hoyratlar, onların garbında. Ural dağlarına kadar uzanan Türk ovasında Kırgızlar. Yine merkezdeki Türkl üğün cenubunda Sedd -1 Çln'den garba doğru: Hansu (Hoang-Ho) vadisi , Alahan yaylası ve Çay dam havzasında Ongutok Türkleri, onların garbında, Tanrıhan (Tian chan)1 1 dağlarıyla Akdağ silsilesi ve Pamir yaylası arasında Uygur ve Karlık (Karlı dağlar) Türkleri; sonra garbda, Türk Çuku rovasında, Aral Gölünün şimalinde Oğuzlar, cenubunda Teleş Türkleri; nihayet, daha garbda Kaspi denizine munsap olan Ya yık (Oural) nehri ile Tuna ve Kalkasya aralarında Kapçak Türkle ri . . . İ şte birinci ulu Türk Hanlığının hududları ve başlıca kabileleri ! . Bu hanlık altlncı asr-ı Miladi ibtidasından sekizinci asr-ı evasıtına kadar (745 tarihine kadar) iki buçuk asır devam etti . . Sonra parçalandı ve dağıldı . . B u hanlık Arablar zamanında zayıHamaya başladı. İ slam teessüs etmiş ve Asya-yı Vusta'ya doğru yayılmaya başlamıştı. Arablar Sa'd ibn. Ebi Vakkas ile 635'te Kadisiye'de İ ran süvarisi ni ezdikten ve İ ran'ı ve Horasan'ı zabt ettikten sonra Türk ovası-
1 00
•
A h m e t F e r i t Te k
na inmeye başladılar ve otuz senede Ceyhun (Amuderya)'ya kadar dayandılar. Sonra Beni Ü meyye, Ceyhun'u da geçerek Maveraünne hir'i zabt etti. Seyhun nehrine ve Fergana'ya kadar ilerledi. 7 1 4 tarihinde Türkler mağsub vilayetlerini istirdad ettiler, fakat İ lhanlık 722'de Çlnlllerin taarruzuna maruz kaldı. 745'te de Uygurlar isyan ettiler. Ve işte bu darbeler altında İ lhanlı k mağlub ve perişan oldu. ***
İ lhanlık bozuldu. Lakin bununla Türk saltanatı zeval bulma dı. Çünkü İ lhanlığın lnkırazıyla beraber Kaşgar'da yeni bir han lık, bir Uygur Hanlığı teessüs eyledi. Bu; diğerini itmam ve ida me ediyordu. Yalnız hanlık Orhun Türklerinden Uygur Türkleri ne, Kara Kurum'dan Yarkent'e intikal etmişti. Uygur Hanlığı hemen hemen eski imparatorluğun hudut larına malikti. Orhun da dahil olmak üzere bütün Baygöl hav zasına hükmediyor, cenubda da Arabların badehu Samanllerin şimal hudutlarına kadar uzanıyordu. Bu yeni hanlık evvelkinden daha uzun müddet payidar ol du. Sekizinci asrın ortasından on ikinci asrın evasıtına 1 1 30 ta rihlerine kadar, takriben dört asır müddet 1 Fakat, dalma büyür yahud hudutlarını muhafaza eder bir saltanat suretinde değll . Gittikçe zayıflayan, küçülen bir devlet h�linde. Filhakika, Uygur hanları zaman-ı idaresinde evvela garbda Oğuzlar umumi Türk Hanlığından ayrılarak Aral havzasında ye ni bir devlet kurdular. Sonra, şarkta Moğollar ve Hoyratlar ayrı larak ilan-ı istiklal eylediler. Bundan sonra Kaşgar Hanlığı, zaman-ı inkırazına, yani Ka rahanların taht-ı himayesine girinceye kadar hemen hemen
Turan
•
101
kendisinden bahsettirmeksizin yaşadı. B u müddette, talihlerini deneyen, isimlerini tarihe geçiren ve Türklüğün hudutlarını bü yüten başkaları oldu : Oğuzlar !
***
Oğuzlar, Kanıklılar, Kalaçlar, Türkmenler ! Ve bunları zafer ve ikbale götüren Sebük Teginler ve Selçuklar ! İ şte bu kabileler ve bu Türk beyleridir ki onuncu asırdan on ikinci asra kadar Türklüğe şeref ve Turan'a vüs'at vermişlerdir. Oğuzların ilk faaliyeti Avrupa'nın isti 'marı suretinde başlar. Bunlar, bilhassa Kanıklılar, Finlerle karışarak mecmualar teşkil ederler ve Kopçak'dan geçerek İ dil (Volga) havza-i ulyasına doğru ilerler. İ dll havzasının lşgall o zamandandır. Sonra cenubun fethine sıra gel ir: l ran ' ı n ve m-'ver-'-yı İran'ın! O asırlardan beri Türklüğü bu cihette tevkif eden sur, sur-ı müdafaa, Sasaniler hükumeti artık mevcut değlldlr. Arap lar şarka yürümek için İ ran'ın bu devletlnl har-'b etmişlerdir. Ye rine gelen Samaniler de Sasanilerin kudret ve kuvvetini haiz değillerdir. Binaenaleyh Arab'ın açtığı ve yerleşmeden geri döndüğü yol açıktır.. İ şte bu yoldan Türkler girerler ve evvela İ ran'ı, sonra Arabistan'ı ve Anadolu'yu fethederler. . Onuncu asır ibtidasında b u faaliyet başlar. Oğuzlar, Teleş ler, Türkmenler, C�yhun'u geçerek İ ran yaylasına tırmanırlar, Horasan'ı zabt ederler. Ve Farisileri önlerine katarak Alund dağ larına ve Hürmüz boğazına kadar ilerlerler. Acemler clbal -1 Fars'a çekilirler ve hükümetlerini, memleketlerlnl Oğuz Türkleri ne terkederler. . . Sebük Teginler v e Selçuklar işte b u kuvvetli esas üzerine tahtlarını kurmuşlar ve Turan hududunu tevsi eylemişlerdir. Sebük Tegi n , Bent Saman hizmetinde bir Türk beyi ki l .
1 02
•
A h m e t Ferit Te k
978'de Gazne'de ilan-i istiklal etti. Ve 1 030'da, onun halefleri, bütün Maveraünnehir ve İ ran'da hükümfermA oluyorlardı. Bun lardan Alp Tegin , malum olduğu üzere Afgan'ı zabtettikten sonra Sind'e ve Hindistan'a indi.. Meşhur Gazne İmparatorlu ğu'nu kurdu . . Selçuk oğlu Tuğrul Bey'in Türklüğe hizmeti Gaznevilerin kinden daha kıymetdAr ve daha büyüktü. Cend muhafızının bu meşhur torunu, kılıcına güvenerek meydana çıktı. Gazneli Sul tan Mesud'u mağlub ederek 1 037'de Nişabur'da ilan-ı istiklal eyledi. Ve sonra Horasan'ı ve (Kirman ile Fars müstesna) bütün İ ran'ı zabtetti. Onun halefi Alparslan ( 1 063- 1 073) Azerbaycan'ı, Gürcistan'ı , ŞimAli Elcezire ve Şimali Suriye'yi fetheyledi. Ma lazgird'de Kayser Rum Romanos Diyogenes'i ele geçirdi. Onun oğlu Celalüddevle Mel l kşah zamanında A nadolu da teshir olundu. Artık Selçukoğulları Sind'den Marmara'ya, Seyhun ve Kafkas'dan Hürmüz boğazına ve Flllstin'e kadar hükmediyorlar dı ( 1 087). Melikşah'ın vefatında Selçuk saltanatı dörde ayrıldı: İ ran, Irak, Şam ve Rum Selçukileri . . . Bunlar, birer birer münkariz oldular. En sonra kalan Rum Selçuku , o da 699 Hicnde ( 1 300) bayrağını katladı . L�kln , bu Türk beyleri sayesinde Türklük İ ran'ı Azerbaycan'ı, Kafkasy.1'yı , Anadolu'yu saltanat-ı milliyesi daire sine idhal etmiş, Turan, hududunu Umman denizine ve Akde niz'e kadar sürmüş, götürmüştü. Garbda bu saltanatlar teşekkül ederken , şarkda, aksA-yı şarkda da Türkler rahat durmuyorlar ve Turan hududunu cenu ba, Sedd-i Çin'in cenubuna indiriyorlardı. Onuncu asr-i milAdide Peçlll körfezinin şimal sahillerinde oturan Karahıtaylar Çin devletine taarruz eylediler. Mukaddes Çin imparatoru cenuba, asıl Çin arazisine kaçtı. Çin'in şimaline ta Mavi nehre, Yank Çay (Yang-tse)'e kadar Hıtaylar hükmet-
Tıı ra11
•
1 03
meye başladılar. Hatta bunun içindir ki kurun-ı vustada Arablar, Çin İ mparatorluğu'na Hıtay ismini vermekte idiler. . Karahıtay lar, iki asır müddet, 1 1 23 tarihine kadar Pekin'de, Hanbalık'ta icra-yı saltanat eylediler. Bu tarihte, Mançolar, Kin yani Altun Han Tatarları Çin'e hücum ve istila eylediler ve Hıtaylar'ı kovdu lar. Yerlerine geçtiler, hakan oldular. Hıtayların Çin'den, Hanbalık'tan kovulmaları, merkezi Türk lükde yeni bir saltanatın kurulmasına sebeb oldu . Bir Hıtay be yi, Çin'deki ismlyle Yelür Taşi , Hıtay ordusunun bakiyyesiyle Kazak (Kaçak) oldu. Ve garba, asıl Türk yurduna çekildi. Orada, mürOr-ı zamanla Uygurların elinden çıkan müstakil kabileleri topladı , birleştirdi ve {Pe-lü)'de, Beşbalık'da Kurhan 1 2 ilan olun du. Ve hatta, biraz sonra Uygur hanları da taht-ı himayesine alarak Karahan Türk İ mparatorluğu'nu tesis eyledi . Karahan, Çin'de terbiye görmüş, mandarin olmuş, c'\llın bir bey idi. O, bütün Türklüğü tevhid etmek Turan'ı diriltmek isti yordu. Onun fikrince, şark ve garbda Türkçe konuşan son ada ma varıncaya kadar bütün Türklerin oturdukları arazi Türklerln ve Türk hanlığının olmalıyd ı ! . Karahan durmadı, çalıştı , Ç i n hududundan, Ceyhun vadisi ne ve Aral eteklerine kadar uzanan Türklüğü birleştirdi. Garbdcı Kanıklı Oğuzlar Harezm Hanlığı'nı tesis eylemişlerdi, şarkda da Moğol ve Mançolar iki devlet kurmuşlard ı . Karahan, bunları dcı saltanatına ilhaka çalıştı fakat muvaffak olamadı, öldü, Karahan saltanatı da küsufa uğradı. Lakin, biraz sonra Cengiz saltcınatı bu Türk vahdet ve hakimiyetini ita ve ikmal eyleyecekti . ***
On ikinci asr-ı miladi ibtidalannda, yine Orhun vadisinde yirmi kadar Türk kabilesi birleşerek bir küçük Türk devleti tesis etmişlerdi. Bunlar, kendilerine Moğol ismini veriyorlardı. Bu
1 04
•
A h m e t Ferit Te k
devlet, on ikinci asır boyunca hududunu büyütmüş, Baygöl'ün şark ve cenubundaki Türkleri dalre-i ltaatına almış, fakat 1 1 70 tarihine kadar büyük bir nam kazanamamıştı. O tarihte Temu çin isminde ve on üç yaşında bir Moğol hanzAdesi bu devlete reis nasbolundu ve o andan itibaren devletin talih ve ikbali par lamaya başladı. Temuçin fıtraten büyük doğmuş bir hanzAde idi. Hem iyi bir asker, hem de ondan daha iyi bir siyasi, bir müdir, bir mü dir-i devlet idi. O, tam manasıyla bir hükümdardı . Muharebele rini mahirane hazırlar, hele fütuhatını dOr-bin.!ne tanzim eyler di. Bunun için adım adım yürüdü. Fakat adımları , muvaffakiyeti nisbetinde sıklaştığı ve büyüdüğü için ne ondan evvel ne on dan sonra hiçbir Türkün yetişemediği bir muvaffakiyete nail ol du: Türklüğü birleştirdi ve Turan'ı diriltti. Temuçin , evvel.! civar kabaili devletine ilhak ile büyümeye başladı. On, on beş senede şarkda Amur (Karasu) havzasındaki Tatarlar cenubda Sedd-i Çin'e kadar dağınık Türkler hep pey derpey Moğol Hanlığı idaresine idhal olundular. Hanın nüfuzu Hanbalık kapıları önünden, Altay eteklerine kadar temadi edi yordu. Devlet büyümüştü. Devlet ile beraber hanın da amal-i si yasiyesi büyüdü. O şimdi hanlıktan hakanlığa lrtika edecek ve Moğol Hanlığı'nı da Türk i mparatorluğu haline çıkaracaktı. Bu nun için 1 1 89 tarihinde Karakurum'a, bu eski İ lhanlar payitahtı na kurultay (meclis-i rüesc\) celb olundu. Temuçin orada mücte mi hanların önünde töre ve yasağa itaat, hanların hukuk-ı hu susiyelerine ve Adat-ı milliyeye riayet edeceğine yemin etti. Hanlar da onu , başları üzerine kaldırarak, bütün millet üzerine Cengiz11 nasb ve ilan eylediler. İ mparator tayin edilmişti . Şimdi hakanlığı feth ve teshire
Turan
•
1 05
sıra gelmişti. Artık, Cengiz ve generalleri şarka ve garba atıldı lar. EwelA, Mançolar memalikini zabt ile hem Mançuıfye, hem Çln'in şimalindeki Türk arazisine malik oldular. Oradan Akdağ şimalindeki Karlı k Türklerini taht-ı idarelerine aldılar. Uygurlar itaat etti. Oradan Karahanlar devletini zabt ve ilhak eylediler. HareZin Türkleri, Oğuzlar mukavemet etmek istediler ve ezildi ler. Cengiz, yüz elli bin askerle Buhara'ya girdi ( 1 2 1 9) sonra oradan Horasan'a ve İ ran'a çıktılar. Serdar Sübütay yirmi beş bin atlı ile Azerbaycan'a yürüdü. Kafkasya eteklerine dayandı. Kafkasya'nın cenubundan , Sübütay Cengiz'e adam gön dermiş, ve Kopçak'a geçip geçmemek hususunda iradesini ta lep etmişti. Cengiz, cevaben gelen emrinde diyordu ki: "Yürü! Madem ki orada da Türk var, orası da bizimdir." Sübütay yürüdü, Kafkas'ı aştı, Kopçak'a girdi. Ruslar karşı gelmek istediler. Bir hamlede onları ezdi. ldll havzasına çıktı . Ta, Kama nehri üzerinde Bulgarlar'a rast geldi. Onları da mağ lub ve devlete ilhak ettikten sonra geriye döndü. Cengiz mu vaffak olmuş, devlet Muhit-i Kebir'den Rusya ovalarına kadar yayılmış, Turan bütün azamet ve mehabetiyle kurulmuştu. İ şte tarihimizin en parlak bir devri olan bu an-ı ihtişamda ulu hakan öldü . . . ( 1 227) Hakanın vefatı Türk istila ve savletini d urdurmad ı . Lc\kln Türklüğün ve Turan'ın parçalanmasına sebeb oldu. Cengiz henüz hayatte iken, aks.1-yı garb hükümetlnl bü yük oğlu Cucl'ye vermişti. Türk adeti üzere yaşını , başını alan hanzAde hududa gönderilir ve hududun muhafazası ile beraber onun tevsilne memur olurdu. Cucl de böyle garba, batıya gön derildi. Aral gölünden Tuna (Don) suyuna kadar uzayan bu hü kümete Kopçak Hanlığı ismi verilmişti. Payitahtı da İ dil üzerin de Saray şehri idi.
1 06
•
A h m e t Ferit Te k
Bu hanlıkta bilhassa Cuci'nin oğlu Batu Han nam bıraktı. Batu, Serdar Sübütay ile, hayatında otuz iki milleti kılıcına bo yun eğdirmiş Cengiz generali ile birlikte garba yürüdü. 1 24 1 42 tarihlerinde Polonya, Bohemya ve Almanya'yı geçerek Ve nedik Denizine ve Elbe nehrine kadar aktı . Cengiz'ln diğer oğlu Çağatay da, babasının hayatında Kaş gar, Maveraünnehir, Harezm ve Horasan hanlığına nasb olun muştu. Bunun payitahtı Almalık (bugünkü Kulca)'da idi. Bunun daha garbındakl arazi , yani İ ran ve Azerbaycan , Cengiz'in vefatından sonra yeni bir ilhanlık teşkil etti ve bi'l-isa le Hülagu Han'a tevcih olundu. Hülagu, 1 258'de (656 hicri) lrak'ı fethetti. Bağdad'da halife Müsta'sımbillah ve evladını kı lıçtan geçirdi . Asırlardan beri devam eden hilafet-i Suriye niha yet bulmuştu. Sonra Suriye, Mısır ve Ceziretü'l-Arab sırasıyla fetholundular. Cengiz saltanatının merkezi ve en büyük kısmı küçük oğlu Kubilay (Ögetay) Han'a kalmıştı. Ve bu hanzade Türk adeti üze re babasının yerine Cengiz ve kaan nasb olunmuştu. O Karaku rum'da saltanat ediyordu. Bütün kardeşler, slyaseten kaanın taht-ı hükmünde idiler. Zahiren Türklüğün ve Turan'ın vahdeti muhafaza edilmiş olu yordu. Fakat bu çok sürmedi . Kaan kardeşler! gibi fütuhata kal kıştı. Yeniçay (Yankçe) nehrini geçerek Cenubi Çln'I zabtettl. Ta Tungin'e kadar yürüdü. ( 1 260)'da payitahtı Karakurum'dan Pe kin'e (Hanbalık) naklettl. Şu intikal Cengizliğln sebeb-1 irtihali oldu . Devlet o kadar büyümüştü ki umum vilayatın Karakurum'dan bile idaresi güç tü. Halbuki Kaanlığın Pekin'e nakli idareyi müstahil bir hale soktu. Sonra Çin'in zabtı ile üç yüz milyon halkın idaresi kaana teveccüh ediyordu ki bu vazife büsbütün aksa-yı garb idaresi-
Tıı ran
•
107
nln ihmaline sebeb oldu. Ve işte bu cihetle kaanın Hanbalık'a intikalinden yani Çinliliğe kanşmasından biraz sonra kardeşlerin Cengiz'e olan irtibatları , irtibat-ı millileri çözüldü. Çağatay, Batu ve Hül.1gu ilhanlıkları birbirlerinden aynldılar ve münferiden ya şamaya başladılar. Türk vahdet-i milliyesi bitmiş, Cengizlik sön müş ve Turan parçalanmıştı . . . ***
Bundan sonra Türkler, bir daha birleşemediler. Turan bir daha toplanamadı. Bilakis günden güne düştü, günden güne parçalandı. Hepsinden evvel Hül.1gu'nun ilhanlığında teşettüt yüz gösterdi. On dördüncü asırda ilhanlık sönmüş, onun yeri ne, Azerbaycan'da, lrak'ta l ran , Kirman , Horasan ve Herat'da ayrı ayrı beyler türemişti. Yine o asırda kaanın saltanatı da nihayet buldu. l 368'de Çin'de parlayan bir ihtilal-i milli, Cengiz hanedanını Pekln'den kovdu . Kaan Karakurum'a çekildi. Bir müddet orada hüküm sürdü. Fakat eski şerefini eski azametini iktisab edemedi. Ve bi raz sonra parçalanarak bir çok hanlıklara ayrıldı. 1 382 tarihinden sonra -yani, yine o asır içinde- Kopçak saltanatı da bu yolun yolcusu oldu. O tarihte Tuna, Kazan ve Layık hanlıkları diye üç hanlık saraydan ayrıldılar. On altıncı asırda Sibir'de (Ova nehri havzasında) ve Kırım'da da birer han lık teessüs ve teferru' eyledi. Çağatay Devleti de parçalandı . Çağatay hanları Türkls tan'da devam ettiler. L.1kin Harezm'de ve Kaşgar'da ayrı ayrı bi rer hanlık türedi. Böylece Cengiz'in büyük ve yekpare imparatorluğu , yirmi yi mütecaviz küçük parçaya ayrılmış, Türklüğün kuvveti zaafa münkalib olmuştu. ***
1 08
•
A h m e t Ferit Te k
Timur'un parlak saltanatı, kısa bir müddet için şu teşettütü, şu inkısamı izale edecek gibi göründü. Baygöl Türklerinden Gürkan kabllesine mensub Timur, Ça ğatay hanlarının Maveraünnehir'de hizmet eden bir beyleri idi. Hanlığın devr-i inkıs.1mında, o da Şarki Horasan'da, Belh'de ilan-ı istikl.11 etti. Oradan Türkistan'ı zabtetti. Öz beyleri kovarak Semerkand'a yerleşti . Ve Afgan' ı , İ ran' ı , lrak'ı , Azerbaycan'ı, Gürcistan'ı Kopçak'ı ve Anadolu'yu istila eyledi. Hülagu'nun il hanlığı yeniden kurulmuş demekti . Gürkan oğlu daha yaşasa idi , belki Şarki Turan da garbınki ne ilhak olunur ve vahdet-i milliyye teessüs ederdi. Halbuki onun vefatı bu parlak ibtid.1yı da karanlık bir akıbete mahkum etti . Timur'un gözlerini kapaması ile beraber ( 1 405) devleti , beş parçaya ayrıldı. Biraz sonra hafidlerinden biri, Babür, Hindistan'ı teshir ile son Hind ihtilaline kadar14 devam eden büyük Moğol İ mpara torluğu'nu tesise muvaffak olduysa da, diğerleri , büyük küçük bir isim bırakamayarak ortadan kayboldular. Turan, bir dakika süren ümld -1 lstlhlas ve necattan sonra yine eski hayat-ı sefaletine rlcat etmiş ve yine parça parça sü rünmeye başlamıştı. Türk gölleri, Türk dereleri , Türk yayla ve ovaları ufak tefek hanları n paslı kılıçları nın karanlığına gömülmüşlerd i . Yalnız .. garbda, Turan'ın aksa-yı garbında parlak bir Türk yıldızı kalmıştı. Bu da Kara Osman'ın Söğüt'ten doğan Osmanlı yıldızı idi. Osmanlılar on dördüncü asr-ı mil.1diden, on altıncıya ka dar, iki yüz elli sene Turan'ın ve Türk ananesinin fıtr'i müdafii ol dular. Bu iki buçuk asırda, devlet, esaslarını ve payitahtı kur duktan sonra Turan'ı tevsi' ve tevhide çalıştı. Bazı müverrihler, Fatih'in Tuna maverasına ve Kırım'a teş-
Turan
•
109
mll-i sahabet eylemesini, Muhteşem Süleyman'ın Mohaç sah rasında ve Budin ovalarında dolaşmasını, Özdemir ve Sokullu ların Kopçak'ta, İ dil ve Tuna havzalarındaki faaliyet-i harbiye ve lstimlAkiyelerini bimAnA görmek isterler. Sırf Osmanlı ve Bizans siyaseti nokta-i nazarından belki öyledir. Fakat Türklük siyaseti cihetinden düşünülürse, bu hare ketler ne büyük ve ne derin birer mAnA iktisab ederler!. . Kırım nedir? Cuci ve Batu ahfadının mahall-i saltanatı .. As len, tarihen Türk memleketi. Fakat bundan daha mühim olarak Turan'ın medhal ve mahreci . Filhakika Turan'ı Avrupa'ya ve de nize rabteden en kısa yol Kırım hanlığı ndan, Azak'dan, Azak kalesinden geçer. Turan'a giren ve çıkan behemahal bu kale önünden geçecektir. Görüyor musunuz. Osmanlı siyasetinin asırlarca bu kale için dökdüğü kanların, sarf ettiği emeklerin es babını! . Bunun gibi, Romanya nedir? Eski Avarların memleketi , Kı rım'ın Kazan'ın tabii yolu. Tuna havzası , Macaristan, Erdel! Bir Türk ovası ve büyük Turan'ın bir uzvu, bir parçası! Osmanlıların Almanlara karşı Ma caristan için iki asır uğraşmasında, Macarların Osmanlı himaye sini Habsburg tahakkümüne tercih etmelerinde, Tökelilerln, Za polyalıların , Boçkaylann her müşkllAta karşı mAder-i vatan gibi İ stanbul'a sığınmalarında acaba Türk ve Macar rabıta-1 ırklyesl nin gayr-i kabil-1 rnkAr bir tesiri yok mudur?. Sonra büyük Sokullu'nun Tuna ve İ dil kanalı teşebbüsAtı bahren Hazar'a inmek ve. oradan Türklüğün menbalarına ulaş maktan Turan'ın sudan yolunu, bu ırk-ı hayatlslnl asırlarca ewel tesis etmeği düşünmekten maada neye hamlolunabllir? Bunlar hepsi Osmanlı Türklerinin sevk-i fıtratla ırklarına et tikleri hidemattan birer nebzedirler.
