Nejdet Sançar - Türk, Moskof ve Komünist

Page 1


fe s



Beyazıt (Toprak Dergisi) Matbaası İSTAN BUL 1959



Nejdet Sanรงar



MOSKOF KOMÜNİST



ÖNSÖZ Düşmantn, sınır dışında bulunduğu çağları geriler­ de bıraktık. Yıkmak istediği millete orduları ile saldıran düşmanın yerini, artık, cemiyeti içerden çökertmeye ça­ lışan düşmanlar almış bulunuyor. İç düşmanı çok memleketlerden biri — ve belki de birincisi —— bizim Türkiye’mizdir, Bu iç düşmanla­ rın en büyüğü de, şüphesiz, kızıllardır. Her Türk, iç düşmanlarımızın bu en büyüğü ile mücadele etmek vazifesindedir. Ben, yifmi yıla yakın bir zamandan beri, bu vazifenin payıma düşenini, ka­ lemle ve sözle, yapmaya çalışıyorum. Bu küçük kitaptaki yazılar, işte, kalemle yapılma­ ya çalışılan bu vazifenin birkaç sayfasıdır. Yalnız kitap­ ta yer alan bu yazıların hepsi tekrar gözden geçirilmiş, bir kısmı ise yeniden yazılmış denecek kadar işlenmiştir. Komünizmin, Türk milleti için ne büyük bir belâ olduğunu milletimize ve bilhassa gençlerimize her fırsat­ ta anlatmak lâzımdır. Eğer bu küçük kitap,, birkaç Türk çocuğuna bile bu tehlikenin korkunçluğunu anlatabilir­ se, emeğin karşılığını alınmış sayarım. Ankara, 18 Eylül 1959 Nejdet Sançar



Dilimizdeki “barışmaz düşman” sözü en güzel ör­ neğini, muhakkak ki, Türk ve Moskof kelimelerinde bul­ maktadır. Tarihin türlü çağlarında devamlı şekilde bo­ ğuşmuş ve birbirlerinin amansız düşmanı olmuş millet­ ler vardır. Fakat hiç bir düşmanlık Türk-Moskof düşman­ lığı kadar büyük ve şiddetli olmamıştır. Tarihteki düşmanlıkları yaratan, milletlerin, başka­ larının topraklarında kendilerine hayat sahası aramaları­ dır. Türk-Moskof düşmanlığı ise sadece şu veya bu top­ rağın paylaşılamaması neticesi değildir. Bu düşmanlık korkunç bir fikrî temele dayanmaktadır ki o da Moskof’­ un Türk’ü yok etme ihtirasıdır. Tarihi açın; Türk soyunun yeryüzünde göründüğü çağlardan yaşadığımız günler» kadar çarpıştığı millet­ leri birer birer gözden geçirin. Çinli’den, A cem ’den baş­ layıp Alm an’a, İngiliz’e, Italyan’a, Bulgar’a, Yunan’a kadar bütün vuruşulan milletlerin üzerinde durun. Türk soyunu kurutmak için Moskof kadar çalışmış, Moskof kadar sistemli hareket etmiş, Moskof kadar hiyleye baş vurmuş bir millet daha bulamazsınız. Türk’ü yok etmek için vaktiyle Çinli de çok uğ­ raşmış, Acem de çok didinmişti. Türk’ü ezmek için Al-


man da çalışmış, Yunan da emek harcamıştı. Türk’ün sırtını yere getrimek için Fransız da çabalamış, Italyan da hiyle düşünmüştü. Türk topraklarına Bulgar da, Er­ meni de göz dikmiş; Türk’e karşı Lehli de, Sırp da, Arap da yürümüştü. Fakat bu düşmanların hiç birisi Moskof kadar korkunç, Moskof derecesinde canavar olmadılar, olamadılar. Türk göklerinin yıldızının kararmaya baş­ ladığı sıralarda karşımıza çıkan Moskof, düşmanlarımı­ zın topunu gölgede bırakacak bir düşman, bir düşman değil, bir iblis, bir iblis değil, bir ifrit kesildi. Uç yüz yıldır ölüm yerlerinde karşımızda hep bu ifriti görüyoruz. XVII. yüzyılın ilk yansında başlıyan ve ortalama bir hesapla yirmi yılda bir tekrarlanarak Birin­ ci Dünya Savaşı’na kadar sürüp gelen Türk-Rus çarpış­ maları, bu ifritin “Türk’ü yok etme!” ihtirasının kanlı meyveleridir. Türk-Moskof düşmanlığı da, işte bu üç yüzyıllık çarpışmaların ürünüdür.»Moskof, yüzyıllardır arkasın­ dan koştuğu gayeye erişmesine engel olduğu için Türk’e düşmandır. Türk ise, devletini haritadan silmek istedi­ ği için Moskof’un düşmanıdır. Milletimiz, zamanla, bütün düşmanlarının düşman­ lıklarını hatırından çıkarabilmiş, fakat Moskof’unkini unutamamıştır. Bunda elbette haklıyız. Moskof’un “ Türk’ü yok etme!” ihtirası bütün şiddetiyle yaşarken, bizim bu düşmanlığı unutmamız ölüme kucak açmaktan


başka bir şey değildir. Türk milleti, eğer yaşamak isti­ yorsa, hava kadar, su kadar Moskof düşmanlığına da muhtaçtır. Moskof adı bizim için sözlerin en kötüsüdür. Ku­ zeyin dondurucu ve yıkıcı rüzgânna Moskof rüzgân di­ ye ad verişimiz bundandır. Hainlik edenlere “Moskofluk etme!” deyişimiz de bundandır. Vatan şairi :

Vatan evlâdına Moskof gibi rahmetmediler derken hainliği en güzel dile getiren kelime olarak bu­ nun için Moskof’u seçmiştir. Milliyetçi şair Moskof adı ile birlikte bu hainliği de hatırladığı içindir ki:

Rus’un adı her geçende Gözlerime kan görünür demiştir. Moskof, elli yıl öncesine kadar, bizim, düşmanlığı­ nı pek gizlemiyen düşmanımızdı. Türk’ün beşiği olan topraklan pençesine geçirirken de, son vatan parçamı­ za karşı yürürken de onu hep karşımızda, hep dışan düşman olarak görürdük. Fakat otuz kırk yıl kadar var ki, bu korkunç ifrit, bir yandan beyaz kuzey postu üze­ rine kızıl bir tül geçirmiş olarak ve eskisinden farklı bir yaratıkmış gibi gözükmek istiyor, diğer taraftan da içi­ mize, üç yüzyıllık idealinin gerçekleşmesini sağlamak


için bir takım mikroplar salıvermiş bulunuyor. Yani Moskof, artık, hem dış düşman, hem de iç düşmandır. Fakat biz, kırk yıldan beri eski Moskofluğunu sak­ lamaya çalışan bugünkü Moskof’un, dünkü hain Mos­ kof’un ta kendisi ve hattâ daha canavan olduğunu bil­ miyor değiliz. Biz, Türk’ün ilk anayurdunda, dünyanın hiçbir çağında, hiç bir devletin hiç bir millete reva gör­ mediği şekilde ölüm kasırgaları estirenin bu Moskof ol­ duğunu da bilmiyor değiliz. Biz, dile getirilen köleler ve uşakların ağzı ile, doğu illerimizden parçalar istemeye yeltenenlerin; Boğazlan ele geçirebilmek için, oraların korunmasında Mehmed’in yanına ahmak ve kaabiliyetsiz mujiği de koymak isteğini ileri sürüp kuzey ayıları­ nın bile kanmıyacağı sersemce hiylelere baş vuranın da hep bu Moskof olduğunu biliyoruz. Çünkü biz, tarihin sesine kulaklarımızı tıkamış de­ ğiliz. Çünkü biz, tarihin, gözlerimizin önüne koyduğu gerçekleri gözlerimizin önünden hiç uzaklaştırmıyoruz. Çünkü biz, milyonlarca şehidin, yüzyılların ötesinden gelen seslerini duyuyoruz. Biz, Prut hikâyesi kadar, Plevne müdafaası kadar, 93 felâketini, Başkurt desta­ nını, Türkistan kırgınlarını da en taze, en unutulmaz hâtıralar olarak saklıyoruz. Köprüköy’ün, mermi yağ­ muruna karşı sancak açıp saldıran kahramanlan gözle­ rimizin önünde; Pilevne’nin nur yüzlü Osman Paşa’sının ve adsız kahramanlannın toprağa akan kanlannm ko­ kusu burnumuzda; Baltacının Prut kıyısındaki büyük


çadırının içi hayalimizde ve Süleyman Nazif’in: “ Dünya­ da bir Rusya ve bir Rus kaldıkça bu hakkına ve bu vazi­ fene hürmetkar ol. Hakkın öldürmek, vazifen — iktiza ederse — hemen ölmektir, Türk oğlu!” diyen erkek sesi hâlâ kulaklarımızda... Evet, üç yüzyıllık tarihimiz ve tecrübemiz, bize Moskof’un ne olduğunu tamamen öğretmiş bulunuyor. Bizim için Moskof en büyük düşman, en büyük belâdır. V e bu, dün için olduğu kadar bugün de böyledir, yann da böyle olacaktır. Moskof’un bu emelini iyi bilenlerimizden birisi olein

Süleyman Nazif, yıllarca önce : “ Biz öylesine düşman iki milletiz ki birimizin yasaması ötekinin yok olmasıyle mümkündür.” şeklindeki cümleliyle bizim için mühim bir gerçeği belirtmişti. Üç yüzyıllık tarih ve bugünkü hâdiseler, onun sözünün, gerçeğin ta kendisi olduğunun tanıklandır. Moskof var oldukça onun üç yüzyıllık “Türk’ü yok etme!” prensibi de var olacaktır. V e Türk milleti yaşa­ mak istiyorsa, kendisini yok etme emelindeki Moskof’un, en büyük düşmanı olduğunu akimdan çıkarmıyacaktır. Bu memleketin vatansever her çocuğu şunu unut­ mamaya mecburdur: Türk dünyasının büyük bir par­ çasını pençesinde bulunduran Moskof’un gözü bugün de Türklüğün son kalesi olan Türkiye’dedir. V e Mos­ kof, p en çem d e inim inim inletti ei diğer Türk ülkeleri t


gibi Türkiye’yi de parçalayıp o iptidaî potasında eritmek dâvasmdadır .Türkiye’nin böyle bir felâketle karşılaş­ maması ancak manen ve maddeten yenilmez bir kuv­ vet haline gelmesiyle mümkündür. Manevî kuvvetin ilk şartı ise Moskof tehlikesini bilmek, unutmamak ve Mos­ kof kiniyle dolup taşarak devam edeceği muhakkak olan yarınki Türk-Rus savaşlarına hazırlanmaktır. Milyonlarca soydaşı en büyük düşmanının pençe­ sinde olan Türkiye Türk’ü, hayatını milletçe ve fertçe devam ettirebilmek için yanna hazırlanırken, bir hesap gününü de beklemelidir. Türk’e üç yüzyıldır revâ görü­ len Moskof kıyıcılığının, yarın ,bir hesap günü niçin ol­ masın? işte, T ann’nm o İlâhî adalet gününde, erlik meydanlarının eşsiz yiğitlerinin çocukları, savaş yerle­ rinden namuslannı vererek yakalarını sıyıranlarm torunlarıyle yüzyılların hesabını görecek ve temizliyeceklerdir.


