Refet Körüklü - Saklıkent

Page 1



SAKLIKENT

Refet KÖRÜKLÜ

Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı İstanbul

-

2009


Bu eser Bakanlar Kurulu'nun 20.07.1980 tarih ve 8/1307 sayılı kararıyla kamu yararına hizmet verdiği kabul edilerek vergi muafiyeti tanınmış olan

TÜRK DÜNYASI ARAŞTIRMALARI VAKFI'nın yayınıdır.

Her hakkı mahfuzdur.

TÜRK DÜNYASI ARAŞTIRMALARI VAKFl'nın müsaadesi olmaksızın tamamen. kısmen veya herhangi bir değişiklik yapılarak iktibas edilemez.

Baskı Özrenk Matbaa Adres: Davuıpaşa Cad. İpek İşhanı Nu: 6/18 Topkapı J İSTANBUL

Kapak Resmi Fevzi KÖRÜKLÜ

Haberleşme Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı P.K. 94 Aksaray I İSTANBUL Te1:(0212)511 I006(pbx) İnternet adresi: www.turan.org.tr �-posta: tdav@turan.org

ISBN: 978-975-4 98- 1 95-7 Milli Yayın No: 1009-34-Y-0 1 47-241


A tsız 'm Aziz Hatırasına...



111

ÖN SÖZ

ATSIZ Beğ' in Deli Kurt romanı yayınlandığı günlerde oğ­ lum Osman ' la birlikte ATSIZ Beğ'i ziyarete gitmiştik (1958). Oğlumun; - Amca, Deli Kurt romanınızdan başka roman yazacak mısınız? diye sorması üzerine, - Osman, Allah kısmet ederse Deli Kurt'un devamını ya­ zacağım. Deli Kurt'un konusunu Hamza Sadi ÖZBEK Beğ vermişti, devamının konusunu da o gönderecek. *

B i r vesile ile Marmaris'e gittiğimde, Hamza Sadi Beğ' le sohbet ederken, kendisine, "ATSIZ Beğ, Deli Kurt romanı­ nın devamı konusunu sizin göndereceğinizi söylemişti. Siz ATSIZ Beğ'e konuyla ilgili olarak her hangi bir şey gönder­ diniz mi?" diye sordum. - Maalesef fırsat bulup gönderemedim, ilk fırsatta gönde­ receğim. - A mca, Deli Kurt'un devamının mahiyeti neydi? Hamza Beğ' in gerek Deli Kurt ve gerekse devamı hakkın­ da anlattıklarıyla ilgili on beş, yirmi sayfa not tutmuştum. Hamza Beğ Deli Kurt ve Deli Kurt'un devamı konusunda diyordu ki ; "Bir gün kahvede otururken garson yanıma gelerek, - Şu ileride duran beğ sizinle tanışmak i stiyor, dedi . Ben de - Buyursun gelsin tanışalım, cevabını verdim. Gelen ko­ nuk masama yöneldi. Kalktım, karşıladım, buyur etti m, ta-


iV

nıştık. İsmini hatırlamadığım bir l isenin müdürü imiş. Esas branşı edebiyat öğretmenliği imiş. M isafirimin adı Korkut YILDIRIM idi. Anlattı ; - Sadi Beğ, Eğirdir Öğretmenler dinlenme evinde arkadaş­ larla Türk Milliyetçiliği üzerine sohbet ederken, söz dönüp dolaşıp tarihe Irkçılık-Turancılık davası olarak geçen konuya intikal etti. Meclisteki arkadaşlardan birisi, sizin de aynı da­ vada yargılandığınızı, işkence gördüğünüzü, şimdilerde ise Muğla veya Marmaris'te bulunduğunuzu söyledi. Sizleri şah­ sen tanımak, o dava ile i lgili düşüncelerinizi öğrenmek için geldim. Sizi şahsen tanımaktan mutluyum ( 1956?). Konuğumla sohbetimizin ağırlık noktası Irkçılık-Turancı­ lık davası oldu. Korkut Beğ, Bir de bu davanın baş sorumlu­ su olan ATSIZ Beğ' e nasıl kavuşup, konuşabileceğinin yol­ larını öğrenmek istemekteydi . Korkut Beğ'e ATSIZ Beğ' in e v adresini ve telefonunu ver­ dim. İstanbul'a gittiğinizde kendisine telefon edip konuşun, sizi davet edecektir. Sonra evine gider, tanışırsınız. *

Korkut Beğ birkaç gün konuğum oldu. Sohbetlerimizde ba­ na Deli Kurt'la ilgili fevkalade ilgi çekici bilgiler nakletti. An­ lattıklarını unutmamak için etraflı bir şekilde not almıştım. İstanbul'a gittiğimde, Avukat İsmet TÜMTÜRK Beğ'e uğ­ radım. Yazıhanesinden ATSIZ Beğ ile telefonla görüştük. O günü tak ip eden i l k pazar günü, İsmet TÜMTÜR K , Muzaffer ERİ Ş , İzzet YOLALAN Beğ' lerle ATSIZ Beğ' in evinde buluştuk. Konuşmalarımız sırasında ATSIZ Beğ, Os­ manl ı şehzadeleri konusunda çalışma yaptığını söyleyince, ben de Korkut YILDIRIM Beğ' in anlattığı Sultan Yıldırım Bayazıd' ı n Şehzadesi İsa Beğ'in evdeşi Bala Hatun'dan olan oğlu Şehzade Murad'tan bahsettim. Benden bu konuyu i ste­ di. Muğl a'ya döndüğümde Şehzade Murad'la ilgili notları mı kendisine gönderdim. Şehzade Murad'ın hayatı Deli Kurt ola­ rak romanlaştı . ( l 957)


v

ATSIZ Beğ' in bana gönderdiği Deli Kurt romanından bi­ rini de Korkut YILDIRIM Beğ'e verdim. ( 1958) Daha sonra Korkut Yıldırım Beğ' le Eğirdir Öğretmenler Dinlenme Evinde buluştuk. (l 959- 1 960) "- Sadi Beğ, Deli Kurt romanını üç kez okudum, çok duy­ gulandım. Ağladığım yerler oldu. Adeta Deli Kurt'la o hayatı yaşadım. ATSIZ Beğ'e bir teşekkür mektubu yazdım. Mek­ tubumda (Deli Kurt hayatta olsaydı da hayatını anlatan bu ro­ manı kendisi yazsaydı, eminim ki bu güzellikte bir eser mey­ dana getiremezdi. O yaşadı, siz de onunla beraber yaşamış gibi yazdınız) diyerek teşekkür etti m. Kaldı ki ben, bu eserin gün yüzüne çıkmasına vesile olduğum için çok mutluyum. Sizin sayenizde anlattıklarımın kitap haline gelmesinden do­ layı da size nasıl teşekkür edeceğimi bilemiyorum. Sağ olun, var olun. Şimdi size Deli Kurt'un devamı hakkında bildikle­ rimi de anlatayım. B unları da ATSIZ Beğ'e i letirseniz Deli Kurt Romanı tamamlanmış olur." Korkut Beğ' in Deli Kurt'un devamı olarak anlattıklarını ATSIZ Beğ'e göndermem kısmet olmadı. *

Hamza Sadi Beğ Deli Kurt'un devamı olarak Korkut YIL­ DIRIM Beğ'den dinlediklerini bana anlatırken not tutmuştum. 1 970 yılının başlarında bir gün ATSIZ Beğ' e uğradığımda Hamza Sadi Beğ' in Deli Kurt'un devamı ile ilgili bir şey gön­ derip göndermediğini sordum. - Refet Beğ, Hamza Beğ bana bir şey göndermedi . - Deli Kurt'un devamı ile ilgili olarak Hamza Sadi Beğden dinlediklerimi not etmiştim. Onları size vereyim. - Bundan sonra Hamza Sadi Beğ bir şey gönderse de, siz­ deki notları verseniz de yazamam, çünkü Türk Tari hi ' ni yazı­ yorum, vakti m yok. Deli Kurt'un devamı ile i lgili tuttuğu n notlara dayanarak devamını sen yazmaya çalış. - Hocam, sizin yazdığınız romanın devamını yazmak be­ nim ne haddime?


VI

- Del i Kurt'un devamı ile i lgili notlar sende olduğuna gö­ re, devamını yazmanda fayda var. B i l inmeyen saklı kalmış gerçeklerin tarihe intikal ettirilmesi gerekir. Bu konu sende kalmasın, vebal altındasın, görevini yap, vebal altında kalma, azmedersen başarırsın, aynı zamanda da mecbursun, demişti. 1970 yılında Hamza Sadi ÖZBEK Beğ' i, 1 975 yılında da ATSIZ Beğ' i kaybettik. Allahın rahmeti üzerlerine olsun. *

Yıllar sonra kütüphanemde bir şeyler ararken Deli Kurt'un devamı ile ilgili notlarım elime geçti. ATSIZ A mca'nın tabi­ riyle vebal altında kalmamak, olayın tarihe intikal ini sağla­ mak amacıyla, Deli Kurt'un devamı olarak yazdığım SA KLI­ KENT, Hamza Sadi ÖZBEK Beğ' den dinlediklerimle ilgili notlara dayanmaktadır. Ben bir görevi yerine getirmeye çalıştım. Ve şimdi ben üstümde kalan bu görevi yerine getirmiş ol­ manın mutluluğu içindeyim. T.T.K.

Refet KÖRÜKLÜ Bostancı, 1 Aralık 2007, Cumartesi


VII

KiTABIN YAZARI HAKKINDA BİRKAÇ SÖZ KIT'A Horyat denince akla anın namıdır gelen Bozkurt duruşlu hem dahi Varsak Yörüklüdür Neymiş bu za' t-ı muhteremin namı derseniz Varsak Yörüklüdür. Adı Re' fet Körüklü' dür Yeryüzündeki en ağır işlerin belki de en ağırı bilinenin, ne, nası l , neden, nice, niçin olduğunu anlatmak, tarif etmek, vasıflarını sıralamaktır. Re' fet KÖRÜKLÜ hakkında bir şeyler söylemek, yazmak da yukarıdaki açıklamanın sınırlan içindedir. Bu bakımdan, Körüklü için yapılabilecek en öz anlatım şöyledir. Ömür boyu Türkçü' dür. Ömür boyu Türkçü çizginin dışına çıkmamıştır. Ömrünce bitmeyen urgan çekme oyununun ipi gibi daima gergin ve dümdüzdür. Bilmem anlatabildim mi? Nisan

-

2009

Erk YURTSEVER



IX

B İ L G İL E N Dİ R M E

Isparta'daki liselerden birinde hem lise müdürlüğü hem de edebiyat öğretmenliği yapan Korkut YILDIRIM Beğ (ki ger­ çek adı ve kimliği bende mahfuzdur) yıllar önce, bir yaz günü Muğla'ya gitmiş ve orada 1944 yiğitlerinden Hamza Sadi ÖZ­

BEK Beğ ile buluşmuş, tanışmıştı. Onlar, Deli Kurt'un devamı olarak yazdığım bu kitapta, adına "SAKLIKENT" dediğim obayı da birlikte ziyaret etmişlerdi. Ralimetli Hamza Sadi ÖZBEK Beğ ile 1960 yılının son­

baharında Marmaris'te buluşmuştuk. Bu buluşmamızda SAK­ LIKENT'te gördüklerini bana uzun uzun nakletmişti. Onun uzun uzun anlattıklarının konu başlıkları ise kısaca şöyleydi: "- Deli Kurt'un yaptırdığı İsa Beğ Camii'ni ve cami hazi­ resindeki türbede medfun Deli Kurt'un kabrini ziyaret ettim, hazirede yatanların ruhlarına Fatihalar okudum. Yaşadığı çağ­ larda Deli Kurt'un düzenlediği ve abaca hala yaşatılan sohbet divanına katıldım, obadan gelenlerle sohbetler ettik. Deli Kurt­ 'un yaptırdığı misafirhanede de bir gece kaldım." Anlattıklarından ziyadesiyle etkilenmiş ve heyecanlanmış­ tım. Bu halimi gören ÖZBEK Beğ bana "Oraları görmek is­ tersen en yakın bir günde beraber gideriz" teklifinde bulun­ du. Obaya gitmek üzere "O" yakın günü hemen kararlaştır­ dık. Ne var ki "O" karar gününde onun önemli bir işinin çık­ ması, benim de senelik iznimin sona ermesi sebepleriyle ora­ ları gidip görmek kısmet olmadı. Oraları görememenin ezikliğini hep içimde hissetmişimdir.

Refet KÖRÜKLÜ



ıs

SAKLIKENT B aba yüzü görmem i ş, anasının yüzünü dahi h atırlaması mümkün olmayan Deli Kurt ' un hayatında, her şeyini borçlu olduğu iki değerli insan vardı . Bebekliğinden itibaren elinde büyüdüğü Satı Ana' dan Türkmen terbiyesi, Çakır'dan da si­ pahi terbiyesi alarak yetişmişti. Karası Sancağı 'na bağlı tımarlı sipahi olan Çakır, Yıldı­ rım B ayazıd' la Aksak Temür arası ndaki Ankara S avaşı ' n ı n yaşandığı günlerde henüz yirmi yaşındaydı. B u savaşta onun, gen ç yaşı na rağmen Osmanlı saflarında gösterdiği celadet, kendisini ünlendirmişti . Osmanlı'nın savaşı kaybetmesi, Yıl­ dırı m ' ı n esir düşmesi, Yıldırım şehzadeleri arasında başlayan taht kavgası üzerine Çakır, yaradı lışına en uygun yerin Şeh­ zade İsa Beğ'in saftan olabileceğin! düşünmüş ve düşüncesi­ ni de uygulamakta hiç tereddüt etmemişti . İsa Beğ' in kardeş­ leriyle yaptığı savaşlarda da tavır ve hareketleriyle gözünü daldan, budaktan esirgemeyen, ölümü dahi hiçe sayan Ça­ kır' ı zam:.ıP, val<tinden önce olgunlaştırm ış, adeta güngörmüş yiğitlerin kemaline erdirırıişti . Türk' ün maddi ve m:ınevi muhteşem vasıfların ı şahsında toplayan Çakır' ın baturlukları ise onu, İsa Beğ' i n nazarında "en güvenilir insan " mertebesine yükseltmişti. İsa Beğ Ça­ kır' a bütün kalbiyle i nanıyordu. Kardeşl erin arasındaki taht kavgasında İsa Beğ de bir ta­ raftı . İsa Beğ ' i n yakında doğum yapacak karı sı n ı n durumu zaman zaman aklına düşüyor, bu taratlığm, kardeşler arasın­ daki kavgalardan birinde kendisinin de yenilmesi durumunda bir felakete dönüşebileceği gerçeğinden kaynaklanıyordu. O


16

biliyordu ki evdeşi canını kurtarsa bile dünyaya getirecek ço­ cuğun erkek olması halinde onun acımasız Osmanlı yasasın­ dan kurtulması mümkün değildi . İsa Beğ' i n tek çaresi vardı . Evdeşini güvendiği bir alpa ıs­ marlamak. B u alp kişinin ancak Çakır olabileceğini düşündü. Çakır'a bir ulak gönderdi ve onu yanına çağırttı . Hal hatırdan sonra İ sa Beğ doğrudan söze girdi . Çakır' dan evdeşini kimsenin bulamayacağı bir yere götürmesini ve bu durumu da sır olarak saklamasını istedi. Çakır, İ sa Beğ ' i n ev­ deşi B al a Hatun ile yola çıkarak bir gece yansı kendi obasına vardı. Onu, sütanası Satı Ana'ya teslim ederken de, kendisin­ den hiçbir surette sır çıkmayacağına i nandığı anasına durumu anlattı. Gün doğmadan obadan ayrıldı. Karası Sancağı ' na bağ­ lı tımarına döndü. Tımarına vardığında kendisini Osmanlı tah­ tına hakim olan Çelebi Mehmet Han ' ı n sipahilerinin arasında buldu. Sipahilerle birlikte Avrupa topraklarında yer yer de­ vam eden ve on yıl süren savaşların ekserisinde saf tuttu. Bu sürenin sonunda Çakır artık obasına dönüyordu. Yol boyunca aklından bir türlü çıkaramadığı iki nesne vardı . Çok özlediği sütanası Satı Ana ve ona teslim ettiği B al a Hatun bu on yıl içinde acaba ne olmuşlardı? Öğleye doğru Satı Ana'nın evinin önüne geldiğinde derin bir nefes aldı . Ciğerlerindeki memleket havasını boşaltırken de bütün gücü ile "ana" diye kükredi. Satı Ana kapını n önü­ ne çıkmıştı . Karşısında duran atlıyı süzdü. Sevinçle; - Çakır sen misin oğul? Hoş geldin, dedi . - Çakır atından atlayıp anasına sarı ldı , yanaklarından ellerinden öptü, öptü. Satı Ana; - Hasretl i k kol ay değil oğul , ananın hasretliği başk adır. Rahmetli anan da sağ olsaydı da seni şöyle bir görseydi . Oğul ana hasreti ni tari f etmek m ümkün değil , ancak yaşa­ yanlar bil ir. - Ana sizlerden uzakta sizleri çok özledim. Ben bu ara ev­ lendim, baba da oldum. Gelinin Bahar, torunların el lerinden öperler. Kızl arımdan ilki Satı Hatun, ikincisi Bala Hatun. Bir


17

gün onlarla birlikte ellerinden öpmeye geliriz. Senin v e Bala Hatun'un adını taşıyan kızlarımı bir görsen bayılırsın. Allah bahtlarından güldürsün, ana bir erkek evladım olmadı. - Çakır üzüldüğün şeye bak, Allah böyle yazmış. Buna şükret, vakti gelince kızlarından erkek torunların olur, onun için erkek evladım olmadı diye üzülme. Allah böyle münasip görmüş, sana iki güzel kız vermiş, bir bakarsın erkek evladın da olur. Allah her şeyin hayırlısını versin. - Ana, Bala Hatun nerede? - Satı Ana üzgün bir halde, Bala Hatun'un kaldığı odanın kapalı duran kapısına bakarken gözlerinden, yanaklarından aşağı süzülen gözyaşlarını başındaki tülbendin uçlarıyla sildi: - Çakır, Bala Hatun sizlere ömür diyebildi. - Çocuğu ne oldu? - Rahmetli dünyaya getirdiği oğluna Murad adını verdi, ne var ki doğumdan birkaç ay sonra kocası İsa Beğ'in ölüm haberini öğrendiğinde sütü kesildi, adeta yıkıldı. Günden gü­ ne bir mum gibi eridi, ne yaptımsa fayda etmedi. Çocuğuyla artık ilgilenmiyordu. Bir akşam oğlunu kucağına aldı, okşadı, sevdi. Çocuğu kucağında odasına çekildi, sabah odasına gir­ diğimde gördüklerime yürek dayanacak gibi değildi. Bala Ha­ tun'un yanağını okşadım, seslendim, soğumuştu. Oğlu sanki anasını uyandırmaya çalışıyordu. Yavruyu kucağıma aldım, benim elim ayağım da buz kesmişti. Bana anam diye sarılan kızımı kaybetmiştim, kızımı köyün mezarlığında toprağa ver­ dik, Allah rahmet etsin. Çakır, Bala Hatun'un o odasının ka­ pısı bir daha açılıp kapanmadı. - Ana çocuk nerede? - Çocuklar kocaman oldular, Evren oniki, Deli Kurt yani Murad on yaşında ... Obanın gün batısındaki Boztepe'ye ke­ çileri otlatmaya götürdüler. Gün batmak üzere, neredeyse ge­ lirler. . Biraz sonra kapı açıldı. Üstleri başları perişan, elbiseleri yırtık ve yamalı iki çocuk, itişe kakışa içeri girdiler. Çakır, giysileri birbirlerininkine çok benzeyen iki çocuktan Murad'ı


18

sanki ;ık bakışta tanımıştı. Murad'ın görünüşü, onun çok es­ kilerden tanıdığı bir kişinin, bir büyüğün sanki küçülmüş, ço­ cuklaşmış halini andırıyordu. - Çocuklar, bu yanımda oturan kim biliyor musunuz? Bu, her zaman adını andığım, onun gibi olmanızı istediğim, dile­ diğim, ağabeyiniz. amcanız Çakır'dır. Satı Ana sözünü tamamlamamıştı ki, Evren ve Murad yer­ lerinden fırladılar. Evren ağabeyi, Murad amcası Çakır ile sar­ maş dolaş oldular. Sonra yere bağdaş kurup oturuşuldu. Çakır, karşısında oturan ve kendisini dikkatle süzen Mu­ rad'a bakarken rahmetli İsa Beğ'i görür gibi oluyordu. Onun duruşu, bakışı, gözleri, burnu, İsa Beğ'in, duruşuna, bakışına, gözlerine, burnuna ne kadar da benziyordu. İsa Beğ Çakır'ın gözlerinin önünde sanki canlanıvermişti. Gözyaşlarına zor hakim oldu. Çakır'ın karşısında oturan ya­ malı ve yırtık esvaplar içindeki çocuğun bir Osmanlı şehza­ desi olduğunu kim bilebilirdi? Bu çocuğun sırrı Satı Ana'yla kendisinde saklıydı. Bu çocuğun babası kardeş kavgasından galebe ile çıksaydı, Osmanlı tahtına oturacak, ondan sonra da bu çocuk padişah olacaktı. Duyulmamış ve bir benzeri de ol­ mayan bu durum karşısında üzülmemek elde değildi. Beğden keçi çobanı ... Bereket ki bu çocuk bir beğ, bir şehzade oldu­ ğunu bilmiyordu. Bu bir sırdı, bu s'ır Satı Ana'yla Çakır' ın gönüllerinde saklıydı ve onların yaşadıkları sürece de saklı kalacaktı. - Ana Murad'a neden Deli Kurt diyorsun? - Çakır oğlum, benim demem bir şey değil, bütün oba hal, kı söylüyor. Murad'ın Deli Kurt olarak adlandırılmasının se­ bebi, onun at tutkusu ve akranları arasında gözünü daldan budaktan esirgememesidir. Onun ata binişini, atın üzerinde oturuşunu bir görsen. Ata öylesine hükmediyor ki yaşıyla mütenasip göremezsin. Onun at binişi her göreni hayran bıra­ kıyor. Girdiği her yarışta da birinciliği kimseye kaptırmıyor. Evren birkaç kez attan düştü, ama Allah nazardan esirgesin, ikisi de usta birer binici oldular.


19

- Ana b u gençler benim yanımda iyi azap olurlar. Çakır obada kaldığı süre içerisinde Evren ve Deli Kurt' un okuyup yazmalarını sağlamış, onlara yay gerip, ok atmalarını öğretmişti. Kılıç kullanmada da onları göz dolduracak birer çeri haline getirmişti. Bir gün Anasına; - Ana delikanlıları çok iyi yetiştirmişsin. Maşallah çok be­ cerikliler, bir dediğimi iki etmiyorlar. Çok kısa bir zamanda yay gerip ok atmayı kavrayıp öğrendiler. Umudum odur ki bunlar yirmi yaşına varmadan yaman birer sipahi olacaklardır. - İnşallah Çakır, Allah o günleri bana görmeyi nasip eder. Bu çocuklar iyi ki yanımdalar. Onlar benim can yoldaşlarım. Bu çocuklar yanımda olmasa ben ne yapardım? Bu yavrular bana yaşama gücü veriyorlar. Allah'tan bütün dileğim, bu yavrularımın yetişip yiğit birer sipahi olmalarıdır. Bu yavru­ ların kaderleri de birbirlerine çok benziyor, ikisi de baba yü­ zü görmemiş. Evren beni gördü ama Deli Kurt ana yüzünü görmüş olsa bile, hatırlaması mümkün değil. Çakır, onların kaderleri bana bağlı. Az evvel dediğim gibi ben onlar için ya­ şamaya çalışıyorum. Onlar benim nazarımda paha biçilmez değerlerdir. Bu çocuklara geceleri anlattığım masallarda, bil­ hassa Türk'ün yiğitliğini, dürüstlüğünü, ne pahasına olursa olsun yalan söylemediklerini sayıp dökerken onların heye­ canlanmalarını, halden hale girmelerini görmeni isterdim. Onlara örnek kişi olara� hep seni anlattım. Seni hayallerinde canlandırarak bana senin hakkında ne sualler sorarlardı, bile­ mezsin. Onlara durmadan senin gibi biri olmalarını öğütle­ dim. Onlara hep çok çalışmalarını, ancak o zaman Çakır gibi bir batur olabileceklerini anlattım. Beni heyecanla dinlerler, sözlerim bittiğinde de boynuma sarılırlar, yanaklarımdan, el­ lerimden öperler, sonra da yatarlar, yarının birer Çakır'ı ol­ manın hayaliyle de uyurlardı. Bu durum bugün dahi aynıdır. İşte benim Türkler hakkında anlattıklarımın etkisinde kalan bu delikanlılar vaktinden önce olgun hale geldiler. Çakır be­ nim anlatacaklarım bunlar. Daha sonra aklıma gelenler olur­ sa yine anlatırım.


20

Ertesi gün bahçede iki genci karşısına alan Çakır; - Çocuklar, okuyup yazma işini kesinlikle ihmal etmeye­ ceksiniz, sizlere öğrettiğim yay gerip hedefe ok atmayı, kılıç kullanmayı öylesine ilerleteceksiniz ki görenler hayran kala­ cak. Sizi seven büyüğünüz olarak tembihte de bulunuyorum. Sizlere bu sözleri söylemesem de, sizlerin ihmal etmeyeceği­ nizden en ufak bir şüphem yok. Sipahi olmak kolay değil, bir daha gelişimde sizlere gerçek kılıç da getireceğim, dedi. Deli Kurt; - Amca, buradan ayrılıyor musun yoksa? Çakır çocukları süzdükten sonra; - Her şeyin bir vakti, saati vardır. Ben sipahiyim. Tıman­ mın başına dönmek mecburiyetindeyim. Fakat ilk fırsatta yi­ ne geleceğim, sizleri çok seviyorum diyerek sarılıp onları öp­ tü. Satı Ana, bahçe kapısında bunları bir müddet seyrettikten sonra; - Hadi bakalım sabah çorbasına .. . demesi üzerine Çakır, delikanlıları ellerinden tuttu. Birlikte evin sofasına girdiler, çorba sofrasına oturdular. Hiç kimse konuşmuyordu. Satı Ana'nın üzüntüsü başka, Çakır'ınki başka, çocuklarınki başka idi. Dördü de dokunsan . ağlayacak bir halde idiler... Çorbalar .boğazlarda düğümlene düğümlene uzunca bir sürede içildi. Ardından bahçeye çıkıldığında Çakır; - Çocuklar bugün sizlere birer at alacağım. Sizlerin ata çok iyi bindiğini Satı Ana'dan öğrendim. Fakat binişinizi gör­ medim, atlarınız geldiğinde göreceğim. Şimdi, söyleyecekle­ rime çok dikkat edin. Sipahi olmanın şartları, ata maharetle binmek, yayı ve oku at üzerinde dörtnala giderken hedefi vu­ racak biçimde boşa göndermeden kullanmak, çıdayı, kılıcı at üstünde değilmiş de yayaymış gibi dirayetle savurmaktır. Bilhassa bindiğiniz atınızı iradenize tabi tutmak çok gerekli­ dir. At dendiğinde Türk akla gelir. Türk atı, at Türk'ü iyi ta­ nır. Hani bir söz vardır: "At binicisine göre kişner". At, mut­ lak surette binicisine itaat etmek mecburiyetindedir. Binicisi


21

olarak bunu siz sağlayacaksınız. Çocuklar bu söylediklerimi aklınızdan asla çıkarmayın. Haydi bakalım, şimdi biraz kılıç talimi yapın da biz de keyifle seyredelim. Evren ve Deli Kurt, Çakır'dan öğrendikleri usule göre kı­ lıç çekip vuruşmaya başladılar. Çakır onları zevkle seyredi­ yordu. Her ikisinin de hedeflerinde sipahi olmak ve her şey­ den önce ustaları Çakır'ın takdirini kazanmak vardı. Satı Ana çocuklarının maharetle birbirlerine kılıç çalmalarını seyre­ derken yavrularının ilerideki sipahilik dönemlerini sanki ya­ şıyor, hayal ediyordu. Farkında olmadan yüksek sesle ağzın­ dan şu sözler döküldü; - Allah'ım o günleri bana görmeyi nasip et! Sonra, Ana'nın ellerini Allah'a uzattı. Ana'nın belli belir­ siz dudakları kıpırdıyordu. Kısa süren bu duruştan sonra, ananın dudaklarından "Amin!" sözcüğü döküldü. Dua bitmiş ana nasırlı elleriyle güzel yüzünü sıvazlamıştı.


22

AYRILIK GELİP ÇATTI Çocuklar Çakır'ın gitmesini bir türlü içlerine sindiremi­ yorlardı. Ama kalmasını sağlamak da imkansızdı. Çünkü bir taraftan tımarındaki görevleri, bir taraftan da çok özlediği ev­ deşi ve kızlarının hasreti ona gitme zamanının geldiğini sanki durmadan fısıldıyordu. Kaderinde böyle yazılıydı ve bunu değiştirmek de kimsenin haddine değildi. Çakır, o gün gençlere verdiği sözü tuttu. Onlara alacağı atları önce kendilerine seçtirdi. Sonra da seçimi bir de kendi­ si gözden geçirdi. Hayret, gençlerin seçtikleri atlar mükem­ meldi ve yılkının en iyi hayvanlarıydı. Çocuklar, eğersiz atla­ rıyla çayırlıkta epeyi koşturdular. Çakır' ın işareti ile gelip önünde dizgin kastılar, at indiler. Çakır; - Çocuklar, kılıç kullanmada, yay gerip ok atmada ve ata binmede çok başarılı oldunuz, sizlerle gurur duyuyorum. Ben gittikten sonra da çalışmalarınıza devam edeceksiniz. Oba­ dan Şahin'e rica ettim, atlarınızın bakımını yapacak. Siz de dikkat edip at bakımını çabuk öğrenin, atlarınızın bakımını ihmal etmeyin. Evren ve Deli Kurt ikisi birden; - Ağabey, Amca ne zaman gidiyorsun? Çakır ikisini sevgiyle süzerek; - Allah kısmet ederse yarın gün doğmadan yola çıkaca­ ğım. İçlerinde en çok Satı Ana üzülüyordu. Hiç neşesi yoktu. Zaten kimde neşe kalmıştı ki? Ayrılığın hüznüyle zaten hiç­ biri konuşamıyordu ... - Çakır bir daha ne zaman gelirsin?


23

- Ana orasını Allah bilir. - Benim, yaşım kemali buldu, bir dahaki gelişinde beni bulur musun, bilemiyorum? Allah yolunu açık etsin dualarım seninle, bütün haklarım sizlere helal olsun, sen de helal et. Karına çocuklara selam söyle, inşallah onları da görmem na­ sip olur. - Ana ağzından yel alsın, Allah seni başımızdan eksik et­ mesin. Daha bu gençleri sipahi olduklarını, evlendiklerini, onların çocuklarını, torunlarını da göreceksin. Akşam yemeğinden sonra herkes bir tarafa çekildi. Ayrı­ lık hüznü öylesine yüreklerine oturmuştu ki, ne diyeceklerini bilemiyorlardı. Etrafa bir sessizlik çökmüştü. Çakır suskunluğu bozdu; - Ana hakkını helal et, bütün arzum bir dahaki gelişimde sizleri sağlıklı, sıhhatli görmek. Gelinini, torunlarını, elini yüzünü öptürmek için getirece­ ğim. Kendine iyi bak. Bu yavruları sana, seni de bu yavrulara emanet ediyorum. Sonra Evren ve Deli Kurt'a dönerek; - Sizler de yiğit insanlar oldunuz, sütanamı, ananızı sakın üzmeyesiniz. Anamızın bizlerin üzerindeki haklarını ödeye­ meyiz. Ok, kılıç ve ata binme çalışmalarına devam ediniz. Çakır, şafak sökerken üç can ile vedalaşarak yola çıktı ... * * *

Satı Ana ve iki genç zaman zaman Çakır'ın gönderdikleri­ ni getiren ulaklardan onun iyilik haberlerini alıyorlar, sevini­ yorlardı. Ana'nın, Çakır'dan gelen her ulağa, onun, obaya ne zaman döneceğini sorması adet haline gelmişti. Bütün ulak­ lar da sanki ağız birliği etmişlercesine, "Ana sipahinin işine

akıl ermez. Şimdi seferdedir. Tımarına ne zaman geleceği bi­ le bilinmiyor. Onlar için dur durak olmaz. Bu sorunun yanıtı­ m bizim de bilmemiz mümkün değildir " cevabını vermişlerdi. Günler ayları, aylar yılları kovalamış, Çakır' ın obadan ay­ rılmasının üzerinden altı yıl geçmişti.


24

Evren ve Deli Kurt eğitim çalışmalarına bütün güçleriyle devam ediyorlardı. Bilgileri ve becerileri iyice ilerlemişti. Bir gün biri davara giderken öbürü obadaki akranlarına bildikle­ rini öğretiyor, ertesinde öbürü hayvan güderken diğeri öğre­ tim işini yükleniyordu.. . Obada, nice savaşlarda bulunmuş, yüzünde ve gövdesinde sayısız kılıç yarası izi taşıyan, kocadığı için obasına gelip yerleşen, saygı duyulan, eli öpülen kimi kimsesi olmayan bir çeri vardı. Akça Koca. .. Bu Akça Koca ziyaretine gelerek kendisine akıl danışan yaşlı, genç, kız, kızan, er kişi kim olursa, onlara doğru yolu göstermeye, anlatmaya çalışır, nasihatlerde bulunan bir pirdi. Akça Koca, Evren'in ve Deli Kurt'un ok ve kılıç kullan­ maktaki maharetlerini duymuştu. Bir sabah bastonuna daya­ narak Satı Ana'nın evinin yolunu tutmuştu. Akça Koca'nın gelişini gören Satı Kadın, hızla Akça Koca'nın yanına vardı. Onun elini öptükten sonra evine buyur etti. Akça Koca; - Sağ ol bacı, ben şu dibek taşına ilişeyim. Senin gençler nerelerdeler? Ben onların methini duydum, maharetlerini sey­ re geldim dedi. Evlerinin az ilerisindeki Yıgaçlı Yazı'da talim eden Evren ve Deli Kurt, uzaktan, dibek taşına ilişmiş bir ihtiyarlarla Satı Ana'nın konuştuklarını görünce, yanlarına vardılar. Kocacığı selamlayıp elini öptüler. Kocacık da iki delikanlıyı kucakla­ yıp, alınlarından öptü. - Gençler, sizin kılıç oyunlarınızın, yay gerip ok atışlarını­ zın ününü duydum ve sizleri seyre geldim. Kılıçtan mı, oktan mı başlayacaksınız? Onun kararını siz verin, hünerinizi sergi­ leyin ki görelim, bakalım duyduklarıma denk misiniz? Delikanlılar, kılıçları ellerinde Akça Koca'yı yere diz vu­ rup selamladıktan sonra " Ya Allah " diyerek karşılıklı durdu­ lar, birbirlerini kolladıkları belliydi, gençlerden biri "A ltay Altay! " diye altaylayıp bir nara patlatınca birbirlerine hamle­ ye başladılar. O kadar seri kılıç sallıyorlardı ki onları takip


25

etmek güçleşmişti. Bir türlü birbirlerine üstünlük sağlayamı­ yorlardı. İkisi de sırılsıklam olmuşlardı. Akça Koca oturduğu dibek taşından kalkarak "Dur! " diye bağırdı. Akça Koca gençleri alkışlıyordu. Tabii Satı Ana'da ço­ cuklarını gururla alkışlıyordu. Gençler üstlerini değiştirip terlerini kuruladıktan sonra bi­ raz ilerdeki ahJat ağacına astıkları yaylarını alıp, ok sadakla­ rını omuzlarına bağladılar. Yaklaşık üç adım aralıklarla diki­ len bir adam yüksekliğindeki hedef kazıklarına yerleştirdik­ leri baş büyüklüğündeki keçe yumaklarından yapılmış hedef­ lerinden dibek taşına doğru yürüdüler, Akça Koca'nın önün­ de durdular.

" Ya Allah Bismillah " diyerek yaylarını gerdiler ve aynı anda oklarını saldılar. İki ok da hedeflerini bulmuştu. Atışlar iki kere daha tekrarlandı. Üç atış da tam isabetliydi. Akça Koca gençlerin yanına giderek her ikisini göğsüne bastırdı. Onları kutladıktan sonra alınlarından öptü. Elleri, gençlerin omuzlarında, kendilerini seyreden Satı Ana'ya ses­ lendi: - Satı Bacı, böyle iki yiğit evlat yetiştirdiğin için seni de bü­ tün yüreğimle kutlarım, diyerek yürüdü, dibek taşına oturdu. - Gençler, çalışmalarınıza devam edin. Üstünüzden geçen kargaları oklayıp vurmaya çalışın, dağlara tırmanıp yaban ke­ çisi ve tavşan vurmaya çalışın. Bu öğrendiklerinizi, obamızda­ ki akranlarınıza da öğretin. Deli Kurt; - Dede, kız çocukları da öğrenmek isterse onlara da öğre­ telim mi? - Çocuklar, bu işin kızı kızanı, erkeği yok. Öğrenmek iste­ yen herkese öğretin. Şurasını hiç aklınızdan çıkarmayın, or­ dularımızın şehit ve gazi kanlarıyla elde ettiği o yeni kazanı­ lan toprakları vatan yapan, analarımız, bacılarımız velhasıl sözün özü Türk kadınlarıdırlar. Türk kadını, dünyadaki hiçbir miletin kadınıyla mukayese edilemez. Yarın sipahi veya azap olarak Avrupa yakasına geçtiğinizde, Türk hatunuyla, haçlı


26

karılarının arasındaki farkı göreceksiniz. Türk kadını, her şeyden önce eşsiz yiğitler, serdengeçtiler yetiştiren analardır. Çocuklar, Allah başınızdan eksik etmesin Satı Bacı, size hem ana, hem de baba olm,uştur. O ki gerektiğinde kılıçta, okta, düşmanla savaşmakta kimselerden geri kalmaz. Bütün anala­ rımız, bacılarımız aynı maharete sahiptirler. Onun için, siz de ok atmayı, kılıç kullanmayı isteyen kızlarımıza bunlar öğret­ mek zorundasınız. Gençler, kılıç kullanmanız, yay gerip ok atmanız mükemmel de, ata binişleriniz nasıl? Evren; - Bizim atlarımız da var, iki gün sonra obamızın harman düzünde cirit oyunumuz var. Gelirseniz seviniriz. O zaman bizim de nasıl ata bindiğimizi görürsünüz. Akça Koca'yla görüşmelerinin üzerinden iki gün gelip geçti. Evren ve Deli Kurt atlarına atlayıp Harman Düzü mey­ danına vardılar. İkisinin de gözleri, meydanda Akça Koca'yı aradı. Ancak o görünürlerde yoktu. Oba ahalisi cirit alanının etrafındaki yüksekçe yerlere do­ luşmuşlardı. İki davulcu davullarını dövdükçe cirit oyuncula­ rından ziyade atlar coşuyorlardı. Hakemlik yapacak dört kişi meydana indiklerinde saf halinde duran on atlıyı iki eşit bö­ lüğe ayırdılar. Evren ile Deli Kurt aynı bölüğe düşmi.işlerdi. Bölükler meydanın iki ucunda karşılıklı saf tuttular. Belli ki hakemlerin başlama işaretini bekliyorlardı. Atlılar cirit sopa­ larını bellerine dayamış hasımlarını süzüyorlardı.

"Başla " işaretiyle, ilk hamleyi Deli Kurt'un takımı yaptı. Cirit oyununda birinci ustalık hasmının attığı sopayı havada kapabilmek, ikinci ustalık ise hasmının attığı sopaya hedef olmamak için, hasım sağdan geliyorsa, atın sol sağrısına, sol­ dan geliyorsa sağ sağrısına sarkmaktır. Cirit sopasına hedef olmama hünerini Evren ile Deli Kurt ve obadan iki delikanlı başarabilmişlerdi. Deli Kurt hasmının sopasına hedef olmam�k için atının sağrısına sarktığında sahanın kenarında Akça Koca'yı gördü, sevindi.


27

Oyunun en heyecanlı anlarıydı. Birden bire cirit alanına kaşlarının hizasından başlayan siyah bir tülbentle başını ört­ müş bir oyuncu giriverdi. Başındaki örtü ile ensesi arasında dalgalanan saçlarından onun bir bacı olduğu anlaşılıyordu. Ancak yüzü çok iyi seçilemediğinden oyuncunun kim oldu­ ğunu da kimseler anlayamamıştı. Bu oyuncu kimdi, kimin kı­ zı ya da kimlerin gelini idi? Alana ok gibi dalan yeni oyuncu, cirit oyuncularını da se­ yircileri de hakem heyetini de şaşkına çevirmişti. Yeni gelen atlı elindeki cirit sopasını birkaç atlı arasında duran Evren'e fırlattı. Evren kendisine doğru gelen ciridi ha­ vada yakalamıştı. O da aynı hızla ciridi kendisine savurana doğru gönderdi. Oysa kız mı, gelin mi olduğu bilinmeyen oyuncu inanılmaz bir çabuklukla atının sağ sağrısında kaybo­ luvermişti. Attığı ciridin rakibi tarafından kendisine gönderi­ leceğinden emin olan meçhul ciritçi atının sağrısından bir an­ da doğrulup üzerine gelen cirit sopasını havada kaptı ve so­ pasız kalan Evren'in peşine düştü. Evren de at sağrısına sark­ maya çalıştı. Ancak geç kalmıştı. Meçhul atlının savurduğu sopa Evren'in kalçasını sıyırmıştı. O sırada Deli Kurt Evren'e değen sopayı yere düşürme­ den kaparak meçhul atlının ardına düştü. Meydanı çepeçev­ re dolduran seyirciler cirit oyununa giren meçhul atlıyla De­ li Kurt'un dizgin boşaltışlarını zevkle seyrediyorlardı. Deli Kurt'un kendisine yaklaşmakta olduğunu anlayan bilinmeyen atlı atının dizginlerine asılıp onu durdurduktan sonra üzen­ gilerinin üzerinde ayağa kalktı. Yanına yaklaşan Deli Kurt'a; - Ben sana cirit atmadım ki peşime düşüyorsun, ciridin tö­ resine uy, sen aradan çekil, benim hasmım Evren, seninle başka zaman karşılaşırız. Meçhul oyuncu haklıydı. Deli Kurt elindeki cirit ile atı­ nı Evren'e doğru hızla sürerken Evren de Deli Kurt'a doğ­ ru sürdü. Sanki konuşulanları duymuştu. Evren Deli Kurt'un elindeki cirit sopasını kapıp alını mey­ danın ortasına doğru mahmuzladı. Ancak gördükleri daha doğ-


28

rusu görmedikleri inanılır gibi değildi. Çünkü meçhul atlı sır­ ra kadem basmıştı. Meçhul ciritçinin meydana gelişi gibi göz­ den kayboluşu da sanki bir muamma idi. Olayı seyreden, gö­ ren herkes bu meçhul atlının kim olduğunu birbirlerine sorup meraklarını gidermeye çalışıyorlardı. Meydana fırtına gibi gelip bora gibi kaybolmasının anlamı ne idi? Herkes şaşkın­ lık içerisindeydi. Olanlara şaşırmayan tek bir kişi vardı: Deli Kurt. * * *

Cirit sona ermişti, hakem heyeti üç başarılı oyuncuyu meydana çağırdı. Bunlar Deli Kurt, Evren ve obadan İlbeği idiler. Akça Koca da gençleri kutlamak için sopasına dayana dayana yanlarına gelmişti. Gençler ilk iş olarak onun karşı­ sında eğilip ellerini öptüler. O da üçünü ayrı ayrı kucakladı, alınlarından öptü, kutladı; - Çocuklar, hakem heyeti! Oyun sırasında meydana şimşek gibi dalan ve aynı hızla terk eden o meçhul atlı kimdi? Kimin nesiydi? Onu da kutlamak isterdim. Heial olsun, kız mıydı, ge­ lin miydi? Onu seyrederken göğsüm kabardı, içimden Türk kadınının, kızının böyle olması gerekir diye geçirdim. Maşal­ lah cirit sopasını erkek gibi sert ve ustaca atıyordu. Evren ve Deli Kurt atlarının dizginleri ellerinde yan yana meydanı terk ederlerken bugüne kadar obada yapılan hiçbir cirit oyununu seyre geldiği duyulmamış Satı Ana' yı karşıla­ rında gördüler. Bu karşılaşmanın, gençlerin yüzünde yarattığı şaşkınlık görülmeye değerdi. Çabucak at inip, analarına sarı­ lıp onun ellerini öptüler. Satı Ana ağlamaya başlamıştı. Genç­ lerin de gözleri dolu dolu olmuştu. Evren şaşkınlığından kurtulur kurtulmaz, anasını kucakla­ yıp atının terkisine oturttu. Bu arada bir arabaya oturtulan Akça Koca da bu alayişe ve sevince katıldı; - Satı Bacı seni de kutlarım. Bu gençlerle, evlatlarla ne kadar övünsen azdır. Allah nazardan esirgesin. Ölmez sağ kalırsam, kalırsak, sipahiliklerini de görürüz.


29

- İnşallah ağam, bunlar büyüklerinin verdiği öğütleri kafa­ larına yerleştirirler ve gösterdiğiniz yolda çalışırlarsa neden olmasınlar? Evlerine yaklaşırlarken, Evren Deli Kurt'a sordu; - Deli Kurt sen meçhul atlıya çok yaklaştın. Konuştunuz da . .. Kimdi? Tanıyabildin mi? - Tanıdım Evren tanıdım. Sen de tanırsın. O bana hasım olarak seni seçtiğini söyledi. "Sen benim hasmım değilsin.

Sopamı E vren'e ver, o gelsin benim üzerime" dedi. Obamı­ zın genç ve güzel kızlarından biri. Adını sonra söylerim. Eve vardıklarında yorgunluklarını atmak üzere gelişi güzel uzanıverdiler. Satı Ana; - Haydi kalkın bakalım yemeğimizi yiyelim. Yemekten kalkar kalkmaz, Evren; - Deli Kurt o kızı tanıdığını söylemiştin. De bakalım o kız kim? - Evren hafızanı yokla. Çok uzaklara gitmene lüzum yok. O kız seni takip edip ciridini sana fırlattıydı ya. Sopa seni sıyırıp geçtiydi ya. Ben de sopayı yere düşmeden kapıp kı­ zın peşine düştümdü ya . . . O sırada kız dönüp arkasına bak­ tı, peşinden senin yerine benim geldiğimi gördü. O kız, ge­ çen hafta içinde bir gün, biz seninle hedef oklamaya çalışır­ ken, senin yanına gelen, boylu poslu, sarı işlemeli, pembe şalvarlı, üç etekli, kırmızı yemeni örtülü, sarışın kızdır. Ha­ tırladın mı? Sana adınla hitap ederek; "E vren, bana da yay

gerip, ok atmayı öğretir misin ? " diye sormuştu. Sen de kıza hiç de hoş olmayan bir şekilde; "Öğrenmek istediğin bir bu mu eksik. Daha senin öğreneceğin o kadar çok şey var ki, yay gerip ok atmana sıra bile gelmez. " O da sana; "Ben her şeyi, daha öğrenmem gerekenleri de sırası geldikçe öğreni­ rim. Ben yay gerip ok atmayı öğrenmek istiyorum, bana öğ­ retmeni istiyorum. " - Senin bu işi öğrenmek istediğini anan baban duyarsa ne der? Hiç düşündün mü?


30

- E vren orasını sen düşünme. Onlar bu işi duyarlarsa ak­ sine çok mutlu olurlar. Senin öğretmek istememekteki inadın üzerine bana döne­ rek; - Murad, öğrenmek istediklerimi bana sen öğretir misin? Ben aranıza girmemek için " Yay germeyi, ok atmayı ben de E vren 'den öğreniyorum, sana nasıl öğretebilirim ? " de­ mem üzerine: - Ben de kendi kendime öğrenirim, diyerek çekip gitti. Satı Ana gençlerin konuşmalarını duyup dinlemişti. Ço­ cuklarına; - Sizlerin konuştuklarınızı duydum, dinledim. Evren kıza verdiğin yanıtı hiç doğru bulmadım. Oğlum, şunu aklından hiç çıkarma. Türk kızları ev işlerini öğrenmenin yanı sıra kı­ lıç ve mızrak savurmasını da, ok atmasını da öğrenmelidirler. İcabı halinde kadının kılıç çalması, ok atması da gerekebilir. Onun için yarın o kızı bul, gönlünü al, ona yay gerip ok at­ masını ve kılıç kullanmasını öğreteceğini söyle. Bu işleri öğ­ renmek isteyen diğer oba kızlarına da kapımızın açık olduğu­ nu bildir. Evren; - Ana yanlış yapmışım, yarından tezi yok, gider kızın gön­ lünü alırım. Eğer öğrenmekten vazgeçmemişse, öğretmek için buyur ederim. Deli Kurt söze karıştı; - Evren bak, unutmadan söyleyeyim: Kızın adı Nesli'dir.


31

AGIRLIK KALDIRMA ÇALIŞMALARI Delikanlılar yay gerip, ok atma ve kılıç kullanma çalış­ malarına ilaveten Akça Koca'nın tarifi üzerine kalın bir ipe bağlanmış. yaklaşık yirmi okkalık bir taşı. ipin öbür ucuna bağlı demir halkadan tutarak dizlerin üstüne kadar kaldırma çalışmalarına başlamışlardı. Çok kısa bir zaman içinde bu kaldırışlara alışmışlardı. İlk başladıklarında epeyce zorlan­ dıkları halde, gün geçtikçe bu iş onların gözünde basitleş­ mişti. Şimdi altı okkalık taş onlara düven taşı, çakmak taşı gibi geliyordu. Taşı kaldıra-indire pazıları öylesine kuvvet­ lenmişti ki, onlar için yay germek oyuncak haline dönüş­ müştü. Nerdeyse günde bir iki talim yayı patlatır hale gel­ mişlerdi. Hele hedefe kargı atmaları, attıkları kargılarla ku­ rutulmuş manda derisinde işaret ettikleri hedefleri öyle bir delişleri vardı ki bu hale Akça Koca bile şaşıra yazıyordu. Bu kaldırma işi giderek hedef büyütmüştü. Son zamanlarda taş, el ile iki ucundan tutulup, göğüs hizasına kadar kaldırıl­ ma amacına ulaştırılmıştı. * * *

Eıtesi sabah delikanlılar taş kaldırma idmanı için bahçeye çıkmışlardı. Deli Kurt koyun tulumunu andıran idman taşını koparıp göğüs hizasına kadar kaldırdı. Evren de koparıp kal­ dırmak için Kurt'un taşı indirmesini bekliyordu. Oysa Deli Kurt taşı sanki hiç indirmek niyetinde değilmiş gibi davranı­ yordu. Evren: - Haydi, taşı bırak da bir de ben kaldırayım. Deli Kurt şakayla karışık:


32

- Yok, bugün senin yapman gereken bir yumuşun var. Yoksa unuttun mu? Sen önce onu bitir. O iş bitene kadar ben bu taşı böylece tutacağım, dedi. Evren, akşam konuşulanları unutmuş değildi. Ama ken­ dince idman işini öne düşürmek istiyordu. Evren kısa bir sessizlikten sonra Nesli'nin evine doğru yöneldi. Evin bahçesine girdiğinde Nesli'nin annesi Zülal Hatun'la karşılaştı; Hatun'a Satı Ana'nın selamını söyledikten sonra Nesli'yi sordu. Zü!al Hatun, eve doğru dönüp seslendi: - Nesli, bak kızım kim geldi? Nesli avludan inip yanlarına yaklaştı: - Hoş geldin Evren. - Nesli, senin geçenlerdeki dileğin üzerine sana karşı çok kaba davrandım, senden özür dilemeye geldim, beni bağışla! Ok atma, kılıç çalma isteğinden caymadıysan seni birlikte ça­ lışmaya buyur etmeye geldim. - Caymak ne demek, yarından itibaren çalışmaya geli­ rim. Sevincim sonsuzdur. Beni mutlu ettin, bana söylediğin sözleri unuttum. Sen de unut! Dur, sana soğuk bir ayran ge­ tireyim. - Nesli, ben yalnız senden özür dileyip birlikte çalışma­ ya davet etmeye geldim. Eğer obada ok atmaya, kılıç çal­ maya özenen kızlar varsa onlar da çalışmaya gelebilirler. Şimdi ben gideyim. Zere Deli Kurt beni ağır bir yük altın­ da bekliyor. Başka bir gün, ayran içmeye geliriz. Evren dönüp Zülfi! Hatun'un elini öptü. Yanlarından ayrı­ lırken mutluluktan uçuyordu. Deli Kurt, Evren'in dönüşünü merak içinde bekliyordu. Evren'in, oba kızlarının ertesi gün idmana başlayacaklarını muştulaması üzerine iki genç sevinçle sarmaş dolaş oldular. Muştu, Satı Ana'ya da Nesli'nin gönlünün alındığı, yarından itibaren obanın istekli kızlarıyla eğitime başlanacağı şeklinde iletildi. Bunun üzerine Ana:


33

- Sağ olasın Evren, bu sana ders olsun oğlum. Bir daha hiç kimsenin kalbini kırmayasın. * * *

Ertesi gün Nesli, yaşıtı sekiz kız ile ok ve kılıç çalışmala­ rına başlamak için Yıgaçlı Yazı'nın yolunu tuttu. Dokuz Türk kızı, Dokuz Oğuz kızı, yeryüzündeki bütün güzel sanatların buyrukçusu, kağanı olan en "muhteşem sa­ nat"ın, "harp sanatı"nın araçlarını öğrenmeye güle oynaya gidiyorlardı. * * *

Dersler kesintisiz sürüyor, Evren kızlara yay gerip ok at­ manın inceliklerini öğretiyor, Deli Kurt ise 15 yaşında olma­

sına karşılık, atalarına yakışacak bir bilgelikle savaş çebeleri­ nin yapımı, bakımı onarımı ile ilgili bildiklerini anlatıp öğret­

mekten yılmıyordu. Bu süre içinde kızlar da öğreticilerinin işin uzmanı olduklarını, ancak bildiklerini öğretirken hiç de müsamahalarının olmadığını görmüşlerdi. Satı Ana'ya gelin­ ce o, çalışmalar sırasında kızlarla çocuklarının arasındaki sa­ mimi arkadaşlıkları imrenerek seyrediyordu. Bir yandan da içinden " Çakır, nerede kaldın ? Senin sipahilerini gel de sey­

ret. Sayende adam oldular da obanın kızlarına bilgelik yapı­ yorlar " diye yakınıyordu. Bu yakınma tuhaf hislerle örülü bir yumaktı sanki. Beş yılların hasretiyle ve bin yılların guru­ ruyla, övüncüyle sarılmış bir yumak . . . * * *

Bir talim gününün kuşluk çağında Akça Koca, genç savaş­ çıları seyretmek için Yıgaçlı Yazı'ya gelmişti. Satı Ana' nın evinin önündeki ahlat ağacının dibine, yüzü yazıya dönük ola­ rak oturmuş, gençlerin çalışmalarını seyre dalmıştı. Satı Ana, bir ara evden çıktığında ağacın dibinde, arkası eve dönük birisinin oturduğunu fark etti. Kim olduğunu gör­ mek için ağaca doğru yürüdü. Oturan Akça Koca'dan başkası değildi. Selamlaştılar. Hoş beşten sonra Akça Koca:


34

- Satı Bacı, avlunuzu talimhaneye çevirmişsiniz, dedi. Ar­ dından yazıda eğitim yapan yiğitlere seslendi: - Ha gayret çocuklar, ha gayret! Akça Koca' nın tok sesini duyan gençler, ellerindeki, omuz­ larındaki, bellerindeki çebeleri yazının ortasına yığıp koşarak onun yanına geldiler. Akça Koca elini havaya kaldırarak: - Sakın ha! Çalışmalarınıza devam edin. Sizleri göğsüm kabararak seyrediyorum. Beni bundan mahrum etmeyin. Ça­ lışmalarınız bittiğinde yanıma gelirsiniz. Gençler şevke gelmişlerdi. Bu şevk çalışmalarına hem hız hem de zerafet katmıştı. Akça Koca Satı Ana'ya döndü: - Satı Bacı, sen de farkında mısın bilmem ama, bakı yo­ rum da kızlar maşallah hocalarından daha gayretliler. - Ben de farkındayım. Neredeyse erkek kardeşleri gibi us­ talaştılar. Akça Koca ile Satı Ana karşılıklı konuşurlarken vakit öğ­ le olmuştu. Gençler paydos etmişler, hepsi birden Akça Ko­ ca'nın etrafında toplanmışlardı. Akça Koca gençleri adeta sü­ zerek gözden geçirdi. "Hepsi de birbirinden güzellermiş. Al­

lah nazardan esirgesin " dedi. Satı Ana da Akça Koca'yı ba­ şıyla tasdik ediyordu. Akça Koca: - Çocuklar, bizler buralara gezmek için gelmedik. Buraları kılıç ve oklarımızla vatan yaptık. Kızlar, babalarınız, amcala­ rınız, dayılarınız, ağabeyleriniz sizin kılıç kullanmanıza, yay gerip ok atmanıza fırsat vermezler ama, Allah muhtaç etme­ sin, gün ola harman ola. İcap ederse bunun hakkından da gel­ meniz gerekir. Bizler kadar başarılı olacağınızdan eminim. Bunca talimden sonra bir gün karşılıklı yarışacaksınız. Bu yarışmadan beni de haberdar edin ki gelip sizleri seyredeyim, noksanlarınızı görürsem düzeltmenizi söyleyeyim. Geçen ay harman düzü cirit meydanına, bir fırtına gibi inen, yüzü siyah tülbentle gizli o atlıyı meydanda olanlarınız görmüştür. O meçhul atlının cirit sopasını atışı, cirit sopasından kurtulmak


JS

için atının sağ ve sol sağrısına kayışı, kendine atılan cirit so­ pasını havada kapışı görülmeye değerdi. O meçhul atlıyı sey­ rederken adeta büyülendim, gururlandım. Hele hele o yiğit kızın fırtına gibi meydanı terk etmesi, seyre gelenleri şaşkına çevirdi. O kız mı idi, gelin mi idi, kimin nesiydi? Tanıyanınız var mı? Allah nazardan esirgesin. Deli Kurt: - Dede ben o kızı tanıdım, hani hatırlarsanız meydanın or­ tasında kendisine cirit sopasını atmak için yanına yaklaşan bendim, onun durması üzerine cirit atmayıp bende durdum, o üzengilerinin üzerinde dinelip bana bir şeyler söyledi, dedi ki

"Sen benim hasmım değilsin, ciridi E vren'e ver o gelsin, ciridi töresine göre oyna". Ben geri dönüp sopayı Evren'e verdim. Evren cirit sopasını alır almaz kızın peşine düştü, kızın gelişi gibi hızla meydandan uzaklaşması ile herkesi hayran bıraktı. Cirit müsabakası sona erdiğinde siz bizleri tebrik ederken "o atlı kız mı, gelin mi burada olsaydı onu da tebrik etseydim" buyurmuştunuz, hatırladınız mı? O kız şu anda aramızda, dedi. Deli Kurt bunları söyler söylemez, kızlar birbirine bakma­ ya başladılar. İşte tam bu sırada Satı Ana kızların arasına gi­ rerek, alı al, moru mor renkten renge dönen Nesli'yi elinden tutarak ayağa kaldırdı. Nesli ne diyeceğini şaşırmış vaziyette ayakta dondu kaldı. Kıpkırmızı olan yüzünü göstermemek için başını öne eğmiş yere bakıyordu. Akça Koca : - Güzel kızım seni tanıdığıma memnun oldum. Seni bütün kalbimle kutlarım. Kimsin, kimin nesisin? - Amca ben obadan Zülfü Hatun'un kızıyım. Baba yüzü görmedim. Babam Avrupa'daki Niğbolu kalesinde şehit düş­ müş, babamın adı Şahin'miş. O anda Nesli' nin gözyaşları yanaklarında aşağı süzülme­ ye başlamıştı. - Demek sen eşsiz kahraman Deli Şahin'in kızısın. Baba­ nın ününü Avrupa' da duymayan kalmamıştır. Babana Deli


36

Şahin derlerdi, kendisi ile tesadüfen bir kez karşılaşıp görüş­ müştüm. Benden yaşça küçüktü, rahmetli baban haçlı sürüsü­ nün korkulu rüyasıydı, kendisini anlatacak söz bulamıyorum. Hasılı ismiyle müsemma öyle bir yiğit zor yetişir. Ne mutlu ki sen öyle müstesna yaratılmış bir kahramanın kızısın, rah­ metli babanın seni ruhen görüp ruhunun şad olduğuna bütün yüreğimle inanıyorum. - Amca babamı gördüğüne göre, hatırladığın kadarıyla ba­ bama benzer tarafım var mı? Akça Koca, Nesli'yi süzdü, süzdü. - Hatırladığıma göre göz ve kaşların babanın kaş ve gözle­ rini hatırlatıyor. - Amca anamda öyle söylüyor. - Kızım, Allah cümlenizi bahtınızdan güldürsün, vatana millete bağışlasın. Nesli Akça Koca'ya yaklaşıp onun elini öptü. O da Nes­ li'yi alnından öptü. Nesli'nin Satı Ana'nın da elini öpmesi üzerine, Satı Ana Nesli'yi kucaklayıp yanaklarından öperek: - Nesli cirit alanına fırtına gibi girişini oğlum Evren' e cirit sopasını atışında ben de oradaydım. Seni meydanda hiç kim­ seler tanımıyordu. Ata binişine, cirit oyununu esaslarını başa­ rılı bir şekilde yapmana hayran kaldım. Seni hiç kimse tanı­ madı ama Deli Kurt düğümü çözdü. Seni ben de tebrik ede­ rim. Bu konuşmalar olurken Nesli ve Evren kaçamak bakışlar­ la birbirlerini süzüyorlardı. Zaten yay germe ve ok atışlarında birbirleri arasında bazı şeylerin şekillendiği seziliyordu. Ön­ ce Evren, Deli Kurt ve kızlar Nesli'yi tebrik ettiler. Kızlardan Sonay; - O gün cirit meydanında ben de oradaydım. Ben o atlının gökten indiğini zannettim. Orada biri ortaya çıkıp "Bu Nesli

deseydi " bun�. inanmazdım. İnşallah bizler de Nesli gibi at binmeyi, onun nezaretinde öğrenir, cirit oyunlarına bizler de katılırız... Evren:


37

- Sonay, sen ne diyorsun? Ok salma, kılıç çalma talimleri sona erdiğinde zaten ata binme çalışmalarına başlayacağız. Cayma yok. Ona göre hazırlıklı olun. - Sonay konuşurken kaçamak bakışlarla Deli Kurt'u sü­ züyordu. Aslında Deli Kurt da Sonay' dan hoşlanıyordu. Fakat kafa­ sında bir tek şey vardı. Sipahi olmak. O sipahi olduktan son­ ra sıra ·gönül meselesine gelecekti. Şimdilik bu tasta hiç tara­ ğı yoktu. Gönül eğlemek, karşısındaki kızcağızı ümitlendir­ mek usunun ucundan geçmiyordu. Akça Koca önünde oturan Evren'e, Deli Kurt'a ve kızlara şöyle bir göz attıktan sonra. - Bakın çocuklar ben bu bacı sakalı değirmende ağartma­ dım. Yıllar yılı cepheden cepheye koştum. Bazı arkadaşla­ rım şehit oldular. Bazılarımız gazi olduk. Bütün savaş alan­ larında Türklüğümün ve imanımın benden ne beklediği şuu­ ru içerisinde yay gerdim, ok attım, kılıç, kargı savurdum. Ben o savaşlarda dövüle dövüle su verilen çeliğe döndüm. Ben nereleri görmedim ki? Avrupa yakasındaki toprakları­ mızı karış karış dolaştım. Sofya'da Pilevne'de, Niğbolu'da, Kosova'da yaşayan keferenin erkeğini, kadınını, oğlanını, kızını yakinen gördüm. Bunları Türk Milleti'yle mukayese etmek imkansızdır. Zira Türk Allah'ın özenerek yarattığı bir millettir. Allah'ın bizlere bahşettiği değerlerimizin kıymeti­ ni bilelim, bu değerlerimize ihanet etmeyelim, bu mukaddes değerlerimizden koparsak, Allah bizi affetmez ve üstelik cezalandırır da . .. O topraklara yerleşen Türk oymakları ora­ da ·yaşayan insanlara her yönüyle örnek olmaktadırlar. Belg­ rat civarından bir yerden geçerken bir ağaç gölgesinde otu­ ran iki kız çocuğu gördüm. Giyim kuşamlarıyla Türk olduk­ ları anlaşılan biri diğerine bir şeyler gösteriyordu. Merak edip yanlarına yaklaştım. Birbirleriyle işaretle anlaştıkları dikkatimi çekti. "Kızlar, ne yapıyorsunuz diye sordum ? " kız­ lardan biri " Yammdaki arkadaşıma tığla çiçek örmesini öğ­

retiyorum. A rkadaşım Sırp 'tır. "


38

- Nasıl anlaşıyorsunuz? - Amca, o benden tığla çiçek yapmasını öğrenirken, Türkçe' de öğreniyor. Bak başındaki tülbentten sarkan çiçekler de kendisinin yaptığı çiçekler. Nasıl güzel yapmış mı? İkisi bırden ayağa kalktılar. İkisinin giyim kuşamı birbiri­ ne benziyordu. - Bu arkadaşım bizim bitişik köylü. Her sabah burada bu­ luşuruz. Ben ona bildiğim el işlerini öğretirken Türkçe'de öğ­ retirim. Sırp kızına baktım. Kılık kıyafeti yanındaki Türk kızının­ kinden farksızdı. Şalvarı, üç eteği, ayağındaki çarığı. üstün­ deki gömleğin üzerindeki işlemeleri, cepkeni, başına örttüğü oyalı yemenisiyle bizim kızımızdan hiç farkı yoktu. - Senin adın ne? - Benim adım Özlem. Arkadaşı Özlem'in söylemesine fırsat vermeden: - Benim adımı Özlem koydu. Benim adım Yeşilim. - Amca, onun adını yeşil gözlerine bakarak "Yeşilim" koydum. Nasıl, uymuş mu? - Çok güzel. Adı da ona yakışmış. Velhasıl, o topraklarımıza göçüp yerleşenler oradaki in-· sanlara insanlık, medeniyet öğretip, onlara örnek oluyorlar.


