Nejdet Sançar - Türkçülük Üzerine Makaleler

Page 1



TÜRKÇÜlÜK UZERINE MAKALELER ••

NEJDET

SANÇAR


YAYINLAR1 Yayın Nu : - 80 İstanbul ı 995 KAMER

-

ISBN 975 95148 5 -

-

-

h


.1

.1

ii

TURKÇUlUK UZERINE MAKAlElE� II

NEJDETSANÇAR

KAMER YAYıNLARı

Beyaz Saray Kitapçılar Çarşısı Nu 3 Beyazıt / İST. Tel: (0212) 51 8264 8


Yayın Sorumlusu İlhan Bahar Teknik Danışman Murat Eser Düzeltı ve İç Düzenleme Sevda Uğurtekin Kapak Komp. Latif Uğurtekin Dizgi An San Montaj Murat Eser Baskı Başak Ofset -

ent

Başak ·Ofset


BiRiNCivAZiFEN, TÜRK iSTiKLALiNi, TÜRK CUMHURivETiNi ilElEBET MUHAFAZA VE MÜDAFAA ETMEKTiR. MEVCUDivETiNiN VE iSTiKBALiNiN VEGANE TEMELi BUDUR. BU TEMEL 'SENiN EN KIVMETLi HAZiNENDiR. iSTiKBALDE DAHi SENi BU HAZiNEDEN MAHRUM ETMEK iSTEVECEK DAHili VE HARiCi BEDBAHTLARIN OLACAKTıR. BiR GÜN iSTiKıAL VE CUMHURivETi MÜDAFAA MECBURivETiNE DÜŞERS�N .VAZjFEVE ATILM�K. içiN ..iÇi.�DE BULUNAÇACliN VAZIVETIN IMKAN VE ŞERAITINI DUŞUNMEVECEKSIN BU iMKA� YE ŞER�iT ,ÇOK NAMÜSAiT Bi� M�HivEnE TEZAHÜR EDEBILIR ISTIKLAL VE CUMHURIVETINE KASTEDECEK DÜŞMANLAR BÜTÜN DÜNVADA EMSALi GÖRÜLMEMiş BiR GALisiVETiN MÜMEssiLi OLABiliRLER. CEBREN VE HiLE iLE AZiZ VATANıN BÜTÜN KALELERi ZAPTEDiLMiş BÜTÜN TERSANELERiNE GiRiLMiş BÜTÜN ORDULARı DAGITILMIŞ VE MEMLEKETiN HER KÖŞESi BiLFiiL işGAL EDiLMiş OLABiLiR BÜTÜN BU şERAinEN DAHA EliM VE DAHA VAHiM OLMAK ÜZERE MEMLEKETiN DAHiliNDE iKTiDARA SAHip OLANLAR GAFLET VE DELALET VE HAnA HivANET içiNDE BUL�NABiLi.f�LE�. MiLLET.FAKRÜ ZARURET iÇiNDE HARAP VE BITAP DUŞMUŞ OLABILIR.

'Ety' '1tİ9(X ls'Ii1(!BJll.Lİ?{j91 'Eo/LJt1Jii !ŞT� �U AHVAL VE .ŞER�it iÇiNDE DAHi VAZiFEN TÜRK ISTIKLAL VE CUMHURIVETINI KURTARMAKTIR.

!M'U!1liJ'JlLç OL1JtUq'U91 J('U1JUiJ' 1JJlL9t(JllftLJllfU9/fDJllxJ JtS tL �?lffJJll !M'E IJIC'U.PT'U.!llv �jı'Dt�


YÜZDE YÜZ TÜRK OLDUGUN GUN CIHAN SENINDIR. ...,

..

.

.

.

ATSIZ


ÖNÜNÇ Bu kitap, büyük Türkçü rahmetli Nejdet San çar'ın makale ve fıkralannın toplanmasındar meydana gelmiştir. Türkçülük düşüncesinir yakın geçmişini hatırlayanlar, Nejdet Sarıçar'ır isim ve yerirıi açık bir şekilde bileceklerdir. O ı 944 ırkçılık ve Turancılık olayından sonra, imzc: olarak Türkçülük fikir akımının önde gelen bir si· ması olmuştur. Açık. cesur. net ve dürüst şahsi· yetiyle bir devre öncülük edenler arasındadır. Nejdet hocayı şahsen ve yakınen tanırnayanlaı elbett� onun insan ve fikir adamı olarak seçkir. şahsiyelini, yazılarında bulmaya çalışacaklardır. Ne var ki. Nejdet Hoca. yaşayışı ve daima canlı, sevimli ve heyecan dolu samimi uslubuyla tanın­ ması gereken bir Türkçüydü. O'nu tanıyamamı� olmak gerçekten bir eksikliktir. Fikir mücadelesinde Sançar Hoca çok yazı yazdı. Birçok kitapları da vardır. Bu yazılar için­ den "Türkçülük"le ilgili olanları Türkçülük üzeri­ ne Makaleler ismi altında sunulmaktadır. Bu kitap başından sonuna kadar okunmalıdır. Bil­ hassa Türkçülük düşüncesi hakkında bir for­ masyona kavuşmak isteyen gençler. mutlaka okumalıdır. Pek çok konuyu içine alan yazılar; insanlara. milietlere ve olaylara belli bir açıdan bakma imkanını verecektir. Bu açı elbette Türk­ çülük düşüncesirıin açısıdır. Meselelere belli bir pencereden bakabilme aIışkarılığı veya ölçülüğü­ nü kazanmak insanın fikri şahsiyet� kavuşmasJ demektir. Bu konu çok önemlidir. Ömürleri bo­ yunca kitap okudukları. kültür meseleleriyle ilgi­ lendikleri ve önemli mevkileri işgaı ettikleri halde. çok kimsenin böyle bir fikri şahsiyete kavuşama­ dığı Türkiye'mizde denebilir ki bu mesele. Türk

7


aydınının en önemli meselesidir. Nasıl Fransız. İngiliz. Alman aydınlannın her konuya. kendi pencerelerinden bakmalan gerekiyorsa. Türk ay­

dmı da "Türk gibi" "Türkçü" gözüyle bakması­ bUmelidir. Aksi takdirde haberleşmenin ve

m

ulaşun imkanıannın küçülttügü dünyamızda. bir takun yabancı fikir akımlarının ve sloganlann za­ vallı bir oyuncağı olmaktan kurtulamaz. İnsana fikri şahsiyet kazandıran. milli ölçüler veren Türkçülük fikrinin hasımıan; "Roman­ Uzm"le. "Vatan. Millet. Sakarya edebiyatıyla" kay­ bedecek vaktimiz yok itirazında bulundular. Hal­ buki. kim olduğunu. kim ve ne namına ne istediğini nereye ve nasıl varacağını dostunu. düşmanını bilmeyen bir kimsenin milletine yarar­ lı olması. yön vermesi mümkün olabilir mi? İkti­ sat... evet önemli. ama bir iktisat görüşüne sahip olmak şartıyla önemli ve anlamlıdır. Yoksa iktisat bir inanç meselesi değil. sadece önemli bir va:sıta­ dır. Temel bir fikri ve ölçüsü olmayanlar. bu önemli vasıtanın oyuncağı. esiri durumuna dü­ şerler. Vasıtaya esir olan insanın. onu gayesi ve ihtiyaçlan için en 'iyi şekilde kullanması zaten mümkün olamaz. Her büyük Türkçü gibi Nejdet Sançar Hoca da bu gerçeği bildiğinden. böylesine kötü maksatlı nifaklara aldırmadan. yetişmekte olan nesillere Türkçülük ülküsünü vermeyi birinci gaye say­ mıştır. işte bu kitap. böylesine mukaddes bir ülkü uğrunda verilen ölmez fIkir mücadelesinin bir ürünüdür. Değerli Türkçü. Nejdet Sançar'ı rahmetle anarken. bütün ülkücülere eserini sun­ mayı şerefli bir hizmet biliyoruz. KAMER 8

YAYlNEVİ


İNSAN ve SiSTEM Milletlerin ve toplumlann kalkınıp yükselme­ sinde sistemlerıni daha büyük rol oynar. yoksa sistemleri uygulayacak insanlar mı? Bu mesele üzerinde biraz durmak ve düşünmek faydasız de­ ğildir: En yeni ve asri silahlarla donaWmış bir ordu düşünelim. Böyle bir ordunun kumandanlan. as­ kediğın gerektirdiği bilgiden ve vasıflardan yok­ sun iseler, bu ordu, sadece sahip bulunduğu o maddi silah gücü ile savaş kazanabilir mi? Bir toplumun milli menfaatlarını korumak ve onu her türlü tehlikelerden uzak tutmak için ha­ zırlanmış bir kanun düşünelim. Böyle bir kanun, onu uygulayacak ellere sahip bulunmazsa. o kanun. kütüphane raflarında kalmış tozlu bir ki­ taptan başka bir şey sayılabilir mi? En güzel ve milliyetçi bir müfredat programına uyularak: hazırlanmış ders kitaplanrun. milli ruh ve milli şuurdan yoksun bir öğretmenler ordusu­ nun eline teslim edildiğini düşünelim. Alınacak sonuç ise, beklenilen dereceye yaklaşabilir mi? İkinci Dünya Savaşıırun. maddi silah bakımın­ dan güçlü İtalyan ordusunu hatırlayalım. Komü­ nizmi yasaklayan kanun maddelerinin. yakın yıl­ lardaki devrede. en aşın ve azgın hareketler karşısında dahi uygulanmadığı memleketimizi düşünelim. Ve. Fransızlık ruhunu baltalamayı bi­ rinci vazifesi saymış olan. İkinci Dünya Savaşı öncesinin komünist Fransız öğretrnewerini aklı­ mıza getirelim.

9


Bunlar ve benzeri örnekler, bizi şu gerçege gö� türecektir : Bu gibi meselelerde asıl olan insan­ dır. İnsan olmadıkça. sade en güzel fıkirler ye sis­ temler değil, en güçlü silahlar da gereken fayday! sağlayamaz. Toplumların kalkınıp. yükselmesi konusunda da durum aynıdır. Yani bir toplumun maddi ve manevi alanlarda yükselmesi, milletin mutluluga erişmesi meselesinde de, sistemlerden çok. onlan uygulayacak insanlar mühimdir. En güzel içtimai iktisadi bir fikri ve sistemi, vatana hizmet düşüncesi taşımayan insanların meydana getirdigi bir hükümetin eline teslim edin. Alınacak sonuç. alınması gerekenden çok az olacaktır. Buna karşılık, şöyle böyle bir siste­ mi, millete hizmet düşüncesiyle dolup taşan in­ sanlardan meydana gelen bir heyete verin. Sonuç, muhakkak. çok daha iyi olacaktır. Çünkü her şey insana, insanın niyetine, hare­ ketine baglıdır. İnsan yetişmiş, iyi niyetli. vatan­ sever ve milliyetçi olmadıkça; toplumuna hizmet aşkıyla dolup taşmadıkça, onun eline teslim edi­ lecek silah da, sistem de kısı ve yavan kalmaya mahkumdur. Türkiye'nin kalkınmasını sosyalist sistemde görenler, işte bu gerçegi bilmeyen. bunun üzerin­ de hiç d urmamış ve düşünmemiş kimselerdir. Onlar. bilerek veya bilmeyerek, komünizmi sos­ yalizm diye yutturmaya çalışanlarnı tesiri aıtın­ dadırlar. Sistem, elbette, mühimdir. Ama. sistemi uygu­ layacak insan çok daha mühim(!!r. İnsan ise, ancak. mi1Uyetc:! clduğu nisbette insandır. Bu

sebepten sistemi, fikri, kanunu uygulayacak olan milliyetçi insanları, heyetleri. hükümetleri bul10


madan. her. hangi bir sisteme bel baglamak boş­ tur. İnsanın en mükemmeli olan milliyetçi ve onun bağlandığı milliyetçiliği bir yana iUp, her derde deva sardığı sosyalizmi tek toplum reçetesi sananlar, bunun için yanlış yoldadırlar. İnsan ile sistem bir araya geldiği takdirde mil­ letler ihtiyaçları olan şeyleri elde edebilirler. Nasıl insan. m.illyetçiliği nisbetinde insansa. fı1p.r ve sistem de milliyetçilik görüş ve temeline dayandı­ ğı nisbette fikir ve sistemdir. Türkiye'nin kalkınması mı? Milliyetçi temel üzerinde yükselen fikir ve sis­ temin milliyetçi insanlardan meydana gelecek hükümlere teslimi... İşte gerçek... Ve işte Türkiye'de. aydın denilen kişilerin bulamadığı, kavrayamadığı şey ..

11


TÜRK MİLLETİNİN TARİFi Türk milletini nasıl tarif etmeliyiz? Cemiyetimiz, bu sorunun cevabımn aranmaya başlanmasından günümüze kadar, birbirinden farklı tariflerle karşı karşıya kalmıştır. Bunun se­ bepleri çeşitliçlir. Bazan, başka milletlerin kendi yapılarına uygun tariflerinin bize uygulanması yoluna gidilmiş; bazan, milleti meydana getiren unsurlardan, tarifi yapanlann meyillerine ve çı­ karlarına uygun olanları alımp Türk milleti sade­ ce onlara bağlanmak istenmiş; bazan da, tama­ men ilmi bir mesele olan milliyet, siyasi düşüncelerin ifadesi şekline sokulmaya çalışıl­ mıştır. Hareket noktası, sakat, hissi veya mak­ satlı olan böyle davrarıışlarla, Türk milletinin ger ­ çek ve ilmi tarifi elbette ortaya konamazdı. Nitekim konamamış ve gerçeği dile getirmekten uzak , birbirlerine karşı ve ilim dışı tariflerle bir­ çok nesillerin kafaları kanştınlmışbr. Türk'ün tarifine girişmeden önce, bir gerçegi bilmek gerekir. Bu gerçek, dünya üzerinde, bu­ güne kadar millet kavramımn tek ve ortak bir ta­ rifinin yapılamamış olmasıdır. Bunun sebebi. milletlerin, millet oluşlarındaki farklardır. Milletleri meydana getiren ırk, dil, vatarı, kül­ tür, din, ülkü, tarihgibi çeşitli unsurlar vardır. Eger yeryüzündeki bütün milletler, bu unsurla­ nn hepsinin bir araya toplanmasıyla meydana gelmiş olanlardı, o zaman ortak bir millet, tarifi yapmak mümkün olurdu ve tabii idi. Fakat böyle değildir ve olmamıştır. Milletler, bu unsurlardan birlsinin veya birkaçırun birleşmesi ve kaynaşma­ sı Ue ortaya çıkmışlardır.

12


Çok kere birisinde büyük önem taşıyan bir unsur. bir diğerinin oluşunda hiçbir rol oynama­ mıştır. Mesala; Türkler. Macarlar ve Almanlar için. ırk önemli bir milliyet unsurudur. Fransızlar veya Amerikalılar içinse değildir. Çünkü Türkler. Ma­ carlar ve Alınanlar. tek bir ırktan meydana gel­ miş milletlerdir. Fransızlar birkaç. Amerikalılar ise birçok ırkın karışması ile ortaya çıkmışlardır.

nu; Türklerle Araplar için önemli bir unsur­ dur. çünkü bütün Türkler gibi bütün Araplar da aynı dille konuşurl;ır. Fakat üç kantonunda Al­ manca. Fransızca ve İtalyanca gibi üç ayrı dil ko­ nuşulan İsviçreliler içın. dil. bır birlik unsuru de­ ğildir.

Vatan; bütün fertleri devlet sınırları içinde ya­ şayan milletler için önemli bir milliyet unsuru­ dur. Fakat bağımsız devletlerinin sınırları dışında milletdaşlan bulunanlar için. aynı şey söylene­ mez. Almanya'nın. İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra Moskofların eline geçen bir kısım toprakla­ rında kalmış Alınanlar ve ilk anayurdumuz Doğu TürldU toprakları ile diğer yerlerdeki tutsak Türkler bunun misalidir. Bugün Filistin'de dev­ letlerini kurmuş olan Yahudiler. yakın zamanlara kadar dünyanın birçok yerlerinde dağılmış bir halde yaşaıtıakta idiler. Eğer vatan. milliyet için. mutlak bir unsur olsaydı. Yahudi milletini inkar etmek gerekirdi. Halbuki Yahudi milleti tarih bo­ yunca vardı. Bugün de İsrail'de. devletini yeniden kupnuş olarak varlığını devam ettinnektedir. işte. bütün milletler için ortak bir tarif yapıla­ mayışının sebebi burılardır. çünkü milleti mey­ dana getiren unsurlardan hepsi bütün milletler­ de bulunmamaktadır. Bundan dolayı cemiyetler.

13


oluşlannda rol oynayan milliyet unsurlarını içine alan tartfler yapmak zorunda kalmaktadırlar. Fransızların Almanları, Amerikalıların Macarları, İSviçrelilerin İngilizleri örnek alarak milliyet tarifi yapmaya kalkmamaları bundandır. ' Biz de, milliyet tartfimizi, Türk milletinin tarihi oluşuna uygun bir şekilde ve kendi açımızdan yapmaya bunun için mecburuz. Başka milletleri örnek alarak, Türk milletini o örneğe uydurmaya çalışanların düştükleri yanIışın sebebi de, bu ger­ çeğe sırt çevirmiş olmalarıdır. Türk milletini tarif ederken yabancılan örnek almak ne kadar sakat ise, milletimizi. milliyet un­ surlanndan bir tekillin etrafında toplamaya çalış­ mak da o kadar yanlıştır. "Kültür birligr'ni esas almanın, "gelenekler"i savunmanın, aynı vatanda yaşamayı veya "tabiiyet"i yeter .bulmanın eksikiiği ve aksaklığı btmdandır. Bu unsurlardan bazıları Türk milletinin oluşunda rol oynamışlardır. Fakat tek başlarına değiL, diğer unsurlar ile bir­ likte. .. Birçok unsurlann birleşmesiyle meydana gelmiş bir varlığı, bunlardan yalnız birisinin eseri ve neticesi imiş gibi göstermek yanlıştır. Böyle bir tarif. suyu. sadece oksijenle tarif etmek kadar sa­ kattır. Mademki bütün dünya milletlerini .içine alabi­ len bir tarif yapılmasının imkansızlığı. cemiyetle­ ri, kendilerine uygun ve kendilerine göre tartfler yapmaya mecbur bırakmıştır. Buna göre biz de bu doğru ve umumi yoldan gitmeye ve millet tari­ fimizi kendi açımızdan yapmaya mecburuz. Bunu yaparken de lüzumsuz zorlamaları. hissi davra­ nışları ve hayali yamamalan bir tarafa bırakmak, elbette ki şarttır. Çünkü Türk milletinin tarifini yapmak, bir gerçeği tesbit etmekten başka bir

14


şey değildir. Gerçeklerin tesbiti ise hayal ve ya­ kıştınnalarla değil. ilim ve müsbet düşünce ile olur. Buna güre yapılacak şey. Türk milletinin nasıl meydana geldiğini tesbit etmekten ibarettir. Bu tesbit ise. Türk milletinin oluşunda ve deva­ mında. hangi milliyet unsurlarının rol oynadığını ortaya koymak ile olur. Bu unsurlan içine alan tarif. bizim için. Türk milletinin tek. şaşmaz ve en doğru tarifi olacaktır. Türkler için soy. önemli bir unsurdur. Çünkü Türk milleti. bugünkü bazı milletler gibi. çeşitli ırkıarın kanşmasıyla meydana gelmiş değildir.

Türk mUleti. tek bir soyun eseridir. O soy da Türk soyudur. Bu gerçek. başka bir şekilde. şöyle de söylene­ bilir: Tarihte bir ana Türk soyu vardır. Türk mil­ leti bu ana soydan meydana gelmiş ve bugüne kadar aynı Türk milleti olarak yaşamıştır. Bu se­ bepten. Türk milletinin oluşunda. soy. çok önem­ li bir unsurdur ve hatta birinci unsurdur. Türkler için dil de önemli bir milliyet unsuru­ dur. Çünkü bugün bütün Türkler. tarihteki ana Türk dilinin devamından başka bir şey olmayan Türkçeyi konuşmaktadırlar. Türk oldukları halde Türkçeden gayn dil konuşan Türkler de varsa da bu. büyük çoğunluğun yanında hiç denilebilecek kadar ehemmiyetsiz bir sayı teşkil eder. Bu se­ bepten dil de. Türkler için çok önemli bir unsur­ dur. Türkler için kültür de. önemli bir milliyet un­ surudur. Bizim kültürümüz tarihten getirdiğimiz. geliştirerek bugünkü neticesine ulaştırdığıınız ve bugün bütün Türk dünyasında yaşamakta olan Türk kültürüdür.

15


Türkçülüğü, başka bir gaye için bir basamak olarak kullanmak, Türk soyunun ü1küsüne ; karşı bir ihanettir; Ancak bu, elbette ki, Türkçülelin, milli ülkü dışındaki fikirlere veya teşekküllere karşı tama­ men ilgisiz kalmaları ve bilhassa siyasi partiler­ den uzak durmaları demek değildir. Türkçülüğü, cemiyet hayatımıza hakim kılmak birinci hedefi­ mizdir. Bu da; en kısa yoldan ve en verimli şekil­ de siyasi partiler yolu ile yapılabileceğine göre, Türkçüler, bu hedeflerine ulaşabilmek için, şüp­ hesiz, siyasI partilerle ilgileneceklerdir. Bu ilgi Türkçülelin ya parti kurmaları, ya da mevcut partilerden Türkçülüğe en iyi hizmet edebilecek bulunanı (partiye girerek veya girmeyerek) des­ teklemek suretiyle olabilir. Kadrosunun üst ve en üst progranu da Türk ülküsünün ana çizgilerine uygun olarak hazırlanan bir parti, muhakkak ki, bu iş için en iyi bir siyasi teşekküldür. Böyle bir, parti bulunmadığı takdirde, bütün kuvvetleli en imkanh siyasi parti üzerinde toplayıp çalışmak yerinde olur. Bir diğer mesele, yıkıcı propagandaların tesiri altında kalmamaya çalışmaktır. Yurdumuzda cilit oynayan yıkıcı kuvvetler, propaganlarım tesirli bir hale getirebilmek için geniş imkanlara sahiptirIer. Bu geniş imkanlara, şaşırtıcı ve yanıltıcı kurnazlıklar da eklenince, menfi propagandaların tesidelinin sizlere kadar uzandığı görülmektedir. Yıkıcı propagandalar, şuurlu Türk evlatlarını elbette ki yoldan çıkaramaz. Ama, üzülerek kabul etmeye mecburuz ki, kafalarda bir takım tortular bırakabilmektedir.

222


Bu propagandalardan birkaçını ele alarak oY"'" nanan oyunların mahiyetlerini belirtmek yerinde olur: Mesela "millet" yerine ısrarla "halk" sözünün kullanılınası.. Bu, "millet"i inkar eden komüniz­ min sinsi bir oyunudur. "Türk milleti" demeyip "Türk halkı" demekle elde edilmek istenen netice "millet" fikir ve düşüncesini kafalardan yavaş yavaş silıneye çalışmaktır. Bir cemiyet, kendisine yapılan devamlı telkinlerin tesiriyle, mensup bu­ lunduğu topluluğun millet değil de bir halk kala­ balığı olduğuna inanırsa, elbette ki, millet seviye­ sinden ve onun manevi gücünden uzaklaşıp bir insan yığını haline gelir. Böyle bir insan yığınının, düşman kuvvetler için çok kolay bir av olacağı şüphesizdir.

"Millet" yerine "Türk halkı" demek yetmiyor­ muş gibi, bunun yanı sıra bir de "Türkiye halkı" sözünün kullanılınası ise, bir takım sığıntıları sinsice, vatanımıza ortak çıkanna gibi bir niyet ve gayretin neticesidir. Genç Türkçüler bu oyuna düşmemelidir. Sonra "emperyalizm" sözünün, hiyleli şekilde kullanılışı.. Bu, bir yandan, komünizmin karşısındaki en büyük siyasi kuwete devamlı olarak saldınp dik­ katleri orada toplamak suretiyle moskof emperya­ lizminin üstüne bir kızıl şal örtrnek; diğer taraf­ tan da Türkçülüğün "esir Türkler" davasını bir emperyalistlik olarak göstennek şekillerinde ya­ pılmaktadır .

223


Türkler için ülkü de önemH bir unsurdur.

Milletimizin. yüzyıllar boyunca ''kızılema'' diye adlandırdığı bu ülkü. tarihteki büyük hamle ve hareketlenmizde büyük rol oynamıştır. Dünün sının belirsiz. bugün ise hedefi belli bu ülküsü. milli varlığımızda en önemli unsurlardan birisi' dir. Türkler için vatan da önemli bir Unsurdur. Ancak vatan unsurunun Türk'e has özelliği ile düşünülmesi şarttır: Başka bütün milletlerin. tarihleri boyunca tek anavatanlan bulunduğu halde. Türkler. Doju TürkeU ve Türkiye olmak üzere iki anavatana sahip olmuşlardır. Tarihte. bu iki anavatanın tek vatan haline geldiği zamanlar vardır. Bugün ise. çevresindeki bazı parçalannı yabancılara kaptır­ mış halde bulunan Türkiye'ye karşı Doğu Türke­ li. yabancı çizmesi altındadır. Bu durum. vatan unsurunu göıgelernekte ise de. bu gölgenin geçici bir karanlık olduğunu kabul etmek gerekir. Bugün Irak'tald. Azerbaycan'daki veya Orta Asya'daki Türkü. nasıl millet kadromuzun dışın­ da bırakamıyorsak. vatan topraklan için de durum aynıdır. Yani. vatan unsurunu bugünkü geçici. tabiilikten ve gerçekten uzak şekliyle değil. tarihi ve gerçek olan asıl şekliyle düşürımeye mecburuz. Bu şekliyle de vatan. Türk milleti için. önemli bir unsurdur.

Türkler için tarih de önemli bir unsurdur.

Bugün yeıyiizünde yaşayan bütün Türkler. aynı tarihin insanlandır. Bu tarih. iki artayurdumuz­ da veya o. anayurUar odağında daha başka to ­ raklarda geçmiştir. Yani bütün bu tarih. Türk milletinin ortak tarihidir. Bundan dolayı da tarih. Türk milletinin taıifınde yer alacak bir unsurdur.

p

IS


Türkler için önemli bir unsur da dindir. Bugün T�rklerin hepsi denecek kadar büyük ço­ gunlugu Islam dinindedir. Başka dinlerde olan Türklelin sayısı. bu büyük çogunluga göre pek küçük bir sayıdır. Türkler. İslamiyeti benimseme­ de. yaymada ve hınstiyan dünyasına karşı koru­ madaki davranışlar ile adeta. milli bir din haline getinnişlerdir. Bu sebepten de din. Türkler için önemli unsurlar arasına ginniştir. Görülüyor ki. Türk milletinin oluşunda ve geli­ şip devam etmesinde. milliyet unsurlanndan ye­ disi; yani ırk, dil, kültür, ülkü, vatan, tarih ve din rol oynamışlardır. Türk soyunun. yeıyüzü­ nün geniş alanlarına dagılınış ve yayılmış olan kütlelelinden küçük parçalann Türkçeden başka dil konuşmalan veya İslamiyetten gayn dinlere mensup bulunmaları ile yurtlannın bir kısmının yabancıların elinde bulunması. bu büyük türihi gerçegi gölgeleyecek bir durum meydana getirmiş olmuyor. Buna göre. Türk milletinin ilmi anlayışa uygun ve gerçegi dile getiren tarifi. kendiliginden ortaya çıkmış oluyor:

Türk mJlleti; soy, dil, küıtür, ülkü, vatan, tarih ve din unsuru ve birliği ile birbirlerine bağlı bir cemiyettir.

17


MİLLİ ÜLKÜLER VE ÜLKÜ DIŞI MES'ELELER Milletlerin varlıklannda rol oynayan en büyük manevi güç. muhakkak ki. ülkülerdir. Çünkü in­ sanlar. bir ülkü etrafında toplandıklan zamandır ki. sadece kendi küçük meseleleri için yaşayan basit varlıklar olmaktan kurtulur ve o manevi hava içinde adeta devleşir1er. Böyle bir manevi güçle silahlı insanlardan meydana gelen bir ce­ miyet. elbette ki. bundan yoksun cemiyetleri arka planda bırakacaktır. Türk Milletini, tarihin en eski çağlanndah beri. dünyanın en güçlü topluluğu halinde yaşa­ tan . ülkü olmuştur. Soyumuz. "Kızıl elma" diye adlandırdığı bu ülküye erişebilmek içindir ki. eski dü,nyanın üç kıtası üZerinde durmadan at koşturmuştur. Bu ruhla güçlenen. büyüyen. maddi ve manevi mutluluğa erişen ve başka ce­ miyetlere yüzy'tllarca hükmeden Türk milletinin. yakın çağlarda kuvvetsiz. dağuuk ve hepsinden de acı tutsak hale gelmesinin sebepleri arasında ise. ülküsünü kaybetmiş olmasının da rolü var­ dır. XX. Yüzyıl, milli ülkülerin çarpışmakta olduğu çağdır. O kadar ki. dünya coğrafyasının yeni var­ lıkları olan küçük devletler bile. kendi çapların­ daki ülküler ardında görülmektedirler. Milli var­ lıkların üzerlnde tek dünya yaratmak davası şeklinde öne sürülen komünizm dahi. ele geçirdi­ ği ülkelerde. hakim milletin milli davasının gizli silahı halini almaktadır. Kızıl ülkelerin birbirleri­ ne karşı cephe almış olmalannın sebebi de. işte bu ırklar ve ülküler çarpışmasıdır.

18


Ölküsüz bir cemiyet, millet olmaktan çok, bir insanlar topluluğudur. Böyle cemiyetler, ül­

küsü olan milletlerin hırslannı. ister istemez. üzerlerine çekerler. Çünkü ülküsüz millet. kolay yutulur bir yemdir. Büyük davaıar ardındaki ce­ miyetler. göz koyduklan yurtlan ellerine geçire­ bilmek için. bundan dolayı. vatanın sahibi milleti ülküsünden koparma yoluna başvururlar. Ancak unutulmamalıdır ki. gühüınüzün dün­

yasında. cemiyetlerin ülkülerinden kopanImalan açık bir şekilde değil. sincice ve kurnazca yapıl­ maktadır . Milletin milli ülküsü. asli mahiyetinin dışında ve cemiyet için z<l.farlı 've tehilekeli bir fi­ kirmiş gibi gösterilerek baltalanmakta böylece. kütleler davadan uzak durmaya. hatta ona karşı olmaya zorlanm aktadıL Bir yandan bu yalan pro­ paganda aralıksız devam ettirilirken. diğer taraf­ tan da. milletin okumuşlarına ve bilhassa gençle­ rine. üçüncü dördüncü derecedeki birtakım cemiyet meseleleri. büyük ve ana davaıar şeklin­ dt:; gösterilmeye çalışılmaktadır. Bu oyunun ülkemizdeki şekli, önce, Türk ül­ küsünÜll uydunna bir Turancılık ve ırkçılığa bağlanması yolundaki malum harekette görüldü. Dışardan sevk ve idare edilen propaganda. resmi ağızlarla, devletin ve cemiyetin fikir ve haber yayma vasıtalarını da bu yolda ku,l1anma imkanını elde edince, Türk ülküsü. kendi vata­ nında sinsice hançerlenmiş oldu. Böylece kalbIerden ve' kafalardan sökülüp atıl­ maya çalışılan ve kısmen de sökülüp atılan ülkü­ nün yerini. daha geri planlardaki meseleler ile başka cemiyetlerin kılık değiştirmiş davaıan al­ maya başladı,

19


Türk ülküsünün, Türkiye'li okur yazarlann bir kısmı ile çeyrek aydınlann kafalannda tehlikeli bir macera ve hatta bir emperyalizm (lt) hareketi olarak yer etmesi, işte bunun sonucudur. Son yılların, durmadan tekrarlanmak suretiyle .. boş kafalara. cemiyet hayatının en mühim meselesi olarak kabul ettirdiği "ekonomik ve sosyal so­ runlar! !!" tekerlernesi de bu oyunun ikinci mer­ halesindeki örneklerinden birisidir.

"Ekonomik ve sosyal sorunlar!" tekerleme­ sindeki "sosyal!" in neyi dile getirmekte olduğu dahi pek düşünülmeden daha çok "ekonomik!" kelimesine saplanılmış, böylece bir cemiyette ikti­ sattan, dolayısıyla paradan daha mühim bir me­ sele olamayacağı düşüncesi doğmuştur. Türki­ ye'nin son yıllarda aşın bir maddeciliğe sürük­ lenmesinde, bu propagandanın rolü büyüktür. Personel Kanunu'nun ele alınması sıralannda, çeşitli meslek mensuplannın ve ailelerinin, baş­ kalanndan daııa az para almış olmamak için so­ kaklara dökülmeleri, bu propagandanın bir bakı­ ma hazin bir neticesi, bir bakıma da zaferidir. Hayatta en mühim meselertin madde olduğu­ na inanan beyinler için, mana hareketleri ve bu arada ülkü, elbette ki, boş ve romantik bir ku­ ruritu sayılacaktı:r. Okumuşlannın ve aydın sayı­ lan kadrosunun çoğu bu yolla milli davalardan koparılan ve milli ülküyü aşın, tehlikeli bir mace­ ra sayan cemiyetlerin, milli ülküler ardındaki devletler karşısında ne derece aciz, güçsüz ve za­ vallı kalacaklan ise, artık meydandadır. Türk'ün milli ülküsü, milletimizin ortak vicda­ nında "Kızılelma" adı ile anılan ve yaşayan davadır. Bu dava, tarihte yüzyıllarca, tek devletin sınırlan içinde, maqdi ve manevi bakımıardan

20


üstün ve mutlu bir cemiyet olarak yaşayan soyu­ muzun, gelecekte de aynı mutlu seviyeye ulaşma­ sı ve erişmesiilir. Türk Cemiyetinin daha aşağı derecelerdeki bütün davalanm ve meselelerini. bu milli ülkünün halesi içinde ele almak ve de­ ğerlendirmek şarttır.

Milli ülküsü olmayan veya olduğu halde ondan kopmuş bulunan bir cemiyet. bugünkü devler dünyasında, fırtınalı ve kudurmuş bir de­ nizde, kaptansız kalmış bir gemiden' farksızdır. Böyle bir cemiyetin sonu, dalgaların kendisini vuracağı kayalıklarda parçalanacak kaptansız ge­ minin akıbetinin aynıdır.

21


TÜRKçÜLÜKTE MUHAFAZAKARLIK iNKıLAPÇILIK

ve

Türkçülük hem muhafazakar. heni de inkılapçı bir fıkirdir. Konu hakkında yeteri kadar bilgisi olmayanları ilk hamlede yadırgatacak bu hüküm bir iddia değildir. Bu Türkçülük tarihi­ nin ortaya koyduğu bir sonuçtur. Ve onun için de bir gerçektir. Bu gerçegi iyi kawayabilmek için. Türk milli­ yetçiliğindeki muhafazakarlık ve inkılapçılık an­ layışlarıru bilmek gerekir. Bu anlayışta muhafa­ zakarlık ve inkııapçılık. birbirini tamamlayan iki kavramdır. Çünkü, Türk milliyetçiliğinde muha­ fazakarlık. geçmişten ve taıihten gelmiş her şeyi değiL. sadece Türklüğün var olmasında rolü bulu­ nanları saklamak; lnkılapçılık ise, kalmamış ve dolayısıyla yaşama gücünü kaybetmiş olanların yerine. aynı vazifeyi görecek yenilerini koymaktır. Bu sebepten. Türkçülükte muhafazakarlık ve inkı1apçllık. birbirirıe karşı şeyler olmaktan çık­ mış. birbirini tamamlayan kavramlar manasını almıştır. Türkçülükte muhafazakarlığın. geçmişten ve tarihten gelen· her şeyi körü körüne saklamak ol­ madığının delilleri. yakın çağlar tarihimizdeki çe­ şitli inkı1ap hareketlerinin hemen pek çoğunda Türk milliyetçilerinin oynadıkları rollerdir. Tçınzi­ mat çağının büyük askeri Müşir Süleyman Paşa ile yakın yılların en ulu Türkçüsü Dr. Rıza Nur'un siyası alandaki hamleleri hangi fikrin ne­ ticesidir? Osmanlılıktan Türkltige; Osmanbcılık

22


ve İslamcılıktan mrkçülüğe geçiş hamleleri. kim­ leriı:i. eseridir? Divan edebiyatı dili yerine Türk milletini.ı1 konuştuğu Türkçeyi koyma savaşını açanlar ve, bu büyük işi başaranlar kimlerdir? işte bunlar hep inkIlap ve inkılapçılık hareketleri­ dir. Yani yaşama gücü kalmamış müesseseleri kaldınp onların yerlerine yenilerini koymak hiz­ metleridir . Fakat. bu inkılapları yapan milliyetçiler. geç­ mişten getirilen her şeyi silkip atmak veya atma­ ya yönelmek gibi korkunç bir yan1ışa asla düş­ memişlerdir. O inkılapçıların hepsi. tarihten getirdiklerimizden yaşama ve Türklüğe fayda sağ­ lama güçleri devam eden şeylere dört elle sarıl­ mışlardır. Türk milliyetçilerinin Türk ahlakını. Türk geleneklerini, Türk karakterini ve Türklükle ilgili bütün öteki müesseseleri savunmalannın sebebi budur. Çünkü bunlar. Türklüğün hayat kaynaklarıdır. Türkçülerin. osmanlıcılık ham ha­ yaline kapılmış olanlar ve dini, milliyetin inkan sananlarla yıllar boyu yaptıkları ve hala da sllrüp giden mücadelelerinin sebebi de bundan başka bir şey değildir. Türkçülük, bundan dolayı hem muhafazakar ve hem de inkılapçıdır. Çünkü Türkçülük, Türk soyunu mutlu yaşatma ve üstün kılma davasıdır. Bunun için Türklüğe ıüzumlu müesseseleri yaşa­ tacak, hayatiyelini kaybetmiş olanları kaldınp yerlerirıe yenilerini koyacaktır. Bu sebepten de hem muhafazakar olacak. hem de inkılapçı olma­ ya devam edecektir. Burada dikkat edilecek çok önemli bir mesele vardır. O da Türk milliyetçiliğinin inkılapçılık ka­ rakterini. devrimcilik denen hareket ile karıştır­ mamaktır.

23


Pek çoklan "demm" ve "devrimcilik" sözlerini "inkılap" ve "inkılapçılık" kelimeleIinin Türkçesi sanmakta ve öyle kullanmaktadır. Fakat bu dogru değildir. Çünkü "devrim" sözü ile kastedi­ len mana "inkılapçı" kelimesinin taşıdığı anlam ile aynı değildir. "Demm" in manası "geçmişten getiIilen her şeyi devirmek!" tir. Bu sebepten "ya­ şama gücünü kaybeden ve faydasız hale gelen müesseseleıin kaldınlıp yerlerine daha faydalıla­ nnı koyma anlamındaki "inkılap" ın karşılığı asla olamaz. Bilhassa genç Türkçüler. Türk milliyetçiliğinin muhafazakarlık ve inkılapçılık anlayışını iyi kav­ ramalı ve Türkçülügün ne sadece muhafazakar ve ne de sadece inkılapçı bir fikir sistemi olmadı­ ğını asla unutmamalıdırlar. Hele devrim ve dev­ rimcilik sözlerine karşı çok uyanık bulunmalı. bunlan kızıllann ve öteki Türklük düşmanlannın özel maksatlarla kul1andıklanm bilmelidirler. Yine unutmamalıdırlar ki. Türk milliyetçiligini. o kadar kahpece hiylelere ve saldırılara rağmen yı­ kamayanlar. bugün onu kelime olarak benimse­ yip dejenere etmek yolu ile hırpalamak yolunda­ dırlar. Onlann- bu yoldaki sinsi ve sistemli propagandalan bilgisi ve düşüncesi kıtlan da yanlış yollara sevk etmektedir. Türk milliyetçiligi­ ni. muhafazakarlık unsurunu .reddedip sadece inkılapçı bir fikir olarak göstermek ve üstelik bu unsurunu da devrim sözü ile ifadeye kalkışmak. işte bu oyunlardan biridir . . Kızıl hainler başta olmak üzere bütün milliyet­ çilik düşmanlannın. Türkçüıügü. her şeyi devir­ me -anlamıİ1da "devrimci" bir fikir olarak göster­ meye çalışma gayretleri. bu yolda, gerçegi bulmak için yeter sebeptir.

24


Genç Türkçüler. milliyetçillği bu anlamda dile ge­ tirenlere hemen mim koymalıdırlar. Çünkü. Türkçüıüğü. m aziden kalan her şeyi yıkma fikri. yani Moskof sözlüğündeki anlamı ile sadece "dev­ rimci!" bir fikir olarak kabul etmek için ya hain. ya ahmak. veya en hafiflnden dünyadan habersiz bir zavallı olmak lazımdır.

25


Çünkü bu prensip. insanlardan. fedakarlık ve feragat. yani gerçek insanlık beklemektedir. İhti­ raslı. zevkçi. maddeci ve şahsi çıkarcı olanların böyle yüksek insanlık prensiplerinden uzak bu­ lunmalarının sebebi budur. Fakat hiçbir kuwet "herşey Türklük için!" prensibinin bu memlekette temel düşünce olma­ sını önleyemeyecektir. İhanetler ve gafletler haya­ tın manasını Türklük için yaşamak ve Türklük ugrunda mücadele etmek diye anlayanların sade­ ce azimlerini ve imanlarını bilernektedir. Bilenen bu azimler ve imanlar. bir gün bütün Türkiye'yi kaplayacaktır. Yetişmekte olan gençliğin ablüça saj1am. kara.kterce üstÜD ve akılca Deri olanla­ nnın Türklük davasına �önül vermekte bulun­ malan. zafer gününün yakınlığının en kuwetli delilidİr. İnsanlar. dünyaya bir vazife için gelmektedir­ ler. 'Türk yaratılanlar için bu vazife Türklüge hiz­ mettlr. Bu hizmetin formülü de: "Herşey Türk­ lük için" dir.

28


3

MAYIS'IN MANAsı

3 Mayıs, Türk taıihinde mühim bir gündür. Türk milliyetçilerinin 3 Mayıs'ı 'Türkçülük Günü" olarak kabul etmeleri ve bu günü her yıl, göste­ rişten uzak toplanWarla anmaları bunun içindir. 3 Mayıs'ın en mühim yönü; kökleri tarihin eski yüzyıllarına kadar uzanan, son çağlarda ise birbiri ardından gelen nesiller tarafından şuurla işlenerek manası, prensipleri ve amacı belirli bir ülkü halini alan Türkçülüğün, tarihte ilk defa bir hareket şeklinde görülmüş bulunm asıdır. İkinci Dünya Savaşı yıllannın sonlarına rasla­ yan bu hareket. dünyanın ve Türkiye'nin o sıra­ lardaki durumunun tabii bir neticesi sayılabilir Rusya seferinin ilk aylarında, önlerine dikilen bütün kuvvetleri devirtp kasırga hızıyla ilerleyen Alman ordularının, önce durup sonra çekilmeye başlaması üzerine, düny anın başka yerlerindeki­ ler gibi yerli komünistler de azgınlıklarını arttır­ maya başlamışlardı. Çok tabii idi. Bizim için tabii olmayan, o yıllarda Türkiye'nin kaderine hükme­ den siyaSİ kadronun tutumuydu. Bu kadronun vazifesi. devletimizin ve milletimizin en büyük düşmanı olan bu moskofçu hainlerin: başlarını ezmek iken bunu yapmıyorlar, bu yetrniyormuş gibi o takımdan birçok kişiye devlet kapısında yer vererek o yılların Türkçü gençlerini ÜIDitsizliğe sevk ediyorlardı. Uyanık. millişuur sahibi ve KreıpHn'in Türki·

ye ·�erindeki emellerini bilen Türkler, bu sebep­ ten, büyük f\Züntü ve endişe içinde idiler. Fakat bir şey yapmaları veya yapabilmeleri mümkün değildi.


çünkü o yıllarda eri küçük bir tenkide, hatta en yumuşak bir uyanda bulunmaya dahi imkan yoktu. çünkü devir, koyu bir diktatörlük devri .Idi.

Atsız'm. çıkarmakta oldugu Orhun. dergisin­ de, zamanın başbakaru Saraçoğ1u Şükrü'ye yaz­ dıgı iki açık mektubun önce gençliği, sonra bütün niemleketi ayaga kaldırmasının sebebi budur. Devlet gemisini yürütmekte olanların. açık mektupların. açıkça ve belgelerle ortaya koy­ dugu komünist hareketlerini bir yana bırakıp. sonradan demirperde gerisine kaçarken sınır ya­ kınlarında öldürülen Sabahattin Aliıyi kışkırta­ rak Atsız aleyhine hakaret davası açbrmaları ise, milli ruhla dolan ve Türklük sevgisiyle coşan gençler için, adeta bardağı taşıran son damla ol­ muştu.

3 Mayıs ı 944 yürüyüşü. o yıllann, bu. gafletle ihanet arasındaki korkunç tutumuna karşı, Türkçülük ruhuyla dolu gençliğin şahlaruşıdır. Komünizme ve komünistleri koruyanlara karşı bir çıkış olan o yürüyüşü planlayan Türklük fıkri ve şuütu ile dolu bir avuç genç; Türkçülük fikri­ nin on binlerce gencin kalbinde ve kafasında yer­ leşmesini saglayan ise İkinci Dünya Savaşı yılla­ rının türkçü dergileri idi. Fakat kaynaklar. sebepler ve hazırlayıcılar neler ve kimler olursa olsun; o günlere kadar kitaplarda veya dergilerde yer alıp Türklügü yüceltecek bir fikir olarak kalan Türkçülük Ülküsj.i.'nün, 3 Mayıs ı 944'te bir hareket şeklini alması mana ve ruh bakımın­ dan çok ehemmiyetli bir harekeUi. 3 Mayıs'm Türk tarihinde mühim bir gün olmasının sebebi budur.

30


Komünizmi lanetlemek için yaptıkian o yürü­ yüş sırasında; devletin, devleti korumak için ku­ rulmuş kuvvetlerini karşılannda bulan o birkaç bin gencin büyük çoğunluğu, Türkiye'nin çeşitli bölgelerinden yüksek ögrenim için Başkent'e gel­ miş delikanlılar, küçük bir bölümü de orta öğre­ tim çocukları idi. Ne kadar acıdır ki, devletlerinin başkentinin sokaklarında, vatanıannı kızıl pota­ da eritmek isteyen devin Türkiyeli maşalannı lanetlemek gibi, gurur duyulup alkışlanacak bir hareket olan bu yürüyüşleri sırasında, o birkaç bin isimsiz genç ancak bir düşmandan gelebile­ cek şekilde sert ve insafsız bir saldınn hedefi ol­ muşlardır. Denk olmayan kuvvetler arasındaki bu mücadele gençlerin dağılması ve ele geçirilen­ lerin uzun süre bir takım sıkıntıları göğüslemek zorunda kalmaları ile son bulmuş; hareketi fırsat bilen sinsi Türklük ve Türkçülük düşmanlığı ise, sınır tanımayan bir ihtiras ile dolu melünluğunu, melünluğu dahi utandıracak bir şiddetle yıllarca devam ettirmişlli. O hadise münasebetiyle o zaman ve sonraki yıllarda, çeşitli nesillerden bir takım Türkçü�er hayli ıztırap çekmişlerdir. Fakat bu, o kadar ehemmiyetli bir şey sayılamaz. çünkü Türkçü, bu yolda yürümeye başladığı zaman, sıkıntı ve ız­ tıraplarla karşılaşmasının mümkün ve hatta tabü 'olacağını bilen . insandır. Belirli günlerde, bu yolda çektilmiş ıztırapların yazı veya söz ile dile getirilmesi, yeni nesillere bu düşmanlığın teme­ lindeki manayı anlatmak ve dolayısıyla onları, Türk düşmanlığı temeli üzerinde yükselen bu kaynağı kurutmak için bilgilendirmek ve şuürlandırmak içindir.

31


Evet 3 Mayıs'ın asıl manası, Türkçülügiİn fi­ kirden hareket haline gelişidir. 3 Mayıs 1944'te, Türk soyunun milli ülküsü Türkçülük, birkaç bin Türk gencinin varlıgında ortak: bir vicdan ha­ line gelmiş ve bu ruhla Türk'ün en büyük düş­ mamnın üzerine yürümüştür. O yürüyüşten sonra çekilen ızbraplar ise, 3 Mayıs'a daha başka bir mana kazandırmıştır. . . .

3 Mayıs'ın ilk yıldönümü 1945'te. o sırada Tophane'deki askeri cezaevinde tutuklu bulunan bir avuç Türkçü tarafından örtüsüz bir masa et­ rafında yapılan bir toplantı ile anılmıştı. Fakat sonraki yıllarda, başta İstanbul ve Ankara olmak üzere birçok şehirlerimizde. zaman zaman dikka­ ti çekecek ve Türkçülük düşmanlarını rahatsız edecek derecede büyük �örenıerıe kutlarun aya devam edildi. Türkçülük Ulküsü Türkiye'nin ve giderek bütün Türk dünyasının kaderine hakim tek fıkir halini aldıktan sonra ise, muhakkak ki. kara günlerin bu Bozkurtça şahlanış hareketi büyük gürıler arasında yer alacaktır.

32


BÜTÜN TÜRKLER BiR ORDU Bütün Türkler bir ordu.. Bu dörtkelime. Türk soyunun ülküsünü dile getiren sözlerin en güzel­ lerinden biIisidir. Büyük fıkir adam ıınız Ziya Göka1p'ın bir manzumesinden çıkanlıp bir ülkü parolası haline getirilen bu söz, emelleIi. hiçbir karşılık beklemeden Türklüğe hizmet olan on binlerce aydın Türkün de parolasıdır. Ülkünün manasını bilmeyen ve kavrayama­ yanlar ile. ülkücü olmak vasıflarından yoksun b uıunanlar. Türk ülküsünü savunanların karşı­ sına her zaman "maddi imkan" teranesiyle dikil­ meye çalışmışlardır. ülkülerin, maddi imkanlar üstünde. daha çok uzak geleceklere bakan, ha­ yalle karışık büyük davalar olduğunu hatırla­ mak, onların nasıl yanıldıklarıru anlamaya yeter. Milli ülküler, cemiyetler için, en büyük manevi güç kaynaklarından biIidir. Ülkünün manasını bilen Türk, onun içindir ki, hayatta en büyük va­ zifesinin bu ülküye hizmet olduğuna inanmıştır. Hayatl arının manasını bu ülküde bulan ve hayat­ larını bu ülküye adayan Türkler, bu sebepten, her çağda bulunuyor. Dün vardı. Bugün de var. Yarın da var olacaktır. Bu iman zinciri halkası ve onun yenilınez gücü, Türk ülküsünün en sağlam gerçekleşme teminatıdır. Dünya, çok uzak olma­ yan bir gelecekte, tarihte gerçek olan şeylerin ge­ lecekte de gerçek olabileceği sözünün gerçeklik derecesini bir kere daha görecektir. Türk'ün düşmanı olduklarından Türk ülküsü­ ne de düşmanlık edenler milletimizi parçalara bölmek için, dün olduğu gibi bugün de çalışmak­ tadırlar. Türk'ün bir vazifesi de bu hiyle karşısın-


da uyanık bulunmaktır. Bu soyun evladı olmakla övünen Türkler Tanrı'nın birliğine nasıl iman edi­ yorlarsa. Türk birliğine ve bütünlüğüne de öyle inanm alıdırlar. Unutmamalı ki. Türk'ü. coiraf­

yasına ve ko1lanna göre parçalara ayırmak. so­ yumuzun kökünü kazımaya uğraşan düşman­ ların ekmeğine yağ sürmek demektir. Bir Türk. bilerek. böyle bir alçaklığı asla yapamaz.

Bununla beraber. bilmeden. bu yanlış yolda yürümekte olanlar da vardır. Bunlar, tutsak Türk illerinin tutsak milyonlanna sırt çeviren Türkiyeli aydınlar ile. bir Gün düşman çizmesin­ den -muhakkak kurtulacak bugünkü esir Türk dünyasında. yann. parça parça devletler kurul­ masını hayal eden bir kısım dış Türklerdir. Türk ülküsüne karşı olan bu gibi davranış ve inanışlar. elbette ki üzücüdür. Bu üzücü davra­ nış karşısında. ülkücülere düşen. yanlış YQlda

olanlan. ısrarla. uyarm.aya çalışmaktır.

Bugünün devler dünyasında. Türk aleminin öteki parçalarına sırt çevirmiş bir Türkiye. gelece­ ği garantili bir devlet olarak yaşıyor sayılamaz. Yarın. düşman yenilip de bağımsızlık kazanılır­ ken. ilk anayurdumuz Doğu Türk ilinde. irili ufaklı birtakım Türk devletleri meydana gelirse. aynı tehlike orası için de var olacaktır. Türk'ün varlığının ve yarınının. kendisini yıkılmaz bir kale haline getirecek olan bütünlüğüne bağlı olduğu unutulmamalıdır. Milletimiz. şuUrlu evlatlannın kılavuzluğu ile. nice yıllardan beri. Türk soyunu mutluluğa götü­ recek tek yol olan bu yol üzerindedir. Bu yolun yolculan. onun için. hiç eksik olmamaktadır. Ne­ siller nesilleri kovaladıkça. genç Türk evlatlannın en seçkinlerinin bu davaya sarılmalan da bun­ dandır.