EN BÜYÜK GAFLET Türkiye tarihinin yakm zamanlarındaki gafletler bir araya toplansa, herhalde çok ibret verici bir tablo mey­ dana gelir. V e muhakkak ki bu ibret verici tablonun en dikkate değer tarafı, kızıllarla ilgili bölümü olur. Kızıllara karşı olan gafletimizi, ilk zamanlar için, biraz tabii görmek mümkündür. Çünkü komünizmin ne olduğu ve milletlerin hayatına ne şekilde kasdetmek iste­ diği, o zamanlar bilinmemekte idi. Kızıl ideolojinin mâ­ nasını bilenlerin ve bilhassa milliyetçilerin uyandırıcı ça­ lışmaları da büyük topluluğun dikkatini çekemediği için, komünizm, bu bilmemezlik içinde uzun yıllar rahat ra­ hat yürümek fırsat ve imkânını elde etti. Fakat bilhassa, son dünya savaşından sonra, artık durum tamamen değişmiş bulunuyor. Moskof ordularının kurtancı pozunda girdikleri ülkeler, komünizmin nasıl bir belâ olduğunu çok yakından gördüler. Ondan son­ radır ki, insanlığın biraz gözü açıldı ve milletlerin baş­ larında bulunanlar, millî varlıkların bu korkunç afete karşı korunması için çareler düşünmeye başladılar. Bu uyanıklık bir çok memleketlerde meyvesini verdi. Bir çok yerlerde gizli kızıl yuvalann kapılanna kilit asıldı. Bir çok ülkelerde komünist partileri kanun


dışı ilân edildi. En müsamahalı milletlerin başbakanlannın komünist tehlikesini haykırmaları bunun neticesidir. Amerika’nın, içindeki kızıl unsurları temizlemeye ça­ lışması; Brezilya’nın Sovyetlerle siyasî münasebetlerini kesecek kadar ileri gitmesi de hep bundandır. Geç kalınmış da olsa, insanlıktaki bu uyanma, el­ bette ki sevinilecek bir şeydir. Fakat, Güney Amerika gi­ bi Rusya’dan o kadar uzak ülkelerin bile en sıkı tedbir­ ler aldıkları ve almaya çalıştıkları bir zamanda, tehlike kaynağının kapı komşusu Türkiye’de gafletin hâlâ de­ vam etmekte oluşuna ne demeli? Bizdeki gafletin en korkunçlarını 1950 yılma kadar olan devrede bulmak mümkündür: Moskof uşaklığını bugün, kölesi olduğu yaratıklann yurdunda devam ettiren Nâzım Hikmet’e, vatanı satmaya kalktığı için tıkıldığı hapishanede, devlet hâzinesinden para verdirerek eser (!) hazırlatılması, o devrin marife­ tidir. Aynı yolun yolcusu olup kızıl cennete kaçarken cehennemi boylayan Sabahattin Ali’ye devlet kapısında vazifeler verilmesi o devrin işidir. Türk’ün en büyük düşmanının komünizm olduğunu söyliyen Atatürk’ün kurduğu bir fakültenin bir kızıl yuva haline getirilmesi o devrin hüneridir. Tertemiz köylü çocuklarımızdan kim bilir ı\ekadannm Moskof hayranı zavallılar haline sokul­ ması o devrin iğrençliklerindendir. Bir partinin kurultayında, millî ruh sahibi mebus­


lardan birisi kızılların temizlenmesi fikrini ileri sürdüğü zaman, bunun “anti-demokratik” olduğunu haykırarak tedbir alınmasını önliyenler o devrin yaratıklarıdır. K o­ münist tehlikesinin büyüklüğü ve kızıl teşkilâtın kor­ kunçluğu artık şöyle böyle insanlann bile bildiği bir gerçek olduğu halde, Meclis kürsüsünden “millî sınır­ larımız içinde böyle bir teşkilâtın millet şuuru ve hükü­ met kuvveti karşısında yaşıyacağma ihtimal vermediği” ni söyleyip — bilerek veya bilmiyerek — milleti uyu­ şukluğa sevketmeye çalışanlar o devrin adamlarıdır. Türk gençleri, memleketi yıkmaya çalışan kızıllarla cid­ dî bir savaş yapmaya karar verdikleri zaman, bu hare­ keti kınayıp : “Türk milletinin bir fikirden ve bir düş­ mandan korkacak hale gelmediği” hikmetini savura­ rak moskofçuluğa karşı ayaklanmanın önüne dikilmek istiyen profesörler o devrin bilgin (!) leridir. Üniversite öğrenci demeklerinin kızıl ideoloji ile mücadelesinin si­ yasî bir iş olacağını ileri sürerek gençliğin millî heyeca­ nını söndürmeye çalışan veya Türkiye’de komünizm cereyanı diye bir şey bulunduğundan haberi bulunma­ dığını söyliyen rektörler o devrin devletlileridir. Milletin kendi reyi ile Meclisini seçmeye başladığı 1950 den sonra da bu gaflet sona ermiş değildir. Türk gençlerini ve yan aydınlan mos'kofçu sürüler haline ge­ tirmek gayesiyle çıkan malûm dergilere bol bol ilân ba­ ğışında bulunan bankalar, hâlâ neye hizmet ettiklerinin farkında görünmemektedirler, insanlar arasındaki en iğrenç ve ahlâk dışı münasebetleri en bayağı ifadelerle


anlatan sözüm ona römanlan basanlar, reklâm edenler ve hattâ bu cins kitaplar için övgüler yazanlar, hâlâ ce­ miyetin kalburüstü kimseleri gibi sayılmaktadırlar. Ga­ zetelerinde — sicilli veya sicilsiz — bir sürü moskofçuya yer veren, onların ıvır zıvırlannı büyük (!) eserler diye şişirerek basanlar, hâlâ Türk umumî efkârının tem­ silcileri durumunda bulunmaktadırlar. Evet, gaflet hâlâ sona ermiş değildir. Gaafiller, hiç değilse yakın yılların milletlerarası hâdiselerinden bile ders alamamakta ve çok kere ihanet derecesine varan gafletlerine hâlâ devam etmektedirler. Dünkü küçük Baltık devletlerinin bugün adlan dahi unutulmuşsa bu­ nun sebebi nedir? Dünkü mesut Lehistan ile Çekoslo­ vakya bugün niçin en korkunç bir cehennem hayatının içinde kıvranıyorlar? Kadını, kızı ve çocuğu i!e tankla­ ra saldmrken bütün dünyanın hayranlığını kazanan ta­ lihsiz Macaristan, bugün üstüne çekilen kızıl ölüm ör­ tüsünün altında nelerle karşı karşıyadır? Bunlar ve böy­ le sayısız hâdiseler az mı ibret vericidir? Gaafiller göz­ lerinin açılması için daha ne bekliyorlar? Acaba kızıl kâbusun Türkiye üzerine de çökmesini mi? Fakat onlar böyle feci bir âkibetten sonra açılacak gözlerin, o âkibeti hazırlıyanlar tarafından çıkanlacağını da unutma­ malıdırlar. _


TÜRKÇÜLÜK - KOMÜNİSTLİK ÇARPIŞM ASINDA KIZILLARIN Ü ST Ü N TARAFLARI Türkçülükle komünistlik, Türkiye’de, aşağı yukarı cumhuriyetin ilânından beri savaş halinde bulunuyor. Bu savaş, ilk zamanlarda, dikkati çekecek bir halde bile değildi. Fakat, komünizmin, bütün insanlık âlemi kadar Türkiye için de nasıl korkunç bir belâ olduğunun anla­ şılmaya başlanmasından sonradır ki şiddetini arttırdı. Buna rağmen, topsuz tüfeksiz yapılmakta olan bu çar­ pışmanın mahiyetinden, hâlâ, büyük kalabalığın esaslı bir bilgisi vardır denemez. Fakat bu fikir savaşının ma­ hiyetini bilenlerce malûmdur ki, Türkçülük-komünistlik çarpışması, kesin sonuçlu olmaya namzet bir savaş­ tır. Bu çarpışmada Türk milliyetçiliğinin hedefi Türki­ ye’de komünizmin kökünü kazımak, kızılların gayesi ise Türkiye’yi de Kremlin’in pençesine atmaktır. Bu derece kesin sonuçlu bir çarpışmada, tarafların kuvvet derecelerini (hiç değilse en mühim yönlerden) teraziye vurmak ve bilhassa bu mücadelede komünistlere üstünlük sağlıyan hususlar üzerinde durmak faydasız ol­ maz. Böyle bir kuvvet tartısından alınacak dersler bulu­ nabileceği gibi, düşmana üstünlük sağlıyan hususlardan bazılarının giderilmesi çarelerini aramak da •— belki — mümkün olabilir.


