Peyami Safa - Kızıl Çocuğa Mektuplar

Page 1



Ö N S Ö Z 1\

\

Fikir ve basın hayatımızın müstesna, şöhreti, unutulmaz büyük mücahidi Peyami Safe'nın bu Cocuğa Mektuplar» ı, eserinde toplanan «Kızıl «Mahutlar» ı ve «Makalelen i, Türkiyemizde ANARŞi ve sabatojlar devrinin başladığı şu gün­ lerde, her Türk çocuğunun muhakkak okuması lô � zım gelen kalem mücadeleleridir. Aslında Peyami Safa gibi kalemi kuvvetli, kor­ kusuz bir mücahidin bu devirde yaşaması lôzımdı. Cünkü Marksist düşüncenin üniversite bahcele­ rine, anarşinin sokaklara yayıldığı bu günlerde Pe­ yemi Sefa'ların hasretini duymamak mümkün değil­ dir. Onun yeri yılla·rdır doldurulamadığı icin genç, imanlı ve müteşebbis bir Anadolu çocuğu olan Ali Ayaz, merhumun bu kitapta okuyacağınız yazılarını bir araya getirmek gibi bir hizmeti düşünmüş, bana da bir ÖNSÖZ yazmamı rica etmiştir. Yazıları teker teker gözden geçirdim. itiraf ede­ lim ki, bugünün «pısrrık», cnemelôzımcı» ve «bana ne» diyen büyük gençlik kitlesine, bu yazıların bir


ışık bir rehber olacağını düşünerek, aziz dostum Ergun Göze gibi, ben de kitabın bir an önce neş­ redilmesi için yardımcı oldum. «Kızıl Çocuğa Mektuplan, kitabı her şuurlu Türk okuyucunun kütüphanesinde eminim ki, l\n mutena yeri işgal edecektir.

\

Gönül ister ki, her uyanık genç, her «nemelô­ zımcJ)) gence bu kitaptan ya bir adet hediye, ve­ ya onları bu kitabı okumağa teşvik etmelidirler. i lhan DARENDELi OGL

'


KlZil COCUGA MEKTUP

Kaç yaşındasın? On sekiz var yok. Dünkü co­ cuk. Duyd um ki Marksist olmuşsun. Gü lmed i m . Marksizm'in yüz seneden beri uğ­ radığı tenkitlerden haberin olmad ı ğ ı n ı bildiğim halde g ü l med i m . Marks'ın içinde doğd uğu Hegel d üşüncesinin metafizik bünyesinden, onun aksü­ lômel lerinden ve her ikisini de çokta n a ş ı l mış bir halde bıra ka n bugünkü dü nya tefekkürünün isti­ ka metlerinden de haberin olmad ığını bildiğim hal­ de g ü lmed i m . Hattô Ma rksizm 'in berber çırakları icin hazı rlad ığı i l m i h a l i ezber etmiş olmakta n faz­ la bilg i n olmad ı ğ ı n ı bildiğ i m halde g ü l med i m . Çün­ kü sen i n senden otuz yaş büyük ağabeyierin de böyled i r. Bil iyorum k i , se n i orta okul sıra l a rı nda ya ka­ landığ ı n fi krin reng iyle kızortan şey sefa lettir, ka­ ra sefa let. Tıpkı sen i n g i b i mahrumluğun cehen­ neminde, gene l i ğ i n i n sayısız istek leri ve özleyişleri ya n ı p kül olmuş bir yetim sıfatiyle ş u n u da bil iyo­ rum ki, sen, kend ine değil, kend i n g i b i lerin teşkil ettiği dünya ekseriyetinln, içi nde caba ladığı sefi l -5-


varlık şartına isyan ettiğin icin Marksist'in. öfkeni bütün şefkatimle kucaklarım.

Bu

Söyle bana! Konuşalım. Ne istiyorsun? ictimai adalet. Ben de bunu istiyorum. Ve ilim halinde yazılı hedefler: insanın in­ sanı sömürmemesini, imtiyazlı burjuva sınıfının, emrinde çalıştığı yığının alın terini gözyaşına ce· viren alcakca istismar sisteminin yıkılmasını isti­ yorsun. Ben de bunu istiyorum. Siyasi hürriyetten evvel iktisadi müsavat. Ben de bunu istiyorum. Fakat nasıl müsavat? Evvelô bunu konuşa­ lım. Sen istiyorsun ki, istihsalin neticesi olan ka­ zanç, ona emeği geçenlerin hepsi arasında müsavi paylaşılsın; kôr ücretten fazla olmasın. Daha doğ­ rusu ne kôr, ne ücret; calışmanın bütün çalışan­ lara verebileceği refah seviyeleri müsavi olsun. hulôsası, Senin Marksizm'-den anlayabildiğinin aşıağı yukarı, budur. Öyle ise istiyorsun ki, çalışanın istihsaldeki rolü, kabiliyet derecesi ve aldığı randıman ne olur­ sa olsun, elde ettiği refah derecesi, daha üstün ve­ ya daha aşağı bir liyakatin kazancından farklı ol­ masın. Yani liyakat derecesini 8 farzedebileceği­ miz bir adam 10 kazanıyorsa, liyakat derecesini 2 farzedebileceğimiz bir adam da 10 kazansın. Dikkat et! Burada sen, kazanelar arasında ki müsavatsızlıkta liyakat sahibi aleyhine haksız

- 6 -


bir müsavat kurmağa bedel, liyakatlar arasında­ bir nisbet cıkarıyorsun. Bu nisbet, hem hasretini cektiğin müsavat prensibine, hem adalete, hem de tam hakkını vermediğin icin cesaretini ve do­ ğurma hamlesini kırdığın liyakatlinin daha fena calışmağa mahkum olması yüzünden, artmasını özlediğin istihsalin gelişme şartlarına aykırıdır. Gerçi bugünkü dünyanın kapitalist nizamın­ dada, liyakatler arasındaki müsavatsızlıkta çok defa liyaketli aleyhine kurulmuş haksız bir nis­ bet vardır: Cahil ve şapşal bir celep milyon kaza­ nır, fikir adamı ve san'atkör, nesiller yetiştiren öğretmen ihtiyac bataklığında çabalar. Çünkü, üstelik bir de, kazanelar arasında müsavatsızlık vardır. Burada beraberiz. Fakat bugünkü dünyanın kapitalist nizarnı senin yarınki dünyanın proleter nizarnıda liye­ katiere tam hakkını veremiyecek, ahır süpüren ' uşakla büyük bir tabiat kuvveti keşfeden elimi aynı refah seviyesi içinde buluşturarak, kapitalist nizamın haksız müsavatsızlığı kadar haksız bir müsavat tesis edecektir. Bir de benim özlediğim müsavata bak! Çok daha sade: Liyakat derecesini 8 farzettiğimiz adamın refah seviyesini 8, liyakat derecesini 3 farzettiğimiz adamın refah seviyesini 3 derecede tesbit eden bir müsavat. iki şey soracaksın: 1

-

Sekizle üç nasıl müsavi olur? Hani mü­

savat?

-

7

-


2 - Liyakat ve refah dereceleri bu kadar ri­ yozi kesinlikte nasıl ölçülür?

Birinciye cevobım: Sekizin sekize ve üçün üçe nisbetleri müsovidir. işte ve en gerçek müsovot: Herkese lôyık olduğu kodarını vermek. ikinciye cevobım: Ölçüler, şüphe yok ki, tok­ diridir. Mutlokın mümkün olmadığı bir dünyoda nisbi bir adaletin en fazlasından başka bir şey is­ tiyemeyiz. Liyokotle refohın birbirine aşağı yukarı mü­ sovi olmasındon daha yüksek ve mümkün bir mü­ sovot tosovvuruno imkôn olmadığını sanıyorum. Mümkünse bono bildir. Konuşmoğo devam edelim. Gördün ki, büyük nazariyelere girmedim. istersen ono do hazırım ve içinde yüzdüğün, fo­ kat seni henüz boğmodığını umduğum hatalı gö­ rüşüne rağmen, gözlerinle beraber, seni peşinde çırpındıron yüksek adalet duygusunu do öperek cevabını beklerim.

KlZlL COCUGA iKiNCi M EKTUP

Cevabını olmadım. Belki birinci mektubumu görmedin bile. iliklerine işleyen kırmızı telkin se­ ni burjuva düşüncesiyle temaston bile meneder. Ben sona, seni çeviren her kıymetin, ister madde -elektrik, otomobil, radyo, telefon- ister môno -şiir, senfoni, morksiz, eşek devası-her kıymetin burjuva dehosından çıktığını ve bunların ob-

8

-


jeler halinde çoğalmasında proleteryanın sadece bir el emeği hakkı olduğunu söylecek değilim. Çünkü ben de seninle beraber, mönaya ait üstün kıymetierde bile parayı ölçüleştiren burjuva ahla­ kının sınıfiyle bir arada ve topyekun tasfiyesine' taraftarım. Diyebilirsin ki: «- Liyakatla müsavat barışmaz. Layık olan­ la olmayan arasında müsavatsızlığın zıtlık pren­ sipi vardır. Birini ötekine feda etmeliyiz. Müsava­ ta kıyarsak burjuva geleneğinin yüzünü güldür­ müş oluruz. Çünkü asırlardan beri yüksek bir re­ fah derecesini kendi lehine bir ıstıfa (selection) kaderi halinde bahtiyor şansiara çeviren burjuva sınıfı liyakatin bütün imkanlarını inhisarı altına almıştır. Liyakati ölçüleştiren bir nizam, burjuva üstünlüğünü ve tahakkümünü eşyanın tabiatı ha­ line sokan bir nizarn olur. Onun icin siz burjuva­ lar, kapitalizmin önüne geçilmez yıkılışı önünde muh·afazasına çalıştığımız liyakat putrellerine dört elle sarılarak ayakta ka!mak istiyorsunuz; bi­ liyorsunuz ki, böyle bir kıymet sisteminin kendili­ ğinden varocağı nizam, ergec yine bir burjuv_a ka­ pitalist nizarnı olacaktır. «Bizim aradığımız müsavat, sizin aradığınız liyekatın ancak bir tarih devresi icin aleyhinde­ dir. Biz liyakatin muhtaç olduğu refah şartlarını müsavileştirerek ileriki tarih devrelerinde liyeka­ ti de imtiyazlı bir sınıfın üstünlük farikası olmak­ tan kurtarmak istiyoruz. Bir gün gelecektir ki, kazanelar gibi liyakatlar arasında da fa�k kalma-

- 9 -


yacak, yahut hiç değilse bu fark Insan o�ullarının aynı (Jenetik) kökten geldiklerinden şüpho ettire­ cek kadar büyük olmayacaktır. «Görüyorsun ki, ağabey: ben liyekatı da uzun bir irsiyet kaderinin bugünkü neticesi halin­ de, yani tarihi bir (prosesüs) ün mahsulü gibi gör­ mekte aldanmıyor ve burada senin bana gık de­ miyeceğini biliyorum. Ddva; para miras gibi, ka­ biliyet, kudret ve liyakat mirasını da mahdut el­ lerin inhisarından kurtaran yeni bir tarihi (prose­ süs) ün temellerini atmak, hem para, hem de li­ yakat irsiyetinden mahrum ve mazlum bir sınıfın iki bakımdan da geleceğini kurtaran yeni bir ka­ der aramaktır. Ben istikbali işte bu kadar büyük bir (perspektif) içinde kavrıyor ve senin küçük za­ man kadroları içine sıkışan ve bu hadler içinde yanlış olmıyan dar realist görüşünü aşıyorum. Sen liyaketle kazane arasında müsavat aradığın zaman, yalnız bugün icin haklısın. Çünkü ldyık olana hakkını vererneyen bir müsavat adalete zıttı. Allah vergisi değil, yüksek bir refah seviye­ sinin mahdut insanlara inhisar ettirdiği bir ruh hazinesidir. Maddi servet gibi babadan oğula in­ tikal eden mönevi bir servettir. Ben mahdut el­ lerde sermaye birikmesi gibi mahdut zekdlarda kabiliyat birikmesiyle neticelenen gelişme şortla­ rı arasındaki müsavatsızlığın ortadan kaldırılma­ sını istiyorum.» işte çocuğum, birinci mektubuma senden gelmesini tasavvur ve temenni edebileeeğim en liyakatli cevap bu olabilirdi.

- 10 -


Benim cevabımı da gelecek yazımızda bula­ cağını umarım.

KlZlL COCUGA ÜCÜNCÜ MEKTUP

Zekônın, büyük . çapta anlayışın, estetik zev­ kin, bulma, doğurma ve başarma kabiliyetinin imtiyazlı burjuva sınıfına bir tarih mirası olduğu­ nu ve yüksek refah şartlarında doğduğunu, senin­ le beraber kabul etmek icin, bir an düşünmiyece­ ğim. Çünkü düşünürsem, irsiyetin sırlarını senin ve benim böyle bir hamlede elimize gecirdiğimizi iddia etmeğe ne hakkımız olduğunu sormam ge­ rekecek. Seninle beraber farzedeceğim ki, servet gibi liyakat da burjuva sınıfının inhisarındadır. Bunun niçin böyle olduğunu araştıralım: Sen diyeceksin ki, yüksek refah şartlarının sağ­ ladığı iyi terbiye, iyi öğretim ve seçkin bir çevre, uzun bir seleksiyon yoliyle, burjuva sınıfının men­ suplarına işçi sınıfının sahip olmadığı bir liyakat ve kabiliyet üstünlüğü vermiştir. Bu üstünlük ik­ tisadi şartların ve refahın mahsulüdür. Ben senin bu izahını da kabul edip sana soracağım: Bu re­ fah neyin mahsulüdür? Bir tesadüf eseri mi? Sen ki «determinist» sin ve tarihi zarurete inanırsın, bu kadar büyük ölçüde bir tarih vakıasını tesa­ düfe yükliyemezsin. Burada tarihi maddecilik en büyük imtihanlarından birini gecirmektedir. Da­ vayı felsefe bölgesine cekrneğe lüzum kalmadan, sırf bir iktisadi sınıfın teşekkülü uetiresinde, mad-

11

-


di şartların yeter olup olmadığını töyin icin senin körpe mantığın bile meseleyi halledebillr. jnsafın varsa kabul edersin ki burjuva refahı gökton in­ miş değildir. Onun vücude gelmesinde. elbette ki yekOna liyakat olan çeşitli kabiliyellerin payı var dır. O halde, biraz evvel, Jiyakatin refah eseri ol­ duğunu ben nasıl kabul ettimse, şimdi sen de re­ fahıiı liyakat eseri olduğunu teslim edeceksin. Fakat bununla iş bitmez. Sebeplik vetirasi­ nin sonu yoktur. Sen de bana haklı olarak Jiyaka­ tin neden bir cemiyete mensup bütün fertlere eşit ölçülerle bölünmemiş olduğunu soracaksın. Eğer senin faraziyene göre burjuva sınıfı bir liyakat sı­ nıfı ise o bu imtiyazı ele gecirmiştir? Burada, her tarihi vakıayı istihsal şartlariyle izah eden Marx'­ ın anlayışındaki hata ile temas halindeyiz. Görü­ yoruz ki refahı vücude getiren iktisadi şartlar bi­ rer sebep olmadan evvel neticedirler ve görüyo­ ruz ki, bu neticelerin ômili olan liyakat, artık ikti­ sadi şartları aşan daha derin sebeplere bağlan­ maktadır. Çünkü sebeplerin de sebebi vardır. Insan cemiyetlerinin Marx'tan sonra daha esaslı incelenmesi bize öğretmişti ki, fertler ora­ sındaki liyakat ve kabiliyet farklarını meydana getiren ômil iş bölümüdür. Burada bir taazzuv realitesi önündeyiz. Her uzviyetleşme. uzuvlar arasında, y.aptıkları işlerin farkından doğan bir kaliliyet farkı vücuda getirir. Ayak düşünemez. baş yürüyemez. Baş ve ayak arasındaki liyakat ve kabiliyet farkı bir uzviyetleşme k·aderidir. Hayvanın ve insanın

uzviyetinden daha gi-

- 12 -


rift insan cemiyetlerinde bu farklılık artmaktadır. Fertler, iş bölümünde aldıkları vazifelerin birbi­ rtnden ayrı olması yüzünden, birbirlerinden çok farklı kabiliyetlere sahiptirler. Bundan bir liyakat hiyerarşisi (mertebe silsilesi) doğar. Tekamülün yüksek serilerinde iş bölümünün arttığı, fertler

arasındaki farkların çağaldığını

görüyoruz. ihtisasın yüksek cemiyetlere has bir li­ yakat olması bundandır. Tekamül arttıkça iş bö­ lümü, iş bölümü arttıkça fertler arasındaki inhi­ sas, liyakat ve kabiliyet farkları çağalmakta ve bu farklar çoğaldıkça müsavat azalmaktadır. Eğer anlayışın kadar insafın da varsa. büyük ve çapraşık nazariye oyunları içinde çırpınmağa lüzum kalmadan kabul edeceksin ki, refah liyaka­ tin, liyakat iş bölümünün, iş bölümü taazzufun, taazzuv tekamülün neticesidir. Kabul edeceksin ki iş bölümünün vücuda getirdiği liyakat ve kobiliyet farkları arttıkca gerçek müsavat azalmaktadır ve son tahlilde varocağın hüküm şu olacaktır: Nerede tekamül varsa orada müsavat yoktur ve mutlak müsavata doğru gidiş, geriye doğru gidiş de­ mektir. Artık senin «SOl» ve «ileri» olmak iddia­ nın ne haysiyeti koldığını var sen söyle. Ve yine sen, nisbi bir müsavatın liyakatle kazanç ara­ sındaki nispetten başka nerede ve nasıl müm­ kün olabileceğini ara. Eğer sana birinci mektu­ bumda anlattığım bu müsavat imkanından baş­ ka bir imkan bulabilirsen hemen bana bildir.

-

13

-


NAZlM HiKMET'E Gel bakayım, lüle lüle, kıvrım kıvrım, samur saçlı, pamuk tenli, al yanaklı sarı papam, gel bakayım anam babam, gel bakayım yetimlik maytap eden paşa zadem, güzel ödem!

* Gel bakayım, gel ki büyük babaların Enver Paşa, Nazım konağında alıştığın gibi, alışıp yılıştığın gibi, seni her gün dizierirnde hoplatayım, şerefine bütün yetim çocukların anasını satayım .

* Gel bakayım fidan boylum, asilzadem, güzel paşam Moda burniyle Süreyya Paşa Joeası arasında her akşam Maviş gözlerini süze süze mekik dokuyan Kadıköy'ün kübik salonlarında şiir okuyan Moda şair, kübik şair, kübiklerin kübiği, Cevizliin, Kuşdilinin, Mühürdarın Bolşeviği!

* Ben ki - kıtır atma cicim!­ Nuvel Literer'den alma değil, Bolşevik şair Mayakovski'den de çalma değil, -

14

-


Senin tulum göbekli, kadayıf enseli burjuvaların­ dan halkı soyan bir kaçının yuvalarından, para aşırdım. Neden mi, niçin? yolumu şaşırdım? Babası sürgünde öldürülen bir çocuğu beslemek için! Fakat sen ki paşa konaklarında Kuş dilinde, kuş tüyünde, kuş sütüyle beslendin, Kuş beyinle bolşevizme heveslendin. Baban üç yıl önce ölünceye kadar Zavallılardan para kopardın, netesi kokan Türk işçisinin vekôletini apardın. Götürüp onu sonra el altından, Enternasyonale zula ettin, kimbilir kaça aç biilôç Türk işçisinin ciğerini pirzola ettin!

* Gel bakayım seninle bir konuşayım seneeleyin bir coşayım. Bre . . . Toprak altında yatan Namık Kemal'e, Safa'ya çatan bre tümen tümen kıtır bom bre tümen tümen palavra bre işçiye yalan ölüye fttira atan sağı sola katan bre kaltaban bre Türk düşmanı, bre vatan haini şarlatan!

-

15

-


Br� propaganda broşürü elimi bre sırtını ipek divanlara yaslıyan «Sermaye))nin yüzde bire küçültülmüş posasını yolayarak ôllômelik tasiayan Orak Cekiş markalı sözüm ona kaminfern taktikalı üfürükle şişirme, kursak balon komünisti Dandini bey züppe salon komünisti! Sen misin «o kavganın kolu bağlı adsız neferb)? Yavaş gel, saçmalamaya başlıyorsun, kolun bağlıysa nasıl taşlıyorsun, piçler gibi ölülerin mezarını? Yanlış attın zarını: Görüyorsun şeşi beş sallıyarak hemen uzun elini oluyorsun mezarlara tebelleş Sen misin adsız nefer? « Eynelmefer?)) iki metro boyu afişlerde gazetelerin tüccar ilônı sayfalarında kitaplarının üstünde, manzumelerinin altında bangır bangır bağıran Nôzım Hikmet imzası ad değil mi. Ne yalan söylersin? Sendeki surat, surat değil mi?

* Sen adsızsan Zonguldak'taki maden kuyusu dibinde, Prometre gibi, fakat gökte değil yerin dibinden ateş alan bize kalori yollayan işçinin adı nedi-r?

- 16 -


Adlısın meşhur şairim, adlısın, ama neyleyim yırtık suratlısın. Sen ki iki popale her gün Akşam Ulusal dil yazarsın. önce yazdıkla·rını bozarsın. Sana her gün üç lira verebiisem ah! Vollah billah! ey o kavganın adsız neteri hemencecik soldan geri çevrilerek Ulusalizma " Faşizma gömleğini sırtına geçirerek, Bolşevizmin mezarını kazarsın!

* Nitekim, söyleyecek sozun bitince, Marksın Sermayesini kediye yükletince Her renkli Herşey adlı reklam gazetesinde Başmuharrirlik yapıyorsun Şimdi de ipekçilerin sermayesine tapıy�rsun!

* Bre toprak altında yatan büyük Türk ölülerine çatan bre tümen tümen kıtır bom bre işçiye yalan ölüye iftira atan sağı sola katan bre kaltaban

-

17

-

F:2


bre Türk düşmanı, bre vatan haini şarlatan! Sen artık buralarda kolay dikiş tutturamazsın sahte kamintern taktikalı dalmalarını yutturamazsın. Cek il! Bugün yaptığın gibi Metr - Goldvin - Mayer şirketinin istanbul kolunun başına dikil Yüzünden maskeni, başından kasketi at Sermayenin altına yat! Yerini şimdi buldun işte: Hak berekdt versin, asilzadem, berekdaat! CiNGÖZ RECAi Müstensibi SERVER BEDi

- 18 -


MAHUTLAR



MAHUTLAR iCiN

Bugün 4 0 yılı aşan yazı hayatında kalemi­ ni her fırsatta millet ve memleket düşmanlarıy­ la mücadele için kullanmış olan muhterem büyü­ ğümüz PEYAMi SAFA beyin bu küçük eseri der­ gimizin yayınlarının ikincisini teşkil ettiği için müftehiriz. !nancımız şudur ki, Peyami Safa adı, her oku­ ma meraklısının hafızasında daima genç, daima taze, daima imanlı ve ateşli ve daima mücadeleci bir yazar olarak canlanır. Kendilerine iki ay kadar önce TOPRAK ya­ yınlarma başlamak üzere olduğumu, MAHUT­ LAR'a ait fıkralarını bir kitap haline getirmek ar­ zusunda bulunduğumu söylemiş: rızasını rica et­ miştim. Tereddüt etmeden (Peki) demiştir. Şu anda dergimizin iftiharla sunduğu bu kü­ çük eserinden dolayı değerli ağabeyimiz Peyo­ mi Safa beye en içten teşekkürlerimizi sunarız. Darendelioğlu ilhan EGEMEN

- 21 -


GAFiLLER VE MAHUDLAR

Bir çok yazılarımda gafilleri MAHUD'Iordan ayırdım. Aralarındaki farkı bir de şöyle belirte­ yim: MAHUDLAR Moskova'nın emrindedirler. Go­ filler MAHUDLARIN tesir ablukası içinde, onla­ rın yarı münevvere yutturdukları ve «Türk inkı­ lôbı, ilerilik, Atatürkcülük, devrimcilik» afyonu ile gözleri gerçeğe yumulu kişilerdir. Gafiller, Sertel'lerin ipliği pazara cıktıktan sonra bile yıllarca onlarla aynı gazetede calış­ mışlar, başka gazetelerde fikir birliği yapmışlar, beraber ansiklopedi cıkarmışlar, farkında olma­ dan Moskova'nın fikirlerini ikinci elden yaymış­ lar, bilmeden Kremlin'in hizmetinde bulunmuş­ lardır. Fakat Sertel'ler Türk sınırlarını aşıp da Moskofiara kacınca. getillerin ağızları bir karış açık kalmıştır. Gafiller, polisçe sicilli Sobahaddin Ali'yi korumuşlar, savunmuşlar. heritin môsumi­ yetine eski devrin Devlet Reisini bile inandırmış­ lar, mei'Onu tepemize cıkarmışlardır. Mahkeme­ ler. dôvôlor, dostça ihtarlar, milliyetçi gazete ve dergilerin ikazları fayda vermemiştir. Fakat bu MAHUD da Bulgaristan'a kocarken vurulunca, go­ fillerin yine ağızları bir karış açık kalmıştır. Gofillerin Nôzım

Hikmet'i kurtarmak

-22 -

için


gayretleri, ölüleri bile hüngür hüngür ağiatacak ve kahkahalarla güldürecek kadar traji - kemik­ tir. Neredeyse baş vatanseverlik diye bir makam ihdas edip herifi oraya oturtacaklardır. Fakat bu MAHUD da hapisten cıkar çıkmaz, memlekete şükran borcunu ödeyeceği anda Moskova'yı boy­ layınca, getillerin yine ağızları bir karış açık kal­ dı. Getillerin gazetelerinde yazan ve calışan Humbaracılar, Deliormanlar da Demirperde ar­ kasına kaçtı ve bir çoğu sürü sepet komünistlik­ ten mahkum olup hapse tıkıldı. Getillerin yine ağızları bir karış açık! Siz gafletin derecesine bakınız ki, hayret şokları geçtikten sonra. ağıziariyle beraber göz­ leri de kapanan bu gafiller. yine burunlarının di­ binde oynanan oyunu göremiyorlar Türkiyede komünizm tehlikesi olmadığına herkesi kendır­ mağa calışan komünist propagandasına yardak­ cılık ediyor, tehlikeyi görenleri vehimle suclandı­ rıyor Moskova'yı keyiflendiriyor, kıs kıs güldü­ rüyorlar. Ben vaktiyle, yıllarca, Sertel'lerle, Nôzım Hikmet'ler, Sobahaddin Ali ve benzerleriyle acık­ ca mücadele ederken, bu getiileri beni yine ve­ himle damgalamağa çalışıyor, onları koruyor ve kurtarıyorlardı. Eğer bütün bu getiller sürüsünün gözlerini açmak icin, Türkiye'deki tekmil Moskof ajan ve yardakcılarının Demirperde arkasına kaçmaları­ nı bekleyeceksek, yandık! -

23

-


MAHUDLAR VE HÜKÜMET

Yanılmıyorsam, Türkiye'de ilk defa olarak hükOmetin (Yeni Menderes kabinesinin progra­ mında) gizli komünistlere karşı mücadele sarih bir madde hdlinde yer aldı. Bu mücadele, şimdi­ ye kadar, Milli Emniyet ve Polis Teşkilôtının nor­ mal faaliyet hudutları içinde kalmıştı. Günlük basın mensupları arasında «MA­ HUTLAR))a karşı «Gafillen> i sistemli yazı serile­ ri halinde uyandırmağa calışan tek muharrir ol­ mak sıfatiyle, hükumet programının bu madde­ si icime büyük bir terahlık verdi. Ve galiba, ara­ dan on gün geçtiği halde bu mevzua yine ilk de­ fa ben giriyor, bu kalem savaşında yine tek ba­ şıma kalmak bedbahtlığına uğruyorum.

j,-.

* Tekrar edeyim:

Türkiye'de gercek mônasiyle Marxist yok­ Bilgi ve idrôk seviyelerr bu nazariyeyi ve ona karşı yüz senedenberi yapılan ilim ve felsefe ten­ kidierini anlamaktan çok uzak ve bilerek bilmi­ l yerek Sovyet emperyalizminin emellerine hizmet eden ajanlar ve bunları gazetelerinde, dergile­ rinde, kültür müesseselerinde koruyan gafiller vardır. ikinciler birincilerin tesiri altında, aynı tel­ kin ve tahrik şebekesi içinde çalışıyorlar. Môhutlar gazetelere, dergilere, radyolara, devlet hizmetle-

)

./ tur.

