Rene Giraud
GOK TURK İMPARATORLUGU ..
..
İlteriş, Kapgan ve Bilge'nin Hükümdarlıkları (680-734)
Çeviren: İsmail Mangaitepe
[il ÖTÜKEN
YA YlN NU: 442 KÜLT ÜR SERİSİ: 168
ISBN 975-437-308-6.
ÖTÜ KEN NEŞRİ YAT A.Ş. İstiklal Cad. Anka ra Han 99/3 80060 Beyoğlu-İstanbul Tel: (02 12) 251 03 50 Faks: (0212) 251 00 12 İnternet adresi: www.otuken.com.tr •
Kapak Düzeni: Nur-Oicay Okan Kapak Baskısı: Birlik Ofset Dizgi - Tertip: Ötüken Baskı: Özener Matbaası Cilt: Yedigün Mücellilhanesi İstanbul - 1999
İÇİNDEKİLER
Önsöz Rene Giraud ve Türkoloji . Giri§ . Bazı Hususlar ve Kısaltmalar Hakkında Ön Bilgi .
7 9
...................................................................................................
......................... ........................................
. ıs .. . .! 9
............................. .............................................................. ......
.
......... .....
I.
... ..
BÖLÜM
Yazıtlarla İlgili Belgeler; Bunların Önemi
.
.
. .
........ ...... ........... ... .....
2ı
Il. BÖLÜM
Olayların Geli§imi .............................................................................45 İlteri§'in Hükümdarlığı .. . . ... . 77 Kapgan'ın Hükümdarlığı . . . . ... . . . 78 Bilge'nin Hükümdarlığı .. . . .. . . . . . . . . . .84 Tonyukuk Hakkında Kısa Bilgi . .. . . 93 ....
. .......................... ................
.. . ......................... .... .
. ....... ......
..... . . .. ..... . .... . .. .........
................... ............
III.
Siyasi ve Sosyal Hayat Siyasi Hayat . ·Sosyal Hayat .
. ......
. . .. ............
BÖLÜM . .
........ .... .
. ı 03 ı 03 l28
.................... ........................................... ...
.
. ............ ............... ................................................
.
....... ....................................... ..............................
Askerlik Sanatı
IV. BÖLÜM .
.
............. ......................... .......
.. .. . . . . ...
... . .. .. ..............
ı35
İnançlar ve Adetler Kadcre Ait Sayılar
Dil
V. BÖLÜM
.........................................................................
l51
....................... . . . . .........................................
186
VI. BÖLÜM .....................................................................................................
Dü§üncenin İfadcsi imgelerin (Benzetme Tekniğinin) İncelenmesi
l89 189 214
...................................................................
VII.
Bir Edebiyat Tarihi Taslağı.
.....................
BÖLÜM
223
...........................................................
VIII.
Coğrafi Meseleler
BÖLÜM
241
....... ............. . . .....................................................
SONUÇ NOT BİBLİYOGRAFYA İNDEKS HARİTALAR
285 291 293 299 .309
...........................................................................................
................................................................................................. .......................................................................
........................... ............................................................... .................. ..............................................................
ÖNSÖZ
BU
saha ile ilgilenen birçok Türk ilim adamı tarafından
makale ve kitaplarında Rene Giraud'un eserinden faydala nılmasına
rağmen,
böyle
bir
kitabın
günümüze
kadar
Türkçeye kazandınimaması bir kayıptır. Giraud'un meslek claşı Louis Bazin'in işaret ettiği hususlar bakımından ve bi zim için son derece önemli görülen bu kitabın muhtevası bir an önce Türk ilim aleminin ve okuyucu kitlesinin istifa desine sunulmalıydı. Bilhassa asrımızın Göktürk kitabeleri uzmanlanndan biri olan L. Bazin'in ifade ettiği gibi, bu ko nular üzerinde çalışacak olanlar ilk etapta R. Giraud'yu ve eserlerini iyi tanıma mecburiyetindedirler. Bu düşünceler den hareketle L'Empire des Turcs Celestes, Les Regnes d'Elterich, Qapghan et Bilga
(680-734) (Göktürklerin İm
paratorluğu, İlteriş, Kapgan ve Bilge'nin hükümdarlıklan) adlı eserinin tercümesini tam olarak vermeye çalışbk. Giraud'nun eseri Türkler ve yazılı edebiyat için tamamen farklı bir bakış açısı getirmektedir. Yazar Göktürklerin gücünü ve dayandıkları temel noktaları ortaya çıkarmaya çalışır. Eserinin asıl kaynağı olarak Orhun Abidelerini alan Gira ud'nun ortaya attığı fikirler uzun süre ilim alemini meşgul edecek türdendir. Müellif eseri hazırlarken kendinden önceki Türk tarihi yazarlarını ve eserlerini incelemiş ve kendi eserinde onlarda gördüğü eksiklikleri ve yanlışlıklan düzeltmeye çalışmıştır. Bil hassa Thomsen ve Radloff gibi ünlüler de nasibini almıştır.
8 / GÖK TÜRK İMPARATORLUÖU Giraud eski Türkçe'ye (Asya Türkçesine) tamamen ha kimdir. Eserini yazarken yüksek Fransızca kullanması tercü mede zorlanmamıza sebep olmuştur. Ayrıca cümlelerini uzun kurması, cümle aralarında ek bilgiler vermesi ve edebi dil kul lanması bizi bir hayli zorlamıştır. Bu güçlüğü aşmak için de ğerli katkılarından istifade ettiğimiz, özellikle eser yayma hazır lanırken bazı bölümleri yeniden· gözden geçirmekte çok emeği geçmiş bulunan sayın Ertuğrul Orhan Gültekin'e minnet borç luyuz. (Kendisi indeks'in hazırlanmasında da himmet göster miştir.) Ancak böyle bir eserin ilme kazandırılması için çekilen güçlükler, eserin ortaya çıkmasıyla yerini sevince bırakmış, sı kıntıları unutturmuştur. Yaptığımız çalışmanın yegane amacı Türk Kültürüne hizmetten ibarettir. Çalışmamızda gözden kaçırdığımız hatalarımızın olabile ceğini düşünerek, yapılacak ikazlara açık olduğumuzu ve ya pılan haklı tenkitlerin düzeltileceğini baştan belirtmek isterim. Bu önemli konuyu bana vermek lütfunda bulunan ve çalışmalarıma yön veren saygı değer hacarn Prof. Dr. Abdül kadir Donuk Bey'e sonsuz teşekkürlerimi sunarım. Ayrıca çalışmalarımı destekleyen, sıcak ilgi ve alakalarını hiç eksik etmeyen ve her zaman yardımlarını gördüğüm say gıdeğer hocalarım Yrd. Doç. Dr. Muzaffer Ürekli ve Arş. Gör. Ali Ahmetbeyoğlu'na,
yayınlanmasında emeği geçen
başta Erol Kılınç olmak üzere Ötüken Neşriyat Mensupianna teşekkür etmeyi bir borç bilirim.
İSMAİL MANGALTEPE
RENE GİRAUD
ve
TÜRKOLOJi"
i şbu satırların yazarı gibi Rene Giraud'yı Türkiye ile temas kurmasından sonra tanımış olanlar, bu ince ve coş kun ruhun aydın düşünme tutkusunun Türkoloji olduğu na tanıklık edebilir. Cezayir (Menerville, 29 Ağustos 1 906)de doğmuş ol ması bugünkü Türklerin oluşturduğu büyük Akdeniz ül kesini içten anlamasını herhalde kolaylaştırmış oldu. Louisle-Grand Lisesi ve Cezayir Ü niversitesinde aldığı sağlam hiimanizma öğretisinin de bunda katkısı olmuş tur. (,...ık iyi Latince bilen Rene Giraud ilim aleminin adamı olarak 1944'e kadar Cezayir'de çeşitli orta eğitim kurumlarında çok canlı öğretim vererek filolog düşünce sini derinleştirmek imkanını bulmuştur. Mesleki nitelikleri ve ("Combat" hareketi bünyesin de) direnişçi faaliyeti sayesinde Fransa Cumhuriyeti Ge çici Hükümeti tarafından 1944'te kendisine dış ülkelerde kültürel görev teklif edildi, önerilen çeşitli kentler arasın da ise Atatürk'ün yenileştirdiği Türkiye'ye duyduğu me rak ve sempati nedeniyle tereddüt etmeden Ankara'yı seçti. L. BAZİN; "Rene Giraud et la Turcologie, Tıırcica, 1, Paris 1969
1 0 / GÖK TÜRK İMPARATORLUGU
Önce, Edebiyat Fakültesi Fransızca Öğretim Üyesi, ardından Siyasal Bilgiler Okulu Fransızca öğretmeni ola rak Ankara'da 1962'ye kadar tam 18 yıl kaldı. Ankara'nın hayat tarzını hemen benimsedi, birçok dostluklar edindi. Uygulamalı ve teorik olarak Türkçenin öğrenimine kendi ni canla başla verdi. Ben de, 1945'te görevle Ankara'ya gönderildiğİrnde Şark Dilleri Okulundan yeni çıkmış ol mama rağmen, bana gizem dolu gibi görünen bir dilde ra hatça uzun uzun konuşmalar yapabildiğini gözledim. Ar tık Ankaralı olmuştu ve kentin sırlarını daima hoş ve alay lı özlemle andığı doğum yerinin renkli ifadeleriyle açıklı yordu. O dönemde Rene Giraud'un bilimsel merakı bir yan dan yazılı ve özellikle sözlü çağdaş Türkçenin dilbilimsel incelemesi, öte yandan en değerli temsilcilerini şahsen ta nımış olduğu geç Türk edebiyatının irdelenmesinde yo ğunlaşıyordu. Dil olaylarını çok iyi gözlemler, öğrencileri ne yaptırdığı çeviri çalışmalarından ince açık sonuçlar çı karırken yönettiği bu çeviriler gramer ve stil irdelemeleri ne dönüşürdü. Esas bilimsel rehberi Jean Deny idi. Onun sözlü öğretisinden yararlanamamıştı, ama çalışmalarını gayet iyi bilir ve onunla yazışırdı. Edebiyat ara§tırmaları için bilgileri birinci el yazarlardan temin ederdi, bunların çoğu ile zaten dostluk kurmu§tu; Ankara'nın en bilgili ve özgün ele§tirmeni, gerçekten ulusal bir çağda§lığın tartı§ masız öncülerinden Nurullah Ataç'la sürekli dü§ünce alı§ veri§indeydi. Latince ve Fransızca filoloji bilgisi kuwetli olan Re ne Giraud tarihsel dilbilimin hümanizma açısından değe rini kendi deneyiminden de bilmekteydi . Bu nedenle zen ginliğini şaşırarak ke§fettiği Türk dilinin tarihine çabuk eğildi. Kişisel tercih ve çağda§ yazar arkada§larının etki siyle de bir Türkçe söz dizimi içinde Arapça ve Farsça sözlük ala§ımının oluşturduğu yapay ve şa§ılacak bir dil olarak klasik Osmanlıcayla pek ilgilenmedi. Klasik Os-
GÖK TÜRK İM PARATORLUGU 1 ı ı
manlıca teokratik ve imparatorluğa bağlı bir kültür aracı olarak kendine özgü bir yücelikten yoksun değildi. An cak dar bir çevre içinde yayılabilmiş, milli Türk ruhunun derinliklerini ifade edemiyordu. Kısmen ideolojik olan bu görüşler bir yana bırakılırsa Rene Giraud günün yazı lı ve canlı konuşmaya dayalı dilinin, Osmanlı geleneğin den ne denli koptuğunu pek ala gözlemliyebiliyordu. Konuşulan dilin o bilgiçlik tasiayan gelenekten pek az şey aldığını, buna mukabil esas olarak Osmanlı öncesi Türkçenin doğal gelişimi içinde ve Orta Asya'dan gelen fatih aşiretlerin dilinin mirasçısı olduğunu tesbit etmiştir. Ben de Türk dilinin eski tarihi, özellikle Moğol dili ile ilişkilerini irdelemekteydim. MS. 700 yıllarında yazıl dığı sanılan ve bugüne kadar bilinen en eski Türkçenin anıtı olan Yukarı Yenisey ve Moğolistan eski yazıt me tinlerine büyük ilgi duyuyordum. Çabalarımızı birleştire rek devrin zorluklarına rağmen bu metinlerin irdelenme sinde gerekli belgeleri sağlıyabildik. Rene Giraud 1945 sonlarında araştırma konusu yaptığı Bain Tsokto (ya da -yazarı- Tonyukuk adıyla da ha iyi bilinen) yazıtıyla son derece ilgilendi. Tamamen kapladığı iki dikme taş üzerine yazılı bu metnin 725 yılı civarında yazıldığı kabul edilmektedir. 680 yılından başlamak üzere (Moğolistan) Türk İ mpara torluğunun canlandırılması sürecinde ön planda rol oy nayan seksenlik adamın gördüklerini ve kişisel fikirleri ni, yargılarını içeren metin genişçe ve kendi eliyle yazıl mış bir yaşam öyküsünü içerir. İ ki İ mparatorun Başkumandanlığını yapmış, bir üçüncüsünün kayınpederi olmuş bu bilge Tonyukuk, Çin toplumuyla bütünleştirilenlere verilen Çin eğitimini gör müş, ondan sonra Çin İmparatorluğunun egemenliğine direnen ulusal Türk hareketine bozkırlarda katılmıştır. Yüzyıllar öncesi bir İstiklal Savaşı kahramanı, açık, yer leşmiş inançlara karşı gelen ruh, gerçekçi vatansever, ba-
1 2 / GÖK TÜRK i MPARATORLUGU
şa çıkılmaz askeri şef, yalnız bildiğini okuyan, kendisi için hazırladığı mezar taşı yazısında sözünü söylemekten çe kinmeyen Tonyukuk adlı bu adamı coşkuyla irdeledi. Yorulmak bilmeyen sabır ve titizlikle oniki yıl bo yunca bu yazıtı içten ve dıştan inceledi, bu konudaki tür koloji geleneğini (Wilhelm Thomsen ya da W. Radloff gibi dahi öncülere de dayansa) peşinen kabul etmeyi red detti (ki bu herkesçe hoş karşılanmadı). Bu iki bilginin çalışmaları esasen çoğu kez birbirine zıttı ve eski Türkçe hakkındaki bilgilerin bölük bölük olduğu bir döneme ait ti, özellikle ll 'inci yüzyıl Orta Asya Türklerinin gramer ve sözlüğünü, hatta bazı kurum ve inançlarını anlatan, eski türkolojinin hazinesi olan Kaşgarlı Mahmud'un "Di van"ından yararlanmamışlardı. Okuma tarzları ve yorum larının yetersizliğini gören Rene Giraud belgenin tümü nü fotoğraflar ve ilk suretlerinden yeniden gözden geçir mek istedi. İş zordu, elindeki resimlerin kötü oluşu işi daha da zorlaştırıyordu. ( 1958'de Pentti Aalto'nun iyi fo toğraflar içeren "Materialen zu den alttürkisclıen Inscriften der Mongolei" adlı eseri Helsinki'de çıktığında kendi eseri bitmiş ve baskıdaydı. Büyük maddi zorluklar ve belli bir yanlızlığa rağmen Rene Giraud çalışmasını 1957 yılı sonuna doğru bitirebil miş, yoğun ve orijinal iki eser yaratmıştır. Bunlar 1958'de verdiği doktora tezini oluşturdu ve baskı yavaşlığı nede niyle ancak 2-3 yıl sonra yayınlanabildi. Bu eserler şunlardır: - L 'Empire des Turcs Celestes. Les regnes d'Eltericlı, Quapglıan et Bilga (680-734), Paris 1960; 220 sayfa in-8°, - L'bıscription de Bain Tsokto, Edition Critique, Pa ris 1 96 1 , 1 65 sayfa in-8° . Bu iki kitap eski Türkler ve yazıt edebiyatlarıyla ilgili birçok tarihi ve filolojik problemlere tamamen yeni bir bakış getirmektedir. Tabiatiyle, yenilikçi çabasında Rene
GÖK TÜRK i MPARATORl.UGU / ll
Giraud da bazı hatalar yapmı§tır (Sir Gerard Clauson onun çabasını "yıkıcı" diye nitelemi§tir.) ve sorumluluğu ona ait olmayan malzemelerin teknik yetersizliği bazen ona zarar vermi§tir. Ancak §U da bir gerçek ki bundan böyle bu konular, eseri üzerinde durmadan ele alınamı yacaktır. Bazı önemli sorunları ilk olarak ortaya çıkardı, diğer bazı sorunlara da ba§arılı çözümler getirdi. Yazıtı kaleme alanın izlediği, çok kez katı olan imla kurallarını ilk olarak ke§fedip onları inceledi; bu kuralların öğrenil mesiyle bir çok belirsizlikler ortadan kaldırılabildi, birçok okuma hatası düzeltilebildi ve bu sırf Bain Tsokto yazıtı için değil, aynı gruba dahil, özellikle Orhun anıtları için de geçerlidir. Bu §ekilde yeni bulu§lara yol açtı ve geç mi§te büyük otoritelere saygı yüzünden biraz duraksama ya yüz tutan ara§tırmalar canlandı. Ayrıca çağda§ Türk eserleri hakkında takdir edilmi§, makale ve konferans konusu olmu§, nitelikli ve ince edebi irdelemeleri ve yine modern Türkçe hakkında gramer ve sözcükler bilimi açı sından gözlemlerinin unutulmaması gerek; kaldı ki göz lemler hiç yanılmamı§tır. 1962'de Fransa'ya dönünce Strasburg Ü niversitesine bir Türkoloji kürsüsü kurmaya çağrıldı. 1 964'te kürsünün asli öğretim üyesi oldu. Bir Türkoloji Enstitüsünün te mellerini attı. Bu atılımlar öteden beri Şarkiyat Bölü münde parlak gelenekiere sahip olan Strasburg Üniversi tesinde etkisini çok uygun §ekilde peki§tirdi. Ne yazık ki Rene Giraud'nun esasen sarsılmı§ bulu nan sağlık durumu hep dü§ündüğü, tamamen özgün bi çimde bugünün Türkçesinin açıklanması için bir Türkçe Fransızca sözlüğünü yazmaya elvermedi. 1968 mayıs ayında ölen Rene Griaud'un ölümü Tür kiye ve Fransa'daki dostlarını pek üzmü§tür. Fikir sorun ları ile ilgilenme yeteneğini, dilbilim ve yazım alanında dü§üncelerinin derinliğini, bilgilerinin geni§lik ve niteliği ni bilenler, olumlu sonuç vaad eden çalı§malarının bilim-
14 / GÖK TÜRK İMPARATORLUGU
sel alanda bitirilememesinin ifade ettiği kaybın tüm ağır lığını duymaktadır. Ancak, Rene Giraud'nun yayınlanmı§ eserleri bugünün ve yarının türkologları arasında fikirle rinin ya§amasına yetecektir ve Türk irdelemelerinin ileri si için özgün yorum ve dü§ünce ruhunu uyandıran bu fi kirler, verimli ufuklar açabilecektir.
GİRİŞ
_!}.
LTERİŞ, Kapgan ve Bilge'nin hükümdarlıkları, yani
bugünkü Moğolistan'ın kaderini yarım yüzyıldan fazla bir
zaman ellerinde tutan üç kağanın saltanatları hakkındaki bu incelemeyi, bilim dünyasının eleştirisine sunarken, bu
konuda gücümüzün yettiği kadar bilgi vermeyi yeğliyor ve yetersiz kaldığımız kısımlardan dolayı da bağışlanmamızı diliyoruz. Biz, herşeyden önce, Bozkınn diğer pek çok im paratorluklan gibi kısa zamanda hayatını yitiren bu impara
torluğun gücünü ve en küçük istinat noktalannı ortaya çı
karmaya, bir ortamı tekrar tesis etmeye çalıştık. Biz, kendi
sertlikleri içinde çoğu zaman gizledikleıi hususlan; halkın, sosyetenin, hükümdarın evrimini değerlendirmek istedik.
Bu evrim, derindir ve hemen hemen akıl almaz bir şekil
dedir. Bilge gibi içli, aynı zamanda destan şairi, görevinin bilincinde olan Devlet başkanı ile Başbuğ İlteriş arasında bir uçurum vardır. Anıtlar, tarihi tanıklardır, kanıtlardır. Gerçekten de böyledir; fakat bize göre, onlar, sanat ve bi
lim hayatına ait bir esintiyi dile getiren izlerdir de. Ne de nirse denilsin, askeri kuwetler, Bilge'nin karşısında yer al
mamış olsalardı; Bilge de, haleflerine, yeniden kalkındır
ınayı akıllanndan geçiremeyecekleri kadar bozulmuş pek kritik bir ortam bırakmamış olsaydı, Orhon medeniyetinin ne olabileceği hakkında pek çok kurgu yapılabilirdi. Fakat, yeni bir medeniyetin şartlannı ortaya koyarken, ya da koymak isterken, Bilge'nin İmparatorluğu, kesinlikle, ken-
1 6 / GÖK TÜRK i MPARATOR LUGU dini ölüme mahkum ediyordu. Bozkınn acımasız kanunuy du bu: kendine çeki düzen vermeye kalkışan, yok olmak zorundaydı.
Bundan sonraki yüzyılda,
Uygurların tarihi
de, buna benzer bir örneği sunar. Tarihi olayların incelenmesi, kuşkusuz, bu araştırma ala nına giriyordu. Çözülmesi fevkalade zor bir düğümdü bu. Hiç kuşku yok ki, biz, bütün düğümleri çözmeyi başarmış değiliz; fakat, şayet bu İmparatorluğun durmadan biçim ve görünüm değiştiren karakterini, sınırlarının belirsizliğini tespit etmeyi ba şarırsak, gayemize kısmen erişmiş olacağız. Kağanların iktida nna verdiğimiz imparatorluk adı bile, kelime elverişli olduğun dan, başlı başına karışıklığa yol açmak tehlikesiyle de karşı karşıya bulunmaktadır. Grousset gibi bir tarihçi, şöyle yaz maktadır: "699'da korkunç Türk Birliği, yeniden tesis edilmiş; hemen hemen 550'nin büyük Tu-kiü' İmparatorluğu, yeni den kurulmuştur". Grousset, şunu da kaydetmektedir: "711' de Mo-ç'o, Çin sınırından Transoxiane (Maveraünnehir)'a ka dar yayılan Türk uluslarının biricik hükümdan olarak kalmış tır." Gerçek hakkındaki böylesine sentetik bir görüşü benimse meden önce fevkalade dikkatli olmak gerekir. Bizim tezimiz, tam tersidir. imparatorluk, zaman ve mekan içinde, daima, bir hatıp bir çıkmıştır. Daha doğrusu, birlik, merkeziyet, de vamlılık kavramlarını içeren ifadeye göre, imparatorluk, tam anlamıyla varolmuş değildir. Altay-ötesindeki boylar, hiçbir zaman, daimi bir biçime boyun eğmemişlerdir. Ancak, dikka te değer bir istisna vardır: Oğuzlarınki. Onların sadakati, otuz yıl boyunca sürekli olacaktır. Bütün diğer kabileler, isyan için pusudadır; iktidar zayıflar zayıflamaz da, bağımsızlıklarına ka vuşmaktadırlar. Yazılı abidelerin, topyekun bir itaatin gerçek leştiğini belirttiği devirde bile, sözde hükümdarın kendi elçile rini Çin Sarayına gönderdiği görülür. Bizim özellikle üzerinde durduğumuz, bu siyasal konjonktürdür. Olaylarla ilgili böyle bir yorumlama, ister istemez, pek çok varsayımın birer birer açıklanmasını da gerektirecektir. Bunlardan bazıları kuwetli, bazıları da zayıf ihtimaller olarak görünecektir. Bizim amacımız, eleştiriyi, bu noktaya götür mek. Çalışmamızı hangi espri içinde yaptığımızı böylece açıkla dığımıza göre, şimdi sıra, ödememiz gereken iki minnettarlık borcun da.
GÖK TÜRK İM PARATORLUCU / 1 7 Seleflerimizin karşısında -burada bilhassa dilbilimcileri ak lımızdan geçiriyoruz- minnettarlığımızı göstermemiz, özellikle de kendilerinden özür dilememiz gerekiyor. Ancak Thomsen'ı anmamız, kendisinin kesinmiş gibi verdiği yorumlara karşı çık mamız veya bize kabul edilemez gibi görünen faraziyeleri çı karıp atmak zorunda kalmamız, gerçekten yüreğimizi burk maktadır. Bilim dünyasındaki onun pek çok hayranı, bu ba kımdan, inşallah bize fazla kızmazlar. Kararımızı, !,IÜreğimiz burkula burkula açıkladığımızdan emin olsunlar. ikinci borç, ödenmesi daha kolay olan bir borç. Bu ese rin herhangi bir değeri varsa, bunu M. Jean Deny'e borçlu dur. Onun bizzat öğrencisi olma zevkine er�memiş olmakla beraber, Türkçe hakkında öğrendiğimiz herşeyi, bu öğretme nin Dilbilgisinde bulduğumuzu, kesinlikle söyleyebiliriz. Bunun dışında, onun vaktiyle Doğu Dilleri Okulu'nda çalıştığı müdür lük bürosunda, kendisine Tonyukuk yazılı hakkındaki çalış mamızın ilk taslağını incelemesi için sunduğumuzda, nezdin de, sadece hoşgörü ve teşvik bulduk. O zamandan itibaren, birçok buluşmamızda, onun o derin bilgisine, sağlıklı yargısına başvurmak zorunda kaldık. O, bizi, her zaman, aynı !eveccüh ve sıcaklıkla karşıladı. Yüksek Araştırma Okulu'nda Eğitim Müdürü olan Louis Bazin'e de, candan teşekkürlerimiz vardır. Kendisinden istedi ğimiz ve onun bize yaptığı hizmetleri bir bir saysak, çok fazla yer tutardı. Gerektiğinde göstermiş olduğu dikkate değer bi limsel işbirliği anlayışı, takdire layıktır.
Bazı Hususlar ve Kısaltınalar Hakkında Ön Bilgi 1-
Asıl melinlerin aklarımı, Türkiye'de günümüzde kullanılan alfa beye uyarlanmı§ olduğundan, Latin harflerine çevrilerek yapılmış tır.
II-
Anıtlarla ilgili pek çok referansı verirken, sözcüklerin baş harfle rinden oluşturduğumuz a§ağıdaki kısailmaları benimsedi k: B.T. = Baın-Tsoklo, (Bain-Çokto) "Tonyukuk Yazılı" denilen anıt. K.T.I = Koşo-Tsaıdam, (Koşo-Çaidam) "Küllekin Yazılı" denilen I numaralı anıt. K.T.II= Koşo-Tsaıdam, (Koşo-Çaidam) "Bilge Kağan Yazıtı" de nilen II numaralı anıt.
III-
Çev. B. veya sadece B. ifadesi, K.T. anıtlarına ait, M. Bazin tara fından yapılan yayınlanmamış çeviriye başvurulması anlamına gel mektedir.
IV-
I.O.D.= Okunup açıklanmış olan Orhan yazılları (Thomsen).
V-
D.T.O.= Balı Kiu'lar hakkındaki belgeler (Chavannes).
VI-
Biz, "Gök Türkleri" veya kısallma yaparak ''Türkler" adı altında, sadece Doğudaki Türkleri göstcrmekteyiz. Ne zaman Balıdaki Türkler sözkonusu olursa; "Batıdaki Türkler" diye belirtmekteyiz.
VII- Anıtların cephelerini belirtmek için kullandığımiz kısallmalar, yönlerin baş lıarfidir: B.= Batı, D= Doğu, G. = Güney, K.= Kuzey. VIII- Yönlerden sonra kullandığımız sayılar ise, satırları göstermekte dir. Mesela K.T.I.D.J2 (veya I.D.l2)= Koşo-Tsaıdam I. anıtının Doğu cephesindeki yazılın 12. salın.
Ertuğrul Orhan Gültekin
!. B Ö L Ü M YAZITLARLA İLGİLİ BELGELER; BUNLARIN ÖNEMİ
Bu eserin elbet bir hedefi olacaktı; bu, Yukan-As ya'nın kısa süren bir tarihi dönemini, Gök Türkleri (Kök Türük, onlar kendilerini böyle isimlendirirlerdi)'nin, 680 ile 730 yılları arasında, Pekin ile Semerkant hattında, önemli bir rol aynadıkları kısa dönemi, tarihi, siyasi ve sosyolojik açıdan teşkil ettiği değeri, bütünüyle kavra maktı. Eğilimin büyük tarihsel senteziere doğru olduğu, bu büyük tarihi sentezlerin arasında bazılarının evrensel diye adlandırıldıkları, üstelik meslektaşımız Barthold'un eseri "J 'Histoire des Turcs d 'Asie Centrale" kadar önemli ve anlaşılabilir; Grousset'nin eserleri "J 'Empire des Step pes" ile "J 'Histoire de 1 'Asie" gibi üstelik daha kapsamlı incelemelerin çoktan yayınlandığı gözönünde bulunduru lursa, hedef yakındı; fakat, böyle olmasına rağmen, ona varmak, yine de kolay değildi. Barthold, mantıki olarak şöyle der: ''Türk Uluslarının tarihini yazmak için, Türko log olmak asla yeterli değildir. İ ncelenen devire göre, ya Çin dili uzmanı, ya Arap dili uzmanı, ya da İ ran dili uz manı da olmak gerekir." Şöyle demek daha doğru olur du: Aynı zamanda hem Türk dili uzmanı, hem Arap dili uzmanı, hem İran dili uzmanı olmak; hiç olmazsa, Arap ların Bactriane'a gelişlerinden (705'den) itibarenki döne mi inceleyebilmek için, Arap dili uzmanı olmak gerekir. Hatta Bizans dili uzmanı olmak bile faydasız olmayacak-
221 GÖK TÜRK iMI'ARATORLUGU
tır. Bütün bu sıfatlar bize verilmi§ değil; biz, sadece bir Türkolog olarak meseleyi ele almaktayız. Daha 1896'da, Thomsen (I.O.D. sayfa 95), §U sonuca varıyordu : "Müslü man aleminin etkisinin henüz üzerinde hiç görülmediği Türk Dili ve Edebiyatının en eski anıtları; hatta, Çiniiie rin öykülerine ait daha değerlisine artık rastlanmayan bir ilave olu§turan esas tarihi belgeler olduklarından; bu ya zıtların pek yüksek olan değerlerini burada ispata çalı§ mak beyhude olacaktır." Bizim bütün i§imiz, bu ispatın yararsız olmadığını, tersine gerekli olduğunu, açıkça göstermekten ibaret ola caktır. Ta§ parçaları ve anıt kalıntıları hakkında o kadar çok faraziye olu§turulmu§tur ki; az çok iyi bilgi veren, az çok taraf tutan seyyahların uzun öykülerine, o kadar bel bağlannll§tır ki; bizzat bu seyyahlar tarafından geni§ bir biçimde kaleme alınnıı§ olan nisbeten önemli belgelere dayanarak, bazı düzeltmeler yapmaya, bazı açıklamalar da bulunmaya kalkı§abiliriz. Seyyahların sırası gelince yan tuttukları ve onların "Anılar"ında sürekli bir savun ma endi§esinin yer aldığı inkar edilemez. Örneğin, Bil ge'nin Oğuzlar ile olan kavgalarının anlatıldığı öyküde Bilge, fevkalade saygın ki§i olsa bile; bu seyyahların bazı ba§arısızlıkları gizledikleri, her§eyi açıklamadıkları doğ rudur. Fakat hiçbir kimse, Orhan anıtlarının, Tonyukuk yazıtı denilen Baın-Tsokto anıtının ve daha küçük bir oranda Orgin yazıtının, 680 ile 734 yılları arasında cere yan eden olaylar hakkında ilk elden bilgiler ihtiva ettikle rine ve Çin ve Bizans ar§ivleri (tarih günlükleri) kadar onlara güvenilebileceğine itiraz edemeyecektir. Bu deği§ik anıtlar, hiç ho§a gitmeyen, §a§ılacak ka dar kötü bir akıbete maruz kalmı§lardır. Onlar, dilbilim cilerin yemi olmu§lardır; buna da Iayıktılar. Türk Dili'nin tarihi için onların olu§turduğu temel, fevkalade sağlam dır ve bundan henüz bütün sonuçlar çıkarılmı§ değildir. Bu husus, Thomsen'ın dü§ündüğünden daha deği§ik bir tarzda, hiçbir §Üpheye meydan vermeden ara§tırılmaya
GÖK TÜRK iMPAf{;\TOIH.UÜU 1 2.�
kalkışılsa, hatta bilhassa Batı Dünyası'nın eski Yunan ve Roma çağına ait destanlarının yankısı olarak onları dc ğerlendirmekten vazgeçilmeye yeltenilse bile, onların edebi açıdan önemleri, bu destanlarınkinden daha az de ğildir. Tamamen farklı olan husus, bu anıtların, kendine özgü daıngasının, kendine özgü ahenginin ve imgelerinin olmasıdır. Şöyle diyelim: değişik bir espriye sahip olduğu söylenınesc bile, onların kendine özgü bclagat figürleri vardır. Bu unsurlar, en küçük ayrıntılarına kadar titizlikle incelendiği taktirde ancak bir değeri olacak olan Türk Dilinin stilistik tarihini yazmak kalacaktır geriye. Bu husus, bütünüyle, kesin olarak kanıtlanmış ol maktan daha çok, önsezi ile ortaya çıkarılmıştır. Bu ko nuya tekrar döneceğiz. Metinleri incelerken, kendi kendimize şöyle sorduk: daha başka bilgi ler de çıkarılamaz mı? Bu tarih sayfası nın sınırları daha kesin bir biçimde çizilemez mi? Falan ya da filan coğrafi belgesel bilgi, daha fazla derinleştirile mez mi? Fevkalade orijinal bir yapıya sahip olan bu top luma, daha derinlemesine nüfuz edilemez mi? Grous set'nin sentezi, ne kadar dikkate değer bulunursa bulun sun, izafı önemi ne olursa olsun; her özel ayrıntıyı ele alamayacak kadar genel bir sentezdir. Uzmanların kendi sine bulup getirdikleri belgelerden, eşine az rastlanılan bir ustalıkla yararlanı rken; Grousset, bunların gerçeğe uyup uymadıklarını, her zaman kontrol edemiyordu. Bizi ilgilendiren alanda, Ortaçağ Türkçesi yazıtbiliminin bü yük üstadı olan Thoınsen'a hemen hemen körü körüne inanmış olmasından; onun ardından, Baın-Tsokto anıtı nın, Koşo-Tsaıdam anıtlarının bir kopyası ve bundan do layı da onun ancak pek az bir önem arzettiğini sanınış ol masından dolayı, Grousset kınanamayacaktır. Anlam ha talarından ve de bazan destek olarak kullanılan uydurma teorilerden dolayı, sorumlu da tutulamayacaktır. Daha sınırlı bir hedefi olduğundan, Barthold, tarih ve sosyoloji bakımından Türkçe yazıtlara ait belgelerin,
24 1 GÖK TÜRK İMPARATORLUGU
hangi zengin malzemeyi sunduklarını iyi tespit etmi§tir. Barthold, bu nedenle, belgelere büyük bir ilgi gösteriyor ve onların ku§ku götürmez belgesel bir değer ta§ıdıkları nı söylüyordu. Elde ettiği yorumun ister istemez iyi olma dığını farketmi§ ve bunu nobranca söylemi§tir. Fakat, bil hassa Arap dili uzmanı olduğundan; bu konuya, özellikle de Orhan Türklerinin sosyal yapısı hakkında orjinal ve derin görii§ler içeren sadece birkaç sayfa tahsis etmݧtİr. Bu anıtların neler olduklarını kısaca hatırlatalım: Üç çe§ittirler, İlteri§ Kağanın saltanatının ilk yıllarındaki İm paratorluğun sınırlarını hemen hemen içine alan üçgenin üç kö§esinde bulunmaktadırlar; §öyle ki:
1) Doğu'da, Yukarı-To la vadisinde, Baın-Tsokto da, Nalaıkha ile ırmağın sağ kıyısı arasında bulunan, dört yü züne yazı kazının ı§ olan iki ta§, Tonyuk u k (daha ziyade Tonı-yukuk)'un mezar ta§ını olu§turmaktadır. Komutan ve bizzat Devlet adamı olan Tonyukuk'un bizzat kendisi tarafından kaleme alınını§ olup, onun biyografisini ve si yasi vasiyetini içermektedir. Bir bütünlük meydana getir mek ihtiyacını duyduğumuzdan; biz, daha ziyade "Tonyu kuk Yazıtı" adı altında tanınan ·bu ta§lara, "Baın-Tsokto Anıtı" adını vereceğiz ve sözcüklerin ba§ harflerinin kı saltmaları olan B.T. kısaltına adıyla anacağız. Bu yazıt, 715 yılına doğru yazılmı§ olup, Bilge'nin saltanatının tam ba§langıcında dikilmi§tir (Bak: Bölüm II "Olayların Geli§imi"). 2) Batı'da Kökçin-Orhan vadisinde, Ko§o-Tsaıdam gölünün yakınında, üzerinde iki yazıt kazılı, 3 m. 75 cm. yüksekliğinde iki büyük mezar ta§ı bulunmaktadır. Bu yazıtların her ikisi de Bilge Kağan tarafından kaleme alınmı§ olup, pek çok ortak bölümleri vardır; fakat bu ya zıtlardan biri, Anıt I adı altında, hatta "Kültegin (Köl-tegin diye okunacak)" adı altında tanınmı§ olup, Kağanın erkek karde§inin kahramaniıkiarını anlatır; oysa diğer yazıt, Anıt II diye, hatta "Bilge Anıtı" diye anılır ve �
GÖKTÜRK İ MPARATORLUGU / �
Kağanın bizzat kendi kahramaniıkiarını anlatır. Her iki anıtta, Költegin'in yeğeni olan Yollıg tegin tarafından eklenmi§ olan kısa bir not bulunmaktadır. Y ollıg tegin, bu yazıUan yazıp, ta§lara kazıttığını söyler; oysa Anıt Il'de bir ilave kısım daha vardır. Bu kısım, Bilge'nin öz oğlu olan, yani büyük bir olasılıkla kendisinin ikinci hale fi olan Tengri-kağan'a aittir. Bu anıtları incelerken, biz onları kısaca K.T.I ve K.T.II olarak göstereceğiz. Bu iki anıtın her birinde, Gök'ün Oğlu'nun adına kaleme alın mı§, Çince birer yazıt bulunmaktadır. Gök'ün Oğlu'nun, sözüm ona sadık tebasına yaptığı §Ükran konu§masıdır bu; bizim incelememizden yana hiçbir ilginç yanı bulun mamaktadır. Aynı §ekilde hatırlatma babında, Kara Bal gasun'da, Uygurca yazılmı§ bir üçüncü anıtın bulunduğu nu bildirelim. Bu anıt, Anıt I ve Anıt II ile aynı yazım özelliği arzeder; hemen hemen okunamaz haldedir; ne olursa olsun, nasıl olursa olsun; onun incelenmesi, bizim konumuz dı§ında kalacaktır; çünkü, daha sonraki yıllarda ya§adığı kesinlikle bilinen bir Uygur kağanından bahset mektedir. K.T.I ve K.T.II anıtları, hemen hemen çağda§ tırlar. İ kincisi, ku§kusuz Bilge'nin ölümünden (734'den) sonra yazılmı§tır. 3) Güney'de, Ongin'in kollarından olan Tararuel'in kıyısında, oldukça sakatlanmı§ halde, daha kısa bir yazıt bulunmaktadır. Daha önce sözünü ettiğimiz anıtlardan daha eski bir zamana aitmi§ gibi görünmektedir. Tam okunamadığından, onu, kesin bir tarihe yerle§tirmek zor dur. Oniki Hayvan Takvimi'nin adeti, Tengri-Khan (?) adından bahsedilmesi, daha genç bir tarihi akla getire cekti; fakat, gerçekten de, kesin hiçbir bilgiye sahip deği liz; yorumlar bir hayli çok ve farklı farklı. Öyle veya böy le, nasıl olursa olsun, bu anıtın, bizim incelememize bü yük bir yararı olamazdı. Hatta okunabilen kısımlar da ge nel bilgilerle yetinmekte; üstelik de, sadece pek iyi bili nen bilgileri vermektedir. Bununla birlikte, bize mukaye-
26 / GÖK TÜRK iMPARATORLUGU
se için, bazı deliller sağlamaktadır. Bu anıtı, "Ongin" diye adlandıracağız. Nisbeten bu denli sınırlı sayıdaki bu belgeler yardı mıyla, sadece tarihi gerçeği değil, bir devrin panoraması nı tekrar gözler önüne serebileceğiınizi, kendine özgü özellikleri olan bir toplumu yeniden canlandırabileceği mizi ümit edebilir miyiz? Bir ilk müşahede olma yönün den, özenle bunu denedik. B.T. anıtı, K.T. anıtlarının bir kopyası olma ihtimalinden uzak olup, bunlardan tama men farklıdır; bu eserimizin olu§uınu sırasında, bunun böyle olduğunu belgeleyeceğiz. İ ki ta§ grubunda nakledi len tarihi olaylar, aynı olaylar değildir: B.T., İ lteri§'in tahta çıkışından (680 yılına doğru) ba§layarak, hemen hemen 705 yılına kadar uzanan bir dönemi anımsatır. K.T.I. zaman bakımından tamamen daha eski deviriere uzanarak, büyük atalar olan Bumın ve İstemi'nin tari hi-efsanevi saltanatlarını hatırlatıp; çarçabuk, İlteriş'in saltanatma geçer. Onun asıl muhtevası, bir hayli çok ay rıntıyla birlikte Kapgan'ın saltanat dönemidir (69 1-7 1 6): bilhassa Ming-§a (705) sava§ından, yani Tonyukuk'un kendi öyküsünü aniatmasına kesinlikle son verdiği andan itibaren ba§layan dönem. K.Jsacası, K.T. II. İmparatorlu ğun gerilemesini belirten az çok başarılı uzun mücadele ler serisiyle birlikte, bizzat Bilge'nin saltanat dönemi (716-734)'nin tam bir tablosunu sunar. Şu halde, §ayet Bilge'nin ölümünü izleyen, İmpara torluğun güçlükle ayakta durabildiği on yıl, önemsenme yebilir olarak değerlendirilirse; bizim, bizzat oyunculan nın kendilerinin betimlediği, Gök Türkleri'nin İ mpara torluğuna ait, tam bir tabloya sahibolma gibi e§siz bir §ansımız olacaktır. İmparatorluğun batmakta olduğu far kedilmesin diye; oyuncuları yargıçlar ve yargılananlar olan, değeri göz ardı edilemeyecek bu öykü, hemen he men sırf Çin belgelerine dayandırılmı§tır. Bu iki kaynağı kar§ıla§tırmak suretiyle, gerçeğe daha çok yakla§mak mümkün olacaktır.
GöK TÜRK İ MPARATORLUGU 127
Her ne kadar, gerçekten, Bozkırın tarihi, en güçlü, en iyi örgütlenmiş kabilenin yararına, azçok büyük bir yoğunluğa sahip konfederasyon kurulması ve yıkılmasıyla tamamen kaplıysa da; bu öykü, Çin iktidarının çok sayı daki zayıflamalarından biri vesilesiyle oluşan uygun bir dönemde değil; fakat, Çin İ mparatorluğu'nun en belirgin kalkınma aşamasına eriştiği apaçık bilinen bir zamanda ortaya çıkmış olma özelliği arzeder. Kutluğ- İ lteriş Sultan ile İ mparatoriçe Vu-tsö-t'ien (Vu-Heu), hemen hemen aynı zamanda: biri, 682'de; diğeri, 683 yılı sonunda ikti dara gelmişlerdir. Kapgan -Mo-ç'o'nun, Ming-şa-şan'da ki büyük zaferi, İ ınparatoriçenin ölümünden ancak bir yıl sonraya, yani 706 yılına aittir. Vu-tsö-t'ien'in inatçı vasfı, Çin'in iç ve dış işlerinin yönetilmesindeki enerjisi hatırla nacak olursa; ancak savaş cesareti bakımından, Türk ra kibinin görkemi, insanı şaşırtabilir. Her iki hasım da, ye terince güçlüydüler. Bununla birlikte, VIII. yüzyılın bu ilk otuz yılı zarfında, Pekin- İran Körfez hattının, değişik adlardaki üç kudretli imparatorluğun: Çin İ mparatorlu ğu'nun, T'u-kiü'lerin İ mparatorluğu'nun ve Arap (Erne vi) Sultanlığının hemen hemen elinde olduğu açıkça gö rülmektedir. Tarihinin, Grousset'nin deyişiyle "Yüce Dö nemi"ne doğru, bazı çelişik durumların birbirlerini izle melerine rağmen, Çin ilerlerken; aşağı yukarı, Bilge'nin tahta çıkışından itibaren, Türk Federasyonu'nun parçala ra ayrılıp; daha sonraları, Bilge'nin ölümünden sonra or tadan kalkmış olması; iki rakip gücün yükselişleriı1in ve . iktidarlarının arzettiği ait şaşırtıcı benzerlikte hiçbir silin ti yapmaz. Başkalarına benzemeyen farklı bir noktadan yapıla cak inceleme, belgelerin kar§ıla§tırılmasının ne kadar ve rimli olabileceğini ortaya koyacaktır. Bir taraftan, Türk ler ile Oğuzlar arasında; diğer bir taraftan, bunlarla Uy gur lar arasında özdeşlik olup olmadığının bilinmesi; hat ta aynı bir ulusun sözkonusu olup olmadığının bilinmesi noktasından; Türkologları, uzun. süren bir tartışma, karşı
2'd/ GÖK TÜRK İMPARATORLUGU
karşıya getirir (bk. Grousset'nin eseri Empire'in münaka §a bölümünün özet kısmı, s. 162 ile 163 ve dipnotlar). Bozkırda olaylar öylesine hızla cereyan etmektedir ki, Gök Türklerinin zirveye yükseli§leri ile kesin olarak batı§ları olsa olsa ancak yirmi yılı kapsamaktadır. Kap gan, 71 6'da öldürülür; Költegin 731 'de ölür; Bilge 734'de zehirlenir. Oysa çökü§, Kapgan'ın öldürülmesinden daha önceki yıllarda ha§lamı§tır. Oğuzların Konfederas yon'dan ayrılıp, Çin'e yerle§meye kalkı§tıkları 7 1 7-7 18 yıllarında, çöküş tamamlanmıştır. İ neklerin Gölü ( İ nigek köl) zaferiyle Oğuzlara katılmak suretiyle, İ lteri§'in te mellerini attığı İ mparatorluğun kaderinin, Oğuzların itti faktaki desteğine sıkı sıkıya bağlı olduğu böylece ortaya çıkmaktadır. Oğuzları, "Çin ile barı§"a sevkeden sebepler (Kapgan'ın öldürülmesi, böylece ardından karı§ıklıkların, ayaklanmaların çıkması, belki bu tercihte rol oynamı§tır), hangileri olursa olsun, Türk İ ktidarının sonunun geldiği ni haber vermektedir. Bu §artlarda, Barthold'un T'u-kiü ile Oğuzların özdeş oldukları iddiasını nasıl savunabildi ğini, insan kendi kendine sorabilir. Tonyukuk yazttının dikkatlice okunması, bu hususu aydınlatmı§tır. Yazıtın son kısmı, artık okunamaz haldedir. Hemen hemen hu kuki anlamda yeteneksiz birine danı§man olarak sahibol ma tehlikesine kar§ı, bir Kağana sahibolma gibi iyi bir kaderi olduğundan dolayı bütün ulusu uyardıktan sonra, Tonyukuk §U mutlu durum değerlendirmesi ile sözünü bitirir: "Tiiriik bilge kağmı Tiiriik sir bodwııg Oğuz bodwııg egidü olurur". Şayet bağlaç görevi gören ekin, eski Türk çede bulunmadığı göz önünde tutulursa; bu ifade, "Bilge bir kağan, Batı'daki Türk ulusu ile Oğuz ulusuna göz ku lak olmaktadır" §eklinde ancak yorumlanabilir. Gerçi, Orgötü yazttında yer alan "On Uygur-Tokuz Oğuz" ifade si, her ne kadar tartı§maya yol açabilirse de; önceki ifade, "bodun" kelimesinin tekrarlanması nedeniyle, her bakım dan ikiz anlamlı olmaktan uzaktır. Şüphesiz, aynı etnik
GÖK TÜRK İ M PARATORLUGU 1 29
menııeli, fakat siyasal bakımdan farklı iki ulus elbette söz konusudur. Böylelikle I. Anıtın Kuzey yüzünün 3. satırındaki metin parçası, "Tok11z Oğuz bodıuı kentii bodımım erti" (Dokuz Oğuz halkı benim k�ndi halkımdı) §eklinde açık lanmı§ oluyor. Sonek "-ti" ile yapılan "belirtili geçmi§ za man", geçmi§ zamana ait sona ermi§ bir durumun söz ko nusu olduğunu elbette göstermektedir. Türkler ile Oğuz ların ittifak dönemi, tam tarnma 78 1 veya 782'den 716 veya 717'ye kadar geriye uzanır. Ba§kaldıran Türge§ler den söz ederken, Bilge, tamamen aynı §artlar kar§ısında, §öyle diyecektir: "Türgeş kağan tiiriikimiz bodwıım erti" (Türge§ kağan, bizim Türklerimizdendi, benim halkım dandı) (1. Anıtın Doğu yüzündeki 18. satır, Il. Anıtın Doğu yüzündeki 16. satır). Şayet "oğlım Tiirgeş kağanta" (I. Anıtın Kuzey yüzündeki 3. satır) (oğlum Türge§ kağa nın ocağından) ifadesi, zihinlerde ters yönde bir anlam canlandırıyorsa da; söz konusu olan kağanın, kesinlikle, Bilge'nin kayın pederi olduğunu hatırlamak uygun olur (Il. Anıt, Kuzey yüz, 9. satırda zikredilen evleome töre ni). Gerçekte, Türkler ile Oğuzlar arasında, Türkler ile Türge§ler arasındakinden daha da sağlam siyasal bağlar yoktur. Hepsi eğretidir ve orduların kaderine göre deği§ mektedir. Tam anlamıyla tarihi alandaki birçok karanlık nokta, kar§ıla§tırma yöntemi sayesinde böylece aydınlanmı§ ol maktadır. Bu konuyu özel bir bölümde tekrar ele alaca ğız. Gel gelelim yazıtların önemi bu kadarla bilmemek tedir; tam tersine daha söylenecek §eyler bulunmaktadır. Sık sık söylendiği gibi, mezar ta§ı yazıtlarında gerçek bir yücelik duygusu, derin bir yurtseverlik vardır. Fakat, bu duyguların ifadesi, bizim kanaatimize göre, K.T. anıtla rında B.T. anıtındakinden çok daha az güçlü olarak kar �ımıza çıkmaktadır.
30 / GÖK TÜRK i MPARATORLUGU
Bu husus, her�eyden önce, onları yazanların ki§ili ğinden kaynaklanmaktadır; �öyle ki: B.T anıtının yazarı, bir ordu komutanı-bakan. Şimdi yaptığımız, onun yazıtı hakkındaki bu inceleme, enerjik anlatım biçimlerini tes pittir. K.T. anıtlarının yazarı ise, bir hükümdar, öyle bir hükümdar ki, yüreği iyi duygularla, karde§lik sevgisiyle dolu, nazik, dünya nimetlerine sırt çevirmi§, insanı kendi ne bağlayan bir hükümdar. Kar§ısında imparatorluk yıkı lırken, kahramanlık öykülerinin yer aldığı bir çe§it içli §iir ve içine Budizmin çoktan sindiği bir çe§it barı§ severliğin tomurcuklandığı vaızlar yazan bir gönül adamı. Yazıtlar pekçok asır öncesine ait olmasalardı, Clıanson de Roland destam tarzında oldukları söylenebilirdi. Tonyukuk'un gönülleri fetbeden milliyetçiliği, her ne kadar açıkça gö rülüyorsa da; yerini, daha §iddetli, daha ate§li, fakat has sas, en küçük ayrıntılarına kadar belirtilmi§ bir vatanse verliğe hırakını§tır. Şayet bizim bu çe§itli yazıtların tarihi ne ait çıkardığımız sonuçlar doğruysa; Tonyukuk, siyasal vasiyetini altını§ ya§larındayken yazmı§tır. Bilge ile Köl tegin elli ya�larına doğru ölmü§lerdir. Böyle olmakla be raber, enerji ve gençliği, en çok birincinin yazılında bul maktayız. Göze çarpan ba§ka bir çeli§ki §udur: "Çin uy ruklu" olarak doğmu§ olan Tonyukuk, aslında göçebe, bozkır insanıdır. Aynı yerde oturup ya§amak, Tonyukuk için ölmek demektir. Oysa, damadı Bilge ve Bilge'nin karde§i, her ikisi de, Kutluğ- İ lteri§'in oğulları olup, Ba §Cğmez Kapgan-Mo-ço'nun yeğenleridir; ordugahlarda büyümü§lerdir; daha yeniyetmelik çağlarından itibaren, kahraman mücahitlere verilen en yüksek askeri ünvan Iada donatılmı§lardır; kendilerini Çin ya§am tarzına kap tırmı§lardır. Bilhassa Bilge, kendisini, Güneyin cazibesi ne kaptırdığından, ulusunu, özellikle de beyleri, bo§ yere kınar. O, Çin ile ittifaktan söz etmese de, kendisini iyi kom§uluğa hazırlamı§tır. İki grup anıta farklı bir içerik kazandırmakta sadece yazarların mizaçlarının farklılığı değil; görevlerinin fark-
GÖK TÜRK iMPARATORLUGU 131
lılığı da rol oynamaktadır. Tonyukuk tarafından oynan mı§ olan siyasal rol ne olursa olsun, Kapgan ile Bilge'nin yanında hükumet meclislerinde olduğu kadar, İlteri§'in tahta çıkı§ı sırasında da, her§eyden önce, o, bir askeri li der (ordu komutanı), bir sava§ teknisyenidir. Orduının geliri, sefer yollarının seçinii, menzillerin uzaklığı hak kında, bize teknik bilgiler verir. Bu bilgilerden kesin ve dosdoğru veriler elde etmek, elbette mümkün olmaya caktır; ama, örneğin Kugızlara kar§ı yapılan sefer hak kında verdiği bilgiler, genel hatlarıyla, ayrıntıya kaçma dan, bu seferin güzergahının nasıl olduğunu tasarlama mıza imkan verir. Bilge'nin bizzat kendisi, Devlet Başka nı'dır. Elbette onun da iki anıtı, savaş öykülerinden yok sun değildir; ilk planda bu sava§lar, eşi benzeri olmayan sava§lardır ve "tegin" veya bizzat "kağan"ın yiğitliğini ulu lamak için sonradan ilave edilmişlerdir. B.T. anıtının de ğerini oluşturan hayranlık uyandıran düzenlemeye ve ge nel görünüme, bu anıtlarda rastlanmaz. Fakat, askeri şe ref için ödenen bu bedel yüzünden, Bilge, siyasal sıkıntı larının patlak vermesine göz yumar. Onun İ mparatorlu ğu, sallanan bir imparatorluktur; o, bunun bilincindedir. Babası İ lteriş'in tahta çıkı§ından önce, pek iyi bilinen an la§ınazlık tablosunu, nesiller arasına, halk tabakasıyla beylik sınıfı arasına ve bu beyler ile kağanlar arasına yer leştirrneğe özen göstermiş olsa bile; onun bu hareketin de, sıkıntılı bir geçmişin hatıriatılmasından daha çok, gü nün nesillerine bir çağrı, bir yalvarış vardır. Tarihçi, bun dan o zamanın toplumu hakkında birtakım bilgiler elde edebilir. Siyasi konjonktür, gerçekten, pek farklıdır. 715'de, yani, bizim B.T. yazılının muhtemel yazıın tarihi olarak ileri sürdüğümüz bu 715 yılında, imparatorluk, doruk noktasının henüz tam yakınındadır. Tonyukuk'un ancak gizlice yaydığı bazı uyarıcı i§aretler, pekala vardır; ama imparatorluk müessesesi henüz ayakta durmaktadır; üs telik de bilhassa Oğuzlar, o sıralar, ba§ka nedenlerden
32 / GÖK TÜRK i M PARATORLUGU
dolayı, geçici olarak İ mparatorluğa bağlı bulunmaktadır lar. 734'de, Türk iktidarı, ölüm dö�eğindedir ve on yıl can çeki�ecektir. "Sömürgeci" Çiniiter yararına Türk da vasına ihanet edenlere göre, o kadar sert olan Bilge'nin onlarla geçici bir uzla§ma sağladığına sevinmesini gör mek hayret vericidir; fakat bu, onun kendini artık sava§a cak durumda olmadığını sanmasının i§aretidir, elbette. İ lteri�'in saltanatının sonunun geldiğini gösteren sava�Ja ra -üstelik bu sava§ların bazıları, daha önceleri Türklerin olduğu sanılan topraklarda cereyan eder-, metinleri zor lamaya gerek kalmayacak �ekilde 730 yıllarına doğru ol duğu kaydedilen bu iktisadi krize bağlamak gerekir mi? Bu, oldukça muhtemel. Bilge, daima, ulusuna fetih ile il gili her fikri terketmesini ve ağaçtarla kaplı Ö tüken dağı ile yine aynı �ekilde ağaçtarla kaplı Çoghai dağının bu lunduğu imtiyazlı bölgelerde, ataları gibi olan hayvan sü rüleri yeti§tirmek i§iyle uğra§masını, kervancılık yapması� nı; yani, ticaretle uğra§masını öğütlernek zorunda kalmı� tır. Üstelik de, bu yirmi yıl esnasında, maneviyat alanın da, bir çe§it Çin İstiliisı olur. Bu istila, çe§itli §ekillerde kendini gösterir. Bilge'nin kendisinin kurmayı arzuladığı §ehirde, Buda Tao tapınakları açmak veya açılmasına izin vermek gibi bir niyeti olmayacak mıydı? Bu kanıt, sa dece Çin kaynaklarından elde edildiğine göre, §üpheli görülebilirse de; Çinlile§tirme ile ilgili somut bir kanıt, Oniki Hayvan takviminin günlük kullanımında vardır. M. Bazin, yakında yayınlanacak bir çalı�masında, bu takvi min, resmi Çin takvimiyle özde§ olduğunu göstermekte dir. Bu uygulamanın tarihi, kesin bir biçimde tespit edile bilmektedir; §öyle ki: öykünün esas metnindeki bütün olayların tarihleri, Türk adetine göre, "ya§a ait yıllar" ile gösterilmi§tir. Sonradan ilave edilen kısımlarda; yani, I. Anıtın Kuzey-Doğu, Güney-Doğu ve Güney-Batı yüzle rinde ise; ll. Anıtın Güney yüzünün son kısmında olduğu gibi, Oniki Hayvan takvimi kullanılmı§tır. Ongin yazıtın-
GÖK TÜRK i MPARATORLUGU /33
da da aynı şey söz konusudur. Burada, esas metnin son satırındaki bir tarih, Oniki Hayvan takvimi kullanılarak verilmektedir. Şayet daha eski bir tarih kabul edilirse (yazıtta kullanılan harflerin karakteri ile yazım iğnesinin pürtüklüğü, bu hususu destekleyebilecektir); bu ilaveler, onların, hattatın, daha doğrusu eserin sahibinin, yani merhumun öz oğlunun sonradan ekiediği bir ilave yazı olmalarının farzedilmesine yol açacaktır. Kağanın kendi §ahsi görü§lerindeki evrim de, hiç kuşkusuz, Çin etkisinden kaynaklanmaktadır. Kesin ola rak şu üç aşama apaçık görülmektedir: 1) İ lteriş, kendi ordusunun, özellikle de Tonyu kuk'un rızasıyla tahta çıkar. Başroldeki oyuncuyu hemen hemen, Tengri, yani Tanrı-Gök tayin eder. 2) K.T. anıtlarında, kağan, "Tengri"ye; karısı "katun" ise, "Ana Tanrıça Umay"a benzer. 3) Bilge'nin oğlu, yani onun ikinci halefi, kendisine "Tengri" adını verir; Çin imparatoru gibi kendini ilahla§ tırır. Paralel bir evrim, muhtemelen, "Kök Türük" adının kabul edilmesine katkıda bulunmu§tur. Hiç §Üphesiz, Bil ge'nin devrinde, Doğudaki Türkler, kendilerine bu adı vermi§lerdir. Gerçekten de, bu ad, B.T.'de bulunmaz; orada Türkler, "Tiiriik Sir bodım" (Batıdaki Türk Ulusu) diye adlandırılmı§lardır. "Kök", hem "mavi" anlamına, hem de "gök" anlamına geldiğinden "Mavi Türkler" yeri ne "Gök'ün Türkleri" diye tercüme etmek daha uygun olur; inşallah haklıyızdır! Hatta, "Kök"ün, "Sosyal hayat" bölümünde incelediğimiz "örün" (beyaz) ve "kara" (kara) gibi bir batini değeri yok mudur? sorusunu insanın dü şünmesi gerekir. Yazıtsal belgelerin türkologlara ne kadar çok büyük ara§tırma alanı sunduğunu daha önce söylemi§tik. Türk Dili'nin geçirdiği tarihi evrimle ilgili hiçbir çalışma bu lunmamaktadır; Türkçe ile Moğolcanın karşılaştırmalı bir dilbilgisi çalışması da, henüz yapılmı§ değil; bunlar ol-
34/ GÖK TÜRK İMPARATOR LUGU
madan fikir yürütmek, mümkün olmayacaktır. Bu apaçık bir gerçek; fakat, bu küçük kümenin içinde bile mukaye se malzemesinin bulunduğunu farketmemi�izdir. Haklı olarak, Türk Dilleri'nin muhafazakarlığından söz edilir. Biz, yazıtlarda, dilbilimsel olgular bulmaktayız; bunlar, yeni Anadolu lehçelerinde olduğu kadar Yakutçada da kar§ımıza çıkmaktadır. Böyle olmakla beraber, kar�ı kar �ıya yer alan faktörleri sadece bir neslin ayırdığı gözö nünde bulundurulursa; B.T. ile K.T. arasında pek belir gin ayrılıklar olduğunu tespit etmek elbette gerekmekte dir. Bu ayrıcalıkları, biz detaylı olarak göstereceğiz; fa kat, tezimizi tanıtmak için, bizim açımızdan pek manidar görünen üç örneği, §imdiden veriyoruz: B.T.'de birinci tekil §ahıs zamiri, daima, "ben" (ben)'dir; K.T.'de ise, daima, "ben" (men)'dir. B.T.'de, bi rinci çoğul §ahıstaki deği§im, tuhaf bir biçimde kendini gösterir; burada eylemin öznesini belirtmek için, §ahıs zamiri, sadece fiil gövdesinden sonra kullanılmı§ olup, iki §ekilde kar§ımıza çıkar: "-biz" ile "-miz". Böyle olmakla beraber, §ayet sondaki genizden çıkan sessizin etkisiyle ·"ben"'den "men'"e geçi§ olağan bir durumsa; "biz"'den "miz"'e geçi§de de ancak benzeri durum sözkonusu olabi lir. Bundan, "men" ile "ben" §ekillerinin, Tonyukuk zama nından beri, birlikte mevcut oldukları sonucu çıkarılabilir mi? B.T.'de sebep belirten "-zu" sonekli tuhaf bir bağ-fiil bulunmaktadır. Ancak bu bağ-fiil, bu anıtta, bir kez, bir ba§ka defa da, K.T. (1. yazıt, Doğu yüzü, 28. satır)'da ka nıtlanmı§tır. Gerçek bir benzetme burada söz konusu dur. Anıt II. aynı yerde, "üçin"'in ardından "-duk" §eklin de fiil adı kullandığına göre; "-zu" sonekli bağ-fiilin, K.T. anıtları döneminde ya�amına son vermi� olduğu ve cüm le kurulu�unda yer almadığı kabul edilebilir. Ü çüncü örnek, "-pen", "-pan" sonekli bağ-fiil ile ilgili dir. Önceleri mevcut olup, sonraları ortadan kalkan eski bir �ekil olan "-zu'"nun ba�ına gelenlerin tersine, "-pen" 1
GÖK TÜRK İ M PARATORLUGU 1 35
"-pan" ile yeni birşeye, "-p" sonekli bağ-fiil'e ait gelişime sahibiz. B.T., buna ait pek çok örnek sunar; ama onun "-pen"/''-pan" sonekli bağ-fiilden haberi yoktur. K.T.'de, her iki şekil de, birlikte bulunur. Dillerde, genellikle son derece dayanıklı bir unsur olan sayma-sıralama sistemi de, evrim geçiriyor. B.T. ön ce birler basamağına, sonra da üst onlar basamağına ait olan rakamı açıklayan sistemi sadece tanıyor. Bu husus, açıklanan üst onlar basamağı ile alt onlar basamağı ara sındaki sayı dizisinde, birler basamağına ait rakamın han gi sırayı işgal ettiğini belirtınede kendini gösteriyor. Şu halde, "yeti yegirmi" (yedi yirmi), birler basamağının rak karnı yedi ile bir üstteki onlar basamağı yirmi olan sayıyı belirttiğine göre; "yeti yegirmi" (yedi yirmi), on sayısından yirmi sayısına kadarki dizi içinde yer alan sayıyı; yani "on yedi" sayısını belirtiyor. Aynı şekilde, "iiç otuz" (üç otuz), "yirmiüç" sayısını göstermek için kullanılacaktır. Bu sis tem, K.T.'de de mevcut; fakat, bu sistemin yerine daha basit bir sistem getirmek hususunda bir temayül olduğu anlaşılıyor. Bu ise, önce onlu basamağının rakamını, son ra birler basamağının rakamını vermekten ibarettir. On lar ile birler basamağına ait bu rakamlar, "artukı" (fazla dan, fazla olarak) sözcüğü ile birbirlerinden ayrılmışlar dır; öyle ki, "otuz artukı üç", "otuz artı üç" veya "otuzüç" anlamına geliyor. Bu yöntemin olağan olarak varacağı sonuç, "artukı"nın ortadan kesinlikle kalkmasıdır. Evrim olayı olarak, biz daha önceden, Çin takvimi nin gitgide benimsenmesini göstermiştik; fakat, orada, dilbilimsel bir evrimden daha çok toplumsal ve siyasal bir evrim sözkonusudur. Anıtların incelenmesinin, sesbilgisi bakımından ya rarı yok değil. Türklerin "Sogd alfabesi"nden yaptıkları dikkate değer uyarlama, onların kendilerine has, keskin bir sesbilgisi anlayışına sahip olduklarını gösterir. Türk ler, yazdıkları sessiz harfiere ait dizinin tamamına sahip olsalardı, onların alfabelerinin aşırı zengin ve hemen he-
J6 / GÖK TÜRK İMPARATORLUGU
men anlaşılmasının güç olduğu savunulabilecekti. Onla rın, örneğin dişierin ön kısmından çıkan sert sessiz ile dişierin arka kısmından çıkan bir sert sessize veya dudak ların ön kısmından çıkan bir yumu§ak sesli ile dudakların arka kısmından çıkan bir yumu§ak sesliye sahip olmu§ ol maları ihtimali azdır. Bu sessizlere ait i§aretlerin pek ço ğu, aslında, sadece sesli harfin tınlamasında; yani, keli menin ses tabakasının belirtilmesinde yardımcı olmak zorundaydılar. Sonraları, sistem, yaygınla§mı§tır. Hatta, yuvarlak seslilerle ortaya çıkan durum gibi, sesli, yeterli bir belirti arzettiği zaman; yani, ön kısımdan çıkanları gösteren bir nitelik, arka kısımdan çıkanları gösteren bir başka nitelik belirttiği zaman, farklı sessiz kullanmışlar dır. Bu sistem, sesliterin yazılırnma ait eksikliği giderme de de i§e yaradığından, daha da dikkate -değerdir. Bura da daha fazla ayrıntıya girmeden, genel sistem açısından gereksiz olan sesiilere ait yazılı§ biçimlerinin bulunduğu nu belirtelim. Onlar, yapıbilimsel bir rol oynadıklarından veya her§eyden önce aynı sese sahip sesde§ iki sonekini ayırt etme imkanını sağladıklarından yazıda kullanılmı§ lardır. Mesela, iyelik isim çekimindeki "i" halinin durumu böyledir. B.T.'de, bu sistem hemen hemen eksiksiz bu lunmaktadır. K.T. anıtları, kendi aralarında ve B.T.'e na zaran kararsızlıklar, ayrıcalıklar arzeder. Ama, bu farklı lıkların bizzat kendileri bilgi yüklüdür. Bize göre, onlar, tartı§ma konusu olacak bir meselenin çözümüne imkan verirler: takılar, belli bir ölçüde bağımsız mıydılar? Yani, fıil veya isim tabanının konumuna göre, sonra veya önce bulunu§larında, bu sonekler, sadece bir münavebeye mi tabi idiler? Ya da büsbütün, bu tabana mı tabi idiler? Yani, aynı §ekilde sesli uyumuna mı tabi idiler? Daha açık bir ifadeyle, kökün seslisi, yuvarlak ve nötr ise, sone kin sesiisi yuvarlak mıydı? Kökün sesiisi nötr ise, sonekin sesiisi nötr müydü? Mukayese, iki çe§it sonek olduğunu ortaya koyuyor: bazıları, yuvarlak seslili; bazıları da nötr sesiili sonekler. Kökün seslisinin veya daha önce yer alan
GÖK TÜRK iMPARATORLUGU / 37
bir sonekin seslisinin kalın ya da ince olmasının §U halde önemi olmadığını da mukayese gösteriyor. Oysa, dudak la§maya yönelik bir temayül zuhur ediyor. Bu temayül, §Üphesiz, her yerde görülmese de, kesin bir biçimdedir. En çarpıcı durum, "üçin"inkidir. Anıt I.'de, bazan, "iiçün" §eklini alır. Burada "üçn" (sesli yok) ile "iiçin", anıt II.'de ve B.T.'de olduğu gibi yanyana bulunur. "Üküş" de, buna benzer bir durum arzeder: Anıt Il.'de ve B.T.'de "iikş" bulunur. Hatta alet adı olan "ok" ("okun") ile sayı adı olan "tokuz" (B.T.'de "tokz") da bunlardandır. Ayrıca, Anıt II. evrimi belirtir: "Köriir" (B.T.'de "körr", "körür" diye okunacak); ge nel olarak, Anıt II. Anıt l'den, sesliler bakımından daha cimri olduğundan, orada bu duruma daha az rastlanır. Kısacası, yazıtlarla ilgili belgeler, edebiyat açısından, büyük bir değer arzeder. Ötüken-Tola-Ongin üçgeninde, bu edebiyatın kendiliğinden ortaya çıkması, eskiden beri olağanüstü bir hadise olarak değerlendirilmi§tir. Bu ede biyat, yoktan ortaya çıkmı§a benziyor; üstelik, uzun bir geleneğin izlerini de ta§ıdığı anla§ılıyor. Onun kullandığı dil, bir kültür dili olmak için olgunla§maya ihtiyacı hiç ol mayan, bütün imkanlarını elinde tutan, hazırlıklı bir dil dir. O, yapmacık bir alfabeyi o kadar ustalıkla kullanır ki, insan, haklı olarak, uzun bir demlenme devresinin olaca ğını aklına getirebilir. Böyle olmakla beraber, bu edebi yattan önce, "T'o-pa" §ivesine ait bazı kırıntılardan, Çin sarayına ait bazı sıfatlardan, bir kahinler kararından ba§ ka hiçbir §eye sahip değiliz (M. Bazin'in ara§tırmalarına bak: "Un texte proto-turc du IV siecle", Oriens I. 2, 1948, pp. 208 et sq.; ve: "Reclıerclıes sur fes pariers t 'o-pa", T'oııng-pao, XXXIV, 4-5, 1950, pp. 228-329). Yenisey havzasında ortaya çıkarılan ve hangi zama na ait oldukları aslında bilinmeyen bazı mezar ta§ı kİta beleri veya adak kitabeleri, edebi olarak değerlendirile meyeceklerdir. Onların yapılı§larındaki beceriksizlikten ve muhtevalarının fazla bir§ey kapsamamalarından dola-
38 / GÖK TÜRK iM PARATOR LUGU
yı, daha eski deviriere ait oldukları sanılıyor. Onların kıs men çökü� devrine ait bir benzetmenin neticesi olmama ları kesin değildir. Daha önceki deviriere ait olan anıtlar, tümüyle yok mu olmu�lardır; veya henüz ke�fedilmemi�ler midir hu susunu, aklımıza getirmemiz gerekir mi? Bu döneme ait anıtların, toprak a�ınmasından veya tahribattan kurtulup, tek tıa�larına ayakta katını� olmaları, olağanüstü bir şans olacaktır. Arkeologların bunlardan başkalarını keşfede memiş olmaları i"e, fcvkalade kötü bir şanssızlık olacak tır. Başka bir vaı say•m da var: bu dil, anıtlardan çok da ha önceleri konuşulmuş olup, zamanla gelişip, zenginleş miştir. Lehçeterin katılımlarını kabul eden bu dil, Kap gan ile Bilge'nin sarayında konuşulur. O, tabanı halka ait olan bir çeşit "k oinc"dir; ama "dilbilgisi uzmanları", onu işleyip geliştirmişleediL Yukarıda imla hakkında söyle dikleriınizi, bu dilin inceliklerine inen bir analizini yap mak için, bu hususta yeterince bilgisi olan tahsillilerin, az da olsa, bulunduğunu göstermektedir. Hiç kuşku yok ki, bu dil, anıtların ait oldukları devir den çok daha önceleri, yazı dili olarak kullanılmıştır. İ ran dili bilgini R. Gauthiot, Türk alfabesi ile "Sogd" alfabesi nin bir şekli arasında ilişki kurabileceğini sanıyordu. Bu Sogdien alfabe türü, hristiyan takvimine göre I. yüzyıla ait olan Sogdien belgelerindeki türden çok daha önceki deviriere aittir. O kadar eski deviriere uzanmasa bile, bu alfabenin kullanımının, VIII. yüzyıldan çok daha önceki zamana ait olduğunu mantıken kabul etmek gerekir. Ak si halde, A.C. Emre gibi, bugünün bazı Türk yazarlarının iddiasına ortak olup, Türk alfabesinin Sogdien kökenli olduğunu reddetmek ve onun menşeinde, fikirterin doğ rudan doğruya, tamamen yazıyla ifadesine dayanan garip bir kaynaktanmanın olduğunu görmek gerekecektir ki, sözkonusu olan alfabenin genel yapısı, Ön-Asya dilleri-
GÖK TÜRK İ MPARATORLUGU 1 39
nin alfabelerinin yapısına çok benzediğinden; bizim, bu teoriyi kabul etmemiz mümkün değildir. Şu halde, kendi kendine oluşum hadisesi olmamıştır; ama, ürkhan (Orhan) Türkleri, Tonyukuk gibi, kendi kahramaniıkiarını veya zaferlerini ve de siyasi, ahlaki öğütlerini taşa kaydeden ilk Türklerdir. Araştırmamızın daha sonraki bölümlerinde, en azından kağanın çevresini oluşturan, bizim saray hayatı dediğimiz şeyin taslağını, neyin nesi olduğunu göstermeye çalışacağız. Saray haya tından bahsederken, bunun şatafatını anlatacağız. Orada, söz ve müziğin saygın olduğu faraziyesinden bahsedece ğiz. Tonyukuk'un, Bilge'nin ve Köl-tegin (Kül Tegin)'in "kahramanlık destanları"ından önce, onların büyük atala rı olan Bumin ile İ stemi'nin de kahramanlık destanları olmuş olmalı. Ancak, bunlar sözle anlatılıyorlardı. Bu sözle anlatım geleneği zamanla ortadan kalkmıştır. Ton yukuk ile Bilge, unutulmalarını önlemek için, kendi kah ramanlık destanlarını yazıyla anlatmışlardır. Bizim görüşümüzü destekleyen husus, içlerine nesir ve koşuk karışmış hikayeler aniatma geleneğinin, günü müze kadar, hala capcanlı kalmış olmasıdır. İ nsan, Ana dolu'yu baştan başa dolaşınca; "kara çadır" altında gece ler geçirince; karanlık basmadan çok daha önce, göçebe lerin, Pir Sultan Abdal'ın, Köroğlu'nun, Karacaoğlan'ın ve daha başka pek çok yiğitin kahramanlıklarını, saz e§li ğinde, şarkıyla, sözle anlatı§larını dinleyince; Tonyu kuk'un ve Bilge'nin yazdıkları satırları, bamba§ka bir ruh hali içerisinde tekrar okuyar ve bu satırların, §ah-şöhret ihtiyaçlarından başka hangi ihtiyaçlara cevap verdiklerini daha iyi görüyor. Bizim, burada, bir kere daha, karşılaştırma metodu na başvurmamız gerekiyor. Yavan görünü§ler ve bazan da bir açıklamanın kabaca yapılması bakımından, B.T. anıtı, anlatmaya çalıştığımız görüş ile daha uyum sağla maktadır. Ü slfıp daha dolaşıksız; dil, daha sadedir; dü şünce, daha saf bir biçimde, en azından, pek a§ırılığa
40 / GÖK TÜRK İ MPARATOR l.UGU
kaçmadan ifade edilmiştir; çünkü, insan, sonuç olarak in celikten yoksun değildir. Ritm ise , daha kolaylıkla ince lenınesine fırsat verir. K.T. anıtlarında, hitap ve tumtu raklılık bakımından pek ince bir üsh1p göze çarpar; tas vir, ekseriya uzatılmı§tır; özen, daha belirgindir. Ama, değişik yollardan da olsa, her iki yazar da, sanatsal bir iz lcnime yol açınakla ba§arılıdırlar. Onların kullandıkları alet, bilenmiş olduğu halde; mükemmel değildi; böyle ol masına rağmen, onlar bu aleti, büyük bir ustalıkla kullan mışlardır. Kafiyeler ve pek çok başka yöntem, bu dili, bi raz tekdüze olmasına rağmen, çoban müziğinde apaçık görüldüğü gibi, ahenkli hale getirirler. Bu incelerneyi yaparken faydalandığımız belgeler böyledir. Bizden önce, pek çok araştırmacı, bu inceleme yi yapmı§sa da; bildiğimiz kadarıyla, bütünü içeren hiçbir çalı§ma, henüz neşredilmemiştir. Önceden belirtmi§tik: Anıtların ke§finden gerçekten yararlananlar, sadece dil bilimciler olmuştur. Üstelik, daima Thomsen'ın metniyle yetinip, en parlak kısımlarını yeniden yayınlamak, aynı zamanda ho§larına gitmiştir. Burada, bütün düşüncemizi söylememiz gerekiyor. Thomsen, pek büyük bir bilgindir; ve de biz, kendisine layık olduğu minnettarlığı duymakta yız. Thomsen, yazıtları okuyup, açıklamıştır. Bu, birden fazla §Öhrete yetecek bir liyakattir. Yazılları yorumlamak için, Thomsen bu dilin incelenmesi i§ine, dilin farklı leh çelerini gözönünde bulundurmak suretiyle girişmiştir. Bu yorumlama işini, çoğu zaman, üstün başarıyla yürütmüş tür. Pekçok hususta, özellikle bir sözlük yazarı olan Rad lofftan daha iyi yorumlar sunmuştur. Notları arasında, "Monuments de 1 'Orklıon declıiffres" ve "Turcica" adlı ese rinde fevkaliide mükemmel dilbilgisi notları, orijinal ve doğru görüşleri yer alır. Bilim dünyası, Danimarkah bil gine, çok şey borçludur; fakat onun eserinde kanıtlanmış birçok boşluk ve pek çok ciddi yanlı§lık bulunmaktadır; hatta, bazan optik hatalar yer almaktadır. Türkçe bir de yim hakkında açıklamada bulunmak için, bazan Home-
GÖK TÜRK ıMPARATORLUGU / 41
ros'a başvurulması, gülünçtür. "Türk ermişleri yer-sub" gibi bir çevirinin ne kadar yanlış anlaşılmalara yol açabi leceğini, Barthold, çoktan belirtmiş bulunuyor. Cehen nem ve Cennet, Gök Türklerinin kesinlikle bilmedikleri kavramlardır. Thomsen, böylece kendini, tartışması yapı labilir yakınlık-benzerlik kurİna metoduna kaptırmış ve sahip olduğu doğurgan muhayyilesi, onu yanlış yola sap tırmıştır. Bize göre, onda noksan olan husus, dilin kulla nımı, çevrenin onu kullanması. Bir Türk muhitinde bede nen bulunmayı kasdetmiyoruz. Bu da önemli; fakat zo runlu değil. Biz, metinlerle ilgili uzun bir uygulamanın gerektiğini anlatmak istiyoruz; ancak bu şekildeki bir uy gulama, düşünce tekniğini keşfetmeyi ve düşüncenin ke limelere nasıl döküldüğünü anlamayı sağlar. Yorumla masını yaparken, dilbilgisinden daha çok; bir anlamda, sezgi gerektiren cümlelerle ilgili düşünce tekniğini bil mek gerekir. En iyi sözlükler, dillerin fosilleşmiş bir gö rüntüsünü verirler. Oysa, burada, bilhassa, B.T. anıtı için bir konuşma dili sözkonusudur. B.T. için olduğu kadar K.T. için de durum böyledir. Böyle cümle, ünlem cümlesi olduğu farkedildiği takdirde, kolay anlaşılır oluyor; aksi takdirde, cümle, yalın, anlamsız, hemen hemen anlaşıl maz olarak değerlendiriliyor. Yorumlama işinde en bü yük zorluk, çoğu zaman "anlatım biçimini" keşfederken çekilir. Tonyukuk ile Bilge, olaylar karşısında, aynı tepki yi göstermemektedirler. Onlar, aynı sözlüğü, aynı dilbil gisi malzemesini kullanmakta; fakat, farklı biçimde ko nuşmaktadırlar. Duygululuk, sözdiziminde rolünü oyna mıştır. Örnekler o kadar fazla anlamlı olmalarına rağ men, bu durum pek sık görünmez. Eski yazıtlara ait bütün metinlerin kayıtlı olduğu "Eski Tiirk Yazıtları" adlı, eşsiz çalışma mahsı1lü eseri kendisine borçlu olduğumuz, yakın zaman önce vefatıyla bizi üzüntüye garkeden merhum H. Namık Orkun'a böy le bir eleştiri yapılabilirdi. Bu ciddi emekçinin ancak bir mazereti bulunmaktadır: almış olduğu derslere, daha zi-
42 / GÖK TÜRK İMPARATORLUGU
yade Thoınsen'dan aldığı derslere, bazan da Radloff'dan aldığı derslere bağlı kalmı§ olması. Sözdizimi bakımın dan kusursuz olsalar bile, Türk dilinin tabiatma ters dü§ tüklerinden; bazı yorumların kabul edilebilir olmadıkları, farkedilmeliydi; muhakkak farkedilmi§ olmaları gerekir di. İki ya da üç kez, o bunu söylemeye çalı§mı§tır; biz ise, onun bu çekingenliğinden dolayı ancak üzülebiliriz. Bu na mukabil, Türk yorumcu H. Namık Orkun görünen yanlı§ları düzeltmek ve sözlükle ilgili eksiklikleri gider mek için daha az sıkıntı çekmi§tir. Bu alanda, o gerçek ten itiraz edilemeyecek bir otoriteye dayanabiliyordu: Ka§garlı Mahmud'un eserine. Biz, bu eseriı.·izde, Ka§ garlı Mahmud'a kökle§mݧ adete göre, Ka§gari diyoruz. XI. yüzyılın bu sözlük yazarının sahibolduğu liyakatlar, anlatılamayacak kadar fazla. Her ne kadar, az önce, söz lüklerle ilgili bazı sitemlerde bulunduysak da, Ka§ga ri'nin eserinin bundan münezzeh olduğunu ilave etmek zorundayız. Ka§gari'nin eseri, bir sözlükten daha öte bir §ey. O, sırası gelince, o zamanki Türk lehçelerinin kar§ı la§tırmalı bir dilbilgisi, bir sosyoloji kitabı, bir §iir ve ata sözleri antolojisi; kısacası, türkolojinin §U son günlerdeki ilerleyi§inin büyük bir kısmını kendisine borçlu olduğu canlı bir yapıt. H. N. Orkun'un bu eserden yararlanırken, ondan ne kadar çok esinlenmi§ olduğunu söylemek uy gun olur. Metinlerde düzeltme yapmadığı zaman, o iyi sonuçlara ula§mı§tır. Aynı §ekilde, bugün Türkologlar, A. von Gabain'in dikkate değer eseri "Alttürkisclıe Grammatik"i ellerinin altında bulundurmaktadırlar. Bu . eser, ortaçağdaki Türk dili hakkında, o zamana ait olan bilgileri sentez yaparak sunmaktadır. Eserin son kısmını olu§turan "deyimler söz lüğü", o zamana kadar aydınlığa kavu§mamı§ olan pek çok kelimeye ı§ık tutmaktadır. Biz, bütün bu yeni belgelerin ı§ığında, yazıtları ince ledik Onların, basit birer savunma söylevi olmadıkları kanısına pek çabuk vardık. Fakat bu yazıtlar, Yukarı-As-
GÖK TÜRK İMPARATORLUGU / 43
ya'nın belli bir dönemine ait tarihini yeniden yazmaya, durumunu tekrar canlandırmaya o kadar fazla yarama dıkları gibi, yaramaları da gerekmiyordu. Giri§tiğimiz bu İ§İ yaparken, kıymetli kozlardan ya rarlandık. B.T. kİtabesinin karanlık noktalarını yok et meye çok özen gösterdiğimiz -sıralar, B.T.nin ele§tİrmeli bir baskısını kendisine takdim ederken, Yüksek Öğretim Okulu'nda Öğretim Müdürü M. Bazin'in 195 1-1953 yılla rında sunacağı konferanslarını, K.T. anıtlarının incelen mesine ayırdığını öğrenmek, bizim için en ho§a giden sürpriz oldu. Orada hazır bulunmamız, maddi bakımdan pek mümkün olmadığından, ara§tırmalarının sonucunu bize bildirmeyi kabul etmesini M. Bazin'den talep ettik. O, bu talebimizi, en nazikane bir biçimde kabul etti ve henüz yayınlanmamı§ olan kendi yorumunu bize gönder di. Onun bu bilimsel dayanı§ma jestine kar§ı minnettarlık duyduğumuzu burada belirtmekten mutluyuz. Çevirisi nin doğruluğunu kanıtiayacak açıklamaları, yazar henüz yayınlamadığından, bu yorumun bize, bazı noktalar hak kında sorunlar çıkardığını saklamayacağız. Aynı §ekilde, B.T. kİtabesi hakkında yararlanılabilecek duruma getir mi§ olduğumuz yeterince çok sayıdaki faraziye hakkında bütün uzmanların onayını elde edeceğimizi de sanmıyo ruz. Bununla birlikte, bu yorumlardan yola çıkarak, ko numuzu i§ledik. Ongin yazıtma gelince, Sir Clauson'un 1957 sonunda yayınlanan "Journal of the Royal Asiatic Society' deki bir makalesini bu konuya tahsis ettiği zaman, bizim çal•§ma mız çoktan sona ermi§ti. Türkologların yazıtlarl:ı ilgili belgelere kar§ı gösterdikleri ilgiye ait bu yeni kanıttan daha fazla hiçbir §ey bizi memnun edemezdi. Böylece yazıtlara ait metinlerio içeriğiyle ilgili bir ele§tiriden yola çıkarak, çalı§mamızı özümledik. Bizim katkımız, orada yoğunla§ıyor. Bu hususta bize, bazı ay dınlatıcı bilgiler verınede veya kanıtlamada yararlı olabi'
44 / GÖK TÜRK İMPARATORLUGU
!en başka kaynakları da, mümkün mertebe ihmal etmiş değiliz. Bizans kaynakları (Menandre, Theophylacte) bizi il gilendirenden çok daha önceki bir döneme aittirler; üste lik sadece, Batıdaki Türkler ile olan ilişkileri ele alıp in celerler. Böyle olmakla beraber, bilhassa gelenekleri, di ni anlayışları ilgilendiren hususlarda ilginç mukayese noktaları sağlarlar. Onlar, bize dikkate değer bir evrimin olduğunu kanıtlama imkfmı verirler. Arap kaynakları, bize bir husus dışında, pek yararlı olmamışlardır; çünkü, Arapların Bactriane'a gelişleri, ancak 705 yılından başlar. Ayrıca 707'den 7 l l 'e kadar sü ren seferterin dışında, Türklerin Batı ile ilişkileri, çok ile ri bir tarihten önce bir daha olmamıştır. S. Julien'in Doğudaki Türkler (özellikle T'ang şu' lar) ile ilgili en önemli Çin metinleri üzerinde yaptığı ça lışmalar, Chavannes'in Batıdaki Türkler hakkında yaptığı çalışmalar gibi, üzerinde durmamızı gerektirmeyecek ka dar iyi bilinmektedir. Bununla birlikte, yaptığı oldukça büyük hatalarından dolayı, S. Julien'i kınayan günümüz Çin dili bilginlerinin görüşüne göre hareket ettiğimizden, Chavannes'ın çalışmalarına, S. Julien'inkilerden daha fazla itimat ettik. Bizzat kendimiz Çin dili bilgini olmadı ğımızdan, başvurduğumuz bütün çeviriterin doğruluğunu elbette saptayamadık.