34


Dava ayaktadır ve yürümektedir. Türkiyenin ülkücü Türk gençlerinin. tutsak Türk illert davasım benimsemeleri ve Türk bütünlügü gerçe­ ğine bütün varlıklarıyla bağlanmakta olmaları kadar. tutsak Türk tllerine mensup gençlerin. bölgeci ve bölücü' tutum ve davranışların karşısı­ na kaya gibi dikilmeleri de bunun en açık delili­ dir. Bu gençler ve bu iman ile. bu ülkü b gün . muhakkak gerçekleşecektir.

it

Bu yolda en büyük yük. ülkücü gençlerin omuzlarındadır. Ülkücü bütün Türk gençleri. yanlış yolda olanlarla mücadeleyi bir an bırakma­ malıdırlar. Ancak bu mücadele yıkmak değil. uyarmak için olmalıdır.

Ulu Tann. Türkleri. bir bütün, bir mDlet oluak yaratmıştır. Bu bütün. yıllar varlığımız. parçalanmış bir haldedir. Türk. eğer Türk ise. bu Tann iradesini yeniden bir gerçek haline getire­ cektir. Bu birliğin bir gün. tarihteki gibi bir gerçek olacağına bütün kalbimizle inanıyoruz. Bizi, Türk olarak. hayata bağlayan en büyük bağ. bu inanç­ tır. Yıllarca inandığımız. bugün inanmakta oldu­ ğumuz. yarın da inanmakta devam edeceğimiz bu büyük ülkünün. en güzel parolası: "Bütün Türkler bir ordu" sözüdür. En anlayışsız kafalarda. en duygusuz gönül­ lerde. en sağır kulaklarda aksini bulurtcaya kadar. bu milli parolayı. Tann'mn günü ve en gür sesimizle tekrarlamalıyız:

Bütün Türkler bir ordu..

35


TÜRKLÜK VE BOZKURT Bazı milletler bazı hayvanları benimsemişler, onlan kendilerine sembol yapmışlardır. Kartal. aslan, horoz bun1ann ilk akla gelenleridir. Türk­ ler de Bozkurtu benimsemişler, onu kendilerine sembol yapmışlardır. Sembollerle sembolü benimseyen milletler ara­ sında bazı uygunluklar olduğu muhakkaktır. Sembol ile milletin birbirine en uygun düşeni ise, şüphesiz kurt ile Türk'tür. çünkü kurt, hayvan­ lar dünyasının pençesi en sert olanı; Türk ise, in­ sanlık meminin yiğitlikte en önde bulunanıdır. Kurt. Türk soyunun hayatında çok mühim yeri olan bir varlıktır. Milletimiz. bu sert pençeli hayvam. yüzyıllar boyunca kendisinin yakını, yol göstericisi. hatta kendi varlığımn bir parçası gibi bilmiştir. Türk milletinin çeşitli nesillerinin ortak eserle­ ri olan milli destan parçalanmız, bu Türk-kurt yakınlığının edebi urühleri ve belgeleridir. Milli Türk destanının en güzel parçalanndan birisi olan Oğuz Kağan D es tanı nı nda, kurt. Türk'ü zafere ve dolayısıyla mutluluğa götüren bir yol gösterici, bir kılavuzdur. Türk'ün ulu atası Oğuz Kağan, savaşa giderken boz yeleli kurt her zaman onun ve ordusunun ,önündedir. '

Ergenekon Destanı'rıında, Bozkurt, Türkleri kapalı yurttan, o kuçük vatap parçasından çıka­ np büyük vatanıanna kavuşturan bir yol gösteri­ ci, bir kurtancıdır. Bozkurt, başka destan parçalanınızda da, Türk'ün hayatında büyük rol oynayan bir varlık­ tır.

36


Türk milleti bu yapısı küçük. fakat hayat mü­ cadelesindeki yeri büyük, sert pençeyi öylesine benims emiştir ki, kendisinin Bozkurt nestinden olduğuna dahi inanmıştır. Tarihimizde, Türklüğe büyük hizmetler eden kahraman Başbuğlan BozkurUar olarak adlan­ dınnakta olmamızın sebebi budur. Türkçülük ill­ küsü ile dolup taşan yakın yıllar edebiyatımızda. birçok eserlerde Bozkurta yer verilmiş olması da bundandır. İnsan cemiyetlerini güçlü kılan, hayat müca­ delesirtde başka cemiyetlere üstün getiren manevi kuvvetler arasında. tarihten getirilmiş bu gibi milli unsurlann yeri büyüktür. Milli varlıkla­ ra göz diken düşmanlann, ilk önce bu manevi varlıklara saldınp onlan yıkmaya çalışmalan da bundan değil midir? Türk'ün manevi hayatında bundan mühim bir yer tutar. Gazi Mustafa Kemal, hayatının son yıllarındaki coşkun milli­ yetçilik devrinde. bunun için. "Ergenekondan Çıkış" tablosunu yaptırtıp Maarif Bakanlığı bina­ sına astırmıştır.

Bozkurt

dolayı

Sinsi Türk düşmanlannm. Bozkurt düşmanlı­ ğı yapmalanmn sebebi de bundari başka bir şey midir? Bozkurt'u, bir milli sembol olarak gönlün­ de yaşatan: Ergenekon efsanesi ile büyülenip bu yönden de Türklüğüne sımsıkı bağlanan bir Türk çocuğuna. hangi yıkıcı fikir veya inanç tesir ede­ bilir? Vicdanlannı kuzey iklimine satmış oIanlan. Türk'ün ilahi Bozkurtuna "it!" demeye ve bu adi horlamayı yaparken cibiliyetlerini ortaya koyma­ ya sevkeden nedir? Kızgın çölün sarı altınlan ile gözleri dönenleri, Türk'ü bu manevi güçten mah­ rum bırakmak için. tarihimizin onuncu yüzyıldan öncesini inkara yöneIten hangi sebeptir?

37


Türk düşmanlan, bundan dolayı Bozkurtun da düşmanlarıdır. Hayatı sadece madde olarak. görenler de, bu gibi mana hareketleriniIi mUletle­ lin hayatlanndaki yerini anlayamadıkları için. ister istemez Türklük düşmanları ile aynı safta yer almaktadırlar. Bozkurt. Türk soyunun hayatında ve milli var­ ııgında. karanlık gecelerin yolcularına yol göste­ ren Çoban Yıldızı gibi büyük bir kılavuzdur. Türk'e kasdı olanlar ona düşmanlık edebilirler. Sadece mideleri için yaşayanlar veya ihtiraslarına esir bulunanlar. Bozkurtu horlayabilirler. Fakat. hayatın manasını. millet ve vatan için mücadele diye kabul eden. bu yüksek ruha erişmiş ve bu ruhta Türklük yolunda mücadeleyi varlıklarının tek manası bilenler için. Bozkurt, bayrak gibi. sancak gibi büyük bir manadır. Bayrağı bir bez parçası sayan adi yaratıkla Bozkurt'a it diyebilen fikri sapık arasında ne fark vardır?

Türkler için minevi birçok kutsal varlıklar vardır. Bozkurt da bunlardan birisidir. Bundan

dolayı da Bozkurtu korumak ve yaşatınak, ay­ yıldızlı bayrağı vatan ufkunda dalgalandırmak kadar büyük bir Türklük vazifesidir. Türk'ün. Türklük için yaşayan çocukları var oldukça. Türk bayrağı Türk göklerinde nasıl dal­ galanacaksa; ulu atamız Oğuz Kağan' a yol gös­ teren ve Türk'ü Ergenekon'daiı çıkarıp büyük yurduna kavuşturan Bozkurt da öyle yaşayacak­ tır. Çünkü Bozkurt, Türk demektir. Türklük var oldukça. onu meydana getiren maddi ve manevi bütün unsurlar da var olacaktır. Bütün ahmakça davranışlara. bütün sinsi ve planlı ihanetlere ragmen. Bozkurt. bunun için ebedidir. 38


TÜRK SOYUNUN GIZLI GUCU •

••

.4

Türkler. birçok insanlık meziyetlerini varlık1a­ nnda toplamış bir millettirler. Kahrartıanlık. sa­ vaşçılık. teşkilatçılık gibi. dünyarııI). b·aşka hiçbir milletirıde bir bütün halinde görülmeyen üstün vasıflanınız,- yanında; güzel sanatlann çeşitli dal­ lannda ulaştığımız seviye de. bunun inkan müm­ kün olmayan delilleridir. Dünyanın en büyük kahramanları. Türk soyu­ nun oğullan arasından çıkrtııştır. Dünyanın �n büyük zaferleri, Türk orduSunun eserleridir. Dünyanın, her bakımdan en büyük devletlerinin ve imparatorluklarının sahibi de Türklerdir. Güzel sanatların çeşitli dallarının en üst basa­ maklannda oturmakta olan insanlar arasında, Türkler az değildir. Mimarlıkta Sinan: Şüfde. Yunus Emre, Nevii ve Fuzuli: Musikide Itri ve Dede Efendi, bir millete tek başlarına şereflerin en büyüğünü sağlayacak çapta sanatçılardır. Cihan tarihinin akışı içinde. dünyanın en büyük, en muhteşem ve en uzun ömürlü devlet ve . imparatorluklanna sahip oluşumuz. işte, "bu büyük meziyetlerimizin tabii bir sonucudur. Fakat, bu büyük meziyetlerimizin neticesi olup yüzyıllarca sürüp giden dünya hakiıni­ yetimiz, birçok milletleri, Türk'e düşman etmiştir; Düşmanlarımızın çokluğunda, Müslümanlık - Hı­ ristiyanlık mücadelesinde, İslamiyetirı tek başına savunuculuğunu yaparken. yüzyıllarca Hıristi­ yan dünyasını kabuğunun içinde bırakışımızın rolü de az değildir.

39


Bu dış düşmanlanmızın yanında,- bir de, iç düşmanlanmızu:ı- buluridugu da unutulmamalı"' dır. Son büyük Imparatorlugumuznn çöküş yılla­ nnda ve çöküşünden sonra, · eski çaglarda istila edilmiş topraklann mensuplarından olup da içi­ mizde kalanlann, yıllardan beli sürüp giden düş­ manlıklan da, cemiyeHmizin manevi hayatında devamlı olarak yaralar açıp durmaktadır. Dış ve iç düşmanlanmızın , Türk'ü vunnak için giriştikleri hareketlerde yüzyıllardan beri ustalık­ la kullandıklan bir kozlan vardır. Bu, Türk'ün saflığıdır. Dogriı, mert, yigit ve efendi Türk; hiyle­ ye gerektiği derecede akıl erdiremediği için, düş­ manlan tarafüıdan kolayca kandırılıp vurulmak­ tadır. "

Gök Türk çagımn

düşmanı Çinli, o ulu atala­

n, güzel Çinli prensesleri, ipeği vesairesiyle kan­

dınp vurmuştu, Selçuklular ve Osmanlılar dev­ rinde bu cins hiylelerin en tehlil,{eleri, dini elbiseye büründürillerek Türk'ü uyutmaya çalış­ mak şeklinde yürütüldü. Tanzimat sonrasının sı­ kıntılı ve tehlikeli yıllarında ortaya çıkan "ittihad­ ı anasır" dolması da saf, temiz ve hiyleye akıl er­ diremeyen Türk'ü nerdeyse , son devletini kaybet­ tirecek hale getirecekti.

y

Tarih; dü ştüğümüz bü ük sıkıntılar ve tehlike­ ler sırasında, "Oğuz Kağan" ve "Ergenekon" des­ tanlanndaki yol gösterici ve kurtancı "Boz­ kurt"un, her zaman soyumuzun içinden çıkıp başına geçtiğini ve Tann'nın en yüce soyunu teh­ likeler içinden çıkanp zafere ve selamete ulaştır­ dığını gösteriyor. Asya'da, dagınık parçalar halinde yaşarken, Türk soyunu bölünmüşlükten kurtanp bir bütün haline getireri Tannkut Mete. bunun tarihte ilk

40


büyük örneğidir. Gök Türkler çağında, deniz bü­ yüklüğündeki Çin kıtasında eritilmeye çalışılır­ ken, kırk arkadaşıyla birlikte, o büyük destanı yaratan Kür Şad, bunun, Türk ruhunu büyüle­ yen misallerinden birisidir. XX. Yüzyılın başlann­ da, hıristiyan dünyasının, Türk'ü haritadan sil­ mek üzere harekete geçtikleri ve artık herşeyin bittiğinin sanıldığı sıralarda' Türklerin tarihe ar­ mağan ettikleri "Milli Mücadele" ise, bunun son örneğidir. Türk soyunun gizli gücü, işte bu, devletinin büyük tehlikelerle karşılaştığı sıralarda, içinden çıkanp b aşına geçirdiği ulularının etrafında per­ çinleşip milli varlığını tehlikeden sıyırmasıdır. Bu güç, Türk'e, Tanrı 'nın bağışıdır. Bugüne kadar karşılaştığı tehlikelerde olduğu gibi, bundan sonra karşılaşması mümkün ve muhtemel olan­ larda da, Türk, bu gizli gücü ile düşmanını mut­ laka alt edecektir. Soyumuzun son kalesi Türkiye, bir müddetten beri, büyük tehlikelerle karşı karşıya bulunmak­ tadır. Bir kısım siyasilerin kaprislerinin büyük rol oynadığı yakın hadiseler sonunda, içine gir­ miş bulunulan durum, elbette ki, omuz silkilebi­ lecek cinsten değildir. Ama. karamsarlığa kapıl­ maya da lüzum yoktur. Türk soyunun gizli gücü, sonunda mutlaka kendini gösterecektir. Son günlerin kıpırdanm alan, bunun belirtileridir. Türk düşmanları hangi oyunlara başvururlar­ sa vursuniar, emellerine ulaşmalan imkansızdır. Çünkü; Üstte gök basmadığı, altta yer delinmedi­ ği" takdirde Türk soywıun yurdunu ve türelerini hiçbir kuwet yok edemez.

41


"HAMASi TÜRÇÜLÜK" VE "KURU TÜRKÇÜLÜK" iDDİALARI Türkçü1ük düşmanlan bu ülküye her zaman uydurma kulplar takmaya çalışmışlardır. Türki­ ye'yi bir yana itip hemen Rusya'ya saldırarak Doğu Türkilini kurtanna hareketi diye gösteril­ mek istenen uydurm a Turancılık, laborat­ uvarlarda kan tahlil ederek milliyet layin etmek şekline sokulan uydurma ırkçılık. bunlann ençok tekrarlandınlanlandır. - Atatürk'ün. antropoloji alanındaki çalışmala­ nru "kafatasçılık" uydurmasıyla Türkçülüge mal

etmeye çalışma gayretleri de. bu uydurma Türk­ çülük düşmanlığı hareketlerinden birisidir. Türk ülküsü ile hiçbir ilişiği bulunmayan bu yakıştırmalann yanında bir de. "harnasi Türkçü­ lük!" tekerlernesi vardır. Türk ü1k.üsü'nü bir fan­ tazi gibi göstermek için ortaya çıkarılan bu teker­ lerneyi sıksık tekrarlayanlar. her zaman şöyle derler. "Türkçüler. 1908 den beri hep Türk milletinin büyüklüğünden. kahramanlığından. ahlakından. savaşçılığından fılan söz edip durur1ar. Türkler eski çağlarda şöyleydi. böyleydi demekle hiçbir şey elde edilmez. Bu edebiyatı bir tarafa bırakıp. cemiyetin günlük meselelerini halletmeye çalış­ mak gerekirI Bu bakımdan bu hamasi Tfukçülük bir fantazi. bir edebiyattır! . " Gençleri ve bilgisizleri aldatabilecek olan bu sözler. herşeyden önce yalandır. çünkü 1 908 sonrası Türkçü1eri de. daha sonrakiler de. Türk soyunun ululugundan. bılyük meziyetlerinden çok . söz etmişlerdir ama. sadece bununla kalıfıış

42


da değildirler. 1908 sonrası Türkçülüğünün di­ mağı olarak kabul edilen Ziya Gökü1p, Türkçü­ lüğiin Esaslan adlı eserirıde, deVIinin en mühim meselelerini ele alıp onları bir programa bağla­ m ıştır ki, bu bugün artık liseli uyanık gençlerirı dahi bildiklert bir gerçektir. Bu yoldaki çalışmalar Göka1p'ten sonra da devam etmiştir. Ancak, Türk soyunun meselelert­ ni ele alıp onları halletrnek üzere fikirler ilert sür­ mek başka şey, Türklüğün tarihi dolduran büyük meziyetlerirıden söz etmek başka şeydir. Türk milletinirı Tarın bağışı büyüklüklerini ele almayı faydasız bir iş, bir fantazi, bir edebiyat gibi göstermek, Türk düşmanlarının, milletimize Türklüğünü unutturmak içirı ortaya attıkları bir hiyleden başka birşey değildir. Unutmamalıdır ki, milletlertn uyanmalarında, romantizm , daima ilk adım olmuştur. Çünkü gö­ nüllerde millet sevgisi, kafalarda milliyet şuuru yer etmeden, insan cemiyetlertnirı ayağa kalkına­ ları kolay olmaz. ı 908 sonrası Türkçülüğü, bu gerçeğin en güzel örneklerirıden birtdir.

O d evrirı Türkçülert, Türk soyunun muhteşem mazisirıi, ululuklarını, eşsiz meziyetlerini her fır­ satta ortaya koymak suretiyle milletimizin ve bil­ hassa genç nesillertn gönüllerini Türklük ateşi ile doldurmuşlardır. Hele Mehmet Emin Yurda­ kul'un şiirlert bu yolda büyük hizmet görmüştür:

Ben oyum. ki kanıyla öviindüğüm eedadım., Titretiei şeylere hiçbir giin diz çökmemiş. İleriye! Türk'ÜD ·alnı Yalnız Rabbe seede eder. 43


Onun ulu mmetinin koyun güden çobanı Başka ırkın elmas taçh hakanmdan uludur! Pençen kadar zekin da Elinkinden üstÜDdür. Sen dojmamış olsaydm dÜDya geri kalırdı. Gök kubbeniD, altmda her yeri yas alırdı. gibi mısralar, sadece şiirlerin yazıldığı yıllarda değiL. daha sonraki devirlerde de, gençlerin üze­ rinde büyük tesirler yapmışlır. Çanakkale de o günkü dünyanın en büyük asken kuvvetlerini durduranlar, ı 908 sonrası Türkçülerinin ve bil­ hassa Mehmet Emin'in şiirleriyle ruhlanan ve coşan nesildi. O nesil, düşmanın üzerine atılma­ dan önce, siperlerde, Mehmet Emin'in şiirlerini okuyorlar. çoşuyorlar ve siperlerden öyle fırlıyor­ lardı. Ve zaferi kazandıktan sonra, zaptedilen düşman siperlerinden ele geçirdikleri yaldızlı kağıtlara yazdıkları yazıları, cepheden "Türk'ÜD ruh babası" diye adlandırdıkları Mehmet Emin' e hatıra olarak gönderiyorlardı. Sakar­ ya da, Türklüğün son kalesini düşmana kaptır­ mamak için hayatlarını feda eden okumuş nesil �e 1908 sonrası Türkçülerinin yarattığı nesildi. Işte. "hamasi Türkçülük. " diye adeta horlanmak istenen Türklüğün büyüklüğü telkini, bu netice­ leri sağlayan telkindi. Türk düşmanlarının ortaya attığı. düşünce ve muhakeme gücünden yoksun kafaların da papa­ ğan gibi tekrarladıkları ve horladıkları "hamasi illrkçülük!" denen şey bugün de, yarın da, genç Türk nesillerine verilmesi gerekli ve hava kadar. su kadar lazım en güçlü bir cemiyet silahıdır. Gençliğinde bu manevi şınnga ile ruhlandınlıp '

.

'

44

.


şuurlandınlmamış olan bir Türk, mazisinden kopmuş, tarihinden ve nasıl bir soyun çocugu 01dugundan habersiz, sadece basit çıkarlar ardın­ dan koşan ve yalnız kendisi için yaşayan bir za­ vallı yaratık olmaya mahkumdur. Son zaman­ lann Türkiye'sİ, "hamasi Türkçülük" diye küçün1senen bu manevi şınnga ile ruhlanmamış olarak yetişen okur yazarlar ile dolmuş oldugu içindir ki, cemiyetimiz, meseleıeıini halledebilmek imkanından uzak kalmaktadır. Yeni nesillere, nasıl büyük bir soyun çocuklan oldugunu ögretmek, bunun için en büyük vazife­ lerimizden birisidir.. Bunda hiçbir Türk'ün şüphe­ si olmamalıdır. Hepsi bir tarafa; eger "hamasi Türkçülük" denilen bu manevi şınnga, gerçekten bir fantazi, bir kuru edebiyat, bir faydasız hare­ ket olsaydı, kızıllar ve öteki Türk düşmanlan bu telkine böyle durmadan saldırırlar mıydı? Bu kızıl fırıldagı yetmiyormuş gibi, son zaman­ larda bir de "kuru Türkçülük!" diye bir laf ortaya atılniış bulunuyor. .;Kullanılış şekline göre "kuru Türkçülük! " , Türk Ulküsünün, zikzaklar yapma­ dan, hiyleye sapmadan apaçık uygulanması iste­ gidir. Türkçülükten herhangi bir şekilde sapmak istemeyen genç Türkçülere, bundan dolayı "kuru Türkçü! " denilmeye başlanmıştır. Bu yeni teker­ leme, Türkiye'de yıllardan beri sürüp giden parti çekişmelerinde, her türlü hileye baş vurarak rey ve taraftar kazanma oyunlarının ve bu oyuI'!lann tek başarı yolu sayılması inancının, Türk Ulkü­ sü'ne. de tatbik edilmek istenmesinin eseri ve ne­ ticesidir. Siyasj mücadelelerde, din, geçer akça sayıldıgı için, Türkçülügü dini bir örtü altında sa­ vurunanın adam kazanmak hususunda verimli bir yol olacagı saİıılmakta, bu yolu ahlaki bulma­ yan gençlere de "kuru Türkçü!" damgası yapıştı­ nlmaktadır. 45


Şüphesiz,' bu. da, yanlış ve sakat bir yoldur. yalanla; 'yani meseleleri herşeyden önce din açısından degerlendinne yolunda gözükmekle, belki bir miktar kişi kazanılabilir ama, bu ka­ zanç, Türk ülküsü'nün alacağı büyük yara ya­ nında pek küçük kalır. Bu yolu· "taktik!" diye kabul etmek de mümkün olrriaz. Çünkü büyük davalarda, taktikler, ancak o davalann kıdemli mensuplan tarafından tesbit edilebilir. Halbuki bu zararlı görüşü ortaya atanlar, fikir alanında henüz tay sayılabilecek kimselerdir.

�u

Türkçü gençler, Türk düşmanlarının yılıardan beri tekrarlayıp durduklan "hamasi Türkçülük sadece bir edebiyattır" yalaruna oldugu kadar, Türk ülküsü yolundan sapmamayı "Kuru Türk­ çülük" diye damgalama gayretlerine de kulak as­ mamalıdır. Çünkü, bir Türk çocuğu soyunun bü­ yükıügünü, meziyetlerini öğrenmek suretiyle hem ruh , hem de şufır kazanır. O ruh ve o şuür ile dolup taştıgı takdirde de milletine ve vatanına hizmet aşkı ile dolar. Bu hizmeti yaparken, Türk Ülküsü'nü, küçük ve adi birtakım hesaplarla göl­ gelerse, bu davranış ülküsüne de, kendisine de sadece zarar getirir. Türkçülük, büyük Türk soyunun milli ülküsü olarak, hedefi ve sınırları kesin şekilde belli bir yüce fikirdir. Turancılık ve Türk ırkçılığı bu yüce fıkrin iki temel pirensibidir. Bu temel unsurları değiştinneye kalkışmak kimsenin haddi değildir. Üzerlerinde oyun oynamak ise sakat ve tehlikeli Dir harekettir. Onun için, Tfukçü gençler, bu I]üyük ve tek gerçeğin dışındaki, :rürk düşmanlı­ �n neticesi olan veya küçük hesaplara dayana­ �ak ileri sürülen bütün oyunlardan uzak durrna­ ıdırlar.

16


TÜRK, MOSKOF VE KoMÜNisT Dilimizdeki "banşmaz düşman" sözü en. güzel örneğ;ini, muhakkak ki, Türk ve Moskof kelimele-. rinde bulmaktadır. Türlü ta.:ruı çağ\qpnda devam­ lı şekilde boğuşmuş ve birbirlerinin amanslZ düş­ manı olmuş " milletler vardİr. Fakat hiçbir düşmanlık Türk-Moskof düşmanlığı kadar büyük ve şiddetli olmamıştır. Tarihteki düşmanlıklann çoğunun sebebi. mil­ letlerin, başkalanİun topraklarında kendilerine hayat sahası aramalandır. TÜTk-Moskof düşman­ lığı ise şu veya bu toprağın paylaşılamamasının neticesi değildir. Bu düşmanlık, korkunç bir te­ mele dayanmaktadır ki, o da, Moskorun, Türk'ü yoketme ihtirasıdır. Tarihi açın: Türk soyunun yeryüzünde görün­ düğü çağlardan yaşamakta olduğumuz günlere kadar çarpışbğı milletleri birer birer gözden geçi­ rin. Çinliden, Acem'den başlayıp Alman'a, Ital­ yan'a, İngiliz'e, Bulgar'a, Yunan'a kadar bütün vuruşulan milletlerin üzerinde durun. Türk soyu­ nun kökünü kazımak için Moskof kadar çalışmış. Moskof derecesinde planlı hareket etmiş, Moskof gibi hiylelere baş vurmuş bir mille t daha bula­ mazsınız. Türk'ü yoketmek için, vaktiyle, Çinli de çok uğramış, Acem de çok didinmişti. Türk'ü ezmek için Alman da çalışmış, Yunan da emek harca­ mıştı. Türk'ün sırtı!? yere getirebilmek için Fran­ Sız da çabalamış, ıtalyan da hile düşünmüştü. Türk topraklarına Bulgar da, ermeni de göz dik­ mişti. Türk'e karşı Lehli de. Sırp da, arap da yü­ rumüştü. Fakat bu düşmanlıkların hiç birisi

47


Moskofunki kadar korkunç, Moskofunki derece­ sinde canavarca ölmadılar, olamadılar. Türk gök­ lerinin yıldıiının karannaya başladığı sıralarda karşımıza çıkan ve dikilen Moskof, düşmanları­ mızın topunu gölgede bırakacak bir düşman, düşman değil bir iblis, iblis değil bir ifrit kesildi. Üç yÜz yıldır, ölüm yerlerinde. karşımlZda hep bu ifnti gönnekteyiz. XVII. Yüzyılın ilk yarısında başlayan ve ortalama bir hesapla yirmi yılda bir tekrarlanarak Birinci Dünya Savaşı sonlarına kadar devam eden Türk-Rus çarpışmaları. bu if­ ritin Türk'ü yoketme İhtirasının kanlı meyvaları­ dır. Türk-Moskof düşmanlığı. işte bu üç yüz yıllık çarpışmanın ürünüdür. Moskof, arkasından koş­ tuğu gayeye erişmesine engel oldugu için Türk'e düşmandır. Türk ise, devletini haritadan ve adını dünyadan silmek istediği için Moskorun düşma­ nıdır.

Milletimiz. zamanla, bütün düşmanlannın düşmanlıklarını hatınndan çıkarabilmiş, fakat Moskofunkini unutmamıştır. Bunda da elbette hcildıyız. Moskorun. Türk'ü yöketme ihtirası bütün şidçletiyle devam derken, bizim bu düş­ manlığı unutmamız. ölüme kucak açmaktan başka bir şey olmaz. Türk milleti eğer yaşamak istiyorsa, hava kadar, su kadar, Moskof düşman­ lığına da muhtaçtır. Mosk!Jf adı, bizim için sözlerin en kötüsüdür. Kiızeyin dondurucu ve yıkıcı rüzganna Moskof rüzgan diye ad verişimiz bundandır. Hain1ik edenlere "Moskofluk elıne!" deyişimiz de bundan­ dır. Vatan şairi:

48


Vatan evlidma Moskof gibi rahmetmediler derken, hainliği en güzel dile getiren kelime ola­ rak, onun için Moskofu seçmiştir. Türkçü şair, Moskof adı ile birlikte hainliği de hatırladığı için­ dir ki:

Rus'un adı her geçende Gözlerime kan görünür demiştir. Moskof. Birinci Dünya Savaşı sonlarına kadar, bizim, düşmanlığım pek gizlemeyen düşmanımız­ dı.Türk'ün beşiği olan toprakları pençesine geçi­ rirken de, son vatan parçamıza karşı yürürken de, onu hep karşımızda, hep dış düşman olarak görürdük. Fakat. o günlerden bu yana tutumu çok değişmiştir. Bu korkunç ifrit. artık, eski açık ve belli düşman değildir. Bir yandan, eski beyaz kuzey postu üzerine kızıl bir tül geçirmiş olarak ve eskisinden farklı bir yaratıkmış gibi gözükmek istiyor, diğer taraftan da içimize, üç yüzyıllık ül­ küsünün gerçekleşmesini sağlamak emeli ile bir­ takım mikroplar salıvermiş bulunuyor. Yani artık Moskof hem dış düşman, hem de iç düşmandır. Fakat biz, eski Moskofluğunu saklamak iste­ yen bugünkü Moskofun dünkü Moskofun ta kendisi ve hatta daha korkuncu ve canavarı ol­ duğunu bilmiyor değiliz. Biz, Türk'ün ilk anayur­ dunda, dünyanın hiçbir çağında, hiçbir devletin, hiçbir millete reva görmediği şekilde ölüm kasır­ gaları estirenin bu Moskof olduğunu da bilmiyor değiliz. Biz, dile getirilen köleler ve uşakların ağzı ile, doğu topraklarımızdan parçalar istemeye yel­ tenenlerin; Boğazları ele geçirebilmek ümidiyle , oraların korunmasında Mehmetçiğin yanına almak ve kaabiliyetsiz mujiği de koymak isteğini ileri sürüp kuzey ayılarının bile kanmayacağı ser­ semce hiylelere baş vuranın da bu . Moskof olduğunu biliyoruz

49


Çünkü biz, taıihin sesine kulaklanmızı tıka­ mış değiliz. Çünkü biz, tarihin, gözlerimizin önünde olduğu gerçeklert gözlertmizin önünden hiç uzaklaştırmıyoruz. Çünkü biz, milyonlarca şehidin, yüzyılların ötesinden gelen seslerini du­ yuyoruz. Biz Prut hikayesi kadar, Pilevne savun­ ması kadar, 93 felaketini, Başkurt destanım, Türkistan kırgınıarını da en taze, en unutulmaz hatıralar olarak saklıyoruz. Köprüköy'ün, mermi yağmuruna karşı sancak açıp saldıran kahra­ manlan gözlerimizin önünde . . Pilevne'nin nur yüzlü Osman Paşa' sımn ve adsız kahramanları­ nın toprağa akan kanlannın kokuları burnumuz­ da . . Ba1tacının, Prut kıyısındaki büyük çadınnm içi hayalimizde ve Süleyman Nazif'in: "Dünyada

bir Rusya ve bir Rus kaldıkça bu hakkına ve bu vazifene hürmetkir 01: Hakkın öldürmek, vazifen -iktiza ederse- hemen ölmektir, Türk oğlu!" diyen erkek sesi hala kulaklarımızda . . Evet, ü ç yüz yıllık tarihimiz ve tecrübemiz, bize Moskorun ne olduğunu apaçık öğretmiş bu­ lunuyor. Bizim için Moskof en büyük düşman, en büyük beladır. Ve bu, dün için olduğu kadar, bugün de böyledir, yann da böyle kalacaktır. Moskorun emelini iyi bilenlerimizden birisi olan Süleyman Nazif, bunu yıllarca önce: "Biz

öylesine düşman iki milletiz ki, birimizin ya­ şaması ötekinin yok olmasıyla mümkündür' şeklindeki ifadesiyle dile getirmişti. Üç yüzyıllık tarih ve yaşamakta olduğumuz günlertn hadiseleri, onun bu hükmünün, gerçeğin ta ken­ disi olduğunuı). tanıklandır.

Moskof var oldukça onun, tarihi, Türk'ü yoket­ me emeli de var olacaktır. Ve Türk milleti yaşa­ mak istiyorsa, kendisini yoketme davasındaki Moskofun, en büyük düşmanı olduğunu aklm­ dan çıkarmayacaktır.

50


Bu yurdun vatansever her çocuğu şunu unut­ mamaya mecburdur: Türk dünyasuun büyük bir parçasını pençesirıde bulunduran Moskorun gözü. Türklüğün son kalesi olan Türkiye'dedir. Ve Moskof. pençesinde inim inim inlettiği diğer Türk ülkeleri gibi Türkiye'yi de parçalayıp o iptidm potasında eritmek emelirıdedir. Türki­ ye'nin böyle bir felaketle karşılaşmaması. ancak, manen ve maddeten yenilmez bir kuvvet halirıe gelmesiyle mümkündür. Bunun için de Moskof tehlikesini bilmek. unutmamak ve Moskof kini ile dolup taşarak, devam edeceği muhakkak olan yarınki Türk-Rus savaşlarına, en küçük bir eksik bırakmadan hazırlanmak şarttır. Milyonlarca soydaşı. en büyük düşmanının pençesinde bulunan Türkiye Türk'ü, yarına ha­ zırl�ken, ,bir büyük hesap günü de beklemeli­ dir. Uçyüz yıldır. Türk'e reva görülen Moskof kıyı­ cılığının. yarın bir hesap günü niçirı olmasın? İşte. yüce Tann'nın o ilahi hesap gününde, erlik meydanlarının eşsiz yiğitlerinin çocukları, savaş yerlerirıden namuslarını vererek yakalarını sıyı­ ranların torunları ile. yüzyılların hesabını göre­ cek ve temizleyeceklerdir.

51


TÜRKÇÜLÜK VE MASONLUK Türkçülük, Türkiye'de bir manevi güç olduğu­ nu duyurmağa başladığı günlerden beri, Türklük düşmanlannın aralıksız bir şekilde saldınlanna hedef olmuştur. Bu saldınlann, yakın yıllarda ol­ duğu gibi, bazı kereler bir takım devletli (i) kişile­ rin öncülüğü ile yapıldığı da malumdur. Fakat bu yoldaki gayretlerin umulan sonucu vermemesi, Türkçülük düşmanlarını yeni bir mücadele şekli aramaya sevk etmiştir. Bir müddetten beri oyna­ makta olan sinsi bir oyun. işte bunun neticesidir. Bu oyun. milliyetçiliği kelime olarak benimseyip, onu. gerçek manasının dışinda bir şekle bürün­ dürmeye çalışma gayretidir. Ana davaıan. hedefi. çeşitli temel konular üze­ rindeki görüşleri tamamen belli bir ülkü olan Türkçüıüğü. basit bir "iktisadi fikir" şekline sokma gayretleri , işte bu yeni mücadelenin sinsi oyunlanndan birisidir. Yine milliyetçiliği, sadece dini bir mana taşıyan "mukaddesatçılıkl" yolu ile millet ve soy gerçeklerinden koparıp çürütme yo­ lundaki çalışmalar da. aynı oyunun bir b aşka şeklidir. Bunlara ve benzerlerine. son günlerde bir ye­ nisinin daha eklenmek istendiği görülüyor. Yeni oyun "masonluğun milliyetçilik" veya "milliyetçili­ ğin masonluk!" olduğu uydurmasıdır. Bir fikrin, birbirinden çok farklı manci ve mahiyetleri olmasına imkan yoktur. Büyük bir fikir sistemi olan Türkçülük de. elbette ki, birbir­ lerine aykın davalann hizmet yolu olamaz.

52


Türk milliyetçiliğini. Türklüğün yararına çalı­ şan bir fikir olmaktan çıkarmak isteyenler. hiç şüphe edilemez ki. kökü dışarda davaıara hizmet . yolunda olanlardır. Çağımızın fikir boğuşmaları, mertçe mücadele yerine, sinsi yıpratma yolları ile yapıldığından. Türkçülük düşmanları, milliyetçiliğimizi bu şe­ kilde vurmaya çalışmaktadırlar. Masonluğun milliyetçilik olduğu iddiası düpe­ düz bir çıfıt oyunudur. Türkçı;llüğün ne olduğunu artık dost da bili­ yor. düşman da. . Çünkü bu ülkünün bütün davaıan. meseleleri ve inançları Türkçüler tara­ fından apaçık şekilde ortaya konmuştur. Türk soyunun. atalarından kalma toprakları üzerinde. maddi ve manevi alanlarda en güçlü ve mutlu bir cemiyet haline gelmesi davası olan Türkçülüğün bilinmeyen bir tarafı olabilir mi? Ya masonluk? Masonluk bir sırdır. Herşeyi gizlidir. Fakat Türk milleti. oldum olası. bu gizli çıtıf oyununu dine ve milliyete düşman bir kuruluş olarak bil­ miştir. Yakın yıllarda bu konuda yapılan açıkla­ malar da. Türk milletinin inancında haksız olma­ dığını ortaya koymuştur. Masonluk milliyetçiliktir de . o halde niçin gizli­ dir? 1ürkiye'de. Türk milliyetçiliği fikri üzerinde çalışmak için dört duvar arasına girmeye ne lüzum vardır? Masonluk milliyetçiliktir de. b u milliyetçiliği neden kendi hususi adı ile belirtmemekte ve ya­ bancı bir ismin içinde kaybolmaktadır? Masonluk milliyetçiliktir de. o altı köşeli Yahu­ di yıldızırun masonluk işaretleri arasında ne işi vardır? 53


TÜRKÇÜLÜK VE ANADOLUCULUK Milliyetçilik, milletler için, fikirlerin en önemli­ sidir. Çünkü milliyetçilik, bir milleti, maddi ve manevi alanda yükseltecek ve mutlu kılacak tek fikirdir. Bir millet olarak Türklerin de dört elle sanlmalan gereken fikir, bunun için. Türk milli­ yetçiliğidir. Bu milletin şuürlu oğullannın, nice yıldan beri, milliyetçiliği bu cemiyete mal etmek için didinip dunnalarının sebebi de budur. Milliyetçilik, bir milletin bütününün mutlulu­ ğunu isteyen bir fikir sistemidir. Bir milletin sa­ dece bir kısmına seslenen bir milliyetçilik ola­ maz. Bu sebepten Alman. ingiliz veya . Fransız milliyetçilikleri nasıl bütün Almanlar, ıngilizler veya Fransızlar içinse Türk milliyetçiliğinin de bütün Türkler için olması gerekir. Türk milleti ise, Tann'nm Türk yarattığı bütün insanlardan meydana gelen kadrodur. Şu veya bu gerekçeyle, bu kadronun bir parçasını saymamak yanlıştır. Bu bir yandan Tann iradesini hiçe saymak, bir yandan tarihe ve Türkolojiye sırt çevirmek, bir yandan da Türklüğün büyük milli menfaatlerini çiğnemek olur . Fikir tarihimizde yer almış bütün büyük milli­ yetçiler, bu sebepten, Türk milliyetçiliğini. bütün Türklere seslenen bir fikir olarak düşünmüş ve işlemişlerdir. Ahmet Vefik, Müşir Süleyman Paşa'lardan Ziya Gökalp, Mehmet Emin Yurda­ kul'a. Dr. Rıza Nur'a ve daha sonrakilere kadar her nesilden bütün büyük milliyetçilerin Türk milliyetçiliğini bu manada anlamış olmalarının sebebi budur.

56


Başka cemiyetlerin anlayışına da uygun olan bu Türk milliyetçiliğinin dışındaki milliyetçilik düşünceleri eksik, aksak ve dolayısıyla bilim dışı­ dır. Cumhuriyetin ilk yıllannda görülen "Anadolu­ culuk" işte böyle bir milliyetçilik anlayışıdır. Za­ manın iyi niyetli ve vatansever genç fikir adamla­ nndan bir grubun bir dergi etrafında toplanarak savundukları bu fikir, 1 908 den sonra ruhlan büyüleyen Türkçülük gibi ne yaygın bir hal ala­ bilmiş, ne de devamlı olmuştur. Bunun sebebi Türklük gerçeğine ve ölçüsüne göre bir milliyetçi­ lik olmaktan yoksun bulunuşudur. Anadoluculuk fikrini savunan genç grubun kalburüstü kişileri Mükrimin Haln . Ziyaeddin Fahrl. Halit Bayn ve Remzi oğuz beğlerdir. �onradan Türk fikir ve bilim hayatında. kendi alanlannda büyük değerler olan ve bugün üçü Tann'nın rahmetine kavuşmuş bulunan bu ilk Anadolucular millet an�ayışında Türkçülerin ya­ nında yer aldılar. Anadoluculuk fikrinin ateşli savunucusu Meh­ met Halit Bayn. hayatının bir devresinden sonra. Ziya Gökalp'ın: Türk milleti bir bölünmez bütündür mısrası ile formülleştirdiği "Büyük Türklük" ül­ küsünün yolcusu oldu. O kadar ki, "Türk" anla­ yışını Oğuzlann dışına çıkarmamakta direnen ar­ kadaşı ve dostu, değerli tarih bilgini rahmetli Prof. Mükrimin Halil'i, bu konunun konuşulduğu ve tartışıldığı özel toplantılarda yarı şaka, yan ciddi hırplalar dururdu. İkinci Dünya Savaşı yıllannda çıkan Orhun dergisinde açılan bir ankete verdiği karşılık, Hallt Bayn' nın olgurıluk çağlarındaki milliyetçi­ lik arılayışının en güzel belgelerinden birisidir. 57


Anketin : Türk milliyetçillği denince Türkçü­ lük. Anadoluculuk ve Türkiyecilikten hangisini düşünürsünüz sorusuna verdiği cevap da: "El­ bette" dir. Aynı anketin aynı sorularına. değerli profesör Ziyaeddin Fahri FlDdıkoilu nuiı verdiği yazılı karşılıklar şunlardır: "Bir gayeye varmak için basamaklar vardır. Bu sorunuz basamaklardan hangisinin mühim oldu­ ğunu tazammun ediyor. On sekiz milyonluk memleketi kuwetlendirdikten sonra, Türkçüıük. kendiliğinden gerçekleşmek zaruretini duyacak­ tır. Herhalde milli hudut haricindeki Türklere lakayt kalmamak. devletler hukukuna ve başka millellere karşı tecavüz politikası gütmeksizin ka­ nımızdan. dilimizden ve dinimizden olanlann ha­ yatını ve hayatiyetini korumak lazımdır. İstan­ bul'daki beş on Bulgar'ı himaye eden. onlar için mektep. hastahane ve kilise açan, icabında Tür­ kiye hükümeti nezdinde teşebbüslerde bulunan küçük Bulgaristan'ın Bulgarcılığından örnek ala­ lım. '

"Ona şüphe mi var? Yalnız. yeryüzündeki Türklerin şimdilik bir "halk" olduğunu kabul edi­ yorum. Millet olmak kolay değil: "Halk"tan "Milli­ yet"e giden yolda savaşmadıkça hazıra konmaklı­ ğımız imkansızdır. Evvela Anadolu'daki Türk halkını "millet" yapmak. sonra "millet" potasına başka Türk "halk"larım koyup yekpare bir bütün vücuda getinnek lazımdır. " (Orhun. 14. sayı. Kasım 1943). Anadoluculuk fıkrinin bu iki önemli kişisinin olgunluk çağlarına ait olan yukarki satırlarda yer almış fIkirler, şu gerçeği ortaya koymaktadır:

58


a) Anadoluculuk bir ülkü değil. olsa olsa. bir ülkünün ilk basamağıdır. b) Bu basamak. Türkçülük. yani "Büyük Türk­ lük" ülküsünün ilk adımıdır. c) Yeryüzündeki bütün Türkler bir millettir. Aynı kadrodan rahmetli Remzi Oğuz Ank da, hayatının bir devresinden sonra, Türkiye dışı Türklere karşı olan yersiz çekingenliğinden sıynl..: mıştı . Yani Türkiye dışındaki Türklerin de Türk olduğunu kabul etmişti. Türkiye'de bir siyasi parti genel başkanı olarak. resmi bir konuşmada dış Türklere ilk yer veren ve onların hukukunu koruma ıü.zumunu belirten de rahmetli Remzi Oğ�z olmuştur. Ilk Anadoluculardan yalruz Mükrimm Halil Ymanç arkadaşlarına gerektiği şekilde ayak uy­ duramamıştır. Rahmetli Mükrimin Halll Beğ, son yıllarında, Türklüğü bir bütün sayanların fi­ kirlerine saygı gösterecek kadar yumuşamış. fakat Mehmet Halil Bayn. Ziyaeddin Fahri Fm­ dıkoğlu ve Remzi Oğuz Ank gibi. Türkçülük ül­ küsüne bağlanamamıştı. Anadoluculuk fikrinin bu ilk önderlerinden sonraki devirde durum biraz kanşıktır. Çünkü sonraki devirlerde. bu kadroda görülenlerden bir kısmı. fıkri. Anadolu Türkünün davası olmaktan çıkarıp Anadolu'da yaşayan 'halkın davası haline sokmuşlardır. Yani anadoluculuk. bu berikilerin kalemlerinde. Türkiye Türkünün davası olmak­ tan çıkmış. MilaUan önceki çağlardan beri Ana­ dolu topraklannda yaşayan çeşitli soyların artık­ ları ile Türklerin karışmasından meydana gelen Amerikan milleti gibi karışık bir topluluğun davası olmuştur. Bu ikincisine ciddi bir fikir. hatta bir fikir de­ meye bile imkan yoktur. çünkü bugün Türkiye topraklarında ya,şayan milletin Türk olmadığım 59


ileri sürmek tarihi ve Türkolojiyi. yani bilimi çiğ­ neyip geçmek demektir. Bu bilim dışı iddia, Türk­ lüğe karşı bir davranış olmak bakımından, aynı zamanda, bir ihanettir de . . . Anadoluculuk fikrinin bu bilim dışı bölümün­ de yer alanlar hariç, diğerleriyle Türkçüler ara­ sında' büyük bir düşünce rarkı var saYllClmaz. Çünkü Türkçülüğün, yani " L�ıyük Tüı:klük" ül­ küsünün temeli Türkiye Ti."ı rld Cıgi."ıdür. Once Tür­ kiye yıkılmaz bir kale 1 ı aline gelecektir. Fakat Türklük da vas ı , elbette. bıımmb bitemez. Büyük hedef dünya Türkl Cığüdür. Bu h('dd için de . Tür­ kiye'nin yıkılmaz bir kale olmasını beklerneye lüzum yok tu r Enerjiyi Türkiye üzerinde topladı­ ğımız bu birinci merhale devresinde fikir ve dü­ şüncemizle tutsak Türk dünyasına uzarunak , ka­ famızı ve gönüllerimizi "Büyük Türklük" için hazırlamak gerektir. Türk soyunun milli ülküsü Türkçüıüktür. Türkçülük de, Türk adlı milletin bütününü içine alan fikirdir. özel düşünceler veya hissi davranış­ larla Tanrı'nın Türk ve bir bütün olarak yarattığı milletin bugünkü kadrosunun bir bölümünü bu kavramın dışında bırakmaya kimsenin hakkı yoktur. Türkiye dışındaki milyonlarca Türk'ü bu kutsal adın dışında bırakma a kalkışmak, Türki­ ye Türkünü, mesela Ankara'nın batısında kalan topraklarda yaşayan insanlar olarak kabul etmek gibi bir şeydir. Türk milleti yeryüzündeki bütün Türklerin meydana getirdiği bir kadrodur. Bunu inkar etmek, bu bütünün yaratıcısı olan Tann 'yı inkar etmek gibi bir şeydir. Türkiye Türkünü, içinde Türklerinde bulunduğu bir kanşık millet olarak göstermeye kalkışmak ise komünizm veya megalo idea gibi Türklüğe karşı bir harekettir. Yani bir ihanettir. .

y

60


'İ'ÜRKLÜÔÜN DÜŞMANLARI İnsanlık tarihinin en üstün soyu ve milleti olan Türk'ler, yüzyıllarca cihan hakimiyetini elle­ rinde bulundurduktan sonra, yakın çağlarda ge­ rilemiş, dağılmış ve güçsüz bir hale düşmüş bu­ lunuyorlar. O hakimiyet yüzyıllannda savaş­ tığımız ve çarpışmaların çoğunda yendiğimiz mil­ letler, bu devamlı yenilgilerin tesiriyle Türk'lere karşı düşmanlık duygusuyla dolup taşmışlardır. Türk atlannın dolaştığı ve Türk bayrağının dalga­ landığı üç büyük kıtadaki milletlerin çoğunun Türk'e karşı olmasımn sebebi budur. Avrupa kıtasındaki toplumlann Türk düşman­ lığının ise, sürekli yeniıgiler dışında bir sebebi daha vardır. Bu sebep, çağlar boyu sürüp giden HİLAL-HAÇ savaşlarında, haçlıların, karşılarında yenilmez güç olarak hep Türk soyunu bulmalan­ dır. Batı'nın, islamlığın kökünü kazıma emel ve ihtirası. bu yüzden başanslZlığa uğramış ve en ulu dinin cihan hakimiyeti bu sayede sağlanmış­ tır. Tarihi hadiselerin sonucu olan bu durum, bu­ günün ve yarının Türk nesillerine büyük bir vazi­ fe yüklemektedir. Bu vazife; Türklüğün düşman­ l arını öğrenip tanıma, düşmanlıklarının derece­ sini tesbit etme ve bu düşmanlıklara karşı . ayak­ ta kalmış son kalemiz olan Türkiye'yi korumanın yollanm araştınp bulmadır. Bu konuda en büyük yük, gençlerin omuzla­ rındadır . Türk gençleri, kendilerini yetiştirmekle görevli bulunanların sürüp giden bağışlanması imkansız ihmaılerine ve çevrelerini saran türlü yıkıcı propagandalara rağmen, soylarındaki o

61


eşsiz sağduyunun da yardımı ile. gözlerini açmak. taıihin ve kaderin kendilerine yüklediği vazifeye sanlmak zorundadırlar. Gençler. bu vazi­ felerini gereği gibi yapmadıkları takdirde . ufukla­ nmızı sarmış bulunan kara bulutlann. son vatan parçasının üstüne çökme tehlikesi önlenemez. Bu vazifenin yapılmasında ilk adım. manevi pusatlanmadır. Türk genci. tepeden tırnağa kadar. Türklük ruhu ve şuüru ile dolmaya mec­ burdur. Ancak bu ruh ve şuiırdur ki. Tiırk genci­ ne. bugünün çetin dünyasında yapmak zorunda olduğu büyük m ücadelede. yenilmez bir güç sağ­ layabilir. Türkiye'yi. tarihin özlenen o büyük Türkiye'si yapacak yola, milli şuür ile milli ruh kapısından girilebilir. Türk düşmanlannın. Türkiye'yi de yıkma çabalarını ve bu niyetle yaptıkları saldınla­ n. ancak. milli ruh ve milli şuur seddi durdurabi­ lir. İçteki sinsi hainin. maskesinin ardındaki kızıl salyalı korkunç yüzü. bütün çıplaklığı ve kor­ kunçluğu ile Türk'e gösterecek projektör. ancak. milli şuürun ve milli ruhun ışığı olabilir. Türk ge,nçleri. bunun için. milli ruh ve milli şuiır ile dolup taşmak zorundadırlar. Ve artık bu. tarihi bir vazife. büyük bir Türklük vazifeSi ol­ muştur. Her genç; milli şuur ve milli ruh ile önce kendi dolacak. sonra çevresindeki gençleri aynı kutsal 'ateşle doldurmaya çalışacaktır. Tarih bo­ yunca. önünde diz çöktüğü Türk'e öç duygulan ile dolu dünya milletlerine karşı ayakta durabil­ memizin en sağlam yolu. bu yoldur.

Türkiye'nin dört bucağmdaki ve hele smır boylarındaki Türk gençleri! Tarihin derinliklerinden gelen sese kulak verin! Bu ses, sizi, silihı elinde ve yürümeye hazır düşmana karşı. kutsal Türklük vazifesi­ ne çağırmaktadır. 62


AZGıNLAŞAN TÜRKÇÜLÜK DÜŞMANLIGI Türkçülük düşmanlığı. bu ulu fikıin Türk ha­ yatında tesiıini göstenneye başladığı 1908 sonra­ sından beli devam edip gelen bir sinsi ihanet şeklidir. O günden bugüne bu ihanet yolunun yolcuları olarak ortada görülenlelin büyük ço­ ğunluğu. başka milli davaları olan azınlık ırkçıla­ ndır. İnparatorluğumuzun son yıllarındaki Türkçü­ lük düşmanlığı. daha çok dini tüle büründürül­ müş olarak ele alınıyor ve islamiyet davasını sa­ racak bir fıkinniş gibi vurulmaya çalışılıyordu. O

zamanki Türkçülük düşmanlarının çoğu. Türk olmayan müslüman OsmanWardı. Cumhuıiyetten sonra Türkçülük düşmanlığı­

nın bu mahiyeti değişti. Günümüzün Türkçülük

düşmanları yine azınlık ırkçılandır ama" artık bu azınlık ırkçılan sadece din kılığına bürünmüş müslüman gayn Türkler değil. sosyalist postuna sanlmış moskofçu veya çinci takımıdır.