-

24

-


-�

rlne sokulmuşlardır. Yayınevleri kurmuşlardır. Seri hdlinde kitaplar veya mecmualar cıkarmışlar, . Kültür, edebiyat ve pldstik san'atlar maskesi al- , tında halkın ve geneliğin iliklerine zehirlerini akı­ tırlar. Bunları teşhis etmek icin mevcut sendromun bir kaç unsuruna tekrar dikkati çekelim: 1 . Her milli deva ve davranışı ya tamemiyle

tasasız karşılarlar veya onlara karşı cesaretleri nisbetinde düşman tavrı takınırlar. 2. Din düşmanıdırlar. Samimi dindarlıkla ir­ ticaı kasden birbirine karıştırıp ikisine birden sal­ dırırlar. 3. inanmadıkları ve aşılması gereken geri bir merhalenin adamı saydıkları Atatürk'ü kendi­ lerine şimdilik bayrak yapmışlardır. 4. Politikada, edebiyatta ve bütün kültür kol­ larında kendilerine yakın olmıyanların dışında bütün şöhret ve otoriteleri yıkmağa çalışırlar. 5. Moskova Yazarlar Kongresinin direktifle­

rine uygun olarak romanda, şiirde, resimde, sis­ temli olarak işeinin ve köylünün sefaJetini tema olarak kullanırlar. 6. Yine Moskova Yazarlar Kongresinin di­ rektiflerine uygun olarak edebiyata halk ve köy­ lü ağzını sokmağa çalışırlar. 7. Tercümelerinde Batının komünist veya ko­ münizan müelliflerinin eserlerini secerler. 8. Amerika ve Amerikanizm düşmanlığı aşı­ lamağa çalışırlar. -25 -


9. Eserleri Moskova Radyosunda

propagan­

da edilir ve Rusçaya cevrilir.

10. Nizarn düşmanıdırlar. Her yerde karga­ şalıklar cıkarmak icin muhalefet duygularını is­ yan derecesine cıkarmağa uğraşırlar ve daima muhalif siyasi teşekkülleri ve gazeteleri destek­ lerler. 1 1 . Sendikaları, genelik dernekleri ve top­ luluklarını ele gecirmeğe çalışırlar ve çok defa muvaffak olurlar.

Bu mal'unlar içinde, kimi Moskova'ya gidip aşılandıktan sonra buradaki yeraltı şebekelerin­ de vazife almış, kimi komünistlik sucundan hap­ se girip çıkmış, kimi ordudan koğulmuş, kimi Av­ rupa'ya ve demir perde arkasına kaçıp mahiye­ tini açığa vurmuştur.

* Tahtakurusu, yakalanacağını, sezdiği zayorganın kendi rengine en yakın renk böl­

\ man,

gesinde ve kıvrımında saklandığı gibi, bu hoşa­ ratlar da môsum renklere sığınmasını iyi bilirler: Devrimcidirler, Atatürkcüdürler, guya normal ölçüde solcudurlar. köycüdürler, halkcıdırlar, hür­ riyetçidirler ve guya meşru ölçüde muhaliftir!er. Zaman zaman dinci ve milliyetçi de görünebilir­ ler. Bunlara karşı acılacak mücadele, ancak hep­ sinin metodlarını ve taktiklerini çok iyi bilenlere başarı vaadeder. -26 -


SOSYAL GERÇEKÇiLiK Solcu dergilerde, bözı gazetelerin makale­ lerinde ve sanat sahifelerinde uzun zamandan­ beri sistemli bir sosyal realizm (gerçekçilik) propa­ gandası vardır. Nedir bu sosyal gerçekçilik? Bu, Moskova'nın resmi sanat görüşüdür. Yabancı memleketlerin sanat ve genelik çevrele­ rine sokulmağa calışan bu bozguncu nazariyeye göre, sanatkôr, içinde yaşadığı cemiyetin dôva­ larından başka hiçbir mevzua el atamaz. Bu dô­ vaların başında da köylünün ve işeinin sefaleti vardır. Sovyetlerin son muharrirler kongresinde, yine bu sosyal gerçekçilik üzerinde konuşulmuş­ tur. 4 Nisan 1955 gününün akşamı, saat 20.20 de, Budapeşte Radyosunda konuşan môhud şôir, bu kongrede bulunmuş. Diyor ki: «Sovyet yazar­ larının konuşmaları yalnız Sovyet edebiyatma değil, bütün dünya edebiyatma yol göstermek­ tedir.» Sovyetlerin yeni felsefe ICıgatinç!e de sosyal gerçekçilik tôrif ve izah edilirken şöyle deniyor: «Sosyal gercekcilikıı Sovyet edebiyat ve sanatının esôsını teşkil eder. Sanatkôra cemiyetin değişme­ sinde baş rolü oynayan ihtilôlci proletarya sını­ fını tanımasını temin eder. Sosyal gerçekçilik «San'at san'at içindir) prensibini reddeder . . . » Görülüyor ki, bizde bir çok dergilerin ve gün­ lük gazetelerdeki sanat sayfalarının sütunlarını dolduran ve yıllardanberi sistemli bir tarzda yay-27 -


garası koparılan bu sosyal gerçekçilik (sosyal rea­ lizm veya toplumcu gerçekçilik). aslında bir Mos­ kof propagandasıdır. Bu dergi ve gazetelerde yazılan makalele­ rin Moskova görünüşüne tıpatıp uygun olduğunu görürsünüz. Hikaye ve şiirlerde hep köylü, işcl. balıkçı, küfeci gibi halk tiplerinin seeilmesi bir tesadüf değildir. Sovyet felsefe lOgetindeki tari­ fe uygundur: «Sanatkara, cemiyetin değişmesin­ de baş rolü oynayan ihtilalci proletarya sınıfını; tanımasını temin eder.» Bazı üniversite profesörlerinin bu gercekci­ fiği savunan kitapları, bazı resim öğremeni ve profesörlerinin genelere hep bu fakir sınıfın resmini yapmaları icin verdikleri direkiffer de öy­ ledir: Daima simsiyah bir setalet içinde memle­ ket, daima merhametli kalbierde isyan duygula­ rını kışkırtan kötümser ve bozguncu bir sanat! ,

Sanki bu memlekette hiçbir kalkınma hamlesi yoktur. Sanki yer yer görülen yoksulluklara karşı devlet ve hükumet aldırışsızdır. Sanki Türk

; milleti baştanbaşa ac ve cıplaktır. köylü ve işçi bulamazsınız. Sanki

Karnı doyan Anadolu'nun

refahlı bölgelerini gezerken sık sık gördüğümüz neş'eli, sıhhatli, bahtiyar köylü Türk değildir. GO­ ya gerçeğe tercüman olan hikayeciler bu müs­ bet realiteyi görmezler. Sanki hep menfi gerçek­ tir. Bu bozguncu Moskof propagandası ve ona alet olan gazetelerin gafleti daha ne kadar sü-

-

28

-


recek? Henüz getillerin yumulu göz kapakların­ da bir kıpırdama göremiyorum.

DÖNENLER VE AYAK DiREVENLER

Dünyanın sayılı yazı otoriteleri arasında ko­ münist olmuş, hattô memleketlerinde Komünist Partileri kurmuş veya komünizme sarkmış büyük şöhretler vardır ki, hatalarını anladıktan sonra bu­ nu itiraf etmişler ve komünizm ile alôkalarını kes­ mişlerdir. Başlıcalarını hatırlayalım : Biri meşhur Fransız romancısı Andre Gide'­ dir. Sovyetler Birliğine gidinceye kadar komünist­ lerin baş tacı idi. Fakat oraya gidince doktrini tekzip eden hayat ve tatbikatın canlı iflôs tablo larını yakından gördü ve Fransa'ya döner dön­ mez «Ratour L.U.R. SS. = Sovyetler Birliğinden Dönüş» adlı kitabını yazdı. Komünizmden ve ko­ münistlerden ayrıldı. Diğeri Macar asıllı ingiliz muharriri Arthur Koestler'dir. Uzun zaman Rusya'da ve partide ça­ lışmış sonra tatbikat halinde iflôsını gördüğü ko­ münizmin püf noktalarını anlamış, memlekeijne döndükten sonra «Sıfır· ve Sonsuzluk», «Yogi ve Komiser» ilh . . . adında komünist aleyhtarı eserler yazmıştır ve yazmaktadır. Meşhur italyan muharriri ve romancısı igna­ sis Silone italya'da ilk Komünist Partisini kurduk­ tan sonra hayat ile nazariye arasındaki çatışma-29 -


dan doğan bir idrôkle Marksizmin cürük tarafla­ rını anlamış ve partiden de, nazariyesinden de ayrılmıştır. Aleyhine mücadele etmektedir. , ingiltere'de ileri edebiyat nesiinin en büyük şairlerinden Stephen Spender, meşhur Amerikan zencisi Lois Fischer de hatôlarını anlayanlardan ve cayanlardandır. Fransa'da Malraux, italya'da Malaparte gi­ bi bir zamanlar komünist temayülleriyle şöhret kazanmış büyük muharrirler de komünizme düş­ man cephede yer almışlardır. Malraux bugün De Gaulle'un en yakın calışma arkadaşları arasın­ dadır.

Türkiyede cayan, bunu ilôn eden ve komü­ ( .1 nizme karşı mücadele cephesine katılan bir tek komünist nlcin yoktur?

l

Evvelô bizdekiler mütefekkir değil, maşadır­ lar. Kendilerini tutan parmaklardan kurtulurlarsa ateşe düşüp kalacaklarından korkarlar. Sonra, işin komik tarafı, bunların hiç biri hakiki Marxism'in ne olduğunu öğrenecek kadar yabancı dil veya bu akideyi anlıyacak kadar eko­ nomi, felsefe ve sosyoloji bilmezler. Basit yazıl­ mış propaganda broşürleriyle kandırılmışlar ve aşılanmışlardır. Yüz yıldan fazla bir zamandan­ beri komünizme karşı dünyanın en büyük ilim ve fikir adamlarının tankidierini okumamışlar, okusalar bile anlamamaşılardır. Ve nihayet. ken-

30

-


1

' di kafacıklariyle bu nazariyenin ôrızalı noktalarını keşfetmekten de ôciz kalmışlardır. Bilgisiz ve saf geneleri aldatıcı telkinlerden kurtarmak icin komünizmin esaslarını ve ona kar­ şı yapılan tenkidleri, mecmuamın Mart sayısında dünyaca otoriteleri tasdik edilmiş büyük ilim ve fikir adamlarının imzaları altında toplamak

ve

yayınlamek istiyorum. Meseleyi MAHUTLARIN sü­ rükledikleri kahve ve sokak dedi-kodularından kurtarmanın yollarından biri de budur. VERALTl FiTNESiNiN YENi DELiLLERi iki saattenberi, tfoprak>> adında küçük bir milliyetçi derginin ikinci ve son dördüncü sayısı­ nı dikkat, ibret hayret ve dehşetle okudum. Ora­ da, bugün hôlô çıkmakta olan solcu dergi sahip­ leri arasında benim môsum zannettiklerimin de bile bile nasıl komünist Rus filmlerinin propagan­ dasını yaptıklarına dair vesikalar var. Bu kadar da değil. Ölümlerinden sonra isimleri etrafında yine bu solcu dergilerin Kerbelô feryatları kopar­ dıkları bôzı hikôyecilerin geemişleri üzerine de ışıklar yağdırılmış. Dünkü «Yeraltı fitnesi yazımda muazza1m kızıl şebekenin her yeri saran gizli faaliyetlerin­ den bahsederken, yine dünkü Milliyet'te çıkan Astronomi kitabı kahbeliğinden haberim yoktu. GOya meteor taşlarından verdiği iki örnek res­ min sol taraftakinin ortasında, kitaptaki aslıno -

31

-


bakarsanız rahatça, gazetedeki küçülmüş kopya­ sına bakarsanız ancak lupla görülebilecek pas bıyıklı Stalin ve Lenin, yanyana oturmuş, milli gafletimize gülüyorlar. Bu kitabı bir Türk öğretmeni çıkarmıştır. Daha birkoc gün evvel, bir resim sergısın­ deki tabloya kurnazca sokuşturulan orak - cekic resmi keşfedilince Türk ressamı tevkif olunmuştu. Dostum Uluney bir bankamızın afişinde, imza yerinde yine böyle kurnazca çizilmiş bir orak - çe­ kiç resmi bulunduğunu bana haber verdi. Afişi aratıyorum. Kızıl teşkilôtın kollarını beş kıtanın en uzak köşelerine kadar saldıran Bolşevikliğin, yani ba­ şındaki Türkiye'de hiçbir faaliyette bulunmadığı­ na inanan saf - saf değil, katmerli ahmak dostlarımın, bilhassa gazete veya çeşitli mües­ sese sahibi dostlarımın kulaklarına bir kere daha haykırıyorum: Uyuma, arkadaş. kendine gel, . ayaklarının altında butoprağı eŞi-et saati gelin­ ce·ntıvaya-uctirmaya hazırlanan mÖthiş bir teş­ kflôfcOTıŞıyor�iski kadehini bırak elinden. Göz­ leririi oc. Şrmd( odandan içeriye güler yüzle giren iblis onlardandır ve· seriiri yanında çalışmakta­ dır. Beif bünların çoğunu tanırım. «Toprak» der­ glsinde Bahsi ·geçen- ve Moskova sinemalarında gosterilen ccMadencilen> filminin gene Türk reji­ sörü, yıllarca gece gündüz benim yanımda .ya­ Şamış, bir cak_ zamanlar evimde yatıp kalkmış­ tır. O zam�n môşumdu. Sonm bu delikanlıyı, bir muharririn Asmalımescit'teki odasında S. Yut-

-

32

-


koviç adında bir Rus ajanının nasıl kandırdığını Moskova'ya götürdüğü, .. orada guya ona rejisör­ lük öğretildiğini, hakikahe iyice aşılandıktan son­ ra onun Türkiye'ye- rioSır geldiğini, istanbul, Ada­ na'da ve Anadofu'do �sayısız geneleri nasıl. ze­ hirlediğini, nasıl takibata uğradığını ve italya'­ ya nasıl kactığını yakından biliyorum. Onun bü­ tün arkadaşlarını do bilirim. Çoğu buradadırlar ve faaliyetlerine harıl harıl devam ediyorlar. Gözlerinizi acınız, ahmak dostlarım, yoksa bir daha açmamak üzere kapayacağınız meş'um günü hazırlayanları kendi paranızla yaşatmaya devam etmek sersemliğinden kurtulamayacaksı­ nız?

MAHUDLAR iŞ BAŞlNDA

Dün neşrettiğimiz korkunç vesiko daha evvel ortaya kondu, Büyük Millet Meclisi Maarif Encü­ meninde Tevfik ileri tarafından okundu, Muhsin Ertuğrul da orada hazırdı. Bircak defalar ona söz ve yazı ile hôlô aynı kanaatta olup olmadığını. yôni «nice nice idea­ listlerin kanlariyle sulanan (komünizm) ağacının kendisinden beklenen güzel faydalı yemişleri ver­ rneğe» devam eqip etmediği ve «bu ağacı balta­ lamaya uğroşmanın insanlıktan en son ideali çalmak» olup olmadığı soruldu. Muhsin Ertuğrul aynı kanaatta olmadığını. hatasını anladığını itiraf eden tek bir cevap neş-

-33 -

F: 3


retmedi. Onun Sovyetleri ve kom ünizmi Nôzım H ikmet kapazesinden da ha i leri bir cesaret ve hararetle öven yazıları na karş ı l ı k Sovyetler ve komü n izm a leyhine tek satı rı gösterilemez. Bug ü n Muhsin Ertuğrul lehindeki kampan­ yayı idare edenler a rasında bulunan mahutlar bunları pek iyi bil i rler. Kopard ıkları kıyameti n ölçüsüzlüğü on ları M uhsin Ertuğru l 'a bağlayan a l ô ka n ı n sanat hudutları n ı çok aştığını gösterir. Onun yoldaşları, cığırtka n la rı ve avukatları, ev­ velce de neşred ilen bu kıyıcı vesi ka önünde en küçük teessü r veya hayret göstermemişler, zımni b i r iştira k ifade eden bir kayıtsızlıkla hôdiseyi görmemazi i kten gelm işlerd i r.

* Çeşitli ceza lam ça rptın ion 167 komün istin­ muhakemesinde, uya n ı k savcı, bôzı devlet tiyat­ rosu mensupları n ı n komünizm m i k robuyla nasıl aşılandıklarını isimler zi krederek mah kemeye bil­ d i rmiştir. Bu vesika da elimizded i r. Daha bireok­ ları da getiril mektedir. Son hükumet progra m ı nda gizli kom ü n ist­ lerle m ücadele edeceğ ini vaadeden sayın Mende­ res'in mahut Vatan Partisi kapandı ktan sonra bu m ücadeleye nası l devam ettiği n i bilm iyoruz. Fa­ kat Muhsin Ertuğ ru l'un peşi nden koparılan görül­ tünün taktiği herhalde alôka l ı makamların gö­ zünden kacmamaktadır. -

34

-


ÜNiVERSiTELERiMilDE KOMÜNiZM Büyük Millet Meclisinde. profesörlerin Vekôlet emrine alınmaları hakkını tanıyan maddenin kaldırılmasını isteyenlere karşı, maddeyi müda­ faa edenler, profesörlerimiz arasında komünist­ ler bulunduğunu söylemişler. Madde muhafaza edilmiş. üc Üniversitemizin Senatoları, ayrı ayrı, bu ısnôdı reddettiler ve geneliğin milli bir terb'ye aldığını bize temin etmek istediler. Profesörlerimiz arasında komünist var

mı?

Bu suale menfi cevap verebilmek icin üc beş ) gün gibi kısa bir müddet kôfi değildir. Türkiye'de komünizm kanun dışı bir akidedir. Ona inanan veya sempati duyan bir profesör bu inancını elbette gizler. Fakat môhudların pek iyi bilif nen taktiği ile, Atatürkcü'lük ve lnkılôpcılık masf kesi altında, geneliğin ruhunu en canlı milli ge­ leneklerden, tarih şurundan, mukaddes duygusundan ve yüksek mônevi değerlere karşı say- 1 gıdan uzaklaştırmak icin telkinlerine devam eder. Bu profesörler arasınr.fa Zekeriya Sertel'le birlikte propaganda broşürü yayınlamış olanlar hôlô _ kürsüllerini muhafaza etmektedirler. Nôzım Hik­ met'in affı dilekcasini imzalotmak icin Edebiyat Fakültesi odaları kapı kapı dolaşanlar kürsülerini hôlô muhafaza etmektedirler. Nôzım H+kmet!in

\.

j

j

offr---d.ilekç.esiAi

iı:ı:ızakımıak-- -içtrt,-�

FakOltest-QdoJanm-kopı- --k-opı -dokışontcrr kOrsi:i·I&Ani-lıôlıl muhGfeza-etmektedifler. Ankara Üni­ versitesinden komünist olduğu icin koğulan bir Docenti istanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesine -

35

-


sCJkmak icin eleni gayret sarfodonler kürsülerini muhafaza etmektedirler. Paris'to komünist Gü­ zin Dino'nin evindeki toplantılara, Fransız Komü­ nist Partisinin kongresine iştirök ettikleri iddia olunanlar kürsülerini muhafaza etmektedirler. Üniversitelerimizde bütün yeraltı faaliyetle­ rini takip eden birer teşkilöt var mıdır ki, Sena­ tolar tevötür hôlini almış bütün bu rivayetlerin doğru olup olmadığını bilsinler. Böyle bir teşkilöt olmadığına göre, ileri sürülen iddioları tahkik et­ meden «Bizde komünist yoktur:; hükmünü veren Senatoların kararı hangi esaslı incelemelere da­ yanıyor? Üniversitelerimiz ötedenbeM bu i�diadadır­ lar. Fakat iddialarına rağmen m.ahkemelerde ko­ münistlik propagandası yaptıkları söbit olan pro­ fesörler ihraç edilmişlerdir. üc sene evvel tevkif muhakeme ve hapsedilen 167 komünist arasın­ da bir çok Üniversite mensubu do vardır. Türkiye'de gizli komünist faaliyetlerini takip eden teşkilötların bütün şüpheleri ve sicilieri tesbit eden dosyaları mevcuttur. Üniversitelerimi­ zin Senatoları hangi toplantılarında bu dosyaları dikkatle - hattö dikkatsizi-gözden gecirmişler­ dir?

.f. Tahmin ve rivayet üzerine hiç kimse suc- 'f 7 1andırılamaz. Fakat tahkiksiz ve tetkiksiz hiçbir Ljddia da toptan reddedilemez. ·.:"'

.v.·

Eğer Üniversitelerimizde komünist hocalar varsa ve eğer Senatolar bunların «Biz komünis­ tiz, bizi yakaloyınız, koğunuz! >ı diye avaz avaz -

36

-


bağı rma la rı n ı bekl iyorlarsa, m i l li uya n ı kl ı k dere­ celeri ve zekö seviyeleri hakkı nda iyi bir not o l­ mazlar. Rektörlerin ve Senatola rı n vazifeleri, m i l li va rl ığımızı tehdit eden bir mevzuda «yoktur» hük­ münü verip yorganı başına çekmek değ i l , her ih­ timale karşı uya n ı k d u rarak bugüne kada r Türk genç l i ğ i n i te lkin ve tesi r a ltında bulund urd uğu mahkeme karariyle söbit ola n düşman propagan­ dasından koru maktır. Yoksa, hiçbir ta h k i k ve tet­ k i ke daya nmaya n bu «yoktur» hükmünün esaslı bir a raştırmadan sonra doğru cıkmasını biz, en az, oturdukları yerde bu kolay ve ra hat hükmü veren, çünkü yoru lmak istemeyen Senato üyeleri kadar teme n n i ederiz.

ÖLÜLERiN ARKASINDAN Büyük Fra nsız muharriri Andre Gide ecel dö­ şeği nde iken, şöhretli romancı François Mauriac'ı Figaro'daki odasında ziya ret eden gazeteci ler, ona bu kederl i haberi verm işler ve şu cevabı al­ mışlar: - Gide bu g ü n öğleye doğru öl ürse, bütün a kşam gazetelerine bir haber kaza ndırmış olacak ve n i hayet bir işe yarayaca k. Maurice'ın bu sözü çirkindir ve haklı olara k ten kid ed i lmiştir.

* Möhutlar b_e nim a leyh imde yaptıkları sistem­ li propaga nda larda ö l ü lerin sağlı ğında a leyhleri- 37-


ne h i ç b i r şey yazmadığını ve öld ü kten sonra on­ ları yerdiğimi tekra rlayıp d u ru rlar. Ben i m veta l ı ve deva m l ı okuyucu mlarım pek ıyı b i l i rler ki, yazılarımda ölümleri icin bir tees­ sür i fade etmed i ğ i m tek bir meslekdaş veya her­ ha n g i b i r meslekte değer sahibi i nsan yoktur. Hiç biri i c i n Francois Ma u rice'ın soğ u k esprisine ben­ zer b i r söz ne ağzımdan, ne d e kalem i mden cık­ mıştı r. Fakat Kerbelô marsiyeleri tipinde mübalô­ ğalı môtem tezah ü rleri n i sa m i mi bulmadığım ici n , ra hmet l i n i n sağl ığında, o n a dair verd i ğ i m h ü k ü m ­ leri, m üsbet ve menfi taraflariyle, ölüm ünden sonra da tekra rlamışımdır. Meselô Nuru l lah Atac veya Yahya Kemal hakkında, bu a rkadaşlar sağ­ kan, müsbet ve menfi bütün görüşleri m i gazete­ lerde, mecmualarda, konferansları mda her vasi le ile be l i rtmişimdir. Bu fikirlerim onların ölüm leri­ ne karşı büyük teessür d uymama mô n i olmadığı gibi, onların ölümleri de bu fikirlerim i muhafaza etmeme mô n i olma mıştır. Ben bir i nsan hakkında onun sağ l ığında verd i ğ i m hükmü ölüm ünden son­ ra tersine çevirecek tıynette biri değil i m . Môhut lar şunu b i lsin ler, Nôzım H i kmetleri n i kaybeder­ lerse , onun hakkı nd·a verd i ğ i m ve bütün m i l letin paylaştığ ı na emin old uğum (vatan haini) h ü kmü değişmeyecektir. Türk şiirindeki değeri n i de tas­ d i k etmek şartiyle. Fakat ben ölürsam Nôzım Hik­ metin (alca k faşist) veya (sefil burjuva entel lektü­ eli) g ib i bir h ü küm savurd u kta n sonra ebedi hü­ viyetimi değerlend i ren bir tek iyi söz söylem iye­ ceği nden eminim.

-

38

-


Diriler hakkında olduğu gibi ölüler hakkın­ da da tarafsız olmağa çalışmak, fikir iffetinin şaş­ maz prensiplerinden biridir. Kelin ölüsüne sırma sac. körün ölüsüne de iğreti göz takan sahtekar­ lardan değilim.

iLERiCiLiK ve GENÇLiK

Mahutların alayhimdeki sistemli propagandalarından biri de, benim kıskanc. ilericilik ve genelik düşmanı olduğum iftirasıdır. Mensup olduğum nesildekiler ve daha son­ rakiler arasından on'dan fazla şöhret soyabilirim ki, bunları halka tanıtan ve ilk eserlerindeki de­ ğerleri meydana cıkaran benim makalelerim ol­ muştur. Hattô onlardan bôzılarını kıskanc düş­ maniarına karşı da ben müdafaa etmişimdir. Son otuz yılın edebiyat hadiselerini yakından ta­ kip etmiş arkadaşlarımın hepsi bunu bilirler. Şu­ nu da bilirler ki, o şöhret sahiplerinden bir kısmı, nankörlüğün son kertesine düşüp beni arkadan vurmaya çalışanlar, hatta o cehennemlik herif gi­ bi. kendisi hakkında en cemilekar makaleyi ya­ zan bana karşı kıskançlık itharnı savuranlardır. ilerilik ve genelik düşmanı olduğum ihtira­ sını, son otuz yıl içinde gene istidatları cesaretlen­ dirmek icin yazdığım makaleler ve verdiğim kon­ feranslar bir yana, bu sütunda birçok gene şair, ressam, virtüoz ve besteci icin hayranlık, takdir ve teşvik dolu yazılarım tekzibe elverir. Mecmua­ mın dört yıllık kolleksiyonlarında da makalelerin, - 39-


h i kôyelerin, ş i i rlerin çoğu gene imzalara Sayfalarımız onla ra da i ma açık ka lmıştır.

a itti r.

« i leri l i k » den ma ksat, çoğu yaba ncı d i l bil­ med i ğ i icin Marxizm 'den ve tankid ierinden habe­ ri olmayan môhutların yabancı ve g iz l i te lkinler­ den a ld ı kları isporta f i k i rleri ve «gençlik» ten mak­ sat da, kendilerine «gene kuşak» d iyen kırkını geemiş kazı k g ibi herifleri n cinsi ve c i b i l l iyeti bel­ l i môhutlar sürüsü i se, elbette ki ben saf g eneleri ve i leri l i k manyakı i htiya r z üppeleri avlamak icin kullanılan bu bayat yem lerden tiksinenler a rasın­ dayım. Modas, iki d ü nya h a rbi a rasında geçmiş 1948 tipi bir solcu luğu ileri l i k diye yutturmağa ça­ lışan ların bizi geri telökki etmeleri geri olmadığı­ m ızın e n kuvvetli d e l i l lerinden biridir.

ÜNiVERSiTELERiMiZiN VETiŞTiRDiGi BAZI TiPLER

Ankara Tıp Fa kültesinden Hakkı Onay, Hu­ kuk Fa kü ltesi nden Doğan Birsel ve Sta jyer Veteri­ ner Hekim i rfan Selcuk i mza ları n ı taşıyan bir mektup a ld ı m . Anka ra 'da çıkan «Paza r Postası» a d ı ndaki hafta l ı k gazeteden kesilm iş b i r ş i i r bu mektuba eklenm işti. i mza sah ipleri bu yazıya fazıasiyle üzüldük­ lerini bildiriyor ve üst tarafı n ı n takd irini bana bı­ ra kmak neza ketini gösteriyorlar. Ş i i r deni len şey ş u :

- 40 -


KARA SABAN

Sabahı arıyor bir Sirkeci köpeği Çöp kutularında Bir radyo kuşu ötüyar pis pis Hacılar çoktan abdeste kalktı Uzun donları ibrikleri: Komodinin üstünde bir Milliyet Peyarninin resmi. Biliyorum aslı faslı yok bunların Biliyorum ama Haddin varsa uyu bir daha. i mza : Can Yücel. Hasan A l i Yücel'in oğ l u . Ne demek isted iği bel l i : Hac ı n ı n , hoca n ı n , na­ mazın n iyazın. d i n in m i n i n ve Peyô m i n i n yazd ı k­ larının aslı fasl ı yok ama ben i m uykum kaçtı. Bu Can Yücel aşırı solculuğuyla ta nınmıştır. Hakkı ndaki söylentiler doğru mudur, değil midir, bilmem. Fakat bu ş i i rde, aynı intiba serisine g i re n Sirkeci köpeği, p i s pis öten radyo, a bdest alan ha­ q ı lar ve Peyô mi, delika n l ı n ı n aynı derecede uyku­ sunu kocıra n kötü tesi rler çerçevesi içinde görül­ düğüne göre, Can Yücel hem dın düşmanıdır, hem d e anti komü n ist Peyôm i Sefa'ya nefret beslemek­ tedi r. Bu gene, babas ı n ı n Maarif Vek i l l i ğ i zama­ n ı nda, Ankara D i l , Ta rih - Coğrafya Fakültes i n i n yetiştirmeleri ndend i r. O tari hte bu fakülteye hô­ kim olan kızı l havayı ve ra hmetl i Kenan Ö ner'le Hasan A l i Yücel arası ndaki meşhur dôvada sôbit -

41

-


olan hakikatleri bilen ler, delikanl ı n ı n . yolu n u ni­ cin ve nasıl sapıtmı ş olduğunu hemen anla rlar. Hasan A l i Yücel Vefa Lisesi nde arkadaşım olduğu icin, bu ş i i ri n hem edebiyat, hem de büyü k dôva la r karşısında takındığı yıkılış ve lôüba l i ta­ vır bana bir amca h üznü verd i . Oğlancağ ıza da, nasibsiz babasına da acıdım. Bun u böylece kaydedip geçti kten sonra, üni­ versitelerimizin hôlô bu tipte mahiOklar yetiştir­ rneğe deva m ettiğini de ilôve edeyim. Bôzıları ce­ zaevlerinde mahkOm iyet müddetleri ni doldurma­ ğa d evam etmektedi rler. Artı k, üniversitelerde geniş bir temiz l i k yap­ mağa hazırlandığı rivayet edilen h ükümetin uyan­ dığına inanocak g ib i ol uyoru m. Te menni ederim ki, bu resmi davranış, ne saman a levi ne ne sabun köpüğüne, ne de havai fişengine benzesin ve te­ mel l i olsu n .