Türkçülük-komünistlik çarpışmasında, iki tarafı, çe­ şitli yönlerden inceleyecek olursak, belli ta ş lı noktalar­ da şunlarla karşılaşmaktayız:

a) Kızıllar teşkilâtlı ve programlıdırlar. Te lâtlan dünya çapındadır. Bu teşkilâtın büyüklüğü (bu­ na korkunçluğu demek de uygun düşer) son yılların bir çok hâdiselerinde (m eselâ Kanada’da meydana çıkanlan büyük casusluk teşkilâtında) görülmüştür. İn­ sanlık tarihinde bugüne kadar kurulmuş teşkilâtların en büyüğünün bu kızıl teşkilât olduğu muhakkaktır. Bu teşkilâtı, kollarını dünyanın her yerine atmış korkunç bir ahtapota benzetmek mümkündür. Türkiye’deki kı­ zıllar, bu ahtapotun binbir kolundan sadece birisidir. Bu büyük teşkilâtın programlı hareket edişleri ise, kendilerine ayrı bir kuvvet sağlamaktadır. Kızılların ha­ reket programları, komünizmin ana kitaplannda çizil­ miştir. Onlar, zamana ve şartlara uyarak ve gerektikçe taktik değiştirerek, bu programı uygulamaya çalışmak­ tadırlar. Türk milliyetçiliği ise ne böyle bir teşkilâta, ne de böyle bir programa sahiptir Teşkilâtsızlık ve programsızlık hem kuvvetin dağılması, hem de verimin az olması neticesini doğurmaktadır. Tek merkezden idare edilen ve sistemle çalışan komünistlik karşısında, Türkçülük, zaman zaman bir derginin etrafında kümeleşen küçük kuvvetler olmak­


tan ileri gidememektedir. Türk Milliyetçiler Dem eği, Türkçülüğün, bugüne kadar malik olduğu tek kuvvetli teşkilâttı. Fakat bu teşkilât, bilhassa İstanbul gazeteleri­ nin körükledikleri bir siyaset oyununa kurban gidince, komünizmin karşısındaki tek milliyetçi teşkilât da or­ tadan kalkmış oldu.

b) Kızılların maddî imkânlan sonsuzdur. Çün Kremlin, yabancı ülkelerdeki propagandalar için Mos­ kof altmlannı büyük bir cömertlikle harcamaktadır. Kızılların elindeki maddî imkân, propagandanın en tesirlisi olan yayın hayatında kendini göstermekte­ dir. Onlar, propagandalarını yapabilecek yayın vasıtalanna her zaman ve hem de bol bol sahip olmuşlardır. Dergi çıkarmanın hükümet iznine bağlı olduğu yıllarda vbile, komünistler, bu yayın vasıtasından hiç mahrum ' kalmamışlardır. Son çeyrek yüzyılın yayınlan incelenir­ se, kızıllann, bütün bu süre içinde her zaman en az bir­ kaç dergi etrafında kümelenmiş oldukları görülür. Kitap yayını bakımından da, kızıllar, hiç bir güçlükle karşılaşmış sayılamazlar. Bilhassa yakın yıllarda, kü­ çüklü büyüklü bir takım yayınevlerinin seri halinde Moskofçu eserler basıp bunları Türkiye’nin her tarafına dağıtmalan, kızılların fikir alanında hâkim duruma gel­ melerinin en mühim sebeplerinden biridir. Türk milliyetçileri bu imkândan tamamen mah­ rumdurlar. Komünizmle mücadele etmek üzere bir der­


gi çıkarmak istedikleri zaman, para engeli onların kar­ şısına bir Çin Şeddi gibi dikilmekte ve bu engeli aşabil­ mek ancak şahsî fedakârlıklarla mümkün olabilmekte­ dir. Bu fedakârlığın dar aile bütçelerine dayanması mec­ buriyeti, mücadelenin devamlı ve tesirli olamamasının belli başlı sebeplerindendir. Durum, kitap yayını bakı­ mından da aynıdır. Su gibi akıtılan Moskof altmlannın desteklediği komünist yayınlarına, sınırlı gelirlerden ayrılan pa­ ra ile karşı koymak işte bundan dolayı mümkün olama­ maktadır. Bunun neticesidir ki kızıllar, bu maddî im­ kânları sayesinde kalem ile telkin yolunda üstünlük sağ­ lamaktadırlar.

c) Kızıllara üstünlük sağlayan bir husus da kıcı durumda olmalarıdır. İster maddî, ister manevî mâ- ~ nasiyle olsun, elbette ki yıkıcılık yapıcılıktan kolaydır. Bir geminin veya köprünün meydana getirilmesi için ne çok zaman ister. Halbuki birincisinin bir torpille ve İkin­ cisinin bir dinamitle atılması nihayet küçük bir an m e­ selesidir. Bunun gibi, manen bozulmuş bir cemiyeti, ah­ lâklı bir topluluk yapmak güç, lâkin herhangi bir cemi­ yeti ahlâksız bir sürü haline getirmek kolaydır. işte bu yapıcılık ve yıkıcılık dolayısıyle, Türkçülelerin vazifesi güçleşmekte, kızıllann işi ise kolaylaşmak­ tadır. Çünkü Türkçü, cemiyet menfaatim, ahlâkı, feda­ kârlığı, feragati, aileyi ve bunlar gibi, insanlan hayvanî


■^hürriyetten uzaklaştıracak fikirleri savunmakta, kızıl ise bu bağlan sıfıra indirecek aksi fikirleri ileri sürmektedir. Yalnız kendisini düşünen, ahlâkî bağlardan sıyrıl­ mış, feragati hiçe sayan, eğlence ve şehvetin esiri insan olmak kolaydır. Yıkıcı olan kızıl, insanlann karşısına bu kolaylığı tanıyan bir hüviyetle çıkmakta ve netice olarak “İnsanî zaaf” tan faydalanan bu yıkıcılık, ona üstünlük sağlamaktadır. ç) Kızıllann bir üstünlükleri de seciyesiz oluşla­ rıdır. Büyük bir insanlık kusuru olan seciyesizliğin, bir fikir mücadelesinde üstünlük sağlıyan bir unsur olması ilk bakışta garip gözükebilir. Fakat milliyetçilik-kom"ınistlik kavgasında bu seciyesizliğin kızıllara üstünlük verdiği bir gerçektir. Türkçü, seciyeli ve ciddî bir insandır. Ülküsü yo­ lunda çalışırken samimiyetten ve ciddiyetten ayrılmayı, hiyleye sapmayı ve diğer küçüklüklere başvurmayı ak­ lına bile getirmez. Hedefe doğru apaçık yürür veya yü­ rümeye çalışır. Bu sebepten yolu engellerle doludur. Bütün insanlık meziyetleri gibi seciyeyi de bir bur­ juva uydurması sayan kızıl içince böyle engeller yok­ tur. Çünkü şerefsizlik, iki yüzlülük, yalancılık gibi şey­ ler onlann meziyetleri (!) arasındadır. Buz gibi moskofçu ve vatan haini olduklan halde, bu vasıflan saye­ sinde, olduklânndan tamamen başka türlü gözükmek­ ten çekinmezler. Milliyetçi, c^ndar, halkçı, demokrat olur­


lar ve yalanları suratlarına çarpıldığı zaman asla utan» mazlar. Onlann, kjzıl ağlarına bir kişi daha fazla taka* bilmek için yapmıyacaklan şey, girmiyecekleri şekil ve kalıp yoktur. Telkin yolunda bir çok kaynaklardan fay-* dalanmalan, bir çok gazetelerde sütun sahibi olmaları ve hattâ bazı ehemmiyetli köprübaşlanm zaman zaman el­ lerine geçirebilmelerinde bu seciyesizliklerinin rolü bü­ yüktür.

d) Cemiyetimizde bir türlü önlenememekte o haksızlıklar, yolsuzluklar ve diğer düzensizlikler de, ko­ münistlere üstünlük sağlıyan sebepler arasındadır. Çün­ kü kızıllar, bu haksızlıklar, yolsuzluklar ve düzensizlik­ lerden büyük bir ustalıkla faydalanıp propaganda ya­ pabilmektedirler. Halkın, bildiği veya duyduğu haksızlıklar ve dü­ zensizlikler üzerine yapılan menfi propagandalann te­ sirli olduğu mahakkaktır. Çünkü, halk için çalıştıkları yalanını silâh olarak kullanan kızıllar, karşılaştığı hak­ sızlık veya düzensizlikten dolayı incinmiş ve gücenmiş bulunan insanlann bu duygularından şeytanca fayda­ lanmaktadırlar. En küçük bir iş için hükümet kapılarında dolaştı­ rılan bir köylü; sebepsiz yere veya sudan bir sebeple işi­ ne son verilen bir işçi; hastahane köşelerinde süründü­ rülen bir amele, kızıl propaganda için bulunmaz fırsat­ lardır. Filân mühendis veya doktorun lüks hayatı, fa­


lan vali veya umum müdürün makam arabası ile ge­ zenler, bazı devletlilerin sık sık rastlanan uygunsuz ha­ reketleri, onlara yıkıcılık fırsatı hazırhyan sebeplerdir. Böyle haksızlık ve düzensizlikleri gören, fakat komünist* lik rejimi hakkında etraflı bir bilgisi bulunmıyan büyük kalabalık, kızılların İçtimaî adaletten bahseden yalan­ larına kolayca kanmakta, haksızlıktan temizlenmiş bir cemiyete kavuşma hülyası ile onlara kolayca meylet­ mektedirler. Kızılların kalem neşteriyle açtıkları bu cemiyet ya­ ralan,. Türkçülerin kolayca sarabileceği şeyler değildir. Kızıllann ellerinden bu silâhı, ancak, bu gibi haksızlık ve düzensizlikleri gidermekle almak mümkündür. e) Kızıllann sırtlannı dayadıklan büyük (ve lûm) bir kuvvet vardır, içinde yaşadıklan cemiyeti tür­ lü şekillerde yıkmaya çalışırlarken, arkalannı verdikleri bu kuvvet, onlar için hem manevî, hem de maddî bir güç kaynağı olmaktadır. însanlann, kendilerini her bakımdan destekliyecek bir kuvvete malik olduklannı bilmelerinin, onlarda na­ sıl bîr manevî güç yaratacağı malûmdur. Kızıllar, bu manevî güçle silâhlı olmaktan çok kazanmaktadırlar. Türkçüler ise bundan tamamen mahrumdurlar. Türkçüler, kendilerini tutması gereken makamları bile bugüne kadar bir destek olarak görmemişlerdir. Aksine onlar Türkçülerin karşısına en az bir karşı kuvvet, ve çok kere de düşman olarak çıkmışlardır.


