Uğur Tekin - Ecevit'in Günah Galerisi

Page 1

ECEVITin


£P • ^

C ^

7V? A /

ORKUN YAYINEVİ Cemberlitaş,

Peyhane

Cad.

Birol İş Hanı 8/1 —

103 İSTANBUL Telefon 22 44 68 Havale ve Yazışma Adresi: ORKUN YAYINLARI P.K. 1098 SİRKECİ — İSTANBUL


ECEVİTIN GALERİSİ Yaaan: UĞUR TEKİN

1П С І Cilt 5nci Baskı


Yayın Nu:6 Mayıs

1977 ------

ф

Film:

AS Reprodüksiyon

ф

Kapak:

Kapak Baskısı: MERVE MATBAASI

Dizgi — Baskı: TOMER MATBAASI

ф

Cilt:

Gürbüz AZAK

Numune Mücellithanesi


ÖNSÖZ Bülent Ecevit, 1974’lere kadar belki pek iyi ta­ nınmayan bir politikacıydı. Yani, millete daima bü­ yük ümitler vaad eden ve kendisine inanılması ge­ reken mükemmel bir insan diye takdîm edilmişti. Bu takdîmjşekli .elbette basını tekellerinde bulunduran solcu kapitalistlerin eliyle yapıldı. Ne var ki, 1974 sonarındaki Ecevit imajıyla on­ dan önceki Ecevit ütopyasının taban tabana zıt şeyler olduğu hemen anlaşıldı. Artık, CHP Genel Başkanlığına nasıl oturduğu herkesçe bilinen Ece­ vit, «meçhûblükten çıkmış «mâlûm» olmuştu. Başka bir ifadeyle ,buna şöyle de diyebiliriz. Bülent Ecevit .muhalefette iken şairlik «heve­ s in in dürtüklemeleriyle bir takım hayâleri sioganlaştırıp kalabalık kitlelerin gözünde büyürken; ikti­ dara getirilen «karaoğlan», realitelerin hayâl yerine geçmemesi yüzünden küçülüp gitmiştir. İşte, «Ecevit'in Günah Galerisi — .1» böyle bir ortamda, yani O’nun meçhul» olduğu, tabiî bizce «mâlûm» olduğu bir devrede kaleme alınmıştır. Aradan dört yıl geçmiştir. Türkiye’de değişen öyle şeyler vardır ki; Ecevit’in «çelişkilerinden şaş­ kına dönen millet, reyini O’na vermek hatasını bir daha işlemeyecek şuura ermiştir. Esasen, böyle bir idrâk, O’na inanan yüzde otuzyedilik «azınlık» için


mukadderdi. Ne çare Ki, kalabalıklar hayâllerle, ütopyalarla oynanıyordu. 1973 Genel Seçimlerinin ya­ pıldığı vasat buydu. Siz bu kitaba «Ecevit’in Ecevit'i Anlatması»da diyebilirsiniz. Ama bize; hiç olmazsa aynı kitabın bundan önceki Önsözünü tekar yazmalıydınız diye­ mezsiniz. Ecevit, Necmettin Erbakan'ın partisiyle yaptığı ve ancak yedibuçuk ay yürütebildiği sonra da kaçarsasma uzaklaştığı iktidarıyla; bilâhare yürüttüğü muhalefetle kendisini millete çok iyi tanıtmıştır. Bu­ na rağmen, hâlâ daha «şâir heveslisi» kimselerin devlet adamlığına aday olmasını normal karşılayan­ lara borcumuzu ödemek arzusuyla, kitabı yeniden hizmete sunuyoruz.

ORKUN YAYINEVİ


il. Bölüm

^Muhalefetteki ECEYİT



(«Tek güvencimiz gençliktir, Cum­ huriyet gençliğe emanettir» gibi yargılar ciddî bir anlam taşımazlar. Bu gibi yar­ gılar —olsa olsa— gençleri coşturmak, onlan okşamak amacını güden söz fan. tazîleridir) (I).

1973 Türkiye'sinde, inkâr edilemez ki; bir {Ecevit realitesi) mevcuddur. Şöyle veya böyle. Yarım asır­ lık mâziye sâhib bir İnönü’yü tasfiye ederek, mem­ leketimizin en eski partilerinden CHP’yi; Atatürk'ün İnönü'nün partisi olmaktan, (Ecevit’in CHP’si) du­ rumuna getiren bugünkü CHP Genel Başkanı Bay Ecevit, beğenilse de beğenilmese de kaskatı bir gerçek olarak meydandadır. Bu gerçeği görmezliğe gelerek, Bay Ecevit’in gö­ rüşlerine ve icraatlarına, sadece muhalefetde bulun­ mak veyahut da fazla ehemmiyet vermlemek, umur­ samamak, hakikî Türk münevver kadrosunun düşme­ mesi gereken bir hatadır. Yarının Türkiyesi’ne hizmet etmiş olmak; gele­ cek nesillere bazı ağır faturalar bırakmansak, mü­ nevverler kadrosunun başta gelen vazifesidir. Yukarıda sözünü ettiğimiz hataya düşülecek o~ lursa, bazılarına göre, yarının Türkiyesi’nde, belki İs­ li)

(Gençlik İçin Strateji), Sayfa s7, Ali Faik CİHAN. 9


met İnönü'den сок daha fazla bir (Eoevit efsânesi) var olacaktır. Halbuki, 14 Ekim 1973’leri tâkibeden günlere ka­ dar bilinen taraflariyle. Bay Ecevit'in bir efsâne mi, yoksa bir balonmu olduğu gözler önündedir. Ve eğer balon ise, balonu şişiren havanın ev­ sâfı da, pompanın mahiyeti de gücü de meydandadır. Biz bu kitapda, Ecevit'in şahsı hakkında, hiç bir zaman tek taraflı ve peşin hükümler vermeyerek, hük­ mü, okuyucunun kendisine bıraktık. Tarafsızlık bizim hareket noktamız oldu. Bunun için de kanaatlerimizi serdederken, yalnız­ ca Bay Ecevit'in kendi beyânlarını esas aldık. Hissi hükümleri ve indî düşünceleri kendimize bırakmak, başlıca şiârımız oldu . «...hiç bir devrimci hükümet, ilk adım olarak bir Toprak Reformu uygu­ lamadığı takdirde kendisine devrimci adım veremez.! — Che Guevara —

Bize göre. Bay Ecevit, 14 Ekim seçimlerinde es­ kisine nazaran belirli bir başarı sağlamışdır. Bu ne­ ticeyi herkesin iyi değerlendirmesi gerekiyor. Tür­ kiye'deki bazı aydınlara göre; Bu değerlendirmeyi en doğru şekliyle yaparak, 14 Ekim! seçimlerinde Bay Ecevit'in elde ettiği mu­ vaffakiyetin yükünü omuzlaması yerinde olacakdır. Ancak bu sâyededir ki. Bay Ecevit'in ne olduğu ve ne olmadığı, Millet'in gözleri önüne serilebilsin! TEfsâne olacaksa, tam olmalı. Yok eğer Bay Ecevit,

no


bir balon ise ve yarın - öbürgün sönüp gidecekse, bu da biran evvel görülmeli, gösterilmelidir. Gene bazılarına göre; Bay Ecevit’in kişiliği, kendi partisi dışında ve memleketin yaygın kesiminde kuşkuyla karşılanmak­ tadır. Buna mukabil, şu görüş sahihleri de vardır: Memleketimizin bugün içinde bulunduğu şartlar, son derece güç ve vatandaşın yükü de tamamen ağırdır. Hâl böyleyken, (Yeni CHP) liderinin (yeni kad­ rosuyla) iktidar olmasını bir (fayda) şeklinde müta­ lâa etmek, birçok kimse nezdinde belki yadırganacakdır. Fakat, Bay Ecevit'e bu fırsat bugün verilmez­ se, yarının (Efsâne adamı) da kendiliğinden zihinler­ de yer edecekdir. Muhalefetdeki Ecevitle, iktidarda­ ki Ecevit arasındaki faklar, başarılar ve başarısızlık­ lar, vakit geçirmeksizin ortaya dökülmelidir. Ki, mu­ halefet yapmanın kolaylığı yanında, iktidar olmanın zorluğunu bizzat Bay Ecevit de öğrenmek imkânını bulabilsin. Gerçi biz, ekseriyetin Heri sürdüğü; (memleketin bugünkü durumunda, kısa süreli bile olsa bir Ecevit İktidanna tahammül yoktur. Ecevit iktidarı, Türkiye’­ y e tâmiri güç zararlar verecelkdir) görüşünü hürmet­ le karşılıyoruz. Hattâ, 1973'lerde (iğreti olarak) dahi iktidar koltuğuna oturacak bir CHP'nin, daha başka zararlar vereceği tez'ine de bir şey söylemiyoruz. Bunların hepsi, hem olabilir, hem olampz. Amma, bizim asıl kıymet verdiğimiz şey, Türki­ ye'nin problemlerini uzun vâdede ve en sağlam şe­ kilde hâlietn>ek fikridir. Bunu kabul edince, kısa vâdeli icraatların mahzurlarına katlanmak mecburiyeti hâsıl olmjaktadır.

11


Sözünü ettiğimiz kısa vâdede, neler olabilid? Acaba, olması mumtemel şeyler, Türk Milleti ta­ rafından en az zararla atlatılabilir mi? Veya, Milleti­ miz, bunları göğüsleyebilir mi? «Binlerce senelik Türk Milleti’nin bünyesi, hâlâ daha öylesine sağlamdır ki; Bay Ecevifm bir müd­ det için denenmesinden doğacak zararları da rahat­ lıkla atlatabilir» diyenler çoktur. Bazı aydınlar, Bay Ecevit'in, (İktidar yükümlülü­ ğü altında dayanıklı ve başarılı bir idare süreci sağlayamıyacağı) kanaatinden hareketle, (kolayca çökecekdir) demektedirler... Meselâ; (O'na, ilk ihanet, kucaklayarak kurtarmaya çalış­ tığı Marxist militanlardan gelecekdir. Ama, hiç değil­ se Ecevit’in bu ihanete karşı reaksiyonlarının görül­ mesi ve Türk Ulusu'na gösterilmesi, sayısız siyasal faydalar sağlayacaktır) (1). Yeni CHP'ye, yani Bay Ecevit’in CHP’sine Mark­ sist militanların ne dereceye kadar sızdığı ve bunla­ rın kimlerden ibâret bulunduğu, çok geniş ve başlıbaşına ayrı bir mevzûdur. Fakat, Türk basınında zamlan zaman yer alan yazılardan görüyoruz ki, (YeniCHP) içinde, 12 Mart öncesinin anarşist militanları vardır. Hattâ hattâ 14 Ekim seçimleriyle, bunlardan bazısı parlamentoya bile girmişdir. Son zamanda, Sayın Cumhurbaşkanımız, bilindi­ ği bigi hükümetin kurulmasiyle ilgili olarak siyasî par­ tilere bir haftalık bir mlühlet tanımışdı ve partiler de (1)

12

M. Emin AYTEKİN, Devir Dergisi - S a y ı: 59


kendi bünyelerinde yapılan toplantılardan sonra gö­ rüşlerini sıraladılar, açıkladılar. İşte, 12 Aralık 1973 günü yapılan CHP Ortak Grup toplantısında! (Yeni CHP)'nin yeni milletvekille­ rinden birisi, Cumhurbaşkanımız Sayın Fahri Korutürk'e karşı şu ifâdeleri kullanıyordu: (Sayın Cumhurbaşkanı, daha önce konuşulanla­ rın tekrarını yapmaktadır. AP'nin ve siermaye çevre­ lerinin daha önce söylediklerini tekrar etmektedir) (1). Aynı CHP milletvekili: (Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk’ün kanunlardan aldığı yetkiyi aştığını, baskı unsuru olarak ortaya çık­ tığını) da aynı rahatlıkla söyliyebiliyordu.

(Bu devrikn haksızlıkları, adaletsiz­ likleri kökünden söküp atmayı amaç edinmiştir.) — Fidel Castro —

14 Ekim seçimlerinin ortaya attığı şartlar muvâcehesinde, merhleket dertlerine derman olacak bir Hükûmet'in kurulması için ve bilhassa demokrasiden, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’ndan kıl kadar bile ayrılmaksızın yeni kabinenin teşkili mevzûunda en fazla gayret gösteren kimse, inkâr edilemez ki. Sa­ yın Cumhurbaşkanımızdır. Aralık ayı içnde yaptıkları ilk radyo - televizyon konuşmalarında, bu m|es’eleye ne derece ehemmiyet ■Ш GÜNAYDIN Gazetesi -13 Aralık 1973.

13


verdiklerini ve Türkiye'nin geleceği hakkında hangi düşünceleri beslediklerini de veciz bir ifâdeyle belir­ ten Sayın Fahri Korutûrk. ülkemizdeki müesses nizâ­ mın en büyük koruyucusu olduklannı da halkımızın akl-ı selimine havale eylediler. Öyle ki. yediden yetmişe bütün milletimiz tara­ fından, çok daha büyük bir sevinç... çok daha deği­ şik bir hürmetle karşılandılar. Türk Milleti Sayın Cumhurbaşkanımızla iftihar ettiğini, çeşitli yollarla beyândan geri durrtfadı. Fokat, (Yeni CHP) kadrosu, Türk Milleti'nin ka­ hir ekseriyeti gibi düşünmediğini, işte yukarıdaki şe­ kilde açıklamışdı. (Yetkilerini sadece Türkiye Cumhu­ riyeti Anayasasından aldığını) ısrarla belirten Sayın Fahri Korutûrk, CHP Ortak Grup toplantısında, aca­ ba neden böyle karşılanmışdı? Ve bunu getiren CHP" Milletvekili kimdi? Elimizde, bir kitap var... Önce, bu kitapdaki şu satırları, birlikte okuyalım: (...O n yıldır bu olaylar içinde yürüdüm. Bütün olayları yaşadım. Fakülte işgalinden toprak işgaline kadar olaylara katıldığım oldu. Motolof kökteydi ve sopalı pek çok çatışmanın içinde bulundum. Kısaca bütün bu olaylarla büyüdüm ve gelişdim)' (1). On senelik anarşi vasatında .fakülte işgalinden toprak işgaline kadar, bir çok hâdisede bizzat bu-(1)

14

12 Mart’a Nasıl Gelindi, Süleyman GENÇ, Sayfa :3.


lunduğunu ve onlara iştirak ettiğini, motolof kokteyli ve sopalarla pek çok çatışmaya girdiğini beyân eden şahıs, Yeni CHP’nin, 14 Ekim seçimlerinden İzmir lis­ tesinden Meclis'e soktuğu, üleyman Genç’den başkası değildir. Sözünü ettiğimiz kitab da, gene Süleyman Genç tarafından kaleme alınmlış olan, (12 M arta Nasıl Ge­ lindi?) isimli kitaptır. Ve işte, 12 Aralık'daki CHP Ortak Grup toplantı­ sında, Sayın Cumhurbaşkanımız hakkında ağır bir dil kullanarak, (Sayın Korutürk’ün kanunlardan aldığı

yetkiyi aştığını, baskı unsuru olarak ortaya çıktığını) söyleyen şahıs da ,gene (anarşik olaylara katıldığı­ nı) kendi ağzıyla anlatan CHP Milletvekili Süleyman Genç’in ta kendisidir. Buraya kadar ,Bay Ecevit'in partisinde mevcuâ olduğu sık sık ileri sürülen (grup) dan sadece bir tanesini misâl verdik ve CHP’nin iktidara gelmesi hâ­ linde «şunlar, şunlar yapılacakdır» diyenlerin hak­ sız sayılamıyacaklarını ifadeye çalıştık. Burada, aklımıza şöyle bir sual geliyor: — Acaba, Cumhuriyet Halk Partisi, 12 M art’ı tâkîb eden günlerde mi SOL'a kaymışdır? Bu par­ tiye sızmlglar, yalnızca yakın bir târihde mi tahak­ kuk etmişdir? Bunun, hiç mi mâzisi yoktur? Acaba. Marksist militanların varlığı, hangi seviyede, hangî güçtedir? Bunu tâyin ve tesbît edebilmek için, biraz daha gerilere gitmek gerekiyor. ★ ★ * Bilindiği gibi, Komünist taktiklerinden başlıcasr siyasî partilere, derneklere ve Devlet’in kilit nok­ talarına sızmaktır.

15


Demokrasinin mer'iyetde olduğu ülkelerde kormünizm, parti taassubuna sahib olan eski partileri 6le geçirmleye ehemmiyet verir. Dünyanın her yerinde olduğu gibi, Türkiye'de de :bu taktik, CHP'ye uygulanmıştır. Ve ilk ciddî deneme «de 1945 senesinde yapılmıştır. 1948 yılımda, devrim Dahiliye Vekili Şükrü Sökmensüer, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde, Türki­ ye'deki Moskova ajanlarına gönderilen tâlimatı şöy­ le açıklamışdi: (CHP'ye sızınız! CHP'yi elde ediniz. Bu partiye hâkim olmadıkça, başarı kazanamazsınız) (1).

Fakat, bu deneme muvacehesinde bazı komünist ve sosyalistler, CHP’ye sızmışlarsa da, muvaffak olamamıışlardı. Ya'ni, partinin idaresini ele geçirememişlerdi. Bundan sonra, 1961'de (Yön Hareketi) ve daha sonra da (Ortanın Solu) gibi sloganları görüyoruz. Bu gerçek, ilk def'a CHP’de başlayan ve adına (Sekizler) denilen İç Mücadeleyle ortaya çıkmışdır. 1967 Nisam’nda (Sekizlerin) İzmir'i ziyareti ve Eşrefpaşa Evlendirme Salonu'nda yapılan bir toplantıda, bu mes'ele özetle şu şekilde ifâdıe ediyordu: (Türkiye, hür ve sosyalist blokların emniyet ku­ şağı üzerinde önemli bir coğrafyaya sahibdir. Hür .blok, Türkiye’nin, yanından ayrılmamasını ister. Sos­ yalist blok ve onun lideri durumunda olan Moskova ise, Türkiye’yi kendisi gibi düşünsün ister. Bir mille­ tin, bir başka millet tarafından zaptı, üç yolla olur. (1)

16

Kâzım ALÖÇ, (İfşâ Ediyorum) Yeni Gazete.


Harple, ekonomi ile ve ideolojik istilâ ile! Bugün sos­ yalist blok, bu son yolu seçmiştir .Kalkınmaya susa­ mış dertli Türk Milleti’nin kafasının içini zapederek, onu kendisi gibi düşündürerek, Türkiye ancak sos­ yalist düzenle kalkınabilir inancını yaratarak istilâ et­ mek yoluna girmiştir. Tercih ise TİP ve CHP’dir. Bu yol, en emıîn yoldur. Bu yolun adı; İdeolojik istilâdır. Türkiye’de bu maksadla Moskova’nın bir çeşit sola açılma buldozeri TİP olmuştur. Fakat TİP ile CHP arasında «Tavşana kaç, tazıya tut» taktiği uygulan­ mıştır. Tavşan TİP, taz<ı da CHP yapılmak istenmek­ tedir. Bu maksatla, (Ortanın Solu) oltası ile CHP’ne çengel atılabilmiştir. Bu yolla Türkiye’de sosyalizmin gerçekleştirilmesi istenilmektedir. Solcular memleketde sınıflar yaratmak ve sonra da bunları birbirine düşman etmek gayreti içerisindedirler) (1.). (Sekizlerdin hareketini müteakip, Milliyet Gazelasi'nde Metin TOKER’in (Komünist kriptoların CHP’­ ne sızdıklarına dair) müteaddit... Ecvet GÜRESİN’in do Cumhuriyet Gazetesi'nde aynı şekilde makaleleri ııeşrolunmuşdur.

Nihayet, parti dışı bazı komünistlerin, Marksist vo Leninistier’in hergün artan bir tempoyla Cumhu­ riyet Halk Partisi’ne hâkim olduğu gerçeği, bu parti­ nin kurucusu Atatürk’ün yakın arkadaşı ve 34 sene Genel Başkanlık... 12 sene Cumhurbaşkanlığı yap­ mış olan İsmet İnönü tarafından, 20 Ağustos 1973 günü Türk basınına açıklamıştır) (2). ( 1) SABAH Gazetesi, 6 Ekim 1973. (2) 21 Ağustos 1973 tarihli Türk basını.

F :2

17


(Sayın Ecevit'de demokrasi istemek­ tedir. Onun isteğii felsefesine göre daha tutarlı bir işlemdir. Solu tahdit edilme­ miş bir orta partinin kurucu liderini bertaraf edip CHP’nin başına geçmiştir. Sağın hattâ ortanın düşmanıdır. Solun her derecesine sevgisi vardır...) — Dündar TAŞER —

Komünistlerin 1945’de başlattıkları CHP’ye sız­ ma hareketinin, nihayet 1973 yılında enüst seviyeye çıktığı, CHP’nin tamamen denecek kadar Marksistler'in idâresine geçmiş olduğu, İsmet İnönü'nün be­ yanatından da açıkça anlaşılmaktaydı: (CHP’li seçmenler, Marxistler’in kullanmaya el­ verişli gördükleri bir partinin, ne kadar kendi görüş­ lerini temsil ettiğini düşünmelidirler) (1).

Ekim ayı'mn ilk haftasında İsmet İnönü tarafın­ dan yapılan bu konuşma, Türk basım kanaliyle bil­ hassa CHP’li seçmenlere duyurulmuşdu ve İsmet İnönü’nün, CHP’den bu sebepler yüzünden ayrılmaya mecbur kaldığı anlaşılıyordu. İnönü’nün, bunları söy­ leyerek, bilhassa CHP’li vatandaşları uyarmasınr alelâde bir hâdise şeklinde tefsir etmeye de imkân yoktur. Ve bu sözlerin geçerliliği, sadece 14 Ekim seçim­ leri öncesine ait olamaz. Bugün bile, hattâ bugünden sonra dahi, memleketini ve milletini seven her va­ tandaş, CHP’ye, İsmet Paşa'nın baktığı zâviyeden bakmalıdır. Zira, CHP'yi en iyi, en doğru şekilde bi­ len belki de tek şahıs İnönü'nün kendisi olabilir. (1)

18

DÜN Dergisi, 8.10.197$.


CHP’ye Marksist ve Leninistler’in sızdığını, 12 Mart sonrasında kurulan Sıkıyönetim Mahkemelerim­ de Türklüğünü dahi inkâr eden Marksist ve Leninist ihtilâlcilerin ifadelerine dayanan Sıkıyönetim Savoıiarı'nın iddianâmelerinde de görmekteyiz. İşte, bun­ lardan bir tanesi : (Sol'un, legal bir parti olan TİP faaliyetleri ve il­ legal bir Komünist nüve olan Mihri Belli Grubu'nun çalışmaları ile gençlik içine sızdığı bilinmektedir. Sol'un üçüncü sızma yolu, tarihî bir parti olan CHP'nin araladığı «ortanın solu» kapısıdır. Bu kapıdan CHP değil; TİP ve illegal Türk Solu yararlanmakta dır) (1). Her ne kadar CHP' idarecileri CHP'yi suçlayan bu idianâmeyi reddederek altı savcı hakkında tah­ kikat istemişlerse de, çok geçm|eden susmuşlardır. (Sekizler) mücâdelesinde ve Güven Partisi’nin kuruluşundan sonra. Komünizmin, Türkiye’de geliş­ mesinde ve Komünizm'e köprü oluşunda CHP'nin başlıca âmil olduğu, çok kimse tarafından da yazılmışdır. CHP’nin, uzun müddet en üst kademelerinde va­ zife ölmüş bulunan yazar Cihad BABAN'ın: (Komünizmin, memleketde gelişmesinden yalnız CHP’nin sorumlu) olduğunu belirtmesinin de çok ay­ rı bir kıymeti vardır (2). Netice şudur ki; Güven Partisi kurucularının, al­ tı - yedi yıl evvel görüp, başlattıkları mücâdeleye sebeb teşkil eden (CHP'nin, Marksistler tarafından ele (1) 12)

Ankara, 1 No. lı Sıkıyönetim Mahkemesi, bütün basın Son Havadis, 1 Eylül 1973.

19


geçirilmesi) mevzuu, seneler sonra kamu oyu tara­

fından da anlaşılmışdır. Başta, bu partinin İsmet Pa­ şası olmak üzere, bazı eski politikacılar ve devlet adamları da bunu açıklamak zorunda kalmışlardır. Bunların bir kısmı, bu sebeple CHP içinde mü­ câdelelerini vererek ayrılmışlardır. Aynı sebeple. Gü­ ven Partisi kurucularından sonra, iki büyük gruplaş­ ma ve ayrılma olmuşdur. Kemal Saıır ve arkadaşları (Bağımsız Halkçılar) adı altında CHP’den koparak, bilâhare Güven Partisi saflanma geçmiş ve CGP is­ miyle mücâdeleye devam etmiş ,hâlâ da etmektedir ler. Bundan sonra da bu kabil bölünmelerin ve ayrı­ lıkların CHP’yi daima meşgul edeceği şüphesizdir. Zirâ, sol mikrobun girdiği her bünyede bölünmeler de vardır, şte Kore, işte, Vietnam ve işte Doğu Almanya. Ve daha niceleri... CHP’deki bu kopmaların arkasında yatan acı ha­ kikat, bu partinin Marksist ve Leninistierce tesir al­ tına alınmak istenmesidir. Bunun böyle olduğu, son iki yıl içinde ve bilhassa TİP'le DEV - GENÇ kapatıl­ dıktan sonra iyice su yüzüne çıkmışdır. Meselâ: Ne oldukları bilinen Mahir Çayan ve arkadaşla­ rının üç İngiliz’i kaçırıp öldürdükleri Kızıldere hâdi­ selerinden hemen sonra CHP’nin Ordu Vilâyeti’ndeki teşkilâtında, kilit noktalarjna bazı TİP’lilerin hâkim olduğunu, gazetelerden öğreniyoruz. ★ ★ ★

1965 şeçimlerine girerken, CHP’nin o zaman ki Genel Başkanı Bay İnönü tarafından, sadece partiler yelpazesindeki yerini belirtmek niyetiyle söylediği ile20


ri sürülen (Ortanın. Solu) tâbiri, partiyi sosyalist bir parti hâline getirmek isteyen iç ve dış sosyalistlere, büyük bir fırsat verdi. Ortanın Solu sloganı, «CHP’nin donmuş oyları» şeklindeki imajı, yıkıp indirmiişdi. Daha evvelki seçimlerde yüzde 37 oy aldığı hal­ de (muhalefetten de silindiği) iddia edilen CHP, 1965 seçimlerinde (Ortanın Solu) slogamyle propaganda yapmış ve oy oranı, yüzde 29’a kadar düşmüşdü. Esasen ,İnönü, bu tâbiri benimser ve etrafına da benimsetmek isterken belki, CHP’nin bir sosyalist yola girmesini ne düşünmüş ve ne de sosyalist CHP’ nin Genel Başkanı olmayı kabullenmiişdi. Fakat, in­ sanoğlu, hayatında öyle kararlar alır ve öyle işler ya­ par ki; bu kararla kazanmayı düşündüğü kârlar şöy­ le dursun... her hesabının ters tecelli ettitini ve kâr hânesi yerine zarar hânesinin tıka basa doluverdiğini dehşetle müşâhede eder. Yani, İsmet İnönü, bambaşka düşüncelerin ışığı altında (Ortanın Solu) sloganını benimsemiş ve müdafasım da uzun zaman yapmıştır amma, (beşer - şa­ şar) darb-ı mieselenin doğruluğu da herhalde ununulmuşdur. Ki, İsmet İnönü'nün kendi partisini kendi elleri ve diliyle nerelere götürdüğü, bir ibret vesikası olarak Türk Milleti'nin gözleri önünde cereyân etmişdir. İç ve dış sosyalistlerin işbirliğiyle ve (Ortanın Solu) sloganı sâyesinde, CHP’nin başka ellere geç meşinden, zararlı çıkanlar ne yalnızca İnönü’dür ve ne de CHP’dir. Onlarla birlikde Türk Milleti de bu zarara ortak edilmişdir. Zirâ (CHP, mezkûr deyimle Marksitler’in idare-

21


sine geçmiş; buna «Ortanın Solu» sloganı imkân hazırlamışdır (1).

1965 seçimlerini takib eden günlerde, bu parti­ nin en yüksek organı olan parti meclisi toplantıların da, uzun münakaşalardan sonra «Ortanın Solu» CHP’nin 42 senelik faaliyetlerine şâmildir, fakat 1965 seçimlerinde kullanılmış bir slogandır» diyerek, peşpeşe yapılan toplantılar sonunda, Güven Partisi ku­ rucuları ile (Bağımsız Halkçılar) ın o zaman parti merlisinde üye olan ve parlamenter bulunanların müşterek mücâdeleleri neticesinde parti meclisi bir bildiri yayınlamışdı (29.11.1965). Bu bildirinin ikinci paragrafı, aynen şöyledir: (2 — Aşırı sağdan, aşırı sola kadar her türlü rejimin çatıştığı bir ortamda, CHP programı geçmiş faaliyet ve reformcu tutumu ile ortanın solunda bir parti olarak 1965 seçimlerine girmişdir.) (CHP'yi sosyalist bir parti hâline getirmek iste­ yen Ecevit ve arkadaşları, bugün Sıkıyönetim Matıkemeleri'nde, hâlâ daha hesap vermekle meşgul bu­ lunan bir takım parti dışı Marksistler’ie birlikte Ecevit’in evinde yaptıkları gizli toplantılardan sonra) (2). Ortanın solunun (MARKSİZMİ İKTİSADİ YÖNÜ)

olduğu açıkça ifâde edecek kadar, yukarıdaki bildi­ riye cebire alıyorlardı. Nitekim bu ekip, parti içinde ve dışında, şu fikri işlemeye ve müdafaasını yapmaya başladılar: (Ortanın solu, anayasal bir harekettir.)

Halbuki, yaptıkları şey ,bu sloganın maskesi al­ tına gizlenerek belirli fikirleri savunmakdı. Cl) (2)

22

Sabah Gazetesi, 7 Ekim 1973. Sabah Gazetesi 7 Ekim 1973.


Hem o kadar ki; Birleşmiş Milletler’e dahi alın­ mayan Doğu Almanya, bu ekip tarafından günlerce ULUS Gazetesi’nde methedile edile bitirilemedi. işte, bunlardan bir tanesi... (Sosyalizm sorunu) başlığını taşıyan yazıda şöyle deniyordu: (CHP, 1965 seçimleri arefesinde bu gerçekleri görmüş, her az gelişmiş ülkenin muhtaç olduğu sos­ yal reformları yapmanın yolunu bir sosyalist felsefe İçinde çözmek istemişdir) (1).

işte bir başkası daha... O zamanlar CHP Merkez Yönetim Kurulu üyesi bulunan Orhan BİRGİT tara­ lından çıkartılan dergilerde: (Sosyalizmin, Marksizmin iktisad îdüzeni... Orta­ nın solu’nun da Sosyalizm anlamına geldiği (2).

Yazılıyordu. Şimdi, bir de gözlerimizi başka tarafa çevirelim: Uilindiği gibi TİP, memleket için tehlikeli olduğun­ dan 12 Mart sonrası Anayasa Mahkemesi tarafından lakib edilerek kapatılan; açikça ve her vesileyle ko­ münist olduğu söylenen bir partidir. Fakat, bakın, bazıları hiç de böyle düşünmemek(lo ve hattâ bunun böyle olduğuna inanmamaktadır: (CHP, TİP’in bugünkü yöneticilerinin Anayasa’ya gerçek bağlılığına inanmakta ve onun için bu partiye sağdan gelen suçlama ve darbeler ne olursa olsun, TlP’in varlığına yönelecek bütün tehditlerin karşına dikilmektedir. CHP’nin bu tutumu karşısında TİP’e ve yakın çevrelere düşen, CHP’yi haksız ve gereksiz suç(I) i и)

Ulus Gazetesi 10 Şubat 1967. Kim, Ortanın Sol’u Dergisi 16 Kasım 1967.

23


lamalarla kolay fakat anlamsız sloganlarla kamuo­ yunun gözünde küçük düşürmeye çalışacaklarına,, genel sözlerin aksinde, bielli sosyal ve ekonomik ko­ nularda tartışmalara girişmektir. Ancak, böyle tartış­ malardır ki, siyasal yelpazenin sol kanadında olan­ lara Türkiye’de kurulacak Halkçı düzenin TİP tara­ fından mı, yoksa CHP tarafından mı gerçekleştirile­ ceğine karar vermek yeteneğini sağlayacakdır)) (1).

CHP idaresi. Bay Ecevit ve arkadaşlarının eline geçtikten sonra, bu parti, TİP’le ilgisini sıklaştırmış, sol cephede kol kola sosyalizm için müşterek bir mü­ cadelenin lüzûmuna böylece inanılmışdır. Yukarıdaki satırlar, başka bir şey mi demektir acaba? Ve gene yukarıdaki satırların yazılmasına sebep teşkil eden ana tema; TİP’in, CHP’yi daha da sol’a çekmek için giriştiği faaliyet ve bu oyunların kar­ şılanmasından ibarettir. (Heı ne kadar CHP, 1969 seçimlerine girerken, sosyalist bir parti olduğunu açıkça ifade etmişse de, bugün sosyalist partilerin idâresi altındaki memle­ ketlerin iktidar öncesi mücâdelesinde kullanılan metod ve sloganlar, 1969 seçimlerinde CHP tarafından kullanılmıştır, benimsenmiştir) (2). Meselâ, bunlardan bir tanesi şudur: (Toprak işleyenin, su kullananın)

Bu sloganı, CHP Genel Başkanı Bay Ecevit’in ağzından, başka bir konuda şöyle bir şekil almış olarak görüyoruz: (1) ULUS Gazetesi, 26 Nisan 1968. 12) SABAH Gazetesi 7.10.1973.


(... Toprak işleyenindir ilkesi, İslâm dininin, Müslüman toplum düzeninin temel ilkelerinden biri olduğu halde, bu ilkeye dayanan bir toprak reformu ile çıkarlarının bozulacağını düşüneneler, böyle b ir reform isteyenleri kâfirlikle, komünistikle suçlamak­ tan kaçınmamaktadır) (1). (Bugünkü taktik hedeflerimiz ise, ülkenin sana­ yileşmesinin temelini teşkil eden Toprak Reformu­ nun başarıya ulaşması, dış ticaretin çeşitlendirilme­ si, halkın yaşayış düzeninin yükseltilmesi ve böyle­ likle ana stratejik hedef olan ulusal ekonominin kur­ tuluşunu gerçekleştirmektir. Ekonomik cephe, sava­ şın başlıca sahnesi haline gelmiştir, (....... ) bu nokta dahi ekonomik cephenin hepsinden önemli olduğunu ve eğitimin bu kavganın savaşçılarını en iyi şartlar içinde yetiştirmek görevini yüklendiğini göstermekte­ dir (...) Ekonomik cephede verdiğimiz savaş, Sierra dağlarında verdiğimiz savaştan farklıdır:) (2).

Bay Ecevit'in ifâde ettiği şekilde ve o mânâda, yüce dinimiz herhangi bir kâidesi yokdur. Vardjr iddiâsında bulunan her kim olursa olsun, kaynağı­ nı göstermelidir.

(1) (2)

Atatürk ve Devrimcilik, Bülent Ecevit, Sayfa: 71. (Siyasal Yazılar) CheGuevara, Sayfa 22 - 23. 25=


(Köylüye saygı duymayı, onun ba­ ğımsızlık duygusuna ve sadakatine gü­ venmeyi öğrendik; köylünün yüzyılların içinde süzülüp gelen toprak açlığını, elinden alınan toprağa karşı olan tutkun­ luğunu öğrendik.) — Che Guevara —

Evet, (toprak isteyenindir) tâbiri, İslâmiyet’in kâidleri arasında yokdur amma, bir başka kaynaklarda mevcuddur. Adı geçen kaynak, Kızıl Çin’in lideri Mao -Çe - Tung’dur. Yani, (toprak işleyenin, su kullana­ nın) sloganı, evvelâ Mao tarafından kullanılmıştır (1). (Emperyalizmle Mücadele) adlı kitabda, bu açıkça görülmektedir. Bundan ayrı olarak Arnavutluk’un Kızıl Diktatörü Anver Hoca da aynı sloganı kullanarak iktidara gelmeyi başarmışdır. Fakat, ik­ tidara geldikten sonra ,ne toprak işleyenin, ne de su kullananın olmuş... aksine, köylü hem toprağın ve herrt de suyun birer kölesi olarak kızıl kırbaç altın­ da çalıştırılmıştır. Anlaşılan odur ki, Bay Ecevit, (toprak işleyenin) sloganım İslâm dininin esaslarından değil; başka bir yerden almışdır. Lâkin, işin garib tarafı şudur ki; Bay Ecevit ,bu tâbirin yüce dinimize ait bir esas ol­ duğunu iddiâ etmek lüzûmunu her nasılsa duymuş ve kitabına almışdır. Dinimizin esasları arasında (toprak işleyenindir) diye bir kâide yokdur amma, milletimizin içine sin­ dirdiği şu prensip vardır: (1)

26

EMPERYALİZMLE MÜCADELE), Sayfa 64.


(Ya göründüğün gibi ol, ya olduğun gibi görün!) İsterseniz, önce şu satırları... sonra da (İKİ YÜZLÜ ADAM şiirini okuyarak, düşünelim: (Bülent Ecevit eski bir gazetecidir. Şimdi poli­ tikacı. Ortanın Solu ekibinin başı. Gazeteciliğini ve politikacılığını biliyorduk, amma, CHP Genel Sekre­ terinin şair olduğunu yeni öğrendik. Eskiden bilmi­ yormuş da unutturmuş. Kabahat kendisinin, bırakmış şiiri. Bülent Ecevit daha siyasete falan girmeden, politikacı olacağını kestirmiş. Kendisini şiirle tarif etmiş. Amerikan düşmanı, NATO aleyhtarı görülen Amerikan Koleji mezunu Bülent Ecevit’den bir şiir.'..)

(DVE İŞTE «İKİ YÜZLÜ ADAM» :

(İkinci yüzüm sen gül biraz Ben ağlayacağım. Havadan sudan konuş kaygusuz Ben deli gibi Aşık olacağım İkinci yüzüm İşine gücüne bak sen Ben şiir yazacağım Dosyalar aç Tezkere yaz Dostlara bile duyurmadan Ben öleceğim gene biraz ikinci yüzüm Ekmek getir bana biraz...) (2). (1) İ2)

TARLA Dergisi* 20 Mart 1968. Seçilmiş Hikâyeler Dergisi, Cilt 9, S a y ı: 21.

27


Bay Ecevit’in şâirliğine bir başka örnekle de­ vam edelimı; SONRA (1).

Burada bitsin mi hikâye Başlasam mı yeniden Herşeye Gene Tanrı mı olsam Yaratsam mı kendimi Ateşle havayla suyla mı Sırf eniyle boyuyla mı Neyle kursam? Boş mu versem Tanrılığı Bir başıma otursam Ne ateş ne hava ne su Ne en ne boy Ne Habil ne Kabil Ne soy Ne ben ne Tanrı Evet. (İKİ YÜZLÜ ADAM) ve (SONRA) isimli şi­ irler, bu şekilde bitiyor. Eğer bunları yazan şahıs bazı gazetelerin şiir köşelerinde rastladığımız ve şiir­ den başka, şâirlikden başka herşeye benzeyen; gü: nümüzün (manzûmecilerinden) birisine, kâğıtlı şeker­ ler için (mâni) yazanlardan herhangi bir şâirciğe ait olsaydı; belki üstünde hiç durmazdık. Güzel Türkçemiz’in senelerden beri uğradığı tahribât neticesinde edebiyatın da, şiirin de nasıl yozlaştığımı hesaba ka­ tarak mezkûr şâir hakkında da tebessüm edip ge­ çerdik. (1)

28

Seçilmiş Hikâyeler Dergisi, C ilt:8, Sayı: 16.


Ne yazık ki, böyle yapamıyoruz. Zirâ, yukarıda­ ki şiir, CHP’nin bugünkü Genel Başkanı Bay Ecevit'den başkasının değildir. (Toprak işleyenin) sloganı İslâm dininin bir ilke­ sidir diyen, ve bunu, neye dayanarak iddia ettiğini belirtmeyen Bay Eoövit, herhalde (ya göründüğün gibi ol, ya olduğun gibi görün) kâidesinden haberdar değildir. Dinimizin esasları arasında rastlayarrradığımnz toprakla ilgili böyle bir söze başka yerlerde rastlıyo­ ruz. İşte bakın: (TÜRKİYE İhtilâlci İşçi - Köylü Partisi (TİİP)’nin ele geçen program taslağındaki köy ve köylülerle il­ gili hususlar şunlardır: «Yarı feodal yarı sömürge toplumumuzda, geniş köylü yığınları halkımızın büyük çoğunluğunu ve dev­ rimci temel gücünü meydana getirirler. Feodalizm ile halk yığınları arasındaki gelişmenin özü, geniş köylü yığınlarıyla toprak ağaları ve tefeciler arasın­ daki çelişmelerdir. Ancak bu çelişmeyi devrimin esas halkası olarak kavrayıp, geniş işçi - köylü yığınları­ nı halk ordusu içindte örgütleyebilir, özü toprak re­ formu olan halk ihtilâlini başarır ve emperyalizmin hâkimiyetini kırabiliriz...»

