Tahsin Ünal - Milli Eğitim Davamız

Page 1


MİLLİ EGİTİM DAVAl\fiZ

Dr. Tahsin

ÜNAL

Yayına Hazırlayanlar

Dr. Ali Güler Dr. Suat Akgül


DERİKAN

Dr. Tahsin ÜNAL'ın Bütün Eserleri Serisi No: 22

MİLLİ EGiTiM DAVAMIZ Yazar Dr. Tahsin ÜNAL Yayma Hazırlayanlar Ali GÜLER SuatAKGÜL Genel Koordinatör CumaAGCA Tashih Ali GÜLER Dizgi/Düzenleme Hasibe ÜNAL Kapak Düzenleme Artı 5 Ajans: 0312.341 Ol 91 Baskı: MLE Organizasyon: 0312.278 12 89 Baskı Tarihi

1. Baskı: Ankara, Şubat 2001 2. Baskı: Ankara, Mart 2007 ISBN: 975-8308-58-0


İÇİNDEKİLER

SUNUŞ

V

. . . . . .... ............................................................................

1. Yeni Eğitim Düzeni ve Planlaması.. .................................1 2. Türkiye'nin Eğitim Davası ve

Yeni Bir Çözüm Projesi...

..........

3. İlköğretim Seferberliğine Giriş 4. Nastl Yetişiyorlar?

6. Maaritimizin Yaralan

..

....

.... . . . . ...............

5. Adam Yetiştirmek Laztmdtr

7. Milli Terbiye

. .

.

........ ... . . . . . ....

..

. . .. .

.

.....

................

.

.

........ ....

.

. ............

.

. . . . . .......... ...............

. . . . . . . . . ......... ........... ...............

.

.

. . ............... ...... ..............................

...................

.

... ...........

.

...........

.

15 61 75 79

85

105

......................

8. Yeni Eğitim ve Öğretim Düzeni.. .................................111 9. Atatürk'ün Eğitim İnkılabt

....

, .......................................115

10. Gayesine Varamayan İlköğretim

.

.... ..........

...

133

. . ............

ll. Cumhuriyet Devrinde Halk Eğitimi... . .

.141

12. Milli Tarih Eğitimi Nasıl Olmahdtr?

159

. .. .............. . . ..

13. Okul ve Aydm İnsan

..... ......

. . . ...

..........................

... ............ ........ .............

165



SUNUŞ Merhum Dr. Tahsin Ünal, ülkemizin yetiştirdiği ender şahsiyetlerden birisi idi. Çok yönlü bir kişiliği vardı. Önce­ likle askeri öğretmen olarak, başta Kara Harp Okulu ol­ mak üzere Silahlı Kuvvetierimize ait bir çok eğitim ve öğ­ retim kurumunda "Tarih Öğretim Üyesi" kimliği ile binler­ ce subay adayını milli tarih bilinci ile yetiştirdi. İkinci olarak O, kısa örnrüne, hepsi alanında çok önern­ li boşluklan dolduran, bir çoğu bugün bile hala aştiarna­ yan önemli ilmi ve fikri çok sayıda eser stğdudt. Üçüncü olarak, Albay rütbesinde Silahlı Kuvvetlerden emekli olduktan sonra attldtğt siyaset alanında da ülkemi­ ze önemli hizmetlerde bulundu. Ahştlrntş siyasetçi "tip?' dışında hareket eden Dr. Tahsin Ünal, bu alanda da fikri bir ağtrltğın ve seviyenin temsilcisi oldu. . Vefatından sonra başta, eşirn Azize Hülya Güler'in "ha­ lası" olan çok değerli merhum eşi Kevser Ünal ve oğlu kıy­ metli ağabeyim Bahadu Ünal olmak üzere, ailenin diğer üyeleri eserlerini ve evraklarını bize intikal ettirdiler. Dr. Suat Akgül ile birlikte yaphğtrntz tasnif çalışmalan sonu­ cunda gördük ki; Dr. Tahsin Ünal'ın yayınlanmış ve yayt­ ma hazır olan eserleri ile birlikte makaleleri yaklaşık yirmi kitap olacak seviyededir. Sayın Bahadtr Ünal'ın da teşvikiyle bütün bu eserlerin yayınlanmasına, karnuoyurnuza intikal eHirilmesine karar


VI

Dr. Tahsin Ünal

verilmiş bulunmaktadır. Berikan Yayınetlık tarafından "Dr. Tahsin Ünal'ın Bütün Eserleri" adı ile yayınlanacak olan serinin yirmi ikinci kitabı, elinizde tuttuğunuz "MİLLİ EGİTİM DAV AMIZ" isimli, daha önce hiç yaym­ lanmamış güzel eserdir. Bu eser. Dr. Tahsin Ünal'ın ko­ nuyla ilgili daha önce çeşitli yerlerde yayınlanmış bazı makaleleri ile şimdiye kadar hiç yaymlanmamış bazı ma­ kale ve notlarmdan oluşmaktadır. Çalışmalarm bir çoğu araşhrmacılara ışık tutacak seviyede, birinci elden kay­ naklara dayanmaktadır. Makaleler ve konuşmalar düzen­ lenirken, belli bir sıra (kronolojik vb.) takip edilmemiş, okuyucunun zevkle okuyacağı bir serbest sıralama esas alınmıştır. Merhum Ünal'ın uzun yıllar askeri ve sivil eği­ tim kurumlanmızda öğretmenlik yapmiş bir inşan olarak eğitimci bir kişiliğe sahip olması bu eserin kıymetini daha da artırmaktadır. Bu eserdeki çalışmalann yazıldıklan dö­ nemin havasım ve rakamiarım yansıtıyor olmaları, bugün için okuyuculara belki güncel gelmeyebilir. Fakat, bu çalış­ malardaki görüşler ve eğitim meseleleri ile ilgili yapılan değerlendirme ve tavsiyeler son derece Önemli olup; baş­ ta aydmlanmız ve eğitimeilerimiz olmak üzere kamuoyu­ maza bir bakış açısı kazandıracak değerdedir. Merhum Dr. Tahsin Ünal'ı ve Merhum eşi Kevser Ünal't rahmetle anıyor, başta Sayın Bahadu Ünal olmak üzere ailenin bütün fertlerine şükranlanmızı sunuyorum. Berikan Yayıncılık, Kale Ofset ve Artt Beş Ajans'ın değer­ li yöneticileri ile çalışanlarına gösterdikleri titiz çalışma­ lardan dolayı teşekkür ederim.

Dr. Ali GÜLER Ankara, Şubat 2001


YENİ BİR EGİTİM DÜZENİ VE PLANLANMASI "... Müspet ilimler ile dini ilimler ilk üç ytiz ,}ene içinde tam bir denge ile okutulurken, 1600'den sonra bu denge müspet ilimierin aleyhine, dini ilimierin lehine olmak üzere bozul­ muştur. Dini ilimler ve dini kültür de dejenerasyona uğramış, Islam Dini abdest alıp namaz kılmak, cehennem ile tehdit, cennet ile taltiften ibaret bir hale getirilmiştir. . . "

I. KISA BİR GİRİŞ Bir toplumun kalkınması, güçlü bir devlet olmasım sağla­ yan faktör, yalnız eğitim ve öğretimin muntazam ve mükem­ mel işlemesi değildir. Bir vücudun sıhhatli olması, bütün uzuv­ lann sıhhatli olması demektir. Bunun gibi toplumun kalkınma­ sı, refahı ve güçlü bir devlet olması da, devlet mekanizmasının bütün şubelerinin (Bakanlıklannın) muntazam bir ahenk içinde ve birbiri ne koordineli bir şekilde çalışması ile mümkündür. Toplumsal hayat ve onun kalkınması denilince tanmı, sanayii, ticareti, maliyesi, üretim ve tüketimi, eğitim ve öğretimi, dini ve ahHikı vb. gibi faaliyetleri çaba ve çalışmaları, ayn ayrı dü­ şünülmelidir. B ütün bu faaliyet ve çalışmalann hepsini, bir fabrikanın parçalan gibi bütün olarak ele almak ve bütünü dü­ şünmek en doğru bir mütaHidır. Çünkü bir topluma güçlü, mü­ reffeh ve bağımsız bir hüviyet veren siyasi varlık makinesinde;


2

Dr. Tahsin Ünal

a) Devlet mekanizması b) Ekonomi mekanizması c) Eğitim ve Öğretim mekanizması, birbirinden ayrı değil, birbirine bağlı ve birbirini takip eder. O kadar bağlı ve tabidir ki, bu mekanizmalar birbirine uyarak, birbirini destekleyerek, birbiriyle koordineli olarak, aynı ahenkle çalıştınlmazsa, her şube (bakanlık) boşuna dönen bir kasnak halinde döner durur. Hükümet makinesinin matris gücü israf edilmiş olur. Hükü­ met gücü zaafa uğrar. Hükümetten beklenen tam verim elde edilemez. Mesela, Milli Eğitim Bakanlığı çalışır modem ve teknik eleman yetiştirir de, Sanayi Bakanlığı aynı tempo ile ve M. Eğitim Bakanlığı ile koordineli olarak çalışmazsa, yetişen ela­ manlar iş bulamazlar. Bunlar ya yabancı memleketlere göç ederler. Bu eleman erozyonuna sebep olur. Yahut sosyal bir problem olarak ortaya çıkar. Hükümetin varlığını tehdit eder. Ticaret ve Sanayi Bakanlıkları hızla çalışır, ticaret ve sanayi­ de bir büyüme ve gelişme olurken, M. Eğitim Bakanlığı aynı tempo ile ve onlarla koordineli olarak çalışmazsa, ticaret sa­ hası cahillerin, vurguncuların, karaborsacılann eline geçer. Bunlar toplumun ali menfaatlerinin değil sufli, şahsi menfaat­ lerini düşünürler. Oportünist kapitalistler türer. Sanayi sahası yabancıların eline geçer. Millet ekonomik egemenliğini kay­ beder. Yahut sanayi, teknisyenierin elinde kalır. Gelişme ve takamül yavaşlar. Bu itibarla yeni bir eğitim düzeni derken, topyekün yahut hükümet düzenini beraber düşünmek ve planlarımızı bütünü ile, bu esas üzerine oturmak zaruretinde olduğumuzu hatırlat­ mak isteriz.


Milli Eğitim Davamız

3

II. TARİHİ ÖRNEK Osmanlı İmparatorluğu' nun ilk 300 senesi içinde, ( 13001 600) döneminde, a) Milli gelirden fert başına düşen ortalama gelir, daima artmıştır. Dolayısıyle toplumun refahına büyük önem veril­ miştir. b) Artan Milli Gelirden (sınıflaşmaya meydan vermeyecek şekilde); Sosyal adalet ölçüleri içinde, bütün sosyal dilimierin yararlanmasına önem verilmiştir. c) Daha önemlisi maddi hedefler ile manevi hedefler ara­ sında (tesis edilen ekonomik, sosyal, kültürel ve dini kurum­ lar ile) çok bariz bir ahenk ve denge sağlanmıştır. Başlıca bu üç önemli faktör, ilk 300 sene içinde imparator­ lukta birlik ve beraberlik şuuru yaratmış ve 300 sene devam etmiştir. Bu üç faktör arasında denge bozulunca, imparatorluk gerilerneye ve parçalanmaya başlamıştır. İ lk 300 sene içinde imparatorlukta birlik ve beraberlik şuuru (bilinci), ekonomik nüvelerle paralel olarak; a) Milli Birlik, b) Dini Birlik, c) Siyasi Birlik, Nüveleri etrafında yaratılmıştı. Bunları iç içe girmiş üç daire şeklinde de izah etmek mümkündür. Tari­ hi olaylar ve oluşumlar da bunun böyle olduğunu ispat etmek­ tedir. Birinci Daire: Milli Birlik : Bu çekirdek ve esas olmuştur. İkinci Daire: Dini Birlik: Milli birliği ilahi bir ilke ile ku­ caklamıştır.


4

Dr. Tahsin Ünal

Üçüncü Daire: Siyasi Birlik: Ötekileri saran ve birleştiren bir güç olmuştur. Buna göre, devlet kurulurken milli birlik ile kurulmuş, di­ ni birlik ile genişlemiş, siyasi güç ile imparatorluk olmuştur. 1 600' den sonra siyasi güç zaafa uğrayıp dağılırken dini birlik ona göğüs germiş, fakat dağılmayı önleyememiştir. Dini bir­ lik zayıflar ve dağılırken milli birlik ona göğüs germiştir. Mil­ rı birlik de imparatorluğun yıkılmasını önleyememiştir. Fakat 1920' de milli birlik ruhu, milleti kurtarmıştır. O halde, hükümetin bütün şubelerini (bakanlıklannı) bir bütün olarak kabul edip yeni bir plan ama, yeni bir düzen dü­ şünürken "fikr-i müdir" ekonomik güçle paralel olarak: a) Milli birlik ve milliyetçilik şuuru, b) Dini birlik ve İslam şuuru, c) Siyasi birlik ve siyasi güçleome şuuru olmalıdır. Planlarımızı bu esas �zerine oturtmalıyız. Bekamız, refahımız, birlik ve beraberliğimiz bu "fikri müdir/e " mümkündür. Çınarın toprak altında binlerce kökü vardır. Bu köklerin gayesi ve maksadı, çınarı yaşatmak ve meyve vermesini sağ­ lamaktır. Toplumun da yüzlerce müessesesi (kurumu) vardır. Kurumların gaye ve maksadı, toplumu yaşatmak ve güçlen­ mesini temin etmektir. Osmanlı İmparatorluğu'nun milli dini ve siyasi birlik ve beraberliğini sağlayan ve onu, güçlü bir millet halinde tutan faktörlerden biri, Türk-İslam kültürü ise ötekisi de ekonomik sahada, ferdin ve milletin menfaatlannı, daima ahenkli ve dengeli bir şekilde tutması ve bu dengenin bozulmamasına ayrı bir önem vererek, daima kontrol altında


Milli Eğitim Davamız

5

tutmasıdır. Toplumda, milletin ali menfaati, şahısiann ve zümrelerin menfaatinden daima önde tutulmuş olmasıdır. Şahsi mefaat düşünceleri ve temayülleri, dini fikirlerle firen­ lenmiştir. Bununla da kalınmamış ekonomik düzen de, şahsi menfaatlara mani olacak şekilde düzenlenmiştir. Bu ilkeler ve düzenler, Türk- İ slam kültürü ile beslenen ve aynı gayeye tev­ cih edilmiş olan bütün müesseselerce destektenmiş ve devamı sağlanmıştır. Aşağıda izah edileceği gibi bundan "birlik ve beraberlik şuuru ' doğmuştur Bu merkezi manayı, yani "Milli, Dinf ve Siyasf' "birlik ve beraberlik " şuurunu ve toplumsal gücü doğuran kaynaklar­ dan bazıları şunlardır. a) Toprak düzeni ve tarımsal üretim. ı

Burada önemli olan bir mesele de toplumun her ferdini belli bir işe bağlamak bunu yaparken de ferdin hareket serbes­ lisini ekonomik seviyesini artırmaktır. Fertterin menfaati ile toplum menfaati arasında adil, ahenkli bir denge kurmaktı. Böylece toplum içinde işi olan, kimseye muhtaç olmayan, toplumun kendisine ihtiyacı olan hür, şuurlu insanlar meyda­ na getirmekti. Bu insanlarda kökeni adalete, musavvata ve re­ faha, köklü bir şuura dayanan bir "birlik ve beraberlik " şuu­ runun doğmasını temin etmekti. İ lk 300 senelik dönemde Os­ manlı idarecileri bunda muvaffak olmuşlardır. Ehliyet ve ka­ biliyet derecesine, ekonomik refaha, kültürel seviyesine göre 1

Bu hu susta fazla bilgi iç in bakınız: T . Ünal. Tarım Kentleri, Ank., 1970. M. Sertoğlu, Osmanlı İmp. Devrinde Toprak Dirliklerinin Çeşitli Şekilleri, Ank., 1976, s. 282.291 . Ş. Altındağ, Osmanlıların lık De virler inde "Tü rklerin Kültür ve Sosyal Duru mları Hakkında Birkaç Not," DTGF. Dergisi, ll/ Sayı:

4/521.


Dr. Tahsin Ünal

6

fertleri sıralamak, yarınlanndan emin bir hale getirmek gibi çabalar ve düzenler, birlik şuurunun uyanmasından başlıca amil olmuştur. Tarımsal üretim iç pazarlan doyurduğu gibi dış pazara da ihracat yapılıyordu. Doğuda Sumatra' ya, Batı da İ ngiltere'ye kadar ticaret ve ihracat yapılıyordu. Tanm kesi­ mindeki sosyal dilim müreffeh, zengin ve mesut idi. Milli ve dini kaynaklardan gelen kültür, onları dünyalannda bağlıyor, çalıştınyor, anketlerini unutturmuyor, faziletli insanlar olma­ sını temin ediyordu. b) Sanayi düzeni ve üretimi de "birlik ve beraberlik şuuru­ nun " gelişmesinde ayrı bir kaynak oluyordu. Töre ile şeri ' at­ tan gelen sanayi düzeninin başlıca üç prensibi vardı. Bu üç prensip Osmanlı sanayisine islikarnet vermiştir.

1 . Kainatta yaratılan her şeyi Allah, kullan için yaratmıştır. 2. Lüks, sefahat ve israf haramdır. 3 . Bilim öğrenmek ve öğretmek en büyük faziletlerdendir. Bu prensipler, bir yandan yer altı ve yer üstü zenginliklerinin işletilmesini, insanların istifadesine arz edilmesini "tersa­ neler, imalathaneler açılarak işsiz insan kalmamasını " temin ederken, bir yandan da işçi, usta ve mühendislerin kabiliyet­ lerini, daha mükemmel mal imalini temin ederken, zenginle­ rin de, daha çok zengin olmalarına mani olmuştur. Bir kapitalist sınıfın türernesine mani olmuştur. Kabiliyetler, kapitaller üretimin artıniması hedefinde top­ lanmış, iç pazarlar sanayinin çeşitli (kumaştan, demir sanayi­ sine kadar) malları ile doyduktan başka, Sumatra ve İ ngilte­ re' ye kadar ihracat da yapılmıştır.


7

Milli Eğitim Davamız

Toplumun çeşitli sosyal dilimierindeki bütün insanlannda, madde ile mana en ideal bir şekilde dengesini bulmuştur. "Hiç ölmeyecekmiş gibi dünya için, yarın ölecekmiş gibi ahi­ ret için çalışma " felsefesi, topluma hakim olmuştur. Madde­ ye doygunluk noktasından sonra madde, mana zenginliğine ulaşmak için bir vasıta olarak kullanılmıştır. Bunu Mevlana, herkese bir ibret olacak şekilde şöyle ifade etmiştir. " Yer altındaki karanlık afernde yaşayan bir kurt vardır. Toprak alemindeki besiniere ve maddeye karşı haris olan bu kurdun gözü ve kulağı yoktur. Dünyamızda da, maddeye ha­ ris olan bu kurda benzeyen gözü olup da görmeyen, kulağı olup da duymayan nice insanlar vardır. Bu insanlar da besin­ Iere ve maddeye, maddi imkanlara karşı haristirler. Bunlar maddeyi hayatın tek gayesi sanırlar. Halbuki insanın gayesi, manaya yönelmek, maddi egoizmden vazgeçerek toplum yara­ rına fedakarlıklar yapmaktır. Manaya yönelmek için nefse hoş gelenlerden uzaklaşmak, nefse zor ve ağır gelenlere sarılmak lazımdır. 2 diyerek medde ile mana arasındaki dengenin nasıl kurolmasın gerektiğini ve

kurulduğunu anlatmıştır. Bu, bir lokma ve bir hırka felsefesi değil; dünya ile ahiret dengesinin ifadesidir. Allah, "hayır yapınız. Fitre, zekat ve sa­ daka veriniz. Savaş için mal ve mülkünüzü harcayınız, diye emrediyor. Bunları yapabilmek için dengeli olarak dünya ve ahiret için çalışmak gerekir. Din sadece ibadetten ibaret değil­ dir. Dinin asıl cevheri ahlak, fazilet, çalışmak ve savaşmaktır. 3 ''

ı

M. C. Rumi, Fibi Maflh, ter: lsı., ı 969, s. ı 70.

J

M. C. Rumi,

aynı eser. 5 . 24-25 .


8

Dr. Tahsin Ünal

Hülasa İ slam, toplumsal bütün değerleri bir kuyumcunun sabırla altını işlemesi gibi toplumu sabır' a işlemiş eğitmiş ve fert ile toplum arasında ahenkli bir denge meydana getirerek "Birlik % ve Beraberlik şuurunun " güçlenmesine büyük hiz­ metlerde bulunmuştur. c) Vakıflar: İlk 300 sene içinde imparatorlukta vakıf mües­

seseside birlik ve beraber iki şuurunun güçlenmesine, fert ile toplum, fert ile devlet arasında ahenkli bir dengenin kurulma­ sına ayrı bir hizmette bulunmuştur. Vakıf, milli ve dini pren­ sipierin müesseseleşmiş şeklidir. Vakıflar bir yandan kapita­ list bir zümrenin türemesine, miras yediciliğe mani olurken, bir yandan da devlet bütçesinden bir kuruş sarfettirmeden okulların (medreselerin) % 94' ün kurarak, Mill! Eğitim Ba­ kanlığı vazifesini, yollar, köprüler, sulama kanalları, çeşme­ ler, hastaneler, imarethaneler, kimsesizler çocuklara, dullara, fakirlere, ihtiyarlara bakmak suretiyle, kervansaraylar, deniz fenerleri, dağ evleri, göçmenlere bakmak ve işe yerleştirmek vb. gibi hizmetler ifa ederek hem çeşitli bakanlıkların işini üzerine almış, memleketi imar etmiş, hem de karma ekonomi düzeninin en ideal örneğini vermiştir. Vakıflar; I. lsraf yolu ile servetierin heba edilmesine m ani olmuş ve

serveti toplumun yaranna sarfetmiştir. 2. Esnafı, sanatkarı, işçiyi, kimsesizi, ihtiyacı sahipsiz ve işsiz bırakmamış, sosyal adaleti temin etmiştir. 3. Kamu hizmetlerini üzerine alarak yapmış, devlete bu

konular için para sarfettirmemiştir.


9

Milli Eğitim Davamız

4. Eğiterne % 94 orana hizmet ederek Türk-lslam kültürü­ nün işlenmesine, gelişmesine, pekleşmesine hizmetler ifa et­ miştir. Bütün bu hizmetler ile fertleri birbirine yaklaştırmış "Bir­ lik ve Beraberliğin " sağlanmasında en büyük hisselerden bi­

rine sahip olmuştur.4 d) Devletin tesis ettiği idare, kurduğu ordu düzeni, padi­ şahlan bile mahkeme eden adalet sistemi de, fert ile toplum arasındaki alıengin kurulmasında, dolayısıyle milli birlik ve beraberliğin sağlanmasınd_a pek önemli hisselere sahiptirler. 5 Bütün bu ve bunlara benzer müesseselerde çalışan insania­ nn tamamı hep aynı Türk-lslam kültür kaynaklarından bes­ tendikleri için aynı zihniyet, aynı ahlak aynı felsefe hamuru ' içinde yoğrulduklan· için toplum, parçalanmaz bir bütün ola­ rak asırlarca birlik ve beraberliğini muhafaza etmiştir. e) İlk 300 sene cinde mali düzen de fertterin birbirine yak­ laşmasını, karşılıklı bir sevgi ve saygı ile birbirlerine sarılma­ sını, dolayısıyla milli birliğin kurulmasını temin eden faktör­ lerden bir başkası idi. Osmanlı maliyesinin fert ve toplumun menfaatlerini bir araya ve aynı gayetere getiren başlıca üç prensibi vardı. 4 Bu hususta fazla bilgi için bakınız: F. Köpıiilü, "Vakıf Müessesesi ve Vakıf Yesi­ kalarını Tarihi Ehemmiyeti," Vakıflar Dergisi, Ankara, 1938, 3.2.

vd. H.

Baki

Kunter, "Türk Vakıflarının Milliyetçilik Cephesi," Vakıflar Dergisi, Ankara, 1956, Sayı, 3 . s

Bu hususta fazla bilgi için bakınız: T. Ü nal, Osmanlılarda Fazilet Mücadelesi, Ikinci Baskı, Ankara, 1977. T. Ünal, Türk'ün Sosyo-Ekonomik Tarihi, Istanbul, 1976.


Dr. Tahsin Ünal

10

1 . Miras, sadece en büyük erkek eviada veren, kızlan mi­ rastan mahrum eden sistemlerin aksine, töre ve dinden gelen bir prensiple miras, tüm aile fertleri arasında bölüşülüyordu. Ölen babanın 10.000 lirası varsa beş çocuğu arasında bölüşü­ lüyor. 2000'er düşüyordu. a) Miras tatminkar değildir. Bu nedenle, b) Miras helaldir. Fakat birkaç sene sonra bitecektir. Bu nedenle, mirasçılar aldıkları para (miras) ile iktifa et­ meyip, hayatiann şeretle çalışıp kazanmaya, toplum içinde faydalı bir iş tutmaya mecbur olmuşlardır. Dolayısıyla top­ lumda herkes çalışmaya mecbur olmuştur. 2. Paranın daima tadavülde bulunması yine törenin ve di­ nin emri idi. Tasarruflardan meydana gelen sermayenin hayır­ lar için harcanması, sermayenin yatınmı suretiyle işsizler için iş sahalannın açılmışını mecburi kılmıştır. Çok defa sınıldığı gibi zenginler paralarını küpe koyup üzerine oturmuyorlardı. Bugün modem Avrupa'da olduğu gibi kazanan, kazandığını yeni bir yatırıma sarfediyor. İş sahası anyordu. 3. Zekat ve fitre prensibi paranın daima tedavülde bulun­ masını, zenginin daha zengin, fakirin daha fakir olmamasını sağlıyordu. Zekat olarak malının 401 1 ini yahut malının % 2.5 ini vermek zorunda olan zenginin verdiği bu para, yoksulun azalmasını sağlıyor, fakirin daha fakir olmasını önlüyordu. Zekat, yalnız gelire ve kara nispet edilerek değil, sermaye artışına nispet edilerek veriliyordu. Bu itibarla 20.000 lirası, olan bir kimse bunun %2.5 nu ze­ kat verdiği takdirde, yılda 5.000 lira veriyordu, parasını işlet-


ıı

Milli Eğitim Davamız

meyen bir zenginin parası, bir müddet sonra biteceğinden, pa­ rasını işletmek zorunda kalıyordu. Bu üç prensip nedeni ile, para daima iş sahaları açmak, iş­ sizlere iş verrnek suretiyle yeni yeni yatınmlarda kullanılıyor­ du. Bu da fertleri birbirine yaklaştınyordu. Bundan birlik ve beraberlik doğuyordu. 6 III. EGİTİM DÜZENİ Takdir edileceği gibi inşan faktörü ve insana şekil veren eğitim ve öğretim faktörü, başta gelen faktörlerden biri ve başlıcasıdır. Türk toplumunda dünya ile ahiretin, madde ile mananın ahenkli dengesini sağlayan Türk-lslam kültürü ve bu kültürün maddeleşmiş sikli olan medreseler olmuştur. Os­ manlı medreselerinde (okullarında) okunan müspet ilimler ve dini ilimler dozaj bakımından şöyle bir seyir takip etmiştir.

Seneler

Müsbet İlimler

Dini İlimler

1300-1 600

% 50

% 50

1 600- 1 700

% 40

% 60

1 700-1800

% 30

% 70

1800-1 920

% 20

% 807

Görülüyor. ki, müspet ilimler ile dini ilimler ilk üç sene içinde tam bir denge ile okutulurken, 1 600'den sonra bu den6

7

Fazla bilgi için bakınız, Ko misyonca Yazılan Tanzimat, lsıanbu., 1941. Mirz a B eşiriddin, İsHimiyet ve Yeni Dünya Nizamı. Bu rakamlar % 100 doğru olan rakamlar değildir. Fakat doru ya çok yakın ra­ kamlardır ve fikrin izahını eko laylaştdırmak için ver miş tir. Şu rakamlar, aynı zamanda asır v e asır imparato rl uğ unun parçalanışının iz ahını yapar görünmüyor m u?


12

Dr. Tahsin Ünal

ge müspet ilimierin aleyhine, dini ilimierin lehine olmak üze­ re bozulmuştur. Dini ilimler ve dini kültür de dejenerasyona uğramış, İ slam Dini abdest alıp namaz kılmak, cehennem ile tehdit, cennet ile taltiften ibaret bir hale getirilmiştir. Yukarıda Devletin (Hükümetin) bütün şubelerini ayrı ay­ rı değil, bir bütün olarak düşünmek, bakanlıklararası koordi­ neli bir plan hazırlamak lazımdır, demiştim. Bu düşünceyi, şu tarihi gerçek teyit etmektedir. Yani, Osmanlı İmparator­ luğu, 1 600' den sonra eğitim ve öğretim düzeni ve ders do­ zajları arasındaki denge bozulduğu için mi? Yoksa Tarım, sanayi teknik, ticaret sahalarındaki düzen ve ahenk bozuldu­ ğu için mi? Yoksa toplumun bütün müesseselerindeki, dü­ zen ve ahenk bozukluğu için mi gerilemiştir? Şüphesiz son düşünce en doğru alanıdır. Yani bütün kurumlar beraber bo­ zulmuştur. 8 Bütün bunlardan çıkanlacak netice ve alınacak ders, Dev­ let (Hükümet) mekanizmasının bütün şubelerinin (bakanlıkla­ nnın) muntazam bir denge ve ahenk içinde ve birbiriyle koor­ dineli bir şekilde çalışması gerekir. Toplum hayatı ve onun topyekün kalkınması denilince; tarımı, sanayisi, ticareti, tek­ niği, maliyesi, eğitim ve öğretimini, dini ve ahlakı vb. gibi ça­ ba ve faaliyetleri ayrı ayrı değil, bir bütün olarak düşünülme­ lidir. Hükümetin Bakanlıkları hatta özel sektör bir fabrikanın parçaları gibi mütalaa edilmelidir. Çünkü, bir topluma güç ve­ ren devlet makinesinde, devlet, ekonomi, eğitim ve öğretim mekanizmalan birbirinden ayrı değil, birbirine bağlı ve tabi8

Bu hususta f azla bilgi için bakınız: O. Ergin, Türkiye Maarif Tarihi, l st., 1939. A. Adıvar, Osmanlı Türklerinde l lim, Isı., 1 948. S . Unver, Türkiye'de Eczacıl ık Ta­ rihi, İstanbul, 1952.


Milli Eğitim Davamız

13

dir. B u mekanizmalar (bakanlıklar ve özel sektör) birbirini destekleyecek, birbirini görüp gözetecek şekilde ve koordine­ li olarak çalıştınlmazsa hükümet makinesinin matris gücü is­ raf edilmiş olur, Zaafa uğrar. Öyle ise biz yeni bir eğitim ve öğretim düzeni kurarken, bu düzenin çatısını çatarken eğitim ile beraber sair bakanlık­ ların da planlama ve koordinasyonunu daima düşünmek zo­ rundayız.



TÜRKİYE'NİN EGİTİM DAVASI VE YENİ BİR ÇÖZÜM PROJESİ I. GİRİŞ Yaptığımız temas ve tetkikleri sonucunda şöyle bir netice­ ye varmış bulunuyoruz: Detaylarına inmeden, kısaca ve ana­ batiariyle izah edeceğimiz fikirler, teklif edeceğimiz tedbirler yeni bir şey değildir. Bunları bazı bakanlıklar daha önce dü­ şünmüşler, hatta birbirlerinden habersiz harekete geçmişler. Fakat araya siyasi mülahazalar girmiş ve vazgeçmişlerdir. Bi­ zim teklifimiz, başlanmış fakat yanda bırakılmış olan bu işle­ ri yeniden harekete geçirmektir. B u hareket esnasında köye hizmet götürmekle mükellef olan bakanlık ve kuruluşlar ara­ sında bir koordine temin etmek, dolayısıyla asırlık düşmanı­ mız olan eelıli ve fakirliği yenmektir. Bizim teklif ettiğimiz tedbirleri, Devlet Planlama Müste­ şarlığı hararetle kabul etmektedir. Şifahi temaslarımızda bu­ nu hemen hemen aynen kabul ettiği gibi, hazırlanan 2. Beş Yıllık Kalkınma Planı esaslannda da aynen şöyle demekte ve bu sistemin tatbikatını istemektedir: "Her türlü kalkınmanın ana faktörü ekonomidir. Fakat kalkınmada eğitimi de ihmal edemeyiz. Lakin mali gücümüzü ekonomik sahaya aktardığı­ mızda eğitim, eğitime aktardığımızda ekonomik kalkınma aksamaktadır. Kalkınmanın kökeni de köydür. Köy miktan


16

Dr. Tahsin Ünal

da fazla olduğundan bundan böyle-Gurup köyler projesine öncelik verilecek ve gelecek yılların programlarında bu pro­ jelerin ağırlık kazanması sağlanacaktır." 1 O halde Milli Gü­ venlik Kurulu Genel Sekreterliği olarak biz de, bu konuda Bakanlıklar arası bir koordine kurulmasını ve grup köyler projesinin taha]ckukunu temin etmeye çalışmalıyız.2 Çünkü teklif edilen tedbirler kabul ve tatbik edilmeye başlanınca memleketimizin, 1. İskan davası ve köy kalkınması politikası,

2. Okuma-yazma ve kültür davası, 3.

Ekonomik ve sosyal davaları,

4. Tanmsal, bununla paralel olarak hafif sanayi ve teknolojik problemler, 5. Hayvancılık mes.eleleri büyük mikyasta halledilmiş, 6. Milli Güvenlik bakımından da güçlenmiş olacaktır. Bu konuda bizim istediklerimizi çeşitli Bakanlıklar birbi­ rinden habersiz, dolayısıyla dağınık bir şekilde zaten yapmak­ tadırlar. Biz bunlann belli noktalarda toplanmasını istiyoruz. Mesela: 1 . Milli Eğitim Bakanlığı: a) Bir taraftan "her köye okul, her okula öğretmen " politi­ kasıyla çalışırken. ı II. Beş Yıllık Kalkınma Planı 1968-1972 (Ankara 1966), s. 376. 2

Tcklif edilen sistemin kolayca yürütülmes i için (Merkezi Hükümet Teşkilatı, Kuruluş ve Görevleri, Ankara, 1 98 3) R aporunda da kabul edildiği g ibi ya M.E.Bakanlığı içinde ayn bir müs teş ar lık teşkil edilmeli veya M.E.Bakanl ığı ya­ nında bir de Kültür Baka nlığı teş kil edilmel i ki (s. 423), Milli Eğitim Baka nlı ğı bu konular a daha fazla eğilme imkanı bulsun.


Milli Eğitim Davamız

17

b) Bir taraftan da "yatılı bölge okullar? sistemini yürüt­ mektedir. c) Öte yandan da, 1 968- 1 969' dan itibaren başta Bursa, B a­ lıkesir ve Manisa'nın bazı köyleri olmak üzere " Yatısız, gün­ düzlü bölge okulu " düzenini kabul ve tatbik etmeye başlamış­ tır. Bizim istediğimiz bu son sistemin bütün Türkiye sathına yayılmasıdır. 2. Köy İşleri B akanlığı: I 965- 1 967 döneminde "Merkez Köy " sistemini kabul etmiş başta Van'ın Özalp kazasına bağ­ lı (Dönerdere ve Emek) köylerini merkez köy kabul ederek . bir kısım köyler, Uşak ve Manisa'da köy envanterlerini yapıp bitirmiş, fakat sonra bundan vazgeçilmiştir. Bizim istediğimiz şey, başlanmış olan bu işe devam edilmesidir. 3. Sağlık B akanlığı: Bir nevi merkez köy sistemi demek olan Sosyalizasyon esasını kabul etmiştir. B irkaç köyün mer­ kezi bir yerine sağlık ocakları yapmaktadır. Tarım Bakanlığı: Gurup köyler sistemini kabul etmiş ve buralarda "hayvan ıslah nüveleri ve ilaçlama havuzları " yap­ maktadır. 4.

Koordinesizlik sebebiyle M. E. B akanlığı Yatılı Bölge Okulunu A köyüne yaparken, Sağlık Bakanlığı sağlık ocakla­ rını B köyüne, Tarım Bakanlığı "nüveleri" C köyüne yapmak­ tadır. Bizim istediğimiz şey, köye hizmet götürmekle mükellef olan B akanlık ve Kuruluşlar arasında bir koordine tesis ede­ rek, hizmetlerin belli köylerde toplanmasını temin etmek ve (Grup köyler) teşekkülünü sağlamaya doğru gitmektir. Böyle bir sisteme gidilirse memleketin kültürel bakımdan


18

Dr. Tahsin Ünal

1 - Okul yokluğu, 2- Öğretmen yokluğu, 3- Para darlığı, 4-

Her çocuk için okuma imkan ve fırsat eşitliği· , 5- lıkokul­

dan sonra ortaokul öğrenimi yapma imkanı sağlandığı gibi köylerin: 1- Ekonomik kalkınması, 2- Sanayi kalkınması, 3-Tekno­ lojik ilerlemesi,

4-

Tarim ve hayvancılık davaları, 5-Sosyal

meseleleri, 6- Milli Güvenlik problemi daha kolay daha ucuz Ve daha kısa zamanda halledilmiş olacağı kanaatindeyiz. Grup köyler sistemine gidilmesinin şimdiden tahmin edil­ meyen daha birçok faydalannın olacağında bir çok aydınlar ve Bakanlık uzmanları hem fıkirdirler.

A. BUGÜNKÜDURUM Bilindiği gibi ilköğretim çalışmaları, 0- 1 2 yaş arasındaki bütün çocukların eğitilmesini-öğretilmesini kapsar. Bu ça­ lışmalar: a. Kreşler, b. Aiıaokulları, c. İlkokul, d. Sakat çocukların eğitimi (özel okul), e. Halk eğitimi, f. Kurslar, şeklinde yapıl­ maktadır. Bunları sıra ile değil, önem derecesine göre: 1 . İlkokul öğretimi çalışmaları, Yan öğretim çalışmaları, şeklinde iki kısma ayırarak müta­ H1a etmekte, konunun izahı ve anlaşılması bakımlarından fay­ da vardır. Burada asıl ve önemli olan konu, "ilköğretim " ko­ nusudur. Bu konu halledilirse "Yarı öğretim çalışmaları, " ya kendiliğinden halledilecek veya çok kolayiaşmış olacaktır.


19

Milli Eğitim Davamız 1.

Öğrenci durumu:

Nüfusumuz 1 965 sayımianna göre 3 I .390.000 olduğu hal­ de 1969' da 34 milyon küsur olduğu söyleniyor. % 2.8 bir oranla, her sene 890,000 kadar artıyoruz. Bununla paralel olarak çocuk miktan da artıyor. Çocuk ar­ tışı, bizi her sene 7- 1 2 yaş arasında ve adedi oldukça kabarık bir çocuk ve bu çocukların eğitim. problemi ile karşı karşıya getirmektedir. Mesela: Tablo: 1 YILLAR

7-12 YAŞ ARASINDA ÇOCUKLAR

2 .403 .749

1945 1 950

2 . 326. 059

1 955

2 . 697 . 052

1960

3.534 . 883

1 965

4 . 162. 1 94

1 966

5 . 098 . 000

1967

5 . 390 . 000

1968

5 . 520 . 000

Çocukla karşı karşıya gelinmiştir. Bu kadar çocuğun her sene tamarnının eğitilmesi öğretilmesi icabettiği halde, mali imkanlanmızın zayıflığı, okul ve Öğretmen yokluğu sebebiy­ le bunların ancak bir kısmı okutulabilmekte bir kısmı,öğretim nimetlerinden mahrum kalmaktadır. Mesela:


20

Dr. Tahsin Ünal

Tablo: 2 YILLAR 7-12 YAŞ A RASI OK. KAYDOLAN OLAMAYAN 1 945

2 403 749

ı 246 8 1 8

ı 1 56 931

1 950

2 326 058

ı 59ı .039

735 oı9

ı955

2 697 052

ı 866 666

830 386'

1 960

3 534 883

2 5ı4 592

ı 020 29 1

1 965

4 1 62 1 94

3 8 1 3 709

348 485

1966

5 098 000

4 260 000

838 000

1 967

5 390 000

4 736 000

645 000

1968

5 520 000

4 950 000

570 000

Çocuklar öğrenim çağında olduğu halde okula kaydolama­ mıştır. 1 . Okula kaydalamayan miktar ile 2. Okula kaydolduğu halde sonradan okulu terk eden mik­ tar birleşerek yarınlanmızı tehdit eden tehlikeler olmaktadır. Yarının cahil ana ve babalanyla memleketi kalkındırmak zor­ laşmaktadır. Çünkü: Tablo: 3 YILLAR

OKUMA YAZMA BİLMEYENLER

1 964

9 223 000

1 965

9 637 000

ı966

10 ıoo 000

ı 967

10 5 1 9 000

1968

ı ı 079 000

Miktarda yükselmiş ve M. Eğitim Bakanlığının, ilköğretim davasını 1 972'de halledeceğiz dediği sene, bu miktar, 13 .480.000 aynı sene okuma çağına gelen çocuklarla beraber 19 milyona çıkmış olacaktır.