39

AVA GİDEN AVLANIR BÖYLE BİR AV GÖRÜLMÜŞ DUYULMUŞ DEGiL Evren'in rahatsızlığı sebebiyle kızlarla çalışmalarına ara verişlerinin üzerinden iki gün geçmişti. Bu süre içerisinde oyalanacak bir iş bulamayan Deli Kurt ava gitmeyi düşün­ dü. Bu düşüncesini Satı Ana'ya açarak onun gönlünü yap­ mayı ve müsaadesini almayı başardı. Obanın sırtını yasladı­ ğı dağa doğru yola koyuldu. Mevsimin güz olmasına rağmen havalar güzel gidiyordu. Deli Kurt dağın eteklerine ulaştığında etrafta sis vardı. Etra­ fında çiğ gibi bir şeyler savruluyor, uçuşuyordu. Deli Kurt önündeki çalılar arasından fırlayıp yamaca doğru seğirten tavşanı görmekte gecikmedi. Tavşan, ardında olup bitenleri görebilmek için duraklayıp ardına bakması anında da Kurt, yayına sürdüğü av okunu boşaltıverdi. Devrilen avını arka ayaklarından bağladı, eğerinin sağ tarafından sarkan ipe astı. Deli Kurt ava çıkarken havanın ılıklığından yararlanarak bir yaban keçisi avlamayı düşünüyordu. Oysaki hava kapat­ mış ve inceden inceden bir yağmur başlamıştı. Birazdan di­ ner diye düşündüğü yağmur tersine giderek şiddetleniyordu. Bu yağmurda yaban keçisinin peşinden gitmek akıl karı de­ ğildi. Geri dönüp buraya gelirken yolda gördüğü mağaraya sığınmak yapılacak en akıllı işti. Mağaraya gelene kadar yağ­ mur şiddetini iyiden iyiye arttırmış, etrafa yoğun bir sis çök­ meye başlamış, hava da alaca karanlığa dönüşmüştü. Kurt, atını mağarada bırakıp etraftan çalı çırpı toplamaya çıktı. Mağaradan elli adım ayrılmıştı ki, nereden geldiği belli olmayan bir hapşırık sesi duydu. Etrafına göz gezdirince ma­ ğaranın arka tarafındaki yarın kenarında birinin ayakta dur-


40

duğunu gördü. Hızla mağaraya dönüp kucağındaki çalı çırpı­ yı kuruluğa bıraktı. Yarın kenarında gördüğü kişiye doğru yö­ neldi. O kişinin yanına varabilmek için yağmurdan kaygan hale gelmiş kayalara tırmanmak gerekiyordu. Bu zorlu bir iş­ ti ama o bu işi başarmıştı. Kişi birisinin kendisine yaklaşmakta olduğunu fark etme­ mişti. Kurt onun artık ayakta olmadığını, belki de yorgunluk­ tan yere çöküp, başını elleri arasına aldığını, tir tir titrediğini gördü. Seslense belki korkup dengesini kaybeder, uçuruma yu­ varlanır endişesiyle sessizce yaklaşıp sırtından yakaladı, güç­ lükle ayağa kaldırdı. Dermansızlıktan ayakta durması bile bir mucize olan kişi genç bir kıza benziyordu. Deli Kurt'u iterken dudaklarından "Beni bırak. Ben ölmek istiyorum " sözleri dö­ küldü. Deli Kurt' un ellerinden sıyrılarak yere yığıldı. Deli Kurt kızı bileklerinden kavrayıp ayağa kaldırdı. - Gel görüşelim. Öleceksen yine öl ! Ölümü istemene se­ bep ne? Konuşalım. Burada durup daha fazla ıslanmayalım. Yürü, aşağıdaki mağaraya varalım, konuşuruz, dertleşiriz. .. Kızcağız çok bitkindi. Yürüyemiyordu, hatta ayakta bile durmakta zorlanıyordu. Bin bir müşkülat ile kayalardan in­ diklerinde yağmur şiddetini daha da arttırmıştı. Düze vardık­ larında kızcağız Deli Kurt'un desteğine rağmen yere yığılı­ verdi. Kımıldayacak hali yoktu. Deli Kurt kızı sırtına almaya davrandığında o, biraz ilerdeki ağaçta asılı duran bir çıkını işaretlerle Kurt'a göstermeye çalışıyordu. Deli Kurt kızı yerden kaldırıp sırtladı. Önce onu götürüp mağaranın kuytu bir yerine bıraktı. Ardından ok gibi fırlayıp ağaçtaki çıkını kaptı. Döndüğünde de az önce kuruluğa bırak­ tığı çalı çırpıyı tutuşturdu. Alevler bir anda yükselmiş çevreye bir ılıklık yaymaya başlamıştı. Deli Kurt kıza atının sırtındaki kepeneğini uzatarak "soyun da çamaşırlarını kurutayım " dedi ama kızın elini, kolunu kaldıracak mecali yoktu. Kurt kızın so­ yunmasına yardım etti, üstünden çıkan çamaşırları sıkıp sıkıp, ateşin yanına dayadığı sırığın üstüne yaydı. Kızı kepeneğe sa­ rarak belindeki kuşağını da başına sarması için ona uzattı.


41

Kurulanmak sırası kendisine gelmişti. Bir yandan ateşi can­ landırıyor bir yandan da giysileri, çamaşırları kurutmaya ça­ lışıyordu. Kız kepeneğin içerisinde büzülüp dururken titriyor­ du. Deli Kurt kepeneği kızın vücuduna iyice sararak sırtını ovalarken kızın titremesi geçmiş hareketsiz hale gelmişti. Ke­ peneği aralayarak yüzüne baktı. Kız uyumuştu... Bir taraftan ateşin devamını sağlıyor, bir taraftan da çamaşır­ ları kurutmaya çalışıyordu, kızcağızın çamaşırları kurumuştu. Deli Kurt sırtını dayadığı kayaya başını da dayayarak uy­ kuya daldı. Uykusunun en tatlı yerinde derinden gelen bir sesle uyandı: - Kimse yok mu? Kimse yok mu? Ses ölümden kurtardığı kızın sesiydi: - Ne istiyorsun? - Acıktım. Benim çıkınımda peynirim, bazlamam var. Bana birazını verir misin? Kızın çıkınındaki ekmeğin arasına peynir koyarak kıza verdi. Kıza saçlarını kurutması için verdiği bel kuşağı da sırılsık­ lamdı. Onun, kurumuş olan başörtüsünü kendisine uzattı. - Kız senin adın ne? - Yaşar. - Böyle kız adı mı olur? - Neden olmasın? - Bu erkek adı. .. - Benden önce anamın üç kız çocuğu olmuş. Üçü de çok yaşamamış, ölmüşler. Yaşayayım diye bana Yaşar ismini koy­ muşlar. Ama anam beni Gülten diye sever çığırır. Babam ise bana Güngör der. Senin anlayacağın benim üç adım var. Sen hangisini beğendinse beni onunla çağır. Ya senin adın ne? - Benim adım Murad. Bana da obamızda Deli Kurt derler. Sen de hangisini beğendinse öyle çağır. - Deli Kurt'u beğendim. Ben de sana Deli Kurt derim. - Ben daha bir seçim yapmadım, ama iki ismin de güzel. Hangisi dilimin ucuna gelirse sana onunla seslenirim. * * *


42

- Deli Kurt, su bulabilir misin? Kurt yanında duran su testisiyle, tası kıza uzattı. Suyu içmesine de yardım etti. - Sağol Deli Kurt. - Hadi uyu artık. - Sen nasıl nerde yatacaksın? - Ben de ateşin yanındaki kayaya sırtımı dayar uyurum. Dışarıda öğle vaktinden beri yağan yağmur bütün şidde­ tiyle devam ediyordu. Sanki gökyüzü delinmişti. - Deli Kurt, çamaşırlarım kurudu ise ver de giyineyim, ze­ re üşüyorum. Deli Kurt kızın kuruyan çamaşırlarını ve giysilerini onun yanına bıraktı. - Kalk da giyin. - Sen bu tarafa bakma. Gülten üstünü giyinip, Deli Kurt'un bel kuşağını omzuna atkı gibi alarak ateşi devam ettirmeye çalışan Deli Kurt'un yanına oturdu. - Herhalde hasta olacağım. Sırtım ürperiyor. - Sırtını ateşe dön de ısınsın. - Sırtımı biraz ovar mısın? Gülten biraz oturduktan sonra "Deli Kurt ben yatmak isti­ yorum, sen oturacak mısın?" diye sordu. - Git yat. Kepeneğe iyice sarın, ben de biraz oturur yatarım. Deli Kurt ateşi yeniden alevlendirdikten sonra, sırtını bir taşa yasladı. Çetin geçen bir günün yorgunluğu da onun içi­ nin geçmesine yetmişti. Uyandığında ateş geçmek üzereydi. Ateşi hareketlendirdiğinde bir de ne görsün. İri bir boz ayı mağaranın önünde burnundan buharlar, ağzından tuhaf sesler çıkararak soluyordu. Dışarıda hava bir hayli soğuk olmalıydı. Belki de sulu sepken kar atıştırıyordu. Ayının kışlık mağara­ sının işgal edilmesine kızdığı halinden belliydi . Ancak ayının bu davetsiz konuklarla boğuşmaya pek niyeti yoktu ki sinirli ve kızgın hareketler yaparak çekip gitti. Deli Kurt "Gülten iyi ki uyanık değildi, uyanık olsaydı ayı­ yı [?Örünce kim bilir ne kadar korkardı " diye düşündü.


43

Bu sırada Gülten de uyanmıştı. Ek bazlama çıkınıyla Deli Kurt'un yanına geldi. - Deli Kurt sana adınla mı, yoksa ağabey diyerek mi ses­ leneyim, bilemiyorum? Ben on beş yaşındayım, sen kaç ya­ şındasın? - Ben de baharlayın 16 yaşıma girdim. Bana seslenmene gelince Gülten, sen ne şekilde hitap etmek istersen, hangisi hoşuna gidiyorsa öyle seslen. Gel şöyle otur, bak hava da çok soğudu. Yağmur durmuş ama akşamdan beri burada mahsur kaldık. Biliyor musun az önce bir boz ayı bize konuk oldu. Ateşi görünce sinirlendi tuhaf sesler çıkararak gitti. İyi ki sen uyuyordun. Yoksa onu görseydin, kükremesini duysaydın kim bilir ne kadar korkardın. İyi ki uyanık değildin. - Korkmazdım, çünkü sen yanımdasın. - Gel şuraya otur da ekmeğimizi yiyelim sen de buralara nasıl geldin, ne aradın, niçin ölmek istedin, arkadaşın yok muydu? - Ben Varsağım. Obamız gençlerinden Gökmen evleniyor­ du. Bizim obada düğünün son günü güreş müsabakası tertip edilir. Civar obalardan güreşecek gençler bir gün önceden oba­ mıza doluşurlar. Onları seyredecek yakınları ve arkadaşları da gelirler. Güreş meydanının etrafına güreşçiler, konuklar için ça­ dırlar kurulur, obarnızca konuklara izaz ve ikramda bulunulur. O gün arkadaşlarla güreşleri seyretmeye gitmiştik. Beni meydanda görüp beğenen Karaman'lı bir genç, sorup soruş­ turup evimizi öğrenmiş. Meğer babamla bu gencin babası önceden tanışıyorlarmış. Babam, anam beni o gence vermek için, onun babasıyla, anasıyla gıyabımda söz kesmişler. Ben o gün evde yoktum. Dayımın kızı Aysu'ya gitmiş, o gecede orada kalmıştım. Karamanlı gencin ana ve babası bizde kal­ mışlar. Sabah eve geldiğimde, misafirlere kahvaltı hazırla­ maya mutfağa gittiğimizde anam, "Gülten sana hayırlı ha­

berim var. Misafirlerimiz seni oğullarına istemeye gelmiş­ ler. Biz de nasipse olur dedik, onlar senin '!' Üstakbel kayın anan, kayın babandırlar. Kızım esas senin .fikrin önemli" de-


44

di. Anamı dinledikten sonra ben de ona "Anam kendisini ta­

nımadığım, huyunu suyunu bilmediğim birisiyle ben nasıl ev­ lenirim ? " dedim. Ve dedim ki "Ana ben bilmediğim, tanı­ madığım biri ile evlenmem. " Anam, "Kızım kestirip atmak olmaz, gençle görüşür hu­ yunu, suyunu öğrenirsin. O zaman kabul edip etmeyeceğine karar verirsin, yoksa aklında birisi mi var " demez mi? "Ha­ yır ana dedim. Benim aklımda kimse olmadığı gibi ben daha evlenmeye de hazır değilim. Bana sormadan nasıl söz verir­ siniz ? Ben kesinlikle evlenmek istemiyorum. Onların yanına çıkmak da istemiyorum. " Anam: - Sakın ha! Güzel kızım, bozuntuya vemıeden hiçbir şeyden haberin yokmuş gibi davran, zorla güzellik olmaz, misafirler gittikten sonra bu meseleyi hep beraber oturur konuşuruz. Kahvaltıda misafirlerimiz hep beni tetkik ediyorlardı. Bir aralık babam paldır küldür, - Gelecek sefer neler yapacağımıza karar veririz, demez mi? Baktım ki benim fikrimi soran yoktu. Misafirleri uğurla­ dıktan sonra, babam beni karşısına aldı: - Bak kızım misafirler seni oğullarına istediler. Ben de kısmetse olur dedim. - Baba bu işi anam mutfakta bana açtı. Ben henüz evlen­ meyi düşünmüyorum. Kaldı ki huyunu suyunu bilmediğim, kendisini hiç tanımadığım insanla nasıl evlenirim? Bana sor­ madan neden söz verdiniz. Baba ben kesin olarak evlenmek istemiyorum. Babam bu sözlerim üzerine fena halde kızdı. - Bak kızım ben adamı tanıyorum. Halleri vakitleri yerin­ de, iyi bir aile. "Ben evlenmek istemiyorum " diyerek kesip atma. Söylediklerimi etraflı bir şekilde düşün. Beni müşkül duruma düşürme. Aklını başına al. - Baba ben evlenmek istemiyorum dedim ya, benden çok mu bıktınız? Beni başınızdan atmak mı istiyorsunuz? - Hadi git ben verdiğim sözden dönmem. Ona göre aklını başına al. Bıkmak ne demek insan evladından bıkar mı? Se­ nin mesut ve rahat olmanı istiyorum.


45

Odama çekilip ağlamaya başladım. Ben bu durumdan na­ sıl kurtulabilirim diye düşünürken, anam yanıma geldi. - Kızım, üzülme madem evlenmek istemiyorsun babanı verdiğin sözden caydırmaya çalışırım. Zorla bu iş olmaz, ol­ sa olsa gönül rızasıyla olur. Biz evlenmeyeceğiz. Evlenecek olan sensin. Bunu da istemediğine göre bize susmak düşer. Allah kalbine göre versin. Anam, babamı verdiği sözden döndürmek için ne kadar uğ­ raştıysa da babam bir türlü ikna olmadı. Bunun üzerine ne ya­ pacağına karar veremeyen anam, beni yanına çağırarak: - Bak güzel kızım, babanı verdiği sözden döndüremedim. Bu duruma şöyle bir hal çaresi düşündüm. Bakalım fikrimi nasıl bulacaksın? Hani hatırlarsın bizim abamıza yakın lspar­ ta'nın Aksu köyündeki Ayşe Teyzem'e iki kez gitmiştik. Yo­ lu bildiğini; unutmadığını zannediyorum. - Evet ana biliyorum, unutmadım. - Baban iki gün sonra Karaman' a gidecek. O gittikten sonra, seni teyzemin yanına göndereceğim. Senden ayrılmak benim için ölümden de beter. Babanın inadı yüzünden bunlar başımıza geliyorsa da Kadere boyun eğmekten başka elimiz­ den bir şey gelmiyor. Senin için bir çıkar yol bulamadım. Sen ne dersin bilmem? - Ana iyi düşünmüşsün, hakkımızda hayırlı olur inşallah. Babam yumuşarsa döner gelirim. Babamı yolcu ettiğimiz günü takip eden günün şafak vaktin­ de, anamla birlikte yola koyulduk. Anam benimle yan yola ka­ dar geldi. Ayrılık zamanı gelmişti. Anam elime üç çıkın tutuş­ turdu. Birinde yiyeceklerim diğerinde de giyeceklerim vardı. Üçüncüsünde ise yolda üşürsem omzuma alacağım keçe tomarı. Anamla vedalaşmak çok zor oldu. İçimden kadere boyun eğip anamla geri dönmeyi düşündüm. Fakat ok yaydan çıkmıştı. Dö­ nemezdim. Bu ayrılık anamla benim aramda sır olarak kalacak­ tı. Babam Karaman'dan döndüğünde, anam, benim başımı alıp kendisinin de bilmediği bir yere gittiğimi, bunların da hep onun inadının yüzünden başımıza geldiğini söyleyecekti.


46

Anamdan ayrıldıktan sonra büyük bir korku ve heyecanla yoluma devam ederken, akşam karanlığı bastı. Yolu nasıl bulu­ rum endişesi içimi kaplamıştı. Tam o sırada çalılar arasında olanlar oldu. Atım bir şeyden ürkerek beni sırtından attı. Aşağı yüze kaçmaya başladı. Ben çalıların üstüne sırt üstü düşmüş­ tüm. Çalılar arasından güçlükle çıkabildim. Elimde yiyecek çı­ kınımla, keçe tomarı vardı. Atımı ne kadar aradımsa bulama­ dım. Sanki yer yarıldı içine girdi. Bu sırada gece de bütün ka­ ranlığı ile bastırdı. Korku ve ümitsizlik içerisinde sığınacak bir yer aradım. O geceyi bir kovukta geçirdim. Ertesi gün, yüksek­ çe bir yere çıkarsam belki atımı görürüm diye düşündüm. Bu umutla yukarı doğru tırmandım. Kuşluk vaktinde yağmur çise­ lemeye başlamıştı. Yağmur çiselemeye başlamıştı, ekn1ek çıkı­ nımı taktığım ağaca çıktım. O anki durumumu ve aklımdan ge­ çenleri anlatmam mümkün değildir. Ağacın geniş bir dalına oturdum. Burada uyur kalırsam dengimi kaybedip düşerim kor­ kusuyla sırtımı koltuk altımdan ağacın gövdesine sıkıca bağla­ dım. Keçe tomarını başıma sırtıma örteyim derken tomar yere düştü. Bu arada yağmur şiddetini ziyadesiyle arttırmıştı. Burada bir süre daha kalmanın bana hiçbir yarar sağlamayacağını dü­ şündüm. Kendimi ağaca bağladığım bağlan güçlükle çözdüm. O anda bana göre kurtuluşun tek yolu ölümdü ve ben başka hiçbir şey düşünemiyordum. Buna rağmen ağaçtan zor da olsa kazasız inmeyi başardım. Senin beni yakaladığın yere sanki sü­ rünerek çıktım. Uçurumdan kendimi atıp ölmek en iyi yoldu. Ancak buna da cesaret edemiyordum. Ölmem iyiydi de ya öl­ mez, yara; bere içinde sağ kalırsam o zaman ne yapardım? Elim ayağım tutmaz bir halde haldeyken canavarların beni canlı canlı parçalayıp yiyeceklerinin hayalini kurdum. Ayakta duramaz bir haldeydim. Üşüyor, titriyor, ağlıyordum. Tam bir kararsızlık ve karamsarlık içindeyken sen beni sırtımdan yakaladın. Beni sırtına aldığında y ... reğim ağzıma gelmişti. Halim ne olacaktı? Alnımda bu da mı yazılıydı? Benim akıbetim nereye varacaktı? Bu adam beni nereye götürüyordu. Buna ben nasıl karşı koyabilirdim? sorularına yanıtlar üretmeye çalışıyordum.


47

Beni mağarada sırtından indirip, kepeneğini de yere bırakıp

"Al bunun içerisinde soyun, çamaşırlarını ver de ateşte kuru­ layım, kepeneğe iyice sarın ısınmaya bak " demen bana emni­ yet verdi. Kepeneğe sarıldığım zaman, "Tamam mısın, çama­ şırlarım alabilir miyim ? " diye sormandaki sesin, beni senin güvenilir bir yiğit olduğuna inandırdı. Bin bir güçlükle soyun­ maya çalışırken, arkana bile dönüp bak.maman, çamaşırlarımı sıkarak ateşte kurutmaya çalışman da bu inancımı pekiştirdi. Benim kendim hakkında anlatacaklarım bu kadar. Gülten sözünü bitirdiğinde yiyecek çıkınını da açmıştı: - Deli Kurt, lafla karın doymaz. Haydi davran da sabah taa­ mımızı yiyelim. Beni sırtına alıp mağaraya getirdiğinde içim­ deki endişeleri ve korkulan anlatacak kelimeleri bulamıyorum ama şimdi anlıyorum ki bu endişe ve korku boşunaymış. Bana elini dahi sürmedin. Gösterdiğin bu soylu davranış beni sana hayran bırakmıştır. Bunu böyle bilesin yiğit. Sağ ol, var ol! - Gülten, sen Allah'ın bana bir emanetisin. Türk, Allah'ın emanetine de, kulun emanetine de ihanet etmez. Şu anda se­ nin her şeyinden sorumluyum. Sana nasıl dokunabilirim. Hay­ di, hazır yağmur durmuşken seni köyüne götüreyim. - Ben sana bu hale düşüşümü anlattım. Her şeyi göze ala­ rak yollara düştüm. Öldüm, öldüm dirildim. Allah seni karşı­ ma çıkardı. Nasıl köyüme dönebilirim? Ben sana Allah'ın bir emaneti olduğuma göre beni kendi obana götür. Ben obanız­ dan teyzemin obasına giderim. Sen götürürsen veya birisiyle gönderirsen memnun olurum. Bu iyiliğini de ömrüm oldukça unutmam. * * *

Deli Kurt, atının bakımını yaptı. Küllenmeye yüz tutmuş ateşi söndürdü. Dağdan aşağı düzlüğe indiklerinde, Deli Kurt atına atladı ve Gülten' e elini uzatarak: - Tut elimi, boşta duran üzengiye ayağını bas, arkama sıç­ ra, dedi. Gülten'in, Deli Kurt'un arkasına yerleşmesi ve onun beline sarılması üzerine yola koyuldular. * * *


48

Öğleye doğru evlerinin önüne geldiklerinde Satı Ana ka­ pının önünde duruyordu: - Hoş geldiniz, Baka Kurt, biliyor musun ki beni meraktan çatlattın. Evren'i de seni aramaya gönderemedim. Satı Ana sözüne devam ederken, Deli Kurt attan inmiş kı­ zı da indirmişti. - Ana merak etmekte haklısın. Ama az sabret. Sana olan­ ları anlatacağım. Önce şu atı ahıra alıp, yemleyeyim. Hemen geleceğim. İşini bitirip eve dönen Deli Kurt Satı Ana'nın elini öper­ ken ana onu iki kulağından yakalayıp, "Beni bir daha merak

içinde bırakma, üzme " dedi. Kurt da iki gün içinde olup bitenleri ve başına gelenleri Satı Ana'ya bir solukta anlatıverdi. Deli Kurt lafını tamamla­ mıştı ki o ana kadar sessiz ve mahcup önüne bakarak oturan Gülten yerinden kalkarak Satı Ana'nın elini öptü. Satı Ana da Gülten'e sarılıp onu yanaklarından öptü. Deli Kurt Satı Ana'ya sordu: - Ana, Evren nasıl oldu? - Siz gelmeden önce, keçileri bir dolaşıp geleyim diyerek gitti, biraz sonra gelir. - Ana karnımız aç yiyecek bir şeyin var mı? - Olmaz olur mu. Gel kızım sofrayı birlikte hazırlayalım. Bu söz üzerine Gülten oturduğu yerden fırlayarak Satı Ana'nın yanına vardı. Gülten'in evin kızıymış gibi işe sarılı­ şı, sofrayı hazırlayışı, Satı Ana'nın pek hoşuna gitmişti. O sırada Evren de eve dönmüştü. Yayını astıktan sonra, Deli Kurt'la kucaklaştılar. Kurt, Evren'in sormasına meydan verme­ den başından geçenleri ona da anlattı. Bu kızı dağda bulduğunu, adının Gülten olduğunu söyledi. Gülten de Evren'in elini öptü. Mutfaktan Satı Ana'nın sesi geliyordu : - Gülten kızım, gel de yemekleri sofraya götürelim. Gülten mutfağa daldı. Satı Ana'nın verdiği yemeklerle sof­ rayı donatıverdi. Yemekten sonra Gülten sofrayı toplamaya başlamıştı. Gülten'in el çabukluğu Satı Ana'nın pek hoşuna


49

gitmişti. Ne var ki Gülten bu candan davranışlarıyla çoktan Satı Ana' nın gözüne girdiğinin farkında bile değildi. Yemekten sonra Evren yine keçi sürüsünün başına dön­ müş, iki günün yorgunluğu ile bitap düşen Gülten ise sofada­ ki sedirde uyuya kalmıştı. Satı Ana da bu fırsatı kaçırmamış, olan bitenleri Deli Kurt ile bire bir konuşmayı düşünmüştü. Kurt' a birlikte avluya çıkma teklifinde bulunduğunda Kurt: - Ana sen çık, ben hemen geliyorum, dedi. * * *

Satı Ana, avluya çıkan Deli Kurt'a, Gülten'i pek beğendi­ ğini, onun hakkındaki bütün bildiklerini kendisine anlatması­ nı istedi. Deli Kurt: - Ana kızcağızı beğenmen hoşuma gitti. Kızcağıza elimi dahi sürmedim. Sen Gülten' i beğendinse ve münasip görür­ sen onu kendime evdeş olarak almak isterim. - Bu kızcağızın kimi kimsesi yok mu? Tek başına dağda ne arıyormuş. - Ana bu hikaye çok uzun. Onu daha sonra sana etraflıca anlatırım. Ya da kendisi sana anlatır. Sana can yoldaşı olur. Sana yardımcı olması her şeye değer. - Kızcağızı ben de sevdim. Eline, ayağına çabuk, saygılı. İnşallah Allah bozmaz. Sen evlenmek istiyorsun ama o kabul edecek mi bakalım? - İnşallah kabul eder. Bu da şans, kader, kısmet meselesi. * * *

Gülten uzandığı sedirde bir müddet uyuduktan sonra uyan­ dı. İki günün yorgunluğunu üzerinden atmış gibiydi. Mutfağa girdi. Akşam yemeği için hazırlamayı düşündüğü böreğin ha­ murunu yoğurmaya başladı. İşine öylesine dalmış idi ki Satı Ana'nın mutfağa girmesinin ve onu seyre dalmasının farkına bile varmamıştı. Onu ancak açtığı ilk yufkayı, oklavayla ters yüz ederken fark edebilmişti. Satı Ana: - Gülten elindeki işi bırak da şöyle yanıma gel bakalım. Sana bir şey soracağım. Sorumun yanıtını senden iyice düşü-


50

nerek vermeni istiyorum. Bak güzel kızım, Deli Kurt seninle evlenmek istiyor. İyi düşün bu iş çocuk oyuncağı değil, fikri­ ni öğrenmek istiyorum. Gülten başını öne eğdi. Utancından yüzü kıp kırmızı ol­ muştu. Epeyi bir süre sustuktan sonra, dili dolaşarak ve keke­ leyerek cevabını anaya bildirdi: - Ana Deli Kurt beni kabul ederse, ben de onu kabul ederim. Satı Ana Gülten'i şöyle bir süzdükten sonra: - Acele etme kızım. Bu işi etraflıca düşün. Evlenmek gö­ nül eylemek değildir. Deli Kurt yarın sipahi olacak, savaştan savaşa koşacak. Bu işlerde yaralanmak da, şehit olmak da var. Öyle zamanlar olacak ki aylar hatta yıllar geçecek ama siz birbirinizi göremeyeceksiniz. Sen çoluk çocuğa karışa­ cak, hayat mücadelesi vereceksin. Balalarını yetiştirmeye ça­ lışacak, didineceksin. Onun için beni yanıtlarken acele etme­ ne gerek yoktur. Evliliğe karar vermeden önce sayıp döktük­ lerimi iyice bir düşün. Cevabını bana daha sonra bildir. Gülten Satı Ana'nın yüzüne baktı. Ağzından dökülen söz­ ler sanki on beş yaşındaki bir kıza ait değildi: - Ana, bütün söylediklerini Türk'ün alın yazısı olarak kabul ediyorum. Bu söylediklerine bazı şeyler de ilave edilebilir. Bu söylediklerin gelin için olduğu kadar er kişi için de söz konu­ sudur. Atalarımızın buna alın yazısı dediklerini biliyorum. Alın yazısını her Türk tevekkül ile kabullenir. Hiçbir Türk yazısının kötülüğünden yakınmaz, onu saygıyla hatta sevgiyle kabulle­ nir. Sen ve benim öz anam aynı hayatı yaşadınız. Hiç neda­ met, hiç pişmanlık duydunuz mu? Ben bir Türk kızıyım. De­ dikleriniz bir gün gerçekleşirse, benim bu gerçeklere direne­ cek gücüm vardır. Ben bu direnci damarlarımda taşıdığım ata­ lar kanımdaki cevherden almaktayım. Kaldı ki talibim Deli Kurt değil de bir başkası olsa bile durum değişir mi? Deli Kurt'un beni istemesinden çok mutlu oldum. Keşke anam da burada olsaydı. Ama ben seni anam yerine koydum. Ana, dağ başında her şeyimi kaybettiğimde, ölümü bile hayal etmeye başladığımda Kurt'un beni hayata döndürmesi Allah'ın bir IGt-


51

fundan başka n e olabilir ki? Ben bugün varsam sayesinde va­ rım ve ben her şeyimi ona borçluyum. Türk yaratılmak şerefli yaratılmak demektir. Bu da değiş­ tirilmesi kulun elinde olmayan ilahi bir yazıdır. Allah'ın yaz­ gısıdır. Dünya durdukça bu alın yazısına olan inancımız asla değişmeyecektir. Allah'ın bana yazdığı yazıya karşı gelirsem Allah'a karşı gelmiş olurum. Satı Ana Gülten'i dinlerken yüzüne hayranlıkla bakarak içinden " Yarabbi, bu çocuğun bu ya,şta böylesine şuurlu dü­

şüncelere ulaşması aklın alacağı şey değil. Demek ki bu ço­ cuk vaktinden önce kemale ermiş " diye geçirdi. Ana Gülten'in başını elleri arasına alarak alnından, yanaklarından öptü, öptü göğsüne bastırdı. - Güzel kızım bu güzel fi kirleri sana kim, kimler öğretti? - Kimse öğretmedi, her şey gözler önünde, içimden geldiği gibi konuştum. - Gülten ikinizi birbirinize layık gördüm . Allah hayırlı uğurlu etsin, sonunuz iyi olur inşallah. Allah böyle yazmış, çok da güzel yazmış. Ayrıca senden umut etmediğim, bu ol­ gun ve kamil düşüncelerinden dolayı seni çok sevdim. Zaten senin dediklerin her bir Türk kızının söylemesi gereken er­ demli sözlerdir. Satı Ana akşam yemeğinin ardından Gülten'i de yanına alarak odasına çekildi. Ertesi gün Satı Ana'nın evinde çok telaşlı geçti. * * *

O günü izleyen günün sabahında Ana balalarını yanına ç�ğırdı: - Baka Evren, baka Deli Kurt. Şimdi doğruca oba imamı Osman Hoca'ya gidip ona "Anamız seni görmek istiyor " de­ yin ve onu alıp bana getirin. Hoca çağrılmasının sebebini so­ rarsa, ona hayırlı bir iş için, nikah için dersiniz. Yolda gördü­ ğünüz oba gençlerini, arkadaşlarınızı da nikaha davet edin. Deli Kurt söze karıştı:


52

- Ana, benim evlendiğimden kimsenin haberi olmasın is­ tiyorum. Nikahım işi imam dahil beşimizin arasında kalsın. Eğer Çakır Ağam benim evlendiğimi duyarsa çok kızacaktır. O kızgınlık ile bana "Sen sipahi olamazsın " derse ben ne ya­ parım. Ana, imama bu nikahtan hiç kimseye söz etmemesini sıkıca tembih etmeni isterim. * * *

Evliliğinin üzerinden beş ay geçmişti. Deli Kurt'un aklı hala, erken evlenmesi karşısında Çakır Amcası'nın tavrının ne olabileceğine kilitlenmiş durumdaydı. Çok zorlu geçen kış Yenigün ile sona ermişti. Bu düşüncelerden kurtulamayan ve bocalayan Deli Kurt, Yenigün' ün ertesindeki günün sabahında, bahçeye çıktığında bir atlıyla karşılaştı. Atlı Kurt' u selamladıktan sonra ona, si­ pahi Çakır'dan geldiğini Satı Ana'yı görmek istediğini söyle­ di. Deli Kurt Satı Ana' ya seslendi. Kapıya çıkan Satı Ana Atlı'yı buyur etti. Atlı Satı Ana'nın elini öptükten sonra: - Çakır fı.ğa'mın selamı var. Evren' le Deli Kurt' un tımarı­ na gelmelerini bekliyor. Ben buraya ulak olarak geldim. Ağam

"delikanlılar tez vakitte tımara kavuşsunlar. İş önemlidir" di­

ye haber saldı, dedi. Onları bekliyorum dedi. Çakır'dan gelen bu buyruk üzerine de ertesi günün saba­ hında delikanlılar, Satı Ana' yla ve Gülten'Ie vedalaşarak yo­ la koyuldular. Aydın yöresinde birtakım dervişlerin ayaklanması dolayı­ sıyla Padişahın Şehzadesi Murad'Ia Veziri Bayazıd Paşa ko­ mutasındaki ordu saflarında Çakır'Ia birlikte azapları olarak yer alan Evren ve Deli Kurt ilk defa kendilerini savaşın için­ de buldular. Çakır' ın yetiştirmesi bu gençler ne yapacaklarını biliyorlardı. Nitekim Deli Kurt' un dervişlerin başı Torlak Ke­ mal' i yakalaması, onu Şehzade Murad'ın otağına götürmesi ve Şehzade Murad tarafından adının sorulması üzerine, adının Murad olduğunu söylemesi üzerine Şehzade Murad_ Beğ, Mu­ rad' ı baştan aşağı bir süzdükten sonra:


53

- Adaşım bu yararlığına karşılık seni yakın bir zamanda safımızda sipahi olarak görürüz. Dedi. Deli Kurt sipahi olacağını Şehzade Murad Beğ'den du­ yunca yüreğine su serpildi, sevinçten ne yapacağını şaşırmış bir halde huzurdan ayrılınca Çakır Amcası' na müjdeyi ver­ di. - Deli Kurt hak ettin inşallah o günleri de görürüz. Her şeye rağmen Deli Kurt'u düşündüren ve sıkıntıya so­ kan bir durum vardı. Ya Çakır Amcası, "Haydi bakalım, Satı Ana 'mıza gidelim " derse ve obaya gittiklerinde Deli Kurt' un evlendiğini duyarsa Kurt'un durumu ne olurdu, Çakır'ın tu­ tumu ne olurdu? Bu vesvese içerisinde Çakır'ın tımarına doğ­ ru yol alırlarken, obalarına giden yol ayırımına geldiklerinde, Çakır atını durdurdu. Evren ve Deli Kurt'a dönerek: - Haydi bakalım sizler obanıza gidin. Satı Anam'ın benim yerime de ellerinden öpün selamımı iletin. Benden gelecek davete de hazır olun. Azaplık kolay değildir, bilesiniz. İlk sı­ navınızı başarı ile verdiniz, sizlerle gurur duydum, çalışmala­ rınıza aksatmadan devam edin, anamı üzmeyin ona iyi bakın, Allah başımızdan eksik etmesin. Haydi yolunuz açık olsun. Evren ile Deli Kurt Çakır'Ja vedalaştıktan sonra yola koyuldular. Deli Kurt, Çakır Amcası'nın gelmeyişinden çok mutluydu. Yol boyunca Evren'le şakalaşıp durdu. Deli Kurt'un evliliğinin üzerinden bir buçuk yıl geçmişti. Dünyaya gözlerini yeni açan oğlu üç aylık olmuştu. Deli Kurt ve Gülten mutluluktan uçuyorlardı. Satı Ana' nın torun sahibi olmasının duygusu bir başkaydı. İçinden geçirdiği "hayırlı­ sıyla şu Evren de evlense de mutluluğumuz bir kat daha art­ sa " düşüncesiydi. Evren ise Amca olmanın hazzı içindeydi.


54

DELİ KURT'UN OGLU'NUN ADI KURT OGLU OLUR Deli Kurt, oğlanın adının "Deli Kurt Çağrı", Gülten ise "Kurtoğlu" olsun demişlerdi. Satı Ana'nın bebeği kucağına alıp Deli Kurt'un oğlunun adı Kurtoğlu olur demesi, her iki­ sini de mutlu etmişti. Satı Ana bebeği her kucağına alışta, hep Kurtoğlu olarak bağrına basar, koklayıp okşayarak severdi. Çakır'ın obadan ayrılışının üzerinden yıllar geçmişti, za­ man zaman gelen haberlerde Avrupa yakasında kah Koso­ va'da, kah Mohaç'ta ve Belgırat'ta olduğu haberleri geliyor­ du. Günlerden bir gün Gülten beğine: - Deli Kurt, obamdan ayrılalı iki yılı geçti, anam benden hiç haber almayınca, gitmem gereken teyzemden de haber gitmemesi üzerine, merakından belki de ölmüş olabilir. Ba­ lam küçüktü, senden bir istekte bulunmadım, anamı çok öz­ ledim. Dağ başında her şeyimi kaybetmiş, ölümü düşünürken beni hayata sen döndürdün, şimdi seninle beraber olmaktan çok mutluyum. Sana anamı görmeye obama götür demiyo­ rum, Anamın teyzesinin Aksu obasına götürürsen benim sağ olduğum haberi anama ulaşırsa, anam sevinçten çılgına dö­ ner. Beni görmek için teyzesine uçar gelir. Dünyalar bizim olur. Deli Kurt beni kırma oraya g0tür. Dünya gözüyle anam beni, ben anamı görürsek hasret dolu yıllar unutulur, mutlu oluruz. - Gülten iyi düşündün. Ben anamın yüzünü dahi hatırlamı­ yorum, ana hasretinin ne demek olduğunu çok iyi bilirim,


55

ben bugüne kadar niye düşünmedim benim kusuruma bakma beni bağışla. Yarından tezi yok Satı Ana'nın iznini alarak en uygun zamanda yola çıkarız. Bir gün sonra şafak sökerken yola koyuldular. Akşam üzeri Aksu obasında olmaları gerekiyordu. - Deli Kurt, anam beni ve balamı görünce ne hallere ge­ lir? O anı düşünüyorum. Bir de, benim halim gözümün önü­ ne geliyor. Aklımı oynatacak gibi oluyorum, dünyalar bizirı olur. Satı Ana şafak sökerken yola koyulan Deli Kurt'la, Gül­ ten gözden kayboluncaya kadar takip edip el salladı. Yolcularımız, Satı Ana'nın tahmin ettiği gibi akşam üzeri Aksu obasına varmışlardı. Ayşe teyzenin evinin önüne var­ dıklarında, Ayşe teyze Gülten'i bebeğiyle birlikte görünce heyecandan ne diyeceğini bilemedi. - Gülten ikinizde hoş geldiniz. Senin buraya gelmek üze­ re obandan ayrılışın üzerine günler ayları, aylar yılları ko­ valadı, senden hiçbir haber gelmeyince, gerek anan, gerek biz ne hallere düştük. En sonunda, senden tamamen ümidi kestik, dağda vahşi hayvanlara yem olduğuna karar verdik. Bir şey yapamıyorduk. Sanki elimiz kolumuz kırılmıştı. Ka­ dere boyun eğmekten başka elimizden bir şey gelmiyordu. Anan orada bizler burada kahrolduk, hayatından tamamen ümidi kesmiştik . . . Allah iyiliğini versin. Seni karşımda gö­ rünce ne düşündüğümü aklımdan neler geçtiğini anlata­ mam, az kalsın kalbim duruyordu, kendimden geçip yığılı­ verecektim. Ayşe teyze hislerini belirtirken, karşısındakinin Gülten olup olmadığına karar verememiş gibi gözlerini ovuşturup elini Gülten'in üzerinde gezdiriyor, her şeyi rüya gibi yo­ rumluyordu. - Ayşe teyze sizi tanıştırmayı unuttum. Kocam Deli Kurt ... Balasını Ayşe teyzeye uzatarak: - Bu da yavrum Kurtoğlu. Ayşe teyze Kurt oğlunu kucakladı:


56

- Aklımı başımdan aldın, hoş geldiniz buyurun içeri. Ev­ lenmiş çoluk çocuğa karışmışsın. * * *

Gülten biraz dinlendikten sonra başından geçenleri etraflı bir şekilde anlatıp ölümün eşiğinden kocası Deli Kurt' un çe­ kip aldığını, her şeyini, hayatını kocasına borçlu olduğunu, bugün varsa, bugün hayattaysa bunun Deli Kurt'un sayesinde gerçekleştiğini olduğunu anlattı. - Gülten, ben seni karşımda görünce ne hallere geldim, anan senin hayatta olduğunu duyarsa ne hallere girer, düşü­ nünce aklım duruyor. Allah ona güç versin. Halanızın adı ne? - Kurtoğlu. - Allah bağışlasın pek güzelmiş, ilk fırsatta anana haber iletelim. Durmayıp gelsin, bu habere kalbi dayanırsa, zaten bağlasan da durmaz. Günay'ın ağası Ali Dayın yarın gider hem teyzesini görür, hem de hayırlı haberi verir. Belki de alıp getirir. - Teyze, benim hayatta olduğumu babam duymasın. Ana­ ma müjdeyi verirken babama sakın duyurmasın. Birkaç gün geçmesine karşılık Gülten'in obasına giden A li Dayısı'ndan bir haber alamamışlardı. Haber bir yana oba­ dan bir gelen bile yoktu. Gülten'in aklına türlü türlü şeyler geliyor, ama hiç kimseye açılıp da konuşamıyor, dertleşemi­ yordu. Kendisinin hayatta olduğunu babasına duyurmadan bir bahane uydurup onu ikna ettikten sonra, ancak yola çıka­ caklarını düşünerek teselli buluyor, kafasındaki kötü düşün­ celeri bir tarafa atmaya çalışıyordu. - Gülten, ben yarın obaya döneyim. Belki Çakır amcadan haber gelmiş, belki de sipahi olmuşumdur. Bu müjdeyi aldık­ tan sonra seni almaya gelirim, gecikirsem merak etme, inşal­ lah anan da gelmiş olur, hasret giderirsiniz. Sizi almaya gel­ diğimde anan isterse onu da beraberimizde götürürüz. Gülten kocasının fikrini uygun buldu. Deli Kurt' u Ayşe teyzesi ile birlikte uğurladılar.


57

Deli Kurt gittikten bir gün sonra Ayşe teyze kızı Gü­ nay'la, Gülten'i ve balası Kurtoğlu'nu yazları gittikleri yaz­ lık evlerine götürdü. - Gülten, Günay kızlarım, siz burada rahat edersiniz, Gül­ ten'in anası gelirse, ya buraya getirim veya sizi çağırırım. İs­ tediğiniz bir şey olursa haber salın. Ben halleder, size ileti­ rim. Ayşe teyze obasına döndü. Ertesi gün öğle saatlerinde, Ayşe teyze yaz evine çıkageldi. Yanında çoban Musa da vardı. - Günay, hazırlan Musa'yla obaya döneceksin. Ben de Gül­ ten ve halasıyla birlikte birkaç gün sonra dönerim. - Bak havalar pek ısınmadı, dağ evi oturulacak gibi değil, Gülten'in anası gelirse veya bir haber ulaşırsa bize haber sa­ larsın. Günay derlenip toparlanıp, çoban Musa ile Aksu'ya git­ mek üzere yola koyuldular. * * *

Aradan birkaç gün daha geçmişti. Bir gün Çoban Musa dağ evine çıkageldi. Ayşe teyze ile dağ evinin bir odasına çe­ kilip bir şeyler konuştular. Musa gittikten sonra Ayşe _teyze; - Gülten bak kızım Musa anandan Ali Dayı'ndan haber getirdi. Demişler ki "Gülten balasını alsın kimsenin haberi olmadan Aksu 'yu terk etsin, kocasının obasına da gitmesin. "

Gelen ulak bu haberi getirmiş. Gülten'in Ayşe teyzesinin verdiği haberle dünyası yıkıl­ dı, o an öyle fenalaştı ki, ağlayarak b�lası ile birlikte yere yığıldı. Bayılmıştı. Ayşe teyze çocuğu kucaklayıp anasının ellerinden kurtardı. Ama Gülten' i ayıltması bir hayli uzun sürdü: - Bak kızım ağlayıp üzülmene gerek yok, elbette hasretle yolunu gözlediğin anandan böyle bir haberin gelmesi karşı­ sında üzülme desem boş, Allah'ın yazgısını değiştirmeye gü­ cümüz yetmez. Hepimiz kaderimizi yaşamak mecburiyetin-


58

deyiz. Ne badirelerden geçmişsin , sabırlı ol, bunları da atla­ tırsın, yeter ki canın sağ olsun, hiç üzülme ben bu işi hallede­ rım. Bir sabah Ayşe teyze, Gülten ve balası bağ evinden yola koyularak Aksu'ya geldiler. Teyze, Aksu' da Gülten'i ve ba­ lasını yaşlı bir hatuna emanet ederek, onlardan ayrıldı. Günay on beş gündür dağ evinden bir haber alamıyordu. Bir gün öğle vaktine yakın saatlerde Ayşe teyze evine dön­ müştü. Bitkin bir haldeydi. Günay'ın yardımıyla atından ine­ bildi, evin merdivenlerden güçlükle çıkabildi ve oracığa yığı­ lıverdi. Çok bitkin bir haldeydi. Günay anasını yatağına zor taşıdı, anasının konuşacak hali bile yoktu. Yalnız kızından işaretle su istedi. Ayşe teyze sudan güçlükle bir yudum aldı. Günay anasının başını yastığa bırakınca ana derin bir uykuya daldı. Bir ara gözünü açıp "Ağan Ali geldi mi ? " diye sordu, tekrar dalıp gitti. Durumu hiç iç açıcı değildi. Epeyi bir zaman sonra anasının uyandığını gören Günay sordu: - Ana Gülten'i nereye götürdün? Kime teslim ettin? Ne olur konuş, her şey bir sır. . . Bu kördüğüm nasıl çözülür? Akşama doğru Ali ile Gülten ' in babası da Aksu'ya geldi­ ler. Günay Ali'ye dönerek: - Bak dedi. Anam hep seni sayıkladı durdu, vaziyeti hiç iyi değil, çabuk çık da anamı gör. Ali merdivenleri koşarak çıktı, anasının yanına vardığı za­ man iş işten geçmişti, anası ölmüştü. Yorganın üstünde bulu­ nan ellerinden öptü, ağlamamak için kendisini zorlamasına rağmen sessiz sessiz ağlamaya başladı. Onun yüzünü tülbent­ le örtüp, Yasin okumaya başladı. Günay katıla katıla ağlar­ ken, nefretle Gülten' in babasını süzüyordu. İçinden, bugün çektiklerinin, bilhassa kendi öz kızı Gülten'in ve torı ı nunun çektiklerinin baş sorumlusu olan bu kişinin, içinin nasıl rahat edebildiğini, bunca merhametsizliğe rağmen eniştesi olacak bu adamın, insanların içine nasıl girebileceğini, onların yüzü­ ne nasıl bakabileceğini düşünüyordu.


59

Rahmetli Ayşe teyzenin evinde o akşam konuk olarak ka­ lan Gülten' in babası kızı hakkında hiçbir bilgi elde edeme­ den obasına döndü. Kızının çocuğu ile birlikte ortadan kay­ bolması, bu sım çözecek Ayşe teyzenin hiçbir şey söyleme­ den ani ölümü herşeyi sis perdesi arkasında bırakmıştı. * * *

Deli Kurt evdeşi Gülten'le balasını Ayşe teyzeye emanet edip obasına döndüğünde Çakır'dan gelen davet üzerine, Ev­ ren'le birlikte Çakır'ın safında yerlerini almışlardı. 1442 yılı ortalarına doğru vefat eden Sultan Mehmet Han'ın yerine oğ­ lu Şehzade Murad Beğ'in ikinci Murad adıyla tahta çıkmıştı. Bu sırada Aksak Temür'ün Semerkant'a dönerken yanında götürdüğü Şehzade Mustafa'nın da ortaya çıkması ve onun da, Murad Han'ın karşısında taht davasına kalkışması üzeri­ ne tekrar Türk' ün, Türk'ü kırması başlamıştı. Düzmece Şehzade Mustafa'nın ortadan kaldırılmasını sağ­ layan savaşlarda gösterdiği başarılardan dolayı Deli Kurt'a tımar verilerek sipahi yapıldı. Tımarı Çakır Amcası'nın tıma­ nna yakın bir yerdeydi, Deli Kurt'un sipahi olması karşısın­ da, Çakır'ın ve Evren'in mutlulukları görülmeye değerdi. Ça­ kır: - Evren, yakında senin de sipahi olduğunu görürüz. Deli Kurt için yeni bir hayat başlıyordu. Deli Kurt'un ev­ liliğinden haberi olmayan Çakır bir sabah onun tımarına çı­ kageldi. Aralarında yaptıkları hoş beşten sonra: - Deli Kurt, tımarın hayırlı olsun, seni bir an önce baş göz etmek lazım, sipahinin evli olması gerekir. Aklından geçirdi­ ğin obamızdan kızlarından birisi var mı? Y 0ksa seni hocanın kızı Melek'le baş göz etmeği düşünüyorum. Bakalım sen ne diyeceksin? Deli Kurt, Çakır Amcası'nın bu sözleri üzerine ne söyle­ yeceği şaşırmış durumdaydı. Amcasının teklifi karşısında ev1 i olduğunu söyleyemedi. Bir müddet kendini toparlamaya ça­

lıştı:


60

- Bir takıntın varsa çekinmeden söyle onun da icabına ba­ karız. - Amca obamızda herhangi bir takıntım yok, derken az kalsın evli olduğunu söyleyecekti, yutkundu ama söyleyemedi. Çakır: - Kalk. Sipahi bekar olmaz. Çakır, Deli Kurt' u yanına alarak, hocası Mehmet Efen­ di'den kızı Meleği istemek üzere tımarına götürdü. İçi içine sığmayan Deli Kurt ne diyeceğini şaşırmıştı. Amcasına evli olduğunu söylemeyi düşünmesine rağmen söyleyemiyor, yol boyunca kendisine onun kendisine yönelttiği sorulara kısa cevaplar veriyordu. Evlenirse çok sevdiği karısı ve oğlu ne olacak, Gülten'e ne söyleyebilecekti. Bu düşünceler içerisin­ de bocalayıp dururken kendisini, herkes tarafından saygı du­ yulan hocanın huzurunda buldu. Elini öpüp, hal ve hatırını sorduktan sonra, Çakır Amcası'yla hocasının karşısındaki se­ dire iliştiler. - Hocam sebeb-.i ziyaretimiz, Allah'ın emri peygamberin kavliyle Melek kızımızı yeğenim Deli Kurt'a istemeye gel­ dik. - Sizleri yeni tanımıyorum. Deli Kurt çok sevdiğim başa­ rılı talebelerimden, düşünmeme ve araştırmama gerek yok, ancak hatunla kızımın fikirlerini öğrenmem gerekir. Mehmet Hoca evdeşinin ve kızının fikirlerini öğrenmek üzere odadan çıktı, hanımı ile içeri girerek. - Çakır, hanımla meşveret ettik, isteğini uygun bulduk. Kızım Melek de kabul etti. İnşallah yakın bir zamanda günü­ nü tespit ederiz. Hayırlı olsun. . Çakır her şeyi önceden tasarladığı için Deli Kurt Melek'le evlenerek dünya evine girmiş oldu. Her şey süratle cereyan ediyordu. Deli Kurt, yeni evdeşini alarak tımarına döndü. Aradan epeyce bir zaman geçmişti ki Çakır, Deli Kurt'un tı­ marına geliverdi. - Deli Kurt, sipahilere izin çıktı. Var mısın obamıza Satı Ana'mızın yanına gidelim. Senin sipahiliğini, Evren'in de ya-


61

kında sipahi olacağının müjdesini verelim, anamızı sevindi­ rip hasret giderelim. Kim bilir, senin evli olarak onun yanına vannandan ne kadar mutlu olur. - Amca Meleği götüremem. Zira doğumu yakın. Anası da yakınımızda. Meleği, ona bırakarak biz beraber gidelim. - Deli Kurt, evdeşini de beraber götürseydik çok iyi ola­ caktı, sağlık olsun. Obalarına vardıklarında dünyalar Satı Ana'nın kendisinin oldu. Hele Deli Kurt' un sipahi olarak karşısına gelmesi, Ev­ ren' in de yakında sipahi olacağının müjdesi sevincine sevinç katıyordu. Üç evladını gururla seyrederken bir taraftan da bo­ yunlarına sarılıp öpüyordu. Satı Ana yaşlanmış olmasına rağ­ men dinçti, evlatlarını nasıl ağırlayacağını şaşırmış bir hal­ deydi. - Ana telaşlanmana gerek yok. Bir müddet senin konuğun olacağız denilmesi üzerine biraz sakinledi. Deli Kurt bir fır­ satını btilup Satı Ana'ya, Çakır amcasına evli olduğunu söy­ leyemediğini, Çakır'ın da onu hocası Mehmet Efendi' nin kı­ zı Melek'le evlendirdiğini, Meleğin hamile olması sebebiyle getiremediğini anlattı. Bu anlatış süresince Deli Kurt renkten renge giriyordu. - Hayırlı olsun, Allah sonunuzu iyi etsin, olan olmuş yapacak bir şey yok. - Ana ben Gülten'i ve balamı çok özledim. - Ben de özledim oğul. - Ana onları Çakır amcama hissettirmeden görmeye gidebilir miyim? - Deli Kurt üzülme bir yolunu bulacağız. Çakır, Evren ve Deli Kurt bahçede hararetli bir şekilde konuşurlarken, Satı Ana kapının önüne çıktığını ilk fark eden Çakır olmuştu. - Hayırlı sabahlar ana. - Ha deyin bakalım, sabah kahvaltısına. Üçü kahvaltı yapmak üzere sofraya oturduklarında Evren: - Ana yardıma ihtiyacın var mı?