Maddî desteğe gelince, bunun da en az diğeri ka­ dar ehemmiyetli olduğu muhakkaktır: Bir kızıl, Türk cemiyetinin herhangi bir parçasın­ da bir gedik açmak İçin giriştiği mücadelede, meselâ, işinden çıkarılır veya hapse atılırsa, bu takdirde onun için maddî sıkıntı diye bir şey bahis konusu değildir. Çünkü, arkasını verdiği kuvvet parasıyle de onun ya­ nındadır. Üstelik hapse giren kızıllar rütbe almak gibi (ilerde kurulacak (!) komünist lejimde işe yarayacak!) bir avantaja da sahip olurlar. Türkçülere gelince; onlann durumu bu bakımdan da kötüdür. Türk milliyetçiliği yolundaki mücadelede bir Türkçü işinden olur veya çevrilen fınldaklarla hap­ si boylarsa, gerek onun ve gerekse geride bıraktıklannın göğüslemeye mecbur kalacakları zorluklar hiç de yaba­ na atılacak cinsten değildir. Bunu bilenler bilir.

**❖ Daha başka maddeler sıralamak da mümkünse de, Türkçülük - komünistlik çarpışmasında kızıllan üs­ tün duruma çıkaran sebeplerin belli başlıları işte bun­ lardır. Bu üstünlük sebeplerinin bazılarını kızılların elin­ den almak mümkün değildir. Meselâ yıkıcılıkları ve se­ ciyesizlikleri onlara üstünlük sağlamakta sonuna kadar sürüp gidecektir. Fakat bazı noktalarda bu üstünlükle­


rini .gidermek büsbütün de imkânsız sayılamaz. Meselâ, Türk milliyetçileri de pekâlâ teşkilâtlı ve programlı ola­ bilirler. Yahut Türkçülük hareketinin de resmî olan ve­ ya olmıyan destekçileri bulunabilir. Veya, Türklük menfaatlannı ön plânda tutan bir düşünce bir gün her şeyimize hâkiır olur da haksızlıklar, düzensizlikler kim­ seyi rahatsız etmiyecek bir seviyeye inebilir. Bunla rolur veya olmaz, bilinemez. Fakat yıllar­ dan beir devam eden topsuz tüfeksiz Türkçülük - ko­ münistlik savaşında, vatanımızın en büyük iç düşmanlannm üstünlükleri işte bunlardır.


DEMOKRASİLERDE KOMÜNİSTLER Bir devler âlemi haline gelen bugünkü dünyada, insanlık, iki büyük parçaya bölünmüş bulunuyor. Bir yanda komünist âlemi, diğer yanda komünist olmıyan devletler var. V e bu iki ayn dünya, büyük bir mücadele içindeler. ■. Dünyayı pençesine geçirmek istiyen Kremlin ile, Kremlin’in pençesine geçmek istemiyen milletler ara­ sındaki mücadele, henüz söz ve propaganda devresinde olmakla beraber, bu iki âlemin bir gün en korkunç si­ lâhlarla karşı karşıya gelmeleri hiç de beklenmiyecek bir şey değildir. Böyle bir boğuşmada şüphesiz bütün insanlığın hayatı bahis konusudur. Çünkü, komünizm boğuşmadan üstün çıktığı takdirde, insanlık, tarihin en büyük felâketi ile karşılaşacaktır. Bu felâket insanlığın Moskof pençesine geçmesi, yani yok olmasıdır. Bu derece kesin sonuçlu olması mümkün bir sava­ şın eşiğinde bu iki dünyanın birbirlerine karşı olan du­ rumları incelenirse, komünist âleminin çok tedbirli bu­ lunmasına rağmen hürriyet cephesinin daima açık ver­ diği görülür: Komünist dünya, bugün, aşılmaz sınırlar içinde kendisine sağlam bir kale yapmıştır. Bu kalenin içine hürriyet dünyasından (insan veya fikir!) herhangi bir


şeyin girmesi veya sızması kolay değildir. Gerek Rusya’­ da ve gerekse Rus pençesindeki memleketlerde sadece bir tek fikre yer vardır ki o da kendilerini dünyaya hâ­ kim kılacak olan ideolojileridir. Bu ideolojiye karşı en küçük ve masum bir hareketin demirperde gerisindeki karşılığı ölümdür! 'işte böyle bir emniyet perdesi arkasında bulunan komünizm, bu kaleden demokrasi dünyasının dört ta­ rafına savaşçılannı rahat rahat gönderebilmekte, onlann eliyle karşı cephenin içinde üsler kurmakta ve demok­ rasileri içerden yıkmaya çalışmaktadır. Komünistlerin, komünist olmıyan ülkelerdeki yı­ kıcı hareketlerini bu derece rahat yapabilmeleri,- demok­ rasilerdeki hürriyet anlayışının neticesidir. Çünkü demokı asilerde insanlar için tanınan hürriyet, insan sayı­ lan kızıllardan da esirgenmemektedir. Komünistlerin, hürriyeti yalnız kendileri için (onun da ne dereceye ka­ dar var olduğ ayrı mesele!) kabul etmelerine karşı, de­ mirperde gerisindeki cemiyetlerin bu hakkı kızıllara da tanımalan, ortaya bugünkü gülünç neticeyi çıkarmış bu­ lunuyor. Evet, netice gerçekten gülünçtür: Bir tarafta düşman saydığı âleme ait düşünce ve inançlann gölge­ sini dahi sınırlanndan uzak tutan kızıllar, diğer tarafta ise mezarlannı kazmak istiyen korkunç düşmanlarını hareketlerinde serbest bırakan demokrasiler... Medenî dünyanın müşterek meselelerinin en mü­ himlerinden birisi işte budur. Hürriyet cephesi bu m e-«


Seleyi kökünden halletmek, yani milletlerinin ve vatan­ larının en büyük düşmanlan olan kızıllara vatanlannda yaşama hakkı tanımamak vazifesindedirler. Bu, hürriyeti çiğnemek veya hürriyetten bir şeyler feda etmek mânasına asla gelemez. Önce şunu unutma­ malıdır ki, bir cemiyetin hürriyeti elbette ki sadece ken­ di mensuplan içindir. Komünist ise içinde yaşadığı ce­ miyetin değil, o cemiyeti yıkmak ve yutmak istiyen Rus­ ya’nın adamıdır. Rusya dışında her kızıl, Kremlin’in casusudur. Bu böyle bilindiğine göre, insan hürriyeti uğruna, bu yerli casusa cemiyetin milletdaş ve vatandaşla n ile aynı hak­ lar nasıl tanınabilir? Bir devletin sırlannı çalıp düşma­ na vermeye çalışan, bir cemiyeti içinden yıkmaya uğ­ raşan, bir milleti bir başkasının pençesine atmak için didinen bir haini, sadece cebindeki resmî hüviyet kâğı­ dı dolayısıyle vatandaş sayıp, bütün melûnluklarında — az veya çok — serbest bırakmak akıl ve mantıkla nasıl bağdaşabilir? Bu, elinde saldırması ile ve bizi öl­ dürmek için üzerimize gelen bir kaatilin, hürriyetini kısmıyalım diye, hareketine engel olmamak ve boğazlan­ mamızı kabul etmek kadar gülünç değil midir? Hürriyet, milletler için de, insanlar için de kutlu­ dur. Bu sebeple üzerine nekadar titrense yeridir. Hangi düşüncede olursa olsun, hangi kanaati taşırsa taşısın, bir milletin bütün mensuplan için hürriyeti eşit olarak tanımak elbette ki lâzımdır. Fakat bir cemiyetin men-


Suplan arasında komünistin yeri yoktur. Çünkü komü­ nistin vatan veya vatandaşlıkla ilgisi, vatanın vahşi or­ manlarında yaşıyan bir engereğin, yahut bir parsın ilgi­ sinden farklı değildir. Hürriyet, hürriyeti boğmak istiyenlerin elinde en korkunç bir silâh olarak kalmaya devam ettikçe, hür dünyanın göklerinden kara bulutlar eksilmez. Hürriye­ ti sevenlerin onu boğazlanmaktan kurtarmak, vazifele­ ridir. Bu vazifede gecikmek, hürriyetten her gün biraz daha uzaklaşmak olabilir. Bütün hür dünyaya çevrilmiş olan bu hürriyeti boğ­ ma silâhı, Türkiye’mizi de tehdit etmektedir. Türkiye için tehlike, coğrafya dolayısıyle, başkalarmkinden da­ ha çoktur. Bu bakımdan “yerli kızıl” meselesi bizim için diğer milletlere göre çok daha ehemmiyetlidir. Hürriyet... Evet, milletin her sınıftaki, her düşün­ cedeki, her inançtaki mensupları için — şüphesiz cem i­ yetin yüksek menfaatlariyle sınırlı — en büyük hürri­ yet.. Fakat tek istisnası ile: Vatanımızı satmak ve hür­ riyetimizi boğmak istiyen korkunç casus takımı, yerli kızıllar için asla...


KOMÜNİST REJtMİNDE KIZILLARIN ÂKİBETİ Kırk yılı aşan bir zamandan beri insanlığın başına kızıl bir belâ gibi çöken komünizm, muhakkak ki, tari­ hin bugüne kadar gördüğü en korkunç rejimdir, insan­ lara kızıl bir cennet vâdettiği halde, pençesine geçirdiği topraklan kıpkızıl bir cehennem haline sokan bu kor­ kunç rejimde kırk yıldan beri işlenen cinayetlerin kırk asırlık tarihin kaydettiği cinayetleri gölgede bıraktığı bir gerçektir. Tatbikat ve misaller göstermektedir ki, komünizm, bir insan boğazlama rejimidir. Her cinsten ve her sınıf­ tan insanı tek tek olsun, kütleler halinde olsun bu dere­ ce kolay ve insafsızca boğazlayan bu rejimde kan akıtıclık en belirli vasıftır. Öyle ki, komünizmin taraftarlaıı, mensuplan ve dâvaya bir köle sadıklığı ile hizmet et­ miş ileri gelenleri bile bu kan akıtıcı ruhun kurbanı ol­ maktan kurtulamamakta ve günün birinde kafalarını kızıl satırlara teslime mecbur kalmaktadırlar. Komünizmin, aleyhtarlannı ve düşmanlannı pek korkunç şekilde ve çok kere kütleler halinde yok etme­ si, haydi, düşmanın düşmana rahmet okumıyacağı pren­ sibine bağlanıp bir derece akla yakın görünsün. Fakat ya komünistlerin, komünist kahramanlarının (!) boğaz­ lanmaları?