11O
•
A h m e t Ferit Te k
Bu sayededir ki onuncu asırdan beri öksüz çocuk gibi Tu ran'dan ayrılan Macar Türklüğü bir buçuk asırlık bir müddet ol sun ana vatana rabtedilmiş, Kırım hanlığı , Kafkasya ve Terek havzaları Osmanlılığın son kuva-yı hayatiyesiyle hıfz ve himaye olunmuşlardır. Hülasa Osmanlılık, garbda ve garba karşı kendi vücudundan bir siper, kendi kanından bir dere yaparak Turan'ı himayeye çalışmıştır. Fakat ne çare ki kavi ve btaman bir düşman, -Turan'ın ezeli bir düşmanı- hemdinlerinin silah-ı asabiyet ve medeniyeti ile mücehhez olarak garbdan şarka hücuma başlamış ve fıtri feda karlıkları kolayca çiğneyerek demirli çizmeleriyle Turan'ın mu kaddes gövdesi üzerinde yürümeye başlamıştır. Ve hala da yü rüyor; Durmadı . . .
ÇİNLİ PENÇESİ V E RUS ÇİZMESİ Çunglar, Hyung-nu 'lart eziyorlar - Çiçekler saltanatı Türk hakanının tae1m ziynetliyor - Semavi/erin kancıtll ejderi Pamir yaylasına çıkıyor - Fanpanglar, barbar haracgüzarlar - Sart yüz lüler ve san saçlllar - Rus ananatı demek Türk c1daveti demektir - Urus yani haydud - İki muhtemel Türk: Rurlk ve Ulug - Saray ve Moskovc1 - Altun Ordu'nun inkısamı ve Rusya 'nın istiklali Hakikaten müthiş İvan: Kazan ve Ejderhc1n 'ın sonu - Sibirya fati hi Türk Ylrmak - Bir Türk cad/51: Büyük Kc1terina - Kafkas tılsımı Birinci Nikola: Türkmençay Edime ve Türkistan - İkinci Aleksan der: Hokand, Buhara, Hive- General lskoblef Göktepe'de - Pen cab ve Pamir'de Ruslar - Müthiş ayı koca balinayı en yağ// ye rinden 15/racak- lngiliz-Rus itilafı: Lord Landsdovne mukavelesi - Çin Türkleri, lran Türkleri, Osman// Türkleri Rus mıntıka-i nüfu zunda - Türklüğün aduw-ı ekberi.
Turan
•
111
Türkün iki ezeli düşmanı vardır: Çinli ve lslav: Çung-kuu15 ve Rusya çarlığı!. Turan'ı cenub ile garptan sıkıştıran bu iki sal tanat onu, asırlardan beri ezmeğe, parçalamaya ve öldürmeye azmetmişlerdir. Bunların nikbet ve hezimetleri Turan'ın azamet ve ikbalini mucip olmuş, yine bunlann kudret ve şevketleri ise onun esaret ve izmihlalini hazırlamıştır. Çung devletinin Turan'a adaveti , yukarıda gördüğümüz vechile, asırlar yaşamış bir ananedir. Bu adavet, Mesih'in doğ masından yüzlerce, belki binlerce sene evvel başlıyor. Ergene kon'a kaçan Türk hanzc\desinin babası, esatiri İ lhan , şüphesiz fağfur Çin'in serdarları tarahndan vurulmuş ve öldürülmüştür. Milad-ı İ sa'dan yüz sene evvel (Hyung-nu)lar devletini mahve den, Türkleri kasırgaya tutulmuş yapraklar gibi her tarafa savu ran, yine onlardır. Yine Tanrı oğlunun uzun saçlı askerler! . Böylece Çung-kuu, Karakurum Türk saltanatı kuruluncaya, dirilinceye kadar, Turan'ın, Tunguzluktan Uygurluğa büyük bir kısmına sahib ve hakim yaşamıştır. Yalnız ilhanlığın doğuşu onları ricate mecbur etmiş, sedle rinin, duvarlarının arkasına atmış idi. Fakat, bu da iki asırdan zi yade sürmedi , hanlığın garbdan gelen Arap ordularıyla çarpış ması, yine Çinlileri hrsattan bi'l-istifade (Tu-kiyu) devleti üzerine attı. Ona, taarruz ettiler, düşmanlarını ayaklandı rdılar. Ve onu zebun ettikten sonra inkısama uğrattılar. Bu taarruzun intikamı alınmadı değil. Alınd ı . Türklük bunu Cengiz'in kılıcı ile ve müthiş surette aldı. Çiçekler saltanatı bir baştan bir başa Türk fatih-i aumının tacını tezyin etti . Sarı ve mavi nehirler halkı Siyam'dan Hind'e kadar Gök Moğol ların bayrağı önünde eğilmeye mecbur oldular. . Fakat, bu şevket-1 cihanşumül de, malum olduğu üzere çok devam etmedi. Çinli, bu aile kudretine dayanarak fatihlerini ya kovan ya sinesinde
1 1 2 • A h m e t F e r i t Te k
eriten Çinli , Ögetay hakanı da payltaht-ı cedidinden kovmaya muvaffak oldu. İ stiklalini yeniden kazandı ve yine aduw-ı kadi mine taarruza başladı. Bu esnada, o devr-i fetrette Hıtay, Mançuri ve Moğol ili AdetA ebediyen zabtolundular. t 740 tarihinde Çung devletini Peçlli körfezinden Amur (Karasu) mansablarına ve Baygöl hav za-1 şarkiyesine kadar �imale ilerlemiş görüyoruz. LAkin, yalnız şimale doğru l . Garbe değil! Bu cihette Çin hududu, Baygölü ve Hansu (Hoang-Ho) menbalarını geçemi yordu. Mezkur hattın garbında Hazar'dan Baygöl'e, Belh'den Turfan'a, Türkler: Oğuzlar, Uygurlar, Karlıklar istiklallerini muha faza etmekte idiler. Türk Cenglzllğlnln bakayası henüz yaşıyor du. Bu suretle on sekizinci asr.1 girdik. Hatta onun ilk elli se nesini de geçirdik. Fakat o zam.1n Çung İmparatorluğunu yeni bir faaliyet-! istilA-cOyAne ayaklandırdı. Tanrı oğlunun askerleri, Türklüğün teşettütünden bl' l - lstlfade, hududu geçtiler. Türk yaylasına çıktılar ve Altay'ın H•Ub eteklerine kadar ilerlediler. Miladın 1 750 ve 1 770 !ı.t"nelcrl beynine tesadüf eden bu faaliyet-( harbiye netlce!ı.lnde Çağatay ve Uygur hanlıkları mün kariz oldular. Kobdo, hı, Han!ı.u (Kan-sou-sln klang) ve KOhnur vilayetleri Çung devletine ilhak edildi . Bütün Yarkend havzası ve Ceyhun menbaları Çinlilerin eline geçmişti . Sarılar Pamir yaylasına kadar uzanmışlardı. Artık, Moğolluk ve Mançurluktan başka Çağatay ve Uygur Türklüğü de semavilerin kanatlı ejderi ne itaat ediyordu. Filhakika, bu kıtalar, tamamen Çung İ mparatorluğuna ilhak edilmemişlerdi. İdarece ayrı ayrı , AdetA Çin himayesinde birer emaret gibi yaşıyorlardı. Bugün bile Hansu vilayeti müstesna, henüz öyle yaşıyorlar. Hansu vilayeti t 87 t Kaşgar ihtilali ltfA
Turan
•
1 13
edildikten sonra doğrudan doğruya bir Çinli idaresine verilmiş.:. tir. Bunun haricindeki bütün Türk vilay.'.ltı, el'An muhtariyet ida relerini muhafaza eylemektedirler. Mesela Mançur'i kıtası. esa sen buralı olan hanedan-ı imparator'iye mensub bir prens tara fından idare ediliyor. Moğollar, oymak ve ordu halinde kendi hanlarına tabi bulunuyorlar. İ bnüssemA'nın Moğollar'a hükmü Çeçen Han, Doğdu Han , Ala Han, Çağatay hanların vasıtalarıy la cari oluyor. Bunun gibi , Kobdo Vilayeti, Akdağ, Bayan, Kara Şimal versanları, Çaydam havzası ve bütün Altay havalisi, Çinli lerin Fanpang (barbar haracgüzarlar) dedikleri şekl-i idareye ta bi bulunmaktadırlar. Yani, şöyle böyle mümtaziyet-i mahalllye lerini muhafaza ediyorlar. LAkln, bu hal , şübheslz mahkumiyet ve esaret-i siyaslyelerlnl tebdil etmiyor. Mançolar, Moğollar, Uygurlar, Karlıklar, Ongutoklar el'an, Çung-Kuu padişahının hükm ve ir.\desine boyun eğiyorlar. Kobçak'dan (Gobl) Pamlr'e kadar bütün Türk yaylaları Sarıyüzlülerin zlr-1 tagallübünde yaşı yor. Yaylalar böyle Çinli pençesi altında! . ***
Ovalara gelince, onlara da diğer bir sarı millet, sarı saçlı bir devlet pay-i tahakkümünü uzatmış. Ruslar! lslavlar! Çlnll ta gallübünün nihayet bulduğu noktada lslavlığın tahakkümü baş lıyor. Ve bu tahakküm, bütün ovaları kaplayarak, yayılarak, ta şarak ta Türk ilinin en ücra hududlarına kadar uzanıyor. i şte bu rada Türklüğün ikinci düşmanına tesadüf ediyoruz. Muahhar, yeni fakat eskisinden daha kavi, dahi bt-aman ve daha müthiş bir düşman! Rus an'anatını Türk adaveti kelimeleriyle hülasa etmek ka bildir. Bu milletin hayat ve tarihi Türklüğün makhuriyet ve hezi meti ile o kadar samimi alakadardır. Adeta deneblllr ki bu gün-
J 14
•
A h m e t Ferit Te k
kü Rusluk Türkün sinesinde yetişmiş onun vücuduyla büyümüş, kanı ile yaşamış ve el' an yaşamakta bulunmuştur. Tarih , Rusları ilk asr-ı milAdlde farkediyor. bu asırda Tuna (Don), Dinyeper ve Vistül havzalannda ibtidAf bir kavim görülü yor. Bunlar kendilerine lslav ismini veriyorlar. Bu kavim, bir kaç asır göçebelikle ve muhaceretle yaşıyor. Mesela üçüncü asırda bunlardan bir kol ayrılıyor, Balkanlar'a iniyor. Bunlar, bugünkü Sırb, Hırvat gibi cenub lslavlannın ecdadı. Sonra altıncı asırda diğer mühim bir parça Elbe ve Tuna havzalarına doğru garba yürüyor. Bunlar da, bugünkü Leh, Çek gibi garb lslavlarının ba baları . . Kalan kısım, onlar da durmuyorlar, toplu bir halde de ğilse de perakende, için için, sessiz sadasız dört tarafa (bilhassa cenuba ve şarka) yayılıyorlar. O zaman lslav maskat-ı re'sinin etrafı Türk kabileleri ile meskun. Tuna, İdil havzalarında, cenubun münblt ovalarında Hazarlar, Peçenekler, Polufetiler var. Şarkda ve şimalde de Çüd, Ves, Meryen, Morom, Mordova gibi kaball mevcud , işte sessiz sadasız hicret eden lslavlar bu Fin Türk kabilelerinin içine yürü yorlar. Onlarla evleniyorlar, karışıyorlar ve hududlarını tevsi ediyorlar. Bu suretle asırlar geçiyor. Ve Türk kanının lslav kanı ile bir leşmesinden subur, mütehammll şahsiyetinden mahrum, IAkin isabet-i nazara malik yeni bir mlllet çıkıyor: Büyük Rus . . İ şte bu büyük Ruslar, b u Türk-lslav mahsülü millet ki, bu gün bütün Türklüğü demirli çlzmelerl altında eziyor ve inleti yor. Bu köylü millet çok zaman dağınık bir halde yaşıyor. Top lanıp bir millet ve bir devlet teşkil edemiyor. Ona kabiliyetli görünmüyor. Nihayet dokuzuncu asırda hariçten bir unsur geli yor ve dünyada ilk isiav devletini kuruyor. .
Tufan
•
1 15
Bu harici unsur Vareklerdir. Rus müverrihlerine göre Va rekler İ lmen gölleri ve Dinyeper nehri vasıtasıyla Baltık ile Ka radeniz arasında altı düz kayıklarla ticaret eden yarı haydud , yarı tacir bir kavimdir. Hatta bunun içindir ki, Finler (Şimal Türk leri) bunlara haydud manasına olarak Urus ismini veriyorlar. Ve garibdir, buradan Rusya ism-i resmisi çıkıyor. İşte bu Varekler, veyahut Ruslar -aslen Türk olmaları pek muhtemel olan bu hay dudlar- lslavlığın içinden gelip geçerken. nihayet bir gün oraya yerleşiveriyorlar. Ve lslav kavminin knezlerl . şövalyeleri oluyor lar. Rusya tarih-1 resmlslne göre Rurlk ismindeki ilk Rus 860 tarihinde Novgorod'da Rusya devletinin banisi oluyor. Bunun oğlu Oleg -yahut aslen Türk ise Olog- yavaş yavaş hududunu büyültüyor. Kiefi zabtedlp payitahtını oraya naklediyor. Ve bü tün Ruslarla bir kısım Finleri, şimal Türklerini idaresi altına top luyor. Bu esnada Ruslar ticareten ve siyaseten Bizans ile müna sebete girişiyorlar. Ve bunun neticesi olarakdır ki , 990 tarihinde resmen Ortodoksluğu kabul ile Hristiyan oluyorlar. Bu vaka, Rusya hayat-ı dahiliyesinde olduğu gibi Türk hayat-i siyasiye since de haiz-i ehemmiyettir. Çünkü Rusların Hristiyanlığı . yani garb medeniyetini kabul etmeleri , Rus ve Türk mübayenet-1 milliyesini tezyin eden bir ami l oluyor. Ruslar, bu medeniyet sebebiyle muahl'ıaran garbın son ehl-i salib ordusunu teşkil ediyorlar. Ve o zamandan beri Türkleri bir taraftan kılıç ile ke serken, diğer cihetten de salib ile eziyorlar. İşte büyük Rus ve Ortodoks saltanatı bu suretle teşekkül ediyor. Lakin, bu devlet iki asırdan ziyade sürmüyor, parçalanı yor. KurOn-ı Ola ve vusta adeti üzere devlet, hanedanının ço çukları arasında gittikçe inkısama uğruyor. Rurik prensleri, Ki-
1 1 fı
•
A h m e t Ferit Te k
efde, payitaht-ı kadimde saltanat eden hükümdarı, bir müddet "Veliki Knez-büyük prens" diye reis tanıyorlar. Fakat bu da çok devam etmiyor. Hırs rekabet hepsini birbirinden ayırıyor ve bir birleri üzerine atıyor. Bir Rus müverrihinin hesabına göre, bu esnada on birinci ve on ikinci asırda altmış dört prenslik yaşı yor ve 293 knez hükmediyor. Hülasa bu müddette bir Rusya bulunmuyor, belki bir çok Rusyalar yaşıyor. İ şte, on üçüncü asrın ibtidasında, Cengiz orduları Avru pa'ya aktığı zaman Rusya bu halde, bu hal-i perişAnide bulunu yordu. Sübütay onları Tuna havzasında bozarak geriye sürmüş tü. Sonra Cuci'nln oğlu Batu, Altun Ordu ile şimal ve şark Rus yaları üzerine yürüdü ( 1 224). Ve vaktiyle lslav hulülüne maruz kalmış Türk memleketlerini hakanın idaresi altına ilhak eyledi . Şark Rusları, Büyük Ruslar y a doğrudan doğruya Karakurum ha nının idaresine geçmişler, yahut, yalnız bir muhtariyet idare, bir beylik muhafaza edebilmişlerdi. Cengiz yaşadıkça böyle kaldı lar. Sonra, onun vefatından sonra da i dil havzasında, Saray'da yerleşmiş Kopçak hanları idaresine tabi kaldılar. Bu vaziyet t-' 1 4 1 O tarihine kadar devam etti. Bütün bu müddet zarfında Rusya prensleri Saray hanına vergi verdiler. AdetA bir devr-1 esaret ve mahkumiyet geçirdiler. Lakin -mu kadder olunca felaketten bile saadet doğar- bu devre-i esaret Ruslara yaradı ; Çünkü bu esnada Rusya'nın vahdet-i siyasiye ve mllllyesl meydana geldl . Dedikleri gibi Çar Müthiş İvan'ı saray daki Kopçak hanı doğurdu. Hakikaten böyle oldu. Rusya'nın vahdeti ve kuweti Türk lerin eli altında vücuda geldi. Ve bu netlce-1 azimeyi istihsale tal i ' , bu! .- Rusya knezlerinln en küçüğü, en zayıfı muvaffak ol du. Bu en küçük, en kuwetsiz, fakat en kurnaz Rus knezlerl,
Turan
•
117
Moskova knezleri idi. Bütün malikaneleri Kremlin ile etrafındaki bir iki köyden i baret olan bu knezler dirayet ve fetanetleri saye sinde Saray hanına çattılar. Ona sadakat gösterdiler. Hatta hafi yelik ettiler. Lc\kin buna mukabil göze girdiler; Bütün Rus knez leri ile hanlar arasında vasıta olmak, Rus vergilerine tahsildarlık etmek gibi nafi' memuriyetler aldılar; Hanların kılıcı ile düş manlannı ezdiler; Hanın lutfu ile kaleler kazandılar. Hülasa, pa ra ile, kılıç ile, hilekarlıkla malikanelerini büyülttüler. O kadar ki , bir gün, yine hakanın yarlığı ile Veliki Knez ünvanını iktisab ve biraz sonra, yine hanın delaletiyle Kief metropolidini Mosko va'ya naklediverince bütün Rusların başları ve kalpleri üzerinde milli ve dini yüksellverdller. Knezlerin fetanetl ve hanların haınakatlyle "Büyük Rusya Knezliği" teessüs etmişti . Sonra bu knezllk llan-ı istiklal ile "Moskof Çarlığı" , daha sonra da bütün Rusları cem ve tevhld edince "Bütün Rusyaların Çarlığı" olacaktı . Ruslar istiklallerini 1 476 tarih-i milc\disinde istirdad edebil diler. Filhakika ondan bir asır evvel tc\ 1 3 78'de iktisab-ı hürriye te kalkıştılar. O tarihte, knez Dimitri, Özbek hanın vefatı üzeri ne Saray'da tahaddüs eden kargaşalıktan bi'l-istifade tecrübe-1 tc'.\lie kıyam etti. Koulikovo muharebesinde Mamay Hanı mağ lub bile etti. Lakin bu galebe bir işe yaramadı. Timur Han. yıp ranmış Cengiz devletini ihyaya gelmişti . Han Toktamış, (Ma may)'ı mağlub ederek Saray'a badehu Moskova'ya yürüdü. Ve Rusların iktisc\b-ı istiklal etmeleri bir asır sonraya kaldı . B u arzularını Ruslar, ancak Timur saltanatının hln-1 zevalin de tatmin edebildiler. On beşinci asrın ortalarında idi , Kopçak Timur Hanlığı inkısama uğradı . Saray baki kalmakla beraber Ulu Muhammed isminde biri Kazan hanlığını tesis eyledi. Giray is minde bir Cengiz oğlu Kınm'ın istiklalini ilan etti. Nogay ismin-
1 18
•
A h m e t F e r i t Te k
de bir han da Nogay Seyyar hanlığını kurdu. Altın Ordu'nun bu suretle dörde inkısamı, dördünün de inkırazı demekti . Filhakika, bu hanların birbi rlerine taarruzu Moskova Büyük Knezliği'nin saadetine yardım etti . 1 462'de tahta geçen Büyük İvan - Üçüncü İvan- Kırım Hanı Mengli Giray ile akd-i ittifak ederek metbuuna meydan okudu. Kopçak Hanı Ahmet bi'l-mukabele Polonya kralı ile sözleşerek, Veliki Knezi , kemafı's-sabık üzengisini öpmeye davet etti ve Moskova'ya doğru ilerledi. Mevsim kış idi; soğuk pek şiddetli idi . Vellki Knez hanın savleti karşısında muahharan ahlafının da istifade edecekleri bir çare-i harbe tevessül etti: Çekildi , kaçtı, saklandı ! . Ahmed Han şaşırdı. Ordu soğuktan çok muzdarip oluyor du. Polonya kralı gözükmüyord u . Diğer cihetten Mengli Gi ray'ın taaruzu pek muhtemeldi. Düşündü ve naçar geri döndü. Altın Ordu ricat etmişti . Moskova Knezllği de pek parlak bir surette olmasa da, berat-ı istiklalini kazanmıştı ( 1 476). E.sir Rusya, Dvina nehri üzerindeki Oustloug 1 6 şehriyle, Be lozero gölünden cenubda, Tuna çayı üzerindeki Voronej şehri ne kadar Dvlna, l dll ve Tuna havz.1-I ulyalarına malikti 1 1: Bilhas sa Moskova'nın şarkında ve şimdiki Rusya'nın ortasında Ana dolu'nun yarısı kadar bir devleti . Müstakil Rusya, bir anda bunun sekiz misline baliğ oldu. Büyük İvan devrinde ( 1 462- 1 505) Rusya, Kiefden Finlandiya'ya ve Bahr-i Müncemld-1 Şlmc'.\liye; ve Polonya'dan Ural dağlarına, hatta Obi nehri havzasına kadar büyüdü. Garbi ve şimali Rus memleketlerinden başka Lapon, Javaloç, Zlryan, Samoad , Osti yok ( Üstüyok), Çeremiş, Votlak, Vogol gibi Türk ve Fin kabaili memleketlerini de zabteylemişti . İ rtiş ve Obi nehirleri mahall-1 telakkisinden, Kazan'ın şimal-i garbisine ve oradan Tuna hatt-ı
Turan
•
119