62

Satı Ana buharı tüten süt maşrapasıyla sofraya yanaştı. - Evren, senin yay germeye, ok atmaya çalıştığın Nesli var ya, dün sabah keçileri sağarken yanıma çıkageldi, hemen ke­ çi sağmaya başladı, sağma işi bitince sütleri yukarı taşıdı, maşallah çok hamarat kız, Hızır gibi yetişti. Beraber kahvaltı yapalım diye teklif ettim. Dedi ki: - Sanı Ana, anam bu gece harman yerinde kaldı. Yarın sa­ bah onun kahvaltısını ben götüreceğim. Geç kalmayayım. Bir başka gün hep beraber kahvaltı yaparız. Çakır amcaya, Ev­ ren'e ve Deli Kurt'a selam söyle. Bir fırsatını bulup nasıl yay gerip, ok attığımı onlara göstereceğim. Bakalım beğenecek­ ler mi? diyerek çekip gitti. - Ana ben bu kızı tanıyor muyum, kimin nesi? - Tanımazsın, bu çocuk dünya gözüyle baba yüzü görmedi, babasına Deli Şahin derlerdi, Avrupa yakasına azap ola­ rak gitmiş, gidiş o gidiş, kendisinden haber alınamadı, Şahin gittiğinde evdeşi hamileydi, kocasının gidişinden dört ay sonra doğum yaptı, anasına Zülal Hatun derler, anasını gördün mü bilmem? İşte Zülal hatunun kızı Nesli, Zülal Hatun maşallah tek başına her işin üstesinden geldiği gibi kızını da çok iyi yetiştirdi. Satı Ana'nın konuşması bitmişti ki Deli Kurt: - Çakır amca bu kızı görsen sen de beğeneceksin, bir de bu kızın ata binişini bir görsen hayran kalırsın, hiç de erkek­ lerden geri kalır tarafı yok, bir de Evren Nesli'ye ve arkadaş­ larına yay gerip ok atmasını, kılıç kullanmayı öğretti, görül­ meye değer. - Evren, Deli Kurt kızlardan bahsederken renkten renge girdin, dilini yutmuş gibi konuşmuyorsun, hep önüne bakı­ yorsun, yoksa bir gönül meselen mi var? - Ağam bu kader kısmet meselesi. - Evren, elbette kader kısmet meselesi, kızın gönlü varsa, sende he dersen gelmişken bir söz keselim. - Ağam, biraz düşünmem lazım, hele bir sipahi olayım da gerisi kolay.


63

- Deli Kurt, geçenlerde Aksu'dan Ayşe hatun gelmişti, bu­ rada unuttuğu bir şeyler var onları kendisine götürmeni iste­ sem, götürür müsün? Tabii kabul edersen. . . Götürürsen mem­ nun olurum. Tabii Çakır Amcan da müsaade ederse. - Ne demek ana senin arzun bizim için emirdir. Orası bu­ radan ne kadar sürer. - Taş patlasa yolda oyalanmadığın takdirde bir günlük bir mesafe, yarın sabah erken çıkarsan akşam üzeri orada olur­ sun. - Ana emret yarın erkenden yola çıkar emanetleri götürür Ayşe teyzeye verir, orada bir gece kalır dönerim, senin ora­ lardan bir arzun var mı? - Selam götür, ne isterim oğul selametle git gel. Deli Kurt, Satı Ana'nın bu işi halletmesinden pek mem­ nun olmuştu. Çok sevdiği evdeşi Gülten' e ve oğluna kavuşa­ cağı için bütün gece uyuyamadı, erkenden kalktı. - Deli Kurt Gülten' i ve Kurtoğlu'nu ben de çok özledim. Varınca benim yerime de onları öp, onlar için bazı şeyler hazırladım, peynir ve tereyağı koydum, afiyetiyle yesinler, Kurtoğlu bayağı büyümüştür, bakalım seni görünce ne ya­ pacak? - Ana, Kurtoğlu altı yaşını geçti, bana karşı tavrı ne ola­ cak merak ediyorum. - Deli Kurt Satı Ana'nın verdiği emanetleri atına yükle­ dikten sonra, Satı Ana, Çakır ve Evren' le vedalaşarak atına atladı. Satı Ana havanın bulanıklığını görerek: - Deli Kurt yağmur yağacağa benziyor, şu kepeneği yanı­ na al, haydi Allah yolunu açık etsin. Çok çok selam götür. Deli Kurt'un obadan ayrılmasından hemen sonra yağmur çiselemeye başlamıştı, yıllardır görmediği karısı ve oğlunu görecekti, karısı ve oğlu acaba nasıl karşılayacaklardı? Şimdi altı yaşında gelmiş olan oğluyla nasıl anlaşacaktı? Yağmur gittikçe şiddetini artırıyordu. Karısıyla Ayşe teyzeyi bıraktığı bağ evine vardığında, evde kimsecikler yoktu. Geceyi orada geçirdi, sabah olur olmaz hemen toparlanıp yola çıktı. Ayşe


64

teyzenin kışlık evinin önüne geldiğinde, teyzenin kızı Günay merdiven başındaydı. - Hoş geldin ağam buyur yukarı. Deli Kurt atını bağladıktan sonra getirdiklerini toparlaya­ rak yukarı çıktı. Ama evde ne evdeşinden ne de balasından bir belirti vardı, getirdiklerini Günay'a verirken Günay: - Ağam şöyle iliş, dedi. Deli Kurt henüz oturmamıştı ki, Günay bu defa "Ağam

dedi, sizlere ömür, anamı kaybettik. " Bunları söylerken ağlamaya başlamıştı. Zorlanarak da olsa: - Ağam Gülten'i ve oğlunu soracaksın. Ali Ağa'mın Gül­ ten'in obasından gönderdiği haber üzerine şaşkına döndük, ne yapacağımızı şaşırıp kaldık. Gülten' in anası, anam Ayşe hatun ile Aksu' ya gelmek istemiş, babası ise Gülten'in Ak­ su' da olduğunu hissetmiş. Hiddetlenen baba, karısının bura­ ya gelmesine müsaade etmemiş, bizzat kendisinin Aksu' ya gideceğini ve kızının haddini bildirip hesap soracağını söyle­ miş, kızının kendisine yaptıkları yüzünden kimsenin yüzüne bakamaz olduğunu da iddia etmiş. Demiş ki "Ben gidip böy­

le evladm cezasını elimle vereceğim, biz zaten onu ölmüştür diyorduk, bizim için öyle bir evlat olmaz olsun. " Haber bize gelir gelmez, bağ evinde Gülten ' le, çocuğuy­ la birlikte olan anama haberi ilettik. Gülten' in de anamın da dünyaları karardı ne yapacağımızı, neye karar vereceğimizi şaşırmıştık. Anamları bağ evinde bırakarak kışlığa döndüm. Günler günleri kovalıyordu ama bağ evinden hiçbir haber gelmiyordu.


65

AYŞE TEYZE'NİN TEK BAŞINA AKSU 'YA DÖNÜŞÜ Günay devam etti: Anam bir öğle vakti eve tek başına dön­ dü. Bitkindi. Gülten' i ve Kurtoğlu'nu nereye bıraktığını sor­ dum. Kendisinden bir yanıt alamadım. Akşamına Ali Ağam ile Gülten'in babası da bize geldiler. Ağam Anamı dolaşmak için onun odasına girdiğinde o ruhunu teslim etmişti. Anamın Gülten'le oğlunu ne ettiğini, emanet bıraktıysa kime bıraktı­ ğını öğrenememiştik. Evde cenaze vardı. Onu ertesi gün öğle namazından sonra Aksu kabristanına gömme hazırlıkları baş­ ladı. Ben de Musa'ya bir koşu gidip bağ evinde kimin kimse­ nin olup olmadığını öğrenmesini söyledim. Öğle namazına yetişen Musa, koşarak yanıma geldi: "Bacım, dedi. Bağ evin­ de kimsecikler yok. Üstüne üstlük eşyalar ve ortalık da der­ lenmiş, toparlanmış durumdaydı, dedi." * * *

Deli Kurt'un sanki dünya başına yıkılmıştı. Hiçbir ipucu yok ki gidip evdeşini, balasını arasın. Sanki eli kolu bağlan­ mıştı, getirdiği emanetleri verdikten sonra vedalaşıp obasına döndü. Ertesi sabah yol yorgunluğu ile uyuya kalmıştı. Uyanıp bahçeye çıktığında kapı önündeki sedirde Çakır' ın oturmak­ ta olduğunu gördü. Çakır'ın karşısında Evren ve dokuz ha­ tun ayakta duruyorlardı. Bu hatunlar, vaktiyle Evren' in ve Kur t ' un ok, kılıç öğrettikleri oba kızları idiler. Çokları ev­ lenmiş gelin olmuşlardı. Bazılarının ise bir hatta iki balası olmuştu.


66

Çakır, gelinlerin kızların maharetlerini seyretmiş olmalı ki onları teker teker tebrik ediyor, kutluyordu. Evren'e de: - Aferin Evren kızlarımızı iyi yetiştirmişsin, Türk kızları böyle olur. Hepinizle gurur duydum, bilhassa Nesli en gay­ retliniz, başarılı olanınızdı. Hedefi vurmakta hiç ıskalamadı, sizlerin de yakın bir zamanda Nesli gibi başarılı olacağınız­ dan eminim, yarın da kılıç oyunlarınızı seyrederiz. Kızlar vedalaşıp gittikten sonra, Çakır, merdiven başında Satı Ana'yla konuşan Deli Kurt'a seslendi: - Hoşgeldin, işin çabuk bitmişe benziyor. Ne o üzgün bir halin var? - Belki yol yorgunluğundan olsa gerek dinlenirsem geçer. - Çakır amca kızlar geçer not aldılar mı? - Hepsi birbirinden başarılı, Evren çok iyi yetiştirmiş, Evren'le kızları ayrı ayrı kutladım. Fakat en başarılıları Nes­ li'ydi. Allah nazardan esirgesin, sayılarını artırsın. İleride bir gün obalar arasında yalnız kızların katılacağı bir "ok atma yarışları " tertip ederiz. Yarın da kızlanmızın kılıç kullanma­ daki maharetlerini göreceğiz. * * *

Sayılı günler gelip geçti, ayrılık zamanı gelip çatmıştı. Satı Ana merdiven başında durmuş, hiçbir şey söyleme­ den atlarının sırtındaki üç evladını gururla seyrediyordu. Elin­ deki maşrapa suyla doluydu. Onlara hayır dualar okuduğu belliydi. - Evlatlarım, yolunuz açık olsun. Çakır, sıra Evren'de. Onu baş göz etmeden ölürsem gözüm açık gider. Fazla özletme­ yin benim bir ayağım çukurda sayılır. Evdeşlerinizi, çocukla­ rınızı öperim. Allah isterse bir gün onları da görmek nasip olur. Çakır, Evren ve Deli Kurt "inşallah ana" diyerek yola ko­ yuldular. Satı Ana maşrapadaki suyu yere boşalttı. İçinden de

"bu su gibi akıp gidin " diye dua etti. Onları, gözden kaybo­ luncaya kadar izledi. Canları dönüp dönüp ona el salladıkça


67

o da onlara el salladı . Eve girerken kendi kendine söylendi : "Satı kuru kafana kaldın mı ? Kaderi değiştirmek mümkün mü? Haydi, şimdi onların yollarını bekle bakalım. Hayırlısıy­ la şu Evren 'i de bir evlendirebilseydik. O zaman ölsem de gam yemezdim. Ya sabır, ya sabır. . . "

* * *

Tımarlarına dönen Çakır, yol boyu ne yaptı , ne ettiyse De­ li Kurt' un durgunluğunu üzerinden atmasını bir türlü başara­ madı. En sonunda Çakır patladı. - Deli Kurt, denizde gemilerin mi battı ? Savaşta orduların mı bozuldu? Az zaman sonra tımarına evdeşine kavuşacak­ sın, ama sende neşeden eser yok. B izlerden sakladığın b ir şeyler mi var? Anlatırsan açı lırsın, derdini anlatmayan der­ man bulamaz. Her şeye vakıf olan Evren sesi n i çıkartmıyordu . Deli Kurt ' u n durgun luğu çözülmeden yol ayrı m ı na gelindi. De­ li Kurt, Çakır A mcas ı ' yla ve Evren Ağabey ' iyle vedalaşa­ rak ayrı ldı. Deli Kurt'un başı karman karı ş ı ktı. İl k göz ağrı sı Gül­ ten ' le oğlunun kaybolması karşısında kendisini adeta boşluk­ ta hissediyordu. Evdeşi Melek Hatun'a kavuşacağına bir tür­ lü sevinemiyordu. * * *

Y ı llar sular gibi akıp geçiverdi. Bu zaman içinde karısı Melek ona üç kız çocuğu daha doğurmuştu. Fakat bütün bu mutluluklara rağmen Del i Kurt, ilk evdeşi Gülten ' i ve oğlu Kurtoğlu' nu aklından çıkaramıyor, gönlünü hiçbir şeyle avu­ tamıyordu. Macaristan' da iki yıl süren esaretinde bile ilk göz ağrısı Gülten' den başka bir şey düşünememişti . Eğer ilk göz ağrısı Gülten ve oğlu Kurtoğlu hala sağ idiyseler evdeşi de kendisi gibi yorulmuş olmalıydı. Oğlu ise herhalde kocaman bir delikanlı olmuştu. Macaristan esaretinden kaçıp Tuna'yı yüzerek vatan top­ raklarına kavuşması, Niğbolu Kalesi Beğ' inin huzuruna gö-


68

türül mesi , beğin onu sorgulaması, kendisine sipahi esvabı ve­ ri lip tımarına gitmek üzere yola salı nması, üç yıldır tımarın­ dan ırak kalması onu bir hayli düşündürüyordu. "Acaba tı­ manm başkasma verilmiş olabilir mi ? " sorusu beynini kur­ calıyordu . Evdeşi Melek Hatun'a ve üç kızına bir an önce ka­ vuşmak için yol boyunca dur durak bilmeden, bütün gayre­ tiyle at sürüyordu. Tımarına vardığında, onun bir başkasına verilmemiş ol­ ması yüreğine su serpmişti . Üç kızı büyümüş serpi lmişler, nerdeyse gelinlik kız olmuşlardı . Evinde tam bir hafta dinle­ nen Kurt, tımarı nı dolaşmak, gözden geçirmek için ev inden ayrı ldı. Yolda karşılaştığı yaşlılardan, tı mardaki azapları n, savaş için Avrupa tarafına yola koyulduklarını öğreni nce, on­ lara katılmak üzere evdeşiyle, çocuklarıyla vedalaşarak yola koyuldu. Nis şehrine ulaştığında Alay Beği olan Çakır Am­ cası 'y la ve sipahi Evren ile karşı laştı . Birbirleriyle sarmaş dolaş oldu lar. Çakır olanlan anlatmaya başladı : - Deli Kurt yıllardır kayıptın. Senden hiç haber yoktu. Me­ raktan ne edeceğimizi şaşırdık. Bir aralık Satı Ana' mızı ziya­ ret için obamıza gittik. Satı Ana' ya da senin akıbetin hakkın­ da bir şey söyleyemiyorduk. Yalan dolanla Satı Ana' mızın gönlünü hoş tutmaya çalışıyorduk. Fakat Satı Ana' mızın gönlü rahat deği ldi . Ama mecburen bize inanırmış gibi görünmeye çalışıyordu. Obada Gökçen adında bir kız vardı. O bizim i mdadımıza yetişti . Bir sabah bütün ev halkı bir kaval sesi ile uyandık. Avlu­ ya çıktığı mızda sabah alacasında Gökçen' i bizim evin karşı­ sındaki ahlatın dibine oturmuş, kaval çalarken gördük. Henüz gün ağarmamıştı, ama sabah karanlığına rağmen sanki Gök­ çen ' in üzerindeki bir nur onu aydınlatıyordu. Evren ' le yan ına vardık. Salı Ana merdiven başında kalmıştı. G ö kçen kız biz leri n yaklaştığımızı fark edince yüzünü göstermemek için bize sırtı nı döndü, kaval ını dudakları ndan ayırd ı . Evren dedi ki:


- Çakır ağam kaval sesini duyuyor musun? Gerçekten de Gökçen kız o anda kaval üfürmüyordu. Bu­ na karşılık derinden bir kaval sesi gelmekte idi . Kıza dedim ki : - Kaval ı sen çalmıyorsun. Söylesene bu kaval sesi de ne­ yin nesi ol uyor. Kız: - O kaval sesi Deli Kurt' un kavalının sesidir. O şimdi çok uzaklardadır ama sağdır. . . İşte böyle Del i Kurt, senin sağ olduğunun müjdesini Gök­ çen kızdan alınca Satı Ana' mız da Evren de ben de mutlu ol­ duk. B i ze inanmayan Satı Ana Gökçen kızın müjdesine inan­ mıştı. Kurt da son üç yıl içinde başından geçenleri birkaç cümle ile Amcası ' na ve Ağas ı ' na anlatı verdi. * * *

Gün batmış tümenlerin müezzinleri akşam ezanını oku­ maya başlamışlardı . Taam süresinden sonra uzaklardan tek bir davul sesi duyuldu. Az sonra bunu başka bir davul iki vu­ ruşla cevap verdi. Bu vuruşlar kisa aralıklarla ve tek tek arta­ rak dokuz vuruşa kadar yükseldi. Tanrı ordusunun tümenleri karargaha tekmil, yağıya gözdağı veriyorlardı. Bu vuruşlarla ordunun dokuz tümeni de savaşa kıl pranga, kızıl çengi ha­ zırdır. Ey yağı bil ki bu ordu dokuz tümenli ktir, doksa1t bin çerilidir, haberi ni veriyorlardı. Çakır, Evren ve Deli Kurt azaplarının başma geçmek üze­ re birbirlerinden ayrı ldı lar. Ordu içi nde yatsı çağına yakın yeni bir cevval iyet başla­ mıştı. Nöbetçiler ve gözcüler yerlerini alırlarken çeriler de yavaş yavaş uyumaya hazırlanıyorlardı. Tümen karargahla­ rından ayrı lan yaklaşık üç yüzer kişi lik taburlar bir alanda toplanmaya başlamışlardı . Bu topluluk belki de o ana kadar dünyanın gördüğü en büyük saz heyeti ni meydana getirmi ş­ lerdi. Ortaya boynu ile birinci hörgücü arasına iki yanlı iki


70

kös ası l ı çift hörgüçlü bir deve getiril mişti . Hörgüçlerin or­ tasında bir deve eğeri, eğerin üzerinde de medrese dersha­ neleri n i n kapılarından ancak emekleyerek girebilecek cesa­ mette bir insan azmanı oturuyordu. Bu muhteşem heyet, ge­ ceni n karanlığında ve bir çift köse çalınan tokmakl arın muh­ teşem ahengiyle düşman mevzileri ne doğru i lerlemeye baş­ ladılar. Kös sesi bir anda kesilivermişti. Vakit gece yarısına yaklaşırken sağ yanağı kara ay doğ­ mak üzereydi . Gecenin sessizliğini yırtan bir ses bütün ovayı kaplayı vermişti. " Ya Allah. . . Mehter bütün haşmetiyle kös dövmeye başlamıştı. Sanki yer yerinden oynuyordu. Zurnazenler marştan marşa, havadan havaya geçiyorlardı. Bu Türk ordularının bir savaş taktiği idi . B ütün gece ayyuka çıkan kös sesleri, kefereyi uykusundan ederdi. Ve gün ağar­ madan akıncılar haçlı sürülerinin içlerine dalmaya başlarlar, bütün gece mehterin çaldığı ezgilerden, hele hele yeri göğü inleten kös sesinden uyuyamamış kefere, akı ncıların baskını karşısında kaçacak delik arardı. Mehter, kefereye lağım güm­ bürtüsü gibiydi. Zaten Frenk yazıcıları "Mehter Türk çerisi­ nin ninnisidir " sözünü boşuna söylememişlerdir. Her savaş gibi bu savaş da bitmiş, kazanı lmıştı. "

* * *

Deli Kurt savaş alanını dolaşırken birden can kardeşi Ev­ ren' in yerde sırt üstü yattığını gördü. Ölmüştü. Başucuna çöktü, onu alnından öptü. Kılıcını, belinden kuşağını sıyırıp aldı, cepkeninin cebindeki düzgün katlanmış kağıt tomarı nı da almayı ihmal etmedi. Az i leride Yozgatlı Mehmet Koçyi­ ğit de kan lar içinde yatıyordu. Bu ele avuca sığmaz yiğidi herkes Koçyiğit olarak tanı rd ı . Kurt bitkin bir halde biraz ilerleyince dünya bir kez daha başına yıkıldı . Yiğitler yiğidi, her bakımdan dayanağı, hamisi her şeyini borçlu olduğu Ça­ kır Amcası da kanlar içinde yatıyordu. Onun da kemerini ve


71

kılıcını zorlukla elinden alabildi. Koynundaki çıkınını aldık­ tan sonra Çakır Ağası ' nı n hafif açık olan gözlerin i kapadı , ellerini, yüzünü öptü. Deli Kurt oturduğu yerden şehitlerimiz için Fati halar okuyarak yerinden güçlükle kalktı. İçinden "Keşke ben de şehit olsaydım da bunları görmeseydim " diye geç i rd i . Yaralı lar arası nda yatan Tokat ' l ı A h med ' i sırtlad ı . Ordunun toplandığı yere vardığında bitkin bir vaziyette Ah­ med' i sırtından indird i . Kendisi de yere çöktü. Nöbetçi ler Deli Kurt'u derleyip toparlayıp karakol işlerine bakan Bala­ ban Beğ ' in huzuruna getirdiler. Biraz dinlendikten sonra, Ba­ laban Beğ, Padişahın kendisine Bölükbaşı' lık verdiğini müj­ deledi. * * *

Del i Kurt tımarına dönmek üzere yola koyulduğunda, yol­ ların bir an önce bitmesini d ilemekteydi . B ununla beraber içini yakan asıl sıkıntı Satı Ana'ya Çakır' ın ve Evren' in şehit oluşlarının nasıl anlatılabileceğiydi. O yaşlı ana ne hale gelir­ di, şehit düştüklerini söylemeyip biraz işleri çıktı. Sonradan gelecekler dese canlarının şehitliklerini ne kadar gizleyebilir­ di. Evdeşi Melek Hatun'a, üç kızına, oğlu İsa' ya hele hele aş­ kından yanıp tutuştuğu Gülten ' e kavuşabilme duyguları gön­ lünü avutamıyordu. * * *

Deli Kurt, oğlu İsa' nın doğumunda Satı Ana' nın kendisi­ ne verdiği anası Bala Hatun' dan kalan ufak sandığın içinde­ kilere göz atınca, Su ltan Bayazıd'ın oğlu İsa Beğ ' i n babası, Bala Hatun ' un anası, kendisinin de bir Osmanlı Şehzadesi ol­ duğunu öğrenmişti. Hayata gözlerini yeni açan oğluna da bu yüzden İsa adını vermeyi uygun görmüştü. Şehzadeliğini giz­ lemesi gerektiğini, bunun hayat memat meselesi olduğunu, Osmanlı töresine göre karındaşın da olsa kaydının görülmesi­ nin gerektiğini de öğrenmişti. Hayatta kalması için şehzadeli­ ğini saklamasının ilk şart olduğuna d a biliyordu. Zira dedesi


72

Yı ldırım Beyazıd' ı n Temür' le yaptığı savaşı kaybetmesi, esir olması ve vefatı üzerine, kardeşler arası başlayan taht kavga­ sı Türk M i l leti ' ne çok pahalıya mal olmuştu . Deli Kurt ' u n Çakır A mcas ı' ndan dinlediği bölük pörçük hatıralar yıldırım hızıyla beyninden geçiyordu. Bunlara rağmen ona göre asıl mesele, şimdi seksen yaşı­ nın üzerinde olan Satı Ana'ya Çakır ve Evren'in şahadetleri­ ni nasıl söyleyeceği noktasında düğümleniyordu. Satı Ana'nın ahir ömründe iki evladının şahadetini öğren­ mes iyle ne hallere geleceğini görmek değil düşün mek bile korkunç bir şeydi. Buna rağmen, bu acı haberi Satı Ana' ya söylemekten başka da çare yoktu. Bu bir kaderdi ve bu kade­ re katlanmaktan da bir mecburiyet idi. Türk kadınının alın yazısı nda bunlar doğuştan yazı lıdır. Kocasının, evladının şehitlik haberiyle sarsılmayan ve kaderi tevekkülle karşılayan kaç ana ve hatun gösteri lebil ird i. Bu analar v e evdeşler tarih boyunca şehit anası ve evdeşi olmak­ tan gurur duymuşlardı. Bu müstesna yaradılışlı Türk anaları ezelden beri evlatlarını askere gönderirken ya şehit ol, ya ga­ zi di lekleriyle göndermişlerdi. Bu inanç hala da devam et­ mekte idi ve dünya durdukça da devam edecekti. Şehit anala­ rının ve evdeşlerinin ağızlarından son söz olarak hep " Vatan sağ olsun! " sözleri dökülecekti. * * *

Deli K urt' a yolda bir rütbe daha verilerek o, Alay beyliği­ ne yükselti lmişti . Tımarına varıp, işleri yol una koymak onun birkaç gününü almıştı. S u ltan Murad' ın hediye ettiği iki at yedeği nde ol arak yola koyuldu. Deli Kurt obasına yaklaş­ tıkça etrafta gördüklerini onu hayretler içerisinde bı rakıyor­ du. Buralarda her şey allak bullak olmuş, sanki yer yerinden oynamış yollar balçık içerisi nde, kayalarla dolmuş, etraftaki ağaçların birçoğu köklerinden sökülmüş, bazılarının dalları yerlere dağılmıştı . Atlar yol al makta güçlük çekiyordu. Deli Kurt etrafı ürpererek seyrediyordu. Olanlar akl ın alacağı gibi


73

şey ler değildi. Her şey tarumar olmuştu. Akşam üzeri oba­ sına vardığı zaman obasının da bu tufandan nasibini aldığını görüp ürperdi. Heyecanla Satı Ana' nın kapısını çaldı, ses se­ da gelmemesi üzerine yumrukladı. Kapı açıldığındaysa karşı­ sında obada "Piç ilyas " namıyla anılan sarhoşu gördü. Bü­ yük bir hiddetle, - Ulan piç, sen burada ne yapıyorsun, Satı Ana, evdeşim çocuklarım nerede? Piç İ l yas ne söyleyeceğini şaşırmış durumdaydı. Dili da­ mağına dolanarak: - Ağam hepsi yaylada bir afete maruz kaldılar. Sel hepsini önüne katarak kurbağalı çukura doldurdu, obada yaşlı beş on kişi yaylaya çıkmadıkları için kurtuldu. Afattan önce Satı Ana beni evden bir şey ler getirmem için obaya gönderdi. Ben de buraya gelmem sebebiy le kurtuldum. Deli Kurt yıldırım çarpmış gibi kapının önüne yığılı verdi. Bir anda her şeyini kaybeden Deli Kurt, Piç İ lyas'a, - Atları ahıra çek, üstlerindekileri bana getir. Güçlükle yerinden kalkarak eve girdi, ama yürüyecek hali yoktu. Köşedeki minderin üzerine düşer gibi oturdu. Piç İ l­ yas üç kılıç ve üç çıkını getirip Deli Kurt' un önüne bıraktı. - Piç topla şunları, defol seni gözüm görmesin, ahırda ya­ tarsın. Piç İ lyas' ın eli ayağına dolaşarak sofrasını toplayıp hızla uzaklaştı. Deli Kurt hiçbir şey düşünemiyordu. Çakır Amcası'nın üs­ tünden aldığı çıkını açtı. İçinden çıkan yazıda, kendisinin şe­ hit düşmesi halinde azaplarından birinin, bu çıkını Bilecik'te bulunan evdeşi Bahar Hatun' a iletmesini istiyordu. Aynı çıkından, İ sa Beğ'in vaktiyle Çakır' a, Çakır' ın da sanki şehit düşeceği içine doğmuş gibi, evdeşine yazdığı iki mektup çıkmıştı. Çıkında ayrıca bir miktar para ve kızlarına verilmek üzere iki yüzük vardı. Çakır, mektubunda evdeşine ve geride kalanlara şöyle diyordu: "Benim için hiç üzülme­ yin. Kader ' in istediği her şey, olması gerekenlerdir. Kızları-


74

ma hayırlı bir kısmet çıkar evlenirler ve çocukları erkek olur­ sa onlara benim adımı versinler. Anılmama vesile olurlar. Siz­ leri Allah 'a emanet ediyorum. " Sultan Murad' ın Çakır'ın ailesine verilmek üzere verdiği akçaları da çıkına koyarak sarıp yanına bıraktı . Bu kadar sa­ vaş gördü, birçok kere ölümle burun buruna geldi, yaralandı , esir düşüp iki y ı l Macaristan' d a esir kaldı, öldürmeyen Al lah öldürmedi. Demek ki bu acıları da yaşamak varmış. Ağlıyor­ du. Yanan mumun sönmesi üzerine her taraf zifiri karanlığa bürünmüştü. Dışarıda hala yağmur yağıyordu. Duvara yasla­ narak kendinden geçti . Uykusu ne kadar sürdü bilinmez, uyan­ dığında kendi kendine söylenmeye başladı : "Deli Kurt kendi­ ne gel sen yaşamıyorsun, sana yaşıyorsun diyen bile olmaz. Düşün, sen gizli bir Osman oğlusun, sana ağlamak da yaraş­ maz. Ayağı kalktı, zifiri karanlıktı. El yordamıyla ocağın üze­ rindeki mumu bulup yaktı, onu şamdana yerleştirdi, mumu yanına bırakarak Evren' i n çıkınını da açtı. Çıkında çevreye sarıl ı muntazam katlanmış üç mektupla, biraz akça bulunu­ yordu, diğer çevrede de bir yüzükle beş altın bulunuyordu. Mektuplara bir göz attı, mektupların ikisi, Evren'e, Nesli ta­ rafından yazılmıştı, üçüncü mektuba bakamadı . B irbirini se­ ven iki güzel insandan biri vatan uğruna çok uzaklarda topra­ ğa düşüyor, onun yolunu özlemle bekleyen diğeri de sele ka­ pılıp dünyaya veda ediyordu. Kurt "inşallah ahrette buluşur­ lar " diye düşündü. Her i kisinin de arkasında hiç kimseleri kalmamıştı . Çıkını yine muntazam bir şekilde katlayarak göğ­ süne bastırdı. Cümle ölmüşlerin ruhlarına Fatihalar okuyarak yere bıraktı. Deli Kurt' un bu acılar karşısında artık beyni işlemiyordu. Dünya işlerini metanetle karşılayan Deli Kurt'un canları her şeyi alıp götürmüşlerdi. Şimdi dünya denen bu yerde bir tutunacak dalı, bel bağlayacak kimsesi kalmamıştı . Artık bu­ ralarda duramazdı, tabir caizse buralardan ve kendisinden kaç­ ması gerekiyordu, nereye gidecekti? Ne yapacaktı ?


75

Güneş henüz doğmamıştı ki, güçlükle ayağa kalktı, kapıyı açtığı zaman karşısında Piç İlyas ' ı gördü. - Ağam hava serin ocağı yakmaya geldim. Bir isteğin var mı? - Hayır hiçbir isteğim yok, atımı hazırla, fazla bir şey sor­ madan yıkıl karşımdan. Piç İlyas Kurt' un yüzünden gözlerini ayıramıyordu, onun verdiği emri duymamış gibi alık alık yüzüne bakıyordu. - Ulan ne alık alık yüzüme bakıyorsun? Sana atımı hazırla demedim mi? diyerek hiddetle bağırması karşısında tir tir tit­ reyen Piç İlyas : - Ağam bir gecede ne hale gelmişsin, saçların akpak ol­ muş, ayakta duramaz hale gelmişsin. Seni sana benzetemedi­ ğim için böyle alık alık bakarım. Emriniz başım üstüne, diye­ rek merdi venleri koşarak indi. Deli Kurt, Çakır' ın ve Evren ' inin çıkınlarıyla, kılıçlarını, kendi kılıcını bir araya bağladı, keçe kepeneğine sarıp koltu­ ğunun altı na sıkıştırarak aşağı indi, hazır olan atının eğerinin arkasına Piç İlyas ' a sıkıca bağlattı , atı na bindiğinde bütün çocukluğunun geçtiği buraları bir daha görmeyecek gibi göz gezdirdi, Satı Ana'yı ve evdeşi ile kızlarını, evdeşinin kuca­ ğındaki oğlu İsa'yla birlikte kendine doğru geldiklerini görür gibi oldu. Deli Kurt buralardan atına yol vermeden Piç İlyas döndü: - Buraları sana emanet ediyorum. - Ağam bu gidişin nereye, ne tarafa? - Piç, atımın götürdüğü yere gidiyorum. Deli Kurt, obası gözden kayboluncaya kadar döndü döndü baktı. Piç İ lyas hala evin önünde kendisini seyrediyordu. De­ li Kurt gideceği bir yeri kafasında tasarlamadan atının gittiği yere gitmek üzere yoluna devam ediyordu. Akşam olmak üze­ re bir hana ulaştı. Hancı ile sohbet ederken, - Buralara ne denir? - Bulunduğumuz yerlere göller arası denir. Hanın önünden giden yolu takip edersen ileride sağ tarafa ayrılan yol Is-


76

parta ' y a sağdaki yola sapmayıp yolu takip edersen, Muğla is­ tikametine gider. Sen nereden geli p nereye gidiyorsun? - Hancı nereye gideceğimi ben de bi lmiyorum atımın götürdüğü yere gidiyorum. Hancı, Deli Kurt' u baştan aşağı süzdükten sonra: - Atının gittiği yere gitmek ne demektir? - Hancı orasını pek kurcalama, benim derdimi depreştirme. Hancıdan ayrılıp odasına çekildiğinde akşam namazını kıl­ dı. Duasında yakarıyordu: - Yarabbi beni süründürme, ne günah ettimse affet, bütün sevdiklerimi, her şeyimi kaybettim. Başıma gelen felaketler­ den sonra yalnız kaldım. Senden başka sığınacak kapım yok. Beni elden ayaktan düşürüp süründürme, tahammülüm kal ­ madı. Al emanetini de beni kurtar. Ya da bana bir çıkış yolu göster. Rabbim bana çektirdiğin bu acılar, senin şanına ya­ kışmaz, ya benim tez günde canımı al, ya da beni selamete çı­ kar. Duası bitip yatağına uzandı, derin bir uykuya daldı. Dü­ şünde, Satı Ana'yı eli belinde merdiven başından kendisine seslenirken görüyordu: - Deli Kurt, neredesin, beni neden merakta bıraktın, evde­ şin Melek Hatun ' u çocuklarını da mı özlemedin. Buna hak­ kın var mı? Bu manzara gözlerinin önünden kaybolmadan bu defa işe evdeşi Melek Hatun karışıyordu. Hatun üç kızıyla birlikte ken­ disine doğru geliyordu. En sonunda ilk evdeşi Gülten ile oğlu da düşüne girdiler. İ sa ' nı n kendisine doğru kol larını açarak koşması onun silkinerek uyanmasını sağlamıştı . Bu düşünce ve hayallerden kendini bir türlü kurtaramayan Deli Kurt ' a geceleri bir başka azap, gündüzleri bir başka azap çekiyordu. Allah ' a " Yarabbi sen benim aklımı esirge " diye yal varıyordu, onun için gece ve gündüzün hiç farkı yok­ tu. Handan ayrıldığında gün doğmak üzere idi. B ahar güneşi her tarafı güzellikleri, kuş sesleri yorgun, uykusuz ve bitap


77

Deli Kurt'a hiç haz vermiyordu, atının götürdüğü yere gidi­ yordu. Muğla istikametine giden yola kendiliği nden sapan atına müdahale etmedi. Atının boynunu, yelesini okşayarak "Sen nereye götürürsen oraya gideceğim, benim al aslanım, can yoldaşım " dedi. Yine bir bahar yağmuru çiselemeye başladı. Karşı yamaçlar günlük güneşlik bu tarafta yağmur çiseleme­ si. Ne kadar yol aldılar belli deği ldi . Bir dağlık yerden geçip çalılıklar arasına indiklerinde atı birden bire durdu. Hayatın­ da hiç böylesine bir hürriyet görmemiş olan at zikzaklar çize­ rek çalı lar arasından yol almaya çalışıyor, kendi istediği yere gidiyordu. Çalılık bitmek üzereyken, coşkuyla akan pınarı n başında durdu. Atını birden suya tutmadı. Kendisi elini yüzü­ nü yıkarken atı da dinleniyordu. Az sonra o da doyasıya su­ yunu içti , otlamaya başladı. Kendisi de etrafı kolaçan ediyor­ du. İ leride bir köy gözüküyordu. Nevale çıkınını açıp bir şey­ ler yemeğe başladı. Etraftaki güzellikleri manasız bakışlarla seyrediyordu. Elini göklere uzatarak: - Yarabbi, ne günah işledim de bu acıları bana verdin? Ben kendi irademle Osmanlı Hanedanı ' na mensup olmadım. Bu sen i n takdiri ndir. B u acılar Osmanlı olmamın yazısıysa yeter artık, ben de aciz bir kulum, merhametine sığınıyorum, bu acıları mı dindirecek bir şeyler yap, ahir ömrümde bunları istemek için senden başka kapım yok. Her şeyi bi len sensin, benim ac ılarıma son verecek olan da sensin. Deli Kurt duasını bitirip arkasındaki kayaya sırtını dayadı, gökyüzünü, küme küme gezinen bulutları, uçuşan kuşları sey­ rederken bir an kendinden geçmişti. Uzaktan gelen davul ve zurna sesiyle kendine geldi. Etra­ fına bir göz gezdirdi kten sonra, derlenip toparlandı . Atını ye­ değine al arak davul zurna sesinin geldiği yöne yürümeye başladı. İlerledikçe davul ve zurna sesi daha da netleşiyordu. Atına bindi, atı dahi kendisini davul zurna sesine kaptırmış o yöne doğru gidiyordu. Ormanlıktan çıktıktan sonra önleri n­ deki vadinin içindeki beldeye biraz yaklaştığında beldenin


78

gün doğusunda bir insan kalabalığı gördü, onlara yanaştığın­ da önünde ilerleyen yaşlı ihtiyara: - Merhaba amca, burada ne var, bu insanlar neden toplan­ dılar k i ? diye sordu. İhtiyar Deli Kurt' u şöyle bir süzdükten sonra; - Sen bu yörelerin insanı değilsin. Şu ileride gözüken köy­ den yeti m A l i ' nin oğlu evlen iyor. Düğünün son günü güreş yapılacak. Ci var yörelerden güreşecek yiği tler gel iyor. B u yaşımda beni buraya çekip getiren ş u davulun tılsımlı sesidir. Haydi gel beraber seyredelim. Vaktinden önce kocamışa ben­ ziyorsun, neden bu hale geldin? - Emmi yaramı depreştirme, seninle gönül rahatlığı ile gü­ reşleri seyredelim. - B ak delikanlı atını çam ağacının altına çekip bağla, yem torbasını başına takmayı ihmal etme, üstündeki emanetlerini de alıp buraya getir şu tepeye oturursak güreşenleri daha iyi görürüz. Öyle yaptılar. - Adın neydi senin? - Bana Deli Kurt derler, öz adım Murad'tır. Beni buraya bu davul sesi getirdi ama gönül bu, gençliğimde ben de güreş tutar­ dım. Güreş var dendiğinde yerimde duramazdım. Gözüme hiç­ bir şey gözükmezdi. Hele hele davul sesi duydum mu sayn ol­ sam dirilirdim. Hani bir söz vardır: "alışmış kudurmuştan be­ ter " derler ya, bende öyle idim, beni hiçbir şey durduramazdı. Deli Kurt ihtiyarın elini öptü yanına i lişti. - Al l ah size uzun ömür versin, bende gençliği mde güreş tuttum, güreş yapanları seyretmeyi severim. - Senin adın ne? - Bana Del i Mehmet derler. Kılık kıyafetine bakılırsa sen sipahi olmalısın. - Evet ben sipahiyim, Sultan Murad Han savaşta gösterdi­ ğim yararlıktan dolayı beni Alay Beyliği ' ne atadı. - Ben de bir zamanlar sipahiydim. Benim de tımarını var­ dı. Gözümü daldan budaktan esirgemediğim için adı mın ba-


79

şına Deli eklediler. Rumeli yakasında nerelerde savaşmadım k i , öldürmeyen A llah öldürmez, demek ki görecekleri m i z varmış. Şimdi kocadık hiçbir işe yaramaz hale geldim, ama yine boş durmuyorum, gençlere görüp geçirdiklerimi anlatı­ yorum. Yarın kendileri de asker olduklannda, vatan için can ü gönülden çalışmalarını, vatanın böyle genişleyip yücelece­ ğini anlatıyorum, onlar da nasihatlerimi can kulağıyla dinli­ yorlar. Adlarımızın başındaki del i lakaplarımız ikimizi adaş yaptı. Aha bak güreşçi ler de meydana çıktılar. Adaşım gözle­ rim uzağı seçiyor da, yakını pek seçemiyorum. Buna da şü­ kür. B urası benim tımarıma dahildi. Buranın halkı Varsak' tır. Hamitoğulları ndan teşekkül ederler. Adet ve ananeleri çok uyumludur. Aralarında ayrı gayrı yoktur. İki tarafın da kö­ kenleri Türk ' tür. Deli Kurt, bak bu yana el sallayan delikanlı var ya, onun bileğini büken daha çıkmadı. Bakalı m karşısına hangi yörenin i nsanı çıkacak? Yiğit Varsak ' tı r. B u yörenin yüz akıdır. A llah nazardan esirgesin. Bak aklıma bir olay geldi, Belgrat civarındaydık. O civar bizim kontrolümüz al­ tındaydı. Alay Beğ' imiz Şahin Beğ beni çağırtmış. Huzuruna vardığı mda: - Deli oğlan Belgrad ' a varmadan, Biciç mi, B iziç mi adı her neyse s ırp köyünde bir hadise olmuş. Sırp köyüne giren i neğin i almak üzere köye giden Türk ile Sırplar arasında ce­ reyan eden olayı tahkik et, gereği neyse yap, sonucu bana bildir. B u işi en iyi sen halledersin. Bu vazifeyi sana veriyo­ rum, haydi güle güle. Gecikmeden hallet gel , adaleti elden bırakma, dedi. Şahin Beğ'den görevi alıp yola koyulduğumda yol üstün­ de bulunan tekkeye öğle namazını kılmak üzere uğradım. Tekke şeyhinden dinlediğim şeyleri anlatmak istiyorum. Şu meydanda dövülen davul var ya, bana tekke şeyhinin davulla ilgi l i anlattıklarını hatırlattı, ben de bu yöredeki lere anlatırım. "Bu davulun Türk Milleti'nin kalbinde müstesna bir yeri var­ dır. Düşünebiliyor musun, ta Orta Asya 'dan çıkmışız, aslımız Kurt 'muş bizim, Bozkurt bize yol göstermiş. Cihana yön ver-


80

mek için yola koyulmuşuz. Dinlenmek için mola verdiğimiz.de lıiç yıktlmamış olan devletimizi. zaman zaman imparatorluğa döndürmüşüz. Tekrar silkinip yola koyulduğumuz zaman, baş­ langıcından beri hep bu davul önümüzde, bu davul her Türk için Bozkurt kadar kutsaldır. Doğumumuzda ilk duyduğumuz ses kula,ftımıza okunan ezan sesi ile işte bu davulun sesidir. Bu sesler kulağımızda yankılanırken avazımız çıktığınca ağ­ larız. Bu ezan ve davul sesi bizlere, Türk Milleti 'nin her fer­ dine ölünceye kadar doyulmaz bir haz verir. Bu davul doğu­ mumuzda, düğünümüzde, bütün eğlencelerimizde, güreş mey­ danlarımızda, asker uğurlamalarımızda, hele hele, sen de bir sipahi olduğuna göre, söylediklerime sen de şahit olmuşsun­ dur, savaş meydanlarında hep vardır. Ramazan ayımızın ge­ celeri. bayram günleri ve geceleri hep onunla doyumsuz hale gelirler. O çalı111rke11 gözümüze hiçbir şey görünmez, davul sesiyle düşmana atılışımızı anlatmak mümkün değildir, hele hele mehterin kösü dövmesi ile düşmanı panik/ettirip çökert­ mesinde tarifi mümkün olmayan bir kutsiyet vardır. Bunun sırrını ancak Türk bilir ve yaşar. Benim nazarımda kös bu mübarek davulun torunudur. " - Deli Kurt, bu anlattıklarımı bana o tekkenin şeyhi olan bir Türkmen kocası anlattı. Bunları dinlerken kulağıma gelen da­ vul sesini Türkmen kocasına sorduğumda, biraz ilerideki Türk­ men köyünde düğün olduğunu söyledi. Tekke şeyhi Türkmen kocası her Türk ' ün özünde olan, olması gereken güzellikleri sayıp dökünce o kadar mutlu oldum ki kocanın hürmetle elini öptüm, o da beni kucaklayıp alnımdan öptü. Türkmen koca­ sından vedalaşıp ayrılırken ben bambaşka bir Deli Mehmet ol­ muştum. Ha az kalsın unutuyordum, en iyi ve en gür sesi ve­ ren davul eşek derisinden yapılırmış. Beni Türkmen kocasıyla karşılaştıran ve bu güzellikleri öğrenmeme sebeb olan Yüce Allah' ıma hamd, Şahin Beğ'e sena ettim. Ben de bugünkü ha­ limle yıllar önce Belgrat yöresinde karşılaştığım tekke şeyhi Türkmen kocasına döndi.im. Bu da bana yeter, artar bile. Senin anlayacağın ben bu yörenin önce sipahisi şimdi de Türkmen


81

kocası oldum. Köyün ortasında koca bir çınar vardır, onun al­ tına zaman zaman gider, etrafıma toplananlarla sohbet eder, onlara bir şeyler vermeye çalışırım. Onlar da benden bir şeyler öğrendikleri için mutlu olurlar. Davul sustu güreş meydanına gelen birisi Kurtoğlu diye çığırdı. - Bak Deli Kurt bu meydana yürüyen yiğit var ya, adı Varsak Kurtoğlu' dur. Bu ne biçim ad deme, bu adı bu gence veren öyle münasip görmüş. Bu yörede bu yiğidin bileğini büken çıkmadı. Bakalım kim çıkacak. Kurtoğlu'nu çağıran adam ardından Deli Koçak diye bağırdı. Kocacık, - Al sana bir Deli daha. Meydanda Kurtoğlu'na doğru yürüyen delikanlı da Kur­ toğlu gibi yapılıydı. Meydancı Kurtoğlu'nun yanına varan Deli Koçak'la ikisinin omuzlarına ellerini koyarak bir şeyler söylemeye başladı. Deli Kurt, kendi oğluyla adaş olan bu Var­ sak Kurtoğlu acaba benim oğlan olabilir mi diye düşündü. O böylece düşünüp, bocalayıp dururken güreş başlamıştı. Da­ vulcu da şevke gelmiş alabildiğine davulunu dövüyordu. He­ yecan doruk noktasına ulaşmış, herkes nefesini tutmuş, güre­ şenleri seyrediyordu. İki yiğid birbirleriyle itişip kakışırken, birbirlerinin zayıf anını kolladıkları belli idi. Deli Koçak, Kurtoğlu'na bir el en­ se çekti, Kuı1oğlu da anında öylesine bir elense çekti ki, Deli Koçak az kalsın yere kapaklanıyordu. Kendini çabuk toparla­ dı, Kurtoğlu'nun boynunu sarmaya çalışırken Kurtoğlu bo­ yunduruktan kurtarmasıyla, kolunu hızla Deli Koçak'ın boy­ nuna doladı, onu yere indirdi, Deli Koçak Kurtoğlu'nun al­ tından bir çırpınışta kurtuldu, kocacık : - Deli Kurt bu deli çetin cevize benziyor. Kurtoğlu ne za­ man güreş tutmuşsa bu kadar uzun sürdürmemiştir. Güreş ayakta devam ederken Deli Koçak Kurtoğlu'na bir el ense çekerek yere düşürdü, seyircilerin, sırtı yere gelme-


82

miş güreşçi lerinin alta düşmesi üzerine yürekleri ağızlarına gel mi şti, davulcu dahi davul dövmeyi bir tarafa bırakmış, Kurtoğlu' nun Deli Koçak'a nasıl bir hamle yapıp alttan nasıl kalkacağını nefesini tutarak hesaba başlamıştı . Herkesin hay­ ret dolu bakışları önünde, Kurtoğlu kendisine sarma takmış Deli Koçak' la birlikte ayağa kalktı ve sırtında çırpınan Deli Koçak' ı adeta derleyip toplayıp bir çıkın gibi yere yapıştırı­ verdi. Bir anda her şey olup bitmişti . Kurtoğlu güçlü rakibini kucaklıyarak ayağa kaldırdı ve alnından öptü. Deli Koçak' ta vakit geçirmeden Kurtoğlu ' nun elini öptü. Deli Kurt yanındaki emanetleri kocacığa bırakarak, gali p gelen güreşciyi yakından görüp tebrik etmek için sahaya in­ mişti. Varsak Kurtoğlu peh l i van seyircilerin arası nda oturan bir kadı nın eli n i öpüyordu. Pehl ivanla kadın birbirine sarı l­ mışlardı. O sırada Deli Kurt yanlarına varmıştı : - Evladım sen i tebrik ederim, iyi güreş sergiledin. Henüz sözünü tamamlamamıştı, kadın arkasında konuşan adam doğru şimşek gibi döndü. Kadın karşısında Deli Kurt'u görünce şaşkına dönmüştü. Deli Kurt, heyecandan dili dola­ şan kadının ilk evdeşi Gülten olduğunu görünce gözlerine ina­ namadı, bir an durakladıktan sonra: - Gülten sen misin? diyebildi. Gülten yürek çarpıntı ları içerisinde az önce kucaklaştığı delikanlıya dönerek: - Oğul karşında gördüğün baban Del i Kurt' tur, diyebildi. Kelimeleri ağzından güçlükle dökülürken o tutunacak bir yer arıyordu. Gülten aradığı tutunacak yeri bulamadan bir çıkın gibi yere yuvarlandı. Del i Kurt ve güreşçi şaşk ı n bakışlarla birbirlerine bakarken, Del i Kurt Gülten ' i yarı bel ine kadar doğrultarak göğsüne yaslad ı . "Gülten, kendine gel diyerek " yüzünü okşuyor, onu ayıltmaya çalışıyordu. Kurtoğlu yaşa­ dı klarına inanamıyordu. Hayatta yüzünü görmediği bu adamı anası nereden tanıyordu. Anam, yüzünü görmeden, daha se­ sini duyar duymaz nasıl olup da "Deli Kurt sen misin ? " de­ mişti. "Oğul bu senin baban " derken söylediği söz yalan ola-


83

bilir miydi? Heyecan la yere yığılmasını, "bu baban " dediği adamın anasına ismen hi tap etmesini, aklı bir türlü çözemi­ yordu. Bu düşünceler beyninden şimşek hızıyla geçiyordu. Ne yapacağını, neye karar vereceğini bilemeden anasının kar­ şısına çökmüş, ilk defa yüzünü gördüğü, hiç tanımadığı, ana­ sının "baban " dediği adamı ve adamın göğsüne baygın da­ yanan anasını süzüyordu. Yı ldırım hızıyla cereyan eden olay­ lardan şaşkına dönen Kurtoğlu ne diyeceğini şaşırmış, güreşi kazanmasının sevinci de silinip gitmişti. Deli Kurt' un göğsüne yasladığı, okşayarak ayıltmaya ça­ lıştığı Gülten kendine gelmeye başlamıştı . Bu durumdan ade­ ta mest ol muş bir hali vardı. Gülten gözlerini açtığı nda karşı­ sında çömelmiş duran oğluna, - Oğul bana biraz su verir misin? Kuıtoğlu ayağa fırlayarak, etrafta toplananlara, - Yanında su olan yok mu? diye seslendi. Kalabalık arasından yaşlı bir kadın elinde ufak bir testiyle yaklaştı. Oğlan kadı nın elindeki testiyi adeta kaparak ald ı . Adamın göğsüne yaslanmış olan anasının başını doğrultarak ona su içirmeye başladı. - Ana acele etme, ağır ağır, yudum yudum iç. Gülten sudan ancak birkaç yudum içebildi . Deli Kurt avu­ cuna doldurduğu suyla onun yüzünü ıslatarak başındaki tül­ bendi düzeltti. Deli Kurt'un göğsüne yaslanmış durumdaki Gülten ' in bu halin böyle devam etmesini istiyormuş gibi bi r hali vardı. Del i Kurt sordu: - Gülten nasılsın, kalkabilecek misin? Gülten derin bir uykudan uyanırcasına kalkmaya davrandı. Kurtoğlu anasını iki bileğinden kavrayarak ayağa kaldırdı. Gül­ ten yanında duran kocası ve oğlunun omuzlarına tutunarak: - Allah ' a bin şükür. B u günü bana gösterdi. Ölsem de gam yemem. Etraftaki ler olan bi ten leri merak içinde seyred iyorlard ı. Bunların arasında, kocacık Deli Mehmet d e vardı. Deli Meh­ met olup bitenlerden şaşkına dönmüştü.


84

- Adaş emanetlerini al, geçmiş olsun . Del ikanlı seni de kutl arım . Deli Kurt bu hadiseler kafamda kördüğüm oldu, bunu benim çözmem imkansız, bunu ancak üçünüz çözersi­ n i z , b u ne zaman kı smet olur bilemem, kalın sağlıcakla. Kocacık uzaklaşırken, Deli Kurt oğluna dönerek, "Oğul bak ilerdeki çam ağacının bağlı at benim atımdır. Onu bana getir " dedi. Kurtoğlu atı getirdiğinde anasının eli Deli Kurt'un omuzunda bir şeyler konuşuyorlardı . Deli Kurt Gülten ' i kucaklayıp atın üzerine oturttu, eline dizginleri tutuşturdu, emanetlerle kılıçları da kucağına bırak­ tı . - Haydi bakalım nereye gideceksek oraya gidelim. Gü lten atı yönlendi rirken, Del i Kurt ' l a oğlu Kurtoğ lu atın arkası ndan yürüyorlard ı . A ncak h i ç bi r şey konuşmu­ yorlard ı . O anda mümkün olabilse de babayla oğul, başlarından ge­ çenleri, beyinlerindeki istifhamları birbirlerine sorup öğrene­ bilselerdi. Önlerindeki atın üzerinde giden hatuna, ak lından geçirdikleri, o anki hisleri sorulsa, muhakkak ki bunları ifa­ deden aciz kal ırdı. Üçü de bir şeyleri açıklamaya çalışsalar, Deli Kurt' la Gülten ' i n söyleyeceklerinde bir uyum bulunsa bile, Kurtoğlu' nun bambaşka iklimlerde d çı laştığı h al inden belli oluyordu. Onun için çözülmesi gereken o kadar çok kör­ düğüm vardı ki. Bunlar nasıl çözülürdü? Bugüne kadar baba yüzü görmemiş, babası tarafından bir kez olsun aranmamıştı. Bu acılı geçmiş nasıl tamir edilecek, nasıl çözülecekti. Bun­ ları nasıl içine sindirecekti? Gülten biraz kendini toparladıktan sonra, baba oğula dö­ nerek ; - Hiç sesiniz çıkmıyor mu? Dargın mısınız? Oğlumun ak­ lının karma karışık olduğunu biliyorum. Bunlar zamanla çö­ zülür. Hiç olmazsa güreşten konuşun, !atlarsanız yol çabuk biter. Gülten atı durdurdu, onlara dönerek dedi ki; "Birbirinize benziyorsunuz, Deli Kurt aradan bu kadar yıllar geçti, sana


85

evde sorayım istiyordum sabredemedim, kusura kalma, haydi ko ki beni özlemedin, oğlunu da mı özlemedin ? " - Özlemez olur muyum, iziniz kaybolmuştu. Sizleri nere­ ye götürdüğünü bilen tek kişi Ayşe Teyze'ydi. Onun da ansı­ zın bütün sırlarıyla ölmesi üzerine sizleri nerede araya bil ir­ dim? Her şey karanlıklara gömülmüştü. Rahmetli Teyze'nin Aksu obasına geldim. Teyze'nin kızı Günay ve oğlu Ali de bir i pucu bırakmadan göçüp gittiler. B u durum karşısında si zleri nerelerde arayabi li rdim? Çaresizlik içerisinde obama döndüm. Satı Ana' ya sizleri bulamadığımı ve nerede olduğu­ nuza dair bir bilgi edinemediğimi söylediğimde Satı Ana da en az beni m kadar üzüldü, ama elden bir şey gelmiyordu. Gülten şu atını sür evde konuşacak bir şey kalmayacak. Evlerinin önüne geldiklerinde Gülten atın sırtından atlayı­ verdi. Kurtoğlu anasının attan atlayışı karşısında küçük dilini yutacaktı. - Ana ne yaptın, yardım bile istemeden nasıl atladın? Al­ lah korusun bir şey olsaydı ne yapardım. Her ata bi nerken at­ tan i nerken, benden yardım isterdin, birden bire bu inişi nasıl yaptın ? Gülten b i r Del i Kurt' a b i r d e oğluna baktıktan sonra, oğ­ luna dönerek: - Oğlum sana naz yapmayıp, kime nazlanacaktım. Senden başka kimim vardı? B ugüne kadar sen bana dayandın, anan­ dım; bende sana sığındım, oğl umdun. B ütün istekl erin i sen bana saydı n, döktün, bende gücümün yettiğince senin arzula­ rını yerine getirmeye çalıştım. Anasının boyunu geçen oğl u­ na naz yapmayıp da kime yapacaktım. Bir de baban, "Gülten ata binmeyi unutmuş " demesin diye, her şeyi göze alarak at­ tan atladım. B uyur Del i Kurt yukarıya çıkalım. Oğlumuz ge­ rekeni yapar. Gülten önde yukarı çıkarlarken: - Deli Kurt, kusura bakma önünde yürüdüm. Sana yol gös­ tereyim diye öne düştüm, ne olur beni bağışla, evime, evimize hoş geldin.


