Türk Kültürü - Sayı 314

Page 1



.

TURK . ..

İÇİNDEKİLER

.

.

KULTURU

Yayın Ta.: Kasun/1962 Yayınlayan : TURK KtlLTORONU

ARAŞTIRMA. ENSTlTUSU Kuruluı Ta.: Ekim 1961

*

lınUyaz Sabibl

Prof. Dr. Ştlkrft ELÇlN * Yazı lşleı1 MüdUrO

Prot. Dr. Ahmet B. EROlLASUN *

""'

( 1989 yılı için) -İndirimsiz 18000.- TL -İndirimli 14400.- TL Ynrtdışı: - $. 20.-

Abone bedeli, 171.379 numaralı posta çeki hesabına yatınlab111r.

gönderilmez.

* Dergiye göndertlen yazı basılsm,

basılmasın

lA.de edilmez.

Dergideki

lar

328

Şfilaii Elçin

Bagçasaray (Şür)

Şakir Selim

380

ölümünün 40. Yılında Dr. .Akil Muhtar özden Dr. llohtar Tevfikoğlu

SS4

Devrinde ye Sonrasında V3.nl Mehmet Efendi

Prot. Dr.

Birol Emil

.

S44

Atatürk ve Türkiyat Enstitüsü KU­ tüphanesi'nin Acıklı Ha.il Dr. Orball F. KöprWtt

.

350

.

.

'Uygulanan Toprak Re-

Kaşkaylara

forrnlan ve Esaslan Behçet Kemal Yeşllbuna

SM

.

1. Ko so v a Savaşı

(1389) Destanla:Yurat'm Kişiliği

rında Sultan

Şefket

Prof. Dr.

S61

Plana

B:IBUYOGB..UI.A :

- DM. 36.-

Odemell

321

Bahçesaray Çeşmesi (Şiir)

Fiyatı : 1500,- TL. Yıllık Abonesi

Türklerinindir Ahmet B. Ercllasun .

Kırım, Kırım

"Kazak

'Illining

Tü..si.ndirm.e

digi" üzerine Birkaç Söz Dr. Tuncer Gülen.soy

Dr.

Iruseyin Ayan

Azerbaycan.

•·

*

ve

Türkistan

.\.hmıet B. Erdlasmı

"Gelene�el

S78

874

_.\.ntrc;:olojis!..

Rumeli' 376

.

Topluluklarda

Sovyet

Kolokyumu

16 - 18

lfart 1989. Pari.s Doç. Dr. :S&dlr Devlet

BAHÇELİEVLER

SONDURAK, 17. SOKAK NU. 38 06490 ANKARA Tel : 213 41 35 Tel : 213 31 00

HABERIER: den Ta..'i.hi Ziyar€ tler

İdare ve yazışma a dre si :

1979, 2. c. 19Sl).

lerek alınabtllr. Makale­ blpleı1ne A.lttlr.

Musa Türkistani. lı"1uğ Türld.stan Faciası, Medine-i :Münevvere, 2 c . ( 1. c .

yazılar kaynak gösteri­

lerdeki ttktrler ımza

.

Söz­

IY.

878

Ll'..:sla..ra.rası Türk Halit Edebi­

yatı '\:e Y�us Emre Semineri, I. Mil­ letlera_'"a.Eı

Xasreddin

Hoca

Sem­

pozyumu, BU.al Hakim Vefa t Etti Türk Kültürii.

.

.

.

.

.

S81

*

Dizilip Basıldığı yer : Ayyıldız Matbaası A.Ş. Ankara

Tel : 213 19 62 222 69 40 - 222 69 41

Sayın Okuyucul&rımızu Eııstltttmtır.e gön­ istek yazıla.ruıda adresleri Ue blrllkt.e posta kod Dmne.ralaruu da bildir. derdikleıd

melerl rica olunur.


TURK K'OLTÜRÜNÜ ARAŞTIRMA

TÜRK

ENSTITtlSU

KÜLTÜRÜ HAZİRAN 1989

YIL XXVII

SAYI 314

KIRIM, KIRIM '.l'URKLERİNİNDİR

Ahmet B. ERCiLASUN

Bir vatanı topyekfın boşaltsanız ve oraya başkalarını yerleştirseniz ne olur? Bugünlerde bu sorunun cevabı verilmek üzeredir : Hak yeri­ ni oulur; vatanın gerçek sahipleri, sonunda topraklarına yeniden sahip olur.

KARA BİR GÜN 18 Mayıs 1944, Türk tarihinde kara bir gjindür. Bütün bir Kırım; şehir şehir, mahalle mahalle, köy köy, ev ev boşaltılmıştır. Yanm saat içinde bütün bir Kırım boşaltılmıştır. Düşman cl\Pçikleri önünde bütün Kırımlılar, bir bohçaya ne koyabilmişlerse koymuşlar; evlerini sedir­ lerini, kilimlerini, kap kacaklannı geride bırakarak istasyonlarda bek­ leyen vagonlara doldurulmuşlardır. Yanın saat içinde bütün bir vatan, yük ve hayvan vagonlarına sığdırılmıştır. Çoluk çocuk, genç ihtiyar her· kes bohçasıyla bir köşeye atılmış; yük vagonlarının tozlu tahtaları üs­ tünde kendine bir yer bulmaya çalışmıştır; insanlar bohça.laşınış; tah­ talarda ayak basacak yer kalmamıştır. 18 Mayıs 1944'te vagon kapıl&·ı çivilenmiştir. Günün ışıkları vagonların içine yol bulamamış, gün karar.. mıştır. Ağır sancılarla tekerlekler raylar üstünde kımıldamış, bilinmeyen bir istikamete yolculuk, kara bir günde başlamıştır. Günleri haftalar ku­ valamış, gece· 3'ÜlldÜZ birbirine karışmış; takvim, zamanı şaşırmıştı!'. Haftalar sonra bilinmeyen günlerde ve bilinmeyen yerlerde bohçalarla cesetler fırlatılmıştır. 18 Mayıs, yalnız insanların değil; binaların, eş­ yaların, kitapların da kara günü oldu. Binalar yıkıldı, eşyalar talan edil­ di. Han sarayları, han camileri yerle bir edildi. Kının Türkçesiyle yazıl­ mış ne kadar kitap, yazılı malzeme varsa şehirlerin, köylerin meydanla­ rına yığıldı ve yakıldı. Kitaplardan günlerce alev ve duman yükseldi; (1)

321


SAYI 314

T. Ü R K

K Ü L T Ü R Ü

YIL XXVII

r- ·

Çorabatır yandı, Edige yandı, Alim Aydamak yandı. Sovyet kütüphane­ lerine emirnameler salındı; yak ve imha et denildi; Kırını Türkçesiyle yazılmış bir tek eser raflarda kalmayacak denildi. Bu insanlar ve bu binalar ve bu kitaplar yeryüzünde yaşamadı olacaklar. Böyle bir haik yeryüzünde yaşamadı olacak diye ferman buyuruldu.

18 Mayıs 1944

kara bir gündü; kara bir buyrultunun dumanı semayı kaplamıştı. Tarihin ulaşabildiğimiz en eski kaynaklan, Attila'nın dedesinden be­ n Kırım'ın Türk vatanı oldruğunu yazıyordu. 1600 yıllık tarihin kapısı

18 Mayısta ağır gıcırtılarla Kırımlı'nın yüzüne kapandı ve paslı çiviler­ le çivilendi. Binalar yıkıldı; Alim Aydamaklar, Çorabatırlar yakıldı; 18 Mayıs 1944 kara bir gün oldu.

MUSTAFA ABDtJLCEMiL KIRIMOOLU KIRIM'A YERLEŞTİ Kara vagonların kara tahtaları üzerine aWan bohçaların yanma bü­ zülmüş bir bebekti. Geceyle gündüzün karıştığı tarihlerde güneşin do­ ğuş-unu ve güneşin batışını minik gözleriyle seyredememişti. Kendisinin doğduğu, babasının doğduğu ve dedesinin doğduğu vatanın binlerce ki­ lometre uzağına henüz bebekken aWmıştı. Mustafa Cemiloğlu burada ge­ lişti, burada büyüdü; Mustafa Kırım.oğlu oldu. Çorabatır'ı alevlerde yak­ tılar, fakat yok edemediler; Mustafa Kırım.oğlu, Çorabatır oldu. Çoğalın dedi vatandaşlarına; cennet atlan bizi bekliyor; vatan Kırım'a mutlaka ulaşacağız dedi. Sesi Sibirya zindanlarından yankılandı; Taşkent'te, Se­ ınerkant'ta, Kettekurgan'da, Ak.lmrgan'da, Yengiyol'da, Çırçık'ta, Cam­ bay'da, Kaşkaderya-da yaşayan Kırımlılara ulaştı. Çorab�tır, rüzgarla yanşan atma binmişti, Kırım'a varacaktı. Sibirya zindanlarına kapatılsa cıa, çalışma kamplarına mahltfım edilse de Mustafa, halkının önünde du­ ruyordu; "Bahçesaray Çeşmesi" şürini okuyordu; Bahçesaray'ı, Akmes­ dt'i, Gözleve'yi

gözlüyordu;

gözüyle, yürek gözüyle Gözleve'yi

göste­

riyordu. Yargıç önüne çıkarıldı; niçin "Bahçesaray Çeşmesi"ni okuyor­ sun denildi; niçin bu şüri okuyorsun, çoğaltıyorsun, dağıtıyorsun denil:. di. Mustafa Bahçesaray Çeşmesi'ni okuduğu ve okutt.uğu için mahkfım edildi. Nice mahkeme salonlarının konuğu olmuştu. Vatandaşlan, duruş­ malan fotoğraflamışlar, fotoğraf makinalannı ayaklarıyla geriye doğru iterek salonlardan kaçırmışlardı. Flaş ışıklan, paslı çivili kapılan, de­ mir ıPerdeleri delmiş, fotoğraflar bize kadar ulaşmıştı. Taşkent'te evi basılan Mustafa Kırımoğlu, pijamalarıyla ikinci katın penceresinden at­

lamış; kınk ayakla, birkaç haftada Moskova'ya ulaşmıştı. Çorabatır, Mos­ kova' dan dönüyor; Kınm'ı, Gözleve'yi işaret ediyordu; Kınm'a mutla")')

? u-

(2)


SAYI

314

A, B. ERCİLASUN

YIL

XXVIl

ka ulaşılacaktı. İki yıl oldu, Kırımlılar meydanlara doldular. Moskova'da, Semerkant'ta, Çırçık'ta, Taşkent'te meydanları doldurdular ve va­ tan Kın_n'a dönmek istediklerini haykırdılar. Sesler kısılamaz, ''Elnel"­ lere gem vurulamaz oldu; "Yıldız"lardan "Emel"lere; "Emel"lerden "Yıl­ dız"lara köprü kuruldu. Basir Gaffaroğlu'dan Hakan Kırımlı'ya, Mus­ tafa Kırımoğlu'ndan Cengiz Dağcı'ya, Reşat Cemilev'den Kemal Kar­ pat'a ulaştı köprü, uzandı köprü. Türkiye'deki, Romanya'daki, Londra­ daki, Amerika'daki, Taşkent'teki Kırımlı yekvücut oldu, bir vücut oldu, bir oldu. Kremlin önünde Çorabatırlar cennet atlarına bindiler; rüzgarı arhalannda bırakarak Kırım'a uçtular. Müstecip Ülküsal'dan genç Kırmılılara devreden bayrak dergi Emel'i.n son say1sında (170-.ı.71) Mustafa Abdülcemil Kınmoğ'lu'nrı.ın nihayet va­ tan topraklarına yerleştiğini okuyoruz : "Kırını Tatar Milli llareketi'nin yolbaşçısı

Mustafa. Abdülcemil Kı­ ayı içinde Vatan Kmm'da satın aldığı eve yer­ leşti. Kırım Türklerınin tarihi başkenti Ba.h�aray'a yerleşmek üzere

rımoğlu geçtiğimiz Mart

mahalli Sovyet makamlarından iskan müsadesi talep eden Kırımoğk, kend�sine Bahçesaray için iskan müsadesi rverilmemesi üzerine Gözleve'­ ye

bağh Küntuvar ( Gündoğa.r) köyüne yerleşti."

Evet, baştaki sorunun sevabı veriliyor: Hak yerini buluyor; vata­ nın gerçek sahiplerı, sonunda topraklarına yeniden sahip oluyorlar. Ay­ nı dergiden öğrendiğimize göre, 1989 Ocağına kadar 36.000 'e yakın Kı­ rımlının Kınm'da oturmasına müsade edilmiştir ve Kırım'a göçüp ge­ lenlerin sayısı bir günde �o�oo kişiyi bulmaktadır. (s. 21). Vatan Kı­ rım, Çorabatır'ın y'Jlbaşçılığında Çora;batır'ın çocuklarıyla dolmaktadır. KIRIM MUHTAR CUMHURİYETİ'NE DOGRU

İş Kırım'a yerleşmekle bitmeyecek. Hedef, Türk vatanına Türk­ lerin sahiJ> olmasıdıt'. Şimdilik istenen, 18 Mayıs 1944'ten önceki sta­ ti!dür : Kırım M'llhtar Cumhuriyeti. Bu yolda talepler başlamıştır. 21 Mart 1989'da, Sovyet Yazarlar Birliği üyelerinden on iki ünlü yazar; �"lmur Pulatov, Sergey Antonov, Mustay

Kerim, Abdülcemil Nurpeyisov,

"Bulat Okucava, Anrlrey Voznesenskiy, David Kugultinov, Vlaıdimir San­ gi, Yurik Rıtheu, Boris Mojayev, Ales Adamoviç, Vasil Bıkov; Sovyet­ ler Birliği Komünist Partisi Merkez Komitesinin 1989 yazında yapılacak v� milletler arasınd�ki ilişkileri konu alacak plenyumuna açık bir mek­ tupla başvurdu. Yazarlar mektubun sonunda şöyle diyorlar:

(3)

323


SAYI 314

T Ü R K

"Bizler, şanının,

KÜ L T Ü R Ü

YIL XXVII

çok zorluklar görüp geçirmiş olan

değerlerinin ve hakimiyet

haklarının

Kırım Tatar halkının

yeniden

canlandırılması

i�in şu hususları zamri görmekteyiz. - Kırım Tatar milletine mensup yurttaşları teşkilatlı şekilde öz Vatanları Kırım'a döndürmek için bir Devlet Programı düzenlemeli ve ilan edilmelidir. Bunun uygulanmasına bütün birlik cumhuriyetleri ka­ tılmalıdır ki bu Sovyet enternasyonalizminin bir sınavı olacaktır. - Kırım'ın Lenin tarafından kumlmuş olan muhtariyetinin yeni­

den kurulması, milli meselenin Stalin usulleriyle çözülmesi zihniyetine indirilmiş bir darbe olacaktır."

12 ünlü yazar böyle diyor : Kırım Muhtar Cumhuriyeti yeniden ku­ rulsun; hak yerini bulsun! 12 yazarın 4'ü Türk asıllıdır. Bu, Türk asıllı

insanların birbirlerıne destek olmaya başladıklarının da bir göstergesi­

dir� Bir başka Türk asıllı insan, Kazakistan Komünist Partisi Merkez Komitesi Sekreteri Özbekali

D.

Canibekov, 23 Şubat 1989'da Taşkent'te

düzenlenen resmi bir toplantıda Kırımlıların öz vatan1anna dönmesi ge­

rektiğini, Kırım'ın topraklı muhtariyetinin yeniden kurulması lazım gel­ diğini söylemiş ve bunun "tarihi adaletin iadesi" tir."

(1)

olacağını belirtmiş­

ŞAHESER UYANIYOR Gagavuz Türkü, öz diliyle eğitim istiyor; Yakutlar daha fazla mil­

E hak talep ediyor. Kazan Tatarları İslamiyetin kabulünün 1100. yıl­ t:lönümünü kutlamağa hazırlanıyorlar; bunun için bir komite kurdular(2). Kazaklar,

Kazak

i�.sıllı

yöneticilerinin alınmasına isyan ettiler.

Özbek

Türkleri, Özbekçe anayasamıza resmi dil olarak geçsin diyorlar. Azer­ baycan Türkleri, madem ki anayasamızda Azeriçenin resmi dil olduğu kayıtlıdır, o halde bu kayıt sözde kalmamalı, resmi muamelatta Azerice kullanılmalıdır talebinde bulunuyorlar ve Azerbaycanlıların

"Azerbay-

( 1) Kırımla ilgili haberler, Emel dergisinin 170-171.

( 1989 Ocak-Nisan) sayısından alınmıştır. İki ayda bir çıkan Emel dergisinin haberleşme adresi 06428 P.K. 33 Ahmetler/ Ankara' dır. Mezkür sayıda neşredilen "Sürgündeki Kırım Tatarlarına Yönelik Sovyet Eğitim ve Kültür Politikası ( 1944-1987) adlı yazı mutlaka okunmalıdır. ·•

Ahmet Temir, "Kazan ve Ufa'da Bu Yıl Tertiplenecek İki Büyük Kut­ lama Töreni", Türk Kültürü, sayı: 312 (Nisan 1989 ) , s. 212.

(2) Bak:

324

(4 )


A. B. ERCİLASUN

SAYI 314

YIL XXVII

can Türkü" olduğunu haykırıyorlar ( 3). Her Türk topluluğu, içinde bu­ hmduğu durumdan bir adım ötesini talep ediyor. Sular durulmadı, durulmayacak. Damlalar köpük, köpükler ırmak r-·acak ve ırmaklar bir büyük denizde buluşacak.

ZEYL YERİNE Yazım yukarıda bitmişti. Matbaaya verilmek üzere çantamda bek­ lıyordu. Fakat artİk hadiseler aylık bir derginin hızını aşıyor.· 18 Mayıs

1989 (kara günün yıl dönümü) tarihli gazeteler, "Kırım'da Mücadele Sürecek", "Kırım Türkü Feryat Ediyor'' başlıklı haberler verdiler. Tür­ kiye Gazetesi'nde Mustafa Kınmoğlu'nun Kırım toprağıyla bütünleşen bir resmi ve Yalta'dan Ti.irkiye'ye ulaşan mesajı yer alıyordu. Kınm'ın Yalta şehrine giden bir turist kafilesi, Mustafa Abdülcemil Kırımoğlu ile görüşmüş ve görüşmeyi de videoya kaydetmişti. Kının derneklerinin yaptığı basın toplantısında kaseti seyreden Tercüman Gazetesi baş ya..: zarı Taha Akyol, ·Kırım Türkleri" ba�lıklı yazısında "okumak deyince Türk milliyetçiliğinin büyük lideri ve 'Dilde fikirde işte birlik' şiarıyla Tercüman'ın kurucusu İsmail Gas pır alı 'yı anmamak mümkün mü? Gas­ pıralı, Türklüğün temel mes'elesinin

'aydınlanma'

rldıuğunu

görmüş,

'usfil-i cedit' yani modern mektepler açmış, bu çığırda Buharalı Abdiir­ rauf Fıtrat gibi çağımız İslam dünyasının en büyük düşünürlerinden biri yetişmişti... Gaspıralı'nın attığı tohum kabuğunu çatlatıyor

lşte Cemil

Kırımoğlu ziraat mühendisidir. En yakın dava arkadaşları llmi Ömer doktor, Mambet Üseyin elektrik

mühendisi.

Evet, Türklük davası bir

medeniyet ve demokrasi davasıdır ... " diyor. Biz

de,

ziraat mühendisi,

Kırım

Türklerinin yoJ.başçısı Mustafa kasetiyle Karadeniz'den bize gönder­ diği mesajı 18 Mayıs 1989 tarihli Terci.iman'dan aynen naklederek "zeyl"i­ mize son veriyoruz : Abdülcemil Kırımoğlu'nun

video

'Kınm'da toplıam 40 bin kadar Kırım Tatarı yaşıyor. 1987-88 se­ neleri

20

bin Kının Tatarı Kınm�a gelebildi. Onlar da büyük zorlukla

geldi. Eskiden kalaıı şövenistler ve Stalinistler ellerinden gelen bütün wrlukları gösteriyorlar.

Ozbekistan'daki Kırım Tatarları evlerini sata­

mıyorlar. Hükômet tarafından bu hususta Kırım Tatar�arı evlerini sata( 3 ) Bak: Bahtiyar Vahapzade, "Birliği Elden Vermiyelim Temkinli Olalım", Türk Kültürü, sayı : 313 ( Mayıs 1989)_ s . 270. (Baku'da yayınlanan Komünist gaze­ tesinin 25 Kasım 1988 tarihli nüshasından naklen ) .

(5)

325


SAYI

314

T Ü R K

K Ü L TÜR Ü

YIL XXVII

masınlar diye tedbirler alınıyor. Kınm'da da Ruslar ara.sında propagan­ da yaparak, 'Evlerinizi Kırım Tatarları'na satmayın. Eğer evlerinizi on­ lara.. satarsanız, burada çoğalırlar ve sonra Ruslar'a �e UkraynaWar'a ezi�de başlarlar' diye 9ropaganda yapıyorlar. Mezarlıklar 1944 yılında biz Kırıın'dan çıkarıldıktan sonra tama­ men yok edildi. Mezarlarımızın baştaş!arından Rus e,·•erine basamaklar ve hayvan barınakları yaptılar. Şimdi hiçbi1" yerde Mü�lüman Kırım 'far tar mezarlığı kalmadı. Yalnız Bahç,esaray'daki Hansarayı'nda -ki ora.­ sım da müze yaptılar- orada birim� hanımızın mezarı llal<lı. Şimdi Kı­ rım-da ölen Kırım Tatarlan'm, Rus mezarlığına gömüyorlar. Şimdi Kırım Tatar milletinin vaziyeti ağır (kötü). Şimdi demokra·· si ve perestroika 13.fı çok konuşuluyor, ancak ·bunun Kırım Tatarları'na bir faydası olmadı. Niçin, başka taraflardan bizim Kırım Tatarlan'm des­ tekle yen sesler az işitilmeye başladı (az i�itiliyor). Evet yakın zamanda öğrf'11dik Emel dergisi çıkıyormuş. Türkiye'de gazeteleı de' bahsediliyor­ muı;ı. Laldn radyoda Kırım Tatarları meselesinden bahsedilmemesi bize çok ağır geliyor. Kırını Ta.tarları, Türkiye radyolannı tıemiz ve �ık bir şekilde dinliyorlar. Ama Kının Tatarları hakkında bir laf işitmemek !:.Qk ağıwnıza gidiyor. Mümkün olsa da TRT'de bizim meseleınizden bahse­ dilse, o zaman Kırım Tatar hafümın morali yükselecek. İşte artık 45 yıl oldu bizim ·sürgünde yaşadığımız. Bizim halkımı­ zın Kınm'a gelebilmesi için daha çok mücadele olacak. Elbet biz elimiz­ den geldiği kadar, gücümüzün yettiğince mücadele edeceğiz ve Törkiye'­ deki vatandaşlarımızdan, dindaşlarıınızrlaıi yardım bekliyoruz. Biz 2 l\layıs 1989'da "Kırım Tatar Milli Hareketi Teşkil1 tı'nı kur­ duk. O teskilittın tüzüg"'ünde bir madde var. Kırım Tatar halln kendi .. \ meselesini çözebilmek için Müslüman ülkelerine müracaat edebilir. Bu maddeyi halkımız doğru diye tasdik ettiler ve Müslüman ülkelerine mü­ racaat edeceğiz. Sovyetler Birliğimde yaşayan bütün Kırım Tatarlan�nın vekilleri 29 Nisan - 2 Mayıs 1989 tarihleri arasında toplandı. Bu toplantı ÖZbekis­ tan'da gerçekleştirildi. Toplantıda bir tüzük kabul edildi. K'rJm Tatar

Milli Hareketi Teşkilatı olarak bu toplantıda, �itli kararlar kabul edil­ di. Todor Jivkov'a bir protesto mektubu yazıldı. Mektupta Bulgaristan'­ .��aki dindaşlarımıza, Türkler'e, Kırım Türkleri'ne yapılan baskılar ve 1 ürkler'in zorla Bulgarlaştınlmaya çaiışılması p�otesto edildi.

326

(6)


SAYI 314

ve

9 30

A. B. ERCİL ASUN

y

YIL XXVII

Nisan'da Gürcistan'da me dana gelen hadiseler prot.esto Mayıs'ta

edildi

Paris'tıe yapılacak olan Avrupa Güvenlik ve İşbirliği

Konferansı (AGİK) toplantısına müracaat edildi. Sovyetler Birliği Komünist rartisi'nin milletler meselesinin ele alı­

nacağı

yaz ayındaki toplantısına . doğrusunu söylemek gerekirse güve­

nimiz yok. Bu toplantı ile ilgili olarak Sovyet gazetelerinin yazdığına gö­ re,· Kının Tatarları'nın meselesi olarak, Kının Tatarlan'nın sürgün ya. şarJ.ıklan yerlerdeki gazetenin sayısının - artırılması, daha. çok kitap neş­

redibnesi, Kırım Tatarlarının kültürlerinin sürgün yerlerinde canlandı­ nlnıası şeklinde ·ele alınacak bu Komünist Partisi Merkez Kumlu'nun vapacağı toplantıda.. . Biz ise, ana toprağımıza dönmek ve Kmm'da öz

milli cumhuriyetimizi kurmak ve Kınm'da milli kültürümüzü canlandır­ ,nak istiyoruz. Onun için bu toplantıya güvenemiyoruz. Kırım Ta.tarla­

n'ıun güreşi (mücadelesi) devam edecek."

( 7)

327


BAHÇESARAY ÇEŞMESi('*) 1

Şükrü ELÇİN

Bahçesaıray'da bir "Gözy�ı Çeşmesi" vardı Akyar mermerinden yapılmış, Bu çeşme Kırım Giray'ın gönül ikliminde açan nilüferdi. Bu çeşme Kerem'di, bu çeşme Aslı'ydı, bu çeşme Dilara Bikeç selsebiliydi, Bu çeşme gazilerle, erenlerle, şehitlerle beraberdi. Gaspıralı İsmail bu çeşme başında duydu, sesini tarihin; Bu çeşmede uyandırdı Cemiller'! geçmiş zaman hü.zniyle hatıralar. Kuru dallar, bu çeşme akar iken sevinçle yapraklanırdı, Bu çeşme akar iken akmaz oldu göç etti Anadolu'ya kuşlar. Sen, Sen, Sen, Sen,

Yayla pağlan'nın rahmeti, sen sevdalara nakış çeşme; Sibirya yollarında sürgün onbinlerin, yüzbinlerin yürek acısı. Akmescit camiinde Karahi�ari' ce bir sülüs, Mengli Giray divanında ta'lik yazısı.