Bu devrenin Türkçülük düşmanlığı. uzun yıl­ lar. bu yüzde yüz katıksız Türk fikrinin. Türki­ ye'ye yabancılar tarafından sokulmuş bir siyasi fikir olduğu yalanını tekrarlayıp dunnuşlardır. Bu yalanın tesirsiz kaldığını görünce yalanı. büs­ bütün bırakmamakla beraber. şimdi, Türk'ün bu ulu fikrini hakaret ç�uru ile sıvamaya çhlış­ maktadırlar. Ardı arası kesilmeyen iftiralar ve hakaretler. şüphesiz. aczin ifadesinden başka bir şey değil­ dir. Türkçülüğü namus ve haysiyete dayanan fikir gücü ile yıkamayan m �skofçu ve çinci takı-

63


mının işi küfre ve hakarete dökmesinin sebebi budur. Çünkü kızıL, bütün maddi imkanlarına rağmen Türkçülügünün karşısında güçsüzdür. acizdir. yetersizdir. Bunun neticesi olarak da za­ vanıdır. O takımdan birisinin Türkçülükten: "eşekçe " diye bahsettigini biliyoruz. Kızıllardan. mesela "Satılmışlar" fılan diye söz eden milliyetçilere: "Sizler onlara sadece hakaret ediyorsunuz. On­ larsa kötü laf etmeden cilt cilt eserler veriyorlar! " diyen birtakım iyi niyetli ve biraz d a dünyadan habersiz kişiler. Türkçülüge "eşekçe fikirler!! !" diyen bu nazik (!) kişi ve benzerleri için acaba ne düşünürler? Şimdi bir milliyetçi çıksa da. mesela: "Türkçü­ lüğe .eşekçe fikir demek katırca bir harekettir" gi­ bilerden bir şey söylese. bu iyi niyetli vatandaş­ lar. bu edebi (i) çilveleşmenin ilk kısmını unutup. muhakkak. yine Türkçüleri suçlama yoluna gi­ derler.

Bu şekildeki seviyesiz bir hakaretle. Türk­ çüıük. elbette ki değerinden bir şey kaybet­ mez. Çünkü Türkçüıük. bir insani fikirdir. Bem de insani ftkirlerin en yücesidir. Çünkü.

insan cemiyetlerinin en büyügü olan Türk mille­ tinin ülküsüdür. Ülkünün ve hele Türk soyunun ülküsü olan Türkçülügün manasım anlamak. elbette ki. bir seviye meselesidir. Hayatmda datavere. hiyle ve

maddeden başka bir şey tanımamış olan bir yaratık bu yüce fikri elbette ki kavrayamaz� Bir hödüge veya bir cinsi sapıga büyük bir Türk hattatının bir Ipısrası veya şaheser bir minyatür ne ifade eder? Insani bir gaye olan bir milli ülkü de. şüphesiz. sadece dış kılıgı ile degil. iç dünyası ile de insan olan için bir mana taşır.

64


Türkiyedeki moskofçu, çinc1 veya arapçı yara­ bklar terbiyenin, nezaketin ve insani seviyenin dışına ne derece çıkarlarsa çıksmIar: fikri güç­ süzlükten ileri gelen hakaret çamuruna ne dere­ ce sanlırlarsa sanlsınlar: yalana, iftiraya, demo­ gojiye ne kadar kucak açarlarsa açsınlar, Türkçülük ülküsüne ne toz kondurabilirler, ne de onun yürümesine engel olabilirler. Türkiye Türk'ü bilhassa genç nesiller artık uyanmıştır. Tükçülüğün günden güne bir çığ gibi büyümesinin seebi budur. Bu çığ, eninde sonun­ da, Türkçülüğe düşman bütün fikir kınntılannı ezecek ve Türk ülküsünü Türk dünyasına hakim kılacaktır.

65


GÖKALP VE TURANCILIK Turancılık ülküsünün savunucuları ve yayıcı­ ları ar�şında büyük ve şerefli bir yeri olan Gö­ kalp'a. Ikinci Dünya Savaşı yıllannd an beri. sık sık tekrarlan� iki iddia ile karşı çıkmaya çalış ı­ hp durulur. Iddialardan birisi. Turancılığın bir hayal olduğudur. İkincisi ise. Gökalp'ın hayatı­ mn sonlarında Turancılıktan vazgeçmiş bulundu­ ğudur. Bu suretle. Turancılık ülküsünün, bir yandan bir hayal olduğu. diğer taraftan da, o ül:­ künün Türk cemiyetine mal edilmesinde büyük hizmeti geçen insanın, sonunda ondan vaz geç­ mesiyle. savunulacak bir dava olmayacağı sonu­ cu çıkarılmak istenmektedir. Bu iddiaları her fırsatta ortaya atanların büyük kısmının. başta kızıllar olmak üzere. Türk ve Türklük düşmanları bulundukları unutulma­ malıdır. Türklük düşmanlarının, milletimize fay­ dalı olan fikir ve hareketleri kötü. zararlı olanları iyi göstermeye çalışacakları tabii bulunacağına göre. meseleyi sadece bu açıdan ele almak dahi. doğru neticeye. ulaşabilmek için kafi gelebilir. Dünya Türklüğünün tek devletin sımrları için­ de toplanması fikri ve isteği olan Turancılık, her şeyden önce hayal değildir. Çünkü geçmişte bir­ çok kereler gerçekleşmiştir. Türkleri ilk defa bir bayrak altında toplamış olan. Millattan önce 209 da Hun'lann başına' geçen Mete'dir. Güçlü ka­ ğanlanp bulunmadığı zamanlarda dağılan Türk­ ler. çelik pençeli başbuğlann b aşa geçmeleri üze­ rine yeniden birleşmişlerdir. Mesela Cengiz Kağan ve aksak. Temir zamanlarında �lduğu gibi. . öteki birleşme devirleri bir yana bırakılsa bile. sadece Cengiz ve Temir devri birleşmeleri dahi. Turan ülküsünün tarihi bir . gerçek olduğunu göstermeye yetmez mi?

66


Hayal. eski çagıarda hiç gerçeIqeşmemiş dü­ şünceler ve fıkirler, için kullanılabilir. Mesela. bütün m illetleri tek devletin sınırlan içinde topla­ mak ideali (i) gibi. . Tarihte muhteşem bir gerçek olan "Türk Birligi"ni hayal diye kabul etmek ya hayalin ne olduğunu bilmemek. ya tarihten habe­ ri olmamak. ya da bile bile yalan söylemek ile mümkündür.

Göka1p'm. Turan ülküsü hakkındaki fıkir ve inancı. biraz kültür sahibi olanlarca dahi malümdur. Yazıldığı günlerden zamanıımza kadar on binlerce Türk'ün haflZalan�a nakşedil­ miş olan şu mısraları bunun küçük örnekleridir: Dütmanm ülkesi viran olacak Türkiye büyüyüp Turan olacak! Son arzumuz budur !ini dÜDyada: Türk'üz, varacağız Kızılelma'ya.. Demez taş, kaya, Yürürüz yaya.. " Türküz, gideriz Kızılelma'ya.. Vatan ne Türkiye'dir Türklere, ne Türkistan. Vatan büyük ve müebbet bir ülkedir; Turan: Bu mühim konu. "Türkçü1üğÜD Esaslan"nda ise şu satırlar ile ifade edilmiştir: 'Türkçülüğün uzak mefküresi. Turan namı al­ tında Oğuzlan, Tatarlan. KırgızCan, Özbekleri, Yikut1an lisanda. edebiyatta. harsta. birleştlr­ mektir.

67


Bu mefkfırenin bir şe'niyet haline geçmesi mümkün mü, yoksa değil mi? Yakın mefkfıreler için bu cihet aranırsa da, uzak mefküreler için aranmaz. " "yüz milyon Türk'ün bir millet halinde birleş­ mesi, Türkçüler iÇin en kuvvetli bir vecd kaynağı­ dır. Turan mefküresi olmasaydı, Türkçülük. bu­ kadar süratle Jntişar etmeyecekti. Mamafıh, kimbilir? Belki istikbalde Turan mefküresinin husulü de mümkün olacaktır. Mefküre. istikba­ lin halikidir. Dün, Türkler için hayali bir mefkure halinde bulunan "milli devlet" bugün, Türkiyede bir şe'niyet halini almıştır. O halde, Türkçüıüğü. mefküresinin büyüklü­ ğü noktasından üç dereceye ayırabiliriz: ı

2 3

-

-

-

Türldyecilik Oğuzculuk veya Türkmencilik Turancılık

Bugün şe'niyet sahasında yalnız Türkiyecilik vardır. Fakat ruhların büyük bir iştiyakla aradığı "Kızılelma" şe'niyet sahasında değil, hayill saha­ sındadır. Türk köylüsü "Kızı1elma"yı tahayyül ederken. gözünün önüne eski Türk ilhanlıkları gelir. Fııhakika, Turan mefküresi mazide bir hayill değil. bir şe'niyetti. Mila.ttan 2 1 0 sene evvel Hun Hükümdan Mete Kun'lar (Bunlar) namı al­ tında bütün Türkleri . birleştirdiği zaman ''Turan'' mefkOresİ bir şey'niyet haline girmişti. H unlar­ dan sonra Avarlar, Avarlardan sonra Gök Türk­ ler. Gök Türklerden sonra Oğuzlar. bunlardan sonra Kırgız Kazaklar. daha sonra Gür Han. Cen­ giz Han ve sonuncusu olmak üzere Timur1enk, Turan mefküresini şe'niyet haline gelinnediler mi?" 68


"Turan , bütün Türklerin mazide ve belld de istikbalde bir şelniyet olan büyük vatanıdır." Göka1p'ın, hayatımn sonlarında bu davadan vaz geçtiği iddiası ise. son yıllarında yazdığı yazı­ larda Turan mefkuresinden bahsetmemiş olması­ na dayandırılmaktadır. Birinci Dünya Savaşı'mn yenilgimizle bitme­ sinden sonra, Ziya Göka1p'ın, tevkif olunan diğer Malta'ya birlikte kimselerle sürüldüğü malumdur. Malta'dan kurtulup Türkiye'ye dön­ mesinden sonraki yıllar ile ölümü arasındaki za­ manın kısalığı da bilinmeyen bir şey değildir. Yani ne Malta yılları, ne de Türkiye'deki son se­ neleri, "Büyük Türklük" ülküsü üzerine yazılar yazılacak. yazılabilecek zamanlar olamazdı. Zaten, daha önceki yıllarda, bu konuda yazılması gerekli olanları da, lüzumu kadar yazmış değil mi idi? Ve sonra, Turancılık mefkiiresi. Göka1p'ın şahsına ait bir mesele mi idi ki, ondan sonraki­ ler, bu ülkü yolundaki tutum ve davranışlanm Göka1p'ın tutum ve davrarıışlan ile ayarlamak mecburiyetinde görülsünler? Değil bit Gökalp, daha bilmem nekadar fikir adamı dahi vaz geç­ miş olsalar, Turancılık ülküsü. Türk soyunun ül­ küsü olmakta yine de devam edecektir. İddianın, hangi yönden ele alınırsa alınsın, ne­ kadar manasız, ne derece akıl ve mantık dışı ol­ duğu görülmektedir.

Turancı1ık ülkÜSü. Türk soyunun ü1küsü­ dür. Onu beğenmeyenler, lüzumsuz veya tehlikeli

bulanlar hatta karşısına dikilip baltalamaya çalı­ şanlar bulunabilir. Fakat bunlar. Turancılığın Türk soyunun ülküsü olduğu gerçeğini değiştire­ mez.

69


Bu sebeptendir ki, bütün yıkıcı propagaiıdala­ ra, hiyleli oyunlara ve hatta baskılara rağmen, genç nesillerln ruhlaİmı ilahi bir ateş gibi sarma­ ya devam etmektedir. Ve günü gelince. Türk'ün içinden çıkacak demir bilekli ve çelik iradeli bir oğlunun buyruğunda bu büyük ülkü mutlaka gerçekleşecektir.

70


ÇEVRENDzDEKİ TÜRKLER Türkiye'nin sınırdışı veya komşusu olan dev­ letlerin topraklan içinde milyonlarca Türk yaşa­ maktadır. Bu Türklerin sayısı. aşağı yukarı. Tür­ kiye Türkünün yansı kadardır. En çoğu Iran topraklannda bulunan bu Türklerin. tebaalan bulunduklan devletler tarafından ağır veya çok ağır yaşama şartlan içine itilmiş bulunduklan da. artık bir sır değildir. Azerbaycan'daki. İran'daki, Irak'taki. Suri­ ye'deki. Balkanlardaki ve Akdeniz adalarındaki bu talihsiz Türklerin meseleleri ile ilgilenmek. en çok. Türkiye'nin vazifesidir. Çünkü Türkiye, Türk dünyasının tek bağımsız parçasıdır. Soyumuzun son imparatorluğunun eski toprakları olan bu­ günkü komşulanrnızın sınırlan içindeki bu mil­ letdaşlanmız ile ilgilenmek. bu bakımdan da. Türkiye' nin milli . tarihi Ve hatta insani vazifesi­ dir. Türkiye. cumhuriyetten bu yana. sadece Ata­ türk zamanında bu talihsiz soydaşlan ile biraz il­ gilenmiştlr. Hatay'm Türkiye'ye bağlaDı,ı bu n­ ginin neticesidir. Atatürk'ün ölümünden sonra tek parti dikta­ törlüğü zamanında olsun. ı 950 sonrasındaki de­ mokrasi yillannda olsun, çevremizdeki Türkler. devletimizin kaderini ellerinde bulunduranlar için korkulu meselelerden biri sayılmıştır. Tek parti diktatörlüğü devrindeki. Türkçü!üğe karşı girişilmiş O korkunç haçlı seferinde, saldırılan Turancı1ık fikrinin ardında. büyük çoğunluğu Moskof pençesinde bulunan Türkiye dışı Türkleri hedef alınmıştı. Demokrasi devrinin ilk yıllan-n

71


da. hükUmetin, Türkiye için Kıbns diye bir mese­ le bulunmadığını ilan etmesi de. aynı korkunç zihniyetin, ötekine göre daha yumuşak şekilde ifadesinden başka bir şey değildi. Türkiye'nin kaderine hakim olanlarda çevre­ mizdeki Türklere karşı görülen bu ilgisizliğin ve bu ürkekliğin, elbette, sebepleri vardır. Bunlann belli başlılan milli ruh ve şuür fukara1ığı, tarihi bilgi kıtlığı, devletin şanına ve büyük menfaatlan­ na uygun bir dış siyasetin lüzumunu kavrayama­ mış ve yabancı devletlere karşı aşağıdan alıp on­ lan ürkütmemek (?) gibi yersiz, manasız düşüncelerdir. Başka devletleri ürkütmemek. incitmernek veya kızdınnamak düşüncesiyle bu gibi mesele­ lerde hep aşağıdan almak, Güney Amerika veya Orta Afrika'daki devletlere veya devletçiklere. belki, uygun bir davranış olabilir. Ama. Türkiye gibi tarihin en büyük. en muhteşem bir devletini, bu derece korkak bir siyasetin esiri haline getir­ mek. en hafifinden. bağışlanması güç bir ayıptır. Çevremizdeki Türklerle ilgilenrnek. onların ya­ şamakta bulunduklan topraklardaki devletlerle bozuşmayı veya savaşmayı gerektirecek bir hare­ ket değildir. Siyasi münasebetlerin gerektirdiği inceliklerin pek dışına çıkmadan. bütün bu komşu devletlerden, yurtlanndaki 1ürkler için. hiç değilse daha insani bir hayat seviyesi isternek ve teklifte ısrarla. bunu. kısmen de olsa sağla­ mak, okadar zor olmas� gerektir. Siyasi, ne yapıp yapıp seçilmek ve iktidara gel­ mek. ondan sonra da. yerine tutkalla yapışık bir hal almak hüneri diye anlayan kafalar için. sınır­ lanmız dışındaki talihsiz ve sahipsiz Türkler. el­ bette ki .. bir mesele. bir dava olamaz. Çünkü o 72


kafalar. komşu devletlerin topraklann daki Türk­ lerin . . Türkiye için bir şeref. bir tarihı hak. bir in­ sanlık vazifesi ve nihayet. Türkiye'�n geleceği için de bir teminat olduğunu düşünebilecek sevi­ yeden uzaktırlar. Bu gibi mühim meselelerin. Türkiye'ye ve mil­ letimize fayda ve imkanlar sağlayacak bir şekilde halli. Millet Meclisi çatışı altında toplanan millet vekillerinin. Tiirklüğün büyük davalarını bilen, onların halli için çıkış yolları arayan. yürekleri millet sevgisi. beyinleri Türklük şuuru ile dolu; uyanık, Türk evlatlarının çoğunluğu teşkil etme­ leriyle mümkün olabilir. Böyle seçkin Türklerden meydana gelecek bir Meclis'in. Türkiye'nin dış si­ yasetini, gerektiği takdirde bir Anayasa madde­ siyle , ana hükümleri değişmez bir milli siyaset haline getirmesi de mümkündür. Çünkü bu. Tür­ kiye için de. Türk dünyası için de çok ıüzumlu. mutlaka en mühim meseleler arasına sokulması gereken bir davadır. Türkiye gibi bir devletin dış siyatesini. "san­ dıktan çıkmak!" tan başka hüneri bulunmayan bir avuç insanın eline ve görüşüne göre ayarla­ mak sadece hazin. sadece yanlış değiL, aynı za­ manda tehlikelidir de. Şahsi ihtirasları sonsuz. fakat milli ihtirasları sıfır bile olmayan siyasiler; çevresi milli davalar sahibi devletler ve devletçik­ lerle dolu bir dünyada. Türkiye' in ne itibarını ko� ruyabiHrler. ne de yarınını garanti altına alabilir­ ler. Bu kafadaki ve bu seviyedeki insanlar için çevremizdeki Türkler. ara sıra söylenecek bir iki p arlak sözden ileri bir konu olamazlar. Çevremizdeki Türklerin büyük çoğunluğu. dünkü Büyük Türkiye'nin, XX. Yüzyıl'daki hazin hatıralarıdır. Dünya sadece kör gırtlak ve şişkin cep dünyası değildir . Bu dünyada insan olanlar için. büyük insani meseleler de vardır.

73


Üç bin yılı aşkın bir tarihten bugüne ulaşmış Türk soyunun, hür yaşamakta bulunan tek par­ çası Türkiye, o dünyanın üç kıtadan ibaret sayıı:.. dığı yüzyıllarda, insanlığın kaderini kendi irade­ siyle tayin etmiş milletin bugünkü son kalesi olarak kendisini beklemekte olan büyük davaıara eğilmek zorundadır. Bu davalardan, bugün için en mühimi. çevremizdeki Türkler meselesidir. Çevremizdeki Türkler için hiçbir milletle ne sa­ vaşmaya, hatta ne de bozuşmaya lüzum vardır. Dünkü büyük gerçeğin, bugünkü dagınık kalıntı­ Lan olan o milyonlarla, siyasİ inceliğin ve günün şartlarının elverdiği imkanları kullanarak meşgul olmak dahi kafidir. Kafkasya'daki, İran'daki, Balkanlardaki, Irak­ 'taki, Suriye'deki ve Adalardaki Türkler, bizim milletimizin, büyük Türk soyunun çocuklarıdır, milyonlarıdır. Karsh Türk ile Azerbaycanlı'nın, doğu ve güney dogu topraklarım ızda yaşayan Türklerle Iran'daki veya ırak'taki Türk'ün, Edir­ ne'deki Türk ile Balkanlar'dakinin ne kan, ne dU, ne tarih , ne gelenek, ne din, ne ruh bakımından farkı yoktur. Türkiye Türk'ü uyandığı veya uyanabildiği za­ man bu davayı, elbette esaslı bir şekilde ele ala­ caktır. Tann'dan dileyelim ki. Türkiye bu şuüra erdiği günlerde, tren kaçmış bulunmasın.

74.


IRAK TÜRKLERİ Soyumuzun. kendi öz topraklarında tutsak hayatı yaşayan milyonlan arasında Irak Türkleri de vardır. Sayılan bir milyon kad olan bu Türler Türkiye Türklerinin öz kardeşleridir. (*) Fak�t, Türkiye. güney s ınınnın hemen ötesindeki bu bU­ milyon kardeşinden adeta habersiz gibidir. Onla­ ra karşı o derece ilgisizdir. Bu ilgisizliğ;in önemli bir sebebi. Türkiye'nin bir "milli siyaset"i olmayışıdır. Türkiye'de birbiri ardı sıra gelen bunca hükümetler. bir devletin. dünya üzerinde söz sahibi ve şerefli bir toplum olarak yaşayabilmesi için mutlaka bir "milli siya­ set"i ve bu siyaseti uygulayabilmesi için de bir programı bulunması gerektiğini düşünememişler­ dir. İlgisizliğin bir başka sebebi. Türkiye'de. milliyetçiliğe karşı yürütülen sinsi düşmanlıktır. Büyük çoğunluğu devşirme torunları olan bir takım kişilerin yürüttüğü ve körüklediği bu düş­ manlık. bu vatanda. Türk milliyetçiligine ve Türkçülüğün en mühim konularından biri bulu­ nan dış Türklere karşı bir korku havası yaratmış­ tır. İşte. ne hükümetlerin bağışlanm ası imkansız gafletleri. ne de devşirme torunlanmn ve impara­ torluk artıklanmn ihanetleri. Türkiye'de milliyet­ çiliğin yayılmasına engel olabilmişt;tr: (*J Şu an Irak'ta, Musul, Kerkük Erbil, Süleymani­ ve Merkezde olmak üzere Türk nilfusu 4 milyonu geçmiştir .Fakat Irak hükümeti kasıtlı olarak Türk niifu.sunu çok az gijstermektedir.

ye

Y.N.

75


Bütün sinsi gayretlere rağmen. dış Türkler üzerine örtülmek istenen ihanet .şalı da parçala­ nıp aWınıştır. Bugün onbinlerce Türkiye Türkü ve bilhassa yetişmekte olan genç nesiller. Türk dünyasının tutsak milyonlannı tanımakta; onlar­ la ilgilenmenin lüzumunu anlamakta; ve Türklü­ ğün bir bütün olduğunu. bu bütünü ku cal.;,bma ­ yan bir milliyetçilik düşüniile m i.-il'ceğini bil l i ıck­ tedirler. Bugün Türkiye'nin e n ) ' , ilgilenı nt'si ge­ reken Türkler. elbette ki, sınırl a , ın a en yakın top­ raklarda yaşayanlardır. Irak Tii. '1 t.:.ri de bunla­ nn arasındadır. Irak Türklerinin çok kuwet i i . i ' Türld iı k ruh ve şuuruna sahip bulunduklam a ;)ülün Türkiye Türklerinin bilmesi lazımdır. Onlardaki bu Türk­ lük ruhunu silmek için çok çalışlığı muhakkak­ tır. Fakat her şeye rağmen. o bir milyon Türk, Türkiye'nin güneyinde sağlam ve yıkılmaz bir kale gibi ayakta dunnaktadır. Bu kalenin sağ­ lamIık derecesini anlamak için, yüksek öğrenim­ Ierini yapmak üzere Türkiye'ye gelen Ir?klı Türk çocuklamu tanımak yeter. Türkiye; Iran'daki. Adalardaki, Balkanlardaki kardeşleriyle olduğu gibi güney sınırındaki milletdaşlarıylada ilgilen­ rnek zorundadır. Bu; hem milli hem de insani bir vazifedir. Eğer Türksek. hatta sadece insansak; kalbIerirniz onlar için de çarpacak, kafalanmız oillar için de işleyecek. kalemlerirniz onlardan da söz edecektir. Eğer "milli şeref' diye bir şey bili­ yorsak. eğer "vicdan"ın sadece sözlüklerde bulu­ nan bir kelime olmadığını kabul ediyorsak bu öz kardeşlerimizin sahipsiz olmadıklarını dünyaya göstermek mecburiyetindeyiz. Aksi takdirde. 1 959 Temmuzundaki gibi canavarlıldan ilerki yıl­ larda da, yüzlerimiz kızarmadan. gazetelerde okumaya devam ederiz.

76


KIBRIS, KIBRIS "ÜRK'Ü VE OTESI Kıbrıs hadisesi. Türklük için mutlu sonuçlar doğurdu. Bu mutlu sonuçlardan biri, Kıbns Türklerinden bir parçasının Yunan ve Rum kıyı­ cılığından kurtulmasıdır. Bir başkası, günümü­ zün Türk ordusunun, üç bin yıllık tarihimizin en büyük gururlanndan birisi olan Türk ordusunun ta kendisi olduğunu ortaya koymasıdır. Bir üçüncüsü ise, yıllardan beri sürüp giden kıyasıya yıkıcılıklara ragmen, Türkiye Türk'ünün, gerekti­ ği zaman büyük bir milli ruh ve şuur içinde birle­ şebileceğini göstermesidir. Türkiye Türk'ü, Atatürk'ten sonraki devirlerde kendi kabuğuna çekilmiş , ürkek ve hatta ödlek bir havanın içinde sokulmuştur. "Milli Şeflik!" adı verilen devirde ve İkinci Dünya Savaşı sonların­ da, batı sınırlanmızdan Türkiye 'ye siyasi mülteci olarak sığınan Azerbaycanlı Türklerin, istek üze­ rine, doğu sınırlarımızdan moskoflara teslimi, bu ödlek ve ondan da kötüsü aşağılık siyasetin, keli­ melerin en kötüleriyle damga1andınlabilecek ör­ neklerinden birisidir. 1 953'te, İstanbul'un büyük Türk hakanı Fatih ile şanlı orduşu tarafından fet­ hinin 500. yıl dönümü, şehirde b üyük törenlerle kutlanırken, bu törenlere devrin devlet ve hükumet başkanlannın katılmamalan, batılılan gücendirmemek (!?) gibi garip , gülünç ve Türklük ruhunu incitici bir sebebe bağlanmak istenmişti. 1 964'te , ilk Kıbns hadisesi patlak verdiği sırada, ordumuz Yunanlılara haddini bildirmek üzere iken, o yıllann Aıneı:ika deylet başkanı tarafından Türkiye başbakanı ısmet ınönü'ye gönderilen bir mektup sonucunda hareketin durdurulması da, b öyle bir yüz kızartıcı hareketti.

77


Savaş, elbette ki,savaşmasını bilen milletlerin işidir. Türk soyu, üç bin yıllık tarihinde, parl� çağlannda olduğu kadar. güçsüz devirlerinde or­ taya koyduğu eserlerle de. bu işin dünya üzerin­ de tartışma kabul etmez en büyük temsilcisi ol­ duğunu isbat etmiştir. Bu bakımdan. 1974 Kıbns hareketi. Türk ordusu için elde edilmiş çok tabii bir neticedİr. Bu başanh askeri hareket sırasında Türkiye Türklerinin büyük bir milli ŞUÜT ve heyecan ile adeta tek kalb haline gelmiş olmalan ise, üzerin­ de asıl durulmaya değer bir meseledir. Bu netice göstermiştir ki, dünya Türklüğünün tek bağımsız parçası Türkiye Türkü. bunca yıkıcılıklara. hain­ lildere ve düşİnanlıklara rağmen. Türklük ruhu­ nu ve şuürunu kaybetmemiştir. Yurdumuzda. Türklük nıhunun ve şuürunun bütün canlılığı ile yaşamakta !llduğunu görmek. şüpbesiz, çok mühimdir. Meselenin ortaya çık'­ masından sonra, Ada'da iki kere girişilen hareket sırasında. Kıbns Türklerinden 'lrkda,lanmız" ve "soydaşlanmlZ" ; Kıbns adasından ise "Türk Kıb­ ns" diye söz edilmesi de. bu ruhun ve bu şııürun sonucudur. Devlet Başkanı'ndan, ordumuzun Başkumandanı'na. yazarlara. fıkir ve siyaset adamlanna. gazetecilere ve çeşitli sınıf ve seviye­ deki kişilere kadar hemen herkesin Kıbns Türk­ lerini soydaş veya ırkdaş -diye yazıp söylemelert, muhakkak ki. üzerinde durulmaya değer bir hu­ sustur.

Kıbns, elbette ki, bir Türk adasıdır. Ve Kıb­ ns Türkü de, Türkiye Türkünün soydaşıdu.

Fakat günümüzden otuz yıl kadar önceki tek parti istibdadı devrinde. Türk milliyetçiligine karşı girişilen o haince Haçlı Sefert'nde, Türkiye

78


dışındaki Türklerle Türk yurtlarını düşünmeyi. onlarla ilgtlenmeyi bir ihanet (I?) gibi göstenneye çalışan ve yeltenen Türklük düşmanı zihniyetin ektiği lanetli tohumlar. dünya ve Türklük mesele­ lerinden habersiz pekçok kafada. bu meselelere karşı bir şüphe. bir ürkekiik yaratmıştır, Türkiye dışındaki Türklerden veya Türk yurtlanndan söz etmek. bu yüzden. tehlikeli veya korkulu bir dav­ ranış kılığına ginnişti, Türk soyunun büyüklüğü­ nü ileri sünnek Hitler Almanyasının Alman ırkçı­ lığına bağlanm ış; Moskofun. Çin'in. Acem'in ve çevremizdeki devletçiklerin sınırlan içindeki Türklerden söz etmek, devletimizi büyük bir teh­ likenin kucağına atacak bir maceracılık. hatta emperyalist (i?) bir davranış diye gösterilmeye ça­ lışılmıştı, Fakat yalancılık. zorbalık ve şirretlik ile ger­ çekleri yok etme gayretinqe bugüne kadar kimse başarı elde edememiştir, Insanlık ruhundan ve haysiyetinden yoksun :wrbalar, içinde yaşadıklan toplumları bir süre . belki. kandınnış veya sindir­ mişlerdir, Fakat sonunda .gerçek. gün gibi ortaya çıkmıştır, Bunun. bugün. bizim için en güzel ve manalı örneği. Kıbns . meselesi dolayısıyla Türkiye'yi saran milli ruhtur. Türkiye Türk'ü. yurdunun bir parçası olan Kıbns ile orada sahipsiz kalmış bir avuç soydaşına. dünyayı ve yerli hainleri şaşırta­ cak şekilde sahip . çıkmıştır. Ve bu sahip çıkış öyle bir coşkunluk ve Türklük sevgisiyle halelen­ miştir ki. "milli" den ürkenlerle "milli" ye açıkça düşmanlık etmekten çekinmeyenler bile bu coş­ kun Türklük heyecanı ve havası önünde slnmiş­ ler. hatta ona uyar görünmek zorunda kalmışlar­ dır. TRT'nin. Kıbns konusu üzerindeki yayınlan bunun en güzel ve en dikkate deger örneğidir.

79


Bu çoşkWl milli hava içinde "Türk" gerçegi üzerine egilrnek. artık, Türkiye Türkleri için kaçı­ nılmaz bir vazife halini almıştır. Herşeyden önce. Türkiye dışındaki Türklügün. Kıbrıs'ta yaş�akta olan bir avuç soydaşımızdan ibaret olmadıgmı hatırlamamız gerekir. Kıbns Türkleri nasıl soydaşlarımız ise. Ege Denizi'ndeki eski adalanmızda. Balkanlarda. Irak ve Suri­ ye'de. İran'da Kafkaslarda ve büyük bölümü Mos­ koflann. küçük bir parçası ise Çinlilerin pençe­ sindeki Türk illerinde yaşamakta olan milyonlarca Türk de. öylece soydaşımızdır. ırkda­ şımızdır. Kıbrıs Türklerine. ırkdaşlanmız olduklan için sahip çıkıp elimizi uzatmamız. hiç şüphesiz. soy şuürunun bir neticesidir. Yani bu davraruşm ha­ reket noktası ve temeli ırktır. Daha açık bir söyle­ yişle bu davramş bir ırkçılıktır. Türk ve Türkiye düşmanlarının yıllardan beri binbir hiyleli şekle sokarak korkunç bir hale getirmeye çalıştıkları Türk Irkçllıgıdır.Türk ırkçılgı. işte bu milli ve insani düşüncedir. Kıbns'taki soydaşlanmıza gösterdigimiz bu milli ve insani ilgiyi. öteki ırkdaşlanmızdan esir­ gemek Türklük şerefırnize ve insanlıgımlZa gölge düşürmez mi? Mesela. Irak'taki Türklük şuüru çok güçlü kardeşlerimiz ile daha yakından ilgi­ lenmemiz -için yeni bir Kerkük kıyımım bekleme­ miz mi lazımdır? Aramızda siyaSİ bağlar olan İran'daki milyonlarca Türkün daha insanca yaşa­ yabilmeleri yolunda birtakım dostça teşebbüsler­ de bUIWlamaz mıyız? Batı Trakya'daki soydaşla­ rırnız için. İstanbul'daki zengin Rumlar kadar olmasa bile. bir takım insani hayat şartlan elde etmeye çalışaımtzmıylZ?

80


İşte Turancılık budur. Dünya Türklügünü. şartlara ve imkanlara göre düşünmek. onlara el uzatmak. onlann da başka milletlerin insanlm gibi insanca yaşamalarmı sagıamayı düşünmek ve saglamaya çalışmaktır. i 944- ı 945 ihaneti . sırasında ve yillarında, Türklük düşmanları, Türkiye dışındaki Türklerle ilgilenmeyi, yani Turancılıgı, bir yandan macera­ cılık. bir yandan da emperyalistlik (!?) diye gös­ termeye çalışmışlardı. Halbuki bugün. o gibiler de. onlara inananlar da. Kıbns hareketini destek­ leyen ve alkışlayanlar arasındadırlar. Yani Turan­ cılık yapmaktadırlar. Yeryüzündeki Türklerin sadece Türkiye'deki Türklerden ibaret olmadıgını bugün. lise çagı!J.da­ ki uyanık Türk çocukları dahi biliyor. Bu Türkle­ rin. çogunun. kendi öz yurtlarında tutsak hayatı yaşadıkları ise bir sır degildir. Afrika'daki çok iptidill ve küçük toplulukların dahi hürriyetlerine kavuşmakta oldugu bir çagda, dünyanın akışına yüzyıllarca söz sahibi olmuş. ona istedigi şekli ve düzeni vermiş bir soyun bugünkü milyonlarının , hem ve kendi yurtlarında tutsak yaşamaları çok acıdır. Biz Türkiye Türkleri. eger Türk isek, bu acıyı kalbimizde duymaya mecburuz. Eger duy­ muyor, duyamıyorsak, Türklügümüz bir yana, insanlıgıınlZdan şüphe etmeliyiz. Kıbrıs hadisesi ve hareketi. Türkiye Türkünün b üyük çogunıugunun. yurtları ve devletleri dışın­ dai kalmış soydaşlarının varlıkları ve kaderleri ile candan ilgile�eyi. bir vazife saymış olduklarını göstermiştir, Ikinci Dünya Savaşı yıllanndaki Türklük ve Türkçülük düşmanlığı sırasında, Kremlin ölçülerine uygun bir anlayışla, gerçek anlamının çok ötesinde bir manaya bürundürül­ meye çalışılan ırkçılık ve Turancılık. işte bugün, Kıbns Türklerine ve adasına karşı duydugumuz ilgiden başka birşey degildir.

SI


Kıbrıs ve Kıbns Türk'ü, bugünkü. dağınık ve tutsak Türk dünyasının küçük bir parçasıdır. Ona karşı duyduğumuz yakınlığı ve gösterdiğimiz ilgiyi öteki tutsak Türk yurtlarındaki Türklerden esirgemek manasız ve yersiz olur. Çünkü dünya Türklüğü bir bütündür. Yani tek millettir. TıPkı bütün Macarlann, bütün Almanların, bütün Ja­ ponlann tek millet oluşlan gibi. . . Bizim fikir v e edebiyat tarihimizde bu bütünlü­ ğü dile getiren kelime "Turan" dır. Turaneılık,

Tann'nın Türk yarattığı bütün insanlan tek devletin sınırlan içinde güçlü ve her alanda . yükselmiş bir millet olarak görmektir. Bir

Türk'ün böyle bir Türk devletini istememesi, ona karşı çıkması, hatta düşmanlık etmeye kalkması ne hazin. ne korkunç şeydir! Bir kısmı ve belki de bü.yük bölümü ırkçılık ve Turancılık deyimlerine karşı çekingen ve hatta ürkek kişiler olsalar da, Kıbrıs harekatı, yurtları­ na ve millellerine bağlı Türkiye Türklerinin Tu­ rancı ve Türk ırkçı sı olduğunu ortaya koymuş­ tur. Bu Türkler, Turancılığın Türkiye dışındaki Türk topraklan ve Türk ırkçıhğının o topraklar üzerindeki soydaşlarımızia ilgilenme düşüncesi, fikri ve davası olduğunu anladıklan gün, bugün­ kü çekingen durumlanndan sıyrılıp Türkçüler safındaki yerlerini alacaklardır. Kıbrıs davası, bunu, kesin şekilde göştermiştir. Artık yol açılmıştır. Ilerdeki seçimlerde iş başı­ na gelecek siyası kadrolann mensuplan arasında .. Türkıük şuuru ve bilgisi bakımıarından yeterli ve ülkücü kişiler söz sahibi olabildikleri takdirde, tutsak Türk illeri ve soydaşlanmız ile ilgilenme davasının daha başka bir mana kazanabileceği muhakkaktır.

82


AZGINLAŞAN HAÇLı RUHU Haçlı ruhunun tarihte kalmış ruhi ,bir hastalık oldugunu sananlar yanılmış bulunduklannı Kıb­ ns hadisesi dolayısıyla anladılar. Eski yiizyıllann haçlı ruhunda biraz IIiüsama­ halı düşünmek suretiyle, bir tutar taraf bulmak, belki, mümkündü. Çünkü o çaglarda insanlık, millet ve milliyet gerçegini henüz kavrayabilmiş değlldir. Bu yüzden, dünya üzerinde geçer akça durumunda olan dindi. O yüzyılların danyasında ise söz sahibi, islamlık ve hıristiyanlık dinleri vardı. Bunlardan birincisini sadece Türkler, öte­ kini ise avrupalı milletler savunmakta idi. Bu ba­ kımdan da islamlık hıristiyanlık mücadelesi, gerçek manasında, bir Türklük hıristiyanlık bo� guşması oluyordu. Avrupa'nın hıristiyan milletleri, haçlanm dün­ yaya hakim kılmak hevesiyle yıllarca, seller gibi, güney dogulanndaki topraklara akıp durdular. O sellerin karşısına dikilen tek kuvvet, Türk soyu idi. Ve o soyun büyük kahramanlanndan birisi, i. Kılıç Arslan, Türkiye'nin batı topraklannı haçlı ordularına mezar yapan yigit oldu. Haçlı ruhunun bu azgınhgı, devletimizin başı­ na Osmanoglu Sülalesi'nin geçmesinden sonra da devam etti. i. Muradım, Yıldınm Bayazıd 'ın ve II. Murad ın, savaş alanlarında hıristiyan dün­ yasına verdikleri askerlik dersleri, bunun netice­ leridir. Fatih ile başlayıp Kanuni Sultan Süley­ man ile en parlak çagına ulaşan devirler ise, Avrupa'nın haçlı ruhunun sindigi yıllardır. '

83


Avrupalıların . Osmanlı İmparatorluğu ile yü­ rüttükleri mimasebetlerde. hayli uzun süren bir devre vardır ki. bu yıllarda hıristiyanlar kendileri­ ni Türkiye'nin karşısında ikinci derecede cemi­ yetler olarak kabul etmişlerdir. O yüzyıllarda Türkiye ile batılılar arasındaki siyasi mÜllasebet­ ler. bu temel üzerinde yürütülmüştür. Kıbris hareketi dolayısıyla alevlenen haçlılık ruhunun temelinde bu geçmişi de aramak gere­ kir. Kıbns hadisesinde tek suçlunun "Megola İdea!" cl yunan ve rum takımının olduğunu, hı­ ristiyan dünyasının bilmemesi imkansızdır. Fakat o iptid:li ve korkunç taassup, medeni (II) hıristiyan dünyası insanlar�nın gözlerine kilise­ lerde karartılmış paçavra1ar örtmelerini engelle­ meye kafi gelmemektedir. Hıristiyan dünyasının, yüzdeyüz haklı olan Türk'e karşı yüzdeyüz haksız olan yunanlı'yi tut­ masının tek sebebi işte bu dini taassuptur. yunan asıllı vatandaşın çok bulunduğu Ameri­ ka'da, bu taassuba. oy avcılığı da eklenmiştir. Bu bakımdan, hayatı. dini taassup ile para mihveri etrafında döndüren seviyedeki yaratıklardan, hak ve insanlık temeline oturtulmuş davranışlar bek­ lemek. elbette ki, boş bir hayaldir. Hıristiyan dünyasının, Türklere karşı beslediği haçlı ruhunun, bugün de. b ütün kudurganlığı ile yaşamakta olduğunu, Kıbns hadisesi ortaya koy­ muştur. Amerikalısından. İngillzinden, · Fransızııı­ dan öteki ıvır zıvırlara kadar, bütün haçlı ruhu­ nun tutsağı hıristiyanlar. Türk'e düşmanlıklannı ahmakça ve küstahça ortaya koymaktan çekin­ memişlerdir ve çekinmemektedirler.

84


Son günleıin hadiseleri ve haçlı ruhunun esiri siyasilerin yaptıklan konuşmalar. hıristiyan dün­ yasının hala bu ruhi "hastalıgm eseri oldugunu apaçık şekilde ortaya koymaktadır. Amerika'mn tanınmış senatörü Edward Ken­ nedy'nin. 1 974 eylülü başlanııda : "Türk silahlı kuvvetlerinin Kıbrıs müdahalesi ölüm. dehşet ve üzüntü getirdiı" nin. Amerika'run. Türkiye'ye yap­ makta oldugu silah yardımını hemen kesmesini istemesi de, bu iptid3i haçlı ruhunun neticesi ve eseridir. Frans Moss adlı Amerikalı bir başka senatö­ rün. Türkiye'ye yapılmakta olan yardımm hemen durdunılmasını istemesi ve bu istegi yerine geti­ ren telin bir suretini Amerika vatandaşı yunan1ı­ lara ulaştırması ise igrenç bir seçim yatınmından başka birşey degildir. Amerika'mn eski dışişleıi müsteşarlarından George Ball'm. Kıbns'ta o başanh kurtarma hare­ ketini yapan Türk ordusunun kuvvet zoru ile durdunılmamasını tenkit etmesi ise. haçlı ruhu­ nun. bir başka maskaraca tecellisidir. Son günlerde. Belçika televizyonunun. Türki'" ye'de ennenilere karşı girişilmiş (i) katliam (i.!) ha­ reketini Acem mübalcigası ile naklederken. yur­ dumuzun dogusundaki büyük bir bölümünü ermenistan (II??) olarak göstermesi de. bu ruhun tiksinU verici bir eseridir. Hıristiyan batının ruhu işte budur. Bu kok' muş ruhtur. Üçbuçuk hıristiyanın burnu kanadıgı zaman ayaga kalkan bu takım. başka dinlerden olan ıriilyo�arın düşmanlarından gördükleri zulümler karşısında dut yemiş bülbüller gibi susmalan da üzerinde çlunılınaya deger bir meseledir :

85


Rusya'nın ve Çin'in, pençeleline geçirmiş 01duklan Türk topraklannda nice yıllardan beri devari1 ettirdikleri Türk kırgını için, şu günlerde iki buçuk yunanlıyı savunmada birbirleliyle yanş eden hılistiyan dünyasından, bugüne kadar ne tesirli bir hareket görmüş ne de teselli velici bir söz işitmiş değiliz. Yakın yıllarda Kıb.ns'ta gö­ rülen ve nice yıııardan beli yunanistan'da veya Bulgartstan'da sürüp giden Türk kırgınlarına karşı, bu hılistiyan batı dünyasından, hattA kısık da olsa, bir ses çıktığını hatırlamıyoruz. Amerikalılar, hayli zaman önce, komünizm ve komünist sömürgeciliği ile fikri mücadele yapa­ cak bir kuruluş meydana getirmişler ve Alman­ ya'da uzun yıllar çalışan bu kuruluşta Moskof tutsağı Türk dünyasının mensuplanna yer ve va­ zife vermişlerdi. Birkaç dilde yapılan yayımlar �l­ larca devam etmiş ve çok da velimli olmuştu. Uç ayda bir Türkçe olarak çıkan "Dergi" de, bu fay­ dalı yayınlar arasında idi. Fakat Moskoflann lica­ sı (!) ile, birkaç yıl önce, bu mücadele için yapılan para yardımı kesilince, o çok faydalı yayınlann da sonu geldi. H ür insanlığa karşı bu günahı iş­ leyenler, bug9.n Kıbns'taki Türk zaferini dişleme­ ye çalışan AmelikaWar değil midir?

Daha yakın yıllara kadar. vatandaşlan zen­ elleri. beyazlann parklarına ve diğer yerlerine sokmayanlar ve bu insanlık dışı yasağı: "Bura­ ya zeneller ve köpekler giremez! şeklinde ya­ zılarla ilin edenler de. Olimpiyatlarda koştur­ duk1an siyahllerin kazandıklan yanşlarla bayraklarını şeref direğine çektiren bu Amerl­ kalılardı. Haçlı ruhunun korkunçluk derecesini,_ Kıbns hareketi dolayısıyla, bir kere daha gönnüş olduk.

86


Bu ruhun, hıristiyan dünyasından " siHruneye imkan olmadı denmesi bunun örnekleıinden biri­ sidir. Senatör efendi kazığını unutmamalıyız. Çünkü bu ruhun kökü tanhin derinliklerindedir. Savaş alanlarında yenilen yumruklara dayan­ maktadır. Hilalin, haçı karalarda ve denizlerde yerden yere vurduğu çağların hatıralan ile bes­ lerunektedir.

Bu gerçek karşısmda milletimize düşen büyük vazife, devletini, o eski çağlarm Türki­ yesi haline getirmeye çalışmaktır. Evet. . . Yapılacak tek iş budur. Bütün Türkler. t.ek devletin sınırlan içinde toplanıp her alanda güçlü ve söz sahibi tek Türk devletini kurduktan sonradır ki, haçlı ruhu, hizaya gelebilir. Çünkü

haçlı ruhun anlayacağı tek dil, kuvvetin dili­ dir.

87


HiROşiMA VE TUTSAK TÜRK İLLERİ İkinci Dünya Savaşı'nda Amerika'run, As­ ya'daki güçlü düşmanı Japonya'yı saf dışı edebil­ mek için Hiroşima şehrine atom bombası atrnası­ nın yinni beşinci yıl dönümü dolayısıyla, Türki­ yeli malUmlar günlerce yazdılar, çizdiler, konuştular. Ayru kalemler ve ctgızlar, aynı cinsten türküleri daha önceleri de başka ülkeler için söyleyenler­ dir. Bir vakitler. Mrikalı zenciler ve onların birta­ kım şişinne şöhretleri <ıgızlarırun ve kalemlerinin sennayeleri idi. Daha sonra Güney Amerikalı bazı insan cellatlanndan ucuz kahramanlar ya­ ratmak için emek harcamıştılar. Gelecekte yeni konular bulacakları da muhakkakbr. Duruma göre ülkeler ve adlar değişmekle birlikte, bu yolda yıllardan beri tekrarlanan tekerlerneler ise aynıdır: Empeıyalizm . . ezilen ve sömürülen halk­ Lar. . Yerli iş birlikçiler. . Savaş felaketi. . Falan fılan . . .

B u takımın. sözde insan sevgisine dayanan bu yoldaki yaygaralarında ne derece samimiyetsiz ol­ duklannı anlamak için. sadece, tutsak Türk ille­ rindeki milyonlarca esir Türk'e karşı olan ilgisiz­ liklerini düşünmek ve bu ölü sükütundan farksız ilgisizliği "Hiroşima edebiyatı!" ile karşılaştırmak dahi yetebiIir. İkinci DÜnya Savaşı'nda Amerika'nın. Hiroşi­ maya atbğı atom bombası elqette ki, insanlık ta­ rihinin büyük facialanndan birisi olarak anıla­ caktır. Fakat, nice . yıllardan beri, önce Moskorun, sonra onunla birlikte Çinlinin, Asya

88


Türklügunün kökünü kazımak emeliyle aralıksız şekilde oynadıklan o kahbe ve kanlı oyunlar, Hi­ roşima'dakinden daha mı ehemmiyetsiz bir in­ sanlık dıramıdır? Hiroşima'ya atom bombası aWdıgı sırada, dünya, insanlıgın o ana kadar gördügü en kor­ kunç bir savaşın içinde idi. Atom bombasını atan Amerika ile bir şehri o korkunç felakete ugrayan Japonya ise birbirlerine karşı saflarda kıyasıya vuruşmakta idiler. Savaşın, sadece askeri kuvvetler arasında kal­ ması gerektigı ileri sürülebilir. Ama savaş, niha­ yet savaştır. Ve savaşta hedef, düşmanını yıkıp yenmektir. Hele İkinci Dünya Savaşı gibi kor­ kunç boğuşmada bu neticeyi elde edebilmek için her çareye baş vunnayı, harp ıpantıgına aykın saymak da pek mümkün 'Olmaz. Iki atom bomba­ sı bu neticeyi saglarken, cepheler ardındaki yüz binlerce insanın mahvolması, elbette ki, acı bir şeydir. Ama, Japonya'nın teslim olmaya mecbur kalmasıyla, cephelerde ölümle burun bunına bu­ lunan binlerce askerin hayatta kalmalan da bir gerçektir. Hiroşima faciasında unutulmaması gereken en mühim husus, bu korkunç hadisenin, brrbirleriy­ le savaş halinde bulunan iki millet arasında mey­ dana gelmiş olmasıdır. Tutsak Asya Türklerine elli yılı aşan bir zamandan beri "komünizm cen­ nelil" masalı ile reva görülen kanlı vahşetler silsi­ lesi ise, savaş dışında bir hayatın içinde sün1p gitmektedir . Türkistan Türklügü, 1 9 1 7 den bu yana, kendi öz yurdunda hür yaşamak istediği. için öldürül­ mektedir. Hem de, savaş gibı meşru sayılabilecek bir yolla değil; günlük tabii �yatını yaşarken

89


kalıpece, namertçe öldürülmektedir. Hiroşi­ ma'da, on binlerce talihsiz Japon, bir anda ha­ yatlarını kaybetmişlerdi. Türkistan Türk'ü ise, elli yıldan beri uygulanan Sinsi bir pilan ile, kanı emile emile öldürülmektedir. 1 945 te atılan atom bombasının kurbanı birkaç yüz bin Japon ol­ muştu. 1 9 1 7 den bu yana, vatanında imha edi­ len Türkistan Türkünün sayısı ise, ancak milyon­ larla dile getirilebilecek bir yekündur. İkinci Dünya Savaşı'nın atom bombaları Japon milleti­ nin kökünü kazımak için değil, Japonya'yı kavga dışı bırakmak için atılmıştı. Fakat, Türkistan ufuklannda elli yıldan beri esen kızıl kasırganın hedefl,Türk'ün kökünü kazımakm. Atom bomba­ sından çeyrek yüzyıl sonra, Japonya, kendi kade­ rine hakim bir milletin vatanıdır. Türkistan Türk'ü ise, dünyanın bugüne kadar gördüğü en vahşi ve en korkunç bir istilanın altında kan kus­ maktadır. Hiroşima faciasından yirmi beş yıl sonra, atom bombası sa dece acı bir hatıradır. Türkistan Türk'ünü 1 9 1 1'den beri kızıl bir kabus gibi pençesinde kıvrandıran o korkunç istila ise haJ,a bir vakıadır. Yani, hangi yönden ele alınırsa alınsın Japonların uğradıkları atom [aciası ile Türkistan Türkünün elli yıldan beri karşı karşıya bulunduğu büyük felaketi mukayese etmeye imkan yoktur. Atom bombasından yinni beş yıl sonra, Türki­ ye Türkünü ancak insani duygularla ilgilendire­ bilecek Hiroşima faciası için gürültü yapanlar, Türkistan Türkünün göğüslemeye çalıştığı büyük zulüm karşısında bugüne kadar en küçük bir tepki göstenniş değillerdir. Hatta tepki bir yana, kendileIine imkan sağlandığı zaman, oralara gidip, o büyük zulmü göğüslemeye çalışan esir

90


soydaşlanmızın mutluluk içinde yaşadıklan ya1a­ dahi yazmaktan çekinmemişlerdir. Onun içindir ki, bunlar, Türklük için, esir Türk dünya­ sında kan kusturan o düşmanlardan farksız ya­ ratıkIardır. Hatta, bir bakıma onlardan da kötü­ dfuler. çünkü ötekiler, bize düşman olduklan için soyumuzu imhaya çalışmaktadırlar. Bunlar ise, aynı ihanete, madde karşılığı olarak katıl­ maktadırlar. Bilhassa Türk gençleri bu gerçeği iyi bilmeli­ dirler. mm

91


İNÖNÜ VE DIŞ TÜRKLER i

İnönü'nün, Türkiye dışındaki esir Türklere karşı ne gibi duygular taşımakta olduğu, yurdu­ muzdaki fikir meseleleriyle ilgili bulunanlarca malumdur. Bu duygunun en yumuşak şeklinin, kendi vatanlarında esir hayatı yaşayan o milyon­ . ların, devamlı bir ızdırap olan varlıklanna ve kara talihlerine karşı katı ve sağır bir ilgisi'llik ol­ duğu söylenebilir. Ancak, aynı duygunun, düş­ manlık kelimesiyle adlandınlabilecek şekle bü­ ründüğü zamanlann bulunduğunu gösteren hadiseler de vardır.