21

Milli Eğitim Davamız

Milli Eğitim Bakanlığı önümüzdeki senelerde artacak ço­ cuk miktarını ve bunun için lazım olacak derslik adedini şöy­ lece hesap ederek planlamıştır. Tablo: 4 Y ILLAR

ÇOCUK MİKTARI

ILAVE DERSLİ K ADEDi

1 968-1969

5 520 000

7500

1969-1970

5 650 000

7000

1 970-1971

5 780 000

6500

1 971-1972

5 840 000

8000

ve 1972' de ilköğretim davasını halledeceğini halledeceğini kabul etmektedir. Halbuki: a) Şimdiye kadar olduğu gibi bundan sonra da artık çocuk miktarına lazım olan dersane (okul) bulmak mümkün olmaya­ caktır. Çünkü, daha şimdiden şehirlerde 1 950, köylerde 2670 ilkokulda ikili ve üçlü öğretime gidilrneye başlanrnıştır.3 Bu toplam olarak 4600 ilkokula daha ihtiyaç var demektir. Üçlü­ lerle 5700'e çıkar. b) Okula kaydolduğu halde bir müddet sonra okulu terk edenler yine olacaktır. Bunlar Halk eğitimi konusunda topla­ nıp oranın yükünü ağırlaştıracaklardır. Bugünkü sistem ve an­ layışla çocukların okulu terk etmesinin dolayısıyla halk eğiti­ mi çalışmalarının yükünü hafifletrnesinin önüne geçrnek mümkün görülmemektedir. 2.

Okulun durumu:

Milli Eğitim B akanlığı hızla artan çocuklara derslik bul­ mak çabası içindedir. 1967-1968 dönemine kadar mevcut bu3

1 967- 1 968 İlköğretim, S. 9.


Dr. Tahsin Ünal

22

lunan 85.000 dersliğe, ikinci beş yıllık plan döneminde 29.000 derslik daha ilave ederek4 miktar I 1 4.000 çıkanlacak ve okul davası halledilmiş olacaktır demektedir. Mesela: Tablo: 5 YILL AR 1967-1968

DERSLİK

P ARAL AR

Mevcut 8500 500 000 000 TL .

1968-1969

7500

573 600 000 TL-

1969-1970

6500

472 500 000 TL.

1970-197 ı

8000

361000 000 TL.

1971-1972

6000

602 000 000 TL .

Halbuki: a) Bu hesabı yapan M. Eğitim Bakanlığı her dershaneye 40-4 1 öğrenci düşüceğini de hesaba katmıştır. Fakat Mesela, 1 967- 1 968 döneminde faal olan 85 000 dersanede 4 492 232 öğrenci okumakta olduğuna göre, 5 her sınıfa 56-57 öğrenci düşmektedir. İdeal miktar 40 iken, bunun 56-57 olması de­ mek, okul problemi de kolayca halledilemeyecek demektir ve daha fazla dersaneye ihtiyaç olacak demektir. b) Realiteler bunu da aksine göstermektedir. Çünkü, bir sı­ nıfta 56-57 öğrenci olmuş olsaydı yukarıda da temas edildiği gibi birçok yerlerde ikili ve üçlü öğretime gidilmezdi. c) Sınıflardaki öğrenci miktarının fazla olması psikolojik ve pedegojik hataların doğmasına, bu da çocuklanmızdaki bilgi ve kültür seviyesinin, istenilen seviyeden çok aşağılara düşmesine sebep olmaktadır. Kalabalık sınıflarda okuyan ço4

Derslik miktarı hakkında 1967-1968 İlköğretim lstatistiği, S. 17"de 82.660 derslik gösterirken, II. Beş Yıllık pHin hedeflerine uygun Eğitim çalış maları istatisti­ ğinde bu miktar 78 400 ol arak gösteril iyor.

5

1967-1968 Ilköğretim, S.

47-48.


Milli Eğitim Davamız

23

cuklarla, okumayanlar arasında çok az farklar vardır. Bunun misalleıinin, özellikle köylerde görmek mümkündür. Okul­ dan çok zayıf mezun olanlar, Halk Eğitiminin işini ağırlaştır­ maktadırlar. d) I 96 1 - I 965 döneminde ve beş senede I 0.000 okul yapıl­ ması, 6 kararlaştırılmış olduğu halde ancak 3900 okulun yapıl­ mış olması,? ister istemez yarınlara matuf düşünce ve planlar hakkında insanı tereddüde düşürmektedir. e) Beş sene içinde yatırımlara ayrılan para miktanndan (2 milyar 200 milyon) yeniden yapılması düşünülen 30 yatılı okul parası çıkarılırsa (ki 2 10.000.000 TL. ediyor) geriye ka­ lan 2 milyar liranın 35 500 dersliği tamamlayamayacağı haki­ kati üzerinde durmaya değer bir konudur. Çünkü bu günkü fi­ yatla bir dersane 60.000 lira civannda tamamlanmaktadır. Ar­ tan fiyatlar karşısında bir dersane 5 sene sonra bu fiyata çık­ mayacaktır.

3.

Öğretmen durum:

Milli Eğitim Bakanlığı öğretmen bulsa, her yerde eğitim­ öğretim yapacaktır. Fakat bulamamaktadır. Bakanlık: a) Artık çocuklan okutmak b) Öğretmensiziikten kapalı duran 84 okula öğretmen bul­ mak. c) 3. Sınıflı okullan 5. Sınıfa çıkanrken lazım olan öğret­ meni temin etmek 6

7

tıköğretim Komites i Raporu, 10 Yıllık Plan, s. 15. Devlet Isı. Enst. Milli Eğitim Hareketleri, s. 1 3.


24

Dr. Tahsin Ünal

d) Yeniyeni açılan okullara öğretmen tedarik etmek, çaba­ sı içindedir. İhtiyaçlarını da Il. Beş Yıllık plil.n dönemi içinde, daha fazla öğretmen yetiştirerek tamamlayacağına ve bu me­ seleyi de, ı 973 ' de halledeceğine kani bulunmaktadır. Mesela ı 967- ı 968 döneminde 1 05 2 ı ı öğretmenin mevcut olduğu kabul edilerek8 müteakip senelerde yeniden yetiştirilecek öğ­ retmenlerle miktarın: Tablo: 6 YILLAR

1967-1968 1968-1969 1969-1970 1970-1971 1971-1972 1972-1973

YETiŞECEK ÖGRETMEN

105 21 1 370 121 050 131 186 139 976 146 000

mevcut

ıl l

olacağı kabul edilmektedir. Halbuki : a) M . Eğitim Bakanlığının öğretmen yetiştiren yegane kay­ nağı, ilköğretmen okullandır. Hazırlanmış planlara rağmen bu okullardan her sene aynı miktarda öğretmen yetiştinnek mümkün olmamaktadır. b) Bakanlık bunu yakmen bildiği için öğretmen ihtiyacını, (staj iyer, lise mezunu ve kurstan geçirilmiş, Y d. Subay ve ve­ kil öğretmenlerle) karşılamaya çalışmaktadır. c) Çoğu zaman şu ya da bu sebeplerle öğretmenliğe giren­ Ierle, ayrılanlar arasında önemli bir fark olmadığından öğret­ men gereği kapatılamamaktadır. Mesela I 966- 1 967 dönemin­ s

1967-1968

llkögretim,

s.

5.


25

Milli Eğitim Davamız

de 8500 öğretmen Emekli, istifa ve ölüm gibi sebeplerle öğ­ retmenlikten ayrılırken 1 2.200 kişi öğretmenliğe ginniştir. Diğer bir hesaba göre de, her sene 4229 öğretmen idareci­ lik sebebiyle ders vermemekte, 8500 öğretmen de meslekten ayrılmakta dolayısıyla 12.792 öğretmen meslekdışı kaldığın­ dan öğretmene olan ihtiyaç azalacağına, artmaktadır. 9

4.

Para durumu:

Milli Eğitim Bakanlığı, Genel bütçeden 2.500.000.000 lira almak suretiyle Milli Savunma ve Maliye Bakanlıklanndan sonra 3 ' üncü Bayındırlık Bakanlığından sonra yatırım yapan 2'nci bakanlıktır. Genel bütçeden aldığı paradan başka (bazı teberru ve halk yardımı istisna edilirse), hiçbir geliri yoktur. İlkokul yatırımları için ayırdığı para: Tablo: 7 YILLAR

1964 1965 1966 1967 1968 1969 1970 ı 970-71 9

YATIRIM MİKTARLARI TL.

630 552 000 583 019 000 662 3 49 000 262 444 000 537 600 000 472 500 000 3 61 000 000 602 000 000

Her yıl 9500 öğretme ne ihtiyaç olduğu halde, yılda ancak 4000 öğretmen yetişti­ rilebilmektedir. (Merkezi Hükümet Teşkilatı, Kuruluşu Görevleri, Ankara, 1 963, s. 399) .


Dr. Tahsin Ünal

26

liradır. Bu miktarlann günümüze kadar olan kısmı sarfedil� miştir. Bundan sonra da, sene sene ayrılan miktarları sarfede� rek, yukarda da temas edildiği gibi 35.500 dersane daha inşa edip, okul ihtiyacını karşılayacaktır ve M. E. Bakanlığı buna inanmış vaziyettedir. Halbuki: a) İstatistikteki rakamlardan da anlaşılacağı gibi yatırım için ayrılan paralar (pH1n esasına göre olmakla beraber) arta� cağı yerde azalmaktadır. Yatırımları azaltmak, inşaatı anor� malleştirecek tir. b) Planlarda, (eskiyen, yıkılıp yeniden yapılması icabeden binaların adedi, 1 967 � 1 968 döneminde) 1 . Yıkılıp yeniden yapılması icabeden: 479 1 derslik 2. B üyük küçük onarımı " : 2465 derslik 3. İ l ave edilmesi icabeden : 8717 derslik olarak tespit edilmektedir. Toplam olarak 1 5 .975 dersliğin hangi gelirle (fonla) tamir edileceği açıkça tasrih edilmemiştir. Ortalama olarak bir der� sanenin en az 40.000 liraya tamir edilebileceği (çünkü yeni� den ilave edilecek olanlarda vardır) kabul edilirse 1 5.975x40.000=650 milyon liraya ihtiyaç gösterir. Bu para hem yatırım için ayrılan paradan, hem de onarım için ayrılan paradan çoktur.ıo B unlar ve okulların mefruşat, ders araçları, laboratuar mal­ zemeleri gibi ihtiyaçlan, bugünkünden daha çok paraya ihti­ yaç göstermektedir. Ya bu parayı bulup M. E. Bakanlığı emıo

Çeşitli onanmlar için M.E.Bk.n ın ayırdığı para 380 milyon liradır. Yani aynima­ sı icabeden paranın parası kadardır. 1 967-1968, l iköğretim, s. 96.


Milli Eğitim Davamız

27

rine vermeli veya ihtiyaçlarımızı, daha ucuz daha kolay temin edecek sistemler bulmalıdır. Bir an için ilköğretim davasının halledildiği kabul edilse bile, yarın bunu orta ve lise davalan takip edecektir. Keza memleketin ilk ve orta öğretim davalan halledilmiş olsa bile, ·; :'mleket yine katkınmış olmayacaktır. Öyle ise, bizi hem sos) .! ve kültürel hem de ekonomik, sanayi ve teknolojik ba­ kımlardan kalkındıracak, dünya milletleri içinde iyi bir yere getirecek bir sistem bulup tatbik etmelidir. .

Çünkü, mevcut statü içinde ilköğretimin görüşü özetle şöyledir:

5.

Bu günkü durumun özeti:

a) İmparatorluk devrinde okur yazar miktarı % 1 den % 15 ' e, Cumhuriyet devrinde de % 1 5 ' ten % 48.7 çıkanlabil­ miştir. M. Eğitim Bakanlığı 1 972'de ilköğretim davasını hal­ ledeceğini ve okur-yazar miktarını % 1 00 çıkaracağını söyle­ mektedir. 1 34 sene içinde % 48.7' e çıkanlabilmiş okur-yazar oranının beş senede % 100 çıkacağını kabul etmek bir hayli zor bir realitedir. b) Nitekim M. E. Bakanlığının davayı halledeceğim dedi­ ği sene, 5.850.000 (7- 1 2 Yaş arasında olup) eğitilecek çocuk ve 1 3 .500.000 ergin olmak üzere 1 6 milyonluk bir insan kit­ lesini eğitmekle karşı karşıya geleceğini istatistikler göster­ mektedir. c) M . Eğitim Bakanlığı, halen 78400 dersane vardır. Bunu beş sene içinde 35 500 dersane daha ilave edersem okul ihti-


28

Dr. Tahsin Ünal

yacını karşılamış, dolayısıyla okul davasını halletmiş olurum diyor. Halbuki: plana aldığı 35 .500 dersaneden başka onanl­ ması, ilave edilmesi icabeden 15.975 dersane ile oba ve korn­ larda oturan çocukların okula olan ihtiyaçları hiç düşünülme­ miştir.11 Bunun için de az 2400 dersaneye ihtiyaç vardır. d) Genel bütçeden, şimdiye kadar ayrılan para miktarın­ dan, daha fazla ayrılacağı, ihtiyaçların kısa zamanda karşıla­ nacağı da kolayca kabul edilemez. e) Öğretmen ihtiyacını karşılamak konusu da ayrı bir önem taşımaktadır. Bir taraftan 1972' de öğretmen miktarının 1 46.000 olacağı, bunun da ihtiyacı karşıtayacağı söylenirken, öbür taraftan da her sene: 4.229 öğretmenin, okullarda idare­ cilik etmekte olduğu ve öğretmenlik etmediği, 12 8.500 Öğret­ menin çeşitli sebeplere öğretmenlikten ayrıldığı, 13 toplam olarak her sene. 12.729 Öğretmenin ders dışı kaldığı görül­ mektedir. Halbuki her sene ilköğretmen okullarından ancak 12.200 öğretmen mezun · olup ödev almaktadır. 14 Bunun için, ilköğretim, ihtiyacını başka taraflardan temin etme yoluna git­ miştir. f) Ders programlarını yeniden tanzim, bu programları en iyi şekilde tatbik edecek, dolayısıyla daha iyi öğrenci yetişti­ recek, kaliteli öğretmen bulmanın da zor olacağı ve şimdiye kadar olandan farklı olabileceği kabul edilemez . 11

1967-1968

ıı 1967-1968 13

llköğretim, s. 10. 22 ve 73. Ilköğretim, s. 28.

Aynı kaynak: s. 43.

14 I 967-1968 Öğretmen Okulları Yıllığı,

s. 48. Şu da bir realitedir ki, öğretmen oku­ lunu bitiren her genç, öğretmen olmamakta, paralı olan başka bir ınesleği seç­ mektedir. Onun için aliikalılar, "biz öğretmen değil, bankacı yetiştiriyonız" di­ yorlar.


Milli Eğitim Davamız

29

h) Önceden tespit edilen öğrenci, öğretmen ve okul miktar­ larına, yıllık artışlar, doğruya çok yakın şekilde tespit edilerek ilave edilmedikçe, Sınıfta kalma oranlan artıp, sınıflar arasındaki dengeyi bozdukça, mezuniyet miktarları anormalleştikçe, Dersane ilavelerine lüzum hasıl oldukça daima planlarda sapmalar olacaktır ve olmaktadır. i) Nitekim Devlet PHlnlama Müsteşarlığı 1. Beş Yıllık plan döneminde: "a) Tedbirlerin alınmasındaki gecikmeler. b) Öğrenci-öğretmen, öğrenci-derslik oranlarının birbiri­ ni tııtmanıası, c) Öğretmen miktarım arttırmak için alınan tedbirlerin müspet netice vermemesi, d) Planı tatbik edenlerin koordineli çalışmaması e) Planlı bir çalışma devrine girildiği halde, bunun ne de­ mek olduğunu kavrayamayan, işleri yine el ucuyla tutan me­ mur zihniyetinin devam etmesi, f) Inşaatlarda ucuz okul tipinin tespit edilernemesi vb. gibi sebeplerle, tespit edilen plan hedeflerine varamamış, planda sapmalar olmuş, eğitim çalışmaları müspet netice vermemiş­ tir"15 diyerek başanya ulaşılamadığını itiraf ettiği gibi Başba­ kan da bir demecinde, "açıkça itiraf etmeliyim ki, 1 . Beş Yıl­ lık plan % 20 gerçekleştirilebilmiş, % 80 gerçekleştirileme­ miştir"l6 diyerek başansızlığı itiraf etmiştir. ı 5 1963-1967 ı.

ı6

Cumhuriyet

Beş Y ıllık Kalkın ma

Planı, s. 548-549.

G. Sayı: ı 5863. Tarih: 25 E ylül 1 961!.


30

Dr. Tahsin Ünal

Görülüyor ki, ister dışarıdan (yani öğrenci, öğretmen, okul ve mali imkanlar tarafından) bakılsın, ister içeriden (yani dersler, programlar, araçlar, sınıfta kalmalar tarafından) bakıl­ sın, mevcut eğitim düzeniyle davanın kısa zamanda ve kolay­ ca halli mümkün görülmemektedir. Çünkü mevcut statü, "herkese genel bütçeden bir miktar para ayırmak, bununla belli miktarda okul yapmak, eskiyenleri tamir etmek, öğret­ men yetiştirmek, tayinler, nakiller yapmak" şeklinde devam edip gitmektedir. B unlar süratle artan çocuklarımızın ve Halk eğitimi olarak erginterimizin ihtiyacına kafi gelmiyor ve ce­ vap vermiyor. Halbuki biz sosyal, ktiltürel, ekonomik, tekno­ lojik vb. bakımdan süratle kalkınmak istiyoruz. Rasyonel kal­ kınmalarsa eğitim ve öğretimle mümkündür. Kalkınma öğre­ timle doğru orantılıdır.

B) NE YAPACAGIZ? Bunun için önce, 1 . Öğretimde kendi realitelerimizi görüp çocuklanmıza bunları otumalı ve kendimize dönmeliyiz. 2. Bununla paralel olarak bir ilköğretim seferberliği esası kabul ve tatbik etmeliyiz. 3. Bunlarla paralel olarak yeni bir sistem bulup tatbik et­ meliyiz. Bu sistem bizi, hem sosyal ve kültürel, hemde eko­ nomik ve sanayice kalkındıracak şekilde olmalıdır. 4. Milll güvenliğimizi güçlendirecek vasıfta olmalıdır. 1. Önce kendimize dönme/iyiz:

B izde ilköğrenim mecburiyeti, Il. Mahmut zamanında ka­ bul edilmiştir. Aradan geçen ( 1 835- I 969) 134 senede okuma-


Milli Eğitim Davamız

31

yazma oranı % I' den % 48.7 ' ye çıkarılabilmiştir. Sadece oku­ ma-yazma bilmek de önemli bir mana ifade etmemekle bera­ ber, hala okuma-yazma bilmeyen vatandaş miktarı, % 5 I .3 oranıyla çoğunluğu teşkil etmektedir. Halbuki bizimle, hemen hemen aynı senelerde ilköğretimin mecburiyeti kabul etmiş olan batılı milletler bu davalarını % 97 oranla, hem de elli se­ ne kadar önce halletmişlerdir. 17 Onlar neden muvaffak olmuşlar, biz neden muvaffak ola­ mamışızdır. Bunun elbette birçok nedenleri vardır. Bu neden­ lerin başlıcaları ekonomik ve kültür noksanlıklardır. a) Ekonomik sebep: Milletin, dolayısıyla devletin fakir ol­

masıdır. Millet ve devlet fakir olduğu için uzun seneler eğitim ve öğretim müesseseleri kuramamış, bunun için yeter derece­ de ne mali ne eleman imkanına sahip olabilmiştir. Yabancı memleketlerde (mesela Yunanistan'da) olduğu gibi Türk zen­ ginleri de okul yapmayı düşünmemişlerdir. Netice olarak dev­ let tarafından yetiştirilen eleman ve yapılan okulların miktan da muhdut kalmış, ihtiyacı karşılayamamıştır. Dava çok yavaş yürümüştür. b) Kültür noksanlığı: Kanaatimizce sebebin büyüğü kültür

noksanlığıdır. Çünkü, kendi realitelerimizi görememişizdir. imparatorluk devrindeki hatalı dini görüş ve ümmetçi zihni­ yet, Cumhuriyet devrinden evvel başlayarak, Cumhuriyet devrine intikal eden "taklitçilik, bizi başanya ulaştırmayan, ı? Mesela, Amerika'da okuma-yazma oranı % 97.5, İngiltere'de % 97, Belçika'da % 97, Fransa'da % 96.5 dir. Onlar bu başanyı, kendi ihtiyaçlarını, kendi milli bünyelerini düşü nerek hazırladıkları sosyoekonomik ve kültürel programlarla halletmişlerdir ve bunda esas da merkeziyetçi bir sistem olmuştur.

·


Dr. Tahsin Ünal

32

kendi realitelerimizi görmekten alıkoyan, en büyük arniller­ den biri olmuştur. Eğer böyle olmasaydı, Cumhuriyet devrin­ de köyde ve şehirde açılmış olan ilk okulların, oralar için bi­ rer ışık kaynağı olması, açılmış olan okulların bulundukları yerleri aydınlatarak, zamanla değiştirmesi ve geliştirmesi ica­ bederdi. Okullar açılmış, fakat ümit edilen, değişme ve geliş­ me olmamıştır. Küçük gibi görünen bu nokta, önemli bir dö­ nüm noktasıdır. Bunu biraz daha açıklamakta fayda vardır. c. Aristo, "vatandaşlar eğitimle, mensup oldukları toplu­ mu destekleyecek şekilde yetiştirilmelidirler" der. Asırlarca

bizim vatandaşlanmız acaba, "mensup oldukları toplumu des­ tekleyecek şekilde ' · eğitilmiş ve yetiştirilmiş midir? Buna evet demek kolay değildir. Böyle eğitilmiş ve böyle yetişmiş olsa­ lardı, toplumu destekleyecek ve toplumda bir gelişme ve de­ ğişme olacaktır. Bu gelişme ve değişme olmadığına veya çok yavaş olduğuna göre, vatandaşlar, toplumu destekleyecek şe­ kilde yetiştirilmemişler, yetiştirilmiyorlar demektir. Aydınlar adeta kendi toplumumuz için değil, başka toplumlar için ye­ tiştirilmişler gibidir. d. Durhkeim, "insan tabiatın değil, toplumun istediği şe­ kilde eğitim e görmeye mecburdur" diyor. Acaba biz, toplu­

mumuzun ihtiyaçlarına ve isteğine göre mi, eğitim görüyor ve gösteriyoruz. Yoksa toplumumuzun ihtiyaç isteğini düşünme­ den, batıdan alınan taklit ve o milletiere has isteklere ve ihti­ yaçlara göre hazırlanmış programlarla mı eğitim görüyor ve gösteriyoruz?. Yani kafalarımızdaki bilgiler kendi milli, tari­ hi, edebi, ekonomik, hukuk vb. konularımızdan alınmış bilgi-


Milli Eğitim Davamız

33

ler midir. Yoksa batı milletlerine ait bilgiler midir? Buna da müspet cevap vermek mümkün değildir. Madem ki, insan tabiatın değil, toplumun istediği şekilde eğitim görmeye mecburdur, bizim de bu mecburiyete uyarak, eğitim esaslanmızı kendi toplumumuzun ihtiyaç ve isteklerin­ den almamız icabederdi. Halbuki biz batı eğitim görmüş olan, dolayısıyla kendi toplumumuzu derinliğine ve genişliğine bil­ meyen ve tanımayan aydınlarımızın istediği şekilde eğitilmi­ şizdir. Başka bir ifade ile biz, kendi milletimizin değil, başka milletierin eğitimini görmeye adeta mecbur edilmişizdir. Bunun sonucu olarak aydınlar ile halk birbirinden ayrıl­ mış, ayrı iki zümre meydane gelmiştir. Aydınlar halkı, halk da aydınları anlayamamış, birbirine yabancı kalmış ve aydınlar halka önder olamamışlardır. Batı topluıniarına has bilgi ve fikirle. Türk aydını, kendi toplumuna düzen vermek istemiş. İngiltere ekonomik düzeni. Fransız eğitim sistemi, Alman sanatı bizim için de doğrudur. Alır tatbik edersek bu düzenler, onlar gibi bizim de kalkınma­ mızı temin eder zannedilmiş, alıp tatbik etmişler, onları kal­ kındıran düzenler, bizi dejenere edip yıl<nuştır. Deniz, balık için hayat, fakat insan için ölümdür. c. Bunları Atatürk daha güzel şer/ı ve izah etmiştir. Daha 1923 'de Atatürk bu durumu şöyle izah etmiştir. "Türk milleti ayrı iki sınıftan nıürekkeptir. Biri çoğunluğu teşkil eden halk, öteki azınlığı teşkil eden aydınlar. Bozuk ve çarpık zihniyetli cemiyet/erde, çoğunluğu teşkil eden halk başka zilıniyette, azınlığı teşkil eden aydınlar başka zilıniyet­ te olur. Bu iki sınıf arasında tam bir :.iddiyet ve muhalefet


Dr. Tahsin Ünal

34

vardır. Aydınlar, halkı kendi hedeflerine . doğru çekmek ve sevk etmek isterler. Halk aydına tabi olmaz, o da başka bir yön tayin eder. Aydınlar telkin/e, ikna ile ve aydınlatma ile halkı kendi hedefine yöneltmelidir. Aydın bunu yapmaz. Aydın, halkı kendi istikametinde yöne/terneyince ona tahakküme başlar. Aydınlarımız ne birinci usulle (yani telkin ve ikna ile) ne de ikinci usulle (yani tahakküm/e ) halkı kendi hedefine yöne/te­ bilir. Çünkü, aydınlarımızın, halka telkin edeceği fikirler, halkın ruhundan alınmış fikirler değildir. Eğitim ve öğretimi­ mize tetkik ve tetebbuatımıza zemin olarak, çoğu zaman ken­ di memleketimizi, kendi tarihimizi kendi ananelerimizi, kendi sosyolojimizi kendi ihtiyaçlarımızı almıyoruz. Aydınlarımız belki bütün dünya milletlerini tanırlar, fakat kendi millelimi­ zi tanımazlar. Aydınlarımız, milletimi en mes 'ut millet yapayım der. Baş­ ka milletler nasıl kalkınmışsa onu da öyle kollandırayım der. Lakin düşünme/iyiz ki, bütün milletleri kalkındıran tek bir sis­ tem yoktur. Tek bir sistem vardır nazariyesi, hiçbir zaman muvaffak olmamıştır. Bir millet için saadet kaynağı olan bir sistem, başka bir millet için felaket kaynağı olabilir. Aynı se­ bep ve şartlar birini mes'ut ötekini bedbaht edebilir" dedik­

ten sonra ilave ederek: "Bu millete gideceği yolu gösterirken, dünyanın her yerin­ den, her ilminden istifade edeceğiz. Lakin asıl temeli kendi umk-u runumuz ve kültürümüzden kendi vicdanımızdan, ken­ di tarihimizden çıkaracağız. Biz buna mecburuz. Milletimizin tarihini, ruhunu ve anananelerini salim ve dürüst bir şekilde


Milli Eğitim Davamız

35

bileceğiz. Memleketi kalkındırmak, milleti refaha kavuştur­ mak için halkın zihniyeti ve ruhu ile aydınların zihniyet ve ru­ hunun birbirine uydurulması (tetabuku) lazımdır. Iki ruhun ve iki zihniyetin birleştirilmesi lazımdır. Bunun için de ilkokul ders programlarını tespit ederken halkın ruhundan, lıalkm ilı­ tiyacından doğup gelen konuları koyup okutacağız. Halka gi­ deceğiz ve ona yaklaşacağız. Halkla konuşacağız ve kaynaşacağız. Iki ruh ve iki zihni­ yetin birleşmesinden refah ve saadet doğacaktır " der.

Aydınlannız halktan geldiği halde, halktan kopmuş ve ay­ rılmıştır. Aydınlarımızın nazarında halk cahildir. Aklı bir şe­ ye ermez. Onun bir fikri yoktur ve olamaz... Halbuki, dert ve ihtiyaçlada daima karşı karşıya kalan odur. Bu itibarla yok gibi görünürse de halkın mutlaka müş­ terek ve maşeri bir fikri vardır. Bunun için kendimize, ken­ di milli sosyal yapımıza ve kültürüroüze dönmeli, daima hal­ ka dönük olmalıyız. Kalkınmak için en büyük hazine, en bü­ yük enerji kaynağı halktır. Bir çok aydınlar da bu kanaatte­ dirler. O halde, kültürel noksanlığı hertaraf etmek için önce kül­ türde kendimize dönmeli, Durkheim' in dediği gibi kendi top­ lumumuzun istediği şekilde eğitim görmeli ve onu tanımalı­ yız. Sonra da onu kalkındıracak sistemi arayıp bulmalıdır. a) Ilköğretim seferberliğinin tarifi:

Çocuklar, milletierin temeli ve teminatıdır. Bu temel, eği­ tim ve öğretim harcıyla sağlamlaştınlmaz ve güçlendirilmez-


36

Dr. Tahsin Ünal

se, milletin bekası teminat altına alınamaz. Osmanlı İ mpara­ torluğu bu temeli güçlendirmemiş, bekasını teminat altına al­ mamış olduğu için çökmüş ve yıkıhnıştır. İlköğretim herşeyden önce vatandaşiara insan olmanın zevkini, düşüne ve şuurunu aşılar. Milletin ve vatanın ne ol­ duğunu, Türk milleti ile sair milletlerinin ekonomik, sosyal, kültürel ve medeni seviyelerini öğretİr. Mensup olduğu top­ lumla diğer toplumlardaki yeniliklere, değişikliklere kolayca uyabilme, hayatına tatbik edebilme mehareti verir. Kendisi­ nin, ailesinin v çevresinin maddi ve manevi gücünü arttıracak duruma getirir. İlköğretim, çocukları vatandaş olduğunu an­ lar, muhakeme edebilir bir seviyeye çıkarır. Hülasa ilköğretim insan olmanın, medenileşmenin ve kalkınmanın tek yoludur. Bu itibarla ilköğretim davasını behemahal halletmek, bunun için de bir ilköğretim seferberliği devri açmak icabeder. llköğretim, kısaca vatandaşı her işe yatkın hale getirmek ve medenileştirmek demektir. Bunun halli içinde bir seferber­ liğe ihtiyaç vardır Seferberlik, adı üstünde 7 den 70' e kadar bütün bir milleti seferber ederek, asırlardır ayağımızı köstekleyen cehalet düş­ manına taarruz etmek, tıpkı bir savaş anında birçok fedakar­ lıklara kazanabilmektir. Cehalete yapacağımız taarruz esna­ sında ilköğretim, merkezi siklet, halk eğitimi ve kurslan da cenahtan teşkil etmelidir. b) liköğretim davası mücerret bir dava değildir.

Çocuklanmızı cehaletten kurtanp istenilen seviyeye ulaş­ tırabilmek için, şimdiye kadar olduğu gibi ilköğretim davası-


Milli Eğitim Davanıız

37

nı mücerret bir dava olarak ele almamak icabeder. Çünkü şimdiye kadar toprak evlerde oturan köylülere, yalnız başına kırmızı kiremiıli ilkokullar, fazla bir şey getirmemiştir. Köy­ lüler, Hititler devrinde olduğu gibi ekonomik, sosyal, kültürel ve teknolojik, sahalarda geri ve iptidai bir hayat yaşarken, tek başına ilköğretim davasını ele almak ve bundan fayda bekle­ mek, çöl ortasında gül yetiştirmek kadar zor ve gülünçtür. Tarih boyunca, ısiahat ve kalkınma davalanmızı. sanki bir­ birleriyle hiç aHikası yokmuş gibi (mesela, hukuki ıslahatlar, öğretim ıslahatlan, idari ısiahatlar ekonomik ve sanayi ısiahat gibi) ayrı ayrı ve münferiden ele almış ve aralarında bir koor­ dine kuramadığımızdan muvaffak olamamışızdır. Bu itibarla ilköğretim davasını, şimdiye kadar olduğu gibi mücerret bir dava zannetmeme I id ir. İ lköğretim davası aynı zamanda "bir iskan davası, bir küçük sanayi davası, bir üre ­ tim, tarım, hayvancılık, kısaca topyekün köy kalkınması dava sıdır. " İlköğretim davası, bu davalada beraber mütalaa edilir ve beraberce ele alınırsa, ilköğretim davası hem sağlam te­ mellere oturmuş olur. Hem de yan kalkınmalada güç kazanır. ­

Bununla beraber bütün kalkınmalann ana temeli ve hare­ ket noktası ilköğretimdir. Ekonomik, sosyal, kültürel, tekno­ lojik ve askeri kalkınma ve güçlenmenin, ruhunda ve hamu­ runda ilköğretim vardır. Sömürücü milletler, müstemlekeler­ de fabrika kurarlar da okul açmazlar. Açarlarsa, ders .prog­ ramlarını kendi menfaatlerine göre tanzim ederler. XIX. asrın başında Alman devlet adamlan ve aydınlan

toplanıp "nasıl kalkmalım ? '� konusunu müzakere ederler. Bir kısmı sanayiden veya tanmdan, bir kısmı ticaretten veya as-


38

Dr. Tahsin Ünal

kerlikten işe başlayalım der. Arka sıralarda oturan ve bütün teklifleri dinleyen ihtiyar bir profesör "bütün kalkınmaların temeli ilköğretimdir. Işe, ilköğretim davasını halletmekle baş­ layalım. Bu dava halledilince, bu zemin üzerine kurulacak müesseseler kendilerine olan elemanı hazır bulacaklar, kal­ kınmalan ve tekamülleri kolay olacaktır " demiş ve işe, ilköğ­ retim davasını halletmekle basmışlardır. ı s N e yapacağız? Yeni sistemler kuracağız. B u sistemi ku­ rarken davasının haline, 621 şehirde oturan 10.800.000 kişi­ nin oturduğu ve 3 milyon okuma-yazma bilmeyenin bulun­ duğu yerden değil, 65.000 köyde oturan 20.500.000 insan ya­ şadığı ve 1 O Milyon okuma-yazma bilmeyen köylerden baş­ lamalıdır. Çoğunluk kök, azınlık bu kökün dal ve yapraklarıdır. Aşı yapılsa bile, kök kuvvetlendirilmedikçe mahsul almamız mümkün olamaz ve 1 600'den beri alınamamıştır. Yılanın ba­ şı çoğunluğun arasında ve köydedir. Onun başını, çoğunluğun arasında ve köyde ezmekle işe başlamalıdır. Kurulacak bu sistem öyle bir eğitim sistemi olmalıdır ki, hem anza yapmadan işleyen bir makine gibi işlemeli, hem de bizi, çeşitli yönlerimizle kalkınduacak bir vasıfta olmalıdır. Gerçi bir milleti, kısa bir zamanda kalkındıran.güçlü bir millet haline getiren sihirli bir sistem, şimdiye kadar buluna18

Bu konuda Konfıçyüs de

"lıapislıanelerdeki malıkumların çoğu ya cahil veya

cahil insanların, ya fakir veya fakir insanların çocuklarıdırlar. Bundan anla­ dım ki, insanları sııç işlemeye sevkeden şey cahillik ve fakirliktir. Insanları eği­ tirsek cahilliği, kazanç getirecek işler öğretirsek fakir iği urtadali kaldırmış

oluruz " diyor. Biz de ilkö�retim davasını halledelim derken cehli, ilkö�retimi

yan kalkınmalarla takviye edelim derken fakirli�i ortadan kaldıralım demek is­ tiyoruz.


Milli Eğitim Davamız

39

mamıştır. Fakat milletçe bu sihirli sistemi arayıp bulmaya ve tatbik etmeye mecburuz. Bulunacak ve tatbik edilecek bu düzenini iyi taraftan oldu­ ğu gibi kötü taraftan da olabilir ve münakaşa edilebilir. a) Sistemin karakteri:

Yeni eğitim düzeninin karakteri başlıca şöyle olmalıdır: 1 . Demokratik nizarn içinde sosyal adaleti ve fırsat eşitli­ ğini sağlayıcı mahiyette olmalıdır. 2. Kendi mali ve teknik imkanlanmızla yürütülebilir olma­ lıdır. 3.

Ucuz, kolay ve kabil-i tatbik olmalıdır.

4. Bizi çeşitli yönlerimizle kalkındıracak esasları ihtiva et­ melidir. 5. Davaya, geniş mikyasta halkın iştirakini temin edici ol­ malıdır. 6. Ekonomik, sosyal, kültürel ve askeri bakımdan dagıtıcı degil, toplayıcı olmalıdır. b) Cazibe merkezleri:

Bu vasıflarda bir düzenin kurulması, batı memleketlerine de (Fransa, İ spanya, Almanya, İsrail'de) oldugu gibi, memleket sathında belli "cazibe merkezleri" tesis etmekle mümkündür. Belli "cazibe merkezleri " kurulursa, bir taşla bir kuş degil, birçok kuş vurmak mümkün bir hale gelecektir. Memleketi-


40

Dr. Tahsilı Ünal

mizde irili ufaklı 65.000 köy (veya İskan sahası) vardır. Bu . kadar köye şimdiye kadar 34.000 ilkokul yapılabilmiştir. Ya­ rınki Türkiye' yi kura�ken, köye sadece okul ve Öğretmen göndermenin kafi olmadığını, köye yol, su elektrik, ebe, dok­ tor, ziraatçı, veteriner vb. de göndermenin zaruret olduğu ka­ bul edilmekte, tarihi tecrübeler de bu zarureti teyit etmektedir. 70.000 köyü, 70.000 okul, öğretmen, 65 .000 su, yol, elek­ trik, 65.000 ebe, doktor, 65 .000 sağlık ocağı, ziraat teknisye­ ni nereden, nasıl ve ne zaman bulup göndereceğiz? ... Gönde­ rilenler oralarda durur mu? Bütün bunların ayn ayn tamam­ lanması, millete kaça mal olur? . . . Bütün bunlar, çeşitli güç­ lükler arzeden, uzun zaman ve milyonlarca para isteyen zor ve çetin bir iştir. Bu hal bizi, yeni sistem bulmaya adeta zorla­ maktadır. Bu sistem de "cazibe merkezleri " sistemi olabilir. ll mi bir tetkikten geçirildikten sonra 1 O köyün ortasına, münasip bir yerine (cazibe merkezi) tesis edilirse, 7.800 Ca­ zibe Merkezi tesis edilmiş olacaktır. Dolayısıyla davalar 9/1 0 oranında hafıflemiş ve ucuzlamış olacaktır. B u yeni sistemle bir taranan ilköğretim davaları, bir taranan köy kalkınması da­ vaları, bunlarla paralel olarak ekonomik sosyal, tarım, sanayi, kültür ve iskan davalan daha kolay, daha düzenli ve daha ucuz bir hale getirilmiş olacaktır. Topyekün kalkınma imkanı hasıl edilecektir. 1 9 Mesela, aşağıda da ayrıca bahsedileceği gibi 7000 Cazibe merkezinin her birinde 20' şer dersaneli okullar yapılsa ve her dersane 50.000 liraya mal olsa, bir cazibe merkezinde (50.000x20= l milyon liraya) hem ilk, hem de ortaokul yapılı9

Köy politikası ayrı bir konu olarak ele alınmıştır.