ATATÜRK v e DAVAMIZ Atatürk d iyor k i :

«Bu memleketteki komünistler yalnız bizim tevkif ve hapsettiklerimizden ibaret değildir. Bu işlerle bizzat yakından alôkadar olacağım.)) Ö mrü vefa etmed i . Komünizmle m ücadele­ de emniyet makamları ya l n ız ka ldılar ve buna rağmen başa rı lar kazandılar. Son yıl lara kadar, içinde Ü n iversite öğ retim üyeleri, müdavi mleri, Devlet Tiyatrosu artistleri, gazeteci ler; büyü k ve

- 42 -


küçük devlet memurları , işçiler . . . bulunan birçok kom ün ist tevkif, muhakeme ve hapsed i ldL Ata­ türk sağ olsayd ı cümleyi tekra rlayaca ktı :

«Bu memleketteki komünistler bizim tevkif ve hopsettiklerimizden ibaret değildir.» Değ ildir; çünkü evvelö hapisteki müddetleri­ ni bitirip de serbestl iğe kavuşanlar hemen işe baş­ larlar. Hapisteyken istidatlı gördü kleri n i de aşılar­ lar. Nözım Hi kmet'ten ve d iğerlerinden hapisha­ nede aşı alan çömezler serbest ka ldı kta n sonra gazetelerde makale, roman tefrikası ve çeşitli ya ­ zı neşretm i şlerd i . Faal iyetlerine devam etme kte­ d i rler. Hapisten çıkan diğer kom ünistler ise, hôlö kend ileri n i vatan - mil let h izmetkö rı g i bi gösterip gafil leri a ldatmaktan geri durmuyorlar. Çünkü mensup oldu kları g iz l i teşkilöt neda meti affetmez ve ağır şekilde cezaland ı rı r. Onların l ügatı nda pişma n l ı k yoktur. Geberen domuz bile, hayatı n ı n büyü k bir kısmı hapis­ lerde ve sürgünde geçtiği ha lde ba na verd i ğ i ce­ vap taslaklarında sinsi propagandasına devam e d iyor, kendisi yazı hayatına başlad ı ktan sonra Türkiye'de sosya l izmden, grev ha kkı ndan bahse cesa ret ed ildiğini i leri süren pa lavralarla öğ ünüyor ve devasına ölü nceye kadar söd ı k kalacağ ı n ı tek­ ra rlamakta n ceki n m iyor. Sertel'lerin Rusya 'ya kac­ madıkları n ı ve pasaportic memleketten cıktıkla­ rını yazarak onları müdataaya bi le

kal kıyordu.

(Sanki memleketten kaça nlar a rası nda pasaport­ la cıkanlar hiç yoktur, sa n k i Serteller Peşte rad-

- 43 -


yosunda propaga nda larına devam etmemişler ve Sovyetler Birliğine ayak atmamışlardır!) Evet, Atatürk her zaman haklıdır. Bu mem le­ ketteki komü n istler tevkif ve ha psed ilenlerden ibaret değildir. Mesela bir i zmir gazetesinde m üs­ tear imza i le fıkra yaza n elebaşıla rı nda n biri acık­ ca geberen domuza ithöf ettiği bir yazısı nda Ulu­ nayı ve beni kargaye benzettikten sonra, hapse g i ren kom ünistleri kastederek d iyor k i :

<<Ne yazık ki, kargoların kafese konması ôdet değildi!.. Ne yazık ki, kafese yalnız kıymetli kuşlar girer.,, Kıymetli kuşlar! Ya n i kom ünist a janları, Ca­ suslar, Canavarla r, Kaati l ler, Kara borsacı lar, H ı r­ sızlar, Ya nkesici ler, Dolondırıcılar il h . . . Kafese g i rmeyen kıymetsiz kuşlar da Dü nya ve Tü rkiye büyükleri n i n yüzde doksan dokuzu. Bu a rada, tabii, Atatürk. Evet, Atatürk haklıd ı r: « Bu memleketteki komü n istler bizim ve hapsettikleri m izden ibaret değildir.»

tevkif

Acaba o da mı ben i m g ibi vah imler idi ve iftira la r savuruyordu?

içinde

Yazıma O'nun sözü ile başladım. O'nun sözü ile son vereceğim:

«Şurası unutulmamalıdır ki, Türk ôleminin en büyük düşmanı Komünistliktir. Her görüldüğü yerde. EZiLME LiDiR... ,, -

44 -


GAFLETiN ÖTEKi KUTBU

14 Eyl ü l ta rihli «Yeni i stan buJ» a rkadaşımı­ z ı n «Atatü rkçü lük» sütun larından doktor Arın En­ g i n ' i n « Kızı lcılığı Kökünden Kazımalıyız» seriev­ halı bir ma ka lesi ç ı ktı. 6 Eylul vakasını bir kızılcı­ lık davranışı ola ra k an laya n değerl i mu harrir, ko­ müniz:mle mücadelenin metod unu ve h udutla rını bana bile hayret veren bir sertliğe ve genişl iğe gö­ türmüş. Meselö: «Sinsi kızıl» möhutları ve «ve şimdi Rusya'da i n leyen soydaşlarım ızı oğu lama­ ya uğraşan yurt ka hbesi Kızı l Nözım Hikmet'lere i mza verenleri kökünden kazımal ıyız» diyor.

Nözım H i kmet'in affını temin için bir d i lekce i mzalayanlar arasında kom ünist olanlar da, ol­ mayanlar da var. i kincilerin sayıca ötekilerden cok daha fazla olduğunu sa nıyorum. Bunların a ra­ sı nda, kom ünist olmadı kları halde, en aşırı dere­ celere kadar bütün solcu hareketlere sempati bes­ leyen, onları açı kca h i maye eden gazete söhip ve başyaza rları olduğu da ma lum. Onlar ve üst tara­ fı._ kimi kültür, kimi de zekö züğürd ü bir sürü ge­ tildir. Bize hüzün ve end işe veren şey, bu getiller ordusunun, Türk m ü nevverleri ve muharirleri a rasında çoğunluğu teşkil etmesid i r. Bunla rı uya n­ d ı rmanın bunaltıcı ve bezdi rici zorluğunu bil irim. Uğraşıp du ruyoruz. Kiminin gafleti, k i m i n i n ah­ maklığı en gözü pek dalg ıçları bile ürkütecek bir deri n l i kted i r. Dalabildiğiniz kadar da lmız, d i bi gö­ rün müyor. Möhudların onlara yutturduğu uyutu­ cu maddenin terkibinde afyonu gölgede b ı rakan

- 45 -


tesirli u nsurlar var. Kızıl ları n gözleri perdelerne metod ları kışkırtma metotları kadar ibl isçed ir: Yenilik, ilericilik, medeniyetçi lik, Atatürkçü lük, eşitlik ebedi ba rış, sosyal ada let, sosyal gerçekci­ l i k g i bi, hem gençleri, hem de yorgun ve Ihtiyar zekölen mı knatıs sahası içine alan temleri o kadar usta l ı k la kullanırlar ki, tesirlerine kapıl mayanlar parma kla gösterilir. Fa kat bu tesire kapılan ları ve a ralarında Nô­ zım H i kmet'in azad lığına imza verenleri kökün­ den kazımak, bir hasta n ı n vücudundaki mi krop­ lan yok etmek icin hastayı da öld ü rrneğe benzer. Dövö komü nist a janları n ı n kökü n ü kazımak ve bu gatlet . hastalarını da şifaya kavuşturmaktı r. i kisini birb irinden ayırmaya n bir tasfiye hareketi kızııcı lığa karşı, yine onların canava rlık metod la­ rını kulla nrneğe razı olmak, ki bu da getietin öte­ ki kutbudur.

MAHUDLAR, HÜKÜM ET ve MÜNEVVERLER

Şüphesiz, Adna n Menderes'in de söyled i ğ i g i b i , Türkiye'de kom ünizm cereya nı yoktur, ajan­ ların yıkıcı faa liyetleri vard ı r. Biz bunlara karşı­ yız. Namuslu bir Marxist ile her zaman dostea ko­ n uşabileceğ imi, insanca münakaşa edebileceğ i­ mi bir kaç defa yazdım. Evet, Türkiyede Marxist yok, a jan va rd ı r. bozg uncu, kışkırtıcı, fit verici, balta layıcı , a ra bo­ zucu, yıkıcı ajan. Koc tane? Geçen g ü n , Cumhuri-

46

-


yet gazetesinin (Cumhuriyet ! ) birinci sayfasında, Otrta-doğu 'daki kızı l a ja n ların sayısını bi ldiren bir A.P. haberi vardı. Ya lnız Suriye, Lübnan ve Mısır'da 30 bin. Bunlar çeşitli kisveler a ltında (Türkiye'de Atatürkçü lük maskesi ta ktı kları gibi) faal iyette i m işler. Kızıllar için Türkiye, bu Arap mem leketlerinden kaç kere daha ehemmiyetli ise rakamı o kadar büyütebi lirsiniz. Geçen gün e l i me Türkçe bir gazete tutuştur­ d ular. i stanbul'da çı kıyor. Möhudlara reklöm ol­ maması için adını yazmıyoru m. Bu gazetede: 1.

A meri ka a leyh i ne, 2. Sovyetlerin Orta Avrupa po­ litikası lehine, 3. Kom ünistlerin ( i nsa nın i nso n ta­ rafından istismarı = Exploitation de l 'homme pa r l 'hom me) a leyh i ne i leri sürdü kleri tezi müdafaa eden ve işeiyi patrona karşı isya na hazı rlayo n maka leler vard ı r. Köprüde ve Kadı köy iskelesin­ de m üvezzi leri n avaz avaz haykıra ra k sattı kları bu gazetenin ele ltından gerekeniere de bol bol dağıtı ldığını söyled i ler. Hükumet uya n ı ktı r. Tedbi rleri n i aldığından ve a lacağından şüphe edi lemez. Fa kat yeter mi? Daha bir çok dergi lerde ve bu toprağa bağlılığın­ dan emin olduğumuz gazetelerde çeşitli sinsi me­ tod larla yapı lan gençliği, inkılöpcı mü nevveri ve çalışan sınıfları a v ia rnağa calışan propagandala­ ra karşı gazetecilerimizin, fikir adamlarımızın şuurlu bir mu kavemet ve mücadele cephesi kur­ d u klarını görüyor m uyuz? Aksine, bu m u kave­ met şuuruna söhip olanları veh imle damga lama­ ğa ca lışan, a j a nların tesi ri nde ka lan gazeteleri-

- 47 -


miz var ki, torkı nda olmada n , bu m i l li mukave­ meti yı k mağa var kuvvetleriyle çal ışıyorlar. Ben , bir ya ndan a ja n iara karşı mücadele ederke n , bir ya ndan da en büyük memleket dô­ vasını a loya alan şu ursuz ve şımarık meslekdaş­ ları n tasasızlığiyle uğraşmak zorunda kalıyorum. Fakat beni yeter derecede tanıyanlar bil irler k i , sözlüğ ümde «yılmak» keli mesi yoktur.

iNKILAP DOLANDIRICILARI Aşcı dü k kô n ı nda ceketsiz bir öğle yemeği yi­ yebi l i rs i n iz, Hilton 'da yiyemezsiniz. Medeniyet bir disiplind ir, ınkılôp nutku ğ i l d i r. Meden iyet yaşa ndığı zo rnan konuşulduğu zaman değ i l .

de­

medeniyetti r,

Kendi köyü ne a i t b i r küçük k itabiyle ta nınan yazarcağ ız, bir solcu derg ide h i kôye ediyor. Ya­ n ı nda pis bir köylü i le Ankara'nın temiz bir pasta­ hanesine g idip oturmuş. Evvelô gerson u n son ro , patronun ihtarı üzerine kalkıp g itrneğe mecbur ol­ muşlar. Yazar köpürüyor. Ne istiyor? Köyl ü n ü n piside, hırsızı da, yalan­ cısı da, sayg ısızı da, sırf köylü olduğu icin başı­ mızın tôcı mı olsun? Eşitl i k , pisle tem izin, kötü ile iyinin, bilgisizle bilginin eşitl i ğ i midir? Şeh irli ler arası nda da bu menfi ve müsbet vasıf farkları yok mu? Bi r köylü, tertemiz el bisesiyle bile, dünya nın h içbir birinci sınıf otel ve loka ntasında otura maz.

- 48 -


Sovyetler Birliğinde de oturamaz. Hayat, muaşeret ve zevk seviyesi n i aşan bir yerde oturmak ne köy­ lünün hoşu na g ider, ne de orada otura n ların. Köycü yaza r, zava l l ı köylüyü kandırıp o pas­ taha neye götürmüş. Tabii, oradan cıkarı lacaklo­ rını bilerek. Çıkarıldıktan sonra da ni ta hmin etmek zor değ i l :

köylüye söyled i kleri­

- Ba k, sen i adam yerine koymuyorlar. Sen i ora larından koğ uyorlar. Fa kat mera k etme, . gü­ n ü n birinde bunlardan intika m ı n ı a lacaksın. Ala­ cağız. Köycü yaza rı n röporta jından böyle b i r mö­ na da sızıyor. Ya lnız bir köylülere değ i l , okuyucu- , lara do kızıl ma ksadını cıtlatıyor. Möhudları n « Devrim, devrim» d iye tuttur­ d u kları şey, batı meden iyeti ve onun disipl i n i de­ ğildir. Atatürk'cü l ükleri ya landır. Bilökis onlar, burj uva medeniyeti ded i kleri batı meden iyetinin bütün değerleri n i yı kmağa cal ışma ktadı rlar. Yok­ sa, o medeniyetin gercek hayra n ı bir yazar. bir lö­ ğ fmcının iş elbisesiyle lüks bir loka ntada otu rma­ ğa hakkı olduğ unu söyleyemez. Söyled i ğ i zaman, onun devri mcil i ğ i ne ve Atatürk'cü lüğüne inananlar ka l ı rso, a h makil kia­ rı na doymasınlar.

EiNSTEiN VE MAHUTLAR Bolşevi kler Ei nstei n'i sevmezler. Sovyetlerin felsefe I Qgatinde Ei nstei n bir şarlata ndır. Çünkü - 49 -

F: 4


lzôfiyet nazariyesi sa hibi, Marxksistlerin ve Ma­ terya l istlerin dayandığı, klôsik fizi k prensipleri n i altüst eden yeni fiziğ i n kurucuları arasındad ı r. Allah'a inanır. Dinle i l i m a rası nda çatı şma olma­ dığını söyler. Birkaç sene evvelki maka lelerinden birinde aynen şu cümle vardır: ıd limsiz din kör, d i nsiz i l i m topa ldır.» Mecmua m ı n ilk sayısında, Ei nstein'in Allah ve d i n hakkındaki fikirlerini kendi eserlerinden iktibaslarla bel i rttiğim zaman bizdeki MAHUD­ LARIN toptan hücümuna uğradım. Bu nlardan bô­ zıla rı Ei nstein'ın modası geemiş bir bilgin oldu­ ğunu, bôzı lmı da mistik fiki rlere sôh i b olmadığı­ n ı yazıyorlardı. Ei nstein'in ölümü Moskovayı ve içim izdeki ızgara maşa ları n ı sevindirm iştir. Çünkü izôfiyet ( relativite) nazariyesi sô hibi, Marksist ilme son darbeyi vuracak bir birleşmiş sôha (Champ Uni­ fie) görüşünün isbatı yolu ndayd ı . Gece gündüz bUna çalışıyordu. Bir söylentiye göre çalışmaları­ n ı biti rmiş, başka bir söylentiye göre bitirmemiş­ tir. Bu görüş, atom ve enerj i mü nasebetleri ni tôyin eden Kuantalar nazariyesiyle za man, mekô n , cô­ zibe hakkındaki yeni telôkkilerimizi tôy in eden izôfiyet (relativite) naza riyesi nin birbirinden çok uzak sôhalarını birleşti riyor ve atom hôd iseleriyle cihanla ra rası gerçeklerini ôhengini meydana koya­ rak mekôn içi nde bi rbi ri nden müsta kil iki yapı (strüctüre) old uğunu iddia eden k lôsi k materya­ .1 ist fizik tezini kökünden yıkıyor. Ei nstein, yirminci asırda en büyük tabiat ô li-

50

-


mının de Allaha inanmak zorunda kald ığını gös­ teren muazzam can l ı m isa ldi. Onun ölümü, bolşe­ vi kler ye bizdeki môhudlar icin düğün bayram. Iyi ama ölen kim? Ei nstein'ın vücudu. Hayd i ruhunun bekosını inkô r etsinler, eserlerini ne ya­ paca k la r? Bilhassa müellifi n i n ölümünden sonra büsbütün ca nlanacağında şüphe olmayan dü nya a lôkası n ı n ışığında gözleri b i r kat daha kamaştı­ raca k eserleri?.

ŞAiR OKULU

Bolşevikler Yugoslavya'ya g i rd i kleri zama n , i l k iş leri bir şôir o k u l u açmak olmuş. B i r ayda Evet, bir ayda! şô i r yetiştiriyorlarmış. Hem de zo.r zor okuyup yazan işçiler arasından. Çünkü ş i i r d iye öğretti kleri maska ra l ı klar, bizdeki MAHUT­ LARIN şek i l , ölçü ve d isipli nden, heyecan ve mô­ n a dan, şiire has m uhteva n ı n bütün u nsurların­ dan mahrum, tenbel harcı, kolay, şipşak manzu­ meleri g i bi , her ca h i l i n kolayca öğrenebileceği şeyler. Bolşeviklerin, kendi o nlad ıkları mô nada ş i i re .bu kadar ehemmiyet vermeleri n i n sebepleri şun­ lard ı r: Burjuva şiir geleneğ i n i kırmak ve halkı geçmişteki güzel l i kl erden soğutmak. Şiiri mücer­ ret güzell i ğ i n eli nden a l ıp proleta rya dôvasının emrine vermek. Avamın da an layabileceği aşağı seviyeye düşürüp tes i r sahasını genişletmek. Kül-

- 51 -


türs üz ve toy b i r gençl i ğ i elde etmek için onlardan ,çoğuna şô i r oldukları veh m i n i vermek. Bizde bu çeşit şiir solcu propaga ndası 1 928 de başlar. Elebaşıları, batıp çıkan derg i leri, şimdi bir çok okul ve öğretmen l eri tes ir sahası içi ne a lan yayınevleri bizce ve erbôbınc.a maiCımdur. Bu yayınevleri, ç ı kard ı k l a rı derg i n i n yanında ko­ müni st Rus Roma nya l ı , Fra nsız ve Amerikan romancıları nın h i kôye ve roma n larını, işçi sefa le­ t i n i n en mükemmel tasvi rleri olduğunu iddia eden önsözlerle kitap halinde h a l ka ve gençliğe sürmek­ ted i_rler. Bu nlar d i k katle bir gözden geçi ri lse, Tür­ k iye'de Bolşevik propaga ndası n ı n şümul ve tesi r sahası n ı n genişl iği, en gafi lleri bile hayrete d ü ­ şürü r. Saf gençliği aviayan kolay ş i i r ağı içinde, Bolşevik propaganda taktiğinin « işçi, köylü, in­ san l ı k, barış . . » g i b i bütün u nsurları, bôzen epey açık, bôzan da iyma l ı ifade şekil leriyle tasta mam mevcuttur. Bolşevikler Türkiye'de bir şôi r okulu açma­ mışlard ı r ama, bu dergi ve yayı nevleri bir okul­ dan daha şümu l l ü ve tesirli şekilde aynı vazifeyi görmekted i rler. Tarihçilerimizin pek iyi bildikleri entri kalar­ la Osma n l ı i mparatorl uğunu icinden çökerten Mos­ kof pa rmağı, şimdi Türk ka lbinin içi nde oynamak­ tadır. Bu tertemiz ve saf ka l bi n içinde. Münevverlerimizin, tasasızlığı korkunç, tarihi mes'ul iyetleri hudutsuzdur.

- 52 -


TÜRKiYE'DE DE VAR Ml? Evve lki gün gazetelerden görd ü m : Mos kova Radyosu Türkçe yayınlarında hôlen Moskova'da toplan maktc ola n Komünist Pa rtisi n i n 21 . genel kong resinde «Türkiye Komünist Pa rtisi» nden ge­ len selôm mesa j ı n ı n okunduğunu haber vermiş.

* Türkiye'de bir g izli komü nist pa rtisi var mı? Moskova 'da ki her genel kong reye Türkiye'de­ ki komünistlerden bir selôm sarkıtı ldığını Mosko­ va radyosu daima ha ber verir. Ya lan mıdır bu, propaga nda mıd ı r? Tü rkiye'de, merkeze bağ l ı bir kızı l yera ltı kaynaşması olduğunu anlamak için a rada bir gö­ ze çrpan sızı ntılma biraz eğilmek yeter. Bôzan bu, bir veya bir kaç teşkilôtlı komün istin ya ka lan­ ması hududunu da aşar, içinde Ü n iversite ho­ cası� talebesi, muharrir, artist, memur ve işçi bulu­ nan geniş bir teşkilôt şebekesi n i n ele geçiril mesi h ô l i n i a l ı r. Fakat ayıklan makla tükenmez, boşa­ l a n kadrolar hemen dolduru l u r. Mevcutları n da hepsi ele geçmez. Çünkü üçer üçer ca l ışan g izl i hücreleri n birbirinden haberi olmaya nları vardır. Bunlardan bir veya bir kocını yaka lamak hepsini ele geçirmek icin kôfi değ i ld i r.

* Marx'a göre tota l i nsan (insa n ı n bütünü) dü-

53

-


şünce ve a ksiyon (faaliyet) bi leşiği nde a ra n ı r. Marx'cı olmak icin ya lnız nazari düşünmek yet­ mez. Teşki löte g i rmek ve m ücadeleye iştira k et­ m ek lözımdır. Marx, insan kavra m ı n ı tama mla­ ya n bu toptan davra nışa «pra ksi» ad ını verir. Her komün ist, merkezi Moskova'da bulunan par­ tinin üyesi olmak zoru ndad ı r ve törif gereği nce (pordefinitoin) faa l bir a j a nd ı r.

* Benim kom ün izme karşı dövöm, iştirak etme­ d i ğ i m herhangi bir düşü nceye, akideye ve siste­ me karş ı değ i l d i r. Yera ltında ca l ışa n, si nsice a rka­ dan vura n , mem leketin bütün kutsa l inançları n ı , teessüs etm iş, m i l li değerlerini, zevki n i , hayat a n ­ layışını temel inden yıkmağa calışan v e b u n u acık­ ca ya pa�ayınca, edebiyat, resim, tiyatro, karika­ tür, miza h , g ü nlük maka le ve fıkra , ded i kodu, if­ tira , her çö reye e l atan ajaniara ve kand ımbil­ d i k leri a pta llara karşıdır. Bu ahma klar hölö «Va r m ı ?» d iye tereddüt ederler.

j

Itiraf ederim ki aleakla rio m ücadele, a h mak­ l a rıo m ücadeleden çok daha kolay.

VAY, KAHBELERiN KAHBESi! Dosya mı acıyoru m. Bütün hayatımda, vesi­ kasız ve deli lsiz ne konuştu m , ne de bir satır yaz­ d ı m . Yirmi senedenberi, Nözım Hikmet'i n vata n h a i n l i ğ i n i , şeriata n l ı ğ ı n ı ve alça kl ı ğ ı n ı sözlerim-

54

-


·

l e ve yazılarımla yüzüne vurdum. Seri hôlind e' makcllelerim, sayısız tıkra l a rım ve onun şiir üsJG­ buyla yazılmış «Bre Vatan Haini Şarlatan>) hitap­ ları n ı tekra rlayan bir de manzOrnem va rdır ki. mel'unun hapse g irmediği ta rihte neşred i l m iştir. Fa kat bütün gafiller ve môhudlar, onun etrafına siste m l i bir propaganda nın müdafaa bara j ı nı kurdular, ha pse tıkıldıkta n sonra da, her teşek­ k ü l e ve gazetelere soku lan ajanıariyle yıllarca uğ­ raştı lar, n ihayet onu kurtard ı lar ve kaçırd ı lar. Hiçbir gözüpek dalgıç bu heritin ya ptı ğı a l ­ ça klıkların deri n l i klerine başı dönmeden inemez. i şte bir vesika: 5 Mart 1 955 g ü n ü n ü n akşa mı, Buda peşte, Radyosu, biri 1 8 .30, biri de 20.30 da Sta l i n'in ölüm yıldönümü vesi lesiyle Türkçe yayı n­ ia r yapmış, n i hayet bu Moskof hademesi Nôzı m Hikmet' in Sta l i n ha kkı nda şu mersiyesini yine onun sesiyle yayı nlamı ştır

5 Mart 1953,

ilk önce kim kime, Metin ol kardeşim, diyecek, ilk önce kim kime Baş sağlığı dileyecek?

Hepimizindi o, Hepimizi ndir. Voldaşlarım, Acınızı duyuyorum. Sizin duyduğunuz gibi, tıpkı, Aynı şiddetle. Kardeşlerim,

- 55 -


Hüngür hüngür ağlamak geliyor içimden, Tutuyorum kendimi, Aynı metanetle. Seviyorum onu Marx'i, Engels'i, Lenin'i Sevdiğim gibi, Sevdiğimiz gibi, Aynı muhabbetle, Aynı hürmetle. Bu lôğıma düşmüş Rus köpeğ i n i n a ra m ızda bulunan ve solcu derg i lerle gazetelerde Atatürk­ I CÜ rol ü yapan bütün yarda kcılarına (ki bunlarda n bezı ları n ı n isimlerini bizzat o, radyo kon uşmala­ rında bize bir kere daha ve açıkca haber verm iş­

tir) sorayı m : Onun. Atatürk'ün ölümüne böyle bir mersiyesi var m ıyd ı ? Hangi Türk büyüğü için bu heyeca nı gösterm iştir? Atatürk ha ! . . Bre ka l batanlar, sürü sürü ha­ Ic a ra m ızda kuyruk sallaya n ve zeh i r saçan veba fareleri ! Hepiniz bu a leağın bir başka n üshasısı­ nız ve hepinizin suratların ızdan, derilerin ize ya­ pışmış maskelerinizi tırnaklarımla söküp atacağı m. \... --..._... _ ____

MÜNFERiT VAK'ALAR Ml, KiTLE HAREKETi M i?