86

Yukarı çıktıklarında Deli Kurt'un boynuna sarı ldı, hasret­ le öptü öptü. Sofanın bir ucunda dağ sırtlarına bakan sedire buyur etti onun yanına da kendisi ilişti. Kısa bir sohbetten sonra mutfağa inen anasıyla birlikte Kur­ toğlu da mutfağa daldı. Ana oğul göz açıp kapayıncaya kadar sofrayı hazırladılar. Akşam yemeğinden kalktıktan sonra Gül­ ten "Ağam sen sedire iliş, biz bu işleri hallederiz " dedi. İşleri bitirdikten sonra Gülten, sedirde oturan Deli Kurt'un yanına ilişti. - B i l iyor musun? Deli Kurt, dağda beni uçurumun kena­ rında yakalayıp hayata döndürmen aklıma geldi, adeta o gün­ lerin heyecanıyla yaşıyor gibiyim, hele sana Deli Kurt derken neler hi ssettiğimi anlatmam i mkansız. Kurtoğlu onlara bahçelerindeki kuyudan doldurduğu taze suyu i kram etti. Anasının ve babası olduğunu öğrendiği ada­ mın karşı ları na geçip oturdu. Kurtoğlu kendisine benzeyen adamı hissettirmeden süzüyordu. - Deli Kurt yediğin, içtiğin senin olsun anlat bakal ım, bak saçların da ak pak olmuş. - Yok Gülten güreş meydanından dönerken birçok şey an­ lattım. Ş imdi sıra sende. Senin anlatman gerek. - Sen anam ı n teyzesi Ayşe Hatun ' a bizi emanet ettikten sonra, anama Ayşe teyze' ni n oğlu Ali Ağamla haber saldık. Anam gelemedi, daha doğrusu babam göndermemiş. Ona Ay­ şe teyze ' nin yanına kendi s i n i n gideceğini ve bana günümü göstereceğini söylemiş. Ali ağamın bize saldığı haber: "Anam Gülten 'i, of'luyla

obadan uzaklaştırsın, eniştem gelince onları görmesin. çok öfkeli " şek linde idi. Bu haber üzeri ne telaşlanan Ayşe tey­ zem bizi dağdaki bağ evine götürdü, bağ evinde iki gün kal­ dık. Teyzem: - Gülten, derlen toparlan yarın erken vakitte burayı terk edeceğiz. Nitekim gün ışırken Ayşe teyze atları hazırlamamı söyle­ di, atları hazırladım, yanı ma alabi ldiklerimi aldım. Oğlum


117

uyuyordu, bağrıma basarak aşağı i ndim, teyzem atına bin­ mişti, oğlumu ona uzattım, ben de atıma binerek yola koyul­ duk, bi rkaç gün süren maceralı yolculuk sonunda, az ileride­ ki eve akşam üzeri vardık. O evi sana yarın gösteririm. Tey­ zem, "Haçça " diye seslendi, içeriden yaşmağını düzelterek merdiven başına gelen kadın bize bakıp duruyordu, tanımaya çal ışıyordu. - Kız Haçça beni tanımadın mı? Aksu'dan al yazmalı tey­ zen. - Aha şimdi tanıdım, üzerinize afiyet gözlerim uzağı seç­ miyor, kocadık gayri bunlar olacak, tanıdım hoş geldiniz, sa­ falar getirdiniz buyurun, buyurun. Bu yolculuğumuz esnasında yaşlı teyzem ve oğlum çok sarsı ldılar, oğl um teyzemin kucağındaydı . Attan atlayıp oğ­ lumu aldım. Teyzem bitkin bir haldeydi , attan güçlükle in­ direbi ldik. Oracığa çöküverdi. Teyzem her şeyi göze al arak beni buraya getirdi, yolculuğumuz bizleri perişan etmişti , hele oğl um çok huysuzlandı. Bebeğimi yere bıraktım. Haç­ ça teyzenin elini öperek adı mın Gülten olduğunu ve teyze­ min yeğeni olduğumu söyledim. Daha lafımı tamamlama­ dan ; - Benim de yeğenim sayıl ırsın, sizi Al lah gönderdi, yal­ nızlık Allah ' a mahsus. Yalnız başına kaldım. Haçça teyze bir taraftan konuşurken bir taraftan da Ayşe teyzeye yardıma çal ışıyordu. Teyzemi yatağa yatırdık. Bana "Gülten sen de yavrunu rahatlat " dedi. Sonra anlatmaya de­ vam etti : - Kocam savaşa gitti, gelen habere göre Bursa ci varında şehit düşmüş, Varsak' ları n Osman l ı ' y la alıp vereceği yok, ama Karaman l ı ' nın kafasına kurban ol uyor. Kadere boyun eğmekten başka yapacak bir şey yok. İki oğlum da Make­ donya ded ikleri yerde şehit oldular. Teyzem iki üç gün dinlendi kten sonra beni ve yavru mu Haçça kadına emanet ederek Aksu'ya dönmek üzere yola ko­ yuldu.


88

Haçça teyze çok iyi bir insandı, adeta ana kız gibi birbiri ­ mize sarı ldık. Akşamları oturduğu."'!luzda teyze neler neler an­ latmazdı ki. B ir akşam rahmetli babasından di nlediği, Temür adl ı biri s i nden bahsetti, hiç un utamadım, Temür adl ı hakan Osmanl ı larla herhangi bir zıtlık yokken ordularıyla Anka­ ra'ya kadar gelmiş. Onlar da Türk' müş. Düşünebiliyor mu­ sun? Türk Türk ' ü kı rıyor. Karamanl ıları n Osmanlı ile dalaş­ ması gibi . Türk ' ün Türk ' le kırışmasına bir türlü aklı m yatmı­ yor, demişti . Rahatım yerinde olmasına rağmen el kapısında kalmak içi­ me sinmiyordu. Fakat elimden de bir şey gelmiyordu. Senin anlayacağın bir haberci ayarlayabilirsem Satı Ana' ya haber iletebilsem, seni bir haberdar edebilsem. Emindim ki o za­ man sen gel ip bizi mutlaka buralardan alırdın. Senin Aksu 'ya geli p bizleri nereye götürüp teslim ettiğini teyzemden öğre­ neceği de düşündüm. B u zamana kadar da gel ip bizi alacağın ümidiyle yaşadım. - Gülten seni teyzene bıraktıktan sonra tımarıma döndüm, bir sabah Çak ır Amca' mla, Evren tı marıma geldiler. Haydi Deli Kurt toparlan Satı Ana'yı görmeye gidel im. Hep birlikte Satı Ana ' ya vardığımızda akşam olmak üzereydi. B izleri kar­ şısında gören Satı Ana' nın neşesine diyecek yoktu, çocuklar gibi şendi yolda da dediğim gibi sizler hakkında hiç bir ipucu elde edemeden obaya döndüm. Sizleri kaybetmiş olmanın kar­ şısında duyduğum üzüntüyü anlatmama imkan yok. Satı Ana da en az beni m kadar üzüldü, yapabilecek hiçbir şey yoktu. - Deli Kurt üzülme beni m tanıdığım Gülten nerede olduk­ larının haberini mutlaka bana iletir. Bu kadar üzülmene gerek yok, i nsanoğl unun başına her şey gel ir, sabırlı ol mak güzel bir şeydir. Allah' tan ümit kesilmez. Gün ler çabuk geçti . Satı Ana'yla vedalaşarak üçümüz tı­ marları mıza doğru yola çıktık. Günler aylar geçiyor. Hep kalbim sizlerle, bir gün Çakır Amcam bana geldi. B i r hafta beraber olduk, bir gün atlarl a obanın dışına gezmeye çıkmı ştık.


89

- Deli Kurt sana niye geldim biliyor musun, seni evlen­ dirmek için geldim. Vaktin geldi , geçiyor, demir tavında dö­ vülür, sana hocam Hafız Mehmet Efendi' nin kızını isteyive­ reyim. Onu sende tanıyorsun. Akça pakça bir kız oldu, senin gönlünden geçirdiğin biri var mı ? Ama ben kendisinden ha­ bersiz evlendiğim için ona evli olduğumu söyleyemedim. Eve döndüğümüzde bir gün sonra hocam Hafız Mehmet Efendi ' n in evine gittik. Her şey suratla gel işiyordu. Söz ke­ sildi, alel acele Melek hatunla evlendim. Üç tane kızım ol­ du, çoluk çocuğumla Satı Ana' ya gittiğimizde karım hami­ leydi , orada bir erkek çocuk dünyaya getird i . Satı Ana bana anamdan kalma bir kutu vermişti, anamın bu emanetini açıp göz gezdirdiğimde, kendimin Osmanlı padişahı Yıldırım B a­ yazıd' ın oğlu İsa Beğ ' i n ve evdeşi Bala hatunun oğulları ol­ duğumu, babamın anama yazdığı mektuptan öğrendim, oğ­ lu ma babamı n adı İsa'yı koydu m. Çoluk çocuğumu bırakıp tı marıma döndüm. Sultan Murad Han ' dan gelen buyruk üzerine, Üsküp'e vardığımda, Çakır Amcam ve Evren ' le karşılaştık. Onlar benden ümitlerini kes­ mişler, öldüğümü sanmışlar, sarmış dolaş olduk, onlara ba­ şımdan geçenleri anlattım. Yama savaşında bize mukavemet eden Macarlardı. Kralın hakkını krala vermek lazım iyi savaşıyorlardı. Almanlar ve Sırplar çoktan saf dışı kaldılar. Macarlar hala direniyordu. Zaman zaman üstünlük sağladıkları da oluyordu. Sonradan öğrendim ki onlar da soyca Türk' müş. Nihayet Macarlar da bozulup dağılınca, savaş alanını dolaşırken birde ne göreyim, Çakır ağam ve Evren şehit olmuşlar. Kanlar içinde yatıyor­ lardı, onları bu halde görünce yıkıldım, dünyam karardı ayrı ayrı başuçlarına oturarak alınlarından öptüm, bellerindeki ke­ merleri , ellerindeki kılıçları almakta çok zorlandım, güçlükle alabildim, zira elleri kılıçlarının kabzasında sanki kenetlen­ mişti. Koyunlarındaki çıkınlarını alarak güçlükle ayağa kalk­ tım, yürüyecek halim yoktu. Ben de yaralıydım, savaşı ka­ zandığımıza sevinemedim. Padişahımızın otağının önüne gel -


90

mişim. Beni huzuruna götürdü ler. Sultan ' ın şehzadeliği nde Aydın yöresinde türeyen dervişlerin hal l i nde tan ıdığı beni , karşısında gören Sultan : - B ire Murad savaş bitti . Yaklaş bakayım, pek halsizsin git dinlen de yarın görüşürüz, dedi . Geceyi savaş alanın da geçirdik . Sultan Murad'la bazı şeyler konuştuktan çok sevdi­ ğim beni m hami im ve her şeyimi borçlu olduğum Alay beği Çakır A mcam' ın ve Evren kardeşimin şehit olmaları karşı­ sında yıkı ldığı mı, tı marına dönmek üzere müsaadesini iste­ dim. - Adaşım , cansiperane dövüştüğüne şahit oldum, devle­ tin hakkı sana helal olsun, seni alay bey liğine yükseltti m. Sana atlarımdan iki tanesini de veriyorum, başka i steğin var mı? - Sağl ığınız Sultanım, Allah devletimize, milletimize zeval vermesin. Huzurdan ayrı ldım. Çoluk çocuğuma ve Satı Ana'ya ka­ vuşmak üzere yola koyuldum. Gözümde alaybeyliğim, şeh­ zadeliğim yoktu. Hele iki yıl süren Macaristan tutsaklığım içi nde dahi bu kadar sıkıntıya düşmemi şti m. Çoluk çocu­ ğum, evdeşim kafamdan sil inmişti . Satı Ana' ya iki evladı­ nın şahadetlerini nasıl söyleyecektim. O yaşlı ana bu acılara nasıl dayanabi l i rd i . İki gündür devam eden yağmura rağ­ men yoluma devam ediyordum. Sırılsıklam ıslandığımın far­ kında bile değildim. Her taraf çamur deryasıyd ı . Atlar bile yol almakta zorlanıyorlard ı . Obamıza yakın hana i ndiğimde geceyi yarı uyur, yarı uyanık geçirdim. Yağmurun dinmesi­ ni bekleyemezdim. Handan ayrıldım. Hanla obamız arası bir günlük yol olmasına rağmen biteceğe benzemiyordu. Gülten konuşmamı burada kesiyorum, önümüzdeki günlerde anlatı­ rı m. - Deli Kurt, Ayşe teyzemin emanet ettiği bana bıraktığı paraya, Haçça aba'da katkıda bulunarak burayı satın aldık. Yaşlı teyzemizle birlikte buraya taşındık. Buraya taşınmamı­ zın üzerinden bir yıl geçmemişti ki sizlere ömür, teyzeyi kay-


91

bettik. Rahmetlinin çok iyiliğini gördük. Oğlumla bana adeta kol kanat oldu. Öz anamdan farkı yoktu, onun yokluğuna zor alıştım. Ana ve babasının oturdukları sedirin karşısında korkuluğa dayanmış oturan ve her ikisini de can kulağı ile dinleyen Kur­ toğlu: - Ana bak gece yarısı oldu. Benim karnım acıktı . Gülten ellerin i dizlerine vurarak: - Ah oğul hasretlik başka şeydir. O tarif edil mez, duyulur ve yaşanır. Lafın harmanı olmazmış, ama lafın derinine dal­ dık. Hem geçmişin, hem de unuttukları mızın hesabını görü­ yoruz. B ak kocaman adam oldun, bu akşam da biz sana ko­ nuk olsaydık. - Ana ne yapı lacak bilemem, beni bu iş lere alıştırmadın ki. - Ah oğul ah, heyecandan babana bile "aç mısın tok m u ­ " sun diye soramadım? Hemen bir şeyler hazırl arı m. Sizler baba oğul benim kusuruma bakmayın. Diyerek mutfağa koştu . Kurtoğlu babası n ı n karşısı nda ayakta duruyordu : - Oğu l, karşımda dikilip durma, gel yanıma i liş. Kurtoğlu çekinerek saygılı bir vaziyette anasının kalktığı yere oturdu. El leri dizleri üzerinde, mahcup bir hali vardı. - Oğul, çok güzel güreş çıkardın. Hiç sırtın yere geldi mi? - Hayır. - Ben de gençken hiç yenilmedim. Bugün karşına gelen, güreş tuttuğun Deli Koçak biraz cerbezeliydi. Alta düşmene rağmen · rakibini sırrına alarak ayağa kalkmak çok büyük hü­ ner ister. Sen alta düşünce yüreğim ağzıma geldi. Alttan bir­ den ayağa kalkman, hasmını derleyip, toplayarak sırt üstü ye­ re indirmen görülmeye değerdi. Seni tekrar kutlarım. - Evet baba. B ugüne kadar karşılaştığım güreşçi leri n en güçlüsüydü. Hasmıma uyguladığı m oyun, bana mahsustur. Zira ben alta düştüğümde, hasmımı yeneceğim anı kolları m. Rakibim sırtı mdayken kalkıp onu derler, toparlar yere indiri-


92

rim. B u oyunu bilen ve uygulayan benden başka kimse yok­ tur. Bugün bu oyunumu ikinci kez uyguladım. Gelecek sefer ne olur bi lemem? - Ok atman, kılıç kullanman ve ata binmen de güreşmen gibi m i ? Kurtoğlu boynu bükük üzgün bi r tavır içerisinde: - Onları yapmaya i mkanım olmadı. Elime de hiç fırsat geç­ medi. Çağdaşlarımın yaylarını fırsat buldukça alıp ok fırlat­ tım . Ama hedefi vuramadım. Atım da okum da yayım da kı­ lıcım da yoktu, yapamadım. Deli Kurt oğlunun anlattıklarını içi burkularak dinlerken oğlunu süzüyordu. Bir baba olarak içinden geçenleri duy­ mak, hissetmek mümkün değildi. Oğlunun omuzuna elini ko­ yarak. - B ak oğul, yarından tezi yok yay gerip, ok atma ve kılıç kullanma talimlerine başlarız. Yarından tezi yok sana bir at alırız. Ata binme, at üzerinde ok atma, kılıç kullanma tal im­ lerini de bihakkın yapacağından eminim. Ne de olsa adın Kur­ toğlu. Sonra i lave etti : - Lafı n harmanı olmaz. Yarınlara da konuşacakları m ız kalsın, hele b ir yatal ım sabah <;> la hayır ola, ben yol yorgunu­ yum bir de sizlere kavuşman ı n mutluluğu içindey im. Ben obamızdan çıkarken daha doğrusu obamı terk ederken ve ko­ nakladığım hanlarda nereye gittiğimi soranlara, "Atımın gitti­ ği yere gidiyorum " diyordum. Yolculuğumun sonunun böyle bir mutluluğa erişeceğini değil düşünmek, hayal etmek dahi i mkansızdı. Allah ' a binlerce şükür olsun. Kurdoğlu, bu söz­ lerimi can kulağı ile dinle, sanadır. Oğul, biz Osmanl ı Hane­ dan ı ' na mensubuz, Osmanlı şehzadesiyiz, bu mensubiyeti mi­ zi, hayatta kalabilmemiz için bir sır gibi sakladık, saklayaca­ ğız da. Aksi halde Osmanl ı töresi gereğince duyulmamız ha­ l inde yok olmamız an meselesidir. Bu sırrı içimizde yaşata­ cağız. Osmanlılığımıza halel getirmeyeceğiz, gölge düşürme­ yeceğiz. Seni de en kısa zamanda sipahi olarak görmek iste-


93

ri m. Devletimiz, töremiz bizlerden çok şey bekliyor. B u de­ ğerlerimizi diri tutarsak evvel Allah ' ın izn ü keremiyle sırtı­ mız yere gelmez. Yaşananlar kolay işler değildi. Gülten ve Deli Kurt, yıl lar sonra buluşmanın hazzını yaşarken, Kurtoğlu da hiç hatırla­ madığı babasına kavuşmanın mutluluğunu yaşamaktaydı . Ancak yıllar y ı l ı anasını ve kendisini aramayan babasına kar­ şı beslediği iç burukluğunu da yüreğinden söküp atmak hiç de kolay değildi . Babasının anasına anlattıklarını dinlerken yüreğindeki ezik­ liğin yavaş yavaş sil indiğini hissetmişti . Zamanla her şeyin arkada kalıp unutulacağını, içine çöken babasız büyüme acı­ sının silinip unutulacağını umut etmeye başlamı ştı . Bir yan­ dan da A llah' a şükrediyordu. B abasının az önce söylediği " Yarın yay gerip ok atma, kılıç kullanma talihime haşlarız, sana bir de at alırız " sözleri onun belki de ömründe duyduğu en güzel müjdelerdendi. Kurtoğlu çok mutluydu. * * *

Deli Kurt'la Kurtoğlu' nun yay gerip ok atma, karşılıklı kı­ lıç kullan ma, at biniciliği tal i mleri onlara zamanın nasıl geç­ tiğini unutturmuştu. Aylar, ayları katlamıştı . Oğl unun her yö­ nüyle yetiştiğine kanaat getiren Deli Kurt, hele hele oğlunun kılıç kullanmaktaki maharetinin kendisini aştığını anladığın­ da mest olmuştu. Oğullarının yanlarında olmadığı bir zaman­ da: - Gülten, oğl umuzla ne kadar gururlansak azdır. Tam bir Osman l ı oldu, dedi. Bir taraftan da Çakır ağas ı n ı n du varda asıllı emanetlerini süzüyordu. - Bak Gülten , Çakır amcamın emanetini evdeşine iletmen gerekiyor. İzin verirsen birkaç gün sonra oğluml a birlikte Ça­ kır Ağa' nın sancağına gidip emanetleri teslim ettikten sonra biraz dinlenir, döner geliriz. - Ağam izin ne demek, töremizde bu yok. Yalnız biz veya ben falan yere gidiyoruz, gidiyorum demek yeter.


94

- Gülten bunu söz gel işi söylemedim. Seni Allah ' ın lüt­ fuyla buldum. Tekrar yalnız bırakmak istemediğimden, için­ den de "tekrar ayrılık başladı, bu kez hasrete oğul hasreti de eklendi " demeyesin diye öyle söyledim. Gülten ' i n yıllar boyu çektiği hasretl iğin etk isiyle gözleri yaşarmı ştı . Göz yaşlarını tülbendinin ucuyla silerek odasına girdi. Kocasıyla, oğlunun B ilecik'e doğru yola çıkı şlarının üze­ rinden bir hafta geçmişti. Gülten, kendi kendini teselliye çalışıyordu. "Dayan, di­ yordu. Dayanmak mecburiyetindesin. Kaderini değiştirmen mümkün değil. Bak, yine hasretlik başladı. Bunu içine sindir­ men gerekir. Sen ne acılar çektin, hem de minicik yavrunla. Daha güzel günler belki de az ilerdedir. " Baba, oğul zaman zaman yağmurdan ıslandılar. Bazen sı­ caktan bunaldılar. Uzun süren yolculuktan oğlunun sıkıldığı­ nı fark eden Deli Kurt başından geçenleri, iştirak ettiği savaş­ ları anlatarak oğlunu oyalamaya çalışıyordu. Bursa' ya var­ dıklarında: - Bak oğul burası devletimizin ilk payitahtı. Ş imdi payi­ tahtımız Edime' dir. Bu gördüğün ulu cam i i , büyük babam Yıldırım Bayazıd Han yaptırmış. Şuradaki hana yerleşelim. Yarın hem B ursa'yı dolaşır, hem de dedemizin yaptırdığı ca­ miyi ve diğer camileri ziyaret ederiz. Handa odalarına çekildikten sonra yol yorgunluğundan ol­ sa gerek hemen uyudular. Sabah namazı için Ulu Camie git­ tiler. Namazdan sonra camiin içerisindeki ihtişamı seyreder­ ken, Kurtoğlu kendisinden geçmişti. Babasının kendisine bir­ kaç kez "Gel oğul " diye seslenmesine rağmen, sanki Kurtoğ­ lu' nu gördüğü rüyadan ayırmak imkansızdı. Sonunda baba oğ­ lunu dürtükleyerek rüyasından ayırabildi. - B uraya bir daha geldiğimizde daha uzun süre kal ır, her yeri iğneden i p liğe i n celeriz. Ş i md i gel babam İs a Beğ' i n kabrine gidelim. Muradiye diye adlandırılan semte vardıkla­ rında,


95

- Bak oğul, burada Osmanlı Hanedanı ' nı n ölenlerinin tür­ beleri vardır. Baba oğul, ulu çınarların arasındaki türbeleri , çevreleri n­ de dönerek ve Fatihalar okuyarak ziyaret ettiler. Türbelerin hepsinin kapıları açıktı. B i r türbeni n içerisine girdi ler. Deli Kurt oğluna "İşte deden İsa Beğ 'in kabri budu r " ded i . İkisi de kabrin başucuna çökerek, yüzünü dahi görmedikleri ata­ larının ruhuyla konuşurcasına dertleştiler. Baba oğul bitkin bir halde gözyaşların ı kurulayarak türbeyi terk etti ler. Gü­ müş Kümbet ' i n önüne vardıklarında Kurt anlatmaya devam etti. "Burada yatanlar, devletimize adını veren ilk ataları­ mızdan Osman Gazi ile oğlu Bursa Fatihi Orhan Gazi Sul­ tan '[ardır. " Bu türbeyi de adeta tavaf edercesine gezdiler. İçi ndeki iki dev sandukayı şaşkın bakışlarla seyredi p Fatihalar okudular. Kaldıkları hana doğru giderken akşam olmak üzereydi . Deli Kurt; - Oğul buralarda fazla eğlenmeyelim, zira yolcu yolunda gerek, anan ı da fazla merakta bırakmayal ım. B i r başka gelişi­ mizde buraları etraflıca gezer, tetkik eder, bilgimizi artırırız, dedi. Sabah erkenden B ilecik istikametine yola koyuldular. Uzak­ tan Bi lecik gözükünce bütün yorgunlukları sırtlarından kalk­ mış gibiydi. Çakır' ın evine vardıklarında Çakır' ı n evdeşi Ba­ har Hatun ilk bakışta Del i Kurt' u tanıyamadı. Del i Kurt ken­ dini tanıtınca da yukarıya buyur etti. Baba, oğul B ahar Ha­ tun ' un elleri nden öptüler ve Çakır' ın emanetlerin i verdi ler. Bahar Hatun Çakır' m m kemerini aldı öptü, kokladı alnına dokundurduktan sonra ayağa kalktı, kemeri bel ine dolad ı . Yanı nda bul unan kızına v e torununa " Yiğidimden gelen b u

kemer ben öldüğüm zaman belimden çıkacak. B u sözümü ak­ lmızdan sakın çıkarmayın ", dedi . O sırada yanlarına boylu poslu akça pakça bir kız geldi. Bahar Hatun "Hoşgeldin güzel kızım, neden geciktin '', diye sordu.


96

Sözü fazla uzatmadan "Neyse gel şuraya iliş " dedi. Sonra konuklara dönerek "Bu torunum Aynur şimdi kadromuz ta­

mam. Yalnız oğlum İsa Beğ ile iki damadım yoklar, onlar se­ ferdeler " dedi. Onun kadro dediği toplulukta kendisi, Çakır'ın iki kızı, dört torunu ile Deli Kurt ve oğlu Kurtoğlu vardı. Bahar Ha­ tun kızlarını ve torunlarını şöyle bir süzerek, bu kızım Satı, bunlar torunlarım Gülay ile Nurdan, Satı'nın kızlarıdır. Bu ikinci kızım Bala Hatun, bu torunum Aynur Bala Hatun'un kızıdır. Oğlum İsa ile iki damadım şimdi çok uzaktalar, dön­ meleri yakındır diye umutlanıyorum. Üçüncü kızım sizlere ömür, onu çocukken kaybettik. - Bakın kızlarım, torunlarım bu rahmetli babanızın hiç ağ­ zından düşürmediği, adeta bizlerden biriymiş gibi adını ez­ berlediğimiz, esas ismi Murad ama lakabıyla tanıdığımız De­ li Kurt'tur. De bakalım Deli Kurt, yanındaki yiğit kimdir, kim­ lerdendir? Kurt yanıtı yapıştırdı: "Bu benim ilk evdeşimden olan oğ­ lum Kurtoğlu 'dur". Bahar Hatun latifeyi geciktirmedi: "Ta­ bii Kurt 'un oğlu Kurt olur, kuzu olacak değil ya " diyerek gül­ dü. Sözlerine şöyle devam etti. "Çocuklar yine tekrar ediyo­ rum. Rahmetli babanızın, dedenizin Çakır 'ımın kemeri ben öldükten sonra belimden çıkarılacak. Başta oğlum İsa Beğ 'e ve damat/anma söyleyin. Bundan sonra beni ayakta tutacak bu kemerdir. Kemer belimde durdukça Çakrr'ımla beraber olacağını. Ben öldüğümde kemeri oğlum İsa Beğ 'e verirsiniz. Sözümü tutmazsanız. ihmal ederseniz yarın ahrette iki elim yakanızda olur, hakkımı da helal etmem. " Kurtoğlu yanlarına son gelen Aynur'u göz ucuyla süzer­ ken, Aynur da onu süzüyordu. Bahar Hatun: - Bakın akşam olmak üzere, lafa iyice daldık, konuklarımı­ za "aç mısınız, tok musunuz ? " diye sormadık. Her şeyi ben­ den mi bekliyorsunuz. Konukları mıza ne yedirip, içireceğiz'? Haydi kolları sıvayın, lafla konuk ağırlanır mı? Rahmetli ba­ banız, dedeniz yanımızda olsaydı sizlere nasıl söylenirdi.


97

Deli Kurt ile oğlu yatmak üzere odalarına çekildiklerin de, - Oğlum, dedi. Sağlığında Çakır' ı görmeni tanımanı çok i sterdim. Şunu bi lesin ki o yeri doldurulmaz müstesna yara­ tılmış bir insandı . Bak ne vefalı bir insan ki ilk kızına sütana­ sı Satı Ana' nın ismini, ikinci kızına anam Bala Hatun ' un is­ mini, oğluna da babamın adını İsa Beğ' i vermiş. Evladı, to­ runları Çakır amcama l ayık yetişmi şler. Aynur' u nasıl bul­ dun, beğendin mi? Güzel , gösteri şl i , alımlı bir kız. Kızlar sofrayı hazırlarken göz ucuyla Aynur' u süzdüğünün farkın­ daydım. Babasının bu sözleri üzerine Kurtoğlu ne diyeceğini şaşır­ mıştı . B abasının sorusuna cevap veremediği gibi, başını önü­ ne eğerek ses de çıkaramadı . Yataklarına uzandİklarında ikisinin kafası karman karışık­ tı . Aynur' u oğluna münasip görüyordu. Bunları birbirlerine nasıl yaklaştırabilirdi. Bu iş için öncelikle kızın gönlünün ol­ ması lüzumluydu . Kızın gönlü obadan bir yiğide de kapılmış olabilirdi. Bu işe Bahar Ana ve kızın anası Bala Hatun ne der­ lerdi? Deli Kurt'un aklı bunlarla meşgulken, Kurtoğlu ' nun ak­ lında Aynur vardı. İ lk görüşte beğendiği Aynur' la nasıl , ne­ rede konuşabil ir, Aynur'un duygularını nasıl öğrenebilirdi? Baba ve oğlun akı llarına neler gelmiyordu ki. Bütün düşün­ celeri "acaba " ile başlıyor, sonu "nasıl " ile bitiyordu. Bütün yorgunluklarına rağmen geceleri bu düşüncelerle geçti. Ne dolu testi aldı, ne boş testi doldu. Sabah olup odalarından çıkan baba oğul Bahar Hatun ' u taşlıktaki sedire oturmuş, elinde tespih, karşı tepeleri seyre­ derken buldular. Bahar hatun konuklarına dönerek "Sabah şerifler lıayrolswı. Nasıl rahat uyuya bildiniz mi? Bizim sa­ bahlarımız er olur. Mübarek güneş şu görünen tepenin ar­ dından başım çıkarır çıkarmaz bizim haneye konuk olur. Gü­ neş doğuştan batıncaya kadar bizim evin içindedir. Mübarek kışm iyidir ama yazın da bunaltır. " Bahar Hatun sözünü tamamlamıştı ki kızı Satı taşlığa geldi.


98

- Cümleten hayırlı sabahlar. Ana, kahvaltıyı buraya mı ha­ zırlayayım? Yoksa sizler mi mutfağa gelirsiniz? - Bugün hava pek güzel, kahvaltıyı burada yapalım. Bura­ ya getirin kızı m ! Aynur da elinde b i r yaygı i l e yanlarına geldi. O d a cümle­ ten hayırlı sabahlar diyerek yaygıyı yaydı. Ortasına bir sini bırakıp çay kaselerini sıraladıktan sonra semaveri yan tarafı­ na bırakıp çay kaselerine çayları doldurmaya başladı. Anası kahvaltılı kları si niye bıraktı . Bahar Hatun misafirleri sofraya davet etti: "Buyurun sofraya. " Aynur yerinden fırlayarak bir koşu şekerliği getirdi. Ay­ nur yürürken sanki taş avlu sallanıyordu. O, herkesi yakından takip ediyor, çayı bitenin kasesini yeniden dolduruyordu. Kur­ toğlu' nun kasesini doldurup uzatırken az kalsın eli nden düşü­ rüyordu. Kahvaltıdan sonra Bahar Hatun sedire geçip yerine oturdu. Del i Kurt' la oğlu da karşı sedire oturdular. - B ak Deli Kurt, rahmetli her sefer dönüşünde yorgunlu­ ğunu üstü nden atar atmaz, Söğüt'ün yolunu tutard ı. Devleti­ mizin büyük babası Ertuğrul Gazi ' ni n türbesini ve türbe ha­ ziresinde yatan evlatlarını ve silah arkadaşlarının kabirlerini ziyaret ederdi. Oradan ayrıl ı p, devletimizi yücelten i man pi­ ri erenler ereni Edibal i Hazretleri ' ni ve onun ci varında ya­ tan uluları n kabirlerini ziyaret eder, ruhlarına Fatihalar gön­ derir, dönüşünde de bambaşka bir i nsan olarak gel irdi. Yine hiç d i li nden düşürmediği bir eren zattan bahsederd i. Onu anlatırken, hala onun karşısındaymış gibi derlenir toparla­ nırdı. - H atun, muhterem piri dinlerken, Edibal i Hazretl eri ' ni görür gibi oluyorum. Onunla halvet olup konuştukça daha doğrusu dinledikçe ırkımın yüceliğini her zerremde hissedi­ yorum. Beni Türk yaratan Allah ' ı ma şükrediyorum. Kendimi daha güçlü buluyorum. O mübarek i nsanın sohbetine, söyle­ dikleri ni dinlemeye doyum ol muyor. insan adeta büyüleni­ yor. Dizinin dibinden ayrılmak çok zor oluyor. Bu zatın adını dahi bil miyorum. Ta Horasan 'dan dokuz arkadaşıyla yola


99

koyulmuşlar. Selçuk topraklarına girdiklerinden i tibaren, ka­ fileden ayrılan arkadaşları bazı yörelere yerleşmek üzere ay­ rılmışlar. En son bu Pir buraya gelip yerleşmiş, yerleştiği yer Ulu Pir Edibal i ' nin kabrinin karşısındaki sırttadır. Dergahını oraya kurmuş. Dergahı da konukevi de kalbi gibi herkese açık. Etrafı nda pervane gibi dolaşan gençlerin tavır ve hare­ ketlerini seyretmek bile i nsana bambaşka haz veriyor. Onla­ rın arasında, o dergahta ömür boyu kalmak arzusundan kur­ tulmak çok zordur. Hoş herkes derviş olacak değil ya, Türk ' ü yüceltmek için her zerresi Türklükle yoğrulmuş Sultan, Alay Beği, Su Başı, Sipahi ve azap gerek, derdi. Deli Kurt B ahar hatunu dinlerken, içinden "Çakır 'la bir yastığa baş koyan bu hatun da eren gibi konuşuyor. Bahar hatundan öğrenecek çok şeyler var " diye geçird i . Aradan birkaç gün geçmişti. Y i ne böyle bi r yarenl iğe dal­ mışlard ı . B ahar Hatun, karşı sı nda oturan baba, oğula, Ça­ kır' dan bazı hatıralarından bahsetti. Yine bir sefer dönüşün­ de Söğüd'e gitti . Pir hazretlerine uğramış. Dönüşünde bizle­ ri karş ı s ı na al arak o günkü ziyareti nde Pir h azretleri Ça­ kır' a: - Çakır, evladım büyük bir mil letin ferdi olduğunu, Al­ lah' ın Türk M illeti ' ni dünyaya nizam versin diye yarattı ğını bir an olsun aklından çıkarma. Bu necib millet öz yurdundan Allah ' ı n buyruğu i le ayrılıp, kadem kadem batıya yol alarak Sultan Alparslan ' ın Bizans' a karşı kazandığı zaferle ve "Sel­ çüklü " adıyla, Anadolu' nun son ve ebedi sahibi olmuştur. Ma­ lazgirt zaferini kazanan Sultan Alparslan ' ı aklından çı karma. Çıkarırsan dünyaya nizam verme inancın noksan kalır. Ana­ dolu uzun s ürecek bir koşunun mola yeridir. Anadolu Sel­ çuklu Devleti ' nin kurucusu Kutalmışoğlu Süleyman' ı da unut­ ma. Bu saydıklarımı aklı ndan çıkaran Türk ' ü Tanrı bağışla­ maz. Tabir caizse tespihin ipi koparsa tespih darmadağın olur. Onu tekrar bir araya getirmek zorlaşır. Saydıklarımı unutur­ sanı z tarihimizi bir araya getirmekte zorlanırsınız. Tarih tarih olma vasfını kaybeder. Dolayısıyla Tanrı ' nın omuzları mıza


1 00

yüklediği Türk ' ün Cihan hakimiyeti idealine ihanet etmiş olursunuz ki Tanrı bunu affetmez. Bu günahın ceremesini zor ödersiniz. Siz ödemez iseniz, mutlaka nesliniz öder. Pir Dervişi dinledikçe, kendimi daha güçlü hissediyordum. Mümkün olsa da her Türk bu kapıdan feyiz alsa diye düşünü­ yordum. Bunu candan ve yürekten istiyordum. Bu isteğimi Pir Dervişe söylediğimde, "Çakır evladım ba­ na bak, ben bu topraklarda tek değilim. Bu toprakların üzeri­ ne dağılmış ne erenler, dervişler var. Herkes görevi başında, kalbini bütün tut, içine şüphe düşürme. Selçuklu namı altında Anadolu 'da verdiğimiz mola çok uzun sürdü. İlerideki ülkele­ re yol almamızın zamanı geldiğinde, beylik/erde kımıldama­ lar hissediliyordu. Edibali Hazretleri Konya 'dan kalkmış bu­ raya gelmişti. Bunda bir hikmet olduğunu hissetmek lazımdı. Niye başka beyliğe gitmemiş de buraya gelmiş ? Kayı aşireti reisi Ertuğrul Gazi. reisliği en küçük oğlu Osman Beğ 'e bı­ rakmıştı. Aşiretin yeni reisinin gördüğü rüyayı yorumlayan Edibali, kızı Mal Hatun 'u evdeş olarak Osman Beğ 'e vermiş­ ti. Osman Gazi Sivrihisar ve Bilecik Tekfurluk/arı 'nı alarak Bursa üzerine yönelmiş onun oğlu Orhan Gazi de Bursa 'yı fethederek beylik hudutları içine katmıştı. Beğliğin merkezi Bursa olmuş, kendinden sonra başa geçen evlatları Beğliği adım adım ileri taşımışlardı. Çardak 'tan Rumeli yakasına ge­ çen Türk Milleti 'ne dur durak yoktu, artık olmayacak da. Ba­

na bak oğul, imanımızın gereği Kahe ne ise Türklüğümüzün gereği Söğüt de odur. Her Türk 'ün Söğüt 'ü mutlaka ziyaret etmesi farzdır. Türklüğün Osmanlı namı altında cihana ni­ zanı verme koşusu inşallah uzun soluklu olur. İnşallah İstan­ bul 'un Fethi 'ni görmemi veya duymamı nasip eder. Peygam­ ber efendimiz.in İstanbul için söylediği hadisi yerine getirip Kostantiniye 'yi fetheden komutanın emrinde Kostantiniye 'ye giren askerler arasında olmayı arzulardım. O günü duyup yaşamak bile benim için en büyük mutluluktur. Hep dua edi­ yorum. Türk 'iin bu mübarek koşusunun uzun sürmesini Yüce Tanrı 'dan niyaz ediyorum " dermiş.


101

Çakır' ımın anlattıklarından hatırlayabildiklerim bunlar, ak­ lıma gelecekleri yine sizlere anlatırı m . Çak ı r yine bir sefer dönüşünde hepimizi toplayıp Sögüt' e götürdü. Söğüt dönü­ şünde bu mübarek dervişi görmek nasip olmadı. İnşallah siz gidince görür, hayır duasını alır nasihatlerini dinlersiniz. To­ runum Aynur dedesiyle iki sefer oralara gitti. Size rehberlik yapabilir. - Yenge, uygun görürsen yarın sabah Söğüd' e gitmek üze­ re yol a koyulalım diye düşünüyorum, mahzur var mı? - İyi olur Deli Kurt toparlan ın. Ben de Çakır' ın küçük kız kardeşi Çiğdem ' e göndereceklerimi hazırlayım. Satı kızım haydi aşağı inelim halana göndereceklerimizi toparlayalım. Yemek sonrasında Aynur sofrayı toplarken, Kurtoğlu da boş siniyi kaptı . Mutfağa doğru yönelmişti. Aynur da son sofra kalıntılarını toplamak üzere mutfaktan çıkıyordu. Mut­ fak kapısında yüz yüze geldiler. - Aynur yol ver de siniyi mutfağa bırakayım. Aynur kenara çekildi. Kurtoğlu siniyi bırakıp, mutfaktan çıkarken az kalsın göğüs göğüse çarpışacaklardı , gülüşerek birbirlerine yol verdiler. - Sana zahmet oldu, ben topluyordum. Sağol, yardımın için teşekkür ederim. Aynur ninesine ve teyzesine yardım etmek üzere aşağı i nerken , Kurtoğlu, - Aynur, ağır birşey olursa bana seslen ben kaldırır kotarı­ rım. Bahar Hatu n ' un Kurtoğlu ' na "Oğlum sende in yardım et de işler çabuk bitsin " diye seslenmesiyle o da Aynur'un pe­ şinden aşağıya indi. B iraz sonra Çakır Ağa' nın kız kardeşi Çiğdem' e götürü­ lecek olanlar hazırlanmış, Bahar Hatun eli belinde yukarı çı­ karken. - Bir elin nesi var, iki elin sesi var. Boşuna dememişler. Gidecek denkleri setin üzerine biz kaldıramazdık, Kurtoğ­ lu' ndan Allah razı olsun, kucaklayıp set üstüne koyuverdi. Sabah bu denkleri yüklerken kolaylık olacak. Bu akşam er-


102

kenden yatalım da, sabah gün doğmadan yola koyulursunuz. İnşallah gidişte ya da dönüşte Derviş Efendi'yi bulur, nasi­ hatlerini dinler, ders alırsınız. Milletimizi n binlerce şehit ve­ rip elde ettikleri vatan topraklarımızı daha bir şevkle savu­ nur, o topraklara sahip çıkarsınız. Bütün hazırlıklarını tamamlayan Söğüt yolcuları gün ışı­ madan yola koyuldular. Aynur kılavuzluk yapacağı için ön­ de, Del i Kurt ve Kurtoğlu yanında, Satı Hatun da görümcesi­ ne götürülecekleri öteberiyi yükledikleri hayvanı , atına ye­ deklemiş olarak arkadan geliyordu. Aynur ve Satı Hatun geçtikleri yerler hakkında bilgi veri­ yorlardı. - Buraya Çatal Oluk derler. Dedem burada mola verirmiş. Bizde mola verip sabah kahvaltımızı yapal ım. Çeşmeyi gölgeleyen asırlık çınarın dibine yerleştiler. Kur­ toğlu' nun getirdiği nevale çıkınını açan Aynur bir yandan de­ desinden din ledikleri ni hi kaye ederken, onun A vrupa yaka­ sında gezip gördüklerinden bahsederken, bir yandan da yap­ tıkları savaşlarda nasıl vuruştuklarını sanki görmüşçesine he­ yecanla an latıyordu. Sofra toplanırken Kurtoğlu, - Aynur biraz durur musun başta Çakır Amca olmak üzere bütün şehitlerimize ve ölmüşlerimize Fatiha okuyalım. Deli Kurt'un yüreği ağzına geldi. Çakır' la birlikte dedesi İsa Beğ' den de bahis açılacak sandı. Oğluna seslendi : - Oğul sen sen ol Çakır Amca' nla birl ikte mutlaka Evren Amca' nı da anmayı ihmal etme. Şehitlerimizin, gazileri mizin hakları hiç ödenilmez. Duaları nı yapıp yola koyuldular. Satı Hatun, - Babamın küçük kız kardeşi Çiğdem'in evine yaklaşıyo­ ruz. Çiğdemcik genç yaşta dul kaldı . Evlenmeden önce hep birlikte idik. Evlenip aramızdan ayrıldığında, evlendiği için sevindiğimiz kadar da üzülmüştük. Rahmetli kocası Karaman­ lı larla yapı lan savaşta şehit düşmüş. Bir oğlu var, ona da da­ yısının adını verdi ler. Çakır del ikanlı oldu. Dayısına, yani ba­ bamıza çok benziyor, bakalım, siz nasıl bulacaksınız.


1 03

Çiğdem'in evinin avlusuna vardıklarında gün batmak üze­ reydi. Merdi ven başında misafirlerini gören Çiğdem sevinçten uçarcasına avluya indi. Satı ' yla, Aynur' la kucaklaştı. Satı : - Çiğdem misafirlerimizin kim olduklarını söylersem şaşı­ rıp kalacaksın. Rahmetli babamızın sık sık adından bahsettiği ismen hiç de bize yabancı olmayan Deli Kurt ile oğlu Kur­ toğlu konuklarımızdırlar. Çiğdem o kadar heyecanlanmıştı ki, onları şöyle bir süz­ dü. Onlara "hoş geldiniz. sefalar getirdiniz. " ded i . O sırada Çiğdem' i n oğlu Çakır da yanlarına gelmişti. Satı Hatun : - Çakır görmeyeli epey büyümüşsün. B ak benim ve ana­ nın boyunu geçmişsin. Çakır teyzesinin ve misafirlerin ellerini, Aynur ablasının da sarı lıp yanakları nı öptü. - Çakır bu konukları mız dayının çok sevdiği, adını dilin­ den hiç düşürmediği bizlere ve annene ismini ezberlettiği Deli Kurt' tur. Sen ona dayı diye seslenirsen isabetli olur. Yanın­ daki delikanlı da Deli Kurt Dayı ' nın oğlu Kurtoğlu 'dur. Hay­ di, çok konuştuk, hayvanları ahıra çekin ve yüklerini alıp yu­ karı getiri n, sohbete orada devam ederiz. Del i Kurt, Satı Hatun ve Çiğdem Hatun yukarıda henüz sedire ilişmişlerdir ki, Kurtoğlu, Aynur ve Çakır getirilenleri bir çırpıda yukarı çıkardılar. - Yeniden hoş geldiniz, hayırdır inşallah, böyle yolculuk nereye? - Çiğdem anamın sana gönderdiklerini sana teslim edip, buradan da Söğüt'ü ziyaret etmek üzere yola koyulduk. Hani bir söz vardır. Hem ziyaret, hem ticaret. Bu yolculuğumuzda bunun gibi bir şey. Misafirlerimizi Söğüt'e götürüp hep bera­ ber i man tazeleyelim diye yola ç ıktık. Türk ' ün büyük atala­ rından biri ve her Türk ' ün gönlünde müstesna bir yeri olan Ertuğrul Gazi Hazretleri ' nin türbesini ve türbe haziresinde ya­ tan evlatları i l e si lah arkadaşlarını ziyaret edip, dönüşte de büyük veli Edibali ' nin türbesini ve yanında yatanları ziyaret-


1 04

le, hazretin türbesinin karşısına isabet eden sırttaki tekkenin şeyhi olan Pir Hazretleri ' nin de nasihatlerini dinlemek niye­ tindeyiz. Bakalım Mevlam ne gösterecek, istersen sen de gel, müsaade edersen Çakır' ı da götürelim. - Ben gelemem, Çak ır' ı götürün , day ı s ı n ı n ruhu mutlu ol ur. Çiğdem konuklarını uğurladı . Yol boyu Aynur' l a Kurtoğ­ lu' nun yakınlaşmaları gözden kaçmıyordu. B ir aral ık Deli Kurt Çakır' a: - Bak Çakır, dedi . Adını taşıdığın dayın Çakır' a layık ol­ maya çalış. Daha doğrusu kendini mecbur hisset ve bu adı küçük düşürme, düşürmeyeceğine eminim. Del i Kurt yol boyunca Çakır' a dayısı Çakır' ı anlattı dur­ du. - Çakır dayın Allah ' ı n yarattığı özüyle, sözüyle Türk, soyu için örnek bir insandı. Ben böyle bir insanın elinde büyüdüm. Onun tavır ve hareketlerinden ders aldım, onun gibi olmaya çalıştım, çabaladım. Böyle bir insan olarak kendimi dünyanın en mutlu kişi leri arasında sayıyorum. Senin böyle bir dayıya sahip olman ve onun adını taşıman da büyük mutluluk olmalı­ dır. Deli Kurt'u can kulağıyla dinleyen Satı Hatun ve Çakır, canları gibi sevdikleri bu müstesna yaratılmış i nsan hakkında bilmediklerini, fark edemediklerini, özel liklerini öğrenmiş olu­ yorlardı. Satı Hatun: - Deli Kurt dönüşümüzde rahmetli babam hakkında anlat­ tıklarını anama, torunlarına anlatırsan bizleri mutlu etmiş olur­ sun. Torunları , yeğenleri, dede ve dayılarını öğrenip, ona la­ yık olarak yetişsinler, sizler babanuzın yetiştirdiği örnek ala­ cağımız insansınız, sizin şahsınızda babamı görür gibi oluyo­ rum, sizler de bizlere eşi bulunmaz örneklersiniz. - Satı Bacı, bütün Türkler üç aşağı, beş yukarı birbirinin aynıdır. Yeter ki töresinden, dilinden kopmamış olsunlar. Ça­ kır' ın dayısını her yönüyle geçeceğinden eminim. Kendisinin dayısına çok benzemesi benim umudumu bir kat daha artırdı.


105

Karşılıklı konuşmalar, Satı Hatun ' un ve Aynur' un geçtik­ leri yerler hakkında verdikleri bilgiler, çevredeki güzellikleri seyredişler yolculara vaktin nasıl geçtiğini unutturmuştu. Ni­ hayet Ertuğrul Gazi ' nin türbesinin önünde atlarından indiler. Türbeye girerken Deli Kurt' un heyecanı son haddine var­ mıştı. B üyük atasının sandukasına sarılmış, hasret gideriyor ve ağlıyordu. Etraftakilerin Deli Kurt' un duygularını anlama­ ları i mkansızdı. Ancak Kurtoğlu farkındaydı. Deli Kurt bü­ yük atasının sandukası üzerinden doğruldu, bir külçe gibi ye­ re çöktü. Satı Hatun ve Aynur onunla ilgilenirken Kurtoğlu "Ataların atası, dedelerin dedesi " diyerek sandukaya kapan­ dı. Bu içten gelen hasret giderme hali bambaşka bir mana ta­ şıyordu. Görenler neye yorarsa yorsun, işin iç yüzünü bilme­ yenler hem Deli Kurt' un, hem de Kurtoğlu ' nun duygularını anlayamazlardı. B aba ve oğlu için işin en müşkül tarafı Ertuğrul Gazi haz­ retlerinin torunları olduklarını bilmeleri ancak bu gerçeği kim­ selere söyleyememeleri idi. Kurtoğlu' nun sandukaya sarılırken "Büyük babaların ba­ bası, soy kütüğümün ulu kişisi " demesi Deli Kurt'un yüreğini ağzına getirmişti . Huzurunda bulundukları bu mübarek insa­ nın torunları oldukları nı hiç ki msenin bilmemesi gerekiyor­ du. Bu gerçek yüreklerinde bir sır gibi yaşayacak, nesilden nesile devam edi p gidecekti. Satı Hatun, Aynur ve Çakır baba ve oğlun tavır ve hare­ ketlerini hayranlıkla seyrediyorlar, olanlara ise bir mana ve­ remiyorlardı. B u türbede şimdiye kadar gözyaşları içinde san­ dukaya sarılan bir ziyaretçiye ilk kez şahit oluyorlardı. Baba ve oğul türbe gözden kayboluncaya kadar dönüp dö­ nüp hüzün ve hasret dolu nazarlarla bakıp durdular. Türbe tam gözden kaybolacaktı. Deli Kurt atını geriye döndürerek baktı baktı, bir Fatiha okuduktan sonra el salladı ve yol isti­ kametine dönünce oğlunun da aynı tavır içerisinde olduğunu gördü. Bu manzara ona inanılmaz bir mutluluk vermişti. B u sırada Satı Hatun dedi ki:


106

- Deli Kurt seninle, oğlunun geri dönüp türbeye el salla­ manızı anlayamadım, i zah edersen memnun olurum. Deli Kurt atını Satı Hatun'a yaklaştırdı. - Bacı bunda anlaşılmayacak ne var. Özlemle bakıp el sal­ layışımı z, gidip de gelmemek var endişemizdendir. B izlerin buraları görmemize vesile olduğunuz için sizlere nasıl teşek­ kür edeceğimi bilmiyorum. Türbeyi ziyaret etmeden önce ben noksanmışım, şimdi tam oldum. Bu vesileyle buraları da gör­ memizden büyük haz duydum. Oğlumun da beni m gibi dü­ şündüğünü tahmin ediyorum. O sırada Aynur. - A mca, teyze, Edibal i hazretleri nin türbesine giden yol ayrı mına gel mek üzereyiz. İ sterseniz önümüzdeki tekkeye uğrayıp Pir Efendi' nin elini öpüp hayır duasını alalım. Ondan sonra Edibali Hazretleri ' nin türbesine gideriz, dedi. Kafile at­ larının yönünü tekkeye doğru çevirdiler. Tekke avlusunda at­ larından i ndi lerinde Pir Efendi ' ni n az ilerde üzeri asma i le örtülü sundurmanın altında beş altı müridi ile sohbet ettikle­ rini gördüler. Kurtoğlu ve Çakır atları tekkeni n arkasına çe­ kip, Pir Hazretleri' nin yanına vardıklarında, pirin yanındaki müritleri veya konukları yanında yoktu. Bizimkiler Pir Haz­ retleri' nin yanına vardıklarında onun elini öptüler, yerdeki minderlere oturdular. Pir Hazretleri konuklarını şöyle bir süz­ dü: - Hoş geldiniz, nereden gelip nereye gidiyorsunuz, kimin . . . ? nesısınız . Satı Hatun Deli Kurt'a sen konuş der gibi başını salladı. - Pirim elinizi öpmeye, hayır duanızı alıp, vereceğiniz na­ sihatlerle kalplerimizi nurlandırmaya geldik. B ilmedikleri mi­ zi bilelim diye huzuruna vardık. B ilecik' ten Söğüt' e Ertuğrul Gazi Hazretleri ' nin türbesini ziyaret için yola çıktık, türbeyi ziyaretten dönüyoruz. Sizlerden feyz al mak üzere huzurunda­ yız. Bu hatun, büyüğüm Çakır Alay Beği' n in kızı Satı, bu kız Satı 'nın yeğeni Aynur, bu delikanlı oğlum Kurtoğlu, bu deli­ kanlı da Çakır' ın küçük kız kardeşi Çiğdem' in oğlu Çakır.


107

Ben de yöremde, tımarımda Deli Kurt diye anılırı m . Esas adım M urad ' tır. Deli Kurt devam etti : "Ben ana ve babamı dünya gözüyle görmedim. Çakır 'ın süt anası Satı Hatun 'la Çakır'ın ellerin­ de büyüdüm, ben her ikisinin haddesinden geçtim. Ben Satı Hatun 'a hep ana diye hitap etmiş, öz anam gibi saygı duymu­ şumdur. Çakır 'a gelince o benim için babaydı, dayıydı, am­ caydı, velhasıl her şeyimi borçlu olduğum bir büyüğümdü. Ne acıdır ki A vrupa yakasında kiiffar ile yaptığımız savaşta benim her şeyim Çakır'ı da Satı Ana 'nın oğlu Evren 'i de şe­ hit verdik, nur içinde yatsınlar." - Evlatlarım acaba bu Çakır, benim B i lecik yöresinden ge­ len Sancak Beği m, benim gezgin dervişim Çakır olmasın ? - Pirim, gezgin dervişim dediğiniz kişi işte o Çakır' d ı . P i r hazretleri Deli Kurt ' u di nlerken öylesine duygulan­ mıştı ki gözlerine bir hüzün çökmüştü. Asker dervişin şehit olduğunun söylenmesi üzerine başı sağ omzuna büküldü, göz­ yaşları yanaklarından süzülüyordu. Pir Hazretleri öylesi ne duygulanmıştı ki, konuklarına ne söylemesi gerektiğini derle­ yip toparlayamıyordu. B i r müddet düşündükten sonra om­ zunda duran havlusuyla gözlerini ve yanaklarını kuruladı, el­ lerini göğsünde bağlayarak: - Çakır her sefer dönüşünde Söğüt'e gider Ertuğrul Gazi Hazretleri ' nin türbesini ziyaret ettikten sonra mutlaka bana geli r, karşıl ık lı oturup uzun uzun sohbet ederdik. O benden bir şeyler almaya çalışırken, kendisinin de b'a na bir şeyler verdiğinin farkında değildi. Ben onun nazarında sofi pirdim, ama o da benim gezgin dervişim pirimdi, fakat o pirliğinin farkında mıydı bilemiyorum? O Allah ' ı n asker derviş olarak yarattığı m üs tesna bir i nsand ı , nur içinde yats ı n . Tekkenin avlusundaki çeşme Çakır'ın hatırasıdır. Talebelerim biraz yu­ karıdaki pınardan testilerle tekkeye su taşırlardı. Bu durumu­ muzu gören Çakır, yine bir sefer dönüşünde kağnıya yükledi­ ği künklerle birl i kte üç adam getirdi, onl ara pı narın yeri ni gösterdi, bana gelerek elimi öptü.


108

- Pirim ben Söğüt'e bir gidip geleyim, delikanlı lar çalış­ s ınlar diyerek Söğüt istikametine doğru uzaklaştı. Tekkenin avlusunda gürül gürül akan su Çakır' ın hatırası , su gibi aziz olsun, az önce dediğim gibi gezgin dervişimin yüceliğini an­ latmak çok zordur. Tekkelerde dervişler, pirler talebe yetişti­ rip vatana ve millete faydalı ol maya çal ışırl ar. B ence tekke dervişi ile gezgin derviş milletimiz için elzemdir. Gezgin der­ vişler tekke dervişlerinden daha büyük hizmet görürler. Ça­ kır bana gelen yolu göstermeseydi sizler yanıma niçin gele­ cektiniz. Gezgin dervişler bal yapan arıya benzerler. Onlar geçtikleri yerlere ışık saçar, görüştüğü insanların kalplerine od düşürür, feyiz alacakları dergahların yolunu gösterirler, savaşırken de safındakilerin şevkini artımlar. Onlara da ör­ nek olurlar. Yine bir sefer dönüşünde Söğüt'e giderken bana uğradı , bir müddet sohbet ettik. Bana, - Pirim bir meseleyi açı klığa kavuşturmanızı rica edece­ ğim. Temür Han ' ın, Anadol u ' da Türk ' ü derleyip toparlaya­ rak, Türkl üğü, İ slamiyet ' i A vrupa içleri ne taşımaya çalı şan Osmanlı' nın üzerine gelmesi ve Ankara savaşını kazanıp Yıl­ dırım Bayazıd' ı esir alması ve savaş sonrası çekip gitmesi ne iştir? Esas benim öğrenmek istediğim, yapılan bu savaşta iki taraf da Türk, aynı zamanda Müslüman, iki taraftan ölenlerin, yaralanan ların şehit ve gazi sayı labileceği hususunda beni aydınlatmanızı rica edeceğim. Bu sual im Osman l ı ' yla Kara­ manoğlu ' nun çatışmaları için de geçerlidir. Bir çözüme ka­ vuşturulması gerekir. Bir de Temür' ün yıktığı, Sultanını esir alması üzerine, Şehzadelerin taht uğruna birbirine düştüğü, tabir caizse Türk ' ün, Türk ' ü kırdığı, oluk gibi Türk kanının aktığı bu savaşta, hangi tarafın ölen ve yaralananları şehit ve gazi sayılır? Türk'ün şahlanışını durduran, Osman l ı ' ya fetret devrini yaşatan, hele hele İstanbul' un fethini geciktiren Te­ mür Han ile Karaman beğleri yarın ruz-i mahşerde nasıl he­ sap verirler. Pirim, her şeyden önce Türk ' ün Türk ' ü öldür­ mesinde şehitler ve gaziler gönül huzuru ile nasıl yerine yer­ leştirilirler? Yüce dinimiz buna ne cevaz verir?