Milli Eğitim Davanıız

41

mış olacaktır. 7000 cazibe merkezinde 20'şer dersaneden 1 40.000 dersane yapılacak demektir. 1 40.000 dersaneden 85.000 yapılmış, hızırdır. O halde 60.000 dersane daha yapı­ lacak demektir. 60.000 dersane 50.000 bin liradan 3 milyon liraya ihtiyaç gösterecektir. Beş senelik plan tatbikatından ve beş bölgeden birine, 600 milyon lira düşer. Alınacak tedbir­ lerle bu miktarın, M. E. Bakanlığının her sene yaptığı yatırım­ lardan çok aşağıya düşeceği aşağıda görülecektir. Bu miktar 5 milyon dahi olsa temini mümkündür. c) Cazibe merkezinin tesisi: Yukanda da kısaca temas edildiği gibi böyle bir sistemin tesis edilmesine karar verilince M. E. Bakanlığı ilkokulu A. Köyünde, Tarım Bakanlığı işletme nüvelerini B. Köyünde, Sağlık Bakanlığı, Sağlık ocaklarını C. Köyünde yapmayacak­ tır. Çeşitli Bakanlık ve kuruluşların köye götüreceği hizmetler belli merkezlerde toplanmış olacaktır. Mesela: 1 . 20 dersanelik ilk ve ortaokul binaları burada yapılacak, buraya bağlanmış olan köylerin çocuklan burada ilk ve ortao­ kul öğrenimlerini yapma imkanına kavuşmuş, dolayısıyla öğ­ renimde fırsat eşitliği sağlanmış olacaktır ve kabiliyetleri or­ taya çıkarmak üst sınıflarda okutma ve yetiştirme mümkün olacaktır. 2. Sağlık ocağı burada inşa edilmiş olacak, bağlanmış olan köylüler hastalarım buraya getirip tedavi ettirecekler, acil va­ kalarda doktor, ebe, buradan köylere giderek muayene ve te­ davi edeceklerdir. Eczane, eczacı, doktor ve ebe burada otu­ racaktır.


Dr. Tahsin Ünal

42

3. Jandarma karakolu burada bulunacaktır. 4. Ziraat teknisyeni, veteriner burada bulunacak, tanm ve hayvancılığı buradan daimi kontrolleri altında bulunduracak­ lardır. 5. Hayvancılık nüve işletmeleri buralarda tesis edilecektir. 6. Belediye binası burada inşa edilmelidir. 7. Zirai donatım burada bir şube açarak, yedek parçalan burada satmalıdır. 8. Postane burada olmalıdır. 9. Öğretmenler, ebe, doktor, belediye ve sair memurlar için lojmanlar burada inşa edilmelidir. 1 0. Malaili un fabrikası, meyve suyu, salça imalathanesi, peynir, yağ ve yağurt imal eden mandıra burada tesis edilme­ lidir. l l . Köylülere kredi tevzi eden zirai kooperatİf memuru bu­

rada oturmalı, resmi ve gayri resmi kooperatifler burada faali­ yet göstermelidir. 1 2. Halkın, öğretmenlerin, aydınlann ve öğrencilerin isti­ fade edeceği kütüphaneler burada açılmalıdır. 1 3 . Halk eğitimi, kurslar, buradaki binalardan istifade edi­ lerek burada faaliyet göstermelidir.

14. Burası çevrenin şehre giden ilk ve son otobüs durağı

olmalıdır. Hülasa burası, köye götürülecek hizmetlerin mer­ kezi, köylüleri çeken, kendiliklerinden kalkıp buraya gelip yerleşmesini temin eden birer cazibe merkezi olmalıdır. Kısa­ ca bahsettiğimiz tesisler kurulduktan bir müddet sonra:


43

Milli Eğitim Davamız

a) Terzi, berber, ayakkabıcı, bakkal, manav, kırtasiye dükkanlannın, b) Araba, makine, pulluk ve motor tamirhanelerinin, c) Benzin istasyonlarının açıldığı, d) Bunlarla uğraşan insanların evler yaparak buralara yer­ leştiği görülecektir. e) Bunu, civardaki köylerde oturan, hali vakti yerinde olan, çocuğunu akutmak isteyen, köyünde iş bulamayan köylülerin kendiliklerinden buraya gelip yerleşmeleri takip edecektir. 7 . Öyle bir zaman gelecektir ki, cazibe merkezinin etrafın­ daki köyler ya tamamen terk edilecek veya birer çiftlik duru­ muna düşecektir. Sabahleyin kalkan köylü motoruna binecek, zaten çok uzak olmayan tarlasına giderek ekinini ekip akşama evine dönecektir. d) Cazibe merkezlerin�n kuruluş şekli:

Hükümetçe, cazibe merkezlerinin kurulmasına, koordineli çalışmaya karar verildikten sonra: a) Köye hizmet götürmekle mükellef olan çeşitli Bakanlık ve kuruluşların mütehassıs temsilcilerinden müteşekkil bir heyet teşkil edilmelidir. b) Bu heyet, bir taraftan, köye hizmet götürecek olan kuru­ luşların arasında bir koordine kurar ve bir çalışma devri açar­ ken,20 öbür yandanda Türkiye' yi beş yıllık plana göre, beş (ve­ ya mevcut coğrafi bölgelere göre yedi) bölgeye ayırmalıdır. ıo

Resmi Gazete Sayı:

12679,

s.

47.


44

Dr. Tahsin Ünal

c) Önce Doğudan başlamak üzere cazibe merkezleri tespit edilmeli ve çalışmalara Önce buradan başlanmalıdır."2 1 İ şe önce Doğudan başlanmalıdır deyişimin ekonomik sosyal ve kültürel sebepleri de vardır. 22 d) Tespit edilen cazibe merkezinde okul, yol, su varsa (ki çoğu zaman böyle yerler tercih edilecektir) iş kolaylaşmış, masraf azalmış olacaktır. Bunlar yoksa, hemen inşasına baş­ lanmalıdır. Merkezde bulunması icabeden tesisleri de aHl.kalı Bakanlıklar hemen yapmaya başlarlar. e) Topyekün bir çalışma devri, bir fazilet devri açı lı nca, geniş mikyasta halkın bu davaya katılınasını temin etmek için gazetelerle, dergilerle, TRT ile, Televizyonla, nutuklarla bir kampanya açılabilir. "Kalkınan Tiirkiye" sloganı işlenebilir. Davanın önemi halka anlatılır. istenenden fazla fedakarlık gösteren vatandaşiara madalyalar veri lebilir. İ cabında bu ko­ nuda bir kanun çıkanlır. Kemerler şıkılır. e) Basit bir hesap (yan katkılar):

Devletin yapmakla mükellef olduğu yatırımdan başka, aşa­ ğıda izah edilecek yan gelirlerde eğitim seferi için gerekli fi2ı Cazibe merkezlerinin tespitinde elbette, coğrafi sosyal, kültürel yol durumu vb.

22

gibi şartlar aranacaktır. Fakat öyle sanırım ki, tabii şartlar cazibe merkezlerini tespit etmiş, hatta bir kısııııııda okul, yol, su yapılmıştır. Bunlar yapılmışsa işler da ha da kolay olacaktır. Di'ıll!l" Du�U G. Uo�u · An :\bmıar:ı AkJcnı;o

Okul Savı�ı Okur-Yuta • ı �:'i 20'ıiJ 7�2tJ

fıl\�(\ .ıtı5-4 ..ı1-ıs J-ıtll

"" ailnıc.ı: � .ı.ı tı ı .ı u ı oı ı M.4 2'i.b U71 .47CJ 7-1.4 1 . 9 1 7 !J-9 .1Y.7 2.9�_95fı tıfU ::! ..;.·ıtı\.'H\J 52 ..ı 2.�tı0.'l1b rJ.b .. ).1.\9 2-17 M.� l .h%.:-fl:! 1.l.7 ı _o:n .5:'i2 S4.ft l .l•?2.217 47.2 1 .2H0.2tl-l 4H.:\ ı ..nJ.lJ:SJ 5 1 .7 qJ�.)ıt2

�7U.JWı

O. ihtıvacı

1 .3:'i ı .no-• "" ı ı• 21KJ

15


45

Milli Eğitim Davamız

nansman sağlanabilir. Mümkün olan parayı şöylece hesap edebiliriz. Yukanda da kısaca temas ettiğimiz gibi Türkiye' nin ilk ve orta okul ihtiyacının karşılamak için 60.000 dersaneye değil de 1 00.000 dersaneye ve bunun için de 5 milyar liraya ihtiyaç olsa; Beş yıllık plan döneminde beş bölgeden birine 1 . Milyar liraya ihtiyaç olacak demektir. Bir senede bu l .milyar lirayı nereden bulabilirsiniz? Bunu şu kaynaklardan bulabilirsiniz: Tablo: 8

(Her Bölge için her sene I milyar lazımdır.) Kuruluşlar

Sıra ı 2

3

Çeşiıli 1 O bankadan 50.000'şer bin den" 40 kuruluş ve fabrikadan 5000 den" Çeşitli 200 Bankanın ve kuruluşun bütçe aııı�ından 1 0.000 binden'·

Ver�eği Miktar TL. 500.000 200.000 . 2.000.000

4

Zengin ve: harniyet sahibi 2000 vatandaştan 3000 b iner teberru

6.000 .000

5

2 milyon vatandaştan 5 lira teberru"

1 0.000.000

6

Hacca giden 50.000 kişiden 100 lira ıeberru

7

35.000 köyde teşkil edilecek eğitim sandıklanndan 5000 lir.ıdan

5.000.000 1 75 .000 .000

8

Unesko'dan alınacak

5 .000.000

9

Gümrüklerde sahibsiz kalan malların satışından

2.000 .000

10

Çıkarılacak eğitim pullarından

500

TOPLAM ll

Milli E. Bakanlığın ilk ortaokul

12

Eğitim Vergisi

için her sene yapıığı yatırım"

205.200.000 500.000 .000 300.000 .000

TOPLAM

1 .005.200.000

23 Bankalar her sene ikramiye ve ilan parası olarak binler dağıtmaktadırlar.

24 Yalnız sermayesi SOO.OOO ' den fazla olan I OO'deıı fazla fabrika ve kuruluş vardır.

Her mali sene sonunda her kuruluşun bütçesinde bir miktar para arttığı ve bu paranın çarçur edildiği malumdur. 26 Bir, "Çanakkale Abidesi " bir "Körlere Yardmı Kanıpanye/SI " açılıyor ve milyon-

ıs


46

Dr. Tahsin Ünal

Bu miktar davayı halletmek için elde bulunacak net para miktarıdır. Şu aşağıda azah edeceğimiz ve maliyeti çok aşağı­ lara düşürecek olan çalışmalann para olarak değeri de en az 5.600 milyon kabul edilirse ve buna sadece beş sene devam edilirse, hem lazım para bol bol temin edilmiş olacaktır. Hem de memleketin çehresi değişecektir. Şöyleki: a) Her bölgede birçok orta veya bölge okulları yapılmış ve hazırdır. Bu ihtiyaç olan parayı azaltacaktır. b) Şimdiye kadar ihtiyacımızı karşılayacak okullar değil, lüks okullar inşa etme yoluna gidilmiş ve mesela 1 5 dersane­ li bir yatılı bölge okulu 7 milyon liraya mal edilmiştir. Lüks okul inşaatı terk edilir, ihtiyacımızı karşılayacak daha sade okullar inşa etme yoluna gidilirse 20 dersaneli bir ilk ve ortao­ kul binasını I milyon liraya çıkarma imkanı hasıl olacaktır. 2 8 c) Okullar mahalli inşaat malzemesiyle ve müteahhitler eliyle değil, taşaronlar eliyla yaptınlırsa, masrafların. daha da azalacağına muhakkak nazan ile bakılabilir. 29 lar toplanıyor. 27 M. E ğt. Bakanlığının ilk ve orta okul yatırımlan için senede ayırdığı para mikta­ n 760.milyon liradır. Bak: II. 5 Yıllık PHin Hedeflerine Uygun M. E . Çalışmala­ rı: s: 1 .4. Biz bu rakamı 260 milyon aşağısını aldık. Kalkınan Afrika ınilletlerinin, çocuklarını topraktan yapılmış sıralarda okuttukla­ nnı, topraktan yapılmış masalarda yemek yedirdiklerini bir mecmuada okumuş ve resimlerini görmüştüm. E ski M. E. Bk. Orhan Dengiz bir yarılı bölge okulunun 1 2 milyona çıktığını bununla cazibe merkezlerinde 1 2 okul yapılabileceğini itiraf et­ miştir (2 1 E kim 1 969. B ir sohbeııe). 29 Devlete I milyon l iraya mal olacak 53 dersaneli ilk ve ortaokul binasını 250.000 liraya yaptırıldığını biliyorum. İnşaatlar taşarnnlara verildiği takdirde, paralar demekler veya mahalli mal müdürlükleri eliyle sarf edilebilir. Zaten okul yaptır­ ma demekleri vardır. Bunlar çoğaltılabilir. ıs


Milli Eğitim Davamız

47

d) Okul inşaatına, halkın maddi yardım (yani kum, taş, hafriyat konularıyla beraber 2 gün inşaatta ücretsiz çalışmak veya 2 günlük işçi ücretini vermek gibi) sağlanırsa lazım olan paranın daha da aşağılara düşeceği muhakkaktır. e) Ordunun, çeşitli yönlerden, çeşitli konularda yardımı sağlanmalıdır. Bu yardım sağlanırsa dava, daha kolay halledi­ lir. "Ordu üretime katı/malıdır ' " denirken kastedilen mana budur. f) Bakanlıklar arasında yapılacak ciddi bir koordine de, maliyetin düşmesinde ayrıca önemli bir rol oynar.30 B ütün bunlar elbette önceden, planlara bağlanarak koordine edilmiş, ondan sonra harekete geçilmiş olacaktır. Prof. Bamard Lewis, "köye hizmet götürmeyi, köylüyü kal­ kındırmayı düşünen devlet kuruluşları, önce kendi aralarında birleşme/i ve koordine tesis etmelidir. Bunlar beraberce ve topluca köye gitmelidir. Onların köylerine geldiğini, bir şey­ ler yaptığını gören köylüler, kendi istek ve arzularıyla onlara katılacaklardır. Köye hizmet götüren kuruluşlar, halkı kalkındırmak için halkın arasına karışmalı, onlarla hemhal olmalı, onlarla be­ raber yaşama/ıdır. Bu arada gereken planı yaparak, halkın iştirakından doğan mali gücü ve enerjiyi, faydalı yönlere ka30

Okullarımızın lüks ve pahalı yapıldığı Unesko Delegemizin de gözü nden kaçma­ mı ş, okullarımızın daha ucuza mal edilmesi için Tü rkiye'de (Milletlerarası Okul, İnşaatı Enstitü sü ) kurulması için tekliflerde bulunmuştur. Bak: Eğitim Dergisi (Mart 1 963), s. 20. Şunu da ilave edelim: Böyle lü ks okullarda öğrenim yapanla­ rı, konfora alışmış olanları, bunların olmadığı yerde tutmak ve görev yaptırmak da zorlaşmaktadır. Bugü n Köy Enstitü sünden mezun olanlardan % 85'inin köy­ lerden şehirlere kaçmış olmasının sebeplerinden biri de budur.


48

Dr. Tahsin Ünal

nalize etmelidir " diyor.31 Bu ruh ve imanla işe başlanıldığı

takdirde, biz Türkiye'de halledilemeyecek dava göremiyoruz. Mahrumiyet ve meşakkatlere katlanmadan, alın teri ve göz nuru dökmeden kalkınma mümkün değildir .

[) Öğretmen ihtiyacı: Öğretmen ihtiyacım, Öğretmen okulları karşılayacaktır, diye bekleyip durmak bize zaman kaybettirmektedir. M. E. Bakanlığı, zaten öğretmen ihtiyacını öğretmen okullarından karşılayamadığı için senelerden beri "Vekil, Yd. Sb. Öğret­ men, Eğitmen vb. " gibi aslında öğretmen olmayan, fakat öğ­

retmenlik yapabileceğine kani olduğu kimselerle karşıla­ mak, hatta lise mezunlarım dört aylık kurslara tabi tutarak Öğre tmen kabul etmektedir. Fakat yine de ihtiyacını karşıla­ yamamaktadır. Milletçe bir kalkınma devrine girildiği zaman bu kalkın­ manın liderliğini yapacak olan ehil ve enerjik öğretmeniere daha çok ihtiyacımız olacaktır. Artan ihtiyacı karşılamak için: . 1 . Öğretmen okullarının ve öğretmen okulu mezunu öğret­ menierin adedini artınnamız icabedecektir. 2. Her sene fakültelere müracaat edip de girerneyen 1 5 .20.000 lise mezunu açıkta kalmakta ve iş diye devlet kapı­ larını aşındınnaktadır. Bu gençlerden istekli olanlarını almalı, daha önce başlanmış olan işe, daha geniş çapta devam edilme­ lidir. Şimdiye kadar lise mezunlarını kurstan geçirmek sure·1 1

10

A/ıustos.

1 963 tarih

ve

1 4 0 1 5 sayılı Cumhuriyet G.


Milli Eğitim Davamız

49

tiyle 2000 öğretmen yetiştirilmiştir. Mesela, bu miktarı 5-

7000 çıkarmaktan ibarettir. 3 . Medeni memleketlerde 60-70 yaşındaki insanlara iş bu­ lunur ve çalıştırılırken, bizim genç, dinç, bilgili ve tecrübeli binlerce insanı emekli edip, iş ve çalışma hayatından ayırarak, bir köşeye itmemiz, bu insanların şahısları, aileleri narnma ol­ duğu kadar, millet ve memleket narnma da büyük bir zarardır. Emekli aydınlar, göllenmiş ve atıl bir hale sokulmuş, bilgi, tecrübe ve enerji yığınlarıdır. Bunları harekete geçiTinemiz bunlardan istifade etmemiz icabeder. Sivil ve asker emekliler arasında yüzlerce bilgili, tecrübeli ve yüksek tahsil mezunu insanlar vardır. Bunlardan da, 4-5 aylık bir kurstan geçirdikten sonra öğretmen olarak istifade etmek daima mümkündür.32 Bu yol tutulursa bunların genç ve tecrübesiz Eğitmen, Y d. Sb. Öğretmen ve lise mezunu öğret­ menden daha üstün, daha faydalı öğretmen olacaklarına mu­ hakkak nazarıyla bakılabilir. Emekliler öğretmenliği kabul ederler mi? Gibi bir sual' ha­ tıra gelebilir. Evet eder. Her külfet bir nimet mukabilidir. 32

Böyle bir yol açılırsa bunların arasından gönüllüler çıkacaktır. Okulu bitirdikten sonra bulunduğu şehirde öğretmenlik yapmak isteyecekler çıkacaktır. Öğret­ menler arasında bunlan istemeyenler olacaktır. Asıl öğretmenleri, kalkınma sa­ halarında toplamak, oralara tayin etmek gibi meseleler ortaya çıkacaktır. Bütün bunlar alınacak kararlarla ve çıkarılacak kanunlarla dilzenlenebilir. Yeter ki, bu yola gidilmeye karar verilmiş olsun. Emekli olanlar büyük şehirlerde iş isteye­ cektir. 5-6 sene için asıl görevlileri kalkınma sahalarında istihdam etmek, onlar­ dan boşalan yerleri emekiiiere vermek mümkündür. Mesela asıl görevliler % 50 kalkman bölgelere gönderilirse emeklilerden % SO'si buralarda çalıştırılabilir. Şunu da ilave edelim: Kalkınırken fedakarlık yalnız köylülerden değil, şehirli­ lerden ve aydınlardan da istenecek, onların da davaya iştiraki sağlanacaktır.


so

Dr. Tahsin Ünal

Kendilerine tahmil edilecek külfete mukabil ve mütenasip bir nimet verilirse ve mesela aldıkları emekli maaşma ek olacak 4.500 lira dava verilirse, bu hizmeti kabul etmeyecekler pek az çıkar sanırım. Sonra biz çoğu zaman her şeyin para ile olacağını sanırız. Öyle milli meseleler, öyle milli davalar vardır ki, 3-5 sene de­ vam edecek olan, böyle davalara parasız talipler de bulunur. Milli Mücadelenin başında silahım çekip düşmana karşı ko­ şanlar maaş ve mükafat beklemiyorlardı. Milli Mücadelede şaha kalkmış olan uMilli Mücadele Ruhunu" yeniden hare­ kete geçirmek lazımdır. ·

4. Öğretmen ihtiyacını kolayca temin edebilmek için alın­ ması icap eden tedbirlerden biri de, nicelik ve nitelik bakımın­ dan öğretmenlik mesleğini cazip bir hale getirmektir. Öğret­ menler, milletierin yarınını kanalize eden insanlardır. Bu mes­ lek kendisine önem verildiği nispette, üstünlük kazanır. Öğ­ retmene değer veren milletler geri milletler değil, medeni mil­ letlerdir. 33 Öğretmenliğin maddeten ve manen değerlendirilmesi, hem mesleği kıymetlendirecek, hem ehil öğretmen sayısını arttıra­ cak, hem de öğretmenlikten ayrılmalan engelleyecektir. İlköğretim seferberliğine katılan öretmenin bilgili, kültür­ lü, tecrübeli, vasıflarından başka toplumcu, milliyetçi, ahlak.33 I 945'de Akşehir'de idik. Öğretmen yedek sb. bir arkadaş Akşehirli bir kızla ni-

kahlanmıştır. Bir müddet sonra bunlar mahkemeye dü ştü ler, Hakim kızın annesi­ ne: "Hamm kızım neden nikahlısından ayırmak istiyorsun, diye sordu. Kadın: "

"Hakim bey ben bu adeıma kızımı Subay diye vermiştim. Subay olmadığı gibi ha­ şa /mzurdan ögretmenmiş, " diye cevap vererek herkesi güldürdü. lşte cemiyetin öğretmene verdiği değer ... hani Molla Gürani'ye ve Akşeınseddin 'e verilen de­ ğer? ...

·


Milli Eğitim Davamız

51

lı, terbiyeli, devrimci, Atatürk'çü, müspet dini ve ilmi bilgi­ lerle mücehhez olması, ayn bir önem taşır. Ancak böyle bir öğretmen ilkokul seferberliğinde, halk önderliği edebilir.34 Bugün bunun aksini yapıyor ve 6234 sayılı kanunla okulu bi­ tiren, bilgisi, tecrübesi noksan gençler köye gönderiliyor, kö­ ye de gençlerden kadirlik ediliyor. Öğretmenin, önder olarak yetiştirilmesi (Merkezi H. Teş­ kilatı, Kur. ve Görevlileri) adiyle meşredilen raporda da isten­ mekle ve (bu sahada öğretmene, toplulukla nasıl çalışacağı öğrenilmelidir) diyor. h) Ders programı:

Ders programı konusunu hafife almamak lazımdır. Bir memleketin aydınlan o memlekette öğretim yapan okullann­ da yetişir. Aydınlann düşünce ve zihniyet yapılan okuduklan derslerin konutanna göre şekil alır. Ders programlannda dini ilimler yer alır. Bunlar okutulur ve müspet ilimler ihmal edi­ lirse, bu dersleri okuyarak yetişen bir kimsenin düşünce ve zihniyet yapısı, dini ve teokratik bir şekil alır. Aksine yalnız müspet ilimiere değer verilir, dini ilimler ihmal edilirse, bun­ ları okuyarak yetişen bir kimsenin düşünce yapısı da tamamen natüralist ve materyalist bir şekil alır. Bunun örneklerini mil­ li tarihimizde görmek mümkündür. Dünkü ve bugünkü ders programlanmızın ve öğretim sis­ temlerimizin esasını batıdan aldığımız için taklitçilik yoluna 34

Senelerdir köylerde ögreımenler vardır fakaı, Aıaıürk ilkeleri köye göıürülüp köylülere mal edilememişıir. Köydeki imam, ögreımeni dinsizlikle, ögreımen ho· cayı sofıalık ve gericilikle iıham eder. Iki unsur birbiriyle anlaşamamış, birleşe· memişıir.


Dr. Tahsin Ünal

52

gidilmiş, taklit programlardaki ders konularını okuyan (oku­ duğu konularda pek az milli unsur bulunan) aydınlarımız halktan ayrılmış ve kopmuştur. Çeşitli seviyedeki okullanmızdan mezun olanlarımızın ga­ yesi, halka karışarak ona hizmet etmekten ziyade, süslü bir dairede memur olmaktır. Okullarda çocuklankmıza terbiye olarak, itaatkar, başı yerde, her ·şeye itiraz etmeden pekiyi de­ mesini istiyor ve öğretiyoruz. Onlar bu hava içinde şahsi te­ şebbüsten, medeni cesaretten mahrum, çekingen ve mütered­ dit olarak yetişiyorlar. Bilgi olarak biz onlara, bizim olmayan hayali ve nazari bilgiler veriyoruz. Çocuklarımızın okul hayatlanyla hakiki hayatları arasında uçurumlar vardır. "Okul hayatı başka, hakiki hayat başka " sözü darb-ı mesel haline geldi .

Okull anmızı memur yetiştiren

bir fabrika olmaktan çıkarıp ekonomik, sosyal ve milll haya­ tımızın kıymetlerini yetiştiren kurumlar haline getirmeliyiz.

2. Köy ilkokul programlarında tarımsal konulara biraz yer verilmekle beraber sair konular, şehirdeki programların aynı­ dır. B unu mukabil şehirlerde 200 gün yani 7 ay, köylerde 1 70 gün yani 6 ay öğretim yapılmaktadır. Geri kalan 5-6 ay, şehir­ deki çocuklar, zamanlannı değerlendirmekten mahrum ve avare dolaşarak, köylerde çocuklar da çiftin çubuğun arkasın­ dan koşturularak öğrendiklerini tamamen unuturlar. Ertesi se­ ne herşeyden bihaber yeniden derse başlarlar. Köy okullarının her sene bir ay noksan öğretim yapması demek, beş senelik öğretim süresinde bir sene noksan öğretim yapması demektir. Bu hal, köylü çocuğunun ortaokullarda ha­ şansına tesir etmekte, fırsat eşitliği ülkesine aykırı düşmekte-


Milli Eğitim Davamız

53

dir. Şehirde ve köyde program ve zaman farklarını, köylerde üst sınıfıara devam etmeyecekleri için, belirli kabiliyetleri ge­ liştirici tedbirler mutlaka alınmalı ve köy okullannın ders programlan revizyondan geçirilmeli dir. 35 Öğrencileri, bilhassa köylü öğrencileri unutmak hastalığın­ dan, eskiye rücu etmekten kurtarmak için okuduğu konulan, okuldan sonra meşgul olacağı konulardan seçmelidir. Bu hiç­ bir zaman köye uyalım demek değildir. Aksine okutacağımız konulan köylerin, şehirlerin ve çevremizin realitelerinden, kendi uğraştığımız konulardan seçelim demektir. Ders prog­ ramlanmızı taklitten kurtaralım, kendi konulanmızı öğrete­ lim, demektir. Çünkü çocuğa, küçük yaşlardan itibaren kendi meşgul olduğu konular ve realiteler öğretilirse, gerek okulda­ ki, gerek hayattaki başarılannın temeli atılmış olur.

l l. Yeni dersler :

Ders programları konusunda Atatürk bakınız diyor ve bi­ zim, çocuklanmıza neleri öğretmemizi istiyor:

"Hükümetin " diyor Atatürk, "en önemli ve en bereketli va­ zifesi millf eğitim iş/eridir. Bunda muvaffak olabilmek için öy­ le bir program takip ve tetbik etmeye mecburuz ki, o program, 1. Milletimizin bu günkü haliyle, 2. Milletimizin toplumsal ve hayati ihtiyaçlarıyla,

3. Milletimizin çevresel (nıuhiti) şartlarıyla ve 35

Resmi Gazete: 2 1 Ağı. 1967 Sayı: 12697, s. 47. Yani "Tcımlayıcı-yetiştirici'" eğitim yapılmalıdır ve buna önem verilmelidir. Bunun da en kolayı cazibe mer­ kezlerinde ilk ve orta okul açılması şeklidir. Yahut ilkokulları 8 seneye çıkarma­ lıdır.


Dr. Tahsin Ünal

54

4. Asrın icaplarıyla tamamen mütenasib ve mütevafık ol­ sun. Bunun için, anlaşılması zor, muğlak hayali müteaalar­ dan uzak kalalım. "

Bu fikirlerin üzerine biraz eğilirsek Atatürk bize nasıl bir ders programı takip ve tatbik etmek lazım geldiği açıkça söy­ lüyor. Hayali olan, anlaşılması zor olan fikirlerden konular­ dan uzaklaşalım. Milletimizin halini, toplumsal ve hayati olan ihtiyaçlarını, çevresel şartlarını ve asrın icaplarını düşünerek bir ders programı hazırlayalım, diyor. Peki ama ilkokul ders programianna hangi konulan "yahut dersleri koyup okutalım. Atatürk bunu da açıklıyor ve "köylü bugüne kadar eğitimin nurundan mahrum bırakılmıştır. Bu itibarla bizim takip ede­ ceğimiz eğitim siyasetinin temeli evvela mevcut cehli ortadan kaldırılmalıdır" dedikten sonra, halk çocuklarına: " 1 . Okuma-yazma öğretmeliyiz. 2. Vatanını, mil/etini, dinini, dünyasını tanıyacak kadar ta-

rih ve coğrafya öğretmeliyiz. 3. Dini ve ahlaki malumat verme/iyiz. 4. Amal-ı erbaa okutmalıyız "36 diyor.

Biz milletin halini, hayati olan ihtiyaçlarını ve asrımızın icablannı düşünerek bahsettiği konulara bir şekil vermek, ha­ yati ihtiyaçlarımıza, asrımızın icabianna uygun yeni konular ilave etmek zorundayız. B ütün bunları düşünerek ilkokul ders programlarını taslak olarak şöyle tespit edebiliriz: 31i

Atatürk'ten Düşünceler,

dir.

s.

79 Din ve ahlak konulan aynen Atatü rk 'ü n ifadesi­


55

Milli Eğitim Davamız

1 . Okuma-yazma dersleri

2. Türkçe dersleri 3. Matematik ve aritmetik (Amal-ı erbaa) 4. Vatanını, milletini, dünyasını tanıyacak kadar Tarih Coğrafya-Yurttaşlık bilgisi (Sosyal Bilgiler) dersleri

5 . Dini ve ahlaki dersler 6. Tarımsal dersler 7. Hayvansal dersler 8. Sanat dersleri 9. Köy köyün idaresi ve kalkınmasına ait dersler37 10. Tatbiki dersler38 konuimalı ve okutulmalıdır. Çocuğun okulda öğrendikleri ile hayatta uğraştığı konular arasında mutlaka bilimsel bir bağlantı kurulmalıdır. Tarımsal , hayvan­ sal ve sanat dersleri nazari değil tatbiki ve arneli olmalı ve bu dersleri (Cazibe merkezlerinde bulunan ziraatçı, veteriner ve San' at kursu öğretmenlerine verdirmelidir. Ders programlannın tespitinde en salim olan yol şu olabi­ lir: B ir kere Milli Eğitim Bakanlığı program hazırlanmasında 37

Bu ders konulan tartışılabilir. Fakat biz bu konuların böylece okutulmasına taraf­ tanz. Köyünü, çalıştığı işin mahiyetini tanımayan çocuklarımıza, Babil Kulesini, Mısır ehramlarını ve Roma Katetralini öğretmekte bir fayda görmüyoruz.

38

2

ci sınıflar okul bahçe­

sindeki, okul civarındaki tatbikat tarlasındaki otları toplar.

3 cü sınıflar okul bah­ 5 ci sınıf­

Tatbiki derslerin tatbik şekli şöyle olabilir: Mesela

1

ve

çesini beller yahut çapalar. 4.cü sınıflar ekerler. Hep beraber sularlar.

lar köyün ekinlerini, hayvan sürülerini, yapılan sanat işlerini tetkik ederler. Za­ man zaman bunları daha ilmi şekilde bizzat yaparlar.


Dr. Tahsin Ünal

56

halka dönük olma ilkesini kabul etmiş olmalıdır. Bundan son­ ra Bakaniıkça bir heyet teşkil edilmeli. Bu heyet köylere ka­ dar giderek, köylülerle konuşarak, anketler açarak39 Röportaj ­ lar yaparak, mahalli baş öğretmenler vasıtası ile fikirler topla­ yarak, halkın çocuklarına ne öğretilmesini istediğini, neye ih­ tiyacı olduğunu, tespit etmelidir. Halkın ne fikri, ne düşünce­ si olabilir. Bilginler, aydınlar dururken halktan fikirler mi alı­ nır diye düşünmemelidir. Unutmamalıdır ki, kafasındaki yabancı bilgilerle halktan ayrılmış, halkını tanımayan aydınlar, bizi hayali ve taklit ders programlarıyla bu hale getirmişlerdir. Milleti kalkındırmak is­ teyenler, millete dönmeli ve onun yok sanılan saf düşüncele­ rini, fikirlerini, akl-ı selimini görmelidir. Bütün bunlar toplan­ dıktan ilmin ve metedolojinin süzgecinden geçirildikten son­ ra programlar hazırlanmalıdır.

ı) Milli Güvenliğin güçlenmesi: Gerek milletierin içinde ve gerekse milletler arasında, za­ ten önemli olan eğitim ve öğretim konusu, özellikle I. Dünya Savaşı' ndan sonra, ekonomik, sosyal ve kültürel konularda olduğu kadar, teknoloj ik, askeri ve milli güvenlik konuların­ da da yeniden önem kazandı. Savaş sonrasında ortaya çıkan yenilikler, bir çok memleketlerde yeni bir takım organizasyon 39 20 sene köylerde ö!ıretmenlik etmiş, halen de ö!ıretmenlik eden lbrahim Cengiz

adındaki dostuma, "35-37 senelik

tecrübe/i bir öğretmensi11iz. Köy çocuklamuı

ne öğretnıelidir? Onlara hangi bilgiler daha çok lazım oluyor? "

Önce afallayıp ka ldı, sonra

Diye sordum.

"evet bunca senedir öğretmenim. Fakat �·imdiye ka­

dar böyle bir sual ile karşılaşnuıdım. Do/ay isiyle böyle bir şey de diişiinme­

dim ' "

dedi. Fakat

"çok fayllalı bir sonuç elde edilebilir"

diye de ilave etti.


Milli Eğitim Davamız

. 57

ve koordinasyon zorunlukları hissettirdi. Organizasyon ve ko­ ordinasyon zorunluklarını ekonomik, ve teknolojik kalkınma hamleleriyle paralel olarak başarılı bir şekilde yürütebilenler kalkındılar. Yürütemeyenler kalkınamadılar, geri kaldılar. IL Dünya Savaşı'ndan sonra memleketimizin de dahil bu­

lunduğu "geri kalmış milletler' ", içinde bulundukları ekono­ mik sosyal, kültürel, teknolojik ve askeri müşkülleri yenmek, milli güvenliklerini teminat altına almak için, ilköğretim (öğ­ retim) davalarını halletmek zamretini hissetiler. Biz de bu za­ rureti hissediyoruz. Çünkü ilköğretim davası halledilirse, sair davaların ve bu arada milli güvenlik davasının halledilmesi kolaylaşacaktır. Çünkü eğitilmiş millet, çeşitli sahalarda iş görrnek için yetişmiş millet demektir. Bugün Geri kalmış millet, "tabii kaynaklarından, insan

gücünden mahrum kalmış millet " demek değildir. Geri kalmış millet, "tabii kaynaklarından, insan gücünden ilmi olarak is­ tifade etmeyen; kendi milli güç ve milli kaynaklarından baş­ kalarını istifade ettiren millet " demektir. B ir milletin kalkma­ bilmesi, Milli Güvenliğini emniyet altına alabilmesi için, onun her şeyden önce kendi insanlarını, memleketin ekono­ mik, askeri ve milli güvenlik potansiyeline katkıda bulunacak şekilde eğitmesi, bilgi ve teknikle teçhiz etmesi lazımdır. Çe­ şitli nitelik ve nicelikte insan yetiştirrnek ve insan gücü hazır­ lamak hem kalkınmarnızın hem de Milli Güvenliğimizin en büyük dayanağıdır. '

Eğitim ve öğretim kalkınmamızın ve Milli Güvenliğimizin teminat altına alınarak güçlendirilmesi, ilhamını milli tarihin­ den alan, yarına ait .fikirlere sahip, kalkınmak ve kuvvetli ol-


Dr. Tahsin Ünal

58

mak için ekonomik, sosyal, kültürel, teknik ve askeri bilgile­ rin zamretine inanmış vatandaşiann yetiştirilmesiyle müm­ kündür. Vatandaşiara bu fikirler öğretirole verilir ve bu fikir­ ler öğretirole onda şuur haline getirilir. Eğitilmiş bir millet, her zaman eğilmiş bir ordudur. Eğitil­ miş bir millet, her zaman savaşa hazır veya kısa zamanda sa­ vaşa hazırlanabilir bir kuvvettir. Bir toplum içinde, çeşitli sa­ halarda yetişmiş elemaniann bulunması, savaş anında orduda büyük mana ve kıyınet ifade eder. Özellikle günümüzde seferberlik ilan edilir edilmez, ordu­ nun kadrosu birden bire genişler ve çoğalır. Subaya, doktora, teknikere, sanatkara, şoföre, okumuş elemana ihtiyaç hasıl olur. Hangi millet en kısa zamanda bu ihtiyaçlannı tamamlar cepheye sürebilirse, savaşı o taraf kazanır. Şöyle ki: a) Askeri tamirhanelere, ağır bakım merkezlerine binlerce arızalı vasıta, top, tüfek gelir. Bunlann kısa zamanda tamir edilerek, hizmet yerlerine iade edilmeleri, hizmetin aksama­ ması önem kazanır. B unların yapım ve onarımı, en kısa za­ manda hizmete iade edilmesi yüzlerce mühendise, teknikere, ustaya ihtiyaç gösterir. b) Savaşın başından sonuna kadar hastaların, yarahiann en kısa zamanda tedavi edilerek, boş bırakılıp geldiği cephedeki gediğe hemen gönderilmesi icabeder. Bu hizmetin aksamadan ifası, yüzlerce doktora, hemşireye, hastabakıcıya, h atta alet, ilaç ve hastahan�ye ihtiyaç gösteriri. c) Ordunun hemen tamamının elinde bulunan modem si­ lahlann, füzelerin, radarların, elektronik uçak savarlann, ma­ yın arayıcı silahların bakımı, işletilmesi, tamiri, ikmali ve bü-


Milli Egitim Davamız

59

tün bunların ögretilmesi ve savaş anında kullanılması hayati önemi haizdir. Savaş zamanında bunları kullanacak askerin daha barış zamanında bu teknik konularda eğitilmiş olması icabeder. savaş zamanında öğretmeye kalkışmak çok geç kal­ mak demektir. Bugünkü savaşlar tekniğe dayanmaktadır. Teknik silahlar­ la ve teknik bilgiyle mücehhez bir ordu, hareket kabiliyeti ve vurucu gücü üstün bir ordudur. Böyle bir ordunun Milli Gü­ venliğimizi teminat altında tutacağı malumdur. Bu çeşitli hizmetlerin müşkülata uğramadan ifa edilebil­ mesi, daha barış zamanında millet çocuklarının çeşitli teknik ve kültür sahalarında yetiştirilmesiyle mümkündür. İhtiyaçla­ rı ve noksanları zamanında ikmal edilmiş bir ordu, vazifesini daha iyi yapma imkanına sahip bir ordudur. Savaş zamanında toplum içinde ve çeşitli sahalarda yetiş­ miş olan elemanlar, ordunun ihtiyacını karşılayarak, onun hiz­ metlerini daha iyi ifa etmesine yardım ettiği gibi barış zama­ nında da ordunun pilot, şoför, muhabereci. fotoğrafçı, koman­ do, okuma-yazma, doktor, öğretmen, mühendis, hukukçu vb. gibi çeşitli sahalarda yetiştirdiği elemanlar da sivil sektörde çeşitli hizmetler ifa ederek toplumun kalkınmasında rol oyna­ mak da, Milli Güvenliğimizi artırması bakımından önem ka­ zanmaktadır. Milli Güvenlik, aynı zamanda, milletin kuvvetli olmasıyla temin edilir. Kuvvetli olan, her zaman kendisini emniyette hisseder. Bir milletin kuvvetlenmesi, o milletin ekonomik, kültürel, sınai, zirai vb. bakımlardan katkınmış olmasıyla mümkündür. Her çeşit kalkınınayı temelden etkileyen faktör


60

Dr. Tahsin Ünal

ise eğitimdir. İşin iyi, zamanında yapılması, o işleri kolayca kavrayan, bilen elemaniann mevcudiyetiyle kaimdir. Bu ba­ kımdan ordunun yetiştirdiği elemaniann topluma, toplumun yetiştirdiği elemanların, icap edince orduya destek olması Milli Güvenliğiınİzin en büyük desteklerindendir. Nitekim Hv. Kuvvetlerinden ayrılan pilotlar Türk Hv. Yol­ larının, Doktorlann sivil hastahanelerin, öğretmenler M. Eği­ tim Bakanlığının, muhabereciler PTT.nin Komandolar, emni­ yet kuvvetlerinin, Şoförler özel ve resmi sektörün hizmetleri­ ni ifa ederek, kalkınmaya katkıda bulunmaktadırlar. Yann, bir savaş anında toplum içinde yetişmiş olan elemanlar da seferi ordunun birçok ihtiyaçlarını karşılayacaklan muhakkaktır. Milll Güvenlik konusunda eğitimin önemini izah eden en bariz ve herkesin bildiği deliiierden biri de düne kadar lise mezunlarının, bugün de üniversite mezunlarının 6 aylık bir kurstan sonra, subaylar gibi başarıyla orduda hizmet görme­ leridir. Kalkınmış cazibe merkezleri, her hangi bir savaş esnasın­ da ve bir anda, günü güvenlik icablarından olan bir "milis,

"

yuhut ' "gerilla ' ' merkezi haline geli verir. Bir mukavemet yu­ vası olurlar.