II. B Ö LÜ M OLAYLARIN GELİŞİMİ
Yaklaşık 690'dan 740'a kadar uzanan yarım asırlık bir devrede, Yukarı Asya, kendini siyasi bir otoriter yap tığını, bunu kendisi için ilke edindiğini, daha sonra da bu siyasi otoritesini kaybettiğini görmüştür. Yukarı Asya, öyle bir siyasi güç sahibi olmuştu ki, Çin bile, yeniden di rili§ döneminin tam içinde bulunmasına rağmen, ülkesi nin kuzeyinde, o da Türk kökenli olan T'o-pa hanedanlı ğı kurulduğu zaman, IV. yüzyılda başına gelen akıbete bir daha maruz kalmamak için, onun siyasi yöntemine ve harp sanatına bütünüyle ihtiyaç duymu§tur. Şimdiki Mo ğolistan ile şimdiki Kan-su'nun bulunduğu diyariardan yapılan çeşitli katılımlarla zenginleşen bu aynı güç, yete rince cesaret ve düzeni sağlayıcı kudret sahibi olmu§tur. Arap fatihlerine karşı, Semerkant'ın ötesinde, Sogdi ane'a kadar uzanan kesimde etkin rol oynayacak oldukça enerjik liderler bulmuştur ve bu hususta çeşitli imkanlar dan yararlandığı da doğrudur. Büyük bir tablo halinde belirtirken, bizim Kök-Türük dediğimiz Gök Türklerinin ancak geçici bir süre için, Kingan tepelerinden Amu-Darya (Amuderya)'ya kadar uzanan bir imparator luk kurmuş olduklarını söylemek mümkün olmuştur. Kuşkusuz, gerçek bamba§kadır. Ne Güneyde [ İ mparato riçe Wu Heu (Wou Tseu-t'ien)'nin Çin'ine göre], ne Ku. zey-Doğuda, bir ara birlik kuran Oğuzlar, 715'den itiba ren sürekli ayaklanmadan dururlar; ne de Kuzey-Batıda,
46 1 GÖK TÜRK İMPARATORLUGU
pek çok defa mağlfıp olan, fakat ba§ eğmeyen Kırgızlar, bir asır sonra, sıraları gelince Orhan havzasına egemen olmak için yeterli güçlerini korurnamazlık ederler; ne de Batıda, Dzoungare (Cungar, Cungarya) ovasında, Batı Türkleri, geçici bir sürenin dı§ında, devamlı iktidarda ka labilirler; hatta uzak ülke Sogd'da, hırçın Tibet'de, Gök Türkler de sağlam bir iktidara sahip olamazlar, hüküm ranlıklarını devam ettiremezler. Devlet'in ne olduğu hakkında, onlar, bilinç sahibiy diler; ve de, bu bilinçlerine göre bir devlet kurma arzula rı vardı. Ko§o-Tsaıdam (Ko§o-Çaydam) anıtlarında, ata ları Bumin ile İ stemi'nin Bozkırın tümüne hükümdarlık ettikleri, geçmi§in özlemine ait bir metankoli vardır. Biz zat kelimeler, bir doktrin diyebileceğimiz hedefi açıklar: boy "bod" dü§üncesinden yola çıkılarak, bir boylar "bodın, bodım" topluluğuna ait sisteme; sonunda da, i§i her ne olursa olsun, düzenli bir devleti belirten " imparatorluk" sözcüğüyle ifade etmeye götüreceğimiz "ef' doktrinine varılır. Bu "el" sözcüğü, bizim siyasi kurumlar hakkındaki bölümümüzde uzun uzadıya incelenecektir. Türklerin bu te§kilatlı Devlet kavramına pek açık bir §ekilde sahip olmu§ oldukları, K.T. anıtlarında defalarca kar§ıla§tığımız bir ifadeden de anla§ılır: Bu "hendiadyo in"dir: "et" -yarat- (kurmak ve düzenlemek) (ba§vur: özel likle I.D. l 9, I.D.20, II.K.9; II.D. 17; I.D. l 3 = II.D. l 2; I.D.l O = II.D.9). Formül, bizzat Türk halkı için olduğu kadar, dü§man halkları için de pek geçerlidir. Bir karı§ık lık, Devletin kurulu düzenini yıktığında bu düstur yeni den düzeni kurmada etkili olur. Dı§taki bir ülkeye yapılacak müdahalede bu düstu run dayanağı çoğu zaman §Öyledir: Türkler, sadece Sağ dak ulusunu olu§turmak ve örgütlernek için, Demir Ka pı'ya doğru sefere çıkmaktan söz ederler. Türkler için fe tih, düzensizlik yerine düzen, karga§a yerine istikrarlı bir iktidar ikame etme arzusunu temsil eder. Seferlerin ger çek gayesi, elbette farklı olabilir; stratejik (askeri) ve ikti-
GÖK TÜRK İ MPARATORLUCU / 47
sadi sebepler olabilir. Ne var ki, bu organizasyon kaygısı, siyasi iktidara dair, yeterince olgunla§mı§ bir görü§ü de yansıtır. "Et" -yarat- deyiminin bir deği§ik biçimi, Bam- Tsok to (satır 43)'da bulunur: "et-yiğ-". Kullanım aynıd İ r. Bura da aynı §ekilde yenilmi§ olan· On-Ok'ların ulusunu örgüt lemek söz konusudur. Bununla birlikte anlamı "derleyip toplamak" olan ''yiğ", bize, K.T. anıtlarındaki ''yarat"dan daha az kuvvetli ve daha az anla§ılır görünüyor. B .T. ya zıtı, daha öneeye ait olduğundan ve muhtemelen diğer anıtların ilk örneğini te§kil ettiğinden, bir fiilin bir ba§ka sının yerine kullanılması hususunun, bir parça muğlak olan bir kavramı açıklamak ihtiyacından kaynaklandığı dü§ünülebilir; ke§ke Tonyukuk'un, daha çok askeri plana ait durumu; Bilge'nin ise, daha çok siyasi plana ait duru mu kasdettiğini söylemek cesaretini kendimizde bulabil seydik. Bu dikkate değer birlik kavramına sahip olan Türk ler, onun uygulamasında ba§arısızlığa uğramı§lardır. On ların kendilerine kattıkları boylar, kendilerine bağladık ları uluslar, e§i benzeri olmayan bir özgürlük arzusuna sahiptiler; kom§u reisler de, aynı hegemonya arzusunu ta§ıyorlardı. İ pek yoluna hakim olacak olan güçlü bir devletin kurulmasından müthi§ korktuğundan, Çin, onla rın isteklerini kamçılamak suretiyle malum isyanları çı kartıyordu. Batı'da Arap askeri gücü, her yıl daha fazla güçleniyordu; Türk askeri üsleri ise, bugün söyleyeceği miz gibi, pek uzaklarda bulunuyorlardı. Bilhassa Kap gan'ın saltanatının son yıllarında, içeride entrikalar ve sa ray dramları oynanıyordu. Temel unsuru, bilhassa bir ek siklik te§kil ediyordu: iktisadi destek. Seferler bunu sağ lamıyordu. Dört ana yön(doğu, batı, kuzey, güney)'e doğru yapılan seferler, böylesi uzaklara olursa; hiçbir si yasi iktidar, ayakta kalamazdı. İ mparatorluğun ayakta kalabilmesi için, hiç ku§kusuz, askeri kuvvetin yanısıra bilhassa büyük ticaret yollarının da sahibi olması gereki-
48 / GÖK TÜRK İMPARATORLUGU
yordu. Bu amaca asla eri§ilememi§tir. Ganimet veya fid yeye dayanan bir iktisadi sistem kurulamaz. * * *
Bu aydıntatıcı bilgiyi verip, gerçekle ilgili oldukça geni§ ve yeni olan saçma görü§e kar§ı, bu uyarıyı yaptığı mızdan; olayların tetkikini ayrıntılı olarak, tekrar ele al mak istiyoruz. Siyasi alana yansıması ne olursa olsun, bu olaylar çok önemli olduğundan ve hemen hemen bütün Asya ülkelerini ilgilendirdiğinden, §imdiye kadar yayın lanmı§ olan ara§tırmaları bir daha gözden geçirmek veya bunların bir ele§tirisini sunmak suretiyle faydasız bir eser meydana getiritmediğini umut edebiliriz. Üstelik bu olaylar, "ebedi olan ta§" üzerine kaydedil mi§ olma imtiyazına sahip olmu§lardır; öyle ki onlar, sa hip olduğumuz Türk edebiyatma ait ilk belgelerin tema sını te§kil ederler. Bu edebiyata kar§ı duyulan ilgi, buraya kadar, hemen hemen filoloji ile sınırlanmı§ bulunuyor. Filolojiye, uçsuz bucaksız bir alanın kapılarını açıyor. Onun tarihi değeri sanki ihmal edilmi§tir. Bu dönemin tarihi için, S. Julien ve Chavannes tarafından incelenmi§ olan Çin kaynaklarından ahnmı§ çok zengin bilgilerle ge nellikle yetinilmi§tir. Özel adı olan bir yer, bir insan ismi, bir sıfat için, insan ara§tırmalara, ilginç tartı§malara sev kedilmi§tir. Fakat, böylelikle, neticede aneale eksik bilgi ye ula§ılmı§tır; bizim bildiğimiz kadarıyla asla bütüne ait bir incelemeye giri§ilmemi§tir. Yazıtsal belgelerin en iyisi olarak bilinen bölümler, uzun lirik bölümlerdir. Bunlar, üstelik, çok çekici ve görkemlidir. Geri kalan !asım, ilginç olmaktan uzak, yavan, fazla değeri olmayan kısımlar ola rak görünür. Deği§ik anıtların bize, kah bir aydınlatıcı bilgi, kah bir tamamlayıcı bilgi; bazan, Çin kaynaklarıyla bağda§mayan bir bilgi verdikleri h iç §üphe yok ki olmak tadır. Öte yandan, §U ya da bu sebepten dolayı, Çiniiierin
GÖK TÜRK İ M PARATORLUGU 1 49
bilmedikleri, ya da adları anılmaya layık görülmemiş olan belli bir sayıda olay yüzünden onların inceden ince ye tetkiki kaçınılmaz olmaktadır. Bizim görevimiz, Türk kaynaklarının verdiği tüm temel başvuru bilgilerini kay detmek ve lüzum görülünce, imkan olursa Çin kaynakla rıyla bir karşılaştırmaya girişrnekten ibaret olacaktır. Hatta, hiç olmazsa en aşikar belirtileri içinde, bu yarım asırlık tarihi, yeniden anlatabileceğimizi ümit ediyoruz. Bu incelemede, Sir Clauson'un son zamanlarda yap mış olduğu çalışmasına rağmen, aydınlığa kavuşmamış olan ve her halükarda tarihi sıraya ait kesin bilgiler sağla mağa elverişli görünmeyen Ongin yazıtı biraz önemsiz görülebilir. Buna karşılık, K.T.'nin I ve II sayılı anıtları, çok bü yük bir önem arzederler. M. Hazin'in pek yakında yayın lamayı düşündüğü yeni çeviri, pek çok karanlığı ortadan kaldırmakta ve neticede sadece şiir dolu değil, her çeşit bilgi de dolu olan anlaşılır bir metin sunmaktadır. Onun, bilimsel bir dayanışma anlayışı içinde, ilk nüshasını bize vermeye rıza gösterdiğini vurgulamak bizim için bir zevk olmaktadır. Biz, bütün eleştirmenlere, Tonyukuk yazıtı denen B.T. yazıtının tamamen yeniden bir yorumunu yapmala rını teklif ediyoruz. Biz bu belgeden çok büyük bir mik tarda kanıt elde etmiş bulunuyoruz. Burada çok büyük bir güçlük ortaya çıkıyor. Hemen hemen çağdaş olan K.T. anıtlarıyla B.T. yazıtı, aynı olay ları mı anlatıyorlar, tam tarnma aynı döneme mi aitler; veya onların herbirine ait içerik, köküne kadar farklı mı? En başta ele almamız gereken sorun bu. * * *
B.T. yazıtında nakledilen tarihi ; olaylar nelerdir? Tonyukuk, görgü tanığı olarak, hangi seferleri anlatmak-
SO / GÖK TÜRK İ M PARATORLUGU
tadır? İster yalnız ba§ına olsun, ister kağanın yanında ol sun, olaya kim katılmı§tır? Tonyukuk'un öyküsünü, noktası noktasına tekrar ele aldığımızda a§ağıdaki ayrıntıları elde ediyoruz: 1) İ lteri§'in tahta çıkı§ı; 2) Otuz Oğuzların kı§kırtmasıyla Türklere kar§ı bir güç birliği olu§uyor. Bu koalisyonda, Otuz Oğuzlardan ba§ka, Çinliler ve Ki taylar da yer alıyor. Türkler daha ön ce davranıp, Ötüken ormanına ula§mak için, Kuzey'e doğru yürüyorlar. i neklerio gölü (İnigek Köl) zaferi, Oğuzların teslimine ve bölgedeki bütün halkın birle§me sine sebep oluyor; 3) Çin'e kar§ı bir sefer düzenleniyor, 23 kentin yerle bir edilmesiyle sonuçlanıyor ve Türklere, Pe-çi-li körfezi ne ula§ma imkanı sağlıyor; 4) Çinlilerin, On-Oklar (yani Batı'daki Türkler, on ların en etkin kolları "Türge§"ler) ve Kırgızların katıldık ları yeni bir koalisyon olu§uyor. Köymen tepelerinin ötesindeki ilk sava§, Kırgızların, Ani kıyılarında bozguna uğramalarıyla ve kağanlarının ölümüyle sonuçlanıyor: İkinci bir sava§, Türkleri, Türge§ ve On-Oklar ile (Altay? ötesinde) büyük bir olasılıkla Cungarya (Yarı§) ovasında, kar§ı kar§ıya getirmi§tir ve de Bulçu sava§ında On-Okların ahalisi tümüyle bozguna uğramı§, onun "yab gu"su ve . "§ad"ı öldürülmü§; kağanı esir edilmi§ tir. On-Okların ahalisi, zamanı gelince tekrar toparlanır. 5) Böylece Doğu'daki Türklerin kamutası altında kurulmu§ büyük ordu, güle oynaya, Batı'ya doğru yürür. Transoxiane'ın zenginlik kaynaklarına doğru, Demir Ka pı'ya kadar, gerçek bir askeri gezinti gerçekle§ir. Dikkate değer bir ganimet sağlanır. Bizzat kendi anlatırnma göre, Tonyukuk'un yazıtın da, sadece en belirgin olayların yer aldığı askeri faaliyeti-
GÖK TÜRK İMPARATORLUGU 1 5 1
nin özeti böyledir. Bu sava§ların ve seferlerin kimlikleri tespit edilebilir mi? Geçerli bir tarih önerilebilir mi? Pek çok yorumcu, buna te§ebbüs etmi§tir. Genellikle bu iki problemin kar§ısında bulunuyoruz: Radloff ve Hirth'a göre, olaylar ancak, İ lteri§-Kut luğ'un saltanat döneminde ( 682-691 ) cereyan et mi§ ola bilir. Metnin yazılı bir biçimde okunu§u, insanı bu netice ye götürüyor. Gerçekten de, Transoxiane'a yapılan sefe re ait öyküden sonra, seferlerinin sayısal bir özeti ve İ lte ri§ Kağan'ın adı, yeniden ortaya çıkıyor (48. sayfanın so nu, 49. ve 50. sayfalar) ve de Kapgan'ın tahta çıkı§ından söz ediliyor (satır 51 ). Bu satırdan itibaren, yazıt hüküm darın ve onların vefakar bakanının medhiyesinden ba§ka artık hiçbir §ey vermiyor. Thomsen'a göre ise, tam tersine, sadece Otuz Oğuz lar'a kar§ı yapılan sefer, İ lteri§'in dönemine aittir ve yu karıda sözü edilen daha sonraki bütün olaylar, Kapgan'ın saltanat döneminde ve de Kho§o-Tsaıdam anıtlarının anımsattıklarınınkilere tam tarnma özde§ olarak cereyan etmi§tir. Bu tezi desteklemek için, Thomsen'un kafasın da çe§itli nedenler canlandırdığını hatırlatmak uygun olur ( Tıırcica, sayfalar: 92 ve sonrası). O §öyle diyor: "Önce, bu olayların art arda gelmeleri ve onların dikkate değer sayıdaki ayrıntısının birbirlerine çok ben zer olmaları, bütün bu hususlar, onların Türklerin tari hinde iki defa ve de aynı tarzda tekrarlanmı§ oldukları nın farzedilmesine yol açacaktır. Kırgızlara kar§ı yapılan, onların kağanlarının öldürüldüğü ani taarruzun ardından Kögmen ( .... ) karlarının arasından aynı §ekilde geçilir; sonra Altun-jıs'ın ve İ rti§ ırmağının ötesinde Türgi§ (Ba tıdaki Türkler)'lere kar§ı yapılan sava§, son olarak da; Sogdiane'a yapılan sefer; hep aynı tarihi nakarat kar§ımı za çıkar." Sonra Thomsen, bazı deyimierin birbirlerine benze diklerini dü§ünür (ııda basdımız-ııka basdımız); ve sonuç olarak; tarihi sıraya ait deliller verir: .
52 / GÖK TÜRK İM PARATORLUGU
a) İ lteriş döneminde, yani Batı Türkleri Birliğinin henüz bozulmamış olduğu bir zamanda, bir "Türgeş Ka gan"ın mevcut olabileceği hususunda akıl almaz bir du rum sözkonusudur; b) Tarduş şad ünvanı, Doğu'daki bir Türk prensine, bu durumda, Mekilen-Bilge'ye, ancak 698'de ya da 699'da; yani İ lteriş'in ölümünden 6 veya 7 yıl sonra veril miştir. Her iki tez, birbirlerine tamamen zıt olup; görünür de, her ikisi de, göz ardı edilemez durumdadır. • • •
Thomsen tarafından sunulan tarihi sıraya ait iki de lil, eşit değerde değildir. Birinci delile göre, ünvan, İ lteriş döneminde mevcut olmadığına ve Batı'daki bütün Türk ler için bir tek kağanın mevcut olması gerektiğine göre, Konfederasyonun en faal elemanı olan Türgeşlerin reisi ne bu ünvanı vermekten, Tonyukuk'u hiçbir şeyin engel leyemediğine dikkatinizi çekeceğiz. Yazarın düşüncesine göre, bir ulus, özlemini duyduğu bir kağanla donanmış olduğu zaman, ancak gerçekten vardır. Bu herkesin bile ceği psikolojik bir husustur. İ lteriş'in Türklerine "Türük Sir Bodun" namının verilmesi bakımından; belki de, bir ön tatbikattır (B.T. s. 13). Yeğenini "Tarduşların Şad"ı diye adlandıran Kapgan'ın bu husustaki düşüncesi, her ne kadar 697'den itibaren vardıysa da, Doğudaki Türkle ri belirten "Sir", "Tiirük-Sir" bileşik deyimi, ancak 698'de Cungarya'nın fethinden sonra şekillenir. Thomsen'ın bu ilk delilinin yine de önemsiz olmadığını düşünüyoruz. İkincisi, söz götürmez bir biçimde, apaçıktır. Şayet biz, bu bilginle, Tarduşların Şadı ünvamnın Me-ki-lien'e veriliş tarihi hakkında mutabakat halinde değilsek, bu adlandırmanın, daha aşağıda belirtrneğe çalışacağımız gi bi, 698 veya 699'dan ziyade, 697'de gerçekleştiğini düşü-
GÖK TÜRK iMPARATORLUGU 1 53
nürsek; olay, her hal ve karda, İ lteri§'in ölümünden son ra meydana gelmi§tir. Zaten, ba§kaca hiçbir kaynak, İ lte ri§ tarafından Sogd'a kar§ı giri§ilmi§ herhangi bir sefere ait varsayımı desteklemiyor. İ lteri§, yeni doğan İ mpara torluğu sağlam bir temele oturtmak ve onu Doğudaki, Kuzeydeki ve Güneydeki kom§ularına kar§ı müdafaa et mek hususunda fazla me§gul olmamı§tır. Tonyukuk, 43. satırda, İ lteri§'in görevinden söz ederken §öyle der: " İ lte ri§ kağan, Çinliler ile on yedi defa mızrak mızrağa geldi; Kıtaylar ile yedi kez mızrak mızrağa geldi; Oğuzlar ile be§ defa mızrak mızrağa geldi." Kanıt kesin: Tonyu kuk'uıı, öyküsünde o kadar büyük bir yer verdiği, böylesi ne parlak bir olayı, İ lteri§'in unvan listesinde es geçmi§ olmasını hiçbir mantık kabul etmez. Thomsen, yine de yazıtın genel yapısını ilgilendiren hususta haklı. Yazıt, içerik bakımından, söylevin anlatım biçimi bakımından ve hatta yazı özellikleri bakımından, apaçık bir biçimde birbirlerinden farklı olan üç kısım ih tiva ediyor. 8. satırın sonuna kadar uzanan birinci kısım, İmpa ratorluğun kurulu§unu anımsatıyor. 9. satırdan 49. satıra kadar olan satırları ihtiva eden ikinci kısım ise, askeri olayları özet olarak anlatır. Askeri olaylar derken, iz bı rakan, sadece zaferle sonuçlanan ve de bizim tezimize ana konu te§kil eden "Tonyukuk'un ki§isel olarak bizzat katıldığı" olayları kastediyoruz. Üçüncü kısım, en edebi alanıdır; ayrıca değerli niteliklerini ileride açıklayacağı mız bir dil ile iki hükümdarıo dönemindeki, üstelik de onların sadık danı§manı Tonyukuk'un aracılığıyla Türk ulusunun yüceliğini, terennüm eder. O zaman ortaya çıkacak tek sorun, İ lteri§'in hüküm darlık dönemine ait olan olaylarm arasına ayrım çizgisi koymak meselesi olacaktır. Ko§o-Tsaıdam ile Ba ın-Tsokto yazıtlarında yer alan olayların tamamen özde§ olduğunu ön gerçek olarak kabul eden Thomsen'a göre, durak, 18. satırda bulunur; yani Kapgan'ın saltanatı dö-
54 / GÖK TÜRK İMPARATORLUGU
nemine ait olması gereken Şantung seterinden önce yer alır. Bu alimin dediği gibi bir değerlendirme yaparsak; o zaman Tonyukuk tarafından o kadar kısa bir biçimde an latılan bu seferin, Ko§o-Tsaıdam anıtlarında sözü edilen sefer olduğunu kabul etmemiz gerekecektir. Ko §O-Tsaıdam anıtları, bu olaya önemli bir yer verir. Bu olay, Ming-§a'da, Çaçasengün'ün Çin ordusunun tam ye nilgisiyle sonuçlanmı§ olup, 705'de cereyan etmi§tir. Fa kat, o zaman, Tonyukuk'un, Kırgızlara kar§ı yapılan se ferden daha önceye, bu bölümü yerle§tirmi§ olmasını na sıl izah edeceğiz? Bu durumda, 699'dan daha sonra ol masının pek mümkün olmadığını bildiğimiz, Tardu§ların §adı ünvanlı Meki-lien bölümünü nasıl izah edeceğiz? Me-ki-lien bölümünün, ne olursa olsun, 699'dan sonraki bir döneme pek ait olamayacağını biliyoruz. Oysa, ger çekte ba§ka bir olay sözkonusu. Tonyukuk tarafından an latılan olayların, Ko§o-Tsaıdam anıtlarının anlattığı olay lar olup olmadıklarına, olumlu ya da olumsuz bir karar vereceğimiz zaman, bu olayı, tekrar ele alacağız. Bu özde§liği gözönünde tutarak, Thomsen'ın çarpıcı ifade benzerlikleri dü§lediğini daha önce söylemi§ bulu nuyoruz. Fakat Thomsen §Unu da saptamaktadır: "her iki öyküde yer alan ba zı ifadeterin benzerliği (uda basdı mız-uka basdımız) bile, bu kahramanlıkların hatırasının, Türklerin geleneğinde, yeterince sabit bir biçimde belir ginle§tiğini sanki gözler önüne sermektedir." (Turc., 94). Eğer biz iyi dü§ünürsek, kli§ele§mi§ basma kalıp söz, bahis konusudur. O zamandan beri, aralarında herhangi bir benzerliğe sahip olmaları §artıyla, farklı olaylara, bu bcylikle§mi§ sözlerin uygulanabildiği kanaatindeyiz. Oy sa, "ııka basdımız" ile "ııda basdımız" ( = -dü§manlara- uy kudayken saldırdık) ifadelerini tekrar ele almaya gelince, bunlara, Tonyukuk yazttının 28. satırında aynı §ekilde yer alan: "U siinigü.z. açdımız" ( = mızrakla uykuyu -dü§manla rın uykusunu- açtık) beylikle§mi§ sözünü eklemek de ge rekirdi. Oysa, bunlar, gerçekten de saldırıda baskının et-
GÖK TÜRK İ M PARATOR LUGU / 55
kisinden en yüksek derecede yararlanmaktan ibaret olan, herkesin bildiği bir yöntemi sadece ifade ederler. Beylik le§mi§ söz, edebi anıtların herbirinden muhtemelen çok önceki bir döneme aittir. Bunlar askerlikle ilgili teknik terimlerdir. Tonyukuk, pek doğal olarak bunları kullan mı§tır. Diğer anıtlar da, örnekseme yoluyla veya daha da basit bir ifadeyle, onlardan daha anlamiısı daha iyisi ol madığından, bunları kullanmı§lardır. Onlardan ve farklı metinlerde bulunan birçok ba§ka ifadeden de büyük ya rar sağlama, pek mümkün olmayacaktır. Söylediğimiz gi bi, bu döneme ait anıtların ilk ortak örneği olma §ansına, bu büyük §ansa, Baın-Tsokto yazıtı sahiptir. Özde§likten yana, Thomsen'ın ikinci delilini te§kil eden, olayların art arda geli§i, daha uzun bir incelemeye değer. Şayet, Tonyukuk'un öyküsünde ve Kho §O-Tsaıdam anıtlarında göründükleri gibi olayların sıra lanmasını kar§ıla§tırmaya kalkı§ırsak, sonuçta, Thom sen'ınkinin mutlaka tam tersi olan, §U sonuca ula§ırız: Kırgızlar ile Türge§lere kar§ı yapılan iki seferin art arda olması bir yana bırakılırsa, bu iki anlatırnda hiçbir olay zamanda§ değildir. * * *
Daha yukarıda, Tonyukuk'un katıldığı seferterin a§ağıdaki gibi bir tarihi sıralamada cereyan ettiğini gör mü§tük: Oğuzlara kar§ı sefer, Çin'e kar§ı sefer; Kırgızla ra kar§ı sefer, sonra Türge§lere kar§ı sefer, Sogdiane'a kar§ı sefer. Bu olayların hiçbirinde, tarih belirtilmemi§tir; fakat biz, bu bo§luğu doldurabiliriz. K.T. anıtlarında kro noloji bellidir; olayların devamı iyi yerle§tirilmi§tir. Bu olaylara ait tabloyu, Thomsen'ın, bu yazarın daha sonra Bang müdahalesinden sonra, ke§fettiği sıralamada yapı lan hataları sadece deği§tirerek, "L 'es lnscriptions de I' Orkhon declıiffrüs'� (p. 95) da verdiği olaylardan aktara-
56 / GÖK TÜRK İMPARATORLUGU
lım. O halde §öyle diyeceğiz: 28 yerine 18, 31 yerine 21, vs ... Han'ın ya§ı
Tcgi n'in yaşı
- Balıanın ö l ü m ü . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 8
7
18
16
21
20
- Sogd lu lara kar�ı sefer - Karluk'lara karşı sefer
.......................................... ............ . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . .
-Çi n l i ' lcrc kar§ı sefer . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . .22
21
- Kırgız'lara ve Türge§'lere karşı scfer. . . . . . . . . . . . . . . . . .27
26
Bütünü sağlamak için, Türge§lere kar§ı yapılan sefe rin hemen ardından, adı zikredilen Sogd'a kar§ı düzenle nen ikinci bir seferi, Köl-tegin 27 ya§ındayken Karluklara kar§ı yapılan yeni bir seferi; 30 ya§ındayken yapılan Ya ınıgh sava§ını ve bilhassa -K.T.'nin I numaralı anıtında uzun uzadıya anlatılan- Türkler ile Oğuzları kar§ı kar§ıya getiren korkunç sava§ları yukarıdaki listeye ilave etmek gerekirdi. I I numaralı anıta gelince, Bilge 34 ya§ındayken Oğuzların Çin'e gidi§i yüzünden çıkan sava§ın sonucu hakkında ilginç açıklamada bulunur. Anıt ll. oldukça ınüphem sava§lara telmihte bulunur. Oradaki öykü, ta§ın eksikliği nedeniyle, bo§luklarla doludur; fakat, Köl-tegin'in ölümünden hemen önceki ve ölümünden sonraki a§ırı karanlık döneme aittir. Anlatılan son müca dele, "Teunke§" dağı sava§ıdır; o sırada Bilge 50 ya§ın daydı; yani, ölümünden bir yıl öncesiydi. Bu iki grup anıtta adı geçen bölgelere yönelik, sefer lerde fevkalade bir ayrıcalık saptanır. B.T. yazıtı, Oğuzla ra kar§ı yapılan bir seferle ba§lar, Sogd'a yapılan seferle son bulur. Ko§o-Tsaıdam anıtları, bütünüyle incelenirse, Sogd'a kar§ı yapılan bir seferle ba§layıp, Oğuzlara kar§ı yapılan sava§la son bulur. Olayların bu sonuncu anıtlarda tarihleri belirtildiğinden, bu iki yazıt grubundaki olayla rın özde§ olduklarını kabul etmek için, daha önceden Tonyukuk'un olayların geli§mesini, tersine sıralama içeri sinde anlattığı iddiasını kabul etmek gerekir. Bu, benim senmesi zor bir değerlendirmediL
GÖK TÜRK İ M PARATORLUGU 1 57
Üstelik, Tonyukuk'un, Karluklara karşı yapılan her hangi bir seferden hiç söz etmediği görülecektir. Gerçek ten de, onun bu sefere katılmadığını saptıyoruz. Aslında, Türk sayısal sıralaması hakkında başlangıç ta yaptığı hata, Thomsen'u ikinci bir hataya sürüklemiş tir. Sogd'a karşı yapılan ilk seferi Bilge'nin 27 yaşında ( metinin belirttiği 17 yaşında değil) olmuş göstermesi yü zünden, Thomsen bu seferi, 710-71 1 'e yerleştiriyor. Oy sa, bu sefer 700-70l'de yapılmıştır. Adı olup kendi olma yan ordu komutanlığı, o sırada, pekalii İ nel Kağan'a ve Tarduşların §adına aitti. Bu da, Me-ki-lien Bilge'den baş kası değildir; fakat, askeri harekatların yönetimi, Kap gan'ın arzusuna rağmen aslında Tonyukuk'a aitti. Hata, aynı bölgeye ikinci bir seferin olmasıyla kolaylaşmıştır. Koşa-Tsaıdam anıtlarında da, biçimsel olarak bu ikinci seferden sözedilmiştir; fakat bu seferde Tonyukuk yer al mamış tır. Oysa, bu ikinci sefer, elbette 7 10-71 l 'de yapıl mış ve 7 12'ye kadar, hatta 713'e kadar uzamıştır. Tonyu kuk, elli ya§ındayken Sogdiane'a yapılan ilk seferi yönet miş, altmışındayken, hiç kuşkusüz, kendi istemediği hal de Saraydan ve savaşlardan uzakta, yakında kendi anıtı nın dikilmesi gereken Yukarı Tola vadisinde inzivadaydı; orada, "Hatıralarını" yazıyordu. * ... *
Farklı anıtlar tarafından anlatılan olayların özde§ ol duklannı göstermek istediği zaman, Thomsen'un muha kemesinin baskın yanı, Kırgızlar ile Türgeşlere karşı ya pılan sefer sırasında, aynı olayların çok defa tekrarlan masıdır. Bu husus, daha yakından ineelenrneğe değer. Bu, bize aynı zamanda iki belge serisinde sözü edilen Çin'e yapılan seferlerin özde§ mi yoksa tamamen farklı mı olduklarını öğrenmek fırsatını verecektir. Çin'e yapılan seferleri ilgilendiren şeyler hakkında,
58 / GÖK TÜRK İ MPARATORLUGU
metinlerin incelenmesi, farklı olaylardan söz edildiğini ispatlamaya tek ba§larına yeterli olacak §ekilde farklılık lar ortaya çıkarmaktadır. B.T. yazıtının 1 8 . ve 19. satırla rında Tonyukuk §Öyle duyum yapmaktadır: ''Türük bo dım olurgalı, Türük kağan olurgalı, Şantım balıkka Tuluy Ögiizkü tegmiş yok ermiş. Kayamma ötinip sü elitdim. Şan tım balıkka taluy ögiizkü tegiirtim. Üç otuz balık sıdı. "; ya ni: "Türk ulusu hükümranlık ettiğinden beri, bir Türk ka ğan hükümdarlık ettiğinden beri, Şantung'un §ehirlerine ve Okyanus ırınağına ula§an bir kimse yoktu. Kağanımı te§vik ederek, orduyu ilerlettim. Şantung'un §ehirlerine ve Okyanus ırınağına sevkettim. Yirmiüç §ehir ele geçi rildi." K.T. anıtlarında, I.E. l 7'de II.E.lS'e tekabül eden kı sımda §U okunmaktadır: "Eçiim kağan bir/e ilgerü Yaşı/ Ögüz şantım yazıka tegi siiledimiz. "; yani: "Arncam kağan (Kapgan kağan) ile biz Doğu'ya, Ye§il Irmak ile Şantung ovasına doğru bir sefer yaptık." Şu halde her iki yanda da ula§ılan hedeflerde ciddi bir ayrıcalık saptanıyor. Herikinde Okyanus'a ula§ılıyor; orada sadece Hoang-lıo ırmağının adı geçiyor; ötekinde, Şanlung'un §ehirleri, orada sadece ovanın adı geçiyor. İ kinci metinlerde ula§ılan yerler, ilk metindekinden daha az mesafededir. Şayet B.T. yazıtı, ilk temel örneklik gö revini iyi yapını§Sa, Bilge'nin, Tonyukuk'un kendine ait olan bir seferi, bizzat kendi hesabına aklarına cesaretini göstermedİğİ apaçık görülüyor. Birazdan göreceğimiz gi bi, bu sefer Bilge'nin henüz askeri hiçbir unvana sahip olmadığı, bir sefere katılamayacak kadar pek küçük ya§ta bulunduğu bir döneme aittir. Metnin bir ba§ka kısmı, bu §ekildeki değerlendirme yi tamamen tasdik eder; §öyle ki: Il. K. 2'ye tekabül eden I. G. 3'de, gerçekten §Unlar okunur: "İlgerü Şantım yazıka tegi süledim, taluyka kiçig tegmedim"; yani: "Şantung ova sına doğru sefer yaptım, kiçig (az farkla) Okyanus'a ula §aınadım (Okyanus'a ula§ınam için az bir mesafe kalını§-
GÖK TÜRK İMPARATORLUGU 1 59
tı)." Thomsen tarafından zaten yeterince kötü anlaşılmış olan bu "kiçig", bir güçsüzlük itirafıdır ve kısa zaman ön ce Tonyukuk tarafından gerçekleştirilmiş olan seferi bir daha yapamamış olmanın ağlamaklı ifadesidir. Kırgızlara karşı yapılan sefere gelince, olayların ben zerliği, sadece görünüşte olan bir benzerliktir. Elbette, her iki halde de amaç Kögmen tepelerinin ötesine git mek, karla tıkalı yolları, bu korkunç engeli aşmak, bas kından yararlanmak; yani düşmanlar uykudayken saldır maktır. Aynı doğal güçlükler, aynı taktik sözkonusu, fakat benzerlikler burada bitiyor. Ayrıntılar gözönünde tutu lursa; herşey farklıdır. Zor olan Kögmen'in ötesine git mek meselesi, her iki durumda ortaya çıkıyorsa da; farklı biçimde, seferi yapanların arzusu hesaba katılmaksızın, çözümleniyor. Elemanlar, bir önderio hatası, seferin gö rüntüsünü değiştirmiş; ona, bir başka üslil.p ve bir başka ahenk empoze etmiştir. I. D. 17'de ve onun yöndeşi II. D. 1 5'de şöyle deniyor: "Kögmen aşa Kırgız yerine s(üledimiz)"; yani: "Kögmeni a§arak Kırgızların ülkesine bir sefer yaptık". Biraz daha ötede, I. D. 34-35'de ve II. D. 26-27'de ise §öyle açıklanmı§tır: "Kögmen yışıy toğayo rıp "; yani: "Kögmen'in ormanla kaplı dağını a§mak su retiyle ilerleyerek". Metin bundan daha açık olamazdı; şöyle ki: Köl-tegin'in komutasında, Doğu'daki Türkler den olu§an askeri birlikler, Kırgızların ülkesine doğru ilerleyerek Tannu-Ola (Kögmen) tepelerinin üstünden geçen en kısa, dikey yolu izlemi§tir. Bu yolu Tonyukuk iyi biliyordu; o, diyor ki: "Kögmen olı bir ermiş. . " (Kög men'in yolu vardı ... ); fakat, ya seferin farklı bir dönemde başlamı§ olmasından, ya da kar yağı§ının çok fazla olma sından, bu yol Tonyukuk'a engel olmu§tur. O halde, o farklı bir yol izliyor. Biz, coğrafya ile ilgili bölümde, bu yolu eski durumuna göre ortaya çıkarınağa karar verdik. Seferlerin ikisinde de sonuç aynı: kağanın ölümü. Fakat, ...
.
60 / GÖK TÜRK İ MPARATORLUGU
burada özdeşlik iddiasına bir kanıt gösterilerneyecek ka dar çok önemsiz bir olay sözkonusu. Eğer Türgeşlere karşı yapılan seferleri şimdi gözö nünde bulunduracak olsak, benzer sonuçlara ulaşırız., Her iki çeviride de bu sonuçlar, Kırgızlara karşı yapılan seferlerin hemen arkasından ortaya çıkarlar; yol güzerga hı aynıdır; Altaı ve Ertiş ırmağı aşılır. Başka bir şeyin ol ması mümkün değil. Fakat, üstelik burada öyküde birçok ayrıcalıklar görülür. B.T. 35 ve devamına göre, Türkler "şafak söke rken" Bulçu 'ya ulaşmışlar; sonra da, bir muh bir Türklerin Yarış ovasında toplandıklarını ihbar etmiş tir. (Bu yerlerin özdeşliği için, bk. Coğrafya Bölümü). Korkuya kapılan beyler, seferden vazgeçmek, geri dön mek isterler. Tonyukuk ise, orduyu ilerletir. O halde, her hal ve karda Bulçu'nun ötesinde, Yarış ovasında kesin likle savaş gerçekleşir. Türgeşlere karşı yapılan seferleri aktaran Koşo-Çaıdam anıtlarının iki bölümünde ise, sa vaş tam aksine, Erti§'in içinden geçildikten hemen sonra; yani, Bulçu'dan önce gerçekleşmiştir. Bu bölüm tartış maya değer. 1.0. 38'de, şunları okuyoruz: "Türgeş bodu mg ıtda basdınıız. Türgeş kağan siisi bıtfçııda otça borça kelti siiniişdinıiz"; Thomsen'un çevirdiği: "Türgeşlerin ( ! ) kağanının ordusu, ateş ve kasırga gibi Bulçu'ya ulaştı ve biz savaştık"; burada, Thomsen, "-da" şeklinde, "-den" ha lini, bir hareketin çıkış noktasını belirtiyormuş gibi gös termiş olması, hiç kuşkusuz hata eseridir. Kesinlikle şöy le olması gerekiyordu: "bulçu-ka". Ancak şöyle çevirebili riz: "Bulçu'dan geldi". Bu durumda, savaş, Ertiş ile Urun gu arasındaki bir yerde cereyan etmiş olacaktır, oysa bir daha hatırlatalım, Tonyukuk'un anlattığı savaş, Yarış ovasında yani, hemen hemen daha Batı'da cereyan et miştir. II'nin yöndeş bölümü, yine de belirli bir güçlük arzeder. Orada şöyle deniyor: "Türgeş kağan süsi olça kel ti, bulçııda siinüşdinıiz". Bu durumda, savaş bizzat Bul çu'da cereyan etmiştir: "Bulçu'da mızrak mızrağa geldik". Tamamen geleneğe bağlı olmamak için, yazıtlarda olma-
GÖK TÜRK İ MPARATORLUGU 1 6 1
yan bir yapının bulunduğunu kabul edecek olursak, ger çekten iki çeviri uzla§tırılabilecektir (bk. infra notre etu de du style des inscriptions). Cümle "kelti"den sonra de ğil, "bulçuda"dan sonra kesilecekti ve a§ağıdaki §U çeviri elde edilecekti: "Türge§lerin kağanının ordusu, Bul çu'dan ate§ ve kasırga gibi ·geldi ve biz mızrak mızrağa geldik"; bu birinci çeviriye eklenecekti. Böyle olsa bile, Tonyukuk ile Bilge'nin, her ikisinin anlattığı iki sava§ı özde§ göstermek, pek mümkün değil. Onlar, aynı yerde cereyan etmemi§lerdir. Bize ku§kusuz kesin görünen dik kate değer ba§ka bir ayrıntı ise §U: B.T. 41 'de, §Öyle deni yor olması: "Kıığanm tutdımız yabgusm şadm anta öliirti" (Onların kağanlarını biz tutsak ettik, yabguları ve §adları öldürüldü). Oysa, I.D. 38 §öyle diyor: "Kağanm anta ölür tirniz elin altımız" (Biz orada onların kağanını öldürdük ve imparatorluklarını ele geçirdik). II. D. 28'de ise, §Öyle deniyor: "Kıığanın yabgusın şadın anta öliirtim; elin anta attım" (Onların kağanını, yabgularını, §adlarını öldürdüm ve imparatorluklarını ele geçirdim.) Thomsen, iki öykü arasındaki bu temel ayrıcalığı pe kala farketmi§. Bize, biraz haklıymı§ gibi görünen bir bi çimde açıklıyor: " İki metin arasındaki gerçek ayrıcalık, Tonyukuk'a göre, Türgi§lerin kağanı [Çin kaynaklarına göre Suo-ko (Chavannes) veya Şa-ko (Hirth)] esir edil mi§; oysa I ve II numaralı yazıtlara göre ise, o öldürül mü§tür. Her ikisi de haklı; §Öyle ki: gerçekten de, kağan esir edilmi§; fakat, daha sonra Kapgan kağan onu öldür mü§tür. Orhan yazıtlarının en özlü öyküsü, sadece kesin sonucu vermektedir; oysa, Tonyukuk sava§ı ve onun so nucunu tasvir etmektedir". Kanıt inandırıcı görünmüyor. Olaydan uzun zaman sonra olayı kaydeden Tonyukuk ni çin yabguya, §ada tahsis edilen kader ile kağanın katlan dığı kader arasında pek net olarak ayrım yapınağa özen göstersin? Şayet aynı sefer, aynı kağan sözkonusu olsay dı, bu dü§ünce titizliği anla§ılamaz olacaktı. Biz, bunun hiç de böyle olmadığını göstermeye çalı§acağız.
62 / GÖK TÜRK iMPARATOR LUÖU • • •
İfadelerin ve ayrıntıların benzerliğinden elde edilmi§ olan delili, usulüne uygun bir biçimde çürütmü§ olduğu muzu dü§ündüğümüzden, §imdi bilmeceyi çözmeyi ve ya rım asır Asya'nın sahnesini i§gal eden bu dramda, oyun cuların herbirine uygun dü§en rolünü vermeyi deneyebi liriz. Önce ilke olarak, Tonyukuk'un olayları kronolojik sıralamaya götürmesi ilkesine kar§ı, fanteziden kaynak lanmı§ gibi görünen bamba§ka bir tahmin ortaya kaya lım. Metnin yolumuzu aydınlatacak kaçınılmaz bir i§aret sunup sunmadığını ara§tıralım. Ko§O-Tsaıdam anıtlarının aksine, bu metnin hiçbir tarihi sayı içermediği biliniyor. Ko§o-Tsaıdam anıtları ise, kağanın ya§ına ait senelerio rakamı yönünden olsun, Çin takvimine dayalı daha kesin referanslar yönünden olsun, çok daha aydınlıktır. Oysa incelediğimiz metinde verilen tek bilgi, Kapgan kağanın ömrünün 27. yılında (27 ya§ında); yani 691'de, tahta çıkı§ tarihidir. Bu belirti, zaten pek genel olarak yapılan tarihi sıralamanın bir bölümünde kendini göstermektedir ve bi ze kalırsa hiçbir aydınlatıcı bilgi vermemektedir. Buna kar§ılık, Tonyukuk tarafından zikredilen bir olayın tarihi, K.T. anıtlarına ba§vurularak kesin bir §ekil de saptanabiliyor. Bu, Bilge'ye Tardu§ §ad ünvanının ve rilmesidir. Buna, 3 1 . satırda, Kırgızlara kar§ı yapılan se fere ait öyküden hemen sonra rastlamaktayız; §Öyle ki: " İ nel kağan (küçük kağan) ile Tardu§-§ad (Me-ki-lien) ordunun ba§ında komutan olsunlar." Olay, Bilge 14 ya §ındayken cereyan etmi§tir (ll. D. 15). 684'de doğan müstakbel Bilge Kağan, §U halde, pekala 697'de, Tardu§ ların §adı olmu§tur. Bu tarih, Il. G. 9 bölümü tarafından da üstü kapalı bir biçimde belirtilmi§tir. Orada, kendin den sözederken, Bilge, §Öyle demektedir: "Men tokuz ye girmi yıl şad olurtım, tokuz yegirmi yıl kağan olurtım" ( 19
GÖKTÜRK İ M PARATORLUGU / 63
ya§ındayken §ad oldun;ı, 1 9 ya§ındayken kağan oldum) . Şad'hk yılları, 697'den 715'e kadarki yılları (71 5 dahil); kağan'lık yılları ise, 716'dan 734'e kadarki yılları içerir. Gerçekte, 716'da, Bilge, önce §ad, daha sonra kağan ol mu§tur; fakat bu yıl, bir kağanlık yılı olarak değerlendi rilmektedir. Şunu hatırlayalım: kağan 22 temmuz 716'da ölmü§tür. Chavannes, ba§ka bir tarih vermektedir: "Ku zey'deki Türkler, Batı'daki Türklerin On Oymağını, ke sinlikle 699 yılında, kendilerine resmen katmı§lardır. O yıl Çe-çe-T'ong k'ien denen T'u-kiue Me-ç'uo (Kapgan Kağan), küçük erkek karde§i T'u-si fu (beg?), sol kanatın §adı Kutu-lu (Kutluk)'un oğlu Me-kiu'u ise sağ kanadın §adı olarak atadı. Onlardan herbiri yirmi binden fazla as kerin komutanı oldular. Oğlu Fu-kiu (Bögü), küçük ka ğan ünvanını almı§ oldu; rütbesi, iki §adınkinden daha yüksek oldu; Ç'u-mu-koen ve diğerlerine; yani, On Oy mağa komutanlık etti; kırk binden fazla askere sahip ol du." Ayrıntılarda görülen birkaç deği§iklikle, Çin kaynak larında, Bam-Tsokto yazıtında ve Kho§o-Tsaıdam'ınki lerde bu atamaların 697 tarihinde yapılmı§ olmaları ke sindir. Birincilerde küçük kağan'a ve iki §ada ait tam liste vardır; B.T.'de sadece küçük kağandan ve Tardu§ Şad'dan söz edilmektedir; K.T.'de ise sadece Bilge'nin bizzat kendine ait atama sözkonusudur. Bunun sebebi ise, Kapgan ölünce, Köl-tegin tarafından, küçük kağanın öldürülmü§ olmasıdır. Sadece Çin kaynakları, bu atama ların, Türge§lere kar§ı yapılan seferden sonra olduğunu kaydederler; çünkü küçük kağanın On Oymağa komu tanlık yaptığı, bu kaynaklarda kesinlikle söylenmi§tir. Oysa Türk kaynakları, bu atamaların daha önce olduğu nu kaydetmektedir. Elbette, bu sonunculara hak vermek gerek. Fakat bu ayrıcalık bile, bize Türge§lere kaqı yapı lan sefer hakkında ı§ık tutar. Bu sefer, en erken 697'de ba§layıp, en geç 699'da sona ermi§tir. 698 tarihi gerçek gibi görünüyor.
64 / GÖK TÜRK İ M PARATORLUGU * • •
Tonyukuk'un olayları kronolojik sıralamada götür düğünü kabul etmek İstersek, bir başka sonuç kendini zorla kabul ettirir: Oğuz! ara karşı savaş, 9'dan 1 7'ye ka dar olan satırlarda; Çin'e yapılan sefer ise 18. ve 19. satır larda kısaca anlatılıyor; nihayet Kırgızlara karşı yapılan sefer geliyor ve 29. satıra kadar uzanıyor; olayların her üçü de, 697 yılından önce oluyor. O halde, bu olayları, hiçbir şekilde, Oğuzlara karşı yapılan savaşlada karıştır mamalıdır. Oğuzlara karşı yapılan savaş, 717 ve onu taki beden yıllarda cereyan etmiştir. Çin'e yapılan unutulmaz seferle de karıştırmak olmaz. Köl-tegin bu sefer sırasında ün kazanınış olup, 705-706'da ise, Ming-şa savaşında amaca ulaşılmıştır. Kırgızlara karşı yapılan seferle de ka rıştırmak olmaz. Bu sefer 709'da yapılmıştır. Bizim bun dan çıkarmamız gereken sonuç, Tonyukuk tarafından an latılan, Türgeşlere karşı yapılan müteakip seferin, 710'da yapılan K.T. anıtlarında nakledilenin aynı olmadığıdır. Aynı şekilde, Sogd'a karşı yapılan iki seferimiz olacak. Bu iki sefer, ayrıca büyük anıtlarda apaçık bir biçimde sözkonusu edilmiştir. Önce, Oğuzlardan yana neler olup bittiğini görelim. Tonyukuk'un öyküsü, 682'de ya da ondan pek az önce, İ lteriş'in onurlandırılmasından hemen sonra, Oğuzlara karşı yapılan bir savaşla başlıyor. Zaten, daima kendini saldırıya uğramış, çembere alınmış durumda gösterme temayülüne sahip olan Tonyukuk, koalisyon'un inisiyati fini, Oğuzların bizzat kendilerine yüklüyor. Ne olursa ol sun, madem ki bölgede yeni bir hükümdarlık yer alıyor du, Ötüken ormanıyla tüm Orhan havzasının mülkiyeti için savaş kaçınılmaz oluyordu. Gerçekte, Oğuzlar için böylece bir tehlike oluşturduğundan, kurulu düzeni boz maya Güney'den kalkıp gelen Elteriş Türkleri olmalı. Bunlar, Ö tüken arınanına Türklerin yerleşmesini önle-
GÖK TÜRK İMPARATORLUGU 1 65
rnek için araya girrneğe gelirler. Ayrıcalığı olan bu bölge de iki hükümdarlık için asla yer yoktur. Ordunun kaderi İ lteri§ ile Tonyukuk'a güldüğünden; kendilerini boyun duruk altında veya tercih ederlerse, konfederasyon halin de birle§mi§ durumda bulacak olanlar, Oğuzlardır. Biz onların Kırgızlara kar§ı yapılan sefere katıldıklarını göre ceğiz (T. 22. ve 25. satırlar). Tonyukuk yazmasını tamam ladığı sırada, onlar hala Türklerin egemenliği altında bu lunmaktadırlar (62. satır). Bu çok önemli olayın üzerinde duralım. Sırf, Gök Türkleri ve Oğuzlardan olu§an aynı bir iktidar altındaki birle§me, Doğu'daki Türklerin impa ratorluğunun yeniden kurulmasına imkan verip, Çin Sed di'nden Demir Kapı'ya kadar uzanan bütün Orta AB ya'nın henüz yerine oturmamı§ olan birle§mesine yolaç mı§tır. İ ttifak dağılınca, bu büyük imparatorluk ortadan kalkacaktır. Oysa, hiç §üphe yok ki, Kapgan Kağan'ın ölümünden önceki ve sonraki yıllarda ortaya çıkan ayak lanmalar yüzünden, neticede bu olay gerçekle§mi§tir. Kapgan Kağanın ölüm tarihi, kesin bilinmektedir: 22 temmuz 7 16. Anıt II. D. 35 ve sonraki satırlarda, herhan gi bir anla§mazlığa kesinlikle yer vermeyecek §ekilde, on dan sözedilmektedir. Burada bir tarih, nisbeten açıklan mı§ olup, Kağanın ya§ına göre belirtilmi§tir. Bu onun 33 ile 34 ya§ları arasında yer alır; bu esnada Oğuzlar, Çin'e doğru gitmektedir. İ lkönce Dokuz Oğuzlardan, sonra kı saca ve sadece Oğuzlardan bahsedilmektedir. Dokuz Oğuzlar, Oğuzların sadece bir koludur; bu ayrım, Tonyu kuk'da yapılmamı§tır. Tonyukuk, tamamen kısaca Oğuz lar da dese, Otuz Oğuzlar da dese, onun kafasında bu, Otuz-Oğuzlar anlamına gelmektedir. 7 16'da Oğuzların ilk kez bir koluna ait bir ayrılma, 717'de ise ulusun tümü nü kapsayan ikinci bir ayrılma vuku bulmu§ gibi görünü yor. Tarihleri kesin olarak belirtmeden, I numaralı yazıt ta, Költegin'e isnat edilen öyküde, olaylar daha ayrıntılı, daha özel mahiyette nakledilmi§lerdir (1. K. 4'den 9'a ka-
(ı6 / GÖK TÜRK iM PARATOR I.UGU
dar). Költegin'i her bir durumda sava§a müdahale etme ye mecbur bırakacak kadar ağır altı antla§manın adından açıkça söz edilmi§tir. Költegin'in, bu olaylarda, altındaki atları ölmü§tür. Aynı zamanda, burada Türk İmparator luğunun zayıfladığına telınihte bulunulmu§tur: ''Açim ka ğmı eli kamaşığ bo/tııkmta" (Amcam kağanın imparator luğunda karı§ıklık çıktığı için). Şu ifade, yine aynı metin parçasında yer almaktadır: "Tokıız Oğuz bodım kentii bo dımını erti" (Dokuz Oğuz ulusu benim kendi öz ulusum du). Bu ifade, pek çok yoruma yol açmı§tır; ve de Bart llold'un Gök Türkleri ile Oğuzların özde§ olu§ları teorisi ni tasariayıp ortaya atmasına yardımcı olmu§tur. Asla bu doğru olamaz. İlteri§'e teslim olalıdan beri, Oğuzlar, konfederasyonun sadık unsuru haline gelmi§lerdir; fakat, yerde ve gökte karga§a vardır; üstelik de, onlar dü§man olurlar: "Tengri yer bıılğakm üçiin yağı boltı" (I. KA). Ton yukuk döneminde onlar henüz Gök Türkleri ile aynı hü kümdarın egemenliği altındadırlar; ve de Gök Türkleri apaçık bir biçimde ve belli bir gururla kamuya §öyle bir açıklamada bulunurlar: "Bilge Türk kağanı, saygıdeğer Türk ulusu ve Oğuz ulusu üzerinde egemenliğini sürdür mektedir." Böylece Tonyukuk'un, İlteri§'in saltanatının ba§langıcında, 682 yılı dolaylarında cereyan eden olaylar dan bahsettiği hususunda hiçbir §Üphe kalmamı§ gibi gö rünüyor. Bu olaylar, Tonyukuk'a, Baykal gölünün güney bölgesinde yer alan tüm bölgede, iktidarını oturtmasını sağlamı§tır; oysa K.T. anıtları, Çin'e gidi§in ve federas yondan kesin bir ayrılmanın izlediği, 716 ile 717 yılların da cereyan eden ayaklanmalara telmihte bulunur. * * *
B.T. yazıtı, Çin'e kar§ı yapılan bir sefer hakkındaki kısa bir hatırlatma ile devam etmektedir. Grousset'nın dediği gibi yağmalardan bahsettiğini söylemek daha dağ-
GÖK TÜRK İ MPARATORLUGU / 67
ru olacaktır: Tonyukuk ele geçirilen şehirlerin; yani yağ ma edilen şehirlerin sayısını açıklar: 23. Hiçbir yerde ne teke tek savaştan, ne cephe savaşından, ne dir�nmeden, ne de herhangi bir askeri düzen sıkıntısından sözedilir.. Zafer, o kadar eşsizdir ki, Türkler kendilerini bir umur samazlığa kaptıracaklardır. Çinliler de, yeni bir koalisyon kurmak için bu durumdan çarçabuk yararlanacaklardır. Bu dönemi ilgilendiren Çin kaynaklarının sözünü ettiği sayısız çapul arasında, Tonyukuk'un herhangi bir özel se fere telmihte bulunup bulunmadığını tespit etmeğe çalış mak, şüphesiz boşuna olacaktı. Bizim bütün bu at gezin tilerinin topluca bir özetini yapmakla uğraşmamız daha mümkün. Talan edilen şehirlerin sayısının, 682 ile 683'den 687'ye kadar uzanan, yıldan yıla İ lteriş'i Kuzey Çin'in merkezine kadar götüren seferlere bağlanabilir bir yekfınu tam tarnma açıklaması daha mümkün. Bu sefer lerden Grousset'in eserinde bahsedilir (Empire des Step pes, s. 154). En sonuncusu, 687 yılı nisanında yapılmıştır ve bu sefer, Türkleri Pekin'in kuzey-batısına, Ç'ang p'ing'e kadar götürmüştür. Tonyukuk, kağanıyla i§birliği yaparak, Okyanus Irmağına ula§tığını ispatlayabilmek için, gerçeği pek saptırmamı§tır. Bazı müfrezeterin deni ze kadar ilerieyebitmiş oldukları bile düşünülebilir. Çin kaynakları, bu durumu belirtmeyi ihmal etmiş olmalılar. Bu husus, Koşa-Tsaıdam anıtlarında anlatılan öykü nün ait olduğu yeri iyi tespit edilmiş, kesin bir sefere ait tir. Bu akın, Ming-şa'da general Ça-ça'nın komutasında ki Çin ordusunun tam yenilgisine yol açan seferdir; Köl-tegin 21 ya§ındayken (1. D. 32); yani, 706'da olmu§ tur. O halde Thomsen'ın dü§ündüğü gibi, İ lteri§'in hü kümdarlık dönemine, sadece Oğuzlara karşı yapılan se feri değil, Çin'e karşı yapılan bu seferi de dahil etmek ge rektiği tespit edilmiş oldu. *
* *
6l! 1 GÖK TÜRK iMPARATORLUGU
Kırgızlara karşı yapılan sefer, kronolojik bakımdan daha nazik bir sorun sergiler. Ayrıntının telkiki bu husus ta, farklı metinlerde, farklı iki savaştan söz edildiğini or taya çıkarmıştır. Savaşlardan biri Kögmen'de; diğeri ise bu tepelerin çevresini dolaşırken olmuştur (Bu konuda bilgi edinmek için coğrafi incelememize bakın). Tonyu kuk'un sözünü ettiği birinci savaş hakkında kesin olarak bütün bildiğimiz Bilge'nin şad makamına atanmasından önce; yani, 697'den önce cereyan etmiş olduğudur. Bu savaş, Türgeşlere karşı yapılan savaştan ya az önce; ya da aynı yıl cereyan etmişe benziyor. Onun gibi, Bilge'nin şad olarak atanmasından hemen sonra tarihte yerini alır; biz onu 687 veya 688'e yerleştirebiliriz. Herhalde 689'da so na ermiş. Bu şartlarda, K.ırgızlara karşı yapılan ilk sava şın, 696 veya hatta 697 yılına ait olması uygundur. Öykü, insanda bir kış savaşı olduğu intibaını uyandırmaktadır. 696-697 kışı olmalı. Türgeşlere karşı yapılan savaş 697 ilkbaharında ya da yazında olmuştur. * * *
Fakat tartışmanın merkezinde yer alan bu savaş üze rinde daha uzun uzadıya durmamız gerekiyor. Thomsen'ın iki Türgeş kağanını özleştirdiğini daha önce belirtmiştik. Bu iki Türgeş kağanından, bir yandan B.T. yazıtı; diğer yandan K.T. belgeleri söz etmektedir. "Turcica"nın yazarına göre, her iki durumda da, Suo-ko sözkonusudur. Oysa, kesinlikle, Chavannes sayesinde (belki bir parça aceleyle okumuş olabilir), biz bu dönem deki Batı'daki Türklerin tarihine ait mükemmel bilgi edinmiş bulunuyoruz. Chavannes tarafından ele alınan Çin kaynaklarının sözünü ettiği bütün olayları, detaya inmeğe gerek kalma dan değerlendirmek için, onun verdiği özeti, gözönünde bulundurmak yeterli olacaktır (sayfalar: 282 ve 283):
GÖK TÜRK İMPARATORLUGU / 69
"VII. yüzyılın son yıllarında, diyor Chavannes, Ba tı'daki Türklerin nezdinde gerçekten etkin İcra kuvveti, be§ Tu-lu oymağının en önde geleni olduğu anla§ılan ve Türge§lerden ibaret olan bu oymağın reisi U-çe-le'nin elindeydi. U-çe-le'nin iki hükümdar konutu vardı; biri Tokmak'da; diğeri ise Kong-yue'da, İ li'nin kuzeyinde Tu-luların topraklarında. Bu sırada, Doğu'da, büyük de ği§iklikler meydana gelmi§ti. Kuzeydeki Türkler, kendile rini siyasi bakımdan aciz duruma getiren uzun bir kölelik döneminden nihayet kurtulmu§lardı. Kutluk Iakablı bir reis (Ko§ o-Tsaıdam yazıtlarındaki Elteres; İ !teri§), 682'den 69l'e kadar, Orhan salıillerindeki Türk ulusunu yeniden eski haline getirdi; erkek karde§i Me-ç'ue (Kap gan Kagan) ise, 69l 'de onun yerine geçip, büyük bir ikti dara sahip olmu§ ve bölünmeleri nedeniyle zayıflayan Batıdaki Türkleri, kendi boyunduruğu altına almakta güçlük çekmemi§tir. Kapgan, 699 yılında On Oymağın komutasını kendi öz oğluna emanet etmi§tir. Öyleyse, Türge§ler, ona tabi idiler; Kapgan Kagan, hükümdarlık sıfatından yararlanarak, onların i§lerine karı§mı§tır; üste lik 706'da babası U-çe-le'nin yerine geçen kağanları Suo-ko'yu, 71 l 'de ölüme mahkum etmi§tir." Gerçekte, sözkonusu olan bu olaylar, Chavannes'ın özetinde anlatıldığı kadar basit gerçekle§memi§lerdir. Batıdaki Türkler'in tekrar birle§meleri, bir oyun olma mı§tır. Hatta, 699 yılında, U-çe-le'nin kendi adına bir el çiyi Çin Sarayına gönderdiğini saptadığımıza göre; Kap gan Kağan'ın Doğudaki Türkler üzerindeki hakimiyeti, hiç değilse ilk döneminde, pek itibari görünmektedir. Bizzat Chavannes (Ek notlar, s. 25)'a müracaat edince §Unu öğreniyoruz: "Çeng-li'nin ikinci yılı (699), sekizinci ayı, T'u-k'i-§e (Turge§) U-çe-le, oğlu Çe-nu'yu Saraya §ükranlığını bildirmesi için görevlendirmi§tir." Kısa za man önce yeniJip Doğu'daki Türkler ile birle§en U-çe-le'nin kısa bir zamanda öcünü almak amacıyla, kendi öz oğlunun aracılığıyla, Çin Sarayıyla olan ili§kileri
70 / GÖK TÜRK İMPARATORLUGU
gizlice sürdürdüğünü tahmin ediyoruz. Oğlu ve halefi olan Suo-ko, bu amacı gerçekle§tirmeye çah§acaksa da, fazla ba§arıh olamayacaktır; çünkü, 710-71 l 'de ölümü ta dacak. U-çe-le'ye gelince, o da 706 kı§ında, soğuktan öle cektir. * * ...
Böylece, her§ey mükemmel bir biçimde, gözlerimi zin önünde, yoluna giriyor: Kırgız tehlikesinden kurtulan Kapgan, daha doğrusu Tonyukuk, 698'de Türge§lere kar §ı cephe alıyor, onların kağanları U-çe-le'yi esir ediyor, onun ulusunu kendine katıyor ve bu ulusla birlikte 701 yılındaki Sogd sava§ına giri§İyor. Tonyukuk'un söylediği ne bakılırsa, onun ordusu 100.000 ki§i içeriyordu. Bu gibi rakamların yakla§ık olarak tespiti için, Çin kaynaklarının birkaç yıl sonra 300.000 ki§ilik bir orduyu Suo-ko'ya at fettiklerini iyice saptamamız gerekiyor. Kapgan Kagan 710'da ikinci bir defa bu orduya, ve bu kağana kar§ı mü cadele ediyor; sava§ sırasında Suo-ko hayatını kaybedi yor. İ ki öykü arasında apaçık bir biçimde görünen çeli§ki, artık bundan böyle yoktur. Thomsen ise, bu çeli§kiyi, ger çeğe uymayacak bir biçimde çözer: elbette iki sava§ ol mu§tur; biri, 698'dc, diğeri 710'da; ilkinde U-çe-le, önce hükümdardır, ardından onun ele geçirili§i ve en azından onun sözle yaptığı birle§me gelir; ikinci sava§, Suo-ko ko mu tasında yapılır ve sava§ta Suo-ko ölür. Thomsen'ın değerlendirmesine yegane itiraz, Grous set'nin incelemesinin bir bölümünden gelecektir; burada U-çe-le'nin ele geçirilmesi hadisesi, 689 yılına götürül mü§tür. Chavannes'a yapılan yanh§ bir ba§vuru bir §Üp henin yayılmasını sağlayabilecekti. Bu yazarda hiçbir §ey, U-çe-le'nin teslim olmasına ait en küçük bir imada bu lunmuyor; Grousset tarafından referans olarak zikredi-
GÖK TÜRK iMPARATORLUGU / 7 1
len bölümde de; "Batı'daki Tu-Kiue'lar hakkındaki bel geler"de de böyle bir i§aret yok. 689 tarihi, herhalde çok ileriye atılmı§ bir tarih olarak görünüyor. İ ki büyük Türk topluluğunun birle§ip kayna§masını gerçekle§tiren elbet te Kapgan Kağandır. Olay, 697 ile 699 yılları arasında ce reyan etmi§tir. Bu noktadan yola çıkarak, Grousset tara fından verilen tarihin basit bir baskı hatası olduğunu, ve bunu basit bir §ekilde 698 diye okumak gerektiğini dü§Ü nebiliriz. Herhalde, bu bizim önerdiğimiz tarih olacak. Öte yandan, aynı kağan, yani Kapgan Kağan, Kırgız lara kar§ı yapılan önceki sava§a katıldığından, büyük bir hataya dü§me tehlikesi olmaksızın, iki bölümü birbirin den ayıran aradığımız ayrım çizgisinin, 19. satırdan sonra yeralmasının doğru olduğunu söyleyebiliriz. Oğuzlara kar§ı yapılan sava§ ile Çin'e yapılan sefer, İ lteri§'in salta nat dönemine aittir; diğer bütün olaylar, Kapgan hüküm darken olmu§tur. Şimdi, bizim Sogd'a yapılan seferi incelememiz gere kiyor. Ko§o-Tsaıdam anıtları, bu bölgede iki sava§ın ol duğunu açıkça zikrediyorlar: ilki, Bilge 16 ya§ındayken (1. D. 3 1); ikincisi 26 ya§ındayken (1. D. 39). Bu açıkla ma, Chavannes tarafından verilmi§ olan tarihlere uymak tadır (sayfa: 288); yani 701, 711 tarihleri. Bu iki sava§ın herbiri, yazıt l'de sadece pek özet olarak zikredilir; yazıt II'de ise, hiçbirinden sözedilmez. Bize göre, bunun iki nedeni bulunmaktadır. Birincisi, 701 sava§ında ne Bilge ne de Köl-tegin, önemli bir rol oynamı§tır. Bu rol Tonyu kuk'a nasip olmu§tur. Tonyukuk, tek ba§ına dü§man kuv vetlerini, Demir Kapı'ya kadar püskürtmü§tür; oysa kü çük kağan ve muhtemelen Bilge ile Köl-tegin epey uzak ta, geride Karaçuk (Karatav, bk. bizim coğrafi inceleme miz) tepesinde beklemektedirler. Burada çok önemli bir olay yeralmaktadır ve hiç kimsenin bunun farkına varma mı§ olması §a§ılacak bir husustur (Ba§vur: Ton. 45). K.T. anıtlarının ağırba§lılığının ikinci nedeni, 7 1 1 sava§ının hir ba§arısızlıkla sonuçlanması hadisesinden kaynaklanmak-
72 / GÖK TÜRK İ MPARATORLUGU
tadır. Gerçekten de, Barthold'un �ahsettiği savaş elbette sözkonusu; fakat burada sa�ın 7l l'de değil 7 12'de ol duğu belirtilmiştir ( Turkestan, sayfalar: 1 85-188). Arap kaynakları da aynı şekilde zikrederler. O halde, Kuteybe ile savaşmııkta olan Semerkant ahalisinin bizzat kendi is tekleriyle bu savaş düzenlenmiş olmalı. Türkler, Semer kant hariç tüm Sogd'ı bir müddet işgal edebilmişlerse de; Kuteybe, onları geri çekilmeye zorlamıştır (713) (ayrıntı için bk. Grousset, Empire . , s. 166, Marquart ve Bart lıold'dan referanslarla). Aynı kaynaklarda, 707'de cereyan eden bir başka sa vaşın adı bulunmaktadır. Bu savaş, çok daha çabuk, yine bir başarısızlıkla sonuçif nmıştır. Fakat, bu mesele bizim konumuzun dışında kalmaktadır; çünkü, bizi ilgilendiren Türk kaynakları, sadece 701 ile 7 1 1 savaşlarından sözet mektedirler. Belki de isteyerek, bu mesele, kulak ardı edilmiştir. .
* • •
Bilge'nin ağırbaşlılığı karşısında Tonyukuk'un nisbe ten sözü uzun tutmasını dile getirmek iyi olur. Tonyu kuk, savaşa tam beş satır ayırır; bu beş satır, 23 şehrin yağmalanmasıyla sonuçlanan Çin'e yapılan seferlerden sadece iki tanesini içerir. Diğer taraftan Anıt l'de alçak göııüllülük yerine bir parça çekingenlik görülür. Biz, Tonyukuk'da ( 45'den 48'e kadar) gerçek bir zafer şarkısı saptamaktayız. Bu zafer şarkısında heyecan, sözdizimini altüst etmektedir. Sözdizimi etimolojik anlamıyla yorum landığında; sakin öykücü, metinde hatip olmaktadır. Bu neşe, sadece nakledilen ganimetin korkunç miktarından kaynaklanmıyor: "Çok fazla miktarda sarı altını, beyaz gümüşü, hörgüçlü develeri, kızları ve dulları alıp götür düler."; ilk defa Demirkapı'ya ulaşılması olayı sözkonu sudur: "Türk Ulusu Demirkapıya ulaştı, ey Tinsioghlı!".
GÖK TÜRK İ MPARATOR LUGU / 73
Bu hususun tarihi gerçeğe uymaması, gün gibi ortada; fa kat, bizim varacağımız sonuca göre, hiçbir şey değişme mektedir. 588-589'dan itibaren Batı'daki Türkler, De mirkapı'nın güneyinde, Bactriane'da, Toharistan'da; hat ta İran ile Afganistan'ın bugünkü sınır bölgesindeki He rat'da; 597-598'de, Belh ile Kunduz'da görülürler ve 630'da, Toharistan, bir Türk tegininin tımarı olur (Gro usset, Empire, s. 1 30'a göre). Tonyukuk'un bu olaylardan haberi olmayabilir. Ya da şayet bunları biliyor idiyse, "Türkler" adına, sadece Orhonlu kimselerin, Batı'daki Türklerin layık olduklarına, Tonyukuk gerçekten inanı yordu veya kendini inanmış gibi gösteriyordu. Bu esrarengiz Tinsioghlı, ancak bir insan adı olabilir; şayet biz onun kimliğini saptayabilseydik; bu bize bazı açıklamalar getirecekti. Çince ile Türkçe karışımından oluşan bu lakap "Göğün Oğlunun oğlu = Çin i mparatoru nun oğlu" demektir. Metin, onun mezarının "Ektagh Tachete= Benekli Ektagh" (bk. Coğrafi inceleme) üze rinde bulunduğunu söylemek istermiş gibi görünüyor pe kala. Bu batılı bir Türk şahsiyeti olabilir. Bilinmeyen bir dönemde, Çin'e olan itaati ve sadakatine karşılık olarak kendisi bu sıfatı almış olmalı. Böylece o, Tonyukuk'un gözünde, Türk kesiminin lanetini simgeleyecek. Onun neşesi, bundan dolayı, ancak daha yasal olacaktır. Belki de, sadece bir Çinli şahsiyet sözkonusudur. Bu kişiyle Türklerin kısa zaman önce görülmüş hesapları olmuş olabilir. Ad, ilk anda göründüğünden herhalde daha az acayip. Göğün Oğlunun Çocuğu lakabı, Keşmir Kralı ta rafından T'u-po (Tibetli)'ların prensesi Kin-ç'eng'a veril miştir. Bu kızın, Yung kralı Şu-li'nin küçük kızı olan Çin prensesi olduğu doğrudur. O Tibetli Btsanpo ile evlendi riimiştİ (Chavannes, D. T O. , sayfalar: 205-206). Böylece, bizim ikinci faraziyemiz gerçeğe daha yakın olacaktır. * "' *
74 1 GÖK TÜRK İMPARATORLUGU
Bir başka ilginç olay, Sogdluların teslim olmalarına ait olup, satır 46'da zikredilmi§tir. Sogdlular o sırada Sok'ların, yani So-ko'ların, bir ba§ka deyi§le Türge§lerin buyrukları altında bulunuyorlardı. Hiç olmazsa, böylelik le §öyle yoruınluyoruz: "Yerokı Sak başlıg Sogdak bodım" (Kendi öz yurdunun ba§ında Sok'ların olduğu Sogdak (Sogd) ulusu) (T.46). Elbette böyleyse, 701 sava§ı, tam bir ba§arı ile so nuçlanmıştır. Sava§, Altay'dan Transoxiane'(Maveraün nehir)a kadar uzanan bütün ülkenin teslim olmasına ne den olmuş ve pek büyük bir ganimet elde edilmi§tir. Tonyukuk'un metni bize, Toharien'ler ile Araplara (Ti zik) bir telmihi de içeriyormuş gibi geliyor; fakat, metnin bu kısmı o kadar harap olmu§ ki bu hususta kesin karar vermek güçtür (satır 45). Bununla beraber bu telmihin gerçeğe çok benzediğini kaydedelim. Bu telmih, çağda§ metinlerin sözünü ettiği, etki alanları bu bölgede yayıl maya başlayan Araplarla ilişkilere ait yegane yazı olacak. Tonyukuk'un öyküsü Sogd'a yapılan bu sava§tan sonra gerçekte sona ermi§tir; yazıtın geri kalan kısmı, İl teri§ ile Kapgan'ın saltanatlarının genel durumuna ait bir övgüden ba§ka bir§ey artık içermez. Her ihtimale kar§ı, öykünün devamı, bize pek bu dönemi a§acakmı§ gibi gö rünmüyor. Buna karşılık, Anıt I'de anlatılan ikinci sava§ 71 1 'den kısaca sözedilmesi, Oğuzların kar§ısına Do ğu'daki Türkleri çıkaracak olan korkunç sava§lara ait öy küye ancak giri§ te§kil eder. Oğuzlar, bir ara, Otuz Tatar lar ile beraberlik olu§turmu§lar; Tatabı'lara, Karluklara, Uygurlara kar§ı yapılan sava§ın müttefikleri olmu§lardır. Gök Türklerinin egemenlik çanını çalan §artların tam bir bütününü te§kil eder bunlar. On yıl kadar bir süre ile birbirlerinden ayrılan farklı olayların sözkonusu olduğunu görmek için, Köl-tegin ile Bilge'nin Oğuzlara kar§ı yaptıkları sava§ları konu alan öykünün kar§ısına, Tonyukuk'un soğukkanlılığını dikme-
GÖK TÜRK İMPARATORLUGU 1 75
nin, yeterli olacağını düşünüyoruz: "Doğudaki (Türük) ve Batıdaki (sir) Türk ulusu ile Oğuz ulusuna ... kağan gözkulak olmaktadır". * • *
Elbette böyleyse B.T. anıtı, 681 -682'e doğru İ lteriş'in hükümdar oluşundan 701 savaşına (veya az ötesine) ka dar uzanan dönemi tamamen kaplar. K.T. anıtlarına gelince, onların içeriği daha geniştir. Onlar, büyük baba İ stemi ile Bumin'in dönemini de kap sar; fakat bu hususta onların, tarihi belgeler teşkil ettik leri, pek söylenemez. Bu döneme ait metindeki tüm bö lüm (1. D. 1 'den 5'e kadar = II.D.3'den 5'e kadar), tarihi bir olayın cereyanından daha çok bir efsane kokusu taşır. Doğudaki Türklerin birlikten ayrılmasından, Tardu'nu n idaresi altında, İ lteriş'in hükümdar oluşuna kadar uza nan içli bir üslfıp ile zihinlerde canlanan dönem için de, aynı şey söz konusudur (I.D.5'den l l 'e kadar= II.D.6' dan lO'a kadar). Bu kısım, tarihçiyi pek ilgilendirmiyor; o kadar muğlak ve genel ifadeler ile düzenlenmiş ki ! Psiko log, bunlardan daha çok yararlanır. Aradan bir asır geç mesine rağmen ne kadar sağlam kaldıklarını, birliğin ha tırasının hiçbir zaman kaybolmamış olduğunu, seçkin ki şilerin Çinlileştirilmesinin ne kadar acınacak bir durum sergilediğini görmek, gerçekten dikkate değer. Bu husus, bir iç savaşın yankısı olarak algılanmaktadır: nesiller kar şı karşıya getirilmiş, halk gerçekten milli bir uyanış ile başkaldırmış; oysa, beyterin "asiller" sınıfı, yüz kızartıcı bir biçimde, yüksek mevkiler ve paralada kandırılmaları na göz yummuşlardır. U lus, kendini taparlamayı becere memektedir; İ lteri§'in idaresi altında bağımsızlık ve yüce liğine, büyüklüğüne kavuşması için Göğün müdahalesi gerekecektir.
76 / GÖK TÜRK İM PARATORLUGU
İ lterifin saltanat dönemi (681-691)'nin anılması, an cak birkaç satırı kapsamaktadır (I.D.l2'den 16'ya ka dar = II.D.lO'dan 14'e kadar). Kırgızlar, Dokuz-Oğuzlar, Kurıkanlar, Otuz-Tatarlar ve Tatabılara karşı yapılan se ferlere ait muğlak telmihler ile birlikte seferlerin toplam sayısı kırk yedidir. Seferlerin sayısı, olayların kahramanı ve görgü tanığı olan Tonyukuk tarafından 29'a indirgen miştir; üstelik ona ait metinde, ne Ki taylar, ne Otuz-Tatarlar, ne Tatabılar sözkonusudur; ne de Kırgız lar ile Kurıkanlardan başkası. Buna karşılık, Tonyukuk gördüğümüz gibi, Oğuzlara karşı yapılan savaş hakkında, önemli belgeler verir; Çin'de geçen önemli olayları da belirtir. İki anıtın geri kalan tüm kısmını, Kapgan'ın hüküm darlık dönemi ile Bilge'nin hükümdarlık dönemi kapla mıştır. Burada, bizzat Bilge'nin ve kardeşi Köl-tegin'in kişisel kahramanlıkianna büyük bir yer verilmiştir. Ton yukuk yalnız Kapgan'ın saltanatının ilk yıllarından sözet mektedir ve sadece bizzat kendisinin katıldığı olayları be lirtmektedir. Bize göre, onun öyküsü, Sogd'a karşı yapı lan seferden döndükten sonra bitmektedir. Böylece, ne mutlu, her iki anıt grubu da, İ lteriş'in hükümdar olu§undan, Bilge'nin ölümüne kadar uzanan tüm dönemi kaplayacak şekilde birbirlerini tamamlarlar. Bilge'nin ölümünden sonra, i mparatorluk, ancak on yıl güçlükle ayakta kalmış olduğundan, sahip olduğumuz ya zıtlarla ilgili belgelerin, Gök Türkleri'nin tam bir tarihini te§kil ettiğini, kesinlikle söyleyebiliriz. Bilhassa Çin'e karşı yapılan seferleri ilgilendiren hususlarda, Türk bel geler, fazla bilgi vermediklerinden; bu konuda gereken ek bilgileri, Çin kaynaklarından alıp nakletmek yeterli dir. Bu kaynaklar, tarihleri, genellikle, Çin takvimine gö re ve oldukça kesin bir biçimde verirler. Sadece B.T. ya zıtı, hiçbir tarih içermez; fakat, anıtların karşıla§tırmalı tetkiki sırasında, hiç değilse belli bir ölçüde bu boşluğu doldurmanın imkansız olmadığını gördük.
GÖK TÜRK İ MPARATORLUGU / 77
ݧte önemli olayların kronolojik sıralamasında biz ancak bu tarihleri geçerli sayıyoruz. * "'
İlteriş 'in Hükümdarlığı (6 8 1 -691)
Tonyukuk, bilinen Türk edebiyatçılarının ilki olup, İlteri§ ve Kapgan kağanların (Kapgan'ın saltanat döne minin ilk yarısında) hem dı§i§leri bakanı, hem de ordu nun ba§komutanıdır, Bilge Kağan'ın danı§manıdır, Çin'de 645 ile 650 yılları arasında doğmu§tur. İ lteri§-Kutluk Kağan'ın doğum tarihi hakkında hiç bir bilgiye sahip değiliz. Buna mukabil, kendinden sonra doğan karde§inin doğum tarihini biliyoruz. Karde§ini Çinliler, Mo-ç'o adıyla belirtirler. Mo-ç'o, Türklerin nez dinde Kapgan ünvanına sahiptir. Mo-ç'o, 665'de doğ mu§tur; çünkü, 69l 'de hükümdar olduğu zaman, Tonyu kuk'un §ahadetine göre, 27 ya§ına girmi§ bulunuyordu. İlteri§'in 680 veya 681 'e doğru doğmu§ olabileceğini dü §Ünmek akla uygun olur. Yeni hükümdarıo ilk hareketi, Oğuzlara saldırmak olmu§tur. " İ neklerin Gölü" zaferinin, Oğuzların birliğe katılımının ve Ö tüken Ormanında yer le§imin, 682 tarihinde olmu§ olabileceği akla uygundur. Onun yeni iktidarı iyi te§ekkül ettiğinden; strateji olarak, hakim durum kazandığından; İ lteri§, Çin'e seri halindeki akınlarını ba§latır. Bu akınların ilki, 683 n isa nında Şan-yu'ya, yani bugünkü Soei-yuan'a yapılır. Bu bilgiyi ve Çin'e kar§ı yapılan seferlere ait müteakip bütün bilgileri, Grousset'nin eseri "Empire" de özetlendiği §ek liyle Çin kaynaklarına borçluyuz. Aynı yılın haziranında, onlar Şen-si'nin kuzeyinde ve Şan-si'nin kuzey-batısında görülürler.
78 / GÖK TÜRK İMPARATORLUGU
Bilge'nin doğduğu aynı yıl (684 yılı, M. Bazin tara fından, onun §ad olduğu yıllara bakılarak, hükümdarlığı nın süresi, ölümünün kesin tarihi saptanmı§tır), sonba harda Türkler, Şan-si'nin kuzeyinde bulunmaktadırlar. Ertesi yıl (685), bu destanın Roland'ı olan Köl-tegin' in doğumuna §ahit olur; ordu, T'e-yuan'ın kuzeyindeki Hin-Çeu'ya kadar ilerler. Nihayet, 687 nisanında; ordu, Pekin'in kuzey-batısın daki Ç'ang-p'ing'e kadar gelir. Bu Türklerin Çin ülkesine gerçekle§tirdiği doğuya yönelik en büyük ilerlemedir. B.T.'de yer alan Okyanus Irmağına yönelik telmih, bü yük bir olasılıkla bu ilerlemeyi belirtir. Çin kaynakları, aynı yılın sonbaharında, Şan-si'de, Şo-ping kesimindeki Türklerin bir muvaffakiyetsizliğin den söz ederler. 69 l 'de (tarih kesin olarak bilinmektedir), İlterݧ ölür. Kapgan, 27 ya§ında tahta çıkar (B.T. satır: 5 1 ).
Kapgan 'ın Hükümdarlığı (691-716)
694'de, Ning-hia yakınında, Ling-çeu kasabasında, Çin'e kar§ı (Çin'de) bir sava§ cereyan eder. 696-697'de, Kapgan, eski müttefikleri Kitaylara sal dım; böylece Çin'in yararı için kurulmu§ olan ittifakla, zaten eğreti olan bu koalisyonda, bir yıkım gerçekle§ir (olayı Çin kaynakları belirtiyor; Türk kaynakları ise, ta mamen es geçiyorlar). Hemen hemen aynı dönemde, Kırgızlara kar§ı yapı lan sava§ yer alır; B.T. bu sava§tan uzun uzadıya bahse der. Bu sava§ın bitiminde büyük bir olay olur. 697'de, muhtemelen yılın sonlarına doğru, Bilge, Tardu§ların §adlığına atanmı§ olup; hiç değilse ad olarak, bütün Batı daki bölgelerin komutanlığını elde etmi§tir. Bu hadise, onun §öyle demesine neden olur: "Ondört ya§ımda, Tar-
GÖK TÜRK İMPARATORLUGU 1 19
du§ ulusuna §ad olarak egemen oldum" (ll. D. 1 5). B.T. anıtı iyi yorumlanamamı§ olduğundan, bu hususta, her ne kadar, kağan, tüm toprakların üzerinde; Doğu'dan Batı'ya egemenliğini muhafaza ediyorsa da, İ mparatorlu ğun gerçekten bir taksimi mi bahis konusudur? Bu hu sus, pek saptanamamı§tır. Kırgızlar meselesinde ise, elde edilen ba§arı nedeniyle, Bilge, §ad olarak atanır; Kapgan, İ mparatoriçe "katun"ın ölmü§ olmasını bahane ederek ordudan ayrılıp, yeniden Çinlilerle sava§maya gider. Da ha çok tecrübe sahibi olan Tonyukuk, zaten kendi otori tesini pek çabuk empoze ettiği oğlu Küçük Kağan ile ye ğeni Bilge arasında bölü§türdüğü gerçekten iki ba§lı bir komutanlık bırakır. Bundan böyle iki grup ordumuz ola cak. Bir takım kuvvetler, Batı'da Altay'ın ötesinde; diğer bir takım kuvvetler de Çin sınırında etkinlik gösterecek. Batıdaki grup ise, Türge§lerin teslim olmaları i§ine el atıyor, onların kağanı U-çe-le'yi tutsak ediyor; en azın dan geçici olarak, onun birliğe katılımı elde edilmi§e benziyor. Bu sava§, 698'e doğru gerçekle§mi§ olmalı. Sonra, 700-701 'de, Köl-tegin onaltı ya§ındayken, Sogd'da sava§ vardır. Bu sava§ sırasında iki farklı olay meydana gelmi§ gibi görünüyor; hep birlikte Sir Derya'ya kadar yürüdükten sonra, ordu iki gruba ayrılıyor; bir grup ba§ larında Tonyukuk olduğu halde, batı ve güney istikame tinde yoluna devam ederek Demirkapı'ya kadar ilerliyor; diğer bir grup ise, Küçük Kağan ile Bilge'nin komutasm da Karaçuk tepelerinde bekliyor. Muhtemelen bu fırsat tan yararlanarak, Köl-tegin, Çinli Wan-Tutuk'un ordu suyla sava§ıp ün kazanıyor, mutluluğa garkoluyor (1. D . 31 ve 32). Bu sırada Kapgan, Çin taraflarında sava§ıyordu. 698'de, biz onu Pekin'in batısında, Siuan-hua ile Ling Kiu arasındaki bölgede, Vey-çu kasabasında görüyoruz. Ertesi yıl, tarihte anlatıldığına göre, Kapgan, Siun-hua' nın güneyine müthi§ bir yağma seferi düzenliyor; baskın
80 / GÖK TÜRK İMPARATORLUcJU
yaparak Vey-çu'yu zaptediyor, Pao-ting ile Çeng-ting arasında yer alan Ho-pei'nin merkezindeki Ting-çu'yu yağma ediyor ve Çao-çu'yu da zaptediyor. 702'de, Şan-si'nin kuzeyindeki Te-çu kasabasının yağmalanması gerçekleşir. Sogdiane'a karşı düzenlenen savaşın ardından uzun süren bir işgalin olmadığını, Tonyukuk'tan öğreniyoruz. Önemli bir miktarda ganimetin ele geçirilmesiyle yetinil miştir. Dönüş, yine bu 702 yılında olmuş olmalı. Daha sonra yer alan dikkate değer ilk olayı, Çin kay nakları gibi, K.T. anıtları da belirtmiştir (1. D. 32'nin so nundan 34'e kadar; I I . D. 26). Bu, Tuan-huang'ın doğu sunda cereyan eden Ming-şa muharebesidir. Bu savaşta Çin generali Şa-ç'a-Çong-yi ezilip yok edilmiştir. Türkler, onu Sengün Ça-Ça adıyla tanırlar. İ ki grup ordu, o za man ve hiç şüphe yok ki eğreti olarak, ittifaklarını pekala yapmış olabilirler; belki de, zaferin büyüklüğünü gösteri yordur bu. Tonyukuk'un bu savaşa ve bu savaştan sonra yapılan savaşlara katılmadığı fazla kesin değildir. Tama men bilinmeyen nedenler yüzünden, gözden düşmüştür Tonyukuk. En ihtimali zaman olarak, Çin kaynakları, 706 tarihini; Türk kaynakları ise, kağan'ın 22 yaşı ile Köl-tegin'in 21 yaşını verirler. Arap kaynakları, 707 yılında, Buhara ahalisinin iste gı üzerine, Kapgan'ın bir yeğeninin komutasında, bir Türk ordusunun Sogd'a geldiklerini belirtirler. Marquart (Die Clıronologie der alttürkisclıen Insclıriften, s. 8), Köl-tegin'den söz edildiğini düşünmektedir. Barthold ise (Die alttürkischen Insclıriften und die Arabisclıen Quellen, 10), bu yeğenin Köl-tegin olmadığını düşünmektedir. Haklı olmalı. Bu tarihte, Köl-tegin'in katılmış olabileceği bu tür den hiçbir savaşın adından, yazıtlar gerçekten söz etmez ler.
GÖK TÜRK İ M PARATORLUGU / Sı
Bilge yirmialtı yaşındayken (709), Kırgızların mütte fiki Çiklere karşı bir savaş düzenler. Bundan yararlana rak Az kavmini kazanır. Bu hadiseler, sadece Anıt II ta rafından nakledilmiştir. Yazıtsal belgeler, Köl-tegin 26 yaşındayken, yani 710'da veya 709-71 0 kışında, Kırgızlara karşı yeni bir sa vaş yapıldığını, savaşta Kırgızların yenilgiye uğradıklarını ve kağanlarının öldürüldüğünü belirtiyor. Yazıtsal metin, bu savaşın sonunda, aynı yıl, diyor; fakat, 710 yılı sözkonusu olmalı. Bulçu bölgesinde, yani Erli§ ile Urungu arasındaki bölgede (Bk: Coğrafya ile il gili bölüm), Türgeşlere karşı yapılan ikinci bir savaşa ta nık oluyoruz. Türgeşlerin kağanı öldürülmüştür. Çin bel gelerinden, o sırada hükümdarlık eden kağanın Su-ko ol duğunu öğreniyoruz. Su-ko, herhalde, Türkçe Sak'tan aktarılmış. Bu savaşla ilgili olarak iki olayın belirtilmesi ilginçtir; şöyle ki: - Önce "Tutuk" sıfatına haiz bir Az subayının, Tür geşlerin safında bulunduğu kaydediliyor. Bu husus, Tür geş ordusunda bir Az askeri birliğinin bulunduğunun dü şünülmesine yol açıyor. Biz bu ulusa ait, özel kısa bir ta nıtma yazısı tahsis ettik (Kitabımızın çok ilerki sayfala rında). - Yazıtsal metin, galiplerin mağluplara zorla kabul ettirmi§ oldukları bir göçten sözediyor. Türge§lerin oluş turduğu kavim, Tabar'a yerle§tirilmi§e benziyor. Tabar, Tarbagale olabilir(?); yani kuzey-batıdaki Cungarya ova sını kuşatan dağlık bölge. Yazıtlardaki biricik örnek ola cak bu. Aslında, Türgeşler ile Siyah Türge§ler arasında yer alan farkı belirtmek uygun olur. Bundan sonraki sa tırda onların yeni bir ayaklanmasından bahsediliyor. Sa dece Türgeşlere ait bir bölüm sözkonusu olabilir. Bu iki olay arasında 71 1 'de Sogd'a yapılan sefer, bel ge I'in bir tek cümlesi tarafından açıklanmıştır. Semer kant hariç, bütün Sogd'un, Türkler tarafından, 712'den 71 3'e kadar, işgalinden söz eden Arap kaynaklarına ba-
ın 1 GÖK TÜRK İM I'ARATORLUGU
karsak, bu kısacık özlü açıklama ve Anıt II'nin suskunlu ğu oldukça tuhaf oluyor. Bir taraftan, 701 seferini ilgilen diren hususlardaki aynı ağız sıkılığını; diğer taraftan, 707 sava§ının hiç yer almadığın ı daha önce kaydetmi§tik. Her ne olursa olsun, yine bu yıl (Köl-tegin 27 ya§ın dayken), Karlukların ayaklandıklarını görüyoruz. Fakat, sava§ kesin olarak ancak 3 yıl daha sonra, 714'de (Köl-tegin 30; Bilge ise, 31 ya§ındayken) Tamıgh'ın kut sal pınarında cereyan etmi§tir. Bu arada, 713'de (Bilge 30 ya§ındayken), sadece Il'de, Be§ Şehir(Be§ Balık)'e kar§ı bir seferin yapıldığı kaydedilıni§tir. Çiniiierin Pe-ting dedikleri Be§ Balık §eh ri, Basmılların ülkesinde (Çinlilerden olu§an Pa-si-mi'Ie rin ülkesinde) bulunuyordu. 715'de (Köl-tegin 31 ya§ındayken), Türkler, isyan eden Azlar ile Kara Göl'ün (belki de bugünkü Ka ra-Nor) yakınında bir sava§a giri§mi§lerdir. Kapgan'ın saltanatının sonunun geldiğini gösteren karı§ıklıklar, birlikten ayrılmalar, çok kısa olarak zikre dilmi§tir. Bilge, I.K. 3'te, şöyle der. "Amcam kağanın hü kümdarlığı karı§ıklıklara maruz kaldığı zaman, ulus ve hükümdar ikiciliği ortaya çıktığı zaman ..." Anıt II ise, §öyle belirtir: "Amcam kağan uçup gittiği zaman, bilge ve yiğit kağan yoktu. Ödlek, tabansız küçük kağan iktidara geldi, uygunsuz i§Ier yaptı. Yukarıdaki Gök, Kutsal Yer " ve Kutsal Su, bu kağanın Saadetine onay vermediler." (Çev. B). Kapgan'ın oğlu Bögü Kağan'ın kısa süren saltanat dönemine ait telmih açıktır. Tonyukuk hariç, Kapgan ailesinin bütün üyeleri ve bütün kendi danı§manları gibi, kendisini ölüme mahkum ettirenin Köl-tegin'in bizzat Fransız Yazar, "Kul" kelimesini "saadet" olarak tercüme etmiştir, oysa kelimenin "yönetme gücü", "iktidar" manasma gelen bir tabir olduğu gü nümüzde biliniyor. (Naşir'in Notu)
GÖK TÜRK i M PARATORLUGU / 83
kendisi olduğunu söylemekten, ne var ki Bilge kaçınır (Grousset, Empire, s. 1 58). Bu arada, bu danı§manlar arasında Tonyukuk'un bulunduğunu kesinlikle tahmin etmediğimizi hatırlatalım. Bilge'yle olan ili§kilerinin dı §ında, o, Bilge'nin kayın pederiydi: Bilge'yi ölümden kur tarınayı gerektiren husustur" bu. Grousset'nin değerlen dirmesi, Bögü'nün hükümdarlık etmediği §eklinde bir yorumlamaya yol açar. Oysa, metin I. hükümdarlara ait bir ikicilikten pekaHi bahsetmektedir; metin II ise, daha vazıhtır, iyice açıklar: "Küçük kağan ... iktidara geldi". Bu hükümdarlık döneminin süresi; yine de, çok mu çok kısa olmalı. Halkın ikile§mesine gelince, bu ikicilik, yazıtın daha sonraki bölümünde belirtilmi§tir. Her§eyden önce, bu ay nı 716 yılında, Oğuzların birlikten ayrılmasını hedefle mektedir. Kapgan'ın ölümüne ait olan hususlar için, anıtların ağızları daha da sıkıdır. Şimdi yukarıda zikrettiğimiz bö lüm I'den ba§ka, sadece I ve Il'nin ortak bölümlerinde (1. D. 24 = 11.0.20), §U telmih yer alır: "Sen becerernedi ğİn için, (Ey Türük ulusu !), sen kötü olduğundan, arncam kağan uçup gitti." Bu kağanın, Yukarı Kerulen'li Bayır kular tarafından Tola sahillerinde pusuya dü§ürülerek 22 temmuz 716 tarihinde öldürülmü§ ve ba§ının Çin elçisine teslim edilmi§ olduğunu biliyoruz. Bilge'nin sözünü et meden geçi§tirmeyi tercih ettiği bir hadisedir bu. Fakat, Türk ulusunun kağanın ölümünden topyekun sorumlu olarak görülmü§ olması hadisesi, dikkate değer psikolo jik bir olgudur; bu konuyu, " i nançlar" bölümünde tekrar ele alacağız.