Türk halkı üzerinde az çok tesi r sah i bi h i ç b i r yazar, hiç bir öğretmen, h i ç b i r ayd ı n veya seekin -

56

-


insan yoktur ki, yazı veya sözle şu herzeleri ifade etm iş olsu n : «Resim g i ren eve melek g i rmez» , «ka­ rısiyle sokağa çıkan kôfir olur» , «dü nya öküzün boynuzları üstünde du rur. » Bi lôkis, Meh met Akif gibi d i n hassasiyetinin en büyük temsilci leri, eserleri nde bu yobazları şid­ detle tenkid ve tezyif etmişlerd i r. Halkın Müslümanlıkta n haberi olmayan koyu cahi l ta baka larında böyle düşünen ler yok değ i l ­ d i r. Sa pık v e boş inancıarı istisma r eden açı kgöz yobazlar da vard ı r. ( i statistik) ya pılamıyacağ ı icin sayı ları n ı hiç ki mse bilemez.) En i leri Batı memleketleri nde de h u rafe n i n - ve boş i n a n c ı n her çeşidine rastlanır. Hattô meş­ h u r Frazer naza riyesi nde olduğu g ibi, bu a k ı l-d ı ­ şı inancları n , insan toplumunun gel işmesinde ha­ yırlı roller oynadı ğ ı n ı iddia eden büyük ilim adam­ ları da vard ı r. Morli nowski, Ja mes, Cod ri ngton, Haner i lôh . . . g ibi otoriteler d e bu düşü nceyi te­ yit etmişlerdi. Gustave Leba n 'a göre insa n l ı k d ü n de, bugün de, yarı n da b u inançlardan vazgece­ mez. Çünkü insan loj i k bir mahiOk değildir, d uy­ g u larına ve heyeca niarı na uyg u n gelen mantık­ sıziıkiara i na n ı r. Bu naza riyelerin ne dereceye kada r doğru oldukla rı ayrı bir mese led i r: muha k ka k olan şey, i n a nç sapıklıkları n ı n ve her türlü yobazl ı ğ ı n ya l ­ nız geri memleketlerde değ i l , en i lerilerinde d e yaşamakta olduğudur. Bütün dôva,

bu sa pıklı kların -

57

-

i leri meden i -


yet anlayışı mızı ve i n kılô pları mızı tehdit eden b i r kitle hareketi ha l i n i a l ı p a lmad ığı noktasında toplan ıyor. A rada bir gazetelerde çeşitli sapı klık vak'a­ ları okunur: Bir imam bir kıza tecavüz etmiştir; bir va ız oruç tutmaya n ı öldürmali dem iştir; bir ü fü rü kçü suc üstü ya kalan mıştır; bazı ta rikatcı­ l a r ôyin yaparken ele gecm işlerd i r. Çoğ u yaka la­ nan ve her kısmı n ı n da sıhhat derecesi malum ol­ maya n bu va k'a lar, ayrı ayrı yerlerde, ayrı ayrı za manlarda vukua gelm iştir. Bunla rı tek tek i nce­ lerseniz, her memlekette rastla nan münferit sa­ prklrklann hududunu aşmadrğrnr görürsünüz. Fakat bu va kla rı tek zaman ve rnekonda top­ lanmış g i bi yan ya na getirip kapkara bir i rtica ta blosu halinde gösterenler vard ı r. Bunlar m ü n ­ ferit vak'a l a rı kitleye ma letmek h i lesine v e ifti­ rasına başvurmaktadırlar.

* Ortada bir kitle hareketi yok, bunu böyle gösterrneğe calışan bir teşmil. m übalôğa, tahrif, muga lata ve iftira hareketi vard ı r. Bu ifti ra kuduzunun mi krobu ned i r? Amerika'da Eisen hower'e, i ngi ltere'de Chur­ c h i l l 'le, Fra nsa'da De Ga u l le'a , Almanya 'da Ade­ nauer'e yobaz damgası vurmağa calışan m i l let­ lerarası propagandanın rengini bil meyen yoktur. <d rticaa ölüm>> parolası a ltı nda , kuru l m uş nizam­ ları yı kmağa ca lışan bu iftira hareket i , Tü rkiye'-

- 58 -


de �e. inkılôpları m ızı koruma bahane ve maske­ si a ltında, önüne gelene-ve bu a rada bana da­ aynı damgayı vurma k icin, her g ü n on pa rma­ ğ ı n ı siyah boya ca naklarına daldırıp çıka rmak­ tad ı r. Yüzde doksa nı Türk ve Müslüma n bir m i l ­ letin s a ğ duyusu, b u devri mbaz v e d üzenbazla ­ rın h i lelerini a n l ıyor, kötülü kleri n i biliyor. Mahut­ lar ve gafil ler boşuna uğraşıyorla r. Yol ları nın bi­ raz ötesi n i h usran ucurumları ka pa m ıştır.

iFTiRANIN HAKKA HiZM ETi Diyenet i şleri Reisimiz hakkı nda yazdığım i l k fıkra n ı n , beni seven bir k a ç okuyucumu kırdığını gönderdi kleri mektuplardan a n lad ı m . Bun lardan bôzı ları aynı konuda e rtesi g ü n yazdı ğ ı m i ki nci fıkrayı görmüş olsa lard ı , birincisinin a ncak bir faraziyeye göre muteber sayılabileceğ i n i , haber ya lanlanınca, o fa raziyeye göre i leri sürd üğ ü m i fi kirlerin Diye net şleri Reisimize môtuf ola maya­ cağını düşünürlerd i . Bence Mahutların iftirası, kulland ı kları alca kca metodu n bir kere daha ortaya çı kması ba­ kı mından faydalı oldu. Dikkat ed ilsin: Ne zaman bu memlekette onlara karşı bir h a l k efkôrı nef­ reti bel irirse. teşkilôtları derhal hare kete gelir, bu nefreti irticô ı n üzeri ne çevirmek icin böyle bir if­ tira tertibine g i rişirler. Bu partide muvaffa k ola­ madı lar. fakat daha usta lı k l ı bir tertibe başvur­ maları ihtimali yok değ i ld i r. Başları n ı yine hak-

59

-


kı n kayasına carpaca klar. � ile ile elde ed i len ba­ şa rı nın ömrü kısad ı r.

Mdhudlara göre ya lnız Diya net i şleri Reisi­ miz değ i l , kend i lerinden olmayan herkes mürte­ cid i r. Çünkü radyosundan da her g ü n a n laşılır. Moskova icin iki kategori vardır, ya komünizm, ya i rtica. Bolşeviğin mürtaei leri listesine, başta Eı­ senhower ve Churc h i l l , demir perden i n d ı şında­ ki bütün meınleketlerin kom ünist olmayan her şöhret ve otoritesi g i rer. Hakikatte, Trocki, Zinov­ yef, Kömenef i l h . . . i l h . . . g i bi sam i m i Marxer iarın heps i n i öld üren Sovyetler Birliği, komünizme her memleketten daha uzak bir devlet kapita l isti icin i rticö listes i n i n en başında yer almak lözım ge­ l i r. Ta ri h , i leri fikirler plönında bu kadar geri b i r rej i m kaydetmem iştir. Kızıl propaganda, koınünizmi Rus em perya­ lizminin h izmetinde kullanan bir iblis politikası­ nın g izli sesidir. Bizdeki môhutlar bunu pek iyi bi­ len a leaklario bil meyen ahma klardan mürekkep­ tipler. Bu sütu nun aleaklara tesi ri yoktur. Çünkü milyonlarca l i ra dağ ıta maz. Fa kat ahma kları uyandırmak ümidi yok değildir. i srarlı kalem amel iyatıa riyle gözlerindeki perde ka ldırı l ı nca, onların ha kikati rahatça göreceklerine şüphemiz yoktur. Diya net i şleri Reisimize karşı atılan iftirö bombası n ı n da boşl ukta ve boş yere patla ması bir kaç göfi l i n gözünü açmaya yaraya bilirse, kı-

60

-


zıl 1 propagandaya teşekkür gelecektir.

etmemiz bile lazım

iRTiCA VE KÖMÜ NiZM

Arasıra «geri l i k » keli mesiyle karşılanan irt ca, toplu bir ayaklanma h a l i n i a lmadığı zaman, geri bir seviye ifade eder. Bu geri l i k ya lnız din konusunda değ i ldir. Her çeşit kültür, tekn ik, bilgi şubesinde geriyiz.

Toplu bir hareket h a l i n i a lmayan geri l i kl e m ücadelenin vasıta ları umumi seviyeyi yü kselten öğretim, eğitim, telkin ve i rşat vasıta ları d ı r. « Ka h ­ rolsun geri l i k, i rticai» yaygerası ayd ı n l a r cephe­ sine hiçbir şey kaza ndırmaz. Geri l i ğ i kızd ı rı r, kış­ kırtır ve kendi seviyesine m ı h l a r. Onu oradan sökmek için öfkelend i rici tesiriere değ i l , öğretici 1 ve ikna edici tel k i n lere i htiyac vard ı r. Komü n istl i k bir geri l i k inancı değ ildir. Ger­ cek değerden mahrum olduğu ancak ciddi tan ­ kidierden sonra a n laşılan Marxizm g ibi i l i m kis­ veli naza riyelere daya n ı r. En i leri görüş olmak id­ d iasındadır. Gerek dog mati k bü nyesi, gerekse ona i nananları n şiddetli taassubu yüzünden b i r d i n h a l i n i a l m ıştır. Kitabı ve Peyga mberi vard ı r. Eng izisyon zulümlerine taş cıka ra n m üessesesin­ den daha büyük teşki latı, parası, a janları, yayın vasıtaları vard ı r. Sovyetler Birliği g i bi kudretli bir hamisi vard ı r. Her memlekette, bilhassa Orta Doğuya ve Türkiye'ye soku l m uştur. Sinsi faaliyet­ ,. leri n i n neticeleri n i I ra k'ta da görüyoruz.

- 61


/ Fakat kend i lerine devrimci susu veren gaze1 telere bakarsa nız, Türkiye'de i rtica va rd ır, komü ­ n izm yoktur. B u gazetelerde i rtica a leyh ine g ü n l ü k makaleler, çoğunun a s l ı astarı olmaya n haberler, basın toplantı ları ve demeeler görürsünüz; komü ­ n izm a leyh ine b i r t e k tenkid yazısı, b i r tek sa m i ­ m i f i k i r heyecanı, h a l k ı ve gençliği uya ndıra n tenkid ve i rşat hareketi göremezsi n iz. Bu gazeteler kom ü n ist midirler? Belki değ i l ­ d irler. Fakat komünistli kten uzun y ı l l a r ha piste yatmış ve romanlarında, h i kôye lerinde, makale­ lerinde hôlô Moskova d i rektiflerine uyg u n mev­ zu, dil ve ağız kullanan yazaria ra gazetelerinde yer verirler. Elim izde neşrine hazırlad ığımız ve­ sikalar çoktur. Arkadaşlarımızın içine d üştükleri gafleti aydınlığa boğ mak bizim icin zor olmıya­ caktır. Şimd i l i k bu gazetelerden rica mız, i rticaa ol­ duğu kad.:ı r komünizme karşı da kampa nya ac­ mala rı ve şiddet derecesinde h içbir fark gözet­ memelerid ir. Bunu ya pmadı kları takd i rde, hakla­ rında mü nevver efkôrın verrneğe hazırlandığı hüküm, şüphe hud utlarını oşacak ve onların sol­ culuğu en i leri had lerine kadar ben imsed ikleri kanaati n i uya nd ı racaktır. Biz şimdilik böyle bir h ü kme varma kta n uza­ ğız ve gaflet uykuları n ı n sona ermesini sabırsız­ l ı kla bekliyoruz.

-

62

-


MAKA LELER



iSBATSIZ iDDiALAR

Her iddia n ı n doğruluğu, isbat ed i l mek şa rtı­ na bağ l ıdır. Onu ta hm inden, vehimden, iftiradan ayı rma n ı n başka ça resi olmad ı ğ ı n ı vicdan ve / mantı k sahibi her i nsan b i l i r. Türkiye'de sosyal ya pının normal icaplor çer­ cevesi n i aşıp emniyet kuvvetleri n i n müdahales i n i lüzu m l u gösterecek derecede bir i rtica hareketi ol­ duğunu iddia eden ler bunu isbat etme kle m ü kel­ lefti rler. Yıl lardanberi tekra rladıkları bu iddia hiç bir g ü n ve hiç b i r şekilde isbat ed i lmiş değ ildir. M ünferit vak'a l a r toplu bir hareketin del i l i olamaz. Ka ldı ki bu va k'a ların bir kısmı uydurmadır. Şi­ şiri lenleri de vard ı r. Hepsi doğru da olsa , elli se­ nedenberi Tü rkiye'de 31 Mart ölçüsünde bir ihti­ lôl hareketi olmad ığı hakikatini ortadan ka ldır­ maz. Sovyet a janlarının köy köy dolaşıp i rtica ı kışkırttı kları dedi kodusu da bu deli lsiz idd ialardan birid i r. Eğer sayın Şemsettin Güna ltayın e l i nde vesi ka lar va rsa, onun c iddi ve ted birli devlet ada­ m ı şahsiyetine yakışan şey, orta l ı ğ ı velveleye ver­ mek değ i l , bu vesi ka la rı g izli siyasi palisimize tes­ l i m etmektir. Ajanlarla mücadelen i n e leni olamı­ yacağını başve k i l l i k yapmış bir zatı n herkesten fazla bil mesi gere ki r. Tü rkiye'de, her memleketi n seviyesi ve n isbet ölçü leri dahilinde geri l i k temayül leri va rdı r. Bun­ dan yüzlerce sene sonra da olaca ktı r. Çünkü geri-

65

-

F: 5


l i k izafidir: Komü n istlere göre sosyal istler l iberal­ ler, muhafaza kôrlar gerid i rler. Sosya listlere g öre l i beral ler, libera l lere göre muhafaza kôrlar geridi r­ ler. Hem kendi ben l i ğ i n i kaybetmemek hem de i le­ (istisnasız riiemek zorunda ola n her cemiyette her memlekette) m u hafazakôr ve inkılapcı kutuplar vard ı r. Sosyal m uvazene ve dinamizm bu ku­ tupla r a rasındaki d üşünce ve temayül çatışmasın­ dan doğar, iki tarafta n biri n i n lehine m uvazeneyi bozan bir taşkınlık hare keti görüldüğü zaman teh­ l i ke baş gösterir. Böyle olmadığı zamanlarda « i r­ tica var!» yaygerası o muvazeneyi bozmaktc s i yesi ve ideolojik menfatleri olanların yıkıcı puro­ pagandasıdır.

* Türkiye'de Sovyet a janlarının i rticaı kışkırt­ mağa ca lışmaları da, sabit olma makla beraber,, mümkündür. Bundan « i rtica var» neticesi cıkarı­ la mıyaca ğı g ibi «bütün d indarlar yobaz, bütün yo­ bazlar komünist» tarzında bir h ü kme de varı la­ maz, bu da d i n i n politi kaya ô let ed i lmes i n i n en sa­ pık propaga nda şekil lerinden birid i r.

C. H. P. ve DiNSiZLiK

C. H. P. d insiz olma d ı ğ ı n ı ilôn etti . En büyük muhalefet partimizin buna l üzum görmesi, en i leri Batı memleketlerinde (Amerika'da, i ngiltere'de, i Fransa'da, talya'da, Almanya'da, Avustu rya 'da

- 66 -


ve diğerleri nde) oldu ğ u g ibi d i n hayatın ı n kuvvet­ le yaşandığını, ma betierin dolup taştığ ı n ı , radyo­ larda d i ni vaızlar veri ldiğini, kiliselerdeki öyinle­ rin redyolario neşred ildiğini ve Türkiyedekinden farklı olara k bu memleketlerin çoğunda H ı ristiyan parti leri bulunduğunu n i hayet C. H. P. nin de id­ rak ettiğine işarettir. Fa kat C. H. P. nin sa mimi olara k h idayete er­ d i ğ i n i kabul etmekten daha az hata l ı bir şey var­ sa, o da bu partinin i leri gelen leri a rasında d i ndar­ l a!ı n da, d i nsizlerin de bulunmasıd ı r. Mesela Fa­ l i h Rıfkı Atay dostumuz, vaktiyle « Büyük Doğu» mecmuası n ı n a n ketindeki «AIIaha inanıyor mu­ sun uz?» sorusuna a ç ı k ve kesin şekilde « hayır!» cevabını veren iki k işiden biri d i r. Öteki de Zekeriya Sertel'd i . Yine vaktiyle bir mecmuada kendisinin solcu olduğunu büyü k Puntolarla ilan eden Cemil Bar­ los adı ndaki zat da Müslüma n l ı k ve umum iyetle ' d i n konuları nda pek sinirli konuşmakle tan ı n ı r. Dün okuduğumuz bir demecinde. Halk Partis i n i n d i nsizl ikle itharn edi lmeyi reddeden açı klamas ı n ı l ö i kl i k'e aykırı buluyor ve partis i n i t a m te rsine b i r çı kışla suçla ndırıyordu . Demi rperde gerisi müstesna, d ü nya n ı n h iç b i r memle ketinde bir siyasi pa rt i n i n « ben d i nsiz deği­ lim» demesi löikl iğe aykırı değ i l d i r. Amerika'da Cumhurbaşkanı, i nci l 'e el basmadan vazifeye baş­ laya maz. Eisenhower'in Amerika 'yı bugünkü yük­ sek seviyeye getiren ö rn i llerin başında din hayatı-

- 67 -


n ı n geld iğine da i r resmi demeeleri vard ı r. Fra nsa'­ da De Ga ulle'ün ve pa rtisinin, Alma nya 'da Adene­ uer'in ve partisi n i n d ini i nanciara ne kadar bağ l ı olduklarını herkes b i l i r. Halk Pa rtisi ndeki d insizle­ rin iddia ettikleri ta rzda bir lôiklik a ncak Sovyet­ ler Birliği nde ve peykleri nde vard ı r. i kinci Dü nya Harbinde askerin mô neviyatı n ı kuvvetlend i rrnek icin cepheye resmen papazlar gönderen Rusya bi­ le, başı sı kışı nca Allaha avuç açmıştır. Cumhuriyet Halk Pa rtisi, m i krofonunu ikide blr d insizlere ve solculara kaptırmağa deva m et­ ti kçe, göğsüne ve sırtı na halkın ya pıştırd ı ğ ı d i nsiz yaftasından kurtu lamaz. Hele, bug üne kadar, Müs­ lümanlık hakkında ağzından bir te k g üzel söz i nön ü'nün d uymadığ ı nız mu hterem dostu muz Türkiye'de mevcut ol mayan i rtica hareketleri a leyh ine konuşmayı, nurmal bir şekilde mevcut olan d i n hayatı ve hassasiyeti leh ine konuşma­ ya tercih etmesi, Hall< Partisi üzerinde biriken şüp­ heleri kuvvetlendi rl t, Eğer bilmiyorsoi< ve m uhterem i nönü sa hi­ den. d i ndarsa, oldu ulaca k, bir kere de onun Eyüp Sultan Hazretlerini ziyaret etmesi, bu g ufra n ayın­ da, partisin i n din kon usu nda ki tasasızlıklarını ve g ü nahlarını effetti rrnek şa nsını da kaza ndırabi­ lir.

HÜRRiVETE LA YlK OLMAK

Genctim, bekôrdım,

Beyoğ l u'nda

- 68 -

bir pansi-


yanda oturuyord u m . Annemi de kaybettikten son­ ra, yalnızdım, a i lesizd i m . Kendisine karşı vazifel i ve sorumlu olduğum bir ya kınım yoktu. Bir akşa m , Beyoğlu caddesinde, rastgele yü­ rüyord um. Ka ldırırnın kenarında birden bire du r­ d u m . Nereye g id iyorum bilm iyord u m . H i ç bir isti ka­ metin dizibesi yoktu. Artık bir adım daha atama­ d ı m . i stediğim her yere g idebilird i m : Arkadaşa. eğ­ lenceye, si nemaya, pansiyona ve yatağa... Hiçbi­ rini istemiyordum. Bu mutla k h ürriyet içi nde hürri­ ye,ti m felce uğradı. O zaman a n ladım ki, sevg i n i n , vazifen i n ve çe­ şitli taah h ütlerin bağları içinde, kayıtlı şartlı bir hürriyeti n değeri va rd ı r. M utla k değil, izôfi bir h ür­ riyeti n değeri vard ı r. Kayıtsız şartsız h ürriyet bir anda kend i n i öld üren bir h ürriyettir.

Modern demokrasi n i n babası Jean Jeaques Russea u 'yu, bi lhassa i l k gençliğimde çok sevd im ve okudum. Fakat onun şu cümlesi ya gözümden veya d i kkatimden kaçmıştı : (Hürriyetin şartları müstebitleri n boyu ndu ru­ ğ u ndan bin defa daha tazyik edici ve ciddidir. ) Bu cümleye geçen g ü n b i r i ta lya n fi lozofu n u n Cenevre'de verd iği bir konferansm metninde rast ladım. Meşrutiyetten bize hürriyeti n şartları ağır gel­ miş ve bir çok ları m ıza istibdat hasreti çekti rm iştir. -

69

-


H ü rriyetle sıkı rej i m a rasında ya lpa vuruşum uzun sebeplerinden biri d e bu olacak

*

/

H ü rriyeti n birinci şartı başkası n ı n h ürriyeti­ ne riayet etmek d eğ i l d i r. H ü rriyetin ka n u n l a ra geçmemiş biri nci şa rtı, ona lôyık olmaktır. Bura ­ da da Moteesquie'yü hatıriamanın yeri d i r: (Her m i l let olur.)

lôyık olduğu hükOmete

sô hip

Bu söz, aynı zamanda «Her m i l let lôyık oldu­ ğu rej i me, lôyık olduğu idare tarzına, lôyı k oldu­ ğu ada lete ilh . . . sôh i p olur» demekti r. H ü rriyetin l üzumunu i leri sürmek ona lôyı k olmak icin kôfi değ i l d i r. Meşrutiyettenberi bizde bütün h ü rriyet dôvacıları n ı n ve h u ku kçuların is­ bata ça l ıştı kla rı şey, bu l üzumdur. Lôyı k olmak ( liyakat) şartı üzerinde dura n yoktur. Bizde h ürriyetin -Batıda iki asra ya k ı n za­ manda nberi devam eden- felsefi ve ilmi müna­ kaşası ya pılmamıştır. H ü rriyeti n sosyal şa rtları in­ celenmem iştir. Bu konuda - Batı n ı n binlerce ese­ rine ka rşı l ı k- bizde bir tek eser yoktur. Gazetelerde ve mecmualarda h ü rriyet ıcın yazılanlar fikir k ı rıntı l a rıdır. Ekmek k ı rıntıların­ dan sandövic ya pılamayacağ ı g i bi fikir kırıntıla­ rından da bir naza riyenin tam ve doğru müdataa­ sı çı kmaz. H ürriyet hakkındaki bilg i lerimiz beylik­ t i r ve bunların, son derece çapraşık sosyal şa rtlar karşısında b i r mete l i k değeri yoktur. Fikirsiz bir

- 70 -


memlekette fikir h ürriyeti olamayacağını, hüku­ met istese de ola mayacağını çok yazdım. Fakat yine aynı konferansta rastladı ğ ı m bir söz. Ö ripi­ des'in şu cümlesi beni destekl iyor: « H ü rriyet şöyle tdrif edilebi l i r: Siteye (şehre ve memlekete) hayrı dokunacak bir düşünceden mq h ru m olanlar sus­ .malıdı rlar.»

* Hani o d üşünce, o eser, o kitap, o kitapla r?. Fazla konuşmaya lım ve hü rriyete (td l ip) ol­ mada n evvel, ona ( löyık) olmağa çal ı şa l ı m .

BiR HAVALiN S O N GÜ NLERi

Gene vard ı r, kendi ma h rum lukları n ı n ve ıztı­ rapları n ı n sebepleri n i tam ölçüde bilmez: m i lletce geriliğin, i ktisadi bünyenin, kötü şans ve tesadü­ fün, kend i hatd ia rı n ı n karmakarışık halde birbiri­ n e g i rd i ğ i bu sebepler külcas i n i soğu kkan l ı l ı kla ta h l i l ederneyecek derecede i htiyac ve isyan hölin­ ded i r. Kızıl teşkildt onu a ra r, bulur. Marx pey­ ga mberin d ü nyayı nasıl düzelteceğ i ne onu inan­ d ı rı r. Onu ümitsiz ve kara n l ı k ruhuna bir ütopya­ n ı n yalancı sıca k l ı ğ ı n ı ve ayd ı n l ı ğ ı n ı doldu ru r. j Refah içinde gene vard ı r, elbisen i n ve krcva­ tın yenileri gibi fikirlerin ve modaya uyg u n olan1a rı n ı a ra r. Onun gözünde doğrudan ziyade ye-

- 71 -


n ı n ı n değeri vard ı r. Tersine çevri lmiş cümleyi ve­ ya tersine ça rpı lmış bir d ü nya niza rn ı n ı doğru l u ­ ğ u ndan değ i l , başka l ı ğ ı ndan ötürü beğenir. Ne olduğunu a raştırmaz v e o n a sarı lır. Marx'cı o l ­ mak yol undadır. Soyu sopu melez, kanında çeşitli ı rkları n ka n l a rı çatışan veya b i r a i l e d isiplininden ma h­ rum ya hut ci nsi sap ı k l ı k la r ve ahlôksızlıklar yu­ vası bir a i lede yetişmiş, köksüz, imansız, idealsiz gene va rd ı r. Bu fena kaderi mazur gösterecek, m i l liyet ve ahlak düşmanı bir nazariye a ra r. Marx 'c ı l ı k ona da istediği a tyonlu şerbeti sunmuş­ tur. M i l letsiz, Allahsız ve a h la ksız bir d ü nya ha­ yô l i içinde, aşağılık duyg usunu bastırmağa uğra ­ şır. Bu bed bahtlar ve getil ler sürüsü n ü ele ge­ çirmek icin, kızı l teşki lôt, môhud solcu derg i leri ve yaza rlariyle herg ü n sürek avına çıka rlar. '

Bu geneleri n a rasında, henüz ta mem iyle gerçeğ i n rayı ndan çıkma mış olanlar icin son haf­ ta ların aktüa l itesinde kurtarıcı dersler vard ı r. Eğer besledi kleri cen net haya l i n i n Rusya 'yı nasıl bir kölel i k ve yoksu l l u k ü l kesine cevird i ğ i n i bil­ miyorlarsa, Macar isya n ı n ı n başta nbaşa Marxizm naza riye ve terbiyesiyle yetişmiş ü n iversite genc­ leri nden çıktı ğını düşünmelidirler; demir perde a r­ kası nda ki sayısız ün iversite geneleri n i n de bu is­ ya na ka l bieriyle iştirô k ettiklerini gösteren ema­ relere omuz sil kip gecmemelidirler; hele bizzat Sovyetler Birl i ğ i n i n kalbinde, Moskova 'da , birçok Sovyet şeh i rlerinde ve Baltı k memleketlerinde ü n i -

- 72 -


versite geneleri n i n g izli g izli isyan komiteleri kur­ du kları hakkındaki haberlere d i kkat etmel idirler.

* Marxiz m i n hayci leri kitaplarda, hakikatleri Rusya 'da, Baltık memleketlerinde, demir perde a rkasında ve Macoristan 'dadır. Bu haye ller ebedi barış, sosya l ada let, eşitlik ve müsavi refah değil, esa ret, sefa let, isya n , katl iöm doğu ruyor. Artı k bunu da görmeyen delikanlıyı, baş ı n ı pişma n l ı k­ la yumruklayocağı g ü nlerden başka hangi isti kbal bekleyebil i r?

- 73 -


Sosyo l oj i ve M i l l i yetç i 1 i k Her i l i m m üsta kil b i r konuya sa hiptir. Sosyoloj i n i n konusu «cemiyet» tir. Cemiyeti anlayış ba kım ından sosyoloj i zariyeleri üç g rupa ayrılabilir : 1. 2. 3.

na-

Mekan ist tela kki, Organ isist tela kki, Fonksiyonel telakki.

* 1 . Mekanist tela kki, cem iyeti meka n i k bir sistem, yıldız veya atom sistemi ha l i nde gorur, fiziğin ve riyaziyenin ka n u n larını cemiyete tatbi k etmek ister. On yedinc i asrın ph isique sociale na­ zariyes i n i n tazelene tazelene devamından başka bi rşey ol m ıyan bu telakkiye göre cem iyet, tert­ lerin meka n i k ve riyazi bir yekunudur. Fiz i k ve riyaziyen i n en büyük de M larını ye­ tiştiren on yedinci asırda, Spi noza, Hobbes, De­ cartes, Leibn itz, Weignel . . . g i b i filozof ve i l i m adamları, ictimai v e ruhi olayları fizikeinin fiz i k olaylarını i ncelemesi gibi akli ve objektif olara k tetki ke başlad ı la r. i nsan meka n i k i l m i n i n i ncele­ d i ğ i bir astronomi sistemi g i bi mütalaa edildi ve oradan bir meca nique socia_le telakkisi doğdu. Atomlar a rasındaki karşı l ı k l ı cazibe ve dafia kuv-

74

-


vetleri insa n ları da birbirine bağ lı yor, ôdeta baş­ ka bir yıldız sistemi halinde insan cemiyeti vücu­ d e geliyordu. On yedinci yüz yıl düşünürleri n i n bu görüşleri v e metod ları o n sekizinci v e o n doku­ zuncu yüzyı lları n biyoloj i , psikoloji, istatistik ve sosyoloj i i l i mlerinde gel iştikçe, gel işti; n i hayet Ca­ rey'in « j çtimai i l m i n esasları» adlı eseri nde en son i nkişafı n ı buldu ( 1 858) . On dokuzuncu ve yirmin­ c i yüzyı l ların bazı içti ma iyatçıları ve bu a rada meşhur i talyan sosyaloğu Vilferdo Pa reto da me­ kan ist okula mensupturlar. Fa kat cem iyetin ve in­ san ruhunun bu meka n i k iza h ı zamonımızda he­ men tamamile terked i l miş g ibidir (1 ). 2. Qggn1_ş_ist telô�ki cemiyeti uzvi bir sistem , h ücre sistemi veya i nsan vücudu halinde görür. «Cemiyet ve uzviyet» kon u l u ve başlıkl ı bir ma­ kale serisinde de izaha çalışmış olduğum g i bi çok eski bir ta rihi olan bu telô kkiye göre cemiyet bir makine sistem i d eğ i l , her ferd i ötekine uzviyet ni­ zo mında ve hayat i l g i leri l e sımsıkı bağ l ı ca n l ı bir bütündür ve biyolo j i n i n ka n u niarına tôbid i r. Son yetmiş yı l içinde biyoloj i n i n hôrika l ı i lerleyişi bu i l m i n sosyoloji üzerine tesirlerini çoğa ltmıştı r; fa­ kat i nsan cemiyetleri n i n i nsan vücuduna benzet i l ­ mesi fikri n i n , i ra n şairi Sadi 'ye ve ondan çok da­ h a önce Roma, Yunan, Hint ve Cin düşüncesine kada r uza nan binlerce yı l l ı k bir ta ri h i vard ı r.