İLK ÖGRETİM SEFERBERLİGİNE GİRİŞ E( ;TiMİN GA YESI ı

.:r

mil let ilk, orta ve yüksek öğretim ders pliinlannı hazır­

larken bir yandan, gayesini, genç kuşaklara aktarrnayı ve kabul ettirmeyi düşü; ; rken, Öte yandan genç kuşaklan hem üretici olarak, hem de koordineli bir planla yetiştirmeyi düşünür. Her eğitim ve öğretimin bir gayesi vardır. Gayesiz eğitim ve öğretim olmaz. Mesela:

1. Eğitim ve öğretimin bir ilim gayesi vardır. Genç kuşak­ ları bilgili, kültürlü yetiştirmek ister.

2. Eğitim ve öğretimin bir fikir ve ahlak gayesi vardır. Genç kuşakları terbiyeli, edepli, saygılı yetiştirrnek ister. Va­ tanım, milletini bilen seven ve bunlar hakkında genç kuşakla­ ra ekonomik, sosyal, ve kültürel fikir ve ruh verir.

3 . Eğitim ve öğretirole genç kuşaklan becerikli, arneli ve

üretici olarak yetiştirrnek gayesini güder. Üst sınıfiara devam ederneyecek olan gençleri, toplum kalkınmasına katkıda bulu­ nacak şekilde becerikti yetiştirir. Genç kuşaklan ekonomik ve sosyal hayata hazırlamak gayesini güder.

4. Eğitim ve öğretim mahalli ekonomik, sosyal ve kültürel olduğu kadar, siyasi ve pqlitik önderleri yetiştirme gayesini


62

Dr. Tahsin Ünal

de takip eder. Buna "önderler havuzu yahut devlet adamı fi­

danlığt da " denebilir. Kendi kendini yetiştirmiş bazı siyasi ve politik önderlerimiz istisna edilirse, bizim geri kalışımızın ne­ denlerinden birini de bir devlet adamı fideliğiınİzin olmama­ sında aramak mümkündür. İngiltere daha lisede iken lider ve­ ya önder olabilecek kabiliyet gördüğü çocuklarını Oxfort ve­ ya Cambridge Ü niversitelerinde de eğittikten sonra onu haya­ ta atmakta, bir müddet hayatta da bu tip çocuklan takip ettik­ ten ona önemli vazifeler vermektedir. Olgunluk çağına kadar da bu önemli vazifelerde bulunan bu insanlar, buradan mebus olarak meclise gelmekte, bakan veya başbakan olmaktadır. 1 Böylece yetişen bu tip aynılardan 1 95 1 ' de % 8 2 ' si kabineye,

1 96 1 ' de de % 76' sı parlamentoya ve kabineye girmiştir. Bil­ diğimiz kadanyla West Point de Amerika' nın liderler okulu ve devlet fidanlığıdır.

5 . Eğitim ve öğretimin gayelerden biri de mevcut düzene sadık müdafıler yetiştirmektiL Marksist ve Maoist eğitimle yetişen genç kuşaklar bu düzen ve sistemin, demokratik eği­ tim ve öğretirole yetişen genç kuşaklar bu düzen ve rejimin, milliyetçi eğitim ve öğretirole yetişen genç kuşaklar böyle bir düzen ve rej imin sadık müdatileri olarak yetiştirilmektedirler. 1

Böyle bir egitim ve ö/ıreıim. tetkik edilirse bizim tarihimizde de vardır. Ehliyeı ve kabiliyeti görülenler Acemi oıılanlar ocağından seçilir. E nderun okuluna getirilir­ di. Enderun okulunu bitirenler, sancak beyliklerine tayin edilirdi. Sancak beyleri Beylerbeyi. beylerbeyleri arasından iki tanesi Anadolu veya Rumeli beylerbeyi ta­ yin edilirlerdi. Anadolu veya Rumeli beylerbeyinden biri kubbe altı vezirlilıine getirilir ve baş vezir (sadrazam) olmak için sıraya girerdi. Sadr.ızam öliir veya az­ ledilirse, kubbe altı vezirlerinden i kincisi, birinci ve zir yani sadrazam olurdu. Sad­ razam diğer kubbealtı vezirlerinin en kıdemli si bilgilisi ve ıecriibelisi en kabiliyeı­ li ve liyakatlisi idi.


63

Milli E{(itim Davamız

Rejimler, kendilerini müdafaa edecek olan nesilleri kendi okullarında yetiştirirler ve yetiştirmektedirler.

6. Eğitim ve öğretim, aynı zamanda bir yükselme merdive­ ni vazifesi de görür. Bugün küçük bir memur olarak görünün üniversite mezunu, 15 sene sonra bir genel müdür veya bir ba­ kanlıkta müsteşardır. Ama bu seviyeye y ükselmiş lise mezun­ larının, hele ortaokul mezunlannın oranı % 6-8 kadardır. O halde eğitim ve öğretimin bir gayesi de, toplumda yükselme merdivenini inşa etmektir.

7. Eğitim ve öğretimin en önemli bir gayesi de dışardan it­

hal edilen f1kir ve programlarla değil, tamamen milli olan fikir ve programlarla, üretici, ekonomik, sosyal ve kültürel kalkın­ ma çabalarına katkıda bulunucu, idareci, aydın ve idealist genç nesiller yetiştirmektiL Çünkü sahipsiz millet ve memleketler, her devirde askeri istilaUardan daha tehli keli olan kültürel isti­ lalara maruz kalmışlardır. Ve kalmaktadırlar. Bu pek acı bir gerçektir. Hindistan İngiliz sömürgesi i ken, Hindistan genel val i si Lord William Bentinck, öğretim teşkilatma yayınladığı bir tamirnde "size şunları bildinnek benim, bunları yapmak da

sizin vazifenizdir. Ingiltere politikası, kendi dilini biitiin ülkeye yaymak ve ha/km resmi dili haline getirmektir " dediği gibi Lord Mocudly de "Şimdilik idare ettiğimiz mif)ion lar arasmda

tercümanlık yapabilecek bir sınıf meydana getirmeliyiz. Fakot sonra kan ve renkleri Hintli olmakla beraber zevkleri. dii1\'iin­ ce ve zihniyetieri yaşayış ve ahlakları tamamen lngili� olon hir e/it sınıfyetiştirmek gayemiz olnıalcdtr" diyordu. B izim uzak ve yakın tarihimizde de. kanlar

w

rı:n k lc ri

Türk olduğu halde, zevkleri, düşünüş ve zihniye t l eri . h a ı t fı


64

Dr. Tahsin Ünal

yaşayışları ve ahlakları Türk olmayan bir elit zümre yetişti­ rilmişti. Milletin ekonomik, sosyal ve kültürel dertlerine de­ va bulamayan, üstelik geri kalmamızda büyük hissesi bulu­ nan, bu tip aydınlardan yakınırken Ziya Gökalp, "gerek Av­

rupa okullarında, gerek Türk okullarında okunan sosyal bil­ giler, Türk sosyal bilgileri değil, Avrupa sosyal bilgi/eridir. Sanılıyor ki, Ingiltere ekonomisi, Fransız ahlakı, Alman sa­ natı her millet için aynıdır. Sanılıyor ki, Adam Smith 'in Ingil­ tere için, Filisi 'in Almanya için vazettiği ekonomik sistemler, bizim için de doğrudur. Onlar bunu okuyup öğrenmiş/er. Memleketlerini bunlarla kalkındmmşlar. Biz de onu alıp tat­ bik edelim. Memleketinlizi kalkındıralım, diyorlar. Bizim bu halimiz, bir hastalığa faidesi olan ilacın, her hastalığı iyi edeceğine inanmaya benzer. Aydınlarımız, başa, dişe, tifoya ve vererne iyi gelen tek ilacın olacağına inanıyor/ar. Hiç ve­ rem hastalığı aspirin/e tedavi edilir mi "2 dediği gibi; Atatürk de, "Bizim toplumumuz başlıca iki sınıfdan müteşekkildir. Biri çoğunluğu teşkil eden halk, öteki azuılığı teşkil eden ay­ dınlar. Bizde halk başka zihniyette ve alemdedir. Aydın baş­ ka zihniyette ve alemdedir. Aydınlar, halkı kendi hedefine sevk etmek ister. Halk ise, aydına uymaz. O da başka bir is­ tikamet tayin etmek ister. Aydınlar, telkin/e, irşadla halkı kendi hedefine doğru çekemeyence, halka tahakküme başlar. Halkı kendi hedefimize yöneltemiyoruz, neden. . ? Çünkü ay­ dınların, halka telkin ettiği fikirler, ha/km rulı ve vicdanın­ dan alınmış değildir. Biz hiç olmazsa bundan sonra tetkik ve tetebbuatımıza zemin olarak kendi milletimizin tarihini, eko­ nomisini, ananelerini, kendi hususiyet ve ihtiyaçlarımızr al.

2

M.

Emin Erişirgil,

Bir Fikir Adamının Romanı,

s. 149.


Milli Eğitim Davmnız

65

malıyız. Aydınlarımız belki cihanı tanırlar, lakin kendi mille­ timiz tanımazlar. Aydınlarımız, milletimi mesut millet yapayım der. Başka milletler nasıl kakınmışsa, ben de milletimi kalkındırayım, der. Lakin bir millet için saadet olan bir düzen, öteki millet için felakettir. Aynı sebep ve şerait birini mesut, ötekini bet­ baht edebilir ve etmektedir. Bu itibarla bu millete gideceği yolu gösterirken, dünyanın her yerinden ve her ilminden isti­ fade edeceğizfakat asıl temeli kendi içimizden çıkarmak mec­ buriyetindeyiz. Milletimizin tarihini, ruhunu, an ' anelerin sa­ hih ve dürüst bir nazarla tetkik edeceğiz. Memleketi kurtar­ mak için halkın zilıniyet ve düşüncesiyle, aydının zi/ıniyet ve düşüncesini ve ruhunu bileştireceğiz. lki zihniyetin birleştiril­ mesi lazımdır. Bunun için de halka yaklaşmak, hakla kaynaş­ mak lazımdır "3 demektedir. Bunlan teyit eden Prof. H. Topçuoğlu 1 969' da bile bıkınız ne diyor: "Geri kalmış milletierin aydınlarının ve devlet

adamlarının çoğu, hiç değilse bir kısmı, yabancı memleketler­ de okuduklarından ve bu memleketlerde okuyaniara ayrı bir değer verildiğinden, onların sözleri dinlenir ve onların dedik­ leri yapılır. Onlar okudukları yabancı memleketlerin okulla­ rındaki konular, ders programlarını en iyi konular, en iyi ders programları olduğunu sanırlar. Okudukları yabancı memle­ ketlerdeki ekonomik düzenleri en iyi ekonomik düzen kabul ederler. Okudukları yabancı memleketlerin yaşayışını, zihni­ yetini ve ahlakını benimser/er. Kendi memleketlerinde de ay­ nı düzenierin kurulmasını isterler ve tesis ederler. Halbuki bu 3

Atatürk,

Söylev ve Demeçleri, 2/ 140- 1 4 1 .


Dr. Tahsin Ünal

66

eğitim sistemleri, bu ekonomik düzenler, bu zihniyet ve yaşa­ yışlar o memleket içindir. O toplumlar içindir. Bunlar yan sö­ mürge olan. geri kalmış milletierin eğitim hatalarıdır ve bu hataların en büyüğü de "aynen taklit" hatasıdır. "4

Oxfonrd üniversitesi Prof.lerinden Thomas Balogh, "Geri kalmış milletierin öğretimde yaptıkları en büyük hata, Avrupa okul sistemlerin körü körüne taklit etmiş olmalarıdır" derken;

taklitçiliğin başlangıcını anlatan Alber Tevoedjre de "millet­ ler sömürge rejimini yendikten sonra dahi, kenditerin idare edenleri, kalkınma konusunda örnek saymış/ardır. A vrııpa 'yı taklit etmişlerdir. Onun gibi düşünmek onun zilıniyetini taşı­ mak, onun gibi yemek ve giyinmek, onun gibi yaşamak iste­ mişlerdir. Geri kalmış bir memlekette ideal olan şey. Avrupa­ lı gibi memur olmaktır. Herkes tarımdan, maden işletmek ve işlemekten, hayvancılıktan kaçarak, bir büroda memur olma­ ya baknııştır" der. Taklit eğitim üretime değil, tüketim esası­

na dayalı bir eğitimdir. Körü körüne Avrupa'yı taklit etmek bizi de bu kahbın içine sokrnuş, okullarımız memur yetiştiren fabrikalar haline gelmiştir.

ÖGRETMENİN YENİ ŞEKLİ Yukarıda kısaca izahına çalıştığımız eğitim ve öğretim hatalarını, vakit geçirmeden tashih etmek zorunluluğu vardır. Bir yarı sömürge durumunda olan Osmanlı İmparatorlu­ ğu' nun, hem de batıcılığa en çok önem verildiği bir dönem­ de 1 835 'de ilk öğretim mecburiyeti kabul edilmiştir. 1 35 se4

H.

Topçuoglu. Egitim Sosyolojisi, Ank., 1 97 1 ,

s:

! 25.


Milli Eğitim Davamız

67

nelik ilk öğretim mecburiyeti, Türk toplumuna çok az şey ge­ tirmiştir. Elbette üretime değil, sadece hayali ve nazari esaslara da­ yanan bir ilk öğretim ne üretimi artırabilir, ne yetiştirdiği in­ sanın, kalkınma çabasına katkıda bulunmasını temin edebilir. Ne sanatkar yetiştirebilir ve ne de hayat seviyesini yükseltebi­ lirdi. Böyle bir eğitim ve öğretim sistemi ve okul, bizatihi kendisi ve yetiştirdikleri tüketici olabilirdi ve olmuştur. Bu itibarla öğretime mutlaka yeni bir şekil verilmelidir ve bu şek­ liyle eğitim ve öğretim, üretici, beceri kazandıncı, kalkındırı­ cı, öğretici, özellikle mahalli ekonomik, sosyal ve kültürel sa­ halarda yetiştirİcİ olmalıdır. Sillay, "yegane servet insanların kendisidir " derse de, biz milletierin hakiki serveti çocuklarıdır, kanaatindeyiz. Bu ser­ veti beslemek, bu serveti değerlendirmek lazımdır. Bu servet aile ocağında, ilk ve daha yüksek okullarda beslenmeli ve bir değer kazanmalıdır. Kalkınabiirnek için yeni eğitim ve öğre­ tirole yeni adamlar yetiştirmek lazımdır. Yeni eğitimle çocuk­ lara beceriler kazandırılmalı, onu bir mesleğin sahibi yapma­ lıdır. Onu kendi hayat çabası içinde, mutlaka üretici bir faali­ yet için hazırlamalıdır. Yeni eğitimde çocuklara tarih, coğraf­ ya, matematik, fizik ve kimya ile beraber, üretici olma bece� rileri, toplum çalışmalarına katılma ve önder olma vasfı, se­ bep-sonuç ilişkileri düşüncesi, çalışma ve bulma tecessüsleri verilmeli ve şahsi meziyetleri geliştirilmelidir. Tabiata hakim olacak teknik bilgilerle metot, mantık ve muhakeme gücü ve­ rilmelidir. Yeni eğitimle çocuklara tarıma, hayvancılığa, an­ cılığa, sebzeciliğe, el sanatiarına ait beceriler verilmelidir. Bunları çocuklara öğretecek ehil öğretmenler yetiştirilmelidir.


Dr. Tahsin Ünal

68

B ütün bunlar cazibe merkezlerinde veya tarım kentlerinde in­ şa edilecek ve sekiz sene devam edecek olan bölge okulların­ da hem kolay, hem de ucuz verilebilir. 5 Bugün memleketimizde doğum hızı (% 2,8) okuBaşına hızından (% 2) ilerdedir. Bu itibarla okullaşma, doğumla meydana gelen ihtiyacı karşılamayacaktır. Karşılayabilmesi için genel bütçesinin % 50"sini okullaşmaya ayırmak lazım­ dır. Ki bu da mümkün değildir. Öyle ise okuilaşma hızını, doğum hızına yetiştirmek ve okul çağına gelen her çocuğu ol utabilmek için cazibe merkezlerinde veya tarım kentlerinde sekiz sınıflı bölge okullan açmaktan başka çare yok gibidir. Cazibe merkezlerinde veya tarım kentlerinde bölge okullan açılırsa: 1 . Hem bu davanın halli kolay olacaktır. Hem de ucuz ola­ caktır. 2. Fırsat eşitliği sağlanmış olacaktır. Eğitimde fırsat eşitli­ bir yandan bir "kabiliyel havuzu " teşkiline, te yandan bu ği havuzda üstün kabiliyetleri tanımaya, bulmaya ve yetiştirme­ ye zemin hazırlar.

3 . İlk sınıflardan üniversite sınıflarına kadar çocuklan ka­ biliyetlerine göre tasnif etmek, bunları kendi sahalannda is­ dihdam ederek prodüktiviyeyi artırmak mümkün olacaktır. 4. İlk sınıflardan üniversite sınıflarına kadar tüm çocuklan ciddi elemelerden geçirerek üstün zekalı çocukları tespit et­ rnek, bunları ihtiyaca göre ve bir plan dahilinde yetiştirmek, devlet mekanizmasında yer vermek imkan dahiline girecektir. s

Tahsin Yahyaogıu, Tanm Kentleri, Ankara, 1 97 1 ,

s.

80- 140.


Milli Eğitim Davamız

69

5 . Sekiz senelik ilkokulu bitirdikten sonra üst sınıflara gi­ demeyenleri "ki bunlar büyük çoğunluğu teşkil eder" elde et­ tikleri becerilerle, babalarından daha iyi üreticiler haline ge­ tirmek mümkün olacaktır. Yeni eğitim 8 sene ·olduğu gibi seçme ve seçilme esasına da dayalı olacaktır. Seçmeyi çocuğun kendisi, seçilmeyi, öğ­ retmen yapacaktır. Mesela 1 00 grenciden 5-6 tanesi tarımcı­ lığı, 5-6 tanesi hayvancılığı, 5-6 tanesi sebzeciliği, 5 -6 ' sı ta­ vukçuluğu, arıcılığı v.b. isteyecektiL B öylece günümüzde de olduğu gibi çocukların o/o 75-80'i köyde kalacak, babala­ rından daha iyi üretici olacaklar, % 20 de ortaokula devam edecektir. Tüm geri kalmış milletlerde olduğu gibi bizim kalkmabil­ memiz için de üst kademelerden alt kadernelere kadar, çeşitli sahalara, kadrolar yetiştirmemizi icabeder. Bu kadrolar mese­ la ilkdidar kadrosu, merkez vey bakanlıklar kadrosu, taşra ve­ ya vilayetler kadrosu, tarımcılar, sanayiciler, sanatkarlar, İma­ latçılar, kadrosu vb. gibi kadrolara ihtiyaç vardır. Bu kadro­ larla geriliğe, fakirliğe, cahilliğe, tembelliğe ve ahlaksızlığa taarruz edilmelidir. Milletlerarası kalkınma merkezi Genel Sekreteri Maurice Guernier, güçlü devletlerden yardım alan geri kalmış millet­ Ierin hatalarını sayarken, " Yardımı israf ettiler, yardıma ha­ zır olmadıklarından kullanmasını bilemedile r, Yardımı alan

devletlerin hükümetleri de, kendilerinin neler yapmaya muk­ tedir olduklarını, neler yapmaları icapettiğini bilemediler. Bu konuda ne bir rehber, ne bir danışman kabul ettiler. Bu­ nun için de toplumlarının kalkınmasını hızlandıracak ne


Dr. Tahsin Ünal

70

esaslı bir eği t im düzeni, ne esasli bir iskan dii-:.eni, ne bir ta ­ mn ve

ne de bir iiretinı düzeni kurabildiler. On ların tek endi­

şeleri günlerini gün etmek, son ra da işin içinden .nyrılnwk­

tı " 6 diyor. Genel S ekreter sanki bizi m h a l i mizi anlat ıyor

ve

bizim ilköğretim konusundaki, tarı m kentl eri konusundaki fi­ kirlerimizi teyit ederek, kalkınmak i steye n milletler iskan da­ valarını hallederek "tanm kentleri kurma. tarım ve endüstri­ lerin i kalkuıdırma, ithalat ve ihracat dengelerini temin etme "

çabasına girişıneli ve ç abaları n bu eksenler etrafında topla­

malıdırlar, diyor. 7

EGİTİMİN NİTELİGİ Yıllarca statik kalmış bir memlekette, özellikle 2' nci Ci­ han Harbinden sonra, milletin tüm çocuklarını okutmak zaru­ reti anlaşıldı. Bunun sonucu olarak eğitime karşı olan talep hızla arttı. Talep, kimsenin karşı duramayacağı bir güç kazan­ dı. Ailelerin çoğu okur, yazar olmadığından, daha iyi eğitim değil, daha çok eğitim talep ediliyordu. Daha çok okul açmak, daha çok okuma yazma öğretmek, adeta gaye oldu. Daha çok ilkokul talebi, daha çok ortaokul talebini, bu da daha çok lise talebini körükledi. Fakat daha çok okul yerine, daha iyi eğitim üzerinde kimse durmadı öğretmenlerden % 80-90 oranında başarı istenmesi ve bunun da yan bir gaye telakkİ edilmesi, az bilenlerle çok bilenlerin, iyi bilenlerle fena bilenlerin, tembel­ lerle çalışkanların üst sınıflarda toplanmasına sebep oldu. Ekonomik amaçlara yönelmemiş, üretime faydası ve katkısı 6 H. Topçuoğlu, Eğitim Sosyolojisi,

7 Aynı

eser: s.

98 .

s.

19.


Milli Eğitim Davmmz

71

olmayan bir eğitimin olumsuz sonuçlar tevlit edeceği, velile­ rin aklına gelmediği gibi öğretmenierin ve M . E. Bakanlığının da aklına gelmedi. Daha çok eğitim, daha çok okul, tabii olarak daha çok öğ­ retmene olan ihtiyacı ortaya koydu. Çok okula, çok öğretmen bulmak düşüncesi, öğretmenin kalite ve kapasitesinin düşme­ sine sebep oldu. Bunlar eğitimi olumsuz yönde �tkiledi ve eğitimi sathileştirdi. Eğitim sathileştiren nedenler sadece bun­ lar değildir. Çok eğitim ve çok okul bir yandan kütüphanesiz, laboratuvarsız okullann adedini çoğaltırken, öte yandan ki­ tapsız, deftersiz, kalemsiz, hatta öğretmensiz okulların da adedinin çoğalmasına sebep olmuştur. Prof. F. Bowles "Orta Doğu 'da profesör süz üniversiteler, kitapsız kütüphane/er, malzemesiz laborotuvarlar, dip/omalı işsizler, tüketici insan­ lar gördüm. Bu nedenle onların idarecileri beyin göçünden, güç göçünden, devlet bütçesini israftan, ehliyetsiz oldukları halde iktidara talip olup, orada ısrarla kaldıklarından sorum­ ludurlar"8 diyor. Okullaştıona da denilen bu tür çabalar yalnız bizde değil, bizim gibi geri kalmış başka ülkelerde de olumlu bir sonuç vennemiştir. 9 Çünkü, okula başlayan çocukların bile, beş se­ ne sonra okuldan % 50 oranında mezun olduklan çok gôrül­ müştür. Cılız ve kifayetsiz bir eğitim düzeni daima cılız ve ki­ fayetsiz elemanlar yetiştirecek, çalışmayı zahmetli, külfetli ve süfli bir iş, memur olmayı kolay ve haysiyetli bir meslek ka­ bul eden bir memlekette okullar memur yetiştiren bir fabrika olmaktan kurtulamayacaktır. s 9

H. Topçuo�lu, Eğitim Sosyolojisi, Aynı eser, s . 164-166.

s.

1 28 .


Dr. Tahsin Ünal

72

REALİTELER Aşağıdaki istatistikler tetkik edilirse, memleketimizde ve özellikle ilkokullarda 1 9 6 1 - 1965 döneminde o/o 7 4 oranında bir okullaşma olduğu halde bu oranın ortaokullarda o/o 1 8 ve liselerde % 1 0'n a düştüğü görülür: ORTAOKULLARDA YILL AR

1 961 -1962 1962-1 963 1963-1964 1964-1965

OK\..! � ÇAGI NUFUS 1 ,768,000 1 ,882,000 1 ,918,000 2 ,000,000

OKULA OKULLAŞMA GİREN

% si

320,000 336,770 347,800 354,800

18 18 17,6 17

USELERDE YILL AR

1961-1 962 1962-1963 1 963-1 964 1964-1965

OKUL ÇAÖI NÜFUS 1 ,500,000 1 ,580,000 1 ,674,000 1 ,770,000

OKULA OKULLAŞMA GIREN

% si

144,700 1 75 ,200 181 ,250 183,220

9,6 ll

10,8 10,4

Okullaşma oranı B atıda, mesela İzmir'de o/o 98 olduğu hal­ de, Doğu Anadolu'da mesela Hakkari ' de % 27 olması, Doğu B atı Anadolu arasında da önemli farklar bulunduğunu izah eder. Köy okulları ile şehir okulları arasında da önemli farlar vardır. 1 96 1 - 1 965 döneminde köylerde Öğretmen sayısı % 30 artarken, şehirlerde o/o 40 oranında artmıştır. Halbuki, aynı dönemde köylerde 20.550.000 nüfus varken, şehirlerde

1 0.800.000 nüfus yaşamakta idi ve öğretmen artışı köylerde fazla, şehirlerde az olması icapederdi .


Milli Eğitim Davamız

73

Öyle bir eğitim. düzeni tesis etmeliyiz ki, ilk sınıflardan üniversitenin son sınıfına kadar ciddi elemeler yapılmalıdır. Eleğin üstünde kalanlara üst sınıflara devam etme imkanı sağ­ lanırken eleğin altına geçmiş olanlan da halk yahut mesleki eğitimlerden geçirerek becerili iş sahibi üretici ve kalkınmaya katkıda bunucu vatandaşlar yapmalıdır. Ü st sınıflardan eleğin altında kalmış olanlan bir yandan keza becerili iş sahibi, üre­ tici ve kalkınmaya katkıda bulunan vatandaş olarak yetiştiri­ lirken, bir yandan da planlanmış olan ihtiyaçlara göre ziraat sanayi, makine, inşaat, elektrik, motor, tıp, vb. teknikerleri, bir yandan da iş adamı, sanatkar, v.b. yetiştirmelidir. Eleğİn daima üstünde kalanlardan da yine bir plan dahilinde ehliyet­ li ve kabiliyeıli uzman kadrolar yetiştirmelidir. Yetişen uz­ manlan da kendi sahalannda hem halka temas ederek onu ta­ nıması, dert ve ihtiyaçlan yerinde tespit edebilmesi hem de vazifesi başına gelince halktan kopmaması, isabetli kararlar alabilmesi için mecburi hizmetler tahmil ederek tanm kentle­ rine gönderilmelidir. Burada başan göstereniere diplomalan verilmeli, oradan vilayete, vilayetten de merkez kadrosuna atanmalıdır. Merkez kadrosu aynı zamanda devlet fideliği ve "uzman çavuşluk" yeri olmalıdır.



NASIL YETİŞİYORLAR?

Bu yazıyı kaleme aldığım sıralarda bir taraftan Mecliste Allah' a, Peygamber' e, di ne hakaret edenlerin cezalandınlma­ sı için kanun teklif ediliyordu. Bir taraftan da Alman Atom Fi­ ziği alimlerinden Kari Stein Hols'un iki çocuğu ve ailesi ile beraber Müslüman olduğuna dair haberler neşrediliyordu. 1 Öyledir. Felah ve salalı arayanlar, onu buldukları yere gider­ ler. Tefekkür ederler, doğruyu bulurlar, hak ve hakikati kabul ederler. Tefekkür edemeyen, hakkı göremeyenler de ondan uzaktaşırlar. "Bir sözün manasını, herkes kendi fikri seviyesine göre an­ lar. Öylece manalandırır" diye bir söz vardır. Kur' anı Mübini okuyanlar da kendi tikri seviyesine göre, kendi fikri seviyesi kadar anlar. Bir ümmi kişinin Kur' anı Azimüşşandan anladığı ile bir münevver kişinin anladığı ve anlayışı elbetteki pek fark­ lıdır. Zaten bunun için de Allahü Zülcelal, "Hiç bilenle bilme­ yen bir olur mu ? " buyurmuşlardır. Ümmi ile müneverin, Haz­ reti Kur' andan anladığı farklı olduğu gibi, hukukçu ile dokto­ ru n, fizikçi ile tarihçinin, iktisatçı ile astronomi bilgininin an­ layışı da birbirine uymaz. Şu halde, içinde dini ve ahlaki me­ bahisten başka iktisadi, içtimai, hukuki, ilmi, tarihi, felsefi, si1

Tercüman Gazetesi: Sayı: 973, 1 8 Şubat 1 958.


76

Dr. Tahsin Ünal

yas i, askeri

v .s.

bahisleri de de cem etmiş olan Kur' anı Azizi

tam manası ile insanın aniayabilmesi için geniş bir kültürü ol­ ması icabeder. B öyle olmadığı takdirde, hele biraz Arapça bil­ mek, biraz okuyabilmek gibi mevzii ve sathi bilgilerle onu an­ lamak mümkün olamaz. Mümkün gibi görünürse de, çok geniş bir kültür sahibi olmadan, çıkarılan manalar daima hatalı, dai­ ma eksik, daima sathi kalır. . . Nitekim 9, 1 0 ve l l . asırlar istis­ na edilirse, dokuz asır içinde yapılmış olan izahlann, tefsirle­ rin yüzde sekseni hatalı, iktisadi, içtimai, astronomi fizik taraf­ lan zayıf ise "ki bir insanın bütün bu ilimleri tam olarak bil­ mesine hem ömrü kifayet etmez, lıem de mümkün değildir. ls­ tiabı yoktur" tefsirinin bu tarafı sa�hi olmuştur. Dava bu zavi­ yeden ele alındığı zaman iki realite ile karşılaşılmaktadır

1 . Furkanı Mübinin manay-ı muazzamını anlamak için, yalnız dini ilimleri 5-8 sene tahsil etmek kifayet etmemekte­ dir, etmemiştir de . . .

2 . 3 - 5 senede fizik veya kimya, sosyoloji veya felsefe ali­ mi olunamadığı gibi 3 -5 senede dini ilimler tahsil eden kimse dini ilimler alimi olamamıştır. Kur' an çalışmayı, terakkiyi teşvik ve tahrik etmiş ama bizler çalışma ve terakkideki derin manayı iyice anlayamadığımız için, onlarla amel edemediği­ miz için terakki değil tereddi etmişiz. Kabahat dinde değil, o ilahi emirleri anlayamayan biz Müslümanlardadır.

" Ve ennelıü hüve Rabbüş Sığra " ayet-i kerimesinin2 ma­ nasını, biz bin küsur seneden beri Kur' an okuduğumuz halde 2

Vennecmi Suresi: A. 43-54 mealen ayetle "insanların Güneşe tupıığı bir devirele diinyamıza Sığra isminde ve güneşten biiyük bir seyyure yaklaşmış. Güneş onun yan11ula ay gibi kalmış. Güneşe tapan o devrin insanları hemen o yeni Güneşe tap­ maya başlamışlar. Cenabı Hak "Ey!, insanlar A llanınız ne o 'dur, ne de bu, yeni gördüğiinüzdiir. Benim, Bana

rapınız " buyurur.


77

Milli Eğitim Davmnız

anlamaz da, buradaki büyük manayı bin küsur sene sonra bu gün hem de bir papaz anlar ve bugünkü astronominin esasını kurarsa kabahat dinde mi, yoksa eelılimiz sebebiyle onu anla­ mayan biz Müslümanlarda mıdır? denilmektedir. Bu da bu­ gün "sosyal tarih " metodu denilen muasır medodun ta kendi­ sidir. Allah bize "Şu harabeye bak. Burada da vaktile millet­

ler vardır. Yaşadılar. Fakat sonra yıkıldılar. Tarihe intikal et­ tiler. Milletler neden mahvolur? Düşün. Sebeplerini ara, bul. Ona göre hattı hareketini tanzim et" diyor. Ama biz şarktan gelen nura değil de garptan gelen zulmete bakıyoruz. Nur içinde hiçbir şey göremeyen gözümüzün, zulmette neler göre­ bileceğini vann siz hesap ediniz. Kabahat, ilim ve terakkinin yolunu göstermiş, metodunu vermiş olan dinde mi, yoksa biz tembel Müslümanlarda mıdır?3 cevabını yine Cenabı Hak ve­ riyor ve diyor ki: "Çalışanlar mutlaka kazanırlar."4

3

Dostum elektrik mühendisi Sadi Beyin rivayetine göre; papazlardan biri bu ayet­ ten aldığı ilham ile "'Kaimma güneşimizden binlerce defa büyük belki binlerce gü­ neş vardır. A rzımız nasıl güneşten kopmuş ise güneşimiz de daha biiyük başka bir g iineşten kopmııştur. Semadtıki binlerce güneşler ve kehkeşanlar hep birden bir

merkez etrafında dönüyorlar" 4

demiştir.

Ankebut Suresi, Sonuncu Ayet.



ADAM YETİŞTİRMEK LAZlMDIR

Gazetelerde sık sık büyük adamdan, devlet adamından ve devlet adamı yetiştirmekten bahsedilir. Yazılar yazılır, temen­ nilerde bulunulur. Cemiyet hadiseleri, ferdin iradesine tabi olmadan, ferdi iradenin dışında cereyan eder. Bir nehir akışı gibi cemiyette durmadan bir istikamete doğru bazen çağlayarak, bazen ya­ vaşlayarak, bazen da adeta yerinde savareasma akar. Bu akış ferdin iradesi dışında olmakla beraber, bazen fertlerin, cemi­ yetin mevzubahis akışına müspet veya menfi bir tesir yaptık­ ları görülür. Fertlerin cemiyete yaptıklan tesirler müspet ise, yani cemiyetin cereyanım yeni ve başanlı bir istikamete çevi­ rirse böyle adamlara büyük adam denilir. Cemiyetin arkasına düşüp yürüyen adama değil, cemiyeti kendi arkasına takıp ye­ ni bir istikarnete, hayırlı bir yola götüren adama büyük adam denir. Hz. Peygamberimiz, ihtilal fikirlerini yayan mütefekkirler, M. Kemal bu tip adamlardır. Yahut cemiyete yaptığı tesir menfi olur cemiyeti batıla ve izmihlale götürür. Bu tip adamlara büyük adam denilemez. Marx ve onu takip eden çö­ mezleri ve Hitler bu zümreye dahildir. İ kinci olarak, büyük adam olarak bildiğimiz kimseler tek taraflı değildir. Büyük adam olarak bildiğimiz kimselerin, mutlaka bildiğimiz veya


80

Dr. Tahsin Ünal

bilmediğimiz başka tarafları da vardır. Zira tek ayaklı merdi­ ven ile yükseklere çıkılmaz. Sekiz on hasarnaklı merdivenin basarnaklanna basılarak yükseklere çıkılır. Lenardo' yu yalnız ressam ciheti ile biliriz Onun iyi bir heykeltraş, mükemmel bir felsefeci, matematikçi, aritmetikçi olduğunu pek bilmeyiz. Tevfik Fikret'i şair olarak biliriz. Onun kuvvetli bir tarih ve felsefe kültürüne malik olduğunu, hele musikiden anladığını, çok güzel bir ressam olduğunu pek bilmeyiz. Fatih' i padişah olarak lstanbul' u zaptettiği için tanırız. Onun yedi !isan bildiğini, Rumeli hisarının pHlnını çizen bir mühendis, havan topunu bulan bir balestik mütehassısı oldu­ ğunu pek bilmeyiz. Çok taraflı olan büyük adamlar, az bildik­ leri tarat1arını mesnet y aparak, az bildiklerinin üzerine basarak bir sahada sivrilmişlerdir. Bu itibarla tek taraflı, yalnız bir me­ ziyeti olan adamlar sivrilemezler. Sivrilmek için üzerine basa­ caklan mesnetleri yok ki zavallılann. Cemiyette böyledir. Bil­ hassa dinamik cemiyete bakılınca bir asır içinde, sanki sözleş­ miş yüzlerce sanatkar, alim, kumandan, edib, şair v.b. yetişti­ ği görülür. Osmanlı İmparatorluğu'nun 1 579' a kadar olan dev­ ri gibi. Demek ki, cemiyet her sahada kıymetler yetiştirmekte, yetişen kıymetler arasından biri ötekilerin adeta omuzlarına basarak en yukanya çıkmaktadır. Tabiatta böyle değil midir? Hatt-ı üstüvada sık ormanlara, yüzlerce metre uzunluğunda kocaman ağaçlara tesadüf edildiği halde; kutuplara doğru çı­ kıldıkça tabiat pasifleşmekte, ağaçlar bodurlaşmakta, atların rengi derişmekte, kuşların sesi kısılmaktadır. Dinamik cemi­ yetlerde de her şeyin boyu uzun, sesi berrak, fikir geniştir . Di­ namik cemiyetlerde, fertlerin çoğu, cesur, atılgan, dürüst ve is­ tikamet sahibidir. Teşkilatçı, yaratıcı, idare edicidir. Kanun ve


Milli Eğitim Davamız

81

nizama hürmet edilmekle beraber, insan zeka ve düşüncesini sınırlandıran skolastik felsefe ile hareket edilmez. Kanun ve nizarnlan da insaniann vazettiği, onların da hata edebileceği düşünülerek maddelerin elastikiyetinden istifade edilir. Böyle cemiyetlerde fertlere kıyınet verilir. Fertler de bir işi daha iyi, en iyi bir şekilde yapmaya çalışırlar. Birbirlerini himaye, bir­ birlerine yardım ederler. Hele liyakat ve kabiliyetlere koruyu­ cu, küçük düşmemek, mutlaka muvaffak olmak için iman ile çalışır. Onun için de böyle cemiyetler, böyle insanlar arasın­ dan sayısız büyük adamlar, devlet adamları, ıslahatçılar, ku­ mandanlar, otoriteler yetişir. Ü züm üzüme baka baka karanr. Gül yanında duran mis, ocak başında duran is kokar. Kötüler, iyiler cemiyetinde iyi olmaya mecburdur. İhtimam ve himaye gören fidan yetişir, çiçek açar, meyve verir. Il. B ayezit padişah olduğu zaman eski dostlanndan birisi­

nin oğlu olan Piri Mehmet Çelebinin elinden tutarak himaye etti. Onda büyük bir kabiliyet görerek Rumeli Baş Defterdan tayin etti. Oğlu Yavuz Selim Piri Mehmet Çelebi' deki ilmin derinliğini, faziletin yüksekliğini teşkilat ve idarecilikteki ma­ haretini, nihayet memleket ve millet meselelerindeki fikrini ve aklı selimini görerek onu sadrazam tayin etti. Herkesin tir­ tir titrediği ve "Rakibin fevti mümkün değildir. Meğer vezir ola Yavuz Sultan Selim 'e " dediği Yavuz Selim 'e üç seneden fazla sadrazamlık etmiştir. Padişah'ı, o haşin ve sert İcraatın­ dan itidale çevirmiştir. Bir gün huzurda iken bir münasip za­ man bulup, "Şevketliim, sonunda benim de bir hatarnı bulup bugün veya yarın beni de kat/edeceksiniz. Her huzura girdik­ çe katledileceğimden korkarak soğuk ecel terleri dökerim. Katiedeceksen bir gün önce katiedip ecel teri dökmekten kur-


82

Dr. Tahsin Ünal

tarsanız " dedikte, Yavuz Selim, koca hurma bıyıklarını gere kere kahkaba ile bir hayli güldükten sonra, "Pirim. Senin ar­ zwıu yerine getirmek kolaydır amma, yerini tutacak adam bulmak zordur" diyecek kadar Yavuz' un itimat ve sevgisini kazanmıştır. Piri Mehmet Paşa Kanuni zamanında da sadra­ zam idi. Her huzura girdikçe Kanuni, bu kıymetli adama hür­ meten ayağa kalkardı. Sonunda, "bu adam yanımda bulun­ dukça kendimi aciz hissediyorum. Onun zamanında istiklôJ ile padişahlık edemeyeceğim " diyerek Piri Paşa yı tekaüde sevk etmiştir. Kanaatimizce Osmanlı İmparatorluğunda gerileme devri başlamıştır. Bu gün de cemiyet içinde nice Piri Paşalar bulunduğuna dair iman-ı kafimiz vardır. Fakat Mehmetler el­ lerinden tutacak, kendilerini himaye edecek, yetiştirecek ha­ milerden mahrumdurlar. İhtimamsız gül, hamisiz adam yetiş­ mez. Yüzük de, a\tın bi\ezik de, değirmen taşı da halkadır ge­ lir. Diğer buğdayı ezip un yapar. İnanılanları yaşatır.

