Türk Kültürü - Sayı 299

Page 1



TURK KÜLTÜRÜ

İÇİNDEKİLER

Yayın Ta.: Kasıın;1962 Yayınlayan : TÜRK KÜLTÜRÜNÜ ARAŞTIRMA ENSTİTÜSÜ Kuruluş Ta.: Ekim 1961

*

İmtiyaz Sahibi Prof. Dr. Şükrtı ELÇİN *

Yazı ݧlert Müdürü

Prof. Dr. Ahmet B. ERCİLASUN *

Fiyatı : 600,- TL. Yıllık Abonesi (1988 yılı için)

Türkiye - İngiltere Münasebetleri ve Musul Meselesi

Türkçü Dergiler III

Türkler Hakkında Yapılan Menfi Propaganda ve İftiralar Prof.

Dr. A. Selçuk özçelik

Behçet Kemal Yeşilbursa Şükrü Elçin

yazı

Ece edil=ez. Dergideki yazılar kaynak gastert1 erek alınabilir. Makale­ lerdeki fikirler l.mzA sa­ hi plerine aittir.

*

İdare ve yazı3ma adresi :

BAHÇELİEVLER SONDURAK, 17. SOKAK NU. 38 06490 ANKARA Tel 213 41 35 Tel : 218 81 00

*

Dizilip Basıldığı yer Ayyıdlız Matbaası A.Ş. Ankara Tel : 213 19 62 222 69 40 222 69 41 -

.

.

164

l'JS

: He ki mliğin �Ulletlerarası Sembolü

Dr.

ba.sı.lm asın

.

Ali Rıza Köseoğlu ve Şiirleri

Ode:-::eli gönderilmez.

t.a..cls:ı:n .

ıısa

Kaşkaylar

Yılan Motifi

1ar

ı46

Dr. Fethi Tevetoğlu

- İndirimsiz 7200.- TL - İndirimli 5400.- TL. Abone bedeli, 171.379 numaralı posta çeki hesabına yatırılabilir.

* D=rgiye gönderilen

ısı

Dr. Alunet özgira.y

177

Doç. Dr. Fuat Yöndemli Milli Kültür ve Kalkınmada

Öğretmenin Yeri ve Önemi ı80

Mustafa Özbalcı

Haberler : Ramazanoğlu Kütüphanesi'ndeki

Yazma Eserler

Dr. Şükrü Haltik Akalın

ı88

Bibliyografya ·:

Irak Türkleri'nde Deyimler ve Atasözleri

Ali

Yakıcı

ıuo

Sayın OlmyucuJanmızuı EnsUtllmtme gön­

derdlklerl istek

birlikte

yazılannda

adresleri ile

posta kod numaralarını da bildir­

meleri rica olunur.


KlJLTl.iRmTU ARAŞTIRMA ENSTITUStl

TORK

TÜRK SAYI 299

KÜLTÜRÜ MART 1988

YIL XXVI

Tü'RKİYE İNGİLTERE MÜNASEBETI�ERİ VE MUSUL MESELESİ ( 1924 1930) -

-

Dr. Ahmet

a.

-

Lozan Barış

ÖZGİRAY

Konferansı Esııamnda Musnl Meselesi :

Mondros Mütarekesi 30 Ekim 1918'de İtilaf Devletleri ile Osmanlı İmparatorluğu arasında imzalandığı zaman. İngiliz kuvvetleri Musul'a 13 mil uzaklıkta bulunuyordu. İngiliz kumandanları ile uzun müzakere­ lerden sonra, M:usul İngiliz kuvvetlerine teslim edilmedi, fakat sonra­ dan !stanbul'da bulunan Sadrazam ve Başkumandan Vekili Mareşal Ahmet İzzet Paşa'nın 9 Kasım 1918 tarihli emri üzerine, Türk Kuvvet­ leri Musul'u 10 Kasım'da İngilizlere bıraktı ve VI. Ordu Karargahı Nusaybin kasabasına taşındı(1). Böylece İngilizler Musul'a fiilen hakim olmak üzere ilk adımı atmış oldular. Bu durum aslında Mütareke Hü­ kümlerine tamamen aykırı olup, İngilizlerin Musul'u işgali kamu oyunda büyük tepkilere yol açtı.

b

-

Musul'un

Stratejik

önemi :

Lozan Barış Konferansı başladığı zaman, Musul görüşmelerin ilk önemli meselesi olarak ortaya çıktı. Barış görüşmelerinin ilk saf­ hasında Musul meselesi Türk Barış delegasyonu başkam İsmet Paşa ile, İngiliz Barış delegasyonu başkanı Dışişleri Bakam Lord Curzon'un inatçılığı yüzünden çözümlenememiş değildi. B1:1ndan başka, MuS'Ul me­ selesinde olaylar öylesine büyütülmüş öylesine yanlış yorumlanmış ve bütün bunlar öylesine olduğundan ba;.ka gösterilmiştir ki, meselenin çözülmesi güçleştirilmişti. Çözümün gecikmesinin bir diğer sebebi de Musul meselesinin mil­ letlerarası imtiyazlar meselesi zinciri ile Türkiye ve tngilteye'den başka (1) Ali İhsan Sabis,

(l)

;'llarb Hahralarıın• Ankara, 1951, cilt. V, s. 7.

131


TÜR K

SAYI 299

KÜLTÜRÜ

YIL XXVI

Amerika, Fransa ve bazı diğer ülkeleri ilgilendirmesidir. Bunlar bir ta­ rafa, Musul Hindisatan'a giden üç ana yolun merkezini teşkil ediyordu. Bunlardan ilki olan Kuzey yolu, Moskova, Orenburg, Taşkent, Semer­ kant, Buhara, Kabil ve Peşaver üzerinden: Orta yol : Moskova, Rostov, Baku, Tahran, İsfah�; Güney yolu ise: Iıondra, İstanbul, Musul, Bağdat ve Kırman üzerinden g�yordu. Bilhassıa Musul Vilayeti Hindistan'a giden, Güney yolunu kontrol et­ mesi açısından çok önemli idi. Ayrıca Musul, Mezopotamya ovalarına hakim bir noktada olup, Kuzeydoğu ve Batıdan gelecek her türlü sal­ dırıları kolaylıkla karşılayabilecek stratejik bir konumda bulunuyordu. Bundan başka, coğrafi açıdan Musul, Doğu ve Güney Doğu Anadolu'ya hükmediyordu (2). Mustafa Kemal Paşa, bu gerçekleri çok iyi kavra­ mıştı. Zaten Musul'un Misak-ı Milli sınırları içerisind� yer alması da bu sebeptendir. c-

Nüfus

Musul Vilayetinde, yani Süleymaniye, Kerkük ve Musul sanc8:­ ğında yerleşik nüfus 503.000 kişi idi. Ayrıca 170.000 kişi kadar göçebe aşiret mensubu vardı. Bu göçebe aşiretler mevsimlere ve ihtiyaçlarına göre, yılın değişik aylarını, Bağdat, Necef, Musul ·ve Diyarbakır'da; ge­ çiriyorlardı. Bunları gerçekten Musul nüfusuna dahil etmek oldukça zor idi (3). İngiliz ve Türk istatisitkleri arasında müslim ve gayri müslimlerin nüfusu açısından fark çok büyüktü. İngilizlerin Türk resmi makamlarına itiraz etmelerine karş.ılık, Osmanhlar Irak Safeviler'den alındığından beri Vilayetin gerçek sahibi olmuşlardı. Askere alma ve vergi mükellef­ leri yüzünden Osmanlılar, Vilayetteki nüfus hareketlerini sıhhatli ola­ rak bilmek zorunda idi. Ayrıca İngilizler, Tel Afer şehrinin ıbir Türk şeh­ ri olduğunu ve Musul'un çevresinde pek çok Türk köyü bulunduğunu ka­ bul ediyorlardı. Çünkü Kerkük ve Erbil bölgelerinde, İngiliz memurlarınca dağıtılan bildiriler İstanbul Türkçesi ile yazılıyordu (4). ·

İngilizler sözü geçen Vilayetin hiç bir zaman gerçek sahibi olama­ mışlardı. Hele Süleymaniye sancağına ne İngiliz memurları, ne de su­ bayları girebilmişti. Bazı İngiliz memurları, Vilayetin ancak bazı yerleTürkey", New York, 1966, s. 298. (3) Nüfus durumu i!;in bkz., Seha L. Moray, "Lozan Banş Konferansı, TUta­ naklar Belgeler" Takım 1, cilt. 1, Kitap 1, Ankara 1969, s. � .

(2) Harry Howard,"The Partition of

( 4.) Seha L . Meray, a,g,e.,

132

s.

345

(2)


SAYI 299

A. ÖZGİRAY

Yn. XXVI

rini dolaşarak, kendilerine göre nüfus sondajları yapmışlardı. Fakat İn­ giltere, I. Cihan Harbinde Irak'ı ele geçirdiğini ileri sürerek fetih hakkı gereğince Irak'ın sahibi olduğunu iddia ediyordu. İngiltere ve Türkiye'nin Musul Vilayeti üzerindeki görüşleri çok farklı olduğu için, Lozan Barış Görüşmelerinin ilk günleri gereksiz tar­ tışmalarla geçti. İsmet Paşa Vilayetin geleceğini belirlemek amacıyla plebisite gidilmesi için Lord Curzon'a baskı yaparken, Lord Curzan da meselenin Milletler Cemiyetinde çözülmesini istiyordu. 31 Ocak 1923'de Musul meselesi Lord Curzon ve İsmet Paşa'nm is­ teği üzerine konferans gündeminden çıkarıldı. Aynı gün Lord Ourzon Lozan'ın Beau Rivage otelinin odasında gayri resmi olarak İsmet Pa­ şa'nın da katıldığı bir toplantıda Musul meselesinin İngiltere ile Tür­ kiye arasında yapılacak müzakerelerle bir yıl içinde çözümlenmesini, eğer

çözümlenmezse, Milletler Cemiyetine götürülmesini önerdi ve bu da uzlaşmaya varıldı (6).

konu­

23 Nisan 1923'te Lozan görüşmelerinin ikinci safhası başladığı za­ man Lord Curzon'ın yerini- mesleği diplomasi olan ve İngiltere'nin ts­ tanbul'daki Yüksek Komiserliğini yapan Horace Rumbold almıştı. İs­ met Paşa yerini muhafaza ediyordu. Musul meselesi tekrar gündeme gel­ di. 26 Haziran 1923'te Musul Meselesinin iki devlet arasında doğrudan doğruya yapılacak müzakerelerle dokuz ay içinde çözümlenmesi karar­ laştırıldı. Bu süre içinde iki tarafta statusqua'ya bağlı kalacaklardı (7). Türk-Irak hududu çok belirsiz ve çok engebeli olduğu için iyi ko­ runamıyordu. Bu foden devamlı olarak çok ciddi sımr olaylan meyda­ na geliyordu. Irak Hükümetinin askere aldığı yerliler Türk tarafına geçmek için, elverişli her fırsattan yararlanıyorlardı. Ancak İngiliz Kra­ liyet Hava Kuvvetleri bu geçişleri engellemeye çalışıyorlardı. Hatta 19 Ağustos 1923'te İngiliz Hava Kuvvetleri Süleymaniye'yi bombalayarak 37 kişinin ölümüne bile sebep olmuşlardı (8). Durum İstanbul'daki İngi� liz Büyük Elçisi Mr. Neville Henderson nezdinde sert bir ş ekilde protes-. to edildi. Mr. Henderson verdiği cevapta, "Mu&Ul Vilayetinin tam amının İngilizlere ait olduğunu, Süleymaniye'nin bombalanmasının statüsqua' yu bozmak anlamına gelmediğini, tam tersine bu bombalamanın yöre -

(5) Seha L. Meray, a.g.e,, s. 344. (6) Harry Howard , a.g,e., s. 300. (7) Harry Howard, a.g.e., s. 301. (8) Seha L. Meray, a.g.e., s. 348.

(3)

133


SAYI 299

TÜRK

YIL XXVI

KÜ LTÜRÜ

halkının güvenliği ile ilgili bulunduğunu" ileri sürdü. Türkiye Lozan And­ laşmasının üçüncü ve dördüncü maddelerine dayanarak bu cevaba itiraz etti. Bu maddeler Türk ve İngiliz Hükümetleri arasında sınır meselesi çözüınleninceye kadar askeri ve diğer vasıtaların harekete geçirilmemesi­ ni öngörüyordu (9). Bu hususta yazışma ve nota alıp verilmesi aylarca sürdü. Bu zaman zarfında her iki hükümet ilk görüşlerini değiştirmedik­ leri gibi aynen muhafaza ettiler. Süleymaniye'yi bombalama olayı, ile­ ride büyüyecek sınır olaylarının sadece ilki idi. Türkiye haklı olarak, İngiliz Kraliyet Hava Kuvvetlerinin devamlı olarak sınır üzerinde keşif uçu şları yaptığın�ileri sürmekte idi. Bu, iki hüküınet arasında ilk sürtüşme sebebi oldu) İkinci sebeb ise, Hristiyan kabilelerin sınır ötesj b ask ınlarıydı .

Türkiye'nin ileri sürdüğüne göre, İngilizler bu kabileleri sadece kış­ kırtmakla kalmıyor, aynı zamanda onlara silah dahi temin ediyordu. Bu konu iki devletin başvekilleri, Türk Başbakanı İsmet Paşa ile İngiliz Baş­ bakanı Ramsey Macdonald arasında doğrudan doğruya yüksek seviyede yapılan görüşmelerde ele alındı. İsmet Paşa 16 Eylül 1924'de Ramsay Macdonald'a

gönderdiği bir faaliyetine dair deliller bulunduğu­ nu belirtiyor. Bu yüzden sınır olaylarının tekrarlanmaması için teminat isti­ yor, aynı zamanda bu işi olup bittilerle, silah kullanmakla çözüınleme yolu­ na gidilmemesini talep ediyordu.

mektupta, elinde İngiliz ajanlarının

İngiliz dış politikası yoğun bir şekilde Musul meselesi iiZerinde toplanmış ise de, hu, İngiliz kamu oyunda fazla ilgi görmüyor­ du. İngilizler de bu meseleyi barışçı yollarla kendi menfaatlerine uygun bir şekilde çözmek için.1 Türkler kadar hevesliydi. Her nekadar

d

-

Tersane Konferansı :

Bunun bir nişanesi olarak İn gilizler, sonradan Irak'a Yüksek Ko­ miser olacak olan Sir Percy Cox'un başkanlığı altında bir delegasyonu _ meseleyi barışçı yollarla müzakere etmek için tstanbul'a gönderdiler. Tersane Konferansı 19 Mayıs - 5 Haziran 1924 atrihleri arasında yapıl dı. Uzun süren müzakereler neticesinde, elle tutulur ve hissedilir bir netice elde edilemedi (1°). Yine de İstanbul'daki görüşmeler her iki ta­ rafın uzlaşmaya istekli old'l.lğunu göstermiştir. ­

(9) c. Bilsel, ''Lozan" tst. 1933, c. II, (10) Kemal Melek, "İngiliz Belgeleriyle

s.

586.

Musuı Sorunu,

tşt. 1Q83,. s.

46.

(4)


SAYI 299

Türk delegasyonu

,

YIL

A, ÖZGİRAY

başkanı

Fethi Bey

konferansı

XXVI

açış nutkunda

"Öyle ümit ediyoruz ki, Lozan'da İngilizler ve Türkler'in uzun uzadıya müzakere etiği bu önemli meseleyi çözmek için tarafları memnun edi­ ci bir noktaya varabiliriz. Esasen konu bu yüzden daha uygun bir za­ mana tehir edilmişti. Bu konunun çözümü gelecekteki İngiliz İmpara­ torluğu ve Türkiye Cumhuriyetinin siyasi ilişkilerini de etkileyecekitr". demiştir . ·

Sir Percy Cox da verdiği cevapta, "Fethi Bey'in söylediklerine ay­ nen katıldığını ve bu gerçekten hareket ederek, önümüzde duran mese­

leyi ortadan kaldırırsak, iki hükümet 1914 yılından önceki ve yıllarca süren samimi ilişkileri tekrar kurar" dedikten sonr ''Biz meseleyi çö­ zemezsek konuyu Milletler Cemiyetine götüreceğiz. Amma bu yol iki ülkenin gelecekteki ilişkilerini oldukça zedeleyecektir'' demekten çekin­ memiştir. Buna rağmen görüşmeler gergin bir havada cereyan etmiş ve

böyle bir ortamda yapılan konfer� hiçbir sonuç alınamadan dağıl­

mıştı.

olan,

İngilizler, Milletler Cemiyetine gitmeden önce, sadece adı Türk ­ Türk Petrol Şirketinin de Musul Meselesi ile ilgili(11) görüşü

nü aldı. Bu şirketi esasen İngilizler kurmuş olup, hisse senetlerinin ço­

ğu İngiliz ve Almanlara aitti. Türk Petrol Şirketi verdiği cevapta,

Mu­

sul'u Türklere bırakmanın Irak'ın çıkarlarına aykırı düşeceğini bildirdi. e

- lUilletler Cemiyetine Gidiş :

İngiltere, 6 Ağustos 1924'de Milletler Cemiyetine müracaat

rek, Musul meselesinin gündeme alınmasını istedi ( 12 ) .

ede­

Milletler Cemiyeti Meclisi 30 Eylül'de toplanarak, Musul meselesini yerinde ince}eyecek bir komisyon kurdu. Türkiye ve İngiltere de komis­ yonda üye bulunduracaklardı. Komisyona seçilen üç kişilik heyet şu isimlerden oluşuyordu : Kont Tekeli, (Macar), .eski Başbakanlardan A. Paulis (Belçika), mesleği dip­ lomasi olan A. Wirsen (İsveç), Türkiye'yi de eski Ordu Müfettişlerinden Cevat Paşa temsil ediyordu (13 ) . Komisyon incelemelerini Ocak ayının ilk yansında Musul ile Bağdat'ta. sürdürdü ve hazırladığı raporu 16 Tem(11 ) Harry Howard, a.g.e., s. 279-297. (12)· Kemal Melek, a.g.e., ş. 47. (13) Ali Fuat Cebesoy, "Siyasi Hatıralar''. İst. 1960, c. il. s. 184. ,

(5)


SAYI 299

TÜRK

YIL XXVI

KÜLTÜRÜ

muz 1925'de Milletler Cemiyetine verdi. Bu raporda şu görüşlere yer ve riliyordu : 1)

Brüksel itibari hattına uyulması,

2)

Irak'ın 25 sene İngiliz mandasına verilmesi,

3) İngiliz mandası devam etmeyecekse Musul'un Türk idaresine hı· rakılması, 4)

İhtilaflı arazi taksim edilecekse Küçük Zap Suyunun hudut

sayılması (bu durumda Musul şehri Türkiye'de kalıyordu) ( 14 ) . Tahkikat Komisyonu Musul'da incelemeler yaparken mahalli hal­ kın bir kısmı Türkler lehine sevgi gösterisinde bulunurken, diğer ba­ zıları aleyhte tezahürat yapıyordu. İngilizler ise bu durumu yakından takip ediyorlardı. Nitekim İngilizler, Türk delegasyonu memurlarından Nazım ve Fettah Beyleri önce tevkif ettirmiş, sonra serbest bırakmış, Cevat Paşa'nın elini öpen mahalli halktan bazılarını dövmeye kalkınca Komisyon Üyesi Macar Kont Tekeli ise müdahale ederek, "Cemiyeti Ak­ van azasının önünde adam dövülmez" demek zorunda kalmıştı ( 15 ) . İngilizler Musul'da Türk aleyhtarlığı propagandasını sürdürürken, Türkiye içindeki gayri memnunları sinsice kışkırtıp, dünya'ya Türki­ ye'yi kendi istikrarını kuramamış problemli bir memleket halinde gös­ termeye çalışıyorlardı. Muhtemelen İngilizlerin kışkırtmasıyla dini görüntü arkasında Kürt Milliyetçiliği için Şeyh Said'i ayaklandırıp (16) Kemalist orduları bu mesele üzerine çekip, Musul'da serbest kalmak için büyük bir mesafe kat etmişlerdi. 17 Şubat 1925'de başlayan Şeyh Sait İsyanı sebebiyle çok sayıda asker Doğu Anadolu'ya sevk edilerek, hem isyanı bastırmak, hem de isyancıların elebaşılarını cezalandırmak için büyük bir hareket başlatıldı. Nitekim isyan Mart ayı sonunda bastırıldı. Ayaklanmanın ele başıları Diyarbakır'da yargılanmaya başlandı ( 17 ) . Mart ve Nisan aylarında Türk Hükümeti kamu oyunda ve basında Musul Meselesini canlı tutmak için geniş bir kampanya başlattı. Çün (14) Ali Fuat Cebesoy, a.g.e., s. 185. (15) Ali Fuat Cebesoy, a.g.e., s. 184-185. (16) Ergün

Aybars,

(17) Bemard Lewis,

136

"İstikW

"Modern

Mahkemeleri'', Ankara

1982,

Türkiye'nin Doğuşu", Ankara

s. 154. 1970.

(6)


SAYI 299

YIL XXVI

A. ÖZGİRAY

kü devrin hükümet yöneticileri, Musul'u Türkiye Cumhuriyeti için her bakımdan çok önemli görüyorlardı. Hatta gerekirse, Musul için harbe girme hazırlıkları yapıyorlardı. Hükümet yetkilileri Mayıs ayında yap­ tığı 'her açıklamada: Doğu Anadolu'da çok sayıda asker bulunduğunu, bu askerlerin Kürt ayaklanması için değil, Irak'taki müphem vaziyet için olduğunu açıkça söylüyorlardı (18). İngiliz Hükümeti bundan hayli etkilenmişti. İngiliz Büyük Elçisi Türkiye Dışişleri Bakanlığını resmen ziyaret ederek, "Türk Hüküme­ tince kamu oyunda ve basında başlatılan Musul kampanyasının Millet­ ler Cemiyeti ve İngiliz Hükümetine bir etki yapmayacağını, aksine Türk halkında yaratılan büyük ümitlerin zamanla boşa çıkması halinde, Türk Hükümetinin kendi kamu oyu önünde, çok zor bir duruma düşebilece­ ğini ileri sürdü". Bu tehdit Türk Hükümeti ve Hariciyesi üzerinde bir etki yapmadı, aksine yaz aylan her gün tansiyonun biraz daha yük­ selmesiyle geçti. Bilhassa basında Milletler Cemiyeti ve İngiltere aley­ hinde şiddetli yazılar yayınlanıyordu. Resmi raporlarda sınır olayla­ rına geniş yer verildiği gibi, söylentiler de alıp yürümüştü. .Hatta or­ dunun Musul'a saldın hazırlıkları içinde bulunduğu bile söylentiler ara­ sındaydı. ·

Bu arada hangi milletten olursa olsun hiçbir kimsenin doğuya git­ mesi yasaklandı. Türk Subayları herşeyi unutarak gelmekte olan savaşı konuşuyorlardı. İngiltere'de bu haberlerden etkilenmiş ve nitekim Son­ baharda terhis edilmesi gereken iki tabur askerini Irak'ta tutmak zo­ runda kalmıştı. Bir taraftan da bazı İngiliz gazeteleri Iraktan İngiliz­ lerin çekilmesi gerektiğini savunuyordu (19). Temmuz ayında Tahkikat Komisyonu raporunu açıkladı. Bu rapor esas olarak İngiliz iddialan lehinde idi ve Brüksel hattını kabul ediyor­ du. Komisyon Üyeleri tarafsız olduklarını belirtmek için Türk tezini des­ tekler göründüğü halde, neticede İngilizleri haklı çıkarmıştı (31). Ko­ misyon Brüksel hattının, Zap Suyuna kadar gelmesini bile uygun bul­ muştu. Hatta, Kürtlere otonomi verilmesini bile düşünüyorlardı. Bu oto­ nomi barışı sağlamayacak, aksine Türkiye'yi Irak'la devamlı çatıştıra(18) R.H. Hoara, PRO. FO. 371/11556/9. TURKEY AHNUAL Repad 192. (19) R.H. Ho ar a

,

a.g.e., s. 8.

(20) Milletler Cemiyeti Meclisinin güttüğü siyaset Türkiye Hükümetinin Lozan da kabul etmediği neticeyi başka nam ve şekiller altında kabul ettirmeye yöne­ likti . (Bkz. , TBMM. Gizli Zabıt Ceridesi, Cilt. 4, Ankara 1985, s. 478). '

(7)

137


SAYI 299

T ÜR K

YIL XXVI

KÜL T ÜRÜ

caktı(21). Bu olaylar, Türkiye'de Musul tansiyonunu 1925'de tekrar yük­ seltti. Çünkü Milletler Cemiyeti Meclisi, Tahkikat Komisyonunun hazır­

ladığı raporu tetkik için üç üye görevlendirmişti. Bu üyelere Türk te­

zini tekrar anlatmak için, Türk Hariciyesi geniş çaplı bir kampanya \ıaş­

lattı. Bu kampanya Komisyon üyesi olan İsveç'li M. Umden üzerinde et­

kili oldu. Bu kişi İngiliz tezini desteklemediği için İngiliz temsilcileri za­ man zaman güç duruma düştü (22). Fakat İngiliz temsilcisi eski bir �ö­ mürgecinin uyruğu olduğu için her güçlüğü aşmıştır. Diğer taraftan Tev­

fik Rüştü Bey yeni fikir üretme yerine, Cemiyet-i Akvamın hukuki du­

rumunu tartışmış, Cemiyetin bir arabulucu mu, yoksa hakem mi oldu­ ğunu tartışma konusu yapmıştı. Eylül ayında, Irak meselesinin yalnız kendisine özgü bir problem olmadığı apaçık belli oldu. Esas mesele bir yandan Rusya ve Komü­ nizm'in, diğer taraftan da Almanya'nın ilerideki politik eğilimini tesbit idi. Türkiye meselesi, bu mesele karşısında çok daha hafif kalıyordu. Tevfik Rüştü Bey'in bu büyük güçlerin arasında Türkiye'ye prestij ka­ zandıracak yetersiz diplomatik çabaları hiçbir fayda sağlamadı. Çünkü Locarno'nın temelleri artık Cenevre'de atılmıştı. Türk Dış İşleri Bakanı Türkiye'nin yalnızlığını, Sovyet Rusya'nın bile son derece etkili oldu­ ğunu, Türkiye'nin etkisiz kaldığını Ankara'daki diplomatlara söylemek­ ten çekinmemişti (23).

f

-

Tevfik Rüştü Bey'in İstanbul Temasları :

Kasım ayının ilk günlerinde, İstanbul'a dönen Tevfik Rüştü Bey, Ankara'ya gitmeden önce, İngiltere Büyük Elçisine Musul Meselesini ikili görüşmelerle, çözümleme teklifini yaptı. Bu teklif Türk basınında,

devamlı işlenen bir konu oldu. Türk basınının İngiltere'ye sempatisi art­

madı ise de, en azından tenkitlerini durdurdular.