taksim-i miyahına çekilen hududa kadar ilerlemişti. Müttehid Moskova Çarlığı , müteferrik Türk hanlıklarının karşısında kavi ve muazzam yükseliyordu . Düşman doğmuştu! O çabuk büyüdü . İ lk önce çar ünvanını takınan Müthiş İvan, oğlu veya Ruslar için değil, fakat Türklük için pek müthiş bir çardı . Tahta geçer geçmez hemen hanlıkların esbc\b-ı inkı razlannı tehiyyeye çalıştı. 1 550'de bir Rus ordusu Kazan'ı mu hasaraya yürüdü . Kazan Bulgarları Yadigar Han ile birlikte kale yi kemal-i metanetle müdafaa ettiler. Rus ordusu hastalıktan sızlanmaya, İdil'dekl kayıklar fırtınalardan batmaya başladı. Rus lar bu felaketleri Kazan istihkamları üzerinde dolaşan büyücüle re atfederek muhasarayı ref e kalkıştılar. Fakat Müthiş İvan Moskova'dan Tatar büyülerini bozacak kerametli çellbalar ge tirtti . Ve Kazan fetholundu. Civardaki Votyak, Başkır, Mordova, Çeremiş ve Çuvaşlar da taht-ı esarete girdiler. Oradan İvan, Kapçak üzerine yürüdü . Kapçak hanları , Kı rımlıların taarruzlarına dayanamayarak Saray'dan Ejderhan'a çe kilmişlerdi. İvan, onları , ta orada buldu, ezdi, devletlerini sön dürdü ( 1 554-57). Biraz sonra, Çar Mihail Romanof, Layık Ka zaklarını mağlu b ederek hududunu Layık nehrine götürdü. Bü tün Rusya Avrupası , İdil ve Tuna havzaları Rusların eline geç miş, Çar, Kaspi denizine ve hatta Rostof kalesi vasıtasıyla Azak denizine ayak atmıştı. Rusya devletinin hududları Terek man sabları , Sarıkamış Vadisi 18 Rostof kalesi, Dinyeper ve Dlnyester havza-i ulyalannı bi'l-ihtiva Hotin ve Kaminça'ya ilerlemiş, daha doğrusu -Giray evladı , Osmanlı himayesinde olduğu için- Os manlı padişahının kapılarına dayanmıştı . . . Cengiz saltanatları , Tlmur devletleri , hep üfal eylemişlerdi. Rusların vaktiyle önlerinde yere kapandıkları , "Eğilerek binek taşı oldukları" hanlar kaybolmuş, şimdi, bilakis o hanların ahfadı
1 20
•
A h m e t Ferit Te k
çarlann önünde diz çökmüşlerdi. Artık, Rus hududunun ötesin de Türk devleti olarak, yeni ve mu azzam Osmanlı saltanatı gö züküyordu. Ve buna, Ruslar, bir çok hazırlandıktan ve düşün dükten sonra, ancak Petro ve daha doğrusu Katerina zamanın da taarruza cesaret edebileceklerdi. O zamana kadar Rus çarlan, veche-i istilalarını Asya'daki Türk memleketlerine çevirdiler. Ve gayet seri bir yürüyüş ile, adeta bir akın ile Sibirya'yı geçerek Bahr-i Muhit-i Kebir'e kadar yürüdüler. Garipdir, Sibirya'nın ilk fatihi de milletini tanımayan bir za vallı Türk oldu: Kazak Yermak. . Bu, Hristlyanlaşmış Fin çocuğu Kama Kazaklarının, bir avuç Türkün başına geçerek, çar namına Asya'yı istilaya başladı. Akın şarka doğru, iki koldan yürüdü . Ewela, Obi ve İ rtiş havzalarını işgal eylediler. Oradan Yeniçay (lenisei) vadilerine girdiler. Daha sonra Baygöl havzalarını, Le na versaylarını(?) zabtederek Okuçuk denizine yetiştiler. Daha, Yermak'ın atına bindiği tarihten itibaren altmış sene geçmemiş ti ki Ruslar, Muhit-i Kebir'e dayanmışlardı. Akıncılar girdikleri yerde küçük kaleler bina ediyorlar ve ahall, muhaciı'in bunları takip ederek oralarda şehirler tesis ediyorlardı . Topolsk, To mosk, Yeniçeylsk, l rkutusk, Yakutusk şehirleri hep bu yolda ku rulmuşlardır. Ahalisi pek seyrek olduğu için, gayet süratle hitam bulan bu istila neticesinde, Samoadlar, Ustuyaklar, Tunguzlar, Yakut lar, Yukagirler, Koryak ve Çokcller çara tabi oluyorlardı. Rusya, Ural dağlarından Bahr-1 Muhlt'e kadar uzanan şimali Türk mem leketlerine de hakim olmuştu. Rusya çarlığı, muahharan Çin hükümeti ile akdettiği mu ahedeler sayesinde bu , aksa-yı şark müstemlekesini cenuba doğru tevsie muvaffak oldu: Petro, 6 Eylül 1 689'da Çinlilerle
Turan • 1 2 1
Nertchinsk muahedesini akdetti. B u muahede ile Çung saltana tı Baygöl'ün şarkını Amur { Karasu) havza-i u lyasını Rusya'ya terk eyledi . Buryatlar da Rusya hakimiyetine geçiyorlardı. Sonra 1 860'dan biraz evvel, Fransa- İ ngiltere ve Çin ihtila fından bi'l-istifade yine Ruslar, Sibir müstemlekesini büyüttüler. 1 850 Tiyen Çin ve Aygon ve 1 860, 1 868 Pekin muahedeleriyle Amur'un sol ve Oussouri'nin sağ sahillerini Çinlilerin elinden al dılar. Mançuri şimalden çevrilmiş, Rusya, Japon denizine kadar aşağıya i nerek, buz tutmaz mıntıkada Büyük Petro limanına malik olmuştu. Sonra , malum olduğu üzere 1 904' te Mançuri ve Liao Tong'u yani Manço ve Hıtay memleketlerlnl alarak Port Art hur'da yerleşmek istedi ise de Japonlar'ın mümanaatıyla oradan çıktı { 1 905) ve hudud-ı kadimeslnde kalmaya mecbur oldu. Rusya, Türk arazisinin bütün şimallne hakim olmuştu. Şim di, Osmanlı saltanatı ile Türkistan ovasındaki Türk hanlıkları ka lıyordu. Türkün bi-aman düşmanı , bunların da istiklallerine hati me vermeye ahdetmişti. Binaenaleyh, bunların aleyhinde de faaliyet-i harbiye ve siyasiye başladı. Deli Petro denilince, Osmanlı aleminde korkunç bir düş man hayali tecessüm eder. Halbuki, ne yanlış ! . . Büyük Petro, Rusya'yı medeni bir devlet haline getirmek için vazettiği esasc\t nokta-i nazarından b{iyüktür. Yoksa, koca Petro'nun bütün te şebbüsc\t-ı harbiyesi Azak kalesini feth için nafile yere uğraş maktan yine muvakkat bir zaman için, Derbend, Bakü ve Aste rabad'ı işgal etmekten i barettir. Akbıyık, Avrupa vekayl-1 siyasi ye ve Rus hayat-ı içtimaiyesinde ihraz ettiği mevkii Türk hayat-ı siyasiyesinde haiz değildir. Türkün ve Turanın müthiş ve korkunç siması İ kinci Kateri na'dır. Rus ananat-ı siyasiyesinin bir heykel-! zl-hayatı olan bu
1 22
•
A h m e t Ferit Te k
ahlaksız, fakat cedden dahi Alman kızı , bu Türk cadısı, en bü yük Türk devletine üç büyük darbe indirmiş ve bu darbeleriyle adeta denebilir ki onun kollarını, kanatlarını kökünden kırıp ko parmıştır. Büyük Katerina'nın Türk düşmanlığı üç kelimeyle hülasa edilir: Küçük Kaynarca, İstanbul ve Yaş! . . Küçük Kaynarca Muahedesiyle, (2 1 Temmuz 1 774) Katerl na, Osmanlı Türklüğünü Turan'a rabteden Azak ile Yenikale ve Kıl burun kalelerini alarak o zamana kadar Türk denizi olan Kara deniz'e inmiş ve Kırım hanlarının istiklalini padişaha kabul etti rerek, Cuci evladının İ stanbul ile alakasını kesivermiş, yani Os manlıları Karadeniz'in şimal sahillerinden tamamen tardeyle mişti. Sonra, 1 704 İ stanbul Muahedesiyle Kırım, Kuban hanlık ları ile Terek havzasını bir kalemde saltanatına ilhak etmiş ve Yaş muahedesi ile de (9 Kanunusani 1 792) Besarabya'yı zabte derek Osmanlılığı Dinyester'in arkasına atıvermiştir. Kafkas ya'dan, Romanya'ya! Karadeniz'ln yarısı , tam yarısı Rusların eli ne geçmiş demekti. Katerlna'nın bu parlak fütuhatına Birinci Nikola ve oğl u İ kinci Aleksander devirlerinde devam olundu. Onlardan ewel geçen çarlar zamanında bazı fütuhat ol muştu. Mesela on dokuzuncu asrın ilk senesinde Birinci Pavili zamanında gayr-1 müterakklb bir vaka Rusları , silah patlatmak sızın Kafkasya'nın cenub versayına geçirdi . O sene, son Gürcü kralı bila-veled ölüverdi. Bu kral . ölürken tac ve tahtını çara va siyet etti. Ruslar, Kafkas dağlarını aştılar. Daryal geçidini geçti ler ve musika çalarak TiHis'e girdiler. Kafkas tılsımı çözülmüştü. Moskoflar kendilerini Anadolu ve İ ran yaylalarına götürecek yolların üzerinde bulmuşlardı . . Zabt-ı nefs edemediler ve yürü düler. . . Karşıda mevcud iki Türk saltanatından ilk önce d üşeni
Turan • 1 2 3
l ran oldu. Ruslar 1 8 1 3 Gülistan Muahedesiyle Dağıstan ve Şir van Türk vilayetlerini Kaçar hanedanından aldılar. Aras havzası na, Kızılağaç limanına kadar ilerlemişlerdi. Mamafih yukarıda da arzettiğimiz vechile, Türkler aleyhindeki hakiki faaliyet Niko la ve Aleksandr devirlerinde vukubuldu. Nikola, Osmanlı salta natına hasta adam ismini vererek, herkesi mirasa davet eden bu mutaassıb imparator, Türk düşmanlığını, Türk fütuhatını ken disine gaye edinmişti . 1 828 Türkmençay Muahedesiyle Revan ve Nahçivan'ı İ ranlının elinden aldı . Bütün Gökçegöl havzası ve Aras menbaları , ta Ararat Dağına kadar Rusların eline geçti. Ararat, Erzurum ve Kaspl yaylalarına hakim bu Ak saçlı yüce dağ artık beyaz başını Rus hududları C\rkasında semaya kaldırı yordu. Hemen, aynı zamanda Osmanlılara karşı teşebbüs edi len, fakat tamamen başa çıkarılamayan harb de E.dlrne Muahe desiyle ( 1 829) Anapa, Sohumkale, Potl gibi Kafkas kalelerlnl Ahalçik ve Ahılkelek gibi Anadolu istihkamlarını Rusya'ya bı raktırıyord u . Ruslar Mavera-yı Kafkas'da bir adım daha ilerle mişlerdi. Fakat, Nikola'nın asıl fütuhatı, Türkistan'da, Turan ova sında vukubulacaktı. Ruslar orada bir yol değil bir iklim kazana caklardı. Bu esnada Türk ovası , henüz istiklalini muhafaza eylemek te idi: Aral ve Amuderya havzasında Hive hanlığı yaşıyordu. Onun şarkında, Amuderya havzasından, Pamir tepelerine yük selen arazide Buhara hanlığı vardı. Daha şarkta Siriderya (Sey hun) vadisinde Fergana eyaletinde, lssık Göl havzası ve Tanrı Han dağlarında Hokand hanlığı idame-i mevcudiyet ediyordu. İ ran Safevilerinin enkaz-ı saltanatları üzerine 1 7 . asr-ı mil� dide teessüs eden bu Türk hanlıkları cenuben Pamir ve Dema vend tepelerinden şimalen Balkaş ve Aral göllerine kadar imtl dad eylemekte idiler. Bunların şimalınde Layık nehrinden İ rtlş
1 2 4 • A h m e t F e r i t Te k
nehrine kadar da Kırgızlar, Kaysak, Kaçak yahut Kazaklar, Hazar denizi şarkındaki vahalarda da Türkmenler yaşıyorlardı . Hülasa, o zaman Turan'da küçük büyük beş altı hanlık vardı. Ruslar, işte bunlara taarruza başladılar. İ lk darbeyi yiyen , tabii , hududa mücavir Kırgızlar ve Ka zaklar oldular. Bunların arazisi düz ova idi. Teşkilatları mükem mel değildi. Binaenaleyh çabucak ezildiler ve haraca rabtolun dular ( 1 845). Oradan aşağıya inildi. Kırgız ve Kazak fütuhatının suhuleti Rusları ümide düşürmüştü. Bunun için, bir hamlede Hlve Han lığını da zabtedeceklerinl zannediyorlardı. Bu fikirle gizil heyet i seferiyeler hazırladılar ve birden yürüdüler. Lakin, hesab ve kı yas boşa çıktı. Hanlık şiddetle mukavemet etti ve Rus orduları münhezimen firar ettiler. Bunun üzerine, Kafkasy.1'da olduğu gibi konak konak iler lemek lüzumu anlaşıldı . Muntazam ordular teşkil olundu ve adım adım ilerlendi . Ruslar her adımda istihkamlar bina ederek birleşiyorlar ve daha llcrld<'kl hamleye hazırlanıyorlard ı . Bu tarz-ı hareket muvaffaklyetlc:- neticelendi. Ruslar tedricen yürü yerek 1 853 tarihinde SlrldNy.1'ya yetiştiler. Onun sahilinde bi na ettikleri Perofskl lstlhk.1mı Hlve ve Buhara huciudlarına dikil miş bir heykel tehdidinden başka bir şey değildi. Diğer cihet ten Siblrya'nın Vernole vilayetinden uzanan bir kol ile de Ho kand Hanlığı'nın hududuna sarkmışlardı. Bu esnada Kırım seferi çıktı . Rusya'nın Turan'dakl faaliyeti bir müddet Karadeniz sahillerine intikal etti . Bu harb esnasında mutaassıb Nikola da öldü. Fakat, harb bitince oğlu Aleksandr, daha büyük bir gayretle muvaffaklyAt-ı pederi tetvice çalıştı. 1 86 1 'de Hokand Hanlığı üzerine sefer hazırlandı. İ ki müfreze-! askeriyeden biri Perofski istlhkamından, diğeri Slblrya'dan Sarı-
Turan
•
1 25
su vadisinden yürüyerek müştereken Colak kalesini zabtettiler. Oradan Çlmkend'e yürüdüler. Ruslann bu hareketini o esnada gafllane Hokand Hanlığı'na taarruz eden Buharalılar da teshil ediyorlardı . Bu muavenet i l e Ruslar i lerled i kçe i lerlediler. t 865'de Miralay Çernayef Taşkent'i , biraz sonra Hacend'I zab tetti. En büyük hanlık ezilmişti. İ şgal-i asken artık süratle yürü dü. l 868'de General Kavfmann Semerkand'a gird i . Buhara Hanlığı Rusya hlmaye-i siyasiyesini kabul eyledi. Bundan beş sene sonra, Ruslar Hokand Hanlığının aksam-ı mütebakiyeslnl de istila eylediler. Memallk-1 müstevliye, Rusya'nın Türkistan vilayetini teşkil ediyordu. Artık garbda yalnız Hlveliler ve Türk menler kalmıştı. Ruslar, bu cihetleri de Hazar-Kaspl tarafından yürüyerek ele geçirdiler. l 869'da Bakü karşısında Krasno vodsk, Balkan limanında Mihaylofskl ve daha cenubda Çıkışlar lstihkamlarını bina ettiler. l 870'de İ ran ile bir muahede akderek Etrak nehrini hudud tanıttırdılar. l 872'de Atrek Türkmenlerini şimalde Mangışlak yarımadası Kırgızlarını bütün Oust-Ourt ( Üst Yurt) havalisinl daire-i itaate soktular. Ve l 873'de artık Hl ve'ye yürüdüler. Ü ç Rus kolu birden ilerliyordu: Biri Aral'ın şarkından ve Seyhun üzerinden; biri Kaspi ve Aral arasından; üçüncüsü de
Kaspi sahilinden Mihaylofski'den. Yani şarkdan , şimalden ve garbdan . . Hive Hanı demirden ve ateşten bir kıskaç içerisine alınmıştı. Zavallı dayanamadı ; her tarafta mağlub oldu. Ruslar Hive'nln yanında Petro Aleksandrovski kalesini yaptılar. Hlve hanı da Rus himayesine girdi. Bu arada Osmanlı-Rus muharebesi vukubuldu. Bulgarların müstahlls, münci dedikleri çar, Ayastefanos önüne kadar ilerle di. Ve Berlin muahedesiyle Erzurum yaylasını saklayan Arda han, Kars kalelerimizi ve Batum limanını aldı . Sonra hemen yl -
/ 26
•
A h met Ferit Te k
ne Türkistan fütuhatına döndü. Harbin ertesi sene, Rus-Türk muharebesi kahramanlarından General İskoblef kanlı muhare belerle, Türkmenlerin merkezi olan Göktepe'yl zabtediyordu. 1 884'te Merv hanlığı kendiliğinden arz-ı inkıyad etti , 1 885'de İ raniler Merğab vadisini Ruslar'a verdiler. Bütün bu Türkmen arazisinden Rusya'nın Mavera-yı Hazar vilayeti çıktı . Rusya hu dud-ı cenubiyesi Afgan emareti hududuna dayanmıştı . . Herat yolu açık duruyordu . . İ ngilizler dayanamadılar. Afganistan'ı ileri sürdüler. Lakin emir mağlub oldu ve Pencab zabtedildi. Ruslar, Pamir yaylasına da tırmandılar ( 1 89 1 ). İ ngilizlerin Hindistan imparatorluğuyla Rusya'nın Turan imparatorluğunu yalnız yirmi kilometrelik bir dehliz ayırıyordu. Ruslar bu cihetten Turan'ın aksa-yı cenubuna gelmişlerdi. Bu hududun haricinde Rusya taht-ı hükmüne girmeyen , yalnız Osmanlı Türkleri , İ ran Türkleri ve Çin Türkleri kalıyordu . Rusya, birgün, bunları da tamamen eki ü bel ' etmeyi bir dakika hatırından çıkarmadı. Ve fırsat bekledi. Rusların Pamlr'e çıkmaları Hindistan için titreyen İ ngilizle rin yüreğini hoplattı . Forclgn Oftlce'de uykuları kaçırttı . Rus ya'nın Türk Müslümanlarına dayanarak Hind İ slamlarını ayart ması ve yalnız 50/60 bin l nglllzle mahfuz bulunan Hindistan'ı zabta yürümesi lhtlmall l nglllzlerl muhlkk bir telaşa düşürmüş tü. Müthiş ayı, koca balinayı en yağlı yerinden ısıracak ve par çalayacaktı. İ ngilizler bu tehllkenln önünü Ruslarla dostluk tesi sinde aradılar ve buldular. Ruslar ne istiyorlardı? -Çin Türklerini; -Daha? - İ ran Türkleri ni -Daha? -Belki Anadoluyu ve Boğazları -Pekala! İ ngiliz siyasi yun-ı hazırası-Hind gibi bir müstemleke için bunların hepsi fe da olsun! dediler. Hani , bir zamanlar parlamentoda: Rusların
Tu ran • 1 2 7
ilerlemelerini nafi' görenlerle münakaşayı bile zaid görürüm di yen nazırların, aynı dairede oturan, aynı fırkaya mensub bulu nan haleHeri yok mu, işte onlar, Hindi kurtarmak için Rusların ilerlemelerine göz yumdular. Lord Landsdowne 3 1 Ağustos 1 907'de Ruslarla bir muka vele-i siyasiye imzaladı. Bu mukavele mucebince Çin ve İ ran, Rus ve İ ngiliz aralarında taksim olundular. Mıntıka-i nüfuz da irelerine ayrıldılar. Çln'de, Türk ve Moğol vilayetleri Rusya'nın hakkı oluyordu. Ona mukabil Tibet yaylası İ ngilizlerin faaliyeti ne küşade kalacaktı . • Q İ ran'da, vasattan geçmek üzere şarkdan garbe doğru bir hat çizdiler. Herat hlzalarında türbe-1 camiden başlayarak Kah, Yezd , İ sfahan, Kirmanşah'dan geçerek Kasr-ı Şlrln'de Osmanlı hududuna gelen bu hattın şimallne Rus mıntıka-1 nüfuzu. yani Rus müstemleke-i müstakbelesi dediler. Cenubunu da l nglllz malikane-i atiyesi olarak kabul eylediler. Bu dairede Ruslara ait kalan kıtalar ahalisi bilhassa İ raniler, yani Türk ve Ari karışık ka bilerle, sırf Türk olan Azerilerden müşekkff bulunuyordu. İ ngiliz kısmı Beluclar, hakiki Farlsler ve Arablarla meskundu. Bu hattın garbında, Osmanlı memleketinde Hankin'den ötede. Eğer yal nız İ ngiliz v e Rus nüfuzu cari olsa idi onları tefrik eden bir hatt-ı mütevassıt da çoktan çizilmiş ve çekilmiş olurd u . Bu hat da şüphesiz Süleymaniye ile İ skenderun arasında çekilecekti . Lc\ kin Osmanlı memleketinde iddia-yı veraset edenler, yalnız l n giliz ve Ruslar olmadığı için diğer devletlerle, bilhassa Alman larla müzakerata girişmek lazım geldi. Blf müzakereler de cere yan eyledi . Belki mıntıkalar da taayyün eyled i . Lc\kln 1 9 1 4 harb-i umQmisi, şüphesiz bu müzakeratı akim bıraktı . Bunu, harbin neticesi tayin eyleyecektir. Ve eğer harb mazallah, Mos kofların galebesiyle nihayet bulursa, Süleymanlye- İ skenderun
128
•
A h m e t F e r i t Te k
hattı çekilecek ve artık dünyanın bütün Türkleri Rusya'nın ya ta biiyet veya himayesi altına gireceklerdir. Rusya, bütün Turan'ı bel' ve imha etmek istiyor. Ve bunu bir hakikat yapmak için, yalnız Turan'ı siyaseten işgal ile iktifa etmiyor. Türklüğü medeniyet-i hazıranın bütün vesait-i cebr ve tazyiki ile eritmeye ve öğütmeye çalışıyor. Yerleştiği her yerde Türk lisanını zecrediyor; Türk maarifini men ediyor, İ slamı tahkir ediyor. Halkı cehl ve taassub içinde bırakmaya çalışıyor.. Hüla sa vatanımıza, milletimize, dilimize, ilmimize, dinimize taarruz la bizi ihlal ve ifsada uğraşıyor. . Ve bunlardan hep şu neticeyi bekliyor: Türkü bel' etmek, Türklüğü temsil eylemek, Turan'ı bir hurafe, bir tabir-i tarihi yapmak! .. İ şte bugünkü Rusların aksa-yı emelleri ve işte Türklerin ve Türklüğün aduw-ı ekberi!