Pasif cemiyet!erde, fertleri n ekseriyeti pasiftir. Yaratıcı, idare edici değildirler. Birisinin emri altında, bir elinde kanun, ötekinde nizarnname eksiksiz iş yapar. Kanunların gösterdiği yoldan zinhar ayrılamaz. Çekingen, ürkek, korkak, ve pısırık� tır. Aklıselim ile halledilebilecek bir işi sormadan, danışma­ dan yapamaz. Pasif cemiyetlerde, içtimai dayanışma, yardım ve himaye yok gibidir. . Fertterin en büyük gayesi şahsi ikbal, şahsi ser­ vettir. Benden başkası yetişmesin, benden başkası bilmesin fikri kafaların yegane mahsulüdür. Neme lazımcılık ruhları is­ tila etmiştir. Daima rütbemden, maaşımdan, elrnıeğimden olu­ rum tehdidi altındadır. Fikirler açıkça ve alenen söylenemez. Fikir, daima korkak ve riyakar bir şekilde cevalan eder durur.


Milli Eğitim Davanıız

83

"isabet buyurdunuz efendim" demek biı' hünerdir. Fikir ve ideal sahibi bulunmaz. Muvaffak olmuş bir tüccar veya

san ' atkara muvaffakiyetinin sırrını sorsanız, mesleğinin püf noktasını, bir sanat ve mavaffakiyet sım olarak saklar, söyle­ mez. Gazeteciye bir makale yazıp götürseniz, kendisinin ce­ vahir yumurtladığını zannettiği için, sizinkini beğenmez. Me­ raklı, hevesli, kabiliyeıli gençleri istedikleri sahada yetiştir­ mek kimsenin aklına gelmez. Devlet adamı yetiştirme saha­ mız da böyledir. Çok partili demokrasi devrinde, yarın için adam yetiştirmeye kimse cesaret edemez. Bugün yetişir de yarın yerine göz dikerse felaket olmaz mı? . . . Kendimiz için besleyip büyüttüğümüz devlet kuşunun, kendi başımıza da konmasını isteriz. Başkasının başında gör­ meye tahammül edecek kadar havsalamız geniş değildir.



MAARİFİMİZİN YARALARI

Maarif, "marifetten " neş'et etmiş bir kelimedir. Marifet ise, "bir şey bilmek, bilinen şeyi tatbik etmek, bir faide temin etmek" demek olur. Öğrenilen şeyleri, hayata tatbik ederek, hem bilginin ve marifetin tatbik edildiği yeri güzelleştirmek, imar etmek, hem de bilgisini tatbik eden kimsenin hayat sevi­ yesini artırmak, refaha kavuşturmak demektir. O halde mari­ fet, bilgi ve kültür, iki yüzlü bir madalyona benzer. Bir yüzün­ de ferdin hayat seviyesini yükseltmek, bir yüzünde memleke­ ti imar etmek mefuumlan yazılıdır. Tarih boyunca bütün mil­ letler ve bu günkü medeni milletler maariflerini bu iki mef­ humlu, iki manalı sistemlere göre ayarlamışlar ve bunu yapar­ ken, daima kendi memleketlerinin daima kendi milletlerinin ilmi, fikri, iktisadi, içtimai, dini ihtiyaçlannı göz önünde tuta­ rak ayarlamışlardır, Müesseselerin iç yüzlerine nasıl işlemek­ te ve işletilmekte olduğuna, gayelerine vakıf olmayan, bunu anlamaya lüzum görmeyen bizler, biz taklitçiler de kurulmuş olan o hazır maarif müesseselerini hemen aynen alıp tatbik et­ mişiz ve etmekteyiz. Birisi size, bir elbise, bir ayakkabı, bir şapka sipariş etse, siz de, size bunları sipariş eden kimsenin beden ölçüsünü, ayak ve baş ölçüsünü bilmez ve öğrenmeye de lüzum görmez-


86

Dr. Tahsin Ünal

seniz, alacağınız elbise ya uzun gelecek yerlerde sürünecek, ya kısa gelecek, diz kapaklannızda kalacak, adamı palyanço­ ya döndürecek, maskara edecektir. Alacağınız ayakkabı ya büyük gelecek sandal giymiş gibi olacak, Ebulkasımın ayak­ kabılarına dönecek, yahut küçük gelecek, hiç giyemeyecek, yalın ayak kalacaktır. Yürümeyi şaşıracak. Dünya yansında arkada kalacaktır. Ölçüsöz alınacak şapka ya büyük gelecek kulaklara kadar inecek, gözlerini kapayacak adam önünü gö­ remeyecek, yürüyemeyecektir. Yahutta alınan şapka dar gele­ cek adamın başını sıkacak iyi düşünemez olacaktır. İşte bizim maarif sistemimiz, aynen alınan taklit maarifimiz de, hemen aynen bu misallere uymaktadır. B azen bedenimize büyük gelmiş, yerlerde sürünmüş, yürürnemize mani olmuş ge­ ri kalmışız. Bazen diz kapaklanmızda kalacak sekide kısa ol­ muş, gülünç mevkilere düşmektense dünya yanşma iştirak et­ memeyi evla bulmuşuz. Bazen ayağımıza pek büyük gelmiş, bazen ayağırmza dar gelmiş, rahat bir şekilde giyerek dünya yansına katılamamışız. Bazen başımıza bol gelmiş, kulaklan­ ınıza kadar inmiş, gözümüzü kapamış önümüzü göremeyecek hallere düşmüşüz. Bazen başımıza dar gelmiş. Bir cendere gibi başımızı, zekamızı aklımızı sıktıkça sıkmıştır. Normal düşün­ meyi ve düşünceyi ortadan kaldırınıştır. Yerinde duramayan akıl; bazılanmızda baştan bir kanş yukanya çıkmış, akıl üstü düşünenlerimiz yetişmiştir. Bazılanmızda akıl mideye inmiş, sadece mideleri ile düşünenlerimiz yetişmiştir. Bazılanmızda akıl, sağa kaymış sağca düşünenler, bazılanmızda akıl, sola kaymış solca düşünenlerimiz yetişmiştir. Hülasa bugün, düşün­ ce ve fikir platforrnumuzda görülen keşmekeşlik, dün takliden alınan maarif sistemlerinin tabii neticeleri, tabii mahsulleridir.


Milli

Eğitim Davamız

87

Pek uzaklara gitmeye ne lüzum var bu gün sadece maarif­ çi geçinenlerden öğretmenlerden müteşekkil bir toplantı yapı­ nız ve ortaya da, "talebe nasıl yetiştirilmelidir? ders prog­ ranıları nasıl tertip edilmelidir? ' ' ' diye bir konu atınız. Göre­ ceksiniz ki, her kafadan ayrı bir sistem ve metot çıkacak, or­ tay çıkan her sistem ve metot da, bir birine taban tabana zıt olacaktır. Hatta toplantıda kazara, maarifçi olmadığı halde okul idareciliğine getirilmiş olan, idareciler bulunursa, bunlar da ortaya gayet orijinal ( ! ) eğitim ve öğretim sistemleri ata­ caklar ve kendi sistemlerinin en doğru sistem olduğunu iddia edecek kadar ileri gideceklerdir. Bu nedenle böyledir? Bunun sebebi nedir? Kanaatİ aczime ve fıkr-i kasiraneme göre, bunun elbetteki bir çok sebepleri vardır. Bu sebeplerden bazıları şunlardır: 1 . Bizler taklitçi ders programlan ile yetişmiş kimseleriz. B unun neticesi olarak, okuduklanmız, bildiklerimiz ile gör­ düklerimiz, duyduklanmız arasında muazzam farklar olduğu­ nu hissediyoruz. Başka bir ifade ile ideallerimizdekilerle, re­ alitedekiler arasında bir çatışma olduğunu görüyoruz. Bildik­ lerimiz, gördüklerimiz aynı şey olması icapederken, olmadı­ ğını esefle müşahade ediyoruz 2. Hissettiklerimizin, gördüklerimizin, müşahadelerimizin nedenleri bahis konusu olduğu zaman, bir taraftan realiteler­ den uzak yetiştirilmiş, muhayyel fıkirlerle yetiştirilmiş oldu­ ğumuz için, bir taraftan da ki, bu en büyük hastalıklarımızdari biridir. Bizler okuyan kimseler olmadığımız için, neşriyatı, bilhassa kendi meslekierimize ait neşriyatı, "eğitim ve öğre­ tim " üzerine yapılan neşriyatı takip etmediğimiz için, davanın


Dr. Tahsin Ünal

88

nedenleri konuşulurken serdediten fikirler: 1 - ya hissettikleri­ mize, 2- ya gördüklerimize 3- ya başımızdan geçenlere. 4- ya duyduklarımıza, 5- ya tecrübelerimize, 6- ya da inisiyatifimi­ ze dayanacaktır. 3- Eğitim ve öğretim davasına ait serdediten fikirler ilmin toplayıcı, birleştirici esasianna değil de, işte 2 nci maddede zikrettiğimiz gibi hislerimize, gördüklerimize başımızdan ge­ çenlere, duyduklanmıza, tecrübelerimize, hele kendi inisiyatif­ Ierimize dayanırsa, yukanda bahsettiğimiz gibi bir öğretmenler toplantısında, türlü türlü sistem ve metotlar ortaya atılacak her sistem ve metot da birbirine taban bataba zıt olacaktır. 4- Bir yerde ilmin toplayıcı sistemleri yoksa, orada inisiya­ tifin dağıtıcı rolleri vardır. İlim toplar, inisiyatif dağıtır. Hele hele inisiyatifin içine hisler, kaprisler de kanştı mı, artık orada durmamak, hemen kaçmak lazımdır. Zira ilmin ve ihtisasın müdafii olarak siz yalnız kalırsınız. Tecrübeler, görgüler, duy­ gular, inisiyatifler, hisler, kaprisler bir arı gibi başınıza üşüşür. lnisiyatifin, hislerin, kaprislerin at koşturarak, meydan da çıkardığı tozdan dumandan zavallı ilmi ve ihtisası, gören ol­ maz ki... Cehl kadar, belki ondan daha fazla inisiyatif, ilmin düşmanıdır. Misal mi istersiniz etrafımza bakıveriniz. Fikir münakaşalarımıza, siyasi, iktisadi, içtimai oluşlarımıza, iş ha­ yatımıza aff-ı nazar ediveriniz.

ÇOCUK VE OKUL a) Çocuk: Maarif davasının, merkez-i sikletini elbetteki çocuk teşkil eder. İyi bir öğrenci olması arzu edilen çocuk da aranılan vasıflar iyi bir sıhhata, hatasız bir beden yapısına sa-


Milli Eğitim Davamız

89

hip olduktan ba§ka, müstakil bir çalı§ma odasına sahip olma­ sıdır. Sıhhat ve eksiksiz bir bedenle beraber normal bir ahlak ve kabiliyete sahip olması da talebede aranılan vasıflann ba­ §ında gelir. Hemen ilave edeyim ki, çocuklarda mevcut olan veya mevcut olması arzu edilen ahlak ve kabiliyet niteliği, tıpkı be­ deni ve biyolojik veraset gibi biraz da anne ve babadan teva­ rüs eden bir niteliktir. Alkolik bir babadan veya hasta bir an­ ne ve babadan doğan çocuklar nasıl biyolojikman ve bedenen nakıs doğarlarsa ruben ve ahlaken dü§ük olan anne ve baba­ dan doğan çocukların da ruhen ve ahlaken dü§ük olduklan öteden beri kabul edilen ve tarihen sabit olan realitelerdendir. Bunun aksi de doğrudur. Yani hasta ve alkolik olduktan ba§­ ka, ahlaken ve ruhen tertemiz olan ailenin çocuklannın da ah­ laken ruben tertemiz olduklan gibi zeka ve kabiliyet bakımın­ dan da üstün oldukları tarihi bir gerçektir. B u hususlara dair misalleri. Şeyh Sadi Şirazi'nin Gülistan ve Bostan adlı eserle­ rinde, maarif tarihlerinde bol bol bulmak mümkündür. Bunlardan şu neticeyi çıkarmak mümkündür. . . Çocuklan­ nın daha iyi olmasını isteyen aileler önce kendi hatalarını dü­ zeltmelidirler ki, çocuklarına tevarüs etmesi muhtemel olan hatalar daha az olsun. 1 Her ne hal ise, ilk tahsilini tamamlamı§ olan çocuk, orta­ okula gelir orta tadrisata başlar. Hangi yaşta olursa olsun in­ san yeni bir muhite geldi mi, o muhitin yabancısıdır. İnsan ye­ ni muhite alışıncaya kadar bir acemilik, bir intibaksızlık devı Mevla müsaade ede�e. ilerideki yazılanmızda bunlara ait birkaç yazı yazar, o za­ man maarif tarihinden alınmış misalleri verebiliriz.

·


90

Dr. Tahsin Ünal

resi geçirir. Bu intibak devresi çocuklarda Uzun, erginlerde daha kısa sürer. Binaenaleyh mesela lisenin birinci sınıfına gelmiş olan bir çocuk yeni muhitinin tamamen yabancısıdır. Sınıfa yeni gelen bir çocuk sınıf yabancıdır. Arkadaşlarına, derslerin konusuna, hocalanna, okul idarecilerine yabancıdır. Bu yabancılık çocuğun tereddüt ve çekingenlik hislerini hare­ kete geçirir. Bu histerin tesiri ile çocuk, bir müddet sınıfından, arkadaşlarından, derslerinden hacasından uzak durur. Bir müddet sonra çocuk, önce sınıfına, sonra sıra arkadaşına, oturduğu sıranın önünde ve arkasındaki sıralarda oturan arka­ daşlarına, aradan on ile on beş gün geçtikten sonra sınıftaki arkadaşlannın yarsına alışır. Sınıfta, sene sonuna kadar alışa­ madığı arkadaşları da olur. Çocuğun en geç ve en zor alışabil­ diği konu öğretmen ve dersleridir. İşte marifet, çocukta uzun müddet devam etmesi muhtemel olan bu imihaksızlık devresini kısaltmak onu zaman geçme­ den derslerine bağlamaktır. Çocuğun, en kısa zamanda muhi­ tine intibakını temin etmeli ve onun derslere sanlmasını ko­ laylaştıncı tedbirler bulmalıdır. Batı memleketlerinde ve özel­ likle Amerika'da bu hususu tetkik ve tecrübeleri ile tespit et­ miş bulunan maarifçiler, çocuklar okula kitle halinde gelmiş­ se, kitle halinde, tek olarak çocuklara okul binası odunluğun­ dan, şeref salonuna kadar, ev sahibi addedilen bir öğretmen refakatinde gezdirmekte, bina hakkında, okul binasının tefer­ ruatı hakkında izahat verilmektedir. Odunluk, sınıflar, varsa çamaşırhane, yemekhane, yatakhane, şeref salonu, öğretmen­ ler, okul idarecileri birer birer tanıtılmaktadır.2 2 Üç senelik liseyi bitirip gilliği halde okuldaki hocaların çoğunu. değil ismini, şah­ sını bile tanımayan, hatta daha gariptir. kendi hocasının ismin bilemeyen talebele­ re tesadüf edilmiştir.


Milli Eğitim Davamız

91

B u hareketin başlıca faydaları şunlardır: 1 . Çocuk, kendisine kıyınet ve değer verildiğini görmektedir. 2. Kendisinin bir kıymet, kendisinin bir şahsiyet olduğunu

idrak eden çocuk, çocukluk aylarından bir kısmını firenle­ mekte, olgun bir insan gibi hareket etmeye yeltenmekte ve bunu kendisine şiar edinmektedir. Çocuk okulu tanımıştır. Okul binası hakkındaki tecessü­ sü zail olmuştur. 3.

4. Çocuk arkadaşların, hocalarını tanımışur. Dolayısıyla tereddüt ve çekingenlik hisleri ve bundan mü­ tevvelit olan tededdüdü zail olmuştur. Okuluna, muhitine in­ tibakı kolaylaşmıştır. 5. Çocuk, kısa zamanda intibaksızlıktan kurtanlmış, ders­ lerine başlamak imkanı sağlanmıştır. Bütün bunlara bizim okullarda kaç öğretmen kıyınet ve önem verir, kaç maarifcimiz bunları yapar? ... Bizim nazan­ mızda çocuk üzerinde durolmağa değmez, önemsiz bir mah­ luktur, sırası gelir, "Canım üzerinde durmaya değmez, niha­ yet çocuktur" deriz. Sırası gelir, "bu günün çocuğu yarının büyüğüdür, " diye nutuklar çekeriz. Sıra gelir çocuklardan, gençlikten şikayet ederiz. Kendi çocukluk ve gençlik zaman­ lanınızla mukayeseler yapar, çoğu zaman kendi gençlik za­ manımızı beğenir şimdiki çocukları, gençleri beğenmeyiz. Sözümüzü, "ne olacak zamane çocuğu " lafı ile düğümleriz. Bunun sebebini okul ve okulda çocuk davasını benimse­ yen, üzerinde tetkikler yapan, davanın hal şeklini ilmi esasla­ ra bağlayan mürebbilerimizin yokluğunda, dolayısıyla dava-


Dr. Tahsin Ünal

92

lanmızı demogojilerle ve yukanda da temas ettiğim gibi şah­ si inisiyatiflerle halletmeye çalışmamızda aramak lazımdır. Tasrih ederek ilave edeyim ki, bura da kullandığım inisiya­

tif (insiyatif) kelimesini, Fak.ültede iken birazcık pedagoji okumuş veya hiç okumadan Fakülteyi bitirmiş olan öğretmen­ Ierin meslek hayatlan müddetince de pedagojiye ait ya pek az eser okumuş veya hiç okumamış (ki aranızda Fakülte bitinne­ den öğretmenliğe intisap etmiş olan muhterem arkadaşlan­ mızda vardır) öğretmen arkadaşlarımızın tam bir pedagojik formasyana sahip olmadan kendi görüş, düşünüşleri ile tale­ beye karşı olan davranışlannın heyet-i mecmuası, manasma kullanıyorum.

Öğrencide çalışma bilgisi: Öğrencilere kendi derslerirnizi öğretmeye çalışınz. Bazen tehdit, bazen sevgi ile bunu ternin etmeye gayret ederiz. Bunu yaparken, bilmem hiç dikkat etti­ niz mi, üzerinde durdunuz mu? Talebeyi sözlü müzakereye kaldınnz. Çocuk dersi bilemez.

"Çalışmadınız mı oğlum? " Diye sorarsınız, "Çalıştım, " der. "Çalıştı iseniz cevap veriniz " dersiniz. Çocuk: Başını yere eğer ve susar. Öğrencilerin arasına karışan samimi bir hoca iseniz öğren­ cilerle konuşurken tekrar aynı talebe üzerinde durur:

"Çalışıyor musunuz Hasan ? " diye sorarsınız. Öğrenci Ha­ san: ... Başı yerdedir. Nihayet Hasanın yerine arkadaşlanndan biri konuşur:

"Hocam belki inanmazsınız. Hasan içimizde en çok çalı­ şan, en çok okuyan arkadaşımızdır" der. Siz bu konulara


93

Milli Eğitim Davamız ,

dikkat eden bir hoca iseniz bu cevap üzerine irkilirsiniz ve hatırımza

1 . O halde, çocuk aşağı zekalıdır. 2. O halde, bu çocuk pek heyecanlıdır. 3 . O halde, bu çocuk çalışma bilgisinden mahrumdur, gibi fikirler gelir. Zekasını, heyecanını yoklarsınız normaldir. Normal değilse onlara da hal çareleri araştırırsınız. Mesela çocuk heyecanlı ise çocuk ile derste ve ders haricinde sık sık konuşmak çocuğu kendinize alıştırmak, vetisi yakın ise, veli­ si ile oturup eski bir ahbap ile konuşurken bu, durumu, farkın­ da olmadan çocuğu göstermek gibi tedbirlere baş vurulur. Dediğim gibi zekası ve heyecanı normal ise çocuğun çalış­ ma bilgisi yoklanır. Çocuğun çalışma bilgisini yoklamak için sadece,

"Anlat bakayım derslerinize nasıl çalışıyorsunuz ? " Suati­ ni sormak kafidir. Çalışma bilgisinden mahrum olan çocuklar, bu suale ekseriya ve kısaca:

"Çok çalışıyorum efendim " diye cevap vermekle iktifa ederler. Bu cevap, çoğu zaman en çalışkan talebe ile en zayıf talebenin cevabıdır. Daha genel bir ifade ile bu cevap bizde bütün talebenin ce­ vabıdır. Muvaffak olanlar, çalışma bilgisine malik oldukların­ dan değil, zekalan sebebiyle, yahut bir bahsi 2-4 defa okumak ve inatla çalışmak sebebi ile muvaffak olmaktadırlar. lşte bu arada zekaları vasat hatta vasattan aşağı, fakat dun zekalılar­ dan behemahal yukarı zekaya sahip olan, azmi zayıf, sebatı gevşek ve iradesi orta halli olan çocuklar, çalışma bilgisine de \


94

Dr. Tahsin Ünal

malik olmadıklarından, bir okuyarlar anlamıyorlar, iki oku­ yarlar anlamıyorlar üç dört defa okuyarlar anlamıyorlar. Bu hal çocukta günlerce de devam ediyor. Fakat, gün geçtikçe çocukta nefsine itimat azalıyor. lşte tam bu sırada çocuk ya bir hoca tarafından veya muhtelif hocalar tarafından müzake­ relere kaldırılıyor. Dersleri anlayamadığından itimadı sarsıl­ dığından, kalktığı müzakerelerde iyi not alamadığından hoca­ ya ve arkadaşianna karşı malıcup olduğundan çocuk manen ve tamamen sarsılıyor. Yine bu arada, daha fenası hocalar ta­ rafından tembel, kafasız diye damgalanıyor. Hemen şunu da ilave edeyim ki, bu hal buluğ çağında bulunan lise talebelen arasında daha çok görülmektedir. Hulasa, bu devirde çocuğun iç alemindeki muazzam ruhi fırtınalardan fikri iğtişaşlardan metot noksanlıklarından dola­ yı bambaşka bir mahluk, bambaşka bir insan olduğundan ha­ beri olmayan bir çok meslektaşlar, hani çamura düşene bir tekme daha, der gibi çocuğun üzerine vandar da vanrlar. Ço­ cuğu derse kaldırdığı zaman bilemedimi, çocuğun adı tembel olur. Çocuğu arkadaşı ile şakalaşır gördümü, çocuğun adı haylaz olur. Çocuğu arkadaşının saçını çekerken gördümü, çocuğun adı ahHiksız olur. Hatta daha fenası var, dersine bile­ medimi hocası tarafından tahkir edilir. Sınıfta arkadaşlan hu­ zurunda yüzüne tükürülür. Arkadaşı ile şakalaşırken veya okulun bir eşyasını kırarken görülürse dayağa muhatap olur. Karşılıklı anlaşmazlık yüzünden hoca ile talebe saç saça baş başa kavgalar girişirler. Evet bütün bunların sebebini "karşılıklı anlaşmazlık " konusunda toplamak mümkündür. Anlamazlık konusunda en büyük sorurnluluğun öğretmende olduğunda bir çok pedagoklar müttefıktirler. Anlaşmazlık ko-


Milli Eğitim Davamız

95

nusunda, sorumluluğu öğrenciye yükleyenler azdır. Bunlar da öğrenci sorumluluğunu, akli, sıhhi, bedeni muvazenesizlikler gibi bazı esbab-ı mucibelere istinat ettirmektedirler. Bütün kavga ve gürültü, çocuğun, derse kaldırıldığı zaman tatmin edici cevap vermemesinden kopmaktadır. Yukarıda ar­ zettiğim gibi bunun nedenini araştırmak, hal çareleri bulmak, bulunan bu hal çaresi ile çocuğu yetiştirmeye çalışmak, her­ kesten, hatta anne ve babadan önce öğretmenin işidir. Öğret­ men cahillere ilim öğreten bir alim, ruhsuzlara ruh veren bir pisikolog, taşkınlıkların önüne set çeken bir mühendis, düşen­ Ierin elinden tutup kaldıran, üzerini temizleyen, göz yaşını si­ len, yüzünü okşayan bir mürebbidir. Öğretmen, ibtida­ i ruhlara, yontulmamış eda tavır ve davranışlara, boş kafalara, çarpık düşünüşlere şekil veren bir mimar-ı muazzamdır. Şe­ kilsiz bir mermer taşına, hesaplı çekiç darbeleri ile yavaş ya­ vaş şekil veren, renk veren, ruh ve hayatiyet veren, mat mer­ mer taşına parlak ve canlı bir ipek şekli veren, bir heykeltra­ şın daima dikkatli, daima itinalı olması lazımdır. Değilse dik­ katsiz ve hesapsızca vurulmuş sert bir çekiç darbesi ile kendi eserini kendi eliyle kırar ve işe yaramaz bir hale getirir. Çocuk, öğretmenin eline verilmiş olan bir ham madde, her türlü şekil verilebilen bir hamurdur. Öğretmen kendi mahare­ ti ile ona istediği gibi yepyeni bir şekil verebilir. Maharetle üzerinde işleyerek onu tezyin edebilir. Bunu yaparken dikkat­ li olup çekici sert vurmaya ki, kendi eserini kendi eli ile kır­ maya. Dayak cennetten çıkmışsa, tatlı dil de')'ılanı deliğinden çıkarmıştır. Tatlı dille yılanı deliğinden çıkarıp terbiye edip, Ademi cennetten kovdurmamak icabeder.


Dr. Tahsin Ünal

96

Ben asıl, öğrencide çalışma bilgisinden bahsedecektim. Evet talebelere kendi derslerimizi öğretmeye çalışını da ça­ lıştığı, zekası ve heyecanı normal olduğu halde muvaffak ola­ maz. Yahut az muvaffak olur. Çok çalıştığı halde orta derece­ de muvaffak olur, o halde çocukta, çalışma bilgisi noksanını anlamak için çocuğu, sadece "Derslerinize nasıl çalışıyorsu­ nuz? . ' ' sualini sormak kafidir. Çok çalışması lazım geldiğini .

müdrik olan çocuğ�n nasıl çalışması icapettiğini bilmediğini müşahade edersiniz. Çocuğa çalışma bilgisi nasıl verilir? .. Bunun o kadar çok çeşidi vardır ki; ne kadar psikolog ve pedagok varsa o kadar da "çalışma bilgisi yolu " vardır, denilebilir. Fakat bunlar ara­ sında en çok tavsiye edilen ve daha çok pratik görülen yol

"görerek çalışma yoludur". Çizmek, şekil olarak yapmak gi­ bi yapıldıktan sonra (gözle de görmek imkanı sağlanmış oldu­ ğundan) duyma düşünme hassalanndan sonra görme hassası­ na da hitap edilerek anlamayı, kavramayı kolaylaştıran bu sis­ teme "Görerek çalışma " sistemi denilmiştir. Bu sistemin paragrafı okumaya başlama safhasından son kelimesini yazıncıya kadar geçen saflıa içinde öğrenilmesi icabeden fikrin şuur sahası üzerinde bir çok kere gelip geçtiği adele fikrin şuur üzerinde titreşim yaptığı görülür, fikrin şuur sahası üzerinden gelip geçme devreleri: a) Okuma devresinde bir, b) Anlama devresinde bir daha, c) lzah devresinde bir daha, ç) Yazma devresinde ise cümle kaç kelimeden ibaret ise bir o kadar daha olmak üzere (ki bunu 5 kelime kabul ederek


Milli Egitim Davamız

97

5 defa daha demektir) 8- 1 0 kere fikir şuur üzerinden gelip ge­ çiyor demektir. İşte bu gelip geçişler esnasında fikir şuur üzerinde iz bırak­ makta dolayısıyla fikrin muhakemesine ve geç unututmasına zemin hazırlamaktadır. Bizim Amerika çalışma rehberlerinden ve Gazi Terbiye Enstitüsü pedegoji şubesince yayınlanan Dr. Hasan Tan'ın ça­ lışma rehberlerinden aldığımız ilhamla 50 adet vasat talebe üzerinde yaptığımız bir tecrübe sonunda "Görerek çalışma " sistemiyle çalışan talebelerde başarı nispetinin % 40' tan % 70' e çıktığı görülmüştür. Binaenaleyh talebeye çalışma bilgisi verilmelidir.

ÖGRETMENİNİ VASIFLARI Bu gün milletin verdiği maddi değer ölçüleri muvacehe­ sinde Öğretmen ve öğretmenlik mesleği kıymetinden çok şey­ ler kaybetmiştir. Bir realite olarak bunu kabul etmek icap eder. Fertler ve cemiyetler maddeye değer verip maddileştikçe, manevi de­ ğerler kıyınetten düşerler. Bir cemiyetin içinde manevi değer bakımından baba biçilmez belli başlı iki zümre vardır ki ce­ miyetin verdiği değerin mihenk taşıdır. Bu iki zümreden biri camilerde halka_!ıitap eden hoca Öte­ kisi de okullarda o adamların çocuklarına hitap eden öğret­ mendir. Bu iki zümre insanın cemiyet içindeki maddi değeri izaha lüzum göstermeyecek kadar herkesin malumudur. Halbuki,


Dr. Tahsin Ünal

98

bu iki sınıf insanın cemiyet oluşları bakımından manevi değe­ ri öyle para ile pul ile ölçülmez. Öğretmen denilen kimse, çocuklan cehlin karanlık debiiz­ lerinden alarak ilmin şahikalanna çıkaran, ona yeni bir veçhe veren kimsedir. Öğretmen çocuklan büyüten onların ruhlarını ilmi gıdalada besleyen, fikirlerini yeni yeni fikirlerle zengin­ leştiren akıl ve zekalarının törpüleyip pariatan bir kimsedir. İnsanın yaratılışında vahşi uzuvlar vahşi ruhlar vardır. Bunlar kendi hallerine bırakılırsa insan vahşileşir, barbarlasın İnsan traş olmazsa, bu ihtiyacını insan tabii haline bırakırsa saçı sakalı uzar, vahşi ve çirkin bir manzara arzeder. İnsan tır­ naklarını kesmez ise tırnaklan uzar aralanna kir, pas dolar in­ san iğrenç bir mahluk olur. Tıpkı bunun gibi insan ruhu, insan zekası tabii haline bırakılırsa ya dumura uğrar, gelişeceği yer­ de paslanır, olduğu yerde kalır ki, biz bu hale okumamış, ca­ hil diyoruz. Yahut kendi ve tabii halinde bırakılmış olan ruh ve zeka vahşileşir insan harami olur. İşte bütün b un lan öğretmen, sınıf denilen örsün üzerine · koyarak, kalem denilen çekici ile yavaş yavaş vurarak şekil verir, ruh verir. Onun için başta Hz. Peygamber olduğu halde bir çok ilim ve siyaset adamları öğretmen olmayı kendilerine şiar edinmiştir. Zira karşısındakine bir şey öğretmen isteyen kimse, mutlaka öğretmenlik etmeye veya öğretmenliği takdir etmeye mecburdur. hadisi şerifınde, "Ben çocuklar için öğ­ retmen olarak gönderildim " buyurduğu gibi, meşhur Yusuf Kamil Paşa da, "Dünyada en mümtaz meslek hocalıktır, insa­ nın bildiklerini bir başka hemcinsine öğretmesi kadar tatlı bir Hz. Peygamber bir


Milli Eğitim Davamız

99

şey var mıdır?. . Üzeründeki şu izafi rütbe ve memuriyet olma­ sa bir medreseye gidip orada hocalık etmeyi her şeyden evla bulurdum " demiştir. Büyük Taarruz' dan sonra, "şimdi ne yapacaksınız ? " diye bir sual soran gazeteciye Atatürk' ün, "asıl mücadelemiz bun­

dan sonra başlayacaktır. Milleti yetiştirmek için öğretmenlik edeceğim " diye cevap vermesi meşhurdur. Burada şunu izah edeyim ki, bu bugünkü öğretmenlik dün­ kü Öğretmenlik olmadığı gibi, bugünkü öğretmen talebe mü­ nasebeti de dünkü öğretmen talebe münasebeti değildir. Dün­ kü, "Hocam işte bu benim çocuğum. Eti senin kemiği benim " zihniyet ve telakkisi tarihe intikal etmiş olduğu gibi "Hocanın

vurduğu yerden gül biter" zihniyet ve telakkisi de çok geriler­ de kalmıştır. Derslerine çalışmayan, haylazlık eden, çalışmad�ğı hay­ lazlık ettiği için birkaç defa hocanın dayağını yiyen Şehzade Mehmet' e (Çelebi Mehmet) Yıldırım Bayezit' e "Hoca beni bile döver, ben hocaya oğlumu dövme demem " dedirten zih­ niyet; Molla Gürani ' ye olgu Şehzade Mehmet'i (Fatih Meh­ met'i) icabında dövebilmesi için selahiyet veren H. Mu­ rad ' ın zihniyeti çok gerilerde kalmıştır. Bugün çocuğunun şu yada bu sebeple dövüldüğünü --haber alan veli soluğu okulda almakta, çocuğunun neden dövüldüğünü, neden ço­ cuğunun izzet'i nefsiyle oynandığın sormakta ve sorabil­ mektedir. Kendisine bu lazımdı. Vakti ile şehzadelerin bile hocalan Molla Fakih, Molla Gürani tarafından dövüldüğünü söyleyecek olsanız, "siz bir


100

Dr. Tahsin Ünal

Molla Fakih bir Molla Gürani değilsiniz " diye cevap ver­ mektedir.

O halde ya çocuğu dövmernek veya bir Molla Gürani ola­ bilmek lazım geliyor. Hatta, evet hatta zamanımızın Molla Gürani leri dahi ya çocuğu, dövemiyar veya dövmüyor, döv­ meye lüzum görmüyor. Dövmüyor zira zamanımızın tedrisa­ tında artık talebe dövmenin yeri olmadığını biliyor, dövmeye lüzum görmüyor. Dayakla talebenin yola gelmeyeceğini, taz­ yik edilen yerde nefret biteceğini biliyor onun için dövmeye lüzum görmüyor.3 Kanaat-ı acizime göre ne olursa talebe dövülmemelidir.4 Bu hiç bir zaman en küçüğünden en büyüğüne kadar talebe­ nin hatalan af edilmeli, talebe daima okşanmalı, talebe daima müdafa edilmeli demek değildir. Talebe hatalan karşılığında tüzüklerle, talimatnamelerle ve kanunlarla cezalandınlmalı­ dır. Talebe okulda gelip geçic� olan öğretmenden, öğretiDenin şahsi inisiyatifinden değil okulda daimi olan okul nizamlann� dan korkmalıdır. Okulda tüzükler ve taliinatnamelerle korku­ tutmuş, disip line edilmiş okul tüzük ve talimatnamelerine hürmet ve saygıya alıştınlınış olan talebe yann hayatta da iç3

Bu gün bizde ve Dünyada "Talebe dövülmeli " "Talebe dövülmemelidir tezleri çar­ pışıyor. Muhafazakar bir ı.ihniyet\e hareket edenler, tatmin edi,memiş despot bir

ruh ile hareket edenler İngiltere'yi de misal göstererek, "ıalebe icabında dövülme­

lidir tezini savunuyorlar. llmi neşriyah takip edenler iyilik metodundan netice alan­ lar Amerika'yı da misal göstererek ıalebe dövülmemelidir tezini savunuyorlar.

4 Nus ile uslanmayanı etme/i tekdir. Tekdir ile uslanmayanın hakkı kötektir" darb-ı meselinde, her şeyden önce ıalebeyi nasihatla mı, tekdir ile mi yoksa dayak ile mi yola getirmelidir konusunda bir intikal devri, dayak fikrinden nasihat fikrine bu ge­ çişin i fadesi ve manası vardır. Darb-ı mesel talebenin hakkı kötektir demiyor. Ön­ ce nasihat etmeli, sonra azarlanmalı bunlarla uslanmazsa dövmeli diyerek daya­ Jıı en sona bırakıyor.


Milli Egitim Davamız

101

timai ve adil kanunlara hünnetkar, itaatkar olacaktır. Okulun talebelen cemiyetin fertleri, şahıslardan değil kanunlardan korkmalıdır. Zira şahıslar fani, cemiyet ve kanunlar bakidir. Bugünkü eğitim sistemi dayağı tamamen kaldınnıştır. "Da­ yak cennetten çıkmıştır'' ilmindeki gibi ne bir okul zihniyeti ve ne de bir talebe davranışı tasavvur edilebilir. O bir okul değil bir ticarethanedir. O kulun karikatürize edilmiş şeklidir.