İngiltere

Musul mesc-

'

(21 ) İngiltere Musul'un yanısıra, Hakkari İlinin de Irak'a bırakılmasını· istiyordu. Bkz., Atatürk'ün Milli Dış Politikası 1928-1988, Ankara 1981, Cilt. II, s. 115. Türklerin bu kampanyasının Cenevre'de bilhassa C emi yeti Akvam çevrelerinde kötü etki yaptığını iddia ediyorlardı. Zira, Mürsel Pa.şa•nın Hris­ tiyan Asurileri Hakkari ' den başka yere sürmesi ve Türk Dışişleri Bakanının

(22) İngilizler,

bir sene önce "Cemiyeti Akvamın Kararı nasıl olursa olsun bekleyeceğiz. O za mana kadar Musul meselesini alevlendirecek herhangi bir kampanya yürüt­ meyeceğiz" sözüne rağmen, Türk hariciyesi meseleyi karmaşık hale getirecek

hızlı bir politika gütmüştür. R.H. Hoara, (23) R.H. Hoara, a.g.e.,

138

s.

9.

a.�.e., s.9.

(8)


SAYI '199

YIL XXVI

A. ÖZGİRAY

lesinin lehine döndüğünü görünce, Tevfik Rüştü'nün teklifine cevap bi1e vermedi. Hatta bunu Anadolu Ajansı resmi bir bildiri ile kamu oyuna duyurdu. Tevfik Rüştü Bey, Musul meselesini böyle bir usul ile çözmeyi is­ terken, İsmet Paşa bunu· tasvip etmiyor, hatta karşı çıkıyordu. Baş­ vekil İsmet Paşa, Türk Dış İşlerinin yeni meseleler

yaratmasını istemi­

yor, Türkiye'nin iç düzenini bir an önce istikrara kaV'llşturmak istiyordu. Reis-i Cumhur M. Kemal Paşa ve Türkiye Genel

Kurmayı, İsmet

Paşa'nın tutumuna karşı, Tevfik Rüştü Bey'i destekliyordu (24). Tilrk Subayları, İngiliz basınından aldıkları Türk yanlısı haberleri . coşku ile değerlendiriyorlardı: Bi r ara subaylara öyle bir an gelmişti ld eğer Türk ordusu Musul'a yürürse onları

hiçbir kuvvet

durdurama:­

caktı(25). Bu hava Aralık ayında tansiyonu son derece yükseltti. Lakin bu arada Kasım ve Aralık aylarında Avrupa'da olaylar önceden belirlen­ diği doğnıltuda gelişti. 1.-0carno'da Batı Aviupa ile Almanya bir araya gelerek bununla ilgili anlaşma daha sonra 1.-0ndra'da· imzalandı ( 25 ) . Ara­ lık ayında Milletler Arası Daimi Adalet Divanı, Irak s inır meselesine hakemlik yapma yetkisi bulunduğu kararına vardı. Bu sebeple, yine ay­ nı gün Locarno'da Fransa ile Polonya ve Fransa ile Çekoslovakya ara­ sında imzalanalı anlaşmalarla, Fransa sınırlan hakkında garanti verdi{26).

bu iki

devletin Almnya ile olan

Aralı kta Millet­ ler Cemiyeti Meclisi Bürüksel çizgisi doğrult'llsunda, yani İngiliz tezine Türk kamu oyuna bu konuşmalar yansıtılmadı.

16

uygun bir karan ittifakla kabul etti. Bu karar Türkiye tarafından is(24) R.H. Hoara, a.g.e., s. 9 . (25) 16 'Eltjm 1925'de İsviçre'de Locarno' da , Locama Anlaşmaları adını alan bel­ geler imzalandı. Bu belgelerden birincisi Almanya, Belçika, Fransa, İngiltere ve İtalya arasında imzalanmış olup, Almanya ile Fransa ve Almanya ile Bel­ çika ara:sındaki sınırların kesin olduğunu belirtmekteydi. Yine beş devlet ara­ sında imzalanan ikinci bir andlaşma ile de, İngiltere ve ttaıya, birinci andla§­ mayı yani batı sınırları statüsünü garanti altına alıyordu. Bundan sonra, Al­ manya ile Fransa, Belçika, Polonya ve Çekoslovakya arasında ikili hakem anlaşma ve andlaşmaları imzalanmıştır. Görüldüğü gibi, birinci ve ikinci bel­ gelerde Almanya•nın sadece batı sınırları söz konusu olmuştur . Almanya doğu sınırları, yani Polanya ve Çekoslovakya ile olan sınırları hakkında teminat vermemiştir. Güney İrlanda da 1922 yılında İngiltere'yi maddi ve manevi yön­ den hayli yıpratmıştır. Bu yüzden yeni bir askeri maceraya girmek i·stemi­ yorlardı. Bkz., A.Ü. P. Taylor, English History. 1914-1945, Londra 1966, s. 159.

(9)

139


8AYI

299

T ÜR K

K Ü L T Ü RÜ

YIL XXVI

tenmeye istenme�e kabul edildi. Bir kaç gün sonra da, İngiliz temsil­ cilei' meclisi tarafından onaylandı. Türkiye Hariciye Bakanı çıkacak so­ nucu tahmin ettiği için, Milletler Cemiyeti Meclisinin son oturumuna ka­ tılmadı ( 27) . Katıldığı zamanlarda ise zaman zaman sert çıkışlar yap�ı. Hatta Konsey Kararı belirlenmeden önce, Paris'e Rus Hariciye Komi­ seri :Mr. Çiçerin'i görmeye gitti. Milletler Cemiyeti Meclisinin bu kararından 48 saat sonra, Tevfik Rüştü ve Mr. Çiçerin, 17 Aralık'ta Türk-Rus tarafsızlık andlaşmasını yenilediler. Tevfik Rüştü Bey, Türkiye'ye çok başarılı bir diplomat gibi döndü. Yaptığı açıklamada, doğ'llnun tekrar birlik olduğunu, batı Avrupa sal­ dırganlığına karşı bir denge oluşturulduğunu belirtti. Bunlar iyi sözlerdi. Fakat kimseyi tatmin etmedi. 21 Aralık'ta İngiltere Başvekili, kendi Temsilciler Meclisi Üyeleri­ ne, Türkiye Büyük Elçisi Ferit Bey'i makamına çağırdığını, kendisine sağlıklı .Türk-Irak münasebetlerini garanti etmek ve her iki tarafça ka­ bul edilebilecek yol ve usulleri bulmak ve müzakere etmek gerekti­ ğini söylediğini belirtti (28). Böylece, fırtınalı ve sıkintılı aylardan sonra, Musul Meselesi çözümlenme yoluna girmiş oluyordu. h

-

Anlaşmaya Açılan Yollar :

Bu iyimser atmosfer iki ülkeyi de Musul Meselesinde anlaşmaya itin­ ce, iki devlet arasında bir çözüme varılması kolaylaşmıştı. Nitekim 1926 yılı başından itibaren, iki ülkenin bir anlaşmaya doğ­ ru yöneldikleri görülmektedir. İngiltere Büyük Elçisi Sir Ronald Lindsay, İstanh'lll'dan İngiliz Dışişleri Bakanlığına gönderdiği 28 Ocak 1926 ta­ rihli yazısında, Türk meslektaşlarıyla yaptığı görüşmeden anladığına gö­ re, Türklerin Musul üzerindeki iddialarından vazgeçmek niyetinde ol­ duklarını ve savaştan da artık söz etmediklerini bildiriyordu (29). ( 26 ) W.N. Medlicatt, British Foreign Policy, since Ver�ailles, 1919-63, Londra 1968, s. 62-63. (27) Burada neticenin !ngilter� lehinde çıkacağı belli olduğundan, Türkiye buraya

temsilci göndermedi. Bkz., TBMM. Zazıt Ceridesi, İçti ma 38, celse 2, 9. Ocak 1926, s. 108.

(28) RH. Hoara, a.g.e., s. 10. .

(29) PRO. W.H.Hoara, a.g.e., s. 8.

140

(10)


YIL·xxvI

A . ÖZGİRAY

SAYI 299

Sir Ronald Lindsay 2 Şubat 1926 tarihli yazısında, Başvekil İsmet Paşa ile yaptığı· görüşünde, İsmet Paşa'nın "Türkiye'nin toprak ihtirası içinde olmadığını, güvenliği için gerekli olandan fazla bir.şey istemediği­ ni" söylediğini belirtiyordu (3<'). ı)

Para Meselesi :

Esasen _Türkiye'yi fazla sertleşmekten alıkoyan bir engel de İtal­ ya'dan duyulan endişeden ileri geliyordu. Diğer bir engel de, Türk ma­ liyesinin içinde bulunduğu güç durumdu. Andlaşma günlerinde Tevfik Rüştü Bey ile Sir Ronald Lindsay arasında para meselesi üzerinde bazı anlaşmazlıklar o.lmuştur. Türkiye'nin alacağı 500.000 Sterling daha üst rakamlara çıkabilirdi. U21Un yıllar iki devlet arasında süren mücadele ve müzakerelerden sonra 5 Haziran 1926'da Ankara'da Türkiye, İngiltere ve Irak Hükümet­ leri temsilcileri arasında, sınır ve iyi komşuluk Andlaşması imzalan­ mıştır. Bu andlaşmaya uygun olarak, Irak ile dostça ilişkiler yavaş ya­ vaş gelişmiş, iki taraf 1928 yılında karşılıklı olarak elçilikler kurmuş, ilk Irak E1çisi Salih Nishat 16 Ocak 1928'de Ankara4da, ilk Türk El­ çisi Lütfi (Tokay) da Bağdat'ta 21 Aralık 1929'da güven mektupları­ nı devlet başkanlarına sunmuşlardır(31). Irak'ın 1932 Milletler Cemiye­ tine girmesiyle Manda yönetimi de son bulmuştur. i)

Andlaşma :

Andlaşmanın başlıca hükümleri şunlardır(32): Andlaşmanın Birinci Kısmı Sınır ile ilgilidir. 1 Türkiye-Irak Sınırının Milletler Cemiyetinin Brüksel Sınır Çiz­ gisi adıyla benimsediği çizginin Andlaşmaya ekli bir metinde belirtil­ diğini, ancak bunda küçük bir değişiklik yapıldığını, 2. maddede onun haritasının eklendiği açıklanmıştır. -

3. Madde sınırı arazi üzerinde işaretleyecek Komisyonun kuruluş bi­ çimini, kararlarını, çalışmalarını düzenlemektedir. Komisyon 1927-29 yıl­ larında sının işaretlemiş ve bir son protokol düzenlenmiştir. (30) P.R.0. Fo, 371, 371/11459/s. 52. (31) İ·smail Soysal, Türkiye'nin Siyasal Andla§malan Cilt. 1, s. 306. (32) W.N. Medlictt, a.g.e.,

(11)

s.

(1920-1945),

Ankara 1983,

106.

141


SAYI 299

T ÜR K

YIL xxvı

KÜL T ÜRÜ

Bu sınır çizgisinin çağdaş yöntemlerle yeniden işaretlenmesi için, iki devlet arasında 1981'de bir protokol imzalanmış ve bu Irak'tan sonra Türkiye tarafından da onaylanmıştır. 22 Ekim ·Kanunla kurulacak bir ortak komisyonun

331

1981

günü 2545 Sayılı

km. lik sının 1982 yılın­

dan başlamak üzere, üç yıl içinde işaretlenmesi gerekiyordu. 5. Madde ise bu sınırın kesinliğini ve bozulmazlığını belirtmektedir. Sınırın belirlenllJ.esi sonucu, nüfus değişim işi ise, 4. madde ile düzen­ lenmektedir. İkinci kısım, iyi komşuluk ilişkileriyle ilgili olup (madde 8-13) sı­ nırda eşkiyalara karşı alınacak tedbirler,

sınırın denetlenmesinde gö­

revli memurlar ve karma sınır komisyonunun kuruluş ve işlemleri açıklanmaktadır. Genel hükümleri içine alan üçüncü kısma gelince 14. madde 25 yıl süre ile, Türkiye'nin lrak'ın hissesine .düşen pet­ rol gelirinden

'/o 10

pay alacağını belirtmektedir. Andlaşmaya ekli ola­

rak, İngiltere ve Irak yetkili temsilcilerinin Türkiye Dışişleri Bakanı­ na verdikleri mektupta, Türkiye'nin bu payını isterse· 500 bin Sterling nakit olarak defaten alabileceği yazılıdır ki, Türkiye bunu tercih et­ miştir. Bu petrol geliri payı, Türkiye'nin Musul'dan vazgeçmesinin bir kar­ şılığı olarak öngörülmüştür. 15.

Madde tarafların,

suçluların geri verilmesi için

öncelikle bir

andlaşma yapmasını öngörmektedir ki, bu ancak 1932 yılında gerçekleş­ miştir.

16.

Madde, Musul meselesi ortada olduğu sürece

o bölgede Türkiye

yararına çalışmış kişilere güvence vermek ve onları genel bir aftan

ya­

rarlandırmak amacını gfrtmektedir('33). 1. kısım da hükümler kesindir. Sınır değiştirilmemek üzere çizil­ miştir. İyi komşuluk ilişkileri konusundaki ikinci kısım , hükümlerinin 10 yıl yürürlükte kalması öngörülmüş, ancak taraflardan herhangi bi­ ri, isterse bu kısma

2

yıl sonra son verebilme imkanına sahipti. 2 yıl

sonunda, böyle bir yola gidilmediğinden, sözkonusu 2. kısım 18 Tem­ muz

1936

tarihine kadar yürürlükte kalmıştır. ,

(33) Düstur, m. Tertip Cilt. 7, Ankara 1944,

142

s.

1512-19.

(12)


SAYI 299 YIL XXVI A. ÖWİRAY -------------

Taraflar 8 Aralık 1936 günü Bağdat'ta yapılan bir mektup veril­ mesiyle, 1926 Andlaşmasının 2. kısım hükümlerinin yürürlüğünü, yeni bir andlaşma yapılıncaya kadar, süresiz olarak uzatmışlardır. Ancak 2 yıl sonra ona son vermek imkanını da saklı tutmuşlardır. Söz konusu mektupların özelliklerinden biri, İngiltere'nin - Manda yönetimi 1932 yılında sona erdiğinden yalnız Türkiye ve Irak arasında imza edilmiş olmasıdır. Diğer özelliği ise, Andlaşmanın 13. maddesinde anılan Sınır Komisyonunun daha sık ve düzenli toplanmasını öngörmek­ tedir (34).

İki Devlet 1937 yılında SB.d-Abad ma içine girmişlerdir (35 ) .

j)

Paktı içinde

siyasi bir dayanış­

ikili ilişkiler :

1926 yılı, 1913 senesinden itibaren devamlı kötüleşen İngiltere ile Türkiye aar_sındaki siyasi mücadelenin son yılı olarak belirlendi. Mu­ sul anlaşmazlığı, mamafih Türkiye'yi gücendirmiştir amma, diğer ta­ raftan iki devlet arasında çekişme konusu olan son engel de ortadan kalkmıştır. İki ülkenin gazeteleri hala soğukluğunu koruyordu. M. Kemal'in yapmakta olduğu inkılaplar, 1ngiltere'de tam kavran amadı. Hatta, İn­ giltere'de Ankara'mn, Türk Milletinin gelecekteki kaderini etkin bir şekilde kontrol edebileceği şüphesi vardı.

Birkaç yıl puslu havadan sonra, 1929 yılı iki ülke dece diplomatik yaklaşımın başlangıcı oldu.

arasında

sa1

Bir İngiliz Deniz Harp Filosu 1stanbul'a resmi ziyaret yaptı. İngi­ liz Filo Amirali ve büyük elçisi Ankara'ya gidip M. Kemal ile müla­ kat yaptılar. Artık iki devletin birbirlerini anlama yo1u aralanmıştı (36). Türkiye'yi İngiltere'ye tekrar dostça yaklaştıran istek, şüphesiz Türk-R.us yakınlaşmasının şüpheli başarısıydı. Türkiye Cumhuriyeti Mil­ letler Cemiyetine katılmak için çaba sarf ederken, Rusya en büyük gay­ retlerini, Türkiye'nin Milletler Cemiyetine katılmasını önlemek için ya­ pıyordu. İngiliz Deniz Harp Filosunun tstanbul'a yaptığı resmi ziyare(34) İsmail Soysal, a.g.e., s. 308. (35) Düstur, m. tertip C. 18, s. 566 . (36) Edward Reginald, Vere-Hadge, Turklsb Foreighn Policy 1918-lMS, Genevre 1950, s. 64.

(13)

143


TÜ RK

SAYI 299

--------- -- -----

KÜLTÜ R Ü

YIL XXVI

tinin hemen akabinde, Rus Hariciye Komiser Yardımcısı resmi ziyareti takip etti.

Karahan'ın

Türkiye'yi

1924

-

30 yıllan arasında İngiltere'nin

Türkiye'ye ihracattaki payı

�Hl, İthalattaki payı ise %14 olmuş idi. Yani İta lya, Amerika, Almanya, Fransa'nın

gerisine düşmüştür('37).

'Türkiye bağımsız bir devlet olarak batı bloku ile olumlu ilişkilere girme kuvvetini, kendinde hissediyordu. Rus diplomasi girişimleri bu­ nun böyle yapılmasını önlemekte başarısızlığa uğradı.

deııDcillk ve ticare' imzaladı. Böylece iki devletin siyasi,· ekonomik ve mali iliş­ kileri günden güne gelişen bir yola girmiş oldu (38). 1930 yılı Mart ayında Türkiye İngiltere i le

andlaşması

k)

Sonuç :

Irak için bugün dahi askeri, stratejik ve ekonomik et ki gücü çok faz1a olan Eski Osmanlı Musul Vilayeti daha Lozan sulh görüşmeleri esnasında kaybedilmişti (39). Musul'u tekrar Türkiye Cumhuriyetinin bir parçası yapmak için, 1924 senesi ve sonrası, başta M. Kemal, Türk Ge­ nel Kurmay'ı ve Türk Hariciyesi olağanüstü gayret sarf etmelerine rağ­ men, bu vilayet, Türk topraklarına katılamadı. Çünkü, genç Cumhuri­ yetin yeni hariciyecileri, böyle karmaşık bir problemi çözmeye henüz ha­ zırlıklı değillerdi. Bunun aksine İngiliz Hariciyeciler arkasına İngiltere' nin siyasi, ekonomik ve mali gücünü a ldıkları gibi, çok kültürlü ve tec­ rüb"'': clmaluı ve bP. gibi problemleri nasıl çözeceklerini bilmeleri, Mu­ sul'un Türkiye'ye kazandırılmasına engel olmuştur. Ayrıca, dünyanın diğer büyük güçleri, tngilt ere'yi 1925'de Cemiyet-i Akvam'a almak için, insanlık. ve adalete rağmen , Musul Meselesinde yanlı davranarak, İngiltere'yi desteklemişlerdir (40). Böylece Türkiye Bir­ leşmiş Milletler Cemiyeti kararlarında yalnız kalmıştır (41) •

(37) B kz. Yahya S. Tezel, Cumhuriyet Döneminin İktisadi Ta.rUıl, (1928-1930), Ankara 1982, s. 149. (38) Ömer Kürkçüoğlu, "Türk-İngiliz İlişkileri 1919-1926", Ankara 1978, s. 324. (39) Türk Sulh Delegasyonu, Fransızlarla işbirliği yapsaydı; Musul ya kazanılır ya da daha fazla imtiyaz elde edilebilirdi. Bkz. Harry Howard, a.g.e., s. 300. ( 40) W.N. Medlicott, a.g.e., s. 72. (41) Cemiyet-i A kvam MecUsini başlangıçta I. Cihan Harbi'nin galip devletleri oluşturmuşlardır. Amaçları bu mecli.sin siperi altında kendilerine mümkün olan her şeyi sağl.amaktı. Nitekim Suriye'yi Fransa• ya , I rak ' ı İngi ltere •ye verdiler. Bu galipler-in h i m a y esine sığınan mağlup devletler onların himayesi ile iste-

144

(14)


SAYI 299 ···-

A. ÖZG1RAY

yn, XXVI

---.---- ------

Askeri güçle Musul meselesini genç Türkiye Cumhuriyeti ç_özemezdi. tçerdeki Şeyh Sait isyanı bir tarafa, Mussolini'nin, Anadolu topraklan üzerinde büyük ihtiraslan vardı(24). Bu yüzden, İtalya'ya karşı düşman olarak mütayakkız bulunmak gerekiyordu. Buna ilaveten de Cumhuriyetin ilk Başvekili olan İsmet Paşa'nın, zaman zaman İngiliz Büyük Elçisi Lonard Lindlay ile yaptığı görüşme­ lerde "Türkiye'nin toprak kazanma ihtirası içerisinde bulunmadığını, önce iç düzenin kurulması gerektiği" şeklindeki beyanları yukarıda sa­ yılan gelişmelerle birlikte İngilizlerin cesaretine cesaret katarak, Mu­ sul'un bir takım olup bittilerle Türkiye'den koparılmasına vesile teşkil etmiştir(43). Milli Misak'tan fedakarlık edilerek, bu andlaşma ile istenilen bir biçimde olmasa da Türkiye'nin güneydoğu. sınırına kesin bir şekil veril­ miş oldu. Böylece Musul Meselesi Türkiye ile Irak arasındaki bu iliş­ kileri devamlı olarak olumsuz yönde etkileyen, komşusu ile sürtüşmey� sebep olan mesele olmaktan çıkmış ve iyi ilişkilerin sağlanma.Sına vesile teşkil etmiştir. Bu şekilde, iktisadi bunalım içinde bulunan Türkiye, meselelerinden birini yok ederek, daha da rahatlamıştı. Yalnız sınırda Kürtlerin eşkiyalık ve yağmacılık faaliyetleri az da olsa devam ediyordu. Nihayet bu andlaşmayla Genç Türkiye Cumhuriyeti İngiltere ile

10 yıla yakın çatışma dönemini sona erdirerek, Türk-İngiliz ilişkilerini

normal durumuna getirmiş oldu.

diklerini alacaklannı zannederek onların her isteklerini temine çalı§lyorlardı. Kuvvetli bir devlet olan İngiltere ile bu Cemiyete girmeyen Türkiye arasın­ da bir dava olunca, Türkiye lehinde adilane bir karar b eklemek imkansızdı. Bkz, , TBMM. 9 Ocak ı926 İçtima 38. celse 2. s. 107. (42) Hariciye Vekili Şükrü Kaya, 4.2.1925"de TBMM'de yaptığı konuşmada bir gün Musolini'nin kafası esip Anadolu'ya saldırabileceğini, çünkü dünü bugüne uy­ mayan dengesiz bir yapıya sahip olduğunu belirtiyordu. Bkz.: TBMM. Gizli Celse Zabıtları, Cilt. 4, Ankara 1985, s. 478. (43) R.H. Ho ara a,g,e,, s. 9. ,

(l5)

145


DERGİLER m

TÜRKÇÜ

Dr. Fethi TEVETOGLU

Türk Yurdu'nun 1924 1931 yılları arasındaki 11. Seri yayın döne· minde, Türk ilim, fikir ve san'at alanında değerli eserler vermiş, öğren­ ciler yetiştirmiş birçok ünlü Türkçü'nün, Türk milliyetçisinin dergi yalı kadrosunu oluşturdukları görülmektedir. -

Yurdun her köşesine şfı.'beler açıp yayılan Türkocağı ve sayısı yüzbinleri aşan Ocaklı Türk aydınlarının büyük bir ilgi ile okudukları (TÜRK YURDU), bu yıllarda Cumhur�yet rejimine ve Türk Inkılabı'na büyük destek olarak Türk ilim, kültür ve san'atına çok yararlı hizmet· !erde bulunmuştur. Türkocağı ve Türk Yurdu tarihinin bu yıllara ilişkin bir önemli tarihi belgesi, Atatürk'ün imzasını taşıyan şu (İcra Vekilleri Karan) 'dır : Karar Nwnarası

:

1186

Oniki senedir halkçılık ve milliyet düsturlarını memleketin en uzak köşelerinde neşr ve ta'mime çalışan �kocaklannın ifay-ı vazife husu·

sunda daha ziyade mazhar-ı teshilat olabilmesi zımnında men&fi-i umô.­ miyeye hadim cemiyetler meyin.ına idh8Ji idil Cemiyetler Kanunu'nun onyedinci maddesi mucibince tasdik olunması talebini havi Di.hiliye Vekaiet-i celilesinin 8 Eylül 340 tarih ve Emniyet·i Umô.miye Müdüriyeti 17744/4498/30185 numaralı tezker esi teri. Vekilleri Heyeti'nin 2/12/340 tarihli ictiıniµıda ledelkrae Türkocakları'nm menMi.-i-umô.miye'ye hidim olduğu kabul edilmiştir . 2/12/MO Türkiye Reisicumhuru Gazi Mustafa Kemfil BıışveMl ve Müdafaa..i Milliye Vekili

Ali Fethi 146

Adllye Vekili Mahmud Es'ad

Di.hiliye Vekili Recep

(16)


F. TEVETOGLU

SAYI 299

YIL XXVI

Ziraat Vekili Hasan Fehmi Sıhhiye ve Muavenet·i İctiıni.iye Vekili Dr. Mazhar

Maarü Vekili Sara@ğlu Şükrü

Maliye Vekili Must.ıfa Abdulhak Ticaret Vekili Ali Cenaııi

Nana Vekili Feyzi

Mübadele, i'mar ve İskan Veka.Ieti Vekili Receb 1

Şükrü Saraç oğlu'n un Milli Eğitim Bakanlığı zamanında alınmış bu karardan sonra, Hamdullah Subhi Tannöver'in ikinci kez bakanlığa ge­ lişinden sonra da Ocaklarla ilgili bir mühim karar alınmış ve teşkilata gönderilmiştir. Milli Eğitim Bakanlığı'nın ilgili kuruluş ve me'murlarına yayınladığı bu ta'mim ( genelge) ise şudur : ( 10) "İcra Vekilleri Hey'eti'nin '3 Mayıs 1341 (1925)

alınan karan aşağıya kaydediyonıın

ti.ıihli ictimiında

:

Harsi ve medeni inkişMatımız da başlıca avi.milden addolunan Türk· ocaklan'nın vazifelerinde muvaffak olmalarını te'mine çalışmak hükfu:ne· tin siyasi ici.hatındandır. Alelumum rüesay-ı idi.renin Türkocaklan'na müzaheret-i mütemadiye ile muavenet eylemeleri ve bunların terakki ve teki.müllerine çalışmaları matlub ve mültezemdir.''