Harvard ü n iversitesi sosyoloji profesörü So-

(1)

P.

A.

Sorokin,

temporaines S.

Les

19

-

theories

71.

- 75 -

socioıogi q ues

con­


rokin Organisisit okulu mensuplarını üç g rupa ayı­ rıyor: 1 . Felsefi organisiznı , 2. Psi ko-sosyal orga­ n isizm, 3. Bio - org a n i k z ü m re. Felsefi orga nisiz_rrı cem iyeti , fertlerin d ı şında (sur-i ndividuel ) , kend i l iğ i nden doğan ve tabiat ka­ n u n la ri l e yaşayan ca n l ı bir bütün telôkki eder; fakat her hangi bir biyolo j i k varl ı kla veya uzvi­ yetle m u kayese etmez. Cem iyetin meka n ist telôk­ kisini şiddetle reddeder, çünkü onun zıddı d ı r. Ce­ m iyet insan i radesi l e v e l ibera l l erin sandı kları g i­ bi « içtima i mukavele» ile vücuda gelm iş meka ­ n i k v e sun 'i bir şi rket değildir. Psi ko-sosyal org a n isizmin esas ları felsefi or­ g a nisizmden fa rksızdı r. Yalnız bu grup fazla ola­ ra k, cem iyetin fertlerden üstün müstak i l bir ruha, kollektif bir şuura , kend ine has bir i radeye ve fi­ kirlere sa h i p olduğuna inanırlar (Durkheim ve Zi­ ya Göka l p sosyoloj isi) . Biyo - org a n i k zümreye göre ise cemiyet, biyoloj fl< uzvıyetin h ususi (specifique) bir çeşid in­ den başka bi rşey değ ildir. M a h iyeti, fonksiyonu menşei, tekôm ü l ü ve tenevvüü ba kımından her hangi bir uzviyete eştir ve aynı biyoloj i ka nunia­ rına tô bidir. Organ isist telô kkinin bu son şek l i ancak Ro­ sen berg bir ı rkçılar a rasında taraftar bulmakta ve şiddetli tenkitlere uğr.a ma ktad ı r; fakat gerek felsefi, gerekse psi ko - sosya l organisizm, bugün­ kü sosyoloj i n i n prensipleri n i veriyor. Çünkü fert psi koloj isinden ayrı ve kend ine has bir konusu ol­ m ı yan sosyoloji, i l i m haysiyeti le va rola maz. Za-

- 76 -


manımızın en büyük içi ndedi rler.

içtima iyatçı ları bu g rupun

3. fonksiyonel telôkki, cemiyeti ne bir maki­ ne, ne de b i r uzviyet g i bi a n la r. Ona göre cem i­ yet, fertler a rasında karş ı l ı klı b i r münasebet sis­ tem idir. Böyle olmakla beraber, fertlerden ayrı ve üstü n, kendine has bir bütündür. Meka n islie­ rin sa nd ıkları g i bi fertleri n meka n i k ve riyazi bir yekOnu deği ld i r. Bu grupun organistlerle ihti lôfı azd ı r. Yukanki üç telô kki de i k i temel g rupa ayrı ­ labi l i r: 1 . Cem iyet, makine g i b i . pa rcaları n ya nya ­ na gelmesinden ol mad ı r. Bu parçalar, fertlerd i r. Ara l a rında meka n i k ve riyazi m ü nasebetler cari­ d i r. Rousseq u ' n u n m eşhur i çti mai mukavelesi, h ü rriyet, m üsavat, seçim ve ekseriyet, parlamen­ tarizm rej i m i bu telô kkiden doğmuştur. Sosyo­ loj ide çoktan terked ildiği gibi Avrupa siyasi ta ri­ h i nde de son saatlerini yaşayan bu meka n i k ce­ m iyet g örüşü yerini şu iki nci telôkkiye bırak ıyor: 2. Cemiyet m üsta k i l ve canlı bir bütü nd ü r. Bu ticaret şirketi g i b i fertlerin a rasında ki, i htiyari bir mu kaveleden değil, kökleri i nsa n ı n menşeine kadar g iden eski , uzun bir ta rihi tekô mülden doğ­ muştur. Fertlerden mürekkep olmakla beraber müsta kil b i r sentezd i r; parçalarının vasıfla rından ayrı vasıfla ra sa hiptir. Böyle ol masaydı sosyolo j i bir i l i m halinde teşekkül b i l e edemezd i , çünkü müsta kil bir konudan (mevzudan) mahrum ka l ı r­ d ı , Onun meseleleri n i fizik, ş i m i , fiziyoloj i , biyo-

- 77 -


loji psi koloji paylaşırlar ve ortada bir cemiyetler i l m i bıra kmazlard ı . Hemen bütün ictima iyatcıların müttefik ol­ d u kları tasnife göre morfoloji sosya lde (cemiyet şek i l lerindel bugün en g erçek, en olgun, en i leri tip mil lettir. Her yerde mi lli ü n iteler görüyoruz. Ta rihi olgu (vakıa) ba kımından m i l let; ve sosyo­ . loji ba k ı m ı ndan m i l l iyet, a rneli olara k da, inka r ed i lmesi i m kansız, c a n l ı v e parla k, en büyük sos­ yal ha k i kattir.

MiLLiYETÇiLiK ve iLiM

Bugün, her millet için, en yakın ve en gerçek ideal kendi milli uzviyetleşmesini tamamlamak­ tır. Melez milletten, halis millete, kozmopolit mil­ letten, yekpare millete doğru tekdmül eden dün­ ya, henüz bu milli teşekkül devresinin . sonuna varmış değildir. Bu tekdmül, oluşu içinde millet, insan veya Allah, bütün ideallere milletten başka çıkar yol, güzel ve sağlam yol yoktur.)) Burada <<Halis milleb terkibi de, ırkçılığı ha­ tıra getirebilir. Bu halisliği, kanda mı arıyoruz? Millet gibi tarih beraberliğin ırk beraberliğinin, ruh beraberliğinin teşkil ettiği bir sosyal grup ço­ ğunluğunun çeşitli unsurlarını yalnız ırk gibi tek

- 78 -


prensibe bağlamaktan uzağız. Saf ırk olup olma­ dığı tartışmasına da girecek değiliz. Bu oluş dün­ yasında, asıllar ve menşeler, saf da olsa, tekômü­ lün getirdiği çarpaşıklığı gideremez. Faka·t, her milletin çoğunluğunu vücude ge­ tiren ırki cevherin, o milleti bozulmaktan ve soy­ suzlaşmaktan koruyan bir maya olduğuna da şüphe yoktur. Herhalde, Türk kanı dendiği zaman çoğunluğun biyolojik vasfı kastedilmelidir. Her, kesten bu kanı istemeye hakkımız olmadığı gibi, herhangi bir muayene ile bu kanın halis Türk ka­ nı olduğunu da tayin etmek mümkün değildir.

Bir milletin fertleri arasında, ruh beraberliği­ ni vücude getiren müşterek hatıralar, meller, bü­ y ük tarih anları, dil birliği ve sevgisi, ebi ve kül­ türel zevk, bilgi ve estetik heyecan beraberliği ve­ aynı memleket ve iklim şartları içinde yaşamanın verdiği karşılıklı sevg i ve sempati, ırki vasıfların eksikliğini diğer mevcut vasıfların kuvveti nis­ betinde telôfi edebilir. Umumiyetle çoğunlu­ ğu aynı dine mensup, aynı dili konuşan, aynı tari­ hi yaşamış, aynı kültüre sahip ve aynı coğrafya şartları içinde yaşayan insanlarda ırki vasıflar aramak şart olmadığı gibi, bu çoğunluğun cevhe­ rini bozmayacak derecede bir azınlıkta da dini vasıflar aramaya lüzum yoktur.

J

Sofu bir milliyetçilik dünyasında ve dôvasın­ da değiliz. Fakat; milletlerarası sofrada, meselô -

79

-


Birleşmiş Milletler topluluğunda, milli şahsiyetimi­ zin azamisiyle yer aldığımız takdirde, kuvvet ve itibar sahibi olabiliriz. Cünkü milletlerarası, mil­ ıeflerden, milli benlik ve şahsiyetlerden kuruludur. Bu toplulukta, tam ve olgun bir millet vasıfların­ dan mahrum olanlar: bu vasıflara sahip kuvvet­ li milletierin emri ve nüfusu altına girer, ve hiç değilse, manevi bağımsızlıklarını kaybederler. Kuvvetli milletiere eşit seviyede olabilmek için, on­ lar derecesinde kültür ve bilgi sahibi olmaya ça­ lışmak lôzımsa da, bu eşitliğin daha önemli şartı, milli ruh şuuru ve kudretidir. Bir milleti millet yapan, daha ziyade bu milli enerjidi·r.

Türk Nasyonalizmini, bu umumi prensipiere bağladıktan sonra, her millete ait Nasvonalizm­ lerin müşterek temellerini; sosyolojide, psikoloji­ de, biyololide, ekonomide, tarihte ve umumiyet­ le, felsefede aramak doğru olurdu.

Milliyetçiliği, kavramlarla

gerçekler

arasın­

daki farkiara kurban eden dar bir sistem olmak­ tan ziyade, bir milli şuur, milli enerji davası ola­ rak anlıyoruz ve böyle bir anlayışla silahlanması­ nı dilediğimiz Milliyetçi Türk gençliğinin, her tür­ lü sabit fikirlerden ve doğmatizmden uzak kalma­ sını istiyoruz. Her güzel fikir, taassuba·, yobazlığa, doğma­

\ tizme düştüğü zaman, soysuzlaşır. Bunu asla ha­

� tırdan çıkarmamakla beraber, - 80 -

aksiyon planında


her fikrin gerçekleşebilmesi için, bir heyecan muharrikine ihtiyacı olduğu da unutulmamalıdır. Türk Nasyonalizmi, taassuptan kaçarken, canlı fi­ kirlere mahsus heyecan dolgunluğunu da muha­ faza etmelidir.

PiSiKOLOJi ve MiLLiYETÇiLiK:

Copernic'den evvel astronomi, nas ı l , güneşin a rz etra fında döndüğünü sa nmışsa, eski psikoloj i de içti mai hödiselerin ferdi ş u u r etrafında döndü­ ğ üne inan ıyord u . Fert demek her şey demekti : Vü­ cut, ruh, ben (moi) ve bu ben ierin yakunundan başka bir şey ol mayan cemiyet Meselô Rouseaq u fertleri m u t l a k vahdetler olara k ele a lıyor v e ce­ m iyet yapısını bunlar a rası nda ki içtimai mukave­ leden ibaret san ıyordu . Geçen asrın orta l a rına kad·a r m i l li haysiyet­ te b i r cem iyetler b i lg isi yoktu. Sosyoloji doğduktan son ra -ki bu ismi bile ona geçen asırda Aguste Comte verm iştir- va ktiyle astronomide nası l gü­ neşin a rz etrafı nda döndüğü kanaeti iflôs etmişse, cem iyet hôd iseleri n i n de terd in etrafında dönd üğü iddiası boşa çıkmıştı r. Artık fert bir hareket nok­ tası değ i ld i r. Sosyolog ların a raştırma ları gösteri­ yor ki, ilk icti mai taazzuv şekil leri olan grupla rda terd in rolü pek azdır. Yeni psikoloji de bu müşa-

- 81 -

F: 6

1


hedeyi teyid eder. Daha geçen asırdanberi Ameri­ kan ti lazotu Cha n n ig 'den başl ıyara k William Ja­ mes, Josiah Royce ve M . Baldwin gibi filozof ve psikologlar, cemiyet olmada n , ferdi şuurun ve şahsiyeti n teşekkül ü n ü n imkansızlığında ısra r et­ m işlerd i r. Royce daha i leri giderek d iyor k i : « H i ç kimse, içtimai benzerlerinin deva m l ı tesi ri altında bulun mad ı kça, kendisinin kend i olduğunun farkı­ na va ra maZ>> . Böylece insan ben ' i n i n doğ uşte va­ rolmad ığı, fakat öteki beniere sürtünerek teşe kkül ettiği anlaşıl ıyord u. i nsa n , doğuşunda şüphesiz i rsi ka bil iyatler taşı r. Bel ki daha ilk günden itiba­ ren zeki ve sosya l d i r. Fakat bu i rsiyet ona cem i ­ yetin had iyesi olduğu g i bi , bu ka biliyatler de ce­ miyet hayatının dışında teşekkül edemez. Psikoloji ba kımından a rtık bu fert mefh umu­ n u n terked i l mesi ve yerine şahıs mathumunun ika­ me edil mesi gerekiyor. Çünkü fert, biyolojide ve öte ki i l i m lerde de böl ün mez herhangi b i r vahdet manası nda kullanıla n bir mefh um olduğu icin i n ­ sana mün hasır değ ildir; bundan başka beynelmi­ Isi synthese cem iyeti tarafından ya pılan a raştır­

malardan da anlaşı ldığı g i bi ferdiyet mutla k bir

rea l ite olmaktan ziyade vahit mefhumunu a ndı­ ra n ve tah l i l i kolaylaştıran bir ölçü

kıymetinde­

d i r : Biyoloj ide de psikoloj ide de, sosyoloj ide de mutlak bir terdiyete rastlamıyor.

Ferdiyet, tert­

lerin kendi benzerleriyle temasla rı ve cemiyete i ntiba klar neticesi nde yerin i şahsiyete veri r. Bu takd i rde ferdiyet d a h a ziyade biycloj ! k, şahsiyet

- 82 -


daha ziyade sosya ldir. Başka bir yazımda da söy­ led i ğ i m g i b i <d!lsE!!-Jerd!t_etiyle tobjat1_ şa hsiv.e­ tiyle cem iyeti tems i l eder.»

Eski psi koloji ferd iyetle şahsiyeti birbirine 1 karıştırmak hatasına düşüyordu. Halbu ki insa n ı n ı ,. ferdiyeti bir ata , şahsiyeti bir suva riye benzeti­ leb i l i r. Uzviyetimiz üzerine camiyetirniz binmiştir. Bu b irleşmeden fert değ i l , şa hıs doğar. Bir fe rd i ­ yet i m izle hayva n , şahsiyet i m izia insanız.

Fa kat şahsiyet ya lnız cem iyete i ntibaktan doğmaz; onun tam teşekkülü icin bazen içtimal beskılara ka rşı koyması da lôzımdır ki, şahsiyetl i adam ded i k leri m izde de bu mu kevemete rastl ıyo­ ruz. Fakat bu m u kavemet ferdi değ i l , şahsi va kökleri ba kımından yine icti maid i r. Çünkü deva ın­ lı bir değişme h a l i nde bulunan cemiyetin bo s : ; ı ­ ları (örfleri, ada letleri, a n 'a ne leri , ka nu nları n v e bi rçok müeyyideleri) a rasında, tekômüle tôbi o l ­ du kları i ç i n değ işrneğe ma hkum olanları vard ı r. Cem iyet bunları değ işrneğe inkı lôpçı büyü k ş.:ı h ­ siyetleri n i m e m u r eder v e onlarda y ı k ı l maya mah­ kum be skılara karşı mu kavemet uyandı rır. De­ mek ki, terd i n kend isine intiba k ı n ı yarata n c e m i ­ yet olduğu g i b i m u kavemeti n i em reden de cenı i­ yetti r. Fertlerde yarattığı bu intiba k sayes inde n:­

zamına ve sağ l a m a n 'anesini muhafaza eden ce­ miyet, bu m ukavemet sayesinde de çürük ·:ı :ı'a­ neleri n i tasfiye ederek muhta ç olduğu i n kilöba kavuşur. -

83

-


Milli olmayan içtimai bir müessese, hatta iç­ timai bir vakıa yoktur. Çünkü cemiyet olmasa şa­ hıslar, şahıslar olmasa cemiyet olmaz. Şahsiyelin teşekkülü zekanın teşekkülüne tabidir. Dil olma­ dıkça zeka teşekkül edemez. Dil milli bir müessese olduğuna göre, psikoloji bakımından da cemiyetin bünyesi millidir.

Gayrı m i l li cemiyet gösteri lemez. Tari hte bü­ yük imparatorluklar tasfiyeye uğrıyarak m i l li cö­ mia lara ayrı lmışlard ı r. Eski Roma. Avustu rya ve Osma n l ı i m paratorl u kları i lö h . . . g i bi. (Bug ü n ü n tezgöhı nda da tasfiyeye mahkum imparatorluk­ la r görüyoruz!) Fa kat bunlar bile, tebaa larını ken­ di m i l l iyetlerine mümkün olduğu kadar temessül ettirmek şa rtile bir m üddet yaşa mışlar ve yaşa­ ma ktad ı rlar. Çeşitl i m i l l iyetlerden mürekkep Bir­ leşik Devletler cömiasında tek d i l ve Anglo - Sak­ son ruhu hökimdir, sun'i bile olsa orada bir Ame­ ri ka l ı l ı k yaratılmıştır. Çünkü psikoloji bakımından şahsiyetin teşe kkül edebi l mesi ve insanın, ferdiye­ tini, yö n i hayvanlığını oşabilmesi icin, ictimai mu­ h iti nden a ld ı ğ ı tesirierin m i lli bir i nsicama sa hip olması lözımdır. Bu in sicam ol mazsa terd iyetin mukavemetleri ve isyanları, m i l li bir ahenkten mahrum ka lan cem iyeti c i l yavrusu g i bi dağıtır.

Eski psikolojinin za nnettiği g i bi i nsa n. fert hal i nde, görünmez el lerle kend i kend ine ca lan bir musiki ö leti değ i l d i r. Onun bir sazendesi va rd ı r ve bu sazende cemiyettir, m i l li cem iyet. -

84

-


Ferdiyetimizi bir radyo cihazına da benzete­ bil i riz. Eski psikoloji, bu cihazı n icindeki sesleri kend i l i ğ i nden olma sanıyordu, bunların d ı şa rıdan geld i ğ i n i bilmiyord u . Yeni psikoloji bu cihazın icin­ de kon uşa n , haykıra n , şarkı ve fikir söyliyen sesi n cem iyet olduğunu sosyoloji i le beraber kabul et­ mekted i r. Artık Tarde - Durheim a rasındaki fert­ cem iyet münakaşa la rı sosyolo j i n i n ta ri h i ne ka rı�-,­ yor. Psi kolog J . Piaget, «Fert m i evvel, cem iye� m i ?» dôvası n ı , «Tavuk mu, yum urtada n çıktı yu­ ryı urta mı tavukta n? münakaşasına benzetir. Sos­ yoloji ba kımından olduğu kadar ps i koloji ba kı­ m ı ndan d-a münasebet, fertle cem iyet değ i l , şahsi­ yetle cem iyet arası ndad ır. Bugünkü psikolo j i , şah­ s iyet i n , fertler a rasındaki ictimai temasla rla ve cemiyetin mutlak tesirleriyle teşekkül ettiği neti­ cesine vardığı için, büyük dôva mız hesa bına şu hükmü vermekten cek inmiyeceğ iz:

MiLLET OLMIVAN YERDE ŞAHSiYET VE ; , ŞAHSiYET OLMIVAN YERDE iNSAN YOKTUR. /

EKONOMi VE M iLLiYETÇiLiK

Hü rriyetci e konom i n i n temel i ferttir. Devle­ t i n vazifesi terd i n menfatlerine bekçi l i k etmek­ ten i ba ret ka l ı r. Bütün iktisadi münasebetler, a rz

- 85 -


ve talep, sermaye ve emek, ithalöt ve i h racat, fartler ve onların teşkil ettikleri sınıflar a rasında­ ki serbest rekabet ve m ücadelenin neticesine bı­ ra kılmıştır. Devlet hökim sınıflario mahkum sı nı f­ lar a rası nda ki büyü k m üsavatsızlık önünde bita­ rafl ı ktan ayrı lmaz. Ferdin menfaatlerine ôlet ol- )

makta n başka hiçbir vazifesi kalmayan hürriyetçif devletin milli bir ideali yoktur. r

Bugünkü demokrasi Avrupa ' n ı n sanayi mem­ l�ketlerinde doğmuştur. Bu sistem ziraatci mem­ leketlerin istismarına daya n ı r. Ya pılan hesa plara göre sanayici memleketierde bir işeinin temsil et­ tiği iş, z i raatci memleketlerde beş altı işe i n i n elde­ .edebildiğine muad i ld i r.

Demokrasi, ki birkaç büyük sanayi memle­ ketinin geri kalan bütün dünya memleketlerini sö­ mürmesinden başka bir şey olmıyan sanayi kapi­ tal izminin hukuki bir ifadesidir, istismarcı millet­ tarzda leri dünya tarihinde eşi görülmedik bir zengin etmiştir. Hakikatte, zengin olan bu millet­ ler değil, bu milletler içir.de beyne!milel sermaye­ nin ortağı ve ajanı olan fertlerin teşkil ettiği bir tek sınıftır. O memleketlerde bu tek sınıfın kazanç şebekesi dışında kalan ekseriyet, yine dünya ·ta­ rihinde eşi görülmedik bir sefalete düşmüştür.

S ı n ıf m ücadelesi bu tezetten doğar. Çünkü, M. H . Lenormand'ın pek iyi formülleştird i ğ i gibi istihsa l i n iki ö rn i l i vard ı r: Sermaye ve emek. Bu -

86

-


i k i ômi lden kazane elde ed i l i r. Bu kazancın bir parçası, kôr h ô l i nde sermayeye g ider; öteki par­ çası ücret halinde emeğe verilir. Sermayeci de, iş­ ci de bu kaza ncın büyük parça ları na sa hip olmak isted i kleri icin, a ra larındaki çatışmadan sınıf mü­ cadelesi doğm uştur.

'

Hürriyetci devlet, prensi pleri ba kı mından, bu mücadelede iki tarafı serbest bıra kma k zoru nda olduğu icin a ra larını bulmağa ne mezun, ne de m u kted i r. Mezun değ ildir, çünkü l i bera l bir ni­ zamda rekabet, mücadele ve fertlerin fertleri, sı­ nıfların sın ıfları istismarı serbesttir; mukted i r de­ ğ i l d i r, çünkü sınıflar a rası nda ki müsavatsızlığı ve mücadeleyi ortadan ka ldıra n b i r teşki lôtta n mah­ rumd u r. Sınıf mücadelesi ve ona dayanan mark­ sist ekonomi, bu h ü rriyet niza m ı ndan doğdu. Taş­ kın bir fertciliğe daya nan bu h ü rriyetci niza rn fertlerde kazanç h ı rs ı n ı o hale getird i ki, parada n başka Allahı ka l m ıyan benci ve menfaatci bir be­ z i rgôn ahlôkı yarattı.

H ürriyetci ekonom inin karşısına iki azı l ı düş­ man çı ktı : Ma rksist ekonomi, m i l li ekonom i .

!'Agrk_sjş_1_ eko__rıomi... zaferini m a h k u m sınıfın hôkim sın ıfa gelebesinde a rıyordu ; hayalen bütü n m i l li h ud ut l a rı sil iyor. «Dü nya işeileri birleşi­ n iz ! » diyordu. M illi ekonomi, hôkimiyeti bir sını­

fın

elinden

ötekine,

vermek

- 87 -

değil,

sınıflar


arasındaki ihtilefı ve müsavatsızlığı milli men­ kaldırmak devasındadır. Sı­ faat lehine ortadan nıf yok, millet var; ferdi menfaat yok, milli men­ faat var; hak yok, vazife var; ben yokum, biz va­ rız. Fakat buradaki « yob izafidir: Once milli son­ ra ferdi menfaat: önce vazife, sonra hak; önce biz, sonra ben . . . demektir.

Bunun icin ma rks ist ekonomi ferdi m ü l k iyeti ortadan ko ldırmak isted iği hôlde m i lli ekonom i­ nin böyle bir dôvası yoktur. O, rekabete de cevaz veri r. M i lli ekonom i n ; n gözü nde kaza ne bir suc değ i ldir.

Şu kadar ki mülk iyet, rekabet ve kaza ne hü rriyetci ekonomide olduğu g i b i , m i l l i menfaat ve mahkum sını flar a leyh ine başı boş bıra k ı la ­ maz. Alabildiğine kazanca, paraya tapan ahleka, lükse ve sefahata paydos! i stihsa l i n i k i ô m i l i , ser­ maye ve emek, a ra larında sınıf kavgasına imkôn bırakmıyacak bir teşkilôtla , kaza neta n - isted i k­ leri değ i l lôyı k oldukları ve mi l li menfa.ate en uy­ gun payı a l ı rlar. H ususi menfaatleri n h ô k i m i ve nôzım ı ômme menfaatidir.

Marksist ekonomi devayı sınıflar arasında görür. Halbuki sınıflar milli camialar içinde teşek­ kül etmişlerdir. Bu cemiyet kadrosu olmıyan yer­ de sınıf yoktur. Devayı parçada değil, bütünde gören milli ekonomi, sınıfların menfaatını milli nfaatl ayarlıyarak bu mücadeleye nihayet

-

88

-


verir: bütün şartlarını ıslah ederek arasındaki ahenksizliği ortadan kaldırır.

parçalar

Sınıf mücadelesine dayanan ma rksist ekono­ m i , escsen bu mücadeleyi doğura n h ü rriyetci eko­ nom i n i n pici olduğu icin, l i bera l izmle beraber o da yıkılmaya mah kOmd ur. Çünkü olmıyan bir ni­ zamda ne sınıf mücade lesi, ne de ona dayanan ma rksist ekonom i n i n vücuduna lüzum ka l ı r.

Liberal nizamda patronların menfaatini pat­ ran sendikaları, işçilerin menfaatini işçi sendikala­ rı korumağa çalışır. Aralarında bazen grevlerle neticelenen şiddetli mücadeleye devlet karışmaz. Ister grevle neticelensin, isterse birçok iktisadi ha­ sarlara sebep olsun, bu mücadeleden en çok zarar gören milli menfaattir. Senelerdenberi Fra nsa Amerika bize bunun sayısız canlı misal leri ni ver­ m iştir. M i l li e konom i , bu send ikaları devletin mura ­ kabesi a ltında korporatif bir n izam ı n içine a l ı r. Bütün isti hsa l , isti hlôk, ma l iyet, ücret, fiyat mese­ leleri, m üsavi reylere sahip olan işçi lerle petron­ lar a rasında, bu korporasyonlarda halled i l i r. H a l ­ ledi lmed i ğ i ta kti rde, ômme menfaati n a m ı n a Devlet müdahale eder ve dôvôyı, şu veya bu tarafın değ i l , ômmen i n leh i ne karara bağlar. Bugün Avrupa memleketleri n i n her biri, ken­ d i bü nyesine göre ve birbiri n i ta klid etmeğe muh- 89 -


tae olmadan herbiri ayrı bir korporasyon n izarnı vücuda g etirm iştir. M i l li bir kadro içinde i ktisadi birl i ğ i vücuda getiren bu teş k i lôt, modern demok­ rasi n i n babası sayı lan Fra nsa 'ya da n i hayet g i r­ m i ş b u l u nuyor. Çünkü l ô kırdıda ka lmak istem i­ yen b i r m i l l iyetç i l i k , m i l l i b i rl i ğ i n i , bütün i ktisadi i hti lôfları ortadan ka ldıra n ve gayri tabii kazanc­ lara i m kôn bırakmıyan böyle bir teş ki lôta bağla­ mak zoru ndadır.

BiYOLOJi ve MiLLiYETÇiLiK

Bundan önceki kısımlarda bir çok sosyolog la­ rın biyoloji kanunlarını cem iyette tatbik etmek is­ ted i klerini ve sosyolojide biyo - organ isist grupun hangi fikirlerle teşekkül ett i ğ i n i yazmıştı k. Biyolo­ j istler a rası nda da insan cem iyetleriyle hayva n ve daha aşağı va rlıkla rı taazzuvları a rası nda tıpkı l ı k (ayn iyet) münasebeti gören ler va rd ı r. Bunlarda n La marck okuluna sadık ka lan Fra nsız b iyolojisti meşh u r Felix Dantec, mu kayeselerine en çok vu­ zuh verrneğe muvaffa k olanla rdan biridir. Bu ôlime göre taazzuvda en geri kalmış var­ l ı k la rdan insa n g ib i en tekômül etm işlerine ve tek h ücreiiierden çok h ücreii iere kadar bütün can l ı - 90 -


va rlı klar, h ücre, k ü me, sürü ve cem iyet hayatla­ rında aynı biyoloji kanunların ı n emri a ltındadır.