ALTUN SOY Bir milletin hassa-/ farikası nedir? -lisan ve terbiye-i fikri ye- Üç nevi lisan- Türk Japon kardeşliği -Sanlar başka, Altun soy başka -Altun soyun dôrt şubesi: Manço, Moğol, Fin, Türk 36. arz dairesinden kutb-ı şlm.1/tye; Han Ballk'tan Sultan Ballk'a -Altun soy: Tam 70 milyon/. -
Bugün Turan yok; Fakat doğacak ve yaşayacak. Çünkü yer yüzünde bir Türk mllletl var ve yaşıyor. Bir milletin hassa-1 farikası nedir? Bu hususda muhtellf lcti hadlar mevcud. Lakin bunların en makbulu, en mergubu "Lisan ve Terbiye" nazarlyesldlr. Lisan ve terbiye-! fikriye!. Bir milleti, diğerlerinden bu hassanın tefrik ettiği kabul olunuyor. Aynı li san ve aynı terbiye; işte bir milletin hassa-i farikası . . Dünyadaki lisanlar, anasır-ı teşkillyelerine göre başlıca üç neve aynlıyorlar: Elslne-1 tasrlfiye; Elslne-1 mülteslka; ve bir he-
Turan
•
129
celi lisanlar: yahut; b u ilmi ifadeleri tercüme edersek: 1 ) Kökleri eğilip bükülerek muhtelif manalar alan lisanlar; 2) Kökleri de ğişmeyen, fakat bu köklere edevat yapışarak mürekkep keli meler teşkil olunan lisanlar; 3) Cins, aded , sıga, zaman, edat tanımayıp kökleri asla değişmeden ve edevat yapışmadan , yanyana konulup kullanılan lisanlar. . . Şimdi b u sınıHara göre: Dünyada mevcud. 760 milyon Hlndli ve Avrupalı ile 50 milyon Sami ve Hami (yani Arap, Yahudi, Mısırlı, Ber ber) Birinci nevi lisana malik bulunuyorlar. 70 Milyon Türk ile 70 Milyon Japonyalı ve Koreli İ kinci türlü lisan kullanıyorlar. 450 Milyon Çinli, Tibetli ve Cenubi Asyalı ise üçüncü nevi yani bir heceli dil ile konuşuyorlar. Demek, lisan nokta-1 nazarından dünyada mevcud insanlar: 1 ) Hindli, Avrupalı, Arab, Yahudi 2) Türk, Japon 3) Çinli olarak üç büyük kısma aynlıyorlar. Bu, en büyük tasnifte biz, nihayet Japonlarla ve Korelilerle kardeş bulunuyoruz. Avrupalılar, nirkleri Sanlar tesmiye ediyorlar, ama, görülü yor ki bu, o derece doğru bir isim değildir. Çünkü Çung ahalisi ile ırken, lisanen pek çok ihtilafımız vardır. En büyük tasnlf-1 ır kide bile birbirimizden ayn bulunuyoruz. Bunun içindir ki . biz, ırkımıza Altun soy ismini münasib gördük. Altun soyun münasebet-i ırkiyesl , biraz yukarıda gördük, ancak Japonlar ve Korelllerledir. Fakat bu da en uzaktan bir ka-
1 3 0 • A h m e t F e r i t Te k
rabettir. Bu, en büyük tasnif-i lisaninin altında ondan küçük ve daha küçük sınıflar mevcuttur. Nasıl , Avrupalılar hep aynı ırktan oldukları halde, Latin, Germen, lslav gibi şubelere ayrılıyorlar. İ şte bizde böylece Ni ponlardan ve Korelilerden ayrı bulunuyoruz. Onlar, başka bir şube teşkil ediyorlar, mütebaki Türkler, Ural ve Altaylarda başka bir şube. Demek elsine-i mültesika sınıfı ikiye ayrılıyor: Japon ve Türk . . Lakin, tasnifat, burada da kalmıyor. Bir kademe daha par çalanıyor. Yine nasıl , Latinler: Fransız, İ talyan, İ spanyol, kısımla rına; Germenler: Alman, Danuva, Hollanda, Norman parçaları na; lslavlar: Büyük Rus, Küçük Rus, Polonyalı , Sırp mecmuaları na ayrılıyorlar. Bunun gibi Türkler de, kendi aralarında dört mecmuaya tefrik olunuyorlar. Ve bu mecmualar şarktan garba doğru şu isimleri alıyor: 1 ) Manço; 2) Moğol; 3) Fin; 4) Türk . . Bu dört mecmuanın lisanları aslen ve esasen birdir. Yalnız muhtelif cihetlere doğru, muhtelif muhitlerde tekamül eyledik lerinden birbirlerinden kısmen ayrılıyorlar. Mançolar, bu aksa-yı şarkın en müthiş askerleri Şark Türk lerini teşkil etmektedirler. Hudutları şöyle: Şarken Peçili Körfe zi, Japon denizi ve Okuçak Denizi . Yani bu cihetten Bahr-i Mu hit-i Kebir'e dayanıyorlar. Cenub hudutları , Pekin'e, yani Çung saltanatının payıtahtına kadar iniyor. Şlmalen, Lena nehrinin menbalarına kadar çı kıyorlar. Garben de Moğol Kopçağına, (Gobl) çölüne kadar geliyorlar. Yani Amur ( Karasu), Argon, Sonkari (Torossu), Liyaohu (Şakar) havzalarıyla Altınhan-Klngan Dağlarının şark ve garb versanları . . . Nısf-ı şimalisi Rusların elin de ve cenubu Çinlilerin taht-ı hükmünde bulunan bu arazide (takriben 3,200,000 km murabbaı) cenubdan şimale doğru Ka rahıtaylar, Nlyoçl yahut Mançolar, Tatarlar ve Tunguzlar yaşa-
Tu r a n
•
131
maktadırlar. Çin idaresinde bulunan Hıtay ve Mançolar beşbu çuk milyon tahmin olunuyor.. Bunlara, Mançuri haricinde kalan Manço ve Tunguzlar ilave edilirse, Manço şubesinin mecmu' nüfusu en aşağı , yedi milyona baliğ oluyor. . İ şte bunlar Manço lar. . . Bunlann garbında Moğollar yaşıyorlar. Baygöl'den Hansu (Hoang-Ho)'ya kadar. Moğol hududu da şu vecihle teressüm ediyor: Şarken, Mançurinin garb hududu; cenuben Sedd-i Çin ve Çinlilerin Hansu Vilayeti ; garben, KOhnur ( Koukou nor) göl ile Baygöl arasındaki hat; şimalen de Bc1ygöl'ün şimal havzası . . (Gobi) denilen Moğol Kopçağını, Moğol Koflavını ihtiva eden bu arazi takriben, 2,300,000 kilometre murabbaıdır. Ve burada 1 , 800,000 mi ktarı nda Kalmuk. Moğol ve Ongutok Türk'ü sakindir. Moğol şubesinin asıl büyük parçası işte budur. Lakin bundan başka ikinci bir Moğol mecmuası da Kasbl deni zinin şimal sahillerinde vardır. Orada İdil (Volga) nehrinin tara feyninde Sarıkamış-Maniç bataklıklarından Layık havzasına ve Azak sahiline kadar uzanan arazideki Kalmuklar yahut Kopçak Türkleri, Moğol cinsine mensupturlar. Bunlar, asıl Moğolluktan Cuci ordusuyla beraber gelmişler ve Saray imparatorluğunun esas ordusunu teşkil eylemişlerdir. İ dil havza-i süflasına Kop çak tesmiye olunması, Kopçak Türkleri tarafından işgal edllmlş bulunmasındandı r. Bu Moğol parçasını da ikiyüzbln tahmin e d e rs e k d ü ny a d a k i b ü t ü n Moğol l arı n m e cm u ' n ü fu s u 2,000 ,000 ' a baliğ olmuş olur. Şimdi Türklüğün üçüncü şubesine, Finlere gelellm: Finler, yahud şimal Türkleri Turan'ın şarkdan garbe, bütün şlmallni iş gal eylemektedirler. Behernik boğazından, ta Norveçya dağla rına kadar.. Bunların şimal, şark, garb hududları pek basit! Şl mal hududlan: Bahr-1 Müncemld-1 şimalidlr. Şark hududları: Be-
1 3 2 • A h m e t F e r i t Te k
hernik denizi veya Bahr-i Muhit-i Kebir; garb cihetinden İ sveç ya-Norveçya hududundaki Kiolen dağlarına dayanıyorlar. Ce nub hududlarına gelince, bu, biraz karışık bir hat takib ediyor: Bu hudud, bir kere, 60. arz dairesine kadar İsveçya'nın içi ne doğru sarkıyor. Sonra, asıl Finlandiya'yı ihtiva ederek Rus ya'nın Riga körfezine kadar iniyor. Eston ve Livon arazisi (Est honie et Livonle) hatta Petrograd havalisi Fin hududu dahilinde bulunuyor. Oradan hudud şimale kıvrılıyor. Petrograd hizasın dan Bahr-i Ebyaz sahiline doğru çıkıyor. Sonra tekrar cenuba iniyor. Mezen ve Divina havzalarıyla Viatka üzerine yürüyor. İ ş te burada asıl Türklüğe, Türkün dördüncü mecmuasına rastgeli yor. Ve sonra, artık şarka doğru hep bu mecmuaya dayanarak gidiyor. Bu hududda, Viatka'dan sonra Perm'ln şlmalinden ge çiyor ve Ural dağlarını atlayarak, Obi çayı tevabllnden İ rtiş hav zasına iniyor. Topolsk'dan, Tumsk ve Yeniceysk şehirlerinden geçiyor. Ve Ankara çayını takib ederek Baygöl'ün garbına vasıl oluyor. Sonra, Baygölü şimalden dolaşarak Moğol hudud-ı şi maliyesine tesadüf ediyor ve Moğol ve Manço arazisinin şima l ini taklb ederek Okuçok denizine iniyor. Baltık'tan-Okuçak'a kadar. Bütün Asya ve Avrupa'nın şimal i . . Takriben 1 0, 500,000 kilometre murabbaı cesametinde olan bu arazi Fin vatanını teşkil ediyor ve burada, Fin, Lapon, Pomor, Livon, Eston , Karalı , Bayaç, Oyulaç, Zavolaç, Samoyad, Ziryan, Ustuyak ( Ü stüyok) , Voğol . Yakut, Yukagir, Çokci, Kurak, Kamçadal isimli bir çok Türk kabileleri oturuyorlar ki heyet-i mecmuası birden Türklüğün Fin mecmuasını vücuda getiriyor. Bu , Finleri , azı Asya'da (takriben 2 milyon) ve çoğu Avru pa'da olmak üzere 1 0,000 , 000 tahmin ediyorlar. Lakin bunların da tıpkı Moğollar gibi kendilerinden ayrılmış bir takım şubeleri mevcud bulunuyor. Mesela, Çeremiş, Çuvaş, Mordovan, Vot-
Turan
•
133
lak, Perm, Başkırlar ki, bunlar, Fin hududunun cenubuna sarka rak asıl Türklük hududu içerisine dalmış bulunuyorlar. Sonra Macarlar ki , bunlar ana vatandan büsbütün ayrı bir kıtaya, Tuna havza-i vustasına yerleşmiş oturuyorlar.. Tü r k l ü ğ ü karı ş m ı ş F i n l e ri 1 0 , 000,000, Macarl arı d a 7,000,000 dersek bütün dünyadaki Finlerin mecmu ' nüfusu 1 8,000 , 000'a baliğ oluyor. l l milyonu Turan'da, 7 milyon onun haricinde Macarlstan'da . . . Türk ırkının dördüncü mecmuasını asıl Türkler teşkil edi yorlar.. Bunlar da Moğol luktan Rusluğa, Fi nlikden Çin , Hind Acem ve Arap hududlarına kadar lmtldad ediyorlar. Hududları şlmalen Flnllk ile şarken de Moğolluk ile mah dud bulunuyor. Cenub hududu: KOhnur gölünden başlıyor; Ak dağ-Kouen-Lun sllsile-i azimeslnl taklb eyliyor; Pamir yc"\ylasın dan geçiyor; HindikOh ve SefidkOh dağlarını sıralıyor; ve Herat vadisini , şimali Horasan' ı , Aladağ, Çağatay dağ versanlarını, Mazenderan , Geylan, Azerbaycan vilayetlerini ihtiva ederek, Urmiye gölünün cenubundan dolaşarak Süleymaniye hizaların da Osmanlı hududuna vasıl oluyor; oradan Anadolu hudud-ı cenubiyesini takip ederek Akdeniz'e iniyor. Garb hududuna gelince, bu da Meriç vadisinde başlıyor, Balkanlarla Karadeniz'e iniyor. Oradan Kırım yarımadasına, Pe rekop berzahına atlıyor. Oradan Azak denizini takip ile Tuna (Don) nehrine gf riyor. Bu suyu, ta Kalac'a kadar yukarı çıkıyor. Oradan Tuna ile İ dil beynindeki tepeleri sıralayarak Kazan'a ve Kazan'dan Viyaska'ya kadar ilerliyor. Bu hududun haricinde de müteferrik Türkler yok değil ! . Mesela Balkan yarımadasına dağılmış Türkler, Dobrucalılar, İ dil'den garba doğru, çok uzaklara yayılmış Türk müsta'mirele ri, İ ran'daki BahtiyarTler. Bunlar da tamamen Türkdürler.. Fakat
1 3 4 • A h m e t Ferit Te k
ırkın toplu duran kütlesinden ecnebi ırklarla ayrılmışdırlar. Asıl toplu kütle arz ettiğimiz hudud dahilindedir. Takriben, t 0,800 ,000 kilometre murabbaı vüsatinde olan bu arazide, şimalde, şarktan garba doğru Hoviras, Oryangot, Nayman, Kırgız, Oğuz, Kınıkl ı , Özbek, Tatar, cenubda, yine şarkdan garba doğru Ongur, Karluk, And, Teleş, Harezm , Hora san , Hazar ve Osmanlı Türkleri mevcud d u r. Ve bunlar d a cem'an kırk üç milyon nüfusa malikdirler. İ şte Türklüğün münkasim bulunduğu dört mecmua, dört şube bunlardır. Şimdi, bu dört mecmuadan Finlere şimal Türkleri, Manço ve Moğollara şark Türkleri, en sonrakilere de garb Türkleri ismi ni verirsek şimal Türklerinin -takriben 57. arz dairesinin fevkin de-bütün Asya ve Avrupa'nın şimallerini işgal ederek şarktan garba uzandıklarını şark ve garb Türklerinin de onların cenu bunda ve -57. ile 36. arz daireleri beyninde yine şarktan garbe, Pekin'den İ stanbul'a yayıldıklarını görürüz . . Macarlar, Livonlar, E.stonlar, müteferrika Balkan Türkleri de hariç ve müstesna. . 36. arz dairesinden - kutb-ı şimaliye! . Pekin'den İstanbul'a, yahud Hanbalık'tan - Sultanbcllık'al . . Çln'ln nısf-ı şimalisi; bütün Rusya Asyası; Buhara, Hlve, Afgan ile l ran'ın takriben rub'unu, Kafkasya, Anadolu, Rumeli. Kırım'dan idil ve Kazan'a; Ural'dan Baltık'a ve Buzlu denize kadar Rusya! . İ şte Türklük .. İşte 70 mil yonluk Altunsoy! Filhakika, bu altun ırkı tezyif için, bazı cihetlerde Türklük arasına ecnebi ırk muhacirleri ldhal olunmuştur. mesela Mançu ri'ye daima Çinli muhacirler sevk olunmaktadır. Ongutok Türk lerinin meskun bulundukları Hiya memleketi de sedd-i Çin'i at layan muhacirler tarafından istila olunuyor. Bunlardan daha mühim olarak, Moskoflar, Moskova'dan Arkanjel'e doğru bir
Turan
•
1 35
kol uzatarak Laponlar'ı Ü stüyoklar'dan ayırdıkları gibi , Sibirya demiryolu boyunca Ural'dan Baygöl'e uzamak üzere beş mil yon nüfuslu mühim bir lslav müsta'miresi de tesis eylemişlerdi. Bu sonraki Türklük istikbali nokta-i nazarından oldukça da ehemmiyetlidir. Adeta Türklüğü Finlik'den ayıracak bir mahiyet tedir. Bununla beraber gerek Çinli , gerek Moskof, bu sınaat muhacirleri henüz Türklüğün vahdet-i milliyesini ihlal edecek bir kuvvet ibraz edememişlerdir. Altun ırk henüz kütle-i vahide halinde kutuptan Pamlr'e ve Pekin'den İ stanbul'a bakir ve zinde uzanmaktadır. Türklük yaşıyor. O halde, Turan da bir hakikat olacaktır. Çünkü, devlet ölür. Fakat mlllet asla ölmez, yaşar. Millet yaşa yınca da, bir vatan bir lstlkb.\I, bir Turan muhakkak doğacak ve yaşayacaktır.
ALTUN YU RT 1 70 tal dairelik bir vüs 'at -26,800, 000 kilometre murabbaı bir vatan -Dünyanm hiçbir milleti bu kadar büyük bir vatana malik değildir -Bir büyük yayla, bir büyük ova -Toros dağlarm dan Almadağı 'na -Akkadağ -Açıkhavza, kapalı havza -Karasu, Yeniçay, Ovaçayı, Baygöl - Yarkend havzası -Türk Çukurovası Balkaş: Marmara 'dan büyük bir göl -Aral: Adalar denizi kadar bir diğer göl -Kaspi: Denizlerden aşağı bir deniz -Turan. y.wn · sıcak kışm soğuk -Yıldız rüzgart Türk rüzgart - Yağmurlar ve kumlar -Altm yurt: Temmuzda ve Kanunusanide. Haritanıza bakınız! . 36. arz dairesinden şimalin Buzlu de nizine, Kamçatka ve Pekin'den - Finlandiya ve İ stanbul'a!. Bu noktalar arasında uzanan, bu bir parça büyük ülkeyi gördünüz mü? İ şte bu ülke -Rusya Avrupa'sı müstesna- Bizim
1 3 6 • A h m e t F e r i t Te k
altun yurdumuzdur: Turan'dır. Turan, şimdi söylediğimiz gibi , Asya'da boydan boya 36. arz dairesinin şimalini işgal ediyor. Garip tesadüfi Ve Peçlll kör fezinden, İstanbul'a kadar, hep dikkat ediniz, Türkler, 36. daire nin cenubuna geçmemişlerdir. İ şte Hansu havzasındaki Sedd-i Çin: İşte Akdağ (Kouen-Lun) silsilesi, işte Pamir yaylası : işte Hindikah, İ ran dağları ve Akdeniz! . . Hepsi, aşağı yukarı bu arz dairesi üzerinde bulunuyorlar. Bu dairenin cenubunda kalan memleketlerin daha eski akvam tarafından daha ewelce dol durulmuş olmalarından mı neşet etmiştir, nedir, Türkler, hep, 36. arz dairesinin şimaline yerleşmişlerdir. Turan'ın hudud-ı şimaliyesi 68 ile 78 arz dairesine kadar uzanıyor. Ta Buzlu denizlere ve Buz dağlarına kadar. Bu hesapça Turan kısmen mıntıka-i mutedilede ve kısmen mıntıka-i baride dahilinde demektir. Mamafih , en büyük kütlesi mıntıka-i mutedilede. Yalnız şimalde dar bir parça, vasati 800 kilometre arzında şarkdan garbe uzanan bir şerit mıntıka-i bari deye giriyor. Takriben üç buçuk milyon kilometre murabbaı bü tün Turan'ın sekizde biri. Turan'ın en garbi noktası Fin ili olduğuna göre Türk vatanı -Paris mebdeine göre- 1 9. şarkl tal dairesinden başlıyor ve 1 80. tal dairesini 9 derece tecavüz edinceye kadar gidiyor. Ya ni 1 70 tal dairelik bir genişlik üzerine yayılıyor. Turan'ın mesaha-1 sathlyesl , Rusyalının hakiki arazisi dahil olmadığı halde takriben 26,800,000 kilometreye baliğ olmak tadır. Bugünkü Rusya İmparatorluğu'ndan büyük ( Rusya İ mpa ratorl uğu 22 ,435 ,000 ki lometre m u rabbaıd ı r) . A l tu n Yurt vüs'atçe, adeta İ ngiltere İ mparatorluğu'na takarrüb ediyor. ( İ n giltere, bütün müstemlek�tıyla beraber 28,085,000 kilometre murabbaı araziye hakimdir). Dünyanın hiç bir milleti bu kadar
Turan
•
137
büyük bir vatana malik değildir. Bu koca memleketin Asya'da yirmi bin kilometreyi müte caviz sevahili mevcuttur. Lakin, bütün şu sahiller arasında Peçili Körfezinden Vladivostok'a kadar devam eden takriben 1 400 ki lometreden maadası , kışın donan denizlerden olduğu cihetle senenin kısm-ı azamında seyr-i sefaine salih değillerdir. O hal de, Turan , Japon denizine açılan bu pek küçük pencere ile bir de Karadeniz ve Akdeniz sevahilinden istifade edecektir. Bu kadar sahil ona kifayet edemez. Müstakbel Turan, saadet-i ikti sadiyesini temin için, doğrudan doğruya Hind denizine çıkacak bir mahrece malik olmayı düşünmelidir ki , bu da en sehil ve muvafık olarak İ ran sahlllerldlr. Altun Yurt, arazinin kabartması nokta-1 nazarından iki bü yük parçaya aynlır: Bir büyük yayla! Dünyanın en büyük yaylası ; bir de büyük ova! Dünyanın en büyük ovası . . İ rtifaca değilse bile enlilik ve menaatça Hlmalaya sllsllesl ne faik olan 20 Akdağ -Kouen-Lun cibaline dayanıp şimal-i şarki ye, Mançuri'ye doğru uzanan Asya Türk yaylası ve Moğol Kop çak'ı Turan'ın hemen nısf-ı cenubisini işgal eder. Bu yaylanın ir tifa' -ı vasatisi 1 004 metredir takriben Anadolu gibi . . B u yaylanın münteha-yı garbisinde Pamir yaylası mevcud dur. Eskilerin dünya damı dedikleri bu 4000 metrelik yüksek ve küçük yayladan garbe doğru uzanan diğer bir kol yayla ayrılır ki bu da yine vasati 1 0oo metre irtifaında bulunan İ ran ve Anado lu yaylalarıdır. . Demek, Turan'ın tekmil cenubu şarkda arlz, gar ba gittikçe dar bir yayla halinde imtidad eylemektedir. Bunun şimalinde Türk ovası vardır. Kamçatka berzahı ile Aladağ2 1 ve Kafkas dağları beynine mevsul bir hat .. n şimalinde Behernik boğazından Baltık denizine uzanan bu ova, şark ve garbda, bilhassa Ural dağları civarında biraz arızalı , ortasında
1 3 /1
•
A lı m e ı F e r i t Te k
ise tamamen düz ve arızasızdır. Ve vasati olarak 1 50 metre bir irtifaa maliktir. Yani umumi bir surette bakarsak Turan'ın cenuba ve ce nub-ı şarkiye tesadüf eden kısmı bin metre irtifaında geniş bir yayla, şimal-i garbiye rastgelen diğer nısfı da 1 50 metre yük sekliğinde vasi' bir ovadır. Bu iki mıntıkayı birbirinden Turan dağları ayırır. Turan'ın dağları Pamir yaylasından teşa' u b eder. Buradan başlıca iki uzun parça ayrılır: biri şarka, diğeri garba doğru .. Garba uzanan kolu Pamir'den sonra HindikOh ismini alır. Sonra Kopat dağları , Elbruz silsilesi (4650 metre) Ararat (5 1 72 metre), Kafkasya (5647 metre) cibali, ve Toros dağlarıyla Ada lar denizine kadar imtidad eyler. Şarka doğru giden kolu Pamir'den çıktıktan sonra yelpaze gibi ikiye ayrılır: Bir şarka, diğeri şark-ı şimaliye müteveccih ol mak üzere. Şark kolu Karakurum silsilesiyle (86 t 5 metre) biraz cenub-ı şarkiye indikten sonra Turan'ı Tlbetten tefrik eden ga yet geniş Akdağ (Kouen-lun) kltleslnl vücuda getirir. Ondan da Bayankara, Altındağ (3600) ve Nanhan silsileleri çıkar ki, işte vasati olarak 4000 metre lrtlfaa malik bu silsileler hem Turan'ın, hem de Türk yaylasının cenub hududunu vücuda getirirler. Şimal-1 şarkfye doğru uz.ınan ve Türk yaylasını, Türk ova sından tefrik eden kola gelince: Bu, Pamir'den ayrıldıktan son ra, Tanrıhan-Tian-chan dağları mecmuasını hasıl eder ( 7340 metre), badehu, Aladağ, Tarbaga Dağ, Altay (3350 metre), Sa yan (3490 metre), Baygöl dağları, Almadağ ile Okoçka denizi ne kadar imtidad eyler. Bu mühim üç silsile haricindeki dağlar da şunlardır: Kırgız tepeleri , Ural dağları, Kinhan dağları (Kingan) ve Kamçatka dağlarıdır. Kırgız tepeleri , Tarbaga dağlarından ayrılarak garba
Turan
•
139
Ural eteklerine doğru giderek, Sibir ovasını Kaspi (Hazar) hav zasından ayırır. Ural dağları malum olduğu üzere bir emr-i iti bari olarak, Avrupa-Asya arasında hadd-i fasıldır. Kinhan dağla rı Türk yaylası ile Amur (Karasu) havzasını yekdiğerinden tefrik eyler. Kamçatka dağları da hal-i feverandaki meşhur bürkanla rıyla tanınmıştır. Bu son dağlar evvelki büyük silsilelere ma'kQ sen şimalden cenuba doğru imtidad eylemektedirler. Turan dağları , irtifalarından da anlaşılacağı vechile ekseri yetle mühim ve yüksek dağlardır. Bununla beraber içlerinde, yalnız Akdağ (Akkadağ-Kouen-Lun) arzen cesameti cihetiyle geçilmesi müşkil bir hadd-1 f.\sıl hükmündedir. Diğerleri boyları alçak, yolları çöl sehlü'l-mürQr dağlardan ibarettir. Ve bu dağlar, Turan'a, bütün sularını, çaylarını, derelerini hediye ederler. Sularının vech-i inkısamı nokta-1 nazarından , Turan , başlıca iki havzaya ayrılır: Açık havza, yani sularını denize döken hav za; Kapalı havza, yani sularını göllere döken havza . . Bu iki havzayı ş u hat tefrik eder: Moğol Kopçak'ı, Tarbaga dağları , Kırgız tepeleri ve Ural dağları. Bu hattın şark ve şimal! açık havzalardır. Cenub ve garbında ise kapalı havzalar vardır. Altun Yurt'taki açık ve kapalı havzalar da ayrı ayrı ikiye taksim olunmuşlardır. Açık havzalardan birincisi Amur (Karasu) havzasıdır. A l tay'ın şark etekleri demek olan Kentay dağlarından, Okoçka denizine ve Peçili körfezine çekilen hatlar arasında kalan bu havza, Asya nehirlerinin cesametçe üçüncüsünü teşkil eden (4377 kilometre) Amur, Karasu nehrini ihtiva eyler. Bu havza nın suları, Sahalin adasını Asya'dan ayıran Tatar boğazına, Ja pon denizine ve Peçili körfezine akarlar. Yani hep Bahr-1 Muhit i Kebir'e.
140
•
A h m e t F e r i t Te k
Açık havzalann ikincisi, Sibir havzasıdır. Bu havza yukanda gördüğümüz, bütün Türk ovasını vücuda getirir. Kamçatka dağlarından, Altay'dan, Tarbaga dağlarına ve oradan Kırgız te peleri ile Ural dağlarına giden hattın şimalinde kalan bu havza, cenubdan şimale doğru gittikçe alçalarak denize kadar devam eyler. 4036 kilometre tQlündekl Lena, 4750 kilometre tOlündeki Yeniçay-Yenisey, 4229 metre tOlündeki Ova-Obi nehirleri ile daha bir çok ufak dereler hep bu havzadadırlar. Bunlardan hep si -denizlerden yeni çıkmış olan bu dümdüz arazide- cenubdan şimale yürüyerek Buzlu denize akarlar. Türk yaylası üzerinde bulunan Baygöl bu havzaya dahildir. Sath-ı bahrden 480 metre mürtefi olan bu göl 34,000 kilomet re murabbaı vüsatindedir. Ve suyu tatlıdır. Kapalı havzalara gelince: Bu da başlıca ikiye tefrik olunabi lir. Birincisi yayla kısmı; ikincisi ova kısmı. Yayla kısmı Kaşgar havzasıdır. Denize mahreci olmayan bu havza Akdağ silsilesiyle, Tanrıhan dağları arasında, sath-ı bahr den 960 metre irtifada vasi' bir mıntıkadır. Bunun ortasında garbden şarka doğru, menbalarını Karakurum'dan alan Yarkend Derya (Tarım) akar. Mecmu ' tOlu 1 500 kilometreyi geçen (yani Dicle kadar) bu nehre, Akkadağ'dan bir çok kollar gelir. Fakat bunlar kum deryasından geçerken kaybolurlar ve Yarkend Der ya'ya kadar yetişemezler. Bunun gibi , Yarkend Derya, kendisi de, tabii bir cereyan ile Hansu'ya ve Peçili körfezine akacak yerde, Kopçak çölünün kumlarını doyuramayarak Altındağ eteklerindeki Karaboran gö lünde nihayet bulur. Yine bu havzada, Bakraç gölü , Telligöl havzaları gibi derece-i saniyede, ehemmiyetsiz mıntıkalar da mevcuttur.