Üç sene denberi imparatorluğun Türklük aleyhine teessüs etmiş aki· delerine rağmen millet ve milliyet fikirlerini ne şr ve telkine a'mmi mu· vaffakiytle çalışmış ve bugünkü· milli idi.renin ve inkilabın düsturları için ma'nevi zemini hazırlamış olan Türkocaklan hakkında her suretle muave­ nette bulunmanız tamamiyle mahalline masruf bir hizmetinz olacaktır •

118.rsi ve ilini sahada uzun seneler meşk.Ur gayretleri milli

11\üessesenin

inkişafına

çalışmak halk

.

sebkat eden

ve hükfunetin muhtaç olduğu

en es.aslı istinadgfilılardan birin takviye ve i'la etmek demektir. Bu i'tibarla sizin ve bütün meslekdaşlanınızın milli şuurun intibah ve teessü· sünde bezi-ettiği mesii.i ile tarihi bir mevkii olan Türkocağı hakkında. daima müzaheretlerini rica ederim efendim. Maarif Vekili Hamdullah Subhi 23 Nisan 1341 (1925) P erş emb e günü Ankara'da yapılan Türkocak ları !kinci Kurultayı'nda, kuruluşun Merkez Hey'etine seçilenler başında ·

(10) Türk Yurdu, Haziran 1841, Clld: Il, Nu.

(17)

2,

ss.

259/260. 147


SAYI 299

T Ü R K

K Ü LTÜRÜ

YIL

XXVI

(Latife Gazi Mustafa Kemfil Hanımefendi) bulunmaktadır. Diğer üyeler ise şunlardır ;,--Mehmed Emin (Yurdakul) Hamdullah Subhi (Tannöver) Ağaoğlu Ahmed Mahmud Celal (Bayar) Mustafa Necati

Vasıf (Çınar) Reşid Galib

İhsan Muhiddin Baha ( Pars) Rıdvan Nafiz Osmanzade Hamdi Türkocağı İkinci Kurultayı'nın seçtiği bu Merkez Hey'eti üyeleri, 17 Mayıs 1341 (1925) Pazar günü toplanarak, Latife Gazi Mustafa Kemal Hanımefendi'yi Fahri Başkanlığa seçmişlerdir. Ocak Başkanlığı'na Ham­ dullah Subhi, Umumi Katibliğe Muhiddin Baha, Muh8.sibliğe ise tş Ban ­ .ırnsı Umum Müdürü Mahmud Celal Bey'leri seçmişlerdir. Bu seçimler sonucu gönderilen şu yazı ve telgıraflar, Türkocağı Tarihi'nin önemli belgeleri arasında dır : ( 11 ) Latife Gazi Mustafa Kemaı Hanıınefendi'ye Pek aziz ve muhterem Hanımefendi Hazretleri, Merkezi Hey'et geçen Pazar günü akdettiği bir ictima'da zat-ı 8.1.iniu kendi azası arasında görmekten mütevellid biss--i ütihar ve teşekkürünü kayd ettikden sonra hey'etimiz Riyi.set-i Fahriyesi'nin taraf-ı ismeti.ne­ lerinden kabulünü :rica etnıeğe karar vermiştir. Müstesna mevkii i'tib&­ riyle olduğu kadar şahsi evsaf ve liyakatiyle de kalbimizde çok mümtaz bir mevkii olan büyük hemşiremizin bu intihabı tasvill ve kabul etnıesiııi rica ederek Merkezi Hey'et'in ihtiri.ınat-ı mahsusasmı arz ve tekrar ede­ rim efendim. 18 Mayıs 341 Merkez Hey'eti niınma Hamdullah Subhi (11 ) Türk Yurdu, Temmuz 1341, Cild : Il, Nu. 10,

1'48

s.

S'7S.

(18 )


S AYI 299

F. TEVETOG-LU

Bu yazıda belirtilen (Türkocağı Fayri Başkanlığı) 'na Latife Hanım'ın seçilişini kuşkusuz Atatürk de uygun bulmuş olacaklar ki, Hamdullah Subhi Bey'e şu cevab yazılmıştır : Ankara

:

24i}ı5/341)

Türkocakları Merkezi Hey'eti Riyaset-i Aliyesi 'ne Muhterem Beyefendi ; Fahri Riyasete intihab suretiyle Merkez Hey'eti'nin hakkımda gösterdiği teveccühten son derece mütehassısım. Muhterem arkadaş­ larnna teşekkürümün ve 'Sel8.mlarımın ibia.ğını jrica ede rim efendim.

Latife Gazi Mustafa Kema.I

Türk Yurdu'nun Onbeşinci yılında, Ekim 1341 (1925) 'de başlayan III. Cildi, yine 16 x 23 cm. eb'adındadır ve Müdürü : Nihad B ey' dir . Ayda ve iki ayda bir olarak Ankara'da Yeni Gün Matbaası'nda basılmıştır. Top­ lam 644 sahifedir : Numara : 13, Teşrin-i-evvel ( Ekim) 1341) ( 1925) , 1 - 128 sahife. " " " " "

14, Teşrin-i-sani (Kasım) 1925, 129 - 244 sahife. 15, Kanun-u-sani (Ocak) 1926, 245 - 356 sahife. 16, Şubat 1926, 357 - 468 sahife. 17, M art - Nisan 1926, 469 - 548 sahife.

: 18, Mayıs - Haziran 1926, 549 - 644 sahife.

Bu cildde yazıları bulunanların adlan alfabetik olarak şunlardır

Ağa.oğlu Ahmed, Ahmed N8.zını, Ahmed Rasim, Ahmed Zeki Velidi, Akç.uraoğlu Yusuf, Ali Rıza Seyfi, A.S., Ayas tshaki, Ayetullah , Bartold, Vasili Vladimiroviç (Wilhelm Barthold ) , Emin Abid, Emin Receb, Enis Behiç, Faruk Nafiz, Gazi Paşa (Mustafa. Kema.I Atatürk)., ishak Re'fet, izzet IBvi, Kadiroğlu Mehmed, Mehb:ıed Nihad, Mübarek Galib, Ömer Bedreddin, Re'fet Avni, Rıza Nur, Sadri Mah:sudi, Shiller (Friedrich von) , Strindberg (August) , Süreyya Hulusi Hanım, Veled Çelebi, Yahya Si.im, Yakub

Kadri, Zakir

Kadiri.

Türk Yurdu II. Seri'sinin 3. Cildindeki yazılardan seç diğim iz bazı ör­ nekler ise şunlardır : Akçuraoğlu Yusuf : (Asri Türk Devleti ve Münevverlere Düşen Vazife) (ss. 1-16) ; V.V. Bartold' dan çeviren Ragıb Hulusi : (Moğollar Ti.­ rihine Medhal) ( ss. 17-'26 ve 191-202) ; Veled Çelebi : (Müst.esııi Gtizeller)

(19)

149


S AYI 299

T Ü R K

K Ü L T Ü R Ü

YIL XXVI

(ss. 27-37 ve 325-334: ) ; Ali Rıza Seyfi : (Kırgızlar ve Memleketleri) (ss. 38-40, 154-158 ve 258-260) ; Ayas İshaki : (Bütün Türklerde Yüksek Bir Türk Dilinin Vücuda Gelmesi Mümkün müdür ?) (ss. 48-56 ve 148-153) , (Tür1' Kadim) ' (ss. 335-342) , (Arab ve Latin Alfabelerini Mukayese) (ss. 421-4:32 ) , (Züleyha - 5 Perdelik Dram) ( ss. 76-90 ve 203-217) ; Re'fet Avni : (Azerbaycan Şairleri) (ss. 108-114) ; Sadri Maksudi : (Çinlilerin Huvey-Hu dedikleri halkın Orhun Kitabeleri'ndeki Tokız Oğudann aynı olduğuna dür izahat) (ss. 218-231) ; Gazi Mustafa Kemi.l Paşa: (ffitabe) (5 Kasım 1925 Perşembe günü Ankara Hukuk Mektebi'nin açın.ıası tö­ reninde ıyaptıklan konuşma ( ss. 129 - 132 ) ; \Ahmed Zeki Velidi : (Türk Efsanelerinde Milli Alametler) (ss. 134-147) ; Dr. Rıza Nur : (Babür) ( ss. 376�390) ; Ağaoğlu Alımed : (Tarihi Devirler Arasında Milliyet) (ss. 534-537) , (Cemaat) (ss. 54:9-563) , (Üç Medeniyet). (ss. 261-273, .357-373 ve 469-481 ) , (Cemaat) (Cild : iV, Nu. 20, ss. 97-106) ; izzet Ulvi : (Al­ sancak :- tstikli.l Harbi Hik8.yelerinden) (ss. 396-402) ; Yi.lmb Kadri : (Türk Halk Edebiyatı) (ss. 245-251 ) ; Emin Abid : (Muisır Azerbaycan Edebiyatı) (ss. 281.ı290 ve 434-44:3 ),; F8.ruk Nafiz : (Han Duvarları - Şiir) (ss. 256-280) ; Enis Behiç : (Kalbin Gülleri - Şiir) (Cild : m, Nu. 17, Mart 1926, s. 532 ) ; Emin Receb : (Türk Kanı - Şiir) (ffitabe - Gazi Paşa'ya) (ss. 291-192 ) ; Süreyya Hulusi : ( Türk Kadınının Türk İçtimaiyatındaki Mevkii) ( ss. 457-460) ; Zakir Kadiri ; (İdil-Ural Boyundaki Türk Lehçeleri Hakkında Bir Tahlil) ( ss. 309-322) , ( Şimal Türk LehQeSine Osmanlı Türkçesinin Te'siri), (ss. 616-625) ; Ahmed Rasim : {İnkıl8.b'm Muhtelif Mfuıalan) (ss. 501-508, 565-572 ve iV. Cild, 265-279) ; Veled Çelebi : (Ha­ nımların Ta'birat-ı Mahsusası) (ss. 509-51:6) ; (Alim ve Mütefekkir 'Üs­ tadımız Ağaoğlu Ahmed Beyefendi'ye Edebi Arz.q IDUimdir) (ss. 5 74- � ) . Türk Yurdu'nun 2. Serisi'ndeki IV. Cild, Temmuz 1926 - Kanun-u-evvel 1926 tarihleri arasında düzenli olarak 6 sayı çıkmıştır. Sayı Nunıarası 19 24'tür ve toplamı 576 sahifedir. Nihad B e y' in müdürlüğünde, İstanbul'da Kader Matbaası'nda basılan bu sayıların ikincisinde (Nu . 20, Ağustos 1926) , Türk Yurdu'nun Mes'ul Müdür'ü Cemil Behçet Bey olmuştur.

Bu altı sayıda yazıları bulunan şunlardır :

yazarların alfabe

sırasıyla adları

Abdullah Battal (Senid Battaloğlu Abdullah) , Ağaoğlu Ahmed, Baha Said, Bartold, Prof. v.v., Başkırdistanlı Abdulkadir (tnan) , CeliU S8.hir, Emin Abid, Ertuğrul Emin, Feyzullah SScid, Hamid Sa'di, Hasan Cemil, Muallim fficri, Köprülüzide M. Fuad, Mehmed Emin, Kaymakam Mehmed Nihad, Necib Asım, Ömer Bedreddin, Rıza Nur, Si.mih Rıfat, Yahya Si.im.

150

(20)


SAYI 299

F. TEVETOCLU

IV. Cilddeki yazılardan seçtiğimiz örnekler şunlardır

·

:

YIL

XXVI

,.

( M'.ehmed Emin : (Ey Beşerin Çarpan' Kalbi -Şiir-) , (C. iV, Nu. 19, s. 1) ; Rıza Nur : (Türk Takvimi) (ss. 2-17) ; Köprülüzade Mehmed Fuad : (Eski Serhadlerimizde Edebi Hayat ) (18-23) , ( Ahmed Fakih) (289295) ; Başkırdıstanlı Abdülkadir : (Türk Şaın8.nizmi'ne Aid) (ss. 25-34) , (Türb Mitolojisi'nde ve Halk Edebiyatı'nda Kadın) (ss. 305-313) ; Abdul­ lah Battal : (Rusya'daki Türk Cumhuriyetleri) (ss. 36-50, ll9-132, 254264, 433-444, 524-534 ve C .V . , ss. 169- 180 ve 464-476). ; Mehme d Nihad : (Milli Ordu ve Mill etin Vazifeleri) (51-67) ; Hamid Sa'di : ( Tahtacılar) (211 � 217) ; BaJhasanoğlu Necib Asım : (Dil Hey'eti) (296 (301) ; V eled Çelebi : (Kamani� Fethi Münasebetiyle) (68-76) , (Kamani� Feryadna­ mesi) (111-118) ; Prof. V.V. Bartold : (Türkiyat 88.hasında En Evvel Na­ zar-ı Dikkate Alınacak Mes'eleler) (ss. 385-402) ; Baha Said : (Türkiye'de Alevi Zümreleri - Tekke Aleviliği - ictimai Alevilik) , (ss. 193-210, 325360, 404 _, 421 v e 481 - 492 ) ; Ahmed Zeki Velidi : (Türklerde Hars Buhranı) ( ss. 494-509 ) ; Süleym an Fikri : (Teke V"ıli.yetinde Tahtacılar) (ss. 477489 ) ; (Trabzon Türkocağı'nın Köy Cimilerinde Okunan ve Halk V7.e­ rinde Çok İyi Te'sirler Bırakan Türk� Hutbesi) ( ss. 286-287) ; (Müftü· oğlu Ahmed ffikmet'in ölümü) (ss. 527-528) . Türk Yurdu'nun 2 . Seri ' si n i n V. Cildi, Ocak 1927 tarihinden - Haziran 1927 tarihine kadar altı ay düzenle çıkan 25. - 30. sayılardan oluşmakta­ dır. Derginin 16. yılını teşkil eden bu cildin toplam sahife sayısı 624'tür. Cemil Behçet Bey'in müdürlüğünde, Ocak 1927 tarihli 25. sayısı Baya­ zıd'da Kader Matbaası'nda basılan Türk Yurdu'nun Şul;ıat sayısı tstan­ bul'da Ahmed İhsan Matbaası'nda basılmıştır. 27, 28, 29. sayıları ise ts­

tanbul'da Orhaniye Matbaası'nda basılmışlardır. Mayıs 1927 tarihinde çıkan 29. Sayıda derginin Mes'ul Müdürü Enver Bey'dir. Bu cildin 30. nu­ maralı olan son sayısı (Merhum Ahmed ffikmet'iiı Hatırasına ithaf) edil­ miştir. Müdür, yine Cemil Behçet Bey'dir ve 96 sahifelik dergi Orhaniye Matbaası'nda basılmıştır. Baştan aşağı Müftüoğlu Ahmed Hikmet için kaleme alınmış yazılarla doludur. Bu özel sayıda, Büyük Türkçü Müftü­ oğlu hakkında kaynak bilgi ve hatıralar toplanmış bulunmaktadır. V. Cild'de yazısı bulunanlar şunlardır :

Abdullah Cevdet, Ahmet ihsan, Ali Suad, Atabekli Naci, Baha Said. Celili Sahir, Enis Behiç, Feyzullah sacid, Hamid Zübeyir, Hasan Cemil, Hasan Fehmi, Hıfzı Tevfik, Hikmet Şevki, Hüseyin Avni Lifij, ishak He'fet, Ismail S afa , Kowalski, Köprülüzade Ahmed Cemfil, Köprülömde Mehmed Fuad, Kilisli Rıf'at, Mecdi Sadreddin, Mehıned Rauf, Müftüoğlo

(21)

151


SAYI 299

T Ü R K

YIL XXVI

K Ü L T Ü R Ü

Ahmed Hikmet, Necib Als:ım, Neş 'et Ömer (irdelp) , Orhan Rahmi , Sü· leyman Fikri, Yusuf Şerif. Bu ciltten seçtiğimiz örnek yazılar , şunlardır : Baha Said : (Aıı adolu'da Gizli Ma'bedler : Nuseyriler ve &>:ri.r-ı Mezhebiyeleri ) (ss. 6-27 ) , (Bektaşiler ) (ss. 128-140, 196-216 ve '305-341 ) ; Köprülüzade Mehmed Fuad : ( Profesör Wilhelm Thomsen) (ss. 1-5) , ( Muhammed Bin Kays ve Eseri) (97-100) , (Ali Şir Nevi.i ve Te'siri.tı) (234- 238 ) ; Ali Suad : (iktisadiyyatta Milli Hars) ( ss. 4-0-50) , (İktisadi Musahebe, " ( 158-168 ) , ( iktisadiyyattan ) (219-227) , (Milli iktis8.diyyatta) (Sultan Veled ile Mui.sır iki Türk ( 342-351 ) ; Kilisli Muallim Rıf'at : Şam ) (ss. 64-68 ) , (Aşıkpaşazi.de T8.rihi) ( 391-396) ; Atabekli Naci : (Obanın Şenliği) (85-93) ; Hamid Zübeyir : (Türk Adlarına Dair Araş­ tırma) (ss. 118-126) , (Mevlevilikte Mutbah Terbiyesi ) (280-286) ; H. Avni Lifij : (Muasır Ressamlık ve Nazariyeleri) ( ss. ( 228-232 ve 454463 ) ; Hasan Fehmi : (Otman Baba Veli.yetııamesi) (239-244 ) ; Necib Asını : (Su) ( ss. 449 - 453) . (Türkocaklan Merkez Hey'eti Bini.sının Te· mel Atma Merasimi, 21 Mart 1927 Pazartesi ) (ss. 289-296) .

Türk Yurdu'nun Haziran 1927 tarihli 30. ( Müftüoğlu Ahmed Hikmet özel Sayısı ) 'ndaki yazılar şunlardır :

Ceıaı Sahir : (Ahmed Hikmet) (529-536) ; Necib Asını : ( Ahmed Hikmet) (537-538 ) ; Veled Çelebi : (Müftüoğlu Ahmet Hikmet) (538-542) ; Yus uf Şerif : (Ahmed Hikmet) , (542-544 ) ; Ahmed İhsan : ( Ahmed Hik­ met) (545-547 ) ; Eni s Behiç : (Ahmed Hikmet) (547-549) ; Hıfzı Tevfik : (Ahmed Hikmet'e Dair) (550-551 ) ; Hikmet Şevki : (Ahmed Hikmet ve Ge•çlik) ( 551 ) ; Mecdi Sadreddin : ( ölümden Bir Ay Evvel ) (552-553) ; Mehmed Rauf : (Ahmed Hikmet'in ölümü Münasebetiyle) (576-579) ; Müftüoğlu Ahmed Hikmet : (Şeyh Galib) (554-571) � (Türkçemize Dair) (572-575) ; Akdes Nimet : (Osmanlı - Türk Halk Musildsi) ( 605-609) . Türk Yurdu'nun 2. Seri'sinin Temmuz 1927'de yayımlanan 31. sayı­ sında Müdür : Enver Kamil'dir. Eylfıl 1927 - Ocak 1928 arasında derginin 21 x 281 cm . eb' adında ve bazı başlık, imza ve şiirlerinin Arab harfleri ya­ nında Latin harfleriyle yazılmaya başladığı görülmektedir. 1928 Ağus­ tos'unda çıkan 202 - 8,. sayıda dergi müdürü Ferid Celal'in Atatürk'ün son­ suza kadar değerli kalacak kitabı (NUTUK ) için kaleme aldığı ( MUHAL·

LED KiTAB) LESi) konulu

( ss. 1-2) başlıklı yazısının adı ve yine makalesi ( ss. 9-10) , Latin

203 - 9. sayıda da ( Aks - i

152

Seda)

(MiLLİYET MES'E­

harfleriyledir.

ve (Kara Koyun) yazı ve

Bu örneklerin masallanyla

(22)


SAYI 299

YIL XXVI

F. TEVETOGLU

tekrarlandığına rastlanmaktadır.

Ekim 1928 tarihli

204- 10. sayıda çı­

kan izzet Ulvi'nin Ocaklılara ithaf edilmiş ( SÖNMEZ ATEŞ )

( s; 3) şiiri

ise bütünüyle Latin harfleriyle dizilmiştir. Türk Yurdu ' ndaki bu ilk Latin

alfabe denemelerinden sonra dergi Şubat

1929

tarihinde

çıkan 12-1'4.

( 206-208) sayılarından bu yana bütünüyle yayımını yeni harflerle sür­ dürmüşdür. Türk Yurdu başlığının altında ise : "Türkocaklarının fikirl e­

rini neşreder aylık mecmuadır" cümlesi yer almaktadır.