SINIFTA ÖGRETMEN Talebeyi en kısa zamanda dersine intibalç ettinne, dersinin en zor bir ders olduğunu söyleyerek değil en kolay ders oldu­ ğunu söyleyerek dersini talebeye sevdinnek pğretmenin başta gelen vasıflarındandır. Öğretmenin üstü başı temiz, saçı taranmış, pantolonu ütü­ lü, ayakkabısı boyalı, saçı sakalı traşlı olmalı. Daha ilk nazar­ da karşısındakine itimat telkin etmeli ve bu itimadı müteakip haftalar ve aylar içinde sarsacak bir fiil ve fikirde bulunma­ malıdır. Çocuk hocasını daima bir numune olarak gönnelidir. Bun­ lann aksine harekette bulunan bir hoca daha ilk derste talebe­ ye itimat telkin etmediği gibi "Bu ders okuldaki derslerin en zorudur. Her talebe bu dersi kolayca anlayamaz ve yapamaz. Çalışmayanı sınıfla bırakırım. Bana sıfırcı Kemal derler" di­ ye derse başlayan öğretmen sınıfta bulunan talebenin 2/3 sini ürkütmüş dersinden soğutmuş olur. Öğretmen talebesine ne asık ve bed suratla muamele et­ meli, ne de onla ile laubali olup aşık oynamalıdır. Her iki ha-


1 02

Dr. Tahsin Ünal

reket de mahzurludur. Muamele ve münasebetlerin dozajı ka­ çırmadan ve terbiyelikten ayrılmadan bazen ciddi bazen gü­ ler yüzlü alabilmelidir. Öğretmen, dersini çok hızlı anlatma­ malıdır. Durup, dinlenmeden, tahtayı bir doldurup bir silen, soluk almadan bütün bir devreyi, hatta seneyi böyle bitiren bir öğretmen koşuya çıkmış ve rakiplerini çok gerilerde bı­ rakmış olan koşu atma benzer, menzile geldiği zaman arka­ sında kimse yoktur. Bütün bir sene durmadan koşmuş zaman zaman durup dinlenmemiş olan öğretmen, ders senesi sonu gelip de dönüp arkasına baktığı zaman 50 kişilik bir sınıfta kendisi ile beraber beş talebenin sınıf geçtiğini görürse buna üzülmemeli "vah!., benim emeklerim. " diyerek vurunup dö­ vünmemelidir. Talebeye dönüp, "Sizin için döktüğüm göz nuru, alın teri gözünüze yüzünüze dursun " diyerek talebeye sitem etmemelidir. Bu tip bir öğretmen talebeyi değil kendisini tatmin etmiş­ tir. Talebeye bilgi öğretmemiş, kendi bilgisini hiç bilmeyen­ ler önünde tekrar etmiştir. Unutmamalıdır ki, çok yemeğin hazını geç ve zor olur. Söylenen aktanlan bilgilerin de şuur sahasına yerleşmeleri, hazınedilmeleri için zamana ihtiyaç vardır. İsterseniz bir kere tecrübe ediniz. Önce yavaş yavaş üç sayfalık bir bahsi talebeye izah ediniz. Ara sıra durup talebe­ ye anladınız mı? diye sorunuz Anlamadıklan yerleri tekrar ediniz Ertesi gün gelip talebeyi müzakere ediniz. Bir kere de durup dinlenmeden talebeye anladınız mı? di­ ye sormadan s ür' atle yirmi sayfalık bir bahsi anlatınız. Ertesi gün de müzakere ediniz. İki ders veriş arasında pek büyük farklar göreceksiniz.


Milli Eğitim Davamız

1 03

Uzun zamanda az ders. daima kısa zamanda çok dersten verilirken hiç anlaşılınayan dersten evladır. Evet ama prog­ ram yetiştirmesi diyeceksiniz. Bunu ayrıca konuşmak daha iyi olur. Yalnız bendeniz şimdilik şu kadarını söyleyeyim ki, her konuda insiyatifini kullanan ve bunu makul gören hoca işte asıl burada insiyatifini kullanmalıdır. Daha senenin başındaki kitaptaki konulardan birinci derecede önemli olanlar ile ikin­ ci derecede önemli olanların zamanını ona göre ayarlamasını bilebilmelidir.



MİLLİ TERBİYE Son zamanlarda bir milli terbiyeden, bir milli karakterden bahsedilir oldu. Ben bunun sebepleri üzerinde durrnayacağım. Çünkü bu milletin, uzun bir zamandan beri kaderi ve talihi tersine dönmüş, F. R. Atay'ın da dediği gibi "milll kelimesin­ den, milliyetçilikten, Türk'ün tarihinden, onun fazilet ve me­ ziyetlerinden bahsedenler hiçbir politikaya kanşmasalar bile suçlu ve sorumlu kabul edilmişlerdir. Onlar her devirde dai­ ma suçlu ve sorumlu kabul edilmişlerdir. Eski devirlerden başlayarak, özel'likle Tanzimat' tan bu yana Türk olmak, Türk' ten bahsetmek en büyük saçlardandı. Mütareke döne- . minde ve o devir edebiyatında cinayet yerine, suç yerine ge­ çen fiilerden biri de, milliyet his ve düşüncesini uyandırmaya çalışmaktı. Sanki başımıza gelen felaketler� bu düşünceler yüzünden uğramıştık."1 Okul kitaplarından "Türk" kelimesi çıkanlırken, üniversitelerden milliyetçi hocalar tasfiye edil­ miştir. Halbuki bunun

tam

tersi yapılmalıydı. Başımıza gelen

felaketler, bunu genç kuşaklanınıza anlatamadığımızdan, öğ­ retemediğimizden geliyordu. Genç kuşaklanmıza, çocuklanmıza milli bir terbiye, milli bir karakter, hatta milli bir felsefe vermek, onlan bunlarla teç1

F.R.Atay, Çankaya, lst, 1969, s. 139.


106

Dr. Tahsin Ünal

biz ederek yetiştirmek için elbette bir çok metotlar vardır. Fa­ kat hangi metot olursa olsun bu metodun ana unsuru "Ta­ rih "tir. Tarihsiz bir milli terbiye ve karakter metodu düşünü­ lemez. Genç nesillere kendi milli tarihini ve tarihi oluşumları içindeki ekonomik, sosyal, kültürel, teknik, sanat, askerlik, fe­ dakarlık ve kahramanlıklar anlatılmaz ve öğretilmezse onda şuurlu bir milliyet fikri, şuurlu bir milli terbiye hasıl edilemez ve verilemez. Milletin ve onun faziletlerini tanımayan bir genç başkalanna hayran olur. Tarihini bilmeyen bir genç ta­ rihteki dostunu, düşmanını bilemez. Günlük hayatı içinde, gö­ züne büyük görünenleri dost sanır. Dost sandığı o kavi düş­ manın, tarihte anasına, atasına ve soyuna neler yaptığını, şim­ di de neler yapmak istediğin bilemez. Bizim Ortaasya'da iken en büyük düşmanımız Çin' di. Mu­ harebe meydanlarında bileğini bükemediği Türk milletini, hi­ le, desise ve propaganda faaliyetleriyle ikiye böldü ve yendi. Türkleri birleştirerek tekrar Çiniileri yenen Göktürk Hakanı Bilge Han' ın Orhun Abidelerinde taşa oyduğu nasihatlerini gençlerimiz ibretle ve dehşetle okumalı, ders almalıdırlar. Bil­ ge Han: "Ey! .. asil ve necib Türk ev/adı. Çinlinin sözü ipek kadar yumuşaktır. Kanma onun konuşması seni yumuşatmak içindir, inanma. . . Ey!.. millet, Çinlinin sözüne inandın sonunda n e oldu ? De­ re/er gibi kanın aktı. Dağlar gibi kemiğin yığıldı. Öz ve yiğit evladın kul ve köle oldu. Servi boylu ve gül endamlı hesna ve müstesna kızların, gelin/erin, Çin sarayına cariye oldu ve sen hürriyetinden, vatanından oldu. Sen Çin 'in propagandasına,

·


Milli Eğitim Davamız

1 07

tatlı sözüne kanmasan, inanmasan, töreni bozmasan, millf kültürüne sadık kalsan, seni kim mağlup edilirdi. . . Kendine . dön ve kalkın . " diyordu. ..

Bu nasihatler kabul edilmiş, bu milli terbiye terk edilme­ miş ve Türk milleti, yedi cihana hakim olup yetmiş iki mille­ te baş eğdirmiştir. Bu arada ona yeni bir hız ve dinamizm ve­ ren Müslümanlığı kabul etmiş, Onasya' ya ve Anadolu' ya ge­ lip yerleşmişti. Asırlarca Müslümanlığı Haçlılara karşı koru­ dular ve yaydılar. Aslında düşmanımız birdi. Anadolu'da bin oldu. En aman­ sızı da Rusya'dır. Tarih' te Osmanlı-Rus münasebetlerini iyi bilmek lazımdır. Petro devrinden beri Güneye inmek isteyen Rusya, suyu bul andırdın gibi sudan bahanelerle asırlarca bi­ ze saldırmıştır. Ya parça parça yutmak veya himaye altına al­ mak siyasetini takip ederek, bazen panortodosk, bazen panis­ lavist, bazen da bugün olduğu gibi pankomünist görünerek, fakat durup dinlenmeden emeline vasıl olmak istemiştir. Hala da bu emeline vasıl olmak için çalışmaktadır. Çar ll. Aleksan­ dır, bir gün hariciye nazınna, "Nazır Bey Rus milleti olarak biz, ya Türklerle dost olmalı ve ittifak etmeliyiz, yakutta Tür­ kiye 'yi istila ve ilhak etmeliyiz. Bunda Rusya 'nın büyük men­ faali vardır" demiştir. O bundan kat'iyyen vazgeçmemiştir ve

görülüyor ki, Rusya'nın dostluğu da, düşmanlığı da bizim için düşmanlıktır. Özellikle zamanımııda Rusya dostluk perdesi arkasında daha çok düşmanlık yapmakta ve bizi içerden yık­ maya çalışınaktı dır. Bunu rahmetli Atatürk senelerce evvel bakınız nasıl görmüş ve ne güzel izah etmiş ve bizleri ikaz et­ miştir:


1 08

Dr. Tahsin Ünal

1 920 eylülünde Ali Fuat Paşanın bir sorusuna verdiği ce­

vapta: ' ' 'Bolşevikler, memleketimizde komünizm örgütleri kur­ mak için olağanüstü çabalar sarf ediyorlar. Mesela Baku 'ya gönderdikleri Mustafa Suphi ve arkadaşlarıyla Türkiye 'de Komünist Partisi Genel Merkezini kurdurdular. Maksatları Türkiye 'de sosyal bir devrim yapmak ve Türkiye 'yi III Enter­ nasyonal 'e yani Rusya 'ya bağlamaktır. Memleketimizde fikir ve inkılôp tarafindan görünen ve bu perde arkasında çeşitli gayeler peşinde koşan adamlar da bu tehlike-i azimeyi farketmeksizin, komünist teşkilatları kurma­ yı kolaylaştırmaktadırlar. Bu durumda bize düşen vazife, memleketi bu tehlikeden korumaktır. Bu memlekette reform yapmak gerekiyorsa, ki gereklidir. Bunu yalnız hükümetler yapmalıdır. Bazı zümreler iktidarı ele almadan reform yap­ mak istiyor. Bunu nasıl yaparlar? .. Anarşi oyunlarıyla gele­ cek olan Rus tabiiyetine, mutlaka engel olunmalıdır. Unutul­ mamalıdır, Ruslar memlekette anarşi çıkararak ve iç savaşlar yaparak ülkemizi ellerine geçirmek istiyorlar. Içerde kurul­ mak istenen komünist teşkilatının gayesi, bizi kayıtsız şartsiz Rus tabiiyerine sokmaktır. Bu gizli komünist teşkilatını mutla­ ka durdurmak, dağıtmak ve tehlikeyi hertaraf etmek zorunda­ yız. Atalarımız tarih boyunca hür ve müstakil olarak yaşamış­ tır. Bizim de kararımız tam bağımsızlık ve hürriyettir" de­ mektedir. Bizim bugün söyleyeceklerimizi 53 yıl önce Ata­

türk söylemiştir. Rusya, bir v akitler Altaylardan Viyana önlerine kadar uzanan Türk aleminin, B alkanlardan başına vurarak sersem-


Milli Eğitim Davamız

1 09

letmiş ve Boğazlarda gırtlağına sanlmıştır. Kafkaslardan be­ lini kırmış, Ortaasya'ya saldırarak bacaklannı gövdesinden ayırmıştır. Bugün Balkanlardan, Karadeniz' den, doğudan, Irak ve Suriye'den çevirmiş, Akdeniz'e donanma salarak bi­ zi çepeçevre çevinniştir. Bununla da iktifa etmeyerek içeri­ den fethetmeye çalışmaktadır. Bekamızın teminatı, genç ne­ sillere tarih yoluyla verilecek olan milli terbiye ve şuurlu milliyetçilik ilkeleridir. Biz son kalemizi, etrafı düşmanla muhasara edilmiş olan Kanijemizi ekonomik, sanai, teknik, sosyal ve kültürel gücü­ müzle beraber, Tiryaki Hasan Paşalann üzerine Türk bayrağı­ nı çekerek şehit olan Küçük Hüseyin Paşaların imanıyla koru­ yabiliriz. Onun için artık Türk çocuktan, Türk ruhu ile büyü­ tülmeli ve milliyet fikri, artık suç olmamalıdır.



YENİ EGİTİM VE ÖGRETİM DÜZENİ* 1. 1923-1940 Döneminde Bina Olarak Okullann Miktan:

Bilindiği gibi, 1 923 ' te memlekette 4.894 ilk okul varken, 1 940'ta 9.4 1 8, orta okul 72 adet iken 234, lise 23 adet iken 1 940'ta 80'e yükselmiştir. 1 970- 1 97 1 'de de ilkokul 38.234' e, ortaokul 1 848'e, Lise de 5 1 8 'e yükselmiştir. 1 976- 1 977' de bu rakamların daha çok artığını kolayca kabul edebiliriz. 2. 1923-1940 Döneminde Öğretmen Miktan:

likokul öğretmeni 1 923' te 10.238 iken 1940'ta 1 32.72 l'e, ortaokul öğretmeni 790' dan 3744 ' e, lise öğretmeni ise 5 1 3 'den 1 5 1 8 e, yükselmiştir. I 979- 1 97 1 döneminde ise ilko­ kul öğretmeni 1 32.72 1 'e ortaokul öğretmeni 22.30l'e, lise öğ­ retmeni de 1 0. 1 36'ya yükselmiştir. Bu gün daha çok olduğu­ nu kolayca kabul edebiliriz. 3.1923-1940 Döneminde Öğrenci Miktan:

1 923- 1 940 ve 1 923- 1 97 1 döneminde nüfus artışı ile para­ lel olarak öğrenci miktan da süratle artmıştır. 1 923 ' te 34 1 .94 1 olan ilkokul öğrenci miktarı 1 940' ta 903 . 1 39'a 1 97 l 'de * Bu notlar, kurulmasını dü§ündü�ümüz " Yeni Eğitim ve Öğretim Oii:eninirı'' bir çatısı mesafesindedir. Çatı yahut çizilmiş olan plan tasvip edilirse içinin süsleıne­ s i ayrıca münakaşa edilebilir. Şimdilik biz bu planın iç kısmın ı fazla süslemek ve­ ya işlemekle meşgul olmadık.


1 12

Dr. Tahsin Ünal

5.0 1 3 .408'e yükseldiği gibi; ortaokul öğrencisi ı 923'te 5.905 iken, ı 940' ta 92.308 'e ı 97 ı ' de 8 1 0.983' e, yükselmiştir. Lise öğrencisi miktan da ı 923 'te ı 24 ı iken, ı 940' ta 26.862, ı 97 ı 'de 253.742 olmuştur. Dolayısıyla hükümet makinesi pliinlı ve koordineli bir şekilde çalıştıolamadığı için fakülte­ ler önünde yığılıp kalan bir öğrenci problemi çıkmıştır. Çün­ kü fakülte ve yüksek okullar ve miktann her sene en çok ı 00.000 kadarını almaktadır. 1 54.000 öğrenci fakülte kapılan önünde yığılıp kalmaktadır. Her sene biraz daha artan bu işsiz lise mezunu kitlesi sosyal olduğu kadar, ideolojik mahzurlar, hatta tehlikeler yaratmaktadır. 4. 1923-1940 Döneminde Teknik Okullar (Orta Dereceli):

ı 923 'te Teknik okul sayısı 64, Öğretmen sayısı 583 ve öğ­ renci sayısı 6.547 iken aynı sayılar sırasıyla ı 970- ı 97 ı eğitim ve öğretim yılında 9 17, 1 5.039 ve 244. 144 olmuştur. 5. 1923-1940 Teknik Okul Mezunlan: Bunlar 1 926- 1 927

Döneminde 1 .008 kişi iken; 1 970- 1 977'de 53 . 1 52 ' ye ulaş­ mıştır. 15 senede adet bakımından binlerce genç yetişmiş, fakat Atatürk bu gençlerin uzmanlaşmalarını, kadrolaşmalarını gö­ remeden ölmüştür. Çünkü, Atatürk iktidar olduğu zaman yeni okul� başlayan bir çocuk, Atatürk öldüğü zaman ya lisenin son sınıfına gelmiş veya fakülteye başlamış bulunuyordu. Hükümetin, bir yandan bir kalkınma politikası takip eder ve bu çabanın içinde bulunurken; bir yandan da genç kuşak­ lan planlı ve koordineli bir şekilde kalkınma hedeflerine doğ­ ru kanalize etmediği yahut edemediği bir ideolojistler kadro­ su meydana getirmediği zaman akışı içinde açıkça görülür.


Milli Eğitim Davamız

1 13

1 940' ta 26.826 olan lise öğrenci miktan, 1 970-1 97 1 ders yılında 253.724' e yaklaşırken, 1 940' ta teknik okullardaki öğ­ renci miktan 14.3 1 0'dan 1 970- 1 97 1 ders yılında 244 . 1 44 ' e, yükselmesi bundan da 1 940'ta 2330 kişinin, 1 97 1 de ise 53. 1 52 kişinin mezun olup diptorna almış olması, fakat bun­ lardan istifade edilmediği milll eğitimin yetiştirdiğinden sair Bakanlıklar tarafından kullanılması bunun açık delilidir. Yer­ li yerince yetişenler kullanılsa idi, hastaneler doktorsuz, fab­ rikalar mühendissiz, okullar öğretmensiz kalmazdı. Lise mezunlan gelip üniversite kapısı önünde yığılmaz bir öğrenci problemi yaratılmaz, san' at okulu mezunlan da kamu yahut özel sektörde rahatça istihdam edilir. Kamu sektörün­ den özel sektöre kaymaz veya klasik memur olmazlardı. Mevcut okullaşma, yaygın okuilaşma şeklinde olduğun­ dan, kaliteye değil, sayıya önem verildiğinden binlercesinin alt sınıflarda kalıp hedef olduktan, mezun olanlannda isteni­ len bilgi ve formasyonu elde edemedikleri ayn bir gerçektir. 6. 1923-1940 Döneminde Fakülte Ve Yüksek Okullar:

1 923 - 1 924 döneminde fakülte ve yüksek okul sayısı 9, öğre­ tim üyesi sayısı ise 307, öğrenci sayısı ise 2.91 4' tür. B u sayı­ lar 1 970- 1 97 1 Döneminde, sırasıyla 1 50 okul, 9.03 1 öğretim üyesi ve 1 60.793 öğrenciye ulaşmıştır. 7. 1923-1940 Döneminde Diploma Alanlar: 1 928- 1 929

Döneminde İlkokuldan 26.275, Ortaokuldan 1 943, Liseden 390, Fakülteden 575 kişi diploma almış iken bu sayılar 1 9701 97 1 Döneminde sırası ile 773.0 1 8'e, 146.479 ' a, 45.678 'e ve 22.856'ya yükselmiştir.


1 14

Dr. Tahsin Ünal

Yükselmiştir ama ilk ve orta okuldan mezun olanlar bir ya­ na lise ve yüksek okullar ile fakülteden mezun olanlar şimdi nerededirler? Ne iş yapıyorlar ve ne efkardadır. ,Başka bir ifa­ de ile gerek teknik okullardan, gerek (Hukuk Mülkiye, Ticari İlimlerden öğretmen okullanndan vb.) mezun olanlar şimdi ne efkardadırlar. Menfaatperest, eyyamcı, sosyalist midirler? Vatan ve millet menfaatına yarar bir fikrin sahibi olmadıkla­ nnı vatan ve milletin Hal-ü pür melali işte gösteriyor. Öyle ise yetişen ve birbiri arkasında dalgalar halinde akıp gelen genç nesillerin yetişmesini yeni baştan ele almak gerekmektedir.


ATATÜRK'ÜN EGİTİM İNKILABI ATATÜRK, köy bölgeleri ve her bölgede köy merkezleri kurulmasını, bununla iskan davasını halletmeyi düşünürken, muhakkakki aynı köy merkezlerinin birer tanm merkezi ol­ masını istiyor ve bununla da tanm ve toprak reformunu kolay­ ca ve kısa zamanda halledileceğini üretimin artırılacağını dü­ şünüyordu. "Memleketi, eğitim ve kültür bölgelerine ve her eğitim böl­ gesini de eğitim merkezietine ayırma/ıdır " derken de, köy ve tanm merkezlerinin aynı zamanda birer eğitim merkezi olma­ sını düşünüyordu. Bunlarda eğitim davasını kolayca ve kısa zamanda halledileceğini kabul ediyordu. Aynen "Memleketi, önce batı, orta ve doğu olmak üzere üç kültür bölgesine ayır­ malı batıda ISTANBUL, ortada ANKARA, doğuda VAN GÖ­ LÜ ÇEVRESI, bu üç ana kültür bölgesinin, eğitim bölgeleri, de eğitim merkezlerine ayrılmalıdır. Bu üç büyük kültür böl­ geleri, asri kütüphane/er/e, üniversiteler/e, nabatat ve hayva­ nar bahçeleri ile, ilmi araştırma ve Islah laboratuvarlarıyla, konservatuvarlar, müzeler, ihtisas hastane/eri, büyük mat­ baalar vs... ile teçhiz ve tezyin edilmelidir" diyor.

Eğitim sahası da böyle bir esas kabul eden Atatürk' ün is­ kan tanm ve sanayi sahalarında da aynen aynı esası kabul et-


1 16

Dr. Tahsin Ünal

tiğinden şüphe edilmemelidir. Çünkü onun inkılaplan parça parça değil, bir bütündür ve bir külttür. 1. Devralınan Eğitim Düzeni

Osmanlı imparatorluğu döneminde bir yanda medreseler ve modem okullar, bir yanda da azmiıkiann okullanyla ya­ bancılann açtıklan misyoner okullan (kolejler) öğretim yapan okullardı. Bu okullar kendi gaye ve maksatianna göre eğitim yapı­ yorlar ve kendi fikirlerine uygun aydın yetiştirmeye çalışıyor­ lardı. Çeşitli okullarda yetişen aydınlar, çeşitli fikirlere ve zih­ niyetiere sahip oluyorlardı. Bu, imparatorluk içinde fikir bir­ liği olmadığının ve olamayacağının delilidir. Eğitimin ıslahına, medreseleri ıslah etmek, medreselere devrin modem ve müspet ilimlerini koyup okutınakla başla­ mak icap ederken, bu zor bir problem olduğundan, bu yola gi­ dilmemiştir. Medreseler, azmiıkiann okullanna, yabancılaiın kolejlerine dokunulmadan, onlann yanı başında modem okul­ lar açınakla işe başlamışlardır. 1 700' den itibaren başlanan modem okul açma işi, 1 800' den itibaren önem kazanmış ve 1 825 'te de, memlekette ilk öğretim mecburiyeti kabul edil­ mişti. 1 885- 1 935 döneminde 100 sene içinde bütün iyi niyet­ lere, çalışmalara rağmen memlekette okur yazar oranı, ancak % 1 0,6'ya çıkanlabilmiştir. Osmanlı İmparatorluğu ' nun devralınan eğitim düzeni, ka­ nşık, fikir birliğinden mahrum, çeşitli maksatlara ve ideoloji­ lere göre adam yetiştiren bir eğitim düzeni idi. Ciddi bir ilmi kariyerden ve zihniyetten mahrum aydınlar yetiştiren, dolayı-


Milli Eğitim Davamız

1 17

sıyla millet fikriyatında, fikir birliği sağlayamayan bir öğre­ tim düzeni idi. Başka bir ifadeyle, Osmanlı İmparatorluğu'nda eğitim dü­ zeni, yan sömürge memleketlerine has ve din esasına dayalı, dolayısıyla müspet ilim yani eksik bir eğitim düzeni idi. Bu eğitim düzeninden 1 700'den beri bir sonuç alınmamış ve zih­ niyetieri dondurmuştu. 2. Zihniyet

Zihniyet, belli bir düşünüş tarzı ve bir kültürün ifadesidir. Bir toplumun aydınlarında, doğruyu ve hakikatleri gören, mu­ hakeme eden ilmi ve mantıki bir zihniyet olmazsa, kalkınma çabalannın olumlu bir sg.n uca varamaclı ğını ve varamayaca­ ğım tarih gösteriyor. Bu konuda Atatürk, " 'Bizi gaflet, dolayısıyla fakirliğe ve cahilliğe sürükleyen çeşitli sebeplerden biri de zihniyet meselesidir. Kalkınmak is­ teyen milletler her şeyden önce salim bir zihniyete sahip ol­ malıdır. Bir lokma ve hırka felsefesi ve El kanaat-ü kenzi la­ yüfan "yani kanaat, fazilettir" zihniyeti bizi fakir ve cahil bı­ rakmıştır. Düşmaniann ayakları altında çiğnenmemize sebep olmuştur. Sonradan islamiyet 'e giren bu batı[ ve hura.fi zihni­ yetler, bize de geçmiş ve düşkünlüğümüzün sebeplerinden bi­ ri olmuştur"

Bir milletin, felaketiere uğraması demek, o milletin mariz (hasta) olması demektir. Bir milletin marazı (hastalığı) ne ola­ bilir. ? Bir milleti, millet yapan, kalkındıran ve güçlendiren kuvvetler vardır. Bunlar mesela, düşünce kuvvetleri, zihniyet kuvvetleridir.


Dr. Tahsin Ünal

118

Düşünceler manasız, mantıksız ve safsatalarla dolu olursa o düşünce ve zihniyetler marizdir (hastadır). Milletin zihniyeti ilimden, akıldan, muhakemeden ve man­ tıktan uzak olursa, faydasız ve zararlı bir takım zihniyet ve akidelerle, cehaletlerle dolu olursa, o millet, mefluz (felçli) bir hale gelir. Kurtuluş, cemiyetteki bu hastalıklan bulmak, açıklamak ve tedavi etmekle mümkündür. Millet ve memleketi kurtar­ mak isteyenlerin, vatanperver ve milliyetperver olmalan la­ zımdır. Fakat kafi değildir. 1 825- 1 922 döneminde medreselerin ve askeri okulların dı­ şında, Cumhuriyet dönemine intikal eden okullar şunlardı: Buna göre: ı . Her büyük bölge: (ağır sanayinin, tarımın, ticaretin ol­ duğu gibi) ilmin, kültürün ve Milli Eğitim en büyük merkezi veya merkezleri olacaktı.) 1 .4 ı 95

İlkokul 34 1 .94 ı öğrenci

2.69

ldadi

3 . 13

Sultani

4.20

İ lköğretmen okulu

5.8

Teknik öğretim Okulları (3202 okulu)

6. ı

Yüksek öğretmen okulu

7.1

Üniversite 1 200 öğrenci

8.1

Beden eğitimin okulu

9. 1

Mühendis mektebi

ı .250

"


Milli Eğitim Davamız

ı 19

ı o. ı

Mülkiye

ı ı. ı

Ticaren

ı2.1

Sanayi-i nefise mektebi 1 220 öğrenci.

ı3. ı

Dişçi ve Eczacı

14. ı

Zirat

ı5. 1

Orman

ı 6. ı

Baytar

ı7. 1

Kaptan ve çarkçı "

1 8. 1

Telgraf

1 9. ı

Maliye

20. 1

Kadostro

21.1

Polis

22. ı

Kondüktör

23. ı

Tiyatro (Darülbedayi)

24. ı

Muzika mektebi

25. ı

Müzik

26. ı

S ıhhiye

27. 1

Şimendifer memuru mektebi

28. ı

Darüleyfam (yetiştirme yurtlan)

29. ı

Körler-sağırlar mektebi.

"

"

"

"

"

"

"

"

"

Eğitim v e öğretimde birlik olmadığı gibi yan somurge memleketlerine has bir Eğitim ve öğretim yolu tatbik ediliyor­ du. Eğitim ve öğretim milli değil, ilmi Eğitim metotlarından uzak, dini ve ümmetçi, hatta ranosmanİst bir eğitimdir.


1 20

Dr. Tahsin Ünal

1 . 4 1 94

İlkokul 34 1 .94 1 öğrenci

2.69

İdadi

3. 1 3

Sultani

4. 20

İlköğretmen Okulu

5. 8

Teknik öğretim Okulu (3202 okulu)

6. 1

Yüksek öğretmen Okulu

I .250

"

Osmanlı İmparatorluğu'nda, yan sömürge memleketlerine has bir eğitim ve öğretim nasıl yürütülüyordu? Bunu kesin olarak bilmiyoruz. Ama 1 880 lerde İngiltere' nin Hindistan' da yürüttüğü eğitim ve öğretimi anahatlan ile biliyoruz. Kraliyet hükümetinin maarif nazın, Hindistan Genel Valisi olan Lordu William'a eğitim ve öğretim konusunda yazdığı yazı bu hu­ susta bize bir fikir vermektedir. Adı geçen yazıda; "a) Sizin oradaki en önemli vazife/erinizden biri de eğitim ve öğretime vereceğiniz önemdir. Siz Hindistan okullarmda okunan ders programiarına öyle dersler koymalısınız ki, yeti­ şenler Hindistan tarihini yanlış öğrensinler. Ingiliz tarihini, Avrupa tarihini öğrensinler. Hindistan sosyo-ekonomik yapı­ sını değil, sair milletierin ve Ingiltere 'nin sosyo-ekonomik ya­ pısını öğrensinler. Özellikle millf konuların değil, hümanist fikirlerin öğretilmesine dikkat ediniz. Arneli değil, sadece na­ zari bilgiler veren, öğretmensiz, kütüphanesiz ve laboratuar­ sız okullar açabilirsiniz. b) Öyle bir elit tabaka yetiştiriniz ki, bunlar düşünceleriy­ le kıyafetleriyle, yaşayışlarıyla ve evlerinin mefruşatıyla Ingi­ liz gibi düşünsün/er, bir Ingiliz gibi giyinsinler, bir Ingiliz gi­ bi yaşasınlar.


·Milli Eğitim Davamız

121

Bunlar vasıtası ile Hindistan ' ı elde turabilmek için, yetişen bu e/it zümreyi önemli memuriyetlere tayin ediniz " deniliyordu.

Osmanlı İmparatorluğu' nda da gerek eğitim ve öğretim ve gerekse devletin idare kademelerinde bulunanların yaşantılan ve düşünce tarzları bu genel görüntüden pek farklı olmadığı görülmektedir. O halde Osmanlı İmparatorluğunda eğitim ve öğretim yan sömürge memleketlerine has bir eğitim ve öğretimdi, denilir­ ken kastedilen m ana budur. Bununla beraber İttihat-Terakki döneminde daha önceki se­ nelere nazaran Milli Eğitime ayn bir önem verilmiştir. Mesela, 1 908 de Eğitim Bütçesi 1 909 de

"

1 9 1 0 de

"

"

1 9 1 4 de

"

"

200.000 TL. 660.000 TL. 1

940.000 TL. 1 .237.000 TL. yükselmiştir.

Osmanlı Devleti Balkan Harbi ( 19 1 2- 1 9 1 3) döneminde Edirne'yi geri almak için lazım olan birkaç yüz bin lirayı bul­ makta zorluk çekerken 1 9 10'da 940.000 Lira olan M. E. Büt­ çesi 1 9 1 4 ' te 1 .237.000'e çıkarmıştır. Bu, M. E.me verilen önemi gösterir. 1 . 1 91 4- 19 1 8 dönenünde yanı 1 . Cihan Harbi esnasında or­ dunun yedek subayı ihtiyacı birkaç katına çıkmış olduğu hal­ de öğretmenler askerlikten muaf tutulmuştur. 2. Talim terbiye-Akşam dersleri ve konferansiar vermiştir. 3 . Türk ocağı Şubeleri- Akşam dersleri ve konferanslar ve­ rerek halkın aydınlatılmasına çalışmışlardır.


1 22

Dr. Tahsin Ünal

4. Köylerdeki likokullarda köylünün aydınlahlması için dersler yapılmıştır. 5 . limir'de-Halka doğru derneği kurulmuş halkı eğitmeye­ öğretmeye çalışmıştır. Milleti kurtarmak isteyenler, bu hastalıklan, elde edecek­ leri ilmin, fennin ve kültürün ışığı altında, doğru teşhisler ko­ yarak, ilim ve tenle tedavi etmelidir. Aksi halde hastalık, müzmin bir hal alır. Zihniyetieri bu hale getiren sebebin birin­ cisi yarı sömürge memleketlerine has bir eğitim ve öğretim programın tatbik edilmesidir. İkincisi de ulvi dinimizin yapıl­ ma manasıdır. Nitekim, tarih boyunca milletimizin maddi ve manevi hastalıkları tedavi edilmemiş, müzmin bir halde za­ manımıza kadar gelmiştir. Çünkü, Tanzimat'tan beri, modem okullarda yetişen ve hastalığı tedavi etmesi icapeden aydınla­ nmız, cemiyetin hastalıklarına, doğru teşhis koyamamışlardır. Bunun sebebini Ziya Gökalp şöyle izah ediyor: "Türk okullarında okunan sosyal bilgiler, Türk değil, Av­ rupa sosyal bilgi/eridir. Sanılıyor ki, Ingiltere Endüstrisi, Fransız Eğitim düzeni, Alman ekonomisi ve sanatı, A. Smithin Ingiltere için, P. List 'in Almanya için tesis ve vazettikleri eko­ nomik sistemler, bizim için de doğrudur. Onlar bu sistemler­ le memleketlerini kalkındırmıştır. Biz de onu alıp tatbik ede­ lim ve memleketimizi kalkındıralım demiştir. Bizim bu hali­ miz, bir hastalığa iyi gelen bir ilacın, öteki hastalığa da iyi geleceğini kabul etmeye benzer. Hiç verem hastalığı, asprin­ le tedavi edilir mi " derken; Atatürk' de: "Cemiyetimizde başlıca iki zümre var. Biri çoğunluğu teş­ kil eden halk, öteki azınlığı teşlik eden aydınlar... Bizde halk


Milli Eğitim Davamız

1 23

başka bir zihniyette ve alemdedir. Aydınlar başka bir zihni­ yette ve alemdedir. Aydın, halkı kendi hedefine sevk etmek is­ ter. Halk ise, aydına uymaz. O da başka bir istikamet tayin et­ mek ister. Aydınlar, telkin/e, irşadla halkı kendi hedefine doğ­ ru çekemeyince, halka tahakküme başlar... Halkın kendi hede­ fimize yöneltemiyoruz, neden ?. . Çünkü aydınların, halka tel­ kin ettiği fikirler, halkın ruh ve vicdanından alınmış değildir. Biz, hiç olmazsa bundan sonra, tetkik ve tetebbuatımıza zemin olarak, kendi milletimizin tarihini, ekonomisini, ananelerini, kendi hususiyet ve ihtiyaçlarımızı almalıyız. Aydınlarımız bel­ ki cihanı tanırlar. (Almış olduklan tahsil nedeniyle) lakin kendi milletimiz tanımazlar. Sebebi, yan sömürge eğilimidir. Aydınlanmız, milletimiz mesut millet yapayım derler. Baş­ ka milletler nasıl kalkınmışsa, biz de millelimizi kalkındıralım derler. Lakin bir millet için saadet olan bir düzen, öteki mil­ let için felakettir. Aynı sebep ve şerait, birini mes 'ut, ötekini bedbaht edebilir ve etmektedir. Bu itibarla bu millete gidece­ ği yolu gösterirken, dünyanın her yerinden ve her ilminden is­ tifade edeceğiz. Fakat asıl temeli, kendi içimizden çıkarmak mecburiyetindeyiz. Milletimizin tarihini, ruhunu, an 'anelerini sahih ve dürüst bir nazarla tetkik edeceğiz. Memleketi kurtar­ mak için halkın zihniyet ve ruhunu, düşüncelerini, aydının zihniyet ve düşüncesini ve ruhun birleştireceğiz. Iki zihniyetin birleştirilmesi lazımdır. Bunun için de halka yaklaşmak, hal­ ka kaynaşmak lazımdır", demekte ve hastalığa en güzel en doğru teşhisi koymaktadır.