Turan • 1 4 1
Kapalı havzanın ikinci parçası , yani ova kısmı Kaspi -Aral Balkaş havzası- yahud kısaca Kaspi havzasıdır. Bu büyük havza Kafkasya dağlarından Ararat, Elbruz, HindikOh, Tanrıhan, Tarba ga dağları yani Asya yaylası etekleri ile Kırgız tepeleri , Ural dağları, ve İdil'i garbdan ihata eden Rusya tepeleri ile muhat ve mahduddur. Bu kapalı havza, adeta, na-tamam bir bahr-1 muhit halindedir. Ve buna Türk Çukurovası dense pek münasib olur. Bu çukurova. yukarıda geçen isimlerden de anlaşılacağı vechile üç parçaya ayrılır: Balkaş, Aral ve Kaspi (Hazar) parçala rı . . En şarkta bulunan Balkaş havzası Aladağ eteğinde küçük (ama Anadolu'nun yarısı kadar küçük) bir ovadır. Bu ovanın or tasında Balkaş gölü vardır. Tanrıhan dağlarından çıkıp Kulca'dan geçen İ li nehri ve tevabii ile şimalden, cenubdan gelen bir çok derecikler hep bu göle dökülürler. Balkaş gölü ı 1 b'n kilometre murabba' vüsatindedir (Marmara'dan büyük) ve sath-1 bahrden 278 metre yüksektedir. Ortada bulunan Aral havzası , Balkaş'tan büyük, çok büyük bir parça teşkil eder. Bu havzanın suları hep Aral gölüne akarlar. Denizden 48 metre mürtefi olan bu göl 65 bin kilometre mu rabbaı vüsatinde -Adalar Denizi kadar vasi' - bir denizdir. Pamir tepeleriyle HindikOh'dan çıkan 1 520 kilometre tOlündeki (Dicle gibi) Amuderya-Ceyhun ile, Tanrıhan dağlarından inen 2500 ki lometre tOlundeki (Fırat kadar) Seyhun Aral gölüne akarlar. . Şi malden Kırgız tepelerinden inen Turgay ile Sansu şarkdan. 1 550 metre yükseklikteki lssık Göl (Sıcak Göl)'den inen çay ve cenub dan, HindikOh'dan çıkan Mergab ile Herirud nehirleri de ya doğrudan doğruya, ya bilvasıta bu gölün tabllerlndendlr. Şu ka dar ki, sıcağın şiddetinden, yağmurlann azlığından , yataklarının kumsal olmasından dolayı bu çaylar göle kadar erişememekte ve kumlar içerisinde kuruyarak nihayet bulmaktadırlar.
1 42
•
A h m e t F e r i t Te k
Bu havzanın en garbda bulunan üçüncü parçasına gelince bu havza Kaspi denizi ve tevablinl ihtiva eyler. Kaspl (Hazar) denizi sath-ı bahrden 26 metre aşağıdadır. Bu denizin, diğer denizler seviyesinden aşağıda olması. bilhassa şarkındaki ve cenubundaki arazinin rutubetsiz ve kurak olmalarından dolayı bu denize mikdar-ı klfayede sular ve nehirler gönderememe sinden neşet etmiştir. Ve bu halin devamından dolayıdır ki, Ha zar denizinin seviyesi , günden güne -tebahhurat nisbetinde va ridat olmadığı için- aşağılamaktadır. Kaspi denizini şu halinde olsun muhafaza eden, yalnız İ dil ve Layık (Oural) nehirleridir. İ dil (Volga) nehri, 3400 kilometre tOlündedir. Ve Avrupa kıtası nın en büyük nehridir. Layık nehri , o da 2380 kilometre tülün de uzun bir sudur. Bunlardan biri, Rusya'daki Türk ovasının di ğeri de Ural dağlarının sularını Hazar denizine isal ederler. Bun lardan maada E.mba nehri, Terek çayı, Katkasya-yı cenubidekl Karaçayı (Kour) ve bütün şimali İ ran'ın ufak tefek dereleri hep Hazar havzasına aittirler. İ şte, bu üç parça, Balkaş, Aral , Kaspi parçaları birleşerek büyük Kaspi havzasını hasıl ederler ki bu havza, sularını bile ec nebilerden kıskanan, kendi sinesine çeken, Türk Çukurovası'nı teşkil eyler. Ve bu, ikisi kapalı, ikisi açık dört havza umum Tu ran arazisini vücuda getirirler. Turan'ın vazlyet-i coğrafiyesi , arazisinin kabartması, dağla rı , suları ve havzaları! İ şte bütün bunlar da birleşerek Turan'ın iklim-i tabiisini hasıl ederler. . Turan'ın iklimi! Malumdur ki , kürre-i arz, hatt-ı üstüvadan itibaren sıcak, mutedil ve soğuk mıntıkalar ismini alan üç mın tıkaya ayrılır. Küre üzerindeki topraklarda bulundukları arz da irelerine göre bunlardan birine dahil olurlar. Yukarıda gördük, Turan, ekseriyetle mıntıka-i mutedileye dahildir. Yalnız ufak bir
Tu r a n
•
143
kısmı, sekizde biri soğuk mıntıka malıdır. Bu hesapça Turan'ın iklimi mutedil olmak lazım gelir. Halbuki, tamamen böyle de ğildir. Çünkü iklim hususunda mevki-i coğrafiden ziyade, de nizlerin bu'diyet ve kurbiyeti icra-yı tesir eyler. Deniz kenarları, deniz havaları bir mevkiin hararet ve bürudetini pek ziyade ta dil ederler. Çünkü deniz toprak gibi süratle soğuyu b ısınmadı ğından denize temas eden hava sıcakta soğuk, soğukda da sı cak kalır. Ve bu havalar, deniz havası alabilen yerlerde karada bulunan havalara karışarak o mevkiin hararet ve bürudetini ta dil eyler. Deniz havası ratib olduğu için bilhassa sıcaklarda pek çok serinlikler verir. İ şte bu cihetle, yeryüzünde iklimler ikiye ayrılır: Bahri İ k limler, berri İ klimler! Deniz iklimi . kara iklimli Bu iki iklim ara sında pek çok fark vardır. Birinciler mutedll ve muttarld havalı olurlar. Bu iklimde öyle müstesna ve bahtiyar mahaller vardır ki, en soğuk ve sıcak mevsimlerde derece-1 hararet farkı 1 O derece santigradı tecavüz etmez. Bilakis ikinciler, yani deniz den uzak olan ve deniz havası alamayan yerler sert ve müfrit havalıdırlar. Bu iklimlerin sıcağı da, soğuğu da çok ve azami olur. Bazı fevkalade noktalarında sıcak ile soğuk arasında 60 derece fark görülür. mesela Sibirya'da Yakutsk (Yakutlar) şehrin de olduğu gibi. . . Turan, işte, yukarıda gördüğümüz vechile ek seriyetle mıntıka-i mutedilede olmakla beraber bu iklimlerden ikisine dahildir. Yani berri, sert ve müfrit bir i klime maliktir. Bahr-i Müncemid-i Şimali hemen daima buzla mestur olduğu için daima deniz addedilemez. Muhit-i Kebir ve Hindi ise Tu ran'ın merkezinden pek uzaktadırlar. Zaten dünyanın denizler den en uzak karası Turan arazisinde bulunuyor. Binaenaleyh Tu ran'ın yazı ve kışı şedid ; hele yaz ve kış arasındaki hararet farkı azamidir. Yani Turan tamamiyle berri bir iklime dahildir.
144
•
A h m e t Ferit Te k
Bundan başka, daha bazı hususc'.\t iklimi tadil ederler. Me sela, rüzgarların cinsi, mevkiin irtifaı , arazinin dağlık olup olma mas ı , yağmuru çok veya az bulunması , toprağının cinsi ve mezru' olup olmaması gibi! Bunların herbiri, başka l:fir cihetten iklimi değiştirirler. Evvele'.\ rüzgc'.\rlar: Kıtalar, bulundukları mıntıkaya ve dağla rın vaziyetine göre ya şimalden, ya cenubdan rüzgc'.\r alırlar. Şi malden rüzgc'.\r alan kıta soğuk, cenubdan alanlar sıcak olur. Tu ran bu nokta-i nazardan sıcakdan ziyade soğuğa maruz olan bir mıntıkadır. Çünkü Himalaya dağları ve tevabii, cenub rüzgc'.\rla rının Altun Yurt'a girmesine mümanaat ederler. Bunun için Tu ran'da daima şimal-i şarki rüzgc'.\rları eser. Kürre-1 arz üzerinde barometrenin en aşağı dereceleri. ya ni havanın en hafif ve lc'.\tif yerleri Tibet ve İran yaylalandır. Buna binaen ağır havalar, yani kutb-ı şimali havaları daima bu tarafa doğru akarlar ve bundan da şimal ve şimall şarki rüzgc'.\rları Rumca Vöryüsten alıp bizim poyraz dediğimiz Yıldız rüzgc'.\rla rından- vücuda gelir. Senenin bütün mevsimlerinde Turan'da bu rüzgc'.\r eser. Bu rüzgc'.\rlar kışın soğuğu pek ziyade tezyid ey lemektedlrler. Fakat yazın da kuru olmakla beraber sıcağın şid detini biraz azaltırlar. Saniyen mevklln irtifaı harareti tadile hizmet eyler. Hararet her 1 80 metre irtifada bir derece tenakus eylediğinden vasati bin metre irtifada bulunan Türk yaylaları , aynı arz dairesi üze rinde bulunan ovalardan, dört beş derece fazla soğuk olurlar. Salisen, dağ kenarları , bulutları tevkif ve teksife hizmet et tiklerinden dağlık mahaller, düzlüklerden daha soğuk olurlar. Düzlükler, bilakis daha kuru ve daha sıcak. Rabian, yağmurlar! . . Yağmurlar bir mevklin iklimini son derece tadil ederler. Bir kere, bulutlar havayı üşütürler. Sonra
Turan
•
145
onlardan yağan yağmurlar da toprağı ıslatarak havayı serinletir ler. Binaenaleyh yağmurun iklimde büyük bir tesiri vardır. Hal buki yağmur cihetinden, Turan pek müsait bir mevki işgal eyle memektedir. Turan'da, deniz uzak, binaenaleyh hava kuru ol duğundan dolayı yağmur az yağar. Ve az müddette, kışın mah dut bir devresinde yağar. Heyet-i umumiyesiyle bakacak olur sak Turan'ın takriben yarısına senede 20:60 santimetre yağmur yağmaktadır. Bu cihetten Rusya, Rumeli ve Anadolu'ya benze yen bu mesut kıtalar, Katkasya, Azerbaycan , Şimali İ ran mıntı kalarıyla, HindikOh'dan Altay'a giden dağların versan ve civarı , Kaşgar yaylasının garbı ve -Lena çayından şarkta kalan kısım müstesna- bütün Siblr ovaları ile Amur nehri havzalarıdır. Bun ların haricinde kalan üç parça, yağmur hususunda pek fakirdir. Bunlardan biri , şimdi zikri geçen , Lena çayı şarkındaki Slblrya nihayetleridir; ikincisi, gayr-i meskOn Moğol Kopçağı'dır; üçün cüsü de - Katkasya ile İ dil havza-i ulyAsı müstesna- Kaspi ve Ural havzalarıdır. Buralara yağmur senede vasati olarak 20 san timetreden az yağar. Moğol Kopçağı'nda ise, oranın havası de niz buharlarından tamamen mahrum olduğu için hemen he men asla bulut gözükmez ve yağmur yağmaz. Toprağın cinsine gelince: Killi topraklar suları sathında tu tarak rutubete sebeb olurlar. Kumsal yerler, bilakis suların çabu cak süzülmesine sebeb olduklarından iklimin sıcak olmasına ve ' kuraklığına hizmet ederler. Turan, bu nokta-i nazardan da kıs men kurak ve çorak bir iklimdir. Moğol Kopçak'ının ortası Kin han dağlarından, Tanrıhan dağlarına kadar boydan boya böyle kumsal ve çorak olduğu gibi Aral'ın şark ve garbı da, Kaspi de nizinin şark sahillerine kadar Akkum, Kızılkum, Karakum deni len (50 bin 230 bin ve 250 bin kilometre murabbaı vüsatlnde) üç büyük kum deryasını havidir.
1 46
•
A lı m e t F e r i t Te k
Aşağıda görüleceği vechile, ağaçlar ve nebatların fıkdanı da -bunlar, harareti bel' ederek bir iklimin bürudetine hizmet ettiklerinden- bu iklimi sıcaklaştırmaktadır. Hülasa, bütün bu hususat karışarak Turan'a bervech-i ati hararetleri vermektedirler: Temmuzda Turan'ın muhtelif nukatında sıcak, şu yoldadır: 5 derece Buzlu Deniz sahillerinde sıfırın fevkinde Ova Nehri mansabı ile Okuçak denizi arasında 1 5 Kazan ile Baygöl ve Viladivostak hizasında 20 Anadolu'da, Ejderhan ile Altay ve Mançuıi'de 25 İ skenderun , Urmiye, Hive, Pekin hattının cenubunda ta Acem körfezine kadar devam eden arazide, yani bütün Türk ve İ ran yaylasında 30 derece Kanunisani'de ise şöyledir: İ stanbul, Anadolu, İskenderun, Musul Sıfırın fevkinde 1 0 derece "5 Azerbaycan, Tahran, Herat "O Kafkasya, Bakü, Merv -5 Ejderhan, Hive, Kaşgar sıfırın tahtında "- 1 0 Kazan , Aral, Tanrıhan , Pekin 15 Orenburg, Altay, Viladlvostok "-
Umsk, Orhon. Mançuri Ova mansabı, Baygöl, Amur mansablarında
"-
20
"-25 Yeniçay vadisi , Lena havza-i ulyası, Okuçok sahilinde "-30 Verçansk noktası -dünyanın en soğuk yeri "-45
YEŞİL VE S ARI OVA "Ve mine'/ mc'ii külle şey'in hayy" -Hatt-ı üstuva orman/an, kutub orman/an -Pampalar, stepler, otlaklar -Çam/ik ve çay1r/ik-
Tıı raıı
•
147
Asma, buğday, arpa -Cenubi Kafkasya: dünya cenneti. -Beyaz ayıdan kara keçiye a/aballğa kadar bir servet-i hayvanat -Nüfus ça fakr ve za.af: kilometre başma 2 adam ile bir adamm beşte biri -Ceyhun deltası kilometreye 40 kişi -Mokden, Orga, Hel sinkifors, Bakü, Taşkend. . . ilah -Kazak ve Uygur -Turan 'da sma at: avul smaatl, şehir smaati, büyük smaat -İpekçilik, demircilik, petrolcülük - Turan 'm ticaret merkezleri - İki turan şehrahı Aza.k'm ehemmiyet-i ticariye ve mil/iyesi -Azak'dan Çin 'de Eğ rikayaya - Viya tka 'dan Kalgan 'a -Turan demiryolu: Viyatka ve Samara 'dan Viladivostok 'a -Türkistan demiryolu: Samara 'dan Fergana'ya -Mavera-yı Kaspl hclttı: Azak ve Batum 'dan Hacend ve Köşk'e -Zümrüdova 'nm kanallar1 -Sokollu kanalı, Sar1kamış kana//, Turan kana// -Bütün bu medeniyet Türk Cuclleri'ne arz-ı iftik:ir ediyor. Turan, kışın yeşile, yazın sarıya bürünen bir vatandır. O, kı şın, -karlı ve kumlu yerleri müstesna- zümrüd gibi yeşil bir ova olur: Bir tarafı çamlık, bir tarafı çayırlık; fakat her ciheti boydan boya yeşillik! . . Yaz gelince -ormanları müstesna- üzerinden bu yeşillik kalkar. Ve her tarafı , bir baştan, öbür başa sarı ve esmer bir renk kaplar. . Yeşil ve san bir ova: İ şte Turan! Turan , bu renkleri tabi olduğu iklimden alır. Malum olduğu üzere arz üzerinde her türlü hayatın menba ve menşei sudur. " Ve mine'J-m:ii külle şey'in hayj'. Su olan her yerde muhakkak bir hayat-ı nebatat ve hayvanat mevcuddur. Yalnız, yağmurların mikdarına ve derece-i hararete göre muhtelif mı ntıkalarda mahsulatın cinsi ve nevi tebeddül eyler. Mesela hatt-ı üstüva üzerindeki sahil ve dağlık kıtalarda hararetten buhar, irtifadan bürudet hasıl olarak kesretli , mebzul yağmurlar yağar. Bu yağ murlar dağlardan vadilere iner ve etrafı ıslatır. Oralarda hararet de ziyadedir. Bunlar birleşir ve bundan gayet kuvvetli bir ha-
/4H
•
A lı nl l' t Ferit Te k
yat-i nebatat vücuda gelir. Bu sebebden memalik-i harede bü yük ağaçlı cesim ormanlar yetişir; ve toprağın büyük bir kısmı nı, baştan başa kaplar. Amerika-yı cenubideki Amazon, Afrika yı Vusta'daki Kongo vadileri gibi ! . Keza, mıntıka-yı barldede yağmurlar ve soğuk olmakla beraber daima muttarid devam eden bir hararet yine ağaçlar ve ormanlar hasıl eder. Memalik-! baridede yine ağaçlar -cesametleri küçük ve cinsi başka ağaç lar- yeryüzünü işgal ederler. Yani mıntıka-i hare ile, mıntıka-ı baridenin mahsuldar kısımları -ağaçlarının cinsi ayrı- iki orman lık teşkil ederler. Bu iki mıntıkanın arasına, yani mıntıka-i mutedileye gelin ce buraları ormanlığa müsaid bir iklime malik değildir. Mıntıka i mutedilenin derece-i hararetinde -diğer mıntıkaların aksi ola rak- sebat ve ittirad yoktur. Bu mıntıkada yazın, uzun müddet sıcak olur. Kışın da yine uzun müddet soğuk .. Binaenaleyh se batlı ve devamlı bir hararete muhtaç olan ağaçlar ve ormanlar burada yetişemezler. Bu mıntıka, büyük otlar mıntıkasıdır. Bu otlar her sene çıkarlar, büyürler, semere verirler ve kururlar. Bu hal , her sene tekerrür eder. Eğer, bu otların cinsine i nsan eli değmezse , bunlar tabii çayırlar vücuda getirirler. Pampalar, stepler ve otlaklar bunlardır. Yok, bunlara sun'-ı beşer taalluk ederse, insan ell ve flkrl dokunursa, onların nevileri daha müs mir, daha nafl bir hale lnkılab eyler ve o zaman hayat-ı ziraat başlamış olur. İ şte Turan , nebatat nokta-1 nazarından bu i ki mıntıkanın her ikisine de dahildir: Ormanlığa ve otluğa . . Turan'ın şimalin de çam ormanları, cenubunda da neva-nev çayırlıklar ve otluk lar hükümferma bulunmaktadır. Turan'ın Sibir kısmında mikdarı çok olmamakla beraber muntazam fasılalarla yağan yaz yağmurları ormanların teşekkü-
Tu ran
•
149
lüne pek müsaiddir. Binaenaleyh 50:55 arz dairesinden itibaren şimale doğru ekser arazi ormanlıktır. Bunlar evvela cenubda bodur ve cılız olmak üzere başlarlar. Sonra gittikçe yükselir ve güzelleşirler. Badehu, yine soğuktan küçüle küçüle 70. arz da iresine kadar çıkarlar. Demek, 55'ten yetmişe kadar Turan or manlık bir mıntıkadır. Bunun cenubu, ta, Türklüğün münteha-yı hududuna kadar ot mıntıkasıdır, çayır deryasıdır. Buralarda kış yağmurları bir kaç günde, çabucak bütün tohumları ihya ederler. Her taraf züm rüd gibi yeşil otlarla kapanır. Fakat, bu ancak bahara kadar sürer. Onun arkasından yaz gellr. Dehşeti! bir kuraklık hükmetmeğe başlar ve her şeyi derakab sarartıp soldurur. . Turan'ın nısf-ı ce nubisi -dağ, kopçak ve kumsal mıntıkalar müstesna- hep böyle otlaklardan kışın yeşil , yazın sarı steplerden mürekkeptir. Ma caristan, Besarabya, Romanya ve Anadolu gibi . . Buralarda işlenen yerlerde her türlü hububat yetişmekte dir. Cenubdan itibaren: 42. arz dairesine kadar, asma ve mısır buğdayı yetişiyor; 55. arz dairesine kadar, buğday, ondan daha şimalde de arpa zer'i kabil oluyor. Yalnız dağlar, kopçak ve çöller müstesna demiştik. Filhaki ka, tamamen kısır olan Moğol kopçağı ile, Hazar ve Aral ara sındaki çöller, -başlıca sekiz parça- yağmur yüzü görmedikle rinden kısır bir halde bulunuyorlar. Bilakis dağlık mıntıkalar, ge · rek irtifaları , gerek ormanları cihetiyle çok yağmur gördüklerin den pek münbit ve mahsuldar oluyorlar. Herat ve Hive'den Altay versanlarına kadar uzayan mıntı ka, işte bu haldedir. Oralarda her nevi ormanlardan, her nevi yemiş ağaçlarına ve her türlü hububattan tutunuz, afyon, pa muk ve çivite kadar . soğuk ve sıcak mıntıka mahsulü her şey yetişiyor; her şey ekilip biçilebiliyor. Şimali İ ran , Azerbaycan ve
1 50 • A h m e r Ferir Te k
bilhassa Cenubi Kafkasya'ya gelince, sıcak ve soğuğun, rutubet ve yubusetin imtizacı buraları bir cennet haline sokuyor. Burala rın vadilerinde tabii çalılar yerine kayısı, şeftali, elma, armut, ceviz ağaçları ve asmalar yetişiyor. Yani zümrütova, her taraf tan cennet asa dağlarla tetvic olunuyor demektir. Turan'da hayvanat da otlar gibi , ormanlar gibi çok ve mü teaddid yaşıyor.. Bunlarda bittabii iklime göre değişiyorlar. Si bir ormanlarında ve buzlu dağlarında her nevi kürklü hayvanlar. büyük ve beyaz ayılar ve Ren geyikleri mevcuddur. Otlakta bl nihaye koyun, keçi , öküz, at ve deve sürüleri dolaşıyor ve otlu yor.. Göllerinde, nehirlerinde ve denizlerinde ise pek çok, ren garenk balık tutuluyor. . Bir servet-i nebatat üzerine büyük bir servet-i hayvanat! . Lakin, malesef, nev'-i beşere, nüfus-ı mevcudeye gelince bu halin tamamen aksi meşhud oluyor. Bu cihette servet ve kuwet yerine fakr u za'f karşımıza çıkıyor.. Öyle bir fakr u za'f ki, Avrupa ve Asya'nın başka hiç bir yerinde böylesi yok! . Filha kika Turan'ın mecmu' nüfusunu kaç milyon tahmin etmiştik?. Yetmiş milyon değil mi? . . Bunu Turan'ın vüsat-i arziyesine tak sim edersek beher kilometre murabbaı başına Z . Z nüfus tesa düf ediyor: her kilometreye iki adam ile bir adamın beşte biri!. Bu mikdar son derece az ve kuvvetsiz bir nüfus demektir. Rus ya Avrupası'nda vasati olarak kilometre murabbaı başına 1 9 ki şi tesadüf eylemektedir. Çln'de ise kilometre başına 70 kişi var dır! Mamafih, nüfusun tederrün veya kesafeti Turan'ın her nok tasında bir ve aynı değildir. Bu mikdar, mevkilere göre değiş mektedir. Mesela, Mançun'de kilometre murabbaı başına Z . Z nüfus isabet eylemekte, Moğollukta O. 78 kişi bulunmakta, Fin likte, 0.44, asıl Türklükte de kilometre murabbaı başına 4.00
'f11ra11
•
151
nüfusa tesadü f edilmekted i r. Hatta, bu sonraki nüfus da muhteli f mevakidc mütehavvil bulunmaktadır. Mesela, Aral' ı n şarkındaki kum deryaları gayr-i meskun durlar. Balkaş ve Orenbure arasındaki K:rgız çayırl.:ı.rır.da kilo metre başına bir kişi tesad üf eyler. Ona mukabi l , Türklüğün ak sam-ı sairesinde kilome tre başına 1 O: 1 nüfus mevcuttur. Buha ra, Taşkent, Semerkand havalisindc kilometre başına 10:50 kişi isabet eyler. 50 b i n ki lometre m u rabbaı vüsatinde b u l u nan Ceyhun deltasında ise kilomet re başına kırk ki�i vardır. Buraları , Anadolu'nuıı Karadeniz scva!ıill 3lbi kesif bir l !,ılk ile meskun bulunuyor. Turan, şeh!r cihetinden de pek 7cngln bir mıııtıka addolu na.maz. Filhakika Turan'da e n büyük şehl ıler -Osıni1nlı arazisi müstesna- 1 70 ila 200 bin nüfusu tecavüz etmemckted lrler. Meşhur şehirler şunlardır: Mançuri dahilinde:
Moğol ar.1Zisinde: Fin memleketinde:
Mokden
50.000 4 5 .000 Tiyu-çıvan Kal:<an 70.000 Orga 40.000 Kahta 1 0.000 Helsinkifor.:> 1 00.000 27.000 Vi borg 25.000 Viyatka 24.000 Topolsk 200 Okuçal-:
A!:ıl Türld ü kde Kazan
Sam ara
1 50.000 1 00.000
Nüfus
1 52
•
A lı ın e t F e r i t Te k
Ru sya Av ru p as ı 'nda O re nbung
80.000
Ufa Ejderlıan
50.000
Bakü
1 80.000
Tebriz.