«Toprak ağalarının topraklarına ve mülklerine tazminatsız el konacak ve bu topraklar (Toprak işle­ yenindir) esasına göre topraksız ve yoksul köylüle­ re dağıtılacaktır. Hazine toprakları köylüye dağıtıla­ cak veya köylü komitelerinin dienetiminde halk çift­ likleri hâline getirilecektir» (1). (1)

Türkiye Gerçekleri ve Terörizm, Sayfa: 106.

29

,


İşte böyle... (Türkiye İhtilâlci İşçi - Köylü Par­ tisi) nin program taslağında, (toprak işleyenindir) esası sarahatle görülüyor. İsterseniz, gene (Türkiye İhtilâlci İşçi - Köylü Partisi)nin programından şu bölüme de bir def'a göz atalirn: (... Eski düzeni getirmek amacıyla halka karşı suç işleyenler ve isyana kalkışanlar dışında idam ce­ zası kaldırılacakdır).

Görüyor musunuz? Bu parti de idiam cezaları­ nın kaldırılmasını istiyor. Amma, bazı şartlarla; (eski düzeni getirmek amacıyla halka karşı suç işleyenler ve isyana kalkışanlar dışında)... cümlede (eski dü­ zen) diye tâbir olunan; bugünkü demokratik nizâm­

dır. Sanki kendileri dün, halka karşı suç işlememiş­ lerdir. Zavallı (I), (acı çeken yurtseverler...) Ve ey benim koca Milletim! Sen, ne büyük ko­ medyalara şâhid olmaktasın.

30


(İçinde yaşadığımız dünyada kapita­ list sömürüden kurtulmuş toplumlar var. Sovyet Rusya’sı ile, Çijb'i ile, Yugoslavya’­ sı, Bulgaristan’ı, Macaristan'ı, Polonya’sı, Çekoslovakya’sı; Amavutluk’u Küba’sı ile sosyalist toplumlar ...İnsanlar oralarda ne dışardan ne de içerden sömürülemiyor artık) (1).

CHP’nin, bilhassa 1969’dan beri, sol’a kaymakda oldukça sür’at kazandığı muhtelif delillerle isbatlanmış hâldedir. Bunların başında, İsmet İnönü’nün ay­ rılışı ve GP’nin kurucularından sonra vuku bulan iki bölünme hâdisesi gelir. Fakat, daha başka deliller de mevcuddur. Meselâ, siyasî tarihimize (16 Haziran hâdiseleri) ismiyle geçen, DİSK tarafından organize edilen, (İh­ tilâl denemesi) olduğu meclis kürsüsünden de açık­ lanan olaylar... Aynı DİSK’in 1973 seçimlerinde CHP’yi destek­ lemek üzere aldığı karar ve yayınladığı bildiri, aslâ, küçümsenecek şeyler değildir. Aynı işçi federasyo­ nuna bağlı bulunan (Lâstik - İş) in de bu istikâmet­ teki kararı ve Bay Ecevit’in bunlara verdiği teşek­ kür cevabı, ideolojik bakımdan, bu iki teşkilatın ya­ kınlığına iyi bir örnektir. Bu desteklemeyi ve teşekkürleşmeyi, Moskova’­ nın emrindeki (Bizim Radyo) şöyle ilân ediyordu: «Lâstik - İş Sendikasının seçim çağırışı (Bu sen­ dika solcudur): (1)

Lâstik-İş Sendikası’nın, 15. Genel Kurul Raporu, 10 -12 Şubat 1973.


Genel seçimlerin yaklaşmakta olduğu günlerde büyük burjuvazinin, hükümetin, harpçi, holdingci, paşaları, AP, CGP, MSP, MHP gibi işbirlikçi gerici partilerin yürttüğü, desteklediği ekonomik ve politik teröre karşı milletçe birleşmek gerekmektedir. İkti­ darın, büyük sermayenin, militaristliğin emperyalizm­ le bütünleşerek işbirliği, güç birliği yaparak sürdür­ dükleri soygun düzenine karşı mücadelede yurt ça­ pında direnişe geçmek halk yığınlarının, milyonlarca emekçi köylünün desteğini kazanmak gerekmekte­ dir. Halkın iktidara gelmesi için, bağımsız, barışçı, demokratik bir Türkiye kurulması için,'AP CGP, MSP ve MHP gibi işbirlikçi, gerici partilere oy vermemek, halktan yana partileri, bağımsız adayları destekle­ mek ulusal bir zorunluluktur» (1).

(Bizim Radyo)nun yayım .yalnız bu kadarla da kalmıyor, başka bir neşriyatda (eylem birliğini güç­ lendirmek için) solcuları toplantıya çağırıyordu: (İşçi sınıfının, bütün sendikaların, emperyaliz­ me karşı çıkan bütün örgütlerin, halktan yana siyasi partilerin eylem birliği güçlendirme gereği kendili­ ğinden anlaşılmaktadır. Seçimlerde emperyalizmin ortaklarına işbirlikçilerine oy vermemek, anti -(em­ peryalist demokratik, barışçı bir iktidarı iş başına ge­ tirmek önümüzde gerçek devrimcilikdir:..) (2).

(Bizim Radyo)nun gene başka bir yayım.

aynı paralelde, fakat

(Türkiye Komünist Partisi, bütün yurttaşları, emekçileri, gençleri, aydınları büyük ölçüde seçim kampanyasına, seçim toplantılarına katılmaya ve bü(1) (2)

"32

(Bizim Radyo), 15.8.1973; ve Sabah Gazetesi (Bizim Radyo), 18.8:1973.


tün demokratik hak ve istekleri açığa vurmaya çağı­ rır. Sandık başında AP,DP,CGP, aday listelerine oy verme. Demokratik hakları, reformları ulusal bağım­ sızlığı, barışı savunan aydınlara oy ver) (1). İşin enteresan olan tarafı şurası ki BabIâli’deki bazı gazeteler de, 1973 seçimleriyle ilgili olarak şöy­ le diyordu: (Bütün güçler, örgütler, sağ'ın emrinde. Bir top­ lumun bütün kavşak noktaları, bütün önemli noktalaları sağ'ın elinde bugün... Öyleyse, CHP’li o lu n -o l­ mayın, oyunuzu bu partiye vereceksiniz, başka yo­ lu yok) (2). (CHP’nin, karma durumu göbekçi kalıntılar bil­ mem ne önemsiz, belli bir politikası olursa, o kalıntı­ lar da çaresiz bu kalın çizgiye uyar. Uymazlarsa çe­ kip giderler (3). (14 Ekim’de, AP kazanırsa, CGP, DP, MSP ka­ zanırsa, Türkiye’nin geleceği bir karanlığa girecekdir. Oynuzu CHP’ye verin, tek bir yerde toplayın di­ yenler bunun için haklıdır. TBP ile CHP arasındaki oyları dağıtmamak, bir yerde CHP'de birleştirmek) (4). (Seçimlere tamamen katılmak ve oylarımızı de­ mokratik, ilerici adaylara vermek, her seçim bölge(1) 12) (3) 14)

Bizim Radyo, Gazeteler 20.8.1973. Cumhuriyet Gazetesi, Oktay AKBAL, 13.8.1973. Halkçı Gazetesi, Müşerref HEKİMO/LU, 20.8.1973. Barış Gazetesi, Oktay AKBAL, 24.8.1973.

F :3

33


sinde, tek bir iierici üstenin eie alınması...) (1). (Bağımsız adaylar, küçük burjuvazinin, sosyal demokrat parti CHP içinde küçük köylü tüccarın bir kısmını barındıran, TBP ilerici bir blok oluşturmakta­ dırlar. Bu, çağın tüm ilericilere yüklediği, yerine mut­ laka getirilmesi gerekli tarihsel bir görevdir. İşçi sınıfının, seçimlere istediği gibi girebilme olanağı yokdur. Çünkü, partisi kapatılmış, diğer te­ mel hak ve özgürlüklerine-balyoz darbeleri indirilmiş­ tir) (2).

(İşçi sınıfının temel hak ve hürriyetlerine balyoz darbeleri indirildiği söyleyen ve ondan evvelki ifâde­ lerin sâhibleri, ne yazık ki, 1973 Türkiyesi'nde muh­ telif gazete köşelerine yerleşebilmiş kimselerdir. Asıl mühim olan taraf da, Türkiye Cumhuriyeti'nde hak ve hürriyetlerin kısıtlandığını iddia eden böylelerinin, ne dereceye kadar doğru söyledikleridir. Zira, kendileri bu kabil yazıları yayınlayabilecek kadar hak ve hürriyete sahibdir. Fakat, bu memleketde hakların kısıtlandığını «yabancı ağızlar» gibi gevelemekden, aslâ geri durmazlar. İş, bu kadarla da kalmıyor. Hâlen mahkûm olan ve evvelce de komünizm suçundan mahkûmiyeti bulunan TİP eski Genel Baş­ kanı Behice BORAN ve grubu da taraftarlarına: ((Oyların, CHP'ye verilmesi) (1) (2)

34

Halkçı Gazetesi Rıza ÖZ, 22.8.1973. Halkçı Gazetesi, Suphi ÖZDEN, 27.8.1973.


Gerektiğini söylemektedirler (1). Buna mukabil, Moskova paralelinde olmadığı için TİP'den atılmış bulunan Mehmted Ali AYBAR ise, taraftarlarının, oylarını TBP’ne vermesini istemekde, CHP’yi tasvib etmediğini açıklamaktadır. Bunun, hazin bir tarafı vardır. (BU DÜZENİ TERSİNE ÇEVİRECEĞİZ» Bu, CHP liderinin sözüdür ve günlük gazetele­ rin manşetlerine çıkmışdır (2). Bu sözün, elbette bir mânası ve yorumu var­ dır. İktidar oldukları takdirde nelerin tersine çevri­ leceğini, zaman gösterecektir. CHP, Genel Başkanı önce kendi kendine, daha sonra da parti içinde bu sloganın tefsirini yapmışdır sanıyoruz. Bizim de bir izahda bulunmamız gerekiyorsa şimdilik bunu bir ke­ nara koyalım ve (ortanın solu) ile başlatılan ve ge­ rekse parti dışı sosyalistlerce devam ettirilen faali­ yetlerle CHP’nin sol çizgide nereye kadar açılacağı­ nı araştıralım. Bay Ecevit .bizleri, uzun boylu yormayarak, bu­ nu bizzat açıklamışdır: (Halkın istediği kadar sola açılacağız) (3).

Malûmdur ki, bir partide ve bilhassa sosyalist partilerde, halkın istediği demek, kongrelerin iste­ diği demekdir. Belirli zamandan beri yeni bir ekalli­ yetin CHP içindeki çok kimseyi kaçırtması şeklinde tecelli eden faaliyetler, Bay Ecevit ve (örgütü) nün hangi noktada duracağı sualini bir hayli açıklıkla izah etmektedir. (1) Günaydın Gazetesi, 6 Eylül 1973. (2) Bütün gazeteler, 18.8.1973. (33 20. CHP Kurultayı.

35


Bu izahtı, misâllerle tesbit edelim: (Sekizler) i partiden atmak için yapılan Dördün­ cü olağanüstü kurultay’da, delegelerin dört - beş misli F. K. F. (bunlar sonradan DEV - GENÇ olmuşdur) ve Sosyalist Kültür Derneği mensuplarının din­ leyici olarak salona alınması... 12 Mart’dan sonra, Türklüğünü ve dinini inkâr ederek, komünist olduğunu itiraf etmiş bulunan De­ niz GEZMİŞ’in, bazı arkadaşlariyle birlikde parti mec­ lisine, yâni (Sekizler)e ayrılan yerin yanı başına (Gençlik Kolları) bahanesiyle konulması ve onların mütecaviz hareketleri... Çoğu, daha sonra DEV - GENÇ üyesi olan sos­ yalist dinleyicilerin aşırı nümayişleri ve kongre ka­ rarlarına müesseriyetleri, CHP teşkilâtına neyin ve kimlerin hâkim bulunduğuna herhalde kâfi birer mi­ sâldir . 20. Kurultay’da Kemal Satır ve arkadaşlarının mücadelesinde de aynı taktiğin tatbik edilmiş olma sı ve son olağanüstü kurultayda: («Ecevit takımı diye birşey tanımıyorum» Dediği için: «Bu adam, Polat otelinin sahibidir, fabrikası da vardır». Diyerek Erzurum CHP İi Başkanı Osman Polat’ı döven ve açıktan mülkiyet düşmanlığı yapan aşırı sol zihniyetin temsilcisi durumundaki CHP teşkilâtı­ nın partiyi, sol çizginin neresine kadar götüreceğini tahmin etmek, pek müşkil olmasa gerekdir) (1).

Şimdi, biraz geriye dönerek, bizzat Bay Ecevit tarafından ifâde edilen ve günlük gazetelere 18.8.1973 tarihinde manşet olan: (1)

36

Sabah Gazetesi, 8 Ekim 1973,


(Bu düzeni tersine çevireceğiz)

Sözüyle fırsat bulunduğu takdirde nereye kadar gidileceği, en bâriz şekilde açıklanmıştır, diyebiliriz. (Bay Ecevit'in bu sözlerindeki mânâ açıktır. Par­ lamenter Cumhuriyeti yıkıp Sosyalist Cumhuriyeti getirmek. Bugünkü komünist partilerin hâkim oldu­ ğu sosyalist düzene sahib memleketlerde, bu ve bu­ na benzer sözler söylenmişdir) (1).

Her rejimde olduğu gibi, parlamenter demokra­ sinin tatbikatında da bazı hatalar görülebilir. Bunla­ rın, bu hataların tashihinden bahsetmek başkadır, re­ jimin değişmesinden dem vurmak gene başkadıır. Dikkat edilirse, aksaklıkların ıslâhından değil, de­ vamlı olarak (düzenin tersine çevrileceğinden) bahis açılmaktadır. Hâl böyle olunca, insanın aklına ister istemez bir sürü isim ve bunların kullandığı slogan­ lar gelmektedir. (Başta Lenin ve Mao olmak üzere memleketle­ rine komünist rejimi getiren, hep bu ve buna ben­ zer sözleri söylemişlerdir. Bir azınlık, ayak takımı; baş... başlar ise ayak olmuş, bir kısmı da yok olmuş­ lardır. Bu son demeci de gösteriyor ki; Ecevit ve takımı aşırı sola açılmakta çok sabırsızdırlar) (2). Bu sabırlıziık, biraz da (derhal iktidara gelebil­ me) arzusu ile kamçılanmış ve CHP, 1973 seçimleri­

ne bazı taktikleri uygulayarak girmişdir. Bakın, sol temayüllü bir gazetenin o günlerdeki manşeti ne diyordu: (Ecevit ,bütün solcuları CHP ile güçbiıiiğine ça­ ğırıyor) (3). (1) (2) (3)

Sabah Gazetesi, 8 Ekim 1973. Sabah Gazetesi, 8 Ekim 1973. Yeni Ortam Gazetesi, 13 Temmuz 1973.


Yalnız bütün sosyalistleri değil... her türlü sol­ cuyu CHP ile güçbirliğine çağırmaktadır. Amma, Bay Ecevit, gene topyekûn solcu zümreyi memnun ede­ cek tarzda çeşitli beyânlarda da bulunmuşdur: («Jurnalcilik, 12 Mart'dan sonra Devlet politika­ sı hâline geldi.» Bay Ecevit, bu kadarla da yetinmeyip, Devleti­ mizi ve Lâik Cumhuriyetimizi yıkmaya çalışan Marxist)- Leninist ihtilâlcileri Sıkıyönetim’in takıb etme­ mesini, seçim beyânnamesine alacak kadar ileri gitmişdir) (1). «Biz köylere gidip köylüleri kışkır­ tacağız. Onlara toprak işgal ettireceğiz Bu konuda bizim lâfa ijhtiyacımız yok. Türkiye’de toprak ve köylü meselelerini anlayabilmek için Lenin’in kitapların­ dan lüzumlu stratejiyi tesbit etmek lâ­ zımdır! (2).

(Böylece, CHP idaresi sadece DEV - GENÇ’lileri değil, bu meyandan komünist ihtilâlcilerin teşkil ettiği THKO ve THKC gibi yeraltı teşkilâtına da ye­ şil ışık yakan beyânlar, tutum ve davranışlarla on­ ları da CHP safında toplamaya çalışmışdır) (3). İddiâsım ileri sürenler, şu beyânı, bunun, en açık isbâtı olarak gösterebildiler: (Kimden, nereden geldiği, hangi delillere dayan­ dığı hattâ bazan mahiyeti anlaşılmıyan iddialarla, is­ li) (2) (3)

38

Sabah Gazetesi, 9 Ekim 1973. (Dev-Genç Semineri (12 Mart’a S. 54. SABAH Gazetesi, 9 Ekim 1973.

Nasıl Getirildik?)


nadlarla insanlar yok olup gitmekde; daha kötüsü yıllardır gençlik içinde öğretim kuramlarında resmî, gayrî resmî her türlü kuruluşta devletin kışkırtıcı ajanlarının insanları ağır suçlara teşvik ve tahrik et­ tikleri! şiddet eylemcileri tarafından yapıldığı sanılan bazı hareketlerin bu kışkırtıcı devlet ajanlarının mari­ feti ile olduğu artık anlaşılmaktadır) (1).

Fakat, Bay Ecevit, sadece 14 Ekim seçimleriyle ilgili olarak bu tarzda konuşan bir kimse de değil­ dir. İşte, çok daha eskilere ait bir ifâdesi: (...Artık açıkça anlaşılmaktadır ki, çoğu kez emniyet ajajnları ardından sürüklenen DEV - GENÇ’le, devlet büyüklerinin kanatları altındaki (hami­ yetli komandolar), Demirel Hükümeti ile bilinçli veya bilinçsiz işbirliği halinde, Türk Demokrasisini yıkmak 'için kanlı tertipler yürütmekte) son numaralarını gös­ termektedirler. Hükümetin ve (komando) denen sağ­ cı gençlerin davranışları, kendi ilkel devlet ve top­ lum anlayışlarıyla tutarlıdır. Fakat DEV - GENÇ’in kanlı eylemlerini yönetenler, heyecanlarını sömüre­ rek, arkalarından sürükledikleri bir kısım gençlere de sözde kurtarmak istedikleri Türk halkına da iha­ net içindedirler...) (2).

Evet Bay Ecevit, dün nasıl bu kanatte ise, bu­ gün de aynı kanaattedir. Peşpeşe iki ifâdesi, bize başkaca birşey düşündürmemişdir. Anarşistlerin ey­ lemlerini basite ircâ edivermek, başka hiçbir liderin kârı olmamışdır . Ve CHP Genel Başkanı, gerek MİT ve gerekse güvenlik kuvvetlerimiz için, böyle düşünmeyi, böyle konuşmayı bir alışkanlık haline getirmiş kimsedir. (1) 12)

Bütün gazeteler, 26.5.1973, Bülent ECEVİT. 12 Mart’a Nasıl Gelindi? S a y fa :325.

39


(Ecevit, hâlâ, kışkırtıcı ajajnlardaıı. söz ediyor. Bu sözü kullanmasın diye kaç kere yazdım. Çünkü Komünist sözlüğün­ de bu tâbir emniyet kuvvetleri ile devlet ve kanunu yermek için kullanılmaktadır.) — Ahmet Kabaklı —

(1973 yılının Haziran ayında, Sakarya ilinde bir konuşma yapan Bay Ecevit, Millî İstibarat Teşkilâ­ tımız için: «Yara» Diyordu. Sakarya'daki konuşma, adetâ bir (meydan oku­ ma) havası taşıyor, Bay Ecevit, (M İT’in, Hükümetle­ ri tanımadığını, devlet kontrolünü kabul etmediğini, kışkırtıcı ajanlar «Ajan provakâtörler» kullandığı... bu ajajnların, mâsum gençleri suça teşvik ettikleri­ ni sonra da kışkırtılanların suçlu olarak Sıkıyönetim makamları tarafından yakalandığını) (1).

Söyleyebiliyordu. Hem bunları söyleyebiliyordu, hem de Sakarya'daki konuşmasından bir gün sonra kürsüye çıktığı Kocaeli ilinde: (Türkiye'de özgürlük yokdur) (2).

Diye, şikâyet ediyordu. Acaba, Türkiye’de Bay Ecevit’in söylediği gibi hakikaten hüriyet olmasa, kendisi böyle konuşabi­ lir miydi? Ш (2)

40

DÜN Dergisi, Sayı: İV Aynı dergi.


Herkesin bildiği ve (ben bu memleketde hür oiarak yaşıyorum) diye iftihar ettiği memleket, Türki­ ye'dir. Ve Türkiye’de hürriyet bal gibi vardır! Bunun, tersini iddia eden tek şahıs Bay Ecevit... tek zümıre de Bay Ecevit’in arkasındakiler midir? Hangi vatan­ daş, Bay Ecevit’in yaptığı gibi (dokonulmazlık) zırhı­ na bürünerek, bol keseden savurmuş ve savurmak­ tadır? Bay Ecevit'le aynı paralelde ve aynı seviyede atıp tutanlar, belki vardır ve yeri geldikçe bunları da hatırlıyacağız. Şimdilik biz, ’V'eni CHP Genel Başkam’mn yuka­ rıya aldığımız bir kaç beyânatında, muhatabının kim olduğunu düşünelim. Bay Ecevit ve arkadaşlarının suçladığı, hattâ en ağır dille suçladığı müesseseler, 12 Mart’dan sonra devletimizi ve memlleketimizi kur­ tarmak için, idâreye müdahale mecburiyetinde kalan Türk Silâhlı Kuvvetleri... Vatan ve Millet sevgisinin sayısız örneklerini veren Sıkıyönetim çalışmaları ve Millî İstihbarat Teşkilâtımız değil midir? Böylece, suçluların yıkıcı faaliyetleri vesikâlarla sâbitken... herşey milletimizin de gözleri önünde ce­ reyan etmiş ve mahkemelerde de hâlâ açıklanırken... Suçluların hepsi, yaptıklarını kendiağızlariyle itirâf etmiş ve etmekteyken; yüzlerce hukuk adamı haksız­ lık yapmamak için durmadan dinlenmeden mesâî harcaken, Bay Ecevit'in, bu kabil beyânlarının mâ­ nası ne olabilir? Bunların cevabını, en kalın çizgilerle, zaman ve­ recektir. Esasen, CHP idarecilerinin komünist ihtilâlcilerle


ilgiii idam, cezalarımın kararına karşı çıkmış olmala­ rı da, mes’eleye ayrı bir renk ve çeşni katmamış mı­ dır? Ayrıca, gene Bay Ecevit’e âit olup, günlük ga­ zetelerin manşetlerine çıkan: (Düşünce suçu kavramını kabul etmiyorum} (1). Beyânatının. arkasında, Anayasa'nın hangi mad­ deleri yatmaktadır acaba? Türk Hâkimi önünde mu­ hakeme edilen ve Bay Ecevit'in kol kanat gerdiği kimseler, 141 ve 142’inci maddelere muhalefetten tu­ tuklu değil midir? Ve kanunun mezkûr maddeleri de, Komünist, fi­ kirlerin Kamu'ya telkin edilmesini istemekden, ona imkân vermekden, komünist eşkiyâları yetiştiren (ör­ gütlerin) yeniden faaliyete geçmelerini teşvikden başka birşey midir? Yeni CHP Genel Başkanı, aslında çok daha (ile­ rici) iddiâ ve isnâdların da altına imzasını atabilmiş kimsedir. (Düşünce suçu kavramını kabul etmiyorum) •derken, hangi düşünceyi kasdettiği, gene kendi ifâ­ deleriyle sâbittir: (Bize komünist demişlerdir. Radyoda, yurdun belirli köşelerinde bize iftiralar atmışlardır. Bugün­ kü ortam hepimizin gözleri önündedir. Hattâ komü­ nistlere merhaba diyenlerin dahi, durumu budur) (2). Görülüyor ki, Bay Ecevit’e göre Türkiye’de her önüne gelen (komânisttir) diye tutuklanmış... hattâ komünistlere merhaba diyenler bile aynı akıbete uğ­ ramışlardır. 12 Mart'dan bu yana yapılan bütün ça­ lışmaların, Bay Ecevit nazarında tek ama bir tek se­ bebi vardır ve bu sebep de son derece basittir: (1) (2)

42

Bütün gazeteler, 15 Temmuz 1973. DÜN Dergisi, S a y ı:28.


(Komünistlere merhaba diyenlerin dahi durumu hudur).

Yeni CHP Genel Başkanlığına gelen Bay Ecevit’in tutumu hakkında .bir başka siyasî parti lideri, şöy­ le bir ifade kullanmışdi: (Gelen, gideni aratacakdır.)

Bay Ecevit'in siyasî muarızlarından birisi tara­ fından konulan bu teşhis acaba, doğru ve isabetli miydi? Zaman... evet bu ve bütün diğer teşhislerin isabet derecesini zaman ortaya dökecektir. İsmet İönünü’nün CHP Genel Başkanlığı sırasın­ da, CHP adına Bay Ecevit’in yukarıda söyledikleri is­ tikâmette bir beyânat verilmemişdir. Bu hâl, en faz­ la CHP nâmına üzücüdür. Bir parti, hem de elli sene­ lik bir CHP'nin lideri, çok daha tutanı ifâdeler ve davranışlarla ortaya çıkmalı değil midir? Evvelce demiştik ki; Bay Ecevit,' çok daha (ile­ rici) iddiâ ve isnâdların da altına imzasını atabilmiş kimsedir. Şimdi gelelim, bu mevzûa. 1972 yılında, siyasî suçlardan dolayı idam ceza­ sı verilmesine karşı, bazı çevrelerce bir kampanya açılmışdı. Bazı kimseler için Türkiye Cumhuriyeti Anayasasfnın hudutları ve emirleri dahilinde idam ce­ zası verilmişdi ama, (bazı çevreler) de bunları önle­ mek için imza toplamaya çıkıyordu. İdam cezalarına karşı çıkanlar kimdi? Haklarında Türk Hâkimlerinin idam cezası ver­ diği kimseler neyin nesi, kimin fesiydi? Sen, kalk memleketi bölmeye çalış. (Türkiye Halkları) de! Adam kaçırıp fidye iste! Banka soy, yurdumuzda vazifeli yabancı bir başkonsolosu kaçı­ rıp, elini kolunu bağladıktan sonra hunharca öldür! 43


Her türlü anarşi ve terör hareketine iştirak et! Mark­ sist - Leninist bir düzen kurmaya çalış ve daha bil­ mem nelerle uğraş... sonra da bu gibi hâinlerin asıl­ masını önlemek maksadiyle bazı kimseler imza kampanları açsın! Kimlerdi bunu başlatanlar? Başta, Moskova’dan idare edilen (Bizim Radyo). İdam cezalarının aleyhindeki kampanya. Komünist Bizim Radyonun tâlimatiyle başlamış. O'nun teşvik ve taktikleriyle de gelişmişdir. (Bizim Radyo)nun bu direktiflerinin yanı sıra, çeşitli Avrupa memleketlerinde, bilhassa B. Alman­ ya'daki Türk talebe teşekkülleri ve Alman Komünist Partisi de aynı kampanyaya iştirâk etmişdi. Bütün bu memleketlerdeki komünistler, idam ce­ zalarının karşısına çıkar da, Türkiye’deki (bazı ma'lûmlar) bunca Batılı ve (insancıl) geçinmeleriyle, hiç durur mu? Elbette harekete geçmeleri gerekiyordu ve geç­ tiler. Yalnız, mes’eleye başka bir veçhe vermeye ça­ lışarak... Türkiye'deki solcular, kampanyaya İnsanî bir veçhe vererek... bazen hukukî açıdan, bazen demok­ ratik açıdan, bazen de hümanizm zâviyesinden ele alıp, propagandasını yapmışlar ve bu arada bazı gâtil aydınları da emellerine âlet etmişlerdi. Bunlara göre, (siyasî suçlardan dolayı idam ce­ zası verilmemeliydi). Üstelik, (siyasî kanatlerden do­ layı insanlar idamı edilemezdi). Evet sol, bunları, söylüyordu. Fakat, Sıkıyönetim Mahkemeleri’nde yargılananlar, siyasî kanaatlerinden 44


dolayı değil; kurdukları gizli teşkilâtlarla... meyda­ na getirdikleri «gerillacılık» cinayet, sabotajj tahrip ve tedhişden... kısaca Anayasa’yı tağyir ve tebdil için isyâna teşebbüs suçundan hesâba çekiliyorlardı. Türkiye’deki komünist hareket, beynelmilel teş­ kilâtların eseri olduğu gibi, adı geçen hâinlerin idam­ larını önlemek maksadiyle yurt içinde ve dışında açılan kampanya da aynı teşkilâtın bir mârifeti olarak ortaya çıkmaktaydı. Bunun ğek çok delili ol­ makla beraber, tek kelimesi bile değiştirilmeden aşa­ ğıya aldığımız şu sölzer kâfi fikir verecekdir sanıyo­ ruz: (Gençleri idamdan, Agnevu'ün, МіхопТп cellâtla­ rından, cuntacı Paşalar'dan, Erim iktidarından kur­ tarmak bugün artık bütün yurtveser güçlerin başta gelen ödevlerinden biri oluyor) (1). (Türkiye’de yurtseverleri Faşizm teröründen kur­ tarma hareketiyle beraber, uluslararası alanda da bu gibi bir akım gelişmektedir. Bu akımın gelişme sü­ recinde, bütün yurtseverler iş ve eylem birliğine gi­ rişebildikleri ve bu birliği durmadan kuvvetfendirebildikleri takdirde yurtseverlerin, sehpalardan ve zin­ danlardan kurtulacağından ve Faşist yöntemlerin temellerinin sarsılacağından şüphe etmemek gerek­ mektedir) (2).

(Yurtsever gençleri Faşist cellâtların elinden kurtarmalıyız. Uluslararası dayanışma, yurtsever gençlerin hayatlarını kurtarabilir. Yurtsever gençlerin hayatlarının kurtarılması, bütün dünya demokratla­ rının namus borcudur.) (1) (2)

(Bizim Radyo) - Sabah Gazetesi, 12.10.1971. (Bizim Radyo), Devlet Dergisi, 23.10.1971.

45


(Bütün dünya demokratlarının namus borcu) şek­ linde sone eren yukarıdaki ifâdeye imza atan te­ şekkül, Bizim Radyo değilse bile şudur; YURTSEVER BİRLEŞİK CEBHE - B. BERLİN - DEMOKRATLAR. Ve aynı kampanyaya kimlerin nasıl katıldığı mevzûuna devam ediyoruz. (Bağımsız İçel Milletvekili Celâl KARGILI, idam cezalarının kaldırılmasını öngören bir kanun tekiifi hazırlayarak Millet Meclisi Başkanlığı’na vermişdir) ( 1 ).

(Prof, Erem, Prof. Aksoy ve Prof. Alacakaptan, Kargılı'nın açtığı kampanyayı desteklediklerini söy­ lediler) (2).

(İdamı cezalarının çağ dışı olduğu tezinin taraf­ tarıyız) (3). (Gençleri kurtarmak için fazia vakit yoktur. Tiergün yeni savaş şekilleri bularak, yığınsal hareket­ lere girişilerek, halkını seferber ederek, Faşizmin idam cezaları terörüne karşı herkes el ele verdiğini ortak bir eyleme girişebildiği takdirde, gençleri idamdan kurtarmak mümkün olacaıkdır. İdama mah­ kûm gençleri kurtarma eyleminin başarı ile sonuç­ lanması, bu halk hareketinin yeni bir aşamasını teş­ kil edecekdir) (4). Anarşistlerin idamdan kurtarılması için başlatı­ lan kampanya, hem memleket dışındaki mihraklar ve de Türkiye dahilinde sürüp gidiyor... bu aradaAlman Komünist Partisi de şöyle diyordu: (1) (2) (3) (4)

46

BARIŞ Gazetesi, 5.1.1971. AKŞAM Gazetesi, 9.1.1971. BARIŞ, Y aşar AYSEV, 17.11.1971. (Bizim Radyo), Devlet Dergisi, 15.1.1972.


(Türkiye'de Deniz GEZMİŞ ve arkadaşlarının hayatlarını kurtaralım. Deniz GEZMİŞ ve arkadaşla­ rına Türkiye'de bağımsızlık ve demokrasi için mü­ cadele ettiklerinden dolayı ölüm cezası verilmişdir. ALMAYA KOMÜNİST PARTİSİ, tüm devrimci demok­ ratları ve ilericileri, Türkiye'de Faşistlere karşı, 18 yurtseverin hayatını kurtarmak için mücadeleye ça­ ğırır). ★

★ * (İdam cezasının önemi, bir ülkede her yıi beş on kişinin cellât eliyle öldürülmesinin pratik sonuçların­ dan değil, bir toplumdaki egemen çevreler tarafın­ dan o cezaya verilen sembolik değerden doğmakta­ dır) (1). (Avrupa Türk Toplumcular Federasyonu örgütle­ ri kurultay hazırlığı toplantıları yapıyor. Ölüm ceza­ larına karşı bütün halkımızı direniş ve protesto gös­ terilerine çağırmaktadır. İlk adım, idamları istenen gençleri kurtarma hareketini örgütlemektedir. Em­ peryalizmin ve yerli kuklalarının sehpaya gönderme­ ye çalıştığı gençleri ahenkli, bir işbirliği kurabildik­ leri ,hem memleket, hem de dünya kamuoyu hare­ kete geçirildiği takdirde, gençleri kurtarmak müm­ kün olacaktır) (2). ★

★★ Evet, idam cezalarına karşı Moskova’nın (Bizim Radyo’nun) başlattığı kampanyaya, 9 Aralık seçim­ lerinde Ankara'nın Belediye Başkanlığına seçilen CHP'li aday Mimar Vedat DALOKAY’ın da iştirak et­ li) (2)

YENİ ORTAM Gazetesi. Refik ERDURAN, 15.1.1971. (Bizim Radyo), 10.12.1971.

4?


tığini, o günlere ait gazetelerin Birlikde okuyalım:

birinden anlıyoruz.

(Türkiye Mimarlar Odası adına Vedat Dalokay, «siyasî suçlar için ölüm cezası, çağ dışı kalmışdır. Kamun değişiklikleri gerçekleşinceye kadar hiç bir ölüm cezası infâz edilmemelidir» demiştir) (1).

14 Ekim 1973 seçimlerine girerken, elli yıllık Cumhuriyet Halk Partisi’ne yeni bir sıfat da takan Bay Ecevit, bilindiği gibi (Yeni CHP) sloganıyla pro­ paganda yapıyordu. Eski CHP’ye itibar etmeyen ve onu senelerden beri (iktidarsız) bırakan Türk Mille­ ti, Bay Ecevit’in bu sloganiyle, oylarını Yeni CHP’ye verecekdi. Bu ümîtle yola çıkan Yeni CHP’nin lideri, yukarıdaki ifâdenin sâhibi olan şahsı da (Yeni CHP) nin kadrosuna, dahil etmişdi. Biz, gene birşey söy­ lemiyor ve hükmiü, milletimizin aklı selîmine bırakı­ yoruz. Esasen, bu konudaki çalışmalar, yazıp-çizmeler çok daha önceden başlatılmıştı. Şimdi, bir nebze ge­ riye dönüp, bir kaçına göz atalım: Deniz, .......Seni tanıdığım için kaygılı gözlerle her sa­ bah gazeteyi açıyorum. İçimden bir kuşkuyla «Aca­ ba Deniz bu işi yaptı mı?» diyorum. Senin sonuna dek ülkücü bir genç olduğunda en küçük bir tered­ düdüm yok. (.......) Oysa biliyorum ki sen kendi menfaatin İçin banka soymazsım. O kadar akılsız olacağını hiç tahmin etmem. Çünkü akıllı adam dört arkadaşıyla bankaya airio silâh çekerek: — Sökül paraları!' der mi? Gavet ivi bilirsin ki, böyle modası geçmiş küçük Tl)

48

YENÎ GÜN Gazetesi, 17.12.1972.


gangsterlikleri ancak küçük adamlar yaparlar. Hiç <nsan böyle ilkel usullerle kendi çıkarı için banka soyar mı (...) Banka soymak için silâh tâlimi yapa­ cağına, siyaset tâlimi yaparsın. Partiye girip mebus olursun. İktidar çetesinin içine yamanıp ağını ku­ rarsın. Sonra da ister kendin banka açar, sonra da açtığın bankayı batırıp yüz milyonlar götürürsün. Veya eski bir bankanın icabına bakarsın (...) Banko soymanın bunca meşru yolu varken, silâhı çekip vezneye rampa etmek gibi ilkel bir yola sapacağına hiç inanmam. Tez vakitte bu güç durumdan kurtulman dileğiy­ le) (1).

İşte, Deniz Gezmiş ve diğerlerinin idamı ile il­ gili kararın çıkmasından çok evel başlamış bir kam­ panya... Ve işte size, Millî Birlik Komitesi’nin eski üyelerinden birinin sözleri: (Gezmiş ve arkadaşları, bazı davranışları suç olsa dahi, bugüne kadarki eylemlerinde haklıdırlar. Sonra banka olayı isnadı doğru dahi olsa, âdi bir gasp saymıyorum. Çünkü milyonların binbir yoldan gasbedildiği bir düzende, mücadeleyi devam ettire­ bilmek için paraya da ihtiyaç vardır. Bence meşrûdur ve fakat kanunen suçtur. Bu olay, sokakta mü­ cadele veren gençlerin dışardan para yardımı ala­ rak eylemlerini devam ettirdikleri ithamını da çü­ rütmüştür. Türkiye’yi bugünkü ortama getirenler hay­ talar, aşırı uçlar diye bağrına dursun, iktidar şark kurnazlığı ile iktidarını devam ettireceğinin hesabını (1)

Deniz GEZMİŞ, İlhan SELÇUK - CUMHURİYET Ga zetesi 19,1.1971.

F :4

49


yapsın, sîzleri itham etsin. Ben on sene evvelki beşbuçuk aylık iktidarımın sorumluluğunu hâlâ taşıyan, bugün sîzlerin dahi son olayından kendimi suçlu bu­ lan birisi olarak diyorum ki, bizi affedin. Banka is­ nadı doğru dahi olsa utanmayın. Sizler hapsolursanız eylemler ve devrimler duımaz devam eder, edecektir. Tâ ki, 27 Mayıs iktida­ ra gelinceye kadar. Polis kanun dışı baskı ve hare­ ketlerinden çekinmeyin) (1). Bu, çok erken başladığını gördüğümüz kam­ panyaya katılanlardan misal vermeye devam ede­ lim: (Demek ki,bizim polis en çok banka soymaya kızıyor. Banka soyulunca çelik yeleklerini giyiyor, tabancalarını yağlıyor, yedek şarjörlerini dolduru­ yor, sonra) da gazetelere liân ediyor: — Vururum! Ancak bu kesin titizlik bizim poliste yasalara olan bağlılığı mı kantılıyor, yoksa sadece bankalara olan tutkuyu mu, orası pek belli değil. Çünkü sadece banka soyulursa yasalara bağlı­ lık ortaya çıkıyor da, örneğin Vedat Demircioğlu’nun, Taylan’ın, Battal'ın ve daha bir düzine güneş gibi gencin kurban gittikleri cinayetlerde bu bağlı­ lık dizanteriye tutulmuş kocakarının don uçkuru gi­ bi gevşeyiveriyor. Bir devrimci genç sokak ortasında arkadan nal­ lanırsa polis ne çelik yelek giyiyor, ne tabancasını yağlıyor, ne yedek şarjörülerini dolduruyor, ne de ilân ediyor gazetelerde: — Kaatil teslim ol, yoksa vururum. (1)

50

Açık ağn, Fazıl AKKOYUNLU, 19.1.1971.


Demek ki, bizim anayasal demokratik ve ültramodern matrak hukuk devletinde suç hiyerarşisine göre banka soygunları ön plânda geliyor, siyasî cinâyetler ise hiçbir plânda gelmiyor. Zaten 20. yüz­ yıla uygun devlet de böyle olur. Bankalar önemlidir ve vurulan gençler önemli değildir) (1).