!14 / GÖK TÜ R K iMI'ARATORI.UÖU
Bilge 'nin Hükümdarlığı (71 6-734)
Görmüştük, Bilge'nin hükümdarlığı, ayaklanan Oğuzlara karşı yapılan mücadele ile başlamaktadır; Anıt ll. D. 29 ve 30 şöyle diyor: "Dokuz Oğuzlar, benim kendi §ahsıma ait olan benim ulusumdu. Gök ile Yer, uyuşmaz lık içinde bulunduklarından ve kıskançlık ateşiyle yanıp tutuştuklarından dü§man oldular" (Çev. B.). Türk-Oğuz kitlesinde görülen ilk çatlak; çöküşün ilk belirtisidir bu. Bir yılda meydana gelen şiddetli savaşlar, dörtten az değildir. Onların tasvirleri özellikle dile getirilmiştir; öy küyü anlatanın bunlara verdiği aşırı önem, bunu kanıtla maktadır. Maalesef özde§ olmaları imkansız olan bu tari hi manzaralar, kronolojik sırada şöyle yer alırlar: To ğu-Balık-Burğu, Çus başı ve Ezgenti gösterisi. Kesin bili nen işaret noktası, Tola ırmağıdır; yüzerek geçilmiştir. Ayrıntı ilginçtir; çünkü, bize Oğuzların yerleşim tarzları hakkında bilgi vermektedir. İ lteriş'in hükümdarlığının başlangıç yıllarında, onların Türklere teslim olmaların dan önce, bunları birbirlerine düşman eden savaşın yeri ni ilgilendiren hususta, bizim görüş tarzımızı tasdik et mektedir. Anıt I (K.6), Kuşlağak'ta Edizlere karşı yapı lan bir savaşla birlikte, bir başka savaştan daha söz eder. Bu A-tie kavmi hakkındaki herşeyi bilmemekteyiz; fakat, metnin bu kısmı, A-tie'ler ile, bir başka deyişle A-palar ile her benzerliği olanaksız kılar; Chavannes tarafından ileri sürülen benzetmeye göre, A-palar, Avarların bizzat kendileri olabileceklerdir (D. T. O'nin tarihi ve coğrafi isimler sözlüğünün A-tie maddesindeki referans). Aynı Anıt II (D.35)'de Kapgan'ın ölümüne ve Bö gü'nün kısa süren hükümdarlığına paralel olarak Oğuzla rın Çin'e doğru toplu göçü kaydedilmiştir. Burada, 718'de cereyan etmiş olup da uzun zaman sonra hatırlan mış olan hadiselerin öne alınması gibi bir durumun mev cut olduğunu düşünüyoruz.
GÖK TÜRK İ M PARATORLUGU 1 85
Muhtemelen 716-717 kışında (Kağanın yaşı silin miş), Türklerin ülkesinde salgın bir hayvan hastalığı baş gösterir. 717 yılı ilkbaharında (B), Türkler, Oğuzlara kar şı yeni bir savaş başlatırlar. İ ktisadi bir zorunluğun, aske ri bir harekatın sebebi olarak gösterilmesi, yazıtsal me tinlerde, ilk defa olmaktadır. Oğuzlar, Otuz-Tatarların ittifakını sağlamış oldukları gözönünde bulundurulursa, bu savaş pek çetin olmuş olmalı. Bununla birlikte, Bilge pek açıkça belli olmayan bir zaferi kabul eder. Aynı yıl, Uygurlar, kuzeyden gelerek saldırırlar. Bil ge, Selenga'yı aşarak onlarla çarpışmaya gider. Tonyu kuk her zaman yaptığı gibi kendini taarruza uğramış du rumda görse de, Bilge, ulusunu aç bırakan salgın hayvan hastalığı (Türiik bodun aç erıi: Il. D. 38), ve her zamanki gibi çok ciddi beslenme sorunları yüzünden, Uygurların üzerine yürümek zorunda kalmışa benziyor. "Bu toplulu ğu ele geçirdim ve onu sevkettim" (aynı satır) ibaresi, ak si takdirde değersiz olacaktı. 717'de (Kağan 34 yaşındayken) fevkalade önemli bir olay yer almaktadır: Oğuzlar'ın Çin'e kaçışları. Metin sa katlanmış haldedir; fakat, Bilge'nin onların peşine düşüp çocuklarla kadınları alıp götürmüş olabileceği sezilmek tedir. Bilge'nin hükümdarlık öyküsünde, adeta Batı'dan söz edilmemiştir. Kapgan'ın ölümünden önce, İ mpara torluğun bu kesimi, Türklerin etkisinden kurtulmuştu. 7 1 1 'den 7 15'e kadar üç seferin yapıldığını kaydetmiştik: Karluklara karşı, Aziara karşı ve Basmıllara karşı. Kar luklara karşı elde edilen önemli bir zaferin, Tamıgh (714)'da kazanıldığı zikredilmiştir. Oysa Çin kaynakları, aynı yıl Tokmak'da elde edilen görkemli bir zaferden bahsederler. Bu zafer, Cungarya ile Karluk oymaklarının kontrolünün Çiniiierin eline geçmesine yol açar (Bütün bu boyuneğmeler ile ilgili ayrıntılı bilgi almak için bak: Chavannes, D. T. O. , 283 n.4 ve 5: Tokmak zaferi üçüncü ayda, "i-hai" günü gerçekleşmiştir). Tamıgh zaferi, daha
M / GÖK TÜRK İMPARATORLUGU
sonra elde edilmi§ olmalı. Karluklara kar§ı yapılan sava§, ertelenmemesi gereken, bir çe§it cezalandırma sava§ı olacaktır. Bu sırada, Türge§ler, yeniden eski durumlarına gel mekte ve yeniden güçlenmektedirler; o derece ki, Kağan ları Su-lu zamanında (717-738), Tarım'ı istila ederek ve Çin'e ait "Dört karargaha" gözdağı verecek duruma gele ceklerdir (Ba§vur: Chavannes, o.c. passim). IL D'nin 40. satırı, Karluklara kar§ı yapılan yeni bir seferden pekala bahsetmektedir. Bu seferi 720'ye yerle§ tirmek gerekecek; fakat, metin ordunun "sağa" yöneldiği ni, yani "güneye" doğru yöneldiğini söylüyor. Karluklar, Tarbagatay'da, yani tam Batı'da ya§adıklarından, bu hu sus, gerçek bir bilmece ortaya çıkarıyor: Karlukların bir kısmı, Tokmak zaferinden sonra ba§ka bir ülkeye göç et mi§ olabilir mi? Ne olursa olsun, 7 13'e kadar süren Sogd sava§ından a§ağı yukarı hemen sonra, Türkler Altay'ların ötesinde hemen hemen tüm nüfuzlarını kaybederler. Bozkırın ta rihi, bu gibi kader deği§ikliklerine ait bir örnek sunmak tadır. Şu andaki durumda, Çin siyaseti, ku§kusuz daha baskın bir rol oynamı§Sa da, bu deği§ikliklere çoğu za man makul açıklamalar getirmekten, insan vazgeçmek zorunda kalıyor. Böylelikledir ki, Çin belgelerine göre, 720'de general Wang-Çu kornutasında, Be§balıklı Bas mılları da içeren bir güç birliği (koalisyon) kurulduğunu görüyoruz. 720'den itibaren, öykü, fevkalade karı§ıktır ve dökü mümüzü kesin bir §ekilde sürdürebilmernizi engelleyecek kadar a§ırı noksanlıklar arzetmektedir. Sonuç olarak, can sıkıcı bir intiba ortaya çıkmakta dır. At üzerindeki görkemli gezintilerden, güçsüz hale dü§mܧ veya yeniden bir araya getirilmi§ uluslardan, des tansı teke tek çarpı§malardan, artık epey uzaktayız. i m paratorluk, her yandan çökü§ halin':ledir. İktisadi sıkıntı lar, artık askeri sorunları a§ıyor. Artık, "el"ler, "İmpara-
GÖK TÜRK İ M PA RATORLUGU i 87
torluklar" ele geçirilemiyor; hayvan sürüleri, baskınla ça lınıp götürülüyor; yağma yapılıyor; rehin olarak kadınlar, çocuklar alınıp götürülüyor. Anıt Il'nin tüm sol yüzü, okunabilir olduğunda düzensiz sava§larla dolmu§ oluyor: 723-24 kı§ında Kitaylara kar§ı yapılan sava§, onu takip eden ilkbaharda, Tatabılara- kar§ı yapılan sava§. Sadece zaferle biten iki büyük sava§ veya böyle gösterilen iki sa va§: 723 yılında on yedibin kݧİlik Çin süvarİ birliğine kar §I yapılan sava§. Bilge'nin ölümünden az zaman önce, Çin olduklarını dü§ündüğümüz kırkbin askere kar§ı yapı lan bir çarpı§ma; bu sava§ta, reisierinin "Sengün" sıfatını ta§ımasından dolayı Çinli olduklarını sandığımız bu as kerlerden otuz bini ölmü§tür. Yazıt, tam adıyla Anıt II, sava§çının bu son büyük ba§arısı ile sona ermektedir. Bu arada, Köl-tegin, Koyun Yılı'nın onyedinci günü (27 §Ubat 731) ölmü§tür. Bilge Kağana gelince, o Köpek Yılı'nın onuncu ayının yirmialtıncı günü (25 Kasım 734) ölmü§tür. Çinli vak'anüvis, Bilge'nin kendi bakanların dan biri tarafından zehirlenmi§ olduğunu nakleder. Anıt lar, bu hususta, elbette hiçbir §ey söylemezler. (Biz, bu tarihleri verirken, eski Türk takvimleri hakkında yaptığı ve henüz yayınlanmamı§ eserini bize ula§tıran M. Bazin tarafından yapılan hesaplara göre tespit edilen rumi tak vimdeki tarihleri belirtiyoruz). * * *
Ta§a kazılarak yazılmı§ olan olaylar böyledir. Eksik likler, bir§eyi tam söylemeden geçmeler, bazan da anla§ı labilir türden abartmalar, ne olursa olsun hiçbir §ey, bu olayları tekzip etmeğe izin vermez. Böylesi meselelerde milliyetçi görü§ sergileyen Çin kaynakları, edindiğimiz bilgilere göre, bu olayları yalanlamamaktadırlar; hatta gerekli gördükleri durumlarda onları tamamlamaktadır lar.
88 / GÖK TÜRK iMPARATORLUGU
Tarihin bu pek ufacık bölümüne son bir kez göz at tıktan sonra, usanç verici ayrıntıları bir yana bırakarak, genel bir değerlendirme yapmamıza izin verilecek mi? Bozkırın tarihi, şayet bazı önemli hadiseleri pek içerme seydi, coğrafi mutlak bir esası içermeyen basit bir keli meyi kullanmak yüzünden, aşırı yeknesak görünme tehli kesine maruz kalacaktı. Kendini birlikteliğe adamış oldu ğundan, bunu ancak ikinci dereceden bir olgu olarak ger çekleştirmiştiL Bu ikinci dereceden olgulardan biri, ke sinlikle 700 ile710 yılları arasında yer alır. Bu sırada, Or han havzasının efendileri, hem Sogd'a (Toharistan'a ka dar) müdahale etmek; hem de, Kuzey Çin'e hemen he men hiçbir zarara uğramadan, müthiş akınlar yapabil mek gücünü kendilerinde bulurlar. Bu başarının tarihi üç safha içerir: 1 ) Bir örgütlenme aşaması, aşağı yukarı, İ lteriş'in tüm hükümdarlık dönemini (681-691) içerir. En başta gelen olay, Türk (Türük) ve Oğuz uluslarının birleşmesi dir. Sınırları belirtilmiş geniş bir dörtgenin zilyetliğini sağlar. Kuzey'de Tannu-Ola tepelerinin, Baykal gölünün; Doğu'da, Kerulen yukarı vadilerinin, Onon'un, Ingo da'nın; Güney'de Gobi çölünün; Batı'da Altay tepeleri nin zilyetliğini sağlar. Bu dörtgenin köşegenleri, hemen hemen Ötüken ormanında kesişirler. Bu husus, aynı za manda, bu yüksek yerin, Türkler için temsil ettiği strate jik önemi ve sembolik değeri açıklar. Tüm bu dönemde, Tonyukuk'un rolü, baskın durumdadır. 2) Bir yayılma aşaması, her istikamete yönelik taz yiklerle kendini gösterir. Hemen hemen, Kapgan'ın tüm hükümdarlık dönemini kapsar. Kuzey-batı'da, Kem (Yu karı Yenisey) ve onun kollarına ait olan tüm havza, ele geçirilip işgal edilmemişse de, hiç değilse etkisiz bir hale getirilmiştir. Batı'da birbiri ardınca kazanılan zaferler, Altaylar'ın ötesinde Cungarya, Tarbagatay ve İ li delta sında göçebe hayatı süren bütün oymakların birleşmesine yol açar. Sir-Derya'nın ötesine kadar, üç kez, sefer girişi-
GÖK TÜRK İ MPARATORLUGU / 89
minde bulunulmuş olabilir. Doğu'da, anıtlar her ne ka dar az açıklamada bulunuyarsa da; Kitay, yani Moğol tazyiki, yer alır; sınır, Kingan tepelerine kadar götürül müştür. Güney'de baskın ve yağmadan korunacak Çin eyaleti pek kalmaz. Kapgan, Çin'in hanedanlık meselele rinde arabulucu olarak da kendini gösterebilmiştir. İm paratoriçe Wu-Hu'nun öz yeğenine kağanın kızını be ğenmeyip kendi damadı olması için tekiifte bulunmuştur. Çin imparatoriçesinin siyasal gücü ve tutumu gözönünde bulundurulursa, Türkler tarafından kazanılan pek büyük nüfuz daha iyi anlaşılır ve İ lteriş'in ancak bir çete reisi ol duğu dönemden itibaren, 30 yılda katettiği yolun tam olarak değeri ortaya çıkar. 3) En azından siyasi ve askeri alanda başgösteren gitgide yaygınlaşan bir gerileme ve parçalanma aşaması. Bilge'nin hükümdarlık döneminde (716-734) olmuştur. Daha önce, Kapgan'ın hükümdarlığının sonuna doğru kendini pek belli etmeyen homurdanmalar duyulmuştur. Oğlu Bögü'nün Köl-tegin tarafından katledilmesi, peşpe şe isyanların çıkmasına neden olmuşa benziyor. Bütün yapıyı sarsan ilk darbe, Oğuzların kesiminden gelmiş olup, Bilge'nin tahta çıkışından itibaren baş göstermiştir. Buraya kadar neticelerine değinilmemiş olan, dikkate değer bir hadise orada sözkonusudur. Türkler ile Oğuz ların özdeş yapılmaya çalışıldığı gerçektir; öyle ki artık bu meselenin büyük bir anlamı yoktur. "Savunulacak yanı olmayan" bir teoridir bu. Nasıl ki Türkler ile Oğuzların bir tek iktidar çatısı al tında 68l 'de birleşmeleri, Kapgan'ın doruk noktasına gö türmeğe mecbur olduğu İmparatorluğun temellerini at mağa imkan vermişse; aynı şekilde Oğuzların 7 16'da bir likten ayrılmaları, yıkılınanın kesin işareti, çöküşün ilk belirtisidir. Bu hadiselerin anlatıldığı Anıt II'nin Doğu yüzünün son kısmında yer alan metin parçası hakkında, rahat rahat, çeşitli yakıştırmalarda bulunulabilir. Bil ge'nin Oğuzları itaata sevkedeceğini sandığı saptanabilir.
� / GÖK TÜ RK İ MPARATOR LUGU
Bu inkar edilemeyecek bir olaydır. 717'de Oğuzlar Çin'e kaçarlar ve artık Moğolistan Türk yazıtlarında sorun ol maktan çıkarlar. Benzer durumlarda, her zaman olduğu gibi, örnek bulaşıcıdır; sıra ile veya paralel olarak Uygurların, Otuz-Tatarların, Kıtayların, Tatabıların ayaklandıklarını görüyoruz. Bilge'nin ölümünden on yıl sonra, Altay ile Baykal gölü arasında yeralan tüm bölgede, bir asır yaşa yacak olan, Uygur İmparatorluğu kurulacaktır. Daha önce bahsetmiş olduğumuz Karluklara karşı yapılan savaşın (720 yılı civarında) dışında, Bilge'nin öy küsü, hükümdarlığı sırasında, Batı'daki durumdan hiç söz etmez. Bilge, Batı'da tüm nüfuzunu kaybetmi§tir. * * *
Bu olayların aydınlığa kavuşması için, hem Türk ya zıtlarını hem Çin belgelerini yeniden okumak gerekir. Türk ulusuna yapılan kısa söylev biliniyor; K.T.'nin iki anıtı, bu söylev ile başlamaktadır: Kağan söylevinde ulusunu sadece Çin'den gelen sayısız kandırmacalara karşı değil, bütün maceracı zihniyete karşı, bütün ba§ döndürücü hayallere karşı da uyarıyor. Kağanın ılımlı, üstelik yumu§ak tutumu övülmüştür. Biz bile, bazan, ona "barışçı" düşünce sahibiymiş gibi bakmaya kalkı§tık. Fa kat, bu yazıtlarda herşey, bunun tam karşısında yer al maktadır. Bu başlangıç kısmının tamamında çok ustaca bir gölge ve ışık oyunu bulunmaktadır. Akla uygunluğu, ihtiyata davet; Asya'nın içinde, Pasifik'ten Tibet'e ve Sogd'a kadar uzanan at gezintilerinin anımsanmasıyla yanyana bulunmaktadır. Ahlak yazarının bizzat kendisi ne ait kahramanlıkları ile kardeşinin kahramaniıkiarını övmek için, yeterince kelimeye sahip olmadığı da; ayrıca, burada görülmektedir. Bir vaız gibi başlayan yazıt, bir sa vaşlar ve yağmalar çığırtkanlığı içerisinde sona erer. Bü-
GÖK TÜRK İ M PARATORLUGU / 91
yük dedelerinin i mparatorluğunu tekrar kurmayı dü§le yenin, Ötüken Ormanının adını bir nakarat gibi tekrar ettiğini duymak, insanı §a§ırtır: "Türük kağan Ötüken ormanında oturunca, i mpara torlukta sefaJet yer almaz." (Çev. B.). "Ötüken Ormanından daha büyük hiçbir§ey asla ol mamı§tır. İ mparatorluğu ayakta tutan yer, daima Ötüken Ormanı olmu§tur." (Çev.B.). "Ötüken Ormanında İkarnet ederken, kervanlar ve kafileler gördüğüne göre, en ufak bir sefaletin olmaya cak. Şayet Ötüken ormanında İkarnet edersen, sürekli bir İmparatorluğun sahibi olarak kalacaksın." (Çev. B.). Tersi durumlar cereyan ettiğinden, i mparatorluk her taraftan çatırdar. Gelecek ku§aklara §erefli bir öykü bırakmak isteyen kağan, tüm uyanıklığını ve siyasal görü §Ünü de açıklamadan edemez. Henüz kurtarılabilir halde olanı kurtarmalı, Ötüken ormanının kolayca savunulabi lir stratejik durumunu korumalı ve bilhassa -bunda a§ırı ısrar etmek pek anla§ılamayacak bir husus- sava§ eylem leri yerine, ticari ve barı§çıl ili§kileri ikame etmeli. Bilge, henüz kendi denetimi altında bulunan Asya ticari ili§ki ler ku§ağında, birinci derecede hangi rolü oynayabildiği ni §Üphesiz idrak etmݧtİ. Fakat söz hakkı, yine uzun za man orduya aitti. Oysa, Bilge'nin askeri kuvvetleri, artık nüfuzlarını kaybetmi§ti. Bu defa, Çinli vak'anüvis (Memoires cancemant les Clıinois, XVI. II) tarafından ileri sürülen bir ba§ka fikri, aynı perspektif içinde incelemek gerekiyor. Bilge, Çin tarzında etrafı surlarla çevrilmi§ bir §ehir kurmayı tasar lamı§tı. Bu hem Kuzeydeki dü§manlara kar§ı kendini ko ruma; hem de geçi§ yollarının kontrolünün kendisinin eline geçmesi demekti. Fikir iyiydi, iyi yanları vardı. Ton yukuk, bu fikre §iddetle kar§ı çıkmı§tır; Tonyukuk, Çin'e ait olan her§eyden tiksinti duyardı; ulusunun içgüdüleri ne uygun dü§en, gerçekle§ebilir olan biricik yöntemi, "ha reketlilik-göçebe hayat tarzı"nda görüyordu. Bilge'nin
92/ GÖK TÜRK İMPARATORLUGU
planı, Çinliler ile geçici bir uzla§ma kurmayı da gerektiri yordu. Bilge, kendinden §öyle bahseder: "Bu yerde (Ötü ken ormanında) oturan ben, Çinliler ile uzla§tım." Bu kü çük bir yalandır; fakat, bir ruh halinin ifadesidir. Şayet biz onun "Anılar"ına bakacak olursak, Bilge, gelecekte kurmayı tasarladığı §ehirde, Buda'ya inananlara ait, Tao'ya inananlara ait mabetler kurmayı da dü§ünmü§ ol duğunu görürüz. Belki bunda abartma olabilir. Biz, "inançlar" bölümünde, Budist etkisi altında dini görü§ ve ibadetlerde muayyen bir geli§me olduğunu göstereceğiz; fakat din deği§tirme gibi bir sorunu yoktur Bilge'nin. Acaba Buda papazlarını ve ke§i§leri kabul ederken, Bilge o günün hükümetlerinin yaptıkları şeyi yapmayı dü§ün müyor muydu: ticari anla§maların başlangıcı veya tama men gereği olan "kültürel bir uzla§ma" akdetmeyi? Her ne olursa olsun, bu iyi niyet davranı§ı, Çiniiierin çok ho§una gitmiştir. Tonyukuk için ise, dayanılmaz bir şeydi bu; hiçbir zaman da gerçekle§memi§tir. Gelenek lerde olacak bu kökten deği§im, İmparatorluğu kurtara cak mıydı? Acımasız bir yasa, asırlarca bozkırın üzerine çökmü§ gibi görünüyor; kendini toprağa bağlayan askeri nüfuzunu kaybeder ve yeterince güzergah alanına sahip olmayan diğer göçebelerin darbesine maruz kalır. Ton yukuk, hiç ku§ku yok ki, haklıydı; fakat ne olursa olsun, vakit çok geçti. Bilge, ölürken oğlu ve halefi olan Yi-yan'a, bu şekil de, a§ırı budanmı§, can çeki§mekte olan bir imparatorluk bırakır; kısa zaman sonra, kardeşi yerine geçer; "Tengri Kağan" ( = İ mparator Gök) ünvanını almaktan çekinmez. Böyle bir ünvanın kabul edilmesinin ortaya çıkardığı oto rite talebi, ancak sözdeydi. 74l'de Tengri Kağan kendi subaylarından biri tarafından öldürülmüştür; 744'de ha lefi Ozmış Kağan da, Basmıllar tarafından öldürülmüş tür. Gök Türklerinin sonsuza dek tükendiklerinin resmi dir bu.
GÖK TÜRK İMPARATORLUÖU 1 93
Bununla beraber, bozkırda ve tüm Asyada, Gök Türklerinin itibarı, uzun yıllar ya§amını sürdürmek zo runda kalmı§tır. Biz Köl-tegin'in cenaze töreniyle veya hiç değilse protokol ile ilgili bazı ayrıntılı bilgilere sahi biz. i mparatorluk çoktan sonuna yakla§mı§ olduğu halde, merhum hükümdara gösterilen bunca ortak saygı ve §Ük ran duygularını mü§ahede etmek insanı §a§ırtmaktadır: Kıtay, Tatabı, Çinli seçkin kݧiler, yüklü hediyelerle bir likte, Sogd'dan, Pers'den ( İran'dan) ve Buhara'dan gelen insanlar, Türge§ ve Kırgız'ın gönderdiği mümtaz kݧiler, Tibetliler, herkes saygı duru§unda bulunurlar. Mezar ya pıtının dekorasyonu ve yazıtların oyularak yazılması i§ini, yine Çinliler üzerlerine alırlar. Gök'ün Oğlu ise bizzat kendisi, Türkçe metine, Çince bir yazı eklerneye özen gösterir. Bu saygı ifadesinin samimiyetinden §Üphe etme mize hiçbir hakkımız yoktur. Onların bir geleneği uygu lamaları gerekiyordu. Onlar ne olursa olsun, dü§manları bile olsa, bilhassa hayatı yiğitlikle dopdolu geçmi§se, merhum dü§mana saygı duru§unda bulunma gibi yeterin ce övülmeye değer bir duygusallık gösterirler. Bu cenaze ye saygı merasiminde, bir çe§it "§övalye adfıb ı"nın yansı ması vardır.
Tonyukuk Hakkında Kısa Bilgi Bu bölüme ilave olarak, biz tarihi ele geçirmeyi ve bu yarı yüzyılda ön sırada rol oynayan §ahsiyetin ahlaki portresini çizebilmeyi dilerdik. Dinrnek bilmeyen müca delelerin, kanlı sava§ların, saray entrikalarının yer aldığı dönemdir bu. İnsanı §a§ırtacak kadar çok uzun ömürlü olması, Tonyukuk'a, üç hükümdan tanıma fırsatını ver mi§tir. Tonyukuk, onlara hizmet ederken, çoğu zaman kendi §ahsi görü§ünü onlara empoze edecek güçlü bir ki §İiik sahibidir. Yakla§ık 705'den 7 16'ya kadar uzanan zo runlu ݧSİZ kaldığı dönemin dı§ında, o hep ݧ ba§ındadır,
94 1 GÖK TÜRK iMPARATOR LUGU
meclistedir, devletin en önemli §ahsiyetidir; sırasınca ol masa bile, gerçekten de böyledir. Hatta, o ilk Türk ede biyatçısıdır; bu ise, onun diğerlerinden daha az değerli meziyeti değildir. Zamanının sorunlarını kafasında geli§ tirip olgunla§tırmı§tır; siyasi bir kafaya sahip olduğu söy lenebilir. Kısacası, sertliğiyle, dik kafalılığı ile, §akaları ile; hatta örnek te§kil eden yiğitliği ile ilginç bir kݧidir o. Biraz çocuksu olan onuru, bu efsane adamım, bir dünya insanına dönü§türür. Biz, sahip olduğumuz pek yetersiz belgelerden yararlanmak suretiyle, §imdi bu adamın mes lek hayatını izlerneğe çalı§acağız. Olayların ayrıntısına tekrar dönmeyeceğiz; ele§tiri malzemesi olarak da, tek rar yukarıdaki incelemeye ba§vurmanızı istiyoruz. Tonyukuk, 645 ile 650 yılları arasında, Çin'de doğ mu§tur. "Ailesi, bir ara, Çin yönetiminde, Şan-si'nin Ku zeyinde, bugünkü Kuey-hua-Ç'eng'in yakınında bulunan Yun-çang'ın sınır ilçesinde, bir ecdat makamını elinde bulundurmu§tu." (Grousset, Empire .. , s. 154). Çocuklu ğuna veya gençliğine ait hangi olaylar, bu hususta, hayatı boyunca kendisini etkilemi§tir? Çin'e kar§ı kendi gele neklerini, kendi dinini sevdiğini, Çin'i hiç anlamadığım, hatta ona kar§ı dayanılmaz bir tiksinti duyduğunu ve de Bilge'nin sarayında ya§ayan son yurtsever olacağını ispat layacaktır. Biz, onu otuz ya§larına doğru, İ lteri§'in yanın da, mutlu bir çete reisi olarak bulmuyor muyuz? Yeni İ mparatorluğun temellerini atmak ona ait olacaktır. Da ha sonra yazdığı mezar ta§ında ifade ettiği gibi, İ lteri§'in kağan olarak tayininde, ba§ rolü kendi oynar. Bu seçim de onun payının ne olduğunu söylemek için seçimin olu§ biçiminin nasıl olduğunu iyi bilmek gerekecektir. Seçim olmu§ mudur? Olmu§ ise, Tonyukuk, Büyük Seçmen (Ba§kan) mi olmu§tur? Bu meselede dilbilimcinin söyle yecekleri, azıcık olsa da, yeterli. Onun kullandığı "ki§-" fi ili, tanrı rızası için yapılan değerli bir eyleme sahipmi§e pekalfı benziyor; Tonyukuk ise, ayinin "büyük dini lider"i olmu§ olacak. Ayrıntıda Tanrı Gök'ten, Tengri'den esin.
GÖK TÜRK i M PARATORLUGU / 95
lenmiş olduğunu söylüyor. Bu husus, bizim sonuncu iddi amıza, belli bir değer kazandıracaktır. Çinli vak'anüvisin adlandırdığı gibi, "ihtiyar kurt", muhtemelen agnostique (bilinemezci) olmuş olmasına rağmen, kendini şaman yo luna vermekten hoşlanır. İ lteriş'in bütün hükümdarlık döneminde Tonyukuk, kağanın hem siyasi danışmanı, hem de Büyük Devlet'in Yönetim Başkanı(vezir-i azamı)dır. O, tüm Altay bölge sini fetbederek Baykal'a birleştirir; sonra, Oğuzlar ile it tifak yapar, Oğuzlar, Türkler ile birlikte, sadece bir tek ulusu, 7 16-717 yıllarına kadar teşkil edeceklerdir. O, Çin'e karşı yapılan çeşitli savaşlara katılır. Kap gan'ın tahta çıkışında görevlerini korur, kağanla birlikte, 696-697 yıllarında, Kırgızlara karşı yapılan savaşı yönetir. Kapgan, oğlu Bögü ile yeğeni Bilge'ye, Batı Askeri Bir liklerinin Komutaniıkiarını emanet etmeye karar verdiği zaman, Tonyukuk onların yanında kalır; oysa kağan, Çin'e savaşmaya gider. O sırada Bilge, 14 yaşındadır. Bö gü de, yaşça daha büyük olmamalı. Tonyukuk, Altay öte sinde yapılan savaşlarda, gerçekten ordunun biricik baş komutanıdır. 701'de Demirkapı'ya doğru yapılan yarma harekatında birliklerin başında sadece onun bulunduğu hemen hemen kesindir. B.T. yazıtında, bir taraftan bey ler ile, diğer taraftan kağan ile olan uyuşmazlıkların izi ortaya konur. Kağan, birbirini tutmayan çelişkili emirler verir; bu ikili oynama ise, Tonyukuk tarafından iyice an laşılınca, zaten kendi bildiğini okuyan Tonyukuk'u çile den çıkarır. Bu özgürlük tezahürü, herkeste pek bulun mayan bir karakterin belirtisidir. Kapgan'a gelince, o da ha başka bir kişiliğe sahiptir, verdiği emirlere aykırı dav ranılmasına uzun zaman tahammül edecek adam değildi şüphesiz. Şurası bir gerçek ki, Sogd'dan dönüşünden iti baren, Tonyukuk artık askeri hizmetlerinden bahsetmez. Ünlü Ming-şa savaşının cereyan ettiği 705 yılını pek aş mayan bir tarihte "yetkilerinin elinden alınmış" olduğunu tahmin ediyoruz. Çin ordusunun uğradığı tam yenilgiden
% / GÖK TÜRK İMPARATORLUGU
dolayı çok dikkate değer olan bu askeri eylem yazıtta an latılmamı§tır. Yukarı Tola'daki Tonyukuk'un mezar anı tının görünümü, onun Bilge'nin tahta çıkı§ına kadar ka lacağı inziva mahallinin orası olmu§ olduğunu dü§ünme ğe insanı sevk eder. Bo§ geçen bu zamanlarda, Tonyukuk mezar ta§ının yazıtını, daha doğrusu "Hatırat"ını yazmı§ olmalı. Anlatım biçimi, özlemierin o kadar çok belirgin olmaları, Tonyukuk'un anılarını bu dönemde yazmı§ ol duğunu dü§ündürebilir. Biz bu konuya tekrar döneceğiz. Bu husus, Bögü'nün ve Kapgan'ın bütün danı§manlarının katliamından Tonyukuk'un yakasım kurtarmı§ olması olayını bir ölçüde açıklayacaktır. Bilge'nin kayın pederiy di; bu bir gerçek, fakat, bu dünürlük, o gerçekten bu olayda i§birliği yapmı§ olsaydı, kendisini kurtarmaya ye terli olmayacaktı. Çin kaynakları, daha sonra, Tonyukuk'u, Bilge'nin Sarayında gösteriyorlar. Bu kaynaklara göre, o yeni ka ğanın danı§manı olmu§tur; yine de, her§ey onu kağanın kar§ısına dikiyordu. Bilge'nin oturgan, yer deği§tirmek ten ho§lanmayan bir ya§am fikri benimsemi§ olduğunu ve ulusunun faaliyetini ticarete ve transite yöneltıneyi ba §armayı dü§ündüğünü görmü§tük. Onun yönetim planı, Çin ile dostluk ili§kileri kurmayı içeriyordu ve Çiniilerio hayat tarzı, ona, ayıp görünmüyordu. Bütün ömrünü boz kır insanı olarak geçiren Tonyukuk'a göre, Bilge tama men ba§ka türlü hareket ediyordu. Bu iki insanın geli§i mi, acayip bir zıddiyet arzeder. Tonyukuk, Çin tarzı bü yümü§, gençliğinden ölümüne kadar, gerçekten göçebe bir hayat süren çoban tipi ve cengaverdir; öyle de kalır. Oysa en küçük ya§tan itibaren, en yüksek askeri mevki de, adeta sadece ordugahlarda ya§amı§ olan Bilge, dü§ manlarının uygarlığına doğru, kar§ı konulamaz bir biçim de yönelmi§tir. Fakat, kağana kendi görü§ünü empoze edebilmi§ ol masının duyulmasına izin verildiği zaman, bu Tonyu kuk'a pek güzel bir hisse sağlamaz mı? Türk devlet
GÖK TÜRK İM PARATORLUGU 1 91
adamlarının arzusu, artık pek göz önünde bulundurul muyordu. i nsiyatif, bir zamanlar ba§ eğmi§ olan ve Çin'in her türlü çareye ba§vurmak suretiyle isyana te§vik ettiği halkın eline geçmi§ti. Şüphesiz, Tonyukuk'un bizzat ken disi de, icazetlerinde, bu kadar hüzün ve §üphe ifade eden §U cümleleri ta§a kazıttıgı zaman; artık kendini pek kuruntuya kaptırmıyordu: "Özim karı boltım uluğ bo/tım. Nen yerdeki kaganlığ bodwzka böntegi bar erser, ne bunı bar erteci ermiş!" (Ben kendim ihtiyarladım, ya§landım. Nerede olursa olsun, §ayet bir ulusun, ba§ında beceriksiz biri varsa, böyle bir kağanla donanmı§ olan ulusun vay haline !) Yazıtın tarihi, bu telmihin hitabettiği §ahsiyet hak kında, bize tek ba§ına bilgi verebilecektir. Mesele, ayrın tılı olarak ele alınınağa değer. Biz daha ilerde bunu ya pacağız. Tonyukuk'un ölüm tarihi, tarih açısından hiçbir menfaat arzetmemektedir. 725 tarihi, akla uygun olarak kabul edilebilir (bu tarihte Çin yıllıkları, Tonyukuk'tan son kez söz eder) veya bu tarihe yakın bir tarih kabul edilebilir. Tonyukuk bu tarihte, seksen veya seksen civarı bir ya§taydı. H. Namık Orkun, bu ölümü, hiç çekinme den 716'ya kondurmaktan mutluluk duyar. (E. T Y.,IV, 169). Böylesine kesin bir tasdikin hangi temellere dayan dığını bulmaya yönelik tüm ara§tırmalarımız hiçbir sonu ca varmadı. Buna mukabil, aynı yazar, (H.N. Orkun), Thomsen'a uyarak, yazıtın 725'de meydana getirilmi§ ol duğunu kabul eder (E. T Y., I. 91 ). Anıtın dikim tarihinin önemi de yoktur; fakat yazım tarihi çok büyük bir önem ta§ımaktadır. Dilbilimeiye bakılırsa, K.T. anıtları ile, ay rımlar gösterdiği ölçüde yazım tarihi, bir müzakereye yol açar. Tarihçiye bakılırsa, yazım tarihinin tespiti, nakledi len hadiselerin farklı anıtlarda aynı mı yoksa farklı mı ol duklarının saptanmasını sağlar. Oysa, K.T.'ninkilerin ter sine B.T.'nin yazım tarihi, yazarın ölümünden öneeye ait tir. Bilge tarafından söylenip yazdmidığı sanılan anılan,
98 / GÖK TÜRK iMPARATORLUGU
kendisinin ölümünden sonra ta§a kazılarak yazılmı§tır. Oğlu, Anıt II'ye kendi simgesini ilave etmi§tir. Yeğeni Yollıg Tegin ise, iki yazıtı kendisinin yazdığı ve ta§a ka zıttığı havalarındadır; bizim ise, bu §ahadeti çürütmeye hakkımız yok. Kendi yazıtım bizzat kendisinin yazdırmı§ olduğunu açıkladığı zaman, Tonyukuk'a güvende kusur etmek, nankörlük olacaktır. Gecikmi§ bir yazımı destekleyen, tetkik edilmesi uy gun olan iki delil gösterilmi§tir. İlk planda, metin iki kez, Kapgan Kağan'ın oğlu Bö gü Kağan'ın adından açıkça söz edilmesine tahammül edecektir. Oysa, i§in gereği olarak ba§vurulan her iki me tin parçasında (B.T.34 ve 50), "bögü" §eklinde değil; fa kat "zeki" anlamında ve bilhassa "kurnaz" anlamında kul lanılan basit sıfat olan "bög" §eklinde okumak gerekir. Bu metin parçalarının ilkinde, oyma yazı esasen o kadar nettir ki "bög" veya "büg"den ba§ka bir§ey okuna maz; "Bögü" §eklinde görmek için, önce basit bir yazım hatasını kabul etmek gerekecektir. Üstelik, sırf bu du rumda, yazıtların ku§ku götürmez yazım kuralına aykırı davranılmı§ olduğu faraziyesini de kabul etmek gereke cektir. Kurala göre bir §ahsiyet, daima aynı bir ad veya lakap ile gösterilmi§tir. İlteri§ adı altında tanıdığımız §ah siyetin, bu adı, tahta çıkı§ından çok daha sonradan kul lanmı§ olması, kesin olmasa bile, muhtemeldir; bununla birlikte ne K.T.'de, ne B.T.'de, ne de Ongin'de ba§ka tür lü asla gösterilmemi§tir. Tonyukuk'un daha ba§langıçtan itibaren onu böyle göstermesi, İmparatorluğun "federa tif' sıfatını henüz kazanmadığı dönemde, sık sık rastla nan aykırılıklardan ancak birini te§kil eder; bizim vak'anüvislerimizin bizzat kendileri, bunlara ait pek çok örnek sunacaklardır. Buna kar§ılık, aynı §ahsiyetin, bir kaç satır daha yukarıda, kendi sıfatı İnel Kağan (satır 3 1 ) ile gösterilmi§ olması ve b u ki§inin satır 45'de aynı biçim de, yani birdenbire, tam öykünün ortasında bir ba§ka ad ile anılmı§ olması akla uygun olmaz.
GÖK TÜRK İ MPARATOR LUGU 1 99
İkinci metin parçasının 50. satırındakini, her ne ka dar "bögi" §eklinde değil de, "bög" §eklinde okuyarsak da; okumayla ilgili bir tartı§maya yol açacak kadar, metin, harabolmu§tur. Her§eyden önce, Tonyukuk'un, Bilge'nin isminin yanında, sadece birkaç gün veya birkaç hafta hü kümdarlık eden, Köl-tegin'in öldürdüğü Bögü'nün ismini anımsamasının iyi olacağmı sanmı§ olması ve bu cesareti göstermi§ olması, pek mümkün değildir. Ü stelik, burada pek acayip bir kağanlar listesine sahip alacaktık: İlteri§, Bögü, Bilge. Kapgan'ın unutulmu§ olması, en azından §a §ırtıcıdır. Gecikmi§ bir tarih için "Bögü"yü kullanmanın §U hal de değeri yoktur. Buna kar§ılık, metin iki kez (58. ve 68. satırlar), "Tü rük Bilge Kağan" kelime kümesini kaydetmektedir. Birinci metin parçasında, sarih olmasa bile, anıtın yazım tarihine kesinlikle sahibiz: "Bilge kağan Türük'ün i mparatorluk döneminde, ben bilge Tonyukuk (bilge Tonyukuk olan ben) yazdırdım (bunu)". İkinci metin parçası, çok daha nazik bir yorumun eseridir. Daha önce yer alan satır 61, §öyle der: "İlteri§ kağan ile bilge Tonyukuk, galip geldiklerinden, Kapgan kağanın ve Türük ulusunun tarihi ... ". Yazıtın son satırını te§kil eden satır 62 ise §Öyle der. "Bir Türük Bilge kağan (veya Türük Bilge kağan), Türük Sir ulusuna ve Oğuz ulusuna göz-kulak olmaktadır." Şüphesiz Tonyukuk, kendi metninde, satır 6 l 'i haklı gösteren, İ lteri§ ve Kapgan dönemiyle ilgili hadiselerden söz etmektedir. Diğer taraftan, Tonyukuk'un ho§una gi den Türk-Oğuz ittifakının, Bilge'nin tahta çıkı§ından iti baren dağılmaya ba§ladığını biliyoruz. Kitabenin, bu hü kümdarlık döneminin tam ba§langıcında, ta§a kazınmı§ olduğu §ayet kabul edilirse; zorluğun bir kısmı ortadan kalkmı§ olur. Fakat, satır 61, "geçmi§" değil, §imdiki bir hali elbette göstermektedir; üstelik de, pekala Kapgan dönemindeki bir durum sözkonusudur.
ı OO / GÖK TÜRK iMPARATORLUÖU
Herşey; gerçekte, sanki yazıt daha önceden Tonyu kuk'un mecburi inzivası sırasında kaleme alınmış gibi ce reyan eder. Tonyukuk, yeni kağanın meclislerinde anım sanan bu ihtiyar, hükümdarlık etmekte olan hükümdarıo adını oraya dahil etmek için, halis bir nezaket ve ihtiyat yüzünden, metni değiştirmiştir. O halde, böylece anıtın yazımı, metnin yazımına göre çok seneler sonrasına ait olacaktır. Anıtın, Kapgan döneminde yazıldığı ve Bil ge'nin tahta çıkışında, bo§ olan yerlere, iki satır eklenmiş olduğu da iddia edilebilir. Satır 58, gerçekten de, Doğu yan yüzünün sonunu kaplamakta ve metnin içinde çok güçlü kle yer almaktadır; şayet ortadan kaldırılacak olur sa; bir hayli akla uygun fikir elde edilir. Satır 62'ye gelin ce, o yazıtın sonunu oluşturmaktadır; zaten yine aynı bu şekilde satır 61 'den sonra sona erecektir. Bu iddiayı destekleyen son bir delil, satır 56 ile satır 57'de bulunmaktadır. Bu satırlarda, yaşının büyüklüğün den veya daha çok ordugahlardan uzaklaşmasından ya nıp yakınan Tonyukuk, danışman olarak yeteneksiz biri ne sahip olma tehlikesine karşı, ulusu ve bilhassa kağanı uyarmaktadır. Bu ise, ancak Tonyukuk'un yetkilerinin elinden alınmış olduğu bir döneme, yani Kapgan'ın ölü münden öneeye uygun gelmektedir. Sözkonusu olan ye teneksiz kişi, onun halefi olabilir; biz bu kişi hakkında hiçbir şey bilmiyoruz. Mesele bizzat kağanın kendisini hedef alıyorsa, bu Tonyukuk'un yetkilerini elinden al maktan, kötü idare etmekten sorumlu olan Kapgan ol malı, ya da, Tonyukuk'un gözünde bir yaramaz çocuk olan, devrimci fikirleri tehlikeli olan Bilge olmalı. Son cümleye gelince, o Türük ulusunun, bir yandan Sir, diğer yandan Oğuz uluslarıyla olan ittifakları hakkın dadır; o, eğer Bilge'nin döneminde yazılmışsa, mutlu bir gerçeğin görüntülenmesinden çok, onun bir temenni ifa de ettiği söylenebilir. Yazıttan çıkan sonuç muayyen bir kötümserliğin derin izidir; görkemli bir geçmişin anım sanması da bunu göstermektedir.
GÖK TÜRK İM PARATORLUGU 1
ıoı
Bu belirtilerin ışığında, Hirth tarafından ortaya atıl mış olan faraziyeyi (Naclıworte zıır Insclırift des Tonjukuk, pp. 1 2 sqq), şimdi yeniden ele almak iyi olur. Bu yazara göre, Tonyukuk, Çin'de doğmuş olan, İ lteri§'in bakanı olmuş olan ve Türgeşlere karşı yapılan bir savaşta öldüğü sanılan, daha sonra da Kapgim döneminde Türk adıyla tekrar ortaya çıkmış olan A-shi-tö Yüan-çön'den başka biri olmayacaktır. Birkaç düzeltme ile bu faraziye gerçe ğe benzer olmaktadır. Baın-Tsokto yazıtında nakledilen olayları, A-shi-tö Yüan-çön(alias Tonyukuk)'a mal et mek gerekecektir ve bu olaylar, gördüğümüz gibi, 702 ve ya 703 yıllarından daha uzağa pek gitmezler. Daha sonra, onun Çin adı hiç şüphe yok ki, Tonyukuk'un inzivaya çe kildiği andan itibaren, tarih sahnesinde görünmez olur. Ancak oniki yıl kadar sonra, Çin kaynaklarında bu kez Türk adıyla onun tekrar ortaya çıktığı görülür. Fakat, bu tekrar ortaya çıkışın Kapgan döneminde değil, Bilge dö neminde yer almış olması gerekir. İsim değişikliğinin, Hirth'in faraziyesine aykırı bir yanı yoktur. Tonyukuk, gerçekten bir lakaptır. Bu laka bın "elbisesi kutsal olan kimse" şeklinde yorumlanabile ceğini sanıyoruz. Tonyukuk'a bu lakabı sağlayan olaylar, hangileri olursa olsun (belki de bu lakap küçük bir ayrın tı), o, ona ancak daha geç bir tarihte sahip olabilmiştir; fakat adet gereği, o bu adı muhafaza etmiş ve onu gerçek adı yapmıştır. Çeşitli kaynakların verdiği bilgiler böyledir. Onlar, bu olağanüstü yaşam öyküsünü adım adım izlemek ve za manının son derece tipik bir şahsiyetini insanın kafasında canlandırmak olanağını sağlarlar. Biz, bu adamı ordu ko mutanı ve devlet adamı rolünde gördük. Yazarlık rolünü hesaba katmadık. Moğolistan'ın çeşitli eski Türk anıtları nın her biri ile ilgili, edebi değerleri inceleyeceğimiz za man, bu olanağı ele geçireceğiz.
BÖLÜM SİY ASI VE SOSYAL HAY AT III.
A- Siyasf Hayat Orhan anıtları, Tengri tarafından Bumin ve İ stemi atalara emanet edilmiş bir İ mparatorluğa ait genel gö rüntü sunmaktadır; fakat önceden saptanmış kurallara itaat etmemiş olmaları, Çin kurnazlığının kendilerini kandırmalarına göz yummuş olmaları yüzünden, i mpara torluk, geçici bir süre çöküntüye uğramıştır. Bilge ve yiğit kağanlar olan Bilge'nin babası İ lteriş ile amcası Kapgan, kutsal haktan kaynaklanan hükümdarlıklarını yeniden ele geçirmişlerdir. Bilge, onların kutsal halefidir. Bilge, kendinden söz ederken; "Gök" tarafından yaratılmış olup, Gök'e benzediğini söyler. Oğullarından biri; bizim ancak "Yi-yan" Çin adıyla tanıdığımız ağabeyin kısa sü ren saHanatından sonra onun yerine geçen bu kardeş, her ne kadar batmak üzere olan bir İ mparatorluğu miras almışsa da, "Tengri-kagan" (Gök kagan) sıfatını kullan maktan çekinmez. Ordunun gücü ortadan kalkıp, siyasal etkinlik azaldıkça, körü körüne inanış ve şiirsellik, böyle ce sahneye çıkar. Nice güçlü eser, bunun sonucudur. Biz, bunların arasından, üstün nitelikli eserler elde ettik; on ların içlerinde, hangi gerçeği gizlediklerini ortaya çıkar maya çalışmak da gerekiyor. Bilene; yani olayı yaşamış olduğundan ve olayın baş sorumlusu bulunduğundan-
I M / GÖK TÜRK İMPARATORLUGU
Tonyukuk'a ba�vurmak gerekiyor. Bu İ mparatorluğun nasıl geli�tiğini ona sormak gerekiyor. Bereket versin ki, edebi kafaya sahip olan; fakat, edebi teorilerle pek uğ ra�mayan bu gerçekçi yazar, bize anahtarı sunduğu za man; biz özgürce ve iyi teçhiz edilmi� olarak, onunkinden sonraki dönemlere ait olan anıtların labirentine girebile ceğiz. ..
"' ..
"Kişi, bod, bodwı, ef'; Tonyukuk'un toplumsal sınıf landırması böyledir. "Kişi", yoruma ihtiyaç hissettirmez: bu ferttir, ki�idir, atomdur. "Bod", gayet dikkatli bir incelemeye layıktır. Ka�gari, bu kelimenin üç �eklini kaydeder: bod, bot ve boy. "Bod" ile "bot" fasıllarının altında, sadece, "boy, endam" kaydı verilmektedir; "boy"un bugünkü anlamıdır bu. İ lginç an lambilimsel evrimlerle: "kitabın boyu" (kitabın kalınlığı), "arsanın boyu" (in�a edilecek arsanın uzunluğu) gibi; ve de "boy"un tekrarıyla: "boy boy evler" (her büyüklükte evler), "boy boy pirinç" (her fiyattan pirinç) gibi anlamsal deği�iklikler saptanır. "Boy" maddesinde sırf "oğuz" ola rak kar�ılığı verilmi� olan bu kelimenin, "kısım, parça" (bir kısım, bir parça) anlamı vardır. Ali Seydi'nin Türk çe-Fransızca Sözliiğii (İstanbul, Cihan Matbaası, 1 929), "oymak" ya da "oymağın parçalarından herbiri" anlamını vermektedir. O zamanlar, "bod"un; yani hiç ku�kusuz, "bot"un, "oymak" anlamı taşıdığı meydandadır. "Bod" sözcüğü, K.T. anıtlarında yer almaz. Bize göre, bunun se bebi, kesinlikle, İ lteri� ile Kapgan'ın gayretleri sayesinde, oymak düzeyinin a�ılmış olmasıdır. Her§ey, sanki Bilge dönemindeymi§ gibi cereyan eder. Birle§me gayreti, o kadar verimli olmu§tu ki, oymak (boy) kavramı bile, ken di değerinden birşeyler kaybetmişti ve Türk tarihi ile ilgi li bir topluluğun gösterilmesinde bu sözcüğü kullanmak
GÖK TÜRK İMPARATORLUGU 1 105
ihtiyacı artık duyulmuyordu. Buna kar§ılık, "bodım" söz cüğü yaygın biçimde kullanılıyordu. "Bodım", hiç ku§kusuz, bir oymaklar topluluğunu be lirtmektedir. Gerçekten de her ne kadar etimolojisi ses bilimsel evrimle maskelenmi§ ise de, evleviyetle üzerinde durduğumuz "bod"un, çoğul-toplumsal §eklidir. Kelime nin ilk biçimi "bod-ın"dır. Tüm yazıtsal metinlerde, ku§ku götürmez yazım §ekli olan "n'nin sonra olması", esas sesli harfin etkisiyle ikinci sesliye ait dudaksılla§mayı elbette belirtiyormu§ gibi görünüyor; biz de "bodun"u böylece el de etmi§ oluyoruz. "Bodun", §U halde bir oymaklar (boy lar) topluluğu anlamı ta§ımaktadır. Her ne kadar bu te rim, Asya'nın Orta-Çağdaki oymaklarından olu§an top lumlarında yer almayan bir kar§ılıklı ili§kiler kavramını kapsamıyorduysa da; bu, bir konfederasyon adı verebile ceğimiz §ey olacaktır. Baskın gelen oymak, kendi adını verip, "bodun"u olu§turan diğer oymaklara gerçek hü kümran olarak hükmeder. Kelimenin tam anlamıyla "Tü riik bodwı"u olu§turan oymaklar arasında ve Kırgızlarda, mükemmel bir kayna§ma olmu§ gibi gorunuyor. On-Okların adının, yani " 1 0 oymaklar"ın korunduğu Ba tı'daki Türklerde kayna§ma daha az belirgindir. Otuz Oğuzlar ve Dokuz Oğuzlar gibi ayrımlar bulunan Oğuz larda, en azından K.T. anıtlarında olduğu gibi, Tatar ulu su, aynı §eklide otuz oymak (Otuz Tatar)'ı içerir. Bizim metinlerimizde zaten Üç Karluklar da kaydedilmektedir. Sırf B.K.'da bulunan "Türük sir bodım" ifadesi, iki ulusun olu§turduğu bir konfederasyon fikrini verir: "Tii rük" ulusu; yani Doğu veya Kuzey Türkleri ile "sir"ler; ya ni Batı Türkleri. Yazarın kafasında, iki eleman arasında gerçek bir kayna§ma olduğu fikri vardır. Tarih bölümün de bu kayna§manın pek kısa ömürlü olduğunu ve Bilge döneminde bu deyimin, sözkonusu nesne ile birlikte or tadan kaybolduğunu görmü§tük. Buna kar§ılık, bir kay na§ma olmamı§, fakat bir ittifak, aynı bir ba§buğ idare sinde "Tün"i.k" ve "Oğuz" uluslarının birle§mesi gerçekle§-
1 � / GÖK TÜR K İMPARATORLUOU
mi�tir. B.T. anıtı, bu konuda hiçbir �üphe bırakmaz. Son cümlenin durağı, "bodwı" sözcüğünün tekrarlanması an lamlıdır: "Tiirük bilge (kağan) Türilk sir bodunıg/Oğıız bo dwııg/egidü/olumr". i fadenin "bodun" ile bitirilmesi için uluslar arasında bir çe�it sınıflandırma bulunduğunu kay detmek uygun olur: bir Kağan ile donanmı� olanlar "k.a ğanltg bodwı" ve sadece bir Elteber ile yönetilenler "elte berlig bodun". Birincilerin arasında bizzat Türkler, Çinli ler, Oğuzlar (ilhaktan önce sadece B.T.'de yer alırlar; K.T.'de yer almazlar; fakat onların bir "el"leri vardır; de mek ki bir kağanları vardır; (daha a�ağıya bak), Kırgızlar, On-Oktar ve hatta onların kolu Türge�ler yer alır. Buna kar�ılık �unların sadece bir "elteber"i vardır: Uygurlar, Karluklar ve Azlar. Han ile Kağan arasında bir ayrım yapmak gerekir mi? B.T. anıtı bunu dü�ünmeğe yol açar. "Kan" sözcüğü, ilk üç satırda 5 kez bulunur; türemi� sözcük olan "kan/an" (bir Han ile donanmı� olmak) buna dahildir. İ lteri§'in tahta çıkı�ından önceki dönem sözkonusudur. Daha son ra, hükümdar daim a kağan sıfatını kullanır. Demek ki bir çe�it terfi etme sözkonusu. Böyle olmakla birlikte, aynı anıtın 28. satırında, Kırgızların hakanına uygulanan "kan" sözcüğü bulunur. Kırgızlar, K.T. anıtlarında bir kağanla donanmı�lardır. Bu anıtlarda "kan" sözcüğünün yer alma dığı da doğrudur. Ongin'de, her iki kelimenin gerçek bir kayna�ması vardır. Hiç olmazsa satır I'de: "eçümiz apa mız yamı k.agan... bolmıtş. Ol kan yok boltukda... el yitmiş". "kağan" ile "kan", burada, hiç ku�ku yok ki, aynı �ahsiyeti belirtmektedir. Meselenin ne kadar karma�ık olduğu ve buna kesin cevap vermenin ne kadar güç olduğu görül mektedir. "Bodun" fikrinin "kagan" fikri ile, daha nadir olarak da "elteber" fikri ile bağda�tığını görmü§ olduk. * * *
GÖK TÜRK İMPARATORLUGU 1 ı07
Şimdi "el'' sözcüğünü incelemek zorundayız. Bu söz cüğü biz "i mparatorluk" §eklinde çeviriyoruz; bunun ne deni ise §U: "El", metinlerde hem "bodım" ile hem "kağan" ile bağda§mı§tır. Söylediğimiz gibi "bodun", aynı bir ka ğanın hükümdarlığı altında toplanmı§ oymaklar toplulu ğunun tümüdür; istendiğinde maddi bir gerçeği, önce oy mak olarak, daha sonra ulus olarak grupla§an, az ya da çok büyük bir sayıdaki insanlar topluluğunu ifade eder. "El", siyasi yetkiyi ifade eder; halkı yöneten siyasi iktidarı, yönetimi, örgütlenmi§ devleti ifade eder. İ ki terimin ta mamlayıcı niteliği, B.T. tarafından değerlendirilir (satır 56): "El yeme el boltı, bodım yeme bodım boltı, " ( impara torluk, yeniden bir i mparatorluk oldu; ulus yeniden bir ulus oldu). Tonyukuk'a göre, sadece iki ulusun; Çinliler ile Türklerin bir "el"e sahip olmayı hak edecek yeterli bir ör gütlenme düzeyine eri§tiği dikkat çekicidir. Onun bütün öyküsü, §a§ırtıcı bir paralellik arzeden §U iki cümle ara sında yer alır: Birinci cümle: "Bilge Tonyukuk ben özim Tabgac eli ne kılmtım (Ben Bilge Tonyukuk, Çin İ mparatorluğu za manında doğmu§um) (satır l 'de). İ kinci cümle: "Tiiriik bilge kağan eline bititdim" (bilge Türk kağanının i mpara torluk döneminde yazdırdım) (satır 58'de). Öykü gerçek ten burada sona erer. Apaçık bir edebi ara§tırma konusu olan bu kar§ılıklılık, yabancı bir imparatorluğun bağımlı lığı (mandası) altında doğmu§ olan kendi kağanına öz gürlükle birlikte kendi öz imparatorluğunu vermesini bi len ve onu böylece Çin kağanı ile e§it ko§ullar içine yer le§tiren devlet adamının, generalin mertliğini öncelikle göstermektedir. Hatta bu husus, "el" sözcüğünün, o dö nemin siyasi algılamalarında ne denli önemi olduğunu ortaya koyar. Milliyetçi dü§üncenin daha az boy gösterdiği K.T. anıtlarında, Kırgızların (1. D. 36), Oğuzların (1. K. 6) ve
I M / GÖK TÜRK İ MPARATORLUGU
Türge§lerin (Il. D. 28) de aynı §ekilde "el'"e sahip olduk ları görülecektir. Bilge döneminde bu sözcüğün kazanmı§ olduğu öne mi iyi anlamamız için K.T. yazıtlarına §öyle bir göz atma mız gerekiyor. i mparatorluk tamamıyla doğal olarak Tengri'nin bir bağı§ıdır. "el berigme tengri" ( İ mparatorlu ğu veren Tanrı-Gök). İ mparatorluğun yüksek yeri, kutsal olan Ötüken ormanıdır: "el tutsak yer ötüken yış ermiş" ( = İ mparatorluğu barındıran yer, daima bu, Ötüken'in ağaçlarla donanmı§ dağı olmu§tur). Ba§arısızlıklardan, yenilgilerden sonra, ulus §Öyle yanıp yakınır: "e/lig bodun ertim, elim elim amtı kanı. Kemke elik kazgamır-men?" ( = Ben bir i mparatorluk ile donatılmı§ bir ulustum; §im di benim İmparatorluğum nerede? Kimin için bir i mpa ratorluk elde edeceğim?). i mparatorluk fikri, gerçekten de, hükümdar fikrine, kağan fikrine, sıkı sıkıya bağlıdır; "e/lig bodwı"a, "kağanlıg bodwı" tekabül etmektedir (1. D. 9/11. D. 8). Dü§man kağanın ölümü, onun İ mparatorlu ğunun ele geçiritmesine yol açar: "kaganın anla ölürtimiz, elin altimiz" (Onun kağanını, orada öldürdük, onun i m paratorluğunu ele geçirdik). "Ef' ile "kağan"dan türemi§ çe§itli sözcükler ile aynı sıkı yakınlık (ortaklık) elde edi lir. "Elle-" (bir imparatora sahip olmak) ile "kağanla-" (bir kağana sahip olmak) ile; örneğin §U deyi§lere rastla nıyor: "Tii.riik bodwı ellediik elin içgınu ıdmış, kaganladuk kagamn yıtiirii ıdmış" (Türük ulusu, elde ettiği imparator luğun elden çıkmasın a izin vermi§tir; elde ettiği kağanın ölmesine izin vermi§tir) (1. D. 6/11 . D. 6). "El-sire-" (bir imparatorluktan yoksun olmak) ile ve "kağan-sıra-" (kağandan yoksun olmak) ile: "elsiremiş ka ğan sıramış bodıın" (hem imparatorluktan, hem kağan dan yoksun ulus) (1. D. 13) deyimi; "El-sire-t-" (imparatorluktan mahrum etmek) ve "ka ğan-sırat-" (kağandan mahrum etmek) etken fiilleriyle: "elligig elsiretmiş, kağanlığı; kağan sıratmış (o, bir impara torluğa sahip olmu§ olanları i mparatorluktan mahrum
GÖK TÜRK İMPARATORLUGU / 109
etmiştir; bir kağana sahip olmu§ olanları kağandan mah rum etmi§tir) (1. D. 15/11. D. 1 3) cümlesi kurulmu§. * ıl< *
Bir başka dikkate değer ortaklık "ef' ile "törii" söz cüklerinin ortaklığıdır. "Törii.", düzen, gelenek, töreyi temsil eder. "Ef', siyasi iktidar fikri verirken, "törü"nün "hukuki müesseseler" anlamında kullanılmış olmasının gerektiği anlaşılıyor. Burada sözkonusu olan gelenek ve görenek hukuku olduğundan, bu hususlar, kendisine say gınlık payesi verilen kağanın yetkileri içinde yer almakta dır. �ağıdaki alıntılar, bir taraftan "ef' ile "törü"nün, bu iki sözcüğün arasında bulunan sıkı ortaklığı; diğer taraf tan ise, "törii"nün anlamını açıklama olanağını verirler. I. D. 3/11. D. 4: "elig tutıp törüg etmiş" (Onlar İ mpara torluğu ellerinde tuttuklarından, müesseseleri tesis etti ler). I. D. 22/11. D. 19: "Tiirük bodun elinin törünin (ve "törügin") kem artatı udaçı erti, " (Ey Türü k ulusu, senin i mparatorluğunu ve senin müesseselerini ortadan kaldır maya kimin gücü yetebilecektir?) I. D. 22: "ança kazğanmış etmi§ elimiz töriimiz erti," (Kazandığımız i mparatorluk ve kurumlar böyleydi). I. D. 1/11. D. 3: "Tiiriik bodun elin töriisin tuta bermiş" (Onlar Türük ulusunun imparatorluğunu ve müessesele rini ayakta tutuyorlar). I. D. 8/11 . D. 8: "Tabğaç/kağanka elin törüsin alı ber miş" (Çin kağanına, o, imparatorluğunu ve kurumlarını bıraktı). I. D. 3 1 : "eçim kağan elin törüsin kazğantı, " (kağan arncam kendi i mparatorluğunu ve kendi müesseselerini elde etti), "elig"in kendini zorla kabul ettirdiği, kimi yer leri kopmuş iki metin parçasını bunlara eklemek gerekir: I. D. 1 6/D. 13: "kanım kağan (elig) törüg kazğanıp uça
1 10 / GÖK TÜR K İ M PARATORLUGU
barmış, " (kağan babam, İ mparatorluğu ve müesseselerini -kendi çabalarıyla- elde etmi§ olduğundan, uçup gitti). II. D. 36: "(elig) törüg yegdi kazğantım, " ( İmparator luğu ve müesseselerini en iyi §ekilde kazandım). "Törü"nün "ef'siz tek ba§ına kullanılmı§ olduğu, üç metin parçası netice olarak §unlardır: II. D. 1 2: "bwıça ağır töriig etdim, " (Kurduğum daya nıklı müesseseler böyledir). I. D. 1 3/11. D. ll: "bodwıığ eçiim apam törüsinçe ya ratmış, " (0, ulusu, atalarımın müesseselerine göre örgüt Iemi§). I. D. 16/11. D. 14: "ol töriide üze eçim kağan olurtı" (babamın kurduğu bu gelenek gereğince, arncam tahta çıkmı§). *
* *
"Ef' sözcüğü, burada konu dı§ı bir açıklamaya değe cek kadar özel anlamsal bir evrim geçirmi§tir. Türk ta§-yazıt metinlerinde V. Gabain'e göre, "ef', "Land, Reich, Herrschaft" (lider, önder) anlamlarına sa hiptir. Biz, bu hususa göre onun hakkında yargıda bulu nuyoruz. Ka§gari döneminde, "el", "ülke, eyalet" anlamlara sa hiptir. Günümüzün çe§itli sözlüklerinde, "Türkçe Söz liik"ün 1955 baskısı da dahil, pek deği§ik, bazan da çeli§ kili anlamlara sahiptir. Önceki bütün çalı§maların bir özeti olan bu sonuncu eserde, "ulus", "yabancı", "ülke", "vatan", "dünya" anlamları saptanıyor. Bu sonuncu an lamda, bir Türkçe sözcük ile bir yabancı sözcüğü biraraya getiren, "el" sözcüğü Osmanlının çok sevdiği deyimlerden birinin içinde yer alır: "el alem" (herkes). Türkçe Söz lük'ün "if' sütununa aktarmayı tercih ettiğinden dolayı unuttuğu bir anlam, "eyalet" anlamıdır. Bununla beraber, eser, "el" sütununda, örnek olarak, Türkiye'nin bugünkü iki ilinin adını vermektedir: "İçel" (İ l merkez ilçesi Mer sin'dir) ile "Kocaeli" (merkez ilçesi İzmit'tir). Bu örnek-
GÖK TÜRK İMPARATORLUGU / ll l
lere, hala günümüzde kullanılan, çok daha eski deyimleri de, eklemek gerekecektir: "Rumeli" (Rumların, Romalı ların ülkesi). Rumeli, Türkiye'nin Avrupa kesimini be lirtmeğe yarar; artık sadece İstanbul Boğazını Asya yaka sından ayırmak için kullanılmaktadır (Başvur : Rumeli Hi sarı, Anadolu Hisarı, Rumeli · Kavağı, Anadolu Kavağı). Ata- türk tarafından kararlaştırılan dil devrimi sırasında, pek doğal olarak, "if'in Arapça "vilayet"in yerini alması ve "if'i belirtınesi için tasarlanmıştır. "İf' gözönünde tutu larak, "ilçe" sözcüğü türetilmiştir. "Vali" ile "kaymakam"ı karşılıklı olarak belirtmek için "vali" ile "kaymakam" te rimlerinin muhafaza edildiğini kaydetmek gerekir. "Cep Klavuzu" tarafından verilen "i/bay" ile "ilçebay" sözcükleri, "Türkçe Sözlük" tarafından yeniden ele alınmışsa da, ya şama hakkını, pek elde edememiştir. Günümüzde yine Arapça sözcükler olan "vilayet" ile "kaza" kullanılmakta dır. "Ef'in "yabancı" anlamına gelince, o canlı kalmıştır. "Ef' hakkında gerçek bir cinas içeren bir atasözünü, Cey han bölgesinde bizzat kendimiz ortaya çıkardık: "El elin de, balık gölünde" (yabancı kendi ülkesinde, balık kendi gölünde; herkes kendi evinde) demek için ve bazı göçebe kabilelerde, evliliğin içten, yani kendi topluluğundan olan kimseyle gerçekleştirildiğini belirtmek için kullanıl mı§tır. "Elçi" ile "elçilik" yeniden kullanılan eski deyimlerdir; "sefir" ve "sefaret" ile oldukça başarılı güreşmektedirler. Eski Türk diline geri dönmek için, muhtemelen "el teber"de, "ef'den türemiş başka bir sözcüğü sahibiz. Bu terimin, Uygurlar, Azlar ve Karluklar gibi uluslar için "şef, reis, başkan"ı belirttiğini gördük. Niçin bu başkan lar, komşuları gibi kağan mertebesine erişememişlerdir? Sözcüğün gerçek anlamı nedir? "Elteber"in, Türk kağanı na az-çok bağlı olan ve ona az-çok sadık olan bir kul-köle olduğu farzedilebilir. ·
*
* *
1 1 2 / GÖK TÜRK İ M PARATORLUGU
Kağandan sonra mertebenin ikinci sırası "şad" tara fından işgal edilmi§tir. Bu bizzat İ lteri§'in kağan rütbesi ne kavu§masından önce kullandığı sıfattır. Aynı şekilde, Kapgan tarafından 697'de İ mparatorluğun örgütlenmesi sırasında Bilge'ye verilmi§ olan ünvandır (1. D. 17/11. D. 15/11. G. 9, B.T., 3 1-41). O andan itibaren, e§it yetkilere sahip olduğu sanılan iki §ad bulunmaktadır. İ kinci şad, adlandırılmamıştır; fakat biz onun varlığından haberda rız; hatta, Çin kaynaklarından onun adını öğreniyoruz. Bu Kapgan'ın küçük kardeşi Tu-si-f (beg?) idi; sol kana dın şadı idi; oysa Bilge, sağ kanatın şadı idi. Aynı dönemde iki §adın üst düzeyinde "küçük ka ğan" (B.T. anıtının İ nel kağanı olmalı) sıfatının ortaya çıktığını görüyoruz; fakat bu, orada, bir menkıbe sıfatı olacağa benziyor. Ba§kaca hiçbir tarafta adından söz edilmemiştir. İ ki §adın mevcudiyeti, bizzat K.T. anıtları tarafından da doğrulanmaktadır: I. D. 27/II. D. 21 : "Költegin bir/e eki şad bir/e ölü yitii kazğantım" (Költegin ile birlikte, iki §ad ile birlikte, öldüresiye sava§tım). I. K. l l : "eki şad ulayu iniyigünim oğlamm beglerim, bodunım közi kaşı, yablak boltaçı tep sakıntım" (iki §adın ve hatta küçük karde§lerimin, oğullarımın, beglerimin, ulusumun, o anda gözlerinin oyulacağını kirpiklerinin kazmacağını düşündüm). Ongin'in 2. ve 8. satırlarında, aynı §ekilde şad adı ge çer; fakat, yazıtı yazanın şadın oğlu olmasından ba§ka, bundan hiçbir tamamlayıcı bilgi edinemiyoruz: "kanım şad" (§ad babam).
"Şad" ünvanının, "yabgu" unvanı ile çok sıkı ili§kisi vardır. I. D. 14: ''yabğuğ şadığ anta bermiş, (o zaman yab gu ile §adı vermiş; II. D. 28) : "kağanın yabgusın şadın an-
GÖK TÜRK İMPARATORLUGU 1 1 1 3
ta ölürtim", (orada onların kağanını, onların yabgusunu, onların şadını öldürdüm). B.T.: ''yabgıtsın şadın anta ölürti" (orada onların yab gusu ve şadı öldürülmüş). Fakat bu ünvaniarın ortaklığı, sadece Batıdaki Türk ler: Töleş, Tarduş, Türgeş, Yedi-Oklar sözkonusu olduğu zaman görülmesi, Doğudaki Türkler sözkonusu olduğu zaman ise, asla görülmemesi, hayli dikkat çekicidir. Şad ile yabgu sözcüklerinin daima birbirlerine bağlı oldukları gözönünde bulundurulacak olursa, Doğu'daki Türklerde, iki şadın pekala mevcut olduğu ve Batı Türklerinde ise, bir tek şad, fakat bir de yabgu olduğu sonucuna varılmış olur. Diğer taraftan adı geçen bölümlerde ''yabgu" sözcü ğünün daima "şad" sözcüğünden önce geldiği hesaba ka tılırsa; yabgu'nun, şad'ın önüne geçme hakkına sahip ol duğu ileri sürülebilir. Sonuç olarak, Doğudaki Türklerde, hiç değilse 697'den itibaren, iki şad vardır; oysa, Batıdaki Türklerde, önem sırasına göre, bir yabgu ile bir şad ol muş olacak. Şad sözcüğünün, her ne olursa olsun, Türkçe olma dığı (çünkü sözcüğün başında "ş" harfi yer alıyor), İ ran dili kökenli olduğu görülüyor. Batıdaki Türklerde ünvan, her ne olursa olsun, pek eskidir. Chavannes'a göre, söz cüğün değişimi, Çincede "şa", Ermenicede "şaş" veya "saç" şeklinde görülür. Ermenice'deki "şah" değişik şekli, onun İran diline ait bir kökeni olduğunu destekler. "Yabgu"ya gelince, Çineeye "şe-hu" olarak çevrilmiş tir; Thomsen tarafından "yap-" (yapmak, kurmak, düzen lemek, eklemek)'dan hareket edilerek ihtiyatla ileri sü rülmüş olan sözcüğün kaynağını kendi fikrimizi açıkla madan, anımsayalım. Karşıt olarak, Grousset'nin görü şünden söz edelim (Empire, 127, n. 1 ) : ''yabgu" ünvanı, Türk uluslarına, eski Kuşana veya lndo-seythe'ler tara fından intikal ettifilmişe benziyor. I. Kuşana Kadfizes, bu ünvanı kendi paralarında taşır (Başvur: Foucher, Gand-
1 1 4 i GÖK TÜRK İ MPARATORLUÖU
lıôra 'nm Ywıan-Budist sanatı, II. 299; Marquart, Eransşa ar, 204, W. Bang, Ungarisclıe Jalırbiiclıer, VI. 102). Altay'ıı Batısında pek yaygın olan bu ünvan, Tokha ristan'ın, Kuça'nın, Khotan'ın çe§itli kralları tarafından, Üç Karluk oymağının reisi tarafından, ve bir Uygur reisi tarafından sahiplenilmi§tir. Batı'daki Türklerde, "yabgu" unvanı kağanın ailesinden olan ki§ilere, kağanın kendin den küçük karde§ine ve hatta kağanın bizzat kendine ait tir; orada Doğu'daki Türklerin kağanı olan İ nel'in e§de ğer benzerini görmek mümkün olacaktır. Onların bu ün vanı, bizzat kendileri için kullanmadıkianna dair bir ka nıt, §U ifadede yer almaktadır: "Şe-lııt T'u-Kiue", yani Yabgunun T'u-Kiue'leri, bir ba§ka deyi§le Batı'daki Türkler. (Bütün ön tarafta yer alan bilgiler, Chavan nes'dan, Şe-Hu ile ilgili çe§itli bölümlere ba§vurularak alınmı§tır). "'
* "'
Çin kaynakları, kağanın yanıba§ında yer alan danı§ manlardan söz eder. K.T. anıtları, Ongin'de olduğu gibi, bu hususta hiç konu§maz. B.T. anıtında, Tonyukuk'un ta kmdığı, övünmeden edemediği unvandır bu. Bir kerecik olsa da, satır 6'da, Tonyukuk, kendine ait çe§itli unvania rı bir bir sayar: "boyla, baga, tarkan". Bu ünvanları, uzun zaman sonra be§ kez, zaten almak zorunda kalan Tonyu kuk, art rtrda gelen kağanların "ayğuçı"sı (danı§manı) ol makla övünür. Tonyukuk'un kendine mal ettiği, o zama nın geçerli yasal kadrosunda yer almayan bir unvan mev cut olur muydu? Onun kullandığı üslup, bu varsayıma kar§ı onu savunur. İ lk üç örnekte (10., 2 1 . ve 29. satırlar), "ayğuçı", insanda, metnin bizzat kendisinden çök öncesi ne ait, geleneksel bir ifadeyle, basma kalıp bir sözle kar §ıla§ılmı§ olma intibaını uyandırmı§çasına ortaya çıkar. Türkl.!rden söz ederken, dü§manlar her zaman §öyle der ler ve anlatırlar: "kağanı alp ermiş ayğııçısı bilge ermiş"
GÖK TÜRK İMPARATORLUÖU 1 11 5
(onların kağanları yiğit, danışmaları bilge kişidir); biz bu ifadede iktidara ait iki temel özellikle karşıla§maktayız: askeri yiğitlik ve siyasal bilgelik. Bunlar, zaten, kağanın ki§iliğinde odakla§mı§ bulunmaktadır. Ayrıca, 21. ile 29. satırlarda, yukarıdaki klişe, Türk çenin tüm söz dizimi verilerine aykırı olarak, kendisiyle hiç ilgisi olmayan bir cümlenin içinde şimdi kar§ımıza çı kacaktır: "Şayet beklenmedik bir biçimde onlar bizi ku§a tırlarsa, onlar bizi ... (onların kağanları yiğit bir kişi, da nışmanlan bilge bir ki§idir), şayet beklenmedik bir biçim de onlar bizi ku§atırlarsa ... ölecekler". Çevirim becerik sizliği, elbette bir kli§enin, hatta bir çift kli§enin sözkonu su olduğunu gösterıneyi sadece hedef almaktadır. Bu §artlarda, siyasal gelenekiere uzun zamandan beri karış mı§ olan bir görev sözkonusu olacaktır. "Ay-ğuçı"daki "ay-" fiil kökü, bu sözcüğün tam değeri hakkında ve temsil ettiği görev hakkında bilgi vermez. Yakutça hariç olmak üzere, Türk dillerinden, o silinmiş tir. Yakutçada, "y" tarafından "a"nın "ı" olarak daldurul ması neticesi olarak, "ay-", "ıy" (göstermek, bildirmek, ha ber vermek, açıklamak, emretmek)'e dönü§mܧtür. Di ğer lehçelerde, sadece "t" halinde türemi§ etken çatılı fiil olarak kullanılmı§tır: "ayt-" (-yüksek sesle-söylemek (bak. Osm., Çağ., C.C., Karay, Altay ve Güney Sibirya lehçele ri, Kazakça, Kırgızca, Özbekçe), "eyt-"e, damaksıllaşmı§ bir biçimde, eski Osmanlıcada; hatta, Yakutçada rastlan maktadır; osmanlıcada: "eyt-", "et-"; Yakutçada: "et-" (söylemek). Aslında bu etken fiil "ayt-" (söyletmek, ko nu§turmak), şu halde "sorgulamak, sormak" anlamını içe riyordu; (Oğuz lehçesi hariç, adları zikredilen tüm lehçe lerde onun anlamı, çoktan beri "söylemek"tir. ''Ay-ğuçı" türemiş sözcüğü, "iyi olan şeyi söylemek, öğütlemek" şek linde daha kesin bir anlam verrneğe insanı sürükler. Bu sözcüğün, "te-" (söylemek)'den farklı bir algılama içinde kullanılmış olması, dikkat çekicidir. Fakat İ lteriş'in ağ zında, onun iktidan ele geçireceği sırada, "ayğıl" emir kipi
ı ı6 1 GÖK TÜRK İMPARATORLUGU
biçiminde, müstakbel kağanın yakın dostlarından öğüt almakta olduğunu göstermektedir; en azından İmpara torluğun ba§langıcında, beyler tarafından bir çe§it seçime gidildiği akla getirilebilir. Gerçekten de, ancak İ lteri§'ten sonra, i mparatorluk kahtımsal hale gelir. Sırası gelince, Tonyukuk, kendinin, "ayığma" (söyle yen, öneren nasihat eden ki§i) olduğunu söyler. Bu rolü oynamayı sadece istese de, hiç ku§ku yok ki, Tonyu kuk'un ağır basan bir etkisinin olduğu gerçekten bir nasi hatın var olması gerektiğinin dü§ünülmesine yol açmı§tır. Ba§a geçmesinden sonra, İ lteri§ Kağan'ın "ayğuçı"sı, Tonyukuk olur; Kapgan'ın, daha sonra da Bilge'nin ay ğuçısı olacağı gibi. Bununla birlikte, sözcüğün ancak res mi bir unvan değeri ta§ıdığı en azından öne sürülebilir. Tonyukuk'a verilmi§ olan ünvanlar listesinde, "ayguçı" yer almaz; K.T. anıtlarında olmadığı gibi, kendi yazılında da yoktur. • • •
"Tegin", Çince t'e-le, te(h)-kin veya tik-kın, Teghin, Selılegel (Teghin Gıogh'un mezar ta§ı kitabesi, sayfa 6)'e göre, hiyerar§iye ait pek yüksek bir rütbedir. "Tegin" un vanının eski zamana ait olduğu kanıtlanmı§tır. Kieu T'ang-§u, özellikle §öyle der: "batı'daki T'u-kiue'ler", su bay olarak, "§e-hu (yabgu, .. ), t'e-le (tegin)'lere sahiptir ler. "Tegin"ler, kağanın oğulları veya küçük erkek kar de§leri veya hısımları arasında daima yer almı§lardır (Chavannes, 21). Batıdaki Türklerde, Suo-ko'nun ölü münde iktidarı zorla ele geçirmi§ olsa da, asil soya sahip olmu§a pek benzemese de, Çiniiter tarafından Türge§ re isi Sulu'ya bu ünvanın verilmi§ olduğunu görmekteyiz. "Tegin" unvanı, çe§itli küçük krallar tarafından da, aynı §ekilde kullanılmı§tır. Bizim metinlerimizde, bu unvan, Köl-tegin tarafından, kağanların oğulları tarafından, kü-
GÖK TÜRK İ MPARATORLUGU ; ı ı 7
çük erkek karde§leri tarafından ve yeğenieri tarafından ve de K.T'nin yazıcısı Yollığ Tegin tarafından ta§ınmı§tır. Yollığ-tegin, kendisinin "atı" akrabalık adına göre, Bil ge'nin yeğeni olmalıdır. Evveleecten adından bahsedilen T'ang-§u'da, a§ağıdaki silsile-i meratipte yer alır (bölüm ÇÇXV, Chavannes, 164): Birlikten ayrılmı§ olan oymak lar içinde askeri komutanlığa sahip olanlar, "yabgu, kul-ço, a-po, se-li-fa, tudun, sekin, yen-hong-ta, hie-li-fa, tarkan" diye adlandırılmı§lardır. Aynı liste, okunu§ fark larıyla Schlegel'de de bulunmaktadır ( l .c.,p.42). Bu silsile-i meratib, hiç ku§ku yok ki, sadece batıdaki Türkler için, onların da arasından, sadece bazıları için geçerlidir. Örneğin, biz, Doğudaki Türklerin, kendilerine ait unvan sıralamalarında ''yabgu"ya sahip olmu§a benze mediklerini görmü§tük. Onlarda, "tegin" ile "şad" ünvan Iarına ait öncelik hakkına kimin sahip olduğuna karar vermek pek zordur. K.T. (Anıt I. Doğu yüzü, satır 17/Anıt II. Doğu yüzü, satır 14)'e ait metnin bir bölümü, anlarnca pek kapalıdır. Anıt 1: "Kağan amcaının hüküm darlığı sırasında, bizzat ben, Tardu§ ulusunun §ad'ı idim" ifadesini ta§ırken; Anıt II. §öyle der: "Kağan arncam hü kümdarlık ederken, kendi_ kendime §öyle dedim: Ben, �Tegin: olmak istiyorum." Şayet bu her iki söylev, aynı ki §iye, yani Bilge'ye aitse, Bilge'nin kendinde, şad ünvanın dan tegin ünvanına bir terfi arzusu, sözkonusu olmu§ ola caktır. * * *
"Tarkan" ünvanı, Tonyukuk tarafından, Köl-tegin ta rafından ve Ongin'in 4. satırında zikredilen, hakkında hiçbir bilgimiz olmayan bir §ahıs tarafından kullanılmı§ tır. H.N. Orkun'un sözlüğüne göre, bu listeye, "Yargan tarkan" ile "Taman tarkan"ı eklemek gerekecektir. Oysa böyle iki §ahıs yoktur.
1 1 8 1 GÖK TÜRK İ M PARATORLUGU
Birinciyi ilgilendiren husus olarak onun adı, Anıt I. Batı yüzü, satır 2'de yer alacaktır; Batı yan yüzünün her iki satırını kaplayan ve zaten yeterince sakatlanmı§ olan, sözkonusu kısa metin parçasının, Köl-tegin'e ait, ölü münden sonra yayınlanan övgü söylevini olu§turduğunu gözönünde bulundurmak gerekir. Satır 2, Bilge'nin ken dine atfettiği bütün ünvaniarı verir: "ınançu apa yargan tarkan". Bu ünvaniarın tümü nasıl açıklanır? Mlle. von Gabain'e göre, "manç" veya "mançu", bir ünvan ve bir özel isimdir. "Yargan" nasıl bir özel isimse; "apa" da, bir özel isimdir (bak: Glossar). H.N. Orkun'a göre, "ınanç" ile "apa", ünvandırlar; oysa, "yargan", bir §ahıs adıdır. M. Bazin'e göre, her üç isim, "tarkan"ın sıfatı olarak değerlendirilmi§ olmalılar; ünvaniarın tümü ise, §öyledir: "güvence tarkanı, emektarlık tarkanı, yiğitlik tarkanı". Bu görü§ biçimi, tekzip edilmi§ değildir; tersine bazı kağan lara ait ünvaniarın tümü ile sıfatlar olu§mU§tur: "kutluğ, alp, külüg, ..." (Bak: yukarıdaki sanat bölümünde: "ka ğan"). "lnançıı" (inanç değil), ku§kusuz, "Inan-" (inan mak, güvenmek)'dan türemi§ bir sözcüktür. ''Apa", daha a§ağıda incelenmi§ olacak. "Yargan"a gelince, M. Bazin, onu, "yara-" (yararlı olmak, geçerli olmak)'dan türemi§ bir sözcük olan "yarağan" §eklinde okur ve "yiğit" olarak tercüme eder. Ne olursa olsun, hiç bilinmeyen yeni bir §ahsiyeti, Köl-tegin'in mezar ta§ı kİtabesini olu§turan metnin bu bölümüne sokmak için, haklı bir neden bulunmaktadır. İkinci §ahsiyet "Taman-Tarkan"da, bulunmamakta dır. Metni, pek yakından değerlendirmek gerekir (Anıt Il. Güney yüzü, Satır 14). Burada, yeni kağana saygılarını sunmağa dört ana yönden (doğudan, batıdan, kuzeyden, güneyden) gelmi§ olan heyetler sözkonusudur. Heyetie rin herbiri, ba§ında ''ba§layu" bir reis ile bir ki§iye sahip tir. Batı'dan Tardu§ ve Şadpıt beyleri geliyorlar; onların reisi, Köl-Çor'dur. Doğu'dan Apa-Tarkan tarafından
GÖK TÜRK İMPARATORLUGU 1 1 19
gönderilen Töle§ beyleri, Şadpıt beyleri geliyorlar. Gü ney'den, içteki subay (iç buyruk) tarafından gönderilen Buyruklar geliyorlar. "Taman Tarkan" §eklinde okumak için, aynı §ekilde Tonyukuk adı zikredilmiş olduğundan, sadece kuzey'den gelmi§ olan heyetin iki reise sahip ol muş olduklarını kabul etmek gerekecektir. Bunun ise olasılığı azdır. Gerçekte, hiç ku§kusuz, "ataman tarkan" §eklinde okunınası gereken "Taman Tarkan", bir özel ad değildir; fakat, Tonyukuk'a ait olan bir ünvandır. Daha ileride, "Ataman" sözcüğünü inceleyeceğiz. "Tarkan"ın yüksek orun (ulviyet)'den ziyade silsile-i meratipte şüphesiz yükselmi§, askeri bir unvan olduğu ortaya çıkmaktadır; §ayet Moğolcadaki "darkan" (çoğulu "darkat") ile karşılaştırılırsa, o, şu anlama gelmektedir: "asil, vergiden muaf'. Sözcük, Menandre (Frag. his. Gra ec., IV, p. 229)'da Constantin Porphyrogenete (De car me, II. 47'de yer almaktadır; bu eserlerde bu sözcük, "Boyla" ( = Boulias) ile birlikte bulunmaktadır; Chavan nes (D. T. O., p. 239. n. 2)'da ise, "Baga" ile birlikte bulu nur. Öyle ki, Tonyukuk, kendi §ahsında, her üç ünvanı toplamaktadır: "Boyla Baga Tarkan". Bu ile "Baga" ünvaniarı hakkında başkaca hiçbir §ey bilmiyoruz. Bu sonuncu ünvan "Baga", İ ran kökenli ve büyük bir olasılıkla "beg" ile akrabalığı olmalı. "Tarkan"dan ba§ka, B.T.34'de ve K.T., II. 13'de "apa tarkan"ı buluyoruz. Apa Tarkan'ın rolü, B.T.'nin ana met ni tarafından verilmi§ bulunuyor. "Katun"un cenaze töre nini gerçekleştirmek için kağan kendi evine döner. Ton yukuk'a yerinden ayrılmaması için kesin talimat verir ve gizlice de "apa tarkan''ı, bu talİmatın yerine getirilmesine dikkat etmek ile ve Tonyukuk'un her isyankar hareketine engel olmak ile görevlendirir. Şu halde, apa tarkanın ro lü askeridir: Devletin, o, yüksek rütbeli bir subayı; belki de, Devlet Başkanının bizzat kendisi olmalı. ''Apa tar kan"ı, tek ba§ına kullanılan "tarkan"dan ayırmak için, haklı bir neden var mı? ''Apa", metinlerde asla tek ba§ına
1 20 / GÖK TÜRK iM PARATORLUGU
görünmez. Oysa, "eçii" ile ikili bir deyim meydana getirir: "eçii apa "; Buradaki "eçii", "babanın yakını olan ya§ça bü yük erkek akrabası, amca" anlamındadır; "apa" ise, "ihti yar, eskiden kalma, ata, dede" anlamını içermektedir (ba§vur: Yakutça: "apa" oymağın en ya§lısı); deyim, bü tün olarak, "atalar" anlamını ta§ımaktadır. Ya da, yukarı daki örneklerde olduğu gibi, Apa unvanı, "tarkan" sözcü ğü ile birlikte bulunur. Burada da, o, "eskiden kalma" an lamına sahip olacak mıdır? Ayrıca, ya§ kavramı onun be lirtilmesinde zoraki yer almadan, "apa tarkan", "eskiden kalma ya§lı kıdemli tarkan" olmayacak mıdır? Gerçekten de kıdem olarak en eski (yani en kıdemli) olan bir anlam içeren "tarkan" sözkonusu olabilir. Yeter ki, "apa tarkan", bir taraftan, §imdi ba§vurduğumuz B .T.'ye ait metin bö lümündeki; diğer taraftan, Çince §eref listesindeki tarkan veya çe§itli tarkanlar önünde bulunma hakkına sahip ol mu§ olsun. Bize göre, gerçekten de, "a-po"nun içinde, Türkçedeki "apa"nın (tarkanın) Çineeye çevrilmi§ §eklini görmek gerekir. Oysa, bu ünvan, "yabgu" ile "köl-çor"un hemen ardından ortaya çıkıyor; halbuki "tarkan", listenin sonuna yerle§tirilmi§tir. Rütbeler sıralamasında olağan olduğuna göre, aynı dönemde birçok tarkanın mevcut ol mu§ olması, sözcüğün çoğul halde "tarkat" olarak kulla nılmasından anla§ılmaktadır (Anıt I. Güney yüzü, Satır 1). .. ... .. Şimdi tekrar "ataman"a dönmemiz gerekiyor. Bu ün van, Anıt II, Güney yüzü, Satır 14'e ait metin parçasında Tonyukuk'a atfedilmi§e benziyor. Şimdi görüleceği gibi, Avrupa'ya ait bir halk dili kökeni yüzünden, her ne kadar değeri anla§ılmamı§ olsa bile, "Ataman" (Ba§komutan), çok iyi kanıtlanmı§, Türkçe eski bir sözcüktür. Ukrayna Kazaklarının, kendi örgütlerinden büyük bir kesimini göçebe Kazak Türklerinden sağladıklarını,
GÖK TÜRK İMPARATORLUGU 1 121
herkes bilir. Onlarla aynı adı almt§lardır. Onların "ba§kO mutanları" olan "Ataman" (Fransızca : ataman), ne zan nedilirse zannedilsin, eski bir Türk ünvanını ta§ır. "Ata-man" sözcüğünün kaynağı bellidir: Türkçe "ata" (ba ba, ata) ile "-men" türetme sonekinden olu§mU§tur (Deny, 520; karaman, Türkmen ... ). Onursal bir ünvan olan "koda-man"da, "-man" türetici eki bulunur; "koda man", Osmanlıeast "e§raftan"dır (farsça "khoda" (zaim) sözcüğüne ait bir alıntıya dayanan türetilmi§ Türkçe bir sözcüktür); "ata-man"ın, Sibirya veya Türkistan'ın çe§itli Türk lehçelerinde, pek çok örneği bulunmaktadır: Ya kutça "ataman" (reis, çete reisi, üstad), Kazakça, Kırgızca "ataman" (komutan); Rus müste§rikleri, rusçadaki ata manı, yani Ukranyalı Ataman'ın adını bu lehçelerde bu lacaklarını dü§ünmü§lerdir. Fakat Yakutçadaki "çete re isi" ile "üstad"ın anlamları, anlamsal geli§meler arzeder; bu kavramların, "Kazakların reisi"ne ait teknik anlamdan kaynaklanmaları pek mümkün değildir; tersine onlar, Türkçedeki "ata" (baba, kıdemli, emektar, usta)'dan kay naklanmaktadırlar. Türk dili bilginleri, bu konuda yanıl mamı§lardır ve onlar, daima "ataman"ın içinde bir Türk çe sözcüğün bulunduğuna inanmt§lardır. (Ba§vur: Ata lay, Türkçemizde "-men", "-man", İstanbul, 1940, s. 21 ). Kazakların ba§komutanı Ataman'ın adının kökenine gelince, en yaygın inanı§ olan Türkçedeki kökenini bu kelimeye iade 'etmekle İ§İ sonuçlandırmak için, ݧ tartı§ maya kalıyor. Kelime Ukranca ile açıklanamadığından, ona elbette yabancı bir köken aranmı§tır; oysa, pek müt hi§ bir rastlantı neticesi, XVI. yüzyıldaki Polonyalı büyük askeri lideriere verilen lakap ilk anda dü§ünülmü§: "het man" (Çek dilindeki "hejtman" aracılığıyla Almanca ku mandan "Hauptmann"dan). "Hetman"ın Ukranya diline "ataman" olarak girmesi ne hiçbir geçerli fonetik neden olmamasına rağmen, "ataman"ın, "hetman"dan geldiği sanılmı§tır; öyleki, her ne kadar §imdi, Fransızcada, "hetman"dan veya Kazakla-
1 22 / GÖK TÜRK İMPARATORLUGU
rm "ataman"ından ayrım gözetmeden söz ediliyorsa da, XVI. yüzyıldan itibaren Ukranya'da bile, Polanya dilin deki "hetman", Ukranya'nın Kazakça (Türkçe-Kazak- ça) kökenli sözcüğü "ataman" ile rekabete kalkı�acak olmu� tur. Gerçekte, Türkçedeki "ataman" unvanı, Kazak Türk leri (Kazaklar)'nde "ba§komutan"ın unvanıydı; Ukranyalı Kazakların ba§komutanının Slavca ünvanı "Starsi" olup, bu sözcük, aynı §ekilde, "kıdemli" anlamını ta§ımaktadır ve hem anlamsal, hem sosyal açıdan Kazak "ataman"ı ile yönde§tir. Aralarında çe§itli ili§kiler bulunan iki grup, hiç ku�kusuz, oldukça mükemmel bir anlam e§itliği olduğu nu sezmi§ler ve Ukranyalılar, böylelikle "ataman" sözcü ğünü kullanmaya ba§lamı§lardır. "Hetman" sözcüğü onla ra geldiği zaman, ses benzerliği, onlara haksız yere bu sözcüğü, bir "ataman" dublesi olarak mülahaza ettirmi§ ve Ukranyalılar, onu sırası gelince kullanmı§lardır. Al manca "Hauptmann"dan kaynaklanan "hetman" ile Türk çe "ataman"dan kaynaklanan "ataman"ın köken anla§ mazlığı, buradan gelmektedir. Bir olgu, iyice ispatlanmı§ bulunuyor: "ataman" söz cüğünün daha eski olu§u; çünkü daha eskiye ait olma ni teliğinin çok iyi bilindiği hem Yakutçada; hem de Kazak ça, Kırgızca gibi ondan çok daha eski lehçelerde ona rastlanmaktadır. Yazıtlarda onunla kar§ıla§mak, insanı §a§ırtmaz. Tonyukuk'un bizzat kendisinin kendine ait ün vanları, B.T. anıtında, birbir sıralaması; fakat, "ataman tarkan" unvanını ise, anıtta göstermemi§ olması nedeniy le, bu yoruma itiraz edilebilir. Aynı yerde, gerçekten de, "bilge" bulunmaktadır. Fakat, daha önceden söylemi§tik, B.T. yazıtı, K.T. anıtlarına nazaran daha önceki bir za manda kaleme alınmı§tır. Yazıtın ta§a oyularak yazılma sından sonra yeni unvanın, Tonyukuk'a, bizzat Bilge Ka ğan tarafından verilmi§ olması mümkündür. Ne olursa olsun, "ataman tarkan" ile "apa tarkan" ün vanları, "tarkan" unvanından daha üstün, birbirine yakın iki askeri rütbeyi kapsamaktadır. Burada akraba iki isim
GÖK TÜRK İMPARATORLUGU 1 123
ele geçmektedir: "ata" ile "apa". Her ikisi de, "tarkat" (tar kan'ın çoğulu)'ların reisine verilmiş unvan olmayacaklar mı? * * *
"Apa" ile "ataman tarkan"ın incelenmesini, kelimenin tam anlamıyla, "tarkan"ın incelenmesinden ayırınamanın yararlı olacağını düşündük. Gerçekte, Çin unvan listesi nin sırasını takip etmek için, "apa" ile "ataman tarkan"ın arasına, "köl-çor"u koymak gerekti. K.T. Anıt II Güney yüzü, Satır 1 3'de, bu unvan saptanmıştır; burada bu un van, Köl-tegin'in cenaze törenine, Kırgız kağanı tarafın dan getirilmiş olan bir Tarduş ulu kişisine atfedilmiştir. Bir öncelik belirten bu kelimenin ilk kısmının sesli işare ti, Çincedeki "ku-li"nin eşdeğeri olarak Türkçede sad.ece "kü.l" veya "köf'e sahip olabilir. Köl-tegin (Köl = Göl) ismi nin birleşiminde, görünüş olarak aynı kelime yer almak tadır. Kelimenin ikinci kısmı, "çor" veya "çur" şeklinde okunmuş olabilir. Bu ünvanın, Doğudaki Türklerde kul lanılıp kullanılmadığını kanıtlamaya hiçbir şey izin ver mez. Aynı şekilde onun hangi tür göreve tekabül ettiğini bilmemekteyiz. Çin listesi, "a-po"dan sonra "se-li-fa"yı vermektedir. Onun Türkçedeki eşdeğeri elimize geçmiyor. "Se-li-fa" dan sonra, sırada "totun" (Chavannes "t'ou-t'oen" yer alı yor. Bu, Türklerin "tudım"udur. Sözcük, sadece bir kez yazıtlarda yer almaktadır (Anıt Il. Doğu yüzü, Satır 40); burada "tudun Yamtar" sözkonusudur (Her ne kadar bu rada pekala bir özel isim sözkonusu ise de). Tudun Yam tar, Bilge tarafından, Karluklara karşı yapılan sefere gön derilmiştir. Sözcüğün başına büyük bir talih kuşu kon muştur. Bazı Taşkent kralları tarafından bu ünvanın ta şındığı görülür. Avrupalı Avarlar ile Hazarlarda, o iyi bi linir. Chavannes'a göre, Charlemagne'a boyun eğen
1 24 / GÖK TÜRK İM PARATORLUGU
Avarların Hakanı, bu ünvanı ta�ıyordu. Bu Avar bakanı, 716'da, Aix-la-Chapelle'e vaftiz olmaya gelmi�tir ( o.c.,264, note). Çin listesi tarafından belirtilmi� olan diğer unvanla rı: "se-ken", "yan-hong-ta", "hi-li-fa" unvaniarının hiçbiri anıtlarda yer almaz. * *
Buna kar�ılık, K.T. anıtlarında "tutuk" bulunur; gö rünü�e rağmen, Türkçedeki "tut-" (tutmak, kavramak, al mak) kökü ile hiçbir ilgisi yoktur; Çince "tu-tu, tııo-tuok" (=bir eyaletin askeri yöneticisi) (bk. Gabain, G/ossar) kelimesinin Türkçeye bir intibakıdır. Bu unvan, yazıtlar da, Doğulu bir Türk �ahsiyeti tarafından asla kullanılma mı�tır. Özellik arzeden her durumu incelemek uygun olur. Anıt II. Doğu yüzü, Satır 25'de olduğu gibi, Anıt I. Doğu yüzü, Satır 31 ve 32'de "On tutuk"u ele geçiriyoruz. Bu üç durumun ikisinde deyim, Çince "tabgak"dan önce yer almıştır. Bu husus, hiç değilse, "tutuk"un milliyeti hakkında hiçbir şüphe bırakmaz. Üstelik, her üç durum da da 701 yılında Sogd'a yapılan seferden kaynaklanan ya da onunla çok sıkı ilişkisi olan aynı olay sözkonusu dur. Fakat, Anıt I. Doğu yüzü, Satır 32'nin durumu, bu nunla beraber, özeldir. Orada şu okunmaktadır: "On tu tuk yorçın yarıklıg eligin tutdı". "Yorçın"ı yorumlamak zor dur. H.N. Orkun, Kaşgari'ye gönderir orada 'yorç" (ham mm küçük erkek kardeşi) ile karşılaşırız; şu halde, H.N. Orkun, "genç kayınbirader"den ''yorç-ı-n"ı keşfeder (B.) Ancak, bu anlamı elde ettiğinden dolayı neticede hoşnut luk uyandıran H.N. Orkun'un çevirisinde, bu sözcüğün yerini boş bırakması tuhaftır. Belki de böyle bir açıkla maya gerek duyulmuş olması, ona anormal görünmüştür. H.N. Orkun, "On"u da çevirmez; kendi özel sözlüğü Çin ceye: "wang" ( = kral, König)'e gönderse de, (von Gaba-
GÖK TÜRK İMPARATORLUGU 1
ııs
in). M. Bazin, yazıtlarda, "Tabgaç kagan" denen "Çin im paratoru" şeklinde çevirme zorluğu olduğunu pekala dü şündüğünden, "Wang-tutuk" diye yorumlar. Uzun za mandan beri dikkatimizi çekmiş olan bu özel durum hak kında bir Çin dili uzmanına başvurmayı düşündük. M . Eberhard, bizim için meseleyi incelerneyi kabul etti. O, Çin kaynaklarında, kesinlikle 701 yılında, "Wei Yü an-şung"un bulunduğunu kaydetmektedir. "Wei Yü an-şung", Türklere karşı önlem almak için başkomutan olarak atanmış bir çeşit askeri denetmendir. Yüan-şung, bu durumda, K.T'nin "Yorçın"ı olacaktır. Fu-jen-hsüeh cih (Peking, 1937, cilt, VI. sayı 1/2, sayfa 220), o yıl, Wei Yüan-şung'un, "taş yığını" denen bir yerde, Türkler tara fından esir edilmiş olduğunu söyler. "Yorçın", "Yüan-şung"un Türkçeye çevrilmiş şekli ol masa bile, burada pek belirgin bir düşümdeşlİk bulun maktadır. Türkçe sözlükte "i"nin yazılışı, gerçekten önemli bir sorun oluşturmaktadır ve "yorç"un "i" halinde iyelik şekli olan "yorç-ı-n" şeklinde okunmasından yana savaşır. Fakat, hangi okunuş şekli benimsenirse benim sensin, her iki durumda da aynı olayın sözkonusu oldu ğunu düşünmeye hiçbir şey engel olmaz. "Taş yığını" de nen yerin kimliğinin saptanması ilginç olacaktır; çünkü savaş, kesinlikle, Batı'da cereyan etmiştir. Bu konuda, "tabgak on=wang"u "Çin kralı" şeklinde tercüme etmek te sakınca yoktur. Bizzat Çin kağanının kendisi değil, fa kat batıdaki küçük sınır kentlerinde onu temsil eden kü çük krallar sözkonusu olmalı. "Tutuk", Anıt I. Kuzey yüzü, Satır l 'de de, "Koşu"ya eklenmi§ olarak bulunur. Füjen-hsüeh-cih ( cilt 6, sayı 1/2)'e göre, o sıralarda Çin hizmetinde olan Moğol oy mağı Ko-şu'lar sözkonusudur (bilgiyi, M . Eberhard'a borçluyuz). Anıt I. Doğu yüzü, Satır 38'de Türgeşlerin hizmetin de oldukları sanılan Aziarın "tutuk"una imada bulunulur.