1 80.000
Meşhed Taşkent
70.000
l fokand
90.000
I Z0.000
Kcı.�<.asy,'\'d.1
İran'cla
1 70.000
Tü rki s t an
Buhara
70.000
S em erkcm d
55.000
Herat
1 00. 000
Yarke n t
60.000
Kaşgar
55 .000
İrkutsk
5 1 .000
To::ısk
63 .000
Afga n'd a Çin Türl<istanı'nda
Sibirya'd<ı
üç derece arası n ş lm al i nc! e ornıanlıkle.r arasın
Turan':n şu .:ı!ıallsi l p tldfi.i, r:ıi ve mc(!er.f da t�!<.s !m olu nmu ştur S l b ! rya'n ı n .
nehirler vadisinde pek seyrek v e cta3: n:!< ol.:u.:;.k yaşa yan Fi nle r henüz. i btidai bir h.:ıycıt ge çir me kt ed i rl e r Ziraat müş !�il ve i::!irn zir.:'.:;ta gayr i m üsa!cl buluncluğt;nd�n bu ral arı n aha l isi ku-;; , h.:\yvcı.n ve bal ı k av.:ılığı ile gc ç i n m e k � e d i rl c r. Bu m ı n tı d.1 büyük
.
-
kanın cenubundaki
vasi ' çayırlarda gezenler çobanlı kla taayyüş
Tıı raıı
•
1 53
cylemektedirler. Bu çayırlar, zaman zaman , insan boyunda ot larla ziynetlenirler. Ve Türkler sürülerini bu otlaklarda yayarlar. Bu Türkler maişetleri iktizası hep göçebedir. Çünkü, sürülerde daima ot bulmak için yurdu her gün başka bir cihete naklet mek, bunun için de çadırda yaşamak lazımdır. Çobanlık onları serseriliğe sevketmekte, binaenaleyh oturarak iktisab-ı mede niyet edememektedirler. Bunlar Türk aleminde Kırgız, Kazak veya Kaysak (yani Kaçak) ismini taşırlar. Alelumum vadilerde, dağ eteklerinde, çay ve göl kenarlarında toplanmış ve Avrupa mıntıkasına atılmış halk ise, servet-i araziden istifade ederek yere yerleşmiş ve hayat-ı bedavetten hazeriyet ve ziraate geç mişlerdir. Bunlar da, Türklerln Uygurlarıdır. Bu hesapça, Os manlıları, Macarları ve bilhassa, dünyanın en çok okuyup yazan Finlerini en mükemmel Uygurlardan saymak iktiza eyler. Bu su retle Turan , avcılık çobanlık ve ziraat memleket! demektir; ço banlık, bu gün ekseriyettir. Fakat, hulül-i medeniyet ve hazerl yet ile yakında ziraat galebe edecektir. Turan'da sınaat pek geridedir. Mevcud sınaat hep küçük sınaattir. Sınaat-i azime ancak ender ve müstesna bir surette mevcut bulunmaktadır. Küçük sınaat de başlıca iki mühim şubeye münhasırdır: Debbagat, ve sınaat-i nesciye; debbağlık ve dokumacılık . . . Bü tün Türkler, az çok bu iki sınaat-i milliyeye vakıfdırlar. Turan, malum olduğu üzere pek çok hayvanat sürülerine maliktir. İ şte bunların derileri ve yapağılarıdır ki, Turan'ın sınaatine de esas olmuşlardır. İ btidai ve göçebe Türkler, hem çoban, hem de ibti dai bir surette sınaatkardırlar. Deri, aba, kebe gibi ihtiyaçlarını kendi avullarında kendileri bizzat tedarik ederler. Uygurlar, şe hirliler, bittabii bu hususda biraz daha ileri gitmişlerdir. Bunlar da güzel debbağlık, yün dokumacılığı , halıcılık taammüm et-
154
•
A lı nı e r Ferit Te k
miş olduğu gibi , ipekçilik ve pamuk dokumacılığı da mevcut tur. Türkistan'a yakınlarda ithal olunan pamuk ziraati pek güzel neticeler vermiştir. İ pek ise, fevkalade dut fidanları yetiştiren Kafkasya'da, Türkistan'da ve Mançuri'de ötedenberi münteşir sınaat-i mahalliyeden ma'dud bulunmaktadır. Kafkasya'da se nevi 300,000 kilogram koza hasıl olmaktad ır (.Bütün dünya mahsulünün altmışta biri). Bunun gibi Taşkend ve Mokden de pek mühim ipekçilik merkezleridir. Hülasa debbağlık ve doku macılık, Turan'da hayli münteşir demektir. Mamafih, bunlar yu karıda da dediğimiz gibi hep küçük sınaat halinde berdevam dırlar. Sınaat-i azime yalnız İdil havzasında ve Avrupa'da mev cuddur. Oralarda teessüs etmiş Türk debbağat ve çuka fabrika ları Turan mahsulatını imal ile Rusya pazarlarına sevkeylemek tedirler. Turan'da, bundan başka, biraz da sınaat-i ihraciye başla mıştır. Sibirya, Türk dağları maadin cihetinden pek zengindirler. Ural dağları eteklerinde altın, platin ve demir madenleri mev cuttur1ı . Yeniçeysk'ae ve Mançuri'de altın, Lena havza-i ulya sında demir ve gümüş, Ova nehri menbaları ile Altay versanla rında ise elmas. altın, gümüş ve bakır madenleri bulunuyor. Yi ne Altay havzasında mühim maden kömürü damarları mevcut tur. Avrupa'nın yeg-'ne petrol ve neft madeni ise Bakü'de yani Turan arazisindedlrll. Bu madenler bugün ekseriyetle ecnebi unsurlar, bilhassa Ruslar tarafından işlettiriliyor. Hatta Sibirya'ya ve Kafkasya'ya vukubulan muhaceret bu maadin yüzünden ileri gelmektedir. Bununla beraber müftehirane kayd ve zikreyle mek lazımdır ki, yalnız amele değil , sermayedar madenciler arasında bile şayan-ı hürmet ve takdir birçok Türk isimleri bu lunmaktadır. İ şte Turan'da sınaat bu halde bulunuyor. Ticarete gelince:
Turan
•
1 55
Turan'da oldukça mühim ticaret merkezleri mevcuttur. Mesela Ejderhan mühim bir hububat ticaret limanı olduğu gibi, büyük kürk ticaret merkezidir de! . Bunun gibi Samara ve Ufa kürk ti careti için, Orenburg, kürk, elmas ve çuka ticaretleri için; Taş kend , ipek; Mokden ipek ve deri ticaretleri için pek mühim bi rer merkez teşkil eylemektedirler.. Semerkand Turan ile Hind ticaretinin Kaşgar ve Mokden de Turan ve Çin ticaretlerinin en büyük antrepolarıdır. . Nijeni Novgorod panayırı ise Asya ve Avrupa mahsulat ve mamulatının en büyük mübadele mahalli dir. Her sene on beş temmuzdan on eylüle kadar içtima eden bu Rusya'nın en büyük panayırı , bu üç ay zarfında takriben beş yüz milyon franklık ahz ve itaya mahall-i revaç olur. Turan'ın ticaret-i dahlllyye ve hariciyesi şimdikine nlsbetle kat kat tezayide müstaiddir. Lakin ne çare ki , ticaretin ruhu de mek olan vesait-i nakliye cihetinden Turan henüz lbtldai bir hal dedir: yolları mefkuddur. Demiryolları azdır. Nehirleri ve gölleri seyr-i sefain hususunda pek az istimal olunmaktadır. Turan'ın başlıca yolu , asırlardanberi Avrupa'yı Çin'e rabt eden iki Turan şehrahıdır. Bu, asar-dide kervan yollarından biri , Karadeniz sahilinde Azak kalesinden ibtida eyler (Tuna Nehri mansabının ve Azak kalesinin ehemmiyet-i ticariye ve milllye sini şu cihetle de işaret etmekten vaz geçerr:ı iyoruz). Yani bu yol garb alem-i medeniyetine Karadeniz vasıtasıyla bağlı bulu nur. Sonra Tuna- ban vadisini çıkarak Tuna'nın İdil'e yaklaştığı mahalde -ki , meşhur Sokullu Kanalı 'nın mahallidir- Tuna'dan ayrılır; İdil-Volga havzasına ve Saray şehrine iner. . -Saray, ma lum olduğu üzere Kapçak Hanlığının payitaht-ı kadimidir- Bu rada, İ dil havzasını takiben Kazan'dan gelen bir yol bu şehraha birleşir. Sonra asıl şehrah Saray'dan , İ dil vadisi ile Ejderhan'a iner. Oradan Kaspi denizinin ve Aral gölünün şimal sahillerini
/56
•
A lı m e t F e r i t Te k
takib ederek gelir, Seyhun vadisine iner. Badehu bu vadiyi ta kib ederek çıkar. Sonra Taşkend ve Hokand'dan İ li vadisine ge çer. İ li'den bodre ile yaylanın üzerine tırmanır. Altay ve Tanrı han dağları arasından, Ve Elmalık ( Kolça) üzerlerinden şarka doğru, Uygurluk içerisine ilerler. Sonra cenuba ve yine şarka çevrilerek KOhnur gölü şima linde Çay-Fu (The-Fou) kasabasının önünde sedd-i Çin'e vasıl olur. Fakat yine seciden içeri girmez .. Bu duvarın şimalinde onu takiben şarka yürür; Hansu (Hoang-ho) vadisine geçer; ve ni hayet Ning, Hia-Fou yahud Eğri Kaya şehrinde sedd-i Çin'in ka pısından içeri dahil olur. . . . Bu, cenub yoludur. . Diğer bir şehrah şimal yolunu teşkil eder. Bu da, İdil havza-i ulyasını Finliği ve Baltık denizini , Çin'e rabteder. Bu yol, Perm'den Kama geçidi ile Ural dağlarını aşarak İrtiş nehrine tabi Topol çayı havzasına iner. Oradan İ rtiş çayını çıkarak Sazan gölünün şimalinden, Bü yük Altay'ın yine şimalinden geçerek Ulusu havzasına iner. Ve oradan Moğol Kopçağını geçerek Kalgan şehri üzerinden Pe kin'e (Hanbalık'a) vasıl olur. İşte asırlardan beri aksa-yı şark ve garb ticaret-i berriyesi nin takib ettiği şehrah bunlardır. Bu yollar üzerindedir ki Tura nın deve katarları iki bin senedir, çıngıraklarını çalarak ilerle mektedirler. Bu büyük şehrahlarla etrafdan ona ittisal peyda eden ker van yolları asırlarca müddet, Turanın yegane hutut-ı ittisaliyesi ni teşkil eylemişlerdir. Yalnız, on dokuzuncu asrın son senele rinde bunlara bir rakib çıkmıştır ki, o da lokomatif düdüğünü Turan'a işittiren Sibirya demlryoludur. Bu hat bir Sibirya hattı değildir. Hakikatte bir Turan demiryoludur. Bu demiryolu iki mebde' ile başlıyor. Bunlardan biri Volga havza-i ulyasındakl Viatka şehridir ki Turan'ın Fin kısmı dahilindedir. Oradan başla-
Turan
•
157
yan bu yol , Perm ve Yekaterinburg'dan geçerek Orenburg vila yeti dahilinde Çelyablnsk şehrine vasıl olmaktadır. Diğer kol İ dil havza-i vustasında Samara'dan başlar ki , burası da asıl Türklüğe ait bir mebde' demektir. Bu kol, Samara'dan sonra Ufa'dan ge çerek yine Çelyabinsk'e inmektedir. Demek bu son şehir de iki demir yolu kolu birleşiyorlar. . . Sonra, demiryolu , artık bir kol olarak şarka doğru ilerliyor. Omsk, Tomsk, Krasnoyarsk ve İ r kutsk'den geçerek Baygöl'e vasıl oluyor. Badehu, gölün sahil-i cenubisini dolaşarak, Argon çayı kasabası üzerinden Mançu ri'ye dahil oluyor. Oradan Çiçikar ve Aje-Ho yani Ayasu üzerin den geçerek Viladivostok'a iniyor; yani Japon denizine . . . -Aya su'da bu hattan ayrılan diğer bir kol , Hıtay arazisini geçerek ce nuba teveccüh ediyor; ve sedd-1 Çln'I yararak Mokden ve daha cenubda Peçili körfezine iniyor. İşte Sibirya veya Turan demlryolu budur. Bu yolun Argon'a kadar olan kısmı Rusya'nın hükm ü altındadır. Buradan sonrası da Japonya müdahale-i müsellahası sayesinde henüz Mançurt idaresine tabi bulunmaktadır. Rusya, bundan maada, diğer iki mühim hat daha inşa et miştir. Bunlar da Türkistan hattı ile Mavera-yı Kaspi (Hazar) de miryolud u r. Bunlardan biri ncisinin mebdei yine Samara Türk şehridir. Bu yol , Samara'dan sonra Orenburg'dan geçerek doğ ru Seyhun vadisine iner. Oradan vadiyi takiben Taşkend'e vasıl olur. Taşkend'den sonra yine bu vadiyi bırakmayarak Hoçend ve Hokand'dan Fergana'ya, Andican'a kadar çıkar. . -Mavera-yı Kaspi demiryolunun iki mebdei vardır: Biri Tuna mansabı, yani Azak; diğeri cenubi Kafkasya yani Batum ve Kars!. Bunlardan birinci kol, yani Azak kolu , Tuna'yı terk ettikten sonra Kafkas ya'nın şimal eteklerin i , Terek çayı vadisini ve Kaspi sevahil-i �arbiyesini takib ederek Bakü'ye gelir. İ kinci kol , yani Batum ve
1 58
•
A h m e t F e r i t Te k
Kars kolu, bu şehirlerden çıktıktan sonra Tiffis'te birleşirler. Ve Kora (Kour) yahud Karaçay vadisini takib ile yine Bakü'ye gelir ler. . . Bakü'de iki hat birleşir ve deniz kenarına vasıl olur.. Yolcu lar ve eşyalar, burada demiryolunu terk ederek vapura binme ğe mecburdurlar.. Vapur onları Hazar'ın şark sahilinde Krasno vodsk iskelesine çıkarır. Orada tekrar demiryolu başlar. Ve bu yol Kızılavrat'tan, Aşkabad'dan geçerek Merv vahasına vasıl olur. Burada demiryolu tekrar iki kola ayrılır: Biri cenuba ilerler; ve Afgan hududunda Köşk mevkiine iner; diğeri Merv'den sonra, Buhara ve Semerkand'dan geçerek Hoçend'in garbında Türkistan hattına mevsul olur. Sibirya hattı, Turan-ı Şimali şahrahının makamına kaim ol maktadır. Türkistan hattı , yaylayı çıkıp Çin'e girmek şartıyla ce nubi şehrahın yerini almaya namzeddir. En son demiryolu ise, bilhassa Afgan'dan geçerek Hindistan ticaretini şimale celb ey lemek arzusuna mübteni bulunuyor. Cem'an 1 1 86 1 kilometre tülünde olan bu şimendüferler tek hatlıdırlar. Ve üzerlerinde seyrek ve bati trenler seyr ü sefer ederler. Mamafih , bunlar gerek Turan ticareti, gerek transit ti careti nokta-i nazarından ehemmiyet-i fevkaladeyi haiz hatlar teşkil etmektedirler. Dünyanın en mühim merkez-i ticarisi dört tür: Avrupa, Amerika, Çin ve Hindistan . . İ şte bu hatlar müstak belen, yalnız Turan ticaretine hizmet edecek değil, belki, Avru pa'yı Çin ve Hindistan merkezlerine de en kısa tarik ile rabte deceklerdir. 24 Zümrütova seyr ü seyahate müsaid bir çok çaylara da ma liktir. Hemen tekmil Turan nehirleri dağlardan pek çabuk inip uzun müddet ovalarda yürüdüklerinden pek uzun mıntıkalarda kabil-i seyr ü seyahattirler. İdil'de ve Amur'da muntazam va purlar işler. Diğerlerinde henüz kayıklarla ve sallarla seyahat
Turan
•
159
edilmektedir. Fakat nüfuzun ve ticaretin tezayid ve tevsii ile gerek Sibirin büyük suları gerek Çukurovanın uzun çayları en mühim vesait-i nakliyeden olacaklardır. Turan, gölleri, nehirle rin ve bilhassa arazinin düzlüğünden dolayı inşası sehil bulunan kanalları ile demiıyolundan ziyade, suyolu ile istikbal-i ticarisini temin eyleyecektir. Bu kanallar arasında bilhassa bir tanesi var dır ki istikbalin en mühim vasıta-i ticariyesi olacaktır. Bu da Ka radenizi Kaspi, Aral ve Balkaş deniz ve göllerine rabt edecek büyük Turan kanalıdır. Azak'dan Altay'a ilerleyecek bu kanalı , ya vaktiyle Sokollu'nun tasavvuru gibi Tuna ve İdil'i Kalaş'ta bir leştirmek ile, yahud daha kolayı , tabii Sarıkamış (Maniç) silslle-i miyahını temizlemekle başlayacak oradan, Hazar ve Aral ara sındaki Ü styurt yaylasının ve Osmandağ'ın şlmallnden geçen ve Osmandağ gölleri vasıtasıyla bu iki denizi birleştiren bir ka nal ile devam edecek ve nihayet, Seyhun -Aşıgöl- Akkum çayı hatt-ı maisi ile Balkaş'a kadar uzatacaktır. O zaman Altay ve Tanrıhan eteklerinden Azak'a varıncaya kadar bütün bu kapalı ve çukur ova, bir münkad-ı bahriye malik olacak ve ticareten yaşamaya başlayacaktır. Hülasa güzel yollar, güzel kanallar ve medeni ve çok in sanlar sayesinde yeşil ova canlanacak ve Altun yurt güneş gibi parlayacaktır. Bugün, Turan , kıymet-i iktisadiye-i müstakbelesinin yüzde birini bile haiz bulunmuyor. Güzel dağlar eteğindeki , güzel çaylar kenarındaki yeşil vadiler bir hayat-ı ziraate ve hatta bir hayat-ı sınaate malik oldukları halde meharic-i ticaretten mah rum bulunduklarından yalnız kendileri için, kapalı bir dünya içerisinde yaşıyorlar. Şimalde, Sibir ovasında yalnız ormanlar ve kısmen madenler gayet seyrek ahali tarafı ndan kısmen işletili yor. Garbta, çukurovada ise yalnız hayvanat sürüleri dolaşıyor.
1 60
•
A h m e r F e r i r Te k
Turan, bilhassa hayvanat terbiyesine müsaid. Servet-i hazıra ek seriyetle bundan ibaret. . . Mamafih, bu, işbu kıtaların hayat-i zi raat ve sınaata mesdudiyeti demek değildir. Bilakis! . Cenubi Si birya ile Türkistan dünyanı n en ala topraklarına maliktir. Bura larda her türlü hububat, hatta tütün, kahve, pamuk gibi kıy metli mahsulat bile pek güzel yetişmektedir. Ne çare ki bu top raklar çiftçiden ve insandan mahrum bulunuyorlar. İ nsandan mahrumiyet onları herşeyden mahrum ediyor. Mesela, insan bulunmadığı için sular boşuna akıp gidiyorlar. İ nsan bulunma dığı ve suları hüsn-i isti ' mal etmediği için kuvvetler gittikçe ilerliyorlar. Memleketi çorak ve muzırr-ı sıhha bir hale sokuyor lar; sonra yine nebatatın ve ormanlığın azlığından yağmurlar gittikçe azalıyor. Yağmurlar azaldıkça çaylar küçülüyor ve göl lerle denizlerin suları çekiliyor. . Hazar, bugün denizlerden 26 metre aşağıda!. Ve seneden seneye de diğer göllerle beraber alçalıyor. İşte bütün bu kusurların telafisi insana, Türk çocuklarına, Türk Cucilerine iftikar ediyor.. Türk çocukları ve Türk nesli!. Nesil çoğalsa hepsinin çaresi bulunacak. Uygur daha çok çalışacak, daha çok tarla açacak: göçebe, çobanlıkla geçineme yeceğinden yerleşerek hayat-ı ziraat ve hazariyete girecek; Zümrütova'nın adi otlarının yerini buğday tarlaları işgal ede cek .. Bataklıklar Prusya'da olduğu gibi kurutulacak; kumlar, Fransa'da yapıldığı gibi sunl ormanlarla tesbit ve tevkif oluna cak. . . O zaman yağmurlar çoğalacak; çaylar taşacak, göller, de nizler dolacak . . . Ve Turan zengin ziraatı, kudretli sınaati ve me sut ticareti ile zümrüdeyn ova ve yaylalarının üzerinde yüksele cek ve yükselecektir.
Turan
•
161
HANBALIK'TAN SULTANBALIK' A MI? BAYGÖL' DEN GÜZEL DENİZ ' E Mİ? Frankfurt'ta Forparlamento -Büyük Almanya, küçük Al manya -Büyük Turan mı, küçük Turan mı? -Büyük Turan: Türk sesinin aksettiği yerlere kadar uzcınır -Küçük Turan: Baygö/'den Güzeldeniz'e - Öksüz Macarlar -Ayrı Finler, Bayaçlar, Karalı lar. . ilh -56 milyon veya 43 milyon Türk -Dört mecmuanm bir asla ircaı sehildir -Turan birbirini itmam eden kıta/ardan mürek kebtir -En medenileri biz olacağız: Osmanlı Türkleri ve Türk mandarinler - Üç menba-ı nur: Helsinkifors, İstanbul ve Tokyo Hristiyan, İslam, Budist kilometre başma 2, 7 nüfus yerine 4 nü fus -Bir lisan, bir muhit, bir medeniyet, bir din, hatta bir tarih Turan'm beşiğini Cenglz 'ln hazinesinde aramalı 1 848 ihtilalleri esnasında Frankfurt'ta bir Alman parlamen tosu toplanmıştı. Bu parlamento, o zamana kadar parça parça yaşamış ve onun için daima bedbaht olmuş Almanya'nın vah det-i milliyye ve siyasiyesini temine çalışıyordu. Bütün Alman ları toplamak; onları -mümkünse- bir tac-ı saltanat altında bir leştirmek! . . İ şte parlamento, bu maksadı takib ediyor; ve bütün mebuslar buna taraftar bulunuyorlardı . Lakin ortada bir müşkll vardı : Almanya'yı hangi hudud dahilinde tesis eylemek lazım dı; ve daha faydalı olacaktı? . İşte bu hususda da fikirler taad düd ve tahallüf ediyordu. Mebuslardan bir kısmı , Avusturya'yı hudud içine almak için onun Pruslu kıtalarını, milel -i saire ile
meskun vilayetlerini de Almanya'ya sokmak istiyorlardı ; diğer bir fırka mebuslar, bu ecnebi unsurları hudud dahiline almak tansa Avusturya ve Tirol Almanlarından da vaz geçmeyi tercih ediyorlardı. Bu fikirlerden birincisine Büyük Almanya; ikincisine Küçük Almanya ismi verildi. .