3 - 23. Cildin toplam sahife sayısı 546'dır. 4-24. Cild ise 387 ve 5 - 25 . Cild toplamı 330 sahifedir. Bu dönemde Türk Yur du 'nun Yayın Müdürü Ferid Celal, Sorumlu Müdürü ise genellikle Mustafa Uluğ'dur. 10 Nisan 1931 Cuma günü Türkocağı'nın kapatılması sonucu Türk Yurdu dergisi de yayımına son vermiş ve bu uzun ara 1942 Eylül'üne k adar sürmüştür. Bu cildlerde Türk Yurdu yazı kadrosunda şu imzalar vardır :

Abdülhak Şinasi ; Afet (İnan) , Oğuzlardan Muallim ; Ağaoğlu Ah­ med, Ahmed Muhib ( Dıranas ) , Ahmed N8.zını, Aka Gündüz (Enis Avni) , A.M., Arif Hikmet, Ateşoğlu A. Polat, Viyolonist : Bedri, Beh�t Keıni.l (Çağlar ) , Cafer Seydahmet ( Kırımer ) , Celfil Nuri (ileri) , CeliU Si.bir ( Erozan ) , Celal Tekin, Cevad Memduh (Alnar) , 'Elczan Yozsef, Ercüınend Ekrem (Talu ) , Ernst Egli, Es'ad, Falih Rıfkı ( Atay ) , F8.ruk Nafiz ( Çam­ lıbel)., Fehmi Hikmet, Ferah Niyazi, Ferid CeW. (Güven) , Feyzullah Sacid, Halid Fahri (Ozansoy ) , Halid Turhan, Hilide Nusret (Zorlutuna) , Halinı A. Malik, Halim Hüsnü, Hamdullah Subhi ( (Tannöver) , Hamid Zübeyr (Koşay) , Hasan Cemil ( Çambel) , Hasan Fehmi, Dr. Hasan Ferid (Cansever) , Haydar Rüşdü, Mi'mar Hikmet, Hikmet Şevki , Hilmi A. Ma­ lik, H.Z., ishak Re 'fet, İsmail Safa, İvan Manolof, izzet Ulvi, Karako­ yunluoğlu Midhat Ömer, Kemfil Lokman, Kemfileddin Karni, Kerküklü Rasih, Kilpatrick, Dr. W., Köprülüzade M. Fuad, Kösemihalzade Mahmud Ragıb, Mahmud Yesari, Maurioo Lanvel, Mediha Mithat Ömer, Mehmed Asını. Mehmet Emin ( Yurdakul ) , M. Emin ( Erişirgil) , Mehme d Firuk, :Mehmed Safvet, Prof . Mesareş, Midhat Ömer, .ö., Nahid Sırrı ( örik) , Necib Asım (Balhasanoğlu) , Necib F8.zıl (Kısakürek) , Nevzad Celal Nu­ reddin İbrahim , Nurullah Ata (Ataç) , N.N., N.S., Pakize Ahmed, Perihan Hasan Cemil ( Çambel ) , Ramzey, William Michel, Remzi Oğuz (Arık) , Reşad Nuri (Güntekin ) , Reşid Saffet, Ruşen Eşref (Ünaydın) , R.S., 88.mih Rıf'at, Selim Sırrı (Tarcan ) , Süleyman Fikri, Tolmai Vilmaıs, Vasfi Mahir (Ko­ catürk) , Yahya Siim, Ya'kub Kadri (Karaosmanoğlu) , Z8.kir Kadiri (Ugan ) , Zeki M'es'ud, M. Ziya (İstanbul Meb'usu) , Ziyaeddin Fahri Fın· dıkoğlu ) , Ziya Gökalp. (23)

153


SAYI 299

T Ü R K

K Ü L T Ü R Ü

YIL XXVI

Bu ciltlerde çıkmış önemli yazılardan yapdığımız seçmeler şunlardır :

Mehmed Emin : (Mustafa Kemü - Şiir), ( 1-195, s. 2 ) , (Eğridir Gö· lü'nün Kıyısında Nesir) ( 11-205) , ss. 3-4) , (Mazlfun Ruhlar) (15-16/209210, ss. 3-5 ) , ( Esir) ( 1 7-18/211-212, s. 4 ) , (Gençliğe Kaside) ( 19-213, ss. 3-4) , ( Şerefli Mezarlar ) ( 20-214, s. 3 ) , (Orakçı Kadınlar) ( 21-22/215-216, ss. 3-5). (Yalnız Gözyaşları) ( 23-217, s. 3 ) , (Zamanın Nağmesi) (24-218, s. 2 ) , (Tell'in ölümü) (Cild : 4-24, Sayı : 25-219, ss. 1-2 ) ve (Esirin Ruyası) ( 27-28/221-222, ss. 5-6) ; Hamdullah Subhi : (Eski Anadolu ve Sör Wiliam Michel Ramzey ) (204-10, ss. 18-119 ) , (Aşk ve Onun Eseri) ( 10-204, ss. 31 - 32 ) , (23 Nisan 1930 Türkocaklan Merkez Binasının Açılma Nutku) ( 20. Yıl, Mayıs 1930, Sayı : 29-223, Cild': 4-24, ss. 1-14) , (Türkocağı'nın Tarihçesi ve iftiralara Karşı Cevaplarımız) ( 2'0. Yıl, - Kanftn 1930, Sayı : ( Sayı : 19-213, sş. 36-<230, ss. 1-23, Cild : 5-25).; (Putlar Nasıl Kırılır ) 61-68 ) ; Ferid Cela.I : (Beşinci Kurultaydan Sonra) (4-198, ss. 1·3 ) , (Mu­ halled Kitab) ( 202-8, ss. 1..12) , (Milliyet Mes'elesi) (s. 9-10) , (Aks-i Seda) ( 203 -9, ss. 1-2 ) , (Vatan Dershaneleri) (205-11, ss. 1-2) ; izzet Ulvi : (Yeni Türk Harfleri Münasebetiyle) (200-6, ss. 1-3 ) ; Selim Sım : (Türkocakları ve Bedeni Terbiye ) ( 5199, ss. 25 - 29 ) ; Ziyaeddin Fahri : (Halk Edebiya­ tına Aid Bir Menkibe) ( 1-195, ss. 53-56) , (Hars Tedkikine Menba'lar) (13 -197, 53-57) , (Anadolu Edebiyatı) ( 4- 198, ss. 288 - 30) ; Zakir Kadiri : (Türklerin Kavmi ve Kabile"i Terkibi Mes'elesi) (8-202, ss. 15-19) , (Tiirk Lisanına Dair Tedkilder) ( 10-204, ss. 33-35) ,, (Mukayese-i Edyan Dmi) ( 7-201, ss. 30-35 ) ; l\.erküklü Rasih : (ilk Türkler) (9-303, ss . 14-18 ve ll-'205, ss. 7-10) , (ilk Tiirk Aşiretleri) (11- 205, ss. 16-17) ; Necib Asını : (Türk Sayıları Üzerine Bir Deneyiş) ( 7-201, ss. 11-137) ; Hamid Z'libeyr : (Memleket Harbi ve Halk Edebiyatı) ( 7-201, ss. 41-43 ) ( 11-205, ss. 18-19) , Anadolu'da Horoz Ağıtı) (8-1202 ) , s. 11 ) , (Kütahya Çiniciliği Hakkında) (9-203, ss. 19-21 ) , (Orta Oyununa Dair ( 10•204, ss. 8-17 ) , (Alişar Haf­ riyatı ) ( 11-205, ss. 2()213 ) ; Necib Asım : (Uygur Alfabesi) (Sayı : 15-16/ 209/-210, ss. 10- 20) , (Midhat Paşa'nın Vatandan Çıkanlması) ( 23-217, ss. 22-24) ; Hi.mid Zübeyr : (Dil Yenileşmesine Di.ir) (17•18/211-212, ss. 23-28) ; Wiliam Michel Ramzey : (Kıymetli Bir Mektup - Ankara'da Ham­ dullah Subhi Beyefendi'ye) ( Sayı : ll-2'05'in 32/33. sahifeleri arasına ila­ ve) ; Midhat Ömer : (Gazi'ye Aid Hatıralar) ( 12-14/206-208, ss. 41-45 ) ; Maarif Vekili Hamdullah Subhi: (Büyük 'Üstad Necib Asını Bey) (8-202, ss. 24-25) ; Ahmed Haşim : (Dağ Yolu) ( 7-201, s. 36) ; Yakub Kadri : (Bir Hatibin Kitabı) ( 7- 201, ss. 37-40 ) ; Hasan Cemil : (Dağ Yolu) (8-202, ss. 30-32 ) ; İbrahim Alaaddin : (Dağ Yolcusu), (8-202, ss. SZ...34 ) ; Hakkı Şevki : (Dağ Yolu) (8-202, ss. 34-35) ; Hakkı Sühi.: (Dağ Yolu'nun iz154

(24)


SAYI 299

F. TEVETOGLU

YIL XXVI

lerinde) (8-202, ss. 35-37) ; CeW Nuri : (Dağ Yolu'nda Bir Ziyafet ) (8202, ss. 37- 39) ; Orhan Seyfi : (Dağ Yolu) (8-202, s. 39) ; Midhat Cemal : ( Başka Bir Türkçe) (8-202, ss. 39-40) ; Ruşen Eşref : (Bir Seciye ve Bir San'at -Dağ Yolu'na dair ) (9-2'03, ss. 34:-38) ; Reşad Nuri : (Dağ Yolu) ( 10-204:, s. 36) ; Mehmed Emin (Erişirgil ) : (Dağ Yolu) ( 10-204, ss. 3637) ; Cevdet Kadri : (Dağ Yolu) ( 10-204, ss. 37-39 ) ; Hamid Zübeyr : ( Macaristan'da Türk Tarihine Dair İntişar Eden Yeni Bir Eser) (8-202, ss. 20-22 ) ; Midhat Ömer : (Mustafa Kemfil'i İdrak) ( 12-14/206-208, ss. Tatbikatını Kolaylaştırmak İçin 21-23 ) ; (Gazi'mizin Yeni Harflerin Başvekalet-i Celaleye Tebliğatı, Ankara 21 Eylfil 1928) (203-9, ss. 39-40) .

(25)

155


TÜRKLER HAKKINDA YAPILAN MENFi PROPAGANDA VE lFTiRALAR

Prof. Dr. A. Selçuk ÖZÇELIK

Bir ferdi olmakla şeref huyduğumuz Türk Milleti , tarihin muhtelif devirlerinde ve hatta zamanımızda, yabancı bazı ilim ve fikir adamla­ rının haksız iftira ve isnatlarına, eleştirilerine , maruz kalmıştır. Bu if­ tira ve ithamların yapılmasının altında çeşitli psikolojik ve tarihi se­ bepler yatmaktadır. Zikri geçen sebeplerden bazıları , kanaatımızca, şöy­ le sıralanabilir :

1 - Türklerle giriştikleri s avaşlarda yenilgilere uğramış olmak ; 2 - Bazı kavimlerin ve bunlardan bir kısmı arasında gerçekleşen ittifakların emperyalist emellerine 'set çekmek ;

3 - Türklerin müslüman olmaları ve İslıimiyeti kabul ettikten son­ ra İslam din ve medeniyetine gerek askeri , gerek ilmi bakımlardan kat­ kıda bulunmaları ;

4 - Osmanlı Devletin i ve daha sonra kurulan Türk Devletini yı­ kıp parçalamak için, Türk düşmanlığını , Türkler aleyhindeki isnat ve iftiralan, birer araç olarak kullanmak , şeklinde 5 zetlenebilir. Biz bu yazımızda sözü geçen isnat ve iftiralardan bir kesit sun­ mak istiyoruz. Merhum İsmail Hami Danişmend1e göre , Türklerin bütün tarih boyunca uğradığı iftiraların başlıcaları şu , birkaç asla irca edi­ lebilir :

1 - Mongoloid denilen sarı ırka mensubiyet iddiası ; 2 - Ya­ hudi ,

Hristiyan ve Müslüman dinlerine

teşkil eden Ye'cuc taifesiyle

Türk ırkının

göre birçok

hurafelere ko:f!U

birleştirilmesi ; 3 - Tip iti­

bariyle Nesnas adı verilen bir canavar şeklinde tasvir edilmesi ; 4 Yamyamlık isnadı ; 5 - Medeni kaabiliyetten ve zekadan mahrumiyet iftirası ; 6 - Türk diline fakirlik izafesi ; 7 - Türk ve mongol dillerinin menşe birliği iddiası ; 8 - Siyasi kaabiliyetsizlik ve idaresizlik isnadı ( * ) . ( * ) İsmail Hami Danışmend ; Türklük Meseleleri, İstanbul 1966, sh.

156

113.

(26)


A.S. ÖZÇELİK

SAYI 299

YIL XXVI

Merhum İsmail Hami Danışmend'e göre, bunla;nn önemi, bu iftira­ ları tertip edenlerin zihniyetlerini göstermesidir. özellikle orta zaman­ ların Hristiyanlık taası;ubunu ifade hafifleri iniquissimos Turcos ( gaddar barbarlar ) Türklerin sarı

eden bu hakaret kelimelerinin en

( gaddar Türkler)

ve Iniquissimi Barbari

gibi küfürlerdir. ( mongoloid )

ırka mensubiyeti hakkındaki nazariye,

ilk önce hicretin sekizinci ve miladın on dördüncü asrının ilk senelerin­ de lran'da tedvin edilmiştir. müslüman

hükümdarı

O

Gazan

zaman İran' a hakim olan Moğolların ilk· Han ,

vezaret

makamına

medan'lı yahudi hekimi Reşidüddin'e C8.miu't-tevarih

çıkardığı

He­

isminde meşhur bi '.'

kitap yazdırarak bunun muhtelif ciltlerinin muhtelif yerlerinde Moğol ve Türk ırklarını aynı bir menşede birleştiriyordu. Gazan H an'ın bundan maksadı, Çingiz'in zuhuruna kadar Asya Tarihinde

hiçbir mühim rolü

olmayan Moğol J.rkına Türk Tarihinin mefahirinden hisse çıkarmaktı. "İnsan Irklarının Eşitsizliği üzerine Deneme"

( Essai sur l 'inega­

lite des races humaines ) adlı eseriyle ırklar arasında medeni kabiliyet bakımından bir nevi mertebeler silsilesi ihdas Gobineau'nun "Gobinizm" sarı

ismiyle her

tarafa

eden meşhur Kont

de

yayılan mesleğine göre ,

ırka mensubiyet demek , beyaz ırkın medeni kabiliyetinden mah­

rumiyet demekti. Haçlı seferlerinden sonra Türklere karşı, Hristiyan Dünyasında be­ liren düşmanca zihniyetin · böyle bir iddiadan faydalanacağı gandalarına böyle bir iddiayı da mesnet

ittihaz edeceği

ve propa­

tabü idi . Ni­

tekim muhtelif Avrupa ve Afrika milletlerinin kitaplarında bile Türk­ lerin hala sarı ırka mensup gösterilmesi, böyle bir tarihi ve dini taas­ subun eseri olarak karşımıza dikilmektedir. Türkler aleyhine yapılan isnatlarda Yahudi ve Arapların da rol­ lerine rastlanmaktadır. Mukaddes kitaplarda Ye'cuc ve Me'cuc ismiyle zikredilen cemaatlar hakkında Hristiyan ve Müslüman kaynaklarında ne kadar efsane varsa Yahudilerle Araplar bunların hepsini Türk ırkına isnad etmişlerdir. Mesela Hicretin sekizinci asrında yaşayan İmam Hazin , Arap tef­ sirinin bu husustaki izahlarını özetleyerek Ye'cuc ve Me'cuc'un Türk ırkı demek olduğunu kaydettikten sonra, bunların işinin gücünün Dünya­ yı tahripten ibaret olduğunu , bir kısmının çam ağacı b oyunda, bir kıs­ mının yüz yirmi arşın eninde ve yüz yirm i arşın boyunda, diğer bir kısmının bir kulağını yatak bir kulağını yorgan yapacak şekilde ve ni-

(27)

157


SAYI 299

T Ü R K

K Ü L T Ü R Ü

YIL xxvı

hayet başka bir zümrenin de yalnız bir karış boyunda olduğundan bah­ seder ( * ) . Zaten doğuda ve batıda Türk istilaları hep işte bu Ye'cuc ve Me'­ cuc akınlarıyla tefsir edildiğinden, dehşet içinde kalan mağlup millet­ ler, bütün bu hurafeleri Türk tipine izafe etmekte elbirliği ediyor ve gittikçe bu efsaneler belli başlı bir edebiyat dairesi vücuda getiriyor­ du. Miladın birinci ısrında meşhur Yahudi tarihçisi Josephe Flavius Ye'cuc ve Me'cuc ismini İskit camiasına uyguladığı gibi, sekizinci asır müelliflerinden Aethicus da "Cosmographia" adındaki eserinde Türk ır­ kının Ye'cuc ve Me'cuc neslinden olduğunu ilan etmişti. Bazı Arap müel­ lifleri de, Ye'cuc ve Me'cuc'un bir kolu olan "Nesnas" taifesinin uzun ve kısa olarak iki kısma ayrıldığından, çengel gibi tırnakları, canavar gibi dişleri olduğundan bahsederler. Çenelerini dev çenesine benzetip bütün vücutlarının kıllarla kaplanmış olduklarını söylerler. Tabii böyle durumlar, öz�llikle müslüman olan bazı Arap 3.limlerinin , islamiyet'i Haçlı ordularına karşı savunmuş, ilim ve medeniyet alanında tslam'a hizmet etmiş Türkler hakkında çirkin iftira ve isnatlarda bulunmaları, bizleri üzmektedir. Yahudilerin, İslam'a karşı giriştikleri Haçlılar sal­ dırılarında Türklerin tokadını yemiş olan Hristiyanların ve diğer Müs­ lüman olmayanların bu çeşit isnatlarda bulunmalarını ise yadırgama­ maktayız. Çünkü onları böyle harekete tarihi kinleri sevketmektedir. Doğuda ve Batıda Türk istilfiları hep işte bu Ye'cuc ve Me'cuc akınla­ rıyla izah ve tefsir edildiğinden, dehşet içinde kalan mağlCı.p milletler bü­ tün bu hurafeleri Türklere. izafede elbirliği ediyor ve bu efsaneler git­ tikçe belli başlı bir edebiyat çemberi vücuda getiriyordu. Ayrıca çirkin ve şekilsiz göstermeye kalkıştıkları Türklere bir de yamyamlık isnadı da ortaya çıkmıştı. Şark Hristiyanlarının süryani, batı Hristiyanlığının latin, Arapların İslam ve tran Edebiyatnda buna ait birçok fıkralara rastlanır. Bu arada ·şu hususa da işare t etmek gerekir ki, Türklere yamyam­ lık isnad eden ortazaman Avrupalıları, onbirinci asırda ilk Ehli salip tarafından Antakya kuşatıldığı zaman, ellerine geçen Türk casuslarını kesip pişirerek büyük bir iştahla yemiş olduklarını bizzat kendileri muhtelif belelerinde itiraf eylemişlerdir (** )

( * ) Ismail Hami Danişmend : a.g . e., sh. 115- 116. ( * * ) İsmail Hami Danişmend : a.g .e., sh . 116- 117'den naklen J.F. Michoud

liotheque des Croisades, cilt : 2, sh. 555 ve müt .

Bib­


A.S.

SAYI 299

YIL XXVl

ÖZÇELİK

Buraya kadar özetlem eye çalıştığ ımız Türkler aleyhi nde k i eski İran , Arap ve Çi n iddiaları yanında, on dokuzuncu ve yirminci asırlardaki Av­ ru p a - Hristi yan müelliflerinin iddia ve isnatlarını ve bunların çeşitli ül-· kelerde, hatta bazı tslam ülkelerinde başka şekillerde de olsa, bir propaganda vasıtası olarak tekrarl andığını ve sergilendiğini . görmek­ teyiz. Batı kamuoyunun fikir babaları olan bazı mutaassıp yazarların: ve müelli flerin yayın yoluyla aleyhim i z e propaganda yapmalarının çeşitli sebepleri olduğuna i �aret etmem.iz gerekmektedir. Bu sebepler şöyle sı­ ralanabilir :

1 - Türklerin Orta-Asya'dan göç le ri sırasında Avrupalıların raha­

tım ve huzurlarını kaçırmış olması ; 2 - Türklerin Avrupa'daki akınları ve Paris'e dan Batı Dünyasının tedirgin oluşu ;

kadar uzanışların­

3 - Türklerin İslam'a ilim, fen ve medeniyet alanlarında olduğu kadar askeri alanda da hizmet etmesi ve tslam ülkelerini istila eme­ lini güden haçlı sürülerini durdurması, onlara engel olması ; 4 - özellikle on dokuzuncu ve yirminci asırlarda s iyasi mülaha­ zalarla, yani emperyalist amaçlarla Avrupalıların oı;manlı İmparator­ luğunu parçalama yoluna gitmeleri ve bu yolda başarı sağlamak için de İmparatorluğun kurucusu olan ve idare sorumluluğunu elinde bulundu­ ran Türkleri hedef ittihaz e tmeleri ;

Bu maksatla Türklere karşı çeşitli yayın vasıtal arıyla gi riştikleri propagandanın yoğunlaştırıldığı başlıca noktalar şunlardı : Türkler sarı ırktandır. Sarı ırk aşağılık bir zümredir. Ve bu ırka mensup olanların zihinleri, zekasızlık derecesinde ağ ır ve kabadır. Do­ layısıyle Türkler Turan menşeli olup, göçebe ve zalim bir güruhtur. Her çeşit değiş i kliğe ve terakki fikrine düşmandır. İslam Medeniyeti Arapla­ rın eseridir. Türkler, Arap Meleniyetinin merkezlerini mahvetmişler ve hakimiyetleri ile Arapları kalkınma imkanlarından mahrfun bırakmış­ lardır. Klasik ve barbar zalim tipini muhafaza etmekte olan Türklerin Avrupa'da kalmalarına katlanmak, Avrupa'nın Hristiyan Meden iyet i için bir lekedir. . Türkler Avrupa'dan koğulmalıdır ( * ) . Bu

konuda örnek olarak, Gustave S lomberge'nin "Bizans'ın Suku­

tu" adlı eserinden birkaç cümle nakletmek istiyoruz :

(*)

(29)

Enver Ziya Karal

:

Osmanlı Ta rihi , Vill . Cilt,

"Biimci

Meşrutiyet ve İstib­

dad Devirleri" 1876-1907, Ankara 1962, sh. 552.

169


SAYI 299

T Ü R K

K Ü L T Ü R Ü

YIL XXVI

"Yed-i Ilahi'ye ( Allah'ın eline ) emanet edilmiş bu mukaddes Şeh­ rin feryadını kör Avrupa duymadı. Türk

padişahının

veren si­

ürperti

lueti , etrafındaki sarıklı münkirlerin gazabı ile Bizans surları önünde belirince, İsa'nın ruhsuz ve kansız �ocukları kendi nefsaniyetlerinin içinden başlarına kaldırmadılar. Onlar Ruh-ül Kudüs'ün en ağır cezası­

Mukaddes Roma­ her tarafı Hrist iyanl ığ ın ebedi

na yakından uğrayacaklardı. Barbar Türklerin atlıları Cermen

İmparatorluğunun merkezine

kadar

dayanacaklar,

kan ve ateş içinde bırakacak, kliselerin üzerinde

işareti salibi parçalayarak, yerine Muhammed'in işareti hilali taka­ caktı. Bu Türkler, Hristiyanlık A leminin teslisten ayrılan asi ruhlarını te'dib için Allah'ın gazabı olarak gönderilmiş barb arlardı. Ruh-ülkudüs, Hristiyanlık vahdet ve selabet-i diniyesini kaybettikçe, bu kavmin kah­ redici , zalim ve haşin eliyle onları te'dib etmeye kararlı idi . "

sayın Cemal Kutay tarafından yayınlanan bir "Şifasız Kin" başlığını taşıyan yazıdaki bu cümlelere, sa­

Değerli tarihçimiz dergiden (* )

yın Kutay şu satırlarla şahsi mütaleasını ilave ediyor : " . . . Bu s atırlar, Ortaçağdan zamanımıza kalmadı.

Hayır . . .

Bu satırlar,

Balkan Harbi

içinde , Engizisyona rahmet okutacak bir barbarlıkla masum Türkler kitl e halinde öllürülürken neşredilen ve altında Akademi azalığı titri olan ünlü Fransız Tarihçisi

adlı

Güstav Slomberje 'nin "Bizans'ın

Sukutu''

eserinden alınmıştır. Bunun gibi ,

Birinci

Dünya

Savaş ının

önce, 1917 yılında, Fransız Tarihçisi Rene

sona ermesinden bir sene Pinon, bir kitap yayınlamıştı .

Bu kitabın adı, "Restauration de l 'Eure>pe Politique= Siyasi Avrupa'­

"Osmanlı İmparatorluğu nun Tas­ bölümünde, hasta adamın, yani Türki­ ye'nin s adece bir müzmin hastalıkla ölmüş değil, büyük savaşa atılmak­ la kendi kendini öldürmüş , yani intihar etmiş olduğunu söyledikten s on­ ra, bu , kol ve gücüyle çalışmaktan b�ka meziyeti olmayan milletin, ar­ nın Yeniden Kuruluşu" idi. Bu kitabın

fiyes i " başlığını verdiği beşinci

tık Avrupa'da değil , fakat Küçük Asya'da da yapacak işi kalmadığına

i�aret etmiş ve bu insanlığın başına bela olmak için geldikleri Türkistan sah­ ralarına, Orta Asya'ya sürgün edilmelerinden bahsetmiştir. Bu zata göre , bundan başka, Anadolu'nun Türkler

tarafından la­ topraklarında, Millet Ce­ İtalya mandas ı altında , Anadolu'nun Türkler ta-

yıkiyle bakılmamış ekilip biçilmemiş m iyetin in himayesinde ,

( * ) Tarih Konuşuyor

birçok

"Aylık Tarih Mecmuası" , Ekim 1964,

Cilt 2,

sayı 9, sh.

682'd en naklen.

160

(30)


SAYI 299

A.S.

ÖZÇELİK

YIL XXVl

rafından ezilen Ermeni ve Rum azınlıklarına da beraber yaşama hakkı ve imkanı gösterilmeliydi. Yine Birinci Dünya Savaşı esnasında B. Bareilles isminde bir Fran­ sızin çıkardığı "Türkler : İmparatorlukları ve Politika Komedyaları" ad­ lı kitabının son satırlarında şu cümleler vardı : "Asya'nın baş belası olan Türkler, devlet olarak ortadan kalk inalıdırlar. İstanbul İtalyan, Arap, Yunan, Fransız ya da herhangi bir devletin olabilir. Fakat Türkiye'nin malı olmamalıdır. Bu temizleme işi gerçekleştiği gün Anadolu'da dağıl­ mış olan Ermeniler, Suriyeliler, Rumlar, Süryaniler, bugün b inlerce, b in­ lerce dağılmış oldukları Amerika'dan

dönerek, tekrar eski topraklarını

elde edeceklerdir. " Yukarıda bazı satırlarını naklettiğimiz bu korkunç fikirler yaban­ cı tarihçi ve yazarlarda bazen sinsice, bazen açık açık ve hayasızca ifa­ desini bulmakta ve Türklerin yeryüzünde müstakil bir devlet halinde ya­ şamalarının lüzumsuz ve hatta insanlık için zararlı olduğu teması, işlen­ mektedir. Türklerin uğradığı iftiraların bir diğeri de

medeni kaabiliyetten

mahrumiyet, zekasızlık safsatasıdır. Bu ciddi olmayan ve çirkin safsa­ tayı ileri sürenler içinde ondokuzuncu ve hatta yirminci asır Avrupa müsteşriklerinin mühim ve en meşhurları bile vardır. Mesela on doku­ zuncu asrın tanınmış filimlerinden Girad de Rialle bunlar arasında bu­ lunmaktalır. Bu zat, mongollar gibi , Türkleri de sarı ırka nisbet ede­ rek hepsini birden aşağılık bir zümre s ayar. Ve bunların zihinlerinin zekasızlık derecesinde ağır ve kab a olduğunu ifade eder. Yirminci asır Alman filimlerinden Von le Coq ".da

koyu ve mutaassıp bir Türk düş­

manıdır. Doğu Türkistan Medeniyetini Türk irkına bir türlü yakıştır­ mak istemeyen Von le Coq'a göre , o parlak medeniyeti kuranlar Türk olamaz. Çünkü Türkler medeniyet kuramaz. Hatta bu kadarla da ye­ Eski Arap ve Acem şairlerinin beyazlıklarıyla güzellikle rlıii

tinmez.

methettikleri Türklerin b ile sırf beyaz ve

güzel

olduklarından dolayı

Türk olmamaları gerektiğinden, Türk ismi verilen bu b eyaz güzellerin herhalde Türkleşmiş birtakım Hind-Avrupalılardan ibaret olması gerek­ tiğinden ve sonuç olarak Mısırda güzel san' atları inkişaf ettiren Tolun ve Baybars gibi Türk hükümdarlarının da kesinlikle barbar, yani Türk olmayıp sırf medeniliklerinden

dolayı türkleşmiş

olmalarına hükmet­

mek zaruretinden bahseder. Bu ve bunun gibi gülünç ve şirkin iftiralara biz Türkler gülüp geç­ sek de Türk olmayanlar ve özellikle Türk düşmanları gülüp geçmemek-

( 31 )

161


T Ü R K

SAYI 299

K Ü L T Ü R Ü

YIL xxvr

te ve bu iftiraları özellikle kültürel ve siyasi alanda Türkler ve Türk­ lük Dünyasının son müstakil kalesi olan Türk Devletinin, yani Tiirkiye­ ınizin parçalanmasını sağlamak b akımı n da n bir vasıta , olarak kullan­ mak i stem e kte dirle r . Kültürel bakımdan Türkler hakkında çeşitli eserlerde, Batı'da ve hatta maalesef b azı İslam ülkelerinde yu k arıda zikredilen ve edilme­ yen bazı fikir babalarının etki si altmda kalarak gazetelerde, dergilerde, kitaplarda ve özellikle genç ve k örpe di mağl arı eğiten ders kitapların­ da Türkler hakkın da çok menfi pro pagan dan ın yapıldığı gözler önünde serili bulunmaktadır. Hri sti yan Aleminde mevcut bulunan bu tür yayı nl arı ve aleyh i­ miz de yaz ı lmı ş kitap, ders k it apl arı ve makaleleri bir dereceye kadar normal karşılıyoruz. Bunlar elini taassupları dolayısiyle ve Haçlı se­ ferlerinde tslam'ı müdafaa yolunda Türklerden yedikleri ağır darbele­ rin tesirini ve acısını unutamamaktadırl ar. Ancak asıl garip olan ve bizi üzen husus, tsıam ülk ele ri n de ve bazı Afrika'daki müslüman mem­ leketlerde okull arda okutulan d ers kitaplarında Türklerin ( Osmanlı Dev­ letinin ) tslam memleketlerini, idareleri altın dayk en sömürdükleri ve em­ pe ryalist emellerini gerçekleştirdikleri iddialarının yer almasıdır. Bu, bizi daha fazla yaralamaktadır. Hatta bu ülkelerde aleyhimizde yapı­ lan yayınl arın, Türklerin. Ermenilere zulüm yaptı kları ve onları kat­ lettikleri yolunda bir is ti kamete kaydırılması hususunda gayretler gös � terildiği ve Ermenilerin bu tür prop agandal arın yapıl m asını s ağlamak yoluna gittikleri de müşahede edilmektedir. Bu

tür menfi p ropagan da ve gayretler

milletiyle

bütünlüğünü p arç al am a k

Türk Devletinin ülkesi ve yolunda mesafe almak istemektedir.