ğ

İnönü'nün, bu alandald duy ulannı, dolaylı bir yoldan açığa vuruşunun mühim bir belgesi, şu meşhur 19 Mayıs 1 944 konuşmasındaki konu ile ilgili bölümdür. Bilindiği gibi, o konuşma, İkinci Dünya Sava­ şı'nda, harp talininin Almanlar aleyhine dönmesi üzerine azgınlıklarını artıran Türkiyeli kızıllara karşı, Ankara'da muhteşem bir sokak gösterisi yapan binlerce Türkçü gencin o tarihi hareketi­ nin, milli şeflik hükümetine karşı sanılması veya gösterilmesi üzerine yaratılan ve adına Irkçı1ık­ TurancJ1ık Davası denilen Türkçülük düşmanlı­ ğı hareketi sırasında yapılmıştı. ınönü. o konuş­ masında, Türk soyunun milli iliküsü Türkçülü­ ğün iki ana pirensibinden birisi olup Mü,ir Süleyman ve Ahmed Vefik paşalardan, Ziya Gö­ kalptIere Mehmet Emin Yurdakurlara ömer Seyfettin 'lere ve onlardan sonraki nesillere kadar birçok ilim, fikir ve sanat adamımız tara­ fından benimsenen ve işlenen Turancılığı, Türki­ ye için zararlı bir hareket olarak göstermeye ça­ lışmıştı. ,

92


Fakat.

çok dikkate deger bir husustur ki.

1 944 yılında Türkçü'lüğe karşı girişilmiş o kor­

kunç haçlı seferinde. Türkiye'nin en büyü!< düş­ manları olan yerli kızıllar da. TurancıIık fikrini Türkiye aleyhine bir hareketmiş gibi gösteren ya­ zılar yazmış ve broşürler yayımlamışlardır. Sade bu kızıl saldırıları dahi. Turancılık fikri­ nin. Türkiye için zararlı mı. yoksa faydalı mı ol­ dugunu anlamak için yetmez mi?

İnönü'nün. dış Türklere karşı olan tutuıp.unu en açık şekilde ortaya koyan ' hadise, Ikinci Dünya Savaşı'mn sonlarına dogru. doğu sırurları­ mızdan moskoflara teslim edilen Azerbaycanlı Türkler meselesinde görülmüştür. Türkiye tarilıinin büyük lekelerinden biri olan bu acı hadisenin mahiyetini tam bir şekilde orta­ ya koyacak olan resmi belgeler. eğer sonradan yok edilmedi iseler, herhalde. devlet arşivlerinde.., dirler. Bugün bu konuda bildiklerimiz. meselenin Meclis'te konuşulması sırasında söylenenler ile. basında yer alan bilgilerden ibarettir. Ancak bugüne kadar. bu konuda. ilgililerce ne bir açıklama yapılmış. ne de yazılanlar hakkında. doğru veya yanlıştır diye. birşey söylenmiştir. Hadisenin. bilinen kadarı ile. mahiyeti şudur: İkinCi Dünya Savaşı sırasında. Moskof esiri Türklerden cepheye sürülenierin büyük kısmı. Ruslarla birlikte Almanlara tutsak düşmüşler ve yıllarca Alınan esir kamplarında ölümle pençeleş­ tikten sonra, savaş biterken Amerikalıların elleri­ ne geçmişlerdi. Savaş, Almanya'mn teslimi ile sona erince. Moskova. bu eSir Türkleri "Sovyet vatandaşlandırlarl l l " diyerek Amerikalılardan is­ temiş. onlar da : "Biz Türküz! Bizi Moskota vermeyin!" diye direnen milyonlarca soydaşımızı

93


(ya ahmaklıklanndan. ya da hainlikleıinden) cellatlara teslim etmişlerdi. İşte bu teslim sırasın­ da. milyonlarca Türk'ten birkaç bin kadarı kaçıp kurtulabilmişlerdi ki. Türkiye'ye sığınanlar. Mos:' kof pençesinden kurtulan bu Türklerden küçük bir kısımdl. Sayılan kesin olarak bilinmeyen. ancak 1 50-200 arasında olduklan tahmin edilen bu Türkleri Kremlin Türkiye'den istemiş ve Azer­ baycan Türkleıinden olan bu soydaşlanmız doğu sınırlanmızdan Ruslara teslim edilmişlerdi. Bu insanlann Ruslara verilmemeleri gerekirdi. Çünkü bunlar. herşeyden önce siyası mülteci idi­ ler. Milletlerarası hukuka göre siyasi mülteciler verilemezdi. Ve sonra bu bir avuç mülteci. sadece insan da değildiler. Türktüler. Türk. kendine sığı­ nan kardeşini. soyunun en büyük düşmanına nasıl teslim edebilirdi? Fakat edildiler. Eldeki- bilgiye göre. bu teslim hadisesi çok acıklı olmuştur. Azerbaycanlı Türkler. kendileri­ nin Ruslara verilmemeleıini. mutlaka yok edilme­ leri gerekiyorsa. Türkiye topraklarında Türk kar­ deşleri tarafından öldürülmelerini istemişlerdir. Şüphesiz. kan kardeşlerini Moskora teslim et­ mekle vazifeli heyetin böyle bir yetkisi yoktu. Ancak. ilk verilenler. daha sınırı geçer geçmez öl­ dürüıünce. bu acı vazife omuzlarına yüklenmiş bulunan Türkiye Türkleri . herhalde büyük bir te­ essüre kapılarak. teslim işini durdurmuşlar ve durumu telsizle Ankara'ya bildirerek. belki de. kurtancı bir emıin gelebileceği ümidine düşmüş­ lerdi. Fakat Ankara'dan yine telsizle gelen emir. şu korkunç iki kelime olmuştur:

- Teslim ediniz! ' 94


Bu kesin emir üzerine Azerbaycanlı Türkler Ruslara teslim edUrpişler ve hepsi sınır boyunda bogazl anm ışlardır. Bu acı teslimin bir başka acı yönü de. ölüme giden Azerbaycanlı Türklerin. so­ yunup elbiselerini. anavatan saydıklan Türki­ ye 'ye hatıra olarak bırakmalandır. Azerbaycanlı Türkçü şair rahmetli Elmas Yıl­ dınm'ın, bu teslim hadisesi dolayısıyla yazdıgı "Dönek Kardeş" başlıklı bir acı şüri vardır ki, hiçbir Türkiye Türk'ü onu, yüzü kızarınadan okuyamaz. ( l )

Pek az Türk'ün bildigi bu acı , bu insanı kahre­ dici , bu insanı insanlıktan tiksindirici kanlı hadise, inö�ü ve dış Türkler konusunda verile­ cek hüküm için, şüphesiz, bir ana kaynak vazife­ si görecektir. Bu kanlı faciayı, İ kinci Dünya Savaşı'ndan muzaffer çıkan Rusya'nın, Türkiye üzerindeki yüzyıllara bakan malum emellerini yumuşatabil­ rnek için katlanılmış zaruIi bir fedakarlık diye görmek ve yorumlamak isteyenler de bulunabilir. Fakat tarih, devletler arası münasebetlerde bu gibi aşagıdan almalarm veya yaltaklanmalann hiçbir fayda sağlamadıgını gösteren hadiselerle doludur. Nitekim, eski dış işleri bakanlarından Feridun Cemal Erkin Beğ de "Türk - Sovyet İlişkileri ve Boğazlar Meselesi" adlı çok mühim eserinde . bu hususu yetki ile belirtmiştir. Erkin Beğ. eserinde, Moskoflan yumuşatmak düşünce­ siyle girişilmiş iki "jest!" ten söz ederken (*) şöyle demektedir:

(*) Bu '1est" lerden birisi, o yıllann Alman Büyükelçi· si Von Papen'i öldürmeye teşebbüs suçundan ağır ceza· lara çarpıtırılmış iki Rus'un bir qf kanunu ile serbest bı· ralcılmalan. diğeri ise sayın Erkin'in ifadesiyle 'Türk Irkından birkaç Sovyet vatandaşı!" nın Moskojlara tesli· midir.

95


". . . Her iki jest yalnız lüzumsuz değil. aynı tehlikeli idi. Çünkü her ikisi de Rus­ larm gözönÜDde Türkiye'nin zifını göstermek­ ten başka bir mini. taşımıyordu. Hiçbir imll. Rus'u. hasmmm zifı kadar atılganlığa sevk etmez. (**). zamanda

İkinci Dünya Savaşı'nın Alman yenilgisi ile sona ermesinin kesinleştlği yıllarda, bir avuç Türkiye Türkçüsünün varlıklarında Türkçülüğü ve Turancılıği daracağına çekmekten ve Azerbay­ can Türklerini Ruslara teslim etmekten çekinme­ yen zihniyetin, bir de harbin ilk yıllanndaki punun tam tersi olarak gözüken tutumu vardır. Ikinci Dünya Savaşı'na ait gizli yazışmalardan yayımlananlar, bunu, açıkça ortaya koymaktadır. Bir kısmı Türkçeye de çevrilmiş olan bu gizli ya­ zışma1ar Almanlara aittlr. O yılların Almanya Dı­ şişleri Bakanı Ribbentrop ile Ankara'daki Alman Büyükelçisi Von Papen ve diğer Alman siyasileri arasındaki bu yazışmalar, milli şeflik hükümetinin Rus mahkümu Türklerle çok yakın­ dan (!) ilgilendigini ve hatta Türkistan'da bir Türk devletinin kurulmasım istedigini ortaya koymak­ tadır. Bu yazışmalann bir kısmının t�rcümeleri "Gizli Beıgeler" adlı kitapta verilmiştir. Işte onlar­ dan birkaç örnek:

"CumhurbaşkaDı lle birkaç gün önce yaptı­ ğım çok faydalı bir görüşmede. müteaddit de­ fa1ar Türkiye'nin. Rus devinin yenitmesiyle son derece yakmdau iIgilendiiini ve hiçbir propagandaum. hiçbir baskının. Türkiye'ye, çıkarlarımıza karşı tek adım bile attırmayaca­ ğı sözlerini işittim." (Von Papen'in, Alman Dı­ şişleri Bakanlıgına 5 Ocak 1 942 tarihli gizli yazı­ smdan (***) (**} FeridWl Cemal Erkin. Türk Sovyet 1ıişkileri Boğazlar Meselesi. Ankara 1966. 253_ Sf. -

(....*) Gizli Belgeler, 96

1 968, 55. Sf.

ve


"Başkan, görüşmemizin sonuna doğru sözle­ riyle objektif bir tarafsıztığm smır1armı iyice aşmış olduğunu belirtirken, şüphesiz, Mihver devletlerine sağlanan bu dolaysız desteğin, düşman tarafından uygun olmayan bir zaman­ da bilinmemesini arzu etmekteydi." (5 Ocak 1 942 tarthli aynı yazıdan) (****) "Numan (*) kendisinin ve Saracoğlu'nun (**) , Türkiye'nin, galip bir Rusya görmek istemedi­ ği yolunda bir şüpheye yer bırakmayan cevabı­ nı verdi." (Papenin, Alman Dışişleri Bakanlığı'na 16 Şubat 1 942 tarthli gizli yazısından) (***) . "Türkiye'nin genel durumunu ele alan gö­ rüşme sırasmda, dün Numan'a yaptığım. gibi, Rus meselesi üzerinde düşüncelerinin en oldu­ ğunu sordum. Bay Saracoğlu, bu konuda önce bir Türk, sonra bir başbakan olarak cevap ver­ mek istediğini söyledi. Türk olarak Rusya'nm tamamen yok olma­ smı tutkuyla istemekte idi. Rusya'nm yok edilme teşebbüsü Führer'in büyük ve her asır­ da anCak bir defa raslanabilecek büyük işler­ dendi. Rusya'nm yok edilmesi, Türk halkınm ebedi rüyası idi. Her Türk, hatta, yazı1armda İngiltere'yi tutan Hüseyin Cahit bile başka türlü düşünemezdi.

(*J o yılla"n Dışişleri Bakanı Numan Menemencioğlu. (**J O yıllann başbakanı Şükrü Saracoğlu. (""") Gizli Belgeler, 67. Sf.

97


(Papen'in Dışişleri Bakanlığı'na .27 1 942 tarihli gizli yazısından (****) .

Ağustos

"Türkiye Büyük Elçisi, bugün bana yeni el­ çilik müsteşannı tanıttı ve konuşmayı hemen, Sovyet böıgesinde yaşayan Türk - Moğol asıllı smır kabileleri üzerine çevirdi. Bu Türk Moğol kabilelerinin · yapacakları Sovyetlere karşı propagandaya dikkati çekti.. Hazar Deni­ zi'nin doğusunda bağımsız bir Türk Moğol devleti kurulabileceğine imida bulundu. Hüsrev Gerede, bunları sırasma getirip resmi olmayan tarzda söyledi. Fakat bu sözle­ rin tesadüfen ortaya çıkmış olduğunu düşün­ memek gerekir. Çünkü onlar, Ali Fuad'm, sayın Von Rapen ile olan görüşmesinde kul­ landığı ifadelere aynen uym.aktadır. Nitekim, Gerede, Bakü'yü, bütün halklDm Türk - Moğol dilini konuştuğu bir şehir olarak tarif ederek, probleme girmekten geri durmamıştır. (Alman Dışişleri Bakanlığı Genel Sekreteri Weiszaeker'in bakan Ribbentrop'a gönderdiği 5 Ağustos 1 94 1 tarihli gizli yazıdan) (*****)

"Türk Genel Kurmay Başkanı, Türk - Alman Dişkilerinin sadece TurancIlık temeline daya­ nabileceğini ifade etmiştir. (Alman Dışişleri Ba­ kanı Yardımcısı Hentig'in Alman diplomatlan Er­ mandadorf ve Wahramann'a gönderdiği yazıdan)

(*** ***)

(*n*) Aynı eser, 88-89. Sf. (*****) A ynı eser, 41 -42. Sf. (**"""") Aynı eser, 48'. Sf.

98


"Türkiye, .Almanya'nm Kafkasya'yı ele geçi­ receği ve çoğUnluğu müslim bir kısmı da Türk Moğol olan Kafkas halkmm kaderini tayin edeceği inancmdadır. Bu, Hazar Denizi'nin do­ ğusunda yaşayan ve Türkiye'nin, kaderlyle çok ilgilendiği Türk Moğol halktan için bir uyan olacaktır.

Alman D ışişleIi Bakanlığı Sekreter Yardımcısı Wehnnann'ın 23 Ocak 1942 tarihli gizli yazısına ekli noftan) (******) Alman ordularımn, kızıl Moskof ordularını 1s­ kambil kağıtları gibi deviIip Rus topraklarında ilerlemekte olduğu yıllara ait bu belgeler. milli şeflik hükümetinde nasıl bir havanın ve ne gibi fikirleIin bulunduğunu ortaya koymaktadır. Elçi­ lerden DışişleIi Bakanlarına ve başbakanlara kadar bütün .siyasileIimizin, Rus mahkümu Türk diip.yası hakkında beslernekte oldukları fikirleIin tek kelime ile ifadesi "Turancılık" değil midir'? O yıllarda. İnönü'nün muvafakatı olmadan

değil bir elçinin, başbakanın bile, bu derece mühim meselelerde kendi başına bir fikir ileIi sünnesinin imkansızlığı düşünülürse, esir Türk dünyası ile ilgili bu fikirlerin, kime kadar dayan­ ması gerekeceği kendiliğinden ortaya çıkmakta­ dır. O halde. 1 94 1 - 1 942 yıllarında, Turancılık ül­ küsüne bu d erece yakın görlinen İnönü' nün ru­ hunu ve karakterini çok iyi bilen rahmetli Kazım. Karabekir Paşa'nın bir hükmü, böyle bir yorum­ lamanın yapılmasına ışık tutacak mahiyettedir. Karabekir, Milli Mücadele'ye ait büyük eserinde, arkadaşının karakterini şu satırlarla dile getiri­ yor:

(*u*U) Aynı eser,

60. Sf.

99


". . . İsmet'in ahvil-i rfthiyesi, kavi ira­ �eye teslimiyet olduğunu bildiğim içindir ki, ıStanbul'dan aynıırken, bana olan büyük iti­ madma istinad ederek: "Bu dava, silih ile hal­ lolacak. Korkuyorum: ki seni münasebetsiz bir işe kanştıracak1ar." demiştim. (**) .

Ordumuzun bir başka büyük kumandam Ali ile, Lozan ' da İnönü ile bir yıla yakın ve gece gündüz beraber bulunan Dr. Rıza Nur da hatıralarında. Karabekir Paşa'nın "kavI iradeye teslimiyet" hükmünü kuvve1}endiren be­ yanlarda bulunmaktadırlar. Ali Dısan Paşa "Harp 'Hitıralanm" adlı 5 ciltlik eserinin Milli Mücadele' e ait bölümünün birçok yerinde bu hususa temas etmiştir: "Mustafa Kemal'in ver­

İhsan Sabis Paşa

y

diği emirleri, ona dayanarak, bir emirber sada­ katiyle ve gayretiyle. bir kukla intizamı ve hissizliğiyle yapmıştır." cümlesi bunlardan biri­ sidir. Dr. Rıza Nur da, Mustafa Kemal Paşa ' nın ,

İnönü hakkındaki bu hususa ait bir hükmunü şu satırlarla dile getiriyor: " . . . Hakkındaki fikri

kaç defa ağzmdan işittim. Şudur: demek, emirber nefer demektir."

İsmet

Milli Mücadele yıllarının ve daha sonrasının bu tanınmış değerlerinin İnönü hakkındaki bu fi­ kirleri, elbette, yabana atılacak hükümler değil­ dir, ve olamaz. Buna göre ve acaba. 1 94 1 - 1 942 yıllarında dünyayı kasıp kavuran Alman ordulan­ nın varlığında Hitler ve 1 944 - 1 945 te Avrupa'yı istila �den kızılordunun varlığında Stalin de. İsmet ınönü üzerinde böyle bir "kavi irade" rolü mü oynadılar? Bu sorunun kesin cevabını. elbette , tarih vere­ cektir. Fakat, daha şimdiden pek çok gerçek de, şüphesiz görebilen gözler için. gün ışığına çıkmış durumdadır.

(**) Kizım Karabekir. tstWil HarblmJz.

bul 1969. 173; Sf.

100

2.

Bs.. ıstan­


TÜRK'ÜN HAYATıNDA AYDIN Cemiyetlerin ilerlemelerinde, yükselmelerinde, maddi ve manevi alanlarda güç sahibi olmaların­ da. kısacası. üstün topluluklar haline gelmele­ rinde aydın sınıf diye anlandınlan okumuşların rolü büyüktür. Çünkü okumuş aklı. fikri. bilgisi, kalemi gibi birçok insani hünerleriyle. mensup bulunduğu cemiyetin ilerlemesinde ve yükselme­ sinde en büyük payı omuzlarında taşıyan. taşıya­ cak olan insandır. Tarihimize. yakın çağlarımıza ve günümüzün hadiselerine bu gözle bakınca. milletimizin aydın zümresi olan okumuşlanna. bu konuda iyi not vermenin pek m.ı1mkün olmadığı görülmektedir. Türk'ün yaratılışında bir saf1ık vardır. Mertlik. doğruluk. samimilik gibi vasıflarımızın bu saf1ık­ ta tesiri bulunduğu da şüphesizdir. Türk; yaban­ cılann. melek postuna bürünmüş şeytanlar ola­ rak oynamaya çalıştıkları ve oynadıklan oyun­ ların bu yüzden. çok kere . farkına vararnamış . bu sebepten tarihi boyunca maddi ve manevi kayıp­ lara uğramıştır. Ancak. bu yolda uğrarulan kayıp­ ların en ehemmiyetlileri ve en tehlikelileri. oku­ muşların kanm aları sonucu olanlardır. Çünkü cemiyetlerde söz sahibi bulunanlar. hayati mese­ leIerde hüküm verecek olanlar. okumuşlardır. Türk'ün okumuş sınıfının. hele yakın çağlar tarihimize, cemiyetine yeterli derecede yararlı 01mayışında. üstelik zaman zaman manevi varLığı­ mızda büyük yaralar açan davranışlarda bulunu­ şunda rol oynayan en mühim sebep. milli şuur noksanlığıdır. Yaşamakta olduğumuz yıllarda karşılaştığımız zorlukların, dertlerin ve Türki-

10 1


ye'yi, zaman zaman, büyük tehlikelerle karşı kar­ şıya bırakan hadiseleIin en büyük sebebi. bu milli şuur yetersizliği değil midir? Orhun kitabelerindeki o şiir gibi güzel ve ahenkli dilin. ilerleyen zaman ile birlikte gelişip daha güzel. daha mükemmel bir Türkçe haline gelmemiş. gelememiş olmasının günahını. islamlığa girişimizden sonraki çağ;1arın okumuş­ larının Arapça ve Acemce hayranlığında aramak gerekmez mi? Kendi güzel dillerini bir yana iUp. Arapçadan ve Acemceden kucak kucak kelime alan. bu yetmiyormuş gibi , yazı dilimizi o dillerin tamlamalan ve takılan ile doldunna yoluna giden. böylece güzel Türkçe'nin kendi imkclnlanyla gelişip bir ilim ve edebiyat dili olma:­ sını şuursuzca engelleyen okumuşlar değil midir? Okumamış veya okutulmamış:

Kimisi dağlarda gezer Kimisi incisin dizer Al giyen bağnmı ezer İlle mavili. mivili.. diye güzel Türkçesiyle şiirler yazarken: Pay-bend oldum ser-i zü1f-i perişinun görüb Nütkdan diişdüm leb-i 18'1-1 dÜl-efşinun görüb

şeklinde mısralar düzerek. Türkçeyi Tür�çelikten çıkarıp . büyük çoğunluğun anlamadığı. anla­ yamadığı hale sokan okumuşlar. hem de. bu zümrenin şöyle böylesinden dünya çapındaki bü­ yüklerine kadar olan okumuşlar değil midir? Aydın sayılan okumuşun. Türk'un hayatında­ ki en zararlı devri yakın çağlardadır. Bunda. eski devirlerin askeri ve siyasi üstünlüğünün yavaş yavaş sona enniş olmasının ve dolayısıyla oku102


muşun ruhunda. ileıi ve üstün batılı cemiyetlere karşı bir aşağılık duygusunun yer etmiş bulun­ masının rolü de az degildir. Tanzimat sonrası devresindeki Türkiyeli oku­ muşun. Türklük ağacım kemiren bir kurt halini alışının en mühim sebeplertnden biıisi de. mu­ hakkak ki. budur. Silaıı gücü ve siyaset kumazlı­ ğı ile üstünlük ve hakimiyet sağlamış batı cemi­ yetleri karşısında. Türkiyeli okumuş. kendini hep. dümen suyunda gitmeye mecbur ve mahkiim görmüştür. Okumuş. siyasi ise. devlet gemisinin rotasını şu veya bu devletin havasına göre ayarlamayı şart. hatta incelik saymıştır. Kalem sahibi ise. kalemini batı hayranlığı veya taklitçiliği yolunda kullanmıştır. Ancak. bu devrelerin okumuşunun en büyük. en bağışlanmaz günahı. yurt içinde yaşayan ya­ b ancılann devlete ve vatana karşı giıiştikleri sinsi ve düşmanca oyunlan görememesi ve bu tehlikeli körlük yetmiyormuş gibi. tehlikeleri sezen milletdaşlannın bu yoldaki tepkilerine karşı çıkmaya kalkışmalandır. Osmanlı imparatorluğu'nun geniş sınırlan içinde yaşayan çeşitli soylara mensup dilleri, din­ leri. gelenekleri. kültürleri, inançlan ayn. yani başka başka milliyetlere mensup unsurların "Os­ manlı! !" namı altında toplanıp tek millet (!Il ola­ bileceğine inananlar ve bu uğurda Türklüğü. Türk oluşlarını inkara kalkışanlar okumuşlar değil mi idi? Bu ham hayill uğrunda yıllarca ve yıllarca birçok okumuş gayret harcayıp durmadı mı? Yer yüzündeki bütün müsıüman1ann. tek dev­ letin sımrlann içinde toplarnp bir "İsıö.ın Mille­ tl?!" meydana getirmelerini isteyenler ve sa\-'cl.-

103


nanlar; bunun. Türk milletinin tarihten silinip gitmesi olacağını düşünemeyecek kadar kafasiz­ lık edenler de okumuş takım değ;il mi idi? Ve haJ.a, bu deli saçmasının ardında ömür tüketen. üstelik kurulacak "islim Dev� eti ! !" nin dilinin Arap,;a olmasını kabul edenIf" de okumuşlar ara­ sır . '.an çıkmıyor mu?

SULtan ABdülhamid'e karşı batıda düzenlenip aazırlanan. fakat bir tesaclüf sonucunda başan­ lamayan suikasdı. "Bir Lihza-i Teabbur" başlık­

lı şiirinde ele alıp. Türk sultanını öldünnek iste­ yen h ain enneniyi:

Ey şanb avcl! Dammı beybiide kurmadm, Attm, fakat yazık ki, yazıldar ki vurmadm . . diye "Ş&Dlı avcılık!" rütbesiyle mükMatlandıran şair. Türkiyeli bir okumuş d eğil mi idi? 1 908 Meşrutiyetinden sonra :

Türk, müsevi, nun , ermeni, Gördük bu riiz-i riişeni! diye şiirler (i) yazıp ; Türk'ü rum. ermeni ve yahu­ di ile birlikte aydınlık günlere erişmiş olarak ilan eden ve bu yüz karası mısralan besteleyip . dün­ yadan habersiz Türklere sokaklarda bangır b an­ gır bağırtarak s öyle tenler de o devrin okumuşlan olmadı mı? Cumhuriyetten sonraki yıllarda Türklük düş­ manlann ın "inkılapçılık" perdesi altında yürüt­ tükleri. tarihimizi ve bütün geçmişimizi inkar oyunlanna inananlar da ençok okumuşlar ara­ sından çıkmadı mı? Osmanlı sultarılanndarı "bain pad.işahlar?" diye söz edenler. bu suretle dünya tarihinin en büyük kahramanlanm. en de­ ğerli devlet adamlarını. kısacası Türklüğün öğünçleri olan insanlan çamura bulamaya yelte­ nenler de bu ga:filler değil mi idi?


1 908 Meşrutiyetinden sonra olduğu gibi, 1 950 demokrasisinden sonra da, milletimizi, birbirine karşı kütleler haline getirenler de aydın geçinen okumuşlar olmadı mı? Hele 1 957 1960 yıllan arasında Türkiye Türklüğünü Türk ile Moskof de­ recesinde birbirine düşman hale getirenler de bu zümre değil mi idi? Bu suretle saf ve temiz Türk köylüsünü; kahvesini, hatta mezarlığını dahi bir­ birinden ayıracak hale sokmak suretiyle, siyaseti, bir milli felaket haline sokanlar da okumuşlar ol' mamış mı idi? Türk nesillerini en yakın çağların milliyetçi ve sanatçı kalemlerini dahi okuyup anlayamayacak hale getirmek Moskova'da düşüncesiyle tezgahlanıp Türkiye'de uygulanmaya başlanan "Öztürkçecilik!!!" adlı uydurma dili hemen be­ nimseyen, o dille yazıp konuşinaya başlayan da, rüzgarın önündeki kuru yapraktan pek farkı ol­ m ayan okumuşlar değil midir? Bu gayretle, oku­ yup yazması olmayan Türklerin dahi bilip kullan­ dığı Arapça veya Farsça'dan alınmış kelimelere: "Türkçe kökten değiller! !" diye sırt çeviren, fakat batıdan lüzumlu lüzumsuz alınan sezon. müzik.

ekonomi. sosyal. kruvazman. so10. endüstri. matematik. enflasyon. kompozisyon. parti. teknik, modem proje. kontenjan. veto. şampi­ yon. enternasyonal. döviz vesaire gibi yüzlerce

yabancı kelimeyi rahatlıkla kullanarı, böylece "Öztürkçecilikl" yaptığını sanacak kadar da şaşkınlaşan da bu "aydın kişi! !" ler değil mi? Türkçe'nin, imlası .olmayan bir dil haline gel­ mesi de okumuşun bir marifeti değil midir? Başka ülkelerde, okul kitaplarında raslanan imla yarılışlanndan dolayı bakanlar sorguya çekilir, hatta iskemlesinden aynlmak zorunda kalırken,

lOS


Türkiye'de yanlışsız bir resmi yazıya raslamanın çok güç olmasının sebebi nedir? Çünkü okumuş. Türkçenin basit imla kurallanm dahi bilememek­ tedir. Bilseydi. mesela. her gün birkaç kere bindi­ gi resmi hizmet arabalarının üzerindeki : "Resmi hizmete mahsustur" yazısındaki "resmi" kelime­ nin ismin "i" hali gibi "Resmi hizınete mahsus­ tur' şeklinde yazılmış olduğu, bir gün elbette gö­ züne çarpar, o yanlışı düzeltme yoluna giderdi. Şu kadar yüzyıllık ilim , medeniyet ve edebiyat merkezi istanbul'un dolmuş duraklanna: "Bekle­ me yapılmaz" incisini yazdıran kırılası elin sahi­ bi de. dile sırt çevirmiş okumuşun hazin bir öme­ gi değil midir? "Bekleme yapmak!!" ne demek­ tir? Istanbul'un çingenesinin ağzından bile bu derece korkunç ve münasebetsiz bir laf çıkacagı. çıkabileceğ;i şüphelidir. Son yıllann Türkiye'yi yıkma yolundaki kor­ kunç hareketleri sırasında apışıp kalan ve devlet gemisini selamet kıyılarına ulaştıracak tedbirleri, sanki büyülenmiş}er gibi, bir türlü alamayan si­ yasiler de bu yurdun okumuşları değil mi idiler? Tarih boyunca sürüp giden bütün bu eksiklik­ leıin. aksaklıkların, ahmaklıklann ve devleti felaketin kucağına atacak derecede korkunç dav­ ranışların en mühim sebebi, okumuşun, yetersiz öğrenimidir. Hangi yüksek öğrenim kapısmdan

diploma alıp çıkmış olursa olsun Türldüğün meselelerinden ve dünyada oynanan oyunlar­ dan. çağımızm fikir kavgalanndan haberi ol­ mayan bir okumuş. kendisi için bir eksik adam. cemiyeti içinse dert ile bela arasmda bir yaratıktır.

106


Günümüzün dünyası. korkunç bir dünya ol­ m uştur. Cemiyetlerin kaderinde derece derece söz sahibi olarak okumuşlann. onun için. bugü­ nün dünyasının gerektirdiği şartlara göre yetiş­ mesi. yetiştirilmesi kaçırolmaz bir zaruret halini almıştır. Yurdumuz. çevresi büyük milli davalar ardın­ da bulunan devletlerle çevrili bir ülke olmuştur. Milli davaların cemiyetleri ne derece güçlü toplu­ luklar haline getirdikleri. artık. bilinmeyen bir şey degildir. Böyle bir cografyada yaşamakta olan bir cemi­ yet için en büyük manevi silah milli şuürdur. Bilgi. ancak. milli şuür ile birlikte oldugu zaman bir deger .kazanabilir. Çünkü insanlar bu büyük manevi silaha sahip bulunduklan nisbettedir ki b ilgilerini cemiyetlerinin büyük menfaatlan yo­ lunda kuıl anm a yoluna giderler. Milli şUÜTdan yoksun kişilerin bilgileri ise sadece kendi çıkarla­ rı yolunda fayda saglar. Evet. . Okumuş; milli ruh. milli şuür ve milli terbiye ile yetişmemiş bir kişi kaldığı müddetçe. ondan . . içinden çıktıgı millete . sayesinde rahat yaşadığı devlete ve kendini doyuran vatana can­ dan hizmet beklemek b oştur. Bu manevi silahlarla pusatlanmamış okumuşlar. cemiyetle­ rinin sırtında manaSlZ birer yüktürler. O smanlı İmparatorlugu'nun son çaglanndaki münevver"in Cumhuriyetin son otuz küsur yılında "Çeyrek aydın" haline gelmesinin en mühim sebebi budur.

"yan

Günümüzün en mühim meseleleıinden birisi de "gerçek aydm" yetiştirme yolunda hemen ha­ rekete geçmektir. Bizim için gerçek aydm.

Türklük ruhu ve şuuru ile yetiştirilecek Türk­ tür.

107


DEVLET ADAMı VE GAFLET Gaf1et. bütün insanlar için kötüdür. Fakat devlet adamları için çok daha kötüdür. Hele milli konular üzeıinde olursa, o zaman, kötülüğün çokluk derecesini de aşarak korkunç bir hal alır. Türkiye'nin yakın çağlar tarihi bu cnis misal­ lerle doludur. Hele Tanzimanan bu yana olan ta­ ıihimizi şöyle bir hatırlamak, devl d adamlanmız­ daki bu korkunç gafletin örn, ıdeıi ile bol bol -karşılaşmak için yeter. Tanzimat sonrasının "osn l 3Ilhcllık" ham haya­ li, devlet adamlarımızda görülen korkunç gafletin en ibret veıici önıekleıinclcn biridir. Son İmparatorluğum'.lzun sınırları içindeki çe­ şitli soylardan bir "OsDıanlı milleti" meydana ge­ tirmek fikıi, ancak , idaremiz altındaki yabancı milletleri eıitmek veya uyutmak siyaseti olmak gerekirdi. Fakat aksine, bu uydurma millet haya­ li, bizim aydınlarımızı ve dolayısıyla devlet adam­ lanmızı bir fikri h astalık gibi sanuıştır. Türklüğü­ muzu reddedip uydurma "Osmanlı milleti" hayaline kapılışımız ve bu korkunç gafleti 1 908 sonralarına kadar devam ettiıişimiz işte, bunun sonucudur. Bu korkunç gaflet, cumhuıiyetten sonra da devam etmiştir. Ve bugün de hala, çeşitli kade­ melerdeki devlet adamlarımızın kafalarında yaşa­ maktadır. Bir çok milli meseleler ve hele Türkçü­ lük ülküsü üzerindeki tutum ve davranışlar, bunun reddolunmaz delilleridir. Milletler, ancak, kendi hayat felsefeleri olan milliyetçiliklerine sarılmak suretiyle, insanlığın üzerinden hiç eksilmeyen büyük kasırgalara

108


göğüs gerebilirler. Türk milletinin, kendi hayat felsefesi olan Türk milliyetçiİiğini, yani Türkçülü­ ğünü, kendisi için mutluluğa götürecek tek ışık olarak kabul etmeye mecbur oluşu da bu sebep­ tendir. Yani, Türkçülük ışığına sırt çevirmek su­ retiyle devlet gemisini yürütmemiz asla mümkün değildir. Böyle bir ışıktan yoksun bir geminin, kayalara bindirrnesi her zaman mümkündür. İ�te Türkiye, nice yıllardan beri böyle bir gemi durumundadır. H ayat dalgaları arasında gelişi güzel yalpa vurup durmasının sebebi budur. çünkü geminin, tayfalanndan kaptanına kadar birçok hizmetlisi, çok kere. kendilerine yol göste­ recek ışıktan, yani Türkçülükten ürkmektedirler. Bu ürküntü, Türkçülük fikrinin, yurdumuzda­ ki Türk olmayan vatandaşları kuşkulandıracağı temeline dayandınlmak istenmektedir. Böyle bir düşünce ise: devletin sahibi olan ve Türkiye nü­ fusunını onda dokuzunu teşkil eden Türklerin, onda bir nisbetindekiler için, milli ülkülerinden vaz geçmelerim istemeklen başka bir şey değildir. Türkçülükten ürken ve ona sırt çeviren devlet adamı, bu korkunç gafletini, ince ve başarılı bir siyaset sanacak kadar da fikirsizdir. o, Türkiye vatandaşı oldukları halde. başka soylann şuuruna sahip bulunan ve Türklük davasından ayrı davalar ardında olanların bu ince (!) siyaset ile aramızda eriyip zararsız hale geleceği hayalin­ de dir. Bu düşüncenin, osmanlıcılık siyasetini. hortlatmak gayreti olacağına onu inandırmak imkansızdır. Çünkü kafası, 1 944 teki Türkçülük düşmanlığı sırasında ekilen ihanet tohumlannm tortulan ile doludur. Osmanlıcılık ham hayalini benimseyen ve Türkçülüğü inkar eden devlet adamı, Türkiye 'yi

109


uçurumun kenanna kadar itmişti. Ondan pek farklı olmayan bugünkü davranış bizi nerelere kadar götürür? Bunu da ciddiyetle düşünmek ge­ reklidir.

Türkçü1ük, Türk milletinin ülküsüdür. Bir millet. ülküsünden korktuğu değiL. ona dört elle sanıdığı takdirde kazanır. Milletin ülküsüne sarı­ hp yücelmesine ise, üst basamaklardaki devlet . adamına düşen vazife büyüktür. Her toplumun içinde, kendinden olmayan ve taşıdığı milli şuur dolayısıyla erimesi de imkansıZ Wlsurlar vardır. Devlet adamının vazifesi. onlan topluma zarar vermeyecek bir halde tutmaktır. Bizim devlet adamlarımız da bu doğru yolu seçmek zorundadırlar. Böyle yapmazlar da, bir boş hayal uğruna milli ülküye karşı kalmakta devam ederlerse, bu korkunç gaflet. günün birin­ de ihanet haline de gelebilir. Devlet adamlanmız artık gözlerini açmalı , de­ nenmiş ve iflas etmiş hayallere bel bağlamaktan, taWldan kaçar gibi kaçmalıdırlar.

Çağımız, milliyetçilik çağıdır. Yükselmek ancak. milliyetçilik yolundan giden milletle­ riD ha.k.k.ıdır. Onun için Türklerin, bütün var­ lıkları ile sanlacak1an tek fikir. Türk milliyet­ çiliği, yani Türkçüıüktür. Bu gerçeği arılaya­ mayan devlet adamı değil. adam bile sayılamaz.

1 10


SİYASİLERİMİz SARAN KORKUNÇ GAFLET Türkiye için. bugün üzerinde durulması gerek­ li tek mühim konu. komünizm m eselesidir. Artık . ekmek ve su gibi en lüzumlu maddeler dahi. ko­ münizmden sonra düşünülmesi gerekli şeyler ha­ line gelmiştir. Çünkü komünizm Türkiye'nin var­ lığını korkunç şekilde tehdit etmekte ve bu tehlike günden güne daha gözle görülür bir hal almaktadır. Bir benzetme ile dile getirmek gere­ kirse bugün Türkiye. vahşi bir onnanda korkunç bir canavarla karşılaşmış bir insan durumunda­ dır. Böyle bir insan için o andaki tek mesele, nasıL. hayatını kurtarmaksa ve bunun dışındaki bütün meseleler nasıl bir mana taşımazsa. Türki­ ye için de bu durum aynıdır. Komünizm canava­ nm yere senneden. yani milli varlığımızı garanti altına almadan yapılacak hiç bir hareketin manası olmayacaktır. Komünizmle mücadele. ancak. devlet eliyle ya­ pıldığı takdirde verimli olabilir. Şahıslaiın veya teşekküllerin mücadeleleri de faydalıdır ama. bu şekildeki mücadeleler hiç bir zaman komünizmi yok edemez. Çünkü komünizm bir devlet eliyle ve devlet imkanları ile yürütülen bir harekettir. Böyle bir hareketi de ancak. hedef olan devlet, kendi imkanlarıyla anlayabilir. Tıpkı. bir ülkeye saldıran bir düşman ordusunu. şunun bunun meydana getireceği denne çatma kuvvetlerin değiL. ancak o memleketin ordusunun durdurabi­ leceği gibi. . .

III


Komünizmle mücadele bir devlet işi olduğu için, bu konuda en büyük vazife, elbette ki, siyasilere düşer. Başta hükümet üyeleri olmak üzere, bütün partilerin saflarında yer almış bulu­ nan bütün siyasilere . . Milletim�in, omuzlanna büyük ve şerefli bir sorumluluk yüklediği Türkiyeli siyasiler, bu vazi­ felerini yapabiliyorlar mı? Bu soruya "evet!" demek mümkün değildir. Bir çok sebepler, siyasilerimizi, bu en mühim . mesele ile uğraşmaktan uzak tutmaktadır : Siyasilerimizin bir kısmı, komünizmin, devleti­ mizi uçuruma itmekte olan bir tehlike olduğunun pek farkında değildir. Bir kısmı, bu büyük tehli­ keyi anlamakta, fakat parti çatışmalan yolundaki yüksek (!) hizmetleri ön plana almayı tercih ettik­ leri için bu millet vazifesini rafa koymak zorunda kalmaktadırlar. Tehlikenin korkunçluğunu bilen şuurlu memleket evlatları iSe, bilinmez neden, bu en büyük belaya karşı koymanın çaresini bulma yolunda bir harekete, bir türlü geçememektedir­ ler. Bugün Türkiye'deki komünizm tehlikesini gör­ memek için körden de öte bir körlük; bu tehlikeyi anlayıp tedbirlerini almarnak içinse ihanetle ku­ caklaşacak derecede korkunç bir gaflet içinde yüzrnek gerektir. Çünkü ate� öylesine bacayı sar­ mıştır. Buna rağmen bu tehlikeyi önlemek yolun­ da hiç bir ciddi hareket görülmemektedir. Siyasi­ leıimizin tedbir alacak yetkidekileri de, bu yetki sahiplerini uyaracak mevkidekileri de sanki bir ölüm uykusundadırlar. İ fritin başını ezmek için, elbette, sert kanunlar lazımdır. 1 965 ekiminden beri lafı edilen bu kanun nerede? "Aşın akımların karşısındayız!" 1 12


cinsinden beğlik sözler. yahut temeli atılan veya işlet meye açılan tesislerin işsizliği ve fakirliği ön­ leyeceği iddialan . ağz ından kızıl salyalar akan ko­ münizmi durdunnaya yeter mi? Türkiye adlı tarihi ve şanlı gemınin dümeni ellerine teslim edi1enler nerede?

İfritin soluğunu kesmek için. maarifte. göz kırpmadan uygulanması gereken milli ve milliye l­ çi bir müfredal programı laz ı m dır Yelişmel"le olan nesiliere milli ruh ve şuür vemıez. onları Türklük sevgisi ve Tü rk lüğe hizmet aşkı ile dol­ duramazsak . milyonlar harcanarak yapılan kor­ k unç komünizm propagandasından gençlerimizi nasıl kurt arah ili riz? Bu müfredatı hazırlalacak Bakan veya l l ükümel ile. bunun maariCin birinci meselesi old uğu ı ıa inanıp onu bu inançla uygula yacak ma a ri l�� i kr nerede? .

­

Komiinim ıin. sosyalizm elbisesine bürünmüş olarak nerderimize kadar sızmış olduğunu ve karşısında devlet yumruğunu görmeyen bu iha­ netin daha nerelerimize kadar sızmasının mu­ kadder bul ıınduğunu düşünecek siyasi ka fa kal­ madı mı? \1illi iradenin iktidara gelirdiği siyasi teşekkülün dümen mevkiindekilere. içlerinde ki m illiyetçiliğe yakın grubu temizlerneye çal ışmak niçin. kom ünizmle mücadeleden daha ehemmi­ yetli görülüyor'? Öteki iri siyasi teşekkülün baş ı ı ı dakilerin. hiç b ir ciddi manası olmayan o rla i l l i i solu!" teraıı,esine yapışıp da gır tlağı m ıza uzat ılan hançeri görmemezliklen gelmelerine karşı . bu parti saflarındaki iyi niyetli ve milli gayret sah i b i kişiler. niçin seslerini ç ıka rm ıyor l ar? V e ni hayet öteki küçük partiler mensuplarından . tehl ikeyi gönnemelerine imkan olmayanlar. i 969 seçimi h e s a pları nd a n daha önemli meseleler bulundu­ ğunu nasıl duşünemiyorlar? "

1 13


Komünizmle mücadele bir devlet işi olduğu için, bu konuda en büyük vazife, elbette ki, siyasilere düşer. Başta hükümet üyeleri olmak üzere, bütün partilerin saflarında yer almış bulu­ nan bütün siyasilere . . Milletimizin, omuzlanna büyük ve şerefli bir sorumluluk yüklediği Türkiyeli siyasiler, bu vazi­ felerini yapabiliyorlar mı? Bu soruya "evet! " demek mümkün değildir. Bir çok sebepler, siyasilerimizi, bu en mühim mesele ile uğraşmaktan uzak tutmaktadır : Siyasilerimizin bir kısmı, komünizmin, devleti­ mizi uçuruma itmekte olan bir tehlike olduğunun pek farkında değildir. Bir kısmı, bu büyük tehli­ keyi anlamakta, fakat parti çatışmalan yolundaki yüksek (!) hizmetleri ön plana almayı tercih ettik­ leri için bu millet vazifesini rafa koymak zorunda kalmaktadırlar. Tehlikenin korkunçluğunu bilen şuurlu memleket evlatlan ise, bilinmez neden, bu en büyük belaya karşı koymanın çaresini bulma yolunda bir harekete , bir türlü geçememektedir­ ler. Bugün Türkiye'deki komünizm tehlikesini gör­ memek için körden de öte bir körlük; bu tehlikeyi anlayıp tedbirlerini almamak içinse ihanetle ku­ caklaşacak derecede korkunç bir gaflet içinde yüzrnek gerektir. çünkü ateş öylesine b acayı sar­ mıştır. Buna rağmen bu tehlikeyi önlemek yolun­ da hiç bir ciddi hareket gÖ1Ülmemektedir. Siyasi­ lerimizin tedbir alacak yetkidekileri de, bu yetki sahiplerini uyaracak mevkidekileri de sanki bir ölüm uykusundadırlar. İ fritin başını ezmek için, elbette, sert kanunlar lazımdır. 1 965 ekiminden beri lafı edilen bu kanun nerede? "Aşın akımların karşısındayız!" 1 12


cinsinden beğlik sözler. yahut temeli atılan veya işletmeye açılan tesislerin işsizliği ve fakirliği ön­ leyeceği iddialan. ağzından kızıl salyalar akan ko­ münizmi durdunnaya yeter mi? Türkiye adlı tarihi ve şanlı geminin dümeni ellerine teslim edi­ lenler nerede? İfriUn s o lu ğu n u kesmek için, maarifte , göz kırpmadan uygulanması gereken milli ve milliye t ­ çi bir müfredat programı lazımdır. YetişmeMe olan nesillere milli nıh ve şuür vemıez, onları Türklük s{�vgisi ve Türklüğe hizmet aşkı ile dol­ duramazs cı k . m i ly onl ar harcanarak yap ıl an kor­ kunç komünizm propagandasından ge nçl erim izi nasıl kurtanıbiliriz? Bu müfredatı hazırlalacak Bakan ve ya H ük ü m e t ile. bunun maarifin birinci m eselesi ö lduğu n a inarup onu bu inançla uygula­ yacak maaıil�:ikr nerede? Komüni,:min. sosyalizm elbisesine bürünmü.ş olarak nen�lerimize kadar sızmış oldıığunu ve karşısında devlet yumruğunu görmeyen bu iha­ netin daha nerelerimize kadar sızmasının mu­ kadder bul unduğunu düşünecek siyasi kafa kal­ madı mı? �'v1illi i radenin iktidara getirdiği siyasi teşekkülün dümen mevkiindekilere. içlerindeki milliyetçiliğe yakın grubu temizlerneye çalışmak niçin , kom ünizmle mücadeleden daha ehemmi ­ yetli görülüyor'? Öteki iri siyasi teşekkülün başıı i dakilerin . hiç bir ciddi manası olmayan o rta11 11 i solu!" teranesine yapışıp da gırUağımıza uzat ıl a ı ı hançeri görmemezlikten gelmelerine karşı . hu parti saflarındaki iyi niyetli ve m ill i gayret sa hibi kişiler. niçin seslerini çıkarmıyorlar? Ve ni h aye t öteki küçük partiler m ensu pları n d a n t ehlikeyi gö rm em e l eri ne imkan olmayanlar. ı 969 seç i mi hesaplarından daha önemli meseleler bulundu­ ğunu nasıl düşünemiyorlar? "

.

1 13


Onlara. büsbütün düşünemiyorlar demek de mümkün degil. Bu meselenin siyasiler arasında hem�n hemen her gün konuşuldugunu da biliyo­ ruz. Işin garip. akıl almaz ve insanı çıldıratacak tarafı da zaten bu degil mi? Devletin en yüksek müessesinin çatısı altında toplanmış okadar insan. bu korkunç tehlikeyi görsünler. birbirle­ riyle ve dışardaki tanıdıkları ile Tanrım günü ko­ nuşsunlar. tedbirin şart oldugunu söyleyip dur­ sunlar ve sonra da herkes kendi havasına dalıp gitsin?! Komünizm. agır fakat emin adımlarla ilerle­ mektedir. Bütün müesseselerimiz! sara sara iler­ lemektedir. Davranmak için daha ne bekliyoruz? Devlet teknesinin kaptan köprüsünde oturan­ lar da. o mevkiin hasretiyle yananlar da. millete beş paralık faydası olmayan meselelerle uğ;raş­ mayı bırakıp ufuklarımızı· saran kızıl alevleri sön­ dürmenin en büyük vazife olduğunu. acaba. ne zaman düşünebilecekler? Atalarımız Gök Türklerin, üstte gök çökmez. altta yer delinmezse. kimsenin sarsamıyacağ;ına inandıkları Türk devletini bugünkü son kalesinin duvarları çatırdamaktadıf. Kendilerini ihtirasın pençesine kaptırmış bulunanlar. bu çatırWarı duyamıyacak kadar sağ;ırlaşmış gibidirler. Fakat ya kulakları sağ;ırlaşmayanlar? Evet ya sizler, va­ tansever Türk evlatları, ya sizler? Sizlerin: bu asil, büyük. fakat talihsiz TürkIye için sizlerin de yapabileceginiz bir şey kalmadı mı?

1 14


FiKiRSİZ AYDıNLAR Türkiye'nin talihsizliklerinden birisi de , fikir sahibi aydının az oluşudur. Aydınlann, mille t ha­ yatındaki rollerinin büyüklügü düşünülürse, mil­ let hayatındaki rollerinin büyüklügü düşünülür­ se, bunun küçümsenecek bir talihsizlik olmadığı ?J11aşılır. Çünkü aydın, milletin kafası demektir. Insanlar gibi milletlerin de kendilerini sevk ve idare etmeleri için kafaya ihtiyaçlan vardır. TürkiYP'nin aydın kadrosunda yer alanlann içinde , mesleki alanda sivrilmiş kimseler çoktur. eserleriyle ilim dallarında otorite sayılan profesör­ ler vardır. Büyük inşaat yapmış degerli mühen­ disler vardır. Mesleklerindeki kudretleri dillerde gezen avukatlar vardır. Şöhretli doktorlar, tanın­ mış maliyetciler ve iktisatçılar vardır. Fakat he yaiık ki, Türkiye'mizin aydın kadrosunda yer alan bu insanların pek çogu, sadece meslekleri­ nin adamıdırlar. Milli kültür sahibi degildirl�r. Dünyanın ve memleketlerinin bugünkü mühim meseleleri nelerdir. bunlardan pek haberleri yok­ tur. M emlekeUe çarpışan fikirlerden hangisi mil­ letin yararına, hangisi zararına, bunu da pek bil­ mezler. Yani, sözün kısası. Türkiye'nin aydın kadrosunu meydana getiren insanların çogu fi­ kirsiz kişilerdir. İşte bu fikirsizlikten dolayıdır ki Moskof ajanı ve Türklük düşmanı Nazım Hikmet'in hapisten çıkanlması için yerli kızıllar kampanya açtıklan zaman, bu hainin hürriyete (!) kavuşması için imza atan profesörler olmuştur. Bunun içindir ki, en büyük inşaatı batılı meslekdaşlan kadar başa­ rı ile yapabilecek mühendislerirniz içinde, mesela, "milliyetçilik" denince dudak bükenler,

1 15


çekinenler, hatta korkanlar görülür. Bu sebeple­ dir ki, hitabette Çiçeron' a yaklaşan nice avukatı­ mızın içinde, bir kürsüden bir memleket meselesi üzerinde konuşma yapana rastlamak adeta mu­ cize gibidir! Bu yüzdendir ki, en ümitsiz h astalan bir neşterle veya yerinde bir teşhisle kurtaran nice doktorumuzun tek gayesi apartıman veya otomobildir. Günümüzde, bir insanın aydın sayılabilmesi için. yalnız yüksek öğrenim yapması ve mesleği alanında yükselmesi yetmemektedir. Bu seviyeye ulaşmış bir insandan . mensup olduğu cemiyet de gerekli yardım ve faydalı gördüğü takdirdedir ki o kimse gerçek bir aydın vasfım kazanabilir. Bu da, dünyan ın ve menılekelin gerçeklerini bilmek, yani fiki r sahibi olmakla mümkündür. Bugün d ünya ve d ü nyan ı n bir parçası olan Türldye'de hangi fikirler b u l un m a kta bunlar birbirleriyle nasıl m üceıdele e t m ek te ve heıngileri nasıl taktik­ ler güderek üstünlül{ sağlam al{ t a dı r? Bu fikirler arasında Türk aydınının, milletine ve memleketi­ ne faydalı oldu u için savunacakları veya aksi d urumları do l ayı s ıyla karşı duracakları hangileri­ dir? Faydalıları nasıl s avu n ulu p yayılabilir, diğer­ leri nasıl çürü.tüıür? Bunları bilmeyen , bu uğur­ da emek h arcamaktan kaçınan, h atta bugünkü dü nya şartları karşısında bu yolda m ücadeleye girişmeyen aydın, memleketinin ve milletinin değil , sadece kendisinin aydınıdır. .

g

Türk iye ' m izi n. za man zam a n yapılmak istenen hamlelere rağmen bir türlü kalkınamayışının en

mühim sebeplerinden birisi de hiç tereddüt etme­ den söyleyebiliriz, bu tip memleket aydının azlığı­ dır. Ç ünkü cemiyetlerin meselelerini benimseyip onları h alledecek olan ancak ve ancak aydınlar-

1 16


dır. Devlet makinesinin maddi ve manevi kollan­ nı tutan aydınlar, meseleleri bilen ve cemiyet menfaatlanm şahsi çıkarl ann üstünde tutan fikir sahibi aydınlar olmadıkça, güzel yannlar ummak boşuna bir hayaldir. Bugün, Türkiye'nin aydın kadrosunda yer alanlar içinde fikir sahibi olanlar, ne yazık ki, çok azdır. Büyük kısım, kendi kendilerinin aydım olanlar, yani müteahhit mühendisler, ,apartıman­ cı doktorlar ve benzerleridir. Bunlara, çalışmala­ rını millet ve vatan aleyhine yöneltmiş olan menfi aydınlan da eklersek, Türkiye'mizin bugünkü aydın gerçeğini belirtmiş oluruz. Türkiye'nin pekçok şeye ihtiyacı vardır. Bunla­ rın en mühimlerinden birisi de fikir sahibi mem­

leketçi aydındır. Bu gerçek adının artması, arttı­ rılması bir zaruretÜr. Çalışmalannı memleket aleyhine yöneltmekte olan menfi aydınlarla, yal­ nız kendilerinin aydını olmayı yeter bulanlar ve b u suretle de menfi aydınlara bilmeden yardımcı­ lık edenlere karşı, bir avuç şuürlu .. fikir sahibi ve memleketçi aydın, Türkiye'nin kaderine hakim olamaz. Olmadıkça da, sevgili Türkiye'miz, nice yıllardan beri olduğu gibi, bocalar durur. Yannımıza emniyetle bakabilmenin en mühim şartlanndan biri, gerçek aydının sayısını arttır­ maktır. Evet. gerçek aydın. . . Milli kültürü ve şuuru olan, memleketçi, milliyetçi, fikir sahibi aydın . .