109

B izimkiler pirin ellerinden öptüler. Onun huzurundan ay­ rılmak istemedikleri hallerinden belliydi . Atlarına binerler­ ken tekkenin kapısında duran pir, çok sevdiği gezgin dervişi Çakır' ın yakınlarıyla tanımanın mutluluğunu yaşıyordu. Bi­ zimki ler i se pirin Çakır hakkındaki söylediklerini düşünüyor, yüreklerinde Çakır Ağa'nın devleştiğini duyuyorlardı. Pir, yola koyulanların ardından seslendi : - Devlete adını veren Osman Beğ' in, kayın atası devleti­ mizin manevi babası Şeyh Edibali Hazretlerini, onun çevre­ sinde yatan Osmanlı ' nın temel taşlarını da ziyaret etmeden giderseniz, Söğüt'ü de Ertuğrul Gazi'yi de ziyaretiniz tamam­ lanmamış olur. Bu sözlerimi akl ı nı zdan çıkarmayı n , haydi uğurlar ola, yolunuz açık olsun. Pir Hazretleriyle yaptıkları sohbetten mest ol muş halde Edibali Hazretleri ' nin türbesine vardılar. Türbeden içeri gir­ diklerinde Aynur, Edibali Hazretleri ' nin ruhuna Fatiha oku­ yup sandukanı n başucundaki sarıklı serpuşunu öperek: - Dedem, Hazreti ziyaret ettiğimizde benim yaptığım gibi yapardı. Sizler de öyle yapın, dedemin ruhu şad olur, dedi. Ziyaretleri tamamlanınca yola koyuldular. O geceyi Çiğ­ dem Hatun 'un evi nde geçireceklerdi. Eve vardı klarında otu­ rup bir müddet dinlendiler. Bu arada Deli Kurt Çakır' a dedi ki; " Çakır piri dinledin, dayın hakkmda söylediklerini asla unutma, fırsat buldukça piri ziyaret et, her yönden dayına ben­ zeme mecburiyetinde olduğunu sakın aklından çıkarma, 'Ça­ kır ' adını taşımak kolay değildir. Ben senin Çakır dayını ge­ çeceğinden eminim. Çakır da; - A mca, dayımı beş altı yaşı mdayken gördüm, kendisini hayal meyal hatırl ıyorum. B u ndan sonra bütün gayretim le dayım gibi ol maya çal ışacağım. Bundan kuşkunuz olması n. Kurtoğlu yerinden fırlayarak Aynur'un elindeki siniyi kap­ tığı gibi sofranın ortasındaki kasnağın üzerine yerleştirdi. - Ağam siz oturun sofrayı ben hazırlarım. - Ben anamın her tuttuğu işe yardımcı olmuşumdur. Ben böyle yetiştiğim için çal ışana yardımcı olmayı kendime bir görev bilirim. "


1 10

- Ağam yine de siz oturun ben hazırlarım. Ben tekkede pir hazretleri nin an lata anlata bitiremediği, onun "gezgin dervi­ şim " dediği Çakır' ın torunuyum. Dedem sağ olsaydı da sizin bu yaptıkların ıza benim engel olmadığımı görseydi bilin ki çok üzülürdü. Onun için müsaade edin de herkes kendi işini yapsın. Ben Çakır Ağa' nın torunuyum ve ona layık olmalı­ yım . . . - Aynur sen müstesna yaratılmış Çakır' ın torunuysan, ben de o yiğit Çakır' ın yetiştirdiği Deli Kurt'un oğluyum. Sen de­ den Çakır' a layık torun olacağını söylüyorsun, ben hem Ça­ kır' a hem de onun nezaretinde yetişen Deli Kurt' a layık ol­ mak mecburiyetindeyim. Deli Kurt Aynur' la oğlunun karşılıklı konuşmalarını din­ lerken mest oldu. O geceyi Çiğdem Hatun ' un evinde geçiren konuklarımız şafak sökerken Çiğdem Hatun ve Çakır' la vedalaştılar. Atına binerken Aynur düşecek gibi oldu. Kurtoğlu Aynur' u kucak­ ladığı gibi atın üzerine oturtuverdi. * * *

Deli Kurt, Kurtoğlu ve Aynur' un, Bahar Hatun ' un B ile­ cik'teki evinden ayrılarak Çiğdem halaya gitmelerinin üzerin­ den üç hafta geçmişti . Bu süre içinde bir akşam üzeri, Bahar Hatun evin bahçesi­ ne çıktığında hiç beklemediği bir olayla karşılaştı: Seferdeki oğlu İsa dönmüş, karşısında duruyordu. Ana oğul sarmaş do­ laş oldular. Ana sordu: "İsa Oğul, damatlarım nicedir/er? " İ sa da: "Ana Paşa elinden Çardak 'a geçtiğimizde onlar, bey­

lerbeyinden aldık/an bir emri yerine getirmek için birlikle­ rinden aynldılar. Karası 'dan geçip Aydın 'daki işlerini bitirip Bilecik 'e öyle dönecekler. Canları sağdır, sağlıkları yerinde­ dir ", dedi. A nalarının bahçede birisiyle konuştukları nı duyan kızlar Satı ve Bala da avluya çıktılar. Üç hatun ile İsa Beğ bir anda sevi nç yumağına dönüşü vermişlerdi. Yalnız k ızların sevinç-


ııı

!erine b i r burukluk d a karışmamış değildi. B u n u hisseden İsa Beğ az önce anasına söylediklerini ablalarına da tekrar etti . İlave ile de onları serinletti : "İki üç haftaya kalmaz döner­ ler. " Az sonra bu sevinç meşalesine Satı' nın kızlan da eklendi­ ler. İsa yeğeni Aynur'un nerede olduğunu sordu. Melek Ha­ tun da onun bir iki emin kişi ile Söğüt'e gittiğini, birkaç gün içinde de geri döneceğini söyled i . Ancak bu emin kişileri n kimler olduğu hakkında bir imada bile bulunmadı. * * *

Bahar Hatun evin hakimi idi. O ne derse yapılır, hane içe­ risinde olduğu gibi oba içerisindekiler de Bahar Hatun ' a say­ gı duyar, onu üzmemek için itina gösterirlerdi. Herhangi bir müşkülleri olunca da Bahar Hatun'a danışırlardı. Bahar Hatun ' un tavır ve hareketleri rahmetli Satı Ana' nın­ kilerle bire bir örtüşüyordu. O da aynen Satı Ana gibi her şe­ yi kanatlarının altına almıştı. O da Satı Ana gibi dur durak bilmiyordu. Onun kalbi de Satı Ana gibi sevgi doluydu. O da Satı Ata gibi mükemmel bir insandı. Çakır' ın sağlığında ol­ duğu gibi ölümünden sonra da az gülen bir i nsandı. Yaşı i leri olmasına rağmen tuttuğu işi mükemmel yapar, etrafındakile­ rin de yaptıkları işi noksansız yapmaları nı isterdi. Yapılan işte bir noksanlık, bir hata gördüğünde; " Yaptığınız işe dikkat edin, işi elinize yüzünüze bulaştırmayın" der, yapılanda hatalı gördüğü yeri düzeltir, düzeltirken de iş sahibine yanlışını an­ latırdı. * * *

İsa Beğ' i n seferden dönüşünün üçüncü günü akşamıyd ı . Söğüt' e gidenler o akşam geri dönmüşlerdi. Atından inen Ay­ nur kapı önünde duran Bahar Hatun'a doğru koştu. Onun el­ lerini, yanaklarını öptü. Deli Kurt ile Kurtoğlu atları dama çe­ kiyorlardı. Bahar Hatun Aynur' a duyul mayacak kadar alçak bir sesle:


I l2

- Ses etme, dayın İsa seferden döndü. Babanla enişten de üç hafta sonra dönecekler. Dayın içeride sofada oturuyor. Ona sessizce beni m yanıma gönder, dedi. İ sa Beğ avluya çıkmıştı. Anasına: "Buyur ana " dediğinde Bahar Hatun, sağ elinin işaret parmağını dudaklarına götüre­ rek susması gerektiğini bildirdi. Atları dama bağlayıp bakımlarını yapan Kurt i le oğlu evin avlusuna geldiklerinde Hatun oğluna "Bak oğul dedi. Yeğe­ nin Aynur ile Söğüt 'e varıp gelen emin kişiler bunlardır. Bi­ zim konuklarımız bu yiğitlerdir. " Hep beraber sofaya girildi, oturuldu. Bahar Hatun: "Gök­ te ararken yerde bulmuş olacaksın. Bu karşısmda duran kişi rahmetli babanın ağzından adını düşürmediği, hepimize adı­ nı ezberlettiği. . . Bahar Hatun sözünü tamamlamadan; İsa Beğ, - Ana, bu amca Deli Kurt olmasın? Anasının, "Aferin, bildin " sözüyle delikanl ı yerinden fır­ layarak, Del i Kurt'un elini öptü, Kurtoğlu ' nun da . boynuna sarıldı. Sanki yıllardır tanışıyorlarmış gibi bir halleri vardı. - Deli Kurt, bu delikanlı oğlum İsa' dır. İsa, Deli Kurt Amca'nın yanında da onun oğlu Kurtoğlu' dur. Üç er kişi de "biliyorum, biliyorum " anlamında başlarını sallıyorlardı. Del i Kurt çok heyecanlanmıştı . İsa, Çakır am­ cası nın oğlu ol maktan öte babasının adını da taşıyordu. Del i­ kanlıyı baştan aşağı süzerek; - İsa, rahmetli babana ne kadar benziyorsun. Baban beni m de babam, amcam, ağam ve koruyup kollayan ım sayılır. Onun elinde büyüdüm, onun tedris rahlesinde yetişti m, bir de baba­ nın sütanası Satı Ana' mız vardı. Ben her şeyimi onlara borç­ luyum. Sen de baban gibi olmak mecburiyetindesin. Anan se­ ni babana layık bir değerde yetiştirmiş. Baban hakkında anan­ dan alacağın bilgi lere ilaveten Söğüt' te Edibali hazretlerinin türbesinin karşı yamacına rastlayan tepe eteğindeki tekkeyi ve tekkenin pirini ziyaret edersen, oradaki Pir Dede sana ba­ banla ilgili çok şeyler aktaracaktır. Tekkedeki Pir baban için, "


1 13

"o benim gezgin dervişimdi'' diyor. Onun için senin işin çok zor. Fakat bunun üstesinden geleceğinden, baban Çakır' ı arat­ mayacağından, o büyük insanın ruhunu şad edeceğinden emi­ nim. - Amca, kendimi bildim bileli babam sizin isminizi hafı­ zama öylesine nakşetti ki, sizin yüzünüzü görmeden adeta ta­ nıdım. Beni babam iki kez Söğüt'e götürdü. Sizin sözünü et­ tiğiniz tekke şeyhini görmek nasip olmadı, babamın yolun­ dan ayrılmam, kemiklerini sızlatmam. Amca, babam beni kar­ şısına alarak "Oğlum İsa, ismine çok rastlarsın, sana verdi­ ğim isim, müstesna yaratılmış komutanım, silah arkadaşımın adı. Bu komutanımın tek güvendiği kişi bendim. Bana en de­ ğerli varlığını emanet etmiş, o değerli varlığından hiç kimse­ nin haberi olmasın diye de tembihlemişti. Bahtsız İsa Beğ'in adını ona olan sevgim ve saygımdan dolayı, sana verdim. Bu isme, sen sen ol sakın bir gölge düşürme " demişti. Amca ba­ bamın nasihatini bir emir olarak kabul etmişimdir. B ugüne kadar onun şanına bilerek bir gölge düşürmedim, düşürmeye­ ceğimden de emin olabilirsiniz. İsa Beğ' in bu sözlerini dinlerken, Deli Kurt az kalsın "Ba­ banın adını söylediği komutan benim babam " diyecekti. Ken­ dine zor hakim oldu. Bu obada her aile birbirleriyle uzak yakın akrabaydı . Oba­ da bir çiftin düğün hazırlığı başlamıştı. B ahar hatuna yapı­ lacak düğün telaşı ulaştığında, obada her hanede düğün te­ laşı başlardı. Herkes yeni evlenecekler için hazırlayacakla­ rı nı büyük bir şevkle yapma gayreti içine girerd i. Düğün gününe bir gün kala heyecan had safhaya varmıştı. Düğü­ nün son g ü n ü s ı ra güreşlere gel mişti. Güreş i n yapı l acağı meydanda, davullar dövülürken meydan dolmaya başlamış­ tı. Deli Kurt, İsa Beğ ve Kurtoğlu da meydana varmışlardı. Kurtoğlu; - Baba güreşmeye ben de çıkabilir miyim? diye sordu. - Kendine, bileğine güveniyorsan neden olmasın, burası er meydanı .


1 14

Kurtoğlu babasının müsaadesi üzerine etraftan sordu so­ ruşturdu, güreşeceklerin listesine adını yazdırdı, babasının ya­ nına gelince de; - Baba bak Aynur, anası ve ninesi karşıdalar. - Evet gördüm. İsa beğ, - Amca haydi biz de oraya gidelim, dedi. - Yeğenim onların yanına sığışamayız. Orada hep hatunlar toplanmış, güreşten sonra onları alıp eve gideriz. Sen güreş­ ten sonra evden atı getir de neneni bindirip eve götürelim. O sırada davul ve zuma birden sustu, güreşçileri eşleştiren meydan ağası ortaya doğru yürüdü ve etraftaki topluluğu se­ lamladı: - İsimlerin i okuyacağım pehlivanlar meydan buyursunlar. Kurtoğlu soyunmuş heyecanla adının okunmasını bekli­ yordu. B irkaç isimden sonra Kurtoğlu' nun adı okundu. Mey­ dana yürüdüğünde, Aynur kendisine hakim olamayarak onu alkışladı. Aynur' un alkış tutması Deli Kurt' un gözünden kaç­ mamıştı . Çiftleşen güreşçilerin ayn ayn yanlarına vararak ge­ rekli tembihatı yapan meydan ağası geri çekildi. Güreşçilere hakemlik veya nezaret edecek olanlar onların yanlarına var­ dılar, el leri n i sıkıp, başarılar dilediler. Onları baş başa bıra­ kırken, meydan ağasının i şareti üzerine davullar dövülmeye başladı. Seyircilerde heyecan doruk noktasına varmıştı. A deta ne­ fesler tutulmuştu. Başlamasıyla sona eren bir güreş vardı ki, seyredenler şaşırdığı gibi hakem de şaşırıp kaldı . B ütün göz­ ler obanın en güçlü güreşçisi Mustafa ile eşleşen Kurtoğlu ' na çevrilmişti . Güreşçiler el ense i le birbirlerini sarsmaya çalı­ şırken, Mustafa tanımadığı Kurtoğlu' na daldı. Kurtoğlu' nun mukabelesi, dalışı akim kıldı. Bir kez daha daldı. Kurtoğlu onu da bertaraf etti ve Kurtoğlu rakibinin sağ bileğini kavrar kavramaz, çektiği el ense i le yere i ndirmesi üzerine kapak­ lanması bir oldu ve vakit geçirmeden sağ koltuk altından ge­ çirdiği koluyla ensesine bastırarak sırtını yere getirdi. Musta­ fa obası nda kendisine güvenen yakınları nın gözleri önünde


1 15

yeni lmesi sebebiyle bir müddet yerinden doğrulup ayağa kal­ kamadı. Kurtoğlu hasmın ı kucaklayarak yerden kaldırmasıy­ la boynuna sarılıp alnından öpmesi bir oldu. Yabancı bir gü­ reşçiye yenik düşmesini aklına sığdıramayan Mustafa da ku­ caklayarak onu kutladı; - Sen kimsin, hangi yöreden geldin? - Batı Anadolu' dan geldim. Rahmetli Alaybeği Çakır' ın hanesinde b ir müddettir konuğum. - Memnun oldum, en kısa zamanda bir daha karşılaşalım, ben bundan bir şey anlamadım. - Benden de al o kadar, inşallah bir gün karşılaşırız. * * *

Eve dönüşlerinde Aynur konuklara etrafı tanı tmaya çalışı­ yordu. - Şu görünen sırttaki korulukta bu yörelerin fethinde şehit düşen erlerimiz yatıyor. O sırtta çok enteresan şeylerin oldu­ ğunu duydum, fakat ben görmedim. Görenlerden dinledikle­ rime göre bazı geceler mezarların bulunduğu yerden beyazla­ ra bürünmüş vaziyette bellerinde kıl ıçları olan i nsanlar dola­ şırlar, etraflarına ışıltı lar saçarlarmış. Zaman zaman ışık sa­ çarak dol aşan bu insanları n başında, sırtında bazen sarımtı­ rak, bazen de yeşil kaftanlı, bir eli kılıç kabzasında, renga­ renk külahlı bir kişi bulunurmuş. Bu kişi, ışık saçan insanlara komut verir gibi konuşmalar yaptığını gören çok kimseler ol­ muş. Bunları görenlerin bazılarının korkarak o çevreden kaç­ tıklarını söylerler. Rahmetli dedem bir sefer dönüşünde benim elimden tu­ tarak bu mezarların bulunduğu koruluğa gö�ürdü. Buradaki mezarların içinde oradaki mezarlara nazaran daha uzun boy­ lu olan tek mezarın yanındaki toprak yığınının üzerine otur­ du. Yanına da beni oturtarak yüksek sesle Yasin okumaya başladı. Okuması bitince; hadi kızım sen de bu şehitlerimi­ ze bir Fatiha oku, ded i . Dedem okumama yard ı mcı oldu. Belinden çı kardığı çapayla mezarların etrafı nı ve üzerlerini


1 16

derley ip toparladı , beni m etraftan toplamamı söylediği kır çiçeklerinden, her mezarın başucuna birer ikişer koyup geri kalanı n ı da büyük kabrin başucuna bıraktı . Dedem s ırılsık­ lam terlemişti, omuzunda duran çevresiyle terini kurularken, bir taraftan da; - Bak güzel kızım, bugün çocuksun yarın büyüyeceksin, sen yokken n i neni , anneni , teyzeni her sefer dönüşümde bir Söğüt'e bir de buraya getirmişimdir. Onlara da aynı tembiha­ tı yaptım. Zaman ayırıp bu kabirleri derleyi p toparlarlar. Be­ nim olmadığım zamanlarda buraya gelecek, kabirleri derle­ yip toparlayacak, bir Yasin okuyacaksın. Bugün biz buraların sahibiysek bu şehitlerimizin ve gazilerimizin sayesinde sahi­ biyiz. Bunlara çok şey borçluyuz. O büyük mezarda yatan da onların komutanıymış. Sakın söylediklerimi akl ından çı kar­ ma. - Dedem ben çocuğum buralara yalnız nasıl gelirim, hem de korkarım. - Güzel kızım söylediklerimi aklından çıkarma, büyüyün­ ce yapacaks ın. Ben yokken dayın İsa Beğ' le beraber gelir, yaptıkları mı yapıp dua edersiniz. Bu an' anenin bizi m aile­ mizde devam edip gitmesini sizlere vasiyet ediyorum. Aklı­ nızdan sakın çıkarmayın. Aynur büyük bir haz içerisinde bildiklerini anlatırken tey­ zesi Satı Hatun da ilaveler yapıyordu. Evlerinin avlusuna vardıklarında Aynur hala konuşuyor­ du. Bala Hatun merdiven başında: - Hoş geldiniz, hiç yardım eden i m ol madı ğı için can ım çıktı. K ı z evine düğün yemeği hazırlayıp, gönderdim. Hazır­ ladığım düğün aşından sizlere da ayırdım. Hele biraz dinle­ nin, sonrasında hep birlikte yeriz. Güreş meydanından at sırtında dönmesine rağmen Bahar Hatun, sedire kendisini zor attı. - Hal ime bakmadan beni m güreş meydanında ne işim var? Çocuklara uyduk gittik, bir daha gitmek mi? Tövbeler olsun. Aynur;


1 17

- Ana güreş alanından dönerken konukları mıza obamızı tanıtmaya çalıştım, teyzem de yardımcı oldu. Güreş alanında sen i n de yanımızda olmanı çok isterdim. Hele Kurtoğlu ne yaman güreşçiymiş, bizim obanın en güçlü güreşçisi Musta­ fa' nın kısa bir zaman içinde sırtını yere getiriverdi, bir gör­ seydin seyredenleri bile şaşkına çevirdiği gibi, Mustafa da neye uğradığını şaşırdı. Deli Kurt; - Aynur, burası er meydanı, o meydanlara ne yiğitler çı­ kar. B u nların içinde yenilmeyeceğini zanneden bir güreşçi yenilebilir. Güreşmek Allah' ın Türk milletine bahşettiği bir yetenektir. Eve gelirken Aynur' un anlattığı şehitler mezarlığı gibi, gezdiğim dolaştığım yerlerde bilhassa obalara yakın ha­ kim tepelerde ne yatırlar gördüm, hepsinin bulundukları ma­ hallerdeki i nsanların gönlünde taht kurmuşl ardır. Her yıl o yatırları ziyarete gidip ruhlarını şad ederler. B u yatırlar bi le­ siniz ki, bu vatanın bekçisi gözcüsüdürler. B u yatırları ziyaret öyle bir gelenektir ki, civar obalardan derlenip toparlanıp yıllardır devam eden o türbe etrafında top­ lanıp, oba halklarının birbirleriyle hasret gidermesi, tan ış­ mayanların tanışması, dostlukların yenilenmesidir. Yen i l ir içilir oyunlar oynanır. B u adet ve anane velhasıl bu töre bo­ zulmaz. Sizlere gördüğüm iki yatı rdan bahsedeceğim. Bi­ rincisi Trakya tarafında ufak bir tümsek üzerinde bir türbe vardı. B u türbedeki yatıra pehlivan dede derlermiş. Adını da bilen yoktu. Ci var obalardan senede bir gün burada topla­ nanlar türbeye Fatihalar okuyup, yiyip içtikten sonra, türbe önündeki alan boşaltılıyor, ortaya güreşecek gençler topla­ nıyor, kıran kırana güreş tutuyorlar. Gün türbe ziyaret ile son buluyor. Bir yerde de bir meydanı dolaşan atlılar ile on ları seyre­ den büyük bir kalabalık görmüştüm. İçlerinden birine yana­ şarak burada ne olduğunu sormuştum. Adam yüzüme baka­ rak, - Yabancısın herhalde? - Evet.


118

- Bak, ş u ilerideki türbede yatan yatıra "Atlı Eren " derler. Adı ya Hüsmen ya da Hüseyin. Buraya ziyarete gelenler, iste­ diği adı söyler, ruhuna Fatihalar gönderirler. Bu türbe çevre­ sindeki, civarındaki obalar, her sonbaharın ilk haftasında bura­ da toplanırlar. Yenilir, içilir, sonunda da cirit müsabakası yapı­ lır. Yatır Atlı· Hüsmen Ağa'yı sağlığında atsız gören olmamış, tekkesine feyiz almaya gelenlere derslerini at üzerinde verir­ miş, dersi nihayete erince talebelerine mutlak surette ata çok iyi binmelerini, biniciliğin inceliklerini anlatırmış. Onun için civar obalardan kendisine güvenen gençler bu meydanda top­ lanıp gönüllerince doyasıya cirit oynarlar. Sen de atlı olduğuna göre cirit oyununa iştirak edebilirsin. Cirit oyunundan sonra herkes derlenip, toparlanır, hazırlanmış bulgur pilavı ve ayran ziyafetinden nasiplerini alırlar, çoluk çocuk, yaşlı ve genç, her­ kes türbenin önünden geçerek dualarını yaparlar. En sonunda, ciritçiler atları üzerinde, ellerindeki cirit sopalarını havaya kal­ dırarak türbenin önünden geçerler. Bu iş görülmeye değer. Böylece ziyaretimiz son bulur. Herkes obasına i man tazelemiş olarak döner. pelecek seneye kim öle, kim sağ kala. Y�lnız bu mübarek insan her sene bizlerin yolunu gözler. Bak , ziyaret et­ mek sana da nasipmiş. Ben görmedim ama görenlerden dinle­ dim. Bu atlı baba bazı gecelerde kır atıyla türbesinden çıkıp beyazlara bürünmüş olarak gökyüzüne doğru yükselirmiş. Deli Kurt bunları anlatırken hüzünlenmişti. Sözlerine; - Taşı toprağı şehit ve gazi kanlarıyla yoğrulmuş bu mu­ kaddes toprakları sahipsi z san ması nlar, bu yatırlar vatan ın nöbetçisi, gözcüleri, kol kanat germiş koruyucularıdır. Genç­ leri miz kim bilir nelere şahit olacaklardır. * * *

Yatmak üzere odalarına çekildiklerinde, - Oğu l , Aynur' u nasıl buldun, beğendin se yarından tezi yok anası ndan isteyeyim. - Sen b i l i rs in baba esas senin münasip görmen gerekir. Sen münasip gördünse akan sular durur. Yuvamıza gel in ge-


1 19

lecek kız hakkında sizin ve anamın duygulan benim için emir­ dir. Töremizin bunu gerektirdiği kanaatindeyim. - Anladım oğul, sabah ola hayrola. - Baba bu konuda Aynur ne düşünür? * * *

Sabahın erken saatinde işe sanlan ev halk ı , güneş bir mız­ rak boyu yükseldiğinde, o gün yapılması gereken işlerin bü­ yük bir bölümü tamamlamışlardı. Bala Hatun' u yalnız bulan Deli Kurt, fırsat bu fırsat diyerek Aynur' u usul ve erkan dai­ resinde oğlu için i stedi. B ala Hatun bu işe olumlu bakması na rağmen ; - Deli Kurt bu işe tamam demem kafi değil, Aynur' un fik­ rini öğrenmem lazı m. Tabii evlenecek olan o. Bakal ım ne di­ yecek? Akşam yemeğinden kalk ı l ınca Aynur sofrayı toplarken hem Kurtoğlu hem de İsa Beğ yardım ediyorlardı. Bala Ha­ tun, Aynur'a fikrini sorduğu gibi evin büyüğü olan anası Ba­ har Hatun 'un da fikrin i alınca, Deli Kurt' un yanına vararak, büyük hanımın, kendisinin ve Aynur' un da fik i rlerinin müs­ pet olduğunu söyledi. Deli Kurt da ugluna müjdeyi verdi. - Oğul bu işi bir an evvel sonuçlandı ral ı m . Yarın veya öbür gün ananı alı p getiririz. Bu işe ya beraber gideriz veya sen İsa Beğ'le birlikte gider, ananı alır buraya getirirsi niz. - Baba sen yorulma, ben bu işi hallederim. İsa Beğ gelirse bana yoldaş olur. Gelmezse ben tek başıma gider anamı alır getiriri m. Bir fırsatını bulup Kurtoğlu, İsa Beğ'e dedi ki, - İ sa Beğ ben yarın veya öbür gün obamızdan anamı alıp buraya getireceğim. Bu yolculuğumda bana arkadaşlık eder­ sen memnun olurum. - Neden olmasın? Seve seve sana arkadaşl ı k ederim. Hem de geçtiği miz yerleri görmüş tanımış olurum, bakalım bu işe anam ne diyecek?


120

İsa Beğ anasına durumu anlattı. Gülten Ana'nın B ilecik'e getiri l mesi için Kurtoğlu ' nun beraber gitme tekl ifini B ahar Hatun biraz düşündü ve; - Oğul kendine güveniyorsan, gidebilirsin . Dizimin dibin­ de oturup ne öğreneceksin. Kurtoğlu ile beraber gidin . Bil­ gin, görgün artar. İsa Beğ, anasının sözlerinden çok mutlu olmuştu. Kurtoğ­ lu' na müjde verip, sordu: - Ne zaman yola çıkarız, ben de hazırlanayım. * * *

Sabah gün ışırken iki atlı , geride kalanlarla vedalaşarak yola koyuldular. Bahar Hatun gidenlerin arkasından dualarını yaptı. - Satı kızım arkalarından su dökmeyi unutma, arkanda du­ ran maşrapayı boşaltıver. A llah yollarını açık etsin , güle güle gitsinler, güle güle gelsinler. A llah kazadan beladan esirge­ sin, kötüye çattırmasın. Aynur, nenesinin yanına gelerek; - Nene, Kurtoğlu yanındayken evvel A llah dayıma bir şey olmaz. Bahar Hatun sedire otururken karşısındaki Deli Kurt ' a, "Bu çocukların yolculuğu kaç gün sürer? de bakayım ", dedi. - B i z buraya kona göçe on günde geldik. Onların obaya varışları, yolda eğlenmezler, bir aksilik olmazsa bir hafta sü­ rer. İstirahat edip anasının derlenip toparlanmasını da katar­ sak on beş gün sonra burada olurlar. * * *

Kurtoğlu i le İsa Beğ' in yola çıkmalarının üzerinden bir gün geçmemişti ki yağmur başladı, sanki gök delinmişti. Deli Kurt soğuk ve yağmurlu havalarda, Gülten' i dağda bulduğu günü hatırlar, adeta o günleri yaşardı. Aynur çok neşeli ve mutlu idi. Zaman zaman Deli Kurt amcasıyla alışverişe, bazen de atlara binip, obalarının civa­ rında görülmeye değer yerleri dolaşmaya gidiyorlardı .


121

Yine bir gün obadan uzaklaştıklarında bir ağaç gövdesine sırt vererek yere oturmuş kaval çalan bir çobana rastladılar. Deli Kurt, çobanın karşısında birden atından iniverdi, ço­ banın karşısında çivilenmiş gibi durdu. Çoban yerinden kal­ karak gelenlere, "Hoş geldiniz ", dedi. - Çoban kardeş yerine otur, kavalını benim için çal. Çoban biraz durakladıktan sonra, konuğunun isteği üzeri­ ne yere çöktü, ağaca sırtını dayayarak kavalını üflemeye baş­ ladı. Deli Kurt kendisini kaval sesine kaptırmış, sanki kendin­ den geçmişti . Bambaşka dünyalara kanat çırpıyordu. Aynur atların dizginlerini tutmuş, Deli Kurt Amcası' nın durgun ha­ line bir mana veremeden olan biteni izliyordu. Deli Kurt çobandan kavalını aldı, çobanın sırtını dayadığı ağaca sırt vererek kavalı üflemeye başladı. Kavalı çok güzel üflüyordu, üflerken kapadığı gözlerini açıyor, etrafa bakın­ dıktan sonra gözlerini kapıyordu. Arada üflemeyi durdurup bir şeyler diler gibi davranıyor, sonra kavalı tekrar üflemeye başlıyordu. Bu durum ne kadar sürdü bil inmez. Çoban ve Ay­ nur Deli Kurt' un üflediği kaval sesinden mest olmuşlardı . Deli Kurt kaval ı çobana verdi, çoban Deli Kurt' a hayran kalmıştı. Onun kaval çalışı hem Aynur' u hem de çobanı adeta büyü­ lemişti. - Ağam bu kaval çalmayı nerede, kimden öğrendin? Ustan kim? Kendimi bildim bileli bu kavalımla yatar kalkanın, ben­ den kaval çalmamı istesen çalamam artık, bana bir şeyler öğ­ retirsen belki. - Sorma, senin kaval sesin derdimi depreştirdi. Bu kavalı çalmasını bana güzeller güzeli bir hatun öğretti. B irbirimizi delicesine seviyorduk. Onun üflediği kaval sesini çok uzak­ lardan işitebiliyordum, o da benim kavalımın sesini duyuyor­ du. O güzeller güzeliyle birlikte bütün sevdiklerimi tufan apa­ rıp yok etti . Az önce senin kavalını üflerken o güzelin, çal­ makta olduğum kavalın sesini duyacağını, onun da bana ka­ valıyla cevap vereceğini bekledim. B unun boş bir hayal oldu- .


122

ğunu elbette biliyorum. Yıllar var ki elime kaval alıp çalma­ dım. Vaktiyle benim çaldığım kaval tımanmdaki evimde ası­ lı durursa da ben o günden sonra elime ne kaval aldım, ne de kaval üfledim. Deli Kurt Aynur'a dönerek, "Bak güzel kızım rahmetli de­ denle bir araya geldiğimizde, Deli Kurt şu belindeki kavalını bir dillendir de ejk{lr atalım derdi. Kavalımı üflemeye başladı­ ğımda da arada durur etrafi dinlerdim. Deden ve Evren duy­ mazlardı ama ben o güzelin kavalıyla bana seslendiğini du­ yardım. Birbirimizle kavallarımızla haberleşmiş olurduk. O güzelim insanla birlikte bütün sevdiklerimle sele kapılıp yok olmaları dünyamı kararttı. Ne yapacağımı neye karar verece­ ğimi şaşırdım. Ne yapacağımı bilmeyerek atımın götürdüğü yere gidiyordum. Bu yolculuğumun nerede biteceğini, sonu­ nun ne olacağını düşünmek aklımın ucundan bile geçmiyordu. Sadece ben atımm üzerine konulmuş kara kovan gibiydim. Atı­ mın gittiği yere giderken, atıma yön bile vemıiyordum. Kona göçe yol alırken bir davul sesine doğru yönelen atım beni bir meydanda toplanmış insanların yanma götürdü. Meğer o gün o meydanda düğün sonu güreşleri yapılacakmış. Er meydanı­ na çağrılan güreşçiler arasında oğlumun adaşı bir güreşçinin bulunması üzerine kendime gelir gibi oldum. Yıllar önce izle­ rini kaybettiğim oğlumun adını taşıyan güreşçinin galip gel­ mesi üzerine, onun benim oğlum olup olmadığını öğrenmek üzere yanına gittiğimde, kalabalık arasından bir hatun da bi­ zim yanımıza gelmişti. Hatun beni görür görmez; "Deli Kurt sen misin ? " demesi üzerine hatuna döndüm. Karşımda ilk ev­

deşim, oğlum Kurtoğlu 'nun anası Gülten duruyordu. Yıllar önce izini kaybettiğim evdeşimle karşı karşıyaydım. Hatuna "Benim " demem üzerine hatun boynuma sarılarak ağlamaya başlamıştı. Bir yandan da "Oğul işte yitirdiğimiz baban bu yi­ ğittir " demesiyle kendime geldim. Bu tesadüf beni tekrar ha­ yata döndürdü. Rabbime binlerce şükür. " Sabah çorbasını içtikten sonra avluya inen Deli Kurt atı­ nı avluya çıkardı. Tasarladığı iş, iki gün önce Aynur' la do-


123

taşırken rastladıkları çobanı bulup kavalını dinlemek arzu­ suydu. Bir tepede durup etrafı seyrederken, düzlükteki otlakta ko­ yunların, fundalıklar arası nda ve keçilerle koyunların ilerisin­ de on kadar atın otladıklarını gördü. Çalı çırpıların arasından güçlükle geçip koyunlara yaklaştığı zaman, bi r ses duydu . Ses sağındaki koruluktan geliyordu. Korunun ilk ağaçların­ dan birisinin ardından da çobanın kepeneği görünüyordu. Ço­ banın yanına gittiğinde; - Ne o çoban ağa, kış mı da kepeneğine sarınmışsın? - Hoş geldin, çobanlık bu, akşam koyunları ağıl a sokarken, ağanın oğlu densizce bir laf etti, asabımı bozdu. Lafının altında kal mazdım ama ya sabır dedim. Cah i l l iğine saydım. Fakat uykumun kaçmasına sebep oldu. B u sabah erkenden koyun ve keçileri buraya getirdiğimde şu koruluğun kenarına i liştim. Uyku bastırdı, kepeneğe sarıldım, uyuya kalmışım, aniden uyanınca sizi gördüm. - Gel, şu tümseğe il işelim de biraz kaval üfleyip efkar da­ ğıtalım, şu ilerdeki atlar kimin? - O atlar Osman Ağa' nın, bu otlaklar da onun. Karşıda gö­ rünen de evi, at yetiştirir ve satar. Altı ay oldu, olmadı hatu­ nunu kaybetti, şimdi tek başına yaşıyor. - Kendisiyle görüşmem mümkün mü acaba? - Sizi istediğiniz zaman görüştürebil irim. Buralarda in cin yok, onun konuşacak kimsesi de yok. Hele hatunu öldükten sonra. O bana seslenir yanına giderim, bana kaval çaldırır, biraz dertleşir, bulup buluşturur, bir şeyler ikram eder. Ara­ mızda haberleşme usulümüz var. Ben kaval üflemeye başla­ yınca benimle görüşmek istiyorsa evinde asılı duran davula üç kez vurur. - Çoban kardeş uzatma da, kavalını üfle, ağanla beni bir görüştür. Çoban arkasındaki tümseğe ilişerek, kavalını üflemeye baş­ ladı. B i raz sonra ağanın evinden davul sesi yükseldi. Ağanın evinin kapısına vardıklarında;


124

da.

- Ağam sana hem konuk, hem müşteri getirdim. - Hoş geldiniz buyurun. Osman ağayla hal hatır sorup oturdular. Sohbetin sonun­

- Ağa sizden bir at almak için geldim. - Hangisini beğendin? - Kır atı almak istiyorum. Deli Kurt' la ağa fiyatta anlaşıp el sıkıştılar. Ağa çobana kır atı getirmesini söyledi. Çoban kır atı avluya getirdiğinde, Deli Kurt atın duruşu karşısında adeta mest oldu. Deli Kurt ağayla ve çobanla vedalaşarak evin yolunu tut­ tu. Çok mutluydu. Yol boyunca Aynur' un geli n olarak kır ata binmesini, bu güzellik karşısında, Bahar Hatu n ' un, ev halkı­ nın hele Aynur' un mutluluğunu hayal ediyor ve daha da mut­ lu oluyordu. Aynur avluya yedeğinde kır atla giren Deli Kurt' a; - Amca hoş geldin ne güzel at almışsın. - Beğendin mi ? - Çok. - Aynur kızım bu atı sana aldım. Merdivenlerden uçarak inen Aynur Deli Kurt' un boynuna sarıldı . - Amca sağolasın, varolasın. N e diyeceğimi bilemiyorum, demek beni m de atım oldu. Deli Kurt atları ahıra çektikten sonra yukarı çıktı. Aynur neşeden yerinde duramıyor, anasına, nenesine sarıl ıyor, iki la­ fın birinde "artık benim de bir atım var " eliyor, Deli Kurt' un etrafında pervane gibi dönüyordu. - Deli Kurt, hatununla çocukların gelmeleri yaklaştı mı? - Neredeyse gelmel eri yaklaştı . Yarın öbür gün burada olurlar. Yeter ki bir aksil i k ç ı kmasın . Nitekim Del i Kurt'un tahmini doğru çıktı . İki gün sonra öğle vakti, üç atlı ve yedekte getirdikleri yüklü iki atla avluya doluştular. Ev bir bayram yerine dönmüştü. B ahar Hatun ha­ ricinde herkes avludaydı.


125

Aynur müstakbel kayın validesinin elini öptükten sonra Kurtoğlu' na, İsa Beğ'e hoş geldiniz dedi. Onlara artık kendi­ sinin de bir atı olduğunu, gördüklerinde onu çok sevecekleri­ ni söyl �yiverdi. Yukarı çıktıkları nda Deli Kurt, Gülten' i , B a­ har Hatun' la, Satı Hatun' la, Bala Hatun ' la ve Aynur' la tanış­ tırdı. Bunun üzerine herkes sarmaş dolaş oldul ar, Gülten Deli Kurt'a sarılıp öptü. Aynur' a sarılması bir başkaydı. Uzun yol­ culuğun yorgunluklarını üstlerinden atınca, büyük ana Bahar Hatun, Bala Hatun' la Gülten ' i karşısına aldı; - Kızlarım yarından tezi yok her şeyi elbirliğiyle noksan­ sız olarak hazırlayalım. Bu sizlerin ve benim en büyük bay­ ramımız olacak. İsa Beğ' inkini görmek nasip olacak mı? B i ­ lemiyorum Bala Hatun. - Amma yaptın ana, sen İsa Beğ ' i n o mutlu anını gördü­ ğün gibi torunlarının çocuklarını bile bağrına basıp sevecek­ sin. Öyle şeyler aklına getirip kendini de bizleri de üzme. Al­ lah seni başımızdan eksik etmesin, sen bizim ailemizin dire­ ğisin. - Kızım çok güzel şeyler söylüyorsun ama yarınlar ne ge­ tirir bi linmez. Şu halimle gözüm görürken kulağım işitirken, Aynur' umun hiçbir şeyi noksan olmasın. Ben de bir şeyler yapayım, torunumun yanında vakit vakit anıl mama sebep olur. Belki unutulmam. - Ana ne yapmak istersen bize söyle sana yardımcı olalım. Aynur'a vereceklerimizi ve Gülten Hatun ' un getirdikleri­ ni bir gözden geçirelim, noksan ne varsa aramızda pay eder, tamamlarız. Evin içi adeta yarış meydanı haline gelmişti. Hep birlikte bir hafta içinde düğün hazırlığı tamamlanmış durumdaydı . Düğün davetiye işi İsa Beğ'e düşmüştü. İsa Beğ bütün gün koşturdu durdu. Gelin evi i le damat evi aynı çatı altında birleşince gelin ve damat için gereken hazırlıklar elbirliğiyle tamamlanıvennişti . . . Gün geli p çattı, Bahar Hatun başta olmak üzere B ala Ha­ tun' un, Gülten Hatu n ' un hele hele Aynur' un mutluluklarına


126

payan yoktu. Komşularla birlikte yapılan kına gecesi görül­ meye değerdi. Aynur' un çağdaşı kızların oyunları seyreden­ leri mest etmişti. Rahmetl i Çakır' ın konuklarını ağırladığı konukevinde er­ kekler oturmuş, kendi aralarında eğleniyorlardı. Deli Kurt; - İsa Beğ, evladım git, ananla benim hatunu çağır, buraya bir gelsinler. B ala Hatun' la birlikte konukevine gelen Gülten 'e: - Hatunlar, gelin in süslü atı üzerinde eve gel işini büyük ana görmeyi murad ediyordu. Bu hususta ne düşündünüz, ne yapmaya karar verdiniz. Aynur kızımın atı süslendi mi? - Ağam biz Gülten Hatun' la her şeyi ayarladık. Rahmetli babamı n dayısının kızı Ayten yengenin Aynur' u süs ve takı­ larını götürüp orada süsleyip atına bindirip önde bayrak, da­ vul ve zurna eşliğinde buraya gelecekler. Anam o zaman sev­ gili torununun gelin esvabıyla avlumuza girişini seyredecek, muradı yerine gelmiş olacak. Aynur, Ayten yengesinin evine götürülmüş ve orada süs­ lenmiş takmış takıştırı l mı ş, damatla hısım akraba gençlerin gelip kendisini almalarını, götürmelerini bekliyordu. Nitekim Kurtoğlu, İ sa Beğ ve obadan çağdaş gençlerle ge­ lini almaya geldiklerinde heyecan son haddini bulmuştu. Ge­ lin iki hatunun kolunda merdivenlerden inip avludaki süslen­ miş atına yaklaştı. Dizginleri Kurtoğlu tutuyordu. Aynur kim­ seni n yardımı olmaksızın atına bindi, düğün alayı avluya gi­ rerken, sofanın ucuna getirdikleri Bahar Hatun heyecandan sallanmaya başlamıştı. Torunu kır atın üzerinde avluya dahil olduğunda Bahar Hatun ayakta duramayıp olduğu yere çök­ tü. Sevinç gözyaşları döküyordu. - Çakır, gel güzeller güzeli torununun gelinliği ve duvağıyla kır atının üzerinde oturuşunu gör. Çocuklar benim Çakır' ımı, gelinin sevgili dedesini davet etmediniz mi? Hani görünürlerde yok. Bahçemizin güzel gülü Aynur'um, evine hoş geldin. Büyük ananın bu sözleri herkesi ağlattı . Deli Kurt, ayakta durmakta zorlandığı için tırabzana tutunan Bahar Hatun ' un.


127

boş bir torba gibi yere çöküp başını korkuluğun parmaklıkla­ rına dayayarak ağlayışına dayanamamışt ı . Onu kucakladığı gibi, sofadaki sedire oturttu: - B aşımızın tacı Bahar Sultan, Çakır' ın işi çıktı, onun ye­ rine ben geldim, sizlere selamın ı getird i m. Güzel torununa mutluluklar di ledi, şunu bilsi nler ki, ben kalben yanlarında­ yım, gönülleri nce eğlensinler, mutlu olsunlar. Aynur' un ve Kurtoğlu' nun bu mutlu günlerinde, Çakır ağamın ruhunun da aramızda olduğuna, bizlerin sevinçlerimizi paylaştığına emi­ nim, sizler de emin olun . Buna bütün kalbimle inan ıyorum. Deli Kurt bir maşrapa su getirerek Bahar Hatu n ' un yüzü­ ne serpti , ona su içirdi. Tülbendiyle yüzünü kurulamaya çal ı­ şan Bahar Hatun biraz ferahlamıştı, o sırada yukarı çıkan Ay­ nur'la Kurtoğlu büyük ananın ellerinden öptüklerinde, güç­ lükle de olsa Kurtoğlu' nun omuzuna dayanarak ayağa kalkan hatun, ikiniz de benim torunumsunuz diyerek ikisine birden sarıldı. Hem ağlıyor, hem torunlarını öpüyordu. Bu da dede­ niz Çakı r için deyip onları bir kez daha öpüyordu. Sağl ıkla mutlulukla bir yastıkta kocayın, çok halalarınız olsun. Vatan sizlerle büyüyecek, bunu yapmak mecburiyetindesiniz. O za­ man şehi t ve gazilerimizin ruhu şad olur. Olacak erkek ço­ cuklarınızdan birin in adı nı Çakır koymayı unutmay ın. Yan tarafında duran Deli Kurt ' a ve Gülten' e dönerek; - Bu çocuklar size emanet, bunlar gençtir, dedeleri Çakır' ı unutmasınlar. Arada bir hatırlatın, Çakır' ımın yerini tutacak balalar yetiştirsinler. Tabii bu sizlerin kanatları altında ola­ cak. Del i Kurt sen onun kanatları altında yetişmişsin. Torun­ ların da senin eği timinle yetişsinler. Bundan en ufak bir şüp­ hem yok. Ben sadece hatırlatma görevimi yapıyorum. Günler çabucak gel ip geçiyordu. Bir sabah Deli Kurt Ba­ har Hatu n ' un halini hatırını sorduktan sonra; - Yolcu yolunda gerek. Sizlerden ayrılmak çok zor, müsa­ ade edersen yarın yola koyulmak istiyoruz. - Deli Kurt ayrılık gelip çattı, yanımdayken sizleri özlüyo­ rum, sizler gidince hayali n izle yaşayacağım. Bu dünya ge-


128

limli, gidimli dünya. Bu yürek neler yaşamadı ki. Bu dünya­ dan göçüp gidenlerin hepsinin yüreklerinde acı, özlem ve sev­ gi yumak yumaktı. Ama onlarla birlikte göçüp gittiler. Onları konuşturmak mümkün olsa, neler neler söylerler. Arkada ka­ lanlar da kiminde karma karışık, kiminde kördüğüm olan ay­ nı duygularla, sıralan gelinceye kadar bekleyecekler ve onlar da çekilip gidecekler. Deli Kurt B ahar Hatu n ' u dinlerken, Söğüt' teki pir gözü­ nün önünde canlandı. Pir Çakır Ağa için , "o benim gezgin dervişim " demişti . Meğer gezgin dervişin evdeşi de derviş olurmuş. Ne demişler "körle yatan şaşı kalkar". Çakır Ağa ile bir yastığa baş ko­ yan hatunun başıboş olur mu? Göç zamanı gelip çattı, gidecekler. Bahar Hatun başta ol­ mak ü zere Bala Hatun ve Satı Hatun ' la vedalaştıl ar, sonra atlara binildi, İ sa Beğ' i de beraber götürüyorlardı. Bahar Hatun hepsine hayırlı yolculuklar diledi . - İ s a Beğ oğlum Deli Kurt Amca' nın nezaretinde çabucak kemale er. B ize yolunu çok bekletme. Bize bu günlerde la­ zımsın. B izi uzun süre yalnız bırakma. Bu evin direği sensin, bunu akl ından çıkarma. Hasretle hepinizin yolunuzu gözleye­ ceğim, beni sakın unutmayın. Tekrar güle güle, derken elin­ deki bir maşrapa suyu dökerek, "su gibi yolunuz açık olsun " dedi. Son olarak da Kurt'a "Deli Kurt yanındakiler ve bizler Çakır 'ın sana emanet/eriyiz, bizleri sakın aklından çıkarma " diye seslendi. Kurt da; - Ulu yenge bundan en ufak şüphen olmasın, hepinizin kalbimde müstesna bir yeri var. Çakır amcamın emanetlerine karşı bir hata yaparsam Allah beni affetmez. Allah ' a emanet olun. * * *

Obalarına varalı bir hafta olmuştu k i , İ sa B eğ' in eğitimi için işe koyuldular. İsa Beğ'e hocalığı Kurtoğlu üstlenmişti. Kurtoğlu babasından öğrendiklerini uyguluyordu. Yay gerip


129

ok atmayı, kılıç kullanmayı ve oynanan cirit oyununda yapı l­ ması gereken hareketleri İsa Beğ' e öğretirken Deli Kurt bun­ ları takip ediyor, hata yaparlarsa ikaz ediyordu. İsa Beğ güre­ şe karşı isteksizdi, onun için o faslı bıraktılar. Gösteri lenleri öğrenmeye çok arzulu olan İsa B eğ, yo­ rulmasına rağmen öğrendiklerini harfiyen uyguluyordu. İsa Beğ ' i n yorgun luğunu hisseden Deli Kurt; - Çocuklar çalışmayı paydos edin, yarın devam edersiniz. Gelin yukarı dinlenin diyerek gençlerin soluklanmalarına fır­ sat yaratıyordu. Bir gün böyle bir mola anında İsa Beğ' i ya­ nına oturtan Deli Kurt; - Yeğenim, sen babana layık bir evlat olarak yetişmek mec­ buriyetindesin. Günlerdir sürdürdüğünüz çalışmaların ı zdan memn unum. Rahmetli baban beni ve rahmetli Evren' i yetişti­ rirken aynı dersleri uygulardı . Onun emeğini boş çıkarmadık. Onun arzuladığı gençler olarak yetiştik. Baban binbir emekle yetiştirdiği bizlerle iftihar etmiştir. Öğretilenleri çabuk öğre­ nirsen ben bana düşen vazifeyi yapmış olmanı n mutluluğunu yaşarım. Anana, ablalarına bir an önce kavuşur, onları da mut­ lu edersin. Onlar her an yolunu gözlemektedirler. Bu çalış­ malardan yı lmak yok. Türk yı lmaz, pes etmez. Del i Kurt'ta günlerdir, gözden kaçmayan bir durgunluk ve bir kararsızlık vardı. Buna neyin sebep olduğunu, bu dalgın­ lığın ve durgunluğun nereden kaynaklandığını Gülten de Ay­ nur da bir türlü çözemiyorlardı. Bazen Deli Kurt atına atla­ yıp, evdeşine ve Aynur' a; - B i raz dolaşıp geleceğim diyor ve evden ayrı lıyordu. Bu dolaşmaların süresi bazen gün boyunu buluyordu. Oğlunun ve İsa B eğ ' i n çal ışmalarıyla da pek ilgilenmiyordu. Onları kendi hal lerine bırakmış gibiydi. B ir gün Deli Kurt sofadaki sedire oturmuş, karşı yamaçları seyrediyordu. Etrafıyla hiç il­ gilenmiyordu. Gülten ile Aynur Deli Kurt'un oturduğu sedi­ rin önünde diz çökerek; - Deli Kurt birkaç zamandır süregelen dalgınlığına, dur­ gunluğuna, bizlerden hiçbir şey istememene, atına atlayıp ev-


130

den uzaklaşmana bir mana veremiyoruz. Meraktan öle yaz­ dık. Sana karşı kusur mu işledik, saygısızlık nu yaptık? Bize bir şeyler açıklamalısın. Hani bir söz vardır. Derdini söyle­ meyen derman bulamaz, yoksa çocuklar mı kusur yaptılar? De bakalım bu dalgınlığın, durgunluğun nedendir? Deli Kurt karşısında diz çökmüş ne söyleyeceğini merak içinde bekleyen Gülten' i ve Aynur' u şöyle bir süzdü: - Bu durgunluğum sizlerle ilgili değil, sadece kafamda yap­ mam gereken bir şey var. Bunu bir türlü çözemedim, neye ka­ rar vereceği mi de bilmiyorum. - De bakalım kafanın içindeki çözemediğin şey ne? Söyle de belki yardımcı oluruz. - Siz yardımcı olamazsınız, ben çözersem kendim çöze­ rim. Zaten bir gün mutlaka çözeceğim. - Deli Kurt bir yol deyiver, ne yapmak istiyorsun, kafanda kördüğüm olan mesele ne? B ir ipucu buluruz. - Gülten bizim tarlanı n arkasına düşen tepedeki korulukta yaz kış akan pınarı bilirsin. Orayı Aynur' a gösteremedim. O suyu obaya indirmek i stiyorum. Fakat o suyu buraya indir­ meyi sağlayacak bir usta bulamadım. Nereden bulacağımı da çözemedim. Durgunluğum ondandır. O suyu bizim evin ileri­ sindeki ulu çınarın yakınına getirmek istiyorum. Suyu buraya i ndirecek ustayı nereden bulabilirim. Bu mesele uykularımı kaçınyor. - Deli Kurt bu işi çözecek kişiyi ben biliyorum. Şu karşı sırtta gözüken evde Öksüz Halil derler, bir dede oturur. Genç­ liği nde eli her işe yatkınmış, her işin üstesinden gelirmiş. Şim­ di kocadı , gözleri de çok az gördüğünden pek dışarı çıkmı­ yor. Ona akıl danışanların mutlaka derdine çare olur. Bizim avludaki kuyuyu düzene sokmak için kaç tane usta çağırdık. Bunlar derdimize çare bulamadılar. B izim komşu Kevser Ni­ ne bu işten bunaldığımı görünce, gidip Ôksüz'ün Hal il 'e da­ n ışmamı söyleyince, gidip kendisini buldum, işimi anlattım. Halil bir usta tavsiye etti. Gidip o ustayı buldum ve eve geti­ rip kuyuyu gösterdim, usta kuyuyu bir gözden geçirdi.


131

- B acı ben yarın gelir, işe başlarım. Kuyunuzu istediğiniz hale getiririm, dedi. Nitekim bir gün sonra gelip kuyumuzu istediğimiz hale getirdi. Sen bir yol da Öksüz Hali l ' e var, bir danış bakalım, ne diyecek? Deli Kurt evdeşini dinledikten sonra, atına atlayıp Öksüz Halil' in evinin yolunu tuttu. Halil Dede Deli Kurt' u dinledi. - Bak oğul bizim obaya gelmeden şu dumanl ı dağın ardın­ da Sankavaklı obası var. Orada Sucu Hüseyin adında bir usta vardır. Gidip onu bul, o adam bu iş için biçilmiş kaftan, o ne lazımsa tedarik eder suyunu. obaya indirir. Deli Kurt, Halil Dede' den ayrıldıktan sonra Sarıkavak Obası' nı n yolunu tuttu. İkindi üzeri obaya vardığında ilk kar­ şı laştığı delikanlıya Sucu Hüseyin'i nerede bulabileceğini sor­ du. - Ne yapacaksın amca o benim babam. - Ona yaptıracağım bir işim var, onunla görüşmek istiyorum. - Gel amca obanın divanhanesi var, babam şimdi oradadır. Divanhaneye geldiklerinde sekiz on yaşlı kişinin birbirle­ riyle sohbet ettiklerini gördü. Selamlaştıktan sonra, Delikanlı babasını tanıttı. Divandakilerin en yaşlısı; - Hoş geldin, nereden gelirsin? - Boztepe obasından geliyorum, bir su işim var. Sucu Hüseyin Usta'yla görüşeceğim. B izim obadan Öksüz Halil Dede tavsiye etti . Deli Kurt' u dinleyen sucu Hüseyin Usta; - Yarın obanıza gelir, yeri gördükten sonra sizlere bir fiyat verebilirim. Obanıza vardığımda kim diye arayacağım? - Kurtoğlu' nun babası ile görüşeceğim dersiniz. Size evi­ mi gösterirler. Deli Kurt divan�akilerle vedalaştı. Akşam olmak üzereydi ki, obasına ulaştı. Çok mutluydu. - Gülten yol göstermeseydi n bu iş için çok kafa yora­ caktım, işi hallettim sayıl ır. Sizlerden A llah razı olsun, Al -


132

lah akıl danışacak aksakallıların yokluğunu göstermesin. Ök­ süz Hal i l dededen öğreneceğimi öğrendikten sonra bu işi­ mi halledecek sucu Hüseyin ' i görmek üzere Sarıkavak Oba­ sı ' na vardığımda sucunun oğlu beni di vanhane dedikleri ye­ re götürdü, güngörmüş yaşlı başlı kocacıklar orada toplan­ mış sohbet edi yorlardı. Şu su işini halledeyi m, oradaki di­ vanhane çok hoşuma gitti. Aşağıdaki düzlüğe bir d ivanha­ ne yaptırmayı düşünüyorum, obanın güngörmüş kocacıkla­ rı gel i p di vanda toplanırl ar. Oban ı n akıl danışılacak insan­ ları n ı n bir araya gel mesi ne hoş olur. Oban ı n ne müşkülü varsa veya darda kalanlar, yapacakları i şe bir çözüm bula­ mayanl ar divana gelip akı l danışacak adam bulup mesele­ lerini hallederler. * * *

Sucu H üseyin Isparta yönüne giden yolun yakınına yont­ ma taştan yaptığı çeşmeye suyu getirip bağlayınca, Deli Kurt sevinçten adeta uçuyordu. Oba halkı çeşme etrafında toplan­ mışlardı. Etraf bayram yerine dönmüştü. Gülten ile Aynur' un mutluluğuna diyecek yoktu. Oba halkı su gibi aziz ol diye dua ediyorlardı. Çeşme gerçekten görülmeye değer bir halde yapılmıştı. B u çeşmeden oba halkı içme suyunu aldığı gibi hayvanlarını da sulayacaktı. Su ihtiyacını kuyulardan sağlayan oba halkı Del i Kurt'a, - Seni Allah gönderdi. Yıllardır hiçbirimizin düşünmediği­ ni sen düşünüp yaptırdın. Su gibi aziz olasın, bütün ölmüşle­ rinin ruhu şad olsun diye dualar ediyorlardı. Obanın akça, pakça olmuş kocacıklarının bir kısmı çınarın altında yerlere oturmuşlar, hem sohbet ediyorlar, hem de çeş­ meye su almaya gelenleri seyrediyorlardı. İhtiyarlardan biri Deli Kurt'a hitaben; - Bana bak yeğenim, şimdiye kadar hiçbiri mizin düşüne­ mediğini kısa bir süre önce aramıza katılıp akıl edip yaptır­ dın. Senden önce Kurtoğlu ' nu tanıdık. Sen daha önce nere-


133

lerdeydin? Kimsin, kimi n nesisin? Sana neden Deli Kurt di­ yorlar, esas adın Deli Kurt mu ? Deli Kurt başından geçenleri kocacı klara anlattı. Gençli­ ğinde çağdaşlarının bu adı kendisine lakap olarak taktıkları­ nı, esas adının Murad olduğunu, obasında tı marında da Deli Kurt olarak bilindiğini, oğlum doğduğunda büyük anamız ço­ cuğu kucağına alıp, - Deli Kurt' un oğlu Kurtoğlu olur diyerek, oğluna Kurtoğ­ lu adı n ı verdiğini anlattı . A ma biz oğlumuzun adı n ı n Çağrı olmasını istiyorduk. Anamızı kıramazdık, oğlumuzun adı Çağ­ rı Kurtoğlu oldu. Ama hep Kurtoğlu olarak kullanılagelmek­ tedir. Ağalar beni m size, sizin bana anlatacağınız çok şeyler var. B ir de benim size danışacak şeylerim var. Mesela Öksüz Hal i l Dede bana yol göstermeseydi, ben bu çeşmeyi yaptır­ mak için çok uğraşacaktım. Onun için sizlere bir teklifim var. Münasip bir yere bir çardak yaptırayım. Güngörmüş yaşlı lar burada toplanır sohbet eder, başımızdan geçen olayları anla­ tır, gençler de gelip bizlere akıl danışırlar. Deli Kurt'un bu teklifi ihtiyarların pek hoşlarına gitmişti . İçlerinden biri ; - B u işi yarından tezi yok yapalım. Deli Kurt evdeşi Gülten ve gelini Aynur i l e birli kte eve dönerken, başarısının mutluluğunu yaşıyordu. - Gülten ben öldükten sonra da bu çeşme benim anılmama vesile olacak, bundan daha anlamlı mutluluk olur mu? Hele he­ le çınar yanındaki düzlüğe sohbet ocağı veya divanı adıyla yap­ tırmayı düşündüğüm yer gerçekleşirse, ölsem de gam yemem. Deli Kurt mutluluktan o kadar kendinden geçmişti ki, an­ cak Gülten ' in; - Deli Kurt yaptıklarını hep kendi defterine yazıyorsun, bizim hiç mi katkımız yok? sözleriyle i rkilip kendine gele­ bild i . Deli Kurt; - Gülten haklısın sen akıl vermeseydin ben daha çok kafa yorardım, bu çeşme hepimizin eseri sayılır, her zaman birlik­ te anılmamıza vesi le olacak. Geçende evimizde tamiri gere-


1 34

ken yerleri onaran delikanlıya haber saldım. Bakalım divanı kaç günde yapar. O divan yapıldığı nda ilk siftahı biz yapar sohbet ederiz. Aynur kızım sevincimden yaptırdığım çeşmeden su içme­ yi unuttum, çeşmeden su getirdinse bana bir tas su ver. - Baba bir koşu gidip çeşmeden soğuk su getireyim deyip, Aynur' un çeşme yolunu tutması bir oldu. Deli Kurt verilen suyu içince bütün ölmüşleri mizin, ba­ bam İsa Beğ'in, deden Çakır Ağa'nın, Evren' in ruhlarına değ­ sin, su gibi aziz ol kızım. Kurtoğlu nerede gözükmüyor? - B aba çeşmenin suyu akmaya başladığında yanımızday­ dı, atları çayıra götüreceğim diye ayrıldı, atlan çayırda gözet­ liyordur, neredeyse gelir. O sırada marangoz delikanlı da çıka geldi. Deli Kurt yap­ tıracağı divanı kabataslak şeklini tarif ettikten sonra, yapıla­ cak yeri gösterdi. Divanın kapısının çeşmeye doğru olmasını tembihledi. - Usta bu istediklerimi kaç günde yaparsın? - Ağam eli mde bir iş var, iki gün sonra gelir tahminen bir haftada bitiririm. Deli Kurt kafasında tasarladığı şeylerin yolunda gitmesin­ den çok mutlu bir halde oturduğu sedire uzandı. Y i ne karşı sırtları seyre koyulmuştu. Aynur bir bardak çay getirdi. - Sağal kızım, bu çok makbule geçti. Gülten de gelip yanı na oturdu. - Deli Kurt bu telaşın nedendir. Aklından geçirdiklerinin bir an evvel yapılmasını istiyorsun, bu telaşı n bir sebebi mi vardır? - Gülten insan can taşıyor, yarın ne olacağı bilinmez, ak­ l ı mdan geçenlerin bir an evvel olmasını istiyorum, yapmayı tasarladığım şeyleri tahakkuk ettirirsem, ölsem de gam ye­ mem, gözüm açık gitmez. - Deli Kurt A llah geçinden versin, birlikte ne güzel günler göreceğiz. İlk torunumuz yolda, olacak torunlarımızı büyüte­ ceğiz, acelen ne?