Gerek Moskof ilinde, gerekse Kremlin’in pençe­ sindeki ülkelerde, komünizm için çalışmış ve hattâ döğüşmüş ve kızıl rejime büyük bir bağlılıkla hizmet et­ miş kimselerin, bir gün klâsikleşmiş suç yamamaları ile ipe götürülmeleri çok görülmüştür. B u şekilde can vermiş olan kızıllann sayısını, bugün, T ann’dan başka kimse bilemez, insanlık âleminden saklanamıyanlann hikâyeleri ise ciltler doldurur, işte o ciltlerden birkaç yaprak : Tatar Halk Komiserleri Konseyi Başkanı Sultan Galiev, Bolşevik Partisinin üst basamaklarına kadar yük­ selmiş bir komünistti. Temizlenmesi gerekince, Stalin’in emriyle tevkif edildi, suçlannı itiraf etti (!) ve 1923 te öldürüldü.

Troçki’nin atılması üzerine Harbiye Halk Komise­ ri yapılan Frunze, Sibirya’da yıllarca kürek mahkûmu olarak kalmış yaşlı bir ihtilâlci idi. Bir yıl bile kalmadı­ ğı Harbiye Halk Komiseri mevkiinde iken, bir gün, ha­ inliği keşfolundu. Ancak, Stalîn, bu şöhretli ihtiyarı doğrudan doğruya sehpaya gönderemedi. Frunze, 1925 te, bir ameliyat masasında can vermeye mecbur kaldı! Stalinin, muhaliflerine karşı giriştiği temizlemeler­ de su gibi kan akıtmak suretiyle ona büyük hizmette bu­ lunan G .P.U. şefi meşhur Yagoda’da 1935 te Stalin­ in kurbanı oldu. Stalîn, temizlediği ileri gelen komünist­ lerin çokluğu dolayısiyle halk arasında dolaşan dediko-


dulan önlemek için, bütün suçlan bu sadık adamına yükledi. Yapılan muhakemede o da suçun kendisinde olduğunu kabul (!) edince, dar ağacını boylaması ko­ laylaştı. Komünist Partisi’nin en tanınmış ve nüfuz­ lu adamlarından Buharın, ve Bulanov gibi kimseler de 1938 deki büyük temizlemede temizlendiler. Bunların suçu sağcı ve Troçkist (!) olmalan idi. Buharin, 1918 ds Lenin’e suikast hazırlamak, Bulanov ise bazı kimse­ leri zehirlemek suçundan hesap verdiler. V e usul gere­ ğince, suçlannı kabul ederek bu dünyadan göçtüler. Rusya’da temizlenen büyüklerin en büyüklerinden birisi de meşhur Beria’dır. Beria, Komünist Rusya’nın en çok kan döken adamlarından birisiydi. Kızıl rejim içinde ne çok insanın, kızıl kanını akıtmıştı. Onun bir tek emriyle binlerce kişiyi tevkif eden insanlar, bir gün onu da kıskıvrak bağladılar. V e Beria, ölüme yollamak istediği insanlara tatbik etliği oyun kendisine de oynan­ mak suretiyle, mezarı boyladı. Vatanlarına ihanet ederek Kremlin’e bir köle gibi hizmet eden başka ülkelerdeki komünistler de, bu iha­ netlerinin cezasını hayatlariyle ödemek zorunda kal­ mışlardır. Rusya dışı komünist temizlemelerinin en unutulmıyacaklanndan birisi, 1S49 da Macaristan’da yapılan­ dır. Bu dâvanın kahramanlan Macaristan’ın 2 numara-


Iı komünisti olarak tanınan eski dış işleri bakanlanndan meşhur Rajk ile yedi arkadaşı idi. Kısmetlerine “vatana ihanet ve hükümeti devirme!” suçu çıkmıştı. Birkaç haftalık muhakeme sırasında yirmi yaş ihtiyarlamış bir hale gelen Rajk, bu suçlann daha da çoğunu kabul et­ ti. Bu kadar büyük suçun cezası idam olacağı için de hepsinin boyunlarına ip geçirildi. 1 9 5 0 ve 1952 yıllannda Çekoslovakya’da yapılan temizlemelerden de, tanınmış Çek komünistleri öteki dünyayı boyladılar. Birincisinde Çek Komünist Partisi’nin ileri gelenlerinden ve mebuslanndan bazıları seh­ paya götürülürken partinin resmi organı bulunan Rude Praro gazetenin ateşli komünist başyazan Novi de ha­ inler listesinde yer almaktan yakasını kurtaramadı. Fakat Çekoslovakya’daki komünist temizlemele­ rinin en büyüğü 1952 de yapıldı. O yılın kasım ayında mahkemeye yerilen 14 komünist idarecisinden 11 i ölüm cazasma çarpıldı. 2 aralık tarihinde asılan bu 11 ileri gelen Çek komünisti arasında eski başbakan yardımcı­ sı ve Çekoslovak Komünist Partisi genel sekreteri Slansky ile eski komünist dış işleri bakanı meşhur Clemeniiu da bulunuyordu. Bu temizlemeler sırasında, yok edilmesine karar verilen komünistlerin düşmanlarla işbirliği yapmak, bal­ talama hareketlerine girişmek, vatana ihanet etmek gi­ bi suçlar işlediklerinden bahsedilmesi âdet olmuştur.


Fakat bu suçların nasıl birer yalan olduğu, eski Macar dış işleri bakanlarından Rajk’m, aynı âkibete uğrama­ sından yedi yıl sonra yapılan resmî itirafla meydana çık­ mıştır.

Rajk, Moskova’nın gözde kullanndan biri olarak uzun zaman vazife gördükten ve 1949 yılında vatan haini ilân edilip yedi arkadaşiyle birlikte asıldıktan ye­ di yıl sonra, Macar Komünist Partisi’nin şefi, resmi bir açıklama yaptı. Bu açıklama, Rajk ve arkadaşlarının, yalancı şahitlerin ifadeleri ve uydurma delillerle sehpa­ ya gönderilmiş olduklarını ilân ediyordu. Bu misâl de göstermektedir ki; baltalamalar, işbir­ likleri, ihanetler ve benzerleri, bu işlerden anlıyanlann gayet iyi bildikleri gibi, birer lâf, birer bahanedir. Kırk yıldan beri aralıksız devam eden ve komünizm yeryü­ zünden kalkıncaya kadar da devam edecek olan bu kı­ zıllar arası temizlemenin asıl sebebi, komünizmin kan akıtıcıhk vasfıdır. Komünist dünyasının tapılan mabudu olan Stalin’in, ölümünden kısa bir müddet sonra vatan haini ilân edilmesi de bu rejimde bir gün bütün hizmet­ lerle birlikte her şeyin inkâr edilmeye mahkûm olduğu­ nun bin bir misâlinden biri ve en mânalısıdır. Hiç bir kızıl, komünizme yaptığı hizmetlere güve­ nip, hayatının sonuna kadar bir dâva kahramanı (!) gi­ bi yaşama garantisine malik değildir. Milyonlara hük­ meden mevkilerde yıllarca saltanat sürenlerin bile bir


gün köpekler gibi boğazlanması, bu rejimin değişmez prensibidir. Türkiye’de edebiyat ve fikir alanında bu dâvaya bilerek veya bilmiyerek hizmet yolunda bulunanlar için, komünizmin bu değişmez prensibini bilmek hiç de fay­ dasız değildir.


Komünizmin birtakım ana unsurları vardır ki, bunların en mühimlerinden birisi de yalancılıktır. Kızıl ideolojinin, insanlığın başına belâ olmak üzere ortaya çıktığı günden zamanımıza kadar olan tarihi incelenir­ se, yalancılığın komünist sistemdeki yerinin sayısız ör­ nekleri ile karşılaşılır. Dünyanın her çağında ve her yerde yalan söylen­ diği muhakkaktır. Fakat, komünistlerin iş başına geç­ tiklerinden beri ideolojilerini yürütmek için söylemiş ol­ dukları yalanlar, dünya kuruldu kurulalı söylenmiş ya­ lanlan fersah fersah geride bırakmıştır. Komünizmin ilk diktatörü olan ıLenin : “Her tür­ lü hiyleye, kurnazlığa, kanunsuz yollara ve yalana baş­ vurmak yerindedir!” şeklindeki sözü ile yalancılığın bu rejimdeki yerini düsturlaştırmıştı. Komünist eserin başanlmasını sağlamak üzere ortaya konan bu düstur, o günden bu yana en büyük yalanlann en küçük bir utan­ ma dahi duyulmadan söylenmesi neticesini vermiştir. Komünizmde yalanın sının yoktur. En âdi bir iç­ ten, dünya çapındaki meselelere kadar her şeyde ala­ bildiğine yalan! İşte kızıl yalancılık budur. Onun içindir ki, ipliği pazara çıkmış bir kızıl, kendisini meselâ bir va-


tansevermiş gibi göstermekten nasıl bir utanma duymaz­ sa, takında imzası bulunan bir andlaşmayı çiğneyen komünist bir devlet adamı da bu hareketim su içmek ka­ dar normal sayar. Kremlin’in gözdelerinden olan Bulgarların tanınmış eski devlet adamlanndan Dimitrov, kızıl rejimin bu meş­ hur yalancılığı için : “Taktiğimizin bütün dönekliklerinin

ve ve zikzaklarının bir tek hedefi vardır: Dünya ihtilâli!”1 der. Dünyanın her yerindeki kızılların bugün ak dedik­ lerine yarın hiç sıkılmadan kara demeleri, bir gün öv­ düklerine bir başka gün küfürler yağdırmaları işte hep bundandır. İngiltere ve Fransa Hitler e karşı savaş açtıkları zaman, bütün kızıllar barış türküleri söylüyor ve savaşı yeriyorlardı. Fakat Alman orduları Rusya’ya yüklenin­ ce, dünyanın dört köşesindeki kızıl ağızlardan hiç düş­ meyen banş türküleri yerlerini bir anda savaş şarkıları­ na bıraktılar. Hitler ile Stalin’in dostluk (!) günlerinde dünya komünistleri, Alman aleyhtarı olduğundan, In­ giliz işçi Partisi’ne durmadan saldırırlardı. Aynı komü­ nistler birkaç yıl sonra aynı İşçi Partisi’ni, Almanya’nın parçalanmasına razı olmakla suçlandırmaktan çekin­ mediler. Yunan komünistleri 1946 yılı sonlannda İngil­ tere’ye gidip bakanlar tarafından kabul olunduklan va­ kit Ingiliz hükümetinin Yunanistan’a yaptığı yardımdan dolayı teşekkür etmiştiler. Aynı Yunan komünistleri bundan bir ay sonra İngiliz hükümetini (yapmakta ol­