1 17


GERÇEK AYDIN, SÖZDE AYDIN Türkiye'de iki türlü Aydın vardır: Gerçek Aydın. Sözde Aydın. . . Gerçek aydın, memleketçi aydındır. Memleket­ çi aydın; bilgisinin, zekasının, emeğinin gerektiği kadarını yurdu ve cemiyeti için kullanmayı ola­ ğan bir vazife sayan; ayrıca Yurt ve Dünya mese­ leleri hakkında temelli bilgileri bulunan aydındır. Sözde aydın, memleketçi olmayal! aydındır. Memleketçi olmayan aydın: bilgisini, zekasını ve emeğini sadece kendisi için kullanan; ayrıca Yur­ dunun ve Dünyanın meseleleri hakkında temelli bilgisi bulunmayan aydındır. Bugün. çeşitli öğrenim derecelerini aşmak, hatta bunların bir kısmını ileri sayılan başka ul­ kelerde tamamlamak. yabancı dil öğrenmek, yahut bir meslek veya bilim dalında en yukan basamaklara kadar çıkmak dahi. bir insanı gerçek aydın olmasma yetmemektedir. Bir hukuk. tıp v�ya başka meslek adamı dü­ şünelim. Bu adam. cilt. cilt eserler yazmış. kendi dalında yüksek basamaklara çıkmış ve mesleği alanında söz sahibi bir kimse haline gelmiş bu­ lunsun. Böyle bir adam memleketçi bir kafa ve ruh taşımıyor. milletine borçlu olduğu hizmet ve fedakarlıkları yapmıyor, fikir akımlarından ve bunlann yurdu tehdit edenlerinden habersiz ya­ şıyor. yahut bildiği halde onlarla ilgilenmiyor, yalnız kendi işleriyle uğraşıp duruyorsa. bu adam. hangi kültür seviyesinde bulunursa bu­ lunsun. asla gerçek aydın değildir. çünkü o, kendi kendinin aydımdır. Kendi kendinin aydını olan insan da gerçek aydın sayılamaz.

l lS


Bu, cemiyet hayatının her alanı için böyledir. Sade meslek ve bilirri mensupları degil, devlet adamları, sanatçılar, askerler gibi belirli seviye­ deki herkes için durum aynıdır. Çünkü aydın, çevresini aydınlatacak adamdır. Bunun için hem memleketçi olması, hem de memleket meselelerini bilmesi şarttır. Çevresini kendi çıkarının kaynak ve vasıiası gibi gören, dünya ve hele yurt meseleleri hakkında gerekli bilgilere sahip olmayan bir aydın, bu ruh ve bilgi­ sizlikle çevresine nasıl aydınlık getirebilir? İyi bir mühendis, hünerli bir avukat. usta bir doktor, degerl1 bir ögretmen, başarılı bir siyasi olmak, elbette ki bir meziyettir. Fakat bu mezi­ yet. bir insanın gerçek aydın olması için kafi de­ gildir. Böyle bir h ünere sahip bir okumuş, bu hüne­ rini, cemiyetinin faydası yolunda kullanınıyor, milleti için harcamaktan kaçıyor, bilgisinin ve emeğinin yurduna yararlı olmasını düşünmüyor­ sa; o hünerin . o bilginin ve o insanın, millet için değeri nedir? Böyle bir hünere sahip bir okumuş; dünyada ve özellikle Türkiyede ne gibi fıkir akımları bu­ lunduğunu. bunlardan hangilerinin birbirini des­ teklediğini . hangilerinin birbirine karşı olduğunu. mücadele yollarını ve taktiklerini, Türklügü teh­ dit derecelerini , güçlerinin ve imkanlarının sının­ nı ve bunlarla nasıl mücadele edilmesi gerektigini bilmiyorsa. o hünerin. o bilginin ve o insanın o cemiyet için manası nedir? Milletlerin hayatında aydınların rolü büyük­ tür. Çünkü cemiyetlere yön verecek, onları millet­ ler arasındaki hayat kavgasında ayakta tutacak aydınlardır. Bundan dolayıdır ki, aydının. bu va-

1 19


zifeyi yap ab ilece k güçte olma� ..:Tekir. Bu da. ayd ının kendi çıkarlan için yaşayan k en d i kendi­ nin aydın ı d eğil memlekelin istediği. memlekelçi .

.

aydın olmasıyla mümkündür. Türkiye nin yakın çağlardaki talihsizliklerin­ den birisi de yeteri kadar gerçe k ay d ına sahip 01mayışıdır. Gerçek aydının azlığı, meydanı sözde aydınl ara bıraktığı için, Türkiye. aydınsız bir ülke gibi, tes ad üfl e ri n ve talihin ellerinde kalmıştır. D urum bu gün de yakın geçm i şte kinden farklı de ğild ir. Hatta da ha da kötüdür. Çünkü. y alnız kendileri için yaşayan ve mem l eke t meselelerin­ den habersiz sözde ayd ı n çoğunluğuna. bugün b ir d e me m leke t al eyh inde ki malum "Aydın Ki­ şiler!" eklenmiştir. Sözde aydının bencilliği ile ötekinin ş u urlu ve sistemli yıkıcılığıdır Id. yurdu. çıkmazlara sürüklemiştir. Tü rkiy e ni n milli varlığının devamı ve yarınının garanti altına alınması için. b irçok şeye ihtiyacı vardır. Bun l arın en önemlilerinden birisi d e memlekelçi gerçek aydındır. Cemiyetlerin haya 1 m ücadelesini yönetecek. kaIburüstü k i şi ler i yani aydınlarıdır. Cemiyet içinse bir tek aydm düşünülebilir : Memleket­ çi aydın ... Evet. Gerçek aydm, memleketçi aydın. Milli ruhu ve kültürü sağlam, milliyetçi, vatanse­ ver, fikirli ve korkusuz aydın. Türkiye'nin ihtiyacı bu tip aydındır. Geleceği ise bu tip aydını n artmasına ve memleket kade­ rinde söz sahibi ol mas ı na b ağl ıdır '

.

'

.

.

120


KARA .

� OKlJl,UNDAKİ ...

FIKRI FACIA

Bir müddet önce Kara Harpokulu'nda, gazete­ lere de akseden bir hadise ' olmuş ve otuz kadar Harpokulu öğrencisi . askeri mahkemeye sevk edilmişlerdi. Moskofçu fikirlerin yayıcısı malüm gazetelerin "Harpokulu'nda ırkçılık!" diye adlan­ dırarak kafaları bulandırmaya çalıştıklan bu hadisenin sonunda, subay olarak kıtaya katılma­ lanna pek az zaman kalan gençlerden üçü, bu şereften mahrum edildiler. Ve bir çok hadiseler gibi, bu da, zamanla unutulup gitti. Beni burada, bu h adiseyi yeniden ele almaya zorlayan, kalbIerinin Türklük sevgisiyle dolu ol­ duğu anlaşılan bu bir avuç memleket çocuğuna verilen cezalar değiL . davanın yersiz ve onun da üstünde korkunç iddialardır. Evet. Kara H arpokulu'muzun 2 7 öğrencisi h akkındaki iddianame, bizi korkunç bir hüküm ile karşı karşıya get irmektedir. Bu korkunç iddia, mahkemeye sevk edilen öğ­ rencilerin benimsemiş oldukları söylenen Türk­ çülük ve Turaneılık fikirleri üzerindedir. Savcı, bir öğrenciyi suçlarken, iddiasım " .... Harpoku­

lu'na geldiğinden bu yana benimsediği Türkçü­ lük ve Turancılık gibi anayasanm tanıdığı kamu haktannı yıkıcı cereyanlar . " sözleriyle .

.

ortaya koymaktadır.

Bu korkunç iddia, hiç tereddüt etmeden söyle­ yebiliriz ki, aynı zamanda korkunç bir fıkri facia­ dır. Türkçülüğü ve Turancılığı "Anayasanm tanı­ dığı kamu haklarmı yıkıcı cereyanlar... " olarak görmeyi ve gösterıneyi bundan daha hafif bir şe­ kilde vasıflandınnak mümkün olamaz.

121


TürkçÜıük nedir? TurancıIık nedir? Türkçülük. artık şöyle böyle lise çocuklan­ nm dahi bildiği gibi. Türk milliyetçiliiidir. Türk milliyetçiliiinin hususİ adıdır. Turancıhk ise. bugün için. başta Moskoftara ve Çin1i1ere tutsak bulunanlar olmak üzere. yabancı boyunduruğu altmdaki bütün Türkle­ rin hürriyetlerine ve. istikli1lerine kavuşma1an davasıdır. Böyle iki kutsal fıkir ve dava, nasıl "Anayasa­ nm tanıdığı kamu haklarını yıkıcı cereyan­ lar " olabilir? .•.

Acaba bu anayasa, Türk milletinden gayn un­ surlann "kamu hakları" ILI koruyan bir anayasa mıdır ki, Türk milliyetçiliğini, yani Türkçülüğü benimsemek bir suç ve Türkçü1ük "kamu hak1a­ nnı yıkıcı" bir fıkir sayılsın? Acaba, bu anayasa, Moskof veya Çin anayasa­ sı mıdır ki, Mrika'daki zencilerin dahi hürriyetle­ rine kavuşup müstakil devletler kurdukları bir çağda, kirk elli milyon Türk'ün istiklclli davasını "kamu haklarını yıkıcı!" saymak mümkün olsun? .Aynı iddianamede, Bozkurt'un öncülük ettigi çıkış destanını canlandıran tab­ lonun fotogra:flarımn, Harpokulu öğrencileri ara­ smda dağıtılması da, Türkçülük ve Turancılık fi­ kirleri cinsinden bir suç (l) imiş . gibi bir mma ile ifade edilmektedir.

Ergenekon'dan

Ergenekon nedir? Türk milli destamIlIn en güzel. en lliıik ve Türk gençlerine milli ruh vere­ cek en tesirli parçası . . . Ve bugün de. liselerde. edebiyat derslerinde okutulmakta olan bir destan. . .

1 22


Bozkurt nedir? Birbirlerini takip etmiş olan bir çok Türk nesillerinin ortak malı olan milli destan parçalarımızda. Türklere yol göstericilik yapan. Türkleri zaferlere götüren semboL . . O halde. üstelik okulun öğrenci gazinosunda b ulunduğu iddianame de belirtilen bu tabloyu ço­ ğaltmak ve dağıtmak. nasıl bir suç.' oluyor? Harpokulu. Türk vatanının koruyucusu ve Türk milletinin zafer yaratıcısı ordusunun subay ve kumandan1arını yetiştiren büyük yuvadir. Bu yuvarun çatısı altında yannki vazifelere hazırla­ nan Türk gençleri. sade askerlik bilgisiyle değil. en az onun kadar ve hatta belki ondan da çok milli ruh ve şuur ile yetişrnek zorundadırlar. Türklük ruhu ve şuuru ile yetişmeyen Türk su­ bayları. büyük vazifenin saatı çaldığı zaman. ölüm meydanlarına korkusuzca nasıl gidebilirler? Bütün Türklere olduğu gibi. Harpokulu'nda okuyan Türk çocukl arına milli ruh ve şuur vere­ cek olan da. ancak ve ancak. Türk milliyetçiliği. yani Türkçülüktür. Türk milliyetçiliği . yani Türk­ çülük ile ilişiği kesilmiş bir Harpokulu'nu düşün­ mek bile tüyleıimizi diken diken etmek için kafidir. Onun içindir ki. Kara Harpokulu'nda. bundan bir müddet önce geçen hadisede . bir Türk savcı­ s ının . milletimizin dört elle sanlacağı tek bir fikir olan Türkçülüğü bir büyük suçmuş gibi göster­ mesi ve Ergenekon Destanı gibi bir milli ruh eseriyle Türklüğün sembolü Bozkurtu da bu hayali suçun yanına katma gayretini bir "Fikri faeia" sayıyoruz. Evet. bir facia . . . Hem de büyük ve korkunç bir facia. . . Öyle korkunç bir facia ki. ilerde. memle­ ketimizin her hangi bir köşesinde yeni benzerle-

123


riyle karşılaşmamız için. Türkiye'nin üniversite­ siyle. parlamentosuyla. basınıyla. milliyetçi der­ nekleriyle . gençlik teşekkülleriyle hep birden me­ selenin üzerine eğilmesini ve bu yolda tedbirler düşünmesini şart kılacak kadar büyük ve kor. kunç. . .

1 24


CEMİYETLERİN HAYATıNDA BÜYÜK ROL OYNAYAN

Üç MESLEK Günümüzün dünyasında birçok meslek var. Bu mesleklerin bir kısmı. insanlar ve dolayısıyla cemiyetler tarafından diğerlerinden daha değerli. daha itibarlı sayılmaktadırlar. Bu değer ve itibar. o mesleklerin. diğerlerinden çok maddi varlık sağlamalanndan ve aynı zamanda ünvan yönün­ den de daha üstün görülm elerindendir. Bu se­ bepten. insanlar. daha çok. bu maddi varlık sağ­ layan ve ünvan yönünden üstüiı görülen mesleklere meyletmektedirler. Bu mesleklerin mensupları da. şahsi değerleri ne olursa olsun. cemiyet hayatında mühim kişiler olarak kabul edilmektedirl�r. Ancak. insanlar tarafından ne şekilde değer­ lendiri1irse değerlendirilsinIer. meslekler arasında üç tanesi. cemiyetlerin varlık ve hayatlannda oy­ nadıklan rol bakımından. diğerlerinden ayrılırlar.

Bu üç meslek askerlik, öğretmenlik ve hikim­ liktir. Askerlik. bir cemiyeti maddi güçle. yani silahla koruma ve ayakta tutma mesleğidir.

Bir cemiyet; ilimde. fende . teknikte . sanatla ve diğer alanlarda ne derece yükselmiş bulunursa bulunsun; eğer askerlik yöünden güçsüzse . o ce­ miyetin geleceği hiçbir zaman güven altında de­ ğildir ve olamaz. Devletleri ve dolaY1sıyla millet­ lerle vatanlan ayakta tutabilecek en büyük güç orduları. yani askeri güçleridir.

125


Bu, bütün tarih boyunca böyle olmuştur. Gü­ nümüzün korkunç dünyasında da böyledir. Yann da böyle olacaklır. Subay. bu büyük ve çetin vazifeyi göı:ecek or­ dunun beyni ve ruhudur. çünkü ordulann sevk ve idaresi onun omuzlarındadır. Bu büyük ve hayatı: vazife silah gücü ile ve savaş meydanlarında, yani her an ölümle karşı karşıya bulunularak yapıldığı ve yapılabilecegi için. askerlik. mesleklerin en çetini, en zoru, en tehlikelisi. fakat ayın zamanda da en şereflisidir.

Öğretmenlik. cemiyeti manevi güçle, yani fikir ve ruh kuvvetiyle koruma mesleğidir. İnsan sadece bir gövde, bir kalıp değildir. İnsa­ nı insan yapan ve yapacak olan manevi değerler.

yüce fikirler. ülkülerdIr. Bir cemiyetin insanları bu manevi değerlere sahip bulundukları ve bulu­ nabildikleri nisbettedir ki, gerçek insanlar olabi­ lirler. Vatana, millete ve devlete hizmet fikri ancak böyle kazanılır. Vatanseveriik, milliyetçilik. ülkücülük, şeref, ahlak, erdem, vazife duygusu vesaire gibi insan­ lık inançlan. duygulan ve fikirleri çocukluk ve gençlik çağ;lannda elde edilecek meziyetlerdir� Bu meziyetlerin şuurlu bir şekilde kazanılacağı ocak okuldur. Okul ise, ögretmen demektir. Öğretmen. genç nesilere. sadece bilgi vermeye çalışacak insan değildir. Verecegi bilgi ile birlikte ve şüphesiz ondan çok daha mühim olarak genç nesilleri. öğrenim hayatlarının bütün devrelerin­ de. cemiyetleri ayakta, t4tacak manevi degerlerle yoguracak. yoğurup yetiştirecek, bu suretle onu kendisinden çok devleti. millet ve vatanı için ya­ şayacak bir varlık haline getirecek insandır.

1 26


Bir cemiyette. elindeki çocuklan milli ruh ve milli şuur ile yoğurup yetiştiren öğretmen varsa. o cemiyette herşey var demektir. Savaş anında subay ne ise. banş zamanında da öğretmen odur.

Hakimlik, adalet yolu ile ayakta tutma mesle­ ğidir.

Adalet, insan cemiyetlerinin en büyük manevi temellerinden birisidir. Bu manevi temelden yok­ sun cemiyetlerin insanlannın kendilerini huzur ve sükün içinde hissetmelerine imkan yoktur. Adalet, cemiyetlerin ufuklanru manevi bir ışık gibi kaplayabilmelidir. O manevi ışığın üzerine en küçük bir gölge düşürülmemelidir. Adaletinin üzerine gölge düşmüş veya düşürülmüş bir cemi­ yet. damarlarındaki kanı pıhtılaşmış bir insan gi­ bidir. Cemiyetleri adalet yolu ile ayakta tutacak insan hakimdir. Hakimin elindeki kanun. suba­ yın elindeki silah gibidir. İkisi de hak uğrunda ve cemiyet yolunda kullanılacaktJr. Cemiyetlerin hayatında bu derece mühim rolü olan bu üç mesleğin mensuplannın yetişmelerini tesadüfiere bırakmamak lazımdır. Yarınını garan­ ti altına �ak isteyen bir cemiyet; varlığını sUahla koruyacak subayını. fikir ve ruhla ayakta tutacak öğretmenini ve adaletle güçlendirecek hakimini seçmede ve yetiştinnede. birtakım ana prensipleri titizlikle uygulamaya mecburdur. Mesela; subay. öğretmen ve hakim namzetleri­ nin vatanın öz çocuklan arasından seçilmesi. çok ehemmiyetli hayatı şartlardan birisidir. Çünkü tarihin gözler önüne serdiği birçok misal gibi. gü­ nümüzün sürüp giden hadiseleri de açıkça gös-

127


termekterdİr ki, ba,şka cemiyetlerden gelerek bir milletin içine karışanlar ve onların çocuklan, büyük çoğunlukla, içinde yaşamakta oldukları cemiyete , o cemiyetin asıl mensuplan gibi, gönül­ den bağlanamamaktadırlar. Ancak, bu üç mühim mesleğin mensuplan arasında yer alabilmek için, sadece, vatanın asli mensuplarından bir ailerıin çocuğu bulunmanın her zaman için yeterli olamayeağı da ıınutulma­ malıdır. Bu vasftaki aileler içinde köklülük, na­ musluluk, vatanseverlik, milli şuur sahibi olmak gibi meziyetlerin aranması da lazımdır. Maddi, manevi herhangi bir leke ile damgalanmamış bu­ lunmak da asli şartlar arasında yer almalıdır.

Bu üç meslek mensuplannı yetiştirecek yüksek öğretim kadrosu da, yurdun en seçkin vatansever ve milliyetçi ilim ve fikir adamla­ nndan kurulmalıdır. Namzetlerin, öğrenimIeri

süresince: çok sıkı .bir disiplin altında bulundu­ rulmaları da şartlar arasında yer almalıdır. Belirli kusurları bulunanlar veya suçları işleyenler için subay, öğretmen ve hakim olamamak, yeter bir sebep sayılmalıdır. Bu üç mesleğin mensupları­ nın yetiştirilmesinin bir kanun konusu olması dahi mümkündür. Ancak, böyle bir kanunun esaslarının, ülkenin en seçkin ilim ve fikir adam­ larından kurulu geniş kadrolu bir heyet tarafın­ dan hazırlanması da ş art olmalıdır. Evet. . . Sub'ay, öğretmen ve h akim . . Bu mesleklerin m ensuplarını milli ruh ve milli şuur zırhı içinde en yeni bilgiler ile yetiştiren ee­ miyetler, bayraklannı, vatan uikunda rahatça dalgalandırabilirler.

128


TÜRKİYE'DE ÖGRETMEN MES'ELESİ Ö ğretmenlik için kutsal meslek denilir. Bu, pek de yabana atılır bir fikir veya hüküm olmasa gerek. Oğretmenlertn, yeni nesillerin yetişmele­ rinde oynadıklan veya oynayabilecekleri büyük rol düşünülürse, böyle bir vazifenin mesleği olan öğretmenliği böyle bir ünvana layık gönnek pek de yanlış olmaz. Ancak. bir mesleğin kutsal ol­ ması veya sayılması . elbette ki o mesleğin bütün mensuplarının da kutsal kişiler sayılmalarını ge­ rektinnez. Hele millet ve vatan menfaatlannın sa­ dece kuru bir edebiyat haline gelmiş olduğu. şi­ razesinden çıkmış cemiyetlerde . . Türkiye'nin yakın yıllardaki durumu, bu ger­ çeğin en parlak delilidir. Resmi ağızların veya yı­ kıcı sinsi kuvvetlerin. öğretmenlik ve öğretmenler üzerindeki, kuru bir e debiyat olmaktan ileri gide­ meyen fikir ve hükümlerini bir yana bırakırsak. bugün. Türkiye'de öğretmen gerçeği. aşağı yukan. şudur: Ö ğretmen. büyük çoğunluğu ile, zamanın

maddeci havasına uymuş. yani. öğretmenliğin fe­ ragat ruhu ile dolu olma vasfını kaybetmiştir. Büyük şehirlerin bol paralı hususi okullarında (hem de çoğu bu mekteplere karşı göründükleri halde) kapılanm a gayretlerto kazanç m üesseseleri olarak kurulmuş hususi dershanelerde gece gün­ düz ders vermeleri. h atta devlet liselerinde açılan kurslarda. kendi öğrencilertni para ile yetiştirme­ ye (i) çalışm�arı gibi davranışlar bunun delillert­ dir.

129


Öğretmen. Türkiye'yi bir manevi bela gibi sar­ mış olan siyasetin içine girmiştir. Türklüğe ait en kutsal varlıklara yapılan saldıolar karşısında hiç­ bir tepki göstermeyen öğretmen. tuttuğu partinin veya parti başkanının bir uygunsuz hareketi ten­ kid edildiği zaman. hem de nezaket ve terbiye sı­ nırlarını çiğneme pahasına. hemen horozlaıunak­ tadır. Öğretmen. kökleri dışardaki yıkıcı fIkirlere de y-akasını kaptınnıştır. Sosyalizm kelimesinin 51perinde kuzey kasırgasım estirmeye çalışanlar ve Türkiye'nin doğu ve güney toprakları üzerinde. siyasilerin "böıgecllik" dedikleri malum ihanet yo­ luna sapanlar arasında. ögretmenler de mühim (!) bir mevki sahibi olarak görülme�tedirler. Öğretmenlerin maddeci yaratıklar haline gel­ meleri. devletin kaderini elinde bulunduran siyasi partilerin. cemiyetleri ayakta tutacak manevi değerlere karşı takındıkları ilgisizlik ve hatta düşmanlığın tabii b ir neticesidir. Manevi değerlerin inkar edildiği, hatta yok edilmeye çalı­ şıldığı cemiyetlerde hayvanı bir maddeciliğin hakim olması tabiidir. Ögretmenin siyaset çamuruna bulaşması da. azgın siyasilerin bütün meseleleri parti çıkarı açı­ sından görme ve parti çıkarlarına bağlama gay­ retlerinin neticesidir. İkinci Dünya Savaşı yıllarında. devrin maarif vekili Hasan Ali bir tamim ile. ögretmenlere H alk Partisi'nin fikirlerini yaymaları emrini (l) vermişti. Bu korkunç işi yaparken de Halk Partisi'ni "Cum­ huriyetin bağnndan çıkmış parti" diye ilan etmek cüretini göstermişti. Kurucuları eski Halk: Partili­ ler olan Demokrat Parti zamanında da. zihniyet. bundan pek !"::ırkh değildi. Bugünün aşırı ve azgın particileri öğretmenler. işte o yıllarda ekilmiş to­ humların meyvalarıdır.

130


Parlak sözleri. şatafatlı 13.fian bir yana bırakıp bu acı gerçegi görnıeye ve kabul etmeye mecbu­ ruz. Ondan sonra da meselenin üzerine egilmek zonmdayız. çünkü sınıfta. tuttuğu partiyi sevdir­ meye veya kökü dışarda yıkıcı fikirleli yaymaya çalışan öğretmen de. daha çq,k para alabilmek hevesiyle kürsüsünü boş bırakan öğretmen de. sadece kelime olar4 öğretmendir. Böylelerinin çoğunlukta bulunduğu bir fikir (i) ordusunun elinde yetişecek nesillerle. Türkiye'nin yannlarına ümitle nasıl bakabiliriz? Devletin kadeıini ellerinde tutanlar bu gerçeği bilmeli ve Türkiye'nin barajlardan. fabrikalardan, Boğaz köprüleıinden daha önce. sağlam maanevi temeller üzerine oturnıuş bir cemiyet olma ihtiya­ cı içinde bulunduğuna inanmalıdırlar. Çünkü fabrikalardan, barajlardan. asma köprülerden. muhteşem opera binalarından faydaianabilmek Türkiye'nin varlığı ile mümkündür. Devletler ise maddi yapılarla değil. manevi müesseseler ile var olur. yani yaşamaya devam eder . . Bunun en sağ­ lam yolu ise "milli şuur" dur. Insanların milli şuur sahibi gerçek insanlar haline gelmelerini ise ancak milli terbiye sağlar. Bu terbiyenin genç yaşlardan itibaren alınması lazımdır. Bu buyük memleket hizmetini yapacak, yani genç nesilleri bu yolda yetiştirecek ise öğretmendir. Buna göre. devlet gemisinin dümenini elinde bulunduranla­ ra düşen en mühim vazifelerden birisi. bu işi ya­ pabilecek öğretmeni yetiştirmektir; Bugünkü öğretmen kadrosunu yok farz edip yeni bir öğretmen ordusu yetiştirmek. bu yolda yapılabilecek en veıimli hareket gibi görüıüyor. Bunun için de. fikir ordumuzu yetiştirecek mües­ seseleri yeniden düzene sokmak. hepsinin idare-

131


cilerini ve öğreticilerini bu büyük hizmeti görebi­ lecek kimselerden meydana getirmek ve yeni bir programa bağlamak şarttır. Bu şekilde çalışacak müesseselerin on, onbeş yıl durmadan yetiştire­ ceği'genç öğretmenler, Türkiye'nin bu hayati me­ selesinin halli yolunda en sağlam bir teminat ola­ bilir. Kızıllann, yıllardan beıi devam eUirdikleri pro­ pagandanın tesirinde kalarak, Türkiye'nin en mühim davasının "iktisadi meseleler" olduğuna inanıp .bu yolda yürüyenler çok yanlış bir yolda­ dırlar. Iktisat. bir cemiyet için, elbette mühim bir konudur. Fakat hiçbir zaman en mühim mesele olamaz. Çünkü en mühim mesele, cemiyetin milli varlığını k0nımasıdır. Bu da iktisat ile değil, milli ruh ile, milli şuur ile ve manevi yaşatıcı müesse­ selerin ayakta kalması ile olur. Bunu sağlayacak ise, mutlak manasıyla bir "milli eğitim" dir. Bir cemiyet. insanlanna milli terbiye veremezse, böyle bir manevi tezgahtan dokunmayan kişiler­ den o cemiyete nasıl büyük hizmetler beklenebi­ lir? Milli terbiye ile yetişip milli ruh ve milli şuur sahibi olmayan insanların, cemiyetlerine ne dere­ ce faydalı olabileceklerini anlayabilmek için, öyle ince ve derin araştırmalar yapmaya hiç lüzum yoktur. Türkiye'nin yakın yıllarını şöyle bir hatır­ lamak ve günüm,üzün Türkiyesine bakmak, milli terbiye almadan yetişmenin millet, vatan ve d€lv­ let için ne tehlikeler yaratabileceğini anlamaya yeter. Yarınki tehlikeleri önlemenin en sağlam yolu, Türkiye'ye milli şuur sahibi aydınlar yetiştirmek­ tir. Bunu sağlayacak ise, milli ve milliyetçi bir programı olan bir maarif ile o programı hem resmi, hem de vicdani bir vazife olarak uygulaya­ cak öğretmendir.

132


Bugünkü Türkiye , "kann doyurucu!" fabrika� lardan önce, "ruh doyurucu" okullara muhtaçtır. Midesi gereği kadar doldurulamayan bir millet kolay kolay yok olmaz ama, kafası boş ve milli şuur ile milli ruhtan yoksun bir millet kolaylıkla . tuşa gelebilir. Bu daVarıın en güç , en çetin tarafı ise, onu yü­ rütmek, yürütebilmek değil, meseleyi boş kafala­ ra sokup anlatabilmektir.

133


TÜRK ORDUSU TÜRK ORDUSUDUR Türk ordusunu. tarihi kaplayan üç bin yıllık büyük Türk ordusu olmak şerefinden ' uzaklaştır­ mak için. ötedenberi gösterilen sinsi gayretler son yıllarda iyice su yüzüne çıkmıştır. Türk ordusu sözünün ağıza alınmaya cesaret edilemediği yıllarda, "savaş ancak savunma yo­ lunda mukaddestirı" tekerlernesi tekrarlanır, müdafaa için yapılma an savaşlar yerilir, bu su­ retle yüzyıllarca anavatanı dışında büyük savaş­ lar venniş Türk ordusu lüzumsuz yere kan akıt­ mış bir istila kuvveti haline getirilmeye çalışılırdı.

y

Türk ordusunu bu hiyle yolu ile sarsamayan­ lar, daha sonra, tarihin o muhteşem sava'Ş varlı­ gıru "sulh ordusu" diye göstçrmeye çalışWar. Bu iblisçe gayretin azçok başarı kazandığını. bazı ordu. birliklerinıizin tallıne gider veya talimden dönerken: "Biz sulh ordusuyuz! " gibi sözleri de içine alan birtakım garip marşlar söylemelerin­ den biliyoruz. "Sulh ordusu" uydunnasından da bekledikleri­ ni bulamayanlar. daha sonraları, onu ille Türk ordusu olmak şerefinden uzaklaştınnak için. or­ dumuza "Atatürk ordusu" demeye başladılar. Bir milletin ordusunu. gerektiği zamaıi, o or­ duya emretmiş bir kumandanın adı ile anmak da mümkündür. Fakat bu . . ancak. kumanda edilen ordudan sö� edildiği zaman için uygundur. �­ lazgirt kahramanlarma Alp arslan ordusu. is­ tanbul'u fetheden Türk kuvvetlerine Fatih ordu­ su, 30 Ajustos'u yaratanlara Gazi Mustafa Kemal ordusu da derulebilmesi gibi. . Böyle

134


hususi haller dışında, bir milletin ordusu için kull arulacak en tabii ad; o milletin ordusunu dile ge1jrecek addır. Türk ordusu, Fin ordusu, Macar ordusu gibi. . . Bu bakımdan, Cumhuriyet devri Türk ordusuna "Atatürk ordusu" demek hem mana bakımından yanlıştır, hem de lüzumsuz­ dur. Bunu Atatürk'e karşı duyulan sevgiye bağla­ mak da mümkün değildir. çünkü, ne kadar büyük olursa olsun, bir insan, hiçbir zaman mil­ letin üstünde bir varlık olamaz. Son zamanlarda ise, Türk ordusuna birtakım yeni kulplar takılma gayretleri ile karşı karşıya bulunmaktayız. "Ulusal ordu". "devrim ordusu", "Ba1k. ordusu" uydurmalan bunlar arasındadır. Bunlardan birincisindeki "ulusal", sözü bir kere Türkçe değildir. Türkçede ulus diye bir keli­ me vardır ama ulusal diye bir söz yoktur. Sonra bu uydurm a söz yerli kızıllarla onlara uyan bilgi . fukarası takımın "ulusal kurtuluş cephesi", "ulusal kurtuluş savaşı" gibi komünizm hareket­ lerirıi dile getiren İekerlemelerinde kullanılmakta­ dır. Bu bakımdan üç bin yıllık. Türk ordusuna "ulusal ordu" demek o her manasıyla büyük ve asil varlığı, kızıl vahşet sürülerinin seviyesine in­ dinnek olur. Ve nihayet "ulusal ordu" sözünün miina bakımından da anlamı yoktur. Çünkü "Türk ordusu" sözünde milli oluşluk zaten vardır. Bu itibarla Türk ordusuna "milli Türk ordusu demiş oluruz ki bu da milletimize "milli Türk mil. leti" demek gibi bir şeydir. "DeVIim ordusu" tabiri ise bir fıkri maskaralık­ tan başka bir şey değildir. Bir ordunun vazifesi. vatanım düşmanlara karşı korumak ve milli menfaatlar gerektiği zaman, devletin siyasi sımrlan dışında millet için

135


savaşmaktır. Türk ordusu bugüne kadar bu tabii vazifeyi yapmıştır ve bundan sonra da. elbette. ' bunu yapacaktır. "Devrim ordusu" tekerlernesi. ordumuzu, bu tek vazifesinin dışında bir harekete itme gayreti­ nin gizli bir ifadesidir. Çünkü, kızıl sözlüğe ait bir kelime olan "devrim" in manası. komünizmi hakim kılmak için ona karşı olacak bütün maddi ve manevi müesseseleri devripi yıkma demektir. Buna göre . Türk ordusunu bir " devrim ordusu" olarak vasıflandırmanın, Türkün koruyucusu bu büyük kuvveti. bizi ayakta tutacak bütün mües­ seseleri devirecek, yani vatanına ve milletine iha­ net edecek bir şer kuvveti olarak görme ve göster­ me gayre tinden başka manası düşünülemez. "Halk ordusu" sözüne gelince: Bu tabir. komü­ nist ülkelerin orduları için kullamlan bir sözdür. Kızıllar insanlığın eriştiği en yüksek seviye olan "millet" gerçeğini reddedip onun yerine "halk" sözünü kullanmaktadırlar. "Halk" sözü de. yine onlann tabiriyle bir "yığın" yani kendilerine hakim bir avuç zalim sömürücünün elinde yalnız mid�si için yaşayan şuürsuz bir kuru kalabalık­ tır. Işte "halk ordusu" , bu kuru kalabalıktan mil­ yonların toplanmasıyla meydana gelen ve o küçük insanlık düşmanı zalim kuvvetin emrinde dünyayı tek merkeze bağlamak üzere ölüme sev­ kedilen şuürsuz kuvvetlir. Bundan dolayı, bütün tarihi boyunca cephe­ lerde tam askerce dövüşen, teslim olana silah çekmeyen. her gittiği yere insanlık ve adalet gö­ türdüğü için yabancı milletler tarafından dahi kurtancı olarak çağınlan Türk ordusunu bir kızıl canavarlar sürüsü seviyesine indirip . onu bu manada bir halk ordusu haline getirmeye çalış-

136


mak. insanlığın bu en büyük ve en asil savaş gü­ cüne yapılabilecek hareketlerin. elpette ki. en al­ çakçası olur.

Türk ordusunun adı vardır. Bu ad. ona yakı­ 'lacak en güzel isim olan Türk ordusu'dur.

Türk ordusu adı. Türkün ordusunun kıyamete kadar sürüp gidecek şerefli adıdır.

137


KOMÜNİZMİN TÜRKİYE'DEKİ BAşARıSı Moskof komünizminin, daha Milli Mücadele sı­ rasında b aşlayan yıkıcı propagandası, Türkiye'yi tutsakları arasına sokmak hedefınden hiç şaşma­ dan bugünlere kadar gelmiştir. Aynı gaye ile bun­ dan sonra sürüp gidecegi de muhakkaktır.

Türkiye'deki komünist propagandası, çeşitli devrelerde çeşitli hedeflere yönelmiştir. Cumhuri­ yet'in ilk yıllarında propaganda, daha çok, işçilet üzerinde idi. Sonralan okullara ve en tehlikelisi HarpOkulu'na sızma gayretleri görülmüştür. Bu yoldaki çalışmalar, şüphesiz, teSirsiz kalmış de­ gildir. Fakat. Gazi Mustafa Kemal in, daha 1 928'lerde Eskişehir istasyonunda yaptıgı o tarihi konuşma ile bu sapık ideolojinin açıkça karşısına dikilmesi, o yılların bu yoldaki moskof­ çu çalışmalarının tesir alanını dar bir çerçeve içinde bırakmışlır. '

Komünizmin Türkiye'de cüretli ve tesirli bir güç halinde ortaya çıkması İkinci Dünya Savaşı yıllarındadır. Bilhassa Alman yenilgisinden ve Kı­ zılordu'nun Balı Avrupa'ya ı;loğru ilerlemeye baş­ lamasından sonra, devrin bir takım devletlilerin­ den de yüz bulan Türkiye'li kızıllann nasıl azgınlaşlıklanm, o günleri yaşayanların unutma­ lan imkansızdır.

Milli irade devri ' sayılan o yıllık devrede daha çok yeraltına çekilen kızıllanıı, Türkiye'yi çökert­ me yolundaki en azgın ve tesirli çalışmalan 1 960'dan bu yana olan hareketleridir. Yurdumu­ zu kanlı bir iç mücadeleye sürükleme yolundaki iblisçe hareketlerinin, nasıl, masum ögrenci is-

138


tekleri şeklinde başladığı. fakat. kısa bir süre sonra o masum (!) sokağa dökülüş hareketlerinin devleti uçurumun kıyılarına kadar getirdiği malümdur. Komünizmin. elli yıllı aşkın bir zamandan beri. vatanımız üzerine kızıl bir kabus gibi çöküp. Türk'ün son kalesini de yıkma yolundaki melünca gayretlerinin neticesiz kalışında. devleti­ mizin koruyucu gücü ordumuz ile birlikte milleti­ mizin sağduyusu ve vatan millet aşkının rolü bü­ yüktür. Komünizmin gerçek mahiyeti, artık. büyük kütle tarafından anlaşılmıştır. Bu melün ideoloji­ ye karşı esaslı tedbirler alınması yolundaki dü­ şüncenin ortak bir istek halini almış olmasının sebebi budur. Onun için, yerli kızıllarm. vatanı­ mızda, eski yıllarda olduğu kadar rahat cirit oy­ nayabilmeleri pek mümkün değildir. Fakat. yediği balyozla, beli kırılmış durumda olan komünizm. şimdi. Türkiye'yi dolaylı bir yol­ dan tehdit etme imkanlarını elde etmiş gibidir. Bu yeni tehlikeyi yaratan. yıllardan beri her fır­ satta ve her yerde tekrarlamak suretiyle birçok kafalara soktukları. tamamen çelemedikleri kafa­ larda da hiç değilse tortu şeklinde izler kalmasını sağladıkları. sloganlar şeklindeki bir takım pren­ siplerdir. Bu sıoganların en tesirlilerinden birisi "ekono­ mik ve sosyal sorunlar! iii tekerlemesinde dile getirilen yanıltıcı ve şaşırtıcı telkindir. 1 960 sonrasında başlayıp aralıksız bir şekilde gazete ve dergilerin fıkra ve makale sütunlarında; üniversite. yüksek okullar ve liselerin kürsülerln­ de bu işler için düzenlenen o meşhur açık otu­ rum Iarda ve diğer telkin yerlerinde her fırsatta 139


tekrarlanan bu sloganlardan "ekonomik ve sos­ tekerlernesi, pek çok kafada, ce­ miyetler için en mühim ve hatta tek mühim me­ selenin iktisat oldugu fikrini kökleştirmiştir.

yal sorunlar!!"

Bir cemiyetin bütün mensuplannı, sıkıntı çek­ meden ve hatta bolluk içinde yaşatmak, elbette ki, devletçe ele alınıp halledilmesi gerekli bir me­ seledir. Ama, bu mühim vazifeyi , bir cemiyet için en ehemmiyetli meselenin vatandaşların ceplerlni para ile doldurmaktır şeklinde anlamak hem yanlıştır, hem de tehlikelidir. Çünkü cemiyetlerin yaşamasını sağlayacak en büyük ve en hayati kuwet manevi değerlerdir. Manevi değerleri ikin­ ci plana alıp , hatta onlan malüm mfmasıyla ede­ biyat s ayıp, vatandaşlan paraya ve maddeye bog­ maya çalışmak. bir bakıma, yakın bir gelecegin felaketini hazırlamak. demektir. Şu muhakkaktır ki, madde ve para. insanları. vatan ve milletlerinin büyük menfaatlarını bir yana ilip, daha çok kendi küçük çıkarlannı dü­ şünmeye zorlar ve götürür. Ve, mensuplannın büyük çoğunluğu, bu yolla böyle bir havaya gir­ miş olan cemiyetlerde, vatan ve devletin varlıgı ve yannı meselesi büyük manasını ve ehemmiyetini ister istemez kaybetme yoluna girer. EvlatlanllIn çogu milliyetçilik ve vatanseverIik ruhunu bir yana itmiş ahlaktan ve erdemden kopmuş, din ve aile gibi içtimm ve insani müesseseleri modası geçmiş eski değerler saymaya başlamış, askerlik­ ten ve savaştan tiksinen; buna karşılık çok çok para kazanıp bol bol eğlenmekten başka birşey düşünmeyen kişiler haline gelmiş cemiyetlerin sonu, muhakkak ki, altından kalkılması çok güç felaketlerle yüzyüze gelmektir.

140


İşte. kızıl propagandanın. Türkiye adlı kutsal varlığın manevi yapısında açtığı en tehlikeli yara­ lardan birisi budur. Cemiyetin. hem de devlet ge­ misini yÜrütecek okumuşlannı. hayatta en ehem­ miyetli meselenin madde ve dolayısıyla para olduğuna inandınnış bulunmasıdır. Çevresi milli hırslarla dolup taşmış bir halde irili ufaklı devletler ile çevrili bir cemiyetin sevk ve idare edici insanlarının iliklerine kadar madde düşüncesi ve hırsı ile dolu bulunması ne demek­ tir? Acaba hayat, bu derece maddileşmiş bir ce­ miyete. nasıl bir yarın hazırlar? Bu sorunun içlerimizi serinletecek cevabını buluncaya kadar. meselenin üzerinde ısrarla durmaya mecburuz. Uykudaki gafil okumuşun uyanmasını beklerken de. yapabileceğimiz tek şey. galiba. bir takım kişilerin garipsedilderi şu üç kelimelik dilek ve duamızı tekrarlamakla ye­ tinmek olacaktır : Tann Türk'ü konısunl

141


DEtJWo�s.i . . , ORMAN HURRIYETl MIDIR? Demokrasinin en iyi devlet idaresi şekli olduğu yaygın bir inançtır. insanlık tarihinde en eski çağlardan günümüze kadar görülmüş idare şekil­ leriyle klasik demokrasi kıyaslanmca. bu sonuca varmak tabii sayılabilir. Dünün dünyası ile günümüzün dünyası ara­ sında çok büyük farklar bulunması. eski çağlar­ dan beri sürüp gelen birtakım hükümleri yeniden değerlendirme mecburiyetini ortaya çıkarmıştır. Demokrasinin de. günümüzün dünya şartlanna göre değerlendirilmesi. bu sebepten. kaçınılmaz bir zarurettiro Demokrasi ile idare edilmekte buıunan günü­ müzün devletleri. birçok iç tehlikelerle karşı kar­ şıya bulunmaktadırlar. Bu tehlikeleri, dışardaki düşman devletlerin o ülkelerde elde etmiş bulun'­ dukları kişiler yaratmaktadır. Elde edilmiş kişiler. demokrasinin vatandaşla­ ra sağladığı büyük hüniyetten çok yararlanmak­ tadırlar. Gazeteler veya dergilerde yazdıkları yazı­ lar, 'yayımladıkları romanlar veya hikayeler, sahnelerde oynattıkları piyeseler, salonlarda yap­ tıklan konuşmalar ve çeşitli öğrenim yuvalannda elde etmiş oldukları kürsüler ile, içinde yaşadık­ ları cemiyeti temellerinden sarsacak hale getire­ bilmektedirler. Demokrasilerde vatandaşlan� dernek kurmak. boykota gitmek. protesto yürüyüşü yapmak gibi çeşitli hakları vardır. Bu tabii haklann, dış düş­ manlann emrindeki kişiler ve kuruluşlar tarafın­ dan sinsi sinsi, fakat tesirli şekillerde kullanılma­ sı da. cemiyetleri ciddi sarsıntılar ile karşı karşıya getirmektedir.

142


İnsan hürriyeti, şüphesiz. kutsal bir haktır. Fakat, bu hakka sahip olması tabü ,sayılan in­ sanlardan meydana gelmiş cemiyetlerin, bu insan hürriyetirıin sinsice ve düşmanca kullanılı­ şından büyük tehlikelerle karşı karşıya kalmakta olmalan da, üzerinde ciddiyetle durulması gerekli bir meseledir.

XX. Yüzyıl, insanlık tarihinin en korkunç çağı­ dır yok edici bir hal almasının yanında, fikirlerin başka kalıplara sokularak şaşırtıcı ve kandırıcı bir şekilde propaganda edilmesi de bu korkunç­ luğu artırmaktadır. Öldürücü, çökertici, hatta toptan yok edici gayeler güden fikirler, insanlara ye, milletere, kristal kadehler içindeki içkiler ha­ linde sunulmaktadır. Yüzyılın ilk yarısının ortalarında, Almanya'­ daki Nazizm ile İtalya'daki Faşizm, gÖz konan devletleri, propagandanın da- yardımcılık ettiği silah gücü ile yıkmak için çalışmışlardı. Aynı yıl­ larda önce komünist Rusya ve daha sonra Rusya'dan kopan komünist Çin ise: devletleri ha:­ ritadan silip ülkelere hakim olma emellerini ger-_ çekleştirme yolunda, propaganda silahını, insan­ lığın bu tarihlere kadar görmediği şekilde, çok tesirli ve yıkıcı bir hale getirdiler. Büyük Türk dünyasının tek bağımsız parçası Türkiye, topraklarında gözü bulunan düşmanla­ rının, nice yıllardan beri, devleti içten çökerterek sinsi sinsi yıkma yolunda planlı ve sistemli gay­ retleri ile karşı karşıyadır. Bu yıkıcı hareketler, düşman ülkelerden yurda sokulmuş kişiler tara­ fından yapılmış olsa, önlenmeleri o kadar güç ol­ mayabilir. Fakat. devletleri içerden ,çökertIne ha­ reketleri, artık dışardan yurda sokulmuş insanlar eliyle değil: göz konulan devletlerin elde

143


edilmiş vatandaşlan ile yapılmaktadır. Bu tip va­ tandaşlar, Anayasa'nın ve diğer kanunların kendi-Ierine sağladığı birtakım haklara dayana­ rak, yıkıcı çalışmalarını, pek büyük engellere çarpmadan yürütebilmektedirler. Milletin, vatamn ve devletin milli çıkarları ba­ kımından, klasik demokrasinin yurtdaşlara sağ­ ladığı hürriyetlerden bir kısmını ele alıp, yaşanıl­ mal<:ta bulunan çağın şartlarına göre uygun değişiklikleri yapmak, artık vakit kaybetmeden üzerinde durulması gereken bir mesele, hatta bir Türklük davası olmuştur. İnsanların hürriyetleri. elbette ki. saygıya de­ ğer. ancak o insanlardan meydana gelen milletler ile o milletlerin sahip bulundukları devletlerin ve yurtlarm hürriyeti, hiç şüphesiz, tek bir kişinin hürriyetinden çok daha mühimdir.

Bir insanm, bir kuruluşun, bir gazetenin veya bir tiyatro topluluğunun: içinde yaşa­ makta bulunduk.1an cemiyeti sinsi sinsi yıkm.a gayreti göstermesini, demokrasinin kişilere sağladığı hürriyetlerin tabii bir sonucu diye kabul etmek, sadece bugünkü dünyanm çok gerisinde kalmış bir düşünce değil, aynı za­ manda korkunç bir gaflettir. Bir tek insanm sonsuz hürriyeti uğruna, koca bir memleketin me zannm kazılmasma Dasıl göz yumulabilir? Klasik demokrasi, insanlara tanıdığı sonsuz haklarla. günümüz dünyasımn gerisinde kalmış bir hale düşmüştür. Bu bakımdan. varlıklarını garanti altına almak isteyecek devletler (demok­ rasinin ana prensipleri ruh ve mana olarak yerin­ de kalmak üzere) , yıkıcıların sinsi çalışmalarını engelleyecek baglan, anayasalarına ve kanunları­ na koyarak. savunmalarını daha güçlü ve yararlı bir hale getınn eye mecburdurlar.

144


Sı:iıırsız hürriyet ancak ormanda bulunur.

Ormada gövdesi büyük pençesi sert ve dişleri keskin olan canlı, bu sınırsız hürriyet hakkı ile, kendinden güçsüz olanları yere serer. insanı. hayvandan ayıran ve ona üstün kılan aklıdır. Insan aklı, günümüzün dünyasındaki milletler boğuşmasında cemiyetlerin içerden çö­ kertilm eleri yolunda demokrasinin sağladığı son­ suz hürriyetin düşmanlar için en büyük kozlar­ dan birisi h aline geldiğini artık anlamaya başlamıştır. Bu bakımdan; milletlerin, vatanlann ve devletlerin hayatlan ve varlıklan bahis konusu olunca, demokrasinin insanlara sağladığı bazı hakları sınırlamak veya kısıtlamak sadece tabii bir davranış değil onun da üstünde, milli bir gö­ revdir. Hürriyet. bir insan için hava kadar, su kadar gerekli bir haktır. Fakat insanların yurtlarında. mille tdaşlan ile birlikte ve bağımsız bir devletin bayrağı altında hür yaşamalan. tek kişinin o hakkı ile kıyaslanamayacak derecede üstün ve gerekli bir haktır. Türk soyunun tek bağımsız parçası Türkiye Türkünün milli varlığını hangi kork4nç tehlikele­ rin tehdit etmekte olduğu artık sır değildir. Tür­ kiye Türkündeki bu milli şuur, gecikmede"n. ted­ bir yoluna yönelmelidir. Anayasamızın ve kanunlanmızın. konu ile ilgi­ li maddelerini gözden geçirip . düşman güçlerin sade kurnazlıkla değil. aynı zamanda büyük bir küstahlık ve cesaretle yararlanmakta olduklan açık kapılan kapamak, bu tedbirin esasıp-ır. Şu günlerde , Türk milletinin, Büyük Millet Meclisinin çatısı altında kendi adına vazife gör­ mekte bulunan vekillerinin en b üyük ve en mühim vazifelerinden birisi budur.

145


"Hürriyet! ! !", "demorkasil ! !", "Atatürkçü­ lük! ! !" vesa,ire gibi beğlik tekerlemelerle saldınya geçecekleri tabii olan "şer kuvvetleri" nin şama­

talarına kulak asmadan. devletlmizi. kanunlarla daha sağlam bir emniyetln içine alma vazifesinde kaybedilecek zaman olmadığı unutul-mamalıdır.

146


VATANSEVER A.P.'LİLERE AÇIK MEKTUP Devletimizin kadeıini elinde tutan ve tutmaya devam edecek gibi gözüken bir siyasi teşekkillün mensuplan olarak. omuzlarında.. derece derece millıim yükler taşıyan insanlars�. Bu yükler, sadece partinizin varlığı ile ilgili olsa. şüphesiz. Adalet Partisi dışındaki Türkleri doğrudan doğru­ ya ilgilendirmez. Fakat bugün, devlet gemisini yürütmekle vazifeli bir siyasi teşekkül bulundu­ ğunuz ve umulmadık bir durumla karşılaşılmaz­ sa. daha bir müddet de yürütecek gibi görüldü­ ğünüz için. parti olarak tutum ve davranışlarınız, sadece mensuplannızı değil. bu millete ve bu va­ tana bağlı bütün Türkleri yakından ilgilendir­ mektedir. Çünkü. kumanda yerinde bu1unduju­

nuz gemi. Adalet Partisi'ne ait bir tekne degU. bütün Türkiye Türk1�rlnin. hatta bütün Türk dünyasının üzerine titremeye mecbur olduğu Türkiye adlı harp gemisidir. Tarihin muhteşem varlığı Türkiye'nin, bugü­ nün korkunç hayat denizinde selam et kıyılarına doğru yol almakta bulunduğunu kabul etmek mümkün değildir. Gemi. fırtınalı denizlerde boca­ layıp durmaktadır. Bu bocalama halinden bugün için sorumlu bulunan ise. elbette ki. millet tara­ fından sırtına iktidar elbisesi giydirilmiş Adalet Partisi'dir. Siyasi olsun olmasın. bütün teşekküllerin sevk ve idaresinde en mühim rol, şüphesiz. te­ şekkülün üst kademesini meydana getiren heyet ile. ondan da çok. bir numaralı temsilcisine ait­ tir. Partinizin en zayıf tarafının, işte bu en üst kademe ile en üst temsilci olduğu görülmektedir.