Ondokuzuncu ve yi rminci asırl arda c ereyan eden ol aylarda Türkle rin H ris tiy anl ar tarafından veya e mperyalist devletlerce maruz bıra­ kıldıkları zulümlerde, Batı Dünyasının her zaman mazlum Türklerin aley­ hine takındıkları tavırlarda, bu menfi propagandaların çok geniş ölçüde rol oynadığı inkar edilemez bir gerçektir. ­

Keza Türklerin Kıbrıs'ta, Batı Trak ya' da

ve Bulgaristan'da uğra­ takındıkları tavırlarda, bu

dıkları zulümler karş ısınd a yaıbancıların faktörün geniş ölçüde rolü olduğunu da hatırdan

çıkarmamak gerekir.

Bu menfi ve asılsız iddiaları cevapl amak ve çürütmek için ve tarihçilerine büyük görevler düşmektedir.

Türk

ilim adam l arına

162

(32)


SAYI 299

A.S.

Ö7.ÇELİK

YIL XXVI

Bunun yanında devlet olarak, özellikle İslam ülkelerindeki .ders ki­ tapları nd aki yanlış l ıkl arın düzeltilme sin i sağl am ak hu su sund a, ittihaz edilmesi gereken bazı k ararl ar ve tedbi rler vardır. Bil i ndiğ i gibi, tslam ül kelerinden yabancı ülkelere tahsil için genç­ ler, Avrupa memleketlerine veya Ameri ka 'ya gönderilmektedir. Tarih ilmi öğrenimi yapanlar için de durum budur. Yani bu gençler, okuduk­ ları ülkelerde, yanlış ve kasıtlı bilgilerle mücehhez olarak yeti ştiril­ mekte, ülkelerine ak ademik Unvanları aldıklarından sonra döndüklerin­ de, yazdıkları e s erlerde ve ders kitapl arınd a, tesir altında kalmış ola­ rak, . Türkleri , vaktiyle. hakimiyetleri altınd a iken, sömürmüş olan em� peryalistler gibi göstermekte, kamuoyunu ve oralarda yeni yetişmek te olan gençleri Türk dü şmanı haline getirmektedirler.

Yukarıda b elirtildiği gibi, durum Batı Dünyas ı için de aynıdır ve hatta daha ileridir. Bu hal karşısında devletçe, etkili bir kültür poli­ tikası yolu çizerek , ona göre hareket etmek gerekir, k anaatınd ayız .

Şöyle ki : İslam ülkeleriyle yeni kültür andlaşmalan yaparak ve­ ya mevcut andlaşm al ara bazı yeni hükümler ekleyerek, bu ülkelerle aramızda kültü rel mübadele programına önem vermek, özellikle tarih alanında ü niversite mezunu gençl ere burslar tahsis ederek, onların Tür­ kiye'de doktora yapmalarını sağlamak, bu gibi kimselerin memleketi­ mizdeki gerçek tarihi kaynakları, arşiv belgelerini incelemelerine im­ kan vererek hakikatı görmelerine yardımcı olmak, böylece yavaş ya.: vaş aleyhimizdeki havanın lehimize çevrilmesini sağlamak yoluna git­ mek doğru olur. Aynca uzman ve yetkili kimselerden müteşekkil muhtelif konfe­ rans hey' etleri tertiplemek, bunları başka ülkelere gönderip, oralarda yapılacak toplantılarda bu hey'etlere mensup kişilerin konferanslar ver­ melerini sağl amak , yabancı y azarlar ve fikir adaml arıyl a anlaş arak bu ülkelerin yayın organlarında tarihi ve aktüel gerçekleri aydınlatıcı ya­ zılar yazmalarını temin sureti yle aleyhimizdeki havayı düzeltmek yo­ luna gitmek, herhalde faydadan hS.li olm asa gerekir.

(33)

ıea


KAŞKAYLAR

Bebı;.ıet

.

Kemal YEŞlLBUBSA

Türk tarihinin el değmemiş nice bakir sahaları vardır. işte bu sa­ halardan biri de Kaşkay Türk boyudur. Şüphesiz bugüne kadar, Kaş­ kay Türk adı ya hiç duyulmamıştır veya herhangi bir kitle iletişim ara­ cında duyulmuş olsa bile kısa bir süre sonra unutulmuştUT. Çünkü Kaş­ kay adı gerisinde size herhangi bir şey hatırlatacak ne bir yazılı ta­ rih1 ne bir folklor araştırması, ne de bir sosyolojik inceleme vardır. iş­ te bu sebeple Kaşkaylı soydaşlarımızı, Anavatandaki soydaşlarına ta­ nıtmayı kendime bir ödev kabul ettim. Tarihimizde nice Türk boyu vardır ki adlarını sahip oldukları hay­ n va larının renklerinden almışlardır. işte Kaşkaylar da bu geleneğe uy­ muşlardır. Kelimenin kökü olan "Kaşka" Türkçede at, koyun ve sığır gi)Ji hayvanların alnındaki akıtma demek olduğu gibi Çağataycada par­ lak ve yiğit anlamlarına da gelmektedir. Ayrıca W. Radloff lugatinde Kaşka, "alnı beyaz lekeli at" manasındadır. Bu bilgilere dayanarak araş­ tırmacılar, Kaşkay adının "Kaşka" kelimesinden türediğini kabul et­ mişlerdir. Yani alnı beyaz lekeli atlara bindikleri için, bugüne kadar Kaşkaylar olarak anılagelmişlerdir. Bugün Güney tran'da yaşayan Kaşkayların ilk yerleşim yerlerinin burası olmadığı, yapılan araştırmalar sonucu anlaşılmıştır. önceleri Do­ ğu Türkistan'da yaşayan Kaşkaylar, III. yüzyılda Kuzeybatı tran'a ge­ lerek Azarbaycan bölgesinde yurt tutmuşlardır. Fakat daha sonra, XVI. yüzyılda Güney tran'a göç ederek şimdiki yurtları olan Fars eyfiletine yerleşmişlerdir. Kısa sürede bu bölgedeki aşiretlerin en kalabalığı ve en . nüfuzlusu olan Kaşkaylar, bu özellikleri ile de büyük bir bölgeyi göç sa­ hası olarak işgal etmişlerdir. Kuzeybatıda Bahtiyari, batıda Ki'ih-Gıluye ve Mamasani, doğuda da Hamse aşiretleri ile komşu olan Kaşkaylar, kışı Basra Körfezi kıyılarındaki sıcak bölgelerde, yazı ise, kuzeydeki Zag­ ros ve Elburuz dağlarının serin yaylalarında geçirirler. Bu suretle Kaş­ kayların enine-boyuna yayıldıkları bölge, yarım ay şeklinde Kara-Ağaç

164

(34) •


B.K. YEŞİLBURSA

S AYI 299

YIL XXVI

ırmağı kıyılan boyunca uzayan saha ile buraya giren Arap, Ferrasbend, Firuzabad, Hineşur kasabalarını ve İsfahan-Şiraz yolu batısındaki çevre ile Şikanrud ve Melbur ırmaklarının üst mecrasını sınırlan içerisine almaktadır. Bu göç sahası İran hükümetince son zamanlara · kalar "Vi­ layet-i Kaşka'i" adı ile ayrı bir idari bölgeye ayrılmış ve 15 kazaya bölünmüştü. Son araştırmalara göre, Kaşkay Türk boyunun 55 oyınağa ayrıl­ dığı tesbit edilmiştir. Bu oymaklardan Şeşbölük

(6000 hane) , Derşuri

( 5000 hane ) , Keşkuli ( 3000 hane ) , Amele ( 3000 hane ) , ve Farsimadan ( = Farsça bilmeyen, 2000 hane) en büyük olanlarıdır. Her biri ayrı ayrı sahalarda uzmanlaşmış olan bu oymaklardan, Derşuri oymağı cins atlar yetiştirmekle, Keşkuli oymağı en iyi ve en güzel halı ve kilimleriyle ta­ nınmaktadırlar. Amele oymağı ise, doğudan 1lhan' a ( aşiret reisine) bağ­ lı olup, onun hizmetinde çalışır. Halaç , Mayat, Ali Beğlü, Şeyhvand, Feyli, Kelband, Faraband ve Liravi gibi yerleşik hayata geçen oymak­ ların yanında tarihi oymaklar da mevcuttur. Ciddi bir sayım yapılmadığından veya İ ran resmi makamlarının ger · çek sayılarını bildirmekten kaçındığı Kaşkayların nüfusları da bugüne kadar kesin

olarak ortaya konmamıştır. Aynca verilen rakamlar da

hane sayısı olarak verildiği için gerçek sayılan yerine yaklaşık nüfus­ ları tahmin edilebilmektedir. Bu sebeple Kaşkayların nüfusları hakkın­ da tam ve doğru bir rakam vermek zordur.

1870 yılına kadar 60.000 aileden fazla ol­ 1871-1872 kıtlığından sonra 12.000'e düştü­

Lord Curzon Kaşkayların duklarını fakat, bu rakamın

ğünü yazmaktadır. Demorgny 1913'de onları 64.300 hane olarak kay­ detmiştir. Ayrıca Demorgyn Kaşkaylarının aynı tarihte 19.000-20.000 ka­ M.E. Resulzade I. dar süvari asker çıkardıklarını da kaydetmektedir.

Dünya Savaşı başlangıcında Ka:şkaylann 350.000 civarında olduklarını

ve her an savaşa hazır 40.000-50.000 arasında atlı asker çıkardıklarını

yazmaktadlr. Sykes Kaşkayların 1918'de İngilizlere karşı 8.000 atlı as­ ker çıkardıklarını, fakat bunun mevcut kapasitenin çok altında ğunu belirtmektedir. Zira Kaşkayların normal zamanda vet çıkardıklarını, fakat

1918'de

ramadıklarını yazmaktadır.

iaşe darlığı

İran'lı

25.000

oldu­

atlı kuv­

sebebiyle bu kuvveti çıka­

araştırmacılardan

Mesud Kayhan

1932'de Kaşkay 30.330 hane, Bahman Begi 1945'de 20.000-30.0PO hane arasında, Razmara ise, daha da komik bir rakamla Kaşkayların 14.000 hane olduklarını belirtmiştir. 1955-1958 yıllan arasında Kaşkaylann nü­ ilgili verilen · rakamlar ise şöyledir : Malek Mansur Han'a göre,

fusuyla

1955'te nüfusları 400.000'dir. Fakat aynı yıl İran resmi kaynaklarına

{35)

165

.


SAYI 299

T Ü R K

YIL XXVI

K Ü L T Ü R Ü

göre 300.000'dir. Fransız döküma.Illarına göre 350.000 , Naraghi'ye göre

400.000

ve S ovyet kaynaklarına göre

de

600 . 000 'dir. tran nüfusunun ha­

len 40 milyon civarında olduğu gözönüne alınarak Kaşkayların da bu­

gün 1.500. 000 civarında oldukları tahmin edilmektedir. Zira 1980'de

Kaşkayların 1 .000 . 000 civarında oldukları bilinmektedir.

Kaşkayların tarihi gelişimleri de çeşitli rivayetl ere dayanmaktadır.

Çünkü bugüne kadar karanlıkta kalmış bu t arihi gelişimi aydınlatacak kaynaklar henüz bulunamamıştır. Bu sebeple nesilden nesile aktarılan şifahi b ilgiler oldukça çoktur.

Bazı Kaşkay büyükleri kendilerini Akkoyunlulardan sayarlar. yüzyılda Kuzeybatı

XIII.

Erdebil bölgesinde yurt tutmuşlardır. XVI.

tran'da

yüzyılda Basra Körfezi kıyılarında Portekiz tehlikesi b aş gösterdiğinde

Şah İsmail, bu dinamik ve cengaver Türk boyunu şimdiki yurtları olan Fars eyaletine iskan etmiştir. Bazı Kaşkay

büyükleri de

K8.şgar ile

Kaşkay arasında bir münasebet kurarak, kendilerinin K8.şgar civarından geldikl e rine inanmaktadırlar. Kaşkayların Halaç Türklerinden ayrılma bir kol olduğu da söy­ lenmektedir.

Halaç Türklerinin X. yüzyılda Hindistan ve Afganistan

ile birlikte 1ran1da Halacistari bölgesine yayıldıklarına dair bu yüzyıl

müslüman kaynaklarında malfunat vardır.

Halaçlardan ayrılan bir ko­

lun XVIII . yüzyılın ilk yarısında, Afgan is til as ı sırasında güneydeki diğer Türkmen boylarıyla b irleşerek

Kaşkay

Elini

oluşturdukları

da

söylenmektedir. Kaykayların Anadolu'dan tran'a geldikleri söylenmekle birlikte , Na­ dir Şah tarafından Tür.kistan'd� tran'a tehcir ve iskan edildiklerine dair görüşler de mevcuttur. Aynca Kaşkayların Selçukluların bir kolu ol­ duğu ve onl!ll' zamanında Kuzey tran'da

yaşadıkları

da ileri

sürül

­

m ektedir.

Kaşkay Hanlarının taşıdığı "İlhan" Unvanına bakarak Kaşk ayl a.rm Moğollardan geldiği bile ileri sürülmüştür. Oysa aynı Unvanı Kaşk ay­ ların komşusu ve bir

Acem

aşireti

olan Bahtiyariler de

kullanmakta­

dırlar. Ayrıca ilhanlılar devrinde Kaşkay Hanlarının bu Unvanı kul­ lanlıkları da söylenemez.

Bütün' bu ileri sürülen görüşlerden ve anlatılan rivayetlerden

baş­

ka, Kaşkay llhan'ı Nasır Han ve kardeşi Malek Mansur'un söyledikleri gibi, araştırmacıların da umumiyetle kabul ettikleri görüş, Kaşk ayl ann

bir Oğuz boyu 166

olduğu dur.

Doğu Türkistan'da

K3.şgar civarında yaşar-

(36)


B.K. YEŞİLBURSA

SAYI 299

larken

XIII.

tran'a

gelip yerleşmişlerdir. Uzun

yüzyılda

dıktan sonra,

Cengiz

Han'ın

YIL XXVI

harekatına katılarak

süre

Kuzeybatı

Azerbaycan bölgesinde

yaşa­

XVI. yüzyılda şimdiki yurtları olan Fars eyaletine göç

etmişlerdir. Yeni yurtlarında da konar-göçer hayat tarzlarını devam ettirmek­ le birlikte XVIII . yüzyıla kadar, bu bölgele dağınık bir halde yaşamış­ lardır. , Bu sebeple İran siyasi tarihinde bu yüzyıla

kadar varlıkları pek

hissedilmez. Ancak bu yüzyılda Cani Ağa'nın, Zend Kerim Han tarafın­ dan ''llhan" olarak tanınmasıyla Kaşkaylar lran siyasi hayatında di­ namik bir güç olarak ortaya çıkmışlardır. Şahlu oymağına mensup bu güçlü lider, kısa sürede Kaşkayları dağınıklıkt an kurtarmış, düzeni sağ­ lamış ve aşireti yeniden eski Türk Devlet Teşkilatına göre teşkilatlan­ dırmıştır. Kurulan bu güçlü teşkilat sayesinde

Kaşkaylar,

lran siyasi

hayatında varlıklarını yavaş yavaş hissettirmeye başlamışlardır.

1871-1872

kıtlığından

ve bu sırada vuku bulan salgın hastalıklar ­

dan fazlaca etkilenen Kaşkaylar büyük insan ve hayvan kayıplarına uğramışlardır.

Başlıca geçim kaynakları olan hayvanlarının telef

ması, onları uzun yıllar zor hayat şartları ile ·

ol­

karşı karşıya bırakmıştır.

Ayrıca bu kıtlık yıllarında tıhanları olan Sultan Muhammed Han'ın ve­ fatı Kaşkay oymakları arasında bir iç savaşa sebep süre devam eden iç savaşın ve kıtlığın

olmuştur.

verdiği ızdırap

Uzun

sebebiyle bir

çok Kaşkay oymağı istemiyerek de olsa komşuları olan Bahtiya.rl ve Hamse aşiretlerine katıldıkları gibi, bir kısmı da yerleşik hayata geç­ miştir. Böylece kıtlık

öncesi 60.000 hane olan Kaşkay nüfusu ..

25.000

haneye düşmüştür.

XX. yüzyılın başlarında eski güçlerine yavaş yavaş kavuşmaya başlayan Kaşkaylar, I. Dünya Savaşı öncesinde tlhan'lan Savlet-üt Dev­ le ( = Devlet Atılganı ) liderliğinde eskisinden daha güçlü ve · daha derli toplu olarak ortaya çıkmışlardır. O zamanki İran hükumeti bu

güçlü

Kaşkay lide'rine 1 'Serdar-ı Aşar" ünyanını vermiştir. I. Dünya Savaşı arefesinde Kaşkaylar maneviyat bakımından olduğu kadar, sayı ve si­ lah bakımından da oldukça güçlü durumdaydılar. öyle ki

İsveçli su­

bayların nezaretinde yetiştirilen İran kuvvetlerine ve yine tran'da bu­ lunan İngiliz kıtalarına bile karşı koyabilecek güçteydiler. Niteki� sa­ vaş sırasında işgalci İngilizlere ve onların kuklası İran hükfimetine kar­ şı önemli başarılar elde ederler. Bu başarılı mücadele karşısında Kaş­ kayları silahla yenemeyeceklerini anlayan İngilizler, kiasik İngiliz oyu­ nuna başvururlar. Savlet-üt Devle'ye karşı üvey kardeşi İhtişam'ı des-

(37)

167


SAYI 299

T Ü R K

K Ü L T Ü R Ü

teklerler. Savlet-üt Devle İngiliz desteğindeki

YIL XXVI

ihtişam' a yenilir. D aha

sonra da yakalanarak hapsedilir ve oğulları da iran'dan sürülür. 1925'de koyu bir Fars milliyetçisi olan Kaşkaylar için karanlıklar zincirine yeni

Rıza Şah'ın bir

başa geçmesi ,

halkanın eklenmesi

ol­

muştur. Çünkü Rıza Şah'ın ilk i şi azınlık olan konar-göçerleri yerleşik

hayata, geçirerek asimile etmek olmuştur. ilk uygulamaya 19SO'da Fars

eyaletindeki en kalabalık, en nüfuzlu ve törelerine en çok bağlı olan Kaşkaylardan başlanmıştır.

Bu tercih politikası

Kaşkaylardan b aşka

hiç bir aşirete uygulanmamıştır. Aksine Kaşkayların elinden alınan top­ raklar bir Acem aşireti olan Bahtiyarilere dağıtılmıştı Kaşkaylar zorla iskan için ayrılmış verimsiz ve çorak topraklara yerleştirilerek adeta

ölüme terk edilmişlerdir. Göçebe hayat tarzına alışkın bu dinamik in­

sanlar, yerleşik hayatın monotonluğu, toprakların çoraklığı, kıtlık ve

salgın hatalıklar sebebiyle büyük kayıplar vermişlerdir. Büyük liderleri

Savlet-üt Devle hapiste vefat etmiş ve oğulları da ancak 194l'de Rıza

Şah'ın tahttan indirilmesiyle iran'a geri dönebilmişlerdir. Bunlardan Nasır Han

ilhan

seçilerek

aşiretin başına

geçmiştir.

Babası gibi güçlü bir lider olan Nasır Han zamanında, Kaşkaylar hızlı bir gelişme göstererek tran'da tekrar siyasi bir kuvvet olarak ortaya çı­ karlar. Rıza Şah zamanında el konulan aşiret toprakları tekrar geri alınarak, aşiretin fakir üyelerine dağıtılıp, sürüsü olmayanlara da bel­

li oranda hayvan verilir. Böylece konar-göçer hayat tarzlarını tekrar tesis ederler. Kısa zamanda aşiretinde işleri düzene koyan Nasır Han, babasının ölümünden İran hükumetini sorumlu tuttuğu gibi, güçlü ve müı;takil bir Kaşkay aşireti kurmak ve babasının gerçekleştirmek iste­ diği aşiretler konfedearsyonunu kurarak işgalci İngilizleri tran'dan at­ mayı pl8.nlamıştır. Bu sırada aşiretlerine sığınan iki Alman casusunun etkisiyle

Kaşkayların Almanlara karşı

ilgisi iyice artar. Almanların

yardımıyla tran'daki aşiretler arasında bir birliğin sağlanıp, Sovyet ve İngiliz hegomonyasından kurtulma fikri aşiret üyelerinde yer eder.

Al­

man yardımının düzenli olmamasına rağmen Kaşkaylar hükı'.imet kuv­

vetlerine karşı büyük başarılar kazanırlar. İngiltere ve A.B.D. 'nin Sov­

yetlere yaptıkları yardımın ulaştırıldığı Güney Şimendifer Hattı (Trans­ İran Demiryolu ) Kaşkayların yaylaklarından geçtiğinden İngiliz kukla­ sı tran hükumeti Kaşkayların yaylaklarına çıkmalarını yasaklar. Fa­ kat Nasır Han bu karara uymayarak aşiretini yaylaklara göç ettirir.­ Bunun üzerine İngilizler iyice tedirgin olur. Kaşkaylar yapmasa bile Al­ man casusları Schulze ve Holthus Güney Şimendifer Hattının stratejik noktalarını her an havaya uçurabilirlerdi. İran hükumeti ve İngilizler 168

(38)


SAYI 299

B.K. YEŞİLBURSA

YIL xxvr

uzun süredir bu cengaver Türk boyundan kurtulmak istediklerinden,

bu

defa onları toptan imha etmeyi kararlaştll'ırlar. İran Hava Kuvvetlerine bağlı uçaklar Elburuzlardaki Kaşkay obalarını bombalamaya başlar. tş� te tam bu sırada, o zamanki Tahran Büyükelçimiz Cemal Hüsnü Ta­ ray araya girerek büyük bir soykırımı önler. Yapılan bir dizi diploma­ tik temastan sonra Kaşkaylarla İngilizler anlaşır ve bu mesele de ba­

rışla sonuçlanır. Fakat İran hükumeti Kaşkaylarla uğraşmaktan vaz­

geçmez. Bu defa Kaşkayların elinden yaylakları alır. Bu sebeple de 1943

baharında Kaşkaylar silahlı mücadeleye girişerek hükumet kuvvetlerine büyük kayıplar verdirirler. Barış yapmaktan başka çaresi kalmayan hü­

kumet Ağustos ayında Kaşkaylarla anlaşma yapmayı kabul eder. Yapı­ lan anlaşmaya göre hükumet yaylakları tekrar geri verdiği gibi konar­ göçer hayatı kısıtlayıcı hiç bir tedbir almayacağını da kabul eder.