1971 yılında milletin gözleri önünde cereyan eden, anarşik hadiseleri, gerilla hareketlerini, ban­ ka soygunlarını yukarıdaki tarzda yorumlayan «öz­ gürlükçülerden bir başkası ise aynı konuda şöy­ le diyordu: (Soyulan bankanın müdürü, polisçe kendisine gösterilen resimlerden tam bir teşhise varamadığını söylemişti. Polis ise, bültenlerinde, yayınlarında «Mü­ dür, Deniz Gezmiş’i, Yusuf Aslan'ı teşhis etti» de­ mişti. Teşhis - meşhis edilen yoktu. Ve bu polis, Başkentte bundan bir süre önce Amerikan sefareti önünde ateşe tutulan iki polisin de, soygunda kul­ lanılan tüfekle ateşe tutulduğunun tesbit edildiğini söylemekte hiçbir sakınca görmemişti. Velhasıl her şey garip bir şekilde birbirine karıştırılmıştı. Acaba bütün bunlar niyedir? Gerçekten Deniz Gezmiş ve öteki devrimci arkadaşları mı bankayı soymuşlar, yakaladıkları evde polisleri bağlamışlardı? Yoksa bütün bunlar bir takım tertipler midir ve halkın hu­ sûmeti belli bir maksat için devrimci üniversite gençliğinin üstüne çekilmek mi istenmektedir? Bu­ gün bu soru, gerçekten sorulacak sorudur) (2).

Aynı konuyla ilgili olarak örnekler vermeye de­ li) (2)

İlginç, Çetin ALTAN - AKŞAM Gazetesi, 9.1.1971. Polisitye Komedi, İlhami SOSYAL - AKŞAM Gazetesi, 18.1.1971.

91


vam ederken, idam cezasına çarptırılan anarşistlere, bir başka ağızdan şu şekilde sesleniliyordu: (Herşeyden önce şunu belirtmek gerekir ki, banka soygunu, öyle burjuva ahlâk ölçüleri içinde yapılan ikiyüzlü değerlendirmelere göre değil, ger­ çekçi olarak yerine konmak lâzımdır. Bir kurtuluş mücadelesinde ya da devrimci kavgada çeşitli yön­ temler kullanılabilir. (...........) Eğer devrimciler bu sert mücadele yöntemlerinden birini uygulamışlarsa o mücadele biçiminden dolayı değil, olsa olsa o mücadele biçi­ mini yerinde ve zamanında uygulayıp uygulamadık­ larından, taktik olarak olumlu sonuca gidip gitme­ diklerinden dolayı ve ancak devrimciler tarafından eleştirilebilirler. Ki o eleştiri de, ancak devrimci kav­ gaya en keskin noktalarına kadar katılmış, devrimci yürekliliğini hayatı bahasına ispat etmiş olanların hakkidir; yoksa masa başında icâzetli ahkâm kesen­ lerin değil. (.......) İçişleri Bakanlığı’nın ve polisin kendi burjuva hukuk kurallarını çiğneyerek, en küçük bir delil bile elde etmeden «banka soyguncusu» ilân ettikleri Deniz Gezmiş ve Yusuf Aslan ile arkadaş­ ları, genç yaşlarında devrimciliklerini isbatlamış sos­ yalistlerdir... Onlar «soyguncular iktidam na ve «soy­ gun düzeni»ne karşı savaşın halk çocuklarıdır) (1).

Burada bir an için durak, hattâ mevzûumuzun dışına çıksak bile, önemli bir hususa temas edelim: Gerilla ve gerillacılık kelimelerinin asıl mânâsı nedir? Gerilla, işgale uğramış vatan toprağı üzerinde müstevli ve yabancı kuvvetlere karşı vatan müda­ faası için küçük imkânlarla yapılan, tabiî ve psiko(1)

52

ANT Dergisi, Sayı : 10 - Şubat 1971'.


lojik şartların elverişliliğini ön plânda tutan, bezdiri­ ci ve yıpratıcı bir savaş usûlüdür. Dünya milletlerinin çoğunda olduğu gibi bizim târihimizde de gerilla ha­ reketleri vardır, görülmüştür. Ancak, «şehir gerillası» adı verilen hareketler, kafiyen bu maksadı taşımaz ve doğrudan doğruya anavatan topraklarını yabancı ve emperyalist bir devletin hâkimiyetine sokmak gâyesini güden dav­ ranışlardır. Üstelik; «emperyalizme karşı savaşıyo­ ruz» masalını yutturmaya çalışarak... Son senelerde sık sık duyduğumuz ve hattâ yâkînen yaşadığımız bu kabil hareketler, bu ölçü, da­ hilinde değerlendirilmelidir. Zirâ, kelimenin mânâsı, budur. Oynanan oyun, budur. Şimdi, müsaadenizle tekrar ileriye bakıp, idam cezalarının iptali hakkında neler söylendiğini gör­ meye çalışalım. Anarşistlerin idamına karşı çıkılması için veri­ len talimâtlar muvâcehesinde, bir başka beyân: (Türkiye Devricmi Öğretmenler Birliği, siyasi suçlulara ölüm cezası vermenin, bir anlamda dü­ şüncenin ipe çekilmesi demek olduğunu belirtmişdir) (1). Bu örnekleri daha da çoğaltmak mümkün. Fa­ kat sadece şu son ifâdeyi de bir ibret vesikâsı ola­ rak takdim edip, bu mevzûu bitirmek istiyoruz. Yu­ karıdan beri, Komünist Bizim Radyo’nun direktifle­ ri ile hareket eden dahilî ve haricî (af havarilerinin), Sıkıyönetim Komutanlarımıza, Silâhlı Kuvvetlerimiz'e ve Devletimiz’e nasıl saldırdıklarını gördük. Şimdi okuyacağımız cümleler ise, içimizden bi­ ci)

HALKÇI Gazetesi, 20 .1 .1971 .

53


risine attir ve ibretle .dehşetle, okuyun:

fakat şaşırmadan

(Sıkıyönetim Mahkemeleri'nde yargılanan bin­ lerce yurtseverin çektiği acıyı, halkımızın ızdırabım biz de çekiyoruz. Aramızda görüş farkları olsa, dahi, bütün yurtseverlerle, ilerici akımlarla birleşme za­ manı gelmiş dayanmışdır) (1).

Benzerlerini evvelce gördüğünüz bir ağızla bin­ lerce (yurtseverin çektiği acıdan bahseden, acaba kimdir? (Yurtsever) diye tavsif edilenler; anarşist, sabo­ tajcı, Anayasa’yı yıkmaya niyetli, Türk Polisi’ne, Kahraman Mehmetçik'e silâh çeken... Yabancı kon­ solos kaatili. Kültür Sarayı'nda Marmara Vapuru’na, Sibel Erkan'dan İngiliz teknisyenlerine kadar... Eminönü Araba Vapuru'na kadar cereyan eden hadi­ selerin elebaşısı veya maşası; ayak takımı Marksist Leninistler değil midir? — Onlardır! Onların Sıkıyönetim Mahkemeleri'nde yargılan­ malarına (acı çekiyorlar) diyebilen şahıs, anarşistle­ rin acı çektirdiği sayısız insana ve hiç olmazsa Polis ve Mehmedçik’in akıtılan kanına da aynı derecede üzüldüğünü ifâde etmiş midir? Bu acıyı, ıztırabı da hissetmiş midir? (Köylüler bize sağ duyularım ,biz de köylülere isyân duygularımızı öğrettik.) — Che Guevara —

Peki, kimdi o satırların sahibi? 15 Temmuz 1973 tarihli gazetelerde yer alan: (Düşünce suçu kavramını kabul etmiyorum) (1)

54

Bülent ECEVİT, Devlet Dergisi, Sayı •. 138.


Cümlesinin sahibi ve Yeni CHP’nin Genel Baş­ kam Bay Ecevit’in ta kendisidir! Bu, öyle dehşeten­ giz bir hakikattir ki: Türk Devleti'nin Atatürk ilkele­ riyle, Anayasa ve kanunlarla şekillenen düzenini siiâhla değiştirmek isteyen anarşistler, Bay Ecevit’in nazarında (acı çeken yurtsever) dir. Fakat, tehlike­ nin ve dehşetin derecesi nedir; (Marksist - Leninist kadın militanlardan Gülay ÖZDEŞ, sorgusu sırasında: «Siz bize insanca davranıyorsunuz. Fakat biz iktidarı ele geçirirsek, sizleri halk mahkemesine ve­ rip, idam ettireceğiz». Demiştir) (1).

Sıkıyönetim Mahkemeleri'nde (acı çektiği) Bay Ecevit tarafından söylenen anarşistler, bu sözleri, Türk Hâkimleri, Savcıları için sarfetmektedir. Tasav­ vur buyurun ki; bir parti liderinin nazarında, bu dü­ şüncedeki kimseler «yurtsever»dir. Hem de «acı çe­ ken yurtsever»... Anarşistlere ve Bay Ecevit’le etrafındakilere ait sıraladığımız ifâdeleri, muhayyilemizden uydurmuş değiliz. Hepsi de birer realitedir. Gülay ÖZDEŞ’in sorgusu esnâsında söylediği korkunç sözlerle ilgili olarak, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlığımın emri ile ve Bakanlıklararası bir hey’et tarafından hazırla­ nan (Türkiye Gerçekleri ve Terörizm) adlı kitap, ay­ nen şöyle diyor: (Bu sözler, sadece Gülay ÖZDEŞ’in değil, Marksist - Leninist her ihtilâlcinin arzu ve ihtirasının da ifâdesidir. Dikkat edilirse, Gülay ÖZDEŞ, sizleri «halk mahkemesine vereceğiz» demiyor da, «Halk 41)

Türkiye Gerçekleri ve Terörizm, Sayfa : 133.

55


Mahkemesine verip İDAM ETTİRECEĞİZ» diyor. Ya­ ni, ellerine imkân geçerse bunların kuracakları halk mahkemelerine tevdi edilenler hakkındaki mahkeme kararları, peşinen verilmiş olacakdır. Bugün, TÜRKİYE gerçeklerinin bir diğer yönü, de, kanunla kanunsuzluğun mücadelesi ve kanun­ suzluğun bilinçli veya bilinçsiz şefaatçiler bulma­ sıdır.) Biz temenni ediyoruz ki; Bay Ecevit, mezkûr kitaktaki tâbirle (bilinçsiz şefaatçilerden) olsun! Bunun tersini, gerek CHP ve daha mühimi, memleketimi­ zin geleceği bakımından .kat'iyyen arzulamayız. Fa­ kat, şu da bir gerçektir ki; kuru kuru temenni hiç bir zaman geçer akçe değildir. (Acı çeken binlerce yurtseverin ıztırabına katıl­ m ak...) Öyle mi? Moskova m enşeli emir ve teşviklerle, (Bizim Radyo) ile birlikte anarşistlere (koruyucu mefek)lik yapanlarla, Ecevit’in böylesine benzer ifâdeler kul­ lanması bir tesadüf müdür? Yoksa?... Vatandaşın zihnini uzun müddet meşgul eden bir başka mes'ele de şudur: Bir zamanlar, gazete ve dergilerde boy boy re­ simler, çarşaf çarşaf yazılarla açıklanan (CHP İs­ tanbul İl Kongresi'nde misafir olarak bulunan yaka­ ları orak - çekiç rozeti Rus Konsolosluğumun temsil­ cileri) salonda ne arıyordu acaba? Sovyet Konsolosları, her siyasî partinin kong­ resine katılmak veya o parti tarafından yapılan, dâvete icâbet etmek nezaketini (!) ne zamandan beri benimsemişlerdi? Ve herhalde Rus Konsolosloğu, bu temsilci-

56


lerini CHP Kongresi’ne kendiliğinden göndermemiş, vâki dâvet üzerine yollamışdır. Böyleyse, Bay Ecevit'in partisi, delegelik gibi bir sıfatı da bulunmayan Rus Konsolosluğu temsilcilerini kongresine çağır­ maya neden lüzum görmüşdür? Biz, hiçbir zaman ve zeminde, (Altı Ok) la, (Orak - Çekiç) i yanyana tasavvur etmedik ve edemi­ yoruz. Partinin kurucusu olan Atatürk de hayatı bo­ yunca ve bıraktığı eserlerle, Türk Mileti’nin her an bu inancı taşımasını istemiş ve belirtmiştir. Yani, Atatürk hiç bir zaman solcu olmamışdır ve değildir. Ama, (Yeni CHP)nin lideri, acaba aynı yolda mıdır? (....... Ecevit kim? Amerikan Koleji'nden yetiş­ miş, devşirme sosyalist bir parti lideri. Türkiye'de Şilivarî bir anarşi havası estirmek pahasına (toprak İşleyenin, su kullananın) hikmetini savuran da o. İş­ galleri savunup boykotçulara göz kırpan, her teşeb­ büs sahibine sömüren damgası yapıştırma da o. Yani malûm Ecevit (1).

Bay Ecevit'in solculuğunun derecesi için ayrı bir paragraf başı yapılabilir. Ancak, şimdilik yuka­ rıda verdiğimiz misâle birkaç tanesini daha ekleye­ lim: (Ecevit’in ılımlı bir İskandinav Sosyalizmi’ni an­ dıran reformcu programı, hayli tutucu olan sosyal sınıfların öfkesini çekmediği takdirde, ülkeye daha fazla bir sosyal adalet getirebilir) (2).

(Türklerin Robin Hodd'u Karaoğlan; İngiltere’de kölelik çağında köylüleri, efendileri11) (2)

Hayat Mecmuası, Cilt 2, Sayı : 32. Le Monde, Ekim 1973.

57


ne karşı ayaklandıran ve zenginleri soyarak fakirle­ re para dağıtan Robin Hood, bu sefer de Türkiye’­ de Bülent Ecevit kişiliğinde ve Karaoğlan adıyla canlanmıştır. Bülent Ecevit’in halk arasındaki takma adı karaoğlan’dır. Bu yeni Robin Hood, halkın tek umudu olmuştur) (1). (1950 yılından sonradır ki, Ecevit, Sosyalist fi­ kirleri işlemeye başlamıştır) (2).

(Ecevit, Parlamentodaki muhalifleri tarafından komünistlikle suçlanırken ve hakkında soruşturma ■açılması istenirken, hiç bir şeyden yılmayarak, tutuklular ve işkenceye uğramışların haklarının korun­ ması lehinde kanun teklifleri ileri sürmüştür) (3). «... Köylüler de bizden, elinde tüfek bulunan bir insanın değerini, ve bu tü­ feğin, başka bir insana elindeki tüfek sayısı ne olursa olsun, ateş etmeye ha­ zır olduğunu öğrendi.» — Che Guevara —

Bay Ecevit’in, AvrupalI malûm yayın organları nazarında hangi fikir çizgisinde bulunduğu, böylece ifâde ediliyor. Fakat, dahası var. Zaten Bay Ecevit çok bilinen şu sözü de söy­ lemiş bir insan olarak, kendisinin hangi noktada bulunduğunu açıklamışdır: (11 (21 (3)

58

The Guardian, Ekim 1973, Frankfurter Allegemine', Ekim 1973, The Guardian, Ekim 1973.


(Bana sosyalist derseniz, bundan ancak mem­ nun olurum) (1).

Gazetelerde ve dergilerde de yer alan bu söz­ ler, 14 Ekim seçimleri sırasında bir parti lideri ta­ rafından Radyo’da bir kerre daha dile getirilmişdir: (CHP Genel Başkanı Bay Ecevit, Almanya’ya yaptığı bir seyahat esnasında, aralarında komünist­ lerin ve Türk Devleti'nin düşmanları olan şahısların da bulunduğu bir toplantıda konuşmuş; yanına mih­ mandar olarak da, Türkiye Gizli Komünist Harici Bürosu Sekreteri Zeki BAŞTIMAR (Yakup Demir) in Batı Almanya'daki temsilcisi «Türkiye’de Kurtuluş» Gazetesi'nin Yazı İşleri Müdürü Ali Söylemezoğlu’nu almışdı). Miliyetçi Basın’da bir hayli yer alan, Bay Ecevit’in Almanya seyahati ve orada yapılan toplantının hikâyesini (DEVLET) Dergisi’nin 27 Ağustos 1973 tarih ve 199 numaralı nüshasından okumaya devam edelim: (Gezi ne zaman başladı? Ecevit, 1970 Ocak ayı başlarında Federal Al­ manya’ya bir gezi yapmayı tasarlamış, 3 Ocak 1970 tarihinde mezkûr ülkeye gitmişdi. Bülent Ecevit, o tarihde CHP’nin Genel Sekreteri bulunuyordu. Ecevit, 4 Ocak’da Köln’deki bir işçi derneğinin toplantısına katılmış, 5 Ocak’da Stutgart’da az bir öğrencinin bulunduğu toplantıyı müteakip, Merce­ des Fabrikası’nda 150 kadar işçinin iştirak ettiği öaşka bir toplantıda konuşmuştur. Ertesi günü, in­ şaat işçileri ile, 7 Ocak'da ise Berlin'e geçerek ora(1)

Alparslan. TÜRKEŞ, Radyo, seçim konuşması, 8.10.1973.

59


da üç gün kalmış, muhtelif toplantılara katılarak görüşlerini açıklamıştır. Ecevit 8 Ocak 1970 gecesi Metal İşçileri Sendikası binasının özel bir odasında, içlerinde Sıkıyönetimce aranan komünist ve anar­ şistlerin de bulunduğu, 15 - 20 kişinin katıldığı bir toplantıda konuşmuşdur. Kimler vardı? Bu toplantıda Ecevit’e mihmandarlığı, azılı aşı­ rı solcu Ali Söylemezoğlu yapıyordu. Ve Ali Söylemezoğlu, Ecevit'in yanında oturuyordu. Söylemez­ oğlu, Türkiye aleyhinde neşriyat yapan bir gazete­ nin neşriyat müdürü idi. Bu gazete, Demirperde ge­ risinden, Prag'dan finanse ediliyordu. «Türkiye’de Kurtuluş» adlı bir gazete, Türk Devleti'ni yıkmak, Türk Milleti’ni bölmek için çalışan iç düşmanları yok etmek gâyesiyle hareket eden Türk Silâhlı Kuvvetleri’ne bütün gücü ile veryansın ediyor, onları (Faşistlikle) suçluyor, (Devrimcilerin bertaraf edildi­ ğini) ileri sürüyordu. Ve Ecevit’in katıldığı bu toplantıda, Türkiye aleyhinde suçlar işlediği için Bakanlar Kurulu kararı ile Türk vatandaşlığından çıkarılan Hakkı KESKİN de vardı. Hakkı Keskin, çalışmaları ile Türkiye aleyhin­ de yıkıcı: dış güçlerle ittifak kuran ve dış merkez­ lerden talimat alan Avrupa Türk Öğrenci Federas­ yonu Başkanı bulunuyordu. Bu kuruluşun idarecile­ rinin bir çoğu, yıllanmış öğrenciler olduğu gibi, Tür­ kiye aleyhinde bulunmayı (profesyonellik) hâline ge­ tiren ve Türkiye’ye giremeyen kimseler teşkil edi­ yordu. Başka kimler vardı? 15 - 20 kişinin katıldığı bu toplantıda .Sıkıyöne60


tim makamlarınca aranan İrfan TUNÇ vardı. İrfan Tunç Dev - Genç'in ileri gelen militanlarından biri olup, 12 Mart’dan bir süre sonra gizlice yurt dışına kaçarak faliyetlerine orada devam etmiş azılı bir anarşist idi. Ve bu toplantıda .ayrıca gene Sıktyönetim'in aradığı saklanan daha başka anarşistler de vardı. Bülent Ecevit, kendileri gibi düşünmeyen başka hiç kimsenin alınmadığı bu toplantıda .(Sosyalist ol­ makla övündüğünü, kendisinin de muhatapları gibi Sosyalist olduğunu) söylemeyi bir yana bırakarak, mes'ele bütün çıplaklığıyla meydana çıkınca gülünç savunmalara girişmiş, kendisini bir kere daha ele vermişdir.) Dergi, bunları yazıyor ve Almanya’daki toplantı­ da çekilmiş Bay Ecevit'le diğerlerinin iki ayrı pozunuda yayınlıyordu. Bir parti liderini yamyassı edecek vasıftaki böy­ le vesikalar karşısında, Bay Ecevit, ne yazık ki sa­ dece susmakla iktifâ etti.1973’ün Temmuz ayı içinde, AP’li bir parlamen­ ter tarafından fotoğraflarıyle birlikte tekrar ortaya atılan Almanya seyahati karşısında, Bay Ecevit’in id­ diaları çürütücü tekzibini, yalanlamasını ve bukabil delilleri çıkarıp, muhataplarını cevaplandırmasını boş yere bekleyen kamuoyu, hâlâ da beklemektedir. Fakat CHP Lideri belki de herhalgi bir tekzibe lü­ zum görmemektedir. Halbuki Bay Ecevit, (o toplantıda Sıkıyönetimce aranan, şu şu, ve şu şahıslar yokdu. Bu, bir foto­ montaj hilesidir» de diyebilirdi. Gerçi, bunları söyle­ mesi, Almanya’daki toplantının söylediği şekilde ya61


pılmad’iğını isbâtlamazdı ama, bilhassa aklı başın­ da bazı kimseler, yahut bazı CHP sempatizanları, inandırıcı bir açıklamayı beklemekte haklıydı. Aşağıya aldığımız, hem sual, hem iddia vasfın­ daki cümıle, son derece enteresandır: (.......Yüksek tahsilli bile olmayan Ecevit, herşeyden evvel romantiktir, şairdir. His tarafı daha fazladır. Fikriyatı, kalıplamış Sosyalizme dayanır... Biz bugüne kadar Ecevit'in «ben komünist değilim» sözünü duymadığımız gibi, bütün anti - komünistleri Mc Cartty'cilikle kolayca itham etmiştir) (1). Evet, bu sözler, düşündürücüdür.

Şimdi de gelelim, Bay Ecevit’in başka bir seya­ hatine. Gene 1970 yılının ilk ayında, Bulgaristan’a da­ vet edilen Bay Ecevit, orada verdiği birkaç beyânatla, propaganda ve ajitasyonla vazifeli birisi gibi ha­ reket etmişdir. CHP Genel Sekreteri, Bulgaristan'da gördüğü (mükemmel çocuk bahçelerini en zengin ülkelerde bile) görmediğini ifâde ederek, Rus komü­ nizminin belki de en kötü, en şahsiyetsiz taklidini methetmek gibi bir gaflet göstermiş, TRT haber bül­ tenlerinde de yer alan bir başka beyânatında, bakın neler söylemişdir: (....... Bugünkü başarılarınızı yakından görmek fırsatını elde etmiş bulunmaktayız. Eskiden, az ge­ lişmiş bir tarım ekonomisine sahip olan Bulgaristan, bugün kısa bir müddet içersindje, ileri bir sanayi’e dayanan kuvvetli bir ekonomi kurmuştur. Bu başarı­ sının başlıca âmillerinden biri, köy ekonomisinin ileri ve güçlü bir kolfektif hareketine dayanmış ol(1)

62

SABAH Gazetesi 8 Ekim 1973.


masıdır. Yalnız tarımda değil, bütün alanlarda da kaydettiğiniz başarı, seçmiş olduğunuz yolun sonu­ cudur. Size gıpta ettiğimi söyleyebilirim. Fertlerin hayat standardını ve ülkenizin ekonomisini yükselt­ mek için takip ettiğiniz metotlardan dolayı sizi teb­ rik ederim) (1). Bay Ecevit’in tebrik ettiği, (gıpta ediyorum) de­ diği ülke, Bulgaristan’dı ve metod da Marksîzm -■ Leninizm ve Brejjnevizm’di. Demirperde ülkeleri içinde, Moskova'ya köle gi­ bi bağlı; yüzde yüz itaatkâr olan başka bir memleket gösterilemez. Bunu en başarılı (!) bir şekilde yapan tek ülke, Bulgaristan’dır. Stalin’in ve Kruşçef’in izin­ den sadâkatle giden Bulgaristan, hâkimiyet Brejnev’in eline geçince, hemen O’nun mutî bir bendesi olmuş; köleliğini ve dolayısiyle Brejnev’in efendiliği­ ni kabuilenmişdir. Kurulmuş olan Kolhoz’larda ve Sovhoz’larda üretilen ürünler, Bulgar halkının faydasına değil; Rusya’daki (mutlu azınlığın) istifâdesinedir. Bulga­ ristan; bir meyve memleketi olmasına rağmen, pa­ zarlarında kırmızı biberden başkası bulunmaz. Baş­ ka birşey satılmaz. Meyveler, Rusya'ya taşınır. Çöp­ leri ise, (sun'i gübre) hâline getirilerek, Bulgaristan'a yüksek fiyatla satılır. Bulgar .Rus'un öyle bir kölesidir ki; kendi pis­ liğini (çöpünü) bile, kendi parasıyle geriye satın alır. Ve... Pes doğrusu... Marksizm ve Leninizm’in metodu, bugünkü mer’i hâliyle, Rus'un, Rus’dan gayri insanları, hattâ hat­ tâ idare kademesindeki Rus'un, fakir işçi ve köylü Ruslar’ı sömürme metodudur. (1)

ZEMEDSKO (Bulgar) Gazetesi, 26 Aralık 1969.


(Ecevit, klâsik solculuğun bütün ilkelerini mu­ halefeti Sırasında uygulamıştır) (1).

Bu iddianın doğruluğunu gösteren delillerden bi­ risi şudur: (Amerikalılar, kendi istediği kimseleri iktidara getirip, istemediklerini indirmek için seçmlere para dökmekte, hattâ bazı ülkelerde sandıklara sahte oy pusulaları doldurulmaktadır. Sanık, büyük bir komü­ nist tehlikesi varmış gibi gösterip, meşru ve demok­ ratik muhalefetlerin ezilmeleri için gerekçe hazırla­ makta veya silâhsız, dolaylı saldırı varmış gibi gös­ terip, silâhlı Amerikan müdahalesine mazeret bul­ mak için nümayişler, sabotajlar, hattâ iç savaşlar düzenlemektedirler. Amerikalılar gizli ve tehlikeli suretde milletlerin iç işlerine karışmaktadırlar) (2).

Yukarıya aldığımız cümleler, meselâ( Millî De­ mokratik Devrimci) Mihri BELLİ'nin de olabilirdi. Fa­ kat, Bay Ecevit’indir. Bu sözlerle, klâsik solculuğun en iptidaî tatbi­ katı, yani Amerikan aleyhtarlığı, yapılmıyor mu? Bir de şu (bildiri) yi okuyalım: (Şu bozuk düzende sayısız güçlüklerden geçe­ rek tesadüfen yüksek öğrenim yapma olanağını bu­ lan. halkının ve yurdunun gerçek çıkarlarının bilinci­ ne ulasan 10 öartetmen adayı köylü çocuğu İstanbul Yüksek Öğretmen Okulu'ndan öğretmenlik yapa­ mazlar kaydıyla koyulmuşlardır. Suçları Amerikan sömürgeciliğine ve işbirlikçi­ lerine karşı çıkmak ve Türkiye’nin tam bağımsız, in(1) (2)

'64

SABAH Gazetesi» 12 Ek^m 1973. 21 Haziran 1969, Gazeteler.


sancı) mutlu gerçekten demokratik bir ülke olmasını istemektedir. Kovma kararı alan yöneticilerin bu iş­ leme uydurdukları kılıf ise, okul içinde dışında yö­ netmeliğe aykırı bildiri dağıtmak, okul toplumunda ikilik yaratmak, okul idaresine yersiz suçlamalarda bulunarak okul yönetimini güçleştirmektir. Gerçekte Türkiye’nin bağımsızlığını isteyen tüm Yüksek Oğretmenliler arkadaşlarının yanındadırlar. Ve bu haksız kararın önlenmesi için sonuna dek di­ reneceklerdir. Eğer bağımsızlık isteyen bildiriler okul yönetmeliğine aykırı görülüyorsa, bu bildirileri ya­ yınlayanlar için öğretmen olamaz deniliyorsa, bunu böyle görenler sömürücü Amerikan gâvuruna göz yuman kişilerdir. Türkiye’nin bağımsızlığı uğruna vereceğimiz kavgada Mustafa Kemal'e lâyık olacak ölçüde kor­ kusuz ve bilinçli Türk Gençliği olarak zafere inanı­ yoruz. Bütün devrimci kuruluşlar bu haksız ve çirkin kararın durdurulması için Yüksek Öğretmenli kar­ deşleriyle birlikte sonuna kadar direneceklerdir. Kavgamız, güzel günler içindir. Kahrolsun Amerikan sömürgeciliği, kahroisun emperyalizm ve onun içimizdeki işbirlikçileri. Yaşa­ sın bağımsızlık için döğüşenler. Yaşasın halk için savaşan halk çocukları) (1).

Sîzlere sunduğumuz şu ikinci (bildiri)nin mahi­ yeti, bir yüksek okulda, okul yönetmeliğine aykırı hareket ettikleri için talebelikden ihraç edilenlerle ilgilidir. Fakat, görüldüğü gibi, sol’un yalancılığı ve yaygaracılığı ile, Amerika Birleşik Devletleri, derhal adı geçen okulda da kendini göstermektedir (I). M)

Î.T .Ü . Ö ğ r e n c i B ir liğ i b e y â n n a m e s i , 7:2.1969.

F :5

65


Kuyruklarına basıldığı anda, gelsin Amerikan sö­ mürgeciliği... Neden daima Amerikan emperyalizmi de Rus emperyalizmi değil? İkincisinden söz eden hangi solcuya rastladınız? Aşırısından, (ılımlısına) kadar sol’un bütün ka­ demesi .aynı karakter ve aynı anlayışla hareket et­ miş... hadiseleri tahrifle, (suç)u, .suçsuzluk) şeklin­ de takdime çalışmışdtr. Yukarıdaki (bildiri)nin altına yirmi iki talebe birliğinin ismi konmuş ve mes'ele büyütülmiek istenmişdir. Aslında, sol cebhenin her zaman başvurduğu bir çâredir bu... Daima aynı şekilde sahneye konmuş, aynı tarzda dile getirilmişdir. CHP iktidardan düştükten bir sene sonra. Bay Ecevit'in söylediği ve yukarıda aynen aktardığımız sözlerine benzer ifâdeler, başka başka ağızlardan da kullanmışdır. Biz, sadece bir misâl daha verece­ ğiz: (Önümüzdeki dönemde faşizme karşı mücade­ lemiz devam edecektir. Bu mücadelenin ağırlığı, iş­ çi sınıfının ekonomik ve siyasî mücadelesini gerilet­ mek ve bastırmak yolundaki tedbirlere karşı savaş­ mak noktasında toplanacaktır. Sosyal pratiğin de gösterdiği gibi, Türkiye'de bütün emekçi yığınlarının sömürü ve baskıdan kurtuluşu, işçi sınıfının müca­ delesinin başarısına bağlı olacaktır. Bu nedenle iş­ çi sınıfının üzerine gelecek baskılara karşı savaş­ mak bütün devrimcilerin temel görevidir. Denebilir ki Türkiye’de bugün herhangi bir iktidarın niteliğini kesinlikle gösterebilecek tek ölçüt, işçi sınıfının si­ yasî mücadelelerine, bilinçlenme ve öğütlenme ça­ balarına karşı takınacağı tavırdır. Biçimsel demokra­

66


si şeklindeki burjuva diktatörlüğü olan faşizmi ayırmamıza imkân verecek tek ölçüt budur. Öte yan­ dan işçi sınıfının özellikle onun siyasî partisinin, sermayenin halk üzerindeki bütün baskı ve zorba­ lıklarına rağmen mücadele etmesi gerçeği dle açık­ tır) (1).

Mahiyetleri değişik olmasına rağmen, üç beyâ­ nın da müştereklik arzeden tarafları, sizin iz’ânınıza kalıyor. Yalnız şu kadarını hatırlatalım ki, son ifâde­ nin yayınlandığı dergi. Sıkıyönetim Mahkemeleri ta­ rafından kapatılmış bulunan; TİP içindeki Sadun AREN - Behice BORAN grubunun organı olan EMEK’dir. Anarşinin, sabotajları, cinayetlerin ve hattâ iç savaş alâmetlerinin Amerikalılar tarafından çıkarıl­ dığını iddia eden Bay Ecevit, öyle sanıyoruz ki, memleketimizde bir tedhiş ve terör havası eserken... dinamitler, tabancalar patlayıp, insanlar kaçırılırken, Türkiye’de değildi (!). Hâdiseler görüldüğü halde Bay Ecevit’e göre kazın ayağı kat’iyyen böyle değildir. Memleketimiz­ deki anarşiyi, ya Amterika çıkarmıştır, yahut da ikti­ darların kabahati; hattâ suçudur. İşte, bunun böy­ le olduğunu kendisinden dinleyelim; (CHP olarak, ezilenlerin, sömürülenlerin yanın­ dayız, yanında olacağız .Düzen bozukluğu yüzünden, iktidarın ihmâli veya suçu yüzünden mağdur olanla­ rın cezalandırıldıkları bir toplumda cezalar hukuka uygun olsa bile haksız olur) (2).

(Hukuka uygun olsa bile, haksız) olurmuş!... Nasıl felsefedir bu? Nerede Türk Adalet meka(1) f2)

EMEK Dergisi,, Sayı 11 Nisan 1971. CUMHURİYET Gazetesi, 27.12.1999.

67


nizmasına saygı? Her şeyden evvel, iktidarın suçlu olduğuna hükmünü basıyor, sonra da cezâya çarp­ tırılanların mağduriyetini söyleyip, işin içinden sıyrı­ lacağım! sanıyor. Bizim inancımıza göre, hukuka uy­ gun olan hiç bir karar, haksız değildir. Evvelâ Tür­ kiye'de hukukun ve hukuk adamlarının varlığına inanmak gerek. Bu inanç, her türlü menfaat kaygusunun ve siyasî yatırımın üstünde olmalıdır. Bay Ecevit için, yukarıdaki cümleyle ifâde edi­ len manâ, bir defaya mahsus da değildir. Kanunla kanunsuzluğun, Yeni CHP Genel Başkanı nazarın­ da nasıl ayırd edildiğini, yeri geldikçe kendi ağzın­ dan göreceğiz. İsterseniz, Bay Ecevit’in ifâde ettiği, yani (ikti­ darın ihmâl veya suçu yüzünden mağdûr olanların cezalandırıldıkları bir toplumda cezâlar, hukuka uy­ gun olsa bile haksız olur) sözünün, bize hatırlattığı ve gazetelerde de yer alan .başka konuşmasına ge­ çelim: (Devrimci gençlik kendi içinde de bölünmüştür. Bu bölünme acıdır, fakat bir bakıma kaçınılmazdır. Fakat, devrimci gençler arasında doğal olmayan bö­ lünmeler ve demokratik tartışma ölçüsünü çok aşan çatışmalar da olmaktadır. Bunlardan gençlerin ken­ dileri sorumlu değildir. Bunlardan gençlik dışında ba­ zı açık veya gizli çevreler ,bazı ihtiraslı kişiler hattâ gençlik arasına sokulan bazı tahrikçi ajanlar sorum­ ludur... Çünkü, dlediğim gibi, gençlik bir arayış ve bunalım çağıdır. Hattâ bir isyan çağıdır. Kişiliği güç­ lü olan gençler kendi yollarını kendileri arayarak; ki­ şiliği ve o kadar güçlü olmayanlar da telkinler altın­ da kalarak, ama yine içtenlikle, bize en aşarı gelen düşünceleri, tutumlan benimseyebilirler. Bence on-

68


tanrı hepsi saygıdeğerdir ve bir ölçüde olsun hoşgö­ rüyle, tahammülle karşılanmalıdır. Ama saygı değer olmayanlar da vardır. Onlar parayla tutulmuş veya işlediği bazı suçlar istismar edilerek irâdeleri kırıl­ mış bazı tahrikçi ajajnlardır. Gençler arasında böyle ajanlar da sokulduğunu en iyi bilenler gençlerin kendileridir. Resmî midir, yarı resmî midir bilinmez ,bazı gizli örgütlerin adam­ ları olan bu tahrikçi ajanlar, zaman olur en ilerici gençlikten daha ilerici, en ilerici solculardan daha solcu görünürler. Birçok sabotaj girişimlerinin, si­ lâhlı eylemlerin ardında bu tahrikçi ajajnların bu­ lunduğu artık ortaya çıkmıştır) (1).

Bay Ecevit’in bunları söylediği günden bu yana dört sene geçmesine rağmen, Yeni CHP Lideri’nin hâlâ daha eski berbere tıraş olduğunu kabul etmek, herhâlde fazla safdillik olmasa gerektir. Zira, Bay Ecevit, 1973'ün son aylarında da bu kâbil suçlama­ larda bulunmamış mıdır? Gene tahrikçi ajanlardan dem vurmamış mıdır? MİT için ,en az eski isnâdları kadar ağır bir dil kullanmamış mildir? Bay Ecevit'e göre, hâdiselerde baş rolü oyna­ yanlar (saygı değer kimseler) dir de, (tahrikçi ajan­ lar) sorumludur. Asıl suçlu olan, bunlardır. Saygıde­ ğer olmayanların başında ise milliyetçi gençlik gel­ mektedir. Sol’un hangi kanadına mensup olursa ol­ sun; hangi fi’li işlerse işlesin, böyleleri «saygıdeğer» fakat ötekiler? Asla! Bir bakarsınız Millet Meclisi kürsüsüne çıkmış, Türkiye'nin filânca köşesindeki hâdiselerle .ilgili konuşuyor: (Deviet'den, Hükûmet'den umudu kesen halk, Anayasa'nrn izin verdiği hattâ emrettiği toprak reforfl)

MÎLLET Gazetesi, 27 Aralık 1969.

69


munu yer yer kendisi gerçekleştirmeye başlamıştır. Buhareket ne Jandarma ile, ne teknolojjik buluşlarla ne de yasalarla önlenebilir, tabiat kanunları vardır insanca yaşama hakkının bilincine varan bir halk o hakkı elde etmiesini bilir. Bu, bütün yasaların üstün­ de bir doğa yasasıdır. Elerine «topraksız köylü ol­ maz» diye yazdıkları dövizi alıp yürüyüşe geçen ve üzerinde yaşama hakkı iddia ettikleri toprakları iş­ gale giren köylüler...) (1).

«Bütün yasaların üstünde doğa kanunları var­ dır» gibi bir mantığı ortaya atan, Bay Ecevit’tir. De­ mek ki, onları da (saygı değer) olarak kabul ediyor. Ve demek ki, Bay Ecevit’in iktidarı mevzu bahs olsa, (topraksız köylü olmaz) diyerek arazi işgaline kalk­ mak, kendisince hüsn-i kabul görecekdir. Acaba, görmek midir? (2). 1973 senesi Kasım Ayı’nın ilk günlerinde, gaze­ teler, şöyle bir haber veriyordu: «Gaziantep’in İkikuyu köyünde bulunan köylü­ ler, eski Devlet Bakanı Kâmil OCAK’ın amcasına âit sekiz parça tarlayı işgal etmişlerdir. Bir gece tarla­ lara giderek işgal eden ve işlemeye başlayan köylü­ ler ayrıca 6 traktörle tarlaları sürmüşler ve 10 ton tohumluk buğday ekmişlerdir. Ocak Ailesi’ni de köye sokmayan işgalciler, Jan(1) (2)

70

Millet Meclisi Tutanak Dergisi, 1969 Bütçe Müzake­ releri. Bülent- Ecevit’in Başkanlığa sırasında, bu konudaki icraatının ne şekilde tecelli' ettiğini, kitabın ikinci kısmında «toprak işgalleri»ni ele alırken açıkça gö­ recek ve iktidardaki Bay Ecevit’in düşüncelerini de öğreneceğiz. (Yazarın notu).


darmalar tarafından ,olay büyütülmeden yakalanmış­ lardır. Köylüler .Jandarmaya verdikleri ifadelerinde: (Ocak Ailesi'nin yıllardan beri işlettiği sekiz par­ ça tarlanın köyde oturan 71 aileye ait olduğunu) da iddia ederek, (nasılsa Gaziantep bölgesinde de top­ rak reformu gerçekleştirilecek ve Ecevit bu toprak ları bize dağıtacak. Biz bu işi bir an önce bitirmek istedik.)