ı26 / GÖK TÜRK İMPARATORLUGU Kısacası, Anıt II. Güney yüzü, Satır lO'da, bir "Tutuk Bu ka veya Bukag" sözkonusudur. Bu bir §ahısa ait özel isim midir? Bu mümkündür. Esasen Çin'e ait olan bu ünvanın, Türk unvanlar lis tesinde yer almadığı, böylece anla§ılmaktadır. Bununla beraber, pek tanınmı§tır. * • *
Çoğu zaman birlikte zikredilmi§ olan iki unvanı bu raya kadar bir kenara bırakıp, ihmal ettik: "beg" ile "buy ruk". Burada, birincilerden tamamen farklı kurulu§ların sözkonusu olduğunu dü§ünüyoruz. "Beg" (bey) sözcüğü bir özellik arzetmektedir. Yazıtlarda pek çok kez ortaya çıkmasına rağmen, sadece bir kez tekil olarak kullanıl mı§tır; ayrıca her yerde "-ler" sonekinin ba§ında yer alır; Türkçede çoğul ݧareti olmu§tur; oysa, o devirde sadece "beg" ile çoğulluk gerçekle§tirilmi§tir; "Begler"i "beyler zümresi" ile açıklamak gerektiğine göre, "ler", bir çoğul luktan daha çok, bir topluluk değerine sahip olmalı. "Buyruk", tekil halde kullanılmı§tır; fakat "tarkat" (çoğul), buyruk "begler" (zümre, topluluk) olarak yapılan sıralamada onun yeri, (Anıt I. Güney yüzü, Satır 1 ) o de virde Türkçe tekil ile çoğul arasında bir ayrım yapmadı ğından, durumların ekserisinde, buyruk'un çoğul olarak değerlendirilmesini gerektirir. "Buyruk begleri yeme ölti (Anıt I. Doğu yüzü, Satır 1 9/Anıt II. Doğu yüzü, Satır 16) ifadesini, §U halde, hiç ku§kusuz, "Onların buyrukları ve begleri (Türge§lerin) de ölmü§" §eklinde yorumlamak ge rekir. Aynı §ekilde, Bilge'nin taç giyme törenine gelmi§ olan delegelerin sıralamasında yer alan "buyruk" çoğul dur. Kimilerini ba§larında "Tonyukuk"ları, kimilerinin ba§larında "iç bııyruk"ları olan kitle halinde buyruklar hiç §Üphesiz sözkonusu. Bu unvan, buyruklardan meydana gelen kitlenin reisinin ünvanıymı§ gibi görünüyor. ,
GÖK TÜRK İMPARATORLUGU / 1 27
O dönemin Türk kaynaklarının bize verdiği bilgiler burada takılıp kalıyor. S. Julien (Document J.A. ; 1 864, s. 33)'in sözünü ettiği 29 farklı görevli sınıfından, en üst dü zeyden ba§layarak, en alt taban basamağının bu iki kitle içinde görülmesi zorunlu mudur? Çin vak'anüvislerinde ve diğer pek çok vak'anüvis de, ziyaret ettikleri milletler de, kendi §ahsi kurumlarının bir yansımasını ele geçirme ye yönelik bir eğilim vardır. Türkler birlik (Konfederas yon) dönemlerinde bile böylesine karma§ık ve bir merke ze bağlanmı§ bir yönetime sahip miydiler, diye insan ken di kendine sorabilir. Bu hususta, anıtlar hiç konu§mazlar; fakat bunların hemen hemen münhasıran askeri belgeler oldukları görü§ünü gözden uzakla§tırmamak gerekir ve onların pek içermedikleri §eyleri orada aramak bo§una dır. Bununla birlikte, buyruklar ile beyler, Kağanın ya nında İmparatorluğu meydana getiren, belki farklı farklı unvaniara sahip çe§itli oymakları temsil eden örgütlen mi§ kitleleri olu§turuyorlarmı§ gibi görünürler. Buyrukla ra takılmı§ olan "bilge, biligsiz" niteleme sıfatları, bunların daha çok bir idari danı§manlık rolü oynadıklarını dü§ün meye yol açmaktadır; oysa "beg"lere sava§ta rastlandığın dan, onlar askeri temsilciler olmalılar. Fakat bu zayıf bir tahmindir; o kadar çok askeri hadise, dönemin tüm siyasi hayatını kaplamaktadır ki! Buna kar§ılık, "buyrukların", "begler" üzerinde mevki bakımından üstünlükleri vardı. Fakat begler, İlteri§'in tahta çıkı§ından önce cereyan eden karı§ıklıklarda pek önemli bir rol aynadıkları ve on ların İmparatorluğun çe§itli zamanlarında oldukça az gü venilir bir eleman oldukları görülür. Kağanın yetkisini güçlükle kabul ettiklerine göre, onlar, bizim Orta Çağ'daki büyük derebeylerini hatırlatırlar; duruma göre, ya kağandan yana bağlılık gösterirler; ya da ona ihanet ederler. • • •
ı ıs 1 GÖK TÜRK İMPARATORLUGU
B) Sosyal Hayat Belgelerin sosyal hayat hakkında kesin malfımat ver meleri pek beklenemez. Satırların altında yatan anlamı keşfetmek gerekiyor; üstelik hata tehlikesi zayıf değildir. Örnekseme yoluyla muhakeme, daha az tehlikeli de ğildir. Siyasi kurumlar konusunda yaptığımız gibi, biz bu na fırsat vermeyeceğiz. Varacağımız sonuçlarda pek ihti yatlı olacağımız öncelikle bilinmelidir. Sosyal sınıflandırmanın ziıvesinde elbette Saray'a sahibiz. Kağan ve katun ile; biz Sarayın ilahi kökenli ikti darının, sözkonusu aynı dönem esnasında ortaya çıktığını ve gerçek yüceliğe eri§tiğini görmü§tük. Hayatın sarayda şatafatlı; §atafatın ise saygıdeğer olması gerekmi§tir. Za man zaman alınan fidyeler ve çapullar ile, deve ve at gibi evcil hayvanların dı§ında, altın, gümü§, ipek dibalar, kıy metli kürkler, esanslar, saraya ta§ınır. B.T'nin bir bölümü bize, Türklerin av etine dü§kün olduklarını, bilhassa tav şan ile karacarlan pek hoşlandıklarını göstermektedir. Şenlikler ile şölenierin seyrek olmaları gerekmiyordu, üs telik bu hususta seyyahların öykülerini genelle§tirmekte pek sakınca yoktur. Mayalanmı§ kısrak sütü olan me§hur "kıımız"ın çoğu zaman ayınalı kupalara konması gereki yordu. Metinler, ganimet içinde yeralan genç kızlardan ve dullardan da söz etmektedir; onların kağanın ve bü yük mevki sahiplerinin çadırında sadece süslük görevi yapmaları gerekmiyordu. Lüks, tercih edilen hayvan olan atın koşum takımına kadar yayılır. At zırh (yarık) ile kap lıydı ve zırhında örtüsü (yalma) vardı; atın ba§ını pirinç ten bir zırh koruyordu. (yez, B'ye göre). Bu nesnelerin süslenmesinde kesinlikle Türk olan demircilerin veya ku yumcuların birlikte çalı§maları gerekmi§tir. İ karnet etme konusunda, anıtlar tarafından, hiçbir ayrıntı belirtilme mektedir. İmparatora ait çadırın Batı'daki kağanların ça dırının konforuna ve zengin görünümüne sahip olduğunu tasavvur etme gücünü de göstermernek olmaz: "İmpara-
GÖK TÜRK İMPARATORLUGU / 1 29
torun çadırı, pırıltısı gözleri kamaştıran tamamen altın dan çiçeklerle süslenmiş; kağanın subayları iki sıra halin de, uzun hasırlar üzerine oturmuş duruyorlardı : herkesin üstünde nakışlı ipek dokumadan giysiler vardı." (Vie de Hiuantsang, Çev. S. Julien, 55; tarih 626'dır). Song-Yun'un öyküsünde manzara daha da görkemlidir (Chavannes, B.E.F.E. O., 1903, 402-417): "Onların (Hephtalites'lerin) kralları, kendisi için keçeden büyük bir çadır kurdurur; bu çadır kare şeklinde olup; karenin bir kenar uzunluğu 40 ayaktır; bütün çevrenin bölme du varları yün halıdan yapılmıştır. Kral'ın üstünde süslü ipekten giysiler vardır. Kral, altın bir karyola üstüne oturmuş; karyolanın ayakları, yine altından dört anka ku §Undan olu§IDU§tur. Kralın esas karısının üstünde ise süs lü ipek bir giysi bulunmaktadır; giysi üç ayak kadar uzun lukta olup yerde sürünmektedir. Ba§ının üstünde, be§ ay rı renkte, kıymetli ta§lardan bezeklerle kaplı, sekiz ayak uzunluğunda, altından bir boynuz bulunmaktadır". Öykü, 520 yılına ait olup, Badah§an'da cereyan eder. Bu de mektir ki, ne siyasi durum, ne de iktisadi §artlar benzer dir; tam tersi durum sözkonusudur; fakat, her yerde, Yu karı Asya'da askeri liderlerin, ne kadar geçici olmak zo runda olursa olsun, siyasi bir iktidar tesis etmeyi ba§ar dıkları andan itibaren, altının akislerine ve süslemelerin yanar döner panltısına kar§ı, son derece duyarlılık gös terdiklerini saptamaktayız. Buna pek §a§ılamayacaktır. Bu, onların kıyınet ve ba§arılarının ödülüdür; kaderin, yani daima tehlikelerle ve çoğu zaman yoksulluk içinde geçen eski ya§antılarının tam ve olağan bir intikamıdır. Fakat ziynet ve §Ölenler, bu fatibierin acaba biricik ne§eleri miydi? Hiuan-tsang'ın ya§antısından daha önce aktarılmı§ olan bölümde, bu ayrıntı §öyle belirtilir: "Bu §Ölen esnasında, Doğu ve Batı'lı Barbarların müziği gü rültülü ezgilerini i§ittiriyordu. Bunlar yarı vah§i havalar olsalar bile kulağa ho§ geliyordu. Ve kalbi ne§elendiri yordu." Gelenek, Orhan Türklerine VIII. yüzyılda mı
1 30 / GÖK TÜRK iM l'ARATORLUGU
gelmiştir? Bu hususta hiçbir şey bilmiyoruz. Fakat, biz anıtlara başvurunca, bunların birçok bölümde ko§uk ha line sokulınu§ bir nesir ya da en azından adamakıllı ahenk ve ıttırat verilmi§ bir nesir görünümünü arzettikle rini görmekteyiz. Oysa, Ongin anıtı bir yana bırakılırsa, bu öykülerin bir yetkinlik a§amasına eri§mi§ oldukları görülür; öyle ki onlar, tüm göçebe oymakların, saz §airle ri vasıtasıyla öğrendikleri uzun bir geleneğin, arada bir şarkılada kesilen öykülerin sonucu olmalılar. Bize sadece büyük anıtların metni ula§mı§ bulunuyor. Bununla bera ber, gerçekte de, hemen hemen, her zaman, bir sözlü ge lenek sözkonusudur. Fakat atalara ait büyük kahraman lık destanının, hangi temaları destan ozanlarına verebil diği kolayca tahmin edilir. İ mparatorun çadırının altında böyle ezberlenmi§ bir parçayı yüksek sesle söyleme resi tasyonları ve resitaliileri yapılıyor muydu? Bu pek muh temel. Bizi mazur görsünler, incelememizin kuraklığı içinde §iirle ilgili bu küçük bilgiyi sunmak bizim ho§umu za gitti. Acımak bilmeyen zaman, büyük yapıları yıkmı§, hey kclleri kemirmi§, resimleri silmi§. Fakat biz bu mimariye ve dekara ait sanat §eklinin mevcut olduğunu güvenilir kaynaktan öğrenmekteyiz. Bu sanat §ekli, sadece mezar lara ait anıtları ilgilendirmektedir ve de bu göçebe ulu sun sadece ölüleri için in§aatlar yapmı§ olması sözkonu sudur ki, bu medeniyetle ilgili akıl almaz bir özelliktir. Hatta, bunun sadece ulu ki§ilere tahsis edilmi§ bir adet olduğunu belirtmek uygun olur. Şüphesiz, Bilge'de, bir kent kurmak arzusu yok değildi; fakat, askeri kaderi, onun tasarısını gerçekle§tirmesine fırsat vermemi§tir; ve ulusu, öyle görünüyor ki, Bilge'nin hayat tarzını deği§tir meye yönelik duyduğu şiddetli ihtiyaçtan habersiz, daha uzun zaman keçe çadırda oturmağa, bitmek bilmeyen uzak ülkelere yapılan seferler esnasında ise, evini de ya nında ta§ımaya mahkı1mdu.
GÖK TÜRK İ MPARATORLUGU 1 131
Siyasi, askeri ve iktisadi zamretler a§ırı derecede bir ağırlık olu§turmadığı zamanlar, zengin ve görkemli saray hayatı, sanatta görülen inkar edilemez esintilerle birlikte böyle olmak zorundaydı. Bu ya§ayı§ tarzına, büyük mevki sahipleri ile, onların aileleri de katılıyordu. * * *
Beğlerin hayat tarzı neydi? Bizim dü§ündüğümüz gi bi onlar, bir derebeylik kurmu§larsa, oymaklarının veya klanlarının ba§ında, kağan efendileriyle aynı hayatı, daha küçük çapta, ya§amak zorunda kalmı§lardır. Bizim tüm bildiğimiz, onların lüks arzularının ufak boyutta olmadığı ve Çinlilerin, onların heveslerini sömürmesini hilmi§ ol duklarıdır. Tonyukuk, Altay a§ılıp, Türge§lerle sava§a gi ri§mek sözkonusu olduğu sırada, eylem içindeyken, bun ları üstü kapalı anlatır; olay, §ayet sadece ikinci derece dense, önemsizse, beğlere yapılacak ciddi ba§ka §ikayet ler ortaya çıkmamı§sa; böyle bir olayı aniatma zahmetine kendini sokmaz. Bilge, daha beceriklidir, daha siyasidir, beğleri, ulusun ortaklarıymı§lar gibi gösterip; öte yandan ulusa bağlılığını ve yurtsevediğini itiraf eder. O zamana kadar, Çin'e kar§ı o kadar çok temayül göstermi§ olduk larından beğleri kınar -kınama apaçık uyarı değerinde dir-: "Türk beğleri, Türk unvaniarını bıraktılar. Çinlile §en beğler Çin unvaniarını alıp, Çin kağanına tabi oldu lar. Elli yıl onların hizmetinde çalı§tılar." (1. D. 7-II. D. 7). Kısacası, beğler, imtiyazlı, gözü yükseklerde, çıkar ve §Öhret hırsı olan bir sınıf olu§turuyordu. * * *
Altta; halk kitlesi yer almaktadır. Anıtlar onun top lumsal durumu hakkında hiç bilgi vermezler. Onların du rumu, gözleri sadece sarayı gören seyyahların dikkatini de çekmez. Bununla birlikte, bu toplumsal sınıf, en azın-
1 32 / GÖK TÜRK i M PARATORLUGU
dan silahların gücü, kendisini komşularının aşırı istekle rine karşı korumuş olduğu sürece, pek fazla acınacak du ruma sürüklenmeınişlir. Khangaı tepelerinde ve Ta mir'in, Orhan'un vadilerinde göçebelik ederken, Türk çobanları, oralarda özellikle atlarına, koyunlarına ve öküzlerine elverişli olan bol, verimli bir çayır buluyorlar dı. Elbette çadırda yaşıyorlardı; bu onların atalardan kal ma barınaklarıydı; ona bir dereceye kadar konfor sağla yabilmişlerdi. Böyle olmakla birlikte, şayet onlar oldukları gibi ka bul edilirse, K.T. anıtları, sadece görünüşte çelişıneli olan iki düşüncenin helimiediği bir ulusu gözönüne ko yarlar; bu iki düşünce: kağanın şahsına bağlılık ile beğle re karşı gizli bir düşmanlık. Beğler, her ne kadar, bizim sandığıınız gibi, oymak ve klanların reisieri iseler de; aynı zamanda, vergi tahsildarlarıydılar. Maddi bakımdan bu hususta yasal bir sınırın pek olmaması ve de beğlerin doymak bilmez olmaları, halktan gelen tepkilerin kay naklarından biri olarak görülebilmektedir. Bu sınıf ayrı ınının sonucu olarak, kağana kulak veren oymaklardan oluşan kitle, yurtsever ve İmparatorluğa bağlı kalır; oysa beğler, göçe yeterince hazır olduklarını belli ederler. Ka ğan ulusumı şöyle konuşturur: "Ben bir İmparatorla do nanmış bir ulus idim. Şimdi, benim İmparatorluğum ne rede? İmparatorluğu kimin için elde ediyorum? Ben bir kağanla donanmış bir ulustum. Benim kağanım nerede? Hangi kağana hizmetimi sunuyorum?" (I. D. 8-II. D. 8). Barthold, kısaca fakat esaslı bir biçimde, Türk toplu munun yapısıyla ilgili siyasi sonuçları ortaya çıkarmıştır (O.c. s. 9): Orhan yazıtlarının, Çin egemenliği zamanın da, Türk soylular sınıfının, kendi imtiyazlarını korumak için, yabancı boyunduruğuna, halk sınıfından daha iyi uy duklarını ve kendi milli geleneklerini halk tabakasına ait insanlardan daha kolayca feda ettiklerini açıkladığını söyler. Beğler tarafından Çin adetlerinin kabul edilmesi, kendilerine karşı halkın nefretini arttırıyordu; Kanların
GÖK TÜRK iMPARATORLUGU 1 133
hanedan temsilcileri ise, halk kitlelerinin isyanına yol aç mak için, bundan yararlanmı§lardır. Türkçe metin o ka dar açık değildir; fakat, genellikle, gerçek böyle olmak zorundadır. Bu mesele, öyle önemli tarihsel ve toplumsal bir kökenden kaynaklanmaktadır ki, "kara bodun" deyi miyle halkın belirtildiği, ba§ka yazıtsal anıtlarda yaptığı mız gibi K.T. anıtlarında da, konuyu ilgilendiren tüm me tinleri, yeniden gözden geçirmemiz gerektiğini dü§ünü yoruz. Kağana bağlılık hususunda II. D. 41 metin parçasına ba§vurulacak: "kara bodwı kağamm kelti tep ögdi" ("kara" ulus §öyle dedi: kağan babam geldi ve beni co§kuyla al kı§ladı). I. D . 8/II. D. 8'de, halkın kağandan yoksun olmu§ ol malarından (beglerin hatası nedeniyle) dolayı yakınıp ya kardıkları daha önce sözü edilen bu metin parçasında §U kayıt ele geçirilir: "kara kamığ bodun". Burada "kamtğ", "bütün, bütünü" anlamı ta§ımaktadır. Bizim belgelerimizden daha sonraki zamana ait olan Şine-Usu yazıtında, "kara igil bodıın" (D.2.) ifadesine rastlanır; burada "igif', hiç ku§kusuz, "kamtğ'' ile eşanlam lıdır. Aynı yazıtta, K. 12.'de sadece "kara bodım" ele ge çer; aynı §ekilde, Eleges yazıtında, satır 6'da; Çakul yazı tında, VII. 2'de ve Uybat yazıılanndan üçüncüde satır 2'de bu ifade yer alır. Kahinler kitabı "Irk Bitig"de a§ağıdaki kehanet kay dedilmektedir: "Kan/ık siisi abka önmiş sağır içre el/ik ki yik kirmiş, kan eligitı tutmış, kara kamığ siisi ögirer" [İmpa ratorun ordusu av peşindeyken, vahşi bir geyik çayıra gi rer (?), Kan onu eline alır, "tüm kara" ve onun ordusu se vinç içindedir]. Kehanet hiç kuşku yok ki, hayırlıdır. Bi zim konumuzia ilgili husus olarak, "kara kamıg", "kara ka mığ bodwı"un basit bir kısaltınası mıdır; yoksa, bu sonun cu ifadede, bir çeşit gereksiz fazlalık söz mü görmek ge rekir? Bu fazlalık söz, "tüm (bütün) kara", yani "ulus" ile
ı � t GÖK TÜRK ıMPARATORLUÖU açıklanacaktır. Son bir metin aktanını kesinlikle çözümü sağlar. Üstelik bu metin parçası , dönemin Türk tarihine ait hiç değişmemiş gibi görünen, halkla beğler arasındaki davranış farkını bir daha te'yid eder. Ongin'de satır 9'da şunu okuyoruz: "Karasın yıgdını, begi kaçtı" (Söz konusu şehrin halkını ben bir araya getirdim; begleri, kaçtılar). Bu örnekte "kara"nın, tek başına halkı gösterdiği açıkça görülmektedir. O halde, bütün seriye sahip olu nur: "kara, kara bodıın, kara kamığ" ile "kara kamığ bo dım"; "kara"nın daima bulunması bize göre, temel ele man olmasından ileri gelmektedir. Fakat daha iyisi bulunmaktadır. Şine-Usu yazıtma ait pek önemli bir metin parçası, bizim bildiğimiz kada rıyla, buraya kadar gözden kaçmıştır. Satır lO'da şu okunmaktadır: "Öriin begig kara bulukığ. ". Cümle kolay anlaşılır değildir: "Buluk" sözcüğü üstelik bilinmemekte dir [bununla beraber başvurun S.D.D.'de "buluk" (yuva)] ve "anı" işaret sıfatı ya da zamirinin neye katıldığı bilin memektedir; fakat, işin en önemli noktası, "örün" (beyaz) sıfatının "beg" sözcüğüyle beraber bulunmasıdır. Böylece, "siyah ahali", şaşırtıcı bir simetriyle, "beyaz begler"in kar şısında yer alır. Bu gözlemden yararlı sonuçlar elde et mek için, bu deyimlerde "kara" ile "örün" sözcüklerinin sahip oldukları deruni anlamı keşfedebitmek gerekecek tir. Günümüzde "ak" ile "kara" arasında mevcut olan kar şıtlığı ["ak gün" (uğurlu gün, mutluluk günü); "kara gün" (felaket günü)] düşünmek gerekir mi? "Kara", özellikle, "kötü, uğursuzluk belirtisi, uğursuz" anlamına sahiptir: "kara haber", "kara kuvvet (taassup'a ait)"; Kaşgari'de: "kara orıın" (karanlık yer, mezar). Bu açıklama, "öriin beg" ile "kara bodun" kadar, toplumsal ve, tarihsel yönden anlam yüklü bir karşıtlık için pek zayıftır. Hiç kuşkusuz bir başka açıdan araştırmak gerekiyor. Mesele çözüm bekliyor. ..
IV. BÖLÜ M ASKERLİK SANATI
Gök Türklerinin saltanat sürdükleri yarım yüzyıl, hiç olmazsa ba§hca önemli olaylar için kronolojisini verdiği miz, bizim tarihi olaylar bölümünde dinrnek bilmeyen bir sava§lar dönemidir. Fetih isteği, §Öhret hayali, gerçek ol mu§ mudur? Ya da merkezi bir bölgeyi i§gal eden Türk ler, Çin'in daima desteklediği, çoğu zaman güçbirliği ku ran kom§ularının tekrarlayıp durdukları saldırılara kar§ı koymak zorunda mı kalmı§lardır? Çin'in cesur siyaseti, Orta Asya'da büyük bir İ mparatorluğun olu§umuna en gel olmu§tur. Her iki unsur, aym anlamda §artlara ve ki §ilere göre deği§en bir §iddetle i§in içine girmi§tir. B.T. anıtının veya K.T. anıtlarının okunmasına göre deği§ik bir izienim elde edilir. Tonyukuk'un kendini çembere alınmı§, ku§atılmı§ olarak görmediği bir tek durum yok tur. Onda, gerçek bir hastalık: yanının, yöresinin hep dü§manlarla kaplı olduğunu sanma hastalığı vardır; ke§ ke böyle bir terim, ku§atılacak §ehri olmayan bir ülke için kullanılabilse! Tarih önünde onun kendi suçsuzluğunun müdafaasını yaptığı söylenecek midir? Bu, onu kötü tanı mak olacaktır; o, tam asker adamdı. "Ülkü" sözünü ta§a kazıtmı§tı. Hiç ku§ku yok ki "ulusunun sesinin gür çıkma sı" ve Çinlinin uzakta olması ona yetiyordu. O, bir takım avantalar getiren çapul ile yetinıni§tir. Kendi arzusundan daha çok, ko§ullar onu, bir ordu komutanı yapmı§tır; o da, rolünü sebatla, korkmadan, zevkle oynamı§tır.
1 36 / GÖK TÜRK İMPARATORLUCU
Tersine, Bilge, §Öhrete çok daha duyarlı bir §ahsiyet olarak ortaya çıkıyor. Daha genç ya§ından itibaren, elin de mızrak vardı; hizmetinde bulunduğu Kapgan'ın yeğe niydi. Büyük atalarının §Öhreti aklından hiç çıkmıyordu. Bilge'nin Türklerin Yukan-Asya'da oynayabildiği role ait daha ılımlı bir anlayı§ı benimsernesi için, pek çok sıkıntı lar çekmesi gerekecektir. İ ktisadi zaruretler, İ mparatorluğun kaderinde aynı §ekilde rol oynamı§tır. Kesin olan §U ki: Türkler, bir or duya ve bir askeri teçhizata sahip olmu§lardır. Onlar, bil hassa Çiniilere kar§ı, bu ordunun kendilerine sağladığı imkanları kullanmasını bilmi§lerdir. En sonunda eğer ye nilmi§lerse, bu bozkırlı kom§ularının, onların karde§leri nin veya yeğenlerinin; yani kısacası, bizzat kendilerinin, kendi ordusunun, kendi idari yönteminin yüzünden ol mu§tur. * *
Bu ordu neydi? İ lteri§'in ba§langıçtaki askeri birli ğinden bahsederken söylediği "birliğin üçte ikisi atlı (at lığ) (süvarİ), üçte biri yaya (yadağ) idi" sözlerini olduğu gibi kabul etmek gerekir mi? Bundan Türk ordusunun üçte ikisinin süvariden, üçte birinin piyadeden olu§tuğu sonucunu çıkarmak gerekir mi? Türkler tarafından be nimsenen sava§ sisteminde piyadenin rolü pek önemli görülmemesine rağmen, bu makul bir orandır. Süvarİ birliği birinci birlikti. Onun saygınlığı husu sunda gösterilen bütün delilleri belirtmek can sıkıcı olur. Aynı §ekilde Bozların atının nitelikleri hakkında her§ey söylenmi§ bulunmaktadır: kanaatkar, süratli, dayanıklı, en pürtüklü topraklarda 60 kilometrelik yol kateder; aya ğı, Gobi çölünde, Tannu-Ola tepelerinde olduğu kadar güvenlidir. Anıt I'in tetkiki, yine de bazı ilginç ayrıntılar sağlamı§ bulunuyor; bunları a§ağıda belirteceğiz; pek bü-
GÖK TÜRK İMPARATORLUGU 1 137
yuk bir özgünlük arzettiğinden değil; fakat, Türklerin, tüm süvarİler gibi, binek hayvaniarına pek bağlı oldukla rını gösterdiklerinden. Köl-tegin'in süvarİ sava§larına ait öyküsü, 1 8 satırdan daha az satır kapsamaz (I. D. yan yü zünün 32. satırından K. yan yüzünün 9. satırına kadar). Köl-tegin, birbiri ardından 9 ata biner: 8 iğdi§ at ve bir iğdi§ edilmemݧ at (adgır= aygır?). Bütün bu binek hay vanları, donlarının renkleri, sahiplerinin adları, kökenieri bakımından; hatta fiziki yapılarındaki bir özellikten, ba zan bu niteliklerin her ikisinden dolayı, titizlikle ayrıma tabi tutulmu§lardır. Öykünün içinde, atlar, §öyle belirtil mi§lerdir: 1) kül grisi (boz) iğdi§ Tadık le Çor atı; 2) kül grisi iğdi§ ݧbara Yarnlar (veya Yamtar ݧba ra) atı; 3) doru (tarığ); (kedimlig) atı; ba§vur "ked-" "giyin rnek", çağda§ §ekli "giy-"; 4) açık gri (ak) aygır "Bayırku" (ulus adı); 5) kil grisi iğdi§ "ba§ğu" [?, muhtemelen "ba§" (ba§)'tan türemi§: bir i§areti, hayvanın ba§ının üzerindeki bir i§areti gösteriyor olmalı; bütün hayvancılıkla geçinen ulusların, hayvanlarında kar§ıla§tıkları olağan dı§ı du rumları göstermek için, son derece geni§ kapsamlı bir sözcük dağarcığı vardır); 6) açık gri iğdi§ Alp (yılgınlık göstermeyen) Salçı atı; 7) açık gri, "at" (iğdi§) sözcüğü, "adgır'' (aygır) adı ol madan, fakat a§ağıda tekrar değineceğimiz olağan dı§ı fi ziki bir duruma telmih olan "azman" ile belirtilen ad; 8) "az yağız" ( = esmer doru Az atı) (Az: ulus adı); 9) açık gri Yetim-Öksüz at; "beyaz öksüz at değil" (Thomsen); "akın", hiç §Üphe yok ki "bin-" (ata binmek) fiilinin "i" halindeki belirtili nesne(düz tümleç)'e ait iye lik biçimi; §U halde "Öksüzden", kağanın yakınlarından birinin lakabı: diğer taraftan, "ak", o zamanlar, "beyaz" anlamını ta§ımıyor, "açık gri" anlamını ta§ıyor" (beyaza "örün" denir).
1 38 / GÖK TÜRK İ MPARATORLUGU
''Azman" sözcüğü özel bir inceliğe layıktır. Her ne kadar eski tarihli değilse de (bizim metinlerimizin dı�ın da), bu kelime Türk dilinde iyi bilinir, orada yeterince geni� bir alana sahiptir; fakat deği§ik anlamlarla: Osman lıca "azman" (kocaman); Anadolu lehçesinde: "ya§lanmı� hayvan ve bunun neticesi olarak kocamı§, i�e yaramaz hayvan", "çok ya§lanınca iğdi� edilmi§ öküz", !'iğdi§ edil mi� hayvan, kötü iğdi§ edilmi�, veya monorchite", "teke veya iğdi� edilmi� koç", "4 veya 5 ya§ından büyük koyun ve keçi", "3 ya§ındaki koç", "iğdi§ edilmemi� boğa", vs... , Kırım kökenli Tatar iğdi� edilmi� teke; Kazak kökenli "azban" ( = azınan) "5 veya 6 ya�ında iğdi� edilmi� at veya öküz": Kırgız kökenli "asman" (hece sonunda "z"nin "s"ye dönü�mesiyle) "iğdi§ edilmi� yeti§kin öküz". Kelime, Türkçeden Moğolcaya hatta Ordos Moğolcasına kadar geçmi�: "asaman" (azman) kocayınca iğdi§ edilmi§ olan erkek hayvan; özellikle, öküz; "asama-la-" (erkek bir hay vanı kocayınca iğdi§ etmek) anlamı ta§ımaktadır. Her yerde bir parça rastlanan biricik anlam ise, "kocayınca iğ di� edilmi§" anlamıdır (özellikle 5 ya§larına doğru; ya da, daha sonraki ya§larda; at, e�ek, koyun, keçi veya öküz tü rü hayvanlar için bu husus, tüm di§lerin çıkmasına teka bül ediyor; bütün hayvan yeti§tiricilerine göre ise temel ya§ ölçüsüdür); bu en azından teknik bakımdan kabul gö ren, temel tefsirlerden biridir, üstelik en eskilerden biri dir: I. K. 5 ile 6'da açıkça bir at söz konusu olduğuna gö re ve atı ilgilendiren kelimeye ait en belirgin kanıt oldu ğuna göre "5 veya 6 ya�ında iğdi§ edilmi§ Kazak men§eli azban" atına ait açıklamadır. Thomsen (Z.D.M. G., 1924, s. 1 7 1 ) ile birlikte, anlamın, bizim metnimizde tam ola rak, daha önce adını ettiğimiz kazak atına ait olduğunu dü§ünüyoruz. Hatta, "azma" (ikinci el tarafından mscr.'a istinaden haksız yere "azman" olarak düzeltilmi§) sözcü ğünü, Ka�gari (B.A. I. 1 30)'nin açıkladığı "hayalarının derisi üstünde olu§an çatlaklar sonucunda kudretini yiti ren koç" ile kar§ıla§tırmak gerekir; Ka§gari, XI. yüzyıldan
GÖK TÜRK İMPARATORLUGU / 1 39
itibaren, anlamların aykırılık gösterrneğe ba§ladıklarını bize ispatlar. Şayet kelimenin kökenini ara§tırırsak, M. Jean Deny'ninki (s. 327) gibi "az-" fiili konusunda "-man" ile bir türetme hemen kafamızı kurcalar. (Deny, 520) Bu fi il, eskiden uzun bir sesliye sahipken [(Ka§gari: 2 elif: az-, B.A.I. 1 73; Türkmence "az-", ba§vur "azgın" (co§mU§, öf kelenmi§, sinirli)] ölçüyü a§mak, çizmeden yukarı çık mak, boyca ölçüyü a§mak anlamını içermekteydi. Boy bakımından ölçüyü a§ma durumu söz konusu olabilir. Osmanlıca "az-man" (kocaman). Nitelik bakımından öl çüyü a§ma olabilir. Osmanlıca "az-man" (korkunç, cana varsı, canavar-yapı bakımından-), veya ya§ bakımından ölçüyü a§ma durumu söz konusu olabilir: ya mutlak ola rak [Anadolu'da "az-man", (kocamı§ ve kısır edilmi§ hay van)] ya da iğdi§ açısından nisbeten normal yaşta olan hayvan söz konusudur. [Bizim "az-man", Kazakçadaki "az-ban", Kırgızca "as-man", Moğolca "asaman" (zaman sız gecikmeli iğdi§ edilmi§ hayvan)]; hatta daha sonraki devirlerde cinsel organlar bakımından olsun, iğdi§ etme yüzünden olsun anormal bir durumu gösteren bir anlam geni§lemesi ile kar§ıla§ılır. Ka§gari'de "az-ma" (çat kısım ları olan koç), Anadolu'da "az-man" (kötü iğdi§ edilmi§ hayvan). II. K. ll ile II. G. 12'de, §U deyime rastlanıyor: "özlik at": tam anlamıyla "özel kişiye ait iğdi§ at" anlamı ta§ıyor. Özel ki§ilere ait olan binek atları sözkonusu; oysa serner Ji atlar ile damızlık kısraklar, oymağın ortak malıdırlar; kımız yapımında ve beslenmede kullanılan sütü verirler. Sonuncu diyeceğimiz: "at", bir cümlede "at"ın cinsi yeti anlamıyla kullanılmıştır. Atın ahenkli yürüyü§ü, in san ile onun bineğini üzen yoksulluğu, kıtlığı ifade eden bir halk özdeyişinin sözkonusu olduğunu belirtiyormu§ gibi görünüyor: "Bizin, sil atı turuk azukı yok erti" ( ordumuzun atları zayıftı, yiyecek yoktu" ( = ordumuzun atları cılız, sıska idi ler, insanların yiyecekleri yoktu) (1. D. 39). "Sosyal hayat"
140 / GÖK TÜRK iMPARATORLUCiU
bölümünde gördüğümüz gibi, sava§ atları, dü§man saldı rısına kar§ı, bir "yarık" (zırh) ile korunmu§lardı; §Üphesiz metalden veya hafif ala§ımdandı bu zırh, bir çe§it at örtü süydü ("yalma" Ka§gar'i'de bulunuyor B.A. yayını, III. 34, o yağınura kar§ı elbise üstüne giyilirdi, "kaftan" anlamı vardır), daha hafifti, belki de me§indendi ve ba§ına pi rinçten bir ba§ zırhı "yez" takılmı§tı. Ordunun bütün atla rının bu denli zırhlandırılmı§ oldukları pek ileri sürüle meyecektir; fakat büyük §ahsiyetlerin bindiği seçkin at lar, §Üphesiz böyleydi. Yamtar ݧbara'nın kül grisi iğdi§ atının, göğüs göğüse sava§ta ölmü§ ve açık gri Bayırku aygınnın uyluk kemiğinin çatlamt§ olduğunu gördüğü müze göre, atın koruması üstelik noksan değildi. Ko§um takımının tümü, "tiigiin" adıyla belirtiliyor; ayrıca bu basitce "düğüm" derneğe de geliyor (ba§vur: B.T. 54: "tii!{iinlig", -ko§um takılmı§-). • •
Türk süvarisi hangi silahiara sahipti? Thomsen, §U listeyi (/. O. D., s. 59) veriyor: "yay, ok, ıslık sesi çıkaran ok, zırh, mızrak, pala-yatağan ve kılıç". Bize kalırsa hak sız yere, o bunlara "balta"yı ihtiyatla ekliyor. Bizim listemiz daha az eksiksiz olacak; fakat bizim metinlerimiz ister istemez eksiksiz bir bilanço vermiyor: "ok" (ok), iki kom§U satırda sadece iki kez zikredilmi§ (1. D. 33 ve 36). Bu da, yazıtsal belgelerden yola çıkarak, ta mamen kısa "ok" ile "ıslık sesi çıkaran ok" arasında ayrım yapmanın imkansız olduğu anlamına gelir. "Ok" ile, yay vasıtasıyla atılan ok; oysa, "ıslık çalan ok" ile, el ile fırlatı lan bir çe§it mızrağın kastedilmi§ olacağı ileri sürülebilir. Ya da tam tersi olabilir. Bilindiği gibi istiare ile, "ok", Ba tı'daki Türklerin ahalisini olu§turan on oymaktan herbi rini göstermekte kullanılmı§tır: "On Ok"lar ( = On Oklar). "Atamak, fırlatmak" demek için hangi fiilin kullanıl mı§ olduğunu bilmiyoruz; ama, büyük bir hataya dü§-
GÖK TÜRK iMPARATORLUGU / 141
rneksizin bunun "at-" olduğu kesin olarak söylenebilir (bu fiil yazıtlarda mevcut değildir; fakat ba§vur: Ka§gari B.A.I., 1 70: "er ok attı" (adam oku atını§). Buna kar§ılık, yukarıda hatırlatılmı§ olan iki metin parçasında "ur-" (çağda§ı "vur-") (vurmak) fiilini buluyoruz; "bir akla do kunmak, vurmak" demek için, fiil, aletten türetilmi§: "okın ıır-" §eklindedir. "Yay"ın adı belirtilmemi§tir. Bu ancak, 'ya" olabilir; bu biçim Uygurcada ve Ka§gari'de bulunmaktadır. Os manlıcada, aynı kelime için sonu "-y"li bir biçim vardır: "yay"; "ok" ile "yay" sözcükleri, pek iyi bilinen "ok yaydan çıktı" özdeyi§inde bulunmaktadır. Bu deyim, söylenen ve ya yapılan §ey hakkında, geri dönü§ için, çok geç kalındı ğını telkin etmekte kullanılır. "Mızrak"a "sünüg" denmektedir. Gırtlaktan çıkan se sin dü§mesiyle çağda§ Türkçede: "süngü"ye sahip olun mu§tur. Hemen hemen sesde§ olan "sünük = kemik" söz cüğü ile bir akrabalığı var mı bilmiyoruz. K.T. anıtları, "siinüglig" (mızraklı) türemi§ sözcüğünün varlığını kanıt larlar. Mızrağın, Türklerin tercih ettiği silah olduğunu, "sünüş"ün çok fazla kullanılması kanıtlamaktadır. Yalın isim halinde kullanılmı§ olan "siinüş", "sava§, mücadele, çarpı§ma"nın aile adıdır. Örneğin "süniiş" fiili, genel an lamda "sava§mak, mızrakla sava§mak" anlamını ta§ımak tadır. Bu fiil, sadece K.T. ile B.T. anıtlarında otuz defa dan daha fazla kullanılmı§tır. "Mızrakla de§mek" demek için teknik sözcük "sanç-" fiili vardır; bunun varlığı anıt larda ve Ka§gari'de kanıtlanmı§tır. Ka§gari'de "sanç-" fi ili, "delmek, sokmak, çakmak, yenmek" anlamına sahiptir ve "sançık-" (yenilmi§ olmak, vurulmu§ olmak, delin mi§-de§ilmi§ olmak), "sançıl-" (-bir ordudan bahseder ken-yarılmı§ olmak, yenilmi§ olmak), i§te§ biçim "sançış-" (bir bıçakla, bir hançerle .. birbirlerini de§mek) türemi§ sözcüklerini vermi§tir. Çağda§ Türkçede "sanç-", "ekmek, dikmek, ağaç ... dikmek" anlamında korunmu§tur (Kele kian-T.S.). Bunun isim halinde bir türemi§i olarak "sancı"
142 / GÖK TÜRK İ M PARATORLUGU
(şiddetli ağrı, özellikle iç organlarda şiddetli sancı) gözö nünde bulundurulabilir. Pala-yatağan ve kılıça nazaran okun üstünlüğü husu sunda, aynı şüphe mevcuttur. Bizim metinlerimiz, sadece "kılıç"ı tanımaktadır. "Kılıçla" sözcüğü aslında sadece bir kez (1. K. 5) kullanıldığına göre türemiş fiil biçiminden "kılıçla-" sözcüğünü çıkarmak da gerekir mi? Çağdaş Türkçe'de "kılıç", "pala-yatağan" kadar "kılıç" anlamı taşı maktadır (bir de aşağıdaki "tokı-"ya bakınız). Sonuç olarak, elde ettiğimiz bilgi, askeri donatımı, silahlanınayı ilgilendiren hususlarda oldukça pek az. An cak, bu incelemeden, süvari taarruzunda, mızrağın, başlı ca silah olduğu izlenimi elde edilebilir. Ok, daha ziyade, uzaktan uzağa yapılan savaşa, özellikle stratejik geri çe kilmelere tahsis edilmişti; bu hususu tekrar ele alacağız. * * *
Buna karşılık, metinler, askeri eylemi ilgilendiren hususlarda oldukça geniş kapsamlı bir sözcük dağarcığı oluştururlar. "Bir sefer yapmak", "sülü-" ile söylenir; "sü" (or du)'den yapılmış ad verici fiildir. Hatta şöyle denir. "sii e/t-" veya "e/et-" (orduyu ileri sürmek). "Taşık-", aynı şe kilde, "taş" (dışarı)'dan yapılmı§ ad verici fiildir, "ordu gah'ın veya siperin dı§ına çıkmak" fikrini belirtir; her iki kullanım B.T.'nin aynı 33. satırında bulunuyor: "Kagan sü taşıkdı, on ok siisi taşıkdı" (Kağan orduyu ileri sürdü, On Okiarın bütün askeri kuvvetleri ileri atıldı). "Kendine bir yol açmak, güçlükle ilerlemek (özellikle karda)", "sök-" ile söylenir. Her ne kadar "yolmak, sökmek" için daha zi yade kullanılsa da, hala bu fiilin "yol açmak, güçlükle ilerlemek" anlamı bulunmaktadır. Doğal engellerin aşılması için sırf özellikle kullanıl dığı görülen iki fiil vardır: geçilecek yoldaki dağları, akar suları a§mak için kullanılır "aş-" fiili. Bununla beraber, bu
GÖK TÜRK İ MPARATORLUGU / 143
yerleri karda a§mak zarureti olabilir: o zaman ''yüzti keç-", "yüzerek geçmek" kullanılmaktadır. Bunlara 'ya ğar-" (oradan gitmek)'ı ilave etmek gerekir; bu fiil, enge lin a§ılmı§ olduğunu ister istemez i§in içine katmaz: ya nından geçilebilmi§tir; çevresini dola§mak mümkün ol mu§tur anlamını sağlar. Bu eylemi belirtmek için kullanı lan gerçek fiil, "ebir-" (çağda§ı "evirmek")'dir. "Değiştir mek", devrime kar§ı olan "evrim" yapmak anlamını almı§ tır (C.K.). "Saldırmak" için "teg-" kullanılır, aynı §eklide "eri§ mek" (bir hedefe eri§mek, bir amaca ula§mak) anlamına gelir. "oplayu teg-" deyimi aydınlık değildir. "-yıı"lu biçim, güçlük arzetmemektedir: bu "-yu" §eklinde bağ-fiildir, fa kat "opla-" kökü, "op" ses yansımasından mı kaynaklan maktadır? Bu tartı§maya yol açar. Ka§gari'ye göre (B.A., 1 , 34), argu lehçesinde, "op", buğdayı ezsinler diye ko§tU rulan öküzlerin arasına katılmı§ bir öküzdür. Bu öküzün rolü kötü görülür. "Op" tekrarlandığı zaman: "op op", e§e ğin ayağı kaydığı zaman çıkardığı sestir. Mlle. von Ga ban, kendi sözlüğünde, bu "opla-" fiiline, "ürünü ezen bir öküz gibi çalı§mak" anlamını veriyor. H. N. Orkun, "op"a gerçek bir ses benze§imsel değeri vererek: "fırlamak" §ek linde tercüme ediyor. M. Bazin, çağda§ Türkçede pek iyi bilinen "hoplamak"a basitçe benzeterek, tamamen buna yakın bir anlam çıkarıyor ve "atağa kalkmak" deyimiyle tercüme ediyor. Çetin sava§lar münasebetiyle "oplayu teg-" deyiminin, birkaç satır boyunca, altı kez tekrarlan ması, sava§ın §iddeti içinde hazırlıksız, alelacele yapılmı§ bir olayı elbette dü§ünmeğe insanı sevkediyor. Sava§ o derece §iddetliydi ki Köl-tegin piyade sava§ı yapmak zo runda kalmı§tır. "Bas-" fiilinin anımsattığı, ihtimamla ha zırlanmı§, karara bağlanmı§ bir harekat sözkonusu olun ca her§ey tamamen deği§iyor. "Bas-" fiili, hızlılık ve §a§ kınlık gerektiriyor. Dü§manlar uyurlarken "uda veya uka", geceleyin ya da gün ağarırken vuku bulur. Gerçek anlamına göre, "bas-" fiili, "sıkmak, sıkı§tırmak" anlamına
1 44 1 GÖK TÜRK İ M PARATORLUGU
gelmektedir. Bk. Osm. "baskın" (zina gibi yasa dı§ı olay larda suçüstü yakalamak için, hazırlanmış zaptiye hare katı). Atın dört nala gidişi, 'yügiir-"in tersi olan "gel-" fiiliy le sağlanmı§tır. "Yügür-" fiili, normal tırıs gidi§ için kulla nılmıştır. "Ye/me", "at gezintisi" anlamında kullanılmı§tır. Savaşın soy adının "sünüş" olduğunu görmüştük "Sü nüş" üstelik bir fiil köküdür: "sünüş-" (sava§mak), "sünüg" (mızrak) ile yakın akrabadır. "Tokı-" fiili, bir başka biçim sava§mayı temsil eder. Aynı fiil, yazıtlarda, "ta§a yazı ka zımak" demek için üstüne harfleri kazımağa yarayan taş. Kaşgari, Oğuzlara özgü bir kullanım olan "bir adamı döv mek" anlamında gösterir. Aynı yazarda, "ur-ıokı-" deyimi bulunmaktadır. Türkiye Türkçesindeki evrimleşmi§ §ekil olan "dokumak"ın "dokumak, örmek"ten başka anlamı artık yoktur. Eski anlam, dönü§lü fiil biçiminde "dokun mak" (dokunmak, yaralam ak, kötülük etmek) anlamında bulunur. (Kelekian). Bizim metinlerimizde "Tokı-" fiili, hem "sünüş-" (mızrakla sava§mak)'den, hem "kılıçla-" (kı lıçla vurmak, kılıçtan geçirmek)'dan farklı olarak yer alır. Kılıç ile olsun, pala-yatağan ile olsun, "kılıç" her ikisini de ifade ettiğine göre, "kılıçla vurmak, kılıçtan geçirmek" söz konusudur. Thomsen, bu "tokı-" fiili için "balta"nın kullanılmasını önermiştir. Sonuç olarak bu mümkün; fa kat fazlalık teşkil eden bir siliihlanma. Belki de, bu fiilin, "devirmek" fiilinin anlamından daha genel bir anlamı vardır. "tokı-" fiili, aynı şekilde, "egire"nin önüne gelmiş olarak bulunur. "Egir-"den oluşan bağ-fiil olan bu kelime, Thomsen'un kafasını çok karı§tırmıştır. O, doğruluğu iyi ce kanıtlanmış olan "egir-" fiil kökünde sadece "dönmek, döndürmek" anlamı olduğunu dü§ünmü§tür. Üstelik Thomsen, mızrak kullanmaktan vazgeçip bunun yerine gövde silahları kullanmak suretiyle sözkonusu "sava§ bi çimini deği§tirmek"i ileri süren faraziyeyi ortaya atar (l. O.D. , N. 55). Kaşgari'nin "egir-" sütununda, Thomsen tarafından verilmiş olan anlamlard �n ayrı olarak, eski bir
GÖK TÜRK İMPARATORLUGU 1 ı45
tarihte doğruluğu tespit edilmi§ "ku§atmak, ku§akla sar mak"a ait anlamları bulunur (ba§VUL Çağda§ Türkçedeki "eğirmek", "yün eğirmik"). Bir de genizden çıkan gırtlak sesinin yer aldığı "enir-" biçimi bulunmaktadır (özellikle B.T., 20, 21, 29'da). "Eğire"nin anlamını böyle olduğu or taya çıkıyor; aynı §ekilde "ölür-" "=öldürmek (ku§attıktan sonra)" ile kullanılmı§tır Sava§ hattının iki tarafından sava§a ait sonuçların sı rayla gözönünde tutulmu§ olmaları gerekir. Türkler için zafer fikri "kazgan-" fiiliyle ifade edilir. Thomsen'in dediği gibi, aynı fiilin "çalı§mak" anlamı da bulunmaktadır; fakat daima ba§arıyla sonuçlanmı§ bir te §ebbüsün sözkonusu olduğunu kaydetmek uygundur. Za fer, dü§man hatlarının bozulmasıyla elde edildiğinden, bu eylemi, "boz-" fiili ifade etmektedir. Bu fiilin her za manki anlamı §Udur: "bozmak, devirmek, yıkmak, karı§ tırmak." "Yabrıt-" fiili, anlam bakımından iyi aydınlanmamı§ tır. Thomsen, "bozmak" olarak değerlendirir; M. Bazin ise "kötü duruma sokmak" §eklinde yorumlar. H. Namık Orkun, kendine ait olan sözcüğünde "meydan okumak, vuru§maya çağırmak" anlamını veriyor; hiç ku§ku yok ki, bu doğru değil. Üstelik H. N. Orkun Ka§gari'ye (B.A., ll, 352'ye) gönderiyor; orada ise, anlam tamamen farklı dır. Gerçekten de, Ka§gari'de 'yavn-" ile 'yavrıt-" bulun maktadır; birincisi, "kötü bir durumda olmak, yoksulluk veya hastalık yüzünden zayıflamak" anlamı ta§ımaktadır; geçi§siz çatılı bir fiildir. "Yabrıt-" fiili, §U halde, teknik bir anlam ta§ımayıp, hemen hemen "boz-" fiiliyle e§anlamlı dır. "Bir tutuklama yapmak" fikrini ifade etmek için özel olarak kullanılan ba§ka bir fiil de yoktur; sadece "al-" (al mak, tutmak) veya "tut-" (tutmak, yakalamak) fiili kulla nılır; bu sonuncu fiil "tut-", B .T. 41 ile 42'de yar almakta dır. "Al-" fiilinin, "elini al-dım" (ben onun İ mparatorluğu nu ele geçirdim) ifadesinde çok daha genel bir anlamı bulunmaktadır.
146 / GÖK TÜRK i M PARATOR LUGU
Yenik dü§en dü§manın yağmalanması için ''yalı-" fiili kullanılır; o hiçbir özel belirti istemez. Dü§manı "yok et mek", her zaman "öldürmek" için kullanılan "öliir-" ve ''yok kış-" fiilieriyle ifade edilir; bu biçimler, tüm ulus için de kullanılabilir. Dü§man "baskıdan kendini kurtarmak" gücüne sahip ise; "oz- " fiili, "dağılmak"da ise; ''yan-" fiili; veya "kaç mak"da ise de "kaç-" veya "uzlaşmakta" ise; "tez-" fiili kul lanılır. Çoğu zaman dü§man teslim olmağa kalkar; o za man, "kel-" fiili kullanılır; veya "boyun eğmek-itaat et mek" durumunda kalınca ise; "içik-" (iç'den) fiili kullanı lır; bu fiil teknik bir terimdir. O "ba§ını eğer, diz çöker" ifadesi için ''yı"ikiin-" fiili ile "tiz sök-" fiili kullanılır ("sök-" §eklindeki fiil bu anlamda yazıtlarda yer almaz; fakat, et gen biçim olan "sökiir-" (çökertmek)'ten kolaylıkla elde edilir. "Sök-" (ayırmak, yarmak, yere yıkmak)'den yola çı karak yapılan anlamsal evrim, üstelik de kolayca farkedi lir. Türklerin yendikleri dü§manlarını serbest bıraktıkla rı da olur "ıd-"; fakat tuhaf bir rastla§ma yüzünden bu lü tuf, ancak kaçınayı dü§ünenleri biraraya getirmeyi amaç ladığı zaman gösterilir. Bu bir sava§ taktiğidir. *
* *
Şimdi stratejik görünümü göz önünde bulundurmak gerekiyor. K.T. anıtları bu alanda bize hemen hemen hiç bir bilgi vermezler. Onlar, bize göğüs göğüse, teke tek çarpı§malar hakkında ne kadar genel bilgi verirlerse ver sinler, sava§ hakkında ağızları fevkalade sıkıdır. Bu ba kımdan, B.T. çok daha ilginçtir. Ki§isel kahramanlıklar, Tonyukuk'u ilgilendirmemektedir; o, onlardan bir teki nin bile adını anmaz. Olsa olsa, Kırgızlara kar§ı yapılan sefer sırasında ilk karı a§arken onun kendini örnek gös terdiğini görüyoruz. Buna kar§ılık harekata ait genel bir görü§ değerlendirmesi yapabiliyor ve onu siyasi metnin de yerine yerle§tirebiliyor. Oysa, siyasi genel durum, az
GÖK TÜRK iMPARATORLUGU 1 147
değişmektedir. Ötüken'in ağaçlada kaplı dağı ile Or hon'un ve Tamir'in vadileri iktisadi bakımdan bazı avan tajlar sağlarken onların merkezi durumları, onların dört ana yönden (Doğu'dan, Batı'dan, Kuzey'den, Gü ney'den) gelen saldırılara maruz kalmalarına sebep olu yor. Şayet bu saldırılar aynı zamanda meydana gelirse, Türk durumunun derhal değişmesine neden oluyordu. Tüm Çin siyaseti, bu hedefe doğru yönelmiş olduğundan, tüm Türk stratejisi, bu meselede görülen her kararsızlığı, kökten ortadan kaldırmaktan ibaret olacaktır. İ lteriş'in iktidarının başlangıcından beri, Oğuzların, Kilayların ve Çiniiierin oluşturduğu askeri ittifak, Türk leri Kuzey'den, Doğu'dan, Güney'den her bakımdan teh dit eder. Vakit kaybetmeden Tonyukuk, Oğuzlara saldı rır, onları yener ve kendi etrafında toplar; sonra Çine yö nelir. Birkaç sene sonra da, aynı şekilde, Çinlilerin, On Okiarın ve Kırgızların oluşturduğu askeri ittifak, Gü ney'den, Batı'dan ve Kuzey-batı'dan gelen tehlikeye en azından benzer bir tehlike arzettiği zaman, Tonyukuk oradan gidecektir. Tonyukuk, üstelik bu kez, uzakta çe tin bir savaşa girişmekten, Kırgızlada savaşmaktan çekin mez; bundan sonra, başarıyla On-Oklar'a saldırabilecek tir. Yöntem değişmez. Savaşın zafer ile sonuçlanması ko lay değildi: Şayet uygulama son derece hızlı olursa, itti fak yapmış olan düşmaniara örgütlenmeleri fırsatı veril mezse, ancak o zaman savaşın başanya ulaşma şansı var dır. Başarının anahtarı, baskındır. B.T.'nin öyküsünde görüldüğü gibi, Kırgızlara karşı yapılan savaş, kışın orta sında cereyan etmiştir; bu haşin süvarİlerden başka süva rilere geçit vermeyen yollardan düşmana yaklaşılmak su retiyle savaş gerçekleştirilmiştir. Güçlükler, sadece, coğ rafya ve iklim özelliğinden kaynaklanmaktadır; fakat, ke sin sonucu sağlayacak savaş öncesi hiçbir öncü birlik sa vaşına, hiçbir geri kuvvet savaşına rastlanmaz. Baskının etkisi tam olur. Temas kurma olmaz. Gece ve gün ağarır ken yapılan onlarca kilometrelik zorlu bir yürüyüşten
ı4B 1 GÖK TÜR K İ M PARATORLUGU
sonra dü§mana mızrakla ve kılıçla saldırılır. Türge§lere kar§ı yapılan sava§ta olduğu gibi dü§man toplanıp, der lenmi§ olsa ve durumdan haberdar olmu§ olsa bile, Türk ler, bir tek yöntem kullanırlar: saldırı (taarruz). Bu olağanüstü at gezintilerini, yıldırım hızıyla yapı lan seferlerin yanı sıra, Bilge'nin öyküsünden, ya§am bo yu süren karına§ık, anla§ılmaz mücadelelere ait bir yerin de sayma izieniınİ çıkarmak, insanı §a§ırtıyor. Çarpı§ma lar, hem uzun, hem de sıralandırılmı§tır. Durup dinle mek yoktur. Ü stelik, özellikle bu hususta, Bilge ne derse desin, Türkler, daima tetikte, sava§a hazır vaziyettedir. Bu durum saltanatın sonunda onlara göre değildir; §imdi onların ݧleri daha çoktur. Batı'dakilerden daha güçlükle sava§a alı§an daha ha§in ve en azından bizzat Türklerin kendileri kadar iyi süvarİ olan Doğu'daki uluslara, §imdi, yapılacak daha çok ݧ dü§mektedir. Çiniilere kar§ı yapılan sava§ları ilgilendiren husus larda, Türk kaynakları pek aydınlatıcı bilgi vermezler. Ming-§a sava§ı bir istisna te§kil eder. Klasik tarz, düzenli bir sava§tır. Diğer durumlarda, baskın ve yağmadan daha az sava§ sözkonusudur. Türkler, Çinliler ile göğüs göğüse sava§maktan mümkün olduğu kadar kaçınırlar. Onlar küçük çaptaki, fakat kesintisiz yapılan çarpı§malar ile dü§manı hırpalamaktan ho§lanırlar, halk toplulukların dan haraç alıp kaçmaktan, tekrar geri dönüp saldırmak tan ho§lanırlar. Çin Sarayı, büyük imkanlar kullanmaya, özel olarak eğitilmi§ bir ordu hazırlamaya karar verdiği zaman Türkler ortadan kaybolurlar, birbirlerinden ayrı lırlar veya daha ziyade, yorgunluk, dağılma, uygun coğra fi bir engebe, dü§manın üzerine aniden çullanma, dü§ manı kırıp geçirme fırsatını kendilerine verinceye dek, mümkün olduğunca uzaklara kadar kendilerini takip et tirirler. Bunda büyük bir yenilik yoktur; her zaman ge nellikle bu böyledir. Çin kaynakları sıkı yönetimden bahsederler. Türkle rin ku§atma mekanizmalarının olmaması kesin· fakat Çin
GÖK TÜRK İMPARATORLUGU / 149
§ehirlerinin dayanma gücünden yoksun olması ise, gü lünçtür. Onlar her tür tahkimaltan yoksun muydular? Şa§kınlık o kadar büyük müydü ki, §ehir sakinleri, ku§at manın geçici olduğunu bildikleri halde; az zararla çok ya rar sağlama yöntemini tercih ediyorlardı? Ancak farazi yeler üretebiliriz; fakat, her zaman, 23 §ehri mahvetmi§ olmakla öğünen, Tonyukuk mudur? Bu durumda o, "sı-" fiilini kullanıyor; bu fiilin anlamı oldukça müphemdir. Ka§gari'de onun hakkında a§ağıdaki §U tercihler bulu nur: "kırmak, yere yıkmak, yenmek". Şöyle tercüme et mek gerekir mi: "yağma yapmak"? B.T.'de, bu kelimeyle ilgili diğer sözlerde, açıklayıcı bilgi vermezler. Il. K. 14'e yönde§ olan I. G. l l 'de §öyle denmekte dir: "menin sabırnın sımadı" burada "sı-" fiili, mecazi an lamda kullanılmı§tır: "mesajım reddedilmedi". I. D. 36'da §U okunmaktadır: "udlıkm-.H-" (-atın- uy luk kemiğini kırmak); burada "sı-" fiili, gerçek anlamı ile; yani, genel anlamı ile kullanılmı§tır. "Sm-" türevlerine dair de aydınlatıcı bilgi elde edile meyecektir, "Sm-" "sı- "nın edilgen §eklidir, "sınıık" (kırıl mı§). Bir ba§ka türemi§ sözcük "smar" (yarı) (Il. D. 32) ile ve B.T.40'da bir çekimli §eki! "smırça" (yarı yarıya) ile kar§ıla§ılır. Türk ordusunun çe§itli dönemlere ait gerçek asker sayısını bilmek ilgi çekici olacaktır. Sahip olduğumuz tek bilgi Çin kaynağına aittir. Çe-çe t'ong kien (Ba§VUr C.C.VI. sayfa II. V.) diyor ki: İki §adın herbirinin emrin de yirmibinden fazla asker vardı ve Küçük Kağan, kırk bin askerin ba§ında bulunuyordu; askeri güç bütünüyle dü§ünüldüğünde, Batı'da çarpı§an tek ordu olarak, sek sen binden fazla askerin ba§ında bulunuyordu. Aynı dö nemde Tonyukuk'un dü§manların kar§ısına yüzkırk bin ki§ilik bir ordu diktiği gözönünde bulundurulursa, ra kam, pek §a§ırtıcı olmaz. İmparatorluğun en yüksek a§a· maya ula§tığı zaman, 705-710 yıllarına doğru, Türk ordu sunun mevcudu, Doğu ile Batı dahil, ikiyüz bin civarın dadır.
V . B Ö LÜ M İNANÇLAR VE ADETLER
Bizim metodumuza uygun olarak, yazıtsal belgelerin ı§ığında, VII I . yy. ba§ında, Türklerin inançlarının neler alabildiğine ait fikri, §imdi açıklamaya çalı§acağız. Du rum elverirse, Çin ve Bizans belgelerinin naklettiği §eyle ri, §Üpheli olmayan, kesin verilerle kar§ıla§tıracağız. Şu rada burada ortaya çıkacak olan farklılıkları, zaman, yer ve etki farkları bakımından açıklamaya çalı§acağız. Bil hassa, Tonyukuk'un "dini" inançları ve Bilge Kağan'ın din anlayı§ı arasında görülen karakteristik bir evrimi sap tayacağız. Bilge Kağan'ın görü§leri daha ülkücüdür; Ton yukuk'un dini inancı ise, tamamen pragmatiktir ve Batı ile Doğu'da görülen büyük dü§ünce akımlarından e§it olarak uzakta kalmı§ olan, §Üphesiz daha saf bir durum arz eder. Yazıtların apaçık ortaya koyduğu olayları sadece ke sin olarak görmemiz hususundaki tarafgirliğimiz, gerçe ğin muayyen bir kısmının ortaya çıkmasını engeller; fa kat, elde edilen bilgiler oldukça boldur; yararsız oldukla rı veya müstesna bir bayağılığa sahip oldukları dü§ünül düğünden, farkına varmadan olsun, isteyerek olsun, ay rıntılar es geçilmi§ olsa bile; bu bilgiler tam bir görüntü arz ettiklerini dü§ündürecek kadar, tam bir mutabakat meydana getirmektedirler. *
* *
ı52/ GÖK TÜRK İMPARATORLUÖU
Anıtların okunması, olumsuz bir saptamaya yol aç maktadır: Theophylacte Smocatta (Grousset, Empire ..., 1 29 tarafından kaydedilmi§tir)'nın bir §ehadetine göre, kendilerine atf edilen dini inanç hakkında bildiğimiz; Gök Türklerinin "Ate§e tapma" dinini bilmedikleri. T. Si mocatta, "Türkler, pek fevkalade bir tarzda, ate§i, saygın olarak telakki ederler." demektedir. Bu §ehadet, §Üphesiz VI. yy. ve Batı'daki Türklerin bir kısmı için geçerlidir. O sıralarda, onlar, İran zerdü§tlüğüne kar§ı pek hassastır lar. Fakat, İran zerdü§tlüğünün, Orhun havzasına ula§ mamı§ olduğu görülür. Anıtlarda, her ne olursa olsun, onun hiçbir izine rastlanmaz; üstelik "Ate§e tapma", en büyük din olmu§ olsaydı, bunun, anıtlarda yer almamı§ olmasının izahı mümkün olmayacaktı. "Ate§"in adına Ko§o-Tsaıdam anıtlarında iki kez rastlanır; §Öyle ki: 1) Anıtların mü§terek bölümünde (I. D., 27-11. D., 22), bir benzetmede yer alır: "biriki bodwuğ ot sub kılma dım" (Ate§ ve su gibi ulusun birliğini parçalamadım (Çev. B.); burada ate§ ve su, sadece birbiriyle bağda§mayan maddi elemar.lar olarak değerlendirilmi§tir. 2) İki anıtta (1. 37/11. 2, 27) yönde§ olan iki metin bölümünde, yeterince büyük bir sadelik tasvirine ba§vu rulur; üstelik, dü§manlardan söz edilirken, Türklerin "ot ça borça" (ateş ve fırtına gibi) geldikleri söylenir. Bu iki örnekten, herhangi bir ate§e tapma dinine ait en küçük bir belirti elde etmenin mümkün olmadığı gö rülür. Buna kar§ılık, Türkler, çadırları ve hayvan sürüleri için duydukları tehlikeye e§değer batı) bir korkuyu, ate§ ve fırtına için de duyarlar. Fakat bu, onların, o veya bu, herhangi bir dine, kendilerini adadıklarını, hiçbir zaman göstermez. * * *
GÖK TÜRK İMPARATORLUGU 1 ı53
Muhtelif yazıtlarda sık sık kendini gösteren Tengri (Tenri) ile biz, gerçek din pan-türk'e, kutsalla§rnı§ olan Gök'ün dinine yakla§abiliriz. Önce B.T. metninin, Ton yukuk'un dinsel inancı hakkında, neler öğrettiğine bir bakalım. Tonyukuk'un dininin, Bilge kağanınkinden be lirgin olarak farklılık arzettiğini, hatta, her ne olursa ol sun, daha ilkel olduğunu göreceğiz. "Tengri" adı, yazıtta, 7 kez ortaya çıkar; btınun 3'ü, ilk altı satırda yer alır. Metnin ba§langıcında, Tengri, apaçık bir biçimde "milli" bir Tanrı olarak görünür. Ba§ka metinlerdeki gibi "Türük Tengrisi", "Türklerin Tanrı-Gök'ü" olarak onu ad landırrnaya kadar ݧ götürülrnese de; onun isteğiyle, Türkler, Çiniiierden ayrılıp, bir kağanla donanrnı§lardır. Onun kendilerine verdikleri kağanı Türkler tahttan in dirdiklerinden; o, Türkleri yok etrni§tir. Ulusunun ba ğırnsızlığına bağlı olan milli Tanrı, Tengri pekala böyle görünür. Türklerin Tanrıları hakkında sahip oldukları anlayı§ böyleydi. Tonyukuk ise, çağının görü§ünü izler. Onun tam olarak inanrnı§ olduğunu söylernek gerekir mi? Hemen hemen bu hususta tereddüt gösterilebilecek tir. Metnin ba§ka bölümlerinde Tengri'nin rolü, gerçek ten nedir? Satır 6'da §Unu okuyoruz: "Tengri, bana, bilgelik ver miş olduğundan, ben kendim onu kağan olarak ilan ettim". Satır 38'de Tengri, tanrıça Urnay ile, yerin ve suların çe§itli tanrıları ile ittifak etrni§ bulunur: "Tengri, bana baskı yaptığından... bey/ere şöyle dedim: ... ilerleyelim:" Satır 16'da: "Tengri emirlerini verdi, biz yendik". Satır 40'da, Tonyukuk üstelik §öyle der: ''Tengri bunu emrettiğinden, her ne kadar az sayıda o/sak bile, biz kork madık " Nihayet, satır 53 ise, §Öyle der: "Tengri, onu emretti ğinden, bu Tiirk ulusunun üzerine, zırhlı düşman sılvarileri nin saidırmasına fırsat vermedim, vs... " Kesin sonuçlar elde edilerneyecek kadar rnüphern,
154 / GÖK TÜRK İ MPARATORLUGU
yuvarlak genellernelerin sözkonusu edildiği bu son bölü mün dı§ındaki diğer bölümlerde de geli§im aynıdır. Ön celikle, İ lteri§ Kağan'ı tahta çıkarmanın uygun olup ol madığını anlamak için, Tonyukuk, dü§ünüp ta§ınır. Aldı ğı kararın kendisine daha fazla kuvvet vermesi için de, kutsal tasdikle kendini donatır. Satır 16'da, gerçekten, Tengri'nin tavassutu daha do Iaysızdır. Türkler, sayıca kendilerinden üç kat üstün olan dü§manları Oğuzlara kar§ı, Tengri'nin iradesi ile galip gelirler. Fakat, sadece, mücahidlerin yiğitliğini göze çar pacak duruma getirmek için, Tengri'nin orada bulundu ğu belirtilmi§tir. Satır 38'in içerdiği bölüm, bu bakımdan pek mani dardır. Kağan, birbirini tutmayan çeli§meli emirler vere rek, orduyu bir taraftan adı olup kendi olmayan komu tanlara, diğer taraftan Tonyukuk'a bırakarak, katun'un cenaze törenini gerçekle§tirmek için yola çıkmı§tır. Beg ler, §Üphesiz, bu iki yüzlülükten haberdar olduklarından, dü§manların kalabalık olu§undan da ürktüklerinden, sa va§a pek taraftar değildirler. Tonyukuk, sayısal bakım dan az olmalarına rağmen onları cesur olmaya teşvik eder; fakat yapılacak sava§ çetindir; Tonyukuk, ancak bizzat Tengri'nin kendisini etkilemesine kendini terket tikten sonra bunu yapar. 11Tengri... basa berdi erinç. 11 (Tan rı bana baskı yaptı). Planı gerçekleşince, o şöyle diyecek tir (satır 40): ''Az sayıda olmamıza rağmen, Tanrı-Gök bu yurduğımdan, korkmadık. Gerçek §U ki, her durumda, Ten gri, Tonyukuk'un ar zuladığı doğrultuda karar verir; kötülük, uğursuzluk ala metleri asla yoktur. Tonyukuk'u bir çeşit özgür-düşünür yapmak, hiç ku§ku yok ki, dü§üncesizlik, belki de hata olacaktır. Tonyukuk, dünya emellerine daha kolaylıkla eri§ebilmek için, ancak Tanrı-Gök'e ait korku veya saygı sından yararlanır; fakat onun inancının pek güvenilir ve inandırıcı olmadığını saptamak gerekir. 11
GÖK TÜRK İMPARATORLUGU J ı55
Karısının cenaze ayini törenini gerçekle§tirmek için en kritik bir anda ordusunu bırakıp giden Kağan'a tel mih, muayyen bir istihzadan da yoksun değildir. Metinde, "Umay", "ıduk yer sub" gibi sözcüklerin içer diği kavramlar hakkında herhangibir açıklık getirmeye hiçbir §ey olanak vermez; orada genellikle, bir taraftan bereket tanrıçası, diğer taraftan yer ve sulara ait olan ikinci dereceden tanrılar (Thomsen tarafından "ermi§ler" olarak yorumlanır) görülür. Bununla beraber, "ıduk" söz cüğünün kaynağı, oldukça farklı bir yoruma yol açmakta dır: "ıdıık", "ıd-" fiil kökünden gelen yan-edilgen sıfat-fiil (ortaç) değeri ta§ ıyan bir m astardır. Ka§gari, "ıdıık"u, "göndermek, salıvermek" §eklinde yorumlar (Yayın: B. Atalay, İ çindekiler kısmı, 214); zaten yazıtta, özellikle o, §U anlama sahiptir: "yenilmi§ bir ulusu serbest bırakmak". Bu durumda, "kutsal olan" yerlerin ve akarsuların var ol duğunu dü§ünmekteyiz; örneğin, Ötüken'in orman ile kaplı dağı gibi; daha sonra onlar tanrıla§tırılmı§lardır. Dilbilimsel düzene ait son bir açıklama, belki de, dö nemin evrenle ilgili kozmik görü§leri hakkında tamamla yıcı bir mah1mat elde edilmesini sağlar: "Tan sökerken -gün ağarırken." Metinde bu ifade §U §ekilde açıklanmak tadır: "tan üntiirü" Oysa, "iintür-", "iin-" (yükselmek) fiili nin edilgen §eklidir; tan, günümüz Türkçesinde gün ağar ması anlamına gelen "tan"dır. Bu öznesiz kullanılan fi ilimsi, eğer bir ba§ka yoldan açıklanmı§ bir özne ile tam bir çözüm yolumuz hemen hemen olmasaydı, acayip ola caktı. Bu özne, kesinlikle "Tengri"den ba§kası değildir. Gerçekten de, Ka§gari (Yayın: B .Atalay, cilt 1, s. 225)'de, "Tengri ot öndürdi" (ündürdi diye okunacak) "(Tengri,-yerden- bitkileri çıkarttı) cümlesi bulunur. Ka§ gari, bu kelimenin Uygur diline ait olduğunu, Oğuzların onu bilmediklerini ilave eder. Yaratıcı ve hareket ettirici, canlılık verici olan Tanrı fikri, kayda değer. "Yarlıkka-" fi ili, §imdi bize, Tonyukuk'un ve Bilge Kağan'ın Tengri'ye ait algılamalarına dair kar§ıla§tırmalı incelemeye giri§me
1 56 1 GÖK TÜRK İMPARATORLUGU
fırsatını vermektedir. İlk çevirmenler, ''yarlıkka-" fiilini "acımak, merhametle karşılamak" şeklinde yorumlamak istemişlerdir. Bu, ''yarlıg"ın anlamını bilmernekten kay naklanmaktadır. "Yarlıg", sadece "emir, buyruk" derneğe geliyor (özellikle bak: G. ve Kaşgari; Kaşgari'de özellikle "Kan'ın emri, buyruğu" anlamı verilmiştir.). Daha geç bir devirde, Uygurca metinlerde, budizme ait ilhamla, keli me, zaten normal olan bir anlamsal evrim geçirerek, "acı ma" anlamını; yaratık için daima merhamet damgası olan Tanrı buyruğu anlamını alabilmiştir. Fakat, Tengri, kendisinin ona verdiği kan'a her ulu sun sahip olmasını isteyen yasaya kendi itaat etmediğine göre, Tengri bakımından ulusunu yok etmekten ibaret olan acıma, ne tuhaf acıma l (Bk. Özellikle Tonyukuk, başlangıç kısmı). H.N. Orkun, pek haklı olarak "irade et ti =buyurdu, isteğini bildirdi" şeklinde düzeltmiştir. M. Bazin, "Göğün kararıyla" şeklinde yorumlar. Biz ise, da ha kelimesi kelimesine çevirerek: "Tengri emirlerini bu yurdu", ya da: "Tengri onu buyurduğundan" şeklinde yo rumlamaktayız. Aynı deyim, Koşo-Tsaıdam anıtlarında en az 9 defa ortaya çıkar; orada, Baın-Tsokto anıtındaki gibi, bu de yim daima Türk ulusunun ve şeflerini davasının lehinde Tengri'nin bir buyruğunu içerir. Fakat bu metinlerde, ço ğu zaman, bu deyim bir çeşit açıklama ile birlikte bulu nur. Tengri'nin buyruğu ile aynı anda, yararlanan ile ilgili "kut" ile "ülüg" yani "kader ve mukadderat" (T), "talih ve şans" (B.) akla gelir. Tengri tarafından seçilmiş olan ka ğan, üstelik bu seçimden dolayı mukadderatın (iiliig) bü yük payı olan başarıyı elde eder. Bu sözcük pekala Ton yukuk'da mevcuttur; fakat o gerçek anlamda "(bir bütü ne ait) parça"yı almıştır. Başka yerde, "kut" sözcüğü, özel likle kağanın adlarının birinde bulunmaktadır. Kağan, İl teriş-Kutlug (Çinliler'in Ku-tu-lu adı altında tanıdıkla rı)'un hükümdarlık adı olarak onu üstünde taşır. Bu ad aynı şekilde, Toharistan'ın bir yabgusu tarafından ve da-
GÖK TÜRK İ M PARATORLUGU 1 ı 57
ha sonraki tarihlerde bir Uygur kağanı tarafından kulla nılmıştır (Başvur: D. T. O., Index des noms lıistoriques, et /es artic/es con-espondants ) . "Kut" konusunda, bu talih'in Tengri'yi yükümlülük altına sokmadığını, Tengri'nin onu kusur işleyen bir var lıkta yürürlükten kaldırma gücüne sahip olduğunu da kaydedelim. Il. D. 34 ve 35'de gerçekten de Kapgan'ın oğlu küçük kağanın hataya dü§tüğünü, Tengri'nin, kutsal yerler ve akarsuların, onun elinden "kut"unu, "talihi"ni geri almı§ olduklarını görüyoruz: "kut taplamadı =bu Ka ğan'ın talibini onaylamadılar (T.B.), hakanın talibine yar olmadılar (Tr.O.). * * *
"Yar/ıkka-" fiili §U deyimde de bulunmaktadır: "üze tengri asra yer yar/ıkkaduk üçün" (Il. K. 1 0) (Yukarıdaki Gök, a§ağıdaki Yer emretmi§ olduklarından); burada, Gök ile Yer münasip bir emir vermek için, tuhaf bir bi çimde, ittifak etmi§ bulunuyorlar. Yine burada Gök ile e§it düzeye geldiğinden, Yer'in bir yükselmesi söz konu sudur; aslında dı§tan bakıldığında, yer sular ile birlikte ast bir mevki (Gök'e nazaran) işgal eder. Aynı e§değerli liğin, esasen, Ko§o-Tsaıdam anıtlarında da bulunduğu doğrudur: (I. D., 1 = II'nin birinci bölümü, 2, geri kalan kısım harap olmu§tur) = (Yukarıda, mavi Gök; a§ağıda, esmer Yer, olu§tuklarında) (çev. B.); fakat, onlara atfedi len "mavi" ve "esmer" sıfatları, onları (gök ile yeri) belirt tiklerinden, gözle görülebilen göğün, maddi toprağın sözkonusu olduğu açıkça görülmektedir. Yukarıda örnek olarak verilen deyimdeki Yer'in, Gök gibi tanrıla§mı§ ol duğu besbelli. Öyle ki, Tengri gibi, insanlara isteğini zor la benimseten Y er'i, Türk Tanrılar Tapınağına koymak gerekir.
1 58 / GÖK TÜRK i MPARATOR LUGU
Grousset'nin bir notu (Empire, 1 3 1 , N, 4), bize, ma nidar görünüyor. Grousset, §öyle diyor: "Hatta, hiç ku§ku yok ki, Ötüken tepesinin tanrıçası tarafından ki§ile§tiril mi§ olan yerin bir tanrıçası, Moğolların Yer tanrıçası olan Etügen veya İtügan'a özde§ olacaktır (Pelliot, le molll Utııken clıez /es anciens Turcs. T'owıg Pao, 1929, 4-5, 212-219)". Hatta, " ... b (§üphesiz "sub" okunacak) "yer tenri"yi tersine çevrilmi§ bir §ekilde "tenri-yer" şeklinde bulduğu muz daha karmaşık bir kelime dizesi (Ongin yazıtı, sağ daki yan yüz, 12) hesaba katılmazsa, aynı §ekilde Şi ne-Usu yazıtı (D, 1) "Tenri-yer ayıı berti" ve (G, 9) "Ten ri-yer anta ayıt-berti" tarafından desteklenen bu faraziye, büyük bir güçlük ortaya çıkarır. Burada, Yer'e dü§en rol de; aslında, analık, doğurganlık tanrıçası Umay'ı buluyo ruz; belki'de, -Yer ile Um ay arasında- bir özde§lik oldu ğunu bile sezmek mümkün. Aslında, Umay'a B.T.38, K.T.I (D. 3) anıtlarında sadece bir kez rastlanıldığını be lirtmek uygun olur. Ulan-Bator dolaylarında bulunmu§ olan bir tuğla parçasının üzerindeki dört satır içerisinde de Umay yer almı§tır (E. T Y. , ll. 161); orada tam tarnma aynı ko§ullarda Tengri'ye ortak olmu§tur; yani, yukarda verilen örneklerde, yer ile aynı mevkiye tam tamına or taktır. Ulan-Bator yazıt kalıntı parçasında: "kan tengri, Umay katun" (Khan Tengri, ana-kraliçe Umay) ifadeleri ni okuduğumuza göre, burada, acayip bir insanbiçimcilik durumu görülmektedir. Umay, Altın-Köl adlı Kırgız yazıtı(E. T Y. , III. 101 )'nda da, bizim için kesinlikle anla§ılmaz kalan bir cümle de yer alır- "bu alımız umay beg biz"- ki biz de onu pek hesaba katamazdık. Metinler tarafından telkin edilmi§ olduğunun görül düğü Tengri-Yer=Tengri-Umay e§değerliliği yok değil. Şayet I'in her iki bölümü 3,3 1 kar§ıla§tırılırsa, karı§ıklık apaçık görülebilir.