147


Günümüzün dünyası korkunç bir dünya hali­ ni almıştır. Milli ihtiraslar, yanardagların ağızla­ nndan fırlayan hivlar gibi çevrelerini tehdit et­ mektedir. Bütün ülkelerde birçok yıkıcı fikirler cirit oynamakta, insanlar şeytani propagandalar­ la kandırılıp. milletleri ve vatanlan aleyhinde çalı­ şan hainler haline getirilmektedir. Devletl�r, eski­ den olduğu gibi, sınırlara dayanan ordular ile değil. propaganda silahı ile içerden çökertilip yı­ kılmaya çalışılmaktadır. Böyle bir dünyada devlet idaresi. eski devirlere göre, elbette ki daha güçtür. Ve bugün cemiyeti­ miz, işte bu büyük milli ihtiraslar boğuşmasırun manasını ve mahiyetini gereği gibi kavrayamaına­ nın ve bunun sonucu olarak bu yolda tedbirler almamalüa bulunmanın talihsizliği ve buhranlan içinde çalkalanmaktadır. Bir siyası teşekkülün üst kademesi ve en üst temsilcisi şu veya bu sebepten. yanlış bir yolda yürümek isteyebilir. Bu takdirde, o siyasi teşek­ külün h angi kademelerinde bulunurlarsa bulun­ sunlar iyi niyetli. vatansever ve milliyetçi men­ suplanna düşecek vazifeler olacağı muhakkaktır. Sizin bugünkü en üst temsilcinizin ve çevre­ sindekilerin yürümek istedikleri yol. partinize ya­ rarlı mı. değil mi, onu bilernem. Fakat bumm Türkiye ve Türklük için yanlış ve zararlı bir yol olduğu muhakkakür. Türkiye'yi, yıllardan beri tehdit etmekte bulu­ nan birtakım büyük ve hatta korkunç tehlikeler, artık su yüzüne çıkmıştır. Bunların önlerine set çekilmediği takdirde. yakın bir gelecekte . devleti­ mizin çok ciddi ve hayati tehlikelerle karşı karşı­ ya kalacağı muhakkakbr.

148


Komünizm. 27 Mayıs hareketinin meydana getirdiği serbestlik içinde. cemiyetimiz için gün­ den güne gelişen büyük bir tehlike halini almış­ tır. Bir vakitler. bazı dergilerin sayfalarında müp­ hem birtakım tekerlerneler karalaması halinde b ulunan ve elde edilen bir avuç talihsizin " hücre"lerde gizli gizli yılanlaştırılmaya çalışılma­ sı gibi bir hareket olmaktan ileri gidemeyen ko­ münizm. bugün kızıl salyalannı saçarak Türki­ ye'yi tehdit eden bir canavardır. Yüksek öğrenim yuvalarımızdaki iyi yetiştirilmiş bir avuç elema­ nın. bir kısım iyi niyetli. fakat dünyadan habersiz vatan çocuklannı da arkalanna takarak, masum isteklerin elde edilmesi şekline bürundürdükleri hareketler. aslında. "büyük hareket! !" in küçük denemelerinden başka şeyler değildir. Kızıl mik­ rop orta öğretime de bulaşmıştir. İçinde kızıl ide­ olojinin propagandası yapılmayan bir tek lisenin gösterilmesi mümkün müdür. bilemiyorum. Ve en kötüsü veya en acısı fikti fitnenin. Türk varlı� ğırıın büyük koruyucusu Türk ordusuna dahi sızma imkanını elde etmiş gözükmesidir. Son do­ nanma hadisesinde görüldüğü gibi, ne kadar az sayıda olursa olsun. ordu mensuplanmız arasın­ da. bu yolda. hiç değilse imza atacak kimseler bulabilmeleri. bütün meselelerden önce üzerine eğilmeye ve üzerinde düşünmeye mecbur bulun­ duğumuz. bulunacağımız bir meseledir. Türkiye'nin doğu ve güney-doğu topraklannı hedef alan ve siyasIlerin "bölgecilik" diye mana ve mahiyetine göre çok yumuşak bir kelimeyle dile getirdikleri malüm hareket de. elbette ki. devleti­ miz için çok büyük bir tehlikedir. Dışardan des­ teklendiği muhakkak olan bu hareketin de. bu serbestlik içinde böylece sürüp gitmesi takdirin­ de. pek yakında çok büyük bir tehlike haline ge­ leceği şüphesizdir.

149


Biri Türkiye'nin yansını. digeri ise bütününü hedef alan bu büyük. bu korkunç tehlikeler kar­ şısında; siz iyi niyetli, vatansever ve milliyetçi A.P . liler, iktidar olan partinizin, tehlikeleri önle­ mek yolunda ciddi tedbirler almakta bulundugu­ nu söyleyebilir misiniz? Siyaset dışındaki dost1annız ve arkadaşlarınız­ Ia konuşurken; tehlikelerin büyükıügünü. sık sık. sizler de ifade ediyorsunuz. Bazılannız. ko­ müI1İstlik hareketlerinin adliyeye intikal ettiril­ mesine rağmen netice alınamadıgmı belirterek hakimlerden yakınıyorsunuz. Bir kısmınız radyo­ lann yıkıcı yayımlannı ele alıyor. bunun önüne geçilmesinin imkansızltgıru söylüyorsunuz. Mek­ teplerde kızıl ideolojinin propagandasını yapan1a­ nn cezalandın1aınadığım üzülerek anlatıyorsu­ nuz. Böylesine büyük tehlikeler karşısında bu gibi yakınmalar. ancak. sadece kendi küçücük imkanlan ile yaşamakta bulunan vatandaşlar için bahis konusu olabilir. Mille t tarafından ikti­ dara getirilmiş. devletin bütün imkanlanna sahip ve onlan kullanması en tabii vazifesi olan bir parti. bir iktidar partisi. bu gibi tehlikeler karşı­ sında. basit bir vatandaş gibi boynunu büküp de: "Evet! Tehlike büyük. Fakat dört taraftan engelle:­ niyoruz. N e yapalım?" gibilerden sözlerle nasıl ye­ tinebilir? Açık konuşmak gerek: Mesele sadece " imkansızlıklar" kelimesiyle ifade edilecek derece­ de basit degildir. Zorluklar. hatta büyük zorluk­ lar elbette vardır ve olacaktır. Mesele. bütün zor­ luklara ragmen. alınabilecek tedbirlerin neler oldugunu ve olabileceğ;ini bilmek ve onları gecik­ meden ve çekinmeden tatbik etmektir. Yani bahis konusu olan önce bilgi. sonra cesaretli!.

150


Bugün Türkiye için en mühim mesele, milli varlığımızı devam ettlrebilmek, yani vatanımızı ve d evletlmizi , onlara kasdetmek yolundaki bütün haince saldınlara karşı korumaklır. Böyle bir ne­ tice ise, birtakım şatafatlı temel atma törenleri ile meydana gelen veya gelecek olan maddi yapılar ile elde edilemez. Türkiye'nin barajlara, fabrikalara, limanlara, köprülere ve benzeri maddi yapılara elbette ki ih­ tiyacı vardır. Fakat bugün yurdumuz, bunlardan çok daha mühim birtakım ihtiyaçlarla da karşı karşıyadır. Bunların başında ise , devletimizi te­ mellerinden dinamiilemek için korkunç faaliyet­ ler gösteren yıkıcı hareketlerin kökünü kazımak bulunmaktadır. Bu en büyük iktidar vazifesini yapamamayı Anayasa'nın şusuna veya busuna, yahut Danıştay'ın bilmem ne şekildeki davranış­ larına b ağlama gayretlerini ciddi şeyler olarak de­ ğerlendimieye ve kabul etmeye imkan yoktur. Bir iktidar, devletini tehdit etmekte olan tehlikelerin ya köklerini kazımanın yolunu veya çaresini bulur, ya da, bu en mühim vazifesini yapamıyor­ sa, emaneti milletine teslim eder. Haydi, bir an, zorlayıcı mühim ( i !) sebepler do­ layısıyla, bu korkunç tehlikelerin üZerlerine b üyük çapta gidilemediğini kabul edelim. Fakat ya, cemiyetimizin yarınını teminat altına alabilmenin en sağlam, en verimli yolların dan bi­ risi olan vatansever, milliyetçi nesiller yetiştirme yolu? Yani sadece kelime olarak değiL, mahiyeti bakımından da tamamen milli olacak bir milli eğitim? Partinizin iktidarı tek başına yürütmeye b aşladığı günlerden bu yana, bu yolda dişe doku­ nur bir hareket yapıldı veya yapılabildi mi?

151


Yeni nesillerin, devletimizi yıkma yolundaki ihanet hareketlerine katılmalannda, mekteplerde milli terbiye alamamalarının büyük rolü yok mu? Çocuklanmıza. okullarda. dersleriyle birlikte vatan. millet sevgisi. devletin lüzum ve varlığının ehemmiyeti gibi telkinler de yapılsa. bu. onlann yıkıcı cereyanlara kolayca kapılmalannı büyük çapta önlem ez mi? Son yıllarda. memleketteki huzurun geniş ölçüde kaçmış bulunmasında. gençlere devlet eliyle yapılamayan müsbet telkin yerine. yıkıcı kuvvetler tarafından sinsi sinsi ya­ pılan menfi telkinler sonucu türemiş anarşist ruhlu delikanlıların rolü az mı? Sade şu kötü örnek bile. genç nesillere yapılacak güzel telkinle­ rin ehemmiyeti hakkında yeteri kadar bilgi vere­ bilir. Cemiyetlerin yarınlannın. genç nesillerine ve­ recekleri fikri ve ruhi terbiyeye b ağlı bulunduğu­ nu bilmeyen. bilemeyen bir iktidar. başka ne bi­ lirse bilsin. hiçbir şey bilmiyor demektir. Hele bugünün dünyasında ve hele yakın yılların dünya ve memleket hadiseleri önünde. Sizin üst kademenizin ve bir numaralı temsil­ cinizin bu çok mühim meseleyi bilmediği. bileme­ diği veya kavrayamadığı. acı bir gerçek olarak meydandadır. Birkaç yıl önce. belki de yapılan bazı telkinler neticesi olarak. gençlere milli ruh aşılayıcı bir maarif programının hazırlanması için harekete geçilmiş ve o yılların Milli Eğitim Bakanının dahi bilgisi dışında y ürütülen bu hareket sonunda, çocuklanmıza milli ruh ve ş uur verebilecek bir müfredat programı hazırlanmıştı. uygulansa idt. okul kitaplan bu esaslara göre hazırlanacak ve dersler bu mihver etrafında dönecekti. Yani Türk

152


gençleri almaya başlayacakları nilli terbiye neti­ cesinde . yıkıcı propagandaların. ·hiç değilse şim­ diki kadar tesirinde kalmamaya başlayacaklardı. Fakat nekadar yazık ki, uzun çalışmalar sonun­ da meydana gelen ve uygulandığı takdirde alkış­ lanmaya hak kazanacak olan bu hareket, sadece boşa harcanmış bir emek sonunda hazırlanan bir program olarak kaldı. O güzel programın bugün. devlet dairelerinden hangisinin hangi dolabında uyuklarnakta olduğunu. belki. en büyük temsilci­ miz de unutmuştur. Buna göre. şu netice, kendiliğinden ortaya çık­ maktadır: Partinizin en üst kademesi. Türkiye adlı büyük tarihi gemiyi. günümüzün kasırgalı hayat denizinde yürütecek güçten yoksun bulunmakta­ dır .. Meydandadır ki. Türkiye'nin bugünkü en mühim meselesi. son seçim h azırlıklan sırasında­ ki temel atma törenlerinde birçok kereler tekraİ"­ landığı gibi, ne iyi doymadığı kabul edilen mide­ ler için yeni ekmek kapıları açmak işidir; ne de memlekeli barajlar. fabrikalar vesaire ile donat­ ma gayretidir. VicdanlarımlZın sesini dinleyerek şöyle bir düşünelim: Önümüzdeki on yıl içinde yüzlerce baraj . binlerce fabrika hizmete girse : bütün deniz kıyısı şehirlerimiz en asrı limanlar haline getirilse: bütün şehirler, kasabalar ve hatta köylerimiz en güzel yollarla birbirlerine bağlansa ve midelerimizin, günün yirmi dört saa­ tında gırtlaklanmıza kadar dolu bulunması sağ­ lansa: fakat öte yandan da. tedbir alınamadığı iÇin. ufuklanmlZı kıpkızıl bir kabus gibi sarmaya devam eden malum büyük tehlikeler de aynı hızla büyüyüp gelişse . . Bunun sonu ne olur?

153


Bu sorunun cevabını herkesten çok düşün­ mek, siz iyi niyetli. vatansever ve :milliyetçi A.P. li­ lere düşmektedir. Evet. Türkçesi. başka bütün meseleleri ve dü­ şünceleri bir yana atıp cevabı buluncaya ve bulup halledinceye kadar, yalnız bunu düşün­ mek boynunuza borç olarak görülüyor. Çünkü işin şakaya gelir bir tarafı kalmamıştır. Bıçak ke­ mige dayanmak. daha açıkçası mrklügün kalbi­ ne sokulmak üzeredir. Buna engel olmak vazife­ si, sizlere düşmektedir.

Küçük hesaplann ayaklar altma almacaiı. gönüllerin sadece millet, vatan ve devlet için Çarpacağı günler gelmiştir. Ebediyete akıp git­

mekte bulunan günlerin. hatta saatların. Türk­ lük aleyhinde kaybedilmiş zamanlar oldugunu hatırlayınız. Partilerin millete hizmet kuruluşlan olduğunu unutmayınız. Sade size rey verenlerin degil, damarlannızda dolaşmakta olan karun da sizlerden vazife bekledigini düşününüz. Ve ikti­ dannıZı, cesaretle alınması gereken kararlan göz kırpmadan verebilecek gerçek bir iktidar haline getirebilmek için. ne yapmak lazımsa. onu. bir an önce yapınız. Gürültüsü her gün biraz daha artan tehlike çanlan durmadan çalıp durmaktadır. Onu duy­ marnak için kulaklanmızı tıkamak. kafamıza in­ dirilmek üzere havaya kaldırılmış balyozu dur­ durmaya yetmez. Yapılacak iş balyozu tutan bilegi kırmaktır. Bu büyük vazife ve hizmet; siz iyi niyetli. va­ tansever ve milliyetçi A P. liletin kararlarımza bagıı gÖn11üyor.

Evet: ya kalbIerinizin sesine uyarak verece­ iiniz kararla uluyan çanların seslerini dindir­ me mücadelesine Bireceksiniz, ya da tarihin alınlannıza yazacagı hükme razı olacaksınız. 154


ÖZTÜRKÇECiLİK MASALI "Öztürkçecilik" denilen dil hareketinin gerçek manasını anlamak hiç de güç bir şey değildir. Bunun için. milli şuurla halelenmiş orta derecede bir mantık ve muhakeme gücü ile yine orta bir bilgi seviyesi yeter de artır bile . . Bu dil hareketini sevk ve idare edenlere ve tu­ tanIara göre "öztürkçecilik". dilimizi. içindeki ya­ bancı kelimelerden temizleme davasıdır. Buna göre. eski yüzyıllar içinde Türkçeye ginniş kelime­ ler birer birer ayıklanacak. onlann yerlerine Türkçe sözler konacak. bu suretle dilimiz bir "arı dil!" haline getirilecektir. Bir dilde. o dilin millileştirip kendine mal ettiği yabancı kökten gelmiş kelimeleri dahi böyleSine bir temizleme isteği. elbette ki. bir dil ırkçılığıdır. Dil ırkçılığı ise. şüphesiz. aşın bir milliyetçilik inanç ve anlayışının neticesi olabilir. Buna göre. "öztürkçecilik" hareketini sevk ve idare edenlerin. hareketin ön safında yer alanlann ve bu dil ırkçı': lığını bütün güçleriyle destekleyenlerin. hep aşın milliyetçiler olmaları gerelanez mi? Mantığın insanı götüreceği netice budur. Fakat. "öztürkçecilik" hareketinin başında veya içinde bulunanlann ve bu hareketi candan be­ nimsemiş gibi göZükenIerin arasında. aşın i bir yana. en cömert bir davranışla. kendilerine milli­ yetçi denebilecek tek kişinin bulunduğu dahi pek söylenemez . Aksine. "öztürkçecilik" hareketinin bayraktarlığını yapanlann pekçoğu milliyetçilik fikrinin ve dolayısıyla bizim milliyetçiliğimiz olan Türkçülüğün karşısında kimselerdir.

155


İşte, meseleyi, sadece bu cephesinden ele almak dahi, bu konuda sağlam bir hükme var­ mak için kafi gelebilir. "Öztürkçecilik" hareketini tutturmaya çalışan ve yazılannı, millete "öztürkçe" diye sunulan o uydurma ve zevksiz kelimelerle d ol d uran lar ar(1 sında, yerli kızıllar' bı:,iy-t'ı k co,i";u nluktadıı Y e m i "öztürkçecilik", TCı rktyeJ ; l\ u ! l \ iu ı ii; llerin bcniıııtıc­ yip tultu kları hir lıare L c l l i : ' h l! gerçek k8.rşISın-I da, ins a n a d (I �; I"l \ l l l 1 d: Komünh,;: ,

de bulundu!' "

;>,� H'.J yet i . emrin/LLHl

l i,(;d .:!niycti altına

Bundan dolayı d a cemiyetleri ayakta tuta n maddı ve manevi nı':'ıes­ sese1ere karş ı d ır ve d üş mand ı r. "Öztürkçecilik", Türk dilinin ve d olayısıyla Türk dilinin ve dolayı­ sıyla Türk milletinin yararına bir hareket olsa, yerli kızıııann bu hareketi benimseyip tutmaları düşünülebilir mi? Türkiye'yi dünya haritasından silmek için yırtınanların, Türk diline hizmet etmek istemeleri nasıl mümkün olur? Ortada, başka hiçbir delil olmasa, sade bu büyük ve par­ lak gerçek dahi Öztürkçecilik" meselesinde hükme varabilmek için yetebilir. Fakat, "Öztürkçecilik" hareketinin gerçek manasını ortaya koyan daha başka hususlar da vardır. Bunlardan birisi de, bu dil hareketinin sa­ dece, Türkçedeki arap ve fars asıllı kelimelere karşı olmasıdır. "Öztürkçecilik", eğer samimi bir Türk dili dostluğu ve sevgisi hareketi olsaydı, bu yoldaki çalışmaların, dilimizdeki bütün yabancı kelimelere karşı olması gerekmez miydi? sokmaya çalıv?>� ı'cuai.:üilır.

156

,


Ama öyle d eğildir. Öztürçeci olduklannı iddia edip d uranların bu öztürkçeciliği s adece "doğulu" s ayılan keIimelere karşıdır. Fakat, yüzyıllar önce dilimize girmiş bu keli­ melerden, milletimiz, bir kısmının manasını, bir kısmının söylenişini değiştirmiştir. Yine bir kıs­ mın d an yeni, güzel ve ince manalar türetmiştir. Yani, bu kelimel erin üzerine Türklük damgamlZı vurmuş , onları, ö teki milletlerin de yaptıkları gibi, millileş tirmişizdir. Ondan dolayı, bu kelimeler, bugünkü konuşma dilimizde bütün canlılığı ile yaşamaktadır. Hem de sadece aydının ve okur ya­ zann değil, okutulmadığı için cahil kalmış Türk­ lerin de günlük kelimeleri olarak yaşamaktadır. İşte, bu derece Türkçeleşmiş ve Türkleşmiş keli­ meleri. arapça ve farsça asıldandır diye araroz et­ meye kalkışanlar, dilimize son zamanlarda giren ve hala da girmeye d evam eden "batılı" kelimelere karşı hiçbir karşı davranış ta bulunmamaktadır­ lar. Ve sade bulunmamakla da kalmayıp, bu keli­ melen rahat rahat ve bol bol kullanmaktadırlar.

"Öztürkçe" diye ortaya atılan ve kimisi "ör­ neğin" gibi ermenice'den alınmış, kimisi "zorun" gibi farsça "zor" un sonuna bir "un" ek­ lenerek yapılmış "yaşantı" lı, "aşama" lı, "ulu­ sal" lı, "toplumsal" lı, "olanak" lı, "koşulU lu, "yapıt" lı, "çapıt" lı yazarlarda "problem" , "sos­ yal", "ekonomi", "endüstirl", "reform", "kortej", "sezon" , "editör", "politika", "karakter" , "para­ lel", "pe dagoj i" , "rejim", "doktirin", "akademi", "boykot", "�ans", "sömestir", "rejisör" , "prog­ ram" , "pilin", "müzik", "kooperatif', "atmos­ fer", "ideoloji", "biyografya", "alfabe", "analiz", "mesaj", "indeks" , "lider" , "meteoroloji", "libe1 57


ralizm", "noter" , "koordinasyon" vesaire gibi pekçok kelimenın kullanılmakta olması, "öztürk­ çecilik" . denen dil hareketindek:i samimiyetsizliği ortaya koymakta değil midir? "Içtimal mesele" yi Türkçe kabul etmeyip on un yerine "Sosyal prob­ lem" diyen. "milli dAva" yı "ulusal sorun" yapan, "iktisadi hayat" demernek için "ekonomik yaşam" cinsinden IMar etmeyi uygun gören. "se­ ciye" yi "karakter", "musiki" yi "müzik" yapan ve sonra da "öztürkçecilik" iddiasında bulunan insanların samimiyetine nasıl ihanılabilir? Sonra, "dogulu" keJimelerin en Türkçeleşmişle­ rini dahi defterden silmelerine rağmen, '�batılı" en lüzumsuz kelimelere dahi kucak açan "Oztürkçe­ ciler", bu davranışları sırasında, Türkçe'ye karşı bir büyük günah daha işlernekte bulunduk1arının da farkında değil gibidirler. Bu günah, batıdan lüzumsuz yere aldıkları bu kelimelerle birlikte, bazı dil kaidelerini de aktarmakta olmalarıdır. Evet, yabancı asıldan olduğunu ileri sürerek Türkçe'den atmaya çalıştığı, mesela, "iktisat" keli­ mesi yerine Fransızca "ekonomi" yi kullanan "Öz­ türkçeci", "iktisadi': yerine de, büyük bir rahatlık­ la; "ekonomik" demekte, yani bir yabancı kelime ile birlikte bir de yabancı dil kaidesirıin mrkçe­ mize girmesine razı olmaktadır. npkı, eski yüzyıl­ larda, Arapça'dan "ilim, "cahil", "vekil" gibi kell­ meleri alan şuursuz "münewer" in, bu kelimelerle birlikte, Arapça'nın dil kaidelerine de kucak açması ve "ilimIer" , "cihiller" , "vekiller" demek varken ve işin doğrusu da bu iken, "ülema", "cühela", "vükeli." demeleri ve yazmala­ rı gibi. . Bir kültür istilası şeklinde mrkçemize dolmakta olan "politik", "sosyolojik", "pedago-

158


jik", "doğmatik", "astronomik", "meteorolojik" , "fizyolojik", "kronolojUt". "ansiklopedik" gibi kelimeler İşte bu günahın eserleri ve neticeleridir. "Öztürkçecilik" hareketinin Samimiyetsizliğini ortaya koyan bir başka ve çok dikkate değer misal de, kendilerine "öztürkçeci" diyenlerin ıs­ rarla kullanmakta oldukları "tüm" ve "dek" sözle­ ridir. Bilindiği gibi, bunlardan birincisi "bütÜD" keli­ mesinin, ikincisi ise "kadar" sözünün yerine kul­ lanılmaktadır .

"Tüm", Türkiye'nin baiı yerlerinde halkın kul:­ lanmakta olduğu bir kelimedir. "Dek" de Thrkçe­ dir. İyi ama, onlar Türkçe de, ''bütÜD'' ile "kadar' Çince midir? Bütün Türkiye Türklerinin bildiği ve kullanmakta olduğu "bütÜD" ve "kadar" gibi ka­ tıksız Türkçe olan iki kelimeyi bırakıp da onların yerine ısrarla başkalarını kullanmanın sebebi ve manası nedir? özbeöz Türkçe olan kelimeleri han­ çerIemek nasıl bir "Öztürkçecilik" tir? Batılı mi1let­ lere ait binlerce kelime, hem de dil kaideleri ile birlikte Türk dili alanında cirit oynarken, bunları görmemezlikten gelen "tüm" lü, "dek" li kalemle­ rin ciddi ve samimi "öztürçeci" ler olduklarına inanmak için çok saf, hatta ondan da öte olmak gerek. . . "Öztürkçecilik" , dilimizdeki bütün kelimelerin Türkçe kökten olmasını veya Türk dilinin kaidele­ rine göre türetilmiş bulunmasını isternek hareke­ ti şeklinde ortaya çıksaydı ve hareketi de milliyet­ çi dil bilginleri, sanatçıları ve fikir adamları yüıütselerdi (böyle bir dilin meydana getirilip ge­ tirilemeyeceği bir yana) , davranışın samiıniyetin­ den şüphe edilemezdi. Fakat, zorla tutturulmaya

159


çalışılan bugünkü "öztürkçecilik" te böyle bir yasıf yoktur. Evet, bugünkü "öztürkçecilik" te ne ciddiyet ve samimiyet, ne milli ve ilmi bir zihni­ yet, ne de milliyetçi fikir ve sanat adamlarının desteği vardır. Bundan dolayı, yapılan bütün gü­ rüıtülere , şatafailı reklamlara ve radyo gibi bir ortak vasıtasıyla tesirin hayli arttmlmış olmasına rağmen, "öztürkçecilik" , gerçek bir Türkçecilik hareketi değildir, bir "öztürkçecilik" masalıdır. Evet. bir masal . . Fakat, münasebetsİZ bir masal . . Türk dilini arap saçına benzetip Türklü­ günden koparmak istediği için kötü bir masal . . Ve b u sebepten, eski güzel masallannuzm sonun­ daki meşhur tekerlerneyle "onlar muradma erme­ den" Türkçe'yi en kısa zamanda kerevetine çıkar­ mak suretiyle bitirilmesi gerekli bir masal . .

160


TRT'DE DİL IRKÇILIGI VE TÜRKÇE FACİASı TRf'nin Türkçe konusundaki tutumu ve dav­ ranışı, artık, üzerinde ciddiyet ve ehemmiyet ile durulması gereken bir mesele halini almış bulu­ nuyor. Çünkü bu kurum, Tann'nın günü, radyo­ su ve televizyonu ile milyonlarca Türk'e seslenir­ ken, o milyonlann konuşmakta olduklan Türk­ çe'den günden güne uzaklaşan bir dil kullanma gayreti içine ginniş durumdadır. Dilin, milletlerin hayat ve varlıklarındaki büyük yeri düşünülürse, TRf'nin, nice yıllardan beri sürüp giden bu tutu­ munun omuz silkip geçilebilecek bir hareket sayı­ layamayacağı kolayca anlaşılır. Bu bakımdan, meselenin üzerine ciddiyetle eğilrnek ve dilimizi TRf'nin elinden kurtanneaya kadar mücadeleye devam etmek, her şuurlu Türk'ün vazifeleri arası­ na girmiŞ sayılabilir. TRf, hem radyosu, hem de televizyonunda kullanmakta olduğu Türkçe (!?) ile, bir "dil ırkçılı­ ğı" güder durumdadır. Ama bu ırkçılık, yabancı kökten olan bütün kelimelere değil, sadece, isıamıığı kabul edişimizden sonraki yüzyi1larda arap ve fars dill erinden Türkçe'mize giren keli­ melere karşıdır. Hem de, söyleniş şekilleriyle manalannı dahi değiştirdiğimiz ve bu yolla Türk­ çeleştirdiğimiz, b ugün köylüsünden kentlisine kadar bütün Türklerin bildikleri , konuşurken kullandıklan kelimelere karşıdır. Buna karşılık Fransızca, Almanca, İngilizce ve İtalyanca gibi, Avrupalı hmstiyan milletlerin dille­ rinden, Türkçe'ye , eski çağlarda girmiş bulunan

161


ve hala da bol bol girmeye devam eden kelimele­ rin, TRf ' de güdülmekte olan dil ırkçılığının dışın­ da kaldığı görülmektedir. Radyo ve teleVizyon ya­ yınlanndan, batılı milletlere ait kelimelerin lüzumlu lüzumsuz ve bol bol kullanılıp durulma­ sı, bunu açıkça göstermektedir. Bundan da, TRT'deki bu dil ırkçılığının, ilmi ve ciddi mıkyas­ lar çerçevesi içinde bir dil görüşünün ve anlayışı­ nın sonucu değil, herhangi bir gayenin gerçekleş­ tirilmesi yolurida bir hareket olduğu anlaşılmak­ tadır. TRT'de, arapça ve' farsça kökten kelimelere karşı savaş, batılı milletlerin dillerine ait kelime­ lere karşı ise kucak açılmak suretiyle yürütülme­ ye çalışılan bu garip dil ırkçılığı, bunlara bir de uydurma sözler eklenmesiyle üç yönlü bir şekle bürünmüş· durumdadır. Bu üç yönlü dil ırkçılığının gerçek mahiyetini ve dolayısıyla hedefıni anlayabilmek için, dayan­ dınlmak istendiği esasları ayrı ayrı ele almak ve bu arada yeteri kadar da örnek verip durumu ay­ dınlatmaya çalışmak, en yerinde hareket olacak-

Ur.

\

A -farsça ve arapça Köklü Kelimeler : Bütün milletler, temas ettikleri yabancı millet­ lerin dillerinden kelime almışlardır. Dünyanın üç kıtasında yüzyıllarca at koşturan atalanmızın da, savaşıp çoğunu yenerek yurtlarına hakim olduk­ lan milletlerle kelime alışverişinde bulunmalan, bu bakımdan, tabiidir. Ancak, isl<lıniyeti kabul edişimizden sonraki çağlarda, arap ve fars dille­ tinden edebiyat ve bilim dilimize aktardığımız ke­ limeler, bu milletler arası söz alış verişi nisbetiiıin çok üstündedir. Hele. Türkiye'nin Osmanlı

162


süıaıesi devresinin bilim ve sanat adamları, fars ve arap dillerinden kelime aktarInada "çok" keli­ mesinin dahi dile getiremeyeceği derece ileri git­ mişlerdir. Bunun sonucu olarak da, konuşma ve yazı dillerimiz arasına, adeta, bir Çin Seddi çekil­ miştir . Ancak, yakın çağlarda, milliyetçi ve şuürlu okumuşlar arasında, milletimizin büyük çoğunluğunun benimsemediği o dile karşı başla­ yan tepki, Gökalp'ın en büyük rolü oynadığı Türkçülük akımı yıllarında ve daha sonralarda, yazı dilimize doldurulmuş lüzumsuz kelimelerin­ büyük ölçüde temizlenmesi sonucunu vermiştir. Bugün, konuşma dilimizde bulunan fars ve arap asıllı kelimeler, milletimizin büyük çoğunlu­ ğunun bildiği, konuşurken ve yazarken kullandı­ ğı sözlerdir. onun için bu kelimeler araplıktan ve [arslıktan kopmuş,Türkçeleşmişlerdir. Çünkü, bu kelimelerin bir kısmının asıllarındaki söyleniş şe­ killeri d eğişmiş; büyük kısmı ise, başlanna veya sonlanna eklenen Türkçe ekler, yardımcı kelime­ ler ve sözler ile sadece dilimizde bulunan guzel ve ince manaların meydana gelmesine sebep olmuş­ lardır. Yalnız, aslı arapça olan "Allah" kelimesin­ den Türkçe'de bu yolla türetilmiş yeni manalan hatırlamak bile, bu Türkçeleşmenin derecesini ve mahiyetini anlamaya yeter:

Allah aşkına, Allah kerim, allah Allah (= hayret ve şaşkınlık ifadeSi) , Allah etmesin, Allah'tan buL, Allah'tan kork (= utan) , Allah rahatlık versin, Allah selamet versin (= yola çıkarilar için sağlııda yerine varma dileği) , Allah versin, Allah akıllar versin, Allah'tan korkmaz (= kıyıcı) , Allah bilir, söz bir Allah bir, Allah sabır versin, Allah kavuş­ tursun, Allah akıllar versin, aman Allah ve Türk askerinin savaştaki saldın narası Allah, Allah, Allah, Allah . .

.

163


Allah kelimesi, aslı arapça'dır diyerek dilimiz­ den çıkarmaya kalksak, yukardaki ince manalı sözler ne olacak? Aşağıda, farsça ve arapça'dan dilimize girip, bir kısmının söyleniş şekilleri de değişen kelime­ lerden, 1ürkçe'de yeni manalarda sözler ve de­ yimler türemesine yol açanlann bir kısmından ör­ nekler yer almaktadır: Arapça'sı "fetil" veya "fetile" olup Türkçe'de "fitil" şeklini alan kelimeden türeyenler: Fitili almak (= tutuşmak, birdenbire hiddetle­ nip parlamak), Burnundan fitil fitil gelmek (= Ya­ pılan fenalıklarm sonradan birer birer zararlarını görüp çekmek), Fitil vermek (= kışkırtmak, kızdır­ mak azdırmak) , fitiltaşı (= Şeffaf, yumuşak, ateşte yanmaz bir maden) , fitil tahtası (= gemilerin iç kaplamasmdan iki lümbar arasında kaplanan tahta) . Farsça "günah (veya güneh)" kelimesinden tü­ reyenler: Günah işlemek, günaha girmek, günaluna gir­ mek (= suçsuz bir kişiyi bilmeden suçlu göster­ mek) , günahsız, günahı boynuma (= günahı varsa bana ait olsun) . Arapça "sabah" kelimesinden türeyenler: Akşama sabaha (= çok yakında) , sabahleyin, sabah olmak, (= şafak atmak, gün ışıIdamaya başlamak) , sabahlar hayır olsun, sabaha çıkmak (= sabaha kadar oturmak) , sabahlatmak (= saba­ hı buldurmak) , sabalıki (= sabaha ait olan) , sabah akşam.

164


Arapça'da Tanrı, adalet, insaf gibi çeşitli manalarda kullanılan "hak" kelimesinden türe­ yenler:

Hak (= ana baba veya öğretmen hakkı) , hak etmek, hak kazanmak, hak vermek, hakkından gelmek, haklı çıkmak, haklı çıkannak hakkını vermek, hakını yemek, haklı, haksız, haksızlık, hakkında, haklamak, haklaşmak (= karşılıklı haklar verilmek suretiyle alacak verecek kalma­ mak) , hak yolu (= doğruluk veya Tanrı yolu) , su hakkı (= kadınlar hamamında harcanan su için verilen para) , hakkuşu ( İShakku şu), hakvuran, ' (pembesi kumru) . =

Farsça "renk, reng" kelimesinden türeyenler:

Renk atmak (= solmak, kızgınlıktan benzi sa­ rarmak) , renk vermek (= bir renge sokmak veya belli etmek) , renk vermemek (= belli etmemek) , renkten renge ginnek, renksiz (= hali veya duru­ mu anlaşılmayan) , rengi olmamak (= belli bir ka­ rakteri olamamak, silik olmak) . Arapç a "hatır" kelimesinden türeyenler: Hatır sormak, hatır için yapmak, hatırdan çık­ mak, hatır yapmak; hatır saymak, hatır kırmak, hatır kalmak (= gücenmek), hatırlanmak, hatır­ latmak, hatıra gelmek, hatırı olmak, hatırlamak, hatırlı, hatın sayılır, hatm kalmak. Farsça "hoş" kelimesinden türeyenler:

Hoş gönnek, hoşça kalmak, hoşlanmak, hoş­ laşmak, hoşlandırmak (= memnun etmek), bir hoş olmak, hatmn hoş etmek, hoşluk, hoş geldi­ niz (= yeni gelen birisini selamlama) , hoş bulduk = hoş geldiniz" diyene verilen cevap) .

165


Arapça "zaman" kelimesinden türeyenıer: Bir zaman, bir zamanıar, zaman zaman, hiçbir zaman, gel zaman git zaman; o zaman. zaman ve zemin (= münasebet. münasebet düşürme), zaman aşıını (= bir işin üzerinden belirli bir zaman geçip hükümsüz kalması) . Arapça "taraf kelimesinden türeyenıer: Alt taraf, üst taraf, o taraf, bu taraf, yan taraf, taraf taraf (= yer yer), bir taraftan. tarafsız, taraf­ sız kalmak, taraf tutmak, her taraf. her taraftan, hiçbir taraftan. Arapça "rahat" kelimeSinden türeyenIer: Rahatlık. rahatlamak, rahatsızlık, rahat rahat bol bol), rahat dunnak, rahat yüzü görmemek dertli yaşamak), rahat etmek, rahatsız, rahat­ sızlanmak,

(= (=

Arapça "kandil" kelimesinden türeyenıer:

Kandil yakmak, kandillik (= kandilin konuldu­ ğu yer), kör kandil (= ayakta duramayacak kadar içki içmiş ,kişil, kandilcİ (= kandil yapıp satan ve kandilleri yakan kişi). kandil çöreği (== kandil ge­ celeri için yapılan yağlı çörek) . kandil ağacı (= bir cins ağaç) . idare kandili (= geceleri uyurken yakı­ lan çokaz aydınlık veren kandil) . kandilli selam (= eski 1ürk hayatında, eğilip elini çok aşağılara kadar indirmek suretiyle ve bu hareketi birkaç kere yaparak verilen selam) . Gökkandil (= ken­ dinden geçmiş gözü dumanlı sarhoş) . ş aman dıra kandili (= bir kandil çeşidi), kandil uşurmak (= çocuklann sabun köpüğünden yaptıklan balonla­ n uçurması) .

166


Arapça "növbet" veya "nevbet" kelimesinden tü­ reyenler: Nöbette olmak, nöbete çıkmak; nöbete girmek, nöbet beklemek, nöbet gözetmek, nöbete binmek veya bindinnek), nöbeti savmak, nöbetle (veya) nöbetleşe (= sıra ile) , nöbetçi, kapısında nöbet ça­ lınmak (= vezir kapılarında belirli saatlarda çalı­ nan mehter) . Arapçası "vakt" olup Türkçe'de "vakit" şeklinde kullanılan kelimeden türeyenler: Vaktiyle. vakitsiz. vakitli vakitsiz. vaktinde, bir vakitler. hiçbir vakit, vakit bulunca, vakti gelince. vakit vakit, hali vakti yerinde. gece vakti. geç vakit, vakti iyi olmak (= geçim durumu iyi olmak) . o vakit (= o zaman) . bu vakit (= şimdi) , ne vakit? her vakit (= daima) . Arapça'sı "keyf' olup Türkçe'de "keyif' şeklinde kullanılan kelimeden türeyenler: Keyif sormak, keyfetmek, keyif kaçırmak, keyif ç atmak , keyfine gitmek, keyif vermek. keyifsizlen­ rnek, keyiflenmek, keyfıne (= nasıl isterse) , keyfol­ muş (= az sarhoş olmuş) , çakırkeyf, keyifli, keyif­ siz, keyif bozulmak. keyif yetiştirmek (= içip az sarhoş olmak, neşelenmek) . Arapça'sı "süret" olup Türkçe'de "surat" şeklini almış kelimeden türeyenIer: Surat etmek, surat asmak, suratsız (::::: çirkin, utanmaz, arsız) , surat ekşitmek (= beğenmeme­ DÜl veya hoşlanmamanın yüz ifadesiyle belli edili­ şL)

167


Arapça "şüphe" kelimesinden türeyenler:

Şüphelenmek, şüphe götürmek (= şüpheye yer olmak) . şüphe yok, şüphe mi var?, şüphesiz, ne şüphe? şüphelendirmek, şüpleli, şüphesizlik (= şüphe olmama hali) . Arapça'nın "Şeytan" ·kelimesinden türeyenIer:

Şeytantüyü (= Bir insanı başkalaona sevdiren hal) , şeytan arabası (= bazı bitkilerin belirli za­ manlarda havada uçuşan ince tüylü kozalağı) , şeytan tırnağı, (= umaklann dibinden kalkan ince deriler) , şeytanın kıçbacağı (= çok yaramaz cin gibi çocuk), şeytanlık (= hiyle), şeytam (= Şey­ tan'a ait. ş eytanca) . Farsça "nişan" kelimesinden türeyenler: . Nişan almak, nişan takmak, nişan takılmak, nişan atmak (= nişan alarak tüfeği ateşlemek) , ni­ şancı (= hedefe iyi vuran), nişanlanmak (= evlen­ mek için sözlü olmak) , nişanlamak (= nişan koy­ mak, işaret etmek, evlenmek üzere birbirine sözlü etmek) , nişanlı. Farsça "şeker" kelimesinden türeyenler:

Şekerlemek (= şeker koymak veya katmak) , şe­ kerleme (= şekerlenmiş meyve vesaire) , şekerlen­ rnek (= şekerlenmiş meyve vesairenin suyu uça­ rak şekerinin ortaya çıkması) şekerli, şeker hastalığı, şekerci, şekerciboyası (= üzüme benze­ yen meyvesinden kınnızı bir boya çıkanlan bitki) , şekercilik, şekerkamışı. Arapça,. o dilde "selamet" , "emniyet", " aşinahk" gibi manalarda kullanılan "selam" kelimesinden türeyenler:

168


Seıamıamak, selfunlanmak, selamlaşmak, selamı sabahı kesrnek, selamlık (= Eskiden büyük evlerde ve konaklarda erkeklerin oturduğu ve erkek misafirlerin oturduğu ve erkek misafirle­ rin kabul edildiği böıüm). Arapça "akıl" kelimesinden türeyenler:

Akıllı, akıllılık, akılsız, akılsızlık, akıl ermek, akıl erdirmek, akıl öğrenmek, akıl öğretmek, akıl almak, akıl vermek, akıllanmak, aklı başında olmak, akıl başa gelmek, akıl baştan çıkmak, akılcılık (= felsefede her varlığ�n akli bir sebebe dayandığını ve bilgi kaynağının akıl prenSipleri olduğunu kabul eden doktrin) . akıldişi (= yirmi yaş sıralannda çıkan diŞ) , akıl kutusu (= herkese akıl öğreten) , aklısıra (= kendi aklınca) . Farsça "hiç" kelimesinden türeyenler: Hiçbir zaman, hiçbir vakit, hiç bahasına, hiçe saymak, hiç olmazsa, hiç değilse (= bart), hiçlik, hiçbirşey, hiç kimse, hiçten, hiçe saymak , hiç mi hiç. Bu örnekleri daha çoğaltınak da mümkündür. ama bu kadan da, bu konudaki gerçeği ortaya koymaktadır . Evet. . . arapça ve farsça'dan aldığımız kelime­ lerden bir kısmı, yüzyıllardan beri dilimizde kul­ lanıla kullanıla ve çoğu mana ve söyleyiş değişik­ liklerine de uğramak suretiyle bizim malımız olmuşlardır. Ayrıca o kelimelerden üretilmiş yeni pekçok söz ve deyim de, onlann dilimizden çıka­ nlmasını imkansız bir hale getirmiştir.


Sonra, tarihimizin büyük insanlannın adları olan yabancı kökten kelimeler de az mı? Osman' lar . Murat'lar. Fatih Mehmet'ler. Yavuz

Selim'ler. Kanuni Süleyman'lar. Yunus'lar. Ali Şir NevBi'ler, Füziili'ler. Biki'ler, Nedim'ler. Namık Kemal'ler, Abdülhak llimid'ler. Ziya Gö­ kalp 'l ar, Mehmet Emin'ler. Ömer Seyfeddin'ler.

ve daha bunlar gibi pekçok yabancı özel adlar. mrklükle birlikte yaşamak talihine erişmiş olan yabancı sözler değil midirler?

Dünya üzerinde sadece kendi kelimelertyle ko­ nuşan ve yazan hiçbir medeni cemiyet yoktur . Bütün milletlerin dillerinde başkalarına ait sözler vardır. Mesele, onlara yabancılıklanm kaybettir­ mek, yani içine girdikleri dilin millilik damgasını vurabilmektir. Farsça ve arapça köklü kelimeler­ den diİimizde kalanlar. işte. bu milli damga ile mrkçeleşmiş ve aynca daha bir güzellik. daha bir incelik kazanmış olanlardır.

170


TRT VE MİLL�çİ KURULUŞLAR T.R.T. , Türklüğün büyük menfaatlannı çiğne­ yen yayımlanna, bunca uyarnıalara rağmen, ıs­ rarla devam ediyor. Bir zamanlar, Türk dilini boz­ maya çalışma odağında toplarımış bulunan gayretler, artık, bu devreyi çoktan gerilerde bırak­ mış durumda. Gerek radyoda ve gerekse Ankara televizyonunda oynanmakta olan seri halindeki oyunlar, bunun delilleridir. Bu "özerk!" kuruluşun "öztürkçecilikl" adı veri­ len dil maskaralığında oynadığı roL, artık bütün uyanık Türklerin malümu. Hiç okumamışından bilginine kadar bütün Türklerip bildikleri birçok kelimeyi rafa kaldınp, onların yerine birtakım gü­ lünç ve maskara "sözcük!" ler kularıma yolundaki ısran, bilgisizlikten veya dangalak1ıktan ileri gelen masum bir keçi inadı gibi görmek, şüphe­ siz, mümkün değildir. Bir kısmı, eski bir fikir sa­ pığının işkembesinden çıkmış bu "sözcük!" lerle birlikte, batılı milletlere ait bir sürü kelimenin de bu "özerk!" kuruluş mensupları tarafından bol bol ve rahatlıkla kullanılmakta olması, davanın "öztürkçecilik!" ve hatta sadece Türkçecilik ile il­ gili bulunmadığını açıkça ortaya koymaktadır. Tarafsız olması gereken T.R.T. 'nin, azgınlığı günden güne artarı bir tek taraflılık içinde bulun­ duğunu gön1p anlamamak için ise kör olmak gerek. Bu tek taraflılığın, yumuşak ve müphem manalı "sol" sözünün paravanası arkasında kızıl ideolojinirı pirensiplerini yayma şeklinde tecelli etmekte olması ise korkunç bir netice . .

171


söz edildi. Buna göre şu sorunun cevabıIll bul­ mak gerekmektedir:

Mustafa Kemal'in.

her hafta. o programın başın­ da ve sonunda dört kere "usta" ilan edilmesiyle hangi maksat gudülmektedir? Aslında bu program. Atatürk'ü siper yaparak oynanan korkunç bir oyundan başka bir şey de­ ğildir. Bu programa göre Mustafa Kemal. Milli Mücadele'yi zaferle sona erdiren Türk ordusunun değil, "Anadolu köylüsü ordusul"nun kumanda­ nıdır. Çünkü bu programa göre anadolu'da. yani Türkiye'de yaşayan millet, Türk milleti değildir. Yüzyıllar boyunca bu topraklar üzerinde 'yaşamış milletlerle Türklerin kanşmasından meydana gel­ miş bir "çorba topluluk"tur. Yani "Türkiye halkla­ nt" dır. Bu programa göre Mustafa Kemal'in en büyük vasfı (veya marifeti!) "devrimcilik!" tir. "Devrim " . kızıl fikri tuttunnak için ona engel olacak herşeyi yıkmak manasında kullanıldığı, için. bununla Atatürk'e neyin yamanmak istendiği kolayca an­ laşılmaktadır. Bu programda Atatürk'ün köycüıüğü. eski devrin Yahudi hokkabazlarının el çabukluğu ile. Türkiye'yi köylerinden yıkmak için kurulmuş olart şu maıüm "köy enstitülerine" ne bağlanmak istenmektedir. Bunlar ne demektir? Ve radyolarda haberlerin.yorum1ann hep "sol ı" un lehine değerlendirilmekte olduğu. milliyetçi kuruluşların bildirilerinin ya hiÇ ele alınmadığı veya bir iki- kırık dökük cümle ile geçişlirildiği. hiç değilse günun son haber bültenine atıldığı

174,


artık yutulan bir oyun olmaktan çıkmıştır, uya­ nık bütün Türkler tarafından bilinmektedir. Kapı­ lan sadece "devrimci güç!" lere mensup olanlann beyanlanna veya bildirilerine açık olan böyle bir kuruluşun tarafsız olabileceğine, artık bugünün kazlan bile inanmaz. TRT'nin devam edip giden ve değişmesi imkansız görülen bu tutum ve davranışı karşısın­ da, sayılan hayli artmış biıluncm milliyetçi kuru1uşlara büyük bir vazife düşmekte olduğunu sa­ nıyorum: Türklük, hak ve adalet aleyhine olan bu hare­ ketlerinden dolayı, bir gün TRf'den mutlaka hesap sorulacaktır. Hayli gecikilmiş bulunmakla beraber, bu hesap günü �çin lüzumlu maddeleri toplamak gerekmektedir. Işte bu vazife, milliyetçi kuruluşlara düşmektedir. Milliyetçi kuruluşlar, radyolan ve Ankara'da televizyonu muntazam bir şekilde takip ederek, Türklüğün büyük menfaat­ lan aleyhine ve başka davalar lehine olan, bütün konuşmalan ve hareketleri devamlı olarak tesbit etmeli ve, mümkün ise, bu gibi konuşmalar tele alınmalıdır. Bu, vazifenin bir cephesidir. Bu tes­ bit devam ederken, pir yandan da, her kötü dav­ ranışında TR!' şiddetle protesto edilmelidir. Bu protestolar şahıs veya kuruluş olarak mektup, te­ lefon veya tel ile yapılabileceği gibi, kuruluşlann düzenleyecekleri kanuni yürüyüşler ile de olabi­ lir. TRT, Türklük aleyhindeki bu tek taraflı tutum ve davranışından vazgeçinceye kadar, milliyetçiler ve milliyetçi kuruluşlar tarafından aralıksız pro­ testolar ile doğru yola çağınlmalıdır. Bu vazifede

en büyük hisse, elbette Id, genç bozkurtlara düşecektir.

1 75


"ATATÜRKÇÜLÜK" MES'ELESİ

i

Bir fikir ve inanç buhranı içine girmiş bulunan Türkiye'de, cemiyetimizin birçok temel meseleleri ile birlikte, yakın çağlar tarihimizin fikir, sanat ve siyaset alanlarında büyük rol oynamış insanları da, ciddi şekilde ele alınıp değerlendirilme imkanlarını günden güne daha çok kaybeder hale gelmeye başlamışlardır. Bu yüzden, yetişmekte olan nesiller, bir yandan Türklüğün ana davalarını, çok kere, ters yönlerden değerlendir­ meye mecbur kalmak gibi yanlışlara düşmekte; diğer taraftan da, tarihlerinin insanları hakkında yanlış veya eksik bilgilere sahip olmaktadırlar. Soyumuzun temel meselelerinden olan Türk ırkçılığı ve Turancılık, yeni nesillerin büyük ço­ ğunluğunun, asli mahiyetlerinden çok farklı bil­ dikleri büyük davalardır. Nam.ık Kemal ve Ziya Gökalp, birbirlerinden çok farklı hükümlerI e göz­ ler önüne serilmekte olan büyük kalemlerdir. Sultan abdü1hamid, kuzey ve güney kutupları arasında dolaştırılan bir hakandır. Yakın yıllarda kendisinden en çok söz edilen bir insan olmasına rağmen, Atatürk de, şahsiyeti kesin sınırlar için­ de toplanabilmiş bir kimse olmaktan hayli uzak­ tır. Bütün Qunların sebebi, sadece ilimle fikrin ko­ nuşması gereken yerlerde hususi maksatların ve niyetlerin dile getirilmekte olmasıdır. Ve bu böyle devam ettiği müddetçe de. çocuklanmıza. ne mil­ letimizin büyük davalarının gerçek manasım, ne de meziyetlerini ve kusurlarım tam bir tarafsızhk­ la ortaya koymak suretiyle, şöhretlerimizin ger­ çek değerini öğretmek mümkündür.