Demişlerdir.» Bu hâdisenin cereyan ettiği günler, öyle gün­ lerdi ki; 14 Ekim’de yapılan seçimler neticesinde sandıktan, çıka çıka besbelli bir (koalisyon) çıkmışdı. Ve en fazla milletvekilliğini de CHP kazanmışdı. Bu bakımdan. Bay Ecevit'in koalisyon hükü­ metinde Başbakan olarak vazife alması, muhtemeldi. Yeni CHP Genel Başkanı, seçim neticelerinin he nüz kat’î olarak alınmadığı ve tasnifin devam ettiği 15 Ekim günü. Televizyonda yaptığı konuşmayla, za­ ten kendisini çoktan Başbakan gördüğünü ihsas ettirdi. Hattâ, açıkladı. Gerçi, Bay Ecevit, 15 Ekim akşamı yaptığı ko­ nuşmayla, (düzeni değiştirmeye) domatesden başla­ madı amma, Gaziantep’in İkizkuyu köylüleri de işe, OCAK Ailesi'nin topraklarım işgalle başlıyorlardı. Bu mevzuda, köylülere hak vermemek mümkün değildir. Madem ki Ecevit iktidara gelmek üzeredir, o halde (toprak işleyenin, su kullananındır) diyen... (toprak­ sız köylü olmaz) diyen Ecevit’in tâlimatlarma uyup, başkasının olan araziyi işgal etmenin de tam vakti­ dir. Zirâ, Bay Ecevit ifâde etmişdir ki; bu kabil kim­ selerin üzerinde çalıştıkları toprağı işgal etmesi, meşrûdur. Mübâhtır. Kanun dışı bir davranış değil­ dir. Anayasa’ya uygundur. 71


Hem Ecevit'e göre o kadar mübâhtır ki, CHP Genel Başkam, bu konuda şunları söylemekte bir beis görmemektedir: (....... Bazı altyapı devrimlerini, değişikliklerini, birçoğu okur yazar olmayan köylüler, Antalya’nın Elmalı köylerinde, İzmir'in TorbalI'sının köylerinde, Atalan'da, Göllüce'de yapmağa başlamışlardır bile. Halkın, köylünün kendiliğinden giriştiği, Anayasa doğrultusundaki bu devrimci eylemler, bu altyapıya yönelen eylemler, yalnız bu saydığım değil, adı ba­ sına geçmemiş daha nice köylerde yürümektedir) (1).

Hâl böyle olunca, köylülerin bu (bilinçlenişi) (!) karşısında Bay Ecevit'i tebrik etmek, en büyük hakşinâslık olacakdır kanaatindeyiz. Toprak işgallerinin yapıldığı. Bay Ecevit’in ifâde­ lerinden anlaşılan, fakat her nasılsa basına geçme­ diği halde CHP Genel Başkanı’nın bal gibi haber­ dar olduğu köylerden Göllüceliler, daha evvel şu konuşmayı bizzat Bay Ecevit’den dinlemiş olduk­ larını hatırlıyacaklardır: s

(Göllüceliler, sizin ve Atalan köyünün müca­ delesini Ankara'dan izliyoruz. Bütün milletin gözle­ ri sizin üzerinizdedir. Bu düzen böyle gitmiyecekdir. Biz de kadınlarımızı örnek alacağız. Kadınları­ mıza mahcub olmamak için, gerekirse canımızı or­ taya koyacağız...) (2).

Evet, Bay Ecevit, (gerekirse) canını bile ortaya koyacaktır. Çünkü, bunlara bu davranışlara yani başkalarına ait bir malı gasbetmenin Bay Ecevit'e ait lûgattaki adına (doğa kanunu) derler. (1) (2)

72

Bülent ECEVİT, (Atatürk ve Devrimcilik) Sayfa •• 114. Bülent ECEVİT, 18.3.1969, - DEVLET Dergisi, Sayı 210.


Acaba, Bay Ecevit slâmiyet’in bir (ilkesi) oldu­ ğunu kendi kitabında söylediği (toprak işleyenindir) sözünü Göllüceliler’e hitâb ede ede söylemiş mi­ dir? Demiş veya dememiş... Fakat, toprak işgalle­ ri bu kadarla bitmemişdir. Gaziantep’deki toprak işgalinden bir hafta son­ ra, bazı gazeteler, şu haberi veriyordu: (....... Gaziantep’teki toprak işgallerinden sonra, Kadirfi'de de bir kooperatife ait üç bin dönümlük arazi bir gece içinde yüz kadar köylü tarafından iş­ gal edilmiş ve barakalar inşa edilmişdir. Daha son­ ra Güvenlik Kuvvetleri’nin olaya müdahalesi ile iş­ galciler araziden çıkartılmış ve yaptıkları barakalar yıktırılarak, kışkırtıcılık yaptıkları ileri sürülen 13 kişi gözaltına alınmıştır. İfâde edildiğine göre, CHP'nin bu seçimlerde fazla milletvekili çıkartması ile gittikçe şımaran sol­ cular Ecevit’in «Toprak işleyenin, su kullananın» sloganından da cesaret alarak bir takım kışkırtıcı faaliyetlere şahit olunmuş ve Kadirii’de üç köy hal­ kı ileri sürüldüğüne göre Marksistler’le Ortanın so­ lundaki bazı şahıslarca kışkırtılarak üç bin dönüm­ lük arazi işgal edilmişdir. 1948 yılında kurulan ve bine yakın üyesi bulunan Yeşilyurt Kooperatifi’ne ait üç bin dönümlük arazi işgal edilmiş ve üzerinde bir gecede 140 kadar baraka inşa edilmiştir. Durum Kadirli Kaymakamlığı'na daha sonra da Adana Valiliği'ne intikâl ettirilmiş ve Güvenlik Kuvvetlen der­ hal olaya el koyarak işgalcileri araziden çıkartıp yapılan barakaları yıkmışlardır. Olaylarda kışkırtıcılık yaptıkları ileri sürülen 13 şahıs da yakalanarak göz altına alınmıştır) (1). (1)

DEVLET Dergisi, Sayı i 211.

73


Ellerine fırsat geçtikçe mangalda kül bırakma­ yan kimseler, bakarsınız Türk köylüsü için (câhil, geri kalmış) v.s. gibilerden iftirâ atmasını bilirler amma, hangi insâf sahibi, başkasına âit bir araziyi bir gece içinde zapteden köylülere kendi tâbirleriy­ le (bakın, köylü nasıl da bilinçlenmeye başladı) di­ yebilir? Eğer, ortada bir kanunsuzluk mevcûdsa, yani Antep’teki, Adana'mn köylerindeki, İzmir'in köylerin­ deki toprak işgalleri, Türkiye Cumhuriyeti kanun­ larına göre suç teşkil ediyorsa, Güvenlik kuvvetleri, yukarıdaki hâdisede olduğu gibi harekete geçer ve kışkırtıcıları yakalar. Vatandaşın öz malını da kendisine iade eder. Memleketimizdeki kanunlar, mer’i T.C. Kanunları Anayasamızdır. Türk Milleti, bunlardan başka bir kanun bilmez, tanımaz. Kendi kanunlarına karşı son derece hürmetkârdır. Ken­ di kanunlarına saygılı olmak, Türk Milleti'nin eski­ den beri başlıca meziyetidir. Gaziantep ve Kadirli’deki hâdâiselerde de gö­ rüldüğü gibi Bay Ecevit bir kerre daha yanılmıştır. Nediyordu Yeni CHP Genel Başkanı daha evvel nak­ lettiğimiz bir konuşmasında: (___ bu hareket ne Jandarma ile, ne teknolojik hususlarla ne de yasalarla önlenebilir...)

Evet, toprak işgallerini kasdederek böyle diyor­ du amma, yanılmışdı işte. Zira Türk Jandarması, Antep'in İkizkuyu köyünde cereyan eden toprak işgali vak’asım derhal önlemiş, Bay Ecevit’in (yasalar) de­ diği Türkiye Cumhuriyeti Kanunları, Jandarmasına verdiği selâhiyet ve kuvvetle, oradaki hâdiseyi de, Kadirli’dekini de her vakit olduğu ve olacağı gibi 74


«önlemişdir. Bundan sonra da önleyecekdir. Hiç bir Türk vatandaşının, bundan şüphesi olamaz. Bizim, bundan şüphemiz yoktur. Olmayacaktır. Fakat gene bizim, Bay Ecevit’in toprak reformu ve toprak işgalleriyle ilgili düşüncelerinin tatbik edil­ mesinden... ve bunun neticelerinden şüphemiz bü­ yüktür. Bay Ecevit’in bu mevzua dâir başka ifâdeleri ve görüşleri de vardır. Bunlardan bir tanesini daha aşağıya alıyoruz ve görüyoruz ki; CHP Genel Başkanı (demagoji san’atı) nın en güzel örneklerinden biri­ ni daha vermektedir: (....... Bir insan, parası varsa Türkiye toprakları üzerinde dilediği kadar apartman yaptırabilir. Dile­ diği kadar fabrika da kurdurabilir. Ama, başka ülke­ lerin topraklarını işgal etmedikçe, Türkiye’nin top­ raklarına, hiç kimse, ne kadar parası olursa olsun, bir karış daha toprak ekleyemez) (1).

Mes’ele, Türkiye’nin mevcud topraklarını artır­ mak mıdır? Yoksa vatandaşları toprak sâhibi yap­ mak mıdır? Bir insan — parası varsa — Türkiye topraklan üzerinde istediği kadar apartman yaptırabilir, fabri­ ka kurdurabilir de; neden — meşru yollarla — iste­ diği kadar arazi sahibi olamaz? Ve sahib olduğu bu topraklar sâyesinde, başkalarına da rızk kapısı aça­ maz? Buna hangi felsefe engel teşkil eder? Hangi düşünce, bunu müsbet veya normal telâkki etmez? Bay Ecevit, şu mantığı da göğsünü gere gere ortaya atıyor* 11)

(Bu Düzen Değişmelidir), Bülent ECEVÎT, Sayfa : 159.

75


(... Birçok toprakların hukukî sahipleri kentler­ de oturmakda, başka işler yapmakda, veya yarıcıya, kiracıya bıraktığı toprağının gelirliyle, hiç bir iş yap­ madan geçinmektedir. Toprak reformu ile; bu gibi topraklar da kamu­ laştırtarak işleyenlere verilecektir) (1).

Şu işe bakın siz... Toprağın sâhibi, ister şehirdeoturur, isterse gecekonduda! Kimi ilgilendirir ve­ ya o toprak sahibini kim icbâr edebilir; ille de çalışacaksjn, diyerek? Herhâlde Bay Ecevit iktidara gelse ve bâhsettiği toprak reformunu gerçekleştir­ se, icbâr edecektir? (Apartman sayısı arttırılabilir; fabrika sayısı art­ tırılabilir; ama toprak düzeyi arttırılamaz. O halde, geçimi topraktan olanları, Tanrı'nın verdiği kadar toprakla geçindirmeğe mecburuz) (2).

Diyen Bay Ecevit, biraz da Allah’ın işine karış­ mış olmuyor mu? Şahıslara, çalışıp hak ettikleri için Allah tarafından verilmiş toprakları, başkalarına —sırf işleyenler başkasıdır diyefek— vermek, bilin­ mez ne dereceye kadar mantıklı bir düşüncedir. Büyük toprak sâhibi olup da fazla yatırım yap­ mayan... verim arttırıcı tedbirlere ihtiyaç duymayan kimseleri harekete geçirmenin, yapmadıklarını yap­ tırmanın başka bir usûlü yok mudur? Herkesçe bilinmektedir ki; Türkiye’deki komü­ nistler, «ılımlı» veya «aşırı solcular», Türk Milliyet­ çilerini sevmezler. Bu iki zümrenin birbiriyle birleş­ tiği hiçbir müşterek nokta yoktur. Zaten böyle ol~ (1) (21

76

Bu Düzen Değişmelidir - Bülent ECEVİT. Aynı kitap.


ması da «tabiatları icâbı»dır. Zira, «İlham kaynakla­ rı» değişiktir. Türk milliyetçileri, bir tek kaynakdan beslenirler. Dayanakları millî değerlerdir. Dil, din, örf, ve an'anelerdir; Türk töresidir. Solcularla anlaşamamalarının başlıca sebebi de zaten budur. Sol, bunlara itiraz ettiği, bu değerleri benimsemediği için solcudur. Ve milliyetçiler tara­ fından tasvip görmezler. Her konuda olduğu gibi, «toprak» mevzuunda da Türk’ün kendine has bir görüşü olması gerektiği, elbette akla en yatkın fikirdir. İşte Yeni CHP'nin Bay Ecevit vesilesiyle bize öğrettiği «Toprak Reformu»yla ilgili olarak ,başka bir partinin görüşü ile bize, değişik bir teklif getirilmektedir. Bay Ecevit’inkinden çok değişik olan bu toprak reformu teklifi, MHP Genel Başkanı Alparslan Türkeş'indir. CHP li­ derinin sâhib olduğu toprak reformu fikrinden deği­ şik bir görünüş arzetmesi bakımından olduğu kadar, «TARIM KENTLERİ» yönünden de son ederece ilgi çekici olan satırları aşağıya alıyoruz: (.......Gerçekten bugün köylerimizde nüfusumu­ zun üçte ikisine yaklaşan 24 milyon vatandaşımız yaşamaktadır. Hükümetin öngördüğü toprak refor­ muyla 24 milyon köylü nüfusumuzun sosyal refaha kavuşması .insanca yaşayabilmesi mümkün değildir. En radikal bir «toprak dağılımı» şeklinde bir toprak reformu mütalaa edilse bile, Türkiye’de toprak da­ ğıtmak mümkündür. Oysa toprağı olmayan, ya da yeteri kadar toprağı bulunmayan köylü ailemizin mik­ tarı 3 milyon civarındadır .Bunun için biz diyoruz ki, toprak reformu tek başına yeterli bir tedbir değ ildir. Madem ki ülkemizin en büyük sorunu kalkınmadır ve sanayileşme/ sonunda âtıl nüfus, gizli işsizler or-

77


duşu, sınaî ve hizmet sektörüne kaydırılacaktır. O halde yapılacak ilk iş, asıl ağırlığın sınaî kalkınmaya verilemesidir. Köy sınaî kalkınması, tarım reformuy­ la, toprak reformuyla birlikte yürütülmelidir. Bir yan­ dan bölge-köylere büyük sınaî tesisler kurulup, böylece civar köylerin fazla nüfusunu, işsizlerini bura­ ya çekip, istihdâm etmek imkânı doğarken, diğer yandan da sınaî sektöre gittikleri için azalan köylü nüfusuna ekonomik ve rantabl tarım işletmeleri kur­ ma imkânını tanımak gerekir. Bugün en iyimser bir toprak dağıtımı ile 150 bin topraksız, ya da yeteri kadar toprağı olmayan köylü ailesine toprak dağıtıl­ mış olsa bile, gelecek yıl nüfus artışı ile bu dağıtım, ekonomik ve sosyal anlamını kaybedecektir. Bu se­ beple biz izlenecek yolun «Tarım Kentleri» yolu ol­ duğunu ileri sürüyoruz. (.......) Böylece tanın kent­ leri, ülkemizin, dolayısiyle köylülerimizin sanayi­ leşme amacını gütmektedir. Köy sanayii, köylülerin tasarrufu ve devletin yapacağı yardımla finanse edilecektir (.......) Bizce toprak ve tarım reformu dört hareketten ibarettir. Bunlar; tarım topraklarının bö­ lünmesine mâni olmak ;ufaklanmış tarım toprak ve işletmelerini toplulaştırmak, belirli bir büyüklükten sonra özel mülk araziyi bedeli karşılığında kamulaş­ tırıp, topraksız, ya da az topraklı, köylüye dağıtmak; nihayet emek ve mülkiyet esasına dayanan, Mark­ sist ülkelerdeki kooperatifçilikle ilgisi olmayan, ta­ mamen köylünün irâdesini yansıtan kooperatifleşme' hareketidir. Bu dört hareketi bünyesinde taşımayan bir toprak tarım reformu başarısız kalmaya mah­ kûmdur (1).

(1)

78

Yeni Ufuklara Doğru Sayfa : 114 Alparslan TÜRKEŞ'


1973 seçimleri için yapılan propaganda konuş­ malarında, CHP’nin ve Bay Ecevit’in ileri sürdüğü «Köy Kentleri» ve «Halk Sektörü» gibi fikir ve slo­ ganlar hakkında da burada birkaç söz söylemek, daha doğrusu hatırlatma yapmak zarureti doğuyor. Zirâ, yukarıdaki sloganları, en yakın 1972 se­ nesinde bir başka siyasî partinin sloganı olarak du­ yuyoruz. Acaba Bay Ecevit bu sloganlara sâhip mi çıkmıştır? 1973 yılında ikinci baskısı yapılan bir kitapda şunları görüyoruz: (....... İnsanlar ayrı partili de olsa, iyi bir fikir üzerinde birleşmelidirler. Oysa yıllardır, bu nazarı dikkate alınmamıştır. Bülent Ecevit gidip konuştuğu her yerde, «Türkiye'yi tarım kentleri ile kalkındıra­ cağız» demiş ama, beri yandan da bu fikrin esas sahiplerini lekelemeye çalışmıştır. Kendi fikirleri gi­ bi göstermiştir) (1).

Alparslan Türkeş, Tarım Kentleri fikrinin MHP'ye âit olduğunu... fakat buna Bay Ecevit tarafından sâhip çıkıldığını söylüyor. «Millet Sektörüsne gelince ... (Anayasamız, sosyalist ve kapitalist diktatörlük­ lere kapalıdır. Anayasamızın kabul ettiği sistemi, ül­ kemizin şartlarını esas alan MİLLÎ EKONOMİ SİSTEMİ'dir. Millî ekonomi sistemi de aslında karma ekonomiye dayanır. Ancak, bu, klâsik karma ekono­ mi değil, MODERN KARMA EKONOMİ'dir. Modern karma ekonominin özelliği, ikili sektör, yani özel ve kamu sektörü yerine ÜÇLÜ SEKTÖRE dayanmasıdır. Bu üç sektör, ÖZEL SEKTÖR MİLLET SEKTÖRÜ, ve KAMU SEKTÖRÜ'dür. Burada klâsik iki sektör ara­ lı)

Yeni Ufuklara Doğru, Sayfa : 83 - Alparslan TÜRKEŞ.

79


sındcı yeni bir sektör MİLLET SEKTCRÜ yer almak­ tadır. Millet sektörü, ekonomimizin millîleşmesini, iktsadî kalkınmamızın hızlanmasını, üretim araçları mülkiyetinin âdil dengeli bir biçimde millî tabana (millete) yayılarak insanlarımızın hür olmasını sağ­ layacak bir sektördür. Millet sektörü, millî bütünleş­ me ve ekonomik demokrasinin temel şartıdır) (1).

Yukarıda kaydettiğimiz iki sloganın, 1973 seçim­ leri için kullanıldığını ve daha evvelden MHP’nin be­ nimsediği bir görüş olmasına rağmen ona sâhip çı­ kıldığı iddiasını burada bitirerek, CHP Genel Başkanı'nın dolayısiyle partisinin «sağcı»lık iddiâsına geli­ yoruz. Evet, Bay Ecevit bir noktada «sağcı» olduğu­ nu da söyleyip şu izahatı veriyor: (....... Bizim istediğimiz toprak reformu, İslâm toprak düzeninin de, Osmanlı toprak düzeninin de sağında kalır) (2). Bu derece (sağcılık), doğrusu zarar. Ne var ki, (toprak işleyenindir) inancı, CHP'nin

Ecevit’den önceki Genel Başkanı İsmet İnönü’ye de hâkimdir. Bay Ecevit, (Bu Düzıen Değişmelidir) isim­ li kitabında: (... Milliyetçi Çin’de Amerikan etkisiyle uygulanmış olan toprak reformu kanununun adı bi­ le «Toprak işleyenindir Kanunu» dur) diyor. Şevket

Süreyya Aydemir de ,bir yazısında: (İnönü, Başvekiliğinin sonlarına doğru, 29 Ara­ lık 1937’de Millet Meclisi'nde beklenmiyen bir çıkış yaptı. Şu satırları okuyalım: «Toprak, mahsûlünü an­ cak bir şartla verir. Bu da, toprağın işleyenin malı olmasıdır...) (3). (1) (2) (3)

80

Yeni Ufuklara Doğru, Sayfa : 98 - Alparslan TÜRKEŞ. Aynı kitap, Sayfa : 149. CUMHURİYET Gazetesi, 30.3.1971.


Diyerek, Bay Ecevit’in (toprak işleyenin, su kul­ lananın) sloganiyle herhangi bir tahrikde bulunma­ sı iddiâsını çürütmeye çalışıyordu. Çalışmasına çalışıyordu amma, 1973 Türkiyesi’nde toprak işgallerini de, peş peşe istiyorduk. (Yeni CHP) adı altında son seçimlere giren Bay Ecevit'in partisi .kalkınmanın, köylüden başlayacağı­ nı müdafaa ediyordu. CHP’ye göre şimdiye kadar kalkınmada köylüye gereken kıymet ve hak ettiği öncelik verilmemiştir. Aslında ekonominin kaynağı tarımdır ve tarımdaki köylüdür. CHP’nin görüşüne göre, köyde teşekkül eden tasaruflar — ki asıl büyük kaynaklar— aracıların, tefecilerin elinde kalmış ve­ yahut da müsrif devlet idarecilerinin elinde eritilmişdir. Kaynakların verimli yatırımlara intikâl ettirilmesi husûsunda iş adamlarının davranışları da daha fay­ dalı değildir .Onlar da kaynakları, verimli yatırımlar dışında harcamaktadır. CHP'nin 1973 seçimleri için çıkardığı (Ak Günler) adlı küçük kitapdaki iddialara göre (iş adamı bir fabrika kurmadan önce, sanayi dışı faaliyetlerden sağladığı büyük kazançlarla ken­ dine yüksek düzeyde bir yaşantı sağlar, o uğurda büyük harcamalar yapar.)

Bu iddiaların ne dereceye kadar doğru birer teş his olduğu, son derece şüphelidir. Hepsinden evvel tasarruf kaynaklarının köyde bulunduğu görüşü, isbüyük harcamalar yapar.)

Köyde de tasarruf vardır muhakkak. Lâkin, Türk ekonomisindeki başlıca ve hakiki tasarruf, ya­ ratıcı kaynağın (köy) olduğu iddiâsı, realitelerin dışın dadır. Bunları bir kenara bıraksak bile, kendimize şöyle bir sual sorabiliriz; F :6

81


(CHP, dâima köylü gelirlerinin son derece dü­ şük seviyelerde hattâ asgarî geçim seviyesinde bu­ lunduğunu işlemiş bir parti değil midir? Hem bunu iddiâ eden partidir, hem de aynı köy­ lünün en büyük tasarruf kaynağım teşkil ettiğini ile­ ri süren partidir. Bu hâl; Yeni CHP'nin, ekonomik,, gerçekleri dile getirmediğinin bir misâlidir. Zirâ, her­ kes tarafından bilinmektedir ki; tasarruf, ancak be­ lirli bir gelir seviyesine ulaşıldıktan sonra .şahıslar tarafından yapılabilmektedir. Köylü, gerçek ve bü­ yük taarruf kaynaklarının sahibidir iddiâsı ileri sürül­ düğü vakit, köylünün belirli bir gelir seviyesine ulaş­ mış olduğu da kabul ediliyor demekdir. Aksi halde, yani «zavallı Türk köylüsünün» kar­ nını kâfi derecede doyuracak bir gelir seviyesinden mahrumi bulunduğu ileri sürülüyorsa, o zaman da ay­ nı zümrenin büyük tasarruf kaynaklarını yarattığımı söylemek mümkün değildir. Geçelim...

* **

82


«Devlet gücünü ele geçirdiğimizde, büyük toprak sahipleri için yaptığımız uygulamayı, (tazminatlı veya tazminat­ sız) zorla mülksüzleştirmeyi, küçük köy­ lüler için düşünmeyeceğiz bile. Küçük köylüler arasındaki görevimiz, herşeyden önce, özel teşebbüslerini ve özel mülki­ yetlerini, zor kullanarak değil, örnek göstererek ve sosyal yardım sağlayarak, kooperatif teşebbüs ve mülkiyetine dö­ nüştürmelerini sağlamak olacaktır.» — ENGELS —

Yeni CHP'nin seçim beyannâmesi olan «AK GÜNLER» kitabından bazı pasajları dikkatle okuyo­ ruz: (Özel girişim olacaktır bu düzende, fakat Dev­ leti halktan daha güçlü kılıcı boyutlara varamıyacaktır.) (Köylü kooperatiflerinin .sosyal güvenlik ve yar­ dımlaşma kuramlarının sendikaların, yurt dışındaki işçi ortaklıklarının ve benzeri halk ortaklarının giri­ şimlerinden oluşacak sektöre CHP halk sektörü de­ mektedir.)

Sadece şu iki misâlden de görüldüğü gibi, CHP için (HALK) tâbiri mühim, hattâ sihirli bir kıymet ta­ şımaktadır. Peki, (halk) dan rriurâd nedir? Halk kim­ dir? Bu tasnife, böyle bir tefrike neden lüzum hisse­ dilmiştir? Cemiyet içinde böyle fiilî bir sınıflaşma mevcud mudur? Halk sektörü ile alâkalı tartışmalara girmek­ sizin, bu suallerin cevabları bulunmalıdır. 83


Bay Ecevit'in partisi için(halk) tâbirinin hem belirli bir manâsı vardır ,hem de bu tâbirin şümûlüne giren manânın hudutları son derece geniş, hattâ be­ lirsizdir.. Yeni CHP için, (halk) tâbirinin ortaya atılıp, de­ vamlı sûretde işlenmesi; ekonomik ve İçtimaî bir sı­ nıflaşmayı ifâdeden ziyâde sempati toplamak gaye­ sini mâtuftur. Böyle bir mefhûmdur. CHP'ye göre, (ezilenler) halktır, memur, işçi, köylü haktır. Halk olmayan zümre, sedete (aşırı kârlara gözünü dikmiş, tekelci sermayenin işbirlikçi ortakladırdır...)

Yeni CHP ve Bay Ecevit için Türkiye'de halka karşı kurulmuş sömürücü bir zürnre vardır ve bu zümre öylesine tesirlidir ki, halkın elindeki küçük tasarrufları bile, kendi irâdesiyle kullanmasına en­ gel olabilmekte... bunları halkın elinden kolayca alabilmektedir. Bu derece şümûllü bir iddiâyı ortaya atanlar, iddialarının doğruluğunu objektif ve ilmî delillerle isbâtlayabilmelidir. Bu isbâtı yapabilmek için de (sömürülen, engellenen zavallı insanlar) edebiyatı yapmak, kâfi değildir. Bay Ecevit'in devamılı olarak (halk) sözleri et­ mesi, fakat buna mukâbil (MİLLET) kelimesini ağzı­ na almaması bir hayli enteresandır. Basın'ın belirli bir kesimi, bu mevzûu işlemiştir. Bugün, bilhassa 12 Mart sonrası mahkemelerde, eşkiyâlahn çoğu, Marksit ve Leninist olduğunu söy­ ledi. Komünist olduklarını söyleyenler azdır. Bunun başlıca sebebi, komünizmin, Türk Milleti tarafından oldum olası nefretle karşılık görmesidir. En basit bir tarifle Marksizm ve Leninizm, milletleri; (halklar), 84


toplamları; (proleter), insanları; (zengin - fakir, sö­ mürülen - sömüren) şeklinde bölerek, bunlar arasın­ daki sınıf şuûrunu ortaya çıkarıp, sınıf kavgasının tohumlarını atmak ve kavganın harabeleri üzerinde komünizmin zafer bayrağını dikmekdir. Bu, onlar için değişmez bir doktrindir. Her memleketde legal - illegal (g izli-a ç ık ) ku­ rulmuş olan komünist veya sosyalist partilerin temel vazifesi ,budur! Sınıf kavgasını bir savaş halinde sürdürmek; hepsinin vazifesi, bu istikâmette mev­ cut şartlardan faydalanmaktır. Bazı vatandaşlar, Yeni CHP Genel Başkanı Bay Ecevit’in ara sıra 12 Mart öncesinin komünist eşkiyâlarını tasvip etmez mahiyette kullandığı ifâdele­ ri, Yeni CHP lehine bir kanaat olarak söyler... Yeni CHP liderinin Marksist bir Sosyalist olmadığı ileri sürülür. Acaba, Bay Ecevit'in asıl fikriyâtı, nedir? Burada şu tarihî misâli hatırlamadan yapamı­ yoruz; Lenin, Rus htilâli’nden evvel, bir devrede (ey­ lem cilerin karşısındaydı. Çünkü, Lenin ihtilâlden evvel köylü ve işçinin ihtilâl yolunda hazırlanmasının (bilinçlenmesinin), eylemden evvel varılması elzem bir hedef olduğu inancını besliyordu. Bunu, kendi ağ­ zıyla ifâde eden LENİN, kendi partisi olan (Sosyal Dem okratların (eylemciler)e katılması karşısında şahsına yöneltilen tenkidlere mukâbil, şöyle cevab veriyordu: (Yığınların bilinci ve örgütlenmesi olmadan, yı­ ğınlar hazırlanmadan ve eğitilmeden bir SOSYALİST İhtilâl söz konusu olamaz. Sosyalist ihtilâli geciktirdiğimiz yolunda anarşist­ çe ikazlara karşılık olarak şunu söylüyoruz; «Biz

85


Sosyalist Devrimi geciktirmiyoruz, biz .biricik güve­ nilir ve doğru yoldan, Demokratik Cumhuriyet yolun­ dan Sosyalist ihtilâle doğru ilk adamı atıyoruz» (1).

Yeni CHP Lideri'nin yolu bu mudur? (....... CHP Lideri ve yönetimi aynı yoldadır. Bir yan kuruluşu olan Sosyal Demokrasi Dernekleri'nin 12 Mart öncesi köylerde ve işçi bölgelerindeki ça­ lışmalar, açıkça bu yolda olduklarının isbatıdır) (2).

Yeni CHP, Bay Ecevit’in ve yatanlarının târifleriyle, (Ortanın Solunda ve Sosyal Demokrat bir par­ tidir. ama, Sosyalist bir parti değildir) (3).

Bay Ecevit ve teorisyenleri açıkça CHP'ye tam Sosyalist bir parti dememişlerdir. 14 Ekim 1973 se­ çimlerinden başlıca faktörlerden biri olan (bazı sol oylarını kaybedilmesi) endişesinin yanında Bay Ece­ vit ve daha da sol'a gitmek isteyenlerin elini kolunu bağlayan diğer bir faktör de; parti ve merkez yöne­ timinin sağcı «burjuva bürokratlarından» henüz tamamiyle arınmış olmamasıdır . (Bugün CHP içine «bilinçli» yani Marksit Sos­ yalistlerin sızdığı ve bunların partinin yönetimini ele geçirmeye çalıştıkları da artık belli olmaktadır. Bir takım Marksistler için, TİP gibi Sosyalist partinin kurulmasını veya bu işe sıfırdan başlamaktansa, hazır bir partiye konup, bunu istedikleri dü­ zeye getirmek câzib gelmektedir. Bunlar şimdi de, «Muhalefetde CHP muhakkak daha sola kayacakdır» demektedirler . CHP’de ve CHP liderinin şimdiye kadar ki slo(1) (2) (3)

86

(İki Taktik) Lenin. SABAH Gazetesi, 7 Ekim 1973. DEVÎR Dergisi Sîıyı : 43.


gan ve konuşmalarında müsait bir zemin vardır. Dü­ zen tersine çevrilecek, üretim ilişkileri yeni baştan düzenlenecek, dış finansa bağlı tekelci sermaye gi­ bi slogan ve deyimler, zaten Marksistler’in dialektîğine uygun düşüyor) (1).

«Biz işçilerden örgütlenmenin değe­ rini öğrendik, fakat biz de onlara ayak­ lanmanın değerini öğrettik, ve bu bir­ leşmeden, Küba topraklarının tümünde­ ki örgütlenmiş: ayaklanma doğdu». — Che Guevara —

Aslında bugün, Yeni CHP içinde bazılarına göre iki bazılarına göre de üç kanat olduğu bir gerçek­ tir. (Daha bu kanatlar, kişi mücadelelerinden tamamiyle arınmamış, ama bir tarafta gerçekten yani sol bilinçli militanlar, diğer taraftan da Merkez Yöneti­ mindeki burjuva bürokrat kalıntıları var. EScevit’in sözlerinde ve bildirgesinde aydınların tepeden inme reformculukları yerine tabandan gelen yeni akımı, itişi tercih etmıesi, (son tahlildeki) tercihinin ne ola­ bileceği konusunda önemli bir işaret. CHP giderek gerçek bir Sosyalist emekçi partisi olabilir mi? Bu sorunun cevabı, «Bu kadar oldu .tarihî akımın zoru ile daha fazlası neden olmasın?» CHP bildirgesinde Marksist dialektik paralelin­ de çok şeyler var, hele mantık silsilesi ve başlan­ gıç noktaları hemen hemen aynı, fakat gene aynı ih(1)

Devir Dergisi, Sayı : 46.

87


tiyatla, zemin yoklama içinde CHP bugün için küçük esnaf, sanatkâr »üretici ve işçi tabanım kolluyor) (1). Avrupa ülkelerindeki «işçi partileri» endüstri

inkılabının şartlan altında ve hakikî ihtiyaçlardan, aynı zamanda da bizzat işçilerin arasındn doğmuş­ tur. Yani, hiçbiri tepeden inme; zorlayarak kurulmamışdır. Bizdeki partilerden ne CHP ne de TİP, bu manâda bir işçi partisi değildir. CHP’den ve TİP’den başka bir sol parti kurulmuş olsa, bu da dâhil hiç bi­ risi gerçekten işçi hareketinin bir partisi olamıyacak, sadece işçileri istismar etmeye çalışacakdır. Şimdiye kadar yapıldığı gibi... Bilhassa son seçimlerden evvel, Türkiye’deki muhtelif menşe’li Marksistler’in söyleyip - yazdıkla­ rı, bize LENİN'in meşhur (ilke)sini hatırlatmıştır. Lenin'in (iki adım ileri, bir adım geri) politikasına uy­ gun, şartlara göre taktik değiştirerek uzun vâdeli stratejjik hedeflere yönelmek, tamamen gözler önün­ de cereyan etmişdir. M. ALİ AYBAR’ın karşısındaki solcuların yazdıkları ve söyledikleri, meydandadır. Türkiye’deki Marksitler’in (tepeden inme ve ih­ tilâl metodları) boşa çıkmıştır. Daima küçümsedik­ leri ve (Proleterya Demokrasisi) yolunda ancak bir safha olarak gördükleri bu devrede, kendi önlerinin açılmasını Yeni CHP'den istemektedirler. Bunun elbette büyük sebebleri vardır. Adı geçen Marksitler’e göre, bunların arzusuna göre, gerçek bir «Marksist Parti» nin kurulup, prole­ terya demokrasisi için savaşa başfaması, ancak. (1) 88

(DEVÎR) Dergisi Sayı : ,46


CHP’nin güçlü bir muhalefet partisi olarak veya za­ yıf bir ihtimâlle iktidarı esnasında hazırlanacakdır. Marksizm’in kuvvetlenmesirie engel olan kanunî ve idâri mânîaları, CHP’nin (burjuva özgürlükçülüğü} kaldıracak, Marksistlere rahat çalışmak ve güçlen­ mek imkânlarını ancak bu (özgürlükçülük) temin edecektir. Türkiye’de TİP’in yerine, deklare bir Marksist Komünist partinin kurulmasına kadar, daha bir müd­ det CHP (aşamasına) ihtiyaç vardır. CHP'nin kurucuları öyle kimselerdir ki, başta Mustafa Kemal olmak üzere hepsi de İstiklâl Harbi ve Cumhuriyetimizin kahramanlarıdır .Bu parti, Dev­ leti 27 sene idare etmişdir. Bu bakımdan, adı geçen partiden herhangi bir tehlike geleceği, bu parti mensûplarının ve sempatizanlarının hatırına gelmez. İş­ te bu yüzden de CHP’nin sol idaresinde zaman za­ man geriye adımlar atarak .vatandaşı aldatmak ko­ layda, kolay olacakdır. Marksistler’in iktidara, Halk Cebhesi ve Sosyal Demokrasi yardımı ile geçmeleri dünya yüzünde ol­ mayan şeyler değildir. «Vasat Sosyalizm» anlayışın­ daki partilerin, içlerinden, fethedilerek Marksist teş­ kilât haline getirildiklerinin sayısız örneği vardır. LENİN, ihtilâlden önce partisi olan Sosyal De­ mokrat mensuplarına, başarının sırrı olarak şunu sağlık veriyordu: (En büyük kuvvetimiz, halkın alışkanlığıdır).

Halkın alışkanlıklarını iyi bilecek, kendimizi bu­ na göre ayarlayacak ve hedefe ulaşacaksınız. Bunu LENİN söylüyor ve Sosyal Demokratları ikaz ediyor. 89


İşte, Türkiye'deki tehlikenin vehâmeti de bura­ dan doğmaktadır. Kendileri için Yeni CHP’yi (biçil­ miş kaftan) gören Marksistler’in hareket noktası, foudur.

«SOL SOSYAL GÜÇLER» (Sosyal Demokrasi, Sosyalizmin; Sos­ yalizm de Komünizm’in Türkiye’deki maskeleridir.)

(....... 1914'e kadar Lenin kendisini Sosyal De­ mokrat sayıyordu. Sosyal Demokratlarla Komünist­ ler arasında bir ayırım: doğdu. Ama bu ayırım nafile­ dir. Sosyal Demokratlar da bal gibi Komünisttirler. Komünistlerle aralarındaki fark amaçta değil, araç­ tadır. Her ikisi de özel teşebbüsün kaldırılmasını, millileştirilmiş sanayie müstenid plânlı bir ekonomi­ nin vaz edilmesini öngörmektedir. Sosyal Demok­ ratlara yönetilen ithamlar Komünistlerin bu sonu­ cu sağlamak için kabul ettikleri yegâne yolu red­ detmektedir .Bu sonuç, ihtilâlle sağlanacaktır. Par­ lamenter usûllere uygun olarak yapılacak tedricî re­ formlarla değil. 'Bununla beraber bu ayırım bugün için pek az anlam taşımaktadır. Bugünkü Komünist taktiğinin bütün maksadı, partinin iktidarı ihtilâlsiz almasına imkân vermektedir. Yine aynı şekilde Komünist par­ tileri bu gâyeyi gerçekleştirmenin en iyi fırsatının parlamenter çoğunluğu sağlamak olduğunu belirt­ mektedir.)

90


Yukarıdaki cümleler, Emniyet Genel Müdürlüğü

Yayınlarından, «Komünist Argosuna Karşı Klavuz»dan alınmıştır. Ve inkâr edilemez bir şekilde SOS­ YAL DEMOKRATLAR’la KOMÜNİSTLER’in sadece vasıtada ayrıldıklarını... buna mukâbil gayelerinin müşterek olduğunu söylüyor. Türkiye’de de Sosyal Demokratlar vardır. İşte (Sosyal Demokrasi Demekleri Federasyonu)nun; (YAPI ANALİZLERİ: Türkiye'yi somut şartları içinde değerlendirerek dünüyle ve bugünüyle iyi, analizini yapmışlardır. Doğru devrimci teşhis koymuş­ lardır. Bu yolda yürümüşlerdir. Genel Kurul raporlarında Türkiye'nin yapısı şu çizgilerle analiz edilmiştir: «.......Bir yandan bankalarda biriken paraların gittikçe artan bir kesimi sanayie yatırılmakta, kuru­ lan holdingler çok büyük bir sermayeyi kontrol im­ kânı vermekde, büyük miktardaki sermâye bir kaç elde toplanmakta ve üretim bu ellerde bollaşmakta­ dır. Diğer yandan bu oluşumlar dış, özellikle ABD sermâyesinin, desteği ve kontrolü altındaki gelişme-; lerdir. Kapitalist emperyalizmi çeşitli görüntüler a l­ tında ülkeyi sömürmektedir. Yerli sermâye ile yabancı sermâye iç içedir. Teknoloji transferi şeklindeki başlayan bu oluşum, bugün artık, ekonomik bağımsızlığımızı bir yana, si­ yasal bağımsızlığımızı da zedeleyeln yönde hızla ge­ lişmektedir) (1).

Sosyal Demokrasi Dernekleri hakkında, bilgi sâhibi olmaya devam ediyoruz: t i)

12 Mart’a Nasıl Gelindi?, Süleyman GENÇ, Sayfa : 261.

91


(DEVRİM ANLAYIŞLARI: Devrim nedir? Hangi; koşullar altında yapılır? Ve kim yapar devrimi?... (........... ) ............ Ve bir kerre daha belirtelim ki, dev­ rim, siyasal iktidarın niteliğini değiştirmektir. Bu ise, devrimci güçlerin siyasal iktidara geç­ mesiyle gerçekleştirecektir. Devrimci güçlerin siya­ sal iktidara geçmesi demek, pratikte onun siyasal örgütünün, yani partisinin iktidara geçmesi demek­ tir) (1).