Bunlan teyiden Prof. H. Topçuoğlu 1 969' da bile bakınız ne diyor: "Geri kalmış milletierin aydınlannın ve devlet adamlarını çoğu yabancı memleketlerde okuduklarından ve


1 24

Dr. Tahsin Ünal

yabancı memleketlerde okuyaniara ayn bir değer verildiğin­ den, onların sözleri dinlenir ve onların dedikleri yapılır. Daha Sakarya savaşından bir ay kadar önce, 16 Temmuz 1921 'de toplanmış olan "Maarif Kongresini " açarken yaptı­

ğı konuşmada; memleketin içinde bulunduğu ağır şartları an­ lattıktan sonra: - Asırları dolduran derin bir cehlin ve ihmalin bünye-i millet ve devletle vücuda getirdiği yaraları tedavi edecek olan en büyük himmet, hiç şüphesiz irfan himmetidir. Şimdiye kadar takip edilen tahsil ve terbiye usulleri, mille­ timizin geri kalmasında en büyük sebeptir. Onun için bir mil­ If programdan bahsederken eski devrim hurafatından, yaradı­ lışımızla hiçbir ilgisi olmayan yabancı fikirlerden, şarktan ve garptan gelen tüm tesirlerden tamamen azak, seeiye-i millfye­ miz ve tarihimizle mütenasip bir kültür kasdediyorum. Çünkü millf dehamız, millf kültürümüzle gelişebilir. Lalettayin bir yabancı kültürün yıkıcı sonuçlarını tekrar ettirebilir. Kü.ltür (Harasat-ı Fikriye) zeminle mütenasiptir. O zemin, milletin seciyesi ve kültürüdür. Genç nesillerimiz yerişirken onlara, mevcudiyeti ne, millf hakkına ve millf birliğine taarruz eden bilimin yabancı anasır (unsurlarla), mücadele etmek, her yabancıfikri şiddetle vefe­ dakô.riine karşı koymak zarureti öğretilmelidir. Daima bir sa­ vaş şeklinde tebarüz eden milletierin hayrat felsefesi, egemen ve mes'ut kalmak isteyen her millet için, bu vasıfları kemal şiddetle istemektedir. Biz kongremizden yalnız, çizilmiş eski yollarda yürümeyi düşünmemizi değil, izah ettiğin şartları haiz yeni bir sanat ve


Milli Eğitim Davamız

1 25

marifet yolu bulup millete göstermenizi ve yeni nesli bu yolda yürütmenizi bekliyoruz. lstikbal için hazırlanan millet eviadını hiçbir müşkül kar­ şısında baş eğmeyerek, büyük bir sabır ve metanetle çalışma­ larını öğrenim için hiçbirfedakarlıktan çekinmeme/erin tavsi-· ye ederim. Büyük tehlikeler önünde uyanan milletierin ne kadar azim­ kar ve sehatkar oldukları tarihten sabittir. Silahıyla olduğu kadar dimağı ve düşüncesiyle de mücadele etmek mecburiye­ rinde olan milletimizin birincisinde göstereceğine eminim. Çünkü milletimizin saf seciyesi kabiliyer ile doludur. Ancak bu kabiliyeri geliştirecek öğretmenler lazımdır" diyordu. Atatürk, 1 92 1 'de ortaya koyduğu bu düşüncesinden ve gösterdiği bu yoldan ölünceye kadar aynlmamıştır. O Milli Mücadele'den sonra. Onlarda, okuduklan yabancı memleketterin okullanndaki konulan, ders programlannı en iyi ders programlan, konulan, en iyi konular, sanırlar, Okuduktan yabancı memleketlerdeki ekonomik düzenleri en iyi ekonomik düzen kabul ederler. Okuduktan yabancı memleketterin yaşayışını, zihniyetini ve ahlakını benimserler. Kendi memleketlerinde de aynı düzen­ Ierin ruulmasını isterler ve tesis ederler. Halbuki bu eğitim sistemleri, bu ekonomik düzenler, bu zihniyet ve yaşayışlar o memleket içindir. O toplumlar içindir. _Bunlar yan sömürge olan geri kalmış milletierin eğitim hatalandır ve bu hatalann en büyüğü de "Aynen Taklit " hastasıdır. Oxford Üniversitesi profesörlerinden Thomas Balogh,

"Geri kalmış milletierin öğretimde yaptıkları en büyük hata,


1 26

Dr. Tahsin Ünal

Avrupa okul sistemlerini körü körüne aynen taklit etmiş olma­ larıdır" derken, taklitçiliğin başlangıcını anlatan Alber Tevo­ edöre'de, "Milletler, sömürge ve yarı sömürge rejimini yen­ dikten sonra dahi, kendilerinin idare edenleri, kalkınma konu­ sunda örnek seçmişlerdir. Avrupa 'yı taklit etmişlerdir. Onun gibi düşünmek, onu zihniyetini taşımak, onun gibi yemek ve giyinmek, onun gibi yaşamak istemişlerdir. Geri kalmış bir memlekette ideal olan şey, Avrupalı gibi memur olmaktır. Herkes tarımdan, maden işletmek ve iş/ernekten, hayvancılık­ tan kaçarak, bir büroda memur olmaya bakaf demekte ve

sanki bizi anlatmaktadır. Çünkü taklit eğitim üretim değil, tü­ ketime dayalı bir eğitimdir. Atatürk, yan sömürge memleketlerine has, din esasına da­ yalı olan ve aydınları, yukanda kısaca izah edilen bir zihni­ yetle yetiştiren halktan koparan eğitim düzeninden, milleti kurtannak azim ve kararında idi. "Terbiye ve tedrisatı birleş­ tirmedikçe, aynı fikir ve zihniyette fertlerden müteşekkil bir millet yapmaya çalışmak abesle iştigaldir" diyordu. Öğretim ve eğitimi, sömürge ve dini, program esasianna dayalı prog­ ram ve zihniyetten kurtannak, onu laik, milli ve üretici yöne çevirmek istiyordu. 50 sene önce onun ortaya koyduğu bu fi­ kirler, bugünde geçerli fikirlerdir. 3. Atatürk 'ün Eğitim Düzeni

İskan devasında, toprak ve tanm reformunda, sanayi ve en­ düstri kollannda olduğu gibi, seneler senesi halledilmemiş olan eğitim davasını da, kısa zamanda ve en rasyonel şekilde halledebilmek ve genç kuşaklan yeni zihniyetle, yeni bir iman


Milli Eğitim Davamız

1 27

ve ruhla yetiştirebilmek için eğitim merkezlerinde aynı za­ manda, "Eğitim ve öğretim yapılmalı, konferanslar verilmeli, sinemalar gösterilmeli, halk eğitim, gece dersleri yapılmalı ve mesleki kurslar açılmalıdır. Bu merkezlerde kendi çapında kütüphaneler açılmalı ve laboratuvarlar tesis edilmelidir. Artık eğitim insan için bir süs, başkalanna böbürlenme ve memur olma vasıtası olmaktan çıkartılmalıdır. Hayatta bece­ rili, üretici ve kalkınmaya katkıda bulunan vatandaşlar yetiş­ tiren bir vasıta haline getirilmelidir. Modem çağın eğitimcile­ ri de bunu teyit ediyorlar. "

Avrupa'da bir milli kültür vardır. Avrupa'nın milli kültürü dünden bugüne, sabahtan akşama, teşekkül etmiş değil, asır­ larca �apılan çalışmalann, dökülen alınteri ve göz nurlarının bir sonucu alarak doğmuştur. Doğan çocuk da, bu milli kül­ türle beslenerek büyümüş ve kendi milletinin bekasını temin etmiştir. Ve etmektedir. Biz de okullanmızdan başlayarak alınteri, göz nuru dökerek, ilmi bir metotla, bir milli kültür ya­ ratmaya mecburuz. Çünkü, milli kültür, hürriyetimizin, istik­ lalimizin ve bekamızın vazgeçilmez ilk şartıdır. Milli kültüre ve milliyet ruhuna sahip olmayan bir millet, başkalannın şika­ n olmayan mahkumdur. Yaygın öğretimden ziyade, kaliteli öğretim ve meslek başı eğitim yolu tutulmalıdır. Bunun temi­ ni için başlıca, önemli iki sisteme ihtiyacımız vardır. Biri, "bir milli eğitim progranu" vazetmek, öteki de bu programla "ço­ cuklara neler öğreteceğimizi" tespit etmektir. a) Milli Eğitim Programı

Devlet mekanizmasında, sair bakanlıkların çalışma prog­ ramlan ekonomik kalkınmaya (üretime) dönük olduğu gibi,


128

Dr. Tahsin Ünal

milli eğitim programımııda da, artık tüketiciliğe değil, üreti­ ciliğe ve ekonomik kalkınma çabasına dönük olmalıdır. Mil­ letler, maddi ve manevi kuvvetlerle güçlenirler. Tarım ve sa­ nayi maddi kuvvetse, ilim, iman ve kültür de manevi kuvvet­ lerdir. Bu itibarla çocuklarımızı, o suretle okutup eğitmeliyiz ki, artık onlar ticaret, sanat, tanm sanayi ve endüstri sahala­ nnda, faydalı, tesirli, becerili, üretici ve kalkınmamıza katkı­ da bulunucu olmalıdırlar. Onlara ilk ve orta öğretİrnde verile­ cek bütün dersler, bu görüş noktasına göre ayarlanmalıdır. B unun için de, eğitim programlarımız hazırlanırken, tesis edi­ lecek köy merkezleriyle beraber mütalaa edilmelidir. Her köy merkezi aynı zamanda bir kültür merkezi olmalıdır. Hazırlanacak milli eğitim programı, öyle bir program ol­ malıdır ki; bu programda: 1 . Eski devrim hurafatından, 2. Evsaf-ı fıtriyemizle hiçbir alakası olmayan yabancı fi­ kirlerden, 3 . Doğudan, batıdan ve kuzeyden gelebilecek olan bütün dış tesirlerden uzak olmalıdır. 4. Bu program, seeiye-i milliyemiz ve tarihiyemizle müte­ nasip ve milli kültür verebilecek bir program olmalıdır. 5. Çocuklarımızın teker teker yetişmesini, yapıcı yöne ka­ nalize edilmesini, deha-i millimizin inkişafını sağlayacak ev­ safta olmalıdır. 6. B u programla çocuklarırnıza verilecek olan bilgi ve kül­ türün vasfı; hayatta geçerli, kalkınmaya katkıda bulunacak


Milli Eğitim Davamız

1 29

evsafta olmalıdır. Çocuklanmızı, içinden çıktığı, geldiği aile­ den ve toplumdan koparacak evsafta olmamalıdır. 7. Bunlan düşünmeden hazırlanacak olan lalettayin bir programla verilecek dersler, şimdiye kadar takip olunan ya­ bancı kültür ve tesirierin yıkıcı sonuçlannı tekrar ettirebilir. İzmir İktisat Kongresinde köy kalkınması hakkında alman kararlar arasında "Köylerdeki ilkokullarda mutlaka köy çocuklarına nazari ve arneli bilgi vermek için okulun beş dönümlük bir bahçesi­ nin bulunması, iki inek/ik bir ahırının modern bir kümesinin, modern bir arılığının modern bir tezgahının bulunması, bura'

da çocukların modern tarımcılık, hayvancılık, arıcılık, halıcılık öğrenmesi, emekli memurların köylerinde oturması " öne­ rilmiştir. Atatürk'ün önerileri ile, kongrenin önerileri birleşti­ rilirse nasıl bir ilk tedrisat istenildiği anlaşılır. Üretime dönük bir öğretim istenildiği görülür.

1 969' da modern eğitimeiter de geri kalmış ülkelerin kal­ kınması için "Köyde okul üretime dönük olmalıdır. Okula tahsis edil­ miş tarla/ar, ahır/ar, kümesler, arılıkları, tezgah/ar, olmalı­ dır" diyorlardı.

Kalkınınayı kolayca temin edecek olan bu eğitim ve öğre­ tim düzeni kadrosuzluk nedeni ile terk edilmiştir. 8. Bu itibarta çocuklanmıza vereceğimiz kültür, haresat-ı milliyemizle ve zeminle mütenasib olmalıdır. Bu zemin mil­ lettir ve onun milli karakter ve seviyesidir. Bir mütefekkir, "Aydınları, millet ve memleket problemleri üzerinde, ayrı fi-


1 30

Dr. Tahsin Ünal

kir ve kanaatta olan milletler, bir nesil bile yaşayamazlar ya­ şasalar bile, böyle bir millette, çocukları terbiye etmek ve mil­ If hedeflere doğru kanalize etmek, mümkün olamayacağından ikinci nesil, kendiliğinden dağılır" demektir.

Osmanlı imparatorluğunun son dönemi bunun örnekleriy­ le doludur. Acı tecrübelerin tekrar edilmemesi için böyle bir milli eğitim programı çizip milliyet fikirlerine sahip bir eğiti­ ci kadro ile, tatbik etmek ve bu program üzerinde bütün mil­ leti ahenkli bir toplum haline getirmek lazımdır. b) Ders Konulan

Çocuklarımıza okutacağımız konulan seçer ve bunları okuturken, öyle konular seçip okutmalıyız ki, bu konular memleketin ve milletin haliyle, ihtiyaçlarıyla, çevrenin şart­ lan ve asrın icaplarıyla mütenasip ve muvafık olmalıdır. İlko­ kulda tahsil edenler, becerili üreticiler yetiştirec.ek şekilde ol­ malıdır. "Memleketin hakiki sahibi köylüdür. Şimdiye kadar bu insanlar nur-u maarif den mahrum bırakılmıştır. Işte biz bu insanları okutmakla işe başlamalıyız. " 1 . önce okuma yazma öğretmeliyiz. Çünkü her inkişafın temeli okuma-yazma bilmektir. 2. Sonra köylünü ve köylüsünü tanılacak bilgiler vermeliyiz. 3. Sonra vatanını, milletini tanıyacak kısa tarih ve coğraf­ ya bilgileri vermeliyiz. Türk büyüklerini ve kahramanlarını onlara tanıtarak, kendilerine güveni artınlmalıdır. 4. Hesabını yapabilmesi için ona, toplamayı , çarprnayı ve

bölmeyi öğretmeliyiz. Onlarda düşünme ve muhakeme etme melekesini geliştinneli ve pekleştirmeliyiz.


Milli Egitim Davamız

131

5. Dinini v e dünyasını tanıyacak kadar, müspet, dini ve ah­ laki dersler venneliyiz. Onlarda iman kuvvetini, büyüklerini sayma, küçüklerini sevme hasletlerin geliştinneliyiz. Bunlar ders programlanmızın esası ve ilk bederieri olmalıdır." Orta öğretİrnde ise bu konular daha da genişletilerek, özel­ likle üretici olacak şekilde okutulmalıdır. Orta öğretimdeki ders konulan: Milletimizin halini anlatacak konular olmalıdır. Yani milletin ekonomik, sosyal ve kültürel seviyesi anlatılınalı ve bu seviyeyi yükseltecek metotlar, çocuklara öğretilmelidir. 1-

Yabancı anasırla mücadele etmek ruhu ve lüzumu.. mutlaka öğretilmelidir. Böyle bir fikir ve ruhla yetişmeyen milletiere hayat hakkı yoktur. Bu ruhu gençlere ancak ve ancak "millf mefkureye " sahip olan öğretmenler verebilir. "Koca bir milletin genç kuşakları, doğruyu bırakıp eğriye ve sapıklığa giderse mi/If egemenliği bırakıp başkasının ege­ menliğinde yaşamaya meyleder ve arzu eder bir hale gelirse, emin olunuz, kabahat gençlerde değil, gençlere rehberlik eden öğretmenlerdir. "

Maksactın temini için 3 MART 1 924 de "Tevhid-i Tedrisat Kanunu " çıkanlarak eğitim, tevhit edildi. 2 MART 1 926'da da "Maarif Teşkilatı Kanunu " çıkanlarak, eğitim düzenlen­ mesi yapıldı. Demek oluyor ki Atatürk, kendi devrinin çok ötelerinde müspet, doğru, ekonomik sosyal ve kültürel bir eğitim düzeni görüşüne sahip bulunuyordu. O, yeni düzenle halka ve üreti­ me dönük, halktan kopmamış, milli kültürle beslenmiş, ilmi ve mantıki bir zihniyete sahip aydınl.ar y etiştirmek istiyordu.


132

Dr: Tahsin Ünal

Yaygın egitimden ziyade, kaliteli ve meslek başı egitime önem verilmesini, istiyor, ilkokuldan üniversiteye kadar, cid­ di elemelerle kalburun üstünde kalan ehliyetli ve kabiliyetti çocuklann en üst sınıflara kadar çıkanlarak okutulmasını ve bunlardan kaliteli, bilgili ve kültürlü kadrolar ihdas edilerek, kalkınmada bunlann beyin kadrolar olarak istihdam edilmesi­ ni düşünüyordu. Üniversitelerin "gençlerimizi millf şuurlu ve modern kültürlü yetiştirmelerini istiyordu.

Çeşitli seviyelerde, fakat kalburun altında kalan genç ku­ şakların da ihmal edilmemesini bunlann da alt kademelerden itibaren daha iyi tanmcılar, daha iyi hayvancılar, sebzeciler, marangozlar vb. olarak yetiştirilmesini istiyordu. Onun için "Sanatsız kalan bir milletin hayat damarlarından biri kopmuş demektir " diyor. "Medeniyet şahikasının merdiveni, sanat­ tır" diyordu. B u arada bir plan dahilinde çeşitli mesleklerde

teknikerierin yetiştirilmesini ve bütün bu meslek sahilılerini de meslek başı egitimlerle takviye edilmesini istiyordu. Böy­ lece bütün bir millet efradını, üretici, becerili, top yekun kal­ kınmaya katkıda bulunacak şekilde egitilerek yetiştirilmesini istiyordu. Köy merkezleri kurulursa bu işin kolay ve ucuz ola­ cagını söylüyordu.


GAYESİNE VARAMAYAN İLKÖGRETİM Senelerden beri ilköğretim davasının halledilmesi için gayret saıfedildiği halde bir türlü halledilememektedir. Bir ta­ raftan nüfusumuzun ve buna paralel olarak ilköğretim çağına gelen çocuk nüfusunun artması, öbür taraftan öğretmen, okul, ders araçları yokluğu ve hepsinin başında gelen mali imkan­ sızlıklar, davanın halledilmesini zorlaştırmaktadır. 1 965 sayımına göre nüfusumuz 3 1 milyon 390 bine ulaş­ mıştır. Artış nispeti % 27 civarında olup her sene 880 bin ki­ şi çoğalmaktayız. Çoğalan nüfus bizi, her sene 7 1 2 yaş arasın­ da, adedi oldukça kabank bir çocuk miktannın eğitilmesi problemi ile karış karşıya getirmektedir, mesela:

Yıllar

712

Yaş Arasındaki Çocuk

1 955

2 679 052

1 960

3 534 883

1 965

4 1 62 1 92

1 966

s 098 ()()()

1 967

s 390 ()()()

1 968

s 520 000

Çocuğun ilkokula kaydolması icabetmektedir. Halbuki biz bugün bunlardan ancak bir kısmına okul ve öğretmen bulabil-


Dr. Tahsin Ünal

1 34

mekteyiz. Bir kısmı okulsuzluk ve öğretmensizlik yüzünden öğretim ve eğitim nimetlerinden mahkum kalmaktadır. İlko­ kul çağına gelen çocuklardan:

Yıllar

Okula kaydolan

Kaydolamayan

1 955

1 866 666

830 3 86

1 960

2 5 1 4 562

1 020 29 1

1 965

3 8 1 3 709

348 485

1 966

4 260 000

838 000

1 967

4 736 000

654 000

1 968

4 950 000

570 000

Öğrenci okula kaydolamamış ve okuma imkanından mah­ rum kalmıştır. Milli Eğitim Bakanlığı Il. Beş Yıllık Plan dö­ neminde ve mesela 1 968' de mevcut dershane miktanna 75 .000 derslik daha ilave ederek ihtiyacı karşılayacağını, do­ layısıyla açıkta çocuk kalmayacağını söylemektedie Halbuki 40 öğrenciye bir sınıf yaptırma esası ideal olarak kabul edilir ve 570.000 sayısı 40' a bölünürse 14.250 dersliğe ihtiyaç ol­ duğu kendiliğinden ortaya çıkar. Öğretmen temin etmek de ayn bir konudur. Bu tutumla ilköğretim davası nasıl halledi­ lebilir ve kalkınmak isteyen Türkiye, cahil bir kitle ile nasıl kalkınabilir? ... Şu da bir gerçektir ki , okula gören her çocuk be� sene son­ ra mezun olmamakta, belki yan yolda bu çocuklann bir kısmı okuldan aynlarak okuma-yazma bilmeyenierin veya sadece okuma-yazma öğrenmiş olanların miktarına katılmaktadır. Fakat sadece ' 'sokağın ismini okur" "kendi isimin yazar" on­ lann medeni alemdeki yeri nedir ki?


Milli Eğitim Davamız

135

Okula girenler ve mezun olanlar hakkında bir fikir edin­ mek için şu tabioyu tetkik etmek kafidir.

Yıllar

İlkokula girenler

Mezun olanlar

1 955

1 866 666

1 88 390

1 960

2 5 1 4 592

283 790

1 965

3 8 1 3 709

396 897

1 966

3 924 326

45 1 504

1 960' da okula giren miktann beş sene zarfında okuldan mezun olması lazımdır ve mesela 1965 ?te mezun olan rnikta­ ortalama bir miktar kabul ederek beş1e çarptığırnız zaman, 2.5 14.592 rakamına yaklaşması icabeder. 369.897 x 5 == 1 .984.485 eder ki, beş senede 530. 1 07 çocuk telefat verilmiş demektir. Bu da, her sene 1 06.022 çocuğun okula girdiği hal­ de muvaffak olamadığını, okuldan şu ya da bu sebeple aynl­ dığını gösterir. Bu başansızlığın sebebini çocuklarımızın, n,

tembel, aptal olduğuna atfederneyiz. Bu başarısızlığın sebebi­ ni ders programlarını iyi ayarlayarnadığırnızda, cerniyetimiz­ de ve nihayet cerniyetimiz fikriyat ve psikolojisinde arama­ mız icabeder. İstatistiklerin verdiği rakamlara bakılırsa, memlekette okur-yazar nispeti, 1 930- 1 960 döneminde % 1 9' dan % 40, 1 yükselmiştir. Otuz senede % 2 1 artış ilk nazarda insanı sevin­ dirirse de, bir yıldaki artış hızı insanı üzüntü ile düşündürü­ yor. Bu hız senede % 07 'dir. Bu hız 1 960' a kadar olduğu gibi 1 968' den sonra da aynen devam ederse, yuvarlandıkça büyüyen kar topu gibi, her sene


Dr. Tahsin Ünal

136

biraz daha artan (çünkü nüfus artıyor) cahil insan kalabalığı ile karşılaşacağız, mesela:

1 964 te

9 223 000 kişi okuma-yazma bilmezken

1945 te

9 637 000

1 966 da

1 0 1 00 000

1 967 de

1 0 5 1 9 000

1 968 de

1 1 079 000

1972 de

1 3 497 000 ve bu tempo ile

1 978 de 1 7 1 99 000 kişi okuma-yazma bilmez olarak kar­ şımıza çıkacaktır. 1 972'de okul çağına gelmiş olan 5.840.000 öğrenci ile aynı sene 1 3.497.000 kişiye yükselmiş olan, cem' an 1 9.337 .000 kişiye okul, öğretmen, ders aracı bulup okutabilirsek bu tehlikeyi yenmi_ş olacağız. Değilse, her za­ man olduğu gibi yine o bizi yenecektir. Bütün bu realiteler göz önünde dururken ilköğretim dava­ sının halledileceğine ve gayesine ulaşacağına şüpheli nazar­ larlalbakmak icabetmektedir. Bundan başka ilköğretimin ga­ yesine varamamasının sebeplerinden birini de ilkokul prog­ ramlarını ruhunda ve konusunda aramamız gerekmektedir. İlköğretim Genel Müdürlüğünün 7 . Eğitim Ş urası için ha­ zırladığı "İlköğretim Programları" adlı kitapta, nihayet Atatürk' ün ilköğretim programiarına dair direktiflerine dö­ nüldüğü göze zarpmaktadır. Dönüşü Atatürk'ün "Hükümetin

en feyizli ve en önemli ödevi, milli eğitim işleridir. Bunda mu­ vaffak olabilmek için öyle bir program tatbik etmeye mecbu­ ruz ki, o program milletimizin bugünkü haliyle, içtima­ i ve hayati ihtiyacıyla, muhiti şartlarıyla ve asnn icablanyla


Milli Eğitim Davamız

137

mütenasip ve mütevafik olsun " şeklindeki ifadelerini kitabın başına koymuş ve bu direktife kısmen uymuş olmalaoyla gös­ termişlerdir.

Bu direktife kısmen oymuşlardır diyorum. Çünkü tamamı­ na riayet edilmemiştir. Zira dikkat edilirse Atatürk bu direkti­ finde: 1 . Takip edece�imiz program milletimiz haliyle, 2. Takip edece�imiz program milletimizin içtimai haliyle,

3. O program milletimizin hayati ihtiyaçlanyla, 4. Milletimizin muhiti (çevre) şartlanyla, 5. Ve bir de asnn (zamanımızın) icaplanyla mütenasip (uygun) olsun, diyor. "Hayali ve anlaşılmaz mütaliilardan uzak kalalım " diye de ilave ediyor. İlkokul programını hazırlayanlar biraz kitap daha kanştır­ mış olsalardı, Atatürk' ün ilkokulda okutulmasını istediği derslerin konulannı da: "Okuma-yazma, vatanını, milletim, dinini ve dünyasını tanıyacak kadar tarih, coğrafya, dinf ve ahliiki derslerle beraber amal-i erhaa okutulma/ıdır ' " diye saydığım görmüş olacaklardı. Buna, milletimizin hali, içtimai ihtiyacı ve çevre şartlan ile zamanııruzın icabı olan konulann da neler olabileceği düşünülüp konulmuş olsaydı, Atatürk ' ün istedi�i ilkokul programı hazırlanmış olacaktı. Fakat bu yapıl­ mamıştır. Mesela ilkokul programlannda IV. ve V. sınıflarda okutu­ lan tarih-co�rafya ve yurttaşlık bilgisi dersleri "sosyal bilgi­ ler " adı altında birleştirilmiştir. Ö�retim sisteminde "mer­ kezden muhite, görünenden görünmeyene ve bilinenden bi-


1 38

Dr. Tahsin Ünal

linmeyene " doğru gidiş esası kabul edilmiştir. Fakat V. sınıf programına bakıyorum: I. ünite: coğrafya, Il. ünite: tarih, II­ I. ünite: coğrafya, IV. ünite: tarih ve bu böyle gidiyor. O hal­ de konu değil, isim olarak birleştirilmiştir. Değişen bir şey yok gibidir. Asıl önemli olan çevre sistemi kabul edildiğine göre, kaç öğretmen köyün, kasabanın, şehrin tarihini, çevre­ nin fiziki, beşeri ve ekonomik coğrafyasını, bitkilerini bilir. Öğretmen kendisine çevresi hakkında bilgi veren kaynak bu­ lamayacaktır. Bulamayınca bilemeyecek, biterneyince öğre­ temeyecektir. Böyle kitaplan yazılıncaya kadar yine yıllar geçecektir. Öyle sanıyorum ki biz, hala millete neyi ne kadar öğrete­ ceğimizi bilmiyoruz. İspanya' da şato kurarcasına, ilkokullar­ da öğrenciye lise bilgisi vermeye çalışıyoruz ve hiç bir devir­ de ilkokul hayatı ile ondan sonra yaşanan hayatı, ilkokul ders programlanndaki konulan, yaşanan hayatın konulanyla bağ­ daştıramadık. Halkın halini, ihtiyaçlanm, halkın neyi öğren­ mek istediğini düşünmedik. Biz biliriz, halk bihnez diye dü­ şündük. Onun öğrenmesini istediği, onun bilmesinde zaruret olanı değil, ihtiyacı olsun olmasın bizim öğretmek istedikle­ rimizi öğretmeye çalıştık. Onun için de ilkokullarda öğreni­ lenler, okulda kaldı ve çabucak unutuldu. Öğrenilenleri haya­ tına tatbik ederek tanm, hayvancılık, madencilik, sanat vb. sahalarda kalkınma imkanı bulanmadık. İlkokulu bitiren bir köylü çocuğu ile bitirmeyen babası arasında bir fark olmadı, yerimizde saydık. Evvelki ders programlanndan matematik ve aritmetiğe do­ kunmamak şartıyla, sair derslerde revizyon yaparak kısaltıl­ mış olsa ve bunlann yanına nazari ve arneli olmak şartıyla,


Milli Eğitim Davamız

1 39

büyük kitlenin hayati ihtiyacı olan tarım (arpa, buğday ekimi, hastalıklanyla mücadele, gübreleme), hayvancılık (koyunlar, hastalıkları, önleme çareleri, besi, arıcılık, tavukçuluk) ve sa­ nat (demircilik, marangozluk, halıcılık vb. dersleri konulsa idi daha faydalı bir program hazırlanmış olurdu. Bunlardan başka, eskiden beri malum olduğu gibi eğitimin amaçlarından da bahsedilmekte ve ' 'Toplum bakımından aile­ nin, toplumun temeli olduğunu bilen, aileye değer veren, Ata­ türk devrimlerine, kanunlara bağlı ve saygılı vatandaşlar ye­ tiştirir" deniliyor. Halbuki realite bunun aksini göstermekte, aileye burjuva uydurması nazariyle bakan, ailenin temelini di­ namitlemek isteyen, mevcut kanun düzenlerini yıkarak kendi düşündükleri kanunlarla, yeni bir düzen kurmak isteyen bir çok tipler ve zümreler vardır. "Herkesin temel hak ve hürri­ yetlere sahip olduğunu, dil, din, ırk. cinsiyet ve siyasi düşün­ ce hürriyetine malik olduğunu bilen vatandaşlar yetiştirir" deniliyor. İçtimai bünyemizde bunun da aksini görmekteyiz. Bunları tanıyan, hürmet ve itibar eden değil, hoş görmeyen, kınayan, biri diğerini baskı altında tutmak, bir kaşık suda boğ­ mak isteyen siyasi, ırki ve mezhebi tipler ve zümreler vardır. B ütün bunları göz önünde tutarak ilköğretimin yetiştirme­ yi amaç edindiği, okul, öğretmen, öğrenci ve nihayet iyi in­ san, iyi vatandaş tipini yetiştirerek gayesine vasıl olacağını şüphe ve tereddütle karşılamak icap eder.



CUMHURİYET DEVRİNDE HALK EGİTİMİ

İlmin, hakikati ve doğruyu gösteren mantığından ve aklı seliminden şu veya bu sebeple mahrum kalmış olan milletler, cehlin menkıbelerinden ve sapık düşüncelerinden medet umarlar. Hiçbir yerden ilmin ışığını alamayanlar, karanlıklar içinde yollarını şaşınrlar, güneşi göremediği için gelişerneyen çiçekler gibi gelişemez, tekamül edemezler. Bu çeşit milletler, vücuduna gelip yerleşen çeşitli mikrop­ larla hasta olan insanlar benzerler. Böyle milletleri tedavi et­ mek, yeniden sılılıata kavuşturmak için bünyesine anz olan ekop.omik, içtimai, kültür, dini fikri, hatta ahlaki ve tembellik gibi hastalıkları birer birer teşhis etmek, ayn ayn ilaçlarla te­ davi etmek icap eder. Türk cemiyetinde, büyük kitlenin bünyesine anz olan has­ talıklardan biri ve belki en önemlisi halkın cahil kalmış olma­ sıdır. Daha doğrusu asırların ihmalleri sonucu olarak, halk ca­ hil kalmıştır. imparatorluk devrinde, sair sahalarda oluduğu gibi halk ile meşgul olan, halkın ne olduğu üzerinde duran ya hiç olmamış veya yükselen birkaç ses, büyük sarsıntılı ve gü­ rültü içinde boğulmuştur. Karanlık; halkın cehli, dipsiz kuyu; büyük kitledir. Atılan taş da bir kaz aydının fikirleridir.


Dr. Tahsin Ünal

142

O zaman için, eğitim ve öğretim bakımından büyük kitle­ yi kalkındıracak, en güzel ve pratik tedbiri Si vas

Val isi

Halil

Rıfat Paşa bulmuş ve ortaya koymuştu. Paşa teklifinde, her köy muhtannın hannan kalktıktan sonra halktan ödünç olmak üzere, birer kilo buğday toplamasını, köyün büyüklüğüne kü­ çüklüğüne göre 300-500 kilo buğday toplanacağını, bu buğ­ dayı muhtarın ekmesini biçmesini ve kaldırmasını, bire on ve­ ren yerlerde bu miktann ortalama olarak 3000-5000 kilo ede­ ceğini, bunun içinden, ödünç buğdayları yerine verdikten, to­ hum için ayırdıktan vb. masrafları çıkardıktan son.a 20004000 kilo buğdayın kalacağını bunu satarak parayı kazada açacağı

"Maarif Sandığına " koymasını ve buna beş sene de­

vam etmesini, beş sene sonra köyüne göre 1 O. 20, 30 ve 40.000 liranın tasarruf edileceğini (para miktannı biz bugün­ kü fiyata göre düşündük), bu para ile pek çok köylerde ilko­ kullar yapılabileceği söylüyordu. Açılan okullara öğretmen bulmak için de, köy imamlarını, öğretmen olmak isteyen gençleri vilayet merkezlerinde topla­ yarak bir senelik bir eğitime tabi tuttuktan sonra köye imam ve öğretmen olarak tayin edilmesini teklif ediyordu. Padişah ve maarif nazın tarafından da kabul edilen bu teklifin daha geniş vesikalan elimizdedir. Fakat dedim ya, bu teklif o za­ manki sarsıntılar ve gürültüler arasıra kaybolup gitmiş ve tat­ bik edilememiştir. imparatorluk devrinde, halk eğitimin 1 88 5 ' te açılan

"Mek­

teb-i Çırak " ile başlatmak mümkünsen de, bundan da bekle­ nen sunucu almak imkanı olmamıştır.


Milli Eğitim Davamız

1 43

İsminden de anlaşılacağı gibi, halk eğitimi, okulsuzluk, öğretmensizlik sebebiyle okuma-yazma öğrenememiş, ilko­ kul nimetlerinden mahrum kalmış, ·temel bilgileri alamamış, yaşları da ilkokul yaş çağını geçmiş olan insanların eğitilme­ sidir. Halk eğitim bu şekliyle ele alındığı zaman imparatorluk devrinde halk eğitimini, Türk Ocakları' yla başlatmak daha doğru olur. 1908- 1 923 tarihleri arasında "halk için gece kurs­ ları açarak, halk için konferanslar vererek " halkı eğitmeye ve temel bilgiler vermeye çalışan Türk Ocaklannı bu faaliyet­ lerini, hayırla yadetmek ve bu konuda atılmış önemli adımlar olarak kabul etmek icabeder. Türk Ocaklannın 1 9 1 8- 1 923 ta­ rihleri arasında ve halk eğitim konusunda, özellikle halka Milli Mücadele'nin ruhunu anlatmak, halkı Milli Mücade­ le'ye hazırlamak hususundaki gayretleri, bir taraftan ocağın faaliyetlerin izah bakımından bir taraftan da eğitilmiş, öğretil­ miş olan halkın neler yapmaya muktedir bir hale geldiğini göstermesi bakımından pek önemlidir. Cumhuriyetin ilanından bir müddet sonra Atatürk' ün di­ rektifleriyle halk eğitim davası ciddiyetle ele alındı. Milli Eğitimi Bakanı Mustaf Necati Bey 1 928'de vilayetlere gön­ derdiği bir tamirnde "Ilkokul Genel Müdürlüğüne bağlı bir Halk Eğitim Şubesinin kurulduğundan, bundan halk eğitimi­ ne lazım gelen önemin verileceğinden " bahsediyor, vilalere de "Halk mekte_bleri açılacağından bazı hazırlıkların yapıl­ masını " ilave ediyordu. Nitekim, aynı sene harf inkıHibıyla beraber "Millet Mektebleri " de açılmış ve halk eğitimine bir şevk ve heyecanla başlanmıştır. 1 928- 1 929 ders yılında A ve B dersaneleri halinde faaliyete geçen okullara, halk akın ha­ linde geldi:


144

Dr. Tahsin Ünal

1 928- 1 929 yıllarında A dershanesinde 1 7 . 5 1 3 , B dershane­ sinde 2.958 olmak üzere toplam 20.489 kişi kurslara katılmış ve 597. 0 1 0 kişi diploma almıştır. İlk sene elde edilen bu netice, bizzat Atatürk ' ün baş öğret­ menlik etmek suretiyle gösterdiği gayretlerin, halka ve öğret­ meniere verdiği şevk ve heyecanın tabii bir sonucu olmuştur. Bu sene, dört asırdan beri beslenen cehlin, kara ejderhanın ba­ şını ezmek için Baş öğretmen M. Kemal' in bir işareti ile 1 6.900 ö�etmen, 598 bin kişiyle taarruza geçmişti. Fakat bu taarruz, bu şevk ve heyecan uzun sürmedi. Sonu­ nu getiremedik. İkinci seneden itibaren dava hızını kaybetti. Çalışmalar malesef sene sene azaldı. Yıllar 1 929-1 930

B Diploma A Dersane Dersanesi Dersanesi Toplamı Alan Miktar 1 0 244

2 663

12 907

262 423

1 930- 1 93 1

7 582

2 020

9 602

1 883 1 1

193 1 - 1 932

4 837

2 070

5 915

1 0 8 470

1932-1933

3 925

ı 182

5 107

90 935

1 939- 1 940

232

64

296

4 584

Bunun sebebini, davanın önemini anlayanların kenara itil­ mesinde, davaya gönül verenlerin yavaş yavaş şevk ve heye­ canını kaybetmelerinde, dava ile mücadele edenlere yardımcı ve destek olunmamasında, İkinci Dünya Savaşının başlayıp daha hayati konularla uğraşılmasında, daha önemlisi bu dava­ ya aynlan paranın gittikçe azaltılmasında aramak lazım gelir. Aynca burayı bitirenlere bazı haklar ve imtiyazlar tanınma­ mış olmasında ve nihayet 1 935' de halkevlerinin açılarak, bu işi halkevlerinin ele alıp, ciddiyede yürüteceğine inanılmış ol­ masında aramak icabeder.


Milli Eğitim Davamız

1 45

Bunlann sonucu olarak halk eğitimi o kadar ihmal edilmiş­ tir ki, senelik faaliyeti 27 dersaneye kadar düşmüştür. Yıllar

Diploma B Dersane A Dersanesi Dersanesi Toplamı Alan Miktar

1945- 1946

1923

551

2453

37.285

1946-1 947

1042

450

1492

22.755

1947-1948

53 1

222

753

1 1 .323

1948- 1 949

1 66

40

206

5.078

1 949- 1950

94

20

1 14

2.738

1950 - 1 9 5 1

17

10

27

1 .424

Sanayi bakımından kalkınmak isteyen Türkiye' nin kültür bakımından kalkınmış olması icap ederdi. Bunun için 1 95 1 ' den sonra ilköğretime olduğu kadar, halk eğitimine de yeniden önem verilmeye başlandı. 1 952' de bir taraftan Ame­ rika'dan getirilen Prof. Wastson Dickerman'ın tavsiyeleriyle "öğretmen okullarıyla Gazi Eğitim Enstitüsünün ders prog­ ram/arına, halk eğitimi dersleri konulurken " bir taraftan da

halk eğitimi için derslik ve öğretmen adedi artınldı: Yıllar

Diploma B Dersane A Dersanesi Dersanesi Toplaını Alan Miktar

1954-1955

1 1 33

391

1 524

1 7 .924

1960- 1961

8323

3541

1 1 864

78.94 1

1964-1965

1988

l l 47

3 1 35

32839

1965-1 966

1 560

836

2396

25.021

1967-1 968

-

-

2372

42.825

Şu rakamlar, 1 945- 1 950 dönemindeki rakamlarla karşılaş­ tınlırsa, 1 954- 1 968 döneminde büyük bir artışın olduğunu, dolayısıyla davaya önem verildiğini gösterir.


Dr. Tahsin Ünal

146

Bir "Türk gibi başlamak, Ingiliz gibi devam ettirmek, Al­ man gibi bitirmek " meseli vardır. Biz bazen bir işe Türk gibi başlıyoruz. Fakat büyük bir kısmımız ' 'idare edenler de olsun okuyanlar da olsun " işi yanda bırakıp çekiliyoruz. Bazen ekonomik imkansızlıklarımızdan, bazen okur-yazar olmaktan fazla bir şey beklemediğimizden, bazen mizacımız sebebi ile başladığımız işi yarıda bırakmakta, sonuna getirmemekteyiz. Halk eğitimine başlayanlar ile bitirenler arasındaki büyük fark, bunun örneğini teşkil eder. Bu fark, ortalama olarak '/a oranındadır, şöyle ki: Yıllar

Derslik Sayısı

Girenler

Mezun Olanlar

8 .068

1 66 5 1 1

1962- 1963

5 .223

100.000

59.790

1 963 - 1 964

3 .377

62.973

35.356

1 8 64- 1965

3 . 1 35

56.300

32.839

1 965- 1 966

2 .396

-

25.021

1967 - 1 968

2 .372

-

42.825

1 96 1 - 1 962

66.938

bin kişinin okı:ıla girip 66 bin kişinin mezun olması, 60 bin kişinin girip 30 bin kişinin mezun olması demek, bütün ihtimarnlara ve iyi niyetiere rağmen, buna halk itibar etmiyor okuma-yazma öğrenmekten bir fayda görmüyor demektir. Bunun için halk, halk dersanelerine gitmiyor, gitse bile bir müddet sonra bırakıyor. Bunun için halk çocuğunu ilkokula göndermiyor, gönderse bile bir müddet sonra çekip alıyor. Halk "neye okuyayım, okuduklarım, öğrendiklerim ne dünya­ ma yarar, ne ahiretime " diyor. O halde, aşağıda da temas edi­ leceği gibi kabahat yine biz aydınlardadır. Ona okutacak ve öğreteceklerimizi, onun dünyasını ve ahiretine yarar konular­ dan seçmemiz icabeder. 1 66


Milli Eğitim Davamız

1 47

Bu hal aynı zamanda, okuma-yazma bilmeyenlerimizin azalacağı yerde bir çığ gibi arttığını gösteriyor. Her sene orta­ lama olarak 885.000 kişilik bir nüfus artışı vardır. Artan nü­ fusu, tedbirlerimizle eğitim ve öğretim yaptıramazsak, önü­ müzdeki senelerde, bugünkü miktann daha da artacağına mu­ hakkak nazanyla bakılabilir. Nitekim l 966' da l O. 1 00.000 ki­ şi olan okuma-yazma bilmeyenierin miktarı l 967 ' de 1 0.5 1 9.000, 1 968'de 1 1 .079.000 yükselmiş, l 972'de de 1 3.497.000 kişi olacağı tespit edilmiştir. Milli Eğitim Bakanlığı l 972'de okul çağına gelen 5 .780.000 çocukla, aynı sene halk eğitimine muhtaç olan 1 3.497.000 kişiyi, toplam olarak 1 9.277.000 insanı okutaeağı­ nı ve davayı halledeceğini kabul ediyor. Fakat biz, bugünkü hızla "Bugünkü okuma-yazma hızı % 7'dir" bugünkü düzen ve sistemle ilköğretim davası gibi halk eğitimi davasının da halledileceğini şüphe ile karşılamaktayız. Ekonomik, içtimai, kültür, zirai ve sınai kalkınma gayreti içinde bulunan memleketimizde, bir taraftan halk eğitimine gereken önemi vermek, halk okuma-yazma öğretmek, temel bilgiler vermek, vatandaşa insan olmanın, medeni olmanın yollarını göstermek yolu tutulurken, bir taraftan da az çok eği­ tilmiş olan bu insanlarla kalkınma hamlelerine girişrnek icap eder. Ordu eğitilmeden zafer kazanamaz. Halk eğitilmeden kalkınma senetere vabeste kalır. Kimse eğitim-öğretim gör­ meden doktor veya avukat olmamıştır. Çobanlığın, çift sür­ menin de bir bilgiye ihtiyacı vardır. Bu itibarla, yannın Türkiye'sini kalkındırma ve imar etme­ de en büyük hissesi olacak olan halkın eğitilmesine ayn ve özel bir hal çaresi bulunmalıdır. Bu çareler şunlar olabilir:


Dr. Tahsin Ünal

148

ı . Bir kısım vatandaşiann ihmaline ve zaranna olmakla beraber, okuma-yazma bilmeyenler için bir yaş sının kabul edilmelidir. Bu sınır yaş, 40 yaş olmalıdır. Bu sınır kabul edi­ lince okuma-yazma bilmeyenierin miktan en azından yanya inecektir. Mesela ı 968'de okuma-yazma bilmeyenierin mik­ tan ı 1 .079.000 olduğuna göre bu miktar derhal 5.540.000 dü­ şecektir. İlköğretim davası da halledildiği takdirde, zaman da lehte işleyeceğinden bu davanın halli birkaç seneye inhisar edecektir. 2. Miktann yarıya inmiş olması, halk eğitimi masraflannı, malzeme, öğretmen ve derslik ihtiyaçlannı kolaylaştıracaktır. Mali ve fikri imkanlan bu merkezde toplamak, davayı hallet­ mek lazımdır. 3. Davanın önemi, halka anlatılmalı, halkın bu çabaya ka­

tılması sağlanmalıdır. Halka, okuma-yazma öğretirken bir külfet tahmil edilmemeli, aksine her masraf devletçe karşılan­ malıdır. Halk eğitim esnasında lazım olan kitap, defter, ka­ lem, silgi, cetvel, tebeşir, gazete, dergi demirbaş olarak devle­ te temin edilip dersanelere konulmalıdır. Halktan devam et­ mek isteyenleri, öğrenciler gibi çanta taşımaya mecbur etme­ melidir. Aynca evinde çalışmak isteyenlere çok ucuz kitaplar, defterler, silgi ve kalemler satılmalıdır. 4. Öğrenmeye gelenlere, dersten önce veya ders arasında okuma-yazma bilmenin faydalanna ait olduğu gibi, zirai, hay­ vanİ, tavukçuluk, ancılık, meyvecilik, sebzecilik vb. konulara ait öğretici filimler gösterilmelidir. Filimler üzerinde izahatlar verilmelidir.