1 62
•
A h m e t Ferit Te k
Büyük Almanya mı; Küçük Almanya mı? . . Bu mesele ay larca müzakere edildi. Münakaşa olundu . . . Nihayet, 1 849 se nesi 1 3 Kanun-ı sani celsesinde reis-1 meclis Gagaren , hülasa-i arayı gözden geçirdikten, çıngırağını azametle çaldıktan sonra netice-i kararı tefhim eyledi : 224 reye karşı 26 1 rey ile Küçük Almanya kabul edilmişti . Siyasi, ırki, milli ve ameli düşünceler bu fikri tercihe sebeb olmuşlardı . . . İ şte bugün , biz d e bazı ameli düşünceler sevkiyle tıbkı Frank[urt'taki Almanlar gibi mühim ve müşkil bir sualin karşısın da bulunuyoruz: Büyük Turan mı; Küçük Turan mı? .. Hanba lık'tan Sultanbalık'a mı? .. Baygöl'den Güzeldeniz'e mi? 25 Büyük Turan'dan, Avrupa ve Asya'ya yayılmış müttehid veya müteferrik bilcümle Türklerin -Manço, Moğol . Fin ve Türk hepsinin- memleketlerini muhtevi bir büyük vatan anlıyoruz. Bunun hududunu zaten büyük Cengiz tayin etmiştir: Bu hudud Türk sesinin aksettiği yerlere kadar uzanır: Japon sularından Norveç dağlarına; Buzlu Deniz'den Tibet yaylasına! Pekin'den Viyana surlarına kadar! . Küçük Turan tabirinden ise yalnız Türklüğün bir şubesini Manço , Moğol , Fin haric kalmak üzere -Türk kısm ı n ı ihtiva eden bir Türk 'Jatanı murad ediyoruz. Bunun hududunu da has seten Türk şubesinin hududu tayin edecek. Baygöl'den- İ stan bul'a KOhnur gölünden- Kazan'a! . İ şte Büyük Turan ve Küçük Turan . . E.vet! Turan doğacak; büyüyecek. Ve bir g ü n Türkl Üğün dört şubesini -Manço, Moğol , Fin ve Türk- bütün öz evlatlarını sinesinde toplayarak Hanbalık'dan Sultanbalık'a uzatacak. Hat ta, belki müstakbelen Japonya ile de uyuşulacak; bu bize en ya kın kardeş milletle de birleşilecek . . E.vet! Lakin Turan evvela, nasıl doğacak? Onu muvaffakiyetle doğdurmak için nereden
Turan
•
1 63
başlanılacak? İşte Büyük Turan mı, Küçük Turan mı? Türklüğün dört şubesi birlikte mi, yoksa evvela bir şubesi mi? Yahud tabir i diğerle Kamçatka'dan Viyana'ya mı? Yoksa Baygöl'den-Güzel Deniz'e mi? Meselesi buradan, bu fiili ve ameli düşüncelerden çıkıyor. . Hangisi?. Bu fi kirlerin her ikisi için de kuvvetli deliller göstermek ka bildir. Fakat bu bahse girmezden evvel , gerek Küçük Turan ol sun, gerek Büyük Turan olsun, her ikisinden de tabiatiyle haric kalacak birtakım Türk parçalarını bir tarafa ayırmak iktiza eyler. Mesela Macarlar ve Finler gibi . . Yayından çıkıp uzaklara düşmüş bir o k gibi , Ana Turan'dan tamamen ayrılarak ecnebiler içinde kalmış Macarları26 Tuna havza-i vustasıyle beraber Turan'a ldhal eylemeyi artık tama men hatırdan çıkarmalıdır. Bu Hun yavrularının anavatana rabtı için bugün, yüz milyon lslavı, on milyon Romanı ve on milyon Sırb ve Bulgarı bel' eylemek icab eyler ki, bu mese ie. hal-ı ha zır-ı millimizde denizleri içmek kadar müteassirdir. İmkan yok. Macarlar nasıl olsa öksüz kalacaklar. . Bunlar derecesinde değilse de, hemen hemen, Avrupa'nın garb Finleri de aynı halde bulunuyorlar. Çar hükümeti Vologda, Arkanjelsk ve Yarensk müsellesi arasındaki bütün Dvina vadisi ne kuvvetli lslav muhacirleri iskan ederek Avrupa Finlerin! -de nizden, Bahr-i E.byaz'dan lslavlığa kadar- tamamen ikiye ayır mıştır. Bunların bir kısmı Mezen körfezi , Yarensk ve Viyatka şehirleri üzerinden geçen hattın şarkında kalıyorlar. Bunlar ar kalarını Turan'a verdikleri için ana milletten ayrılmıyorlar. Lakin. diğer kısım Vologda-Arkanjelsk hattının garbında kalıyor ki , böylece şark ve cenubdan Ruslarla, garbdan İsveç ve Norveç lerle, şimalden de denizle muhat oluyor ve Turan'dan tama-
1 64
•
A h m e t F e r i t Te k
men ayırılıyorlar. İ sveçya ve Finlandiya'daki Finler, Laponlar, Us tonlar, Livonlar, Karalılar, Pomor, Bayaç, Uyutaç, Zavolaçlar (cem'an t , 500,000 kilometre murabbaı arazi ve 7 milyon nü fus) hep bu halde bulunuyorlar. Rus damarı onları ana vatandan kuvvetlice ayırmış. Finlerin terakkiyat-ı fikriye ve asabiyet-i kavmiye kuvvetiy le, Macarlar gibi imtiyaz ve istiklallerini müdafaaya muvaffak olacaklarına şüphe etmeyiz .. Belki Fin kudreti bir gün Karalı lar'dan Babaçlar'a kadar şimal-i garbi Türklerini de sancağı etra fında cem ve tevhide muktedir olur. Fakat, şimdilik, ortada azim Ruslar istilası varken, bu garb Finlerini Turan -hatta Büyük Turan- hududlarına idhal, biraz müşkil olur. Bunları da maalesef dışarıda bırakmak icab eylemektedir. Bu halde, Turan'ın şimal-i garbi hududunu Mezen körfezinden - Yarensk - Viyatka, ora dan da doğruca Kazan'ın garbına çekilecek bir hat üzerine nak letmek lazım gelir. Küçük Turan olsun, Büyük Turan olsun ikisi de bu hududun şarkında kalıyorlar. Şimdi, işte bu hududun şarkında olmak üzere Büyük Turan mı , Küçük Turan mı? meselesinin halli icab ediyor: Hangisi?. Bu had dahilinde Türklüğün dört şubesi de var: Dört mil yon Fin (üçü Avrupa'da biri Asya'da} ; yedi milyon Manço; iki milyon Moğol ; kırk üç milyon Türk . . Mesaha-1 sathlyece de takriben kilometre murabbaı Mançoluk 3 , 200,000 Moğolluk 2 ,300,000 Baki Finlik 9,000,000 Türklük 1 0,800,000 Demek, eğer Büyük Turan olursa: 25 ,300,000 kilometre murabbaı arazi ve 56 milyon nüfus. Kücük Turan olursa: t 0,800,000 kilometre murabbaı arazi
Tıı ran
•
1 65
ve 43 milyon nüfus. Şimdi bunlardan her biri hakkında serdedilebilecek fevaidi gözden geçirelim: Büyük Turan lehinde denebilir ki: Filhakika Türklüğün dört şubesi lisan ve lehçe hususunda birbirlerinden ayndırlar. Birbir lerinin lisanını anlayamazlar. Fakat, şu, muhakkakdır ki, ewela lisanın esası birdir; saniyen , asırlardan beri bu dört mecmua biri birine hulOI ve nüfuz ederek yekdiğerine bir çok kelimat-i müş tereke ita eylemişlerdir. Salisen, bilhassa on beşinci asra kadar muhtelif mahallerde yekdlğerine karışmışlar, birbirlerinin sine lerinde samimi surette temessül eylemişler ve erimişlerdir. O kadar ki bugün bu dört mecmuayı birbirinden ayıran hududlar bir ırkın aksam-ı muhtellfeslnl tefrik eden hududlar değildir. Belki siyaseten muhtelif cemiyat-ı mllliyeyl gösteren hududlar demektir. Binaenaleyh bu dört mecmuanın bir asla ircaı sehll dir. Bundan başka bu dört mecmua birbirinden asla ayrı lmaya rak birbirine dayanarak uzanıyorlar. Bunlan birbirinden ayırma malıdır; yazıktır. . Milliyetçe böyle! . . Topraklarına gelince: Bütün Turan, bu hususda da müttehiddir. Tabiaten yekdiğerini itmam eden kıta lardan mürekkebdir. Heyet-i mecmuası Asya'nın ve bir kısım Avrupa'nın nısf-ı şimalisini işgal eyliyor. Gayet toplu bir parça!. Sonra Mançuri, ona aksa-yı şarkda daim küşade denizler hedi ye ediyor ki, milyonlarca kilometre murabbaı arazi için bu sa hiller herşeyden daha kıymetdardırlar. Turan'ın şarka penceresi olmazsa bir tarafı güneşsiz, havasız ve hayatsız kalır. Sibirya'ya gelince: Filhakika bunun denizlerinden istifade gayr-i kabildir. Lakin, bu kıtada Turan'a gayet vasi' ormanlar ve pek zi-kıymet madenler takdim eylemektedir. Mançuri sayesinde ticaret teza yüd edecek ise sınaat da Sibirya sayesinde revaç bulacaktır.
/ 66 • A h m e t F e r i t Te k
Hülasa Finlik orman maden ve sınaatı temin edecek; Türk yay lası hayvanat yetiştirecek; Türk çukurovası ziraat memleketi olacak; Mançuri Amerika'ya Anadolu da Avrupa'ya karşı bu kı tanın vazife-i ticariyesini ifa edeceklerdir. Bunları bir mecmu' addetmek ve birbirinden tefrik etmeksizin Manço, Moğol , Fin, Türk umum milletin saadet ve istikbal! için çalışmak, Büyük Tu ran'a hizmet eylemek lazımdır. Büyük Turan taraftarları bu edilleyi irad edebilirler. Ve bir çok cihetler de haklarını teslim eylemek iktiza eyler. Çünkü bu gün değilse de yarın , evvele\ değilse de nihai olarak takib edi lecek gaye budur: Büyük Turan! . Lakin, Küçük Turan tarafdarları da kendi lehlerine olmak üzere bazı müddeiyat dermiyan edebilirler. Mesele\ diyebilirler ki: Türk, Fin, Moğol, Manço şubelerinin lisanları esası bir ol makla beraber bugün, yekdiğerlerini anlayamayacak derecede birbirlerinden uzaktır. Bunlar ancak, istikbalde vahdet kazana cak mecmu �lardır. Hepsi ayrı ayrı müterakki olsalar, haydi , vah det-1 ırkiye, aralarında bir rabıta-i milliye vücuda getirsin, diye lim .. Halbuki o da metkud! Bu şubelerin içinde en münevverle ri garb Finleri . . Onlar da Turan'ın garb-ı şimali köşesinde ve ayrı yaşıyorlar. Onlardan sonra gelen medeniler bizler olacağız. Os manlılar, Osmanlı Türkleri. Sonra, Çin'dekl Türk Mandarinler. Bu kadarcık medeniyet ile o azim tanışınamazlığın. anlaşamamaz lığın müşkilatını izale kAbil midir? . . Bundan başka, tabiat ve muhit icabı Türkler, yekdiğerin den ayrı üç muhit-i terbiyeye taksim olunmuşlardır: Fin muhiti; Türk muhiti; Manço ve Moğol muhiti. .. Türklük tabiaten yüzü nü üç tarafa döndürmüş, ve şubeleri birbirlerine arkalarını çe virm i ş bulunuyorlar. Manço ve Moğol muhitinin dünyası Amur
Turun
•
167
(Karasu) çayı ile ve Peçili körfezi ile şarka dönmüştür; Çin'e; Ja ponya'ya! . . Finlerin yüzü yine nehirlerinin mecrasını takib ede rek şimale ve şimal-i garbiye müteveccih bulunmaktadır. Türk ler ise Altay'dan itibaren Kaspi ve Karadeniz vasıtalarıyla garba çevrilmiş bulunuyorlar. Tabii yollar, hayat, maişet, iktisad , tica ret onları böyle muhtelif üç tarafa döndürmüş .. Dereleri gibi üç tarafa akıtmış . . Zaten, Türk alemi, ziyasını ü ç menba-ı nurdan iktisab edi yor: Helsinkifors, İ stanbul ve Pekin .. Son senelerde Pekin'in ye rine Tokyo kaim oldu. Helsingifors, İ stanbul ve Tokyo! . İ şte üç fener! ki . bugün olduğu gibi. daha birçok senelerde Türklüğü kendilerine doğru cezb ve taksim edecekler. Finlerin medeniyeti ve lisanı garbi fin medeniyet ve lisanı olacak; Manço ve Moğollarınkl Japon; Türklerinki ise Osmanlı! . Şu medeniyet-i fikriye ihtilafı, zaten, din ihtilafında da apa şikar gözükmüyor mu?. Türk alemi bir çok dinlerle mütedey yindir. Bir kısmı, ekseriyetle Finler Hristiyan. Mesela Macarlar Katolik, Finler, İ sveçliler, Uston ve Livonlar Protestan; Laponlar dan itibaren Avrupa Finleri (Başkırlar ve Kazan civarında Türk ve İ slam medeniyetine dahil olmuş Fin şubeleri ve Bahr-i Mün cemid sevahili müstesna) Ortodoks; Bahr-i Müncemid sevahlll ile Sibirya'daki Finler de, yani şark Finleri de Şamani ve putpe rest! . Manço ve Moğollar cenubda Budist; şimale doğru Şama ni! . Umum Türkler de, İ stanbul'dan Altay'a kadar İ sl.\m; Al tay'dan öte, biraz Budist ve biraz Şamani! . Şu halde, teferruat bırakılacak olursa görülüyor ki , üç bü yük din Türk şubelerini üç cemiyet-i diniyeye taksim etmiş: Manço ve Moğollar Budist; Finler Hristiyan; Türkler İ slam .. Bu taksim-i dini de, üç merkez-i medeniyete tevafuk ediyor. Avru-
1 68
•
A h m e t F e r i t Te k
pa'dan gelen Hristiyanlık evvela Finler, sonra da Ruslar vasıta sıyla Baltık denizinden, gittikçe yer kazana kazana şarka ilerli yor. Şu esnada Rus kuvvetine Şamani ve putperest Finlerin ne milli, ne dini mukavemet göstermelerine ihtimal yoktur! . Bina enaleyh birgün Ortodoksluk taa Lena havzasına kadar dayana cak! . Cenub-ı şarkiden, Çin'den gelen Budistlik, zaten Manço ve Moğolluğun yüzde yetmişini işgal etmiş. Gittikçe de şimale doğru yürümesine olsa olsa, Rus Ortodoksluğunun mani olma sı muhtemel, başka bir şeyin değlll. Cenub-ı garbiden doğan İ slam ise guzat-ı Arab sayesinde ta Altay kenarlarına kadar bü tün Türklüğü istila etmiş. İslam Ahund ve Ahund hazretleri bu nu şarka ve şimale doğru tevsi için de elan Budistliğe ve Orto doksluğa karşı çalışıyorlar. . Hülasa, tabii , dini ve fikri üç merkez üç akide ve üç cereyan Türkleri yekdlğerinden ayırmış. Ve baş ka başka taraflara çevirmiş . . Bunları kelime-i vahide altında toplamak ne kadar müşkil bir keyfiyettir. Ve ne büyük bir kuv vet ister? . . Sonra, diğer bir mesele!. Turan , nüfusuna nisbetle pek vasi bir kıtadır. Macaristan ve garbi Flnllk müstesna Büyük Turan'da, kilometre başına 2 , 2 nüfus isabet ediyor. Bu nisbeti bu derece azaltan Moğol Kopçağı ile Fin Sibiryasıdır. Moğol Kopçağında kilometre başına O, 78 kişi isabet ediyor; Slbirya da ise bundan da az: Finlerin asıl kalabalığı Avrupa-yı Garbide olduğu için bu rada kilometre başına 0,44 nüfus düşüyor. Halbuki Türklükde vasati olarak 4 nüfus var. Flnllğln dokuz mislinden ziyade de mek! Bundan anlaşılıyor ki Büyük Turan, nüfus cihetiyle de an cak kuvvetsiz, çelimsiz, zayıf bir mecmua teşkil edecektir. Hal buki, Küçük Turan, tabiat, medeniyet, din ve nüfus cihetleriyle buna nisbetle kat kat kuvvetlidir. Muhit, onun her cihetle vahdetini, ve hedk-ı ırkiye ve fikri-
Turan
•
169
yesini temin eylemiştir: B i r kere, Baygöl'den-Güzel Deniz'e; KOhnur'dan Kazan'a kadar söylenilen lehçe hep birdir; hep aynı Türkçe! Bütün bu halk - Kaşgar ve Baygöl küçük havzaları müs tesna.- yaylalı, ovalı hep bir havza üzerinde toplanmıştır. Bura nın toprağının, çaylarının, insanlarının hep yüzleri Kaspl Deni zl'ne -Bu, Türk lçdenizine- müteveccihdir. Bu halk medeniyetini kc'.\milen İ stanbul'dan iktitc'.\f ediyor. Bütün Türklüğün dini -cüz'i şark Budist ve Şamanileri müstesna- din-i İ slc'.\mdır. Bu mecmu anın nüfusu, kuvveti ise diğerinin iki misline baliğdir. Demek li san bir, muhit bir, medeniyet bir, din bir! . . Hatta tarih bir! Türk lüğün ekseri hanlıkları bllhassa bu havzada, bu muhitte teessüs etmemiş midir? . . Blnaenaleyh, Turan için bir basübade'l-mevt mukarrer ise bunun yeni beşiğini, İ lhanlığın , Uygurluğun , Kara hanlığın ve Cengizliğin, Selçukluğun hazine ve deflnelerl içinde aramalıdır. Evet, biz de kabul ediyoruz, birgün Turan b_üyüyecek; Bü yük olacak ve bütün evladlarını bağrına basacaktır. Fakat bunun için evvele'.\ bir nüve, bir çekirdek, kuvvetli bir çekirdek meyda na koymalı, sonra onun dal ve budaklarının inkişafına intizar et melidir. -Turan'ı istiyorsanız, evvele'.\ Küçük Turan ile iktifa etme lisiniz; ta. ki sonra büyüğüne kavuşasınız! İ şte Küçük Turancılar da böyle söyleyebilirler ve bütün Türkler bu iki meslekten birini kabule mecburdurlar.. Küçük ve ya büyük Turan! İ tiraf ederiz ki , biz, Küçük Turan ile başlamayı daha mantıki daha makul, daha ameli ve daha sehil görüyor ve Küçük Tu ran'a temayül ediyoruz: Bir lisan, bir muhit, bir medeniyet, bir din! Baygöl'den-Güzel Deniz'el . .
1 70 • A h m e r Ferit Te k
YENİ TURAN Yeni Turan'm başı ve dimağı İstanbu/'dadlf -İdil boyunca Kazan 'a ve Viyatka ya -Sibir demiryo/uy/a Ankara çayma ve Baygö/'e -Kuzugö/'den Bayan Kara ve Akkadağa -Oradan Ak deniz'e -Anadolu'n un on misli bir Turan -Yeni Turan 'da Finler; Moğollar -Gürcüler, Ermeniler -Kuban Kazak/an, Samara Rus/a n, ve Tambuf Kaznuf Müslüman/an -Sibirya 'da Rus muhacirleri: Turan affl -Bahr-i Muhit-i Hindi'de bir sahil -Bugünkü İran, İran 'dan ziyade Turan 'dlf -İranfler, Bahtiydrf/er, Kaçarlar, İlhanlar -Yeni Turan Yeni Turan demek, evvela, bir Küçük Turan olacak! Bay göl'den-Güzel Deniz' el . t 0,800,000 kilometre murabbaı toprak ve 43 milyon nüfus . . . Bunun hududu ş u suretle çizilmiştir: Rumeli'deki tevabii ile beraber İ stanbul ve Boğazlar! . Hudud, burada başlar. Yeni Turan'ın başı ve dimağı buradadır. Oradan hudud Karadeniz va sıtasıyla Kırım şibih ceziresine atlar. Bu yarımada da, Perekop berzahına kadar yeni Turan'ın malıdır. Sonra, Azak denizi ile Tu na-Don çayının ağzına ve Azak kalesine gelir. Buradan sonra Tuna'yı takiben yukarı doğru çıkar. Ta, Kalaç'a kadar. Kalaç'da, bu suyu bırakır ve şarka teveccüh ederek Tuna ile İdil-Volga aralarındaki Ergene tepelerine vasıl olur. Bu tepeler, İdil'in sağ sahilini yakından takip ederek Kazan'c.'l kadar çıkarlar. İşte, hu dud şimale doğru . bu tepeleri sıralamaya başlar. Ve Saratof, Sizran, Simbirsk, Kazan Türklerlnl şarkda bıraktıktan sonra Ka zan'ın garbında İdil çayını keserek sol sahile geçer; ve doğru Viyatka kasabası üzerine yürür. Viyatka, Türk, Fin ve Rus hudud larının müşterek noktasıdır. . . Hudud, buraya kadar cenubdan şimale çıkıyordu; buradan
Tu ran • 1 7 1
sonra, artık, tamamen şarka döner. Ve Sibir demiryolunun takri ben iki yüz kilometre şimalinde, onu takib ederek ta, Baygöl'e kadar gider. Ruslar Sibir demiryolunu İdil havza-i ulyasından Baygöl havzasına yürümek üzere inşa etmişlerdir. Ve Finler, ba zı cenuba ilerlemiş noktaları müstesna hep bu hattın şimalinde kalmışlardır. Böylece hudud garptan şarka giderken, Viyatka ve Perm'den geçtikten sonra Kama geçidi ile Ural dağlarını kesip atlayarak, İ rtiş çayı havzasına iner. E.ski Sibir hanlığı payitahtı ci varında bulunan Topolsk'dan, Ova çayı üstündeki Tomsk şehri nin şimalinden ve Yeni Çay üzerinde Yeniçaysk'dan geçer. Ve artık, Ankara (Angora)'dan yukarı doğru çıkarak Baygöl'ün gar bına vasıl olur. Yeni Turan'ın şlmal hududu da budur. Hudud, Baygöl'den sonra cenuba doğrulur. E.vvela Bay göl'un tatlı dalgalarını takip eder. Sonra, Orhun vadisi şarkda, Kuzugöl garbda kalmak üzere Moğol Kopçağı'na doğru yayla ya tırmanır. Alahan kumluğu ile, Hansu havzasını �arkda ve Bu longor vadisi ile Çaydam havzasını garbda bıraktıktan sonra Bayan Kara eteklerinde Akka Dağ-Kouen-Lun silsilesine mülaki olur. Turan'ın şark hududu da burada biter. Bayan Kara'dan sonra. artık, bir sıra yüksek dağ silsileleri Turan'ı cenubdan tahdid ederler: Bayan Kara, Akka Dağ, Kara Kurum, Pamir, Hind u KOh, Sefid KOh silsileleri Horasan ve Irak Acem yaylaları E.lvend(?) dağları . . . Hudud bunları takiben Sü leymaniye'ye, badehu İskenderun'a vasıl olur; Akdeniz'e inerek İstanbul'a kavuşur. Bu, hududların içerisinde bulunan Yeni Turanda -ki, Ana dolu'nu n tam on mislidir- bugün takriben 55 milyon nüfus oturmaktadır. Bunun kırk üç milyonu evvelce de söylediğimiz vecihle Türklerdir. Geri kalanları biraz Fin ve Moğol ile Gürcü, E.rmeni ve Ruslardır. Bu hudud dahilinde Fin şubesine mensub
1 72
•
A h m e t F e r i t Te k
Türkler, Kazan'ın şlmallndeki Müslüman Çeremiş, Votlak ve Permlerle Orenburg ve Ufa havallsindeki İ slam Başkırdlardır. Bunlar, Finliğin cenuba uzayarak Türklük içine girmiş bir dama rıdır ki her taraftan kendilerini kucaklayan Türklük içerisinde li san, din ve fikir itibariyle tamamen temessül eylemişlerdir. Yine bu hudud içinde Moğol cinsine mensub olanlar İdil ağzındaki Kalmuklard ı r. Bunlar Moğol lehçesi tekellüm ederler ve Bu da'nın mezheb-i içtimatsine sallkdirler. Bu iki şube Türklüğün kudret ve nüfuzunu tezyid edecek muavin kuwetlerdir. Bunlar dost unsurlardır. Ne kadar çoğalırlarsa o kadar faydalı olurlar. Lakin, diğerleri : Gürcü, Ermeni ve Moskof -bilhassa Mos kof- öyle değil!. Gürcüler, malum olduğu üzere Kafkas dağları nın cenubunda ve Kütayis havzasında sakin bir Avrupa kavmi dir. Nüfusları t ,350,000'dir. Dinleri de Ortodoks'tur. Kafkas Er menileri ; bunlar da Ararat dağının şimal eteklerinde otururlar ve takriben t ,000,000 nüfusa maliktirler. Yani bu iki kavim , Kafkasya'da, cem'an 2,350,000 kişilik bir anasır-ı ecnebi vücu da getirirler. Bunlar kabil-i temsil ve temessül değildirler. Bu nunla beraber mikdar-ı nüfusları da ehemmlyetlerini izam etti recek bir derecede değildir. . . . . . Kaldı Rusları . . Ruslar hakikaten Türklüğün . dünkü , bu günkü ve yarınki düşmanlarıdır. Küçük Turan bile bunlardan su huletle yakasını sıyıramıyor. Yeni Turi\n'ın hemen her tarafında az çok Rus görmek kablldlr; hassaten hududlar üzerinde .. Çar saltanatı Türklüğü parçalamak ve parçalayarak temsil eylemek için, Türklüğe Rus damarları uzatmakta, bütün Türk çayları bo yunca Rus muhacirleri yerleştirmektedlr. Binaenaleyh Turan, ne zaman doğsa, hangi hududu kabul etse, yine bir kısım Moskof larla uğraşmak tabii ve zaruri olacaktır. Yeni Turan'da Ruslar, şu muhitlerde bulunmaktadırlar: BI-
Tu ran • 1 73
ı l ncl küme: Kafkasya'nın şimalinde Kuban Vilayeti'nde: Azak- İs ı .wropol hattı ile silsile arasında takriben 3 ,000,000 nüfus. !\unlar Kuban Kazakları'dır. Kazak, yani Kaçak. . İsminden de an1.ışıldığı vecihle aslen, Rus karışık Türk. . Mamafih henüz nim medeni bir kavim oldukları gibi Ortodoksluğa da dahil bulun <
tuklarından, kendilerine Türklüklerini anlatmak hayli müşkil bir keyfiyet olacaktır. Moskofluğun ikinci kümesi: İdil ile Ural ara '>ında, bugünkü Samara vilayetinde yerleşmiş Ruslar'dır. Zaten , l'uran'ın hudud-ı garbiyesini teşkil edecek bütün bu İdil ve Ural havzasında cenubdan şlmale, bir çok müteferrik Rus müstaml ı eleri vardır. Birkaç milyon tahmin edilebilen bu Ruslar, birgün, l dll'in geldikleri tarafına yani sağ sahlllne geçmelldlrler. Nite kim, Turan için kabul ettiğimiz hududun öbür tarafında da bir çok Türk kümeleri bırakılmıştır. Nljtl , Penz.a, Tamyof, . . . ilh. vila yetlerinde birçok Türk unsur mevcuddur. i şte bunları, Turan'dan kovulacak Ruslarla mübadele etmelidir. Nljtl , Penza, Tamyof, Kazlof ( Kazlıova) Müslümanları Saratof, Samara ve Ural'a, Ural lar'ın Rusları da yukarı ki vilayetlere! . . Bugünkü Rusya'nın şarkın da bir Yeni Turan doğuverince, bugün, belki hayali görülen bu gibi mübadeleler kolaylıkla saha-i hakikate çıkıyorlar. . Şimdi Rusların üçüncü kümesine geliyoruz: en mühim küme!.. Bunlar Sibir hattı boyunca, Viyatka'dan -Baygöl'e kadar demiryolun iki tarafına yerleşmiş Rus muhacirleri kümesidir. Bu küme, bilhassa l rtjş çayı ile Ankara çayı arasında genişliyor. Ve Altay eteklerine kadar sokuluyor. Asya'nın göbeğinde ve Küçük Turan'ın hadd-i şin1alisi. ü�erinde, boydan boya takriben 1 , 500,000 kilometre lik hir sahada . . Bunların nüfusunu Rusfar, 5 ,000 ,000 iddia edi yorlar. İşte, bu üçüncü küme, tamamen Turan'ın göğsüne sap lanmış bir hançere benziyor. Diğerleri şöyle böyle, Turan hu dud-ı hariciyesi üzerinde bulunuyorlar. Halbuki bunlar, tam
1 74
•
A lı m e ı Ferit Te k
Türklük ile Finliğin arasında . . Kara çalı veya sarı yılan gibi uzanı yorlar. Bu hal, Turan, bilhassa Büyük Turan için bir afettir. Ve ku va-yı mevcude-i milliye ile her an, buna mukabelenin çaresini düşünmek lazımdır. İ şte Turan'ın sinesinde mevcud ecnebi unsurlar bunlardır: İ ki milyon küsur, Gürcü ve Ermeni; dokuz milyon kadar Rus . . . Küçük Turan'ı itmam için buna, bittabi , Anadolu'nun lazım-ı gayr-i mufariki olan Suriye ve Elcezire Arab ve Kürd ahalisini de ilave eylemek iktiza edecektir. Mamafih, Turan'ı -gerek Küçük, gerek Büyük olsun- iktisa den ve ticareten kavi ve mesud bir surette tesis için, ona, daha diğer bir kıtanın rabtı lazımgelir ki, bu da, İ ran'ın aks.1m-ı cenu biyesidir: Evvelce de arz olunduğu vechile, yalnız Anadolu sa hilleri Turan için pek az bir sahildir. Ba-husus bu sahiller Kara ve Akdeniz gibi dahili denizlere aid sevahildendir ki bu cihet başlı başına ayrı bir nakise teşkil eyler. Turan'ın saadet-i iktisadiyesi ona bahr-i muhitler üzerinde bir sahile malik olmağı emreyler. Bu da olsa olsa Muhit-i Hindfye çıkan İ ran sevahili cenubiyesi olur. Zaten ı.rk ve anan.1t bu teşebbüsü son derece teshil ede cek bir mahiyettedir. Bugünkü İ ran, İ ran'dan ziyade Turan'dır. Bir kere, Horasan ile lrak-ı Acem'in şimali , kamilen Türklerle meskündur. Biliyoruz! Karadağ, Aladağ, Çağataydağ versanla rıyla, Aster.1bad , Mc\zenderan , Geylan, Azerbaycan! . . Bunları esasen Turan'a idhal eylemlştik. Kaldı, bu hattın cenubundaki İ ran! Halbuki, buraları da İ rani denilen muhtelit bir ırk ile mes kOndur ki bunlar da Türk ile İ rani karışığı, melez bir cinstir. İ ran lıdan ziyade Türktür. Sonra İ sfahan'dan -Basra körfezine, Hare m:tbc1d'dan- Şiraz'a kadar uzanan arazide Bahtiyariler otururlar ki bunlar da biraz Arap karışığı Türk'den başka bir şey değildir-
Turan
•
1 75
ler. İ ran'ın hakiki Arileri, hakiki Farsları bütün İ ran'da, ancak iki küçük küme teşkil ederler. Şiraz ile Kirmanşah etraAarında pek küçük iki küme! Takriben yüz ellişer bin kişilik. . . Bunların hari cindeki bütün akvc'.\m -aşağıda bahsi geçecek Beluclar müstes na- herşeyden ziyade Türke yakındırlar. . . Oğuz ve Kınıklı istila sından beri Gaznevi, Harezmi, Selçuki devletleri , Cengiz ve Tl mur saltanatları , İ ran'ı hep hududları içerisine almışlar ve İ ranlı yı , Turanlı istilasıyla tevhid ve temsil eylemişlerdir. O kadar ki , o günden bugüne İ ran'da hep Türk padişahları saltanat ediyor lar. Rüesa-yı kabail de İ lhanlar ismini taşıyor. Hiç şüphe yok! Irk ve ananc'.\t nokta-l nazarından İ ran'ı ke mal-i suhuletle Turan'a ldhal edeblllriz . . . Yalnız İ ran'ın cenub-ı şarkisinde KOhistan vilayeti vardır ki , buranın ahalisi, asla Turani olmayan Beluclardır. Hürmüz boğazının dışında takriben Mü barek kasabasından SefidkOh tepelerine çekilen bir hattın şar kında kalan arazide sakin bu halkı -ecnebi unsur çoğaltmamak için- kend i memleketleriyle beraber Turan'ın haricinde bırak mak icab edecektir. O halde, Turan'a ilave edilecek mikdar takriben yeniden 650,000 kilometre murabbaı arazi ve beş milyon İ ranlı Türk ile Muhammere'den Mübarek Burun'a kadar uzanan 1 1 50 kilo metrelik yeni bir sahil olacaktır ve bununla yeni Turan tamam lanacaktır: 1 1 .400,000 kilometre murabbaı toprak; cem 'an 6000
kilometre deniz sahili ve 63 milyon nüfus! .