Bütün canlı varlıklarda her birinin

mensup

olduğu kantonun zemini onun vatanıdır. j sti hs.a l edi len gıda mahdut olduğu icin bu m ensup fertler

ka ntaniara

a rasında şiddetli b i r rekabet ve

mücadele vard ı r. Fakat ra kip g ruplara mensup ol, d u klon halde,

aynı ka nton u n fertleri a rasında müşterek bir bağ da va rd ı r. Ö yle k i hepsi birbir­

lerine ra kip oldukları ha lde kendi zem i n leri nden olmıya n l a rı yabancı sayarlar ve onlara düşman­ d ı rlar. Ya lnız insanim ve hayva n l a r a rasında değ i l , en aşağı taazzuv derecesindeki bütün ca n l ı varl ı k­ lar a rası nda da birbirleriyle bi rleşerek b i r uzviyet bütün höline gelmenin en büyük ö m i l i , müşterek b i r düşmana karş ı toplu müdafaa ihtiy.a cıd ı r .

.

Bir camiaya ve bir millete mensup insanlar ara � sında kardeşlik hissini doğuran şey, bunların ara­ sındaki müşterek menfaatlerden gelen bu müdo­ fao zaruretidir. Eğer bu müşterek düşman olma­

sayd ı , insan, hayvan ve hücre, fert hclinde bütün canlı varl ı klar birbirlerin i yerierd i ve hayattan eser ka l mazdı. Sathi görüşle yo kıcı bir felö ket sa­ y ı l a n harp biyolojisi görüşü ile, bütün co n l ı va rlık­ l a rı n hayatını idöme ettiren yapıcı ve yaşatıcı bir zarurettir. Çünkü en küçük ca n l ı va rlı kta n en bü­ yüğüne kadar taazzuv ve hayat höd ises i , müşte­ rek b i r düşmona karşı b irleşen fertleri n derece d

r

-

91

-


rece g ru pleşması i l e m ü m kü n olabil iyor. Eğer a ra l a rı nda bu boğ uşma ol masayd ı , o grupların h iç­ biri var olamıyaca ktı.

Felix le Dantec, e bedi sulhün ve insan iyetc i ­ l i ğ i n biyoloji ka n u n i a rı na aykırı b i r t a m haya lden başka bir . şey olmad ı ğ ı n ı şöyle izah eder: « Hayat bir mücadeled ir; harb ca nlı varl ığın en a lelôde fonksiyonudur. Bu harb kel i mesi n i ya l­ nız ra kip ve komşu m i l letler a rasındaki mücadele­ ye hasrederler: fakat aynı zamanda bir m i l letin mensu plarını birbirine katan mekni ve sivil harp­ le r de vard ı r ki, eğer bu ecnebi istilôsı n ı n tehd i ­ d i ol masa m i l letieri n vücud unu ortadan kaldıra n ihtilôflarla neticelenird i . »

« B i r kere m i l letler teessüs ettikten sonra, fert­ ler a rasında olduğu gibi bunlar a rasında da tabie­ tiyle kıskançlıklar ve reka betler doğ.a r. Ferdi kin­ lerin ya nında kollektif kinler vard ı r ve bu, hayat hôd ises i n i n mah iyetinin neticesidir. Bôzı li aya l­ perverler, metafizi k fikirlerden ilham a larak bü­ tün i nsanlar ara s ı nda kardeşlik özlemişler ve hül­ yalarının yıkılışı önünde insa n ı n ta biatı n ı itharn etmişlerd i r. Haksızdırlar: i nsanı değ i l , hayatı it­ ham etmek lôzı mdır. »

«Tarih bize öğretiyar k i m i l letler, ister küçük ve ister geniş toprakları kaplamış olsunlar, komşu -

92

-


m i l letlerle sık sı k harb halinde bulun urla r. Sulh devreleri a normal devrelerd i r ki bu zama nlarda ra ki pler birbirl erin i tepeden tırnağa kadar süzer­ ler ve birbirleri n i n zaaf anını beklerler. i ki mil let döğüşmezse, bu onların seviştiğ i n i değ i l , fakat birinin ötekini yeneceğ inden emin olmad ığını gös­ terir.»

Cihan sulhunun dostu ola n fi lozoflar m i l let­ leri birbirine düşüren bu d üşma n l ı k h islerini ayıp­ larlar; hayatın bir mücadele olduğunu unutarak bir dünya federasyonu sayı k la rl a r; veh i mden başka bir şey olmıyan bu ü m itleri n i insanların iyileri a rasında yayı lmış bulunan kardeş l i k h isle­ rinin menşeleri n i b i r türlü hatırla mazla r. Bu h isle­ ri doğura n h a rbd i r; menfaatlerin birbirinden ayır­ d ı ğ ı fertleri toplulukla r haline getiren, müşterek düşmana karşı b irleşrnek za ruretid ir; işte ailenin bu müşterek düşmanıdır ki, kardeşler a rasında . kardeşl iği doğurm uştur; işte m i l letin bu müşterek d üşmanıdır k i , vata ndaşlar a rasında kardeşl iği doğ urm uştur.

Biyoloji g i bi i nsa nların i htilôfla rı önünde ta­ mamiyle objektif ve tarafsız ka lan bir tabiat i l ­ m i b i le, en büyü k m ütefek kirleri n i n d i l iyle, bize m i l l iyetç i l i k mefh umunun ne

kadar hayali oldu­

ğunu söylüyor. Bu makalede ya lnız bir te k i l i m adamının şa hitliğ iyle kanaat ed işimiz, biyoloj i da­ l ı nda böyle düşünenierin bir kişiden ibaret oldu-

- 93 -


ğ u n u göstermez. Bilö kis. ya l n ız isimleri n i n l istesi bile küçük bir makale n i n çerceves ine sığ mıya n pek çok biyoloj ist b u ka naatted ir. Ben kendi hesabıma biyoloji kanunları n ı n b u kada r şaşmaz b i r uyg u n l u kla cem iyet hayatı­ na tatbik edilebi leceği n i m ü nakaşa götürmez bir hakika t sayanlardan d eğ i l i m . Fakat biyoloj i n i n sos­ yolo j i n i n ayrı ayrı kanunla ra tabi olmaları a ra la ­ rında hiç b i r m ü nasebet b u l u n madığını ispat et­ mez. Felsefe ba k ı m ı ndan taazzuv ve top l u l u k (Associati no) had iseleri n i n b ü t ü n canlı v e cansız varl ı klarda aynı ka nunlara tabi olduğunu görü­ yoruz.

TARiH VE MiLLiYETÇiLiK

Tari hte m i l l iyet fikri insan kanı i le sulanan ve asırdan asıra boy ata n bir ağaç vuzu h u i l e gö­ rünür. Onun toh um larına ilk çağlarda rastl ıyoruz. Roma nın parcalanmasiy:e Ortaçağda asri m i l let­ ler fidan ha linde be li rmeğe başla mışlard ı . Röne­ sansta n sonra m i l li birl i kler. za manım ıza kada r tam gövdeleriyle taazzuvları n ı vücuda getirrneğe deva m ediyorla r. Ö yle ki bütün insa n l ı k tarihi, m i l l iyet fikrini, m i l letierin teşekkülü vakı.ası n ın,. - 94 -


toh um undan en yüksek dalının ucuna kadar, ol­ gun laştığ ı n ı gösteren m i l li taazzuv hôdiseleri n i n silsi lesinden başka bi rşey değ i l d i r.

Antikite cağ ı ndaki eski şark i m pa ratorl ukla­ rına ba ka l ı m . Bir m i l let toh umu h a l i nde, kend ine has vasıflarda şahsi ve ori j i n a l bir Mısır kavmi gö­ rüyoruz. Fakat bu tohu m bize bir M ısır m i l letin­ den bahsetmek cesaret i n i verecek bir taazzuva kavuşmamıştır. Asuriler ve Kelda n i l e rde de m i l let ta rikosını görmek mümkün değ i l d i r. i ra n henüz asri bir m i l leV.n vasıfları nı taşı maktan uza k b i r kavi m , olgunlaşmamış m i lli istidatların dağ ı n ı k bir côm iası h a l i nded ir.

Akdeniz Avru pasında bir Yunan m i l leti yok­ sa da Yunan toh u m l u bir çok site m i l letleri vard ı r: Teb, Isparta . Ati n a . Kendi kend isiyle fası lasız harp hal inde bulunan b i r kavi m , s iteleri a rasında m i l li bir vahdet yarata b i l miş değ i l d i r. Roma i mpara­ torl uğu, Grek leri. i spanyolları , Ga lya l ı ları, Mısırlı­ ları ve diğer kavim leri idari ve siyasi bir vahdet a ltında toplıyan gayri m i l li bir teşkilôttı r. Fa kat bu cô mia içinde müstakbel m i l letierin tohum ları i l k fı rsatta toprağı çatioto rak müsta k i l bü nyeler h ô l i nde fışkırmağa hazı rla nmaktad ı r. Roma i m­ paratorl uğu cô m iasına dahil kavimlerin bir m i l ­ let haline gelmek i c i n mu htaç old ukları sahayı kend ilerine veriyor: Bizans, i ta lya , i spa nya , Ga lyo bu impa ratorluğun çerçevesi içinde müşterek m i l ­ li vasıflar kaza nan kütleler h a l i ne gel rneğe başla-

- 95 -


mışlard ı r. Asri m i l letierin teşekkülü Roma n ı n par­ -ca lanmasını bekler. Şa rkta Bizans, i l k önce Tra kya , Anadolu, Su­ riye ve M ı sır a rasındaki ihti löflar yüzünden m i l li birliğini kuramadı; fakat i m pa ratorl uk dış eyaJet­ leri n i kaybettikçe Yunan olmıyan bölgeler ortada n kalkmağa başladı, Yuna nca g ittikçe daha fazla yayı ldı ve i ra n l ı la ra , Arapla ra , Türklere ilh . . . ka r­ şı açılan ha rpler, Biza nslılara , Elenizm. fikri n i n deri n l i ğ i ne, kültürünün yüksekliği ne, dini v e s i ­ yasi vazifelerin i n mukaddesliğine inanmak i htiya­ c ı n ı verd i . N itekim mil let denrneğe löyı k i l k cemia­ nın i stanbul etrafı nda teşekkül ettiğini görüyo­ ruz.

Balkanlarda onuncu ve on üçüncü asır ara­ sında Bulgarlar, on birinci ve on dördüncü asır arasında Sırplar milli duygudan mahrumdular. içlerinde taşıdıkları milli tohum, ancak Osmanlı istilasından sonra, siyasi, içtimal ve dini ihtilafla­ rin tesiri altında büyüyor, milli bir mukavemet şuuru haline geliyor. Rumenler on üçüncü asırdan sonra beliriyorlar. Avrupanın garbında milli benliğini ilk

bulan

milletlerden biri Fransa'dır. On dördüncü asırdan sonra ya ptığı harpler ona bu şuuru verd i . Fransız ruhunun teşekkülünde Yüz Sene Muharebeleri n i n büyük tesi rleri vard ı r. N i hayet Jeanne d 'Arc m i l ­ l i köpürüşü son hadd ine vardırıyor. -

96

-


Aras sulh ünden sonra yıkılan i ngiliz hôkimi­ yeti Fra nsa'da m i l let fikrinin ve m i l l iyet duygusu­ nun parlamasına da sebep oldu. ispanya, bütü �

m illi benliğin i ve varlığını Araplarla yaptığı har. ) be borçludur. ıspanyolların ru hunda uzun zaman « iman» ve «Vatan» mefhumları kardeş fikirler ha­ l i nde yaşa mış, i spanyol kra l l a rı bu m i l li duygu­ n u n teşekkü l ü ne tam mônôsiyle ça lışmıştı r. i svicrede de dışa n ki d üşma nlario muharebeler m i l li , duyg u n u n teşek k ü l ü n ü temin eder: 1 3 üncü asırda Avusturya ha neda nianna karşı m ücadeleler ve Giyo m Tel efsa nesi i sviçre'de uyanan m i lli istik­ lôl aşkı nın bel i rti lerid i r.

i talya 'ya gelince, Ortaçağ son unda Avrupa '­ nın en medeni memleketi arasıdır. Fa kat 1 9 uncu ası r sonuna kadar i talya m i l li vahdetten ma hrum kalmıştır: Vened ik, M i lôno, Cenova ve Floransa a rasındaki mücadeleler eski Yunan siteleri n i hatır­ latır. Fakat i talya aşkı ve i talya n l ı k mefh umu dai­ ma canlıdır. Hep eski Roma i mparatorluğunu ye­ n iden kurma k h ülyası, m i lli duygunun teşekkü l ü n ­ de büyü k bir rol oyna mış, fakat ç o k defa i ta lya n ­ ları müthiş hayal sükutları na uğratmıştır. N i hayet 1 4 cü asırda Da nte, i ta lya nlara m i l li birliğin en büyük tılsı m ı n ı verd i : M i lli i ta lyan d i l i .

Rönesanstan sonra büyük devletler ve m i l li birlikler mutla k şek i l lerini a l mağo başlamışlard ı r. A rt ı k m i l l iyet duygusu hep m i l li d i l şuuriyle ka­ rışmağa ve yükselrneğe başl i yor. 16 ncı asırda bir yandan Rönesans hareketlerin i n , bir ya n d a n da -

97

-

F: 7


Osma n l ı i mpa ratorl u ğ u n u n Avrupa'da yayı l ması­ na şahit ol uyoruz. Türklere karşı acılan harpler

sayesinde bôzı Avrupa milletleri milli benlikleri­ ' ı:ıin şuurunu daha fazla kazanmaktadır.

Avrupa ' n ı n garbı nda da m i l li şuurun billur­ laştığını görüyoruz. i ngilterede'de, bil hassa El iza­ i n g i l izler, en büyü k bet'ten sonra ( 1 558 - 1 603) düşmanları i spanyol lar ka rşısı nda m i l li ben l i kleri­ ne dönrneğe baş lıyorlar. Merkezi Avrupa'da Al­ man Reform hareketi sür'atle m i l li bir ka l k ı n ma h a l i n i a l m ı ştır. Romen - Cermen i htilôfı m i l li şuu­ run parlamasına sebep olduğu gibi 1 552 i le 1 534 a rasında Luther'in i nci l'i Almancaya tercüme ettir­ mesi de Germen l i k idea l i n i n teşekkülünde refor­ mun büyük tes i rleri n i kolaylaştırmıştı r.

Fra nsız ihti lôlinden sonra, m i l let fikri n i n ve m i l let hôd isesinin bug ünkü i n kişafına doğru ge­ niş adımlar attığı görül üyor. « Hôkimiyet m i l le­ tindir>> prensibi o zaman doğmuştur. Biraz sonra, 16 ncı asırdanberi türlü idarelere bölünmek yü­ zünden m i l li vahdetini bularnıya n ve büyü k bir aşkla a rad ı ğ ı mi l li taazzuvuna kavuşa m ıyan i ta l­ ya , n i hayet 18 inci asırda m i l l iyetçi muharri rleri­ nin tel k i n soğa nağı altı nda uyanmağa başlıyor. Fa kat Alma nya'da m i lli heyecan ve ka lkınma çok daha aza met l i ve ihtişa m l ıd ı r. Büyük Fichte, bir m i l letin ru hunu başka bir m i l letin ruhuna i rca et­ mek imkônı olmadığını isbat eden meşh ur « N u - 98 -


tuklan> adlı kitabını yazıyor, m i l letin yaşıyo n bir uzviyet olduğunu haykı rıyor.

Artık 1 0 uncu asrın birinci ya rısından sonra Avru pa 'nın cenup doğ usunda, merkezinde, cenu­ bunda o zamana kadar m i l li birlik lerinden mah­ rum ka lan birçok memleketlerin tarihi d i leklerine kavuştu kları nı görüyoruz : Romanya, Yunan ista n, Sırhistan istiklôllerini e lde etm işlerd i r, Bulgaris­ tan mu hta riyete naildir. i talya 'da Cavur'un deha­ sı parlıyor. Onun politikası i le Victor Emmanuel, Nopoli kra l lığ ına geçiyor ve Papa 'nın mem leket­ lerine sa hip ol uyor. i talya n vahdeti ve nihayet Roma 'nın fethi bir hakikat olmuştu. Alma nya'da Bisma rck. Prusya kra l ı n ı n imparatorl uğu altın da büyük birliği ku ruyor.

'

On dokuzuncu asrın son larında m i l l iyetçil ik, a rtık ya lnız tarihi bir kader ve mi lli bir heyecan değil bir i l i m sistemi ve kaide haline gel rneğe baş­ lam ıştı r. Yirminci asırda bilhassa geçen Dünya H a rbinden sonra bu tarih hareketi n i n ne büyü k z.a ferler e lde etti ğ i n i gördük. Bunların başında Türk i sti klôl Harbi gelir.

M i l liyet fikri, ta rihin i l kçağla rında bir toh um. Ortaçağlarında bir fida n , zama n ı m ızda gölgesini bütün dü nyaya sa lan bir ağaç ha l i nded i r. Ta­ ri h , bu a ğacı devirmek icin onun köküne vuru­ l a n her balta n ı n kırıld ığını gösteriyor. Çünkü bü-

99

-


tün tarih boyunca insan toplulukları n ı n en bü­ , yük özleyişi tam ve müsta kil bir milli taazzuva kavuşmaktad ı r. insan tani ferdiyetinin üstünde

' kendisini müşahhas bir gerçeklik halinde yaşa­ tacak bir ideale sarılmakla ölmezliğinin sırrını u lmuştur.

FELSEFE VE MiLLiYETÇiLiK : Bütün felsefe ta rih i nde hayatı izaf eden b i r­ birine zıt i k i fikir görü n ü r. Bunla rdan biri, can­ l ı varlığı cansız maddenin fiziko -şimik had isele­ rine i rca eder. Hayat, maddeden ve onu terkib eden atom l a rı n hareketinden müsta kil bir pren­ sip değildir. Felsefede mekanizm adını a l a n bu görüş, hayatın bütü nünü maddenin pa rçale riy­ le izah eder. Bunun zıddı olan fikre göre hayat maddeden ayrı bir prensiptir ve fiziko - ş i m i k unsurlarına i rca olunara k i z a h edi lemez. H aya­ tın bütünüyle onu terkib eden madde unsurları a rası nda öyle karş ı l ı k l ı bir m ü nasebet va rd ı r ki parça l a r bütüne bağlı olmadan var olamazlar.

Hayat bir makinenin hareketine benzemez. Makinede parça, bütününden ayrı da mevcut oldu­ ' ğu hôlde canlı varlıklarda, mesela ağaçta yapaklar ancak ağacia beraber yaşayabilirler. Fel­ efede vitalizm adını alan bu görüşe göre par­ aların hayatı bütünün hayatına tabidir, parça ütünün emrindedir.

)

u'

M i n nacık atom lardan koskocaman g ü neş sistem ine kada r her va rlık bir topluluk (associa-

1 00

-


tion) hôlinded i r: Bir h ücre, bir yapra k, bir ağaç, bir insan ruh u , bir a i le, bir ki lise, bir send i ka , bir i l im cem iyeti, bir m i l l et . . hep bire r topluluktur; her biri n i n parçaları, iş böl ümü i l e ayrı ayrı, ba­ za n da birbiri ne zıt fonksiyenlara sa h i ptirler; fa­ kat her topluluğun kendi has bütü nü, pa rca ları­ n a müşterek bir va rlık vechesi verir. Bir uzviyetiri unsurları da ne kadar çeşitli ve birbirile ne kadar m ücadele hôlinde olursa olsun, bütünün hayatı­ na ya rdım eder ve bu bütü nün emri nde, onun hayatını muhafazqya ve ida meye ça l ış ı r.

i l i m ieri n yeni bul uşları parca lardan bütüne giden mekanist görüşten ayrı lmakta bütünden parca lara g iden vita l ist görüşe sarı l ma ktad ı r. Gramerde bile eski Yunan ve Roma za manı ndan­ beri cümle teşkiline ya rıya n , unsurla rı n , isim, sı­ fat, zamir, ilah . . . g ibi kelime böl ü mleri n i n tasn i ­ file başlıyan eski ta h l i lci u s u l terked i l m iştir v e ye. rine Almred Brunot, Mei let, Vendrynes gibi en bü­ yük l isa niyatcıları n m ü jdecisi old ukları terkipci usul gelm iştir. Yeni gra mer. kelime pa rçasından cüm lene şa hit oluyoruz. Cemiyetleri fe rtler a rasın­ daki riyazi topluluktan ibaret saya n ve «ekseriyetıı g i bi kemmi bir prensibe dayanan ferdiyetci libera l izm i n meka n i k görüşü yıkılı yor: cem iyetie­ rin makine g ibi parcalardan kuru l a n ve i nsan i ra ­ desiyle vücut bulan sun'i va rl ı klar değ i l , uzviyet g i b i bütünü ve pa rca ları aynı zama nda teşekkül eden, parca ları bütünün emri nde ve istikameti n­ de gel işen tabii va rlıklar olduğu a nlaşıldığı icin, geçen Cihan H a rbinden beri yapılan inkılôpların -

1 01

-


hepsi tek şefli, tek pa rti l i ve tota liter bir cem iyet bünyesi doğurdu lar. Bu h a rb içinde l i bera l d e­ mokrasilerin de resmen bu bü nyeye doğru isti­ ha le ettikleri n i , harbden sonra daha teme l l i b i r i n k ı l ô p geçirmek yol una g i rd i kleri n i görüyoruz. Bilhassa cemiyatieri n hayatı na mekan ist gö­ rüşü n tam b i r iflôsa yuvarlandığı na zerre kada r şüphe yoksa da felsefi sistem lere has olan mücer­ ret mefh umları daha i htiyatlı kullanma ktan a l ı ­ nacak dersler v e faydalar da yok değ i l d i r. Haki­ katta meka nizm ve onun a n titezi g i b i görünen es­ k i ve yeni vita l izm a rasındaki zıddiyet za hiridir. Çünkü rnekanizm i n bütün prensipleri n i ka bul eden vitalizm, onu ihtiva etmek su retiyle aşmıştır: H a ­ yat hadise lerinde fizi ko- ş i m i k unsurları n rol ü n ü bittabi i n kô r etmez; bunların faal iyetile hayat a rasındaki sıkı münasebeti el bette kabul eder; fa­ kat hayatın bu unsurlardan müsta kil bir prensip olduğuna i n a n ı r. Şüphesiz insan vücudu bir ma­ kineye benzer; fakat makineden i ba ret değildir: onu işleten hayat cevheri, h ücreye varı ncaya ka­ dar en küçük pa rç.a sının b i l e varl ı k şartıdır. Fon k­ siyon ba kım ından mak ineyi andıra n ve rnekan ist­ leri bütü nüne (sinta ksa) değ i l , cümle bütününden kel i me bölümlerine g iden terkipçi usulü kabul eder, (Yeni bir gramer metodu hakkında lôyiha­ Ahmet Cevat Emre Maarif Vekô leti neşriyatı n ­ da n.) Psikoloji de klôsik tah l i l ve tasnif metod u n u terketm işt i r. Gerek Behaviorisme, gerekse Ges­ talt ve şynthese psi koloj i leri, şuurlu ve şuursuz -

1 02

-


her ruh vakıasının b i r sentez (terkip) mahsulü ol­ duklarını ve ruh hayatının hiçbir yerinde unsur­ lara ve rılmadığı icin ruh hayatı nda sentezi mut­ lak bir ka nun sayılması lôzım gel d i ğ i n i bel i rtir­ ler. Bu ruh bütü nleri, daima , parca larını teşkil eden ruh unsu rla rının yekununda n fazla ve baş­ ka b i r şeyd i r. (Dwelsha uvers'den M. Şekib Tunç'­ ' un tercüme ettiği Ps i koloji - Maarif neşriyatı nda n.J Hek i m l i kte de i nsan vücudu denilen ç.a pra ­ şık v e m ü rekkep va rlığın bütününe a i t şartları ihmal ederek hep pa rçalar, tah l i l unsurları üs­ tünde ka lan eski metod yıkılmaktad ı r. Alexis Carre l ' i n L'Homme cet i nconnu i s i m l i meşhur ki­ tabı Paul Tourneir'n i n Medecine de la Personne g i b i eserleriyle büyük bir i n k ı lôp ha reketi doğ ur­ muş, Par i ste i nsan vücud unun bütü nüne a i t va­ sıfları a raştıra n yeni bir enstitü açılmıştır. Sosyolo j i n i n ve biyolo j i n i n de esasen bu top­ l u l u k bütünlerine dayanan i l i m ler olduğunu ev­ velki makale lerde izah a ça lı şmıştık. A rtık bütü­ nün vası fl.arı n ı ve şartları nı parcala rda a raya n klôsik ta h l i l metodu yerine her i l i m şubesinde ve felsefede mevcut hey'etlerin, toplul ukların, bü­ tünlerin kanunlarını a rayan ve inceleyen, terkip­ ler üstünde düşünen yeni usu l ler hôkimdir. i cti mai inkılôplarda da bu görüşün zaferleri­ ni haklı cıka ra n insan vücudu, hayatı n prensibi ve mahiyeti bak ı m ı ndan onların iza h ı n ı kifayet­ siz bıra kmaktad ı r. Bu boşluğu vita l izm doldur­ m uştur. En büyük mekan istler de burıu kabul ederler. Meşhur Claude Bernard der k i ·. «Eğer vi- 1 03 -


ta listler ca n l ı va rlıkları n ka ba maddede bulun­ mayan ve kendilerine has tezahürler gösterd i ğ i n i iddia ed iyaria rsa onlarla beraberim. Ben de ka­ bul ederim ki hayat teza h ürleri ya lnız fiziko - şi­ mik hôd iselerle izah ed i lemez.» ( l ntr. a l 'et. de la med. exper. 2 nci parti, beşinci fası l . ) Böylece me­ ka nizmi de içine a larak onu aşan vita l izm bir na­ zariye b i r antitez olmaktan cıkora k tam ve ku­ sursuz bir hakikat sistemi h a l i ne gel i r. Parça bütü nün emrinde olunca, sosyal toplu­ lukla rda bütü n ü n vasıfla rı n ı hep m i l li müessese ve a n 'anelerde görüyoruz: Lisa n, esteti k , a h l ô k i lô Bugün milli karakterden mahrum hiçbir iç­ timai grupa tesadüf etmiyoruz. Zeva l e mahkum bir i ki istisnasiyle bütün s iyasi birli kler, m i l li bir­ l i klerd i r. Her yerde milli camioların hürriyet ve ...

menfatlerini, tartierinkinden üstün tutan idareler kuruluyor ve parçaları bütünün emrine veriyor. Bugün sonuna vardığım ve herkesin anlaması için mümkün olduğu kadar sadeleştirmeğe çalış­ tığım «ilim Karşısında)) «Milliyetçilik)) serisinden çıkan açık netice şudur ki, tarihin yaman bir te­ cellisi olarak, büyük dôvamız lehine, ilim, felse­ fe ve realite birbirine sarılıyor. işte yeni dünya bu eşsiz ve güzel kucaklaşmadan doğmaktadır.

-

104

-


MARKSiZM'iN YAPISI VE CÜRÜK TEM ELLERi

1

. . ...... ..., ... ,, 1 . '

Marksizmin Metodu: 1 ) Her i l i m ve felsefenin bir metodu vard ı r. 2) Marksizmin metodu (diyalektik) t i r. 3) Diya lektik, birbirine zıt i k i tezi n çatışma­ sı ve n i hayet bir sentez halinde uzlaşması olarak ü ç hareketten mü rekkepti r (meselô, m üsbet ve menfi, va rlık ve yokluk, proleta rya ve burj uvazi) ree l itede mevcut zıtlıklard ı r. 4) Marx bu metodu Hege l 'den a l mı ştır. 5) Fakat a ra l a rı nda derin bir fark vard ı r. Henge l'in d iya lektiğ i lojik, a kli ve u mumid i r. Fi­ kirden hareket eder, gerçeğe doğru g ider. ıylarx'­ ın d iyalektiği gerçekten hare ket ettiğ i iddiasında­ d ı r. Her gerçeğ i n içindeki çatışmalar; a rama kla işe başlar. Hususi ve konkre (som ut) va kıaların tahlilinden total gerçeğe vard ı ğ ı idd iasındadı r. b) Marx'ın d iyalekti ğ i ona gösterm iştir ki, beşeri ve gayri beşeri, tarihte iç ice gelmiştir. Böy­ lece h ürriyet esa retle, zen g i n l i k fa kirlikle beraber çoğaldığı g i bi , devlet de bir ya ndan h ü rriyete ve teşkilôtlanmağa götü rürken, bir yanda n da bas­ kı vasıtası olmuştur. Her sahada beşeri ve gayri beşer tarihi zararet halinde ken d i n i göstermiş­ t i r. Fa kat bu iki veçhe birbirine müsavi değild i r. Beşeri müsbet u nsurudur; tarih i nsa n ı n , bünyesi ­ n i n , g eçmes i n i n tarihidir. Gayri beşeri menfi vee-

1 05

-


hed ir; bu, beşerini n yoldan çıkmasıd ı r. beşeri galebe ça laca ktır.