Yani Sosyal Demokratlar'ın anlayışına göre, dev­ rim demek, siyasî iktidarın, kendi partilerine geç mesi demektir. Sosyal Demokratlar’ın partisi, iktida­ ra gelmeli; bu da seçim yoluyla olmalıdır. İşte Sos­ yal Demokratlar hakında yukarıya aldığımız Emniyet Genel Müdürlüğü yayınlarına ait (Komünist Argosu­ na Karşı Klavuz) isimli eserde belirtilen noktanın isbâtı. Yani, Sosyal Demokratlar’la Komünistlerin vâsıtada ayrılıp; hedefte birleştiklerinin kendi ağızla­ rından isbâtı! GELELİM «YÖNTEM»LERİNE

14 Ekim 1973 seçimlerinde CHP İzmir listesin­ den Milletvekili seçilen Süleyman GENÇ'in yazdığı (12 M art’a Nasıl Gelindi) isimli kitapda Sosyal De­ mokrasi Dernekleri'nin (yöntemi) de şöyle anlatıimaktadır: (Sosyal Demokrasiyi gerçekleştirmek için giri­ şilen devrimi mücadelesi, demokrasiyi hem araç,, hem amaç olarak kapsadığı için demokratiktir .Bu­ gün ülkedeki siyasal demokrasi, sol sosyal güçlerin bilinçlenmesi için en elverişli ortamdır.) (1) 92

12 Mart’a Nasıl Gelindi?, Süleyman GENÇ.


O devrede, yani Sosyal Demokrasi Demekleri Federasyonumun 3. Devre Fevkalâde l^ongresi'nin yapıldığı günlerde mevcud siyasî hava, (Sol sosyal güçlerin bilinçlenmesi için en elverişli ortam) olarak ^belirtiliyor. Ayrıca, adını biraz evvel zikrettiğimiz kitapda, şu satırları da görüyoruz: (....... Bu mücadele hem halka dayandığı, hem de halik iktidarına yöneldiği için HALKÇI'dır.)

Şimdi, bir de aşağıdaki satırları okuyalım: (Demokratik Sosyalizm, anlayışları dar bir çeşit çerçevede görülmesini isteyen uluslararası bir ey­ lemdir. Sosyal Demokratlar düşüncelerini ister Marxist olaylardan veya başka çeşit sosyal analizden isterse dinsel ve insancıl prensiplerden alsınlar, hepsi de ortak bir hedef peşindedirler.) Diyor ki; Sosyal Demokrasi, anlayışı kıt olan ce­ miyetlerde ortaya atılan, beynelmilel bir eylemdir. Ve Sosyal Demokratlar, hangi düşünceden hareket ederlerse etsinlere — Marksizm'den Kümanizm'e kadar hepsinin de hedefi, aynıdır.

Evet, kısaca; söylemek istenen budur . Merak etmişseniz, yukarıdaki satırları hangi ki taptan aldığımız da söyleyelim; CHP YAYIN­ LARINDAN, (KEMALİST DÜZEN) isimli eser! (Aynı kitap ve CHP yöneticilerinin çeşitli de­ meçleriyle Atatürkçülüğün dahi Sosyal Demokrasi olduğunu...) (Komünistlerin Sosyal Demokrat Derneklere da­ yanmakta olduğunu) gazetelerden de okuyoruz (1). Yeni CHP Genel Başkanı Bay Ecevit ise, bir ga­ zetede yayınlanan makalesinde şöyle diyordu: 'Ш

SABAH Gazetesi, 10 Ekim 1973.

93


(....... Kısacası, demokrasimiz o zaman siyasal olduğu kadar Sosyal Demokrasi de olacaktır. De­ mokrasimizin, siyasal olduğu kadar Sosyal Demok­ rasi de olması Anayasa gereğidir) (1).

Bir de, Nail GÜRMAN’ın sözlerine kulak vere­ lim. Nail GÜRMAN, Sosyal Demokrasi Dernekleri’nin Başkanı’dır; (Bugün ilerici gençlik kanadında belli başlı ör­ güt olarak Sosyal Demokrasi Dernekleri Federas­ yonu ile, Türkiye Devrimci Gençlik Federasyonu’nun bulunduğunu). Nail GÜRMAN söylemektedir) ( 2) .

(Ecevit, delegeleri, sol yumruğunuhavaya kaldırarak selâmlamıştı) (3).

Meşhur Tandoğan Mitingi Kavgası’nı mütea­ kip ,24 Mart 1970 tarihli ULUS Gazetesi’nde yayın­ lanan basın toplantısında. Sosyal Demokrasi Der­ nekleri Federasyonu Başkanı Nail GÜRMAN, söz­ lerine şu şekilde devam ediyordu: (Türk Gençliği'nin antiemperyalist mücadele­ sinde, Anayasa ve demokrasi kavgasında, Musta­ fa Kemal’in bize emânet ettiği Türkiye’nin tam ba­ ğımsızlığı için içtenlikle ve yurtseverlikle hareketederek, bazı konularda bizim solumuzdaki Mark­ sist — Leninist örgütle işbirliği yaptık. 6. Filo’nurı gelişini protesto, bunun örneğidir.) (1) (2) (3)

CUMHURİYET Gazetesi, 11 Temmuz 1966. ULUS Gazetesi, 24 Mart 1970. SON HAVADİS Gazetesi, Adviye Fenik '15 Haziran

1972.

84


Akl-ı selîm sahibi kimseler iyi bilir ki, gençliğin, sadece bir tek ana gâyesi vardır; olmalıdır. Gençli­ ğin vazifesi, kendi kendine; baz;ı kimselerin aklına uyarak bir takım kavgalar icâd etmek değildir. Mez­ kûr hâdiselerde gençlik diye bâhsedifen zümre, ta­ mamen yüksek tahsil talebesidir. O halde bu züm­ renin bir (kavga)sı olacakdır. Fakat, bu kavganın adı, ne demokrasiyi yıkmak kavgası ve ne de Ana­ yasayı değiştirmek kavgasıdır. Çünkü ülkemizde demokratik nizâm, bütün kurallariyle, hükümı sürmektedir. Kezâ, Atatürk’ün Türk Gençliği'ne emânet ettiği Cumhuriyet tehlikeye düşmemiş; bilâkis anarşik olaylarla tehlikenin içine atılmak istenmiştir. O halde, Mustafa Kemal'in emânet tevdi ettiği gençlik, anarşist gençlik değil; onları tasvîb edenler de değildir. Hâl böyle iken gençliğin vazifesi: Olsa olsa, (tahsilini bir an evvel tamamlayıp, şifâ bekleyen memleket dertlerine sür'dtle, dirayet­ le değilmek) olabilir. Gerçek (yurtseverlik); hakîki milliyetçilik, budur. Herhâlde yukarıda sözü edilen Cumhuriyetimiz’in kurucusu Mustafa Kemâl, bizi Л2 Mart'a getiren hâdiseler cereyan eder ve yukarıda­ ki beyânatlar da peşpeşe verilirken, başını Anıt — Kabir’den kaldırsaydı; hangi gençliğin kendi (İZ)' inde olduğunu, hangilerinin ise, Atatürk istismârı yaptığını görürdü. Hem Atatürkçü olduklarını söylüyorlar, hem de o Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyet rejimini devirmek istedikleri için Anayasamız’ın emriyle kapatılmış bulunan Marksist — Leninist teşkilâtlarla müşterek çalıştıklarını açıklıyorlar. Sonra da, bu işbirliğini, (Anayasaryı ve demok-

Ө5


ırasiyi korumak) gâyesiyle yaptıklarını ifâde ediyor­

lar. Türkiye Cumhuriyeti’nde, Anayasa’yı ve dolayısiyle demokrasiyi korumak vâzifesi, herkesden ev vel Devlet'in ve Silâhlı Kuvvetler’in muktedir elleri­ ne bırakılmıştır. Evet; evvelce de belirttiğimiz gibi, Mustafa Ke­ mâl, Cumhuriyeti Türk Gençliği’ne emânet etmişdir. Fakat niyetleri Anayasa'yı değiştirmek, Marksist bir düzen kurmak olan, foyaları da Sıkıyönetim Mahkemelerinde hâlâ daha meydana çıkmakda bulunan kimselere, bu demokratik rejimin teminatı olan Türk Silâhlı Kuvvetleri ve Emniyet Kuvvetleri'ne silâh çeken, Mehmiedçikler’i, Polisleri şehîd eden anarşist bir gençliğe emânet etmemişdir. O hâlde, böyle kimselerle (işbirliği) yapanlara da aynı Cumhuriyet’in emânet edilmediği ve bun­ dan böyle de edilemiyeceği ortadadır. Sosyal Demokrasi ile memleketimize geleceği söylenen düzen, acaba nasıl bir düzendir? Bu sualin cevabını, bize Bay Ecevit veriyor: (Sosyal Demokrat düzende, fert başına düşen millî gelir artırılacağı için, gelirlerinde artışın oldu­ ğunu gören fertler, Komünizm’in doğmalarına İlti­ fat etmeyeceklerdir) (1). (Acaba, Sosyal Demokrasi Dernekleri, hakika­ ten CHP'nin yan kuruluşlarından biri miydi? Ve CHP, gerçekten, Sosyal Demokrasi fikrine mi sahibdi?) Yukarıya aldığımız muhtelif beyânlardan, en

doğru neticeye çıkarmak, bize düşen bir vâzife de­ ğildir. Sosyal Demokrasi Dernekleri hakkında, daha 1 1)

96

D EVLET

D e r g is i,

Sayı

:,2 0 5 .


bir çok söz söylenmiş! Ama biz, şimdilik, Bay Ecevit'in yakarıda ileri sürdüğü bir hususu aydınlatma­ ya çalışalım. CHP Genel Başkanı, Komünizm’in, (Sosyal Demokrat düzen) sayesinde önleneceğini... Fert başına millî gelir, bu düzenle artırılacağı için, halkın da Komünizm’in doğmalarına iltifat etmeye­ ceği iddiâsındadır. Acaba, Komünizm'i önlemenin tek çâresi, feri başına düşen millî gelirin arttırılması mıdır? Bütün Batı cemiyetlerinde, fert başına düşen millî gelir, az çelişmiş ülkelerdeki fert başına dü­ şen mıillî gelire nazaran son derece yüksektir. Me­ selâ bir Fransız vatandaşının satın alma gücü, bir Türk’ün satmalına gücünden altı misli fazladır. Bay Ecevit’in yukarıdaki sözleriyle haklı olduğunu kabul edersek; millî gelirin yüksek olduğu memleketlerde Komünizm tehlikesi de olamaz. Dolayısiyle, günü­ müzün sanayileşmiş ülkelerinde de Komünizmin ol­ maması gerekir, Oysa, gazetelerden; dünyanın en zengin ülkelerinden biri olan İsviçre’de yapılan son seçimlerde Komünistler’in 4,1 oranında oy aldığını... Arjantin’deki son Marksist hareketler üzerine açık­ lama yapan Peron’un (bu hareketler, Fransa'nın başşehri Paris’den yönetiliyor) dediğini... Bundan yirmi iki yıl sonra kendisine ulaşmayı hedef aldığımız İtalya’da sayısız Komünist İhtilâli provasının yapıldığını... Okuyoruz. Bunların hepsi gazete haberleridir ve demek ki, Bay Ecevit’in söylediği şekilde, yani (Sosyal demokrat düzenini işbaşına gelmesiyle ar­ tacak olan millî gelirin, Komünizm’i önliyeceği) hiç de (çıkar yol) değildir. Yeni CHP Genel Başkanı, bu noktada da yanılıyor herhâlde... F :7

97


Sosyal Demokrasi Dernekleri hakkında, şimdiye kadar sıraladıklarımızdan başka sözler de söylenmişdir, dedik. Meselâ, bakın; 1973 senesi Ağustos. Ayı’nın son günlerinde basın mensuplarına yazılı bir demleç veren Aydın Milletvekili Nahit MENTEŞE, şöyle diyor: (...... 11 Mart 1971 günü Adana'da Topraksız­ lar Kurultayı adıyla yeni bir tahrik kampanyasına başlayan CHP, Toprak ve Tarım Reformu görüşü­ lürken, Türk Çiftçi ve köylüsünün yanında olmamış­ tır. Sosyal Demokrasi Dernekleri vasıtasiyle Türk Gençliğini bölmüş, tahrik etmiş ve onların acı akı­ betlerini hazırlamıştır. Milliyetçi kuruluşumuz olan Türk-İş'i bölmek istemiş, uyanık Türk İşçisi, CHP fikriyâtını elinin tersiyle itmişdir. Bölücüler ve istis­ marcılar, hangi işe el atmışlarsa, bundan kimse ya­ rarlı çıkmamıştır) (1). Yeni CHP ve Onun Genel Başkam Bay Ecevit, bu beyânda açıkça suçlanmaktadır. Fakat, yapılan isnâdlara herhangi bir cevab verip vermediğini, eğer verdiyse neler söylediğini bilemiyoruz. Bildiğimiz tek şey, Nahit Menteşe tarafından ileri sürülen, iddiala­ rın, çürtülemediğidir. Bakın ,bir gazete bu mevzûda, yani Sosyal Demokrasi Demekleri’nin CHP ile olan yakınlığının derecesinden şöyle bahsediyor. (CHP’nin Gençlik kuruluşu olan Sosyal Demok­ rasi Derneklerinin...) (2). Hatırlanacağı gibi. Sosyal Demokrasi Dernek­ leri Sıkıyönetim Kumandanlıklarinın kararıyle kapatılmııştır. (1) (2)

68

Gazeteler, 2 Temmuz 1973. SABAH Gazetesi, 12 Ekim 1973.


Buraya kadar göz attığımız gazete sütunların­ dan» Sosyal Demokrasi Federasyonumun CHP’ye bağlı bir kuruluş olduğunu... bu partinin Gençlik kuruluşu olduğunu ...V e mezkûr demeğin Başkanı Nail GÜRMAN’m bir basın toplantısında kendi ağ* ztnndan açıklanan (Sosyal Demokratlar'ın, Marksist teşkilâtlarla işbirliği yaptığı) gerçeğini öğrendik. Fakat, bütün bunlarım mevcûdiyetine rağmen, CHP Genel Başkanı Bay Ecevit, Sosyal Demokrasi Der­ neklerimin şiddet olaylarına katılmadığını ileri sür­ mektedir:

( .......buna karşılık şiddet olaylarına karşı çık­ mış Sosyal Demokrasi Demeklerimin kapatıldığını öne sürüyor...) (1). Sosyal Demokrasi Dernekleri, 12 M art öncesi şiddet hareketlerine katılmış mıdır? Yoksa katılma­ mış mıdır? Bu hâdiselere karşı çıkmış mıdır, çıkma­ mış mıdır? Birbirlerîyle çatışan muhtelif ifâdeler ve en son olarak da CHP Genel Başkanının ifâdesi var. Acaba, Bay Ecevit mi yanılmaktadır? Yoksa, di­ ğerleri mi? CHP'ye bağlı Sosyal Demokrasi Derneklerimin Marksistler'le işbirliği yapıp-yapmadığını... onlarla birlikte şiddet hareketlerine katılıp katılmadıklarını en iyi ve doğru olarak bilecek .açıklayacak şahıs, mutlaka ve mutlaka adı geçen derneğin bakanı­ dır. O da (işbirliği yaptık) dediğine göre, başkaca bir şüpheye lüzum olup - olmadığı da sorulabilir, Zaten, Sosyal Demokrasi Demeklerimin şiddet (1)

DEVLET Dergisi, Sayı : 101.

99


hareketlerine Dev - Genç'le birlikte katıldığının, baş­ ka ağızlarca da söylendiği, bir vakıâdır (1), Hâl böyle olunca, Bay Ecevit'in bir kerre daha yanıldığını söylemeden yapamıyacağız. Eldeki delil­ ler, bunun böyle olduğunu gösteriyor. Zaten, hakikî vatansever, milliyetçi kimseler, Türk Silâhlı Kuvvetleri’nin, Sıkıyönetim makamları­ nın ve topyekûn Devletimiz'in icrââtlarından, tasar­ ruflarından şüphe etmediği için .bizim, kanunların kapattığı Sosyal Demokrasj Dernekleri’nin anarşik olaylara katılıp katılmadığına dair herhangi bir şüp­ hemiz yokdur. Eğer .kanunların suç saydığı fiili işle­ memiş olsalardı, Sıkıyönetim Mahkemeleri de bu derneğin faaliyetlerine son vermezdi. «Sosyalizm’e ancak Demokrasi aşa­ masından geçileceği Marksizm’in bir ka­ nunudur». — Мао —

Rusya’da, Çekoslovakya’da, Macaristan ve Po­ lonya’da olduğu gibi dünyanın bir çok yerinde ko­ münizm, Komünizm olarak değil; bir başka çehreye gözükmeyi, kendisi için başlıca politika saymış ve bunu böyle tatbik etmişdir . Zirâ hatırlanacağı gibi Lenin: (En büyük kuvvetimiz, halkın alışkanlığıdır) Diyor ve partisi olan Sosyal Demokratları ikâz ediyordu. Bu noktadan hareket eden Marksistler, peşinde koştukları rejimi kendi memleketlerinde yerleştirebil­ di

100

Devlet D ergisi.


т е к isterken, halk nazarında Komünizm’e duyulan nefreti bildikleri kadar, Lenin’in sözünü de akıldan çıkaramıyorlardı. Madem ki, halk Komünizme sempati duymamak­ ta; aksine anti-pati beslemektedir; o halde (Sosyal Demokrasi - yahut da Sosyalizm - Komünizm'i önle­ menin tek çâresidir) diyerek, asıl çehrelerini gizle­ mek yolunıj seçmelidir. Başka bir tâbirle, onlar, Sos­ yal Demiokrasi veya Sosyalizm atı’na binmeyi tercih edereler. Yapılan mücâdele hangi memleketde ise, Ko­ münistler ön saflara Sosyal Demokratları sürerler. Çünkü, Sosyal Demokrasi’nin ve sosyalizm’in edebi­ yatına demokratik müesseseler hâkimdir. Komünitsler, her hareket ve vaziyeti sınıf savaşının bir parçası kabul ettikleri için. Sosyal Demokrasi’nin ve Sosyalizm’in bu eşit mücadelesinden faydalanırlar. Bunu böyle yapmaya, bir noktada mecbûrdurlar. Çünkü Lenin, Rus İhtilâli’nden önce .şunları söy­ lemiştir: (Kim Sosyalizm’e siyasî demokrasi dışında, baş­ ka bir yoldan varmak istiyorsa, ister istenmez hem İktisadî bakımdan, hem de siyasî bakımdan saçma ve gerici sonuçlara varır.) Görülüyor ki, Lenin, Sosyalizm’e, Demokrasi dı­ şında başka bir yoldan gidilemiyeceğini söylemişdir. Bizim için, mes’elenin en tehlikeli tarafı da işte bu noktada gizlenmişdir. Türkiye'nin mevcûd şart­ larını göz önüne getirip, gerçek Türk münevverle­ rinin gözlerini ve gönüllerini açıp, mes’elenin özü­ ne nüfuz etmeleri, birinci şarttır. 10 1


Ama, sadece münever kadrosunun hakikatleri bilmesi, işi kökünden halletmeye yetmemektedir. Zirâ, bilhassa Türkiye üzerinde oynana kumarlar, münevverlerin sırtındaki yükü, çileyi bir kat daha arttırmaktadır. Bu şerefli yük, bu haysiyetli çiledir ki; gerçek münevveri münevver yapan haslettir. -Memleket gerçeklerini, muhtemel tehlikeleri öğ­ renip - bilen aydın zümre; tam bir vazife şûuru için­ de kendisinden beklenenleri yapmalıdır. Bilhassa son zamanda bir kerre daha alevlendirilen Türk Silâhlı Kuvvetleri'ni, Millî Emniyet Teşkilâtı'nı ve topyekûn Güvenlik Kuvvetleri'ni yıpratmak, leke sürmek, hal­ kın nazarında küçük düşürmek gayelerini matuf kampanyalar, dikkat edilmiesi gereken başlıca hu­ suslardır. İsterseniz, biz de herkesin Atatürkçü kesildiği ve dilinden düşürmediği Mustafa Kemâl’in düşünce­ lerine başvuralım. Atatürk'ün kendi el yazısıyla ka­ leme alınmış olan şu satırlar, kimlerin gerçekten Atatürkçü, kimlerin de Atatürk istismarcısı olduğunu kaskatı bir hakikat olarak gözler önüne sermekte­ dir:

(Demokrasi esas itibariyle siyasî mahiyettedir. Demokrasi, bir İçtimaî muavenet «sosyal yardım» veya bir İktisadî teşkilât sistemi değildir. Demokra­ si maddî refah mes'elesi de değildir. Böyle bir naza­ riye, vatandaşların, siyasî hürriyet ihtiyacını unut­ mayı istihdaf eder. Bizim bildiğimiz demokrasi, siyasîdir, onun he­ defi, milletin; idare edenler üzerindeki mürâkabesi sayesinde, siyasî hürriyet temin etmektedir. Demokrasinin birinci hassasiyle müşterek, esas 102


itibariyle, ikinci bir hassası daha vardır. O da, şu­ dur; Demokrasi fikridir. Bir kafa mes’elesidir. Herhâlde bir mide mes'elesi değildir .Hükümet prensibi de bir adalet muhâbbetini ve ahlâk fikrini icab et­ tirir. Demokrasi, memleket âşıkıdır. Aynı zamanda babalık ve analıktır. Demokrasi, memleket âşıkıdır. Aynı zamanda şın hâkimiyete insan sıfatıyla iştirak etmesidir. En nihâyet demokrasi, müsâvâtperverdir. Bu vâ­ sıf, demokrasinin ferdî olmlası vâsfının, zarûri bir ne­ ticesidir. Şüphesiz, bütün ferdler, aynı siyasî hakla­ rı hâiz olmalıdırlar . Demokrasinin, bu ferdî ve müsâvâtperver vâsıf­ larından umûmi ve müsâvi rey prensibi çıkar) (1).

Herhangi bir şüpheye mahal bırakmıyacak ka­ dar, istismârın da bir haysiyetinin olduğunu bazıla­ rına öğretecek kadar açık, seçik kat’i ifâdeler bun­ lar. Eğer Atatürkçülük’se, buyurun Atatürk! Bunları kendisi söylüyor. O, her elimize fırsat geçtikçe ruhunu ve kemiklerini sızattığımız Mustafa Kemâl'in demokrasi anlayışı budur. Ve O’na göre, demokrasinin (siyasî demokrasi) olduğu ve bu de­ mokrasinin yaşatılması temin edildikçe de Türk Milleti'nin nasıl kazançlı çıkacağı anlatılmıştır. Mustafa Kemâl’in yukarıdaki şu sözünü bir kere daha tekrar okuyalım: (Bizim bildiğimiz demokrasi .siyasîdir...)

Türk Milleti'nin bildiği ve bilmesi gereken de(1)

(M. K. Atatiirk'den Yazdıklarım) . Prof. Dr. A. Afet İnan.


mokrasi şekli de ancak BÜYÜK ÖNDERİ ATATÜRK'ün GÖSTERİP TARİF ETTİĞİ DEMOKRASİ’dir. İçi­ mizde demokrasiye fazla düşkünler (!) varsa, Mus­ tafa Kemâl'in işâret ettiği gibi işte demokrasi, (De­ mokrasi .memleket âşkıdır, aynı zamanda babalık ve anaiıkdır...) Sıkıyönetim Mahkemelerimde Türk Hâ-

kimi'nin huzûrunda hesâb vermekle meşgûl bulu­ nan anarşist Marksist - Leninistler de (eylemlerini} yaparken, demokrasi için eyleme geçtiklerini söy­ lüyorlardı. Bu Millet, Mustafa Kemâl’in târifinde, emretti­ ğinden başka çeşit bir demokrasiyi BİLMEZ! Bilmeyecekdir! Nitekim dün, (demokrasi uğruna eyleme) geçtiğini ileri sürüp, Türkiye'de bir terör ve tedhiş havası estirenlerin demokrasiye bağlılıkları da, Ata­ türk'ün izinde bulundukları da birer koca YALAN olarak gözler önüne serilmiştir. Ve bunların çoğu, Sıkıyönetim Mahkemelerimde­ ki duruşmalar esnasında göğüslerini gere gere (Marksist-)Leninist ve Maoist olduklarını) söyle­ mişlerdir. Elbette söyleyeceklerdi. Zirâ peşine düştükleri önder, Mustafa Kemâl Atatürk değildi. Lenin böyle emrediyordu. Mao böyle emrediyordu. İşte,, Kızıl Çin Lideri Mao’nun (Emperyalizmle Mücadele) isimli kitabı ve işte sözleri: (Sosyalizme ancak demokrasi aşamasından ge­ çerek ulaşmak, Marksizmin bir kanunudur.)

Atatürk’ün sözleriyle biz; demokrasinin (Sosyal Demokrasi) isimlisini veya başka bir şeklini benimseyemiyeceğimizi anlamıştık. Kızıl Çin Lideri Mao ise, Komünizm'in, Marksizm’in yerleşmesini istedik­ leri bir ülkede demokrasinin geçici bir zaman için* 104


müdafaa edilmesini, yaşatılmasını, tavsiye ediyor. Bu tavsiye, elbette Atatürk'ün hakikaten izinde olanları ilgilendirmez. Fakat, Mao'nun böyle bir tav­ siyede bulunması adı geçen memleketde Sosya­ lizmin ancak Demokrasi’den geçilerek geleceğini, Sosyalizm’den Marksizm'e geçmenin ise, bu sâyede mümkün olacağını belirtmek içindir. Yani, ilk merhâlede Sosyalizm’i değil, Demokrasi’yi kendi­ lerine (kalkan yapmak) düstûrunu koyuyor. Sonrası ise, Marksistler için son derece kolay! Demokratik nizâmın hüküm sürdüğü ülkelerin aydınları, eğer Mao’nun ve diğer Komünist liderleri­ nin bu tehlikeli prensiplerini bilmez ve öğrenmezse, öğretmezse, varın siz hesâb edin o ülkedeki karan­ lık istikbâli... İşte, bu bakımdan Türk münevverinin de vazi­ fesi ağırdır. Bunu daha evvel zikretmişdik. Bakalım, CHP Genel Başkanı Bay Ecevit, bu mevzuda neler düşünüyor(Demokrasinin tehlikeye düştüğü noktada ben dururum. Çünkü, bazı çevrelerce «burjuva demok­ rasisi» diye istihdaf edilen siyasî demokrasi »ger­ çek sosyal demokrasiye giden yolun kapısını açan demokrasidir) (1).

Bay Ecevit, böyle düşünüyor, böyle görüyor. Fakat biz, gene, Mustafa Kemâl’in düşündüğü gibi düşünerek. Bay Ecevit'in görüşlerine iştirâk etmiyo­ ruz. Edemiyoruz zirâ Atatürkçülüğümüz, buna mâ­ nidir. (1)

Bülent Ecevit, 18 Ekim 1968, CHP Kurultayındaki ko­ nuşması.


Bay Ecevit, bu konuşmayı CHP’nin 19. Kurul­ tayında yapmıştı ve bakın son seçimlerde Millet Meclisi’ne girmiş bir kitap yazarı bu Kurultayla il­ gili olarak şunları yazıyor: (...... 19. Kurultaydın önemli niteliği, «Ortanın Solu» anlayışına açıklık getirilmesi, daha ileri dedokratik bir karakter kazandırılmasıdır. CHP daha açık ve kesin olarak DEMOKRATİK SOL çizgide, demokratik bir karekter kazanmış ol­ du) (1).

Bunlar yanlış mıydı? Hayır! Tamamen doğruydu. Ve CHP, hakîkaten yepyeni bir karaktere bürünmüş, çehresini değiştirmişdi. Hem öylesine değiştirmişti ki, 1969 senesi içinde cereyan eden Orto - Doğu Teknik Üniversite­ sinin işgali hâdisesinden hemen sonra yayınlanan CHP Merkez Yönetim Kurulu'nun beyannâmesinde aynen şöyle söyleniyordu: (.......CHP Demokratik devrimci mücadelede gençlikle beraberdir. İç ve dış sömürüyü sona erdir­ me, Türk milliyetçiliğini sağlam ekonomik temelle­ re dayandırma, Türk bağımsızlığını her türlü tehli­ kelerden ve tuzaklardan koruma ve Anayasa düze­ nini bütün gerekleriyle kurma mücâdelesinde genç­ likle beraberdir) (2). CHP’nin ne kadar (sol çizgiye) yaklaşan bir

karakter kazandığı, açık seçik anlaşılıyor. Fakat bu konuda, daha başka sözleri de vardır CHP’nin... Türkiye'mizdeki silâhlı, sabotajlı, cinâyetli gün­ lerdeyiz... Ve Bay Ecevit'in partisi, 30 Kasım 1970 tarihinde bir «bildiri» yayınlıyarak şöyle diyor: (1) (2)

106

(12 Mart’a Nasıl Gelindi?) Süleyman GENÇ Sayfa •.177, 12 Nisan 1969, ULUS Gazetesi.


(.......Sağcı olarak bilinen bazı topluluklar, yıl lardır Hükümetin açtk teşvik ve koruyuculuğu altın­ da silâhlanmakta ve her türlü zorbalığa serbestçe başvurabilmektedir. Bu durum, Devrimci gençliğin bir bölümünü de korunma ihtiyacıyla silâhlanmaya yöneltmişdir.) (Sol çizgiye iyice yaklaştığı) bugünkü CHP’li

Milletvekili ve dünkü CHP Gençlik Kollan Başkanı Süleyman Genç tarafından açıklanan Bay Ecevit’in partisi, anarşist gençlerin silahlanmasının meşrû (!) sebebini, işte böyle izâh ediyordu.

«Che Guevara’lann, Castro’ların ey­ leme giriştiği ülkelerde ,bizim Devrimci­ lerimizin eli altındaki olanaklardan hiç biri yoktu. Onun için, onlar dağa çıktılar. Onun için, onlar Gerillacı oldular». — Bülent Ecevit —

Halbuki, eline silâh alan bu anarşistler, Türki­ ye’de bir Komünist ihtilâl yapmak için eyleme girişmişdi. İktidarı ellerine geçirmek ve ülkemizi, Mark­ sist bir sistemin kızıl kollarına atmak istiyorlardı. Böyle bir niyetin de meşrû herhangi bir sebebi ola­ mazdı. Gayrî meşrû bir hareketti. Ve böyle olduğu içindir ki; Devletimizin ilgilî makamları, gerekeni yaptı ve Türkiye’yi bir uçurumun kenarından sağ sâlim kurtarmasını bildi. Tarihimize bir 12 Mart yazılışını yaşayanların 107


üstüne düşen en büyük vebal, Devlet ve Millet düş­ manı kimseleri .yarın, çocuklarına... çocuklarının çocuklarına birer birer anlatmaktır. Hiç olmazsa, Türkiye’nin geçirdiği (ihânet plânı devresi)ni bizzat yaşamış kimseler, çok daha evvelden bu vebâli sırtlanmış olduğunu bilmeliydi. Fakat, bilemedi. Bu sebebden dolayı da fazla vakit geçirmeksizin, bun­ dan sonraki vazifelerinin şûuruna ermelidir. (Devrimciyiz) diyerek Üniversiteleri işgal eden, eli silâhlı anarşistlerin, devrimcilikden anladıkları; yahut da kasdettikleri manâ neydi? Bu suali, Bay Ecevit şöyle cevaplandırmıştı: (Devrimciler arasında Türk toplumuna gitgide yabancılaşan bazı kimseler, başka ülkelerdeki bazı yeni devrimci düşünceleri ve stratejileri Türkiye'ye uygulamak isterler. Bunlar, Türkiye’deki koşulların ne olduğunu bilmezler, düşünmezler . Oysa akıllı devrimci, devrim yapmak istediği toplumdaki objektif koşulları bilmek ve bu koşulları gerçekçi bir anlayışla değerlendirmek zorundadır)

(D-

(1)

108

(Atatürk ve Devrimcilik), Bülent Ecevit, Sayfa:98L


(Övülen kişiler,

mitinglerde eylem­

lerde adları haykınlan kişiler de değişik­ ti. Bunlar alışıldığı gibi yalnız Stalin, Lenin diye bağırıyorlardı. MARCUSE’den söz açıyorlar; MAO’nun, CHE GUEVARA’nın, CASTROmın, НО Şî MÎNH’in isimlerini de haykırıyorlardı. Bunların bir kısmı 3M harfine tapı­ nan yeni dinin mütecassıp müritleriydi­ ler. Diyorlar ki; 3M bizim Marks, Marcuse ve Mao’ya delâlet eder .Marks bizim Al­ lah'ımız. arcuse ise Peygamberimizdir. Mao’ya gelince, o da Peygamber kılıcıdır) ( 1).

Son derece «insancıl» olan Bay Ecevit, ya­ bancı ülkelerden özenerek Türkiye'de devrimciliğe kalkanların (akıllı bir devrimci olmadıklarını) söyle­ dikten sonra, yabancı memleketlerdeki anarşik akımlara kapılan gençlere (saygı duyduğunu) da şöyle belirtiyor: (.......O ülkelerde, o ileri sanayi toplumlarında, bu gibi akımlara kapılan gençler, bu gençlerin Marcuse'cü olanları, hipi olanları, L. S . D. alanları, bu­ nalım ve çâresizlik içinde kalmış utoyacılardır. Bunların hepsi, L.S.D. alanları bile, saçı başı karışmış hipileri bile .saygıdeğer insanlardır. İsyanları, protestoları saygıdeğerdir. Çünkü insana yabancıla-1 (1)

12 Mart’a Nasıl Getirildik, Say fa: 20 - Ufuk Ajansı. Yayınları, 1971).

109


şan bir topluma karşı isyân etmekte, öyle bir top­ lumu protesto etmektedirler) (2). Ecevit, insancıldır. Ve onlara saygıdeğer diye­ bilmektedir. Fakat, gene kendi ifâdesine göre, böyleleri (umutsuzluğa, çâresizlrğe kapıldıkları için) bu kabil bir ütopyacılık içindedirler. (Yıktıkları düzenin yerine, neyi getireceklerini bilmezler.) Nitekim, Ata­ türkçülük ve Devrimcilik) isimli kitabında. Bay Ece­ vit kendi devrimcilik anlayışlarım şu cümlelerle aÇ'iklamaktadır: f...... Bizim davranışımız, Batı'nm ileri sanayi toplumlariındaki Marcuse'cüler gibi, çaresizliğin ve umutsuzluğun ütopyacıiığı değil, umudan, ve çâde arayıp bulma sorumluluğunun yarattığı bir gerçek­ çi Devrimcilik olabilir ancak). Bay Ecevit bunları söylüyordu amma1, beri ta­ raftan da CHP’nin beş Milletvekili 22 Mart 1970'de verdikleri ortak demeçde, (eylemci komünistleri), şu sözlerle teşvik ve himâye ediyorlardı: (...... Türk Gençliği de bütün çıkarları reddede­ rek Ulusçu ve Atatürkçü, bilinçli, yalnızca ülkemizin ve toplumumuzun çağ içi değerlerde yükselmesi,, yoksulluktan kurtulması iç ve dış sömürünün ülke­ mizden atılması için mücâdele etmektedir.) Bugün, hepimizin çok iyi bildiği gibi, Türkiye* miz’deki (eylem)ler, çok mâsumâne (!) isteklerle başlamışdı. Bir «Üniversite Reformu» ile başlayan hâdiseler, bu hâdiselerin faillerinin daima isteyen va doymak bilmeyen iştihâları ile hergün biraz daha büyüdü. Sonra da Türk Silâhlı Kuvvetleri'nin müda-2 (2) 110

Atatürk те Devrimcilik, Sayfa: 100.


halesiyle göğüslendi. Memleketimizde oynanan (oyunun rengi) çoğu kimselerce derhal teşhis edilmişdi» amma, bakın, bazılarını da uyarmadığı, aşağıdaki sa­ tırlardan anlaşılıyor. Bu satırların sâhibi, o zaman CHP Aydın Milletvekili olan ve 14 Ekim 1973 se­ çimlerinde tekrar liste başında Meclis’e giren Şük­ rü KOC'dur:

(Bir Üniversite reformu dileği ortaya atılmış, öğ­ renciler bu amaçla boykota gitmişlerdir. Bu eylem­ lerinde CHP kendilerini desteklemiştir) (1). ,

*

*■*

tAz gelişmiş veya sömürülen ülkeler­ den çoğunda, ancak zorlama, ile, ancak iç savaşla, ancak gerillacılıkla veya darbe­ lerle yapılması düşünülen bir devrim, bu­ günün Türkiye'sinde,, barış içinde ve de­ mokratik yollardan yapılabilir.)

(Eylemci) lerin, CHP tarafından desteklediğini, CHP Milletvekillerinden birisinin ağzıyla öğrenirken; bir (komünist ihtilâli provası) olduğu için, hakkında dâvâ açılan işçi olayları... Ve arkasından, bu dâvâ ile ilgili olarak bazı çevrelerce Sıkıyönetim aleyhin­ de başlatılan kampanya... Sıkıyönetim aleyhindeki kampanya dolayısiyle gene aynı CHP Milletvekili Şükrü KOÇ'un sözleri... Okuyanı düşündürüyor: (Sıkıyönetimin kendine özgün bazı gelenekleri vardır. Bir durgunluk devri getirdiği söylenir; fakat Ш

ULUS Gazetesi, 4 Aralık 1970.

111


bu sükûnetin aitmda işverenin işçileri ezdeği, hak­ larını tanımadığı iddiaları yatıyorsa, o zaman Sıkı­ yönetim tek taraflı işleyen bir çıkar düzeni ithamın­ dan kurtulamaz. Son zamanlarda Sıkıyönetim Mahkemesi'nde meydana gelen olaylarda bazı iddiâlarla aynı parelellik içinde görünmektedir) (1).

CHP Milletvekili Şükrü KOÇ’un bahsettiği hâ­ dise; avukatlarla sanıkların Selimiye Kışlası’nda, Mu­ hakeme sonunda sol kollan havada bir vaziyette «Komünist Marşları»nı okumalarıdır. Aynı CHP Milletvekili’nin, bu sefer de (köy ve köylülerle) ilgili olarak şöyle konuştuğunu gazete­ lerden okuyoruz .Gazete, Şükrü KOÇ’un (yalnız Üni­ versite olaylarını değil, aynı zamanda öğrencilerin köylüleri isyâna teşvikeden eylemlerini de) destek­

lediğini açıklayarak; CHP Aydın Milletvekili'nin şu cümlelerini naklediyordu: (Köylünün pamuğunu, tütünün, zeytinini yok pahasına vuranlara karşı tüm insanlığımızın uyarıl­ ması için girişilen öğrenci eylemlerine CHP sıcak bir ilgi göstermiştir) (2). Köylüyü uyarıyorlar gerekçesiyle, (eylemcilerin) CHP tarafından «sıcak ilgiyle» karşılandığını, Bay E-

cevit’in etrafındaki şahıslardan biri, böylece açıklı­ ğa kavuşturuyor. Biz ne söyleyelim? (Sıcak bir ilgi) gösterilenler kimdir? Sonradan Sıkıyönetim Mahkemelerinde hesâb veren kimseler değil mi? Peki, bu mevzûda, Bay Ecevit ne düşünür aca­ ba? Bunu da CHP Genel Başkaninın kendi ağızından dinleyelim:1 2 (1) (2) 112

ULUS Gazetesi, 7 Eylül 1970. SABAH Gazetesi, 11 Ekim 1973.


(...... ama itiraf etmek gerekir ki AP iktidarının yönetici kadrosu boş durmuyor. Bu kadro, Atatürk­ çü gençeliğin karşısına, bir orta çağ gençliği çıkar­ mak istiyor. Çağımızın ekonomik emperyalizminin karşısında Türk bağımsızlığını korumok istiyen ger­ çek milliyetçi gençliğin karşısında bir iktidar kadro­ su, yabancılarla işbirlikçi bazı sermaye gruplarının parasıyla beslenen, onların çıkarlarına bekçilik eden bir gençlik çıkarmak istiyor) (1). Bay Ecevit’in, (Atatürkçü gençlik) diye müda­ faa ettiği kimselerin, bir müddet sonra Sıkıyönetim Mahkemelerinde: — Biz ihtilâlci komünisttiz! Diye bağıranlar olup olmadığı, bir hayli merak çeken bir mevzûdur ve son derece de düşündürü­ cüdür. İsterseniz, şimdilik fazlaca düşünmeden, aşa­ ğıdaki el ilânım birlikte okuyalım. Bu ilân, CHP’nin bir yan kuruluşu olduğu evvelce kendi ağızlarıyla açıklanan ve 1 Mart’dan sonra kapatılan Sosyal De­ mokrasi Dernekleri’ne aittir: (Teksaslı petrol kralları uşağı Ağların, tüccarların aracıların sözcüsü, Temsil ettiğin sınıfla birlikde kokuşmuş düzenin sonu yakındır. Çalışan halk yığınları geliyor. İktidarın gerçek sahipleri. Toprak işgalleri , İşçi grevleri, mitingler, demokratik halk devri­ mi...) ★ ★ *

Sosyal Demokrasi Dernekleri’nin de diğerleri gi­ bi bir devrimden bahsettiklerini... Toprak işgalleri­ ni

Millet Meclisi konuşması, 25 Şubat 1969.