Rıza Şah ile başlayan Kaşkayların milli şuurlarını, törelerini , bir­ lik ve beraberliklerini bozma, kısaca onları farslaştırma politikası za­ man içerisinde bir devlet politikası haline gelmiştir. Fakat 1944 yılına gelindiğinde bu defa Kaşkaylarla birlikte İran Devleti de büyük bir tehlike ile karşı karşıya kalır. Bu tehlike Moskova desteğindeki TU­ deh yani , komünizm'dir. İran Komünist Partisi (Tudeh ) Güney tran'da­

ki aşiretler arasında geniş çaplı bir istismarcılık faaliyetine başlar. Bir çok aşiret ilk anda Ti'ıdeh'in hangi amaçla çalıştığını anlayamadıkların­ dan onun yaptığı propagandanın etkisinde kalırlar. Fakat Kaşkaylann uyanık milli şuurları, o sıralarda Tahran'da öğretim gören yüzlerce gen­

cinin siyaset bilgisiyle yoğrulunca, Tfıdeh'in hangi amaç peşinde oldu­ ğunu kolayca anlarlar. Bu sırada bir çok milletvekili kıs a bir süre ön­ ce düşman olarak gördükleri Kaşkayların, Güney İran'daki anti-komü­ nist hareketlerini överek, onları destekler. Nasır Han'ın da milletvekil­ lerinin bu olumlu yaklaşımlarına cevaben bir bildiri yayınlayarak te­ şekkür etmesi sebebiyle, Kaşkaylar Ti'ıdeh'le açık bir mücadeleye baş­ la� olurlar. Bunun üzerine Nasır Han, Sovyet

ve İran komünist yayın

organlarının büyük bir hücumuna uğrar. Bu siyasi yıpratma çabalarına aldırmayan Nasır Han, bir zamanlar babasının ve kendisinin işgalci İn­ gilizlere karşı

kurmak istedikleri aşiretler konfederasyonunu bu defa

Tudeh' i saf dışı bırakmak için kurar. Kurulan bu konfederasyona Kaş­ kaylarla birlikte nüfuzlu Acem aşireti olan Bahtiyariler ile Huzistan ve Basra Körfezi kıyılarındaki bir çok aşiret katılmıştır. Yeteri kadar kuv­

vet topladığına inanan Nasır Han, Şah'a ve hükumete sert bir muhtıra

verir. Fakat bir müddet sonra hükumetin bu muhtıraya pek önem ver­ mediğini gören Nasır Han konfederasyona bağlı aşiretlerle birlikte Gü­ ney iran'ın büyük bir bölümünü işgal eder. Ele geçirilen bölgelerdeki

(39)

169


SAYI 299

T Ü R K

YIL XXVI

K Ü L T Ü R Ü

bütün TUdeh üyeleri yok edilir. Kaşkaylar bu isyanlarına milli bir ka­ rakter de kazandırmış olduklarından, bu hareketleri, güneydeki din adam­ ları tarafından da benimsenerek desteklenir. Nasır Han hükumete 24 saat süre tanıyan bir ültimatom daha verir. Bu ültimatom üzerine hü­ kumet ister istemez anlaşma yapmayı kabul eder. Nasır Han ile Şiraz

müstahkem mevki kumandanı Zühidi arasında yapılan anlaşmayla, hü­ kfımet aşiretlerin bütün isteklerini kabul eder. 17 Ekim 1946'da Baş­

bakan Kıvamussaltana Ahmed kabine üyeleriyle istifa ederek, tekrar yeni bir kabine kurar. Böylece aşiretlerin istemediği Tlldeh'li bakanlar saf dışı bırakılmış olur. Aşiretlerin parlamentoda temsilci sayısı arttı­

rılır.

Kaşkayların bu hareketinin İran siyasi tarihinde meydana gelen ilk

anti-komünist hareke t olması dolayısıyla ayrı bir önemi vardır. Bu ha­

reket sayesinde Güney aşiretleri bazı haklar elde ettikleri gibi, Tudeh'in güneye yayılması ve Tahran'daki komünist sızması önlenmiştir.

Ayrı­

ca TUdeh'in iktidarı ele geçirmesi ve ardından tran'ın bir Sovyet peyki

olması da Kaşkaylar tarafından bertaraf edilmiştir. tran'da ilk anti-komünist hareketi

yapan Kaşkayların

1953'te bu

defa bir sosyalist Başbakanın savunuculuğunu yaptıkları görülür. Buna sebep hapsedilen Başbakan Musaddık'ın yerine geçen General Zahidi'­ nin, Kaşkayların Musaddık zamanında elde ettikleri yarı muhtariyet haklarını tanımaması ve elde

etmiş oldukları bazı haklarını da elle­

rinden almasıdır. Bu yüzden çıkan çatışmalarda hükumet kuvvetleri bü­ yük kayıplar verir. Bu mücadelede diğer aşiretler de Kaşkayları yalnız

bırakmazlar. Fakat Nasır Han böyle bir mücadelenin her iki tarafın aleyhine olduğunu ve tek kazançlı tarafın da komünistler olacağını bil­

diğinden meselenin barışçı yollarla çözümlenmesini ister. Bu isteği olum­ lu karşılayan hükfunet ile

Kaşkaylar arasında

meseleler, yapılan mü­

zakereler sonucunda barışla sonuçlandırılır. 1930'da Rıza Şah'ın uyguladığı tehcir hareketi 1962'de tekrar nük­ seder. Hükfunet 1959'da

kabul

ettiği

toprak

reformunu

1962 "Ak

Devrim" adı altında uygulamaya koyar. Fakat uygulamaya konan bu reformun da öncekiler gibi sadece Kaşkaylara uygulanmak istenmesi dikkat çekicidir. Burada dikkati çeken diğer bir husus da Kaşkaylara uygulanmak istenen her reform öncesinde yaylaklarının ellerinden alı­ narak

göç

yapmalarının

yasaklanmasıdır.

Bundaki

amaç

Kaşkayları

güneydeki Fars nüfusu içine iskan ederek , onların dillerini ve kültür­ lerini

170

bozmak,

kısaca

onları

farslaştırmak,

asimile

etmektir.

ÇünkY (40 )


SAYI 299

B.K.

YEŞİLBURSA

YIL XXVI

Kaşkaylar ataları gibi, yüzyıllardır sürdürdükleri konar-göçer hayat tarzı sayesinde kalabalık Fars nüfusu içinde dillerini ve kültürlerini koruma ­ sını başarmışlardır. işte İran hükümetleri her defasında bu hayat tar­ zını ve onun doğurduğu töreyi bozmak istemişlerdir. 1962'de K�kay­ lar, uygulanmak istenen bu reformun kendi topraklarında uygulanama­ yacağını, zira bu toprakların şahıs malı olmayıp töre gereği aşiretin mülkü olduğunu hükumete bildirirler. Ayrıca Kaşkaylar bu toprak re­ formunun arkasındaki gerçekleri de çok iyi bilmekteydiler. Hükümet Kaşkayların bu uyarısına pek önem vermeyerek bölgeye mühendislerini gönderir. Fakat Kaşkaylar mühendislerden Malik Abdi'yi öldürerek bu konudaki niyetlerini ve ne kadar ciddi olduklarını açıkça ortaya ko­ yarlar. Uzun süre devam eden ve yankıları basınımızda da yer alan silfilılı mücadelenin sonunda hükumet bu reformu uygulamaktan vaz­ geçer. Fakat ·şurası acı bir gerçektir ki basınımızda yer alan haberler sadece İran hükumetinin beyanatları olup, Kaşkaylı soydaşlarımızın hak­ lı sesine yer verilmediği gibi, İran hükumetinin asılsız ve mesnetsiz suç­ lamaları da aynen yayınlanarak büyük bir sorumsuzluk örneği veril­ miştir. Bu da Türk kamuoyunun öteden beri Dış Türkler meselesinde 0 ne kadar şuursuz olduğunu göstermektedir. Son yüzyıl i çerisinde kaderlerinde herhangi bir değişiklik olmayan ve hep imha edilmek tehlikesiyle karşı karşıya kalan Kaşkayların, 10.6.1980 tarihinde basınımızda yer alan bir haber ile bu kötü kaderle­ rinin değişmediği bir kez daha ortaya çıkmış oluyordu. Böylece Kaş­ kayların, Humeyni'nin "tslam Cumhuriyeti"nde de huzur yüzü görme­ yecekleri belgelenmiş oluyordu. Kaldı ki tran'da ilk anti-komünist ha­ reketi yapan ve Şah'ın zulmüne karşı Ayetullahlardan ön�e bayrak açan da Kaşkaylardı. Hal böyle iken Humeyni yönetimi de Kaşkaylara hür olarak yaşama hakkı tanımamıştır. Humeyni Hüsrev Han'ın Türkiye ve A.B.D. adına çalışan bir ajan olduğunu ileri sürerek kendisini parlamento­ dan atmıştır. nhanları Hüsrev Han'ın bir iftira ile parlamentodan atılması üzerine Kaşkaylar isyan eder. Devrim Muhafızları ile silahlı mücadele devam ederken, bizzat Başbakan Beni Sadr'ın araya girmesi ve molla­ rın Hüsrev Han hakkındaki delillerinin yanlış olduğunu ispatlamasıyla Hüsrev Han serbest bırakılır. Tekrar aşiretinin başına geçen Hüsrev Han; Humeyni diktacılarına karşı yapılacak mücadelede Şii, Sünni mez­ hep farkı gözetmeden bütün Türk boylarının birleşmesinin gerekli ol­ duğuna ve milli mücadelenin ancak bu şekilde başarıya ulaşabileceğine inanmıştır. Bunun için büyük dava adamı General Muhtar Karabağ il e birlikte "Azerbaycan, Türkmen ve Kaşkay Türk Boyları Milli Kurtuluş Harekatı Partisi"ni ( Milliyetçi Müsavat Partisi) kurarak, partinin ge-

(41)

171


SAYI 299

T Ü R K

YIL XXVI

K Ü L T Ü R Ü

nel başkan yardımcılığını da yüklenir. Böylece Caferi mezhebine men­ sup Azeri Türkleri ile Hanefi mezhebine mensup Türkmenler ve Kaşkay

Türkleri bir uğurda birleşerek tek bir vücut olurlar. Fakat bu büyük mücadele devam ederken, hiç beklenmedik bir anda şanlı mücahit Hüs­ rev Han Devrim Muhafızlarınca yakalanır. Gerek

gözü pek Kaşkay mü­

cahitlerinin gerekse kendisinin kurduğu Milliyetçi Müsavat . Partisinin

tüm çabalarına rağmen büyük Türk kahramanı Hüsrev Han, Humeyni cellatlarının elinden kurtarılamayarak idam edilir. Haksız yere vahşice işlenen bu cinayet Kaşkayları olduğu kadar diğer Türk boylarınıda m ateme boğmuştur. Fakat Türk Dünyasını asıl

mateme boğan ve şaşkına çeviren Türk basınının ve Hariciyesinin bu acı olay karşısında vurdum duymaz bir suskunluk içinde bulunmuş ol­

masıdır. Dünyanın herhangi bir köşesinde meydana gelen müessif olay­ lar karşısında insanlık duyguları kabaranlar, her defasında insan hak­

larını dillerine dolayanlar büyük

bir Türk evladının, bir kahramanın

öldürülmesi karşısında suskun kalmışlardır. T.R.T. ve basınımız dünya­

nın falanca ülkesindeki birkaç yüz çapulcunun anarşi hareketlerine sosr.,

yalizm adına yer verirlerken, dışardaki soydaşlarımızın haklı seslerine yer vermemişlerdir. Bu vahim olay karşısında biz sussak bile Kaşkay Türklerinin do­

layısıyla 20-22 milyon İran" Türkünün

susmayacağı ve şehit

Hüsrev

Han'ın aziz kanının yerde kalmayacağı muhakkaktır. İran'ın Türk nü­ fusu asimile ederek ülkede hakim kılmak istediği Fars milliyetçiliğine ve nüfusuna rağmen 20-22 milyon İran Türkü'nün kendi kaderlerine kendilerinin hakim olma mücadelesini yürütmek azim ve kararında ol­

dukları da kesindir. Ayrıca Kaşkaylar törelerini ve milli şuurlarını da ·

ha yüzyıllar boyu tazeleyerek korudukları sürece de İran'da güçlü Kaş­ kay Türk nüfuzunu devam ettireceklerdir.

1 72

(42)


ALt RIZA KöSEOOLU VE ŞİİRLERİ

Şükrü ELÇiN

,A.li

Rıza

Köseoğlu günümüz şairlerindendir. 1928 yılında Erzincan'­

da doğdu.. Babası Köseoğullarından Hüseyin Hüsnü Köseoğlu, Erzincan'ın Handesi

( Gölpı n ar)

annesi

köyünden İsmail kızı Havva Hanımdır.

tlköğrenimini memleketinde yapan Ali Rıza Bey, ailece Konya'ya yer­ leşti kten sonra Sulama tdaresi'nde çalıştı.

Konya'da

·

Işık

Kitabevi'ni

kurdu. Amc as ının kızı Rahime · Hanımla evlendi. Bu evlenmeden üçü kız .

olmak üzere beş evladı dünyaya geldi. Ali Rıza Köseoğlu, Bayındırlık

Bakanlıği. Yapı 1Şleri'ndeki vazifesi sırasında, 1981 yılında emekli oldu. Ali Rıza Köseoğlu velı1t bir şairdir. Tasavvuf, tarikat ve ahlak

konularında şiirleri vardır. '.'Mevlana Sofrasında" adlı eseri basılmıştır. Yayınlanmamış bir çok şiirleı:i ve eserleri bulunan şairin şiirlerinden

bir demet sunuyoruz. NAAT Ruhum, gönlüm vanmsın Ya Muhammed Mustafa Ezel - ebed yanmsın

Ya Muhammed Mustafa Sabahları

açansın

Sevenle sevilensin

Bilenle biliriensin Vuslat'da eıilensiiı Ya Muhammed Mustafa Kemaller'de kema.Isin Cemaller'de cema.Isin

Aleme nur saçaiısın Kutlulanmış bir şansın

Fa hr-i Cihan al emsin

Ya Muhammed Mustafa

Ya Muhammed Mustafa

Zahirinde Ahmed'sin Batınında bi-hadsin naht bir ril.hmetsin Ya Muhammed Mustafa

Aşk ve ab-ı hayatsın Taıife sığmaz tadsın Ya Muhammed Mustafa

Dü Cihanın hasısın Varlığın esasısm Kudretin aynasımn Ya Muhammed Mustafa

Zulmeti silclirensin. Necatı bildirensin Güllen güldürensin Ya Muhammed Mustafa

' (43)

Hem

mim

elif, hem sad ' sın

173


T Ü R K

SAYI 299 Lütfü l.hsAn elisin ' Noksanlıktan beıi sin Güzeller güzelisin YA Muhammed

Mustafa

Hak hakikat ünüsüıı Mı..habbetin tümüsün Kainatın kalbisin Ya Muhamm ed

Mustata.

YIL XXVI

K Ü L T Ü R Ü

B&kır ile sırlar saçtık Oılfer ile

göğe uçtuk

Kazım ile umman geçtik Akanz çağlara doğTU Gülüm gülüm gülüm gülüm Hicrana düşmüş bülbülüm Van ile var olmuşuz Takt a.şkiyle solmuşuz

Naki sırnyla dolmuşuz Habibler Ha.bibi'sin Tabibler ta.bibi'sin

Şefaat sıUı,ibisin Ya Muhammed Mustafa

Yokluğumuz vara doğTU Gülüm gülüm gülüm gülüm Hicrana

düşmüş bülbültim

Askeriyle safa durduk Hükmü B.dil hakimsin

Mehdi ile divan kurduk

Sıratel'Müsta.kim"Sin "RIZA" ya , , canü dilsin

Çok şükür erkana uyduk Pirimiz Hünkli.r'a doğru

YA

Muhammed Mu8taf8.

D O G R U

İşte kalktık gidiyoruz can ile cAnAna doğTU Aşkla devran ediyoruz Ahmed-i Muhtar'a doğru

Gülüm gülüm gülüm gülüm Hicrana düşmüş bülbülüm RIZA. der ki, kevser içtik

Sırat•ı MizAn'ı geçtik :tıa.hı bir · aşka düştük Pervaneyiz yar'a doğTU Gülüm gülüm gülüm gülüm Hicrana düşmüş bülbülüm

Gülüm gülüm gülüm gülflm Hicrana düşmüş bülbülüm

KURBAN OLAM

Nüru ile görüyoruz Devranmı sürüyoruz

ŞAh.ın methini

Şevke

Dillere kurban olayım

gelmiş

yürüyoruz Ol Şa.h-ı MerdAn'a doğTU Gülüm gülüm gülüm gülüm Hicrana düşmüş bülbülü m Hasan ile ağu i çtik Hüseyn ile serden geçtik Zeynel ile sitem çektik Ahdile ikrara doğTU

174

söyliyen

şanını beyan eyleyen Ellere kurban olayım Hak nüruna nazar eden Ahd ü peymanmı güden Aşk bağında akıp giden .

Sellere kurban olayım

İrfan lambasını yakan Hikmet gözü ile bakan

Gülüm gülüm gülüm gülüm

Dost yolunda açıp kokan

Hicrana düşmüş bülbülilm

Güllere kurban olayım

(44)


Ş. ELÇİN

SAYI 299

YIL xxvı

Sevgisiyle sermest olan

kanşmadım Şöhret ile yarışmadım Danışma.dan konuşmadım

Tellere kurban olayını

Zikrim fikri m Haktır benim

RIZA pınanndan içen

Ehl-i Beyti candan sevdim

Bulanığa

Yüce divanına duran Ummii.nında inci bulan

Ali'yi övdüm

İksirli derniAnı seçen

Muhammed

Necef deryıi.sından geçen

Ya.şama zevkine erdim

Yellere kurban olayını

Zikrim fikrim Haktır benim

-

A3kın od'uyla dağla.ndım Pirin eli yle sağlandım Şıi.h·ı MerdAn'a bağlandım lıAhi bir aşka. düştüm Zlkrim, fikrtm Haktır benim

Dost :ılinden kevser içtim Zikrim

fikrim Haktır benim

Kendi kendimi dinledim

Zikrim fikrim Haktır benim RIZA ile etim Pazar

On'dan oldu, bize

nazar

Bu kalem O'nundur yazar Zikrim fikrim Haktır benim

Elif'i bll.' yı imledim Hicrinı a.gk1a inledim Zikrim fikrim Haktır benim

KUR'AN'DA

Alemi ibreUe gezdim Sırn Sırı1Ul4h' ı sezdim

Uı.WUıe lllAllAh

Lütuf deryd.sında yüzdüm

Muhammed'en ResQlfilIAJı

Zikrtm fikrim Haktır benim

Sırii.tel Müsta.kim yoldum Çiçekli bir bahçe

oldum

Kur'An'dadır Kur'An'da

Kur'ıin'dadır Kur'An'da

Elif'in Mim'in Bası Yasalann yasası

Varlığı özünde buldum

Özün özü esilsı

Zikrim fikrim Haktır benim

Kur•an.'dadır Kur'An'da

ôzümü turaba serdim

Rüha gönüllere tat

YAri.n didArına

Uçmak için çift kanat

erdim

Gül ile reyhAnı derdim

Y� gerçek hayat

Zikrim fikrim Haktır benim

Kur'An'dadır Kur'An'da

Ahdü peymAnı ' mı güttüm

Nizii.m ı lWıi Hak

Kendimden kendime

c._fA.lan sefa ettim

gitUm

Zikrim fiknm Haktır benim

Ka.ina.tı okumak

güzel slı.1Ak Kur'An'dadır Kur'An'da

Temizlik

İki gözümle bir gördüm

llim irfanla fikir

Dem ile devranı sürdüm

Hal dili ile zikir

Şükran secdesinde hOrdOm 2'ıi.krlm fikrim Haktır benim

Kur'an'dadır Kur'An'da

(40)

fıııa.s

imAnla şQkür

175


SAYI 299

T Ü R K

Niy tttler boz ulmu ş işler bütün ek Dört ell e putlara sanlİnışlar pek A rıl ar yozlaşnış dağılıluş petek

Kudretin sa ğl a m bağı

Huzllr süklln durağı

Aşkın şevkin kaynağı Kur'an'dadır Kur'ii.n'da

RIZA der

ki H ak' la hukuk bilinmez Yüz kara sı kolay kolay silinmez B u gidİ şle bir menzile e,rilmez Canlarda hal y oktiı r Yol lar yaralı

Doğru he defe vanş

,

Sulhu salii.h ' la barış Kur•an'dadır Kur'ii.n ' da

.

Hak emrine itaat Say ü gayretle t�at . . Sıra.tel Müstakim h8.t Ktır'ii.n'dadır Kur' An'da

Mürşid Elllere Dostun Dillere

İrfan ışığı saçmayan Sev gi bağında açmayan Güllere ben gül mü deri m

Lütfü ihsii.nla ağış Merhamet Ue bağış · Gerç ek diriliş doğuş

Faziletle yarışmayan Sevdiğiyle· sanşmayan Ummanlara karışmayan Sellere ben sel mi derim

Kur' an' dadır Kur'ii.n'da

·

Cümle ii.leme rahmet Adii.letıe selamet Sevgi saygı sa.Met Kur'ii.n'dadır Kur'an'da

Hay at

zevkine enneyen

Türlü çiçetqer . dermeyen Yolculara yol vermeyen Bellere ben bel . mi .derim_ .

ki kutluluk

tınan ikrarla kulluk İns an lığa mutluluk

Aşkın m ey' ini · içmeyen

Kur'an'da

Akı

karayı seçriıeyen

Gönüllerd e titreşmeyen

Y A R A L I

Tüllere ben tül mü derim

Kimsenin kimseden haberi · yoktur EJ ele kavuşmaz kolları yaralı Gönüller kararmış gözler perdeli Sözlerde öz yoktur · diller · yaralı

gaflete dalnliş Harmanı, hasadı, rüzgarlar almiş Ummanlar aşanlar ,g'öllerde kalrni.ş

Sevdiğini ünlemeyen Dost do st diye inl emeyen

Tellere ben tel mi derim

·

Geçitler geçilmez Bailar yarali

·

Tadlan kalmamış, rneyvalar · hep kal Gözeti l m ez oldu haramla helA.l Göv deye kurt düşmü ş dallar yi:ı.ratl '· ' ·

,

Nevayı ney dinlemeyen

Akıllar iz'anlar

176

eteği tutmayan ben el mi derim methini etmeyen_ ben dil mi derim

Kötülüklerden kaçmayan

Kur' ii.n'dadır Kur' ii.n'da

Soldu bahçelerde yeşil ile ' al

•. .

D E R İ M

Edep-Erkii.n ismeti İzzetlerin izzeti Dünya ahret lezzeti

Kur'an' dadır

·

Kovanlar harabe, ball ar yaralı ·

İyilik yolunda ya.rı.ş

RizA d er

YIL XXVI

:K' Ü I.. T Ü R Ü

RizA' yla iş· bitirmeyen · özün Hak'ka yetirmeyen Şfilıdan koku getirmeyen Yellere ben y el mi derim

·


YILAN MOTİFi :

HEKİMLi:GiN MiLLETLERARASI SEMBOLÜ

Doç, Dr. Fuat YÖNDEMLİ ( * )

Hekimliğin sembolü bizde v e bütün dünyada yılan motifidir. Yılan yeryüzündeki milletlerin çoğu tarafından uğur, sağlık, saadet ve

genç­

lik işareti olarak kabul edilmektedir. Bu motifin taşıdığı mana tarih öncesinden günümüze kadar değişmemiştir. Ayrıca Avrupa ve Akdeniz havzasındaki milletlerle, bu havzayla coğrafi bir yakınlığı bulunmayan Orta Asya milletleri arasında aynı sembolün , aynı manaları ifade için kullanılması Çok dikkat çekicidir. Bütün dünyada tıbbın sembolü yılan veya ejderhadır. Bu müna­ sebetin kökleri günümüzden çok eskilere kadar uzamµaktadır. Tıb keli­ mesinin orijinini aldığı Teb şehrinin totemi yılandır. Teb şehri i se bi­ lindiği

gibi eski Mısır'ın en önemli sağlık merkezidir. Mısır'dan Mezo­

potamya'ya geçecek olursak, aynı sembol yine karşımıza çıkar. Meşhur Gılgamış efsanesinde hayat otunu yiyen yılandan bahsedilir. Efsanede adı geçeiı hayat otunu yediği için yılanın deri değiş1!irdiğine, bunun ise sağlık, gençlik ve yaşama gücüne işaret ettiğine inanılmaktadır'. Yılan, hekimlikten başka, eczacılık ve diş hekimliğinin de sembolü olarak kabul edilmiştir. Eski Grek ve Roma sanatında şifayı temsil için Asklepionlarda yılan ve ejdarha figürü resmedilmiştir. Orta Çağ A vnıpasında da yılana özel

bir ehemmiyet

atfedilmiştir.

Orta Çağda bazı Avrupa şehirlerinin veba salgınları dolayısıyla özel para bastıkları bilinmektedir.

Bu

mevcut

bakan

olup,

altında

"yılana

paraların bir yüzünde yılan yaşayacaktır" cümlesi

resmi

yazılıdır.

Bu cümle ise Tevrat'taki "yılana bakanların yaşayacakları" ibaresinden alınmıştır. ( * ) Selçuk ü. Tıp Fakültesi K.B.B. Anabilim Dalı Başkanı.

( 47 )

177


T Ü R K

SAYI 299

Yukarda belirttiğimiz

K Ü L T Ü R Ü

gibi Akdeniz havzasıyla ilgisi bulunmayan Eski Çin ve Uygur takvi ­

Orta Asya'da yılan motifi çok yaygındır. minde yılan bereket

ayının

ayıdır.

işareti yılandır.

Yağmur

YIL XXVI

sularının

Nisan,

yağmuru

bereketine,

şifa

dığı gibi, yılanın da uğur, bereket, saadet ve sağlık

bol

yağdığı bir

vericiliğine

getirdiğine

inanıl­ inanıl­

maktadır.

Ord. Prof. Dr. Süheyl ünver'e göre yılan , bilhassa birbirine sa­

rılmış çifte yılan Orta-Asya Türkleri arasında saadet sembolüdür. Bun­ dan dolayı hükümdar armaları, mabedler ve sağlık kuruluşlarına çifte yılan motifi

resmedilmektedir.

Orta-Asya'dan göç

eden Türklerle be­

raber bu motif Anadolu'daki şifahanelerin de kapısında görülmeye b aş­ lamıştır. Türkiye'de

doktorluk,

eczacılık ve

diş

hekimliğinin

sembolü

olarak kabul edilip rozetlere geçen yılan motifinin aslı Selçuklular dev­ rinde Çankırı'da yapılmış bir darüşşifa ( hastahane)

nın duvarında bu

lunmaktadır. Zaten Selçuklular devrinde yapılan hastahanelerin çoğu­ nun . duvarında çifte yılan figürü mevcuttur. Bu figürlerden dolayı da­ rüşşifalara "yılan yurdu" manasına gelen

' ' Maristan" da denmektedir.