176


Burada, yakın tarihimizin şöhrellerinden biri­ sini ele alarak, bazı maksatlar için, fikirlerin ve insanların nasıl sömürülmeye çalışıldığını ve yine bazı gerçeklerin nasıl tersine çevrilmek is ten di ği ­

ni göstermeye çalışacağım. Bu şöhret, Gazi Mus­ tafa Kemal'dir. Mustafa Kema1' i ağızlarından ve kalemlerin­

den hiç eksik etmeyenlerin bu konuda en çok kullandıkları söz "A tatürkçüıük"tür. Onun için, önce şu sorunun cevabını aramak gerekmektedir:

Atatürkçülük Nedir? Gazi Mustafa Kemal, ne içtimai veya felsefi bir çığır açmış bir insandı, ne qe - mesela Gö kalp gibi büyük bir fikir adamı idi . I n and ığı ve gerçek­ leştirmeye çal ı şt ığı fikirleri bir kitap ta toplamış bir kimse de değildi. O halde, son yıllarda her fır­ salta öne sürülen Alatürkçülük, acaba, Gazi Mustafa Kemal'e ait hangi temel fikirlerin bir araya getirilmesiyle ortaya çıkmış veya çıkarılmış bir fikir sistemi olmaktadır? Bu sorunun cevabını aramadan önce, Atatürk­ çü olduklannı her zaman tekrarlayan siyasi ve si­ yaset dışı teşekküllerle, farklı fikir ve inançlara sahip kimselerden bir kısmını şöyle bir ele almak yerinde olur: mrkiye'de birçok siyasi parti var. Bu partilere mensup kişilerin pek çoğu, her fırsatta, hem par­ tilerinin, hem de kendilerinin Atatürkçü oldukla­ nnı ileri sürerler. Mesela en büyük siyasi teşek­ kül sayılan A.P. Atatürkçüıüdr. En büyük muhalefet partisi ünvaninı kimseye kaptırmayan

177


C . H .P. Atatürkçüdür. Uçüncü parti pozundaki M.P. (.) Atatürkçüdür. Emekçilerin partisi oldu­ ğunu iddia eden T.İp .Atatürkçüdür. Halbuki, bu partilerin, belli başlı birçok ana meselelerde birbirlerine tamamen karşı fıkir ve düşüncelere sahip bulunduklan malümdur. Bu karşı oluşun, bazı hallerde, adeta düşmanlık de­ recesine ulaştığı da bilinmeyen birşey değildir. Hatta, partilerin birbirleri hakkındaki görüşleri bile, bazan aşırı iddialara veya çok sert hükümle­ re kadar uzayıp gitmektedir. Kendisini demokra­ siye saygılı, kanuncu, hürriyetçi ve halkçı olarak ilan eden A.P. , ötekilerine göre kapitalist, kanun çiğneyici, halkı sömüren bir çıkarcılar ve zengin­ ler partisidir. C . H . P . , kendi ifadesine göre, kesin sınırı asla çizilememiş bir yer olan ortanın solun­ da, karşı iddialara göre ise Moskova yolundadır. A.P. nin de, C . H.P. nin de tam siper karşısında olan M.P., fikirle uzak y'akın hiçbir ilgisi gösterile­ meyecek bir partidir. T.I .P. , kendisin inanmak ge­ rekirse sosyalist, berikilerin görüşüne göre ise marksist-komünist bir teşekküldür. Sözün kısası, bu partilerin hepsi fıkir, inanç, sistem, görüş gibi birçok yönlerden birbirl�rine taban tabana karşı durumdadırlar. Buna göre, şu soru, kendiliğinden ortaya çıkmaktadır:Bir­ birlerine, hepsi ötekilerinin mezanm kazacak kadar karşı olan bu siyasi teşekküller, nasıl olu­ yor da, Atatürkcülük denen ve elbette birtakım temel fikirlerden meydana gelmesi gereken filrri sistemdes birleşebilmektedirler?

(*) M.P. Millet Partisi Y.N. 1 78


Siyasİ olmayan teşekküllere ve derneklere ge­ lince; sayılan pek çok olan bu teşekküllerin . belki birkaçı bir tarafa bırakılırsa. onların geri kalanla­ rının da hepsiAtatürkçüdür. Halbuki. onlar da. birbirlerine yakın veya uzak gruplara aynımışlardır. Bu sebepten. ehemmiyet­ li bir iç veya dış hadisede, birbirlerini destekleyen veya birbirlerine karşı gruplara ayrılırlar. Mesela. bir yabancı devletin gemileri bir lima­ nımızda iki gün demirleseler, bu hareket, dernek­ lerin bir kısmına göre bir nezaket ziyareti, bir kıs­ mına göre ise istiklalimize indirilmiş bir darbedir. Bir yabancı memlekette, bir gençlik topluluğu­ nun h ayatı felce uğratan aşırı hareketleri, bu der­ neklerden bir kısmı için basit bir öfkeli gençlik hamleSi; diğer bir kısmı içinse dışardan idare edi­ len ihanet davranışlarıdır. Aynı hadiselerin , birbi­ rine bu derece aykırı yorumlanışı, şüphesiz, der­ neklerin belli başlı meselelerdeki görüşlerinin ve hareket noktalarının başka başka oluşudur. ama şu fikirde veya bu inançta birbirlerine ne kadar karşı olurlarsa olsunlar, bu,Atatürkçülükte, hep­ sinin hemen birleşmesine bir engel teşkil etme­ mektedir. Şahıslarda da aynı şey görülmekte değil midir? A.P. Genel Başkanı D emirel Atatürkçüdür! Mus­ tafa Kemal'i, on iki yıllık milli şeflik (i) adı verilen keyfi idaresi zamanında asıl kabrine koydurtma­ yan; üstelik paralardan ve pullardan resmirli kal­ dırtan İsmet İnönü Atatürkçüdür! Senato ve Meclis'te her on kişiden dokuzu , muhakkak, Ata­ türkçüdür. Mesela Osman Bölükbaşı Atatürkçü­ dür. Dr. Azizoğlu Atatürkçüdür. YemirlU Aydın Yalçın Atatürkçüdür. Ahmet Yıldız veya Sami

179


Küçük Atatürkçüdür. Gazete başyazarlan ve fık­ racılan da öyledir: Mustafa Kemal' in, yazı yaz­ masını yasakladığı Ahmet Emin Yalman Ata­ türkçüdür. Ahmet emin'le kıyasıya mücadelesi malum olan Fatih Rı1kı Atay Atatürkçüdür. Ata­ türk devrinde çıkan kanun gereğince, babası Yunus Nadi' nin aldığı Abalıoğlu soyadını kullan­ mamakta yıllardan beri inat eden Nadir Nadi Atatürkçüdür. İlmi rafa koyup, günlük dünya iş­ leriyle ugraşan gazete makalecisi profesörler Ata­ türkçüdür. Sözün kısası, Türkiye'de dağ taş Ata­ türkçüdür. O kadar ki , şimdiye kadar bir biçimi­ ne getirip duyurmarhış olmalarına rağmen, başta Fenerbahçe, Galatasaray ve Beşiktaş gibi büyük­ ler olmak üzere, üçüncü kümeye vanncaya kadar, spor kulüpleı;imizin başkanlannın ve ida­ recilerinin ve hatta futbolcularının da Atatürkçü olduklanndan şüphe edilemez . Bu durum karşısında, şu sorunun cevabını aramak, artık, biran önce yerine getirilmesi ge­ rekli bir vazife halini almaktadır: Fikir, düşünce, inanç, meyil, siyasi veya iktisadi görüş ve daha birçok yönlerden aralarında en küçük bir yakın­ lık bulunmayan; aksine pekçoğu ülkü, dava, veya menfaat aynlığı gibi çeşitli ehemmiyetli cihetler­ den birbirlerinin karşısında ve hatta bazılan bir­ birlerinin can düşmanı durumunda görülen oka­ dar teşekkül, okadar insan, nasıl oluyor da, Atatürkçülük denen fikirde hemen can kardeşi ve hatta daha da ileri, adeta yapışık kardeşler haline gelebiliyorlar? Böyle bir netice insan düşüncesine, insan mantığına aykındır. Yüzbin kere, milyon kere ay­ kındır. Bu derece imkansız bir neticeyi mumkün

180


kılabilecek ise, olsa olsa. bir tek şart düşünülebi­ lir. O da. her cinsten insanı, manevi çatısı altında toplıyabilen Atatürkçülüğün, bugünün dünyasın­ da mevcut bütün fikir inanç ve sistemlerin birbi­ rine karışması veya karıştırılması ile meydana gelmiş bir "çıfıt çorbası" olmasıdır. Böyle bir şeyin kabulü ise, şüphesiz, Gazi Mustafa Kemal'e ya­ pılabilecek hakaretlerin en bayağısı olur. Buna göre. yıllardan beri gürültüsü yapılmak­ ta olan Atatürkçülük hakkında verilecek hüküm, kendiliğinden ortaya çıkmaktadır: Atatürkçülük diye ileri sürülen şey ciddi bir fikir değildir, sade­ ce bir edebiyattır! Evet. . . Bugünkü Atatürkçülük gürültüsü sade­ ce bir edebiyattır, hem de Mustafa Kemal ile hiç­ bir ilgisi bulunmayan bir edebiyat. . .

Atatürk'ü gerçekten seven; sevmese de, sahip bulunduğu meziyetler dolayısıyla kendisini takdir eden; yahut, Türk'ün son kalesinin kurtarıcısı o büyük ordunun başkumandanı bulunduğu için . evet sadece bunun için ona karşı içinde bir saygı taşıyan bir Türk, bu manasıyla, asla Atatürkçü olamaz . Çünkü Atatürkçülük sadece, Gazi Mus­ tafa Kemal ile ilgisiz bir fikir değil. ayru zamanda onu, bir takım sinsi ve maksatlı düşünce ve fikir­ ler için bir paravan olarak kullanmaktır da . . . Evet, Atatürkçüıük. Gazi Mustafa Kemal'in heybetli varlığım siper yaparak, o siperin arkasın­ dan kendi adi çıkarlarını, siyasi ihtiraslarım veya Türklük aleyhindeki melün fikirlerini kolayca, ra­ hatça ve hatta şirretçe söylemenin, yazmanın adından başka birşey değildir. Öyle olmasaydı , hürriyetçisinden diktacısına, sosyalistinden kapi­ talistine, solcusundan komünistine, renksizinden

181


1ürklük düşmanına kadar o kadar kişi yıllardan beri Atatürkçülük taslayıp durabilirler miydi? İ şte Atatürkçülük edebiyatında tek gerçek budur. Acaba adına Atatürkçülük denebilecek ciddi bir fikir de olamaz mı? İ kinci yazıda bu sorunun cevabını vermeye çalışacağım.

1 82


"ATATÜRKÇÜLÜK" EDEBİYATI II Gerçekten "Atatürkçülük" diye bir fikir olabilir­

mi?

Elbette olabilir. Gazi Mustafa Kemal'in ; üze­ rinde ısrarla durduğu , devlet ve millet hayatında tatbik etmek istediği belli başlı fıkirler, prensip­ ler, sistemler ciddi bir şekilde tesbit edilip bir araya getirilirse, böyle bir fikirler ve sistemler top­ luluğuna "Atatürkçülük" adı verilebilir. Bir fikri kangren haline gelen bugünkü "Atatürkçülük" edebiyatına kesin olarak son vennek ve Gazi Mustafa Kemal'i çıkarcı siyasilerin, şarlatanlann ve Türklük düşmanlarının elinden kurtannak için tek yol da, işte budur.

Atatürk'ün belli başlı fikirlerini, prensiplerini ve inançlarını böyle bir ciddi maksatla derleyip toplamak pek güç bir şey de olmaz. Çünkü bu iş için gerekli ciddi kaynakların çoğu kitap veya müessese olarak ortadadır. Mesela, hayatı boyun­ ca yaptığı konuşmaların belki de hepsi denebile­ cek kadar büyük kısmı basılmıştır. Hayatının son altı yılını kaplayan tarih ve dil kurultaylarının za­ bıtları ile bu kurultayların ve diğerlepnin ana he­ defleri olan kitaplar elimizdedir. Universite ve yüksek okullarda okutulan inkılap tarihi dersleri­ nin notları kitap haline getirilmiştir. Kurduğu veya kurdurduğu Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi, antropoloj i Enstitüsü , Tarih Kurumu ve Dil Kuru­ mu gibi teşekküllerin kuruluş gayeleri ve Atatürk zamanındaki çalışmaları da bilinmeyen şeyler de­ ğildir. Bunlara, bu derece bilinmeyen meseleler

183


ve konulardaki fikir ve düşüncelerini eklemek de o kadar zor olmaz . Çünkü , Türkiye'de, h akkında en çok kitap ve yazı yazılan insan Mustafa Kemal' dir . Bu kitapıann büyük kısmı şöyle böyle şeyler olsa bile, içlerinde degerli olanlar da vardır. Ciddi bir araştırıcı bunların değerlisiyle şöyle böy­ lesini ayırt edebileceği gibi: bütün ön hükümler­ den ve nezaket ve zarüret neticesi olarak söylen­ miş siyasi sözlerden uzak kalmayı da bilebilir. İşte, Atatürkçülük denebilecek fikir ancak bu şe­ kilde ortaya çıkmış olur. Atatürkçülük denebilecek fikirler toplulugunda yer alacak temel unsurlardan bir kısmı, Mustafa Kemal' i n hayatının son yıllarındaki , birbirini ta­ maml aY��1 davranışlara yön veren hareket­ lerdedir. Universite ve yüksek okullarda okutulan inkılap tarihi dersleriyle, liseler için hususi ola­ rak yazdınlan meşhur 4 ciltlik tarihten ve Birinci Tarih Kurultayı zabıllarından vereceğim bazı ör­ neklerle , burada , bunlardan bir kısmına temas etmek istiyorum. Liseler için hazırlanmış , tarih kitaplarının bi­ rinci cildinin "Irk" başlıklı bölümünde, Türk ır­ kından bahseden parçada şu sahrlar yer alıyor:

"Tarihin en büyük cereyanlannı yaratmış olan Türk ırkı, benliğini en çok muhafaza etmiş bir ırktır. . . . . . . . . . . Görülüyor ki, tarihte en çok göze çarpar bir birlik arzeden Türk ırkı daima hiikim olan biriz uzvi vasıflanyla, diıı1ağın en kuvvetli mahsutü olan harslanyla, tarihi müş­ terek hitıralanyla, aynı zaman da bugünkü millet tariflne de en uygun büyük bir cemiyet­ tir.

184


Bütün tarihte böyle büyük. bir ırkı, millet halinde görmek bilhassa zamanımızdaki insan heyetlerinin pek çoğuna nasip olmayan büYiik bir kuvvet ve büyük. bir şereftir." (Tarih: ı , Is­ tanbul 1 9 3 1 , Devlet Matbaası , 20. Sf.) . Aynı kitabın "Büyük Türk Tarih v e Medeniyeli­ ne UmumI Bir Nazar" başlıklı bölümünde, "Türk'ün Anayurdu" nun sınırları şöyle çizilmek­ tedir:

"Büyük Kadırgan (Kingan) dağlarından Bay­ �al havzasına, oradan Altay dağları boyunca Itil havzasına vararak, Hazar Denizi Havzası, Hindikuş, Pamir, Karakurum, Karanlık da�ar yolu ile ve Sarı ırmak ile tekrar Kingan da�a­ nna ulaşan çizgi içinde kalan mıntıka Türk'ün anayurdudur." (aynı eser, 25. - 26. Sf).

İç kapağında Maarif Vekaleti Milli Talim ve Terbiye D airesi"nin emriyle 30 .000 adet basıldığı belirtilen bu kitap, liselerin birinci sınıflanna ait­ lir. Atatürk'ün sağlığında, hatta ölümünden son­ raki bir iki yıl liselerimizde tek ki tap olarak okun­ muştur. Bu satırlarla, Türk ırkı ve bu ırkın anayurdu hakkında, körpe dimağlarda uyandınlmak iste­ nen fikrin mahiyeti ve esası, yine Atatürk zama­ nmda üniversitelerimizde ve yüksek okullanmız­ da devamlı olarak okutulan inkılap tarihi derslerinde bütün açıklığı ile ortaya konmuştur. Bu esas, Türkçülük ülküsünün Türk Birliği (Tu­ rancılık) ve Türk ırkçılığı prensiplerinden pek farklı bir şey değildir. Rahmetli Mahmut Esat B ozkurt' un, in�ılap tar!hi desleri potlanndan meydana gelen Istanbul Universitesi Inkıhip ens­ titüsü'nün 1 60 s ayılı kitabı olarak çıkan "Ata­ türk İhtiıaıi" adlı eserinde bunun reddi imkansız birçok delili vardır. İ şte onlardan birkaç ön:ek: 185


Türk birliği üzerine: "Atatürk, Divan Edebiyatı ve onun muakkip­ ler elinde kaybolmak tehlikesine maruz kalan Türk diline, bir muazzam hamle ile, giderek eski vahdetini ilan edebilecek bir kuvvet aşıla­ dı ki, yalmz bugünkü Türkiye için değil, yarın­ ki Türk dünyası, Türk birııgi için de en radikal bir teminattır." (Mahmut Esat Bozkurt, Ata­ türk İhtilili, İstanbul 1940, 310-3 1 1 . Sf.).

"Türk milletine gelince; Sibirya'lardan, Bay­ kal göıü kıyılarından tutunuz da; ıran, rusya Azerbaycanlarından, bütün Doğu Türklüğün­ den ta .Akdeniz kıyılarına kadar yayılan Batı Türkleri birbirlerini anlamakta zorluk çekmez­ ler." (Aynı eser, 3 1 1 . Sf.).

"Türk Birliği'nin bir gün hakikat olacağına imanım vardır. Ben görmesem bile, gözlerimi dünyaya onun rüyaları içinde kapayacağım." (Aynı eser, 191. Sf.)

"Ben de Türk Birliği'ne bundan fazla inanı­ yorum. Onu görüyorum. Yarının tarihi, yeni fasıllarını Türk Birliği ile açacaktır. DÜDya sükdnunu, bu fasıllar içinde bulacaktır." (Aynı eser, 191. Sf.).

lS6


Türk ırkçılıgı üzerine:

"Bir ihtilaı hangi millet hesabına yapılırsa, mutlaka o milletin öz evlildlİlın eliyle yapılma­ lı ve onun elinde kalmalıdır. Meselil Türk ihtiıaıi öz Türklerin elinde kalmalıdır. Hem de kayıtsız, şartsız.

Türk'ün en kötüsü, Türk olmayanın en iyi­ sinden iyidir. Geçmişte Osmanlı imparatorlu­ ğU'nun bahtsızlığı, ekserlya, mukadderatım Türklerden başkasının idare etmiş olmasıdır." (Aynı eser, 228. Sf.).

"Türk devleti işlerinde Türkten başkasına inanmayalım. Türk devleti işlerinin başına öz Türk'ten başkası geçmemelidir." (Aym eser, 466 Sf.). "Tarih diyor ki : Devlet işlerinin başına, devletin kurucusu olan kavimden başkalan geçince o devlet inkı­ raz bulur. Yani millet istikli1ini kaybeder. Misal mi istersiniz? işte abbasiler, işte En­ dülüs, işte OsmanWar! Yeni Türk Cumhuriyetinin devlet işleri ba­ şında mutlaka Türkler bulunacaktır. Türk'ten başkasına inanmayacağız." (Aynı eser, 446447. Sf.).

187


Bu sözler, yıllarca, yüksek öğrenim gençleIine ihtilalinin felsefesi, esası ruhu diye söy­ lenmiştir. Esasen Mustafa Kemal devrinde, onun benimsemediği ve istemediği fikirlerin , kendisinin vazifelendirdiği yakınlan tarafından gençliğe tel­ kin edilmesine elbette imkan yoktu .

Atatürk

Tarih kurultaylanndaki fikri havanın da bun­ dan, bunlardan farklı olmad.ığmı , kitap halinde yayınlanmış zabıtlar ve hareketlerden anlamak mümkündür. 1 932 de Ankara'da toplanan Birinci Tarih Kongresrnden bazı tieyleri bilmek bunu or­ taya koyacak lır.

1 932 de Ankara Türk ocağı ' nda toplanan b u kurultayda dikkati bilhassa çeken bir husus , "millet" kelimesinin adeta kaldırılıp yerine asrarla "ırk" sözünün kullanılması ve hemen her konuşa­ nın Türk ırkmın büyüklüğünü ve üstünlüğünü tleIi sürmesidir. Kurultaya katılanlardan Afet Inan ve Dr. Reşit Galip' in konuşmalarından ve­ receğim küçük misaller bunu gösterecektir.

Afet İnan' dan parçalar: ''Burada bir meseleyi açıkça ortaya koymak isterim. Orta Asya'dan ve orada yetişen ve ço­ ğa1an ve başlı başma bir kültür yaratan insan kütlesinden bahsederken tek bir ırk düşünüyo­ rum. Ve o�un adına Türk diyorum. . .. . . . . . . .Orta Asya yaylatarının otokton ahati­ si, tek bir ırk manzumesi halinde teşekkül et­ miştir. Çünkü başka kandan ve tipten hiçbir halkın gelip bannmasına, yurtlan hududunda­ ki tabii manialar yüzünden, on binlerce yıl imkan olmamıştır." (Birinci Türk TaIihi Kongre­ si, Ankara 1 932, 3 1 . Sf.) .

1 88


"Türk ırkı, anayurtlarında yüksek kültür mertebesine varırken, Avrupa halkı vahşi ve tamamen cahilce bir hayat yaşışyordu." (Aynı eser, 40. Sf.) .

"BU mukaddes yurdun öz virisi, Türkiye Cumhuriyetinin yılmaz hirisi, o büyük. yük­ sek, asil Türk kavminin bugünkü genç ve dinç çocuklarıdır.. biziz. " (Aynı eser, 4 1 . Sf. ) . Mustafa Kemal devri maarif vekillerinden Dr. Reşit Galip in ''Türk Irk ve Medeniyet Tarihine '

Umum� Bir Bakış" başlıklı konuşmasından : " . . . .Yani kudret ve kabiİiyet kaynağı harikab soyun evıatlarıyız." (Aynı eser, 1 1 0 . Sf.) .

"Her asil manada cevheri tükenmez Türklük kanı taşıyanlar, bundan şüphe edemezler."

(Aynı eser, 1 6 1 . Sf.) . Türk birliği, yani Turaneılık meselesine gelin­ ce: kurultayda geçen bir hadiseyi ve bu münase­ betle Şemsettin Günaltay'ın yaptığı konuşmayı bilmek, bu konuda hü.kme varmak için kafi gele­ cektir. Birinci Tarih Kongresinde, tarihi gerçeğe uy­ mayan bir teze karşı çıkan Prof. Zeki Velid! Togan' ın fikirleri Atatürk'ün isteklerine karşı sa­ yılarak tartışma konusu olmuş ve sonunda Şem­ settin Günaltay, Zeki Velidi'yi "Türk Birliği'ne engel olmaya çalışmakla suçlamak suretiyle sus­ turma yoluna sapmıştı. Prof. Zeki Velidi'yi, vak­ tiyle rusya'da yapılan bir kongrede Türklerin bir­ leşmesine engel olmak iddiasıyla suçlama yoluna s apan Şemsettin Günaltay'm şu sözleri, bu ko­ nudaki gerçeği ortaya koymaktadır:

1 89


" . .....Acaba Zeki Velidi Bey aynı rolü bu kongrede de mi oynamak istiyorlar? Fakat emin olsunlar ki bu kongrenin etrafında topla­ nanların dimağlarından milliyet ateşi üşkın­ yor. Bu ateşin karşısında . her gayret, her te­ şebbüs erimeye mahkiimdur." (Aynı eser, 600. Sf. ) .

Atatürk'ün fikri vasıflarından birisi de, kızılla­ nn "kafatasçılık" kelimesiyle gülünçleştirmeye ça­ lış tıklan antropolojik ırkçılıktır. Bilindigi gibi bizdeki Antropoloji Enstitüsünü kurduran Mustafa Kemal'dir. Çeşitli yerlerde ya­ pılan kafatası kazılan , Türkiye'nin birçok okulla­ nnda yapılan kafatası ve kafaya ait uzuvlar arası ölçmeler, bu enstitünün kuruluşundan sonraki hareketlerdir. Yine, milletlerarası antropoloji top­ lantılarına Türkiye adına katılanların orada oku­ dukları raporları da bu yoldaki çalışmaların neti­ celerinden başka şeyler degildir. Atatürk. bu işe kendisi de merak sarnuş ve meşhur gece sofralarında bulunanların kafalarını ölçmek suretiyle antropolojik çalışrrialara (yani kafatasçılık hareketlerine) bizzat kendisi de katıl­ mıştır. Bir gece İsmet İnönü' nün de kafasını ölç­ tügü, ancak İnönü'nün kafa ölçüleri Türk kafa ölçülerine pek uyınadığı için kendisine takıldığı yolundaki rivayetler, antropolojik çalışmalara ver­ diği ehemmiyetin delillerinden biri olarak gösteri­ lebilir (1) (1) Atatürk'ün, çok kişinin kafasını ölçtüğü bu alet, bugün, Anıtkabu'deki Atatürk Müze­ si'nde, diğer malzemeyle birlikte, çalışma ma­ sası üzerindedir.

190


Mustafa Kemal'in , komünizm karşısındaki tutum ve davranışı da, bu arada, unutulmamalı­ dır. ' Komünizmin, rusya'da iktidara gelişinden bir süre sonra bu melün fikrin mehiyetini kavrayan Atatürk, ondan sonra hayatının sonuna kadar bir komünist düşmanı olarak yaşamıştır. Bu ba­ kımdan , bu cephesi de', Atatürkçülüğü meydana getirecek unsurlar arasında yer alacak çaptadır Aşağıdaki sözler, Mustafa Kemal'in bu cephe­ sini ortaya koyan vesikalardan birkaçıdır:

"Bolşevizme gelince. onun bize nüfuz etme� sini önleyen dinimiz. ananelerimiz ve sosyal bünyemiz gözönüne alınırsa. bu doktrinin memleketimizde hiçbir şansı olmadığı anlaşı­ lir. . . . . . içtimm nokta�i nazardan dini kaideleri­ miz bizi bolşevikliği kabul etmekten allkoy­ maktadır. Hatta Türk milleti. lüzumu halinde ona karşı savaşmaya hazırdır." "Biz ne bolşevikiz. ne de komünist; ne biri. ne diğeri olamayız. ÇÜDkü biz milliyetperver ve dinimize hürmetkarız." Bu s özler, komünizmin nasıl bir insanlık düş­ manı korkunç ve melün bir fikir olduğunun henüz tamamen anlaşılmış yıllara aittir. Mustafa Kemal, komünizmin Türklük için ,nasıl korkunç bir tehlike olduğunu anladıktan sonra, ona karşı daha s ert cephe almıştır . 1 928 yılı Ağustosunda Eskişehir İstasyonunda yaptığı tarihi konuşma bunun en açık delilidir. Bu konuşmadaki: "Türk

ileminin en büyük düşmanı komÜDistliktir. Her göründüğü yerde ezilmeli" sözü ise Ata­ türk' ün. komünizm düşmanlığını pek açık şekilde ortaya koymaktadır.

19 1


İşte "Atatürkçülük" denilebilecek şey. ancak,

Mustafa Kemal'in benimsediği ve tatbik etmeye

çalıştığı bu gibi fikirlerin, tamamen tarafsız bir şekilde tesbit edilmesiyle ortaya çıkabilir: Bu ya­ pılmadıkça, Atatürkçülük, şimdiki gibi, adI bir şekilde bir Atatürk'ü sömürme oyunu olmaktan ileri gidemiyecektir.

192


PKUMUŞUN SÜRÜP GİDEN GAFLETİ Bu yurt insanlarının bu topluma karşı işledik­ leri suçların en büyüklerinin, en zararlılarının okur yazarlardan geldiği yolundaki görüş, her gün, yeni yeni örneklerle kuvvet bulmaktadır. Son günlerde, çeşitli mesleklere mensup gruplar tarafından aynı konuda yayınlanan bildiriler, bunun en yeni delillerinden biridir. Malüm: Kızıl Moskof Emperyalizminin yıkıcı silahı komünizm, her çeşit kalıba girip her şeyi kendi çıkarı yolunda kullanırken, dünyadan ha­ bersiz okur yazar takımının gaf1etinden de sık sık faydalanmasını biliyor. Komünizmin yararına olacak herhangi bir dav­ ranış için yayınlanacak olan bir bildiriye, tanın­ mışlardan, aydın sayılanlardan imzalar topla­ mak, bu yoldaki faydalanmaların en çok baş­ vurulanlanndan birisidir. Bu oyun, yakın yıllarda yurdumuzda -çok uy­ gulanmıştır. Günümüzde de uygulanmaktadır. Aydın sayılan okur yazarların bu yoldaki bilgisiz­ liği ve gaf1eti sürüp gittikçe, ilerde de uygulanma­ ya devam edecektir. Sadece Kızıl Emperpyalizme yarayacak olan bir davranışı, ya meselenin kandmcı bir şeklde ele alınışına kanarak veya duygulara seslenilmesinin tesirinde kalarak destekleyen okur yazarlara nice yıllardır raslayıp durmakta değil miyiz? Bu gibi oyunlara alet olanların bir kısmı ko­ münizme karşıdırlar da . . . Fakat, bu sapık ideolo-

193


Jının oyunlanndan habersiz olduklanndan bu oyunlara kanmakta ve dolayısıyla, beğenmedikle­ ri o fikre de hizmet etmiş bulunmaktadırlar . Bu­ nun bizim hayatımızdaki en unutulmaz örneği, N azım Hikmet'in hapisten çıkanlması için açılan o malum ve meşhur kampanya sırasında görül­ müştür. Nazım'ın hapisten çıkanlması için açılan kam­ panyaya imzalanm atmak suretiyle katılanlar arasında tanınmış birçok kişi vardı. Bunlann bir kısmının komünizmi tutmalanna imkan yoktu. Yine bir kısmı, Atatürkçülüğü kimseye bırakma­ yan kimselerdi. Fakat adlanmn başındaki doktor, yüksek mühendis, avukat, profesör filan gibi ün­ vanlara' rağmen çoğu, oynanan oyunun farkına varamamışlardı. Halbuki Nazım Hikmet'in Moskova'da yetiştiril­ miş bir hain olduğu bilinmeyecek bir şey değildi. Zaten Alalürk devrinde, onun tarafından lanetlenmiş ve ezilmesi emredilmiş o sapık kızıl moskofçuluk flkıinin bu yurtta yerleşmesi için en azgın çalışan bir iblis olduğundan hüküm giymiş değil miydi? Buna rağmen, bir yandan açlık grevi oyunu, bir yandan da başka trajik davranışlar kısa zamanda, iki yüze yakin meşhurun bir vatan haininin affım isteyen yazının altına imza koyma­ larım sağlamaya yetti. Fakat, hapisten kurtulan hain de, asıl vatanına kaçmak ve orada, kanımn buyruğuna uyarak, geberinceye kadar Türklük aleyhinde çalışmak suretiyle, oynanan oyunun gerçek yüzünü gafillerin yüzüne çarpmış oldu.

194


o oyundan on beş yıl sonra, bugün, bir yenisi , bir benzeri oynanıyor. Yine imzalar toplanmakta, yine bu gibi oyunlara hizmeti vazife bilen gazete­ lerde bildiriler yayınlanıp iınzalar öne süru1mek­ te, böylece Türkiye umumi efkan tesir altında bı­ rakılmaya çalışılmaktadır. Bu seferki oyunun kalkanı Kıbns , suçlama tahtası emperyalizm, hedef ise Viyetnam'da vuru­ şan Amerika'dır. Amerika'nın Viyetnam'daki savaşlara katılışı emperyalist bir davranışın mı sönucudur; yoksa, başka bir emperyalizmin, Asya'nın bütün güneyi­ ne atlama noktası olacak bir kara parçasını ona kaptırmama gayreti midir? Bu işlerden anlayan­ lar için bu sorunun cevabı malumdur. Fakat burada üzerine egilinecek asıl mesele şudur: İddia, mademki emperyalist bir davranışa karşı olmaktır, o halde niçin başka emperyalist­ liklerle birlikte ele alınmamakta, açıkçası, Ameri­ kan emperyalizmin yanına niçin kızıl moskof em­ peryalizmi de katılmamaktadır? Bugün dünyayı tehdit etmekte bulunan mos­ kof emperyalizmi, gözler önünde bir gerçek değil mi? İkinci Dünya Savaşından sonra komünizmin pençesine geçen Avrupa ve Balkan ülkeleri bugün ne halde? O yurtlann sahipleri olan millet­ ler Mo'skof emperyalizmine gönül rızası ile mi kat­ lanmaktadırlar? Oralarda serbest seçimler yapı1s a, sonuç ne olur? Şu dünyada, Moskova'nın, o ülkelerde zorla oturmakta olduğunu kabul etme­ yecek aklı başında ve namuslu bir tek adam çıka­ bilir mi?

195


Sonra, tutsak Türk illeri? Azerbaycan, Kınm, Türkistan ve başka Türk ülkeleri? Bütün bu Asya ve Avrupa topraklannda zorla oturan, yerli halka kan kusturan, bütün o talihsiz ülkeleri ve milletleri sömüren rusya emperyalist değil de, sa­ dece o emperyalizmin karşısındaki Amerika mı emperyalist? İşte oynanmakta olan yeni oyunun gerçek yüzü budur. 1 950 de bir vatan hainini kurtar­ mak için o kızıl oyuna başvuranlar, nasıl iki yüze yakın gafıli avladılar ve imzalarını aldılarsa, bugün de ayn ı oyuncular bir başka kremlin oyunu için yeni yemler peşindedirler. O bildirinin altına imza koyan profesörler, do­ çentler, asistanlar, avukatlar ve sanatçılar bir de şunu düşünmelidirler: Bir Türk olarak, kendileri için Viyetnam'da yaşayan insanlar mı, yoksa Asya'daki, tarih boyunca Türk olmuş topraklarda yaşamakta bulunan milyonlarca Türk mü daha önemlidir? Viyetnamlılar bizi sadece insan olarak ilgilendirir. Fakat esir Türkler, insan olmanın da dışında; kanlarıyla, dilleriyle, tarihleriyle, küLTür­ leriyle, dinleriyle de bizim kardeşlerimiz olarak da düşünmemiz gerekli insanlar değiller midir? Ve nihayet, Viyetnam'da yaşayanlar insan da; Macaristan'da, Romanya'da, Azarbaycan'da, Türkistan'da yaşayanlar değil midir? O halde bir emperyalizm lanetlenirken, ondan bin beteri niçin kenarda bırakılmaktadır? Bir insan, kendi­ Siyle insanlıktan başka bir bağı bulunmayan ya­ bancıları düşünür de kendi kanından, kendi di­ ninden olanları akımdan dahi geçirmezse. döker gibi göründüğü göz yaşlarının insanlıkla, vicdan­ la, mantıkla en küçük bir ilgisi bulunacağı kabul edilebilir mi?

196


Bu gibi bildirilere. hemen imzalarını basmak­ tan geri kalmayanlar. oynanan oyunları akıldan çıkarmamalıdırlar. Bu hususta. düşünmeden ha­ rekete devam ederlerse. hem profesör. doçent. avukat. sanatçı gibi ünvanlannı. hem de adlannı şer kuvvetlerinin kötü emelleri yolunda alet etmiş duruma düşerler. Unutmamak gerektir ki hüner. adlanmızın ba­ şında. parlak sayılan bir takım ünvanlar taşımak değil, onlara hakkıyla sahip olmaktır.

197


TÜRK OCAGI DÜŞMANLIGI Bu memlekette, Türk'e faydalı herşeye olduğu gibi, Türkçülük fikrinin tarihi teşekkülü Türk oçağı'na karşı da, zaman zaman su yüzüne çıkan bir düşmanlık vardır. Bu düşmanlığın öncüleri, şüphesiz, kökü dı­ şardaki davaların Türkiyeli mensuplarıdır. Ancak, Türk ocagı düşmanlığını yapanlar, sade­ ce, bu sinsi yaratıklar değildir. Zaman zaman, iyi niyetli olması gereken veya umulan kimselerin de, onlarla aynı safta yer aldıklari görülmektedir. Bu gibileri, böyle milli konularda yanıltan ve yan­ lış hükümlere götüren, şüphesiz, milli Şuur ve tarihi bilgi fukaralığıdır. Kökü dışarda davalara hizmet edenler, bir za­ manlar, illrk ocaklarının devIini tamamlamış te­ şekküller olduğu iddiasını ileri sürüp dururlardı . iyi niyetli olmaları gereken veya umulan kimsele­ rin bu gibi uydurma iddiaların tesirinde kalmak­ ta bulundukları da düşünülebilir. Fakat, artik şu gerçegi, herkes gibi, onlar da öğrenmelidirler ki, Türk ocaklarının devirlertni doldurmuş bulunma­ sı gibi bir şey olamaz. Çünkü Türk ocağı, daha sonraki yılların bütün milliyetçi teşekkülleri gibi, Türklüğü fikir ve kültür yönlerinden beslemek için kurulmuştur. Yani bir ''Türke hizmet" teşek­ küıüd.ür. Bu bakımdan "Ocağm devri geçtiı" de­ menin "Türk milletine hizmetin zamanı geçti" demekten başka bir manası olamaz. Böyle bir id­ diamn sahibi ise ya haindir, ya da çııgın!

198


Türk ocağı düşmanlığı, son zamanlarda, bu tarihi teşekkülü, Ankara'daki büyük binasından atmak gibi bir şekle bürünmüş olarak görülmek­ tedir. Bu kötü niyet, 27 Mayıs hareketinden sonraki günlerde bir oldu bittiye getirilmek istenmiş, fakat karşısında ihtilMin devlet ve hükümet baş­ kanı Cemal Gürsel'i bulunca durmak zorunda kalmıştı. Eğer Güne! Paşa. o günlerde bu kötü niyete karşı çıkıp : "Ocağa dokunanın ocağı sön­ SÜD!" şeklindeki sözünü söylememiş olsaydı , Türk ocağı'nm tarihi binası 1960 yazında iŞgal e dilmiş olabilirdi. Son aylarda, bu kötü oyunun yeniden sahneye konmak istendiğini gösteren davranışlar olmakta­ dır. Bu oyun; bir vakitler, yapılan baskılarla, kendi kendisini feshetme zorunda kalan Ocağı, şimdi de, çatısız bırakma, yani ortada kalmaya mahküm etme isteğinden başka bir ş ey değildir. Ama, o günlerden bu yana, sadece zaman değil, köprülerin altından da nice sular akıp git­ miştir. Onun için, bu konuda karar verme mevki ve yetkisinde bulunanlar iyi ve çok düşünmek zo­ rundadırlar. Çünkü Türk ocağı'nı binasından atmak, herhangi bir "tahliye!" kararını uygula-;­ mak gibi basit bir mesele değildir. TUrklük ve Türkçülük fikrinin bu eski ve tarihi teşekkülüne reva görülecek böyle bir hareket memlekette büyük, hem de çok büyük tepkiler yaratabilir. Çünkü ocağa karşı girişilecek böyle bir hareket, Türklük ve Türkçülük fikrine indirilmek istenen bir darbe manasını taşıyacaktır. Buna, aklı ba­ şında hiçbir Türk, elbette ki, razı olmayacaktır. Bu i tibarla, ilgililer gaflet uykusundan uyarımalı

199


ve Türkiye'yi bir baştan bir başa çalkandıracak böyle bir teşebbüsü hemen önlemelidirl�r. Bize göre bu konuda yapılabilecek en doğru. en güzel ve en faydalı hareket, Ocağın malı olan ve elinden haksız yere alınmış bulunan bu bina­ yı. hukuken de. asıl sahibine devretmektir. Bu da. önce vatanseverce bir niyet ve sonra küçük bir formalite meselesidir . Bu vazife. artık hem de gecikmeden yerine getirilmelidir. Bu vazifeyi yap­ makla. sadece, eski bir haksızlık giderilmiş olmaz; aynı zamanda, karar sahipleri de milli bir hizmeti yapmanın gururun u ve şerefini elde etmiş olurlar. Aksi yolda yürümekte ısrar edenler veya uyarıldıklan halde gaflet uykusunda devam etmek isteyenler, en azından, Gürsel Paşa'nın sö­ zünü hatırlamalıdırlar. Ve unutmamalıdırlar ki, Türk ocağı'nın binasından atılmasına sadece mil­ liyetçi umumi efkar değil. milli konularda çok hassas olan büyük kütle de ilgisiz kalamaz.

Türk ocağı. bu ülkede. Türkçülük ülküsü­ nÜD ateşini yakmış ve onun nur1anm memle­ ketin dörtbir köşesine ulaştırmış bir teşekkül­ dür. Bu sebepten ona kolay kolay dokunulamaz. Bu gerçek unutuımamalıdır.

200


VATAN BEKÇİLiöi YAPAN GENÇ TÜRKÇÜLERE Türk olup. vicdan ve kalb sahibi olup da: büyük. kahraman. asil. fakat talihsiz Türk soyu­ nun siz bugünkü delikanlıları ile övünmernek mümkün mü? çoğunuz bu sahipsiz. bu bakımsız ata armağa­ nı yurdun bir köşesinden. öğrenim emeliyle büyük denilen şehirlere gelmiş Türk çocuklansı­ nız. çoğunuz, en tabii bir hak olan bu emelinizi, binbir türlü maddi ve manevi sıkıntılan göğüsle­ meye çalışarak gerçekleştirmek için çalışıyorsu­ nuz. Bu yolda emek harcarkende, bulunduğunuz büyük denilen şehirlerde. devletimizi temelin-den dinamitlemek gayesiyle girişilip yürütülmekte olan haince. alçakça. düşmanca hareketlere karşı çıkmaYı en tabii bir millet vazifesi sayıyorsunuz. Ve bu büyük vazife için. kendinizi yetiştinne eme­ linizi bir kenara itip. Şuurunuzun ve vicdanmızm sizleri sevkettiği yolda Bozkurtlar gibi mücadele ediyorsunuz Giriştiğiniz mücadele, bu topraklar üstünde yaşayan birçok okur yazar işlemez kafa1ann sandığı gibi, elbette ki, bir basit "komando! !" luk hiki.yesi değil. Siz, bugünkü kahpeleşmiş dünyanın, insan ve mmet hürriyetlerini kan selinde boğmak isteyen dünya çapındaki vah­ şet kampanyasında, kendi yurdunuzdaki iha­ net şebekesine karşı, vatan müdafaası apan yi­ ğitlersiniz.

Karşı koymaya çalıştığınız kuwet, tarihin. iki büyük Türk düşmanı olarak kaydettiği çinli ile 20 1


moskofun ordulanna öncülük yapan birliklerden farksız. Ve o kuwet, böyle bir mücadele için ge­ rekli bütün imkanlara sahip: Silahları var, para­ lan var, propaganda imkanları var. Sizlerin tek

silihınız ise, damarlannızda dolaşan Türk kanı ile iman dolu kalblerlnizdeki o ilihi büyük ateş! IrkınlZı ve vatanınızı korumak için büyük bir fedakarlıkla mücadele ediyorsunuz. Küçük görü­ nüşlü maddI varlıklarınızı, vatanınızı hançerle­ rnek isteyen namert ellere karşı çelikten bir duvar gibi dikiyorsunuz. Ona sıkılan kurşunlar için gö­ ğüslerinizi kalkan gibi kullanıyorsunuz. Ve kızıl kurşunlar , kalbinizi delip de Tann'nıza kavuştu­ ğunuz zaman, midenizin bilmem ne kadar za­ mandan beri boş olduğunu görenler, bu örnek fedakarlık karşısında hayretlerini ve hayranlıkla­ nm gizleyemiyorlar.

Siz, ey tarihi kahramanlık destanlan ile dolu büyük soyun bugÜDkü yiğit oğullan! Siz,

ey, Türk milleti için gündüz oturmadan, gece uyumadan, ölesiye, bitesiye çalışan ebedI Gök Türklerin onlara layık kahraman torunları! Siz, ey XX. Yüzyıl Türk tarihinin gazi ve şehit yeni Kül Tegin'leri , yeni Kür Şad' ları : Türk olup, Vİc­ dan ve kalb sahibi olup da sizlerle övünqıemek mümkün mü? Sizin, büyük fakat talihsiz bu vatana siper yaptığınız o kuçük görünüşlü maddI varlıklarınlZı yıkmak için sade hainler değil; gafiI kelimesi ken­ dilert için bir şeref madalyası sayılabilecek bir takım adi yaratıklar da uğraşıyorlar. Bırakın uğ­ raşsınlar, çırpınsınlar, boş kafalı kalıplara yaran­ mak için yılanlar gibi kıvnlsınlar, bükülsünler.

202


Bir koca tarih boyunca, bütün bir düşman dün­ yasının yıkamadığı Türk kalesini üç buçuk hainle bir avuç alçak mı çökertebilecek?

Genç Türk! Genç Türkçü! Tarihin şu tehlikeli dönemecinde, kara bulutlar ile örtülü Türk gökle­ rinin altında, senin, ırkını dize getirmernek, vata­ nını kirli ayaklara çiğnetmemek için giriştiğin mücadeleyi, o vatanı yaratmak ve ayakta tutmak için kanl arını akıtan milyonlarca şehidin ruhu, muhakkak ki, gurur ve gıpta ile takip etmektedir­ ler. Sen de, Akif'in Ey bu topraklar için toprağa düşmüş asker! diye seslendiği o efsanevi Çanakkale kahraman­ larından farksızsın. Bir bakıma senin mücadelen onunkinden de güç. çünkü Çanakkale'de göğüs­ lerini vatanları için siper yapan genç kahraman­ lar, sadece, karşılarındaki düşmanla boğuşmuş­ tular . Sen ise, karşındaki hainlerden gayrı, seni arkandan hançerlemek isteyen alçaklar ile de mücadele etmek zorundasın. Seni, moskofu'n ve çinli'nin silahlarıyla vuran­ ların ağızlarından düşürmedikleri bir "İkinci kur­ tuluş savaşı" tekerlernesi var. Aslında, henüz gerçek savaş meydanlarından uzaklarda, böyle bir ikinci kurtuluş savaşını yapmaya çalışan ve hatta yapan, sensin. Çünkü, Türkiye adlı kutsal

kaleyi düşürmek isteyenlere karşı, maddi ba­ kımdan küçük, fakat mini olarak. gıpta edile­ cek kadar büyük olan varlığını büyük bir cö­ mertUkle ortaya koymuş olan sensin. sevgili genç Türkçü!

Tarihinin her tehlikeli anında, içinden yol gös­ terici Bozkurtunu çıkararak selamet kıyılarına erişmesini bilmiş Türk soyu, bugünkü tehlikeli

203


dönemeci de elbette ki aşacaktır. Ve onun içindir ki , tehlike büyüdükçe, kurtuluş günü de yaklaşı­ yor demektir.

Türk dünyası, sade hainlerin değil, alçakIa­ da kaçacak delik arayacaklan o mutlu gÜDe muhakkak kavuşacaktır.

nn

Vatanımızın bugünkü serdengeçti bekçileri genç Türkçüler! Hayatlarının en renkli ve ateşli yıllannda, aşk oyunları ile dolması hak 'sayılan temiz kalbIerini, vatana sıkılan kurşunlara siper yapan asil yiğitler :

Selim size! Üstünüzde bütün bakışlar! Bir gün olur tarih sizi elbet alkışlar!

204


MİLLİYETÇİ HAREKET VE KARşısıNDAKİLER Bu ülkenin yakın çağlar tarihinde çok görülen bir talihsizlik vardıL Ne zaman yurdun yaranna sayılacak bir adım atılmak, bir hamle yapılmak istense, böyle davranışlar, karşılannda her zaman Türklük düşmanı kuvvetler bulmuşlar ve çelmelenmişlerdir. Türklüğe yararlı hareketlerden milliyetçilik hamlesi olarak ortaya çıkıp da çelmelenmek ve hatta biçilmek istenenlerin en unutulmayacakları 1944 ve 1953 yıllanndakilerdir. Birincisi, tek parti diktatörlüğü devrine, ikincisi · "milli irade" zamanına ait olan bu hadiseler, bugüne kadar sürüp gelen ve bundan sonra da devam edeceği muhakkak olan sinsi Türklük düşmanlıklarının mahiyetlerini aydınlatabilecek hareketlerdiL

1 944 hadisesi, Türk milliyetçiliğinin üzerinden silindir geçirmeye çalışmak ihaneti idi İkinci Dünya Savaşı yıllannda milliyetçilik çok kuvvetlenmiş, bütün Türkiye'ye yayılmıştı . Bunun bir sebebi Türkçü yayınlann çokluğu ise, diğer bir sebebi de dünyayı sarmış bulunan ateş ve kan tufanı idi. Devletlerin göz yumup açıncaya kadar bir zaman içinde haritadan silindikleri bir devirde, o zamanki Türkiye gibi maddi gücü pek yetersiz bir memleketi ayakta tutabilecek tek kuvvet, elbette ki, milliyetçilik olabilirdi. Ve bunun neticesi olarak, milliyetçilik, yurdumuzda •

öylesine yayılmıştı ki, diktatörlük devrinin o yıl­ l ardaki başbakanı Saracoilu Şükrü bile, 1943 te Meclis'te yaptığı bir konuşmada :

205


"Türküz. Türkçüyüz ve Türkçü kalacağız. Bizim için Türkçülük bir kan meselesi olduğu kadar ve ISaka! ci kadar bir vicdan ve kültür meselesidir" demek zorunda kalmıştı. İşte, bu derece güçlenen ve daha da güçlenip cemiyetin siyasetine dahi hakim olma istidadını gösteren milliyetçiliğe karşı , 1944 baharında ma­ him haçlı sefeli açıldı . Tarihteki . haçlı seferleri, islamlığın kökünü ka­ zıma gayretinin neticeleri idi . 1944 Haçlı Sefe­

ri'nin hedefi ise Türkçülüğü yok etmek olmuş­ tu.

O yılların vatansever ve namuslu Türklerinin çok iyi bildikleli gibi 1 944 Haçlı Seferi'ni tertip edenler, bu ırkın ve bu yurdun can düşmanları sinsilerdi. Açtıklan ihanet bayrağının altında ise, o devıin kanı, ruhu ve kafası bozuk bütün oku­ muş takımı toplanmışlar ve Türk milliyetçiliğini hançerIerne ihanetinde birbirleriyle yanş etmiş­ lerdi . ama, Türk milliyetçiliği, bir avuç namerdin kahpeliği ile kökü kazınabilecek bir fikir değildi. Aylarca sürüp giden ve Türklüğe kin kusan o kampanya sırasında namert ellerin hançerIeliyle çok yara almış, fakat yine de ayakta kalmıştı .

1953 teki hareket ise. o yallann meşhur Türkçü derneği Thrk Milliyetçiler D erneğinin ka­ patılması ve bu suretle milliyetçi hareketin bir kere daha hançerlenmesi şeklinde oldu. Thrk Milliyetçiler Derneği. hürriyet ve demok­ rasi havası içinde doğmuş ve kısa zamanda Thr­ kiye'nin birçok yerinde açtığı ocaklarla yurt ça­ pında bir teşekkül halini almıştı. Derneği kur­ anlar ve ocaklannı açanlar. genç aydınlardı. Bu suretle milliyetçilik. genç Türk aydınlanmn gay-

206


retiyle bir kültür gücü haline geliyor, büyüyor güçleniyordu . Derneğin çatısı altında toplananla­ rın hızla artması da fincancı katırlannı ürkütü­ yordu. Bir Selanik dönmesine atılan bir kurşun, bu gelişmeden ürken Şuürsuz siyasiler ile Türkçü­ lük düşmanlarının bir kere daha aynı safta bir­ leşmelerini sağladı. Devrin ı;>aşbakanı, Türkçülü­ ğe karşı , tarihin asla bağışlamayacağı bir iftirada bulundu ve neticede dernek, mahkeme karan ile kapatılıp mallan elinden alındı. Bu suretle, siya­ set dalaverecileriyle Türkçülük düşmanlannın or­ taklaşa yürüttükleri bir dolap, milliyetçi hareketi bir kere daha hançerlemiş ve gelişme durdurul­ muş oluyordu. Eski yılların milliyetçi hareketleri, Siyasetin dı­ şındahamlelerdi.'. Bu sebepten, yurt dışındaki düşmanlan büyük çapta ilgilendirmernekte idi. Fakat yeni hareket, siyasi bir şekle bürününce iş değişti. Çünkü milliyetçiliğin bu yolla sağlayacağı bir başarı, Türkçülüğü, devletiIi kaderinde söz s ahibi edebilecekti. Türkçülüğün, Türkiye'nin ha­ yatında söz sahibi olması ise, yurdumuz üzerinde ·iktisadi veya siyasi birtakım ince hesaplan bulu­ nan dış kuvvetlerin bu yoldaki emellerine set çe­ kilmesi olurdu. ÇÜJ).kü, devlet gemisinin dümeni­ ni elinde bulunduracak milliyetçi fikri hiçbir ş ekilde tavlamak mümkün olamazdı. Türkiye'ye karşı birtakım ince hesaplar yürüten dış kuvvet­ lerin, bu sebepten, ellerindeki bütün imkanları kullanarak, belirmekte olan büyük tehlikeyi önle­ meleri kendi pis çıkarlan için bir zaruretti . Gerçi , milliyetçi hareketin bugünkü siyasi güçü yakın bIr gelecek için bir büyük başarı müj-

20 7


delemiyordu . Fakat çok uzak olmayan bir zaman için bir takım ümitler uyandırmakta olduğu da bir gerçekti . Türkiye'nin , bugünkü okuyan genç nesIinin harekete büyük çapta meyletmesi de, milli hareketlerden ürkenleri elbette düşündürü­ yordu. Yıllardan beri tatlı ninnilerle uyutulmakta olan milletin bu uykudan birden uyanması da mümkündü. İşte bu sefer, dışardaki kuwetlerle içerdekileri birleştiren buydu. Umulmadık bir netice ile karşı­ laşmak imkanı vardı . Korkulu rüya görmekten ise uyanık yatmak elbette ki daha yerindeydi. İşte, Türkiye üzerinde korkunç bir kasırga gibi esen yıkıcı propaganda. bu korkunun neticesi idi. Kasırganın her tarafa savurduğu milyonlar. ka­ panma niyeti taşıyan kapılan, bu suretle ardına kadar açtı . Milliyetçi hareketin, perde arkasından idare edilen kalleşçe ve kahpece bir oyunla bir kere daha hançerlendiği artık bir vakıadır. Fakat bu netice. mücadelenin bitmiş olması demek değil­ dir. Mücadele, elbette. devam edecektir. Milliyet­ çilik yumruğunun, içteki ve dıştaki Türkçülük düşmanı kuwetlerin kafalarında bir atom bom­ bası gibi patladığı güne kadar devam edecektir.