N i hayet

i nsa n ı n yoldan cı kması nazari (metafi­ zik, d i ni ve ahlôki) değ i l d i r. O aynı zamanda ve b i lhassa a rneli ya n i i ktisadi, i cti mai ve siyasid ir. 7)

8) i nsan tabiatiyle savaşır, fa kat ondan ay­ rılamaz. Ayrı lamaz ve bir tabiat varl ı ğ ı gibi bü­ yür. Bu m ücadelede derece derece yü kselen bir kudret ve şuur kazan ı r. 9) Şuur ve düşünce insa n ı n yüksel mesinde bir ô m i l olmadan evvel o gelişmenin bi r netice­ sidir.

Bu felsefe üç maddede: 1 ) i nsa n ı n şuurlu olara k kendisiyle ta biat a rasındaki maddi bağ­ Ia ntıyı a n lad ı ktan sonra tabii hayatiyeti içinde gel i şmesi, fa kat uzun bir ta rihi tecrübenin verd i­ ği zeng i n l i kten kuvvet a l a n h ud utsuz bir tecrü be­ n i n şartları içinde bir tarih ô n ı olarak, 2) Aklın doğd uğu i nsa n toplumunun teşki lôtland ı rd ı ğ ı ve uzun tabii gel işmeyi aştı ğ ı ta rih ôn olarak, 3) i nsa n ı n çeşitli yoldan cıkmalarını yavaş yavaş ge­ ride bıra k ı ldığı ve yok olduğu bir tarih ônı ola­ ra k, h ü lôsa ve tô rif edebi l i r. 1 0) i nsa n ı n yoldan cı kması n ı n geride bıra­ k ı l ması demek derece derece ticari malın, serma­ yen i n ve pa ra n ı n ortadan ka lkması demektir. Ya­ ni mül kiyet i n i n , isti hsô l vasıta ları m ü l k iyet i n i n ce­ miyete ma lolması ve insa n ı n h izmetine veri l mesi demektir. - 106 -


Marksizmin Ahlôkı. 1 1 ) Ma rksizm eski a h lôkları tenkit ve redde­ d er, onların yerine yen i bir ahlôk ikame etmek is­ ter. 1 2) Klôsik a h lôk değ işmez ve ebedi prensip­ Iere daya n ı r. Halbuki tarihte, va rlık şa rtları değiş­ t ikce, ahlôk değerleri n i n de değiştiğ i görü l ü r. 13) Bugünkü medarn cem iyet şartlarına gö­ re yeni bir etik (ah lôk) lôzımdır. Ya n i gerçeğin dı­ şında değerler vaz 'etmeyen bir ahlôk. 1 4) Sın ıfia ra ayrılan modern cemiyette bu sın ıflardan biri olan proleta rya mü mtaz rolü oy­ nar. Çünkü baskı n ı n ve istismôrı n yükünü o taşır. Yeni a h l ô k ferdiyetleri ortada n kal d ı ra n total i nsanın h ürriyeti zaviyesinden bi r proleta rya a h ­ lôkı olaca ktır. Karl Marx « Tarihi maddecil ik» metodunun b u l ucusud u r. O n u n görüşüyle insan cem iyetinin yapısı n ı gösteren bu metod bilinmeden i nsan ce­ miyeti n i n ne olduğu a n laşı l·a maz. 1 858 de bitirdi­ ğ i « Ekonomi Politik'in Tenkidi» a d l ı kitabının ön sözünde bu metod u n tam ve düzg ü n bir h u lôsası­ nı verm iştir. « Hegel>ı in hu k u k felsefesi n i yoklayı nca an­ ladım ki devletler ve kanunlar ne kendi kend ileriy­ le, ne de insan zekôsının umumi tekô m ü l iyle izah edi lebi l i r; i nsa n bunları izôh icin Hegel'in on seki­ zinci asır Fra nsız ve i n g i l iz misallerini takip ede­ rek topunu b i rden « burj uva cem iyeti» adı a ltında -

1 07

-


h u lôsa ettiği maddi şartları i ncelemek lazı mdır. Bu i nceleme bana gösterdi ki cem iyetin a natomik yapısını ekonom i politi kte a ra ma l ıyız. Bundan cı­ ka rd ı ğ ı m ve daha son raki i ncelemelerimde bana kı lavuz l u k eden netice, kısaca form ü l leştirileb i l i r : i nsa nlar h ayatlarının içti mal isti hsô l i nde, mukad­ der olara k bazı is\i hsô l şartları yaratı rlar ki bun­ lar maddi istihsa l kuvvetleri n i n tekö mülünün mu­ ayyen bir derecesine karşı l ı ktır. Bu i stihsôl şartla rı n ı n topu cem iyetin i ktisadi yapısı n ı teşk i l eder, ki bu temel üzerine içti mal şuurun bazı dereceleri n i ihtiva oeden hükumet ve adalet binası kuru l u r. Maddi hayatın istihsal şart­ ları içtimai, siyasi ve fikri hayatı vücuda getirir. Va r l ı ğ ı na şekil veren i nsa n ı n şuuru değ i l d i r, bi lô­ kis içtimal va rlığı şuurunu tayin eder.» Marx'ın bu ana fikri n i biraz izah edel i m : i n­ san cem iyetleri n i n temel i ne hukuk, ne siyaset, ne d i n , ne felsefe, ne de herhangi b i r içtimal şuur ve düşü nced i r. Bu temel maddi şartlard ı r ki ya l n ız i ktisadi şartlarda a ranabi l i r. i ns.a n cemiyetleri n i n bütün hukuki, s iyasi,

bed ii, fikri, içtimal

yapısı

bu temel üzerine kuruludur. Bu birinci h ü k ü m . I nsa nların yarattıkla rı isti hsa l şartları, sa h i p oldu k la rı istihsa l kuvveti n i n tekô m ü l derecesine karşı l ı ktır. Ya n i istihsa l şartiyle tek n i k seviyeye bera ber gider. Bu da iki nci h ü küm. Fa kat bazan bu i kisi a rasında zıdd iyetler de cıkar. O zaman ne olur?

- 108 -


Marx'ı d i n leye l i m : « Cem iyetin maddi istihsal kuvvetleri tekô­ m ü l leri n i n bir derecesine va rı nca mevcut istihsal şartlariyle bozuşma (contratiction) h a l i n e gel irler­ (yahut hukuki ifadesine göre m ü l k iyet şartla riy­ le). i sti hsal kuvvetleri n i n bu gelişmesi ka rşısında bu şartlar eski kuvvetleri n z i nc i ri n i kıra ra k büs­ bütün değişirler. Bu, icti mai i n kılôbın bir safhası­ d ı r.. i ktisadi temel değ işince bütün binanın az çok süratle altı üstüne gelir.» Ya n i her devir ve her cemiyet kendi i ktisadi temelinin üstüne k u ru l m uş olduğuna göre, bu te­ meli vücuda geti ren maddi isti hsa l kuvvetleri, te­ kômü l leri n i n yeni bir merhalesine vara ra k değ i­ şi nce bütün cem iyet yapısı da inkılôp geçirir. Din, i l i m , ahlôk, hukuk, politika, terbiye ve sanat şekil­ leri n i ve muhteva l.a rı n ı hep zamanları n ı n maddi şartlarından ve i ktisadi zararetlerinden a l ı rlar. Bu . zoru retler değişince onlar da değişi rler. Bu da ücüncü hüküm. Marx deva m ediyor : «Bu değ işmeleri yoklarken, bir tabiat hadise­ s i gibi d i kkatle i lg i l enmesi gereken i ktisadi şart­ ların maddi alt üst ol uşuyle siyasi, d i ni, a rtistik yahut telseti be l i rtileri, ideolojik şek i l leri daima birbiri nden ayırmak lôzı mdır. Çünkü i ktisadi şartlar temel. öteki ler üst ya­ pıdır.» Okumaya devam ede l i m : -

1 09

-


«Bu içtimai şekil bütün istihsal kuvvetleri n i n tam gel işmesinden önce kaybol maz. Böylece in­ san l ı k h iç bir za man halledemeyeceğ i meseleleri ortaya koymaz. Çünkü, ya k ı ndan bakınca, mesele­ yi h a l l i n i n gerekti rd i ğ i maddi şa rtla r tam teşekkül yoluna g i rmeden göremez. Yuvarla k hesa pla de­ n i lebi l i r ki istihsal metotları n ı n Asyai, atik, feo­ dal, modern (ya hut burjuva ) merhaleleri, içtimai şekillerin tekö mül merd ive n i n i n sa hanlıkları n ı vü­ cuda getirirler.»

TENKiT

'

Marksizm i n temeli ta ri hi maddecil iktir. Bu d a cem iyetin a natomik yapısını e konomide a ra r. Bu demekti r ki, insa n ların hayatı isti hsa l şartlarına bağ lı d ı r. Bütün öteki faaliyetler, mö nevi faal iyet­ ler (güzel sanatlar, kültür, a h lök, hukuk, pol itika) ve bütün sosyal müesseseler bu i ktisadi temelden doğar. Hepsi i k i nci temelden doğar. Hepsi ikinci derecede ve birincinin emrinde faal iyetlerd i r. Bunun böyle olduğu ispat ed i l med i kçe veya böyle olmadığı ispat ed i l i nce, bütün ma rksizm çö­ ker. Bunun böyle olduğu ispat ed i lmiş m i d i r? Hayır. Çünkü Marx'ın devrinde i ptidai bir halde bulunan a ntropoloj i bize i l k insa n ı n faal iyet­ leri n i n sadece iktisadi olduğuna d a i r hiç bir deliL -

1 10

-


vermem iştir. Burada Marx ta memiyle ta h m i n ve haya le dayanma ktad ır. i nsa n ı n her şeyden evvel yaşamak için gıdasını istihsale ça l ı ştı ğ ı n ı düşün­ m üştür. Böylece bir istihsal içgüd üsü n ü n şuurdan evvel harekete geçtiği za nnına kap ı l in ıştı r. Halbuki, yüz seneden beri a ntropolo j i n i n , sosyoloj i n i n v e tarihi i l i mierin devam ı i le i lerleme­ leri bize bunun aksini göstermiştir. Şuurun mev­

cut olmadığı yerde insan yoktur. Yalnız işgüdü, is­ tihsalin kcfi şartı değildir. Hayvan istihsal yap­

maz. i stihsa l had isesi her şeyden evvel şuur had i­ sesid i r ve düşü nce mahsulüdür. Marx'ın maddeyi

şuurdan evvele alan düşüncesi hiç bir realiteye ve ilmi vesikaya dayanmayan yanlış bir faraziye­ den ibarettir. i nsa n ı n hayva nda n farkı, tabietle m ücade­ lesinde hayvan gibi işgüdüsünü değ il, şuurunu ve d üşüncesi n i kullanmasıdır.

KOMÜNiST BEYANNAMESi VE TENKiDi:

Ka rl Marx ve Engels (kom ün ist beya nna me­ si) adlı eserlerinde: «Bugüne kadar her cemiyeti n ta ri h i , bir sınıf m ücadelesi nin ta rihi olara k ka l ­ m ıştır.» Diyor ve i lave ediyorlar: «Derebeylik cemiyetinin harabelerinden do­ ğ a n burj uva cemiyeti, sınıf çatışma larını ortadan - 1 11 -


kaldırmamıştır. Eski baskı, eski kavga şekil leri n i n yeri ne yen i leri n i koym uştur. « Devrimiz ki burj uva l ı k devrid i r, eskilerinden sınıf kavgasını sadeleştirmesiyle ayrı l ır. Cem iyet g ü nden g ü ne i k i zıt cepheye i n h isô r ediyor. Bırbi­ rine doğrudan doğruya zıt, iki büyü k sın ı fa ayrı l ı ­ yor: Proleta rya ( işçi s ı n ı f ı ) v e burjuva l ı k . » Marx bu satı rları yazarken bu iki sınıf a ra­ ( sındaki orta sınıfın (küçük burjuv.a l ığın) sa nayiin

.

gel işmesi zarureti olarak ortadan kal kocağ ı ve proleteryaya katı lacağı iddiasında idi. Bunun ta­ ma m ıyle a ks i oldu. Yirminci asrın başında mark­ sist i ktisatçı Bernestein'in doğru olara k işaret ettiği g i bi, orta sınıf büyüdü. Kendine has ekonom i­ siyle (küçük z i raat küçük sanayi, küçü k kred i mü­ esseseleri) muhta r bir sınıf halini aldı. Hatta bu­ n u nla da ka l madı, yen i bir teknisyenler, yüksek idareciler sı nıfı teşekkül etti. Bu sınıf büyük sa na­ yide elde ettiği hisse veya pri mlerle hem sermaye­ ci sınıfına d a h i ld i r, hem de işçi sınıfına dahildir. Böylece i nsan cem iyetlerinin proleta rya ve kapita­ l ist d iye iki sın ıfa ayrı ld ı ğ ı n ı za nneden Marx ikti'- sadi iddiasının temelinde de a ld·a ndı. i nsa n , m ücadeleleri n i n tari h i , sınıf m ücadele­ leri n i n tari h i , değ i ld i r. Orta çağ din harpleri nde, yen i za manların m i l li harplerinde, yirminci asrın

ikinci dünya harbinde, işçilerin sermayedariara karşı harbettiği görülmemiştir. Bilôkis bütün harpler işçilerle diğer memleketlerin işçileri ve

- 112 -


sermayedarlarla diğer memleketlerin sermayedar­ ları arasında cereyan etmiştir. Bu, o kadar böyle­ d i r ki müstesnosı b i le yoktur. Yine aynı beya nnômede deniyor ki; « Eski cemiyeti n varl ı k şa rtları, işçi sın ıfı nda ortadan kalkm ıştır. Proleta rya n ı n m ü l kiyeti yok­ tur; onun karısiyle ve çocuğu ile m ü nasebeti bur­ j uva n ı n a i l e bağla riyle aynı ölçüde değ i ldir; i ngil­ tere'de olduğu g ibi Fra nso'da, Amerika'da olduğu g ibi Almanya 'da, velhası l her yerde aynı olan ser­ maye kölel i ğ i işei n i n m i l li kara kterini ortadan kaldırmıştı r. Ka n u n l a r, a h lôk, d i n işçi icin. a rka­ s ı nda sınıf menfootleri sa klanan burj uva masa l ­ l a rından başka bir şey değ i l d i r.» Bu iddiada da birkaç ya lan ve hatô var. Marx'ın bahsettiği i leri sanayi memleketlerinde ve d i ğerlerinde proleterya n ı n m ü l kiyeti a rtmış ve re­ fah seviyesi yükse l m iştir. Bir çoğunun hususi oto­ mobi l leri va rd ı r. Aile, din, ahlôk ve milliyet duy­ gulan da işçi sınıfında zayıflamıştır. i şçi kad ı n ı , ancak i htiyaç şevkiyle fuhşa sürüklend iği halde, sa lon kad ı n ı h iç bir ihtiyacı olmadan s ı rf keyfi için zinô eder. Kiliseler, camiler ve havralar zenginler­ den ziyade orta ve işçi sınıflariyle doludur. Marx'ın komün ist ihtilô l i n i n en ileri sanayi mem leketinde doğacak iddiası da ya n l ıştı r. Bilô­ kis Rusya 'da kom ü n izmle benzer bir ihtilôl olduğu zaman bu memleket en geri sanayi memleketle­ rinden biri idi. Bugün en ileri sanayi memleketleri -

113

-

F: 8

j


_,olan Amerika ve ingiltere parlementolarında bir tek komünist yoktur. Refa h içinde bulunan işçi ve köylü kom ü n istlere rey vermemiştir.

Türk Düşüncesi, Mart 1 959

ALLAHIMIZA AiT SORULARA BiR CEVAP DENEMESi

Sam i m i l iklerinden şüphem olmayan bazı oku­ yucu ları mı n A l la h 'a dair soru larıyle karş ı la şı rı m. Bu sütuna en m uazzam metafizik meselenin fih ris­ ti bile sığmaz. Felsefe d isipl i n i nden uza k ka lmış olan lara en basit kavramları b i le ka ba saba izah etmek i m ka nsızd ı r. Fakat son defa mektubunu a l ­ dığım g e n e bir okuyucumun hara retli isteği beni bir izah denemesine sevked iyor. Kaba saba ve üs­ tün körü. .. Kôinat ya tesadüfün veya Allah'ın eseri d i r. lresadüfün ese ri olabilmesi icin, atomdan sayısız yıldızlara ve golaksilere kadar onu vücuda getiren ve en büyük ra kamlarla b i le ifadesi im kônsız de­ recede çok soyıda elema nın ( unsurun) ya nyana gelmes i n i sağlaya n bitip tüken mez tesad üfierin bi rleşmesi lôzım. Buna inanmanın Allah'a inan­ maktan çok daha az makul olduğunu göstermek icin şöyle bir m isale başvu rulur: Bir maym u n u n ö n ü n e bir yaz ı makinesi koyunuız. Tuşlara rast­ gele vurmaya başl_a dığını fa rzed i n iz. Maym u n , -

1 14

-


kaç m ilyon, kaç m i lyar kere vurma l ı d ı r ki, rastge � le ya nyana gelen harflerden n i hayet Sha kespe­ a re'in ( 1 ) ta m bir eseri meyda na gelsin? En büyük matematikçi ler, ihtimali hesQpla bunun ceva bıny vermekten acizd i rler. Kai nat Sha kespea re'in bir eseri kadar sayıli' unsurlardan meydana gelmiş ve o kadar küçük değild i r. i çinde sayıla mayacak kadar çok eser, sis­ tem, organ izasyon, cansız ve canlı varl ı k terkiple­ ri vard ı r. Bunları yaratabilmek için, kaç mi lyar tesadüf maymununun kaç m i lyar sene elele verip çal ışması lazım. Bunu bilmek büsbütün i m kansız. Bunun sadece i m ka n ı na inanmak da A l la h 'a i na n ­ ma kta n m i lyar kere daha zor. Hele Protaplazma­

dan insan şuuruna ve oradan da medeniyetlerin tarihine çıkılınca önümüze yığılan, harikalar, Al­ lah'a inanmavı bırakıp da tesadüf maymununa iman etmeyi maskara edecek bir zenginliğe varı­ yor. Hemen i lave edey i m : Allah'ın isbatı bu ka­ dar kolay değ i l . Fa kat, bu kadarcık bir düşünme bile, Allah'ın mevcut olmad ığını isbat etmen i n im­ kansız derecede zor olduğunu h issettirmeye kafi. Aziz okuyucu l a r, bu dar sütundan daha faz­ lasını beklemezler sa n ı rım.

Tercüman, 7 Eylül 1 959

(1 )

Shakespeare: Şahsiyetı münakaşalı büyük edlbl.

- 1 15 -

ingiliz


BiR ALLAHSIZA CEVAP

Şu kısa okuyucu mektubu göründ üğü ehemmiyetsiz değ i l d i r:

kadar

« Koca Peyami, «Şu Allah, Allahcı löflar sen i n ağzına yakış­ mıyor. Çünkü kata n işl iyor ve mantığın sağlamd ı r. «Yoksa sende de m i öteki başladı?

dü nya korku ları

i mza yeri nde de şu cümle: « Komün ist filön değ i l . Sadece Allahsız: Sa h i r Kafa l ı . »

* Ey koca kafa l ı , Dünya n ı n Eflötun'dan Föröbi'ye i bni Sinö'­ ya, Mevlöna'ya , Newton'a, Hegel'e, Ei nste i n'a, Bergson'a ve bugün hayatta bulunan doğulu, ba­ tılı meşhur i l i m adam ları ve filozoflam varı ncaya kada r « kafası işleyen» ve « ma ntı kları sağlam» yüz b i n lerce döhi ve mütefekkir Allaha inanırlar. Kafası dalovereden başka bir şeye işlemeyen karaborsacılar, vurguncular, d üzenbazla r ve çeşit çeşit günahkö rla r a rasında A l lah'a inanmayanlar pek çoktur.

Allahı körükörüne inkar etmek kolaydır ve çok karlı görünür: i nsa n ı hesap vermekten, mesu­ liyetten , vicdan azabından, ceza korkusundan kur­ tarır. Fakat Allahı metafizik, felsefi ve ilmi delil- 116 -


lerle inkar etmek isbat

etmekten daha zordur.

Allah fi kri öyle bir g üneştir ki onsuz her izah ka­ ra n l ı kta ka l ı r. Al lahsız fi lozoflar bile hedefini şa ­ ş ı rmayan kara n l ı k bir ta biat şuuruna inanmışlar­ d ı r. Arada, bir kel ime ve derece farkı ndan başka bir şey ka lmaz. Mah iyet ayn ıdır.

Ben Allaha öteki dünya düşüncesinden en uzak olduğum çocukluk çağımda inanmağa baş­ ladım. Bütün ömrüm bu i nancımı kontrol etmekle g eçti . M izacım ba kımından, inanma ktan ziyade şüphe etmeğe meyl i m vardır. Boş u na i nanma kta n ve boşuna şüphe etmekten çok sakı n ı rı m . Bence, şüphe ed ilecek şeyden şüphe etmemek ve şüphe edilmeyecek şeyden etmek ohmaklıktır. Ben im imö n ı m , şü pheye karşı, adım adım kaza n ı lmış bir d i kkat, i nceleme, tenkid ve bilgi zaferid i r.

Allah, kend isini ka bul ettirmek icin, i nsana yeter derecede bilgi imkönı verm işti r. Fa kat gizli bir va rlığın (hele Allah'ın) yokluğunu isabet et­ mek için her şeyi b i l mek lözımd ı r. Hiç kimse bu

külli bilgiye sahip olduğunu iddia edemez. Allah'a inanmak değil, inanmamak insanın boyunu aşar.

Un utma ki, i nsa nlar a rasında Allah'a i nonan dehölar ve büyü k zeko lar pek çoktur; eşekler a ra ­ sı nda ise, h i ç yoktur! M i l l iyet, 22 Eylu l 1 958

- 1 17 -


ALLAH'A DÖNEN ALLAHSIZLAR

Ankara 'dan F. A. imzasıyle ren gene okuyucuya :

mektup gönde­

Sorularınıza sırasıyle cevap veriyoru m : Evve­ lô, d insizlerle A llahsızları; birbirine karıştırmak doğru değildir. Dinsizler a rasında, meşhur Fra nsız düşünürü ve ta riheisi Ernest Renan g i bi Allah'a inananlar az değ ildir. Pa nteist fi lozoflar da bu ne­ vidend ir. Allah'a i nanmadıkları halde, ömürleri n i n or­ tasında veya sonunda h idôyete erenler de vard ı r. Fransa 'da n misal istiyorsa nız, en ün lüsü, Pozitiz­ min kurucusu Augeste Comte'dur. Ö lümünden 1 2 ' yıl önce, 1 845'de Mistisizme dönmü ş, bütün hayatını din devri nin geçti ğ i n i isbata hasreden filozo­ fun bu istiha lesi hayret uyandırmış ve 28 yaşında geçird i ğ i bir d e l i l i k krizinin yeniden teptiği şüp­ hesiyle karşı lanmıştır. Fa kat o ta rihte Comte delir­ miş değildi. Bilôkis meşhur « Pozitif Felsefe Ders­ leri» ne. delilik buhranı geçird i ğ i 1 826'da başla­ mıştı. Şô i r Begudelai re'de ( 1 ) d i kkate lôyık bir mi­ sa ldir. Küfür ve ilhad (blapheme) şiirleri yaza n . « i sya n » başl ı kl ı manzumesinde, Allah icin « Boğa­ zına kadar et ve şara p yiyip içmiş bir müstebit g i -

(1)

Charles Baudelaire, (1821 - 1867) : Parlsle doğdu. • Fieurs de mal - Kötülük Clçeklerl» şôlrl. Mısrada

-

118

-


bi, biz i m korku nç küfü rleri mizin tatlı g ürültüsün­ de uyuyor» d iyen Beaudela i re d e «Cırıl çıplak soy­ duğum ka lbim» adındaki g ü n l ü k notla rının so­ nuncusunda şu satı rları yazmıştı r : « Bunda n sonra hayatı m ı n ebedi ko ideleri olara k şu esaslara uymak icin kendi kend ime ye­ m i n ediyoru m . » « H er sa ba h , bütün kuvvetlerin v e adaletin . hazinesi Allah'a dua etmek, bütün vazifeleri n i ya­ pabilmem icin muhtaç olduğum kuvveti bana ver­ mesine dua etmek, ben i m bu değişmem i n tad ı n ı a l ması icin a n n e m i n uzun ömürlü olmasına · d ua etmek, bütün g ü n çalışmak veya gücüm yettiği kadar ça lışmak, tasarıları mı n başarısı icin kendi­ mi Alloh ;a , ya n i adalete ema net etmek, her gece, a n nerne ve bana kuvvet vermesi icin Allah'a dua etmek.» Maddeci i l i m ada m l a rı a rası nda da, gene ve i htiyar yaşta Allah'a dönenierin istiğfo r duaların­ dan örnekler verebi l i rim. Bütün bu h idayetler ru­ hunun a ntenieri va rlığın eng i n lerinden sesler ge­ tiren hakikat eşıkları icin Allah'ı inkör etmen i n

en

mükemmel

Edgar Allan

ahengl

aradı.

Poe'den yaptığı

mantik san'at anlayışına bir estetik arayışlarıdır.

yönelttiği tenkitler yeni Türkiyede

müesslrdlr.

-

1 19

Mensur şllrlerl, tercümeler ve ro­

-

tanınmış

ve


kabul etmekten daha zor olduğ.u n u gösterir ve şa i ­ rimizin meşhu r beyti nde özetlenir: Allahı ne yolda etsem inkôr i krar cıkar neticesi kô r.

Tercüman, 1 1 Şubat 1 960

DiN BiLGiSi ve SEVGiSi i sta nbul Ü n iversitesi

Fen Fakü ltesi Çekirdek Fizi k Enstitüsü elektronik uzmanı sayı n Kem a l Ka lkan, bir mektubunun pa rcasını geçen g ü n s ü ­ tunuma a l d ı ğ ı m Aziz Kundumer'e b i r mektup yaz­ mış, suretini de bana yol lam ış. Bir müsbet i l i m adamı olduğu ha lde i slôm di­ ni hakkındaki bilgisi d i kkate çarpan Kemal Ka l­ ka n, Aziz Kundumer'e 16 madde hôlinde sorul a r soruyor. Ben bunlardan bir kaçı nı kendi görüşüm­ le cevaplandırmadan evvel, mektupta a n l atılan bir buçuk yıl Amerika'da i ncelemeler yapan b i r a rkadaşına Amerikan profesörlerinden biri sor­ muş: - Kuzum sizin Allah ya l n ız Arapça m ı konu­ şur? Muhatabının sini rlandiğ i n i görünce ma ksad ı­ nı şöyle açıklamış: - Sizin

d i n i n izi tetkik ettik. -

120

-

Eğer o d i n i n


em irleri n i yeri ne getirecek ol ursanız, dünyada eşi­ ne rastla nmayacak bir seviyeye ulaşırs ı n ız. Halbu­ ki siz Kur'anı A rapea okuyer ve ondan bir şey a n­ lam ıyorsunuz!

* Mektubun yaza rı, Aziz Kundumer'in Ku r'a n tercümesine m ua rız olduğunu sa nmış; bu zanna daya narak ona tercümen i n lüzumunu bel i rten bir çok şeyler soruyor. Cevap vermek bana düşmez ama, buna ben­ zer ya nlış a n laşma l a rı önlemek icin, Aziz Kundu­ mer i l e iştira k h a l i nd e bulunan fikirlerimizi daha açık formül lerle ifadeye ca l ışayı m : 1 . Kur'a n ı n tercü mesi lazımdır. rız değiliz.

Buna mua­

2. Kur'a n ı n Arapea «fasahat» , «belagatıı , «icazıı , «vuzCıh» g i b i kısmen d i le a i t yü ksek vasıf­ larını herhangi bir ya bancı dildeki tercümelerine kaza ndırma k m ü m kü n değ i ld i r. 3. Ben i m kanaatimce, bazı kelimeleri a nca k bir kaç iza h l ı Türkçe kel ime ile, bazı larını da a n ­ c a k Osma n lıca, ya n i Arapça, Fa rsça v e Tü rkçe ke­ l i melerle karşı lamak mümkünd ür. Mesela Türk halkının konuşma d i l i nde herhangi b i r Türkçe söz kadar yerleşmiş A ra pea «hak» kel imes i n i «doğru­ l u k » d iye Türkçeye çevi rmek ya nlış o l u rd u . Cün-

- 121 -


k ü bu Arapça kelimenin doğrulukta n ibaret olma­ ya n çeşitli ve zeng i n mena l a rı vard ı r. 4. Tercüme zorluğu izah l ı tercümeleri zaruri kılmaktadı r.