F :8

113


nin, grevlerin ve nihâyet (Demokratik halk devrimi? nin geldiğini haber veren bir (bildiriyle) anarşi va­ satında isbât-ı vücûd eylediklerini görüyoruz, Ve bakın, Bay Ecevit’in kadrosundaki bir Milletvekili'nin şu sözlerini de görüyoruz: (....... CHP, bugün devlet yöneten profesyonel politikacı ile egemen durumundaki mutlu azınlık çevrelerin sömürme ortaklığını bozmakdır. CHP’nin bu ortaklığı bozmasındaki kararlı tutumu, egemen çevreleri de, onların sözcüsü olan bazı yazarları ve halk düşmanlarını da bizim üstümüze saldırttı.) (1). Dahası da var: (.......Emekçi halk çoğunluğunu meydana geti­ ren başlıca üretici güçler aynı zamanda yönetici güçler haline gelmedikçe bütün söylenenlerle yapı­ lanlar havada kalmaya mahkûntdur ...Ve Türkiye'de ilk adım, ilk nokta, çalışan halk yığınlarını kendi sı­ nıf bilinci ile kuşatmak, kendi iktidarları uğrunda ey­ leme geçirmektir...) (2). Evet, kütleleri (eyleme) geçirecek ve «düzeni değiştireceklerdir.» Şu hüküm, ilk plânda belki de

yadırganacaktır. Fakat, hükmü veren şahıs veya şa­ hısların kimliği de meydandadır. Ortada, bizim: ver­ diğimiz herhangi bir peşin hüküm yoktur. Zira, itiraf işte: (....... Biz, KEMALİST DEVRİMCİ SOSYAL. DE­ MOKRATLAR, Ortanın Solu ülküsüne inanmış KE­ MALİST HALKÇI - DEVRİMCİLER OLARAK iknâ et­ me ve inandırma metoduyla HALKÇI DEVRİMCİLER­ LE demokratik düzen değişikliği yaparak ülkeyi çağ­2 lı) (2)

114

MİLLİYET Gazetesi, 18.8.1970, Süleyman GENÇ. {Türkiye'nin Yapısal Analizi, Sayfa î 19 - 20, S. GENÇ>.


daş uygarlığa ulaştırma mücâdelesi veririz. Demok­ rasiye ve halka inancımız, bizi öteki gruplardan ayı­ rır. Mücadelemiz iç ve dış sömürücüler kovulana, ulusal bağımsızluk ve halk egemenliği kurulana dek sürecektir. SOSYAL DEMOKRASİ DERNEKLERİ yurdumuz­ da alabildiğine yerleşmiş bozuk düzene kayıtsız kal­ mayan gençliğin içinden doğmuştur. Toplumumuzun en dinamik gücü olan gençlik, bütün gücüyle insan­ ca bir düzen yaratmak, insanca ülkülere insanca erişmek amacında olan bu görüşe sahip çıkmalı ve SOSYAL DEMOKRAT ÖRGÜTLERDE BİRLEŞMELİ­ DİR...)

Nasıl bir devrim yapacaklarım, demokratik dü­ zen değişikliğinin kendilerince gerçekleştirileceğini ve ORTANIN SOLU ülküsüne inandıklarını itiraf edenler, CHP’nin yan kuruluşu olan Sosyal Demok­ rasi Dernekleri’dir ve (Liseli Arkadaş) diye başla­ yan... şu şekilde sona eren bir meyannâmede: (.......her hafta Cumartesi günleri saat üçte yap­ tığımız toplantılara sen de katıl. Bayındır Sokak 7 /3 Yenişehir (Türk - İş kaşısı) adresinde sizleri bekli­ yoruz. KEMALİST DEVRİMCİ SOSYAL DEMOKRAT LİSELİLER YAŞASIN TAM BAĞIMSIZ KEMALİST TÜRKİYE YAŞASIN MUSATFA KEMALCİ, DEVRİMCİ GENÇLİK YAŞASIN DEMOKRATİK HALK DEVRİMİ SAVAŞÇI­ LARI, KAHROLSUN EMPERYALİZM VE YERLİ OR­ TAKLARI, KAHROLSUN FAŞİSTLER.) demektedirler.

115


Gene Bay Ecevit'in kendisine başvuralım ve yukarıda devrim anlayışı hakkında neler düşündüğü­ nü öğrenelim: (___ Sosyal demokrasi aşamasına geçebilmek için, siyasal demokrasinin sağladığı bütün olanak­ lar Türk devrimcilerine açıktır. Devrimciler eğer halk­ la ilişkilerinde doğru yaklaşımı bulabilirlerse, gerçek­ çi ve akıllıca davranabilirlerse, içinde bulunduğu­ muz devrede gereksiz olan bölünmelerden kaçına­ bilirlerse ve hepsinin üstünde, siyasal demokrasiyi yıkmağa uğraşacak yerde yaşatmağa ve değerlen­ dirmeye çalışırlarsa, bu olanaklardan yararlanabilir­ ler. Fakat bizim bazı özentici devrimcilerimiz, bu de­ mokratik olanağın bulunmadığı ülkelerde, o ülkele­ rin koşullarının ortaya çıkardığı güçlükler ve çaresiz­ likler içinde aranan ve uygulanan devrim stratejile­ rine, yöntemlerine özenmektedirler) (1).

Acaba, Bay Ecevit’in (demokrasiyi yıkmağa uğ­ raşacak yerde yaşatmağa ve DEGERLENDİRYE ÇA­ LIŞIRLARSA) sözüyle kasdettiği şey nedir? Demok­ rasiden nasıl faydalanılır? Demokrasi nasıl değerlen­ dirilir? Biz, bu suallerin cevabını da Bay Ecevit’in ken­ disine bırakıyoruz. Zirâ, bunları en doğru şekilde ge­ ne kendisi açıklayabilir. İşte, bakın: (AÇIK KAPILARA YÜKLENENLER Bugün Türkiye’de bazı romantik ve­ ya özentici devrimcilerin .devrim strate­ jisi bakımından örnek almak istedikleri (t)

116

( A t a t ü r k v e D e v r im c ilik )

S a y f a : 103.


bazı ülkelerdeki durumun tersine,, bizim devrimciliğimiz önünde, kilitli! kapılar yoktur. Castro’nun önünde kilitli kapılar var­ dı, Che Guevara’nın önünde kilitli kapı­ lar vardı. Но Şi Minh’in önünde kilitli kapılar vardı. Мао - Çe - Tung’un önünde kilitli kapılar vardı. Anahtarı devrimci­ lerin elinde olmayan o kapıları açabil­ mek için yüklenmek gerekirdi. Kapılan kırmak gerekirdi. Bizde ise, kapılar kilitli değildir. Tok­ mağını çevirince açılabililr) (11. — Bülent Ecevit —

İnsan ,bu cümleler karşısında hakikaten üzülü­ yor. Çünkü, CHP gibi elli senelik bir partinin kurucu­ su olan Mu,stafa Kemâl'den değil, bir takım yabancı liderlerden örnek verilmektedir. Sonra da insan, ister - istemez, sözü edilen (anahtar)ın nasıl birşey olduğunu merak ediyor. Şimdi de bu anahtarın ne gibi birşey olduğunu öğrenmeye çalışalım. Okuyacağınız satırlar, Che Guevara’mn olup; Sosyal Demokrasi Dernekleri Federasyo­ nunda düzenlenen toplantılarda Bay Ecevit’in yap­ tığı konuşmalardan meyadana getirilen, (Atatürk ve Devrimcilik) adlı kitapdan alınmıştır: (Che Guevara’nın bir Öğüdü: Romantik bir heyecanla tapılan o devrimci ön­ derlerin başta gelenlerinden Che Guevara, 1960’da şu gerçekçi kuralı da koyuyordu kitabında: «Ne türlü olursa olsun» diyordu, «isterse yanıl­ tarak olsun, halkın oyu ile iktidara gelmiş bir hükû-

117


metin bulunduğu ve bu hükûmıetin bir Anayasal meşrûluk görünmühü koruduğu bir ülkede gerilla sa­ vaşı başlatılanraz. Çünkü o ülkede barışçı mücade­ le olanağı henüz tükenmemiştir) (1).

Bay Ecevit'in, kendi yazdığı kitaba aldığı Che Guevara'nın u öğüdü yerine, biz, Mustafa Kemâl’­ den bazı öğütler almasını beklerdik. Zirâ, Che Guevara Türk de değildir. Üstelik, kızıl bir (eylemci) olan Che Guevara'nın nasihatleri, Türk gençliğini, bi­ zi ve bilhassa Bay Ecevit'i ne dereceye kadar alâka­ dar eder?

(Türkiye’de sınıf yapısı, barışçı yol­ dan ve demokratik rejim içinde devrimci­ liği güçleştirecek kadar katılaşmış değil­ dir.)

Bugün memleketimizdeki rejim, hür irâdenin te cellisi olan bir rejimdir. Demokratik usûller, elli se­ neden beri mer'iyettedir. Demek ki, Türkiye'de geril­ la savaşın tatbik edilmesi, baz ıkimselerin (tapılan devrimci önder) diye bahsettiği Che Guevara tara­ fından yanlış bir hareket olarak ifâde ediliyor. Neden? Çünkü, diyor Che Guevara; (o ülke barışçı mü­ câdele olanakları henüz tükenmemiştir.) Barışçı götı)

118

A ta tü rk ve

D e v r im c ilik , S a y f a : 105.


zükerek, sulhsever yollardan gittiğini ilân ederek hedefe bal gibi ulaşabilirsin diyor. Demek ki Türkiye için de aynı (barışçı yollar­ dan) ilerlemek prensibi geçer akçedir. Tabii, Che Guevara'ya göre... O'nun peşinde olanlara göre... Şimdi de şu (öğüde) kulak verelim. Bu öğüt de bir devrimciye aittir: (Türkiye'de ise, halkın desteğini kazanabilen devrimcinin dağa çıkıp gerillacı alması gerekmez. Halkın desteğini kazanmışsa, halkın güvenini ka­ zanmışsa, halkın oyunu alır ,gelir iktidara, istediği devrimleri yapar. Fakat birçok başka az gelişmiş ül­ kelerdeki devrimcilerin bu olanağı, bu şansı yok­ tu) (1).

Şu satırların sahibi olan devrimci, devrimciliği­ nin (temel ilke)sini de şöyle açıklamaktadır: (BARIŞÇI VE HALKÇI CİLİK olmalıdır) (2).

DEMOKRATİK DEVRİM­

Türkiye'de tatbik edilmesi gereken devrimcilik stratejisinin nasıl olması lâzım geldiğini açıklayan bu devrimci kimdir? (Halkçı ve Demokratik Devrimci) prensibine bağ­ lı... Türk Milleti’nin desteğini kazanmak gayretin­ de... Gene Türk Milleti’nin oy’unu almak niyetinde... Ve yapmak istediği devrimleri de iktidara böylece geldikten sonra yapacağını söyleyen Devrimci­ nin kimliğini şimdilik bir kenara bırakalım da, Lenin’in meşhûr taktiğini ve tavsiyesini bir kerre daha ha­ tırlayalım. Ne diyordu Lenin:*1 (1) (1)

Atatürk ve Devrimcilik - Sayfa: 108. Atatürk ve Devrimcilik, Sayfa 108.

119


(En büyük kuvvetimiz, halkın alışkanlıklarıdır.)

Yukarıdaki (Halkçı ve Demokratik Devrimci) ile Lenin’in hareket noktalan arasında bir fark var mı­ dır? Yoksa .ikisi de aynı, noktalardan mı harekete geçmektedirler? Sahi, bu ikisine, bir de Che Guevara'yı katmak lâzım... «devricinin» de aralarında bir farkın olup olmadığını biz, gene kendilerine bırakıyo­ ruz. Onları konuşturduk, sözlerini naklettik ve kara­ rı da onlar verdi. Ama, isterseniz Che Guevara'dan, Lenin’den başka üçüncü bir şahıs olarak sözünü ettiğimiz devrimcinin şu cümlelerini de okuduktan sonra, adı­ nı açıklayalım: (...... Türk halkı, bugün, kendisine barışçı ola­ rak gelen, halkçı olarak gelen, demokrasiye inana­ rak gelen her devrimciye kollarını, gönlünü açmağa hazır durumdadır) (,1). Kendi ülkesinin halkını, çok iyi tanıdığı anlaşı­ lan bu devrimci, Yeni CHP Genel Başkanı Bay Ecevit’den başkası değildir. Bay Ecevit'in bu kanaatleri beslemesi, herkesden evvel bizi üzmektedir. Üzülüyoruz, zirâ Atatürk’­ ün kurduğu bir parti ilhâmını .istikâmetini başka ül­ kelerin liderlerinden mi almaya başladı suali, kafa­ mızı en fazla kurcalayan mes'eledir. Ne yazık ki elden birşey belmiyor ve insanın bu kabil üzüntüleri, CHP’yi de yolundan çeviremiyor. Üstelik, üzüntümüz gittikçe artmaktadır. İşte ba­ kın ULUS Gazetesi'nde Bay Ecevit’in kaleme alıp yayınladığı bir yazı: (1 )

120

A ta tü rk

те

D e v r im c ilik - S a y f a s 111.


(Mao’nun yöntemlerini beğeniriz, beğenmeyiz, o başka ,ama Mao’nun inandığı birşey vardır, halkın ayağına gitmesini ister, halk karşısında alçak gö­ nüllü olmasını ister, onun içindir ki, zaman zaman bazı genel müdürleri, bazı aydın üniversite öğretim üyelerini kamyonlara doldurur «burunları köylünün ayağına sürünsün» diye, sözüm bir dizgi yanlışlığı ile başka çıktı. «Grupları köylünün ayağına sürün­ sün» diye çıktı gazetede... Ama ben dizgi yanlışlığı­ nı da benimsedim... Evet grupları köylünün ayağına sürtününceye kadar köyde çalışmaya yollar Mao onları...) (1).

O ne? Şimdi de karşımıza Mao çıktı. Yeni CHP Genel Başkanı, bu sefer de bir başka (kırmızı) liderden, bir başka prensibi benimsiyor. Biz zannediyorduk ki, CHP’nin ve Genel Başkam’nın benimsediği ve benimseyeceği prensiplerin yegâne sahibi, CHP'nin kurucusu; büyük önder Mustafa Kemâl'dir. Fakat, görüyorsunuz işte... Bir Ecevit'in beyânları, bizi hâlâ üzmekte... üzmekten de öte bir düşünceye sevketmektedir. Kendisine Atatürk'den başka bir önder; O’nun koyduğu prensiplerden başka prensip ve öğüt ta­ nımayan bu koca millet, ne Mao’nun, ne Lenin’in, ne Guevaralar’ın öğütlerine kulak asar. Bay Ecevit’in de Türk Milleti ile aynı düşüncede olduğunu sanırdık. Böyle olmasını beklerdik. Hatta Yeni CHP’nin bugünkü Genel Başkanı olması hesabiyle. Bay E-1 (1)

(24 Nisan 19701 Bülent Ecevit.

121


Mustafa Kemâl, memleketimiz ve milletimiz için en büyük tehlikeyi böylece belirtiyor. O zamandan bugüne sadece Türkiye'nin şartları değil; topyekûn dünyanın da şartları değişmişdir. Fakat, bütün bunların değişmiş olması, tehlikenin de ortadan kalkmış olmasını göstermez veya bu mânâya gel­ mez elbette! Tehlike, taktik değiştirmişdir. Ülkemizin üstüne oynanan kumarların belki şek­ li değişmiştir. Lâkin el’an tehlike vardır ve eskisin­ den çok daha büyük olduğunu da ayrıca söyleme­ ye lüzûm görmüyoruz.

(Sosyalizm’e geçişin barışçı yolu, mutlaka sömürücülüğe karşı devrimci zorlamayı da ihtiva eder. Bununla be­ raber devrim, kanlı savaştan, vatandaş harbinden gemeden yapılabileceği, ölçü­ de barışçı yoldan olacaktır.) — Sovyet Teorisyenleri —

Öyle bir devrede bulunuyoruz ki, kimin dost, kimlerin düşman olduğunu çok iyi kestirmemiz ge­ rekiyor. Ne yazık ki, dest — düşman ayırd etme arzusu, bizden evel CHP Milletvekili Süleyman Genç’ in arzusudur: (Devrim anlayışımızı ortaya koyarken, eylem st­ ratejimizi çizerken dostlarımızı ve düşmanlarımızı doğru saptamalıyız) (1). (1 )

124

M İL L E T

G a z e te s i,

1 8 .8 .1 9 7 0 .


Evet, CHP Milletvekili bunları söyledikten son­ ul, şöyle devam ediyor: (Bu uğraşta, devrimden yararlanacak işçiler, köylüler, esnâf, sanatkâr memurlar, öğretmenler de düzenin değişmesinden yararı olan bütün vicdan­ lı insanlar devrimin dostlarıdır.. Sınıf partisi, işçi sı­ nıfının öncülüğünde işçi sınıfının ideolojisini benim­ semiş diğer emekçilerin ve aydınların meydana ge­ tirdiği örgüttür.. Bize göre CHP'nin gerçek bir ikti­ dar olabilmesi, ancak ekonomik gücü eline verece­ ği çalışan halk yığınlarının yani sol sosyolojk güç­ lerle, onların yandaşı demokratik halk devrimini içeren aydınlardan oluşmasına bağlıdır. CHP, bu yoldadır.)

Yeni CHP’nin yolu, bir CHP'li tarafından su kaiılmamış bir şekilde böylece açıklanırken, evvelce belirttiğimiz endişe dolu üzüntülerimiz, ister — iste­ mez alevleniyor. Fazlalaşıyor. Bilmem, sizler de yukarıdaki satırları okuyun­ ca aynı endişeyi duyuyor musunuz? İsterseniz sözü, gene Yeni CHP Genel Başkanı Bay Ecevit’e bırakalım: (Şimdi halkın sömürüden, iç ve dış sömürüden kurtulmasını, siyasal demokrasimizin sosyal ve ekonomik alanda da sağlam temellere oturmasını Türkiye’nin gerçek ve insancıl bir gelişme yoluna ve hızına girebilmesini sağlamak için gerekli düzen değişikliği, gerekli altyapı devrimleri de, ancak, hal­ kın güveni ve desteği ile, ancak halkla birlikde ya­ pılabilir. Bunun için halkla bütünleşmek, halkın dilini an­ lamak ve halkın dilinden konuşmak gerekir) (1). 1 1)

(A ta tü rk v e

D e v r i m c i l i k ) , S a y f a .-122.

125


Bu sözler, son derece isabetli bir teşhisi ifâde etmektedir. Gerçekten de Bay Ecevit'in halkımızı çok iyi anladığı... O'nun dilini bildiği ve halkın dilin­ den konuştuğu, realitedir. Lisan olarak hiç de mil­ letin yaşayan dilini tercih etmemesine rağmen, bu böyledir. Bay Ecevit, Türk Milleti’ni o derece iyi. tanımıştır ki; 1973 Aralık ayı içinde Türk Ev Kad.nları Kültür Derneği’nin Ankara’da tertiplediği bir de­ file, bunun, en bâriz delilidir. Adı geçen defileden bir gün sonraki gazeteler, şöyle bir haberle karşımıza çıkmışdi: (Celâl Bayar’ın kızının da bulunduğu defilede teşhir edilen elbiselerden birinin ismi; KARAOĞLAN...) Şu gazete haberi bile, Bay Ecevit’in önceki söz­ lerinde ne kadar haklı olduğunu isbata kâfidir. Evet, (Karaoğlan) sloganı, «îcad» edildikten sonra halka mâl olmuş... CHP, halka yakınlaşmıştır. Fakat, bu noktada biraz durmak gerekiyor. Zirâ, Türk Ev Kadınları Kültür Derneği Ankara Şubesi'nin) tertiplediği defilede teşhir edilen elbisenin ismi, KARAOĞLAN değildir. Demek Genel Başkam’mn ve diğer üyelerin, ifâdesine göre bu isim altında bir elbise ne düşü­ nülmüş ve ne de podyuma çıkarılmıştır. Gerçi b ir defile vardır ortada, fakat, sadece dernek ilgilileri değil; o gün salonda bulunan davetliler bile: — Biz, böyle birşey duymadık! Diyerek, Karaoğlan ismini de, elbiseyi de gaze­ teden duyduklarını belirtmişlerdir. Hakikat da budur« Çünkü, mezkûr defilede teş­ hir edilen ve gazetenin Karaoğlan diye yazdığı e!bi— 126


senin ismi KARACAOGLAN'dır. Ve dâvetlilerin hep­ si de elbiseyi bu isimle işitmiş, gene bu ismi taşıdı­ ğı için alkışlamıştır. KARACAOGLAN, adını Türk Halk Edebiyatı'no altın harflerle yazdırmış, gerçekten bir halk evlâdı­ dır. Hayatı boyunca Türk gibi düşünmüş, Türk gibikonuşmuş, Türk gibi gülmüş ve gene Türk gibi ağla­ mış... feryâd etmişdir. Peki, bu büyük şâirin, halka mâl olmasının se­ bebi nedir? Türk Milleti'nin tâ gönlüne taht kurar­ ken, halka neler vermişdir? Ki halk da kendisini baş tâcı edivermişdir. Karacaoğlan’ın, halka neler ver­ diği ve neler yaptığı, yukarıdaki cümlelerde öz ola­ rak anlatılmıştır. Başkaca bir sebeb aramaya lüzûm yokdur. Öyleyse, Karacaoğlan’ın ismi, CHP Genel Bcşkanı’nın (Karaoğlan) ünvânıyle, neden ve nasıl ka­ rıştırılır? Bu mahiyetteki haberi veren gazete muhabiri­ nin, kasıtlı veya yanlış davranışı yüzünden elbette... Bizim asıl merak ettiğimiz konu, elbette bu de­ ğil. Şunu kendimize sorsak, acaba ne cevab bula­ bilirdik: — CHP Genel Başkam, hakikaten halka mâl olmuş bir Karaoğlan’mıdır? Eğer halka mâl olmuş­ sa bunun nasıl başarmış? Onlara, yani halka ne vermişdir? Halkın diliyle mi konuşmaktadır? Ve ger­ çekten Türk Milleti’nin çoğunluğu gibi düşünmekte midir? Bu sözlere evet diyebilmek, imkânsızdır. Za­ ten, Bay Ecevit'in «Karaoğlan» gibi deyimlerle hal­ ka mâl olduğunu empoze etmeye çalışanlar, sade­ ce basının sol kesimidir. 127


Ve araştırdığımızda, karşımıza çıkanlar, öyle pek (iç açıcı) olmuyor. Zirâ Bay Ecevit, halkın kar­ şısına çıkarken başka lisanla konuşmakta... meselâ Sosyal Demokrasi Derneklerince düzenlenen top­ lantılarda, çok daha değişik bir dil kullanmaktadır. Kitabımızın başından beri CHP Genel Başkaninın bu kabil toplantılarda söylediği sözleri naklettik. Bunun yanı sıra, Bay Ecevit'in, son seçimler dev­ resinde vatandaş huzûrunda söylediği sözler de hâlâ kulaklardadır. Yer yer yapılan seçim propagandalarında (De­ niz Gezmiş, Yusuf Aslan, Hüseyin İnan) adlı anarşist­ lerin idam edilmemelerini, kendisinin ve partisinin bu anarşistlerin idamu aleyhine oy kullandığını, ken­ disini dinleyen kalabalığa söylememişdir. Bundan da anlaşılıyor ki; halkla bütünleştiği, halka indiği söylenen CHP ve onun Genel Başkanı, böyle (büyük) mes’eleleri sadece Meclis kürsülerin­ de veya Sosyal Demokrasi Dernekleri'nin toplantı­ larında söylemek yolunu seçerken, aynı konuları, aynı şekilde vatandaş huzûrunda da tekrarlamamak tadır. Bunun sebebi ise. Bay Ecevit'in Türk Milleti'ni çok iyi tanımasından başka bir şeyle ifâde edile­ mez. Vatandaş, Türk Devleti'ni ve Türkiye Cumhuri­ yeti Anayasasını değiştirmek istedikleri için idama mahkum edilen kimseleri kafiyen tasvib etmemek­ tedir. O halde, vatandaşla karşı karşıya geldiği an­ da — hele bir seçim konuşmasında — halkın sem­ pati duymadığı, buna mukâbil (nefret ettiği) kimse­ lerin idamdan kurtarılması yolunda bir takım sözler söylemesine de (olanak) (!) yokdur. 128


Bay Ecevit, bunun böyle olması gerektiğini baş­ ka bir konuşmasında şu sözlerle ifâde ediyor: (Seçim zamanı doktrin tartışmasından kaçınma­ lıyız) (1).

(Türkiye’de Marksizm için kapılar açıktır, zorlamaya lüzûm yoktur.l — Bülent Ecevit —

14 Ekim 1973 seçimlerinden bir müddet evvel,

Türk basının şu satırları yazdığı görüyoruz: (... İki yıl evvel Marksist Ailende Şili’de seçim­ le işbaşına geçtikten hemen sonra, Türk basınında bütün solcular, bilhassa Milliyet Başyazarı, Abdi İPEKÇİ ve CHP Yönetimi ve CHP'nin resmî organı ULUS Gazetesi başta olmak üzere Allende’yi gökle­ re çıkararak; «Durum, banka soyguncuları, adam öl­ dürme ve kaçırmalarla yarattığınız tedhiş hareketle­ ri Sosyalizm için zararlı oluyor. Görüyorsunuz ki, se­ çimlerde Marksistler, yani Komünist ve Sosyalistle­ rin iktidar olması mümkündür» diye bağır bağır ba­ ğırıyorlardı.. Bu maksatla, ULUS Başyazarı Halûk Ülman’la - Abdi İpekçi birlikte Şili’ye gidip Marksist Allende’nin iktidarı nasıl aldığım inceleyip, Türkiye'­ ye getirmek için anlaşmışlardı. Fakat Abdi İpekçi, ULUS’u atlatıp, bir gazetecilik başarısı olarak daha önce Şili'ye gitmiş, Ailende ile konuşmuştu. CHP yö­ netimi adına da H. ÜLMAN arkasından gitmişti. A i­ lende ile yaptıkları temaslardan sonra, gizli tuttuk­ (1 )

S a b a h G a z e t e s i, 10 E k i m

1 973.

F :9

129


ları çalışma yollan nedir bilemeyiz amma, Allende’nirr başarısında Marksizmin önemi hakkındaki yazıların, bilhassa ULUS Gazetesi’nde seri halinde yayınladığı­ nı hatırlıyoruz. Bu meyânda CHP’nin o zamanki Ge­ nel Sekreteri Bülent Ecevit SDDF’unda (Sosyal De­ mokrasi Dernekleri Federasyonu) yaptığı bir konuş­ mada «Türkiye'de Marksizm için kapılar aralıktır, zorlamaya lüzûm yoktur» diyordu. Allah’a şükrede­ lim ki. Ailende denemesi ordunun desteğine rağmen iki yıl zor yaşadı. Herşey halkın olacak sloganı ile vatandaşı aldatan sosyalistlerin, «öyle bir ülke ki» edebiyatı kanla, barutla ve ölümle karanlandı...) (1). Bu korkunç iddiânın. Bay Ecevit ve CHP’nin di­ ğer idarecilerin tarafından tekzip edilip edilmediği, ilk akla gelen sualdir. Gönül isterdi ki; Bay Ecevit, şu anda bu yazının bize hatırlattığı binlerce (muammayı) ortadan kaldı­ rır mahiyette bir konuşma yapmış olsun! Bunları ya­ lanlasın! Fakat, böyle birşey yapılmamıştır. Bazı çev­ reler ,bu konuda bir Türk darb-ı meselesi ile karşıçıkmıştır: (Sükût, ikrarda ngelir.) CHP İdarecilerinin suskunluğu, gazetenin it­ hamlarının doğruluğuna mı delâlet ediyor? Eğer bu konuda herhangi bir yalanlamayı duysaydık, çok sevinecekdik. Fakat heyhat!... Ve şimdi. Bay Ecevit’in söylediği: (Seçim zamanı doktrin tartışmalarından kaçın­ malıyız) Sözündeki derinliği düşünelim ve: — Neden? Cl)

130

S A B A H G a z e t e s i, 1 3 .1 0 .1 9 7 3 .


Sualinin cevabını arayalım. Evet, acaba neden kaçınmalıydı? Herhalde bu kaçışın sebebini en sade vatandaş bile Bay Ecevit kadar kolaylıkla anlamak­ tadır.

(Barışçı ve halkçı demokratik dev­ rim, ancak halkla birlikte yapılır. Halka inanarak, halkı sayarak yapılır. Halkın gözünde «yaban» olmaktan, yabancı ol­ maktan kurtularak yapılır.) — Bülent Ecevit —

Bay Ecevit’in kendi partisine mensup kimselere söylediği, «seçim zamanı doktrin tartışmasından ka­ çınmalıyız» sözü... Ve kendi kendimize sorduğumuz sualin cevabını bir kenara koyup, haftalık bir yayın organından .şunları okuyalım: (... Miletimizin mutlak çoğunluğu, CHP’ye oy verenler de dahil, «alt yapı - üst yapı» gibi kelime­ lere yabancıdır .Nasıl bir kaynaktan çıktığını, hangi dünya görüşünün ifâdesi olduğunu bilmez. Gerçekte, devrimlerin altyapı ve üstyapı yönün­ den değerlendirilmesi Marksist bir izahtır. Çağdaş ilim zihniyetinin .saçmalığını kabul ettiği böyle bir sınıflama, kısaca her cemiyetin alt ve üst yapılar­ dan meydana geldiğini, fakat temel unsurun, üretim araçları, üretim ilişkileri ve üretim güçlerinin teşkil ettiği İktisadî yapı (altyapı) olduğuna inanmaktadır. Marks ve çömezleri' üstyapının alt yapıya göre şe­ killendiğini öne sürmüşlerdir. Altyapıdaki bozukluk­

131


lar düzeltilmedikçe üstyapının da bozuk kalacağı, ancak hâkim sınıfı temsil eden devletin altyapıdaki devrimlere imkân vermiyeceği görüşü, ihtilâlci sosyalizm’in çıkış noktasıdır. Bay Ecevit ve arkadaşları, mevcud düzenin, ancak altyapı devrimleri ile deği­ şeceğini CHP programının temel ilkesi haline getir­ mişlerdir. İhtilâlci sosyalizmden ayrlır göründükleri yegâne nokta, devlet yönetiminin demokratik yoldan da ele geçirilebileceğine inanmaktadır. Bu inanışla­ rında samimi midirler? Yoksa memleketimizin bilinen şartları yüzünden sosyalist bir ihtilale müsait orta­ mın henüz hazırlanmadığına bakarak, demokratik mücadeleyi geçici bir vasıta mı sayıyorlar? (1). O ne? Elli senelik mâziye sâhib CHP, (başka emellerin) peşine mi düşmüştür? Cevabı, bu sefer

de Atatürk’ün yakın silâh ve politika arkadaşı, Cum­ huriyet Halk Partisi'nin senelerce lideri aynı zaman­ da da partinin bir zamanlar sembolü olan İsmet İnönüye bırakalım:. İnönü, 1973 senesi Ağustos ayı içinde basına şu beyanatı vermivdi: (Bu seçimlerde Türk solunun Marksist kanadı da kendi arasında bir tartışmanın içinde görülüyor. Kendi partilerinden yoksun girdikleri seçimde nasıl bir vaziyet alacaklardır? Seçimlere katılmamak, ba­ ğımsız sosyalist adayları desteklemek, söylenen teklifler arasındadır. Bunların en yaygınlarından bir tanesi de kendilerine yakın ve elverişli buldukları bir sol parti için oy kullanmaktır. Bu parti henüz tam kıvama gelmiş saymamaktadırlar. Ama tfnu kuvvet­ lendirmenin hem o parti içinde, hem seçimlerden sonra siyasî hayatta kendilerinin faaliyet imkânını1 (1)

132

DEVLET Dergisi, Sayı 204, İlteriş METÎN.


kolaylaştıracağı düşüncesindedirler. Partiyi bütün, kayıtsız şartsız teslim alabilirse, onu kendi partile­ ri yapacaklardır. Bunu başarmadıkları takdirde bir yolu onun sırtında gitmiş olacaklardır. Bu hesaplar, sol'un Marksist kanadında açıkça yapılıyor. Önümüzdeki seçimlerin bu özelliği sola açık. Ortanın Solunda fakat sosyalist Marksis olmayan seçmenleri de tercihleri üzerinde ciddî dikkate sevketmelidir. Bu kadar kaba şekilde Marksistlerin kul­ lanmaya elverişli gördükleri bir partinin, kendi inançlarını artık hangi oranda temsilde devam etti­ ği, bu seçmenlerin düşünmeleri gereken bir husus­ tur.)

CHP'nin tehlikeli virajlara yöneldiğini ve ken­ disi ile birlikte başka insanları da uçuruma götüre­ bileceğini, CHP'nin eski lideri İnönü, böylece açıkla­ maktadır. Herhalde, böyle (ehli bir ağız)ın açıklama ve ikâzlarından sonra, bizim, hâlâ daha: — CHP, başka emellerin peşine mi düşmüşdür?

Sualine kendi kendimize cevab aramamız, son derece lüzumsuz bir'gayrettir. Tabii, bu noktada: — Mâdem ki İsmet İnönü, Bay Ecevit ve Yeni CHP’nin gidişini tasvib etmiyor; o halde bunca za­ man Bay Ecevit’in elinden niye tutmuş ve önce Ge­ nel Sekreterliğe, sonra da Genel Başkanlığa otur­ masına meydan vermişdir? Diye bir sual sorulabilir. Hattâ hattâ, 1 Nisan 1972 tarihli gazetelerde de yer alan bir habere da­ yanarak, bir başka suali daha sormak mümkün ve ckla yakındır: 133


(... Kemal Satır, İnönü'ye «muhtıra» ile uyarıda bulunmuştur. Satır, bizzat götürüp Genel Başkan’a verdiği ve izah ettiği muhtırada «Daha düne kadar Genel Başkan’ın ağzından konunsuz - tahrikçi - maceracı diye suçlanan Ecevit’in, Genel Başkan’ın yanında görülmesinin mahzurlarını ve Genel Başkan'ca bi­ linmeyen bazı belgeleri» anlatmış ve İnönü'ye vermişdir) (1). Böyle olduğu halde, İsmet İnönü, bu uyarmalar karşısında, nasıl bir vaziyet almıştır? Kızını dövme­ yen dizini döver atasözünü unutarak, CHP’yi - kendi tâbiriyle - Marksistlerin kullanmaya elverişli buldu­ ğu ellere teslim edecek ortamı, neden yaratmıştır? Bütün bunları ve nicelerini sormak, elbette nor­ maldir. Ama, ne yapsak nâfile ...Bunların cevabını, adı geçenlerin kendi ifâdeleri içinde bulduğumuza göre, başka beyân aramak, niye?

* *★

Ш

134

ı Nisan 1972 TERCÜMAN Gazetesi.


(Bu genç parti henüz bir oluş ve ye­ rine oturuş, daha doğrusu yerini arayış dönemindedir. Aşırı solcu unsurlarla, de­ mokratik sosyalizm sınırları içinde ka­ lan unsurların çatışma veya uzlaşması, zamanla, bu partinin yelpazedeki yerini daha kesinlikle belli edecektir.) — Bülent Ecevit —

Yakın zamana kadar CHP'nin Gene! Başkanı ve ilaha doğrusu, CHP’nin herşeyi olan İsmet İnönü’­ nün (Yeni CHP) ve Bay Ecevit hakkındaki kanaatletini öğrendik. İsmet İnönü’den başka diğer CHP’lilerin bu pariıden ayrılma sebeplerini de kısa kısa size naklettik. Bütün bu(kırk yıllık) CHP’lilere göre. Yeni CHP, (Marksit) bir yola girmişdi veya bir müddet sonra girecekti. İnönü, CHP için bizzat şu ifâdeyi kullan­ mıyor muydu: — Marksistlerin kullanmaya elverişli buldukları.

Evet, böyle diyordu. İnönü’nün dışında, gerek CHP mesûbları ve gerkse Türk basınının birçok mensûbu da aynı görüşteydi. İşte, bunlardan birka­ çı: (CHP bildirgesinde, Marksist dialektik parale­ linde çok şeyler var, hele mantık silsilesi ve başlan­ gıç noktaları hemen hemen aynı... (1). (CHP artık, Anarşizmin kontroluna girmiştir) (1).1

11)

DEVİR Dergisi, Sayı 46.

135


(... Önümde CHP’nin 5 Mayıs 1972 tarihinde İs­ tanbul'da yaptığı Kurultay'da Ecevit'i seçtirmek kav­ gasına katılan yeraltı Marksist - Leninist örgütünün yayınlayarak el altından dağıttığı bildirinin foto ко- ’ pisi duruyor. Sakınız orada neler var: « — İşbirlikçi hâkim sınıflar ve onların siyasal iktidarı bir yıldır dökülen kanlar kurumdan yeni bir saldırıyı başlattı. Ve faşist iktidarına engel olan CHP ve onun Ecevit önderliğindeki sosyal demokrat kana dini ezmeğe karar verdi (...) « — Marksist - Leninistler, faşizme karşı sosyal demokrat hareketi destekleyeceklerdir .(....... ) « — Bugün faşizme karşı direnen bağımsızlık ve demokrasi için mücadele eden Marksist - Leninist’ler, sosyal demokratlarla dayanışma kurmaktan ka­ çınmayacaklardır. (....... î Evet sayın okurlar, bugün işte bu dayanışma ku­ rulmuştur. Bunun için mahkûm Behice Boran ve Sadun Aren İkilisi, CHP'nin desteklenmesi için M ark­ sist - Leninist'lere hapishanelerden fetvâlar çıkart­ mışlardır) (2). (... Demokratik Sosyalizm ile sosyal demokra­ si deyimleri dahi CHP içerisinde bir mücadele konu­ su olmuştur. Hepsinin nihaî hedefi aynı olduğu için CHP Lideri Ecevit: «seçim zamanı doktrin tartışma­ sından kaçınmalıyız» demeye mecbur olmuştur. O r­ tanın solunu dahi artık ağzına almayan CHP lide­ rinin bu davranışı komünistlerin «iki adım ileri, bir adım geri» taktiğinin tepkisidir (....... ) Yeni CHP yö­ neticileri: «Komünistlerin, sosyal demokrat dernek­ *2 ti) (2)

136

SABAH Gazetesi, Ekim 1973. -DEVİR Dergisi, Sayı 55, M. EminAYTEKİN.


(ere dayanmakta olduğu»inu da söylerler. CHP Ya­ yınlarında «Kemalist Düzen» adlı kitaptan aldığımız bu sözler, aslında Ecevit'in fikrinin, Romantizm ile Marksizim materyalizminin karşımı olduğunu göste­ rir. Aynı kitap ve CHP yöneticilerinin çeşitli demeç­ leriyle «Atatürkçülüğün dahi Sosyal Demokrasi oldu­ ğunu» iddia edecek kadar saçmalık içine...) (1). (... CHP sosyalist bir partidir. Maddeci - M a rk ­ sist dünya görüşüne bağlıdır. Türk Milliyetçiliği'ne düşmandır...) (2).

Bu misâlleri daha da çoğaltmak mümkündür. Ne var ki biz, Yeni CHP'yi... dolayısiyle Ecevit'i... Veya bizzat Ecevit’i suçlayan cümleleri bir araya getirmek ve CHP liderini «karalamak» noktasından yola çık­ mış değiliz. Zaten, mühim olan şahslar değildir... Zihniyet­ tir. Ve; Bütün mes’ele, eğer anlaşılmamışsa, CHP’nin soldaki karar noktasının tesbitidir.

(Ecevit’i cliğer CHP’lilerle ауш torba yo koymam.) — Mihri Belli —

Bu tesbiti yaparken, bu mevzûda en yetkili ağızolan, CHP liderine müracat etmek, en doğru ve isâbetli davranış olacakdır. Yukarıya aldığımız ve kafa yapısı ideolojjisi herkesçe tartışmasız bilinen Mihri*3 (1)

SABAH Gazetesi, 10.10.1973.