Bu gece, tuğa dil bağladı Gazi Giray, kakül-i hoşbfı. yerine, Bu gece, Cenevizli tavşan, Gedik Ahmed P�a Karadeniz'de ş!hin;

Bu gece, şimşeklere el sallayan süvariler Tuna'dan geçti , Bu gece, denizi yara yara yaklaştı Kefe'ye gemileri Fatih'in. n

Gözleve'de Aşık ömer'in sazı asılı kalmış duvarda, Kefe'nin Kızlar Kulesi'nde baykuşlar ötmektedir. Ay bir sarı gül Çadır Dağı'nda bu gece, donmuş, garip; Bahçesaray'da Gözyaşı Çeşmesi'nden kan akmaktadır. ( *) Mustafa Abdülcemil KIRIMOGLU bu şiiri okuduğu ve yanında

bulundurduğu için Taşkent'te yargılanmıştı. Şakir Selim'in "Bahçesaray" şiiri , vekiz yıl sonra sanki bu şiire bir nazire oldu. Bu vesileyle her iki şiiri yayınlıyoruz.

328

(8)


SAYI 314

YIL XXVll

Ş. ELÇİN

Sibirya yollarında bir türkü tutturmuş Sudaklı kız, yanık; "Sağlıkla kal vatan" derken içimi kemirdi firak. Hacı Giray'ın türbesinde yanan mum sönmüş artık, Salacık Boğazı'nda kuşlar ötmez olmuş, susuzluktan çatlamış toprak. Zehirli rüzgarlar esti Akyar'ın bahtı üstüne, Zülfü gece, yanağı gündüz gelinleri sardı peygamber yası. istanbul'da yayıldı Hırka-i Şerif'den Kur'an sesi perde perde. Erik ağaçlarında sallanıp kaldı çocukların rü'yası. Bu gece gök yüzü kurşunla örtfüü, Bu gecenin karanlığında nefes alamaz insan. Korkudan göz pınarları kurumuş analar, evlatlar gelmez kaleme,

Bu gece insanlık yerde sürünüyor, memleket olmuş bir zindan. Biz Geray'dık, biz Çora Batur, lıiz Edige, biz Dilara Bikeç'tik, Üç dişli tarak damgamızla· aziz-i vakt iken a'da zelil kıldı bizi. Kırım'da beyaz kefenlere sarılı nur yüzlü ölülerimizle birlikte Susuz ceylanlar gibi kaybettik hürriyetimizi. �iz zamana hükm edenlerin soyundan, Altaylar'dan gelmişiz. Tanrı'nın verdiği emaneti Zalim bizden alamaz. Kasım'da buz tutan göl Mayıs'ta çözülür bir ·gün, Gece, gecenin içinde tulU-i haşre kadar sürmez.

m Sen, Orhon'dan, İdil'den, Sakarya'yla Aras'tan gelen su; Sen besmeleyle abd�st alanların şiiri Dilara'm. Bu gece Fatih'in minareleri niyazdadır senin için, Yağmur yağar bu gece, yer doymaz, ben sana nasıl doyam. Ayvalık'ta Şükrü Elçin dert içinde göz yaşına şeydadır, Akmaz iken akar elbet suyun çeşme, geçer azme hail zulmün korkusu. Dest busi arzusiyle ölürsem dostlar, Kuze eylen toprağım sunun anınla yare su. Ağustos 1981

(9)

329


'

BAGÇASARAY(*)

Şakir SELİM

Yeşil caplar arasında esken yelin Tar sokaklı maallelerde kimni aray? N eçün kurup kaldı sırlı çeşmelerin? Söyle mana, Bagçasaray, Bagçasaray "Çürük Suv"nın boylarında tamır atkan Sclbileriiı neçün ös�ıey, neçün kavray? Otuz eki ay-yıldızın kayda batkan? Söyle mana, Bagçasaray, Bagçasaray. Yigirminci asırdan da merametsiz Bir asi rnı kördü meken bu Hansaray? Tarihinde yıl oldu mu dert-zametsiz? Söyle mana, Bagçasaray, Bagçasaray. Beftanlardan kamburaygan kutsız kibi Alçak-campik evler kimden imdat soray? ·Kimler etli bu evlernin öz sahibi? Söyle mana, BagçP,saray, Bagçasaray. Kimler etli bu caplarda koy cayratıp "Top kayanın" kölgesinde 'kaval çalgan? Allı-pullu feslerine guller takıp, Gugüminen çeşmelerden suvlar algan?

( *) Şakir Selim'in

bu şiiri çok önceden yazıldığı halde mahzurlu �ulunduğu için müddet yayımlanamamış ; nihayet, Kırım Türklerinin Taşkent'te yayımla­ dığı "Lenin Bayrağı" gazetesinin 14 Şubat 1989 tarihli nüshasında neşredilmi§­ tir. Şiir, latin harflerine aktarılarak Emel dergisinin Ocak-Nisan 1989 sayısına alınmıştır. uzun

330

(10)


BAHÇESARAY

Şakir SE.LlM

Yeşil yamaçlar arasında esen yelin Dar sokaklı mahallelerde kimi arar? Niçin kuruyup kaldı sırlı çeşmelerin? Söyle bana, Bahçe�aray, Bahçesaray. "Çürük Suv"un boylarında kök (damar) salmış Selvilerin niçin büyümez, niçin solar? Otuz iki ay yıldızın nerde batmış? Söyle bana, Bahçesaray, Bahçesaray. Yirminci asırdan daha merhametsiz Bir asrı gördü mü ki bu Hansaray? Tarihinde yıl oldu mu dert-zahmetsiz? Söyle bana, Bahçesaray, Bahçesaray. •

Bühtanlardan kamburlaşan bahtsız gibi Alçak basık evler kimden imdat sorar? Kimler idi bu evlerin öz sahibi? Söyle bana, Bahçesaray, Bahçesaray. Ktmlerdi bu yamaGlarda koyun yayıp "Topkaya"nın gölgesinde kaval çalan? Allı pullu feslerine güller takıp, Güğüm ile çeşmelerden sular alan?

( 11)

, ·'.·

/

· ··:

331


SAYI 314

TÜRK

KÜLTÜRÜ

YIL XXVIl

Kayda şimdi o yosmalar? Ne yerlerde Çalargan ve siyrekleşken saçın taray Sen olarnı hatırladın nice kere? Söyle mana, Bagçasaray, Bagçasaray. Rast ketirdim bir yosmam sokagında, "Merabanız ... " dedi, kaşı-közü kara. Karadeniz dalgalandı ten-kanımda, !nan buna ; Bagçacaray, Bagçasaray. Afu eyle, sana tanış olgan tilden Böyle sözni eşitmedin nice zaman. Biz epimiz ırak edik tuvgan ilden Asretlikte öleyazdık aman-aman! öleyazdık dertke derman tapalmayıp Hastalıgı gizli olgan biçareday. Sen de taldm icranlıkta yıllar sayıp, Çok yıprangan Bagçasaray, Bagçasaray. Bu künge de takdirime bin evalla ! Yettim sana boranlarga ogray-ogray. Sevem seni olsan bile nasıl alda, Bagçasaray, Bagçasaray, Bagçasaray!

332

(12)


SAYI 314

Ş. SELİM

Nerde şimdi o güzeller? Nerelerde Ağarıp seyrekleşen saçlarını tarar? Sen onları hatıırladın kaç 1:tere? Söyle bana, Bahçesaray, Bahçesaray. Rast gelmiştim bir güzele sokağında, "Merhabalar... ", dedi, kaşı gözü kara, Karadeniz dalgalandı ten, kanımda, İnan buna, Bahçesaray, Bahçesaray. Affeyle, sana tanış olan dilden Böyle sözü işitmedin nice zaman. Biz hepimiz ırak idik doğma ilden Hasretlikte öleyazdık aman aman! ölüyorduk derde derma bulamayıp Hastalığı gizli olan biçare gibi. Sen de daldın hicranlıkta yıllar sayıp Çok yıpranan Bahçesaray, Bahçesaray Bu güne de kaderime bin eyvallah ! Vardım sana boranlara çarpa çarpa; Severim seni olsan bile ne halde, Bahçesaray, Bahçesaray, Bahçesaray !

(13)

YIL xxvn


SAYI

A. B. ERCİLASUN

314

YIL xxvıı

ka ulaşılacaktı. İki yıl oldu, Kırımlılar meydanlara doldular. Moskova' da, Semerkant'ta, Çırçık'ta, Taşkent'te meydanları doldurdular ve va­ tan Kın.n'a dönmek istediklerini haykırdılar. Sesler kısılamaz, ''Emel"­ lere gem vurulamaz oldu; "Yıldız"lardan "Emel"lere; "Emel"lerden "Yıl­ dız"lara köprü kuruldu. Basir Gaffaroğlu'dan Hakan Kırımlı'ya, Mus­ tafa Kınmoğlu'ndan Cengiz Dağcı'ya, Reşat Cemilev'den Kemal Kar­ pat'a ulaştı köprü, uzandı köprü. Türkiye'deki, Romanya'daki, Londra­ daki, Amerika'daki, Taşkent'teki Kırımlı yekvücut oldu, bir vücut oldu, bir oldu. Kremlin önünde Çorabatırlar cennet atlarına bindiler; rüzgarı arhalarında bırakarak Kırım'a· uçtular. Müstecip Ülkıüsal'dan genç Kırımlılara devreden bayrak dergi Enıel'in son say1sında (170-.171) Mustafa Abdülcemil Kınmoğlu'nun nihayet va­ tan topraklarına yerleştiğini okuyoruz:

"Kırını Tatar Milli llareketi'nin yolbaşçısı Mustafa Abdülcemil Kı­ ayı içinde Vatan Kmm'da satın aldığı eve yer­ leşti. Kırım Türklerinin tarihi başkenti Bah�aray'a yerleşmek üzere mahalli Sovyet makamla.rından iskan müsıadesi talep eden Kmmoğh:, kend:sine Bahçesaray için iskan müsadesi verilmemesi üzerine Gözleve·­ ye bağlı Küntuvar ( Gündoğa-r) köyüne yerleşti."

rıınoğlu geçtiğimiz Mart •

Evet, baştaki sorunun sevabı veriliyor: Hak yerini buluyor; vata­ nın gerçek sahiplerı, sonunda topraklarına yeniden sahip oluyorlar. Ay­ nı dergiden öğrendiğimize göre, 1989 Ocağına kadar 36.000'e yakın Kı­ rımlının Kınm'da oturmasına müsade edilmiştir ve Kınm'a göçüp ge­ lenlerin sayısı bir günde 80-90 kişiyi bulmaktadır. (s. 21). Vatan Kı­ nın, Çorababr'ın y'Jlbaşçılığında Çora;batır'ın çocuklarıyla dolmaktadır. KIRIM MUHTAR CUMllURİYETİ'NE DOGRU

İş Kınm'a yerleşmekle bitmeyecek. Hedef, Türk vatanına Türk­ lerin sahiJ> olmasıdı'f. Şimdilik istenen, 18 Mayıs 1944'ten önceki sta­ tüdür: Kırım M'llhtar Cumhuriyeti. Bu yol da talepler başlamıştır. 21 Mart 1989'da, Sovyet Yazarlar Birliği üyelerinden on iki ünlü yazar; ·:rımur Pulatıov, Sergey Antıonov, Mustay Kerim, Abdülcemil Nurpeyisov, 'Bulat Okucava, An1rey Voznesenskiy, Da.vid Kugultinov, V.ladimir San­ gi, Ymik Rıtheu, Boris Moja.yev, Ales Adamoviç, Vasil Bıkov; Sovyet­ ler Birliği Komünist Partisi Merkez Komitesinin 1989 yazında yapılacak v� milletler arasınd9ki ilişkileri konu alacak plenyumuna açık bir mek­ tupla başvurdu. Yazarlar mektubun sonunda şöyle diyorlar: (3)

323


SAYI 314

M. TEVF'İKOGLU

YIL xxvn

Büyük çapta bir hekim. Kendine has seziş kaabiliyetiyle organizma­ daki marazi hadiseleri daha su yüzüne çıkmadan yakalayan seçkin he­ kim. Annesinden hekim doğmuş müstesna insanlardan. Ancak unutul­ mamalı ki, doğuştan kazanılan bu hassa sonradan edinilen bilgilerle, sürekli müşahede, tetkik, tecrübe, araştırma ve uygulamalarla gelişti­ rilmezse pek fazla işe yaramaz. işte Akil Muhtar hepsini en mükem­ mel şekilde bir araya getirdi. Daha mühimi de elde ettiği terkibe yük­ sek ahlaki vasıfları yani insanlığı ilave etti; böylece sevilen, sayılan, aranan hekim oldu. Tam manasiyle örnek bir hoca. Derslerini daima bir vicdan ve namus borcunu öder gibi ilmi gerçeğe, milli ruha sadakatle verdi. Ve nihayet faziletli, duygulu, ince, zarif bir insan. Aynı zamanda iyi bir sanatçı. Sanatı (özellikle resim sanatım) ilmi dikkati bileyen en mühim bir vasıta olarak gördü ve onun güzel örneklerini verdi. •

işte bu büyük değerimizi, ölümünün 40. yılında -hayatı, ilmi şah siyeti, fikirleri, eserleri ve te'sirleriyle- yeni nesillere tanıtmağa çalı­ şacağız. 1

-

HAYATI

Mehm.ed Akil 1 Ekim 1877'de tstanbul'da doğdu. Babası Asker! Tıbbıye Başkatibi Mehnied Muhtar Efendi'dir. Mehmed Muhtar Efendi aynı zamanda Tıbbıye ve Harbiye mekteplerinin edebiyat muallimi ve Cemiyet-i Tıbbıye-i Osmaniye'nin kurucu azasındandı. Bilgili, kül­ türlü, dürüst ve vatansever bir insandı. "Hakiki vatanperver mesleğin­ de en yüksek oZmağa çalışandır,,. düsturunu benimse:mişti. Çocuklarına da bu fikri, bu ruhu aşıladı.· Hekimliğ� ve hekimlere karşı büyük sev­ gisi, saygısı vardı. İlim ve insanlığa yardım açısından tababeti bütün mesleklerin üstünde görüyor ve çocuklarının doktor olmasını istiyordu. Bu arzusu gerçekleşti; üç oğlu da (Celal, Kemal, Akil Muhtar) doktor oldu. oÇ ü d e ilmi çalışmalarıyla adlarını Türk ve dünya tıp literatürüne l geçirdiler, .ha.zakatleriyle hastalarının ıstıraplarını giderdiler, yeni nesil­ leri irşad, babalarının ruhunu şad ettiler. Akil Muhtar, ilk ve orta tahsilini üsküdar'da Fıstıklı Mektebinde ve Paşakapısı Rüştiyesinde yaptıktan sonra öbür kardeşleri gibi Askeri (1) Akil Muhtar büyüyüp şöhreti memleket sınırlarını aşan bir doktor olunca "İll,m Bakımından Ahlak" adlı kitabının ilk sayfasına babasının bu sözünü alacaktır. (15)

335

·


SAYI 314

TÜRK

KÜL TÜRÜ

YIL XXVII

T!bbıye İdadisine girdi. Buradan mezun olunca Demirkapı'daki Askeri Tıbbıye.'ye (Mekteb-i Tıbbıye-i Şahane) geçti. Tıbbıye daima en yüksek seviyede bir ilim ve irfan ocağı olduğu gibi hürriyet ve kurtuluş mücadelelerinin de odağı olmuştur. Tarihimiz­ de bütün hürliyet hareketlerini Tıbbıyeliler başlatmışlardır. !şte Akil Muhtar Tıbbıyeye girince kendisini böyle bir ortamda buldu. Zaten aile çevresinde milli terbiye ve hürriyet fikriyle yetişmiş, olan genç öğrenci girdiği bu yeni yuvada da milliyetçi ve hürriyetçi arkadaşlarıyla çabu­ cak kaynaştı ve onlarla birlikte istibdat idaresini yıkmak için müca­ deleye girişti. Ancak, Tıbbıyeliler çok sıkı takib altındaydı. Bütün ha­ reketleri günü gününe, saati saatine Saray'a jurnal E::diliyordu. Bu şart.. lar altında istibdat aleyhine çalışmak oldukça zorlaşmıştı.

İsviçre Yolwıda Bir yandan derslerine, bir yandan siyasi faaliyetlerine devam eden Akil Muhtar, gittikçe artan baskılar karşısında tek kurtuluş çaresi ola­ rak Avrupa'ya gitmeyi düşündü. Avrupa'da hem hürriyet mücadelesini qürdürecek hem de klinik ve laboratuvarları modern araç ve gereçlerle donatılmış, her türlü öğrenme, araştırma ve uygulama imkan ve vası­ talarına sahip bulunan ve Batı ilim zihniyetiyle �alışan bir Tıp Fakül­ tesinde tahsilini tamamlayacaktı. 19 yaşındaydı ve dört sene evvel ba­ basını kaybetmişti. Tasavvurunu annesine açtı. Ailenin maddi im.k8.nla­ n pt �: elverişli olmamakla beraber annesi anlayışla karşıladı, oğlunun iyi yetişmesi için Avrupa'ya gitmesine razı oldu. Böylece Akil Muhtar, Ekim 1896'da lsviçre'ye gitti. "Gitti" yerine "kaçtı" tabirini de kullana.. biliriz. Zira bu gidiş hükfunetin müsaadesiyle resmen gidiş değlidir; giz­ lice bır gidiştir, yani firardır. Nitekim onun gidişini anlatan kalemler hep "Avnıpa'ya kaçtı'' dire yazmışlardır. Bizzat kendisi de seneler son­ ra yazdığı bir makalede -dolaylı olarak- bu hadi�eden söz ederken : "Ben 1896 llkteşrin ayında, Sultan Hamid,'in haks1z ve müstebit hükU­ metine isyan ederek Jsviçre'ye kaçmıştım''2 diyor. Doğrusu da budur. is­

tibdat idaresine başkalciırarak yahut devrin icabın� veya modasına uya­ rak P. vrupa'ya kaçmıştır. Ancak, kaçış sebebinin birincisi buysa, ikinci­ si, okuma, öğrenme, araştırma imkan ve vasıtaları daha geniş ve geliş(2) Akil Muhtar Özden, Doktor Esad Feyzi Me rhum : Bizde X Reyyonu Üzerine İlk Araştırma, Ölümünün 45 inci Yıldönümünde İlk Röntgencimiz Esad Feyzi (Akil Muhtar özden A. Süheyl Ünver), İst. Ü. Tıb Tarihi Ens. Sa. 35, Kemal Mat. ·

tst.

336

1946,

ı.

9.

(16)


SAYI 314

M. TEVFİKOGLU

yn., xxvn

miş olan bir fakültede tahsil görerek kendisini daha iyi yetiştirme ar­ zusudur. Bunu çeşitli yerlerde birçok defa itiraf etmiştir. Yıllar sonra tstanbul Tıp Fakültesindeki derslerinde talebe:;ine söylediği şu söz de bunun en açık ifadesidir : "llim aleminin yüksek şahsiyetıeriyle yakın� dan çalışma sahasında temasa gelmek kat'i bir lüzumdur."3

Cenevre'de 1896 sonlarında tsviçre'ye giden Akil Muhtar 1897 ders yıiı ba. şmda Cenevre Tıp Fakültesine kaydoldu. öğrenimine tstanbul'da bırak­ tığı sınıftan değil, birinci sınıftan yani yeniden başladı. Bu arada tttihat ve Terakki C�miyetinin Paris'ten Cenevre'ye g el miş olan bazı idare he­ yeti üyeleriyle de temas kurdu ve yine hürriyet mücadelesine devam etti. Cenevre Tıp Fakültesinde okuduğu altı yıl içinde her fırsattan fay­ dalanarak birçok defa Paris'e gitti; hastahanelerde Widal, Dejerin� Chauffard gibi ünlü tıp otoritelerinin d erslerine girdi, klinik çalışmala­ rını takib etti. 1902'de Tıp Fakültesinden mezun olunca tekrar Paris'e gidip Pas­ teur Enstitüsü'nde tanınmış ilim adamları Metcluıikoff, Nicolle, Roux v� Nocardıın teorik ve pratik derslerine katıldı. 1903 başlarında Cenevre'de tç Hastalıkları Kliniği Profesörü Louis Bard'ın asistanı oldu. Bu değerli tıb üstadının yanında bir buçuk sere çalışarak "Serebro-spinal menenjit" hakkında bir tez hazırladı.4 1904 yılının ortalarında Poliklinik ve Tedavi Profesörü Mayor ken­ disini poliklinik asistanı olarak aldı. Prof. Dr. t\.. Mayor'un yanında ilk iki sene Poliklinik asistanı, daha sonra da Farmakodinami asistanı sı­ fatıyle ilmi çalışma ve araştırmalarını sürdürdü. Poliklinik asistanı ol­ d uğu yıllarda aynı binada bulunan Profesör Cristıani'nin Hijyen Ensti.. tüsü'nde de fahri asistan olarak vazife gördü. Farmakodinamide asistanlık süresini başarıyla tamamladıktan son.. ra Doçent iinvanını aldı ve Tıp Müfredatı ve Pratik Tedavi derslerini okutmağa başladı. öğrencileri alaka ile derslerini takib ediyorlar , onun büyük vukufundan, geniş kültüründen faydalanmaya çalışıyorlardı. Her (3) Aforizma (Dr. Akil Muhtar Özden Vecizeleri), Toplayanlar: Dr. A. S. Ünver, Dr. S. Kızıldağlı, N. Ayaydın, İst. Ü. Tıb Tarihi Ens. No. 40, İsmail Akgün Mat. İst. 1949, s. 31.

(4) Meningite Cerebro·spinale

a forme prolongee (İlerlemiş şekliyle beyin-omuril ik me·

nenjiti).

(17)

337


SAYI 314

TÜRK

KÜL TÜRÜ

YIL XXVII

r--

dersi adeta bir ilmi ziyafet oluyor, dersane ve laboratuvar -devam mec­ buriyeti" olmayan dinleyicilerin de katılmasıyla- dolup taşıyordu. En son dönemde yetiştirdiği 22 öğrenci ar.asında, bir süre sonra sahalarında şöhret yapan ve hocalarını hiçbir zaman unutmayan seçkin hekimler de vardı.

Akil Muhtar bu devrede yoğun bir çalışma içindedir. Dwmadan okuyor, araştırıyor, teorik bilgilerini,

laboratuvar bulgularını klinikte

uyguluyor, müşahede ve tecrübeye dayanan ilmi ve orijinal travaylar yapıyor ve yayınlıyordu. Cenevre'deki araştırmalarının bir çoğu entere­ san buluşlar, yeni metodlar olarak tıp literatüründe yer aldı. Bunlarm arasında özellikle, lokal anestezik maddelerin tesir mekanizması hakkın­ da yaptığı ilgi çekici b:r araştırmayı zikredebiliriz : Araştırmacımız bul­ duğu basit fakat hassas bir metodla opium alkaloidlerinin yani

morfi».

ve derivelerinin mevzii anestezik hassaya sahip olduklarını ispatlamış ve tesir derecelerini göstermiştir. 5 Ciddiyeti, çalışkanlığı, kendine özgü görüş ve sezişi, araştırma he­ yecanı, takip fikri, bilgi ve anlayışıyla hastalarının, meslek arkadaşla­ rının ve öğrencilerinin dikkatini çeken Akil Muhtar, kısa zamanda ho­ calarının ve ilim çevrelerinin de takdirini kazanmıştı. tstanbul'a döne­ ceği sırada Prof. Dr. A. Mayor'un kendisine verdiği 10 Eylül 1908 ta­ rihli sertifika onun hek.imlik ve öğreticilik vasfını, verimli çalışmala­ rını, tükenmiyen gayretlerini -kısacası- başarılarını övgüyle dile geti­ ren bir belgedir. Bu ihatalı sertifika onun Cenevre'deki meslek hayatı­ nın bir özetidir.6 Yurda Dönüşü Yıl 1908. Türkiye'de tkinci Meşrutiyet ilan 'edilmiş, hürriyet rüzgar­ ları esmeye başlamıştır. tsviçre'deki çalışm8.larını yakından takib etmiş olan Profesör Operatör Doktor Cemil Topuzlu (1868-1958) ile Kadın Has­ talıkları ve Doğum Mütehassısı Profesör Doktor Besim Ömer Akalın

(1861-1940) Paşaların hükumete tavsiye ve teklifleri üzerine Akil Muh­ tar, devletçe yurda davet olunarak Tıbbıyede Hijyen muallimliğine tayin �dildi. Akil Muhtar'ın bu daveti tereddütsüz kabul edip memnuniyetle yur­ da dönmesi başlı başına bir vatanseverlik örneğidir. Evet, Cenevre Tıp Fa(5) De l'action des. alcaloides de l'opium sur les terminaisons nerveuses sensitives cu­ tanees (Afyon alkaloidlerinin derideki hissi sinir uçlarına tesiri hakkında), Compt es· Rend. hedbomadaires et memoire de la Societe de Biologie, 1909. (6) Sf>rtifikanın Fransızca metni için Bk. Aforizma, s. 13.

338

(18)


SAYI 3H

M. TEVFİKOGLU

YIL XXVII

kültesinde Doçent olan, yakın bir gelecekte çok daha büyük payelere namzet bulunan, Batı ilim çevrelerinde parlak bir i�im yapan, Fakülte hastahanesinde ve -son yılda açtığı- özel kliniğinde (muayenehanesinde) pek çok hastaya şifa dağıtan, en mühim vak�alarda fikrine müracaat olunan,sevilen, sayılan bir hekimin on iki yıl kaldığı Avrupa'dan "'"""şöh­ retini, maddi manevi kazancını bir yana atıp- sevine sevine, adeta ko­ şarcasına yurda dönmesi, hele o tarihte inceleme, araştırma imkan ve vasıtaları sınırlı olan bir Tıp Fakültesinin hocalığını kabul etmesi an­ cak vatanseverlikle, fazilet ve feragatle izah edilebilir. Artık bilgi ve tecrübesiyle Türk gençlerini yetiştirecek, hazakatiyle Türk hastalarını tedavi edecektir. istanbul'da Mekteb-i Tıbbıye-i Mülkiye'de hijyen dersini okutan Akil Muhtar, 19091da Mülki ve Askeri Tıbbıyelerin birleştirilerek Hay­ darpaşa'da "Tıp Fakültesi" kurulunca asıl ihtisas şubesi olan Tecrübi Tedavi (Farmakodinami) ve Tedavi Seririyatı (Kliniği) müderrisliğine (profesörlüğüne) getirildi (1910). 1933 üniversite reformunda unvanı Ordinaryüs Profesör oldu. Kurduğu Farmakodinami ve Tedavi Kliniğini -emekli oluncaya ka. dar- 33 sene modern ilim zihniyetiyle, liyakatle, vukufla yönetti. Labo­ ratuvar tecrübelerini klinik müşahedeleriyle birleşt�rerek uyguladı. Ta­ lebesini araştırma, inceleme rı.ıhuyle yetiştirmeğe, hastasını şefkat ve hazakatiyle tedavi etmeğe çalıştı_ Daha önceki iki yıllık Hijyen hocalığı da hesaba katılırsa Tıbbıyemize tam 35 yıl unutulmayarak hizmetleri geçti.

Emekliliği 1943 Temmuzunda yaş haddinden emekliliğe sevkedildL Akil Muh­ tar öğretim hayatından ayrılışına çok üzüldü. Sunuş'ta onun annesindc;n hekim değduğunu söylemiştik. Aynı zamanda hoca olarak doğduğunu da rahatça söyleyebiliriz. Mesleğine 8.şık, üstün va.:ıflı bir öğretici, yt:­ tiştirici. Bundan dolayıdır ki kürsüsünden, talebesinden uzak kalışı iç dünyasını farkedilir şekilde kararttı. Süheyl Ünver, Akil Muhtar özden'in "ilim Bakımından Ahlak" adlı kitabının üçüncü baskısına koyduğu yazıda diyor ki : "1944 ders sene.. sinden itibaren pek sevdiği te4ris hayatından ve talebesinden uzak kal­ ması dolayısiyle çok ·kırgınlık hissetmiştir. Fakat tekaütlük devresinde de eski çalışmasını bırakmamış ve bühassa

1940

Türk Kodeksine ilô,..

veten bir süpleman hazırlanmasına memur edilmesi üzerine bunun ilmı teferruatı ile meşgul olmuştur. Yine derslerini hazırlar gibi eserleri ve

(19)

339


SAYI 314

TÜRK

KÜL TÜRÜ

mecmuaları okumakta devam etmiş;

YIL XXVII

beynelmilel değerde ilim ve fen

adamlarının keşifleri ve beşeriyete hizmetleri üzerine bilhassa Akşam gazetesinde bir seri makaleler yazmış ve gençliğin arzusuyla ilmi ve ah1dki konferanslar ve Tıb Tarihi Enstitüsü seminerlerinde dersler ver.. m��tir"'

Aynı yazar başka bir yerde de gene üstadın duyduğu üzüntüyü -hemen heme� aynı kelimelerle- dile getiriyor.8 Abdülhak Adnan-Adıvar da Akil Muhtax'ın toprağa verildiği gün (14 Mart 1949) yayımladığı makalede onun kırgınlıklarını, üzüntülerini şöyle anlatıyor : Onun en kuvvetli ihtirası hocalıktı. Derslerinde bulu­ nanlar bilirler; öğretmek, karşısındakinin dimağına

muflaka

bilgiler

aşılamak onu en çok bahtiyar eden bir amildi. Kitap yazmak, araştır.. malarını neşretmek de diğer güzel bir ihtirası idi ki bu da hayatının sondan evvelki haftasına kadar devam etti. insanlığa ilmiyle, tecrübe.. siyle faydalı olmaktan asla çekinmiş değildi. Paris Tıp Akademisi onu

1938

senesinde azalığa seçmişti." "... Türkiye'den ilmi eserleri dolayı

siyle, Paris Tıp Akademisi».e ilk seçilen Türk alimi Akil Muhta·r'dı.. Ne yazık ki memleketimizde

1944

senesinde onu zamanın Maarif Vekaleti,

hükumetin «müsavat üzere hareket» kararına uyarak hocalıktan tekaüde . sevketti. işte hocalığın Akil Muhtar'ın ruhunda ne k<Ular derin kökler salmış olduğunu o vakit hep anladık. O, Uiboratuvarından, talebesinden henüz değneğini kaka kaka yürüyecek bir yaşta ve bir sırıhat durumun..

da değil iken ayrılmış olduğu için içinde kalan ilim ve talim kudret ve he­ vesinin kullanılacağı yer kalmadığını

görmekle çolc, pek çok üzüldü.

Ertesi sene hükumet, verdiği o meşhur «müsavat üzere hareket» kara­ rında sebat etmiyerek yaş haddine gelen bazılarını işlerinde bırakınca o bir kere daha yıkıldı. Çünkü ilmini, iktidarını eserleriyle Garba tanıt.

mış olan Akil Muhtar hocalığa ve laboratuvarda tecrübeciliğe liyalw.. tini kendi memleketinin tanımamış olduğu hissine kaınldı. Hiç şüphesiz

ki iktidar partisi hükumetinin kendi hakkında iltihaz ettiği bu karardan dolayı gençliğin izhar ettiği teessür Akil Muhtar'ı çok teselli etmiştir. Fakat bu teessüre ne o zamanki hükumet, hatta ne de Maarif Vekaleti

�ir tebliğle

iştirak etmeğe bile lüzum görmem işti. Mamafih Akil Muhtar

o vakit iş başında bulunan şimdiki hükumet partisine karşı asla dar. gınlık gösterrnedi. Kendisine müessisler·inden olduğu ittihat ve Terakki '

(7) Dr. Akil Muhtar Özden, İlim Bakımından AhlAk, 3. Ba. İsmail Akgün Mat. !st 1950, s. XV XVI. ·

(8) Aforizma,

340

s.

14.

(20)


SAYI 314

YIL xxvn

M. TEVF1KOQLU

F1ırkası, mebusluğu, nazırlığı bir çok defalar teklif etmiş olduğ_u halde kabul etmemiş olmasına rağmen, iki sene evvelki kısmi seçimde Halk Partisinin lstanbul mebusluğu nomzetliği için edilen ricaları kabul et­ mekle bu kin8izliğini istpat etti. Halbuki bu senenin başında Akil MuJı..

tar -belki kur'a ile- Sıhhat Şurası azalığından da çıkarıldı ve tekrar intihap edilmedi; bu da onu üzdü. Artık pekala anlaşılıyordu : Resmi makamlar onun hayatından ümitlerini kesmişler ve düşünmemişlerdi kYi

biz Şarklılarda hastalar «Senin işin bitti, defterin · dürüldü» denildiğini

sözle ve tavırla işitip anlamağa alışmış değillerdir. ifasına asla sekte arız olmıyacak müşterek bir vazifeden böyle istical ile uzaklaştırılması onu son günlerde bir kere daha üzdü. işte Akil Muhtar, gönlünde bu iki üzgünlük ile, bir daha onu kimsenin üzemiyeceği bir iklime göçtü . . A.zi.ı dostumun temiz ve aydınlık ruhu emin olabilir ki kendisini üzen bu iki vakanın hikayesi onu sevenler ve eserlerinden istifade edenler arasında nesilden nesile anlatıl.acak ve bu vakaların kötü tesirini ne toprak, ne su, ne hava, ne ateş, yokedecektir.'"

Daha eski yıllara ait (1946) başka bir makalesinde de Dr. Adnan­ A(lıvar ''llim ve Yaş'' meselesi üzerinde dururken sözü yine Akil Muh­ tar'ın emekliliğine getirmiş ve yazısını şu cümlelerle bitirmişti : uB� satırları yazarken bir kaç sene evvel kürsüsünden ayrılan aziz dostum

..4 kil Muhtar'ı ister istemez hatırlıyorum.

Onu

vakıa o vakitki kanun

tekaüt etti; fakat ilim ve fazlından onu tecrif eilecek hiçbir dünyevi kanun mevcut olmadığı için o bu gün Jıald, meşale gibi aramızda do­

laşıyor. Acaba Akil Muhtar da, kürsüsüne iade değil (çünkü onun bu­

gün bir genç arkadaş ve talebesinin işgal ettiği kürsüsüne başını çevi­

r1p bakacağını hiç zannetmiyorum ) yalnız ilminden talebenin istifade­ sine müsaade edilerek haft(lila bir veya iki saat ders vermek üzere tek­ rar üniversiteye çağırılamaz mıydı ? · Vakıa Akil Muhtar ilmini

yayacak,

cemiyetleri hem memleketimizde, hem yabancı diyarlarda kolaylıkla bu,..

tabilecek bir alimimizdir. O canı istediği zaman Paris'e gider, azasından

olduğu Tıp A kademisinde tebliğlerini yatpar. Münakaşalara iştirak ede­ bilir. Fakat henüz kafasının ve bedeninin kuvveti yerinde olan bu kıy­ m etli alimin ilminden talebemiz, rey ve tecrübesinden fakültemiz neden fatifade etmesin?"18

lki yakın dostunun da açıkça ifade ettikleri gibi Akil Muhtar en olgun çağında talebesinden ayrılışına gerçekten çok üzüldü. Adnan-Adı(9) A. Adnan·Adıvar, Dur, Düşün. $aka (10) A.g.e., s . 180.

(21)

Mat. İst.

1950,

s. 226 . 228.

341


SAYI 314

T Ü R K

K Ü L T Ü R Ü

YIL XXVII

var'ın bir kısmını açıkladığı daha başka şeylere de .. . Fakat ilmi ve sosyal faaliyetlerini -son birkaç günlük koma hali hariç- ölü nceye ka­ dar sürdürdü ; herzamanki şevk ve gayretiyle... Emekli olduktan sonra da hastalarının muayene ve konsültasyon­ larını ihmal etmedi. Bu dönemde Alman Hastahanesi Başhekimliği ve Dahiliye Mütehassıslığı vazifelerini de uhdesine aldı. llmi araştırma, inceleme, seminer, konferans, tebliğ ve yayınlarına a ralıksız devam etti. Sağlık Şura sında ve Türk Kodeksinin hazırlanmasında hizmet v e him­ metlerini esirgemedi. Milletvekili olarak ( 1946) Meclis çalışmalarına l a tıldı. Hayır kurumlarındaki hizmetlerini sürdürdü. Tıb tarihiyle il­ gisi�i devam ettirdi. Türk büyüklerini n, Türk ilmini n, Türk medeniyeti­ nin Batı dünyasına tanıtılması için gayret sarfatti. Gazete ve dergi lere yazdığı medikal, paramedikal makalelerle halkı aydınlatm ağa, fikirleri, telkinleriyle gençliği ilim ve ahlak bakımından en üst seviyeye çıkarma ya çalıştı. Hastalığı ve ölümü 194 7 sonlarında tsviçre'ye gitmişti. Cenevre'ye uğradı. Eski dostla­ rını aradı, gımçlik hatıralaırını tekrar yaşadı. Orada hastalanarak yur. da döndü. Hastalık gizli başlamış, sinsi ve yavaş seyretmiş, sommda b azı müphem arazlar vermişti. Akil Muhtar, hastalığına ilk ve en doğ­ ru teşhisi kendisi koydu ; tedavi şemasını da yine kendisi çizdi. Daha sonra mesiekdaşları da bu te·şhise uydular ve "tedaviyi onun direktifle­ riyle uyguladıl ar. Ne hazindir ki ilmi ve tecrübesiyle) anlayış, şefkat vt:: hazakatiyle, hususi metodları, psikoloji k tesir ve telkinleriyle tam kırk bPŞ sene on binlerce hastayı tedavi etmiş olan hekim bu defa kendi ken­ disini tedaviye çalışıyordu ; akıbetini bile bile. .. Vaktiyle talebesine : "Tababette objektif düşünmek elzemd·ir. Hisleriyle değil, hadiseleri iyi tetkik ederek hükmetmelidir" demişti. Şimdi de hastalığını sanki kend:

vücudunda değilmiş gibi, hissettiği bütün uzvi ve ruhi ıstırapları bir yana bırakıp objektif hekim gözüyle tetkik ve müşahede ediyordu. Fa. kat hastalık -tabiatı gereği- kendi kanunlarrna tabi olarak sinsi ve ağır bir gidişle ilerlemişti. Akil Muhtar bir yıldan fazla evinden çıkamadı. Lakin yatağında da okumaya ç alışmaya devam etti. Yine ilmi neşı·iyatı dikkatle inceliyor, dünyadaki tıbbi gelişmeleri adım adım takib ediyor, Farmakodinami ve Tedavi kitabının son baskısını hazırlıyordu. Ki�aph. bazı bahisleri de­ ğiştirecek, bazı bölümlere ilaveler yapacaktı. Bu arada kitabı için lü­ zumlu gördüğü tecrübeleri doçentine yaptırıyordu. 342

(22)


SAYI 314

M. TEVFİKOCLU

YIL XXVII

Mayıs 1949'da tstanbul'da toplanacak Beşinci Milletlerarası Pato. loji Kompare Kongresi Başkanı idi. Bir yandan da bu kongrenin hazır­ lıklarıyla meşgul oluyor, sunacağı raı.:; orun Fransızca metnini kaleme alıyordu. Rapor üzerinde hassasiyetle duruyordu. Çünkü milletlerarası tıp kongresi Türk hekimliğini Batı dünyasına bir kere daha tanıtmak içi11 elimize geçmiş bir fırsattı. tyi değerlendirilmesi lazımdı. tşte bu ır.ak­ satla raporunu hazırlarken pek çok kitap ve makale okudu, bazı ko­ nularda geniş tetkiklere girişti, birçok deney yaptırdı. Nihayet metne son şeklini verdi. ölümünden bir kaç gün önce de demonstrasyonlara ait resimlerin Fransızca izahatını hazırlarken ansızın komaya girdi. ve 12 Mart 1949 sabahı derin koma içinde sonsuzluk filemine göçtü. Vefatı yurtta ve yurt dışında büyük teessür yarattı. Hastaları, öğ­ rencileri, meslekdaşları, dostları zaten onun rahatsızlığını öğrendikleri günden beri üzüntü içinde kıvranıyorlardı. işin vahametini az çok bildik­ leri halde mukadder akıbetini düşünemiyorlardı. Nasıl düşünsünler ki gözlerinde, gönüllerinde Akil Muhtar Hoca müşahhas ilimdi, insanlıktı, şefkat, fazilet ve zarafetti. Bunlar ölebilir miydi ? Acı haber duyulunca herkes canevinden vurulmuşa döndü ... Ve "alimin ölümü alemin ölümüdür'' sözünün doğruluğu o gün bir kere da­

ha anlaşıldı. 14 Martta yapılan büyük törenle üstad'ın Türk bayrağına sarılı tabutu eller üzerinde taşınarak Rumelihisarı mezarlığına götürüldü, aziz naaşı annesinin yanındaki kabrine tevdi edildi. 14 Mart Tıb bayramı 'Iıbbıyelilere bir matem günü oldu.

( 23)

343


DEVRİNDE VE SONRASINDA VANI MEHMET EFENDİ("')

Prof. Dr. Birol EMİL

Bu salonda daha önce de Atatürl... Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Ku­ rumu ile Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nin ortaklaşa düzenledikleri toplan­ t.1 la.r yapılmıştı. Ancak bugünkü taplantı öncekilerden farklı bir önemi ve değeri haizdir. Zira öncekiler bütün Türkiye'ye yaygın ortak mesele ve konular üzerinde idi. . tik defa bugün Van, kendisinin çıkardığı, ruhla­ rına ve zekalarına kendi kültür ikliminin feyzini verdiği . iki büyük evla­ dının anıldığına şahit oluyor. Bu 1 11 ::: sfıt hadise Van için de artık onun kültür temsilcisi olan Yüzüncü Yı! Ümversitesi içinde d� bü�k bir maz­ hariyettir. Ben bir İstanbullu olarak aynca mesudum. Çünkü Boğaziçi'ni tarih yapan en güzel köşelerden biri Vaniköy'dür ve burada 'Jan'ın bu büyük evladının adı, hatırası ve kendi imarı olan eserleri hala devam ediyor. Van ve İstanbul... Bu iki şehrimiz, İmparatorluk ve Cumhuriyet Türki­ ' esinin yalnız vatan coğrafyası olarak değil, milli kültür bakımından da manası üzerinde düşünmemiz gereken bir bütünlüğünü ve süreklili­ gini ifade eder. Devrinde ve sonradan "Şeyh" sıfatıyla da anılan Vani Mehmet Efendi'nin ömrü, hakikatte her büyük mevki ve pa.ye sahibi Osmanlı Türkünün inişli çıkışlı, ikbal (yükselme) ile idbar (düşme) arasında dal­ galanan hayat macerasından bfr örnektir. Fakat üçyüz yıl önce yaşan­ nu � L·u hayattan geriye kalan eserler ve fikirler bizi bugün de ilgilendi­ r!yor ve esasen ılgilendirmelidir. Kültür, bir bakıma devirler arasında hiç kopmayan sürekllliktir ve aşılan merhaleleri bilmek demektir. O iti­ barla tereddütsüz söy1enebilir ki bütün bir ıniİlet gibi tek tek şehirler ve onların hemşehrileri de zamanlarına, tarihlerine ve eserlerine sahip'

( * ) Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu ile Yüzüncü Yıl üniversitesinin

ortaklaşa düzenledikleri konferuuslar diziainde yapılan konuşma. (Van, 22 Ma­ yıs 1987 ) .

3'44

( 24 )


SAYI 814

B. EMİL

YIL XXVII

seler yaşamak hakkını kazanmı.;lardır. Vatan ne sadece toprak, ııe de kitaplarda ve atlaslardaki coğrafyadır. Vatan tarihtir ve onun içinde oluşan milli kültürdür. Bu tarih ve kültür ise geçmiş şahsiyetlerde, kü­ tüphanelerde, müzelerde, şehirlerin manevi çehresini yapan sanat eser­ ler inde )' aşar. Sadece bütün Türk kültürü için değil, Van için de Vani Mehmet Ffendi böyledir. Devrinin mühim görevlerinde bulunmuş, hünkar vaiz­ liği , padişah ve şehzade hocalığı yajpmıştır. Bunlar fani hayatının ma­ kam ve payeleridir. Fakat Vani Mehmet Efendi'nin henüz layıkıyla araş­ tırılmamış olmakla beraber, Türk kültür tarihinde bir yeri vardır . Bu mevki devrin tablosu içinde daha iyi görünecektir. Milletlerin tarihinde, Avrupalıların "altın çağ"' adını verdikleri de� virler yardır. Bu devirlerin hakim karakteri bir milletin ilim, sanat, ede­ biyat, askerlik, siyaset ve ekonomi sahalarında, daha geniş bir ifadeyle, kültür ve medeniy(-..t te "kemal noktası' ' denilen bir mükemmeiiyete eriş­ miş olmalarıdır. İşte Vani Mehmet Efendi'nin de yaşadığı XVII. yüzyıl, Osmanlı-Türk tarihinde böyle bir devirdir. Kanuni asrmın kudret ve ih tişammın devam ettiği, büyük siyasi ve askeri devlet giicüniin hala. ko­ runduğu, ulu imparatorluk çınarının henüz sarsılm a dığı, yüksek ilim, . kültür, sanat ve edebiyatta zirve-şahsiyetlerin yetiştiği çağdır bu. Hat­ ta hiç bir mübalağa endişesine kapılmadan şu da söylenebilir : Osmaıilı­ Türk tarihinde, kültür ve medeniyetin hemen her sahasında yalnız bir­ birinden üstünlükte rekabet ed�bilecek şahsiyetlerin yetiştiği başka bit devir gösterilemez. Bu itibarla bilhassa kültür tarihimizin "kemal nok­ tası", erişebildiği �n yüksek ve olgun seviye bu yüzyıldır. Nitekim XVIII. yüzyıl askeri, siyasi ve iktisadi bakımdan, hatta kültüt· bakımından, bir­ kaç müstesna şahsiyet hariç, çöküşün, dağılma ve çözülmenin açıkça ortaya çıkan bir y�ğın belirtisiyle doludur. XIX. yüzyıl ise yalnız batı­ lılaşmanın değil, Türk kültür ve medeniyetine yabancılaşmanın, kökle­ rinden kopmanın, yabancı kültür!ere kapılanmanın ve bunların sonucu olarak halk ve aydınlar arasında adeta nefrete varan bir, kqpmanın başla­ dığı devirdir. Bunun içindir ki, şimdi isimlerini say.1cağım şahsiyetler XVII . yüzyılı çeşitli sahalarda gerçekten bir "altın �ağ" yapmışlardır. Son bin yıllık Tür":r kültür tarihinde bir daha yaşanması mümkün ol­ mayan en mükemmel yüzyıldır bu. Başka hiçbir asırda bu kadar çok, bu derecede büyük şahsiyet birbiri arkasından doğup parlamamış, ken­ di zamanlarından sonra Türk kiiltür semasının ebediyet burçlaxına çe­ kilmemiştir. Divan şiirinde : Nev'i-zade Atayi, Şeyhülislam Yahya, Nef'i, Fehim, Neşati, Naili, Nabi. ( 25)

·345


SAYI 314

T Ü R K

K tl" L T Ü R Ü

YIL XXVII

Halk şiirinde : Aşık Ömer, Gevheri, Karacaoğlan, hatta Ercişli Em­ rah. Tarih ve Divan nesrinde : Peçevi, Naima, Evliya Çelebi, Katip �-

bı, Koçu Bey, Ve"Y si Nergisi.

Tasavvufta : Aziz Mahmud Hüdayi, Niyazi-yi Mısri. Musikide : Itri. Mimaride : Başta Sultanahmet Cami'i olmak üzere pek çok eserin banisi Sedefkar Mehmed Ağa . . . Hat sanatında : Ahmed Karahisaıi. Vani Mehmet Etfendi, yüzyılın bütün imparatorlukta hissedilen iş­

te bu yüksek kültür atmosferi içinde yetişti. O, devrinin tefsir, kelam ,

tarih, tasavvuf gibi ilimlerine büyük kiilt.ür merkezlerinde vakıf olmuş­

� u . Fakat onun çağdaşları içinde -bugünden balnnca daha iyi görüyo­ r uz- kendisini hakikaten yegane kılan müthiş bir fikir ve iddiası var­

dı : O zamana kadar Arap ve İran tarihlerinde, tefsir kitaplarında, baş­

ka kaynaklarda yerleşmiş bir knnaat olarak Türkler kötüleniyor, onlar­

dan korkunç mahlfi.klar olarak bahsediliyor, Kur'an-ı Keıim'de geçen "Ye'cüc-Me'cüc" kavminin Türkler olduğu iddia ediliyordu. Bu görüş,

maalesef bazı din ulemasının marifetiyle Osmanlı medreselerine kadar girmişti. Hem milli. hem tarihi, hem de dini bakımdan tamamen yanlış

ve yalan, Türk milletinin tarihi köklerine, medeni kabiliyetine , büyük ve yaratıcı ırk vasfına galiz bir hakaret olan bu görüşe karşı çıkmış ilk Türk ilim ve din adamı Vani Mehmet Efendi'dir. Bugün onun bu konudaki fikirleri bize belki çok basit ve alışılmış

görünür. Fakat tamamen dini temellere dayalı bir "ümmet tOjplumu" içinde,

o yüzyılda,

şunları ileri

sürebilmek hakiki bir milliyet , hatta

Türklük şuuruna sahip olmak demektir :

Yc' cüc-Me'cüc kavmi Türkler olmak şöyle dursun, bu kavmi yok eden Zülkameyn Türklerin atası Oğuz Han'dır. Türkler buna inanıyor­ lıar. İslam ve Türle alemine de vahşetle musallat olmuş Mo ğoJlar Türk değildir, ayrı bir kavimdir.

Türkler İslamiyete en büyük hizmeti gerçektir.

yapmışlardır. Bu reddedilmez

bir tarihi

Türklerin tslam'ın en faziletli kavmi olarak seçildiğine dair Kur'an-ı Kerim'de a yetler varclır. 346

(26)


SAYI 314

B.

EMİL

Yllı XXVII

Bir din alimi olarak Vani Mehmet Efendi, Maide, Feth, Tevbe sil­ reJerindeki bazı ayetleri bu manayı "istihrac" edecek şekilde yorumla­ mış, Arap ve Acem iddialarını reddetmiştir ( 1 ) . Tü;.:-klerin tarihteki rolünü, misyonunu ve faziletlerini böJlesine bir şuur uyanıklığı ile ortaya koyabilmek o devir için sanılacağından çok daha büyük, hatta tehlikeli bir cesaretti. Nitekim o kadar yüksek ma­ kP m ve payelere yükselen Van'ın bu halis Türk evladı, bu yüzden göz­ öen düştü, "tekfir" edildi ; 1s18.m'da "kavmiyetçilik" -ki bugün bu kav·­ t " ma

"milliyetçilik"

diyoruz..-

yaparak

tefrika

yaratmakla

suçlandı.

Akıbetini tahmin etmek güç değildir. Bozgunla sonuçlatıan 1. Viyana se· ferinin teşvikçilerinden de olduğu bahanesiyle sürgün edildi. Derin bir va1nızlık, terkedilmişlik ve unutulmuşluk içinde öldü. Ancak . . . . . . Tarihte milletledn hayatına ve geleceğine şekil veren

bazı temel

fikirler vardır. Bunların gerçekleşmesi hazan yüzyıllar alır. Fakat, ta­ rihin mukadder akışı ve tarihi kaderin kaçınılmazlığı, yüzyıllar sonra da olsa, bu fikirleri milletlere yeni bir ruh ve şekil veren hakim kuvvet ­ ler haline getirir, onları aksiyona dönüştürür. Vani Mehmet Efendi'nin devrinden ikiyüz yıl sonra onun Türkler ve "Türk kavmiyeti" hakkın­ daki .fikirleri bir kültür hareketi, hatta ideolojisi vücuda getirmiş, XX. yüzyılın ortalarında yeni bir devletin, Türkiye Oumhuriyeti'nin temeli o:muştur. önce İslam dünyasındaki bir hareketi düşünelim :

X.IX. yüzyılın

ikinci yarısında Müslüman Şark'ın büyük alimlerinden Cemaleddin-i Ef­ gani, Vani Mehmet Efendi'ninkine yakın bir fikir ortaya atarak onu yaymaya başladı.

Şu görüşü ileri sürüyordu : Hıristiyan Avrupa mede­

niyeti ve devletlerin karşısında İslam dünyasının durumu yürekler a�ı­ sıdır. Kur'� uluş, İslam'ın topyekun silkinmesi ve kalkınmasıyla mümkü_ı olamaz. O halde her İslam kavmi ve devleti tek tek kendi başını kurt,... rabilir ve kalkınabilirse tsıam dünyasının topyekun kurtuluşu ve ka1 kınışı mümkün olabilir. Türkler bıuna en kabiliyetli millettir. ( 1 ) Mesela "Maide" suresinin 154

c'.i yetinin "meal-i kerimi" §udur :

"Ey iman edenler, içinizden kim dininden dönerse Allah -mü'minlere karşı alçak gönüllü,

kafirlere

kar§ı onurlu ve zorlu, kendisinin onla�!

seveceği,

on­

ların da kendisini seveceği- bir kavim getirir ki onlar Allah yotunda savaşırlar ve hiç bir kınayanın kınamasından

( dedikodusundan)

IQtf u inayetidir ki onu kime dilerse

ona verir.

çekinmezler.

Bu,

Allah ihs8.Dı boi olan,

Allah'm en

çok

bilendir." (Kur'An-ı Hakim ve MfOA.1-i Kerim, Hasan Basri Çan.tay Tercümesi, t.:ı­ tanbul 1981, c. I, s, 168 ) .

( 27)

347


SAYI 314

T Ü R K

K Ü L T Ü R Ü

YIL XXVIl

Osmanlı Türkiyesinde, Tazminat sonrasına bakalım : XIX. yüzyılın ikinci yarısından itibaren ortaya çıkan ideolojiler arasında müphem bir kültür ideolojisi olarak başlayan Türkçülük akımı Ali Suavi, Ahmet Ve fik Paşa, Süleyman Paşa gibi şahsiyetlerin çalışmalarıyle Il. Meşrut:. · yet'e kadar- gelmiş, bu devirde "Genç Kalemler", Z1iya Gökalp, Mehme� Emin Yurdakul, Necip Asım ve öteki Türkçüler vasıtasıyla aktif bir kültür, edebiyat , hatta siyaset ideolojisi olmuştu. Türkçülüğün progra­ mındaki birinci madde şuydu : Tarih içinde Türklüğü aramak, Türk­ lerin seçkin bir ırk ve millet olduğunu göstermek, Türk düşmanlığını besleyen tarihe aykırı, gerçek-dışı iddiaları çürütmek, İslam ve dünya kültürlerinin Türklere neler borçlu olduğunu ortaya koymak. Bir kısım tslam kavimleri de dahil, adeta bütün dünyanın Türklere düşman oldu­ ğu bir devirde, Türk milletine tarihi büyüklüğünü hissettirmek, ona yeniden milli benlik şuuru kazandırmak gerekiyordu. Hatta daha ileri gideceğim : Atatürk'ün tarih tezi de bundan başka bir gaye gütmüyor­ du. Türk Dil Kurunnı ile Türk Tarih Kurumu'nıu bu maksatla kurmuş , bu sahadaki çalışmaları adeta mistik bir heyecanla takip etmişti. Bu bakımdan II. Meşrutiyet sonrasında milliyetçilik ve Türkçülük bir ideolo­ ji safsatası değil, tarihi akışın ve zaruretlerin Türk aydınlarının önün­ de açtığı tek yoldu. Yukarıda kısac ı temas ettiğim konular, hakikatte dana XVII. yüz · vılda Vani Mehmed Efendi'nin ileri sürdüğü tezin bir bir ispatlanma­ sıdır. O nasıl Arap ve Acem kaynaklannın Türkler aleyhindeki iddiaları karşısında bir savunma hissi duyduysa, kendisinden iki yüzyıl sonrasın­ dan itibarez:ı. Türk aydınlan da A vrupa'nın iddialan ve siyasi emelleri karşısında ayni hissi duymuş ve Türklüğün şuuruna varmışlardır. Ata­ türk'ün Onuncu Yıl Nutku'nun dayandığı temel fikir de budur. Vani Mehmet Efendi kendi zamanında, bu fikirleri yüzünden ls­ lam'da tefrika yaratıyor diye küfre varan suçlamalara maruz kalmış, ikbalinin ve hayatının söndüğünü görmüştü. Fakat şaşmaz hakikatlere dayanan, milli zaruretlerin yön ve şekil verdiği tarih, ümmet fikri ve ümmetçilik gayretiyle kendini "tekfir" edenleri değil, onu haklı çıkar­ dı. Bu büyük Vanlı, üç yüzyıl öncesinden üç yüzyıl sonrasını sezmek gibi bir kehanete sahipti (2) . XIX. ve X:X. yüzyıllarda, milliyet ve milli ( 2 ) Değişik tarihi, sosyal ve siyasi şartlar içinde de olsa, ayni ilen görüşlülüğü, ayni sevgiyi ve dı:,vrinde çok yadırganan bazı hayat macerasını, XIX.

fikirleri, hatta inişli çıJiışlı benzer bir

yüzzyılın ikinci yarısında Ali Suavi'de görüyoruz. O da

"Avrupa'da

bir race ( ırk ) meselesi var" cümlesiyle daşlac.Lığı "Türk" makale­ sinde ve öteki eserlerinde Türklerin ilim, felsefe ve kültürde talam'a, Avrupa'ya,

348

( 28)


SAYI 314

YUı xxvıı

B. EMİL

devletler çağında o fikirleri ileri sürmek şaşırtıcı, hatta pek önemli gö­ ı Llıneyebilir. Ancak

XVII . yüzyıl Osmanlı Türkiyesinde, 1sia.m dünya­

sı karşısında, ayrı ve seçkin bir kavim olarak Türklerin faziletlerinden, hizmetlerinden . bahsE-tmek, şeceresi Oğuz Han' a dayanan bir ırkın var­ lığını dini ve tarihi delillerle ortaya koymak Türk kültür tarihinde dü­ ı;;ünülebilecek en mühim hadisedir. lleri görüşlülüğün ve milliyet şuuru­ nun bu derecesine na dir rastlanır.

iyi

Beş yıl üniveraitelerinde görev yaptığım Vanlı hemı.?ehrilerim, çok biliyorum ki kacırbilir insanlardır. Nitekim "Vanlrulu" diye bilinen

öteki Mehmet Efendi'nin adını bir okula vermişlerdir. Şimdi sıra Vam Mehmet Efendi'nindir. Onun adını da hızla gelişen güzel Van'ın okulla.. rına, caddelerine, �·, ni semtlerine vereceklerinden eminim. Bu kadirbi­ lirlik sadece Van i�in . bir mazhariyet olmayacaktır. Böylece Türkiye' ­ bir

nin

ucunda,

İotanbul'daki

Mehmet Etfendi isirr · eri,

Vaniköy,

öteki

ucunda

Van'daki

Vanj

Türk tarihi ile Türk coğrafyası ve kültürü­

nün birleştiği en mf· r.alı milli birlik ve beraberlik sembolü olacaklardır.

\

bütün insanlığa hizmetlerinden övgüyle bahsetmiştir. Onun da d�vri.nin zihniye­ tine çok çarpıcı, Suavi"

gibi )

hatta

çarpık gelen. kendisini ağır suçlamalara

maruz bırakan,

"tekfir"

ettiren

bazı

fikirleri,

( "Protestan

Cumhuriyet'ten

·sonra bir bir gerçekleşmiştir . Vani Mehmed Efendi ve Ali Suavi, bugün daha iyi

a nl ıyor uz

ki,

devirlerinin

çok ilerisinde insanlardı. Birincisi fikir, ikincisi

hem fikir, hem de aksiyon planın da "Sanklı İhtilalciler"di.

( 29 )

349


ATATVRK VE TVRKiYAT ENSTÜ'IÜSU KÜTtİPHANESi'NIN ACIKU HALt

Dr. Orhan F. KOPBULU

Türkiyat Enstit�sü'nün merhum Ord. Pmf. Dr. M. Fuad Köpriili tarafından 1924'te kurulduğu herkes tarafından ( 1 )

bilinen bir hakikat­

tir. Ancak, bu, işin �adece dış görünüşüdür. 29 Ekim 1923'te Cumhuriyeti il.in ede1 Gazi Mustafa Kemal Pa­ şa'nın, aradan bir y1l sonra Fuad KöpriiE i'ye Türkiyat Enstitüsü'nü kurdurtması kanaati�uce bir devlet politik :ıı:ı1 neticesidir. Malum olduğu ..izre Edebiyat medresesi

(fakültesi)

müderrislerin­

den M. Fuad Köprü,iL hocalığı uhdesinde kal:nak şartıyla 1924 yılı Mar­ tında 8 ay süre ile Maarif vekili Vasıf ( Çınar) bey zamanı�. da bu ve­ kaletin müsteşarlığına getirilmişti. Bu tayini u mevcut müsteşann alelace­ le değiştirilerek yapu.aığını da biliyoruz. Öyle tahmin edilebilir ki bu sekiz aylık müddet zarfında, tabiatıyla Köprülü'nün de fiklrieri alınarak, genç devlet için bir milli kültür po­ litikası tespit olunm·Jştur. Her ne kadar bir çok yerde, basmakalıp bir şekilde Atatürk'ün dil ve tarih konulanna eğilmesi 1930'lu yıllardan itibaren gibi gösterilirse de bu gerçeği olduğu gibi aksettirmez. Zira Atatürk'ün tasvip ve des­ teği olmasaydı Bakaııla r Kurulu kararıyla (12 Kasım tarih ve 111 sayılı kararname) "Türkiyat Enstitüsü" kurulamaz ve bu enstitüye İstanbul Üniversitesi �erkez binasının giriş kısmında şimdi profesörler evi ola­ rak kullanılan bina tahsis edilemezdi. Kanaatimce, Türkiyat Enstitüsü'­ nün çok arele bir şekilde kurulması ve bu yeni müessese ye çok göz önü olan gösterişli bir binanın tahsisi , Atatürk'ün daha 1924'te takibine ka­ rar verdiği kültür milliyetçiliğinin kesin bir delilidir. ( 1 ) Sevim llgürel. Türkiyat Enstitüsü, Türk Ktiltörti., Aralık 1975,

s.

350

c. XIV, sayı 158,

39-41 .

(30)


SAYI 314

O . F. KÖPRÜLÜ

YIL XXVII

Ancak iş bu kadarla da kalmamıştır. Fuad Köprülü, Maarif vekale­ tindeki müsteşarlığını tamamlayıp İstanbul Darülfünun'u Edebiyat Fa­ kültesi reisi olarak asli vazifesine döndükten çok kısa bir süre so,ra, F. Köprülü'ye, Maarif vekili Vasıf ( Çınar) beyin el yazısıyla gönderi­ len ve Türkiye Cumhuriyeti, Maarif Vekaleti, Yüksek Tedrisat müdüri­ yeti, umfimi : 1401, hususi : 1263 başlığını taşıyan yazıda aynen şoyle denilmektedir : (2) İstanbul Darülfünunu Edebiyat Reisi Köprülü Zade Mehmed Fuad Beyefendi'ye İstinat ettiği umdeler itibariyle milli hars tetkikatının inkiş8.fına şiddetle alakadar olan Türkiye Cumhuriyeti Maarif Vekaleti "Tür­ kiyat" sahasındaki beynelmilel mesai- i ilmiyeyi tanzim ve teşvik maksadıyla 1341 Eylülünde istanbul'da "Beynelmilel Birinci Tür­ ki�1at Kongresi"ni ictima'a davete karar vermiştir, Reisicumhur Gazi Mustafa Kemal Paşa hazretleri taht-ı himayelerine almak su retiyle bu mühim teşebbüs-i ilmiyeye karşı bir alaka-i malnusa ibraz buyurmuşlardır. Kongrenin Türkiyat tedkikatı sfilıasında ye­ ni bir devre-i faaliyet açarak bütün cihan-ı medeniyet muvac�he­ sinde Türkiye Cumhuriyetinin şeref-i ilmisini yükseltmesi için Maarif Vekaleti maddi ve manevi her türlü yardımdan çekinmeye­ cektir. Türkiyat sahasındaki ihtisasınız ve garb meh8.fil-i ilmiye­ siyle münasebatınız dolayısıyla "vekfilet" bu büyük teşebbüsün kuvveden fille getirilmesi vazifesini selahiyet-i kamile ile size tev­ di ediyor, bu hususta derhal mesai-i lüzlımiye ibtidar ederek ne­ tayic-i mesaiden peyderpey vekaleti haberdar etmenizi rica ve te­ menni-i muvaffakiyet ederim efendim. Teşrin-i sani 340. Maarif Vekili Vi&ıf Yukarıdaki satırlar Türkiye Cumhuriyeti Maarif vekaletinin , milli kül­ tür incelemelerine çok büyük bir önem verdiğini gösterdiği gibi, devle­ tin kuruluşunun henüz ikinci yılını doldurmadan İstanbul'da milletler­ arası Birinci Türkiyat Kongresi'ni toplamak için davete karar verdiği­ nide açıkca belirtmektedir. Reisicumhur Gazi Mustafa Kemal Paşa haz­ retlerinin bu toplantıyı himayesi altına alması ise, onun, milli kültür meseleleriyle daha o tarihlerde ne kadar yakından ilgilendiğini de hiç bir �üpheye yer vei"meyecek kadar açıkça göstermektedir. ( 2 ) Dr. Orhan F. Köprülü, I924'te ttk Milletlerarası Türkoloji Kongresi teşebbüsü,

Türk Kültürü, Haziran 1976, sayı 164, s. 43, v.dd.

(31)

351


SAYI 314

T Ü R K

K Ü L T Ü R Ü

YIL XXVII

Köprülü'nün, 1925'te gerçekleştirilmesi istenilen bu milletlerarası Türkoloji kongresi için, daha bu işe resmen memur edilmeden önce bile bil" takım sondajlarda bulunduğunu Halil Edhem (Eldem) beyin , ? sviç­ re'den 24 Haziran 1924'te gönderdiği bir mektuptan öğreniyoruz (3) . Bu kongrenin bütün gayret ve arzulara rağmen neden toplanama­ dığını bugün için bilemiyoruz Yalnız şimdilik kesin olarak bildiğimiz bir husus varsa o da kuruluşunun akabinde, Türkiyat Enstitüsü'ne ilk iş olarak Türk asıllı bir Rus olan Katanov'-un· kütüphclnesinin kazan­ dınlmasıdır.

191 -ı yılında büyük bir hey'etle Rusya' ya giden sadrazam Hilmi Faşa, Kazan'a uğradığı sırada Katanov'un kitaplarını devlet adına sai:m alarak lı tanbul Darülfünim'a yollatmış, 1924'te Türkiyat Enstitüsü ku­ rulunca bu kitaplar, hiç şüphe yok ki devletin desteği ve . Köprülü'nün de önayak ( .masıyla Türkiyat Enstitüsü'ne devredilıniştir (4 ) . Atatürk'ün arzu ettiği 1. Milletlerarası Türkiyat Kongresi 1925'te toplanamamış ise de, F. Köprülü'nün , Atatürk'ün arzusuyla 1935te Kars'tan milletvekili seçilmesine kadar geçen 11 yıllık müdürlüğü sı.:a­ sında Enstitü'nün yayın organı olan Türkiyat Mecmuası'mn ilk 6 cildi y a yımlandığı gibi 24 tane de kitap neşrolunmuştur. Merhum Ord. PI""lf.

Dr. R. Ra hmeti Arat'ın müdürlüğü zamanında 2 ayrı cüz halinde V LI. ve vm. ciltlerin yayımlanmasından sonra araya uzunca bir fasıla gir­

miş, Türkiyat Mecınuası'nın IX. cildi, yeni müdür Prof. M. Cavid Bay­

sun ile, o sıralarda asistanı olmam dolayısıyla benim tarafımdan a.ı:­ cak 1951'de yayımlanabilmişti. Ord . Prof. Cavid Baysun'un vefatına ka­ dar muntazam bir şekilde neşrine devanı eden Türkiyat Mecmuası, bazı gecikmelerle de olsa daha sonraki müdürler A. Caferoğlu, Fahir İz, Sa­ dettin Buluç ve M. Kaplan z�anlarında da devam etmişti. 80'li yılla­ rın başlarında yayımlanan XIX. cildin dağıtımı bugüne kadar doğru dürüst yapılmadığı gibi, yeni bir cilt de henüz hazırlanamamıştır. Türkiyat Enstitüsü çalışmalarında asıl dikkate değer husı · s KÖP'"

rÜlü'nün müdürlükten _ ayrılmasından sonra Profesör Ömer Ltttfi Bar­ kan'ın Os�anlı İmparatorluğunda. zirai ekonominin hukuki ve mali esas­ Jarı (1945 ) adını taşıyan hacimli ve önemli kitabından sonra hiç bir eserin yayımlanamamış olmasıdır. ( 3 ) Dr. Orhan F. Köprülü, aynı, mak., s. 46. ( 4 ) Prof. Dr. Ahmet Temir, Türk (Hakas) asıllı Rus Türkoloğu N. F. Katanov ( 1862 - 1922 ) , Türk Dili, sayi 429, Eylül 1987, s. 153. Krş. Sevim İlgürel, aynı mak.' de 3000 kitaplık bu çok değerl1 kütüphanenin 3 bin altına alındığını yaz­ maktadır.

352

(32 )


O. F. KÖPRÜLÜ

SAYI 314

YIL XXVII

Türkiyat Enstitüsü, bilerek veya bilmeyerek ilk büyük darbeyi biz-

2.at Üniversite'den yemiş, 1948 yılında, kuruluşundan beri içinde bulun­ duğu üniversite Merkez binası girişindeki yerinden çıkarılarak

Edebi­

yat ve Fen Fakülteleri karşısındaki Seyyid Hasan Paşa medresesine

ğı

naklohınmuştur. Atatürk'ün bir uza

mini den

belirtmek için çok özel bir uzak bir hale getirilm�ştir.

görürlülükle kurdurduğu ve öne­

yer verdiği bu müessese, böylece göz­

Köpriılü'nün, müdürlükten ayrılmasından sonra Türkiyat Enstitü­ sü, 1940'tan itibaren Dr. Adnan Adıvar'ın b�kanlığındaki İslim

Ansiklo­ pedisi tahrir hey'etinin de bir kaç odasını işgal ettiği eski binasmda ı948 ' e kadar çok hareketli yıll ar idrak etmiş ve canlı bir ilim merkezi olmuştu. Seyyid Hasan Paşa medresesi'ne geçtikten sonra da, Dr. A. Adıvar'ın

bu nakilden

büyük bir burukluk

duymasımı

ve

bunu

de­

faatle bana da ifade etmiş olmasına rağmen, vefatına kadar yine ol� dukça parlak günler geçiren bu müessese, daha sonra islim Ansiklo­ pedisi tahrir hey'etinin başına getirilen, aynı zamanda Türkiyat Ensti­ tüsünün müdürlüğünü de elinde tutan Ord. Prof. M. C wid Baysun'un devresinde de canlılığım bir ölçüde korumuş, daha sonralan her yıl bi­ raz daha sönükleştrek adeta meflu ç bir hale gelmiştir. Türkiyat Enstitüsü'nün 1973 yılından beri gözle görülür tek faali­

yeti 15-20 X. 1973' te I. Mille tler Arası Türkoloji Kongresi�i toplamasıyla başlayan (5) , sonradan her yı� milli kongre olarak, üç y1Ida bir de mil

..

letltr arası olarak Türkoloji kongrelerini toplamağa inhisar etmektedir. ,.. slHıa bakılırsa bu da Türkiyat Enstitüsü'nün değil EdP.biyat Fakülte­

tii 'ndeki öğretim üyelerinin himmetiyle gerçekleşebilmektedir. 'Ii.irkiyat Enstitüsü, 1988 ilkbaharında 48 yıldır yayımını ayın çatı a:tında sürdüren İslam Ansiklopedisi'nin tamamlanı:n.ış olması yüzünden son aylarda kimsenin uğramadığı sessiz bir yer haline gelmiştir. Enstitü'nin içinde bulunduğu Seyyid Hasan Paşa medresesinin 1948 yılından beri sadece üç odasını işgal etmekte olan ve son idari değişik­ likle Kültür- Bakanlığına

:bağlanmış

bulunan İslam Ansiklopedisi büro­

su, bu medreseyi · bir müddet ör..ce Vakıflar Genel Müdürlüğü'nden kira­ lı yarak bakanlığın gönderdiği yüksek bir tahsisat ile adı geçen medre­ senin tamirine girişmiş bulunmaktadır

.

( 5 ) Bu kongrede okunan tebliğler, 1. Milletler Arası Türkoloji Kongresi

(İStanbul

15-20, X. 19'78 ) adı ile 1979'da Tercüman gazetesi ile Türkiyet Enstitüsü'nün ig­

birliği ile basılmıştır,

( 33 )

353


SAYI 314

'!' Ü R K

K Ü L T Ü R Ü

YIL XXVII

Bu tamir dolayısıyla Türkiyat Enstitüsü kütüphanesine ait ki­ taplar da yavaş y!. vaş dolaplarından çıkarılmağa başlanmıştır. İşte bu vesile ile ortaya çıkan manzara cidden içler acısıdır. Sayın &evim llgürel'in verdiği bilgilere g 0re bünyesinde 45.000 cilt kitabı bax:.ndıran bu çok mührrıı ihtisas kütüphanesi'nin (6) kitaplarından bir kısmı, medrese lmbbeleri ii7.erindeki kurşunların kısmen çalınmış olması yüzünden bü­ yük ölçüde rutubet almış ve cilt kapaklan da küf tutmuş durumdadır. Edebiyat Fakültesi'nde yaptırılan ve birer nüshaları Türkiyat Enstitü­ sü'nde bulunan talebe tezlerinin bir kısmı da bu rutubetten epeyice za­ rar görmüştür. Ben bu durumdan 23 Mart 1989' da haberdar oldum. Aynı gün ak­ ı;cı.m üstü Edebiyat Fakültesi'nde toplanan Evliya Çelebi uygulama kolu torı antısına geldiğim zaman, sıcağı sıcağına bir çoğu Edebiyat F'akül­ tesi'nde profesör olarak vazife gören arkadaşlarıma bu acıklı durumu anlattım . Kendilerinden ilgili makamlara durumu bildirmelerini ve ki­ tapların rutubeti giderildikten sonra Edebiyat Fakültesi mücellithanesin­ de bu gibi kitaplann ciltlerinin değiştirilmesinin yerinde bir hareket ola­ cağını bir az da heyecanlı bir şekilde ifade ettim. Aldığım ceva,p cidden hazindi. Zira hepsi de kitap meraklısı olan bu duruma en az benim kadar üzülen arkadaşlarım, bir ağızdan böy­ le bir iş ile uğraşacak bir makamın veya kurulun olmadığını, üzülerek bana söylediler. ve

Hu durum karşısında yapabileceğim tek şey bu durumu bir yazı ile ilgililere veya ilgisizlere duyurmaktan ibaret kalıyordu. Atatürk'ün özel bir ilgi göstererek kurdurduğu Türkiyat Enstitü­ sü ve sinesinde sakladığı çok değerli ihtisas kütüphanesi'nin bugün için­ de bulunduğu durum cidden hazin ve içler acısıdır. Bütün temennimiz bu kitapla.nn en kısa bir zamanda elden geçi­ rilerek, rutubetten masun bir yere taşınmasıdır.

( G ) Aynı ınak,, s. 39.

354

(34)


KAŞKAYLARA

UYGULANAN TOPRAK REFORMLARI VE

ESASLARI

Behçet Kemal YEŞ1LBURSA(* )

Kaşkaylara uygulanan sözde toprak reformlannı incelemeden ön­ ce, Kaşkaylar'daki toprak yönetiminin esaslarını kısaca inceleyelim. Kaşkaylar, ataları eski Türkler gibi konar-göçer bir topluluktur. Bu itibarla da topraklannın çoğunluğunu, yaşadıkları hayat tarzının bir g�reği olarak otlak alanlar (meralar) oluşturmaktadır. Bu sebeple eni­ ne-boyuna yayıldıkları bölge, yarım ay şeklindeki Kara-Ağaç ırmağı kıyıları boyunca uzanan silıa ile buraya giren Arap, Facrasbend, Fi­ :rfızabad, Hineşur kasabalarını ve lsfahan-Şiraz yolu batısındaki çevre ile Şikanrud ve Malbur ırmaklarının üst mecrasını sınırlan içerisine al. maktadır. İktisadi hayatlarına ayırdıkları bu göç sahasının uzunluğu 600 kın'yi aşmaktadır. Bu göç sahası İran hükümetince son zamanla­ ra kadar "Viliyet-i Kaşkai'' adı ile ayn bir idari bölgeye ayrılmış ve 15 kazaya bölünmüş idi. Bu kazalardan Şeş Nahiye, Cihan Dunhe, Kam­ firôz, Arda.kan ve Kazirun Kaşkayların yaylakl annı ; merkezleri olan Firizi.bad'ın da yer aldığı güneydeki 8 yerleşim bölgesi (Farrasbend, Mahal, Arbaca, Meymend, Efre'L, Hunc, Mahur Milini ve Firôzibad) ise kışlaklarını oluşturmaktadır. Dolayısıyla yaşadıkları bu geniş topraklar, yaylak ve kışlak olmak üzere ikiye ayrılmıştır. Yaşadıklan sahanın kuzeyindeki dağlarda yer alan gür ve yeşil ' otlaklarla kaplı yaylalar ( yaylaklar) , Kaşkaylann van-yoğudur. Çünkü bu yaylalar en büyük iktisadi geçim kaynakları olan hayvanlarının ot­ lama alanlarıdır. Her yıl yaylaya göçten önce, bu otlaklar, aşiretin ba­ şı ol� 1llıa.n tarafından Kalantarlam. (birkaç bin haneden oluşan boy­ ların başkanı) bölüştürülür. Kalantarlar' da llhan'ın kendilerine bölüş­ türdüğü bu otlakları, emirleri altındaki 100 ile 300 hanelik toplulukların sorumlusu olan oba ·beylerine (Kethüdalara) paylaştırır. Kethüdalar da paylarına düşen otlaklan, Aksakallılar denilen ve birkaç hanenin başı ( * ) Van Üniversitesi Öğretim Görevlisi.

( 35 )

355


SAYI 314

TÜR K

K Ü L TÜRÜ

YIL XXVII

olan Hşilere taksim eder. Böylece uçsuz-bucaksız geniş otlaklar mun­ tazam bir şekilde Kaşkaylı aileler arasında paylaştırılmış olur. Kışlak­ ların oluşturan güneydeki sıcak topraklar da yine aynı şekilde mun­ tazam olarak aşiret üyeleri arasında ıPaylaştınlır. Kaşkaylı aileler, zi­ raate elverişli güneydeki bu topraklarda tarımla uğraşır. Bahçe ziraati­ nin önemsiz olduğu bu topraklarda, buğday ve pirinç ziraati önem kazanmıştır. Fakat bu topraklar bir yıl boyunca kendilerini ve sürülerini besleyecek kadar verimli değildir. Dolayısıyla tarım, hayvancılık ka­ dar gelişmemiştir. Göç etmelerine sebep olan bu ekonomik sebep y�­ nında� sosyal ve kültürel sebepleri de gözardı etmemek gerekir.

·

Anlaşılacağı üzere Kaşkaylar' da toprak töre gereği aşiretin ortak malıdır. lran hükfımetinin t0ı1>rak ağları dediği ve el�erinden alarak Fars aşiretlerine dağıtmak istediği topraklar, ne İlhan'ın ne Kalantar­ ların ne de Kethüdaların şahsi mülküdür. İran hükfımetinin toprak ağa. ları dediği bu �ahıslar, yüzyıllardır, bu reformu hÜkfıınetten daha iyi ve daha adil olarak uygulamış olacaklar · ki Kaşkaylar arasında bu kouda hiçbir sosyal hadise meydana gelmemiştir. Fakat, İran hükumet­ lerinin uyguladığı toprak reformlarına Kaşkaylar büyük bir tepki gös­ termişlerdir. Bu tepki niçin olmuştur ? Bu sorunun cevabım İran Dev­ � tti'nin Kaşkaylara uyguladığı toprak reformlarının esasında arnmak gerekir. İran hükumetinin hep aynı şekilde, t0ıı>rak reformu adı rutınua ka­ .nufle ettikleri Far.sJ aştırma politikalarının esası 1870'li yıllara daya­ nır. Yani Kaşkaylara ilk toprak reformu bu yıllarda uygulanmıştır. 1871'de Kaşkayların elindeki bütün topraklar zorla alınarak, yerleşik hayata geçmeye zorlanmışlardır. Aşiretin · büyük bir kısmı verimsiz ve çorak arazilere iskan edilirken, ellerinden alınan verimli ziraat alanlan ile gür ve yeşil otlaklar ise, Fars aşiretlerine dağıtılmıştır. Verimsiz ve çorak arazilerde iskana zorlanan Kaşkaylann, kısa sürede sağlıkları bozulmuş ve bu sıra.da vukfı bulan salgın hastalıklar sebebiyle de çok sayıda hay­ van ve insan kaybına uğramışlardır. En büyük geçim kaynakları olan hayvanlannın telef olması, onları çok daha zor şartlar ile karşı kar­ şıya bırakmıştır. Salgın hastalıklar ve ardından gelen kıtlık sebebiyle 60.000 hane olan nüfusları da 12.000 haneye düşmüştür. Henüz bu yıl­ ların yaralarını yeni sarmışken 1. Dünya Savaşı'nın . başlam<1.sı) Kaşkay­ lar için karanlıklar zincirinin devamı olmuştur. Bu savaşın sonunu ta­ kib eden yıllarda, l\fodern İran'ın kurucusu olarak Rıza Şah'ın ( 19251941 ) başa geçmesi ise, bu zincire yeni halkalar eklemiştir. Çünkü, Modern İran'ı kurmak amacıyla hemen bazı reform hare­ ketlerine girişen Rıza Şah'ın, en önemli reform h�reketi ise, 1930'da 356

(36)


SAYI 314

B . K YEŞİLBURSA

YIL XXVII

Konar-Göçerlere uyguladığı toprak reformu olmuştur. Koyu bir Fars mlliyetçisi olan ve ülkesinde de bu düşüncesini haklın kılarak, yepyeni bir Fars Devleti kurmak isteyen Rıza Şah, tamamen Kaşkayları hedef elarak giriştiği bu politikası ile kon2.r-göçerleri yerleşik hayata geçire­ " ek , onları asimile etmek istemiştir. Burada öncelikle Kaşkayların he­ def alınması, onların Fars eyaleti içinde en büyi\k ve en güçlü aşiret ·blmaları yanında , İran' daki aşiretler içinde gelenek ve göreneklerine en fazla bağlı aşiret olmalarından kaynaklanıyordu. Zira dilini ve töresini hala yaşattıkları gibi, bu değerler için de canlarını seve seve vermektey­ diler. Nitekim Kaşkayları güçlü yapan da bu değerler ve yaşadıkları hayat tarzı idi . Çünkü konar-göçer hayat, onların güneydeki kalabalık

Faı 13 nüfusu içinde eriyip gitmelerini önleyen hayat sigortalarıydı. Bü­ tün bunları çok iyi bilen Rıza Şah, onları asimile etmek için güçlü Kaş kav töresinin (Türk töresinin) bozulmasının gerektiğine ve bunun da tt:k yolunun Kaşkaylan yerleşik hayata geçirmek olduğuna inanıyordu. Bu düşünceyle 1930'da Kaşkaylara zorla tehcir hareketi uygulanır. Kaş­ kaylar önce silahtan tecrid edilir: Sonra bir kısmı zorla iskan için ay­ rılmış . verimsiz ve çorak topraklara iskan edilir. _ Göçebe hayat tarzına alışkın bu dinamik insanlar, yerleşik hayatta birçok mes eleyle karşı karşıya kalmıştır. Toprakların çoraklığı, kıtlık ve · salgın hastalıklar se­ bebiyle büyük kayıplar vermişlerdir. Çünkü çadırda ya.şamaya, at üze­ rinde hareket etmeye ve yayla havasına alışkın olan bu insanlar, yer­ leşik hayatın monotonluğuna ayak uyduramamışlardır. Bu sebeple, ba­ zı boylar tekrar göçebe hayata dönerken, bazı boylar da ister istemPz yerleŞik hayat tarzına uymuşlardır. Yerleşik hayata geçen bu boyl ar (Halaç, Alibeğlü, Şeyhvand, Feyli, Kalband, Faraband ve Liravi ) bir süre sonra dinamikliklerini kaybettikleri gibi, Fars kültürüni\n de et­ kisinde kalarak törelerini ve dillerini unutmuşlardır. Bu durumu gören diğer boylar, törelerine daha sıkı bir bağla bağla�mıştır. Bütün bu olay­ lar sırasında büyük lider Savlet-üt Devle tutuklfınarak hapsedilmiş ve oğulları da İran'dan sürgün edilmiştfr. Savlet-üt Devle hapiste vefat et­ miş, oğullan ise, ancak 1941'de Rıza Şah'ın tahttan indirilmesiyle İran'a geri dönebilmişierdir. Bunlardan Nasır Han, İlhan seçilerek aşiretin ba­ şına geçmiştir. ..

Ancak Nasır Han, eskisinden daha zor şartlar altında ve daha bll­ yük sorumluluk gerektiren olaylarla karşı karşıy".l kalmıştır. Bir anda . kendisini bu olayların en büyüğii olan II. Dünya Savaşı'nın içınde bı.l­ n·uştur. Bu savaşta toptan imha edilmekle karşı karşıya kaian Kaş­ ri.aylar, bir ölüm-kalım mücadelesi vermişlerdir. Savaşın yar� ttığı kar­ g:: ş a ortamını fırsat bilen İran hiikfımeti, bu defa Kaşkayların yayl '-1 k-

(37)

357


SAYI 314:

T Ü R K

YIL XXVII

K Ü L T Ü R Ü

l arını �ilerinden alarak göç y3J)malarını yasaklamıştır. Böyle bir karn­

ra uymanın kendilerinin sonu olacağını ve bunun bir Farslaştırma po­

litikasından başka birşey olmadığını çok iyi bilen Nasır Han, hükume­

te "Gücünüz varsa bizi yolumuzdan alıkoyun" diyerek aşiretini Zagros

ve Elburz dağlarındaki yaylalara göç ettirir. Bu sebeple Kaşkayları im­

ha etmek üzere gönderilen ordunun

müthiş bir bozguna uğratılm� sı.,

hükumetin de hayallerinin sonu olmuştur. Sonuçta, fırsatı ganimet bi­

lerek el koyduğu yaylakları tekrar geri veren hükumet, Ka.ş!taylarıa i�­

gili tüm yasakları da ka ldırmıştır.

Fakat aradan fazla bir zaman geçmez. 1959' da hedef yine Kaşkay­

kaylar' dır. Hükumet aynı yıl toprak reformu adı altında bir kanun çı­

kartarak, 1962'de de bu kanunu "Ak Devrim" adıyla yürürlüğe koy­ muştur. Bu kanunun Kaşkay topraklarında uygulamaya konması, Kaş..

kayların İran siyasi hayatında tekrar sahneye çıkmalarına ve daha kan­

lı bir mücadeleye girişmelerine sebep olmuştur. Fakat Kaşkaylar, her zaman olduğu gibi bu defa da haklarım, önce diplomatik ve meşrfı yol­ lardan aramışlardır. Kaşkaylar bu toprak refm:munun kendi toprakla­

rında uygulanmayacağını, çünkü bu toprakların �hıs malı olmayıp tö ­ re gereği aşiretin mülkü olduğu!lu bir nota ile hükumete bildirmişlerdi.

Buna hiç aldırış etmeyen hükumet, bölgeye toprak reformunu uygula­

mak üzere bir mühendis gönderdi. Topraklarının reform bahanesiyle Fars aşiretlerine dağıtılmak ve kendilerinin de başka yerleşim bölge ·

lerine iskan edilmek istenmesinin hangi amaç için yapıldığını çok iyi

bilen Kaşkaylar, bölgelerine gönderilen mühendisi

(Malik Abdi )

öldür­

mek suretiyle bu konuda ne kadar ciddi olduklarım açıkça· ortaya koy­ muşlardır. Bu olaylarla ilgili basınımızda yer alan birkaç haber, tama­ men İran hükumetinin

çıkarları

doğrultusunda,

Tahran

gazetelerinde

yer alan haberlerin aynısıdır. Dolayısıyla Kaşkaylı soydaşlarımız Türk ve Dünya kamuoyuna toprak ağaları, afyon tüccarları ve asi bir top­

lum olarak tanıtılmıştır. Bu konuda basınımızın ve hariciyemjzin göre­ vini layıkıyla yerine getirdiği söylenemez.

Basınımız

olayların esasını

araştırmadan, tamamen Tahran mahreçli haberlere dayanarak, soydaş­

larımız için kullanılan ağır ve asılsız suçlamaları aynen yayınlamakla büyük bir gaflete düşmüştür. Bu da Türk kamuoyunun öteden beri Dış

Türkler meselesine ne kadar yabancı kaldığının delilidir. Bu tutum, İran · makamlarının tutumundan daha acı olsa gerek. Sözde toprak reformları adı altındaki soykırım 1980'de şekil değiş­

tirmiştir. Son yüzyıl içerisinde kaderlerinde herhangi bir değişiklik ol­

mayan ve hew imha edilmek tehlikesiyle karşı karşıya kalan Kaşkayla358

(38)


SAYI 314

B. K YEŞİLBURSA

YIL XXVIl

rw , 10.6.1980 tarihli bir gazete haberi ile bu kötü kaderlerinin değişme ­ diği bir kez daha ortaya çıkmıştır. Dolayısıyla Ka�kaylann, Humeyni'­ nin İslam Cumhuriyeti'nde de huzur yüzü görmeyecekleri bu gazete ha­ beri ile belgelenmiş oluyordu. Kaldı ki İran'da ilk anti-komünist dire­ nışi yapan ve Şah'ın zulmüne karşı Ayetullahlar�dan önce bayrak açan da Kaşkaylar olmuştur. Bu uğurda binlerce insan kaybına ve maddi lı:ırara uğradıkları gibi, İlhanları Hüsrev Han lran'dan sürgün edilmiş ve hatta toptan imha edilmekle karşı karşıya kalmışlardır. Hal böyle �ken, önceki yönetimler gibi Humeyni yönetimi de Kaşkaylara serbest yaşama hakkı tanımamıştır. Humeyni yönetimi işe , büyük lider Hüsrev Han'ı parlamentodan atmakla başlamıştır. Meydana gelen bir dizi olay sonucunda vatan haini olarak suçlanan Hüsrev Han tutuklanır ve gi­ ·rişilen tüm kurtarma çabalarına rağmen, Humeyni cellatlarınca idam edilmekten kurtarılamaz. Aynca Humeyni yönetimi, Irak'la uzun yıllar deva m eden savaşında cephenin e n saflarına kasıtlı olarak Türk asıllı ask-=rleri göndermekle açıkça soykırım yapmıştır. Anlaşılacağı üzere, Humeyni yönetimi eski yönetimlerin toprak reformu adı altında yap­ tıklarını, Türk ve Dünya kamuoyu önünde açıkça yapmıştır.

Işte o zamandan ( 1871 ) bu zamana vazgeçilmeyen Farslaştırma po­ litikası sadece şekil değiştirmiştir. Artık İran bunu açıkça yapmaktadır. İran'ın toprak reformu olduğunu 1 srarla belirttiği bu politika hiçbir za­ man Fars aşiretlerine uygulanmam1 ştır. Bu da gösteriyor ki bu politika toprak reformundan ziyade bir Farslaştırma politikasıdır. Bu durum , bugün Bulgaristan'daki soydaşla�mıza yapılanların, . yıllar önce İran tarafından to1prak reformu adı altında Kaşkaylı soydaşlarımıza yapıldı­ ğının delilidir. Bugün İran'daki azınlık Fars yönetimi konar -göçerleri yerleşik ha­ vata geçirmek suretiyJ e onları Farslaştırmak ve ülkede Fars mi!liyet­ çiliğini hakim kılmak politikasından vazgeçmiş değildir. Çünkü , yak­ yaklaşık 40 milyon İran nüfusunun, yine yaklaşık olarak 22 milyonu ( 19 milyon Türk, 3 milyon diğer etnik gruplar) nu etnik gruplar oluş­ turmaktadır. Dolayısıyla ülkedeki Farslı nüfus halen azınlık durumda­ dır. Bu da isimilasyon politikasının devam edecfğini göstermektedir. Ancak bugüne kadar, tüm çabalarına rağmen İran'ın bu politikasında başarılı olduğu da söylenemez. Çünkü İran'da b a.ş a geçen her yeni hü­ kümet tarafından ısrarla uygulanan bu po!itika, Kaşkayiar karşısında her defasında hezimete uğramıştır. Yıllar boyu kendilerine yapılan in­ sanlık dışı baskılara rağmen Kaşkaylar, milli �uurlanndan ve törele­ rinden asla taviz vermemişlerdir. (39)

3 59


SAYI 314

T Ü R K

YIL XXVII

K Ü L T Ü R Ü

Nitekim .Kaşkaylar, törelerini ve milli şuurlarını daha yüzyıllar­ boyu tazeleyerek korudukları sürece, lran'da güçlü Kaşkay Türk nüfu­ sunu devam ettireceklerdir. lran'uı ısrarla uyguladığı Farslaştırma po­ litikasına karşı, lran'daki 18-19 milyon Türk'ün keneli kaderlerine ken­ dilerinin hakinı olma yolundaki mücadelelerinde ilk kıvılcımın Kaşkay­ lar arasında, bu politikanın bir srmucu olarak ortaya çıkacağı da kuv­

vetle muhtem.�ldir.

BİBLİYOGRAFYA('* ) Aksoy, Alper ; Kaşkay Türkleri, Milli Eğitim ve Kültür Dergisi, Sayı : VII, Ankara,

1980.

Caferoğlu, Ahmet ; İran Türkleri, Tüİ k KWtürü, Sayı : 50, Ankara, 1966. Cumhuriyet Gazetesi, 19 Eylül 1953, F. ve 15 Mart 1963. Ergin, Muharrem ; Kaşkay Türkleri, Türk Kfiltürü, S ayı : 6, Ankara, !962. İsl8.nı Ansiklopedisi, Kaşkay Maddesi, Cilt : VI.

Karaca, Ahmet ; · Kaşkat Türklerinin

Kahraman llhanı Dr. Hüsrev Kaşkat nin '

Acı

Sonu,Yeni Düşünce Dergisi, Ankara, 1983. Kemaloğlu, B. , Ka.şkay Bombardımanının

Türkiye'deki Yankılan Devam

Ediyor,

Türk I\.ültürü, Sayı : 7, Ankara, 1962.

Keyhan, Mes'ud; Coğrafya-yı Mufassal-i İran, Cilt : 1-III, Tahran, 1931 . Le ı\londe, 2 8 February v e 15 April 1967. Oberling, Pierre ; The Qashgal Nomads of }'ars, Paris, 1974.

Orhonlu, Cengiz ; Kaşkaylar, Türk Kültü� Sayı : 54, Ankara 1966. --

--

--, İran Siyasi Hayatında Kaşkaylar ve Oynadıkları Rol, Türk Kültürü,

Sayı : 56, Ankara, 1967. Resfılzade, M. Emin ; İran Türkleri Türk Yurdu, Cilt : 1, Yıl : 1326. Shor, Jean ve Franc ; We Dwelt in Kashgai Tents, The National Geographie Maga­ zine, June, 19 � 2.

Sümer, Faru k ; lran'da Yaşayan Türk Oyma kları : Ka şkaylar, Türk IUUtürü, Sayı : 120, Ankara, 1972. Taray, Cemal Hüsnü ; Kaşkailer ve Karmakarışık İşler, Cumhuriyet Gazetesi, 18-21 Nisan 1963.

Tercüman Gazet.esl, 10 Haziran 1980. Türk Dünyası El Kitabı, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüaü Yayını, Ankara, 1976.

Ullens De Schooten, Marie Therese ; Among the Ka shkai ,

A Tribal.

Migration in ·

Persia, Tbe Geograplıi<'al Ma.gazine, June, 1954.

( * ) Burada gösterilen kaynaklar, Türk Kültürü dergisinin 299. ve 305. sayılarındaki rnakalelerimizle bu makalenin kaynaklarıdır.

360

(40)


1. Kosova Savaşının 600. Yılında :

KOSOVA SAVAŞI (1389) DESTANLARINDA SULTAN �nJRAT'IN

KiŞtLtöt

Prof, Dr. Şefket PLANA

Osmanlıların kazandığı en büyük ve en önemli sava�lardan biri, yeni takvime göre 28 Haziran 1389 yılında , Priştine yakınlarında yörötülen Birinci Kosova S avaşı'dır. Bu °:'lavaşa ilişkin oldukça sayıda Türk

Arna­

v ut, Yunan ve Güney Slav efsaneleri söylenmiştir. Bugün bile Kosova'da ve Kosova dışında, hatta Balkan milletleri arasında yaratılan halk des­ tanları özellikle önemlidir. Sırp, Hırv�t, Makedon ve Bulgar halk şiirlerindf•n ayrıntılı olan Ar­ navut halk destanları ( bunlarm en gelişmişleri beş yüz mısrayı aşmak­ tadır)

ve Müslüman ( Boşnak ) destanları bu olayı ikiye bölerek göster­

mektedir. Kosova savaşını bu şekilde dile getirmekle Arnavut ve Müslü­ man destanları yukarıda sözünü ettiğimiz diğer Slav destanlarından farklı özellikler göstJrmektedir. ilk bölümde, Osmanlı ordusunun manevi te­ mizJ.iğiyle Kosova'yı fethedeceğini, fakat şehit düşeceğim rüyada gördüğü halde kutsal savaştan geri kalmayan Sultan 1. Murat'ın idaresi altındaki ordunun kahramanlığı anlatılmaktadır. Arnavut destanlarinın ikinci bö­ lümünde Sultan I. Murat'tan başka baş kahraman olarak Miloş Kopiliç ( Güney Slavlar'da Miloş

Kobi!oviç, Kobiliç, Obilfç adıyla geçer)

belir­

mektedir. Bu bölümde Kosova savaşının akışı ve Miloş Kobili�(' tarafından . öldürülen Sultan I. Murat'ın traj�k ölümü anlatılmaktadır. Miloş Kopi­ liç'in de kellesi Türk askerince kesilir. Öyle ki bu destJ nlar ilk sırada mad­ di ve manevi güce ı:-ahip olan Osmanlı ordusunun z'i.ferine yakından ışık tutarlarken her iki taraftan güvenilir bilgiler getirmPkle büyük Hristiyan kahramanı Miloş Kopiliç'in de yiğitliğini dile getirmekteler. Arnavut ve Güney Slav destanlarında Kosova Savaşı ( 1389 ) ' mı: nasıl anlatıldığına

dair 1975 yılında tstanbul'da düzenlenen Birinci Uluslararası Türk Folk­ lor Kongre'sinde daha ayrıntılı bilgiler sunmuştuk ( 1 ) . Bu defa Kosova ( 1 ) Prof, Dr. Şefket Plana, Arna�·ut ve Güney Slav Halk Şiirinde Kosova Savaşı

( 1389 ) , I. Uluslararası Türk Folklor Kongresi Bildirileri, Cilt II, Ankara, 1976, sa. 269-278.

(41)

361


SAYI 314

T Ü R K

K Ü L T Ü R Ü

YIL XXVII

savaşında üstün kahramanlık gösteren ordu komutanı 'Sultan I. Murat'm bu destanlardaki kişiliğinden ayrıntılı bilgiler sunmak niyetindeyiz. Konuyla ilgili daha belirgin bir tablonun elde edilmesi için Balkan toprak­ larına ilk defa ayak basan ve daha sonra Kosova Savaşının gerçekleş­ mesinde de payı geçen Sultan Murat'la ilgili folklor motiflerinin neler olduğunu göstermeye çalışacağız.

. 1. Kosova savaşının bir işareti olan rüya motifi : Görünürde olan Kosova Savaşıyla ilgili ruya motifleri ve bunların

tl­

birleri, bu şiirlerin önemli bölümünü oluşturmaktadır. Vıçıtırn dolayında,

Dırvar adında llir Kosova köyünden olan Hamza Boykn'nun 8Öylediği Arr­ navut şiirinde, Sultan Murat iki defa gördüğü ağır rüyadan uyanıyor ; iki kartal sağ omuzuna, tüm yıldızlar yere, ay ile güneş de denize düşmüş­ ler (2) . Şiirdeki tabircinin rüyayı anlattığına göre, Sultan Murat, Muham­ med'in Sancak-ı Şerif bayrağıyle savaşa gidecek, Kosova'yı alacak, fakat kendisi de şehit düşecek, çünkü Sultansız ne ay ne güneş

ısıtabilir(3) .

Rüyanın iki defa tekrarlanması, ne denli önemli olduğunu belirtmektedir. Buna benzer kartal belirtileri Sümerlerin Gilgameş destanında da vardır. Kartallar hakimiyet simgesi ve zafer belirtisidir. Bütün Doğu'da, ondan sonra Yunanlarda (Hele Büyiik tskender'in zamanından bu yana) Ro­ ma' da da ( A vgust'un zamanından bu yana) tüm orta ve yeni çağda böyle _

bir inamş vardır. Penelopa'nın rüyalarında kartalın önemi büyüktür. Yıl­ dız motifli rüyalar da Doğu kökenlidir. Dini yorumlarda yıldızların yere veya denize düşmesi, insan hayatının sönmesi, kişinin ölümü, yok olması demektir. Sonra güneşin ve ayın yok olması. bir hakimin öiümünü sim­ geler. Doğu inam�larına göre eüneş veya güneş'in oğlu olan hakimiyetin sanı da güneştir. Ay'a tapmayı, Türkler Parsizm'den alıp tüm Balkan Müslümanlarına yayıyorlar (4) . B�nu Arnavut Halk şiirlerinde de gör­ mekteyiz. ( 2 ) Halk arasında Hut Boyku olarak bilinen Hamza Boyku'dan 18-22 şitrlerin mıs­ ralarını_ kaydeden Glişa Elezovic;: "Jedna amautska varijanta o boju na Kosovu"

<Kosova Savaşına ilişkin bir Arnavut variyantı ) başlığı altında, "Arhiv za ar­ banasku dergi de,

starinu. jezik i etnologiju" Arnavut geçmişi, dili ve etnolojisi )

knj

oluşan bu

I. sv. 1-2. Beograd. 1923,

adlı

sa. 54-67, yayınlamışbr. 492 mısradan

!\mavut şiirini, kimi kısaltmalarla Ne cip P. Alpan Türkçeye çevir­

miş ve "Birinci Kosova Savaşı Destanı" başlığı altında "Kemalizm" dergisinde, İstanbul. 1966, sa. 18-21 ; yayınlamıştır. (3) Hamza Boyku'nun şiirinde 43-52. mrsralar. ( 4 ) Bak Veselin Cajkanoviç, Motivt

prve arnautske pesme o boju na Kosovu, "Arhlv

za arabanasku starinu . . . ", I, sv, 1-2, s . 71-72.

362

(42 )


SAYI 3 14

YIL XXVII

Ş. PLANA

Ferzovik dolayında Mirosal köyünden olan Sadık Cokli'nin Kosova Savaşına ilişkin söylediği başka bir Arnavut şiirinde de Sultan Murat rü­ yasmda güneşle ayın yere, yıldızların denize düştüğünü, bütün çeşmelerin de kuruduğunu. görüyor. Tabirci de rüyasını şöyle açıklıyor :

Sultan

sa­

vaşa gidecek, güneşin ve ayın yere düşmesi hayatın sonu demek, yıldız­ ların düşmesi askerlerin büyük kıyımı, çeşmelerin kuruması da pek çok karıların dul kalması demek oluyor (5) . Gene ipek yanında Suhogrlo kö­ yünden olan Mehmet Hal iti'nin

söylediği

başka bir Arnavut

şiirinde ,

Su!tan Murat rüyasında iki güvercin görüyor. Beyazı sol omuzuna, karası da sağ omuzuna düşerken, gökte kargalar beliriyor (6) . Bunlardan farklı olarak, Mitroviça'daki Şala'nın Vılahiya köyünden olan Halinı Dauti'nin söylediği başka bir Arnavut 5iirine göre, Sultan Murat güzel bir rüya görüyor ve annesine Kosova'yı alma zamanının geldiğini söylüyor. Fakat bu şiirde, yapılacak savaşla iigili görülen rüya karşı taraftandır. Kötü bir rüya gören Kraliçe Miliça eşi olan Lazar'ı çığlıkla uyandırıyor : Tüm Ko­ sova'yı bir sis kaplamıştır, başları ak olan iri kara kargalar geliyor, ön­ lerinde pek çok kartal var, başlarında da ağzını açmış ve Lazar'ın yü­ reğini tutmuş ejderha bulunuyor ( 7 ) . Bu rüyanın da kıralın mahvolacağını bildirdiği bellidir. öte yandan Sırp şiirlerinde de Kıraliçe Miliça'nın ağır rüyalar gördüğü söylenmektedir. Pena Debeljkoviç'in Kosov8 ' da kaydet­ tiği Kosova şiirine göre, Miliça rüyasında göğün ikiye bölündüğünü, yıl­ dızların da yere düştüğünü görüyor ( 8 ) . Yani her şiir kendine göre büyük bir savaşı, savaş sonucu olarak da her iki hakimin ve Hıristiyan güçlerinin yok olmasını, Türk ordusunun zaferini öngörmektedir. ( 1389 ) , "Pennbledhj e punimesh te Shkolles se Larte Pedogogjike", II, Prizren. 1968, ·aa. 144:-157. Sadık Cokli'nin şiirinde 460 mısra var. ( 6 ) M.M. (Margaret ) Hasluck, An Albanian ballad on the osassination in 1389 of Sultan Murad I on l{ossova Plain, "Occident and Orient, Gaster Univer.sary volume", London, 1936, sa. 210-233. Mehmet Haliti'nin şiirinde İngilizce çe­ virisinde 258 mısra var. ( 7 ) Anton Çetta, Edhe nji mot.erzim i kanges popullore shqiptare mbi Luft.en e Kosoves "Gj urmime albanolo�jike" (Albanoloji Araştırmaları ) , I, Prishtine , 1962, sa. 260-275, Şiirin 567 mısrası var. ( 8 ) Sırp şiiri "San Carice Milice" - Dena Debeljkovic, Narodne pesme ·sa Kosova, Etnografska zbirka Arhiva Srpske akademije nauka i umetno.si:i u Beogradu, I, Nr. 10. Son zamanlarda Vladimir Bovan Antologija srpske narodne epike sa Kosova i lUetohije de, Pristina, 1974, sa. 169-170, yayınlamı§tır. Bu kitapta ( sa. 166-186 ) 1389 Kosova Sayaşıyla ilgili daha beş Sırp şiiri vardır : Zmaj Nikodim i Kneginja Milica ; Car Lazar i Carica Milica; O kosovskom boju ; Ju­ govica majka ; Kosovka devajko. ( 5 ) Haxhi Krasniqi, Kanga e Luftes se Kosoves

( 43 )

363


SAYI 314

T Ü R K 1

K Ü L T Ü R Ü

YIL XXVII

- --- -- · -- - - - - --- ------ ----- ------ ·

2. Sultan Murat'ın orduyla. deniz aşma motifi : Arnavutların, Kosova savaşı şiirlerinde gene önemli bir · öğe, Sultan Murat'ın kendi ordusuyla (Dauti'nin şiirine göre İstanbul ' dan, Sadık Cokli'nin şiirine göre de Bursa'dan) Kosova ovasına kadar yürüyüşüdür. Sultan, ordusunu toplarken günahkar

olanların veya kutsal amaç

için

ölüme hazır olmayanların evlerine dönmelerini salık veriyor, böylece de tsl?.. m dininin büyük savaşçısı olarak meydana çıkıyor. Türk ordusunun denizi �.şma sahnesi özel bir önem taşıdığından , üzerinde birh.z fazla dur­ mamJZ gerekecek. H. Boyku ' nun şiirine göre, herhangi bir tehlike yüzün­ den olacakı Sultan Murat ordı�sunu denizden gemilerle geçirmek iste­ miyor. Ordusunu karşıdaki karaya geçirmek

amacıyla denizin ortadan

yarılması için Allah'a dua ediyor. öyle de oluyor. Allah'ın emriyle deniz ikiye ayrılıyor, Murat da temiz, abdestli ve haramdan uzak olan ordusunu karşıya geçiriyor. 1\1. Haliti'nin şiirinde de Sultan Murat Allah'a dua edi­

yor, duası kabul olunuyor, denizi aşan bir kara yoldan da orduf:unu ge- ·

çiriyor. Henüz denizde yol varken, pişman olanın dönebileceğini söylüyor. Aralarından hiç biri dönmek . istemiyor. Ondan sonra haram olan hiçbir şeye, ne altına ·ne ırza dokunmayacaklarına Tanrı adına yemin etmelerini rica ediyor. Hepsi yemin ediyorlar. Çünkü savaşa itikatla gitmeleri gerek.

H. Dauti'nin şiirinde Sultan Murat, denizi geçmeden önce, analarının bi : taneleri

( hasret) olanların ve . yeni evlenenlerin evlerine dönmele­ rine izin veriyor, çünkü ordusunda sadece gönüllü savaşa hazır olanları

istiyor: Denize yaklaşınca, iki rekat namaz kılıp Tanrı'ya dua ediyor, bir­ denbire deniz yarılıyor, Sultan da ordusunu karadan deniz aı:;ıırı geçiri­ yor. Sadık Cokli'nin şiirinde S l\lurat askerlerine kefen almalarını söy­ lüyor, deniz kıyısına gelince, cleğnekle vuruyor, deniz herr.en bir cadde oluyor, üzerinden de ordusu karşıya geçiyor. öteki şiirlerde de olduğu gibi

Sultan Murat ordusuna öğütte bulunuyor. Müslüman olarak haramdan sa­ kınmalarını söylüyor, "Aksi takdirde Tanrı yardım etmez" diyor. Bütün şiirlerde haramdan sakınma motifi , şiirlerin deyamında, Hıristiyan kız­ larının Türk ordusunun ahlak durumunu yoklamak istedikleri zaman ge­ ne belirecek. Sultan Murat'ın ordusuyla birlikte ayrılan Ege veya Mar­ mara denizini aşma sahnesi, söz konusu Arnavut şiirlerinde, özellikle so­ nuncusunda, Hazreti Mfısa'nın Tevrat'ta (9)

ve Kur'an'daki ( 1°) efsanevi

( 9 ) Tevrat Müsa'nın İkinci Kitabı - Çıkı§. Bölüm ; 14.

( 10 ) Kur'an, Süre : 26, EŞ-ŞUARA ; Bölüm : 4 Firavun'un boğulması, Ayetler : 5369. Bak. Sure : 20, TAHA ; Bölüm : 4 Musa ve halk, Ayetler : 77-79 ve Süre : 44, ED-DUHAN; 22-29.

364

Bölüm :

ı

D üşman la r ı

bulacak

cezanının söylenmesi,

Ayetler: .

( 44 )


SAYI 314:

Ş. PLANA

YIL XXVII

davranışını ve Mısırlı Firavun ordusunun önünde kaçan İsrail halkını kur­ tarmak için değneğiyle Kızıl denizi yarıp aşmasını andırmaktadır. Fakat bu epizotlardaki bazı ayrıntılar Kosova Arnavut sairlerinin şairane ha, • yallerinin ürünüdür. Çünkü bunlara ne Tevrat'ta ne de Kur'an'da rastlanır. Sözgelişi şiire göre Sultan Murat'ın gemileri olsa da ordusunu gemi­ lerle geçirmek istememesi ; savaşa ancak gönüllülerin ve ruh ile beden ba­ kımından temiz olanların gitmelerinde direnmesi gibi... Bunlar kutsal bir savaşı yürüten bir ordu başının ve ordusunun ahlak yüksekliğini göster­ mektedir. Bu ayrıntılara göre, Tevrat'ta veya Kur'an'daki denizi aşma sahnesi Arnavut Halk şirinde mekanik bir biçimde ·geçmiş değildir. Çünkü bunların sözkonusu sahne motifleri de birbirinden farklıdır. Tevrat ile Kur'an'a göre, halkın, düşmanın saldırısından kurtulması içın deniz �çı­ lıyor ; Arnavut şiirlerinde ise tslam'ın kutsal amaçları için savaşan bir ordunun geçmesi için deniz açılıyor. Gerçek ayrılıklar da buradadır. Böyle bir efsanevi anlatım İslam ideolojisi ile sarmaşıktır. Çünkü bunu söyle­ yenler İı:;lam dinini kabul etmiş Kosova Arnavut halkı mensuplarıdır. Fakat, ileride de görüleceği üzere onlar destanın ikinci bölümünde kesik başla uçacak olan Miloş Kopili�'te de efsanevi gücün tasvirini yapacak­ lardır. Sonra, karşı yakaya geçmek için, suyun büyülü olarak ikiye bö­ lünmesi , Kosova Arnavut folkloruna has bir olay değildir. Bu Mo­ tife, J.G.V. Hahn'nın ( 1 1 ) kitabında tir Epir halk hikayesinde rastlamaktayız. Bu rivayette, göl iki defa iki ayrı bölüme ayrılmaktadır. Hizmetçi prensesler emir üzere sopa ile göle vurarak göl ikiye bölünür, prens göl­ den geçer ve kıyıda prensesle e:vlenir. Daha sonra hizmetçiler yine bas­ tonla ( sopa ile) göl'e vururlar göl kapanır, üzerinden de prensi yakala­ mak için at üzerinde yüksek insancıl özelliklerle bir dervişin geçtiği gö­ rülür. Fakat, "büyülü kaçış" olarak başka hikayelerde de vardır. Buna benzer motifleri eski çağ hikayesinde de görmekteyiz. Mesela Dionis ve Büyük 1skender veya ortaçağ efsanelerindeki gibi ( 12) . Bu mesele çok bi­ leşik olduğundan, Kosova Halk şiirine bir tek kaynağın, tek yönlü etkisi söz konusu olamaz. Çünkü zamanla çok yönlü etkilerin işlediği bir halk nazmında, Arnavut Halk şairlerinin kendi sanat yaratıcılığının özelliği de inkar edilemez. ( 1 1 ) J.G.v. Hahn, _ Grlecbi.sche und albanesi�he M.ö.rche n, München und Berlin, 1918 ,

Hikaye nr. 4.

( 12 ) Bak. V. Cajkanavic, ayni. başlık, sa. 73. Bu meseleyle ilgili tüm literatürü bu­

rada görmek mümkündür.

('45 )

365


SAYI 314

T Ü R K

K Ü L T Ü R Ü

YIL X:XVII

3. Haramdan sakınma motifi : Denizi aştıktan sonr.a Osmanlı ordusu özel bir güçlük görmeden Bal­ kan memleketlerini alıyor. H. Bayko'nun şiirine göre bir sakıncaya uğ­ ramadan Selanik ile Üsküp'ü ele geçiriyor, fakat K3(mllik Boğazında, ır­ mağın getirdiği elmayı bir Türk askerinin ısırması yüzünden, meyvalık sahibinden hellalık alana kadar, bu ordu zorluklaıra ve kayıplara uğru­ yor. Ancak bu Kaçanikliyi savaşta düşen s�drazamın yerine aldıktan sonra, Türk ordusu başarıyla Goleş dağına geçiyor, burada Sultan Murat bir daha kutsal gücünü gösteriyor : Ordusunun ve hayvanlarının susa­ mışlığını gidermek için eliyle vurduğu taştan su kaynağı çıkıyor, ondan sonra da ordusu rahatça Priştiııe 'ye varıyor. M. Haliti'nin şiirindfl bu olay buna benzerdir. Burada asker meyvalıktan kopardığı meyvayı (elmayı) çantasına koyuyor. Ancak Yovan Bahçıvanı s adrazamlığa tayin ettikten ve kendisinden helallık aldıktan sonra, Türk ordusu �nik'i alıp Ko­ sova'ya geçiyor. Oysa H. Dauti'nin şiirinde, askerin haram yapma epizotu şöyle oluyor : Bahçıvan, kör olan kızıyla askerin evlenmesini, kendisinin de Sultan tarfından sadırazamlığa tayinini şart koşarak, bahçesinden alınan elma ile soğanı bağışlıyor. öyle de oluyor, bahçıvan abdest alı­ yor, üç defa şehadet getirip Müslüman oluyor. Kızı da günahkar askere varınca hemen görüverip hürü (huri) oluyor. Ondan sonra Sultan Murat, Üsküp'ü, KB.Çanik'i ele geçirip Kosovatya çıkıyor. Fakat bu sahne S. Cokli'nin ı:;ıiirinde ilginç efsanevi bir olaya dönüyor. Seli.nik'teki Vardar ırmağından alıp ısırdığı ve suyunu emdiği elmayı, asker bir türli.i elinden atamıyor. Böylece haram işlediğini sezince, durumu ağlay:ı.rak Sultana anlatıyor. Hemen elma sahibini bulurlar. Fakat sahibi elmanın ödenme­ sini değil de ağaç dalına bitişmesini istemiş. Sultan ileri gelenlerle birlikte ellerini duaya kaldırınca, askerin elindeki elma fırlayıp dala yapışıvermiŞ . Bunun karşısında şaşakalan hıristiyan elma sahibi Türklerin gücünü, adaletini ve temizliğini takdir etmiş. Aynı şiirin devamında başka bir ha­ ram epizotu da işlenmektedir. Bir asker, bir hıristiyan kadınının iğnesini sormadan alıp kendi ipliğiyle pantalonunu diktiğini ağlayarak Sultana an­ latmış. Hıristiyan kadınına yüz altın Türk lirası ödeyip, helallığı alın­ dıktan sonra, Hıristiyan topraklarını ele geçirmekte Türk ordusunun kar­ şısına çıkan olamamış. Hatta tJsküp'te, Hıristiyanlarm toplarla attıkları gülleleri Şeyh Yunuz kendi eliyle tutup onlara atınca, bunlar şaşkınlıktan ürkmüşler ve hıristiyan ordusunun yok olacağı acı haberini Miloş Kopi­ liç' e bildirmişler. Sahibine sormadan elma veya iğne alma gibi çalmakla eşit sayılan, yasak bir hareket bilinen, haram olan ve çeşitli davranışlara ve ilginç 366

(46 )


SAYI 3U:

Ş. PLANA

YIL XXVII

sonuçlara yol açan olaylara, birçok milletlerin halk hikayelerinde rast­ lamaktayız. Bunlar Doğu'da yani Türk folklorunda olduğu gibi Balkan­ ların sözlü edebiyatında da yani Arnavut folklorunda da vardır. Bu yüz­ den bu gibi epizotlar, sözü geçen şiirlerde hikaye özelliği olduğundan, halk masallarının motifleri (Marchenmotive) sayılmaktadır. Kosova sa­ vaşıyla ilgili bütün öteki Arnavut şiirlerindeki variyantlar (13) genellikle olayların bu akışını, Sultan Murat'ın denizi aşmasını, Balkanlardan geçip Kosova'ya varmasını yorumlayı p , O'nu İslam dini için savaşan adalet sever bir kişi olarak ülküleştirmiştir Zamanla mukaddes kişi sayıldığı, bugün de Kosova'da, Priştine yakınındaki türbesini Arnavut ve öteki Müslüman halkın ziyaret edip mezarı önünde eğilip kıldıklarından, adaklarını yerine getirmelerinden, hastaların şifa dilemelerinden bellidir. Osmanlı İmpara­ torluğu tarihine göre, Sultan Murat, savaşta ölünce, Gazi Hüdavendigi.r Unvanını aldı. Kabiliyetli ve istenen bir idareci olarak tanınmıştır. Tarih­ çiler onun adalet sever olduğunu ispatlarken, savaş yağmacılığına karşı olan sertliğini, Konya muhasarası örneğinde gösterirler. Tronoja Yıllığına göre N. Radoyçiç şöyle tesbit etmiştir : "Murat'ın Sırp topraklarından geçmesi, bir Arnavut şiirinde tasvir edildiği gibi olmuştur" (14) . Müellif, burada sözügeçen Hamza Boyku'nun şiirini kastetmektedir. 4. Türk ordusunda moral yoklama motifi :

Kosova savaşından önce Türk ordusuna sokulup gözetlemeyi, Arna­ vut ve Güney Slav şiirlerinin her . biri kendine göre yorumlamaktadır. Arnavut ve Boşnak şiirlerine göre, lWloş Kopiliç, 30 kadar güzelce gi­ yinmiş hıristiyan kızıyle ve bir hayli altınla ; ötekilerin şiirlerine göre, her Türk askerine birer kız olmak üzere on iki bin kızla Türk ordusunun moral durumunu yoklamaya gitmiş ( 1 5 ) . örnek davranan Türk askeri içinde ( 1 3 ) öteki araştırmaların Kosova

Sava§ına ilişkin derledikleri şiirler de elimde var : Lef Nosi , "Kopeshti letrar", Elbasan, 1918, No. 2, 3, 4; Tihomir Djordjevic, iz arbanaskog narodnog predanja, "Prilozi proucavanju narodne poezije, Yıl I, Nr. 2, Beograd, 1934, sa. 188 ; Tihomir R. Djordjevic, Jos nekoliko arbanaskih narodnih pesama, "Nas narodni zivot", X, sa. 50-54 ; A. Smaus, O kosovskoj tra.diclji kod Arnauta, "Prilozi narodne poezije", m, 1, Beograd, 1936, sa. 7390 ; Kange popullore shqiptare te Kosove-Metolıise, (Vojislav Dancetocic Kosova Sava§ına ilişkin şiiri kaydetmiş) , II, Priştine, 1952, sa. 15-21. Bu olayla ilgili daha birkaç elyazısı ayrı olarak yayınlanacaktır. ( 14 ) Bak. Nikola Radojcic, O tronoskom rodoslovu, Beograd, 193 1, - A. Smaus, O kosovskoj tradiciji kod Arnauta, aynı yazı, sa. 76-77. ( 15 ) Her şeyden önce, Hamza Boyku'nun ve Sadık Cokli'nin söylediği Arnavut şiirlerini ve Alojz Şmaus'un ele aldığı Boşnak şiirlerini göz önünde bulundur­ maktayız ; A. Smaus, Kosovo u narodnirn pesmaına Muslimana, Prilozi prou­ cavanju narodne poezije" V, 1, Beograd, 1938, sa. 102-121.

(4 7)

367


SAYI 314

T Ü R K

K Ü L T Ü R Ü

YIL XXVIl

kızlar üç gün dolanmışlar : "Kimse göz atmamış bile,/hiç kimse onlara el sürmemiş,/para almamış,/para karşılığında da yiyeoek verilmemiş". Üç günden sonra askerler Sultana kızların açlıktan bitkin olduklarını ve bu yüzden öleceklerini bildirdiklerinde, Sultan Hazretleıi şöyle buyurmuşlar­ dır : "Yiyecek veriniz, benim evlatlarım,/karşılık . olarak ise hiç bir para almayınız ! " Bu mısralar denizi aştıktan sonra Balkan topraklarına ayak basan Sultanın insani davranışlarına karşı saygısını ve askerin o anda yemin ettiğine dair iradesini ifade etmektedir. Üç günden sonra doku­ nulmadan geriye dönmek mecburiyetinde kalan kızlar, Miioş Kopiliç'e moral açısından Osmanlı ordusunun üstün olduğu haberini vermişlerdir. Sırp-hırvat şiirinde Türk ordusunu tam onbeş gün gözetleyen Kosaın�ç ivan, bu ordunun çok güçlü ve yenilmez durumda olduğunu Miloş Kopi­ liç'e anlatmış ( 1 6 ) . Her iki tarafta, Arnavut şiirlerinde de, Güney Slav şiirlerinde de, Knez Lazar'a tersini söyleyip, bunu Türklere !iarşı savaşa kandırmışlar. 5. Sultan Murat ile Miloş Kopiliç'in öldürülmeleri motifleri ve Ke­ sikbaş motifi :

Arnavut ve sözü geçen Boşnak şiirlerinin ikinci bölümü, gene Türk eliyle ölen Miloş Kopiliç'in Sultan Murat'ı öldürmesiyle başlar. Bu bö­ lümde Güney Slav ve Arnavut Şiirleri, her biri kendi açısından bazı ben­ zer ve ayn olayları bildirip, Türk ordusunun zaferini, Hıristiyan ordu­ larının yenilgisini, Sultan Murat ile Knez Lazar gibi önderlerin de ölüm­ lerini anfatırlar. Fakat bu bölümde, Arnavut şiirleri Güney · Slav şür­ lerinde olmayan bazı ayrıntıları ileri sürmekle beraber, birçok bakımdan, özellikle de Miloş'un epik kişiliğini tasvir etmekte· bunlara benzer. Arnavut şiirlerinde Sultan Murat ile Miloş Kopiliç'in kaderlerine iliş­ kın olan en önemli an, Miloş'un, Sultanın çadırına gitme karan oluyor : "Eğer Sultan bana elini uzatırsa, teslim olacağım ; eğer ayağını uzatırsa onu hançerleyeceğim ! " Şiirin en dramatik anı da Şeyhülislim'ın Sultan Murat'a öğüt verdiği andır : ''Sakın elini uzatma, ayağını uzat da her zaman ayağının altında kalıversin. " Bütün şiirlerde ortak olan öğe, Sul­ tan Murat'ın Miloş'a ·ayağını uzatması ve onun Türk padişahını hançer­ lemesidir. Sultanın böyle davranışı kimi tarihçilerin açıklamalarında da bir anlam taşıyor. Sadüddin ve Neşri'ye göre : "Türk gücünün artma­ sıyla, Halifenin kendisine yaklaşmazlık esrarlı ilkesine göre, dinsiz bir yabancı, padişahın elini değil de, ancak ayağını veya özengisini öpebi( 16 ) Vuk Stef. Karadzic, Srpske narodne pe8me, Il, Beograd, 1958, Nr. 49/ill 304-305.

368

sa.

(48 )


SAYI 314

YIL XXVII

Ş. PLANA ------

-·-

-- ---.

lir" ( 17) . Güney Slav şiirlerinde de böyledir. Bir Sırp-hırvat şiirinde şu mısralar var : "Padişah ayağını uzatarak der : "Ayağımı öpüver, Milo§, ayağım sana hem şeref hem hakimiyet verecek" (18) . Başka bir Sırp-Hır­ vat şiirinde vezir, Sultana şöyle der :

"Elini uzatma, ayağını uzat bir

gavura" (19) . Miloş ondan sonra olay yerinden kaçmak ister, kendisi de kısrağı da zırhlı olduklarından, Türk askerleri bunu öldüremezler. Yaşlı bir Sırp kadınının öğüdüne göre, kısrağı bileklerine kadar kesmek için kılıçl arını yerler dikerler. Aynı kadının bildirdiğine göre de Miloş'un bı­ yıklarında zırhının anahtarını bulurlar. Miloş

kadını çağırır,

dişleriyle

kadının burnunu ısırır, kadın da hemen ölür. Türk askerleri burada Mi­ loş'un kafasını keserler. Miloş kendi kellesini koltuğu altına alıp, Sala­ banya' daki ilaçlı suyla gövdesir&e yapıştırmak için oraya doğru

uçar.

Fakat Salabanya'da bir kız, onun uçtuğunu annesine söyler, bu yüzden Miloş yere düşer. Kendisinin kellesiz kaldığı gibi onların da gözsüz kal­

ma.lan için beddua eder.

M'iloş'1m kesilmiş

kellesini koltuğu altında ta­

§ıınası motifi, sadece az önce açıkladığımız Hamza Boyku'nun şiirinde değil, Kosova Savaşına ilişkin bütün Arnavut halk şiirlerinde ortak bir özelliktir.

(Ayrı olarak Sadık Cokli' ain şiirlerinde bu özellik yoktur) .

Bilimde de tesbit edildiğine göre, bu özellik Arnavut epik şiirinin orijinal muhteva çizgisi sayılmaktadır (2L) . öteki şiirlerden ayn olarak, S. Ookli'nin Kosova Savaşı şiiri özel bir biçimde devanı eder. Kellesini

Miloş Koplliç'e

koltuğuna alarak

değil, Sultan Murat'a

insanın u çma

motifi,

aittir. Türklerin üst.i\nlüğüne ve

düşmanın yüksek moraline inanan Miloş, demir libası içinde Türk asker­ lerine saldırır ve hiçbir kılıç onu kesmez. Burada Miloş'u yakalamak için atının ayaklannı kesmek amacıyla kılıç ve tırpanları yere sermekle il­ gili o yaşlı hıristiyan kadının

öğütleme epizotu gelir. Böylece Miloş'u

yakalıyorlar, Miloş da kadını öldürüyor. Miloş Sultanla görüşmek is­ terken, arkadaşlarına şöyle diyor : "Elini verirse, reyayı teslim edece­ ğim, ayağını uzatırsa hançerleyeceğime kutsal günle and içerim ! " Sultan ayağını uzattığı için de söylediği gibi hareket eder. Sultanın cenazesi, başı koltuğu altında olarak Bursa'ya doğru uçar. Burada bir damla kanı damladığı yerde bir türbesi, Bursa'da da bir türbesi vardır. Sultan Mu· ( 17 ) Bak. A. Şmaus, "PPNP", m, 1, sa. 81. ( 18 ) Aynı yerde, dipnot No. 17. ( 19 ) Aynı yerde, sa. 81-82, dipnot No. 17. (20) Bak. Nenad Ljubinkovic, Poreklo motlva nosenja glave posle pogubljenja u jedlloJ slptankoj pesmi o Kovoskom boju, "Glasnik Muzeja Kosova 1 Metoh!je", IV-V, Prlstina, 1959-1960, sa. 323-331.

(49)

369


SAYI 314

T Ü R K

YIL XXVII

K Ü L T Ü R Ü

rat'ın cesedinin oğlu Sultan Beyazıt tarafından Bursa'ya göfüriildüğü bi­ linmektedir. Bu rivayet, İslam efsane geleneğine dayanmaktadır ; buna göre İslam için büyük mücahitlerin veya kutsal Müslüman kişilerinin baş­ sız gövdeleri yahut gövdesiz başlarının uçtuğu şeklinde birkaç ayrıntı bilinmektedir. Bu ayrıntının, Kosova Arnavut Halk edebiyatında ne denli bir kök saldığını başka .bir Müslüman kahramanında da görmekteyiz : Gölbaba, Kosova ovasında kendi kanı gavur kanıyla karışmasın diye, kel­ lesini koltuğuna alıp üç. kilometre koşuyor" ( 21 ) . Başka halk rivayetle­ rinde de bilinen Gülbaba, İslam harikacısı olarak da bellenir, böylece Mit­ roviça' da Gülbaba . Türbesi de vardır (2�) . Buna benzer bazı efsanelere göre, şeyhler ve kutsal kişiler, İslamı.ık için düşen şehitler, kesilmiş kel­ lelerini Kosovadaki türbe ve tekkelere götürüyorlar : Gilan'da Rogatiça Köyü Türbesi, Prizren'deki öiner Bam Türbesi, �'teki Gazi Saçh Küçük Mehmet Türbesi v.b. Fakat bu inanca başka yerlerde de rastlanı­ lır. Mesela ; ffiçin, Yeni Pazar, Zvornik, Kumanova'daki Dah.rdovo köyü, Ohri, Manastır, Banya Luka, L-esh:ovça'daki Gornje Stopanye, Üsküp ve

baş yer1erdeki türbe ve tekkelerde. Bundan başka, Kosova'da söylenen birkaç Arnavut şiirinde, islim dinini kabul etmiş olan halka zulüm ya­ pan devi öldürmek için , Şeyh Abdullah'ın başı, Düldülüne binen Hazreti Ali'yi çağırmak için, ta Kerbela'ya kadar uçuyor (24) . 1986 yılında lz­ mir'de düzenlenen ill. Milletlerarası Türk Folklor Kongre'sinde Kosova ve Makedonya'da kesik baş'la ilgili birkaç benzer motif sunduğumuz için bu konuda daha fazla durmak istemiyoruz (25) . Ancak, kesik baş motifinin Balkan milletlerindeki farklı tarafı, bu motifin Anadolu'da ve bütün di­ ğer Türk folklorunda yaygın olmasıdır. Konuları daima kahramanlıkla veya kahraman kişilerle bağlantılı dır (26 ) . Bu konuda Ahmet Yaşar Ocak'ın yeni yayınlanmış "Türk Folklorunda Kesik Baş" adlı kitabı dik( 2 1 ) A. Şmaus, "PPNP" , V. 1, sa. 121. ( 22 ) Karş., Tihoınir Djordvic, Jos nekoliko turbet.a i legende o nJlma. "Nas narodnl

zivo t " , VIII, Beograd 1933, sa. 35-39. ,

( 23 ) D. Avramov, Legenda o coveku bez glave, Beograd, 1986, :aa. 12-23. Bu mese­

leyle ilgili burada genişçe bir literatür var. ( 2-i ) Bu §iirler için Kadri Halimi de yazmı§tır :Narodlla poezija Sipta.ra

u Podrimi,

n

selu Lellalle

"Zbornik radova Etnografskog instituta SAN", 2, Beograd, 1951,

sa. 223-227. ( 25 ) Prof. Dr. Şefket Plana, Kosova ve Makedonya Efsanelerinde önemli Folklor Mo­

tifleri, m. Milletıerarası Türk Folklor Kongresi 1986, sa. 331-339.

Bildirileri, Cilt II, Ankara,

( 26 ) Dr. Saim Sakaoğlu, Anadolu-Türk Efsi.nelerinde Tq Kedime Motlft ve Bu Ef­

sA.n.elerin Tip Katalo� Ankara 1980, sa. 72- 73 ve 101 Anadolu Efsanesi, Damla

Yayınevi, İstanbul, 1976, sa. 251-254.

370

(50)


SAYI 314

Ş. PLANA

YIL XXVII

kate değerdir. Yazar bu motiiin Türkiye'de ve Türkiye dışında yaygın ol­ duğunu söylemektedir. Türkiye dışındaki ülkeler arasına Sovyetler Bir­ liği, Yugoslavya, Yunanistan ve Müslümanların yaşamakta olduğu diğer yörelerin girdiğini bildirmektedir ( 27 )

Daha geniş olarak bu motif öteki

Balkan ve · Avrupa memleketlerinin literatüründe de bilinir. Efsanelere göre, Adonis ile Orfey'in kesilmiş kelleleri yola koyulmuştur. Sonra gene efsaneye göre

Paris Dionisiye .?85 yılında kendi başını Mormartır'dan iki

bin adım uzak olan Sen Deni'ye götürmüştür (28) . Yani bi gibi efsanevi şiir söylemeler Müslümanlar arasında çok yayılmıştır. Fakat bunlara Hı­ ristiyan halkında da rastlamaktayız. Bu yüzden genellikle halk şiirinde ve rivayetinde geniş çapta üzerinde durulan bir inançtır. Kosova'daki .Ax­ navut Halk şiirine ve rivayetlerine gelince insanın kellesiz uçması motifi dolaysız olarak İslam geleneğine bağlı ise de kendine özgü biçim ve ay­ rıntılarıyla nitelenir. Buna göre, Kosova Arnavut şairleri epizot biçimin­ de olan bu şiir ve rivayetlerinde hayal ustalığı göstermişlerdir. Arnavut ve Güney Slav halk şiirlerinde Kosova efsanesinin yorum­ lanmasından ayrı olarak, sadece bir gün süren Kosova savaşıyla ilgili ayrı milletlerden olan tarihçilerin kayıtlan özel bir problemdir. Arnavut ve Güney Slav Halk şiiri ve

rivayetleri çok kere çelişik ve ters görüşlü

olmalarına rağmen, Balkanlardaki bu önemli tarih olayıyla ilgili, o za­ manki çağdaşlann yazılı raporlarında her biri kendine göre benzer ve aynı görüşler bulmaktadır. Fakat bu olayların yorumlanmasındaki çeliş­ kilere rağmen, bizim için en önemlisi

"�

Konstantin, Ludovik

Benedikt Kuripeşic, Kosova Ostro­

Çriyeviç (Tubero Cerva) gibi Slav yazarla­

rı ( :.ı<1 ) , ondan sonra Franc, Duka ve Halkokondil gibi Bizans tarihçileri (30) ,

Ahmedi, Oruç, Molla Şükrülla.h, Derviş Ahmet (Aşık Paşa-z8.de) (31) , Mehmet Neşri, Si.düddin, Feridfuı Ahmet, Mustafa bin Ahmet, Mehmet ( 27 > Ahmet Ya§ar Ocak, Türk Folklorunda Kesik Baş, Türk Kültürünü Araştırma

Enstitüsü, Yayınlan : 95, Seri, IV - Sayı : A. 26, Ankara, 1989, sa. 1-130. (28) Sözü geçen konuya dipnot No . 23'e bakınız. ( 29 ) Güney Slav halk şiirinde 1389 Kosova Savaşıyla ilgili çeşitli kaynaklarda pek çok literatür vardır. Sırp, Hirvat, Makedon, Bulgar, Boşnak şiirleri için ge­ reken bilgi Dr. Branislav Krstic'in şu etüdünde bulnur : Postanak i razvoj na.­ rodnih pesama o Kosovskom boju, "Treci Kongres folklorista Jltgoslavije", Ce­

tinje, 1958, sa. 83-99. ( 30 ) Karş., Nikola Radojcic, Grcki izvori za Kosovalru bitim, "Glasnik Skopskog naucnog drustva", knj. VII-VIII, Odelenje drustvenih nauka, Skoplje, 1930, sa. . 163-175. ( 31 ) Harg. Alesksej Olesnicki, Tu.rski izvori ve Koaovskom boju, "Glasnik Skopskog naucnog drustva'', xrv, Odelenje drustvenih nauka, 8, Skoplje, 1935, sa. 59-98.

(51)

371


SAYI 314:

T Ü R K

YIL' XXVU

K Ü L T Ü R Ü

Solak-zade gibi Türk tarihçi ve y,azarlan, Kosova efsanesinin hemen Kq­ sova savaşından sonra meydana geldiği ve zamanla ge1işip türlü versi­ yonlar aldığına işaret etmekteJer. Bu yüzden, Kosova savaşma ilişkin haberler, çeşitli halk şiirlerine ve sözlü rivayetlere zengin bir kaynak ol­ muştur. Hatta Evliya Çelebi, 1622 yılında Kosova'dan geçerken, bu olay­ la ilgili iki versiyon kaydetmiştir. Birincisine göre, savaşta şehit düşen Müslümanları ırmak kıyısında yıkayan Sultan Murat'ı, hıristiyan asker­ leri arasından kalkan Minkos Toplaki ( Miloş Kopiliç ) öldürür. tkincisine göre savaştan sonra adı geçen hıristiyan, elçi olarak padişahın elini öp­ meye gelir, hançerini çıkarıp Murat Han Gazi'yi öldürür, atma atlar, fa­ kat kaçarken askerler onu oklarla yere düşürürler, kellesini kesip ez�r­ ler (3g ) . Yani bu iki versiyona göre Sultan, Arnavutların şiirlerinde olduğu gibi, savaştan sonra veya savaş süresince ölüyor,

oysa hıristiyan ya­

zarlarına ve Güney Slav şiirlerine göre Miloş, Türk padişahını savaştan önce veya savaşın başlangıcında öldüriiyor, yani Knezin törenli akşam yemeğinde söz verdiğine uygun olarak hareket ediyor. Bütün bu ileri sür­

düklerimiz, Sultan I. Murat'ın kişiliğinin ilgi çekici yönlerinin halk des­ tanlarında

ve

halk

efsanelerinde

işlenmiş

olduğunu

göstermektedir.

28 Haziran 1389 yılında Kosova ovasında şehit düşen Sultan Murat Han'm Osmanlı imparatorluğunu ve tslam dinini yaymakta ne kadar mücadele vermiş olduğu ise bu efsane ve destanlardan resimlenerek önümüze çık­ maktadır. Tarihçilerin çoğu onun yüriitmüş olduğu akıllıca savaşları ve karakteri üzerinde uzun uzadıya durmuşlardır. Sözümüzün sonunda ünlü Osmanlı ( imparatorluğu)

Tarihi yazarı Yozef

fon

Hamer'in sözlerine

yer veriyoruz : "Murat'm hayatı, takma adlan olan "Hüdavendigar" ve

' 'Gazi "nin derin bir ifadesinden ibarettir. Cihad yolunda yorulmayan bir­

savaşçı, adaletli bir hükümdar olan Sultan Murat'ın bu faziletlerini Hal­ kondilas da ispatlamaktadır'' (33 ) .

( S eyahatname ) , Nazim Şabanovic çevirmiş ve yorumlamıştır. "Svjetlost" . Sarajevo, 1957, sa. 15. Bak. sa. 25-26 da. ( 3 3 ) Joseph von Hammer, Ge&ehiclıte des Osmanischen ReichfJ8, Pesth, 1836 - Rl9· ( 32 ) Karş. Evlija Celebija, Putopls il

tori.ia

372

Torskog

( O!ıımanwkog)

caratva,

1,

Zagreb,

1979,

76-77 .

(52)


BİBLİYOGRAFYA

"KAZAK TiL1N1NG '11:JS1ND1RME

bi bazılan sözlüğün basımından önce ve­

SÖZDİGİ" tiZERİNE BİRKAÇ SÖZ

fat etmişlerdir.

Türkiye Türkçesinin tam bir "etimo­ lojik sözlüğü", ne yazık Ki henüz orta­ ya konamamıştır. Bunun yanında, Ana­ dolu ağızlarından derlenen kelimelere da­ yanarak hazırlanmış olan "Derleme Sözlüğü" ( 11 cilt + 1 ek cilt) ile eski Anadolu Türkçesi metinlerinden bazıla­ rına dayanarak hazırlanmış olan "Tara­ ma Sözlüğü" ( 6 cilt + 1 cilt ekler + 1 cilt dizin ) , konularındaki kelime hazine­ sinin '% 100'ünü verecek kapasitede de­ ğildir. Türkiye türkolojisinin durumu böy­ leyken, Sovyetıer Birliği'ndeki Türkoloji Enstitülerinde bütün Türk lehçe ve şive­ lerinin edebi, ağız ve etimolojik sözlük­ leri hazırlanmakta ve ilim alem.ine su­ nulmaktadır. Bu sözlükler genellikle iki dili, yam herhangi bir Türk lehçe veya şivesinden Rusçaya; Rusça'dan herhangi bir Türk lehçe veya şivesine, olmaktadır. Bunların yanında, yazımıza konu olan "Kazak Tilining Tüsindirme Sözdigi" gibi etimolojik türl.eri de bulunmaktdaır. "Kazak Tilining Tiisindirme Sözdigi'' 10 cilt olup, 1. cildi 1974, 10. cildi de 1986 yılında Almatı (= Alma - Ata) ' da basılmıştır. Sözlüğü neşreden kurum, "Kazak SSR Gilim Akademiyası - Til Bi­ limi İnatitü"dür. Bu sözlüğün redaksiyon heyeti, t.K. Kenesbayev, A,İ. t&kakov, G. G. Muaabayev,

E.B.

Bolganbaev,

R.G.

Sızdıkova, B.S. Kayımova ve B.K. Kall­

yev'dir Sözlüğün her cildi 8 10 kadar bi­ .

-

lim adamı tarafından yazılmış olup, bun­ lardan E. Börlbayev ve G. Cedkeşeva gi-

(53 )

696 sayfa tutan sözlügün 1. cildinin 657-658.

sayfalarında, bu sözlük hazır­ lanırken faydalanılan 66 sözlüğün bib­ liyografik künyesi verilmektedir ki bun­ ların her biri Türk dili tarihi açısından fevkalade kıymetlidir. Sözlükte verilen madde başları için 700'ün üzerinde Kazak yazarının 1300' den fazla eseri ile 150'ye yakın gazete ve dergi gibi periyodik taranmış. · Sözlüğün 3-22. sayfalarında yer alan önsöz Ahınediy İslo:akov tarafın­ dan kaleme alınmış, 23-30. sayfalarda , sözlüğe alınan sözler hakkında, sözlüğün kuruluşu ve sözlerin diziliş tertibi konu­ larında bilgi verilmekte, kısaltmalar ile ''Kazak Alfabesi" ayrıca gösterilmekte­ dir. geniş

Sözlük iki sütun üzerine dizilml!J olup, madde başları büyük Kiril harf­ leriyle, manaları italik Kiril harfleriyle verilmiştir. Eserlerden seçilen örnekler ise düz punta ile gösteriımiştir. Geçen yıl ( 1987 ) Moğolistan'a yaptı­ ğımız gezi sırasında, Moğolistan'da ya­ şayan genç Kazak türkoloğu Karcav­ bay'ın hediye ettiği 2-10. cilde, bu yıl ( Temmuz 1988'de ) Azerbaycan'da tanıdı­ ğım genç Kazak bilgini Kacıbekov Erden Zada-Ulı'nın Almaata'dan gönderdiği 1 . cildini d e katarak "Kazak Tilining Tü­ sindirme Sözdigi"nin tamamına sahip olduk. Darısı, Türkiye Türkçesinin Etimo­ lojik Sözlüğü'nün başına. Dr. Tuncer GULENSOY

373


SAYI 3 H

T 'O R K

K U L T U R U

YIL XXVll

llosa TORK1STAN1, Uluğ Türkistan

lını sahnege çıkarıp yer yüzideki Müslü­

Faciası ( Said Şamil Beğ'iıı Mukaddime­

manlarğa ammeten, Türk a.Iemiğa hassa­

siyle ) , Medine-1 Münevvere, Reşid Mat­

ten, hatıra olarak takdim iti§dür."

baalan, 2 c.

(1. c. 1979, 2. c . 1981 . ) Her

iki ciltte de ınuğ Türkistan

Uluğ

Haritası,

ikinci ciltte Şarki Türki'ataıi Cumhuriye­

kaynak

rın gördüklerine ve yakından bildiklerine dayanan, kendisinin de kaynaklık vazife­

İslam Hukuku, Eğitim, Tarih ve Se­

sini

yahatname nevinde on kadar basılmış ese­ "Fi-sebili'llah

layıkıyle

görebilecek

değerde

bir

eserdir. Her sahifesi hatta her satın bir ibret vesikasıdır. Başlangıçtan, kitabın

rin sahibi olan Musa Türki.stani'nin Uluğ Faciası,

Facia:aı,

tan faciasını yaşamış olan canlı tanıkla­

ti'nin bayrağı bulunmaktadır. Eski Türk Harfleriyle basılmıştır.

Türkistan

Türkistan

eserlere baş vurulmakla beraber, Türkis­

aziz

yazıldığı tarihe kadar süregelen Rus ya­

yılma siyasetini ve bu yolda girişilen hi­

canlannı feda kılğan, öz kefenlerini özleri giygen, şehadet şerbetini nuş-ı can kılğan

leleri dile ·getirmektedir.

yiğitlerimiz, şehid babalarımız destanı ve İki

ecdad va.kıalarmı ihtiva etgen (.:-.-. ) Uluğ

ciltten

oluşan

IDuğ

Türkistan

Faciası'nın birinci cildinde Ba:amacı di­

Türld.ste.n efradı.dan her bir ferdge birer tarih! armağan, halkımız uçun bir yadı-

gen isim hakkında bir iki söz, Isllm'm

g§.rdur, gilecek nesillerge 1bret levhası,

zuhu ru ve düşmanları, Ruslann aslı ve nesli, Moğollar, Çingiz Han ve Oğullan,

atalar tuhfesidür, ibret sahnesi babalar hediye'SldUr."·

·

Kitabın telifine sebep : "Uluğ Türldstan

ahalisinin

şecaati,

kahramanlığı,

gayreti, vatanperverliği , milletçiliği, din ve diyaneti, &iyasi vechleri, istiklal mefküresi, lslam Dinige kılğan

hizmetleri,

fi-sebtli'llah cihad yolıda milyonlap birgen kurbanlarını, şehidlerini tarih sahifeleride görsettşdtır

Aıtun Orda'nı altun devri, Ruslarnın göçürme siyaseti, Na:arAnileşdirig styaaeti, Şehirler ve !stansalarnı İsmini Ruslaştı­ r ış, Yengiıden çıl41anlğe.n Tllrlü Gazet­ ler, Mecmualar, Cedidler ve ta'lim usul­ ları, Türkiatan Haritası,

Hokand Muh-

tariyeti ve Kuruluşu, Stalin siyaseti, Ermeniler, Şark milletler kurultayı, Enver Paşa'nın şehadeti, Türkistan'da imha styaseti, Ziyalılar imhası, Dindarlamı ce-

Rusların Müslümanların zararığa bil­

zası,

hassa Türkistan aleyhinde biş-on asırlar­

gibi

dan beri tutğan yolları, siya:aetleri, hile ve

ise ;

Sovetıernin ahlak bozuş pıanıarı başlıklara

rastlanır.

İkinci

ciltte

Şarki Türkistan'da inkılA.p arifesi­

zemanemiz

deki vaziyet, Millet Meclisinin kurulu�u.

yigirminci asırda bolğan politika oyunla­

Devlet Kuruluşunun beyannamesi, Şarki

nirengleridin ve yine bizni

rıdın bir nebze bahsitüp Ruslamı firib­

Türkistan Devleti'nin tedavulğa çıkarğan

gerlikdeld meharetlerini

çıkarıp

akçesi, Şarki Türkistan tnkılabı'nın A.kı­

yengi nesillerge telkın itiş, din ve hem

beti gibi konulann ele alındığı göıiilür.

yüzge

vatan düşmanlarını Türkistan sahneside oynağan rollerini Türkistan evladığa, gi­ lecek nesillerige bildirişdür.

Eserin dili, kolay anlaşılır bir Orta Asya Türkçesi'dir. "Hain Döngenler'' bq­ lığı altında yazılanları hep beraber oku­

Dini vazifelerini, milli haklarını la­ yıkıyle eda kılğan Türkistanlığlarnın dini

yalım :

"Hı.tay,

Töngen

h er

lld.81 bir

s8zdür. Şarki Türkistan'nın tutukunluk

mücahedelerini, milli mücadelelerini, önge

devride yerliler,

aid hadiselerini, elim vakıalarını

dan kandak cebir, zulüm elemlerin tart­

aynen

yazıp tarihge mal kılıp, vakıalamı

374:

as-

vahşi Hıtay'lar tarafı­

kan bolsa, Töngen'lerden mü, andan ar-

(54)


BİBLİYOGRAFYA

SAYI 314

tuğrak vahşetnin derdini tartkandur. Bu ise kuyaş gibi ruşen tarihi haklkatdür. Göz aldımızda bolup turğan hadiseler onu

oğlu igenligini iddia itedür. Kızıl'lardan kaçıp gildim . Siyasi kaçakdurmız, kabul kılınğlar, dip sarahatle ifade biredür.

ısbat kıladur. Binaen aleyh Hıtay-Töngen ikisi bir sözdür disek

yanlışmağan

bo­

lurmız.

Urumçı

Hatun bolsa ifadeside, Men şu adanı­

nı hatunımın, Nikalay'nı gelini bolamın,

dip sözüde ısrar itti. Haftalarça avare

. Sahih Kıran Be-Devlet Ya'kub Biğ'ge

Lorincesinin

hiyanetleri,

bolduk, tahkikat heyetiğe if uçu birme­ diler.-. .

1328 yılında çıkğan Kumul'luk inkılabçı

Batur Timur Halfa hakkındağı hıyanet ,

Turfan'nın meşhur inkılabçısı Ahmed Ta­ mak Batur hakkındağı hiyanet, hususan hazırgı Şarki Türkistan inkılabının baş­ iuğı Hoca Niyaz rı;acım hakkında Töngen tarafından bolğan hem de devam itip tur­ ğan hıyanetler, Şehid Timur Gazi'ge kıl­ ğan hıyanetleri denizden bir otıam, yağ­ murdan bir tamçı katanndadur." (C. II., a.

YIL XXVII

131-132) . Yazar'm Çinliler hakkındaki

Nihayet Nikalay'nı gciinimin

raf itti. İk.evlerini Rus aslıdan bolup Ba­ ku'da hayat geçirgenlericlin başlap Rus­ lar'nı

şünü öğrendikten sonra bir de Moskova

şipyon ( casus ) 'lar idaresiğa men­

sup igenligi sabit boldu.

Yufaryof, im­

zası alındı. Uşol gicesi adem sahrasığa cönetildi . " (a. 144-146 ) . Yazar, komşu devletlerin Şarki Tür­

ki stan'a bakışlarını da zaman ve yer ve­ rerek,

goru-

digen

hatun . . . ikı:ar kıldı .. Ertesi erkek de iti­

anlatmaktadır. Japcm'lar, Çin ile

a ralarının bozukluğundan dolayı;

Afga­

ni stan ; diyanetde hem-din, siyasette As­

casuslarmın, aralarına nasıl sokuldukla-

yalık bolışı ( 163-164. s . ) ndan iyi davran­

rını anlatan şu kısma bakalım : "Ot için-

mışlarsa da

Çin ve

Sovyet

Rusya ile

de, ok içinde yürügen vaktimiz; herkesni

Hindistan hakimi İngiliz'ler, Şarki Tür­

metinin ahırğı padişahı II. Nikolay) ki-

169 ) .

ağzıda Nikolay'nı oğlu (not : Çar hüku-

Updür, hatunı hem bar imiş ! Bu haber cemiyetge yetti. Bir erkek, bir hatun sıfatıanyle bu iki Urusnı kilgenllgini cemiyet azaları yahşı telakki kılmadılar. Kızık haber, savuk haber, dedim . Mahfi takip etişge bir iki kişi memur boldu.. .

Bu abd-i acizni tercümanlığı ile

tahki-

kat başlandı.

Tahkikat esnalarıda Mahmud Nedim Beğ de bulundu. Her gecesi sorak başlanadur, sabaha kadar devam itedür. Olar

birbirini görmeydür. Sorakda Nikolay'nı

( 55 )

kistan'ın

_varlığına

kıymışlardır.

( 164-

Musa Türkistani, geniş tarihi bilgisi,

hadiseler içinde faal rolü ve toplayıp de­

ğerlendirdiği sözlü ve yazılı vesikalar ile

yazdığı Uluğ Türkistan'ı ; Mehrned Emin B uğra'nm Şarki Türkistan Millt İnkilap

Tarihi

İsa Yusuf Alptekin'in Doğu Tür­

kistan'ı ve diğer tarihçilerin eserleri ara­ sına katmıştır. Genellikle Türk

Tarihi,

özellikle Orta Asya Türk Tarihi ile uğ­ raşanlara, Uluğ Türkistan Facia.sı'nı ha­ raretle tavsiye ederiz.

Dr. Hüseyin AYAN

375


HABERLER

�baycan, Türkistan ve Rumell'­ den Ta.rlbi Ziyaretler

Mayıs ayında, Azerbaycan, Türkis­ tan, Rumeli ve Türkiye arasında çok yoğuıı bir. trafik vardı. Çeçltli seminer, sempozywn ve toplantılar vesilesiyle pek çok alim ve kültür adamı, dışandaki Türk ellerinden Türkiye'ye geldi. Tarihi ziyaretlerden i:ı!ıincisi, Azer­ baycan'dan bir heyetin Türkiye'ye geli­ şi oldu. .AZerbaycan Kültür Demeği'nin davetlisi olan ve Mayıs b�ında ülkemize gelen heyette şu şahı"Blar vardı : Azer­ baycan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti Vatan Cemiyeti Başkanı, yazar ve ede­ biyatçı Elçin Efendiyev, Azerbaycan'ın büyük şairi Bahtiyar Vahab7.ade ve Va­ tan Cemiyeti üyesi, Azerbaycan Devlet Üniversitesinin Cerrahi Bölümü Öğretim üyesi ve Azerbaycan Sa �lık Bakanlığı Cerrahlar İlmi Cemiyetinin Başkanı Prof, Dr. Nureddin Rızaye,·. Heyet, Esenboğa hava alanında 30 - 40 kişilik bir topluluk tarafından karsı.landı. Misa­ firler Ankara, Konya, Bursa ve tstan­ bul'u gezdiler. Azerbaycan Kültür Der­ neği'nde, Ankara TOrk Ocağı'nda ve ens­ titümüzde sohbet toplanbiarında bulun­ dular. Tilrk Kültarilnü Araştırma Ens­ titüsü'nün Yönetim Kurulu ve Ankara'­ daki bazı üyeleriyle birlikte enstitü mer­ keZinde yapılan sohbette ve akşam üzeri yenen yemekte Türkiye ile Azerbaycan araaındaki kültür ve san'at münasebet­ lerinin arttınlması arzusu dile getirildi. Yüzyıllardır süren hw:ıreti gidermek is­ tercesine üyeler ve misafirler birbirle­ riyle kucaklaştılar, samL'Yli his ve dü­ şüncelerini ifade ettiler. Htle, bir cerrah olan Nureddin Rızayev'iİı "bu gadar ede­ biyatçının yanında men ne danışım" di-

376

yerek söze başladıktan sonra bütün ede­ bi yatçılan geride bırakacak veciz ve se­ lis konU§Illalar yapması ve 5özler1Di "söh­ beti ne uzadım, men bir cerrahaın, verin elime bir bıçah, kesim özümü, ganım ahsın ; görün ganım nece (nasıl gaynıyır" diye bitirmesi, doğrusu görülecek, işiti­ lecek "zad"dı. Konya'da da Selçuk üniversitesi'n­ den ve Konya Türk Ocağı'ndan kalaba­ lık bir heyet tarafından kar§ılanan misa­ firler ; şehrin tarihi yerlerini, Mevla.na. ve Koyunoğlu müzelerini ziyaret e�tiler. Azerbaycan Kültür Derneği Genel Sekre­ teri Ahmet Karaca'nın refakatinde Bur­ sa'daki Osmanlı sultanlarının türbeleriDi de ziyaret eden heyet İstanbul'da, Kül­ tür Bakanlığı tarafından kendilerine tah­ sis edilen Şerifler Kasn'nda kaldı. İslam Araştırmaları Merkezi tarafından verilen yemekte merkez başkanı Prof. Dr. Ek­ meleddin İhsan.oğlu, Prof, Dr. Fmhı Bil­

giç,

Prof. Dr. Muharrem. Ergin.

Prof.

ve Istanbul'un ta­ nınmış ilim ve kültür adanılan hazır bulundular. Dr. Nevzat Yalçıntaş

Bahtiyar Vahabzade, Elçin Efendi­ ve Nureddin Rızayev'den meydana gelen heyet, Ankara'da Kilittir Bakanı Namık Kemal Zeybek, Sağbk Bakanı Halil Şıvgın ve Turizm Bakanı tıhan Aküzüm tarafından da kabul edildi. yev

İkinci

ziyaret,

Eskişehir'deki

IV.

Uluslararası Türk Halk Edebiyatı ve Yu­

Semineri vesilesiyle gerçekleş­ ti. Çin Halk Cumhuriyeti'ndeki Uygur Türklerinden Prof. Dr. Enver Baytur, Doç. Dr. Ruldye ilacı ve Tursunay Sa­ klın; Türkmenistan'dan Anna (Adine Cuma ) Kovuzov ; Güney Azerbaycan'dan

nus Emre

=

(56)


SAYI 314

HABERLER

( İran) Habib İdrisi ; Kuzey Azerbay­ can'dan ( SSCB ) Prof. Dr. Kamil Vell ­ yev, Prof. Dr. Agil Cafer Handanoğlu, Hailde

Guliyeva; Kuzey Kıbns Türk Cumhuriyetinden Mahmut bldmoğlu ve Harld Fedai ; Yugoslavya'dan Pi-of. Dr. NlmetullaJı Hafız, Prof. Dr. Şefket Plana, Prof. Dr. LAmta Hacıomuuıovlç, Dr. Mti­

nlb Maglayllç, Altay Suroy Becepoğlu, Muzbeg-, Mmiata Kemal Kan­

YIL XXVII

okuyan Turamirza Cabbarov; böylece Gazi üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü deraleıinde ÖZbek Türkçesiyle il­ gili uygulama imkanı verecek önemli malzeme bırakmış oldu. İstanbul'u ve İstanbul Üniversitesi Türk Dili ve Ede­ biyatı Bölümünü de ziyaret eden Cabba­ rov 26 Mayıs 1989'da ülkesine döndü.

Türk Kültürünü Araştırma Enstitü­ sü'nü özel olarak ziyaret e1enlerden biri blulalı ve Tadde Hafız seminere katıldı­ de Türk dili profesörü, Azerbaycan Dev­ lar; Eskişehir ve Ankara'da çeşitli ziya­ let Üniversitesi'nin Azerbaycan DilcUlli retlerde bulundular. Türk dünyasının dört Kürsüsünün başkanı Dr. h.imiJ Vellyev bucağından gelip kaynaşan misafirler; . Neriınanoğlu idi. En.:Jtitü hakkında bilgi çok uzak ve· çok yakın soydaşlanndan alan Nerimanoğlu, Gazi üniversitesi · Ba­ haberler aldılar. sın-Yayın Yüksek Okulunu da zi yaret Heyetin birçok üyesi, Ankara'da dü­ etmiş ve kütüphane:.indeJ<i kitaplardan Üniversitest zenlenen ı. Mllletlerare.sı Nasreddln Ho­ önemli bir kısmını Gazi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünde özel ca Sempozyumuna da katıldı. Yugoslav­ ya'dan Ollvera Yaşar Nast.eva ve Özbe­ bi r kitaplpık kurmak üze"'ı..� göndermeye kistan'dan Turamirza Cabbarov da Nas­ başlıyacağını ifade etmiştir. BukQ'da reddin Hoca sempozyumun.:ı gelmişlerdi. "Dede Korkut Ansil\lopedisi" hazırlama Yukarıda isimleri sayılanlardan birçoğu komitesinin de sorumlularından biri ola­ ve Amerika, Almanya, Tayland gibi ül­ rak Prof, Dr. limll Vellyev Neriman­ kelerden gelen delegeler, 'rttl'k Kfiltttrö­ oğlu, bu konuda Dr. Osman F. Sertkaya nü Ara..,tırma Enstlttisü'nü ziyaret etti­ ve Dr. Ahmet B. Ercllasun'la görüşme­ ler; enstitü faaliyetleri ve neşriyatı hak­ ler yapmıştır. Atatürk Kültür Merkezi Başkanı Prof. Dr. Aydın Sayılı ve Türk kında bilgi aldılar. Tarih Kurumu Başkanı Prot. Dr. Yaşar Sempozyumda Nasreddin Hoca Hak­ Yücel ile de görüşen Neıimanoğlu 19 kındaki şiirini de okuyan Özbek şairi ve Mayıs 1989'da Azerbaycan'a dönmüştür. tiyatro yazan TaramlrZa Cabbarov da Türkiye'yi ve Türk Kültürünü Araş­ Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü'nü tırma Enstitüsü'nü ziyaret eden Türk ziyaret ederek enstitü hakkında bilgi aldı. Daha sonra Gazi Üniversitesi Ba­ soylu ilim ve kültür adamlarının ortak sın-Yayın Yüksek Okulunu ziyaret eden arzu ve dilekleri, aradaki münasebetlerin Cabbarov, okulun radyo stüdyosunda ; sıklaştırılarak arttınlması olmuştur. isken.der

"Bilge Tonyulmk Vaslyatl, Ebu Ali tbni

SinA Vasiyeti,

Osman Nasır'ın Annesinin

Ağzından" adlı şiirleriyle, tanınmış Öz­

bek şairi Cemal Kem al'in "Sırla.şır, Uluğbek, Kleopatra" şiirlerini banta oku­ muştur. Büyük ÖZbek romancısı A y­ bek'in bazı şiirleriyle "Balalık" adlı ha­ tıralarından bazı parçaları ve yine Özbek Türklerinin büyük yazarlar�ndan Abdul­ lah Kabhar�ın "Bimar" hikayesini banta

(5 7 )

Türk Kültürünü Araştırma Enstitü­ sü asli üyelerinden ve Hacettepe ÜDiver­ si tesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü öğretim üyelerin4en Prof. Dr. Dunun Yıldının da Özbek ga­ iri Hamza Hakirnzade'nin 100. yılı tören­ lerine katılmak üzere Mayıs ayı içinde Moskova ve Taşkent'e gitmiştir. Ahmet B. EBClLASUN

377


SAYI 314

T Ü R K

"Geleneksel

Topluluklarda

Antropolojisi"

kolokyumu,

K Ü L T Ü R Ü

Sovyet 16-18

Mart 1989, Paris.

Le Centre d'etudes sur L'URSS, L'Europe orientale et le domaine turc de L'Ecole des Hautes Etudes en Sciences Sociales (Fransız milli eğitim bakanlı­ ğına bağlı Sosyal İllmıler Yüksek Araş­ tırma. Okulu

SSCB, Doğu Avrupa ve

Araştırma MerkerLi ) nin düzenlemiş olduğu yukarıda: belirti­ len kolokyuma çeşitli ülkelerden 30'un üstüiıde ilim adamı katıldı. Belirtilen merkezde ·..,eri konferanslar yapmak için ben de o tarihlerde Paris'te bulunduğum­ dan bu ilginç toplantıya katılmak fır­ satını buldum. Adı geçen merkezin baş­ kanı Prof. Dr. Gilles Veinstein ve arka­ da.şiarının düzenlemiş olduğu bu kolok­ yumun Türk Dünyasını da ilgilendiren tarafı olduğu için okuyucularımızı bu konuda aydınlatmayı yararlı buldum.

Türk

Vlkelerini

'

Antropoloji, etnografi, etnoloji gibi tarihin yardımcı dallarının koloniyalist ülkelerde daha yaygın olduğunu müşa­ hede etmekteyiz. Bilrliğim kadarıyla Tür­ kiye üniversitelerinde bu branşlar ayrı bilim dalı olarak çalı§mliannı sürdür­ müyorlar. Bir zamanların İngiltere ve Fransa gibi koloniyalist ı.levıetıeri ile bugünün koloniyalist devleti SSCB'de bu iliın branşlarına ilginin fazla olduğu söy­ lenebilir. Paris'teki kolokyuma katılan 12 sovyet ilim adamının H)'unun (Kirli Çiştov, Yulian Bromley, Abraham Per­ çists, Yurt Semyonov, Vladimir Kabo, V.I. Vassiliev, Igor Krupnik, G.E. Mar­ kov, M.V. Kriokov, İga Artiomova ) Mos­ kova'dan gelmesi, sovyet ırıerkezinin bu işe daha fazla ehemmiyet verdiğini gös­ termektedir. Sovyet delegasyonunda yu­ karıda sayılanların dışında ancak iki gayri Rus, Estonya millt müzesinden El­ len Verv ile Azerbaycan İl'rnler Akade­ misi tarih enstitüsünden Feride Mamed­ ( ova) vardı. Bunun dışında Amerika Bir-

378

YIL XXVll

leşik Devletleri'nden beş, tngiltere'den üç, Güney Afrika Cumhuriyeti ile tsrail'­ den birer ilim adamı katıldı. Diğerleri ise Fransa'dandı. 3 gün süren kolokyumda bütün ilim adanılan ve dinleyiciler "Acaba yeni "glasnoat" (açıklık) poli�ikasının izleri sovyet ilim adamlarının tebliğlerine de aksedecek mi ? " diye merakla ve dikkatle dinlediler. Tek bir cümle ile ifade edil� mek gerekirse açıklık politikasının he­ nüz bu sahaya yansimadığı anlaşıldı. Bu kısa tanıtmamızda her tebliğ üzerinde ayrı-ayrı durmayı düşünmüyorum. An­ cak ilgimizi çeken daha doğrusu bizi il­ gilendiren birkaç tanesi hakkında bilgi vermekle yetineceğim. En fazla ilgi ile beklenen tebliğ hiç şüphesiz Azerbaycan İlimler Akademisi Tarih Enstitüsünden Prof. Feride Mamed ( ova) 'nınki idi. "Kaf­ kasya Albanlannın Etnosu1' konulu teb­ liğ münakaşalı Dağlık Karabağ bölgesi­ nin tarihi geçmişi ile ilgili olduğu için bu konu hayli kişinin dikkatini çekti. Feride I:ıanımdan önce Penıısylvania üni­ versitesinden Nora Dudwic�t kendisinin 9 ay Ermenistan'da kaldığını, gerek Erme­ ni ve gerek Azeri ilim adamlarının Dağ­ lık Karabağ veya Kafkasya Albanyası diye de adlandırılan bu bölgenin kadim halkının aslında kendi ataları olduğunu iddia ettiklerini ifade etti. Feride hanını ise Kafkasya Albanlarının ayn kültürü, siyasi varlığı olduğu halde sonradan Er­ menleştirilmiş ve hıristiyanlaştınlmıg bir topluluk olduklarını izah etti. Alban el­ yazmalannın büyük çoğunluğunun Erme­ niler tarafından tahrip edilmesine rağmen ellerinde birkaç örneği bulunduğunu ve böylece Ermenilerin Alban yazısı yoktu şeklindeki iddiasının asılsız olduğunu be­ lirterek sanat eserlerinin de Ermeni ola­ rak gösterilme çabalarından baha etti. Feride hanımın konuşması oldukça do­ yurucu idi. Kendisine tevcih edilen so­ ruları, şüpheleri ortadan kaldıracak §e­ kilde cevajlandırması da konuya olan

(58)


SAYI 314

HABERLER

YIL xxvn

vukfunu ortaya koydu. Karabağ meselesi

ta Asya'da geleneksel

bu konuşmalarla da kapanmadı, kolokyu­

tebliğ idi.

mun son gününde yapılan kapanış ko­

nuşmacının Orta Asya Türklüğü hakkın­

nuşmalarında bir

da alışıla gelmiş

sovyet delegesi,

"sö­

cemiyet" konulu

Tebliğ sundukt� sonra ko­ basma-kalıp

fikirleri

züm ona tarihi delillerle bugünkü durum

tekrarladığı anlaşıldı. Türklerin fanatik

değişmez, bana sorarsanız halkın büyük

islami adetlere bağlı oldukları , kendi ar­

çoğunluğu Ermeni olduğuna göre Dağlık

zuları ile Rusya devletine

Karabağ . Ermeni olmalıdır'' şeklinde bir

1930'lu

görüş de ileri sürdü. Bu şeldlde bir yak­

kemmelliği sayesinde medenileştiği gibi

laşım Sovyetler Birliği kamu oyunun Er­

ifadeleri

meniler

Prof.

lehinde

olduğunu

gösterıne�i

yıllarda sovyet kullandı.

Bunun

Markov'tan

katıldıkları,

eğitiminm.

mü­

üzerine

"fanatik

ben

müslüman

bakımından ilginçtir. Başka bir ifade ile

adetlerinden"

bu açıklamadan Ruslar geleneksel ola­

manlar fanatik

rak

ile katılmalan husuauna gelince bunun

müttefiklerinin

yanında

durmak

neyi

kastettiğini, müslü­

midir ? ,

kendi

arzulan

alışkanlıklarından vazgeçmemişler intibaı

doğru olmadığını, Rus ordulannın bu böl­

haaıl oldu.

geyi �avaşarak ele geçirdiklerini ve son

Feride hanımın konuşmasından sonra ise

Fransız

Claire

Mouradian

Ermeni

etnografya dergisi "Azkakrak.ran

_

Hau­

tes ( 1859-1916 ) " konulu tebliğini sundu. Bu derginin ilk sayuıının

ise

sayısının

Tiflis'te

Şuşa'da son

basıldığını

belir­

terek bu derginin Ermeni ntilU şuurunun gelişme.sinde

büyük

dergiye katkıda lerden

rolü

bulunan

olduğunu,

bu

değişik ülke­

( Türkiye, Franaa, Almanya vb. )

yazı yollayan Ermeni ilim adamlarının

olarak da Kırgız-Kazakların yerleşik ha­ yata geçmesinde sovyet eğitiminin değil, 1930'lu yıllarda Stalin'in

kollektifleştir­

mesi neticesinde bic milyon kadar Türk ölünce konar-göçerlerin yerleşik hayata geçtiklerini belirterek bu 11usustaki fikir­ lerini sorduysam da üç noktayı da izah etmeden konuyu değiştirdi. Bu ve buna benzer konuşmalardan sovyet ilim adam­ henüz "açıklık" politikasından

larının

pek etkilenmedikleri

Osmanlı ülkesindeld ve Rusya'daki Er­

"Geleneksel

intibaı hasıl oldu.

topluluk�arda

. kolokyumda

Sovyet

meniler arasında ayının yapmaksızın ha­

Antropolojisi"

reket ettiklerini, Ermenilerin kendilerini

konuşmalardan biri ise Prof. Chantal

kültür taşıyan üreten

mercier-Quelquejay'nin

(kuıturtrach)

bir

adlı

ilginç

Le­

''Etno-lenguiatik

millet diye kabul ettiklerini ve soykırı­

ve sovyetıerin Dağıstan'daki politikası"

mı ( ! )

konulu tebliğ idi. Konuşmacı bir aralar

önceden

sezdiklenni

belirterek

iddialarını

tekrarladı.

bu yörenin değişik etnik yapıdaki müs­

Fransa'da bilhassa başkent Paris'te Er­

lüman halklan arasında (<)eçen, Çerkes ,

malum

Ermeni

meniler mühim bir azınlık olarak adde­

İnguş, Karaçay, Balkar, Ki.lffiuk, Nogay

diliyorlar. Gerek ticarette ve

vb ) ortak anlaşma dili olan başta Arap­

gerekse

ilim sahasında adamları mevcut. Dolayı­

ça ve sonra Kumukça'nın tesirinin sov­

sıyla da her fırsatta, Türklere karşı kin­

yet

ci

kaldırılarak yeıine Rusçanın kabul

tutumlarını

sergilemeyi ihmal etmi­

yorlar. Türkler aleyhine bir kamu oyu oluşturmada da oldukça başarılı oluyor­ lar.

yönetimi

tarafından

zorla

ortadan

İkinci ilginç tebliğ ise

"Geleneksel

topluluklarda şuur vE! pasifleştirme

3 günlük

kolokyumda

bizleri

et­

tirildiğini belirtti.

:

Af­

ilgi­

ganistan 1980-88" idi. Prof. Oliver Roy,

lendiren diğer bir konuşma ise Moako­

bu tebliğinde ortak bir tehlike zuhur et­

va Üniversitesinden G.E. Markov'un "Or-

tiği zamanlarda

( 59 )

kavimler arasında bir

379


SAYI 314

TÜRK

KÜ L TÜRÜ

dayanışma doğar, dolayısıyla da koloni­

kaleler ve eserlerle sovyet kamu oyunu

yallstler bu gibi kavimleri pasifleştirme­

yanıltmış olmakla suçladılar. Kısacası za­

ye çalışırlar. İngilizler bu metodu Hindis­

man-zaman tartışmalı

tan'da kullanmı§lardı. Son deliller Rus­

bu ilmi

'lann da bu metodu, her zaman başarılı

başkanı Prof. Dr. Marc Auge, SSCB, Do­

olmamakla birlikte kullandıklarını

ğu

gö.3-

geçm kolokyum ,

toplantıyı düzenleyen

EHESS

Avrupa ve Türk Ülkeleri Araştırma

termektedir, şeklinde çok ilginç bir teori

başkanı Prof.

ortaya attı. Ancak bu hususta, bu nevi

konuşmaları anında Rusçadan Fransızca­

Dr.

Gilles Veinstein

ve

pasifleştirmeyi gözönünde tutan antropo­

ya, Fransızcadan Rusçaya ve hatta her

lôjik modeller hakkında herhangi bir ese­

iki dilden İngilizceye tercüme etmekteki

re rastlanmadığı hususuna da işaret etti.

üstün kabiliyeti ile herkesin takdirlerini

Kapanış oturumunda i�e sovyet de­ legasyonu adına konuşanlar Birllğl'ndeki

Sovyetıer

millt problemlerin burada

toplayan Prof. Dr.

Vladimir Berelowlç

için cidden büyük bir başarı oldu. Bu

nevi

ilmi

toplantıların,

ilim

görüşülemeyeceğini blldircliier. Ulkelerin­

adamlan arasında fikir teatisini sağla­

de millt çatışmaların olmadığım

ancak

ması ve bilgileri artırmadaki katkısı yö­

Karabağ konusunda çeşitli raporları mer­

nünden yararının ne kadar fazla olduğu

keze yolladıklarını , fakat bu raporların

su götürmez bir gerçektir. Temennimiz

dikkate alınmadığını ifade ettiler. Zaten

kendi milesseselerimizin de bu nevi ilmi

komünist partinin millt problemlerle ilgili

toplantılan sıkça düzenlemeleri ve yurt

toplantısı olacağını ifade ettiler. Ayrıca

dışındaki bu nevt toplantılara Türkiye'den

her ülkede millt problemlerin olduğunu.

de Çok sayıda ilim adamımızın katılma­

ufak topluluklann assimilasyonunun ( eri­

sını sağlamalandır. Çünkü bu nevi faa­

tilmesinin )

liyetler yapılmadıkça ve yurt dışındakiler

Ruslaştırma

olarak

kabul

edilmemesi gerektiğini söylediler. Batılı

takip edilmedikçe, belki de Türkiyemiz

konuşmacılar ise Sovyet ilim adamlarının

için hayatı ehemmiyete haiz

kullandıklan ifadelerini daha seçerek ve

gelişmeleri öğrenememek gibi bir tehlike

olabilecek

daha dikkatli sarf etmeleri gerektiğine

veya yetersizlikle karşı karşıya .kalmak­

işaretle, ülkede herhangi bir millt prob­

tayız,

lem yok şeklinde ifadeler, bildiriler, ma-

380

Doç.

Dr. NA.dir DEVLET

(60)


SAYI

314

YIL XXVII

HABERLER

iV. Uluaia.ra.rast Türk Balk Edebiyatı

ve Yunm

Emre Semineri

Eski3ehir Valiliği ve

Prof. Dr. Saim SAKAOGLU "Halk Edebiyatında Kafiye Meselesi"

Folklor Ar&§­

tırmalan Kurumu tarafından düzenlenen

iV. Uluslal'araıSI Türk Halk Edebiyatı

ve Yunus Emre Semineri, 11-lS Mayıs 1989 tarihleri arasında Eski3ehir'de ya­

Prof. Dr. Mu7affer TUFAY ( Yugoslavya) "Makedonya'da Türk Halk Edebiyatının Makedon ve Arnavut halk

Folklor Araştırmaları Kurumu

Bahaeddin Gttaey, Başkanı İrfan t.Jnver Naarattınoğlu ve �eşitli ül­

Dr. Şükrü Halftk AKALIN

kelerin delegasyon temsilcil erinin konuŞ­

ler üzerine"

pıldı. Eskişehir valiai

edebiyatına

etkileri"

"Saltuk-name'de

b8.§aşağı yazılan kelime­

malarıyla açılan toplantıda sunulan teb­ liğlerden bazıları şunlardır :

ı.

Mllletlerarası Sempozyumu

Dr. Mehmet ÖNDER "Mevlana'da Halk Hikayectliği"

Aleksander DUBİNSKİ (Palonya) "Karay Türkleri'nin düğünlerinde söyle­ nen söylev ve şarkılar"

Prof. Dr.

KAmll VELİYE'\' (S.S.C.B. ) "Epik Metnin poetlk özellilderl"

"Fuat Köprülü ve nk Mutasavvıflar"

HAFIZ

( Yugoslavya)

"Yugoslavya'da '"'Bir

nw

ca

( MİFAD )

t3'rafmdan dü­

Sempozyum�

15-1 7 Mayıs 1989 ta­

rihleri arasında Ankara'da, Milll Kütüp­ hane

salonlarında

yapıldı.

Nasreddin

Hoca ile ilgili yurt içi ve yurt dı§ı ya­ bir ·serginin de bulun­

duğu sempozyumu Kültür Bakanı Namık

Kemal Zeybek açtı. MlFAD başkanı K&­ mil Toygar'm konuşmasından sonra teb­ sunulmasına

tebliğlerden

Nall TAN

Hoca

zenlenen 1. Mllletıeraraaı NWlıl'eddln Ho­

liğlerin. Yunus Emre"

Nasreddin

Kültür Bakanlığı Milli Folklor Ara1J­ tırma Dairesi

yınlardan oluşan

Prof Dr. , Şttıa1l ELÇİN

Prot. Dr. Nimetullah

·

geçildi.

Sunulan

bazıları §Ulllardır :

Prof. Dr. :Fikret TORKMEN

Mecmuası üzerine"

"Nasreddin

Hoca

Fıkralarında

Söz

ve

Harid FEDAİ (K.K.T.C. )

Hareket Komiği, Hoca'ya d.it Fıkraların

"Vehhabt isyanı üzerine iki destan"

Ayırdedilmesi için bir Metod Denemesi"

�- Rukiye

Pro:f. Dr. Sedat TOPÇU

HACI

(Çin Halit

CUm.)

"Ünlü Uygur Şairl Amannısaban'm Uy­

"Na.sreddin Hoca Fıkralarında

gur halk edebiyatındaki yeri"

layışının Psikolojik ve

Pro:f. Dr. TuD.cer GVLENSOY

"Azeri

Şairi Musa Yakub"

Mizah .An­

Tasavvuft Kay­

nakları"

Pro:f. Dr. Ollvera Ya,ar NASTEVA ( Yugoslavya)

Habib lDRtSl ( İran) "Azerbaycan'da olan mizahçılar ve onla­

"Makedonyalılar'da Nasreddin

rın mizahlarından ömekl�l: "

M. Sabri KOZ

·

Hoca''

Yaz­

Altay Suroy .B,ECEBOGLU C YugoBlavya)

"İncelenmemiş bir Nasreddin Hoca

"Yugoslavya'da

ması ve Buradaki Fıkraların En Eski Uç

Türkçe okuma kitapla­

rında Tilrk Halk Edebiyatx'nm yert"

(61)

Basla ile Karşılaştırılması"

381


SAYI 314

T Ü R K

YIL xxvn

K Ü L T Ü R Ü

Prof. Dr. Katbleen R,F, BURRIL

Prof. Dr. Umay GVNAY·

( A.B.D. ) "Hoca'nın Mizahı ve Kişile ri"

"Nasreddin Hoca'nın Kişiliği ve Masal Kahramanlarının Kişilikleri Konusunda Düşünceler"

Dr, Dleter GLADE ( Federa.l Almanya ) "

Nasred diİı Hoca'nın Kişiliği"

İrfan Vnver NASRATTINOOLU

Turamlrza CABBAROV ( S.S.C.B. )

"Nasreddin Hoca D ünyanın Oğlu" Prof, Dr, Abdurrahman G VZEL "Tasavvuft, Halk Edebiyatı v e Nasreddin Hoca" Prof, Dr, Saim SAKAOGI.U . "Bir Masal Kahramanı Olarak Na:ar ed­ din Hoca"

"Çin Halit cumhuriyeti ve S.S.C.B.'de Nasreddin Hoca ne ngiH ·.resbitle r" Dr, Ulri<•h MARZOLPH

( Federal Alm anya) "İran'da Nasreddin Hoca ve Kaynakları"

Prof. Dr, Mihail Guboğlu Ve fat Etti Eskişehir'deki IV. Uluslararası Türk

Prof. Dr, Nimetullah HAFIZ

Halk Edebiyatı ve Yunus E.mre Semine­

(-Yugoslavya) "Yugoslavya' da Nasreddin Hoca . ve Fık­

ri'ne katılmak üzere ts tan bul'dan Eaki­ şehir'e hareket eden Gagavuz Türkleri­

raları"

nin gayretli ve büyük ilim adamı Mlbai.l

Dr, Mehmet ÖNDER "Akşehir Müzesi'nde Na sre ddin Hoca 'nın Kızlarına Ait İki Mezarta§."

Guboğlu, yolda rahatsızlanmış ve has­ taneye kaldırılmıştır. Büttin gayretle re rağmen kurtanlamıyan Buboğlu, haata­ hanede

vefat

Türkiye'deki

etmiştir.

kongrelerin, bilhassa Türkoloji kongre­

Warin SINSOONGSUD ( Tayland)

lerinin müdavimlerinden olan ve bu top­

"Tayland'da Nasreddin Hoca"

lantılardaki

heyecanlı

konuşmalanyla

Na.ti TAN

delegelerde unutulmaz hatırala� bırakan

"Günümüzde Yaratılan Nasreddin Hoca

Romanyalı Türk tarihçi si M:ihail Guboğlu,

Fıkraları''

Şttkrli KURGAN "Nasrettin Hoca üzerine"

BUAI Haklın Vefat Etu

Doç, Dr, llasaıı ÖZDEMİR

"Nasreddin Hocay'Ia

İki

ttgili.

Latife

Mecmuası ve Bazı Latifelerin Eskiliği. üzerine" Prof, Dr, Mustafa Kemal UARAHASAN ( Yugoslavya) "Nasreddin Hoca'nm Tarihsel Kişiliği ve Mizahının Etik ve Estetik, Toplumsal ve Eğitimsel Değeri ve önemi" Kutlu ADALI (K.K.T.C. )

"Nasreddin Hoca ve Kıbn&.

382

Tanrı'nın takdiri ile yine bır kongre yo­ hında hayata gözlerini yumdu .

,

Kazak Türkleri liderlerinden Alibek

Hakim'in oğlu BWU. Hakim vefat ettı. Yakalandığı kanser hastalığı dolayısıyle tedavi edilmek üzere Almanya'ya giden Bilal Hakim kurtanlaniamış ve ıı Mayıs

1989 tarihind e

hayata gözlerini

yum­

muştur. Ağabeyi Hasan Oraltay tarafın­ dan cenaze Türkiye'ye getirilmig ve 13 Allbek Mayıs günü Salihli'de, babası Halti.m'in yanında toprağa verilmi§tir.

Türk Kttltttrü

(62)


K İ T A P L A R

1)

2)

A R A S I N D A

Pr of. Dr. Oktay Aslanapa, Minıar Sinan, Hayatı ve Eserleri. 1988, TKAE. yayını. Prof. Dr.

Tuncer Baykara,

Anadolunun

Tarihi

Coğrafyasına

Giriş L

1988,

TKAE. yayını,

3)

Prof. Dr. Ercümend Kuran, A'\TU.pa'da Osmanlı İkamet Elçiliklerinin Kuruluşu ve tık El�Uerin

Siyasi Faaliyetleri,

2.

baskı

1988, TKAE. yayını.

4)

Prof. Dr. La.szlo Rasonyi , Tarihte Türklük. 1988, TKAE . yayını.

5)

Erol Güngör İçin, İlmi Heyet, TKAE . yayını.

6)

Prof. Dr. Sadık Kemal Tural, .Kültürel Kimlik Vzerine Düşünceler. 1988, Kültür

Bakanlığı yayını. 7)

Doç, Dr. AbdülhalO.k Çay, Kıbns'ta Kanlı Noel - 1963. 1989 , TKAE. yayını.

8)

Ferhat Tamir, Barköl'den Kazak Türkçesi Metinleri, 1989, TKAE. yayını.

9)

Ahmet Yaşar Ocak, Türk Folklorunda l{e5ik

Baş, 1989,

TKAE yayını .

10) Abdulkerim Abdulkadiroğlu - Cemal Kurnaz, Türk Kültürü Bibliyografyası, 1989, TKAE. yayını. 11)

Doç. Dr. AbdülhalO.k Çay,

Türk Ergenekon Bayramı

-

Nevruz. 2. baskı 1988,

TKAE. yayını.

12)

Prof. Dr. Şükrü

Elçin,

Akdeniz'de

ve

Cezayir'de

Türk

Halk Şft.lrleri, 1988,

TKAE. yayını.

TDBK KCLTOB'O .Araetırma EasUttlstl lmUyaz Sablbl : Prot. Dr, Şülail Elçtn

Y&)'IJllaJBıD

:

Tiirk H.flltfirltl ln

Yazı tşlert Müdürü : Prof. Dr. Ahmet B. Ercllasun

ldare yerl : 17, Sok. No. 38 / 0&490 Bahçelievler / Ankara : 213 4.1 35 Dlzt.llp basıldığı yer : Ayyıldıs :Matbaası A.Ş,, Tandoğan / Ankara, Tel : 213 18

82



Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.