duğu yardım dolayısıyle) Yunanistan’ın iç işlerine ka­ rışmakla suçlandırdılar. Meşhur taktiğin eseri olan bu yalancılık okadar sı­ nırsız bir yalancılıktır ki, onunla kelimelerde, mânalar­ da, mefhumlarda karşılaşmak bile mümkündür. Yani kızıllar sade olduklarından başka gözükmek, imzaları­ nı ve sözlerini hiçe saymak veya tükürdüklerini yalamak­ tan aslâ utanmamak suretiyle değil, kelimeler üzerinde bile yalancılık yapan eşsiz yalancılardır! Onlann dilinde “ demokrasi” nin mânası “ komü­ nizm ” dir. Kızıl sözlükte “dost hükümet”, “Kremlin in emrinde kukla hükümet” demektir. “İleri unsurlar”, vatan haini komünistler; “mürteci” 1er, komünizme kar­ şı koyan bütün insanlardır. Komünizmin yayılmasına tedbir almanın bu sözlükteki karşılığı “savaş kışkırtıcı­ lığı” dır. Kızıl sistemin yerleşmesini sağlamak için ted­ bir düşünmek ise “demokratik tedbirler almak” tır. Eu mâna ve kelime yalancılığının en iğrençleri “faşist” ve “temizleme” sözleri üzerindedir. Onlann dilinde “fa­ şist” komünistten gayn herkes, ‘temizleme” ise komü­ nist olmıyanlann (ve bazan da gününü dolduran kızıl­ ların) yok edilmesidir. Komünizmin 1917 den bu yana olan tarihi, işte bu sınırsız yalancılığın sayısız örnekleriyle doludur. Kızıllann gayelerine erişinceye kadar insanlara, milletlere ve dünyaya karşı nasıl yalan söylediklerini gösteren bu sayısız örnekten işte birkaçı :


Komünizmin 1917 den bu yana olan tarihi, işte bu sınırsız yalancılığın sayısız örnekleriyle doludur. Kı­ zılların gayelerine erişinceye kadar insanlara, milletlere ve dünyaya karşı nasıl yalan söylediklerini gösteren bu sayısız örnekten işte birkaçı : 1 — Komünistlerin ilk zamanlarına ait büyük lanlannın en unutulmazlarından birisi, İslâm âlemine karşı söylenmiş olandır. Bolşevikîer Rusya’da iş başına geldikleri vakit, durumlarını sağlamlaştırmak için “her türlü hiyleye, kurnazlığa, kanunsuz yollara ve yalana’' baş vururlarken, Rusya’da ve doğuda yaşıyan büyük müslüman kütlelerini kızıl yalan ağlarına düşürmeye çalışmaktan da geri kalmadılar. Moskova’da Türkçe olarak çıkardıkları Yeni Dünya gazetesinin 2 7 Nisan 1918 tarihli sayısında, doğunun işçi ve köylü müslümanlarına seslenen Türkçe bir beyanname yayınladılar. Bu beyannamenin altında “Halk Komiserleri Şûrası Reisi: Lenin” ile “Millî işler Halk Komiseri : Stalin” m imzalan bulunuyordu. Şu satırlar o beyannamedendir :

“İstanbul işgali için mahlû’ Çar tarafından vücude getirilmiş ve Kerensky ile tasdik edilmiş hafi muahede­ lerin bundan sonra hükümsüz olduklarını ilân ederiz. Rusya Cumhuriyeti ve onun hükümetleri olan Halk Ko­ miserleri Şûrası, yabancı memleketlerin işgaline karşı­ dır. İstanbul’un müslümanlar elinde kalması lâzımdır. Bu­ nun gibi lranfm taksimine ait muahedenin yırtıldığını beyan ederiz. Harekât-ı harbiyevm hitamını müteakip


Iran’dan Rusya’nın askeri çıkarılacak ve Iran’tn mukad­ deratı kendi tasarrufunda kalıp istiklâli temin edilecek­ tir. Kezalık Türkiye'nin taksimine ve ordan Ermenis­ tan’ın koparılmasına dair olan muahedenin de yırtıldığı­ nı ilân ederiz. Arkadaşlar, kardaşlar! Namuslu demokratik sulha karşı şedit ve cüretkâr adımlarla gidelim. Biz kendi şiarımızda bütün dünyanm mazlum milletlerine hürriyet götürüyoruz. Rusya müslümanları! §ark müslümanları! Sulh ve müsalemeti iade edecek olan bu yolda biz sizden muvafakat ve yardım bekliyoruz.!” Yabancı ülkelerin işgaline karşı oluş.. İstanbul’un islâmlara ait bulunduğu.. Türkiye’nin ve İran’ın bağım­ sızlığı.. Ermenistan işi.. V e nihayet milletlere hürriyet götürme.. Bu vaitlerle komünist Rusya’nın bugüne kadarki siyasetini şöyte bir karşılaştırmak, yalanın dere­ cesini anlamaya yeter. Mazlum milletlere götürülecek hürriyet ile Asya ve Avrupa’nın kızıl pençe altında inliyen milyonları, İs­ tanbul meselesi ve Ermenistan dâvası ile İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Kremlin’in Türkiye’den istediği top­ raklar, bağımsız İran lâfı ile bu memlekete karşı son yıllarda oynanan kızıl oyunlar..


Bu beyannamenin altındaki iki imza sahibinin 35 yıl, dünya komünizmini yürüten insanlar olduklannı düşünmek, başka söze lüzum bırakmaz. 2 — 1 9 2 8 de Cenevre’de bir silâhsızlanma konfe­ ransı toplanmıştı. Burada Sovyet devlet adamı Litvinov, milletlerarası topyekûn silâhsızlanma tezini savunurken, komünist enternasyonalinin altıncı kongresi, Moskova’dat şu karan kabul ediyordu:

“Zorlama ve şiddet, yani burjuvaziye karşı silâhlı ayaklanmalar ve savaşlar olmadan, kapitalizmin yere serilmesi imkânsızdır. Bizim için hu emperyalist savaş­ lar, dünya ihtilâlleri, devrimizde proleterya diktatörlü­ ğünün burjuvazi aleyhindeki savaşları, proleteryanın bur­ juva devletleri ve dünya kapitalizmi aleyhindeki savaş­ ları, yine zulüm görmüş kavimlerin emperyalizme karşı millî ihtilâl savaşları, kaçınılması imkânsız vakıalardır!” 3 — Stalin, 1930 da Sovyet siyasetini anlatan bir nutkunda şöyle demişti: “Bir karış toprağımızı bile başka­

larına vermeye niyetimiz olmadığı gibi, başkalarının bir karış toprağında da gözümüz yoktur.” Bir, 1 9 3 0 da söylenen bu sözleri, bir de ikinci Dünya Savaşı’nın sonunda Moskof pençesine giren dev­ letleri düşünmek, 1 numaralı komünist Rus devlet ada­ mının sözündeki samimiyeti anlamaya yeter. 4 — Amerika’nın eski devlet başkanı Roosevelt, 1933 eylülünde, Kremlin, Amerikan Komünist Partisi’-


ni^sevk ve idare etmekten vaz geçtiği ve Rusya’daki Amerikalılann dinî hüürriyetleri kabul edildiği takdirde, Sovyet hükümetini tanıyacağını bildirmişti. Bunun üze­ rine meşhur Litvinov, 16 Kasım 1933 te Beyaz Saray’­ da Sovyet hükümeti adına bir taahhütname okudu. Kremlin, bunda şunları taahhüt ediyordu:

a) Sovyet hükümeti, Amerika nm kendi sınırla­ rı içinde kendi hayatına dilediği gibi düzen vermek hu­ susundaki hakkına saygı gösterecek ve Amerika'nın iç işlerine her ne suretle olursa olsun karışmaktan kaçına­ caktır. b) Sovyet hükümeti, Amerika topraklarının sü­ kûnuna, refahına, düzenine veya emniyetine zarar ve­ rebilecek herhangi bir harekette bulunmaktan ve Ame­ rika toprakalrınm hepsinde veya bir parçasında zorla siyasî veya İçtimaî düzende bir değişiklik yapmaya ya­ rayacak herhangi bir kıştırtmadan çekinecektir. c) Sovyet hükümeti, gayesi Amerikan siyasî V3ya İçtimaî düzeninde zorla bir değişiklik yapmaktan ıbaret olan herhangi bir teşkilâtın kendi topraklarında kurulmasına veya oturmasına izin vermiyecektir.” Bu maddelerle Rusya’nın neler taahhüt ettiği mey­ dandadır. Fakat bu taahhütler sdece sözde kalmıştır. Kremlin, dünya ihtilâli yolunda çalışırken, Amerika’­ daki gizli çalışmalarını bir an aksatmamış, üstelik 1935 te Moskova’da toplanan yedinci komünist kongresi,


Amerkia’yı içten ele geçirmek üzere Amerikan Komü­ nist Partisi’ne gizli talimat göndermiştir. 5 — Rusya, kuzey komşusu küçük Finlandiya’ya saldırdığı zaman, Milletler Kurulu bu meseleyi konuş­ mak üzere bütün üye milletleri toplarçjıya çağırmıştı. Kahraman Finliler yurtlannı dev saldırgana karşı koru­ mak için kahramanca çarpışırken, Moskova, bu çağırıya, şu cevabı veriyordu:

“Sovyetler Birliği, değildir/”

Finlandiya ile savaş halinde

6 — Hitlerin dünyaya hükmettiği tarihlerde, 1941 ağustosunda, Rusya ile Ingiltere, Türkiye’ye aşağı yu­ karı aynı mânada birer nota vermişlerdi. Nazi tehlikesi karşısında Türkiye’ye yardım taahhüdünde bulunan no­ talardan Ruslannki şöyledir:

“Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği, Montreux andlaşmasına bağlılığını tekrarlayıp boğazlar hakkında saldırgan bir niyet ve isteği bulunmadığını da Türk hü­ kümetine temin eder. Sovyet hükümeti, Ingiltere hükü­ meti ile birlikte Türkiye Cumhuriyetinin toprak bütün­ lüğüne ihtimamla riayete amadedir. Sovyet hükümeti, Ingiltere hükümeti ile birlikte, Türk hükümetinin savaşa sürüklenmemek hususundaki isteğini tamamen takdir etmekle birlikte, Türkiye Avrupalı bir devlet tarafından taarruza uğradığı takdirde her türlü yardımda bulunma­ ya hazırdır.”