GÖK TÜRK İMPARATORLUGU 1 159
Anıt II. D. 29'da pek acayip bir deyimle kar§ıla§mak tayız: "Tenri yer bulğak iiçiin." Thomsen, bu deyimi §öyle yorumlar: "Gök ve yerde alt üst olu§ olduğundan". M. Bazin ise, §öyle anlar: "Gök ile yer karma karı§ık durum da bulunduğundan". "Bulga-" fiili, pekala ayaklanmalar, içteki geçimsizlikler (ulusun içindeki) hakkında fikir be lirtir. Şayet M. Bazin haklıysa, biz, burada yepyeni ve il ginç bir görü§ün belirtisini ele geçiririz: Yer ile Gök ikici liği; bunun insanlar üzerindeki etkileri. Bu durumda, Türkler ile Oğuzların ayrılmaları hadisesi sözkonusudur. Üstelik bu Homeros'un anlattığı Olimpas dağındaki Tanrıların kavgasına fazla benzemiyor mu? Akla ba§ka bir soru geliyor: §ayet Yer, üstün (yüce) bir tanrıça ise, "ıduk yer sub" ifadesindeki, kimi kez sade ce Tengri'ye ortak olan: "tiiriik tenrisi tiiriik ıd11k yeri s11bı" (1. D. I l), kimi kez Tengri-Umay'a ortak olan: "tengri umay ıduk yer sub" (Ton.38)'daki 'yer"i ne yapmalı? Meseleyi çözmek için, 'yer" ve "sub"da çoğulluk oldu ğunu görmek ve yer ile akarsuya, çoğu kez sahip oldukla rı çoğul anlamları vermek yeterli olacaktır; öyleyse: "ıduk yer sub", "özgür bırakılmı§, kutsal yerler ve akarsular" §eklinde yorumlanacaktır; bu yerler, insanların kaderin de e§it bir §ekilde rollerini oynayan esinli yerlerdir. Şu halde, sahip olduğumuz yazıtsal belgeler iyice okunursa; insan kendini egzantrik bir tekevvün kar§ısın da bulur. Yer ve Gök aynı anda yaratılmı§lardır veya kendi kendilerini yaratmı§lardır ( edilgen-dönü§lü §eki! kesin bir anlama ula§maya izin vermediğinden ); daha sonra da, insanlar yaratılmı§lardır. Fakat aynı zamanda, yer ve gök, tanrılardır. Onlar, hem yaratan hem de yaratıktırlar. Onlar, insanların ka derlerine yön verirler. Ulusal tanrılar olduklarından, Türk ulusunun selametine dikkat ederler; Türk ulusu ha taya dü§ünce, onu cezalandırırlar; fakat durum umutsuz görünüyorsa, kağanın oğullarından birini kaldırıp, onu
I W / GÖK TÜRK İMPARATORLUCU
görkemli bir kağan yaparlar. Bu rolde, doğurganlık ve çocukluk tanrıçası Umay, bazan Yer'in yerini alır; öyle ki, insan bunun aynı bir tek tanrıça olup olmadığını ken di kendine sorabilir. Çoğu zaman tek ba§larına hareket eden Yer ve Gök, bazan karar alırlarken, birbirlerine yardımcı olurlar; bu yüzden "kutsal yerler ve akarsular" §eklinde yorumluyo ruz. Kutsal yerler arasında, Ö tüken ormanı "ıduk ötiiken" (1. D. 23) yer alır, fakat Moğol döneminde olacağı gibi tanrıçalık a§amasına henüz yükselmi§ değildir. Daha çok, o özellikle stratejik yer olarak dü§ünülmü§tür. " İ mpara torluğa egemen olan yer, -daima- Ö tüken Ormanı ol mu§tur (1. K. 5-II, K. 3, Çev. B.)". I'in K.l metni, bizim kutsal bir akarsuyun adını öğ renmemize imkan verir: "Tamığ ıduk baş" (Tamığ'ın kut sal pınarı): II. D.29'da da, ona rastlamaktayız. (Il. D. 25'de de aynı yer, söz konusu olmalı; burada özel isim es geçilmi§tir: "ıduk başda". ) Fu-jen Hsüh-clıilı, cilt 6, numara l/2'ye göre, Tamıg, Çinin T'o-jen-shui'dir; o, II.G'nin Tamir'i ile çok benzer lik arzeder. Tamir'in kaynağı, Orhan'un kaynağının yakı nındadır (bak. harita 1 ). Göründüğü kadarıyla, bu, Barthold (Histoire des Turcs d' Asie Centra/e adaptation Française, p. 1 2)'un te zine kar§ı bir delil getirmektedir; Barthold'un tezine gö re, yer ve su bölünmez bir tanrıça olarak telakki edilmi§ lerdir. * • *
Çin etkisinin ağır bastığı derin bir evrimle ilgili, bize dikkate değer ve manidar görünen bir olayı belirtelim. Tonyukuk, İ lteri§'in tahta çıkarılmasını anımsarken, onu yeni hükümdarıo onur duyduğu ürün, bir insan eseri olarak, hatta kendi ki§isel müdahalesinin neticesi olarak
GÖK TÜRK İ MPARATORLUGU 1 ı6ı
sunar. Hiç ku§ku yok ki, Gök bunu ilham etmi§; fakat sa dece seçimde; Thomsen (Turc., 99)'un dediği gibi yetkili, "king-maker", Tonyukuk'un kendisidir. Ko§O-Tsaıdam anıtlarında aynı olay nakledilirken, ݧin içine efsane karı§ır: "Bunun için de (Türk ulusunun yeniden bir ulus olması için), babam İ lteri§ Kağan ile an nem Katun Elbilge'yi, Gök tepelerinden tutup yüksekle re çıkardı" (1. D. ll, I. II. D. 1 0, çev. B.). Bizzat Bilge'nin tahta çıkı§ı sözkonusu olduğunda, Gök'ün İ mparator oğluna dair Çin efsanesine eri§mek için, efsane daha da geni§liyor. Anıtlar (1. G. 1/ll. K. 1 ) "Gök'e benzeyen, Gök'ten gelen ben bilge Türk Kağanı", diyor. Bizzat ana kraliçe ki, onu görmü§tük (1. D. 31), "Umay'a benziyor." Çe§itli anıtları ayıran yakla§ık yirmi yılda ne acaip yol katedilmi§! Hem yapımcılar arasında karakter ve zihniyet farklı lıklarını, hem de Türklerin Çinliler ile dikkate değer dostça ili§kiler kurduğu aynı dönemde yer alan pek bü yük siyasal evrim farklılıklarını hesaba katmak gerektiği doğrudur. Bilge, ta§ların Doğu yan yüzünün ba§ kısmının tamamında dinleyenleri §a§kına çeviren sözlerle, yanıp yakındığı Çin medeniyetinin yayılmasının bilinçsizce kur banı olur. * *
Bu dönemin ahiret hakkındaki görü§lerini öğrenmek pek ilginç olacaktır. "Yerin altındaki dünya, kötülerin ce hennemİ olduğu gibi; Gök de, faziletli ruhların cennet mekanıdır", diyor Grousset ( op.cit., p. 1 3 1 ). Günah i§le memi§ olanların mekanı Gök ile Cehennemin mevcudi yetini içeren fikir; yani Ahirette iyiler ile kötüleri ayırma fikrinin varlığı, Thomsen'da çoktan beri bulunmaktadır. Yazıtların yazariarına göre gelecekteki hayatın mevcut olmu§ olması inancı bundan sonraki sayfalarda tekrar yer
162 / GÖK TÜRK İ M PARATORLUÖU
alacaktır. Fakat Barthold'un pek haklı olarak yaptığı uyarıda belirttiği gibi, bu inanç ahirette bir sorumluluk fikrini, hiçbir şekilde içermemektedir. Bu sorumluluk, şayet varsa, onun boyutlarının ortaya konması gereke cektir. Bunların, Grousset'nin düşündüğü şeyler olmasın dan korkuyoruz. B.T. yazıtında kısaca belirtilmiş olan, K.T. anıtlarında ise geniş olarak açıklanmış olan bunlar esas olarak iki temel bilgiye dayanmaktadır: Birincisi, en önemli alanıdır; milliyetçi bir niteliğe sahiptir ve herşeyden önce, özü bakımından, Kağan'a, kurulu iktidara saygıya dayanmaktadır; dolayısıyle de her yabancı etkiyi, özellikle Çin etkisini red esasına dayan maktadır. B.T. anıtında, kısaca dile getirilmiş olsa da, o kesindir. Orhan anıtında birçok satırda görünür. Herşey, sanki Tonyukuk bir gerçeği gözler önüne seriyormuşçası na cereyan eder; oysa, Çin doktrinlerinden ve budizm den o kadar etkilenmiş olan Bilge'nin onların zararlı ol duklarına kendini inandırması gerekirdi. İ kincisi, askeri niteliktir. Kardeşi Köl-tegin'in kahra manlık destanını samimi bir heyecanla öven Bilge'nin, uzun sözün kısası, muhtemelen başarısızlıkların etkisiyle olacak, "barıştan yana" bir tutumun ortaya çıkmasına izin vermesine rağmen, askeri niteliği üzerinde durmak pek gerekmemektedir. Özel nitelik ile ilgili bu iki kıstas, metinde leit-motiv olarak ortaya çıkan iki sıfatta içeriği olu§tururlar: "bilge" (bilge), ve "alp" (yiğit). Bir erkeğin sahip olabileceği bü tün nitelikler, Gök'ün ona verdiği tüm lütuflar, Uygur kağanı Mo-yeu-ço veya Kolo'ya ait ünvanlandırmada şaş kınlık verici bir biçimde özetlenmiştir: "uluğ ilig (el-Lig di ye okunacak), tengride kut bulmu�, erdemin el tutmış, alp, kutluğ, kiilüg, bilge". Alıntı, F. Wuller'e aittir ( Uigurica, IL 95), Grousset tarafından aktanımıştır (Emp., 1 73). Gro usset'nin yorumunu, bir parçacık değiştirip şöyle diyoruz: "Büyük bir İ mparatorluğa sahip olan, Gök'ten Talih'i el de edip, kendi ustalığı sayesinde İ mparatorluğu yönetir;
GÖK TÜRK İMPARATORLUGU 1 163
Talih'i ele geçiren kimse, yiğit ki§i, ünlü ki§i, bilge ki§i dir." Kurala kar§t yapılan her hatanın anında cezası var dır. Tengri, en ufak hataya göz yummaz. Ceza, ahirette değildir: Bu ceza ölümdür. Ö lüm üstelik bütün bir ulusa eri§ebilir. Bu klan zihniyeti çerçevesi içinde, kitlesel mü§ terek sorumluluğa ait tipik durum fazla §a§ırtmayabilir. Bu zihniyete ait iyi bir örnek, K.T. anıtlarının (1. G. 6/11. K. 4) pek telkinde bulunan, bir çökü§ belirtisini ha ber veren bir bölümde yer almaktadır: "Bir kimse bir ha ta yapınca, onun klanı (kabilesi), ulusu, ailesine kadarki çevresi, onu cezalandırmazdı" (çev. B.). Kağan tarafın dan Türklere yöneltilen sitemler, bir ki§inin hatası yü zünden, ailenin, klanların, hatta bütün ulusun ortak so rumluluğunun ne dereceye kadar olduğunu gösterir. Bu hatayı cezalandırmadan bırakmak, hepsinin cezalandırıl masına yol açar. Ölümden bahsederken, yazıtlarda adı geçen Türkler, be§ fiil veya fiilden yapılma deyim kullanırlar. En çok kullanılan, bütün Türk dillerinde ortak olan fiil "öl-" fiilidir; etkeni "ölür-" fiilidir; hiçbir açıklama ge rektirmiyor; çağda§ı "öldürmek". "Yok bol-" deyimi çok daha ilginçtir, "artık varolmamak, hiç olmamak" §ekli ye terince buna uymaktadır. (B.). Birinci anlam, §U bölüm de olduğu gibi "yokolup gitmek, ölmek"dir: "bodun atı küsi yok bolmazun" (Ulusun §an ve §erefi yok olmasın di ye) (1. D. 26/11. D. 21 ve Il. 22). Etken çatılı fiil, "yok kış-" (yok etmek, ortadan kal dırmak, öldürmek) fiiliyle temsil edilir. Çağda§ı "yok et mek" fiili, ''yok etmek, ortadan kaldırmak" anlamına gel mektedir. K.T. anıtlarında aynı anda kar§ıla§tıklarımızın dı§ın da, bu iki yöntemden herbiri, sırf B.T. anıtında, tek ba§ı na kullanılmı§tır. "Yıt-" fiili, aynı anlamda hala ya§amaktadır; ''yitip git mek, yok olmak" [kar§ıla§tır: "yitik, yitirmek" (kaybetmek
1 64 / GÖK TÜRK İM PARATORLUGU
veya kaybettirmek), "yitinı" (kayıp, yitik), Arapça sözcük olan "yetim" ile karıştırmamak gerekir.] "Ölmek"in anla mının, "öl-" ve "yil-" fiilierine ait hendiadyoin durumunda olan iki bağ-fiil (ulaç) ile birlikte "ölii yitü" deyiminden çıktığı açıkça görülmektedir (1. D. 27/11. D. 22 ve I. D. 28/11. D. 23). Etken çatılı fiil 'yitiir-"dir; yazıtlarda bile, "öldürmek" anlamıyla 'yitiirii-ıdmıs" (I. D. 7/11.7) kullanıldığı kanıt lanınıştır. Başka biçimde ilginç olan "uç-" fiili "uçmak, havalan mak", "ölmek" anlaınındadır; kah basit bir fiil biçiminde bulunur: "uç-tı" (1. K -D), kah mastar olarak: "uçuk-da" (Il. D. 14), kah birleşik bir biçimde bulunur: bunların "uça-bar, uça-barnzış" (1. D. 16), "uça-bardı" (ll. D. 25), "uça bardmız" (1. G-D) olduklarına çarçabuk karar veri yoruz: Bu tablo, vücuttan çıkıp göğe yükselen ruh fikrini derhal akla getirir. Barthold (Histoire des Tıırcs d'Asie Centrale, p. 15), "swıkar boltı" (o bir sungur oluyor) ifadesiyle onun ara sında benzerlik kurma gibi, dahiyane fikre sahip olmuş tur. Barthold, bu ifadenin, Batı'lı Türkler tarafından, İ s lam dinini beniınseınelerinden sonra bile kullanılmış ol duğunu söyler. "Swıkar", daha sonra Farsçada ortaya çı kan, alıntı bir sözcüktür. VIII. yüzyılın başlarında Türk lere hemen hemen yabancı gibi görünen göç (ruhun bir başka cesede girmesi) fikrini içermektedir. Üstelik birkaç sene içerisinde oluşan dikkate değer evrimi de burada gözönünde bulundurmak gerekir. Tonyukuk, budistler için bir mabed inşa ettirmek projesinden Bilge Kağanı vazgeçirmeye ikna etmek için belagata başvurmak zorun da kalmamış mıdır? Bütünüyle bunun, Orhan Türklerinin fizikötesi gö rüşlerine dair umduğumuz açıklamaları bize pek verme diği ve o kadar müphem olan "şaınanizm" sözcüğü altına yerleştirmenin pek acelecilikle yapılmış olduğu da mey danda.
GÖK TÜRK iMPARATORLUGU 1 165 • • *
K.T. yazttiarın iki bölümü (1. D. 30 ve I. K. lO)'nde kullanılmı§ olan son bir deyim bir ba§ka çetin meseleyi ortaya çıkarır: "Kergek bol- (veya bul)", tam olarak ne ifa de ediyor? Thomsen ( Turc. , sayfalar: 49'dan 51 'e kadar), pek haklı olarak bunun "ölmek" yolunda bir edeb-i kelam olduğunu söyler. Fakat bu edeb-i keliimın anlamını de rinle§tirmek sözkonusu olunca, artık hiç kimse aynı kanı da değildir. Radloff, "begrenzt, beschrönkt" olarak yo rumlar. Thomsen, kelimeye "sınır ta§ı" gibi bir isim değe ri verir. Ardından "bol-" (olmak) veya "bul-" (bulmak, elde etmek, eri§mek) okunınası hususunda yapılacak bir tar tı§ma geliyor. Bu meseleye döneceğiz. En sonunda nihayet "kergek"in gerçek anlamına varı lır. Thomsen §Öyle saptar: "Kutadgu Bilig ve tüm çağda§ Türk dillerinde "kerek (gerek)", "ihtiyaç, gereksinim, zo runlu, gerekir, gerek" anlamına sahiptir. Ka§gari'nin ka nıtını ve B .A. baskısının içindekiler kısmında verilmi§ olan çok sayıda kaynakçayı buna ilave etmek uygun ola caktır. "Kergek-kerek-gerek", asla b �§ka anlama sahip ol mamı§tır (kar§ıla§tır: "neme gerek!", "neme lazım?"ın ta§ ra §eklidir: "Neye ihtiyacım var?", "Bu benim ne i§ime ya rayabilir?" Hatta, Thomsen tarafından "neçe eksiik kergek boltı erser" §eklinde aktarılan ve "falan ya da filan iiyinin yapıl ması sırasında bilmeyerek bir kusur olmu§sa; ya da bile bile bir sınıra gelinmi§se" (dini vecibelere getirilm i§ olan bir kısıtlama veya bir kısaltma) ifadesiyle uzun uzadıya açıklanan "mani"cilik hakkındaki "Khuastuanift" bölümü. Üstelik burada, §ayet kabul buyurulursa, Türklerin o ka dar çok sevdikleri bu hendiadyoin'lardan birine insanın i§inin dü§tüğü anlamının çıkarılmasına kolaylıkla izin ve rir. Ö rneğin "ev bark" veya "i§ güç" gibi ifadeler sözkonu-
1 � / GÖK TÜRK İ MPARATORLUGU
su olduğu zaman, her ne olursa olsun daha fazla değil, bunlar gibi iki terimi yorumlamak, hemen hemen bir i§e yaramayacaktır. Böyle olmasına rağmen, "Kergek"in anla mının daha iyi değerlendirilmesine gelince: "Eksik (ek siik) veya gerekli (kergek) olan ne olursa olsun" ifadesi nin içerdiği anlam olarak onu değerlendirebiliriz. Aynı "lıendiadyoin", Le Coq'un düzenlediği, Radloffun da ka bul ettiği deği§keye göre, Thomsen tarafından aktarılan yancümlede tam olarak bulunur ve aynı tarzda çözümle nir: "neçe eksütdümüz kergetdimiz erser" (eksik bıraktığı mız veya yapmamız gereken §ey ne olursa olsun), ba§ka deyi§le (eksik olarak yaptığımız veya yapmamız gerektiği halde yapmayı ihmal ettiğimiz §ey). Bu bizi konu dı§ı bir izahata sevkeder. "Kergek"ten türemi§ bir sözcük olan "Kergek-siz" K.T. anıtlarında, I. K. 1 2 ile, II. G. l l'de yer almaktadır. Thomsen'un akli muhakemesi, onu "uçsuz bucaksız" olarak yorumlamaya sevkeder. Her zaman uyanık davranan Danimarkah bil gin, metinleri kar§ıla§tırmak suretiyle, "bun-sız" ile "ker gek-siz"i iyice değerlendirmek gerektiğini elbette dü§ün mü§tür. Terimler, cümlelerde ne kadar e§değerli görünü yorsa, cümleler de o kadar birbirine benzerliğe sahip: "bir tümen ağı altın kümüş kergeksiz kelürti (I. K. 12)." ve: "altın kümüş.... bunsız ança berür;" ya da hatta: "sanğ altun ürün kümüş kız kudız egri tebi ağı bunsız kelürti (Ton. 48)." Thomsen, bununla birlikte, "bımsız'ı orada ikame et mek pek mümkün değil", diyor. Bir yandan "eksüt" ile "kergek" (daha yukarıya bak) arasında "kergek-siz" ile "bun-sız" arasında, öte yandan "eksüt" ile "kergek" (daha yukarıya bak) arasında bu üç ifadenin e§değerliliği husu sunda tereddüt edilemeyecek kadar benzerlik olduğu apaçık görünür.
GÖK TÜRK İMPARATORLUGU 1 167
"Bwı" (kusur, noksan), "eksiik" (eksik, noksan, olma yı§, yetersizlik), "kergek" (noksan olan §ey, bir§eyin ta mamlanması için ilave edilmesi gereken §ey), tamamen e§anlamlı olmamalarına rağmen, yine de benzer kavram ları belirtirler. Uzun sözün kısası, "kergeksiz"in en iyi yo rumu, H.N. Orkun'un özel sözlüğünde bulunmaktadır: "lüzumundan fazla". Ku§kusuz, bütün edindiğimiz bilgi, "kergek bııl- (veya bol-) ifadesinde "kergek"e atfedilmesi gereken anlam hu susunda, bizi, pek aydınlatmamaktadır. Mesele, sadece dilbilgisiyle ilgili değildir: daha açık çası, bu muhtasar durum içinde, dilbilgisinin, onun çözü münde bize hiçbir yardımı olamamaktadır. "Kergek"in sıfat olup olmadığını öğrenmek için son suz tartı§ma yapılabilir; bu durumda "bol-" diye okunınası gerekecektir, veya isimse, "bul-" §eklinde okunınası gere kecektir. Thomsen'un bizzat kendisi, Altay dillerinde, Verbitski'e bakarak, bizim dilbilgisel sınıflamaya atfetti ğimiz yönde, gerçek isimlerle ilgili örnekler gösterir. Bunlar ise bizim sözcük kataloğumuzda, gerçek sıfatlar dır: "anur bol-" <amır(sessizlik, sükunet); "sıı bol- < "su" (su). Dilbilgisi sınıflandırmalarının daha iyi ayırdedilmi§ olduğu çağda§ kullanımda "öksürük, tifo, nezle, ameliyat" gibi isimler, "nezle olmak", "tifo olmak", "ameliyat olmak" demek için, çoğu kez, "ol-" (olmak)" ile fiil meydana ge tirmiyorlar mı? Sorun, felsefi mahiyettedir. İ kisinden biri: ya "ker gek", "eksük" ile e§anlamlıdır, "yok bol-" (yok olmak)'ın anlamını incelerken gördüğümüz §eye tamamen varan anlamda, sözcüğü tam anlamıyla "eksik olan" §eklinde anlamak gerekir; ya da "kergek", orada, ba§ka yerde oldu ğu ve daha önce gördüğümüz gibi, ilk anlamı olan "ge rekli" anlamına gelmektedir; üstelik Yunanlıların kader tanrıçası olan, kar§ı koyulamayan Kader'i i§in içine sok mak gerekir.
1 � / GÖK TÜRK İ MPARATORLUGU
Bundan böyle, "bol- (olmak)" veya "bul- (bulmak)" okunması, pek önemli değildir. Bu Kader gözönünde tu tularak, I. K. lO'a ait metin parçası "kişi oğlu kop ölge/i tü remiş" ( İ nsanların hepsi ölmek için doğmuşlardır)a baş vurulabilir mi? Önceki cümleyi, M. Bazin devrimci bir tarzda, "Zamana Tanrı-Gök emir verir" şeklinde yorum lar, Thomsen ile ve "Zamanı Tanrı-Gök takdir eder" şek linde yorumlayan H.N. Orkun ile karşılaştırmak gerekir. Zaman, insan ömrünün süresidir; bunu saptayan Tan rı-Gök'dür. Böylece birkaç biçimde yorumlanır; kısacası canı veren Tengri, canı istediği zaman onu geri alır. Bü tün bu açıklamaların hiçbiri, ruhun başka bir varlığa geç mesi inancını içermez. Thomsen'un, bundan gökte yaşayan ataların, kendi sine doğrudan doğruya başvurulmaya cesaret edilemeyen Tengri'nin yanında, insanların aracıları olduklan fikrini çıkardığını düşünmüyoruz. Metinlerimizde, belki de böy le hiçbir şey mevcut değil. Thomsen'un "ıduk"u "ermiş" olarak yorumlaması sebebiyle, sahip olduğumuz bilgi ve belgelere uygun düşmeyen bir çeşit olaylar düzenlemeye kendini kaptırmış olmasından endişe edilebilir. Sorun, I. D. 30'un bir başka cümlesi ile de pek ay dınlanmıyor="köl-tegin özinçe kergek boltı (veya bultı)". Thomsen şöyle yorumluyor: "kendi", "öz niteliğine uygun olarak" ve "sırası gelince, sıra kendine gelince''ye eşdeğer bir aı1lam veriyor ki, anlamı bu olmamalı. H.N. Orkun, çağdaş Türkçede, "vadesi gelince" olduğunu söylüyor; bu ise melez bir sözcük olan "özinçe": "kergek"in çevirisidir. Ku§kusuz M. Bazin, bu ifadenin "kendi öz karakterine göre" anlamında olduğunu dü§ünüyor; bu onun kendi çe virisi olan "kergek bul-" (Kader ile kar§ıla§mak) ile bağ daşmaktadır. Uzun sözün kısası, Bang'ın bir yorumu olan "wie von selbst"yi tashih eden Thomsen, "özinçe"nin ikinci bir yo rumunu teklif ediyor: " ..... suo fato" ( = insanın kendi ka deri, akıbeti) ve sözkonusu olan kişinin zoraki bir ölümle
GÖK TÜRK İMPARATORLUGU t ı69
ölmeyip, normal bir ölümle mi öldüğünün bildirilmesi mi isteniyor diye kendi kendine soruyor. Bu varsayıma göre Kağan için, yani İ lteriş için kullanılmış olan "ııçtı"nın "zo raki ölümle ölmek" anlamına geldiğine inanmak gereke cektir ki, bütün kaynaklar bunu çürütmektedir. Mesele nin anlaşılması epey güç, üstelik bu ayrımın, bu savaşçılar için büyük önemi yokmuş gibi görünüyor. Bir çeşit gerekirciliğin, biz buna nerdeyse kadercilik diyeceğiz, B.T.'de bulunmadığı halde, K.T. yazıtlarında gizli olduğunda gerçeklik payı yok değil. Bu, VIII. yüzyı lın ikinci çeyreğinde meydana geldiği kesin bilinen evri me ait bir kanıt da olacaktır; ya da hiç olmazsa, Tonyu kuk ile damadı Bilge'nin dini görüşlerini ayıran farkı gös terecektir. *
* *
Fakat meselenin ne kadar karmaşık olduğu, varsa yımlarda ne kadar ihtiyatlı olmak gerektiği görülüyor. Üzerinde durmak istediğimiz husus, "şamanizm"e uygun bir başlık altında sıralamanın tehlikesidir. Çok farklı dö nemlerde, birbirlerinden çok uzak yerlerde tesbit edilen dini arnellere ait tüm içeriğin, hemen hemen ne kadar işe yaramaz hale geldiği öylesine akla yakın ki, ݧ, Çinli bir seyyahın veya bir Bizans elçisinin ifadesiyle, Orta As ya'nın tüm uluslarına ayrım gözetmeksizin uygulanmış olan genel teoriyi tekrar iyice aydınlatmaya geliyor. Bu kimsenin iyi niyetinden şüphe etmeğe hakkımız yok; fa kat, onun edindiği bilgiler kısmidir ve muayyen bir ölçü de bilinçsizce taraf tutucudur. Bize göre, VIII. yüzyıldaki Türklerin "şaman dini" ile XIX. yüzyıldaki Moğolların "şaman dini" arasında derhal mukayese yapınağa kalkı§ı Iırsa, aynı hata i§lenir. İ lteriş tarafından kurulmu§ olan ve ancak elli yıl ka dar süren İ mparatorluğun, gerçekten, apayrı şaşılacak bir hadise, tarihe şaşkınlık veren ve birinci sırada yer alan
170 / GÖK TÜRK İMPARATORLUGU
bir olay olduğunu gösterıneyi ba§aramazsak; çalı§mamız, hedefine ula§mı§ olmayacaktır. Bu olay, tarihin üç büyük hükümdan tarafından, yeniden uyanı§-canlanı§ dönemi nin tam son a§amasında bulunan Çin İ mparatorluğu kar §ısında, özellikle sadece bu i mparatorluk kar§ısında elde ettikleri itiraz kabul etmez askeri ba§arılardan dolayı de ğil; bilhassa elbette barbarlık olarak nitelenen bir duru mun tam ortasında, özellikle bir uygarlığın birdenbire ge li§mesinden dolayı da, §a§kınlık vericidir. Gerçekten de, §ayet büyük dedeler Bumın ile istemi, daha sağlam ve bi raz daha uzun ömürlü bir imparatorluğa sahip olmu§ ol salar da, gelecek ku§aklara, sadece hemen hemen kendi lerine ait efsanele§mi§ iki isim bırakmı§lardır; oysa, Or han, Tola, Ongin anıtları, onları yapanların oldukça yük sek ruhi yapılarını gösterirler ve manevi ya§ayı§a kar§ı duyulan özlemi açığa vururlar. Bunlar, §Üphesiz yüzyıl sonraki halefieri Uygurlara yol göstermi§ler, onları, ma niheizm, budizm gibi doktrinleri kabul etmeye, benimse meye ve bozkırın bütün diğer uluslarının efendileri ol duklarını dü§ünmeğe hazırlamı§lardır. Şüphesiz, sıra bize gelince, biz, doğru bir ölçü uygu lamak zorundayız. Söylemi§tik: Tonyukuk tarafından ka leme alınmı§ olan yazıt, pek muazzam bir dindarlık orta ya koymaz; onun zihinlerde canlandırdığı din, pek prag matik görünüyor. Orhan anıtları, dini veya fizikötesi sap lantilardan çok daha fazla, yarar sağlayan dü§üncelerden ilham alır; biz bu konuya tekrar döneceğiz. Onlar heye canlandırırlar; küçük karde§ Köl-tegin'e kar§ı olan ku§ku götürmez hayranlık, karde§ sevgisi gibi insani duygular içeren pek candan bir seda çıkarırlar. Fakat, mesela VI. yüzyılın Bizanslı veya Çinli seyyahlarının öykülerinin ger çek oldukları dü§ünülürse, a§ılan korkunç mesafe inkar edilemeyecektiL Ku§kusuz, yol boyunca dikmek için i§a ret noktalarımız yok. Madem ki kesinlikle bu dönemi inceliyor ve madem ki bizim çalı§mamız, hemen hemen çağda§, fakat birbir-
GÖK TÜRK İ M PARATORLUGU 1 ı1ı
lerinden farklı anıtların genel durum değerlendirmesin de öylesine önemli farklar mü�ahede etmeye bizi götürü yor; belki de inanmak zorunda kalacağımız gibi, gözleri mizin önünde cereyan ediyormu�çasına, evrim pek çabuk olm u� tur. Mezar ta�ının yazımı, kullanımı, süslenmi� gerçek gömütlerin yapımı, benzer bir meseleyi ortaya çıkarmak tadır. Şüphesiz, kendi kendine üreme olmamı�tır; fakat yükselme eğrisini takibetmek mümkün olmadığından, kendimizi birdenbire dorukta buluyoruz. B.T. yazıtından veya Ongin yazıtından önce, belirsiz tarihlere ait birkaç dilek ta�ının dı�ında hiçbir �ey yoktur ve diğer taraftan, önceki döneme ait her�eyin yokolmu� olmasına mukabil bu döneme ait anıtların veya daha geç dönemlere ait ya zıtların varlıklarını sürdürmü§ olduklarını dü§ünmek çok zor. Bununla birlikte, eski tarihe ait Türklerin misyoner lerle olan ili§kilerine örnek olarak, 630'da Batılı Türkle rin yabgusu olan T'ong Şehu tarafından Çinli gezgin Hiuang-Çang'a gösterilmi§ olan pek lütufkar kar�ılama zikredilebilir; aynı §ekilde bu hüsnükabul Hintli gezgin Prabhfı k aramitra'ya da gösterilmi§tir; her iki gezgin de Buda dinindendir. ..
.. *
Bu konudı§ı uzun izahat, bizi konumuzdan uzakla§ tırdı. Ölülere yapılan fıyine dönmek suretiyle konumuza yeniden gelelim: Bu alanda, dini inançlar konusunda tavsiye ettiğimiz tedbirleri almak da gerekiyor; yani, belki sadece ba�ka zamanlarda, ba�ka yerlerde müessesele§mi§ dini arnelleri belli bir döneme dayarnaktan kaçınmak gerekiyor. Bu nunla beraber sosyologların iyi bildikleri bir olayın doğ ruluğu, burada ortaya çıkıyor: An'ane, inançtan daha da yanıklıdır. Dinin evrimi -din deği�tirmeye kadar varabi ten evrim- ne olursa olsun, eskiden puta tapan Afrika'nın bazı kabilelerinin hristiyanlığı kabul etmelerinde görül-
ı n t GÖK TÜRK İMPARATORLU�U
düğü gibi, adet, daima canlı kalan köklerini muhafaza eder. Pascal'ın bahsettiği kahramanlık destanları veya tercihen ayinler, belki kökeni olan dinin, veyahut daha da eski bir başka kaynağın ortadan kalkmasına rağmen, varlıklarını sürdürürler; bahusus, bizi ilgilendiren durum daki gibi çağdaşlarından etkilenmek zorunda kalmamış olan ecdat dinine ait bir şekil değiştirme sözkonusu olun ca, cenaze törenlerinin yapılmasında şimdi belirteceğimiz muhafazakarlığın, dini düşüncelerde, en azından kağanın sarayı düzeyinde meydana gelen değişikliğin gerçek ol madığını göstermeye pek gücü yetmez. (Üstelik öyle gö rünüyor ki bu muhafazakarlık mutlak değildir; küçük be lirtiler orada bir zihniyet değişikliğini de ortaya koyar.) Bildiğimiz kadarıyla cenaze törenlerine eşlik eden ayinlerin neler olduklarını hatırlatmak için dayanılan ye gane metin, Julien'e ait olan metin parçasıdır (Docu ments, J.A. , 186, p. 33 1 ) . Bu metin pek tanınmıştır. Bu nunla beraber, açıklamamızı aydınlatmak için, bu metni, yeniden yayınlayacağız. "Bir insan öldiiğii zaman, cesedi çadırma bırakılır. Er keğin ve kadmm oğulları, yeğenleri, akrabaları herbiri bir koyun veya bir at öldiiriirler ve onları ona kurban olarak sımmak içinmiş gibi çadırm önüne yatırır/ar. İç parçalayıcı sesler çıkararak çadırın etrafında yedi kez dönerler; çadırm kapısı öniine gelince de, göz yaşlarıyla birlikte kan aktığı gö rülsün diye bir bıçakla yüzlerini keser/er. Yedi kez döndük ten sonra, durur/ar. O sırada uygun bir gün kararlaştırır/ar ve merhıtmım bindiği atı, aym şekilde kullandığı tüm eDia ları yakarlar. Bwılaruı kiilleri toplamr; özel zamanlarda da öliiyii toprağa gömerler. Bir insan ilkbahar veya yazm öl müşse, onu gömmek için, ağaçlarm yapraklamwı sararıp düşmesi beklenir. Şayet sonbalıarda veya kışın ölmiişse, yapraklarm çıkması, bitkilerin çiçeklenmesi beklenir. O za man bir çukur açılır ve merhum gömlilür. Cenaze töreninin yapılacağı gün, akrabaları ve yakm/arı bir kurban sunarlar, atla koşar/ar, merhıımwı öldiiğü ilk günde yaptıkları gibi
GÖK TÜRK İMPARATORLUGU 1 173
yüzlerini keser/er. Gömme işlemi tamamlandıktan sonra mezarın yanına taşlar yerleştirilir ve bir yazılı levha dikilir. Taşların sayısı, merlıumıın lıayattayken öldürdüğü düş manlarm sayısı ile orantılıdır. Şayet bir kişi öldiirmüşse bir taş dikilir; kendisi için bu taşlardan yüz ve bin kadar dikil miş olan merhumlar vardır. Bir babanın, ağabey'in veya bir amcanın ölümünden sonra, oğul, kiiçük erkek kardeş ve ye ğenler onlarm dul kadınlarıyla ve kızkardeşleriyle evlenir ler. " Bir de (O.c., p. 352), Thomsen'un dikkatimizi çektiği gibi, sadece özel durumları ilgilendiren ilginç aydınlatıcı bilgiler bulunmaktadır; fakat bunlar, büyük §ahsiyetler için, özellikle kağan için uygulanan mevzuat olmalı. "Mezarı belirtmek için, onlar, yüksek bir sınk dikerler ve üst tarafta bir ev inşa ederler; evin içine merlııımun res mini yaparlar, yaşarken katıldığı savaşların tasvirlerini ya parlar. " Bu olaylar, 553 yılına ait olan konu ba§lığı altında anlatılmı§ bulunmaktadır. Bilindiği gibi, 731'de yapılan Kiu-tekin'in, yani Köl-tegin'in cenaze töreni hakkında Çin kaynaklarından edinilen aynı §ekilde bir bilgiye sahibiz. "İmparator (Çin imparatoru), ünvam Kin- ' veya Tsiang-kiwı olan Çang kiu-i'e ve ünvanı Tu-kuan-lang-çu olan Liu-lıiang'a impa ratorluk miilıiiriinün yer aldığı bir buyruk ile başsağlığı di leklerini biiyük KJıan Bilge 'ye gidip götürmelerini, armağan lar vermelerini emretmiştir. İmparator, bir mezar taşı üzeri ne bir yazıt kazmmasını, merlıumun bir heykelinin dikilme sini ve bir mabet (bir ecdat odası) (!) inşa edilmesini emret miştir. Dört duvar üzerine savaş salıneleri resmedilmesi ge rektiğinden, İmparator, altı üstün sanatkfm bu tabloları gerçeğe uygun ve benzer biçimde resmetmekle görevlendirip, KJıan 'm resimleri görünce heyecanlanması için de, bunla rın b u ülkede asla görülmemiş tablolar olmalarmı istemiş tir".
1 74 / GÖK TÜRK İMPARATOR LU(;U
Müzakere konumuzun içine girmese de, hiçbir yetki miz olmadığı halde kendi çevirisinden aktardığımız Çin isimleri hakkında Thomsen'un, duvar resimlerinin yapıl masını, bir mezar taşının dikilmesini ve bir tapınağın inşa edilmesini, Çin i mparatorunun salt girişimine malediyor gibi görünmesi, ilginçtir. Oysa, daha yukarıda aktarılan metin bölümü, iki yüzyıl önceden, sadece pek yüksek şahsiyetlere tahsis edilmiş olsalar bile, bu son iki uygula manın daha önceleri mevcut olduğunu pekala göster mektedir. Buna karşılık, .yazılı mezar taşının dikimi, bir yenilikmiş gibi görünüyor. Çinden esinlenerek yapılmış olmasın? Ne B .T. anıtı, ne Ongin anıtı, ikisi de K.T. anıt larından daha öneeye ait olan bu iki anıt, Çin müdahale sine hiçbir şey borçlu değillerdir. K.T. anıtlarının bizzat kendileri, kesinlikle Türk anıtlarıdır. Onlardaki Çince ya zıt ayrı birşeydir ve apayrı bir üsluptadır. Ayrıca doğuya ait olduğu kadar batıya da pekala ait olabilen bir örnek alma fikrini reddetmeksizin, mezarın yerini belirtmeye yönelik ilkel sırığın, mezar taşı şeklinde sanatsal bir sonuca varmasını, memnuniyetle göreceğiz. Bu faraziye çerçevesinde adetler aynen sürüp gittiği hal de, fikirlerde kendini göstermiş olan evrime ait temel be lirtilerden birini, orada yakalıyoruz. Bir başka belirtinin çatısını, "balbaf'ların ku1lanımı kurar, daha ilerde bundan bahsedeceğiz. Bununla birlikte, Çinli vak'anüvis'in metnine ait şu malumatı unutmamak gerekir: "O ( İ mparator), altı bü yük sanatkarı, bu ülkede asla görülmemiş şekilde, gerçe ğe uygun ve benzer tasvirler (savaş sahneleri) yapmakla görevlendirdi". Ya bu yöntem, basit bir klişedir; ya da bozkırların "barbar-vahşi" sanatı karşısında Çin sanatının üstünlüğünün tasdikini içermektedir. Bu üstünlük bize göre en azından yontu sanatında ve kuyumculukta görül düğü üzere, Yukan-Asya'nın tekniğinin hakim özelliğiy miş gibi görünen bir üsluplaştırmaya karşı, Çin resim sa natının gerçekçiliğinden ileri gelecektir. Hemen akla al-
GÖKTÜRK İ MPARATORLUGU 1 115
çak gönüllülük getirilir; bu alçak gönüllülük ile kültürlü bir Çinli, bu "ilkel" sanatı gözönünde bulundurabilirdi. * * *
Şimdi büyük bir §ahsiyetin vefatının ardından yapı lan ayinlerin tümünü, Türk anıtlarına ait metinde kar§ı mıza çıktığı §ekle göre inceleyelim. Tonyukuk'un anıtında bunlara ait iz bo§una arana caktı. Şayet, bu, e§siz §ahsiyete ait hakim bir özellik ise, bu, onun ölüme kar§ı duyarsızlığı olabilir. Bizzat İ lteri§ Türk ulusunu canlandırmadan önce, Türk ulusunun top yekLın yokolma tehlikesi, sadece Tonyukuk'u etkilemi§ tir. İ lteri§'in ölümüne ait onun ağzından bir tek kelime çıkmaz; oysa, olayın kahramanı odur. Katun'un ölümün den bahsederken, o, sadece "yok bol-" (yok olmak) fiilini kullanmaktadır; bu "dinsiz"in ağzına yakı§an tek sözcük tür; o ölümden sözederken, bu, ona göre karde§i İ lte ri§'in erdemlerine sahip olmayan Kapgan Kağana sert bir ele§tiride bulunmak fırsatını kendisine verir. Kapgan Ka ğan bilhassa onun yetkilerini elinden almak gibi affedil mez hata i§ler. Türk ordusunun içinde bulunduğu kritik bir durumda Katuna mahsus cenaze törenleri, ona, sade ce bir bahane ve bir kaçamak gibi görünmektedir; ݧ, bunlara, Kağan'ın iki yüzlülüğünü de ilave etmeğe kadar varıyor. Bizim öğrenebileceğimiz ölçüde, Ongin yazıtı, cena ze ayini hakkında bize hiçbir ayrıntılı bilgi de vermez. "Ölmek" fiili olarak, yazar, Tonyukuk gibi, ''yok bol-" (sa tır 1 )'u kullanmaktadır; bundan ba§ka da, "adrıl-" (ayrıl mak)'ın daha da can sıkıcı "ivedi" §ekli olan, fiilden yap ma bile§ik deyim "adrılu bar-" (satır 1 2) 'u kullanmakta dır. Buna kar§ılık, K.T. anıtları, çok zengin bilgi verir. Onları tetkikte, 553 yılına ait sütun altında Çinli vak'anüvisin benimsediği sırayı izleyeceğiz.
176 / GÖK TÜRK İ MPARATORLUGU
Çin metninde sadece yakın akrabalığa tahsis edilmiş olan sungular -fakat belki de burada topluma ait adet sözkonusudur-, komşu ulusların elçileri tarafından mer hum Kağana sunulur. Köl-tegin'in ölümünün sözkonusu olduğu I. K. 1 2'de, sadece Çin sungulan zikredilmiştir: "Liken ( = Lu Hiang) onbin parça ipek, altın, gümüş ge tirmiş; altının, gümüşün ise haddi hesabı yok". Il. G. ll 'de bizzat Bilge'nin ölümü dolayısıyla sunulan Çin sun gularının listesi daha tamdır; hoş kokulu esanslar, yine ipek, altın, gümüş, ve nihayet günlük yerine kullanılan sandalağacı odunu. Ayrıca, başka uluslar, ülkelerinin hayvaniarına ait en kıymetli sunguları getirirler: binek at ları, siyah samurlar, mavi sincaplar. Ulusal yanıp yakınmalar, VIII. yüzyılda VI. yüzyılda kinden daha az yer tutmaz. Hatta yeni dünyanın en uy garlaşmış bölgeleri olarak geçinen yörelerde bile, adet, yok olmaktan uzaktır. K.T. anıtlannın iki metin parçasın da, cenaze töreni fikri, ağlayıp sıziama (ağıt) fikrine sıkı sıkıya bağlıdır. I.D., 4 ile Il. D. 5'de şunu okuyoruz. "sığ lamış yağlamış (onlar ağladılar ve cenaze törenini yaptı lar)", aynı şekilde I. D. 4'de ve II. D. 5'te, I. K. l l 'deki gi bi şu ifadeyi okuyoruz: ''yağçı sığıtçı". Bazin'in çevirisi şöy le: "Onların cenaze törenlerini yapmak ve onları ağiat mak için". Bu çeviriyi aşırı çekingence bulmak duygusuna kendimizi kaptıracaktık. Her iki durumda da, sözdizim sel genel durumun içine daha güçlükle girmemize rağ men, ''yağçı" ile "sığıtçı"da daha çok ancak fiil tabanların dan kaynaklanabilecek olan "-çı" takılı ''futur intentiannel (kararlaştırılmış gelecek zaman)"lerden daha çok, ''yağ" ile "sığıt" isim tabanlarından meydana getirilmiş olan gö revli adı, meslek adı karşımıza çıkacaktır. Bu tabanlar dan biri, en azından pek tanınmıştır: ''yağla-" (cenaze me rasimi yapmak). Şayet böyle idiyse; cenaze törenine ka tılmış olan ulusların, yapılan bu törene, görevliler ve uz manlar, ağıtçı erkekler (veya kadınlar) yolladıklarını ka bul etmek gerekecektir. Ne olursa olsun, Mlle von Gaba-
GÖK TÜRK İMPARATORLUGU / 177
in'in "sığıtçı" hakkındaki yorumu ["Travergefolge (cenaze alayı)"] kabul edilecek gibi değil; oysa, onun "sığla" için yaptığı yorum [(wehklagen : feryat et)] mükemmeldir. "Sığıt" (ağlayıp-sızlama)'ın anlamı, bizzat anıtlarda, "Köz de yaş ke/ser tıda könülte sığıt kelser" ( = Gözlerden ya§ lar akarsa, ruhtan ve kalpten ağlamalar, hıçkırıklar çıkarsa) cümlesinin içerdiği, gitgide yükselen tonlama ile üstü ka palı bir §ekilde verilmi§tir. Yüzün kesilip yırtılması, aynı §ekilde, II. G. 12'deki metin parçasıyla kanıtlanmı§tır: "Cenaze törenine gelen bütün bu uluslar, saçlarını ve kulaklarını keserler". Ora da elbette bir acıyı hafifletme adeti sözkonusuymu§ gibi görünüyor. Bu gösteri daha ziyade büyük acıya aittir, sembolikle§mi§tir; 572 Turksanth'ın babası Silzibul'un ölümü üzerine (Chavannes, D. T. , o., p.240), kendisinden bu toplantıya katılması istenen Valentin'in, bu gösteriye daha seve seve katılmı§ olduğu gerçek gibi görünüyor. Fakat o zamanlar, ayinin tüm ağırlığı içinde bir bıçakla yüzün kesilmesi (daha önce bildirilen tanığın verdiği ifa deye göre) hadisesi gerçekle§iyordu ve Gök i mparatoru nun temsilcisinin cenaze merasimine katılması için, han gi kurnazlıklara sahip olursa olsun, bütün Çin kurnazlığı nı kullanması gerekiyordu. Cenaze wreninin tarihi hakkında, yazıtsal belgeler, seyyahların gözlemlerini tamamen doğrular. I'in Ku zey-Doğu yüzündeki bir tek satırdan, Köl-Tegin'in ölüm tarihini ve cenaze töreni gününü tam olarak öğreniyoruz; M. Bazin'in hesaplarına göre: Koyun Yılının 1 7. giinii, ya ni 27 Şubat 731 ve aynı yı/m dokuzuncu ayının 27. günü; yani I Kasım 731 . Aynı §ekilde, Il'nin Güney yüzündeki satır l O'da, Bilge'yi ilgilendiren hususlarda, akla uygun gelen bilgile re sahip oluyoruz. Bilge, Köpek yılının onuncu ayının 26. günü, yani 25 kasım 734'de ölmü§tür ve Domuz yılının be§inci ayının 27. günü, yani 22 haziran 735'de gömül-
1 78 / GÖK TÜRK i M PARATORLUGU
mü§tür (Aynı §ekilde bu tarihler; M. Bazin tarafından tespit edilmi§tir). Dekorasyon ve süsleme meselesini daha önceden ele almı§ bulunuyoruz. K.T. anıtlarının ı§ığında, bu mesele ye, tekrar dönmemiz gerekiyor. Anıt I'in Güney yüzün deki 12. ve 13. satırlarda §unlar okunmaktadır: "Ben, ebe df taşm siislemesini yaptırmak için, Çin kağanmm yanm dan dekaratörler getirttim ve dekorasyomı yaptırttım. Mesa jım reddedilmedi: Çin kağammn saraymdaki görevli deko ratörler buraya gönderildi. Ayrıca bir bina inşa ettirdim; üs telik içten ve dıştan dekore ettirdim, .... taşa yazı kazıttım" (çev. B.). Anıt Il. Kuzey yüzü, satır 14, bir parça daha kısadır, fakat aynı ana metne aittir. Anıt II'nin Güney-Batı yüzündeki bir tek satırda yer alan, Bilge'nin yeğenine bağlı olan yorum, ilk ikiden önemli derecede ayrılır. Gerçekten de §U sözler okunu yor: "Tiiriik Bilge kağanmm yazılım, ben Yollığ Tegin, yaz dırdım. Sanatkarları buraya - ?- getirterek, ben Yollığ Tegin Türiik Bilge Kağan 'm yeğeni burada bir ay dört gün ikiimet ederek, bütün bu yazıtları yazdım, bütün bıı dekorasyonları yaptırdım, bütün bıı binayı inşa ettirdim. " Nihayet II'nin Güney yüzündeki satır l S'de §U ifade okunuyor: "Ağır taşı, kocaman taşı, begler ve Tiiriik ulusu düze/tip güzelleştirmeye çalıştılar ve derhal onıı biçimlendir diler. " (çev. B.). Bu metinlerden, mezar ta§larının, binaların yapımı na ait te§ebbüsün, dekorasyon gibi Türklere ait olduğu ve eski bir adete tekabül etmesi gerektiği anla§ılıyor. Fa kat, §Üphesiz daha tecrübeli olan Çinli i§çilere ba§vurulu yor. Çinli i§çilerin eserde payları nedir? Buraya kadarki açıklamalarda i§in tamamı onlara atfedilmi§tir; yani, sa dece dekorasyon değil, harflerin ta§a oyularak yazılması bile. Metin tam tarnma akla uygun karar vermeye fırsat vermemektedir. Çinli i§çiler, hem "bediz" isim kökünden, hem "bediz-" fiil kökünden türemi§ bir isim olan "bedizci"
GÖK TÜRK İ MPARATORLUCU / 179
adı altında gösterilmi§lerdir. Bu sözcüğün anlamı pek ge neldir ve "dekorasyon" kavramını belirtmektedir. Ka§gari §U deyimi vermektedir: "bedher burkhan"; Ka§gari onu "heykel" olarak yorumluyor. "Bedlıer'', aynı §ekilde, "be der" biçimiyle verilmi§tir; "beder" bizim "bediz"imizdir. "Bedlıer burkhan", bir Buda heykelini belirtmektedir. Çinli i§çiler o halde heykeltıra§lar ol�alı. Fakat §U üç mülahaza hesaba katılırsa: a) "bediz", süs anlamına sahiptir (Ba§vur: Ka§gari: bedlıizlig ev: süslü ev); b) Yollığ Tegin binanın hem iç hem dı§ dekorasyo nundan bahsetmektedir; c) Çinli vak'anüvislerin söylediklerine bakılırsa, iç dekorasyon, resimden ve duvar portrelerinden ibarettir; Çin i§çileri, hem içteki resimlerin yapımıyla, hem de dı§ ta bulunan heykellerin yapımıyla görevlendirilmi§lerdi; üstelik 1 890 Finlandiya seferinde, onların kalıntılarının fotoğrafları çekilmi§tir (lnscription de /'Orklıon, Helsing fors, 1892, Planches 39 a 43). Mezar ta§ının dikimi ile harflerin ta§a yontutması daha nazik bir sorun ortaya çıkarmaktadır: Şu cümle pek hafife alınamayacaktır: "Ağır taşı, kos kocaman taşı begler ve Türük ulusu işlediler (yontup, dü zeltip, güzelle§tirdiler) ve derhal ona bir şekil verdiler". Bu cümle, bütün bir ulusun kağan için kendisine yara§an bir anıt dikrneğe yönelik a§k ve §evkini ima etmek istiyor. Fakat cümle, bunların yapımcılarının bizzat Türklerin kendileri oldukları ve Çinlilerin, hiç olmazsa kaba ta§ın harfleri kabul etmesini sağlamak için yontutup perdalı lanması i§ini yapmı§ oldukları fikrini içermiyor değil. Bu i§lem, iki zamanda yapılmı§ gibi görünüyor: varsayımın iki fıilin mevcudiyetine dayanmı§ olduğu ortaya çıkıyor: "bitti-" ve "tokı-". Birincisi, Çince "pi-" ''piet" (resim fırçası) (bak. Gabain, A.G. Glossar) "resim fırçasıyla yazmak." İkincisi tam olarak Türkçedir; "vurmak" anlamını ta§ı maktadır; özellikle askeri teknik lı1gatte yer alır; Thom-
180/ GÖK TÜRK iMPARATORLUGU
sen'a göre, orada, o, "kılıçla veya belki de baltayla vur mak anlamına sahiptir (l. O.D., n.42, p. 1 56). "Taş tokı-", §U halde "ta§ı dövmek (kazı kalemiyle veya yontma kale miyle ), kazımak-yontmak" demek oluyor. Tonyukuk, sadece birinci fiili, oldurgan biçimde kul lanmaktadır "hitit-" (Satır 58=bitit-dim: "yazdırdım"). Ongin anıtında böyle hiçbir §ey yoktur. K.T.'nin her iki anıtında, iki §ekil kullanılmı§tır. Fakat biz itiraz kabul etmez apaçık bir olayın kar§ısında bulunuyoruz: "biti-", dört kez (1. D. 13; I. G.D; I. G.B.; II G.B.) kullanılmı§ olup hep basit §ekil altında bulunur. Buna kar§ılık, üç durumda, "tokı-", bizi burada ilgilendiren anlamda kulla nılmı§tır; anıt I (K. 12 ve 13)'de oldurgan çatıya sahiptir; oysa, anıt II (K. 14)'de basit çatılıdır. I'deki deği§iklikler, doğal olarak tercih edilir durumdadır; çünkü Yollıg'ın hakkak'a dönü§ebilmi§ olması, saçma görünüyor. Buna kar§ılık, metni onun yazmı§ olması, pekala akla uygun dur. Hangi model kullanılmı§tır? Hakkak'a verilmi§ bir model (örnek) sözkonusu mudur? veya Yollıg resim fır çasıyla ta§ın üzerine harfleri bizzat kendisi mi yazmı§tır ("biti-"nin birinci anlamına bak.)? İ kincisini daha çok §ahsen benimseyerek her iki varsayımı takdim ediyoruz. Her ne olursa olsun, Yollıg Tegin, bizzat kendinin tanık olarak verdiği ifadeye göre, bir ay dört gün süren çalı§malara, pek aktif bir §ekilde katılmak zorunda kal mı§tır; eğer in§aat malzemesinin ve yazısal sistemin kar ma§ıklığı hesaba katılırsa, bu süre, yapıının dikkate değer bir çabuklukta gerçekle§tiğini gösterir . • * *
Çinli vak'anüvis, merhumun mezarının yanına kur banlarının sayısıyla orantılı sayıda ta§ın üst üste yığıldı ğından da bahsetmektediL Bu adet devam ettiğine göre, adetİn de sanatsal ve simgesel bir evrim geçirdiğini §imdi göreceğiz. Ta§ yığımından sonra bir "balbal"ın dikimi i§i gelir. Barthold, sözcüğün Çince kökenli olmasının müm-
GÖK TÜRK İMPARATORLUGU 1 ısı
kün olduğunu düşünür. Bu sözcüğün, bir dü§man §efini temsil eden bir yontuyu gösterdiği hususunda artık hiçbir §Üphe bulunmamaktadır. Barthold, Güney Rusya'nın bozkırlarında bulunan "Kamenyia baby" (taştan kadın lar)'i onlara benzetir; §U halde onlar Türktür; üstelik, Barthold, Radloffa rağmen haklıdır (bk. Barthold, His toire des Turcs d'Asie Centrale, traduction Française, pp. 14 et 15). Bu heykellerin dikiminin yanı sıra yapılan ayin hakkında herhangi bir açıklama yapacak durumda mıyız? Sözcük B.T. yazıtında yer almamaktadır. Ongin yazı lının 3. satırında "ha/bal kışdım"a rastlanır; orada bir top luluk adıyla birliktedir: "alp erin"; bu ifade, sözcüğü çoğul söylemeye sevkediyor: "yiğit insanların" "ba/baf'ları. Söz cük kurbanın adı olan "İşbara (?) tarkan" ile birlikte, me zardan itibaren başlayan ta§ dizisinin birinci ta§ı üzerinde yer almaktadır. K.T. anıtlarında ise, dört kez ortaya çıkmaktadır: 1 ) "ba/bal tikmiş" (1. D. 1 6/11. D. 13), kurban Baz ka ğan adıyla birlikte bulunuyor. 2) "balbal tikdim" (l. D. 25), kurban Kırgız kağan ol duğundan dolayı bu ifadeye yer verilmiş. 3) "balbal kı/u bertim" (Il. G. 7), burada kurban(-lar) zımnen belirtilmi§ bulunuyor(-lar) ve önde bulunan fiilin tümleci olarak yer alıyor( -lar). Ongin yazıtındaki gibi "alp erin" (yiğit ki§iler)'dir, bunlar. 4) "balbal tike berdim" (Il. G. 9), kurban olarak gene ral Ku ile birlikte yer almaktadır. "Balbal tik-" ifadesi, hiçbir işareti gerektirmemektedir; "tik-" (çağdaşı: dik mek) fiili, "dikmek" (bir heykel-) anlamını ta§ımaktadır. Fakat, ilk iki örnekte, cümle "baş/ayıt" ile başlamak tadır. Bu "başla-" (ba§lamak) bağ-fiil (ulaç)'in, basit bir zaman zarfı olarak yorumlanmış olması gerekmez mi?: "Başlangıç kısmı" (ayinin) "ba§langıçta", veya "ba§langıç olarak, ba§ kısımda" gibi bir değere mi sahip? Bu varsa yımda, "başlayu", sırf "tik-" ile ("kıl-" ile değil, daha aşağı-
ı82 / GÖK TURK İMPARATORLUGU
ya bakın) bulunur; "Bütün öteki balbalların baş tarafına, x . .'inkini diktirdim" gibilerden anlam taşır. "Kıl-"a gelince; değişik şekli "kış-" gibi onun. On gin'deki deği§ik §ekli "kış-" [ba§vur B.T. "kağan kış", ve olumsuz §ekilleri olan "yok kış" (yıkmak, yok etmek)), ge nellikle "yapmak, yaratmak" anlamına sahiptir. Fakat ya zıtların yapımcıları tarafından yapılmı§ olan pek belirgin işi vermek olduğundan, o, "hayırlı herhangi bir§ey yap mak, kutsal bir hareket yapmak" anlamına sahip olmalı. Bu, "namaz kılmak" (ibadetini yapmak) gibi ifadelerde bugün hala sahip olduğu anlamdır. Balbalların bizzat ya pımı, bizim bilmediğimiz bir ayinin e§liğinde olmu§ ol malı. Bu ayinin tarihi hakkında, Il. G, 7, ilginç bir bilgi sunar. Metin §öyle demektedir. "Onların yiğitlerini öl dürmü§ olduğundan, derhal balbal'lar yaptım (ivedi bi çim-çatı)". Şu halde sava§ın hemen ardından "balbaf'ların yapımı ba§lamaktadır ve "zafer abideleri" (mükemmel çeviri B.) galibin cenaze töreni sırasında dikili bulunur. Bu, "kıl- (veya kı§-) ile "tık-" iki fiilin kullanımının or taya çıkardığı meseleyi çözümler ve aynı zamanda, "baş layu"nun yorumu için uygun çözüm sunar. Kısacası, sözkonusu olan §eyler, §öyle ortaya çık maktadır: Savaşın sonunda veya savaştan az zaman sonra galip gelen §ef veya önde gelen şefiere ait birer heykel yapılmaktadır; sonra okuyup üflemeler içerebilen dini bir tören sırasında herbirini takdis ederler. Kahramanın ölümünde, kabrinin yanında, askeri başarılarının simgesi (belirtisi) olarak "balbaf'ların tümü dikilir ve sıranın ba§ı na, muhtemelen mezarın en yakınındaki yere, en ünlü dü§manın "balbaf'ı konur. Olsa olsa, bu şerefli yer, İ lte riş'in cenaze töreni sırasında, Baz Kağan'a aittir (1. D. 1 6/11. D. 1 3). Önceki metinden öğrendiğimiz gibi, Baz Kağan, Oğuzdur ve İ lteriş'in saltanatı, bu ulusun teslim olmasıyla başlar. Aynı şekilde İ şbara (?) tarkana ait olan yer; Ongin yazıtma göre, bu yer, mezarın hemen hemen baş ucudur. .
GÖK TÜRK İMPARATORLUGU 1 183
Şayet bu yorum kabul edilirse, Radloff tarafından sorulan soruya cevap verilebilir. Türk kağanlarının me zarlarının yanında yenik düşen düşman ordu komutanla rının öldürülmeleri olayı cereyan etmiş midir; Radloff, bunu öğrenmek açısından, cevap istiyordu. Çağımız açı sından, cevap kesinlikle olumsuzdur. Bu durum, böyle uygulamalar hakkında, Bizansh görgü tanıklarını hiçbir bakımdan yalanlamaz; fakat bu uygulamalar, başka bir zamana aittir. Böylelikle, kaba taşlar yığınından kaynaklanan "bal bal"ın yapımının, sadece estetik özelliğe ait bir evrimi de ğil, adetlere ait doğruluğu aşikar bir "insanlaştırma"yı da gösterdiğini kesin olarak söylemekten çekinmiyoruz. * * >1<
Cenaze törenleri konusunda, bir başka ilginç mesele, Barthold tarafından ortaya atılmıştır: Cesetlerin gömül mesi veya yıkılınası adeti var mıydı? Bozkırın mezarların da ölü yakma ile ilgili izierin varlığı hakkındaki Rad loffun müşahedelerinden ve memleketlerine sığınmış olan mülteciterin cenaze törenlerine giden Çintilerin an lattıklarından yola çıkan, Barthold, şu sonuca varmıştır: "bir yanlış düşünce, şu halde, hemen hemen reddedilmiş bulunuyor"; şunu bilelim: Orhan Türklerinde ölüler yakı lacaktır. Bir kez daha bizim şimdiye dek karşı çıktığımız yöntem, genelleştirilmiştir. İ ncelememiz ilerledikçe, boz kıra ait adetin bir tane olmadığı kanaatına sahip olduk. Dıştan biçim birliği görünümlerinde olan adet, gerçekte pek çeşitliydi; üstelik ilk ve son olarak sunulması yanhştı; öyle de olsa böyle de olsa, adet değişmiştir; fakat kesinti siz bir biçimde. Barthold'unkine ters düşen bir anlamda, S. Julien'in sözünü ettiği tanık ifadesi (bk. daha yukarıya) ileri sürü lebilir; orada terimler, hiçbir yanlış anlamaya fırsat ver-
1 � / GÖK TÜRK i MPARATORLUGU
mez: "ölü gömülmektedir", "bir çukur kazılıp, o gömülü yar", "definden sonra"; fakat ba§ka zamanlar ve ba§ka yerler sözkonusu olduğundan; bütün diğer belgeler, be lirtmi§ olduğumuz bazı küçük farktarla beraber, aynı za manı belirttikleri halde; kanıt, birincisinden daha fazla değere sahip değildir. Genel olarak "cenaze töreni yapmak" demek olan ''yoğ/a-" fiili, hiçbir aydıntatıcı bilgi getirmez. Ondan türe mi§ olan ''yoğ" ismi, asla daha aydınlık değildir. Ka§ga ri'ye göre, o, "matem, yani ölünün gömülmesini izleyen üç ya da yedi gün esnasında ölünün onuruna verilen ye mek" anlamına gelmektedir. Aynı sözlük yazarına göre, ''yoğla-" fiili, sadece, "ölünün onuruna yemek sunmak" anlamına sahiptir. Fakat burada daha sonraki zamanlara ait olan adetler sözkonusudur. "Yoğ"un köküne ait bir bilgi ke§fedilmedikçe, ke§fedilmesi olasılığı da az görü nüyor; bu yöndeki her ara§tırma bo§una olur. Meselenin anahtarının Anıt I'in Güney yüzünün ll. satırının bir bölümünde bulunması mümkün. Satırın so nundaki ifadeyi, M. Bazin §Öyle yorumlamaktadır: "O hü zün verici kefeni getirdi ve onu dikti". Orhan Türklerinin, ölülerini kefenledikleri ispatlanmı§ oluyor. Fakat mesele, yine de bitmi§ değil. Radloffun kazılarının da, Prof. Vladimirtsov'un ka zılarının da, "Kiıan"ların gömülü bulunduğu bölgede me zarların ke§fiyle sonuçlanmadığını, Barthold bildirmekte dir. izlemekte güçlük çekilen bir dü§ünme düzeni §eklin deki bir muhakeme ile, o bundan, Khan'ların gömülmesi için birçok mezarın muhtemelen hazırlanmı§ olduğu ve Khan'ların cesedinin veya küllerinin koyulduğu yerin giz lenmeğe çalı§ıldığı sonucunu çıkarmı§tır. Çok değerli Rus tarihçinin görü§leri kabul edilecek olursa; kazıların, aksine, çok daha fazla mezar, fakat bo§ mezar ortaya çı karılmasını beklemek gerekecek. Öte yandan, ba§ka uluslarda mü§ahede edilen, onları mezar sayısını çoğalt maya sevkeden bu kutsal yerleri küçümseme korkusunu,
GÖK TÜRK İMPARATORLUGU / 185
Türklere atfetmek, doğru olmaz. Cenaze odalarının, gömme yerine ait aynı arsa üzerinde in§a edilmi§ olduk Iarını apaçık biçimde doğrulamaları için metinlere ba§ vurmak olmaz. Mezarın yakınında, aynı §ekilde dikili ta§ lar, mezar ta§ları ve büyük §ahsiyetler için "balbaf'lar bu lunuyordu. Mezarların bulunmayışı, belki bir kefenin içinde dikilmi§ bulunan ceset bir mezarın içine yerleştiril meyip, doğrudan doğruya toprağa yerle§tirilmesi olgu sundan ileri geldiği şeklinde izah edilecektir. Fakat bu sadece saf bir tahmindir. Vefatı definden ayıran altı ay süresinde cenazenin muhafazası meselesi kalıyor ... Hiç olmazsa basit bir tah nit etme i§lemi mi vardı? Muhtemelen bunu asla bileme yeceğiz. * * *
Dikkate değer son husus; bir babanın, bir erkek kar deşin veya bir amcanın ölümünde, oğulun, küçük erkek kardeşin ve erkek yeğenlerin, onların dul e§leriyle veya kız karde§leri ile evlenmeleri ile ilgili adete ait husustur. Elli yıllık tarihi anlatan çe§itli anıtların, İ lteriş'in ölümün de olsun, Kapgan'ın ölümünde olsun, nihayet Kültegin'in ölümünde olsun, böyle bir eviilikten bahsetmek fırsatını bir kez olsun elde edememiş olmaları pek garip olacak tır. Bizi ilgilendiren döneme ait Çin belgeleri, onlar bile, bu türden hiçbir olay belirtmezler. Chavannes ve S. Juli en tarafından yorumlanmış olan belgeler söz konusudur. Bütün bunların tersine, siyasi sıkıntıların, pek çok ba§ka hükümdarhklardaki gibi "esas" e§ (karı)'den daha küçük eşin seçiminde baskın bir rol aynadıkları sonucu çıkıyor. Bir dul kağan karısı, kendi oğlunun yuvasında sadece ni kahsız bir karı olmaya razı olacak mıdır? Kabul edilmesi zor birşey bu. Thomsen'un alelacele yaptığı bir yorum, bu hususta bir §Üphe bırakabilecektir. Anıt I'in Doğu yü-
ı86/ GÖK TÜRK İ MPARATORLUGU
zünün satır 3 l'i "Umay teg ögim katun kııtma Köl-tegin er at boltı" "Tanrıça Umay'a benzeyen annem Katun'un mutluluğu yönünden, karde�im Köl-tegin onun kocasının yerine (tam anlamıyla: isim) geçti(?)" �eklinde çeviriyar (s.14l'deki not: 10). Bereket versin ki, bu not, herhangi bir hafifletme getirmektedir: "er at boldy'', kelimesi keli mesine: "o, ona, koca adı oluyor", yani koca (en azından isim); ya da, "o, onun kocasının yerine geçiyor". Kararsız lık apaçık görülebiliyor. S. Julien'i dikkatle okuduğu an la�ılan Thomsen, bizim bir cinayet olarak değerlendire ceğimiz bu evlenmeyi kabul etmeye zorlanmı�tır; daha sonra kendini toparlamı� ve çevirisini hoş bir parantez ile süsleyerek yumu�atmı�tır. "Er at", "erkek adı, erkeğe ya ra�ır ad" anlamını ta�ıyor. Bu ifadenin: "er at bultı" olarak okunmuş olması gerekir. Tüm cümle: "Annem Katun'un saadeti için, erkek karde�im Köl-tegin, erkeğe yaraşır adını başarıyla elde etti, kazandı" şeklini alıyor. Bu açıklamalar kağanların karılarının siyasette az ya da çok bir rol oynamış oldukları varsayımını doğal olarak ortadan kaldırmamaktadır. Bu durum, özellikle, son ka ğan Ozmış'ın saltanatı zamanında olmuştur. Ozmı§'ın annesi, gerçekten can çeki�en İ mparatorluğu yönetmi� tir.
Kıı dere Ait Sayılar Cenaze törenlerinin tetkikinde, ölünün akrabaları nın ve dostlarının yedi kez cesedin etrafında dönmeleri olayını kasten ihmal etmiş bulunuyoruz. Anıtlarda, kendi niteliği gereği olarak böylesine herkesin yaptığı beylikle� mi� bir uygulamanın onaylanması, pek beklenemeyecek tir. Fakat 7 rakamı, dikkate değerdir; çünkü yazgısal bir değere sahipmiş gibi görünmektedir. Çoktan, Theophy lacte Simocatta (O.c., VII. 7)'nin zamanında, kağan, Bi zans İ mparatoruna hitap ederken kendini şöyle adlandı-
GÖK TÜRK İMPARATORLUGU / 187
rır: "Chaganus magnus, despota septem gentium et domi nus septem mundi climatum". Doğu'da, Çin kozmik görü §Ünün etkisi altında, dünyanın 7 ulusu ve 7 iklimi, dünya nın 4 kö§esiyle yer deği§tirmi§tir: "tört bulun". Fakat 7 ra kamı ayrıca görünmektedir. B.T.'de, İ lteriıı'in çevresinde toplanan adamların sa yısı "yedi" yüzdür (satır 4). K.T.'de ilkel sayılar aynı durumdadır. "on-yedi". Bir araya geliııler, hızla ''yetmiş" oluyor (1. D. 1 0 ve 1 1/11. D. ll ve 12); daha sonra ''yedi yüz" (aynı satır); rakam B.T. tarafından çoktan verilm i§ bulunmaktadır. Al}ağıdaki tarihlerde muhtemelen sadece basit bir dü§ümde§lik vardır; fakat Köl-tegin'in ''yedi" ya§ında ye tim kalmış olması §aşırtıcıdır; fakat, kendi niteliği gereği olarak, hiçbir önem arzetmeyen bu tarih, niçin kaydedil mi§ olacaktır? O, ilk ayın "onyedinci" günü ölmüş olsa, kırk- ''yedinci" ya§ına girecekken, dokuzuncu ayın yirmi ''yedinci" günü onun cenaze töreni yapılmııı olmalı ve er tesi senenin ''yedinci" ayının yirmi- ''yedinci" günü, mezar ta§ı yazıtı tamamlanmış olmalı. Hemen hemen, bunun sonu, insanın kendi kendine bu tarihler doğru mu? d iye soru sormasına varıyor. Ayrıca bu oyun daha ileri götü rülebilecektir: yirmi- "yedi", "üç" ile "dokuz"un çarpımıdır. Aynı şekilde, Kapgan, tahta, yirmi- "yedi" yaşında çıkar. Daha iyisi de var: Bilge'nin ifadesinde görmüştük, Köl-tegin "kırk-yedi" yaşında ölmüştür. Birinci sayıyı ver meye, sonucun varması için; arada küçük bir aldatmaca, pekala olabilecektir. Fakat İ lteriş, Bilge'nin daima söyle diğine göre, aynı sayının rol oynadığı savaşa girişmi§tir: "kırk-yedi"; ilk sayı rol oynamaktadır; ve yirmi kavga (40 ve 20 sayıları S'in katıdır). Oysa, Tonyukuk'un söyledik lerine bakılırsa, İl teri§'in yaptığı seferlerin sayısı ''yir mi-dokuz", aynı şekilde ilk sayı gözönünde bulundurulu yor, seferler pekala şaşkınlık uyanduacak bir biçimde şu şekilde bölüştürülmüş: Çiniilere karşı "on-yedi", Ki tay'lara karşı ''yedi", Oğuzlara kaf§ı "beş" sefer. Her iki
1 � / GÖK TÜRK İMPARATORLUGU
durumda ilk sayıların tekran ne kadar §a§ırtıcı ise, sayıla rın farklılığı da en azından o kadar §a§ırtıcıdır. Oyunun kendi kendine devam ettiği söylenebilir: Bilge'ye göre, Kapgan ile birlikte, kendisi, ''yirmi-beş" seferi (5'in kare si) ve "onüç" (bir asal sayı daha!) çarpı§mayı yönetmi§ ol malı. Bilge tarafından verilen rakamların tarihi gerçekle bağda§madıkları gözönünde bulundurulursa, bu mü§ahe de, daha da §a§kınlık verici olur; Kapgan, kesinlikle İ lte ri§'ten daha fazla sava§a giri§mi§tir. Bir babanın anısı uğ runa, saygı ve sevgi dolu bir aldatmacadır, bu. Hiç §Üphesiz, bu açıklamalardan hiçbir sonuç çıkarı lamayacaktır. Belki de, bütün rakamlar barikulade bir değere sahiptiler. Belki de biz muhayyilemizin kurbanı yız. Karar vermek için daha geni§ bir inceleme gereke cektir; bizim buna te§ebbüs etmek için zamanımız olma dı.
VI.
BÖLÜ M DİL
Düşüncenin İfadesi Bu incelemenin birinci bölümünde, dil tarihçisi ve kar§ıla§tırmalı dil bilimeisi açısından, anıtların arzettikle ri dikkate değer önemi çözümlerneyi onlara bırakmı§tık. VIII. yüzyılın ilk yarısında, Orhon, Tola ve Ongin üçge ninde, zaman ve mekan gözönünde bulundurulacak olur sa, geni§liği pek büyük olan, yazrtlara ait bir edebiyatla il gili, nasıl e§i benzeri olmayan bir olayla kar§ıla§tığımızı da söylemi§tik. Onları inceleyen dilbilgisi uzmanı, bizzat kaynakta bulunur ve bu kadar özellik arzeden bu dilin yapısı hak kında, ayrı ayrı cinsten unsurlar, az miktarda da olsa, ge lip onun orijinal karakterini deği§ikliğe uğratmadanki döneme ait bilgileri kaynağın kendinden edinir. Aynı §ekilde, sözlük yazarı, orada, büyük bir arılık içeren bir sözcük dağarcığı bulma §ansına, elbette sahip tir. Türkçe ile Moğalcanın akrabalığı hakkında yapılan bugünkü incelemeler, hangi sonuçlara varırsa varsın; mü§terek dil olan Altay dilinin tanımında yapılabilecek ilerlemeler neler olursa olsun; Gök Türklerinin yazıtsal anıtları, Türk dilinin ilk "klasik" belgeleri olarak kalacak lardır. Belli bir sayıdaki unvanlar hesaba katılmazsa, bu unvaniarın pek çoğu İ rancadan gelmedir, tarihleri eski dir: "katun, yabgu, şad, vs ... gibi"; bazıları ise, Çinceden
1 00 / GÖK TÜRK İMPARATORLUGU
gelmektedir: "tutuk, sengün, ong" gibi. Türkçeden önce si yasi ve idari kelime dağarcığına ihtiyacı olmuş olan bu dillerde, alıntı kelimeler, hemen hemen yoktur. İ nci'nin adı olan sadece "Yençü"den başkası pek zikredilmez. "Yençü" Çincedir; ''jen-ju"dan gelmektedir; ve de Türkçe nin aracılığıyla Rusçaya geçmek zorunda kalmıştır. Hatta isim, coğrafya ile ilgili bir isim olan "Yençü Ögüz" (Sir-Derya)'da yer alır. Üstelik, incinin adının, yazıtsal belgelerde, Orhan harfleriyle yazılmış hiçbir belgede cins isim olarak bulunmaması, ganimete ait listede zikredil memesi, dikkat çekicidir. "Konçuy" (başvur: kong-çu), "prenses, saraylı bayan" anlamını içeriyor ve unvaniarta ilgili kategoriye giriyor; üstelik son dönemde, bizzat Bil ge'nin zamanında dile girmiş olmalı. Onun, Çin cazibe sinden yakasım güçlükle sıyırdığını söylemi§tik. Eski dö neme dayanan belki başka alıntılar da vardır; fakat, bun lar bulunuyarsa da, mükemmel bir ses uyarlamasıyla gö rünmez hale gelmi§lerdir. Şüphesiz yazıtlara ait netice ler, çıkarılamayacak kadar sınırlıdır; fakat, bundan dola yı, bu kelime ve terimierin arılığı, süvari birliklerinin As ya'nın büyük bir kısmını katettiği bir ulusun nezdinde, göz alıcı olmaktan yoksun değildir. Bir taraftan, içinden geçilen pek çok ülkenin dilinin aynı şekilde, Türk dili ol duğu; diğer taraftan ise, asla uzun süreli bir işgalin olma dığı gerçektir. Fakat yazıtların dili, bir parça özel olmaz mı? diye insan kendi kendine sorabilir. Şunu söylemek istiyoruz: Bu dil, yabancı unsurlardan kendi isteğiyle arınmı§ değil midir ve Saray, dilde arıcılık taraftarı değil miydi? Tonyukuk'ta ve daha küçük çapta Bilge'de, bir milliyetçilik dışavurumunun bulunduğu hesaba katılırsa, bu husus, saçma olarak görünmez. Avrupa'nın, aynı dö nemde, milliyet dü§üncesinden bile çok uzakta olduğu gerçeği gözönünde bulundurulursa; bu milliyetçilik, şaş kınlık vericidir. Sosyal yaşam hususunda söylemiş oldu ğumuz herşey, hatta inançlar, bu görüşü doğrulamakta dır.
GÖK TÜRK İMPARATORLUGU 1 1 91 * * *
Söz dağarcığı hususunda, üstelik Türkçede pek bü yük bir ba§arıya ula§mı§ olan ve ula§ma yolunda olan pek verimli bir yöntemden söz edeceğiz. Bu "hendiadyoin" kullanımıdır. Gerçekte, sadece daha iyisi olmadığından bu terminolojiyi kullanmaktayız. Grekçe terim, Türklerin kullandıklarından oldukça farklı bir yöntemi kapsar. Bunlar için, ya bir nesneyi veya bir tek kavramı, ya aynı ki§iye ait olan nesnelerin hepsini, ya da bu kavramın kap sadığı temel bilgilerin tümünü belirtmek için a§ağı yukarı anlamda§ olan veya birbirine pek yakın anlamları ifade eden iki kelimenin tekran sözkonusudur. İ ki elemanı ay rı ayrı incelemektense, bir bütün olarak ele almak daha da iyi olur; üstelik orada bir çe§it eylemsel oyunun sözko nusu olduğunu da görmek, elbette daha iyi olur. Bir ta nesi Türkçe, diğeri yabancı kaynaklı olan kesinlikle an lamda§ iki kelimenin bir araya gelmesiyle neticelendiğine bakılırsa, deyimin yapısı gitgide ortaya çıkar. Osmanlı tumturaklılığı, bütün ustalığını, bu noktada icra etmek fırsatını bulacaktır. Bununla beraber, oyunun yeni bulu§ olmadığını, fakat yazılı en eski metinlerden beri kanıtlan mı§ olduğunu, dilin kurucu elemanlarının arasında yer aldığını belirtmek yararlı olacaktır. A§ağıdaki, hepsi de yazıtsal belgelerden alınmı§ örneklerde, sadece anlam da§lık ara§tırması olmadığı, fakat çoğu zaman müzik dü zenine ait elemanların (seslilerin, sessizlerin tekrarı, ger çek kafiyeler) sözkonusu olduğu gözönünde tutulacaktır. - İ simler ile §unlara sahip olunur: iş küç = (ݧ + gayret)="zahmet"; at kü = (ad+ün)= "§öhret"; kııt iilüg = (§ans + kaderin iyi yanı) ="Talih" köz kaş = (göz+kirpik) =bununla acı ifade edilir, eb bark = (geni§ anlamda ev+yapı)= "mülkler" (deği §ik: eb barım );
192/ GÖK TÜRK İMPARATORLUÖU
yaş sığıt = (gözya§ı+ hıçkırık) = kederin, matemin ifa desi yoğçı sığıtçı = (cenaze ta§ıyıp gömen+ ağıtçı) = "cena ze törenindeki tüm görevliler"; el törü = ( İ mparatorluk + müesseseler)= "siyasi ve ad li yönetim"; arkış tirkiş = (kervan + hayvan dizisi) = "kervanlar". -Sıfatlar ile: baz yağısız = (barı§ halinde+ dü§mansız)= "barı§ ha linde"; yabız yablak = (iki kelime anlamda§ olup, muhteme len aynı kökten) = "kötü, fena." -Zarfa ait biçimler ile: yadağm yalanın = (yaya+ çıplak) ="her§eyden yok sun, sefil"; -Fiiller ile: öl- yil- (iki anlamlı sözcük) ="ölmek", el- yarat- (tanzim etmek+yaratmak) ="siyasi bir dü zenleme yapmak". vs ... * * *
Bu eserin birinci bölümünde, Türkçe kelimenin yapı elemanlarının tahliline ait derin bir muhakemenin belir tisi olduğu ölçüde, yazı sistemin hemen hemen mükem melliğine te§bihte bulunmu§tuk. Bu hususta, eserimiz: "L 'inscription de Bain-Tsokto, edition critiqııe", bölüm Il'ye ba§vurdurmakta sakınca görmüyoruz; orada, bazı küçük farklıhklarla K T., Ongin, İkhe-Klıüşötü anıtlarına uyan sistemin tüm ayrıksınhğını göstermi§ olduğumuzu dü§ünüyoruz.
GÖK TÜRK İ MPARATOR LUGU J ı 93
Aynı §ekilde çe§itli anıtlara ait kendi aralarında ya pılacak basit bir kar§ıla§tırmanın sesbilimcilikte bir evrim ortaya koyduğu hadisesine dikkat çekrni§tik; bu evrim, daha sonra Osrnanlıcada ve ba§ka lehçelerde etkisini gösterrni§ olan büyük ses uyumuna doğru önemli bir adımdır. Sonu "-ztt" takısıyla biten ulaç (bağ-fiil) gibi §e killerin ortadan kaybolduğunu, sonlarında "-pen/-pan" ta kısı bulunan tanılayan isim hali gibi biçimlerin meydana getirildiğini ortaya koyrnu§ bulunuyoruz. "n (nğ)" bile§ik sessizinin, gırtlaktan çıkan, bile§ik olmayan, basit "g" ses sizine geçi§i gibi, ikinci §ahsa ait iyeliği belirtmeye yara yan kelimenin ba§ında, ortasında, sonunda bulunabilen "iyelik eki" gibi; ya da, olmu§ bitmi§ ikinci §ahsa ait eyle rnin kendine dönü§rnesi gibi ba§ka olgulara ba§vurulmu§ olabilecektir. Kısacası, bu açıdan anıtları incelemek, Türkçenin bu tarihsel dilbilgisine ait kaçınılmaz olan te meli atmak olacaktır. İ § yazmağa kalıyor; dilbilimciler için bunun çok büyük yararı olacaktır. Bu meseleye el atmak, bizim çalı§rna planımızda yer almamaktadır. Buna kar§ılık, söylemi§tik; dilin hangi oranda dü§üncenin açıklayıcısı olduğunu ara§tırmaya pek giri§rnezsek, bu e§siz dönemin ortarnını yeniden yarat mak olan gayernize; bize öyle geliyor ki, güçlükle eri§rni§ alacaktık. Giri§im nazik; sonuçların, bundan dolayı tar tı§rna konusu olması gerekecek. Diğer taraftan, bizim ni yetimiz, bir dilbilimsel kurarn hazırlamak olmadığından; fakat dille ilgili olgular sayesinde belli bir toplumun dü §üncesini anlamak olduğundan; atılım, en alt düzeye in · dirgerneye çalı§tığımız teknik bir dilin kullanımını i§in içine katrnaktadır. Türk dilinde cinsiyet ayrımı olmamasının kendi nite liği gereği olarak, hayret doğuracak hiçbir yanı yoktur. Asla bu kavram Türk diline girrnemi§tir, ne var ki, Os manlı döneminde Arapçadan yapılrnı§ olan yoğun alıntı lar, di§i cins kelimelerin türernesine neden olmu§ ve on ların sıfatlarla uyum yapması istenrni§tir. İ §te o zaman,
1 94 / GÖK TÜRK İ M PARATORLUGU
Türkçe açısından olduğu kadar Arapça açısından da ku ral dı§ı olan, sözdizimi yanlı§lıklarına ve hatalı cümle ku rulu§larının ortaya çıkmasına genellikle sebebiyet veril mi§tir. Türk dilinin niteliğine ters dü§en bu giri§iıne ait hiçbir §ey durmamaktadır. Yazılların kullandığı Türkçe de, dilbilgisi açısından, kelimeyle ilgili "Sayı (tekil-ço ğul)" kavramı da bulunmaz. Gerçek anlamda çoğul takısı yoktur. Belirtilebilecek yegane çoğullar, birinci ve ikinci §ahıs zamirierine ait §ekillerdir: "biz" ve "siz". Birinci §a hıs için "-biz" veya "-miz" ile, ikinci §ahıs için "-niz" veya "-giz" ile çoğul bir çekimin ilk adımı atılıyor; aynı §ekilde, iki emir §ekli: "n" (ikinci çoğul §ahıs) ile ve "-alım" (birin ci çoğul §ahıs) ile olu§uyor. Çoğulluk ifade edilmek isten diğinde, zarf nitelikli sözcüklerden yararlanılıyor: "kop", "iikiiş" "kanıığ", "okın" vs ... Fakat bu sözcüklerin açıkça bir topluluk değeri bulunmaktadır. Türkçe "-Jer"/''-lar" eklerini kazandığı zaman bile, eski hale ait iki ilginç olgu varlığını sürdürür. ( İyice belirtilmi§ haller hariç) Bir sayı adına ait açıklama, çoğul kullanırnın tekelindedir. Özne deki çoğulluğun ifadesi, onun fiildeki ifadesini kesinlikle isteğe bağlı olarak yansıtır. Buna kar§ılık, bir çe§it denk le§tirme ile "-ler"li nezaket ve tumturaklı ifade çoğulları na ait büyük bir alı§kanlık olu§mU§tur. Bu son ek (-"lar", "-ler"), bir yenilik değildir: daha o zamanlar, yazılların yazıldığı devirde mevcuttu. O, "beg" (bey) ile sürekli kullanılmı§tır. Biz bundan, Müesseseler bölümünde, begleri, bir birlik; kurulmu§ bir birlik olarak dü§ünmek gerektiği sonucunu çıkarmı§tık. Bu birlik, ta rih bakımından, imparatorluk iktidarına kar§ı direnmeye oldukça hevesli ve imparatora tanınan imtiyazları kıska nan, birbirine son derece bağlı bir topluluk olarak ortaya çıkar. Bayanlar, Saraya, yani mütecanis bir birliğe dahil olduklarından "Bayanlar"ın adları, çoğul sonekini çok is terler: bayanlara hitap ederken Bilge §öyle der: "öglerinı, eke/erinı, konçuylarmı" (Analarım, Ninelerim, Prensesle riın). O zamanlar, bu husus, çoğulun tumturaklı bir kul-
GÖK TÜRK iMPARATORLUGU 1 1 95
lanımı mı olacaktır? Biz bunu düşünmüyoruz. Gerçekten de, aynı sayıp sıralamanın arasında, "keliniinim" sözcüğü bulunmaktadır. "kelin" (yenisi "gelin"), "gelin" anlamında iyi bilinir ve "ke/iniin"ün bir kısaltılmış şekli pek olmaz; orada kolektif "-gün" soneki aracılığıyla birleştirilmiş bir yapı şekline sahip olmak gerekmektedir. Biz, bu hususu, özellikle "üıiy" (küçük erkek kardeş) ile elde ediyoruz. "Keliniininı" sözcüğü, "gelinlerim" veya "görümcelerim, baldızlarım, eltilerim" ile yansıtılmış olmalı. "Er", I. K. 1 ile II. G. 7'de "eren" çatısı altında iki kez zikredilmiştir; bu kolektif bir çatı biçimidir; gözle görülür bir biçimde, anlam bakımından, Elegeş anıtının satır 5'teki "erlerinı"e yöndeştir. "Er", şu halde, çoğul ya da tü mel işareti alabilen imtiyazlı sözcüklerden biridir de; çünkü, bizim daha önce vardığımız sonuca göre, o, kurul muş bir kolektif birliği siyasal veya sosyal, veya askeri bir teşkilata ait üyeler belirtmektedir. İşte bu nedenle, o, sa dece "erkek, asker" ile yorumlanamamaktadır. Öyle görü nüyor ki, okçular veya süvarİlerden oluşan seçkin bir zümre ya da, belki de ordu içinde imtiyazlı bir duruma sahip olan astsubaylar da sözkonusudur. Mantık, burada, dilbilgisine dayanmaktadır. II. G. 7'nin metin bölümün de, "balbaf'ların öldürülmüş "er"lere dikilmesi, aksi tak dirde nasıl izah edilir? Bundan dolayı, şeref, şeflere, en yiğit düşmaniara tahsis edilmişti. Aynı şekilde, B.T. 42'nin notu: "elligçe er tutdımız" (Seçkin elli kadar adamı yakaladık), bu hususta genellikle karşılaşılandan bam başka bir değer kazanmaktadır. Düşman kağanın tutsak edildiği, şad ve yabgu 'nun öldürüldüğü bu korkunç savaş ta, bayağı (rütbesiz) birkaç askerin adının anılması, yete rince acayip olacaktır. Bu müşahedelerden tüm sonuçlan çıkarmak gerekir. Eski Türk dili çoğulluk ifade etmek için bir yapım eki ta nımamıştır. Buna karşılık bazı müesseselerin kolektif ya pısı özel yollarla belirtilebilmiştir: Saray, begler sınıfı (ta bakası), seçkin süvarİ birliği. Hadise, değer verilmiş ol-
1 96 / GÖK TÜRK İ MPARATORLUGU
mağa layıktı. Benzer bir anlayı§ın, kabileyi belirtmek için, "bod" (boy, oymak)'un kolektif §ekli olan "bodım" sözcü ğünün yapımında baskın rol oynadığını hatırlayalım. * * *
"Haller (isme ait)"in tetkiki, tarihsel dilbilgisine ait geni§ bir bölüm ortaya çıkaracaktır. Konumuzia ilgisi oranında, biz, burada, birkaç noktaya değinmekle yetine ceğiz. Genel olarak "haller", pek özelle§mݧ bir kullanıma aittirler. Kah bulunulan yeri, kah ayrılınan yeri belirtmek için "-da" takılı halin kullanımında, bir tereddütün oldu ğunu, yine de kaydetmek gerekiyor. Oysa, kuramsal ola rak, "-da" takılı halin, bir yer belirtİcİ değeri vardır; hal buki "-den" hali, "-dm" takılı hal ile belirtilmi§tir. Bu ku rala kar§ı saygısızlıklar pek çoktur. Bu iki sonekin apaçık bir biçimde özelle§tirmesinin bulunmayı§ı, sonek ikile mesinin yer alabildiği dil olgusu tarafından, dengiyle kar §ılanmaktadır. İki sonekin her ikisi de, "-den" takılı halin sonekieri olabilir: "Oğuz-dmtm" [Oğuz dın dın için önce gelen "n" yumu§ak sessiz ile ses uyu§mazlığı nedeniyle ikinci "d"nin sertle§mesiyle "-dm -dm", "-dıntm" olmu§] ( = Oğuzların evlerinden). Biri "-den" hal takısı, diğeri "-de" hal takısı olabilir: "kurıdınta" ("-dm +da" için) "iç bölgeden, Do ğu'dan". Fazladan ilave edilmi§ bu "-de" halinin yerine "iy-" (izlemek) fiilinin "-ill" bağ-fiil (ulaç)'i getirilmi§ ola bilir; böylelikle bir çe§it devrikleme meydana getirilir ve "ö!ldilıiyin" (öndeki cepheden, Doğu'dan) veya "birdini yin" (sağ cepheden, Güney'den) elde edilir. Nihayet üç eleman aynı sözcükte biraraya gelmݧ olabiliyor ve dev riklemeye kadar varan ses uyumu ile ''yır-dantaym" (-dan +da +ıym için) gibi acayip bir yapı biçimine sahip olunuyor.