Çünkü milliyetçi hareket, karşısındaki kuvvet­ lerlnld gibi, bir dalavera yolu değildir. Milliyet­ çi hareket, kuvvetini ve hızını Türk ırkınm milli ü1küsü Türkçülükten almaktadır. Bu mücadelede en acı taraf, fikir itibariyle bu cephenin yolcuları olan birçok Türk'ün, siyasi durumları dolayısıyla, milliyetçi hareketin dışın­ da. ve bazan da karşısında. bulunmalarıdır. Fakat, sabırla koruk nasıl üzüm olmakta ise , mil-

208


liyetçi hareketin dışındaki milliyetçilerinin de bir gün. şu veya bu şekilde. Türkçülük saflarında toplanmalan imkansız değildir.

Türkçülük fikrinin Türkiye'nin kaderine hiikim olması bir zarurettir. Türk milleti; ya­

bancıların dümen suyunda seyreden tekneler cin­ sinden bir devletin değil de. okyanusları dalga­ landıran büyük savaş gemileri gibi bir devletin sahibi olmak istiyorsa. bunun yolu. milli ülküsü­ nü, geminin kaptan köprüsüne oturtmaktır. Bugünkü iç ve dış şartlara göre, bu , elbette ki kolayca ulaşılabilinecek bir netice değildir. Ama, zorluğuna rağmen. mutlaka ulaşılması gerekli bir neticedir.

Bunun için, herşeyden önce, Türklük için çar­ pan kalbIerin hepsinin bir bayrak altında toplan­ maları lazımdır. Bu mücadelenin. Türk'ün varlığı mücadelesi olduğuna inanmak lazımdır. Korku­ suz er kişiler haline gelmek lazımdır. Kısacası. şanlı atalanmız Gök Türkler gibi, "Türk Milleti

yok. olmasın diye gündüz oturmadan, gece uyumadan, ölesiye bitesiye çalışmak" lazımdır. Bunu yapamazsak, a1ın1anmıza yazılacak kara lekeyi hakediyoruz demektir.

209


TÜRKÇÜ GENÇLERE Soyunuza, yurdun!lza ve devletinize en verimli hizmetin Türkçülük Ulküsü ile saglanabllecegine inandıgmız için bu yolda yürümkte olan gençler­ siniz. Insan hayatının en romantik çağlarında, genç ruhları büyüleyen zevk verici, çekici, şahsi faydalar saglayıcı birçok maddi ve manevi imkanlara sırt çevirip, böyle çetin bir yolda yürü­ meyi göze almanız, şüphesiz, takdirle karşılana­ cak bir millI şuur hareketidir. Bu yolda yürümeye karar verirken, Türkçülü­ gün ona gönül verenler için bir ateşten gömlek ol­ dugunu elbette biliyordunuz. Bunu örnekler ve tecrübelerle gördükten sonra da Türkçü kalma­

nız, muhakkak ki, damarlanmzda dolaşan kanm büyüklüğünü içten duymanızdandır. Evet, Türkçülük, son yıllarda çeşitli hadise­ lerin de ortaya koydugu gibi, gerçekten bir .�teş­ ten gömlektir. Türk topraklarında mrk Ulkü­ sü'nü Türkler .için böyle bir ıztırap haline getiren­ ler, bu büyük ırkın malum düşmanlarıdır.

Düşmanlıgm kaynagı yurdumuzun dışında onu Türkiye'de binbir kalıba sokmak suretiyle sinsi sinsi yürütmeye çalışanlar ise içimizdedir. Kızılı, masonu, nurcusu, (*) kürtçüsü gibileri başta olmak üzere bunlarm çogunu biliyorsunuz.

(*) Burada ifade edilen riurcu tabiri bütün nurculan kapsamamaktadır. Yalnız nurcula­ nn içinde bulunan maksatlı ve özellikle soy rahatsızlığı çeken vatan, bayrak, millet, tarih düşmanı şahıslardır. Ülkemizin birlik ve ber(lberliğini koruyan herkesi saygıyla seldmlanz. Y.N. 210


Ancak, bunlarla birlikte bilmeniz gerekli bir grup daha vardır. en belirsiz ve sinsileri olduklan için , Türklük düşmanlıgını En rahat yapabilen

bu gnıp, son imparatorluğumuzun 'rürkiye Cumhuriyeti'ne en kötü. mirası olan "Impara· torluk Artıkları" dır.

Bu düşmanlık, 1 938'den sonraki yıllarda, zaman zaman, Türkiye çapındaki hadiseler şek· linde de görülmüştür. (*) Bunun neticesi olarak, Türkçülük, milli iradenin apaçık bir şekilde çig­ nendiği korkunç yıllarda olduğu gibi, milli irade yıllannda da karşısında her zaman salyalı dişler görmüştür.Türk ülküsü'nün Türklüğün kaderine hakim olacağı günlere kadar, bunun böyle sürüp gidece­ ği muhakkaktır. O mutlu güne kadar Türklüğü sadece kanında değil, kanıyla birlikte ruhunda, vicdanında, kalbinde ve kafasında bulup duyan bütün Türkler, yani Türkçüler, bu yoldaki müca­ delelerine ara vermeden devam edeceklerdir. Türkiye'deki bu Türkçülük düşmanlığı , insan mantığını durduracak dercede korkunç bir hadisedir. Dünyanın hangi ülkesinde o yurdun

sahibi milletin milliyetçiliği, devletin yüksek makamlarında bulunan kimselerinbaşı çektiği hareketlerle ezilmeye ça1ışılmıştır? Bu tatih· sizliğe 1944'te ve 1953'te iki kere uğrayan ülke, bizim Türkiye'mizdir.

(*) Bu hareketler saglığında cesaret edeme­ dikleri için büyük önder Mustqfa Kemal'in ölümünden sonra çok hızlı bir şekilde geliş­ miştir. Yani 1 938'den sonraki yıllardı Y.N.

211


Almanya'da almancılığın. İngiltere'de ingilizeili­ ğin, fransa'da fransızeılığın, yani o milletlertn mil­ liyetçiliklerinin. devletlerinin kaderine hakim bu­ lunan almanlar. ingilizler veya fransızlar tarafından ezilmek istenmesi gibi bir çılgınlık gö­ rülmüş müdür? Hatta. bu büyük çaplı cemiyetler bir yana, ko­ münizmin pençesine geçmek gibi bir büyük felakete uğramamış hangi dünya ülkesinde, o yurdun sahibi milletin milliyetçiliğine karşı giriş­ miş böyle bir hareket gösterilebilir? _

Türkiye. dünya üzerinde. bu durumda tek ül­ kedir. Ve hadiselerin bizi ulaş1ınnası gereken ne­ ticeye göre, Türk Ülküsü'nün Türkiye'nin kade­

rine hikim fikir olacağı günlere kadar. bu böyle devam edip gidecektir. Bundan dolayı bugünkü ve belki de yannki Türkçü nesilleri. büyük vazifeler beklemektedir. Bunlann en mühimlerinden birisi. Türk Ülkü­ sü'nün Türkçüler için bir ateşten gömlek olmak­ tan kurtarılmasıdır_ Bunun çok çetin. çok güç bir vazife olduğu muhakkaktır Ama bu çetinlik ve güçlük. vazife­ nin yapılması için bir engel sayılamaz. Çünkü _

Türk, çetin enge1lerle boğuşmak için yaratıl­ mış bir soydur. Onun için siz bugünkü Türkçü nesiller. soyunuza has bu tarihi güçle, ne pahası­ na olursa olsun. bu engeli aşmaya mecbursunuz.

Hangi yaşta ..bulunursa bulunsun. bugün her Türkçü. Türk Ulküsü yolunda kendisini nelerin beklemekte olduğunu iyice bilmelidir. Sürülrnek. işinden olmak. maddi ve manevi sıkıntılara bo­ ğulmak. hürriyetsiz bırakılmak gibi sıkıntılar. dertler ve belalar. bu yoldaki Türk'ler için göğüs-

212


lenmesi gerekli hususlardır. Bu sıkıntılar. dertler ve belalar başkalan için çok agır. candan bezdiri­ ci. kahredici olabilir. Fakat. ugramakta oldugu haksızlıklarm. karşısma dikilen belalann ana kaynaklannı, sebebini ve manasını bilen Türkçü için, bunlar. kahır degil; aksine kendin� tarihı ve ırkı vezifesini ihtar eden uyandıncı kırbaçlardır ve öyle olması lazımdır. Hadiseler ve tecrübeler şunu ortaya koymuş­ tur ki, Türkçü; yürekli, sabırlı ve planlı olmaya mecburdur. Yürekli olmayan bir genç, Türkçülügün engelli ve ıztıraplarla dolu yolunda uzun zaman yürüye­ mez. Bu. hep böyle olmuştur. ama dökülen dö­ külmüş, yorulan durmuş, fakat yürekliler yollan­ na devam etmişlerdir. Türkçü sabırlı olmaya da mecburdur. Çünkü bir yandan düşmanlar. diger taraftan imkan­ sızhklar önüne çin seddi gibi dikildikçe, bu gibi çetin engellerin aşılabilmesi için sabır, en büyük yardımcıdır. Plan ise. başan kapısını açacak anahtardır. En büyük teşekküllerden en küçük gruplara kadar, her Türkçü topluluk. esasları tesbit edilmiş bir plan ile hedefe yürümelidir. Ve imkan bulunursa veya imkanı hazırlayıp, Türkçü kuruluşlar tek plan üzerinde yürümeye çalışmalıdırlar.

Yine hid.iseler göstermiştir ki, Türkçü, Türkçüden başka kimseden yardım göremez.

Bu gerçek genç Türkçüleri iktisadi imkanlara

sahip olma fikıine götürmeli ve hatta .bu hırsla doldurmalıdır. Eski nesillerin seslerini büyük kütlelere duyuramayışlarının en mühim sebeple­ rinden birinin de bu iktisadi imkansızlık oldugu

213


unutulmamalıdır. Bugünün genç Türkçülerinden bir grubun, bu yolda bir adım atmış olmaları se­ vindiricidir. Bu ilk adımı başkaları takip etmeli ve imkanlar hazırlanıp, bu yoldaki teşebbüsler bir­ leştirilip büyük bir güç meydana getirilmeye çalı­ şılmalıdır. Türkçülük aynı zamanda bir ahlak yolu oldu­ ğu için, genç Türkçüler, Türk ülküsü dışında bu­ funan kişilerle münasebetlerinde (ve şüphesiz, onların ahlak kavramını hiçe saypıalan sebebiyle) çok kere aldanmaktadırlar. Bu yoldaki devamlı aldanmalann daha çok sürüp gitmemesi için de birtakım esaslar tesbit edilmesi, karşı cephedeki­ lerin ne gibi oyunlarla neler elde etmek istedikle­ rinin tesbiti; kısacası, düşmanlann oyununa gel­ memek için tedbir alınması da lazımdır.

Genç Türkçü! Şu kahbelikler ve kahpeler dünyasında; soyu­ na, yurduna ve devletine hizmet aşkıyla dolu kal­ binle giriştiğin mücadelede en büyük gücün , Tann'nın sana müstesna bir bağışı olan damarla­ nndaki kandır. o kan, üç bin yılı aşkın tarihinde­ ki ölüm meydanlannda kazanılmış eşsiz zaferler­ den, yaşadığın topraklan süsleyen mimari eserlere; minyatür, yazı, şür veasire gibi sanat ürünlerinden iyğillik,. azim, fedakarlık, erdem, ·namus, haysiyet vesaire gibi en büyük insanlık meziyetlerine kadar bütün büyüklüklerin ve ulu­ luklann temelidir. Türk'ü, eski yüzyıllarda, dün­ yanın birinci milleti yapmış olan o kandı . Yarın, o eski şanlı hayatına kavuşturacak da yine o kan olacaktır. Çünkü o kan ile yapılamaycak iş, erişi­ lemiyecek hedef yoktur.

214


Türk'ü er meydanlannda yenemeyenler, onu, içinden kemire, kemire yok etme yoluna sapmış­ lardır. Son çağlarda, bilhassa Tanzimat sonrası yılla­ nnda Türk'ü kökünden koparmak, onu sadece adı ile Türk kalacak hale getirmek için akla haya­ le gelmeyen en namert, en sinsi oyunlara baş vu­ ruImuştur. Bu oyunlar hala devam etmektedir. Ve neka­ dar acı ki, düşmanlar, bunda haylI da başarı ka­ zanmışlardır . Fakat bu hain emellerine asla ulaşamayacak­ lardır. Çünkü Türk artık uyanmıştır. Uyanan Türklüğün en şuurlu bölümü olan genç Türkçü­ ler hızla çoğalmaktadır. Kurt soyu kurtluğunu ruhunda duymaktadır. Bu ruh, birgün bütün yurdu ilahi bir ateş gibi saracak ve Türk Ülküsü, Türk'ün kaderini çizecek hakim fikir olacaktır.

Bu büyük ve tarihi vazifede en büyük yük senin omuzlannda olacaktır, genç Türkçü! Eşsiz soyuna böyle büyük ve kutlu bir hizmet yapabileceğın için, ne mutlu sana! ..

215


GENÇ TÜRKçÜLERE MEKTUPLAR : i Türkiye'miz, birçok fikirlerin ve inançların bir­ birleriyle kıyasıya çarpıştığı bir meydan haline gelmiş bulunuyor. Birbirleriyle mücadele eden bu kuwetler arasında vatanımlZın bir parçasını dev­ lelimizden koparmak veya Türkiye'yi bütünü ile en büyük düşmanımlZın pençesine teslim etmek isteyenler bulunduğu gibi. şahsi temeller üzerine oturtulmuş bir nevi menfaat ortaklıklan şeklinde­ ki (siyasi veya siyasi olmayan) teşekküller de var­ dır. Maddi ve manevi güçleri birbirlerinden farklı bu çeşitli yıkıcı veya zararlı kuwetler karşısında ise. Türklüğü ayakta tutacak tek fikir olarak sa­ dece Türkçülük bulunuyor. Türkçülük, bütün bu yıkıcı ve zararlı kuwetle­ re karşı bulunduğu için, o kuwetler de derece de­ rece Türkçülüğe karşı veya düşmandır. Birisi kendi kendine. öteki milli irade ile devletin kade­ rine hakim olmuş iki siyasi teşekkülün, 1944'te ve 1953'te. Türkçülüğüh üzerinden silindir geçir­ me teşebbüslerinde bu kuwetlerin büyük rol oy­ naması bundandır. Soyumuza ve devletlmize karşı çevrilmiş bulu­ nan bu çeşitli silahlar karşısında. "Büyük Türk­ lük" ülküsünün siz bugünkü genç ve ateşli ço­ cuklarına büyük vazifeler düşmektedir. Bu vazifeler. sizin. mensup bulunduğunuz Türk ırkı­ na karşı tabii bir borcunuzdur. Bunu aynı za­ manda bir şeref ve namus borcu da sayabilirsi­ niz.

2 16


Bu vazifeyi tam olarak yapabilmek için, önce karşı kuvvetleri ve onlar karşısında kendi gücü­ nüzü bilmek şarttır Yıkıcı ve zararlı kuvvetlerin hemen hepsinin , sahip bulunduklan imkanlar bakımından, Türk­ çülükten çok daha güçlü durumda bulundukları muhakkaktır. Mesela komünistlik . . Komünistler, Türkiye'nin nüfusuna göre çok küçük bir topluluk da olsalar, sırtlannı dayadıkları dış kuvvetler tarafından kendilerine s ağlanan büyük imkanlarla, devlet ve milletimizi tehdit eden iç düşmanlann en tehlike­ lisi durumundadırlar. Kızılların, bu derece kor­ kunç bir kuvvet halin� gelmelerinde, çeyrek yüz­ yılı aşan bir zamandan beri, Türkiye'nin kaderine hakim olan siyası zümrelerin bilgisizlik, şuürsuzluk, ahmaklık ve hatta bazan da ihanet s ayılabilecek davranışlannın rolü büyüktür. Bugün , Türkiye'nin en mühim meselesinin, tehdi­ dini günden güne arttınnakta bulunan bu kızıl tehlike olduğunu bir an aklınızdan çıkarmamalı­ sınız. Sonra kürtçülük . Cumhuriyetin ilk yıllannda, başka bir devletin kışkırtınalannın neticesi ve eseri olarak karşımıza çıkan, kürtçülük hareketi . yakın yıllarda kuzey devinin oyunlan arasına gir­ miş bulunuyor. Günümüzde. bir Doğu Anadolu meselesi ş ekline büründürülen ve bu haliyle , memleketimizin Doğu topraklarındaki milyonları tesiri altına almaya çalışan ve kısmen de alan bu ihanet hareketi de, gelişmeSine bu hızla devam ettiği takdirde. pek uzak olmayan bir gelecekte. Türkiye için çok büyük bir tehlike olacaktır.

217


Bu arada dinI çalışmalar şekline sokulan çeşit­ li hareketleri de unutmamak lazım Çünkü. dinle­ rine bağlı saf ve temiz Türklere isliimiyet yolunda çalışmalar şeklinde göstertlmeye çalışılan bu ha­ reketler de. Türklüğümüze karşı çevrilmiş zehirli hançerlerden başka şeyler değildir. Bu yolda. ça­ lışanların, milliyeti inkar etmek ve Türklüğü hor­ lamaya yeltenmek gibi hareketlerinin asıl manasını anlamak şarttır. Bunlan zavallıca ah­ maklıklar gibi görmek asla doğru değildir. Aslın­ da böyle bir düşünüştür ki. Türklük için bağış­ lanmaz bir ahmaklık olur. Türkçülüğe gelince Üzülerek kabul etmeye mecburuz ki, Türkiye'deki fikirler bOğuşmasında, maddI imkanlar bakımından en zayıf kuvvet, Türkçüıüktül. Bunun en büyük sebeplerinden biri , devletimizin kaderini ellerinde bulundurmuş siyasI kuwetlerin Türkçülüğe karşı olan tutum ve davranışlarıdır. İlgisizlik ve ihanet dereceleri ara­ sında yer alabilecek bu tu tum ve davranışlardır ki. soyumuzun yaşama felsefesi ve mutluluk kay­ nağı olan Türkçüıüğü. bugünkü imkan-sızlıklarla dolu durumuna itmiştir. Masonluk ve bir takım zümrelerin ortak çıkar­ lan şeklindeki particilik gibi 1'ürkçülüğe karşı kuwetleride yukardakilere eklersek, şu netice kendiliğinden ortaya çıkmaktadır : Sizler. bugün­ kü fikirler mücadelesinde, maddi silah bakımın­ dan en güçsüz bir ordunun genç çerilerisiniz. Şu büyük gerçeği daima hatırlamalısımz Türkçülük, Türklüğe karşi ve düşman yıkıcı ve zararlı fikir ve inançlann hiç birisinde bulunma­ yan bir güce sahiptir. Bu güç. Türkçülüğün bir ülkü oluşudur.

218


Halbuki mücadele etmekte ve yenmek zorunda bulunduğunuz karşı kuvvetlerin hiç birisi ülkü değildir : Komünizm, kendini maddeye ve mevkiye sa­ tanIann şerefsizlik ve haysiyetsizlik yoludur. Kürtçülük, bininci yılına doğru yol almakta bulu­ an Türkiye'nin yan parçasını satmaya çalışan ihanetidir. Din çalışmalan şekline sokulan hare­ ketler de ötekilerden farklı şeyler değildir. İslamiyetin, hıristiyan batı dünyasına karşı tek başına ve yüzyıllarca koruyuculuğunu yapan Türk'ü inkara yeltenmeı:in, İslam davası gütmek­ le ilgisi olabilir mi? Bu,Islmı koruyan tek kı1ı­

cm parçalanmak istenmesinden başka nedir?

Evet, Komünistlik, kürtçülük, arapçılık, nur­ culuk, masonluk ve diğerleri . . . Burıların hangi­ sinde ülkünün o ilahi gücü, ülkücülüğün , insan­ lan efsaneler çağlarının kahramanlan haline getirecek o büyük kudreti var? Ülkücülük, kendi vaı:lığını, milli dava içinde eritebilme meziyeti olduğu için, bir cemiyette mefkürecilerin sayılan, elbette ki, denizlerin kumlan kadar çok olamaz. Hele o cemiyet; Türki­ ye gibi , yakın yıllan, bütün manevi değerlerin en hayasızca saldınlara uğradığı; milli ülküsü, namert eller tarafından kalıpece hançerlenmiş bir memleket olursa . . .

Fakat şartlar ne olursa olsun, zafer bizim olacaktır. Çünkü karşımızdaki kuvvetlerin hepsi maddenin, adi çıkarlann esirleridir. Menfaat te­ meli üzerinde yükselen kuvvet, ebedi ve ilahi ül­ küyü nasıl yok edebilir?

219


Sizden önceki nesiller, yıllar boyu süren müca­ delelelinde parlak başarılar elde etmiş değillerdir. Fakat. hiç de elverişli olmayan, hatta zaman zaman korkunç bir ma.hiyet alan şartlara rağ­ men, Türklük düşmanlarının Türk ülküsünün kökünü kazıma emellerini kursaklannda bırak­ mışlardır. Ancak. vazifemiz, sadece ülkümüzün kökünü kazıtmamak degildir. Asıl vazifemiz, Türk ülküsünü zafere ulaştırmaktır. Yani Türk��üıüğü, Türk'ün hayatına hakim kılarak, soyumuza düş­ man bütün fikir maskaralıklannin canlanna ot tıkamakllr. Ve i şte bu vazife, arllk, sizlerin omuz­ lannıza yüklenmek üzeredir. Eski ve yorgun nesillerden devralmak üzere bulunduğunuz ve vazifeyi başanya ulaştırmak ve Türkçülük bayrağını Türk göklerinde yükseltmek için neler yapmanız gerek? İ şte burada. bunlar üzelinde, sözlere bazı şeyler söylemek istiyorum.

220


GENÇ TÜRKçÜLERE MEKTUPLAR : II Genç Türkçülerin, soylanna karşı borçlu bu­ lundukları büyük vazifeyi gereği gibi yerine geti­ rebilmek için ilk yapacakları iş, Türk ülküsü ile ilgili fikri ve edebi eserlerin en mühimlerini en kısa zamanda elde edip okumalarıdır. Bu, şüphe­ siz, gelişi güzel bir okuma değil; meselelerin üze­ rine eğilerek, düşünerek, muhakeme ederek ve hatta notlar ' alarak yapılan bir okuma olacaktır. Çünkü, Türk soyunun yaşama felsefesi olan Türkçülüğün ana davalarını, çeşitli meseleler üzerindeki görüşlerini ve mücadele etmek zorun­ da bulunduğu iç ve dış kuvvetleri iyice öğrenme­ den, şuurlu bir Türkçü seviyesine çıkılamaz. Bu sebepten, genç Türkçülükler için, hayatlan bo­ yunca devam edecekleri şerefli mücadelenin ilk parolası bu okuma işi olmalıdır. Türkçü eserlerin okunması tek başına da, gruplar halinde de yapılabilir. Guruplar halindeki okumalar, fikirler ve meseleler üzerinde tartışma imkanım da vereceğinden, elbette ki, daha fayda­ lıdır Kafalanm Türklük fikri ve şuuru ile doldura­ cak olan genç Türkçülerin, bu konuda bilmeleri gereken en mühim husus, Türkçulüğün bütün fikir, inanç v� düşüncelerin dışında ve üstünde bulunduğudur. Yani Türkçülük siyasi olan

veya olmayan herhangi bir fikir. inanç veya dÜŞÜDce ne ne kanştınlabnir. ne de o yolda bir vasıtat bir basamak gibi kullanılabnir.

22 1


Türkçülüğü, başka bir gaye için bir basamak olarak kullanmak, Türk soyunun ü1küsüne ' ; karşı bir ihanettir. Ancak bu, elbette ki, Türkçülelin, milli ülkü dışındaki fikirlere veya teşekküllere karşı tama­ men ilgisiz kalmaları ve bilhassa siyasi partiler­ den uzak durmaları demek değildir. Türkçülüğü, cemiyet hayatımıza hakim kılmak birinci hedefi­ mizdir. Bu da; en kısa yoldan ve en verimli şekil­ de siyasi partiler yolu ile yapılabileceğine göre, Türkçüler, bu hedeflerine ulaşabilmek için, şüp­ hesiz, siyasI partilerle ilgileneceklerdir. Bu ilgi Türkçülelin ya parti kurmaları, ya da mevcut partilerden Türkçülüğe en iyi hizmet edebilecek bulunanı (partiye girerek veya girmeyerek) des­ teklemek suretiyle olabilir. Kadrosunun üst ve en üst progranu da Türk ülküsünün ana çizgilerine uygun olarak hazırlanan bir parti, muhakkak ki, bu iş için en iyi bir siyasi teşekküldür. Böyle bir, parti bulunmadığı takdirde, bütün kuvvetleli en imkanh siyasi parti üzerinde toplayıp çalışmak yerinde olur. Bir diğer mesele, yıkıcı propagandaların tesiri altında kalmamaya çalışmaktır. Yurdumuzda cilit oynayan yıkıcı kuvvetler, propaganlarını tesirli bir hale getirebilmek için geniş imkanlara sahiptirler. Bu geniş imkanlara, şaşırtıcı ve yanıltıcı kurnazlıklar da eklenince, menfi propagandalarm tesidelinin sizlere kadar uzandığı görülmektedir . Yıkıcı propagandalar, şuurlu Türk evlatlarını elbette ki yoldan çıkaramaz. Ama, üzülerek kabul etmeye mecburuz ki, kafalarda bir takım tortular bırakabilmektedir.

222


Bu propagandalardan birkaçını ele alarak oY"'" nanan oyunların mahiyetlerini belirtmek yerinde olur: Mesela "millet" yerine ısrarla "halk" sözünün kullanılınası.. Bu, "millet"i inkar eden komüniz­ min sinsi bir oyunudur. "Türk milleti" demeyip "Türk halkı" demekle elde edilmek istenen netice "millet" fikir ve düşüncesini kafalardan yavaş yavaş silıneye çalışmaktır. Bir cemiyet, kendisine yapılan devamlı telkinlerin tesiriyle, mensup bu­ lunduğu topluluğun millet değil de bir halk kala­ balığı olduğuna inanırsa, elbette ki, millet seviye­ sinden ve onun manevi gücünden uzaklaşıp bir insan yığını haline gelir. Böyle bir insan yığınının, düşman kuvvetler için çok kolay bir av olacağı şüphesizdir.

"Millet" yerine "Türk halkı" demek yetmiyor­ muş gibi, bunun yanı sıra bir de "Türkiye halkı" sözünün kullanılınası ise, bir takım sığıntıları sinsice, vatanımıza ortak çıkanna gibi bir niyet ve gayretin neticesidir. Genç Türkçüler bu oyuna düşmemelidir. Sonra "emperyalizm" sözünün, hiyleli şekilde kullanılışı.. Bu, bir yandan, komünizmin karşısındaki en büyük siyasi kuwete devamlı olarak saldınp dik­ katleri orada toplamak suretiyle moskof emperya­ lizminin üstüne bir kızıl şal örtrnek; diğer taraf­ tan da Türkçülüğün "esir Türkler" davasını bir emperyalistlik olarak göstennek şekillerinde ya­ pılmaktadır .

223


Amerikan emperyalizmi ve bununla at başı yü­ rütülen vietnam gürültüsünde, Amerikan emper­ yalizminden bin kat daha korkunç ve üstelik ve Türk soyunun milyonlarını hedef almış moskof sömürülücüğünü unutturma oyununun yen bü­ yüktür. Fakat bu konuda, bizler için daha mühim olan Türkçülüğün "tutsak Türkler" davasının emperyalistlik olarak gösterilmeSi mas­ karalığıdır. Emperyalizm, bir milletin, başka milletlerin topraklan üzerindeki hak iddiası, yani o memle­ ketleri istilasıdır. Meselar rusya'nın Türkistan'ı, Kınm'ı, .Azerbaycan'ı pençesine geçinniş bulun­ ması emperyalistliktir. Tarihin en eski çağların­ dan beri bir Türk ülkesi olan Doğu Tiirkis­

tan'daki korkunç kızıl çin hakimiyeti bir emper­

yaJisUiktir. Türkçülüğün "tutsak Türkler" davası ise, kendi öz yurtlarıncŞ düşmanlann esiri olarak yaşayan milyonlarca Türk'ün hürriyet ve is­ tiklallerini isteme davasıdır. Yani bu dava, emper­ yalizme karşı bir harekettir. Emperyalizm düş manlığı emperya,listlik olabilir mi? ­

Genç Türkçülerin, üzerine dikkatle eğilmeleri lazım gelen meselelerden birisi de adina "öztürk­ çecilik!" denilen dil har eketidir .

Bu dil hareketinin nasıl bir moskofçu oyun ol­ duğu artık gün gibi ortaya çıkmıştır. Bunu büyük kalabalık belki layıkıyla kavrayamaz ama genç Türkçüler iyice bilmelidir. " Öztürkçecilik" denilen hareketin hedefi Türk­ çeyi 1ürkçe olmaktan çıkarmaktır. Bununla elde edilmek istenen netice ise, bir yandan milletimizi büyük milli kültüründen koparmak, diğer taraf­ tan ise Türkleri birbirleriyle anlaşamaz hale dü­ şürmektir.

224


Radyo gibi büyiik bir telkin vasıtasından da faydalanarak yayılma imkanını günden güne art­ tıran bu yıkıcı hareket, büyiik çapta olmasa da, genç Türkçüler arasında da tesirini göstennekte­ dir. Yazılannızda yer alan bazı uydunna kelime­ ler bunu gösteriyor. Genç IDrkçüler; ders kitaplarında bulunduğu için yıllarca sınıflarda söyleyip konuşmak, bu yet­ m1yomıuş gibi gazete ve dergilerde okumak ve 1illah'ın günü radyoda dirnemek zorunda kaldık­ lan bu kelimeleri, şüphesiz, bir alışkanlık neticesi olarak kullanmaktadırlar. Ama ne olursa olsun, yine de kullanmamalıdırlar. Konuşurken dillerine gem vurinada biraz zorluk çekseler bile, yazarken kalemlerine mutlaka hükmetmelidir1er. Bir IDrk­ çünün "koşul"lu, "olanak" lı, "sorun" lu, "zorun" lu, "yapıt" lı cümleler kaleme alması asla kabul edilemez. Bu zevksiz ve üstelik kasıtlı uydunnala­ n gazetelerin ve dergilerin fikir sapıklarına bırak­ mak lazımdır. Ve bir '!ürkçü, ne kadar genç ve tecrübesiz olursa olsun, o seviyedeki yaratıklarla aynı safta gözükmemelidir. Ve sonra sade bu zevksiz uydunnaları değil, aslında '!ürkçe olduk­ lan halde, dilimizi bozmak isteyerner tarafından kasden yanliş manalarda kullanılan "ozan" gibi, "ulus" gibi kelimeleri de o yakışıksız manalarda kullanmamalıdır1ar. Dil, çok ehemmiyetli bir konudur. Onu kaybet­ rnek bir millet için ölümdür. IDrk'ü savaş alanla­ nnda alt edemeyernerin torurnan, bugün, dilimizi bozmak suretiyle zafer kazanmak hevesinde ve yolundadırlar. Işte "öztürkçecilik" , bu tuzağın adı­ dır. Türk'ü, dilini kaybettirmek suretiyle manevi ölüme götünne yoludur. ,

Böyle bir tuzağa düşmemesi gerekenlerin başmda. elbette. Türkçiller bulunmalıdır.

225


GENÇ TÜRKÇÜLERE MEKTUPLAR : ın Genç Türkçüleri bekleyen ehemmiyetli vazife­ lerden birisi de teşkilatlaruna işidir. Genç Türk­ çüler. bulunduklan yurt köşesinde ve ilk fırsatta. Türkçülük ocaklan kurup onun etrafında toplan­ malı ve disiplinli bir çalışmaya girerek bu yolda ilk adımı atmalıdırlar. Ocaklar kendilerini duyu­ rup kabul ettirince. zamanla. birbirleriyle temas sağlayarak. ortak hareketlere girişen büyük çaplı bir kuvvet haline gelebilider. Genç Türkçp.leri bir araya getirip birbirleriyle görüşüp danışmalannı ve bu suretle birlikte ha­ reket etmelerini sağlayacak bu ocaklann. eldeki imkanlar ve çevrenin hususiyetlerine göre hazır­ lanmış sade bir programı olmalıdır. Bu sade prog­ ramın hatta kısmen uygulanması bile bir hizmet sayılabilir. Bütün işlerde paranın oynadığı rolü unutma­ mak lazımdır. Genç Türkçüler. kuracakları ocak­ lann verimli bir çalışma içine girebilmeSi için, önce kendi imkanlannı ele almalı ve ayırabilecek­ leri paraları. aksatmadan toplamalıdırlar. Bu mü­ tevazi para. elbette ki. bütün ihtiyaçları karşıla­ yamaz. Bu bakımdan başka ve daha geniş imkan kapıları aramak gerekir. Bu yolda ilk düşünüle­ cek olan milliyetçi, vatansever ve iyi niyetli çevre büyükleri olabilir. Maanfimizin milli ve milliyetçi bir tutumu ve müJredat programı bulunmamasına ve her sevi­ yedeki mekteplerimizde, Türkçülüğe karşı fikirle­ rin adeta cirit oynar halde olmasına rağmen.

226


Tann'ya şükürler olsun ki, memIeketimizin dört bir köşesinde, IDrklük ruhunu kaybetmemiş bin­ lerce, on bihlerce IDrk çocuğu yaşamaktadır. İşte, henüz kaybolmanuş bu Türk evlatlannın, film bir seviyeye çıkanlıp IDrk ülküsü ile şuurlu bir hale getirtlmelerinde - kurulduklan - takdirde bu Türkçü ocaklar büyük vazifeler görebilirler. Türkçü ocakların genç Türkçülert, bu hizmeti ve vazifeyi iki şekilde yapabilirler. Bunlardan bt­ rtncİsİ, bir yer sağlanabildiği takdirde konferans­ ıar, seminerler, sohbet toplantılan düzenlemek suretiyle olur. Bir umumi toplantı yeri temin ·edi­ lemezse, küçük gruplar halinde bir araya gelip, çeşitli meseleleri disiplinli bir şekilde tartışmak ve mümkün olanlan bir neticeye bağlayıp ona göre hareket etmek de fayda sağlar.

Fikri meselerle yeteri kadar -ilgilenmemış olan gençleri yetiştlnne yolunda vertınli bir usul de, onl�la tek tek alclkadar olmaktır. Her genç Türk­ çü, bulunduğu yerde , böyle bir veya iki kardeşIni ele alıp, bir ders yılı devam edecek bir programla, onlara milliyetçi eserler okutmak, kendilerine lü­ zumlu, bilgiler vermek ve telkinler yapmak ve hatta dikkatli tartışmalarla onların fikri gelişme­ lerini sağlamak suretiyle, Türkçülük yolunda çok faydalı sonuçlar elde edilebilir. Bir mektepte on genç Türkçü , bir ders yılı içinde birerden on , veya ikişerden yirmi arkadaşlannı yetiştinniş olsalar ve bu yetiştirme işi ertesi yıl, artık yetiştiriei kad­ roya girebilecek olan bu yeni genç Türkçülerin de katılmasıyla devam ettiIilse, bu tip bir çalışma ile elde edilecek netice kolayca anlaşılır_

227


İşte; gerek küçük topluluklar, gerekse ferdi tel­ ldnler halinde yapılacak ·bu Türkçülügü yayma çalışmalan ve hizmetleri, kurulacak Türkçü ocak­ lar vasıtasıyla sevk ve idare edilmelidir. Kendi çevreleıinde faydalı bir hizmet yuvası haline gele­ bilecek ocaklann. başka yerlerdeki ocaklarla ha­ berleşmek suretiyle. bu Thrkçü genç teşkilatı, memleket çapında bir hizmet makinesi haline ge­ tirebilmeleri de mümkündür* . G�nç Türkçüleri beklemekte olan bir vazife de. milli kültür eksikliklerini kısa zamanda giderme­ ye çalışmak ve bu arada. dil ve imla meselesi üze­ rine büyük bir titizlikle egilmektir. Milletinin kül­ türünden kopmuş veya o engin den�n sadece kıyılarında dolaşabilen bir Türk gencinin, mrkçü bir genç olarak kabul edilmesi kolay olmaz. Bu eksiklik 1ürkçe konuşup yazmada ve imlada en umumi şekilde kendini göstermektedir. Düzgün konuşamayan, cümle tertibinde aksak1ıklar yapan, her gün konuşulan kelimeleri söy­ lerken ve yazarken yanlışa düşen gençler, neka­ dar yazık ki çoğunluk halini almışlardır. Yazılardaki imla ve hatta noktalama yanlışları ve noksanlan ise ayn bir dert durumundçı.dır. Genç 1ürkçüler; bu. aslında basit. fakat manaca ehemmiyetli eksiklikleri' en kısa zamanda gidennelidirler. Hem de bunu bir milli şeref mese­ leSi yaparak. Genç 1ürkçülerde göıülen bir mühim eksiklik . de. milliyetçi yayınlan yayma yolunda ciddi ve de­ vamlı bir hareket yapma gayretlnden mahrum ve ,uzak bir halde bulunmalarıdır.

228


mrklüğe karşı ve milli varlığımızı yıkıcı fikir ve hareketlere hizmet yolunda bulunanıarın. o davaların kitaplannı ve dergilerini nasıl yaymakta olduklarını sizler de bilmektesiniz. Bu meml�kette. bu şekilde yayılma imkanına en az sahip. Türkçü yayınlardır. Halbuki. tama­ men aksi olması gerekli değilmidir? Genç Türkçüler, devam ededuran bu ihmale de muhakkak son vermelidirler. Allah:a şükür ki. bugün. milliyetçi yayınlar, eski yıllara göre hayli çoğalmıştır. Kitap veya dergi olarak 1ürklüğe hiz­ met yolunda bulunan bütün bu yayınlar. genç Türkçüler tarafından çevrelerinde ve bilhassa gençlik arasında hızla yayılmalı ve okunmalıdır. Yıkıcı fikirlertn önüne çekilecek en sağlam set, Türkçülük şuurudur. Türkçü kitaplann ve dergi­ lerin elden ele gezdiği yerlerde. ihanet hareketleri sinmeye ve hatta silinmeye mahkumdur.

Onun içindir ki; genç Türkçüler, gönül ver­ dikleri ülkÜDÜD her derecedeki eserlerini çev­ relerinde yaymayı gÜDlük en tabii hareketleri ve vazifeleri haline getirmelidirler. Ve bunun, Türk-çülüğe yapılacak en büyük ve fakat en kolay hizmetlerden biiisİ olduğunu unutrrtamalı­ dırlar. Genç Türkçüler. Türklük davasının ana mese­ lelerinde aynı fikirlere sahip bulunmalıdırlar.� Bu da Türkçülüğün ana prensiplerini ve temel un­ surlarını bilmekle mümkün olabilir.

Bu misyonu şu an ÜLKÜ 0CAIaARL yaşatıp devam ettirmektedir. Y.N.

229


Türkçülük, Türk soyunUD ü1küsüdür. Bu "Bölünmez bir bütün olan Türk milletinin, kendi ana yurdunda, maddi ve manevi yönlerden en üstün ve en mutlu bir cemiyet haline gelmesi" diye ifade olunabilir. Turancıbk ve Türk ırkçılığı, bu ülkünün iki temel unsurudur. Fikir ve edebiyat tarihimizin ülkü, kısaca:

en büyük kalemleri, eserlerinde; bu iki temel unsur üzerine egilmişlerdir Ziya Göka1p'm: ..

Türk milleti bir ordu, katılmayan kaçaktır veya:

Türk milleti bir bölünmez bütündür gibi ınısralan, bu temel unsurlardan Turancılı­ gm, Türk nesillerinin dimağlarında ve şuürlannda en kuwetli izler bırakırtış ölmez söz­ leridir. Türk ırkçılığın� gelince: Bu temel unsur, önce, Türk soyunun büyüklüğüne ve üstünıügüne inanmak: ve ahlcikınuz, kahramanlıgııruz, mertliği­ miz, faziletimız, askerliğimiz, büyük devlet kurma gücümüz, sanat dehamız vesarre gibi Tann bagışı bu büyük vasıf1anmızı koruma ve yaşatma istek ve vazifemizdir. Mehmet Emin Yurdakul'un:

Pençen kadar zekin da EUnldnden üstÜDdür veya :

Onun ulu mJIletinin koyun güden çobanı Başka ırkm elmas taçlı bakanından uludur gil?i beyitleri bu inancm örnekleridir. Türk ırkçılı­ ğınm ikinci bir prensibi de, bu vatanda yaşadık­ lan halde, mrklüğe karşı yabancı davalar güt-

230


mekte olan sinsilere karşı milli varlığımızı koru­ yucu tedbirler almaktır. Yine "Türk milleti" ve "Türk dili" gibi ana mese­ leIerde de aynı anlayış içinde olmak gerekir. Mil­ let ve dil kadromuzu şu şekilde tarif edibiliriz.

Türk millet!; Türk kökünden gelenlerle. Türk kökünden gelmiş olanlar kadar Türkleş­ miş kimselerden meydana gelen topluluktur. Türk dili; Türk kökünden gelen kelimelerle. Türk milletince benimsenmiş ve Türk malı olan kelimelredn meydana gelen dildir. Ülkülerin ana meselelerinde ayn görüşlere sahip olanlar, ülkü ordusunun saflarında gedik­ ler meydana getirirler. Genç Türkçüler bu gibi temel meselelerde bır­ leşmeli, "bana göre millet", "bana göre dil" gibi ço­ cukça anlayış ve tariflere yönelmekten kaçınmalı­ dırlar.

23 1


GENÇ TÜRKçÜLERE MEKTUPLAR : IV Genç Türkçüler için büyük bir vazife de çalış­ kan olmaktır. Hangi öğrenim basamağında bulu­ nursa bulunsun, genç Türkçü, sınıfının ön safın­ dakiler arasında yer almaya mecburdur. Tem­

bellik ne Türkçüıük. asla bir araya gelemez. Kendisine tembel dedirten genç Türkçü. büyük ülküsünün üzerine göıge düşürDl,ekte olduğunu bilmelidir.

Genç Türkçünün "Büyük Türklük" ülküsüne asıl hizmeti, şüphesiz, öğrenim yıllarını hızla ve başarı ile arkada bırakıp hayata aWmasından sonra başlayacaktır. Bu hizmet devresine tökezle­ yerek veya yıl kaybederek ulaşmayı, genç mrkçü, bir suç diye kabul etmeli ve bu suçu işlemernek için kendisini sıkı bir murakabe altında bulun­ durmalıdır.

Genç Türkçüler için mühim bir konu da kılık kıyafet meselesidir. Bugünün gençliğini, insani değerlerden ve va­ sıflardan uzaklaştırabilmek için her çareye baş­ vuran yıkıcı kuwetler, dış şekilleri de ihmal et­ memektedirler. Bu zorlamanın erkek çocuklar üzerindeki tesirinin en dikkati çeken görüntüleri omuzlara kadar inmiş yağlı ve pis saçlarla çenele­ rt ve yanakları karartan sakallardır. �oyunlara asılan, bileklere veya parmaklara takımlan süs vasıtaları da aynı tesirin gülünç neticeleridir. Aynı zor1amanın genç kızları da, çok kere gülüç ve hatta maskara kılıklara sokmakta olduğu, mi­ sallertyle meydandadır.

232


Genç Türkçüler. bu dışa ait maskaralıklara asla itibar etmemelidirler. Ciddi ve seviyeli, in·

santar, herşeyde olduğu gibi, kılık ve kıyafette de tabii ve sadedirier. Genç Tiirkçü'de böyle olacaktır.

Mevki gibi kılık kıyafet süsünün de insana değer kazandırnıayacağını unutmayın. Ve Ziya Paşa'nın şu ölmez mısrasını daima hatırlayın:

Zerddz pa1an vuran eşek yine eşektir. Genç Tiirkçü1er, seçecekleri meslekte en üstÜD kademelere ıkmayı hedef edinmelidir· ler. Bu şahsi gaye gibi gözüken bu hedef. elbette

ki, 1ürçülük ülküsüne hizmetin bir yoludur. Bu· günün bütün genç 1ürkçüleri böyle bir şuür1a d olar ve bunu neticesi olarak mesleklerinde hızla yükselirlerse. onbeş yirmi yıl sonraki Türkiye'nin bir çok kilit noktaları bu büyük soyun gerçek evleiUannın ellerine geçmiş olur. Mevkiler; hük·

metmek, caka satmak. veya çıkar saiJamak yerleri değildir. Mevki, millet ve devlete hiz· met basamağıdır. Ve bu hizmet. ancak. gönlün·

den vatan ve millet sevgisi . ; kafasında devlete hiz· met şuüru bulunan kimseler. yani 1ürkçüler tarafından yapılabilir. 1ürkçü olmayan Türk'ün. bu vatana. bu millete ve bu devlete gereği gibi hizmet edemeyeceğinin yüzlerce. binlerce misali ortadadır.

Genç Türkçünün çok hassas davranacağı bir konu da para meselesidir. Para konusunda leiubcllilik veya ihmaliCilik. büyük ibr insanlık ku­ surudur. ' Ciddi herhangi bir insan için dahi ba­ ğışlanması imkansız bu kusur. bir Türkçü için, kusurun da üstünde bir ayıptır. Her hali ile mü­ kenunel bir genç insan örneği olmaya mecbur bu-

233


lunan genç Türkçü. bu sebepten, para meselesini bir şeref meselesi bilmeli ve o şerefe asla toz kon­ durmamaladır.

Aziz gençler! ·BüYÜk Türk ırkının siz genç evlatlarına. bu günün mücadele hayatında fayda sağlayabilecek birkaç konu üzerinde pratik yollar göstenneye ve diğer birkaç husus üzerinde dik­ katlerinizi çekmeye çalıştığım bu mektuplan. çok mühim bir meseleye temasla bitirmek istiyorum. Irkına, vatanına ve ülküsüne hizmet etmek is­ teyen her Türk'ün bir büyük ihtirasla, bir sönmez ateşle yanması lazımdır. Bu. Türklüğe hizmet ih­ tirası ve ateşidir. Bu ihtiras ve ateşin. tarihimiz­ deki en güzel örneklerinden birisini, burada. bir kere daha gözlerinizin önüne sereceğim. Metni Bilge Kağan ağzından olan Kül Tegin abidesinde. millet hizmeti ateşinin manasını ve büyüklüğünü. sade fakat harikulade bir şekilde dile getiren şu sözler var:

"Küçük Kardeşim Kül Tegin ile sözleştik. Babamızm, amcam.ızm çalışmış olduğu mille­ tin adı sanı yok olm.asm diye. Türk milleti için gece uyumadım, gündüz oturmadım. Küçük kardeşim Kül Teğin lle ve iki şad lle ölesiye, bitesiye çalıştım." İşte, 1ürk soyunun bugünkü en genç nesilleri­ olan sizler için. yolunuzu aydınlatacak en güzel meşale i Sizler de. soylanna hizmet ateşiyle yanan o büyük atalannız gibi olmaya çalışın. Sizler de, ça­ murluklarla dolu hayatı manruandıracak ve gü­ zelleştirecek tek şeyin millet hizmeti olacağına inanın . Sizler de bu büyük, kaınat kadar büyük.

234


fakat talihsiz millet içih. Türk milleti için gündüz oturmadan. gece uyumadan ölesiye bitesiye çalı­ şabilecek seviyeye erişmeyi gaye edinin. Türk'ü kıpkızıl bir ateş çemberiyle saran; Türk'ü bitirrnek için sinsice. kahpece didinen iç ve dış bunca düşman. bunca düşmanlık karşısın­ da, bu, sizler için kaçınılmaz bir vazifedir. Başarıya ulaşmak hususunda, dünden bugü­ ne değişmiş hiçbir şey yoktur. çünkü bu günkü kan. o eski kandır. Namık Kemal, bu gerçeği:

Fıtrat delişir sanma, bu kan yine o kaDdır ,

mısraı ile ne güzel belirtmişti! Bu kanla davranın. Bu kanla hizmet vazifesine atılın . Bu kanı, başka hiçbir kan durduramaz.

Bu kan, o ateşle konuşmaya başladığı gün, zafer, yine büyük. Türk ırkınındu.

235


içiNDEKiLER Önünç

. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

İnsan Ve Sistem . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . Türk Milletinin Tarifi . . . . . . . .

.

.

.

.

.

.. . .. .

.

. .

... .. . ...... .

.

.

Milli Ülküıer Ve Ülkü Dışı Mes'elek" Türkçülükte Muhafazakarlık Ve İnkılapçılık .

.

Herşey Türklük İçin . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. 3 Mayıs'ın Manası . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . Bütün Türkler Bir Ordu . . . .. . .. . ... .... .

.

.

.

.

.

. . . .

. .

.

Türklük Ve Bozkurt . . . . . . . . . . . . . . . .

.

Türk Soyunun Gizli Güeü

. .

.

.

.

. .

.

.

.

.

. .

. . .

.

....

. . . . . . . .

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

. .

.

.

.

.

. .. .... . .

.

.

... .... . .

.

. .

. .

.

..

.

7 9 12 18 22 26 29 33 36 39

"Hamasİ Türkçülük" Ve "Kuru Türkçülük" İddialan

Türk, Moskof ve Komünist . . . .

Türkçülük Ve Masonluk . .

.

.

....

Türkçülük Ve AnadolueUıuk . Türklügün Düşmanları . . . . . . . .

. . .

.

.

. .

. .

. . .

.

.

. .

.. . .

..

.

. . .

. .

.

. . .

.. . .

.

..

. .

.

..

. .

. ... .... .

.

. . . . 42

. . . . . . . . . . . . 47

. .

.

.

. . .

. .

.

.

.

.

.

. . . . 52

. . . . . . . 56 .

........ ...... . 61

. .

.

.

Azgınlaşan Türkçülük Düşmanlıgı . . . . . . . . . . . . . . 63 .

Gökalp Ve Turaneılık . . . . . . . .

. . . . .

.

. .

.

. .. .

. .

.

......

.

.

.

. . . . 66

Çevremizdeki Türkler . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 7 1 Irak Türkleri . .

.

.

... .... ... ..... .

.

.

.

.

.

.

. .

Kıbns, Kıbns Türk'ü Ve Ötesi. .

. . . . ........ .

.

. .

..

.

. .

.

Hiroşama ve Tutsak Türk İlleri

. .

Azgınlaşaı:ı Haçlı Ruhu . . . . . .

İnönü Ve Dış Türkler . . . . .

.

.

. .

.

.

.

.

.

.

.... .

Türk'ün Hayatında Aydın . . . Devlet Adamı Ve Gaflet . .

.

...

. . .

.

. . .

.

. . .

. .

. .

.

. .

. . .

.

.

. .

.

. .

.

.

......... .

.

. . . .

.

. .

.

.

.

......

. . . . 75 . . . . 77 . . .

. 83

. . . . . . . . . . . . 88 .

....

.

.

. .

..

.

.

.

.

.

. . . . . . 92 .

.. . ..... ... .. 101 .

.

.

.

. . . . . . . . . . . . . . . . 1 08 .

Siyasilerimizi Saran Korkunç Gaflet . . . . .

.

.

.

.

.

... 1 1 1


Fikirsiz Aydınlar Gerçek Aydın. Sözde Aydın . . . . . . .

.

. .

Kara Harp Okulundaki Fikri Faia.

. . .

.

. . .

.. .. .

. . . . . . . .

__ . . .

. .. . .

.

. . .

1 15 1 18 12 1

Cemiyetlerin Hayatında Büyük Rol Oynayan Üç Meslek . . . . . . . . . . . . .

.

.

.

Türkiye'de Ögretmen Mes'elesi . . . . . . . . . . . . . .

.

.

Türk Ordusu Türk Ordusudur . . . .

. . .

. . . .

. . .

. .

. . .

. . . 125 . . . 1 29

. . . . . 1 34 .

. .

KomünizminTürkiye'deki Başansı . . . . . . . . . . . . . . . . 1 38 Demokrasi Otman Hürriyeti midir? . . . . . . . . . . . . 142 .

.

Vatansever A.P. 'lilere Açık Mektup . . . . . . .

Öztürkçecllik Masalı . . . . .

.

.

.

. . . .

.

. .

.1 • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • •

TRTde Dil Irkçılığı Ve Türkçe Faciası

. .

..

. .

..

. . .

.

TRT Ve Milliyetçi Kuruluşlar . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . "Atatürkçülük" Mes'elesi i . . . . .

.

. . .

..... . . .. .

.

.

"Atatürkçülük" Edebiyatı II . . . . . . . . . . .

. .

.

. .

Okumuşun Sürüp Giden Gafleti . . . .

.

. . .

. . . . . . .

. . . . .

..

.

. . . .

........ .. .

Vatan Bekçiliği Yapan Genç Türkçülere . . . . . . . .

Milliyetçi Hareket Ve Karşısındakiler . Türkçü Gençlere

. . . ..

.

. . . . . .

. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . .

Genç mrkçü1ere Mektuplar : 1

. . . . . .

Genç mrkçülere Mektuplar : LI . . .

.

. . . .

. . . . . .

Genç Türkçülere Mektuplar : III . . . . . . .

Genç Türkçülere Mektuplar : IV .

. .

.

. . . . .

..

.

. .

... .

.

. . .

. ....... .. .

.

. . . . . .

. . . . . .

. . .

. . . .

.

.

.

1 47 1 55 161 171 1 76 1 83 1 93 20 1 205 2 10 216 22 1 226 232


AFŞIN ' A MEKTUPLAR NEJDET SANÇAR

3.BASKI ÇıKTı


IKKIMIZIN KAHRAMANLARı

NEJDET

SANÇAR

ÇıKTı

MUTLAKA OKUYUNUZ



Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.