135

- Gülten sahi mi söyltiyorsun, torunumuz yolda mı? B u müj den her şeye bedel , kafamda yapıl masını düşündüğüm şeyler biterse, daha mutlu oluruz. İşimiz sadece torunlarımızı büyütmek olur. Allah o günleri de göstersin. Gülten bu müj­ deye ne istersin? - Sağlığın ağam, yalnız senden istediğim ölümden bahse­ dip durma, senden ayn çok çektim. Beni tekrar yalnız bıraka­ cak laf edip beni üzme. - Gülten bundan sonra seni üzecek söz etmeyeceğim. Yal­ nız aklı mda tasarladığım bir iki şey var. Onl arı da yaptırır­ sam rahatlarım, rahatlarız. Şu ilerideki ulu ağaç var ya, oraya bir misafirhane yaptırmayı düşünüyorum. B i r de Allah kıs­ met ederse divana yakın bir cami yaptırmayı murad ediyo­ rum. İ nşallah yaptırmak bana nasip olur. Aynur kızım çaylar bitti, bunları bir yenile hele. Aynur tazelediği çayları getirdi; - Kızım Kurtoğlu nerede? - B aba yukarıda koruluğun önünde, hayvanlar için kışlık ot biçtiriyor. Bir hafta sonra divan ve hayvanların bağlanacağı yer ta­ mamlanmıştı . Deli Kurt ustayla hesap gördükten sonra; - B ak usta şu karşı sırttaki ulu ağacı görüyor musun ? O ağacın arkasına bir misafirhane yaptırmak istiyorum. Altında ahırı olan iki odalı bir yer yapacaksın. Bunu bana kısa bir za­ manda yaparsan memnun olurum. Ustanı n eli çok çabuktu. On beş gün sonra da misafirha­ neyi tamamlanmıştı. Usta havaların sertleşmekte olduğunu söyleyerek cami in­ şaatına baharda başlamayı teklif ediyordu. Bu teklif Deli Kurt' a da makul gelmişti. Kışın şiddeti azalıp üçüncü cemre de düşün­ ce usta, yanında çalışan işçilerle birlikte cami inşaatına başla­ mıştı. Usta'nın gayreti camiin ibadete açılışını, o yıl Hızır ayı­ nın kırkıncı gününe rastlayan kurban bayramına yetiştirmekti. Güzden beri Deli Kurt' l arda konuk olan Aynur' un dayısı İsa Beğ, kış boyunca Kurtoğlu' yla eğitimlere devam etmişti .


136

B ir gün Deli Kurt amcasını ziyaret eden İsa Beğ, kendisinin askerlik durumunu ondan öğrenmek istemişti. Kurt de kendi­ sine silah kullanmakta iyi bir yere ulaştığını söylemişti. Bu­ nun üzerine İsa Beğ; - Deli Kurt A mca, müsaaden olursa artık ben B i lec i k ' e dönsem. - Ne zaman? - Yenigün'de yola çıkmam sizde uygun mu? - Sen konuksun nasıl dilersen o şekilde davranırsın. Yalnız tımarından sefer ulağı geldi. Kurtoğlu da aynı gün sefer yolcusudur. Yola bir süre birlikte devam edersiniz. Hızır' ın otuz altıncı günüydü. Cami inşaatıyla bizzat ilgi­ lenen Deli Kurt, evden gelen bir haber üzerine evin yolunu tuttu. Kurt' u merdiven başında Ebe Halime Hatun karşıladı, ona bir oğlan torununun olduğu müjdesini verdi . - Ağam müjdemi isterim. Deli Kurt bu hayırlı müjdeyi verene, vermek istediğinin tedarikini yapmıştı. Sedire i lişti, cebinden bir çıkın çıkararak ebeye uzattı . Gülten yanına geldiğinde ağlıyordu. - Gülten neden ağlıyorsun? - Sevinçten, Deli Kurt sevinçten . . . Her zaman gülünmez ki, bazen de sevinçten ağlanır. Çok mutluyum kızım kazasız belasız, nur topu gibi b i r oğlan dünyaya getirdi. Hepimizin gözü aydın olsun. - Gülten yatak odamızdaki deri heybemi getirir misin? Deli Kurt Gülten'le birlikte Aynur' un yanına vardığında alnı ndan öperek kutlad ı . Heybeden çıkarclığı çıkının birini onun yastığının altına koydu. "Gülten seni unutmadım " di­ yerek çıkının birini de ona uzattı. Bir gün Deli Kurt divanda obadan bir ihtiyarla sohbet ederken, obadan, Haçaba dedikleri yaşlı kadın yanlarına ge­ lerek selam verip şuraya ilişebilir miyim? diye sordu. - Divan ı nız çok güzel oldu . Buraya kadı n lar da gelebilir mi? Ben yarı n babamı getireceğim, hem biraz yürür ayağı açı l ı r, hem de sizlerle sohbet eder.


137

- Bacı divanımız herkese açıktır, elbette hanımlar da gele­ bilir. * * *

Aynur yavrusunu sedirde oturan dedesinin kucağına vere­ rek; - Baba oğlumun adını koy, ismini şimdiden öğrensin. Yavruyu okşayıp seven dede, ezan okuyarak İsa adını verdi. Hayırlı uğurlu olsun, analı babalı büyüsün vatana millete yararlı i nsan olur inşallah, dedi. Huysuzlan maya başlayan İsa'yı anasına verd i . Yanlarına gelen Gülten; - Yavrumuza ne isim verdin? - Gülten, Aynur, yavruya ve yaptırdığım camiye İsa Beğ ismini verdim, beğendin mi? - Beğendin mi ne demek, sen verirsin. de ben beğenmez miyim? Kızım Aynur bu adı döndüğünde Kurtoğlu da beğe­ n ir. Şimdi torunumuz İsa Beğ, camiimiz de İsa Beğ Cami i ol­ du. Bundan güzel mutluluk olur mu? - Baba sen bizim başımızın tacısın, sen ne dersen güzel olur. Deli Kurt mutluluktan adeta uçuyordu. Her gün bilhassa öğleden sonra divana gidiyor, kendinden önce gelen varsa onunla sohbet ederken bir taraftan da çeşmeden akan suyun sesini dinliyordu. Üç gündür aralıksız yağan yağmur sebebiyle, divana ve camiye gidemeyen Deli Kurt iyiden iyiye sıkılmaya başla­ mıştı. Gerçi torunu İsa onun baş eğlencesiydi. - Aynur kızım İsa uyandıysa getir de biraz sıkıştırıp dert­ leşeyim . . . Kucağına verilen İsa'yı okşar sever, laftan anlıyormuş gi­ bi uzun uzun laf eder. Sofada tavana asıl ı salıncağa yatırır. - Adamım çabuk büyü de baban geldiğinde senin koca­ man adam olduğunu görsün. Aynur aylar geçmesine rağmen Kurtoğlu' ndan bir haber gelmemesi sebebiyle tedirgindi. Merakını kayın anasına, ka-


138

yın atasına hissettirmemeye çalışıyordu. Aynur' un bu halini hisseden Deli Kurt; - Aynur kızım Kurtoğlu' ndan haber gelmemesinden merak içinde olduğunun farkındayım, yerden göğe kadar haklısın. B u kader Türk kadının olduğu kadar Türk erkeğinin d e yazı�ıdır. Ben azap olarak, sipahi olarak yaşadım. Ayrıl ı k hasreti anan da, büyük anan da, teyzen de, Gülten anan da yaşadı, yaşadık. Bu kaderi değiştirmek hiçbirimizin kudreti dah ilinde değildir. Sabnn sonu selamettir. Kurtoğlu' nun tez günde sağ salim dö­ neceğinden eminim. Hem onun için hem de onunla aynı safta olanlar için de dua ediyorum, sizler de edin. - Deli Kurt sen babaysan ben de anay ı m, ben oğlumun hayali i le baş başa yaşıyorum. Aynur, İsa Beğ'i emzirirken, anasının babasının konuşma­ larını dinliyor, yavrusunun yanaklarını okşuyordu. Gülten ço­ cuğunu emziren Aynur' a dönüp baktığında Aynur' un gözle­ rinden süzülen yaşların torununun yanaklarından aşağıya sü­ züldüğünü gördü. - Gülten haklısın. Sevdiklerinden uzakta olanlar, yolunu gözleyenlerin bir an olsun akıllarından çıktığını düşünseler, bu hasretliğe dayanamazlar. Ben de uzaklarda iken sevdikle­ rimin hayalleriyle dopdoluydum. Sevdiklerinden uzakta olan bütün erkekler aynı duygularla doludurlar, bundan en ufak bir şüpheniz olmasın. Divan, Deli Kurt'un arzu ettiği kıvamı bulmuştu. B ir gün di­ vana gelen Köse Hüseyin Ağa "ki o aslında köse değildi ama, çağdaşları ona öyle lakap takmışlardı " sakalını sıvazlayarak; - Allah Deli Kurt'tan razı olsun. Bu divanı kurdu da, be­ nim tekrar dirilmeme sebep oldu, divan olmadan evde pinek­ liyordum. İş yok, hiçbir meşguliyet yok. Öyle i nsan ne ya­ par? Ben ölümü bekler hale gelmiştim. imdi kendim yeniden doğmuş gibiyim, sizlerle buluşuyor, dertleşiyor, şakalaşıyor, vaktin nasıl geçtiğini anlamıyorum. Burada neler konuşulmu­ yor ki? Arada dedikodu bile yapıyoruz. * * *


139

Hane halkı at kişnemesiyle uyandı. Yataktan ilk fırlayan Deli Kurt oldu. Alaca karanl ıkta avluda bir atlının durduğunu gördü. Sanki at üstündekinden daha neşeliydi. Yerinde dura­ mıyor, arada şaha kalkıyordu. Deli Kurt'un yanına gelen Gül­ ten ve Aynur, merdivenlerden inerken Kurt gelen atlıya ses­ lendi. "Hoş geldin " dediğinde attan inen süvari Kurtoğlu ' ndan başkası değildi. Aynur' un yanına geldiğinde Aynur'u kucakla­ dığı gibi merdivenleri çıkmaya başladı. - Aslan oğlum hoş geldin . Seni uzaktan gözüm seçemedi . Aynur i mdadıma yetişti, Aynur düğümü çözdü. Kurtoğlu, anasının babasının ellerini, kucaklayıp, yanak­ larını öptü. Onların hallerini hatırlarını sordu. Aynur'u öper­ ken oğlu m nas ıl? diyebildi. Aynur "İsa Beğ 'i aparır şimdi getiririm " diyerek, yanlarından ayrı ldı. Kurtoğlu oğlunun adının da İsa B eğ olduğunu öğrenmiş oldu. Deli Kurt oğlunu baştan ayağa süzerek; "Oğul maşallah askerlik yaramış, sırım gibi olmuşsun, azap olarak gittin, si­ pahi olarak döndün. Ne büyük mutluluk. Dinlen de başından geçenleri anlatırsın. " - B aba anlatacak çok şey var, fakat en güzel tarafı senin tımarını bana verdiler. Tımanmda bir hafta kadar kaldım. Si­ zin yaşlı azaplarınızdan birçoğu benim adımın Kurtoğlu olu­ şu karşısında, bizim tımarımızın hep kurt soylular mı gelecek diye takıldılar. Tı marımda çok işim var, bereket ki buraya çok yakın, ben tımarımdan iki günde geldim. Deli Kurt oğlunun sipahi olmasından çok' mutlu olmuştu. "İnşallah Alay Beyi olduğunu da gönnek nasip olur" diye ak­ lından geçirdi. Deli Kurt Aynur' un dünyaya getirdiği ikinci torununa da Bayazıd adını verdi. Üçüncü torunu kız olmuştu. Ona da ana­ sı Bala Hatun ' un adı nı koymuştu. Torunlarıyla çok mutlu günler yaşıyorlardı. Kurtoğlu tımarına gitmek üzere obadan ayrı lırken; - Baba tımarımda işleri yoluna koyunca gelip çoluk çocu­ ğumu tımanma götüreceğim, bir ayağım burada olur, sizleri yalnız bırakmam, sık sık gelirim.


140

Kurtoğlu' nun bu sözleri üzerine, Deli Kurt durgunlaştı, derinden derine düşünmeye başladı. Canı gibi sevdiği torun­ larından ayrı düşmesi ona indirilmiş telafisi mümkün olma­ yan bir darbe olacaktı. "Benim için kader bu, kaderin yazgı­ sını değiştirmek mümkün değil " diye düşündü. Önce evdeş im Gülten' le oğlumun izlerini aradım. Ardından, her şeyimi borç­ lu olduğum Çakır amcamın ve birlikte büyüdüğüm sevgili kardeşim Evren' in şehit olmalarına şahit oldum. Daha sonra ikinci evdeşimi, canım yavrularımla Satı Anamı, kaybetme­ nin acılarını yaşadım. Aynur' l a ve torunlarımla gönül avutup, geçmiş acılarımı unutmaya çalışırken, bunlardan da ayrı lmak içimde kanayan yarama tuz biber oldu. Bu acılara nasıl daya­ nabilirim, yarabbi bana güç ver, bundan sonra yaşasam ne olacak, yaşamasam ne olacak? Kurtoğlu obadan uzaklaşınca Gülten; - Deli Kurt ne bu hal? Bu işin ucunda ölüm yok ya, onlar bize gelir, biz onlara gideriz, üzülüp de kendini harabetme, kaderde bu da varmış deyip kabulleneceğiz, ne yapabiliriz k 1' ?. Gülten yerinden kalktı, avluya inerken, Deli Kurt da onu takip edi yordu. İkisinin de kolları kanatları kırı l mış, dünya sanki başlarına yıkılmış bir halde çeşmeye doğru yürüyorlar­ dı. Torunları İsa Beğ peşlerinden koşarak geldi, Deli Kurt İsa Beğ' i kucaklayıp bağrına basu. Koca Kurt gözyaşlarına ha­ kim olamamıştı. O anda Gülten de gözyaşlarını başındaki tül­ bendiyle siliyordu. - B u ayrı lığa nasıl dayanacağız Deli Kurt, alın yazımız ne kötüymüş, inşallah Allah buna da dayanacak güç verir. - Dağda beni ölümün eşiğinden hayata sen döndürdün. Yıllardır sensiz ne acılar çekti m. Kendimi oğlumla teselliye çalıştı m, şimdi bunlardan uzak düşmekle kolumuz kanadı­ mız kırı lacak, oğlumuz verdiği kararında haklı, ona "bu ka­ rarından vazgeç " diyemeyiz, buna hakkı mı z da yok, o da evlat hasreti çekmekte, Allah bu ayrı l ığa da dayanma gücü versin.


141

- Gülten bu ayrılık çok acı , daha başka acılar da yaşaya­ cağız. Bunlar alın yazımız, kurtulmak mümkün olmadığına göre katlanacağız. Sabrı n sonu selametmiş. B ak ne aklıma geldi. Çak ır Ağa' dan dinlemiştim. Dedem Yıldırı m B ayazıd Han ' ı n B ursa'da yaptırdığı Ulu Camide, Emir Sultan haz­ retlerinin verdiği vaazda, bütün cemaatı ağlatmış. Vaazına başlarken Kuran ' dan Fetih Sures i ' n i okumuş ve ardından : "Ey cami cemaati, ey çoğu cepheye gidecek, azaplar, sipa­ hiler, alay beğleri, ey cemaat-i müslümin, ey asker evlatla­ rım; bugün Türk 'ün şaha kalkış günüdür. Bugün yüce yara­ tıcının 'yürü ' buyruğunu verdiği gündür. Bu buyruğa uyma­ yanlar Allah 'a isyan etmiş olurlar. Allah bunları hiçbir za­ man affetmez. Bu koşu Allah 'ın takdir ettiği yere kadar sü­ recektir. Türk 'ün bu mukaddes koşusunu yöneten padişahın, onun komutanlarının, onların da çeri/erinin en ufak bir ha­ ta yapmamaları gerekir. İnşallah telafisi mümkün olmayan hatalar yapılmaz. Haydi yolunuz açık olsun, gücünüz kavi, kılıcınız keskin olsun. " İşte tam bu sırada cemaatin içinden bir sipahi yerinden kalkar, "Kızılelma 'ya, Kızılelma 'ya. . " diye bağırır. Bunun üzerine bütün cemaat ayağa kalkar ve hep bir ağızdan "Kızı­ lelma 'ya, Kızılelma 'ya . " diye bağırdıklarında caminin her yanı çın çın çınlar. Emir Sultan Hazretleri cemaatin yerlerine oturmasını müteakip; - "Ey cemaat, ey erenler, gönüllerinizden geçen hedeflere Kızılelma denir. Padişah 'ın gönlünden geçen hedefler de bü­ yük olur. Onun için Allah 'tan niyaz edelim, başımıza Kızılel­ ma 'sız insanlar getirmesin. Haydin Kızıl Elma 'ya, haydin Kı­ zıl Elma 'ya . . . " diyerek vaazını bitirmiş. - Gülten bunları sana anlatmamdaki maksadım, Kızılelma ülküsüyle cepheye koşan, bu toprakları vatan yapan şehitle­ rin kabirleri dahi yok, yerleri bile belli değil, bunların arkada bıraktıkları nın duydukları acıları, elemleri bir düşün. B una da şükür Gülten, buna da şükür. .

. .

* * *


142

Bir müddet sonra obaya dönen Kurtoğlu hatununu ve ço­ cuklarını alıp götürdüğü gün, Deli Kurt ve Gülten her şeyle­ rini kaybetmiş gibi, perişan bir hale düşmüşlerdi. Birbirleriy­ le konuşacak bir şey de bulamadıkları için suskun bir halleri vardı. Sonunda Deli Kurt dayanamayıp bu sessizliği bozdu. - Gülten bundan sonra evliit ve torunlarımızın hasretiyle yaşayacağız. Gelirler ümidiyle yol larını gözleyeceğiz veya biz onları görmeye gideceğiz. * * *

Günler ayları, aylar yılları kovaladı. Bazı kereler Kurtoğ­ lu' nun tımarına gidip hasret giderirler, dönüşlerinde de ayrılı­ ğın acısını çekerlerdi. Gün geldi onlara gidecek gücü de kendi­ lerinde bulamadılar. Bazen Kurtoğlu tımarından uzaklara gi­ deceği zaman çoluk çocuğunu getirip onların yanlarına bıra­ kırdı. Tabii o günler Deli Kurt ve Gülten için bayram olurdu. G ü n geldi ki hiçbir şeyden zevk alamaz oldular. Deli Kurt'un divana gitmesi orada dostlarıyla buluşup sohbet et­ meleri bile onu tatmin etmemeye başlamıştı . B ir tas su geti­ rip yan ı na ilişen evdeşiyle sohbet ederken, eline Gülten ' in omuzuna koydu. - Gülten bak beni iyi dinle, sakın aklından çıkarma, bana bir hal olursa camiin haziresine defnettir. Allah geçinden ver­ sin, sana bir hal olursa, ya seni benim yanıma, ya da beni se­ nin yanına defnederler. - Nereden çıkardın, başka konuşacak şeyin yok mu? Bun­ ları kafandan çıkarıp at. Nasıl olsa gideceğimiz yer orası . Oğ­ lumuzdan, Aynur' dan, toru n lardan konuşalım, onlara hrşı yapılacak çok vazifelerimiz var, bunları yapmadan nereye gi­ deriz? Yok öyle yağma. - Gülten doğru söylüyorsun, haklısın, bizim çok yapacak­ larımız var. Yine de dediğimi aklından çıkarma. Aklının bir köşesinde kalsın. Bak divana bile gitmeye zorlanıyorum, to­ runları görmeye gidemiyoruz. - Deli Kurt bir yerlere gidemeyiz, dayanmak, yaşamak mecburiyetindeyiz. Torunlarımızı evlendireceğiz ve onların


143

çocuklarını göreceğiz. Dedelik, ninelik kolay mı? Ölümle ak­ lını yorma. Kalk git divana, bir iki laf eder oyalanır açılırsın. - Gülten aklının bir köşesinde dursun. Mezar taşlarımıza Kayı boyunun damgasını koymayı ihmal etmesinler. Bu vasi­ yetimi oğlumuza da Aynur' a da söyleyelim. Kabirlerimizde­ ki armamızı görenler, bunlar kayı boyundan Osmanlılarmış derler. Hayatta herkesten gizlediğimiz Osmanl ı Hanedanlı­ ğı'na mensubiyetimizi anlarlar. Bir daha oğlumuzun tımarına gitmek, torunlarımızı sevmek benim için mümkün değil. On­ lar gelsinler. Hayat bu olsa gerek. Ayrılık ve özlem. İ nsanoğ­ lu nelere katlanmaz ki? Evladın ve torunların hasretlerine dayanamayıp gittikleri Kurtoğl u ' nun tımarından döneli daha hafta bile olmamıştı . Deli Kurt rahatsızlanarak yemeden içmeden kesildi. Gülten şaşırmış bir haldeydi . Deli Kurt döşeğinde dalgın bir halde yatıyordu. Derdinin ve şikayetinin ne olduğunu söyleyemedi­ ği gibi donuk bakışlarla Gülten ' i süzüyor. Sadece su istiyor, su istemesini dahi işaretle anlatıyordu. Bir sabah süt içirmeye çalışan Gülten' den kalem, kağıt istedi. Bu isteğini güçlükle anlatabildi. Kağıdı Gülten' in sırtına dayayarak; yazmaya başladı: "Gülten hakkını helal et, çocuk­ lara selamımı ilet. Hepsini hasretle öperim. Beni İsa Beğ Ca­ mii haziresinde sana gösterdiğim yere defa.edersiniz. Soyumu­ zun bütün fertleri, torunlarımız buraya gelip arazimizin üzeri­ ne yerleşsinler. Bizim obamız burada toplanıp genişlesin, oba­ mızın adını kimseler bilme. . . " Daha başka bir şeyler yazacak gibi yaptıysa da devam edemedi. Kalem elinden düştü. Gülten ne yapacağını şaşırmıştı. Deli Kurt'un başını kal­ dırdı göğsüne bastırarak, - Deli Kurt ne olur beni bırakma, bu ayrılığa dayanamam. Deli Kurt' un yanaklarından süzülen gözyaşları Gülten ' in gözyaşlarına karışmıştı . Gülten Deli Kurt'un başını yavaşça yastığına bıraktı. Tül­ bendi ile eli titreyerek Deli Kurt' un yanaklarındaki gözyaşla­ rın ı sildi. Deli Kurt gözlerini açtı. Tebessüm ederek şahadet kel i mesini getirdi.


144

- Gülten, Allah' a ısmarladık diyerek uçmağa vardı. Gülten Deli Kurt' un sırtında yazdığı kağıda şöyle bir göz gezdirdi. Kalemi tutmaya bile mecali kalmadığı için belki son cümlesini bile tamamlayamamıştı. Gülten ' in dünya başına yıkılmıştı. Onun derdi binbir iken bir anda binbeşyüz oluvermişti . "Behey Hatun " diye kendi­ siyle konuşmaya başladı. Ağan yokken oğlunla avunmuştun, de bakalı m şimdi neyle avunacaksın? Atların bakımını yapan Murtaza ile komşulara ve divanda­ kilere haber saldı. O gün eve doluşanların yardımıyla İsa Beğ Camii' nin haziresinde Gülten' e gösterdiği yere defnedildi. O gün komşular Gülten ' i yalnız bırakmadılar. Komşular çekip gidince kocaman evin içinde tek başına kala kaldı . Fa­ kat bütün gücüyle hayata sarılmak mecburiyetindeydi. Öyle de oldu. Kendisi, Deli Kurt ve evladı ve torunları için yapa­ cağı çok işler vardı. Hele hele saklı Osmanlıları bir arada tutmak veya bir araya toplamak görevi başına kalmıştı. Haf­ tada birkaç kez di vana gidiyor ve di vana gelenlerle sohbet ediyordu. Divana gelen yaşlı güngörmüş kocacıklar bile, bu divanın, bu çeşmenin, bu camiin banisi Deli Kurt'un evdeşi Gülten Hatun ' a özel bir saygı gösteriyorlar, çölü mamureye çeviren, Kurt' u her gün hayır dualarla yad ediyorlardı. Di vandan tan ıdığı esas i smi Hatice olan ama oba hal­ kınca Haçaba diye çağırılan hatun, Deli Kurt ' un ölümün­ den sonra Gülten Hatun ' u hiç yalnız bırakmamıştı . O sadık bir dosttu. Haçaba bir gün Gülten Hatun'un evine uğradığında evin sesliğinden şüphelendi. Evde ses seda yoktu . Kendi kendine sordu; - Hayırdır inşallah sabah sabah Gülten nereye gidebilir ki? Gülten' in odasına girdiğinde Gülten' i döşeğinin dışında bul­ du. Gülten yüzükoyun yatıyordu. Haçaba omuzlarından tutup onu "Gülten, Gülten " diye sarstı. Gülten mecalsiz bir halde; - Haçaba bana hakkını helal et, beni Deli Kurt' um, çağırdı . Artık buralarda duramam.


145

Haçaba'nın elini mecalsizce kavrayarak devam etti ; - Beni Del i Kurt' un yanına gömsünler, oğluma, gelinime ve torunlarıma selamımı söyle. Sözlerini tamamlarken koynundan yazılı bir kağıt çıkarttı . - Bunu oğluma ver! Ağzından çıkan son söz bu oldu. Oba halkı Gülten ' i derleyip toparlayarak İsa Beğ camiinin avlusunda yatan kocası Deli Kurt'un yanına defnettiler. Hacaba bir gün sonra Gülten' in evini gözyaşları içerisinde derledi toparladı. Kapıları kilitleyip, anahtarları uçkuruna bağ­ ladı. B i r gün Kurtoğlu obaya gelirse anahtarl arı ona tes l im edecekti. Kızı Hilal ' e, - Kızım bu anahtarlar, rahmetli Gülten Teyze' nin evinin­ dir. Oğlu bir gün çıkıp gelirse ona verilecek. Bana bir emri hak vaki olursa unutma, bu anahtarları onlara ver. Rahmetli analarının selamını söylemeyi de unutma. Gülten ' in ölümü üzerine divanda toplanan ihtiyarlar, Kur­ toğlu' na hem babasının, hem de anasının ö l üm haberleri ni nasıl iletecekleri hususunda karşılıklı fikir beyan ettiler. Deli Kurt ' un hizmetinde bul unmuş olan, Kurtoğlu' nun da yakinen tanıdığı Süleyman ' ın bu işe elyak olduğuna, acı haberin ulak­ lığının onun tarafından yapmasının yerinde olacağına karar verdiler. Di vanda oturan ancak bu hususta hiçbir fikir beyan etmeyen Kır Mehmet; - Arkadaşlar, bütün gün sizleri diledim. Çok güzel fikirler söylediniz. Hepiniz fi kirlerinizde bir hususu i hmal etti niz. Gülten Hatun öleli nerdeyse bir hafta oldu. Rahmetlinin biri­ cik oğluna anasının ölümünü bildirmekle ne düşünüyorsu­ nuz. Farz edin iri anasının ölüm haberini ulaştırdınız. Kurtoğ­ lu anasının cenazesine mi kavuşacak, o zaman bu haberi gön­ dermekle neyi amaçlıyorsunuz. Bence haber vermemizin hiç­ bir manası yok. Kurtoğlu fırsat buldukça ya tek başına veya çoluk çocuğuyla anacığını, babacığını görmeye geliyor. Epey­ dir de gelmedi. B ugünlerde belki gelir ümidindeyim. Geldiği zaman her ikisinin de öldüklerini öğrenip, ne yapması gereki-


146

yorsa onu yapacaktır. "Neden beni haberdar etmediniz ? " de ­ yip gönül koyacağını zannetmiyorum. Kır Mehmet' i dinleyen di vandakiler, ona hak verdiler, en doğrusu Kurtoğlu' nun gelişini beklemekti . Kır Mehmet haklı çıkmıştı. Kurtoğlu anasını babasını gör­ mek için obasına doğru yola koyulmuştu. O kendisini acı ha­ berlerin beklediğinden habersizdi. Nitekim anasının ve baba­ sının ölümlerinden birkaç ay sonra ata yurduna gelen Kur­ toğlu, obaya vardığında ikindi ezanı okunuyordu. "Önce na­ mazı kılayım, eve öyle giderim " diye düşündü. Camiye girdi­ ğinde, cemaatin bütün fertleri şaşıra yazmışlardı. Namaz bit­ mişti . Sonrasında Kurtoğlu ' nun etrafında toplanan cemaat, ona "Hoş geldin " dediler ve onu divana buyur ettiler. Di va­ nın en yaşlısı olan Bodur Ali söze başladı; - Kurtoğlu, bu dünya gelimli, gidimli ; ölümlü, yitimli dün­ yadır. Bugün varsak yarın yokuz. Bu dünyaya kimler geldi, kimler gitti. Başın sağ olsun. Allah sizlere ve geride kalanlara uzun ömür versin. Divan da bulunanlar, ayrı ayrı baş sağlığı dilediler. Kurtoğl u şaşkına dönmüştü. Ne diyeceğini şaşırmış bir halde, etrafındakilere boş nazarlarla bakıyordu. Babasının ve anasının ne zaman vefat ettiklerini sorabildi. Kurtoğlu' nun geldiği haberini alan Haçaba divana geldi. Kurtoğlu ' na başsağlığı diledikten sonra, "Sana yatacak yer hazırlayayım " diyerek eve yöneldi. Divandakilerle birlikte cami haziresinde Deli Kurt' un ve onun yanına defnedilen Gülten Hatun' un kabrine vardıkların­ da, o ana kadar metanetini koruyan Kurtoğlu, anasının kabir toprağını okşarken gözyaşlarına boğuldu. Ana ve babasının mezarları arası nda bir eliyle babasının, bir eliyle anası nı n mezar topraklarını okşarken; - Kader bu, hayatın ı z hep hasret çekerek geçti. Hayatta birbirinizi bulma sev i nciniz çok kısa sürdü. Arkadan evliit, torun hasreti başladı. Şimdi hasret bitti, şimdi ebediyen bu­ luştunuz. Arkanızda bize hasret bıraktınız. Bu da Allah ' ın tak­ diri, edecek bir şey yok . . .


147

Haçaba, Kurtoğlu' na evinin anahtarlarını verip odasının ha­ zır olduğunu söyledi. Onun da çok ağladığı gözlerinden beliydi . Kurtoğlu, di vandakilerle vedalaşarak, atını yedeğine ala­ rak evine yöneldi. Önce misafirhaneye doğru giderken yan lış yere gittiğini farkederek, bir müddet durup etrafı na bakındı. Evinin önünde atına binecekmiş gibi hareketlendi. Vazgeç ip atı ahıra çekti, bağladı. Anasının yokluğuna nasıl dayanacak­ tı ? Merdiven basamaklarını adımlarken hava kararmıştı. Ba­ samakların orta yerine vardığı zaman, merdi ven başında ana­ cığını gözlerinin önünde canlandırdı. Anası gülerek; - Hoş geldin oğul. Koca Kurtoğlu neden bu kadar gecik­ tin? Beni hiç mi özlemedin? Kurtoğlu çarpılmış gibiydi. Ayakta duramaz haldeydi . Ba­ samaklara oturdu. Kendini tutamadı. Yüksek sesle; - Koca Kurtoğlu bunca savaşlara girdin çıktın, ölümle bu­ run buruna geldin, çok sevdiğin yiğit azaplarını yitirdin. Yıl­ madın. B u halin ne? Toparlan. Senin yolunu gözleyen evde­ şin ve balaların var, dedi. Dedi ama bu tesel linin süresi , bir c iri t sopası n ın havada kalma zamanını geçemedi. Anasının babasının ölümleriyle o kadar sarsılmıştı ki, merdivenleri çıkacak takati bile kalma­ mıştı. Orada ne kadar oturduğunu kestiremiyordu. Yerinden zorlukla kalktı, merdivenin parmaklıklarına tutunmasaydı az daha aşağı yu varlanacaktı. Merdivenleri güçlükle tırmandı. Sofadaki sedire kendini dar attı. Gözü anasının yatak odasının kapısındaydı. İçi nde, anası kapıdan çıkıverecekmiş gibi bir his vardı . Sedirde kendinden geçti. Bütün geceyi yarı uyur, yarı uyanık bir halde anasının, basının hayalleriyle geçirdi. Sabah namazını İ sa Beğ camiinde eda eden Kurtoğlu ba­ basının, anasının mezarlarının başuçlarında çömelerek, onlar­ la uzun uzun konuştu. Babasının mezar taşını anasının başu­ cuna çakılı tahta parçasını öptü, okşadı. Veda edip ana evine döndü. Yolcu yolunda gerek diyerek atına atladığı gibi tıma­ rına doğru yola koyuldu. Yol boyu aklı anasıyla babasıyla meşguldü. İçi nden "Babamı da, anamı da ölmeden bir kez daha görebilseydim " dedi, durdu.


148

BABA OCAGINA DÖNÜŞ Kurtoğlu yıllar sonra, çoluk çocuğunu toplayarak baba oca­ ğına dönüş yaptı. Divanda oturan Haçaba Hatun, Deli Kurt'un evinin önüne gelen atlı , arabalı kalabalığı görünce, gelenlerin rahmetli Deli Kurt'un oğlu Kurtoğlu ile onun çocuklarının ola­ bileceğini düşünerek derhal oraya vardı. Nitekim yanılmamıştı. - Kurtoğlu acele etmeyin, obadan birkaç kişi getireyim evi elbirliği ile derleyip, toparlarız. Hemen di vana varıp, kızı Hilal ' e seslendi. Ona üç, dört isim söyledi. " Onlara benim çağırdığımı söyle " dedi. Gül­ ten ' i n evine gelsinler bekliyorum. Haçaba' nın haber saldığı kadınların gelmesiyle evde hum­ malı bir faaliyet başlamıştı. Göz açıp kapayıncaya kadar her şey derlenip toparlanmış, ev temizlenmişti . Evin temizlenme­ sinde çalışan kadınlarla birlikte ev halkı da boş durmamıştı. Hepsi yorgun argın bir kenara çekildiler. Haçaba. - Tekrar hoş geldiniz, güle güle oturun, Aynur hatun kı­ zım, yarın gelir, diğer evleri de toparlarız. O gece hepsi yattıkları yeri beğendi ler. Sabah olduğunda Kurtoğlu evdeşi, oğullan, hatunlannı ve torunlarını toplaya­ rak hep birlikte İsa Beğ camii avlusunda, ebedi uykuları nı uyumakta olan, baba ve annesinin mezarlarını ziyarete götür­ dü. Rahmetli babasının yaptırdığı çeşmeden ellerini yüzlerini yıkayı p evlerine yöneldiler. - Haydi bakalım çocuklar, durulacak zaman değil. Haçaba'yla birlikte gelen hanımlar işe koyul muş lar, ak­ şam olmadan İsa ve Bayazıd' ın evleri de derlenip toparlan­ mıştı . Kurtoğlu evdeşine seslendi;


149

- Aynur Hatun, İ sa' nın, B ayazıd' ın evleri temizlendi, on­ lar yerlerine yerleştiler. - Kurtoğlu hepsi kader kısmet, her şeyin başı sağlık. - Aynur, deden Çakır' ı görmek nasip olmadı ama, gerek babamdan, gerekse Söğüt'teki tekke şeyhi pir dededen, ge­ rekse nenen Bahar Hatun' dan ve anandan dinlediklerimle, o müstesna yaratı lmış i nsanı, yakinen tanıyormuş gibiyim. Bayazıd' ın hatunu Gülbahar, baba anası Gülten Hatun ' un yakın akrabasının torunuydu. - Aynur evlatları mızla sanki başlı başına oba olduk, rah­ metli babam Deli Kurt son nefesini vermeden önce bir kağı­ da yazdıklarını rahmetli anam koynunda taşımış, ölürken de bana verilmek üzere Haçaba Hatun' a teslim etmiş. Kağıda, bu arazimiz üzerine oğlumuz, torunlarımız, torunlarımızın ço­ cukları yerleştiklerinde burası başlı başına bir oba olur. Şeh­ zadeliği mizi herkesten nasıl sakladıysak, obamızın adını da kimse bilmemeli, diye yazmış. * * *

Kurtoğl u birkaç gün dinlendikten sonra tı marı na gitmek üzere yola koyuldu. Tımarına vardığının ikinc i günü Kara­ man' dan gelen bir atlıyı, Kurtoğlu' nun huzuruna getirdiler. Atlı Cem Sultan' dan geliyordu. Cem Sultan onu, Azapları ile Karaman' a davet ediyordu. Kurtoğlu biraz düşündükten son­ ra, Cem Sultan ' ın emrine icabet edeceğini söyledi. Fakat Kurtoğlu çok üzgündü. Çünkü elinden bir şey gel­ miyordu. Ha Sultan Bayazıd ' ı n safında yer tutmuş, ha Cem Sultan ' ın safında· yer tutmuş. Kendisi için değişecek bir şey yoktu. Osmanl ı ' nın � aderi bu olsa gerekti. Taht için kardeşlerin mücadelesi yine Türk' ü Türk' le sa­ vaştıracak, katlettirecekti. Kardeşlerden hangisi galip gelirse gelsin bu mücadeleler Türk l üğün sinesinde büyük rahneler açacaktı. Üstelik bu alın yazısını değiştirmeye kimsenin gücü de yetmezdi. Başa gelen çekilir. Elden bir şey gelmez. Kade­ re rıza göstermekten başka da çare yoktur.


150

Üç gün içi nde bütün hazırl ıklarını tamamlayarak azapla­ rıyla Karaman ' a doğru yola koyulan Kurtoğlu ikinci günü akşamı şehre ulaştı. Cem Sultan ' ı n adamlarından biri Kur­ toğl u ' na "Hoş geldiniz " dedikten sonra, ona tımarı nın adı ­ n ı , azapları nın adedini sordu. - Ben sipahi Kurtoğlu'yum. Tımarı nı Derbent' tir. Azapla­ rım. iki yüz atlıdırlar. . . - Beni takip ediniz, size konaklayacağınız yeri gösterece­ ğim. Şehrin dışına çıkmışlardı. Karşıdan bir gurup atlının gö­ zükmesi üzerine rehber Kurtoğlu ' na; - Cem Sultan geliyor, merasim duruşuna geçin, dedi. Kurtoğlu atını geriye döndürerek, sağ kolunu havaya kal­ dırdı, davudi bir sesle, - Kolbaşılar! Sağa dön saf tut. İki yüz atlı n ı n bir ni zam dah i l inde saf tutmaları tamam­ lanmıştı . B u sırada Cem Sultan Kurtoğlu' nun yanına gelmiş­ ti . - Hoş geldiniz. Cem Sultan Kurtoğlu'nu süzdü. Karşısındaki atlıya birden kanı ı sınmıştı. Kendisine benzeyen bu adama baktıkça bir ya­ kınını görmüş gibi olmuştu. - Nereden gelirsiz? Kurtoğlu atı nın üzerinde adeta bir heykel gibi durarak. - Sultanım, Derbent tımarı sipahisi Kurtoğlu' yum. İki yüz atl ımla buyruğunuzdayım. - Size emrim gelinceye kadar hazırlığınızı yapın, her ihti­ yacınız karşılanacaktır. Tekrar görüşmek üzere. Allah ' a ema­ net olun . Cem Sultan, muhafızlarıyla birlikte Karaman ' a doğru yol ­ landı. Kurtoğlu, Cem Sultan' ı dinlerken, Cem Sultan ' ın bu ya­ kın i lgisinin nereden kaynaklandığını biliyordu. Fakat Cem Sultan nereden bilecekti ki, bu ilgi bir kan çekimidir. Rehber;


ısı

- İ şte yerleşeceğiniz çadırlar, atlarınızı da arkadaki düzlü­ ğe çekersiniz. İhtiyacınızı da şu ilerideki kurulu büyük çadır­ dan istersiniz. Kurtoğlu mutemet adamına nöbet listesi yapmasını emret­ ti. İ ki adamını da büyük çadıra göndererek iki yüz kişilik ak­ şam yemeklerini istetti . Konaklamalarının üzerinden iki gün geçmişti . Cem Sul­ tan' dan gelen buyruk üzerine, hazırlıklarını tamamladılar. Or­ du karargahının sağ kanadında yerlerini aldılar. B ursa istika­ metine doğru giderlerken, en son mola verdikleri yerden şa­ fakla beraber yola çıktıklarında, Sultan Bayazıd' ın ordusu­ nun Kütahya yöresinde olduğu haberi alındı . İkindi vaktine doğru Sultan Bayazıd' ın ordusuyla karşılaştılar. Kıyasıya bir savaş başlamıştı . Karanlık bastığında savaş Cem Sultan lehi­ ne tecelli etmiş, Sultan Bayazıd' ın ordusu bozulmuştu. İki taraftan ölenler çoktu. Cesetleri bir araya toplarken, Kurtoğlu' nun kederi artmış, koca yiğit bu manzara karşısın­ da kendini tutamayıp ağlarken gözyaşlarını belli etmemeye çalışıyordu. Bu durum karşısında isyan edecek hale gelmiş­ ti . Türk' ün Türk' ü öldürmesini bir türlü kabu llenemiyordu. Meydanda ölenler toplanıp defnedilirken, Kurtoğlu da ak­ şam namazını kılmaya hazırlanıyordu. Namazdan sonra elle­ rini gökyüzüne kaldırarak "yarabbi bu döğüşü sona erdir. Türk 'ü Türk 'e kırdırma " diye dua ediyordu. Gece boyunca B ursa istikametine çekilen Bayazıd' ın or­ dusu takip ediliyordu.


152

BUNA CAN DAYANMAZ Kurtoğlu, taht uğruna iki kardeşin birbirine düşmesini, bu uğurda nice canların telef olmasını, kendisinin Cem Sultan' ın safında bulunmasını içine sindirememekle beraber, "hangi ta­ raf kazanırsa kazansın, yeter ki Osmanlı Devleti ayakta kal­ sın" temennisinde, dileğinde bulunuyordu. Onun için en önemli şey devletin bekası idi. İki ordu B ursa civarında bir kez daha kapışmışlardı . Savaş bütün şiddetiyle devam ederken, Sultan B ayazıd' ı n safı nda oğlu İsa Beğ'in de bulunduğunu gören Kurtoğlu, çılgına dön­ müştü. Atının üzengisi üzerinde ayağa kalkarak; - Yarabbi, bunu da mı? görecektim, bu da mı başıma ge­ lecekti? Avazı çıktığı kadar "olamaz, olamaz! " diye bağırırken, kendini tutamayarak atı nı n boynu üzerine yığıld ı . Eğerinin kaşını yakalamasına rağmen, kendi ağırlığını tartamadı ve bir külçe gibi aşağı yuvarlandı . Bir ayağı üzengide takılı kal­ mıştı. İsa Beğ de babasını görmüş, az önceki olay onun da göz­ lerinin önünde cereyan etmişti. Babasına doğru yaklaşırken bir yeniçerinin ona saldırmak üzere yöneldiğini görünce atını hızla yeniçerinin üzerine sürdü. Müthiş bir kılıç çalışıyla ada­ mın başını gövdesinden ayırdı. Bu durumu gören bir başka yeniçeri, İsa Beğ'e saldıracağı sırada, İsa Beğ göz açıp kapa­ ma arasında öylesine bir hızla geriye dönüp öylesine bir h ızla kılıç savurdu ki, yeniçeri atından aşağı yuvarlandı. Onun da kılıcı bir tarafta kendisi başka bir tarafta kalmıştı. Ayağa kal­ kacak durumda deği ldi.


153

İsa Beğ babasına yaklaştı. Onun üzengiye sıkı şan ayağı­ nı kurtardı. B abasını boyl u boyunca uzatarak yanında taşı­ dığı suyla yüzünü yıkamaya başladı. Su serpintisiyle Kur­ toğlu kendine gelmeye başladığında gördü ki oğl u İsa Beğ karşısındaydı. Etrafları Kurtoğlu' nun ve İsa B eğ ' in azapla­ rıyla çevri liydi. İsa Beğ babasının elini öptü, boynuna sarıl ­ dı öptü, öptü. - Baba geçmiş olsun, durulacak zaman değil emrindeyim ne yapmamı istiyorsan emret başımın tacısın öl de ölem ! Kurtoğlu oğluna sarılarak, - Kaderde bu da varmış oğul. - Baba Cem Sultan ' ın etrafı sarılmış dediğinde, baba, oğul o tarafa yöneldiler. Gerek Kurtoğlu' nun ve gerekse İsa Beğ' in azapları, Cem Sultan ' ı n etrafını saran, Sultan Bayazıd'ın çe­ rilerini, uzaklaştırdılarsa da savaş aleyhlerine dönmüştü. Geri çekilmekten başka çare kalmanuştı. Geri çekilirken, Cem Sul­ tan bütün ümitlerini kaybetmiş, omuzları çökmüş, bedbin bir halde at sürerken, etrafında bulunanlarla hiçbir şey konuşmu­ yordu. Kurtoğlu yanına yaklaştı. - Sul tanım, kaderin yazgı sını değiştirmek mümkün deği l . S i z i n şu an hissettiğiniz hüzün ve kederin aynısını y ı llardır içimizde saklıyor, kimselere söyleyemiyoruz. Siz savaşı ka­ zansaydınız herkesten sakladığınuz sırrımızı sizlere de söyle­ yemeyecektik. Cem Sultan Kurtoğlu'nu süzdükten sonra; - Anlat bakalım? Kurtoğlu biraz düşündükten sonra, - Sultanım bu sır, büyük dedemiz Yıldırım B ayazıd' ı n oğ­ lu İsa Beğ' den bize miras kaldı. Dedemiz İsa Beğ, mücadele­ sini kaybedince, hamile olan evdeşini en sadık adı mı Çakır'a vererek, hatununu hiç kimsenin bulamayacağı bir yere götür­ mesini buyurdu. Çakır' da Bala Hatun' u Türkmen obasında bulunan sütanası Satı Kadın'a emanet etti. Babam Murad Sa­ tı Ana' nın yanında doğdu. Rahmetli dedemizin hallinden son­ ra, o gün bu gündür, kendimizin kimlerden olduğumuzu söy-


154

leyememeye mahkumuz. Sizlerin de bildiğiniz Osmanl ı töre­ si gereğince tahta geçen sultanın kendi evlatları dışındaki şeh­ zadeler sağ bırakılmaz. Bu sebeple Osmanlılığımızı içimizde saklamışızdır. Cem Sultan atının dizginlerini kasarak Kurtoğlu ' na; - Ne diyorsun, rüya aleminde mi geziyorsun, sen kimsin? - Sultanım demin de dediğim gibi ben Yıldırım Bayazıd oğlu İ sa B eğ oğlu Şehzade Murad oğlu Kurtoğlu ' yum. B u gizlilik babamdan bize v e çocuklarımıza intikal etti . Çocuk­ l arım da kim olduklarını bilirler ama sır olarak saklarlar, he­ pimiz sak larız. Rahmetli babam Murad ' ın derleyip toparla­ dığı ata yurduna, yani Saklı kent' e, sizin emrinize icabet et­ meden önce çoluk çocuğumu yerleştirdim. Ben buradan dön­ dükten sonra müsaadenizle tımarımı bırakıp Sakl ıkent'e dö­ neceğim. Cem Sultan hüzün dolu bakışlarla Kurtoğ l u ' n u dinledi . Kendisine benzeyen bu adama bütün kalbiyle inanmıştı. Sul­ tan kendisini takip eden sadık adamlarına dönerek; - Deli Yörük yaklaş. Sen bizden önce menzile varıp, bü­ tün hazırlıklarını yapasın. Bursa üzerine hareket etmeden ön­ ce menzilde anana götürüp teslim ettiğin emaneti, biz oraya vardığımızda, Kurtoğlu' nun vereceği iki kişiye teslim edece­ ğiz. Emanetin mahiyetinden kimse haberdar olmayacak. Ema­ netin yolculuk hazırlığını noksansız yapasın. Haydi yolun açık olsun. Tez menzile ulaş, günler ne getirir bilinmez? Deli Yörü k ' ün Cem Sultan' a ne zaman i ktisap ettiğini, kendisine neden Deli Yörük dendiğini bilen yoktu. Bunu Cem Sultan da bilmiyordu. Deli Yörük'ün Cem Sultan' a gösterdi­ ği sadakatle, bir an olsun yanından ayrılmamasıyla, onun buy­ ruklarını harfiyen yerine getirmesiyle, onu Sultan' ın nazarın­ da mutemet bir yiğit haline getirmişti. Sultan, adamının sada­ katine hayrandı. O, Sultanın sırdaşı da olmuştu. Deli Yörük Cem Sultan ' ı n en güvendiği adamıydı. Cem Su ltan evdeşi Tülay Hatun' u sefere çıkmadan önce Deli Yörük' ün anasının evine emanet olarak göndermişti . B u


155

durumu Hatun' u ve Deli Yörük'ten başka bilen yoktu. Deli Yörük' ün anası dahi Tülay Hatun ' un, Cem Sultan' ın evdeşi olduğundan bihaberdi. Karaman' a vardıklarında, Cem Sultan, Kurtoğlu ve oğlu İ sa Beğ ile Deli Yörük' ün anasının evine vardılar. Cem Sul­ tan Hatunu ' yla bir müddet konuştuktan sonra vedalaşıp ema­ netle ilgili kararını Deli Yörük'e bildirdi. Sultan, Kurtoğlu ve İsa Beğ ile kışlaya döndüler. Saklı kent' e doğru yola çıkan arabanın sürücüsünden baş­ ka iki de muhafızı vardı. Araba sürücüsü haricindeki iki mu­ hafız arabadaki muhafazasına memur edildikleri nesnenin ne olduğunu dahi bilmiyorlardı. Götürdüğü yükün mahiyetini yalnız arabacı biliyordu. Emaneti taşıyan araba hiçbir engel ve tehlikeyle karşılaş­ madan Saklıkent'e yakınlaşmıştı. Araba sürücüsü arabayı dur­ durdu, muhafızları yanına çağırarak; - Göreviniz burada sona erdi. Sizler obanıza veya yerinize dönebilirsiniz, sağ olun var olun, dedi. Muhafızlar kendilerine verilen direktife uyarak geldikleri yere dönmek üzere ayrıldılar. S ürücü günün batmasıyla bir müddet daha yol aldıktan sonra, arabayı geriye döndürerek, kendilerinin görülüp tanın­ madığından emin olmak için etrafı kolaçan etti. Nereye gitti­ ğini kimselerin görmemesi gerekiyordu. Bundan emin olduk­ tan ve başkaları tarafından görülüp, bilinmediğine kanaat ge­ tirdikten sonra Saklıkent'e yöneldi. Evlerinin avlusuna giren arabayı görmek üzere elindeki yağ kandili ile merdi ven başı­ na gelen Aynur Hatun arabanın önünde oğlu İsa Beğ' i gö­ rünce; - İsa B eğ, oğlum, sen misin?, diye sordu . . . - Evet ana. - Hoş geldin. Merdivenlerden aşağı indi. İ sa Beğ, Tülay Hatun' u arabadan indirmiş, avludaki sedi­ re oturtmuştu bile.


156

Aynur Hatun yanlarına geldiğinde İsa Beğ anasının elini öptü, ana oğul sarmaş dolaş oldular. Aynur Hatun konuğuna döndü, elini öpen Tülay Hatun' a sarılarak öptü. - Ana Tülay Hatun ' u babam sana emanet olarak gönderdi. Bundan sonra Tülay Hatun sana emanet, kendi evladın gibi gözetip bakacaksın, babam da birkaç gün içerisinde burada olur. - İsa Beğ, oğlum hele bir yukarı çıkalım. Konuşacakları­ mızı orada konuşuruz. Yorgunsunuz hele bir dinlenin . Yol boyunca, yorgun v e bitap düşmüş olan Tülay Hatun' a, - Kızım, sen bize bakma, odan hazırlandı. Sen istirahatına bak, kısmetse sabah görüşürüz. B ir şeye ihtiyacın olursa bana seslenirsin. Benim adım Aynur Ana' dır. Sana yardım ederim. Tülay Hatun odasına çekilmeden önce İsa Beğ; - Tül ay Hatun burasını kendi evin bil, rahatına bak. Siz de, bundan böyle anamın bir kızı sayılırsınız. - Ana ben yarı n sabah gün doğmadan tımarı ma gi tmek üzere yola koyulacağım. Belki görüşemeyiz. Şimdi kendi evime varayım, çoluk çocukla bir hasret gidereyim deyip ve­ dalaşarak oradan ayrıldı. Tülay Hatun ' un Saklıkent'e gelişinin üzerinden üç gün geçmişti ki, Kurtoğlu ile Cem Sultan çıkageldiler. Cem Sultan ' ın Tülay Hatun' la sedire oturmasıyla kalkma­ sı bir oldu. - Yolcu yolunda gerek diyerek ev halkı ve Tülay Hatun' la vedalaştı. B u veda töreni çok hazin olmuştu. Cem Sultan, Tülay Hatun' u kenara çekti. Elini onun omu­ zuna koydu. Bir süre konuştul ar. Ancak ne konuştukları meç­ huldü. Tülay Hatun Cem Sultan ' ın elini öptükten sonra bir adım geri çekildi. - Hatun seni önce Allah' a ve sonra Kurtoğlu obasına ema­ net ediyorum. Allah' a ısmarladık derken, Tülay ' ın yanağını okşayarak, "bir daha buluşur muyuz bilemiyorum ? " dedi. Ar­ dına bakmadan basamakları ikişer üçer iniverdi.