(3)

DEVLET Dergisi, Sayı 204.

137


Belli’ye ait olan sözler, bu şahısn, Bay Ecevit’e müs­ tesna bir yer verdiğini ifâde etmektedir. Mihri Belli, sol'un en ileri ucunda bulunan bir kimsedir. Gerçi, Türk M illeti’nin benliğini, inançlarını, örf ve âdetlerini bilen kimseler, burada bize şöyle bir sual sorabilir: — Canım, Mihri Belli, sol’un en ucunda olmuş veya olmamış; ne farkeder ki? Madem ki soldadır; o halde oldum olası sol fikirlere itibar etmeyen Türk Milleti nazarında, solun bütün cebheleri ve bu cebhelere mensup kimseler kafiyen tasvib edilmez. Solun, aşırısı da, aşırı olmayanı da milletimize göre aynı kapıya çıkar. Türk Milleti’ne has bir sezişle, bu görüş tamamen haklıdır. Âlim olmasa bile, millî ka­ rakteri icabı ârif bir millet, soldan gelecek tehlike­ leri de böylece sezmektedir. Evet, bu ve buna benzer suallerle karşımıza çı­ kanlar bulunabilir, amma bize bu sual - ikâzı yönel­ tenlere, biz de şunu hatırlatmayı bir vazife biliriz: — Acaba, Mihri Belli’nin Bay Ecevit'i, diğer CHP’lilerle aynı torbaya koymamasının sebebi ne olabilir? Kendinize bunu da sarar mısınız? CHP Genel Başkanı, solun hangi noktasında bu­ lunduğunu, şu şekilde açıklıyor: (Bu genç parti henüz bir oluş ve yerine oturuş, daha doğrusu yerini arayış dönemindedir. Aşırı sol­ cu unsurlarla, demokratik sosyalizm sınırları içinde kalan unsurların çatışma veya uzlaşması zamanla, bu partinin, yelpazedeki yerini daha kesinlikle belli edecektir) (1). (1 )

138

(O rta n ın S o lu ), B ü le n t

E c e v it, S a y f a 323.


Bay Ecevit'in, bir başka ifâdesi daha: (Cumhuriyet Halk Partisi ancak demokrasiyle, ' özgürlükle bağdaşabilecek ölçüde sola gidebilir) (1)

Bir başkası daha: (Ortanın solundakiler sosyal demokrasiden yanadırlar) (2).

Bay Ecevit, —yukarıdakileri şu ölçüye dahil e t­ mesek bile — bu son cümlesiyle Atatürk'ün demok­ rasi görüşüne tamamen ter düşmektedir. Zira Mus­ tafa Kemâl, bilindiği gibi, demokrasiye dâir: «Bizim bildiğimiz demokrasi, siyasîdir» diyordu. Eğer Bay Ecevit'in sözlerini, bu mihenge vurur­ sak, şunu da söylemek veya düşünmek ihtiyacını is­ ter-istem ez aklımızdan geçiririz; — O halde, Ortanın solundakiler, Atatürk’ün demokrasi anlayışına ters olan bir yol üzerindedir. Bunu merak edenler, aradıkları cevabı, lütfen Bay Ecevit’in ve Mustafa Kemâl'in görüşlerini hâvi sözlerin içinde arasınlar! Tabiî, sadece bizim belirt­ tiklerimiz, yahut da son olarak naklettiklerimizle ye­ tinmeyebilirler. Bu takdirde, en doğru neticeyi elde edecekleri­ ni de ayrıca söylemeye lüzum yoktur kanaatindeyiz. Zirâ biz, Bay Ecevit’in demokrasi anlayışını daha önceki sayfalarda da sık sık belirttik. İsterseniz bir def’a da şuna kulak bakartalım: (... hem o kimselerin hesabına, hem de toplum ve insanlık hesabına isyan edebiliyorsanız, bunu in­ sanlık için bir yoksunluk ve haksızlık olarak göre­*2 li) (2)

(Ortanın Solu), Bülent Ecevit, Sayfa 311. Aynı kitap, Sayfa 26,

139


biliyorsanız; toplumda bu yoksunluğu ve haksızlığa doğuran adaletsizlikleri ve tutuklukları gidermek ü zere bir şeyler yapma güdüsünü, istediğini duyabiiiyorsanız, ortanın solunda bir insansınız, demek­ tir) (1).

Şu sözlerdeki gerçek payım— kısmen— inkâr et­ meye hiç kimsenin gücü yetmez. Cemiyetteki haksız­ lıkları görüp de içi yanmayan ve bunların ortadan kalkması için birşeyler yapma ihtiyacını duymayan insana zaten ne örfümüz, ne an’anelerimiz ve ne de bizi biz yapan kıymet hükümlerimiz; insan demez. Fakat, Bay Ecevit, bu haksızlıklara ve adâletsizliklere karşı (isyân edebiliyorsanız) şartını koyu­ yor. Biz, işte buna iştirak etmiyoruz. Zirâ edeme­ yiz. Ve öyle sanıyoruz ki, bu sebebden dolayı da — muhakkak— ortanın solunda sayılamayız. Ortanın solunda sayılması için, bir insanın —Bay Ecevit'in ifâdesine göre— adâletsizliklere karşı is­ yân etmesi gerektiğine... biz de bunu kabullenmedi­ ğimize göre, ortanın solunda da sayılmamıza imkân vok. Biz şuna inanıyoruz ki. cemiyeteki aksaklıkları, âdil olmayan davranışları yaşayan her insan, o ce­ miyete hâkim olan kanunlar çerçevesinde hakkını arar. Fakat (isyân) etmeye kalktığı anda, o şahsı, gene aynı cemiyetin kanunları, (suçlu) ilân eder. Zi­ râ kanun, — demokratik nizamda— öyle bir kanun­ dur ki; gerektiğinde, haksızlığa uğrayan şahsın hak­ kını arar, yahut da hakkını aramaya yardımcı olur. (1)

140

(Ortanın solu), Bülent Ecevtt, Sayfa 12..


(Ortanın Solunun ne olduğunu anla­ şıldıktan sonra sağcılık, utanılacak bir şey haline geldi.) (1). — Bülent Ecevit —

Memleketimiz, dün olduğu kadar, hattâ dünkün­ den çok daha değişik ve büyük olarak sayısız tehlike içindedir. Dünya yüzünde ayakta kalmış son Türk Devleti’ni yutmaya niyetli binbir canavar, her an bizi gözetlemekde ve pis emellerini tahakkuk ettirebil­ menin fırsatını aramaktadır. Bu tehlikelerden bir tanesi, Komünizm’dir. Komünizm de senelerden beri her memleketin kendi şartlarına göre bir takım stratejiler düşünmüş ve bunları tatbike koyulmuşdur. Bay Ecevit ,her ne kadar (Ortanın Solu) isimli kitabında bunları birer tehlike olarak değil de; (ba­ sınçlar) olarak telâkki edip anlatmaktaysa da, tehli­ keyi tehlike olarak, basıncı da basınç diye ifâde et­ memek, başka mânâlara gelir. Bugün, sol, Türkiye için bir tehlike midir, değil midir? Her basınç (tehlike) değildir amma; her tehlike, sadece tehlikedir. Bize göre, bu öyledir. Fakat Bay Ecevit bunları şöyle anlatıyor: (DÖRT YÖNLÜ SOL BASINÇ Türkiye, üç yönlü bir sol akımlar basıncı altın­ dadır: 1. Kuzeyden gelen sol basınç: Bu, Rusya’da ve Rusya'yı izleyen bazı Doğu Av­ rupa ülkelerinde oluşan aşırı sol akımların basıncı­ dır.1 (1)

TERCÜMAN Gazetesi, 10 Aralık 1973, Ahmet Kabaklı

141


2. Güneyden gelen sol başınç: Bu, bazı Arap ülkelerinde, özellikle Mısır ve Su­ riye'de oluşan sol akımların basıncıdır. 3.

Batıdan gelen sol basınç:

Bu, demokratik Batı ülkelerinde oluşan sosyal demokrasi hareketlerinin basıncıdır) (1). Anlaşılan odur ki. Bay Ecevit'in (basınç) diye ifâde ettiği şey, gerçekten (telike) dir. Ama, nedense (basınç) demeyi uygun görüyor. Bakın .yukarıdaki tasnife, bir de dördüncü (ba­ sınç)! ekleyen Yeni CHP Genel Başkanı: ( ...4 . Uzak Doğu’dan gelen sol basınç: Bu da, Komünist Çin'in Rusya'daki ve — Arna­ vutluk hariç— Doğu Avrupa ülkelerindeki Komünizm gelişmelerini «revisionoist» hattâ «devriationist» bu­ larak kötüleyen, daha doğmatik bir komünizm anla­ yışının (fakat hızlı bir nüfus artışının güçlüleri altın­ da ezilen az gelişmiş ülkelerin daha çok ilgisini çe­ kebilecek bir komünizm anlayışının) basıncıdır. (2)

Diyor. Peki, bunun Bay Ecevit'le ve CHP ile ilgisi ne? İşte ilgisinin derecesi: (Ortanın solu, bizi dört yanımızdan saran sol basınçların, Batı'dan gelenidir. Demokrasiyle bağdaoşbilenidir. Düşünce özgürlüğüne yer vereni, insan onuruna değer verenidir; en barışçı, en güveniliridir) (3)

.

Bu sözlerden anladığımız şey, (Ortanın Soiu)nun1 2 (1) (2) 13)

142

(ORTANIN SOLU), Sayfa 35. Aynı kitap, Sayfa 36. Aynı kitap, Sayfa 42.


solda olduğu... Dört tesirden sadece (demokratik olanını) seçtiği... Bazı görüşlerin (ihtilâlle iktidara gelme) prensibinin tersine, (seçimle iktidar olma)ya inandığıdır. Diğer «basınçlardan» sadece bu farkiyle ayrıldıklarını Bay Ecevit’in kendisi söylemektedir. Kendileri, sola bendedir. Fakat, gene Bay Ecevit'in kendi ifâdesine göre bu görüş; (solun en gü­ veniliri) dıY.

Dünya yüzünde çeşitli kılıklara, sloganlara bü­ rünerek, o ülkede, hükümrân olduğu bilinen sol gö­ rüşlerden, hangisine ne dereceye kadar güvenile­ ceği, bilmlem 1973 Türkiyesi’nde hâlâ daha anlaşıl­ mamış mıdır? Türkiye'nin kalkınması ve lâyık olduğu yeri bir an evvel dünya milletleri arasında alabilmesi için, mutlaka ve mutlaka sola mı itibar etmelidir? Buna mı muhtâcız? Bay Ecevit’e göre evet. Adı geçen kitabında, bunu açıkça belirtiyor: (... Türk toplumu, solla, sağ arasında veya sol­ la, orta arasında bir seçme yapmak durumunda de­ ğildir. Çünkü sağı seçmek gerilemektir; ortayı seç­ mek duralamaktır: Türk Toplumu ise ilerlemektedir, ilerlemek zorundadır. Onun için, solla, sağ arasın­ da veya solla, orta arasında değil; sol akımlar ara­ sında bir seçme yapmak durumundadır.)

Gayet rahatlıkla anlaşılabileceği gibi, bu solun adına da (ortanın solu) diyor. Yani (Sosyal Demok­ rasi) hareketi... Batı’dan gelen sol basınç... Gene Bay Ecevit, (Ortanın Solu) kitabında ay­ nen şöyle diyerek, bizi tamamen aydınlatıyor: 143


(Ortanın solunu, aşırı soldan, komünizmden ayıran başlıca unsur, demokratik oluşudur.)

Siz olsanız demez misiniz: — Yerinde kalsın Komünizm'in demokratik oianı da; olmayanı da... Diye! Türkiye’nin problemleri, Komünizm’in demokra­ tik olanını seçtiğimiz, benimsediğimiz takdirde mi haledilecekdir? Hem, Bay Ecevit’e bu konuda inan­ sak bile, Türkiye'ye gelecek sol’un (aşırı sol’un, Ko­ münizm’in demokratik)i olacağına, elimizde bir te­ minât mı var? Bay Ecevit, böyle bir teminâtı, sene­ di Türk Milleti'ne verecek selâhiyette midir? Nereden ve nasıl emîn olsun bu millet ki; Bay 'Ecevit’e inanıp da iktidara getireceği (ortanın solu), veya, (Komünizm’in demokratik olanı) yarın -— öbür gün (Komünizm’in demokratik OLMAYAN) şekline bürünmeyecekdir? Bunun teminâtını, değil Bay Ecevit; hiçbir ferd hiçbir millete veremez. Verememjşdir. Kendi ken­ dimizi aldatmıyalım. Hele şu aşağıdaki cümle, bir hayli düşündürücüdür: (Toplum için önem taşıyan tabiî kaynaklarda, mülkiyet ve tasarruf hakkı, halk adına devlette ol­ malıdır) (1). (... kurulması gereken düzen, devrim ve reformlarla çabuklaştırılmalıdır.) — Bülent Ecevit —

Demokratik nizâmın hüküm 'm

144

(O R T A N IN S O L U ) , S a y f a 119.

sürdüğü Türkiye­


miz’de, herşey güllük — gülistanlık mıdır? Her adım başı rastladığımız ve birbirimize karşılıklı şikâyette bulunduğumuz haksızlıkları kim gizliyebilir? Bun­ ları dile getiren Bay Ecevit, yalan mı söylüyor? Cemiyetimizde mevcûd hataların varlığı, kas­ katı birer gerçek iken, partizan veya şahsî kaygularla bunları ört-bas etmek, de akıl kârı değildir. Aşağıdaki satırların sahibi bulunan Bay Ece­ vit diyor ki: (Yeryüzünde ekecek veya yetecek toprağı ol­ madığı için, yerin yüzlerce metre altında, varlıklı kişilerin bir öğün yemekte verdikleri bahşiş kadar paraya çalışan ve pek azı emeklilik aylığı atabile­ cek kadar yaşayan maden işçilerinin ıstırabını, so­ banıza her kömür atışta duyabiliyor; ve — onlar size oy vermeseler de onların ıstırabını azaltabil­ mek, onları insanca yaşama olanağına kavuştura­ bilmek için...) (1). Bu sözlere itiraz edecek bir babayiğid düşüne­ bilir misiniz? Bakın, Müslüman Türk Milleti’nin bir düstûru ne diyor: (Komşusu aç iken sofraya oturan, bizden de­ ğildir.) Evet, Türklüğümüz, Müslümanlığımız; böyle emrediyor. Fakat yukarıdaki cümlenin devamında Bay Ecevit şöyle diyor: (Uğraşmağa kendinizi ödevli sayabiliyorsanız, ortanın solu tabiatında bir insansınız demektir.)

Demek ki, dertleri dile getiren herkesi belki bu noktaya kadar saygıyla karşılıyoruz. Ne var ki, (çâ­ (1)

( O r t a n ı n S o l u ) , S a y f a 13.

F : 10

145


re) olarak ileri sürülen hususa lüzûm bile görmüyo­ ruz. Lüzum görmüyoruz, zira; cemiyete musallat olan aksaklıkların giderilmesi için, ille de ortanın solunda bulunmak veya ortanın solunda sayılmak mevzuu; akla yatkın değildir. Bay Ecevit’in tavsiye ettiği formül, (ortanın so­ lu) dur. Bir takım yolsuzluklar, adâletsizlikler, O ’na göre, (CHP’nin getireceği düzenle) ortadan kalka­ caktır. Halbuki, cemiyetteki aksaklığın kahramanları (!), sadece ve sadece insan unsurudur. Millî bir eği­ tim politikası ile, memleketde ahlâk sahibi, sağlam, karakterli., kısaca Bay Ecevit'in de dile getirdiği bo zuklukları giderecek vasıfta — hâliyle giderecek ve her türlü adâletsizliği önce kendi nefsinde reddedecekdir — insanlar fikriyle ve bu tabelâ ile karşı­ mıza çıkmış olsa, Bay Ecevit’le bu noktada değii ayrılmak; kendisini cân-ü gönülden kabullendiğimi­ zi bir vatan borcu olarak söyleyebilirdik. Her çâreyi, her tedbiri bir kenara, koyup da: — Bu memlekete öyle bir (düzen) getirelim ki; Türkiye'nin hiçbir ferdi, komşusunun açlığını bildi­ ği anda, midesini doldurmak yolunu seçmesin. Kom­ şusunun açlığını bilebilsin. Yahut: — Oyie bîr (düzen) getirelim ki; her ferd, vazi­ fe şuûru içinde bulunsun... Onlara şu şûuru aşıla­ yalım ve bu (düzen) in tam radımanla çalışması için, bütün imkânları — elbette demokratik — sefer­ ber kılalım. Demek varken ve Türk Milleti'nin çok önceler­ 14 6


den gelip, hâlâ içinde var olan sayısız güzel huyla­ rı — ki çoğu huy hâline gelecek derecede yerleşmişdir — çalışmaz duruma gelmişlerse çalıştırma çârelerini arayalım, demek varken... Neden, başka, bambaşka çözüm yolları araya­ lım? Böyle çözüm yollarını, halkımıza kabul ettire­ bilmek için, mutlaka zamana ihtiyacımız olacakdır. Niçin boş yere bu (başka) yolları — meselâ ortanın solunu — halka anlatmaya çalışarak, çok seri iler­ lemesi, kalkınması lâzım gelen Türkiye'ye zaman kaybettirelim? Evet, Bay Ecevit’in ileri sürdüğü ve Yeni CHP kadrosunun da mücâdelesini yaptığı (ortanın solu) formülü, Türkiye’yi selâmete çıkarmaya muktedir bir (iksir)se bile; sırf zaman kaybı bakımından da­ hi Türk M illeti’ne (pahalıya) mâl olacakdır. İnsanı, insan yapan kıymet hükümlerinin çalış­ maz, müşteri bulamaz hâle geldiği bir cemiyette, mevcûd aksaklıkları, demokrasinin tatbikçisi mevk.îindeki insan unsûrunda aramak gerekir. Bay Ecevit’in bugün şikâyet ettiği hâdiseler, kendisinin bahsettiği (düzen) in gelmesiyle ortadan kalkacak mıdır? Hangi (düzen) gelirse gelsin, eğer insan de­ nilen hammaddeden lâyıkı kadar istifade edemiyor, açıkçası insanın, önce kendisine, kendisi ile birlikde cemiyete faydalı hâle gelmesine çalışmıyorsak; artık, getireceğimiz (düzen) de bize müsbet birşey vermiyecek demekdir. Zirâ, o (düzen)in tatbikçileri, gene aynı insan­ lar olacakdır. İnsanlar, bozuksa; (düzen) de elbet­ te bozukluklar kafilesi olarak bizi şaşırtmamalıdır. Önce insanlar düzelir, dolayısiyle nizâm da düzelir. 147


Ve biz, bu aksaklıklar manzûmesinin düzelme­ sini, (ortanın solu), yahut da (Sosyal demokrasi) gi­ bi (düzen)lerin Türkiye’de tatbikinde değil; millî bir maarif politikasının derhal uygulanmasında buluyo­ ruz. Memleket dertlerini ifâde ederken, Bay Ecevit’le — çoğu yerde — birleşiyoruz. Fakat ona bakar­ sanız Türkiye'deki milyonlarca insanın herbiri, bu dertleri inkâr etmiyor. Bütün mes'ele, bu dertlerin ortadan kalkmasıdır. Bu bakımdan, Ecevit'le aynı dertleri dile getiriyor olmamız, kendisi­ nin mutlaka haklı oluşunu göstermez! Üstelik, ba­ zı bazı — dertlerde, aksaklıklarda, bozukluklar­ da — birleşmemize rağmen, en önemli husus olan ÇARE ve FORMÜL konularında ayrılıyoruz. Esasen biz. Bay gibi — fikirlerini

Ecevit'in — herkesin olduğu (bir bütün hâlinde) mütalâa ediyo­

ruz ve böyle olması da gerekir. Nitekim, kendisine iştirâk lerinden birisi daha:

etmediğimiz cümle­

(Bize ümmetçilik, Arap aleminden geldiğine gö­ re, bize milliyetçilik Arap aleminden geldiğini göre, bize komünizmin de Arap aleminden gelmesi müm­ kündür...) (1).

Bizim bildiğimiz milliyetçilik Türk Milliyetçiliği­ dir. Arap âleminden geldiği iddia olunan milliyet­ çilik ne acaba? Türk milliyetçiliğinin, Arabistan’da ne işi var? Ayrıca, görüyoruz ki; Bay Ecevit, milli­ yetçiliği Komünizm’îe eşit derecedeki bir tehlike o­ (1 )

148

( O r t a n ı n S o l u ) , S a y f a 38.


larak takdim etmektedir. Halbuki, CHP’nin (altı ok) undan birisi de Milliyetçiliği... Türk Milliyetçiliğini ifâde eder. (Yeni CHP’nin) lideri, Türk Milliyetçiliği­ ni benimsemiyor mu? Diye bir sual, herkesin aklına gelmez mi?

(Ortanın Solunu, aşın soldan ayıran başlıca unsur, ortanın solunun, Batılı a n ­ lamda demokratik oluşudur.) — Bülent Ecevit —

Bu sözler, Bay Ecevit'in milliyetçilik anlayışını açıklarken, milliyetçiliğin gerçek yapısından, mânâ sından sadece bir kısmının benimsendiği söyleni­ yor. CHP Genel Başkanı, her sahaya, insanın yaşa­ yışına tamamiyle hâkim bir milliyetçilik yerine; yal­ nızca ekonomik sahadaki milliyetçiliği kendisine (esas) almışdır. Çok iyi bildiğimiz gibi, Türk Milliyetçiliği’nin bünyesinde (ekonomik sahadaki milliyetçilik) an­ cak bir parçadır. Yabancı bir kumandan: (Eğer, çizmemin topuğundaki çivilerden bir ta­ nesi düşmüş olsa, ben, o çizmeyi yok farzederim.)

Demektedir. Yani, parçalanın bir araya gelme­ siyle ortaya çıkan bütün; bu parçalardan bir tanesi­ nin yokluğu ile bütünlük vasfını kaybeder. Bu ba­ kımdan, sadece (ekonomik milliyetçiliği) benimse-1 (1)

(7 GÜN) Dergisi, Sayı 59.

149


т е к , taşıdığı eksiklikler yüzünden, gerçek mânâda­ ki Türk Milliyetçiliği'ni temsil edemez. Hakîkaten de Bay Ecevit, bu sözlerinde sami­ midir. Yalnızca ekonomik anlamda bir milliyetçiliği benimsediği, aşağıdaki şiirinden de anlaşılıyor: YUNANLI KARDEŞİM

Sıla derdine düşünce anlarsın Yunanlıyla kardeş olduğunu Bir Rus şarkısı duyunca gör Gurbet elde İstanbul çocuğunu Türkçenin ferah gönlünce küfretmişiz Olmuşuz kanlı bıçaklı Gene de bir sevdadır içimizde Böyle barış günlerinde saklı Bir soyun kanı olmasın varsın Damarlarımızda akan İçimizde şu deli rüzgâr Bir havadan Aramızda bir mavi sihir Bir sıcak deniz Kıyısında birbirinden güzel İki milletiz Bizimle dirilecek birgün Ege'nin altın çağı Yarıp yarını ateşinden Eskinin ocağı Önce bir kahkaha çalınır kulağına Sonra Rum şiveli Türkçeler 150


O Boğazdan bahseder Sen rakıyı hatırlarsın Yunanlıyla kardeş olduğunu Sıla derdine düşünce anlarsın (1). Türk İstiklâl Harbi’ni yaşamış bir millet olarak; bu milletin bir ferdi olarak. Bay Ecevit’in görüşlerine kati’yen iştirâk etmediğimizi bir kerre daha bu mü­ nâsebetle belirtmek isteriz. Bay Ecevit’in (kardeşim) diyebildiği o Yunanlı’nın, Türk'e yaptığı zulümden şu birkaç çizgiyi de bil­ dikten sonra, hâlâ daha Yunanlı’dan nefret etmeye­ cek bir Türk, düşünülemez sanıyoruz (Bu üç köye evvelâ ödeyemiyecekleri kadar faz la bir para cezâsı verilmiş. Ödeyemeyince erkekler Karacaaii’nin mezarlığına toplattırılmış; saat, para yüzük gibi neleri varsa alınmış, kendilerini bırakmak istemiyen kadınları da aynı soyguna tâbi tutulduk­ tan sonra etrafları 200 Yunan askeri tarafından çev­ rilmiş ve kocalarının gözleri önünde IRZLARINA GE­ ÇİLDİKTEN sonra kurşuna dizilmişler, bilâhare erkek (ere de aynı canavarlık tatbik edilmiştir) (2). (... 16 Mayıs 1921'de sâhil boyunca yavaş seyre derek yer değiştirmişdi, gemide bulunan İtalyan mü messil, dürbünle sahili tarıyor; vâdilerde, yamaçlar­ da, dere aralarında yanan köyleri gözetliyordu. En yakın köyde tetkikler yapmak için komisyon üyeleri sahile çıktılar. O sırada alevler dolu sokaklar içinden bir insan fırladı. Bu bir çobandı. Heyet bu adamı ça­ ğırarak kendisinden malûmat istedi. Dehşetinden 1 (1) 42)

(Seçilmiş Hikâyeler Dergisi, 1953). (Türk’ün Siyah Kitabı) Kadir Mısıroğlu, Sayfa 62.

151


gözleri dışarıya fırlamış yüzü sapsarı olmuş genç adam ilk iş olarak sağ tarafta bir şeyi işaret etti. Dö­ nünce İNSAN BAŞLARINDAN VÜCUDA GELMİŞ BİR TEPECİK göründü. Biraz ilerleyince öldürülmemiş altı ayfuk bir çocuk bulundu. Bu, korku ve heyecanla titreyen Çobanın anlattığına göre Yunanlılar, evvelâ, evlere silâh aramak bahanesiyle girmişler, yükte ha­ fif, pahada ağır ne varsa toplamışlardı. Sonra er­ kekleri dışarıya çağırmış, hemen kapılarının önün­ de1 , birer kurşunla öldürmüşlerdi. Sonra genç kızları kendilerine ayırmışlar yaşlı kadın ve çocukları da makineli tüfek ateşinden geçirmişlerdi. Bilahare bu genç kızların başına gelenler herkesin anlayacağı gibidir. Onları da köyün yanına sürükleyip teker ko­ yun keser gibi kesmişlerdi. Sonra cesetlerden kopa­ rılan başlar köy yolunun hemen yanına yığılmışdı.)

Gerçi her Türk, Yunanlılar'ın Türk Milleti'ne yaptıklarını çok iyi bilmektedir ve bilmesi de gerekir amma bilmeyenler varsa bile, kendilerine hiç olmaz­ sa (Türk’ün Siyah Kitabı)nı okumalarım tavsiye ede­ riz. İşte, bakın gene aynı eserden alman ve bir Yu­ nanlı Subayın hâtıra defterinde (17 Ekim 1912 — Selânik) tarihli bölümden küçük bir çizgi daha: (... Türkler! Sizi diri diri ateşte yakacağım, a leyhimizde söz söyleyen dillerinizi, bize buğz ve düş manlık besleyen yüreklerinizi parçalayacağım. Tica­ rethanemi iflâs ettirdiniz değil mi? İşte yarın Yunan ordusuna katılmak için hareket ediyorum...) (30 Ekim) 1912) Bugün Efzun alayının birinci bölüğüne tayin olundum, bir kaç gün sonra taarruza geçeceğiz. Türk

152


ler’e karşı ruhumda fikrimde öyle bir düşmanlık his­ sediyorum ki; bu gayz ateşi, kayalardan şelâle gibi Türk kanı aksa söndürülemiyecek! Ah, eziyet ede ede Müslüman öldürmek bana acaba nasib olacak mı?)

Bay Ecevit’in (Yunanlı Kardeşim) diye şiirler yazdığı işte bu Yunanlı... Kendi ağızlarından, kendi Türk düşmanlığının derecesini böylece açıklayan Yunanlı’dır! Ve bu Yunanlı, gerek vatanda ve gerekse sılada hiçbir zaman bizim kardeşimiz olamaz. Bu noktadada Bay Ecevit’le ayrılıyoruz. Hem, ne ayrılış... Yunanlı’nın bize yaptığı akıl almaz zulüm... in­ sanlık dışı vahşet, dedelerimize, ninelerimize sorula­ rak dahi en koyu çizgilerle öğrenilebilir.

lOnun için Atatürk, saraydan çık­ tı, payitahttan çıktı, Anadolu’ya geçti, halkın arasına girdi. Kendini, silâhsız ve rütbesiz, halka teslim etti.) — Bülent Ecevit —

Atatürk’ün saraydan çıkıp, pây-ı tahtdan çıkıp Anadolu'ya geçtiğini, Bay Ecevit'den dinliyoruz. Ve ayrıca biliyoruz ki, Mustafa Kemâl, Türk Millti'nin, Yunanlılarla birlikde bütün işgalcileri, Türk Yurdu'ndan Akdenizler’e dökmesinde, milletle beraber gö­ ğüs göğüse çarpışan kahramandır. Yukarıdaki sözü söylemesini bilen Bay Ecevit'in; Yunan ve Yunanlı hakkında da bazı gerçekleri bildiğini veya bilmesi gerektiğini sanıyorduk. (Yunan153


Iı Kardeşim) şiirini görünce ne yalan söyleyelim, ge­ ne üzüldük. Bay Ecevit'in şimdi de başka fikirlerini öğren­ meye çalışalım: (Barışçı ve halkçı demokratik devrim, ancak; halka birlikte yapılır. Halka inanarak, halkı sayarak yapılır. Halkın gözünde «yaban» olmaktan, yabancı olmakdan kurtularak yapılır. Üstelik Türk halkı, şimdi, geçmiştekinden çok daha bilinçli olarak, bir devrim özlemi, üretim ilişki­ lerini kendi yararına değiştirecek bir altyapı devrim­ ciliği özlemi içine! girdiği çağdadır. Böyle bir çağda, böyle bir ortamda, demokrasi­ nin sağladığı halka yaklaşım olanaklarını gereğince değerlendirerek, halka sevgi ve saygı ile giden, halk tan olabilen aydınların, halkla el ele yapamayacak­ ları devrim yoktur) (1).

Bay Ecevit’in görüşlerini öğrenmeye devam edi­ yoruz: (Bizim bazı devrimci aydınlarımızın şimdiye ka­ dar masa başında hayal ettikleri fakat bir türlü ger­ çekleştirme evresine getiremedikleri bazı altyapı dev rimlerini, değişikliklerini, bir çoğu okur — yazar ol­ mayan köylüler, Antalya’nın Elmalısı’nın köylerinde, İzmir’in Torbalısı’nın köylerinde, Atalan’da, Gollüce’ de yapmağa başlamışlardır bile... Halkın, köylünün kendiliğinden giriştiği, Anaya­ sa doğrultusundaki bu devrimci, eylemler, bu altya­ pıya yönelen eylemler...)

Yeni CHP'niu lideri, Atatürk devrimleriyle ilgili1 (1)

154

Atatürk ve Devrimcilik), Sayfa 114.


olarak da bazı — bizimle — değişik görüşler serdedi yor. Yukarıdaki sözlerin yer aldığı (Atatürk ve Dev­ rimcilik) isimli kitabında, bu mevzu’a dâir söylenen­ lerden birkaçım naklediyoruz: (Yukarıda da değindiğim gibi, örneğin bir şap­ ka devrimi, hiç kuşkusuz, yararlı, gerekli bir devrim­ di. Ama köylüye ne getirmişti? Ekonomik bakımdan, sosyal bakımdan ne getirmişti? Hattâ biçimsel ola­ rak ne getirmişti?) (... önyargısız bakılırsa görülür ki, genellikle o devrimler halkı ezilmekten, sömürülmekten kurtarıcı devrimler değildi. Halkı daha çok refaha, daha çok ekonomik özgürlüğe, imkân eşitliğine ve sosyal ada lete yapıldıkları anda kavuşturucu devrimler de­ ğildi.) (Gerçek devrim, altyapı devrimidir. Yani, üretim ilişkilerini yeniden düzenleyen ve ekonomik güce el değiştirten devrimdir.)

Bilindiği gibi, (sürekli devrim) taktiği, Mao — Çe — Tung’un bir prensibidir. Bu mevzûda, günlük bir gözeteninde açıkça yazdığı ve şu satırlarla be­ lirttiği: (... Kasım 1969'daki Sosyal Demokrasi Federas yonu’nun genel kurulunda Ecevit: Mao'nun sürekli devrimini Atatürk’e mal ederek...) (1).

Yukarıdaki görüşe, Bay Ecevit’in kitabında rastlıyoruz: 41)

da

SABAH Gazetesi, 11.10.1973.

155


(... Devrimcilik ilkesine göre de halk yararına yapılacak bu değişiklikler devrimci yöntemlerle ger çekleştirilebilecekti ve devrimcilik sürekli olacaktı) d ). (... Atatürk'ün Türkiye’yi tek parti ile yönettiği bir gerçektir. Ama, tek parti döneminde Türkiye'nin ekonomik ve toplumsal alt yapısının büyük ölçüde değiştirilmediği de bir gerçektir... Devrimcilik, bi­ çimsel bir devrimcilik, halkçılık, halka tepeden ba­ kan bir halk patronluğu olmaktan öteye gidememişdir) (2).

Bu sözler, ULUS Gazetesi’nin Bay Ecevit idare­ sinde çıktığı günlerdeki bir nüshadan alınmışdır. Adı geçen Başyazıda Ecevit’in imzası bulunmadığı için CHP Genel Başkam’na âidiyeti de bahis konusu olamaz. Fakat, aşağıdaki cümleler, bizi bu mevzûda ta­ mamen aydınlatıyor ve herhangi bir şüpheye mahâl bırakmayacak kadar da kat’i bir kanaat sahibi edi­ yor: (Tek parti dönemi, yeni atılımlar, yeni devrimler yapabilme gücünü yitirmiş bir dönem olarak kapan­ mış, geride kalmıştır. Tek parti döneminin yöntemle­ rinde, halktan kopuk, iyi niyetlisi bile halka tepeden bakan, bürokrat aydın tipinin davranışı, halkın gö­ zünde büsbütün sivri, büsbütün batıcı oluyordu) (3). (... Her devrimci kadro, belirli bir düzene veya rejime karşı çıkar. Eğer başarılı olursa, o rejimi ve­*2 3 li) (2) (3)

156

(Atatürk ve Devrimcilik, Sayfa 67). ULUS Gazetesi, 10 Ekim 1969, Başyazı. Atatürk ve Devrimcilik, Sayfa 48.


ya düzeni yıkar, ya da temelden değiştirir. Yerine bir rejim veya düzen kurar...) (1).

* ** (Boğaz Köprüsü değil, gösteriş köprüsü.) — Bülent Ecevit —

Bugün, güzelim Boğaziçi'ni pırlanta gibi süsle­ yen bir eser var. Sadece İstanbul'un değil, topyekûn Türkiye’nin hizmetine sunulan bu eser, artık vazife sini yapmaya başlamış... Türk Milleti’nin ayakları altına serilmişdir. Memleket ve millet menfaatine uygun öyle ic­ raatlar ve tasavvurlar, plânlar vardır ki; bunları tek­ lif eden her kim olursa olsun; kendisini hürmetle kar şılamaya mecbûr kalırız... İşte, bu kabil plân ve icraatların bir tanesi, Bo­ ğaziçi Köprüsü’dür. Böyle hayırlı bir eser için kana­ atlerimizi belirtirken, her türlü partizân kaygulardan sıyrılarak düşünmemiz ve buna göre konuşmamız ge rekir. Boğaz Köprüsü'nün proje hâlinde bulunduğu günlerde, aşağıdaki itirazlar daima memleketteki belli bir zümreden gelmişdir. Meselâ, (İ.T.Ü. İNŞAAT Fakültesi Talebe Cemiyeti Başkanı Yaşar Yılmaz) im zasiyle neşredilen beyannâmede: (....... BOĞAZ KÖPRÜSÜ YATIRIMI BİR İNTİ­ HARDIR... Morrison Köprüsüne hayır... Boğaz değil, Boğazlama ıköprüsü... Boğaz Köprüsü Morrison firmlasının yeni bir tu­ zağıdır. ..1 (1)

Atatürk ve Devrimcilik, Sayfa 61.

157


Direniyoruz sen de katıl...)

Cümlelerine rastlıyoruz. İşte bugünlerde (bazı kimseler) daima bu tarzda­ ki çıkışlarla, Boğaz Köprüsü'ne hayır kampanyaları açmış... Bunlardan, Mimarlar Odası Benel BaşkanıMaruf Önal, Genel Sekreter Demirtaş Ceyhun ve İdare Hey'eti Üyesi Turgut Cansever, basın toplantı­ sında şunları söylemişdi: (Köprünün yapımı, Türkiye’nin ve İstanbul'un başına gelen en büyük felaket olacaktır..) (1).

Yazar İlhan Selçuk ise, köşesinden şöyle sesle­ niyordu: (Beynelmilel kumpanpaiar Yabancı kapitalizmin sömürücüleri Bunların Türkiye'deki komisyoncuları, maşalara Arsa, apartman vurguncuları Emlâk tefecileri İmâr ve İskân nüfuzcuları. Belediye siyasetçileri Ve hep bir kolda bulunan kadroların derece fırsatçıları. Hepinize gün doğdu: Çünkü Boğaz Köprüsü yapılıyor) (2).

derece

CHP Diyarbakır Milletvekili Metin Cizreli, 22.2. 1968 tarihinde bu mes’eleyi şöyle değerlendiriyordu: (Türkiye'de 20 kilometrelik yolu bir günde gidi­ len yerler varken, biz İstanbul'a asma köprü yapıl­ masını lüks ve bir gösteriş yatırımı olarak kabul edi­ yoruz) (3).1 3 2 (1) (2) (3)

158

Gazeteler, 7 Mart 1968. CUMHURİYET Gazetesi, Nisan 1968. BJM. Meclisi Tutana<k Dergisi, cilt 26, Sayfa 39-41..


Gene CHP kadrosundan ve CHP'nin Genel Sek­ reter Yardımcılığını yapan Prof. Dr. Besim Üstüne! de 1968 senesi Haziran ayında şu beyanatı veriyor­ du: (Köprü yapımı, akıl işi değildir.)

Bir başka CHP'linin görüşü; Konya Senatörlerin den Fakih Özlen: (Boğaz Köprüsü konusu, hissi, fevri, politik en başta teknik kusur ve noksanlarla mâluldür.)

ve

Bunlar ve diğerleri.. (Boğaz Köprüsü'ne hayır) kampanyasına katılmışlardı. Meselâ Nadir Nadi Cumhuriyet Gazetesindeki köşeden: (Sağcının köp­ rüsü) diye başlayan yazısında.. Ali Gevgilili Milliyet Gazetesi’nde: (... Ve köprü, bir vakitler Azot Sanayii’ nin başına geldiği gibi müthiş bir «kazık» yatırım olacak) diyerek... Siyasal Bilgiler Fakültesi İskan ve

Şehircilik Enstitüsü tarafından düzenlenen konfe­ ransta Dr. Selami Sözer: (Boğaz Köprüsü, güzelim Boğaziçi’ni bir beton çölü ve taş yığını haline getire­ cektir) sözleriyle adı geçen kampanyaya katılmışlar­

dı. CHP’nin şimdiki Genel Başkanı ve o vakitler Ge­ ne! Sekreteri bulunan Bay Ecevit de bu mevzu ile ilgili olarak Bayburt'da yaptığı konuşmada aynen şunları söylemiştir: «... Hiç gereği yokken İstanbul’a asma köprü yapılıyor.)