. H içbir d i l yabancı bir dile eksiksiz ve yan· lışsız çevri lemeyeceği icin Kur'an tercümeleri nde· ki hatCi ların fôh iş olmayanları n ı hoş görmek lô­ zımdır. En doğrusu, m ü nakaşa l ı keli melerin bü­ tün menalarını not hd l i nd e bildi rmekti r. 6. Kur'an tercümelerinde kısa tefsirler de çok faydalı olabi l i r. 7. Eza ndaki «AI Iahü Ekber» cümlesin i n «Ta n rı uludu r>> şeklinde tercü mesi fôhiş hatô d ı r. Fa kat «A l l a h her şeyin en büyüğüdünı cümlesi de aslı kada r fasih ve veciz değ i l d i r. Kur'a ndaki bu nevi cüm lelerin asılla rını da tercümede göstermek yeri nde o l u r.

8. H a l ka ve hql ktan daha cô h i l gene ayd ı n ­ l a ra d i n bilgisi vermek icin, Ku r'a n tercümelerin­ den z iyade, Ku r'a nda ki esôsi ve şer'i hüküm leri açık bir d i lle izah eden küçük eseriere ihtiyac va r­ d ı r. Fakat bu kitapları n dar kafa l ı ve mutaassıp· lar tarafı ndan değ i l , modern i l i m z i h n iyetine sôh i p d i n bilgin leri tarafı ndan d i n sevg isi v e bağ l ı l ı ğ ı verecek sôde b i r edebi d i l le yazı lmaları doğru olur. Kuru, soğu k ve tesi rsiz bôzı i l m i ha l lerin d i l iy­ le yazılanlar d i n sevg isi değil, d i n nefreti verir­ ler.

M illiyet, 24 Mayıs 1957

- 122 -


MiLLi EKONOMi

Bugün Türk ekonomisinde serbest ve m i l li gö­ rüşlerin carapışmasına şahit oluyoruz. Avrupada bu mücadelenin ta m yüz y ı l l ı k b i r ta rihi va rd ı r Geçen asrı n ortasında Adam Smith 'in mübadele serbestliği naza riyesi bütün kıt'ayı fethetm iştl. M i l li ekonomi henüz mefh u m halinde bile doğ­ mamış olduğu icin büyü k ekonom istlerin hepsi m i l letler a rasındp müşterek ve serbest m ü badele i mkanına i nanıyorlard ı . Yaba ncı malia rına güm­ rüklerin ka pılarını a rd ı na kadar açtıra n bu ser­ bestl i kten en çok hangi memleket faydala nacaktı? Sa nayi i en i leride olan, en çok mal cıka ra n i ngil­ tere! Serbest m ü badele naza riyesi de orada doğ­ m uştu. Alma nya henüz bir ziraat memleketiyd i , sa­ nayi i n i yeni kuruyordu, m i l li birl i ğ i nden mahrum olduğu icin g ü mrük birliği nden de m a h rumdu. Yerl i malı, kolları n ı sa l ıya sa l l ıya g ü mrüklerden içeri dolan yaba ncı malı ile rekabet edemezd i ; böyle olunca, yeni doğan Alma n sanayii icin g e­ l işme imkanı da kal mayaca ktı . Fa kat 1 834 de Al­ m a n ya kend i n i topladı , g ümrük ve ticaret birliği­ ni kurdu (Zol lvere i n ) . Yed i sene sonra Almanyada Frederic List m il li ekonomisinin bayra ğ ı n ı açıyor, Adam Smith -

1 23

-


nazariyasının üstüne yürüyord u . A l man i ktisatcı ­ s ı n ı n m i lli e konomi sistem i i k i temele dayanır: B i ­ ri i ng i l iz ekonom isi n i n beynel m i lelc i l i k esası n ı n tam zıddı m i l l i yet fikri, öteki d e mübadele kıymeti fikri n i n zıddı istihsal kuvveti fikri. Cha rles Gide iktisat doktri n leri tari h inde List'i n bu iki temel fik­ rini şöyl e h ülösa ediyor: a ) Ada m Sm ith ve taraftarları kozmopo l it bir faraziye kurmuşlard ı . Bütün i nsanları ha rpten uzak büyük bir cornia içinde tasa rlıyorlard ı . Böy­ le b i r faraziyede i nsa n l ı k ayrı ayrı fertlerde te- l şekkül eder, onların ya l n ız ferdi menfaatleri he­ saba katı l ı ve onların i ktisadi h ü rriyetlerine h i ç bir şey engel olamaz. Fakat ta rih i nsanla i nsan­ lık a rasına m i l letleri koym uştu. Adam Smith ve taraftarları n ı n unuttu kları budur. Her i nsan bir mil lete mensuptur ve ferdi refa h ı memleketi n i n siyasi kudreti ne bağ l ıdır. b) Bir m i l letin serveti ya l n ız şimdiki haliyle ölcülmez. Fertlerin cal ışması ve tasarrufile bugün icin büyük bir mübadele kıymeti kütlesi ele geçi­ rilmiş olması kafi değ i l d i r. Ca l ışma ve tasarruf kaynakları muhafaza ve bu fazi letierin i nkişafı is­ ti kbal icin tem i n ed i l melidir. Daha fazla h ü lasa ed ilmek lazım gel i rse den i ­ leb i l i r k i m i l l et yarı n ı n hayrı i c i n bugünün men­ faetini feda eder. Mese la g üm rüklerin ya bancı mailarına kapanması nda n doğacak netice bugün icin zorarlı olsa bile so nayi i n i n i n kişafını tem i n edeceğ i i c i n zeng i n v e mesut b i r istikbal ya ratır. Bu iki nazari esasın tatbi katte ki ifadesi g ü m -

124

-


rük ta riteleri olm uştur, ki Lits'in h i mayec i l i k siste­ m i n i n temel i de budur. Bu sistem, g ü mrüklerin ka pılarını açan ve yerl i ma llarını yere vuran serbest m ü badele sis­ temine karşı bir m üdafaadır. Sanayi kapita l izmi­ n i n e l i ndeki serbest m ü badele s i lô h ı na karşı bir g ümrük isti hkômı vücuda geti rir ve her şeyden evvel dışa rıya karşı b i r mu kavemet sistemi d i r. Fa kat geçen asrın i kinci ya rısında Avrupa sanayi i ­ n i n gelişmesi , büyük sanayi memleketleri nin icin­ d e sınıf tezatları n ı n keski n leştirmişti r. Bu tezatı or­ tada n kaldırma k icin de m i l li menfaati fert, züm­ re ve sınıf menfaatleri n i n üstünde tutan bir m i l li � onomi teşkilôtına i htiyac doğdu. Yüz sene evvel List'in m i l li ekonomi sistemi her şeyden evvel yabancı malına karşı bir güm­ rük seddi kurd u ğ u icin dışa rıya karşı bir müdo­ faodan ibaretti; bugün, i ngi ltere müstesna bütün Avrupada yerleşen m i l li ekonomi sistem i hem yer­ li sanayi i h i maye eden , hem de sı nıflar a rasında­ ki menfaot boğ uşma l a rına meydan verm iyen çif­ te bir disiplin geti rd i ğ i icin aynı zamanda içeriye karş ı bir müdafaad ı r. Gerçekten, b i r m i l lete mensup fertlerin refa­ hı ve serveti, List'in pek doğru a nlayışına göre m i l li kudrete bağ l ı olduğu g i bi sınıf tezatları n ı n keskin leşmesi de m i l li şuurun zaafa u ğ ra ması n ı n h e m sebebi, h e m de neticesid i r. Bu ş u u r v e i rade kuvvetlenip de m i l li menfaati istismarcı fertlerin ve sınıfların menfaati üstüne cı ka rdığı gün, b i r uzviyet g ibi tekleşen ve m i l lileşen ekonomi bün-

125

-


yesi icinde, bu günün hayatını kem iren ferdi ka­ zanç ve istismar hüviyetine de imkön ka lmaz.

(

Türkiyede sınıf tezadı keskin olmad ığı icin, m i l li ekonomimiz, birinci marha lesinde yerli mal­ larımızı yabancı rekabetinden koruyan yerinde ve kuvvetl i b i r h i maye d isiplini içinde doğdu. Fakat sınıf tezad ı n ı n keskin olmaması mevcut o l moma­ s ı demek değ i ld i r. Her memlekette olduğu g i bi , kaba tasnifile bizde de aşırı ze ngin v e aşırı fa kir i ki s ı n ı f el bette va rd ı r. «Sermaye» ve « iŞ» orasın­ daki ahenksizi i kten doğan bir tezat, a ncak teşki ­ lötlanmış b i r m i l li ekonomi sayesinde ortadan ka l­ d ı rı l a b i l i r. Eğer bugün bir kunduro n ı n üstünde 80 l i ra eti ketini görüyorsa k b u n u n sebebi bütün Av­ rupa n ı n ve dünya n ı n büyük bir kısmının onladığı hakikati a n lamamakta gösterd iği miz israrın ceza ­ sını cekrneğe ma hkum oluşum uzd ur.

\

- 1 26 -


MiLLET ve HALK

H u kuki ve siyasi mônasi le m i l let, coğrafya hud utları müşterek, resmi lisanı ve kanunları müş­ terek, sayısı fetih lerle çoğa l ı p ya bancı devletlere a razi terkile azalan, tebaa ded i ğ i m iz insanların yekOnudur. Sosyoloj i k mônasile mil let ya lnız tô bii­ yet ifade etmez. M i lletin fertleri a rasında, aynı coğ rafya hudutları n ı n , aynı l ise nın ve aynı kan u nları n vücude getird i ğ i meka n i k ve statik vah­ detten fazla olarak uzvi m ü kemmel likte bir bü­ tünün, parcalarına sari ve cem iyet müesseseleri­ ni doğ u ra n bütün harsi vasıfları n ı n da m üşterek olması lôzımdır. Birinci mônasile, coğ rafi hud ut­ lar içinde yaşıya n ha l k ve ya lnız bu halk, m i l let­ tir; i k i nci mônasile, b i r m i l letin coğ rafi h udutları d ışı nda yaşıyan ve yabancı bir devletin tabi iyeti a ltında bulunan fertleri de m i l li côm iaya dahildir. Türk ve Fra nsız lisanları bu iki mefh umu biri­ biri nden ayırmaz ve i kisine de m i l let adını verir. Alma ncada da « m i l let» kelimesinin ka rşı l ı ğ ı , Fran­ sızcode olduğu g ibi « Nation» d u r ve m i l l iyetç i l i k mefh umu « Nationa l ismus» kel imesile ifade ed i l i r. Fakat Alman sosyolojisi, m i l leti n bu i k i mônasını biri b i rine ka rıştı rma mak için başka bir keli meye, türkçedeki nden ve fransızcadakinden daha ge­ r.iş b i r môna verir. Bu kelime «Volk» d u r ve Tü rk-

1 27

-


çede halk, Fra nsızcode peuple mônasına gel i r. Her i k i d i lde de bu iki kel i me n i n başka bir karşılı­ ğ ı olmad ı ğ ı icin «Volk» mefhumundan Almanla­ rın o n ladığı mônayı ta mamile ifade etmek müm­ kün olmaz. Alman m ütefekkirleri sırf bu mefhumla rı n bi­ ribirine karışması nı ölçmek icin eserler yazmışlar­ d ı r. Çünkü bunların biribirine ka rışması, halkın zihninde Almanlık idea l in i n vuzuh kaza nmasına engel olaca ktı. Bu ideal Alma nya n ı n coğrafi hu­ d utları dışında ve ya bancı devletlerin tabiiyatin­ de yaşıyan Almanları da m i l li cornia içinde gö­ rü r ve Avusturyada, Sudetlerde, Polenyada yap­ tığı g i b i , ergec ötekileri de siyasi hudutları içine a l mayı özler. Bunun icin m i l letin hukuki ve siya­ si mônasını i çti malsinden ayıracak bir kel imenin hayatiyatini a rtırmak lôzım gelm işti.

/

Bu keli me, Volk, ilk unsuru kan ve tô l i un­ suru topra k olan bir ta biatın emri nde teşekkül et­ m i ş canlı bir bütün ifade eder ki coğrafya hudut­ ları onu parca layıp öldüre mez. Hep bu geniş Volk mefh umu içine g i ren Alsas - Loren Almanile Po­ lanya Almanı, Prusya veya Bavyera Almanı a ra ­ s ı n d a m i lli kıymet farkı yoktur. Bana öyle gelir ki Alman fikir adamları n ı n bilhassa yenileri n i n b u « Nation = M i l let» ve «Volk = H a lk» keli melerine izafe etmek isted ik­ leri môna lar, ilmi olmaktan ziyad e nami nal ist bir end işe mahsulüdür. Aksi de ya pılabil ird i . Hu kuki

- 128 -


ve siyasi manasile m i l lete «halk» içtimal mana­ sile halka « m i l let» denebi l i rdi. Nitekim Fransız ve onda n m ü lhem Türk sosyolojisi, h a l ka değ i l de i k i telakki m i l lete bu geniş manası n ı vermiştir. a rası nda bir mana tezadı yok, sadece bir «termi­ noloj i = ıstılah sistemi» farkı va rd ı r. Kel ime aynı da olsa, « m i l let» i n dela let etti­ ğ i biribiri nden cak farklı iki mefh umu bizim de bi­ ribirine ka rıştırmaktan sa kınmamız laz ı m d ı r. Bu kel imeyi ya l nız h u kuki ve siyasi manasile a laca k olursak, yabancı memleketlerde yaşıyan öztürk­ leri tamamile yabancı saymamız lazımgelir, ki bu ta kdirde, Yunan ista nla ya ptığımız mübadele ve d iğer memleketleri de içine alan göçmen pol itika­ m ızı inkar etmiş o l u ruz. H iç şü phesiz m i l li camia mızın h udutla rı, si­ yasi coğ rafya h udutlarımızda n ibaret değ i ld i r. Bü­ yük bir m i l letin cocu kla rı olma k gururunu topra ğ ı n üstündeki itibari bir çizg i n i n kuşa ğ i le boğa mayız. Bir m i l letin tarihi coğrafyasının içine hapsed ile­ mez; öyle olsayd ı rnektaplerde okuttuğumuz ta­ baştan yazmamız lazımge l i rd i . Türk rihi yeni m i l leti Sulta n Osmandan cak evvel doğdu ve kos­ koca Osma n l ı imparatorl uğunun hudutları bile onun m i l li h udutla rını kuşatacak bir genişl i kten mahrum kaldı. Sınır-dışı ve Sın ı r-içi Türkleri n i hep « m i l let» keli mesiyle ifadeye devam etsek bile bu kel imenin ya lnız i k i nci lere m ü nhasır olmad ı ğ ı n ı h içbir an

- 129 -

F: 9


A lmanca Volk kel imes i l e ı= ra nsızcada peup­ ıe kel i mesinden başka b i r ka rşı l ı k bu lamıyor. Fa­ kat bizde buna «halk» keli mesinden başka bulu­ nabi lecek bir ka rşılık daha va rd ı r: Kavim. Meşhur Macar Türkiyatcısı Vambery, bütün şima ı ve şa rk Türkleri hakkındaki büyük eserin i n adını Türken­ vol k koymuştur ki, tercüme ed i l mesi lôzım gelse ki bütün k itabın tercümesi şarttır! - buna «Türk halkı değil, «Türk kavmi» demek el bette daha doğru olurdu. /

\

Fa kat sosyoloji d i l i m izde, « m i ı ıet» ve « m i l l i ­ yet» « m i U iyetc i l i k» tôbi rleri o kadar yerleşm iştir k i bunları değ işti rmektense g·eniş mönalarını kavra­ makla i ktifa etmek bel ki daha doğ ru olur; hattô en doğrusu, ya rı nki nesil lerin seve seve beni mse­ m iyecekleri n i bug ünden hiç kimsen i n tem i n ede­ miyeceği « u lus» kel i mesi n i geniş m i ı ıet mefh u­ muna karşı l ı k olarak ca nland ı rma ktır. Tarih ve dil i n k ı lôbımızın bu ke l i meden o n ladığı môna do, bütün dünya Türkl üğünü i ç i ne a la n bir genişliğe sa hip değ i l mi?

�·

- 130 -


MiLLi AHLAK

i nsani a h lak, başkasına zarar veren hareket­ leri yapma ma k, fayda veren hareketleri yapmak g i b i en sade prensipine i rca edi lebi l i r. Böyle bir a h lak, her tek adamdan, başkasını ziyana sokabi­ lece k her türlü menfaat ve keyiflerinden vazgec­ mek fedakörlığını ister; bu k·a dar da değ i l : Baş­ kasına fayda veren hareketleri yapa b i l mesi için ondan baza n hayatını feda etmeğe kada r g itme­ sini de bekler. Bu kend ine kıyma k i radesi a rzularının ve ih­ tirasla rının cazi besine es i r doğan insan için kat­ lanı lması öyle zor b i r işkenced i r ki, eğer yaşa ma­ nın keyiflerine bask ı n çıkan bir idea l i n cazi besi ol­ mazs-a hiç ki mse nefsinin sayısız ve a rsız istekleri­ le başedemez. i nsa n ı n teldolapta n ciğeri kapıp kaçan ked iden canavariara varı ncaya kada r bü­ tün hayvanlardan farkı bu ideale sah i p olması d ı r. Föni hayatı n ı n dışında hiç bir möna bulmı­ yan adam. bir daha görmiyeceği bu dünya nın bü­ tün lazzetlerine kavuşmayı bir felsefe h a l i ne bile getirmiştir: ic bade, güzel sev, var ise aklü şuurun Dünya var imiş ya ki yok olmuş, ne umurun Insanın bu hayvanca varlık telakkisinden

- 131 -


kurtulması ona, öld ükten sonra madde halinde deği lse bile hiç ol mazsa möna h a l i nde devam ede­ ceğ ini vadeden bir idea le ina nmasile mümkü n olur. Aile, zürriyeti halinde deva m ümid i n i verd i ğ i ı c ı n i nsanın benci l i ğ i n i (hodgômlığ ı n ı ) . epeyce aza ltmıştı r. Ailesine ka rşı herkes azcok fedakôr­ d ı r. Fa kat bu sefer de tek adamın benciliği yerine bir aile hodgömlığı geçer. Herkes şefkati n i n , mer­ hameti n i n ve fedakôrl ı ğ ı n ı n en büyük payı nı ken­ di ya kınları na ayırd ı ğ ı için sosya l ahlök yine tam olara k teşekkül etmez. i nsana ebed i l i k i ma n ı n ı en çok veren duygu Al laha i n a nması ol muştur. Payen devi rlerde bile ahlôk, EfiotOnun hayrı ô lôsı g i bi i lôhiyatcı görüş­ lere daya n ı r. Ortaçağ ı n d i n leri ebed i l ik, i ma n ı n ı d a h a mazbut v e ortamalı okıdelere bağ lam ıştı r. Bu d i n i ahlôk, d i n ile dünya işleri ayrı l ı ncıya ka­ dar, ya n i onsekiz asır yaşa d ı .

f

Fransız i hti lôlinden sonra onun yeri ni a l mak isteyen lô i k ahiCık i nsana ebed i l i k i manı veren ca­ zibeden mahrumdu. Bunun icin her buhra n gecir­ d i kçe ya d i ni ah lôka veya m i lli ahlôka tutunara k ayakta d u ra b i l iyordu. Onun bu zaafı Allahsız ka­ lan Avrupa ve Amerika n ı n a h lôkca soysuzlaşma­ ğa başla masile neticelendi. Büyük kapita l izm ye­ ni doğ muştu. Bununla b i r a rada doğan kazane hırsının i ktisadi sebeplerini iki sene evvel Cumhu­ riyette çıkan bir ma kalemde şöyle izah etmi şti m : . « Kapa l ı m i l li hudutlar ya k ı l mış v e yeri ne, m i l li h udutları ka ldırı la rak, şahsi teşebbüsün ola-

1 32

-


bildiğine kazane elde edebi leceği , dü nya ölcüsün \ de geniş bir istisma r meydanı açıl m ıştı. Bu im-\ kôn ı n kafa larda yaptığ ı i n kılôp, a rtık derebeylik . ve monarşi tahakkümlerini çokta n yıka n fertlerin teker teker hür olmaları idea l idir; ahlôkta yoptığ r i n kı lôp d a , b u h ü rriyetin sarhoşluğile, fertleri n , tabiatierinde uyuya n en aşağı insiya klarla hare­ kete gelerek altın peşi nde, kaza ne peşinde, umu­ mi menfaatl eri hususi menfaatlerine ifade edecek bir hodgômlığa d üşmeleridir. O derecede ki, bü­ tün kıymetler para kazanmanın bir vasıtası hali­ n e gelm işti. Herşeyin ölçüsü para : Şu fikrin on pa­ m l i k haysiyeti yoktu r; o kad ı n ı n gözleri mi lyon değer; bu tablo on b i n l i ra kıymetinded ir; filônın c iğeri beşpara etmez ; bir fikir adamı, b i le kaza n­ dığı para n isbeti nde iyi düşünür. Halbuki eski çağ veya fecdalite edebiyatında zeng i n lerin h icved il­ mesine sık sık ras la n ı rd ı . Pl ütark, Ciceron zama­ n ı nda serveti sayesinde i ktidara geçen Krassüs'ü tezyif etm işti .» Eğer bu soysuzlaştıncı kazane ahlôkının pe­ şinden m i lli ahlôk yetişmeseydi g ü n ü n biri nde na­ mustan vicda ndan bahsetmek ayıp olaca ktı . Da ha şimd iden bunun enayi lik telôkki ed i l me / başla ndığını da görm üyor muyuz.

o/

M i l li a h lôk, i l k çağlarındanberi , vata n sevg i­ si ve kahra ma n l ı k ahlôkı halinde vard ı . Fa kat sosyoloj i n i n m i l l iyetc i l iğe b i r i l i m haysiyeti ve eki­ de, sağlamlığı vermesi geçen asrın sonunda müm­ kün olmuş, m i l l iyetçi re j i mler de bu asırda , geçen Cihan Harb inden son ra doğmuştur. / -

1 33

-


« i lim karşısı nda m i l l iyetç i l ik» adlı maka le serisinde izaha çal ıştı ğ ı m gibi, sosyoloji ve ps iko­ loj i , i nsa n « ben » i n i n en son ta h l i l i nde cemiyetin tes i rleri n i bulur. Fikir hayatının ilk sa fhası nda şid­ detli bir ferd iyetçi ola n Muarice Ba rres Fransa n ı n en büyü k m i l l iyetçi lerinden b i r i olduktan sonra aynen şöyle dem işti r: «Ben cidd i bir ta h l i le vuru lduğu ?aman yok olur ve yeri n i , fa n i mahsulü olduğu cem iyete bı­ ra kır . . . Başlangıçta hür olmaktan büyük bi r g u rur duya n düşüncem, n i hayet, ben doğ madan çok ev­ vel ona bütün i nceliklerine kadar emreden bu top­ rağa ve bu ölülere bağlıdır.» Böylece ferdi düşünce ölenlerin fikirleri n i de­ va m ettird i ğ i g ibi, sahibi öldükten- sonra da, m i l ­ li cornia içinde yaşıyan d i ri lerin zeka l a rı nda de­ vam eder. / i ster i la hi, ister içtimai manada ebedi olman i l k şartı m i l li olmaktır. Bu idea l , ferd i n , m i l l i müdafaa i ç i n icabında seve seve ca n ı n ı verebi l ­ mesi mucizesini doğ uran kahrama n l ı k a h l a k ı n ı n da caz ibe merkez idir.

fo

Bunun için m i l li ahlak olmıyan yerde ahlak r: oktu y _ _ ____

- 1 34 -


DAGITIMINI VAPTIGIMIZ ESERLER Fiatı Türkeş

1 0.­

i ktido r ı m ı z ı n Şefağı Sökmektedir . . .

. .. A. Türkeş

7.50

3)

Dokuzışık

M i l l iyetç i l i k

...

8.-

4)

Türk eş

. . .

Cemal Anadal

20.-

5)

M i l l iyetçi Tü r k iye . . . . . . . . . . . . . . . . . . Kurt Koroco

20 . -

6)

D ı ş Türkler

7) 8)

Kozok Türkleri

...

...

...

Sosyalizm

.

..

.

...

1)

?)

Kahro m a n l ı k

. . .

Ruhu

. . .

• . .

. . .

...

. . .

Yolu

. . .

. . .

Şork Meselesi As rı

..

. . .

Soodeli n

.. .

...

. •.

. . .

. . .

Köprüsü

.

A.

. . .

. . . Celoletd j n Yücel ...

... .

•..

..

...

(1 .2)

9)

.

. . .

...

1 0)

. . .

Z. Fohri

.

. . .

Hasa n

. . .

1 7.50

Fındı koğlu

40.-

Ra i f

•..

Korodak

1 2 .50

11ı

Acı Gercek . . . . . . . . . . . . . . . . . . Abd u l ko d i r B i l l u rcu

1 5.-

12) 1 3)

Cin net

20.-

Türk

14)

Ordular

K oğu şu

Fazileti

.

:."

. .

Ajon

1 6)

Tutanak . . . . . .

Okulları

1 7)

Yaza rını

.

... ...

Mosonlar

1 5)

•. •

.

. . .

. . •

Adil

7.50

Ternur

. . .

M.

1 5.-

Oraltay

. . . Abd u l ko d i r

.

...

B i l l u rcu

. .. Abdu lkod j r B i l l u rcu

1 5.-

Komün istler

...

Necdet Sevine

20.-

...

...

...

...

Necdet Sevine

1 5 .-

... ...

...

. . . . . . . . . Necdet Sevine

...

Kurşuniatan

...

...

Yazı lar

.. .

1 5.-

Necdet

Sevine

Necdet

Sevine

7.50

Borboros Boykoro

20.­

1 5.­

1 8)

Ülk ücüye Notlar

1 9)

Dersim (1 937)

20)

Tunceli

Borboros Boykoro

20.-

21 )

Nefret Köprüsü . . . . . . . . . . . . . . . . . . Necdet Sevine

20 . 1 5.-

.. .

.. .

...

.. .

... ... ... ... ..

.

(1 938) . . . . . . . . . . . . . .

.

22)

Timur Semerkondo Seyahat

23)

Belgeler . . .

Mehmet Hacıoğlu

1 5.-

24)

Türkcülüğün Esasları .. . .. . .. . . . . .. . Ziya Göka lp

1 0.-

25)

Türkleşrnek islômloşmok

1Q-.

26)

Türk Töresi

27)

Türklük Ü l küsü .. .

...

...

.. .

. ..

.. .

...

•.•

. . . . . . . . . . . . Kloviye

..•

..

Muosı rloşmok-Z.

..

.

.. . . ..

...

...

1 0.-

. .. . . . . . . Ömer Seyfet t j n

1 0.-

islômo Göre M i l l iyetç i l i k . . . . . .

29)

M i l liyetçi

30)

Kızıl Z i n d a n l a r . . . . . . . . .

...

z. Beyaz

25.20.-

. . . . . . . . . . . . C a v i t Ersen

30.-

. . .

31 )

Kara

32)

Zindanlar . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . Cavit Ersen

25.-

33)

Beyaz

30 . -

ihtilal

.. .

. ..

. . . . . . i.

Ziya

A. Bayı n d ı r

Sistemi

Zinda n l a r . . .

. . .

. ..

Gökalp Gökalp

28)

Sanayi

.

(1 .2) . .

.

-

... ...

... ...

1 35

... ...

-

... ...

Cavit Cavit

Ersen Ersen

25.-


YAYlNlNI YAPTIGIMIZ ESERLER ÜÇ i HT i LAL i N H i KAYES i

iHTiLAL ! . . . iHTiLAL ! . . . iHTiLAL ! . . . Yazan : Erdoğa n Ö RTÜ LÜ 13 Kasım, 22 Şubat, 21 Mayıs ve 27 Mayısı da içine alan

ihtilôllerin tarafsız ve gerçek yüzlerini anlatan tek kitaptır.

520 SAYFA - F i ATI

:

25 TL. - 4. BASK I

TÜRK'ün SOSYO EKONOMiK TARiHi Dr. TAHS i N Ü NAL'ın ka lem i nden okuyunuz

FiATI : 1 7 .50 TARlM KENTLERi Yaza n : Dr. TAHS i N ÜNAL

Ülkücülerin Teme: Kitabı F i ATI : 1 5 TL.. TÜRKL Ü �ÜN S E M BOLÜ BOZ KURT

Yazan Dr. TAHSiN Ü NAL Üzeri nde çok şeyler söylendi. Çok kavgalar ya pıl­ d ı . Hatta şeh it düşenler bile oldu . . .

BOL RESiMLi - FiATI : 1 0 TL.

* Bütün Milliyetçi ve Dini Eserler Bulunur.

Not : Toptan olan kitapçı lara % 25 Tenzi lat ya p ı l ı r.

MiLLi Ü LKÜ YAYlNEVi K O N Y A



Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.