157

Cem Sultan ile Kurtoğlu , atlarına atlayarak obadan uzak­ laşırken arkalarından ev halkı şaşkın bir halde bakıyorlardı. Tülay Hatun ise ağlıyordu. Cem Sultan , kendisini bekleyen adamlarının yanına var­ madan; - B aka Kurtoğlu, oğlum olursa adını Mehmed, kızım olur­ sa Aslıhan koyasız. Hatunumun doğacak çocuğumun emaneti sizleredir. Bu sır sizlerin sırrı gibi ebediyen Saklıkent' te saklı kalsın. - Sultanım bundan hiç şüpheniz olmasın. Kurtoğlu, Cem Sultan ' l a Saklıkent'e gelirken, kentin yeri bilinmesin diye Cem Sultan ' ın sadık adamı Deli Yörük ile, amcasının oğlu Ali'yi bile yanlarına almamışlardı. Bu oyunu yol boyu sultan ile Kurtoğlu birlikte hazırlamışlardı. Sultan da mahiyetine, yol üstündeki bir obaya uğrayıp i mam Tahsin hocayı göreceklerini, ona bir mesele hakkında fikir soracak­ larını söylemişti. Onlara yaklaşık bin adım kadar ilerideki ulu çınarın gölgelisine varmalarını, orada kendisini beklemeleri­ ni buyurmuştu. Mahiyetini orada bırakıp Sakl ıkent ' i n tam aksi istikametine doğru at sürdükten ve ulu çınar gözden kay­ bolduktan sonra, oradaki bir tepeyi dolanıp, arkasındaki vadi­ ye inmişler, bu vadiyi de geçerek Saklıkent' e gelmişlerdi . Saklıkent' ten dönüşte d e b u yolu takip ettiler. Deli Yörük bi­ le yapılan oyunun farkına varmamıştı. Kurtoğlu, Cem Sultan ' ı sadık adanılan Deli Yörük'le onun amca oğlu Ali ' ye bıraktı. Vedalaştılar; - Sultanım Allah' a emanet ol. Allah yolunu açık etsin, di­ yen Kurtoğlu, Cem Sultan'la sadık adanılan kayboluncaya ka­ dar onları gözle takip etti. Cem Sultan 'dan, ayrılışının üzerinden aylar geçmesine rağ­ men bir haber yoktu. Hane halkı ve Tülay Hatun bir haber bekliyorlardı. Günler geçtikçe hepsi adeta ümitsizliğe kapıl­ mışlardı. Geçen yıllar Kurtoğlu' ndan neler alıp götürmüştü. Evden di vana gidiyor, orada bulduğu kişilerle sohbet ediyor, eve


158

dönerken de, mutlaka ana ve babasının kabirlerine uğruyor­ du. Bu kısa uğraş bile onun eve yorgun argın dönmesine se­ bep oluyordu. Kendi kendine; "Bire Kurtoğlu bu ne haldir? Ayakların geri geri gidiyor. Sen böyle mi olacaktın ? Taşı sık­ san suyu çıkardı. imdi ayakların gövdeni taşımaz hale gel­ di ", diye de kendisine sitem ediyordu . . . Evinin merdivenlerine geldiğinde her zaman merdiven ba­ şında Tülay Hatun ' u görürdü. Tülay Kurtoğlu ' na bazen am­ ca, bazen baba diye seslenir ve sorardı ; - Bir haber var mı ? - Haber yok. O zaman Tülay Hatun sofadaki sedire oturur, hüzün dolu bakışlarla etrafı seyrederdi. Tülay Hatun' un doğumu yaklaştıkça, "haber var mı ? " di­ ye sormaz olmuştu. Kadere boyun eğmiş durumdaydı. Elden ne gelebilirdi. Belliydi ki hem Kurtoğlu, hem de hane halkı en az kendisi kadar merak içindeydiler. Tül ay Hatun ' un doğumu yaklaştıkça, en az onun kadar, Aynur Hatun' u da, Haçaba Hatun'u da bir helecandır sarmış­ tı. Haçaba yaşı ileri olmasına rağmen gençlere taş çıkaracak kadar hareketli bir kadındı . Her konuda hane halk ı n ı n baş yardımcısı idi . Onların her işine koşuyor, koşuyordu. Nihayet beklenen gün gelip çattı. Tülay Hatun kazasız be­ lasız bir oğlan dünyaya getirdi. Kurtoğlu sofadaki sedirde oturmuş helecanla haber bekli­ yordu. Haçaba, Kurtoğlu ' na bir Tülay Hatun ' un bir oğlan do­ ğurduğu müjdesini verdiğinde, neşe içerisinde yerinden kal­ kıp odasına gitti. Döndüğünde elindeki iki çıkını da Haça­ ba' ya uzatarak. - Haçaba bu dünyaya göz açan balanın babasından, bu da benden diyerek i ki çıkını da ona verdi. Kızımız nası l ? - Allah ' a çok şükür iyi. - Sağal Haçaba sağol. Kurtoğlu Tülay Hatu n ' u kutladı. Evdeşi Aynur' a "Hatun gözümüz aydın, bir torunumuz daha oldu ", diye seslendi . . .


159

- Aynur, ben di vana gidiyorum. B ir ihtiyacın olursa haber salarsın. Kurtoğlu divana vardığında, baba ve anasının üzerine yap­ tırmayı düşündüğü türbeyi yapabilecek bir ustayı nereden bu­ labileceği hakkında arkadaşlanna danıştı. Arkadaşlanyla iyi bir ustanın ancak Isparta'da bulunabileceği fikrinde mutabık kaldılar. Kurtoğlu, Isparta' dan bulduğu ustayla anlaşarak, onu Saklıkent' e getirdi. Türbenin yapılmasını istediği İsa Beğ Ca­ mii haziresi ndeki ana ve babasının kabirlerin i göstererek, " Türbe buraya yapılacak, türbe mezarlarının ayak ucunda da iki kabir yapılacak ", dedi . Usta bir hafta içerisinde adamlannı getirerek işe başladı. Kurtoğlu divanın kapısındaki sedire oturmuş, türbenin ya­ pımında çalışanlarla çeşmeden su almaya gelenleri seyredi­ yordu. Evde işlerini yoluna koyan Aynur da gelip yanına otur­ du; - Ne bu dalgınlık yanına geldiğimin bile farkında değilsin. - Aynur ne düşünüyorum biliyor musun? Rahmetli babamızın, anamızın mezar taşlanndaki Kayı Oymağı ' nın arması­ nı görenler, burada yatanların Kayı Oymağı ' na mensup Os­ manlı olduklarını anlarlar. Evlatlarımız ve torunlarımıza yap­ tırdığımız evlerle nerdeyse oba olduk. Onun için buraya sa­ dece Saklıkent dersek bazı sırlara bir ışık tutmuş oluruz ka­ naatindeyim. - Kurtoğlu neden buraya Osmanlı Han Obası demeyelim. Evladımız ve torunlarımı zla oba haline gelmiş durumdayız. Adına Osmanlı Obası desek olmaz mı ? - Yok Aynur, buranın adına Saklıkent dersek daha uygun olur. Babam, ben ve çocuklarımız Osmanlı şehzadesiyiz. Siz­ ler de hatunlarımız da kızlanmız da ve torunlarımız da sul­ tandırlar. Osmanlı töresi gereği nce "hayatta kalmamız için " şehzade ve sultanlığımızı nasıl bir sır olarak sakladıysak, yi­ ne de saklamak mecburiyetindeyiz. Bu sırrı ebediyen sakla­ yacağımıza göre buraya Saklıkent diyelim, ne dersin? - Kurtoğlu doğru söylersin. Saklıkent dersek olur biter.


160

Kurtoğlu divandan eve dönerken Bayazıd' ın evinin önüne yaklaştığında gelini Gülbahar' ın at üzerinde bulunan kızı Nes­ lihan' ı azarladığını gördü. Kurtoğlu' nun kız torunları arası nda Neslihan' ı n deği şik bir özelliği vardı. Ev işlerinde hamarat olduğu kadar, yay ge­ rip ok atmada, kılıç kullanmada da mahirdi. Hele kılıç oyun­ larında hasmını erkek arkadaşlarından seçer, cirit oyunlarına katı lırdı. Obada cirit savuran tek kız Neslihan'dı. Bu davra­ nıştan obalıların pek hoşuna giderdi . Bazı obalı lar ise onun davranışlarını yadırgarlar, tasvip etmezlerdi . Geli ni Gülbahar Hatun cirit oyunundan dönen kı:p Nesli­ han' ı azarlıyordu. Kurtoğlu yanına yaklaştığını fark etmeyen Gülbahar' a seslendi; - Gülbahar kızım, neden bu kadar sinirlisin? Kayın atasını karşısında gören Gülbahar; - B aba bu kıza ne kadar nasihat ettim, laflarım bir kula­ ğından giriyor, öbür kulağından çıkıyor. Nasihatlerime kulak verdiği yok, o bildiğini okuyor. Bak şimdi de cirit oyunundan geliyor. Cirit oynayanların arasında bundan başka kız yok, ne yapacağı mı şaşırdım. Bu kıza laf anlatamıyorum vesselam, boşuna nefes tüketiyorum. Gelinini sükunetle dinleyen Kurtoğlu, bir taraftan da at üstündeki torunu Neslihan ' ı hayranlıkla seyrediyordu. - Nesli han , güzel kızım ananı n nasihatleri ni dinlemeyip onu neden üzüyorsun? Sana bunu yakıştırmadım. Hele attan iniver, yanı mıza gel, dedi. Şimdi üçü bir aradaydılar. Kurtoğlu söze başladı; - Gülbahar kızım sen Osmanlı Hanedanı ' na mensup oldu­ ğunu ve azarlamakta olduğun kızının da Osmanl ı olduğunu unutmuş gibisin. Ne olduğunu, kim olduğunu hatırlarsan, kızı­ nın yaptıklarını garipsemez, normal bulur, sinirlenmez, taktir edersin. Neslihan ' ın bu hareketleri Türk kızlarına yakışır, böy­ le olmadıkları takdirde hep beraber üzülmemiz gerekir. Öbür kızlarının tavırları da böyle olmalı. Neslihan' ı n bu tavrını Ba­ yazıd' la karşılıklı oturup konuşmadınız mı? Onun fikri ne?


161

Elini Neslihan ' ın omzuna koyarak devam etti ; - Kızım ok atmanı, kılıç kullanmanı, ata binmeni, cirit oy­ namanı sana kim öğretti, daha doğrusu kimden öğrendin? - Dedem bu saydıklarımızı babam öğretti. Ben cirit oyna­ mayı kendi isteğimle yapıyorum. - Öbür kardeşlerin bilmiyorlar mı ? - Onlara da babam öğretti . Kardeşlerim de çok güzel ata biniyor, ok atıyor ve kılıç kullanıyorlar. Fakat ciride hevesle­ ri yok. B ir de kardeşlerim bu işlere benim kadar düşkün de­ ğiller. Sonay benden çok güçlü kıl ıç kullanıyor, ondan çeki­ niyorum. - İsa Beğ Amca' nın kızları da senin gibi ata binip, ok atıp, kılıç kullanabiliyorlar mı? - Evet dedem, İsa Beğ A mca' m öğretmez olur mu? Ayça ve Nur benden iyi ok atıyorlar. Bingül hepimizden iyi kılıç kullanıyor. Halamın kızları daha küçükler, çalışmaya başla­ madılar. Dedem, kesinlikle anamı üzmek istemem, cirit oyu­ nunda davul dövülmeye başlayınca kendime hakim olamıyo­ rum. Anam beni bağışlasın, beni hoş görsün yal varırım. Gülbahar Hatun Neslihan ' ı süzdü: Ellerinden tutarak ken­ dine çek ip, kucakladı. Yanaklarından öperek ; - Ananın davranışları nın tek bir adı vardır; anal ık. Bu ko­ nuda benim başkaca bir düşüncem yok. Yarın sen de ana ol­ duğun zaman beni daha iyi anlayacaksın. Neslihan dedesinin elini öperken, dedesi de torununu ku­ caklayıp öptü, kulağından tutarak; - Hareketlerini kolla, ifrata gitme. Başta anan olmak üzere etrafını üzmemeye di kkat et. B abana da selamımı söyle. Hoş­ ça kalı n .


1 62

TOROS'LAR NERE NİGBOLU NERE? 107 1 Malazgirt Zaferi' nden kısa bir süre sonra, Sultan Al­ parslan' ın komutanlarından Kutalmışoğlu Süleymanşah tara­ fından fethedilen Çukurova Toros' l arının Akdeniz'e bakan yamaçlarına yerleşen, Tarsus bölgesinde kendilerine Varsak denilen Türkmen topluluğu, Kusun, Ulaş, Kuştimür ve El­ vanlu gibi boylara ayrılmıştı . Bu oymaklar arasında Dodurga oymağı da bulunuyordu. Bu konar göçer Türkmen oymakları zamanla yerleşik du­ ruma geçmişlerdi. Bu oymaklara mensup olan bazı aileler öte­ den beri alışa geldikleri konar göçerliğe devam ediyorlardı. Tarsus yöresinde yurt tutan Varsak' larla Konya bozkırına yerleşen Varsak ' lar birbirleriyle i rtibatlı idiler. Ömer Ağa ya­ kınlarıyla birli kte Cin Köyü, Böğrüeğri, Karatavuk, Boztepe ve Tespih Sekisi Varsak' ları konar göçerliğe devam etmekte, Konya Bozkırı' ndaki Varsak'·larla da bu irtibatı sürdürmek­ teydiler. Ömer Ağa' nın Toros'larda son konakladıkları yaylakları Tespih Sekisi' nde güz kendini göstermeye başladığında, ko­ nar göçerleri kışl ığa dönme telaşı sarmıştı . Ömer Ağa oğlu Süleyman'a; - Bak oğul kış erken geleceğe benziyor. Leylekler de gö­ çüp gittiler. Kışlığa dönmeden elimizdeki peynir ve tereyağı­ nın bir kısmını Namrun Yaylası'na götürüp bakkal Bozlak Ziya' ya teslim et, kışlığa dönüşümüz de yükümüz hafiflemiş olur. Süleyman, şafak sökerken peynir ve tereyağı yüklü iki ka­ tırla yola koyuldu. Öğleye doğru Zebil köyünün yol üzerin-


163

deki çeşmesinin başına vardığında testisini dolduran bir genç kızla gözgöze geldiklerinde, Süleyman kızın güzelliği karşı­ sında çarpılır gibi oldu. Genç kızın çeşmenin başından ayrılmayarak eli n i yüzünü yıkayan Süleyman' ı süzmesi ve tekrar göz göze gelmeleriyle genç kız elindeki testiyi yere düşürdü. Testi kırılmıştı. Kız hala çeşmeni n başından ayrılmıyor, Süleyman ' ı seyrediyor­ du. Kız da büyülenmiş gibiydi. Süleyman dayanamadı . - Güzel adın ne? - Gülden, ya seninkisi ? - Süleyman. Süleyman kendini toparlayarak; - Güzel, sen adından da güzelsin. Kızın yüzü al al olmuş, garip bir heyecanla başını öne eğe­ rek Süleyman' a bakamaz olmuştu. - Gülden testim kırıldı diye üzülme, yarın öğle üzeri bura­ da olacağımı tahmin ediyorum, sana bir testi getiri m. Kız gülerek, kırıtarak çeşmenin arkasına dolanırken, Al­ lah' a ısmarladık diyerek gözden kayboldu. Süleyman götürdüğü peynir ve tereyağını Bozlak Ziya' ya tesli m etti . O gece Ziya Ağa'da kald ı . Gülden ' i düşünmek, hayal etmekten uyuyamad ı . Sabah çarşıyı dolanarak Gül­ den' e vaatettiği testiyi aldı. Bir çerçide gördüğü görkemli to­ kalı iki kemer aldı. Bunlardan biri Gülden 'e, di ğeri ise kendi kız kardeşine idi. Süleyman ' ın aklı fikri bir an evvel yola çıkmaktı. Ziya Amca'nın dükkanına geldi. Ziya Ağa, - Süleyman, otur şuraya, seninle konuşacaklarım var. Ön­ ce babana selamımı söyle. Baban ne yapıp yapıp kışlağa göç­ meden önce bana yine peynir tereyağı göndersin. Malum önü­ müz kış, tedarikli olmamız lazım. İhmal etmesin. Bozlak Ziya'yla vedalaşan Süleyman yola koyuldu. Öğle­ ye doğru Zebi l obasına yaklaşmıştı. Çeşme başı nda ki mse­ cikler yoktu. İki katırı çeşmeni n yanı ndaki ağaca bağlayıp


1 64

çeşme tarafına döndüğünde, Gülden' i çeşmenin önünde gö­ rünce az daha kalbi duracaktı . Gülden ' e doğru yöneldiğinde adeta ayakları birbirine dolaşıyordu. Gülden de Süleyman ' a doğru geliyordu. İki aşk vurgunu karşılıklı olarak durarak bir­ birlerini süzüyorlardı. - Süleyman öğleye doğru çeşmenin başı nda bir müddet bekledim, gelmedin. Umutsuzca eve döndüm. Biraz önce çeş­ meden dönen iki kız çocuğu, çeşme başına iki katırlı birinin geldiğini söyleyince senin olduğunu tahmin ederek büyük bir sevinçle koşarak buraya geldim. Hoş geldin. S üleyman getirdiği testi yle, hediyesini Gülden ' e uzattı­ ğında, Gülden az kalsın Süleyman ' a sarılacaktı. - Gülden iki gün sonra öğle üzeri buradayım Allah ' a ema­ net ol , görüşürüz. Süleyman vedalaşıp yola koyuldu. Köy yolunun döneme­ cinde arkaya dönüp b<,tktığında, Gülden ' in de kendisine bak­ tığını görünce ona el salladı. Gülden de ona belindeki kemeri gösterip, testiyi havaya kaldırarak el salladı. Süleyman evine ulaştığında akşam ol mak üzereydi. Anası merdiven başında gözüktü. - Hoş geldin oğul, nasıl geçti yolculuğun. Baban daha er­ ken geleceğini tahmin ed iyordu. Gec ik ince merak etti . Pek keyfi de yoktu, erken yattı . Aç mısın? B ir şeyler hazırlaya­ yım mı? - Ana pek yiyesim yok. Hayvanların yemlerini vereyim, konuşuruz, bacım yattı mı? - Herhalde yatmıştır. Yatmamış olsaydı o da burada olur­ du. - Ana çok yorgunum, sabah konuşuruz. Aklı Gülden' le dolu olan Süleyman bir türlü uyuyamıyor­ du. Ni hayet yorgun düşüp uykuya dalmıştı ki yanına gelen babasının sesiyle uyandı. - Oğul bu ne uykusu, rahatsız falan değilsindir? - Baba yol yorgunluğundan olsa gerek bir müddet baş ağrısından uyuyamadım. Onun için uyanmakta geç kaldım. Zi-


165

ya Ağa' nın selamı var, senden bir parti daha peynir, tereyağı istiyor. Önümüz kış, Ömer Ağa bizi unutmasın peynirsiz ve yağsız bırakmasın, dedi. - S ü leyman önceki gün seni yolcu ettikten sonra Topal Mahmut " Keşke bizim peyniri, yağı da, Süleyman 'la gönde­ rebilseydik. İyi olacaktı " diye bana dert yandı. Biraz dinlen de ilk gidişinde Mahmut'un da peynirini, yağını götürürsün. Hayırlı iş işlemiş, sevap kazanmış olursun. Adamın malını götürecek kimi ki msesi yok. - Bugün yarın dinleneyim de Mahmut Ağa' nın malını da götürüp Ziya Emmi ' ye teslim ederim. * * *

S üleyman günlük giysilerini giyip çadırdan çıktığında kız kardeşi Aysun onu boynuna sarılıverdi. Süleyman da kendi­ sine getirdiği hediyeyi Aysun'a verdi. Aysun da sevinçle ağa­ beyinin boynuna bir daha sarılarak ona teşekkür etti. - Bacım güle güle kullan. Allah sağlık verirse sana daha güzel şeyler alırı m. Aysun sevincinden uçuyordu. Ağabeyinin elini yüzünü yı­ kamasına yardımcı oldu. Süleyman bacısının neşesini seyre­ derken, gözünün önüne Gülden geliyordu. Süleyman komşuları Mahmut Ağa' ya uğradı . Onu evinin avl usunda, oturduğu yerde odun kırarken bulmuştu. Selam verdi. - Mah mut Emmi , sizin peynirinizi, yağınızı yarın değil bugün götüreceğim. - Sağ ol yeğenim ne kadar sevindirdin bilemezsin, Allah her türlü muradını versin. Ertesi sabah Mahmut Emmi ' n in peyniri, yağı, komşuların yardımıyla katırlara yüklendi. Süleyman atına atlayarak yola koyuldu. Öğleye doğru Zebi l köyünün çeşmesine yanaştı . Gülden ' e aldığı testi çeşmenin yanındaki seti n üstü ndeydi . Koyunları nı aşağı yüzdeki otluğa bırakan Gülden adeta ko­ şarcasına Süleyman ' ı n yanına geldi.


1 66

- Süleyman hoş geldin. B iliyor musun, ben babamı üç yıl önce bir kaza sonucu kaybettim ... Sen peh l ivan S üley­ man ' sın. B abam da pehlivandı. Adı Hüseyin'di. Ama her­ kes onu Hafız Pehlivan olarak bilir, tanırdı. Ben seni üç y ıl önce Namrun Yaylası ' nın Kale Köyü' nde yapı lan b i r düğün dolayısıyla düzenlenen güreşte tanıdım. Rahmetl i babam nerede güreş yapıfacaksa oraya koşardı. Babamla Kale Kö­ yü' ndeydik. Rahmetliyle birlikte halamı ziyaret edecektik. Sonrasında da köyde yapılacak güreşleri seyredecektik. Dü­ ğünün sonuna doğru, köy halkıyla birlikte güreşlerin yapıla­ cağı meydana gidi lecekken babama beni de götürmesi için çok yal vardım. B abam beni de yanına aldı. Güreş meydanı­ na vardık. Güreş meydanındaki çığırtkan, iki isim okuyarak onları meydana davet etti . Bunlardan biri o gün sırayla üç kişiyi yendi . B abamla beraber güreşleri seyreden bir adamın yanına gitti k. B abam; - Ömer Ağa tebrik ederim, oğlanı iyi yetiştirmişsin, Allah nazardan esirgesin, dedi. Sen de yanımıza gelmiştin. Babanın ve babamın elini öp­ tün. İkisi de sana sarı lıp tebrik ettiler. İşte ben seni orada ta­ nıdım. Ama sen beni yeni tanıdın. O gün beni babamın ya­ nında görmüştün, ama hatırlamazsın. - Gülden, sen beni güreşirken tanımışsın. Ben seni çeşme­ nin başında gördüm. O günden bu yana ne haldeyim. Bunu sana anlatmam mümkün değildir. Yarın öğleden sonra veya öğle üzeri buradayım, görüşürüz. Seni Allah ' a ısmarladım, diyerek veda etti. Süleyman için ayrı lmak çok zor oldu. Zira Gülden, hediye ettiği kemerin tokasını okşayarak mutluluğunu sergiliyordu. Bir gün sonra öğle üzeri çeşmenin yanına geldiğinde ki mse­ cikler yoktu. Gülden neredeyse gelir ümidiyle etrafı na bakı­ nırken, çınarın arkasına saklanan Gülden meydana çıkıverdi. Süleyman sevinçten ne yapacağını şaşırmıştı. Süleyman Gül­ den' e sarı lıp, öpmek arzusunu zor önledi.


167

- Gülden, anama durumu açtım. Düşüneyim dedi, ama ka­ bul eder bir hali vard ı . İyi haber alır almaz, seni istemeye gönderir veya getiririm. Gülden ' le vedalaşan Süleyman gün batmak üzereydi ki evlerinin önüne geldi. Vakit kaybetmeden Topal Mahmut Emmi ' ni n evine yöneldi. Yağ ve peynir parası n ı Mahmut Emmi ' ye teslim etti . Mahmut Emmi teslim edilenden Süley­ man' a bir şey vermeye davrandı . - Mahmut Emmi beni gücendirme, güle güle harca. Israr edersen hem aramız açılır, hem de bundan böyle herhangi bir işinin ucundan tutmam. Kaldı ki bunu kabul edecek olursam ne babamın, ne de senin yüzüne nasıl bakabilirim? Süleyman eve geldiğinde, babası onu yanına çağırdı. - B ak oğul, aslanım, senin gönül meseleni ananla etraflıca konuştuk. Senin o işin olacak gibi deği l. Düşün bir kere, on­ lar da bizden olmalarına rağmen, yıllar önce konar göçerliği terk edip yerleşik hayata geçtiler. Rahmetli Hafız pehlivanın kızı bize ayak uyduramaz. Kı zcağız bizi m aramızda heder ol ur. Kızın zorlandığı nı görür, sen de üzülürsün. Hem kız çok küçükmüş, on beş yaşındaymış. Daha çocuk sayılır. Sen bu işi kafandan çıkar oğul, ol mayacak duaya amin denmez. Süleyman ne kadar dil döktüyse de babasını bir türlü ikna edemedi . B ir ümidi anasının babasını ikna etmesindeydi. Bel­ ki anası onu yumuşatabilirdi. İyi de ya anası da bu işi başara­ mazsa ne yapacaktı? Gülden' e kavuşabilmek için aklından bir sürü çözümler geçiriyordu. Fakat bu çözümlerden en ko­ layının uygulan ması bile babasını, anasını gücendirebi lirdi. Onun için aklına gelen çözümleri değil uygulamayı, düşün­ meyi bile istemiyordu. Anasını, babasını, bacısını kırmak, onları kaybetmek endişesi beynini allak bullak ediyordu. Bu­ na rağmen ne yardan ne de serden geçebiliyordu. Bir karar­ sızlık içerisinde bocalayıp duruyordu. B abası devam etti ; - Hatun, Süleyman, Aysun; bir iki gün içerisinde kışlağa göçeriz, ona göre derlenip toparlanın . Havalar seri nlemeye


1 68

başladı. Kış aniden bastıracağa benziyor. Sonra göçümüz zor­ laşır. B azı ihtiyaçlar kar kuyusunda kalabilir. Süleyman, hay­ vanları mızı birli kte bir gözden geçirel im. Bir noksanları var­ sa icabına bakalım. İşler yolunda giderse, seninle hayvanları yükleriz. Sen keçileri önüne katıp yola çıkarsın, biz de seni takip ederiz. Süleyman gün ışırken keçileri önüne katarak yola koyul­ du. Güneş bir mızrak boyu yükselmişti ki oba halkı yola çık­ tılar. Babasının gönlünü bir türlü yapamayan Süleyman çok üz­ gündü. Bu karmaşık iş için kendine göre bir çözüm tasarla­ mıştı. Kışlakları olan Cin Köyü' ne gelişlerinin üzerinden bir haf­ ta geçmemişti ki, babası Süleyman' ı kışlık ihtiyaçların temini için Tarsus' a gönderdi. Tarsus dönüşü babası ; - Oğul dedikleri m i alabildin mi ? - Tamamını tedarik ettim baba. - Baka oğul, yalnız ben sana bir siparişi söylemeyi unuttum. Arı kovanlarını sağdığımızda eli mizde bulunan kazanlar yetişir mi, bilemiyorum? Eğer e l i mi zdekiler kafi gel mezse sana yine yol gözükecek. Bu sene bal bereketli olacağa ben­ ziyor, zira arıların girip çıktıkları yerden bal sızmaya başla­ mış. Sanırım bir iki kazan almamız gerekecektir. Ağa' nın hatunu lafa kariştı; - Ağam merak etme, iki yağ kazanı boş kaldı. İ nşallah ba­ lımız fazla olursa yağ kazanlarını da kullanabiliriz. - Yağı mız geldiği zaman nereye koyacaksın? Tertipte ku­ sur etmemek lazım. - Ağam Lelaşlanma hele bir kovanları sağalı m da ne yapa­ cağımıza o zaman karar veririz. Süleyman anası n ı , babasını dinlerken onun kafası başka yerlerdeydi . İçinde onlara son ol arak bakıyormuş gibi bir his vardı. Aklı ndan neler geçmiyordu ki . . . Eğer obayı terk edip gitmeye kalkarsa bunların hali ne olurdu. Kendisinden bir ha­ ber alamayınca ne hal lere gelirlerdi. Bu durumları düşündük-


1 69

çe çıldıracak gibi oluyordu. Acaba verdiği karardan vazgeç­ melimiydi? Ama ne olursa olsun her şeyi göze almıştı. Kara­ rından dönemezdi. Alın yazım nasıl yazılmıştır, bilemiyorum? Bu yazı benim için neyse anam, babam ve bacım için de ay­ nıdır. Bu kader hepimizin sayılır, diye düşünüyordu. Bir türlü aklından çıkaramadığı Gülden de kaderine ve alın yazısına ortak olacaktı. Bunun dışında ellerinden bir şey gelmezdi. Akşam yemeğini yerken, Süleyman canı gibi sevdiklerini uzun bir zaman göremeyeceğini düşünerek, onları adeta sey­ re dalmıştı. Bu işin sonunda, gelip de görmemek de vardı, gi­ dip de gelmemek de vardı. Süleyman' ın sofrada hiç laf etme­ mesine alışık olmayan anası. - Süleyman, hiç sesin sedan çıkmıyor, dilini yutmuş gibi­ sin, oğul neyin var? - Bir şeyim yok ana. Sadece biraz başım ağrıyor, o kadar. Ben erken yatacağım. Allah kısmet ederse yarın ava gitmek istiyorum. Sofradan kalkıp odasına çekildi. Kendine gereken eşyaları toparlayıp ahıra indi. Aldıklarını heybesine yerleştirdi. Yuka­ rı çıkıp yatağına uzandı. Başının içi karman çormandı. Bir tür­ lü uyuyamıyordu. Sabahın müjdecisi horozların sesleriyle ya­ tağından fırladı. Üstünü aceleyle giyinip aşağı indi. Atıyla ahırdan çıktığında, merdiven başında anasını gördü. Az kalsın boş bulunup anasına "Hakkını helal et " diye­ cekti. Kendisini toparlayarak "Allah 'a ısmarladık, babama bacıma selamımı söyle. Bana dua ediniz ", diyebildi.

Akşam üzeri Tespih Sekisi'ne gelmişti. Geceyi orada ge­ çirdi. Bütün gece Cin Köyü' nde bıraktığı anasını, babasını ve bacısını düşündü. Diğer taraftan da gün doğunca bulmayı, görmeyi tasarladığı Gülden' e ne diyeceğini tasarlıyordu. Gül­ den bu ayrılık kararını nasıl karşılayacaktı? Doluya koyuyor almıyor, boşa koyuyor dolmuyordu. Velhasıl sabahı sabah et­ ti. Bitap düşmüştü. Yol boyunca birkaç defa mola vermek zorunda kaldı.


170

Zebi l Köy ü ' nü n çeşmesi n e yak l aş ırken, çeşme başında sohbet edenler arasında birinin kendisine doğru geldiğini gö­ rünce atı ndan i ndi. Geleni n Gülden olduğunu görünce se­ vindi . - Yol gözlemek ne zormuş, bunu tarif etmek mümkün de­ ğil. Günler yıl gibi uzadıkça uzadı. Beni istemeye geleceksi­ niz diye gözlerim yollarda kaldı. Ara ara umutsuzluğa düş­ medim desem yalan olur. Bu sabah buraları bir görseydin şa­ şıra yazardın. Etraf sisten hiç gözükmüyordu. Öğleye doğru dağıldı. Dere yatağı nda bak küme k üme sis var. Çeşmeni n önünde kız arkadaşlarımla sohbet ederken, bana takılmaktan geri kalmadılar. Hele Hatice senin gelmenin gecikmesi üzeri­ ne; "Gülden, bu yiğit seni aldatmış olmasın ? Eğer aldatma­ mış olsaydı buraya çoktan gelmiş olurdu. Kızım sen başının çaresine bak " diye benimle latife ediyordu. Ben de onlara, ya­ nılıyorsunuz, Benim bildiğim Süleyman beni aldatmaz. Mut­ laka gelecektir, göreceksiniz, diyordum. Arkadaşlardan biri , " Gülden bak bir atlı geliyor, bu senin Süleyman olmasın ? " dediğinde dönüp baktım. Senin geldiğini görünce ne kadar sevindiğimi bilemezsin. El ele tutuşarak sis kümelerini n içindeki dere yatağına doğru yürüdüler. Yarın ucuna vardıklarında aşağı tarafı sey­ rederken bir yer bulup yan yana oturdular. Aşağıdaki manza­ rası görülmeye seza idi. Gülden bir şeyler anlatırken, Süleyman' ın etrafa baktığı yoktu. O Gülden' i seyrediyordu. Söze nereden başlayacağını da bilemiyordu. Elini birden koynuna daldırdı, koynundan çı­ kardığı yarım altın ı Gülden ' in boynuna, küpeleri kulaklarına taktı. Eski küpelerini de onun avuna sıkıştırdı. Heybesindeki hediye paketini de ona verdi. - Gülden babamı ikna edemedik. Bu seninle son görüş­ memiz. Ben uzun bir yolculuğa çıkıyorum. Yol cu l uğum ne kadar sürer bilmiyorum. Hayatımda seni sevdiğim kadar h iç­ bir ki mseyi sevmedim. Gülden eliyle Süleyman ' ın ağzını kapatarak onu susturdu;


171

- Ben de seni sevdim, bundan sonra başka birisini de se­ vebileceğimi zannetmiyorum. - Gülden sözümü kesme de beni dinle. Senden bir ricam var. Ben dönünceye kadar ki mseye gitmeyeceğine ve beni bekleyeceğine söz ver. Ölmez sağ kal ırsam gelip seni anan­ dan isteyip alacağım. Benim nereye, ne için gideceğimi sor­ ma. Ben de nereye gideceğimi bi lmiyorum. Dönüşüm ne za­ man olur onu da bilemiyorum. Şuna emin olmalısın ki nereye gidersem gideyim sen hep benimle birlikte olacaksın. - Süleyman söyleyeceklerin bitti mi? diye sordu. B u defa Süleyman Gülden ' in ağzını kapatacak oldu. Gül­ den bir adım geri çekilerek; - B en seni dinledim, şimdi de sen beni dinle. B u gidişin benim yüzümdense bırak, şu uçurumdan kendimi aşağı ata­ yım. Yeter ki sen gitmekten vazgeç. Babamı kaybettiğim za­ man çocuktum. O günden sonra boynum hep bükük kaldı . Obanın çocukları, arkadaşlarım babalarına seslenirken benim içim burkulurdu. Ben baba diyemiyordum. Babam bir daha dönmemek üzere gitmişti. O günden beri boynum hep bükük­ tür. Seninle çeşmenin başında göz göze geldiğimiz gün nefe­ simin kesildiğini hissetmiştim. B ana bakışın mutluluğumun penceresini açtı. O anki duygularımı sana anlatmam mümkün değildir. O günden sonra her gün, şu mutluluğu bana çok görme rabbim diye yüce Allah' ı ma yalvardım. A l lah seni inandırsın, yıllardır bükülü boynum adeta düzelir gibi olmuş­ tu. Bu sözlerimin manasını sen anlayamazsın. Seni sevdim, senin beni sevmenle ben yeniden dünyaya gelmiş gibi oldum. Sen artık benim her şeyimsin. Bana "Artık seni sevmiyorum" de, verdiğin hediyeleri de al götür. Yeter ki anan ı , babanı , bacını, beni terk etme, gitme. Sana yalvarırım. B en her şeye hatta eski kaderimi yaşamaya bile razıyım. Gülden bu sözleri söylerken gözyaşları sanki sel olmuş­ tu . . . - Tekrar yalvarıyorum, benim zaten dünyam karardı. Bari ananın, babanın, bacının dünyalarını karartma.


172

Süleyman Gü lden ' in bu konuşmaları sonunda gitmekten vazgeçmek üzereydi ki kendini toparlayarak. - Gü lden kaderin önüne geçmek mümkün deği ldir. Ok yaydan çıkmaya görsün, tutmak da durdurmak da geri dön­ dürmek de mümkün değildir. B en seni kal b i mde götürüyo­ rum, ağlamayı bırak. Beni de ağlatma. Beni aklından çıkart­ ma, bu bana yeter. Mahzun bir şekilde çeşme başına doğru yürürken karşıla­ rına gelen komşu kızı Filiz; - Gülden Abla, anan seni çağırıyor. Ama neden çağırdığı­ nı bilmiyorum. Süleyman, Gülden ' e Allah ' a ısmarladık diyerek atına atla­ dı ve ilave etti ; " En kısa zamanda sana döneceğim, yeter ki beni unutma Gülden. Bizimkilerden biri sana gelip beni so­ rarsa sakm geldiğimi söyleme. "

Süleyman sapa yola geldiğinde, atının dizginlerini kastı. Arkaya dönüp baktı . Gülden' e el sallarken, Gülden de çeş­ menin başından ona el sallıyordu. Tespih Sekisi ' ne evlerinin önüne geldiği nde atı nı ah ıra çekip, yukarı çıkarken kucağında bir demet odun götürmeyi de i h mal etmedi. Ocağı tutuşturdu ve sedire uzand ı. Gül­ den' in hayali gözünün önünden gitmiyordu. Konuştuklarını hatırladıkça şaşkına dönüyordu. Bu kız bu kadar sözü nere­ den buldu, söyledi diye düşünüyordu. Demek ki kız vaktin­ den önce kemale ermişti . Onun "Gitme Süleyman gitme, beni bırakma " sözleri kulaklarında çınlıyordu. Gün doğmak üzereydi. Yol hazırlıkları tamamladıktan son­ ra atına atladı. B ismillah diyerek yola koyuldu. Fazla uzak­ laşmadan geriye dönüp obasını ve etrafı son kez seyretti. Yıl­ larının geçtiği o yerlere biraz da hüzünlenerek baktı . Gül­ den ' in, anasının, babasının, kardeşi Aysun' un hayalleri göz­ lerine canlanıyordu. Onları n hal leri ni düşün mekten , nereye gittiğini bile bilmiyordu. Zaman, zaman sonu nereye varaca­ ğı belli olmayan bu yolculuktan geri dönmeyi aklından geçir­ miyor değildi . Sonrasında da kendine telkinlerde bulunarak


1 7.\

"Süleyman, kaderinin çizdiği yola koyuldun. Bu yoldan dön ­ mek yiğit kişiye yakışmaz. B u dönüş her şeyden önce kendi­

diyordu. Nice sarp ve tehlikeli yerlerden geçtiğinin farkında bile değildi. Aklı fikri arkada bıraktıklarındaydı . Buralar nereler­ di. Hiç bilmediği görmediği bu yerlerin bir an evvel bi tmesi­ nin kendine saygısızlığı olur",

n i istiyordu ki b ir at kişnemesiyle irkildi . A t ı d a birden bire durmuştu. Etrafa bakındı. Hiçbir şey göremedi. Önündeki te­ peyi aşmak üzereydi ki biraz i lerideki ağacı n altında eğerl i bir atın durmakta olduğunu gördü. Atın önünde de yere çö­ melmiş genç bir adam vardı. Haylayıp adamın yanına vardı, selam verdi. Genç de ayağa kalkmıştı . Su içmek için pınara yanaştığında genç adam elini yüzünü kuruluyordu. - Arkadaş, nereden geliyor, ne tarafa gidiyorsun? - Toros ' !arın aşağı tarafından geliyorum. Konya bozkırında yerleşik Varsak' ları bulmak için yola çıktım. Nasıl, nere­ de bulacağınu bilemiyorum. Akranı delikanlı; - Ben de Varsak sayılırım. Hamitoğulları beldesinden geli­ yorum. Bir gönül işim vardı, ailem anlayış göstermedi. Ne ka­ dar dil döktümse başarılı olamadım, ben de bu yüzden obamı terk ettim. Bütün ümidim nenemde. Kendisi Varsak'l ar arasın­ da, oba beğleıinden Gürsel Beğ' in kızıdır, benim ananun ana­ sıdır. Varsak' Iar onu da sayarlar, sözünü dinlerler. Umudum ondadır. O da halledemez, gönül yarama bir em olamazsa, so­ nu nereye varır, bilemiyorum. - Arkadaş, aynı kaderi yaşıyoruz. Ben de babamın rızasını alamadım. Ne yapmam gerektiğini günlerce düşündüm, gün­ düzüm geceme karıştı. En sonunda obamı terke karar verdim. İşte onun için yollara düştüm. Babam, şu dağların arkasında bizim Varsak' lar var der dururdu. Bozkır Varsak ' larından Ka­ ramanl ı ' !arla ters düştüğü için çoluk çocuğunu alarak bizim obaya yerleşen Tayfun Ağa'dan çok şey dinlemiştim. Tayfun Ağa, kardeşi Çubukçu Hüseyin Ağa'nın bozkır Varsak ' larıyla


174

birlikte olduğunu söylemişti. Ben Çubukçu Hüsey in Ağa'ya varmak istiyorum. - Bu sırtında yol aldığımız dağ Toros' ların bir parçası olan Haydar Dağı ' dı r. Bu üstünde bulunduğumuz keçi yolu bizi doğrudan doğruya Varsak' ların obasına ulaştırır. - Arkadaş bu kadar laf ettik, sen adını söylemedin. Kusura bakma, başım gövdemin üzerinde değil k i . .. Daldık gitti. Be­ nim adı m Balkar' dır. Adının Balkar olduğunu söyleyen kişi devam etti : " Tepesi karlı olan şu dağ Karakuş Dağı. Sağ tarafta yükselen de Ge­ yik Dağı 'dır. İkisinin arasındaki çadırları gördün mü? İşte orası da bozkır Varsak 'larının abasıdır. " S üleyman Varsak obas ı n ı görünce dünyalar onun oldu . Sanki sırtından bir yük kalkmış gibi hafifledi. Bütün yorgun­ luğundan kurtul muş gibiydi. Balkar' la bir kara çadırın önüne vardıklarında çadırın önünde duran yaşlı kadın; - Hoş geldin Balkar, nineni görmeye mi geldin? Ninen az önce buradaydı . Seni görünce ne kadar sevinecek. Senden söz edip durdu. Belki kulakların çınlamıştır. Arkadaşın kim­ lerden ? - Arkadaşım sizden, Varsak. Toros' ların arkasından geli­ yor. Çubukçu Hüseyi n Ağa'yı görecekmiş. - Aha şu ilerideki büyük çadır. Hüseyin Ağa da çadırının önünde, bir şeyler yapıyor. Süleyman çadırın önüne vardığında, Hüseyin Ağa ipi ko­ pan tespihinin tanelerini yeni bir ipe dizmeye çalışıyordu. Se­ lam veren Süleyman' ın selamını aldıktan sonra: - Hoş geldin delikanlı, kimi sordun? - Çubukçu Hüseyin Ağa siz misiniz? - Evet, benim. - Şu dağların arka tarafından gel iyorum. Kardeşiniz Tayfun Ağa' dan selam getirdim. - Atını delikanlıya ver. - A l i , misafiri mizin atını bizim atların yanı na çek, gerekenleri yap.


175

Hüseyin Ağa ile Süleyman çadıra girdiler, ağanın odasın­ daki minderlere iliştiler. - Tekrar hoş geldin . Nas ı l geçti yolculuğun? B i rader ve çocukl ar; sizinkiler nasıl l ar? Seni bu yollara düşüren sebep ne? Ne tarafa gitmek niyetindesin? - Buralarda kalıcı değilim. Gidebildiğim yere gideceğim. Bu yolculuğum nerede biter, bilemiyorum. - Anlat bakalım. Süleyman olan bitenleri Hüseyin Ağa ' ya bir solukta anla­ tıverdi. Süleyman Ağa dedi ki; - Seni dinledim. Haklı olduğun yer var. Fakat haklı olma­ dığın yer de var. Verdiğin karardan inşallah nadim olmazsın. Kafanı topla, yaptığın bu tavrı bir gözden geçir. Sana kesin olarak obana dön demiyorum. Birkaç gün kafanı dinle, ona göre karar ver. Ağa ardından kızı na seslendi; - Döndü kızım, sofra hazır mı? - Süleyman evladım, sofraya buyur, her şeyden önce karnımızı doyuralı m. Bak yeğenim, yorgunsundur. Döndü kızım sana yatacağın yeri göstersin. Sabah ola hayır ola, sohbetimi­ ze devam ederiz. Süleyman yorgunluktan hemen uyudu. Sabah Döndü Ba­ cı' nın seslenmesiyle uyanıp toparlanarak, Hüseyin Ağa' nın yanına vardığında; Söyle bakayım, rahat yatabildin mi? - Yattım ağam. - Obayı şöyle bir dolaşalım. Obada yerleşik duruma geçenler olduğu gibi, Hüseyin Ağa gibi çadır hayatından vazgeçmeyenler de vardı. - B ak yeğenim, iki gün sonra Boynueğri Osman ' ı n oğlu Eroğul evlenecek. Düğünde bulunmanı isteri m. Gitmek için acele etmesen iyi olur. Düğünün son günü güreş yapılacak. Ci var obalardan güreşecek olanlar buraya doluşurlar, bizler de seyrederi z.


176

Hüseyin Ağa karşılaştıklarında selam verdiği gibi şakamsı takılmalardan da geri kal mıyordu. B ir çadıra yaklaştıkların­ da, çadırın önüne çıkan orta yaşlı bir kadına; - D udu Bacı, nasılsınız, iyi misiniz? Hazırlığınızı tamam­ _ ladınız mı? İstediğiniz bir şey var mı ? Osman nerede, ne ya­ pıyor? - Buyur ağam. Osman erkenden çıkıp gitmiş. Ne için gitti­ ğini bilmiyorum. - Haydi kolay gelsin. Misafirime obayı gezdiriyorum. Gü­ reş alanına kadar uzanacağız. Osman' a selam söyle, bana bir uğrası n , kendisine bazı diyeceklerim var. Çadırdan uzaklaşırken: - Dudu Bacı oğlunu evlendirecek. Yakı nımdır. Al lah yar­ dımcıları olsun, dedi. Sözlerini şöyle sürdürdü; - Süleyman şu ileride gördüğün çukura Kurbağa Çukuru, şu düzlüğe de Tekeboynu deriz. İ leride görülen ağaçlıklı yere de Er Meydanı denir. Güreş orada yapılır. Güreş alanına geldiklerinde bir tümseğin üzerine iliştiler. - Sü leyman, sen daha önceleri güreş tuttun mu? Eğer tut­ madıysan hiç heveslenme. Karaman 'dan, ci var obalardan da güreşç i ler gelecek . Benim bütün arzum şu burnu Kaf Da­ ğı' ndaki Karamanlı'yı yenecek birisi çıksın. Tabii bütün di­ leğim o yiğidin bizim Varsak ' tan çıkması. Düğünün son gününde iki gün önce dolaştıkları güreş meydan ına vardıklarında meydan ana baba günüydü. Mey­ dana doluşan seyirciler yerlerine al mış, güreşlerin başlaması­ nı bekliyorlardı. - Süleyman bak. Şu ayrık yerde duran güreşçi meşhur Ka­ ramanlı güreşçidir. S üleyman da ü stü ndek i leri çıkararak meydana y ürüdü . İçinden, i n şallah Karamanl ı i l e eşleşiriz diye dua ediyordu. Hakemler yerlerini aldılar. Davulcular meydanı i nletip, peh­ li vanları da seyircileri de coşturmaya başladı lar. Süleyman' ın duası tutmuş, Karamanlı ' yla eşleşmişti. Karamanlı Sü leyman' ı süzerken çok mağrur duruyordu. Karşılıklı el sıkıştılar. İlk el


177

enseyi Karamanlı çekti. Süleyman en ufak bir sarsıntı göster­ medi. O da Karamanlı' ya bir el ense çekti. Karamanlı karşı­ sındakine cepte keklik nazarıyla bakıyordu. Onun kendisine bir şey yapamayacağı fikrindeydi. Süleyman' ın el ensesinin karşısında yere kapaklanır gibi bükülürken, Süleyman' ın onu belinden kavrayıp havaya kaldırması bir olmuştu. Süley­ man' ın bir eli Karamanlı' nın belinde, bir eli de paçasında çır­ pınmasına bile meydan vermeden onu başının üzerine yere indirdi. O anda da göğsüne bastırarak Karamanlı' nın sırtını yere yapıştırdı. Seyircilerin gözleri bu güreşteydi. Gerek se­ yirciler ve gerekse neye uğradığını anlayamayan Karamanlı şaşkınlık içerisindeydiler. Karamanlı kadar seyirciler de bu güreşi Karamanlı' nın kazanacağına inanıyorlardı. Süleyman sırtını yere getirdiği Karamanlı'yı yerden kaldırmak için elini uzattığında, Karamanlı kendine uzanan eli iterek yerden zor­ lukla kalkabildi. Süleyman' a kinle bakarak; - Sen kimsin, nereden geldin, oban neresi? - Ben Varsak Süleyman' ım. Toros'ların ardından akrabalarımı görmeye geldim. - Bu güreşin tekrarlanması lazım. - Neden, güreşte böyle bir kaide var mı? Yenilmeyi hazmedemeyen güreşçinin güreşin tekrarlanmasını istemeye hak­ kı olduğunu bilmiyordum. Hazırlanır bir başka güreşe gelir­ sin, inşallah yine eşleşiriz. - Hayır, hayır bu güreşin tekrarlanması lazım. - Bu güreş senin arzun ve teklifin üzerine tekrarlanmaz. Süleyman hakemin getirdiği ödülü alarak Hüseyin Ağa' ya doğru yürürken, o da ona doğru geliyordu. Hüseyin Ağa Sü­ leyman' ı boynuna sarılarak kutladı. O sırada Karamanlı hala; - Meydandan kaçılmaz delikanlı, diye bağırıyordu. Her zaman galip gelen, hiç sırtı yere gelmemiş Karaman­ lı' nın yenilmesi, hem de bir Varsak'a yenilmesi, Varsak oba­ sında çifte düğün havası yaratmıştı. Varsak' lılar çok mutlu olmuşlardı. Kendi güreşçilerini seyre gelen Karamanlı' lar için durum öyle değildi. Onlar bunu hazmedemiyorlardı. Güreşçi-


178

!erini teselli için bile yanına gidemiyorlardı. Şaşkın durum­ daydılar. Varsak obası ise düğünü unutmuş, Süleyman' ın Karaman­ lı'yı yenmesinin bayramını yapıyorlardı. B ugün Varsak oba­ sında çifte bayram vardı. Hüseyin Ağa' yla çadıra döndüklerinde: - Süleyman, ne zaman yola çıkacağını bilmiyorum. Biraz dinlen. Yola koyulduğunda ilk hedefin Afyon olsun. İlk mo­ layı orada ver. Oradan Kütahya' ya varırsın. Oralar görülme­ ye değer, çok güzel yerlerdir. Hele hele ilk payitahtımız Bur­ sa' ya ulaştığında ne kadar kalırsın, bilmem. Oradan yeni pa­ yitahtımıza geçersin. Ben gençl iğimde Afyon, Kütahya ve Bursa'yı gördüm. İstanbul'u görmek nasip olmadı . Süleyman bir gün dinlendikten sonra H üsey in Ağa' yla vedalaşarak yola koyuldu. - Dediklerimi unutma, Allah yolunu açık etsin. Süleyman' ın obadan ayrılmasının üzerinden günler, hafta­ lar, ay lar hatta yıllar geçmişti. Maceralı binbir yolculuktan sonra Süleyman kendisini Niğbolu Kalesi' nde buldu. Kader ona duru durağı olmayan bir yol çizmişti . Süley­ man beş yıldır buradaydı. Doğup büyüdüğü yerler, anası, ba­ bası, kız kardeşi, hele hele çok sevdiği Gülden bir an olsun aklından çıkmıyorlardı. O da çaresiz onların hayaliyle avunu­ yordu. Surlarda tuttuğu nöbetlerde hep onlarla baş başaydı . Kendi kendine onlarla konuşur, dertleşirdi. Kaledeki arkadaş­ larının hepsinin de en az kendisi kadar değişik hasretlik duy­ guları vardı. Bu dert ve hasret yüklü insanlar, fırsat bulup öz­ lemlerini, içleri ndeki acı ları n ı bir yar-ı gar bulup anlatamı­ yorlar, sayıp dökemiyorlardı. Kalede kılıç ve ok çalışmaları hızla devam ediyordu. Kısa süre içinde Süleyman arkadaşlarının önünde yer almıştı.


179

BİRE DOGAN Süleyman gece yarıs ından sonra kalenin batı surlarında tutacağı nöbeti arkadaşından devralmıştı . Hava çok soğuktu. Kendisini soğuktan korumak için burçların arasında sert ve hızlı adımlarla gidip geliyordu. Birden bire kale dışından ge­ len bir bağırış ile irkildi. B irisi aşağıdan, "Bire Doğan! " diye sesleniyordu. Bulunduğu burçtan belki birşey görebilirim dü­ şüncesiyle aşağıya baktı. Ortalık zifiri karanlıktı. Ses kalenin iç duvarlarına çarpıp yankılanmıştı ; "Bire Doğan! " S ü ley man bir şey görememişti . Bakmaktan vazgeçeceği anda aynı sesin yankısını bir kez daha duydu. Mazgaldan ay­ kırılanıp ne yapması gerektiğini düşündü. Şaşırmıştı. Yapıla­ cak tek iş aklına gelen duaları okumaktı. Öyle de yaptı . Sanki biraz rahatlamıştı. Kendisinden nöbeti devralmaya gelen ar­ kadaşına; - Arkadaş, kale dışından gelen ve duvarlarda yankılanan "Bire Doğan " diye bir ses duydum. Bu ses üç defa yankılan­ dı. Korkmadım ama, bayağı heyecanlandım. Dikkat et baka­ lım, sen de duyacak mısın? Yatmak üzere yatağına uzandığında o ses hala kulakların­ da yankılanıyordu. Sabahleyin, nöbetinde olanları arkadaşla­ rına anlattı . Kendisinden nöbeti devralan arkadaşına bir ses duyup duymadığını sordu. - Süleyman, sen nöbetinde uyudun da rüya mı gördün aca­ ba? Ben böyle bir ses duymadım. Az önce Süleyman ' ın an­ lattıklarını dinleyen silah arkadaşları da; - Senden sonra nöbeti tutan arkadaş öyle bir ses duymadı­ ğına göre, ne diyebiliriz ki?


180

Süleyman' ı dinleyenlerden biri şaka olsun diye; - Süleyman, senden başka duyan olmadığına göre seni n lakabı n "Bire Doğan " olsun , ded i . Şakayla söylenen ad öylesine tuttu ki arkadaşları S üley­ man 'ı "Bire Doğan " diye çağırır oldular.


181

GARİP DERVİŞ Yeri yurdu, hatta tekkesinin hangi mahalde olduğu bilin­ meyen Garip Derviş adlı bir eren vardı. Her ayın bir cuma­ sında, cuma namazından bir saat önce Niğbolu kalesine gelir, kale camiinde vaaz ettikten sonra da cemaate namaz kıldırır, namazdan sonra da kaleden ayrılırdı. Onu kale komutanı da dahil bütün erat saygıyla uğurlardı. Çeriler erenin geleceği cuma gününü iple çekerlerdi. Kafalarına takılan meseleleri erene sorarlar, onun cevaplarıyla da zihinlerindeki meçhulleri aydınlatırlardı. Yine bir cuma namazından sonra mihrabın önünde oturan erene cemaatten bir genç ayağa kalkarak hac hakkında bir sual sordu: Eren; - Haccın ne ifade ettiğini hepinizin bildiği kanaatindeyim. Her mümin İslam'ın şartlarından biri olan hac görevini yeri­ ne getirmeyi arzu eder. Her mümin önce Allah kısmet etmiş­ se, maddi durumu, vakti el veriyorsa İslam' ın bu şartını yeri­ ne getirir. Sizlere vaaz ederken gördüm ki bu serhat kalesinin sakin­ leri akıncılar, serdengeçtiler, muhafızlardır. Gördüm ki bu yiğitlerin kelleleri koltuklarının altındadır. Serhat boylarında­ ki bütün kalelerimizdeki tüm askerimizin de sizler gibi kelle­ leri koltuklarının altındadır. Muhteşem Osmanlı İmparatorlu­ ğu' nu koruyan sizler şuna emin olun ki, burada gördüğünüz vazife hac görevini yerine getirmekten kat be kat üstündür. Sizin burada yaptığınız görevin sevabı, hacca gitmekle kaza­ nacağınız sevabın on katıdır. Burada bulunuşunuzla o mukad­ des toprakları da muhafaza ediyorsunuz demektir. Aklınızda


182

olsun, o mukaddes toprakları Türk milletinin kanatları altına aldığımız gün Araplar için de bayram olacaktır. Bu söyledik­ lerimi bir an olsun aklınızdan çıkarmayın. Mukaddes toprak­ ları kanatlarımız altına almak hangi sultanımıza nasip olacak, bilemeyiz. O günler ırak değildir, yakındır. Siz, o toprakları açacak ordunun safında olmayı Allah' tan niyaz edin. Hoca sözlerini bitirip ayağa kalktı. Hoca ile birlikte akın­ cılardan biri de ayağa kalkmıştı ; - Hocam, on on beş gün önce kale burçlarında nöbet tutan bir arkadaşımız, gece yarısından sonra, duvarlarında yankıla­ nan "Bire Doğan " diye bir ses duymuş. Ses üç kez yankılan­ mış. Bunu bize anlattı . A m a gerek kendisinden öncek i , ge­ rekse sonraki nöbetçiler böyle bir ses duymamışlar. Buna ne dersiniz? Hoca biraz düşündü; - Bu kale 1 396'da elimize geçti . Tuna boyları artık kont­ rolümüz altındaydı. Papa ve Macar kralının teşebbüsüyle biz­ leri Avrupa topraklarından atmak için bir Haçlı seferi düzen­ lediler. Bu Haçlı orduları Fransız, İ talyan, İ spanyol , İngiliz ve Polonya' lılarla birlikte Eflak, Erdel ve Macar kuvvetlerin­ den meydana gelmişti. Doğan Beğ' in komutasında bulunan bu kaleyi kuşattı lar. Bu sırada İ stanbu l ' u kuşatan Yı ldırı m Bayazıd kuşatmay ı kaldırarak, yıldırım hızıyla Niğbol u ' ya ulaşmış, atı n ı n üzerinde surların dibine varmış, "Bire Do­ ğan! ", "Bire Doğan! " narasıyla da yettiğini kale kumandanı Doğan Beğ' e duyurmuştu. Haçlı sürü leri savaş sonrası öyle bir mağlubiyete uğradılar ki kaçacak delik aradılar. Canlarını kurtaranların dışında esi r alınanlar binlerce altın karşılığında serbest bırakıldılar. Yıldırım Sultan ' ın Niğbolu kalesinde yan­ kılanan sesini duymak her kula nasip olmaz. Bu bir Allah lı'.it­ fudur. O durumun künhüne vakıf olmak çok zordur. O sesi duyan arkadaşınızın, tabir caizse kalp gözü açıktır. O arkada­ şınızı hoş tutun, sakın alay etmeyin. Belki kendisi de farkın­ da deği ldir. O erenler safındandır. Yıllar öncesinden sur du­ varlarında yankı lanan sesi duyan bahtiyar aranızda mı ?


183

S üleyman, hocaya yanaşıp elini öptü; O sesi duyan benim. - Gelecek sefer geldiğimde seninle ayrıca görüşmek isteri m. Haydi ciimleten Allah'a emanet olun. -

* * *

Görev in i, Niğbolu kalesine yeni tayin edilen komutana devreden Şahin Beğ, muhafızlarıyla birlikte dört gündür yol­ daydı. Bire Doğan da muhafızları arasındaydı . İstanbu l ' a yak­ laşmışlardı. Şahin Beğ ' i n muhafızlarının kaldığı çadıra gelen genç bir adam, onları selamladı; - Arkadaşlar, isimlerini okuyacağım kişiler yanıma gelsin­ ler. Kendilerini komutanları Şahin Beğ istedi. Bire Doğan Süleyman ' ın adı da adı okunanlar arasınday­ dı. Gelen şahsın peşine düşerek, Şahin Beğ'in huzuruna var­ dılar. Şahin Beğ üç güvendiği adamına; - Yiğitlerim, sizlerden ayrılmak benim için çok zor. Sizler Allah' tan sonra en güvendiğim insanlarsınız. Sultanımız Ba­ yazıd Han' dan aldığım mektupta benden Antalya valisi ola­ rak görevlendirdiği oğlu Şehzade Korkut' un emrinde buluna­ cak, herhangi bir tehlike anında gözünü daldan budaktan esir­ gemeyecek, sadakatinden emin olduğum üç mutemet muha­ fız istedi. Ben de sizleri Şehzade Korkut' un emrine vermeyi uygun buldum. Yüzümü karartmayacağınızdan eminim. Yeni vazifenizde başarılar dilerim. Üç delikanlı komutanları Şahin Beğ ' in ellerini öpüp, ve­ dalaşarak ayrı ldı lar. Hedefleri Saruhan idi. Zira Korkut' un Antalya' ya yolculuğu buradan başlayacaktı . Şehzade Korkut, mahiyetiyle ve muhafızlarıyla uzun bir yolculuktan sonra Antalya'ya varmıştı. Vali konağına yerle­ şeli bir hafta olmuştu ki şehzade, emrinde bulunan bu insan­ ları denemek, sınamak maksadıyla onları türlü işlere sal ıyor, görevlerini başaranlara memnuniyetini ihsas ediyordu. Fakat bu üç yiğitten en çok Bire Doğan' a ilgi gösteriyordu.