Ancak halk tarafından bazı hastalıklara iyi geldiği inancıyla bu taş­ lardaki yılan kabartmaları kazınıp tozu suyla içildiğinden çoğu belirsiz hale gelmiştir. Anadolu'da Selçuklu hastahaneleri dışında, değişik yerlerde yılan

motifini görmek mümkündür. Mesela Mardin ve Konya kalesinin du­ varlarında yılan motifi bulunmaktadır. Yine

Konya'da, çok değişik ya­

pılarda, s öz gelişi Meram'daki Selçuklu hamamının kapısı üzerinde bu­

lunan yılan motifi günümüzde bile rahatça görülmektedir.

Yılanın hekimlik sembolü olarak kabul edilmesinin sebepleri ara­ sında şunlar söylenebilir : Yılan gözünü hiç kırpmadan bakan, yani

dikkatli

olan

bir hay­

vandır. Ayrıca birini sokmadan önce düşünür, yani acele karar verme­ yip tedbirli hareket eder. Yılanın önündeki

avın büyülenmiş gibi ha­

rekets iz kamasından dolayı, yılan gözünün te shi r edici bir güç taşıdı­ ğına inanılır. Zaten bu inanıştan dolayı günümüzde bile Anadolu'da bü­

yü ve nazardan korunmak için yılanın eti, kemiği, deris i ve gözü kul­

lanılmaktadır. Yılanın bu bakış özelliği hekimlere adapte edilerek, çok dikkatli ve keskin görüşlü olmaları hekimlerden beklenmektedi r.

Ay­

rıca yılan her yıl göµılek değiştirerek derisini tazeler. . Bu ise hekimin

hem devamlı bilgisini tazelemesi, yenilemesi gerektiğine, hem de sıh­

hatine dikkat etmesine, genç ve dinç kalmaya çalışmasına işaret et-

178

(48)


SAYI 299

F. YÖNDEMLİ

YIL XXVI

mektedir. Bu konuda söylenebilecek son özellik ise yılanın şifa unsuru , ilaç

olarak kullanılmasıdır.

Bu inancın Anadolu'da olduğu

k adar,

di­

ğer milletlerde de bulunması enteresandır. Mesela Prof. Dr. Feridun Na­ fiz Uzluk'un Genel Tıp Tarihi

kitabında, günümüz

Yunanistan'ın göz

hastalıkları ve iyileşmeyen yaraların tedavisinde canlı yılan kullanıldığı yazılıdır.

Selçuklu devrinden kalma eserlerde cüzzam

( lepra )

lı has­

talara yılan eti tavsiye edilmektedir. Kirpi etinde bulunduğuna inanılan şifa verici, tedavi edici özelliğin ise, -kirpi yılanı yediği i çin- aslında yılandan ona geçtiği kabul edilmektedir. Ortaçağ_da çok değer verilen tiryak macununun terkibinde keza yılan et i bu lu nmaktadır. Günümüzde Anadolu'da bulunan birçok yılanlı göl, yılanlı çermik gibi isimler taşıyan yerlerde canlı yılanların tedavi edici özelliğinden faydalanılmaktadır. Tedavi olan hastalıklar arasında yılancık ( erizipel ) ın bulunması dikkat çekicidir. Günümüzdeki modern

tıpta ise

kan pıhtı­

laşması ve kansere karşı tedavi maksadıyla yılan zehiri başariyla kul­ lanılmaktadır. Folklorumuz da yılanın tedavide kullanılması ayrı .bir ma­ kale konusu olacak kadar geniştir. Bütün dünyada

olduğu gibi Türkiye'de de tıp fakültelerinin amb l e­

mi yılandır. Resim l 'de tıp fakültelerimizden · b azılarının amblemi gö­ rülmektedir.

Konya'daki

Yılmaz önge tarafından,

Selçuk Tıp anlattığımız

Fakültesinin

amblemi

Prof.

Dr.

tarihi malı'.'ımata uygun olarak,

Selçuklu motiflerinden mülhem çifte yılan veya ejderha şeklinde çizil­ miştir ( Resim 2 ) . Mevcut fakültelerimiz arasında orijinalite ve estetik · açısından Selçuk Tıp Fakültesinin amblemi , görüldüğü gibi mümtaz bir yer tutmaktadır.

Resim : 1 İstanbul Tıp Fakültesinin amblemi

(�9)

Resim : 2 Selçuk Tıp Fakültesinin şimdiki ambleml

179


MİLL1 Ktn.TlJB VE KALKINMADA OORETMENIN YERİ VE ÖNEMİ

Dr. Mustafa ÖZBALCI ( * )

G i r i ş :

Bilindiği gibi, kültür veya konumuzun esasını teşkil eden milli kültür kavram . lannın çok değişik ve çeşitli tariflerini yapmak mümkündür. Yapılmış bulunan ta­ riflerden birisine göre kültür, milletlerin maddi ve manevi alanlarda ortaya koyduğu ve yaşatma gayreti gösterdiği değerler toplamıdır ve kültür kavramı ile millet kav­ ramı arasında çok köklü ve ayrılmaz münasebetler vardır. Bu iki kavram, et ile tır ­ nak gibi birbirine bağlıdır; bunların ayn düşünülmesine imkan yoktur. Bir milletin kültürünü meydana getiren başlıca değerler arasında tarih, din, dil, çeşitli sanat eserleri, adetler, gelenek ve görenekler, çeşitli davranış şekilleri, farklı duyuş ve düşünüş tarzları sayılabilir. Bütün bunlar bir milleti yapan ve yaşatan değerlerdir. Kültürsüz millet olmaz. Millet olma \Seviyesine ulaşmış her insan topluluğunun bir kültürü vardır . Milli kültür, o milletin kimlik kartını ita.de eder, ona şahsiyetini verir, onun diğer milletlerden ayrılan taraflarını ortaya koyar, kısaca o milletle orijinalitesini belirler. ( 1 ) Kalkınma da çeşitli şekillerde tarif edilmektedir. Bazıları kalkınmadan söz et­ tikleri zaman , geneBikle ekonomik kalkınmayı kastederler. Ekonomistler ise, kal­ kınma sözüyle çoğunlukla ekonomik büyüme sözünü eş anlamda kullanırlar. Bu tür düşünce sahipleri , kalkınmayı kişi başına düşen yıllık milli gelir ve gayrı safi milli hasıla gibi ekonomik faktörlerin artışı olarak görmektedirler. (2) Bize göre kalkınma yalnız bundan ibaret değildir. Kalkınma, her alanda içinde bulunulan noktadan daha ileriye gitme, güzeli , iyiyi, doğruyu yakalayarak bunlar vasıtasıyla toplumun yaşama biçimini bütünüyle değiştirmektedir. Nitekim , Birleşmiş Milletler Örgütü'nün ei!ki genel sekreterlerinden U'Thant , kalkınmaya bu anlamda oldukça geniş bir ta ­ nım getirmiştir. Ona göre kalkınma, s adece insanların maddi ihtiyaçlarıyla ilgili olmayıp, onların aynı zamanda sosyal şartlarında gelişmeler . yapmaktır ve onların ümitlerinin gerçekleşmesiyle de ilgilidir. Yani kalkınma, sadece ekonomik büyüme değildir, kalkınma ekonomik büyüme ve değişmedir . (3 ) ( "' ) Ondokuzmayıs üniveı:sitesi Eğitim Fakültesi Öğretim Görevlisi . ( 1 ) Mustafa OZBALCI, Atatürk ve Milli Kültür, "Atatürk'çü Düşünce Sisteminin Geliştirlbnesl ( Konferanslar) ", Samsun Valiliği Yayınlarından, No. 1, Samsun 1987' s. 9-23 . (2) Dr. Yahya Kemal KAYA, İnsan (3) a.g.y.

180

Yetiştirme Düzenimiz,

Ankara 1974, s. 9.

(50)


M. ÖZBALCI

SAYI 299

YIL XXVI

Kalkınma , ekonomik büyüme ile birlikte, ferdin ve toplumun sosyal hayatında olumlu birtakım değişmeleri de beraberinde getirir. Bu itibarla kültür, kalkınma ve eğitim ke.vramları arasında birbirlerini tamamlayıp destekleyen çok sıkı munase­ betler vardır. Zira, geniş manasıyla eğitim, her neslin kendisinden sonra gelecek olanlara, o güne kadar ulaşılmış gelişme merhalesini korumak ve mümkünse yük­ seltmek niteliğini kazandırmak amacıyle verdiği kültürdür. Eğitimin başlıca fonk­ siyonlarından birisi , kültür değerlerini aktarmaktır. Kültür, nesilden nesile, toplum­ dan topluma ve bireyden bireye sosyal yönden geçen davranışın öğrenilmiş şekille ­ rinden ibarettir. Eğitim kültür nakli sürecidir. Eğitimin gayesi, bir toplumun gele­ cekteki nesillerinin, kendilerinden daha müreffeh ve daha mutlu bir şekilde hayatla­ rını idame ettirebilmeleri için nasıl ve ne gibi şartlar altında hareket edeceklerini onlara öğretmektir . Bu gayesiyle eğitim, toplumun ahlaki, dini , siyasi ve ekonomik kurumları ile, toplumun sosyal yapısı ve ideallerine sıkı sıkıya bağlıdır. ( 4 ) Eğitim ve Kalkınma :

Bu açıklamalar bize eğitimsiz bir kalkınmanın düşünülemiyeceğini göstermek­ tedir . O itibarla da, her türlü planlamada öncelik eğitime verilmelidir. Milletlerin eği­ tim yönünden kalkınmasında ekonomik yatırımlara öncelik verilmesi düşüncesi, bugün artık bütün dünyada terkedilmiştir. Çünkü son araştırmalar, ekonomik kal­ kınmanın temelinde de eğitim bakımından kalkınmış olma gerçeğinin yattığını gös­ termiş bulunmaktadır. Gerçekte de eğitim, bütün diğer sosyal, ekonomik, idari ve politik gelişmeler için bir ön şart olarak düşünülmektedir. Ekonomik büyüme, yeni ilmi bilgilerin birikimi ve bu bilgilerin teknolojide uygulanmasından ibarettir . Eğitim ve kalkınma konusu Ada önemli bir otorite olan Frederick Harbison'un belirt­ tiği gibi, düşünceler insanlardan gelir ve insanlar tarafından işe dönüştürülür. Demek oluyor ki , eğitim ve ekonomik kalkınma arasında, sıkı bir ilişki vardır. Çünkü, kalkınmanın gerçekleşmesinde doğal kaynaklar ve kapital gibi ekonomik unsurların kullanılması insan becerisine bağlıdır ve bu beceriyi insana eğitim ka­ zandıracaktır. Insan, kalkınmanın hem yapıcısı, hem de amacı olduğu için, "eğitim, belirttiği gibi, bir ülkenin oldok�.a. verimli bir yahnmdır." ( s ) Yine Harbison'un zenginliği, o ülke halkının doğuştan gelen yeteneklerini etkili bir biçimde kullanma­ sına ve geliştirmesine bağlıdır. Bu yüzden, bir milletin kalkınması, herşeyden önce , insan -çabasının bir sonucudur . DoğaJ kaynakları bulmak ve kullanmak, sermayeyi yatırıma dönüştürmek, teknolojiyi geliştirmek, tüketim malları üretmek ve ticari ilişkileri sürdürmek becerikli insan unsurunu gerektirmektedir. Gerçekte, şayet bir ülke, insanlarını geli§tiremiyorsa, hiçbir §ey kuramaz ve yaııatamaz; ne modem bir siyasal sistem, ne milli birlik duygusu, ne de zengin bir ekonomi. . . (�) Bu hususta, tanınmış Fransız devlet adamlarından ve ekonomistlerinden Mendes France'm da enterasan tesbitleri vardır. Gelişmeğe muhtaç ülkelerin kalkınmasında en önemli un­ sı...run insan olduğunu söyleyen Mendes'e göre de, kurtuluııun ve kalkınmanın baııta gelen şartı , her alanda ve her seviyede yetişmiş insana saJıip olmaktır. Men ­ des'e göre , siyasi kadro, idari teşkilat, teknik elemanlar, bunların yetişme, bilgi ve fedakarlık derecesi, kalkınmanın en önemli unsurunu teşkil ederler.

( 4 ) Prof. Dr. Hasan Ali KOÇER, Eğitim Tarihi 1 (tık Çağ) , Ankara üniversitesi Eğitim Fakültesi Yayını, No. 89, Ankara 1980 (Önsöz ) . ( 5 ) Dr. KAYA, a.g. e ., s . 1 1 ve 13. ( 6 ) D r . KAYA, a,g,e.,

(51)

s.

87.

181


SAYI 299

T Ü R K

K Ü L T Ü R Ü

YIL XXVI

Kallonına Bir Kadro Meselesidir : Kalkınma, herşeyden önce bir kadro meselesidir; iyi eğitim görmüş, iyi yetişti ­ rilmiş insan meselesidir. Her bakımdan iyi eğitilmiş, bilen, inanan, güvenen ve ya ­ pabilen kadrolarla , istenilen kalkınma hamlesini gerçekleştirmek hiç de zor bir iş de­ ğildir. Ote yandan, en ideal görüşlerin, memleket şartlarına en elverişli sistemlerin, beceriksiz ve bilgisiz kadrolar elinde dejenere olması, faydalı olmak yerine zararlı olması da çok defa mümkündür . Kalkınmada kesin sonuç ve başarı, çeşitli sektörler­ de görev ve sorumluluk verilecek insanların iyi yetiştirilmiş

olmalarına

bağlıdır.

Dünya milletleri arasında bunun dikkat çekici örnekleri de vardır. Mesela Japonya ,

İkinci Dünya Savaşı sonunda düşıüğü zor durumdan, sahip olduğu ve eğitmeyi ba­

şardığı insan gücünün, ülkenin mevcut imkanlarını en iyi şekilde değerlendirebil­ mesi ve memleket yararına akıllıca kullanabilmesi sayesinde kurtulmuş ve bugünkü üstün seviyesine ulaşmıştır. Almanya'nın kalkınmada gösterdiği büyük başarının sebebi de bundan pek farklı değildir. Zira, yukarıda da ifade ettiğimiz gibi, kalkın­ mada yetişmiş insan unsuru esas faktördür. İnsanı kalkındırmadan bir yere var­ mak mümkün değildir'. Bugün bi1gisayar çağını yaşıyoruz. Bilgisayar, binlerce insanın saatler boyu çalışarak yapabileceği bir işi, kısa bir sürede sonuçlandıran sihirli bir alettir. Ama unutmamak gerekir ki, bu aleti verimli kılmak da ancak onun dilinden

anlayan, bu maksatla eğitilip yetiştirilmiş insanlarla mümkün olabilir. Aksi halde bilgisayar, odalarımızın bürolarımızın köşesinde duran bir süs eşyası olmaktan öteye gidemez. Muhakkak ki bir memleketteki sınai, iktisadi , ticari ve teknik ilerlemeler, tak­ dire şayan ilerlemelerdir. Fakat asıl himmet ve alaka isteyen insandır. Çünkü insanı kalk·ndırmadan, onun kafasını ve ruhunu besleyip, kontrollü, düzenli ve şuurlu bir seviyeye getirmeden yapılan her hareket sonuçsuz kalmaya, verimsiz olmaya rnah­ -kfundur. Bu itibarla, bir elimizle meydana getirdiklerimizi diğer elimizle yıkmak is, temiyorsak, evvela insanı cemiyetin yararına kazanmak, onu bir sevgi bir fazilet ve bir güven unsuru haline getirmek zorundayız. İnsan ancak bu takdirde , cemiyetin aktif ve yapıcı bir uzvu olabilir . Hiç şüphe yok ki, bu da, dört başı mamur, mükemmel bir eğitim ve öğretim potası içinde kemale erişmekle mümkündür. Bu gerçek iyi bilindiği içindir ki , Türkye'nin Tanzimattan bu yana Milli Eğitimden daha .mühim bir meselesi olmamıştır. Şimdi de yoktur. Zira iktisatta, ticarette, ziraatte, hukukta, teknik ve san'atta milli eğitimin tek dayanak , tek kurtuluş kapısı olduğu, hatta milli savunmanın da bir kültür davasının , bir milli maarif hareketinin şumUlü içine girdiği bir gerçektir. ( 1 )

Öğretmenin v e Okulun Rolü Bu yüzdendir ki, dünyanın her yerinde, kültür seviyesi ne olursa olsun, bir top­ lumun en değerli kurumlan okulları, en

değerli elemanları · da

öğretmenleridir.

Çünkü bir toplumu kalkındırıp ayakta tutacak kadroları, o toplumun okulları ve öğretmenleri yetiştirecektir. Hiçbir milletin, kendi insanlarını eğitip yetiştirmek için ( 7 ) Samiha AYVERDI, Milli Kültür Meseleleri ve MaArif DAvli.mız,

. kanlığı Kültür Eserleri

182

:

12, Milli Eğitim Basımevi , İstanbul 1976,

Kültür Ba­ s.

127.

(52}


.M..

SAYI 299

ÖZBALCI

YIL XXVJ

öğretmeninden başka güvenip bel bağlıyacağı bir başka güç yoktur. Öğretmenlik, toplumlarda kalb ve beyin görevi yapan mesleklerdendir. Öğretmenin görevini hak­ kıyla yapamadığı toplumlarda, öteki bütün kurum ve kuruluşlar da görev yapama.,, h§.le gelir ve o toplum giderek hayatiyetini kaybedebilir. Zira, bir memlekette bütün .kurumların sağlıklı ve verimli işleyişinde, toplumun faydasına yönelik işler göre�il­ mesinde, temelde mutlaka okulun ve öğretmenin tesirleri söz konusudur. Okullar toplumun temel kurumlarıdır; insanın eğitilip olgunlaştınldığı, gerçek şahsiyetini bulduğu yerlerdir. Şekillendirme işinin ustalan ise, başka unsurlar da olmakla bera­ ber, hiç şüphesiz önce öğretmenlerdir. Her yönüyle iyi yetiştirilmiş, yüksek yetenekli, zeki, çalışkan, insan şahsiyetini şekillendirmede sevgi ve saygının gücüne inanmış ve kendisini milletine adamış fedakar öğretmenlere sahip olan milletler şanslı milletler­ dir ve böyle milletlerin geleceği mutlaka aydınliktır.

Bunun için büyük Atatürk, Kurtuluş Savaşı'mızın kazanılmasından ve yeni Türk devletinin kurulmasından sonra, önce maarif vekili olarak Türk kültürünü yükselt­ mek arzusunu gösterir ve CUmhutiyet hükümetıerinin en feyizli ve en önemli vazi­ feleri arasında milli eğitim meselelerine birinci sırada yer verilmesini ister. O, 27 Ekim 1927'de yap'tığı bir konuşmada, Türk öğretmenine , "Bugünün evlatlannı yetiştiri­ niz. Onlan memlekete, millete faydalı uzuvlar yapınız. Bunu sizden talep ve rica ediyorum." diye seslenir. ( 8 ) Atatürk, "Öğretmenler ! Yeni nesil sizin eseriniz olatır." derken de elbet aynı duygular içindedir ve öğretmenin milletin geleceği adına yüklendiği büyük mes'fıliyete işaret e tmi ş olmaktadır. O, Cumhuriyeti ayakta tuta­ cak nesillerin yetiştirilmesi görev ve sorumluluğunu, hiç tereddüt göstermeden öğ­ retmenlere bırakmıştır. Bütün tesbit ve uygulamalannda daima isabetli kararlar vermiş bulunan büyük ön d e r elbet bu düşüncelerinde de haklıdır. Çünkü yukandan beri ifade etmeğe çalıştığımız gibi, milletleri ayakta tutan ve kalkındıran kadrolar, öğretmenin üstün başarısının bir eseri olarak ortaya çıkmaktadır. Bugün ilim ve tek­ nolojide dünya birinciliğine oynayan Japonya'nın eğitim sistemini inceleyenler, her Japon'un yedi yaşından itibaren Japon öğretmeninin eseri olduğunu hayretle görmüş­ lerdir. Bilindiği gibi Japonlar milli kültürlerine de son derece bağlıdırlar ve geleneğe saygı ile modernleşme tutkusunu at-başı birlikte yürütmek bakımından da dünyada birinci sırayı almaktadırlar. Bugünkü modern ve kalkınmış Almanya'nın kuruculan da Alman öğretmenleri ve Almanlar'ın maarife verdikleri büyük önemdir. Hem doğu hem ·de batıdaki gelişmeleri yakından takip edecek kadar uyanık ve kültürlü bir aydın olan İstiklal Marşı yazarımız büyük şair Mehmed Akif, Almanya seyahati sıra­ sında Alman maarifinin neler yapabildiğini yakından görmüş ve bunu Safahat'ında dile getirmiştir. "Berlln Hatıralan" adlı uzun şiirinde Alman üstünlüğünden söz eder­ ken , ordularını Sedan'da Almanlar'a teslim etmek zorunda kalmış olan Fransızlar'ın ağzından şu sözleri de nakleder : ,

Muallem ordusudur harbeden Prusya.lı"nın ; Muallim ordosu, IAkin, asıl muzaffer olan !

Bu mısralann manası şudur : Almanya'nın her ne kadar talim görmüş askerleri, yani silahlı kuvvetleri harbediyorsa da, asıl zaferi kazananlar Alman öğretmenleridir.

( 8 ) ARMAGAN 1958-1959, Maarif

(53}

Basımevi, İstanbul 1959, s. 21,

183


SAYI 299

T Ü R K

K Ü L T Ü R Ü

YIL XXVI

Bu bize gösteriyor ki savaşan Alman ordularının başarısındaki sırrı, onları yetiştiren öğretmenlerde aramak lazımdır. Gerçekte bir ülkede her türlü zaferi ka­ zananfar da, kaybedenler de öğretmenlerdir . Zira bir ülkede insanlar iyi yetiştirilir ­ se, o ülkede işler hiç aksamadan yürür, o ülkede halkla aydınlar arasında uçurumlar olmaz. Kalkınmanın da , medeniyette ileri gitmenin de en kısa yolu, işte budur. Bu itibarla, önce ma_arifte güçlü olmak, şuurlu, inançlı, kendisine güvenen ve milli de­ ğerlerine yabancılaşmamış aydınlar yetiştirmek lazımdır. (" ) Bu da ancak, iyi öğ­ retmenlerle mümkün olabilir. Çünkü, bir memlekette gençleri ve her alanda görev ve sorumluluk yüklenecek aydınlar kadrosunu milli şuur sahibi kimseler olarak yetiş ­ tirip milletin hizmetine verecek olan yegane vasıta, öğretmendir . Bu misyonu yüzün­ den, bizim toplumumuzda da öğretmen tarih boyunca hep saygıdeğer görülmüş ve ona daima çok önem verilmiştir. Türk ana-babalar çocuklarının en iyi şekilde yetiş­ tirilmesi gorevini, haklı olarak hep öğretmenden be�lerlliışl er ve çocuklarını , "eti senin , kemiği benim" diyerek öğretmene bu duygularla teslim etmişlerdir.

Öğretmen Toplum Binasının Temel Taşıdır : Şu asla unutulmamalıdır ki, bir eğitim sistemi ile ilgili esaslar ne kadar iyi dü­ şünülerek hazırlanmış olursa olsun , o sistemin başarıya ulaşması , ancak çok iyi ye­ tiştirilmiş ve misyonunun şuuruna sahip kılınmış öğretmenlerle mümkündür. Çünkü eğitim-öğretim faaliyetlerinde asıl unsur öğretmendir. Öğretmen milli eğitimin temel taşıdır. Öğretmen toplum binasının en büyük işçisi, en büyük kurucusudur. Bu binaya konulan büyün taşlar , ilk önce onun elinden geçer ve duvara girmeden önce son şeklini onun elinde alır . Sağlam bina yapmak istiyorsak, iyi ustalar aramalıyız. Bir memlekette de iyi bir nesil elde edilmek isteniyorsa, iyi öğretmenler yetiştirmek gerekir . ( 1 0 ) Çünkü öğretmen , vatan tezgahında millet kumaşını dokuyan insandır . Öğret­ men, nesiller arasında köprüler kurarak milli hayatın canlı ve kesintisiz bir şekilde devamını sağlayacak olan tek ve en önemli vasıtadır. İnsana gerçek şahsiyetini ka­ zandıran, aldığı �ğitim ve öğretimdir . Her ülkede milli birliği büyük ölçüde okullar tesis eder. Çocuklar milli birliğin sembolü olan değerleri okulda öğrenirler. Okulun , eğitim-öğretim faaliyetlerinin lokomotifi ise öğretmendir. Yedi yaşından itibaren ço­ cuklarımız onun sihlrli ellerinin marifetiyle olgunlaşıp gelişirler. Memleketimizi daha ışıklı, daha ileri ve daha büyük yapma davasına gönül vermiş bütün aydınlar, öğretmenin eseridir. Vazife aşkıyla yanan, ancak vazifesini yaptığı zaman rahatla­ yan insanları öğretmen yetiştirebilir. Kendisine , ailesine , milletine faydalı olmak için çırpınan, kendisi için istemediği şeyleri başkaları için de istemeyen insan , yalnız öğretmenin eseri olabilir. Herkese millet, vatan ve bayrak sevgisini, hukukçuya hak ve adalet duygusunu, san'atkara, san'at zevk ve heyecanını ancak öğretmen aşılaya­ bilir. Yurdumuzun bir ucunu asfalt yollarla öteki ucuna bağlamaya çalışan mü­ hendislerimizin azminde öğretmen, bilmem hangi köyümüzün hasta ve bakımsız in( 9 ) Mu s tafa ÖZBALCI, "Batılılaşma Gayretlerimiz ve Mehmet Akif Ersoy" Ondokuzmayıs Unlversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi il, Samsun 1987, s . 189-220. ( 10 ) Vasfi Mahir KOCATüRK, Öğretmen Okullıın Genel Müdürlüğü 1972-1973 Yıllığı, s . 245 ; Mustafa OZBALCI, "Öğretmen ve Görevi" , Hisar Dergisi , Ocak 1980, Sayı : 266, s. 24 vd.