GÖK TÜRK İ MPARATORLUGU 1 1 97
Yönelme "-e" halinin özel bir kullanımı, zamana ait "-e" halidir. Örnekler pek çoktur. Oysa, tarih kavramı, her zamanki bayağı "-e" halinin ifade ettiği islikarnet kav ramıyla güçlükle bağdaşır: gerçek veya mecaz anlamda yer, gidilen istikamet, varılan yerdir. Bu "-e" halinin, gele cekteki bir olayın tarihini belirtebildiği elbette sanılıyor. Üstelik, günü- salıya "öniimiizdeki salı", "haftaya bugiin" tam anlamıyla: "gelecek lıafta bıtgiinkii giin". Oysa, metin lerimizde, "-e" hali, geçmişteki bir tarihi belirtmektedir. Bize kalırsa, burada psikolojik ilginç bir özellik sözkonu sudur; fakat bunun hesabını vermek güç. Fiil çekimi hu susunda, görünüm kavramının, hemen hemen, zaman kavramına tamamen baskın geldiğini göreceğiz. Öyküde, özellikle halk masallarında, sık sık, şimdiki zaman veya geçmiş zaman (kökbilimsel anlamda ele aldığımızdan bu terimi kullandık) yer alır. Tonyukuk'un ve Bilge'nin öy küleri, geçmişte olmuş olmalarına rağmen, zaman sözko nusu olunca, acayip bir yer değiştirme hadisesi meydana gelmektedir. Türk zaman anlayışı çizgiseldir; ve de, bir tarih, hatta geçmiş bir tarih, mesela kağanın yaşı belirtil rnek istenirse; zaman çizgisinin üzerinde, varılan nokta nın berisinde yerleştirilir. Çeviri, bazan bu psikolojik iler leme hususunda açıklamalarda bulunabilir: "tört yegirmi yaşımka" [ondört yaşıma (girerken)]. "On tiinke" (onuncu gecede) veya "Tabgaç eline kılmtım" [Çin yönetimi döne minde doğmuşum]. "-e" halinin bu özel kullanımı, bu ha lin pek özel kullanımından daha da dikkat çekicidir ve daima bir anlamsal talimat değerine sahiptir. Daha önce sözünü etmiş olduğumuz ilkel sayılama sistemiyle belli bir ölçüde karşılaştırılması gerekmektedir. "On yedi"ye ''yedi-yirmi" dendiğine göre, düşünce sistemi, bu hususta daha karmaşıktır; fakat, bize göre, düşünce yöntemi, her iki halde de, benzerlik arzetmektedir. Tamamen orijinal olan bir dilbigisi oluşumu, dikka timizi çelecek; çünkü, dillerde, bu, epeyce az görülen bir soyutlama gayretinin göstergesidir. Ayrıca, Türkçede sı-
1 98 1 GÖK TÜRK İ MPARATORLUGU
fat deği�ikliğe uğramadığından, biliniyor ki, teorik ola rak, isme tahsis edilmi� bir iyelik sonekiyle bir sıfatı gün celle�tirmek, Türkçe'de, mümkündür. Örneğin, �unlarla kar§ıla§tır: "iyi, iyisi; doğru, doğrıısıı; tulıaf, tulıaft (i�in)". Fakat aynı olu�um, somut sıfatın soyut isme geçi�ine izin verir. Bildiğimiz kadarıyla, olay, incelenmemi� bulunuyor ve olayın yazıtların yazıldığı dönemde varlığı kamtlanmı� olduğuna göre, hadise yine de pek eskidir. Şimdi verece ğimiz örnek, tam olarak aydınlıktır: Örnek, B.T. 48 ile 49'dan alınmı§tır; orada, �u ifade bulunuyor: "İlceriş ka ğan bilgesin alpm iiçin...... siiniişdi" Burada, "-si" veya "-i" iyelik ekinden etkilenmi� olan iki sıfat: "alp" (yiğit) ve "bilge" (bilge) ile insanın i§i vardır; üstelik, olağan dı§ı bir çekim eki "n" bulunmaktadır ki burada bizi ilgilendirme mektedir. iyelik sonekinin eklenmesi, sonuç olarak, so yut isim olan "bi/gesi" (bilgelik) ile "alpı" (cesaret) sözcük lerinin gerçek olu§umunu vermektedir. Şu halde cümle �öyle demek istemektedir: "İiteri§ kağan bilgeliği ve cesareti sayesinde ...... sava�tı". * * *
Tüm fiil çatılarından hiçbiri, zamanı açıklamayı tam olarak dile getirememektedir. Türk fiil çekiminde "gö rüntü" dü§üncesi egemendir; ve de bu hususta, yazıtsal belgeler, çürütülmez bir kanıt sağlamaktadır. Oysa daha sonraki bir evrim, az ya da çok, gerçeği gizleyebilmekte dir. En çok kar§ıla§acağımızı ummamız gereken çatı (ya pısal biçim), olınu§ bitmi§ eyleminkidir. "-di" veya "-ti" çe kim eki almı§ alandır; gerçekle§mi§; yani, genellikle, ko nu§ulduğu anda bitmi§ eylemleri belirtir; fakat, tıpkı Yu nan (Grek) belirli geçmi�i gibi, geçmi§ bir eylemin §imdi ki sonucunu da belirtebilmektedir: "kan bo/tım, uluğ bol tım" (ihtiyarım, ya§lıyım). Gelecek zamanla birle§erek
GÖK TÜRK İMPARATORLUGU / 199
olu§tnU§ bir çatı da geçmi§teki gerçekdı§ılığı belirtir; bu meseleye tekrar döneceğiz. Bu "-di" çekim ekli yapı §eklini, Thomsen, "otopsi geçmişi" diye adlandırmaktadır; Türk dilbilgisi uzmanları, "belirsiz geçmiş", "-nıiş"li çatıyı onun kar§ısına çıkarırlar; mevcudiyeti bilinen fakat tanığı olunınayan bir eylemden söz edilmek istendiğinde kullanılmaktadır. Belirtisiz geç mi§ "-miş"li çatı, yeni Türkçede, gerçekten de, ortalıkta dola§an söylentilerden öğrenilmi§ olan bir eylemi; hatta insanın kendisinin farkına varmadan bilinçsizce gerçek le§tirdiği bir eylemi; veya hatta sonucunun ya da gerçek değerinin sonradan farkedildiği bir eylemi belirtir. Eski Türk dilinde "-miş"li yapı biçimlerinin hiçbir zamansal değerinin olmadığı, hatta onun bugünkü ku§ku uyandı ran anlamsal değerinin, o zamanlar, adamakıllı azaltılmı§ bulunduğu kanıtlanabilmektedir; "er-" (olmak, var ol mak) köküne dayanan dalaylamalı anlatım olu§turmakta kullanılıyordu. Dolayiarnalı anlatırnın birinci terimi, do laylaınalı ifadenin anlamsal değerini belirtiyordu. Bu çatı aynı §ekilde bildirme görevini yapıyordu. Aynı zamanda "-r" veya "-yur"lu tamamen geçmi§e ait zaman çatıları, zaman değeri ta§ımaksızın kullanılırlar (geçmi§e ait geni§ zamanı ifade ederler). Onlar bir eyle min devam ettiği veya tekrarlandığı anlamına geliyorlar. Geçmi§teki geni§ zaman ile olmu§ bitmi§ zamanın birle§ mesi, olayın geçmi§te devam etmekte olduğunu veya tek rar edildiğini belirtmektedir. O, Fransızcanın "imparfa it"si ile C§ değerlidir: "at ba-yur ertimiz" (atları bağlıyor duk); "r"li gövde, üstelik bir gelecek zaman değerine sa hip olabilmektedir. Gök Türklerinin kafasını bir eylemin vuku bulduğu tarih kadar, eylemin cereyan edi§ tarzı da, öylesine fazla kurcalamı§tır ki, onlar kendilerine, bir ulaç (bağ-fiil) ile bir yardımcı fiilin birle§mesinden olu§IDU§ özel dalayla malı çatılar yapmı§lardır. Dilbilgisi uzmanlannın pek az anla§ılabilen bir adiandırma ile "ivedi" dedikleri çatılar
200 / GÖK TÜRK İMPARATORLUGU
(Jean Deny, Grammaire, 823 a, 829), Osmantıcada ve ye ni Türkçede ikame edilmi§lerdir; fakat, orada onlar, çok daha sınırlı kullanılmı§lardır. Onların olu§umu aydınlık tır: "-(y)i"li veya "-(ye)e"li ulaç (bağ-fiil) durumuna getiril mi§ uygun bir fiil sayesinde, eylem açıklanmı§ olmaktadır ve de eylemin niteliğini belirten bu çatı, bir yardımcı fiil ile ifade edilmektedir. ݧte bu niteliği belirtmek sözkonu su olunca, güçlük ba§lamaktadır. Bu durumların ekseri sinde, metne ba§vurmak gerekmektedir. O kadar orijinal olan bu ifade biçiminin yorumlanmı§ birkaç örneğini ver mek bize ilginç göründü:
ye/ii kör! "yel- (dörtnala gitmek) ve "kör-" (gör mek)'den = Dörtnala gitmeye bakın ! (Vakit kaybetme den, bütün gücünüzle dörtnala gidin!); yatıı kal- "yat-" (yatmı§ olmak) ve "kal-" (kal mak)'dan = uyuyup kalmak, uzun süreli bir tatil (istira hat) yapmak; basa ber- "bas-" (basmak, baskı yapmak) ve "ber-" (vermek) = (Tengri'den bahsederken) kuwetle soluk al mak (veya güçlükle soluk almak); uça bar- "uç-" (uçmak) ve "bar-" (hareket et mek)'den= uçup gitmek, ölmek (belki de ani ölüm söz konusu); alı olıır- "al-" (almak) ve "olur-" (oturmak) = almak, toplamak (özenle); eşidii ber- "e§id-" (ݧitmek) ve "ber-" (vermek)'den = kulak vermek; igidii olur- "igid-" (bakmak, göz kulak olmak, dikkat e tmek) ve "olur-" (oturmak)'dan = sürekli (devamlı) ola rak dikkat etmek, uyanık durmak; süleyil ber- "süle-" (sefer yapmak) ve "ber-" (ver mek)'den = ani bir saldırı yapmak; tuta ber- "tut-" (tutmak) ve "ber-" (iyice tutmak); eti ber- "et-" (düzenlemek) = iyice düzenlemek.
GÖK TÜRK iMPARATORLUGU / 201
Yardımcı fiil olarak 'yarı-" (yürümek) ile benzer bir dolayiamadan yola çıkarak devam etmekte olan veya güncelliği sözkonusu olan "-yor"lu temanın olu§ffiU§ ol duğu biliniyor; bunun kullanımı büyük bir yayılmaya eri§ mi§tir. Yazıtsal belgelerde, bunun örneğine sahip değiliz; ona daha geç devre ait bir olu§um atfetmek gerekir. "- (y)i" li bir ulaç (bağ-fiil) sadece bu dalaylamalı an latımın olu§umunda kullanılınayıp aynı zamanda o, esas temel cümleye nazaran ikinci dereceden yan bir eylemi belirtmeye de yarar. Aynı §ekilde "- (i)p" veya "- (i) pen" (K.T.), veya "-yin"ti ba§ka ulaçlar (bağ-fiiller) da aynı ge li§meyi gösterirler. Bu sonuncu, "te-" (söylemek, demek) kökü ile §imdi özellikle bir yan cümle taslağı olu§turacak tır. Zarf niteliğinde oldukları söylenen bu fiil çatılarının dikkate değer kullanımı, Türkçede gerçek zarfın bulun madığını açıklamaktadır. Bununla birlikte, zarf olarak kullanılmı§ olan bazı sıfatiara ait örnekler bulunmakta dır. İlginç bir durum, "Ondan azıcık lazım" demek için, olumsuz fiil çatısı önünde kullanılmı§ olan "kiçig" (kü çük) sıfatının durumudur. Bu ulacın (bağ-fiilin) zaman değeri olamadığından, zaman ili§kisi, daima zımnidir. Bununla beraber, "-(i)p"li ulaç (bağ-fiil), bir öncellik belirtmek için tercihen kulla nılmı§ olacağa benziyor. Aynı §eklide "-miş", "-igme", "-dük"lü sıfat çatıları, hiçbir zamansal değere sahip değillerdir. Bu sonuncu çatı biçiminde olay, olmu§ bitmi§ bir eylem olarak telakkİ edilmi§tir; eylem olması bile, ille de kesin değildir. * * *
Bu sıfat çatılarıyla ilgili olarak, onların, aynı zaman da "edilgen" ve "etken" çatıları ilgilendirdikleri belirtile cek; ba§ka tabirle, üstelik edilgen anlam deği§tiricisiyle deği§ikliğe uğramı§ bir taban beklerken, öznenin maruz
202 / GÖK TÜRK iMPARATORLUGU
kaldığı bir eylem sözkonusu olsa bile, doğrudan saf du rumda bulunan basit fiil tabanı oluşturdukları saptana caktır. İki örnek bu rnekanİzınayı gösterir: Karın kapattığı, buz tutmuş bir yoldan söz ederken, etken fiil "tıı-" (kapamak, tıkamak) temeli üstüne doğru dan kurulmuş olan "tumış" kullanılır; başka durumlarda, "tımıış", "kapatmış olduğundan", "kapatarak" anlamlarına gelecektir. Diğer örnek, "-diik"le ilgilidir. Şimdi vereceğimiz aşağıdaki cümlede, henüz yenik düşmüş Oğuzlar sözko nusudur; şöyle denmektedir: ''yanduk yafta yeme ölti": "püskürtülmüş olduklan yolun üstünde ölmüşler". Demek ki, edilgen kavram, daima apaçık bir şekilde algılanmış değildir. O, her ne olursa olsun, dönüşlü ey lem kavramından pek ayrılmamaktadır. Şayet, gerçekten de, Osmanlıcada edilgen çatı olarak özelleşmiş bulunan "-/-"li çatının, yazıtlarda dönüşlü eylemin açıklanmasına tahsis edilmiş olduğu ortaya çıkarsa; buna karşılık, Os manlıcada, dönüşlü çatı işareti olan "-n-"li çatı, ayrım gö zetmeden, edilgen veya dönüşlü ifadelere ait temeller oluşturmakta kullanılıyormuş gibi bir durum meydana gelir (daha önceden kökte yer alan edilgen ifade oluştur maya yarayan "J" ile nihayetlenen kökler ve sesli harfler le nihayetlenen köklerle oluşturulmuş olanlar hariç). Aşağıdaki fiilierin mukayesesİ yararlı olacaktır:
"sakın-" (kendisi için tasarlamak, düşünmek < "sak-" (hesap etmek, aynı anlama gelen "sa-"nın yoğunlaştırıl mış şekli; "tııtwı-" (tutunmak) < "tut-" (tutmak); ''yükiin-" (yerlere kapanmak, dize gelmek < ''yiik-" (?) (toparlamak); "kon-" (konmak, yerleşmek) < "ko-" (yerleştirmek, koymak); "alkm" (ortadan kalkmış olmak) < "alk-" (ortadan kaldırmak);
GÖK TÜRK i M PARATORLUGU 1 203
< "has-" (basmak, sıkmak); "boğızlan-" < "boğızla-" (boğazlamak); "kan/an-" (bir kağanla donatılmı§ olmak veya bir ka ğan edinmek) (doğruluğu kanıtlanmamı§ basit §eki!: bir kağan edinmek); "ktluı-" (yaratılmı§ olmak) veya belki de "yaratılmak" (Tengri'den bahsederken < "kıl-" (yapmak, yaratmak), vs ... "basm -" (yenilıni§ olmak)
Katkısal veya işdeş fiil çatısı, hiçbir i§aret gerektir memektedir. Ettirgen fiil, iki kat bir değere sahiptir: "herhangi bir§eyi yaptırmak" ve "birşeyin yapılmasına izin vermek" şeklinde anlam taşımaktadır. Bu olgu, Türk diline özgü değildir ( Başvur: Almanca: "lassen"). Dilek-istek ve yoksunluk fiil kipleri diye adlandıra cağımız fiil gövdeleri, daha orijinaldir. Birincisi (dilek-istek kipi), metinlerimizde ancak do laylı olarak kanıtlanmıştır. Onlarda şu isimlere rastlan maktadır: "olursuk" (oturma arzusu) ve "udısık" (uyuma arzusu, isteği). Buradan, arzu etmek fikrini telkin etmek için kullanılan "-se"li türetmenin eskiye ait olduğundan yana bir delil çıkarılabilir. Arzu etmek fikri, Türkçede "susamak" şeklinde varlığını sürdürmektedir; "su"dan tü retilmi§tir. Eskiden sonek, fiil tabanına olduğu kadar isim tabanına da pekala ilave edilmi§ bulunuyordu: "öp se-" (kucaklamak, öpmek arzusu olmak), "öp-'' (kucakla mak, öpmek)'den gelmektedir. Böyle olmakla beraber, bu fiiller, daha çok "-sak", "-sek"li türevler vermişlerdir (meselenin tümü hakkında bak: Jean Deny, pp. 744 et 1 1 16 et sqq). Fakat "-sık" veya "-suk"lu çatı, bununla yakın akraba olmalı. Yoksunluk bildiren fiil, "-sire-"li fiildir, orada "z" sesi nin "r" sesine dönüşmesi §eklinde bir olgu ile, gövde ["-siz" + "e"]'den "-sire-" oluşmuştur. Bu şekilde oluşmu§
204 / GÖK TÜRK iMPARATORLUGU
olan fiiller, " ...den yoksun olmak" anlamı ta�ırlar: "elsire-" (İmparatorluktan yoksun olmak), "kagan-sıra-" (kağan dan yoksun olmak). Şartlı ifadenin fiil çatısı, birle�ik cümleden söz eder ken incelenmi§ olacak. Ancak kısaca, genel hatlarıyla ele aldığımız, basit ve ya dolayiarnalı fiil çatılarına ait bu zenginlik, Türkçenin zarflar olu§turmak ihtiyacını duymamı§ olduğu konusun da açıklamalarda bulunur. Ancak ve bilhassa, yabancı dillere ait sözdizimlerinin etkisiyle bu çatılar silinince; Türk dili, kah ba§ka bir dilden alıp kendine mal etmek suretiyle (Fransızcadan: otomatikman, bugünkü dilde çok kullanılmaktadır), kah intibak yoluyla; ya da, örneğin sıfatın tekrar edilmesiyle elde edilmi§ olan orijinal ger çek zarf çatılarına sahip olacaktır. * * *
Bağlacın olmayı§ını açıklamak sözkonusu olunca, durum tamamen farklıdır. Gerçekten de "anta" (o za man, bundan sonra), ya da "anta kisre" (daha sonra) gibi ifadeleri böyle dü§ünmek pek mümkün olmayacaktır. Tüm olgular, aynı plana göre, kısa kısa bağtaç kullanıl madan yanyana gelmi§ sıra cümlelerde açıklanmı§ bulu nurlar. Fikirler arasındaki mantıksal bağ, genellikle zım nidir. Hatta bazan bunu yakalamak güçtür ve yorum bundan zarar görür. Üslı1p dağınık değildir. Olayların açıklanması, öznel dir; bazan, görünü§te basit gibi görünen, fakat yazara gö re tutkusal bir karaktere bürünen bir ayrıntıdan bahse dilmesiyle kesintiye uğramı§ olur. K.T.'de Ming-§a sava �ının öyküsü, bu tarz hikaye anlatımının tipik bir örneğini sunar: "O (Köl-tegin) yirmibir yaşmdayken, biz, Seniin Ça ça ya karşı savaştık. Herşeyden önce (iğdiş ata binerken),
GÖK TÜRK İMPARATORLUGU / 205
Tadık le Çar kiil rengi at öldii (o saldırdı; bu sırada bu iğdiş at öldii): zırlwıa, sağrısmı kaplayan örtüye, yiizden fazla ok saplamışlardı; okiardan biri, pirinçten baş zırlıı bulunan başına isabet etmişti. Beg Türiik, siz herşeyi biliyorsunuz, (Köl-tegin nasıl) saldırdı. O zaman, biz, bu orduyu yoket tik" (çev. B.). Olaylara ait daha geni§ bir görü§e yer veren, yine de daha objektif bir rapor olan B.T.'de, bir üslup ve bir mantığa ait pek karakteristik §U metin parçasını ele geçi receğiz: "Kağandan bana bir mesaj geldi; şöyle diyor: 'Yerinizde kalın'. �t gezintisi yapma, titizlikle gözetierne kuleleri dik, savaşa kalkışma'. Kağan, Apa Tarkan 'a gizli bir mesaj yol Lamış: 'Bilge Tonyukttk kötii biridir, bencildir, kendine malısus saçma sapan diişiinceleri vardır'. 0: 'Orduyıı ileri siirelim'; diyecek. 'Onu dinlemeyin'. Bu sözleri işittiğimden, orduyu ileri siirdiim. " Böylesi durumlarda, daha o devirde, Türklerin, do laylı ifade tarzını bilmi§ oldukları dü§ünülebilir. Ba§kala rına ait sözleri aktaran üçüncü ki§ilerin konu§maları ise, daima dolaysız olarak, doğrudan doğruya verilmi§tir. Ge nellikle, "te-" (söylemek) fiilinin ulaç (bağ-fiil)'ı olan "te yüz" ile bilirilen bir konu§manın sözkonusu olduğu belir tilmektedir. Türkçede noktalama ݧaretlerinin bulunma masının peki§tirdiği üsluptaki berraklık kaygısı, B.T.'ye ait yukarıdaki örnekteki gibi yeterince tuhaf tesadüfiere yol açar. Metin, kağan'ın birinci cümlesi olarak §U cümle yi verir: "olıırwı teyin temiş" Kelimesi kelimesine anlamı: "Konu§urken, §öyle demi§: 'Yerinizde kalın'." Bu türden örnekleri çağaltmak mümkün. Buna benzer bir yolla ("-p"li ulaç ile) fikir, dü§ünce, görü§ bildiren bir fiilden sonra bazan, Fransızcadaki gibi, yan cümle yansıtılır: "eki şad ıı/ayıı iniyigiininı oğlamm beglerim bodumm közi kaşı yablak boltacı tep sakmtım". Kelimesi kelimesine tercümesi §öyle: "İki §ad'ın, hatta
206 / GÖK TÜRK İ M PARATORLUGU
kardeşlerimin, oğullarımın, beylerimin, ulusurnun gözle rinin ve kirpiklerinin mahvedilmiş olacağını düşündüm". Aynı şekilde, daha ziyade bir heyecan ifade eden fiil Ierle de, yan cümle kurulur: "yorıyur teyin kii eşidip" ( = Onların yürürken çıkardıkları gürültüyü duyduğum dan ... ). Bu şekilde cümle kurma, aşağıda örneklerini açıkla yacağımız bir dü§ünce mekanizmasıyla, gerçek yan cüm lelere ait başlangıcı teşkil etmeğe yaramış olduğundan il ginçtir: " Üze Tiiriik tengrisi: Tiiriik bodwı yok bo/mazım teyin, bodım bolçwı teyin, kanım Elteriş kagamg, ögiim El bilge katımıg, tengri, töpesite tıttıp, yögerii kötiirmiş erinç. : [Türklerin yukarıdaki Tanrısı, (Tengri Gök) "Türk ulusu yok olmasın" diyerek, "Türk ulusu var olsun" diyerek ( = Türk ulusunun yok olmaması, varolması için), babam kağan İlteriş'i ve annem katun El Bilge'yi başlarının te pesinden tutup, onları yükseklere çıkardı"] (B. yorumuna göre). Mantıksal ifade, burada, bir gaye, bir hedef raporu olmaktadır. Aşağıdaki örnekte, aynı yolla açıklanmış bir nedensellik, bir sebebiyet raporu bulacağız: ''yadag yabız boltı tep algalı kelti": [(kelimesi kelimesi ne:) "onlar yaya ve biçare" diyerek, bizi yakalamaya gel diler= biz yaya ve çaresizlik içinde olduğumuzdan, bizi yakalamaya geldiler".] Gerçekte, bu durumların hepsinde, öznenin bilgisi dışında kalan bir gaye ve bir sebep bilinci taşıyan bir ifa de yoktur. Herşey, öznel bir biçimde ifade edilmiştir. Kesinlikle aynı anlamı veren bir cümle kurma tekni ğiyle, eylemi anlatma, bir parça farklılık arzetmektedir; fakat bizim dilbilgisi için ayırdığımız bu bölümümüze amaç bildiren, sebep açıklayan yan cümleler, daha kolay lıkla katılacaklardır. Bu tür cümle yapısı, "-diik"lü eylem bildiren isim ile daha sonra yer alan "iiçin (üçün)" = " çün kü ... "den oluşan cümle yapısıdır. "
GÖK TÜRK İ M PARATORLUGU 1 207
''Tengri yarlıkkaduk iiçin" (Tengri bunu emrettiği için) (sebep, neden bildiren yan cümle). Pek çok sayıda örnek gösterilebilecektir; fakat, "te yin li cümle kurma tekniğine aykırı olarak, daima, sebep sözkonusudur; asla gaye, amaç, sözkonusu değildir. Ol gu, bayağı isimlerle dikkat çekici olduğu oranda, " Üçin", gaye kadar elbette sebep de belirtmektedir. Özelleştirme başlangıcı sözkonusu mu? Biz bunun olacağını düşünmü yoruz; çünkü, günümüzde kullanılan "için", gaye kadar sebep için de elbette kullanılmaktadır. Sadece elimizde örnekler bulunması bir yana, aynı zamanda şu da kesin dir: Türkler ikisi arasında bir ayrım yapmıyorlardı; hiç ol mazsa ifade bakımından; Fransızcadaki aynı ifade yolla rıyla mukayese için örnek verelim: ''poıır sa grande bravo ııre et poıır sa lıaııte taille" (çok cesaretii ve uzun boylu ol duğundan) (sebep); "la lııtte poıır la vie" (hayat için müca dele) (gaye, amaç). (Birinci cümledeki ''pour", " ... yüzün den, sebebiyle" anlamına gelmektedir; ikinci örnekteki ''pour... ", " . . . için" anlamına gelmektedir, gaye ifade etmek için kullanılmaktadır.) Hatta, "iiçin" ile yan cümle oluşturma tekniğinin, "te yin" ile yan cümle oluşturma tekniğinden daha objektif bir biçimde eylemleri sunduğunu da kaydedelim. Sebep ve gaye arasında ortaya çıkan aynı anlamsal kararsızlıkla rıyla birlikte, her iki cümle tekniği de, günümüzde fevka lade revaçtadır. Gaye mi; yoksa, sebep mi belirttiği, met nin tamamından anlaşılır. "
* * *
Türkçenin eski devirde sahip olmu§ olduğu yegane gerçek yan cümleye nihayet geliyoruz. Konumuz şart cümlesinin açıklanmasıdır. En eski metinlerden beri, Türkçenin bir şart kipine sahip olmuş olması dikkate de ğerdir. Bu kip, "-seri-sar" sonekinin fiil köküne getirilme-
2� / GÖK TÜ RK i M PARATORLUGU
siyle elde edilmi�tir. Bu da, olayların daima kendi görü nü�leri bakımından dü�ünülmesinin bir neticesidir. Fakat daha da iyisi: Türkçe, eylemin gerçekle�me olabilirliği ile gerçek dı�ı, hayal olanını titizlikle ayırdetmi�tir. O kadar dahiyane olan bu sistemi ayrıntılarına varıncaya kadar açıklamak zorunda kaldığımızdan dolayı, bizi ho� görün. Katıksız, basit �art, faraziye, yan cümlede, asla �ahıs takı sı almayan "-ser" �art soneki ile ifade edilir, esas cümlede ise, "-er" (eylem olumsuzsa "-mez") geni� zamanıyla açık lanır. "Türük bodun açsar tosık ömiizsiin bir ıodsar açsık önıezsen": "Türk ulusu ! eğer açsan tokluğu dü�ünmezsin; �ayet bir kez doyarsan, açlığı dü�ünmezsin". Açıklanan fikrin genel ve daimi karakteri, burada, belirsiz geçmi� fi il zamanıyla belirtilmi�tir. Haber kipinin rivayeti, "-mi�"li bir çatıya, esas cüm lede sahip olabilir (birle�ik �art-faraziye cümlesinde ); bu da, fikre genel bir karakter sağlar; �u halde geni� zaman sözkonusudur: ''yençge yoğuı bolsar iizgiiliik alp ermiş": "İnce kalın ol sa, kırma zor olurmu�". Aynı �ekilde, bu tür cümlede, "-deçi" sonekli gelecek zamana sahip olunabilmektedir; fakat yöntemin genel karakteri, aynı �ekilde, "-mi�" sone ki ile belirtilmektedir ve birle�ik bir çatıya sahip olun maktadır: "erteçi ermiş". Örneğin: "kaganlığ bodunka böntegi bar erser, ne bum bar erteçi ermiş": "Şayet bir ulus, bir yeteneksiz kağanla donanmı�sa; vay onun ba�ına geleceklere! (Bir ulusun ba�ında yeteneksiz bir kağan bu lunursa, o ulusun ba�ına gelecek akıbetieri bir dü§ünün!) Eylemin gerçekle§me olabilirliliği, §artın yan cümle sinde "-ser" soneki ile; temel cümlede ise "-deçi" veya "-te çi" soneki ile ifade edilmektedir: "sülemeser kaçan enirser ol ölürteçi": "Bir sefer yapıl mazsa, elbette muhtemelen, onlar bizi ku§atıp, öldüre cekler".
GÖK TÜ R K İ MPARATORLUGU / 2�
"bu yalın yonsar yaranıaçı:", §ayet bu yoldan gidilirse, hiçbir yararı olmayacak." Basit dilek §art, bir isim cümlesi olabilir. "ol yalın yarısar unç": "Bu yoldan bir gidilse ! (Eyle min -dileğin- gerçekle§mesi mümkün). Geçıni§teki olasılık, yan cümlede §art çatısıyla ("-ser/ -sar" soneki ile); esas cümlede ise, "ernıiş"in ardından gel diği geçmi§ zamanla belirtilmektedir: "Bir kişi yam/sar.. kıdnıaz ermiş": "Bir kimse hata et se, onu cezalandırmıyorlardı." Gerçekdı§ı ifadede, yan ve esas cümleyi ayrı ayrı dü §Ünmek uygun olur. Temel cümle, Fransızcanın §art kipi ni acayip biçimde hatırlatan, bir birle§İk çatıya sahiptir, fiil çatısı olarak. Bilindiği gibi Fransızcanın §art kipi, im parfait takısı almı§ futur gövdesinden olu§maktadır. Türkçe ise, "-di"li geçmi§in ardından geldiği "-daçi"li ge lecek zamana sahiptir: "erteçi erti". Yan cümlede, kah ba sit §artlı bir çatıya, kah birle§ik geçmi§ zaman §art çatısı na rastlanmaktadır: "erli erser". B.T.'den alınan a§ağıdaki cümle, bu farklı kurulu§lara ait bir örnek sunmaktadır: "Elteri§ kağan kazğanmasar yok erteçi erser, ben özim bilge Tonukuk kazğanmasar ben yok erteçi erser, kapğan kağan Türük sir bodun yerinte bod yeme bodun yeme kݧi yeme yok erteçi erti": [Şayet İlteri§ kağan yen mݧ (mağlfıp etmi§) olmasaydı, §ayet o olmamı§ olsaydı, §ayet bizzat ben bilge Tonyukuk yenmݧ olmasaydım, §a yet ben olmamı§ olsaydım; Kapgan kağanın ve ha§metli Türk ulusunun ülkesinde, ne ulus, ne oymak, ne bir insan olurdu" (olacaktı = hiç kimse bulunmayacaktı) ] . Türk dilinin genel yapısını sunarken, bu, bir taraf tan, kesinlikle §art-faraziye olan sadece bir tek bağımlı yan cümleye sahip olması; diğer yandan, basit varsayıma, olabilirliğe ve gerçekdı§ılığa ait olanlarınkiler kadar anla §ılması güç anlamsal ayrıntıları ifade etmeği ba§armı§ ol ması, bize dikkate değer görünmektedir. Tefekkürde fa raziyenin pek önemli bir rol oynadığını dü§ünmek gere-
2 1 0 / GÖK TÜRK iMPARATORLUGU
kir mi? Bu ulusların gütlüğü serüvenli ya�amın, bu dil ol gusuna yabancı olması mümkün değildi. * * *
Fiil çekimi konusunda son bir açıklama, �ahsın ifa desi hususunda olacak. Önce, kesin bir kural koymak ge rekmektedir: Yazılların Türkçesi, fiil �ahıs takılarına sa hip değildir. Şahıslada ilgili tam serinin elde edildiği tek gövde (fiil gövdesi), geçmi� zamana aittir; fakat bu takılar iyelik takılarıdır ve her�ey, sanki, pek büyük bir olasılıkla, kök te bulunan bir isim, eylemi gerçekle�tirmi§ gibi cereyan etmektedir. Şu halde, a�ağıdaki �u takılara sahip olunur: " -m, -n veya -g, (üçüncü tekil �ahıs için takı yok), -miz, -niz veya -giz, (üçüncü çoğul �ahıs için de takı yok)". Üçüncü �ahıs için isimlerde çoğulluk belirtilmemi§tir. Diğer zamanların ifadesinde, §ahıs, fiil kahbından önce gelen �ahıs zamiriyle ifade edilmektedir. Bununla birlikte, Türk fiil çekiminin, birtakım durumlarda zami rio sonra gelmi§ olduğu (kaltaçıbiz; korkurbiz; ömezsen) gözönünde tutularak, nasıl meydana gelmi§ olduğu görü lür. Yazı, bu zamirin, yazıtların ait olduğu devirden beri sesten yoksun olduğunu gösterir. Sesbilimsel kuralların, günümüzde kullanılan takılan vermek için, ancak önem leri vardır. Emir kipi özel bir durum olu�turmaktadır. O, özel takılara sahiptir. Seri tamamdır; yeterince kullanılan bir ifade aracı olarak bu normaldir. İ kinci �ahıs, fiilin katkı sız köküdür. İkinci çoğul �ahısta, basit veya "-n"li çatıya sahip olunmaktadır. Bir buyruk güçlendiricİsİ olarak gö rünen "-gil"li çatı, aynı �ekilde kanıtlanmı� bulunmakta dır. Tekil birinci §ahısta, " (a)yın 1 -(e)yin"li bir çatıya; bi rinci çoğul §ahısta "-(e)linı 1 - (a)/ım"li bir çatıya sahip -
GÖK TÜRK i MI'ARATORLUGU 1 2 1 1
olunmaktadır. Üçüncü tekil §ahısta ve üçüncü çoğul §3hısta, çatı, "-zun (bir kez "-çım " §eklinde deği§ik §ekline rastlanmı§tır) soneklidir. "-(a)ym" sonekli çatının, Osmanlıcaya ait bir di lek-istek kipi çatısı olan, yazıtlarda bulunmayan "-(y)ayım" sonekli çatıdan, dikkatle, ayrı değerlendirilmi§ olması gerekmektedir. Dilek kipinin olmamı§ olması, zamanında, bağımlı yan cümlenin olmayı§ı, artık sözkonusu değil (günümüz de bunlar mevcut). Bununla birlikte, "- (a)ym" sonekli ça tının bir soru sözcüğü ile birlikte kullanıldığı zaman, dü §ünüp ta§ınıp karar vermeyle ilgili küçük bir anlamsal ay rıntı ta§ımasının mümkün olduğu kesin: "ne ayayın ?": "(Sana) ne diyebilirim, (sana) ne öğütleyebilirim?"; "ka ğan m u kışaym?": "(Onu kağan yapmak zorunda mıyım; (Onu kağan yapacak mıyım?") Bu anlamda, Almancada ki sözcük sıralaması, Fransızcanın emir kipinden daha mükemmel bir biçimde, bu dilbilimsel olguyu açıklamak tadır; Almancanın sözcük kataloğu, bu kalıba, "Vokati vische Verb-Formen" sütununda yer verir. * * *
Bütün dil kuramcıları, Türk dilinin cümlesinin isim sel karakterinin, genellikle Altay konu§ma biçimlerinden (Ural-Altay dillerinden Altay koluna ait) olduğunu kay detmektedirler. Bu bakımdan, yazıtlar, fiilsiz cümlenin üstünlüğünü ne yalanlarlar, ne de doğrularlar. Öykülere ait olan bu belgelerin genel karakteri, isim cümlesinin kullanılmasına oldukça ters dü§mektedir. Oysa, onunla kar§ıla§ma, sadece bi�eysel konu§ma kısımlarında veya kar§ılıklı konu§ma kısımlarında olmaktadır. Ba§ka yerde, cümle, geleneksel düzeni içinde, ancak manidar durum lar hariç, tüm elemanlarıyla ortaya çıkar. Manidar rlu rumlardan bir daha söz edeceğiz: özne grubu -bir veya
2 1 2 / GÖK TÜRK iM PARATORLUGU
birden çok tümleç grubu- fiil grubu. Fiile ait olduğu söy lenen büyük bir miktardaki çatı, gerçekte fiil çatıları de ğil miydi? Bunu bilmek, bambaşka bir mesele olmakta dır. Bu durum, geçmiş zaman için sözkonusu olmalı; ön ceden görmüştük: geçmiş zaman, iyelik takılan; yani is me ait takılar, almaktadır. Zamirin sonra geldiği çatılar da, zamirin özne olduğu da sa·:�· . u labilir; oysa, görünüş te fiil çatısı, gerçekte yüklem roıü oynayan, sadece bir isim çatısıdır. Başka deyişle, "neke tezer biz" (Niçin kaça cağız biz) gibi bir cümle, esasen, bir soru sözcüğü, bir sı fat çatısı ("tezer"= gelecek zamanda kaçan) ve bir zamir den özne içerecektir. Bu tahlil, özneyi yükleme bağlayan fiili ( -imek; "e tre" fiili) olmayan bir isim cümlesinin varlı · ğını gösterir. "kemke elig kazganur men" (Kim için bir imparatarluk kazanacağım ben?) gibi daha karmaşık cüm leler için de, aynı §ekilde, fikir yürütülebilecektir. Akl\ mekanizma, pekaHi bizim şimdi ayrıntılarıyla açıkladığımız mekanizma olabilecektir. Özne, önce geldi ği zaman; olay, daha da açık bir biçimde meydana çık maktadır. Öznenin önce gelmiş olması, çoğunluk teşkil etmektedir. Bu çalı§ma çerçevesinde, dilbilimcilerin dik katini üzerine çekeceğimiz bu teoriyi, daha uzun uzadıya, ayrıntılı biçimde pek açıklayarnıyoruz, gerçek anlamıyla isim cümlesine ait birkaç durumu; yani, sadece bir özne ve "imek" yardımcı fiilsiz bir eylem içeren durumları, zik retmekle yetineceğiz: "elim amll kam?: (kelimesi kelimesine) "Benim irn paratorluğum şimdi nerede?"; "kağamm kanı?: "Kağanım nerede?"; "arığ ıtbatı yeg": "Yorgunluğun ' azalmasına izin vermek daha iyi"; "kelmişi alp" : "geliş güç"; "Tonukıık anıg ol, öz ol": (kelimesi kelimesine:) "Tonyukuk kötü (o), bencil (o)" ( - Tonyukuk kötüdür, bencildir):
GÖK TÜRK İMPARATORLUGU / 2 1 3
Bu sonuncu örnekte, §imdi zikrettiğimiz yapı biçimi; "tezer biz" ile tam bir benzerlik arzeden bir yapı biçimi gözlemlenecektir; yeter ki "tezer"in, tıpkı "mug" ile "öz" gi bi bir sıfat §ekli olduğu kabul edilmek istensin. Böyle olmakla birlikte, beklenilebilecek olanın tersi ne, özlemi yükleme bağlayan yardımcı fiil, es geçilıni§ ol maktan daha çok, genellikle pekala belirtilmi§tir. Gör mü§ olduğumuz gibi, bu, "er-" (olmak) ( = imek) fiilinin zamanla ilgisi olmayan §ekli "ermiş"tir. Kağanın yiğitliği ile danı§manının bilgeliği birle§tirilmi§ olduğunda, Türk gücünün, dü§manlar açısından ne kadar korkunç olduğu nu belirten ve sık sık ortaya çıkan bir cümle kalıbı ile bu nun örneği verilmi§tir: "kağam alp ermiş, ayğııcısı bilge er miş": "Onun kağanı yiğittir, onun danı§manı bilgedir". Kesinlikle, üslfip pe§inde ko§ulması yüzünden, ba zan, simetrik olmayan bir yapıyla kar§ıla§ılır: "yııyka erik/i top/ağalı llÇllZ ermiş yençge eriklig iizgeli uçıız": Bir§ey ince olduğu sürece onu toplamak kolay olur, ince olan §eyi kırmak (parçalamak) kolay (dır)". Bu mü§ahedelerden ne gibi bir sonuca varılmakta dır? Genel kural olarak, özneyi yükleme bağlayacak yar dımcı fiili olmayan isim cümlesi, konu§ma dilinin normal cümlesidir; yardımcı fiilin belirtilmesi, üst tabaka diline aittir. Duygu ve dü§üncelerin ifade edilmesine ait bu iki tarz arasındaki ayrımın, o devirden beri böyle belirtilmi§ olması, anıtların edebi eserler olduklarına dair, bizim gö rü§ümüzü güçlendirmektediL İsim cümlelerinin en bü yük miktarda, B.T.'de bulunması, aynı §ekilde, yazıtın üs lfibunun daha alt düzeyde olduğunu, K.T. anıtlarının üs lfibundan daha popüler olduğunu doğrulamaktadır.
* * "'
21 4 / GÖK TÜ RK i M PARATORLUGU
imgelerin, (Benzetme Tekniğinin) incelenmesi Bir zihniyet hakkında, istiarelerin incelenmesinden daha çok aydınlatıcı bilgi veren hiçbir şey yoktur. Bir ulus onlarla düşüncesini açıklar, belirtir; veya sadece, özelleş miş bir sözcüğü olmadığı zaman, istiarelerle düşüncesini ifade eder. En gelişmiş dillerin tarihi bize, en soyut kav ramların; dilde, en alışılmış, en basit sözcüklerden türe tim yapılarak temsil edilmiş olduklarını gösterir. Uitince nin felsefe sözcük ve terimleri, Yunancanın bir kopyası olmasa da, dilin ilk elemanlarından intişar etmiştir; ve de, tarihsel tüm bilginin dışında, Latium'un uygarlığının, aslında, başlangıçta, tarımsal ve kırsal olduğunu, filolojik araştırma açıklamaktadır. Türkçe, böyle birşey görme miştir. Fakat, çoğu zaman, dil yapısı bakımından olsun, söz dağarcığının fakirliği bakımından olsun, onun yaptık larını bildiğimize göre; bundan dolayı onu kınamak, ço cukça bir davranı§ olur. Sanki her dil, ba§langıçta fakir olmamı§tı! Konumuzun dışına çıkmak pahasına, bu hu susta, bazı açıklamalar yapmak istiyoruz. Strasbourg ye mini'nden bir asırdan daha eskiye ait gerçek metinlere ula§ma §ansımızın olduğunu; bu metinlerde, çok miktar da fiil çatısı saptamış olduğumuzu belirtelim. Büyük mik tardaki bu fiil çatısı, çağdaş Türkçeye, eşsiz bir zenginliğe sahip fiil çekimi sağlamış olduğuna göre; kendi kendimi ze, söz dağarcığının niçin aynı evrimi izlemediğini sorabi liriz. Sebepler, sosyal, siyasi ve dini düzenden kaynaklan maktadır. Toplumsal yönden, Asya'nın içine ve Avrupa'nın bir bölümüne yayılmı§ bulunan Türkçe konu§an ulusların ekseriyeti, günümüze kadar, kırsal ve tarımsal hayat dü zeyinde kalmı§lardır; bu hayatta maddi sıkıntıların, ma nevi spekülasyonlardan daha büyük, sınırsız etkisi olur. •
1 4 şubat 842'dc yapılan yemin.
GÖK TÜRK i MPARATORLUGU / 215
Bu, her tür zihnl faaliyetin olmadığı anlamına gelmez. Şi ir dalında, "a§ık"lar, göçebe ozanlar, -bizim lanetli §airler dediğimiz, ilhamları umutsuzluğa dü§ürecek kadar kö tümser olan §airler-, de§ilmemi§, her halde de§ilmeyi, be tiınlenmeyi bekleyen tam bir siıngebilim konusu. Onun yorumu, açıklaması heyecan verici olacaktır; fakat, etkisi nin deviriere ve yerlere göre deği§iklik arzettiği, birçok kaynaktan elde edilen katkı paylarının olu§turduğu bir tortula§ınanın simgelerin incelenmesi esnasında görüle cek §eylerle son derece ho§ hale getirilmi§ olacağını be lirtmeliyiz. Arapça-Farsça unsurlar olmadan, kelimenin tam an lamıyla, Türkçenin, Selçuklular döneminden beri, her za man, toplumun kırsal kesiminin dili olduğu ve onunla Konya Saray dili arasında, Maliere'nin köylü erkeği ile Versailles sarayının erkeği; yine, Maliere'in köylü kadını ile Versailles sarayının kadını arasında görülen uzaklık tan çok daha fazla uzaklık bulunduğu açıkça görülür. Siyasi bakımdan, söz dağarcığında her orijinal üreti mi engelleyen, imparatorluk zihniyetinin bizzat kendisi dir. Tıpkı Cengiz Han'ın, Charles-Quint'in imparator lukları gibi, Sultanların İmparatorluğu da evrensel olmak istiyordu. Bize öyle görünüyor ki, imparatorluk nüfusu nun çoğunluğunun kolayca öğrenebileceği, bir Türk dili yapısı üzerine Arapça ile Farsçadan olu§an bir sözcük dağarcığı ekleyen bir dilin ortaya çıkmasını görmek, hü künıdarın ho§una gitmi§ olabilir. Öyle ya, en azından bel li bir nitelikte bir yönetim dili temin etmek gerekliydi. Bizzat kendi sözcük dağarcığının geli§mesine gelin ce, Türk dilinin erݧmi§ olduğu bu tür köhnele§ıne ala ıneti olan unsur, İslamiyetİn kabulüne maledilmݧ olmalı. Ankara Fransız Kültür Merkezi'nde yapılan bir konfe ransta bu fikri açıklamı§ olduğumuzdan dolayı, bazı si temlere maruz kaldık. Bununla birlikte, bağnazlık ve ta rafgirlik yapmadan, hakikatİn ortaya çıkmasına izin veri lirse, bundan daha basit ve daha aydınlık hiçbir §ey yok-
2 ı 6 / GÖK TÜRK İM PARATORLUGU
tur. Ciceron, Latincenin felsefe sözcük ve terimlerini -değeri büyük olan felsefe sözcüğünü-, Platon'u ve eski Yunan hatiplerini yorumlamak veya uyarlamak için mey dana getirmi§tir. Arnyol ve Montaigne de, ba§ka türlü yapmamı§lardır. Türkler budizın ile, mani'cilikle, hristi yanlıkla ilgili metinleri yorumlamaları gerekince; kendi dillerine ait kalıntılardan, az çok ba§arıyla, bir felsefe sözcüğü elde etmek zorunda kalmı§lardır. Oysa, bazı alimiere göre, Kur'an'ın tercümesi, dine aykırı bir i§ti. Kutsal Kitap, Arapça tefsiri nasılsa öyle kabul edildi. Bizzat bu bakımdan, Kutsal Kitabın, Türkçeye, ihtiyacı olan bütün soyut sözcük ve terimleri sağlaması gereki yordu. Sanıldığı gibi, bu tembellikle ilgili bir sonuç değil, fakat manevi bir veeibe olmu§tur. Bu açıdan ve sadece objektif olarak, bizim teorimizin, kim olursa olsun, hiçbir kimse için, rencide edici ve aptalca yanı yoktur. * * *
Ne olursa olsun, yazıtların Türkçesi, soyut sözcük ve terimiere sahip değildi. Fikirlerini ve duygularını te§bih lerle ifade etmek zorundaydı. Ku§kusuz, bu mefhumların kolay anla§ılır olduklarınm ve duyguların, her çe§it kar ma§ıklıktan uzak olduklarının saklanmaması gerekir. Te§bihler, ya da söylememize izin verilirse, semboller, pek büyük sadeliği olan bir niteliğe sahiptirler. Hepsi de, maddi ortamdan veya temel iktisadi unsurlardan (av, sü rü gibi) veya hatta askeri lisandan alınmı§ olacaklardır. Nihayet, sembolün daima ilk a§aına olduğunu ve yorum lamanın bu hususta hiçbir güçlük arzetmediğini söyleye lim. Bunun ötesine gitmek, insanı yanlı§ yoruma götürür. Bize göre, Thomsen'ın haksız yere, içlerinde destanlar bulunduğunu sanıp, bu eserlerin meydana getirilmi§ ol duğu "ortam"ı idrak etmi§ olmaması, bu çok değerli dil bilgininin ba§ına ݧ açmı§tır. "Ormanda ve bozkırda" an lamından ba§ka bir anlama gelmeye imkan vermeyen "ıda taşda" gibi pek basit bir te�bihi yorumlarken maale-
GÖK TÜRK iMPARATOR LUGU / 21 7
sef, ikinci sözcüğü, "taş" (yeni Türkçedeki taş gibi) olarak anlamıştır. Danimarkah bilgin, arkasında "düzenin bozul ması", "karanlık", "yalnızlık" ifadelerinin gizlendiği bir sembolün orada sözkonusu olabileceğini düşünmüş; "ıda taşda" ifadesini "ağaçtan ve taştan" ifadesiyle vermiştir ve şunu ilave etmiştir: metne göre, bu ifadenin "hiçbir kuru luşun üyesi olmaksızın" demeye geldiği hususunda kuşku duyulmayacağını sanıyorum. Bilhassa ele aldığımız bu alanda az da olsa, Türk dilleri üzerinde çalışan biri için, böyle bir yorumlamanın sebep olabileceği şaşkınlığı iyi hissettiğinden olacak, Homeros'u ileri sürüyor (insan kendi kendine Homeros'un burada işe ne diye soruyor). Danimarkah bilgin şöyle diyor: "Yorumumu desteklemek için Homeros'taki pek iyi bilinen ifadenin bize sunduğu 'ne kadar uzak olursa olsun özde§' olan paralele başvura cağım." Bağımsızlık fikri, o devrin Türkçesinde, Thomsen'un bizzat kendisinin iyice incelediği, net ve tutarlı bir teşbih oluşturan karmaşık bir fiil deyimiyle ifade edilmiştir: "er bar-" ("var olmak ve yürümek"). "Ok", bir oymak taksimatını göstermek için, çok teş bihli bir ifade örneği sunar. Doğu'daki Türklerin ülkele rinde, bu terimin kullanılması gerekmemiştir; fakat, ya zıtlarda, o, "On ok" ("On-aklar") adı altında, Batı'daki Türkleri göstermek için bulunur. Olumsuzluk soneki ta kısıyla, o, "oksız" (Oksuz) (bu tip taksimat olmaksızın) sı fatını meydana getirmiştir. Kieu T'ang-§u'nun demesine göre, ok, komutanlığın temel sembolüdür, diye Chavan nes tarafından ifade edilmiştir (D. T O., p. 27). Belge §U nu demektedir: "Onun (Şa-po-lo tie-li-şe kağanın) krallı ğı daha sonra, on oymağa bölünmüştür; her oymak için, onu idare eden bir reis vardı; onlara on 'şad'lar deniyor du. Her şad, hediye olarak bir ok kabul ediyordu, bun dan dolayı onlara 'On-Oktar' deniliyordu." B.T.'de, "oymak"ın adı, "bod"dur. "Bod" sözcüğü, "vü cut" anlamı ta§ımaktadır. Biz "bodwı" kolektif şeklinin,
2 1 8 / GÖK TÜR K iMPARATORLUGU
oymakların hepsini, yani ulusu belirttiğini, daha önceden incelemiş bulunuyoruz. (Bk. Bölüm Il). B.T.'de rahatlığı, tokluğu belirtmek için, pek basit ve gerçekçi bir teşbih saptanmaktadır: "bodım boğzı tok erli" (Ulusun bağazı toktur). K.T.'de, soyut isim "todsık"a, insan daha o zaman sahip tir; aynı şekilde karşıtı "açsık"(açlık)'a sahip olduğu gibi. Yoksulluk, yokluk, "açsık" sözcüğünden ayrı olarak, [farklı sıfatlar ile: "çıgan" (yoksul) ("bay" = zengin'e karşı), isimler ile: "bıın" (yoksulluk), ve de yarı-zarf sözcükleri ile: ''yalanm" (çıplak) ve ''yadaguı" (yaya)] ifade edilmiş lerdir. Sonuncu biçim özellikle ilgi çekicidir; bu anlamda, bir binek hayvanına sahip olmanın gerekli olduğu anlayı şının bulunduğunu gösterir; bu, rahatlığın dış görünüşün simgesidir. Aynı şekilde, yokluk içindeki halk hakkında, onun "içerde yiyeceksiz, dışarda elbisesiz" olduğu söylenebilir. Ordu yiyecekten mahrum, atlar sıska (zayıf) oldu ğunda, esas sefalet, doruğa ulaşmış olur: "sii atı tıırıık azukı yok erti". Askeri bir seferin güçlükleri somut ve teknik simge lerle de temsil edilmiş bulunmaktadır: Altay, yolsuz, vası tasız katedilmiştir: ''yolsızuı", geçidi bulunmayan Ertiş ır mağı: "keçigsiz". Düşmanın öfkesi, kimi kez, ateşe benzetilmiş: "örtçil kızıp" "(düşmanlar) ateş gibi kızaran" (B.T.), kimi kez, hem ateşe hem fırtınaya benzetilmiştir: "otça borça kelti" (onlar ateş ve fırtına gibi geldiler" (K.T. ). Bölüm V'de, "uç-" (uçmak) fiilinin "ölmek" anlamıy la kullanılmasından, o zaman bahsetmiştik. Bu hususta, bundan, o devrin metafizik düşünceleri hakkında netice ler çıkarmaya çalışmanın uygun olmadığını da söylemiş tik. Bununla birlikte, teşbih yönü açıklanınayı bekliyor. Daha karmaşık teşbihlere geçelim. Barışın hüküm sürdüğünü, yani ülkenin düşmanların akınlarından mah fuz güvenli bir yerde olduğunu göstermek için; ya da, sa-
GÖK TÜRK i M PARATORLUGU 1 219
vunma durumunda beklemeleri için onlara yeterince korku vermektense, Tonyukuk, iki katlı bir te§bih kulla nıyor: "Çevrede dü§man yok olmu§ gibiydi; biz, akdoğan lar gibiydik"; Bilge ise, §öyle diyor: "Kağan babamın or dusu, kurt gibiydi; dü§manları, di§i koyunlar gibiydi". Grousset'nin zekice "Magali ezgisi" diye adlandırmı§ ol duğu Moğalların Gizli Tarihi ndeki metin parçası, bize günlük bilgi olarak §Unu veriyor: "Ey Sube'etaı, §ayet on lar göğe uçup giderlerse; akdoğan ol; §ayet onlar, köste bekler gibi yerin içine saklanırlarsa; onları topraktan çı karmak için, demirden bir aletle toprağı kaz. Şayet onlar, denizde balık olurlarsa; ağ ile onları yakala" (H. S. , 199). Aynı §ekilde, Gizli Tari/ı ( 195) §öyle diyor: "Kurt, koyun ları, ağıHanna kadar izliyor." "Akdoğan" olarak yorumladığımız "an" sözcüğü, her ne olursa olsun, bir av hayvanını belirtmektedir. "An", "anlamak" anlamına sahip olan "anla-" (yenisi: anlamak) fiilinin kökünde muhtemelen bulunduğuna göre, o, bu bölümde belirtilmi§ olmağa layıktır. Tonyukuk, tereddüt edecek adam değildi; ya§amın da bir kez kendi isteğiyle bunu yapmı§tır. Ele geçirilmesi umulan §eyin pek değerli olduğu gerçektir: elli yıllık çile den çıkarken, İmparatorluğun yeniden tesisini ba§arıyla sonuçlandırabilecek §efi seçmek sözkonusuydu. Tonyu kuk, elinin altında elbette bir fiil bulundurmakta: "sakın-" (kendinin muhasebesini yapmak, dü§ünmek). Bu fiili, o, sık sık kullanmaktadır; fakat, bu durumda, §a§kınlığını yansıtamayacak kadar, onu, pek zayıf bulmaktadır. De mek ki, o, "sakın-" fiilini kullanmaktadır; fakat, onu, uzun, acemice olan bir cümle ile açıklamaktadır. ifade edilmesi zor bir fikri, adi olduğunu bile bile, böyle bir ka lıba akıtan bir üslupçunun eseri olarak değerlendirilecek bir cümledir bu: "tumk bukalı semiz bukalt arkada bi/ser, semiz buka tumk buka teyin bilmez ermiş teyin ança sakın tım". Oldukça zor yorumlanan bu cümlenin anlamı yakla §ık olarak §öyle olabilecektir: "İnsan arkasındakini bir '
2201 GÖK TÜ RK İMPARATORLUGU
bilse! Görmeden, semiz bir boğa mı var; yoksa, sıska bir boğa mı var hususunda açıklamada bulunan insanın, se miz boğanın nerede olduğunu, sıska boğanın nerede ol duğunu bilmi§ olamayacağı dü§üncesini ta§ıyordum". Bir oyun, bir çe§it bilmece oyunu mu veya bir yazı mı yoksa tura mı oyunu mu, (ya da hayvanların semizliği mi) söz konusu, ya da Gizli Tari/ı ( 1 68, 1 8 1 , 190, 193, 194)'in kay dettiğine göre, Moğollardaki gibi, Türklerin nazarında da, hayvanların semizliğinin, bir elveri§Iİ olma (kurban lık) değeri mi vardı? Ya da atlar sıska olurlar (Türkçede ki aynı sözcük "turukat" sıska için kullanılmı§tır); yedek olarak bekletilir; veya semiz olurlar; böyle olunca da, kom§ulara saldırılarda bulunulabilir, onlarla sava§ yapı labilir. Bütün iktisadi ve askeri mülahazaların dı§ında, hayvanların sağlıklı olması, hayvancılıkla geçinen bu ulusların nezdinde, mutlu bir geleceğin alametiydi. Birlikten kuvvet doğmaktadır; dü§manların güçlerini birle§tirmeleri, Tonyukuk'un gündüz İstirahat etmesini, gece uyumasını engellemektedir. Tonyukuk, endi§elerini, somut bir te§bih biçimi altında kağanına arzeder: "Bir§ey ince olduğu sürece, onu bükmek kolaydır; ince olanı kır mak kolaydır; fakat, §ayet ince bir§ey, tıkız hale gelirse, onun bükümü zor olur; §ayet ince, kalın hale gelirse, onu kırmak, güç olur". Gizli Tarih'te buna benzer bir kısım bulunmaktadır; fakat, Moğollara uygulanmı§tır, onların dü§manlarına değil. Efsanelerdeki Alan ko'a dede, oğul larının herbirine, birer ok verir ve onlardan bu oku kır malarını ister; oğulları, bu isteği yerine getirirler. Dede leri Alan ko'a, daha sonra, be§ tane ba§ka oku eline alıp, onları birlikte bağlar ve bu §ekilde meydana gelmi§ olan ok demetini kıramayacaklarına dair, oğullarıyla bahse gi rer; ve §öyle der. "Ey benim beş oğlum, siz, şu beş oka benziyorsunuz. Diğerlerinden ayrılmrş olan lıer oktan herbiri, kolaylıkla kı rı/abi/ir; siz birleşirseniz, hiçbir şeyin kıramadığı brt demet gibi olacaksmız. " (H S., sayfalar: 1 9 ve 20).
GÖK TÜRK İMPARATORLUGU 1 221
Kolayca yenilemeyen gücü ifade etmek için, Türkle rin, "iş kiiç" hendiadyoin deyimini kullandığım görmü§ tük. Formül, a§ırı soyut veya yetersiz görülmü§tür; çün kü, çift bir te§bih ile açıklanmaktadır ve bu te§bihle ger çekçilik anlayı§ı ifade edilecektir. Tonyukuk, §Öyle de mektedir: "Kızıl kanım tüketi, kara terim yegirti" = "Kırmı zı kanıının tüketilmesine izin vererek, kara terimin pis pis kokmasına izin vererek". Hiç olmazsa, ''yegirti"yi ilgi lendiren hususlarda, metin parçasına ait bu yorumlama bize aittir. Bu yorumlama §a§kınlık verebilecektir. Bura da yeniden ele alamayacağımız delillerle onu destekle mek suretiyle, olduğu gibi muhafaza etmi§tik (ba§vur: bi zim incelememiz "Baın-Tsokto yazıtı", bölüm V, satır 52'nin açıklaması). Bizzat Moğolların siyahımtırak giysi leri "kubçasu baratutan" ile yaydıkları pis kokulara (hu nor mao'utan) ait bir te§bihin, Gizli Tari/ı (sayfalar: 189 ve 196)'de bulunduğu tespit edilecektir. Zaten genel ka rakterivle, Gizli Tari/ı, bir gerçekçilik, genellikle de bir basba) . ıgılık eseridir; bunların yanında, be§ asır öncesine ait olan Türk anıtlarının inceliği ve ağırba§lılığı dikkat çekicidir. Kötü bir okunu§a rağmen, birincisiyle ilgili bir parça farklı bir te§bih, K.T.'de bulunmaktadır. Çiniiierin hiz metinde elli yıl tüm Asya'yı ba§tan ba§a kateden Türk halkına hitap ederken, Bilge, Türk halkına §öyle demek tedir: "Senin kanın, su gibi aktı; senin kemiklerin, yeri dağ haline getirdi". Yenik dü§Üp teslim olmaya gelen dü§manlar, üstelik gerçekçi bir tabioyla zihinlerde canlandırılmı§tır: Bilge, §Öyle demektedir: "Atalarım, ba§ı olanları yerlere kapan dırdı; dizleri olanlara, diz çöktürdü". Hendiadyoin olan "köz kaş", ewelceden gördüğümüz gibi, keder, matem ifade etmeye yaramaktadır. Fakat, ay nı §eklide, çifte bir te§bih elde edilmektedir: bu te§bihte gerçekçi bir nitelikle bir ahlaki mahiyete ait olayı birara ya gelmi§ bulmaktayız; bilhassa bundan dolayı, bu te§bih
222/ GÖK TÜRK İMPARATORLUGU
ilginçtir. Gözbebeği oğlan karde�inin cesedine sarılan Bilge, üzüntüsünü dile getirirken, �öyle der: "Gören göz lerim, görmez oldu; bilen bilgeliğim, bilgisiz hale geldi". Teşbih, ancak şekil bakımından orijinal değildir. Çok bü yük olması gereken bu dert hakkındaki kısa açıklamada, Bilge'nin bazan cömertçe kullandığı belagatıyla tezat teş kil eden bir ağırbaşlılık, bir edep bulunmaktadır. İnsan, birdenbire, merhametli ve cana yakın hale gelmektedir. Bilge, bu tür dokunaklı sözlerle, bizi, ün için yapılan bun ca anıta konu te�kil eden kahramanlık öykülerinin co� turduğundan çok daha fazla duygulandırmaktadır. Aynı temaları işleyen Tonyukuk'un konu�masının son kısmını, heyecan duymadan okumak pek mümkün değildir: "Şim di ihtiyarım, ya�lıyım. Şayet bir kağanla donatılmış bir ulusun başında yeteneksiz bir kağanı varsa; vay o ulusun başına geleceklere!" Emekliye ayrılmı� ihtiyar generalin sözlerindeki şu hüzne ve açıklamadaki �u sadeliğe bakın! Anıtlarda elbette bir sanat bulunmaktadır; hiç kuşku yok ki irade dışı ortaya çıkan bir sanat; fakat kesinlikle bir sanat var: az sözle çok �ey ifade etme sanatı. Şayet kendisi galip gelmeseydi; Saray kadınlarının ba�ına gelecek akıbeti tasavvur ederken, Bilge'nin onlar için çizdiği çarpıcı manzarayı nihayet aktaralım: "Ey katun anam, ve de sizler: ablalarım, kızkardeşle rim, baldızlarım, yengelerim, hatunlarımı Sağ kalsaydı nız, köle olmuş olacaktınız, ölmüş olsaydınız, çayırda ve ya yerde serili kalmış olacaktınız." (Çev. B:) Sonuç olarak, yazıtları yazanların kısıtlı imkanlara sahip olmalarına rağmen, edebi yanı il§ikar eserler bırak mı§ olduklarını; hatta, ne mutlu ki, bu eserlerin, Yukarı Asya'nın esrarını çözmek ve ora uluslarının zihniyetine ait az da olsa doğru bilgi edinmek isteyen kimse için, en büyük değere sahip belgeler olduklarını söyleyeceğiz. Dekora rağmen, öylesine insanlıkla kaplı bu atmosferde müşahede ettiğimiz cazibeyi, okuyucularımıza bir parça benimsetebildiysek, ne mutlu bize.
V II. B Ö LÜ M BİR EDEBiYAT TARİHİ TASLAGI
Türk edebiyatı, VIII. yüzyılın başında, Orta Asya'nın semasında bir meteor gibi görünür ve buraya kadar anıt lar hakkında söylediğimiz herşey, onun hangi zenginliğe eriştiğinin müşahede edilmesine imkan verir. "Klasik" sözcüğü, kalemimizin ucuna geldi; bu hususiyet, yavaş yavaş etkisini gösteren bir evrimin varsayılmasına izin ve riyordu. Bu evrimin sonunda, dil, kendini arıttığından; çatı ile zemin arasında denge iyice oturduğundan; bu ev rimin yol açtığı biçime ve niteliğe sahip, başkalarınınkine benzer; ya da, reaksiyon olarak yeni bir sanatın doğması na vesile olabilecek eserlerle, bir uygarlık ortaya çıkmıştı. Kuşkusuz, bozkır, bütün sırlarını açıklamış değil; hatta, bu edebiyatın oluşumunu tespit ve gelişimini takip etme imkanlarını bize sağlayacak, bu anıtlardan daha önceki zamanlara ait anıtların keşfedilebileceğini umut edebili riz. Şimdiye kadar yapılan araştırmalar bir sonuç verme miştir. Bilgilerimizin bugünkü durumu açısından, anıtla rın incelenmesi, Türk edebiyatı tarihinin birinci bölümü nü teşkil eder. Biz, bu bölümü yazmak istiyoruz. Eserler, ba§lıca, iki mezar ta§ı tarafından temsil edil mektedirler; bunlar, Tonyukuk yazıtı adı verilen ile bizim Baın-Tsokto yazıtı adı altında gösterdiğimiz mezar taşla rını kapsamaktadır. Onların keşfedildikleri yerleşim alanlarına göre (onların meydana getiriliş tarihi, bize gö re, 715 civarıdır), iki anıttan herbirinin Tsaıdam (Çay-
224 / GÖK TÜRK İMPARATORLUGU
dam) gölünün kuzeybatı ve güneybatısında keşfedilmiş olmaları bakımından, onlar bu göl ile Kökçin Orhan ır mağı arasında, Köl-tegin ile Bilge Kağan'ın ölümünden sonra, 732 ile 735 yıllarında dikilmişlerdir. Bunlara, On gin anıtı adıyla tanınan başka bir mezar taşını ilave et mek gerekir. Bu anıt, bu ırınakla Taramel'in kavuşum mahallinin yakınında yerleştirilmiş bulunmaktadır, yer leştiriliş tarihi belli değildir; fakat ana niteliklerine bakı lırsa, aynı döneme aittir. lkhe-Khüsötü anıtı, Küli-Çor'u anmak için dikilmiştir. Samoiloviç, onu, 7 16'da Tarduşla rın başında bulunan Kül-Çor (Köl Çar diye okunacak) ile özdeşler. Ramstedt (Journal de la Societe Fino-Ougrienne, XXX) tarafından açıklanan pek kısa bir yazıt, daha son raki zamana Uygur devrinin başlarına aitmiş gibi görünü yor; nihayet, Şine-Usu yazıtı, o da aynı şekilde, Ramstedt (J. S. F. O. , XXX) tarafından açıklanmıştır; o, da, Uygur dönemine aittir. Kendinden önce yapılan bütün çalışma ları yeniden ele alan H. N. Orkun, biri bu metinlerio okunuşlarına ait, diğeri çevirisine ait olmak üzere, iki ça lı§ma yapını§tır; bu çalışmaların tümü, "Eski Tiirk Yazıtla rı"nın birinci cildini te§kil etmektedir (eserin tamamı dört cilt olup, İstanbul'da 1 936-194 l 'de basılmı§tır). Aslında, sadece ilk dört yazıt, bizim konumuza gir mektedir. Üstelik, Ongin anıtı, sağlam bilgi edinilemeye cek derecede tahrip olmuştur. Şine-Usu yazıtma gelince, onun da büyük kısmı tahrip olmu§tur; okunabilen kısım ise onun B.T. ve K.T. yazıtlarının bir taklidi olduğunu düşünmemize izin verir. Uygulama yönünden, incelememizi, sadece bu son iki metin grubuna dayandırabiliriz. Ne mutlu ki, onlar, bizim yararlı sonuçlar elde etmemize imkan verecek ka dar malzemece bol ve zengindir. Ön planda yer alan müşahedelerden biri, bütün anıt ların mezar taşı olmalarıdır. Biz, Bölüm V'de, bu gelene ğin başlangıcı hususunda, mezar taşının bulunduğu kabir
GÖKTÜRK i M PARATORLUGU / 2�
yerine ait araziyi belirtmek için dikilmiş olan ilk devirler deki sırığın, sanatsal bir sonucu olduğunu düşünmemiz gerektiğini söylemiştik. Türk mezar taşı, bu türe ait ev rensel kurallara itaat eder: o, herşeyden önce, gelecek nesillerin hayranlığını ve minnettarlığını kendisine sağla mak zorunda olan yiğitin kahramanhklarının yadıdır. Fa kat aynı mezar ta§ı, bu önemli ki§inin fikirlerine, mizacı na ve siyasal mevkiine göre değişen başka unsurlar da içerir. Belgelere ait küçük bir inceleme, bu hususu aydın Iatacaktır. * * *
Yazıtların tarihinde ilki olu§turan, çok fazla özenle yapılmış bir eser olan ve özellikle yazı bakımından, bü yük bir olasılıkla başka anıtlara örneklik etmiş olan B.T. yazıtı, Tonyukuk'un şahsi eseridir. Yazıt, içerik bakımın dan olduğu kadar, biçim bakımından da farklı üç kısım içermektedir. Birinci kısım, İlteriş'in tahta çıkışını zihinlerde can landırmaktadır. İnsan, kendi karakterine ait hakim özel liklerden ikisiyle yazarın arkasında görünmektedir: Çinli lerden tiksinmesi, kendine ait özel görevin bilincinde ol ması. Bu vazife §Uuru, işteki atakhğı kadar, alacağı karar larda da onu, temkinli yapacaktır. Onu ilgilendiren, hü kümdarları tahta çıkarma merasimleri değildir. Ne yazık ki, bu merasirnin kuralları, usulü hakkında hiçbir §ey öğ rencmeyeceğiz; fakat, hakanın seçimine ait bilgi edinebi leceğiz. Cümle sıkıcı, karmaşık olup, içte cereyan eden tartı§manın genişliğini ancak hayal meyal görmeye izin verir. Çiniilere karşı duyulan tiksinti, daha zımnidir; bun dan dolayı, belirginlikten yoksun değildir. Kağanlarını tahtından indirip, Çiniiierin tabiiyetine girmiş olmaların dan dolayı, Tengri tarafından, Türk ulusu ortadan kaldı rılmıştır.
226 / GÖK TÜRK İ MPARATORLUGU
İkinci kısım, eserin esas kısmıdır, İlteri§'in saltanatı sırasındaki ve Kapgan'ın hükümdarlığının ilk yıllarındaki eylemleri içermektedir. Bü bakımdan eserin belgesel de ğeri üzerinde uzun uzadıya durmuştuk. Öykünün hakim bazı özelliklerini burada hatırlatınakla yetineceğiz. Önce, her koşulda, siyasal sonımı iyice belirtmeye değer. Burada K.T.'de bulduğumuz gibi (örneğin, anarşi batağına düşen bir ulusu, görünürde bir çı kar gözetme den kurtarına arzusu) kaçarnaklı sözler, bahaneler bu lunmamaktadır: bir güç birliği (koalisyon) oluşmaktadır ve herşeyden önce muhasım güçlerin birleşmelerini önle mek sözkonusudur; Oğuzlara karşı savaş, Kırgızların ül kesine sefer, Cungarya'nın istilası, bundan dolayı yapıl mıştır. Sadece bir savaş, seyyar ordu kuwetleri tarafın dan doğru bulunmuş değildir; bu Sogd savaşıdır. Şimdiye kadar edinilen müşahedelere göre amaç bilinmektedir: bu, Tonyukuk'un gönül hoşluğu içinde sayımını yaptığı ganimettir. Savaş eylemlerine ait açıklama, bir rapor, sade, he men hemen kupkuru bir bilanço gibi ortaya çıkmaktadır. Kişisel kahramanlıklar orada yer almaz. Olaylar, bir uz man savaşçı tarafından görülmüş olup; savaş planı, seçi len yol güzergahı, katedilecek mesafe hakkında, o bize, elbette, kısa, muhtasar bilgiler vermektedir. Güzergahta çekilen güçlükler, yürüyüşte tatbik edilen acelecilik; ger çekçi, kısa kısa değinmelerle dile getirilmiştir; bunlar da, sade fakat etkileyici bir üslupla ifade edilmişlerdir: yolu olmayan Altay'ın aşılması; geçidi olmayan Ertiş'in bir kı yısından diğer kıyısına geçiş; gerçek şu ki, sadece yokla ma yapmak için atlardan iniliyor ve atlar ağaçlara bağla nıyor; ordu konaklama yapmıyor. Öğüt verirken kendisini temkinli gördüğümüz bu adam, savaşta gözü pek olarak karşımıza çıkar. Taarruz, onun biricik taktiğidir. Her gecikme, onu öfkelendirir: yolunu şaşıran klavuz, bağazı kesilerek öl dürülür (olay dört sözcükle zikredilmiştir). Bu hızlandı-
GÖK TÜRK İMPARATORLUGU / 227
rılmı§, ivedi öyküde yegane konu dı§ı arasöz, saldırı yürü yü§ünde ortaya çıkar: Türge§lere kar§ı yapılan sava§ giri §imi sırasında zuhur eden, Tonyukuk ile beg'ler arasında ki anla§mazlık. Bu durum, objektif biçimde, pek kısa, öz lü; fakat, ruhu ok§ayan imalarla dolu bir diyalogda açık lanmı§tır. Biz, burada, bu diyaloğun tercümesini seve se ve, tekrar vermekte tereddüt etmiyoruz: "(Yüzbin dü§manın Cungarya ovasında toplandığı) haberini öğrenen beg'ler hep birden: (Beg'ler.) 'Geriye dönelim! Yorgunluğun giderilmesi daha iyi olur'. Ben (Bilge Tonyukuk): 'Altın dağı a§arak geldik, Er ti§ ırmağını geçerek geldik'. Beg'ler: 'Geli§ çetin oldu'. Onlar, beni, dinlemediler. Tengri, Umay, kutsal yer ler ve kutsal sular, bana baskı yaptılar; ben de, onlara, §öyle dedim: 'Neden kaçacağız ki? Onlar çok kalabalıkmı§ diye neden korkacağız ki? Biz az sayıdaymı§ız diye neden ezil mi§ olacakmı§ız ki? ilerleyelim ! ' Biz ilerledik, onları dağıttık ... ". Bütün öyküde, sadece bir tek özel kayıt, bir zafer çığlığı, o kadar içten gelen bir heyecan, sözdizimini altüst etmektedir: "Türk ulusu Demirkapı'ya ula§mı§ bulunuyor, ey Tinsıoğlı!" Bu coğrafik adın, Türkler için, bir sembol de ğeri ta§ıdığı, ne kadar da doğru. Öykünün bitiminde, Tonyukuk, on kadar satırı, ken di geçmi§ ya§amının bir panoraması ile onun istediği gibi bir kahraman olan İlteri§'in geçmi§ hayatının bir panora masına hasreder. Üslfıp, hatip üslfıbuna dönü§ür. Cümle, pek ahenkli, muntazam bir biçimde bir vals yapar gibi kıvrımlar yapa yapa uzanır. Bu, günlük hayatından mut lu, fakat birazcık gözü açılmı§ olan ihtiyara ait dü§tür. Dü§, çok büyüleyici niteliğe sahiptir.
228 1 GÖK TÜR K İMPARATORLUGU ... ... ...
K.T.'nin Köl-tegin ile Bilge Kağan'ın yazıtı adı altın da tanınan daha yaygın olan, daha geni§ anlayı§ ürünü olan iki mezar ta§ı, epey farklı bir karaktere sahiptir: bel ki, netice itibariyle sadece kalıpla§mı§ sözler olan, B.T.'de çoktan bulunan ifadeler, ifade biçimleri burada tekrar ele geçiriliyorsa da; üstelik, örnekten daha iyisini yapma arzusu seziliyorsa da, hem biçimde, hem de fon da, onlar aynı ilhamın eseri değildirler. K.T.'nin yazarı nın, Bilge'nin bizzat kendisi olduğu, iyice görünmektedir. Fakat, bizzat kendi oğlunun ve yeğeni Yollıg'ın sebebiyet verdiği eklemeler bulunmaktadır. Yollıg, anıtları bizzat kendisinin yazmı§ olduğunu söyleyerek övünür; üstelik, onun orijinal metinde rotu§lar yapmamı§ olması kesin değildir. Fakat, bunlar büyük önem ta§ımayan ayrıntılar dır; üstelik, kanıtın gerçeğe uygunluğundan §Üphe etmek, dü§üncesizlik olur. Kesin olan §U ki, bunlar, K.T. anıtları dır; çünkü, B.T.'den daha geni§ bir konu içerdiklerinden ve daha çok meseleye değindiklerinden B.T. ile aynı dü §Ünce panoramasını, aynı güvenceyi sunmaktan uzaktır lar. Dü§ünce, orada, daha askıda bulunmaktadır ve Ton yukuk'ta kendini gösteren bu hareket halindeki gücü, K.T.'de artık bulamayız. Bilge, Tonyukuk'tan daha fazla aydın olmakla birlikte, ondan daha az açık yüreklidir. Aynı zamanda, Bilge, daha sanatkardır; dilin nısbi fakir liği, i§ini güçle§tirir, örneğinden daha fazla onu rahatsız eder. Üstelik, o, kendisine ait olan imparatorluk efsane sinin kurbanı olur; çünkü, hiç ku§ku yok ki, kendi impa ratorluğu her taraftan çökmekte olduğu sırada, bu efsa neyi yazmı§tır. Uzun sözün kısası, kendini rahatsız eden merkezcil güçler tarafından tahrik edilmi§tir. Buna mu kabil, her§ey, Bilge'nin eserinin insanlıkla dolu olmasını ve çok önemli §ahsiyet olmasını engellemez. Her ne olur-
GÖK TÜRK İMPARATORLUGU 1 229
sa olsun, o, seçkin bir yazar olarak Türk edebiyatında yer almaya layıktır. Bizim incelememizin güçlüğü, her iki eserin açıkça belli olan plan eksikliğinden kaynaklanacaktır. Ta§ın farklı yüzlerinin okunmasında benimsenen yöntem, ne olursa olsun; ahlak ilham eden metin parçaları ile eylem Iere ait öykü arasında öyle bir bini§me bulunmaktadır ki, Tonyukuk için yapabildiğimiz gibi yazıtları satır satır izle seydik, okuyucunun kafasını karı§tıracaktık. Bilge tara fından ele alınan temaların herbirini, ayrı bir paragrafta, hiçbir ku§kuya meydan vermeden incelemek daha iyi olur. Üstelik, biz, her iki belge arasında hiçbir ayrım yap mayacağız; zaten bunlar ortak olan yanlarının dı§ında ancak; biri özellikle Köl-tegin'in kahramaniıkiarını zihin lerde canlandırdığından; diğerinde ise, birinci rol, Bilge tarafından oynandığından dolayı, farklılık arzederler. Sava§lara ait kısa açıklamayla i§e ba§layalım. Biz, Tonyukuk'un her sava§ı kendi siyasal çerçevesine yerle§ tirme kaygısına K.T.'de rastlamıyoruz. Bumın ile İstemi dönemi, "Çinli kağan"ın hizmetinde iken yapılan sava§ lar, İlteri§ ile Kapgan'ın seferleri, veya hatta Bilge ile Költegin'in ki§isel sava§ları sözkonusu olsa bile; K.T. bel geleri, sadece pek genel düzene ait bilgiler verir: dünya nın dört bucağı, ayrım gözetilmeksizin bir bir sayılan dü§ manlar, ula§ılan en uçtaki yerler (Şantung, Demirkapı, Tibet, Bökli'lerin ülkesi), sava§ların ve çarpı§maların tüm bilançosu. Yol güzergahı hakkında §ayet bir bilgi bulunu yorsa, bu istisnaidir. B.T.'nin açıkça görülen bir yansılan masıdır (Kögmen'in veya Altay'ın a§ılması, Erti§'in geçil mesi). Buna kar§ın, Köl-tegin'in, onun ölümünden sonra da bilhassa Bilge'nin ki§isel rol aynadıkları özel sava§lar anımsanır. Ayrıntılar çoktur; fakat, onlar pek özel bir açıdan ele alınmı§tır. Sogd'daki sava§la ilgili olarak, Köl-tegin'in prens rütbeli bir dü§man delikaniıyı ele geçi rip, onu kağana sunması hadisesi üzerinde durulur. Çin kaynaklarının bizzat son derece önemli olduğunu belirt-
DO / GÖK TÜRK iMPARATORLUGU
tikleri me§hur Ming-§a sava§ı, ancak Köl-tegin'in iki müthi§ saldırısından ve atının bu sava§ta ölmesinden do layı hatırlatılmı§tır. Kırgıza kar§ı yapılan sava§ sırasında, zikre layık bir tek olay vardır: Köl-tegin'in e§i benzeri ol mayan çarpı§maları. Köl-tegin bu çarpı§malarda, bir ok ile bir adamı, mızrağıyla da ba§ka iki adamı öldürür. Kendi aygın "açık gri renkli bayırku"nun uyluk kemiği bu saldırıda parçalanır. Türge§lere kar§ı yapılan sava§ sıra sında da, bir ki§isel kahramanlığı aniatma kaygısı görü lür: kül grisi iğdi§ bir ata binmi§ olan Köl-tegin, göğüs göğüse dövü§enlerin içine iki kere atıyla dalar; iki adamı, daha sonra da, yüksek rütbeli birini yakalar. Sayıp sırala ması can sıkıcı olsa da, Oğuzlara kar§ı yapılan sava§ların herbiri, sadece Köl-tegin'in teke tek yaptığı sava§larla be lirtilmi§tir. Atların giysileri, adları, eski sahiplerinin adla rı; hatta, fiziksel kusurları, öldürülen dü§man sayısı hak kındaki ayrıntılı bilgiler, belagat ile açıklanır. Aslında, her§ey, Fabrice'in tanık olduğu Waterloo sava§ındaki gi bidir. Yine aynı §ekilde, Bilge, kendinden ve kendi sava§ larından bahsederken, aynı yöntemi kullanır; fakat, bura da, mücahidin kendi yiğitliği üzerinde çok daha az duru lur. Acaba, Bilge, alçak gönüllülük mü göstermektedir? ya da karde§ sevgisi mi? İkinci tahmin, daha gerçeğimsi dir. Öykünün bu bölümünde, Bilge, konusuna, aslında daha mükemmt:l bir §ekilde hakimdir. Bilge, konuya, as kerlik dı§ı mülahazalar katar. Biz, bu mülahazalardan, ba§ka nedenden dolayı, yararlanmı§tık. Hatta, siyasal genel durum, kendi dü§manlarının le hine açıkça clöndüğü zamanda bile Bilge'nin baskın ge len gailelerinden biri, kendi ailesinin üstün cengaverlik lerini göklere çıkarmakta devam etmesidir. * * *
GÖK TÜRK İMI'ARATORLUGU 1 23 1
Böyle olmakla birlikte, Bilge, gerçeğe ait kolayca an la§ılan bir ham hayale sahipti; üstelik kahramanlık öykü leri, onun siyasal kaygılarını gizlemeyi ba§aramazlar. Çin ile geçici bir uzla§rnayı benimsernesi, son yıllarının yega ne en büyük gailesidir. Türk ulusu ile Çin ulusu arasında ki ili§kiler, yazıtların bir ba§ka önemli temasıdır. Biz, orada, kağanı, önlenemeyen itirazlada kar§ı kar§ıya kal mı§ göreceğiz. Biz meseleye tarihi açıdan baktık. O, eserin lir:k par çalarından birini olu§turan kısım olduğundan bizi ilgilen dirmektedir. Bilge'nin belagata ait güzel parçalarından bir kısmını yazmasına, Çin cazibesi sebep olrnu§tur. En mükemmel yorum, bu aldatıcı ritrn hakkında "pn!ciosi te"ye (XVII. yüzyıl Fransasında konu§ulan, a§ırı kibar, yaprnacıklı sözlerden olu§an dilin revaçta olduğu dönem) özgü bir §iir biçimini insanın aklına getirten, konu§rnada ki yapmacıklık konusunda, açıklarnalarda pek bulunarna rnaktadır. Bununla birlikte hiçbir §ey, görünürde, daha yaprnacıksız değildir. Çin ulusu, yaldızlı sözlere, ipekten yurnu§acık kurna§lara sahipti. Bu yaldızlı sözleriyle, ipek ten yurnu§ak kurna§larıyla aldatarak, uzaktaki ulusları kendine yakla§tırıyordu . . . "Ey Tiirk ulusu! Sen, onun yal dızlı sözlerinin, ipeklerinin seni aldatmasma izin verirsen; kendini kitle halinde ölmüş bil! Uzakta olwwnca, kalitesiz kumaşları; yakmda olunduğunda ise kaliteli kumaşları verir... Ey Türk ulusu! Şayet bu diyara doğru gidersen, öleceksin... " Sözkonusu dönem, doğal olarak, bu türden metin parçalarında yerini almaktadır. ݧte buna dair bir örnek; onun yorumunu, tümüyle, M. Bazin'e borçluyuz: "Beg'ler ile ulus arasında uyuşmazlık olduğundan, Çin halkı kur naz, diizenbaz, aldatıcı olduğundan, bir aldatma uzmanlığı sözkonusu olduğundan ve Çin, Küçükler ile Biiyükler ara sında entrikalar, Begler ile Halk arasında dedikoduculuk çıkardığından; Halk kendisi için kurduğu İmparatorluğun çökmesine, göreve getirdiği kağanın ölmesine aldırmaz. "
D 2 / GÖK TÜRK İ MPARATORLUGU
�ağı yukarı yazıtın dörtte biri, böylece, Çin propa gandasının cazibesine karşı, bir uyarıya tahsis edilmiştir. Fakat öğüt, tam bir bölüm oluşturmamaktadır: o, rastge le öykünün her yerinde bir parça yer almaktadır. Ya da, daha ziyade, dokuma atkısı şeklinde olup, üzerine çeşitli ara bölümler bezenmiştir. Bilge'nin bilincinde olduğu kompozisyon ortaya çıkmamıştır. Fakat her zaman so nuç, kağanın yiğitliği ile Çin kalleşliği arasında bir tezatın olmasıdır. Beglerin aşağılık tutumunu açıklamak ve hal kın kendi kağanına ve kendi kuruluşlarına olan sadakatı nı göklere çıkarmak için fırsat mükemmeldir. Bölümlerin üslfıbu oldukça tumturaklı olduğundan, daha önce söyle diğimiz gibi, savaşlara ait öyküdeki üslfıp, retoriğe ait süslemelerden yoksun olduğundan ve sözcük dağarcığı bilhassa teknik terimlerden oluştuğundan, çelişki, aynı şekilde, anlatım biçimindedir. * * *
Bilge'nin eserindeki efsanenin payını başka yerde belirtmiştik. Her iki yazıt aynı şekilde başlamaktadır: "Gök'e benzeyen, Gök 'ten gelen, ben Bilge Tiirk kağam". Üstelik burada sanki bir doktrine ait tutarlı açıklama gibi herhangi birşeyin ele geçirileceği beklenmemelidir. Doktrine ait unsurlar, eserin içinde dağınık halde bulun maktadır. Yazıtlara ait farklı metin parçalarının incelen mesi, ayrıca, pek belirgin bir evrimi göstermektedir; Bil ge'nin bizzat kendisi, hiç kuşku yok ki, bunun farkında değildi. "Yaradı/ış" sırasında, Bumın ile istemi, insanlara ege mendirler. Hükümdarlık yönetimi, Doğa'nın bir verisi gi bi görünmektedir. Efsane, İlteriş Kağan ile Elbilge Ka tun hükümdarlık tahtına çıktıkları anda ortaya çıkar. Gök, onları, başlarının tepelerinden tutup, yükseklere kaldırır. Sadece Kapgan'ın tahta çıkışı, olağan bir olay gi-
GÖK TÜRK İMPARATORLUGU 1 233
bi nakledilmi§tir. Aynı §ekilde, onun ölümünde, Bilge, çok gözya§ı dökmeyecektir. Amca ile yeğen arasında mi zaç uyu§mazlığı vardı. Bilge'nin tahta çıkı§ına gelince, o, Gök'ün kesin isteğiyle gerçekle§ir: "Gök, Bilge 'nin babası kağanı ve annesi katwııı göğe kaldırıp, Bilge'ye İmparator luğu vermiş". Bilge, ya§amının son günlerinde, kendisinin "Gök'e benzediğini" söyleyebilecektir. Oğlu da, aynı bilin ci ta§ıyacak ve mezar ta§ı yazıtma ilave ettiği kısımda, o da "Gök'e benzediğini, Gök tarafindan (hükümdarlığa) atandığmı" söyleyecektir. * * *
Biz, daha evvelce, Ölüm'ün Tonyukuk yönünden önemsiz olduğunu kaydetmi§tik. İ htiyarlık kendisini or dugahlardan uzakla§tırdığından, Tonyukuk'u üzer; fakat o, asla ölümden söz etmez; ancak, Türk ulusunun toptan ölümünü aklına getirdiği zaman bundan bahseder. Tam tersine, Bilge'nin eserinde, Ölüm ile Keder, büyük yer tutar. Önceki bölümde, Ölüm'ü betimleyen tasvirlerin ger çeğe uygunluğunu göstermi§tik: bir ırmak gibi akan kan, kuru kemik yığınlarıyla kaplanan toprak, yol kenarında ya da kırda gömülmeden bırakılmı§ Sarayın kadınları. Fakat Bilge, bilhassa karde§i Köl-tegin'in ölümü vesile siyle kederini tutamaz. Hüzünlü metin parçası, böyle bir açık yüreklilik, aynı zamanda da böyle bir sadelik ürünü dür; onun burada yorumunu tekrar vermek, bize yararlı göründü: [Kardeşim Köl-tegin Kader ile karşılaştı. Ben diişiin düm. Gören gözlerim, görmez gibi olmuş; bilen bilgeliğim, bilmez gibi olmuş. Ben düşiindüm: "Tanrı Zaman" karar vermektedir. İnsanlar ölmek için dünyaya gelmişlerdir. Ben böyle düşiindüm. Keşke gözlere yaşlar gelse, keşke rıılıa ve ka/be Jııçkırıklar gelse! Diğer taraftan, ben böyle diişün-
234 / GÖK TÜRK İMPARATORI.UGU
diim; adamakıllı diişiindiim, o zaman her iki şad, ve de kardeşlerim, oğullarun, beglerim, uluswn, bundan dolayı şimdi malıvolmuş göz ve kirpikiere salıip olacaklar (çev. B).] Anıt Il'nin sonunda yer alan lirik kısa metin parçası na değineceğimiz zaman, yazıtın temalarını tekrar göz den geçirip, bu i§e son vermi§ olacağız. Ku§kusuz, Bil ge'nin oğlunun yer aldığı bir eklentidir bu. Tamamen ba§ka bir ilhamın ürünüdür ve tabiat sevgisinin bu çoban sava§çıların kalplerinde var olduğunun kanıtıdır. İnsan, ona, çoğu zaman, hayvansal bir zihniyet atfeder: "... Bilge Kağan uçup gitti. Yaz geldiği zaman, yukarıda Gök 'iin kubbesi olan gökkuşağı kurulduğu zaman, dağda geyik-maral kaçıp gözden kaybolduğu zaman, ben yine onu diişiiniiriim . ". (Çev. B.). Bu edebiyatı diğer edebiyatlardan ayıran özellik, ku§kusuz birlik yokluğudur. Temalar birbirine karı§ır. Bazı temel dü§ünceler, olayların durumuna göre bir na karat gibi tekrarlanır; esası te§kil etmeyen unsurlar gözö nünde bulundurulmazsa, olayların geli§me §ekli daima bir parça benzerlik arzeder. Sava§ların anlatılı§ı, hep ay nıdır ve bize göre bunda bir çe§it destansı durum gör mekle, hata yapılmı§tır. Orada menfaat bulunmaz. Fakat bir parça ayrıcalık arzeden bu anlatı§ biçimine insan alı §ınca, yazıtların kendilerine ait en iyi bölümlerinde yer alan, insanlık ve sanat dolu bu satırlar, heyecanla, tekrar tekrar okunur. ..