184

B i r gün bu üç sadık adamıyla ava çıkan Şehzade Korkut Beğ, av dönüşünde ve bir mola sırası nda şuradan buradan konuşmaya başladılar. Konuşmalarının ağı rl ığı av üzeriney­ di; - Bakın, ne düşündüm. Yolumuz üzerinde bulunan ve yo­ lun sağına düşen çamlığın içindeki düzlüğe bir av köşkü yap­ tıracağı m. Av dönüşlerimizde burada mola verir, geç kalmış­ sak geceyi burada geçiririz. - Münasip olur sultanım. İyi düşündünüz. Ne zaman ister­ seni z oraya av köşkünü yapalım. - Bire Doğan, işi sana havale ediyorum. Yarından tezi yok, düzlükte münasip bir yer bulup av köşkünün temelini at. Ge­ lin şi mdi birlikte av köşkünün yerini tespit edel im. Av köşkünün yapı lacağı yeri kararlaştırdıktan sonra yola koyuldular. * * *

Av köşkünün tamamlandığı haberine veren B i re Doğan'a Korkut Beğ nasıl ikramda, iltifatta bulunacağına şaşırdı. - B i re Doğan, yarından tezi yok, hazırlıkları yap ı n , hem av köşkünü görürüz, hem de avlanırız. Av için Antalya'dan ayrı lıp ilk durak olan av köşküne git­ tiler. Köşkü gözden geçiren Şehzade Korkut: - B i re Doğan, bir av köşkü için ne lazımsa hepsini dü­ şünmüş, mükemmel bir av köşkü yaptırmışsın, sağ olasın, de­ di. Her av dönüşünde Toros' ların Akdeniz'e uzanan Kuyucak Dağı eteklerindeki Tekezıpladı köyüne uğrarlar, köylülerle sohbet edip dinlenirlerdi. Bundan böyle köye uğradıklarında, ikinci durakları av köşkü olacaktı. Tepezıpladı köyüne uğra­ yanlar bazen üç, bazen dört kişi olurdu. Bunları köylüler avcı olarak bilirler, içlerinden birinin Antalya valisi Şehzade Kor­ kut olduğunu bil mezlerd i . B i r av dönüşünde bunları n yolu Kuyucak Dağı eteklerine düşmüştü. Asırlık sedir ağaçlarının yakınında bulunan çeşmenin başına vardılar. B iraz üst taraf­ taki düzlükte siyah çadırlı Yörükler yer tutmuştu. B u Yörük-


185

)erin Isparta' n ın Toros' lara bakan Ayvalı obasında kışlakları vardı. Bunlar Varsak boyundan Keçeli Yörük aşiretiydi . To­ ros dağlarının bir kolu gibi uzanan Kuyucak Dağı eteklerinde karların eri mesiyle beraber Keçeli aşiretinin yıl lardır devam eden yola koyuluşları hayatlarının vazgeçilmez bir alışkanlı­ ğı halini almıştı. Baharın bütün güzellikleri burada sergilenir­ di. Şehzade Korkut, elini yüzünü yıkayıp doğrulduğunda kar­ şısında boylu poslu, güzel mi güzel , e l i nde testisiyle duran bir Yörük kızı gördü. Onunla göz göze geldi. Geriye çekildi . Kız testisini doldurup çadırlarına yöneldiğinde; - Bire Doğan, bu kızı göz ucuyla takip et bakalım, hangi çadıra girecek? - Sultanım, girdiği çadırı tespit ettim. Gel beraber kızın girdiği çadıra gidelim. Çadıra yaklaştıklarında köpekler üzerlerine geldiler. Ça­ dırdan çıkan o güzel kız: - Kesin sesinizi, defolun buradan, diyerek köpekleri uzak­ laştırdı . Sonra da gelenlere dönüp: - Kimsiniz, kimi görmek istiyorsunuz? - Sizin çadırı ziyaret edip, ananız ve babanızla görüşmek istiyoruz. Kız; - B uyurun diyerek, bir kenara çekilip, konuklara yol gös­ terdi. Korkut Beğ' le B i re Doğan çadıra girdiklerinde, yerdeki mindere bağdaş kurup oturmuş, orta yaşlı bir adamla karşı­ laştıl ar. Selam verdikleri nde kız yanlarına yaklaşarak ; - Baba bu konuklar seni görmek istiyor. Yaşlı adam selamlarını alıp yer gösterdi, hal hatır sordu. Çadırın bölmesinde ayakta duran kızına: - Konuklarımıza soğuk ayran ver, dedi. Kız, biraz sonra ağaçtan oyulmuş çamçaklarla konukla­ ra ayran ikram etti . - Ziyaret sebebini sorabi lir miyim?


186

- Ben Antalya valisi Şehzade Korkut' um. Bu da benim yol arkadaşı m Doğan. Kızınızı gördüm, beğendim. Allah ' ı n emri peygamberimizin kavliyle kızınızı istiyorum. Beni etraftan so­ ruşturun, öyle karar verin. Acele etmenize lüzum yok. - Bana bak deli kanlı. İster şehzade ol, ister Antalya valisi ol . Kızımı istemen için bana yalan söyleyeceğine en ufak ih­ timal vermiyorum. Yalan söylersen yüz yüze nasıl bakarız? Beni m fikrimden önce kızımın fikri nedir, orası mühim. Ağa ayağa kalktı. Çadırın bir bölmesinin önünde el-pençe divan duran kızını bölmeye götürdü. Az bir zaman sonra ge­ lip yerine oturdu. Konuklarına; - Kızımın fikri müspet. İster vali ol, ister şehzade ol, ister çoban ol. Ben de senin halini, tavrını beğendim. Kızım da ben de teklifini kabul ettik. A llah hayırlı etsin. Kızımı sana veri­ yorum. Yalnız senden bir dileğim var. Kızımı, Özlem' imi sa­ kın ola ki incitmeyesin. - B u hususta müsterih ol . Korkut B eğ ve B ire Doğan, ağayla vedalaşarak çadırdan ayrıldılar. Özlem de konukları çadırın çıkışına kadar yolcu etti.


187

YÖRÜK GÜZELi ÖZLEM B ütün hazırlıklar hızla yapılmış, hızla derlenip toplanıl­ mış, Yörük güzeli Özlem, Korkut'un evdeşi olarak av köşkü­ ne geli n getirilmişti. Özlem av köşküne geleli bir yıl olmuştu. Ama o, köşkte de Yörük hayatını sürdürmeye devam ediyordu. Korkut Beğ' in kendisini s ık sık ikaz etmesine rağmen Özlem bildiğini oku­ yordu. - Özlem, odun kırıyor, i nek sağıyor, yün eğiriyor, ata bi­ n iyorsun. Bu alışkanlıkları nı bırak. İ leride eğer ben Padişah ol ursam, sen sarayı n hanı m sultanı olacaksı n . Kendini ona göre hazırla. - B ak Korkut, bu hanım sultan sözü ne demek bilmiyo­ rum? Ben Yörük adeti , göreneği üzerine yetişti rildim. Sen beni hanım sultan değil, Yörük kızı olarak beğenip aldın. Ba­ na öğretilenleri yapmazsam içim rahat etmez. Kimseye zara­ rım var mı ? Benim Yörük' lüğümü bozamazsın. Ben size, "şu­ nu yapma, bunu yapma " demediğim gibi "bana uy " teklifin­ de de bulunmuyorum. Ben yarın sarayda hanım sultan olsam ' da aynı şeyleri yaparım. Bahar gelmek üzereydi. Gök gürlüyor, şimşekler çakıyor, yer yer yıldırımlar da düşüyordu. Özlem Hanım'ın doğum yap­ ması yaklaşmıştı. Av köşkü hummalı bir faaliyet içerisindeydi. Gün gelip çattı . Özlem Hatun bir erkek çocuk dünyaya ge­ tirdi. Korkut oğlunun ismini babasının adına izafeten Bayazıd koydu. - Korkut, bak gök gürlüyor, şimşekler çakıyor, yıldırımlar düşüyor. Oğlumuzun ismi Yıldırım olsun. Korkut da "Özlem ne mesut tesadüf oğlumuzun adı Yıldırım Bayazıd oldu " dedi.


188

Korkut' un en mesut günleriydi . Fakat İstanbul ' dan gelen haberler pek iç açıcı değildi . Korkut, Tekezıpladı Köyü' nün dağ tarafındaki çam orma­ nının bitişiği nde bir bina yapıl ması işini B ire Doğan ' a ver­ mişti. Bire Doğan sık sık inşaatı dolaşıp. çalışanlara gerekli talimatları veriyordu. Bu nezaret ziyaretlerinde de av dönüş­ lerinde tanıştıkları Topal Osman Ağa'ya uğramayı ihmal et­ miyordu. B i re Doğan onunla sohbet etmekten derin bir haz alıyordu. Yapılmakta olan binayı Topal Osman Ağa da dahil bütün köy halkı av evi olarak bil iyorlard ı . B ina bi ttiğinde gerekli malzeme ve eşyalar kimsenin görmeyeceği vakitler kollana­ rak eve yerleştiril mişti . Tekezıpladı köyü sakinleri Keçeli Yörük aşiretinden ay­ rılmış, yerleşik hayata dönmüş hısım akrabalardan oluşmak­ taydı . Topal Osman Ağa bir kaza sonucu bastonsuz yürüyemez hale geli nce, çaresiz aşirete ayak uyduramamaya başlamıştı . O d a evdeşiyle aşiretin yaylağı ndan b i r g ünl ük mesafedeki Tekezıpladı köyüne yerleşmeyi uygun bulmuştu. Aklı konar­ göçerliğe ayarlanmış Topal Osman Ağa her yıl baharın gel­ mesini i ple çekerdi. Tepezıpladı Köyü' nde sabahı n gelişini müjdeleyen horoz­ lar, birbirleriyle yarışırcasına ötmeye başlarlardı. Her yönden gelen horoz ötüşleri bu köyde bir başkaydı . Zira horoz ötüş­ leri arkadaki S i ncap Tepes i ' nin sırtlarında yankı lanı nca, bu yankılanma horozları çılgına çevirirdi. Horozların sırttan yan­ kılanan kendi seslerini bastırmaya çalışmaları görülmeye de­ ğer bir manzara oluştururdu. Etraf henüz alaca karanlıktı. Topal Osman Ağa' nın bahçe kapısından çoban kepeneğine sımsıkı sarılmış bir atl ının sü­ ratle çıkmasıyla ormana dalması bir oldu. Giden Topal Os­ man Ağa'nın oğlu Boz Şahin' den başkası deği ldi. Topal Osman Ağa da uyanmıştı . Yüzünü gözünü ibrikten avucuna doldurduğu suyla yıkarken suyun mevsime göre ol-


189

dukça soğuk olduğunu hissetti. Kendisinden önce kalkıp yak­ tığı mangalda sabah çorbasını hazırlamakta olan evdeşine ses­ lendi; - Hatun, hatun üç gündür aralıklarla devam eden yağmur, sulu sepken atıştıran kar ne ola ki? Yoksa kış geri mi gelecek dersin? - Ağam, Allah beterinden saklasın. Kar da alıştırsa, bahar ha geldi, ha gelecek. Allah Boz Şahin' imizin yolunu açık et­ sin. Boz Şahin gideceği kervansaraya ancak akşam üzeri ula­ şabil mişti. Atını hancıya teslim etti. Ona adını söyleyip, bu­ rada Tilki Selim adlı birisinin bulunup bulunmadığını sordu. Hancı birkaç adım gerisindeki sedirde oturan kişiye seslene­ rek "Sorduğun, beklediğin delikanlı geldi '', dedi. Hayatların­ da ilk defa birbirleriyle karşılan Boz Şahi n ' le Tilki Sel im böylece tan ışmış oldular. - Boz Şahin emanetleri getirdim, birlikte kalacağımız oda­ ya taşıttım. Atım, dört yük katırı ve bir eşek han girişinin sa­ ğındaki ahırda bağlıdır. İnşallah senin atı da bizimkilerin ya­ nına bağlamışlardır. Sabahleyin toparlanmamız kolay olur de­ di ve devam etti ; - Boz Şahin bu denkleri nereye, kime götürülüp teslim edi­ leceğiz? Bunları bana teslim edenler bu suallerin yanıtlarını seni n bildiğini söylediler. - Bu sualleri n cevaplarını ben de bilmi yorum. B i ldiğim tek nesne gideceğimiz yoldur. Akşama doğru varacağımız yer­ de bizi karşılayacaklar. Bun ları bizden tes lim alanlar, teslim edecekleri yere götürecekler. Yükü onlara teslim ettikten son­ ra bizim görevimiz bitmiş olacak. - Baka Boz Şahin, benim bu işe aklım ermedi gitti. Diye­ lim ki yolda eşkıya bizi soydu. Biz bunun hesabını nasıl veri­ riz? Bu i şte çözülmedik bir sır var. Çözebilene de aşk olsun. Bu işi başımıza saranların mutlaka bir hesapları vardır. Vel­ hasıl-ı kelam, Allah encamımızı hayretsin. Gün doğarken yola koyuldular.


1 90

- B o z Şahi n gideceğimiz yolu se n biliyorsun . S en önde, ben arkada ben olmak üzere gideceğiz. Hayvanlarımızın ye­ mini taşıyan şu eşek başımıza dert olabilir. Zira kervansaraya gelirken beni çok uğraştırdı. Tam adının sahibi olan bu eşek­ ten neler çektim neler. . . Daha bir saat yol almamışlardı k i , eşek eşekliğini yapma­ ya başladı. Ne yaptılarsa eşek yürümüyordu. Gidecekleri ye­ re gecikerek varacakları şi mdiden belliydi. Bu işe bir çare bulmaları gerekiyordu. Eşeğin yükünü katırlara pay ettiler. Eşeği gözden çıkar­ mışlardı. Yola koyulduklarında bu nizamla daha çok yol al­ dıkların ı fark etmişlerdi. Bir anırma sesiyle ikisi de irkilmiş­ lerdi. Arkalarına baktıklarında yükten kurtulan eşeğin peşleri sıra gelmekte olduğunu gördüler. Bu hal onların gülüşmele­ rine vesile olmuştu. Şehzade Korkut' un av köşkünü geçmişlerdi ki, arkaların­ da iki atlı peyda oldu. Atlılar bu garip kervanı ne geçiyor, ne de kervandan geri kalıyorlardı. Belli ki peşlerine takılmışlar­ dı. Akşam olmak üzereydi. Tilki Selim, Boz Şahin ' e " Vara­ cağımız yere yaklaştık mı ? ", diye sordu. Şahin bu soruyu ya­ nıtladı : - Selim Ağam yaklaştı k ! Tam o anda karşılarına dört atlı daha çıkıvermişti. Atlılar Boz Şahi n ' e yaklaşarak onu atından alaşağı ettiler, el leri ni arkadan bağlayıp tekrar atına bindirdiler. Tilki Selim' i de ar­ kadan gelen iki atlı kıskıvrak kavrayıp ite kaka götürdüler. Dört atl ı, aralarındaki Boz Şahi n ' le bir müddet yola de­ vam etti. Her taraf zifiri karanl ığa bürünmüştü. Sulu kar atış­ tırıyordu. Yolcular aniden başka bir atlı grubuyla karşı karşı­ ya gelivermişlerdi. Yeni gelenlerin içindeki bir atlı bağırarak sordu; - Kimsiniz, nereden gelip nereye gidiyorsunuz? Bu ses adeta karanlığa yırtarak etrafı çınlattı . Karşı laştıkları atlıların kalabalı k olduğunu gören dört atlı şaşırmışlardı. Karşılarına çıkanlarla baş edemeyeceklerini kı-


191

sa sürede anlamışlardı . Katırlarla birlikte atının üzerinde elle­ ri arkaya bağlı duran Boz Şahin' i oracı kta bırakarak gecenin karanl ığında kayboldular. Az, önce onlara " Kimsiniz ? " diye soran kal ın ve tok sesin sahibi bir daha gürlemişti ; " Koman yiğitlerim, o itlerin kaçmalarına meydan vermeyin, durdurun, durmazlarsa yakaladığımız yerde işlerini bitirin. " Bu emri alan atlılar kaçanların peşlerine yöneldiler. Boz Şahin' in yanına yaklaşan gür sesli atlı B ire Doğan' dan başkası değildi. Şahi n ' in yüreğine su serpi lmişti . Yalnız sor­ mal;.ın halinde bunlara ne cevap vereceğini bilemiyordu. - Boz Şahin, sen misin? Bu hal ne ev!at? O kaçan i tler sa­ na ne dediler? Senden ne istediler, diye sordu. Bu arada Bire Doğan' ı n adamlarından biri Boz Şahin' in arkasına bağlı elle­ rini çözmüştü. - Yükünüzde ne var, nereden geliyor, nereye gidiyorsun? - Ağam köy hali, köy halkın ı n istediklerini Antalya' dan tedarik edip köye götürüyorum. Bana yard ı mcı olan arkada­ şımı alıp götürdüler. Bire Doğan arkasındaki iki atlıya dönerek; - Bu delikanlıyı gideceği yere götürün. Onun denklerini, nereye boşaltı l ması gerekiyorsa oraya boşaltın. Katırları bana yardımcı olmanız için anlaştığım nalbanta teslim edin, anlaş­ tığımız parayı nalbanttan alırsınız. Ben de orada olacağım, görüşürüz. Haydi yolunuz açık olsun. Boz Ş ahin, babana se­ lam söyle, yakında görüşürüz. Boz Şahin ' le B i re Doğan' ın yanı na kattığı iki refakatçi köye yaklaşmışlardı. Köy derin bir sessizlik içeri s i ndeydi. Şahin yolunun üstünde bir ışık sızıntısı görmüştü. Işığa yak­ laştığında ışığın başında yaşlı bir kadının durduğunu gördü. Yaşlı kadın; - Boz Şahin, sen misin? Hoş geldiniz evladım. Hemen yü­ künüzü kapının içine bırakın, yarın köye haber salarım, gelip mallarını alırl ar. İçeri alalım ki ıslanmasın. Atlarından i nen iki refakatçiyle birlikte katırların yükleri­ ni, kadının gösterdiği odaya yerleştirdiler. Yüklerini boşalt-


192

tıklan katırları da yedeklerine alarak yola koyuldular. Boz Şah i n onlara bir müddet yol gösterdi. Antalya yönüne giden yolun başında, onlara hayırlı yolculuklar dileyip köye, kendi evine döndü. * * *

Bire Doğan üç aydır baba olmanın sevincini ve mutlulu­ ğunu yaşayan Şehzade Korkut'un huzuruna girmişti. - Hayırdır inşallah, Bire Doğan? - Hayırdır Sultanım, bana biraz izin lütfedersiniz, benim bi r gönül meselem vardı. O meseleyi halletmek i stiyorum. - Buna sevindim, ne zaman istersen gidebil irsin, bu hayırlı işin ne tarafta? - Sultanım biraz uzak ama çabuk halledip döneceğim umu­ dundayım. - Yolun açık olsun, fazla bekletme. - En yak ı n zamanda döneceğimden emin olunuz sultan ı m. . . Korkut B eğ' in elini öptü, huzurdan ayrıldı . * * *

A ntalya' dan Tarsus isti kametinde kona göçe, günlerdir yol alan B i re Doğan'ın aklı bir hesapla meşguldü. Obasından ayrı lalı tam tamına sekiz yıl olmuştu . "Aşkı uğruna abamı terk ettiği Gülden benden ümidi kesip evlenmiş de olabilir " düşüncesini başı ndan atmaya çalışıyordu. B un lar kadar ken­ disini meşgu l eden bir başka husus da anasının, babas ının, k ız kardeşinin, hıs ım akrabalarının kendisine karşı takınacak­ ları tavrın nitelik ve niceliği idi. Bire Doğan bu düşünceler içerisinde yol alırken gün bir mızrak boyu yükselmişti. Kendisini Cin Köyü' nde buldu. Köy halkı Varsak olup birbirlerinin akrabasıydı. Köye girdiği nde ilk karşılaştığı teyzesi oldu. Doğan, el öpüp hal ve hatır sor­ du. Teyzesi şaşkın şaşkın onun yüzüne bakıyordu; - İyiyim iyi olmasına da, sen kimsin, kimin nesisin? - Teyze, tanıyamadın mı? Ben yeğenin Süleyman' ım.


1 93

- Sen ha hayırsız Süleyman ? diyen teyzesi Sü leyman ' ın boynuna sarıldı. Ağlıyordu. - Hayırsız Süleyman, düş peşime . . . Teyzenin çenesi durmuyordu. "Bu kadar vefasız. acımasız evlat olunur mu ? Arkanda bıraktıklarının ne hale geleceğini düşünmedin mi ? " Mezarlığa varmışlardı ; "Senin başını alıp çekip gitmenden sonra, hasretinle kavrulan, geceleri gündüzlerine karışan, ya­ şayıp yaşamadıkları belli olmayan anan ile baban işte bura­ da yan yana yatıyorlar. İyi ki öldüler. Yoksa sen bir oğul ola­ rak bunların yüzlerine nasıl bakacaktın ? " Süleyman ana v e babasını mezarları arasına yığılmış bir haldeydi . Ne yapacağını bilemiyor, gözyaşlarına hakim ola­ mıyordu. - Kaderimizde hasretlik varmış, ne yapabilirdik ki, sizler ölmekle belki bu hasretin azabından kurtuldunuz. Ya şimdi ben ne olacağım? Beni bağışlayacak mısınız? B u kaderi son nefesime kadar çekip, dayanmak zorundayım. Süleyman çömeldiği mezarların başından ayağa kalktığın­ da teyzesi çekip gitmişti. Atını yedeğine alarak küçük teyze­ sinin evine yöneldi . Ayakları Süleyman' ı taşımıyordu . Kü­ çük teyzesini avluda günlük işlerini yaparken buldu. Küçük teyze yanına yaklaşanın yeğeni Süleyman olduğunu görünce, kendisine sahip olamadı, yere yığılıverdi. Süleyman teyzesini kucakladığı gibi yukarı çıkarıp sedire uzattı. Yüzüne su ser­ pip okşamasıyla kendine gelen teyzesi , başındaki tülbendini düzeltirken, donuk gözlerle Süleyman ' ın yüzüne bakıyordu; - Deli oğlan anana, babana ve sevenlerine bu ayrılığı nasıl reva gördün? Anan son nefesini verirken, ben yanı ndaydım. B ana " Oğlum bir gün dönerse selamımı söyle, bizlere yaptık­ larınr bağışladım, ne de olsa anayım, hakkımı da ona helal ediyorum, kendisine söylersin " ded i . B aban ın sana h akkını helal edip etmediğini bilmiyorum. En büyük teyzen, hala Boz­ tepe' de oturuyor. Onun hali çok zor. Evlenemedi, kuru kafa­ sına kaldı. Arada kendini toparlayıp benim oğlanın yanına gi-


194

diyor, gönü l avutuyor. Ben bir yıl önce enişteni kaybettim. Kızlarımın ikisi şehire gelin gittiler. Oğlan da Karatavuk' ta, o oraya yerleşti . Maşallah beş evladı var. O da onları yetiş­ tirmeye uğraşıyor. Kardeşin de şehire gelin gitti. Sağlık ha­ berlerin i alıyor avunuyorum. Ben de büyük teyzen gibi kuru kafama kaldım. - Teyze ben yarın erkenden teyzeme gideceğim. Ona bir diyeceğin var mı ? Görüşemezsek Allah ' a ısmarladık. Geceyi küçük teyzesinde geçiren Süleyman gün doğma­ dan, büyük teyzesinin bulunduğu Boztepe' ye doğru yola ko­ yuldu. Teyzesinin evine vardığı nda, Süleyman ' ı karşısında gören büyük teyze bastonuna dayanarak; - Ah hayırsız Süleyman ah! B urayı terk edip gitmene se­ bep neydi ? Hepimizi perme perişan etti n . Hele hele senden bir haber almak üzere defalarca Tespi hsekisi ' ne gelen Gül­ den ' e de mi acımadın? Onun Tespihsekisi' ne ilk gelişinde ben de oradaydım. Kız atından i nmeden, - Süleyman' dan bir haber var mı?, dedi. Anan; - Kızım hoş geldin. Yukarı gel de görüşelim di nlenirsin. Süleyman ' dan bir haber yok. - Süley man gelecek ol ursa tezden beni görmeye gels in. B e n obama döneyim, gecikirsem anam merak eder, deyip gitti. Uzaklaşırken bizlere el sallı yordu. Sonradan anandan dinledi m . Senden bir haber olup olmadığını sormak üzere, Tespihsekisi' ne birçok defalar gelmiş. Her defasında da se­ nin bir haberin i alamamış. Melül mahzun obasına dönmüş. Son gelişinde yukarı çıkıp ananın. elini öptükten sonra, ve­ dalaşırken; - Ana, kader böyle imiş. Her şeye katlanacağız, elimizden bir şey gelmiyor. Allah ' a ısmarladık. Süleyman gelmediğine, haber de salmadığına göre, bütün ümit kapı larım kapandı . Bundan böyle başımın çaresine bakmam lazım, hoşça kal, de­ yip çekip gitmiş. Sonra da Gülden' i n evlendiği haberi gel­ miş. B unları rahmetli anandan duydum. Hele bir de sen de bakalım, nerelere gittin, neler yaptın? Anlat bakalım.


195

- Teyze başımdan geçenleri, sizlerden uzakta yaşadıklarımı anlatmam çok zor. Ben bugün ya da yarın Antalya'ya dönmek zorundayım. Gel seni de götüreyim. - Olur Süleyman' ım. Seninle nereye olursa giderim. Beni buraya bağlayan bir şey kalmadı. Ahir ömrümü senin yanın­ da geçiririm. Ne zaman istersen gideriz. Bana iki gün müsaa­ de et de obada göreceklerimi görüp vedalaşayım. Ondan son­ ra sen sağ, ben selamet. Boztepe' de gün ışırken Süleyman ' la teyzesi yola koyul­ dular. Yol boyu rastladıkları kervansaraylarda dinlenerek yol­ larına devam ettiler. Uzun yolculuğu dayanamayan teyzesi ikide bir "Süleyman yollar ne zaman tükenecek, daha gide­ cek miyiz ? " deyip duruyordu. Bir günün gün batımında etraf zifiri karanlığa bürünmüş­ tü. Sulu sepken kar atıştırıyordu. Tekezıpladı Köyü ' ndeki av evine ulaşmışlardı . Evin avlusuna girdiklerine Korkut Beğ' in evdeşi Özlem Hatun'un akrabası Ayşe Teyze, bahçeye giren iki atlıyı çıra ışığıyla karşıladı . Ayşe teyze atlılardan birinin B ire Doğan olduğunu görmüştü. - Hoş geldin ağam. - Ayşe teyze sana öz teyzem hatunu arkadaş getirdim. Bire Doğan teyzesini attan indirip onu eve buyur etti. - Süleyman bende yürüyecek hal kalmamış. Yürüyecek ha­ l i m yok. Şuraya yere az oturayım da bir soluk alayım, dedi. S ü leyman teyzesini kucaklayıp av evinin salonuna götürü­ verdi. İki yaşlı hatunun kısa sürede anlaşıp kaynaşmaları Bire Doğan Süleyman ' ı ziyadesiyle mutlu etmişti . - Teyze, sen beni Süleyman ol arak tanırsın ama, burada beni oldum olas ı, B ire Doğan d iye tanırlar. B uradaki adı mı duyup şaşırmayasın. Ben biraz sonra yola çıkacağım, en kısa zamanda geleceğimi umuyorum. İkinizi birbirin i ze emanet ediyorum. Bire Doğan atına atladığı gibi şimşek hızıyla av evini terk etti. B i re Doğan Korkut Sultan ' ı n av köşküne ulaşmıştı. Gece­ yi köşkte geçirdi. Şafak sökerken Antalya'ya doğru yola ko-


1 96

yuldu. Vali Konağı ' na vardığında, Korkut Sultan ' a gelişini bildirmek üzere huzura vardı. - Hoş geldin B ire Doğan, İstanbul' dan gelen haberler pek iç aÇıcı değildir. Bugün yarın İstanbul ' a gi tmek üzere yola çıkacağım. Buraları önceden kararlaştırdığımız minval üzere yönetmeni, halletmeni istiyorum. - Emriniz olur Sultanım, bu hususta endi�eniz olmasın. Ertesi günün sabahı Şehzade Korkut İstanbul' a doğru yola koyulmuştu. Aynı günün akşam üzeri de B ire Doğan, orman içindeki av köşküne gitmek için yola düştü. Gün battığı nda köşke ulaşmıştı. Geceyi avcılar köşkünde geçiren Bire Doğan sabah olunca Özlem Hatun'un hal ini hatırı nı , bir i htiyacının olup olmadığını sordu. Özlem: B ire Doğan' a hep "Ağam " di­ ye hitap ederdi. - Ağam, dedi. B ir ihtiyacım yok. Yıldırım gece huysuzlan­ dı, zor uyuttum. - Özlem Sultan' ım, derlenip toparlanın. Bu gece sizi Teke� zıpladı Köyü' ndeki av evine götüreceğim. Korkut Sultan ' ı m i l e kavlimiz ljöyledir. Buradan a v evine gitmesi gerekenl e ri daha sonra ben tekrar gelip alının. - Ağam, bütün hazırlıklar tamam. Sen ne zaman dilersen o zaman gidebiliriz. ·


1 97

BİRE DOGAN, BU KAÇIŞ KİMDEN, NEDEN? Akşam üzeri yağmaya başlayan sulu �ar, hala devam edi­ yordu. Tekezıpladı Köyü' n9n batı yakasındaki ormandan, ke­ peneklerine sımsıkı sarıl mış iki atlı, cılız ışık sızan av evinin bahçesine daldılar. Biri atından atlar atlamaz, ikinci. atlının ku­ cağındaki bebeği alıp merdiven başında durah kadınlardan bi­ rinin kucağına bıraktı . İkinci atl ı da atından inmiş merdiven başında duran kadınlara yönelmişti. Yavrusunu göğsüne bas­ tırarak, elinde yağ kandili bulunan Ayşe Teyze önde Özlem Hatun arkada, onlar için önceden hazırlanmış olan odaya gir­ diler. Ayşe Teyze odadan çıkarken, - B ir isteğiniz var mı? - Ayşe Teyze, şimdilik yok, ihtiyacım olursa seslenirim. B ire Doğan buraya geldikçe kaldığı odaya giri p yatağın üzerine kendini attı. Ayşe Teyze ile kendi teyzesi onun oda­ sına gelmişlerdi. - Çayınız varsa çay getirin de içim ısınsın. Özlem Ha­ tun ' un odası s ıcak m ı? B i re Doğan kendisine çay koyan Ayşe Teyze' ye, "Bacım, çayı ben yaparım. Siz Özlem. Hatun ve yavrusunun rahatım sağlamaya yardımcı olun. B ire Doğan çayını içmişti. Üstünü başını düzeltip Özlem Hatu n ' un yanına vardı . - Sultanım, ben biraz sonra yola çıkıyorum. B i r arzun bir emrin var mı? Av köşkünden gelmesi gerekenleri , sizin ha­ zırladıklarınızı yarın getiririm. Arkası kapıya dönük, oğlumu emziren Özlem Hatun; - Ağam, av köşkünde size sorma fırsatım olmadı. Bu ka­ çışımı z kimden, neden? Bunu bana açıklar mısın? "


198

- Özlem H atun, mahiyetini ben de bilmiyorum. Sultan ım tarafından bu şekilde davranmam, yaşayacaklarımı saklamam emredildi. Bu buyruğa uymak mecburiyetindeyim. Bu kaçışı­ mızın sebebini öğrendiğimde size de bildiririm. Oysa B ire Doğan kaçışın sebebini en ince ayrıntılarına ka­ dar bilmekteydi . Ancak bu sebebi Özlem Hatun da, onun ba­ lası da hiç öğrenemeyecekler, bilemeyeceklerdi. Özlem balasını yatağa bırakıp ayağa kalktı. - Allah yolunu açık etsin, bizleri unutma. - Sultan' ım, siz ve Yıldırım bana emanetisiniz. Canım sağ oldukça sizleri unutmam mümkün değildir. B ire Doğan evdekilerle de vedalaştıktan sonra, hızla av evinden ayrıldı. İlk durağı av köşkü oldu. O geceyi orada ge­ çiren B ire Doğan akşam karanlığı bastıktan sonra, Özlem Ha­ tun' un istediklerini iki katıra yükledi . Tekezı pladı Köyü ' ne doğru yola çıktığında zaman gece yansını geçmişti . Av evine vardığında, köyden tek tük köpek sesleri yükseliyordu. Katır­ ların yükünü, teyzesiyle Ayşe Teyze'ye teslim ettiğinde Öz­ lem Hatun da kapıda göründü. Bire Doğan; - Sultan ' ı m noksanların bir kısmını getirdim. Şöyle bir göz atın da istediğiniz başka nesneler de varsa, gelecek sefer onları da getireyim. Kısa bir süre sonra ben tekrar geleceğim. Şimdi Allah ' a emanet olun, dedi. İki katır yedeğine olarak yola koyuldu. Katırları av köş­ küne bırakı p Antalya' ya doğru yola koyuldu. * * *

B i re Doğan ' ı n görevleri arası nda kış ayl arı nı av evinde geçiren Özlem Hatun'u, yaz aylarında babasının yaylasına gö­ türüp, kışın başlamasıyla av evine getirme işi de vardı. O bu . görevini aksatmadan yapıyordu. Özlem Hatun baharda balasını kucağına alıp Korkut'la ilk karşılaştıkları çeşmenin üst tarafındaki sedir ağacının altına otu­ rur, Korkut' un çıkıp geleceği umuduyla her gün yol gözlerdi. Ôzlem'in günleri yol gözlemekle geçiyordu. Günler aylan, aylar yıllan kovaladı. Her geçen gün Özlem bir mum gibi eri-


1 99

yor, takatten düşüyor, ayaklan kendisini taşımaz hale geliyor­ du. Fakat her şeye rağmen Özlem Hatun ümidini yitirmemişti. Yine bir gün sedirin altında otururken, Yıldırım'ın beş yaşına geldiğini hatırlayıverdi. Taşlar arasında koşuşturup duran Yıl­ dırım'ın ayağı bir taşa takılmıştı. Yıldırım sendeledi ve düşe­ cek gibi oldu. Özlem Sultan yerinden fırlayarak bir çığlık attı ; - Şehzadem dikkat et düşersin ! Yıldırım anasının bu sözü üzerine, Durdu anasına baktı ; - Gel beraber oynayalı m ana. - Benim halim yok, baban gelirse beraber oynarsınız. * * *

Bire Doğan Özlem Hatun ' u ve Yıldırım' ı hiç yalnız bırak­ madı. B ütün ihtiyaçlarını karşılamaya çalıştı. Yine bir geli­ şinde Özlem Hatu n ' un ölüm haberiyle sarsıldı . Özlem Ha­ tun' u yazları dibinde oturup kocasının yolunu gözlediği sedir ağacının altına gömmüşlerdi. Bire Doğan Özlem Hatun ' un kabrini ziyaret gitti. Duadan sonra duyabilir ümidiyle ve yüksek sesle konuşmaya başladı : "Hatun bacım, adın Özlem 'di. Ömrün özlemle noktalandı. Yıl­ dırım ne yapsın, ana yok, baba yok. Emaneti bana. Ama ben sizlerin yerini tutamam ki. Yine de gönlünü rahat tut. Yıldı­ rım 'ı sizlere layık bir oğul olarak yetiştirmeyi başaracağım. Ahrette Korkut Sultan 'ımla buluşacağmızdan eminim. Ona benden de selam et. " Bire Doğan ağlıyordu. Fatiha okudu. Gürül gürül akan çeş­ mede elini yüzünü yıkadı. Atına bindi . Çeşme başından ayrı­ lırken, kabre bir defa daha baktı. Ağzından; - Allah ' a ısmarladık Sultan bacım sözcükleri dökülüverdi. Yıldırı m teyzesi Çiğdem Hatun ' un himayesindeydi. B ire Doğan Yıldırı m ' ı teyzesiyle beraber kışın av evine getirir, ba­ harda da dedesinin yanına çıkanrdı. Günden güne serpilip ge­ lişen Yıldırım' ın bütün mesuliyeti Bire Doğan' ın omuzların­ daydı. Yıldırım' ı bu şekilde yetiştirmesi nin mümkün olama­ yacağını, buna bir çözüm bulmasının gerektiği ni düşünerek Özlem Hatun ' un hiç evlenmemiş olan kız kardeşine, yani Yıl-


200

dırım' ı n teyzesi Çiğdem'e evlenme teklif etti. B u teklif ile meseleyi kökünden halletmeyi düşünüyordu. Evlendiler. Dü­ ğünlerinin ardından Çiğdem Hatu n ' l a Y ı ldırı m ' ı alıp Ispar­ ta' ya yakın olan tımarına götürdü. Gönlü rahata kavuşmuştu. Burada Yıldırım ' ı istediği gibi yetiştirebi lecekti . Yıldırım on beş yaşın delişmenliğini yaşıyordu. B i re Do­ ğan amcasıyla çalışmalarını aksatmadan devam ettiriyordu. Yıldırım, at üzerine ok atmada, kılıç kullanmada öylesine ustalaşmıştı ki, ünü etrafı sarmıştı . Bire Doğan Yıldırı m ' ı n bu başarılarından dolayı çok mutluydu. O sıralarda Kanuni Sultan Süleyman ' ı n oğlu Şehzade Mus­ tafa, Manisa Valisi idi. O da at üzerinde, ok atmada ve kılıç kullan makta pek mahirdi. Yıldırım ' ın ününü duyan Şehzade Mustafa, adamlarından onu getirmelerini istemişti. Şehzade Mustafa' nın adamları ara­ yıp Yıldırı m ' ı buldular. Ona kendisini Manisa Valisi Şehza­ de Mu stafa ' y a götürecekleri ni söyledi ler. Y ı ldırım " Olu r " dedi. "Ancak Bire Doğan amcam izin verirse! " Y ı ldırım gelen adanılan Bire Doğan amcasının huzuruna götürdü. B ire Doğan gelenleri dinledikten sonra hep beraber yola çıktılar. Man isa' ya ulaşıldı. Bire Doğan' la Yıldırım, valinin huzu­ runa vardıklarına da, Şehzade Mustafa kendisine çok benze­ yen Yıldırım' ı şöyle bir baktı. Kendisini tutamayıp; - Sen kimsin, kimin nesisin? - Ben yörüğüm, dedi. Yanında duran Bire Doğan ' ı göstererek devam etti; "Anam, babam ben çocukken ölmüşler. Benim her şeyim, hamiim ve ustam Sipahi Bire Doğan Beğ 'dir. " - Seni n methini çok duydum. Hele bir dinlenin. Senin ma­ rifetlerini görmek i sterim. - B uyruğunuz başım üstüne Vali Beğ. Ne zaman isterseniz hazırım. Şehzade Mustafa adamlarına dönerek; - Misafirlerimin istirahatını noksansız olarak yerine getirin. İki gün dinlendikten sonra koz paylaşma günü gelip çatmıştı. Şehzade Mustafa i le Yıldırım kendi aralarında yarışa·


201

caklardı. B u müsabakalarda gerek okta ve gerekse kılıçta üs­ tünlük Y ıldırı m da kaldı. Manisa Valisi Şehzade Mustafa Beğ Yıldırı m ' ı n Manisa' da kalmasını çok istedi. B ire Doğan devreye girerek, - Muhterem Şehzadem, Valim. B u genci ana ve babası ba­ na emanet ettiler. Ne zaman emrederseniz size getirim. Daha öğreneceği şeyler var. Müsaade ederseniz yarın Yıldırım' l a tımarıma dönelim. Şehzade Mustafa gülerek cevap verdi; "Bu arada ben de dersime çalışır, Yıldırım 'fa tekrar yarışacak kıvama gelirim. - Her zaman mümkün, sizin Yı ldırım' dan üstün tarafınız çok, ama bu kez şans ona güldü . - Güle güle, yolunuz açık olsun. Şehzade, Mustafa Beğ'le vedalaşıp yola koyulduklarında, Yıldırım; - Ağam Vali Beğ' le benzer yanları mız çok, bu benzerl i­ ğimize ne diyorsun? - Bak yıldırım, bu benzerliğinizle ilgili sana vereceğim sır­ rı, ki mselere söylemeyeceksin. Söylersen bu sırrın hayatına mal olacağını aklından asla çıkartma. Osmanl ı töresi bunu ge­ rektiriyor. Sen Vali Beğ ' le amca çocuklarısınız. Senin baban A ntalya Valisi Şehzade Korkut Sultan'dı. Amcan Yavuz Sul­ tan Selim Tahtı ele geçirdiğinde, babanı n işi bitti. Sen de ba­ banı n akıbetine uğramamak istiyorsan bu sırrı içinde saklıya­ caksın. Senin ismin Yıldırım Bayazıd' dır. Yıldırım' ı anan, Ba­ yazıd' ı da baban koydular. B ire Doğan yıllardır koynunda taşıdığı, üzerine Kayı oy­ mağının armasını işlenmiş muskayı Yıldırım' ı n boynuna tak­ tı . "Bu muska ananın, babanın hatırasıdır. Üstündeki arma göz nurı:ıyla işlenmiştir. Yıllardır üzerimde taşıdığım, vakti gelince vermeyi düşündüğüm muskayı boynuna takmakla rah­ metlilerin emanetini gerçek sahibine vermiş oldum. Bundan sonra o emaneti gözün gibi korumak sana düşer. " - Ağam ben çocukken rahmetli anam bir gün bana; "Dik­ katli of Şehzadem düşersin " demişti. Anamın o sözü hala ku­ laklarımda çınlar. Size zaman zaman bu anamın sözünün ma"


202

nasını sormak istedim. Fakat kısmet olup bir türlü sorama­ dım. Şimdi kafamdaki sorular çözülmüş oldu. Sağ olasın, var olasın. Ağam bu sır bende saklı kalacaktır. Yalnız B ire Do­ ğan amca, sizin tımara gitmeden önce anamın kabrini bir zi­ yaret etsek, uygun olur mu? Bire Doğan ' la Yıldırım, Özlem Hatun 'un kabrini ziyaret ettiler. Yı ldırım, dağ başındaki çeşmeyi gölgeleyen sedir ağa­ cının altında ebedi uykusunu uyuyan anası ile uzun uzun ko­ nuştu. B aşucundaki kabir taşını okşadı, sevdi, ağladı. - Y ıldırı m, kalk. Elini yüzünü yıka da yola koyulalım. Ya­ pacak çok işimiz var. B uraya her fırsatta gelir anacağını ziya­ ret ederiz. Yıldırım B ire Doğan' ın mahiyetinde azap olarak savaşlara iştirak etti. Gösterdiği üstün başarılarından dolayı sipahi ol­ du. Alay Beğ ' liği rütbesine ulaştı. Tımarının yeri Denizli ile Muğla arasındaydı. Yıldırım fırsat buldukça anasının dağ ba­ şındaki kabrini ziyareti ihmal etmiyordu. Yıldırım, A vrupa yakasındaki bir sava,ştan dönüşte Üs­ küp' teki İsa Beğ camiinde ikindi namazını kıldı. Namaz son­ rası nda sırtını duvara yaslayıp camiin içerisini incelerken kendinden geçip uykuya daldı. Rüyasında çok güzel bir kız, kılıcının ucuyla onun omzuna dürtüklüyordu.

Kalk yiğidim uyuma, uyan da düş peşime, Yatılacak an değil, şahlandır kır atını. Şaşma benim atımla yanına gelişime. Yaylarda sürük oklar kılıçlara dar kını, Yıkmak sana yakışmaz gönül saltanatını. Yıldırım irkilerek uyandı. Rüyanın etkisiyle kendisini zor topladı. Kızın okuduğu şiiri bir kağıda yazarak cebine yerleş­ tirdi. Camiden çıkıp atına bindiğinde ne tarafa gideceğine bir türlü karar veremiyordu. Sonunda Edirne istikametine gitme­ ye karar verdi. Yol boyunca düşünde gördüğü kızın hayali gözünün önündeydi . İstanbul ' da eğlenmeden Bursa'ya yürü­ dü. Orada da ecdadının yaptırdığı camileri ve bilhassa Os­ manlı şehzadelerinin, sultanlarının yattığı Muradiye'yi dolaş­ tı. Sonrasında kona göçe Denizli ' ye ulaştı.


203

Denizli ' ye vardığında çağ akşama yaklaşıyordu. Orada oyalanmadan yoluna devam etmeyi, geceyi de yol üzerinde rastlayacağı bir kervansarayda geçirmeyi tasarladı . Akşam gün battıktan bir müddet sonra tasarısına uygun bir kervansa­ raya varmıştı. Akşam taamından sonra odasına çekilip yatağa uzandı. Günlerin verdiği yorgunluktan intikam alırmışçasına içi geçti. Uyumuştu. Üsküp' teki İsa Beğ camiindeki namaz sonrasında rüyası ­ na giren kız bu gece de onun rüyasını süslüyordu. Kız bu de­ fa çok güzel giyin mişti. Elindeki testiyle gülerek Yıldırım 'a yaklaşıyordu. Diğer elindeki ağaç çamçağa su doldurarak Yıl ­ dırı m ' a uzattı . Yıldırım kendisine uzatılan çamçağı almak üze­ reydi ki, içindeki buz gibi su onun üzerine dökülüverdi. Yıldırım yataktan sıçrayarak uykusundan uyanmıştı. Bi­ razdan yine dalar, uyurum diye düşündüyse de bunda başarılı olamadı. Uykusu bir defa kaçmıştı. Rüyanın da etkisiyle sa­ baha kadar uyuyamadı. Yıldırı m' ı hayatta hiçbir şey bu kadar etkileyememişti . Uykusuzluktan yorgun ve bitap düşmüş olan Yıldırım, gü­ nü kervansarayda geçirmeye, burada bir gece daha kalarak iyiden iyiye dinlenmeye karar verdi. Uykusuna yenik düşmek için onun bastırmasını beklemek lazımdı. Bu süreyi kervansarayın girişindeki bekleme divanın­ da oturanlarla sohbet ederek geçirdi. Gözleri kapanmaya baş­ layınca sohbette bulunanlarla vedalaşıp odasına çıktı. Uyuma­ sı için bir horoz ötüşü süresi kadarki zaman yeterli oldu. Henüz uyumuştu ki yine rüya görmeye başladı. Üstelik bu gece de rüyasında yine aynı kızı görüyordu. Kız bu gece bir kır ata binmişti. At üzerinde Yıldırım' ın yanına gelen kız atı şaha kaldırarak "Doğru yoldasın, sağa sola sapmadan ilerle. Şaşınna. " dedi. O böyle söyleyince Yıldırım da ellerini göğe açarak " Ya­

rabbi bu kızdan kurtuluş yok, ne yapacağımı şaşırdım. Sen bana yardımcı ol " diye yakardı. Asl ında Yıldırım, rüyalarına giren bu kızın etkisinde kaldığını fark etmiyor değildi .


204

Yıldınm sabahla birlikte kervansaraydan ayrıldı. Tımarın yol ayrımına geldiğinde o tarafa doğru sapmayarak ilerledi. Akşam olmak üzereydi. Yol üstündeki çeşmenin başında beş-altı kızın şakalaşıp gülüştüklerini gördü. Yıldınm' ın çeşmeye doğru geli­ şini gören kızlar testilerini alarak çeşme başından uzaklaştılar. Yıldınm çeşmede elini yüzünü yıkadı. Kana kana su içti. Doğ­ rulduğunda karşısında gördüğü manzaraya inanamadı. Üç kez rüyasına giren güzeller güzeli kız karşısında duruyordu. - Bacı gel testini doldur ben gidiyorum. - Yolcu, nereden gelip nereye gidiyorsun? - Geldiğim yer çok uzak, gittiğim yer tımarı.mdır. - Tımarın buraya uzak mı ? - Uzak sayıl ır. - Öyleyse bu akşam konuğumuz ol, bak akşam olmak üzer�. - B acı bu obada mı oturuyorsun. B aşka bir yerde bulundun mu? Bana yüzün hiç yabançı gelmiyor. Seni bir yerde görmüş gibiyim. - Sizin simanızda bana yabancı gelmiyor. - Adını bağışlar mısın? - Adım Neslihan. Ya sizinki? - Yıldırım. Yıldırım, Neslihan ' la yan yana onun kendisini davet etmiş olduğu eve doğru yürürlerken, N_e slihan obaları hak:kında bilgi veriyordu. Cami yanında geçerlerken Yıldınm'ın gözleri, hazire kabirlerinin başucundaki mezar taşlarında bulunan kayı oymağı tamgasına takıldı. Tamgayı görür görmez durdu. Mezar taşları­ nın başuçlarına yanaşarak Fatiha okudu. Neslihan "Bu cami�

dedemin babası Deli Kurt yaptınnış. Senin anlayacağın o me­ zarlarda büyük babam ve büyük anam yatmaktadırlar " dedi·. , , - O mezar taşlarındaki işaretlerin manasını biliyor mu�ın? - O işaretler mensup olduğumuz, oymağın işaretiymiş. B unun manasını büyük babam Kurtoğlu size etraflı bir şekilde izah eder. Yıldırı m, Manisa dönüşünde B ire Doğan amcmıın, boy­ nuna taktığı ve hala boynunda taşıdığı muska üzerindeki şek-


205

. lin, mezar taşlarındak ilerle · aynı olduğunu düşündü. Hemen boynundaki muskayı çevirip baktı. Bu hareketi Nesl ihan ' ın gözünden kaçmamıştı. "Ağam onu ben de görebilir miyim ? " ded i . Y ı ldırı m muskanı n arka yüzünü çevirerek Neslihan ' a gösterdi. B u defa Neslihan şaşırmıştı . - Demek ki siz de bizdensiniz dedi ve devam etti : - Y ı ldırı m Ağa, buraya dedem Kurtoğlu i l e büyük anam Aynur H atun Saklıkent adını vermişler. Bu istek en büyük dedem olan Deli Kurt' tan geliyormuş. Yıldırım Neslihan'ın gösterdiği konuk evinin ahırına atını bağladı. B eraberce dedesi Kurtoğlu'nun evine vardılar. Yıl­ dırım, Kurtoğlu'nun ve Aynur Hatun' un elini öptü. Kurtoğlu ona karşısındaki sedire oturmasını söyledi. Tanışma, hal hatır fasıllanndan sonra Neslihan söze başladı: - Dedem, konuğumuz cami avlusunda yatan büyük dedem ve baba annemin mezarlarındaki Kayı Oymağı ' nın işaretini görünce, hemen mezarlarının baş ucuna vardı, dua etti. Boy­ nundaki muskanın arka yüzünü çevirerek bir oraya bir de ata dedemlerin mezar taşlarına baktı. Sonra muskasını öpüp yeri­ ne bıraktı. Ben olan bitenlere bir anlam veremediğim gibi me­ rak da ediyordum. Ben dayanamadım. Yıldırım Ağa' dan mus­ kasını gö.rmeme müsaade etmesini istedim. Çok ı srar etmem üzerine gördüğümü kimselere söylememem şartıyla gösterdi. Onun koynundaki muskada da Kayı Boyu' nun tamgası var. Bunun üzerine konuğumuzu alıp size getirdim. - Hoş geldin. Bilir misin ünün senden önce buralara kadar geldi. Kimsin, kimin nesisin anlat da bilelim? - B enim kim olduğumu söylememe gerek yok. Orası ben­ de saklıdır. Saklı nesneler ulu orta konuşulmaz. Kurtoğlu bu defa Neslihan'a sordu; - Nes lihan, Yıldırım ' ı n bize söylemeye çekindiği sır, bi­ zim sırdan olmasın? Neslihan ' ın cevaben, "Evet Dedeciğim " demesiyle, bu simn saklı bir tarafı kalmamıştı. - A mca, Neslihan söylememeye ant içtiği halde beni ele verdi. Rahmetli babanızın mezar taşındaki işaret, boynumda taşıdığım muska�a da vardır. Bu da size"kafi gel ir san ırım. ·


206

- Ben de sana rahatlayasın diye kendimi anlatayım oğul. Ben Sultan Yıldırım Bayazıd oğlu, İsa Beğ oğlu, "Deli Kurt " lakap­ lı Murad Beğ oğlu, Çağrı Kurtoğlu ' yum. Beni hep Kurtoğlu di­ ye tanırlar. Neslihan' da benim oğlum Bayazıd'ın kızıdır. - Sizi dinledikten sonra size kendimi tanıtmam da vacip ol­ du. Ben de Yıldırım Bayazıd oğlu, Çelebi Mehmed oğlu, Mu­ rad oğlu, Fatih Sultan Mehmed Han oğlu Bayazıd oğlu, Antal­ ya Valisi Şehzade Korkut Beğ oğlu, Yıldırım Bayazıd'ım. Ana­ mı babamı çocukken yitirdim. Anamı hayal meyal hatırlarım ama babamı hiç hatırlamam. Ben hamiim B ire Doğan ' dır. Ben o Alay Beği ' nin elinde büyüdüm. - Dedem, misafirimiz için konuk evinde yatacak yer hazır­ layıp, oradan da eve gideceğim. Başka bir emriniz var mı? - Hayır kızım. Yıldırım benim konuğumdur. Ben de kala­ cak. Konuğumuz için bahçeye bakan odayı hazırla da git. Ba­ ban geldi mi? - Geldi ! - Vay hayırsız vay, gelip bana bir görünmedi bile. - B abam yolda hastalanmış yatak, döşek yatıyordu. Ondan ötürü gelememiştir. - Kızım lafa daldık, konuğumuza "Aç mısın, tok musun ? " diye sormadık. - Akşam yemeğimiz mutfakta hazır, babaannem sizi buyur edecek. Allah ' a ısmarladık. Yarın erkenden gelir, babaanneme yardımcı olurum. B ir şeye ihtiyaç varsa yarın alıp getireyim. * * *

Yağmur üç gündür kesintisiz yağıyordu. Yıldırım Saklı­ kent' te mahsur kalmıştı. Bir gün Kurtoğlu ile karşılıklı sedir­ lerde otururken, Yıldırım; - Ağam hami im B ire Doğan' ı sizlere gönderip, torununuz Neslihan ' ı kendime istetmeyi düşünüyorum. Tabii münasip görürseniz. - Seni mükemmel bir şekilde yetiştiren Bire Doğan' la ta­ nışmak, onu konuk etmek isterim. Torunumu istemeye gelme­ si gerekmez. Senin tal ip ol man kafidir. Yalnız Neslihan ' ı n


207

fikrini sormamız lazım. O kabul ederse gerisi kolay. Yarın büyük anası Aynur Hatun, Neslihan ' a fikrini .sorar. Nesl i han sabah erkenden gelip babaannesi ile kahvaltı ha­ zırlarken, Aynur Hatun, Yıldırım'ın kendisini istediğini söy­ ledi. "Bu konuda senin fikrin nedir? " diye de sordu. Nesli­ han' ın cevabı "Siz münasip görüyorsanız, anam, babamda uy­ gun görürlerse, kabul ederim " oldu. O gün öğleden sonra baba ve anasını görmeye gelen Bayazıd, babasının konuğu Yıldırım Bayazıd' la tanıştı. - Ne güzel, adaşmışız. Tımanndan mı geliyorsun? - Hayır, Avrupa yakasından savaştan geliyorum. Kurtoğlu oğlu Yıldırı m ' a döndü; - Oğlum, sana bir haberim var. Yıldırım Bayazıd Allah ' ın emri Peygamber' in kavliyle kızımız Neslihan ' a taliptir. Se­ nin fikrin ne? Gülden Hatun ne der? - B aba hayırlısıysa olsun, sizin fikriniz ne? - Ben ve annen uygun buluyoruz. Neslihan ' ın fikri de müsbettir. B ir köşede konuşulanları dinleyen Neslihan; - Dede, akşam eve gidince, anamın fikrini sordum. "Kızım senin .fikrin mühim, sen kabul ediyorsan m_esele yok " dedi. - Baba siz münasip gördüğünüze göre akan sular durur. * * *

Her şey bir hafta içerisinde olup bitmişti . B ir sabah Yıldırım' la evdeşi Neslihan herkesle vedalaşı p atlarına bindiler. Oba halkı onları teşyi ederlerken arkaların­ dan " Yollarınız açık olsun " dileklerinde bulunuyorlardı. Yıldırı m B ayazıd geride bıraktıklarına el sallarken onlara; - Üzülmeyin Nesl ihan ' ı fazla özletmem, sık sık yanınıza getiririm, dedi. * * *

Uğurlanan lar bir müddet rahvan gittikten sonra atların ı hayladılar. Atlar şimdi uçarcasına dört nala gidiyorlardı. Yıl­ dırım B ayazıd, şanlı bir seferden dönerken, Saklıkent' e kadar tımarına ve hamii B ire Doğan Süleyman' a kavuşmanın haya-


208

lini kurmuştu. Oysa Saklıkent' ten ayrıldıktan sonra bu hayal­ lere bir üçüncüsü de eklenmişti. Bu hayal, Osmanlı kanı taşı­ yacak olan balalarıyla geçireceği müstakbel yılların mutlu ve muhteşem hayaliydi. Nesl i han ise sefer dönüşü Yıldırım Bayazıd ' ı n gördüğü rüyalardan habersiz, kısa bir süre içinde olup bitenlerin şaş­ kınlığı içindeydi. Kendisinin dedesinin, dedesinin, babası ile kocasının dedesinin, dedesinin dedesi aynı kişiydi: Yıldırım Bayazıd . . . Neslihan bu işin düşünmekle halledilemeyeceği kanaatine varmış, düğümü kendi yöntemiyle çözüvermi şti : Demek ki "Tanrı böyle istemişti ". Atlılar gözden kaybolmuşlardı. Saklıkent Osmanlıları' nın en aksakalı olan Kurtoğlu yeni evlileri uğurlayan kalabalığa seslendi: - Ey oba sekenesi, beni dinleyin. Dağılmak üzere hareketlenen insanlar, aksakalı n bu sözle­ ri üzerine durdular: - "Bilesiz ki Saklıkent obasına bizden olan birisi daha ka­ tıldı. Bir araya gelip yerleştiğimiz obaya Saklıkent dememi­ zin sebebini hepinizin en az benim kadar bildiğinizden emin­ diln. Bu sır sonsuza kadar faş edilmeyecektir. Bu sır burada, bu Saklıkent içerisinde ebediyete kadar kalacak, kalacaktır. Bunun tek bir istisnası vardır. Bu istisna gün gelip Türk ırkı­ nın, Kay soylu bir yiğide ihtiyaç duyması halidir. Bu ihtiyaç­ ta bile sır yine sır olarak kalacak, yiğidin Kay soylu olduğu­ nu ancak arif olanlar, onun icraatlarına bakarak anlayacak­ lardır. Yine bilesiniz ki, Tanrı Kay ailesini Türklere başbuğ yetiştirmek göreviyle yaratmıştır. Bunun böyle olduğunu bel­ ki bin, belki iki bin yıl sonraki nesillerimiz görecektir. Bu böylece bilinsin. Gerisi laf ii güzaftır. " ·

SON Bostancı, 1 Aralık 2007, Cumartesi



Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.