Türkiye’ye bu taahhütnamenin verilişinden birkaç yıl sonra, bizden önce Kars ile Ardahan’ı, sonra Kara­ deniz kıyılarını istiyen, İstanbul Boğazı’nda üs elde et­ mek isteğini dolambaçlı ve vasıtalı bir şekilde ortaya koyan da, yine bu Sovyet hükümetidir. 7 — Kremlin, 1943 te Kominterni kaldırdığım dünyaya ilân etti. Bu, “her şeye rağmen komünist ese­ ri başarmak için” söylenmiş kocaman bir yalandan baş­ ka bir şey değildi. Çünkü gerçekte, bu milletlerarası ko­ münist teşkilâtı kaldırılmamıştı. Yalnız Rusya o sıralar­ da batılı demokrasilerin yardımlarına şiddetle muhtaçtı. Bu sebeple onlan kazanmak için böyle bir yalana baş­ vurdu. Fakat bu, köprüyü geçinceye kadar lüzumlu bir yalandı. Nitekim, Kremlin, demokrasilerden yardıma ihtiyacı kalmayınca, Kominterni 1947 de yeniden dirilt­ ti. Yalnız bu sefer adına Kominform dedi. Peru Komünist Partisi’nin şefi Camejo’nun Komintemin kaldırıldığı sıralarda komünist Arjantin gaze­ telerinde şu sözleri yayınlamıştı: “Komintemin kaldırıl­

ması gayet güzel bir manevra olmuştur. Bu sayede bazı memleketlerin Rusya’ya karşı besledikleri çekingenlik dağılacak ve savaş bitince dünya ihtilâli daha kolay ilerliyecektir. Esasen dünyadaki bütün komünistler yine Moskova’nın emriyle hareket etmeye devam edecekler­ dir” . 8 — Meşhur üç büyükler toplantılarından birisin­ de, Lehistan meselesi görüşülürken, bu talihsiz memle­


kette yapılacak seçime de temas edilmiş ve Polonya’da serbest bir seçim yapılması yolundaki batı teklifi, bu memleketi geçici (!) olarak işgal altında bulunduran Rusya tarafından kabul edilmişti. RooseveÜ, bu serbest seçimin ne kadar zamanda yapılabileceğini sorunca “bir ayda!” cevabını aldı. Bu, şüphesiz resmî bir taahhüttü. Fakat bir ay sonra yapılacağı vâdedilen seçim söylen­ diği tarihten iki yıl sonra, 1947 ocak ayında yapıldı. V e seçimin tek liste ile ve gizli polisin baskısı altında ne derece serbest yapıldığını da bütün dünya gördü. 9 — Tahran konferansında, Stalin, dost devletle­ rin şeflerine bilhassa iki mesele üzerinde hararetle te­ minat vermişti. Bunlardan birincisi komşulannm sevgi­ lerini kazanmak için duyduğu şiddetli istek, diğeri ise “Avrupa’yı asla ele geçirmek niyetinde olmadığı” dır. 10 — Kızılordiı Romanya’yı Almanlardan kurtar­ dığı (!) zaman, Molotov şunlan söylemişti: “Sovyet or

duları Romanya’ya askerî zaruretler dolayısiyle girmiş­ tir. Iç işlere asla kanşmıyacaktır.,’> 11 — Nazi Alm anya’sı çöküp de Alman toprak­ lan müttefikler tarafından işgal edilince, Moskova, dos­ tu ve müttefiki Amerika ile Ingiltere’ye resmen şu te­ minatı vermişti: “Alman topraklannm müttefikler tara­

fından işgali nekadar devam ederse etsin, Rus idaresin­ de bulunan bölgelerde, Almanya’yı Sovyet sistemine uydurmak için hiç bir teşebbüstü bulunulmıyacaktır!”


Son iki taahhütten onbeş yıl sonra Romanya ve Sovyetlerin elindeki Almanya’nın durumlan herkesin malûmudur. işte komünist yalancılığı bııdur. V e komünizm yer­ yüzünde kaldıkça, kızıllar insanları, milletleri ve dünya­ yı bu çeşit yalanlarla kandırmaya aralıksız devam ede­ ceklerdir.


Yeryüzünde yalnız kendisi için hayat hakkı tanı­ yan Moskof komünizminin insanlık düşmanlığını ifade edebilmek için kelime bulmak herhalde pek kolay de­ ğildir. Kremlin'de çöreklenen bu korkunçtan da kor­ kunç insanlık düşmanlığı fikrin, insanlar ve milletler ta­ rafından az bilinen vasıflarından birisi de soygunculuklarıdır. Kızıl soygunculuk, insanların ve milletlerin elinde bulunan her türlü işe yarar maddenin, Moskof komüniz­ minin gelişmesi ve yayılması yolunda kullanılmak üze­ re, zorla veya hiyleyle ele geçirilmesidir. Bu soyguncu­ luk ruhu, son dünya savaşma kadar, sadece, Rus sınır­ lan içinde yaşıyan milyonlann mallanna ve yiyecekle­ rine musallattı. Fakat bu kanlı savaştan sonra, kızıl Mos­ kof lann soygunculuk hırslannm sınm da genişledi. Kı­ zıl ordunun, tarihin ve talihin acı bir cilvesi, olarak kurtan cı(!) şeklinde girdiği bütün ülkeler, bu ihtirasın he­ defi olmaktan kurtulamadılar. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra bu sınır aşırı soy­ gunculuğa çeşitli adlar takılmıştır. Soygunculuğun adı bazan savaş tazminatı, bazan hainlerin (!) mallanna el koyma, bazan da (kukla hükümetlerle yapılan) işbirli-


ğidir. Fakat, takılan kulp ne olursa olsun, netice, şu tek kelimede toplanmaktadır: Yağma!. İkin<5 Dünya Savaşı’ndan sonraki meşhur yağm a­ ların belli başlılarını şöyle bir hatırlamak, kızıl Moskof soygunculuğunun mahiyetini ve korkunçluğunu anla­ mak için yeter: Savaş tazminatı kulbu takılmak suretiyle yapılan soygunculukların en unutulmıyacaklarından birisi, Mançurya yağmasıdır. Uzak Doğu savaşma son dakikada katılan Moskoflar, yenilmesi artık bir gün meselesi ha­ line gelmiş olan Japonya’nın elinden Mançurya’yı al­ mışlar ve fakat bu ülkeyi o yılın şubat ayına kadar Çin­ lilere bırakacakları yolunda bir de sözleşme imzalamış­ lardı. Lâkin, bu sözleşme kâğıt üzerinde kaldıktan baş­ ka, Ruslar, Mançurya’nm bütün büyük fabrikalannı ve sanayi tesislerini söküp süratle kızıl cennetlerine taşıdı­ lar. Bu görülmemiş yağma sonunda, Mançurya fabrika­ larının en büyük ve mühim parçalan, meşhur Anshan çelik fabrikaları teçhizatı, izabe fırınlan, makine, motör ve kimya levazımı gibi birçok maddeler Rusya’ya götü­ rüldü. Kızıl Moskoflar bu yağmayı yaparken dört bin Japon esiri ile bir o kadar da memur kullandıktan baş­ ka, yağma eşyayı taşımak için de otuz gemi harekete geçirdiler. Aynı şekilde yağmaya uğrayan ülkelerden birisi de Alm&nya’dır. Kızıl Moskoflar, 1946 yılında yaptıkları


bu soygunculuk ile, Almanların başta meşhur Zeiss ol­ mak üzere bir çok fabrikalarını söküp memleketlerine götürdüler. Almanya soygunculuğunun bir hususiyeti de, bu yağma hırsından fabrikalarda çalışan insanların da kurtulamayışıdır. Bu hırs, başta tanınmış fizikçi Schutz olmak üzere bir çok Alman profesöründen baş ka o fabrikalarda çr.hşan bir o kadar da teknisyenin, iki yüz elli kişilik bir kafile halinde, Rusya’yı boylama­ ları neticesini verdi. Kızıl soygunculuğa hedef olan talihsz Avrupa mem­ leketlerinden birisi de Avusturya’dır. Avusturya soygun­ culuğu, makineler değil, yiyecek maddeleri üzerinde yapılmıştır. Mosköflarm, binlerce ton yiyecek maddesi­ ni yurtlanna taşımaları, bu memlekette, 1946 yılında büyük bir yiyecek darlığı meydana getirdi. Anlaşma (!) yolu ile yapılan soygunculuklann en dikkate değerlerinden birisi, Macarlara tatbik edifendir. Ruslar tarafından iş başına getirilmiş kukla Macar hü­ kümeti ile yapılan beş yıllık ticaret anlaşması neticesin­ de Macarlar, yıllık ticaret menfaatlarınm yansını Kremlin’e vermeyi kabul etmiş, yani Moskoflar Macar kazan­ cına bu anlaşma ile zorla ortak olmuşlardı. Macaristan’ın Ruslarla yaptığı barış andlaşmasında üç yüz milyon dolarlık savaş tazminatı kabul etmesi de, kızıl Moskoflann yağma hırsının yeni bir örneğini ver­ mesine yol açtı: Ruslar, savaş tazminatına karşılık, çe­