YENİ CENGİZLİK En mukaddes vazifemiz onu Çin ejderi ile Rus kartalının tırnaklanndan kurtarmaktır -Esir Türkler ve müstakil Türkler: Rus, İngiliz çenberi -Asnmız ırklar asn olacaktır: Latin, Sakson,
1 76
•
A h m e t Ferit Te k
Is/av, Türk -Demir ile ve ateş ile -Münci Çar, Moltke ve Gilribal di -Cenubi Turan kıllcı belinde yaşıyor -Sünnilik ve Şiilik: Ger den muahedesi -Turan Konfederasyonu -Son Hatt-ı müdafa adan mukabil taarruza -HulDl-ı sulhperverJne: Vicdanlarm fethi -Bir Turan cemiyeti -Sıhhatini muhafaza, Çilllşmak, zengin ol mak, çoğalmak -TedkikM seyahatleri, Turan müessese/eri -İlk esaret: İlk kurtuluş -Son esaret: Yeni kurtuluş -Bir elde kıllç, bir elde çerağ: Turan bu yolda fetholunacak! Turan yaşıyor, fakat Çinli pençesi ve Rus çizmesi altında yaşıyor; Turan, esir ve mahkum; Turan, hakir ve mazlum! . Onu bu halde bırakmak, Türklük için en büyük zillettir. Gözünü aç mış, milletini tanımış her Türkün en birinci, en mübrem, en mukaddes vazifesi, vazife-i milliyesi onun imdadına koşmak ve onu Çin ejderi ile Rus kartalının kanlı tırnaklarından kurtarmak tır. Türk şahsiyetleri, Türk cemiyetleri , Türk devletleri hep bu vazife ile mükelleftirler. Herkese kuvveti derecesinde azim bir vazife teveccüh eylemektedir: Ta Osmanlı saltanatından, İ ran şahlığından, Buhara, Hive emirlerine; Kaşgar derebeylerine ka dar. Büyüğe büyük, küçüğe küçük bir vazife; fakat hepsine aynı vazife: Vatanı esaretten kurtarmak için cihad; bir cihad-ı milli vazifesi ! . . Bu cihadda her Türk silahlanarak mevkiini almaya mecburdur. Turan'ı kurtarmak, bütün Türklüğün menafii icabatındandır. Esir Türkler için lktlsab-ı hürriyetin derece-i ehemmiyetini söy lemeye bile hacet yok . . Lc\kln, henüz hürriyet ve istiklalini mu hafaza edebilenler için de bunun daha nafi , daha faydalı bir meslek-i siyasi olamayacağını idrak lazım! . . Afgan hanlığı, İ ran şahlığı. Osmanlı padişahlığı! . . Bu ü ç devlet, aynı vaziyet-i siyasiyenin mahkumu bulunuyorlar: Her üçü, iki ateş arasında! Şimalden Rus, cenubdan İ ngiliz istilası!
Turun
•
1 77
Bu çenber günden güne daralıyor. Bu kıskaç günden güne kısı lıyor. . Bu devletlerin haricde, ecnebi muhitlerde bulacakları müzaheretler, hatta kazanacaklan dostluklarla idame-i hayat et meleri ihtimali yoktur. Bu dostluklar riyakardır, yalancıdır; her halde geçicidir. . Bu devletler, ancak, anavatana koşmak, onun ellerine yapışmak, onun sinesine yaslanmakla muhafaza-i mev cudiyet edebilirler. Mücadelat-ı azime-i atiyede bu kuwete da yanmaktan başka bir çaremiz olmayacaktır. Devrimiz milllyet ve ırk devridir. Hatta milliyet bile geçi yor; da ırk devri gellyor. Küçük küçük milletler yaşayamıyorlar, her ırk, aksamını tefrik eden hududları yıkarak birleşmeye doğ ru yürüyor. . Bu cihetle -böyle giderse- çok geçmeyecek Latin ler birleşip bir Latin ittihadı ; Anglosaksonlar birleşerek bir Sak son heyet-i müttehidesi, lslavlar. hep toplanarak bir lslav vah deti vücuda getireceklerdir. İ şte bunlara karşı koyabilmek için, Türklerin de bir Türk ittihadı, bir Türk düvel-1 . müttehidesi tesis etmeleri elzemdir. Turan'ın lslav çarlığı ve Çin cumhuriyeti ara sında ezilmemesi, ancak buna mütevakkıfdır. Bugünkü, çürük çarık müteferrik kuvetlerle bu azim cemiyetlere mukabele im kanı olamaz. Demek, ezilmemek ve yaşamak istiyorsak, biz, yani hür ve müstakil Türkler de, dakika fevt etmeden, Turan'ı ihya ve tesise teşebbüs etmeliyiz .. Turan lazım! Esirlere de la zım, serbestlere de .. Mahkumlara da lazım, müstakillere de! Evet, Turan kurtulmalı , Turan kurtarı lmalı . . Turan kurtula cak! -Fakat nasıl ve ne ile? .. -Nasıl ve ne ile mi? Pek basit: Demir ile ve ateş ile!. Turan'ı kılıçlarımızın demiri ve fikirlerimizin ateşi feth ve teshir edecek tir. Tarih , bize gösteriyor: Bir milletin vahdeti , istiklali, ancak
1 78 • A h m e t F e r i t Te k
kılıç ile ve kalem ile temin olunabiliyor. Bütün lslavlar, bu yolda meydana çıktılar. Hakir bir Moskova knezliği bütün Rusyaları etrafında toplad ı; Sonra, o "Münci" edebiyatı ile, kılıcı ile Bal kanlara yürüdü ve Sırbları , dağlıları , Bulgarları da kollarından tutup ayağa kaldırıverdi. -Almanya da, yine vahdeti ni bu yolda kazandı: Alman medeniyeti , Alman edebiyatı-ı milliyesi Almanları uyandırmış tı . Buna, Moltke'nin kılıcı ilave olundu, ve Alman azamet-i mil liyesi teessüs etti. - İtalya da böyle! İ talyanlar, Dante gibi, bir milleti yalnız ba şına yaşatmaya kadir dahilere malik oldukları halde yine Na polyonlar ve Garibaldiler sayesinde vahdet-i saltanata dahil ol dular. Siyaset ve medeniyet; demir ve ateş; kılıç ve çerağ! . İ şte bu iki kuwetle onlar kurtuldular, biz de bu iki hazırlıkla milleti esaretten kurtaracağız. Turan için kılıç kuwetini Cenubi Turan' da bulacağız. Cenub Türkleri henüz kılıçlarını bellerinden çıkarmamışlardır. Garbdan şarka, Osmanlı'dan Kaşgarlı'ya, bütün Cenubi Turan , kılıcı belin de yaşıyor. Türk Altınordu'su, burada son hatt-ı müdafaasında dır. Ve maksad , onu oradan bir mukabil taarruza kaldırmaktır. . Bunun için, bütün Türk saray ve hisarları müteşebbis ve dOrbin bir diplomasi vasıtasıyla mukaddes mefkOre etrafında birleştirilmelidir. Vahdet-1 diniye ve milliye bu mesaiyi pek zi yade teshil edecektir. Ufak tefek lhtilaHar, mesela bunların bü yüğü olan sünnilik ve şialık bile asrımızda mani-i ittihad ve itilaf olamaz. Şimdi değil, bundan yüz elli sene ewel bile, mani-i it tifak olamamıştı . . 1 746'da akd olunan Gerden muahedesi b u ihtilafın terkini kabul ediyordu ve bunu da imzalayan Nadir gibi muazzam bir
Turan
•
1 79
şahtı! . Bundan yüz yetmiş sene evvel resmi bir akde konulan bu maddenin, bu günden, hususi bir itilaf ile tekid ve itilaf-ı di niyenin temini kadar kolay birşey yoktur. Din, vahdet-i milliyeyi tehir değil belki temine vasıta olmalıdır. İ şte bu gibi ihtilaflar ortadan kalkınca, o zaman mesele yalnız, siyasi itilafda kalır. . Bunun için de diplomatlar mükale melerini bir devlet-i müttehide, bir konfederasyon zemini üze rinde sevketmelidirler. Filhakika Almanya şeklinde bir Türk he yet-i müttehidesi teklifi mevcud tacdarları hatta, daha küçük zadeganı büyük bir suhuletle mefkQre etrafında celb ve cem eyler. Ve, bu da olursa, işte o zaman, dini ve milli Türk ordusu , askerleri , zabitleri ve kumanda heyetleriyle birlikte teşkil ve tanzim olunmuş demektir. İ stanbul'dan-Yarkend'e uzanan bu saf-ı harbin her bir ordusu, kendine alt bir hedef-1 harek.\ta ma liktir: Türkiye, Kafkasya ve İdil'e; İ ran, Aral ve Kaspi arasından Ural dağlarına; Afgan, Hive ve Buhara, Balkaş üzerinden Al tay'a; Kaşgarlılar da Baygöl'e! . İ şte, demirin, kılıcın ve diploma sinin vazifesi ! . Fikir ateşlerinin, medeniyet meşalelerinin, terakki çerağı nın hizmetine gelince: Öbürü bir harb-i müsellah hazırlığı ise, beriki bir h u l Q l -ı sulhperverane faaliyetid i r. Vicdan-ı mil lTyi uyandırmak, vicdanları fethetmek demek olan bu hulOl-ı sulh perverane iki cihetle de lazımdır: Bir, harb-i müsellahın zemini ni hazırlamak, Turan ordusunun asker ve zabitlerlni bulmak için; bir de, bugün Turan'ın maruz bulunduğu düşman istilası nın önünü almak için. Vaktiyle muhaceret-i akvam Asya'dan Avrupa'ya, şarkdan garba idi. Bu sel şimd i , Avrupa'dan Asya'ya, garbden şarka yü rüyor ve kuvvetsiz, mukavemetsiz akvamı boğup öldürüyor.
1 80
•
A h m e t Ferit Te k
Muhaceret-i akvam bitmedi, eskiden daha şiddetli. Ve bundan muvaffakiyet ve hezimet de eskisinden daha müthiş! İ şte Çinli ler ve bilhassa Ruslar bugün Turan'a bu kuwet ve bu şiddetle yürüyorlar. Onların Turan'a nüfuz ve hulQlleri Turan emelini bo ğacak, öldürecek bir taarruzdur. Buna mukabele için Turanlıyı derakab millt vicdan zırhı ile teslih etmelidir ki bu da yine çe rağ-ı medeniyet ile, hulOl-ı sulhperverane ile temin edilecektir. Bunun vasıtaları nedir?. Bu cihetleri , hemen tesisi icab eden bir (Turan Cemiyeti) düşünecektir. Fikrimizce bu cemiye tin esas mesaisi kısaca: Turanlıya hüviyet-i milliyesini öğretmek ve kendisini muhafaza yolunu göstermek olmalıdır. Bu da Tu ran'da tarihi, dini, edebi ve fenni neşriyat ile kabildir. Coğrafya ve tarih millete mazisini öğretir, dostlarını, d üşmanlarını tanıttı m. Din ve edebiyat, ona, temessüle mani, bir terbiye-i husQsi ye verir. Ameli-nazari değil, ameli-ilimlerde düşman unsurlara karşı rekabet kuwetini yetiştirir, sıhhatini hıfz.etmek, çalışmak, zengin olmak ve çoğalmak lüzum ve vasıtalarını öğretir.. Bir ır kı saklayacak, yükseltecek ve nihayet hür ve müstakil yapacak hassalar, işte bunlardır. Turan Cemiyeti , Turan'ın bu hususdaki ihtiyacat-ı mahalli yesini her şeyden ewel teşebbüs edeceği seyahat-i tedkikiye ile meydana çıkardıktan sonra, tesis edeceği vasıtalarla, Turan muhabbetini, Turan ilim ve terbiyesini Türklüğün dört köşesine yaymaya, Turan'ı bu ateş ile tutuşturmaya çalışmalıdır. . . Ateş ile demir ile! . . "Vaktiyle İ lhan, bir büyük harbde ezilmiş, kendisi ve bütün Türkleri ölmüş ve sağ kalan yeğeni de evlad ve ahfadı ile bera ber, dokuz göbek, Ergenekon'da mahsur ve esir kalmıştı . Bu esaret, dört yüz sene devam etti. Ondan kurtulmak için Türkler her taşa baş vurdular, lakin bir türlü yol bulamadılar. Nihayet
Turan
•
181
Bozkurt Han, bu ilk münci, kurtulmanın çaresini, hürriyetin tılsı mını keşfetti: Demir ve ateş!. Ateş demiri oynattı ; dağlar eridi: hududlar yıkıldı ; Ve büyük Turan'ın yolu açıldı." Ateş ve demir! İ şte Türkleri, bundan üç bin sene evvel ilk esaretten kurtaran kuvvet! . . Bu kuvvet, bugün de Türklüğü son esaretten kurtaracak ve Turan, ancak bu yolda "Bir elde kılıç, bir elde çerağ!" fetholunacaktır. Bitti NOilAR Ergenekon, ergen konak, ilk konak, eski vatan: Müverrlhlere göre, Ergenekon Çln'ln reıu vllayetldlr. 2
Sedd-1 Çin, Peçlll körfezinden Tibet eteklerine kadar Çln'ln bütün şimal hududunu
3
arasında uzadığı tasavvur olunan bir kale duv.arı. Altay, Al dağ demektir. Tanrı Han dağlarına Çlnlller Tlyen-San dağları diyorlar.
4
Uygur, meskOn ve çiftçi Türk demektir. Kazak, Tatar, Kırgız göçebe demektir.
5
Handağ 49 arz dairesi ve 1 05 tul dairesi üzerindedir.
6
Karakurum 48 arz dairesi ve 1 00 tal dairesi üzerindedir.
kapayan bir sur sllsllesldlr. TQlü 2500 kilometreden fazladır. Yani Edirne ile Basra
45:40 arz dairesiyle 85:75 tal dairesi beyninde ve Altay'ın cenubundadır.
7
Klnhan. Altın Han demektir ki. Pekindeki Mançu hanedanına verllen isimdir. Kin han dağları 1 20: 1 1 O tul ve 52:42 arz dairesi aralarında imtldad eder.
8
Çinlilerin Hoang-Ho dedikleri bu nehrin menbaiarı ve bir kısım havzası Türk oldu ğu gibi ismi de Türkçedir.
Hoang-Ho Hansu demektir. EIArı bir kısım Türkler su
yerine ho derler: Zaten suyun Türkçede pek çok suret-1 telaffuzu vardır: Su, ho, ço, çay, çlyo, çe. çeo. slvo hepsi su demektir. Çinlilerin bütün çeolarl f'oçeo, klya oçeo hep su lsmlcllr. Bahr-1 Muhlt-1 Kebir' deki Bahr-1 Atlaslnln golf streamına mü şabih meşhur sıcak su cereyanı ki Frenkler kouro-slvo dlyorlar. bu da Türkçe kara sudan muharreftlr. 9
Akkadağ (Kouen-Lun) 36. arz dairesi üzerinde 75'den, 93 tOI dairesine kadar lmtl dad eder.
10
Çaydam vadisi Akdağ' ın şimalinde 37 arz ve 93 tOI dairesi üzerindedir. Bu ablde lerln mahkuk.\tını 1 893'te Mösyö Thomson ve 1 894'te müsteşrik Radloff okuyabll mlşlerdir.
11
Tanrı Han daglarl 43. arz dairesi üzerinde 90: 72 tul dal releri beyninde imtidad eder ve Kasgar havzasıyla Aral ve Balkas havzalarını birbirinden aylrlr.
182 12
•
A h m e t Ferit Te k
Kur. kuru, kara hep kara demektir. Kurhan kelimesini ordu hanı diye tersır edenler varsa da Karahan olması Karahltay delaletiyle daha doğru olsa gerektir. Beşbalık, 44 arz 86 tcıı üzerindedir. Beş şehir demektir.
13
Cengiz, şevketli demektir. Frenklerin August'I makamına kaimdir. Bu tabir Temu çin'den evvel de Türk llhanları hakkında müsta'mel imiş !.
14
Sipahi ihtilali denilen bu vak'a 1 857'de cereyan etti. Bu ihtilal üzerine lnglllzler
15
Çin devletinin nAm-ı resmisi (Çung-kuu)dur. Orta devlet manasına geliyor. Çinliler
son büyük Moğol' u hal' ettiler ve evlatlarını katleylediler. Babür hanedanı söndü. bu devlete (Heva-kuu-Çiçekler saltanatı) da diyorlar. 16 17
Bu şüphesiz Üstüyok isimli bir Fin şehridir. Bütün knezlik 52 arz dairesiyle, 6 1 arz dairesi ve 34 tcıı dairesiyle 44 tcıı dairesi arasında mahduttu.
18
Sarıkamış vadisi, Manitch vadisi, Kaspl-Hazar denizini Karadenlz'e rapteden bir bataklık ve göller silsilesidir. Efderhan'ın iki yüz kilometre cenubunda Kızılkaya'dan başlar ve Azak'ın şarkında Tuna nehrine vasıl olur. Kafkas dağlarına muvazi giden bu göl silsilesi temizlenerek müstakbelen Hazar-Karadeniz kanalı olacaktır.
19
Nitekim Rusya mıntıka-! nüfuzu dahilinde faallyet-1 slyasiyeye girişti bile! l 9 l 2'de Moğol hanlarıyla mukaveleler akdederek onları istiklale sevkeyledl. Moğol lstlkla11, Moğoiluğun Çin idaresinden Rusya ldare-1 Hlllyeslne geçmesi demekti.
20
Akdağ. 7400 metre irtifalnda tepelere maliktir. Bu daglar Turan'ln cenub hududu nu tahdld ederler. Bunun cenubunda 4000 metre lrtlfalnda Tibet yaylasi vardır. Ti
bet dahilinde Türk kabileleri var. 21 22
Aladag 70. tcıı ve 40 . arz daireleri üzerindedir. Ural madenlerinden senevi 1 0 tonilato altın, 5 tonilato gümüş ve 3 milyon tonila to demir ihraç olunur.
23
Bakü petrol ve neft kuyularından senevi 1 O milyon tonilato ihracat vuku bulmak
24
Sibirya demlryolu daha şimdiden Rus-Çin ticaret-1 berrlyeslne hizmete başlamıştır.
tadır. Çln'den berren Rusya'ya vuku bulan ithalat. senevi 1 50 milyon frankı, Rusya'dan Çin'e vuku bulan ithalat ise senevi 250 milyon frankı tecavüz ediyor. 2g
Adalar denizine kudemA Arslpelayos ismini vermektedirler. Bu da Adalar denizi demek değil; limanları. koyları çok olan müstesna deniz, güzel deniz demektir. Biz de güzel deniz diyerek Adalar denizini murad ediyoruz.
26
Macarlar yedi milyonluk bir nüfus teşkil ederler.