* * *
Bu sanat meselesi üzerinde bir müddet oyalanmak istiyorduk. Bir üslı1p incelemesi yapmak konumuza girmemek tedir. Böyle bir inceleme, zaten bir cilt dolduracak kadar açıklama gerektirecekti. Yine de, te§bihler hakkındaki incelememizle olduğu kadar, temalar hakkındaki incele-
GÖK TÜRK İMPARATORLUGU 1 235
memizle de, üslfıbun değişikliği, görüntünün içeriğe inti bakı hususunda fikir vermiş olduğumuzu sanıyoruz. Sun duğumuz yorumlar, her iki dil arasındaki temel yapısal farkı verirken niyeti, yani gerçekleşmesi imkansız olan bu girişimi tam anlamıyla yansıtma amacı gütmüyordu. Yo rumlar, devrikleştirmelerin üslupta meydana getirdiği et kiler hakkında da pek bilgi veremiyordu. Türk yazı dilin de bir tek üslfıp vardır. Doğu Dilleri Okulunda verilen bir konferansta ve Münich'te gerçekleştirilen Şarkiyatçı lar Kongresine sunulan bir tebliğde ele aldığımız bir ko nudur bu: Türkçe konuşma dilinde duygusal sözdizimi nin rolü. Oysa, duygulandıncı niteliğe sahip metin parça larında, Bilge ve bilhassa Tonyukuk günlük konuşma dili kullanırlar; dilbilgisi uzmanı da, Türk dilinin, henüz VIII. yüzyılda katı sözdizimine sahip olmadığına dair kanıtı orada ele geçirir. Daha sonraki zamanlara ait olan edebi belgeler, katı sözdizimini ortaya çıkarabilirler. Aynı şekilde müzikal nitelikli üslfıp yöntemlerini açıklamamız gerekecektir. En çok kullanılan günlük ko nuşmada, farkında olmadan, bir "alliteration" (aynı hece lerin aynı seslerin tekrarlanması) peşinde koşulduğu mü şahede edilir. "Hendiadyoin" adını verdiğimiz figürler, tekrarlanan sözcükler, simetrik cümlecikler, ikiye bölü nebilen cümleler peşinde koşulur. Türk cümle yapısının kendisi, cümleciği, iç kısımda iki vurguya yer veren, anla şılır biçimde birbirine eklenmiş, üç terimli bir sistem şek line, şematik olarak, getirir; hatta, Türk düzyazı (nesir) üslfıbunun, doğal olarak, müzikal olmasını sağlar. Bu müzikal nitelik, hiç kuşkusuz, bir parça monotondur (yeknesaktır); fakat, o, bu dilin ayıncı özelliğidir. Bütün bu unsurlar, yazıtsal anıtlarda bulunmaktadır. Ancak, bizim, bilhassa dilbilimeiyi ilgilendiren bu görün tüyü aksettirmemiz mümkündü. * * *
236 1 GÖK TÜRK i M PARATORLUGU
Aynı §ekilde, bizim, daha da nazik daha da özel bir meseleden uzun uzadıya bahsetmiş olmamız gerekecek tir. Cümlenin müziği, onun ahengi hakkında söylediğimiz husus, tamamen doğal olarak, insanı kendi kendine bazı sorular sormaya sevkediyor: sadece nesir mi söz konusu? Ya da, en azından, bazı metin parçaları gözönünde tutu lursa; gerçek §İİr, daha açıkçası, nazım sanatı, onlarda ol mayacak mı? Bu arada, bir mesele daha gelip buna ekleniyor: ya pımcılar bakımından anıtların yapılı§ gayesi neydi? Anıt ların, büyük şahsiyetlerin hatırasını yaşatmaya yönelik mezar taşları oldukları söylendiğinde, hiçbir husus, çö zümlenmiş olmayacak. Bilge'nin niyeti, daha küçük ölçü deydi; Tonyukukinki ise, pek fazla haristi. Onlar, sadece kendi kahramantıklarını dile getirmek için değil; eserleri ne, bir İbret, bir yol gösterme değeri kazandırmak da is terler. Ayrıca halkın büyük kısmının, o devirde, tamamen okuma yazma bilmiyor olması ve bu verilen öğütlerden yararlanacak durumda olmaması ihtimali büyüktür. Vel hasıl, biz, daha yazıUar yazılmadan önce, büyük ataların veya tarihin izini kaybettiği, falan ya da filan büyük şahsi yetİn kahramantıklarını anlatan bir sözlü edebiyatın var olmuş olduğu faraziyesini ortaya attık. O zamandan beri, yazarların o günün ve geleceğin ozanlarına yüksek sesle terennüm etmeleri veya anlatma ları için tamamen hazır bir metin sağlamayı istemi§ olma ları muhtemel gibi görünüyor. Okunulmuş olacaklarını ummadıklarından, bu yolla dinlenilmiş olma imkanını bulmu§ olacaklardır. Oysa, bu edebi tür, bir nesir ve na zım münavebesi, içinde yer yer güfteler bulunan, ahlakı yükseltici, bir çeşit kahramanlık öyküsü içeriyordu; hala da içeriyor. Yazarların böyle önceden kararlaştırılmış ni yetleri olmamış olsa bile; bizim yazıtlarla olan sıkı müna sebetimiz, onların cümlelerinin pek çoğunun nazım şekli ne sokulmuş oldukları kanaatını bizde uyandırdı. Bu hu susta, bizim tamamen dilbilimsel teknik bir eser olan
GÖK TÜRK İ MPARATORLUGU / D7
"Bam-Tsokto yazıtlaruıın eleştirme/i baskısı" adlı eseri mize ba§vurmamızda sakınca görmüyoruz; biz, orada, Tonyu kuk'un metnini, ritm bakımından inceleme imkanını bul duk (bu ara§tırmamız, bize, ayrıca, aydınlanması gere ken, hece vezni hesaba katıldığı takdirde ı§ığa kavu§an bazı müphem noktaları aydınlatma fırsatını da verdi.) Ni yetimiz, bu meseleyi, yakında yazmayı dü§ündüğümüz bir eserimizde, bütünüyle ve günümüze kadarki geli§imiyle tekrar ele almak. Bu husus, somut mü§ahedeler ile kasden sınırlanmı§ olan bir açıklamaya dayanan bazı sonuçlar elde etmemi ze imkan vermi§ olması anlamına gelmektedir. B.T.'de, bize, sadece az ya da çok hitabeti ilgilendi ren kısımlar nazım haline getirilmi§ göründüler; oysa, sa va§ eylemleri, nesir §eklinde açıklanmı§lardır. Ku§kusuz, K.T. anıtları için de aynı durum sözkonusu. Mısranın ya pımına gelince, konu hakkında önyargıya varmadan, ınıs ranın teknik yönü ile yetinen bir "Şiir sanatı"na ait ana hatlar, §öyle belirtilebilir: Öncelik, hiç ku§ku yok ki, sekiz heceli mısrada. Se kiz heceli mısra, çoğu kez, dördüncü mısrada bölünür; fakat, ekseri durumlarda, durak, mısraı simetrik olmayan birer ritmi bulunan iki kısma böler: ister önce be§ hece, sonra altı hece; veya tam aksine, ilk yarı dize daha kısa dır; yani: üç hece artı be§ hece §eklindedir. İ kinci olarak, yedi heceli dizeye rastlanır; ayrım gö zetmeksizin üçüncü veya dördüncü hecede bir durağa sa hiptir. Onbir heceli mısra, deği§ik duraklarla çokça ortaya çıkar; en sık görüleni, 5 + 6 duraklı alandır. Kullanımdaki sıklık sırasına göre, ondan sonra, 6+5 duraklı mısra gelir. Diğer durumlarda, sekiz heceli dizenin bir uzaması söz konusudur; bu halde, 5 + 3 + 3 veya 3 + 5 + 3 §eklinde bir çift duraklı mısra kullanılmı§tır. Aynı §ekilde yedi heceli dizenin uzantısı olabilecek, bir çift durağa sahip, onbir
238 1 GÖK TÜRK İMPARATORLUGU
heceli mısra sözkonusudur: 4 + 3 + 4 §eklinde, ya da bu nun dı§ında 3 + 4 + 4 §eklinde duraklı olabiliyor. Deği§ik duraklı dokuz heceli mısralara da rastlan maktadır; fakat, genellikle be§inci heceden sonra durak vardır. Çok sınırlı sayıda oniki heceli mısralar bulunmakta dır; durakları §öyledir: 6 + 6, 5 + 7, 8 + 4, 6 + 3 + 3. Nihayet, pek nadiren kar§ıla§ılan üç tane be§er hece li kelimenin art arda gelmesiyle olu§mU§ mısra bulun maktadır. Bu, onbe§ heceli dizenin mevcut olduğunun ke§fedilmesine yolaçmaktadır. ikiye bölünemeyen ritm yüzünden bu tecvitin niçin tercih edildiğini görmek bakımından, birkaç açıklamayı gözönünde bulundurmak yeterli olmaktadır. Tercih edi len ritm olan sekiz heceli dizenin durumunda bile, dize nin iç durağı, çoğu kez, iki e§it parçaya bölünemez. Ter sinden bakıldığında, iç durağın iki e§it parçadan olu§tu ğu, ancak birkaç sekiz heceli ve birkaç oniki heceli dize görülür. Türk cümlesinin "üç terimli olması" özelliğinden bahsederken söylediklerimizle kar§ıla§tırılacak bir du rumdur bu. Yapılan bu mü§ahedede dikkatimizi çeken husus: ba§langıçları VIII. yüzyıla, belki de daha da eski zamana uzanan bu ritmlerin, atasözlerinde, özdeyi§lerde kar§ıla§ılanlarla aynı olmaları. Hala günümüzde, Türk halkının, herhangibir olayı bir örnekle süslemek için ol sun, soyut bir fikri açıklamak için olsun, atasözlerini, öz deyi§leri kullanma alı§kanlığı o kadar büyük bir boyutta dır ki ! Onların kullanımı, yüksek sosyeteye kadar ula§ mı§tır; ama kaynakları bellidir. Kırsal kesime ait olayla rın özellikle etkilediği bir zihniyetin izleri olarak, onlar dan birkaç örneği burada verebileceğimizi dü§ündük. Bu kalıba konmu§ sözlerin tadı damakta kalınca, asırdan ası ra intikal edip, günümüze kadar gelecektir. Her ne olur sa olsun, onlar, dü§üncenin doldurduğu kalıpların sürekli bir niteliğe sahip olduklarını göstereceklerdir.
GÖK TÜRK iMPARATORLUGU 1 239
Sekiz heceli ritm için, "Tiirkçe Sözliik"ün temin ettiği örneklerden bazılarının arasında §Unlar bulunur: "Hem çalar, hem davul çalar" (3+5), "çal-" (çalmak ile bir müzik aleti çalmak) fiili hakkında bir söz oyunu ile §U anlama geliyor: "Hem araklıyor, hem davul çalıyor" (bir§eyi yapmıyorlarmı§ gibi kendilerini gösterip de o §eyi yapmaya devam eden insanlar hakkında söylenir.) "Eğreti kuyrıık, tez kopar" (5 + 3), "sahte kuyruk çabuk kopar" ( İ nsan sağlam olan §eye ancak güvenmelidir). "Can çıkmayınca, huy çıkmaz" (5 +3) (ruh cesetten çıkmadıkça, huy çıkmaz) (ne denli ba§ka türlü görünme ye çalı§sanız da, ne olduğunuz, bir gün ortaya çıkar). Atasözü, kafiyeli iki mısraya yayılabilir; özellikle temel fiilin gizli olduğu bu örnekte: "Hayvan koklaşa koklaşa İnsan konuşa konw;a (Hayvanlar birbirlerini koklayarak tanırlar, insanlar konu§arak). Yedi heceli mısra, daha yukarıda gördüğümüz gibi, iki çatı altında ortaya çıkar: 3 + 4 veya 4 + 3. "Bal tııtan, parmak yalar" (Bal tutan kimse, parmak larını yalar) ( İ nsan karı§tığı bir i§ten, az da olsa yararlan maktan kendini pek alıkoyamaz). "Dipsiz kile, boş ambar. " (dipsiz ölçek, bo§ ambar). "Sıçtı Cafer, bez getir. " Burada da kafiye meydana getiren iki dizeye sahip olunabilir: "Keçiye can kaygısı Kasaba yağ kaygısı" (Keçi can derdinde, kasap et derdinde: herkes sade ce kendi derdini, sıkıntılarını dü§ünür). Onbir heceli dize, aynı §ekilde, 4 + 4 + 3 veya 5 + 6 ça tısı altında ortaya çıkar: "Eğride tok, doğruda aç, görülmez" (kötülük içinde karnı dayan, iyilik içinde karnı aç kalan bir kimse pek gö-
240 / GÖK TÜR K İMPARATORLUGU
rülemeyecektir: fazilet, daima ödüllendirilmi§; suç ise, cezalandırılmı§tır). "Her Firavunun, bir Musôsı çıkar" (Her Firavun, ken di Musa'sını bulur). "Denize dii§en, yılana sarılır" "Diişman diişmana rahmet okumaz yar' (Dü§man, dü§mana iyilik dilemez) "Köpekle yatan, pire ile kalkar" Dokuz heceli dizinin fazla temsil edilmediği görülür. Yine de §Unları örnek olarak gösterebiliriz: "Bir dirhem et, bin ayıp örter" "Öliir mii.siin, öldüriir müsiin ?'' Oniki heceli dize, deği§ik duraklarla sık sık kar§ımıza çıkar: "Deve bir akçaya, deve bin akçaya" "Her yiğidin gönliinde bir aslan yatar" İki oniki heceli dizeden olu§an bir beyite de sahip olunabilir: "Zengin arabasım dağdan aşırır, Fakir diiz ovada yolunu şaşırır, " On heceli dizeye örnek olarak, pek yaygın olan (5+ 5 duraklı) atasözünü örnek olarak gösterebiliriz: "Evdeki hesap, çarşıya uymaz. " "Sakla samanı, gelir zamam. " Bütün bu ritmler, VIII. yüzyılın Türk yazıtlarında kesinlikle bulunmaktadır. Anla§ılan: Türk yurdunun bir ucundan diğer ucuna, Moğolistan'dan Balkanlara, özel likle ulusal edebiyatta ve faiklarda sürekli gözlemlenen hece ölçüsüyle mısra olu§turma, çok eski zamanlara da yanmaktadır. Bu açıklamanın kısalığına rağmen, Türk uluslarının medeniyet tarihi bakımından en eski yazılı anıtların verileriyle, üstelik çağda§ olan, falklor ve halk edebiyatının olguları arasındaki muayyen kar§ıla§tırma lara ait derin ilgiyi göstermi§ olduğumuzu umuyoruz.
BÖLÜ M COGRAFI MESELELER V II.
İçinde olayların cereyan ettiği, ana hatlarını çizdiği miz uygarlığın geli§tiği çevre, coğrafi §artlar, onların eko nomiye etkisi, öylesine bir öneme sahiptirler ki, mesele nin tümü hakkında bir açıklama yapmak mümkün olma sa bile; hiç olmazsa, anıtlarda adları geçen yerlerin bu günkü adlarını elimizden geldiği kadar tespit etmeye ça lı§acağız. Yer adlarının olağanüstü çabuk deği§en özelli ği, i§i zorla§tırmaktadır. ݧgalcilerin olu§turduğu sürekli dalgaların birbiri arkasından geldiği bu bölgelerde, coğ rafik yerler, hızla ad deği§tirirler. Moğol adları, Türk ad larıyla, hatta Rus adlarıyla §imdi yanyana bulunmaktadır. Bu hususta yararlı olan Çin kaynakları, bazan, yerli adın Çince çevirisini verirler; fakat onların çoğunlukla kendi lerine mahsus özel adları vardır. Diğer taraftan, göçmen ler, kendileriyle birlikte, kendi dağlarının, kendi akarsu larının adlarını getirirler ve onları yeni yurtlarına ait yer lere verirler, bazan onları yerel adiara iyi kötü uyarlarlar. Dönemin yön tespit etme yöntemi pek üstünkörüdür ve ancak dört ana yönü ilgilendirmektedir. Çin kaynakla rı, bir dereceye kadar daha açık ve seçiktir, üstelik bazan, "li" §eklindeki ayrımları verirler. Fakat, B.T.'deki bazı açıklamaların dı§ında, anıtlar, ayrımlar hakkında hiçbir aydınlatıcı bilgi vermezler. Kısacası, çoğu zaman, metinde, bir yer adının mı, yoksa bir §ahıs adının mı sozkonusu olduğunu anlayama-
242 1 GÖK TÜRK İ M PARATORLUGU
dığımız tek ba§ına bir özel isim veya böyle olduğunu san dığımız bir isim bulunur. Hatta, bunun bir yer adı oldu ğuna emin olduğumuz zaman bile; metnin bütünü, bizim Moğolistan'ın belli bir bölgesiyle bir meselemizin oldu ğunu söylememize güçlükle izin verir. O devirdeki yerle §im yerleri kesin olarak bilindiği zaman, ulusların adları, ara§tırmada, esaslı yardımcılardır. Fakat, göçler, silahlı çatı§maların sebep olduğu sürülmeler, bizim ele aldığı mız zaman kadar kısa bir sürede bu bölgelerin nüfus da ğılım durumunu, yararlanmayı zorla§tıracak §ekilde alt üst ederler. K.T.'de zikredilen sava§ adlarının ekserisini tespit etmek imkansızdır. Hareket halindeki fatihleri izlemek için dağ engebe si gibi dı§ verilere ba§vurmamız gerekiyor. Bereket versin ki, bu hususta, yeni ve yeterince uygun olan çalı§ma im kanlarına sahibiz. "War Office, Geograplıical Service, Ge neral Staff, no. 2957" tarafından yayınlanan haritalar, bi ze büyük yardımda bulundular. Onlar "engebe" 'hakkında pek kesin bilgiler verirler ve pistleri ve yolları titizlikle belirtirler. Sovyet Coğrafya Atiası (Geografices Atlas, Mos cou, 1954)'ndan da, ''Atlas Geograplıiqııe et Historique de Vıdal de La Blaclıe (Paris, 1 952)"den olduğu kadar fayda landık. Deği§ik ayrıntılar için, Vidal de La Etache'ın ba§kan lık ettiği bir heyet tarafından hazırlanıp yayınlanan "Ge ograp/ıie Universelle"in V. ve VIII. ciltlerinden fazlasıyla yararlandık. Yöntemle ilgili hususta, yazıtlarda zikredilen bütün adların tam bir envanterini vermekten vazgeçtik. Ayrıca, bu isiınierin bazıları hakkında bilgiden yoksun olduğu muzu itiraf etmekten ba§ka yapabileceğimiz bir§ey de yoktur; fakat biz, ba§lıca üç yöne: Çin, Sibirya ve Çin-Rus Türkİstanı yönlerine yapılan büyük askeri sefer leri ilgilendiren tüm bilgileri, kronolojiyi de muayyen öl çüde gözönünde bulundurarak, gruplandırmanın ve bü yük bölgeler açısından mesdeyi ele alıp İncelemenin,
GÖK TÜRK İMPARATORLUGU / 243
hem daha tutarlı, hem daha somut bir ara§tırma olacağı nı, özellikle dü§ündük. Nihayet, ulus adlarının incelenmesine ayrıca bir yer ayırmı§ bulunuyoruz. * * *
A) Gök Türklerinin ilk yurdu ve Oğuz/ara karşı yapılan savaş Bizim ilk kaygımız, Oğuzların kar§ısına çıkmadan, ağaçlarla kaplı Ötüken dağına gidip yerle§meden önce, İ lteri§'in 681 -682'de Kağan ünvanını almasına olanak ve ren yeniden bir araya gelme eyleminin nerede gerçekle§ tiğini ortaya çıkarmaktan ibarettir. Olay, I. D. ll 1 Il. D. lO'da, tamamen efsanevi bir bi çimde zikredilmi§tir. "İşte bunun için (Türk ulusunun tek rar bir ulus haline gelmesi için), kağan babam İlteriş ile an nem katun El-Bilge 'yi Gök, başlarmın tepesinden tutup yükseklere kaldırmış" (çev. B.). Her zaman yaptığı gibi, Tonyukuk, bu sorunu çöz memize olanak verecek coğrafi durum hakkında aydınla tıcı bilgiler vermektedir. İ lteri§'in ba§a geçmesinden he men sonra, bu olayda baskın bir rol oynayan Tonyukuk §öyle ekliyor: "Biz, Çöğenlerin (Çoğay Kuzı) gölgelendir diği bölgede ve 'Kara kum' diyarında saltanat sürüyor duk. Çoğay Kuzı'nın, ba§ka yerde Çogay Yı§ diye adlan dırılmı§ olduğunu, "Çöğenlerle kaplı orman" adını ta§ıdı ğını bildiğimize göre; buranın, yayiacıların yazın oturduk ları "Yayla" olmasında tam bir olasılık var. Buna kar§ılık, Kara kum, daha basık bir bölge, kumlu kesimde yer alan daha sıcak; sürülerin kı§ın atlamasına olanak veren yete rince nemli bir yayla olmalı. Burası Kı§la (Kı§lık)'dır. Ay nı §ekilde, Batı'daki Türklerin khan'Jarının, Kara§ahr ile Kuça'nın kuzeyinde bir yazlık konaklama yerleri ve İ s sik-kul'un yukarısında, Talas vadisinde bir kı§lık konakla-
244 / GÖK TÜRK İ MPARATORLUGU
ma yerleri bulunmaktadır. (Grousset, Empire ... , 1 28). Bu özel mesele hakkında, �u bölüme bakın: "contre les Tür gech". Kara-kum'dan bahsederken Thomsen �öyle der: "Şüphesiz Hangai dağlarının güneye uzanan kolları söz konusu" (Turc. , 80). Çoğay kuzı (veya Çuğai)'ya gelince, o, Hangai dağlarının güney ucunda olduğu sanılan Kara Kum'un bir yaylasını (Ebene?) olu�turmaktadır. (Z.D.M. G., Namenliste, p. 1 7 1 ) , Yı� "ağaçlada kaplı dağ" ın anlamı üzerinde durmaz. Çoğay kuzı'den söz etmeyen Grousset'ye göre, Kara-kum, bugünkü Sam noyan'ın gü neyinde bulunmaktadır. Daha kesin bir yer tespitine giri�memiz için, bir an ewel meseleye eğilmemiz gerekiyor. Öyküsünü devam ettirirken, Tonyukuk, bir "üçlü bölge" meydana getirmeyi zihninde canlandırmaktadır; her�eyden önce stratejik bir konuma sahip olan Ötüken arınanına doğru bir yürüyü�; Tonyukuk, kağanı kar�ılık vermeye ikna eder (B.T. 15). Bu eylem için, Kök-Öng'ün a�ılması gerekmektedir. Bu coğrafi engebenin neresi olduğunu tespit edebilirsek, bü yük bir adım atını� olacağız. Seleflerimizin gözünden ka çan bir ba�ka ayrıntı, bu konuda bize yardım edecek. Pek ünlü ırmak olan Orhan'un kolu olan Tola'dan yola çıkan Oğuzların, aynı hattan saldırıya geçtikleri, gerçekten de, belirtilmi�tir. Onların yürüyü� ekseni, �u halde, Kuzeyba tı-Güneydoğu doğrultusundadır ve onların kesin niyeti, Ötüken'e giden yolu kesmektir. Oysa, her ne olursa olsun, Khangai ( = Hangai) sıra dağlarının güneyinde bulunan Türkler, gerçek bir göç sözkonusu olduğundan, ev e�yalarını ve sürülerini yanla rına alarak, Ötüken arınanına ula�mak için yerle�im yer lerinden yola çıkarken, bu dağlardan geçeceklerini pek dü�ünememi�ler; ya Doğudan dağların çevresini dola� mı�lar; ya da, Oğuzların geldikleri haberini aldıkların dan; �ayet güçleri yetiyorduysa, yönlerini deği�tirmi�ler dir. Kendilerinin deği�meyen yöntemlerine uygun olarak
GÖK TÜRK i M PARATORLUGU 1 245
hareket edecekleri gözönünde bulundurulursa, onlar ha sımlarının önüne geçmeyi tercih etmişlerdir. Bu yol gü zergahında, bir engelle karşılaşırlar, bu kesinlikle Kök-Öng olmalı. Herkes, bu yer adı altında, bir su engeli görme konusunda aynı düşüncededir. İ lkönce Kök- Un gug "Mavi Ü ngüg" diye okuyan ve okuduğu özel isimler sözlüğünde bu hatasını düzelten Thomsen, her ihtimale göre, Hangai'nin güney kesimlerinden uzakta olmayan Türklerin ilk yerleşim merkezinin yakınında bulunan bir ırmağın adını orada görmek gerektiği halde; bizim söyle diğimiz gibi, "Kök-öng" olduğunu kuvvetle söylüyor. (Turc., 8 1 ) . Radloff (O.c. , p.44), onun, ya bugün Kha ra-Khacir denen ırmak ile, ya da Tuingol ile özdeşlenebi leceğini düşünür. Bize gelince, biz, sadece Ongin ırmağını, ciddi güç lükler çıkarabilen önemli coğrafi engebe olarak görmek teyiz. Bu yer belirlemenin, ırmak açısından, sesbilgisine dayanması gerekmektedir. Irmağın günümüzdeki adı, ta mamen Moğolca biçimiyle Ongin-Gool'dur; burada "go ol" "ırmak" ve "Ongin", "Ong"un isim tamlaması hali dir. Ongin goal; yani "Ong'un ırmağı" demektir. Türkçe olan "Ong" biçimi, iki şekilde açıklanabilmektedir: a) Damak sonrası ses yapısına sahip olan Moğolca sözlük, Türkçe damak öncesi ses yapısına sahip olabilir; b) Kelimedeki sesliler düzeni, öndeki "kök"ten etki lenmiş olup, gitgide bir benze§meye dönü§ür. Ters an lamda, sonunda "ak-tağ" §ekline varacak olan "ek-tağ" ol duğunu ileri sürmek mümkün olacaktır; fakat bu benze§ me olgusunu, gerisingeri; yani sondan ba§langıca doğru götürmenin esas sebebi, "altın"nın eski adı olan "ek" söz cüğünün kaybolmu§ olmasıdır. Yeni günümüz sözcüğünde "kök"ün bulunmayı§ına gelince, bu §a§ılacak bir durum sergilemez. (§ayet bizim kimlik tespitimiz uygunsa; benzer bir örnek, "Ak-terme)' de bulunmaktadır, Telman haline gelmi§tir). Tersine, ya=
246 / GÖK TÜRK İMPARATORLUGU
zıtların "Ertiş" adı altında belirttiği ırmak, bugün "Ka ra-Ertiş" adı altında bulunmaktadır. Şayet "Kök öng", elbet Ongin ise, bizim Çogay (veya Yış) ve Kara-kum için şimdi önereceğimiz yer belirleme si zorunlu olmaktadır. Moğolistan'ın fiziki haritası (Coğrafya Atiası'nın 57. sayfası: "Geograficesky Atlas, Moscou, 1954"), 103° Doğu boylamı ile 45° Kuzey enleminin kesiştiği noktanın civa rında, Doğu'dan Batıya yaklaşık 65 km.'den daha fazla ve kuzeyden güneye yaklaşık 40 km. uzanan bir kumsal alan göstermektedir (Bu kumsal bölge, Doğu'dan Batı'ya yak laşık 65 km. ve kuzeyden güneye yaklaşık 40 km.'lik bir alanı kaplamaktadır). Burası, bölgenin yegane gerçekten kumsal alanıdır. O, bataklıklarla çevrilidir, öyleyse nem lidir. Onun yüksekliği, 1 .000 metrenin biraz üstündedir; bir "kışla" (kışlık)'dan beklenebilen bütün özelliklere sa hiptir; İ lteriş'in kışlık yeri olan Kara-kum'un elbette ora da olduğundan şüphe etmemize pek gerek yok. İ ngilizce haritanın (bu harita hakkında bilgi yukarı da bulunmaktadır) üzerinde bu yer, Ongin köyünün gü neyindeki Kholt köyünün bulunduğu bölge oluyor. Çogay kuzı'nın kimliğini daha kesin olarak tespit et mek için, bu kez, Moğolistan'ın bitki örtüsünü gösteren haritaya başvurmak zorundayız (aynı atlas'ın 56. sayfası). Çoğay kuzı, kesinlikle Çağay Yış'a özdeş olduğuna göre, hayvan sürülerinin yayiaya fazla güçlük çekmeden çıka rılmalarının mümkün olabilmesi için; önceki bölgeden fazla uzak olmayan, dağlarla ve ormanlarla kaplı bir böl ge bulmamız gerekmektedir. Daha önce· kendisinden bahsettiğimiz bölgenin kuzey-kuzeydoğusunda, Ongin'in yukarı mecrasının güneyinde, aynı şekilde Orhan'un yu karı mecrasının güneyinde, Khangai sıra dağlarının gü ney-doğuya uzanan kollarını kaplayan ormanlarla kapalı bir bölge kesinlikle buluyoruz. Bu bölge, Sain Noyan'ın çevresinde, 102° Doğu boylamı ile 46° Kuzey enleminin kesiştiği noktanın her iki yanında bulunmaktadır. Kuş
GÖK TÜRK İMPARATORLUGU / 247
bakışı, o, aşağı yukarı bir önceki bölgeye 200 km. mesafe dedir. Yöndeş yayladır. Ongin, kaynağını ondan alır. İn gilizce haritada, Korchelot dağ kütlesi, bu yeri temsil et mektedir. *
Ongin'in geçilmesinden sonra, Türklerin hangi yolu izledikleri meselesi ortaya çıkıyor. Yukarıda zikredilmiş olan İngilizce haritanın dikkatlice tetkiki, Ongin'den ge çişin, Ongin köyünün kesinlikle yukarı yöresinde gerçek leşmesinin mümkün olabildiğini, daha sonra Türklerin, bu ırmağın sol kolunun bulunduğu vadiden yukarıya doğ ru çıktıklarını düşünmeye insanı sevkediyor. Irmak ile sol kolunun birleştiği nokta, ya köyde; ya da, köyün yakının da bulunmaktadır. Adı haritada belirtilmemiş olan bu ır mağın, kuzeyden güneye aktığı görülmektedir; kaynağını, Ara Khangai'nin merkez kazası ile Ubur Khangai'nin merkez kazası arasındaki sınırı oluşturan yukarı su mec rasından alır (aynı haritadan). Orhan'un bir kolu da, kay nağını dağ kütlesinin kuzey yamaemın üzerindeki havza dan alır; onun adı ise, (İngilizce haritada) zikredilmemiş tir; fakat, H .N . Orkun'un daha ayrıntılı bilgi veren hari tası (E. T. Y., I. sayfa 86), Kökçin-Orhan ile bu yerin öz deş olmalarına imkan verir. H.N. Orkun, seferin Fince haritasını yansıtır ( Orhon yazıtları, Helsingfors, 1892). Türkler daha önceden, Toghla (Tola)'dan gelmiş ol duklarını söylediğimiz Oğuzlar ile ilişkiye, o zaman girer ler. Karşılaşmanın İneklerin Gölü (İnigek köl) yöresinde gerçekleştiğini, B.T. anıtından öğrenmekteyiz. Bu adı, sa dece biz okumuş olmalıyız; fakat, biz, onun mevcudiyeti hakkında pek kesin kararlıyız (bak. Bizim eserimiz: "Ba in-Tsokto yazttının eleştirme/i baskısı" ) . Bu göl, hangi göl dür? Buraya kadar gösterdiğimiz güzergah eğer kabul edilirse, Kökçin-Orhan'dan biraz doğuya, tam anlamıyla bu göl ile birleştiği yerin yakınına doğru inerlerken,
248 / GÖK TÜRK iMPARATORLUGU
Türkler, Batı'ya sapmadan önce, Ugney-Nor'un yakının dan geçmek zorunda kalmı§lardır. Göl, Orhan anıtları nın bulunduğu yörenin kesinlikle kuzeyinde bulunmakta dır. Bütünü gözönünde tutarak parçasını ke§fetme ilke sine dayanan mantık yöntemiyle, Oğuzların izledikleri yol, ortaya çıkarılabilir: Oğuzlar, Khodasin (veya orta Orhan) ile birle§tiği yerden itibaren Tola'nın mecrasın dan yukarı çıkmı§lardır; aynı §ekilde, Haruha vadisinden yukarı çıkıp (H.N. Orkun'un haritasından elde edilmek tedir), günümüzdeki Ulan-bator (Urga)'dan Uliassua tai'e varmı§lardır. Ayrıca, metin, dü§manların ırınağa dü§tüklerini açıklamaktadır. Bu da, sava§ın, göl ile Kök çin-Orhan ırmağının sağ kıyısı arasındaki yörede gerçek le§mi§ olduğunun farz ve kabul edilmesine imkan verir. (Pour la correspondance ente t. "inigak" et m. "ügney" (?) v. Unkrig, Wörterbııclı der lıeııtigen mongolisclıen Spraclıe, Wien-Peking, 1941, burada "inek" için: "üniye(n), üni ge(n) = üniye(n) verilmektedir). Kitabın sonundaki ekte verilmi§ olan I. harita, izle nen yolu ve muhtemel sava§ yerini göstermektedir. * * *
Ötüken'in ormanla kaplı dağına gelince, onun yeri nin Khangaı sıra dağı silsilesinde aranmasında mutaba kat vardır (ba§vur: özellikle Thomsen, Z.D. M. G. , p. 123). Bizim elimizdeki en kesin yer belirleme, §Üphesiz, Cha vannes (D. T. O.,p.98, n.2) tarafından tercümesi yapılan T'ang-§u (ch. XLIII. 6. p. 14 r0)'nun belirttiği yol güzer gahına ait alandır. Uygurların Karabalgasun'da konakla malarını i§aret noktası kabul eden belge, §öyle demekte dir: "Doğuda düz bir ova bulunmaktadır; batıda, bıı arazi, Out-te-kien (Ötüken) dağının üzerinde uzamr; Giineyde, Ou-koen (Orklwn) ırmağma dayamr. 6 veya 700 li (I li = 576 m) kuzeye doğru gidildiğinde Sienngo (Selenga) ırma-
GÖK TÜRK iMPARATORLUGU 1 249
ğma varılır. " "Düz ova" ifadesinden, Or hon ile Kök çin-Orhan vadilerinin kuzey-güney doğrultusunda işgal ettiği çöküntü alanın kastedildiğini anlamak gerekir. Or han için, onun sadece yukarı mecrası sözkonusu olabilir; hemen hemen dik açı şeklinde büyük bir kıvrıntı yapma dan önce, ırmak, batıdan doğuya dökülürken, kıvrıntıdan sonra, güneyden kuzeye akar. Karabalgasun'dan Selen ga'nın orta mecrasına kadar, kuşbakışı olarak, yaklaşık 200 km. mesafe vardır; fakat, aslında yaya olarak katedi lecek mesafe, "li" (Çin yol ölçme birimi) ile belirtildiğin den, değişiktir; yani yol, 250 ile 300 km. kadardır. Bu bilgilerin kesinlik kazanması, Ötüken ormanını, Karabalgasun'un bulunduğu paralelin biraz güneyine, Orhan ile Tamir'in kaynaklarının bulunduğu tarafa yer Ieştirmemizi sağlar. Koordinatlar, kabaca, 101 ° Doğu boylamı ile 47° Kuzey enlemidir. Daha tasviri bir biçim de, Ötüken'in ormanla kaplı dağı (Ötüken dağı)'nın yeri böylece tayin edilebilir: Khangai dağlarının doğu kesimi, kaba taslak, avucun iç kısmı yere doğru çevrilmiş bir sol el görünümündedir; elin başparmağı, en güneydeki dağ kolunu oluşturur; bu elin ayası ile işaret parmağı arasın da sözkonusu olan orman bulunur. Orhan ırmağı, kayna ğını buradan alır; Tamir vadisi ise, bir yanından girip di ğer yanından çıkmak suretiyle ırmağın altından geçer. Bölge, kuzeyin ve güneyin rüzgariarına karşı dikkat çeke cek şeklide pek korunaklı bir yerdir. İ klim ve bitki örtüsü bakımından imtiyazlı olan bu bölge, birinci dereceden st ratejik bir konuma sahiptir. Oradaki ulusların tarihinde, o kadar önemli bir rol oynamasını, şu üç avantajlı duru ma borçludur: İ klim, bitki örtüsü ve stratejik konum. Moğollar gibi Türkler de, onun, kutsal niteliğe sahip ol duğuna inanırlar. * * *
250/ GÖK TÜRK İMPARATORLUGU
B) Çin 'e yapılan seferler Bu seferler, tarihe ayırdığımız bölümde bir bir belir tilmi§ bulunuyor. Bu konuda, sadece Çin kaynaklarından yararlanılmı§tır. Türk belgeler, gerçekten de, yerler ve menziller hakkında hiçbir bilgi vermezler. Sadece, pek fazla §Ümullü bir kalıp cümle, §U "randonnee"leri düşün dürüyor: "Şantwı balıkka, talııy ögüzke" (B.T., 19). "Şantım yazıka, taluyka" (1. Güney yüz, 3). "Yaşı! ögüz, Şantu n Yazıka" (I. Doğu yüz, 17 ve II, Doğu yüz, 15), yani Chantoung'un §ehirleri (veya ovası) ile Okyanus ırmağı (Taluy) veya Ye§il Irmak (Yaşı! Ögüz). Ye§il Irmak, Hoang-Ho (Sarı Irmak)'dır. Chan tung'a gelince, H.N. Orkun'un: "Şandung" ise malum olan "Şantung"dur; diyerek yapmış olduğu hatayı i§le mekten elbette sakınmalıyız. Chantoung (Şantung) adı ( = "dağların doğusunda"), günümüzdeki Şantung olma yıp, Pekin'in taşra kasabası Hopei'dır. Türk yazıtsal belgelerinin, 706'da Kapgan'ın askeri birliklerini Çin generali Şa-ç'a Çong-yi'nin karşısına dik tiği ünlü savaşın nerede cereyan ettiğinden bile söz etme meleri, dikkat çekicidir. Orhan anıtları, bu generalin ar dından, sadece Ça-ça (Ça-ça = Çaça sengün = general Ça-Ça)olarak bahsederler. Sava§ın yerini Çin kaynakla rından öğreniyoruz: savaş Touen-houang'ın doğusunda Ming-§a §an'da; daha açıkçası, Tuan-huang ile Ansi ara sında; yaklaşık 90° Doğu boylamı ile 4 1 ° Güney enlemin de bulunan Kan Su'da gerçekle§miştir (Geograplıie Uni verselle, cilt. VIII, s. 266 ve Moğolistan'ın Haritası, s. 257). Genellikle oldukça kısa ve özlü bir ifade sahibi, üste lik fazla temkinli bir yazar, iyi bir strateji uzmanı olan Tonyukuk, topoğrafya ile ilgili bu sava§ın adını da ver mez. Biz, Tonyukuk'un, bu savaşa gerçekten katılmadığı-
GÖK TÜRK İ MPARATORLUGU / 25 1
nı sanıyoruz (bak. Bölüm Il). Sırf yağma gayesi ve deh§et uyandırmak arzusu ile yapılan bu uzun yolculukların muhtelif yol güzergahlarını belirtmek, evleviyetle, pek mümkün olmayacaktır. Bu 1:1zun yolculuklarda, Tola veya Orhan'un yukarısında yer almı§ olan askeri üslerden ha reket edilerek, Gobi çölünün, ba§tanba§a, mutlaka geçil mesi gerekiyordu. Anıt Il'deki metnin bir parçası (Güney-Doğu yüzun de bulunan bir tek satır), bizi aydınlatabilecektir. Metin, maalesef çok sakatlanmı§tır. M. Bazin, (henüz yayınlan mamı§ çevirisinde), §öyle diyor: " ... Ön (Kök)'den ötede ordu ile birlikte yürürken, yedi gece yedi gündüz süren yol culuğım sonunda, çölii katettim. Kum çölüne geldiğimden, ben... " Devamı, Anıt II'nin güney yüzünde yer almaktadır; Çiniilere kar§ı yapılan bir sava§a telmihte bulunmakta dır; mesafeler ile ilgili nisbi bir değerlendirmeye göre, Gobi çölü sözkonusudur. Sair-Ussu'nun güney-güneydoğusunda, daha çok ba takhktan olu§an Kuzey Çin'in tuzunu sağlayan Yeren Dabassu gölü bulunmaktadır; Türkler tarafından bu böl geye "Tuz Çölü" adının verilmesine olanak vermݧ olan ve aynı §ekilde suları tuzlu olan gölcükler ile çevrilidir. Sair Ussu'nun uzaklığı, düz çizgisel olarak 400 k.im'dir; Anıt II'nin yedi gün yedi gece olarak sözünü ettiği mesa feye uygun dü§mektedir. Her ne olursa olsun, burada, Türklerin Şansİ ile Hopei istikametindeki seferlerinde muhtemelen izlemݧ oldukları güzergaha sahip oluyoruz. Burada belirtilmi§ olan güzergahın, Uliassutai'dan Pe kin'e uzanan çölün ortasında yer alan Sair-Ussu su kuyu sundan geçen bugünkü yoldan kesinlikle geçtiği hususun da büyük ihtimaller bulunmaktadır. Sözkonusu bu yol, aynı ismi ta§ıyan köyde, kesinlikle Ongin'in üzerinden at layıp geçer. Kitabımızın ek kısmında verilen 2 numaralı harita,
�2 / GÖK TÜRK iMPARATORLUGU
Ming-§a-§an sava§ının yapıldığı yeri belirttiği gibi, çe§itli baskınların istikametlerini de göstermektedir. * *
C) Kırgız/ara karşı savaş Yazıtsal belgelerin, Kırgızlara kar§ı dikkate değer iki sava§tan sözettiklerini görmü§tük; biri Tonyukuk tarafın dan anlatılmı§tır; 697'de gerçekle§mi§tir; diğeri, K.T. anıtlarında yadedilmi§tir; büyük bir olasılıkla 709-710 kı §ında gerçekle§mi§tir (bk. Bölüm II). Sava§lara ait olan bu sayı, sınırlı değildir; iki ulus arasındaki sava§ ne kadar çetin olmu§sa; kazanılan zafer de, o kadar kısa ömürlü olmu§tur. Gök Türklerinin yok olmalarından epey sonra, 840'da Kırgızların Karabalgasun'u Uygurların elinden alacakları zamana kadar, çarpı§malar sürecektir. Kırgız lar, yakla§ık bir asır kadar, Orhan havzasından ayrılma yacaklardır. Tannu-Ola barikatı tarafından kuvvetle muhafaza altında bulunan Abakan ülkesini i§gal eden Kırgızlar, gü ney kom§uları için sürekli bir tehlike olu§turuyorlardı; Çinliler de, bilhassa bizim konumuzu ilgilendiren bu dö nemde, onlarla ittifaklar yapmaktan geri kalmıyorlardı. Ne zaman ki, bilhassa İ lteri§'in saltanatının ilk yıllarında olduğu gibi, bu yarı vah§i korkunç sava§çılarla bir koalis yon olu§sa, Türklerin yurdunda kendini gösteren korku yu, coğrafya uzun uzadıya açıklar. İ lterifin saltanatının ilk yıllarında, koalisyonda, Kuzey-Doğudan Çinlileri teh dit eden Oğuzlar da vardır. Fakat, biz, çe§itli anıtlarda kesinlikle zikredilmi§ olan sadece iki sefer ile yetinelim. Burada sadece coğrafi verileri ilgilendiren bu açıkla mayı aydınlığa kavu§turmak için, 709-710 kı§ındaki ikinci seferle incelememize ba§layalım. Kırgızlara kar§ı yapılan saldırının hemen ardından, Kögmen'in, yani Tannu-Ola
GÖK TÜRK İ MI'ARATORLUGU / 253
(Thomsen 'ın kuşku götürmez saptaması )'nın aşılmasın dan söz eden pek kısa öykü, karın yüksekliğine telmihte bulunmasına rağmen, büyük güçlüklerle karşılaşıldığının sanılmasına olanak vermemektedir. Sadece varış noktası, yani savaş yeri belirtilmiştir: Songa veya Sunga (B. "Vah şi Ördek'e ait")'nın "ağaçlarla kaplı orman"ı sözkonusu dur. Bu izlenen yol hakkında yaptığımız tüm araştırmalar hiçbir sonuç vermedi. Yenisey havzasında ağustos ayın dan itibaren kar altında kalan dağlar vardır ve 1000 ile 2000 metre arasındaki bütün yüksek yerler, sedir, kara çam, beyaz köknar ve kayın ağaçlarının olu§turduğu bir orman ile kaplıdır (Vidal de La Blaclıe, op., cilt., p. 250). Çin kaynakları, Khangai dağlarından başlayıp Kırgızların ülkesine kadar ulaşabilen bir yolu açıklarlar. T'ang-şu (Chavannes, D. T O., p. 98)'nun çok önceleri sözünü etti ği bu güzergah şöyle anlatılır: "Selenga ırmağının kuzey yakası üzerinde Fukoan şehri bulunmaktadır, daha sonra kuzeye doğru gidip, doğuya saparken karlı dağlardan, çam ve karaağaç ormanlarından, pek çok kaynaklardan ve göllerden geçilir; 1 .500 li'lik bir yol katedildikten son ra Ku-li-kan (Kurikan)'ların bulunduğu yöreye varılır; batıya doğru onüç günlük bir yürüyüşten sonra Tu-po'ların ayınağına ulaşılır; altı ya da yedi gün daha yürüdükten sonra Kien-koan (Kırgız)'ların ayınağına va rılır". Tu-po'lar, Tuba (veya Tuva)'lardır. Bütün yukarı Yenisey bölgesini içine alan bugünkü (Tannu-)Tuva Cumhuriyetinin adı, buradan gelmektedir. Doğudan batıya Yenisey havzasının uzun bir yürü yüşte katedilmesiyle gerçekleşen yolculuk, Kögmen veya Tannu-Ola'nın, doğu yakası tarafından geçilmiş olacağını göstermektedir. İ ngilizce harita, Ötüken'in bulunduğu yöreden dosdoğru kuzeye uzanan ve Shabuktai tarafın dan geçerek Selenga'nın sağ kıyısında sona eren bir ilkel yolu apaçık bir biçimde göstermektedir. Oradan kuzeye doğru yönelen hiçbir ilkel yol bulunmamaktadır; fakat,
254 1 GÖK TÜRK İMPARATORLUÖU
daha batıda, Uliassutai'yi Kubsugul Dalai (Kosogol)'a bağlayan, doğrusunu söylemek gerekirse, Çin güzergahı (doğuya doğru saparak kuzeye yönelen) biraz farklı bir eksen üzerinde bir ilkel yol ile karşılaşılmaktadır. Daha sonra, bu ilkel yol, batıya yönelir ve Ulu Kem veya Yuka rı-Yenisey'in güney kollarının olu§turduğu bir sistemde sona erer. Kurİkanların ülkesine, daha sonra da Kırgızla rın ülkesine ula§mak için, bu vadilerden aşağı inmekten ba§ka yapacak birşey yoktur. Fakat bu yol güzergahı, "turistik" bir yol güzergahı dır ve biz, sadece onu, Tubalarınki gibi Ku rikan (daha çok Korikan, daha aşağıya bak)'ların ve Kırgızların yerle §im yerleri hakkında yararlı olabilecek açıklamalar verdi ği için inceledik. Kurikanların, Kırgızların, Tubaların yer le§im yerleri, yazıtlarda yeralmazlar; fakat, onların adı, günümüze kadar ayın yörede varlığını sürdürmü§tür. Oysa, Sibirya'dan Moğolistan'a gitmek; ya da tam tersine, Moğolistan'dan Sibirya'ya gitmek için sadece bir yol güzergahı bulunmaktadır. Bu Şamar geçididir; bu derbentİn denizden yüksekliği, 1 .430 m'dir; bugün hala kullanılmakta olan düzgün yol, buradan geçmektedir (Kitabımızın sonundaki 3 numaralı haritaya bak). Bu yol, 709-710 savaşında kullanılan yoldur. Dağların arasında yer alan bu derbendin varlığını, Tonyukuk bilmektedir: "Kögmen yalı bir ermiş". Herhangi bir sebep (mevsim, karın anormal §ekilde yağması) yü zünden, bu yol kapanmı§ bulunmaktadır. Demek ki, ge neral, bilinmeyen yollardan geçilmesi için bir kılavuza ba§vuruyor. Metin, bize, değerli bir ana nokta vermekte dir; bu "Ak Termef dir. Hidrografya ile ilgili bir engebe sözkonusuymu§ gibi görünüyor; bu engebe için, genellik le dağlar için kullanılan "as-" fiilinden daha çok, bile bile "keç-" fiili kullanılmaktadır; her iki fiil de, "a§mak" anla mına sahiptir. Ara§tırmalarımızın gittiği yönde, a§ağı yu karı 49° Kuzey eniemi ile 97° Doğu boylamının kesi§tiği noktada, bugün "Telmen-Nor" adını ta§ıyan, oldukça '
GÖK TÜRK İMPARATORLUGU / 255
önemli bir göl bulunmaktadır. "Ak" sıfatının bulunmayı§ı, ve de "Terme!" derbendinin "Telmen" adına sahip olması, dilbilimsel açıdan bir güçlük arzetmez. Bu göl, Uliassutai kesimini olu§turan ve Tannu-Ola'nın güneydeki ilk kolla rına, kesinlikle Şamar geçidine ulaşmak için kuzey-ku zeybatı yönünü izleyen ilkel dar bir yol boyunca uzan maktadır. O halde yol güzergahının ilk kısmı olarak, Tonyu kuk, klasik yolu izlemi§tir; daha sonraki seferde de, yine aynı yolu izlemiştir. Daha sonra, onun karla tıkanmı§ ol duğunu bildiğinden, Şamar geçidine varmadan önce, Tonyukuk, bu yoldan ayrılmıştır. Yanında bulundurduğu kılavuz, Tonyukuk'u batıya doğru, Tannu-Ola'nın güney uzantıları boyunca götürmü§tür. İ lk engel a§ılmı§tır. Son ra Tonyukuk, on gün süren çetin bir ini§ten söz etmekte dir: bu, Ubsa-Nor'un olu§turduğu çöküntü alanının boy dan boya katedilmesi demektir. Daha sonra, İ ngilizce ha ritadaki Khrebet-Shapsal'a tekabül eden Selugan dağları ile Tannu-Ola'nın meydana getirdiği kav§ağa ula§ılır. Yol kav§ağını, dağlar son derece sıkı§tırmı§tır. Bu tespiti, Vi dal de La Blaclıe ( op., c., p. 257)'ın Moğolistan'ın §ema §eklindeki fiziki haritasından yaptık. Kılavuz, bir yerde yolunu §aşırır ve son derece büyük bir engel ile kar§ıla§ılır. Kılavuz boğazlanır. Ne mutlu ki, Anı'dan pek uzakta bulunulmuyordu. Kağan, Anı'ya doğru, dolu dizgin hücum edilmesi emrini verir (Ton. 26, 27). Besbelli ki, bu güzergah önceki yoldan sadece daha uzun olmayıp, çok daha engebelidir de. Gerçek anlamıy la, Ulu Kem ve Yenisey vadileri tarafından girilen Aba kan vadisini o zamanlar i§gal eden Kırgızlara nazaran, yol, epey fazla batıda son bulmaktadır. Kılavuzun hatası, o halde pek büyüktür. Anı nehrinin adının, B.T. yazıtın da yer almadığını ekleyelim. Onun adına, K.T. anıtların da da rastlanılmaz; 709-710 seferinin oraya kadar uzan mamı§ olması ve kaba taslak güneydoğu-kuzeybatı yö-
256 / GÖK TÜRK iM PARATORLUGU
nünde bir yürüyüş ekseninin izlenilmiş olması için, şüp hesiz bu bir kanıt olmayıp, sağlam bir tahmindir. Oysa ki, 696 veya 697 seferi adeta hedefini aştığından, güneyba tı-kuzey- doğu doğrultusunda bir yön izler. Haritanın dikkatlice incelenmesi, şunu ortaya çıkar maktadır: gerçekte, Anı aşağı mecrasma ulaştığından, Abakan vadisi, Anı ile birleştiği kavşağa kadar izlenmek zorunda kalınmıştır (3 numaralı haritaya bak). Savaş ora da olmuştur. Anı ırmağı, pek tanınmıştır. Bugüne kadar adını ko rumuş olması, bizim için çok büyük yarar sağlamaktadır. ( İ ngilizce harita). Rusçada, üç değişik şekli bilinmekte dir: Ani, günümüzde Ona şeklinde yazılan Ana (Türkçe deki "a"nın Rusçaya "o" olarak geçmesi yüzünden "Ona" olmuştur, başvur: Kozak). Anı, Abakan ırmağının sağdaki bir koludur; Aba kan'ın kendisi ise, Yenisey'in koludur; Minoussinsk yakı nında ona karışır. O, 52° Kuzey paralelini keser ve 90° Doğu meridyeninin batısında akınaya devam eder; onun aşağı havzasında, bugün Şor Türkleri oturmaktadır. * "'
D) Tiirgeşlere karşı savaş ve Sogd'a yapılan seferler Biz, tarih bölümünde, Türgeşlere karşı yapılan sa vaşlar ile Sogd'a yapılan seferlerin ne kadar birbirlerine bağlı olduklarını görmüştük. Coğrafya, Türgeşlere karşı yapılan savaşların, Sogd'a yapılan seferterin doğrudan doğruya neticesi olduklarını göstermektedir. Bozkırın bütün uluslarının ellerine geçirmek için can attıkları ge leneksel hedefleri olan Sir Derya'nın vadisi, Doğudaki Türkleri ayırır. Doğu Türkleri, önce Altay kitlesi ile, son ra geniş Cungarya ovası ile; daha sonra ise, çağdaş coğ rafyacıların Kırgız Bozkın dedikleri İ li vadisine açılan çe-
GÖKTÜRK İMPARATORLUGU / �7
§itli dağ kitleleri ile ayrılırlar. İ lteri§ ile Kapgan'ın döne minde bu yöreler, sona eren ve askeri eylemlerin gidi§atı na göre yeniden kurulan çe§itli Türge§ oymaklarının elin deydi. 701 ve 7 1 l 'de olmak üzere iki kez, bu konfederas yon, kendisinin üzerinde en azından itibari bir hakimiyet kuran, kendilerine doğrudan doğruya Batının yolunu açan ve efsanevi Demirkapı'ya, hemen hemen hiç kan dökmeden ula§malarına imkan veren Doğudaki Türkler yüzünden sarsıntıya uğrar. Yazıtsal belgeler, bu seferlerin muhtemel güzergah ları hakkında az bilgi verirler. Çe§itli anıtlar tarafından verilen tüm açıklamaları gruplandırırken, yine de elimiz de birkaç i§aret noktası bulunmaktadır: Altay, Erti§, Bul çu, Yarı§ Ovası, İ nci ırmağı ve nihayet Demirkapı. B.T. yazıtı, güzergahın son kısmı; yani İ nci ırmağının geçilm sinden sonraki kısmı hakkında, dikkate değer bazı ayrın tılı bilgiler ekler. Fakat, bereket versin ki, tüm bölgenin coğrafi yapısı, yürünen yolu, bir hataya meydan vermeden, yeniden çiz meye olanak verecek §ekildedir. Zaten, bu yol istilalara ait büyük yoldur; Peçenekler, daha sonra, Polovstse'ler, bu yolu izlemi§lerdir. Bu yol, Cengiz Han'ın Moğol süva rİlerinin kitle halinde geçtiklerine §ahit olmu§tur; daha sonra da XV. yüzyılda, Kara Kırgızların geçtiklerini gör mü§tür. İ rti§'in geçilmesinden sözedilmesi, Altay'ın a§ıl dığı yeri, yakla§ık olarak tespit etmeye olanak vermekte dir. Elbette, burada bu adı Zaysan Gölüne kadar koru yan Kara- İ rti§ sözkonusudur; ondan sonra, tam anlamıy la İrti§ olur. Gerçeğe en benzer nokta, 48° paralelin Sin-Kiang ile Moğolistan'ın bugünkü sınırının kesi§tiği, İngiliz haritasında Kızılkaya'nın civarında bulunan nok tadır. Celti'nin kaynağının yakınında Kara İ rti§'in sağ ko lu bulunmaktadır. Kiziladir gnays kayalıkianna ait tepele rio Güneyinde Yukarı İ rti§'in çukuru üzerindeki yöreye gelmek için, Kara İrti§'in sağ kolundan a§ağı inmek ye·
258 / GÖK TÜRK i M PARATORI.UGU
terlidir (bk. İ ngilizce haritaya ve arazi engebesi hakkında ayrıntılı bilgi için ise bk. Vidal de La Blache, o., c., t. VIII, p. 253). Bu ırmağın geçilmesinin gerçekleştiği yer, kesinlikle Celti ile İrtiş'in birbirlerine kavuştuğu yerin yakınında bulunmaktadır. Bütün belgeler, daha sonra Bulçu denilen bir yerden söz etmektedirler. Bu belgelerde iki savaş açıklanmakta dır: biri, aynı yerde; diğeri, batı yönünde, daha ötede bir yerde B.T. yazıtı, İ rtiş ile Bulçu arasındaki uzaklığı, yak laşık olarak, bize vermektedir: ırmağın geçilmesinden sonra, günün geri kalan kısmı ve bütün gece, katedilen mesafe, yaklaşık olarak, at ile 15 saatlik mesafe. Vidal de La Blaclıe (t. VIII, p. 279)'ın zikrettiği eser, bugünkü Moğolistan'dan bahsederken şöyle der: "0, onunla (hay vanı ile) gerçek cambazlık numaraları yapar, dolu dizgin iner çıkar, rahatlıkla 15 saat at üstünde kalır ve seve seve günde 75 kilometre yol kateder." Bu 75 kilometre, Ul yungur-Nor'un yukarısında İrtiş'i Urungu'dan ayıran uzaklığı hemen hemen dosdoğru olarak göstermektedir. Bulçu'muzu, bu yörede göstermek gerekir. Hiç kuşku yok ki, bir şehir adı sözkonusu. Bu şehir, Ulyungur gölü nün güney ucunun biraz doğusunda yer alan Bo lun-Toğoy'un bugünkü yerine tekabül edebilecektir. Gü nümüzdeki adı "Mongol", "Bol dönemeci" (veya Bol kıv rıntısı) anlamına gelmektedir. Bul-çu yer adı, İ ranca açı sından sağlam bir açıklama içermektedir: "pul" "köprü" ve "ju" = "ırmak", bir "izafet" ile şöyle veriliyor: "pul-i-ju" = "ırmağın köprüsü". Vurgusuz "i" düşmüş; Farsçadaki "p", Türkçe başta "p" tanımadığından, "p", Türkçede "b" olmuş; "j" de, "ç" olmuş. Bu, bir geçiş yeri için tam olarak uygun gelen bir "yer adı"dır. TeHlffuz, "Bol-ça" da olabi lir; belki de, bu ilk eleman "Bol", İ rancadaki "köprü" ola bilir. "Bolun", bugünkü Moğolca yer adında korunmuş olup, oradaki "-un", isim tamlaması sonekidir. =
GÖKTÜRK İMPARATORLUGU / �9
Daha sonraki dönerne ait olan Ş ine- Us u yazıtının, aynı Bulçu'yu hiçbir tereddüte yer bırakmadan, ırmak adı olarak: "Bulçu- Ögüzdii" §eklinde verdiği doğrudur. Fakat yer adları arasında böyle karı§ıklıklara sık rastla nır; ırmak adını §ehirden; ya da tam tersine, §ehir adını ırmaktan almaktadır (ba§vur. Güney Cungarya'da ırmak ve Manas §ehri). Oldukları yer ne kadar kesin olarak belli olsa da, her iki sava§, tam olarak Yarı§ ovasında; yani, tereddütsüz, orada cereyan eder. Kuzey kesiminin çölürnsü yapıya sa hip olmasına rağmen, Cungarya, geçi§ hususunda hiçbir güçlük arzetrnez. Dosdoğru Batıya doğru, 80° Doğu rne ridiyenine gidildiğinde, Ebi Nar'un tam kuzeyinde, ünlü Cungar Kapısı'na varılır. Bu kapı, çoğu kez tasvir edil mi§tir. Ba§lıca karakteristik nitelikleri ile ilgili bilgileri, Geographie Universelle'e borçluyuz. 2.000 metrenin biraz üstündeki bir yükseklikte, batıda tam anlamıyla Ala Tau ile Doğuda Mai-li ve Barlik dağları arasında, güneydo ğu-kuzeybatı istikametinde Ebi Nar ile Ala-kol'a ait bü yük çöküntü alanlarını birbirlerine birle§tiren eksen üze rinde yer alan derin dar bir geçittir bu. Geçit, kı§ın oldu ğu gibi yazın da kötü havalar yüzünden güçle§rnektedir. Orta-Çağın büyük ula§ırn yolu olan bu yol, bugün kulla nılmamaktadır. Oysa, Batı-Sergiopol-Çuguçak-Ururnçi büyük yolu, 1.800 metre yükseklikteki Djair derbentini (geçidini) a§rnak için daha doğudan geçer. Cungar Kapısı a§ılınca, Kara Tau'nun kuzeyinde, Perovsk-Kizil-Orda'ya eri§en İ nciler Irmağına varmak için, düz hat olarak yakla§ık 1 .500 kilometrelik katedile cek yol kalmaktadır. Biz bu konuya tekrar döneceğiz. Yolculuk uzun olmakla beraber, o, hiçbir güçlük arzet mernektedir; üstelik yazıtsal metinler, bundan söz etmez ler. Kırgız Bozkırları, çoğunlukla 200 metrenin altında, nadiren de üstünde olan, pek tatlı bir engebe ile ortaya çıkarlar. Buna kar§ılİk, izlenecek mükemmel bir yol gü-
260 / GÖK TÜRK İ MPARATORLUGU
zergahı sağlayan Çu vadisinin elbette dışında akarsular bulunmaktadır; onlar, seyrek olup, derin değillerdir. İnciler Irmağı (Türkçede Yençü-Ögüz) ile Sir Der ya'nın özdeşliği hususunda, herhangi bir tereddüdün ol ması, mümkün değildir. Türkler ile Çiniiierin ona verdik leri ad olan "inci" adı, Çincede, Rusçada ve Türkçede (çağdaş yeni Türkçedeki "inci") müşterektir; ilk şekil muhtemelen Çincedir. * * *
Sir Derya'nın geçilmesi için bizim önerdiğimiz yer den (bu güzergah Kara-Tau'yu aşma zahmetinden kur tardığından) güneye doğru yapılan seferler ile erişiimiş olan en uç nokta olup, Demirkapı'ya kadar olan uzaklığı, düz hat olarak 800 kilometredir. Semerkand'a varmadan önce, yolun yarısından biraz sonra ise, Khive (Hive) sa vaşı sırasında ( 1873), binlerce deveyi mahveden hortu rnun görüldüğü, az rastlanan su kaynaklarının bulundu ğu, şiddetli rüzgarların estiği, kum çölü Kızıl-Kum'un ge çilmesi gerekmektedir. Sadece güney kısım, Kırgız ço banları tarafından iskan edilmiştir. Öyle ki, Sir Derya'nın geçilmesini bu kadar kuzeye aktarmak hususunda haklı nedenimiz olmuş mudur? Başka bir yol güzergahı arasaydık daha rahat soluk almaz mıydık? şeklinde sorular sorulabilir. O halde, muhtemel biricik giriş yolu, Frunze'den, daha sonra da Taşkent'den geçen yol olacaktır. O zaman, ırmağın geçilmesi, bu şeh rin biraz batısından olacaktır. Fakat coğrafi güçlükler, ba§ka bir yol sözkonusu olsa bile, daha az olmayacaktır. Diğer taraftan, Türkler, bütün Alexandre Dağlarının bu lunduğu bölgedeki sağlam kalelere, özellikle de İ s sik-Kul'un kuzey-doğusundaki Tokmak meydanına sahip olan Çin'i, kar§ılarında bulmu§ olacaklardır. Çintilerin hizmetindeki Türk paralı askeri A-şo-na Hien, 7 14'de, Tu-lu (Cungarya'daki) ve Karluk oymaklarının boyun eğ-
GÖK TÜRK iMPARATORLUGU / 261
mesine neden olan büyük bir zafer kazanmı§tır (Grous set, Empire , p. 1 53). Zaten seçilen güzergah hangisi olursa olsun, iklim deği§ikliklerinden etkilenmeyen, ovada veya çölde oldu ğu kadar dağda da halinden memnun olan ve binek hay vanlarının dayanıklılığının efsanele§tiği bu askerlerin hem fiziksel güçlerini, hem tahammüllerini belirtmek için bir parça beklememiz gerekiyor. Fakat, bugün söyle diğimiz gibi, askeri üslerinden o kadar çok uzakla§ml§ olan bu orduya sorulması gereken "lojistik" meseleleri amınsatmaktan pek geri kalınmayacaktır. Üstelik ta§ın bize açıkladığı öyküleri okumakla, daha çok askeri bir gezinti hatırlanacaktır. Bu yörüklerin, bu sözcüğün içer diği bütün a§ağılayıcı değerler ile adlandırıldıklarına ba kılırsa, dikkat çekecek derecede örgütlenmi§ olmaları ge rekmektedir. Fakat güneye doğru uzanan yolumuzu tekrar ele ala lım. Türklerin, Semerkand'dan geçmi§ olmalarını hiçbir §ey göstermemektedir; tam tersine, onlar, onu doğuda bırakmak zorunda kalmı§lardır. Hiç olmazsa 7 1 1 seferini ilgilendiren hususlarda. Biz, ülkedeki durum hakkında, Barthold (Turkestan, 1 85-188)'un yararlandığı Arapça kaynaklardan Taberi, Belazuri'den bilgi edinmi§ bulunu yoruz. Bundan çıkan sonuç, Türklerin bütün Sogd'u i§gal etmi§ olmalarına rağmen, Semerkand'ın Arapların elin de kaldığıdır. 701 seferini ilgilendiren hususlarda, B.T.'nin Tezik = "Araplar"a telmihi, ondan herhangibir netice elde edi lemeyecek derecede müphemdir. .Fakat ba§ka bir açıklama, belki de bizi doğru yola çı karacaktır. Demirkapı'ya gelmeden önce, aynı anıt, bir dağdan söz eder. Bu dağa, "Benlig ek" yani "Benekli Al tın dağı" dememiz için, sağlam sebeplerimiz bulunmakta dır; "ek", "altın"ın eski adı olduğundan, onun yerini, daha eski bir devirde Altayca "altun" sözcüğü almı§tır. Halk ...
262 / GÖK TÜRK İ MPARATORLUGU
etimolojisi, bu sözcükten "Ak dağ" anlamına gelen "Ak tağ"ı yapmı§tır. Ba§ka bir "Ektağ" hakkındaki pek ilginç bir tartı§ma yı ise, Chavannes (D. T. O., pp. 235-236 ve 237), açmı§tır. 568'de, Silisi'nin Zemarque elçisinin, Cizabul ( istemi) Kağanın hükümdarlık konutu ile kar§ıla§tığı dağ sözko nusudur. Menandre, haklı; ona göre dağın adı, Ek-tağ'dır ve "Altın dağ" anlamına gelmektedir. Çince "A-kie-t'ien" çeviri yazısını gözönünde bulundurarak, Chavannes, "Ak tağ" olarak okunmasının ve "Beyaz dağ" olarak yorum Janmasının doğru olduğunu kabul eder. Şayet bizim B.T.'yi okuyu§ §eklimizin doğru olduğu ortaya çıkarsa; o, bir Türk kaynağı tarafından Menandre'ın tanık olarak verdiği ifadenin tasdik edilmesi saygınlığına eri§ecektir. Her ne olursa olsun, Chavannes, batıdaki Türk kağanı nın konaklama yerini tespit etmek §erefine sahip olmu§ tur: Kuça'nın kuzeyindeki Teke vadisindeydi. Grousset (Empire . . , p. 128 et 129), Aktağ'ı T'ien §an'lar ile özde§ Jer; bu husus, Chavannes'ın görü§ü ile birle§ir; fakat, Ka ğanın konaklama yeri, daha güneyde, üstelik Kara§ar'ın kuzey-batısındaki Yukarı Yuiduz'a ait vadinin batı yöre sindedir. Batı Türklerinin kı§ın konakladıkları yerin, ya İssik Kul sahillerinde, ya da Talas'a ait vadide yer almı§ olduğu bizzat Grousset ile birlikte kabul edilecek olursa, Yukarı Yulduz'u Talas vadisinden, hatta İssik Kul'dan ayıran dikkate değer mesafeyi belirttiğinden dolayı, Cha vannes'ın yer tespiti gerçeğe daha yakın olmaktadır. Ne olursa olsun, bizi burada ilgilendiren ve batıdaki Kağanların yazlık konaklama yeri olarak tanınmı§ olması pek gereken ünlü Ak Tağ'dan onu tamamen ayırmak için, "Benlig" (benekli) niteliğini almı§ olması gereken Ak Tag, büyük hataya dü§meden, aynı bir sesbilimsel ev rim sonunda, Buhara'nın bulunduğu meridyen üzerinde ki Zeref§an vadisinin kuzeyine hakim olan bugünkü Ak-tan ile özde§lenebilir. Türkler, Kızıl Orda-Perovsk' den Kızıl Kum'a geldiklerine göre, onlar bu dağ boyunca =
.
GÖK TÜRK İMPARATORLUGU / 263
ilerleyip, bizim ara§tırmamızda ihtiyatlı bir talıminin ko nusu olan pek bilinmeyen sebeplerden dolayı orada ka lırlar. Bu andan itibaren, Demirkapı'ya doğru yürüyü§ü sı rasında, Tonyukuk'un ordusu, Kermine yüksekliğindeki Zeref§an'ı geçmi§ olacaktır; sonra Semerkand'ı epey ba tıda bırakarak ve Alayı kitlesini kullanmaktan sakınarak, tam güneydeki yolu, Kar§i'ye doğru takip etmi§ olacaktır. O sırada, ordu, elli kilometre kadar güney-batıda, bugün kü Afganistan'ın kuzeyinde, Semerkand'ı Belh'e bağla yan, güneye doğru sarkan büyük yola varmaktadır. Ordu, Demirkapı'nın dar geçidi: "Temir-Kapığ"ya bu yoldan eri§ecekti. Seferin en uç kısmını te§kil eden bu dar geçidin yeri ni tespit etme hususunda hiçbir tereddüt olamaz. Bu yer, uzun zamandan beri Thomsen (T. O.D., p. 137) tarafın dan tespit edilmi§ olup, özellikle tasviri yapılmı§tır. Ne var ki, §Unu hatırlatalım: yakla§ık 38° paralelin yüksekli ğinde Birabad'ın üstünde Belh'den Semerkand'a uzanan yolun üzerinde, 12 ile 20 metre geni§liğinde, 3 kilometre uzunluğunda dar bir geçit söz konusudur. Orada, bugün hala, Temir-kapı adını muhafaza eden küçük bir köy mevcuttur. Metinler, dönü§te takip edilen yol hakkında herhan gi bir bilgi vermezler. B.T. anıtı, eğer bizim okuyu§ §ekli miz uygunsa, sadece Karaçuk tağ = ( = Karacuk Da ğı)'dan söz eder; orada Tonyukuk'un komutasındaki or du, Demirkapı'ya yapılan seferden sonra, çocuk Kağan'a katılır. Karacuk kelimesi, Ka§gari tarafından §ehir adı olarak zikredilmi§ olup, Sir Derya'nın batısındaki Fa rab'a tekabül etmektedir; fakat, "Divan"a ekli bulunan haritada Karaçuk tağ görünmektedir. Dede Korkut'da, o, aynı §ekilde dağ adı olarak verilmektedir. Hiç §Üphe yok ki, bugünkü Kara-Tau söz konusu dur; Alexandre dağlarının batıya uzanan küçük koludur; Çim-Kent'deki Sir Derya'nın sağ kıyısı boyunca Kı-
2� / GÖK TÜR K i MPARATORLUGU
zıl-Orda'ya kadar uzanmaktadır ve bu havzayı Ta las'ınkinden ayırmaktadır. Türkler, ona, onun kuzey ucundan ulaşmışlardır; üstelik, askeri birliklerinin bir kısmını, Küçük Kağanın kamutasında orada bırakmı§lar dır; oysa, bu sırada ordunun diğer kesimi, belki de büyük bir öncü birliği, güneye doğru yürüyüşünü sürdürür. Dönüş, yeniden Kırgız Bozkınndan ve Çu vadisin den geçilerek yapılmış olmalı. Büyük, ağır bir ganimet yüklenmiş olarak dönen bir ordu için başka bir yol güzer gahı pek tasarlanamaz. * * *
E) Ulus adları hakkında bazı açıklamalar Yazıtsal belgelerin ortaya koyduğu en nazik mesele lerden biri, adları anılan ulusların kimliklerinin ve onla rın yerleşim yerlerinin tespitidir. Bu husus bu çalışmanın çerçevesi içine p.çk giremeyecek kadar özel bir inceleme ye değecektir. Biz, adı geçen ulusları, birbir sıralamakla ve VIII. yüzyılın başında onların durumu hakkında Türk çe belgelerden çıkarılabilen özet bilgileri, tekrar, daha yakından, bir daha gözden geçirmekle yetineceğiz. Çe§itli devirlerde meydana gelen çok büyük göçler, isim müba deleleri, yabancı uluslara ve ayınaklara ad verınede Çin Iiierin ülkesinde hüküm süren fantezi (bu hususta bak: Barthold, Histoire des Turcs, p. 18), "İli" ve "Tatabi" konu sunda olağanüstü ihtiyatlı sonuçlar vermektedir. Bizim bahsettiğimiz özel inceleme ise, pek statik olamayacaktır fakat, kronolojik olacak ve ancak bundan dolayı değerli olacaktır. Bizim bu çalı§maya pek küçük bir katkımız, 700 yıllarını ilgilendiren hususta, mümkün olduğu kadar, durum saptaması yapmak ve coğrafyacıya küçük bir dil bilimsel yardım sağlamak olacaktır. Kuzey-doğudaki Türklerin hemen bitişiğİndeki kom şuları, Oğuzlardır. Oğuzlar, hiç olmazsa gözönünde bu-
GÖK TÜRK İ MPARATORLUGU / 265
lundurulan bu dönemde, Türklerden farklı kavimdirler. Anıtlardaki iki metin parçası, oldukça doğru olarak, on ların yerlerini belirtme imkanını vermektedir. B.T. 15'de, onların Tola'dan gelirken İ lteriş'in askeri birliklerine sal dırdıkları görülür. Anıt Il, Doğu yüzü, satır 30'da Türkle rin, Oğuzlara saldırmak için, Tola'yı bir ba§tan bir ba§a yüzerek geçtikleri zikredilmektedir. O halde, Oğuzların, Tola'nın büyük menderesine (kıvrımına) Orhan'un do ğusundaki tüm bölgeye, belki de Baykal gölüne kadar uzanan yöreye yerleşim yerleri olarak sahip olmaları ge rekiyordu. Yerleşim yeri olarak, Dokuz-Oğuzlar ile Otuz-Oğuzlar arasında ayrım yapmanın uygun olmayaca ğını düşünüyoruz. Oğuzlara karşı yapılan savaşlar dizisinde ve sadece Anıt I, kuzey yüzü, satır 5 ve 6'da Kuşlığak ve Ku§lağak denen yörede, Ediz adlı bir ulusa karşı yapılan bir savaş yer almaktadır. Bu yerin özel adı tespit edilememi§tir. Ediz'e gelince, orada A-tie'lerin görülmesi istenmi§tir. Bu, bizim kabul edemeyeceğimiz bir husustur. Uygurlar hakkındaki kısa bilgiye bakılırsa, A-tie'ler, Uygurların andördüncü oymağını teşkil etmektedir. Onların yerle şim yerleri, tam olarak belirtilmiş olmasa da; Chavannes (D. T. O. , 88, n.), 647'de, İ mparatorun, onların toprakları nı, Ka-Su'daki Ning-hia'nın bir taşra ilçesi yaptığını açık lamaktadır. Oysa, yukarıda adı geçen sava§lar, Tola'nın ötesinde cereyan etmiştir. Böyle bir göçün olması müm kün değil. Ediz'ler, Anıt II, Doğu yüzü, satır 1 'deki metin parçasının da belirttiği gibi, Oğuzlara sımsıkı bağlanmış lardır. Metinde şunu okuyoruz: "Tokuz Oğuz 1 eki Ediz kekiilig 1 begleri bodımı"; burada "begleri" ile "bodımı" iye lik çatısındadır; ve de, burada tamlayan durumu, hem "Tokuz Oğuz"a, hem "eki Ediz (iki Edizler)"e ait bir çağrı şım simgesi teşkil etmektedir. Geri kalan kısmının okun ma şekli bize kalırsa, önemli değildir. Bununla beraber, burada başka bir ulus ile karşı karşıya bulunduğumuza göre, konu dışı kısa bir açıklama faydalı olacak. Cümle-
2� / GÖK TÜ R K iMPARATORLUGU
nin orta kısmı, H.N. Orkun tarafından şöyle okunmuştur: "Tokuz Oguz eki Ediı/er kiilig begleri bodımı" ( = Dokuz Oğuzların ünlü beyleri ve ulusu ile İ ki Edizler). Bu "-ker'' soneki ile kelime türetme dil olayı bilinmemektedir; fa kat, buna ait bir başka örneği, "Berçeker" ( = Persler)'de ele geçirdiğimizi gözardı etmek olmaz. Bu durumda ise, "Berçe-ker" olarak okunacaktır (daha aşağıya bak). Fa kat hiç alışılmamış, tuhaf olan husus, kelimelerin parça lanışıdır. Şayet "kii.lig", "kii ( = ün)"den türeyen "tanınmış, ünlü" sıfatını temsil ediyorsa, bu sıfatın nitelediği isimler den ayrılmış olması ve içinde bulunmaması gereken yer olan önceki grubun içine keyfi atılması, imla kurallarına aykırıdır. M. Bazin, "çadır" anlamına geldiği iyice kanıtlanmı§ olan "kerekii."nün, "kerekülig" şeklinde okunmasını öner mektedir. O halde, biz, başka bir ulusun adı olan "Keçe Çadırlı İnsanlar"a sahip alacaktık. Biz, bu ulusu tanımı yoruz; esasen, "Ediı"ler hakkında edindiğimiz bilgiler de, fazla değil. Her ne olursa olsun, Edizler, "A-tie"ler değil lerdir ve onlar, Oğuzlara sımsıkı bağlanmışlardır. Anıt II'nin Doğu yüzünün 34. satırında, Oğuzların müttefiki olarak Otuz-Tatarlar zikredilmiş bulunmakta dır; bunlar, başka yerde "Dokuz-Tatar"lar adı altında be lirtilmişlerdir. Thomsen, haklı olarak, Baykal'ın doğusu ile güney-doğusunda yerle§miş olmaları gereken bir Mo ğol oymaklar topluluğu "Ta-ta" (Çince) olduğu kanısın dadır. Güneye doğru, onların yerleşim yerleri, Oğuzlar ile Kıtayların yerle§im yerlerinin içinde yer alacak şekil de, Kerulen'e varmış olacaktır. Bu faraziye tartı§ılabilir. Yazıtlardan, Türklerin, hiç olmazsa Oğuzlar ile birleşip kaynaşmalarından sonra Kıtayların hemen bitişiğİndeki komşuları oldukları anlaşılıyor; şayet böyle ise, Tatarla rın, Baykal Gölünün güney ucunu aşmamaları, ya da pek a§mamaları gerekecektir. Oğuzlara kar§ı yapılan sava§lar sırasında, Tongra (Tonra)'ların bir kesimine kar§ı bir iltihak da belirtilmi§-
GÖK TÜRK i M PARATORLUGU / U7
tir. Acaba, Oğuzlara iltihak etmi§ küçük bir oymak mı sözkonusu? Bu hususta hiçbir §ey bilmiyoruz. Hiç ku§ku suz, bu ad, B.T.'nin 9. satırında yer almaktadır; orada, Oğuzlar tarafından Kıtayiara gönderilen aracının adı, "Sem le Tongra" diye yorumlanması gereken, Tonra Sem'dir. Uygurlar hakkındaki kısa bilgi içerisinde, doku zuncu oymak olarak Türk Tongralarını temsil eden T'ong-Jo'lar yer almaktadır. Bir ulus adı örneğine de, do ğuda rastlıyoruz; oysa Çin kaynaklarına göre, bu ulusun yerle§im yeri, batıda bulunmaktadır. Kendinin ula§tığı en uçtaki bölgelerin sayım dökü münü yaparken, Bilge, kuzey yöndeki "Yer Bayırku"dan söz etmektedir (Anıt I, Güney cephe, satır 4 1 Anıt II, Kuzey cephe, satır 3). Kuzeye ait anılan bu ad tuhaftır. Chavannes'a göre, Bayırku'lar (Çince Pa-ye-ku'lar), boz kırın kuzeyinde oturuyorlardı. Mlle v. Gabain, kendine ait sözcüğündeki yönde§ maddede §öyle der: "Türk Dev Ietinin kuzeyinde veya kuzeydoğusunda oturan Türk ulu su, belki de Oğuzlara mensupturlar". Hemen yukarıda zikredilmi§ olan metin parçası, bu yorumu ilham etmi§ olurken, Grousset, Bayırku'Iarı, Yukarı-Kerulen'in üst yöresine yerle§tirmektedir; böylelikle de o, Chavannes'in yer belirlemesine katılmaktadır. Şayet Anıt I, Doğu yüzü, satır 34'de zikredilen sava§ın cereyan ettiği Türgi-Yargun gölünün yerini tespit edebilseydik; her§ey, aydınlığa ka VU§mU§ olacaktı; acaba, kesinlikle Kerulen ile Argun (Yargun)'un bugün sularını içine akıttığı büyük göl mü söz konusu? Bu gölün konumu, §Üphesiz, Mançurya'nın bugünkü sınırının ötesinde olup, uzak doğudadır. Niha yet bizim bilmediğimiz bir kaynağa dayanarak, Grousset, Tola'nın sahillerinde müthi§ bir bozguna uğrayan Bayır kuların, Kapgan'ı bir pusuda ele geçirip, öldürmeyi ba §ardıklarını söyler. Bayırkuların, Türklerin Doğusunda, Tola ile Kerulen arasında bulundukları kesinmi§ gibi gö rünüyor; bir zamanlar Oğuzlara bağlı oldukları da muh temel.
2� / GÖK TÜRK İ M PARATORLUGU
İzgiller hakkında hiçbir şey bilmiyoruz. Metin (Anıt I, Kuzey yüzü, satır 3), onları, aynı şekilde doğuya yerleş tirmeye davet eder. Kıtaylar (doğrusu "Kıtanlar"), Çin'in siyasetinde te mel kozu teşkil eden Gök Türklerinin tarihinde, büyük bir rol oynamışlardır. Bununla beraber, Çin kaynakların da, Kıtayların, Çiniilere karşı ayaklandıkları bir durum saptanmaktadır. Bu durum karşısında Türkler, onlara karşı savaşmak için (694), bir kez daha Çiniiierin mütte fiki olurlar. Thomsen onları, günümüzdeki Mançurya'nın güney kesimine yerleştirir (I. O.D., p. 61, n. 7). Bu, olma yacak birşey. Kıtayların menşei her ne olursa olsun, onla rın, ya İ lteriş'in hükümdarlığının başlangıcında veya Bil ge'nin saltanatının sonunda, VIII. yüzyılda, Türklerin doğrudan etkisinde oldukları kesin. Onları, Kingan dağ ları ile Yukarı-Kerulen arasına yerleştirmek gerekir. Yazıtsal belgelerde, "Tatabı" adı altında; Çin kay naklarında ise, "İli" adı altında Kıtayiara katılmış bir ulus bulunmaktadır. Kıtaylar ile Tatabılar veya İ liler arasın daki ilişkiler hakkında, yazıtlardan elde edilebilen bilgi ler işte böyle. Bu son iki ulusun özdeşlik oluşturduğunda artık şüphe kalmamıştır. Anıt I. D. T. 1 Anıt I. D. 5 1 Anıt I. D. 1 4'de yer alan metin parçalarında, Kıtaylar ile Tatabılar, çeşitli uluslara ait yapılan bir sayım dökümde yer almaktadırlar ve bun lar hakkında, her ne olursa olsun, sonuç çıkarmak müm kün değildir. Anıt I, Doğu yüzü, satır 28 1 Anıt II, Doğu yüzü, sa tır 23'de yer alan metin parçası, daha fazla açıklık getir mektedir. Bu metin parçasında şöyle denmektedir: "Yır ğarıı Oğuz bodıın tapa, elgerü Kıtan Tatabı bodım tapa, birgerü Tabğaç tapa ... süledim"; yani: "Oğuz ulusuna karşı kuzeye doğru, Kıtay ile Tatabı uluslarına karşı doğuya doğru, Çin ulusuna karşı ise güneye doğru seferler yap tım". Aynı şeklide, Anıt I, Kuzey yüzü, satır ll ile 1 2'de,
GÖK TÜRK İMPARATORLUGU / 269
"Kıtan tatabı bodun" ifadesi, "Tabgaç kağan"a ve "Tüpüt kağan"a ters düşmektedir, vs ... Anıt I. Doğu yüzü, satır 4/ Anıt II, Doğu yüzü, satır 5! ve Anıt I, doğu yüzü, satır 14'deki sayım dökümde, "Kıtan" ile "Tatabı"yı, şu halde, diğer uluslardan ayrı tut mak ve her iki kelimeyi bir bütün olarak telakki etmek gerekmektedir. Bu, acaba, bir tek ulusun, üstelik aynı ulusun sözkonusu olduğu anlamına mı gelmektedir? Bu sorunun cevabı, Anıt Il, Güney yüzü, satır 2'de bulun maktadır ve orada şöyle denmektedir: "Otuzsekiz yaşım dayken, Kıtayiara karşı bir sefer yaptım; otuzdokuz ya şımdayken Tatabılara karşı bir sefer yaptım." Kıtaylar ile Tatabiları birbirine sımsıkı bağlanmış iki ulus olarak gör mek gerekir. Bu iki ulus, 722-723 yıllarında, birbirlerin den ayrı yaşamaya başlarlar. Parçalanma, 734'de, Bilge elli yaşındayken tamamlanır; en azından Anıt II'nin Gü ney yüzündeki 8. satırı iyice okursak: maalesef orada fi ilin sonu sakatlanmıştır; şu açıklamayı elde ederiz: "Tata bı bodun Kıtanda ad(nltı)" ( = Tatabıların ulusu, Kıtaylar dan ayrılmışlardır). Her ne olursa olsun, Kıtay ile Tatabı, VIII. yüzyılın başında aynı yörede; yani, Kerulen vadisin de oturmuşlardır. K.T. anıtlannda, "bökli" sözcüğüne, iki kez rastlan maktadır. Şüphesiz, bir ulus adı sözkonusudur. Bundan emin olmak için metne başvurmak yeterlidir. Bumin ile İstemi .dedelerin cenaze merasiminde yer alan ulusların sayım dökümünün yapıldığı Anıt I, Doğu yüzü, satır 4 ile Anıt II, Doğu yüzü, satır 5'de, delegeterin ilk sırasında (liste doğudan başlayarak düzenlenmiştir), "Bökli çöllig el (Bökli'nin çölümsü İ mparatorluğu)" (?)'na ait delegeler bulunmaktadır. Anıt I, Doğu yüzü, satır 8'de ve Anıt II, Doğu yüzü, Satır 8'de, Çinli kağanın emrindeyken Türklerin ulaştığı en uç noktalar (yerler) zikredilmiştir. Doğu'da "Bök li"lerin kağanının bulunduğu; batıda ise, "Demirkapı"nın yer aldığı kaydedilmektedir.