184

(54)

·


SAYI 299

YIL XXVI

. M. ÖZBALCI

sanlarının yardımına koşan doktorlarımızın merhamet ve şefkat hislerinde öğret­ menin emeği vardır. Vatandaşlara, gerektiğinde vatan için ölmenin bir şeref oldu ğunu öğreten de, hakkın tecellisi için yılmadan didinen de öğretmendir. İnsanlığın baş dü�manı cehaletin karşısında o vardır . Yenilikleri ve güzellikleri geniş kitlelere ulaştıran en emin ve güvenilir vasıta da odur . Kısaca, kendisi, milleti ve bütün insanlık için iyi ve güzel şeyler yapabilen her insanın gönlünü ateşleyen kıvılcım , onun yetişmesinde emeği geçen öğretmenlerin sihirli parmaklarından gelir. Öğretmen toplumda emeği kaybolmayan yegane insandır. O, kendisini bütünüy­ le vatanına ve milletine adamıştır . Bu yolda çalışmayı , yıpranmayı zevk hi1.line ge­ tirmiştir. Öğretmenin, millet çocuklarını en iyi şekilde yetiştirmek, onların temi:> gönüllerinde vatan, millet ve insanlık sevgisini en sağlam bir şekilde kökleştirmek­ ten başka bir di,işüncesi ve endişesi olamaz. Ülke çocuklarına milli ruhu, millt dina­ mizmi , milli şevk ve heyecanı veren, vermesi gereken insandır öğretmen. Yetişmek­ te olan nesiller, dürüstlüğü, mertliği, millet malını sevip korumayı , Türk insanına sonsuz bir sevgi ve saygı duymayı öğretmenlerimizden öğreneceklerdi r . Dünyanın hiçbir ülkesinde , böyle güzel duyguları yetişme çağındaki insanlara telkin edebi­ lecek öğretmenden başka bir güç yoktur. Milletlerin geleceğini , onların öğretmenleri inşa eder. Bu sebeple , bir milletin medeni seviyesinin onu milli eğitime ve öğret. mene verdiği değer ve önemle orantılı olduğunu söylemek, her zaman mümkündür. Başınd!l. tecrübeli, bilgili, inançlı ve cesur komutanlar bulunmayan ordulardan :>.a.fer beklemPk nasıl mümkün değilse, iyi yetişmiş öğretmenlerden yoksun bir milletin kalkınması da hayaldir.

Öğretmenin

Yetiştirilmesi

!yi öğretmen demek, millet hayatının uzun ve sağlıklı olması demektir. !yi öğ­ Bu gerçeği idrak etmiş retmen demek, ülke geleceğinin aydınlık olması demektir. her millet, öğretmenlerini en iyi şekilde yetiştirebilmenin yollarını arar. Bizim de asır­ lardır aynı arayış içinde olmadığımız söylenemez . Bu sahada da önemli hizmetler gören medreselerimizin giderek fonksiyonlarını kaybetmesi üzerine, 16 Mart 1848 ta. rihinde "dArülmualliınin" adıyla kurulan ilk öğretmen okulumuzdan başlayarak, öğ. retmen yetiştirme konUBunda günümüze gelinceye kadar biz de çok çeşitli yollar de­ 'll edik, değişik uygulamalardan geçtik. Esasen , toplumun değişen ve artan ihtiyaçla­ Bunun sonucu olarak, rına göre, eğitim-öğretim anlayışının da değişmesi tabiidir. zamanla, öğretmen yetiştirme anlayışının ve öğretmen yetiştiren kurumların , deği. şen şartlara ve gelişen ihtiyaçlara mecburiyet haline gelir .

göre yeni

baştan organize

Hayat ve insan, sürekli olarak değişmekte olan dinamik

edilmeleri de bir

varlıklardır.

Okullar

hayata ve insana şekil veren kurumlar olduklarına göre, buralarda görev yapacak öğretmenlerin yetiştirilmesinde de çağdaş ve milli ihtiyaçlar

doğrultusunda yeni

düzenlP.meler yapılması elbet gerekecektir. Bugün artık herşey çok çabuk değişiyor ve yin� her değişiklik, yerini kısa

zamanda bir başka

değişikliğe

terkediyor.

Telekomünikasyon vasıtaları uzak mesafeler kavramını ortadan kaldırdı . Televizyon, dünyamızın en uzak köşelerini oturduğumuz yere kolayca getirebilmektedir. Uzayın boşluklarının da yabancısı değiliz artık.

(55)

185


SAYI 299

T Ü R K

K Ü L T t)" R Ü

YIL XXVI

İşte bilim alanında ve sosyal hayatta ortaya çıkan bütün bu hızlı değişme ve gelişmeler, eğitim-öğretim anlayışımızda da ona göre bir düzenleme yapmamızı, ona göre okuyup öğrenmemizi zorunlu kılmaktadır.

14.6.1973 tarih ve 1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu'nun 43. maddesi, öğ­ retmenliği , "Öğretmenlik, devletin eğitim, öğretim ve bunlarla ilgili yönetim görev­ lerini özetine alan özel bir ihtisas mesleğidir." şeklinde tarif eder ve "Hangi öğrenim kademesinde olursa olsun öğretmen adaylarının yüksek öğrenim görmelerinin sağlan­ ması esastır.' hükmünü getirir. Kanunun bu hükmü, 41 sayılı kanun hükmünde ka­ rarname ve 2809 sayılı kanun ile öğretmen yetiştiren kurumların Y ll kseköğretim Kurulu'na . bağlanması ile gerçekleşmiş bulunmaktadır. Artık öğretmenlerimiz, 1982 · 1983 öğretim yılından itibaren özerk statü içersinde ve üniversite ortamında yetiş· mekte, Eğitim Fakülteleriyle Üniversite ve fakültelere bağlı Eğiti � Yüksek Okul­ ları'ndan mezun olmaktadırlar. Bu uygulama; ilmi araştırma, akademik kadrolaşma ve öğrenim süresi itibariyle elbet pekçok yeniliği beraberinde getirmiştir. Ancak öğ­ retmenlerin seçiminde artık sadece akademik bilgi esas alınmamalı, aynı zamanda :ıağlıyacak nitelik­ durmadan değişen ve gelişen bir mesleğin gereklerine uymayı lerin aranmasına geniş çapta önem verilmelidir. ( n ) Bunun için de, öğretmen yetiŞ ­ tirilecek gençlere, Üniversite seviyesinde bir öğrenimden geçirilirken, aynı zamanda onlara kurslarla, seminerlerle ve konferanslarla öğretmenlik davranışları kazandır­ maya çalışılmalı , hatta bu uygulamaya mezuniyet sonrasında da devam olunmalıdır. Çünkü öğretmen, sosyal hayatın değişen şartlan karşısında kendisini devamlı olarak yenilemek zorunda olan , sürekli olarak okuyup öğrenmesi gereken bir mesleğin mensubudur. Bugünün Türkiye':ıinde öğretmen çoğunlukla kaliteli insanlar yetiştirme şan­ sından yoksundur. Çünkü öğretmenin sosyal itibarı düşüktür. Öğretmen artık hürmet edilen bir mesleğin m ensubu değildir. Bunun başlıca iki sebebi, gelir azlığı ile formas­ yon ve kültür eksikliğidir. İkisi de öğretmenin hayatı boyunca, toplum içinde dim ­ dik yürümesini engelleyen ciddi sebeplerdir. Öğretmenin kaliteli insanlar yetiştirme şansını zayıflatan sebeplerden bir kısmı da, normal ölçülerin dışına itilmiş okulları. mızdan gelmektedir. Fa.kat, herşeye rağmen, okul denilen bina, öğretmen, öğrenci, araç-gereçten ibaret kurumda yapılacak reforma, öğretmenden başlamak en isabetli yoldur. Çünkü çağlar boyunca doğruluğundan şüphe edilmeyen bir kural vardır : İyi öğretmen, şartlar ne olursa olsun, iyi öğrenci. yetiştirir. ( L2 ) İ yi öğretmen , elbette iyi öğrenciden olur . O sebeple , öğretmenlik mesleğinin itibarını maddi ve manevi manada yükseltici tedbirler öncelikle alınmalıdır. Eğer öğret­ men maddi imkanlara kavuşturulur, huzur içinde görev yapabilecek hale getirilirse, şüphesiz zeki, çalışkan ve yetenekli çocuklar da bu mesleği seçmekte tereddüt gös­ termezler. Böylece de öğretmenlik mecbur kalınıldığı için tercih edilen bir meslek ol­ maktan çıkar. Bu konuda gerekli tedbirler alındıktan sonra sıra, öğretmen yetişti­ rilecek gençlerin seçimine gelir. Buna da ortaöğretim, hatta ilköğretim kademesin ­ den başlamak, öğretmen adaylarını büyük bir dikkat ve titizlikle seçmek gerekir.

( 1 1 ) Mehmet ALPTEKİN, Öğretmen Yetiştirme Reformu, Ankara 1974, s. 47 . (12) Kazım ERTÜRK, "Eğitim Gerçeklerimiz ve Öğretmen" Eğitim Hareketleri Dergisi, C. 10, Sayı : 115 - 116, 1964.

186

(56)


SAYI 299

M. ÖZBALCI

YIL XXVI

Böylece seçilecek gençler, yeteneklerine göre yönlendirilerek mesleğin özelliğine uygun eğitim ve öğretim programları uygulayan liselerde eğitim .fakültelerine hazırlanmalıdır. lar. Öğretmen liselerinin bu ihtiyaca göre yeniden organize edilmeleri mümkündür. Bu liseler, eğitim fakültelerinin kaynıığı olarak yeni baştan düzenlenebiliNer veya daha başka alternatifler de düşünülebilir. önemli olan, meselenin üzerinde ehemmi­ yetle durmak , öğretmeni, adayların seçiminden başlamak üzere büyük - bir titizlikle yetiştirmektir.

S o n u � Milletlerarası münasebetlerin son derece karmaşık ve menfaate' dayalı bir hal aldığı , ideolojik çekişmelerin ülkeleri kasıp kavurduğıı günümüz dünyasında, haysi­ yetli bir riıillet olarak ayakta durabilmenin başlıca şartlarından birisi, şüphesiz çok iyi yetişmiş, bilgili, kültürlü ve inançlı insanlara sahip olmaktır . Bu da ancak, göre ­ vinin önemini kavramış, zeki, çalışkan, milli kültür değerlerimize gönülden bağlı ve ·saygılı bir öğretmenler kadrosu ile mümkündür. Öğretmen öz benliğinden kopmamış, insanlarımızı millet yapan değerleri hakkıyla hazmetmi§, çağdaş ilmin ve tekniğin gerektirdiği bilgilerle donatılmış olmalı ki_ insanlarımızı da ona göre eğitip yetiştire. bilsin . Dünyanın değişen şartları karşısında millet olarak yaşayaqilme� , eğitim öğretim alanında atacağımız olumlu adımların ve öğretmenlerimizin başansına bağ­ lıdır. Devlet, yeni durum ve ihtiyaçlara cevap verecek zeki , çalışkan, nitelikli ve ka­ liteli öğretmenler yetiştirmek zorundadır. Esasen devlet buna merburdur: Bu doğru ­ dan doğruya devletin kendi varlığının devamı ile ilgili bir meseledir. Çünkü, keiıdisini

ayakta tutacak insanları başka türlü eğitip yetiştirmesi mümkün değildir ve devle­ tin, im·anlarımızı demokratik parlamente_r cumhuriyetimize candan bağlı kişile: olarak yetiştirmek için öğretmenlerimizden başka bel bağlıyacağı bir başka güç yoktur. Kendi insanlarını yetiştirmeyen rejimlerin ve devletlerin giderek yozlaşması ve yıkılması da mukadderdir.

Çocuklarımız ve dolayısıyla geleceğimiz, öğretmenlerimizin eseri olacaktır. Ül­ kemizin kaderi öğretmenlerin elindedir.

(57)

187


HABERLER

RAMAZANO(Ü,U KÜTÜPHANESİ'N­

DEKİ YAZMA

ESERLER

en tanınmış him Paşa,

Adana bölgesinde 1 3 . ve 15 . asırlar arasında hüküm sürmüş olan Ramazan­ oğulları ki

Beyliği'nin ( ı )

yazma

bölümü

bir

1923 yılında Adana İl Halk Kütüpha­ nesi'ne ve

devredilmiş,

satın alınan

kütüphane,

halktan

diğer

z en� n

toplanan

yazma

eserlerle

bir yazma eser

kol­

y

leksiyonuna k.a uş turulmuştur ( � ) :Ranıazanoğlu

önde

ailesinin

yakın

247 yaprak o!an nüsha

sırıuıında

17

ev de ' bugün müze haline getirilmiş ve

"Atatürk Bilim

ve

Kül tür Müzesi" adı­

nı almıştır. Müzede ayrıca Ramazanoğ­ lu ailesine ait hane

ki taplarla

kurulmuştur.

zimat döneminden

bir de kütüp­

Kütüphanede

Tan­

Cumhuriyet dönemi­

nin ilk yıllarına k ada r yayımlanmış o­ lan kit aplarla gazete ve bulmak

pek çok edebi ve siyasi

derginin

·

mümkündür.

Çukurova' daki

Milli

tay'ın kurtuluşu ve ana

Siyer-i

tarihimizi

serlerin

ve

hanede

edebiyatımızı

belgelerin

yanısıra

yazma es er de bulunmaktadır. zın

sınırlan

iç e risin de bu

kü tüp ­ dört

Kütüphanede 254 numarada kayıtlı bir

Ruhi Divanı •nın

188

da kayıtlıdır. met

Asıl

255 numara ­

( M. 1620/162l ) 'da nüshasıdır.

eserinin

istinsah

H.

1000

edilmiş

Eser Mekki ve Medeni

Hz.

bir

ol­

bölümden m eydana gel­

mak üzere iki miştir.

b. Meh­

adı Üveys

Veysi'nin

o!an

fi Siret

"Dürretü'l-Til.c

hayatını an­

Muhammed'in

la t maktad ır. Nüshanın başında Nev'i-zade Atil.i'­ Zey!i'nden

te rcümesi

yaprak olan nüsha 2 1 . 5 . x

satır

Her

sayfada

25

Yazının

cinsi

taliktir.

Şemseli,

koyu

166

1 3 . 5 ölçüle­

rindedir.

li, miklepli,

Veysi'­

alınan

bulunmaktadır.

kahverengi

vardır. c etvel­ meşinle

ciltlenmiştir.

( 1 ) Ramazanoğulları için bkz . Prof. Dr.

F aruk

SÜMER ,

İslam

Ansiklopedisi,

Prof.

Dr.

bsk . ,

Ana

( 2 ) Adan a

Ram azan - oğulları mad., c.

9,

s.

612-620;

F aruk SÜMER, Oğuzlar, 3. Yayın ları , İstanbul 19-80. İl

Halk

' Kütüphanesi'ndeki

yazma eserlerin kataloğu

''Türkiye Yaz­

yok­

maları Toplu Kataloğu"

serisinden ya­

1605 yılında Şam'da ölen R1lht'nin

yımlanmağa başlamıştır.

nüshasıdır.

XVI.

asır

şairlerinden

olan Rfilıi hakkında fazla bilgimiz tur .

meşinle

Yazımı­

yazma eser­

Divan-ı ROhi-i Bağdadi

eser Bağdatlı

adı

Şakayık

leri tanıtmağa çalışacağız.

bulunan

Diğer

hal

ilgilendiren

renkli

Sahibü'l- Mi ' rac " o!an eser

nin

ilgilendiren bu e­

vi§lle

19

cinsi ne­

Veysi

Ha­

ile ilgili belgeler de sergilenmektedir . Yakın

Cetvelli,

nin

vatana katılışı

sayfada

ciltıenmiştir.

aynca

Mücadele,

H er

Clçülerindedir.

bulunmaktadır. · Yazının

sihtir.

kolleksiyonlannı

Müzede

cm.

satır

dö­

kaldı�

H. 1029 (M.

1619/1620 ) 'da istinsah e dilmi ştir . 28.5 x

nemdeki• fertlerine ait olan ve Atatürk' ün Adamt' ya gelişleri

gelen

deler vardır.

kütüphanesinde­

büyük

es�rlerin

manzumeSi "Terkib-i Bend" Vezir İbra­ Bağdat valileri ve dönemin kişileri için yazılmış kasi ­

Divan' da III . Mehmet,

dir.

(58)


SAYI 299

HABERLER

Ba.hrü'l-Ma&rif XVI. asır Türk alimlerinden Sürü­ ri'nin eseridir. Kayıt numarası 256'dır.

Bahrü'l-Ma'arif Divan şiirinin ha.­ yal ve mazmunlannı şiirlerdeki ömek­

lerle bi rli kte vermesi bakımından Divan Edebiyatı için oldukça önemli bir eser­ dir. Eserin telif tarihi H. 956 ( M. 1549) ' dır. Kütüphanedeki nüsha ise H. 965 ( M. 1557/1558 ) 'te istinsah edilmiştir. 145 yaprak olan nüshanın her sayfa­ sında 19 satır vardır. Yazının cinsi taliktir. Kitap 30.5 x 14 cm. ölçülerin­ dedir. Nüshanın başında üç rübai, so­ nunda ise bir gazel bulunmaktadır.

da istinsah edilmiştir. "Sözüm" redifli naat ile başlayan Divii.n'da 59 kaside, 119 gazel, 1 müseddes-i mütekerrir, 1 kıta ve 15 rübii.i bulunm.a.\t.t.�f. N�f·t'­ nin Mev!ana i çin yazdığı · J cp.'Side- nüs­ hanın 3. yaprağındadır. ·

·

·· ·

132 yaprak olan nü�ın . her . say­ fasında 17 satır vardır. ö.lçWeri 19.5 x 11.5 c m . dir. Yazının cinsi taliktir. Şem­ seli koyu vişne rengi meşinle ciltlidir. Henüz kataloğu çıkıi.rtlm8.mlş olan eserlerin' . ve belgelerin kataloğunun hazırlanarak ' araştı.nrma­

kütüphanedeki

cil arın i stifadesine sunulması gerkmek­ tedir. Bu arada kütüphaned eki bu dört yazma ese rin de ll Ha!k .ı<;ütüphanesi'n­

DivAn-ı Nef'i

deki yazma eserler böl\imüne . n akle dil­

Edebiyatımızda özellikle hi civl eriy­

ma zanoğullan ' ndan kalaıı · y8.ZD)a . eser­

le tanınmış olan meşhur şair Nef'i'nin bir nüshasıdır. Kütüphanede 257 numa­ rada. k ayıtlı olan eser H. r n59 (M. 1649)

(59)

YIIJ : XXVI

mesi daha doğru o!acaktµ-. Böyl� Ra­

ler bir bütün halinde bulunac�tır.

Dr. Şükrü Haltik

AKALIN

189


BİBLİYOGRAFYA

DEYİMLER •.··VE ATASÖZLERİ

IRAK TÜRKLERİ'NDE

laştığımız Altay dağları Türkler arasında bilmeceler,

Büyük kültür birikimine sahip bir milletin fertlerinin, kültür hazinesinden paylannı alabilmeleri, kültür cevherle­ rini kullanır · hale

getirebilmeleri için,

sorumluluklaı'ının ciddiyeti yönünde, ça­

Iı şrlı alannm da geniş ve güçlü .olması

gerekir.

deyimler

böylesine

bize

efsaneler, ulaşa..

nasıl

cak ? " sorusuna, bu eserde, cüz'i de olsa cevap bulmaktan mutlu görünmüştür : ''Bu eserle siz!ere takdim etmekten se­

vinç duyduğıım deyimler ve atasöz.l.eri de

Irak

sandık

toplanmış

Türklerinden

sunulan güllerin

bir

Bu kitapta bize

mücevherdir. . .

Rumeli'de açan

Türk milletinin

eteklerindeki

yaşayan

kokusu

Anadolu'da,

gü'.lere ne kadar çok

büyük

benziyor. Ben bu kokuya Kaşgar bağ­

hazineye_ sahip olması eğer gurur vesilesi oluyorsa , onunla övünülüyorsa,

larından, Fergana bahçelerinden Aşina­

onları hakkıyla:

bir

ortaya

·

olmaktan da

o

çıkaramamış

derecede üzüntü duyul­

yım. Değirmi yüzlü , çekik badem göz­ sunaların, Gülçiçeklerin rüzgarda u­ çuşan

saçlanndan aşinayım.

Sizler de

aziz okuyucu�ar. eminin, aynı Aşina k<>­

masi gerekir. Türk kültürü adına yapılan bazı a­ raştırma,

inceleme

konularda

verilen

bu endişelerden

ve

çalışmalar, bu

eserler,

tizi

az

da olsa

uzaklaştırmakta,

kuyu duyacaksınız"

şeklinde sözlerini

tamamlamıştır. "Giriş" tarafından

kısmında, deyim

kitabın

müellifi

ve atasözlerin

ayrı

bizi kültürel zenginliklerimize giden yol­

kavramlar oldukları üzerinde durulmuş,

da bir adım daha atma heyecanına gö­

deyim ve atasözleri için birer

türmektedir.

denemesi yapılmıştır. Irak Türkleri ile

Günümüzde,

her ne kadar

siyast kapdar kapalı olma hususiyetini sür­ dürmekte iseler de ldlltürel yönde yeni gelişmeler sağlanmış, · Türkiye sınırları dışındaki kültür varlıklan da parça par­ ça

Türk

bütünlüğüne katılmaya baş­

lanmıştır. Benzeri çalışmalar, belki, ge ­ lecek nesillere bütüne yakın bir kül­ tür

hazinesi

bırakmayı

kolaylaştırabi­

lecektir. İşte, bu tür çalışmalardan bi­ ri de "Irak Türkleri'nde Deyimler ve Atagözleri" isimli eserdir. Esere "sunuş" yazısı yazan Ahmet B. Ercilasun

( Şimdi profesör) ,

halk edebiyatı ma.hsüllerinin güçlüğünden söz et.miş; kendilerinden binlerce

190

Doç. Dr.

"bin

takibinin

y,ıI içinde

kilometre uzak-

Anadolu

Türkleri'nin

kayeseli

bir

"tarif"

atasözlerin e mu­ bulunulmuş ,

yaklaşımda

birleştiklert ve ayrıldıkları noktalar ör­ neklerle belirtilmiştir.

Mukayesede ve­

rilen örneklerin Anadolu ' ya ait olanla­ rında isabetli

davranılmıştır.

Fakat,

burada yer alan bir örnek dikkatimizi çekmiştir. Müellif, "Türkiye'nin bir çok bölgesinde

SÖylenen

"vakti haJi yerin­

de" deyimi, Irak Türkleri'nde "hal vak­ tı yerinde" biçiminde söylenir" demekte­ dir . Burada, "vakti" ve "hali" kelime­ lerinin

yer

değiştirmiş

olması muhte­

meldir. Çünkü, bu deyim, Irak Türkle­ ri'nde olduğu gibi , Türkiye•nin bir çok bölgesinde "hali vakti yerinde" şeklin­ dedir.

(60)


SAYI

'299

Eser iki bölümden meydana gel­ miştir. Birinci bölüm, deyi mlere a.ynlnuş­ tır. Deyimler verilirken, Türkiye Türk­ çesi ile kısa açıklamalar yapılmıştır. Mesela, "adağa gitmek" deyimi veril­ miş, arkasından "geijn damadın evine gittikten bir hafta sonra, iki tarafın a.k­ ra.ba ve dostlarının gelini ziyarete gi­ derek, para ve çeşitli armağanlar sun­ maları" şeklinde açıklama getirilmiş­ tir. Eserin iİk 240 sayfası deyimlere ay­ rılmıştır. İkinci bölümde ise "a.tasözleri"ne ye�· verilmiştir. Atasözleri· bölümünde de Türkiye Türkçesi'yle veri'.miş kısa açıklamalar görmekteyiz. Irak'ta. söyle.­ nen ata.sözlerinden biri verilmişse, me­ seli, "acıg- ge!i üz saralı, acığ gider üz kara lı " denmişse, parantez içinde buna açıklama getirilmiş ve "öfke gelir yüz sararır, öfke gider yüz kızarır" denmiş­ tir. Eser içinde atasözlerine ayrılan 'Say­ fa sayısı ise 45'dir.

(61)

YİL

BİBLİYOGRAFYA Eser, İhsan

XXVI

S. Vasfi · tarafqıdan ha­

zırlanmıştır. 1923 yılında. Kerkük ' de do­

ğan İhsan s. Vasfi, Kerkük Lise'sini bi­ tirdikten sonra Bağdat Mustansırıyye Üniversitesi Edebiyat Fa.kültesi'nin. hı.­ giliz Filolojisi bölümünden mezun ol­ muştur. Resmi hizmetleri dışında, Ba.ğ­ dat•ta 1961 yılında kurıılan Türkmen Kardaşlık �ağı'nın yayınladığı '°Kar­ daşlık" dergisinin, 12 yıl süreyle yazı işleri sekreterliğini yap an Vasfi, Irak Tilrkleri'nin kültür ve folklor tarihine yaptığı unutulınaz hizmetlerinin . halka­ sına bir yenisini . daha ekl emi§ ve uzun yıllar süren derleme çalı.şnıala:rını "Irak Tü rkl eri ' n de Deyimler ve Atasözleri" başlığı a!tında toplamıştır. HııJk edebi­ yatı ma!zemeleri {)}arak önemli bir ha­ zine s a� an bu d erlem e , şüplıemz büyük bir emeğin ürünüdüi-. Vasfi'yi bu çalış­ masından dolayı kutlanz. ·

Ali YAKICI

191



Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.