Milli Eğitim Davamız

5.

149

Halk eğitim merkezlerinde, yukanda temas edildiği gibi

çok halkın dünyasına yarar "icap ediyorsa ahiretine ya­ rar" bilgiler verilmelidir. Bu arada okuma-yazma öğrenenle­

az

re ve temel bilgi alanlara bazı sahalarda menfaatler temin edilmelidir. Mesela: a) Askerliklerini iki ay az yaptırmalıdır. b) İş sahalarında bu tip insanlar öncelik hakkı tanınmalıdır. c) Meşgul olacağı iş dalında kredi verilmelidir. d) Kızlar için cehiz yardımı yapılmalıdır. e) Üstün gayret ve basan göstereniere ilkokul diptoması verilmelidir.

f)

Üstün başan gösterip arzu edenlere eğitmenlik yaptır­

malıdır. h) Bir işte çalışıyorsa maaşma zam yapılmalıdır Hülasa halkı teşvik ve cezbedici tedbirlere tevessül edilmelidir. 6. Halk eğitimi, şehirlerde mutlaka mesaiden sonra, köy­ lerde kış aylannda ve öğleden sonra yapılmalıdır. Halk eğiti­ mine yardım eden radyo ve televizyon saatlerini de bu saatle­ re ve mevsime göre ayarlamalıdır.

7.

Halk eğitimi yaptıracak olan öğretmeni de dikkatle ve

bassasiyle seçmenin ayn bir önemi vardır. Halk eğitiminde çalışacak öğretmenin bilgili, kültürlü, tecrübeli ağırbaşlı, İsti­ karnet sahibi olması ve bildiklerini halka ö�retemeye niyetli, halk önderi olmaya elverişli olması, başta aranan meziyetler olmalıdır.

8.

Gerek ilkokul öğrenci ve öğretmenlerinin, gerek okuma­

yazma öğrenenlerin istifadelerini sağlamak ve gerekse halk


1 50

Dr. Tahsin Ünal

eğitimini destelemek için köy kitaplıklan açılmalıdır. Köy ki­ taplıklarına, köy meselelerine ve meşgalelerine ait bol kitap­ lar konulmalıdır. Kitaplar ilkokul öğrencilerinin, okuma-yaz­ ma öğrenenlerin anlayacağı şekilde sade ve basit Türkçe ile yazılmalıdır. Ziraata, hayvancılığa, bunlann hastalıklanyla mücadele şekline, tavukçuluk, ancılık, sebzeciliğe, sanata, in­ şaata, halıcılığa, kilimciliğe örmeciliğe, bölgenin tarihine­ coğrafyasına, nebatlanna, köyün, sosyal, ekonomik yapısına, köy şehir ve memleket idaresine ait kitaplar, broşürler, dergi­ ler, gazeteler, köy kitaplıklarına konulmalıdır. Kitaplar ödünç verme, kiralama, ucuz satma suretiyle dağıtılınalı ve herkesin istifadesine açık olmalıdır. 9. Şimdiye kadar ilim için ilim ( ! ) yaptık. Dolayısıyla bil­ gimizi halka indirip, ona götürüp mal edemedik. Lütfen biraz da halk için ilim yapma yoluna girelim. Kütüphane tesis hu­ susunda, köy meseleleriyle ilgili B akanlıklar koordineli ola­ rak ve yardımiaşarak çalıştığı takdirde bu dava daha kolay halledilir. 10. Halk eğitiminde daima milli birlik ruhunu geliştirici, ülkücü, gerçekçi ve bilinçli yolda yürünmelidir. Halka, uğraş­ tığı konularda lazım olmayacak hayali konular değil, işi ile yakından alakah konular hakkında bilgi verilmelidir. Halka mevcut olan bilgiler ilmi yollara kanalize edilmelidir. Hatta halkın bildiğinden ve yaptığından işe başlamalı, burayı hare­ ket noktası kabul etmelidir. Bu noktadan hareket edilirse ilko­ kullarda akutulacak milli konulan da bulmak ve bunları ço­ cuklara öğretmenin daha doğru olacağı sonucuna varmak mümkün olur.


Milli Eğitim Davamız

15ı

l l . Halk eğitiminde, mahalli okullarda, öğretmenlerden,

san' at, ziraat, veteriner, tekniker öğrencilerinden istifadeler sağlanmalıdır.

Kurslar: Halk eğitiminin Önemli bir tarafı da kurslar aç­ mak suretiyle halkı belli iş sahalarında eğitmek, dolayısıyla üretimi ve prodüktiviteyi artrrmaktır. 222 sayılı "İlköğretim Kanununun" l l .ci maddesinde şu ya da bu sebeple "öğretimi­ ni yapamamış, yahut ilkokulu bitirdiği halde üst sınıfZara de­ vam edememiş olan vatandaşiara kısa yoldan öğretim yaptır­ mak, umumi bilgilerini artırmak, kendilerine iş ve meslek ha­ yatında faydalı ve maharetlerin artıracak bilgiler vermek için Millf Eğitim ve sair Bakanlıklar, belediyeler ve dernekler kurslar açarlar" denilir. Bu maddenin ruhunda iki esas fikir vardır. Birincisi öğre­ timini yapamamış olanlara kısa yoldan öğretim yaptırmak ve umumi bilgiler vermek, ki bu tamamen bir halk eğitimidir ve onun şümulüne dahildir. Öteki vatandaşiara iş ve meslek ha­ yatında faydalı bilgiler vererek maharetlerini artırmak için kurslar açmaktır. Bunu yalnız M. Eğitim B akanlığı değil, öteki Bakanlıklar da açabiliyorlar ve halkın eğitilmesine ça­ lışıyorlar. Büyük kitlenin ne istediğini, hangi kurslara işime yarar di­ yerek itibar ettiğini ve gittiğini, hangilerine itibar etmediğini ve gitmediğini, dolayısıyla milli ihtiyaç ve temayülün ne ol­ duğunu anlamak için, şu rakamlara dikkatle bakmak ve dü­ şünmek kafidir.


1 52

Dr. Tahsin Ünal

1. Eğitmen kursu "1935 'de başladı"

Yıllar

Kurs Adedi

Giren

Mezun

1 935- 1 936

ı

84

84

1 936- 1 937

s

484

484

1 939- 1 940

15

1 658

1917

1 942- 1 943

19

1018

1014

1 944- 1 945

18

575

575

1 946- 1 947

20

528

524

Kurs adedi çoğaldıkça girin ve mezun olan adedi ters bir orantı ile azalmaktadır.

2. Yapı ve orman-yapı kursu:

Yıllar

Kurs Adedi

Giren

Mezun

1 952- 1 953

14

1 92

175

1 953- 1 954

19

242

224

1 959- 1 960

46

419

387

1 960- 1 96 1

37

443

398

1 963- 1 964

48

663

584

1 964- 1 965

50

663

605

3. Ipek böceği kursu:

1 932- 1933

s

82

7S

1 934- 1935

3

45

20

1 939- 1 940

2

so

25

1 945- 1 946

ı

47

29

1 949- 1 950

2

368

38


Milli Eğitim Davamız

153

Bu iki kursa iştirak edenlerin miktan da azdır. Sebebini kurslann az, mahalli oluşlannda aradıktan başka, yapı ve ipekböceği gibi işlere bizde baba mesleği nazariyle bakılma­ sında, baba mesleğinin ise okumaktan ziyade yaparak pratik bir şekilde öğrenilmesinde aramak icabeder. Bunların yerine daha cazip, daha genel kurslar açılmış olsaydı, iştirakin daha fazla olacağına muhakkak nazanyla bakılabilirdi: mesel§. bu­ gün özellikle köylerde traktör şoför kursu, tanm, hayvancılık kurslan açılsa ve gelenlere hiçbir külfet tahmil edilmese, de­ vam edenlerin ve mezun olaniann bir hayli yekun teşkil ede­ ceğini sanıyorum. İhtiyaç ve zaruret, insanlan tedbirlere sevk eder. Nitekim 1 932' de açılan Kur an l938 ' de açılan Biçki'

,

Dikiş ve 1 939'da açılan Demircilik-Marangozluk kurslan bunun ömekleridir.

4. Demirci/ik-Marangozluk kursu: Yıllar

Kurs adedi

Giren

Mezun

1 939- 1 940

6

85

85

1 940- 1941

14

173

1 32

1 944- 1 945

20

308

28 1

1 949- 1 950

85

1 068

1 02 1

1 954- 1 955

1 65

2386

1 959

1 96 1 - 1 962

212

3 1 56

2888

1 963- 1 964

217

35 1 9

3 1 59

1 964- 1 965

245

4978

4094


1 54

Dr. Tahsin Ünal

5. Biçki-Dikiş kursu:

1 938- 1 939

45

45

75

75

1 939- 1 940

ı

1 940- 1 941

ll

320

286

1 944- 1 945

84

2278

1 887

1 949- 1 950

339

8161

6967

1 954- 1 955

410

1 0 1 73

7088

1 958- 1 959

272

6733

5 1 03

1 96 1 - 1 962

562

1 4279

1 1 55 1

1 963- 1 964

692

1 7 1 14

14473

1 964- 1 965

635

1 8464

1 5577

Görülüyor ki, halkın işine yarayan, ona fayda temin eden bir kursa, özellikle ka�ınlar itibar ederek gitmektedirler. De­ mircilik-Marangozluk kursuna, biçki-dikiş kursu kadar itibar edilmemesinin sebebini keza bu işlere baba mesleği nazariyle bak.ılmasında, veya bu işlerin bir usta yanında yaparak öğre­ tilmesinde ve öğrenilmesinde aramakla beraber, kurslardan istifade edebilmek için az çok okur-yazar olmak, hesaptan ki­ taptan anlamak mecburiyeti de vardır. Aileler zaten cahil kal­ mış çocuğunu usta yanına vermeyi tercih ediyor, kursa gön­ deımiyorlar. Usta yanında öğrenilen kaba saha bir sanat ile kursta öğrenilen ince sanat arasındaki farkı görenlerin az ol­ ması da, devam edenlerin azlığına tesir eden diğer bir amildir. 6. Kur'an kursu:

Cumhuriyet devrinde, medreselerin kapatılmasına rağmen 1 927- 1 932 döneminde iki imarn-Hatih Okulu vardır. Bunlar


Milli E!_itim Davamız

155

da 1 932'de kapatıldı. Yirmi sene sonra 1 95 1- 1 952' de ortaokul, 1 955- 1 956'da da lise seviyesinde lmam-Hatib Okullan yeniden açıldı. 1 932' de lmarn-Hatib okulu kapatıldı. Fakat 1 932 tarihinden beri Kur' an kurslan faaliyetlerine devarn etmektedirler.

Yıllar

Kurs Adedi

Giren

Mezun

1 932- 1 933

9

232

1 933-1 934

9

23 1

1 934- 1 935

19

256

23

1935- 1 936

15

393

45

1 939- 1 940

48

1 28 1

60

1 944-1 945

46

1 953

326

1 949- 1 950

1 22

8677

2809

1 954- 1 955

24 1

1 6521

7438

1 959- 1 960

527

26541

ıoı58

1 964- 1 965

71 1

3 1919

2 1 597

. 8

Şu rakamlara bakarak, "eyvah eski mahalle mektepleri

hortluyor, akımı artıyor, tehlike büyüyor " diye yaygara ko­ parmak lüzumsuz ve manasızdır. Hemen ilave edeyim ki, gericilik diye Türkiye' de bir tehlike yoktur ve olamaz da. . . Kur' an kursuna devam edenlerin, sair kurslara nazaran adet olarak çokluğunun sebeplerini görmek lazımdır. Bunun eko­ nomik, dini, fikri, sebepleri vardır. Bu sebepleri bilen her aklı başında vatandaş, bu miktann normal olduğunu kabul epecektir.


156

Dr. Tahsin Ünal

1. Ekonomik sebep: Halk çocu�unu artık okutmak istiyor. Okuma konusundaki hizmetler, halkın de�il yanma, yakıtıma bile götürülememiştir. Halk, çocu�unu uzaklara göndermek, orada masraflarını karşılamak, külfetlerine tahammül etmek için mali bir külfet tahmil etmeyen Kur' an kursuna gönderi­ yor. Dünyasına ait bir şey ö�renemedi, bari ahiretine ait bir şeyler öğrensin diye . . .

2. Dini sebep: Tarih boyunca dinsiz millet olmamış ve her millet dininin icaplarını yapmıştır. Türk milleti Müslümandır. Dinini, diyanetini ö�renmek, icablarını yapmak ister. Bu onun, dini, vicdanİ ve anayasa hakkıdır. Din bizim, aynı za­ manda milli temayülümüzdür. Dini ve milli temayül halkı, ço­ cuklarını Kur' an kursuna göndermeye itmektedir.

3. Fikri seb'ep: B üyük kitle "okunanlar ne dünyamıza, ne ahiretimize yarar" diyor. Onun dünyasına yarayacak okul açıldı�ı zaman bu halk, çocuğunu ortaya da gönderiyor. 1 944-

1 965 ders yıllarında ilk okuldan 45 1 .500 ö�rencinin mezun olması, aynı sene 1 5 ,577 k.ızımızın Biçki-Dikiş kursunu bitir­ mesi bunun ömeğidir. Millet, kendisine faydalı buldu�u herşeyi, bu gericilik, şu ilericilikmiş demeden, ö�renmek istiyor. Fakat biz aydınlar, millete faydalı olanlar, fayda temin edenler nedir? Bunu bil­ miyoruz. Halka sormayı da zul addediyoruz. Tabir caizse, atın önüne et, aslanın önüne ot atıyor ve yiyin diyoruz. Modanın geçmedi�i yerde moda, sanatın geçmedi�i yerde sanat, tarı­ mın işe yar�adığı yerde tanm kursları açıyoruz. Sonra da iti­ bar eden olmadı diyoruz. İhtiyaçları görüp ihtiyaca cevap ve­ recek kurslar açmalıyız.


Milli Eğitim Davamız

157

4. /çtimai sebep: Kur'an kursundan mezun olaniann hepsi köylü, fakir ve cahil çocuklan da değildir. Bunlann arasında şehirli, hali vakti yerinde ve aydın kimselerin çocuklan da vardır, ilk ve ortaokul öğrencisi olan öğrencilerin yazım, boş zamanlanın değerlendirme imkanlanndan henüz mahrum bu­ lunuyoruz. Özellikle şehirlerde birçok aileler, ilk ve ortaoku­ la devam eden çocuklannı, hem boş zamanlannı kıymetlen­ dirsinler, hem de dinine, diyanetine ait bazı şeyler öğrensinler diye Kur' an kursuna göndermektedirler. Kur' an kursunu biti­ renlerin en az 1 /3 ü bunlardandır. Bu miktar 2 1 .597'den çıka­ nlırsa, Kur'an kursundan mezun olanlann, Biçki-Dikiş kur­ sundan mezun olanlardan, aşağı düştüğü görülür. 5. Ziya Gökalp, "Eğer biz aydınlar, din meselesine el koy­ mazsak cahiller el koyar" diyor. Tamamen doğru alan bu sö­ ze biz şunu da iHive edeceğiz: Bugün dine yalnız softalar de­ ğil, bilenler, bilmeyenler, hatta bu dinle alakası olmayanlar da el koymak istemektedir. Bu itibarla Kur'an kurslann kendi haline terk etmek elbet­ te doğru olmaz. Biz kontrolsüz Kur'an kursu yaptırmak yeri­ ne, ilk, ortaokullarda, İmam-Hatib Okullannda veya halk eği­ tim merkezlerinde, Milli Eğitim Bakanlığı ile Diyanet İşleri Bakanlığının teftiş ve morakabesi altında Kur' an kursu yaptı­ rırsak, hem bir takım yersiz dedikodulardan kurtulunmuş olur, hem de işin daha ilmi ve müspet yolda yürümesi sağlanır.



MİLLİ TARİH EGİTİMİ NASIL OLMALIDIR?* Tarih öğretimi Osm. lmp.luğu devrinden beri mühim mer­ haleler kaydeder. Tarih tedrisatına evvela Ümmetçilik hilim­ ken, Tanzimat devrinden sonra modem okullarda, İslam tari­ hi ile beraber Osmanlı tarihini de okutmak suretiyle (Türk ta­ rihini tedris) görüşü yer almaya başladı. Cumhuriyet devrinde ise, bütün konulara "milli tarih dersi " görüş ve anlayışı ha­ kim oldu. Bugün de bu görüş ve anlayış dairesinde tedris ya­ pılmaktadır. Merkez-i siklet milli tarih olmak üzere, münase­ bette bulunduğumuz sair devletleri tedris etmek esası da ka­ bul edilmelidir. Tarih, milleti meydana getiren manevi bağlar arasında en önemli yeri işgal etmekte, aynı milletten olan fertleri birbiri­ ne bağlamakta, uyuşuk şuurlan, dinamik ve milli bir şuur ha­ line getirmekte ön planda geldiği malumdur.

a) Atatürk'ün direklifleri ile tarih tedrisatında şu pliln kabul edilmişti: 1 . Yetişen genç nesle herşeyden önce Türkiye' nin istikla­ line, kendi benliğine, milli gelenlerine düşman olan yabancı unsurlada mücadele etmek fikri verilmelidir. * Bu çalışma, 23 Mayıs 1964 tarihinde. Ö. Yzb. Tahsin Ünal, Ö�. Üt�m. lihami Karsh ve Ö�. Üt�m. Alaaddin Avcı tarafından bir rapor şeklinde hazırlanmıştır.


160

Dr. Tahsin Onal

2. Özellikle Asya ve Anadolu' daki Türk tarihi genç nesle iyice ögTetilmelidir. 3. Türklerin Cihan tarihinde ve dünya medeniyetindeki ye­ ri, hizmetleri değerlendirilmelidir. 4. Anadolu'nun eski kavim ve medeniyeti, ihmal edilme­ den araştınımalı ve tahsil edilmelidir.

b) Müfredat programında tarih dersinin gayesi şu şekil­ de tespit edilmiştir:

1 . Öğrencilere, şerefli bir geçmişi olan büyük bir milletin evlatları olduklarını ögTetmek, kendilerine güveni artırmak, milli ülküleri gerçekleştirecek karakterde yetiştirmek. 2. Türk büyüklerine karşı öğrencide ilgi ve hayranlık uyan­ dırmak. 3. Milletler camiası içinde Türk milletine düşen insani va­ zifeler bulunduğunu ögTetmek. 4. Tarih dersinde temel Türk tarihi olacaktır. Sair milletie­ rin tarihi Türlerle ilgili oldukça, kısaca bağlantılar kurularak anlatılacaktır. Bugün tarih tedrisatı yeni bir istikamet ve değer kazanmış bulunmaktadır. Komünist aleminin "meteryalist bir tarih gö­

rüşü " ile, Demokratik alemin "Hümanist bir tarih görüşü " ile gayelerine vasıl olmak istediklerini unutmadan, kendi mil­ rı tarihimizi ve görüşümüzü ayakta tutabilmek, milli vazifele­

cimizden birisi olsa gerektir.

c) Müfredat programında da tarih dersi "öğrenciye kısa za­ manda çok şey öğretmek daha kültürlü öğrenci yetiştirmek" gibi bir düşünce ile, milli tarih tezinden inhiraf edilmiş ve ta-


Milli Eğitim Davamız

161

rih tedrisatında Türk tarihi bahsi yandan daha çok bir nispet­

te azaltılarak, Avrupa ve Dünya tarihlerine daha çok yer ve­ rilmiştir. Şöyle ki : Lise I nci sınıftaki 2 1 4 sayfalık tarih kitabında Türk tarihi­ ne 30 sayfa aynlmıştır. Lise 2 nci sınıfta 248 sayfalık kitapta 1 30 sayfa kadar Türk tarihine yer verilmiştir. 3 ncü sınıfta ise, 300 sayfadan 1 80 sayfa Türk tarihine aynlmıştır. Bu itibarla 2 nci ve 3 ncü sınıflarda milli tarih öğretimimiz biraz daha ge­ nişletilmekle beraber tatmin edici değildir. Keza Hun lmp.lu­ ğu medeniyeti ile beraber 8 sayfa olarak okutulurken, eski yu­ nan 55, Roma 52 sayfa olarak okutulmakta, Mete' den birkaç satırla bahsedilirken Perikies' ten, lstender' den, Ambardan, Sezar' dan sayfalarca bahsedilmektedir. İki ve üçüncü sınıf ki­ taplan, birinci sınıfla kıyaslanırsa, memnuniyet verici mahi­ yettedir.

d) Tarih, umumiyede Türklerle münasebetleri olan devlet­ lerle bağlantı kuracak şekilde anlatılmalıdır. Saniyen, genç nesilleri dalından koparmak istercesine, XVI nci asırdan itiba­ ren Asya ve Doğu Avrupa Türk tarihinden hiç bahsedilme­ rnekte ve buralardaki elli milyonluk Türk'ün tarihi unutturul­ mak istenirken, XV nci asırda Astekler ve rnedeniyetleri, XIX ncu asırda III ncü Napolyon'un müsternleke siyaseti hiç de ih­ mal edilmemektedir.

e) Kitap sayfalan artınlır, az zamanda çok bilgi verrnek is­ tenirken, haftada ders saati azaltılmış, dolayısıyla ders üzerin­ de işlernek, her öğrenci ile kafi derecede meşgul olmak İnı­ kanlan zorlaştınlmıştır. Yalnız çok bahis okutmak değil, az bahis okutrnak, fakat ders üzerinde işlernek ve her öğrenci ile


Dr. Tahsin Ünal

162

kafi derecede meşgul olmakla da öğrencide milli şuur uyandı­ nlabilir ve tarih kültürü verilebilir. Bu yönden tarih dersinin haftada üç saate çıkanlması da temenni edilebilir.

fJ

Biz Amerika, Fransa, İngiltere, Almanya, hatta Hint ve

Çin tarihlerine yer verir, çocuklanmıza öğretmeye çalışırken, onlar bizim tarihimizi hiç okutmamakta veya bir sahile ile özetlemektedirler. Avrupa milletlerinin tarih kitaplarında, de­ ğil Türk tarihi, Türk adı bile Haçlı seferlerinde, İstanbul ' un fethinde, Çanakkale savaşlarında geçmektedir. Bu hal, her milletin önce kendi tarihini, sonra-münasebeti varsa-münase­ bette bulunduğu milletin tarihini okutmakta olduğunu bariz delilidir.

h) Biz İlkokullarda çocuklanmıza hikayeler, çiçekler, ka­ nncalar, okuturken, Yunanlılar çocuklarına vatanperverlik, kahramanlık hikayeleri okutuyorlar. Orta ve lise tarihlerinde ise, Türk tarihi okutmamaktalar. Üçyüz yetmiş senelik Türk idaresinden

• '

'Karanlık cfev/r" diye bahsetmektedirier.

Yukarıda kısaca zikredilen sebeplerden dolayı tarih desi­ nin revizdona tabi tutulmasına, dolayısıyla tarih ders kitapla­ nnın hiç değilse

"milli tarih anlayışımıza " ve tarih müfredat

programianna uygun olarak yeniden yazılmasına taraftarız. Bunun için tarih ders kitaplarının yazılış şeklini, kitabı ya­ zacak olanın ehliyet ve kabiliyetine bırakınakla beraber biz Atatürk' ün ve tarih müfredat programının nokta-i nazarına da sadık kalarak ders kitaplarının aşağıdaki misallerde olduğu gi­ bi yazılmasına taraftanz.


Milli Eğitim Davamız

163

A) LISE I. SINIF TARIHI 1. Asya Tarihi: En eski devirlerden, Anav medeniyelinden

başlayarak Hunlar, Oğuzlar, Göktürkler, Uygurlar v.s. (M. Ö. 4000

-

M.S. 750 arası),

2. Anadolu Tarihi: Protohititler, Hititler, Frigler, Lidler,

Anadolu'yu ellerine geçirmiş olan İran, Yunan, Roma ve Bi­ zanst'tan kısaca bahsetmek suretiyle 1 97 1 'e kadar Anadolu tarihi (M.Ö. 4000 - M.S . 1 07 1 )

B) LISE II. SINIF TARiHI 1. lslôm Tarihi: Halen kitapta Hıristiyanlığa verilen yer­

den daha fazla yer vererek İslfuniyetin yayılışı, esaslan, kül­ tür ve medeniyeti anlatılmalıdır. (Hz. Muhammed' den 1 0 1 7 ' e kadar). 2. Türk Tarihi:

a) Asya 'da Türk Devletleri: Oğuzlar, Oğuzlann İslamiyet · ile temaslan, ilk Müslüman Türk devletleri. Büyük Selçuklu­ lar, Selçuklulardan sonra Asya'nın siyasi manzarası, Timur ve Moğol lmparatorluklan. (Bu konutann kültür ve medeniyetle­ rine de geniş yer verilmesi lazımdır. 920-1 453). b) Anadolu Türk Devletleri: Malazgirt meydan muharebe­ si, Anadolu' nun fethi, lik Türk Beylikleri, Anadolu Selçuklu devleti, Anadolu TÜrk Beylikleri, Osmanhlann kuruluş devri (Kültür ve medeniyetleri ile beraber) 1 071 - 1 453 c) Gerek Asya' da ve gerekse Anadolu'daki Türk devletle­ rinin münasebette bulunduklan devletlerden hadiseler esna­ sında kısaca bahsedilmesi uygundur.


Dr. Tahsin Ünal

164

C) LISE lll. SINIF TARIHI 1. XV nci asır kitapta olduAu gibi 2. XVVL asır Osmanlı tarihi anlatılırken, kısaca keşifler� den, Rönesans ve Reformlardan bahsedildikten sonra yine Osmanlı tarihine dönülmelidir.

3. XVII. asırda mezhep, veraset harpleri çıkarılmalı, kıs� son İngiltere' den bahsedip Osmanlı tarihine dönülmelidir.

4- XVIII. asırda kısaca Amerika' dan, Fransız ihtiHilinden bahsedip yukarıdaki esaslara uydurulmalıdır.

S- XIX. asır: Kısaca Avrupa'nın siyasi tablosundan, Al­ man ve İtalya birliğinden bahsedip Osmanlı tarihine geçilme­ lidir.

6- XX. asır: Üçlü ittifak ve üçlü İtilaftan bahsederek Os­ manlı tarihi kültür ve medeniyeti ile anlatılmalıdır.

D) INKJLAP TARIHI a) 1 5 günde bir tedris edilen Türkiye Cumhuriyeti Tarihi, her sınıftan ders yılı sonuna alınmalı. Ve yahut,

b) Türkiye Cumhuriyeti tarihi kitabı önce ikiye bölünerek, yarısını birinci sınıfta diAer yansı da ikinci sınıfta okutulma­ lı. Üçüncü sınıfta ise, Tarih dersi üç saate çıkanlarak Türkiye Cumhuriyeti Tarihi tekrar ve tamamen okutulmalıdır. Esbabına tevassül edilmek üzere tarih dersine ait kısa re­ vizyon raporumuzu saygılanmızla

arz ederiz.


OKUL ve AYDlN İNSAN Bir toplum içinde münevver (aydın) insanı, bir sosyal dili­

mi veya mütehassız ve uzmanlar zümresini yetiştiren, o top­ lumun kurduğu okullardır. Bu okullarda okunan ders konula­ n ve ders programlarıdır. Ders konulan ve programları deyip geçmemek lazımdır. Ders konulan ve ders programları ile ye­ tiştirilmesi arzu edilen münevver insanın bilgi, kültür ve özel­ likle zihiyeti doğru orantılıdır. Bir toplumun okullannda okunan ders konulan ile ders programlannın içinden edebiyat, tarih ve sosyal dersleri çıka­ np fizik ve matematik, okutursanız yirmi sene sonra kültürel konulardan habersiz fizik ve matematikçi bir nesil yetiştinniş olursunuz. Diğer bir ifade ile yarım aydınlar yetiştirmiş olur­ sunuz. Okullardaki ders konulan içinden fizik, kimya ve ma­ tematik konuların çıkarıp sadece Edebiyat, Tarih ve Sosyolo-:­ ji derslerini okutursanız, yirmi sene sonra tekniğe, makineye düşman bir aydın zümre yetiştirmiş olursunuz. Aynı şekilde bir konu ve ders programından dini ve mane­ vi dersleri çıkarıp fizik, matematik ve atom konuların okutur­ sanız, yirmi sene içinde mataryalist bir nesil yetiştirmiş olur­ sunuz. Yalnız dini ve manevi konulan okutur, müspet ilimle-


166

Dr. Tahsin Ünal

ri okutmazsanız, yirmi sene sonra müspet ilimlerden habersiz, yan cahil nesiller yetiştirmiş olursunuz. İnsan için en önemli olan eğitim ve öğretim şekli, manevi ve müspet ilimleri dengeli olarak, birini diğerine tercih etme­ den okutmak ve öğretmek şeklidir. Hiç de Önemli değil . gibi görünen bu öğretim şekli ve metodu için, Osmanlı İmparator­ luğu'nun son 200-250 senelik maarif (eğitim ve öğretim) sis­ temi, fıkrimizin misalidir. Okul ve münevver (aydın) yetiştirmek için ilim adamlan­ nın, başlıca iki türlü fikri vardır. Bir kısmı, önce üniversiteler açılmalıdır. B urada çeşitli kademelerle vazife alacak uzman kadrolar yetiştirmelidir, demektedirler. Toplumu yetiştirme­ den, yetişmiş olan uzman kadrolar kime, neyi, nasıl anlatacak­ tır diye, buna itiraz eden bir kısım ilim adamlan da, hayır ön­ ce işe ilkokullan açınakla başlamalıdır. Yukandan aşağıya de­ ğil, aşağıdan yukanya doğru gidilmelidir. Toplumu kalkındıra­ rak, medeniyetle, iliınle ve kültürle birlikte, alt basamaklardan üst basamaklara, tabandan, tavana doğru yükselmeli ve kalkın­ malıdır, diyorlar. Atatürk de "bir millet içinde bulunan (fakir

ve cahil büyük kitleyi) kalkındırmadan, orada kalkınmadan bahsedilebilir, fakat kalkınma olmaz. Belki belli bir sosyal di­ lim kalkınmış olur" diyerek bu ikinci sistemi teyit ediyor. Tanzimat döneminde, bu sistem ve metotlann ilmi bir araş� tırması yapılmadan (bunu araştıracak bir münevver de olmadı­ ğından), batılılaşmak uğruna, batıdan alınan metot ve sistem­ lerle önce, ilk, orta ve lise okullannın ismi ve metodu da (de­ ğeri de) bilinmediğinden, üniversite seviyesinde okullar açıl­ mıştır. Tıbbiye, Kara Harp Okulu bunlann başında gelmekte


Milli Eğitim Davamız

167

idi. Fakat bu üniversite açılıp, üniversite e�itimini takip ede­ cek, bilgi ve kültürel seviyede Öğrenci bulunamayınca, her üniversite talebesini kendisi yetiştirmek zorunda kalmıştır. Böylece üniversite (Dar-ül-funun) 5 sene ilk 3 orta ve 3 lise, 4 senede Dar-ül-fünundan birÖğrenci yetiştirip mezun eelineeye kadar, 1 5 sene beklemek zorunda kalmıştır. Sonra bu metot ve sistemin mahzurları anlaşılınca 1 909'da ilk, orta ve liseden sonra Dar-ül-fünun (üniversite) sistemine dönülmüştür. Bu sistemle nesiller yetiştirmek içinde bir 15 sene daha beklenil­ miştir. Böylece okul sisteminin metot ve sisteminin rayına oturması için 40-50

qo sene) beklenilmiş ve zaman kaybedil­

miştir. Hala da okullarımızı, muasır ve modem seviyesine çı­ karamadı�ımız, mazisi ve hali ile, tarihi ve sosyolojik ve de il­ mi ve kültürel bir realitedir. Kısa bir zaman evvel, N . .Berkes, 'lkiyüz Yıl Niçin Geri Kaldık?" ve merhum Mümtaz Turhan, "Garblılaşmanın Neresindeyiz?" diye soruyorlardı. Evet, Tanzimat, I. Meşrutiyet, II. Meşrutiyet ve Cumhuri­ yet dönemlerinde yapılan, bütün iyi niyetli çalışmalara ra�­ men, şöyle bir hesapla 140- 1 50 seneden beri ekonomik, sos­ yal, medeniyet, teknik ve kültürel bakımlardan kalkınamadık Cehlimizden, . aydın kafalı insan yetiştiremedik. Her sahada ve her . konuda kalkınmanın motorist gücü insandır. llimle, kültürle kafasını nurlandırmış insandır. İşte 1 50 seneden beri bu tip insanı yetiştiremedik. Tanzimat döneminde, batıdan, aldığımız örnekler gibi Al­ manya' da 1 622' de Rostak. şehrinde J. Jüngius tarafından ma­ tematik ve tabii ilimler akademisi (yani üniversitesi) açıldı. Bu çekirdek gelişti. 1 672'de Laibniz tarafından geliştirildi. 1700' de Beriinde Academiedes Cienees (yani üniversitesi)


168

Dr. Tahsin Ünal

gib� önemli bir mahsul verdi ve Almanya'yı, Almanya yapan, Alman ilim, teknik ve kültürel metotlannı kurdu. Fransa De­ cartes Ve .Papaz Mercenne izinden yürüyerek IV. Lui zama­ nında, Academie des Ciencesi (üniversitesi) kurdu. İngilte­ re'de üniversite (Academie)sini 1 645 ' de kurdu. Yukandan aşa�ıya, tavandan tabana doğru indiler. Uzman I.Gıdrolannı yetiştirdik sonra XX ncu asnn ortasından sonra ilk, orta ve li­ selerini açtılar. Bizden sonra açılan bu okullarla bizden Önce

% 85-95 oralar okuma yazma davalann bitirdiler, kalkındılar. Tabanda bulunan toplum aydın olunca, tavandaki ilim adamı yazdıkça, konuştukça, yazılanru okuyan, konuşolanı anlayan taban, daha hızla, daha sür' atle anladı ve sür' atle kalkındılar. XVIII. Asırda yaşayan meşhur İngiliz fılozofu, Davit Hume hakimlerden, adaletten bahsediyor ve "Allah 'tan başka kim­ seden korkmayınız vicdan ve iz ' anınız ile konuşarak hakiıyı haksızdan ve zdlimi mazlumdan ayırarak karar veriniz. Çün­ kü kraliyet donanması, Ingiltere kudret ve kuvveti ve Ingilte­ re 'deki Avam ve Lortlar karnarası sizlerin hürriyet ve istikla­ linizi korumak için vardır" diyordu. Bunu ö�renen toplum hakkından emin, adalet da�ıtan hakim, istikbalinden emin ol­ maz mı? Göte, o büyük ilim adamı, bıkınız, "Ben neyim ki, rie yap­

tım ki. . . işittiklerimi, dikkatle baktıklarımı ve okuduklarımı top/adım. Onlardan faydalandım. Eserierirnde hakimin, dok­ torun, akıl/ının, delinin hissesi ve emeti var. Çocuklar ve ih­ tiyarlar düşüncelerini, hususiyellerin getirip benim önüme serdiler. Ben yalnız ruhumu ve düşüncelerimi kattım. Eserle­ rim, Göte adlı kollektif bir vücudun parçalarıdır. Başkaları ekti, ben biçtim " diyor. Okumaktan, ibadet ve taattan, hayır


169

Milli Eğitim Davamız

hasenattan maksat, ruh ve fikir olgunluğu değil midir? İşte Göte bu ruh ve fikir olgunluğuna ermiş bir ilim adamıdır. Bu­ radaki ilmin yüceliğini gören, Alimin tevazünü anlayan top­ lum, büyük, gurur ve kibir hastalığa tutulup öğünebilir ve gu­ rurlanabilir mi? Öğünmek ve gururlanmak, cehlin ekşi mey­ velerindendir. Kısaca bahsettiğimiz, hiç bahsedemediğimiz ilim adamla­ n elbetteki kendi milletlerinin okullannda yetişmişlerdir. Ay­ nı metotlar, aynı okullar, aynı çevre bizde de olsa, aynı sevi­ yede ilim adamlan bizde de yetişecekti. Koca çınariann tohu­ mu, nasıl küçük bir nesne ise, küçük bir özden ibaretse, top­ lurolann gelişmesini hazırlayan fikirler de başlangiçta bazen tek bir kelime veya bir cümledir. Bir mısra, ihtiHiller yaratır. Gelişmiş toplumlar, üstün ve büyük adamlar yetiştirir. Yetiş­ miş ; büyük ilim adamlan yalnız mensup olduklan kendi mil­ letleri değil, düşünen sair toplumlan da aydınlatan kutup yıl­ dızına benzerler. Büyük adamlar, kendi milletlerinin mazide ve haldeki kültür miraslannın varisieridir ve tarihin kültür bi­ rikimlerin şahıslannda toplamış kimselerdir. Ah işte biz, top­ lum olarak mazimizde mevcut olan kültür birikimlerimizi, kendimize milli kültür yapamadık. Çeşmelerimizi bu kültür ·

denizine bağlayarak değil, başka milletierin kültürlerine daya­ yarak kalkınmak hatasına düştük. Kendimizde yoktur. Ne var­ sa batıda vardır sandık. Her şeyi hazır olarak batıdan aldık. B u da bizi batırdı.



Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.