2701 GÖK TÜRK İ M PARATORLUGU
Biz, H.N. Orkun'un "Bökli"nin, "bök" (ağaçlı yöre, orman)'dan gelen "-li" çatılı sıfat olabileceği önerisini, devrio dil yapıbilimi ile yapısal çeli§ki halinde olduğun dan pek kabul edemeyeceğiz. Türemi§ sıfat, daima "-lig" soneklidir, asla "-li" sonekli olmaz. Oysa Fu jen-hsüch-chih'in makalesinde (vol. 6, n. 1/2, p. 252-253), Batı Kore'nin bir devletinin adı, Kao-Ii'ler olduğuna gö re, "Bökli"ler sözkonusudur. Ayrıca, her iki durumda da "Bökli" adının, hemen hemen sembolik olarak kullanıiİnı§ olduğu, metinden an la§ılmaktadır. Bu ulus, sadece, bir yandan Bumin ile İste mi'nin, diğer yandan Çiniiierin hizmetindeki Türklerin ula§mı§ olacakları, dünyanın öteki ucunda yer alan bir ulustur. Fakat anıtların öykülerini naklettiği üç kağanın saltanatları döneminde, Türklerin, ünlü Bökliler ile ülke topraklarıyla ilgili hiçbir çatı§maları olmamı§tır. Anıt I, Kuzey yüzü, satır 1 'de, "tutuk Koşu"ya kar§ı bir sava§ (veya KO§u'ların bir sava§ı) sözkonusudur. "Tu tuk" ünvanının bir Çin ünvanı olduğunu ve bir eyaJet as keri valisini belirttiğini biliyoruz. Oysa, biz, T'ang §U'nun coğrafya ile ilgili bölümünden, Ko-§u ilçesine ait bir Çin yönetiminin bulunduğunu öğreniyoruz; hiç ku§ku yok ki, o, adını, be§ Nu§-pi oymağından biri olan Ko-§uların ba tıdaki Türk oymağının adından almaktadır. Bu hükümet, Pei-t'ing (Be§ balık)'ın denetimi altındaydı. Anıt l'de Ko-§uların, Batıda Türge§ler ile Aziara kar§ı yapılan bir dizi sava§ içerisinde yer aldığından, Anıt l'in Ko§u'su ile Çiniilerio Ko-§u'sunu özde§lemek uygun olur. Bununla beraber, Fu-jen'de, Çin'in idaresi altındaki Ko-shu'lara ait moğol oymağından sözedilmektedir (sayfa: 264). Bi zim dü§üncemize göre, bu basit bir e§seslilik (telatfuzla rın aynı fakat anlamların farklı olması) hususudur; üste lik, Anıt I'in Ko§u'larını, batıya yerle§tirmek uygun olur. Güney-doğuda, Türkler, Çinlileri, eski adları olan "Tabgaç = To-pa" Türkçe adları ile belirtirier. Bu kelime nin kökenini incelemek, bu bölümün çerçevesi içine gir-
GÖK TÜRK İMPARATOR LUGU 1 271
meyecektir; (Bu konuda ba§vurulabilecek eserler: Thom sen, I. O.D., 39; Hirth, Naclıworte zıtr lnsclırift des Tonyıt kuk, p. 35; Chavannes, D. T O., 230; Bazin, Reclıerclıes .... pp. 294-295). Cenaze merasimine gelen delegelerin listesinde izle nen sıraya göre, Çiniiierden sonra daima "Tiipiitler" (Ti betliler) bulunmaktadır. Hatta biz, Tüpütlerin kağanının Köl-tegin'in cenaze merasimine bir temsilci yollarlığını da görüyoruz (Anıt I, Kuzey yüzü, satır 12). Aynı §ekilde, Bilge, askeri kuwetlerinin ula§tığı en uç noktaları belir tirken, §öyle demektedir: "Tibetlilerin yurduna vasıl ol mama az zaman kalmı§tır." (Anıt I, Doğu yüzü, satır 3 1 Anıt II, Doğu yüzü, satır 3). Aynı bölgede ( "birgerü : Gü neye doğru"), "Tokıız ersin"lerden söz edilmektedir. Thomsen, burada, bir ulusa ait veya Tibet taraflarında bir yere ait olduğunu sandığı, kimsenin bilmediği bir adın sözkonusu olduğunu dü§ünür. H. N. Orhun ise, burada bir yer adının sözkonusu olduğunu dü§ünür. Sözcüğün görünümü, bir ulus adı lehindedir (ba§vur: "Tokuz Oguz", "Tokuz Tatar"). Fakat Fu-jen (sayfa 25 1), yorum la ilgili yeni olasılıklar ortaya çıkarmaktadır. Orada, "To kıız ersin"ler, yerle§im yerleri Kuku-nor'un bölgesi olan, yarı Moğol yarı Tibetli bir ulus olan, Çiniiierin Tu-yühun'lar dedikleri kimselerin özde§leri olarak veril mi§lerdir. Ba§ka metinlerde, bu ulus, "loglıosım" olarak adlandırılmı§tır. Bu husus, Türkçedeki "Tokıız ersin"in, yabancı özel isiınierin tercümelerinde o kadar sık bir bi çimde rastlanıldıkları gibi, halk dili kökenli bir ifade ol duğunu ortaya koyacaktır. İ kinci bir faraziye, "Monumen ta Serica, vol. 9, pp. 81 et 84"e dayanmaktadır. Ona göre, "ersin", Çincedeki "Yen ş'i"nin özde§idir. Chavannes, aynı §eyi, "Yen-k'i" olarak; yani, "Kara§ar §ehri" olarak ver mektedir. Bu §ehir, kesinlikle dokuz §ehri kapsıyordu. Bu sonuncu varsayım, memnun edicidir. Bilge'nin, Kapgan döneminde, Kara§ar yöresine ula§mı§ olabileceği gerçek gibi görünüyor; oysa, Tibet'e yapılan sefer, Bilge'nin ken-
272 / GÖK TÜRK İMPARATORLUGU
disinin de içinde yeralmasını oldukça sevdiği efsanelere ait kategori içinde gösterilmiş olmalı. "Kiçig ( = az kaldı)" kısıtlaması, bu bakımdan anlamlı ve eğlendiricidir. Tibet liler, bu efsanede, güneyde bulunmaktadırlar; doğuda olanlar ise, Bökliler'dir. Bir saatin akrepleri gibi yolumuza devam edelim; Altı Çub ve Çuv'ların yerleşim yerlerine varırız. Sogd'da yapılan ilk savaş (701) sırasında, onun adından bahsedil miştir. Çin kaynaklarına dayanarak, Fujen'in çok daha önceden sözünü ettiği makale (sayfa 263), aynı yıl cere: yan eden ve Şao-vuları (bunlar, Çuv'lar da olabilir) ilgi lendiren bir olayı açıklar. Şao-vular, Türkİstanda yerleş miş bulunan Hint-Avrupa kökenli bir kavim topluluğu dur. "Altı çuv", "Şao-vu" grubunun altı kolunu temsil ede cektir. Faraziye, dikkate alınmaya değer. Taşın durumu, bunu tasdik etmeye ne kadar imkan verse de, B.T. anıtı, Tokarlar ile Tezikiere pek kısa bir telmihte bulunur. Tokarlar, Tokarlılardır; onların ince lenmesi, bizim konumuza girmemektedir. Tezikiere ge lince, onların ne olduklarını söylemek gerçekten zordur. Bu sözcük, İranlıların; Arapların ülkesinde, "Tezik" çatısı altında gösterilmiştir. Çinliler ve muhtemelen Türkler, aynı şekil doğrultusunda onu kullanmışlardır. Fakat, o zaman, biz, ciddi bir zorlukla karşı karşıya kalmaktayız. K.T. anıtında, bu ada rastlanılabileceği düşünülebilecek tir; halbuki orada yer almamaktadır. O zaman, ona, B.T. anıtında rastlamak sürpriz olabilir. Arapların henüz bu bölgelere ulaşamadığı 701 savaşı sırasında ondan söz edi lir. Tonyukuk'ta karışıklık veya olayları öne alma duru mu olmuş mudur? Ya da, burada sözkonusu olanlar, Araplar değil mi? "Tezik" sözcüğü İ khe-Khüşötü yazıtın da da Demirkapı'ya doğru yapılan bir saldırı anlatılırken, aynı şekilde yer almaktadır. Metin burada daha sarihtir. Kesinlikle "tezik"lere yönelik bir savaş sözkonusudur: "Temir kapıgka tezileke tegi sü... " ( = O, Tezikiere karşı, Demirkapı'ya doğru bir sefer yaptı). 707 yılında Buhara
GÖK TÜRK İ M PARATORLUGU / 273
halkının çağrısına, 7 1 1 'de Semerkant ahalisinin cevap vermek gayesi ile, Türklerin, Kuteybe ibn Müslim'in or dusuna kar§ı bölgeye taarruz kuvvetleri gönderdiği bilin mektedir. İ khe-Khü§ötü yazıtında "Tezik"in kullanılması, bu iki seferden birinin, muhtemelen ikincinin sözkonusu olduğunu dü§ünmeğe yol açıyor. B.T. anıtında kullanıl ması, anla§ılamamaktadır. Ka§garl'nin döneminde, "Te jik"in Arapları değil de İranlıları (Tacik'leri) göstermek için kullanıldığını mü§ahede etmek, insanın tuhafına git mektedir. K.T. anıtlarında, B.T.'deki gibi, Sogd'lulardan (Soğ daklardan), elbette söz edilmi§tir. Anıt I'in, kuzey yüzün deki 1 2. satır, üstelik Sogd (Soğd)'a ait §ehirlerden olan Buhara (Bukarak)'tan söz eder. Soğd'un yanında, Mar quart'ın Soğd'un " İ ranlı insanları" §eklinde yorumladığı "Berçeker"ler zikredilmi§tir. Thomsen, bu yorumu, en so nunda, fakat ihtiyatla kabul eder. Bu yorum, "er" (in san/adam)'in ayrılmı§ durumda olduğuna olanak verir. Barthold, "Berçek"in, "Parsi"nin bir intibakı olabileceğini dü§ünmez. Oysa, kesinlikle olamaz §eklinde dü§ünme mek gerekir; bilhassa, "berçek-er" imlası gözönünde tutul duğunda, kötü bir okunu§ ortaya çıkabilmektedir. Ger çekten de, Anı t I, Doğu yüzü, satır l 'de ''Adizker" adı bu lunmaktadır; belki de bu, Ediz ulusunun adına dayanıla rak yapılmı§tır. Burada "Berçe-ker" §eklinde okumak ge rekecektir; sözcük ya da sonek olan "ker", aslında bilin memektedir (yukarıda yer alan Ediz hakkındaki tartı§ maya bak). Dedelerin cenaze merasimlerine delegeler gönder mi§ olan ulusların listesinde, aynı §ekilde, iki ulus yer al maktadır. Bu ulusların adı hakkında, uzun tartı§malar açılmı§tır. Burada bir taraftan Avrupalı ''Avar (Apar)la rı, diğer taraftan Romalı (Purum)ları görmek için günü müzde hemen hemeu , uzla§ma sağlanmı§tır. Bu okuma §ekli, Pelliot (JA ., 1914, I, 499)'a aittir. Romalılar ifade sinden, ku§kusuz, Bizansiılan anlamak gerekir. ''Apar"a
274 1 GÖK TÜRK İ MPARATORLUGU
gelince, M. Haussig, onda Avarları değil, Aparnien'leri görmektedir (Tiıeoplıylakts Excurs, p. 329). Faraziye il ginç görünmektedir. Şayet biz, denetlernemize devam edersek, Balka§ gö lünün yamaçlarına, sonra da Cungarya ovasına varırız. Burası, Batı Türklerinin yurdudur. Bizim i§imiz, burada pek karma§ık hale gelmektedir. Anıtlar, pek müphemdir; çoğu zaman fazla bilgi vermezler; yer adlarının kimlikle rinin tespiti, güç veya imkansızdır. Diğer taraftan, kesin likle, az ya da çok göçler olmu§tur. Bununla birlikte, ora da bir ı§ık bulunduğunu görmeye çah§ahm; bunun için de, en basitinden, B.T.'nin yorumu ile yola çıkalım. Her �'erde ortaya çıkan Çiniiierin adından bahset mezsek, Tonyukuk, batıda ve kuzey-batıda, sadece iki dü§man tanımaktadır: On-Ok'lar ve Kugızlar. Aynı za manda, On-Ok'lar, Türge§ ulusu olarak zikredilmi§tir; Çinliler onlara "Tu-k'i-§" derler. Tonyukuk'un Türge§ler ile On-Ok'lar arasında herhangi bir ayrım yapmadığı me tinden pekala anla§ılmaktadır. Bir keresinde, o, §öyle de mektedir: "on ok kağan", biraz daha ötede ise: "Tiirgeş ka ğam", ba§ka bir sefer de: "Tiirgeş kağanı on ok bodwıı" di yor. Çeli§ki, sadece zahiridir. Türge§'lerin, On-Ok'ları olu§turan on oymaktan biri oldukları gerçek; fakat bizi il gilendiren dönemde Türge§ kağanı U-çe-le, diğer oy maklar üzerinde, sözde de olsa, bir üstünlük sağlamı§tır. 708'de yerine geçen oğlu Suo-ko için de aynı durum söz konusu olacak. Kapgan döneminde, vaktiyle Çu'nun bu lunduğu vadide ve Issık-kul'un yer aldığı yörede oturan Türge§lerin, Urungu ve Kara Erti§'e kadar Cungarya'yı i§gal etmeleri gerekecektir. Onları, Türklerden, artık sa dece Altay sıradağı ayırıyordu. K.T.I. Kuzey yüzü, satır 13'deki metin parçası, Türkler için ileri sürülen, "On ok" ve "Türge§", sadece b;r bütünü te§kil ediyorlardı {araziye sini, tamamen doğrular. Bilge, gerçekten de §öyle der: "Türge§lerin kağanından, On-Oklardan oğlumu ... "
GÖK TÜRK İ MPARATORLUGU / 275
Yazıtların zikrettiği Kara Türge§ler, Türge§lerin bir parçasıdır; ona, Suo-ko'nun halefi Su-lu kağan komuta sında 720-730 yıllarında rastlamaktayız; o, "Sarı" oymak ların kar§ısında yer alır. Kırgızlara gelince, onların yerle§im yerleri, hiçbir güçlük arzetmez. Onların meselesi, her seferinde Kög men'in a§ılmasının ortaya çıkardığı çetin meseledir. Kög men, bugünkü Tannu-Ola'dır. Fakat, B.T. anıtı, yararlı bir açıklık getirmektedir. Türkler ile Kırgızlar arasındaki çarpı§ma, Ani'nin kıyılarında, ırmağın aktığı tarafta; yani bu ırmağın Abakan ile birle§tiği yerin yakınında cereyan etmi§tir. Kırgızların yerle§im alanını, bu bölgeye, yani Sa insk dağlarının ötesine yerle§tirmek gerekir; bugünkü Tannu-Tuva Cumhuriyetindeki Yenisey'in yukarı mecra sı olan "Ulu Kem"e yerle§tirmek olmaz. Ulu Kem, ba§ka uluslar tarafından iskan olunmu§tu. K.T. anıtları, ortaya ba&ka meseleler çıkarmaktadır. "Töle§" ile "Tardu§" sorunu, aynı tip güçlükler arzetmek tedir. Bir çözüme varmak için, güçlükler, tarihin falan devrindeki bir ulusun yerini hemen hemen doğrulukla ta yin etmek isteyen tarihçiyi bekliyor. Töle§ (Çincesi : T'ie-le )ler, Çin tarihçilerinin günlüklerinde pek önemli bir yer tutarlar. Fakat bu tarih günlükleri, apaçık çeli§ki halindedir. Daha doğrusu, Chavannes'da, hemen hemen bu konuya ayrılan bütün bölümlerde kar§ıla§ılan böyle bir geli§me, Töle§lerin ba§ına gelmi§tir. Onlar, kimi kez, daha sonra "Uygur" adını alacak olan bir ulus olarak; ki mi kez bir oymaklar topluluğu olarak bildirilmi§lerdir. Bu oymakların en yiğiti ve en müreffeh olanı, "Sir-Tardu§"lar olacaktır. "Kuça" hakkındaki notçukda, aynı oymak sayısı 13 ve aynı asker sayısı 1 00.000 verilmi§ tir. Uygurlar hakkındaki notçukda ise, oymakların sayısı 14'e varır; bu oymakların birincisi Uygurlar olduğundan; ikincisi, "Sie-yen-t'o" (Sir-Tardu§)lardır. Hirth, Töle§ler konusunda, onların sayılamayacak kadar çok sayıda olan oymaklarının, doğuda Tola'dan ba§lamak üzere batıda
276 1 GÖK TÜRK İ M PARATORLUCU
Doğu Roma'nın sınırlarına kadar yayıldıklarını kayde der. (Naclzworte, p. 37-43). Anıtların ana metni, onların sözünü ettikleri Töle§ ler ile Tardu§lara çok daha mütevazi bir §ekilde değer vermeye ve bu isimlerden, İ lteri§'in ilk Türklerinin he men yakınındaki az değerli oymakların adlarını elde et meye bizi zorlamaktadır. Gerçekten de, Bilge'nin iki öy küsünde (Anıt I, Doğu yüzü, satır 14 1 Anıt II, Doğu yü zü, satır 12), tahta çıkı§ından sonra İ lteri§'in yaptığı ilk ݧ, Töle§-Tarduş ulusunu örgütlendirmektir. Ancak ondan sonra, Oğuzlara karşı cephe alır. Tonyukuk'un öyküsün de, bu menkıbe, üstelik zikredilmemiştir ve öyküye, doğ rudan doğruya, Oğuzlara karşı yapılan savaş ile başlanır. Bizim genel kanaalimize göre, Tonyukuk açısından ne Tarduşlar, ne de Töleşler düşmandılar; fakat daha çok, daha ilk andan itibaren İ lteriş'e katıldıklarından, Türk ulusunun bütünleyici parçasını teşkil ediyorlardı. Bu gö rüşümüz, Anıt II, Güney yüzü, satır 13 ve ondan sonraki satırlarda yer alan metin parçasına dayanmış bulunmak tadır. Oğlunun anlattığı gibi, orada, Bilge'nin ünvan be ratı töreni sözkonusudur. Bu bir "imparatorluk" töreni olmayıp bir "ulusal" törendir: Bu törende, sadece aileye ait kişiler, bütün Türk beyleri hazır bulunur; bunların arasında, Batıda Tarduş beyleri, Doğuda Töleş beyleri yer alır. Kısacası, yazıtlarda adları geçen, geçici olarak birliğe katılmış olup, er geç Türklerle savaş halinde ola cak olan bütün diğer ulusların tersine; sadece Tarduşlar ile Töleşlerin, Türkler ile hiçbir anlaşmazlıkları olmaya caktır. Geniş bir ailenin bu iki kolu, bütünle§meyi sağla mışlardır. Şayet tam anlamıyla ele alınacak olursa ,ana yönler, şöyle belirtilmiş olur: Töle§ler için Doğu, Tarduş lar için Batı. Tarduşları, Tola'nın batısına; Töleşleri ise, Ö tüken'in batısına yerleştirmek gerekiyor. Bize göre, da ha çok, esrar perdesi altında kalan kurallara tabi prota kale uygun bir düzen sözkonusu. Ne var ki, yazılların
GÖK TÜRK İMPARATORLUGU / 277
Tardu§ları ile Töle§lerinin, Orhan'un hemen civarında ara§tırılmı§ olmaları gerekir. Uygurlar hakkında da benzer bir mesele ortaya çık maktadır. Bütün Çin belgeleri, onların sürekli yerle§im yerleri hakkında elde edilebilen bütün bilgilerin kar§ıla§ tırılması, tüm mantıksal değerlendirmeler, yazıtlarda ad larından sadece bir kez bahsedilen Uygurların, ba§ların da bir kağan değil de, bir "elteber" olmak üzre, Selen ga'nın kuzeyinde (Anıt II, Doğu yüzü, satır 37), ırmağın a§ağı yöresinde; o halde, bu ırmak ile Baykal gölü arasın da, kendi yerle§im yerlerine sahip olmaları görü§ünü en geller. Çünkü bu yörede, ancak Uygurların bir kolu var olabilir. Bu kol, Basmıllar ile Karlukların i§birliği sonucu Gök Türklerine son darbenin indirilmesinden (744) son ra ba§kentini Karabalgasun'da kurarkan, Gök Türkleri nin eski yurtlarında iktidarı ele geçireceğine göre, parlak bir geleceğe zaten adaydı. Basmıllar konusunda, oldukça dikkate değer bilgi toplamı§ bulunuyoruz. Gerçekten de, "Les Documents sur /es Toukiue" (S. Julien, p. 459)'da, 720 yılında, Pa-si-mi (Basmıl)ler, İ l i (Tatabı)leri ve Khi-tan (Kıtay)ları içeren ve Çin tarafından yönetilen bir koalisyonun adından bah sedildiği görülür. Onların yerle§im yeri, iyice belirtilmi§ tir; bu, Pe-thiı:ıg §ehridir; yani yazıtlarda yer alan Be§ba lık'tır (Chavannes'a göre ise, Pei-thing'tir). Be§balık, uzun zaman, "Urum-çsi" ile özde§ tutulmu§tur ve H.N. Orkun, bu kimlik tespitini benimser. Chavannes ise, §eh ri, Goutchen'ın yakınında bugünkü Ç-mu-sa'nın buiun duğu yere yerle§tirmek gerektiğini açıklamı§tır. O halde, Basmıl'lar, Cungarya'nın güney-doğu kesimini i§gal et mekteydiler. Karluk'lar, kuzeyde bulunuyorlardı. Chavannes, on ların üç oymağına, yerle§im yerleri olarak, Zaysan gölü ile Urungu gölü arasındaki, Urungu gölünün batısı ile Tarbagatay arasında yer alan bölgeyi tahsis eder. Bunun la beraber, Anıt II, Doğu yüzü, satır 40, kesin açıklar:
278 / GÖK TÜRK İ MPARATORLU<:iU
Bilge, Karluk'lara saldırılması emrini verirken, o, "beriye ( = Güney'e)" der. Eylemin tarihi, 720 olabilir. Diğer ta raftan, 715'de, Tamıg'ın kutsal kaynağında, Karluklara kar§ı bir sava§ gerçekle§tİrilmi§tİr. Şayet Fu-jen-hsüch chih (vol. 6, N, 1/2, pp. 265-267), bu kaynağın Çiniiierin "To-jen-shui" dedikleri kaynak olduğu; onun yakınında, Türklerin, be§İnci ayın ortasında, büyük ayİnlerde top Iandıkları ve bu kaynağın "Gizli Tarilı"de zikredilen Ta mir'in kaynağı olduğu kabul edilirse; §Öyle bir sonuç çı karmak gerekir: Karluklar, ya da onların arasından bir kısım Karluk lar, Altay'ı almı§lar ve onların bilinen yerle§İm yerlerin den çok daha doğu'daki bölgeye "vassal" olarak yerle§ mi§Ierdir. Bağımsızlık te§ebbüslerinden ve 715'de Ta mir'de bozguna uğrarnatanndan sonra, onlar, bir daha yurtlarına ula§amamı§lar; fakat güney taraftaki bölgeye sığınmı§lardır. Bunun tamamen tahmine dayandığı gö rülmektedir. Anıt II, Doğu yüzü, satır 24, "Tangut (Tanut)" ulu sundan söz eder. Sogd'da cereyan eden ilk sava§tan he men önce, 700 yılında yapılan bir baskın anlatılırken Tangutların adı geçmektedir. Sava§ın gayesi açıkça belir tilmݧtİr: kadınları, çocukları, sürüleri götürürler. Thom sen, onun yerle§İm yerinin, daha sonra Tangut adını alan ülkede aranmasının gerektiğini, yani Kuku Nar gölünün kuzeyinde, a§ağı yukarı Hoang-ho'nun kuzey-batıdaki kıvrımına doğru ve Çin eyaleti Şen-si'nin kuzey-batısı ile batısında yer alan dağlık bölgelerde aranmasının gerekti ğini dü§ünür (l.O.D., 178, n. 86). Bu Tangutlar, Tibetlile rin ırkındandırlar. Şayet durum böyleyse, bu baskın, Kapgan'ın saltanat döneminin ilk yarısına damgasını vu ran Çin'e yönelik seferler dizisinde yer alır. Nihayet tekrar ba§langıç noktasına gelinen yolculu ğumuzu bitirmek için, kuzey-batıya, Tannu- Ola (Kög men)'nın ötesine dönüyoruz. Biz, orada, Çik'ler ile kar§ı la§ıyoruz. Çikler, ba§ka yerde zikredilmemi§lerdir; fakat,
GÖK TÜRK İMPARATORLUGU 1 279
biz onları ana metin sayesinde, kesin olarak, Yukarı Ye nisey ile Sayan dağları arasına yerle§tirebiliriz. Çin yol güzergahı, bize, daha önceden Kurıkanların yerle§im yerlerini, yani Tannu-Tuva Cumhuriyeti'nin batı kesimini belirtmi§ bulunuyor. Çiniiierin Ku-li-kan adı al tında tanıdıkları Kurıkanlar, Gök Türklerinin tarihinde önemli bir rol oynamamı§lardır. Onlar, sadece, Bilge'nin dört ana yöndeki dü§manlarını saydığı metin parçasında, Kırgızlar ile birlikte zikredilmi§lerdir (Anıt I, Doğu yüzü, satır 14). "Korikan", Moğolcada "kuzu"yu belirttiğinden, "Korıkan" deği§kesi, "Kurıkan"a tercih edilecektir. Bu ad, bizzat Oğuzların, Aziarın adı gibi, totemizm ile ilgili ad olacaktır. Şimdi biz Azlardan söz edeceğiz. * * *
Yazıtlarda adları geçen uluslara ait bu denetime, sık sık üzerine dikkatleri çeken "Az" adına mahsus bir ince lerneyi ekleyeceğiz. Arkadan gelen dilbilimsel mü§ahede ler, nazik bir meselenin çözümüne herhangi bir katkıda bulunabilir. Ana metne göre, Azların, ba§larında bir Elteberi olan bir ulus oldukları, pek açıkça belirtilmi§tir. Onların yerle§im yerleri, Tannu-Tuva'nın bugünkü yurdunda Kögmen(bugünkü Tannu-Ola)'in kuzey yamacı üzerinde, Yenisey havzasının en yüksek vadilerinde, eski Kırgızla rın bulundukları yerin hemen güneyinde ve onlarınkiyle kar§ı kar§ıya bulunur. Barthold (Anıt II, T.A. C., p. 28)'un tahminine göre, bunların, sözümona "Yeni sey'deki Ostiaksların ataları olmaları için, epeyce olabi liriilik durumu mevcut; gerçekte, Ostiakslar, "Assin" 'As'tan mı türemi§tir?)ler olup, ku§kusuz, Altay'a ait bir ulus değillerdir. Fakat bu Assinler, Yenisey'in a§ağı hav zasında, Turukhan çemberi içinde bulunmaktadırlar. Di ğer taraftan, "As" adının, hatta çok eskiden (Kıpçakçada
280/ GÖK TÜRK İMPARATORLUÖU
ve Çağataycada) Alainleri; yani, günümüzdeki Osse te'lerin atalarını belirttiğini gözden kaçırmamak gerekir. Alainler, İranlıdır ve M. Ö . I. yüzyıldan beri "Sarmatie" (Kafkasya'nın kuzeyindeki bozkırlar)'nin ahalisi olarak bilinirler. Avrasyanın bozkırının bu göçebe ulusları ara sında bir ili§ki var mıdır? Metinlerimizde, Azlar, kimi kez, Yenisey'in ötesin deki Çikler ile 709 yılında (Anıt II, Doğu yüzü, satır 26); kimi kez, Kırgızlar ile (710 yılından sonra; Anıt I, Doğu yüzü, satır 20); kimi kez, Türge§ler ya da Batıdaki Türk ler ile (71 0 yılında; Anıt I, Doğu yüzü, Satır 38); kimi kez ise, sadece kendileri (715 yılında; Anıt I, Kuzey yüzü, sa tır 3) ortaya çıkarlar. Anıt I, Doğu yüzü, satır 19, onların, VI. yüzyılın ortalarında Bumın ile İ stemi döneminde Bü yük Türk İmparatorluğunun mensubu olduklarını bildi rir. Avrasyanın bozkırında, Kafkas Dağlarının kuzeyin den Batı Sibirya'nın sınırına kadar uzanan yörede, a§ırı derecede dağınık bir halde bulunan, İ ran kökenli bir ulus (Aslar veya Alainler, Alain: Alan, Latincesi: Alaai)'a bi zim i§imiz dü§meyecek midir? O zamanlar, VIII. yüzyıl da, "Az", Türkçedeki aynı sözcüğün söyleni§ §ekli olacak tır. Türkçenin, lehçelere göre, ba§ka dillerden aldığı alın tı kelimelerin sonlarındaki "-s" harfini, "z" §eklinde ses lendirrnek eğiliminde olduğu bilinmektedir (ba§vur: Os manlıca "burgaz"), hatta Türkçe sözlükler için bile, son daki "-s" ile "z" arasında çoğu zaman kararsızlık olur (kar§ıla§tır: köküs/köküz/göğüs) . Oysa, "Az" adına uygun, ses bakımından özde§ bir kelime olarak, Ka§gari, Xl. yüzyılda kullanılan iki söyleyi§ §ekli olduğunu bize göste rir; bu iki söyleyi§ten "-s"li yani "As" olanın en doğrusu olduğuna dair inanca varır: "Az" hakkında daha uygun olan: "As" (kakun: köle), uzun ünlü ile (2 elif: B .A., I, 80). Bir taraftan Farsçada "As" (kaku n postu) diye bir kelime bulunmaktadır. Bu kelime, kimi kez, "Az" (Ka§ga ri); kimi kez, "As" (Ka§gari'ye göre daha doğru, yani da ha muhafazakar biçim) (bak: Osmanlıca, Sibirya Türk
GÖK TÜRK İMPARATORLUGU 1 28 1
lehçeleri Uygurca, Çağatayca) olduğuna göre; ve de aynı sese sahip olan ''As" sözcüğü, Çağataycadaki gibi Farsça da ''Alainleri ifade ettiğine göre; insan kendi kendine, ay nı sözcük hakkında, "Hermine(kakun)"lerin ulusu olan "Azlar" {bizim metinlerimizdeki Azlar) sözkonusu değil mi diye sorabilir. Bazan hayvan adlarının bir oymağa ad olarak hizmet ettiğini (belki kökü taterne dayanıyordur), görmeye alı§ kınız (metinlerinizde: "Oğuz" (genç boğa), "Korıkan" (kuzu). (Tarih bakımından en farklı uluslarda, totemizm kalıntıları veya i§aretleri olarak çoğu kez açıklanmı§ olan pek çok sayıda ba§ka örneğin bulunduğu bilinmektedir.) Ne olursa olsun, "Alain-Ossete"lerin adı ile "hermi ne/as=kakun" adının özde§ olduğu uluslar(Persler, Türk ler)'ın onları böyle (burada sadece kökeni bir halk diline ait olma özelliği sözkonusu olsa bile) algılamamı§ olma ları inanılacak gibi değil: böylelikle, Osmanlılar (Redho ıtse, p. 83), Sibirya'yı, bütünüyle hem "As (Alain-Ossete)" ların, eyaleti, hem "Hermine (As/Kakun)"ların eyaleti an lamına gelen, ilk anlamının ne olduğunu bilerneden (bel ki de, her ikisi de, ba§langıçtan beri, birbirlerine sıkıca kenetlenmi§ olduklarından), "As Vilayeti" adı altında göstermi§lerdir. Gerçekten de, As'lar ("Moğollann Gizli Tarilıi"nde, 262, 270. ve 274. sayfalarda yer alan, pekala Alainieri belirten Moğolca "As-ut"un çoğuluna ba§vur), Avrasyanın bozkırında pek çok yöreye dağılmı§ bulunur lar. Avrupada, Ukranya Ovasında ve Kafkasya'nın kuze yinde onların çektikleri acılar bilinmektedir; fakat öte yandan, onların Çincedeki adları (Yen-ç'e, Chavannes, D. T O. ,p. 69, n.), M.S. 661 yılında, Doğu Türkistan'ın bir ilçesinin (Kuça'nın boyunduruğu altında bulunan bir il çenin) adı olarak bulunur. Onların kuzey-doğu yönünde nereye kadar ya�ıldık ları kesin olarak bilinmemektedir; fakat, onların en uç noktalarından birinin Güney Sibirya'(Osmanlıların "As Vilayeti")'ya, Yenisey'in yukarı havzası (Kem, q.v.)'na
282 / GÖK TÜRK iMPARATORLUGU
kadar yayılmı§ olmalarını kabul etmemek olmaz: o halde, bizim yazıtlarımızdaki Azlar, Kırgızların uzağında olma yan Kögmen Dağlarının yakınında cereyan eden olayın anlatıldığı metinler (ba§vur: Anıt I, Doğu yüzü, satır 20/ Anıt Il, Doğu yüzü, satır 1 7/Anıt I, Doğu yüzü, satır 19 ve Anıt Il, satır 6 ve 26)'de yer alan Azlar olacaktır. Şunu da belirtelim: Anıt I, Kuzey yüzü, satır 2'nin, bu aynı Az ların, Kobdo'nun doğu-kuzeydoğusuna yakla§ık 130 kilo metre uzaklıktaki bugün Khara-Nor (çağda§ yeni §ekli Kara Nar "Kara Göl") olması gereken Kara Göl'ün yakı nında Türklere kar§ı sava§a girdiklerini zikrettiği gözö nünde tutulursa; onlar, zaman zaman, Kögmen (Tan nu-Ola)'in güneyine kadar giderler. Fakat, 710 yılında, Aziarın bir askeri valisi (Tutuk, Anıt I, Doğu yüzü, satır 38), aynı zamanda Batı Türkleri nin Kağanı Türge§ Kağan, Ordu Komutanı (Buyruk) iken, Cungarya'nın sınırında, Bulçu'nun yakınında, Köl Tegin tarafından ele geçirilmesi, bu aynı Azların, Batı ile sıkı ili§ki içerisinde oldukları anlamına gelmez mi? Kısacası, Orhon anıtlarındaki Azların, Fars ve Çağa tay metinlerindeki Asiarın kuzeyde ve doğuda ya§ayan bir kolu olmaları mümkün olabilir. Aslar, Alain-Ossete' lerdir (Farsçası: Alan u As, Desmains, p. 69 a; cf. 145 b: Alan "Türkistan'da bir memleketin adı"). I-latta, onların adlarının, kesinlikle doğrulanmasa da, "Kakun" (Farsça da "As", Türkçede "As/Az")'un adı olması mümkündür. Şayet böyle ise, eski Osmanlıcada bir "Ars" (kakun) §ekli nin ve Kırgızcada "Arıs" §eklinin bulunması, belki de ke limenin sesbilgisel tarihini tasariarnaya imkan verecektir: kelimenin ilk §ekli "ar(ı)s" olabilecektir; oradan Kırgızca "arıs" eski Osmanlıcada "ars" veya "r" harfinin dü�mesi ve denge sağlayıcı uzatma ile "as" (ba§vur: "barur>bar" var, var olan; q.v.) veya hatta "r"nin dü§mesi ve "r"nin dü§me den önce "s"nin, "r" sadası ile seslendirilmesi ve dengele yici uzatma ile "ars> az" olmu§ olabilir. Anlam, "Kakun postu" olacaktır; Yakutçada "as" (beyaz, tüy), belki de
GÖK TÜR K İ MPARATORLUGU / U3
ikincil anlamsal bir evrim ile aynı sözcüğü temsil etmek tedir (kakun postu, beyazlık simgesi, fransızcasına ba§ vur). "Kakun postu", "en üstün özelliğe sahip kürk" oldu ğundan, Türkçedeki ilk ortak §ekli "arıs", belki de Moğol cadaki "arisun, arasun" (kürk, hayvan postu/derisi)'un "aris-" elemanına özde§tir. Sözcük, belki de "Altayca"dır ve onun Farsçada bulunması (§ayet Alain-Ossete'lerin adı olan "As", üstelik, "Kakun postu"nun adıysa, Alainde olduğu gibi), o zaman ku§kusuz eski bir alıntı sözcüğe dayandınlacaktır. Alain-Ossete'lerin tarihine ait geriye kalan i§, yapıla cak uzun inceleme olacaktır; bu da, bizim ancak ortaya koymağa çalı§tığımız bu meseleleri daha aydınlıkla gör memize olanak verecektir. İ ki faraziyemizi: Azlarımızın tarihteki "As" (Alain-Ossete)lara özde§Iiği ve adlarının "Kakun postu"nun adı ile ifadesi §eklinde sona erdirmek için onların, zaruri olarak mütesanit olmadıklarını belir telim. Gerçekten de, birincisi kabul edilebilir ve ikincide ise sadece halk diline dayanan bir köken (aslında o, Türk uluslarına kendini benimsetmek için büyük imkanlara sa hipti) görmek mümkündür. Hatta faraziyelerimizin her ikisi de reddedilebilir. Her ne olursa olsun, ortaya adamakıllı çıkan husus, VIII. yüzyılda, Kögmen (Tannu-Ola) Dağlarının bulun duğu bölgede, hem Kırgızlar, hem Batıdaki Türkler, hem de Doğudaki Türkler ile ili§kileri olan ve VI. yüzyılda Bumın ile İ stemi'nin Büyük Türk İ mparatorluğunun vas sal'ı (tebası) olan bir "Az" ulusunun bulunmasıdır. * *
Bu bölümün ba§lıca sonuçlarını, metnin dı§ındaki dört haritada göstermeye çalı§tık.
SONUÇ
Bu incelernenin sonunda, ona giri§tiğirniz zaman edindiğimiz gayeye acaba ula§tık mı diye kendi kendimi ze sormak zorundayız. O zaman bizim için önemli olan husus, Moğolistandaki Türk anıtlarının içinde meydana getirilrni§ olduğu "ortamı" ke§fedip; ortaya çıkmaları bir çok bakırndan bize akıl almaz gibi görünen siyasal ve toplumsal bir yapıyı açıklarnaktı. İlteri§'in zamanında Or hun ile Tola'nın havzalarındaki oymakların ittifakı; tam bir yenilenme içerisinde bulunan bir Çin devleti kar§ısın da, Kapgan zamanında Türk imparatorluğunun a§ırı bü yürnesindeki köklü sebepleri ortaya çıkarma, tarihçi için öylesine zor olan hadiselerdendir. Sava§ içgüdüsü, cüret, mukavemet, sadelik, sava§ araçlarının en iyi derecede kullanılması, orjinal bir sava§ yöntemi, geçiciliğine rağ men böylesine tam bir ba§arıyı açıklamaya yeterli olma maktadır. Anıtlar, sadece kabataslak bir bilanço vermek tedirler ve K.T. anıtlarında açıkça görülen bir bilgilendir me arzusu olmasa; onların ba§kaca bir arnacı pek olrna yacaktı. Ku§kusuz, onlar söylernekten çok, telkinde bulu nurlar; fakat, onları okurken bir örgütlenme arzusu ile birlikte siyasal bir içtihadın bulunduğu sezilir. Belki de, en dikkate değer olgu -Barthold'un aydınlığa kavu§tur duğu eylem-, yurtta§lık duygusunun doğu§udur. Deği§ik görünümlerde henüz oymak a§arnasında olan bu toplurn da yurtta§lık duygusunun tezahürü pek beklenrniyordu. Bu yurtseverlik birle§irnini olu§turan elernanları ortaya
� / GÖK TÜR K İ M PARATORLU�U
koymak pek güçtür: yabancıları sevmeme, gelenekiere canı gönülden bağlanma, kağanın şahsına ait fetişist say gı gösterme (hükümdarlık gücü, beg'lerin olmak zorunda kalmış oldukları vergi toplayıcılarına karşı etkin bir hi maye teşkil ettiğinden, bu saygıda ayrıca bir menfaal payı yer almaktadır), yağma-ganimet'in cazibesi, azçok birbi rine uymayan oymakları bir müddet için birleştirmekle katkısı bulunan bunca unsur ve özgür düşünme biçimi ve kağana siyaseti için gerekli desteğin sağlanması. Buna, strateji açısından olduğu kadar zenginlik kaynakları açı sından da ayncalığı olan coğrafi durumu eklemek gere kir. Kısacası, dikkate değer üç kağana ait bir hanedanın mevcudiyeti, başarıları anlamaya yardım eder. Bu ulusun sahib olduğu eşsiz şans, o sırada hanedanlık kavgaları (anlaşmazlıkları)'nın başına gelmemiş olmasıdır. Kap gan'ın ölümünü izleyen saray (aciası gerçekten de tutarlı olmamıştır. Bozkırda örneğinin sık sık görüldüğü gibi düşman kardeşler olmaları mümkün olan her iki kardeş Bilge ile Köl-tegin daima mükemmel dostluk halinde ve tam uyum içinde bulunmuşlardır. Hiç kuşkusuz, dev dıştan güçlü, içten koftu; impara torluk ise, ancak elli sene sürmüştür. Bu imparatorluk, sıraları gelince tarihi bir rol oyuarnayı veya daha basit bir ifadeyle göçebenin onsuz uzun zaman yaşamasının pek mümkün olmadığı bu özgürlüğe, yeniden kavuşmaya is tekli pek çok ulus içermekteydi. Bilhassa amansız düş manları vardı: Çin. Kendisi için Yukarı Asya zilyetliği sa dece bir gelenek değil, fakat iktisadi bir zorunluluk da olan Çin İmparatorluğunun, kuzey sınırlarında başka bir devletin varlığına izin vermesi pek mümkün değildi. Bu Gök Türk devletinin çevik hafif süvarİ birlikleri, Çin'in çalışkan ve barışı seven köylüleri için devamlı bir tehlike teşkil ediyorlardı; üstelik de bu devlet, oradan Batı'ya doğru gitmekte olan veya Batı'dan dönmekle olan zengin kervanları ele geçirebiliyordu. Kendisine özellikle düş man olan Türk askeri gücüne karşı hemen hemen güçsüz
GÖK TÜRK iMPARATORLUGU / 287
kalan, Gobi'nin ötesinde askeri üslerinden uzakta etkin lik gösterecek durumda olmayan Çin'in elindeki etkin si lahı, siyaset, ba§tan çıkarma idi; onun entrikalarının ör düğü ağ, hemen hemen Bilge'nin imparatorluğunu bütü nüyle ku§atıyordu. Bütün bu durumu, Bilge tamamen bilmekteydi ve o selametin Çin ile bir uzla§ma olu§turmada olduğunu pek zekice idrak ediyordu. İ § i§ten çoktan geçtiğinde, o, as kerlik §erefinin iktidarı güven altına almaya yeterli olma dığını ve dinrnek bilmeyen sava§ların kendi askeri gücü nü yıprattığını anlamı§tı. İ mparatorluğunun iktisadi des teklerden yoksun olduğunu ve barı§çıl faaliyetlere giri§ mek, kendini ticarete vermek zorunda olduğunu, fetih fikrinden vazgeçmek gerektiğini, kırallığını orijinal sınır lar ile sınırlandırmak gerektiğini de pekala idrak etmi§ görünüyor. Onun Ö tüken ormanına olan bağlılığı sadece duygusal olmayıp, akla dayanmaktadır ve belli bir anlayı §ın belirtisidir. Fakat elli yıllık egemenlik veya fetih, pla nın gerçekle§mesine imkan vermeyecek §ekilde dü§man kuvvetler ortaya çıkarmı§tı. En azından, ya§arken; çünkü ba§ka ulus olan, fakat yine onun soyundan olan Uygurla rın, K.T. anıtlarında bulunan temel ilkeleri veya Çiniiie rin bize hayatının sonlarına doğru Bilge'nin neler oldu ğunu söylediği ilkelerini, hemen hemen harfi harfine uy guladığını göreceğiz. Uygurlar, Karabalgasun'u kuracak lar, mabetler yükseltecekler; kırsal hayata tarımcılığı, as keri yasaya ahlaki fikirleri sokacaklardır; onların Çinli lerle sadece iyi kom§uluk ili§kileri olmayacak, onlarla it tifak da yapacaklardır. Karabalgasun yazıtı: "vah§i hal ve tavırlı, üstü ba§ı kan kokan bu ulus, sebze ile besieniten bir ülke haline dönü§tü; insanların öldürüldüğü ülke, iyi lik yapılmasını te§vik eden bir ülke haline dönü§tü", de miyor mu? İlteri§'in imparatorluğunun hemen hemen sı nırları içinde kalmı§ olan Uygurlardan olu§an "Kanat"ın akıbetinin ne olacağı hakkında Bilge'nin gerçek bir önse ziye sahip olduğu zannedilebilecektir. Kesin olan §U ki, \
288 1 GÖK TÜRK iMPARATORLUGU
Bilge'nin saltanatının sonuna doğru ba§lamı§ olan siyasi ve ahlaki evrim, geli§mesine, VIII. yüzyılın ikinci yarısı ile IX. yüzyılın birinci yarısı arasında sahip olacaktır. Fikir hayatında da aynı §ey sözkonusudur. Uygur edebiyatının, anıtlardaki Türk edebiyatının uzantısı oldu ğunu iddia etmek, ku§kusuz pek mümkün olmayacaktır. Alfabeleri bile, farklıdır. i lham, ba§ka kaynaklardan alın mı§tır. B.T. v� K.T. anıtlan, saptayabildiğimiz kadarıyla, tümüyle güçlü yabancı etkiden uzak, gerçekten orijinal, milli eserlerdir. Uygur edebiyatı, hemen hemen sadece mani'cilikle ilgili metinkir yönünden İrancadan; buda di ni ile ilgili metinler bakımından ise Sanskritçeden, Kuçe ceden veya Çinceden yapılmı§ olan çevirilerden olu§mU§ tur. Fakat hiç ku§ku yok ki Uygurlann göz göre göre sa hip olduklan bu anıtlar, model olmamı§larsa da, hiç de ğilse, bir örnek olmu§lardır. Kar§ıla§tırma, maalesef, burada kalmaktadır. Gök Türklerinin döneminden bugüne heykellere ait bazı kı rıntılardan ba§ka hiçbir §ey kalmamı§tır. Mezar binaları nın (türbe) duvarlarındaki tasvirler, sanat tarihi için pek kıymetli yardımcılar olacaktır. Bu tasvirler, edebi eserle riyle aynı özel karaktere sahip miydiler? Ya da, Uygur freskleri gibi, sadece benzetme ( öykünme) miydi ler? Ku§kusuz, bu hususta asla hiçbir bilgiye sahip olamaya cağız; üstelik, ilerlemi§ bir kültürün belirtisi olan, bir yontu ve bir resim sanatının VIII. yüzyıldan beri var ol duğunu hatırlatmak, bizi memnun etmeli. Yarım yüzyıllık bu tarihe dair muhtemel geli§meler den bazılan i§te böyle! Bizzat bu tarihin bütün karanlık noktalarını acaba de§tik mi? Ona yeniden, girintisini, çı kıntısını, rengini verebildİk mi? Çalı§mamıza dönüp ba kınca, onun eksiklerinin farkına vanyoruz. Hiç §Üphe yok ki, biz çözdüğümüzden daha fazla soru sorduk. Birçok husus, karanlıkta duruyor; anıtların yapısı ve içeriği, bun ları aydınlatmaya imkan olanağı vermiyor. Önemli mese-
GÖK TÜRK İMPARATORLUGU / 2S9
leler hakkında, metni yorumlamak, boşlukları doldur mak, ister istemez tasvip görmeyen faraziyeleri kısaca di le getirmek zorunda kaldık. Her yaniışı önlediğimizi de pek ileri süremeyeceğiz. Bununla birlikte, sadece birtakım uzun at gezintile rinden ve kanlı çarpışmalardan ibaret olmakla kalmaya cak bir öykünün tanıkları olan ve Moğol bozkırında kay bolan bu taşları yeniden hayata kavuşturmak için elimiz den ne geliyorsa yaptığımızın bilincindeyiz. Kahramanla rın insani yanı, bir ulusun yazgısı ve özlemleri, bir toplu mun hayatı, dikkatimizi kendi üzerine çekmi§ ve çalı§ma mıza imkan vermiştir. Şayet okuyucu bu yeniden dirilme teşebbüsüne az çok bir ilgi duymuşsa, sevineceğiz.
NOT
Bu tezin savunma tarihini, onun kitabevinde yayın alanına çıkmasından, iki yıl ayırmaktadır. Ü niversiteler ile ilgili yönetmeliklere uymam için, baskıya verilecek metne dokunmadan (ilk yazdığım §ekliyle), bugün bana kaçınılmaz zorunlu görünen bazı deği§iklikleri yapmak tan vazgeçerek, onu yayımlarnam gerekti. Zamanla zih nimde konu çok olgunla§tı ve bilgilerim artıp geni§ledi. Bazı hususlarda fikir deği§tirdim. Burada ayrıntıya gir meden ve sadece bir örnek edinmek için, kutsal yerler ve kutsal akarsular olarak yorumladığım, birçok tartı§ınaya yol açan "ıdıık yer sub" ifadesinin sadece bir yeri ( = Ötü ken ormanı ile bir tek akarsu: Tamir veya daha çok onun kaynağını) belirttiğine bugün inanını§ bulunuyorum. Bu husus, aynı §ekilde büyük saygı duyulan ba§ka yer ve akarsulara sahip olunmasını engellememektedir. Fakat "ulu" yerler, gerçekten bunlardı. O zamandan beri, kah onları ele§tirmek için olsun, kah onlardan kendim yararlanınam için olsun, gözönün de bulundurmayı istemi§ olacağım incelemeler, aynı §e kilde, yayımlandı. Osman Nedim Tuna tarafından, Türk Dilbilim Topluluğu VIII. Kongresi'nde "ölmek" anlamın da, "kergek-bol-" tabiri hakkında yapılan bir tebliği, özel likle hiç unutmam. Eser sahibi, "kergek"in bir "yırtıcı ku§"un adı olduğu kanısındadır; bu husus, bizi, Barthold tarafından zikredilmi§ olan ifadeye tekrar götürecektir:
292 / GÖK TÜRK i MPARATORLUGU
"sunkar bo/du ( = o akdoğan haline geliyor)". Bu faraziye, tüm ilgimize layık olmuş olacaktır. Sayın Bay Abdülkadir İ nan'ın "Şamanizm" hakkın daki eseri kadar ilginç bir eserden yararlanamadığıma da üzülüyorum. Fazla uzak olmayan bir gelecekte, bu çalışmamla il gili bir eki yayınlama imkanının bana verileceğini ümit ediyorum.
BİBLİYOGRAFYA
C. ARENDT: Studien zur chinesischen !IISchriftenkımde, I. Kiiltegin; Mitteilungen des Seminars für Orientalischc Sprachen; Ostasi atische Studien. Berlin, 1 90 1 , 1 7 1 p. N. ARISTOV: Notes sur la composition ethnique des dans et des peııp les turcs. Zivaja Starina, 1 896, fasc. I I I-IV.
J. R. ASPELIN: Types de peuples de I'ancienne Asie celltrale. Sou�enir de 1'/enisse� denissei; dedie a la Socie/e lmperiale d'Archeologie de Moscou. Helsingfors, 1 890. F. BABINGER: Ein schriftgeschichtliches Riitsel.
Revue orientale,
XIV. pp. 4-1 9. W. BANG: Über die köktiirkische l11Schrift aufder Siidseite des Kiiltegin Denkmals. Leipzig, 1 896, 20 p. Köktiirkisclıes. Wiener Zeitschrift für die Kımde des Morgen
---
landes, Xl. Wien, 1 897, pp. 1 92-200. Zu den Kök-Tiirk-İnschriften der Mongolei. T'oung Pao. Le
---
iden, 1 896, pp. 235-355. ---
Zu den Kök- Türk-lnsclıriften der Mongolei. T'oung Pao. 1 898,
pp. 1 1 7- 1 4 1 . Voir G. Kuun (compte rendu) i nfra. W. BARTHOLD: Orta Asya Türk tarihi hakkında dersler. İstanbul, 1 927, 1 927, xı'-+222 p. --- Zwolf Vorlesungen über die Gesclı:chte der Tiiı ken Mitte/asi eııs, übersetzt von Th. MENZEL Berlin, 1 935, 278 p. ---- Histoire des Tıırcs d'Asie Centrale, adaptation française, par M·mc DONSKIS. Paris, 1 945, 202 p.
L. BAZIN: Recherches sur les pariers To-pa. T'oung Pao, XXXIX, 4-5. Leiden, 1 950, pp. 228 329. ----
L 'lnscription d'Uyı r- Tarli'g (tenissei'), Acta Orientalia, XX I I .
Copenhague, 1 955, p-. 1 -7. A.N. BERNSTAM: Arxeologiceskij ocerk severnoj Kirgizij . Frunze, 1 94 1 .
294 / GÖK TÜRK i M PARATORLUGU Social'no-ekonomiceskij
stroj
orxono-jenisejskix
t 'urok
VI-VIII rekov. Vostocno-t'ıırkskij knganat: Kyrgyzy. Moscou, Le ni ngrad, 1 946, 207 p., 2 cartes. F. B R ETSCH N E I DER: Mediaeval researclıes from Eastem Asiatic so urces, 2 vol. Londres, 1 9 1 O, 334 + 352 p. ----
Notices of the Mediaeval geography and history of Central and
Westem Asia. Londres, 1876, v + 233p. ---- Notes on Chinese mediaeval travelle� to the West. Changhai, 1 875, l l l + 1 30 p. A. CAFEROGLU: T11kyıı ve Uygt�rlarda Han ımvanlan; Türk hukuk ve iktisat tarihi mecmuas·i; istanbul, 1 93 1 ; pp. 1 05- 1 1 9.
L. CAHUN: lntrodllction ci l'histoire de I'Asie. Turcs et Mongols, des ori gines ci 1405. Paris, 1 896, X I I I + 5 1 9 p. E. CHA VANNES: Documents sur /es Tou-Kiue (Turcs) occidemaux. Sbornik akad. Na u k; Saint-Petersbourg, ı 903; 378 p. ----
Notes additionnelles sur les Tou-Kiue (Turcs) occidentaux;
T'oung Pao; Le iden, ı 904, ı 1 0 p. ----
avec
(Reproduction anastatique des deux ouvrages precedents, une
carte,
edition
Adrien-Maisonneuve);
Paris,
ı94ı,
378+ ı l O p. ----
Le eye/e turc des donze an imawc; T'oung Pao; Leiden, ı 906,
76 p. M. A. CZAPLICKA: The Tıırks of Central Asia in history and at the prese/lt day. Oxford, ı 9 1 9, 242 p. S. ÇAGATAY: Kök Türklerin tarihine bir bakı.ş, 1//. şehir gözile step; A. v. Gabain 'den kısaltılmq, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Dergi si, V I I I , 3. ı 950. Ankara, pp. 373-379.
J. DEGUJGNES: Histoire gemJrale des Hıms, des Turcs, des Mango/s et outres Tartares Occidemaııx, oııvrage /ire des livres clıinois. Paris, 1 756- 1 758. G.
DEVERJA:
La
stele fımeraire de Kiuelı-T'eglıin,
notice
de
Ye-lu-tclıou. T'oung Pao, I l . Leiden, ı 89 1 , pp. 229-231 . O. DONNER: Sur l'origine de l'alphabet turc du Nord de l'Asic. Journal de la Societe Finno-Ougrienne, X I V.
ı.
Helsingfors, 1 896, pp.
1 -7 1 . Cf. compte rendu de Haleby. Revue Semitique IV, 1 896, pp. 378-379. E. DROUIN: Sur quelques momıales tıırco-chinoises des vı", vıı' et vıı{ siecles. Rcvue numismatique. Paris, ı 89 1 , pp. 454-473 .
L. A. EVT'UNOVA: A rxeo/ogiceskije pam 'atniki jeniseiskix kyrgyzev (rakasov) ; in: Xakasskij naucno-issledovatel'skij institut jazyka, li teratury i istorij . Abakan, 1948.
GÖK TÜRK i MPARATORLUGU / 295 FU-JEN HSUEH-C H I H, VI, 1 -2 ( 2 articles en chinois: histoire offici elle
chinoise
concernant
tes
Turcs;
materiaux
rclatifs
a
l'i nscription de Költegin). A. V. GABAIN: Köktiirklerin tarihine bir bakış, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Dergisi,
ll, 5, 1 944, Ankara, pp. 685-695.
K. GRÖNBECH: Turkish inseriptioırs from lmıer-Moııgolia, Monumenta Serica. Pckin, 1 939, pp. 305-308.
---- Komaııisclıes Wöıterbuclı.
Copenhague, 1 942, 3 1 5 p.
R . GROUSSET: Histoire de I'Exteme-Orient. Paris, 1 929, xv + 770 p.
---- Sur /es tmces du Bouddlıa. Paris, 1 929, ıv -329 p. ---- Histoure de la Clıiıre. Paris, 1939; edition 1 942, imprimee au Canada, 428 p.
---- L 'Empire Moırgol: tome VII de I'Histoire du Moırde, publiee sous la direction d'E. Cavaignuac. Paris, 1 94 1 .
---- L. Empire des Steppes (Allila, Geırgis-Kiıa11, Tamer/an): 2c edition. Paris, 1 94 1 , 639 p.; reedite en 1952.
---- La face de l 'Asic. Paris, 1 955. H. W. HAUSSIG: Tlıeoplıylakts Exwrs ılber die S/,:ytlıisclıeır Völker, Byzantion, X X I I I
( 1 953 ) .
Bruxelles, 1 954, pp. 275-462, 1 2 planc
hes, 2 cartes.
---- Jırdogermanisclıe uırd altaise/re Nomadenvölker im Grenzge biete trans; in: H istoria Mundi, V. Berne, 1 957, pp. 233-248.
---- Die Que/leır iiber die Zeırtralasiatisclıe Herkımft der Europiiisclıen A waren. CeırtralAsiatic loımıal, ll, ı ( 1 956) , pp. 2 1 -43. S. HEDIN: Aufgrosser Fa/111. Leipzig, 1 929, 347 p. ---- Die Seidenstrasse. Le i pzig, 1 936, 263 p. A. HEI KEL: Voir: bıscriptioırs de / 'Orklıon... A. HERMANN: Histarical aırd commercial Atlas of C/ıiıra. Tome I, Cambridge ( M ass.), 1 935, 1 1 2 p.
---- Die alten Seideırstrassen zwisclıe11 Clıiıra uııd Syrien. Berlin, 1 9 1 0, 130 p.
---- Die ii/tes/en c/ı inesisc/ıen Karten von Zentral -und Westasien Ostasiatische Zeitschrift. Berlin, 1920, pp. 1 85- 1 98.
---- Die iilteste tiirkisclıe Weltkarte (1076 ır. Chr.).
I m age Mu nd i ,
1 935, 8 p. F. H I RTH : Über die clıi11esisclıen Quellen zur Kenntnis Zentralasiem
ımter der Herrschaft der Sassaniden etwa in der Zeit voır 500-650. Wiener Zeitschrift für die Kunde des Morge nlandes, X. Wien, 1 896, pp. 225-24 1 .
---- Über den Veryasser und A bschreiber der clıinesisc/ıer; lnsclırift am Denkmal des Köi-Tiigi11. T'oung Pao, VI I . Leiden. 1 896, pp. 1 5 1 - 1 57.
296 / GÖK TÜRK İ MPARATORLUGU IAKINF (nom, en religion, de N.J. Bicurin): Opisanije Czungarij i vos
tocnago Turkistana, 2 vol. Saint-Petersbourg, 1 829, 270+ 223 p. ----
Sibranije svedenij o narodux, obritavsi.x v Srednej Azi}. Sa
int- Petersbourg, 1 85 1 . C . I M BAULT-HUART: Recueil de doCIImelıiS sur l'Asie Centra/e
d'apres fes ecrivains clıinois. Paris, 1 881 . /nscriptions de 1'/enissei; recueillies et publiees par la Societe Finlanda ise d'Archeologie. Helsingfors, 1 889, 17 p. + 32 tableaux et 32 planches photographiques.
Imcriptions de I'Orklıon, recueillies par l'expedition fınnoisc de 1 890 et publiees par la Societe Finno-Ougrienne: cantenant notamment les observations de A. Heikel. Helsingfors, 1 892, 49+48 p . + 66 tableaux.
(= Jadrintsef): Resul/ats de son exploration arclıe ologiqııe a11 S11d d11 /ae Baiknl el a11x soıırces de l'Orklıon. Bu Iletin
N. JADR I NTZOFF
de la Societe des Antiquaires de France (1 890, I I I) . Paris, 1 890, pp. 225 et sq. JADRI NTZOFF et DENIKER: Discoveries in Mongolia: tlıe Irave/s of
Jadrintzoff and Radloff 1889- 1891. Babylonian and Oriental Re cord, 1 892-94, pp. 43-48. S. J U L İ EN: Mela11ges de geograplıie asiatique. Journal Asiatique, Paris, 1 947, pp. So et sq.
Documents lıistoriqııes sur /es Toıı-Kioııe (Tıırcs), extraits dıı Pien-i-tien. Journal Asiaatique, Paris, 1 864, pp. 325-367, 490-549 du J.A., 1 864; I l . l'ensemble a ete reuni dans un tirage a part du
----
J.A. avec une nouvelle pagi nation. J. KLA PROTH : Tableaııx lıistoriq11es de l'Asie, depuis la monarclıie de
Gynıs jıısqu 'iı nos joıırs. Paris, 1 826, xxx +291 p. ---- Memoires relatifs a I'Asie. Paris, 1 826; ıı + 301 pages. F. KÖPRÜLÜ: Zur Kenntnis der alttiirkisclıen Tiwlatur, Körösi Cso ma-Archivum. Budapest, 1 938, pp. 327-344. W. KOTWICZ: Sw· /es modes d 'orientation en Asie Centrale. Rocznik Orientalistyczny, Lwow, 1 928, pp. 237-344. W. KOTWICZ: Sur /es modes d 'orientation en Asie Centrale. Rocznik Orientalistyczny, Lwow, 1 928, pp. 68-91 . P.K. KOZLOW: Mongolei, Amdo wıd die Tote Stadt Clıara-Ciıoto, trad. par Breitfuss et Zeidler; i ntrod. de S. Hedin; ed. W. Filehner, 1 925, xııı + 307 p. A.N . KU BAT: Gök Türk kağanl ığı, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Dergisi, X, 1 -2, 1 952, Ankara, pp. 57-77. G. K U U N : Compte rendu de l'article de Bang (T'oung Pao, 1 898), ci te precede mment, Z.D.M.G., L I I I , 1 899, pp. 544-549.
GÖK TÜRK İ M PARATORLUGU 1 297 T. DE LACOUPERIE: Beginnings of writing in Central and Eastem Asia. London, 1 894, vı + 208 p. ----
Khan, Klıakan and other tartar til/es. Babylonian and Orien
tal Records. London, ı888, pp. 1 9-23. A. VON LE COQ: Clıuastanift. Ein Sündenbekenntnis des Manichiiisc hen Auditores gefwıden in Turj'a11. Berlin, 1 9 1 1 , 43 p. H. LÜDERS: Textilien im alten Tıırkestan, S.B.A.W. ( = Sitzungsbe richte der Preussischen Akademie der Wissenschaften). Berlin, 1 936, 38 p. ----
Zur Geschiclıte wıd Geographie von Osttıırkesta11. S. B. A.
W. Berlin, 1 922, pp. 243-261 . ----
Weitere Beitriige zıır Gesclıichte ıınd Geographie von Ostlıır
kestan, S. B. A. W. Berlin, ı 930, pp. 7-60. ---- Zıır Gesclıiclıte des Ostasiatisclıen Tierkreises. S.B.A.W. Ber lin, ı 933, pp. 998-1002.
J. MARQUA RT: Die Clıronologie der A lt/ürkisehen Jnsclıriften, mit ei nem Vorwort und Anlıang von W. Bang. Leipzig, 1 898, vıı + 1 ı2 pp. (Compte rendu de G. Houtsma, Gelehrte Anzeigen, 1 899, N" 5, pp. 384-390). ----
Osteııropiiische und Ostasiatische Streifziige. Leipzig, 1903,
L+ 557 p. P.M.
MELI ORANSKJJ:
Arab
filolog
o
t11reckom
jazyke:
Sa
int-Petersbourg, 1 900 MENANDER (Protector) = Menandre, voir le tome IV de: Fragmen ta Historiae Graecae.
F.W.K. M Ü LLER : Uigurica I I . Berlin, 1 912, 1 10 p. B. ÖGEL: Göktiirk yazıtlanmn ''Apımm" lan ve "Fu-lin" problemi, Bele ten, Türk Tarih Kurumu, N'' 33, 1 945, Ankara, pp. 63-87. ----
Sekel'lerin Atalan hakkında (Sikil, Esgil boy/an), Beleten,
Türk Tarih Kurumu, N" 36, 1 945, Ankara, pp. 469-483. P. PELLIOT: L 'origine de T'ou kiııe, nom clıinois des Tıırcs. T'oung Pao. Leiden, 1 9 1 5 , 3 p. ----
La fiile de Mo- Tc/ı 'o Qaglıan et ses rapports avec Kiil- Tegi11.
T'oung Pao. Le iden, ı 9 1 2, 8 p. ----
Neııf notes s11r des qııestioııs d'Asie Centrale. T'oung Pao. Le
iden, 1 929, pp. 201 -266. ----
Histoire secrete des Moııgols (ceuvre posthume). Paris, ı 949,
ııı + 1 96 p. A.N. SAMOJLOVJC: No11yje t '11rkskije nmy iz Mongolii.
Izvestija
Akad. Nauk S.S.R.R. Otdenenije Obscestvennyx Nauk. Moscou, Leningrad, ı 934-1 935 . G. SCHLEGEL: La stele fwıeraire du Teglıiıı Gioglı. Memoires de la Societe Fin no-Ougrienne, I I I . Helsingfors, 1 892. 57 p.
298 1 GÖK TÜRK İ MPARATORLUGU Die chinesische lnschrift auf dem uigurischen Denkmal in Kara Balgassun. Memoires d e la Societe Finno-Ougrienne, I X .
----
H e ls i ngfors, 1 896,
xv + 141
p.
G. SCHLEGEL: Tagin et Töre. T'oung Pao, V I I . Leiden, ı 897, pp. 1 58- 1 6 1 . K . SHIRATORI: A Study on tlıe til/es Kaghan and Kat un . Toyo Bunko, Memoires. Tokyo, ı 926, pp. 1 -39. M. SPRENGLING: Tonyııkuk's Epitaplı. The American Journal of Se mi tic Languages and Litterature, LVI, 1. 1939. V. THOMSEN: Declıiffrement des /nscriptions de l'Orklıon et de
1 '/enissei; Notice preliminaire. Bulletin de I'Academic rayale de Danemark. Copenhague. ı 893, pp. 285-299. V. THOMSEN: lnscriptions de l'Orklıon dechiffrees. Memoires de la Societe Finno-Ougrienne . Helsingfors, 1 896, 224 p. - Alttiirkisclıe lnsclıriften aus der Mongolei, in Übersetzung und mit Ein leitwıg, traduit du danois ("Samlede Afhandlingcr"), par l l . l l . Sc haeder, Z.D . M .G., 1924- ı 925, pp. 1 2 ı - 1 75.
Tıırcica, etudes concenıalll t 'interpretation des inscriptions turques de la Mongolie et de la Siberie. Mernoires de la Societe Fin no-Ougriennc. Hclsingfors, 1 91 6, pp. 1 - 1 07. ----
Aust Osttürkestans Vergange11lıeit. Ungarische Jahrbücher.
Berlin, 1 925, pp. ı-24. O. TURAN: Eski Türklerde okwı lwkuki sembol olarak kul/am/ması, Belleten, Türk Tarih Kurumu, N'' 35, 1 945, Ankara, pp. 305-3 1 8. S. P. TOLSTOV: A istorii drevnet 'urkskoj socia/'noj terminologii (Qa
gan, qosım; tarqan, türk); Vestnik Drevnej İstorii, I, 2. Moscou, 1 938, pp. 72-81 . A. VAMBERY: Das Türkenvolk. Leipzig, ı 885, xı ı + 638 p.
No/en zu den alttiirkisc/ıen /n sc/ı riften der Mongolei und Sibi riens. Memoires de la Societe Finno-Ougrienne. Helsi ngfors, 1899,
----
ı 99 p. VIDAL DE LA BLACHE: Atlas lıistorique et geograplıique. Paris, Ar mand Colin, 1 952. VIDAL DE LA BLACHE et. L. GALLOIS: Geograplıie Universel/e. Paris, Arınand Cotin, tomes V et VI I I . VISDELOU: Histoire de la Tartaıie, dans la Bibliotlıeque Orientale de B. d'Herbelot, section: "De l ' Empire des Tou kiue Tartares" (voir le suivant). ----
Supplements iı. la Bibliotheque Orientale d'Herbelot, Ma
astricht. ı 776. W. WLADI M IRTSOV: Geograficeskije imena orxonskix nadpisej, sox
ranivsyesya v mongolskom. Comptes rcndus de L'Acadernie des Sciences de l ' U . R.S.S. Moscou, ı 929, pp. 1 69-174.
İNDEKS
A-palar (Avarlar olabilir), 84 A-po (unvan), 1 20, 123 A-shi-tö Yüan-çön Bak - Tbnyukuk A-tie (kavim), 84 Abakan ırmağı, 255, 256 Abakan ülkesi, 252, 275 Adizler, 273 adrıl - ( = ayrılmak), 1 75 Afga nistan, 263 Ahiret, 1 6 1 , 1 62 Ak Terme!, 254 Alanko'a dede, 220 al - ( almak, ele geçirmek), 1 45, =
200
Ala-kol, 259 Ala Tau, 259 Alain'Jer, 280 Alan diyarı, 274 Alexandre Dağları, 282 alk - ( ortadan kaldırmak), 202 alkın - (= ortadan kalkmış olmak), =
202
alp ( = yiğit), 1 1 8, 1 6 2 Altay dili, 189 Altay sıra dağları, 60, 88, 90, 95,
Araplar, 272 Argun ırmağı, 267 ars ( köle), 280 as - (asmak), 254 aş - (= aşmak), 142 A- şo-na Hien, 260 at türleri, 136, 1 37, 138, 1 39 ata (unvan), 1 23 ataman (unvan), 1 19, 1 20, 1 2 1 , 1 22 ataman-larkan (unvan) 1 22 ateşe lapma dini, 1 52 atlığ ( = suvari), 1 36 Avarlar (Hazarlar), 1 23, 1 24, 273 ayğuçı, 1 1 4, 1 1 5 Azlar, 8 1 , 82, 85, 1 06, l l l , 125, 279, =
280, 282, 283
azman, 1 39 Bactriane, kent, 2 1 , 44 Badakhşan, 1 29 Baga (bey)(unvan), 1 1 9 bağ/aç (türkçede), 204 Baın-Tsokto anıtı (Tonyukuk yazı lı), 22, 23, 24, 26, 30, 3 1 , 34, 35, 36, 37, 39, 4 1 , 42, 43, 49, 50, 53, 56, 60, 76, 78, 79, 95, 97, 98, 1 05,
1 1 4, 1 1 5, 1 3 1 , 2 1 8, 225, 229, 256,
106, 107, 1 19, 1 20, 122, 1 35, 140,
257, 274
146, 147, 1 53, 1 56, 1 69, 1 7 1 , 1 74,
Altı- Çublar, 272 Altın - Köl (Kırgız yazılı), 158 Altun - jus, S 1 Amuderya (Amu- Darya), 45 Anı nehri (Ona), 255, 256, 275 Apa (uman), 1 1 8, 1 19, 1 20, 1 22, 123 apa tarkan (unvan), 122, 205 Aparnien'ler, 274
1 8 1 , 1 87, 1 95, 1 98, 205, 2 1 3, 2 1 7, 218, 224, 225, 228, 237, 24 1 , 247, 255, 257, 258, 26 1 , 262, 263, 265, 267, 272, 273, 274, 275, 288
Bain - Tsokto yöresi, 24 balbal, 1 80, ı s ı , 1 82, 195 Balık , 84 balta, 140
300 / GÖK TÜRK İ M PARATORLUGU
Bang müdahalesi, 55 bar - (uçup gitmek = ölmek), 200 Barlik dağları, 259 bas - (= baskın yapmak), 143, 200, 202
basın - (= yenilmiş olmak), 202 Basmıllar (Pa-si-miler), 82, 85, 86, 92, 277
Bayırku (Köl-tegin'in atı), 230 Bayırkular (Pa-ye-kular), 267 Bayırkular (Yukarı Kerulenli), 83 Baykal gölü, 66, 88, 90, 95, 265, 266, 277
bediz ( = süs), 1 78, 1 79 bcg (bey) (unvan), 1 19, 1 26, 127, 131
Belh, 263 Benhg ek (Benekli Altın Dağı), 262 ber - ( vermek), 200 Berçekenler, 266, 273 Bereket tanrıçası, 1 55 Beş Balık şehri (Pe-thing), 82, 270, =
277
Bilge anıtı, (Koşo - Tsaıdam I l anı11 ) , 24
bilge ( = bilge, alim), 1 62 Bilge kağan, 22, 24, 26, 28, 30, 3 1 , 32, 38, 39, 4 1 , 47, 56, 58, 6 1 , 76, 78, 79, 8 1 , 82, 83, 84, 85, 87, 89, 9 1 , 92, 94, 95, 96, 99, 100, 1 0 1 , 103, 1 04, 1 05, 1 07, 108, 1 1 2, ı 16, 1 26, 1 27, 1 3 1 , 1 36, 148, 1 5 1 , 153, 1 55, 161, 162, 1 64, 1 69, 177, 178, 1 87, 188, 1 90, 1 94, 198, 219, 22 1 ,
boğızla, 202 boğızlan, 202 bol - ( = olmak) Bolun - Toçağ (Mongol Bol döne meci), 258 Boylu 1 19 Bögü (Fu-kiu), Kapgan kağanın oğ lu, 63, 82, 83, 89, 95, 96, 98, 99
Bökli, Bökliler, 229, 269, 270, 272 Bııda, budizm, tao tapınakları, budistler, 32, 92, 1 54, 164, 1 70, 2 1 6 Bııdizn� 1 56, 1 62, 1 70, 2 1 6
Buhag (çin unvanı), 126 Buhara, 80, 273 bııl- (= bulmak, erişmek), 1 65 Bulçu yöresi, 60, 8 1 Bulçu ırmağı, 257, 259 Bulçu savaşı, 50 buluk ( = yuva), 134 Bumin han, 26, 39, 46, 75, 103, 170, 229, 232, 270, 280, 283
bun ( = kusur), 1 66 Buğu, 84 buyruk, buyruklar (unvan),
1 19,
126, 1 27
Cehennem, 4 1 , 1 6 1 Cengiz han, 257 Cennet, 4 1 , 161 Ceyhan, l l l Cungar Kapısı, 259 Cungarya, 46, 88, 272, 256, 274, 277, 282
222, 224, 227, 228, 229, 230, 23 1 , 232, 233, 234, 235, 236, 267, 269, 27 1 , 274, 276, 286, 287
Birabad, 263 bitıi - ( = resim fırçasıyla yazmak), 178
Bizanshlar, 1 5 1 , 273 Bod (boy) (oymak), 46, 104, 1 %, 217
bodun (oymaklar topluluğu), 28, 46, 105, 106, 1 09, 196
Ç'ang-p'ing, 67, 78 Ç-mu-sa, 277 Ça-ça Senün (Çin generali), 54, 67, 8o, .. �o Çao-çu (::ent?), 80 Çe-nu (T'u-k'i-şe U-çe-le'nin oğlu), 69
Çeng-ting, 80 Çikler, 8 1 , 278, 280 Çim - Kent, 263
GÖK TÜRK İMPARATORLUGU / 301
Çin, Çinliler, 27, 28, 30, 32, 33, 37, 45, 48, 49, 50, 53, 55, 56, 57, 66, 67, 76, 77, 78, 79, 80, 81, 84, 85, 86, 87, 88, 89, 90, 9 1 , 92, 93, 94, 95, 96, 1 06, 107, 1 12, 1 14, 1 1 6, ı 24, 1 31, 1 32, ns, ı47, 148, ı s ı , 1 60, 1 6 1 , 162, 1 73, 174, 1 79, ı83, 221 , 23ı , 232, 25ı, 252, 268, 270, 271, 274, 278, 285, 287 Çince, ı 89 Çin !akvimi, 32, 35 Çinliler, Bak Çin Çinlileştirme, 32, 75 Çoğay Kuzı dağı, 32, 243, 244, 246 Çu vadisi, 260, 264, 274 Çukul yazılı, 1 33 Çur başı, 84 Çuvlar, 272
Emevi Arap Sultanlığı, 27 er - (= olmak, var olmak), 199 Ertiş ırmağı, 60, 8 ı , 218, 226, 229, 245, 257 esas ( = eş, karı), 1 85 eşid - ( = işitmek), 200 el - ( = düzene sokmak), 200 «et» deyimi, d üst uru, 46, 47 Etügen (İtügan) (Yeryüzü tanrıçası), 1 58 Ezgenti gösterisi, 84
---+
- de (ismin hal takısı), ı 96 Dede Korkut, 263 Demir Kapı, 46, 50, 65, 7 ı , 72, 79, 227, 229, 257, 260, 261 , 263, 269, 272 Doğu Roma, 276 Doğurganlık tanrıçası, Bak Umay ana tanrıça Dokuz Oğuzlar, 28, 29, 265, 266 Dokuz - Tatarlar, 266 Delaylı ifade (Türkçede), 199, 205 - e (ismin hali), 197 Ebi Nor, 259 eb ir - ( = evirmek, evrim yapmak) eçu (unvan), 120 Edirler, 84, 265, 266 egir - ( = eğirmek, döndürmek), Ek - tağ (Altın Dağı), 262 eksük ( = eksik, noksan), 166 el, 46, ı o7, ı 09, 1 1 0 elet - ( orduyu ileri sürmek), 142 Eleges yazılı, 1 33 elsire ( = imparatorluktan yoksun olmak), 204 elteber (Uygur reisi), 1 l l , 277 •
Frunze, 260 Fukoan şehri, 253 Gobi çölü, 88, 25 1 Gök (Tanrı), 75, 82, 84, 92, 94, 108, 1 56, ı s9, 1 60, 1 6 1 , 232, 233, 243 Gök Türkleri, 2 1 , 26, 45, 76, 92, 1 35, 1 52, 1 89, 243, 252, 268, 277, 279 Gök'ün Oğlu, 25 Hangai sıra dağları, 244 Haruha vadisi, 248 Hazarlar (Avarlar), Bak ---+ Avarlar, ı 23 helltiiadyoin (tarifi ve örnekleri), 46, 47, (tarifi) 1 9 1 , 1 92 Hephtalites'ler, 1 29 helman (Polonya ordu komutanı), 121 Hi - Çen, 78 hie-li-fa, 1 1 7 Hinang - Çang (Çinli gezgin), 1 7 1 Ho - pei, 80, 251 ( göndermek, salıvermek), 155, 168 l ndo-seytheler, 1 1 3 l ngoda, 88 Irk bitig (kahinler kitabı), 133 Issık - kul, 274
ıdıık -
=
İç buyruk (unvan), 1 26
302/ GÖK TÜRK İM PARATORLUGU
İçel (Mersin'in merkez ilçesi), 1 1 0 igid - (=dikkat etmek), 200 İkhe - Khüşötü yazılı, 192, 224, 272 il, l l l İli, ililer, 88, 268 İ li vadisi ( = Kırgız Bozkın ), 256 İlteriş (Kutluğ-) kağan, 26, 28, 30, 3 1 , 32, 33, 50, 5 1 , 52, 53, 75, 76, 77, 78, 84, 88, 89, 95, 98, 99, 104, 1 12, 1 15, 1 16, 127, 1 36, 147, 154, 156, 160, 1 6 1 , 1 68, 169, 1 75, 182, 185, 187, 1 88, 226, 227, 229, 232, 243, 246, 257, 265, 276, 285, 287 İnci ırmağı, 257, 259, 260 İnel Kağan, 57, ı ı 2, ı ı 4 İneklerin Gölü, 77, 247 İnigek köl (İ neklerin gölü) 77, 247 iniy ( = küçük birader), 1 95 İranca, 189 İrtiş ırmağı, 5 1 , 257, 258 İssik-kul, 243, 260, 262 istemi, 39, 46, 75, 103, 1 70, 229, 232, 270, 280, 283 İşbara tarkan, 182 İtügan, Bak - Etügen, 1 58 İzgiller, 268 ju (= ırmak), 258 K. T, (Bk - Koşa - Tsaidam anıtları) Kader, 233 Kafkasya, 281 Kagan (Kağan) (unvan, rütbe), ı 12, ı27, 128, 1 3 1 , ı 54 Kağan Tengri, 1 58 kakun ( köle), 280 kal - ( =kalmak), 200 Kan-su kenti,45 Kanlan - ( = bir kağanla donatılmış olmak), 202 Kapgan kağan, 26, 28, 3 1 , 38, 47, 5 1 , 63, 69, 70, 7 1 , 76, 78, 79, 80, 82, 83, 85, 88, 89, 95, 96, 99, 1 00, 1 0 1 , 1 03, 1 04, 1 12, 1 16, 1 36, 1 75, =
185, 188, 209, 226, 229, 232, 250, 257, 267, 271, 274, 278, 285, 286 kıımenyia babi (taştan kadınlar), 181 Kan su, 250 kara (halk), 1 34 Kara Ertiş, 274 Kara Göl (Khara Nar), 82, 282 Kara İrtiş, 257 Kara Kum, 243, 244, 246 Kara-Tau dağı, 259, 260, 263 Kara Türgcşler, 275 Kar·abalgasun kenti, 25, 248, 249, 287 Karabalgasun yazılı, 287 Karaçuk tepesi, 7 1 , 79, 263 Karaşar kenti (Yen-k'i), 243, 262, 271 Karluklar, 56, 57, 86, 90, 1 06, l l l , 1 1 4, 123, 277, 278 Karşi, 263 katun (kağanın karısı), 33, 79, 1 19, 128, 1 54, 1 75, 282 katun el Bilge, 161, 232, 243 Kazakça, 1 1 5, 122 Kazaklar, 120 Kem (Yukarı Yenisey), 88 kerek ( gerek, ihtiyaç, zorunlu), ı 65 Kerekü ( çadır), 266 kergek ( noksan olan şey), 165, 166, 167 kergeksiz ( = lüzumundan fazla, gereksiz fazla miktarda), !66, 167 Kerulen vadisi, 88, 266, 267, 269 kağan (unvan), 128 Karabalgasun, 252, 277 keç - (asma k), 254 Khangai sıra dağları, 132, 245, 248, 249, 253 Khara - Khacir ırmağı, 245 Khara Nar (Kara Göl) 82, 282 Khotan, 1 14 kılıç, 1 40 =
=
=
GÖK TÜRK İMPARATORLUCU 1 303
kıl - ( = hayırlı bir işi yapmak), 182, 202 kılın - ( = yaratılmış olmak), 202 Kırgız Bozkırı, 1 8 1 , 264 Kırgızca, I 1 5, 1 22, 1 39 Kırgızlar, 3 1 , 46, 5 1 , 54, 55, 57, 59, 65, 68, 70, 76, 78, 81, 95, 1 05, 106, 1 07, 123, 1 46, 1 47, 226, 230, 252, 254, 255, 257, 260, 274, 275, 279, 280, 282 Kıtaylar, 53, 76, 78, 87, 89, 93, 147, 266, 267, 269 Kızıl - Kum çölü, 260 Kızıl - Orda, 263 Kızılkaya, 257 Kien - koan (Kırgız oymağı), 253 Khive (Hive), 260 Kholt köyü, 246 Khrebet - Shabsal, 255 kiçig ( = az kaldı), 272 kiçig (küçük), 201 Kingan tepeleri, 45, 89, 268 Ki u-tekin, Bak Köl-tegin Kiziladir gnays kayalıkları, 257 ko - ( yerleştirmek), 202 Kocaeli (Vilayet), 1 1 0 kon - ( = konmak), 202 konçuy (prenses, saraylı hanım), 1 90 korıkan ( = kuzu), 281 Koşa - Tsardam anıtları, 23, 26, 33, 34, 35, 41 , 42, 43, 46, 49, 5 1 , 53, 54, 55, 56, 57, 58, 59, 6 1 , 79, 80, 8 1 , 82, 83, 84, 90, 97, 98, 104, 1 06, 107, 1 08, 1 12, 1 1 4, 1 1 6, 1 1 7, 122, 124, 1 26, 1 3 1 , 132, 1 33, 1 35, 146, 1 49, 1 52, 1 56, 1 57, 1 62, 1 63, 169, 1 74, 1 75, 1 76, 1 78, 1 8 1 , 187, 192, 1 95, 204, 2 1 3, 2 1 8, 221 , 224, 226, 228, 229, 237, 242, 252, 255, 272, 273, 275, 285, 288 Koşo - Tsaıdan gölü, 24 Ko-şu ilçesi, 270 Koşular (Moğol oymağı halkı), 1 25, 270 --+
=
Kögmen (Tannu-Ola) dağları, 59, 68, 229, 252, 275, 282, 283 Kök Türük (Doğudaki Türkler, Gök'ün Türkleri), 33 Kök - Öng (Coğrafi engebe), 244, 245, 246 Kökçin - Orhon ırmağı, 24, 224, 248, 249 köl - çor (uman), 1 18, 1 20 Köl - tegin (Bilge'nin biraderi), 28, 30, 39, 56, 63, 67, 70, 7 1 , 76, 78, 80, 8 1 , 82, 83, 87, 89, 93, 1 18, 123, 1 37, 1 70, 173, 1 76, 1 77, 1 85, 186, 1 87, 224, 228, 229, 230, 271 , 282, 286 ku (general, komutan), 1 8 1 Kubsugul Dalai (Kosogo1), 253 Kuça, 1 1 4, 243, 275, 28 1 Kuey - hua-Ç'eng, 94 Kuku Nor gölü, 271 , 278 Küli - Çor (Torduş kağanı), 224 kumız (maya1anmış kısrak sütü), 1 28 Kurikanlar, 76, 254, 279 Kuşana, 1 1 3 Kuşana Kalfizes, 1 1 3 Kuşanalar, 1 1 3 Kuşlağak, 84 Kut ( = Kader), 1 56, 1 57, 1 67 Kuteybe ibn Müslim, 72, 273 Kutluğ, 1 1 8 Kutluğ - İlteriş Sultan, 26, 1 18 Kültegin (Köl-tegin) ( Koşa - Tsaıdam I anıtı), 24 külüg, 1 18 Ling - çeu kasabası, 78 Ling - Kür, 79 Ma i-li, 259 Mançurya, 267, 268 manicilik, 1 65, 1 70, 2 1 6 Me-ç'ue (Kapgan Kagan) Ming-şa savaşı, 26, 95
3� / GÖK TÜR K i MPARATORLUGU
Mekilen - Bilge, (Meki-lien), 52, 54, 57 men (Birinci tekil şahıs zamiri), 34 mızrak (sünüg), 1 40 Ming-şa, Ming-şa savaşı, 80, ı47, 204, 230 Ming-şa-şan savaşı, 250, 25 1 Minussinsk, 256 Mo - ço (Kapgan - Moço), (iıteriş kağanın kardqi), 30, 77 Mo-yeu-ço (Uygur kağanı), 162 Moğolca, 33, 1 38, 1 39, 189 Moğollar, Moğol, Moğolistan, 45, ı o ı , 160, 1 69, 220, 249, 257, 258, 285 Nalaıkha kenti, 24 Ning-hia, 78 oğuz ( genç boğu), 28 ı Oğuzca, ı 1 5 Oğuz/ar, 27, 2 8 , 29, 3 1 , 45, 48, 64, 65, 66, 67, 76, 77, 83, 84, 85, 88, 89, 90, 95, 99, 1 00, 104, 105, 106, 107, 1 47, 1 54, 1 55, 202, 226, 230, 243, 244, 252, 264, 265, 266, 267, 276, 279 ok okun) (savaş aleti), 37, 1 40, ı42 Okyanus ırmağı, 58, 78 Olimpos dağı, 1 59 On-Oklar, 50, 1 05, 106, 1 40, 147, 2 1 7, 274 Ona, Bak Anı nehri, 255, 256 ı5 heceli mısra, 238 l l heceli mısra, 237 Ongin anıtı, 22, 26, 32, 43, ı 12, 1 1 4, 1 1 7, 1 30, 1 70, 1 71 , ı 74, 1 89, 1 92, 224, 246, 247, 250 Ongin - Gool ırmağı, 245 Oniki Hayvan Takvimi, 25, 32, 33 Onon, 88 op op (eşeğin kaydığı zaman çıkar dığı ses), 1 43 Ordos Moğolcası, 1 38 =
-->
Orhon, 88, ı 32, 146, 1 62, 1 70, ı 89, 246, 249, 252, 265, 277, 285 Orhon anıtları, 22, 23, 103, 248 Orhon ırmağı, 46, 248 Orhon Türkleri, 24, 39, 1 29, 1 83 Orhon yazıtları, 1 32 Osmanlılar, 28 ı Ossete'ler, 280 Ostiakslar, 279 otça borça ( ateş ve fırtına gibi), 1 52 Otuz - Oğuzlar, 265 Otuz - Tatarlar, 90, 266 Ozmış kağan, 92, 186 =
öl - ( = ) , 1 63 Ölüm, 233 ölür - ( öldürmek, yoketmek), ı 45, 1 63 örün ( beyaz), 1 34 Ötılken dağı, 32, 37, 77, 88, 9 1 , 92, ı 08, 1 46, ı 55, 1 60, 243, 244, 248, 249, 253, 276, 287 Özbekçe, ı 1 5 özinçe ( kergek ), 168 =
=
=
pı-pen, - pan son ekli bağ-fiil, 34 pala (yatağan), 1 40 Pao - ıing, 80 Pasifik Okyanusu, 90 Peçenekler, 257 Pekin, Kent, 2 1 , 78 Pekin - İran Körfez Hattı, 27 Pe -ıhing (Beş Balık) şehri, 82, 270, 277 Persler (İranlılar), 93, 28 1 Prabhakaramiıra (Hintli gezgin), ı71 pul ( = köprü), 258 riım sanatı, 40 Romalılar (Bizanslılar), 273 Rumeli, 1 1 0, l l 1 Sain Noyan, 246
GÖK TÜRK İMPARATORLUGU 1 305 Sainsk dağları, 275
sökür - ( = çökertmek), 1 46
Sair - Ussu su kuyusu, 25 1
Su tanrısı, 82, 1 5 5
sak - ( = hesap etmek), 202
Su-lu (Türgeş kağanı), 86, 1 1 6, 275
sakın - ( = kendisi için tasarlamak),
sunkar ( = sungur), 1 64
202, 2 1 9 sanç - (mızrakla deşmek), 1 40 sançık - (yenilmek)
Suo-ko (kağan), (U-çe-le'nin oğlu), 6 1 , 70, 8 1 , 1 1 6, 274, 275 sü ( = ordu), 1 42
sançıl - (yenilmek)
süle - ( = sefer yapmak), 200
sançış - (birbirlerini deşmek)
sülü - (sefere çıkmak), 1 42
saray, 1 28
süngü, 140
Sarmatre ( Kuzey Kafkasya bozkın ),
sünüg (mızrak), 1 40
280 Sayan dağları, 279 Sayma - sıralama sistemi, 35
sünük ( = kemik), 1 40 sünüş ( = savaş), 1 44
Selugan, 255
Şa-ç 'a Çang-yi (Çin generali), 54, 67, 80, 250
8 heceli mısra, 237 Selenga ırmağı, 248, 249, 253, 277
şad (unvan), 1 1 2, ı 13, ı 1 7, 1 49
Semerkand , 260, 26 1 , 263, 273 ' Sengün Ça-Çu (şa - Ç a Çong-yi) Çin generali 80, 87
Şadpıtlar, 1 1 8, I 19
Şanıaniznı,
Shabuktai, 253
Şamar geçidi, 254, 255
Şahıs zamirlcri, 34, 35 164, 169
sı - ( = yağma yapmak), 1 49
Şan-Si, 77, 78, 80, 94, 251
sığıt ( = ağlayıp- sızlama), 1 77 sığıtçı ( = ağlayıp - sızi ama yapa n),
Şan-yu (Soci - yuan), 77
1 76
Şanlung seferi, 54, 58 Şao-vular, 272
sınar ( = yarı), 149
Şen-Si (Çin eyalcti), 77, 278
sınırça ( = yarı yarıya), 1 49
Şine -U su yazılı, 134, 1 58, 224, 259
sınuk ( = kırılmı�). 1 49 Sibirya, 28 1
T'ang-şu, 1 1 7
Sie - yen-t'o (Sir-Tarduşlar), 275
T'e-yuan, 78
Sienngo ırmağı, Bak --> Selenga,
T'o-pa hanedanlığı, 45
248, 249, 253, 277
T'o-jcn-shui kaynağı, 277
Sil isi, 262
T'o-pa şivesi, 37 T' u-k'i-şe (Turgcş) U-çe-le , 69
Sinq - Kianq, 257
T'u-kiue Me-ç'uo Bak
Silzibul (Turksanth babası), 1 77
Sir - Derya, 88, 263 Sir Derya vadisi, 256, 260
T'u-kiü (ulus), 27, 28
Siuan - hud, 79
T'u-yü-huanıar, 269
Sogd, 53, 57, 70, 7 1 , 72, 76, 80, 8 1 ,
Tabar, 8 1
86, 90, 95, 256, 272, 273 Sogd alfabesi, 35, 38 Sogdlular, 46, 56 Songa (veya Sunga) ormanı, 253 sök - (kendine karda yol açmak, yarmak, yere yıkmak), 142, 1 46
-->
Kapgan
Kağan
tabgak o n (çin şehzadesi), 1 2 5 Tabgaç (To-pa), Bak
-->
Çinliıer,
270 Tabgaç kagan
(Çin
i mparatoru),
1 25 Tabgaç (To-pa), Bak --> Çinıiler
3� / GÖK TÜRK İM PARATORLUGU
Talas vadisi, 262, 263, 264 tarnan (unvan), 1 1 7, 1 18, 1 19 Tamıgh (Tamığ), 82, 85, 160, 278 Tamir, 1 32, 1 46, 249, 278 tan (= gün ağarması), 1 55 Tangut (Tanat) ulusu, 278 Tannu-Ola, 88, 255, 275 Tannu-Tuva Cumhuriyeti, 253, 275, 279 Tao tapınakları (Buda ... ) , 32 Tarbagatay, 88 Tardu, 75 Taramel, Ongin ırmağının kolu, 25, 224 Tarbagatay (mıntaka), 86 Tardu§ §ad ünvanı, 52 Tardu§lar, 78, 1 1 3, 1 1 8, 275, 276, 277 Tarım (mıntaka), 86 tarkan (unvan), 1 1 7, 1 1 8, 1 1 9, 1 23 tarkat (tarkan'ın çoğulu), 1 20, 1 23, 1 26 ta§ık - (ordugahtan çıkmak), 142 Ta§kent, 260 Ta-ta oymaklar topluluğu, 266 Tatabılar, 76, 87, 90, 93, 268, 269 Tatarlar, 76, 85, 105 Te-çu (kasaba), 80 teg - ( saldırmak), 143 Tegin, 1 1 6, 1 1 7 Teke vadisi, 262 Telmen Nor gölü, 254 Temir-kapı köyü, 263 Tengri-kaghan, 25, 92, 1 03, 1 08 Tezik, Tezikler, 26 1 , 272 -ti (belirtili geçmi§ zaman son eki geçmi§te bitmi§ olayı gösterir), 29 Tengri (milli tanrı) (Tengri-Gök), 25, 33, 1 53, 1 54, 1 56, 1 57, 1 58, 159, 1 68, 225 Tibet, Tibetliler, 90, 229, 27 1 , 272, 278 Tie-leler, Bak -+ Töle§ler Tien Şanlar, 262 =
tik - ( = dikmek), 1 81 T'ing-çu (kasaba-kent), 80 Tinsıoğlu, 219 tiz sök - ( = diz çökmek), 1 46 Toğu , 84 Toharistan, 1 1 4 Tokarlar, 272 tokı - ( = yontmak, kazımak), 1 78, 1 79 Tokmak, 85 Tokmak meydanı, 260 Tola nehri, 37, 83, 170, 1 89, 243, 247, 248, 265, 267, 275, 276, 285 Tongralar, 266, 267 Tonra Sem (Oğuzların ilçesi), 267 tonyukuk (unvan), 126 Tonyukuk (Toni-yukok), 24, 26, 28, 30, 33, 39, 4 1 , 47, 49, 50, 53, 54, 56, 57, 60, 6 1 , 66, 67, 76, 77, 79, 80, 83, 85, 88, 9 1 , 92, 93, 94, 95, 96, 97, 98, 99, 100, 1 0 1 , 1 04, 1 07, 1 1 4, 1 1 6, 1 1 7, 1 1 9, 122, 1 3 1 , 146, 1 49, 1 5 1 , 1 53, 1 54, 1 55, 1 56, 160, 162, 1 64, 169, 1 70, 1 75, 1 80, 1 90, 2 19, 222, 225, 227, 229, 233, 235, 236, 237, 243, 244, 250, 25 1 , 252, 253, 254, 263, 274, 276 Tonyukuk Yazılı, bk -+ Bam-Tsokto ya zıt ı anıtı. totem, 281 Töle§ler, 1 1 3, I 19, 275, 276, 277 Tönke§ dağı sava§ı, 56 Transoxiane, St tu - (= kapamak), 202 Tu-k'i-şler, Bak -+ Türge§ler Tu-lu, Tulular, 69, 260 Tu-si-f (Kapgan'ın küçük biraderi), 1 12 Tu-tu (Çinin eyaleti), 1 24 Tuan-huang, 80, 250 Tubalar, 254 Tuingol, 245 tuo-tuok . (Çin askeri komutanı), 124 Turukhan, 279
GÖK TÜRK İMPARATOR LUGU 1 307
tut - (= tutmak, yakalamak), 14S, 202 tutuk - buka (Çin unvanı), ı2S, ı26 tutun - ( = tutunmak), 202 tügün (at ko§um takımı), ı40 Tüpütler, Bak ..... Tibetliler 27ı Türgeş kağan, 29, S2, 282 Türge§ler, 29, SS, S6, S7, 60, 63, 79, 8ı, 86, ıoı, ı06, ıo7, 1 1 3, 1 1 6, ı2S, 1 3 ı , ı47, 227, 230, 2S6, 2S7, 274, 27S, 280 Türgi - Yargun gölü, 267 Türk alfa besi, 38 Türk cümle yapısı, 238 Türk Federasyonu, 27 Türk İmparatorluğu, 28S Türkçe, 33, 34, ı89, 2ı4 Türkçe isim cümlesi yapısı 21 1 , 2ı2, 2ı3 Türkler (Türükler), 2ı, 27, 28, 29, 33, 44, 47, s ı , 60, 63, 66, 68, 69, 7S, 78, 8 ı , 84, BS, 86, 88, 89, 90, 9S, 99, ıoo, ıo4, ıos, ı06, ıoa, 1 1 3, ı ı 4, l l 7, ı 3S, 1 36, ı 47, ı48, ısı, ı s2, ı s3, ıs4, ıs6, ı 6 ı , ı63, ı64, ı 69, ı 79, ı 83, 2ı6, 22ı , 244, 247, 249, 2S2, 26ı , 264, 267, 269, 269, 270, 274, 27S, 276, 278, 280, 282 U-çe-le (Türgeş kağanı), 69, 70, 79 Ubsa-Nor, 2SS Ubur Khangai, 247 uç - ( = uçmak), ı64, 2ıa uçtı - ( = zoraki ölümle ölmek), ı 68 udhkın-sı (= atın uyluk kemiğini kırmak), ı 49 Ukranya ovası, 28ı Ugney-Nor, 247 Ulan - Bator, ı s8, 248 Uliassuatai, 248, 2S3, 2SS Ulu Kem vadisi, 2S4, 2SS Ulyungur - Nor Gölü, 2S8 Umay (Ana tannça), 33, ıS3, ıS4, ıss, ı sa, ı s9, ı 60, ı 6 ı , 1 86
Urum-çsi, 277 Urungu gölü, 60, 8 1 , 2S8, 274, 277 Uybat yazıtları, 1 33 uygıırca, 1 S6 Uygurlar, 27, 28, BS, 90, 1 06, l l l , ı 1 4, ı 70, 248, 2S2, 26S, 27S, 277, 287 Üç-Karluklar, lOS, ı 1 4 ü/üg (= mukadderat), I S6 Vang-Çu, 86 Vu-tgö-t'ien (Vu-Heu), (Çin impa ratoriçesi), 26, 4S, 89 Van-Tutuk, 79 Vei Yüan-Şung (Çin askeri denet meni), ı2S Vey-çu kasabası, 79, 80 ya (=yay), 1 40 Yabgu (unvan), I 12, ı ı 3, I ı 4, ı 20 yadağ (yaya), ı36 yağme (kaftan), 139 Yakutça, 34, ı 20, ı I S, ı22 Yamıgh savaşı, S6 Yamtar İşbara, 1 40 yargan (unvan), l l 7, 1 1 8 yarık (at zırhı), 128, 1 39 Yarış ovası, 60, 2S7, 2S9 yarlıg (=emir, buyruk), ıs6 yarhkka - (= acımak), I S6, I S7 yarhkka - ün- (yarhkka-üntür-) ( =yükselmek), I SS ya ı - (=yatmış olmak), 200 yatağan (pala), ı40 yavrı - (=zayıflamak), 1 4S 7 (rakam), 186, ı87 Yedi-Oklar, 1 1 3 7 heceli mısra, 237 yel- (= dört nala gitmek), ı 43, 200 yelme ( =at gezintisi), 144 yen-heng-ta, ı ı 7 yençü (= inci), ı90 Yençü-Ögüz ırmağı, Bak - İnci nehri (ırmağı), 260
3� / GÖKTÜRK İ MPARATORLUGU Yenisey nehri, 37, 88, 253, 254, 255,
yon- ( =yürümek), 201
275, 279, 280, 281 Yer tanrısı, 59, 82, 84, 1 55, 1 57, 1 58, 1 59, 1 60 Yeren Dabassu tuz çölü, 251 Ye§il ırmak, 58 yez (pirinçten at başlığı zırh), 128 Yi-yan (Bilge'nin oğlu), 92 yit- (=yok olmak, ölmek), 163 yitim ( = yitik, kayıp), 1 64 yi tür - (yok etmek, öldürmek), 1 64
yorç (hanımın küçük biraderi), 124 Yorçın, 1 25 Yu-çang, 94 Yukarı - Kerulen, 268 Yukan-Tola vadisi, 24, 57, 96 Yulduz, 262 yü gür- ( =tırıs itme k), 1 44 yükün - ( = yerlere kapanmak), 202 yür - ( =toparlamak), 202 yüzti keç - ( = yüzerek geçmek), 1 42
yokla - (cenaze merasimi yapmak),
1 76, 1 84
Zaman tanrısı, 233
yok bol - ( = yok olmak), I 75
Zaysan gölü, 257, 277
yok kış- ( = yoketmek), 163
Zerefşan vadisi, 262, 263
Yollıg Tegin, 25, 98, 1 1 7, 1 79, 1 80,
-zu son ekli bağ-fiil, 34
228
ı oa•
� ·--J
·--.... - ·· ·
HARITA 1
ÖTÜ KEN ORM ANI VE ORH ON HAV ZAS I
a: w
-'
a: w .u. w Cl) z
!
:3
�
K < >-
§ ·= ·
i
,
,- , ,
' - - - ... , ,• 1,
'
,-·-'
•'
.,
. .
.·
�
z
o. N
< .t= a: < :ı: