Tahsin Ünal - Türk'ün Sosyo-Ekonomik Tarihi

Page 1


TÜRK'ÜN SOSYO-EKONOMİK TARİHİ

Dr.

Tahsin ÜNAL



TÜRK'ÜN SOSYO-EKONOMİK TARİHİ

Dr. Tahsin ÜNAL

Yayma Hazırlayanlar

Dr. Ali Güler Dr. Tahsin Ünal


(!(!\

© Berikan Yayınlan I.

II.

0�

Baskı, Ekim 2000

Baskı, Nisan 2007

Tüm Haklan Saklıdır. ISBN: 975-83-08-39-4

al!J

<! C!l

Kapak Tasarım Artı 5 Ajans

Sayfa Düzeni Halil İbrahim Bülgi

Baskı Ytldmm Ajans Matbaacıhk

229 33 57 - 397 32 77

-

397 32 75

BERİKA.ı.V

ELEKTRONiK BASlM YAYlM SAN. ve TİC. LTD. ŞTİ.

GMK Bulvan 80/1 • Maltepe·ANKARA 0.312.232 62 18/ 19 • Fax: 0.312.232 14 99

� Tel:


İÇİNDEKİLER İÇİNDEKİLER ............................................................................ I SUNUŞ V ÖNSÖZ ........................................................................................ VII ........................................................................................

A. "TÜRK" KELiMESİNİN MANASI VE "TÜRK KELiMESİNİN ESKİLİÖİ.................................................... 1 1. 2. 3. 4. 5. 6.

"Türk" Kelimesinin Manası . . . .. . ... . . . .. . .... . . ı "Türk" Adının Eskiliği... . . .. . . . . .2 Millet Oluşumu . .. . . . ... . . . .7 Genel Sosyo-Politik Gelişmeler . . . . 15 Milli Sosyo-Politik Gelişmeler ve Toprak Düzeni .... . . . . . . . . . . . . . . . ... . ... .... . ..... .. I? Türk Devletleri .... ......................................... . ....... . 30 .. ..

.. .

.............

....

..

. ..... . ..

.

. . .

. .....

...

.

..

.. .

.....

... .......... ........ . .

....... ........................... . .

..... .... ....... ...... ..............

.........

.... .

. .

. .

...

........ . . ...

. .

.

.

.

..

- . . . ...

B. TÜRK SEKASININ VE HAKİMİYETiNiN KAYNAKLARI . . .. . . . . .... . . ... .. . . . . . . . . . . . .

.

.

..

.

.

.

.

. . . . .... . . . . ....

..

.

41

..

.............

1. Dini Kaynaklar ve Sebepleri. . . . . . . .. . . . . . ..45 a. Bir Allah'a İman. . . . .. .. . . . .. . . .. . .. . . . 45 b. Türk Milletini de Allah Yarattı. .. . .. .. . .. . . . . . . .48 .... . ... .

. .. ...

.

....

...... ..

.

. . .....

....

. .

.. . ........ . ..

...

.

..

. ...

....

..

.. . .

. ..

..

. .

.. . .

... . . . . .. . . . . . .. . ....... ... 49 . . . 49 a. Aile ve Kadın. . .. . . . . . .. . . . .. . . . b. Türk Karakteri. . .... .. .. . .......... . ... . . . . .. . .. . 62 c. Türk Karakterini Beğenenler .. . . . . . . . . . . .. .... . . 65 d. Toplum Yapısı................................................................ 70 e. Hakanlar...... .. .... .... . .. . .. . .. . . . . .. 78 f. idareci Kadro . .. ..... ...... ... ... ........ . . . ... ........ ... .. 92

2. Sosyal Kaynaklar

.......

....

.

... .. . .. ....

...

.

.

.

.

..

.

.

..

.

..

. .....

.

...

.

..

.

..

.

.

.

....

.

.

.

. . .

.

.

. .

. .

..... ....

.

...

.......

.... .

.. ... .... . . . ....... . . . .

.

. .

.

.

.. ... ....

.

.

...

. .... . ........ ......... . ....

.

..

.

... .. ..

. .

.....

.

.

.

..


Il

. . . . . . 99 a. Ordunun Menşei.. . . . . .. . . . . . ..... .. I 00 b. Kuruluşu .... . . ....... . .. ... . . .. . . . . . ...... . ... . . . ...... ..... ] 04 c. Kurucusu......................................................................... 108 d. Eğitim ve At.................................................................... ı 14 e. Ordunun ilahi Menşei.. ................................................... 120 f. Strateji ve Taktik... .. . .. . . ...... . .. . . . 123 g. Silah ve Kıyafet. .. .. ... . . . . . . ..... .. . . . .... ... . . . . . ı30

3. Askeri Kaynaklar (Türk Ordusu)

.

... . .... .............. ... ......

. ...

..

. . .

...

...... .......

..

.

. . ..

. .

.

.

... ..

.. . . . .

. ... .....

. .

. ....

..

. ...... ...

. .

..

.

.

. .

.

.

.

. ....................... . .

..

.

. ...

.

. . . .

....

.

.. . . .. . . . . . . .. . . . .. ı34 a. Türkler Göçebe Değildir. .. . . . . . . .. .. . . . . . . 134 b. Tarihin Şahadeti.... . .. ... .. . ..... . . . . . . . ....... . ... .... .. 137 c. Tarım .. ı40 d. Hayvancılık . . ... . . . . . .. . . . .. . l49 e. Dokumacılık. . . ... .. ... . :................................................... l56 f. Sanayi . ... . .. .... . . . ... . .. . . .. . ... . . . . . .. ... . .. l59 g. Şehir ve Şehircilik... . .. . .. . .. . ... ... . . .. .. ..... l65 h. Ticaret. . . . . . . . . ... . . . . . . . . . . . . . .. .. . 178 ı. Görgü Şahitleri. . .. . . . . . . . . .. ı81 i. Çiniiierin Türklerden Aldıkları .. . .. .. . . . . .. . ... ı94

4. Ekonomik Kaynaklar

...

... ........... ..

.

.

.

..

.

.. ...

. ....

..

.. ... . .......

.

...

.. . .

.....

.. . .

.

.

. . .

.

..... .. .... . ..

. .

.

.

.

.......................................................... .....................

. .

. .... .. . ............. . . .....

. .

...... .

. .

.

.

.....

... .. . . . ...... ... .

...

.. ...

.

. .

.

.....

...

......... ...... ..

.

. .

.. .... .

. .......

.

. .

...

... . ... . .

..

.. .

.

. . .

.. .

..

.

.

.

.....

.... .... ... . . . . ...

.

.

........ .. .. ...... .... ............. .. ......

..

.

. ...

.......

. ..

..

..

.. ..

.. . . . . .. . . . .. . . . . . . . . 200 a. Okullar. . . .. .... .... .. .. . . ... . . . . . .... . .. .. .20 1 b. Edebiyat. . . . . . . .. .. . . . . .. . .. .. ... . . . .. .. .204 c. Kağıt ve Matbaa .. . ..... . . . . ..... . ... . .. . ... . . .. . . . .205 d. Musiki ve Tiyatro. .. ... .. . .. .... . .. ;ı . . .. ...206 e. Tıp ve Kimya. . . . . ... .... . ..... . . .. . . . .... ....208 f. Resim... . . . .. .. . . . . .. . . . . ... .. ..209

5. Kültürel Kaynaklar. . ..

... ..... .

.

...... .

.

........ ... .. .

.

.

...

. ..

........ .

.....

.

..

.......

... .... .. .

..... ... .

.....

.

....

. . . .

.. ...

.. .... ..... . .

..

... .

......

..

. . .

.. .. .

.

.

..... ..

. .....

........ . ... .

.

. .

. . ... ....

. .. .. ...

. ...

.

..

.... . .

.

.

...

..

.

....... . . .

.. ...... . ..

.

. .. . ..

. ....

... .

. . .

... .

........

.

.. .

..

.

.


III C. TÜRKLERiN MÜSLÜMAN OLMASI VE BUNUN

SEBEPLERİ

217

...........................................................................

l . İlk Karşılaşmalar

.. 2 17 . . 221

............................................................

2. Türkler Üç Dönemde Müslüman Oldular

..................

a. 650-750 Dönemi. . b. 750-850 Dönemi. . .. c. 850-950- 1050 Dönemi.

.

...

... ....

.. ............ .............................................

...

221

................ .......................................

.

.

.

.

...... ...................... ........ ..... . . .....

3. Tarihi Bir Olay

...................................................................

4. Türklerin Müslüman Olması İlahi Bir Emirdir.

.................

5. Olaylar Ayetleri Doğruluyor

.. .

............................

6. Müslüman Oluşun Ekonomik Sebepleri

..........

7. Müslüman Oluşun Sosyal Sebepleri.

..

.... .

8. Müslüman Oluşun Kültürel Sebepleri.

......

.

................

................

. .

.......

222 222

223 229 232

.235

..... . . . . . .

239

.................. ............

245

9. Müslüman Oluşun Dini Sebepleri ......................................248 ı O. Müslüman Oluşun Askeri Sebepleri

.................................

ı 1. Müslüman Oluşun Siyasi Sebepleri..

ı2. Misyonerlik Faaliyetleri

. ..

.................. .....

ı3. İslamiyet'in Milli Din Olması

KISA BİBLİYOGRAFYA

.

....

........

.

..

. ...............

257

260

.262

.......................

.......................................

. 268 ..

...........................................................

270



V

SUNUŞ Merhum Dr. Tahsin Ünal, ülkemizin yetiştirdiği ender

şahsiyetlerden birisi idi. Çok yönlü bir kişiliği vardı. Öncelikle

askeri öğretmen olarak, başta Kara Harp Okultı olmak üzere

Silahlı

Kuvvetierimize

ait

bir

çok

eğitim

ve

öğretim

kurumunda "Tarih Öğretim Üyesi'' kimliği ile binlerce subay

adayını milli tarih bilinci ile yetiştirdi.

İkinci olarak O, kısa ömrüne, hepsi alanında çok önemli

boşlukları dolduran, bir çoğu bugün bile hala aşılamayan önemli ilmi ve fikri çok sayıda eser sığdırdı.

Üçüncü olarak, Albay rütbesinde Silahlı Kuvvetlerden

emekli olduktan sonra atıldığı siyaset alanında da ülkemize önemli hizmetlerde bulundu. Alışılmış siyasetçi "tipi" dışında

hareket eden Dr. Tahsin Ünal, bu alanda da fikri bir ağırlığın

ve seviyenin temsilcisi oldu.

Vefatından sonra başta, eşim Azize Hülya Güler'in

"ha/ası" olan çok değerli merhum eşi Kevser Ünal ve oğlu kıymetli ağabeyim Bahadır Ünal olmak üzere, ailenin diğer

üyeleri eserlerini ve evraklarını bize intikal ettirdiler. Dr. Suat

Akgül ile birlikte yaptığımız tasnif çalışmaları sonucunda

gördük ki; Dr. Tahsin Ünal'ın yayınlanmış ve yayıma hazır

olan eserleri ile birlikte makaleleri yaklaşık yirmi kitap olacak

seviyededir.


VI

Sayın Bahadır Ünal'ın da teşvikiyle bütün bu eserlerin yayınlanmasına,

kamuoyumuza

intikal

ettirilmesine

verilmiş bulunmaktadır. Berikan Yayıncılık tarafından

karar

"Dr. Tahsin Ünal 'ın Bütün Eserleri" adı ile yayınlanacak olan serinin üçüncü kitabı, elinizde tuttuğunuz "Türk'ün Sosyo­ Ekonomik Tarihi" isimli, daha önce üç baskı yapan güzel eserdir. Bu eseri serinin diğer kitapları takip edecektir. Seri

,

"Dr. Tahsin Ünal: Hayata, Eserleri, Kişiliği ve Düşünceleri" isimli monografik bir eser ile tamamlanacaktır. Merhum Dr . Tahsin Ünal'ı ve Merhum eşi Kevser Ünal'ı rahmetle anıyor, başta Sayın Bahadır Ünal olmak üzere ailenin

bütün fertlerine şükranlanmızı sunuyorum. Berikan Yayıncılık

ve Kale Matbaası'nın değerli yöneticileri ile çalışanianna ve Yücel

Özdemir'e

teşekkür ederim.

gösterdikleri

titiz

çalışmalardan

dolayı

Dr. Ali GÜLER

Ankara, Ekim 2000


V ll ,

ÖNSÖZ Ebul Gazi Babadır Han; "Türk milleti öyle büyük ve ulu bir millel/ir ki, insan yüz sene yaşasa, yedi yaşında kalemi eline alsa, gece gündüz demeyip yazmaya başlasa ve ilahi bir aydınlık ve bir bilgi kaynağı insanın kulağına durmadan, Türk milletinin ekonomik, sosyal, kültürel, medeni, siyasi, askeri oluşumları hakkında bilgiler fisıldasa, iki elinin on parmağı ile doksan üç sene durmadan yazsa, yine de Türk tarihini tamamen yazdım diyemez.

Onun için benden sonra gelenlere derim ki, eğer adlarının büyük adamlar arasına girmesini istiyor/arsa, ellerine kalemlerini alsınlar, kalbierini ve gönüllerini büyük atalarının ve ulu soylarının bilgi ve ibret pınarlarına dayasınlar. Dünyanın dört bucağına yayılan, medeniyet/ere medeniyet, insanlık faziletlerine faziletler katan, tarımda, hayvancılıkta, sanayide, ticaret/e, devlet kurup idare etmekte, siyaset ve askeriiiete Dünya milletlerine örnek olan, sınırsız bir hoşgörürlük/e insanları seven Türk milletinin ününü, şanını ve medeniyetini yazsınlar" diyor. O böyle deyince, bizim bir diyeceğimiz kalmıyor. Biz onun dediği gibi bir Türk tarihi yazarak, adımızın büyük adamlar arasına girmesini düşünmedik, düşünmeyiz de ... Biz


VIII kendisine gönül verdiğimiz kahraman soyumuzun, bir aşk-ı samimi ile kendisine bağlı bulunduğumuz büyük ecdadımızın, denizler kadar derin, gökler kadar yüce ve geniş tarihinden bir damlasını, küçük bir damlasını, küçük bir kısmını ele alarak,

"sosyo-ekonomi/i' ve "psiko-kültüref' bir terkibini

onun yamak

istedik.

Çünkü

dün

Çinliler,

İranlılar,

Araplar,

Bizanslılar, Yahudiler ve Ermeniler, bugün Rumlar, İngilizler, Fransızlar ve Ruslar tarihimizi tahrif ederek ve yanlış yollara saptırarak. Türk milletini kötü göstermek için ellerinden gelen

"Barbarlığımızı, medeniyetten mahrum bir millet olduğumuzu, göçebe bir millet oldujtumuzu, insanları ve toplumları idare etmek kabiliyetinden mahrum bulunduğumuzu, tarımdan, sanayiden ve teknikten anlamadığımızı, gittiğimiz her yeri yakıp yıktığımızı medeniyet eserlerini tahrip ettiğimizi'' yazdılar, her

şeyi

yaptılar

ve

yapmaktadırlar.

söylediler ve buna Dünya milletlerinin aydınlan inandırdılar. Bununla paralel olarak dilimize, dinimize ve milliyetimize saldırdılar. Bizi dilimizden, dinimizden ve milliyetimizden ayırdılar.

Eh!..

bir

millet,

dilini,

dinini

ve

milliyetini

kaybederse, geride ne kalır? Türk milletinin kendi çocuklan, kendi

milletini

beğenmemeye,

kendilerinde

hasıl

olan

"aşağılık duygusu" ile, kendi milletini, kendi atasını hor görüp başka milletleri üstün görmeye, onlan takdir ve taklit etmeye başladılar. Türk'e düşman olanlar gibi konuşmayı ve yazmayı; bilgi icabı, "aydın"lık icabı sandılar.

"Türk milletinin bir ekonomik, bir sosyal ve kültürel düzeni yoktur. Bu millet, millet değil, illettir" demeye, milli ve dini olan her şeyi inkar etmeye başladılar. Ekonominin ve


IX kültürün

yalnız

Batı'da

olduğunu,

Doğu'da

olmadığını

savundular.

1 2.000 senelik mazisi olan Türk milletinin sağlam bir ekonomik düzeni, sağlam bir sosyal ve kültürel düzeni yoktu da, bu millet 1 2.000 seneden beri nasıl ayakta durdu? ... Kaç ekonomi bilim adamımız, kaç sosyoloji profesörümüz, kaç

kültür tarihçimiz. Türk ekonomisi, sosyolojisi, eğitimi ve Türk kültürü üzerinde ilmi araştırma yapmış da, olmadığını tespit etmiştir? ilmi metodlarla ve milli açıdan, bu konulan inceleyen bilim adamlarımız, Türk milletinin kendisine has bir ekonomik düzeninin, bir sosyal ve kültürel düzeninin bulunduğu tespit etmişlerdir. Hem de bir saat gibi düzenlere

hayranlıklarını

alamamışlardır. Selçuklularla,

Eski

yapmadan işleyen bu

belirtmekten

devirler

Osmanlıların

anza

ilk

bir

yana

dönemleri,

kendilerini bırakılsa

bile,

bunun

canlı

örnekleri ile doludur. Bu itibarta biz şu küçük kitabımızla, Türk milletinin

12.000 seneden beri ayakta durmasında en büyük sebep olan, Türk "sojyo-ekonomik'' ve "psiko-kültür" oluşumlarını merak eden genç kuşaklara, ecdatları hakkında bazı bilgi kınntıları vermek istedik.

Bu küçük kitabımız, Türk'ün ekonomik,

sosyal ve kültürel tarihinin kısa bir izahıdır. Kitap, okunduğu zaman görülecektir ki, Türk milleti, şimdiye kadar sanılanların ve söylenenlerin aksine, tarımda, hayvancılıkta,

sanayide,

ticarette,

siyaset

ve

askerlik

sahalarında olduğu gibi; din, iman, ırz, namus, karakter, ruh,


X

milliyet, kültür ve medeniyet sahalannda da sair milletiere örnek olmuş bir millettir. Hunların, Göktürklerin ve özellikle Selçuklar ile Osmanlılann ilk dönemlerinde açık seçik bir surette görüldüğü gibi, bu iki güce birden sahip olduğu, madde (ekonomi) ile manayı (din ve kültürü) birlikte yürüttüğü dönemlerde,

dünya

milletlerini

hayran

bırakacak

şekilde

güçlenmiş, büyük imparatorluklar kurmuştur. Bunlardan birini ihmal

ettiği,

yahut

bunlardan

birinin

dejenere

olduğu

devirlerde de �fa uğramıştır. Devlet veya imparatorluk yıkılmıştır. O halde, bugünkü geri kalmışlığımızı yenmek için, tarihin gösterdiği aydınlık yoldan yürümek lazımdır. Gençlerin takip edecekleri bu yol, kim ne derse desin bir elimizle maddeyi (ekonomiyi) bir elimizle manayı (din. ve kültürü) tutarak kaldırmak ve başımıza taç yapmak yoludur. Kuşlar tek kanatta uçamadıkları gibi milletler de din, kültür ve milliyeti ihmal ederek, sadece ekonomi ile; yahut ekonomik çalışmaları bir

yana

bırakarak,

kalkınamazlar.

sadece

Milletler

din,

kültür

ve

milliyet

ile

''fazilet/er/e" yaşar, "rezaletlerle"

yıkılırlar. Tarih denizinde yüzen devlet gemisini, istenilen yöne çevirmek, denizi tanımak, tarih dümenine iyi sanlmakla mümkündür.

Tahsin ÜNAL Aralık, I 975


A. "TÜRK" KELiMESİNİN MANASI VE "TÜRK" ADININ ESKİLİG İ

l.

"TÜRK" KELiMESİNİN MANASI "Türk" kelimesinin manası, ne "Tevrat"ta olduğu gibi

"insandan boş olan yerlere atılmış ve terk edilmiş", ne de Arap kaynaklannda kaydedildiği gibi "Çin Seddi 'nin ötesine atılmış ve terkedilmiş" demektir. Aksine "Türk" kelimesinin manası "güçlü, kuvvetli, cesur, kahraman, faziletli, sıhhatli ve sağlam yapılı" demek ı olduktan başka daha geniş manasıyla "törülmüş" (yaratılmış), "türemiş, çağalmış millet" yahut 2 "töreli , kanun/u, nizam/ı ve düzenli millet" demektir.3

% 2,3 oranı ile "türeyen" bir millettir. Türk "türekden" çok "türeyen" millet demektir. Türkler,

dünyada

1 Bazı Türk kabileleri böyle isim almışlardır. Mesela Kınık, "çalışkan", Kayı "kuvvetli", Salur "muharip", Kangar "kahraman", Erdemli "faziletli" demektir. 2 Z. Gökalp, "Eski Türklerde lçtimai Hayat", Milli Tetebbular Mecmuası, sayı: 3/454. 3 i. Kafesoglu, Reşit R. Arat İçin, Ankara, 1 966, s. 317, Not: 75.


2 2.

De, Tabsin Ünal

"TÜRK" ADININ ESKİLİ Gİ Türk

adının

dolayısıyla

Türk

milletinin

eskiliği

hakkında başlıca iki görüş vardır. Bunlardan birine göre "Türk adı ilk defa M.Ö. XIV ncü asırda "Tik" veya "Tikler" adıyla geçmeye başlamıştır. Bundan sonra M.Ö. 588-433

tarihlerinde, bir defa da M.S. 535 tarihinde ve nihayet 522 4 tarihinde "Göktürk''Ier, adıyla açıkça geçmeye başlarnıştır. Fakat bu görüşe, "Türk adı M.Ö. XIV ncü asırda

değil, daha eski senelerde geçmiş ve kullanılmıştır", diye

düşünüldüğü için, yerli ve yabancı tarihçiler tarafından pek

itibar edilmemiştir. Şüphesiz adı M.Ö. XIV ncü asırda bilinen ve söylenen milletin kendisi, daha önceki asırlarda da vardı.

''Türk" adının daha eski olduğunu savunan ikinci görüşe göre, Türk Milleti, insanlığın yaratıldığı günden beri vardır. Türk milletinin tarihi, insanlığın tarihi kadar eskidir. Bu kavmi ve dini mitolojilerde ve tarihi oluşumları izah eden eski kayıtlarda görmek mümkün olrrıaktadır.

Türk milletinin eskiliğini ve eski bir tarihe sahip

olduğunu anlamak için,

İslami devirlerde yazılmış

kaynaklara kadar inmek lazımdır.

olan

Mesela, bilindiği gibi

''Tevrat"ta ve "Kur'an"da adı geçen bir "Adem" vardır

malum ''Adem" ilk insandır. İran "Avesta"sında bfr de "Ebul Beşer"den bahsedilir.

Ebul Beşer ile Adem aynı devre isabet eden aynı adamdır. "Evesta"nın okunmasına devarn edilirse, "Ebul

Beşer"

den

sonra

"Cemşid"den

ve

"Cemşid"in

oğlu

4 Z. Togan, Umumi Türk Tarihine Giriş, İstanbul, 1 94 6, 1 / 14, 386.


3

Türk 'ün Sosvo-Ekonomik Tarihi

"Feridun"dan bahsedildiği görülür. "Feridun" ülkesini, Saim,

Irak ve Turak (Türk) ismindeki üç oğlu arasında taksim etmiştir. Irak'a bugünkü Irak ve havalisi, Saim'e bugünkü

İran ve havalisi, Turak'a da bugünkü Orta Asya ve Çin havalisi düşmüştür. Feridun ölünce, oğulları taht kavgasına

başlamışlar, Irak'tan kalkan ve kardeşi Saim'i yenerek İran'ı

da ele geçiren Irak, Turak (Türk)ın ülkesine yürür. Fakat

Irak'la Turak birbirlerini yenemezler.

Savaş, oğulları ve

torunları zamanlarında da senelerce devam eder. Sonunda Turak'ın

torunu

Afrasyab

(Alper-Tunga),

Irak'ın

torunu

Municihr'i mağlup eder. Taraflar arasında Ceyhan nehri sınır olarak kabul edilir ve sınırın doğusuna "Turan", batısına "İran" denilir. 5 Görülüyor

ki,

Adem

devrine

yakın

zamanlarda

Turak'tan (Türk'ten) ve Irak'dan bahsediliyor. Bunlar ve

bunların torunları, torunlarının torunları yarasında cereyan

eden Irak-Turan savaşlarından, Afrasyap (Aper-Tunga)dan

bahsediliyor. Bu "Türk" adının eskiliğinin delilidir. Turak

(Türk)ın torununun torunu olan Afrasyab da M.Ö. 625-220

tarihleri arasında kurulan İskit İmparatorluğu'nun kahraman

kağanlarından biridir.6 Adem'den

(Ebu)

asırlarca sonra Nuh Nuh Peygamber, "Dünyayı

Beşerden)

Tufanı olmuştur. Tufan'dan sonra

üç oğlu arasında taksim etti. Yafes'e Orta Asya ve Çin

ülkeleri düştü. Yafes'in de sekiz oğlu vardı. Birinin adı Türk

idi. Yafes ölürken tahtını Türk'e bıraktı. Öteki oğullarına da

s 1. Kafeso�IU, a. g. e., s. 300-3 1 0. AF RASY AB (Alper-T unga), T ürkler arasında ilahlaştırılmış, savaş ilahı kabul edilmiş bir kahramandır.

6


4

De. Tabsin

Ünql

Türk'e tabi olmalarını, onun emirlerini dinlemelerini nasihat etti"7• anlaşılıyor ki "Türk" adı, dolayısıyla Türk milleti, Nuh Tufanı ' ndan önce de, sonra da vardı. Bu varlığı, belli bir tarihle söylemek icap ederse, dünyada mevcut olan medeniyetlerin en eskilerinden biri, M.Ö. 700 tarihinde Orta Asya'da kurulan Anav Medeniyeti'dir. Bu medeniyeti kuranlar Türlerdi. O halde Türkler, M.Ö. I 0.000 senesinden beri varlar ve bi I inmektedirler. Bunun, sosyo-politik ve tarihi oluşumu şöyle olmuştur: 1 0.000-7000 tarihleri arasında Moğolistan'dan Urallara. Çin Seddi'nden Hazar Denizi 'ne kadar uzanan bu geniş ülkelerde, genellikle aynı soydan gelen. aynı dili konuşan, aynı gelenekiere sahip olan ve aynı kültür ve çerçevesi içinde kalarak eriyen, aynı dini esaslara sahip olan, binlerce Türk kabilesi (aşiret, uz veya köylü) oturuyordu. Bu aşiret ayrı bir siyasi organizma olmuş, ayrı bir köy devleti kurmuşturK. Bu köy devletlerinin (siyasi organizmaların) hepsinin adı, belki Türk değildi. Fakat yukarıdaki kayıtlardan anlaşıldığına göre bunların arasında adı Türk olanlar da vardı. Fakat bu siyasi organizmaların (köy devletlerinin) adı . M.Ö. 7

E bul Gazi Sahadır Han. Seeere-i Türki, (Nakleden: C . Kutay, Tarih Konuşuyor Dergisi, Sayı: 1 /41-42) 8 Aşagıdaki sayfalarda izah edilmektedir. Ayrıca izah edi lecegi gibi Türkler göç ebe degildi T arihin erken devirlerinden itibaren yerleşm işler, köy devletleri kumuşlardı. Türkü n sosyo-ekonomik ve sosyo-politik t arihinin incelenmesi bunu gösteriyor. % 70 yerleşmiş olanlar arasında % 30 kadar bir göçebe olsa bile böyle bir topluma göçebe denilemez. Bu % 30 göçebeler de aşiret hayatı aşıyor ve köy devleti seviyesinde bir siyasi organizmaya mutlaka sahip bulunuyorlardı.


5

Tark 'lin Sosyo-Ekonomik Tarilli

7000-625 tarihleri arasında Sakalar ve Saka İmparatorluğu olarak geçer. Demek oluyor ki, yukarıda bahsedilen geniş ülkelerde oturan ve aynı soydan gelen bu insanlar ı0.0007000 tarihleri arasında önce köy ve şehir devletleri kurmuşlar, sonra bu devletler, bir imparatorluk halinde birleşmişler veya birleştirilmişlerdir. Saka İmparatorluğu'nun yerine M.Ö. 625-220 döneminde İskit İmparatorluğu geçmiştir. Bunun meşhur kağanlarından biri ve başlıcası Afrasyab (Alper-Tunga (Alper-Tunga)'dır9• Bundan sonra M.Ö. 220-M.S. 2ı6 döneminde Hun İmparatorluğu'nun kurulduğu malumdur. Türkler, köy devletinden ( % 30 oranındaki göçebe aşiretler de dahil olmak üzere), imparatorluk seviyesine nasıl yükselmişlerdir? Buna aşağıda temas edilecektir. Burada biz şunu söylemekle yetineceğiz: M.Ö. ı 0.000-M.S. ı 973 döneminde yani ıı. 973 sene içinde kurulmuş olan bir çok Türk devlet ve imparatorlukları arasında pek çoğu milletin adıyla değil, ya kurucusunun veya mensup olduğu aile ve kabilenin adıyla anılmış, tarihe ·öyle geçmiştir. Halbuki devleti ve imparatorluğu kuran Türk milleti, idare edenler aynı milletin evlatları idi. Bunun nedenini, devletle hükümeti ayırt edemediğimizden, yahut ayırt etmeye lüzuın görmediğimizde ararnakla beraber, aynı zihniyetin yalnız 9 Afrasyap adı, sonraki nesiller ve hükümdarlarca bir nesep başlangıcı ve asaJet vesilesi o larak kabul edilmiştir. Göktürk kaganları Afrasyap sonundan olmakla ögünUrlerken (Al Maksud i. 1 1 1 32, 27 1 ) Uygur hanları da "biz Afras yap neslindeniz" derlerdi (Tarih-i Cihanguşa. 1 /40). Karahanlı lar ve Selçuklular da soylannı Afra syap'a baglamışlardır (islam Ansiklopedisi, "Kara hanlılar" ve "Selçuklular" maddeleri). ,


Dr. Ta/ısin Ünal

6

bizde değil, Avrupa milletlerinde de olduğunu kabul etmek icap eder. Genel olarak Almanlar German, Fransızlar Frank, İngilizler Sakson. Ruslar İslav ve İtalyanlar da Latin adıyla anılırlardı. Onlar millet ve milli bilince daha erken geçtikleri, kavmi isimlerini terk ederek, millet ve milli isimlerini aldıklan halde, biz kavmi ismi terk ederek millet ve milli ismi alabilmek için 1 920 tarihini beklemişiz. Ve tabi milli 10 ismimizi almakta da geç kalmışızdır. 10

Bazı tarihçilerimiz (Bakınız: Cevdet Gökalp: "Türk Tarihi nin Zaman, Yer ve Devlet Sayısı", Töre Dergisi, Sayı: 2 1 /20/2 1 ). Tarihl erimizde bahsedilen 1 0.000 tarihl erini astronomik bulmakta ve "Türk tarihini aç1k artirmaya koymakla" itharn etmekte ve "bir milletin, bir yaş1 bir de oluşu

devri vard1r. Oluş devri + Tarihi devir Bir mil/etin yaş1... Bir milletin yaşi + Tarihi devir Bir mil/etin oluş devri .. . Oiuş devri (2800 yıl) + Tarihi devir (2200 yıl) 5000 yıl Türk milletinin yaşı.. . 5000-2200 2800 y1l Türk milletinin oluş devri. . . 5000-2800 2200 yıl Türk Milletinin tarihi devri," demekte ve kesin tarihl er verm ekte- d ir. Bel ki =

=

=

=

=

=

dogrudur. Buna ve matematikte ol dugu gibi kesin rakaml ı formililere bir şey diyemeyiz. Fakat; 1 Bazı ifadeler il mi, kaynakların verdigi, Anav medeniyeti 7000'de, Mısır medeniyeti 6-5500 de başl ar gerçeklerine ters düşmektedir. 2 İ nsan ogl unun ilik ve dU� meyi bul up el bisesini il ikleyebil mesi, demiri bulup sabanın ucuna takabitmesi için asırları beklemesi, pol iteizmden monoteizme geçebil mesi için 8000 sene öe klemesi icap ettigi göz önünde tutul ursa, bahsedilen 1 0.000 seneyi ası ronomik bul mamak icap eder. 3 Sosyal oluşuml ar, matematik ifadeleri gibi kesinl ik ifade etmezler edilemezler. Mesela Ortaçagl ar hakikaten 395 tarihinde başlayıp 1 453 'te bitmiş midir? ... 4 Bununla beraber arkadaş ımızın verdigi formüle, bizim verdigirn iz tarihleri tatbik ederek, sene f arkı il e milletin yaşını. ol uş devrini bulmak mUmkUndur. s M .Ö. IO.OOO'de var olan Türk M il leti, 3000 sene kadar büyük bir siyasi organizmaya sahip ol madan yaşamış, M.Ö. 7000 tarihine dogru önce aile, sonra köy devl eti kurmuştur.


TQrk 'iln Sosyo-Ekonomik Tarihi

7

3. MiLLET OLUŞUMU Toplumlar, öyle birkaç sene içinde değil, yüzlerce yıl içinde ekonomik, sosyal, kültüre ve askeri çalkantılarla çalkalandıktan, oluşumlarla oluştuktan ve birbirine maddi ve manevi perçinlerle perçinlendikten sonra kaynaşır ve millet olurlar. Bu, ferdi bilincin değil, toplumsal bilincin sonunda hasıl olur. Bundan da anlaşılacağı gibi bir toplumun millet olabilmesi için başıica iki büyük faktör vardır. Bunlardan biri maddi (objektif), öteki manevi (subjektif) faktörüdür. Objektif (maddi) olanı, geniş toplumsal azınlıklar dünyasındaki millet gruplarının müşterek ekonomik, sosyal, dil, soy ve vatan gibi tabii ve sosyoloj ik sebeplerle, subjektif (manevi) olanı da yine müşterek ruhi, dini, fikri ve hissi gibi sebeplerle, insanlar bir araya gelirler ve millet olurlar. İlave edelim ki, bir millet ve her şeyden önce bir ruh ve gönül anlaşması ve birliğidir. Ruhları birbirleriyle sevişen, ruhları birbirinden hoşlanan, birbirine yabancılık duymayan, birbirinden emin olan, birbirini koruyan ve himaye eden insanlar bir araya gelirler ve yaşarlar. Dağınık insanlarda, dağınık ailelerde ve dağınık zümrelerde ruh ve gönül birliği nasıl meydana gelir? ... İnsanlar birbirlerini nasıl sever, neden

7000'de de imparatorl uk kurmuştur. Adı 700-625 tarihi ne kadar Saka, 625-220 tarihleri aras ında İskit olmuştu. l skit imparatorl ugu'nun meşhur kaganl arı Afrasyap (Aiper-Tunga)'tır. 6 ATATÜRK de Türk tarihinden bahsederken "1 O. 000 senelik tarihe malik olan Türk Mi/letr' der. Bakınız: Tahsin Ünal, "Cumhuriyetin 50 Yılında Tarih Görüşümüz", Türk Kültürü Araştırmaları, Ankara, 1 973, sayı: 7,8,9, 1 0, s. 5 vd.


Dr. Tahsin Ünal

8

hoşlanır? İnsanlar birbirlerinden neden yabancılık çekmezler ve neden birbirlerini himaye ederler? 1 ..

Bütün bu duygulara ve hisler insanlarda durup dururken doğmaz. Bu duygu ve histerin insanlardan doğması için. her şeyden evvel müsait ve müşterek bir zemine (vatana) ihtiyaç vardır. Bu zemin önce insanların "yer ve su ilahları tarafından kendilerine verilmiş olduğuna" inandıkları, üzerinde oturduktan, tanm ve hayvancılık yaptıkları topraklardır. Mer'alar, mezru araziler, köyler, obalar, haralar, çiftlikler, kornlar ve ağıllardır. Sonra da insanların aynı soydan gelmesi, aynı dili konuşması, aynı dine ve inanç sistemlerine mensup olmasıdır. Bu zemin üzerinde aynı soydan gelen, aynı dili konuşan, aynı dine bağlı olan insanlar, atalarının şahsında ve hayatlarında yaşanmış bir müşterek hayata, müşterek, hatıralara, müşterek ruhi, hissi ve fikri yaşantılara, dolayısıyla müşterek bir geçmişe ve tarihe de sahip olurlar. bu zemin de, milleti oluşturan subjektif, yani iç (manevi) zemindir. Bu iki zemin toplumları, millet haline getiren faktörlerdir. Bu iki faktör, zamanla müşterek bir duygu yaratır. Bu duygu "milli duygudur". Milli duygu, aynı millete mensup olma duygusudur. 2 O halde, millet oluşumu ; ferdi olmayıp maşeri (toplumsal) olduğu gibi milli duygunun 1 Arılar an ların, karıncalar karıncaların, koyunlar koyunların, serçeler serçelerin, güvercinler güvercinlerin, aslanlar aslanların yanına neden sokulur, neden hemcinsinin yanında kendisini emniyette hissederse, insan da insanın yanına o sebeple sokulur ve hemcinsinin yanında kend isini emniyette hisseder. i nsanda daha çok ve daha bilinç l i o lan bu sevk-i tabiinin gelişmesi toplumu meydana getirir. 2 A. F . Başgil, "Mi llet, M i l liyet", Türk Yurdu Dergisi, Mart 1 959, Sayı: 27 1 /3 .


Tllrk 'iln Sosva-Eka11omik Turilli

9

oluşumu ve gelişimi de ferdi deği l, toplumsal (maşeri)dır. Fakat bu duyguyu kalbinde duyan, bu duyguyu kafasında düşünen fertler vardır. Bunlar, milli duyguya erken erişenlerdi r. İnsandaki, anne, baba, köy, kasaba. memleket ve vatan sevgisi ve hasreti, milli duygunun, kalbiere ve zihinlere akseden belirtisidir. Yukarıda bahsedilen geniş ülkelerde (aynı topraklar üzerinde) oturan, tarımcı lık, hayvancılık yapan, köy ve şehir devletleri kuran. aynı soydan gelen, aynı dili konuşan, aynı kültür manzum�sine mensup olan, fakat önceleri ayrı ayrı siyasi organizmalar (köy devleti) halinde bulunan insanlar, M.Ö. 700" tarihinden (Sakalardan) itibaren, M.S. 522 tarihine (Göktürklere) kadar geçen zaman içinde çeşitli isimler altında devletler ve imparatorluklar kurrnuşlardır. Birbirini takip eden siyasi ve askeri çalkantılarla çalkana çalkana, ekonomik sosyal ve kültürel oluşumlarla yoğrula yoğrula, perçinlene, lehimlene, müşterek bir vatan, müşterek bir ruh etrafında toplanarak millet olmuşlardır. 3 Birbirini takiben, aynı soydan gelen, aynı dili konuşan, aynı kültüre ve inanca sahip olan devlet ve imparatorlukların idaresi altında toplanan dağınık Türk zümrelerinde, müşterek zaferierin sevincını, müşterek mağlubiyetlerin kederini, müşterek felaketierin yasını, müşterek bayramları n neş'esini yaşaya 3

Y. Öztuna, Türkiye Tarihi, istanbul, 1 963 1 / 1 36. Özell ikle iskitler 625220, 400 sene, Hun lar 220. M.S. 2 1 6 yani 436 sene, Türk alemini idareleri altında tutmuşlar ve dagınık köy ve şehir devletlerini, dagınık kUltUr merkezlerini birleştirerek ekonomik, sosyal ve kü ltürel birleşme ve kaynaşmalarda önemli ve bilyUk mikyasta rol oynamışlardır.


lO

Dr. Tahsin Ünal

yaşaya, müşterek tarih bilincine ulaşan bu insanlarda, müşterek bir duygu ve müşterek bir şuur (bilinç) meydana gelmiştir. Bu ortak duygu ve şuur Türk milletini ve Türk milli bütünlüğünü doğunnuştur. Bunun canlı ömegını, Çin' e karış istikhll mücadelesine girişen İlteriş Kağan' ın hareketinde görmek mümkündür. Müşterek bir Alman zaferinden Alman birliğinin kurulacağını anlayan Bismark, Fransa'ya savaş ilan etmiş ve Alman prensleri savaşa davet etmişti. Bismark Alman prensleriyle beraber III. Napolyon'u 1871'de Serlan'da mağlup ve esir ederek, Paris'e girdi. Alman birliğini de kuruldu. Bunun gibi İlteriş Kağan da Çin'e karşı istikhil ilan etti. Türk prenslerini, Çin'e karşı sefere ve savaşa davet etti. Müşterek zaferden Türk birliği (Göktürk Devleti) kuruldu.

O halde bir toplumun, millet olabilmesi için önce bir yere (toprağa) sahip olması, sonra da bu toprakları kutsal bilinen manevi varlıklarla kanştırıp yoğunnuş olması lazımdır. Toprak, vatandaşın kanıyla yoğrulmadıkça, vatan olmaz. Çünkü vatan, bir toprak parçası değildir. Bir toprak parçasının veya bir coğrafi mıntıkanın, milli bir vatan haline yükselebilmesi için bu toprakların tarih içinde maneviyatla, mukaddesatla, milletin kanıyla yoğrulması lazımdır.4 Vatan maddileşip topraklaştıkça, millet vatansızlaşır. Toplumu, millet haline getiren oluşum ve gelişimler akşamdan sabaha oluvennemiştir. Asırlarca evvel, yer sevgisi olarak başlamış 4 l. H. D anişment "Vatan Mefhumu", Türk Vurdu Dergisi, (Agustos, I 959),s. 33. ,

,

Sayı: 276


ll

T/Jrk 'Qn Sosyo-Ekonomik Tarihi

vatan, anne baba sevgisi olarak başlamış, millet sevgısıne yükselmiştir. Bir milli şuurla sahne-i tarihe çıkmış olan bu milletin adı, Türk'tür. Türk, Büyük Türk çınannın gövdesinin adıdır. Sakalar,

İskitler,

Hunlar,

Avarlar,

Çerkezler,

Cücenler,

Hazarlar, Göktürkler, Uygurlar, Karahanlılar, Karahıtaylar, Akkoyunlular,

Karakoyunlular, Türkişler, Oğuzlar, 5 Onoğuzlar, Dokuzoğuzlar, Babakurtlar (Kürtler), Salurlar, Bozoklar, Uçoklar, Kumanlar, Uzlar, Peçenekler, Moğollar, Kırgızlar, Karluklar, Karaçaylar, Çuvaşlar, Selçuklular vb. Büyük

Tük

çınarının.

büyük

veya

küçük

dallarıdırlar.

Bunlann arasında devlet ve imparatorluk kuranlar olmuş. kuramayanlar olmuştur. Fakat Oğuz destanında da bahsedilen töre

gibi,

devlet

gereğince

kurmaya

tarihimizde kurmaya

veya

belli

ve

salahiyeti

imparatorluk

salahiyeti sayılıdır. olmayan

olan

kuran, Türk

yahut

aileleri,

töre milli

Devlet veya imparatorluk yerlerde,

devlet

kurmaya

salahiyedi olan aile ile uzaktan yakından akraba olanlar kurmuşlar veya onlara kurdurulmuştur. Devlette unsur-u asli Türk olduğu, devletin adının da Türk devleti olması icap ederken,

Türk

devletleri,

hükümetleri

kuran

kabilelerin.

ailelerin ve şahısların ismi ile anılmıştır. "Hun" kabile adı 5 Oguzların, genel olara k Oguz Han' ın 6 oglu ile 34 torunundan geldigi ve 24 Oğuz boyunun böylece ortaya çıktıgı kabul edilir. F akat Oğuz Boyları. sadece 24 boydan ibaret degildir. Daha çok Oğuz boyu vardır. Oğuz Han. kendi adıyl a anılan bir imparatorluk (Hun İmparatorlugu) kurmuştu. imparatorluğun kurulmasında ve idaresinde, kendisine yakından yardım eden bir çok boyların, impara torl uk dagıldıktan sonra da Oğuzlar (Selçuklu, Osmanlı gibi) manasıyla, Oğuz adıyla anılmış olmaları pek mUmkUndUr. Tarihimizde "Türlcün ikinci adı Oğuzdur. Oğuzlar veya Türkler aynı manaya gelir" ifadeleri, ancak bu suretle telif edilebilir.


12

Dr. Tah.dn Ünal

iken devletin, "Selçuk", aile adı iken devletin, '"Osman" şahıs 6 adı iken devletin adı olmuştur. Ta ... İlkçağlardan beri doğuda devlet ve hükümet kavramı ve manası iyi anlaşılmamış, devlet kavramı ile hükümet kavramı, daima birbirine karıştırmıştır. Çoğu zaman da hükümet devletten üstün ve önemli kabul edilmiştir. Halbuki devletle, hükümet arasında gerek içten ve dıştan. gerek maddi ve manevi bakımlardan büyük ve önemli farklar vardır. Devlette asıl olan unsur, bütün bir millettir. Millet varsa devlet, devlet varsa millet vardır. Hür ve müstakil bir millet varsa, onun mutlaka bir devleti, egemen bir devlet varsa, onu kuran bir millet vardır ... Devlet, hür ve müstakil bir milletin işgal ettiği, oturduğu vatanı ile, aynı milletin ekonomik, sosyal kültürel, adli, siyasi askeri teşkilat ve müesseselerinin bağımsızlığı

hey'eti

(istiklalini)

mecmuası

ve

bütünüdür.

kaybetmedikçe

devlet,

Millet vardır.

Devlet, millete dayandığı ve millet de devamlı ve sürekli olduğu için, devamlıdır. Devlet zaman zaman hükümetsiz ve sülalesiz (hanedansız) kalabilir. Hükümet ise, tabir caizse bugünkü partilerden ibarettir ve devleti teşkil eden bütün teşkilat ve müesseselerin ancak bir kısmından, bir parçasından ibarettir. Hükümet, her zaman değişebilir ve her zaman yeni bir şekil alabilir. Her zaman başka bir partinin sülale veya (hanedanın) eline geçebilir. İşte bu iki müessese doğuda daima birbirini kanştınlmış, her parti 6

A. Temir, "Bilge Kagan'dan AtatOrk'e"

13/89.

Türk Kültürü Dergisi, Sayı:


13

Türk 'ün Sosvo-Ekonomik Tarilıi

veya sülale ayrı bir devlet kabul edilmiş, iktidara gelen her parti (sülale) de, kendisinden önceki partiyi (sülaleyi) yabancı ve

düşman

addetmiştir.

hükümdarlıkla

da

Daha

fenası,

karıştırılmıştı.

doğuda

Hükümet,

hükümet hükümdar

addedilmiştir. Hükümdar kuvvet, kudret ve salahiyetlerini ilahi hukuk nazariyesinden, yani Allah'dan alan, kendisini kula karşı değil, Allah'a karşı sorumlu addeden bir kişidir. Bazı Osmanlı padişahları kendilerini yalnız Allah'a karşı sorumlu addederlerdi. İslamiyet'te böyle bir prensip ve nazariye yoktu.

"Peygamber bile hata edebilir ve günahtan ari degildir" diye düşünen İslamiyet, ilahi hukuk nazariyesini kabul etmemiş ve

bilindiği gibi Hz. Peygamberden sonra seçimle iktidara gelme esasını kabul

etmişti.

Seçilen,

seçenlere karşı

kendisini

maddeten, Allah'a karşı da manen ve vicdanen

sorumlu

addetmişti. Eski Türk Tudun, Y apgu ve Hakanlarının da seçimle işbaşma geldikleri ve bu demokratik usule, Yıldırım Bayezit zamanına kadar riayet edildiği malı1mdur. Milli ve politik geleneklerimizde ve İslami esaslarımızda bulunmayan bu hükümdarlık zihniyeti ve ilahi hukuk nazariyesi bize, ekonomik, siyasi, idari ve askeri münasebetlerimiz sonunda, iran'dan geçmiştir. 7 Daha Selçuklar zamanında bile bu 7

-

.

A. Ağaoğlu, Uç Medeniyet, Istanbul,

1972, s. I 19-122 ve 1 27- 1 36. Batı

demokrasisinden çok farklı olan bizim de bir demokrasimiz vardı. Beyleri hakan yapan kurultaylar, yahut hakanların müşavere meclisleri (divanlar) bunun en bariz delilleridir. Kurultay veya mOşavere meclislerinin üyeleri kimlerdi?. Tarihin ilk devirlerinden itibaren dikkat edilirse, bunların lalettayin insanlar olmadığı görülür. Bunlar hizmetleriyle halkın itimadını, faziletleriyle halkın itibarını, mertlik ve cesaretleriyle halkın saygısını kazanmış insanlardı. edilen,

kendisine

Mıntıkalarının sevilen, sayılan, hürmet ve itibar

güvenilen

kimseleri

idi.

Bunlar

kurultay

veya


14

Dr. Tahsin Ünal

telakkİ ve nazariyelerle memleketi idare etmek isteyenlerle mücadele edilmiş, fakat muvaffak olunamamıştır. İlahi hukuk nazariyesını

kabul

eden

Sultanlar

(Padişahlar),

kendi

iradelerine dahi sadık kalmadılar. Milleti bazen monarşizmle, bazen desbotizimle idare ettiler. Bilgisizlikten,

dolayısıyla

milletin

haynna

olan

doğruyu görememekten ileri gelen bu telakkilerden, millet büyük zarar görmüştür. Devlet hükümet, hükümet hükümdar (sülale) zannedildiği için, hükümet veya hükümdar (parti) yıkılırsa,

devletin

yıkılacağı

sanılmıştır.

Hükümet

ve

hükümdar yıkılırken, devlet ve milletin de yıkılacağı kabul edilmiştir. Milli Mücadele'nin başında da böyle sanılmıştı. Osmanlı

Hükümeti,

hükümdarlığı

(sülalesi)

çöker

ve

yıkılırken, devletin yani Türk milletinin de yıkıldığı kabul edilmişti.

Devletin

dolayısıyla milletin yıkılmadığını M.

KEMAL ATATÜRK gösterdi. Türk devleti değil, Osmanlı Hükümeti yıkıldı. Fakat yaşayan millet, yeni bir hükümet, Türk Cumhuriyeti Hükümetini kurdu.

meclislerde hiçbir etkinin veya korkunun altında art fikirlere sahip olmadan, y a r a d ı

1 ı ş ı n ı n gereği olarak, halkın menfaatini düşünerek

ve vicdanının sesini dinleyerek rey beyan eden insanlardı. Unlar boy beyleri, şadlar kabile reisleri, Tlirhanlar, Yapgulardı. Şahsi menfaatına, parti disiplinine, fazilete ve üstün insan niteliğine dayalı olan milli demokrasimizi dejenere etm iştir. Aşağıda milil sosyo - politik bahis dikkatle okunursa, milli demokrasimizin esasları daha iyi anlaşı l ı r .


15

Türk 'ün Sosvo-Ekonomik Tarihi 4.

GENEL SOSYO-POLİTİK GELİŞMELER Dünyanın

neresinde

olursa

olsun,

istilalar

ve

inkılaplar hariç, bütün toplumlar başlıca şu dört sosyo-politik sahadan geçmişler ve tekamül ederek millet olmuşlardır: Köy,

köy

devleti.

Şehir,

şehir

devleti.

Devlet.

imparatorluk. Bir toplum, bu safhaları birer birer geçerek gelmişse mütekamil ve medeni bir millet olmuştur.

Bu safhaları

geçirmemişse bazı istisnalar hariç, geri ve iptidai bir millet olarak kalmıştır. Her toplumun, en eski devirlerden, günümüze kadar geçen zaman içinde, bu sosyo-politik safhaları geçirdiği kabul edilemez ve söylenemez.

Köy devleti seviye ve

safhasında

çıkamamış

kalmış,

daha

yukarı

(Afrika

ve

Avusturalya yerlileri gibi) toplumlar olduğu gibi, medeni ve teknik seviyelerine rağmen politik bakımdan şehir devleti yahut devlet seviyesinde (İsviçre, Danimarka, Norveç gibi) ve safhasında kalmış olanlar da vardır. Gerek eski devirlerde, gerek zamanımızda sosyo­ politik bakımdan devletin de üstüne çıkarak, imparatorluklar kuran toplumlarda vardır. Pers, İskender, Moğol, Timur, Osmanlı ve nihayet Rus

imparatorluklan bunun başlıca

ömekleridir. Nüfus kesafetine rağmen Çin ve Hindistan'ı bu taritin dışında bırakıyor ve istisna kabul ediyoruz. Sosyo-politik

bakımdan

imparatorluk

dönemi,

bir

milletin ekonomik, sosyal ve kültürel sahalarda en güçlü


16

Dr. Tahsin Ona/

olduğu bir dönem olduğu gibi dil, din soy ve milliyet bakımlarından da en zayıf olduğu bir dönemdir. imparatorluk dönemi. maddeden güçlü ve iri görünse de, din, dil, soy ve milliyet ayrılıkları yönünden ' dönemdir.

manen zaaf içinde olduğu

Bu itibarta uzun yahut kısa bir zaman sonra yıkılırlar. Enkazları üzerinde yeni devletler kurulur. Filler güçlü ve iri iseler de daima aslanlara mağlup olurlar. imparatorluk, bir milletin bekasını temin eden en ideal bir politik organizma değildir. Milletin bekasına temin eden en ideal politik organizma,

devlettir.

İmparatorluğun

inhilali,

milletin

bekasını tehlikeye sokmaz. Her yönü ile güçlü olan bir devlet, ekonomik, sosyal ve politik fırsatlardan istifade ederek her zanıan bir imparatorluk olabilir.

Fakat imparatorluk bir

imparatorluk daha kuramaz. insanlığın politik

ve askeri tarihi.

köy

ve

şehir

devletlerinden, devlet veya imparatorluğa yükselmek, yahut imparatorluğun inhilaliyle, devlet ve şehir devleti kurmak için yapılan ceht, gayret ve mücadeleterin tarihinden ibarettir.

1 Bu zaafları nedeniyle, imparatorluklar, egemenligi altına ve siyasi sınırları içine aldıgı milletleri , kendi milli postası içinde eritıneye ve hazmetmeye (özellikle zamanımızda) bUyük önem vermek tedirler. KUçUk milletierin veya azınlıkların genç kuşaklarını, egitim yoluyla dillerini, dinlerini, soy ve mill iyetlerini unutturarak, kendi milli potalan içinde eritıneye ve hazmetmeye ve böyle örnUrlerini uzatmaya çalışmak tadırlar.


17

TQrk 'ün Sosvo-Ekonomik Tari/ıi

5. MİLİ SOSYO-POLİTİK GELİŞMELER VE TOPRAK DÜZENİ Sosyo-politik bakımdan büyük bir öneme haiz olan,

Moğolları Gizli Tarihi, Kutadgu-Bilig, Z. GÖKALP'in Türk Medeniyeti Tarihi, Orhon Kitabeleri, Ligeti'nin Bilinmeyen İçasya Tarihi gibi bütün Türk tarihleri dikkatle tetkik edilirse, Türklerin de sair milletler gibi, "hatta öteki

milletlerden çok evvef' bahsedilen dört sosyo-politik safhayı birer birer geçirdikleri görülür. Türkler Yapguluk,

sosyo-politik

Hakanlık

ve

bakımdan imparatorluk

"Tudunluk, devirlerini

geçirmişlerdir. Tudunluk, bir köy devleti (boy yahut aşiret) olup küçük bir siyasi birliktir. Yapguluk, bir şehir devleti olup boy veya aşiretlerin, "Köy devletlerinin" birleşmesinden meydana gelmiş, siyasi bir organizmadır. Bakanlık, belli bir mıntıkada, sınırlan çöller, göller veya nehirlerle aynlmış, fakat Yapguluğun üstünde ve ona

hakim, daha geniş siyasi bir organizmadır. 2 Yani birkaç şehir devletinin birleşmesinden meydana gelmiş, daha geniş bir siyasi

organizma

"Devlet"tir.

Bununda

üstünde

imparatorluklar vardır. O halde, Türk toplumunda sosyo­ politik oluşum ve gelişim şöyle olmuştur:

50- I 00 soyun birleşmesinden bir sop, I 00-200 sopun birleşmesinden bir boy meydana gelmiş ve oldukça kalabalık bir aile devleti kurulmuştur. 2

200-300 boyun birleşmesinden

Z. Gökalp, Türk Medeniyeti Tarihi. İstanbul, ı 34 ı , s. ı 79- 1 83 .


18

de

Dr. Tahsin Ünal

uz yani

bir

köy

meydana

gelmiş

ve

köy

devleti

kurulmuştur. Köy devletinin belli bir sının, bu sınır içinde belli

mezra

bulunurdu.

ve

mer'a,

araziler,

yayiaklar

ve

kışiaklar

Türk tarihinde köyü idare edenlere (Tudun)

200-300 boydan, 700-750 haneden (aileden), bir ailede 5 kişi hesabıyla, 3500-4000 denirdi. Köy, ortalama olarak

nüfustan ibaretti.

3

Köyün Tudun'u, köyde oturan boy beylerinin teşkil ettiği "Boy beyleri meclisi" tarafından seçilirdi.

Seçilen

Tudun,

köyün hem en zengini, hem de en cesuru ve 4 bilgilisiydi. Tudun, bütün salahiyelini bu meclisten alırdı.

"Boy beyleri meclisi" savaş açar, barış yapar ve kamu hizmetleri için lazım olan parayı, ailelerin ekonomik gücüne göre,

ayni

veya

nakdi

olarak

alırdı.

Tudun'un,

kendi

gelirinden başak, kamu hizmetleri için sarf edeceği bir hazinesi yoktu. Tüm köyü (uz veya aşireti) tehdit eden bir dış tehlike belirdiği zaman, köyün erkek ve kadınlan savaşa katılmakla beraber,

emniyet

ve

asayişi

temin

etmek,

sınırlan

beklemek, ani tehlikelere hemen mukabele edebilmek için köyün, Tudun emrine verilmiş (askeri)

olurdu.

Yiğit

(asker)

ı 00- ı 50 kadar bir yiğidi

beslernesi için,

Turlun'un

3 Z. Gökalp, a. g. e., s. 1 85, 1 87, 1 88, 1 95. Osmanlıların ilk döneminde 1 600'e kadar köyler, 3500-4000 nüfuslu büyük iskan bölgeleri idi. Dr. T. Yahyaoğlu, Tarım Kentleri, Ankara, 1 97 1 , s. 1 8. 4 Genel tarihlerde (Rahip Krallar) denilen bu kral (Tudun), idare ettiği toplumun hem kıralı, hem baş komutanı, hem baş rahibi, baş hakimi, baş maliyecisi vs. si olarak geçer. Turlun'un da aynı vasıflara ve salahiyetlere sahip bir şahıs olduğuna muhakkak nazarıyla bakılabil ir.


TQrk 'Qn Sosyo-Ekonomik Tarihi

19

emrine verilmiş bir para olmadığı için b u askerleri, meclisin karan ile, asker veren aileler (ki bunlar boy beyleri idi) kendileri iaşe, ibate ve teçhiz ederler ve eğitirlerdi. Köy (uz) devleti, bütçesinden para sarf etmeden bir miktar askeri eğitmek, iaşe, ibate v teçhiz etmek ve bir tehlike anında bu askeri kullanmak geleneği, Türk tarihinde asırlar boyunca kullanılan "Tımar" düzeninin ilk çekirdeği olmuştur. Köy (uz) devleti döneminde yarı sivil, yarı asker olan, Tırnar düzeni, bazı değişiklikler yapılmakla beraber aynen bırakı�ıştır. Göktürkler, Uygurlar, Karahanlılar, Sulçuk.lular ve Osmanlılar döneminde "Tımar" düzeni tatbik edilmiştir. Mesela: Hun Hakanı Bağatur, oğlu Mete'ye 1 0.000 kişilik halkın ( 1 00 köyün) arazisini tırnar olarak vermiştir. Karahanlıların Hakanı, Samanoğulları'ndan bir Prense Artiş kasabasını tırnar olarak verdiği gibi, yeni Karahanlılar Tağmaç Han da, savaşta yararlık gösteren Hıdır Bey'e Kaşgar-Çin sınınndaki toprakları "Leşgergah" yurt yani Tırnar olarak vermiştir. Gazneli Mahmud zamanında Gazne civarındaki topraklar, askerlere tımar, komutanlara "zeamet" olarak verilmişti. "Çeriyurdu" da denilen tırnar arazisi, genellikle imar edilmemiş, yahut az imar edilmiş, veya boş arazilerdi. Boş araziler, tımara verilerek hem boş araziler iskanla doldurulur, hem de işletilrnek suretiyle üretime katılırdı. Köylülerin, bir kısım arazisi, tımara verilse bile, "Tımara dahil köylü/ere serf nazariyle değil, hür köylüler, eşit


20

Dr. Tahsin Ona/

insanlar nazariyle bakı/ırdı"5 Tımarlı askerler, sefere kendi hayvanlan ile, kendi kendilerini iaşe, ibate ve teçhiz ederek katılan askerlerdi. İslam'da ve İslam aleminde tırnar düzeni yoktur. Bu düzeni İslam alemine Türkler getirdiler. Türk'ün ekonomik, sosyal, askeri inkişafını ve gücünü bu sisteme bağlamak mümkündür. Bu düzene sadık kalanlar, sadık kaldıklan sürece güçlü olmuşlardır. Terk edince zaafa uğramışlardır. M.Ö. 8000-7000 tarihleri arasında Türkler, köy devleti safhasında kalmışladır. Sonra şehir devleti, devlet ve imparatorluklar kurulunca, tudunun (köy kralının) siyasi ve askeri hakları sınırlandınlmakla beraber, köyün ekonomik sosyal ve kültürel yanına dokunulmamış, hatta daha güçlenmesi için desteklenmiştir. Çünkü köy, sosyo-ekonomik ve politik organizmanın hücresi, milletierin güç kaynağıdır. Güçlü köylere sahip olan devletler güçlü, fakir köylere sahip olanlar zayıf olurlar. Bu bir realitedir. Dün ve bugün de doğrudur. M.Ö. 7000-M.S. I 600 döneminde yani 8600 sene Türk köylerinin sosyo-ekonomik ve iskan durumu (Göktürkler, Uygurlar, Selçuklular ve Osmanlılar döneminde) şöyle idi: Merkezde . 3500-4000 nüfuslu köyler vardı. Halk başlıca esnaf, çiftçi ve çoban olmak üzere üç zürnreye aynlmıştı.

s

Z. V. Togan. Umumi TOrk Tarihine Giriş, s. 1 / 1 5, 72, 1 00, 280 vd.


TIJrk '11n Sosyo-Ekonomik Tarihi

21

a. Köy krallan (Tudunlar), yardımcılan, askerler, din adamları, esnaflar, tüccarlar, sanatkarlar her mevsimde köyde otururlardı. b. Tanmla uğraşanların bu kalabalık köyün civarında ve genellikle ovalarda, arazileri, çiftlikleri ve komlan vardı. Bunlar yazın aileleri ve akrabalarıyla çiftlik ve kornlara göçerler, orada ekinlerini ekerler, harmanlarını kaldınrlar, nadaslarını yaparlar ve kışı geçirmek için köye, dönerlerdi. Yazın çiftlik ve komlarda otururlarken, köyle alakalan nı kesmez, ibadet için, alış-veriş için, sık sık köye gelir giderlerdi.

Bunların

nasıl

tanm

yaptıklan

aşağıda

izah

edilecektir. c.

Hayvancılıkla

uğraşanların,

o

kalabalık köyün

civarında ve genel olarak dağ yamaçlannda haraları, ağılları ve ohaları olurdu. Hayvancılıkla uğraşanlar 7-8 ay köyde otururlar, fakat 4-5 ay için aileleri ve akrabalarıyla birlikte hara ve ohalarına göçerlerdi. Haralarda, ağıllarda ve ohalarda daha

ziyade

otururdu.

çobanlar,

Tudunlar

yapmıyorlardı. Hayvancılık

Fakat

yapanlar,

yardımcılan ve

çocuklan

mutlaka kısa

bir

ve

bunların belki

hayvancılık mevsim

aileleri

tanıncılık yapıyorlardı.

için

8balanna

göçtükleri zaman dahi, köy ile alakalarını kesmezler, ibadet ve alış veriş için sık sık köye gelip giderlerdi. Bunların nasıl hayvancılık ettikleri de aşağıda izah edilecektir. Bu bir sosyo-ekonomik yaşantıdır. Asırlarca tekamül ederek yaşanmıştır. Türk milletinin bu yaşantısının iç yüzünü


22

Dr. Tahsin Ünal

ve oluşumunu göremeyen, sadece belli insanlann, belli mevsimlerde göç ettiğini gören ve göç edenlerin de geniş ovalarda gayesiz, maksatsız ve başı boş dolaşıp durduğunu sanan bir çok tarihçiler; "Türk mil/eti, göçebe bir millettir" demişlerdir. Kalabalık köylerin kendisine göre bir dili, dini, kendisine göre bir töresi (kanunu), geleneği, kültürü ve medeniyeti vardı ve her köy dini ve kavmi bir milli asabiyetle meşbu idi. Köyde bir ailenin menfaatı, köyün menfaatı, çiftçilerin mezrası, hayvaniann merası, köyün mezrası ve mer'ası demekti6• Dışardan bir tecavüz vaki olursa, eli silah tutan bütün köy halkı bu tecavüzü önlemeye çalışırdı. Birbirine komşu olan köyler (uz veya aşiretler), su, mer'a. mez'ra arazi tecavüzleri, kan davası ve kız kaçırmak gibi olaylar sebebiyle sık sık savaşırlardı. d. Tarihi akış içinde öyle bir zaman geldi ki, birbirleriyle savaşan komşu köylerde (uz veya aşiretlerden) biri, ötekini mağlup ederek egemenliği altına aldı. Mağlup, galibin yüksek hakimiyetini tanımak zorunda kaldı. köy devletlerinden biri, ötekini mağlup ederek yüksek hakimiyetini mağluba tanıttıktan sonra ekonomik, sosyal ve askeri güç dengesi, birleşen iki köyün lehine, fakat birleşemeyen öteki köylerin (aşiretlerin) aleyhine olmak 6

Köyün belli bir sınırı oldugu gibi ailelerin mezra ve meraları, yaylak ve kışiakları da belli sınırlara çevrilmişti bu mezra ve mer'aların ailelere, Atalar (ilahlar) tarafından verildigine inanılır, kimse tarafından taarruz edilmezdi. Bu araziler dahili taarruzdan masum oldugu gibi, hariçten de taarruzdan masundu. iç ihtilaflan tudun dış ihtilafları komşu iki tudun hallederdi. İhtilaf halledilemezse savaş olurdu.


TQrk 'Qn Sosyo-Ekonomik Tarihi

23

üzere bozulurdu. Ekonomik, sosyal ve askeri güç bakımından ötekilerden üstün olan bir köy devleti ve onun kralı olan tudun, birleşemeyen öteki köy devletlerini (aşiretleri) de süratle mağlup ederek, onları da egemenliği altına aldı. Onlara da yüksek hakimiyetini tanıttı. Böylece bazen bazen

20-30,

40-60 köy devletinin (uz ve aşiretin) idaresi birleşti ve

l kralı olan Tudun, bugün Tudunlar,

bir elde toplandı. Dün kö Tudunu yanı Yapgu oldu Galip tutun, yapıla

gelen

pazar

3.

mağlupların köylerinde eskiden kurulmasını,

mabetierinde

beri

ibadet

edilmesini, boy beyleri meclisinin toplanmasını, yiğit (asker) toplanmasını, mahkeme kurulmasını yasak etti. Pazarın kendi

köyünde kurulacağını, ibadetlerin kendi köyünde (aşiretinde) yapılacağını, askerlerin ancak kendi köyünde ve kendisi tarafından

toplanabileceğini,

adli

işlere

kendi

köyünde

bakılacağını, meclisin kendi köyünde toplanabileceğini ilan ve kabul ettirdi. Bunun sonunda, galip Turlun'un köyündeki Pazar genişledi. Çarşı teşekkül etti. Çarşıya ve pazara

gelip gidenler, ticaret edenler,

sanatkarlar ve esnaflar çoğaldı. İbadete gelenler fazlalaştı. Asker çoğaldı. Yeni yeni kışialar yapılmak suretiyle garnizon genişledi. Mahkemelere gelip gidenlerle adiiye yeni bir şekle girdi. Bütün bu faaliyetlerin sonunda galip tutunun köyü,

I 5-

20 sene içinde ekonomik, sosyal, kültürel, askeri, dini ve adli bir merkez olarak büyüdü ve genişledi. Açık kapı kapalı 6 a

İlk şehrin kuruluşunu E. G . Sahadır Han, "Mikail ilk defa Babil ülkesinde Sus şehrini kurdu. Etrafında da köyler vardı. Köyden evvel insanlar, ormanlarda ve magaralarda yaşardı" diye anlatır. Seeere-i Türki, Tarih Konuşuyor Dergisi, Sayı: 1/40.


24

Dr. Tahsin Ünal

çarşılanyla, madeni eşya, dokwna, imalathaneleriyle yeni, yeni mabetler, kışialar ve evler yapılmak suretiyle ımar edildi. Dolayısıyla şehir ve şehir devleti teşekkül etti. Şehir devletinin kralı, artık tudun değil, yapgu'dur. Yapgu'nun meclis (divan) üyeleri artık boy beyleri değil, tudun'lardır. Yapgu'lar, idareleri altında bulundurduğu köy miktanna, yahut sınırlannın dar veya genişliğine veya güçlü yahut zayıf oluşuna göre ..İlhan" lakabını da aldılar. 7 Artık şehir devletinin nüfusu I 00-200.000, askeri gücü de 8- 1 0.000 yani bir tümene yükselmiştir8• Şehir devletlerinin teşekkül etmesinden sonra, yukanda bahsedilen sebeplerle, köyle şehir arasında ekonomik, sosyal, kültürel ve dini münasebetler artmıştır. Bu münasebetlerin tabii bir sonucu olarak, zaman zaman artan ve azalan, köyden şehre doğru bir akın başlamıştır. Türk sosyal ve idari yapısı icabı olarak, alt kademelerden üst kadernelere yükselme imkanı olduğundan, şehirlere doğru olan bu akın, bir yandan şehirlerin, bir yandan 7 Z. Gökalp, meydana gelen şehir devletlerini "Uz veya aşiret miktanna yahut şehirlerin smırlarmm dar veya genişliğine göre; küçük il, orta il, büyük il, en büyük il, diye" dört kısma ayınnaktadır. Bakınız: a. g. e., s.

1 83- 1 87. Fakat biz bunlan, köy adedine ve sınırianna itibar etmeden şehir devleti olarak mütalaa etmeyi faydalı bulduk. Nasıl ki, birbirinden farklı olmakla beraber Anav, Ur, Uruk, Akat, Hattuşaş, Bogazköy, Truva, Atina, isparta ve Roma da birer şehir site polis devleti idi. 8 Bu nüfusu ve asker miktarını mübalagalı bulmamak icap eder. İlk çaglardan itibaren Oç kıt'aya yapılan Türk göçlerinin sebebi, sanıldıgı ve söylendigi gibi iklim degişmesinden daha çok, ekonomik güç, teknik üstünlük, nüfus artışı ve kesafeti, askeri ve siyasidir ve bu göçler, muhaceret şeklinde bir göç degil, bir yayılmadır, bir genişlemedir. Fakat sonra kopma şekline dönüşmüştür. Osmanlı Türkleri Balkaniara göç ederek degil, yayılarak geldiler.


Tilrk 'ün Sosyo-Ekonomik Tarihi

25

da idare edenler kadrosunun dejenerasyonuna mani olmuştur. Dejenerasyona mani olmamışsa, yeniden kuruluşlann temeli olmuştur.

Şehirlerde ve idare edenler kadrosundaki,

bu

devamlı sosyal değişme bir yandan Türk milletinin milli asabiyetini, cengaverlik ruhunu, idari kabiliyetini beşlemiş, bir yandan da Türk milletinin asırlar boyunca devletler ve imparatorluklar kurarak, egemen yaşamasını temin etmiştir. Bunun en bariz delillerini bugünkü sosyal oluşumlarımızda gördüğümüz gibi Göktürklerin yeniden kuruluşunda ve Milli Mücadelemizde

görmekteyiz.

Kemal'in, dejenere olmuş,

Anadolu'ya

geçen

M.

milli benliğini kaybetmiş ve

kokuşmuş olan saraya ve bunun çevresindeki aydmlara değil, Anadolu'daki

aydmlara,

Anadolu'daki

Türk

halkına

ve

köylüsüne dayanarak Milli Mücadele'ye girişınesi yeni bir devlet kurması bunun en yakın ömeğidir. Kültegin ve kardeşi Bilge Kağan, yabancıların sosyal, kültürel

ve

dini

tesirleri

altında

kalan,

milliyetini ve milli asabiyetini kaybeden,

geleneklerini, sonunda Türk

milletinin Çin egemenliğine geçmesine zemin hazırlayan

idareci Türk bürokrasi ve aristokrasisine, "Çinlilerin hilekar ve tatlı sözü, yumuşak ipeği sizi aldattı. Türk bey/eri, siz Çiniiierin sözüne kandınız. Türk geleneğini bıraktınız. Çin adını aldınız. Çin geleneğini kabul ettiniz. Çinliler sizin ve sizinle Türk halkının arasın tefrika soktu/ar. Kardeş kardeşi, baba oğulu tanımaz oldu. Sonunda ne oldu?.. Dereler gibi kanınız aktı. Dağlar gibi kemikleriniz yığıldı. Oğlun Çin 'e kul, köle oldu. Gelinlik kızların Çin 'e cariye oldu. Çinliler, Türk soyunu yok etmeye çalıştı. Ey Türk, oğuz bey/eri!. . . Gök yere düşmedikçe, yer yarılmadıkça, sen törene sahip olup kendi elin/e töreni bozmadıkça, senin töreni kim bozabilir?..


26

Dr. Tahsin Ünal

Seni kim mağlup edebilir. Kim senin i/ini alabilir?. . Kendine dön. . . Ey Oğuz Bey/eri.. . Siz b u halde iken, siz Çin egemenliğine boyun eğmişken, töreni, i/ini ve kağamm kaybetmişken Türk mil/eti, "halkı '' için için; "Ben i/ 'li bir millet idim. Hani benim ilim? Ben kağanlı bir milleti idim, Hani benim kağamm? Ben töreli bir millet idim. Hani benim törem, diye Çiniilere düşmanlık besliyor ve diş biliyordu. A llah, Türk milleti yok olmasın diye, babamı gönderdi. Babam İl-Teriş de milletin hissiya/ını bildiğinden milletin başına geçti ve milleti yeniden egemenliğe kavuşturdu. " demesi, bir yandan idareci kadrodaki dej enerasyonu, bir yandan da kökeni köylerde, gövdesi şehirlerde bulunan milli asabiyeti ve milli asabiyete sahip olan halk kitlesiyle beraber yeniden kuruluşu izah eder. İl-Teriş Kağan ve oğullan, sağlam bünyeye ve ekonomik güce sahip olan köye ve köylülere istinat ederek Göktürk

Milli Mücadelesini yapmış ve kazanm ıştır. Köyler politik

organizmanın hücreleridir. Üstün bir ekonomiye, milli bir ruha,

dolayısıyla

böyle

hücrelere

sahip

olan

milletler

yıkılmazlar. Türk tarihinde şehir devletleri dönemi, zaman zaman köy devletleri dönemine dönülmekle beraber, M.Ö. takriben 7000-6500 tarihleri arasındadır9 • 9 Zaman zaman, imparatorluklar ve devletler yıkılınca, Türk tarihinde şehir devletleri dönemine dönülmUştUr. Bu dönümdeki sosyal ve politik yaşantının nasıl oldugunu, Dede Korkut Kitabı'nda görrnek mUmkUndUr. Buradaki boy beylerinin her biri şehir kralı idi.

F . Sümer'in, Resimli


TDrk 'Qn Sosyo-Ekonomik Tarihi

27

e. Şehir devletleri de, çeşitli nedenlerle birbirleriyle savaşmışlardır. Bu savaşların sonunda biri diğerini yenmiş, mağluplara kendi yüksek hakimiyetini kabul ettirmiştir. İki şehir devletinin birleşmesi, ekonomik, sosyal siyasi ve askeri dengeyi birleşenlerin lehine, birleşemeyenlerin aleyhine bozmuştur. Bu tarihten itibaren iki şehir devletini birleştiren galip kral (yapgu) süratle öteki şehir devletlerini de kendi egemenliği altında birleştirmiştir. Böylece bazı hallerde 2030, bazı hallerde 40-50 şehir devletinin birleşmesi veya birleştirilmesiyle devlet kurulmuştur. Devletin başında bulunana artık Hakan deniliyordu. Hakan, turlunların ve yapguların üstünde ve onların hakanı idi. Hakan'ın meclis (divan) üyeleri, tudunla değil, yapguları (ilhanları) yine eski makamlarında (Şehir devletlerinin başında) bırakınakla beraber, bir yandan onların daimi bir kontrol altında tutmak için kendi soyundan birini, oğulları (yahut itimat ettiği komutanlarını) İl-şad (Yahut Şad, yani İl Müfettişi) tayin ederdi. 1 0 Artık köy devletlerinin, hana şehir devletlerinin· sınırlan dışına çıkılmış, fetihler dönemi başlamıştır. Gerek şehir ve gerekse devletler döneminde, tırnar düzeni yanında has, zeamet ve mukataa düzenleri de kurulmaya başlamıştı. Fetbedilen ülkelerdeki mümbit araziler, hakanların ve Tarih Mecmuası, Sayı: 2711 340'daki "Onuncu Asırda Oguz Türklerinin Hayatı" makalesi de bu hususta bir fıkir vermektedir. 10 Z. Gökalp, a. g. e., s. l 90-200. Sonraki devirlerde "şad", "şane" yahut "şahne" de denilen bu şahıslar H akan'ın vilayetlerde bulunan siyasi ve askeri komiserleriydi.


28

Dr. Tahsin Ona/

yakınlarının (hanedana ve saraya mensup olanlann) kabul edilmiş, bunlara "Has" denilmiştir. Savaşlarda yararlık gösteren komutanlara bazı araziler hediye edilmiş bunlara "Zeamet" denilmiştir. Savaşa katılan yahut katılmakla mükellef olan askerlere de toprak verilmiş, bunlara da "Tımar" denilmiştir. Bunların dışında kalan sahipsiz ve boş kalan bir kısım araziler, belli bir vergi mukabilinde işletmeye verilmiş, bunlara da "mukataa" denilmiştir. Bu toprak düzeni, asırlarca Türk-İslam aleminde tatbik edilmiştir. Kurulan imparatorluklar da aynı toprak düzenine sadık kalmışlardır. Devletlerin sınırların oldukça geniş bir mıntıkayı, mesela doğu Türk illerini veya Batı Türk illerini içine alıyordu. Nüfusu 8- 1 O milyon, askeri gücü de 8-1 O tümen kadardı. Bir savaş anında, bu tümenierin 2-3 "ü sınıriann emniyeti ve asayişin temini için geride kalır, 5-7'si cepheye giderdi. Türk tarihinde devlet dönemi, takriben 650-400 . ll dur. .

f. Türk devletleri kurulduktan sonra, yine ekonomik

siyasi ve askeri nedenlerle birbirleriyle savaşmışlardır. Bu savaşlarda galip gelen taraf süratle, bazen 8-1 O bazen 1 0-20 devleti egemenliği altına alarak imparatorluk kurmuştur. Hun, Selçuk, Moğol, Timur ve nihayet Osmanlı 11

Gerek şehir devletleri dönemi, gerek devlet dönemi takribi bir tarihle zikredilmiştir. ÇUnkU milli tarihimizde gUçiU bir köy devletinin birkaç senede şehir devleti, güçlü bir şehir devletinin birkaç senede devlet ve hatta imparatorluk kurdugu çok görülür. Yahut imparatorluklar yıkılır yıkılmaz, birkaç senede devlete ve şehir devletine dönOldugu vakidir. Bu nedenle kesin tarih vermekten içtinap edilmiştir. Çünkü tarihimizde bu dönemler sık sık birbiri içine girer ve çıkar.


Tiirk 'lln Sosvo-Ekonomik Tarihi

29

imparatorluğu böyle kurulmuşlardır. İmparatorluğun başında bulunan Hakanlar, bir çok Hakanlıkları ve Hakanları idaresi altında birleştirmiş olduğu için Hakanlar Hakanı (Sultan) deniliyordu. Bu dönem M.Ö. 400-225 tarihleri arasındadır. Yukarıda da temas edildiği gibi, bir milletin politik hayatında imparatorluk dönemi, ideal bir siyasi organizma değildir ve olmamıştır. Çünkü imparatorluk, maddeten iri, cüsseli ve güçlü görünse de, manen yani dil, din, soy ve kültür ayniıkiarı sebebiyle en zayıf dönemdir. Bu itibarta ideal siyasi organizma devlettir. Her sahada sağlam temeller üzerine oturmuş olan güçlü bir imparatorluktan daima daha üstün ve daha güçlüdür. imparatorluklar geçici, devletler bakidir. Cihan tarihi bunun örnekleriyle doludur. Görülüyor ki Türkler, sosyo-politik oluşum ve gelişirnde turlunluk (köy devleti), yapguluk (şehir devleti) hakanlık (devlet) ve nihayet sultanlık (imparatorluk) dönemlerini birer birer geçmişler ve tekamül ederek gelmişlerdir. Türk tarihindeki bu tekamül, bu oluşum ve gelişimler hep dışardan gelen istilatarla değil, kendi milli bünyesinde vaki olan siyasi ve askeri çalkanmalarla olmuştur. Bu itibarla, Türk siyasi organizması ne gelişim ve ne de oluşum bakımından, başka milletierin siyasi organizmalarına benzemez. Çok farklı ve nev'i şahsına münhasırdır. Tanzimat'tan bu yana, 1 40 seneden beri rejim ve siyasi organizmamızı batınınkine benzetmeye çalıştığımız halde, bir türlü muvaffak olamayışımızın sebeplerinden biri de budur. 12 12

TUrk milletinin siyasi hayatında bir demokrasi fikri ve tatbikatı vardır. Tudunlukla boy beylerinden, yapgulukta tudunlardan bir meclis vardır.


30

Dr. Tahsin Ünal

6. TÜRK DEVLETLERİ Yukanda da söylendiği gibi asırlarca doğu aleminde ve bu arada Türklerde devlet, hükümet ve hükümdar (sülale) hep birbirine karıştınlmış, yahut kasten böyle gösterilmiştir. Bunun zamanla başlıca iki mahzuru ortaya çıkmıştır. Bu mahzurlardan biri devlet, hükümet veya hükümdar sanılıp öyle kabul edilince millet unutulmuştur. Vatan, hükümdarıo malikanesi, millet bu malikanede karın tokluğuna çalışan kölesi kabul edilmiştir. Hükümdar var olduğu için millet var sınılmıştır. Halbuki Devlet, milletin bütün müesseselerinin toplamı, hükümet bu müesseselerden ancak bir kısmı idi. Millet var olduğu müddetçe devlet vardı ve devlet devamlı idi, değişmezdi. Halbuki hükümet (ki biz bunu bir partiye benzetmiştik) zaman zaman değişebilirdi. Fakat biz, asırlarca kafalara yerleşmiş olan bu yanlış düşünceyi değiştirememişizdir. Bu yanlış düşünceden ikinci bir mahzur doğuyordu. Bu mahzur da, tarih metodundaki mahzurdu. Milleti, dolayısıyla onun tüm müesseselerinin toplamı demek olan devleti, sürekli, değişmez ve esas kabul edemediğimiz milleti idare eden hükümetlerin değişebileceğini anlayamadığımız ve hükümeti (hükümdarı) esas kabul ettiğimiz için, tarih boyunca Türk milletini idare eden hükümetlerin her birini ayn bir Türk devleti sanmışız, tarihierimize ve öyle Bunlann yanında bir takım yan güçler (Sadrazamlar, Şeyhül-İslarnlar, Alimler, Komutanlar) bulunmuştur. Bu itibarla demokrasiye daha yakın olmamız icap eder. Fakat bizim demokrasimizin temelinde tam bir eşitlik, sosyal adalet, tabiilik, otorite, ehliyet ve kabiliyel vardır. Şahsi, zümrevi menfaat kaygısı, fikir, telakki ve ahlaki sapıkhk yoktur.


31

TIJrk 'ün Sosyo-Ekonomik Tarihi geçmişizdir.

Bugün

kitaplannı

açınız,

dahi

orta

Hunların

öğrenimde

okunan

Göktürklerle;

tarih

Göktürterin

Karahanlılarla ve Selçukluların Osmanlıtarla alakası yokmuş� ayrı bir millet, ayrı bir devletmiş gibi yazıldığını ve genç nesillere de böyle okutulduğunu görürsünüz. Halbuki (M.Ö. 7000 M.S. 1 974) 8979 seneden beri Türk milleti ve onun devleti değişmemiştir. Her biri bir parti demek

olan

hükümetleri

(sütaleler

veya

hükümdarlan)

değişmiştir. İngiltere ve Fransa'yı şimdiye kadar dört sülale (hanedan) idare etmiştir. Fakat ne İngiltere ve ne de Fransa kendilerini idare eden sülalelerin (hanedanlann adını almıştır. Napolyon,

Avrupayı

hanedanından

I.

istila

Wilheim

etmıştır. Alman

Hohenzolerin

birliğini

kurarak

Almanya'yı, Almanya yapmıştır. Fakat ne Fransa Napolyon adını ve ne de Almanya Wilheim adını almıştır. Fakat Türk milletini, şimdiye kadar kaç sülale (hanedan) idare etmişse o kadar

isim

almıştır.

Millet

Türk

milleti

idi.

İsminin

değişmemesi icap ederdi . Tarih

boyunca,

Türk

milleti,

bir

yandan

sair

milletlerden çok önce ve onlara örnek olarak köy, şehir, devlet

ve

imparatorluk

gibi

siyasi safhalan birer birer

geçmiştir. Bir yandan da üç kıt'aya yayılarak gittiği her yerde devletler kurmuştur. Türkler uzun seneler yıkılınadan devam eden bir devlet kronoloj isine sahiptir. Başka milletlerde bir eşine rastlanmayan bu mazhariyet, sadece Türklere has bir meziyet-i milliyedir. Bir yerde kopmadan zamanımıza kadar devam

edip

şöyledir:

gelen

büyük

Türk

hükümetleri

kronoloj isi


32

Dr. Tahsin Ünal

M.Ö.

7000-625

: Sakalar

M.Ö.

625-220

: İskitler

M.Ö. 220-M.S. 2 1 6: Hunlar M.S.

2 1 6-394

: Siyenpiler (Topalar)

M.S.

394-552

: Cücenler (Avarlar)

M.S.

552-745

: Göktürkler

M.S.

745-940

: Uygurlar (Dokuz-Onoğuzlar)

M.S.

940- 1 040

: Karahanlılar

M. S .

1 040- 1 308

: Selçuklular

M.S. 1 308- 1 335

: Moğollar (İlhanlılar)

1 3 35- 1 370

: Moğollar (Çağataylar.)

M S.

1 370- 1 447

: Timur (Oğulları)

M. S .

1 447- 1 922

: Osmanlılar

M. S

.

.

M.S. 1 922 den beri

:

Türkiye Cumhuriyeti 1

Bu Kronoloji bir de;

-------

1

- ---

Y. Öztuna, TOrkiye Tarihi, Istanbul, 1 963, 1 / 1 96-202.


33

TIJrk 'iln Sosyo-Ekonomik Tarihi a.

Asya 'da; : Sakalar - İskitler

1 . M.Ö.

7000-220

2. M.Ö.

220 M.S. 2 1 6 : Hunlar

3. M.S.

2 1 6-394

: Siyenpiler

4. M.S.

394-552

: Cücenler (Avarlar)

5. M.S.

552-745

: Göktürkler

6. M.S.

745-845

: Dokuz (on) Oğuzlar

7. M.S.

845-945

: Uygurlar

8. M.S.

945- 1 1 23

: Karahanlılar

9. M.S.

1 1 23-1 207

: Karahıtaylar

1 0. M.S.

1 207- 1 2 1 8

: Sekizler (Güçlükhanlar)

1 1 . M.S.

1 2 1 8- 1 370

: Cengiz (Moğollar)

1 2. M.S.

1 370- 1 500

: Timur

1 3 . M.S.

1 500- 1 700

: Özbekhanlar

b. Anadolu 'da; 14. M.S.

1 077- 1 308

: Selçuklular

15. M.S.

1 308- 1 5 1 5

: Anadolu Beylikleri


34

Dr. Tahsin Ona/

1 6. M.S.

1 5 1 5- 1 923

: Osmanlılar

1 7. M.S.

1 923- ?

: Türkiye Cumhuriyeti

şeklinde sıralanabilir ve daha doğrudur. Bunlar M.Ö. 7000 tarihinden beri, biri yıkılırken öteki kurulan, biri diğerine halef ve selef olan büyük Türk hükümetleri kronolojisidir. Bunların dışında bir de küçük Türk hükümetleri vardır. Bunlar da; I.

M.S.

1 040- 1 077

:Karahanlıların doğu kısmı

2 MS

1 077- 1 1 57

:Selçukluların Anadolu kısmı

1 1 57- 1 1 94

: Selçukluların Irak kısmı

4. M.S.

1 1 94- 1 23 ı

: Harzemşahlar

5. M.S.

1 23 1 -1 335

:Moğolların Çağatay kısmı

6. M.S.

1 335- 1 447

: Osmanlıların ilk dönemi 2

.

.

3. M S .

.

.

2 Y. Öztuna, TOrkiye Tarihi, 1 /202-203. Gerek 1 inci gerek 2 inci kronolojideki sUialelerin hükümdarları aynı kronolojide kayıtlıdır. Unsur­ u asiisi büyük mikyasta TOrk olan, bu bUyük ve küçük TOrk hükUmetlerini şöyle bir örnekle izah edersek daha iyi anlaşılır: TOrk aleminin bUyük sultanı (hakanı) Mete, Tugrul, Cengiz, Timur ve mesela Yavuz'du. Bunlar, imparatorluk kurmuş olan büyük hakanlardı. Tabi olsun olmasın, öteki küçük sultanlar onu sayardı. O hayatta iken bUyük hakanlık iddiasında bulunmazdı. BUyük Selçuk Devleti yıkılınca, küçük Mo�ol devletleri kuruldu. Fakat hepsi de imparatorluk merkezinde oturan. büyük sultanı yine "bUyük" tanıyordu. Osmanlı Padişahlarını da, Orta


Tllrk 'tın Sosyo-Ekonomik Tarihi

35

Bunlar genel olarak Asya ile Anadolu'da kurulmuş olan büyük sultanlık (hakanlık)lar yahut küçük Türk hükümetleridir. Bir de bunlann dışında kurulmuş olan küçük Türk devletleri vardır. Bunlar da; a.

Avrupa 'da :

l . M.Ö.

625-2 1 6

: İskitler

2. M.Ö.

1 00-372-472

: Hunlar (Attila)

3. M.S.

562-860

: Avarlar

4. M.S.

600- 1 020

: Hazarlar

5. M.S.

. ...

. . ..

: Macarlar

6. M.S.

....

....... ..

: Bulgarlar

7. M.S.

..

8. M.S.

..

.

.

..

... . .. .

: Uzlar-Peçenekler

. ..

: Finler

..

...

.

.

.

.....

9. M.S.

1 220- 1 395

: Altınordu

I O. M.S.

1 395-1405

: Timur

l l . M.S.

1 405- 1 560

: Kazan Hanlığı

Asya'daki özsek sultanları, büyük hakan (sultan) olarak tanıyorlardı. Selani ki Tarihi İstanbul, ı 28 ı, s. 229-230. B azı haller mUstesna, ona baglı , saygılı ve hünnetkardılar. Küçük islam devletlerinin, Bagdaı'taki Halifeye hürmetkar ve baglı olduklan gibi.


36

Dr. Tahsin Ünal

1 2. M.S.

1 560- 1 600

: Kazımof Hanlığı

1 3 . M.S.

1 600- 1 780

: Ejderhan Hanlığı

14. M.S.

1 405- 1 783

: Kınm Hanliği

b. Önasya 'da; 1 . 874- 1 000 : Samanoğullan 2. 962- 1 040 : Gazneliler 3. 1 07 1 - 1 1 74 : Danişmentler 4. 1 071 - 1 252 : Mengücekler :

5. 1 07 1 - 1 20 1

Saltuklar

6. l l 04- 1 1 54 � Şam Atabeyleri (Buriler) 7. 1 1 27- 1 233 : Musul Atabeyleri (Zengiler) 8. 1 ı 46- ı ı 8 ı

:

Hal ep Atabeyleri (Suriye)

9. 1 1 44- 1 233 : Erbil Atabeyleri 1 0. l l 00- 1 23 1 : Artuko�ulları 1 1 . 1 1 46- 1 225 : Azarbaycan Atabeyleri 1 2 . 1 277- 1 300 : Pervaneo�ullan

I 3. 1 300- 1 336 : Karesio�ulları


Tiirk 'lin Sosyo-Ekonomik Tarihi

14. 1 300- 1 4 1 O : Saruhanoğullan 1 5. 1 300- 1 403 : Aydınoğullan 1 6. 1 403- 1 425 : İzmiroğulları 1 7. 1 300- 1 425 : Menteşeoğullan 1 8. 1 300- 1 426 : Tekeoğullan 1 9. 1 300- 1 39 1 : Eşrefoğulları 20. 1 300- 1 39 1 : Hamitoğulan 2 1 . 1 276- 1 48 1

:

Karamanoğullan

22. 1 3 00- 1 46 1 : Candaroğullan 23. 1 340- 1 5 1 6 : Dulkadiroğulları 24. 1 3 87- 1 600 : Ramazanoğullan c.

Moğollar;

1 . 1 259- 1 340 : Kubilay Hanlığı (Çin' de) 2. 1 335- 1 380 : Ertenaoğullan (Anadolu'da) 3. 1 1 38- 1 400 : Kadıburhanettin (Anadolu'da)

37


38

Dr. Tahsin Ünal ç.

İran 'da;

1 . 1 380-1 470 : Karakoyunlular 2. ı 403- 1 5 1 O : Akkoyunlular 3. 1 779- 1 925 : Kaçarlar d.

Mısır'da;

ı . 868-970 : Tutunoğulları 2. 935-970 : İlışitler 3 . 1 1 72- 1 250 : Eyyubiler 4. 1 250- ı 5 1 7 : Kölemenler

e. Timur'dan sonra Asya 'da; 1 . 1 500- 1 600 : Şeyhaniler 2. 1 500- 1 9 1 9 : Hive Hanlığı 3. 1 700- 1 880 : Hukan Hanlığı

f. Hindistan 'da; 1 . 450- 1 040 : Aklıunlar 2. 1 040- 1 1 83 : Gazneliler 3. ı ı 83 - ı 2 ı 5 : Gorlular


Tllrk 'lin Sosyo-Ekonomik Tarihi

39

4. 1 2 1 0- 1 526 : Türk Delhi Sultanlan

5. 1 526- 1 860 : Babür ve oğullan 1 Şöyle bir saymakta sıraladığımız Türk hükümetlerinin miktan 76-80 kadar tutmaktadır. Küçük ve birkaç senelik bir hakimiyetten sonra yıkılmış olanlar da hesap edilirse; bu asil, bu necip ve bu kahraman milletin, üç kıtanın dört yanında kurmuş olduğu devlet ve hükümetlerin miktarı I 50'yi geçer. Tarihte de bu kadar hükümet kurmuş başka bir millet gösterilemez. Ondan sonrada bu millet, idari kabiliyetten mahrum, ehliyetsiz bir millet olmakla itharn edilir. Kendi aydınlanmız yanında "bu millet, millet değildir, illettir"!..

1 Hail TEHEM : DUvel-i İslmiye, istanbul,. 1 927.S. 77, 78, 88, 1 07, l l , 208, 2 1 5, 220, 228, 233, 238, 247, 257, 272, 3 1 8, 3 5 1 , 388, 407, 412, 4 1 9, 43 I , 444, 453, 463. Burada devletlerin sultanlarının isimleri de yazılıdır.



TQrk'IJn Sosvo-Ekonomik Tarihi

41

B. TÜRK DEKASININ VE HAKİMİYETiNiN KAYNAKLARI On bir bin seneye yaklaşan bekamızı temin eden kaynaklan ve sebepleri bularak, ortaya koymak ve bunlann izahını yapmak, bir hayli zor ve müşkül bir problemdir. Çünkü, milletleri ayakta tutan ve bekasını temin eden, görünür ve görünmez, bilinir ve bilinmez o kadar çok ve o kadar çeşitli kaynaklar ve bu kaynaklardan meydana gelen o kadar çeşitli güçler vardır ki, bunlan, hem önem bakımından birbirinden ayırmak ve sıraya koymak, hem de tarihin karanlık dehlizlerinde kalmış olan bu kaynak güçleri, olaylar ve vesikalarla izah etmek, kolay ve mümkün değildir. Çünkü bir toplum için din ve fazilet yahut milliyet, dün bir beka kaynağı ve sebebi iken bu gün bir beka ve hakimiyet kaynağı ve sebebi olmaktan çıkmakta, onların yerlerine kaim olan ekonomik ve politik düşünceler beka ve hakimiyet kaynağı ve sebebi haline gelmektedir. Bunlardan birisi zayıflarken, ötekisinin kuvvetlendiği de görülmektedir. Yahut aynı kaynak ve sebepler, deviriere ve zamanın icaplarına göre, şekli, mana ve önem kazanmaktadır. Fakat madde ve ruhun, toplumun bekasında ve hakimiyetinde aynı derecede önemli olduğu daima unutulmaktadır.


42

Dr. Tahsin Ünal

Bununla beraber toplumun beka ve hakimiyetinin kaynak ve sebeplerini önce ekonomik, sonra da sosyal kültürel, dini ve manevi kaynak ve sebepler etrafında toplamak ve böylece izah etmek mümkündür. Bu gün gerek ekonomik (tarımsal, sanayi, teknik ve ticaret) düzen ve işleyişlerimizdeki, geri sosyal (fertlerin birbirleriyle, toplumun hükümetle münasebetlerindeki) ve gerekse kültürel (eğitim ve öğretimlerimizdeki, dini, ahlaki, fikri telakki ve davranışlanmızdaki) yaşantılanmızdan ve oluşumlanmızdan hangisini ele alırsanız alınız, elinizde kaldığını görürsünüz. A dan Z ye kadar bir dejenerasyon ve kokuşma hüküm sürüp gitmektedir. "Bir dokun bin aah!. . dinle, kase-i fağfuurdan" Ama buna rağmen Türk milleti yaşamakta, hatta düne nazaran bu gün, daha güçlü görünmektedir. Lakin bu görünüş zahiridir. Onun içine manevi bir kurt girmiş, için için kemirmektedir. Bu necip ve kahraman, bu asil ve çalışkan millet, bu hallere yalnız şimdi değil, zaman zaman tarihte de düşmüştür. Fakat şairimizin "Yere düşmekle cevher zail olmaz kadr-ü kıymetten" dediği gibi o şanından, şerefinden ve kıymetinden hiçbir şey kaybetmemektedir. Bilge Kağan' ın, Çiniilere karşı istiklal savaşını kazandıktan sonra taşa hak ettiği büyük nutku ve nasihatı, buna ve örnek olduğu gibi; Keçecizade Fuat Paşanın da, yan şaka yan ciddi "dünyanın en güçlü devleti Osmanlı Devleti 'dir. Çünkü senelerden beri düşmanlar dışardan, bizler de içerden yıkmaya çalıştığımız halde, yıkamadı/C' demesi de bunun başka bir örneğidir. Haçlı Seferleri ve Moğol istilasıyla Selçuklular zamanında 1 402'de Ankara Savaşı'ndan sonra, 1 829 ve 1 878 de Ruslann Edirne'ye ve Yeşilköy'e ve nihayet 1 92 1 de Yunanlılann


TIJrk'iln Sosyo-Ekonomik Tarihi

43

Ankara önlerine kadar geldikleri zamanlarda, büyük sarsıntılar geçirmiş, fakat yıkılmamıştı. Uzun mazisi içinde bin bir badireye maruz kaldığı halde, bu milleti, dipdiri ayakta tutan, yıkılınadan birbiri arkasında devletler ve imparatorluklar kurduran, beka ve hakimiyetini temin eden, maddi ve manevi kaynaklar ve sebepler nelerdir? Birçok kere sahipsiz, dolayısıyla bakımsız, fakir ve cahil kalmış olduğu halde, onu dipdiri ayakta tutan, görünür, görünmez güçler nelerdir? Acaba milletleri ayakta tutan veya yıkılışma sebep olan güçler maddi (tanmsal, teknik, sanayi, ticari v.b.) güçler midir? Yoksa manevi (fikri, dini, ahlaki v.b.) güçler midir? Yani milletleri ayakta tutan madde midir. Ruh mudur? Bize öyle geliyor ki, insan faktörü, sair faktörlerin başında geldiğine ve insan faktöründe de, insanın ruhi davranışı esas ve öz olduğuna göre, toplumları ayakta tutan veya yıkan sebep önce manevi, sonra maddidir. Topluında dejenerasyon önce manevi (dini, ahlaki, fikri, çalışkanlık, cesaret v.b.) sahalarda başlamakta ve sonra bu dejenerasyon ve bu kokuşma, sari bir hastalık gibi maddi sahalara, maddi güç ve kaynaklara sirayet etmektedir. Çoğu zaman toplumsal sarsıntıların sebebi, maddi güç ve kaynaklardan geldiği sanılır. Hayır, ekonomik ve sosyal sarsıntılar, önce insanın ruhunda başlamakta, sonra bu manevi sarsıntı, ekonomik ve sosyal sarsıntılara, ekonomik ve sosyal yaşantılam sirayet etmekte, onu da zaafa uğratmaktadır. Tembellik bir ruhi hastalıktır. Tembel insan zengin olamaz. Cehalet ve ehliyetsizlik bir ruhi hastahktır. Cahil ve bilgisiz insan radikal bir ısiahat yapamaz. Tereddüt ve korkaklık bir ruhi hastalıktır. Korkak ve mütereddit adam, savaşamaz. Yalancıhk, ahlaksızlık sebatsızhk bir ruhi hastahktır. Sebatsız yalancı ve ahlaksız adam, iş ve ticaret hayatında tutunamaz,


44

Dr. Tahsin Ona/

yahut cehalet manevi bir hastalıktır. Çalışma ve iş programı ve metodundan, prodüktiviteden ve bunun öneminden haberi olmayan insanlar ve böyle insanlardan meydana gelen toplumlar, milli enerjilerini, boşa dönen bir kasnak misali, israf .:-der dururlar. ilmi ve tekniğin önemini idrak edememek, bu konularda cahil olmak, manevi hastalıktır. Böyle bir hastalığa müptela olmuş insanlar ve bu insanlardan meydana gelmiş olan toplumlar, geri kalmaya, başkasının şikarı olmaya mahkumdur. ,.., Bunlardan şu sonucu çıkarmak mümkündür: Türk milletinin bekasını ve hakimiyetini temin eden ve her asırda bin bir badire geçirmiş olmasına rağmen, onu dipdiri ayakta tutan sebeplerio ve güç kaynaklarının başında, onun gökler kadar yüce, denizler kadar engin, nurlar kadar saf ve temiz ruhu gelmektedir. İşte bu ruh, bir Allah vergisi olarak, bir yanda çürür ve kokuşurken öbür yanda, yeni ve taze bir hayat ve ruh olarak güç kazanmaktadır. Yeni si, eskisini hertaraf ederek onu yerine kaim olmaktadır. 1 Bunu da, maddi güç kaynakları takip etmektedir. Tarımcılık, hayvancılık, dokuma ve sanayi bahislerinde bu maddi güç kaynaklara temas edildi. Zaaf içinde ve cılız olmadığını gördük. O maddi üretimi ve gücü, o maddi refahı temin eden elbette manevi bir ruh, heyecan, bilgi ve tecrübe vardı. Şimdi bu ruhun kaynaklarından hiç olmazsa bir kısmını bulup izah etmeye çalışacağız, ruhun pek çok ve çeşitli kaynakları vardır. Küçük ırmakların büyük nehirlerde birleşip nehre isim verdikleri 1 Bunun görünen ömegi, günümüzde bir dejenerasyon olur, Komünizm kokusu neşretmeye başlarken, toplumun içinden milliyetçi ve mukaddesalçı bir gücün ortaya çıkıp, ötekinin yerine geçmeye hazırlanmış olmasıdır.


T/Jrk '/Jn Sosyo-Ekonomik Tarihi

45

gibi büyük ruhi kaynaklar da büyük ruhi kanallarda birleşider ve ona isim verirler. Küçücük kaynaklardan çıkıp gelen bu ruhi davİanışlar, milletierin Allah, din, ahlak, gelenek, aile, edebiyat, sanat, destan, musiki, resim v.b. gibi büyük kanallannda (damarlarında) birleşider ve yukandaki isimleri alırlar.

1. DiNi KAYNAKLAR VE SEBEPLERİ a. Bir Allab'a İman İnsan, tanm dönemine girmeden önce, avının peşinden koşan vahşi bir hayvandan farksızdı. Avı terk eden ve tanm yapmaya başlayan insan, tesadüfe tabi olmaktan ve av peşinde koşarken maruz kaldığı tehlike ve telefattan kurtulmuş, çalışmasıyla ve gayretiyle muntazam yaşantıya kavuşmuş, sosyal ve ekonomik bir hayvan olmuştur. Medeniyet, buğdayın mevsimine göre ekilip biçilmesiyle başlamıştır. Türk tarihinde bu dönem, M .Ö. I 0.000-M.Ö. 7000 arasındaki dönem kabul edilebilir. Bu tarihler arasında Türkler ortalama olarak % 60 oranla, (daha sonra % 70 ile % 80 oranla) köy devletleri kurmuşlardır. İnsanlar arasında aile de bu dönemde, önem ve kudsiyet kazanmıştır. Gözüne çarpan yaşantısını etkileyen, tabii olaylardan korkan insan da, yine bu dönemde baba disiplini ve otoritesi, ana merhamet ve şefkati teşekkül etmiştir. Bu hal zamanla insanlarda korku, hürmet ve yardım fikirlerini geliştirmiş, buradan Allah fikrine yükselmiştir. İlk köy devletlerini kuranlar, krallar ve komutanlar değil, rahiplerdir. 1 Şaman krallardır. 1 Wels, Umumi Tarih, 1 / 1 28.


46

Dr. Tahsin Ünal

Türk milleti, en eski devirlerden beri, ister primitif devirlerde ve politeist dönemde olsun, ister monoteist devirlerde ve İslami dönemde olsun, daima dindar bir millet ola gelmiştir. Asla dinsiz olmamıştır. Aile ve köy devletleri döneminde, Türklerin aile ve köy devletleri adedi kadar ilahı vardı. Şehir devletleri kurulunca ilahiann adedi şehir devletleri adedi kadar azaldı. Devletler kurulunca. ilahiann adedi de devlet adedi kadar azaldı. Bütün Asya'yı içine alan bir imparatorluk kurulduğu zaman baş ilah adedi bir taneye inmişti2 • Böylece tek Allah fikri, Musevilikten, Hıristiyanlıktan ve Müslümanlıktan çok önce Türklerde politeizmden, monoteizme, tekamül yoluyla teşekkül etmiş bulunuyordu. Musevii ik I 200 de; Hıristiyanlık miladi (O) da başlamıştır. Kastedilen mana hep aynı olmakla beraber, bir Allah'a Hıristiyanlar "Dieux", Müslümanlar "Allah", Türkler de "Tanrı" demişlerdir. Önemli olan, insanın ve toplumun, kendi gücü ve iktidan üstünde daha büyük bir güce," kaadir-i mutlak" bir Allah' ın varlığına inanmış ve buna iman etmiş olmasıdır. Türklerde tannnın şekli önemli olmadığı gibi tasavvur dahi edilmiyordu. Türklere göre tann, tannya, yani tann kendisine benzerdi. O bilinmezdi. İslamiyet'te de Allah'ın şekli bilinemez. Allah'ın biçimi, kendisine nasıl gerekiyorsa öyledir. Binaenaleyh Türklerin imanına göre, kainatı yaratan kendileri değildir. Kainatı yaratan, bütün varlıklann üstünde bir Allah vardır3 ve bunun adı Tann ' dır. Yahut Allah'tır. 2 H. Z. Ülgen, TOrk TefekkOr Tarihi, İstanbul, I 936, 1 1 1 6-70. 3 H. Z. Ülgen, a. g. e., 111 6-70, 75-85 .


TDrk 'Qn Sosyo-Ekonomik Tarihi

47

Samimi olarak inanan ve iman eden insanlar ve böyle insanlardan meydana gelmiş olan toplumlar, çalışkan, mütevazi, mazlum ve munis olur. Dürüst, namuslu ve sağlam aile yuvalanna sahip olurlar. İyi insan, iyi vatandaş olurlar, inanç ve iman, Türk milletindeki bencilliği ve egoizmayı yıkmış, sosyal adalet, hürriyet, müsavat ve milliyet fikirlerinin gelişmesine sebep olmuştur. Vatan ve millet düşüncelerini pekleştirmiş ve dinamizminin manevi kaynağı olmuştur. Totemik devirlerdeki ''yer-su ilahı" ve ''yer-yurd sevgisi", İslami devirde, "imanı olan vatanını sever. İmanı olmayanın vatanı olmaz", şeklinde dönüşmüştür. Türklerin nasıl ve neden Müslüman olduklan ve bunun tarihi önemi aynca izah edilecektir. Allah'a inanan bir toplumun içinden çıkıp gelen ve onun başında bulunan hakan da, toplumdan ayn düşünrnemiştir. Aliah'a iman eden Türkler ve Türk hakanlan, samimi olarak. Türkleri Allah' ın yarattığına, ona önemli vazifeler tahmil ettiğine ve dünya hakimiyeti ile beraber insanlan idare etme ödevini verdiğine inanmışlardır. Bu ödevlerini yaparken de, gurura kapılmıyorlar, "ben yaptım" demiyorlardı. "Allah müsaade etti. Beni vasıla kıldı. Ben, Allah yardım ettiği için zafer kazandım. A llah münasip gördü ve müsaade etti. Ben hakan (sultan) oldum", diyorlardı4 • Bunlar, imanca samimi, kültürce 4

Osmanlı padişahlan içinde Yavuz Sultan Selimin iki vuruşta, iki ülke feth ettigi malfımdur. Fakat, Selim divanın<la, "bu z�ferleri ben

kazanmadım. Bu ülkeleri ben fethetmedim. Allah, beni bu zaferleri kazanmaya, bu ülkeleri fethelmeye vasıto yaptı", diyor. Mısır seferine

çıkan fakat hedefini kimseye söylemeyen Y. Selim Konya'ya gelir. Mevlana türbesini ziyaret eder. Çelebinin, "buyurun huzura çıkalım" teklifini, "ben huzura ne yüzle çıkarım", diye reddeder. Sabahleyin Y.


48

Dr. Tahsin Ünal

ileri, ruhen olgun, insan-ı kaınillerin ifadeleridir. İman birliği, milli birliğin hamisi olmuştur.

b. Türk Milletini de Allah Yarattı Bu ifadede, böbürlenme, gururlanma ve üstünlük ifadesi değil, milli tefekkür ve milliyet fikri vardır. Aslında, "sair milletler gibi Türk milletini de Allah yarattı" demektir. Amma onda zaman içinde gelişen milli tefekkür ve milliyet düşüncesi, "de" nin kaldırılmasına sebep olmuş ve "Türk milletini Allah yarattı" şekline sokmuştur. Hattı zatında bu ifadeler, aşağıda da izah edileceği gibi hiç de mübalağalı ifadeler değildir. Bu milli tefekkürün milliyet şuurunun uyanmasının bir sonucudur. Hz. Peygamberimiz Arap ve Kur'an Arapça nazil olduğundan, asırlarca İslam aleminde Araplara, kutsal millet nazarıyla bakılmış ve "kavm-i nesi-i necib" diye hürmet ve itibar edilmiştir. Araplar da bunu böyle bilmişlerdir. Bunun gibi Türkler de kendilerini "Türk milletini Allah yarattı" diye bilmişler ve buna yalnız kendileri değil, komşuları da samimi olarak inanmışlardır. Bu inanış Türk milletinin beka ve hakimiyetini temin eden manevi kaynak ve sebeplerden biri olmuş, dini idealizmini ve dinarnizmini temin etmiştir.

Selim'in huzuruna çıkarılan fakir bir adam, "rüyamda Mevlôna 'yı gördüm. Selim, Mısır seferinde zafer kazanacaktır" dedi. Buna hayret etmekle beraber morali birkaç katına çıkan Selim 20.000 altın verdi. Adam, "bana bu kadarı yeter", diyerek 1 000 altın aldı. "Gerisini Mısır seferine sarf edersin", dedi. İşte bunlara en azından tevazuun ifadeleridir. İyi insanın, iyi vatandaşın izahıdır.


Tlirk 'lln Sosvo-Ekonomik Tarihi 2.

49

SOSYAL KAYNAKLAR a. Aile ve Kadm Eski Türk aileleri,

çocuklardan

ibaret

bugünkü

toplumun

gibi karı, koca ve

çok

küçük

bir

hücresi

mesabesinde değildi. Eski Türk aileleri en az ana, baba, çocuklar

ve

çocuklarından

erkek

çocuklann

ibaretti.

Toplumun

ailelerinden,

onlann

büyücek

hücresi

bir

50-60 1 00- 1 50 kişiden müteşekkildi . Bunun tipik

mesabesinde idi. Hatta bir çok hallerde bir Türk ailesi kişiden, bazen

örneklerini eski paşaların, zenginlerin saraylannda görmek 1 mümkün olduğu gibi köylerimizde de görmek mümkündür • Kalabalık ailelerde çoğu zaman ekonomik bir üstünlük, sosyal bir düzen, ahiald bir safiyet ve asalet hüküm sürer, çünkü ailenin bütün erkeklerine iş bulup, çalışma imkanı sağlandığı gibi tanıncı ve hayvancı olan bir ailede bütün fertlere

bulmaktadır.

Bu

hal

onlara

yardımlaşmayı,

dayanışmayı, dolayısıyla ekonomik üstünlüğü sağlamaktadır. Bu tip ailelerde halı, kilim, harar, çuval dokumak, süt sağmak, yağ, suretiyle katkıda

peynir ve yoğurt yapmak,

kadın da ekonomik

bulunmaktadır.

çabaya,

Ailede

bir

terzilik etmek

dolayısıyla refaha anlaşmazlık,

bir

1 Karaman'ın Akçaşeh ir Köyü'nde "Hacı Yahya ÜNAL"ın üç oğlu ve oğullarının çocukları, çocuklarının çocukları, dışarı gidenler hariç, 45 kişiden ibaret olduğu, Karapınar (Sultaniye) İlçesi'nde "Mukayıtlar" denilen bir aile de 1 1 O kişiden ibarettir. Bu kalabalık ailelerde sevk ü idare ailenin en yaşlında değil en akıllısında, becerikli ve otoriter olanındadır. Konya'nın Hadim İ lçesi'nde, "Hadimi oğulları " adıyla anılan bir ailenin, Türkiye sathına yayılmış 2340 ferdi tespit edilmiştir. Kabalık ailelerin çokluğu, toplumun bekası için bir güç, toplum düzeni için emniyet vasıtasıdır.


50

Dr. Tahsin Ünal

geçimsizlik zuhur ederse, büyükler işe müdahale ederek, bunu hertaraf etmektedir. Aileden evli bir erkek ölürse, çoluk çocuğu öksüz kalmamakta, aile perişan olup dağılmamaktadır. Küçük yavrular, amcalann, dayılann, halalann ve teyzelerin yanında ve himayesinde, onlann terbiyesini alarak büyümekte, sonra da üretim çalışmalanna katılmaktadır. Dul kalan genç kadınlar, ya kocasının erkek kardeşiyle veya amcasının, dayısının, teyzesinin oğluyla evlenerek yine aile içinde kalmaktadır? Yine bu tip kalabalık ailelerde, bir asalet, bir iffet ve necabet, bütün tutum ve davranışlara hakim olmaktadır. Ailenin hemen bütün fertleri ağırbaşlı, temkinli, az konuşan çok düşünen birer vatandaş olmaktadır. 3 Bu tip ailelerden hırsızlık, canilik eden erkek, iffetsizlik eden kadın nadiren çıkmaktadır. Çünkü böyle şeyler için elleri boş değildir ve zamanlan yoktur. Hem de "il-gün neder?. . ayıptır. Buralarda arsız barznamaz, hayaszz yuva yapamaz. . . " Tarih içinde geriye doğru giderek ve Dede Korkut Kitabını okuyarak "Türk boylan, Türk soylan, Oğuz kabileleri" dediğimiz toplumlann, böyle kalabalık birer Türk 2

Tıp, kan birligi ve karışımı sebebiyle, aile fertleri arasında dejenerasyon oluyor diye, yakınlar arasında izdivaca müsaade etmiyor. Dogrudur. Bunun canlı ömegi, ismi geçen Hamidiogullarında görülür. Fakat Karapınar'daki Mukayyıt ogullarında bu türlü bir dejenerasyon yoktur. Çünkü Mukayyıt ogulları buna dikkat etmektedirler. 3 Annem vefat ettigi zaman, köyüme gitmiştim. Karapınar'dan Mukayıtlardan Hacı M ustafa ve Hacı Mehmet, aileleriyle beraber başsaglıgına geldiler. Karşımda, Mü'mine Hatun' la Sultan Bacı Hatun. Mevlana ile Hacı Bektaşı Veli, bagdaş kurup oturmuşlar sandım.


Türk 'ün Sosvo-Ekonomik Tarihi

aileleri olduğunu görürüz. Her biri ayrı bir meziyete ve servete sahip Türk aileleri . . . Cesur, kahraman, mert hem de pek civanmert, boy beylerinin (aile reislerinin) idaresinde bulunan bu kalabalık aileler, Türk milletinin aslı, özü ve

ta

kendisiydi. Milli kültür ve medeniyet bunlardaydı. Üretimin ve askeri gücün kaynağı, idareci kadronun fideliği bunlardı. Bu

tip

kalabalık

ailelerin,

zamanla

parçalanması

ve

küçülmçsi, Türk sosyal hayatında pek çok sağlam temelierin parçalanmasına, •

yaşantılara

dolayısıyla yabancı

sızma

imkanı

bulmasına

unsurlann toplumsal sebep olmuş,

milli

zaafiyete zemin hazırlamıştır. Bazı kaynaklar, "Türklerde evlenme, kız kaçırma ile olurdu" diyorlarsa da4 bendeniz buna katılmıyorum. Kız kaçırmak suretiyle evlenme vardı. Bugün de vardır. Fakat, bu toplumun fakir olan ve gönlünü kaptınnış olan küçük bir zümresinin baş vurduğu bir olaydı. Geride kalan büyük kitle, dünürlük yoluyla, ananın babanın . ve kızın nzasıyla, ni şan koymak suretiyle düğünle, demekle ve şölenle evlenirdi.

"Oğuz beyleri toplandılar. Bay Büre Beye Allah bir oğlan versin diye dua ettiler. Toplantıda bulunan Bay Bican, bey/erin benim için de dua edin. Allah bana bir kız verirse, Bay Büre Beyin oğlunun beşik kertme nişanlısı olsun dedi. Bay Büre 'nin bir oğlu oldu. Adını Bamsı Beyrek koydular Bay Bican 'ın bir kızı oldu. Adını Banu Çiçek koydular. Zaman geçti. Bamsı Beyrek 'le Banu Çiçek bir otlakta tanıştılar ve seviştiler. Dede Korkut 'u dünürcü gönderdiler. Dede Korkut Banu Çiçeği, anasını, babasını ve Deli Karaçar 4 A. İnan, Tarihte Ve Bugün Şamanizm, s. 1 66- 1 67. O. Cilacı, "Şamanizmde Evlenme", Türk Kültür Dergisi, sayı: 1 23/ 1 77.


52

Dr. Talı.'i11 i Ü11al

admdali kardeşini razr etti. Bamsı Beyrek 'le Banu Çiçek nişanlandrlar. Fakat Bamsı Beyrek kofiriere esir oldu. Banu Çit;ek nişanltsmr on altı sene bekledi. On altı sene sonra Banı.'lt /Jeyrek tamnmadan düğün yerine geldi. Bir yandan gen�·ler at hiner. ok atar, cirit oynar, eğlenirlerdi. Bir yanda kazanlar kaynar, yemekler yenirdi. Bir yanda kizlar, kadmlar toplanmrş eğlenirdi. . . Kırk gün kırk gece düğün edip Bamsr 5 Beyrek 'le Banu Çiçek evlendiler". Gelin damat evine gelirken yanında gelinin yakınlanndan bir kadın bulunur. 6 Buna. "eğetlik", "sağdıç kadın" denirdi. Gelin damat evine girerken başına buğday, nohut, üzüm, şeker saçılırdı. Yeni gelin

kocasının

evinde büyüklerin yanında yüksek sesle

konuşmaz ve isimlerini söylemezdi. Bugünde Anadolu'da bu adetler vardı. Primitif ve totemik devirlerde Türk ailesi hukuki bir statüye sahip değildi. Aile maderi (ana ailesi) karakterinde idi ve

kadının

yeri

büyüktü.

Erkek

ancak

bir

kadınla

evlenebilirdi ailesi reisi dayı idi. Fakat politik gelişmeler de oldu. Erkek evden ayrılıp uzak diyariarda savaşlara katıldıkça kahramanlıklar

gösterdikçc

devlet

idaresinde,

ordu

kademelerinde vazife aldıkça aile içinde erkeğin önemi arttı.Maderi aile, pedarşahi aileye (baba ailesine) dönüştü. Ailede kadının hakları azalırken erkeğin hakları çoğaldı ve ailede kadın ile erkek eşit haklara sahip oldu. Hatta sosyal yaşantıların bir nedeni ve sonucu olarak, erkeğin hak ve salahiyetleri daha da çoğaldı. Erkek iki kadınla evlenıneye başladı. Türk sosyal hayatında (teaddiidü zevcat) dönemi

5 6

Ocde Korkut, istanbul, 1 953, s. 63-79. Kaşgarlı Mahmud, Divan, tercUme: B. Atalay, 1 1 1 50.

S. Hızarcı,


Türk 'ün Sosvo-Ekonomik Torilıi

53

başadı. 7 Fakat birden fazla kadınla evlenmede (teaddüdü zevcatla) aile içindeki otorite ve salahiyel ilk kadında kaldı. Ötekilere "kuma" denildi. Çocuklar ilk kadının sayıldı. İlk kadından olan çocuklar hakan (padişah) olabilirdi. Buna rağmen Türk kadının aile içindeki hak, salahiyet ve hürriyeti İran, Bizans ve Roma, hatta uzun zaman Avrupa kadınınkinden daha çok ve daha üstündü. Hakanla, Hatun eşit sayılırdı. Toplum içinde de kadınla erkek eşit idi. Hakanlar tarafından çıkarılan kanun ve fermanlar, "ha/um ve hatun buyuruyor ki, " diye başlamaz ve altında, hakanla beraber hatunun imzası bulunmazsa, toplum tarafından geçerli kabul edilmez ve saygı gösterilmezdi. Hakan, hatunla beraber elçiler kabul etmezse, bu elçiye, dolayısıyla o devlete hakaret sayılırdı. Onun için hakan elçiyi hatunla beraber kabul da ederdi. Çocuklar üzerine vel ilik hakkı yalnız hakana değil hatuna da aitti. Hakanlar ölünce nice hatunlar hakanlığa velilik, niyabet etmişlerdir. Alt tabakalarda ve toplum içinde de kadının değeri bundan aşağı olmamıştır. XIII ncü asra kadar Türk kadını şehirde ve köyde çarşaf giymemiş yüzünü peçe ile örtmemiştir. O, toplum içinde daima bir ahlak timsali, itTet numunesi olarak yaşamış, erkekleri tarafından hürmet ve itibar edilmiştir. Kadın ve kadının iffeti ağır hukuki müeyyidelerle müdafaa edilmiştir. Evli bir kadına zorla tecavüz eden idam edilmiş, kıza tecavüz eden onunla evlendirilmiştir11 • Kadın kocasına sadık ve hürmetkar, koca karısına kibar ve saygılıydı.

7 8

Fuat Köprülü, Türk Edebiyatı Tarihi, s. 24 . Hasan Ali Koçer, Eğitim Tarihi. Ankara. 1 97 1 , s. 1 3 .


54

Dr. Tahsin Ünal

Mil letin beka ve hakimiyetlerinin kaynaklanndan biri de onun gökler kadar engin, kayalar kadar sert bir ahlak, bir iman ve bir karı koca sadakatine sahip, erkeklerin mert, kadınlarının iffet ve isınet sahibi olmasıdır. 1 5 sene Türk tarihini tetkik ederek bir tarih yazmış olan Amerikalı bir tarihçi, "Türklerin yıkı/madan bir biri arkasında devletler ve imparatorluklar kurmalarının sebebini onların, sağlam aile yuvaları kurmalarında arama/ıdır. Gerçi onlar İslami devirde ''üçten dokuza şart olsun. Hanım ben seni boşadım " dediler mi, ailelerinden ayrılabiliyorlardı. Fakat karakter sahibi bir Türk erkeğinin ağzından bu ç(ft sözü çekip çıkarabilmek için, dört camız gücü lazımdır" demektedir.

Ahhiki metanet ve sağlam karakter denilen budur. Kadının giyinişine bakarak, onun psikolojisi ve tutumu hakkında bilgi veren bazı aydınlar "KlZil elbise giyen Türk kadını kendisini sevdirmeyi bilen kadındır. Kırmızı giyen, güzel giyinmesini bilen kadındır. Yeşil giyen naz etmesini bilen kadındır. Çiğ değil göz alıcı renklerde elbise giymek, hafifliğin değil, temizliğin. güzelliğin ve sağlığın ({adesidir. Koyu renk, ciddiyet ve sadakalin (fadesidir"

demektedir9 .

Salur Kazan'ın karısı Burla Hatun, kendisi kadar hesna ve müstesna 40 cariye ile beraber esir olur. Düşman komutanları, "Burla Hatuna önce sakilik yaptıralım sonra yatağımıza alalım" derler. Gönderdikleri adam gelir. Burla Hatunu sorar 40 kadın birden benim diye bağırır. Bilemezler. "Öyleyse oğlunu çengele asalım kesip kavurma yapalım. 9

Kaşgarlı Mahmud, Divan, tercOme: B. Atalay, 1 /394.


Türk 'ün Sosyo-Ekonomik Tarilıi

55

Kadınlara verelim, kim yemezse, o Burla Hatundu derler." Bunu öğrenen Burla Hatun, "seni kesip etini kavurup bize sunacaklar senin etini yiyip Salur Hamn namusunu kurtarayım. Biri oğlum öteki namusum... Hangisini feda edeyim?" Diye sorunca oğlu, ana, ana, ana hakkı, Allah hakkı olsaydı , kalkar ağzını yırtardım. Namus ulvi, can sufli ... Herkes bir yerse sen iki yeki, namusumuz iki paralık olmasın. Oğul bulunur, ama namus bulunmaz," der 1 0 • işte Türkün ahlak ve namus telakkisi buydu. Ailede karı koca birbirine bağlı, saygılı ve hürmetkardı . Erkek ailesine, "Hey başımın bahtı, hey evimin beti bereketi, hey kara saçlım, hey çatma kaşlım, hey kadın kadınım, hey evimin direği eşim" diye hitap eder, hitap ettiği gibi de muamele ederdi. Kadın kocasına, dünyada başka milletierin kadınlarından, özellikle bu günkü kadınlanmızdan çok farklı hitap eder ve "Hey koç yiğidim, hey şah yiğidim. Başımın yastığı, hey gönlümün bahtı, hey göz açıp gördüğüm. Hey gönül verip sevdiğim. Ak bahtım" diye seslenirdi. Sesinde ve hitabındaki gibi de saf, derniz ve faziletli idi. En makbul ve muteber kadın "kocasından evvel kalkan, kocasına kul köle olan, evini temiz tutan, çocuklarına iyi bakan", dışarıya karşı gözü kör, kulağı sağır olan kadındı. Bir münakaşada kocasına cevap vermeyen, dövülürse dışarıya değil, içeriye kaçan kadındı. Muteber kadınlardan biri de Deli Dururul' un kansının yaptığı gibi kocasına bağlı, kocası için icabında canını verebilen kadındı 1 1 .

10 11

S. Hızarcı , Dede Korkut, s. 53-54. Hızarcı, Dede Korkut, s. 30, 66, 69, ı 00, ı O1 .

S.


56

Dr. Tahsin Ünal

Türk toplumunda dini taassup, kaç göç yoktu. Kadın erkekle beraber ekonomik çabalara katıldığı gibi siyasi ve askeri faaliyetlere de katılırdı. Ailede boy gibi hakanlarda hatunlarıyla müşavere ederdi. Türk kadınları da erkekleri kadar güreşte, binicilikte, kılıç kullanma ve ok atmakta mahir idiler. Banu Çiçek'in "beşik kertme nişanlığı" Bamsı Bcyrek'le yarışması, Burla Hatun'un kocası Salur Kazan'ın imdadına koşması bunun bariz delilidir. 12 Türk kadın ve yetişmiş kızlarının boyunlarına sadaklarını asarak içine oklarını koyarak, bellerine kılıçlarını kuşanarak yakın muharebelere katıldıkları gibi uzak muharebelere iştirak ettikleri muhakkaktır. Şu olay bir yandan Türk kadının, icabında uzak muharebelere de iştirakini göstermesi bakımından olduğu kadar, bir yandan da Türk kadınının asalet, necabet ve kocasına sadakatini ve iffetine düşkünlüğünü göstermesi bakımından da önemlidir. Moğollar Güçlük Han'ı mağlup ederler. Güçlük Han maiyetiyle beraber Pamir yayiasma doğru kaçar. Fakat takip edenler onu bir yerde sıkıştırırlar. Sert, çetin ve kanlı bir savaştan sonra Güçlük Han ağır bir şekilde yaralanır. Başını bir at oğlanının dizine dayar, ölmek üzeredir. Bir aralık gözünü açar ve kendisini mağlup eden Moğol Komutanı Kurt Cebe Noyan'ı çağınr, o yaklaşır. "C. Noyan, ölmeden senden bir ricam var. Ben ölünce başımı kes. Cengiz Han 'a gönder. Cenğiz Han Keraillerin reisi Ong Han 'ın başı gibi benim başımı da gümüş/etsin. . . "

12

S. Hızarcı, Dede Korkut, s. 63- 65, 89.


57

Türk 'ü11 Sosvo-Ekotıonıik Turilli

"Baş üstüne Su/tanım. Ricanız yerine getirilecek/ir. Başka istekleriniz varsa onlar da yapilacakllr." "Öyle ise, askeriine aman veriniz. Onlar vaz!felerini yaptılar. Sağ kalanları siz hizmetinize atınız. Onlar mert insanlardır. Size yadım etsinler." "Bu isteğiniz de mahiyelime alacağım."

yerine

getirilecektir.

Kendi

Bu sırada Güçlük Han'ın ağzından kan geliyordu. Ölmek üzere idi. "Bayrağmıı getirin" diye mırıldandı. Hemen bayrağı getirildi. Güçlük Han bayrağını görünce son bir gayretle doğruldu. Bayrağını tuttu ve öptü. Ağzından akan kanlar bayrağı kan lekesi yaptı. "Cehe Noyan" dedi. "Beni mağlup etmeniz sana büyük şan ve şeref /emin etti. Artık tarih ve dünya senden bahsedebilir. Buna karşı senden bir şey rica edeceğim." "Söyle su/tanım. Senin gibi bir kahramamn her isteğini yaparım." "Bayrağımı henden başka kimse taşıyamaz. Cebe Noyan onu benimle beraber toprağa göm, aniadın mt? . . . " "Baş üstüne efendim", diyerek Güçlük Han ' ın bayrağını koJ iarının arasına koydu ve Cebe Noyan, "hen de bayrağımla gömülmek isterim" diye mırıldandı. Güçlük Han:


58

Dr. Tahsin Ünal

"Sağo/ Cebe Noyan. . . Hani benim at uşağım, nerede ? Yoksa oda mı. şehit oldu?" diye sordu. Süvarİler arasından biri, "Hayır beyim buradayım", diye cevap verdi ve civan bir şövalye Güçlük Han'a yaklaşarak elini öptü. "Buradayım beyim, yanınızdan ayrılmadım ve ayrzlmayacağım", diyerek yanına diz çöktü. Güçlük Han son gücünü topladı. Sanki iyileşmiş gibi dirseğinin üzerine geldi. Cebe Noyan'a: "Kurt Cebe Noyan. . . Ruhum beni terk ediyor. . . Davullar çalınsın, borular ötsün. . . Herkes anlasın ki Güçlük Han ölüyor... "

Cebenin bir işaretiyle davullar çalınmaya, borular ötmeye başladı. Bayraklar selama durdu. Güçlük Han birden, bir eliyle bayrağını bağrına basarken, öteki eliyle yanına diz çökmüş duran civan şövalyesinin omuzlarına yapıştı. Kahramanca ve yüksek sesle: "Cebe Noyan!. .. Cebe Noyan!. . . Cengiz Han kellemi, yurdumu alabilir, bayrağımla karımı alamaz. Türk 'ün karısıyla bayrağına, kimse kirli elini süremez!. . . " Diye devarn edecek ve bağıracaktı. işte tam bu sırada Güçlük Han'ın yanında diz çökmüş duran civan şövalye, bir anda göğsünden zırhını, başından tolgasını çıkarıp atarken� "Güçlük Han 'ın bayrağına ve karısına kimse el süremez" diye bağırdı. Belinden çıkardığı hançeri aman


TIJrk 'tın Sosvo-Ekonomik Tarihi

59

zaman demeden bir anda sapma kadar kalbine sapladı. Güçlük Han' ın üstüne düştü ve onunla beraber can verdi. 13 Bizzat siyasetle uğraşan, ordu sevk ve idare eden birçok Türk kadını vardır. Bunlar tabi hakaniann (sultanlann) veya idareci kadrolann aileleridir. Mete Han'a tahtı verrnek istemeyen üvey annesi Terken Hatun, İl-teriş Hakan ile istikhll mücadelesine katılan İl-bilge Hatun başta olduğu halde, Tuğrul Bey'in ailesi Altun-can Hatun, Melikşah'ın ailesi Terken Hatun, bizzat askerin başında savaşan Türk kadınlardır. Dulkadiroğullarının 20.000 kişilik kadın birliğinin olduğundan bahsedilir. Aşık Paşa, cephelerde kafir ile savaşan "Bacıyan-ı Rum"lardan bahseder. Osmanlılar devrinde bir kadınlar saltanatı vardı . Perde arkasından padişahlara tesir etmek veya niyabet (vekalet) etmek suretiyle, siyasete karışmışlardır. Hürrem, Turhan ve Safiye Sultanlar bunların başında gelir. 1 4 Bunlar ya politikacı veya komutan ve asker olarak. erler gibi er meydanlannda kılıç sallayan Türk kadınlandır. İster erkek, ister kadın olsun, insan insandır. İyi bir eğitimle kadınlan erkekleştirrnek, kötü bir eğitimle erkekleri kadınlaştırmak her zaman mümkün olan hallerdendir. Fakat kadıniann ordu işlerine ve siyasete katılması bir yandan şecaat, kahramanlık, kocalanna (sultanlanna) sadakat ve bazı hallerde ulvi bir hizmet ise de, çoğu zaman devletin ve toplumun iç işlerini karıştırmak suretiyle olumsuz sonuçlar 13 Leon Kah un, Gökbayrak, Tercüme: T. Tugaçar, İstanbul, 1 957, s. 1 761 78. 14 O. Turan, TOrk Cihan Hakimiyeti Mefkuresi Tarihi, istanbul, 1 969, 1 1 1 26- 1 32.


60

Dr. Talisin Ünal

verdiğine tarihimiz şahittir. Bu itibarla genel olarak Türk kadınlığının vasfını ve niteliğini, siyasi ve askeri konular değil, bilgi. sanat, kültür ve iyi evlat yetiştirrnek konuları, daha iyi tebarüz ettirrnckte ve izah etmektedir. Türk kadını bir meydan muharebesini kazanmaktan ziyade, meydan muharebcleri kazanan Alparslanları, Kılıç Arslanları Hacı Bektaş-ı Velileri, Sinan' ları ve Bakileri doğurmak terbiye etmek ve yetiştirmekle iftihar eder ve öğünür. Harzemşahlardan Mehmet Tekeş'in annesi Terken Hatun siyasete karışarak devletin yıkılmasına, fakat aynı aileden olup Sultanü'l-ulema Bahaddin ile evlenen Mü' mine Hatun, şöhreti dünyayı tutmuş olan Celaleddin' i Rumi 'yi doğurarak ve yetiştirerek Türk kültürüne büyük katkılarda bulunmaya sebep olmuştur. Celaleddin 4-5 yaşına gelmiş, bir gün annesi Mü'mine Hatun Cclaleddin'i sokaktan çağırıp içeri almış ve babasının kütüphanesine götürmüş. Bir sandalyenin üzerine oturup Celaleddin' i yanına çekmiş; "Dinle oğlum, Celiileddinim, beni kzz iken vezirler istedi varmadım. Paşalar istedi varmadım. Bilgin olan baban istedi onunla evlendim. Çünkü oğlum Celiileddinim, mevki/er, makamlar. vezirlikler ve paşalıklar geçicidir. Bir gün padişah ktzar, veziri az/eder. Paşanın rütbelerini geri alır. yahut emekliye sevk eder. Fakat insanın kafasındaki bilgiyi kimse alamaz. Siz. vezir ve paşa değil, ilim adamı o/acakszmz. Geçici olana değil. daimi olana sarılacaksımz.


TiJrk 'iln Sosvo-Ekonomik Tari/ıi

61

Bak. (kitaptan göstererek) bunlar babamn. kitaplarıdır. Oğlum. sokak insanı adam etmez. Burada oturacak ve bunları okuyacaksınız. Okumaya alış oğlum. Göreyim Celaleddinim. Siz babanızı geçmeye çalışmalısmız. Oğullar babaların geçmelidir", diye nasihat etmiştir.

Cehileddin-i Rumi 1 3 yaşında idi. Ailece İran'dan geçerek Anadolu'ya geliyorlardı. Babasıyla beraber meşhur Pentname yazarı Feridüddin Attar'ı ziyarete gitmişlerdi. Bir hayli sohbetten sonra F. Attar, baba ile oğlunu kapıdan uğurlamış, önce babası arkada Cehileddin giderlerken, onları bir müddet seyretmiş ve ''fesubhanallah. bir derya, bir gölün arkasına düşmüş gidiyor" diye mınidanarak içeri girmiştir. Fatih'in annesinin fetih haberini, Atatürk'ün annesi Zübeyde Hanım'ın, büyük zaferin haberini duyduğu zamanki düşüncelerini, Himalayalar kadar kabaran göğsünde duyduğu iftihar hislerini, acaba dünyada kaç kadın duymuş ve hissetmişti. Derler ki, Celaleddin-i Rumi 'nin tabutu gelirken babası Bahaddin 'in Sandukası ayağa kalkmıştır. ATATÜRK "ver anneciğim elini öpeyim" derken, Zübeyde Hanım "Benim sana anneliğim senin millete babalığın yanında devede kulak kalır. Ver ben milletin babasının elini öpmeliyim" diyerek oğlunun elini öpmeye kalkışmıştır. "Kızım sen üniversite kaçtasın ? Kızım sen Fati/ı 'i doğuracak yaştasın. "


Dr. Tahsin Ünal

62

b. Türk Karakteri Her milletin olduğu gibi, Türk milletinin de asırlarca iliklerine kadar işlemiş ve sinmiş bir karakteri vardır. Fakat, onun bu karakteri dışardan nüfus eden tesirlerle her sene biraz daha borolmakta ve dejenere olmaktadır. Fakat bunu alttan, halk tabakalanndan gelen, aydınlara ve üst tabakalara katılan. toplumsal değişme ve tazeleşmelerimizi temin eden sosyal oluşumlarımızı önleyeceğine inanıyorum. O bir mevki, makam ve rütbe sahibi olabilmek için şuna buna yaltaklanmaz ve bunu adilik sayardır. Kırık kanatlarla yalçın kayalıkların doruğuna uçmaya kalkmaktansa, kendi gücüyle yükseklere urmanınayı evla bulurdu. Şahsi ehliyet ve kabiliyetiyle yükseklere çıkmak makam ve rütbe sahibi olmak, alın teri dökerek hehilinden mal kazanmak, onun en büyük şianydı. Aynı dili konuşan, aynı dine inanan, aynı okulda eğitim gören, büyüklerine saygı duyan Türkler arasında, büyük ve toplumu parçalayıcı fikir ayrılıklan olmazdı. Onlar, fertleri aileleri ve zümreleri birbirinden ayıran, parçalayan kovuculuk ve münafıklık nedir bilmezler, böyle şeyleri pespayelik kabul ederlerdi. Onlar, insaniann ailelerin ve zümrelerin birbirinden manevi bağlarını koparnıayı değil, kopmuşsa bağlamayı. vicdanİ vazife addederdi.


TIJrk 'On Sosvo-Ekonomlk Tari/ıi

63

Kovcular hapsedilir, yalan söyleyenin dili veya dudağı kesilir şaklabanlar, palyaçolar. İnsanları güldürenter nefyedilirdi . 1 5 Zenginlere, hatırlı kimselere riyakarlık yapamazlar. Onlan yanıltacak tahriklerde bulunmazlardı. Dostlanna karşı kibirlenmezlerdi. Arkadaşlanna, akrabalarına ve komşulanna karşı fenalık değil, yardım ve iyilik yaparlardı . Hizmetleriyle, iyilikleriyle, kahramanlıklanyla öğünmezlerdi. Türklerin içieri ve dışlan birdi. Az uyur, çok çalışırlardı. Misafırperverdiler. Onlar, fakirliği ve kıt kanaat geçinmeyi, acizlik, kanaatkar olmayı hazımsızlık, tembelliği çalışmaya mani olan ayak bağı kabul ederlerdi 1 6 • Mütevazi, asaletti ve mert karakterli idiler. Kalleşlik yapmazlardı, barışta kuzu kadar munis, savaşta aslan kadar parçalayıcıydılar. Benci ve egoisı değildiler. Türk'ün ahlak ve karakterini, onun toplumca ilerici ve dinamik ruhu yalnız Cahiz değil, onunla temas eden daha nice meşhur simalar anlatırlar. Bunlardan La Martin, "Türkler, yer yüzünün en şerefli insanlarıdır. Huyları temiz ahlôkları pek yücedir. Yiğitler ve onların bu fazileıleri hiçbir zaman bozulmaz. Dini, vatani fazilet/eri, tarqfsız her insana hürmet telkin eder. Onların vatanı, kahramanlar ve şehitler vatanıdrr. Böyle bir millete düşman olmak, bence insanlığa düşman olmaktır" derken. Lord Byron da "Türkler yalancı olmadıkları gibi, iki yüzlü de değildir. Savaşta şerefle ölmeyi, şerefsizce yaşamaya tercih ederler. Kılıçla yendiği milletin ıs Cahiz, Tü rklerin Faziletleri, (Türk KültürUnO Araştırma EntstitUsO Yayınlarından), Tercüme: R. Şeşen, Ankara. 1 967, s. 77-79. ı6 Cahiz. s. 86-89.


64

Dr. Ta/ısin Ünal

yarasını saran bir millet varsa o da Türklerdir"der. D'atrak "Türkler insaniyetli, faziletli, doğru, zay�flara yardım seven, aile namusuna hürmet eden insanlardır. Onlar dünyanın en asil mil/etidir." Derken; Chatteau Briand, "Türkler, gerçekten merhametli ve musamahakdr insanlardır. Mukaddesat ve mukadderatlarma saldıranları affetmez/er, kendi dinlerinden olmayanlara ses çıkarmaz/ar. Bu necibane bir hareket ve karakter değil de nedir?" demektedir. Moltke, "Türklerin kadınları namus/u, erkekleri merttir. Silahlı milletin, canlı örneği Türklerdir. Türk ata biner gibi oturur, keşfe gider gibi uyanık yürür. " Napolyon, "Türkler öldürülebilir fakal mağlup edilemez/er" diyorlar. 1 7 Türklerin güzellik, sevimlilik, tatlılık, edep ve haya, büyüklere saygı ve onları ağırlama, sözünde dunna, ahde vefa, sadelik, mertlik ve öğünmemek, karakter ve faziletleridir. Türk'ü kim görürse görsün, büyüklü �üne ve civanmertliğine bakarak, "bu adam Türk 'tür", der. 1 Onlar kendi milli karakterlerini genç nesillere aşılarken, "temiz elbiseyi kendin giy, fakat tatlı yemeği misafire yedir. Misafiri iyi ağırla ki, ünün cihana yayılsın. Çalışanın dudağı yağlı, temhelin kaşı kanlı olur. Çin 'in ipeği çoktur. Fakat ölçmeden, biçmeden vermez. Yılan kendi eğrisini bilmez de, devenin hoynu eğridir", der. "Sen önce kendi eğrifiğini düzelt. Kendisini öven, yap derince yaparnazsa donunu kirletir. Kendini övme ve övünme" 1 diye nasihat ederlerdi.

T. Ünal, Şehitler ve Gaziler. Ankara, 1 969, s. 9, 29, 37, 44, 65, 78. Kaşgarlı Mahmud, Divan, Tercüme: B. Atalay, 1 /362. 1 9 Kaşgarlı Mahmud, a. g. e., 1 /45, 70, 85, 92, 93, 427.

17 18


Tiirk 'ün Sosvo-Ekonomlk Tarihi

c.

65

Türk Karakterini Değeneoler

Türk karakterini beğenenler, övenler olduğu gibi kötüleyenler de vardır. Kötüleyenler, Türk'ten mutlaka "kötek" yiyenlerdir. Türk' lerden asırlarca dayak yiyen Çinliler, "Türkler yaban kedisi gözlü, korkunç barbar/ardır." İranlılar, ·�til gövdeli, ateş yüzlü, yıkıcı kasırga/ar" derlerken, İngiliz Başkanı Gladistan da, "Türklerle konuşulmaz. muhatap alınmaz" diye kötülemişlerdir. Bunların Türk'ü övmeleri elbette mümkün değildir. Nitekim, bir Yunanlı bil im adamı olan Aleksandr Pallis "Türkleri kötülemenin birinci sebebi, Türk 'ten dayak yemiş olmaha, ikinci sebebi de din fanatiğine eklenen sürekli Türk başarılarıdır. Türk başarıların yarattığı korkudur. Türk adının. bütün dünya milletlerinde korku ve dehşet yaratmış olmasıdır. Türk başarısı, bilim adamlarını tarafsız bir gözle görme ve düşünme imkanından daima uzak tutmuştur" 1 diye izah ederken, Alman tarihçilerinden Herbert Melzig de, "Türkleri kötüleyen Arap, İran, Yunan. Çin. Ermeni, Fransa, Rus ve sair milletierin tarihleri Türklere yapılan küfürler ve kötülemeler/e doludur. Tarihler, Türklere çocuk yiyen vahşi ve canavar. İncil 'de adı geçen Apo Calyse 'in barbar ve korkunç ataları gibi ithamlarla doludur. Bunlara Türkler ne yapmtşlar ki, Türkleri böyle kötülüyorlar. diye araştırılacak olsa, Türklerden mutlaka dayak yedikleri görülür. Fakat bugün bile Türklere yapılan bu yersiz ve haksız ilhamları {.ıtuçlamaları) anlamak zor değildir. Çünkü gerek eskiden, gerek zamanımızda şuur altında kalmış olan bu tarihi karalamaları ve kötülemeleri doğrulama için her zaman 1 A. Pallis, in The Days or The Janissaries. Londra. 1 95 1 , s. 89- 1 50.


66

Dr. Tahsin Ünal

zemin hazır olmuştur. Ölmek üzere o/duftu samlan Türk 'ün. üzerine hücum eden kan emici yarasa/arı, ölüm yatağından kalkarak yere serdiği çok görülmüştür" demektedir. Türkleri kötüleyenler olduğu gibi beğenenler, yukarıda da söylendiği gibi meth ü sena edenler de vardır. Bunlann hangisi doğrudur?.. Tarih tetkik edildiği zaman görülür ki, Türkler kendisine taarruz edilmedikçe, başkasına 1 taarruz etmemiş ve savaş açmamıştır • Türkler netisierini müdafaa etmek için savaşmışlar, güçlü olduklan için de çoğu zaman savaşlan kazanmışlardır. o halde suç ve mes'uliyet savaşı açanındır. Yenilince de kabahati Türklerin üzerin atmışlar ve onu kötülemişlerdir. Tabii haksızdırlar. Fakat Allah'a şükür ki, olayları tarafsız görenler, toplumları yakından tanıyan bilim adamları da vardır. Bunlar, bilim narnma tarafsız kalabilmiş, ciddi bilim adamlandır. Tarafsız bilim adamlanndan bazılan bakınız ne diyor ve asırlarca Türk'ü ayakta tutan asil cevheri, Türk ruhunu nasıl izah ediyorlar: Aslan Yürekli Rişar' ın Kudüs seferini anlatan bir tarihçi, "şimdi size işin doğrusunu söyleyeyim. Keşke Türkler, isa ya inansalardı. Hiçbir millet savaş bilgisinde, kuvvet, cesaret ve yiğitlikte Türklere eş olamaz. Sanki onlar bu iş için yaratılmış/ar" derken;2 Selçuklardan bahseden aynı tarihçi, "Türkler savaşçı bir millettir. İslam dinini yeni kabul etmişlerdir. KanaatJcar bir yaşantıya sahip olduklarından. mala değil, ruha ve düşüneeye önem verirler. Alicenaptırlar': 1 Evvelki devirler bir yana bırakılsa bile 1 700 den sonraki Osmanlı-Rus Savaşları, bunun yakın örnekleriyle doludur. 2 H. Lamb, The Crusades, New York, 1 930, s. 1 28.


TQrk 'lln Sosvt�-Ekmwmik Tarilıi

67

demektedir. 3 Bir Arap Tarihçisi olan İbni Hassul, "Allah, Türkleri aslan s�/atmda yaratmıştır. Onlar ölümden korkmazlar, ecelsiz ölüm olmaz, ölümü unutan öldürür, ölümden korkmayan yaşar, itikatındadırlar" diyor.4 Şu bizim için daha entresandır: "Türkler, dünya hakimiyeti f ikir ve dönemine ta!. . Anav Medeniyeri devrinde girmişlerdir. Türklerin en eski cihangir millet oluşlarının sebebini, demire, ata, bilgiye, cesur ve yiğit hakan/ara, tarhanlara ve şah/ura 5 sahip olmalarmda aramak gerekir." Oğuz destanlarında Türklerde cihan hakimiyeti fikri açıkça görülür. Acun beyi takahım alan Afrasyap'tan (Alper Tunga'dan) tutunuz da Mete, Atilla, Cengiz, Timur ve bazı Osmanlı padişahları, görevlerinin, bütün insanlığı idare etmek olduğuna inanan, hakanlar ve sultanlardı. Bunu yapmaya da çalışmışlardır. Yavuz Selim'in, "Dünya bir padişaha yetecek kadar geniş değilmiş" demesi, bu düşüncenin tipik ömeğidir. 1 Bir Osmanlı tarihi yazan Hammer, "Türkler sınırsız hir cesarete, geniş bir şahsi teşebbüse sahiptirler" derken, ressam ve romancı T. Gautier, "Türkler doğunun efendi mil/etidir" diyor. Uzun seneler Türkiye'de kalmış ve Türkleri yakından tanımış olan Times Gazetesi'nin yazarlarından Hotham, "Asa/et, şeref ve namus samimi/ik, zarafet, 3

H. Lamp, a. g. e., aynı yer. Aynı ruh, Yahya Kemal'de de vardı: "0/mek koderde var, bize ürkünlü verm�vor. Lakin va/andan ayrı/ışm 1Zd1rab1 zor" demiyor mu idi. 5 Kaşgarlı Mahmud. 1 1 1/3 1 , 1 R . Oğuz TUrkkan, "TUrkUn Ruh Yapısı", TercUman Gazetesi, 22 A�ustos 1 974.

4


6H

Dr. Talısilı ii11ul

mist{firperverlik. cesw·et. �·ok düşünmek fakat az kon uşmak Türklerin en h üyük vas�f/amlir''

.

diyerek, asırlarca Türk ' ii ayakta tutan ccvh�rlcri nı izden bahsediyor. 2 Fransız Claude Farrerc. hir itirafta bulunmuş. '"hen okuclujtımı eserlerin etkisi ile Türkleri vahşi sanıyor w onlardan nefret ediyordum. Fakat.

on/amı yurduna gittim.

derken

}{iirdiim ve tam dm.

Onlarr yakmdan

( )n/w·/a he raher yaşadmı.

O zaman

okuduklamnm. hileliklerimin (,:ok yanltş oldujtımu anladım.

Şinu/i iş değişti. Türkler � ok tatlı. (,:ok dürüst. çok saf, nazik ve meden i hir mi/leu irler.

Prof. G. Lewis, insanlardır.

.

·

" Türkler

demekten kendini alarnarnıştır. 3 daima

mkur,

ajtırhaşlt ve ciddi

Bu vas�l onların köyiiisünde kentlisinde gizli

fakat hakim hir vm'{{llr. Bu hal onları tanmıa.van yahancılar tan{/indan yanltş anlaşılmış neşesiz. suratsız ve ters insanlar

mmlmışllr

.

.

Bu

.

suratsızlıjtm

arkasında,

niikteleri, fıkralan ve tehessiimleri vardır.

insan/ardrr. L'cmdan

hir

demektedir. .ı

Onunla kahve içip

insan

olduğunu

dost/arına

karşı

Türkler candan

dost olursamz. Omm yakmdan

ne

görürsünüz"

Bir Amerikan Yüzbaşısı olan Anderson, ''yiğit/ik. hadi nı!y.'e ama. J'iirklerde humm ,ı·wmıda hir de erkeklik vardır. l hı /ara mahsus olan hu şerefsözle anlatılamaz. Nedir un/an hu kadar erkek yapcm rulr, anlamak isterim" demiştir. Bütün hunlar. kayhcdilmemcsi gereken. gözle görülmeyen, fakat bizi ayakta tutan manevi ccvhcrlerdir.

! 3 �

Hothaın. Thl' Tu rks. Londra. 1 973. s . 1 Q2. rcrrere. La T u rq u il' Ressus Citee, Paris. 1 922. s. 30-60. R . Oğuz TUrkkan. a . g.. nı .

C.


TIJrk 'ün Sosvo-Ekmıonıik Tarilli

69

i dareci kadro, özellikle hakanlar (sultanlar) da toplum, ordu ve bürokrasi içinde yetişmiş olan ehil ve kabiliyetleri bulmak ve seçmek, iş başına getirmek de, şunun ya da bunun etkisinde kalmadan, büyük bir titizlikle isabet gösterirler ve buna dikkat ederler, önem verirlerdi. Y. Selim'in defterdar Piri Mehmet Ağayı, Çaldıran'daki makul ve isabetli teklifi üzerine, "işte yegane rey sahibi bir adam. Fakat ne yaztk ki vezir olamamış" demesi ve onu vezirliğe yükseltmesi, sonra da Sadrazam iken her huzura girerken, beni de bir gün bir bahane ile katiedecektir diye düşünerek. korkusundan elinin titremesini görür. "Bre Piri!. . Neden eliniz titrer?" diye sordukta. Sadrazam Piri Paşa: "Hünkanm, her huzura girişimde korkarım. Ben her huzura girişte bin kere ölürüm. Çünkü beni de bir gün bir bahane ile kat/edeceksiniz. Her gün ölüm korkusuyla ecel terleri dökmek ve titremektense, bir gün önce katiediniz de kurtulayım," deyince Y.Selim gülmüş ve, "Piri, senin arzunu yerine getirmek kolay ama, senin yerine adam bulmak zordur," demesi, ehliyet ve kabiliyederin nasıl seçildiğinin ve yukan da nasıl tutulduğunun bir ömeğidir.

Hakanlar (Sultanlar) devlet değinnenini yalnız değil, böyle ehliyet ve kabiliyetlerle döndürürler ve kına gibi un yaparlardı.


70

Dr. Tahsin Ünal

Mete, Alparslan, Fatih Mehmet. daha nice Metelerle Mete, Alpaslanlarla Alparslan. Fatihlerle Fatih ve Yavuztarla Yavuz'du. Güçlü iktidar kadrolan ekonomik, sosyal ve kültürel güce güç katarlar. Zayıf kadrolar, zaafa uğratırlar. Etrafımza bakınız. Bu karaktere sahip kaç kişinin ismini sayabilirsiniz?

d. Toplum Yapısı Türk milletinin sosyal yapısını . Avrupa' daki özellikle Hindistan'daki kast sistemi gibi bell i çizgilerle sınıflara ayırmak, Türk milletinin sosyal yapısı şu sınıflam ayrılıyordu ve her sınıfın miktarı şu kadardı demek, mümkün değildir. Çünkü Türk sosyal yapısının kendisine has, nev'i şahısa münhasır bazı özellikleri vardır. Bu özelliklerden biri en alt tabakalardan birinin, en üst tabakalara çıkabilmesidir. Yükselrnek isteyen bir kimseye, en yukarı katiara kadar kapı ların açık olması özelliğidir. Biri de Türk toplumunun değer ölçülerinin. öteki milletierin değer ölçülerine tamamen ters düşmesidir. Türk toplumu paraya. pula, rütbeye, makama. kimin oğlu olduğuna değil, dine ve itme şecaat ve kahramanlığa, iffete, ismete, namus ve doğruluğa değer veren bir toplumdur. Yükselrnek isteyenlere her kapının açık olması, daima sınıflann kanşmasına, bu da toplumun her an kendi kendini yeni lemesine sebep olmuştur. Kendi kendini yenilernesi fakir ve cahil olsa da, toplumun ruhen daima zinde kalmasını temin etmiştir. Dinin ve i lmin kıstas ve değer ölçüsü olması, toplumun maddeden çok, manaya dönük


Tilrk 'ün Sosvo-Ekonomik Tarihi

71

olmasına sebep olmuştur.20 B u da toplum içinde, fakir ile, zenginin, çobanla a-;ilin eşitliğini yani sosyal adaleti ve pek önemli olan sosyal dayanışmayı temin eden, önemli bir faktör olmuştur. Başka bir ifade ile toplum içindeki zenginlere ve asillere, toplum içindeki fakirleri doyurrna ve giydirrne vazifesinin, adeta tahmil etmiştir. Dolayısıyla fertleri, birbirine bağlayan sağlam bağiann teşekkülüne sebep olmuştur. Gerek Orhon Abidelcri'ndeki, "aç milleti doyurdum, fakir milleti zengin ettim" ifadeleri ve gerekse Dede Korkut Kitabı'ndaki "aç/an doyurdum. Çiplaklan bunun giydirdim. borçlunun borcunu ödedim" ifadeleri ömekleridir.2 1 Türk şölenleri de, sosyal adaletin. sosyal dayanışmanın ve sosyo-ekonomik düzenin bir başka şekli olmuştur. Bununla beraber, Türk toplumu da. aralannda uçurum farkları olmamakla beraber asiller, askerler, burjuvalar ve halk olmak üzere sınıflara aynlmıştır. 1. Asiller

Bunlara "kılıç asilleri" de denebilir. Bunlar eski devirlerden beri devam edip gelen tudunların-yapgulann. hakaniann ve sultanların torunları, yakın akrabalarıdır. Toplumun yapısı itibariyle bunlar askeri salahiyetlere sahiptirler. Banşta subaşı, bey (vali) veya beylerbeyi olarak sivil halkı idare ederlerdi. Zeamet veya has sahibi olarak 20

Osmanlılar ve Selçuklular zamanında oldu�u gibi Moğollar zamanında da başta Cengiz ve Kurt Cebe Noyan oldu�u gibi ileri gelenlerin rahip "Gökçe"ye hUrmet ve itibar etmeleri, savaşlarda onun duasını istemeleri. bunun başka bir ömeğidir. 21 S . Hızarcı, Dede Korkut. Istanbul, 1 953, s. 3 1 .


72

Dr. Talısin Ünal

ekonomik (tarımsal) faaliyetlere katılırlar ve bunların arasında, askeri kanaldan gelerek katılan ve aynı hak ve salahiyetlere sahip olan halk çocukları da bulunurdu. Mesela halk çocuğu olan Canbey'in, "savaşta büyük yararitk/ar gösterdim. Bir kere ok/a, üç kere kılıçla yaralandım. Ama gümüş madalya ile ve binbaşılıkla ta/lif edildim. Kılıç yarast geçti. Gümüş madalya ile binbaşı rütbesi beni soylular (asil/er) arasına soktu" demesi bunun ömeğidir. 22 Bunlar arasında bir de sivil kanaldan gelerek katılan asiller bulunmaktaydı. Paralı veya zengin diyebileceğimiz bu zümre, askeri salahiyetlerden ziyade mülki salahiyetleri şahıslannda cem etmiş bulunuyorlardı. Bu sınıf toplumun idareci kadrosu idi. Türk aristokrasisini teşki l eden bu sınıfa, devlet ve imparatorluk kuran sülalelere (hakanlar) dahil olduğu gibi; zaman zaman görülen Türk "feodalizmini" kuran sülaleler (aileler) de, bu sınıfa dahildi. 23 Keza Borthold'un ifadesiyle, "Türk aristokrasisini teşkil eden bu sınıt: boy beylerinden, komutanlardan, şadlardan. tarhanlardan. hakanlardan hanedana mensup olanlardan meydana geliyordu. Fakat bu sınıf, idare ettikleri halka hakarelle bulunmazdı. Onu aşağı görmezdi. Halkı sömürmeyi düşünmczdi. Aksine onlara da, kendileri kadar eşit muamelede, birbirlerine yaptıkları gibi onlara da iltifatta bulunurlardı. Çünkü her boy (ki biz buna köy veya şehir devleti diyoruz) kendi beyinin (köysc köy kralının, şehir devletiyse şehir kralının) başkanlığında "ekonomik sosyal , idari, siyasi ve askeri teşkilata sahipti" ve 22

L. Cahun. Gökbayrak, s. 1 75 . F . Silmer, "Onuncu Asırda Oguz TOrklerinin Hayatı" Resimli Tarih Mecmuası, Sayı: 27/ 1 340.

23


Türk 'iili StJSVt1-Ekmwnıik Tarilli

73

iç işlerinde yarı müstak i l d i . Şöyle k i . boy �yl iği ( şehir Kral l ığı ) babadan oğula geçcrd i .

Yurdun korunması. lıoy

içinden çı karılan ı 00 veya ı 000-3000 k i şi l ik askere valıeste idi. Vergi leri lıoy beyleri çı karır ve toplard ı . Boy ( wya şeh ir) hal k ı arasındaki miinazaa ve di sipl insizl i k leri. lıoy lıcyi kendi Divanının

üyeleriyle

hal ledcrd i .

Boyun

( köy

wya şehir

devletinin) lıel l i sınırları, lıc l l i mczra ve mcr'aları olurd u . Boy beyi (veya şehir kral ı ) h·ndi sınırları içindeki toprak ları, boydak i

ai lelere

vermekle

lıeralıer,

topraklar

ve

sular

şahısların deği l , (yer ve su i lahlarının ) mülkii olduğundan ve lıöyle tclakki edi ldiğinden. hoy lıcyi. kendilerine lıel l i lıir toprak ve su veri lmiş olan her ai leden. lıel l i lıir miktarda vergi almakta idi. Bu neden le boy bcyi, kendi sınırları içindeki toprak ları

lıoş

lıırakmamaya.

yeniden

teşckkül

eden

lıir

aileye, hem toprak vermeye, dolayısıyla tarımsal vc hayvani üret i m i azaltmaya değil artı rınaya di kkat ve itina ctmekteydi . B u nedenle de boy (şehi r devleti ) sınırları içi nde olan hal ka sahi p olmakta. onlara hakaret değil, i l t i fat etmekte ve eşit ımıarnele yapmakta i d i .

ı.

Tt�prt�k Düzelli

Tiirk lerde toprak miil k iyet inin şahıs veya ai lelerde değil,

önce

(yer

ve

su

i lahları n ı n )

sonra

da.

giderek

( kamunun ) mülkiyetinde kal ması. lıir yandan siyasi rej i m 21 sahasında. ' ölıür yandan Türk miilki idaresinde v e toprak

2� Dikkatle bakılırsa. Türk devlet ve imparatorlukları. yüzlerce. belki de binlerce boyların. ( biz buna irili ufaklı slllalelcrin yahut kt\y veya şeh ir devletlerinin diyebiliriz.) iç içe girerek birleşmesinden meydana gelmiştir. En yukarıda hepsini içine alan en büyük halka (hanedanda) bir zaaf görOldU mü. 1 0- 1 5 kadar, ikinci plandaki halk larda ( sadrazaınlarda·


74

Dr. Tahsin Ünal

hukukunda pek önemli sonuçlar doğurmuş ve Türk devlet karakterini ve şeklini, öteki devletlerden tamamen farklı bir hale getirmiştir. Selçuk ve Osmanlılarda asırlarca tatbik ve önemli sonuçlar elde edilen toprak ve askeri düzenin esasını, işte bu; "toprak, şahıs ve ailelerin değil, boyun (kamunun yahut hakan-sultanın, devletin,) mülküdür" esası teşkil etmiştir. Hakan veya Sultanlar bu kamu mülkiyetini has, zeamet, tırnar veya ikta sahibi beyterin idaresinde, devlet hesabına kullanmış ve bu Türkiye'de "iktisadi, zirai, askeri ve hukuki teşkilatın" temeli olmuştur. Bu düzen, bir yandan bir sömürücü toprak aristokrasinin teşekkülüne mani olurken, öte yandan da topraksız esir bir köylü sınıfının teşekkülünü önlemiştir. Keza bu düzen, bir yandan sosyal adalet ilkelerine dayanan sağlam ve sıhhatli bir toplum meydana getirirken, bir yandan da birbirine yakın, birbirini seven, birbirine dayanan aynı ekonomik ve kültürel yaşantı içinde bulunan, dayanışmalı, müşterek bir sosyo-ekonomik ve psiko-sosyal toplumun devamını sağlamıştır. Bu düzen 1 600 den sonra bozulmuştur. 3. Askerler Türk milleti, erkeği ve kadını bir savaş anında asker olarak savaşmakla beraber, muhafız veya hassa birlikleri diyebileceğimiz daimi askerler de vardı. Barış zamanında da mevcut olan bu askeri birlikler, savaş zamanında teşekkül eden ordunun hem nüvesini teşkil ederler, hem de savaş belerbeyinde) bir zaaf görUldU mU 20-30 kadar derebeyi tUrtıyor ve feodalizmi kuruyordu.


Tllrk 'lln Sosvo-Ek01ıomik Tari/ıi

75

ordusunun kadrosunu beraberlerinde taşırlardı. Savaş ordusunun olduğu gibi barış ordusunun da (yani muhafız, hassa, daimi ordunun) subayları asillerden, fakat neferleri halk çocuklarındandı. Hizmeti beğenilen, savaşta yararlık gösteren ve kendisine itimat edilen bu askerlerden pek çoğu subay da olur, kılıç asilleri arasına da katılırdı. Aşağıda ordu bahsinde, bunların bazılarından ismen bahsedilecektir. Topumun muhassalası olan bu sınıf, Türk bayrağını üç kıtada şanla şeretle dalgalandıran, zaferden zafere koşan, düşmanın, "karşısında durolmaz ilahi süvariler" dediği bu sınıftı. 4. Orta Sınıf Bunlar iç ve dış ticaretle uğraşan tacirler, imalathane yahut dökümhane sahibi olan sanayiciler, geniş mikyasta tarım ve hayvancılık yapan çiftçiler, özellikle büyük din ve ilim adamları, (totemik devirlerde kimya, tıp, din, şiir ve psikoloji ilimlerinin üstadı kabul edilen şamanlar) temsil ve konser truplarına mensup olan sanatkarlar, ressamlar, heykel traşlar, tabipler vs. bu sınıfa dahildiler. Toplumun güçlü ekonomik faaliyetlerini, düşünür başını elinde tutan ve ona hakim olan, alt sınıfların ve idareci kadronun fideliği, bu sınıftı. Eski devirlerden Osmanlılar zamanında 1 600'e kadar geçen dönem içinde Türk toplumu içinde güçlü fikirli bir orta sınıf bulunuyor, toplumun başlıca dinamizmini teşkil ediyordu. Siyasi haklara sahip olduklan gibi vergi de verirlerdi.


Dr. Talısin Ünal

76 5. Ila/k

Halk adı altında topladığımız bu insanları da kendi araların da zümrelere ayınnak mümkündür. Bunlar:

Esnaf: Toplumun içindeki bakkal, manav, kasap, tuhafıyeci, mani faturacı. marangoz, demirci, san'at (zanaat) erbabı olan sınıflı . Bunlar, "bur:juva" diye isimlendirdiğimiz sınıfın alt tabakaları, ai lesini iaşesini temin etmeye çalışan insanlar grubu idi. Fakat burj uvalar arasında üıkirlcşip bunların arasına katılanlar olduğu gibi bunların arasında zengin olup bur:juvalar arası na katılanlar da vardı. Siyasi hakları vardı ve vergi verirlerdi.

Köylüler: Her toplumda olduğu gibi Türk toplumunda da en kalahalık sınıfı. bu sını f teşkil ediyordu. Devrine göre geniş mikyasta modern tarımcılığı ve modern hayvancı lığı yapan ve kalahalık köylerde oturan bu sınıftı. Köylüler, devletler ve imparatorluklar kuran, Türk milletinin maddi ve manevi güç kaynağı ve yukarıda sayılan tüm sınıfların geniş mikyasta fideliği idi. Siyasi hakları vardı ve vergi verirlerdi. Güçlü köylere sahip olan devletler güçlü, zayıf köylere sahip olan devletler zayı f devletler olmuştur. Osmanlı İmparatorluğu, köyleri zayı flamaya başladıktan sonra zayıflamaya başlamış, köyleri bitince de yıkılmıştır. 25

25

Bu hususta fazla bilgi için bakınız: Dr. T. Yahyaoglu, Tarım Kentleri. Ankara, 1 97 1 , s. 22.


Türk 'iili So.wo-Ekmwmik Tari/ı i

6.

77

Esirler

Akınlarda veya muharebelerdc alınan esirlerdi. Bunlar köle olarak pazarlarda alınır satıl ırdı. Asillerin ve zengin burj uvaların saraylarında, zengin çiftçi ve hayvancılık yapanların çiftlik ve obalarında, dökümhanelerde ve imalathanelerde arnele olarak çalıştırılırdı. Kadın olanlar saray ve zengin evlerinde çoğu zaman cariye, bazen da dadı olarak çalıştırılmakta idi ?6 Mesela, "Dirse Hamm saraymda 40 ince belli narin endamlı kızlar cariye, yine Sa/ur Kazan 'tn sarayında 9 esir kafir kızı" ifadeleriyle "Bay Böyreğin sarayında kızı Banu Çiçeği büyüten ve eğiten dadtlan" vardı, 7 i fadeleri kadın esirlerin nasıl kullanıldığını gösterir? Selçuklular döneminde kölelerin önem kazandığı, muhafız veya hassa birliklerinin bunlardan teşekkül ettiği görülecektir. Bütün zümreler (sınıflar) birbirine zincirleme olarak bağlı, birbirine muhtaç ve dayalı, birbirinin içine ginniş, zümreler olduğundan aralarında, kolay kolay bozulmaz bir ahenk vardı. Sosyal adalet ve sosyal dayanışma. askeri disiplin, i l keleri, bu sınıfları birbirine bağlayan ekonomik ve hukuki bağlardı. Maldan ve mülkten. mevkiden ve makamdan önce, dine ve ilme değer verildiğinden, toplumun içinde birinci derecede hürmet ve itibar edi len insanlar, din ve ilim adamları ile, savaşta şecaat ve kahramanlık gösterenler, toplumun menfaalini düşünen vatanperver insanlardı.

26

F . Sümer, "Onuncu Asırda Oguz Türklerinin Hayatı''. s. l 340. 27 S. H ızarcı, Dede Korkut, istanbul, 1 953, s. 37, 45-46, 64, 80.


78

Dr. Tahsin Ona/

e. Hakanlar Gerek İshimiyetten önceki, gerek İshimiyetten sonraki Türk hakanlarının (sultanlannın) tercüme-i halleri tetkik edildiği zaman, çoğunun vatanın imannı, milletin refahını düşündüğü, bunun için gecesini gündüzüne katarak çal ıştığı. millete sahip çıkarak ona, bir aile reisi gibi cidden babalık ettiği görUIUr. Bu hakan veya sultanların zamanında millet işlerinin derhal düzene girdiği, geriliyorsa yükselmeye ve güçlenmeye başladığı milşahade edilir. Aksini şahsi zevk ü sefasına dilşmüş olan, vatan ve millet işlerini ya ikinci phina iten veya ehliyetsiz vezirlere terkeden hakanların (sultanların) devrinde de, millet işlerinin şirazeden çıktığı. yükseliyorsa, duraklama devrine geçtiği, tarihi misalleriyle sabittir. 1. Gayreti

Ebul Gazi Sahadır Han' ın, "Şecere-i Terakime" (Türklerin Soy Kütüğil) adlı kitabı okunduğu zaman Gün Han'ın veziri Ulu Türk'ün (Arkıl Hoca'nın), "Ey. Gün Han, babanız Oğuz Han bu millete hizmet etmek için yazın gölgede oturmadı. Kışın evinde rahat yatağında yatmadı. gece gündüz, kış ve yaz demeden. az uyudu çok çalıştı. Bu milletle beraber nice savaşlar yaptı. Nice ülkeler jethetti." Dediği ; 28 Bilge Kağan' ın, taşa oyduğu büyük nutukta, "aç milleti doyurdum, çıplak milleti giydirdim. Allah 'm müsadesi ve yard1mıyla ölmek üzere olan milleti diri/tim." dediği görülür. Timur, Tüzükat ' ında "ben bu imparatorluğu kurmak için rahatım ve zevkimi terkettim. Gece uyumadım. Gündüz 28

Ebul gazi Sahadır Han, "Şecere-i TUrki," Tarih Konuşuyor Dergisi. Sayı: 2/ 1 05- 1 08.


Tıirk 'an Sosvo-Ekonomik Tari/ıi

79

dinlenmedim. İdarem altındaki millete baba muamelesi ettim. idareci lwdroma daima hüsn ii muamele yaptrm" diyor. Cengiz Han bir kurultay aktederek, bir yana deri kaplamalı kendi tahtını, bir yana Mehmet Tekeş' in altın tahtına koyduktan sonra, "Ey misafirlerim şu iki tahta ibretle bakımz. Biri deri kaplanıalı benim tahtım. Öteki taht da, Mehmet Tekeş 'in altın tahtrdır. Allah 'ın taktirine bakınız. deri kaplamalı tahtın sahibi hen, Allah 'm gösterdiği yoldan ayrılmadını. Gece demedim, gündüz demedim millet için çalışllnı. Doğruluk ve yiğitlik yu/undan ayrılmadım. Hedefime varahilrnek için bütün zevklerimden el çektim. Rahatlarıma veda ettim" diyor. 29 Ilk Osmanlı padişahlarından hemen hepsinin at sırtından inrnedikleri, bir cepheden ötekine koştukları, vatanın imarı, milletin huzuru. rahat ve refahı için kendi huzur ve rahatlarını terkettikleri, bir çoğunun rahat yatakta değil, rnuharebe alanlarında ve çadırda vefat ettikleri malfımdur. Bütün bunlar, hakanların (sultanların) milleti, canlanndan i leri sevdiklerinin, ona sahip olduklarında. onun için zevk ü safalarını terkederek, gece demeden, gündüz demeden çalışmış olduklarının ömekleridir. Böyle çalışan bir hakana (sultana), millet de demir pençe ile sarılmış, onu hiçbir işinde yalnız bırakmarnıştır. Yalnız hakanlan değil, hakanla beraber (tabi hakanların tutumuna göre hareket eden, ona kendisini ayar eden) bürokrasi sınıfı da (idareci kadro da) m i llete sahip olmuş, dolayısıyla milletin, idareci kadronun ve hakanın elele vermesiyle, toplum bünyesinde ekonomik, sosyal, kültürel, 29

E. Gazi B. Han, a. g. e., 298 vd.


HO

Dr. Talısi11 Ü/1{1/

dinamik, rasyonel ve radikal icraatlar yapmıştır. Büyük Selçuklu Veziri Nizam-ül Mülk, "Şah. millet ailesinin babastdtr. Onun baba/tk şefkati pek geniştir." der. Bir baba evine ve çocuklarına karış nasıl hassas ve dikkatli ise, koruyucu. esirgeyici, besleyici, giydinci ise, nasıl çocukların istikbalini, sıhhatini, kötü huylardan arınıp iyi huylar sahibi olmasını düşünürse, bunun için de lazım gelen tedbirlere tevcssül ederse, aile veya köy devleti reisliğinden. imparatorluk makamına yükselmiş olan Türk Hakanlan da bir aile reisiymiş gibi milletin herşeyi ile meşgul olmuşlardır. Milletin rahatı için kendi rahatlarını terk etmişlerdir. Onlar bu ruhla. bu şuurla (bilinçte) yetişmişler. büyümüşler bir gün hakan olunca, kendi lerini milletten ayınnamışlardır. B u ruh ve şuurla milletin babası olmuşlardır. Türk hakanlarının millete karış adil, merhametli, şefkatli, besleyici ve esirgeyici oldukları bir anayasa gibi Kudatgu-Bil ig'te uzun uzun anlatıl ır. Komutanların ve diğer idareci kadronun nitelikleri izah edilir. Aşağıda görülecektir. Hakanların ve idareci kadronun halkla beraber yaşamasının ve halkın derdiyle hemdert, neşeşiyle hemneşe olmalarının bir örneğini de şölenlerde gönnek m ümkün olmaktadır. Şölen; sadece zenginlerin birbirine yaptıkları bir ziyafet yarışması ve bir gösteri değildir. Bilindiği gibi şölen de toplum içindeki açlar doyurulduğu, çıplaklar giydiri ldiği gibi, borçluların borcu da ödcnmekte ve böylece toplum içinde takir ve borçlu kimse bırakılmıyarak, sosyal adalet sosyo-ekonomik denge sağlanmaktadır. Şölende, hakanlarla. vezirlcr ve komutanlar, hakantarla beyler ve halk yanyana oturmakta, aynı sofrada yemek yemektedir. Böylece Türk milli demokrasisinin eşitl ik ilkesi pekleştiri lmektedir.


T/lrk 'ün Sosvo-Ekmıomlk Tarilti

HI

Şölende, zaferierin kazanılması, dilek ve temennilcrin kabul edilmesi, dostlukların pekleştirilmesi için topluca dua edilmektedir. Böylece birlik ve beraberliğin, milli vahdetin devamı temi n edilmektedir. Şölenden sonra sofranın yağma ettirilmesi (han sarayının yağmalanması), şu ya da bu nedenle, bell i ellerde toplanmış malın ve kapitalin, halka intikal cttirilmcsinin. Türklere has bir şeklidir. 30 Şölenden sonra han sofrasının (sarayının) yağma edilmesi, hakanların, mil let yolunda her zaman mal larını feda edcbildcklerinin, icabederse canlarını da millet için feda edebileceklerinin ifade ve izahıdır. Hakanlar için can ve mal değil, mil let ve milletin bckası önem liydi. Türk misafirperverliğinin kökeninde şölen vardır. Dillere destan olan Türk misafirpcrverliğinin kaynakları şölendir. Ekonomik, sosyal ve politik önemleri sebebiyle şölen Büyük Selçuklular, Anadolu Selçukluları ve Osmanlılar döneminde de bütün asalet ve ciddiyetiyle devam etmiştir:1 1 Türk'ün bu milli ve dini gelenekleri, İshimi dönemde, imarethancler, şifahaneler, kervansaraylar, köprüler, misafirhaneler şeklinde abideleşmiştir. İbn-i Batuta boşuna, "Anadolu şefkal diyand1r" dememiştir. Hakanların (sultanların) milleti koruyucu, besleyici ve doyurucu vasfı, halkın buna layık olmak için gösterdiği büyük gayret birleşerek, ekseninde millet, devlet ve din sevgisi ve bunların bekası kaygısı bulunan, Türk'ün milli karakteri ortaya çıkmıştır. 30

Zamanla bu yağmalama geleneği, ''han sofrasını yağma", "han-ı yağma", "yağma hakanın böreği" derken. "yağma Hasanın böreğine" dUnUşmUş ve bir nev' i "hazıra konma" manasma bürünmüştür. 3 1 Aşık Paşazade Tarihi, 1 95- 1 96, Yazıcıoğlu, Selçukname, s. 204-205.


Dr. Tahsin Ünal

82

2. Vatan Sevgisi Türk' lerin tek "ayıpları" vatanlarını aşk derecesinde sevmeleridir. Vücutlarının ve ruhlarının terkibinde vatanlarından parçalar olmalı ki, onlar sair milletlerden daha çok vatanlarını severler. Allah bazı memleketleri (toprakları) öyle yaratmış, öyle husussiyetler vermiştir ki, oraların özellikleri, yetiştirme kabiliyetleri, sair yerlere nazaran daha fazla olumuştur. Bunun için Allah, memleketleri vatan sevgisiyle marnur etti. İ nsanlar kendilerine düşen hisenin hiç birisinden, vatanlarından memnun oldukları kadar olmamışlardır. Türkler, vatanlarını mallarından i leride severler ve onun için canlarını vermekten çekinmezler. Çinli ler Mete'den, günde 60 mil koşan atını ve kansını istemeleri, savaşa hazırlık için vakit kazanmak isteyen Mete'nin atını ve karısını Çiniilere vermesi, fakat sınırdaki kurak, çorak, dağlık ve işe yaramaz küçük bir arazi parçasını istedikleri zaman. devlet adamları "atınızı ve karınızı verdiniz, işe yaramaz bu araziyi de veriniz." dedikleri ve arazi parçasını vermeye razı oldukları bir sırada, Mete'nin. "at ve avrat benim şahsi malımdı. Onları bazı nedenlerle verdim. Fakat, sizin işe yaramaz bir karış toprak dediğiniz yer, vatanın bir parçasıdır. O benim değil, milletin malıdır. Millet ve devletin malını kim başkasına verebilir? Vereceğine ölmesi daha yeğdir." diyerek, devlet adamlarını azarlamış, Çinli' lere bir ders daha vermek için sefere çıkmıştır. Bu Türk hakanlarının vatan sevgisine bir örnektir. Demek ki, Türklerde vatan, maldan, ırzdan, namustan, candan (ki bunlar da en kutsal varlıklardır) daha üstün bir tutkunlukla sevilmektedirler.


Tllrk 'ün Sosyo-Ekonomik Tarihi

83

3. imanı Türk milletinin ve onu idare eden hakanların (sultanların) bu tutum ve davararu şlarının elbette maddi ve manevi olarak tutunduklan ve güvendikleri kaynaklan ve güçleri vardı. Türk milletinin ve onu idare eden hakanların tutundukları ve güvendikleri maddi ve kaynaklar vardı. Bu maddi kaynak ve güçler aşağıda (tarım, hayvancılık, sanayi ve ordu bahislerinde) yeteri kadar temas ve izah edilmiştir. Tutunduklan ve samimi olarak inandıkları manevi kaynak ve güçlerden biri de yukanda da temas edildiği gibi "Allaha ve Allah'ın kaadir-i mutlak olduğuna" inanmış olmalarıdır. Pek çok hakan (sultan) Allah'ın adını ağızlanndan eksik etmemişlerdir. Başanlarını kendilerine değil, Allah'ın yardımına atfetmişlerdir. Her işlerinde ondan yardım istemişlerdir. Milletler güçleriyle orantılı olarak konuşurlar. Konuşmanın etkisi, konuşanın gücüyle orantılıdır. Millet güçlü ise, sesi tok çıkar, etkisi de o nisbette olur. Zayıfsa sesi ince çıkar, etkisi olmaz. Aslanın sesinden orman inler, kedinin sesini evdekiler bile duymaz. 5 8 1 de Göktürk Hakanı İşbara Hakan (58 1 -587) Çin kralına gönderdiği bir mektupda "Allah tarafından tahta oturtutan Göktür Hakanı İşbara der ki..." ifadesini kullanırken, Şad İnal da (593-600) Bizans imparatoruna gönderirliği mektubunda "Dünyada yedi ikiimin efendisi ve yedi soyun Şad'ı olan İnal der ki" ifadesini kullanıyordu.

Bilge Hakan, "Allah irade ettiği için tahta oturdum. Allah yardım ettiği için düşmanı mağlup ettim..." derk�n


84

Dr. Talısln Ünal

1 027 de bir Uygur genel valisi, Gazneli Sultan Mahmud'a gönderdiği mektubunda, "Allah yer yüzündeki ülkelerin ve milletierin idaresini bize verdi" diyordu. Putperest olduğu halde Cengiz Han dua etmeden sefere çıkmazdı. Harzem seferine çıkmadan, üç gün ayin yapmış ve dua etmişti. i taatini istediği krallara yazdığı mektuplarında, "Allah'ın naibi, dünyanın bakanı. hükümdarların efendisi der ki ..." ifadesini kullanırdı. Moğol Hakanı Güyük Han Papa IVncü İ nosan'a Uygurca yazılmış bir mektubunda, "Allah'ın inaniyetiyle büyümüş ve güçlenmiş olan Türk Hakanı Güyük Han der ki .." ifadesini kullanmıştı. 1 245 'te Baycu Noyan'ın huzuruna çıkanlan papanın elçisi, "insanların en büyüğü ve Hıristiyan aleminin başı" diye konuşmaya başlamıştı. Baycı Noyan elçinin konuşmasını, "sus ! . . Hakanıının hakimiyetine şerik koşulmaz" diye kestirmiştir. Osmanlılar da sefere çıkmadan evvel dua ederler, zafer için " İ nna fetah naleke... " suresini okurlardı. Fatih, Uzun Hasan'ı mağlup ettikten sonra zaferi i lan eden fermanına, "Allah'ın inayeti, Hz. Peygamberimizin yardımıyla Sultan Mehmet Han der ki ... " Kanuni, Avusturya kralına yazdığı namesinde, "Hak tealfuu n inayeti Hz. Peygamberimizin mücizat-ı berakatıyla, ben yeryüzü hakaniarına taç f:iydiren Sultanlar Sultanı der ki ... " ifadelerini kullanmışlardır. 2

32 O. Turan, Türk Cihan Hakimiyeti Mefkuresi Tarihi, istanbul, I 969, s. 94- 1 00.


T/Jrk 'ün Sosvo-Ekonomik Tarihi

ss

Bütün bunlar asla üstün ırk nazariyesının değil, Allah'ün büyüklüğünün, milli mefkurenin ve milli gücün, hakanlar ağzında şekillenen ifadeleridir.

4. Nitelikleri Hakanın bu nitelikleri Kudadgu - Bilig'te aynen şöyle izah edilmektedir: Hakan, hakanlık işini iyi bilmeli. Çünkü hakanlar kanunları, nizamları, örf ve adetleri, vazeder ve muhafaza ederler. Hakanlar, doğuştan asil olarak doğmalıdır. Bilgi ve görenek öğrenmiş olmalı. işlerin hangisinin daha önemli ve daha iyi olduğu bilmeli ve ayırt etmelidir. Hakanın bu nitelikleri Kudadgu - Bilig'te aynen şöyle olmalıdır: icabında çömert ve yumuşak huylu olmalıdır. Hakanın adı eskiden beydi. Bey adı, bilgi kelimesiyle ilgilidir. Bilginin "l"si düşmüş bey olmuştur. Bu itibarta bey, yani hakan; bilgili ve akıllıya itibar etmelidir ki, etrafına bilgili insanlar toplanmış olsun. Hakanlar, uyanık ve zinhar ihmalkar olmamalıdır. Gafıl olmamalıdır. Hakanın adının, iyiye çıkması için ıyı hareketli ve binlerce fazileti olmalıdır. İnsanlar soyu ve bilgisiyle temayüz ederler. Ey hakan, hakanlık, kutsaldır. Bu nedenle o temizlik ve kudsiyet ister. Hakan, temiz ve kutsal olmalıdır. Atamız Ötügen Hakanı "Halk için hakanın seçkin olması, özünün sözünün bir olması, huyunun güzide olması lazımdır", demiştir. Hakan işinde yanılmamalı ve hata etmemelidir. Hakan yanılır ve hata ederse, hanlığı hastaianmış olur. Bu


86

Dr. Tahsin Ünal

hastalığın ilacı, akıl ve bilgidir. Hakan hataya düşmernek için bin düşünmeli, bir söylemelidir. Sözü çok hakanın aklı kıt olur. Çok söz, yalansız olmaz. Hakan, yalnız kendisi yaşamamalıdır. Kendisiyle beraber halkı da yaşatmalıdır. Şair "İnsanlar Arasında Mesut Olan Kimdir? Kendisi Yaşarken Başkalarını da Yaşatandır." demiştir. Mülkü ve milleti idare, sulhu ve sükuneti temin etmek için hakanın pek çok bilgiye ve fazilete ihtiyacı vardır. Hakanın sabırlı ve sükunet sahibi olması lazımdır. Sabır ve sükunet hakanın ziynetidir. Akıl olmazsa, insanın gönlünden, gönül olmazsa gözünden fayda gelmez. Hakan aceleci ve zevzek olmamalıdır. Çünkü acelecilikte korkaklık,zevzeklikte hafiflik vardır. Hakan doğru kalpli ve tatlı dilli olmalıdır. Kalbinde hıyanet olmanın, halka faydası olmaz. Dili acı olandan hak kaçar. Hakan, daima ihtiyatlı ve uyanık olmalıdır. Hakanlık kapısının iki kilidi vardır. Biri ihtiyat ve uyanıklık, öteki töre ve kanunlara bağlılıktır. Uyanık hakan düşmana baş eğdirir, memleketi korur. Töre ve kanunlara bağlı olan hakan memleketi tanzim ve halkı memnun etmiş olur. Eski bir hakan, "ey ülkenin hakanı bu sana lazımsa, mülkün her tarafından ihtiyat tedbirleri al" demiştir. ihtiyat ülkeyi genişletir. ihmalkarlık ülkenin elden çıkmasına sebep olur. Hakan, düşmanı yenen, halka hükmedendir. Hakan iki şeyle mülkünü kaybeder. B unlardan biri ihmal, öteki halka zulümdür33 • ihtiyatlı hakanlar, ihmalkar hakanlara pusu kurmuş olurlar. i htiyatlı hakan, bir taaruza uğrarsa ihtiyatıyla onu defeder. 33

Buradaki ihmalkarlıgı, ekonomik, sosyal, kültürel, siyasi ve askeri ihmalkarlık olarak geniş manasıyle ele almalı ve öyle anlamalıdır. "ihmalkar hakanın, hakanlıgı çok sürmez."


TDrk 'Qn Sosvo-Ekonomik Tarihi

87

Zulüm, ateştir. Yaklaşanı yakar. Kanun ve töre bu ateşi söndüren sudur. Kanun ve törenin adalet ve eşit olarak tatbik edilmesi, akarken etrafında türlü nimetler bitiren suyun akmasına benzer. Uzun hakanlık istersen ey hakan, kanun ve töreyi adaletle tatbik et. Zalimi ez, mazlumu yaşat, zalim zulmüyle saraylar yıkmış, fakat kendisi açlıktan ölmüştür. Yalancı, vefasız olur, sözü yalan olanın, hareketi cefa olur. Hakan cesur ve atak olmalı . Cesurlar korkaklara baş olurlar. Aslan köpeklere baş olursa, köpekterin hepsi aslan kesilir. Hakan cömert olmalı. Cömert hakanın askeri ·çok olur. Ey hakan vur ve al. Fakat aldıklannı, yolunda hayatlannı feda edenlere dağıt. Cömerdin malı eksilmez, çoğalır. Doğan için yem eksik olmaz. Memlekete sahip olmak için orduya sahip olmak gerekir. Orduya sahip olmak için hazineye sahip olmak, hazineyi orduya dağıtmak lazımdır. Ey Hakan, hazinenin zengin olması için halkın zengin olması lazımdır. Halkın zengin olması için törenin adaletle tatbik edilmesi, halkın üretiminin korunması ve himaye edilmesi lazımdır. Bunlar ihmal edilirse hanlık elden gider. Hakan acelecilikten, zevzeklikten, cimrilikten, hiddetten, inatçılıktan ve yalancılıktan uzak olmalıdır. Bunlann her biri, ağacı içinden kemiren kurttur. Hakanlığın kaybına sebep olur. Hakan ülkeler fethetmek istiyorsa; sağ eliyle kılıç sallarken, sol eliyle mal dağıtmalı, ağzından tatlı söz çıkarken, eliyle karşısındakinin sırtını sıvazlamalı. Vezirlere yumuşak, halka hilmle muamele etmelidir. Hakan kibirli asık suratlı ve kaba sözlü olmamalı. Hakan şarabın tadından zevk alırsa halkın ağzının tadı kaçar. Kumara alışık adam ihmalkar olur. Kumarcı ve içki düşkünü hakanlar yalnız malını ve itibannı değil, mülkünü de kaybederler. içki içen içkici delidir. Deli


88

Dr. Tahsin Ona/

hakan, hakan olmaz. Hakan kumarcı, içkici ve deli olursa, fesat başlar. Memleket ve milletin huzuru kaçar. içki ve kumar, kavganın tohumudur. Hakan ne yaparsa, hakta onu yapar. Hakan himmet, mürUvvet ve siyaset sahi olmalıdır. Memleket ve millet işler kanun, töre ve siyasetle düzene konulur.34 Hakan halkın yükünü yüklenmiş bir kimsedir. Ey hakan içerde ve dışarda bir sürü aç kurt etrafına toplanmıştır. Dikkat et, koyunları kurda kaptırma memlekette bir kişi aç kalırsa onun vebali senin boynundadır. Bunun hesabı senden sorulur. Hakan halkının aç bırakmamak için çalışmalıdır. Hakan bir ışıktır. Fakat bu kendi kendini değil, başkalarını aydınlatan bir ışıktır. Ey hakan doğru, eşit ve adaletle hükmet. Allah seni halkın üzerine hakim kıldı. Hakim, adaletli olmazsa halk ne yapar? Allah senin gibi kullarına sahip olduğu ve onları esirgediği gibi, sen de kullarına (yani halkına) sahib olmalı ve onları esirgemelisin. Hakan, nereye giderse halk da oraya gider. Baş nereye giderse, ayak oraya gider. Hakan rahata, zevke ve sefaya dalarsa, halkta dalar. Halkın tavrı, hareketi bozulur ve fesata sapar. Ey hakan, bunlar öyle kötü huylardır ki, bir deniz gibidir ve insan, içinde boğulur. Halk bozulur ve sapıtırsa onu hakan düzeltir. Ya hakan bozulursa onu kim düzeltir?35

34 Y. Has Hacib, Kudadgu-Bilig, tercüme: R. R. Arat, T.T.K. Yayını, Beyit: 1 930- 1 934, 1 948-2 1 1 6, 2 1 1 6-2 1 45, 35 Y. Has Hacib, Kudadgu-Bi1ig, tercüme: R. R. Arat, T.T.K. Yayını, Beyit, 2 1 46-5 1 60.


T/Jrk '/Jn Sosvo-Ekmıomik Tarihi

89

Ey hakan, "Hazinem dolu ve askerim çok" diye, güvenme ve gaflete daima. Halk hastalanmışsa, hasta eden hakandır. İyi hakan, hasta milletin hakimidir. Halkın bazısı darlık içinde ve bedbahttır. Bazısı fakir ve açtır. Bazısı ızdırab içinde ve çıplaktır. Ey hakan, bütün bunların devası sensin ve sendedir. Hekim ol, ilaç vermek, tedavi etmek senin vazifendir. Sen bunları tedavi etmezsen, halk kendisini tedavi edecek bir hekim bulur. Ey hakan, kırbaç ve kılıç senin elindedir. Onu zalimterin ve kötülerin üstünden eksik etme ki, çoğunluk huzur içinde, işi gücü geçimi ile meşgul olsun. Hakan, hazinesini altınla doldurmalıdır, onu saklayıp durmamalıdır. Askere, memura, ihtiyacı olan halka ve memleketin imarına sarf etmelidir. Hakan az yemeli, çok çalışmalı, az uyumalı ve çok uyanık olmalıdır. Fakirleri, dullan ve yetimleri kollamalıdır. Hakan, baş vezirini, kadılarını iyi seçmelidir. Bu iki makam ehlinin elinde olursa, halk huzur bulur. Memlekette dirlik düzenlik olur. Halk zenginleşir. Hakan, baş vezirini, kadınlarını iyi seçmelidir. Bu iki makam ehlinin elinde olursa, halk huzur bulur. Memlekette dirlik düzenlik olur. Halk zenginleşir. Hakan, kendi menfaatından önce milletin menfaatini düşünmelidir. Hakanın menfaatı, halkın menfaatının içindedir. Ey Bozkurt (Hakan) havada uçan kara kuşlar, senın elinden kurtularnamaiıdır. 5.

Milletle Münasebet

Ey hakan . bu makama siz kendiniz gelmediniz. Sizi buraya Allah getirdi ve memleketi iyi tanzim etmek, milletle iyi münasebette bulunmak için size bazı vazifeler tahmil etti.


90

Dr. Tahsin Ünal

Elinizin altında hazineniz, vezirleriniz, bilginleriniz ve askerleriniz var. Bunlarla halka huzur, rahat ve refah getirecek bir düzen kunnalısınız. Hakan kendi ve milletin işini yanna bırakmamalıdır. Fakiri zengin etmelisiniz. Açı doyurmalısınız, çıplaklan giydinnelisiniz. insaniann bazılan şeref için, bazılan para ıçın, bazılan bilgi için, bazılan mal için çalışır. Herkese istediğini elde edecek imkanlar ver. 36 Hakan bir işi, iki kişiye vennemelidir. Onlar işi birbirine havale ederler ve iş yapılmaz, yahut yanm kalır. Milletin zengin olması için köyler, kasabalar, şehirler ve devletler arasındaki yollann emniyetini temin et. H arami lere aman verme. İyinin serbest dolaşması için, kötünün zindanda olması lazımdır. Millet, bilginlerden muhtesiplerden (zabıta memurlan) saraylılardan ve halktan ibarettir. Halk da zenginlerden, orta haliiierden ve fakirlerden müteşekkildir. Bunlann hiç birini ihmal etme. Hele zenginlerin yükünü orta hal lilere yükleme, orta halliler fakir düşer orta hallilerin yükünü fakiriere yükleme. Fakirler dilenci olur. Fakirleri koru, orta halli olsunlar, orta halleri koru, zengin olsunlar. Memleket zenginler memleketi olsun. Bunlann tedbirin almak senin işindir. Hakanın en önemli vazifelerinden biri, paranın ayannı bozmadan aynı seviyede tutmak, halka adaletle muamele etmek ve birinin hakkını ötekine geçinnemek, birinin diğerine tahakkümüne mani olmaktır. Öteki de yıllann emniyetini temin etmektir. Halkın da hakanın emrine itaat Y.Has Hacib, a. g. e., Beyit: 5 1 63-5 1 73, 5 1 94-5208, 52 1 0- 52 1 4, 52255229, 524 1 -5250, 530 1 -5302, 5328-5332, 5353-5357, 5378-5380.

36


91

TIJrk 'tın Sosvo-Ekonomik Tarihi

etmesi, vergisini vermesi v e hakanın dostuna dost, düşmanına düşman olması lazımdır. Bir milletin bilginleri halkı aydınlatır, doğru yolu gösterirse, sanatkarlan başkalarını yetiştirirse, çiftçiler za.hireyi çoğaltırsa, hayvancılar hayvaniarına iyi bakarsa, hakan da bunları desteklerse, vezirler günü gününe işlerini yaparsa, ordu düşmanın bakan gözünü kör, yürüyen ayağını kıracak şekilde her zaman savaşa hazır olursa, hakanı da uyanık ve ihtiyatlı olursa o 3 milletin sırtı yere gelmez. 7 ·

Ey hakan, halk cahil, görgüsüz ve fakir olabilir. Fakat halk olmazsa hakanlık olmaz. Halkın hareketi başı boş ve tabiatı birbirini tutmaz. Halkın kaygusu geçimdir. Halkın karnı doyar, geçimi düzelirse, hakana bağlanır. Onun için hakan, halkın karnını doyunnalı, geçimini düzene koymalıdır. Hakan, halk ile az, fakat tatlı dille konuşmalı, fakat halkla arkadaş olamamalıdır. Hakan çiftçilerle (köylülerle) alakalanmalıdır. Bunlar düşmernek için köylüler, himaye edilmelidir. Kurtlar kuşlar çiftçiye muhtaç iken Hakan onlara muhtaç değil mi? Ey hakan köylünün eli geniş (açık) olur. Onlarla iyi münasebetler kur. Onlara güler yüz göster. Hayvancılıkla uğraşanlar kimseye yük olmayanlardır. Çiftçi ve çoban, milleti, orduyu ve memurları besleyen, doğru 38 niyetli insanlardır. Ne isterlerse ver. Ne istersen onlardan al. Bunlar, bu gün de, geçerli olan bu fikirler, XI inci asırda yaşamış olan Y. H. Hacib'in şahsi fikirleri değildir. Çok evvelki devletlerden beri, halkın nasıl bir hakan (sultan) Y .H. Hac i b, a. g. e., Beyit: 549 ı , 55 ı 3, 55 ı 4, 552 I . Y.H. Hacib, a. g. e., Beyit: 5533-5535, 5545-5546, 5550-5567, 55685582, 5587-559 1 .

37

38


92

Dr. Tahsin Ünal

istediğinin, hakaniann nasıl olması lazım geldiğinin ifade ve izahıdır. TOrk devlet felsefesi ve telakkisinin. XI nci asırda olgunlaşmış bir izahıdır. f.

idareci Kadro

Türk idareci kadrosunun, ilahi menşeden gelmek, topluma babalık etmek vatının imanna ve milletin refahına çalışmak gibi düşünceleri olduktan başka, bu konuda bir de "felsefeleri", başka bir ifade ile büyük "ideolojileri" vardır. idareci karlroda bu felsefe veya ideoloji, öyle birkaç seneden değil, belki yüzlerce senede teşekkül etmiş ve tekamül ederek gelişmiş ve yerleşmiştir. Bu felsefe ve ideolojinin en bariz delillerini Kudadgu-Bilig'te görüyoruz. Kudadgu-Bilig'teki bu idari felsefenin. 900 sene sonra zamanımız idaresine etkileri bulunduğu düşünülürse, kitaptaki fıkirlerin menşeini. en az 900 sene evvele, yani Hunlar zamanına, belki onlardan da evvelik deviriere götürmek mümkündür. Bu felsefe veya ana fikirler, bir taraftan başta hakanlar (aynı zamanda başkomutan olduğundan), komutanlar olduğu halde, idareci kadronun nasıl olması lazım geldiğini anlatırken bir taftan da idareci kadro ile halkın karşılıklı münasebetlerinin nasıl olması lazım geldiğini anlattığından pek önemlidir. 1. Komutan Türk sosyo-politik ve askeri yapısı, militarİst bir karakter sahip olduğundan, hakanlar başta olduğu halde, tüm idareci kadro, hem mülki, hem de askeri selahiyetlere sahip olarak memleketi idari ederdi. Mesela Osmanlılarda padişah. aynı zamanda ordunun başkomutanı idi. Bunun gibi bütün


93

Türk hakanlan hem mülki idarenin en büyük başı olarak memleketi, hemde başkomutan olarak orduyu sevk ve idare ederlerdi. Bu itibarla, iyi bir komutana, iyi bir devlet adamı gözüyle bakılırdı. Bunun için bir Türk hakanında. hakan olarak yukarıda bahsedilen meziyetlerle beraber başkomutan olarak da şu meziyetlerin bulunması icap ediyordu. Bir başkomutanda bu meziyetler aranıyordu: Komutan, düşmanın uykusunu kaçıracak meziyetlere sahip olmadılır. Çevik, çaylak, akıllı, bilgili, tecrübeli ve pek yürekli olmalıdır. Orduya komuta etmek. askeri idare etmek ve düşmanı mağlup etmek, büyük ve pek önemli işlerdendir. Bu iş için seçkin insana ihtiyaç vardır. Komutan daima ihtiyatlı, uyanık, cömert, cesur, kahraman, soğukkanlı ve alçak gönüllü olmalıdır. Komutanın yalnız birkaç atı, birkaç elbisesi ve çeşitli silahlan olmalıdır. Bundan başka mal mülke ve paraya itibar etmemelidir. Eline geçeni askerine ve etrafına dağıtmalıdır ki, yann ölüme giderken kendisiyle beraber ölüme gidenler ve yolunda ölmek isteyenler çok olsun. Böyle bir komutanın yanında mert yiğitler toplanır. Canlannı onun yolunda feda ederler. Cesaretlerini dağlar gibi kabartırlar. Bu sayede hem başkomutan kurtulur, hem memleket müdafaa edilir. Komutan, ecelsiz insanın ölmiyeceğini bilmelidi. Zeki, mert ve cesur olmalıdır. Savaş korkaklarta değil, ölümden korkınıyan yiğitlerle yapılır. Komutan düşmana yalın kılıç saldırmalı, erkek arslanlar gibi savaşmalıdır. Düşmandan intikamını almadan oturmamalıdır. Komutan şeref ve haysiyet sahibi olmalı, iyi taibatlı ve alçak gönüllü olmalıdır. Alçak gönüllü komutan, askerleriyle yakından


94

Dr. Tahsin Ünal

meşgul olan, onlann ihtiyaçlannı gideren komutan, bütün askerlerin gönüllerini kazanır. Komutan, mağrur olmamalıdır. Bu huyu ile hem etrafındaki yiğitleri kaçınr. Hem de ihtiyatı elden bırakır. Düşmanından dayak yer. Komutan, ordu işlerini siyasetle beraber yürüdüğünü bilmelidir. Siyaset yapmalıdır. Komutanın yüreği savaşta arslan yüreği gibi savaşırken bileği kaplan pençesi gibi olmalıdır. Domuz gibi inatçı, kurt gibi kuvvetli, deve gibi kinci, tilki gibi kurnaz, karğa gibi ihtiyatlı, kuzgun gibi uzağı görür olmah, yarasa gibi geceleri uyumamahdır. Bu vasıflara sahip olan komutan, işinin ehli komutandır. Komutan, doğru sözlü olmalı ve yalancı olmamalıdır. Komutan savaş hilelerini iyi bilmeli ve iyi tatbik edebilmelidir. Hileye arslan bile baş eğer. İcabında düşmanın ordusunu yanp geçebitmek için komutan, azimkar, sehatkar olmalı, askeri coşturmak ıçın heyecanlı ve fasih konuşabilmelidir. Komutan düşmanla karşılaştığı zaman, duru durağı ve gece uykuyu terketmelidir. Askerin çok olması mahzurludur. Asker az, fakat hareket kabiliyeti ve vurucu gücü üstün olmalıdır. İyi bir komutan için 1 2.000 kişilik asker (yani bir Tümen) büyük bir kuvvettir. Aslan yürekli bir komutan, "4000 kişi tam bir ordudur" demiştir. Kalabalık ordu dağılınca, komutası zorlaşır. İaşesi müşkül olur. İçinden kanşır, toplanınası müşkül olur. Nice komutanlar az kuvvetlerle zaferler kazanm ışlar, kalabalık ordularta mağlup olmuşlardır. Tarihimiz bunun misalleriyle doludur.


T/Jrk 'tın Sosyo-Ekonomik Tarihi

95

Komutan, düşmana taamız edeken kuvvetlerini yanında ve avucunun içinde bulundurmalı ki, emirlerini kolayca verebilsin ve yerine ulaştırabilsin. Komutan düşmana doğru giderken öncü, keşif kolu kullanmalı, nöbetçi koymayı ihmal etmemelidir. Keşif kolu, düşmanla karşılaşınca, düşmanın azlığına çokluğuna bakmadan onunla savaşmalıdır. Komutan taaruzda bir muhafız alayı teşkil etmelidir. Taarruz anında bazı birliklerin önde, bazılarının arkada kalmasına müsaade etmelidir. Konak yerlerinin tayinini ve muhafız alayının tertibini iyi bilmelidir. Nöbetçi yelerini iyi tayin etmeli ve nöbetleri uyanık tutmalıdır. Karargah yerinin mahfuz olmasına, askerin toplu olmasına, karargahtan uzaklaşmamasına dikkat etmelidir. Karargah yeri otlu ve sulu olmalıdır. Komutan bunlan bilmezse düşmanın baskınına uğrar. Komutan askerinin miktannı, düşmana belli etmemelidir. Kuvvetini çok gösterecek tedbirlere tevessül etmelidir. Düşmana esir kaptırmamalı, aksine düşmandan esir alıp düşman hakkında bilgi toplamalıdır. Tedbirlerini, aldığı bilgiye göre değiştirmelidir. Savaşta hangi komutan ihtiyatlı, tedbirli ise ve hangisi hileye başvurursa o kazanır. Komutan, düşman askerini çok, kendisininkini az bulursa, savaş etmekte acele etmemelidir. Tedbirlerini alıp beklemeli ve bu arada vakit kazanmak, hazırlanmak için ona banş teklif etmelidir. Anlaşma imkanı yoksa, o zaman zırhını giyip silahını almalı düşmanın karşısına çıkıp kahramanca savaşmalıdır. Kat'iyen ölümü düşünmemelidir. Hatta mümkün görülüyorsa gece baskını yapılmalıdır. Taamızda komutan askerin bir kısmını pusuya yatırmalıdır. Yayalan


96

Dr. Tahsin Ünal

gösterip okçularla (modem silahlı birliklerle) ve süvarilerle taarruz etmelidir. Komutan savaş esnasında önce okla uzaktan vuruşmalı, yaklaşınca içi boş ve uzun mızrakla savaşmalıdır. Yüzyüze gelince kılıç ve kalkanla, saflar kanşınca balta ve pala ile, bunlar yoksa yumrukla, tımakla savaşmalı, azınedip dayanmalı ve düşmana kat'iyen arka çevinnemeli, ölmeli fakat kaçmamalıdır. Dayanan ve azıneden asker, düşmanı mutlaka yener. Yiğit komutan düşmanı görünce gülen, savaşırken yüzü mosmor olan kendisi, atı, silahları kırmızı kana bulanmayınca çekilmeyen komutandır. Komutan, yararlık gösterenleri ıütbe ve nişan ile mal ve mülk ile mükafaatlandınnalı, askerini övmelidir. Övülen, eliyle yılan tutar. Hakan, vezirleriyle komutanlarıyla mülkünü elinde tutar. Bunlardan biri kalem, öteki kılı� ehlidir. Mülk kılıçla fethedilir, kalemle idare edilir. 3 Ekonomi ile yükselir. 2. Sadrazam (Başveı.ir) Başvezir iyi olursa, hakan rahat eder. Başvezir halkın seçkini, işinin ehli, aklı çok, bilgisi denizler kadar derin ve geniş olmalıdır. Dürüst zeki ve yumuşak huylu olmalıdır. Başvezir, soylu, zarif, halka karşı vefalı, hakana bağlı, gözü tok ve haya sahibi olmalıdır. Başvezi, halkın hakkını gözetmeli, adil olmalıdır. Yalancı olmamalı, olursa hakanı yanıltır. Başvezir vakur ve heybetli olmalıdır. Çeşitli yazıları ve çeşitli hesapları iyi bilmelidir. Tatlı dilli, açık gönüllü ve 39

Y.H. Hacib, a. g. e., Beyit: 2270-24 1 0.


Ttlrk 'tin Sosvo-Ekonomik Tarihi

97

sakin tabiatlı olmalıdır. Başvezir, her zaman hizmete hazır ihtiyatlı ve tedbirli olmalıdır. Pratik bilgili ve becerikti olmalıdır. Bilgisiz, beceriksiz vezir, memleket ve millet işlerini karıştırır. Fakir ve zengin bozulur, halkın huzuru kaçar. İyi hakan, iyi vezir seçer. İ yiler kötülerle, kötüler iyilerle geçinernedİğİ için; iyiler nerede ise iyiler, kötüler nerede ise kötüler oradadır. Herkes kendi arkadaşını seçer. Hakan iyi vezir seçerse, memleket ve milletin işi yoluna 4 girer. Halk zengin, memleket imar edi lir. 0 3. Hazinedar (Maliye Bakanı) Her zaman para işleriyle uğraşacak olan hazinedar, ziyade doğru, dürüst, itimat edilir ve gözü tok olmalıdır. Kalbinde kul hakkından endişe, Allah korkusu bulunmalıdır. Paranın yüzü sevimlidir. Eğilmeyen başlar altın önünde yere seril ir. Hazinenin dolu olması için hazinedarın gözü doymuş olmalıdır. Hazinedar namus ve şeretin ne olduğunu bilen adam olmalıdır. Böyle adamlar namus ve şereflerini altınla lekelemezler. Maliyeci (Hazinedar) zeki, çeşitli hesap bilir kayıttan anlar olmalı. içki İçınemeli ve cömert olmamalıdır. içki için hazineyi kendisinin sanır ve cömertliğe kalkınır. Böyleteleri ambara girmiş fareye benzer. Hazinedar, hasisce devlet hazinesini gözetınel i hazineyi zenginleştirecek işler peşinde olmalıdır. Hazinedarın hafızası kuvvetli olmalı, bir şeyi unutmamalıdır. Düşüneeli ve hesaplı olmalıdır. Hazinedar usta bir muhasebeci, her çeşit kayıt işlerini bilir iyi bir katiptir. Hesabında şaşırmaması, alıp 40

Y .H. Haci b, a. g. e., Beyit: 2 ı 8 ı -2264.


98

Dr. Tahsin Ünal

verdiklerini unutmaması, gelir ve gideri, iyi hesap edebilmesi için daima bir defter kayıtlar yapmalıdır. ihmal ile kaydedilmeyen hesaplar, çoğu zaman unutulur. Hazineder ihmalkar keğil, kayıtlarında titiz insan olmalıdır. Hazinedar hesapianna daima tarih koymalıdır. Hesapta emniyet, tarih ve kayıtla mümkündür. ihmalkar Hazinedar, günü gelince hesap veremez, müşkül duruma düşer. Hazinedar, gözünü ve dilini iyi muhafaza etmeli, arzu ve heveslerine gem vurabilmelidir. Hazineyi israf etmemelidir. Hazinedar tüccar fikirli. olmalıdır. Ticaretten anlarnalı. Anlamazsa zarar eder. Hazinedar eşyanın ucuzunu pahalısını, iyisini kötüsünü, alışverişi bilmelidir. Hakan askere ihsan etmek isterse hazinedar "pintilik" (cimrilik) edip yüzünü ekşitmemeli ve zoluk çıkarmarnalı. Hazinedar para verilmesi gereken yeri bilmeli ve vermeli, işi savsaklarnarnalıdır. Hazinedar parayı savsaklarsa işler sürüncemede kalır. Hazinedar hizmetli olanlan sıkıntıya sokmarnalıdır. 41

4. Elçi Elçi insanlar arasında mümtaz, akıllı, bilgili, cesur ve seçkin olmalıdır. Görmez misiniz? Tann'nın elçileri kullan arasında en seçkinleridir. Bir çok işler elçiyle halledilir. İyi sonuçlar iyi elçilerle elde edilir. Elçi sözünün içini dışını iyi bilmeli, düşünerek konuşmalı, gözü ve gönlü tok olmalıdır. Aç gözlü kendisine hakim olamaz. Haris insandan elçi olmaz. Haris insan tamalıkar olur. 41 Y.H. Hacib, a. g. e., Beyit: 2744-2820.


TiJrk 'IJn Sosyo-Ekonomik Tarihi

99

Elçi haya sahibi, sakin tabiatlı, halim olmalıdır. Yazmalı, okumalı, başkasım sözünden istifade etmelidir. Konuşmalardan manalar çıkarabilmelidir. Elçi hesap, hendese (geometri) astronomi, tıb bilmelidir. Tabirleri doğru çıkarmalıdır. Cirit, tavla ve satranç oyunlarını iyi bilmeli ve ok atıcılıkta da usta olmalıdır ki, herkesin dostluğunu kazanabilsin, icabında hakanın şerefini kurtarabilsin. Elçi, birkaç dil bilmelidir. Bilgili olmalı ki, her yerde hoş karşılansın ve hakana faydalı olsun. Karşısına bir çok meziyetlerle çıkabilecek insanları yenecek meziyetlere sahip olmalıdır. Her çeşit insanla konuşmalı konuşanı dinlemeli, anlamalı, fakat duyduklarım bir sır olarak saklıyabilmelidir. Hazır hazır cevap olmalı, içki içmemelidir. içki mideye girince, akıl kafadan dışarı çıkar, söz ağızdan dökülür, temiz giyinmelidir.42

3 . ASKERİ KAYNAKLAR (TÜ RK ORDUSU) Ne garip ve ne acı tecellidir ki, XVI ncı asırdan gerilere doğru ta!.. M.Ö. 7000 tarihine kadar uzanan ve asil Türk eviadlarından meydana gelmiş olan Türk ordusunun tarihi yazılmamıştır. M.Ö. 7000'den M.S. 1 550'e kadar düşmanları (Çin, İran, Avrupa) tarafından "Allah 'ın ordusu. Allah 'ın kırbacı, karşısında durulmaz ordu. Mukabele edilemez balyoz ve sert çe/i/C' şeklinde nitelendiren ve Türk eviadlarından müteşekkil olan, asırlar boyunc büyük zaferler kazanan, ülkeler zapteden, devlet ve imparatorluklar kuran, çağlar açan Türk ordusunun tarihi yazılmamıştır. Fakat, 1 363 42 Y.H. Hacib: Aynı eser: Beyit: 2598-2668,


1 00

Dr. Talısin Ünal

de tesis edilen ve ı 550 de miktan ancak 25 .000 kadar olan, Türk ve Müslüman olmayan azınlık toplumlarının çocuklarından, devşinne suretiyle kurulan ve Türk çocuklarının kazandıkları zaferler kendilerine mal edilen "Yeniçeri" ordusunun tarihi azılmıştır. 1 O Yeniçeri ordusu ki, ı 550, özellikle ı 600' den sonra Türk çocuklarının kurduğu koca Osmanlı İmparatorluğunun yıkılınasında birinci ph1nda rol oynamış ve hisse sahibi olmuştur. M.Ö. 7000 - M.S. ı 550 döneminde Türk ordusu için söylendiğinden bansettiğimiz yukardaki sözler, rastgele söylenmiş sözler değildir. Bu sözler, bir sebebe istinad eder ve bir gerçeği i fade eder. a.

Ordunun Menşei

Türk tarihinin en eski devri olan köy devletleri (uzlar) döneminde köy kurullarının (Tudunların) emrinde ı 00 kişilik bir askeri kuvvet bulunurdu. Turlunların bu ı 00 askeri iaşe, ibate ve teçhiz edecek bir hazineleri (bütçeleri) yoktu. Bu askerleri, köy sınırları içinde oturan zengin boy beyleri (9 boy beyi onardan 90 kişilik bir asker verirlerdi. ı O asker de Tudunun olurdu. Cem'an ı oo kişi olurdu), hem bu askerleri verirler, hem de verdikleri bu askerleri iaşe, ibate, teçhiz

1 Arap unsuruna güvenmeyen Abbasiler TUrlerden, Türk unsuruna itimadını kaybeden Büyük Selçuklular Gulamlardan (Kölelerden ) saltanatlarını korumak için ordu teşkil ettikleri gibi, Türk unsuruna ve bu arada Türk eviadlarından müşteşekkil Tımarlı Sipahilere itimat edemeyen Osmanlılar da, Türk ve Müslüman olmayanların çocuklarından Yeniçeri Oca�ını kurmuşlardı. Tabii bunlar milli ordu olamazlar. l 566'da savaşa iştirak eden yeniçeri miktarı 1 2 .000 kişidir. Bakınız: Selaniki Tarihi, İstanbul, I 28, s. 35-36.


Tark 'lin Sosyo-Ekonomik Tarihi

1 01

ederler ve eğitirletdi. Köy kralı da kendi 1 O askerini ıaşe, ibate, teçhiz eder ve eğitirdi. Sosyo-ekonomik-politik yaşantısı ve özel karakteri itibariyle (odu-millet) olan köy devletlerinin arasında da savaş eksik olmazdı. Komşu köy devletleri arasında bir savaş olduğu zaman, köyde oturan ve eli silah tutan herkes, kadın ve erkek muharip bir kuvvet olarak savaşa kılmakla beraber, ani bir baskın, ani bir tecavüz vaki olunca Tudun, hemen haberi, asker veren öteki boy beylerine ulaştınr, kendisi onları beklemeden yanındaki 1 O askerle düşmanın karşısına çıkar, savaşmaya başlardı. Haberi işiten boy beyleri de birer, ikişer arkadan, onlara katılırlardı. Daha sonra da, haberi işiten köy krallığı mensuplan gelerek savaşa kıtılırlardı ?

1 00 kişinin veya tüm köy (uz) halkının savaşa katıldıkları zamanlarda, köy kralının (Tudunun) kendi askerleri, daima kralın yanında bulunurlar, onu müdafaa veya muhafaza ederler veya kralla beraber (çünkü kral aynı zamanda başkomutandı) zayıf tarafın imdadına koşarlardı. Her zaman kral, ilk defa düşmanın karşısına çıkmazdı. Düşman nereden ve hangi boyun mezru veya mer'a arazisine, 2

Bu halin en güzel örneği Dedekorkut'ta görülmektedir. Kazan Han,. Kafır ile savaşırken, arkadan kardeşi Kara Güne Çapar yetişti. "Çal kılıcını kardeş Kazan, yetiştim", dedi. Arkadan Selçuk oğlu Deli Dündar Çapar yetişti. "Çalkıhcını ağam Kazan, yetiştim" dedi. Arkadan Kara Budak Çapar yetişti. "Çal kılıcını ağam Kazan yetiştim" dedi. Arkadan Şir Şemsettin Çapar yetişti. "Çal kılıcını ağam Kazan, yetiştim" dedi. Arkadan Beyrek Çapar, Yüğnek Çapr gelirler (S. Hızarcı, Dedekorkut, İ stanbul, I 953, s. 58-60). Burada Kazan Han, "şehir, kabile reisi" (kralı)dir. Yardımına gelen de 9 kişi "boy beyi" dir. Gelenler, adeta "geldim yetiştim", diyerek tekmil vennektedirler.


1 02

Dr. Tahsin Ünal

malına, obasına, komuna tecavüz etmişse, tecavüze uğrayan boy beyi (ki bunla aynı zamanda kralın müşavere üyesi ve asker veren beyidir) yanındaki 1 O askerle düşmanın karşısına çıkarken, tecavüz haberini krala ve öteki boy beylerine ulaştınrdı. Haberi duyan gelir, savaşa katılırdı. Savaş bitince boy beyleri kendi askerleriyle kendi işinin (tarlasının, hayvanının başına döner, işi ve gücüyle meşguy olurdu. Köy kralı da kendi askerleriyle dahilde emniyet ve asayişi, huzur ve rahatı sağlardı. İşte, kralın kendi yanında bulunan, kral tarafından iaşe, ibate, teçhiz edilen ve bir savaş için eğitilen, savaşta köy kralıyle savaşan, onu düşman saidmsından müdafaa ve muhafaza eden, banş zamanında emniyet ve asayiş için kullanılan bu asker, tarihi oluşum içinde muhafız veya hassa birlik olarak gelişmiş ve nihayet daimi ordunun ilk çekirdeği ve esası olmuştur. Boy beylerinin iaşe, ibate, teçhiz edip ve eğittiği, savaştan sonra boy beyi ile beraber tarlasının ve hayvanının başına dönen bu asker de, tarihi oluşum içinde değişerek tekamül etmiş ve tımarlı sipahi düzeninin ilk çekirdeği ve esası olmuştur. Köy devletlerinden sonra şehir devletleri kurulurken, fetihlerle yeni araziler zaptedilmiştir. Zaptedilen topraklann en mahsüldar olanlannı fatih ve muzaffer şehir kralları kendileri almışlar yahut oğluna, kardeşine, damadına vermişlerdir. Böylece "HAS" denilen toprak düzeni oluşmuş; savaşlarda yararlık gösteren komutanlara, devlet adamlarına (ki bunlar eski boy beyleri veya köy krallanydı), zaptedilen toprakların orta derecede mahsüldar olan yerleri verilmişti. Böylece "ZEAMET" denilen toprak düzeni oluşmuş;


Tllrk 'IJn Sosvo-Ekonomik Tarihi

1 03

savaşlarda yararlık ve kahramanlık gösteren küçük rütbeli subaylara ve askerlere, zaptedilen topraklann az mahsüldar olan yerleri verilmiştir. Böylece "TIMAR" denilen toprak düzeni ortaya çıkmıştır. Zamanla Has arazilerin çoğalması, hassa veya muhafız (ordu) birliklerinin çoğalmasına, Zeamet arazilerin çoğalması, asker besleyen boy beylerinin (sonra ki devirlerde zeamet sahibi vezirlerin veya valilerin), dolayısıyle zeamet askerlerinin çoğalmasına ve güçlenmesine, Tırnar arazilerin çoğalması, Tımarlı beyterin ve Tımarlı sİpahilerin çoğalmasına ve güçlenmesine sebep olmuştur. Hakana (sultana) bağlı, hassa veya paralel olarak, boy beylerinin (eyalet valilerinin) emrine bağlı zeamet birliklerinin çoğalması ve güçlenmesi, Türk tarihinde zaman zaman görülen askeô bir mülki "feodalizm"in menşei ve sebebi olmuştur. Askeô fetihler sonunda, bir yandan ekonomik, sosyal ve kültürel yeni düzenler kurulurken, bir yandan da, en mütekamil modellerini Selçuklular, Osmanlılar devrinde gördüğümüz Has, Zeamet ve Tırnar toprak ve ordu düzenleri kurulmuştur. Ordu-millet karakterinde, sosyal ve kültüel güçleome ve değişmelerle paralel olarak, askeô ve politik sahada da bir güçleome ve değişme olduğu görülmektedir. Toprak, tanm, sanayi ve ticaret gibi ekonomik sahalarda, soydan gelenlerle, kılıç asilliğinden gelenlerin birleşmesine güçlü bir sınıf teşekkül ederken, askeô sahalarda da (köy devletinden devlet ve impaatorluğa köy eskeri gücünden, devlet ve imparatorluk gücüne geçilmek


Dr. Tah.fin Ünal

1 04

suretiyle) yeni yeni degişmeler oluyor ve yeni yeni on] u askeri kuruluşlar, adeta kendiliğinden kuruluyordu. Askeri sahada onlu kuruluşu, dünyada ilk defa Türkler kurmuştur.

b . Kuruluş Türk ordusundaki onlu, yüzlü, binli ve onbinli kuruluşun ilk esaslarını da köy kırallan (Tudunlar) dönemindeki boy beylerinin verdiği onar kişilik asker miktanndan başlatmak mümkündür. Köy devletleri (uzlar) dönemi kapanıp, şehir devletleri dönemi başlayınca bir şehir devleti 50 köy devletinin birleşmesiyle kurulmuşsa, asker miktarı 50 x 1 O = 500 kişi, yani iki alay, yok 1 00 köy devletinin birleştirilmesiyle kurulmuşsa, asker miktarı ı 00 x ı 00 ı 0.000 kişi yani 4 alaylı bir Tilmen olmuştur. =

Şehir devletleri devri kapanıp, devletler dönemi başlayınca bir devlet ı O şehir devletinin birleştirilmesiyle kurulmuşsa, asker miktarı ı O x ı 0.000 ı 00.000 kişi olmuştur. 20 şehir devletinin birleştirilmesiyle kurulmuşsa. asker miktarı: 20 x ı 0.000 200.000 kişi olmuştur. ı 00.000 kişilik kuvvet ise, 20 Tümen, 3 kolordu ve bir ordudur. Devlet genişleyerek 4 vey 8 devletten bir imparatorluk kurulmuşsa, asker miktarı 400 - 800.000 kişiye yükselmiştir. 800.000 kişilik kuvvet, 80 tümen, 24 kolordu ve 8 ordudur. Bu rakamlar ortalama rakamlardır. 3 Bu düzen ekonomik, =

=

3

Burada bahsi geçen "bir devlet, 1 O veya 20 şehirden veya bir imparatorluk 4 veya 8 devletten teşkil edilmişse" gibi tabirler, itibari tabirlerdir. Ve maksadın izahı için kulanılmıştır. Dogu ve Batı Göktürk


T/Jrk 'IJn Sosyo-Ekonomik Tarihi

1 05

sosyal, kültürel, askeri ve politi tekamüllere parelel olarak, adeta kendiliğinden kurulmuş ve bu nedenle topluma, "ordu­ mil/e(' denilmesine sebep olmuştur: ı . Köy devletleri döneminde, köy kralı ile beraber, ı O boy beyi, onar asker veriyorlardı. Ve toplamı ı oo kişi idi. Bu I 00 kişinin savaşta başkomutanı köy kralı ve her ı O kişiye de bir boy beyi komuta ediyordu. ı O kişilik birlik bugünkü ifadesiyle bir mangadır. Komutanı çavuştu. ı 00 kişilik birlik bir bölüktür. Komutanı yüzbaşıdır. O halde eski devirde ı 00 kişiye komuta eden köy kral ı (Tudun), zamanımızın yüzbasısına eşittir.

2. Bazan 1 O köy birleşiyor veya birleştiriliyordu. Küçük bir şehir devleti ortaya çıkıyordu. Böylece ı 000 kişilik bir askeri birlik kuruluyordu. I 000 kişinin komutanı, küçük şehir devletinin kralı (Yapgusu) idi. Bugün 1 000 kişi bir taburdur. Komutanı binbaşıdır. I O bölüğün komutanı da. I O köy devletinin kralı (Tudunu) idi. 3. Bazan 30 küçük şehir devleti birleştiriliyor ve orta kuvvette bir devlet kurulmuş oluyordu. Böylece 3000 kişilik bir askeri birlik kuruluyordu. 3000 kişinin komutanı şehir devletini kralı (Yapgusu) idi. Bugün 3000 kişilik bir kuvvet bir alaydır. Komutanı da albaydır.

veya Türkişlerin birleşmesiyle meydana gelen siyasi ıeşekküle imparatorluk denildi�i gibi, TOn Önasya'da ve Balkanlardaki 1 0- 1 5 devleti idaresi altında toplayan siyasi teşekküle de, imparatorluk denilmektedir.. Tabii askeri güçleri de farklıdır.


1 06

Dr. Tahsin Ünal

4. Köy devleti veya orta kuvvette 3 şehir devleti birleştiriliyor, güçlü ve büyük bir devlet kuruluyordu. Böylece ı 0.000 kişilik bir askeri birlik ortaya çıkıyordu. ı 0.000 kişi bir Tümendir. Tomutanı, önceleri devletin kralı (Yapgu) iken, bugün Tuggeneral olmuştur. 5 . 1 O adet şehir devleti birleştirilerek devlet ve devletin de 1 00.000 kişilik bir askeri gücü oluyordu. Komutanı önceleri devletin kralı (Hakanı) iken bugün Orgeneral olmuştur. 6. Bazan 4, bazan 8 devlet fetihler sonunda birleştiriliyor, bir impatorluk kuruluyordu. İmparatorluğun askeri gücü 400 vey 800.000 kişi oluyordu. Bu 40-80 Tümen, 1 2-24 Kolordu, 4-8 Ordu demekti. Komutanı ordular grubu Komutanı demek olan imparatorlar (sultanlar)dı4 • Selçuklular zamanında bazı farklarla ordu yapısının şu hale geldigi anlaşılıyor: ı o kişi "otak", yani bir manğa, komutanı "otak başı".

50 kişi "hayl", yani takım komutanı "hayl başı". 1 00 kişi yani "bölük", komutanı "hacib" (Yzb.) 500 kişi, yeni "tabur", komutanı "küçük emir" (Bnb.) 4 Devlet veya imparatorlu.kların, ldlçUk veya büyük oluşlann göre asker miktarının da az veya çok olabilece�ine işaret edilmişti. Bu itibarla Türk ordusunda Ttımen kuruluşu esas olarak kabul edilmiş. Hakanlar (imparatorlar) ço�u zaman Tilmenler veya Kolordular grubuna, bazan da ordular grubuna komuta etmişlerdir.


TDrk 'Qn Sosvo-Ekonomik Tarihi

1 07

3000 kişi, yani "alay", komutanı "emir" (Al b.). 5 ı 0.000 kişi, yani "Tümen", komutanı "büyük emir" veya "sipehsalar", (Tuğgeneral) 400.000 kişi, yani 40 Tümen, 1 O Kolordu, 3 Ordu. Komutanı "Hakan" (Sultan dı).6 (Genel Kurmay Başkanı). '

Komutanların Rütbesi Birlik

Eski Komutan

Yeni Komutan

1 . 1 O kişi (Manga)

Boy beyi

Çavuş

2. 50 kişi (Takım)

Şehzade

Tğm - Ütğm

3 . 1 00 kişi (Bölük)

Köy kral ı (Tu.)

Yzb.

4. ı 000 kişi (Tabur) Küçük Yapgu

5. 3000 kişi (Alay)

Orta Yapgu

Bnb. Alb.

6. ı o.OOO kişi (Tümen) Büyük Yapgu

Tuğgeneral

7. 1 00.000 kişi ( l .Ordu) Hakan

Orgeneral

8. 200.000 kişi (2.0rdu) İmparator

Müşir

s Savaşlarda ortalama olarak 3000 olan Selçuk alaylannın, merasimlerde 2000 oldu�u anlaşılıyor. F. Sümer, "Selçuklu imparatorlu�u'nun Kuruluşu", Resimli Tarih Mecmuası, Sayı: 26/1266. 6 Mehmet A. Köymen, Alpaslan Zamanı Selçuklu Askeri Teşkilatı, Ankara, 1 967, s. 40-43.


Dr. Tahsin Ünal

108 c. Kurucusu

Böyle bir askeri teşkilatı, Türk tarihinde ilk defa kimin kurduğunu bilemiyoruz. Bunu, ilk defa Mete Hakanın (209- 1 74) kurduğu kabul ediliyorsa da, biz bu kanaata katılmıyoruz. Çünkü biz, 50-60 sene evveline gelinceye kadar Osmanlılardan evvelki Türk tarihini kabul etmiyor ve reddediyorduk. Şimdi de Hunlardan (M. Ö . 220-M.S. 2 1 6) evvelki Türk tarihini kabul etmiyor, reddediyoruz. Birincisi ne kadar hatalı idiyse, ikincisi de o kadar eksik ve hatalıdır, şimdi de Hunları tarihimizin başlangıcı kabul ediyor, daha ötesine geçmiyor ve kabul etmiyoruz. Halbuki. Hunlardan evvel de Türkler vardı. Onların da bir kuruluşu, bir teşkilat ve orduları vardı. Bu kuruluş, bir şahsın eseri olmaktan ziyade, ihtiyaç ve zaruretlerin bir sonucu olarak, adeta kendi kendini kurmuştur. Yukarıda da temas edildiği gibi ekonomik, sosyal ve politik gelişmelere paralel olarak, askeri teşkilat ve kuruluşlar da, küçükten büyüğe, azdan çoğa doğru değişerek ve kurularak, Mete Han zamanına kadar gelmiştir. Hiç bilinmiyen bir organizasyonu, bir adamın icat ederek ortaya kıyması zor, fakat bazı parçaları bulunan ve bilinen, lakin dağınık, kifayetsiz olan bir takım müesseseleri bir araya getirmek, organize ve koordine etmek daha kolaydır. Bu itibarla Mete Han, Türk ordusunun kurucusu değil, daha evvelki zamanlardan beri devam edip gelen ordu kuruluşlarının koordinatörü ve reformistidir. Mete Han. kendi zamanında mevcut olan ve bilinen ordu kuruluşunu yeniden ele almış, bozulmuş olan taafları ıslah etmiştir. Hatta, onlu, yüzlü, binli, üç binli ve onbinli askeri teşkilatı yeniden kurmuş, fakat daha yüksek bir askeri kuruluşa, ya lüzum


Tark •an Sosvo-Ekonomik Tarihi

1 09

görmemiş, geçmemiş veya geçememıştır. Mete Han . Tümenler grubuna komuta ederek imparatorluğu kurmuştur. Bir yandan "Hun Hakanı Teoman Han, oğlu Mete'ye 1 0.000 çadır halkını (askeri bakımından 1 00 köyü) Tırnar olarak verdi." Bu aynı zamanda devlet içinde bir eyaletin valiliği demektir. Mete I 0.000 çadır halkından meydana 7 getirdiği 1 0.000 kişilik askerle (bir Tümenle) babasını yendi . Bir yandan da "Mete Han imparatorlugu 24 boya ayırdı. Her boyun çıkaracağı I 0.000' er kişilik süvarİ Tümenlerine birer komutan tayin etti."8 • i fadeleri bizim anlatmaya çalıştığımız hakikatleri teyit etmektedir. Anlaşılıyor ki, daha şehzade iken Mete'ye, eski düzenin tabii sonucu olarak I 00 köyün veya bir eyaletin tımarı verilmiştir. Mete bu tımarın geliriyle bir Tümeni modem silahiariyle (ıslık çalan oklarla) teçhiz etmiş ve askeri sağlam bağlarla kendisine bağlanmıştır. Kendisine sadık olan bu Tümenle, babasının da pasifızminden ve kifayetsizliğinden istifade ederek, (Yavuz Sultan Selim gibi), tahtı ele geçirmiş ve Hun devletlerinin idaresini ele almıştır. Devlet idaresini ele aldığı zaman, devletin belki daha 1 O Tümeni ( 1 00.000 kişilik bir ordusu) vardı. Bu 1 0 Tümenle Hun i mparatorluğunu kurdu ve sonra imparatorluğu 24 boya (yani 24 şehir devletine veya vilayete) ayırdı. Her vilayetin topraklarını has, zeamet ve tırnar essaslarına göre taksim etti. 7 Behçet Akın, "Mao-Tun (Bagatur-Teoman)", Resimli Tarih Dergisi, sayı: 33, s. 1 744. Bu, evvelki asırlarda oldugu gibi Tırnar düzeninin, Hunlar zamanında da oldugu gösterir. 8 De Guignes, Tü rklerin Tarihi Umumisi, Tercüme: H. Cahit, İstanbul, 1 924, 1 /200.


1 10

Dr. Tahsin Ünal

Her vilayetin Tırnar esasına göre çıkaracağı 1 O.OOO'er kişilik Tümenierin başına, askeri ve mülki selahiyetleri haiz komutanlar (valiler) tayin etti. 24 eyalet, birer Tümen çıkaracağına göre, Mete Han zamanında imparatorluğun askeri gücü 240.000 kişiden ibaretti demektir. Mete Han'ın ordusu başlıca;

1 . Hassa-Muhafız birlikleri, (daimi asker) (% 1 0 oranla), 2. Tımarlı süvarİler (savaş anında toplanan) (% 50 oranla), 3. Yardımcı birlikler (savaş anında toplanan) (% 20 oranla) ve

4. Piyadeler (% 20 oranla)den ibaretti. 5 . Türklerin özellikle kış mevsiminde kullandıkları 9 kayak birlikleri de vardı. Hassa veya muhafız birlikleri, han soyundan ve aristokrat çocuklanndan veya savaşlarda yararlık gösteren halk çocuklanndan mürekkepti. Bunların subaylan da, askeri de üst tabakadan kimselerdendi. Hanedanın veya devlet adamlannın (ki bunların da her biri eski şehir devleti veya devletleri krallanydı) has ve zeamet gelirileriyle iaşe, ibate, teçhiz ve eğitilirdi. B unlann adedi, 24.000 kadardı. Tımarlı Sipahiler ıse, kendilerine tırnar verilmiş olanlann,

9

L. Rasonyi, Tarihte TOrkiOk, Ankara, 1 97 1 , s. 50-53.


l ll

T/Jrk 'Qn Sosyo-Ekonomik Tarihi

tımartarının gelirleriyle iaşe, ibate ve askerlerdi. Bunlann adedi 2 1 6.000 kadardı.

teçhiz

ettikleri

Yardımcı birlikler ve piyadeler de bu miktarlara dahildir. Yadımcı birlikler; dökümcüler, imalatçılar, lağımcılar, köprücüler, mancınıkçılar gibi biriikierdi Bunlardan başka; arabalar üzerine cergelerle üstleri kapanmak suretiyle meydana getirilmiş olan (seyyar hastabakıcılar) ve hamamcılar da, yadımcı birliklerdendi. Yardımcı birliklerin temini ve istihdamı da geniş mikyasta tırnar esasına dayandınlmış olmakla beraber, devletçe de buna ayrı bir önem verilirdi. Selçuklar devrindeki Türk ordusu ve teşkilatı, daha evvelki devirlerdeki ordu ve ordu teşkilatından özde ve esasta farklı değildi. Selçuklular zamanında da ordu, hassa veya muhafız (daimi ordu), tımarlı süvariler (savaş anında toplanan ordu) yardımcı birlikler (ki bunlar nak.kablar, mancınıkçılar, lağımcılar, köprücüler, meşaleciler, köscüler, borozanlar, dökümcüler, İmalatçılar, cergelerler örtülmüş arabalarda hastahaneler ve hamamcılardı ve piyadeler (yayalar)di. Ordu yine onlu, yüzlü, binli ve onbinli teşkilata bölünmüştü. Yalnız Selçuklu ordusunda, bir tekamül ve zaruretin sonucu olarak "Okçu, mızrakçı, gürzcü, nacakçı, kılıçcı, kemanitçi, sapancı birlikleri" gibi ihtisas birlikleri teşekkül ettiği görülür. Bu ihtisas birlikleri yanında daha evvelki lağımcılar, mancınıkçılar, imalatçılar gibi sınıflar da vardı. Fakat Selçuklular zamanında bunun biraz daha geliştiği müşahade edilmektedir. Bu ihtisas birlikleri, hiçbir zaman, yalnız kendi silahını kullanr, yanında başka silah bulundurmaz ve başka silah kullanmaz, demek değildir.


1 12

Dr. Tahsin Ünal

Okçular icabında düşmanın yanına sokulur, yanında bulunan kılıcıyle, nacağı ile de savaşırdı. Şurası önemlidir ki, bu ihtisas birlikleri, zamanla tekamül etmiş ve Osmanlılar devrindeki, diğer sınıfların yanında humbaracılar, topçular, top arabacılan, kumbaracılar, topalakcılar, menniciler gibi birliklerin teşekkül etmesine ve nihayet bugünkü piyade, topçu. tankçı, personel, levazım, muharebe vs. sınıflann kurulmasına geniş mikyasta yol açmıştır ve zernın hazırlanmıştır. Selçuk ordusundaki hassa yahut muhafız birliklerinde bir değişiklik göze çarpmaktadır. Evvelce bu hassa veya muhafız askerlerin yahut daimi ordunun sayısı ancak 4-5000 kadar olduğu ve subaylanyla beraber asillerden hür ve anbeasıl Türk çocuklanndan müteşekkil olduğu halde; şimdi adetleri 1 2-25 .000 çıkanlmış olduktan başka, tamamı ya savaşlarda esir edilen veya pazardan para ile satın alınan, hediye edilen gulamlardan (kölelerden) müteşekkil bir hale gelmiş ve getirilmiştir. Gulamlardan bazılan saray okuHanna alınarak, burada eğitildikten sonra, mutemet görülenler, padişahın maiyetindeki ve saraydaki gulamlann başına komutan tayin edilenler olduğu gibi, eyaletlere komutan vali (beylerbeyi) tayin edilenler de vardı 1 0 • Bu hal, özellikle Alpaslan'dan itibaren Selçuklutann " İranlaşmaya" İ başladığının bir delilidir. ranlaştıkça, Türk unsuruna güvenlerini kaybeden Selçuklu sultanlan, kendilerini, para ile satın alıp asker yaptıkları köle (paralı) ordu ile korumaya ve 10 Bunlardan bazıları olan, Saduddevle Gevherayn (Tümen K. idi) Sav Tekin, Bar Tekin, Gümüş Tekin. Altıntaş, Yaruh, Erdem, Üner ve İnanç Tekin ' ler meşhurdur. Bunlar bazan Tümen K., bazan komutan (vali) olarak devlet idaresine katılmışlardır.


T1Jrk 'IJ11 Sosvo-Eko11omik Tarihi

1 13

bunda yarar mülahaza etmeye başlamışlardı. Fakat aşağıda da temas edileceği gibi gerek eyaletlere komutan-vali tayin ettikleri Gulam vezirler, gerek hür vezirler, kendileri gibi kendi gelirleriyle gulam askeri (hassa askeri) kurmaya mezun ve selahiyedi olduklan için, komutan valiler de, gelirlerine göre 500- 1 500 arasında değişen gulam muhafız birlikleri kurmuşlardır. Bu, devlet içinde devletin, "Feodalizm"in kendisiydi. Hanedandan biri tahta geçmek istediği zaman, bu "gulam (köle)" komutan-valilerle, "hür" komutan-vali lerden birkaç tanesini kendi tarafına kazandığı zaman, sultana isyan ediyordu. Bu nedenle Selçuklu İmparatorluğu Melekşah'dan itibaren sür'atle dağılmış, parçalanmış ve yıkılmıştır. Selçuklardaki bu hassa (muhafız) birliklerinin Gulamlardan (kölelerden) teşekkül etmesi, sarayda eğitilmeleri, kumutan-vali (beylerbeyi) tayin edilmeleri, Osmanlılarda "devşirme", "acemi oğlanlar ocağı", "Enderun okulu" ve "yeniçei ordusu" şeklinde tecelli etmiştir. Tımarlı sİpahilere gelince; kaynaklardan anlaşıldığına göre, Selçuklu İmparatorluğu, her biri bir Tümen asker çıkaran 40 eyalete ayrılmıştır. Topraklar yine has, zeamet ve tımara bölünmüştü. Bir eyaletteki tımariann tümü, 1 0.000 askeri iaşe, ibate ve teçhiz etmiye, atını temin ederek eğitmeye mecburdular. Buna göre Selçuk İmparatorluğu 40 x 1 0.000 = 400.000 kişilik tımarlı sipahi bulunduruyor ve bunun için devlet kesesinden bir kuruş sarfedilmiyordu. Yardımcı sınıflar da ayni şekilde iaşe, ibate ve teçhiz


Dr. Tahsin Ona/

1 14

ediliyorlardı. ı ı Geliştiriirnek suretiyle aynı tırnar düzeni Osmanlılar tarafından da kabul edilmiş. Osmanlı ordusunun da büyük kısmını tımarlı sİpahiler teşkil etmiştir. Özellikle 1 300- 1 600 döneminde Osmanlı ordusunda. I OOO'den başlıyarak 20-30.000 yeniçeriye mukabil, 1 00- 1 20.000 tımarlı sipahi bulunmuştur. Kuruluş ve yükseliş devirlerinde kazanılan bütün büyük zaferleri ve imha savaşlannı, anbeasıl Türk eviadı olan tımarlı sİpahiler kazanmış olduğu, 1 600'den sonra tımarlı sipahi düzeni ihmal edilir; yeniçeriye önem verilir ve yeniçeri miktan artınlırken, dolayısiyle yeniçeri ordusunun kuruluşta değil, yıkılışta rolü olmuşken, bir yandan şanlı zaferleri Türk olmayan yeniçenlere maletmek, bir yandanda milli ve daimi ordusun kuruluşunu, milli olmayan yeniçeri ocağının kuruluşundan başlatma. bu milletin acı kaderlerinden biridir.

d. E�itim ve At Askerlik mesleği, mahrumiyet ve meşakkaJ mesleğidir. Gayesi attığını vurmak, fakat vurulmamaktır. Dinamizminin motoru, moral ve nefsine güvenmedir. Bunlar askeri eğitim ve öğretirole bilinçleştirilir ve pekleştirilir. Bu niteliklere sahip olan bir ordu, daima zafer kazanır. uzun

Açlığa, susuzluğa, sıcağa, soğuğa, yorgunluklara ve yürüyüşlere, bıkmadan, bezmeden dayanmak ve

1 1 Mehmet A. Köymen, Alpaslan Zamanı Selçuklu Askeri Teşkilatı, Ankara, 1 967, s. 7, 9, 23, 38, 52 ve buradaki kaynaklar. Ş. Tekindağ, "Eski Türk Ordularının Savaşlardaki Taktik Ve Silahları", TOrk Kültürü Dergisi, Sayı: 341766 ve burald kaynaklar.


Tllrk 'iln Sosyo-Ekonomik Tarihi

1 15

mukavemet etmek, askerliğin tabii icaplarındandır. Bunlara alışık bir ordu, muharebenin icaplarına katıanan ve muharebe gücü üstün olan bir ordudur. Rahata, huzura ve konfora alışmış olan insanlar ve bu insanlardan müteşekkil bir ordu, muharebe gücü zayıf olan bir ordudur. Türk milletinin büyük bir çoğunluğu çifçi ve çobandır. Çiftçilik ve çobanlık, insanı ister istemez meşakkatlere, sıcağa, soğuğa ve mahrumiyedere alıştırır. Küçük yaştan itibaren ata ve açlığa, silaha ve atıcılığa, karda ve kışta kepenekle yatıp kalkmıya alıştınr. Askerlikden önce, askerliğin şartianna ve icaplanna alışık, bir çok askeri malıareıleri elde etmiş bir nesil yetişir, durur. Asker ocağında ise, zaten kendisinide mevcut olan alışkanlıklar ve maharetler dahada pekleştirilirdi. Gençler, kolayca yeni işlerine intibak ederler ve kanalize edilirlerdi. Osmanlılar döneminde devşirilen çocukların, önce büyük ve asil ruhlu Türk çiftçi ailelerinin yanına vertimesinin ve burada 7-8 sene tutulmasının sebeblerinden biri, Türkçeyi, İ slcimiyeti, Türk adetlerini öğrenerek Türkleşmesini temin etmekti. Öteki de, mahrumiyet ve meşakkatler mesleği olan çiftliğin, mahrumiyetleri, meşakkatlan, zorluklan, sıcağı ve soğuğu içinde büyüsün, pişsin, yoğrulsun ve bunlara alışık olarak 12 acemi oğlanlar ocağına gelsin ve iyi bir asker olsun idi. Gerek Mete Han' ın, gerekse Uygur Ham Paşanın "devamlı askeri eğitim yaparak. askerlerini eğittikleri, töre dışına çıkanlan şiddetle cezalandırıp kimsede töre dışına çıknuya cesaret bırakmadıkları" 1 3 ve askerlerini ciddi bir disiplin ruhu 12

M. Zeki Pakalın, Osmanlı Tarihinde Deyimler Ve Terimler, "devşinne" ve "acemi oglanlar ocağı" maddeleri. 13 B. ögeı. Türk Knltnrnnnn Gelişme Çalları, 1 / 1 93 .


1 16

Dr. Tahsin Ünal

ile yetiştirdikleri mah1m olmakla beraber nasıl eğittİklerini bilmiyoruz. Fakat, daha sonraki asırlarda yazılan eserlerden bu eğitimin nasıl bir eğitim olduğuna dair bazı ip uçları elde edebiliyoruz. Bahsedilen eğitim sistemleri, daha evvelki eğitim sistemlerini de ihtiva eder. Başka bir ifade ile XI nci asırdaki askeri eğitim sistemleri, daha evvelki eğitim sistemlerinin bir halkasıdır. Bu itibarla, bilinenlerden bilinmiyenlere giderek onları da izah etmek mümkün olur. "Türkler askerlerine, kalbinden ve kafasından hayatı sevmek, ölümden korkmak, geri dönmek ve kaçmak gibi savaş için çok tehlikeli olan fikirleri çıkarıp atmayı öğretirlerdi. İ lk taaruzda askerlerine ve bindikleri atlara sağa, sola kaymamayı, geri dönmemeyi öğretirlerdi. Onun için ilk taarruzlan, karşı durulmaz bir balyoz gibiydi. Süvarilere, atianna çeşitli şekillerde binmelen ve her şekilde isabetli ok atmalarını öğretirlerdi. Süvarilere, bindikleri at hızla giderken, atın sağına, soluna yapışarak eğilmeyi, sanki ileriye gidiyormuş gibi geriye dönmeyi ve bu vaziyetlerde isabetli ok ve mızrak kullanmayı öğretirlerdi. Uçan kuşa, avının üzerine pike yapan kartala, yıldınm gibi koşan tavşana, atarak eğitilirlerdi. Muharebede bindikleri at hızla i leri giderken, askerler öne, arkaya, sağa ve sola isabetli oklar atarlardı. Çabuk ok atmak öğretilirdi. Düşman bir ok atıncaya kadar, onlar on ok atarlar, attıkları her ok mutlaka hedefini bulur ve bir askeri yere sererdi. Her okla bir askerini kaybeden bir ordu, Türklere karşı duramazdı. Türkler arkaya da isabetli ok attıklarından kaçmalan da taarruzlan kadar öldürücü ve imha ediciydi. Onlar askerlerine taarruz kadar, maharctle geri çekilmeyi de öğretirlerdi. Düşmanla karşılaşınca bazan geri kaçarlar, buna inanmamalıdır. Bu


Türk 'ün Sosyo-Ekonomik Tarihi

1 17

sahte bir firardır. Sahte firarlarla onlar düşmanlarını, kendilerini takip etmeye imrendirirlerdi. Düşman gaflette kendilerini takibe kcyulup ordugahından uzaktaşınca aniden geri dönüp imha cderlerdi. Savaşta hile yapmayı, savaşta düşmanın eksiklerinin ne olabileceğini, banş zamanında askerlerine öğretirlerdi. Bu öğrendiklerini savaşta düşmaniarına tatbik ederlerdi. Kimsenin aklının ucundan dahi geçmiyen hileler bulurlardı. Savaş için saf bağlayıp durunca, düşman saflarına hata varsa hepsi birden görürler, taarz ru edilecekse taarruz edileceğini, geri çekilecekse geri çekileceğini hep birden aniayıp hareket edebilirderdi. Taarruzda ve geri çekilmede nasıl savaşı lacağını herkes 14 bilirdi". Bütün bunlar banş zamanında askere öğretilir, manevralarla pekleştiriliridi. Komutanlar askerlerine, düşman hamle edince, kaçmaya değil, bu hamle karşısında kayalar gibi sağlam durmasını, düşmanın hamlesini çelip bu hamleyi boşa çıkarmayı ve heme'l dönüp düşmanın arkasına düşmeyi ve onu imha etmeyi öğretirlerdi. Askerler (süvariler) mutlaka iki yedek at, 2-3 yay, 3-4 kiriş ve pek çok ok taşırlardı. Hayvanları için ihtiyat takımlarını, kendileri için lazım olan yiyeceği, kendileri temin ederlerdi ve yanlarında taşırlardı. Onların mızrak ve kargılarının içi boştu. Hem de kısaydı. Bu tip silahlar hem daha iyi saptanır, hem hafif olduğu için kolay taşınırdı. Her süvari kendi atını kendisi yetiştirir ve beslerdi. Türk, atının hem çobanı, hem seyisi, hem baytarı, hem süvarisiydi. Onun için bir Türk, bir Türk süvarisi başlı başına 1 4 El Cahiz, Hilafet Ordusu Menkıbeleri Ve Tü rklerin Faziletleri, Tercüme: R. Şeşen, Ankara, 1 967, s. 64-7 1 .


1 18

Dr. Tahsin Ünal

bir milleti. 1 5 Süvariler, uzun gece ve gündüz yürüşleriyle, yazın sıcağına, kışın soğuğuna, yorgunluğun sebebi olan yürüşlere alıştılırdı. Onlar yaşantılannın icabı olarak, askelikte de eğitilerek bir baytar kadar usta, at terbiyesinde mahirdiler. Türklerin bol miktarda cins (asil) atlan vardı. Başkaları yerinden hareket etmeden, onlar yolu yarı ederlerdi. At, Türk' ün kanadıydı. Allah, her milleti ayn bir karakterde yaratmış ve bir san'atın ehli yapmıştır. Allah, Türk milletini asker �\.arakterli yaratmış ve savaş san'atındaki kabiliyeti, daima dindarlık ve düşmandan geri kalmamak ve intikam olmak ruhuyle beslendiğinden o, önünde durolmaz ilahi bir güç haline gelmiştir veya getirilmiştir. 1 6 Hemen her devirde geçerli olan bu ve buna benzer askeri eğitime, Hunlar döneminde olduğu kadar, evvel ve sonraki dönemlerde de önem verildği için Türk ordusu, önünde durulmaz, '"ilahi bir güç" olarak tavsif edilmiştir. Devrin en süratli vasıtası attı. Hangi ordu en süratli ve en mukavemetli ata sahibse o ordu, daima mukavemet ve hareket üstünlüğüne sahip oluyor ve inisiyatifi daima kendi elinde bulunduruyordu. O devirlerden ta! 1 600 tarihine kadar, en mukavemetli, en süratli ve en üstün atları, hem de cins

u Askerin kendisini iaşe ve ibate ve teçhiz etmesi, atını kenisinin temin etmesi, tırnar düzeninin Göktürkler ve Uygurlar devrinde de devam enigini açıkca ifade eder. 16 El Cahiz. a. g. e., s. 73, 80.


TIJrk 'IJn Sosvo-Ekonomik Tarihi

1 19

cins ve sürüler halinde Türkler yetiştiriyordu. 1 6 a "Türk/erde Hayvancılık" bahsinde bu konu kısa da olsa izah edilmiştir. Binaenaleyh bol ve cins adar sahip olan Türk süvarileri, yanlarında çoğu zaman iki at, bazen aşyalan için üç at bulundururlardı. Her süvarİ askerinin yanında birde seyisi bulunurdu. Bu nedenle 1 0.000 kişi olan bir Tümenin vurucu gücü, hakikatte 1 0.000 değil, 5000 idi. Yardımcı birliklerle beraber 1 0.000 kişi oluyordu. Bu itibarta yukanda bahsedilen 1 00200.000 veya 400-800.000 askerin tamamının vurucu değil, en az yansını vurucu güç olduğunu kabul etmek icabeder. Bol ve cins (bedevi) atlara sahip olan Mete Han'ın Tümenleri, atlarının rengine göre aynlıyor ve "kır atlılar Tümeni, al atlılar tümeni, yağız atlılar tümeni, doru atlılar tümeni ve boz atlılar tümeni" gibi isimler alıyordu. Bir keresinde bu şekilde bindirilmiş tümenlerle Mete Hana, Çin Seddi'ni geçmiş ve ÇiniileTİn 320.000 kişiyle müdafaa edilen Peteng kalesini muhasara ederek, Çin imparatoru Kao-Ti 'yi, her sene vergi vermeye ve Kuzey Çin'i Türklere terk etmiye mecbur eden bir anlaşma imza ettirmiştir. Bilindiği gibi ordu denilen kuruluş, insan ve insanın maksada göre en iyi şekilde eğitilmesi, en modem silahlarla donatılması ve bu silahlan en iyi şekilde kullanmasını bilmesi, insanın en iyi şekilde beslenmesi ve giydirilmesi gibi 16 •

Türk atları ve Türklerde atçılık hakkında fazla bilgi için bakınız: Cahiz, a. g. e., s. 6 1 . M. Altay Köymen, "Aipaslan Zamanında Selçuklu Askeri Teşkilatı", , D.T.C.F. Dergisi, C: V Sayı: 8, 9 (Ankara, 1 967)'dan ayrı basım s. 53.


1 20

Dr. Tahsin Ünal

ana unsurların koordineli, ahenkli bir şekilde işlemesinden meydana gelir. Bunlardan birinin noksan olması ordunun matris gücünü, dolayısiyle savaş gücünü zaafa uğratır. Bu unsurlardan birinin milli kaynaklardan değil, dış kaynaklardan temin edilmesi aynı sonucu hasıl eder. Yani ordunun savaş gücünü zayıflatır. Türk ordusunun, asırlarca düşmaniarına nazaran üstün oluşunun, üç kıt'ada Türk bayrağını şanla şeretle dolaştırmasının sebeplerinden biri de, bahsedilen ana unsurlann milli kaynaklardan temin edilmiş olması ve bunlann koordineli, ahenkli bir şekilde işlemiş veya işletilmiş olmasıdır.

e. Ordunun İlahi Menşei Gerek milli kaynaklanmızda, gerek dini kaynaklarımızda Türk soyunun Allah tararfından özeni lerek ve bir gaye için yaratılmış olduğuna dair bir çok kayıtlar vardır. Bunlardan biri yukanda bahsedilen Kurt Destanı'nda geçmektedir. Ay-Atamın rüyasını tabir eden Doğan-Ay, "Ay­ Atam, ağaç sensin. Dallar senden gelecek olan nesillerdir. Bu öyle bir nesildir ki, bu nesil, Tanrı soyundan gelme nesi/dir. Nice yıllar sonra bir gün gelecek, tanrı senin neslinden gelenlerin, kendi ordusu olduğunu söyleyecek'' 1 7 demiştir. Nitekim aradan yıllar geçmiş ve Allah, "Benim bir ordum vardır. Ona Türk adını · verdim. Onları doğuda yer/eştirdim. Bir milletin günah işlediğini görürsem, onları 17

Necati Sepetçioglu, Yaratılış ve Türeyiş, Ankara, 1 965, s. 87.


Tlirk '/Jn Sosyo-Ekonomik Tarihi

121

b u milletin başına müsal/at ederim" demiş 18 ve orlusunun adını açıklamıştır. Hz. Peygamber Miraç'ta iken, '"yer yüzünde beyaz atlılar görüyorum. Bunlar hengi mil/ettir?" diye Cebrail'e sorduğu zaman, Cebrail ; " Ya Resulullah, bunlar Allah 'ın süvarileri olan Türklerdir" demiştir. 19 Bunların üzerinde durmak, tefekkür etmek, manaların değerlendirmek lazımdır. Bunlar lalettayin söylemiş sözler olamaz. Bunun maddi ve manevi bir takım sebepleri olsa gerektir. Bunun maddi sebebi, milletin tarımda, sanayide, teknikte, sosyal yapıda güçlü olması ise, manevi sebebi de bu milletin, genç kuşaklanna, ailelerde, çevrede, okullarda ve nihayet asker ocağında verilmiş olan milli ruh olsa gerektir. Her şey kendisine yarar besinle beslenir. Zarar besinle ölür. Bedenin kendisine yarayışlı besine ihtiyacı vardır. Bedene zehir, bitkiye tuz verirseniz ölür. Toplumun ruhi besini de kendi milli kaynaklanndan gelen yarar besinlerdir. Başka milletlerden alınan ruhi besinler ona zarar verir. Bu öyle bir ruh ve imandır ki, bunlarla dolu olan bir kimse, bunlar için tereddüt etmeden canını feda eder. Ölmeyi göze alan ve bundan korkmayan bir kimse herkesten cesur ve kahraman olur. Önünde durulmaz. Bir yıldınm, bir kasırga ol ur. İslami devirlerdeki "Fisebilillah gaza, kelimetüllahi ila" ruh ve imanı olmasaydı acaba Haçlılara karşı durulabilir, Viyana önlerine kadar gidebilinir miydi?. Milli şairimiz

18

K. Mahmud, Divan i LOgati't-TOrk, Tercüme: Kilisli Ri fat, Istanbul, 1 333-1 335, l /293-294. 19 Reşidüddin, CamiO't-tevarih, nakleden: C. Kutay, Tarih Konuşuyor Dergisi, Sayı: 3/206.


1 22

Dr. Tahsin Ünal

Yahya Kemal ve M. Akif şiirleriyle bu ruh ve imanı terennüm etmiyorlar mı?. Faziletleri, ruhu ve imanıyla, çalışkanlığı kahramanlığı ve cesaretiyle, tarımı, sanayii ve tekniğiyle, sanatı ve edebiyatı ile, hülasa maddi ve manevi yanlarıyle güçlü olan bir milletin, kendisi ve hakanı, atı ve ordusu, ancak ilahi menşeden gelmiş, ilahi bir güç olarak görülür ve böyle tavsif edilir. Türk destaniarına İ slami motifler girmiş olabilir. Kaşgarlı Mahmud ve Reşiddüddin yeni Müslüman olan Türk devletlerinin, Türk bilginleri olduğu için böyle ilahi fikirleri ayet ve hadisleri kitaplarına almış olabilirler. Fakat herhalde bunları uydurmamışlar ve kafadan atmamışlardır. Ya o zamanki Türk idareci kadrolan (Hakanlar) böyle milli ve dini ideolojileri, millete ve orduya vermekte ve fikirleri, bunlarla besiernekte fayda mülahafaza etmişlerdir. Yahutta, o asırlardaki Türk dinamizmi, maddi ve manevi gücü karşısında aciz duruma düşen sair milletler "Türk ordusunun önünde durulmaz, bu ordu, günahkarları cezalandırmıya memur edilmiş. Allah 'm ordusudur", demiştir. Nitekim Avrupada Atilla'nın başarıları karşısında aciz duruma düşen Hıristiyanlar (rahipler), Atilla için, "günahkar Hıristiyanları cezalandıran Allah 'm kırhac ıdır" demşilerdir20 . 20

Burada bahsi geçen gUnahkar olmak, idareci kadroların (hUkUmetlerin millet narnma millet için çalışmaya terketmeleri dolayısıyle milletin fakir, cahil, geri ve ibtidai kalmaıs, aciz duruma dUşmesidir. Türk milletinin fakir, cahil, geri gUçsUz ve takatsız kalmasın, şunun bunun oyuncağı haline gelmesinin vebali ve gUnah kimindi ? . Idareci kadroların değil .

.


Tllrk "lin Sosvo-Ekonomik Tarihi

1 23

Ordu, milletin maddi ve manevi ortalamasıdır. Güçlü milletierin ordusu güçlü, zayıflarınki zayıf olur. Ordu insandır. Hatta nev' i şahsına münhasır bir toplumdur. Onun da fikir ve ideolojilerle beslenmesi iktiza eder. Silahı kullanan eldir. Fakat narnluya istikamet veren ve hedefi tayin edin fikirdir. Kalbe sapialan her okun; süngü ve merminin ucunda, fikir vardır. Fikir ve ideoloj isiz ordu olmaz. Bu itibarta atalarımız ordulannı bedenen eğitirlerken, fikren ve e�itmeyi, bedeni beslerken, fikren ve ruben beslerneyi ihmal etmemişlerdir. Hep zaferler kazanan bu orduya, "Allah 'ın Ordusu," "Peygamber Ocağı" demişlerdir.

e. Strateji ve Taktik Türkler, % 70 oranla süvarİ olarak ve fakat "evirelim. çevirelim, altan inip şiddetle saldıralım. Aslan gibi kükreye/im" ifadelerinden de anlaşılacağı gibi,2 1 icabında attan inerek, piyade olarak da savaşıyorlardı. Düşmaniarına kitle halinde taarruz ediyorlardı. Fakat düşmanla, birbirlerine yardım ederek ferdi olarak savaşıyorlardı. Böylece hem büyük de�il, küçük hedef teşkil ediyorlar, hem de, "bey askerlerden ayrıldı ve pusuya girdi, sak/andı. Fırsat aramaya 22 üstün bir başladı" ifadelerinden de anlaşılacağı gibi, inisiyatif ve haraket kabiliyetine sahip bulunuyorlardı. Kitle halinde taarruz, fakat insiyatif ve ferdi hareket üstünlüğü ile savaşan Türkler, düşman yüzerinde patladığı zaman etrafa şarapneller saçan, bir çok düşmanın ölümüne sebep olan mi?... Acaba, biz gUnahkar kuları, cezalandıracaktır? ... 21 Kaşgarlı Mahmut, Divan, 1 1 / 1 3, 1 3 8. 22 K. Mahmud, Divan·, 1 /30 1 .

Allah

hangi

ordusuyla


1 24

Dr. Tahsin Ünal

bomba tesiri yapıyordu. "Bir Türk süvarisi bir orduya bedeldir. " ifadelerinden de anlaşılacağı gibi bir Türk askeri, birkaç düşman askerini öldürmek imkanına sahip oluyordu. Onun için 20.000 kişilik bir Türk kuvveti, en az 40.000 kişilik bir kuvvet tesiri yapıyordu. Bu savaş şekline "Step Muharebe Stratejisi " de ilave edilince, Türk ordusu önünde durulmaz bir kasırga haline geliyordu. Asırlar boyunca Türklerin az kuvvetlerle, kabalık düşman kuvvetlerini mağlup etmelerinin sebebini buralarda aramak lazımdır. Türkler Mete Han'dan evvel, Mete Han zamanında ve ondan sonra taarruz, müdafaa, kuşatma, baskın, ric'at, sahte ric'at, yarma gibi büyük strateji ve taktik esaslarına vakıf olup bu tabye esaslanyla savaştıklan gibi savaş esnasında karşılaşılan değişik savaş şekilleriyle de, mahirane bir tabye ve tattİk savaşmasını, hem de en iyi şekilde bilirlerdi. Türkler, hiçbir zaman düşmanlarını küçük ve hakir görmezlerdi. Düşman küçük ve zayıftır diye, onu ihmal etmezlerdi. Her zaman savaşa hazır bulunurlardı. "Düşmanı küçük ve zayıf şörür, kendi haline bırakırsan, ülkeni elinden alır" derlerdi. 2 Türk ordusunda, mesela XIX ve XX nci asırlarda görülen "panik" olmazdı. "Bir Türk süvarisi, başlıbaşına bir ordudur. Bir Türk askeri, başlıbaşına bir millettir. Onlar yıldırım gibi birden görünürler, birden kaybolurlar. 24 Onlar düşmanlarını ve karşılarındaki orduları şaşkına çevirir/er" gibi sözler, boşuna söylenmemiştir. Onlar, bu meziyetJeri ve üstünlüğü, yaatılışlannda mevcut olanları, eğitimle pekleştirmek suretiyle elde etmişlerdir. 23 K. Mahmud, Divan. 1 1 /29. 24 De Gui�es, Tüklerin Tarihi Umumisi. l / 1 82- 1 83 .


Tark 'an Sosyo-Ekonomik Tarihi

125

"Uygur Hakanı Pusa, devamlı askeri eğitim yapar, düşmanla karşılaşınca, ordusunu savaş nizamma sokar. Subayları ön safa dizer, kendisi bizzat, ön safta olduğu halde, düşmana taarruz ederdi. Bu tabye ile, az askerle çok düşmanı yenerdi."25 Bunlardan anlaşılıyor ki, genel olarak Türk tabyesi taarruz esasına istinat ediyordu� Savaş başladığı zaman yahut Kaşgarlı Mahmud'un ifadesiyle "önemli bir iş zuhur ettiği zaman" ki bu önemli iş savaştır. Hakan, beylerine ulakla haber gönderirdi. Beyler de (Valiler) kendi muhafız askerleriyle ve Tımarlı Sİpahileriyle beraber kalkarlar ve sular gibi akar gelirlerdi. Hakanın emrettiği yerde 26 toplanırlardı. Hakan, ki aynı zamanda başkomutandır. Sefer yahut savaş çadınnı çıkarıp kurar, Tuğunu çadırın önüne diker ve zaman zaman "növbet davullan" (sonradan mehter)çaldınrdı. "Han 'ın yuvarlak çadırı kuruldu. Tuğ 27 dikilip növbet davulları vuruldu." • Hakan bütün beyterin geldiğini anladıktan sonra kalkıp düşmana doğru yürür ve o düşmana, gözcü. kılavuz ve yerine göre öncü tertibatı olarak yaklaşırdı. Geceyi geçirmek için seçilecek yerin mahfuz olmasına otlu, sulu ve kolayca baskın yapıtarnıyacak bir yer olmasına önem verirdi. Hakan nöbetçi ve devriyelerle emniyet tertibatı aldırır, nöbetçi ve devriyelerin uyanık durrnasına önem verirdi. Birliklerin gece 25

B. Ö�el, a. g. e., 1 / 1 93. Bunlar lalettayin toplanmış askerler de�ildi. Bunlar evvelce ismen ordu defterine kayıtları yapılmış, askerli�i meslek edinmiş, e�itilmiş daimi askerlerdi. K. Mahmud'un deyişiyle bunlar "bitilgen" yani "bilinen" askerlerdi. Divan, 1 /52 1 . Hem de bu suretle Hakan ordusunun miktarını da biliyordu. Eksilmişse tamamlıyordu. 27 K. Mahmud, Divan, 1 /95-44 1 . 26


1 26

Dr. Tall.'>in Ünal

ilişkileri parola ile temin edilirdi. Parola hem düşmanı tanımaya, hem de çeşitli eyaJetlerden gelen ve birbirini tanımayan birliklerinin tanınmasını temin ederdi. Hakan, askerin geceyi geçireceği karargahtan uzak olmamasına, askerin toplu olmasına dikkat ederdi. Hakan düşman hakkında bilgi edinmek için casus göndermeye ve esir almaya önem verirdi. Kendi askerini çok göstermeye, düşmanı hile yapmak suretiyle aldatmaya çahşırdı. O çağlarda pusu ve baskın, savaşı kazanmanın en önemli vasfı olduğundan, taraflar pusuya düşmemek, baskına uğramamak için lazım gelen tedbirleri almaya önem verirlerdi. Hakan (Komutan) düşmanla karşılaşınca, düşmanın kuvvetini çok, kendi kuvvetini az görürse, savaşmakla acele etmezdi. Elçi gönderir ve önce düşmanla anlaşma zemini arar, anlaşma imkanı varsa anlaşır, barış imza ederdi. Anlaşma müzakerelerini uzatır, düşmanı oyalardı. Bu arada bir taraftan geceleri düşmanı alacağı tedbirlerle uyutmaz, onun moralini sarsarken, bir yandan da kendi kuvvetlerini artırmaya çalışırdı. Hakan, eğer düşmanla anlaşmamazsa, o zaman ordusunu muharebe nizamma sokar, kendisi bizzat zırhını giyinir, kılıcını kuşanır, tirkeşini arkasına takardı. Ordusunun önüne geçer, askerin moralini yükseltecek heyecanlı bir konuşma 1;apar, askere, mal, rütbe, makam vadeder ve para dağıtırdı. 8 Bu arada Tümen Komutanları birliklerini teftiş ederlerdi. Çavuşlar safların düzgün olup olmadığını kontrol Y. Has Hacip, Kudadgu-Bilig, tercüme: R. R. Arat, T.T.K. yayını, s. 1 70- 1 80.

28


TIJrk 'IJn Sosvo-Ekonomik Tarihi

1 27

ederlerdi. Çavuşların bir vazifesi de zaferden sonra askerin yağmaya daimasına mani olmaktı. 29 Süvariler ya mızraklanna veya atlarının görünen bir yerine, dostu düşmanı ayırt etmek ıçın bir işaret "Belge" takarlardı. Askerler öyle yetiştirilmişlerdi ki, komutannından emirden izyade, işaret alırdı. Düşmana bir işaretle hep birden ve gür bir haykırma ile (İslami devirde Allah... Allah diye) taarruz edilirdi. Komutanlar ve isim yapmış kahramanlar, taarruz ve savaş esnasında birbirinin ismini seslenerek savaşırlar ve morali takviye ederlerdi. "Düşman üzerine bağırarak ve nara atarak sa/dırırlar. Yiğitler birbirini çağırır/ar, kin ve kan dolu gözlerle bakışır/ar ve bütün silahlarıyla savaşırlardı. Öyle ki, üzerine kat kat kuruyan kan sebebiyle, kılıçlar kına sığmazdı."30 Uzaktan, ok menzil inde ise, düşmana ok atılırdı. Düşman mızrak menziline girince, içi boş ve uzun mızraklar atılırdı. Yüzyüze gelince kılıç ve kalkanla savaşılırdı. Düşmanla saflar karışınca pala ve palta i le, şayet bunlar elden çıkmışsa yumrukla, dişle ve tımakla savaşılırdı. Azınedilerek dayanılırdı. Fakat düşmandan kaçılmazdı. Hakan, düşman mağlup olur, kaçarsa onu ölçülü bir şekilde takip ettirir ve savaş meydanından uzaklaşmazdı. Düşmanın da sahte bir ric'at yapıp kendisini karargahından uzaklaştırdıktan sonra, mukabil bir taarruz yapması ihtimalini düşünürdü.

29

A. Özkırımlı, "Kaşgarlıya Göre TOrklerde Askerlik" TOrk Dili Dergisi, C: 27, Sayı: 25 s. 87-95 . 3° K. Mahmut, Divan, 1 / 1 83, 230, 44 1 .


1 28

Dr. Tahsin Ünal

Düşman mukavemeti kırılamaz, geri çekilme icabederse, bu takdirde hakan bir emirle yanlardaki kuvvetlerin bir kısmını pusuya yatınrken, bir kısmını geri çeker, kendisi de merkezden daha hızlı geriye doğru adeta ric'at ederdi. Düşmanın açılan torbaya girdiğini görünce, bir emirle mukabil taarruza geçer ve düşmanı tobanın içinde imha ederdi. 3 1 Bu tabyeye sonralan "step muharebe tabyest'' (Bozkır Taktiği) denilmişti. Bunu bir komutan, "Atlanmızı özengiliyerek saldırdık. Yıkamayınca arkamıza düşsünler diye, düşmanı aldatmak ıçın gen kaçıverdik" diye anlatmaktadır.32 Bir millet üzerine sefere gidilir ve zafer kanılırsa, o milletin malı yağma edilemezdi. Elde edilen ganaim, töre gereğince asker arasında "ülüş", yani "hisse", "pay" olarak, yahut "ülüşmek", p"aylaştırılmak" suretiyle taksim edilirdi. 33 Fethedilen nice şehirlerin yağma edilmediğini tarihlerimiz yazar.34 Gençler genel olarak yirmi yaşından itibaren askere alınıyorlardı. Fakat öyle anlaşılıyor ki, ortalama olarak yirmi beş yaşından evvel, özellikle büyük ve hayati savaşlara sokulmuyorlardı. Bunun bir örneğini M.Ö. 329-328 de Batı Türkistan'a giren İskender' le yapılan bir savaşta görmek mümkün olmaktadır.

31

Bütün bunların, herkesee bilinen en bariz delili Malazgirt Meydan Muharebesi' dir. 32 K. Mahmud, Divan, 1 /472. 33 A. Özkırımlı, a. g. m., s. 87-95. İslami devirlerde ganaimin beşte biri askere virilmek suretiyle miktarı tesbit edilmiştir. 34 F. Sümer, "Selçuklu İmparatorlugunun Kuruluşu", s. 1 265.


Tilrk '/.In Sosvo-Ekonomik Tarihi

1 29

Türk Hakanı gençlerden müteşekkil bir bölilk askeri İskender'in üzerine göndermek istediğinde, veziri itiraz eder ve "göndereceğimiz askerler denenmiş, tecrübeden geçmiş, savaş erierinden olması lazımdır" deyince hakan, •yani öğe mi bulunması lazım" diye sorar. Vezir, "evet öğe olması lazımdır", demiştir. 35 Bunun Uzerine hakan "öğe" askerlerden müteşekkil bir bölüğü İskender'in Uzerine göndermiştir. Bunlar bir gece baskımyla İskender'in askerlerini mağlup etmişler ve İskender, hakanla Batı Türkistan'a firmemeyi kabul eden bir barış imzalamak zorunda kalmıştır.3 Bundan, savaşlarda Türklerin his ve heyecanla değil, akıl ve mantıkla hareket ettiklerini, önemli ve kesin sonuçtu savaşlarda tecrübesiz gençlerden ziyade, tecrübeli askerleri kullandıkları anlaşılıyor. Hakanla vezirin konuşması bize, Türk hakanlannın savaşlarda bile mutlak bir fikirle ve yalnız başına hareket etmediğini, askerlik ve komuta konusunda fikir ve söz sahibi kimselerle (bir nev'i kurmay heyetiyle) müşavere ettiğini, başkasının dahi olsa, makul fikri kabul ve ona göre hareket ettiğini göstermektedir. Bu hal, aynı zamanda Türk ordusunu komuta kademesinde şahsi insiyatifın bulunduğunu ifade eder. Orduda ve savaşta şahsi insiyatifın ne olduğunu ve bunun önemini anlamak ıçın ATATÜRK ' Un komutantarla konuşmasım (Zabit ve Kumandonla Hasbihal) okumak lazımdır.

35 "Oğe", halktan olup, denenmiş, tecrübe edilmiş, akıllı ve tecrUbeli savaşçı demektir. Bakınız: K. Mahmud, Divan, 1 /90. 36 K. Mahmud, Divan, 1 /90-9 1 .


IJO

Dr. Tahsin Ünal g.

Silah ve Kıyafet

Mete Han zamanında Türk süvarİleri ayaklarına çizme veya çizmeye benzer postal giyiyorlardı. Postal giydikleri zaman dolak da doluyorlardı. Vücuda yapışan pantolon üzerine de, diz üzerine kadar inen ceket (kısa elbise) giyiyorlardı. Bellerine, genellikle kayıştan kemer (palaska) takıyorlardı. Palaskalarda, beşten ona kadar değişen ve hafif silahlariyle, matara ve ekmek torbasını takmıya (asmıya) yarayan tokalar bulunurdu. Türk asker ve subayları başlarına serpu� giyerlerdi. Ve subayların özel rtltbe ve işaretleri vardı. 7 Asker ve subay serpuşları genel olarak yazın yünden. kışın deriden yapılırdı. Kışlık serpuşların (şapkaların) içi yünlü ve kenarlan tüylü idi. icabında uçları aşağı indirilir, kulak ve boğazlar soğukdan muhafaza edilirdi. Subayların rütbe işaretleri başlarına giydikleri serpuşlarda bulunurdu. Ordunun kuruluşu tırnar sistemine dayalı ve her tımarlı askerinin, iaşe, ibate ve teçhizatını kendisi temin ettiğinden, tımarlı biriikiere komuta eden subayların rtltbeleri, mali güçlerine, mevki ve asalet derecelerine göre değişiyordu. Rüthesinin madenine bakarak bir subayın ve onun komuta ettiği askerlerin, mali. mevki ve asalet durumunu tayin etmek mümkün oluyordu. Mesela mali durumu güçlü, mevki Tümen Komutanı ve hanedana mensup olan bir Tümen komutanın rtlthesinin madeni altındı. Mali durumu orta, mevki Tümen komutanı ve asiHer sınıfına mensup olan bir Tümen komutanın rtlthesinin madeni gümüştü. Böyl�ce rtlthesinin madeni tunç, bakır olan subaylar da vardı. 37

L. Ligeti, Bilinmiyen lç Asya, Istanbul, 1 970, 1 /47-49.


TQrk •on Sosvo-Ekonomlk Tarihi

131

Türkler'in, taard ruz an evvel, dost ve düşman belli olsun diye ya mızraklannın ucuna veya atlannın kolayca görünür biri yerine bir işaret (belge) taktıklan gibi bazı savaşlarda serpuşlanna veya tulgalanna kuş tüyleri taktıkları da anlaşılmaktadır. İskender, M.Ö. 329-328 yıllannda Batı Türkistan'a girdiği zaman, Türk hakanı İskender'e karşı 4000 kişilik bir Tugay göndermiş, "bunların tulgalanna takılan şahin kanatlan varmış. Bunlar öne ve arkaya maharetle ok atar ve hedeflerini mutlaka imha ederler. Öldürürlermiş. Bunların haline şaşıp kalan İskenden; bunlar ne acayip, ne yaman askerlerdir. Bunlar kendi yiyeceklerini kolayca ele geçiren askerlerdir. Bunlar başkalanna muhtaç olmazlar. Bunlann elinden kaçan da kurtulamaz, uçan da. Bunlar şahin kanadı. takınmış şahinlerdir. Son derece alıcı ve atıcıdırlar" demiştir.3 8 Karahanlılar ve özlellikle Selçuklular ve Osmanlılar döneminde asker ve subaylann kılık ve kıyafetleri değişmelere maruz kalmakta beraber, esaslar aynen kalmıştır. Türklerin muharebelerde kullandıklan silahiann başlıcalan şunlardır: Huş ağacından yapılmış ve ucuna Temren takılmış ok, "Yangın" oku. Askeri eğitimlerde kullanılan ve Temren yerine ağaç başlık takılan oktu. Oktar kısa, orta, uzun oktar sırt üstü atılan oktar olmak üzere 4 kısma aynlırken Temrenler de maksada göre yassı, uzun, enli ve ağılı (zehirli) olmak üzere kısırnlara aynlıyordu. Yaylar da, yayın ağacından tahtadan yapılan yaylar, kurulabilen yaylar olmak 38 K. Mahmud, Divan, 1 / 1 1 1 - 1 1 2.


132

Dr. Tahsin Ünal

üzere üç kısma aynlıyordu. 39 Okluklar, açık ve kapalı okluk olmak üzere iki kısımdan ibaretti. Ok hafif, fakat uzak muharebe silahı olarak sapan taşını da saymak mümkündür. Oku tımarlı sİpahiler bizzat temin etmekle beraber, çoğu zaman ve savaş meydanında ok ihtiyacını hakanlar temin ederlerdi. Mesela Alpaslan, Halep muhasarasında bir günde orduya 80.000 ok dağıtmıştır.40 Yakın muharebe silahlarının başında mızraklar gelir. Mızrak, içiboş veya içi dolu mızrak olmak üzere iki kısma ayrılıyordu. Hazarlar ve Sabirler en iyi kalkan zırh yaparlar, sair devletlerin ordulanna satarlardı. Savaşa giden Türk süvarİleri büyük mikyasta. orta zamanlar şüvalyeleri gibi zırh giyerler ve zırhlı olarak savaşırlardı. Bu nedenle İranlılar Tük ordusunu, "çeliğe bürünmüş ordu" diye isimlendiriyorlardı. Fakat bu zırhlar, ince ve hafifti. Süvarinin hareket kabiliyetini ağırlaştırmazdı. En çok, daha hafif olduğu ıçın içi boş mızraklar kulanılıyordu. Yine, yakın muharebe silahlannın başında zırh ve tulga, kılıç kalkan, balta, kazma, gürz, hançer, bıçak ve pala sayılabilir. Göğüs göğüse yapılan muharebelerde kama, bıçak ve pala ile meç (hançer) pek önemli silahlardı. Düşman, kılıç veya baltasını kaldırıp vuroneaya kadar Türk askeri karnası, haçcri veya bıçağı ile birkaç düşmanı haklıyordu. Vurmak için havaya kalkan eller, çoğu zaman havada kalıyordu. Türk oldurusunda mancınık, iri ok ve taş atan çarh, neft makineleri, lağım kazan ve toprak taşımak için kazmalar, külünkler (kaya ve taş kırma için ağır çekiçler), kazanlar, tekerlekli muhasara kuleleri vs. silahlar da vardı ki, bunlar 39 K. Mahmud, Divan, 1 /444. M. A. Köymen, "Aipaslan Zamanı Selçuklu Askeri Teşkilatı", s. 46.

40


TQrk 'Qn Sosyo-Ekonomik Tarihi

1 33

daha çok kale muhasara ve müdafaa muharebelerinde kullanıldığı için, bunlara "muhasara silahlan" da denilebilir. İslamdan önce Türk ordusunda bunlar gibi ağır silahiann bulunup bulunmadığından pek bahsedilemezse de Türk ordusunda ağır silah vardı ve kullanıyordu. Osta Asya'da yukanda varlığından bahsettiğimiz kaleler, burçlar ve borular bu silahlarla döğülüyor ve zapdediliyordu. Öyle oklar ve öye okçular, yahut keskin nişancı kemankeşler vardı ki, atılan oklar bir mil mesafeye kadar gider, hedefini bulur ve imha ederdi. Muharebede ok bittiği zaman, yardımcı askeri birlikler tarafından taşınan oklar, askere dağıtılır veya hakanın (Sultanın) ihtiyatından verilirdi.4 1 Savaş meydanında ok imal edilirdi. Silahlar arasında, hem bir muharebe silahı olarak, hem de namus, ant ve hakimiyet sembolü ve en kıymetli hediye olarak kılıç da önemli bir yer işgal eder. Batıda hükümdarlara, hakimiyet sembolü olarak taç giydirilirken, doğuda da kılıç kuşatıldığı malfimdur.42 Ok ve kılıç hafif silahların başında geliyorsa, mancınık da ağır silahiann başında geliyordu. Mancınık ya ağır ve hafif veya tekerlekli ve tekerleksiz mancınık olmak üzere ikiye aynl ıyordu. Ağırlar 50-90 kilo, hafifler 1 0-30 kilo ağırlığında taş atıyorlardı. Ve hafif mancınıklara "Arrade" deniliyordu. Ağır mancınıklardan biri 1 00 araba ile taşınıyor 41

Ok, hem savaş, hem haber ve hem de barış vasıtası olarak da kullanılıyordu. 42 B. öge!, "Türk Kılıcının Menşe Ve TekamUiü", D.T.C.F. Dergisi, Vl/43 1 -460.


134

Dr. Tah.dn Ünal

(yahut tekerlekli ise 50 çift öküz çekiyor), idaresi ise 1 500 asker kullanılıyor ve 90 kilo taşı 500- 1 200 metreye atıyordu. Bu 90 kilo ta , yerine göre yekpare, yerine göre 30-40 parça 4J olabiliyordu. Kaleyi müdafaa eden düşmanın üzerine şarapnet parçaları gibi ölüm yağdırıyordu. 4.

EKONOMİK KAYNAKLAR a.

Türkler Göçebe Değildir

Türk tarihi yazan bir çok tarihçiler, bir yandan "Türkler göçebedir. Onların kültür ve medeniyet/eri, atlı kavim/erin kültür ve medeniyetlerinden üstün bir medeniyettir. Çünkü Türkler, sair kavimlerden çok önce atı ehlileştirmiş/erdir," Yahut, "Türkler sadece kılıç kullanmasım bilirler. Medeniyetten nasibleri yoktur. Onlar 1 girdikleri, yerleri tahrip eder barbar bir millettirler" derler. M. A. Köymen, a. g. m., s. 48-53. Bu itharnı yapanlardan biri meşhur Klemenso'dur. 17 Haziran ı 91 9'da Sadrazam Damat Ferit Paşa'nın Paris Barış Konferansı'na verdigi ve Osmanlı imparatorlugu'nun mUikl tamamiyetinin bozulmamasını istedigi bir teklife verdigi cevapta Klemenso, "sizden evvelki hükümette selefieri

43 1

Osmanlr hükümetleri gibi bir politika takip etti. Biz Türk milletine acıyoruz, ama Türklerde sair milletleri idare etmek kabiliyeti göremiyoruz. Türkler değil sair milletleri idare etmek, kendisini idare etmekten aciz bir mil/ettir. Bu yalnız bugüne ait bir keyfiyel değil, uzun bir tarih içinde cereyan eden olaylarla da sabittir. Türkler Asya 'da, Avrupa 'da ve Afrika 'da nereleri ele geçirmişlerse oraların maddi refahı, medeni seviyesi düşmüştür. Nereleri Türklerin idaresinden çıkmışsa oralar maddi refaha kavuşmuş, medeni seviyesi yükselmiştir. Türkler nerelere galip sıtı ile girmişlerse, oraya ancak felaket ve harab�vet götürmüştür. Türkler, sav�ta kazandıklarını, barışta feyizlendirmek kabiliyelinden mahrum olduklarını göstermişlerdir." (Bakınız: Harp


TDrk 'Qn Sosvo-Ekonomik Tarihi

135

Bir yandan da hangi Türk tarihini açar:.>anız açınız, "Türklerin tarımcı olduğundan" uzun uzun bahsederler; "Türkler hem hayvancı, hem de tarımcı bir milleıtir," derler. Bu ithamları, Türk milletine düşman olanlar bilerek, dostlar ve kendi aydınlanmızda bilmeden kabul ederek, olur olmaz yerleıc.h: tekrar etmektedirler. "Canım. neyımız var. Balkan milletlerinin vurmuşuz ellerine, ekmekle:o-ini almış, hazinelerini soymuşuz," derler. Bu ithamlar, en hafifinden Türk sosyo-ekonomik ve politik hayatını, medeni tekamülünü iyi bilmemekten, hakikatiere iyi nüfuz etmemekten, ekonomik, sosyal, kültürel, dini, siyasi olayları layık-ı veçhile değerlendirememekten ileri gelmektedir. Türk milleti, sanıldığı ve söylendiği gibi "göçebe" bir millet değildir. Göçebe bir milletin, ne dünya kültür ve medeniyetine katkıda bulunan bir kültür ve medeniyeti olur; ve ne de dünya milletlerini ve ilim alemini kendisine hayran bırakan bir düzeni, ilmi ve sanatı bulunur. Tarım ve teknik, biri yere oturmadan, bir yere yerleşmeden gelişemez. Bir yere dikilen fıdan neşvünema bulur ve mahsul verir. İki taşınma bir yangına bedeldir. Medeniyet, mütemeddin milletierin çocuğudur. Bir millet, bütün askeri teçhizatını başkasından satın alarak istilacı bir milet olamaz. Mademki Türk mileti, istilacı bir millettir. Bütün askeri iaşe, ibate ve teçhizatını kendi milli kaynaklanndan temin etmiş demektir. Tabye, taktik ve stratejide daima düşmanlannı şaşırtan ve onu Tarihi Vesikaları Dergisi, Sayı: 7/1 4 1 numaralı vesika.) İşte bir millet, hem de necip ve kahraman bir millet için iftira ancak bu kadar olur.


1 36

Dr. Tahsin Ünal

mağlup eden, askeri teknik ve sanayide ileri giderek, ordusunu asnn en modem silahlanyla teçhiz edebilen bir millet, göçebe bir millet olamaz. En az M.Ö. 7000 de başlayan Anav Medeniyelinden bu yana, onikibin senelik Türk tarihi, bunun delilleri ve örnekleriyle doludur. Türk mil leti göçebe değil, aksine tarihin pek erken devirlerinde yerleşmiş, bel li köyü, belli şehri, belli bir yurdu, yuvası ve vatanı olan bir millettir. Göçebe bir milletin yurdu, yuvası ve vatanı olmaz. Asırlarca aynı yerde oturan, belli bir vatanı olan milletler, medeni sahada terakki ve tekamül eden milletlerdir. Tanm, maden, sanayii ve tekstil sanayii, imalathaneler ve dökümhaneler, çadır içinde ve at sırtında değil, toprak üstünde ve ocak başında gelişir ve tekamül eder. Eğer medeniyet denilen nesne, çadır içinde, at sırtında gelişmiş olsaydı, çingenelerin, dünyanın en medeni insanlan olması icabederdi. M.Ö. 7000'de Anav'da sulama kanallan açarak tarım yapan, maden ocaklannı işleten. imalathanelerde tarım ve savaş aletleri, ev eşyalan (tencere, tava, güğüm, tas, tabak) imal eden insanlar. Ötüken'de, Orhon'da, Başbalık'ta ve Kaşgar'da, Karahoça'da el tezgahlan kurarak halı, kilim, keçe, yünlü ve ipekli kumaşlar dokuyan, kalelerle çevril i ve geometrik plan esaslarına göre inşa edilmiş olan şehir ve kasabalarda oturan bir millet, göçebe bir millet olamaz. Böyle bir millete "barbar" bir millet denilemez. Sair milletlerden çok evvel sosyo-politik safha ve dönemleri geçen, devletler ve imparatorluklar kurarak asırlarca milletleri sevk ve idare eden, ekonomik, politik ve askeri düzenlerine, başka


T/Jrk 'ün Sosyo-Ekonomik Tarihi

1 37

milletleri hayran bırakan bir millet, "barbarlıkla, kabiliyetsizlikle, beceriksizlikle" itharn edilemez. Hangi devirde yaşarsa yaşasm, yaşadığı asrın kültür ve medeniyetinden mahrum olan milletler, üstün ir kültür ve medeniyete sahip olan milletierin şikan olmaktan kurtulamamışlardır. Üstün . kültür ve medeniyetin içinde eriyip kaybolmuşlardır. Yaşadığı asırda, en az komşuları kadar bir kültür ve medeniyete sahip olan milletler, mevcudiyet-i milliiyetlerini muhafaza ederek, zamanımıza kadar yaşayıp gelme imkanma sahip olmuşlardır. Türkler en az, komşuları olan Çin ve İran kadar, belki onlardan daha üstün, bir kültür ve medeniyete sahip bulunuyorlardı ki, hem mevcudiyet-i milliyelerini muhafaza ede gelmişler, hem de Çin ve İran'la kültür alışverişi yapmışlar, fakat onlann kültür ve medeniyeti içinde erimemişlerdir.

b. Tarihin Şahadeti Türkler, yalnız savaşta değil, yerleşme, kültür ve medeniyet konusunda da sair mil letlerden önde gelmişler ve onlara örnek olmuşlardır. Bunu, XIX ncu asnn sonu ile XX nci asnn başmda yapılan arkeolajik kazılar ve i lmi araştırmalar, bütün açıklığı ile ortaya koymuş ve eskiden bilinenleri tamamen tersine çevirmiştir. Orta Asya'da yaptığı arkeolaj ik kazılar ve i lmi araştınnalarıyla meşhur olan Amerikalı Arkeolog Raphael POMPELLY "Anav 'daki kültür ve medeniyelin uzun mazısme baktığımız zaman, Mezopotamya ve Mısır medeniyetlerinden daha eski, en az M Ö. 7000 tarihinde


1 38

Dr. Tahsin Ünal

2 Anav 'da evli bark/ı bir köy hayatı görülür" diyor. Keza Pompel ly, "şüphe etmeden söylenebilir ki, bu insanlar duvarları topraktan (kerpiçten) yapmış, üstleri kamışla, otla veya ağaç da/larıyla örtülmüş evlerde oturuyorlardı. Anav 'da kadınlar yünden ip büküyor, kaba da olsa kumaş dokuyor, buğdayı değirmende öğütüyor, ekmeğini fırında pişiriyordu. Sanatkarlar toprak dan yapmış, çamura, eritilmiş veya kızartılmış madene şekil ve renk veriyor, ev, av ve savaş alet ve eşyası yapıyordu. Bunların ticaretini yapan taeir/er vardı. Erkekler tarlalarda ekin ekiyor., biçiyor, zahireyi eve /aşıyordu. Dağ yamaçlarmda koyun, sığır ve at sürülerini güdüyor ve ot/atıyordu. Kağnısıyla, devesiyle nakliyatını yapıyor, bazan tarlasına, bazan obasma gidip geliyordu", derken;3 Rus Arkeoloğu Kozlov da, Karahoça' da, yaptığı kazıları ve ilmi hakikatleri izah ederken, "Türkler, söylendiği ve zannedildiği gibi barbar değildir. Kendi asır/arında, bilinen medeniyetin, zirvesine çıkmış/ardır. Biz Çin kaynaklarına bakarak Türkleri göçebe bi/irdik. Eğer Türkler, şu toprak üstüne ve gün ışığına çıkarılmış olan Karahoça şehrinde oturmuş/arsa ki, oturmuş/ardır. Onlar göçebe değildi. Tarihin pek erken çağlarında yerleşmiş/erdi. Su modern şehri ve daha başkalarını onlar kumuşlardır" diyor. 4 Bunlar, Türkler "göçebe ve barbardır", diyenlere en güzel cevaplardır.

2 Yukarıda bahsedi len köy devletlerinin bu dönemden önce kurulduğu ve M .Ö. 7000'de bir hayli gelişmiş olduğu, daha açık seçik anlaşılıyor. 3 Ş. Günaltay, Yakın Şark Tarihi, Ankara, 1 937, s. 97. Şunlar bir köyün, dolayısıyla bir köy devletinin mevcudiyetinin izahı değil de nedir? 4 Ligeti, Bilinmeyen İç Asya, Tercüme: S. Karatay, İstanbul, 1 946, s. 3 1 2 320 . -


Tllrk 'lln Sosvo-EkontJmik Tarihi

1 39

Bizim ezeli düşmanımız olan Çin, sonra da Avrupa tarihçileri bizden daima "Göçebe ve barbar" diye bahsetmişlerdir. 5 Tarihimizi araştıranlar, bu kaynaklara başvurdukları zaman "Türklerin göçebe ve barbar" olduğuna dair kayıtlarla karşılaşmışlar, dolayısıyla bu itham, dünyaya yayılmış ve aynen kabul edilmiştir. Düşmanımız bize elbette, "medeni, efendi" ve "insan-ı kamil" demeyecek; "vahşi" ve "barbar" diyecekti. Nasıl ki, eski Yunan ve Romalılar da düşmaniarına ve kendilerinden olmayanlara, "barbar" demişlerdir. Biz ve bizim aydınlarımız kendimize "barbar" diyemiyor, ama "canım, nemiz var. Gitmiş, adamların gırtlağına sarılmış, mallarını ellerinden almışız ve yemişiz" diyebiliyor. Klemenso'yu doğruluyorlar. Buna, bir milletin aydınlarının aşağılık duygusuna kapılarak, kendisini inkar etmesi denir. 6

5 Bundan 400 sene önce de Ebul Gazi Bahadır Han bizim tarihize dUşman olanlardan; "anladım ki birçok isimleri mahsus değiştirmişler. Araplar.

A cemler, Yahudiler ve Frenk/er hep tarihimizi yanlış yollara sürüklemek için ellerinden geleni yapmışlar " diye bahsediyor. Bakınız: "Secere-i

TUrk", Tarih Konuşuyor Dergisi, sayı: 3/207. 6 1 800'den bu yana, milli hukukumuzu, milli ekonomimizi� milli egitimimizi unutup Batı hukuku, Batı ekonomisi, Batı egitimi ile meşgul oldugumuz gibi tarihimizi de unutup, batılı tarihçi terin eserlerinden ögrendigimiz için ne demişlerse, biz hiçbir sUzgece tabi tutmadan onu aynen kabul etmişizdir. Batılı tarihçiler bizim için "barbar", "göçebe" diyordu. TUrk milletine "ehliyetsiz, kabiliyetsiz", padişahına "kızıl sultan" diyordu. Biz de bunları aynen kabul ediyor, çocuklarımıza ögretiyorduk. DUne kadar, "AtatUrk'U Anadolu'ya Padişah tayin etti" diyemiyorduk.


1 40

Dr. Tahsin Ona/

c. Tarım Türklerin İslamiyet'ten önce, ta! .. Totemik devirlerdeki din ve itikat sistemlerine, ayİnlerine dikkat edilirse, bunlann arasmda toprağı, suyu, yağmuru ve çiftçifiği yakından ilgilendiren, dolayısıyla tanmla alakah olan inançlar ve ayİnler olduğu görülür. Bu inanç sistemleri, tarihin çok eski devirlerinden beri Türklerin toprakla, su ile, yağmur ve çiftçilikle yakından ala.kalandıklarını izah ve ifade eder. Ekin eken, göğe bakar. Gökten yağmur bekler. Ekmeğini topraktan çıkaran için toprak kutsaldır. Her avuç toprak, onun için altın değerindedir. Toprağa can veren su olmaz, yağmur yağmazsa, yağmur duasına çıkar. Çiftçi bir millet olan Friglerin sahana kutsal nazariyle baktıklan, sahanın okuyla boyunduruğunu birbirine bir düğümle (kör düğümle) bağlayıp Gordiyum'da mabedin kubbesine astıkları gibi, "lskitler de ekin ektikleri sahanın, ilk ata/arz tarafindan kendilerine hediye edilmiş olduğuna inanırlar" ve sapana kutsal nazan yla bakarlardı. 1 Tanmla uğraşmayan bir milletin yanında, bir ziraat aletinin (sabanm) hiç önemi ve kutsalhğı olamaz. "Eskiden her köyün (aşiretin ve uz 'un) özel bir ilahı vardı ve adı " Yer-Su " idi. Toprağın ve suyun asıl sahibi de (Yer-Su) ilahı idi. Eski Türklerde yer ve su kuısaldı; "suya işenmez, su içerken dokunulmaz, su uyur düşman uyumaz, yer olmazsa su olmaz " deni/irdi. Köy/erin (Aşiretlerin) oturduğu yere (YER), şehirlerin oturduğu yere (YURT) denirdi. YER1

Z. V. Togan, Umumi Türk Tarihine Giriş, istanbul, 1 946, 1 1 1 0 1 - 1 02.


TIJrk 'IJn Sosyo-Ekonomik Tarihi

141

YURT kutsa/dı. Nehirler ve dağlar onlar için (Yer-Su) ilahı idi. Buraları kat 'iyyen terk etmez/erdi. Terk etmek zorunda kalır/arsa yer-su ilahlarını da beraber götürür/er. Yeni yurt/arına hemen yer ve sularının eski isimlerini verirlerdi. Türklerde köy, yer ve su, birbirinden ayrılmaz bir bütün olarak telakki edilirdi."2 Tarihin çok eski devirlerinde göçebeliği terk ederek, bir yere yerleşmiş, köy kurmuş. çiftçilik etmeye başlamış olan Türkler, oturduktan, ziraat yaptıklan topraklara, mahsullerini ve hayvanlarını sularlıkları sulara kutsal nazariyle bakrnışlar, bu topraklann ve suların kendilerine ilahlar tarafından verildiğine inanmışlardır. Kendilerine toprak "Yer" ve su veren ilaha "Yer-Su" ilahı adanı vermişlerdir. Yerleşmiş milletierin gök ilahlanndan ziyade, toprakla, yerle ve su ile ilgili ilahlara, belli bir yerde oturmayan kavimlerin de, gökle ahikah ilahiara taptıkları tarihen sabittir. Türklerin, yere ve suya ilah nazarıyla bakmalan, onlann yerleşmiş, köy kurmuş v� çiftçilik etmeye başlamış olduğunu izah ettiği gibi yerine, suyuna ve yeni yurduna bağlı olmaları, buralan terk etmemeleri , Türklerde pek erken devirlerde, yer sevgisinin, su sevgisinin, yurt sevgisinin ve nihayet vatan sevgisinin teşekkül etmiş olduğunun da bir ifadesi ve izahıdır. Üzerinde oturdukları, tanm ve hayvancılık ettikleri topraklann kendilerine Allah tarafından verildiğine inanıp, buralara kutsal nazanyla bakarak terk etmemeleri, Türklerde

2 Z. Gökalp, TOrk Medeniyeti Tarihi, istanbul, 1 34 1 , s. ı 52, ı 53, ı 56.


1 42

Dr. Tahsin Ona/

bilinçli bir şekilde vatan mefhwnunun ve sevgisinin doğmuş olduğunun delilidir.3 Türklerde bir de tanm ayini vardır. "Senenin ikinci (Şubat'ın 6 ncı günü) ayında devlet merkezinde olduğu gibi komutanlık karargahı olan her şehirde "Her Gamizonda" bir çiftçi ayini yapılırdı. Bu maksatla, ayinden önce her şehirde topraktan yapılmış altı adet öküz heykeli yapılırdı. Bu heykeller şehrin dışında düz bir meydana dikilirdi. Başlarında o şehrin rahibi (din adamı), komutanı ve sair devlet adamları olduğu halde, şehir halkı ile beraber öküz heykellerinin ..ı dikildiği meydana gelirler ve çift ayinini i cra ederlerdi' . Ayinde toprağın mümbit, senenin yağmurlu, mahsulün bereketli, çift süren, ekin eken, mahsul kaldıran çiftçilerin ve öküzlerin sağlam ve sıhhatli olması için dua edilirdi. Toprakla, su ile, çift süren, öküzle ve çiftçil ikle alakası olmayan, göçebe bir milletin, çift ayini veya bayramı 3 Oğuznamelerde "Oguzhan, çocuklarına bir yayla üç oku taksim etti" şeklinde geçen olay, Heredot Tarihi nde, "Oğuzhan oğullarına saban, boyunduruk, kazma, aynm veya süt tası hediye etti" şeklinde geçmektedir(Hammer, Devlet-i Osmaniye Tarihi, 1 /30 1 , Tezyilat, 4). Heredot'un bu rivayeti insana Friklerin "saban, boyunduruk ve kördüğUm" hikayesini hatırlatıyorsa da. tarımcılık ve hayvancılık yapan bir milletin hakanının, çocuklarına gücün ve refahın semboiO olan sabanı, boyunduruğu, kazınayı ve tası hediye etmiş olması da mantık ve ihtimalden uzak değildir. Bu ihtimal, Oğuz isminin şahıs ismi değil. öküzden bozulmuş bir isim olduğunu kabul eden ihtimalden, daha mantıki ve daha akla vakındır. 4 Z. Gökal p, "Eski Türklerde içtimal Teşkilat", Milli Tetebbular Mecmuası, Sayı: 3/408. "Türklerin Öküzü. M ısırlı ların Apisi, İranlıların Kavesi, H intiiierin Ineği, İsraillilerin Altın Buzağısı, Y unanlıların Boğası, Kuran'daki Bakari Sufra, hep aynı telakkilerin ve inançların yaygınlığının ifadesidir." Bakınız: Z. Gökalp, a. g. m., 3/456. '


TIJrk 'ün Sosvo-Ekonomik Tarihi

1 43

yapması kadar abes bir şey olamaz. Türklerin böyle bir çift ayini veya bayramı yapmalan demek, onların toprakla, su ile, çift süren öküzle ve çifılikle yakından alakaları var demektir. Dini ve mitoloj ik kayıtlar, sosyolojik ve ilmi araştırmalar, şimdiye kadar söylenenlerin aksine olarak, Türklerin çok eskiden beri tarımla uğraştıklarını izah ve ifade ediyor. Öyle ise bu millete göçebe denilemez. Tarım ayini, bugün Anadolu'da Aydın, Sultanhisar, Çine ve Nazilli ile mülhakatında da yapılmaktadır. Türk kavimleri arasında yaşayan yaygın bir inanca göre, "Türklerin ilk atalarına Allah tarafından bir sihirli taş verilmiş yağmur, kar ve dolu yağdırmanız icabettiği zaman, (dua ederek bu taşı yukan semaya kaldırınız) o zaman yağmurdan, kardan ve doludan ne isterseniz o yağacaktır denilmiştir." Totemik dönemde yaşayan Türkler, bu sihirli taşın, " Yada Taşı" olduğunu, her yerde değil, ancak kutsal öküzün veya kutsal kurdun midesinde bulunabileceğine inanırlardı. Fakat Mahmut KAŞGARİ, "bu taşın, yağmur taşı olduğunu, lakin herkes tarafından değil, erbabı tarafından kolayca bilinen ve tanınan bir taş olduğunu" söylemektedir. İshimiyet'ten önce, kıtlık tehlikesi başgösterince, özellikle MAYIS ayının başlarında köy, kasaba veya şehir halkı, başlannda rahipleri (Şamanlan) de olduğu halde, köy veya kasabanın dışına çıkarlardı. Şaman (Rahip) yağmur taşını eline alarak yukan kaldınr ve;


Dr. Tahsin Ona/

144 "Biz Biz,

asil kişi oğluyuz. Allah baba kuluyuz. Yada yada, ey! ... Yada! ... Avuç içi kadar açık ver

••.

Çuvaldız kadar delik ver... Yada yada, ey!

•.•

Yada!

•••

Göğün yolunu açıver

.•.

Yada yada, Ey yada... Yüksek dağım üstünden geç... Abaka dağın ardından geç... Göğün yolunu açıver... " 5 diye dua ederdi. Yağmur duasına hakan da iştirak etmişse, adet gereğince duadan sonra elbisesiyle kendisini suya atar, halk da ikiye ayrılıp birbirine su serperdi. Primitif devirlerden başlayarak, son zamanlara kadar yağmur duasına çıkan bir milletin, primitif devirlerden

Yağmuru yere saçıver

•.•

s A. inan, Tarihte ve Bugiin Şamanizm, Ankara, 1 954, s. 1 60- 1 64. Ayn ı ayinle muharebe meydanlarında düşman üzerine ya�mur ve dolu yagdırıldıgı da anlaşılıyor.


T/Jrk 'lin Sowo-Ekonomik Tarihi

1 45

beri bir yere yerleşmiş, ziraada iştigal eden bir millet olduğunu, uzun uzun izaha lüzum görmüyorum. Bu gün de, büyük kısmıyla ziraat yapan Anadolu halkının, MART ve NİSAN aylan yağmursuz geçip kıtlık tehlikesi belirdiği zaman, MAYIS başlannda yağmur duasına çıktığı, böyle zamanlarda çocuklarımızın dahi sokaklara dökülerek;

"Yağ yağ yağmur, Tarlada çamur. Ver Allah'1m ver, seliice yağmur. Yağ Yağ yağmur, teknede hamur. Ver Allah'•m ver, seliice yağmur." diye bağrıştıkları

malümdur.

Türklerin M.Ö. 7000 tarihinden önce göçebelik devirlerini kapadıklarını, köyler ve köy devletleri kurarak yerleştiklerini ve medeni usullerle tarım yapmaya başladıklarını biz değil Arkeolog R. POMPELLY söylüyor ve "bu köy evlerinin içinde boyalı, üzerieri geometrik şekillerle süslü testiler, küpler, toprak tencereler, değirmen taşlan ve kağnı tekerlekleri buldum. Her biri birer ambar olması icabeden bir çok yerlerde, arpa, buğday, mısır, burçak, kuru fasulye, biber, kenevir elimize geçti" dedikten sonra, "Asya'da tam bir köy kültür ve medeniyeti ve köy devleti kurulmuştu. Medeniyet inkişaf ederken, bu medeniyeti ortaya koyan Asyal ılar, küçük gruplar (köyler) halinde taazzuv ettiler. Her gurup (köy devleti) kendi hayatını yaşamaya


1 46

Dr. Tahsin Ona/

başladı. Menşede bir, fakat inkişaflannda, medeni ve kültürel tekamüllerinde farklı tekarntil safhalan geçirdiler" diyor. 6 Bu sosyo-ekonomik ve politik gelişme ve tanmsal sahadaki tekamül, sonraki asırlarda durmamış ve gerilememiştir. Aksine daha da ileri gitmiş ve tekamül etmiştir. Kalabalık köylerde, kasaba ve şehirlerde yerleşmiş olan halkın büyük bir kısmı, geniş arazilerde, modem ve çeşitli ziraat, hatta sebzecil ik ve meyvacılık ediyorlardı. 7 Göktürk Hakanı i le yemek yiyen Çin elçisi Hüan Dzong, "Budist papazlar, prinçten poğaça, kaymak ve şeker yediler" diyor. Bunu ı 935 te Göktürk ülkesinde yapılan kazılar doğrulamakta ve "kazı tarla Göktürklerin meşhur ve ı O km. uzunluğundaki "Tötö su kanalı" bulunmuştur. Kanal, kayalar kınlmak, derin hendekler açmak suretiyle iki vadinin birleştirilmesiyle yapılmıştır. Ruslar da aynı kanaldan istifade ederek sulama yapmışlardır. Keza aynı kazılarda arkeologlar, '"Göktürkler devrine ait bol miktarda oraklar, ucuna demir takılmış sapanlar, boyunduruklar sap kanştırmak için ağaçtan dirgenler, demirden dişliler bulmuşlar ve sulama kanallannı Ötüken' den Y enisey vadisine kadar uzandığını görmüşlerdir". 7 a

6

Ş. GUnaltay, Yakın Şark Tarihi, Ankara, ı 937, s. 87-89. L. Rasonyi, Tarihte TürkiOk, Ankara, 1 97 ı , s. 53. 7 F. SUmer, "Onuncu Asırda Oguz Türklerinin Hayatı", Resimli Tarih Dergisi, Sayı: 27/ 1 340. 7 " Y. Öztuna, TOrkiye Tarihi, 1 / 1 57, 1 59.


TQrk 'Qn Sosyo-Ekonomik Tarihi

1 47

98 I -984 'te Türk ülkelerine gelen Çin elçisi V ang­ Yen-Tö da "Uygurlar ovada geçen nehrin üzerinde barajlar kurmuşlar, sulama kanalları açmışlar, sulu ziraat yapmaktadırlar. Bağ ve bahçelerini, sebzelerini, kavun ve kapruz bostanlarını ve geniş ekin tarlalarını suluyorlar. Ovada geçen nehrin kenarında su ile işleyen ve un üğüden pek çok değirmen gördüm. Turfan şehrinde geniş üzüm bağlarının arasından geçtim. Bilhassa, bezelye, fasulye, bakla ve kişniş ekınektedirler."8 "Türkler pirinç, şeker kamışı yetiştiriyor ve şeker imal ediyorlar. Türkler ziraatın üstadı olmuşlar ve ziraatı şaşılacak derecede mük.emmelleştirmişler. Yalnız sulu ve verimli topraklarda değil, kanallarta suyu çok uzaklara götürerek susuz ve verimsiz topraklar üzerinde de ziraat 9 yapıyorlar" diyor. Bu ifadeler bir yandan Türkler göçebedir, diyenlere bir cevap olduğu gibi, bir yandan da Türklerin ve Türk devletlerinin, yaşadıkları asırlarda, komşularından çok ilerde ziraat yaptıklarının ifade ve izahıdır. Bu izah tarzının, zamanımazda ileri gitmiş ve katkınmış olan bir memleketin tarımını izah ederken, yapılan izah tarzından pek farklı olmadığı görülüyor. Köy, kasaba ve şehirlerde oturan, fakat böyle modem ve çeşitli ziraat yapan insanlar, yukarıda da temas edildiği gibi senenin belli zamanlarında köy ve kabalarından kalkıyorlar, tarlalarına, bağ ve bahçelerine yakın olan çiftlik ve komlarına, aile efradı ve akrabalarıyla beraber göçüyorlardı. Köy ve kasabaları, hatta şehirleriyle alakalannı kesmeden, sık sık gelip gitmekle beraber, ekinlerini biçinciye 8 9

B. Ögel, TOrk KOltOrOnOn Gelişme Çatları, Istanbul, 1 97 1 , 1 1 1 20. L. Ligeti, Bilinmeyen Iç Asya, 1 /3 7 ve 1 1 5.


1 48

Dr. Talısin Ünal

kadar, yahut meyvasını alıp bostanlarını bozuncaya kadar, orada duruyorlardı. Sonra kalkıp kışı geçirmek için köye göçüyorlardı. Bu şeki lde bir yaşantı, göçebeliğin icabı değil sosyo-ekonomik yaşantının ve üretmenin bir icabıdır. Bugün dahi Anadolu'da, özellikle tarihi ve büyük köylerde sosyo­ ekonomik yaşantı böyledir. 1 0 Türk sosyo-ekonomik yaşantısının bu tarafından habersiz olanlar ve onun köyle, oba- çiftlik arasında gidiş gelişine bakanlar onu, göçebelikle itharn etmişlerdir. Bu tarımsal gelişme, öyle akşamdan sabaha bir gelişme olmadığı gibi birkaç yüz senede olan bir gelişme de değildir. Bu tarımsal gelişmenin başlangıcı ta! . . Sakalar devrine (köy devletleri devrine) kadar götürmek mümkündür. 370 seneden beri tarımını kalkındırarnıyan Türkiyemiz bunun ömeğidir. Elle yapılan tanından makine tanınma geçebitmek için insanlık, binlerce yıl beklemiştir. I 220 tarihinde Uyguristan 'dan geçerek Buhara'ya gelen Moğol elçisi Can Bey de geçtiği yelerde marnur köy, kasaba ve şehirler gezmiş, tarımsal faaliyetler, medeni hayat yaşayan insanlar görmüştür: "Uyguristan'da, iki yanına ılılarnur ağaçları dikilmiş yollardan geçtik. Krcmit kaplı gümrük binasına uğradık ... bir ovaya geldik ki, her taraf ycmyeşildi. Her taraf kayısı, üzüm, elma bahçeleriyle kaplıydı. Bahçelerin arasında beyaz badanalı, geniş pencereli evler gürünüyordu. Ötede heride cins atlar, semiz sığırlar ve koyun sürüleri otluyordu. lrmakların. üzerine inşa edilmiş tahta köprülerden geçtik ... 10

Mesela Karaman'a baglı Akçaşehir Köyü'ndeki insanlar, yaz gelince İmamlar, Kazancı, ÜrkUt, Dagobası, Kazık Geçmez vb. gibi ohalara göçerler, Sonbahar'da köye dönerler.


T/lrk '/ln Sosyo-Ekonomik Tarihi

1 49

Zengin bir bey olduğu anlaşılan biri, bizi evine misafir etti. Girdiğimiz odaya, dört geniş pencereden içeriye güneş giriyordu. Kapı önünde renk renk çiçekler vardı. Evin dört yanındaki üzüm ağaçlanndan salkım salkım üzümler sarkıyordu. Yemekten önce bir iprikte sıcak, ötekinde soğuk su ve sabun getirdiler. Ellerimizi yıkadık. Elimizi havlularla kuruladık. Sonra yere işlemeli bir sofra serdiler. Sini üzerine tabaklar, bıçaklar, kaşıklar, kadehler dizdiler. Çeşitli emekler yedik. Yemekten sonra üzüm, amut, şeftali, kavun ikram ettiler. Yemekten sonra yine elimizi yıkadı k. Elimize gül yağı septiler. Odanın ortasında renkli mermerden, sekiz köşeli fiskiyeli bir havuz vardı. Daha ötede kırmızı ipketen bir perde vardı. Perdenin arkasında halılar serili, yastıklar dayalı, duvarlar freskli bir salon görülüyordu. Derken perdenin arkasından sazlar çalmaya, koro halinde kadınlar konser vermeye başladı . Şarap içtik. Burası bir Tarhanın sarayı idi. Sonradan öğrendim" diyor. 1 1 Bu, çok evvelki asırlardan beri · devam edip gelen tarımsal gelişmenin ve medeni yaşantının diğer bir halkası ve izahıdır.

d. Hayvancılık Türklere göçebe dedirten en büyük ve en önemli faktörlerden biri ve başta geleni, onların geniş mikyasta hayvancılıkla iştigal etmele.ridir. Türkler tarihin ilk çağlanndan beri geniş mikyasta hayvancılıkta iştigal ediyorlardı. Fakat göçebe değillerdi. Onların İslamiyetten 11

L . Kahun, Gökbayrak, İstanbul, 1 957, s. 67-76.


I SO

Dr. Tahsin Ünal

önce, totemik devirlerdeki lotemlerinin çoğu (kurt, kartal, koyun, at, öküz, aslan, keçi vb. gibi) hayvanlardan ibaret olduğu gibi, takvimleri de oniki hayvan (sıçan, öküz, kaplan, tavşan, ejderha, yılan, at, koyun. maymun, tavuk, köpek ve domuz) ismine dayanıyordu. Hatta bir çok kabileler isimlerini, kutsal saydıklan hayvanların (Kara Koyunlu, Ak Koyunlu, Keçili, Kara Keçili, Kuşhanlar vb. gibi) isimlerinden almışlardır. Eskiden Türkler, (Tanm ayini) veya bayramı gibi birde "örüş-saya" yahut "örüş sôya" 1 , yani "koyun ayint'' yahut "koyun bayramı" yaparlardı. Bu maksatla, koyun, sığır ve at sürülerinin sahipleri ve bu sürüleri otlatan çobanlar MAYIS ayının başından itibaren hummalı bir hazırlığa başlarlardı. Bahar yaklaşıp otlar yeşermeye başlayınca, sürüler kışlık ağıilanndan çıkmaya hazırlanırdı. Çobanlar, bir kış mevsimi baktıklan, sağ, salim balıara çıktıkları, kuzularnak (yavrularnak) üzere olan hayvanları, tam olarak sahiblerine, yüzlerinin akıyla teslim edecekleri, ücretlerinden başka, süür sahiplerinden tatmin edici bir bahşiş alacaklan için sevinirlerdi. Sürü sahipleri, sıkıcı ve masraflı kış mevsimi bitip ilkbahar gelindiği, sürüye kattığı 500 dişi koyunun 500 de yavru vereceği, bol miktarda süte, yoğurda, yağa, peynire ve yüne kavuşacağı, hülasa masraflar azalacağı, gelirleri çoğalacağı için sevinirlerdi. "9 MAYIS' ta"2 bazan ağılda veya harada, bazan da köy odasında koyun ayini yapılır. Ayinde, çobanın, sürü sahiplerinin sıhhat ve selarnetine, hayvanların sağlık, sıhhat ve bereketli, karlı ve bu 1 Karaman Akçaşehir Köyü'nde bu koyun bayramına sadece "saya" denir. Koyunları "sayarak teslim etmek", "sayarak teslim" demektir. 2 A. Inan, Tarihte ve Bugün Şamanizm, s. 97.


TIJrk 'IJn Sosyo-Ekonomik Tarihi

151

kann uğurlu olmasına dua edilirdi.3 Ayinden sonra çoban suruyu sayarak teslim eder. Sürü sahibi Çobandan memnunsa, çobana bir kat elbise, 3-4 koyun, ailesine ve çocuklaona da münasip hediyeler verir. Hayvan ayini veya bayramı, bugün bile Anadolu'nun koyuncu olan bir çok köylerinde yapılmaktadır. Türkler i lkbaharın ilk ayına (MART'a) "oğlak", ikinci ayına (NİSAN) "büyük oğlak", üçüncü ayına (MAYIS) "süt" ayı derlerdi. Çünkü koyun ve keçiler Mart'ta yavrular, kuzu ve oğlaklar Nisan'da büyür, Mayıs'ta sütler çoğalır. Türkler, hayvancı hkla bu kadar haşir neşir olmuşlar, ayiann isimlerini bile hayvan ismi koymuşlardı.4 Bütün bunlar çok eskidenberi Türklerin Hayvancılıkla iştigal ettiklerinin, hayvanlarla içli dışlı olduklannın, onlarla hayat ve kader birliği ettiklerinin reddedilemez izah ve ifadesidir. her 3

Hayvancılık yaparken Türklerin başı boş, istedikleri yerde dolaştıklan ve sürülerini otlattıkları

Hayvan ayini veya bayramı, Karaınan' ın Akçaşehir Köyü'nde de yapılmaktadır. O gün çoban, kıyafetini degiştinnek suretiyle bir çocugu teke veya koç şekline sokar. Eline bir çan verir. Akşamdan sonra sUrti sahiplerinin oturdugu odanın kapısının agzına gelir, çanı çalarak keçi ve keçi gibi meleyerek çocuk gelir, odanın ortasına yatar. Arkasından elinde çoban degnegiyle, çoban içeri girer. Degnegine dayanarak, merdane bir eda ile ayakta durur ve, "Saya geldi duydunuz mu? Koyunlan saydı geldi, bildiniz mi? Ey benim ak koyunum, kara koyunum... Yo/!un var olsun, birin bin olsun koyunum." Diye başlayan manzum ve uzun bir dua ve konuşma yapar. 4 Z. Gökalp, "Eski Türklerde İçtimai Teşkilat", s. 3/397.


1 52

Dr. Tahsin Ünal

zannedilmemelidir. Onların da tıpkı tarımcılıkla uğraşanlar gibi, kendilerine ilah "Yer-Su" tarafından verildiğine inanılan yerleri, yurtlan ve sulan vardı. Onlar da buralardan yer-su tarafından kendilerine verilen yaylak ve kışiaklardan aynlamazlardı. Hayvancılıkla iştigal eden her ailenin sınırlarla çevrilmiş bell i yaylak ve kışiakları vardı. Kimse bu sınıriann dışına çıkıp hayvanlannı istediği yerde otlatamazdı. Bir aile köy sınırları içinde ve aileler arasında veya başka bir köye ait yaylak veya kışiağa girer, hayvanlarını otlatmaya kalkarsa, bu da köyler (uzlar) arasında münazaalara ve savaşlara sebep olurdu. Hayvancılıkla iştigal edenlerde, yukanda bahsedilen büyük ve kalabalık köylerde oturmakta beraber, bu köylerin civarında bulunan, ilah yer-su tarafından kendilerine verildiğine inanılan ve kendileri tarafından ağıl, hara ve obaları, yapılmak suratİyle imar edilen yerlerde, hayvancılık ederlerdi. Her mevsim ağıllarda, haralarda otumazlardı. Köyde oturmakla beraber obalanyle de alakalarını kesmezlerdi. Ağıllarda, haralarda ve ohalarda daha çok çobanlar, hayvan bakıcılan ve bunlann aileleri otururdu. 5 Nitekim, Türk sosyo-ekonomik yaşantısı üzerine eğitilmiş olan tarihçiler de aynı kanaatte birleşiyorlar. Mesela B . ÖÖEL, "Türk hayatı disiplin ve düzen üzerine kurulmuştu. Bu töre icabıydı. Herkesin belli bir yeri vardı. Otlaklar sınırlandınlmıştı", derken6, Macar bilgili Lazlo RASONYİ de "Türklerin bozkırlarda, plansız ve maksatsız dolaşıp durduklan sanılmamalıdır. Her göçebenin, kendisi için en 5 Bunların büyük köyde, kasabada otunnaları, ekonomik, sosyal ve kültürel menfaatleri icabı oldugu kadar, asayiş ve emniyet icabı idi de. 6 B. Ögel, a. g. e., s. 1 /20.


Türk 'iln Sosvo-Ekonomik Tarihi

1 53

uygun yeri seçmesi tabiidir. Fakat bu komşulannın menfaatı ile çatışır... Bu ise mer'amn bölürunesini icap ettirir. Bu oymak belli bir araziye kendi mülkü olarak bakar. Buraya komşutarım tecavüz etmesine tahammül edemez." ' demektedir. Hayvancılıkla iştigal edenlerin istedikleri her yerde, başı boş gayesiz ve maksatsız dolaşmatan mümkün deği ldi. Böyle bir hareket içeride münazaalara, dışanda savaşlara sebep olurdu. Bugün dahi köylüler ve köyler arasında ki münazaların sebebi ya mer'a veya mezru arazi tecavüzleri idi. Tarihi oluşum gösteriyor ki, köy ve kasabalarda oturan köylülerin bir kısma hem tarımcılık, hem hayvancılık ediyorlardı. Obalarla çiftlikler, haralarla kornlar aynı ailelerin oturdukları yerlerdi. Nitekim Anadolu'daki hemen bütün köylüler hem tarımcılık, hem hayvancılık etmektedirler. Hayvancılık eden Türkler, geniş mer'alarda koyunculuk, sığır ve katırcılık, deve ve atcılık ediyorlardı. Bilindiği kadarıyla, Karahoço, Beşbalık, Kaşkar ve havalİsindeki mer'alada, dağ eteklerinde ve yamaçlarında koyun, sığır, deve ve at sürüleri otlatıyorlardı. Halktan ve beylerden başka hakanlar, hakanların hatunlan, kızları ve oğulları da hayvancılık ediyorlardı. Herbirinin ve herkesin ayn ayn koyun, sığır, at ve deve sürüleri vardı. Her koyun veya at sürüsü cinselerine ve renklerine göre ayrılıyor, ayrı bir sürü teşkil ediyordu. Kara koyun sürüsü, ak koyun sürüsü, sağmal koyun sürüsü, öğeç (erkek koyun) sürüsü, koyun, keçi ve kuzu sürüsü gibi hayvanlar, sürülere ayrılıyor ve öylece 7

L. Rasonyi, a. g. e., s. 5-49.


1 54

Dr. Tahsin Ünal

otlatılıyordu. Türklerin cins atlarının adı bedevi at cinsi idi. Bu atların. göllerden çıkan ilahının aygırlarla kısrakların birleşmesinden doğduğuna inanılırdı ve bedevi atlar da kendi aralannda "çakal bedeviler, boynu uzun bedeviler, boz bedeviler, yelesi kara bedeviler, yağız bedeviler, gök bedevi ler, ak-kır bedevi ler" diye kısırnlara ayrılırdı. 8 Mete'nin süvarİ tümenleri de, yağız atlılar tümeni, doru atlılar tümeni, kıratlılar tümeni gibi isimler alıyordu. Her ailenin malı, koyununun veya atının cinsine ve rengine göre tayin edi liyordu. Aynca her aile koyun veya atını kendisine mahsus bir damga ile "damga"lar ve kulağını "in"lerdi9 • Rengi değişik koyun ve atlar birbirine kaışmadığı gibi damgalanan ve inlenen hayvanlar da bibirine kanşmaz, kanştırılmazdı. Kaybolursa çabuk bulunuyordu. Kimse damgalanan ve inlenen hayvana sahip çıkamazdı . ı o Bir ailenin ekonomik gücü, sürüde otlayan hayvaniann miktarıyle ölçülürdü. 400-500 hayvanı olan fakir, 500-600 hayvanı olan çok zengin kabul edilirdi. ı ı Belki adetleri azdı, fakat Türk toplumu içinde 1 00.000 koyunu, 1 0.000 atı, 5000 devesi olanlar da vardıY Salur Kazan'ın "katar katar develeri, tavla tavla atları, tümen tümen koyunları" olduğu söylenir. 1 3 Bu doğru ise Salur Kazan'ın da 8

S. Hizarcı, Dede Korkut, s. 3 7, vd. Karaman'ın Akçaşehir Köyü'nde Hac ı Abidin oglu Yahya. hayvan larının sag yüzUnU dUz bir demir çubukla damgalamakta, sag kulagını bir delik açarak inlemektedir. ı o B. Ögel, a. g. e., s. 1 / 1 20- 1 23 . ı ı L . L igeti, a . g. e., s. 1 /64. ıı F. SUmer, <>tuzlar, Ankara, 1 967, s. 382. ı J S. Hizarcı, Dede Korkut, s. 46-80.

9


T/Jrk 'IJn Sm>yo-Ekonomik Tarihi

1 55

en az 1 0.000- 1 5.000 koyunu, 3000-4000 atı, 2000-3000 devesi vardı demektir. Görülüyor ki, tarihin çok erken devirlerinden, en az M.Ö. 7000'den beri Türkler, geniş mikyasta hayvancılıkla iştigal etmişlerdir. Toplumun büyük çoğunluğu tüketici değil, üretici idi. Ve Türklerin hayvancılıkla uğraşması, dokuma sanayiinin gelişmesine yardım ediyordu. Toplumun bu sosyo­ ekonomik yapasının iç oluşumlarını değil, dış yaşantısını, köylerden ohalara ve haralara, haralardan ve ohalardan köylere olan; mahdut, mevzı ve muvakkat göçleri görebilenler, Türklerin göçebe olduğunu sanmışladır. Hakanların, çoğu zaman yabancı elçileri saraylarından ziyade, çadırlarında kabul etmeleri, onların yanıimalarına ve Türklere göçebe demelerine sebep olmuştur. 1 300- 1 600 döneminde Osmanlı Padişahları kaç gün saraylarında oturmuş ve kaç tanesi yatağında ölmüştür?.. Osmanlı Padişahlarında son zamanlara kadar, haslarında koyun ve at sürüleri vardı. Emir-i ahırları vardı. Osmanlılar da göçebe mi idi? .. Bir çok aileler geniş mikyasta hayvancılık yapartarken bir çok kimseler de geniş mikyasta gerek iç, gerek dış pazarlarda hayvancılığın ve hayvan ürünlerinin ticaretini yapıyorlardı. Özellikle Türk atları ve develeri, yağ, peynir ve yün Çin ve İran, hatta Önasya pazarlarında pek çok müşteri buluyor, bu ticaretle uğraşanlar tatlı karlar yapıyorlardı.


1 56

Dr. Talısin Ünal e.

Dokumac1hk

Geniş mikyasta hayvancılıkta iştigal eden bir m illetin, tarihin çok erken devirlerinde "istar" tabir edilen basit el tezgahiariyle dokumacılık yapacağı tabiidir. Kadınlar "kirman" ve "iğ" denilen basit ve pratik aletlerle koyunların. tiftik keçilerinin ve develerin yününü eğirerek (bükerek) kalın ve ince ipler (iplikler) haline getiriyorlardı. Bunları ıstarda dokuyarak halı, kilim, çuval, harar, heybe, çadır hatta kaba olmakla beraber, elbiselik ve yataklık kumaş dokuyorlardı . Tarihi oluşum ve gelişim içinde kirmanlar ve iğler gelişerek çıkrıklar, ıstartar gelişerek dokuma el tezgahları haline gelirken, dokunan, kilimlerin, çadırların haline gelirken, dokunan halılann, kilimlerin, çadırlann, çuval ve hararların, elbiselik ve yataklık kımaşiann da iplikleri incelmiş, dokumaları sıklaşmış, desenleri, renkleri değişmiş, çeşitleri çoğalmış ve tekamül etmiştir. El tezgahları, fabrikaya dönüşmüştür. Türklerde halıcılık, kilimcilik ve keçecilik dokumacılık sahasında ayn ve önemli bir yer işgal ediyordu. Keçeciliğin ev sergisinde, çadır sergilerinde çobanların ve seyahat edenlerin giyiminde önemli bir yeri olduğu gibi iticaret sahasında ve ordunun giydirilmesinde de önemli bir yeri vardı. Ki lim, fakirlerin, keçe orta hallilerin, halı zenginlerin mefruşatıydı. Türkler arasında keçe sanatı muteber bir sanattı. Çeşitli kalınlıkta ve çeşitli desende gayet sağlam ve zarif keç� yapan sanatkarlar vardı. Sade keçe, al keçe, üzeri işlenmiş keçe, sirnil keçe, altınla işlenmiş keçe, resimli, çiçekli ve freskli keçe diye kısırnlara ayrılıyordu ve


Tllrk 'lln Sosyo-Ekonomik Tarihi

1 57

bunları yapan sanatkar, bunların ticaretını yapan tacirler vardı. Anav'da Pazınk ve Turfan kazılarında, Türkler tarafından imal edilmiş, asırlarca toprak altında kaldığı halde çürümemiş, sağlam ve cidden nadide keçeler bulunmuştur. Bunlardan birçoğunun üzerine orij inal keçe freskleri yapılmıştır. Bunlardan biri üzerine "bir geyiğin üstüne atlayarak, göğsünden yakalayan bir kaplan, yahut bir geyiğin arkasından yetişerek belinden ısıran bir aslan resmi", bütün bir canlılığı, niteliği ve tabil liği ile işlenmiştir. ı Keçelerdeki işleme şekilleri, sahibierinin ekonomik güçlerini ve sosyal mevkileriyle itibarlarının da bir ifadesiydi . M.Ö. 7000 de Anav'da ve M.S. X ncu asırda Pazırık ve Turfao'da bulunan keçelerde büyük bir san'at gelişmesi olduğu aniaşılmakla beraber, keçelerde aynı renk, aynı desen, aynı nakışlann bulunması, Anav'daki insanlarla, Pazınk ve Turfan' daki insanların, aynı milletin insanlan olduğunu izah eder. Birinin daha basit, daha kaba olarak başladığı bir sanatı, öteki geliştirmiş ve tekamül ettirmiştir. Hayvancılıkla iştigal eden, onun ürünlerinden çeşitli emtia işleyen ve dokuyan Türklerin, halıcılık sahasında da bir hayli ileri gittiğine, İstardan el tezgahına geçenlerin, çeşitli desenlerde ve şekillerde nadide halılar dokuduklarına muhakkak nazariyle bakılabilir. Pazırık kazılannda ele geçen halı parçalarına bakanlar, Türklerde halıcılık M.O. l 600'de başlamıştır, diyorlarsa da, halıcılık üzerine bir eser yazmış olan Kazım 1 T. Ünal, "İsliim'dan Önce TUrk Medeniyeti", Hayat Tarih Dergisi, sayı: 3 (Nisan 1 967), s. 4 1 .


1 58

Dr. Tahsin Ona/

DİRİK, "Türkler halıcılığa M.Ö. 2400 de başlamışlardır." Diyor? Biz, Türklerin M.Ö. 7000'de halı da dokuduklannı sanıyoruz. Dokumacılıktaki gelişmenin esası, en ince ve en sağlam ipliği eğirebilmek, hassas el tezgahlannda dokuyabilmek malıareline dayanıyor. Türkler, zaman akımı içinde kaba ve kalın ipierden en ince ve en sağlam iplikleri eğirmeye, kaba ve basit istardan, hassas el tezgahianna yükselmişler ve ince iplikleri, hassas el tezgahlarında dokuyarak:. bütün kumaşlan dokuyabilme maharetine sahip olmuşlardır. Hatta altın ve gümüş gibi kıymetli maden çubuklannı büyük bir ustalık ve maharetle inceiterek ince iplik haline getirmişler, ipek iplikleriyle karıştırarak simli kumaşlar dokumuşlardır. imal ettikleri ince simli (madeni ipliklerie) keçeleri, halı ları, özellikle elbiselik kumaşları ve elbiselerini simlerle, orijinal bir şekilde simlendirmişlerdir. Orijinal ve nadide şekiller ve desenler meydana getirmişlerdir. Çin elçisi Vang-Yen-Tö'nun "Çin'de de kumaşlar dokunur. Fakat bir Türk şehri olan Turfan'da dokunan kumaşlarda bulunan sağlamlık, desen ve renk, Çin kumaşlannda yoktur" demesi. 3 Türk dokumacılığının ve kumaşçıhğının üstünlüğünü ve kalitesini izah etmesi bakımından önemlidir. Osmanlılar zamanında Hitai, yani Çin kumaşı olarak bilinen ve halk arasında pek muteber olan bu

2 Türk Ansiklopedisi, "Halı" Maddesi. B. ögel, a. g. e., s. 1 1 1 28.

3


Tllrk 'lln Sosyo-Ekonomik Tarihi

1 59

kumaş, Çin'de değil, Karahitay ve Uygur tezgahlannda dokunan Türk kumaşlanydı. Türk yurdunun hemen her yerinde, dut yetiştirilir ve dut yapraklanyle ipek böceği beslenir. Geniş mikyasta İpekçilik yapılırdı. Bol miktarda ipeklik kumaşlar imal edilirdi. Hami şehri, ipek böceği yetiştirmekte ve ipekçilikte ileri gitmiş sanayii merkezlerinden biriydi. "Türkler İpekçilik sahasında büyük bir hamle yaparak, ipek sanayiini kururlarken, Bizans ipek böceğini dahi bilmiyordu.'"' Asya'da, özellikle GÖKTÜRKLER döneminde gerek Suyahta Harabeleri'nde bir ölünün üzerinde çürümeden kalmış ve üst üste giyilm iş olan üç ipek elbiselerden (en üste koyu kırmızı ipekten, ortada ye�il ipekten en altta tende san ipekten yapılmış elbiselerden), gerek Esik Harabeleri'nde bulunan "altın elbiseli adam"ın üzerindeki renkli ipek elbiselerden6 Türklerde ipekçiliğin, ipek sanayi ve tekstilinin ne kadar ileri gittiğini anlamak mümkün olmaktadır.

f. Sanayii Türk mitolojilerinde "altın dağ, gümüş dağ, demir kapı, örs, çekiç, körük, demirci, körükçü vb." gibi madene, demire ve sanata ait bir çok tabirler geçer. Bu hal, Türklerin madeni, demiri ve bunlann işlenınesini bildiklerini ve bu sanatı çok eskiden beri İcra ettiklerini ifade ve izah eder. 4

L. Ligeti, a. g. e., s. 1 176. B. Ögel, islimiyet'ten Önce TOrk KOltür Tarihi, Ankara, 1 962, s. 1 43 - 1 44 . 6 H . Oraltay, "Altın Elbiseli Adam", TOrk KOltOrO D., sayı: 1 00/303 vd. 5


1 60

Dr. Tahsin Ünal

"Allah, Erlik ustaya örsü, çekici ve körüğü öğretti. Sonra haydi mesleğini İcra et dedi. Erlik, körüğü çekti. Çekici eline aldı ve örsün üzerine koyduğu kı zann ı ş madene vurdu. Mangdaşirda barutu buldu. Allah'ın emriyle, bunları ve daha başka şeyleri Mangdaşirda insanlara öğretti. 1 Bu dini inançlardan gelen haberlerdir. Ergenekon Destanı nakledilirken de; "Kurultayda bir demirci, ben bir yer biliyorum. Orada demir madeni var. Eritebilirsek çıkanz dedi. Odun kömürü yapmasını da biliyorladı. Önce odun kömürü hazırladılar sonra bir kat kömürü, bir kat odun yığdı lar. Deve derisinden kocaman körükler yaptılar. Sağa sola körükleri yerleştirdiler. Bir deve çıkacak kadar gedik açıldı ve dışarı çıktılar"2 denmektedir. Bunlar ta! ... Primitif devirlerden beri Türklerin demiri, demirciliği bildiğini madenle ve madene dayanan sanatla meşgul olduklannın delilidir. Gerek Anav kazılannda M.Ö. 7000 tarihlerine ait bulunan eşyalar arasında; madeni eşyaların bulunması, gerek M.S. 220-745 dönemine yani Hunlar ve Göktükler devirlerine ait Kuray ovasında, Tuhayta ve Kuray kasabalannda yapılan kazılarda bulunan eşyalar meyanında madeni eşyalann da bulunması mitoloji ve hikayelerde geçen bilgileri, inkar kabul etmez bir şekilde doğrulamaktadır. ı

.

A. K. Inan, a. g. e., s. 1 7- 1 9. 2 E. G. Bahadır Han, "Secere-i Türk", Tarib Konuşuyor D., 2/ 1 08. E. G. Bahadır Han, "ben Hive Hanı olarak dilerim ki, Dünya üzerinde ilk defa demiri tanıyanlar, onu eritenler biziz. Gençler kendilerine kurtuluş yolu, dünyaya medeniyet yolu açan atalarıyla iftihar etmeli ve onları hatırlarnalıdır." Bakınız: A. g. e., s. 1 / 1 08.


Tilrk 'iln Sosvo-Ektmomik Tarihi

161

Anav kazılarda M.Ö. 7000 senelerinde imal edildiği kabul edilen, "işlenmiş bakır ve demirden çuval iğneleri (çuvaldızlar), dikiş iğneleri, madeni teller, eğeler, bıçaklar, oaklar, testereler, mızraklar ve temrenler" bulunmuştur. Bakır ve demiri işleyerek ve inceiterek iğne ve tel, ona su vererek çelikleştirmek suretiyle madenden eğe ve testereler yapabilen bir millet, sanayii ve teknik sahasında bir hayli ileri gitmiş bir millet demektir. I 930 da Altay ve Sayan dağları ınıntıkasındaki Kuray ovasında ve harab büyük haline gelmiş olan Kuray ve Tuhayta şehirlerinde (harabelerinde) kazılar yapan RUS arkeoloğu Kiselev, bulduğu eserleri, "fevkalede orijinal yeni ışıklar, olarak tavsif etmiştir. Adı geçen iki kasahada yüzlerce mezar vardı. Fakat hemen hepsi kazılmış, deşilmiş ve tahrip edilmişti. Bu, mezarların altın (hazine) arayıcılar tarafından tahrip edildiği, içinde neler varsa alındığı ve aşınldığını" ifade ediyordu. Böyle bir yerde kazı yapan Kiselev, Kuray kasabasında tahripten kurtulmuş olan mezarlada "bol miktarda bakırdan, gümüşten ve demirden yapılmış kadın süs eşyalan, kılıç, mızrak, zırh, gürz, koşum takımları, gem, eğer, üzengiler, üzerieri ince röliyeflerle süslenmiş tokalar, gümüş sürahiler, gümül bel kemerleri, gümüş kamçı sapları, altın küpeler, İskit kazanına benziyen fakat ondan hem maden, hemde işleme bakımından çok üstün demir ve bakır tencereler, tavalar ve kazanlar, ıslık çalan oklar, İskit el değirmenlerinden, san'at bakımından çok ileri el değirmenleri, ipekten yapılmış, içinde çakmak, çakmaktaşı ve


1 62

Or. Tahsin Ünal

kav bulunan torbalar, rengarenk ipek ve yün kumaş parçaları" bulunmuştur. 3 Gümüş testilerin ve gümüş tabaklann üzerinde Orhon harfleriyle bazı yazılar yazıldığı görülmüş ve bazıları " . . . . . Şad'ın eşi Milletin büyüğü" yahut "Otçı Akgün ..... kuşağı .. ... " şeklinde okunabilmiştir. Kiselev ' in de dediği gibi, "bu mezarlar da yatan insaniann mensup olduğu millet, söylendiği gibi göçebe değil, yerleşmiş ve çifçilik ve sanatkarlık eden bir milletti. Ovada izleri ve bakayları hala duran su kanallan ve değirrnenler, mezarlarda bulunan değerli san'at eserleri bunun canlı şahididirler. Göçebe bir milletin mezarlığı olmaz. Şu köy, kasaba ve şehirleri kurup buralarda oturanlar, şu şehirlerdin etrafındaki büyük mezarlarda yatanlar göçebe olamazlar. Tuhayta kasabasında tahrip olmadan kalabilen bir mezarda, "bir iskelet, iskeletİn üstünde üç kat elbise, en üstteki elbise kırmızı ipekden, ortadaki yeşil ipekden iç elbise ise sarı ipektendi. Üzerinde " Nur katun gümüş ağı ar" yazılı gümüş bir testi, meşL_n çakmak torbası, üzerine 1 2 tane altın toka takılmış kayış kemer, gem, üzengi, eğer, tencere, tava ve kazan; ipek medil, tahta tarak ve yontma kalem bulunmuştur." Keza Göktürkler zamanında bugünkü SEMERKANT civannda, maalesef harabolmuş ve hüyük haline gelmiş olan "Penç-i Kent"te (Beşşehir' de) ve Mugkah şehirlerinde de 1947'de kazılar yapılmış, burada da aynı şeyler bulunmuştur. 3

A. İnan, '1Göktürkler Çagı Medeniyeti", Hayat Tarih 1 968) s. 1 2- 1 5 .

D.,

Sayı: 8 (EylUl


Tiirk 'lin Sosyo-Ekonomik Tarihi

1 63

Bütün bu kazılarda bulunan sanat eşyalanndan anlaşılıyor ki, Türkler M.Ö. olduğu gibi M.S da sanayi ile yakından iştigal etmişlerdir. Sanatta, kaba ve basit sanattan gelişmiş ve tekarntil etmiş sanata yükselinmiştir. Türk ülkelerinde altın, gümüş ve demir madenieri bakımından en zengin olan mıntıka Kırgızistan'dır: "Kırgızistan'da, Altaylar, Sayan dağlarında bol miktarda demir madeni damarlan vardı. Bu mıntıkalardaki demir madenieri yüksek cevherli ve miknatıslı madenlerdi. Kırgızlar da demİrcİ ve sanatkar insanlardı. Göktürkler devrinde işletilen demir eritme ocaklan ve demir dökümhaneleri Kicelev ve Merhat tarafından bulunmuş ve tetkik edilmiştir.4 Nişadır ve maden kömürü ise en çok Uygaristan'da Beşbalık ve Karahoça'da bulunur. Hotan ınıntıkasında Boraks, Kuçı havalisinde bakır oksit bulunur. İşte bütün bu madenler, ocaklarından çıkanlıyor, tasfiye ediliyor, eritiliyordu. Külçe veya kütük halinde imalhanelere sevkediliyor. Buralarda da maksada göre imalat yapan tüccarlar, müteahhitler, işçiler, ustalar ve sanatkarlar, hatta bunları iç ve dış pazarlarda satan toptancı ve parekendeci tacirler vardı . Bakırdan tencere, tava, kazan, tas, tabak, ibrik, leğen vb. gibi mutfak eşyaları, bakırın üzerine yaldızlamak suratİyle vazolar, kemerler; bilezikler, küpe gerdanlık, toka, halka vb. gibi süs eşyalan yapıl ıyordu. Demire su verrnek sureytiyle, kalkan, kılıç, zırh, gürz, mızrak, pala, hançer gibi savaş aletleriyle, çatal, kaşık, bıçak, testere, keser, balta, satır gibi ev eşyalan yapılıyordu. Bakırla demiri kanştınp tunç 4 B. Öge!, İslimiyet'ten Önce Türk Kültür Tarihi, s. 1 39. Buradan naklen, Y. Öztuna, Türkiye Tarihi, lstan�ul, lül, l/U�.


164

Dr. Tahsin Ünal

yapmak suretiyle koyunlar ve deve kervanları için çeşitli büyüklükte çanlar, mabet çanları, köpekler için tasma, bukağı vb. gibi eşyalar imal ediyorlardı. Altın ve gümüş gibi kıymetli madeniere şekil veren ince usta ve sanatkarlar, kuyumcular ve bunların iç ve dış pazarlada ticaretini yapan insanlar vardı. Kıymetli madenierden yapılan süs eşyalarındaki şekil ve zerafeti ve bunları yapanlardaki ustalık seviyesini bugün dahi takdir etmemek mümkün değildir. Bakır, demir ve kıymetli madenierden yapılan her türlü alet ve eşyaya şekil, şüphesiz elle değil, özel aletlerle veri liyor ve seri imalat yapılıyordu. Bunlann idraki ve düşünülmesi Türklerde tekniğin ne derece ileride olduğunun izahını ortaya koyar. Bütün bu madenierin ocaklardan nasıl çıkarıldığı tasfiyehanelerde nasıl tasfiye edildiği, fırınlarda nasıl eritildiğini, imalathanelerde nasıl imal edildiğini, ve işlenınesini ve güçlerini iyice bilmiyorsak da, Beşbalık ve Hoça ınıtıkasında bulunan ve halk arasında Akdağlar (Atcşdağları) denilen dağlardan nişadırın nasıl elde edildiğini ve nasıl tasfiye ve imal edildiğini biliyoruz. Beşbalık, Hoça ve Turfan şehirleri civarında bulunan volkanik dağlardan, X ncu asırda bile dumanlar çıkıyor, ateşler ve tavlar fışkırıyordu. Bir yandan bu dağlardaki mağalararda yeşil bir su birikir ve hava ile temas edince donarak tuz haline gelirken. öte yandan da dumanlarta beraber havaya yükselen küller etrafa yayılır ve toprak üstünde bir kül tabakası hasıl ederdi. Nişadırcılık edenler, külleri çuvallarda toplarlar. İmalathanelere getirirler, buradaki kazanlarda kaynatırlar, kalıplara dökerler, kuruması için bu kalıpları güneşe sererlerdi. Çoğu zaman güneşte istenilen kıvamda kuruturlardı. Depolarda bozulmadan


Tllrk 'lln Sosyo-Ekonomik Tarilıi

1 65

kalmasını temin etmek için kaynatılır ve kalıba dökülürken bir miktar zencefıl katarlardı. Sonra satışa hazır olurdu. 5 imal edilen madeni sanayi emtiası iç pazarları doyurduğu ve ordu ihtiyacını karşıladığı gibi, tüccarlar eliyle ve kervanlarla dış pazarlara götürürler, komşu memleketlerden (Çin ve İran'dan) başka Urallar yoluyla Rusya ve Doğu Avrupa'ya-Bizans'a, İran yoluyla Suriye ve Mısır'a, deniz yoluyla batı Avrupa'ya götürülüp satılırdı. Türk askeri tekniğinin özellikle savaş aletlerinin ve kılıcın Önasya ve Doğu Avrupaya böylece yayıldığında tarihçiler müttefiktirler. g.

Şehirler Ve Şehireilik

Tarihi ve sosyal bir mütearifedir ki, bazı istisnaları olmakla beraber, şehirlerin başlangıcı, iki haneli bir köydür tarihin çok eski devirlerinde ve mesela M.Ö. 7000 tarihinde, insan dünyada olup da kuşbakışı, dünya üzerine şöyle bir bakmış olsaydı, dünya üzerinde ve su kenarlarında beş veya yirmişbeş haneli köyler görecekti. Coğrafi ınıntakaya göre köy evleri, ovalarda temeli taştan, duvarlan kerpiçtendi. Dağlık yerlerde duvarlar da, taştandı. Üzerieri kamışla veya ağaç dallarıyla örtülü idi. Kayalar oyulmuş evlerde oturanlar da vardı. Uzun bir dönemde (M.Ö. I 0.000-7000 döneminde, belki 3000 sene köy hayatı yaşadıktan sonra yukanda da bahsedildiği gibi köyler (köy devletleri) birleşmişler veya birleştirilmişler ve şehir devletleri kurulmuştur. Yine yukanda bahsedilen ekonomik, sosyal, kültürel, siyasi ve 5 B. Öge!, Türk Knıtnrnnün Gelişme Çagıarı, 1 / 1 29- 1 3 ı .


1 66

Dr. Tahsin Ünal

askeri nedenlerle dünkü köyler, yavaş yavaş gelişmiş, büyümüş ve şehirler teşekkül etmiştir. Köy döneminde, köyün müdafası iki köyün etrafını çeviren çitler ve kerpiç duvarları, küçük hendekler, şehir döneminde kalın, metin ve yüksek kale duvarları haline gelmiş, hendekler derinleşmiş ve genişlemiştir 1 • Zamanla şehirler arasında bazılan ekonomik, sosyal ve kültürel, siyasi ve askeri nedenlerle daha çok gelişmiş, zamanımızdaki büyük şehirler böylece ortaya çıkmıştır. Bu tekamül, Türk köyleri ve şehirleri için de doğrudur. Anav hüyüğünde yapılan kazıda M.Ö. 7000 tarihinde Türk köylerinin kurulduğunu görmek mümkün olduğu gibi, bu köylerde yaşayan insanların da üstün bir köy kültür ve medeniyet seviyesine yükselmiş olduğunu, Anav'da çıkanlan eserlerden anlamak mümkün olmaktadır. Bu köyde (ve onun gibi daha binlerce köyde) yaşayan insanların yaşantısından. bulunan eserlerin neler olduğundan yukanda bahsetmiştim. Eserini, büyük mikyasta neşredilmiş Rus arkeoloji raporlarına dayamış olan B. ÖGEL, doğu ve batı Türkistan'da binlerece İskan yeri tespit edildiğinden, "köylerin etrafının derin hendeklerle veya toprak setlerle tahkim edildiğinden ve böyle tahkim edilmiş olan köylere yalnız Baykal gölü ınıntıkasında değil, Asya'nın bir çok yerinde rastlandığından" bahseder. 2

1 İstisnalar olabilir. Fakat her şehrin tarih i köy ile başlar. Kasaba ve şehir, büyük şehir ve en büyük şehir olarak gelişir. Şehirlerin etrafını çeviren kalelerio de başlangıcı mutlaka çit veya basit duvarlardır. Londra, Paris. Roma, Atina, İstanbul, Buhara vb. gibi şehirler ve bu şehirlerin kaleleri bunun ömekleridir. 2 B. Öge!, islimiyet'ten Önce TOrk KOltür Tarihi, s. 1 39.


TIJrk 'Qn Sosyo-Ekonomik Tarihi

1 67

Orta Asya'daki binlerce köyün elbette uzun zaman içinde bir kısmı gelişmiş şehir, büyük şehir olmuştur. Bir kısmı, Asya'daki büyük siyasi ve askeri sarsıntılar esnasında (bazı şehirlerle beraber) yıkılmıştır. Yerlerine yenilei. kurulmuştur. Bir kısmı da zamanımıza kadar yaşamış gelmiştir. Köy adedinin (şehirlerle beraber) azatıp çoğalması, ekonomik, refah ve nüfus çoğalması ile yakından alakalıdır. Köy ve şehirlerin azatıp çoğalması, göçebe Türklerin yeni yeni köy, kasaba ve şehirler kurup yerleşmesinden ziyade / mevcut köy ve kasabalann gelişerek şehir haline gelmesiyle 4 yakından alakalıdır. Zira Türkler M.Ö. 7000 tarihinden itibaren göçebeliği terk ederek köyler kurup yerleşmeye, tanm ve hayvancılık yapmıya başlamışlar, Hunlar, özellikle Göktürkler ve Uygurlar döneminde % 70 oranla yerleşmiş bulunuyorlardı. X-XIII ncü asırlarda Türk şehirleri ve hayli büyümüş, etrafı kalın ve metin taş kalelerle çevrilmiş, tahkim edilmişti. Her biri, bir sanat, ticaret, kültür ve politik merkez haline gelmiş bulunuyordu. Has, zeamet, tırnar ve mukataa toprak düzenleri yerleşmiş, pekleşmiş ve istikrarlı bir düzen haline gelmiş bulunuyordu. 5 Şehirler, kalabalık nüfusları banndınyor, hatta küçük ınıntıkada 8-1 O şehir bulunuyordu. Şehir evleri arasında duvarlan, kerpiç, üstleri kamış ve daliarta örtülü olanlar bulunmakla beraber, duvarlan tuğla üstleri kremitli olanla da vardı. Pek çok binalar, saraylar ve mabetler iki katlı, kubbeli, kemirli, merdivenli, geniş salonlan ihtiva ediyordu ve binalar beyaza badana edilmişti. 3

B. Ögel, TOrk KOltOrOnOn Gelişme Çatlarl, 1 /67. 4 Z. V. Togan. Umumi TOrk Tarihine Giriş, 1 126. s Z. V. Togan, Umumi TOrk Tarihine G iriş, 1 /52.


1 68

Dr. Tahsin Ünal

Mabetierin yanında ve sarayiann içinde çeşitli konulara ait zengin kütüphaneler mevcuttu. Büyük evlerin, sarayların ve mabetierin salonlan, her biri ayrı bir olayı izah eden ve bir san'at şaheseri olan duvar freskleriyle süslenmişti. Şehirler, büyük ve dikine kesen caddeleri, sokakları bulunan, geometrik bir planla inşa edilmişlerdi. 6 Kumaş dokuyan el tezgahları, dökümhaneler, imalathaneler, açık ve kapalı çarşılar, hanlar ve kervansaraylar, haralar ve mandıralar şehirlere ayrı bir dinamizm, hareket ve canlılık veriyordu. Türkler büyük bir çoğunlukla M.Ö. II ve M.S. XII nci asırlar arasında mesut ve müreffeh şehir hayatı yaşarken, Avrupada germenler ve Angi-Saksonlar yeni yeni yerleşmiye, Franklar, Şartman'ın zoruyla toplanmaya çalışıyorlardı. Gücünü ve dinamizmini ekonomik, sosyal kültürel ve teknik bakımlardan güçlü ve kuvvetli olan köy, kasaba ve şehirlerden alan, dinamik idareci kadrolar, süratle devlet ve imparatorluklar kuruyorlardı. Devlet ve imparatorluklar yıkılınca da Türk feodalizmi, bütün ayrıntılarıyle ortaya çıkıyor ve kalesini yeniden tahkim ederek, hükmünü İcra ediyordu. Bu süylediklerimiz, bazılarına mübalağalı gelebilir. Fakat bunlan biz değil, kaynaklar söylüyor. Dünkü marnur ve müreffeh, her sahada güçlü ve kuvvetli olan köyler, kasabalar ve şehirler yıkılmış ve harap olmuşsa, dünkü sıhhatlı, sağlam, şen ve şatır insanlar, ezeli kanunlara boyun eğerek dünyalannı değirtirmişler, sahne-i tarihten çekilmişler

6

B. Öge!, İslamiyet'ten Önce Türk Kültür Tarihi, s. 353.


Tllrk 'ün Sosyo-Ekonomik Tarihi

1 69

ve kara toprağın kucağına girmişlerse, kabahat onların mıdır? .. Yoksa atasını unutan biz vefasız eviadların mıdır? . 7 .

Orta Asya'da en az M.Ö. II ve M.S. XII nci asırlarda mevcut olan, sonra çeşitli nedenlerle yıkılan, her biri ayrı bir hüyük yahut harebe haline gelen ve uzun asırlar toprak altında kaldıktan sonra 1 900'den bu yana yapılan arkeotoj ik kazılar ve ilmi araştırmalarla toprak üstüne ve gün ışığına çıkanlan yüzlerce şehir tespit edilmiştir. Yeri tespit edilenler şehirdir ve yeri tesbit edilemeyenterin ancak bir kısmıdır. Hele eski köy ve kasabalann üzerinde durulmamıştır. Bunları hiç bilmiyoruz. Bazı kazı yapılan ve yeri tespit edilen şehirlerin sayılannı ve isimlerini zikretmekle yetineceğiz. Hunlar devrine ait Kazakistan'da 77, Moğolistan'da 75, Altaylarda 72 ve Tann dağlan ile Batı Türkistan'da 358, toplam olarak 609 şehir yeri tesbit edilmiştir. 8 Göktürkler, Uygurlar ve Karluklar dönemine ait I 201 30 büyük şehir harabesi tesbit edilmiştir. Bu büyük şehirlerden bazılan şunlardır: Kudirge, Ulan-ude, Tuyahta, Kurayda, Koçkar, Gök Bulak, Aral-göl, Isığ göl, Narın, Altınarlık, Barshan, Albaş, Cungal, Tokuz, Tarar, Rabat-ı Melik, Kaşan, Ahsıket, Çargelan, Cumgal, Şırdakbey, Akbaş, Turtkul, Maml Keldi, Şiştübe, Poltavko, Akbaşat, Aksu, Harran, (Cuvan), Tolek, Sukuluk, Cul, Alamedin, Cumuş, Sanğı, Yukarığı, Tunuk, Gargelan, Cumgal, Çadıvar, Tokuztara, Tataş, Taraz, Şarvaşlık, Şelci, Kul, Susi, Susamir, 7 Dünya üzerinde seyahat etmeyi, harabeler önilnde durup uzun uzun tefekkUr etmeyi, bize dinimiz emrediyor ve "gören gözler, dlişilnen başlar için onlardan alınacak ders-i ibretler var" diyor. 8 B. Ögel, İslamiyet'ten Önce Türk Kültür Tarihi, s. 2, 45, 1 32, 1 60.


1 70

Dr. Tahsin Ona/

Aygırçal, Çardaş, Çukurcuk, Salıburak, Tokaytepe, Çaplaktepe, Pıçaktepe, Büyük Sütkent, Küçük Sütkent, Bayırkum, Aktepe, Öküz, Kavgan, Artıkata, Buzuktepe, Tulkubaş, Cirvalin, Mirtepe, İşkan, Sadıkata, Cuvantepe, Karabalgasun, Karaşar, Kaşgar, Aksu, Hotan, Yarkent, Urumcu, Karahoça, Turfan, Hoça, Beşbalık, Hami, Kuça vb. dir. Bu şehirlerin hemen hepsi kalelerle tahkim edilmiştir. Mesela, Çargelan kalesi 72.000 metrekare idi. U mgal ' ın etrafını 800 metre uzun luğunda bir kale çeviriyordu. Çaldıvar'ın iç kalesinin duvarlan 1 00 metre idi. Dört köşe olan kalenin dört köşesinde ve orta kısımlannda birer kule vardı. Büyük ve muntazam giriş kapısının iki yanında da olmak üzere 9 kulesi vardı. Şırdakbey kalesinin duvarlan 800 metre uzunluğunda olmakla beraber bununda köşebaşlannda, orta kısımlannda ve giriş kapısının iki yanında olmak üzere 9 kulesi vardı. Albaş ketesi 70.000 metre karelik bir yer işgal ediyordu. Ahsıkent kalesi 280 metre uzunluğunda olmakla beraber, iç ve dış kale olmak üzere iki kale duvanyla tahkim edilmişti. Kayında şehri de iç ve dış kalelerle tahkim edilmişti . Sadece iç kale 266.900 metre karelik bir yer işgal ediyordu. İç kalede büyük bir sarayla, büyük bir mabet ve kütüphane binası vardı. Harran, Sukuluk ve Gümiş şehirleri de kalın, metin ve yüksek kale duvarlanyla, iç ve dış kalelerle, dış kalenin dışına açılan derin ve geniş bir bendekle tahkim edilmişlerdi. Büyük Sanğı (Kızıl-su) şehri etrafı iki kilometre uzunluğunda bir kale ile çevritmiştİ ve şehir kale duvarlarıyla üç kısma aynlmıştı. Kısımlardan birinde de büyük bir kervansaray harabesi bulunmuştur. Balasagun, Küçük Akpeşin ve Rusların Pokrovski dedikleri şehir harabeleri de kale duvarlarıyla çevritmiştİ ve tahkim edilmişti.


Tlirk 'Qn Sosyo-Ekonomik Tarihi

171

Otrar Kalesi 1 20.000, Altın tepe'nin iç kalesi 1 6.000 dış kalesi 475.000, Tokay tepe kalesi 1 06.000 metre kare kale duvarı ile çevrilmişti. Büyük Sütkent 720.000, Küçük Sütkent 50.000 metre karelik bir yer işgal ediyorlar ve etrafı kalın, metin ve yüksek duvarlarla, dışardan derin ve geniş hendeklerle tahkim edilmişlerdi. Aktepe 95. I 00, Çardarı 44.400, Suğnak şehirinin iç kalesi 78.000, dış kalesi 260.000, Savran şehri 440.000 metrekare uzunluğunda bir kale duvanyla tahkim edilmişlerdi.9 Karasahan şehri 5 I 0.000, Tunak şehri 360.000 metrekarelik bir alanda yine bir kale duvarıyle tahkim edilmişlerdi. Bunların doğu ve batı Türkistan'da, Altaylarda bulunan ve tesbit edilmiş bulunan şehirlerden (etrafı kalın surlarla, burçlar ve borularta çevrilmiş derin ve geniş hendeklerle tahkim edilmiş olanlardan) beş, on tanesidir. Bunların dışında ve "pek çok yerlerde büyük ve kalabalık mezarlıklar, yıkılmış, harap olmuş kaleler, Tanrı dağlan 10 ınıntıkasında bir çok meskun ve müstahkem yerler vardı." Bunların yerini ve ismini biliyoruz. "Göktürkler döneminde ve yalnız Otrar bölgesinde bulunan I 4 şehir ve müstahkem mevki adedi, Karluklar devrinde 24'e çıkmıştı. 1 3 de kervansaray vardı. Fakat 1 3 ncü asnn başında aynı ınıntıkada 4 şehir ile 2 kervansaray kalmıştır. Karatav (Karaçük) bölgesinde ise I I şehir vardı . I 3 ncü asnn başında şehir adedi 9, kervansaray miktan dörde 9

B . Ögel, İslamiyet'ten Önce TOrk Kültür Tarihi, s. ı 74- ı 76, 309, 3 1 9, 32 ı , 323, 3 3 ı , 334, 340. 10 B. Ögel, İslamiyet'ten Önce TOrk KOltür Tarihi, s. ı 49, ı 75, ı 76, ı 78.


1 72

Dr. Tahsin Ünal

inmişti." 1 1 Bu 1 3 ncü asrın başında Türk kültür ve medeniyetinin büyük mikyasta bir tahribata uğradığını, şehirlerin yakılıp yıkıldığının bir ifadesinde başka bir şey değildir. Şu kısa örnekler bile bize, bir çok hakikatleri anlatmaya yeter ve artar bile ... Birbirine çok uzak olmayan, birbirine ovalar, vadiler, yollar ve köprülerle, sulama kanallarıyla bağlı olan bu şehirlerin her biri şimdi baykuşların öttüğü viraneler, kargaların yuva yaptığı birer harabedir. Toprakların altından duyan kulaklara efsaneler fısıldamaktadır. Bilinen ve belli bir ınıntıkada bu kadar şehrin toplanmış olması, bir yandan Türk'ün teknik, sanayi, ticaret ve sanayide, devrine nazaran güçlü ve kuvvetli olduğunu, kUltür ve sanatta üstünlüğünü izah ederken, 1 2 öte yandan Asyada nüfus kesafetinin sıklığını (nüfusun çokluğunu) ifade eder. Bir yandan da şehirilerio iç ve dış kalelerle, kulelerle, burçtarla ve kenarlarının hendeklerle çevrilmiş olması, orta zamanlar Avrupasında olduğu gibi politik bakımdan bir Türk feodalizminin (derebeyliğinin) mevcudiyetini açıkça izah ve ifade eder.

11

B. Ögel, İslamiyet'ten Önce TOrk Kültür Tarihi, s. 334, 338. Nakleden: Y. Öztuna. Türkiye Tarihi, 1 / 1 1 , 1 2, 1 57. 12 Sanayi ve teknik gelişmesi, yapısı ve karakteri icabı olarak insanların belli yerlerde toplanmasına sebep olur. insanların belli merkezlerde toplanması ise, toplum içinde ekonomik, sosyal ve kültürel, hatta siyasi problemlere zemin hazırlar. Bunlara yol açar. Bundan politik gaye takip edenler istifade etmek isterler. Asya'daki politik çalkantılar da bunun da önemli hissesi ve rolü vardır.


Tlirk 'ün Sosvo-Ekonomik Tarihi

1 73

Bilindiği gibi Türk, aynı zamanda "türeyen veya çabuk çağalan millet" demektir. Türklerin Ergenekon'a sığmayacak kadar çoğalmalan bunun bir örneği olduğu gibi, Türklerin Orta Asya'ya sığmayarak etrafa yayılmalan (göç etmeleri) de bunun başka bir örneğidir. Nüfus konusunda fazla bilgimiz yoksa da, bugün olduğu gibi eskiden de (savaşların, salgın hastalıklann kınını hariç) Türk milleti % 3 civannda bir oranla çoğalıyordu. Mesela M.Ö. I nci asırda Maveraünnehir' de de 600.000 nüfus varken; dokuz asır sonra yani M.S. X ncu asırda bu nüfus ı ,500,000'e çıkmıştır. Göktürkler zamanında 400.000 nüfusa malik olan Kırgızlar, Uygurlar zamanında 2.000.000 nüfusa yükselmişlerdi. 13 Göktilrlerin doğuda 500.000, batıda 500.000 olmak üzere 14 Ama bu ı .OOO.OOO'Iuk nüfusa malik oldukları sanılıyor. miktar sadece hanedan, yakınları ve hanedana (sülaleye veya devlete) hizmet eden Türk boylannı miktandır. M.Ö. I ve II nci asırlarda Kuça şehirinde l 0.64 ı , Kaşgar'da 24.200, Yarkent'te 24. 1 20 ve Doğu Türkistan'da da 3 1 5.000 nüfus vardı. ı 030'da Hun ve Basmıllar, Karahanlılar 700.000 kişilik bir ordu ile taarruz ettiklerinde, ı 035'te Oğuzlardan yalnız bir kolun 20.000 kişilik bir ordu çıkarabilecek durumda olduğundan, Aslan Bey'in Sultan Mahmud'a, "Okunu Maveunnehir ınıntıkasında dört defa dolaştıracak olursa 400.000 kişinin etafında toplanacağından bahsedilir". 1 5 Buna göre Basmılların 3.500.000 nüfusa, yalnız Selçuk 1 3 Yahut Göktürkler devrinde 80.000 asker çıkaran Kırgızlar, Uygurlar zamanında 400.000 asker çıkanyorlardı. Beş kişilik bir aileden bir asker hesabıyla 80.000x5: 400.000 veya 400.000x5 : 2 milyon nüfus demektir. 1 4 L. Ligeti, Bilinmeyen iç Asya, l /64-65. Ligeti de nüfusu çıkarılan asker miktarıyla oranlıyor. ıs z. V. Togan, a. g. e., 11304.


1 74

Dr. Tahsin Ünal

Sütalesinin 2.000.000 nüfusa sahip oldukları anlaşılır. Moğolların tarih sahnesine çıkmak üzere oldukları I 200 tarihi civarında yalnız Cengiz Han'ın mensub olduğu sülale 20.000 iken, 1 230'da 1 50.000'ne Utçı Noyan ailesi 200'den 500'e, Çopgu Noyan ailesi 200'den 600'e yükselmiştir. 1 6 O zaman tüm İngiltere'nin nüfusu 1 .200.000 kadardı. Türk köy, kasaba ve şehirlerin şık, marnur ve kalabalık olması işte bu nüfus artışından ileri geliyordu. Tekrar edelim ki ismi geçen Göktürk, Basmıl, Selçuk ve Moğol nüfus miktarı yalnız bu sülalerin ve yakınlarının miktarıdır. Bu miktar, bunlar kadar kalabalık 1 0- 1 5 boy ile çarpılırsa, Asya' daki nüfus miktarı hakkında doğruya yakın bir rakam elde edilebilir. Mesela Basmıllar onla çarpılırsa 35.000.000 Selçuklular onla çarpılırsa 20.000.000 nüfuslu oldukları anlaşılır. Orta Asya'daki imarın, şehirlerin sık ve kalelerle tahkim edilmesinin, sosyal ve politik kaynaşmaların ve nihayet dışarıda taşmaların sebebi nüfus kesafetidir. Türkler göçebe idilerdi de, bu şehirleri kim inşa etmiş ve kim oturmuştur? Bu mamur, müstahkem şehirler akşamdan sabaha inşa edilmemiş, yerden ot biter gibi, bu Türk şehirleri de çok eski tarihlerde birer köy, sonra kasaba iken, zaman akışı içinde ekonomik, sosyal, kültürel, siyasi ve askeri nedenlerle gelişmiş, tekamül etmiş ve birer büyük şehir olmuşlardır. Doğu Türkistan'a gelince, bu mıntıkadaki şehirlerinde batı ınıntıkasındaki şehirlerden farklı olmadıgını buralardaki 16

z. V. Togan, a. g. e., 1 1304.


T/Jrk 'lin Sosyo-Ekonomik Tarihi

1 75

ovalarda geniş mikyasta tarım ve hayvancılık yapıldığı köylerin, kasabalann ve şehirlerin de kalabalık ve marnur olduğu ayrıntılı bir şekilde anlaşılıyor. 750'de Uyguristan'a gelen Arap Elçisi Tarnim Bin Mutavvi, "Uyguristan'a girdikten sonra yolumuz mütemadiyyen kalabalık ve marnur kasaba ve şehirlerden geçiyordu" derken 98 1 'de aynı mıntıkalarda dolaşan Çin Elçisi V ang-Yen-Tö de, bir çok kalabalık köy ve kasabalardan geçtiklerini söyledikten sonra "Etrafı surlarla çevrilmiş olan marnur ve kalabalık Turfan, Karahoço ve Hoço şehirlerinden geçtik. Turfan' da resmi binaların ve Buda mabetierinin önüne bayraklar dikilmişti. Mabetierin yüksek kulelerine ayinler de çalması için büyük çanlar asılmıştı. Bu şehirleri çevreleyen geniş ovalarda boş bir yer göremedik. Ovalan göz alabildiğine kadar üzüm bağları, mısır ve buğday tarlaları dolduruyordu. Kanallarta sulanan sulu ziraat yapıyorlardı. Yolların kenarına uzun kavak ağaçlan dikilmişti. Bu ağaçlar biz nereye gitmişsek bizi hiç bırakmadılar" 1 7 • Diğer bir Çin elçisi Hüan-Dazng bunu teyiden; "Turfan'da ve Beşbalık'ta pek çok kubbeli, kuleli ve bahçeli evler vardı. Sokaklar ve caddeler birbirini dik kesiyordu. Şehrin plana göre yapıldığı anlaşılıyordu. Evler tamamen beyaz badanalanmıştı. Tufan' da evlerin hemen hepsi iki katlı dır. Yazın sıcak olduğundan aileleri, yazın evlerinin zemin katına çekiliyorlar ve yazı burada geçiriyorlar. Kralın oturduğu bina, taştan yapılmış, iki katlı ve muhteşem bir saraydı. Doğu Türkistan' daki Suyap şehrinden Afganistan sınınndaki 17 A. İnan, "Uygurlarda Orkestra", Hayat Tarih D., Sayı: 8 (EylUl 1 965), s. 76.


176

Dr. Tahsin Una/

Kunduz şehrine kadar, başta Bınpınar (Bin-Yul) olduğu halde bir çok şehirlerden geçtik diyor". 1 8 Bu ifadelerde Doğu Türkistan' la Batı Türkistan arasında bir fark olmadığı, doğudaki şehirlerin de batıdakiler kadar kalabalık ve marnur olduğu anlaşılıyor. Doğu Türkistan'daki şehirlerin de, her biri, ayn bir ticaret, sanayi ve kültürel merkezi idi. Mesela Hoço şehri din, nişadır ve nişadırıcılık, Turfan şehri din, nişadır, nişadırcılık, tanm ve dokumacılık, Beşbalık şehri tarım, hayvancılık ilim, sanat. Hami şehri savaş sanayii ve ipekçilik, Hotan şehri de boraks, ve boraksçılık merkezleriydiler. Hun, Göktürk ve Uygurlar döneminde sair salılardaki gelişme ve tekamüllere paralel olarak inşaatçılık sahasında da büyük gelişmeler olmuştu. Primitif devirlerdeki, inşaat malzemesi olan kerpiç, artık bırakılmış, kerpiçin yerini tuğla almıştı. Damlann üzerine artık kamış ve otlarla değil, çatı bulunmuştu ve kremitlerle örtülüyordu. Çinicilik bir hayli ilerlemiş olduğundan, sarayiann ve mabetierin içi, bazı zenginler evlerini çiniyle süslüyorlardı. Mabet ve saraylar artık bu dönemde pişmiş tuğlayla inşa ediliyordu. 1 9 Mesela, 0 "Hazar Hakanının sarayları tuğla ile yapılmıştı."2 Kozlov'un, "Biz, Çin kaynaklarına bakarak Türkleri göçebe biliyorduk. Onlar şu şehirlerde otumuşlarsa ki, oturmuşlardır. Tarihin erken devirlerinde yerleşmişler, sokaktan, birbirini dik hatlarla kesen, bugünkü modem şehirler ayarında, şehirler kurmuşlardır. Pek orijinal olan Türk evleri, taştan yapılmıştır. 18 19 20

L. Ligeti, Bilinmeyen İç Asya, 1 / 1 07 ve 2/75-8 1 . Togan, a. g. e., 1 /52. Z. V. Togan, a. g. e., 1 /98. Z. V.


Tlirk 'lin Sosyo-Ekonomik Tarilli

1 77

Bunlan iki katlı ve kubbeli olup çadırlı karargah şeklindedir" demesini2 1 ilave etmeden geçemeyiz. Dikkat edilirse, şimdiye kadar ismi geçen şehirlerin bir çoğunun, burçlan kuleleri ve boruları bulunan sağlam kalelerle çevrilmiş olduğu anlaşılıyor.22 Orta zamanlar Avrupasında görülen ve sosyo-politik yaşantının, daha evvel Asya'da yaşadığına şüphe yoktur. Şehir devletleri kurulunca, köy ve kralları şehir krallarına tabi olmuşlardır. Zamanla Yapgu, Tudunlan uzaklaştırarak, oraya kendi oğulları akrabalarını ve yakınlarını köy krallığına (Tudunlug) getirmiştir. Tudunlar, onların üstünde Türk yapguları bulunuyordu. Bunlar aynı zamanda Türk aristokrasisiydi. Devletler kurulunca. şehir devletlerinin kralları (Yapguları) Hakanlara tabi olmuşlardı. Hakanlar da zamanla yapguluğa kendi oğulları ve itimat ettikleri yakınlannı getirmiştir. Bunun en bariz delili, ''Çınaçkent, Hoça, Koşu ve Ordu şehirlerinin beyi, Alp Tarhan'dı. Fakat bu şehirlerde zaman zaman egemen beyler hüküm sürerdi. Mesela bir zaman Hoça kalesinin beyi, Ötügen'deki Uygur hakanına tabii bir beydi, bir derebey idi. Alp Tarhan yukarıda adı geçen şehirleri kendi egemenliği altında birleştirmeden önce bu kaleterin ayrı ayrı beyleri vardı. Alp Tarhan oları kendi egemenliği altına aldı. Alp Tarhan da, Uygur hakanı, Bögü Hakan'a (yahut İl Tutmuş Hakana) tabi idi" ifadeleri, Avrupa feodalizmine

21

L. Ligeti, a. g. e., s. 3 1 2, 320. Kaleterin menşeini. köyterin etrafına çevrilen çitlere kadar götürmek mümkündür. Çitler zamanla büyümüş, uzamış ve sagtamlaşmış, taşiaşmış ve kaleler ortaya çıkmıştır.

22


1 78

Dr. Tahsin Ünal

benziyen Türk feodalizminin bir ömeğidir?3 Böylece en altta köy kralları (Tudunlar), ortada şehir kırallan (Yapgular), üstte hakanlar (Sultanlar) olmak üzere, bir "aristokratik sosyal düzen" ortaya çıkmıştır. Aralannda gerek sosyo­ politik, gerek sosyo-ekonomik bakımdan büyük farklar olmakla beraber Asya'daki Turlunlar (boy beyleri) Avupadaki senyörlere (veya baronlara) Asya'daki Yapgular (veya İlhanlar) Avrupa'daki kontlara (veya düklere) Sultanlar da krallara muadildi. Asya'daki bu üçlü düzen tımar, zeamet ve has düzeninden çıkmış olduğu gibi,24 Avrupadaki de kendilerine has, tımar, zeamet ve has düzenlerine benzer toprak düzeninden çıkmıştı . Avrupa'da olduğu gibi Asya'da da imparatorluklar kurulur kurulmaz şehirlerin etrafını çeviren ve müdafaa imkanı sağlayan kaleler, ya savaşların tabii bir sonucu olarak yahut antlaşma icabı olarak yıkılıyordu. Fakat imparatorluklar yıkılır yıkılmaz kaleler yeniden ınşa ediliyordu.

h. Ticaret Genel olarak M.Ö. 7000 tarihinden sonra, uzun seneler, ta! . . Moğollar ve Timur zamanına kadar Türkler, 23 A. V. Gebain, Tercüme: S. Çagatay, DTCF. Dergisi, Sayı: 8, 3 (EylUl 1 950), s. 376-378. 24 A. Temir, "Eski Türklerde Sosyal Teşkilat ve Askerlikle İlgili Sözler'', TOrk Knltürfi D., Sayı: 22-23. "TUrklerdeki aile, oba, boy ve halk gibi sosyal teşekküller, onluk, yUziUk, binlik ve onbinlik askeri birlikleri karşılıyor, bir savaş halinde bütün millet iç teşkilatını bozmadan tek bir ordu gibi harekete geçiyordu" diyor.


TDrk •an Sosyo-Ekonomik Tarihi

1 79

Çin'den Avrupa'ya, Avrupa'dan Çin'e giden akar ve deniz ticaret yollan (İpek Yolu'nu) ellerinde bulundurmuşlardır. Bu yolların, devlet idaresini hangi sülale (hükümet) elinde bulundurursa bulundursun, o hükümet (sülale) tarafından emniyet altında bulundurulmasına büyük önem verilmiştir. Bu genel ticaret yollarını şu ya da bu nedenle emniyeti bozulmuş ve yol kapanmışsa., Türk tüccarlan hemen devrin hakanına (veya sultanına) müracaat ederek yolun açılmasını istiyorlardı. Sultan (veya hakan) da ya siyasi bir temas veya kombinezyonla, yahut bundan bir netice hasıl olmazsa savaş açmak suretiyle ticaret yolunu açıyor veya açtınyor, yeniden emniyetini sağlıyordu. Göktürler zamanında 560'da böyle olmuş, kapanan Türk-Bizans ve Türk-İran ticaret yolları açılmış, ticari münasebetler yeniden başlamıştı. Türk sanayi merkezlerinde, dokuma ve imalathanelerinde mütehassıs ustalar elinde imal edilen halı, kilim, çadır, keçe, pamuklu, yünlü ve ipekli kumaşlar, pazenler, poplinler, şallar, Hıtai kumaşlar, toprak ve bakırdan imal edilen tencereler, iprikler, siniler, güğümler, tavalar, kazanlar, taslar, tabaklar, leğenler, çelikten imal edilen kılıçlar, kalkanlar, gürzler, başlıklar, mızraklar, miğferler, temrenler, yağ, peynir, yün baharat ve çeşitli, renkli boyalar, süs eşyaları dahili ihtiyaçları karşılarlıktan ve iç pazarları doyurduktan başka dış pazarlara akıyordu. dış ticareti yapan, Türk tüccarları, Çin, İran, Irak, Suriye ve bu yolla Doğu Akdeniz, Rusya, Bizans ve bu yollarla Orta Avrupa pazarlarına Tük mallarını götürüp satıyorlar ve buralardan aldıklan mallarla geri memleketlerine dönüyorlardı. Türk malları dış pazarlarda, daha bol ve daha sağlam olduğu için


1 80

Dr. Talısin Ünal

hem daha bol müşteri buluyor, hem de üstün bir fıyatla satı lıyordu. Tabir caizse, Türk Yahudisi ve bir Türk zümresi olan Soğotlar, büyük mikyasta iç ve dış ticareti ellerinde bulunduruyorlardı ve bu işten hem bol para kazanıyorlar, hem de Türk aleminin, komşu devletlerine ve dış alemle ekonomik, kültürel, siyasi ve askeri temasını sağlıyorlardı. İlleride görüleceği gibi Türk elçileri, Türk tiyatro ve konser grupları ve sanatkarları Soğot kervanlariyle koşu memkeletlere (Çin ve İran'a) gidiyorlar, elçiler, gruplar ve sanatkarlar işlerini bitirdikten sonra yine Sogot kervanlarıyla geri dönüyorlardı. Hatta çoğu zaman Soğot kervan başlarına elçilik vazifesi de veriliyordu. Ticaret kervanları, ı 00 kadar deve, 50 kadar insandan ibaret değil, bazan 3.000, ı 000 insandan. bazan I 0.000 deve 3000 insandan ibaretti. Dış şehirlerin (Çin, İran, Rus, Irak, Suriye ve Bizans) pazarlannda, Türk kervanlarının (tüccarlarının) geldiği duyulunca, ihtiyaç sahipleri pazara veya kervanların konakladıkları haniara ve kervansaraylara koşuyor, dilediğini satın alıyordu. Türk tüccarları Çin veya Önasya' nın kalabalık şehirlerinde, tarım, sanayi ve ilim merkezlerinde koloniler teşkil ediyorlar, yabancılar arasına yerleşiyorlardı ve küçük çapta sömürgeler kuruyorlar, toptancı mağazaları açıyorlardı. Şüphesiz, yabancı tüccarlar da Türk sanayi ve ticaret merkezi olan şehirlerde aynı şekilde toptancı magazaları açıyorlar, küçük koloniler teşkil ediyorladı. Turfan, yabancı tüccarların koloniter kurup oturduğu bir Türk şehri idi.


Tllrk 'lin Sosvo-Ekonomik Tarihi

181

Nadide Türk Hitai kumaşlarının ve çadırlarının, bakırdan mamUl mutfak eşyalarının, halıların, altın ve gümüşten mannil kadın süs eşyalarının, salon vazolarının çelik Türk kılıçlannın, Çin'den Önasya'ya, Orta Avrupa'ya kadar, ticari münasebetlerle yayıldığı, bugün ciddi ve ilmi araştırmalarla tesbit edilmiştir. 1 Bu ticari münasebetler, saniyi mallarının mübadelesini yaptığı kadar, taraflar arasında medeni ve kültürel mübadelenin yapılmasını da sağlıyordu. Milletler savaşlar döneminde birbirlerini etkilerler, Çin, Türk, Türk - Önasya kültür ve medeniyetleri arasındaki ticari, medeni ve kültürel münasebetlerde aramak lazımdır. 1.

Görgü Şahitleri

568 de Göktürklerle, İran'a karşı bir siyasi ve ticari ittifak yapmak için yola çıkarılan Bizans elçi heyetinin başkanı olan Zemarhos Türk ülkesinde gördüklerini şöyle anlatıyor: "Türklerin yurdunda ilk molamızı verdiğimiz zaman, yanımıza tüccar olduklan anlaşılan bir çok adamlar geldiler. Bize, eğer istersek demir ve demirden mamul mallar satabileceklerini söylediler bunlardan sonra yanımıza gelen başka bir grup satmak istedikleri eşyaları hemen yıkıp sergilediler. Gönlümüzü yapmak için de bize zillerle, defler ve trampetlerle çalgılar çalıp şarkılar söyleyip bir ahenk tertip

1

B. Ögel, "Türk Kılıçtan", DTCF. D., C: VI., Sayı:5, s. 43 1 -460.


182

Dr. Talısin Ünal

ettiler. Bir grup da dua etti, ayin yaptı" diyor. 2 Bu Hakan. batıyı idare eden İstemi Han'dır (552-576). Zemarhos'un anlattıkları, yukanda izah ettiklerimizi teyit etmektedir. Türk yurdunun çeşitli yerlerinde demir madenieri çıkarılıyor, muhtelif şehirlerde tasfiye ediliyordu. İmahithanelerde maksada göre (kalkan, kılıç, pala, mızrak, zırh. tolga gibi savaş aleti yahut kağnı ve araba tekerleği, nal, mı h ve saban demiri, pulluk, kürek kazma gibi tanm aletleri 1 , tencere, tava. tepsi, leğen, ibrik vb. gibi mutfak eşyaları) imalat yapıyorlardı . Bu madeni imalat, iç pazarları doyurduktan sonra dış pazarlarda da satılıyordu ve bunun iç ve dış pazarlarda ticaretini yapan tüccarlar vardı. Zemarhos'a, ''isterseniz size demir ve demirden mamul mallar satalım diyenler" dış pazarlarda ticaret yapan tüccarlardı. Malı olmuyan müşteri aramaz. Bunların malları var ki, müşteri anyorladı. Hayvanlanndan mal larını indirip sergileyenler de iç pazarlarda ticaret yapan tüccarlardı. Zemarhos'un. "zillerle, deflerle ve trampetlerle çalgılar çalıp şarkılar söylediler" dediği kalabalık, kervanlarla büyük şehirlere giderek konserler veren gruba mensup sanatkarlardı. Dua edip ayin yapanlar da. kendi dinlerini yaymıya çalışan. kervanlarla beraber şehirden şehire dolaşan misyoner rahiplerdi. Zemarhos, Türk ekonomik ve sosyal yapısını ve yaşantısını bilmediği için kendilerine mal teklif edenleri, mallarını sergileyenleri, konser verenleri ve ayin yapanları aynı insanlar sanmıştır.

2 L. Ligeti, a. g. e., 2177-78. 1 B. Ögel. i slimiyet'ten Ö nce Türk Kültür Tarihi, s. 1 64.


Tlirk 'lln Sosvo-Ekonomik Tarihi

1 83

Zemarhos hakanın çadmnda gördüklerine de şöyle anlatıyor: "Kağan beni, Altındağ 'daki (?) göz kamaştıran büvük çadırında kabul elli. Kağan süslü ve altın yaldızlz bir wh1 üzerinde oturuyordu. Tahtın, icabmda atlara koşulup çekilebilmesi için tekerleri vardı. Kendilerini hürmet/e selam/adım. Getirdiğimiz hediyeleri takdim ellim. İki memleket arasındaki samimi dostluğu belirten bir konuşma yaptım. Kağan buna cevap verdi. Bundan sonra bizi ziyafet sofrasına davet elli/er. Yemekle bize şarap ilcram elli/er. Ama bu üzüm şarabı değildi. Şıra gibi bir şeydi. Ertesi gün başka bir çadırda top/andık. Bu çadır daha süslü idi. Çadır ipek halılar/a döşeli, heykeller/e donatılmış/ı. Kağan som altından yapılmış bir kerevet üzerinde oturuyordu. Çadırın ortasında alımdan güğümler, ibrik/er, /eğen/er ve başka kaplar vardı. Kağamn oturduğu kereverin ayakları altındandı. Ve ayakları üzerine altın tavus heykelcikleri (röliyefleri) işlenmişti. Ayrıca gümüşten çeşitli evani ve hayvan heykelleri vardı. 3 Yine içki alemi başladı. Devlet adamlarından bazan biri, bazan ötekisi kadeh kaldıyordu. Alem akşama kadar devam elli. Üt,:üncü gün başka bir çadırda toplandık. Burası da süslü idi. Çadırın direkleri alım kaplıydı. Alım yaldızlı kereveli üzerinde altın işlemeli dört yastık dayalı idi. Burada 3

F. KöprüiU, TOrk Edebiyatı Tarihi, s. 14.


1 84

Dr. Tahsin Ünal

da gumuş /eğen/er, ibrik/er, tepsi/er, tabak/ar, 4 sürahi/er ve gümüşten heykelcikler gördüm" diyor.

taslar,

L. Ligeti, "Hakan, Zemarhos'a hazine çadırlannı göstermiştir", diyorsa da biz buna iştirak etmiyoruz. Çünkü, Zemarhos hiç paradan puldan bahsetmiyor. Gördüğü evaniden başka, sandıklar dolusu paralar da bulunmuş, basılmış ve tedavüle sürülmüştü. Sevgili ölülerini bile altın zırhıyle defneden5 hakaniann bu mertebe zenginliği ve ihtişamının Ligeti'yi yanıltınaması icap ederdi. Binaenaleyh Hakan, Zemarhos'a hazineyi değil, her biri bir hazine değerinde olan kendisinin ve yakın devlet adamlannın çadırlarını göstermiştir. Bu hal, yukandaki balıisierde de temas edildiği gibi başta hakanlar olduğu halde, idaresi kadrodan, halk tabakalarına kadar Türk refahının, Türk ekonomik gücünün, sosyal yaşantısının bir izah ve ifadesidir. Ekonomik güç ve rafahtan, kültür ve medeniyetten mahrum olan bir miletin hakanntın ve devlet adamlarının çadırlarında medeniyelin alemi ve temizliğin nişanesi olan, hem de altın ve gümüşten leğenler, ibrikler, taslar, tabaklar, siniler, tebsil�r ve güğümler bulunmaz. Akın ve çapulda ele geçirmişse kullanmasını bilmez. O tarihte çadırlarının içini ipek halılarla döşeyen, çadırlarının direklerini altınla kaplayan, çadırlarının içini altın ve gümüş heykellerle süsleyen, yastığını altın simle işileyen, Avrupalı kaç kral ve kaç devlet adamı sayılabilir. Böyle bir millete ve onun hakanına, "barbar ve göçebe" değil, fikri ve ruhi bir inceliğe ve olgunluğa yükselmiş medeni bir millet ve hakan denilir. 4

L. Ligeti, a. g. e., 2177-78. 5 Hasan Oraltay, "Altın Elbiseli Adam", Türk Kültürü D., Sayı: 1 00, s. 303 .


TOrk 'ün Sosvo-Ekonomik Tarihi

1 85

Dahası var, Bizans imparatorlannın sözlerinde durmaması, Göktürklerin düşmaniarına (İran'a) dostluk gösterip, İranltiarı ve Göktürklerden kaçan Avarlan himaye etmeye kalkışması yüzünden Bizanslılar ile Türklerin arası açılmıştı. 575-580 döneminde Bizans Kralı adına, Türklerle yeniden dostluk kurmak için elçi olarak gelen Valantinus, "Bizans ve Türk dostluğundan, siyasi ticari ve askeri itt�fakm yenilenmesinden ve bu itt�faka sadık kalınarak. Bizanslı/ar batıdan İran 'a taarruz ederken. Türklerin de doğudan İran 'a taarruz etmesinden" bahsetti. Bir hayli zamandır, Bizans Krallarının ittifaktara kendi çıkarları olduğu zaman sadakat gösterdiklerini, fakat çıkarları olmazsa ittifakiara sadık kalmadıklarını, hatta Türklerin düşmanlanyle işbirliği yapmaktan çekinmediklerini bilen Bilge TARDU (Butim) Hakan (576-603) Bizans Kralianna kızıyordu. Şimdi huzurunda bulunan ve ittifaktan bahseden Valantinus'un konuşmasına önem, elçiye de yüz vermedi. Hatta Valantinus'a: "Sizler, hi/ekdr ve yalancı inisanlarsımz. On türlü yönünüz ve on türlü diliniz var. Ama hileniz birdir. . . Bizim düşmanlarımız olan Avar/arı kabul eder, on/an Panonya ya yerleştirir ve himaye edersiniz. Bizans 'a gelen e/çilerimizi, mahsus geçilmesi zor ve tehlikeli yollardan geçirirsiniz. İttifak/aramza sadık kalmaz, sık sık onu bozarsımz. Bunlar sizin kötü niyetlerinizin ve iki yüzlülüğünüzün delil/eridir. . . Şimdi bizden ne yüzle dostluk beklersiniz ve nasıl ittifaktan bahsedebililirsiniz. . " dedikten sonra konuşmasını ve sesinin tonunu değiştirerek, "ama biz Avar/arın da, elçilerin de taeirierin de geçtikleri yolları biliyoruz. Hatta Dinyeper .


1 86

Dr. Tahsin Ünal

nehrinin, Tuna 'nın ve Meriç nehirlerinin nerelerden aktıklarını, Avarların oturduğu Panoya yı da biliyoruz, 6 aklınızı başınıza al�az, dostluklara sadık kalmazsanız, üzerinize göndereceğim süvari/erimin nalları altında sizler de, A varlar da karıncalar gibi ezilirsiniz" diye tehdit etmiştir.

Burada Batı Göktürk Hakanı karşımıza, devrine göre, üstün coğrafya bilgisiyle çıkıyor. Bu bilgi, bugünkü ifadesiyle lise bilgisidir Bu konuşma, cahil bir adamın, blöf konuşması olmadığı gibi, Basra'dan İskendero'na kadar olan yerleri ele geçirdikten sonra "Dünyalar Kralı" unvanını alan bir Sümer veya Babil Kralının, yahut dünyayı bulunduğu yerden ibaret sanan cahil bir barbar kralının konuşması değildir. Bu, VI ncı asırda iyice bir öğretim gören, siyasetten anlayan, coğrafi bilgilere sahip olan bir Hakanın konuşmasıdır. Gidip gelen tüccarların, elçilerin, düşman arazisine girip çıkan casusların verdiği bilgilerle kendi bilgisini takviye eden ve pekleştiren bir Hakanın konuşmasıdır. Bunların daha ötesinde ve daha orijinal olarak biz Türklerin, memleketlerinin haritasını yaptıklanru, seferlerden haritalar kullandıklarını, bazan komutanların askeri harekatı harita üzerinde takip ve idare ettiklerini biliyoruz. Hatta Hun Prenslerinden "Pe 'nin M Ö. 48 'de Çiniilere hoş görünmek, onlardan askeri yardım alarak tahtı ele geçirmek istediğini, Çiniiierden alacağı askeri yardıma mukabil, Hun memleketinin stratejik yerlerini gösteren askeri bir haritayı gizlice Çiniilere verdiğini, varanına ihanete yeltendiğini'' 6

L. Ligeti, a. g. e., 2/89-90.


fllrk 'Qn Sosyo-EkonfJmik Tarihi

1 87

tarihlerimiz yazmaktadır. 7 Bundan, haritacılık i lminin ve haritadan istifade etmenin Hunlar zamanında başlayıp, onlann zamanında kaybolduğunu kabul etmek mümkün değildir. Türklerde haritacılık ilmi ve bundan yararlanma Hunlardan önce de vardı. Gelişerek Göktürler zamarunda da devam etmiş ve haritacılık ilminden ve haritacılığın faydalarından Göktürkler de istifade etmişlerdir. Demek ki, Bilge Tarrlu (Butim) Hakan Valantinus'a, bu bilgilere vakıf olarak konuşmuştur. Hakanların, elçileri çadırlannda kabul etmeleri onların göçebe olduğu değil, "ordu-millet" hakanının her an savaşa hazır olduğunu, hakanların bir çok günlerini çadırlı ordugahta geçirdiğini gösterir. Nice Osmanlı padişah ve sadrazam lan da çadırlannda elçiler kabul etmişler, divanlar aktetmişler, hatta çadır da Krallara taç giydirmişlerdir. Nasıl Osmanlılar göçebe değil lerse, İslam'dan önceki Türkler de göçebe değillerdi. Çadır, göçebeliğin bir sembolü değil , "ordu-millet" stratejisinin, tabyesinin ve lojistiğinin bir ifadesidir. Bizans elçilerinden sonra 645'te Hüan-Dzang adındaki misyoner bir rahip Türk memleketinde gördüklerinden şöyle bahsediyor: "Başkente meşhur bir rahibin geleceği haber alındı. Kral şehirden çıkarak rahibi karşılamaya gitti. Fakat üstat geç kaldığı için kral şehre dönmüş, fakat üstat şehre girmeden kale kapılarının kapanmamasım emretmişti. Geç vakit üstat şehre girince kale kapıları kapandı. Hakan onu, meş 'ale/er ışığında karşıladı. 7

De Guignes, Türklerin Tarih-i Umumisi, Tercüme: H. Cahit, İstanbul, 1 1333.

ı 923,


1 88

Dr. Tahsin Ünal

Misafirini sarayına götürdü. Hakanın sarayı iki katlı ve pek muhteşemdi. Misqfir, en süslü salona alındı. Biraz sonra halayıklarıyla kraliçe de geldi ve üstada hoş geldiniz dedi."

Şu ifadeler modem bir şehirde, siyasi bir misafirin karşılanıp ikram ve izaz edilişinin anlatıyor. Bugün de bir siyasi misafir ancak, bu şekilde karşılanır. Göçebe olduğundan bahsedilen Türkler ve onların Hakanlan, ona zamanlar Avrupasında olduğu gibi etrafı surlarla çevrili bir şehirde oturuyorlar, akşamlan kalenin kapıları kapanıyor. Başkent olan şehirde iki katlı, fresklerle süslü geniş salonlu saraylar var. Saray, Osmanlı sarayını hatırlatıyor. Kraliçe halayıklanyla (cariyeleriyle) yaşamaktadır. Kraliçe cariyeleriyle beraber geliyor ve Türk geleneği gereğince misafire hoş geldiniz, diyor. Gece ve dışanda misafirini meş'alelerle karşılayan hakan, sarayını her halde meş'alelerden daha üstün bir ışıkla aydınlatıyordu. Huan­ Dzang'ın "Başkent" dediği bu şehir devlet başkenti değil, eyalet başkenti idi. Hakan dediği de, Göktürk Hakanı değil, Göktürk Hakanının eyalet valisi (Şad veya Tarhandı) idi. İhtişamdan gözü kamaşan rahip, burasını hakan sarayı sanmıştır. Şu yaşantı, kendi asırlarında üstün ve medeni insanların yaşantısı deği l de, nedir? .. Aynca görüldüğü gibi kalelerle tahkim edilen bu şehirleri kimler inşa etmiş, oturmuştur?. Tabii ki, Türkler. Huan-Dzang, Başkent şehirde birkaç gün kaldıktan sonra batı istikametinde yola çıkmıştır: "Mevsim kıştı. Yolda üşümeyeyim diye hakan bana yeni elbise/er, eldivenler, çizme/er, yün siperleri verdi. ihtiyacıma sarfetmem için birkaç yüz altın, 30. 000 gümüş ve 50 top ipek/i kumaş verdi.


T/Jrk '/Jn Sosvo-Ekonomik Tarilli

1 89

Bunlar bana bir yolculukta değil, yirmi yıl yeterdi. Yanıma muhqfızlar kattı. Öteki hakana verilmek üzere bir tavsiye mektubu ile 500 top ipek/i kumaş, nadir meyveler "kış ortasında nadir meyveler " yüklü iki kervanı da bizimle heraber yola çıkardı. Hakan ve hatun bizi şehrin kenarına kadar uğur/adı/ar", diyor. Burada Türk misafirperverliğinin bariz bir delilini, bir misafire yirmi yıl yetecek kadar hediyeler ihsan edildiğini görüyoruz. Akşam, insanı misafir eden, sabah uğurladıktan sonra yolda önüne geçip misafirini soyan "Arap çapulculuğu" burada yoktur.

Huan-Dzang, batıya doğru yol almış, gümüş madeni ile meşhur olan Gümüş Dağı'ndan geçerek, gümüş eyafetinin kralı dediği, vali (şad veya tarhan) kendisini karşılayarak. sarayında misafir etmiştir. Rahip Huan-Dzang bu ikinci eyaJet merkeziriden ayrıldıktan sonra üçüncü bir eyaJet merkezine uğramıştır. Burada da hüsn-ü kabul görmüştür: "Nihayet Göktürk Hakanının bulunduğu şehre yak/aştık Şehre girmeden, maiyetiyle beraber avdan dönen hakanla karış/aştık Hakanın üzerinde yeşil ipekten elbise vard1. Başına, uçları arkaya sarkan ve ipek bir kurde/e ile sarıb olan börk giymişti. Yanında bulunan 200 kadar subay da ağır ipek/i elbiseler giymiş/erdi. Sağmda ve solunda üst rütbeli olduğunu sandığım komutanlan duruyordu. Arkalarma pelerin gibi kürk de giymiş/erdi. Subaylar. ellerindeki kargı ve kallwnlar/a, Kurtbaşı bayraklarının altında duruyorlard1. Subayların arkasında da süvari askerleri vardı. Cümlesinin atındaki at/ar, pek çailmb ve besiliydiler. At/ar deşinip duruyor/ardı. Hakan bana, birkaç gün bekleyiniz, sonra görüşürüz, dedi. Subaylarından birine de bizimle meşgul olmasım emreıti.


1 90

Dr. Tahsin Ünal

Birkaç gün sonra hakan beni çadırına davet etti. Çadır, birbirinden güzel altın sırmalı ve sim/i eşyalar/a süslüydü. Eşyalar göz kamaştırıyordu. Devlet adamlarının üstünde sırma ve simler/e işlenmiş ipek elbiseler vardı. Hakanın arkasında muhafizlar duruyordu. Hakan da gerçekten beğenilecek bir nezaket ve kibarlık vardı. Çünkü, o hir hakan olduğu halde beni çadırın kapısında karşıladı. Ağaç onlarca kutsal olduğundan, beni demirden yapılmış ve üzerinde minder bulunan bir sandalyeye oturttular. Konuşmalar hillikten sonra yemeğe oturduk. Sofrada üzümden yapılmış şarap içtik. Herbirimize geniş tahaklarda hüyük koyun etleri koydular. içki içmeyen rahiplere de pirinç plavı, poğaço, kaymak, şeker ve bal ikram elli/er. Biz yemek yerken. durmadan çalgı çalınıyor ve müzik gruba ferahlık veriyordu" diyor.8

Unutulmamalıdır ki. bu tasvirler 40-50 sene evvelki bir sosyal yaşantını değil, I 330 sene evvelki bir sosyal yaşantının izahıdır. O zaman Avrupa'nın yarısından fazlası vahşi bir hayat yaşıyor, İshimiyet yeni yeni Arabistan' dan dışanya taşmaya başlıyordu. Huan-Dzang'ın bahsettiği Göktürk Hakanı, ya Sirba Hakan (630-646) veya Cibi Hakandı (646-647). Rahibin ifadelerinden önce şehre yaklaşırken, şehir kenannda hakanla karşılaştık. dediği halde, sonra hakanın kendilerine çadırda ziyafet verdiğinden bahsetmesinden anlaşılıyor ki, şehirde değil, çadırda kalmışlardır. Gerek Hakanın ve subaylarının ipekden elbiseleri. gerekse çadır içindeki ihtişam, yemekierin çeşitleri bir yandan Türk refahının, bir yandan da Türk ekonomik 8

L. Ligeti, a. g. e., 2/ 1 07- 1 09, 1 1 3- 1 1 5 .


TDrk 'Dn Sosvo-Ekonomik Tarihi

191

gücünün açık ifade ve izahıdır. Hakanın nezaketi, yemekte verilen musiki konseri, Türk ruhunun kabalığını değil, incefiğini ve medeni seviyesini gösterir. Hakandan kıymetli ve nadide hediyeler aldıktan sonra yola çıkan Huan-Dzang, "Ta/as 'tan kalkıp Semerkant 'a gelirken nüfusları kalabalık ve birbirinin yanma sokulmuş, sık köylerden. kasabalardan ve şehirlerden geçtiğini" söyler.9 Semcrkant 'tan Demirkapı 'ya geldiğini, Demirkapı'dan Afganistan'a geçtiğini söyleyen seyyah, "Demirkapı 'mn dar yolu, saglı ve sol/u dik kayalılaır. Yolun ucuna Göktürkler geçmesin diye demirden bir kapı yapmışlar. Gece gündüz nöbet bekliyorlar. Göktür/erin sımr tarham (valisi) Tardu Şad 'ur. Karısı Hakamn kız kardeşidir" der. O zaman Batı Göktürk Hakanı İpi-Şad Kuyli Hakan idi (645-649). Sınır valisi Tardu-Şad, ipi Şad Kıiyli Hakan'ın kız kardeşiyle evliydi.

98 1 de Çin Kralı tarafından elçi olarak gönderilen Vang-Yen-Tö, Uygur Hakanı Aslan Han'ın 10, sarayında gördüklerini şöyle anlatıyor: (Vang-Yen-Tö'nün izahının bir kısmından yukanda bahsedildi) ..Kral beni oğu/larm. kızlarım ve akraba/arım bir yamna (ihtimal sağma) devlet 9

L. Ligeti, a. g. e., 2/80-8 1 . B. Ögel, Türk KültürünOn Gelişme Çatları, 1 1 1 23- 1 25. 10 98 1 'de Uygur kralı oldugundan bahsedilen Aslan Han diye bir han yoktur. Çünkü, Uygurlar, 945-950'de yıkılmış ve Uyguristan Karahanlılar'ın eline geçmiştir. 981 'de Karahanit Hakanının da kim oldugunu bilmiyoruz. Bu itibarla adı geçen Aslan Han Uygur Hakanı degil, bir Uygur genel valisi olabilir. Bakınız: Y. Öztuna, TOrkiye Tarihi, 1 1200.


1 92

Dr. Tahsin Ünal

adamlarını bir yanına (soluna) almış ve cümlesi at üzerinde olduğu halde kabul etti. Kabul merasimi esnasında ve teşr�fat sırasında tın/ayan bir çalgı çalımyar ve her tınlayışta. kral bir selam veriyordu. Bu tam yedi kere tekrar edildi. Geç vakte kadar devam eden bir ziyqfetten sonra merasim bitti. Yemekte seçme ve nadide yemekler yedik. içki içi/di. Biz yemek yerken musiki durmadan çaldı. Ozanlar (musikişinaslar) şiir okudu/ar, şarkılar söylediler. Hakan ertesi gün beni, bütün ailesiyle bir göle götürdü. Gölde sandal safası yaptık. Biz sandalda iken sahilde durmadan musiki çalımyordu. Sonra yedi kere daha çaldı. Ve tın/adı. Bu sefer kralın oğulları, kızları ve akrabaları ve devlet adamları atlarından inip güneşin doğduğu tarafı selamladılar ve tekrar atiarına bindiler. Selam merasiminden sonra, getirdiğimiz hediyeleri Hakana takdim ettiler. Biz hediyeleri Hakana vermek için yaklaşırken, Ilakan da atıyla bize yaklaştı. Ve hediyesini aldt. Fakat atından inmedi. Sıra Hakanın oğullarına, kıziarına ve ötekilere gelince onlar atlarından inerek hediyelerini aldılar", diyor.

Şu kabul merasimindcki teşrifat ve protokolun, daha önceki elçilerin bahsettikleri teşrifat ve protokolden bir hayli farklı tarafları olduğu görülüyor. Bu farklardan biri, hakanın elçiyi kabul ederden yedi kere güneşin doğduğu tarafı selamlaması; öteki de hakanın Çin elçisine ve dolayısiyle Çin devletine hattİnden fazla bir önem ve değer vermiş olmasıdır. Diğeri de hakanın oğullarının, kızlannın ve devlet adamlarının atianndan inerek hediyelerini almalandır. Bunu bazı tarihçiler, "o zaman Uyguristan karışıktı. Batıda Karahanlılar, doğudan Çiniiter tazyik ediyorlar, hatta Uyguristan'ın doğusu Çin idaresine geçmiş bulunuyordu. Adı


Tark •an Sosvo-Ekonomik Tarilli

1 93

geçen Aslan Han Çin' in yüksek hakimiyetini tanımaya mecbur kalmıştı. Çin elçisine, dolayısiyle Çin devletine mudara edişinin sebebi buydu", diyorlar. Bazı tarihçiler de Aslan Han'ın elçiye dolayısıyla Çin'e karşı böyle bir kabul merasimi yapması, sadece bir Türk nezaket gösteriydi. Yahut o zaman Türkler "güneş"i kutsal sayıyorlardı. (Japonların krallarına ''güneşin oğlu" nazariyle baktıklar gibi). ''Merasim esnasında güneşin doğduğu tarafı, yanı güneşi selamlıyor ve dua ediyordu" diyorlar. Bu merasirnin şehir olarak nerede yapıldığını bilmiyorsak da, Aslan Han'ın yedi kere doğuyu selamlamasının sebeplerinden biri, efsaneler ve atalar yurdu olan ana vatanı ve buradaki büyük hakanı selamlamış, bağlılığını ve sadakatini bildim1iş olmasında aramak icap eder. Bilindiği gibi, Türk imparatorlukları önce doğuda kurulmuş sonra batıya doğru genişlemiştir. Genel olarak batı doğuya tabi ve sadık kalmıştır. Doğuda ana vatan, kutsal yurt. büyük Hakan vardı. Doğu efsaneler ve atalar yurduydu. Nasıl bir bayrak merasiminde herkes yüzünü bayrağın bulunduğu tarafa döner ve selamlarsa, nasıl Müslümanlar Kclbe tarafına dönerek ibadet yaparsa, o zamanda batıda bulunan şadlar ve tarhanlar (genel valiler) ve yerli prensler, doğudaki büyük hakanlara bağlılıklarını, saygı larını göstermek için doğuya dönerek hakanı selaml ıyorlar ve ona bağlılıklarını izah ediyorlardı. Bunu yalnız elçi kabul merasimlerinden değil, dini, milli, askeri ve siyasi merasimlerde de yapıyorlardı. Sonuç şudur ki, Türk şad ve tarhanları Çin'e değil, Çin elçisinin kabulü münasebetiyle yapılan merasimde, bir kere daha Türk Hakanına bağlılığını izhar etmiş bulunuyordu.


1 94

Dr. Tahsin Ünal

i. Çiniiierin Türklerden Aldıkları 1.

Askeri Sahada

Türkler süvarİ olarak savaşıyorlardı. Düşmanianna kütle halinde taarruz ediyorlar, fakat düşmanlanyla ferdi olarak savaşıyorlardı. Dolayısıyla hem küçük hedef teşkil ediyorlar, hem de üstün bir inisiyatif ve hareket kabiliyetine sahip bulunuyorlardı. Kütle halinde taarruz, fakat inisiyatif ve ferdi hareket üstünlüğü ile savaşan Türkler, düşman üzerinde, patladığı zaman etraf şarapneller saçan ve bir çok askerin ölümüne sebep olan bomba tesiri yapıyordu. Ferdi savaşan bir Türk askeri, birkaç düşman askerini öldürme imkanına sahip olduğundan, 20.000 kişilik bir Türk kuvveti, düşman üzerinde 40.000 kişilik bir kuvvet etkisi yapıyordu. Bu savaş usulüne, baskın ve bir nevi "çevirme harekatı" demek olan "Step muharebe taktiğini" de ilave eden Türk birlikleri, önünde durolmaz bir kasırga haline geliyordu ' . Çiniiter ise savaş arabalariyle savaşıyorlardı. Harap arabalan, büyük hedef teşkil ettikleri gibi harekat kabiliyetinden ve ferdi inisiyatiften mahrum idiler. Çin askerinin inisiyatifleri ya komutanlannın veya harp arabasını çeken atların elinde idi. Bu sebeple de 20.000 kişilik bir Çin birliği düşman üzerinde ı 0.000 kişilik bir kuvvet tesiri yapıyordu. Bu nedenle, çok defa Türkler, 25-30.000 kişilik bir kuvvetle 50-60.000 kişilik bir Çin ordusunu 50-60,000 kişilik bir birlikte, ı 20- 1 50.000 kişilik bir Çin ordusunu 1 Asırlar boyunca Türklerin. düşmaniarına nazaran. az kuvvetlerle düşmanlarını yenmelerinin sebebini, onların bu savaş usullerinde ve muharebe taktiklerinde aramak icap eder.


TQrk 'Qn Sosvo-Ekonomik Tarihi

1 95

2 kolayca ve daima yenmişlerdir. Bu itibarta ve zamanla kendi savaş usul, taktik ve aletlerinin mahzurlannı gören Çinliler, harp arabalanyla savaşmayı bırakarak, Türkler gibi suvari ile savaşmaya başlamışlardır. Harp arabalanyla savaşan Çin askerlerinin elbiseleri de uzundu, uzun elbiseler, savaş meydanlannda harekat ve manevra kabiliyetini kısıtlayan bir faktör oluyordu. Arabadan inip ata binince Çinliler uzun elbiseleri çıkanp Türkler gibi kısa ve bedene oturan elbiseler giydiler. Harp arabasında savaşan Çin askerleri, hafif olsun diye kalın keçeden veya sağlam bezden ayakkabı giyerierdi. Fakat ne kadar sağlam ve kalın olursa olsun bu ayakkabılar çabucak eskiyor, muharebe meydanlannda askerler yalın ayak kalıyorlardı. Ayaklanna taş ve diken batan, karda yağınurda üşüyen askerler, inisiyatiflerini ve hareketlerini kaybediyordu. Sık sık hastatanan askerler saflardan aynlıyordu. Bunlan zamanla ve tecrübeleriyle anlayan Çinliler, süvariciliğin tabii bir icabı olarak Türk suvarileri gibi çizme veya postal giymeye ve bunlann üzerinde dolak dotarnaya başladılar. Böylece Çinli askerlerle, Türklerden alınan kıyafetleri giymeye başladılar. Şimdi artık Çin ordusu da Türk ordusu gibi suvari olarak savaşıyor, Çin askerleri vücutlarına yapışan kısa elbise, pantolon, ayaklanna postal veya çizme giyiyorlar, üzerine dolak doluyorlardı. Silah olarak ellerinde uzak muharebe silahı olan mızrak kıl, kalkan bulunuyordu. Fakat çin ordusunda yakın muharebe silahı olan pala, kazma, bıçak (kama) yoktur. Çinliler, özellikle baskın muharebelerinde 2 A. Temir, "Orhon Abideleri", TOrk KOltOrO D., Sayı: 1 .


aQır �ııylıu v"rd l k l l'rlnl t&ör� UI�r. S�h�bini ıır�ıtr-dı iRr. Noth�" TUrk "wk"rl�rlnln hl!'l l nde Ilir k�m"r ıııtrı l ı Pldu9l-tnu. k�mtrc:J� hlrkııç tan� ıoka b ul u mhı �unu, b� tn kı d ııra ııı�k�rln yAkı n ml-thar�b" liil ltıhı dl'm�k olıln ıuıhunnı, kıtıınalii t nlı kıımıı�ını, hı9"0ını tıtktıAını tııt\rdUI"r v� bum.ın tinll ı n i n l ımlııdıhır. liir "�k"rin l-'l i nU $l k l ı.ııım ımırtık v� k ı hQ I IH kııldmp �Utmıının UııtUne lm11r"hl lmcık l�ln hlr sU"" V f b�ıtl l l b i r /.&ıman" lhtl)'�� vımh. K ı l ıçl tı hlr dUwınıını hıık lııy ı nPA)Iıt kndıır, kftmP VO)'U bıçııklıı iki d U 'ın" n hııkl�nı"� ml\ınktlmtu. ��inlll�r. '"�m\irl, k"mcsri n ıuk�lımn" lqkılmı� b"lht, pulıı. k"ın" VII' bıyttk t:�ihi )'&ık ın nmhıır�be Mihıhhırını �tt TUrk l t:trd"n tthuıı� honimN\'dll\'r, ONhıhmnı )'tık ı n muhıtr"ll� filiiAhl"rıyta dıt toçhlı �ul l"r. Çlnlllllr, ıuık " rl�rinl n hq�ınp yi )'d l kll'rl W@rpı.ıv lba,tı k "" wapka) l l e N�hııyhmnı n rUtbe twıuLit l�rin l d5t TUrki&Jrd�ll ıılımu� bcml m&ttdlh,r, -l Hlikl TUrk hmt*' .. uha)' ruthsı l�ıırl'tiStri ıı u lı�)' l ıırın lii"rp��lıırımta ( hit,l ı k v�ıtya ��pkahnındtt). ksım�r ka)'ı,ıarımtl\ vo k"m"r tok"htrında bıılı.ıntud�. ll" rUt�li'l�r ( ruıhu ıw�r,Uorl ), hcmı rUtheyt ta�ıy�n �ijhPyın nrdu l9ina�kl rUt b" iiinl . uı:sr�c�ııint. mevk iini v" mJ.lkımunı \lll h�m d� tuphıın i çind"k l "kmmmik iUPUntl "tiNl@fi�ur�Y. IUHllt'l�fi 11YU�ıhıı9 ı " rı l anl arın )'U� k ltl)'��t. 11Uinbıı,ı" olımhmn hhı kl � l )'�. ••A i btt)"" u l nn hm n ı u,uou k iwl y� kmmıut �UIJhı i anlR\ırk""· rUt h" l "rl "domlrd"n., uhmhmn fftkir, 11yUmn,ttın" ohınhmn urııı hıtllt. rU\h"l"ri "altınaıın" Phmhmn k�hıbt41ık. v� if.o n�in al lflımt&tn tl''"" ınıtlııy lw old�l�mu tmlntl)'(lFa". �, in l i l �r hı.ı �ııhıt)' ruıh� i�ıtr�U�rini "" ııynlln TUrkiCJrd�n ttldı ll\r Vf nrd"lttrımht kııl hmdı hıF• ..

.,.......,. .,.,... ,....., :·---:.. -·--


lltt1ULIW""A1'"P"'It T•rl&t

-�..,_._.- =-==�=--- · - .-==-=.,

' ''

Çlnl ll&)r, &uık"ı1 kurul u w vu totktlnthmnı d� Ttlrkltırden nldıhır, TUrklor çak ot�kld�n b�rl urdubırını bHlUk. tııhur ve alay t"tklhuhm)'lo kurmııtlnrdı. Rununhı llııvntıyorlnr. bumı 4 yüN laJ I•tlk hlımotltrlnl lfD "dlyorhırdı, Çlnlll"r bu ıe,kl hu v o kuruluwu ">'""" TUrkl"rd"n aldıklım y;l h l , !i&ıVftflnrdu nnomll blr konu ohm yt\1,c UIUk v" nnm,ıçlllk u�ıullerlnl de TUrklord�n nldıhn.•

KASONVl. "'I'Urkl�r ka,v11k hlrliklerlmt .vahlpllr ..."d l yo r, Aoyııı kıır Uıt'rlnde. boyu:d&U' ııt y m l f

d� aiM

TUrk ktı)'ftk blrl lk lorl, uı@kdmı kulny kulny »HrUnm"dl klorl l�ln yUndUı d&ıhl 91nllltlrc halikınlll' ynpıyor VO dUtlll&ınft naır ıayhn v�rdlrlym·lardı, Çlnlll�u bunu dıt nl mftk IMt�mltler ve olmıwhır, t'nk nt hlitnrllllllllll l fhırdır. U l ll ndl81 "lhl TUrklorln nnemll tnktl klerl ndon biri Mtop

muhıtrht' tıth)'(l!il lı�� ntekl dtı hnMkındı, t rl l t ufaklı birl ikler �

Türk urdu�unıiıtkl IU,IUk, TAbur vt A la)� ttttkllıuının \''klrd•al vo)'ıı 'l'Urk ı�uııyu·,mllrlk ı&lll,lmlnln bir ımnuou \llarak onııyıı ç ıkm ı ,ur . Tudunluk dovrlnatki ı uo kltl llk, Vı�btauluk dııvrlndokl ı ooo klwl llk, l lııkanlık tdıııv ltt) ıiwvrindoki ı u.uoo kl,lllk ıııık"r "V IJit" Rıık'rt kııru lui iglml• t:talllk t ı oo klwl ). lılbur ( ı ooo � lwl). TUmtıı ( ı o.ooo k lti> ulıırıık )'or ıthnı-ıır, Ut\lük "-ıtnuııımı "V Uıllıt�ı" tııkl kt\)' ıilılvlıılltrlnlıı krıtl ı, )'ıınl l'udun 1�1. Tftbıır K unıut�nı 11Hinb14it''. tııki tohlr dovloılnln kr141ı. )'ıtnl V14bl&u ldl, TUmtn Kumuranı 11Aibay vo)'a Tu&"onııırıtl", oııkl dcıvhttln krA l ı, )'Ani Hııkıtnı idi. Türk dwvlor vo lınpıırıttorluklıırınm bir )'ımı lle mUikt, ltlr )'ımı llo "*kort olutunuıı, Hııkan vcıyıt Nultımltırın, ltt�l&ırbu)'lnln htm Mıık&ırf, htnı mUikf ııııltıhl)lttlor Nlhlp uıu,unun ıı&ıbwplurlnl, TUrk 'ün ııoii)'Q·polhlk vo ııoııyu"ıtııkort ulı.ı•umhmııdıt, aııkorf vo miliki ldıtl'tnln 1� IQII lılf9trok, a)'nı 'Mh ıliitıt ıuplıınını• olınııııındıı ıırıımak

tliftlll,

'""� '""'· ' 1 .. Rııllıtnyl, ıı. i· " ı , P ıı�ıınyl, ıt tıı ,

•·• 11,

"" �.

�l. �0-�.ı ,


1 98

Dr. Tahsin Ünal

halinde düşman üzerine yaz ve kış baskınlar yaparlardı. Baskında eğer düşmanı gözlerine kestirirlerse savaşır ve çoğu zaman da imha ederlerdi. Yok düşmanı gözlerine kestiremezlerse, savaş esnasında düşman ağır hasarsa o zaman oldukları yerde geri dönerler ve kaçarlardı. Fakat bu kaçış takip eden için taard ruz an daha fena idi. Çünkü kaçanlar, hem kaçarlar, hem at üzerinde arkaya dönüp kendilerini takip edenlerini oklarlardı. Yahut bir emirle geri dönerler, dağınık bir şekilde kendilerini takip edenleri çember içine alıp üç yandan ok yağdınp imha ederlerdi. Çiüliler bunu da öğrenmişler, fakat tatbik edememişlerdir. ı. Tarımda Çin elçisi Kong-Çien Doğu Türkistan'da yaptığı seyahatten bahsederken, Türkistan' dan Çin için çok faydalı bigilerle beraber, Türkistan'da bilinen ve tarımı yapılan, fakat Çinlilerce bilinmeyen bir takım bitkitekin tohwnlanru da alıp Çine geldiğinden bahseder. M.Ö. l l O' dan önce, "Çin 'de bilinmeyen. dolayısiyle tarımı yapılmayan ne kadar bitki ve yemiş tohumu varsa bunları alıp Çin 'e geldim. Birkaç tane de ilahi menşeli, yüksek at ve kısrak getirdim. Getirdiğim tohumlardan bir kısmını çiftçilere dağıtıp ekmelerini söyledik. Merkez şehir etrafına göz alabildiğine kadar geniş ve yeşil yonca tarlaları meydana geldi. İlahi menşe/i yüksek ktsrak ve at/ar, bu tarlalarda otlamaya başladılar. İşiderek, bunlar nasıl şeymiş diye merak edenler, çok uzaklardan geliyorlar seyrediyorlardı. İmparaıorun sarayının bahçesine dikilen üzüm/er, imparaıorun ve bir çok devlet adamının


TIJrk 'IJn Sosvo-Ekonomik Tarihi

1 99

hoşuna gitti." diye anlatmaktadır7 • Çinliler, tanmda önemli bir yer işgal eden "Burçağı, Bezelyeyi, Baklayı. Kavunu ve Karpuzu da bilmiyor/ardı." Bunlarıda Türklerden öğrenip ekmeye ve yemeye başladılar. Görülüyor ki Çinliler üzüm, yonca, kavun, karpuz, bezelye, bakla ve mercimek gibi tanmcılıgın ve sebzeciliğin büyük bir kısmını Türklerden öğrenmişler, ilahi menşeli diye bahsettikleri at cinslerini de Türklerden almışlardır.

3. Kültürde

:\

1

"On iki hayvan takviminin menşei ve Türklerdir." Çintilerin uzun seneler kullandıkları hayvan takvimini de Türklerden alıp kullanmışlardır. hayvan takvimini Çiniilere öğretenierin Türkler Orhon Kirabelerinin şahadeliyle de sabittir."8

mebdei on iki "Pn iki ô[duğu

Birçok tiyatro gruplarının ve musiki topluluklannın dahilde ve büyük Türk şehirlerinde temsiller ve konserler verdiği, bu grup ve toplulukların kalabalık ticaret kervanlarıyle beraber komşu memleketlere (Çin'e ve İran'a) giderek temsiller ve konserler verip döndükleri bilinmektedir. Bu grup ve topluluklardan bazı kimselerin Çin ve İran'da kalarak, yahut krallar, asılzadeler tarafından davet edilmek suretiyle alıkonularak öğretmenlik için buralarda kalmış olmaları pek mümkündür. Nitekim, bazı araştırmalarda "Musiki ile beraber tiyatronun da Çin 'e batıdan Tarım bölgesinden geldiğini, mesela 754 'de bir Türk hanımının Çin 7

Ligeti, a. g. e., s. 62. Z. Gökalp, "Eski Türklerde İçtimai Hayat", Milli Tetebbular Mecmuası, 3/428.

8


200

_..

.ırarızymcJ,, hu1 urtl.ttt v� Okr�tm�H oluruk çulıfll/liHI. lflm,d/1�1' 11 vı kon.ttfrlır vırıllltHI ç•tn ltaynultlurı Jltlll,ytJr•• denllmeıJine

bakılırtuı. tiyatro V� muıdk l kUltUrUnUn de Çln'f rurkhırd�n yc� m lf o lduQunu tıö)'ltyeblllriı. KaQıh;ıl ıQı. nuıtbwıt!ılıaı. 1 11 re1ml de Çinil l er fUkl.,rden öANnmı,ıer'dlr. ttuıun bu l ıah l arı yt�ı HnUn� al ın ca inıcan. �lhttl1ll ihın v � kabul ottiril ıtıl� olan eıtkl ��In me�enly�tlnden f U phe etmfkte; &u:rıbM �uıd&ı)'t. m atbaoyı , knAıdı, bnrutu bulan 'türkler mldlr, yukıtn �l n l lll'r m idir d iye rıormak I Uıumunu hiMNIUt1tektedir. nu ım&ılf 1'Urklerln l e hine o l arnk eve t diyebi lintı k Için. kul ın toprttk v� kum tnbnkalarının, hUyOkierin tnmumını kutmuk temlıloml'k ve Türk k U h Ur ve mvdenly�tlnl bUtUn 'Rf&ıMı lle tlrt&ı)'tt ı;ıkttrırı ko ymak lnıımdır. A n�nk t1 �man bu ımnle l rtıtıın. n�ı k &ılınin eve\ diyebi l ir. 6.

K() L'f(JIU:L KA \'NAI\LAM

KUIWr. bir milletin t'irtlerlnin birbirine haAhtyıın "" bUyük ve c11 ıtaQ i nm m&tnevt. ıl hnt VI! flkrt ba�hırı 11 toplllntıdır. Ulr m i l letin kUltUrU nk•e nuhuı rıubtıhlt IHiydıınu tıelmet.. Hlr mi l l e ti n kUltUrU aıcırla�&l devam eden hırlhf otu,utnl&lrhı ı;cı l knlann �slkıılann meydana ��l lr. töml�kı� �alkalann11 ııUtt�n y&ıAın mtydana yc ll fl Mlbl. 11lt ntl llftl n mlllf k Ult Uru m�ydıınıı yeldlkt�n ıtonr&ı. neıd l ler bu ml llf kOl lUrUtı l�ine dugurhtr. M l l lf kUltUr!� beıuıh:n�nık bU�tlrlvr. lJUyUdUkt�n ıtonra da bu kUltUrUn gth; I U koruyu�uıtu ohırbıı', KUltUr Mf:l1�1 hlr htbldlr. K tılt U r �"ttllin�:e dll� din. tarih, �dehlynt. ,ıır� tl)'lttro, muıdkl. mltoloJ 1, rtMlm. ltct)'krl� - A. 10

lntm, H1y1t tarih Me�mu1ııı, �ıayı: 117� (!!)'Illi I IJM ), Aylık Anıılkluped hıl, Mıııhıııt v• "ıtlıl Mııdtlelerl.


llt!'illf "�wu�li.Aulff!IHIA l"uflltl

-= JJ!! =

--:;;.,o; - -= - -,_ -= - -· ;;._; - ;o,. -;; -= .;: · ·-= -= -;;:_ ··- ......

_ ___

hukuk., töte, adet ve a.na11e hal tft ,erer. ıuut1u!l, ı rt. all� t eh tkki l etl �ibi, hlr Ht i l l e te t�Hk ve şeki l vetetı. 11ı l l letl tt tertletiHI blthlri11e baRlayttM 111atiJf ve 11um�v1 ıd!!ttttı letiu �Ut1ıle8l hatırtt �el ir. t41ı ha11hudım bitkaç tnıteAittdcıı hah!!lett1tek le yetlne�epltıı "·

Okullat

Okul , bit luf)IUtmııı kt\ltUI'�I "�viye!llııı l(ÜF!l"teıı �ıı lhteml l ntktotleıtten btrltılr. Okulu �� t\Qtehtletti ulınııyaut 1'11t Wf'l u m u H kOitUti O hlt ln J'I uın ulduaunu ltıdıa ettne"l kalfat ıtheN bir •')' ohıınat ukulu ve l\��ltt1et1l olmayati bit lul:'lum ra.hll ve kOHütU ttll1tııytıtı bit tnrtl utndut. "I'Utklerın ıtunlardaıı Pvvelkl devltlerliet1 böflı)'arak, Hel�uk l uhır. O!lnıan l t lat tlevriıte kadAr Ulltttan uturt t.Jtl1uin l � ltıd e duima u kull ttı ı ve bu u kut latiht det8 vetet1 hQrettrteHletl ulıt1u,ıur. Hu okul lbrı hö,lı�a t\� lııı l nt altı ıtdo to J1I aıtlft k mOtı1k UııdUri

1. Stıffi.)J UA u/lafi tJPıındnl ı htt ,ıchu!Ht l t1�l!ı mttlt�ruıı ukulu) rtd ıııı ahuı bu ukuldtt, d�vlel lrl����ı. "l)'rt"et nttlll sevk ve ldııtel!il. P.ıltvn,, lüktlk, Uıtl h \lll �t1�tııl)'a� ıtPittUIHitt11ı h��Rbtt1 ltHtt .ekli V� htıttıt1 hunhırı i�lnr ııLun din e&lrııı l etl ve din re18ereııl tıkUtUIU)'Utthı, llu ukulhttdn �RVltta ıtlt, ed f!.i let lı t UlüU uldugu. hUtUt1 ttlfk !!iavıt,hıtı Hda� hu !:idVn$1hfl1nkl tııktlk v� lujl"tlk nttıttkiP.tltırlet1 nt11ıı,ı lt1ıQı. )'Ukattu8 lıQh rdlldt�l �Ibi t11ftt11 fkel iH httthıı11tt1ı du,ıuano Vftett hl t l tuu pteu"lıdrt hlybtlftl ttlieri dl* ıııtlotıl makhıdıt. Keıtı yukaı-ıJa hlr OOktUk Turnhüt11tttt1 ntnıtUi el�lıııi HI t�htHt �det·ke11 ya rıt ı Qı ktlnu.ma


202

Dr. Tahsin Ona/

da bu okullarda cografya dersi okurulduğunun başka bir örneği dir. Saray okullarında tarih ders i okutulduğu E. Esin' in "Hakan Meng-Sün okulda ecdadının tarihin öğrenmişti. Yaşlanıp Hakanlıkdan ayrıldıktan sonra çocuklara da Ecdadının tarihini öğreterek ömrünü tamamladı. Meng-Sün, tarih, edebiyat, siyaset ve astronomi bilgini idi. Hint 'ten ve Çin 'den öğretmenler ve kitaplar getirtti. Büyük bir kütüphane kurdu" demesi, saray okullannda tarih, edebiyat, siyaset ve astronomi okunduğunun açık ifadesidir. 1 Göktürklerin ilk kuruculanndan olan Meng-Sün (4 I 0450) oğulan ise Konfıçyus ve Buda dininin felsefesine vakıf bilgin insanlardı. Saray okullarında Hakanlann, prenslerin, perenseslerin, saraya yakın akrabaların komutanların (valilerin) çocuklan okuyordu. Saraydaki okulların, küçük çapta olmakla beraber, birer benzeri şadların, tarhanların, komutaniann saraylannda da vardı. Buralarda da o çevredeki prens, prenseslerin, ikinci derecedeki komutanların, asillerin ve itimada mazhar olmuş zenginlerin çocukları okuyorlardı.

2. Mabet Okulları Osmanlılar devrinde medrese adını olan bu okullarda, halk çocukları okuyorlardı. isterlerse prensler, prensesler, asiller, tarhanlar ve zenginler de bu okullara çocuklarını gönderebiliyorlardı. B u okulların kapısı herkese açıktı. Mabet okullannda, "din, hesap, hendese, tarım, hayvancılık, resim, muhasebe, tapuculuk, tarih, coğrafya, edebiyt, şiir, astronomi, 1

E. Esin, "Göktürklerin Ecdadı", Türk Knttnrtı D., Sayı: 1 00/68.


TQrk 'Qn Sosvo-Ekonomik Tarihi

203

dersleri her sınıfta değil, bazı sınıflarda, fakat mutlaka okunuyordu. Göktükler zamanında "kimya, tıp sanat" vb. gibi dersler okunuyordu. Daha evvelki dönemlerde olduğu gibi özellikle Göktürkler ve Uygurlar döneminde Orta Asya saraylarında ve devlet kadrosunda olduğu kadar Abbasilerin, Çin'in, Selçukluların, Moğolların ve nihayet, Osmanlıların saraylarında ve devlet kadrosunda görülen Türk tapucular, Türk sanatkarlar, Türk maliyecileri, Türk ressamlar ve memurları hep bu mabet okullarında, üstat öğretmenierin derslerinde yetişmiş elemanlardı. Türk saraylarında görülen sazende ve hanendeler, tiyatro sanatkarları, bu okullardan yetiştiği gibi, bizim Görerne'de ve sair yerlerde gördüğümüz mabet fresklerinden, rölyeflerinden daha üstün ve daha mütekamil olan Kutsangın şehri civarındaki mağara mabetierindeki freskleri, rölyefleri ve heykelleri yapanlar bu okullarda yetişen sanatkarlard ı. 3. Askeri Okullar Bugün "asker ocağı bir oku/dur", deriz. Bu bir tarihi hakikatın izahıdır. Yukarıda ordu bahsinde askerlerin ve subaylann nasıl eğitilcliğine temas edilmişti. Her askeri birlik, kendi bünyesine göre küçük veya büyük çapta bir okuldu. Orduların, kolorduların, tümenierin okulları daha büyük, alayların, taburların, bölükterin daha küçüktü. Askeri okullarda "taktik, tabye, lojistik, atıcılık, vuruculuk, kılıç, kalkan, mızrak kullanma, yürüyüş, binicilik, at üzerinde geri dönüp isabetli atış, harita kullanma, taarruz, müdafaa, at bakımı, tedavi, sabır, mahrumiyedere dayanma" gibi savaşa


a

___

-

·-----· -

..

-

"--="'�= ==-= _JJ I!.Iftlkl:l ''· •··'•w'iılıl ''· "'

- · · --- - --= --

�tıtit d�t�tl�t uk UH U)'tHthı . Uu d�t�lrtla nFtlu'"htkl hi l�i l i ktlltm l i ııuh�t�hıt VftlnJ I . l hıve �d�� i111 ki. h u okul int tötıtaııımıt.lhlki ttkulbmı h�11ıe11ılyuttht Sı11ıf U8Uiti ulmadı gı �lhl. hatlttl dlıtlltktııh fıi�lttlf! lıtt1rl l l�i. Heme11 hlt �uk d�tıd� t (yllhut hill!il�t) hitttıt Yll�thttttk OQ�t1 l l l yt1fdu. 11umı� WJtü �mık Hlettı�u �eıt1ek �" mUmküt1llür. Ukul lıır11 bu 11n�athı hnk ı l ıH�ll her ktly v� kü"dl'tddttkl ii11A htlhit11�yw, dokUmhüHcye. ndttyll� ıtıııh"de, nrthı hul unAu ll!lik�rl hltli�� bir okul ııttt..arı�hı hak11uık mt\mkUH t'h.hıAu �ihl, htlytlk •Phlrlente huhııuU\ het ı.utrultt1tuı. htt tıuıhe�e. hPt i ınttlttt ve het döktıttıhAt1f!ye dr �kul tUll.d tı�ht bııkttUtk tnUmkUtldtıt, tütt11ıt1 lü. !itül'lt)' tl k Ul l itrı 11HI1detUt\ Ok u l u .'' Oııtt1ilıUI11tttdüki lft "A�ett\1 Uphıhlaı· O�a�ıt1a Vt)'ü ARketi Okullartt'\ mabet ukul htl'l "Mellteseltfeı Modem Ukulhıhı'' d6rıU•mo,tüt.

h. lı.!dthlyllt l�ıiAmiy�ll�n öH�ek i 'l'titk ellehi�tttı lll�flı1{1" ôtthı thıtlflü�d IOtum �OrH1Uymuı11. Zlm bu ıumu. Ut!riHdts tluı'ltltıtu•· hlr hdy l l ı.ı�uml • hir kutıudut, Alt:'ı!f•1'uH�ü (AfhıN)'dl"), Hutkutt, UIUf'.� ktyım�kutı, ö6kutrk VI! Uy�Yt tl�ıthınlttrıı O�öHittt ( 1\nmttı ı hıt ve �aft1üt1htr) l l � ho,l ı �ııtt Othuıı Kitab�l�tı l ll' tt19t1 ifleHI!H hu ktmu y�teti k ad öt ı,ı.mml$ Vi khöt:Jiatı Heftedil mi.tlr. 1

.

--�

_ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ -=... ____

1

lıu hu�wıla littlıı bı lıti i'iıt hııkıHı�ı ır. "'oııfUU:h kuhltl 1�1An•�1'otk lı;tftıblyutı 'fllt=ihi, N , tı:l, tıllHI!fl ı, tt•ııtmll förlt lı!d•biyat• ttı rlhl. 1\, � ..hıtklı, 1'0tk �llfbiJıllh, '/,, tiö�al�, förk 1\hıd•Hi�ftl 'hflhlı


t.ıd 'la ı)'ftl!'!I::/StıafUII14htlbl t.

-

=-.

:. . =- --

:o:.= =--:---=- � =- -==-�

- ··=

m

K•A•t n Mtathua

tlökH.Irklfflll n��� l l l k l� u��urhuın hü·k�nll {�huı I�U�ll •fhtltutv Vf huvıtlhıintff �u�ı htn kuiıh1Nu hlr yok ıtlttltylutı ınıthstl�r Vl' ıtuuutM tırlıu t111ll�u yıkurılmıwtı. Uu �ttrü� v� ıttıth�lll'Nt �utı l ı hlr �l1k dlnt �Mfrlff Vf bUyUk kUttlJ.'hötıfl�t huluntrtu.tur. l1uhınuı1 k l uıplttr """� ı k l urhı 11er l l n, LtlHtlrıt v., Muıtkuvu m U!.ctlfriH� uıwı nmı�tır.

K ltuphu kuaıt U 1e rl n � hluııı lmı•tır. \ Jy�urh11' ku,ııJı k ullıtıuhk h1r1Hd �t\N, lU�llhd kdAttlı k�tt1dl ltrl n'l )IUJ11Ytndu'1 Vnk"ıt knttı•ulttrındut1 Vf tfl�ıııf lu C: l llt1�H ml nlmı•h ı fth '! Vnkııu ' I'Urk ısır m l hul ınu•lıtrtlır'! "fl\rkl�r MütflüHdül1. utlunduıı, J1tı�uvrutlüt1. lutttA ?�U tltrlhlnur lpPkteu ktıeıt lmttl ftmtıdn l hl l l �urlürdı. K üAH htınıututuı ttHtk!ludü uy�un •vkl lde, hutı k lmyl!vf ınüdil�r l lüVf ��e�k. tutkıtl kütltfük rtttk v.ır l l i�ikııe, hıt�ni ii!H l'fHkli hoyll kııhırıık. luatırlıyurlurdı, 11n1Mu nuuldelerl l h t vf edl)'t1fhırttı , �tmrıı jjü)lft h&&ııııı:uı Vf dtı�ıwun tukı1utkhır l lf tnk muk l ıynrhır. n1�rdttH�I�rd�ıı ���lrlyurlıır, hıt&�nl lftt kül ıHi ı�ı Vfrl�nththh . K urudukhın 11unrö h1J.'Iür ltu l l Hl' �ftirlyurh tt vv � lyı:tıuıyü ıjt\rU�tlrbttdı. Turf\ın fhrltttJ� kdQtl lmöl "tıım hlr �uk ku�ll J \J�yurhır, ��ıv ırl•tlHt MÖ� "H lm&&htthüHVMi vt�.rdı . tt\Uk�n,mvl, bir •�ık ll d � klltıt lmul l " l hlltllpitt� �o�. kü�ıt lın&&l ttmv�lnl <JöktUrlet vv Hunlur t-hı hUiyoı�lu. 14u l li hllthıa -lttıdly• k11�hu· hl lltuımlfrl n ı:ık"l""· kaeı•tı Çinil ler ,ı�gil. 'I'Urklfrltl bulnm• ulduButtu �ö)ll�trtlfk mtlhlllüpnl ı bir jdllh1 1 ulttul:t PiöHırım. i

. - - - - - ··· - -

� - .. . - -

-

A�hk Auıılkluptdl�ı. 11Kıılıt" mııt1ıle�ı. A�HI i!IMft, II,V HI ıtıllthiP:


206

Dr. Tahsin Ünal

Mabetierde bulunan kitaplann elle yazılmadığı bir baskı makinesi ile basıldığı tesbit edilmiştir. Bir batılı yazar, "Uygur kitapları blok usulü bir baskı aleti ile basılıyordu. Bu usul doğudan batıya Çinli/er eliyle değil, Uygur sanatkarları eliyle yayılmıştır" demesi.4 "Şimdiye kadar bilinenin aksine olarak, mathaayı Çiniiierin değil, Türklerin bulmuş olduğuna hükmedilebilir"5 • Matbaayı Uygurlardan önce Göktürkler ve Hunlar da biliyor ve kitaplarını, haritalarını bu blok usulü baskı aletleri ile basıyorlardı. Bunlar, ne sadece bir arzu ve temenninin, ne de aşın bir milliyetçiliğin her şeyi kendimize mal etmek düşüncesinin ifadesidir. Bunlar, bir yandan aklın, bir yandan son senelerde yapılan bilimsel araştırmaların bir sonucudur. Boş ve dolu kaplar örneğinde olduğu gibi bilim, teknik ve buluşlar da, bilimden, teknikten ve buluşlardan yoksun olan ülkelere doğru akar ve yayılır.

d. Mosiki ve Tiyatro Güzel sanatiann bir kolu olan musiki, Türklerin elinde bir hayli işlenmiş. incelmiş ve ileri gitmiş, tekamül etmiştir. Yukarıda bazı münasebetlerle temas edildiği gibi musiki, bando takımı. mehter takımı, konser takımı gibi isimler almış ve müesseseleşmişti. Askeri birliklerde bando birlikleri, saraylarda tiyatro grupları, daha Hunlar ve Göktürler zamanında bile teşekkül etmiş, Uygurlar devrinde de bir hayli gelişmiş bulunuyordu. Göktürklerin kuruculanndan olan 4

Ş. Ü lkiltaşır, "Uygur TOrklerinde Kadın", Hayat Tarih Dergisi, 1 967, sayı: 1 1 /20. 5 Aylık AnsikJopedisi, "Matbaa" maddesi.


TIJrk. 'Qn Sosvo-Ek.onomik. Tari/ıi

207

Mengü-Sün'ün (4 1 0-450) sarayındaki mehter takımı çığıraklardan, çanlardan, zillerden, borulardan, davullardan, teflerden ve sair güzel ses çıkaran musiki aletlerinden, müteşekki Idi.,,() Saraylardaki konser topluluklanndan ve konser gruplanndan başka, özellikle büyük şehirlerde, halka konser veren halk sanatkarları, konser topluluklan ve gezici konser gruplan vardı. Bunlar memleket içinde, büyük şehirlerde dolaşarak halka konser verdikleri gibi, zaman zaman ya kendiliklerinden veya davet edildiklerinden komşu memleketlere Çin'e ve İran'a, Önasya'ya veya Rusya'ya kadar, kalabalık ticaret kervanlan ile beraber gider, konser vererek geri, kervanlarla dönerlerdi. Gerek saraylardaki, gerek halk sanatkarlanndan meydana gelmiş olan konser gruplan kadınh erkekli sazendeler ve hanendelerden müteşekkil di. Aynı şekilde saraylarda ve halk arasında kadın ve erkeklerden teşekkül etmiş tiyatro topluluklan da teşekkül etmişti. Hakanlann, şadlann, tarhanlann, asillerin ve zenginlerin saraylanndaki tiyatro topluluklan saraylılan. yahut misafirleri eğlendirmek, bayramlan tes'it etmek için temsiller verirdi. Büyük şehirlerde, halk sanatkarlanndan meydana gelmiş, yerleşik ve gezici tiyatro gruplan da teşekkül etmişti. Bunlar memleket içinde, büyük şehirlerde dolaşan halka temsiller verdiği gibi ya kendiliklerinden veya davet edildiklerinden, kalabalık kervanlarla komşu

6

E. Esin, "Göktürklerin Ecdadı" Türk KUltUrU D., Sayı: 1 0/68-69.


_

_ _

__

mQmhıkt'tl�r�, Ç i n '�. lrım '"· lrıık'ft. l t l ıım fil ı n kıu1nr �ld�rl�r. l�ın�ll l�r v'J'@r�k �Jl'rl dnntrhmH . 1 Rt�lm. hf�k{fl, ko�ıı. m"ıb� Möhnhırındt� ı1ldııGıı ifıl h l mııNikl v� tl)'"n�m liöluun n dft dtı. k"mwu m.,mhtk�tl�rin. Çin v� tr"n Mnrnyhuımtıı n�rtımun olnrök knlnnhır v">'" h tm�n dilvet �dll,nl�r ol�ırdu. n unhır ımıhwdA mmdkl v� ıiyfttm t\Ar�trn�nll�i fdl�orlnr. Toplmnhır nrnlilındn kUiıttf mUbnd�l��lnl n nn�uıuaunn �npıyorhırd ı . '· T1p v• Kimya ' I 'Urkl�r mum�" )'llpnuııum hll lyorhmh. M umy" �ftpRrk�n. n ı ıım�ft�ı �ftflı hwıık uhm wııhtıın h�yn lnl nurun ��llkl�rlndcm. Pl�ttrl�rlnl v� kıılhlni k&thıtrp;tt k*'mlklori ıUftNinUin. lm.1� Vf kıtlın hfti'Nıtkhırını hlr ntv ' l ftfllOl l)'ftt il" k"rın hP�IııQıındım çı knrı)'oriArd ı. fhı nmtll)'ııtı yRpmılMını hl lttrı T�rklttrln. lnMon nmtt.n mllillni yok ynkmdım hllt-Hkhuin(l hUkm�cUitthl llr.il Ttlrkl�r lnı.ım vcı hö)'vıuı lıırdökl kırı k ve yıkıkiını du lfdnvl �lnwıilni bl ldlklttrl t&l hi . naır )'"ftffil nrı kı�rmı, a"mtrltt �"Jinmıık Nıtr�ti�l�. hıdlf �"r"hm l1"9lıı MftrıTuık ııı.ır�tl)'l� ıtdıwl om,�lnl 41f ttl lfyufhtr�ı. Hıı�hthır. ü�..,l llkl� tmııı,ıgı hıı�uılıkhırın hı:t�kıı"uuı �P\'Ill"lii t nl tmı.,mvk tvtn oyrı hlr udı:t�h ııhmırftk u�duvl vd1Ht't1 1 . Uttkıurhır ��mvlllklf. �In ı«.tıımhm (k�nhw v��" �ftınımhır) ld l . l1unh1r luuıtnhmnı. h�ın dlnf ı 'f'. Onlll, 111�1Amdım flıw� 'füfk M@lhmi)llttP' Jtıt)lllt Tttrlh P•ralııl, �IIYI' �14 1 . � 1'. tJili11. A)'nı )'itlh 1111�11 M�3. . 1 0, 'fllfllllı Tür� rlhlln Hllklnılyftl Mtıt\ftr,_l, l�litnhul, 1 Qo�, li: �1


Ol(AJ#� ·�U:E!PIJOtffiJ. 'l)frllt_(_ _

_

__

-=�=,- "7c··-=---=··=-::;_-,- - =

_J.�

�t)nd�n p�l kol'\li kmon, lwm d� tıhhf ynnd�H htynloJikmım

t�dııvl �d�rlttr\IL

·

Ç�� i tl i hnynlıuı hilon, �''lıll h(lyfthırhı rr-ıdm Y*lfll:lll ı k ı.ımRu l ıırP �nk Vf d�t�"" Vtf'fn. rfn�ll k r:ı� nl or imol �d&tıt �mkı. y�şltli \'lijhımıtı. kofurı.ı. �ttn��nıı. �ıım��'"''"'· hih�rt. �l f\1, U�otlmdtın � arıı p yııpmoııını. hohıırftthı pMtımltı YRpmtıımııı ��'itU V@ kim��vl il�lijt'lft mnmyr:ı )'ijfitmlNUll, hıtlihthmnı 1 1�114 l�dr:ıvi onnoıdni hllon hir Ulplunu.m klrnyıt lllliınindtm hııh"rMi� Ald"�" kıth\.tl �dlll.'m�ı. Akfiıml, tıp vtt kimyil hiltmlnd� IUrklorln "" ıw: konw�ıhm kftdıtr hlllm ıuıhlhl nlfinkhuını koh ul ftmf� ��rfk l r: Tt\rkl�r. 1ıı1Am lyttl ' i kı:thul �tıtkıtm ııomtı Anı.ıdAiı.ııy" tı�ldtl"r• t�IAmiyın'ln mymyıı )'Rpmııyı ın�n�ımt� "lmo�ı ru1 rıtBm"n. Anı��c:tlu'dft d" mumyıı yııpmıyR d"vom @ttiiC'r. HQd!lı1ımı�ın hıl4mlycn'i, knr ilir tım��YJllft kobııl "tm�{.flklfrl. t�IAmiy�t'in tuhmuuundı\n t �IAfniy�t'ln llmind@n hni1'ft�� @d�N'k mYill)Ift dl4 ynpmı,hır. �n m"k*'d�� mııh@tl�rl nt. mts1ıtıfh•rmı. ttlrhtıl�rınl. m"��tıl�rlnl. cıımil�rinia hlllitAhım�l"inl fi'tı.�lorlts (ft'r.i mltrl�) vtYıt rniY@ft@riP th�yk"'l l�rl�) �tlııl�nwktım 9�k l nm�ml�l@rdir, ·

·

f, RttNim UrtR Ali)'o·a� ı &-JU�'ıtlı' kıı�ı yıı�ım Uull"r H"hmh'a�n Nllnfft t tJON'dt Amw\1ft k�ı Y"P"" H ll phıw l Pumy�ıt)�. 11Mt�a�nlyef An"v '«u huf/unu�lll', M t), 1tJtJtJ 'tl� 1'üPkl�r •$4fWIIilılı:ıP ü#t�rlnı� �m41u,, ,n'tJNkltıf'/tJ, rt1�imlf!rl�, t1f.\.ıtlh-mm �iJNit�mlfhWilr. " 1 t\nııv\!ı:ı l111•lıYün f@�lm !ilıml\H u�-uı1 ıııurlhf _


210

Dr. Tahsin Ünal

içinde gelişerek ve tekamül ederek, Cücenler, Hunlar ve Göktürkler devrine kadar gelmiştir. Göktürler ve Uygurlar döneminde, resim kendi sahasında doruğa yükselmiştir. Uygurlar döneminde en manidar ve en güzel resimler (freskler), bezelik denilen büyük duvar resimlerinde ve Uygur Miraçnamesi'nde göze çarpmaktadır. Karahoça şehri ile bu civarda yapılan büyük mabetlerdeki duvar resimleri gayet tabii, biraz ve nettir. Ön planda görünen şahıstarla ikinci planda görünen şahısiann yüz hatlan, saç tuvaletleri, elbiseleri, elbise desenleri, kuşak kuşanmalan, bakıştan, fızyonomileri, resimdeki şahısiann Türk olduğunu açıkça izah ettiği gibi şahısiann halet-i ruhiyellerini (Lak.ontta olduğu gibi) hissetmek ve görmek mümkün olmaktadır? Şahıslar ellerinde gül tutmakla ve koklamaktadırlar (Fatih Sultan Mehmed'in de böyle bir resmi vardır). Şahısiann kulaklannda küpe vardır (Yavuz Sultan Selim'in resmi de küpelidir). Uzun ve peliş (paçalı) elbiseler giymişler, bellerine kuşak kuşanmışlardır. Osmanlı devri giyinişi böyle idi. Bunlar Türk resiminin karakteristik görünüşüdür. Bu tarzı, yalnız resimlerde değil, heykellerde de aynen vardır. Mezarlardaki ölülerin başını iki yanında da küpeler bulunmaktadır.3 Bunlar birleştirilince eski Türk giyinişi ve etnogrofısi çıkmakta, tarihi bakımdan resmin (freskin) önemi bir kat daha artmaktadır. Göktürler ve Uygurlar döneminde resmin bu kadar tekarnili etmiş olması, bir yandan resmin Göktürklerden önce ta!. M. Ö . 7000 tarihine kadar uzanan bir tarihi bulunduğunu izah ederken, bir yandan da Türk resim 2 E. Esin, "isra Gecesi", TOrk KDitDrD Dergisi, Sayı: 48/1 1 1 - 1 34. 3 A. inan, "Göktürk Çagı Kültürü", Hayat Tarihi Dergisi, 1 967, Sayı: 8/ 1 3 .


TQrk 'Qn Sosyo-Ekonomik Tarihi

21 1

sanatının yalnız Dogu Türkistan'da kalmadığını, Çin'e Batı Türkistan'a, bu yolla Önasya sarayianna ve İslam alemine yayıldığını gösterir. Nitekim, daha Halife Memun (8 1 3-833) zamanında, Müslümanlığı kabul eden bir çok Uygur sanatkarlan, B�dat'a gelmişler yahut davet edilmişler, bugün dahi şahidi olduğumuz ve hayran kaldığımız kitap ve duvar minyatürlerini yapmışlar, dolayısıyla İslam minyatürünün gelişmesine büyük katkıda bulunmuşlardır. 1 Karahoça'da, Turfan'da, Tanm'da, Beşbalık'ta, Kaşar, Kuça, Kızıl, Kamtura ve Kiriş'tc yapılan kazılarda otaya çıkan mabet ve saraylarda, mesela Orta Anadolu'da Görerne'deki kilise resimlerinden çok üstün, nadide resimler, duvar freskleri bulunmuş ve gün ışığına çıkarılmıştır? 1.

Boyalar

Türkler resimde (freskte) başlıca iki türlü boya kullanıyorlardı. Toprak boyaları, bazı bitkilerden elde edilen, tabir yerinde ise mürekkep boyalar. Duvar resimlerinde, bezelikle genellikle toprak boya kullanıyorlardı. Toprak boyaya, zamk, yumurta akı, beyaz pekrnez kanştınp sulandınyorlardı. Büyük fırçalarla duvara sürülen ve yapılan resimlerde zamk sabitliği ve parlaklığı temin ediyor, hem de resmin duvarda kabank, buutlu görünmesini sağlıyordu. Zaınk kanştııldığı için resim hem kolayca rengini vermiyor,

1 O. Aslanapa, "Islam MinyatUrOnUn Dogması ve Gelişmesinde TUrklerio Rolü", TOrk Kliltflrft Dergisi, Sayı: 1 7/3 1 /35. 2 İ. Binark, "Ortaasya'da Türk Resim San'atı", TOrk KültOrO Dergisi, Sayı:48/1 3 1 vd.


Dr. Tahsin Ünal

212

hem de dokunulduğu zaman çıkmıyordu. 3 Bitkilerden, hatta maden ktiflerinden imal edilen mürekkep boyalarla da, kamış uçlar ile kitap minyatürleri (resimleri) yapılıyordu. ı.

Minyatür Türk 'tür

Yukanda başka nedenlerle de temas edildiği gibi dünya bilim adamlan, onlardan naklen kendi bilim adamlanmız kağıdın, matbaanın, barotun ve sair medeniyet unsurlarının Çin'de bulunduğunu, buradan dünyanın sair yerlerine yayıldığını iddia edegelmişlerdir. Yanlış olarak minyatürün (resmin) de önce Çin'de yapıldığı ve buradan dünyaya yayıldığı kabul ediliyordu. Fakat son bilimsel araştırmalar, minyatürün (resmin) önce Türkler tarafından yapıldığını, geliştirildiğini, buradan Çin'e ve dünyaya yayıldığını tesbit etmiştir. 1 Finli Baron C.Munch, Rus Klemenotz, İngiliz Nurel Stein Turfan'da, Hotan, Karahoça, Beşbalık ve sair yerlerdeki minyatürleri tetkik ettikten sonra, "Türkler tarihin çok erken devirlerin itibaren minyatür yapmaya başlamışlardır. Minyatürü Türkler geliştirmişlerdir. Bu itibarla minyatür Türk malıdır. Türkler mabetierini ve kitaplarını minya/ür ve fresklerle süslerken, Çinli/er resim yapmasını bilmiyor/ardı. Çinli/er resim yapmasını Türklerden öğrendi/er"

3

E. Esin,Türk Kültürü Dergisi, Sayı: 701792 ve buradaki resimler. Resmin TUrider tarafından yapılıp buradan Çin'e geçmiş, Çiniiierin de resim yapmıya başlamış olması, sair kültUr ve medeniyet unsurlannın da önce Türkler tarafından geliştirilerek Çine geçmiş oldugu dUşlineesini kuvvetlendirir. 1


Tark 'an Sosyo-Ekonomik Tarihi

213

demişlerdir? Minyatürün (resim) Türk malı olduğu başka bir delili de Tahsin Öz'ün bir tetkik yazısıdır. Merhum, uzun yazısının bir yerinde, "Çin resminde, Türkistan 'ın ve Türklerin tesirinin ne kadar büyük olduğunu gördükten onra hayret etmemek mümkün değildir. Yabancılar (yani Çin 'e gelen Türk resim sanatlcarları) Tanrı tasvir etmesini bildiklerinden Budist mabetierini tezyinatını yapmıya, Çin 'e geliyorlardı. Vakıa Çinli/er bunlara (yani Türk sanatlcarlarına) sanatkar nazarı ile bakmıyorlardı. Ama onların (yani Türk ressamlarının) teknik ve maharetlerine hayran oluyorlar ve Türklerden minyatür (resim) sanatını öğreniyorlardı. Çin deseni denilen eski minyatürler, hakilcaten Türk deseni ve minyatürleridir. Son senelerde Orta Asya da yapılan kazılarda bir çok mabet/er bulunmuştur. Mabetierin duvarlarındaki resimlerin çehrelerle, Çin minyatürü denilen resimlerdeki çehreler aynı çehre/er, aynı tipler, aynı giyinişlerdir ve bunlar Türk minyatürleridir. Bu itibar/o minyatür sanatının sahipleri Çinli/er değil, Türk/erdir. Çiniilere minyatürü Türkler öğretmişlerdir" demektedir. '

2 1. Binark, "TUrklerde Minyatür Sanatı" Tilrk Killtilril Dergisi, Sayı: 92/3 I vd. Buradaki resimler. 1 Tahsin Öz, "Türk Minyatür Kaynaklarına Bir Bakış" ilahiyat Fakültesi Degisi, Sayı: l /30-36 ve buradaki resimler. Türk minyatür sanatı hakkında fazla bilgi için bakınız: O Aslanapa, Tilrk Sanatı, İstanbul, 1 962. S. K. Yetkin, "İslam Minyatürünün Estetigi", ilahiyat FaklUtesi Dergisi, Sayı: ı . O. Turan, Selçuklar Tarihi ve Tilrk-lslim Medeniyeti, Ankara, 1 965. F. ögütmen, " 1 2- 1 8 nci Yüzyıllar Arasında Minyatür Sanatından Örnekler", Topkapı Sarayı Minyatilr Bölilmil Rehberi, 1 966.


214

Dr. Tahsin Ünal

g. Heyket Gerek I 908 'de R. Pumpelly'nin yaptığı Anav, gerek 1 953- 1 960 senelerinde Prof. A. D. Grac'ın Tuva ınıntıkasında yaptığı kazılarda çıkan rölyeflerden (heykellerden) anlaşılmıştır ki, resimde olduğu gibi heykelcilik de Türklerde M.Ö. 7000 tarihinde başlamış, bunu takip eden senelerde, özellikle Hunlar, Göktürler ve Uygurlar döneminde ileri gitmiş ve gilişmiştir. Heykelin vatanı da, heykel yapan heykeltraşlar da Türkistan'dır ve Türk'türler. Yapılan heykeller tabii, realist, manalıdır. 2 Gerçi kazılarda at, koyun, kuş heykelleri yahut rölyetleri de bulunmuştur. Fakat insan heykellerinin lalettayin insanların heykeli olmadığı, toplum içinde bir mevkii bulunan insanların, kahramanlann, Hakanlann, Rahiplerin Şad veya Tarhanların heykeli olduğu muhakkaktır. Heykellerin zırhlı veya askeri bir kisve ile yapılmış olması bunu teyit ettiği gibi, heykellerde küpe bulunması, bellerine kuşak kaşınmış olması, kuşaklara hançer sokulması, yüz hatlan ve yüz ifadeleri heykellerio lalettayin kimselere ait olmadığını izah ederken, heykellerio Türk 3 olduğunu da ifade etmektedir . Prof. Crac'ın tesbit ettiği heykellerin çoğunun zırhlı, asker elbiseli, beli hançerli yahut rahip kıyafetli olması, bir yandan Göktürklerin demir ve savaş sanayiinde ileri gittiğini, ömürlerini savaşla geçirdiklerini izah ederken, bir yandan da Göktürk tarihini teyit ve karanlık yerlerini (Kültegin'in heykeli ve Orhon Kİtabeleri gibi) aydıntatması bakımından 2 S. MEL : "Türk Heykelciliginde insan Figürleri", Türk Kültürü Dergisi, Sayı: 4/ 1 5 . 3 A. inan, "Kitaplar", TOrk Knltlirli Dergisi, Sayı: 47/ 1 46- 1 49.


Tllrk •an Sosvo-Ekonomik Tarihi

215

ayn bir önem taşır. Gerek minyatürlerde (resimlerde), gerek rölyeflerde ve heykellerde, özellikle milli bir sembol olan bayraklann alem yerinde bir "kurt başı" daima göze çarpmaktadır. Bilhassa Hunlar devrindeki resim ve heykellerde, Göktürler ve Uygurlar devrindeki resim ve heykelerde "kurt başlı" bayrak, milli bir sembol olarak resmedilmiştir. Anlaşılıyor ki, bu dönemlerde "kurf' artık "milü bir sembof' olmuştur. Bir Çin elçisi, "Göktürk halwmmn kendisini çadırının önünde kurtbaşı bayrağının altında lwrşıladığını söyler.'.,ı Bu tablo birçok ressamın resminde, heykeltraşın heykelinde tersim edilmiştir. Mesela Prof. Won Gabain'in, "Gran Wede/ 'in eserlerindeki resimlerin bir lwçında kurtbaşlı bayraklar gördüğüm gibi bir halwmn da kurtbaşlı bir bayrak tuttuğunu gördüm" şeklindeki ifadesi bunun5 açık ifadesidir. Demek ki, siyasi ve askeri milli bir sembol olarak kullanılan "kurf', aynı toplum içindeki sanatkarların eserlerini süsleyen milli bir motif olarak, sık sık işlenilmiştir. Bunlar, Hunlar, Göktürler, Uygurlar döneminde olduğu gibi İslamiyet'ten sonraki dönemde de "kurf'un milli bir sembol olarak kullanıldığını gösterir. Hatta A. İNAN, "1 709-1 740 tarihleri arasında Başkurtlar/a Ruslar arasındaki savaşlarda. Başkurt/ar, Kurtbaşlı bayrakları ile Ruslara saldırmış/ardı. Bu Rus resmi vesilwlarında lwyıtlıdır" demek suretiyile bizi doğrulamaktadır.6

4

A. İnan, "Tug-Bayrak-Sancak", TOrk KOltOrO Dergisi, Sayı: 46/872. E. Esin, "Alp Şahsiyetinin Türk Sanatında Görünüşü", TOrk KOltOrO Dergisi, Sayı: 341773. 6 A. lnan, "Tug-Bayrak-Sancak", TOrk KOltOrO Dergisi, Sayı: 46/872. s


216

Dr. Tahsin Ona/

Türkler bilhassa mabetieri süsleyen rahip heykeli yapmakla ileri adımlar atmışlardır. Göktürlerin büyük ve kalabalık şehirlerinden Kutsangın şehrinin 1 00 km. kadar uzağında ve Göktürklerin kurucularından Meng-Sün tarafından yapılan mağara mabetierini süsleyen o kadar orijinal ve canlı heykeller vardır ki, görenler hayran kalıp şaşırmaktadır. Alçıdan yapılan rahip heykelleri o kadar canlıdır ki, yürüyormuş gibi görünmektedir. Kubbeli olan mabedin kubbeleri altına oyulan hücrelerede birer rahip heykeli oturtulmuştur. Görenler canlı bir insan oturuyor sanm aktadır. Bunlar eski Yunan heykelciliğinin hiç de gerisinde ve ondan aşağı değildir. 7 Bu mabedin kubbelerinde sütun ve sütun başlıklannda fresk, rölyef ve heykellerinde en küçük bir Çin sanatı yahut mimari etkisi görülmez. % 90 oranla Türk, % I O oranla Hint' tir. Mesela. Heykellerin giyinişi ve oturuşu Hint değil, tamamen Türk giyinişi ve Türk bağdaş kurup oturuşu gibidir. Buradaki mabedin kubbeleri tamamen Türk'tür ve sonraki devirlerdeki Belhi dehilen Türk kubbelerinin başlangıcıdır. Duvarlardaki freskler, Türk rengi olan koyu kırmızı renklerle yapılmıştır. Mabette bulunan ve başı tavana kadar uzanan büyük heykel her şeyi i le Türk tipidir. Bağdaşı, Türk bağdaşıdır. Üzerinde oturduğu taht, hakaniann oturduğu aslanlı tahttır. Başındaki Taç, üç yapraklı, türk tacıdır. 8 Bu büyük heyketdeki sanat, Selçuklu devri sanatının başlangıcıdır. Göktürler ve Uygurlar devrinde geliştiğini izah ettiğimiz sanat eserleri de Selçuklular ve Osmanlılar devri sanatının prototipieri ile doludur ve onların başlangıcıdır. 7 8

ı;. Esin, "Göktürklerin Ecdadı", TOrk KOltOrO Dergisi, Sayı: 1 00172. E. Esin, Aynı yazı, Sayı: 1 00174-75 ve buradaki resimler.


TQrk 'Qn Sosyo-Ekonomik Tarihi

217

C. TÜRKLERiN MÜSLÜMAN OLMASI VE BUNUN SEBEPLERİ

"İslam dini akıl, ilim ve kültür dinidir. İslam dini, realist ve askeri bir dindir." Türkler, ölüm korkusu ve kılıç zoruyla Müslüman olmamışlardı. Türkler kendi arzularıyla ve ekonomik, sosyal, siyasi, askeri, kültürel ve dini nedenlerle Müslüman olmuşlardır. Kısaca da olsa bunların izahı Türklerin Müslüman oluş nedenlerini izah etmiş olacaktır.

1. İLK KARŞlLAŞMALAR 642 tarihinde Müslüman Arap ordusu komutanı Nurnan İbn-i Mukarrin ve Nuzeyfe bin Yaman, Sasani hükümdarı Yezdicert ile komutanı Firuz'u Nihavent muharebesinde feci bir şekilde mağlub ettiler. Nihavent mağlubiyetinden sonra, artık bir kerre daha Sasaniler, kuvvet toplayıp Arapların karşısına çıkmak ve İranı geri almak cüret, cesaret ve güçlerini tarnanmen kaybetti ler. Y ezdicert, o zaman Batı Türkistan' ı ellerinde bulunduran Göktürk Hakanı Tulu Hakan'a (938-63 1 ) veya İşbara-Yapgu Hakan'a (640-


218

Dr. Tahsin Ünal

642) sıgındı. 1 Ve birkaç sene sonra da 65 1 'de burada kederinden vefat etti.2 650'de de Araplar tüm İran'ı Küfe'ye baglı büyük bir eyalet haline getidiler. 642-650 döneminde ve 8 senede batıdan, kuzey doguya dogru bir silindir gibi ilerleyip gelen, İran'ı tamamen ellerine geçiren Araplar 650'de Türk sınınna gelince durakladılar. Dolayısıyla Tüklerle Müslüman Araplar ilk defa karşı karşıya gelmiş bulundular. 65 1 'de Türk ülkelerine girmek isteyen Arap komutanı Abdurrahman, Tulu Hakan ' ın (Çencü Yapgu, 653-659) ordularına; 653 'de Türk ülkelerine girmek isteyen meşhur Arab komutanı Muhelleb İbn-i Ebu Sufra, Tulu Hakan'ın yerine geçen Uluğ Hakan'ın (65 1 -658) ordularına feci şekilde yenildiler. Karşılarında kuvvetli bir Türk devleti ve Türk ordusu gören Araplar 653'den sonra 700 tarihine kadar Batı Türkistan'a giremediler. Fakat 700'den itibaren Batı Türkistan' da Göktürklerin yerine geçen Türkişlerin orasında karışıklıklar başladı. Araplar bu karışıklıklardan istifade ettiler. 706'da kuvvetli bir ordu ile Merv'den hareket eden Arap komutanı Kuteybe, Baykent' i muhasara etti. Türkler de Kuteybe'yi muhasara ettiler ve geri ile ilişkisini kestiler. Dört ay Kuteybe'den bir haber alınamadıgı gibi, yardımına da gidilmedigi için Haccac, Irak camilerinden Kuteybe'nin 1 Y. Öztuna, TOrkiye Tarihi, istanbul, 1 963 . 1 / 1 99. Hakanlar cetveli, Yapgu isminden de anlaşılacagı gibi İşbara-Yapgu yerli bir Türk prensidir. Tulu Hakan ise tUm Batı Tnrkistan'ı idare eden GöktOrk Hakanıdır. 2 C. Brokelman, İslim M illetleri ve Devletleri Tarihi, Tercnme: N. Çagatay, Ankara, 1 964, 1 /53-54. "Bir degirmende öldnrnldü", diyor.


TiJrk 'iJn Sosyo-Ekonomik Tarihi

219

zaferi veya kurtulup geri dönmesi ıçın, dua ettirdi. 1 Fakat Kuteybe, hem Baykent' i zaptetti ... İçine bir miktar muhafız koydu. Hem de kurtulup Merv'e dönmeye muvaffak oldu. Kuteybe 707'de de Baykent'e çok yakın olan Buhara'yı zaptetti. 708' de yine Baykent ve Buhara gamizonlarından hareket ederek Semerkant'a taarruz etti ise de mağlup olup geri buharaya çekildi. Fakat, Araplar artık Batı Türkistan'a girmişler ve gamizonlar kurup, camiler inşa edip yerleşmişlerdi. Baykent ve Buhara'dan sonra pek önemli bir sanayi, ticaret ve kültür merkezi olan Semerkant'ı zaptetmeyi Araplar; 720, 729 ve 730 tarihlerinde üç kere daha denediler. İkinci taarruzu idare eden Sevr adındaki Arap Komutanı Tüklerden Sulu Hakana (7 1 1 -737) ve Sulu Hakana yardımcı gelen prens Kültekin ve Bilge Hakan (71 6-734) ordularına2 feci şekilde maglup olmuşlardı. Başta Komutan Sevr olduğu halde 20.000 kişi imha edilmiştir. 730'da Arap ordusunun komutanlığına getirilen Müslim İbn-i Sait bir intikam seferi daha yapmış, fakat bu da Sulu Hakan tarafından Fergana civaonda feci bir şekilde mağlup edilmiş ve Araplar Ceyhun nehrinin kuzeyini tamamen boşaltarak, nehrin güneyine çekilmişlerdir. 750'e kadar Ceyhun nehrinin kuzeyine taarzru edememişlerdir.3 Görülüyor ki, Araplar 650-730 döneminde yani 80 sene kadar devam eden kanlı savaşlardan sonra Horasan'dan ancak Ceyhun nehrinin güneyine kadar olan 1

Taberi, 1 /357-358. ÇtınkUOrhon Kitabelerinde, "KUltekin'in, sa�daki halkını kurtannak, teşki latlandınnak için Şerefşahı (İncesu) geçip Demirkapı'ya dek sefer etti�inden ve Bilge Hakan gönderdiklerinden" bahsedilir. 3 Gibb, Orta Asya'da Arap FQtQhatı, Tercüme: s. 26. 2


220

Dr. Tahsin Ünal

Türk ülkelerini alabilmişler, daha kuzeye çıkamamışlardır. Rouks'un dediği gibi, "Araplar, sair fütuhat sahalarında olduğu gibi silahları ellerinde olduğu halde Türk yerlerine girememişlerdir. Düşmaniarına ağır darbe indimek/e mahir olan, o er meydanlarının kurt/arım silahla yenerneyince onların arasına hile, desise, belağat ve siyasetle girmişler ve bunda muvaffak o/muşlardır." 1 Şöyle ki, Arablar Sulu Hakanın yanında yetişmiş olan Bağa Tarhanla ilişki kurdular. Onun bir rivayete göre Sulu Hakan, bir rivayete görede onun yerine geçen Eçine Kin Hakan (739-740/747) öldürülürse kendisini Batı Türkistan Hakanı tanıyacaklannı, kendisini muhtemel tehlike ve taarruzlardan (Çin) koruyacaklannı ve külliyetli miktarda para vereceklerini vaad ettiler. Bağa Tarhan razı oldu ve Hakanı 745'de katletti. Türkiş tahtına oturdu. Bu sırada Çinliler Doğu Türkistan'ı istila ederek, Batı Türkistan'a sarkmıya başlamışlardı. Bu müsait durumdan istifade etmek isteyen Araplar da Batı Türkistan'a taarruz ettiler. Bağa Tarhan' ı bir pusuda ele geçirip esir ettiler. Kurtulmak için vermeyi kabul ettiği kurtuluş akçesini kabul etmediler. Bağa Tarhan' ı idam ettiler. Ceyhun nehrinin güneyinde Talas şehri sınırlarına kadar ilerlediler. Bütün Batı Türkistan' ı ellerine geçirdiler. Batıdan iledeyip gelen Arap ordusu Komutanı Ziyad bin Salih ile doğudan iledeyip gelen Çin ordusu Komutanı Koo-şen-çe Talas şehri civarında karşılaştılar. Yapılan kanlı bir savaş sonunda Çin komutanı. emrinde bulunan Karluk, Yağma, Uygur Türklerinin karşı tarafa geçmesi sonunda 75 I 'de yenildi. Ziyad bin Salih' in bu zaferi 1

Jean Paul Roux, H ıstoire de la Turguie, Paris, 1 953, s. 69.


TQrk 'Qn Sosyo-Ekonomik Tarihi

ll l

bir yandan Batı Türkistan'ı dolayısıyla buralarda oturan Türklerin kaderini değiştirirken, Türk soyunun yüzünü ve tarih içindeki akışın İslam alemine çevirirken, bir yandan da aynı senelerde bir Türk çocuğu olan Ebu Müslüm Horasani' nin çoğunluğu Türk çocuklarından olan ordusu ile batıya gelip Erneviieri (75 1 ' de) yıkması ve Abbasileri tahta çıkarması (75 I - 1 258), Türk soyunu doğudan batıya, İslam alemine kanalize etmiş oldu. Başka bir ifade ile Türklerin Müslüman olmasına geniş miktarda zemin hazırlanmış oldu. Bu tarihten ve bu olaylardan sonra Türkler Müslüman olmaya başladılar. 2.

TÜ RKLER ÜÇ DÖNEMDE M ÜSLÜ MAN OLDULAR a. 650-750 Dönemi

Bu dönemde aşağıda görülecek olan nedenlerle Belh, Soğd, Fergana, Cürcan mıntıkalarında halktan birçok kimseden başka, Türk aristokrasisi zümresine mensup olan beylerden Cürcan beyleri, Afşin, Akşid, Baycur oğulları ve Türkiş oğulları ve Horasanlı Ebu Müslim İslamiyet' i kabul ederek Müslüman Arap devletinin hizmetine ve ordusuna girdiler ve kendileriyle beraber birçok Türk kabilelerini de Müslüman Arap imparatoruluğunun hizmetine celbettiler. 1 Soydan veya kılıç asillerinden biri olan Ebu Müslim, Müslüman olan Türk halk çocuklarıyla (ki komutasındaki ordunun % 40 Türk idi.) Erneviieri yıkarak, Abbasileri kurdu. Abbasilerin kuruluşunda asker olarak komutan olarak ve idareci olarak büyük hissesi bulunan Türk ailelerinden mesela 1

Z. V. Togan, Umumi Türk Tarihine Giriş, istanbul, 1 946, 1 172.


222

Dr. Tahsin Ünal

Cürcanlı Tekinler ailesi, Belhli Bermek ailesi kuruluşa katılanların başında gelir. Türklerin asil olanları komutan veya idareci, halktan olanları asker olarak İran'a, Irak'a, doğu ve güney doğu Anadolu'ya yayıldılar.

b. 750-850 Dönemi Bu dönemde İslamiyeti kabul eden bir kısım Türk aristokrasisinin, islam alemindeki imtiyazlı duruma yükselmesi, başa kabileleri de İslamiyeti kabule cezbetti. Sirderya, Zerefşah mıntıkalarındaki Türkler, bazı Oğuz kabileleri Karluklar, Çiğiller Müslüman oldular ve bunlar da o sıralarda yeni kurulmuş olan Sarnanoğulları ve Tahiroğullan devletlerinin ordularına ve idari hizmetlerine girdiler. Doloyısıyla bu dönemde bir yandan Batı Türkistan'da, Harzem ve Horasan mıntıkalarında Müslüman olan Türk kesafeti artarken; bir taraftan da, hilafet merkezinde başvezirlik Türk olan Bermeklilerin, doğu ve güney doğuda (Bizans-Arab sınırındaki) komutan, valilikler Türk komutanlarının, Mısır' da mahalli devlet idaresi Türk olan Tulun oğullannın eline geçiyordu. Keza bu dönemde İslamiyet, milli sınıriann dışına çıkmış, Bulgarlar, Hazarlar ve bazı Oğuzlar ve Karahanlılar arasında da yayılmaya başlamıştı.

c. 850-950- ı 050 Dönemi Bu dönemde İslam aleminin içinde ve dışında, islam kurallanna karış "Şiilik" ve "Karmatiler" güç kazandı ve Sunni Abbasi hilafetini tehdit etmeye başladılar. Şiiler ve Karınatİler dışardaki Hazar hakanlarını da (ki bunlar daha


TIJrk 'IJn Sosyo-Ekonomik Tarihi

223

Müslüman olmamışlardı.) teşvik ve tahrik ederek, oralardaki Türkleri de baskıya maruz bıraktılar. Bunun üzerine Halife Müktedir-i Billah (908-032) o zaman daha yeni Müslüman olan Bulgarlara, Oğuzlam (Selçuklulara) ve Karahanlılara Müracaat etti ve Sunni Mezhebini kabul etmiş olan bu Türk kabilelerini, islamı kurtarını ya davet etti.2 Bunların nasıl müslüman olduklan aşağıda kısaca izah edilecektir.

3. TARiHi BİR OLAY Türkler neden Müslüman olmuşlardır? Türkler, ölüm korkusu ile ve kılıç zoru ile değil, Müslümanlığı kendi yaşantıianna uygun bulunduklan için, kendi arzulan ile Müslüman olmuşlardır. Türklerin Müslüman olmasının sebepleri pek çoktur. Bunların bazılarına aşağıda kısa kısa temas edilecektir. Fakat, onlardan önce, Türkiş Hakan, Sulu Hakan ile Müslüman Arap Komutanı Cüneyt arasında geçen şu olayı nakletmeliyim. Buradaki konuşmalar bizim aşağıda izah edeceğimiz sebepterin bir kısmını izah ettiği ve bir mesnet teşkil ettiği için önemlidir: Müslüman-Arapiann Horasan Valisi Cüneyd Bin Abdurrahman (Valiliği 730-733), Maveraünnehr'e yaptığı akınlardan birinde, Sulu Hakanla (ölümü, 73 8/740), ani olarak karşı karşıya geldiler. Hakanın kuvveti, Cüneyd'i korkutlu ve telaşa düşürdü. Sulu Hakan, Cüneyd'in telaşını 2Z. V. Togan, Aynı eser: 1/74-75.


224

Dr. Tahsin Ona/

ve korkusunu derhal anladı. Bir elçi ile Cüneyd'e şunlan söyledi ve yanına, çadırına davet etti. "Siz Horasan valisi Cüneyd 'siniz. Korkmayımz. Biz size bir fenalık yapmak isteseydik. Şimdiye kadar bir işaret/e sizi ve kuvvetlerinizi çevirir ve esir ededik. Biz kalleş değiliz. Düşmanımızın zaafından istifadeye kalkışmayız. Onlarla erce dövüşürüz. Eğer şu hi/eyi öğrenip de başka Türklere tatbik eımiyeceğinizi bilsem, sizi bir işaret/e nasıl çevireceğimizi, sizin eksik ve hatalı taraj/arınızı nasıl gördüğümüzü size de gösterirdim." 1 "Cüneyd. senin akıllı, şerefli ve dini iyi bilen bir kimse olduğunu duydum. Müslümanlığı tanrabi/rnek ve anlayabilmek için size bazı sualler soracağım . Sen çadırıma maiyetinle birlikte gel. Ben de çadırımda yalnız başıma senin karşma çıkayım. Sana şahsım için lazım olan bazı dini ve ai/evi sualler soracağım. Sakın bizden kuşkulanmayınız. Biz bir adama bu şekilde kötülük etmeyiz. Bize, dost görünüp hile yapmak yaraşmaz. Biz hileyi sadece savaşta yaparız" dedi.

Cüneyd çadıra kadar gitmeye lüzum görmedi. Atını tepip ileri vardı ve Sulu Hakanla karşı karşıya geldiler. Güneyd, "şimdi ne istiyorsanız sorunuz. Bilirsem cevap veririm. Bilemezsem bilene hava/e ederim", dedi. "Zina eden bir kimseye ne ceza verirsiniz?" Cüneyd; "Biz zinayı iki şekilde düşünürüz. Biri evli olanın, öteki evli olmıyan kimsenin zina yapmasıdır. Evli olmayan kimse zina 1 Bakınız: Yukanda "Türk Ordusu ve Tabyesi" bahsi. 2 "Türkler, İslam dinini tetkik etikten sonra kabul etmişlerdir," sözünün delilidir.


1"1Jrk 'Qn Sosvo-Ekonomik Tarihi

225

ederse 1 00 sopa atarak cezalandırırız. Sonra da herkesin namusunu bu kötü kişiden korumasını temin etmek, zina yapmak isteyenleri bu düşüncelerinden vaz geçirmek için hüyük bir kalabalığın önünden geçiririz. Onu teşhir ve ilan ederiz. Eğer zina eden evli ise ölümeeye kadar taşlar ve öldürürüz." 1 Hakan: "Çok iyi, cidden büyük bir tedbir. Çok güzel. Pekiyi hırsızlık yapan adama ne ceza verirsiniz?" Cüneyd: "Biz, hırsızı da iki kısımda mütala ederiz. Birincisi başkasının evine, ambarına yani muhafizlı bir yere koyduğu malını, duvarı de/erek, kapıyı kırarak çalan hırsızdır ki, bunun kolunu keseriz. Öteki ise yol kesen, eşkiyalık eden hırsızdır ki, bunu kat/ederiz. Görenler ibret alsınlar, harami/iğe sapmasınlar diye yol üzerinde çarmıha gereriz," dedi2 • Hakan: "Bu da büyük bir tedbir, ya gasbeden, başkasının malını yağma eden kimseye ne ceza veriyorsunuz?" Cüneyd:

ı Cüneyd' in verdigi bu cevap tamamen İslam dininin kurallarından ibaretti. "Zina eden erkek ve kadına bekar iseler, l OO'er sopa vurunuz. Allah'ın emirilerini tatbik ediniz ve acıma hissine kapılmayınız. Cezayı bir kalabalık önünde tatbik ediniz. Namuslu kadınlara zina isnat ebneyiniz. iddiasını dört şahitle isbat edemiyene seksen sopa atınız." (Kur'an, XXIV 2, 4, 23,). "Evli kadın ve erkek zina ederse recm ediniz." (Hadis). Türlerde de zina edene aşagı yukarı aynı cezalar veriliyordu. 2 Cüneyd'in bu cevabı da, İslami kurallardan biriydi. "Hırsızlık eden kadın ve erkegin elini, Allah' ın cezası olarak kesiniz." ( Hadis).


226

Dr. Tahsin Ünal

"Gasb ve yağma gibi olaylarda, yeni/ip içi/en şeylerin çalınmasında şüpheli konularda el kesmeyiz. Derecesine göre cezalar veririz." Hakan: "Bu da iyi bir tedbirdir. Ya adam öldüren, burun, kulak kesen kimselere ne ceza veriyorsunuz?" Cüneyd: "Bu hususta bizim bir kısaca hükmümüz vardır. Yani öldüreni öldürür, kulak kesenin kulağını, burun kesenin burnunu keseriz. Bir adamı on kişi öldürse onunu da öldürürüz."3 "Çok iyi ve çok güzel bir tedbir. Ya yalancılar ve kovucular için nasıl bir ceza tatbik ediyorsunuz? Çünkü, bu iki kötü huy, insanları birbirinden, dost ve akrabaları birbirinden ayırır ve düşman eder.'-A Cüneyd: "Biz böyle kimselere sürgün, halktan uzaldaştırma, tahkir etme gibi suçuna göre cezalar veririz. Bunların şahitliklerini kabul etmeyiz." "Sadece bu kadar mı?" "Dinimiz bunları emrediyor." Sulu Hakan:

3

Cüneyd' in bu ifadeleri de İslami kurallardandır. Kur'an (V/45), "mU'minlerin kanlan birbirine eşittir''; Hadis (El Munta ka. 11/676). TOrklerdeki kan davası İslamiyet'te (kısasa kısas) hUkmU ile formüle edilmiş, öldüreni öldürmek, sahıslardan alınmış şeri kanuna baglanmış ve icrası hükümete verilmiştir. Daha mUtekarnil bir şekle sokulmuştur. 4 Türklerde böyle şeyler nadir olmakla beraber vardı. Çok kötU bir ahlak telakki edilirdi. Bakınız: Yukarıda "Türk Ahlakı" bahsi.


TIJrk 'IJn Sosyo-Ekonomik Tarihi

227

"Bu suçları işleyen adama verdiğiniz ceza azdır. Kovcu, insanların arasını açan, insanların birbirine düşüren adamdır. Biz böyle bir adamın kötülüğünden, öteki insanlan korumak için hapsederiz. Yalancıya gelince, sizin hırsızın elini kestiğiniz gibi bizde yalancının, yalan söyleyen dilini veya dudağını keseriz. İnsanları güldürüp onları hafif meşreb/iğe alıştıranları da hükmettiğimiz yerlerde barındırmaz, sürğün ederiz. Palyaçoyu ve şaklabam memleketimizden sürüp çıkarmak sureti ile, tebaamızın fikirlerini ve zihniyetini bozu/maktan korumuş oluruz" dedi. 1 Cüneyd: "Siz, hükümlerinizi, aklınızın caiz görüp görmemesine fikir ölçünüz bakamından güzel olup olmamasına göre veriyorsunuz ki, doğrudur. Fakat biz, bunlarla beraber, bir şeye hükmetmek ve karar vermek için aklın kafi gelmediğini, bir olayın veya bir insanın iç yüzünü Allah. insanlardan daha iyi bildiği için, Allah 'ın emirleriyle hükmediyoruz. Akıl, bir şeyin dış görüşüne göre hükmeder. Allah ise o şeyin hem iç ve hemde dış yüzünü bilir. Nitekim, nice tedbirsiz kimseler kurtuluşa erdiği halde, nice ihtiyatlı ve tedbirli kimseler ı Sulu Hakanın (Türk'ün) bu düşüncesi, İslami kuralların tamamen aynıdır. Çünkü, Hz. Peygamberimiz bir hadisinde aynen (Damağını göstereek), "kahkaha ile gülenlerde ar ve haya bulunmaz. Meclistekileri

göldürenler, hoş vakit geçirdik sanırlar. Halbuki Süreyya yıldızı gibi yukarıda iken yere düşerler" dediği gibi. Hz. Peygamerirnizin sadece

tebessüm ettiğini gören sahabelerden biri neden kahkaha ile gülmezsiniz diye sorunca, "benim bildiğimi siz bilseniz hiç gülmez, durmadan ağlarsımz" demiştir. Kur'an'da da mealen "az gülünüz, çük düşününüz" şeklinde bir ayet vardır. Şimdi ise "bir kahkaha, bir kilo pinolaya bedeldir," diyerek hep kahkaha atıyoruz. İşlerimiz ciddilikten gayrı ciddiliğe dönüştü.


228

Dr. Tahsin Ünal

felaketten felakete uğrayıp dururlar."2 Hakan: "Siz en güzel sözünüzü işte, şimdi söylediniz. Bu sözlerin/e kalbime derin ve sıcak bir kaygı attınız. " dedi.

Türkler, akıllan, ferasetleri ve kültürel gelişmeleri ile "tek Allah'ı" bulma seviyesine gelmişlerdi. Fakat, insanın yalnız akılla bulamayacağı ve biterneyeceği gerçekler de vardı . Bu da İslam ilkelerinde, Kur'an'da bulunuyordu. Bunu anlayan Sulu Hakan, "en güzel şeyi şimdi söylediniz" demiştir. Cüneyd Bin Abdurrahman sonra dostlarına "bu hakandan daha zeki, daha anlayışlı daha insaflı ve vefalr birini görmedim. Kendisiyle üç saat konuştum. Dilinden başka yeri kımıldamadı" demiştir. 3 Görülüyor ki, bu konuşmada bir toplum düzeninin ve varlığının garantörü durumunda olan zina, hırsızlık, uğursuzluk, haramilik, kıtal, yalancılık, kovuculuk, şaklabanlık ve palavracılık gibi ahhlkla alakah konular konuşulmuştur. Arap komutanının verdiği cevablar, bakanın, dolayısiyle Türklerin adet ve an'ane, törelerine aynen uygun geldiği, hakanın "çok iyi, çok güzel bir tedbir" denemesinden anlaşılmaktadır. Sonunda da "bunlarla kalbime bir kaygı 2

"Nice şeyler vardır ki, siz istemediginiz halde, onlar sizin için hayırhdır. Nice şeler vardır ki, onları siz istediginiz halde hakkınızda fenadır" (Kur'an, 1 1 /2 1 6). 3 Cahiz, Hilafet Ordusu nun Menkibeleri ve Tü rklerin Faziletleri, Tercüme: R. Şeşen, Ankara, 1 967, s. 86-89. Daha evvel bir Türk hakanı ile bir İran Şahının konuşmasını gören biri, "Hakanın dili, Şahın vücudu oynuyordu" demiştir.


TIJrk 'iJn Sosyo-Ekonomik Tarihi

229

attın" demek suretiyle, hem İslfuniyet'e karşı yumuşadığını, hem de Türkler İslam dinini tetkik ettikten ve törelerine uygun bulduktan sonra kabul ettiler, düşüncesini en güzel şekilde teyit etmektedir. 4.

TÜRKLEKİN MÜSLÜMAN OLMASI İLAHi BİR

EMiRDİR

Yukarıda Allah'ın, "benim bir ordum vardır. Adını Türk koydum. Doğuya yerleştidim. Yolundan sapan bir kavim olursa, ordumu onların üzerine sa/arım" dediğini kaydetmiştik. Uzun bir tarihi dönüm ve tarihi oluşum içinde Türklerin yaşantılarına karekterlerine, doğudan batıya olan göçlerine, savaşiarına ve nihayet Müslüman oluşlarına dikkat edilirse, Türklerin bir gün Müslüman olacağına dair ve Türklerin Müslüman olacağı ezelde takdir edildiğine dair bazı kayıtlara tesadüf edilmektedir. Bu kayıtlara bakılırsa, şu yada bu nedenle Türklerin bir gün Müslüman olacağı Allah tarafından ezelde istenmiş, karar verilmiş ve takdir edilmiştir, tetbir ile bozulmaz. Olacak olan olmuştur. ı Hz. Peygamber' in şu hadislerine bakalım: "Allah 'ın ihsanlarını elinden önce Türkler alacaktır. Kur 'anı ezberlemek ve Kur 'an ilmini yapmak " "On kısım bülünmüştür. Dokuzu Türklere verilmiştir. Ümmetimin idaresi sonunda Türklerin eline geçecektir. " "İstanbul 1 Buna itiraz edecekler olabilir. Bunu ancak, "AIIah ' ın izni ve emri olmadan, karıncanın kanadını oynatamıyacagına" inananların anlaması mUmkUndUr. Allah bir şeyin olmasını murad edince sebeblerini hazırlar ve o şey olur.


230

Dr. Tahsin Ona/

fethedilecektir. İstanbul 'u fetheden komutan ne büyük komutandır. Asker ne büyük askerdir. " "Türkçeyi öğreniniz. Çünkü Türklerin eğemenliği uzun sürecektir. "1 "Türkler Arapları yine çöle süreceklerdir. "2 "Asyadaki Türkler, Avrupa içlerine kadar i/erliyecek/erdir. "3 Bu hadisler, Türklerin tarih içindeki oluşumunu izah etmiyor mu?. Hatta Kur'anda bahsedilen, "İskender-i Zulkameyn'in" savaştan, savaşlarının yönü ve istikameti dikkatle incelenir ve Oğuzhan Destanı ile karşılaştınlırsa, İskender-i Zulkameyn' in, Makedonya Kralı İskender değil; Hunların Hakanı, Mete Han (Oğuz Han) olduğu hakikatı anlaşılır. Hz. Peygamberin bu görüşlerinde Türklerin bir yandan Sasanileri, bir yandan Bizans' ı yıpratmalarının önemli bir yeri vardır. Bunları bilen ve ileriyi gören Hz. Peygamber'in, böyle konuşmuş olması muhtemel ve mümkündür.

Türklerin bir milli karekıeri vardır. "Türkler barışta kuzu, savaşta aslan gibidirler", denilir. Türklerin Müslüman oluşları ve İslam aleminde oynarlıkları askeri, siyasi ve kültürel rol göz önüne getirilirse, Kur'an da millet ismi bahsedilmemekle beraber, anlatılanların Türkler olduğuna muhakkak nazarıyla bakılabilir: "Ey Müslüman/ar, sizden dininden dönenierin yerine, Allah yakında bir kavmi Müslüman edecektir. Onlar Müslümanlara ve dost/arına 1 K. Mahmud, Divan-ı Lugat-ı Türk, 1 /3. 2 C. Brokelman, istim Milletleri Ve Devletleri Tarihi, Tercüme: N. Çagatay, Ankara, 1 964, 1 / 1 20. 3 Hz. Peygamberin Türklerle münasebeti olmamıştır. Türkleri tanımamışiır. Dolayısıyla, "bu hadisler uydurmadır" diyenler olabilir. Bunlara cevabı yine Türk tarihi varmektedir. Türklerin tarihi, ticari ve sosyal nedenlerle ilk çaglardan beri Önasya'ya geldikleri malfımdur.


TIJrk 'lln Sosyo-Ekonomik Tarihi

231

karşı mütevazi ve kuzu gibi munıs, fakat /c4.fir/ere, düşmalarına karşı kavi ve aslan gibi haşindir/er. Onlar Allah 'ı, Allah da onları sever onlar Allah yolunda savaşır/ar. Kimsenin kavminden korkmazlar. Bu Allah 'ın bir fazb 1'e lcerimidir. "1 Acaba bu kavim kimdir? Türk'ün karekterine ve tarihte islam aleminde oynadığı role bakılırsa, bu Türk'ten başka bir kavim olmasa gerektir. "Ey mürninler Allah yolunda savaşa kalkınız ve savaşınız denildiği zaman savaşa çıkmazsanız, Allah hem sizi cezalandırır hem de sizin yerinize, sizden olmayan başka bir kavmi, Müslüman yaparak getirir. Sizi onunla değiştirir. Sizin yapaca§ınızı ona yal?tırır. O kavim Allah 'ın emirlerini yerine getirir" . Bu kavim, Islam aleminde Allah'ın emirlerini en çok yerine getiren olarak isim zikredilmemekle beraber Türkler olsa gerektir. "Ey Müminler, eğer siz Allah 'a itaat etmez, yüz çevirirseniz, Allah sizden (Arap/ardan) olmayan başka bir kavmi getirir. (Müslüman yapar). Onlar sizin gibi değildir. "3 Bu ayet, bundan evvelki ayeti teyit etmektedir. Aniatılmak istenilen kavim her halde Türklerdir. Hele şu ayete bakınız: "Hüdeybiye savaşına gitmeyen Araplara de ki, siz (ileride) şecaat ve şiddet sahibi savaşcı bir kavim/e savaşacaksınız. Siz (o kavim/e de) savaşa davet o/unacaksımz. (Fakat o) savaşcı kavim Müslüman o/acaktır.'.4 Bu ayet, Kur'an'da bahsedilen bu kavmin Türkler olduğunda şek ve şüphe bırakmamaktadır. Hasılı hadislerin ve ayetterin ifadesinden açıkca anlaşılıyor ki, Türklerin bir gün şu yada bu nedenle 1 Kur'an. Maide S. A. 57-59. 2 Kur'an, Tevbe S.A. 39-4 1 . 3 Kur'an, Muhammet S . A. 38. 4 H. B. Çantay, Kur'an, Fatiha S. A. 16. Türkçe Kur'an, İstanbul, 1 926, Fatiha S.A. 1 3 - 1 7.


232

Dr. Tahsin Ünal

Müslüman olacaklan ezelde kararlaştırılmış, ilahi bir emirdir. Sebepler hazırlanmış, vakti (zamanı) gelince Türkler Müslüman olmuşlardır. İslamiyeti kabul ederek, Müslüman olan Türkler İslam alemine girmişler; 1 040'tan itibaren İslam aleminin askeri, ilmi siyasi ve mülki idaresini ellerine almışlardır. Hem İslam alemini, dahili ve harici büyük tehlikelerden korumuşlar, hem İslamiyeti, Orta Avrupa'ya kadar yaymışlar, hem de İslam dini ile kendilerinin milli bekalannı bu güne kadar korumak imkanını temin etmişlerdir. Kur'an'daki bu ayetler, bu hadisler, sonradan söylenmiş sözler dahi olsa, insan üzerindeki psikolojik etkisi önemlidir. Ahbarü't-Devlet-i Selçukiyye'de bahsedilen İmam Buhari 'nin Alp Arslan'a, Feridun Bey Münşeatı'nda bahsedilen "İstanbul fethedilecektir" sözleri birer müjde haberidir. Bunlann komutan ve askerlerin moralini nasıl güçlendirdiği izah edilemez.

5. OLAYLAR AVETLERİ DOG RULUYOR Şu olaylar, bir yandan hadis ve ayetlerde anlatılanları, bir yandan da Türklerin İslamiyet'e nasıl sanldıklarını izah etmesi bakımından büyük önem taşımaktadır. Dandanakan Meydan Muharebesi'nde Gazne Sultanı Sultan Mesut'u yenen Tuğrul Bey, Halifeye elçi ile beraber gönderdiği, "ok ve yay"dan müteşekkil "tuğralı" mektubunda, "biz Oğuz Han neslindeniz. Padişah oğluyuz. Gazne Sultanları ise köle oğludur. Bu itibarla İslam saltanatı onların değil bizim olması gerekir" diyor ve saltanatın kendisine verilmesini istiyordu. Dandanakan' dan sonra kalkıp Tuğrul Bey Hamedan'a geldi. Burada Tuğrul beyi, şehrin ileri gelenleri ve evliyalardan bazı kimseler karşıladılar. Tuğrul Bey,


TIJrk 'tın Sosyo-Ekonomik Tarihi

233

kendisini karşılamaya gelenlere yaklaşınca atından indi. Evliyarlan Baba Tahir'in eini öptü. Baba Tahir, "Ey Türk oğlu, Müslümanlara ne yapmak istiyorsunuz?" Diye sordu. Tuğrul Bey, "Kur 'an neyi emrediyorsa onu yapacağım. Aynca sizin de bir emriniz varsa onu da yapmak isterim." dedi. "

"Bu Kur 'an 'ın emridir. Biz de öyle muamele edeceğiz

"Allah, Müslümanlara adaletle muamele edilmesini, buyuruyor. Siz de öyle yapınız."

Bunun üzerine Baba Tahir, elinde tuttuğu bir abdest bardağını Tuğrul Bey'e uzatarak, "bu bardağı sizin elinize verdiğim gibi dünya ülkelerini de sizin elinize verdim. Müslümanlara adaletle muamele ediniz" dedi. Böylece Oğuz Hana Akıl Hoca (Dedekorkut) tarafından nasıl dünya hakimiyeti ve insanları iyi bir düzenle idare etmesi verilmişse, Baba Tahir tarafından da, Kur'an ahkfunına göre, dünyanın ve insanların idaresi de, Tuğrul Bey'e (Selçuklulara) verilmiş ve islam aleminin maddi yanının sembolü olan saltanatın kendisine verildiği müjdelenrniştir. Şeyh Edihali 'nin gördüğü rüyadan sonra, "saltanat bunların olacak. bunların ünü dünyayı tutacak," diyerek, Malhatun' u, Osman Bey' e vermesi de bunu başka bir izah tarzıdır. Dandanakan' dan sonra Türkler kalabalık karıncalar gibi batıya akınaya ve bazı yerlerde Müslümanlara zarar vermeye başlayınca Halife, Tuğrul Bey'e mektup yazmış ve Müslümanlara zarar verilmemesini istemişti. Tuğrul Bey "Benim millelim pek kalabalıktır. Belli bir mıntıkaya sığmaz.


234

Dr. Tahsin Ünal

Bu bir seldir önünde durulmaz. Ama bu sel, İslam alemine değil, Hırıstiyan alemine (Bizans 'a) akıtılacaktır, " diye cevap vermiştir. 1

Tu!rul Bey 1055'te Halifeye mektup yazdı: "Eğer izniniz olursa Bağdat 'a gelmek, Şii Büveyh oğulları ile Mısırdaki Şii Fatimi/erin zulmünü Müslümanlar üzerinden kaldırmak, İslam alemine Hac yollarını açmak. varıp Hazreti Muhammed 'in türbesine yüz sürmek, bizzat İslam 'ın farzını yerine getirmek için hac etmek isterim," dedi. Bizzat halifeyi ve İslam alemini Şii baskısından kurtarmak için Halifeden izin istedi, istediği izin verilince Bağdat'a geldi. Halife özel bir merasimle Tuğrul Bey' e,

a. Kılıç kuşattı. b. Onu doğunun ve batının (dünyanın) Sultanı ilan etti. c. Ona Rükneddin (dinin temeli) ünvanını verdi. ç. Bu ünvana, Kasım Emirü'l- Mü'minin (Halifenin ortağı) ünvanını ilave etti. Böylece Baba Tahir'in müjdesi hakikat oldu. İslam aleminin idaresini Türkler ellerine aldılar. Selçuklular Halifeyi ve Halifeliği himayeleri altına almış oldular. Bu himaye ve bu idare 1 055'ten 1 920'ye kadar 865 sene devam etti. Bir aralık birleşmekle beraber saltanat 1

ibn-UI Esir, 1 1 1 80.


TIJrk 'IJn Sosyo-Ekonomik Tarihi

235

ayn, hilafet ayn yaşadı. Hana Halifenin masrafları, Sultanların ayırdıkiarı tahsilatta karşılanıyordu. Tuğrul Bey Halifenin kızı ile evlendi. Düğün hatırası olarak hastınlan madolyonun bir yüzünde kendisinin, bir yüzünde Halifenin isimleri yazılı idi. 1 Büyük Selçuklu Sultanlan hana Osmanlı Padişahlan, dinlerinde ve İcraatlarında samimi insanlardı. Haftada iki gün oruç tutan Tuğrul Bey, "Kendime bir saray yaptırırlee n, yanında bir cami yaptırmazsam Allah 'tan korkar ve Peygamberden utanırım" derdi. Alpaslan ise, "biz temiz Müslümanlarız. İslam yolunda başka yol bilmeyiz. Bu sebeplerdir ki Allah, Türkleri aziz yaptı" demekte idi. Melikşah, "biz, Nizarniye Medresesini bir mezhebi kurmak ve yüceltmek için değil, hakiki ilmi yükseltmek ve hakim kılmak için yaptık. Biz mezhepler dolayısıyla Müslümanlar arasında te.frika istemiyoruz" demiştir? Aynı hali Osmanlılarda özellikle ilk padişahlann tutumunda görmek mümkündür.

6. M Ü SL Ü MAN OLUŞUN EKONOMİK SEBEPLERİ .

75 1 'de yapılan Talas Savaşı'ndan sanra, artık tüm Batı Türkistan, yani Maveraünnehir, Aral gölü mıntıkası, Harzem ve Horasan, Müslüman Arapların eline geçti. Dolayısıyla Batı Türkistan'daki yerli Türklerle, Müslümanlar arasında daha sıkı ekonomik temaslar başadı. Ekonomik temaslan dış ticaret temasları, iç ticaret temaslan ve pazar temaslan olmak üzere aynmak mümkündür.

1

O. Turan, Selçuklular Tarihi, T.K.A. EnstitOsU yayınları, Ankara, 1 966, s. 93, 95. 2 O. Turan, TOrk Cihan Hakimiyeti MefkOresi Tarihi, istanbul, 1 969, s. 1 88 vd.


236

Dr. Tahsin Ünal

a. Dış Ticaret Temasları 650'den önce Önasya ekonomik ağırlık merkezi güneyde Akdeniz sahillerinde değil, kuzeyde Karadeniz sahillerinde ve özellikle Bizans mıntıkalannda bulunuyordu. Bu yolla Avrupa ile, diğer bir ifade ile Hıristiyan alemi ile ekonomik temasta bulunuluyordu. Fakat 650-75 1 döneminde ise İspanya'dan Altayiara ve Hindistan'a kadar uzanan koca bir Müslüman İmparatorluğu kurulmuş. dolayısıyla ekonomik ağırlık merkezler kuzeyden güneye yani Akdeniz sahillerine, İskenderun, Beyrut ve İskenderiye sahillerine kaymıştır. İslam dinini kabul etmekle maddi menfaat ümit edenler, Müslüman oldular. Böylece Arap eğemenliği altındaki yerli tüccarlar arasında İslam olanlar olduğu ve Türkler arasında İslamiyet yayılmaya başladığı gibi; İslamiyet'in sınırları dışında İslam Türk tüccarlan arasında İslam olanlar olmuştur. Bunlar vasıtasıyla, azda olsa, İslamiyet, Doğu Türkistan Türkleri arasında yayılmaya başlamıştır. Buralara İslamiyet'in faziletleri yayı lmıştır.

b. İç Ticaret Temasları Dış ticaret temaslarında, toplumdan ve ekonomiden gelen bir baskı olmadığı gibi siyasi hürriyetini kaybetmiş olmaktan gelen, bir baskı ve zorunluk da yoktu. Fakat siyasi hürriyetini kaybetmiş ve İslam eğemenliği altına girmiş olan yerli Türk tüccarlan üzerinde bir yandan toplumdan gelen


Türk 'Qn Sosvo-Ekonomik Tarihi

237

(Müslümanlar arasında Şaman bir Türk tüccarı, Müslümanlar arasında bir Hıristiyan tüccarı muamelesi görüyordu) bir baskının bir yandan ekonomiden gelen (çoğunlukla Müslüman tüccarları birbiriyle ticaret ediyorlardı). Bir baskının altında kaldıklan gibi; bir yandan da vergi (vergide Müslümanlarla, Müslüman olmıyanlar farklı olduğundan) baskısı altında bulunuyorlardı. Müslümantarla ve Müslümanlığın faziletleriyle daha çok temas eden, İslamiyet' i daha yakından tetkik etme imkanı bulan ve onun etkisi altında kalan, yerli tüccarlar ve bunların çoluk çocuğu ve akrabalan İslamiyet'i kabul ediyorlardı. 75 1 'den sonra Batı Türkistan'da birdenbire büyük bir ekonomik sosyal ve kültürel gelişme oldu. Birçok kalabalık ticaret ve kültür merkezleri teşekkül etti. Bu kültür merkezlerinde, herbiri bir otorite olan hukukçular, hadisciler, tefsirciler, matematikçiler, doktorlar yetişti . Bu ilim adamları çevrelerini kuvvetle etkeleri altına alıyorlar, İslam 'ın cihat, ahlak ve fazilet ilkeleri ile aleme yeni düzenler veriyorlardı. Türkler, ekonomik ve toplumsal baskılardan başka bilginierin etkisi altında kalarak da Müslüman oluyorlardı. Hatta aşağıda da görüleceği gibi çocuklarını da Şaman okullarından alıp Medreselere gönderiyorlardı .

c. Pazar Temaslan Kuvvetle muhtemeldir ki, Türkler iç ve dış ticari temaslardan daha çok, pazar temaslarıyle Müslüman olmuşlardır. Çünkü 75 1 'den sonra Müslüman Araplarla, Müslüman olmayan Türkler daha çok karışmışlar ve iç içe girmişlerdir. İslamiyet' le daha yakından temas etmek


238

Dr. Tahsin Ona/

İslamiyet'in ahlak ve faziletlerini daha yakından görmek imkanını bulmuşlardır. Günlük ihtiyacını temin etmek için pazara çıkan Türkler, çarşıda, pazarda, manavda, bakkalda, çarşıdaki küçük sanatkarlar (terzi, berber, tamirci vb.) ve manifaturacı ile alış veriş ettiği zaman Müslümaniann aldatılmadığını fahiş fiyat istemediğini, çürük mal vermediğini, yalan söylemediğini, metresini doğru ölçüp, terazisini doğru tarttığını, komşusunu gözettiğini ve bunlann İslam dininin ahlak ve faziletinden geldiğini görüyordu. Hatalı hareket edenlerin müşteriyi ve toplwnu adatınaya ve edenlerin sömürmeye yeltenenlerin. sahtekarlık cezalandınldıklarını görüyorlardı. Bunlar İslamiyet sınırlan içinde kalmış olan halkı İslamiyet'e cezbediyordu. Dolayısıyla bir çok Türkler Müslüman oluyorlardı. Bunun en bariz ahlaki örneklerini "ahi/ik" örgütünde görmek mümkündür. ç.

Vergi Temaslan

Emevi Halifelerinden Ömer Bin Alıdulaziz (7 1 7-720), Horasan Valisi Cerrah'a, Müslüman olanlardan Cizye vergisinin alınmamasını emretmişti. Cerrah bu emre, "Cizye vergisi vermemek için Müslüman olup Camiye geliyorlar fakat sünnet olmuyorlar" diye cevap verince Halife, "Allah Hz. Muhammed'i insanları dine davet etmek için gönderdi, sünnet etmek için değil. 1 Bu gün onlar Müslüman olurlar yann da kendiliklerinden sünnet olurlar" dedi. Böylece halkı İshimiyet'e alıştıra alıştıra yaklaştırmak ve İslamiyet'i kabul

1

Taberi, l 1 /354.


Tllrk 'lln Sosyo-Ekonomik Tarihi

239

ettirmek yolunu tuttu.2 Bunun Türklerin Müslüman olmasında büyük rolü oldu. Bu nedenle Müslümanlığı kabul eden askerleri ve komutanları Türk beylerinin tarkanlannı Türk Şehzadelerini, hatta Türk bilginlerini, annesi Türk olan Halife Mutasım (833-842) Batıya çekti. Bunlardan mesela, Cürcanlı Tekin oğulları gibi bir kısmına devlet mekanizmasında idarecilik verdi. Bir kısmından bir Türk ordusu muhafız birliği kurdu. Samerra garnizonunu yaparak, öteki askeri birliklerden ayrı tuttu. Bir kısmına mevkii ve riltbe verdi. Bir kısmını da Bağdat civarında çiftlikler vererek Irak'ta yerleştirdi? Böylece İslamiyet'in Türkler arasında gelişmesini temin etti ve kolaylaştırdı.

7 . M ÜSLÜ MAN OLUŞUN SOSYAL SEBEPLERİ Türklerin Müslüman olmasına zemin hazırlayan sosyal sebepleri şöyle sıralamak mümkündür: a. Türklerin sosyal nedenlerle Müslüman olması pek çeşididir. Aynı yollarda gidip gelen tüccarlann birbirini etkilemesi, aynı pazarda ve dükkaniarda halkın alışveriş etmesi, Müslümaniarta Müslüman olmayaniann aynı ticaret, sanayi ve kültür merkezlerinde oturmaları, aynı mahallede, anı sokakta komşuluk etmeleri, dolayısıyla birbirlerini sevip dostluk ve arkadaşlık kurmaları zamanla kız alıp vermek suretiyle kan bağı olup, kanşıp kaynaşmalan sosyal nedenlerle İslam dinini kabul etmelinnin başında gelir. Bütün bu sosyal oluşumlar, tarafları birbirine yaklaştırmış ve bir kısım Türkler Müslüman olmuşlardır. 2 O.Turan, Aynı eser, s. 1 44.


240

Dr. Tahsin Ünal

b. Yukanda "Toplumun Yapısı" bahsinde görüldüğü gibi Türk toplumu, asiller, askerler, burjuvalar, halk (köylüler, esirler) olmak üzere sınıflara aynlmış vaziyette idi. Türkler arasında İslam sosyal adalet ve eşitlik anlayışına çok yakın bir sosyal adalet ve eşitlik anlayışı olmakla beraber, İslamiyet, şamanlar veya ruhhanlar da dahil olmak üzere, toplum içinde sınıf farkı kabul etmiyordu. Hangi sınıftan olursa olsun tüm insanlar Allah katında ve kanun karşısında eşit kabul ediliyordu. Allah'a en yakın adamı, toplum içinde imtiyazlı ve muteber adam kabul ediyordu. İslamiyet' in bu fazileti; vergi verecek durumda olmayanları, esirleri, (köleler), toplum içinde magdur duruma düşmüş olanları, haksızlığa ve zulme uğrayanları Müslüman olmaya sevk etmiştir. Bu arada kendileri Müslüman olmadığı halde kabilesindeki bazı kimselerin Müslüman olduğunu gören ve bunu toleransla kabul edemeyen bazı Türk beylerinin halkına baskı, işkence ve zulum yapması da, bazı Türk kabilelerinin, kendi ülkelerinden Müslüman ülkelerine göç etmelerine ve orada Müslüman olmalarına sebep olmuştur. Selçukluların mensub olduğu Kınıkların, Hazar Hakanından gördükleri fena muameleden sonra Cent Şehri 'ne geldikleri ve buradan İslam ülkelerine gelmeleri, Farabi'nin (Öl. 950) mensub olduğu Oğuz (Karluk) kabilesinin de başlarındaki tarhandan gördükleri fena muameleden sonra Sütkent'e gelerek burada yerleşip Müslüman olmalan bunun delilidir. c. Eski Türklerde, yaygın olmamakla beraber birden fazla kadınla evlenmek vardı. Oğuz Han Destanı'nda, Oğuz Han'ın iki kadınla evlendiği ve üçerden altı oğlu olduğu


Tllrk 'ün Sosvo-EkontJmik Tarihi

24 1

malılmdur. Keza eski Türklerde, özellikle kalabalık aileden de (kabile ve boy içinde ) erkek kardeşlerden biri öldüğü zaman, dul karısı ile öteki kardeşin evlenmesi teyze zadelerin, amcazadelerin, dayı, hala çocuklarını birbirleriyle. evlenmesi vardı ve bu ailenin dağılmaması, malın parçalnmaması, çocukların öksüz ve hamisiz kalmaması için meşru ve mübah sayılmakta idi. Gaye, ekonomik ve sosyal olduktan başka dul kadını korumak ve ailenin devamını sağlamaktır. ' İslamiyet'te de "teaddüd ü zevcad"ın bulunduğu ve bunun, bazı kayıtlar ve şartlarla Kur'an'ın emri olduğu mah1mdur. Allah'ın Kitabında; "ana ve babanızla akrabalarınızdan sevğinizi kesmeyiniz. 2 Yelimieri himaye ediniz. Mallarını yemeyiniz ve büyüdükleri zaman veriniz. 3 Adaletle muamele edecekseniz, iki üç ve dört kadınla nikah ile evleniniz. Eğer adaletle muamele edemezseniz bir kadınla iktifa ediniz. 4 Kadınlara güzel ve tatlı söz söyleyiniz" deniliyordu. Görülüyor ki, Türklerin akılla buldukları aileye ait sosyal kurallar ile Kur'an'daki ilahi emirler arasında büyük bir benzerlik vardır. Bu benzerlik Türklerin Müslüman olmasını sağlamıştır. 5 ç. Eski Türklerde zina ağır cezalarla cezalandırılırdı. Zira evli bir kadını ırzına geçen erkek ölüm cezasına mahkum edilirdi. Zorla bakire bir kızın ırzına geçen bekar bir erkek. 1 S. Maksudi Arsal, Türk Tarihi ve Hukuk, istanbu l, 1 947, s. 337. 2 Kur'an, Nisa S.A. 1 . 3 Kur'an, Nisa S.A. 2-5 4 Kur'an. Nisa S.A. 5, 1 27, 1 28. s Hz. Peygamberin de 4 kadınla evlendiği maiCımdur. Kur'an'ca bahsedilen "adaletle muamele", kadınlar arasında eşit beslenme, giyinme eşit iş, eşit yaşantı, eşit muamele, hatta eşit sevgi ve saygıdır.


242

Dr. Tahsin Ona/

kızla evlenıneye mecbur edilirdi. Fakat, zinadan dolayı idam cezası nadiren tatbik edilirdi. Çünkü Türk kadınlan haya, izzet ve İsmet sahibiydiler. Zinaya tevessül etmezlerdi. Yaşantılannda buna milsade etmez ve imkan vermezdi. Türk kadınlan erkekleriyle beraber, savaşırlar, ok atarlar ve kılıç kullanırlardı. Hunlar Şansulann merkez şehirlerini muhasara ettikleri zaman saray kadınları da müdafaaya iştirak etmişlerdi. 1 Aynı tutum ve davranışlar, kadına verilen serbesti ve hürriyet İslam ülkeleri ile beraber Müslüman Arap yaşantısında mevcut idi. Başta Hz. Peygamber olduğu halde nice Arap komutanlannın aileleriyle beraber savaşlara gittikleri, Arap kadınlarının savaşa katıldıklan, hastabakıcılık ettikleri tarihlerde yazılıdır. Hz. Muaviye'nin annesi Naile Hanımın, Hz. Osman'ın kanından davacı olması, Hz. Ayşe'nin, Hz. Ali'nin Hilafetini tanımayarak onunla savaşması ve Cemel V akası, malfimdur. Bunlar Müslaman Arap kadınlannın siyasi ve askeri selahiyetlere sahip oludğunun ömekleridir. Keza Şaire Hansa Hanım Kadisiye Savaşına iştirak etmiş ve dört oğluna da İslamiyet uğrunda savaşırken şehit olmalannı tavsiye etmiştir. Muharebe meydanında yarlı ve hastalann tedavisi ıçın bir çok kadınların geri hizmetlerde çalıştıklan bilinmektedir. Hz. Reşid'in annesi Hayzeran Hanımla, kansı Zübeyde Hanım da zamanlarında siyasi vukuata katılmışlardır. İslamda ve İslam olmadan önce Türklerde 1 Franz Altheim, Tiirkler ve islamiyet, İstanbul, 1 952, s. 4 1 . TOrk kadınlarının toplum içindeki yaşantıianna ve kocalarına sadakatiarına yukanda "TOrklerde Aile ve Kadın" bahsinde izahat verildi.


Tilrk 'iln Sosyo-Ekonomik Tarihi

243

kadının ekononik, sosyal, hukuki, siyasi ve askeri sahalardaki bu statüterindeki benzeyiş Türklerin İslam olmasının en önemli nedenlerinden biri olmuştur. İslam olmadan önce Türk kadınlannda ve İslamiyetİn ilk devirlerinde Müslüman kadınlannda peçe ve çarşaf yoktu. Yüzleri açıktı. Osmanlı İmparatorluğu döneminde ve bugün köylerimizde kadınlar yüzlerini örtmezlerdi. Yüz örtrnek adedi, sonradan ortaya çıktı. Kararnanoğlu Alaaddin Bey'in ordulanndan kaçan Harnitoğlu kadınları, Bursa'ya Murad Hüdavendiğara sığındılar. Kadınlann çoğu pek güzel olduklanndan erkekler durup bu güzel kadınlara bakarlardı. Bilginler, erkekleri baştan çıkaran bu güzel kadıniann yüzlerini örtmelerini emrettiler. Fakat yüz örtme öteki kadınlann da hoşuna gitti. Onlar da yüzlerini örttüler. Aslında bu hareket" bir yanlış yol 1 (Bit'at) idi." Türkler İslam olmadan önce olduğu gibi İslam olduktan sonra da, kadınlar erkekten kaçmazdı. Eve gelen misafıri, kocası olmadan da kabul eder, hürmet, itibar eder ve ağırladdı. XIV ncü asırcia Anadolu'yu dolaşan İbn-i Batuta, "Hangi eve misafir osak, kadınlarda gelir, halimizi ve hatırımızı sorardı. Yüzleri açıktı. Giderken de lark yıllık ahbabımız gibi bizi uğurluyorlardı. Kayseri 'de A laaddin Ertena Bey 'in, İznik 'te Orhan Bey 'in aileleri ile bizzat konuştum" diyor.2 Gerek Melami ve gerekse Bektaşi Tarikatlannda kadın erkek kaç göçü yoktur. Kadınlardan askeri birlikler Bacıyan-ı Rumlar teşkil edilmiştir. Bütün bunlar İslamiyet' i kabul etmeden önce olduğu gibi İslamiyet' i 1 Şikari Tarihi. s. ı ı 3 . 2 İbn-i Batuta, Seyehatname, s . 3 ı O.


244

Dr. Tahsin Ünal

kabul ettikten sonrada, XIV ncü asra kadar kadıniann peçe ve çarşafla yüzlerini örtmedikerini, yüzlerinin açık olduğunu izah etmeye kafidir sanınm. Bu da Türklerin Müslüman olmasını sağlayan bir sebep oldu. Türklerde, fuhuş ve zina toplumca büyük suçlardan olduğu için, ağır cezatarla cezalandınlıyordu. Bu, Sulu Hakanın, "zina edene ne ceza verirsiniz?" Suatine Cüneyd' in verdiği cevabı, "cidden büyük bir tedbirdir." Diye karşılaması)ıla da sabittir. Demek ki, Türklerde fuhuş edene ve zina yapana aynı cezalan veriyorlardı. Hatta, bu suçlara verilen cezalan Sulu Hakan, kendilerinin törelere göre verdikleri cezalardan daha üstün bulmuş ve "cidden büyük bir tedbirdir," demiştir. Çünkü Kur'andaki, "fuhuş etmeyiniz çünkü bunda hayat vardır. Fuhuş edenlere eziyet ediniz cezalandırınız, recmediniz, kadınların zorla ırzına geçmeyiniz" 1 gibi ilahi emirlerin üstünde, daha güçlü emirler olmazdı. Bu da Türklerin Müslüman olmasını sağlayan başka bir sosyal sebep olmuştur. d. Türklerde ordunun kutsalhğı ve savaşın önemi, bu konularda ne kadar titiz davrandığı yukanda. "Ordu" bahsinde izah edildi. Orduya ve savaşa bu kadar önem veren Türkler, 650 tarihinden tibaren orduya ve savaşa önem veren İslamiyet ile temasa geldi. Uzun te..mas ve tetkiklerden sonra Türkler anladılar ki, İslamiyet de orduya ve savaşa önem vermetedir. Kur'an'da, "savaşınız, çünkü burada hf!{at vardır. Ondan hoşlanmazsınız ama savaş size farz kılındı. 1 Y .Öztuna, Tilrkiye Tarihi, İstanbul, 1 963/2 ı 1 . 2 Kur' an, Bakara S. A. 2 ı 6, ı 9 1 , ı 92, 63, 94 vb.


TOrk 'On Sosyo-Ekonomik Tarihi

245

"Alet ve silah hazırlayarak, daima savaş hazır olunuz. Savaş başlayınca, bölük bölük, yahut hefiniz birden bir kitle halinde düşmana hücüm ediniz." "Savaşın şiddetine, mahrumiyet ve meşakkatine alışımz ve sabredeniz ki, felôha eriniz. "3 "Savaş esnasında sizden sabreden 20 kişi, düşmandan 200 kişiye, sizden 1 00 kişi, düşmandan 1 000 kişiye galebe çalar.'"' deniliyordu. Kur'anda bulunan savaşa ait daha yüzlerce Ayet, Türklerin muhariplik ruhuna, tabyetik düşünce ve kurallanna pey uygun geliyordu. Daha önce "hürriyeti kısıtlıyor" diye Hıristiyanlığı, "savaş ruhunu öldürüyor" diye Budizmi kabul etmeyen Türkler, İslamiyet'i büyük bir şevk ve heyecanla kabul etmişlerdir. Hatta İslamiyet Türklerin sosyal adalet ve eşitlik kurallanna ekonomik ve sosyal düzenlerine askerlik ve savaş ruhianna yeni bir dinamizm getirmiştir. Bu dinamizle, Müslüman Türkler İslamiyet'i Hıristiyan Bizans ve Haçlı seferlerinin büyük tehlikelerinden korumuşlar, hatta mukabil taarlruz arla islamiyet'i Viyana önlerine kadar götürüp yaymışlardır.

8. MÜ SLÜMAN OLMANIN KÜ LTÜ REL SEBEPLERİ İslamiyet'ten önce ve çok eski devirlerden beri Türklerin kendilerine has fakat, komşulanndan üstün bir kültürleri vardı. Bahsedilen Türk kültürünün · kaynaklan yani okullan vardı. Çok eski tarihlerden başlamak şartiyle, İslamiyet'e

2

Kur'an, Nisa S. A. 67, 68, 7 1 , 74, 75, 76, 84 Kur'an, Ali İmran S. A. 200. 4 Kur'an, İnfal S. A. 5- 1 0, 1 5, 20 ,66, 67. 3


246

Dr. Tahsin Ona/

gelinciye kadar Türk okullan, genel olarak başlıca üç kısımdan ibaretti. Bunlar, A. Mabetierin yanında açılmış olan okullardı. Bu okullarda hak çocuklanna okuma, yazma, dini bilgiler, ilahiler, hesap yapma, defter tutma (muhasebecilik), katiplikten başka, tanıncılığa ve hayvancılığa ait bilgiler ö�tiliyordu. Bu okullar da rahibler. Şamanlar, hocalık ediyorlardı. B. Kışla ve karargahiarda açılmış askeri okullar vardı. Burada asker olanlara, dini eğitimle beraber, askeri egitim ve öğretim yapılıyordu. Taamız, müdafaa, geri çekilme, baskın savaştan, binicilik, ok, kılıç ve kalkan egitimi yapılıyordu. Ordunun askerleri halk çocuklanndan, subayları ise soydan gelen asiilere katılmış olan kılıç asilleri idi. C. Saraylarda da okullar vardı. Saray okullan denilen bu okullarda, Hakaniann çocuklan (Şehzadeler) vezirlerin ve üst rütbeli komutaniann ve asillerin çocuklan okuyorladı. Saray okullannda da dini eğitimle beraber devlet sevk idaresi, ordu sevk ve idaresi, tarih co�fya ve savaş bilgileri veriliyordu. 1 İshimiyet'ten sonra özellikle 750-950 döneminde Batı Türkistan, Müslüman Araplann eline geçince buralardaki saray okullan ile askeri okullar (çünkü Türk devleti ve ordusu yoktu artık) kapatılmış oldugundan yalnız mabetierin yanındaki halk çocuklannın eğitim ve öğretim gördükleri okullar, kalmıştı. Şekil olarak, camiierin yanında açılan medreseler ile mabetierin (kiliselerin) yanında açılan okullar birbirine benziyordu.

1

O. Turan, Aynı eser,

s.

1 43.


Tiirk 'lin Sosvo-Ekonomik Tarihi

247

Yukarda da bahsedildiği gibi İslamiyet yer yer, mıntıka mıntıka Türkler tarafından kabul edldikçe dün çocuğunu kilisedeki okula gönderen bir Türk aile reisi bugün, çocuğunu Caminin yanındaki medreseye göndermeye başladı. Dolayısiyle zamanla medrese öteki okulların yerine kaim oldu. Mabet (Kilise) okulları faaliyetten mahrum kaldı ve yıkılıp harap oldu. Bu harebeler üzerinde medreseler yükseldi. Belh, Semerkant, Hive, Taşkent, Buhara Cürcan gibi büyük kültür merkezleri teşekkül etti. 750'den itibaren İslam ülkelerine dahil olan, İslamiyet'i kaul eden, çocuklarını medreselere gönderen Türk ailelerinin çocukları da yetişmeye ve bilimsel sahada isim yaparak, şöhret olmaya başladılar. Evvelce Müslüman olup veya İranlı aydınların etkisiyle Müslüman olan Türkler şimdi kendi çocuklarının arkarabalarının etkisiyle, daha çok Müslüman olmaya başadılar. 750-850 döneminde medreselerde yetişen ve bilimsel sahada meşhur olan, İslam ilmine katkıda bulunan, Türk çocuklarından bazıları şunlardır: Tefsir, Fakıh ve Hadis bilgini Abdullah bin Mubarek el Türki (736-789), Astronomi ve Matematikçi Ahmet bin Mahmut el Ferganavi (takriben 840-890). Matematikçi Arnacur oğlu Abdullah (takriben 825890), Hadici Ali bin Tarhan, Süleyman bin Tarhan 1 , Divanu'l-Edeb adlı kitabın yazarı İbrahim bin İshak, İbrahim el Suli (792-875) Feth bin Hakan bin Cartuç (ölümü: 86 1 ).

1 O. Turan, TOrk Cihan Hakimiyeti Mefkliresi Tarihi, İstanbul, 1 969, s. 143 ve Selçuklular Tarihi, s. 357, 359.


248

Dr. Tahsin Ünal

850-950 Döneminde ise, Farabi (870-950), Süleyman Tarhan (ölümü: 960) ve oğlu Muammer, Amcur oğlu Abdullah'ın oğlu Ali (883-933)_2 Ebubekir el Suli (ölümü: 945), Öztekin Ahmet bin Tayıp (ölümü: 899), Feğanalı Ebul Abbas el Türki lakabı ile tanınan Hacip bin melik Erkin (ölümü: 9 1 8). 950- 1 1 00 döneminde İsmail el Farabi (ölümü: 1 002) Fzikçi Cevheri el Türki. Cevheri yaptığı kanatlarla ilk defa uçmaya teşebbüs etmiştir. Uçmuş ve fakat inerken kanatlardan birinde hasıl olan anza yüzünden düşmüştür. Kutadğu Bilig sahibi Yusuf Has Hacip (eserin yazılışı: 1 070), Divam Luğat-it Türk yazarı Kaşgarlı Mahmud, (eserin yazılışı: 1 072) Mukaddemet-ül Edep yazarı Fakih Mahmud Zemahşeri (ölümü: 1 1 53), El Biruni (973- 1 05 1 ) . B u kültürel faaliyetlerin, Türklerin İslamiyet'i kabul etmelerinde büyük rolü olduğunu ve hissesi bulunduğunu kabul etmek gerekir. İlim yoluyla Türkler İslamiyet'in içine ve ruhuna nüfuz etme imkanını bulmuşlar ve İslam dininin, ilim, akıl ve kütür dini olduğunu aniayarak kabul etmişlerdir.3 �

MÜ SLÜMAN OLUŞUN DİNİ SEBEPLERİ

Türklerin İslam dinini kabul etmelerinin, en büyük ve en önemli nedenlerinin başında dini neden gelir. Şamanizmle İslamiyet arasındaki benzerlikler, Türklerin Müslüman olmasına geniş miktarda zemin hazırlamıştır. Gerek Brockelman (Histoir des peuples des E'tats İslimiques, 2 Z. V. Togan, Umumi TOrk Taribine Giriş, İstanbul, ı 946/86. 3 Bakınız: A. Adıvar, Osmanlllarda ilim.


TQrk 'Qn Sosyo-Ekonomik Tarihi

249

Paris, ı 949) ve Barthold (Hisitoire des peupıes des Turces d' Asie Centrale, Paris, ı 945) gibi müsteşrikler ve gerekse kendi tarihçilerimiz, Türklerin Müslüman oluşlannın üzerinde durmuşlar ve Şamanizm ile İslamiyet'in benzer taraflarını tespit ederek, İslamiyet Türklere bazı sahalarda yeni bir şey getinnemiştir, kanaatine varmışlardır. İki din arasındaki benzerliklerden, hiç değilse yakınlıklanndan bazılarını şöyle sıralamak mümkündür:

a. Sudan Yaratalma "Türk mitolojisinde yer yok iken, su vardı ve dört bir yan, uçsuz bucaksız su idi. Suda zerre hayat kımıldaşırdı. Diri değil ölü bile yoktu. Bu yokluk içinde yalnız Tanrı KARAHAN ile su vardı. Tanrı yalnızdı. . . Tanrı KARAHAN emir verdi. Su yarıldı. Bir ses duyuldu ve Akana ortaya çıktı. AKANA yaratıldı ve sonra diğerleri yaratıldı'"' denilir. Bu, İslami inanışta, herşeyin sudan yaratıldığının ve Hz. Adem'in çamurdan olan vücudunun Uzerine 40 gün yağmur yağmış olmasının başka bir izah tarzından itaberettir. 5

b. Cennetten Kovulma "Tanrı Karahan, Cennette dokuz dallı bir ağaç yarattı. Tann, dokuz dalın altında dokuz insan yarattı. Dördü kadın, beşi erkekti. Tanrı Karahan, insanlara şu dalların meyvesini yiyin, şu dalların meyvesini yemeyin, dedi. Fakat insanları kıskanan ·er kişi yani Şeytan memnu (yasak) meyveyi önce 4

M. Necati Sepetçioglu, Yaratılış Ve Türeyiş, Ankara, 1 969, s. 5- 1 0. "Vecealna min-el mai küllişey, in Hay", yani "herşeyi suda halkettik'' yahut "suyu canlıların hayatı için neden kıldık". Kur'an, Enbiya S.A. 30. 5


250

Dr. Tahsin Ünal

kadın olan ECE'ye yedirdi ve insanlar Cennetten . kovuldular." 1 Türk destanında Cennetten kovulmayı izah eden bu hal, aynen Kur'andaki "Ey Adem, sen eşin/e beraber Cennette yer/eşiniz. Cennet yiyeceklerinden neyi isterseniz ve neresinden isterseniz bol bol yiyiniz. Fakat, şu ağaca yaklaşmayınız, dedi. Fakat Şeytan onları ayağını kaydırdı, yollarını saptırdı. Onları yasak meyveyi yemeye ikna etti. Bizde onları, birbirinize düşman olarak yer yüzüne ininiz ve orada örnrünüzün sonuna kadar kalınız dedik'' şeklindeki ayete aynen benzemektedir.2

c. Tek Allah'a İman Gerçi Şamanizmde "Politeist" bir ilialılar manzumesi, yani bir çok ilah vardı. Fakat bütün bunlann üstünde, hepisinden büyük, "Pierre Gordon", "un Grand Dieu", "büyük Tann" veya "Allah-U ekber" denilen bir yaratıcı da vardı. Keza, Orhon Kitabelerinde "yeri göğü ve bütün mahlukatı yaratan, insanların iyi veya kabiliyelsiz hakanların başka geçip kendi kaderlerine vasıla olmasını ilahi bir himaye veya cezanın bir sonucu olduğuna ve kaadiri mutlak bir Allah 'ın varlığına inanıyorlardı."3 Mengü Han, din adamlan ile konuşurken, "biz bir Tanrıya ve onun sayesinde yaşayıp öldüğümüze inanırız" demiş ve bir Allah' a inandığını ifade etmiştir. P.Carpini ve Mahew, "Türkler bir Tanrıya inanırlar, onu görünen ve görünmeyen her şeyin yaratıcısı 1 M. N. Sepetçio�lu, a. g. e., s. 3 3-50. 2 H. B. Çantay, Kur'an-ı Hakim Ve Meali Kerim, İstanbul, 1 969, 1 /20, Bakara S. A. 35-38. 3 De Guigııes, Türklerin Tarihi U m umisi, Tercüme: H. Cahit, İstanbul, 1 924, 1 /20 1 .


TDrk 'Qn Sosyo-Ekonomik Tarihi

251

bilirler. Dünyada mükafat ve mücazatı onun emri sayarlar" demektedir.4 İnsanlığın tek tann inancına yükselmesi, ruhi, edebi, musiki, kültürel ve medeni sahada yükselmiş ve olgunlaşmış olmasının bir sonucudur. O halde tarihin erken devirlerinden itibaren ruhi, edebi, musiki, kültürel ve medeni sahalardan gelmiş ve yükselmiş olan Türkler bu ruh ve kültür olgunluğu ile tek Allah bulup, tek Allah fikrine, inancına yükselmiştir. ç.

Yedi Kat Gök

Şamanizmde yerin ve göğün yedi tabakadan olduğuna inanılmakta idi. Bu Kur'an'daki, "Allah yedi kat göğü yaratmıştır."5 "Allah, yedi kat göğün ve yedi kat yerin rabbıdır. "6 "İnananın ta kendisidir. A llah yerin göğün ve üzerindeki mahlukatın ve sair dünyalardaki mahlukatın rabbıdır" gibi ayetler de bu bakımdan önemlidir. Bunlardan biri akıl ve düşünce yolu ile bulunan, öteki bunlarla beraber, Allah'ın Resul ve Kur'an göndermek suretiyle insanlığa telkin ettiği iki inançtır. Türklerin Müslüman olmasına, bu itikat ve inanış yakınlığı büyük ve geniş mikyasta zemin hazırlamıştu.

d. Kıyamet ve Tekrar Diriliş "Kalgancı geldiği zaman gök demir yer bakır olacak. Hanlar han/ara, milletler milletiere saldıracak, sert taşlar 4 O. Turan, TOrk Cihan Hakimiyeti Mefkuresi Tarihi, s. 40. s Kur'an, Mülk S. A. 3 . 6 Kur'an, Mürnin S . A. 86 " Tabakat-ü seb-a semavat vel arz."


252

Dr. Tahsin Una/

ufalanıp, ağaçlar kırılacak O zaman insanlar boyu 70 santim kadar olacak. Orta parmak kadar erkek, baş parmak kadar kadın olacak. Baba oğlunu, ana kızını tanımayacak Altınlar ayak altında çiğnenecek, fakat kimse almıyacak. Yer uğu/dayacak Güneş ve ay ışık vermez olacak "Tünrı ülgen ölülere, ölüler kalkınız diyecek. Bütün ölüler dirilip kalkacak" 1 • Kur' andaki, "Ölümden sonra dirilmeye inanmıyan/ar, bu hayattan başka hayat yoktur. Dirilecek ve dünyaya dönecek değiliz, derler. Bilsinler ki, yeniden dirileceklerdir. A llah ölüleri diriltir."2 "Diri iken öleceğinizin, ölü iken dirileceğinizin delili uyumak ve uyanmak/ır. Sizi ölü gibi uyutan, sonra dirilircesine uyandıran Allah 'tır."3 "Bilmezsiniz, sızı ölü iken diriltmiştik."4 "Siz binalarının çatıları çökmüş, duvarları yıkılmış, kimsecikleri kalmamış bir kasahaya uğramış ve kendi kendinizi Allah burasını ölümden sonra nasıl diriltecek acaba demiştiniz. Hz. Zubeyir, biraz sonra harab şehir ağaçlarından incir üzüm toplamış, eşeğini bir ağaca bağlamış ve gölgesine oturmuştu meyvaları yemeden uyumuş/u. Allah onu (Zubeyir peygamber) 1 00 yıl ölü bırakmış, sonra diriltmiş/i. Kendisine ne kadar uyudunuz denildiğinde, bir gün veya daha az, demişti. Hayır siz I 00 yıl kaldınız. Merkebinize bakınız, kemikleri bile çürümüş. Fakat bir de yemek için önünüze koyduğunuz yemeğinize bakınız henüz bozulmamıştır. Şimdi çürümüş olan kemik/ere bakınız nasıl çatı/ıp dirilecekler, dedi. Hayvan dirildi. Ölümden 1 A. Kadir İnan, Tarihte Ve Bugün Şamanizm, s. 24-25. 2 Kur'an, En'am S.A. 29-36. 3 Kur'an, En'am S.A. 60. 4 Kur'an, Bakara S.A. 56 . Kıyametin nasıl kopacagı, Kur'an, lnşikak S. A. 1 -5, Hakkak S. A. 1 ,4, Enbiya S. A. İbrahim S. A. 48 anlatılmaktadır.


TQrk 'Qn Sosyo-Ekonomik Tarihi

253

sonra dirilmeyi apacık gördü. Bunun üzerine Hz. Zubeyir, yarabbi sen her şeye kadirsin dedi. "Biz onları 300 sene sonra diriltip uyandırdık" ölümden sonra diritme hakkındaki şu iki inanışm birbirinde ne farkı vardır.

Türkler İslamiyet'ten önce kültürel, fikri ve dini bir tekamül sonunda totemik ve polietik dini terk etmişlerdi ve Budizmi, sonradan Maniheizmi kabul etmişlerdi . Bu arada Hıristiyanhgı kabul eden (özellikle Avrupa'ya geçenler) Türkler de vardı. Fakat, Türklerin milli ve ruhi mizaçlarıyla, inanç sistemleri bu dinlerie bagdaşmıyordu. Yer yer ekonomik, sosyal, ruhi ve askeri zıddiyetlere ve huzursuzluklara sebep oluyordu. Bu hal Türk devletlerinin siyasi bünyesine sirayet ediyor, siyasi ve toplumsal bünyede tahripkar rol oynuyordu. 1 Mesela Budizm, prensipleri itibarıyla hayvanı kutsal kabul ediyor, binilmesini, kesilip yenilmesini ve eziyet edilmesini de yasakhyordu. İnsanlar arasmda savaşı degil barışı tavsiye ediyordu. Dolayısıyla dinamizmi degil, pasifizmi; topluma katılmayı degil, inzivaya çekilmeyi öğütlüyordu. Halbuki Türkler, ata binmezlerse uzak diyariara gidemezler, ticaret yapamazlardı. Et yemezlerse yaşayamazlar, açlıklardan ölürlerdi. Et Türklerin başlıca besinleri olduğu gibi, çeşitli nedenlerle kurban kesmeden edemezlerdi. Savaş ise Türkler için kutsaldı ve bekalarının teminatı idi. Türklerin toplumsal yaşantılardan uzaklaşıp invizaya çekilmeleri, dinamizmlerini terkedip, pasif bir yaşantıya geçmeleri mümkün degildi. Maniheizm de bundan farklı olmadıgı gibi; Hıristiyanlık da milli C. Brockelman, Histoire des peuples des Etats İslamiques, Paris, ı 949, s. ı 50.

1


254

Dr. Tahsin Ona/

mevcudiyetlerini kayıbetmelerinde başlıca faktör ve neden oluyordu. Özellikle 360-1 000 döneminde, başta H unlar (Atilla), Avarlar ve Oğuzlar olduğu halde, Avrupa'ya geçen ve Hıristiyanlığı kabul eden Türklerin, Türklüklerinden eser kalmadığı, başka milletierin arasında eriyip gittikleri halde, 650- 1 000 döneminde Batı Türkistan'da bulunan ve Müslümanlığı kabul eden bir çok Türklerin, Türklüklerini muhafaza ettikleri görülüyordu. Bu nedenle Türkler, bahsi geçen dinleri terk ederek İslam dinini, kedi milli bekalarının teminine, kendi sade ve açık iman esaslanna, zekalanna ve milli heyecananna uygun bulduklan için kabul etmişlerdi? Çünkü İslam dini Türklerin cihangirlik vasfına, askeri meziyetlerine, şahsi teşebbüs ve kabiliyetlerine, karakter mizaç ve milli davranışianna tamamen uyuyor, hatta Türkerin bu meziyetlerini besliyor ve güçlendiriyordu. Türk dinamizmine yeni dinamizm unsurları katıyordu. Türklerin savaş ruhu ve cihan hakimiyeti fikri ile İslam 'ın cihat ruhu ve dini dünyaya yayma fikri birleşiyordu. Türk savaş ruhu ve cihan hakimiyeti fikrini (Fisebillilah Gaza, Kelimetullahi ila) adıyla teşvik ediyordu. İslam dini, değil kabul edildiği asırda 1 600 tarihine kadar devam eden 620-650 sene Türk karakterini ve dinamizmini değiştirmemiş, aksine Türk karakteri ve dinamizmini beslemiş, güçlendirmiş ve pekleştirmiştir. Türklerin Şii mezhebini değil, daha pratik, daha realist ve toleranslı bir mezhep olan Sünniliği kabul etmiş olmalan da bir tesadüf değildir. Sünniliğin kabul edilmesinde, bu mezhebin pratik, realist ve tolaranslı oluşu kadar, Sünni olan Abbasi Halifelerinin, 75 1 'den beri Müslüman olan ve aynı mezhebi kabul etmiş bulunan 2 Y. Öztuna, Türkiye Tarihi, ı 963, l /2 ı ı .


Tark 'an Sogyo-Ekonomik Tarihi

255

Türkleri, komutan, vali ve vezir (sadrazam gibi önemli makamlara tayin etmelerinin, baştacı yapmalanmoda pek önemli bir hissesi vardı. Bu hal Türklerin, İslam aleminde en üst

kadernelere

kadar

çıkmalanna

ve

İslam

aıeminde

(ekonomik, sosyal, kültürel, dini askeri ve idari sahalarda) en öne geçmelerine sebep olmuştur. Türkler İslam kültür ve

medeniyetine, Farabilerle, Kaşgarlı Mahmutlarla, Yusuf Has

Haciplerle, Mimar Sinanlar ve Katip Çelebilerle katkıda bulunduklan

gibi;

Hoca

Ahmet

Y esevilerle,

Mevlana

Cel3leddin Rumi ve Hacı Bektaşi velilerle Yunus Emrelerle İslam

felsefesine

kaynaklanndan,

de

dini

katkıda

bulunmuşlardır.

kaynaklanndan

ve

nihayet

Milli

kabul

ettikleri İslam ve Sunni mezhebinin kaynaklarından gelen

geniş bir milli tolerans ve müsamaha ile, kurduktan devlet ve imparatorluklann içinde kalmış olan milletierin milli ve dini

inançlanna, ibadet şekillerine, milli tutum ve davranışianna

kanşmamışlardır.

Saygı

göstermişlerdir.

İdare

ettikleri

milletierin adetetlerine an'anelerine ve geleneklerine kültürel faaliyetlerine en küçük bir müdahale bulunmamışlardır. 1

Fakat bu tutum "Hümanite" bakımından iyi, lakin milli

bakımlardan kötü sonuçlar hasıl etmiştir.

e. Gaipten Haber İslamiyeti

kabul

etmeden

önce

Türkler,

Gaipten

verilen haberlere inanırlardı . Bu hususta karnlara (ozanlara)

ve şamanlara, İslamdaki evliyalara inanıldığı gibi inanılırdı.

Bu da tarallann bir birine yaklaşmasını temin eden bir sebep

olmuştur.

1

Mesela Dede

Korkut'taki

şu hikayeler bunun

Y. Öztuna, TBrkeyi Tarihi, İstanbul, 1 963, 1 / 1 27.


256

Dr. Tahsin Ünal

engüzel ömekleridir: "Boğaç yaralandı. Hızır ona yanaştı Korkma sen bu yaradan ölmezsin. Dağ çiçeğini ez ananın sütü ile karzştırıp merhem yap ve sür, dedi. Öyle yaptı, iyileşti. "1

"Gürcüler, 600 kişi ile Sa/ur Kazan 'zn 1 O. 000 koyunu bulunan ağılma hücum ederler. Çoban üç kardeşiyle müdafaya kalkar. Kafir, çabana "teslim ol" deyince, çoban: "Konuşma itim kafir. itim/e bir yalakta ya/ yiyen kafir. A ltındaki atm, ala keçime karşı gelmez. Başındaki tolgan, külahım bile olmaz, mızrağını değneğim; ku arım kafır. Senin okunu sapanımla çelerim kajir " dedi. Sapan ' '1Şl ile 600 kafıre karşı durdu. Sapan taşıyla 300 ünü yer.! seı di. Çoban Erenlerden ve Eren/erin de ejderlerinden Ejder haszndandı. Koyun ve keçileri sapana kor ve atardı. O gece Sa/ur Kazan düş gördü. Düşünde, avucumda çırpınan Şahin benim kuşumu kaplı sarayımzn üstünde şimşekler çaktı. Sarayımzn üstünü kara duman bürüdü. Saçiarım uzadı, yükümü örttü elim, bileğime kadar kanlı idi dedi, kara güne rüyasını tabir etti. Kalktı ağılma geldi. Durumu anladı. Düşmanın ardına düştü. Çoban da gelmek istedi. Sa/ur kazan çobanı bir ağaca bağladı. Gelme dedi. Çoban yikindi ağacı kökünden söktü arkasından ağaçla, Sa/ur kazanın ardına düştü."2 İşte bu inanışlar ve bu insanlar Türklerde'de vardı. İslam'da da özellikle İslam tasavvufunda da mevcut idi. Bu 1 S. Hızarcı, Dede Korkut, İstanbul, 1 953, s. 39. 2 S. H ızarcı, Dede Korkut, s. 47, 48, 49, 52.


257

Tllrk 'lln Sosyo-Ekonomik Tarihi

da Türklerin İslamiyet'i kabul etmelerine ayn bir sebep olmuştur. 1 O.

M Ü SLÜ MAN OLUŞUN ASKERi SEBEPLERİ 75 1 'de Emevi saltanatı ve Hilefetini yıkan, yerine

Abbasi saltanatını ve Hilafetini kuran doğudan gelen Ebu Müslim Horasani'nin komuta ettiği ordunun,

% 30 oranla,

önemli bir kısmı Türk'tü, Başkomutanı Türk Ebu Müslim olan ve önemli bir kısmı, Türk çocuklarından ibaret olan bu ordu, İran'da ve özellikle Irak'ta ve Bağdat'ta kaldı. Gerçi kendilerine Hilafet ve saltanat temin eden Ebu Müslim'i

Abbasi Hafifesi Cafer idam etti, fakat onunla beraber lrak'a

ve Bağdat'a gelen Türklerin isyan edeceğinden korkulduğu

için Türklerin büyük bir kısmı, Müslüman Arap ve Bizans

sınınnda, daha önce teşkil edilmiş bulunan, Tarsus (Avasım) ve Malatya (Diyarbakır) Garnizonlarına gönderildiler. Bunu

İslamiyeti kabul eden ve asker olarak batıya gelen sair

Türklerin, durmadan "Fisebilillah Gaza" yapılan Tarsus ve Malatya

garnizonlarına

gönderilişi

takip

etti.

Bu

garnizonlarda, zamanla sivrilecek bölük, alay , tümen, hatta

ordu ve garnizon komutanlığına yükselenler oldu. Mesela Ebu Süleyman Türki bunların arasında ve başta geliyordu. Özellikle

Bizans

sınınndaki

garnizonlarda,

(sınır

vilayetlerinde) asker olan Türklerin, komuta mevkilerine

yükselmesi, Müslüman olmayan sair Türkleri İslam olmaya cezbetti. Sınırda Tümen veya Ordu komutanlığına yükselmiş

olan Türklerin, akrabaları da Müslümanlığı kabul ederek batıya,

aşağıda

Önasya'ya gelmeye görüleceği

gibi

başladılar.

sadrazam lık

Bunların

arasında

makamına

kadar


2S8

Dr. Tahsin Ona/

yükselenler oldu. Bunlann arasında kuvvetli tahsil görenler ve önemli Hilafet makamlannı işgal edenler oldu.

Hz.

Abbasiler zamanında bir taraftan Araplar, bir taraftan Ali

taraftarlıgı

yapan

İranlılar

durmadan

isyanlar

çıkanyorlardı. Halifeleri baskı ve tehdid atında tutuyorlardı.

Bu itibarta Arap ve İran tahtikelerini betaraf etmek için bu iki milletten olmayan ve yeni Müslümanlığı kabul etmekte

olan Türklerden bir ordu teşkil etmek gerekiyordu. Annesi

Türk olan ve bir ihtilalden kurtularak Halife olan Mutasım

(833-842), Horasan Valisi Abdullah bin Tahir'e bir mektup

yazdı ve İslamiyeti kabule davet etti. Türk çocuklannı lrak'a celbetti. Onlardan bir muhafız (hassa) alayı teşkil etti. Türk

muhafız alayına ipekli elbiseler, sırmalı askılar, yaldızlı

kemerler giydirerek, öteki askeri birliklerden ayırdı. Muhafız alayını

imtiyazlı

komutanlığına,

bir alay

vaktiyle

haline

Asya'da

getirdi. 1

bulunan

Muhafız alay asil

(prens)

atalannın lakabını taşıyan Afşin'i getirdi. Afşin, emrindeki muhafız

birliği

ile

hem

halifeyi

korudu.

Hem

de

Azarbaycan' da, halifeye isyan eden Babekieri ve Bizans imparatoru Teofıli mağlup ederek Mutasım' ın tahtını korudu.

Bu hareketler Afşin ' in tibannı ve nüfuzunu arttırdı. Fakat Mutasım,

"Afşin

B izans

sınınndaki

Türk

komutanlan

(valileri) ile birleşerek beni tahttan indirir" endişesine kapıldı . 2 Afşin'i bir bahane ile hapsetti. Afşin zindanda öldü. Afşin'in

yerine muhafız birliği komutanlığına yine bir Türk olan

1 O. Turan, TOrk Cihan Hakimiyeti MefkOresi Tarihi, İstanbul, l 969, s. 1 44. 2 Brokelman, a. g. e., TercUme: N. Çagatay, İstanbul, s. 1 1 1 20.


TQrk 'IJn Sosyo-Ekonomik Tarihi

259

Eşnas'ı getirdi. Eşnas, Bağdat'ın I 00 kilometre kuzeyinde "Samarra" garnizonunu yaptırdı. Bizzat kendisi, muhafız alayı ile beraber 836'dan itibaren burada yaşamaya başladı. Halife Vasık (842-847) zamanında muhafız alayı komutanlarının Bağdat'ta muhafız ve itibarları o kadar arttı

ki, Vasık'ın muhafız alayı komutanı olan Türk Eşnas' a,

askeri

salahiyetlirinin

çok

ötesinde

sultan

unvanı

ve

salahiyetleri de vermeye mecbur oldu. Eşnas'ın oğlu Vasıf,

babasının yerine geçince bir yandan askeri, bir yandan

sultanlık salahiyetlerinden istifade ederek, gerek Bağdat'taki,

gerek Bizans sınınndaki yüksek mevkilerde bulunan Türk

erkanı ile anlaşarak istediklerini halife yapmaya başladılar. 3 Afşin, Eşnas ve oğlu Vasıf tan sonra Buğa

İtah, Ferganalı

Ömer, Buharalı Tolun, İlışit birbirini takip ettiler. Bunlar da

komutanlık ve sultanlık salahiyetlerine dayanarak askeri,

siyasi ve mülki işlere karıştılar. Abbasi saltanat ve hilafetini himayeleri altına aldılar. Bunların arasında Tulun oğlu Ahmet ve İlışit oğulları gibi vali iken egemenliklerini ilan ederek,

devlet kuranlar oldu. Türklerin, Abbasilerin bilafeti esnasında bu surette askeri, siyasi ve mülki idareyi ellerine almaları, hatta egemen devletler kurmaları Türklerin İslamiyeti kabul

etmelerinin, en büyük sebeplerinden biri oldu. Şunu da ilave edeyim

ki,

Müslüman

olmadan evvelki tarihlerde, Türk

toplumu içinde savaşmayı meslek edinmiş bir

"alp/er" sınıfı

vadı. Bunlar hiçbir karşılık göstermeden, sadece mertlik ve kahramanlık

göstererek savaşırlar ve

bu

suretle

geçinir

giderlerdi. Bunlar barış anında sınır muhafız birliklerinde veya savaş zamanında ordunun, keşifçi akıncı ve öncü birliklerinde bulunurlardı. Bunlar da İslamiyet' i kabul ettiler. 3

Brokelman, Aynı eser, 1/12 1 - 1 22.


260

Dr. Tahsin Ona/

İslamiyet'in "fisebilillah gaza ve kelimetulahı ila" gibi yüksek ilkeleriyle, ruh ve imanlarını bilediler. İslamiyeri kabul eden alpler, İslam aleminin düşmanları ile savaşmak için sınırlara, özellikle Bizans sınınna geldiler. 1 Asırlardan beri Anadolu içlerine yapılan akınlara, Bizans' la yapılan savaşlara katıldılar. Hiçbir karşılık ve menfaat beklemeden savaşan bu insanlar, savaş meydanlarında büyük ve inanılmaz yiğitlikler ve kahramanlıklar gösteriyorlardı. Dün Alp denilen bu insanlara (Aperenler) denilmeye başlandı.2 Türk' ün savaşçı Alp ruhuna, islamın Fisebilillah gaza ve cihat ruh ve imanı da pek mutabık geldiğinden, Türkler Müslüman olmuşlardır. l l.

MÜSLÜMAN OLUŞUN SİYASi SEBEPLERİ

Yukarda, Türklerin ekonomik sebeplerle Müslüman oluşundan bahsederken, Halife Ömer' in Abdulaziz'e, Müslüman olan Tücrklerden vergi alınmamasını, Türklerin İslamiyet' e, yavaş yavaş ve alıştı ra alıştı ra yaklaştınlmasını emrettiğini, Halife Mutasım'ın da, Emeviler zamanında başlayan dar kapsamlı politikayı genişleterek, Müslüman olan bir çok Türk asilzadelerini, şehzadelerini, tarhanlannı, komutan ve askerlerini, Cürcanlı Tekin oğullannı Batı Türkistan ve Horasan'dan alarak İran'a, özellikle Irak'a ve Bağdat'a yerleştirdiklerini görmüştük Bunlann bazılarına devlet kademelerinde idarecilik, bazılarına Müslüman Arap ve Bizans sınınnda komutanlık verildiğini, bazılanna da ı Bunlardan dogu sınınnda olanlar da vardı. Bunlar da şaman olan Türk ülkelerine akın ediyorlardı. Onlarla savaşıyorlardı. 2 İslAm Ansiklopedisi, "Alp" ve "Aipler" mad.


TIJrk 'ün Sosyo-Ekonomik Tarihi

26 1

muhafız birliği komutanlığı verildiğini izah etmiştik. Keza bunlardan bazıları Tarsus ve Malatya sınır vilayetleri valiliklerine (komutanlıklarına) tayin edilirken, Tolun oğulları Ahmet İlışit oğlu Mehmet gibi bazılarının da Mısır valiliğine tayin edildiklerini söylemiştik. imparatorluk ve Hilafet merkezi olan Bağdat'ta bulunanlar ile sınır vilayetlerinde komutan-vali olarak bulunanların birlik olup istemedikleri Halifeyi hallettiklerini veya istediklerini Halife yaptıklarını da ilave etmiştik. Daha Emeviler zamanında Müslümanlığı kabul ederek Bağdat'a gelen Türk ailelerinden biri de Bermek ailesidir. Bu aileden Bermek Bağdat'ta iyi bir eğitim ve öğretim gördü. Astronomi, tıp ve İslam felsefesi tahsil etti. Bermek bir müddet Şam'da kadılık etti. Serrnek' in oğlu Halit, Erneviieri yıkan Ebu MUslim' in ordusuna katıldı. Bağdat'ta Divan' ü-I Haraç, yani haraç vergilerinin başkanı (bakanı) tayin edildi. Halife Mansur'un muşavidiğini yaptı. Taberistan (765-770) ve Musul valiliği yaptı. Halit'in oğlu Yahya (740-805) çok iyi bir tahsil görmüştü. Halife Mehdi, oğlu Harun Reşid' i yetiştirmesi için Yahya'yı hoca olarak saraya aldı. Yahya sultan ünvanını da almış olan muhafız birliği komutanı ile birleşerek, Harun Reşid'in halife olmasını, sağladı. Harun Reşid halife olunca Yahya'yı, geniş yetkilerle başvezirlik makamına getidi. Böylece önemli komutan ve valiliklerden başka Abbasi İmparatorluğu'nun ve halifeliğinin sadrazam lığını da Türkler ellerine geçirmiş oldular. Böyle pek önemli bir makamın Türklerin eline geçmiş olması Türklerin Müslüman olmasını, aynca ve önemli bir şekilde etkiledi. Bu nedenle de Türkler Müslüman oldular. Bütün


262

Dr. Tahsin Ünal

bunlar Türklere, İslam alemi içinde yeni bir hayat yeni bir medeniyet ve yeni bir dinamizm hazırlıyordu. İslamiyet Türklere yeni bir yol ve yeni bir kanal açıyordu. İslamiyet Türkleri yeni bir dünyaya çağınyordu.

Türkler yeni bir dinamizm ile, yeni bir hayat yaşamaya başladılar. Önlerinde bel iren yolda yürüyerek, açılan kanalda

akarak, yeni bir dünyaya geçtiler. Bu yeni dünya · bütün haşmetiye, ayaklarının altına serilmiş bulunan İslam dünyası idi.

Yahya'dan sonra oğulları

olan

Fazıl

Caferin

İslam

alemindeki nüfuz ve itibarları, kazandıkları şöhret ve servet,

Harun Reşid'i şüphelendirdi ve kıskandırdı. Bermekilerin,

hilafeti elinden alacağından kokmıya başladı. Bir bahane ile

Herrnekileri imha etti 1 • Vaktiyle Afşinden korkan halifeden, Afşini imha etmiştir. 12.

MiSYONERLİK FAALiYETLERİ Türkler Abbasi Halifelerinin takip ettiği misyoner

faaliyetlerin bir sonucu olarak da Müslüman olmuşlardır.

75 1 'den sonra Halife Mürnin elçi göndermek suretiyle Maveraünnehir' deki Türler arasında kalabalık ve nüfuzlu ailelerin

ileri

gelenlerini

nadide hediyeler verdi.

Bağdat'a davet etti .

Bazılarına

Bazılarına mükafat olarak kendi

1 isl am Ansiklopedisi, "Bermeki" Mad. C. Brokelman, İ slam Milletleri ve Devletleri Tarihi, Tercüme: N. Ç&gatay, Ankara, l 949. "Harun Reşid" bahsi. Bazı tarihçiler, Sermekileri tranlıdır diyor. Biz buna katılmıyoruz. Sermekiler TOrk'tür. Sermekilerin Horasanlı (Belhli) olması İslamiyet'ten önce Buda dinini kabul etmiş olmalan, Ebu MUslim harekatına katılmış olmalan, İranlılar ile Araplara güvenmeyen Abbasilerin özellikle mülki ve askeri, hatta mali ve idari görevleri itimat ettikleri Türklere vermiş olmalan düşüncemizin gerekçeleridir.


Tllrk 'lln Sosvo-Ekonomik Tarihi

263

yurdunda ekonomik ve idari imkanlar sağladı. Bazılanna

rütbe ve makam verdi.

Bazılarına Irak'ta çiftlik veridi.

Böylece onları, adeta İshimiyet' i kabul etmeye zorladı. Onlar

da böyle bir emrivaki karışısında kalarak İshimiyet'i kabul ettiler.

Kabilelerine

ve

çevrelerindeki

sair

Türklere

İslamiyet' i kabul ettirdiler. Bu siyasete sonra bir müddet daha devam edildi. 1

Billah'ın

920'de Bulgar elçileri, Halife Müktedir-i

huzuruna

geldiler.

Halifeden

kale

ve

cami

inşaatında onlara yardım edecek mütehassıslar istediler. İslam

dinini kabul edeceklerini fakat, dinin esaslarını öğretecek

bilim adamların olmadığından bahsederek, bilim adamı ve hoca istediler.

Ahmet

İbni

Fadlan veya Sasan al

Rasi

başkanlığında bilim adamları ve hocalarla beraber kale ve

cami inşaatı için mühendisler gönderildi. Bu suretle Volga

Bulgarlan İslamiyet'i kabul ettiler ve İslamiyet ilk defa

resmen milli sınırların dışına taşmış oldu? Volga Bulgarları

İslamiyet' i kabul ederken, İslamiyet Hazarlar arasında da

aynı şekilde yayılmaya başladı. İslamiyet Hazarlar arasında kısa zamanda yayıldı. Hazarların başkenti olan İdil şehrinde birkaç tane,

fakat tüm Hazar ülkesinde 30 tane cami yapıldı. l O.OOO' den

fazla Hazar Türk'ü Müslüman oldu. Hazarlar arasında, şeirat

esaslarına göre devlet tevzi eder iki tane başkadı lık, 20' den fazla kadılık teşekkül etti. 3 Hazar

hakanları

daha

Müslüman

olmadığından,

Müslüman olan halka zaman zaman baskı yapıyorlardı. O 1 F. KöprUIU, KabJel İslam-Türk Edebiyatı Tarihi, s. 1 0 1 . 2 F . KöprUIU, Aynı eser, s. 1 75. " 3 islam Ansiklopedisi, "Hazar mad.


264

Dr. Tahsin Ünal

zaman Hazar Müslümanlan Halifeden yardım istiyorlardı. İdil vadisi ve İdil ınıntıkası ticaret yolları üzerinde bulunan bir ticaret ınıntıkası idi. Daha evvelki asırlardan beri olduğu gibi 75 1 tarihinden beri de buralardan Bulgar ve Hazar tüccarlan gelip gidiyordu. Da1oyasıyla Müslümanlıkla yakından temasta idiler. Bu nedenle İslamiyet gerek Hazarlar ve gerekse Bulgarlar arasında 900'den itibaren süreade yayıldı. Hatta 92 1 'de Bulgarların Kralı Almuş Müslüman oldu. Yukanda da temas edildiği gibi Halifeye, Abdullah Harzem adındaki bir şahsın başkanlığında bir elçi heyeti gönderdi. Halifeden din bilginleri, hocalar, cami ve kale mühendisleri istedi. Böylece İslamiyet Bulgarlar arasında tamamen yerleşti. Öyleki, giyinişleri, paraları, hatta mezar taşlan tamamen İslami oldu. 2 922' de Hazar hakanının egemenliği altında bulunan Oğuzlardan Küçük Yınal da Müslüman olmuştu. Fakat Şaman olan kabilesi ileri gelenlerinin, "Müslüman iseniz bize başkanlık edemezsiniz" muhalefeti ile karşılaştığından tekrar Şamanizme dönmüştür. 940'da Talas, Sayram, Salçi, Ateh, Sütkent, Savran, Cent, Yenikent halkı tamamen Müslüman olmuş bulunuyorlardı. 3

Böylece İslamiyet, sınırlardan dışarı çıkar Bulgarlar ve Hazarlar arasında yayılırken, X ncu asnn başından itibaren doğuda da sınırdan dışarı çıkıyor ve Doğu Türkistan'daki Türklerin arasında da resmen yayılıyordu. 892-904 döneminde Samanoğullan ile Karahanlılar arasında bir çok savaşlar oldu. Bu savaşlar esnasında, asi bir Samanoğlu Şehzadesi, Karahanlılardan Oğulcuk'a iltica etti. Oğulcuk Müslüman şehzadeye, İslam sınınna yakın bir kazanın tırnar 2 A. Kadir inan, Tarihte ve Bugfin Şhmaııizm, s. 27 3 T. Simocatta, Histoire del Empereur M .. urice, s. 1 93, 334.


Türk 'ün Sosyo-Ekonomik Tarihi

265

eyliğini verdi. Bir rivayete göre Müslüman şehzade, beraberinde getirdiği bazı şeyhleri ile beaber kendisine verilen şehre yerleşti . Bir rivayete göre de sonradan buraya gelen şeyhleri himaye etti. Bunlar yerleştikleri sınır şehrinde Müslümanlığı yaymaya başladılar. O havalide bir çok Türkler İslamiyet'i kabul ettiler. Hiç değilse İslamiyet' e ısındılar. Şaman Türklerin, İslamiyet'e karşı olan sert tutumları yumuşadı. Bu hal Anadolu'da sınırların ötesine geçip yerleşen Şeyh Edibali'nin, yahut Türk ordularının da önce Balkaniara geçip yayılan Bektaşi şeyhlerinin hareketlerine pek benzemesi bakımından önemlidir. Şehzade ve yanındaki şehlerle sık sık temas eden ve onlarla dost olan, Oğulcuk'un yeğeni Türk şehzadesi Satuk Müslüman oldu. Satuk Müslüman olunca amcası Oğulcuk ile araları açıldı. Yapılan savaşta, Müslüman olan Türklerin yardımı ile Satuk, amcası Oğulcuk'u yendi ve Karahanlıların tahtına oturdu. Satuk Hakan olunca İslamiyet'i, devletin resmi dini olarak kabul ve ilan etti (906-9 1 0). Satuk ve Karahanlılar Müslüman olunca o zamana kadar birbirine düşman olan Samantılar ile Karahanlılar, bundan sonra dost oldular. Birbirlerine yardım etmeye başladılar.4 Karahanlıların Müslüman olmalan bir hikaye ile kanşık olarak şöyle izah edilmektedir: Samanoğullarından Abdülmelik bin Nuh zamanında. Samanoğullarından Nasır bin Mansur adında bir şehzade, Abdülmelik'ten kaçarak, Karahanlılardan Oğulcuk Kadir Han'a sığındı. Oğulcuk han veli şehzade Nasr'ı himayesine 4 O. Turan, "Türkler ve İslamiyet", DTCF. Dergisi. 1 964, IV/4. islam Ansiklopedisi, "Bulgar" Mad.


266

Dr. Tahsin Ünal

aldı. Nasır Oğulcuk Han'dan seecadesini sererek namaz kılacak kadar bir yer istedi. Oğulcuk Han ona Kaşgar şehrinin kuzeyinde Artuç kasabasında bir sığır derisini serecek kadar yer verdi. Fakat Müslüman olanlar veli şehzade Nasır'ın etrafında toplanıyorlar ve ondan namaz kılacak yer istiyorlardı. Nasır, öküz derisini ince iplik gibi kesti ve yaydı. Oldukça geniş yer işgal etti. Müslümanlar, etrafı ince sınmla çevrili bir yerde namaz kılmaya başladılar. O zaman Oğulcuk Han'ın yeğeni şehzade Saltuk 1 2 yaşında idi. Yakışıklı zeki, ağırbaşlı ve düşünmesini bilen bi masum çocuktu. Bir gün şeyhzade Saltuk kasabasına gitmişti. Veli şehzade Nasır ile beraber Müslümanların topluca namaz kıldıklarını gördü. Merak etti. Veli şehzade Nars ile konuştu ve onunla dost oldu. Şehzade Satuk gizlice Müslüman oldu. Artuç kasabasında bir İslam hareketi başladığını duyan Oğulcuk Han, şahzade Satuk'a, Artuç kasabasına gidiniz, orada bir Şaman mabedi yapınız, İslam hareketini durdurunuz, diye emir verdi. Gizlice Müslüman olan Satuk, Artuç kasabasına geldi. Bir yandan İslami bilgisini artınrken bir yandan da mabedi yapıtırdı. Mabedi yaptınrken de, Yarabbi bana yırdım ederseniz putlar için yapılan bu mabedi, yakında Camiye tahvil edeceğim, diye dua etti. Mabedi Allah'a adadı. Satuk Buğra 25 yaşına gelince Müslümanlığını açıkladı. Müslümanlarla beraber Fergana sınırında bir kaleyi ele geçirdi. Kaleye oturdu. Oğulcuk Han, Satuk Buğra'nın üzerine yürüdü. Artuç kasabasındaki, Feragana'daki ve bu civardaki Müslümanlar Saltuk Buğra'nın yardımına koştular. Oğulcuk Han mağlup oldu. Satuk Buğra muzaffer olarak Kaşgar'a geldi. Karahanlıların hakanı oldu. İslamiyet'i devletin dini olarak kabul ve ilan etti.


T/Jrk 'IJn Sosyo-Ekonomik Tarihi

267

Artuç'daki mabedi camiye çevirdi. 55 yaşında ölünce Artuç'taki caminin içine defnedildi. Karahanlılar, böylece Müslüman oldular. Yine 92 1 'de Halife Muktadİr-i Billah, Müslüman olan Bulgarlarla, Müslüman olmayan Hazarların dostluğunu bozmak Hazarlan bir yandan Müslüman Bulgarlarla, bir yandan Müslüman olan Oğuzlar (Kınıklar)la tehdit etmek için bir elçi heyeti yola çıkardı. Bu heyet, siyasi alıvali ve zemini musait görüldüğü takdirde Oğuz beylerine verilmek üzere birkaç mektubu da beraberinde götürüyordu. Harzem yolu ile giden bu heyet Hazar ülkesinde olmalarına ve Hazar Hakarnnın subaşısı olmasına rağmen, Müslümanlığı kabul etmiş bulunan ve Hakanla aralan açık olan Oğuz beylerinden birine 1 (Selçuk'un babası), mektuplardan birisini verdi. Mektuba ne cevap verildiği bilinmiyorsa da bir müddet sonra Selçuklulann, Hazarlardan aynlarak, Maveraünnehir'e geldikleri ve Samanoğullan hizmetine girdikleri bilinmektedir. Aynı senelerde Buğa Han komutrunnda kıymetli bir Karahanlılar ordusunun Horasan'da Alevilerin (Şiilerin) çıkardığı (92 1 ) bir olayı bastırdıklan da bilinmektedir. Oğuzların (Selçuklann) ve Karahanlılann Müslüman olmalannın ilk önemi artık Sunni İslam Halifelisinin tehdit edilmez bir hale gelmesi ve Sunni Halifeliğin bekasının temin edilmiş olması, halifeliği ele geçirmek isteyen Alevi (Şii) ve Karmati hareketlerinin akim kalması olmuştur. 1 M. A. Köymen, "Büyük Selçuklu Devletinin Kuruluşu", DTCF. Dergisi, aynbasırn, Ankara, 1 957, 1 /94.


268

Dr. Tahsin Ünal

Türklerin İshimiyet kabul etmesi, Sunni Abbasi hilafetini içeride Şii ve Kannati tehlikelerinden, dışarıda Hıristiyan Bizans ve Haçlı ordulan tahtikesinden kurtardığı gibi, bizzat Türklerin de İslamiyet'ten önceki deviriere nazaran daha mütecanis, daha güçlü dolaysıyla daha uzun ömürlü devletler kurmalarında büyük amil omuştur? Çünkü İslamiyet'ten önce, Türk kabilerinin bazısı Buda, bazısı, Mani, bazısı Musevi, bazısı Hıristiyan ve bazısı Şaman dininde olduğu için milliyet bakımından mütecanis olan Türkler, dini bakamından gayri mütecanis idiler. Dini aynlık onlan birbirinden uzaklaştınyordu. 3 Onun için aralannda siyasi bireşme zor oluyor, birleşenler de uzun zaman siyasi bir bütünlük halinde devam edemiyordu. Kısa zamanda siyasi bütünlük parçalanıyordu. İslamiyet'ten sonra bu dini mahzur büyük mikyasta ortadan kalktı.

13. İSLAMiYET'İN MİLLİ DİN OLMASI İslamiyet'in milli din, olması, yukanda da temas ve izah edildiği gibi, eski şamani akideleri ve Türk milli kültür kurallanyle İslam dininin akide ve kurallan arasındaki büyük mikyastaki benzerliklerle yakından ahikadardır. Bu yakınlıklar ve benzeyişler İslam dinini adeta Türklerin milli dini haline getirmiştir. Türklerin İslam dinini kabul emeleri Türk tarihinde olduğu kadar, İslam tarihinde ve cihan tarihinde büyük ve önemli sonuçlar doğunnuştur. 650-750 ve 2 Z. V. Togan, Umumi Türk Tarihine Giriş, 1 176, 77. Bugün dah i Macalar, Bulgarlar, Finler soyca Türk oldaklan halde, dince ayrı, oldukları için bize düşmandırlar. 3 Bu konuda yukarıda "TOrk Ailesi Ve Kadın", bahsinde kısa izahat verilmiştir.


T/Jrk 'Qn Sosyt1-Ekonomik Tarihi

269

750-900 dönemlerinde yani 250 sene gibi uzun bir zaman içinde suyun toprağa, ruhun bedene yayılması, fikirlerio kafalara nüfuz etmesi ve girmesi gibi İslam dini Türkler tarafından önce azar azar, yavaş yavaş kabul edilmiş ve benimsenmiştir. 900-960 döneminde ise birden adeta bomba gibi patlamış ve Karahanlılar, arkasından Karluklar ve Selçuklular, Bulgarlar Müslüman olmuşlardır. Bunun sonunda bir yandan Türk alemi, bütün kültür ve medeniyetiyle beraber İslam kültür ve medeniyetine katılır, yeni bir aleme, İslam alemine gererken, bir yandan da o zamanki İslam aleminin zaafından ve dahili karışıklıklardan istifade ederek, ilk Müslüman Türk devletlerini kurmuşlar, İslam aleminde söz ve güç sahibi olarak, idareyi ellerine almışlardır. Bununla paralel olarak, o zaman büyük ve hayati tehlikelere maruz kalan İslam aleminin ve İslam dinini koruma görevini de üzerlerine almışlardır. İslam alemini ve İslam dinini batıdan gelen Bizans ve Haçlı ordulanna karşı koruyabilmek için Türler, doğudan batıya gelmişler. Malazgirt'i kazanarak Anadolu kapılarını Türk soyuna açmışlardır. Asya'dan sonra Anadolu da "Türk yurdu" olmaya başlamış ve olmuştu. Anadolu'yu alarak İslamiyeti Anadolu'ya, Balkanları alarak İslamiyet'i Balkaniara . . yaymışlardır. Bu olaylar da Islam dininin Türkler için milli din olmasını pekleştirmiş ve perçinlemiştir. Türkler İslam dinini kabul ederek güçlerine yeni güçler katar ve başka kültürler arasında erirnekten kutulur, bekasını temin ederken; İslam dini de yok olmaktan, hiç değilse Arabistan yarım adasına sıkışıp kalmaktan kurtulmuştur. Bunlar Türk tarihine şekil ve yön veren olaylardır.


170

Dr. Tahsin Ünal

KISA BİBLİYOGRAFY A

Z.

"Eski Türklerde İçtimai Tetebbular Mecmuası, Sayı: 3 .

Gökalp,

Hayat",

Milli

İ . Kafesoğlu, R . Rahmetli Arat İçin, İstanbul, I 966. Z. V. Togan, Umumi Türk Tarihine Giriş, İstanbul, I 946 Ebul Gazi Bahadır Han, Şecere-i Türki. T. Ünal, "Cumhuriyetin 50. Yılında Tarih Görüşümüz." T. K. Araştırmaları Dergisi, I 973, Sayı: 7- 1 0.

F. Başgil, "Millet, Milliyet.'' Türk Yurdu D., Sayı: 2 7 1 /3 . Y . Öztuna, Türkiye Tarihi, İstanbul, I 964, Cilt I. İ. H. Danişment, "Vatan Mefhumu", Türk Yurdu D., Sayı: 276. A. Ağaoğlu, Ü ç Medeniyet, İstanbuL I 972.


271

TIJrk'/Jn Sosyo-Ekonomik Tarilli Wels,

Cihan Tarihinin Umumi Hatları,

İstanbul, 1 927-

1 928. H. Z. Ülgen,

Türk Tefekkür Tarihi, İstanbul, ı 936.

A. Kadir İnan, Tarihte Ve S. Hizarcı,

Bugün Şamaoizm, Ankara, 1 954.

Dede Korkut, İstanbul, 1 953

Kaşgarlı Mahmut,

Divan-• Lügati't- Türk.

F. Köprülü, Kabtel İslim-Türk Edebiyatı Tarihi, İstanbul, 1 929 . H. A. Koçer,

Eğitim Tarihi, Ankara, ı 97 ı .

Leon Kahun,

Gökbayrak, istanbul, 1 957.

O. Turan,

Türk Cihan Hakimiyeti Mefkôresi,

İstanbul,

1 969. T. Ünal, Şehitler Ve

Gaziler, Ankara, 1 969.

F. S ümer, " 1 O'uncu Asuda Oğuz Türklerinin Hayatı," Resimli Tarih Mecmuası, Sayı : 27.

Aşık Paşazade Tarihi, İstanbul, 1 970. Yazıcıoğlu, Selçukname.


272

Dr. Tahsin Ünal

Yusuf Has Hacip, Kutadğu-Bilig, Ankara, ı 965.

M.

Köymen, Alpaslan Teşkilatı, Ankara, ı 967.

A.

Zamanı Selçuklu

Askeri

De Guignes, Türklerin Tarih-i Umumisi, İstanbul, 1 942. L. Rosonyi, Tarihte Türklük, Ankara, 1 97 1 . B . Ögel, İslam'dan Ö nce Türk Kültür Tarihi, Ankara, 1 962. B. Ögel, Türk Kültürünün Gelişme Çağları, İstanbul, 1 97 1 . Cahiz, Hilafet Ordusunun Menkıbeleri Ve Türklerin Faziletleri, Ankara, 1 967. N. Sepetçioğlu, Yaratılış Ve Türeyiş, Ankara, ı 965 . L. Ligeti, Bilinmeyen İç Asya, İstanbul, 1 970. Ş. Günaltay, Yakm Şark Tarihi, Ankara, 1 93 7.

F. Sümer, Oğuzlar, Ankara, 1 967. Z. Gökalp, Türk Medeniyeti Tarihi, İstanbul, 1 34 1 . T. Ünal, "İslfun'dan Önce Türk Medeniyeti,"

Mecmuası, Sayı : 3 (Nisan, ı 967).

Hayat Tarih


TOrk 'On Sosvo-Ektmomik Tarihi

273

A. Kadir İnan, "Göktürkler Çağı Medeniyeti," Hayat Tarih Mecmuası, Sayı: 8 (Eylül, 1 968). A.

"Uygurlarda Orkestra," Hayat Tarih Mecmuası, Sayı: 8 (Eylül 1 965).

Kadir

İnan,

E. Esin, "Göktürklerin Ecdadı," Türk Kültürü Dergisi, Sayı : 1 00. E. Esin, "İsra Gecesi," Türk Kültürü Dergisi, Sayı: 48. O.

Aslanapa, "İslam Medeniyetinin Doğması Ve Gelişmesinde Türklerin Rolü", Türk Kültürü Dergisi, Sayı: 1 7.

Tahsin Öz, "Türk Minyatür Kaynaklanna Bir Bakış," ilahiyat Fakültesi Mecmuası, Sayı: ı . C.

Brokelman, İslam Milletleri Ve Devletleri Tarihi, Ankara, 1 964.

H. A. R. Gibb, Orta Asya'da Arap Fütühatı, İstanbul, ı 928. S. M. Arsal, Türk Tarihi Ve Hukuk, İstanbul, 1 947. Franz Altheim, Türkler Ve İslamiyet, İstanbul, ı 952.

Şikari Tarihi, Konya, ı 946- ı 947. İbn Batuta, Seyahatname.



Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.