şitli Macar mallarına elkoymuşlardı. Bunlar arasında Tuna’da işliyen ve her biri 8-10 milyon pengü değerin­ de olan vapurlar da vardı. Ancak, Moskoflar, bu gemi­ lere sadece birer milyon pengü fiyat biçtiler ve bu su­ retle elli kadar gemiyi ellerine geçirdiler. Yine savaş tazminatı olarak, Macaristan’ın meşhur demir ve çelik fabrikalarına ısmarladıklan lokomotifler­ de de kızıl hiyle ruhu kendisini gösterdi: Ismarlanan lokomotifler, Rusya’daki geniş demiryollannda da ça­ lışabilecek vasıfta olacaktı. Rus satın alma heyeti, ya­ pılan 52 lokomotiften ancak 17 sini bu vasıflara uygun bularak beğenip aldı. Diğerlerini, Macarlara ceza olmak üzere, Romenlere sattırdı ve satış parasına da elkoymak suretiyle soygunculuğu sön haddine çıkarmaktan çekin­ medi. Vatan hainlerinin (!) mal ve mülküne el koyma şeklindeki soygunculuğun, Rusya sınırlan dışındaki en dikkate değeri, Bulgaristan’da olandır. 1944 teki* meş­ hur muhakeme neticesinde Bulgar devlet ve hükümet adamlan toptan temizlendikten sonra, bu hainlerin (!) mallan da Sovyet cennetine götürüldü. Kızıl soygunculuk ruhunu en güzel değerlendiren hâdiselerden biri Romen petrol tesislerinde tecelli eden­ dir: İkinci Dünya Savaşı’ndan önce, Amerikalılar ile lngilizler, Romanya’da çok değerli petrol tesisleri kur­ muşlardı. Romanya, Alman istilâsına düşünce, Naziler


bu tesislere el koydular. Aynı tesisler, müttefiklerin zaferi üzerine Ruslara geçti. V e Moskoflar, her yerde yaptık* lannı burada da tekrarlıyarak, tesislerin büyük kısmını söküp yurtlarına taşıdılar. Bu suretle, tarihte belki de ilk defa, bir devlet, müşterek zaferle biten bir savaşın sonunda müttefiklerinin mallarını yağma etmiş oldu. Kızıl Moskoflann kurtardıktan (!) ülkelerden ne­ ler yağma ettiklerini tamamen bilmek mümkün değil­ dir. Fakat, tarihte misli görülmemiş bu soygunculuğun, insanlığın gözünden saklanamıyanlanndan yukarda sıra­ lanmış birkaçı dahi, kızıl Moskof ruhunun bu alandaki tecellisinin korkunçluk derecesini göstermeye ve anla­ maya yeter sanırım.


KOMÜNİZME İNDİRİLEN DARBELER Komünizmin, insanlara ve milletlere en korkuhç şe­ kilde bir hükmetme vasıtası olduğunun anlaşılmaya baş­ lanması yeni değildir. Bu rejimin gerçek mahiyetini az veya çok öğrenebilenler, komünizm ile onun ruhsuz ve kalpsiz mensuplan hakkında, hükümlerini çoktan ver­ miş bulunuyorlar. Fakat onlann hükümleri, milletlerin büyük kütlelerinin yanlış temellere dayanmakta olan inançlannda, esaslı bir değişiklik meydana gelmesini hiç bir zaman sağlamamıştır. Üstelik, günlük kazanç ve eğ­ lence işlerinin dışındaki meselelerle pek ilgili bulunmıyanlar, kızıl propagandanın da tesiriyle, bu barbarlık re­ jimi hakkında, tamamen ters inançlar bile beslemeye de­ vam etmişlerdir. Ancak, son yılların dünyada derin akis­ ler bırakan çeşitli hâdiseleridir ki milletlerin gözlerinin biraz daha açılmasında rol oynadı. Milletleri büyük gaf­ let uykusundan uyandıran bu hâdiselerin en mühimi, 1956 daki Macar ihtilâlidir. Macaristan’a büyük kayıplara mal olan yirminci yüzyılın bu korkunç faciasının, dünya üzerinde yarattığı komünizm düşmanlığı ile sağladığı fayda, gerçekten bü­ yüktür. Moskoflann, Macar ihtilâlinin kanlar içinde de­ vam ettiği ve kanlara boğularak bastınldığı günlerde y e­ diği darbeleı işte bu düşmanlığın neticeleridir.


Milletler, komünizmin, insanlığa hükmetme rejimi olup bunu sağlamak için de canavarları dahi utandıra­ cak canavarlıkları yapmaktan çekinmediğini bu facia sıraşında unutulması mümkün olmıyacak bir şekilde öğrendiler. O aylarda, dünyanın dört köşesinde Kremlin ifritine karşı duyulan nefretin neticeleri olarak patlak veren hâdiselerden bazılarını hatırlamak, komünizmin son yıllarda yediği darbelerin hiç de küçümsenemiyeceğini gösterir : . Macaristan faciası dolayısıyle komünizme indirilen büyük bir siyasî darbe, Sovyet ihtilâlinin 39 uncu yıldö­ nümünde yapılan kabul resimlerinde medenî dünyanın gösterdiği kasdî ilgisizliktir. Başta Amerika ve Ingiltere olmak üzere hemen hemen bütün memleketlerin resmî makamlarının, bu en büyük Sovyet günü için yapılan toplantılara katılmamaları, Moskova’ya ve onun temsil ettiği rejime karşı duyulan nefretin — milletlerarası mü­ nasebetlerde eşine pekaz rastlanabilecek — ağır bir ifa­ desidir. Tanınmış kimseler, teşekküller ve halk kütlelerinin, dünya gazetelerinde yer alan hareketlerine gelince; bunlann belli başlıları şunlardır: Meşhur Fransız siyasîsi Eduard Herrıot, Fransız Sovyet Dostluk Kulübü başkanlığından istifa etti. İngi­ liz Komünist Partisi’nin gazetesi Daily Wolker’in yirmi yıllık karikatürcüsü, gazetesinden ayrıldı. Ingiliz sendi­


ka idarecilerinden komünist partisine yazılı bulunanlar, partiden çekildiler. Komünist partisine yazılı olmamakla beraber kızıllan destekliyen Fransız yazan ve şairi Paul Sarire, Macar kanının su gibi akıtılması karşısında; “Bundan sonra komünistlerle hiçbir ilgim yoktur." dedi. Ingiliz muhafazakâr mebuslanndan William Teeling, Sovyet sporculannm olimpiyatlara sokulmaması için Avam Kamarası’na takrir verdi. Fransız M edisi’nde bir çok mebuslar, kızıl Moskoflarla siyasî münasebetlerin kesilmesini istedi. Graulhet isimli Fransız şehrindeki Rusya Caddesi’nin adı Macaristan Caddesi’ne çevrildi. Milletlerarası Hür Sendikalar Tejkilâtı, Sovyet gemi ve uçaklarına kaışı boykot karan verdi. Aynı mahiyette bir karar Endenozya Sendikalar Birliği tarafından veril­ di. Amerikan senatörlerinden Hubert Humphrey, A m e­ rikan işçilerinin Rusya’dan ve peyklerinden gelen mal­ lan gemilerden boşaltmamalarını istedi. Avusturya Ko­ münist Partisi’ne yazılı işçiler, üye kartlannı toplu ola­ rak geri verdiler. İngiliz ve Danimarkalı komünistler­ den bir kısmı Sovyet Rusya’ya karşı cephe aldılar. V e nihayet, dünyanın her tarafında binlerce, yüzbinlerce insan, komünizme karşı duydukları sonsuz nefreti, gün­ lerce, ardı kesilmiyen büyük gösterilerle ifade ettiler. Paris’te, büyük bir insan seli, bir gün Sovyet elçiliğine yürüdü. Ertesi gün Fransız Komünist Partisi’nin organı Humanite gazetesinin idarehanesi taşlandı, camlan in­ dirildi. Bir başka gün Komünist Partisinin merkezi ba­ sıldı, bina ateşe v e r ili. Ne muhafızlar, ne polis, ne itfa­


iye ve ne de binanın sağlam demir parmaklıkları, ko­ münist merkezinin, içindeki eşyalarla birlikte kül olma­ sına engel olamadı. Bir gün sonra 11 Fransız şehrinde­ ki komünist partileri de aynı akibete uğradı. Batı Ber­ lin’de on binlerce Alman, Moskof pençesindeki doğu Berlin’e yürüdü. Bonn’da, 5 0 .0 0 0 Alman, komünistliği lanetlemek için, sessiz bir yürüyüş yaptı. Sakin millet­ ler olarak tanınan Danimarkalılar, Hollandalılar ve İs­ veçliler bile aynı heyacanla ayaklandı. Bilhassa Hollan­ da’da, halkı zaptetmek bir mesele oldu. Amsterdam, Rotterdam baştat olmak üzere zir çok Hollanda şehrin­ de, komünist binaları ateşe verildi. Büyük kütlelerdeki bu nefretin kıta aşın en büyük tepkisi Kanada’da görül­ dü. Ottowa’da halk, Rus elçiliğini ateşe verdi. Uruguvay’da Sovyet konsolosluğu basıldı. Buneos Aires’te ise Moskof elçiliğine dayanan halkı, polis, güç durdurabildi.

Macar ihtilâli kan seli içinde bastırılırken gösterilen kızıl Moskof vahşeti, milletlerin gözünü işte böyle açtı, Fakat buna rağmen hâlâ komünizmin korkunçluğunu anlayamıyan, ona meyletmekte devam eden ve kızıl ide­ olojinin çığırtkanlığını yapanlara ne derneli?



İ Ç İ N D E K İ L E R

'Ö n s ö z .................................................................................. ........................

9

En büyük g a fle t ...............................................................

15

Türkçülük - komünistlik çarpışmasında kızılların üstün tarafları .............. .......................................... .

19

Demokrasilerde k om ü nistler.........................................

28

Komünist rejiminde kızılların akibeti ........................

32

Komünizm ve yalancılık

............................................

38

Kızıl Moskof soygunculuğu............................................

49

Komünizme indirilen darbeler

54

Türk, Moskof, Komünist

..............

7

..................................



YAYINLAR

P rof. D r. Cezmi T ü rk ’ün M İL L İY E T Ç İL İK AN LA Y IŞIM IZ VE K O M Ü N İSTLİK P eyam i Safçı nın M AHUTLAR A rif N ih a t A sya’nın B ÎR BAYBAK RÜZGAR BEK LİY O R D r. H aşan F e rit C&nsever’in TÜ RK ÇÜ LÜ K "NEDİR? isim li eserleri T oprak D ergisi Y ayım o la ra k çıktı. Her Kitap 125 Krş.



Ord. Prof. Dr. Zeki Velîdl Togaa’m hazırladığı bu eser de pek yakında dergimiz yayınlarının S njcısı olarak çıkıyor.


Tertip ve Dizgi : FA K Ü LTELER MATBAASI




Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.