Ecevit, 27 Mayıs Kültür Derneği’nin bir toplan­ tısında da Boğaz Köprüsü hakkındaki görüşlerini şöyle anlatır: (İstanbul’a yapılması düşünülen ve bu maksatla birçok yabancı kampanya ile yerli işbirlikçilerinin zengin edilmesi düşünülen Boğaz Köptüsü’nün y a ­

159


pılmasının karşısındayız.) Biz, burada Boğaz Köprüsü’nün tenkid edilen yönlerine cevab verecek değiliz. Bay Ecevit ve di­ ğer muhaliflere bir cevab verilmesi gerekiyor idiyse, bunu iddiâ sahihlerinin muhatabı mevkîindeki yap­ mıştır veya yapmalıdır. Biz, sadece o zamanki gö­ rüşleri naklettik. Baştan sona kadar naklettiklerimizin çerçeve­ sinde, ortaya (itirazsız bir Ecevit gerçeği) çıkmak­ tadır. Kitabımızın başında, Türkiye’de varlığı inkâr edilemiyecek böyle bir Ecevit ve (Yeni CHP) gerçe­ ğinden söz ederek, münevverlerimizden, değişik gö­ rüş besleyenlerin ne dereceye kadar hakin oldukları­ nı da kaydetmiştik. Acaba, Bay Ecevit bir (balon) muydu? Yoksa, yarının Türkiye'sinde (efsane)leşecek kıratda bir lider mi? Buraya kadar, Bay Ecevit realitesini objektif bir gözle görmek isteyenlere sadece vesile olmayı ga­ ye edinmiş, hüküm vermekden kaçınmış, bu işi Bay Ecevit’e ve partinin diğer mensûplarına bırakmışdık... Kitabın başında birçok kimsenin sorduğu sual­ leri, şu anda itibaren cevablandırmaya çalışsak; aca ba ne diyebilirdik? Kısacası, geçici bir zaman için, (iğreti) olarak dahi iktidara gelmesiyle hakiki çehresinin görülece­ ğine inananlar, şu anda, Bay Ecevit hakkında ne düşünüyorlardı? Türkiye’nin mes’elelerini uzun vâdede hâlletmeyi sağlık veren kimseler, Türk aydınları, kitabımı­ zın son sayfalarında, hangi duyguları taşımaktadır? 160


Derler ki: (Hâfızâ-i beşer nisyân ile malûldür...) İşte en azından günlük gazetelerde yayınlanan ve siyaset adamlarımıza ait sözler, gerçekten kısa bir zamanda unutulmaktadır... Fakat, muhtelif tarih­ lerdeki beyânları ve icraatları yanyana getirince, or­ taya nelerin çıktığını söylemeye lüzum yok sanıyo­ ruz. Bu kitap da, bütün iddiasızlığı içinde yalnızca, bu nu yapmıştır. Biz, kendimize göre bir Ecevit imâjı •çizmeye çalışmadık. Şimdiden sonra gözler önünde ki Bülent Ecevit, bizzat Bülent Ecevit’in fırçasından çıkmıştır. Eğer, bu portreyi gördükten da, Bay Ecevit'in iktidar olmasını arzulayan... bunun gayreti için de olanlar varsa; kendilerini, muhalif düşünceyi besle­ yenler kadar saygıyle karşılıyoruz. İnsanın her hareketi, mutlaka ve mutlaka şûur denilen merkezin tasdikinden geçmelidir. Bunu da ancak hakîkaten insan olabilenler yapar. Herkesin kârı değildir. Bir yola, Şuurlu olarak girenlerle, kaderin, hâ­ diselerin şevki ile gidenler farklıdır. Ve kimi insan bilgisizliği yüzünden yollara düşer... kimi de (inadı)nda kurtuluş bulacağına inanmıştır. Böylelerini yürüdükleri yoldan geri çevirmeye pek imkân yokdur. Onlar, başlarını bir yerlere vura vura gideceklerdir. Belki koskoca cemiyet de onlar­ la birlikde (bir yerlere) başını çarpmaya mecbur ka­ lacaktır. işte, bu noktada aydınların vazifesi son derece ağırlık kazanmış demekdir. Artık onlar — aydınlar


— hareket kaabiliyeti sıfıra inen, morali bozulan as­ keri galeyâna getirmekle vazifeli bir kumandandan farksızckır. Her biri bir liderdir. Millet’in, başını (bir yerlere) çarpıp çarpmıyacağından aydın denilen kadro mes’uldür. Bu yük, tâ doğuştan, sırtlarına vurulmuştur. Bu şerefli yükü ya taşıyacak ve sonuna kadar hakikat bayrağını dalgalandıra dalgalandıra kütleyi peşlerinden sürükleye­ cekler.. ferdleri selâmete çıkaracaklardır; yahut kendi başlarıyla birlikde cemiyetin de tahribât gör­ mesi gibi bir cinâyete imzalarını basacaklardır. Türk aydınlarının vazifesi ise, çok daha büyük­ tür. Bu vazifenin şûuruna ermiş olarak, yapacakları­ nın mânâ ve mahiyetini de artık bilmelidirler. * **

162


II. Bölüm

Başbakan ECEVİT


«Başbakan Ecevit’i politika hayatın­ da yakından izlemek fırsatını bulabilmi şimdir. Bülent Ecevit, mütevazi görün­ tüsünün altında, (en büyük olma) ihti­ rasının alev alev yaktığı ve başarıya ulaşmak istiyakiyla dolu bir kimsedir..» ( 1) .

— Metin TOKER —

İlk bölüm, başlangıcından da anlaşılacağı gibi, 14 Ekim 1973 seçimlerinin hemen peşinden kaleme alınmış, hazırlanmış, fakat bazı sebeplerden dolayı baskısı gecikmişti. Bizce, bu noktanın büyük ehemmiyeti vardır. Yukarıda sözünü ettiğimiz o «bir takım sebepler» en­ gel olmasaydı, elinizdeki kitap, çok daha evvelden fakat Bay Ecevit’in iktidar devresini içine almayan bir şekilde elinize geçmiş olurdu. Burada bunlardan bahsetmemizin asıl sebebi, birinci bölümün 1973 Ekim’inde yazılmış olmasına mukabil, bu bölümün, ilkine nazaran bir yıldan faz­ la zaman sonra kaleme alınmış bulunmasıdır. Ve baştan beri, çok daha geniş bir konu olan Bay Ecevit mes’elesini biz, daima aynı ölçü içinde ele aldık; sadece birkaç örnek vererek, hâdiseleri uzun uzadıya tahlîle girişmedik. Şimdi de aynı anlayışla yürümeye çalışacak ve ancak bazı mühim istasyonlarda bekleyen bir tren gibi hareket edeceğiz.1 (1)

Milliyet Gazetesi, 1 Elyül 1974 — Metin TOKER.

165


Fakat, şurası da muhakkak ki; CHP liderinin tre ni, 14 Ekim seçimleriyle birden bire iktidar istasyonu na gelmiş, yedibuçuk ay sonra da alel acele — hem de tamyol — bilinmeyen bir istikâmete doğru, uçup gitmiştir. Gazetelerde kuyruklar, zamlar, yoklarla igili yetrnişiki puntodan harflerin meydana getirdiği man­ şetlerin bulunduğu o günlerde, CHP TRENİ, etrafa kara dumanlar saçarak yürüyordu. 15 Ekim 1973 günü, gerek bizzat kendisi ve ge­ rekse sempatizânları tarafından Başbakanlık ma­ kamına oturtuluveren Bay Ecevit, beri tarafta yarım kalımış, halledilmemiş bir millî dâvâ da dururken, kol tuktan ayrılan Ecevit'le bağdaşmıyor... bambaşka iki insan manzarası veriyordu. Öyle ki, iktidara gele­ bilmek iştiyâkiyle yanıp ,en falza muarız oldukları bir parti ile ortaklık bile yapan CHP, şimdi de ikti­ dardan bir an evvel ayrılabilmek için neler neler yap­ mıyordu. Bazıları, bu «gidişs’ i, bu «ayrılma arzusu»nu boz ğuna uğramış bir ordunun, harp meydanında bütün ağırlığını da bırakarak, canını kurtarmak için kaçışı na benzetiyordu. Yukarıda, elinizdeki kitabın birinci bölümüne dâ­ ir açıklamayı tekrarlamamızın başlıca sebebi, ara­ dan geçen bunca zamanın, Yeni CHP'yi ve Bay Ecevit’i milletimizin gözleri önüne hemen hemen olan­ ca çıplaklığı ve gerçekliği ile serdiğini işaretten baş ka birşey değildir. Bay Ecevit’in iktidar olma ve ikti dardan uzaklaşma devresinde neler olmuştur? Bun ları biliyoruz. İsterseniz, olaylar üzerinde kısa bir gezintiye çı­ kalım. 166


Millet Meclisi’nde en fazla sandalyeye sâhip olan CHP'nin Genel Başkanı’na Sayın Cumhurbaşka­ nımız Fahri Korutürk tarafından Hükümeti kurma vazifesi verilmiş, fakat bu işin gerçekleşmesi için, tam sekseniki gün beklemek gerekmişti. Bu arada, MSP Genel Başkam’mn siyasî târihi­ mize geçen «şaka»larına, sol basının CHP’ye bir or­ tak bulunması yolunda MSP'ye karşı takındığı «bir­ kaç yüzlü tavır»a şahit olduk. Seçim neticelerinin belli olmasından hemen son ra, hattâ kat’i neticelerin henüz alındığı günlerde MSP, belirli çevrelerce göklere çıkarılıyor ve buna paralel olarak günlük gazetelerden biri de, Millî Se­ lâmet Partisi’nin teşkilâtı bünyesinde bir anket yapı yordu. CHP ile MSP’nin koalisyon.yapmasıyla ilgili ola­ rak MSP İl Başkanları veya idarecilerin cevapların­ dan çıkan netice şuydu: (... Ankete katılan 44 il başkanından 40’ı «MSP'nin koalisyona girmesine taraftar olduklarını», 4’ü ise «buna karşı bulunduklarını» açıklamışlardır. 16 il başkanı «MSP — CHP koalisyonuna «Evet» demiş, 13 il başkanı da «MSP’nin CHP dışındaki partilerle koalisyon kurmasını» savunmuştur. Bu konudaki ka­ rarı Genel Merkeze bırakan il yöneticilerinin sayısı ise 11'dir) (1).

Adı geçen gazeteden anlaşıldığına göre, MSP’­ nin CHP ile bir koalisyona girmesine «EVET» diyen başkanları şunlardı: il)

Milliyet Gazetesi, 23 Ekim 1973.


UŞAK — Aladin SARIÖZ SİİRT — Lütfi GÜLDOĞAN MANİSA — Haşan KOÇAK ÇANAKKALE — Yusuf KURDAKULL DENİZLİ — Mehmet KAPLAN BİLECİK — İrfan BİLECEN BALIKESİR — Hayri YILDIZLI ARTVİN — Asil KOKSAL KONYA — Ali GÜNERİ İZMİR — Mehmet Ali ACAR İSPARTA — Kemâl GENÇTÜRK KIRŞEHİR — İsmail DİNÇER ÇANKIRI — Hüseyin GERÇEK MALATYA — Ahmed AYDOĞAN TEKİRDAĞ — Salim BODUR (Merkez İlçe Başkanı) TOKAT — Kâmil AYDIN * ★ *

«Sayın Erbakan’ın Suudi Arabisgezisi çok faydalı olmuş ve ülkemiz adı­ na. başarılı adımlar atılmıştır. 17 Şubat 1973 Kıbrıs politikası tabii ki, Erbakan’a teslim edilemezdi.. Suudi Arabistan’daki başarısız diplomasisini henüz unutmuş değiliz. — Bülent Ecevit — 8 Kasım 1974» (1).

CHP ile bir ortaklığa evet diyen MSP’lilerin yanı sıra, bir SAĞ koalisyon teklifinde bulunan ve bunu'1 (1)

168

TERCÜMAN, 14 Kasım 1974 — Rauf TAMER.


müdafa eden il başkanları da şöyle sıralanıyordu:: KÜTAHYA — Âli Sabih ABAŞLIOĞLU BURDUR — Süleyman AKBAK ESKŞEHİR — Ahmet USLU YOZGAT — Orhan ÇITAKOĞLU (İl Başkanı) HAKKÂRİ — Yusuf TANSU GÜMÜŞHNE — Cevdet KOCATÜRK KAYSERİ — Alim TOPALOĞLU KARS — İhsan PEKCN MARDİN — Hacı Ömer HATTAPOĞLU EDİRNE — Alaaddin ASLANTAŞ M ASYA — Cafer ÇATIR RİZE — Nevzat DEMR Yukarıda anketten hemen birgün sonra, aynı ga ­ zetede MSP hakkında söylenenler ise şöyleydi: (... 14 Ekim 1973 genel seçimleri sonunda bir yandan ORTA SOL CHP, öte yandan da İSLÂM RADiKALIZMI'nden esinlenen MSP çevresinde ikili bir SOLA AÇILIŞ tablosu gösteren Türkiye, daha de­ rinde, kendi sosyal gelişim yasalarıyla bağını da ku­ ruyor. Yüzyılı aşkın bir batılılaşma deneyinde bu hem bir başarı, hem de yeni bir aşamadır. Zirâ, YA­ BANCILAŞAN DÜZEN, toplumların asıl gücü olan büyük halk yığınlarının şaşmaz bilinciyle, kendi öz benliğini yeniden bulmak üzere 1973 Ekiminde bir­ denbire aşılmıştır) (1).

Aynı gazetedeki aynı yazıyı ediyoruz:

okumaya devam

(... Tarih ve din, burada, EKONOMİ ile birlikde, geçmişle geleceği bağlayan çok etkili bir rol oyna­ dı

Milliye', 24 Ekim 1973, Ali GEVGİLİEİ

169 '


mışladır. TARİH, gelişmesi uluslararası baskılarla .geri bırakılmış bir toplumu anlatıyordu. DİN ise,-top­ lumsallaşmanın yaygınlaştığı bir çağda, gerçek eşit­ liğin ve kardeşliğin koşullarını... MSP’nin ortaya çı­ kışı, bu iki büyük kurumsal etkenin Türkiye’de sosyo - politik sürece dinamik olarak girişi diye de ni­ telenebilir. (....... ) Türkiye'nin yakın günlerinin gün­ demi belli olmuştur. Halk yığınlarının biricik isteği, daha güzel ve ileri atılımlar için, özgürlüklerin ve demokratik hakların bayrağının yeniden doruklara çıkarılacağı bir tarih kesitinin açılmasıdır.) «Demokratik hakların bayrağının yeniden do­ ruklara çıkarılacağı bir tarih kesitinin» açılıp açılma­

dığı, yedibuçuk aylık CHP - MSP koalisyonu ile Türk Milleti’nin gözleri önüne serilmiştir. Bizim söyleye­ cek herhangi bir sözümüz olabilir mi? Ama basının belli bir zümresi, o günlerde de­ vamlı olarak bu temayı işlemiş ve Milî Selâmet Par­ tisi hakkında âdeta birbiriyle yarışırcasına sitayışkâr ifâdeler kullanmışlardır. Ne var ki; burada bir noktayı hatırdan çıkar­ mamak gerekiyor. Bu nokta SOL’un MSP’ye yaptı­ ğı, «kur»lların yanında, MSP liderinin de bazı beyân­ larıdır. İşte bakın 29 Ekim 1973 târihindeki bir cüm­ lesi : (MSP Lideri Erbakan, «CHP dında birleşiyoruz» dedi) (1).

ile hastalığın a-

İki partiyi bir masa başında birleştirme gayret­ lerine âit misâllere devam ediyoruz:1 (1) (1)

170

Gazeteler. Milliyet, 21 Ekim 1973 — Metin TOKER.


(... Erbakan’ın manşetlere çıkan, «MSP de, CHP gibi kapitalist sistemin halkı ezmesine karşı» sözü, CHP ile bir koalisyon yapma iştiyakının ifâde­ sidir) (2). (... Uç solun, CHP’nin «durumlarına ekonomik ve sosyal .müsbet ilimler yolunda çâre arayan ezilmiş­ lerin», MSP’nin ise , «durumlarına metafizik çâre arayan ezilmişlerin» partisi olduğu, onun için bu iki­ sinin birbirinin «doğal ortak»ı sayılması gerektiği iddiâsı da o çevrenin çok iddiâsı gibi safsatadır. Te­ melinden başka fikir taşımaktadır) (1).

Bu ifâdelerin sâhibi bulunan yazar, CHP - MSP arasındaki müşterekliği iddiâ edenlerin «safsata» ile uğraştığını kaydediyor fakat, gene aynı gazete­ nin bir başka yazarı da şu kanaati belirtiyordu: (...Ü çüncü ihtimal ise C H P -M S P koalisyonu­ dur. Burada ,'ıki parti programının belirli noktalarda aynı doğrultuda olmasının sağlayacağı bir uyum da sözkonusudur. Dolayısiyle en rahat işleyebilecek bir koalisyon formülüdür) (2).

★ ★★

«Fikir ve vicdan hürriyetinin eyle­ me dönüşmüş olması, çağdaş bir aşa­ madır. Gençlik bu kavgayı en güzel sür dürecek bir güçtedir. 6 Mart 1971 Karanlık emellerine erişmek için ka­ ba kuvvet kulanmaya gençliğin hakkı yoktur. Zorbalığa karşıyız, — Bülent Ecevit — 6 Kasım 1974» (3)12 (1) (2) 43)

Milliyet, 21 Ekim 1973 - Metin TOKER. Milliyet, 31 Ekim 1973 — İsmail CEM. TERCÜMAN Gazetesi, 14 Kasım 1974 - Rauf TAMER

171


(...Çoğunluğun, CHP-MSP koalisyonunu en ger­ çekleşebilir partiler ortaklığı saymasının başlıca se­ bebi, birinin solda .diğerinin sağda cephe tutmuş gö­ rünmesine rağmen, programlarının dikkate değer de­ recede birbirine yakın olmasıdır.)

Yukarıya aldığımız sözler de, örgünlerde Günay­ dın Gazetesinde yayınlanan CHP - MSP ortaklığının bazı sorunları» başlıklı yazıda geçiyordu. Buna paralel olarak «Mi!liyet»den Abdi İPEKÇİ ANKARA'DA DURUM sütûnunda yayınlanan «CHP açısından» başlıklı yazısında:

de,

(... Bütün bunlara rağmen avantajlar dikkate alındığında CHP için en uygun formül MSP ile kurula­ cak koalisyondur. Onun içindir ki, bu görüş, gittikçe ağırlık kazanmaktadır.)

Diyordu: Ve tekrar MSP cepesine dönüp, şu sese kulak verelim: (MSP Genel Başkanı Necmettin Erbakan, «ka­ pıları açık tutmak gerekiyor» dedi) (1).

Necmettin Erbakan, Bay Ecevit’e «kapıları açık tutmak gerektiğini» söyleye dursun, «Milliyetsin «Ankara’da Durum» yazırı Abdi İpekçi «ŞAKA DER­ KEN» başlığı altında şunları söylüyordu: (... Koalisyon için kendilerine ortak arayan CHP yetkililerinin, ilk tahlilde MSP üzerinde birleşmeleri­ nin nedeni iki noktada toplanabilir: 2 — Düşünce özgürlüğü ve özellikle fikir suçla-1 (1)

172

Devir Dergisi; Sayı: 64.


rının affı konusunda, MSP, CHP’nin doğrultusunda­ dır.) 1 — Millî Selâmet Partisi'nin ekonomik teşhis ve görüşleri CHP teşhis ve görşleri ile benzerlik ha­ lindedir.

(...................... )

Abdi İpekçi’nin bu yazısından bir gün önce de Anayasa Profesörlerinden Mümtaz Soysal, gazete­ cilere şu beyânatı veriyordu: (... MSP aslında, «ezilen, fakat bu ezilmişlikle­ rin tesellisini metafizik yollarda arayan» insanların oylarını seferber etmiştir.)

Bütün şu sıraladıklarımız, küçük hatırlatmalarla «nisyân ile mâlul» olan insan hâfızasını uyarmaktan başka bir şey değildir ve sözü de fazla uzatmaya hiç lüzum toktur. Kitabımızın başlarında da söylediğimiz bir hu­ sus; 14 Ekim seçimleriyle beraber bazı kimselerin «CHP'yi her ne sûretle olursa olsun, geçici bile olsa iktidar koltuğuna oturtmak, Türkiye için başlıbaşına kayıptır ve buna meydan verenler de büyük vebal altındadır» fikrini ileri sürdükleridir. 1974’ün sonlarına doğru, anlıyoruz ve görüyo­ ruz ki; MSP, CHP’yi iktidar koltuğuna oturtmuştur. Mes’elemiz, iyi mi yaptı, kötü mü yaptı sualine ce­ vap aramak değildir. Bizim, üzerinde durduğumuz nokta, CHP’nin iktidar olup olmadığıdır. Bu sual karşısında ,bütün düşüncelerden uzak olarak, karşımıza çıkan gerçek şudur: — CHP, iktidar oldu ve bu olmasıyla gerçekleşti.

MSP'nin dayanak

Eğer bazılarına göre, CHP - MSP iktidarı dev­ resinde ülkemiz bir takım kayıplara uğramışsa bunun 173


vebâli de varsa, hem de çok büyükse, bunun tek mes’ulü MSP’dir gibi bir hükme varmak düşüncesin­ de ve niyetinde de değiliz. Yalnız, başta Necmeddin Erbakan olmak üzere. Milliyet Gazetesi'nin yaptığı ankette olduğu gibi CHP - MSP koalisyonuna «evet» diyen Millî Selâmet Partililer’in, şu noktaya dikkatlerini çekmek istiyo­ ruz: Gazetelerde «Hayırlı Salı» sözlerinin yer aldığı o günlerde .solun ve bilhassa sol basının, Millî Se­ lâmet Partisi’ne karşı akıl almaz çevikliklerle nasıl manevralar yaptığı, acaba hatırlarda mıdır? Sol ba­ sın, bunlarla ne yapmak istemiş, nereye varmıştır? Hattâ, «Hayırlı Salı»lardan, «Şaka yaptık» yollu esprilerden sonrası da, insanı derin derin düşündü­ rücü değil midir? Bilhassa ortaklık bozulduğundan itibaren sol basının tutumu hangi mânâya gelmek­ tedir? Burada bir an durmak gerekiyor. Yedibuçuk ay­ lık koalisyonun bozulmasından çok evvel de adı ge­ çen yayın organlarının sık sık «zik-zaklar» çizdiği­ ni sadece bir misâlle hatırlatmaya çalışalım: (...2 8 Ekim günü CHP Genel Başkanı Bülent Ecevit, CGP Genel Başkanı Turan Feyzioğlu’ndan başlayarak hükümet kurma temaslarını birbiri ar­ dından yürütürken Erbakan İstanbul'daki «Büyük­ lerini» ziyaret ediyor ve bayramlaşıyordu. Bu büyük­ ler arasında «Efendi» diye anılan bir kimsenin de bulunduğu sonradan ortaya yayılıyordu) (1).

Bu satırlar, bir hafta devam eden temaslardan sonra, MSP’nin, CHP’ye ortaklık için «hayır» dediği bir günde yazılmıştı.1 (1)

174

Milliyet, 4 Kasım 1973 — «Bir Salıdan bir salıya)..


İsterseniz, bir de şu cümlelere göz atalım; zira, biraz evvel okuduğumuz yazıyla pek yakın ilgisi var; (...C H P -M S P ortaklığını ta ilk günden itiba­ ren hararetle isteyen ve bunun reklâmını yapan bir gazete ve onun yazarı, Erbakan'ın okuduğu« CHP’ye hayır diyoruz» mealindeki mektubu duyar duymaz ne yaptı biliyor musunuz? Öfke ile yazı makinesi­ nin başına geçti ve başladı «boşa geçen bir hafta»nın icmâlini yapmaya... O, «politika hayatımıza renk getirdi» dediği... «yobazlıkla, şeriatçılıkla, aşırı dincilikle ilgisi yok» dediği ve her fırsatta övüp övüp bitiremediği Erbakan'dan, bu sefer bambaşka türlü bahsetmeye baş­ ladı. Güvendikleri dağlara kar yağan bu bay yazar,. Erbakan'a karşı o fazla saygılı uslûbunu terketmişe benziyordu. Ve yazısında neler vardı, neler... Efendim, Erbakan Bayram'da Ankara'dan İstan­ bul'a gitmişmiş de, orada «büyüklerbnin elini öpe­ ceğini söylemişmiş de... Aslında elini öptüğü kim­ se, Erbakan'ın «Efendisi» imişmiş... İşlerine gelmeyeceğini anlayınca, adamın efen­ disiyle bile istihza eden soi, MSP Genel Başkanı’nın yakın zamana kadar pek hoşuna gidiyordu. Gi­ diyordu da, Erbakan da neredeyse CHP ile ortak oluyordu.

(...............) İşte sol budur ve bundan başka bir davranış da beklenemez. Ama, CHP ile koalisyona girmiyeceğini açıkla­ yan Erbakan ,çok geçmeden yeni bir beyanda bu­ lundu: «CKP'den yeni bir tâviz gelirse düşünürüz» diye.

17S


Sayın Erbakan’ın «efendisbne mefendisine lâf <atan gazete, bunu işitince ne yaptı? Gazetenin Anadolu baskısında çıkan mezkûr yazıyı hemen değiştirdi. Hattâ tamamen çıkardı ve yerine başka yazı koydu. Ne olur - ne olmaz. Dün­ ya bu, belli mi olur? Bakarsınız ortaya «yeni bir du­ rum vaziyetleri» çıkar seçim öncesinde «elele» bu­ lunan CHP ile MSP tekrar birleşebilir. Düşünün ki, Erbakan ve MSP’nin üst kademe­ sindeki kimseler, şu mertek gibi gerçekleri bile görmiyecek halde. Yoksa, sol ile işbirliği, işin ta başın­ dan kestirip atmaları gerekirdi) (1). ★ ★

(İslâm Birliği'ne katılmak, kalkınma hareketlerindeki hızımızı keser. 14 Mart 1969 İslâm Kalkınma Bankası’ndan kredi almak için ilk ciddi adımları atmış bu­ lunuyoruz. — Bülent Ecevlt— 25 Temmuz 1974) (2).

Bizim, buna ilâve edecek tek kelimemiz bile yok. Buraya kadar asıl konumuz olan Bay Ecevit’e hiç söz hakkı tanımadık. MSP Lideri'nin bir cümle­ sini naklettikten sonra O’na da geleceğiz. İşte Necmeddin Erbakan'ın sözleri: (Türkiye'de ekonomik düzeni değiştireceğiz) (3).

İki parti liderinin biribirinden ne kadar ayrıldı­ ğı, (!) açıkça anlaşılmıyor mu?*3 (1) (3) 12)

176

DÜN Dergisi, Sayı: 34. Devir Dergisi, 21 Ocak 1974. Tercüman Gazetesi, 14 Kasım 194 - Rauf TAMER.


Yukarıdaki fâdeye göre bir hayli ayrılıyorlar. Fa­ kat, Bay Ecevit, CHP - MSP Hükûmeti'nin programı­ nı Senato’da okurken, bakın neler diyor: (... Uzun süre millî bütünlüğümüzü zedelemiş, kalkınma hamlelerini güçleştirmiş bazı tarihî yanıl­ gıların doğurduğu sun’î ayrılıklara son veren bir ye­ ni dönem açacağını...) (........... ) 'CHP - MSP koalis­ yonu ise, öyle inanıyoruz ki, bu tarihî yanılgıya vu­ rulan son ve kesin darbe niteliğindedir) (1).

Bunlara burada son verip, Hükümet işine gele­ lim. Bay Ecevit, 15 Ocak 1974 günü yeni hükümeti kurmak vazifesini tekrar aldı ve çalışmalara başla­ dı. Birgün evvel MSP ile koalisyon yapmak üzere anlaşmışlardı. Çalışmaların hızlandığı o tarihlerde, Türkiye’de­ ki bazı aydınlar da endişelerini şöyle açıklıyordu: (... Birbirine iyice zıt görünen CHP ile MSP'nin koalisyonu .bugün kurulsa dahi, yarın yürümez, ömürlü olmaz .deniliyor. O halde bu telâşla hükümet kurma çabası nedendir? Bu çevreler, Ecevit ve bazı arkadaşlarının MİT ile hiç de başı hoş olmayan tutumunu, onu komünist­ lere karşı, «kontr gerilla» diye yerişini... «Kışkırtıcı ajan» lâflarını filân hatırlatıyorlar. Devletin emniye­ ti ile ilgili dosyalar mosyalar... «Acaba bunları ele geçirmek için mi bu telâş » diye tasalananlar olu­ yor. Aynı çevreler, MSP - CHP ortaklığınında rejim bakımından bazı tehlikelere gebe olması ihtimali ü-1 (1)

Tercüman Gazetesi, 28 Şubat 1974 - Prof Dr. Faruk K. TİMURTAŞ.

F: 12

177


\

zerinde duruyorlar. Bazı gazetelerde gemi azıya a lan aşırı sol'u hem CHP'yi hem de bilhassa MSP'yi kullanarak milliyetçi halk kütlelerine şirin görünme taktiklerinden bahsediliyor. Bu aydınlar: Kerenski’nin de milliyetçi ve demokrat olduğu­ nu, fakat Lenin ve arkadaşları tarafından bir süre kullanılıp işleri alt üst ettikten sonra yok edildiğini ve bolşevizıtıin Rusya’ya böylece yerleştiğini hatır­ latıyorlar) (1).

Ahmet Kabaklı, bu yazısında her iki liderin, ay­ dın çevrelerce duyulan bu kabil endişelerden ha­ berdar olmalarını «uygun görürken», ilâve ediyordu. (... Dostça satırlardır bunlar, samimi hitaplardır.)

Yeni koalisyon hükümeti, artık kurulacaktı. İki partinin idarecileri derhâl çalışmalarına hız vermiş ve hükümet protokolü de hazır hâle gelmişti. Ve bu­ nunla ilgili olarak günlük gazetelerde yapılan espri­ lerden başlıcası şuydu: (... Doğan çocuğun yarısı pembe, yarısı da se­ lâmet yeşili) (2).

Her zaman olduğu gibi basının belirli bir grubu, mes’eleleri böyle komik tarafından ele alırken, ba­ zıları son derece ciddi düşünceler serdediyordu. Bunların, üzerinde durduğu husus .Türkiye'nin yeni hükümeti ve Başbakan'la Başbakan Yardımcısı'nın Devlet anlayışlarıydı; bu merkezin etrafında düğüm­ lenen hayatî mevzûlardı. Meselâ, kurulmasına çalışılan hükümet, sağcı mıydı? Solcu muydu? Acaba, TRT gibi, MİT gibi mü­ esseseler CHP'nin mi .yoksa MSP’nin mi mürakabe-1 2 (1) (2)

178

Tercüman Gazetesi, 16 Ocak 1974 - Ahmet KABAKLI GÜNAYDIN Gazetesi, 16 Ocak 1974'.


sine girecekti? _ Bu sualler, elbette hayatî ehemmiyeti hâizdi, Zirâ, Türkiye Cumhuriyeti târihinde ilk defa, Yeni CHPzihniyetindeki bir parti iktidar olacaktı. Buna, yani bu ölçüye, MSP’yi de dahil edebilirdik. Yakın zamana kadar, MSP’nin üst kademesindeki kimseler ve hattâ bu partinin sempatizanlarına, seçmenleri­ ne, sol yazar-çizerlerin hangi gözle baktığı hatır­ lanacaktır. Hâl böyleyken, bir koalisyon söz konusu olunca ve MSP’liler de bir gece içinde bütün düşün­ celerini değiştirmediklerine göre, sol basının onları nasıl göklere çıkardığı ve nasıl methiyeler düzdüğü, sol’la ne müşterek noktalarının ortaya çıkarıldığı da bilinmektedir. Peki ama, MSP hangi MSP idi? Sol basının beğenmediğiMSP ise, suçladığı MSP ise; bu takdirde başımıza «şeriatçı» kimseler ge­ çiyordu. Devlet elden giderdi. Devrimler karalanırdı. «Anayasal düzen» Nuh Tûfam’na uğramıştan beter olurdu .Bütün bunları millete senelerden beri kim öğretmişti? CHP sempatizanları değil mi? Pembe­ sinden kızılına kadar topyekûn sol değil mi? Ve eğer, iktidara ortak olan MSP, solcuların be­ ğendiği, öpüp başına koyduğu MSP ise; bu takdir­ de de Türk Milleti’nin başına solcu ikinci bir parti geçiyor demekti. Bu iki MSPden hangisinin başa geçtiği belki bazı safdiller tarafından hâlâ daha anlaşılmış de­ ğildir. Fakat ele alınması gereken şey MSP’den da­ ha evvel, bu partinin üst kademesini teşkil eden zevât ve hepsinden evvel Genel Başkan Erbakan'dır. İşte Necmeddin Erbakan:

179


(... Millî Görüş'lü Erbakan, Bülent Ecevit’den sonra konuşma sırası kendisine geldiğinde, yapılan çalışmaları methede methede bitiremedi ve mille­ timize «müjde»yi verdi. Arkasından da MSP'nin bundan böyle CHP ile «kardeşçe» çalışacağını belirterek: — Eel ele, gönül gönüie olduklarını söyledi) (1).

Yukarıdaki cümlelerin sahibi bulunan Erbakan’a «o günlerdeki Erbakan» demek ,daha yerinde ola­ caktır sanıyoruz. Şimdi gelelim, bazı çevrelerin, koalisyon hükü­ metiyle ilgili düşüncelerine... Evvelce, hükümetin zihniyetinin merak edildiği­ ni ve bu zihniyetin, MİT gibi, TRT gibi millî müesseselerin durumuna da aydınlık getireceğini... bu su­ allerin, bu merakın işte bundan doğduğunu söyle­ miştik. ★ ★* «Kontr - gerilla gibi çalışan teşkilâ­ tın (yani MIT’in) raporlarını ciddiye al­ mak çağdışı bir tutum olur. — Bülent Ecevit — 4 Nisan 1973» (2).

İKTİDAR SOLDA OLAMAZ Bu cümleyi ,yaz ortasında bir gün yazmıştım. İk­ tidar, tabiatı, sorumluluğu ve hattâ varolması ba­ kımlarından solda olmamaya, yani koruyucu, nizamcı olmaya mecburdur. Meselâ: Kendi polisine sövdüremez. Millî Emniyet ve İs­ ti)

DÜN Dergisi, Sayı 44.

t2)

TERCÜMAN Gazetesi1, 14 Kasım 1974.

180


tihbarat Teşkilâtlarını «CİA uydusu» veya «kontr ge­ rilla» diye yere vuramaz. Sırlarını meydanlara dök­ meye kalkamaz. «Oh oh, ne güzel, hükümet yıkıyorlar»diye eşkıya ve anarşistleri savunamaz, suçsuz gösteremez. Yıkıcı, bozguncu akımları «Düşünce öz­ gürlüğü var» diyerek koruyamaz, devletin, rejimin yıkılmasına ve kardeş kavgası çıkarılmasına izin ve­ remez. Bunu yaptı mıydı, bizzat kendi yıkımına ve iflâ­ sına karar vermiş olur. Nitekim .dünyanın hiçbir ye­ rinde, iktidarda Bülent Ecevit'in muhalefet nutukla­

rındaki kadar bile solcu - özgürlükçü bir iktidar gö­ rülmemiştir, olamaz. Soyyet Rusya’daki, Kızıl Çin’deki iktidarlara ba­ kınız: Bunlar en aşırı solcu ve özgürlükçü iddiâlardan gelirler. Fakat ne Mussolini İtalyası, ne de Hitler Almanyası onlar kadar diktacı olabilmişlerdir.

(...............) Bu sözleri, Bülent Ecevit’in, muhalefetteki ölçü­ süz konuşmalarını vaktiyle dinlemiş ve ürpermiş olup da şimdi onun iktidara gelmesi halinde nasıl bir «sobun memleketin başına musallat olabileceği en­ dişesini taşıyan yurtsever insanlara hitaben yazıyo­ rum. Nitekim kendisi de seçim konuşmalarında ve hü kûmet kurması ihtimali belirir belirmez yabancı ba^ sına:

«CHP Marksist bir parti olmadığına göre ben de Allende’ye benzemem» demiştir. (...............) Çünkü iktidar kaygusu , Bülent Beyi sarmıştır

1R1


artık. Eski vaadlerini yapmak zamanı gelmiştir: Al­ lah kolaylık versin... Yalnız, önce, Türk halkının menfur saydığı «Marksistler»den olmadığını açıkla­ masında isabet vardır. Sonra... Sonrasını icraat gös­ terecektir. Fakat: Elbette «Doğa kanunu»nu uygulamayacak ve uygulayamıyacaktır. Çünkü böyle şey hükûmetçilikle bağdaşamaz. Eelbette ki, «düzeni değiştirmeye­ cektir», çünkü o düzenin başbakanlığına tâlip olmuş­ tur. «Toprak işleyenin, su kullananın» lâfını uygula­ maya kalkarsa, Başbakanlık bahçesini ekicilere da­ ğıtmak gerekecektir) (1). *

*★ ♦Bir düzen] sarsanlar, onun yıkılma sı ile ilk ezilenler olur. Kargaşalığın faydasını, onu çıkaranlar görmemiştir; böyleleri balıkları başkası avlasın diye suyu bulandırmış olurlar» — Montaigne —

İşte, CHP - MSP ortaklığı hakkında aklı başın­ da kimselerin haklı endişelerine bir cevap bulamaz­ ken, Türkiye’de bir garip hadise cereyan ediyor ve Boğaziçi Köprüsü, hizmete açılıyordu. Kitabımızın birinci bölümünde, iktidardaki bir Ecevit’le muhalefetteki Ecevit’in ne dereceye kadar benzerlik arzedeceği zaman gösterecektir, demiş­ tik. (X) 182

TERCÜMAN Gazetesi,. 19 Ekim 1973 - Ahmet Kabaklı


Burada bir kerre daha tekrar edelim ki; biz bu kitapta, hiç bir şeyi isbat etmenin gayreti içinde de­ ğiliz, farzediniz ki; dokümanter bir filim seyrediyor­ sunuz. Şimdi, bugün her Türk’ün iftihârla seyrettiği, ya­ rın gelecek nesillerin de daimâ iftihâr duyacağı gü­ zelim Boğaz Köprüsü'ne gelelim. Dünya yüzünde ayakta kalabilmiş son bağımsız Türk kalesi olan Cumhuriyetimiz var oldukça, bu köprü göğüsleri ka­ bartacaktır. _ Köprünün nizmete açıldığı gün, Bay .Ecevit de iftihâr duygularını açıklıyor... devrin Bayındırlık Ba­ kanı Nureddin Ok'a çektiği telgrafla Boğaz Köprü­ sü 'nden: — (Büyük eser...) (1).

Diye bahsediyordu. Ama, Bay Ecevit'in düşüncelerinde bir hayli ça­ buk değişik olduğu da meydandadır. Bundan çok önceki sayfalarda aynı «büyük eser» hakkında neler düşündüğünü ve şunu da söylediğini gördük: (Bu köprüden mutlu azınlık, zenginler geçecek­ tir) (2).

«Mutlu azınlığın köprüsü, şimdi de Bay Ecevit’in nazarında güzelleşmiş âbideleşmiştir. Aynı, MİT, ve TRT hakkındaki düşünceleri gibi, bu konuda da gö­ rüşleri değişen CHP lideriyle ilgili olarak o günler­ de şunlar yazılıyordu: (ECEVİT SUSACAK 1 (1) 12)

Gazeteler. TERCÜMAN Gazetesi, 22 Ekim 1973.


Evet, herhalde bundan böyle Ecevit de bazı mevzularda susmayı tercih edecektir. Meselâ, M İT hakkında... Millî İstihbarat Teşkilâtımızla ilgili olarak sık sık isnadlarda bulunmayı âdet hâline getiren Ecevit, Başbakan olduktan sonra bu alışkanlığı da terkedecektir. Terkedecektir, zirâ, Millî Selâmet’le Cumhuriyet Halk Partisi'nin koalisyonu gerçekleştirmesinden sonra M İT de Ecevit ve partisinin kontroluna gire­ cek) (1).

Bilindiği gibi, MİT, Millî İstihbarat Teşkilâtımı­ zın kısatılmış adıdır. Dünyada insan hayatının baş­ lamasıyla, istihbarat da başlamış ye her geçen gün, biraz daha gelişerek, büyümüştür. Devletin «can da­ marı» diyebileceğimiz bu teşkilâtlar, Türkler’de çok eskiden beri vardır. Şerefli bir meslek, şerefli bir teşekküldür. Jurnalcilik, ispiyonculukla hiçbir ilgisi olmayan ve bunlarla karıştırılmaması gereken istihbarat işi, Orta Asya Türkleri’nde diğer milletlerdekine nazaran son derece tekâmül etmiş bir hâldeydi. Tarihçileri­ mize göre, Büyük Hun İmparatoru Atilla, dünyanın ilk düzenli istibarat teşkilâtına sahipti ve zaferlerin­ de bu teşkilâtın topladığı haberler büyük çapta rol oynamıştı. Türkiye Cumhuriyetinin bugünkü teşkilâtı MİT; 644 sayılı kanunla 6 Temmuz 1965 senesinde kurul­ muştur ve Başbakanlık'a bağlıdır. MİT Müsteşarlı­ ğınca idare edilir.1 (1)

184

DÜN Dergisi, Sayı: 48.


«Aşırı uçlar Millî İstihbarat Teşki­ lâtını boy hedefi hâline getirmişlerdir. Maksatları, bu örgütün itibarını, men­ suplarının moralini çökertmek ve dev­ leti önemli bir savunucusundan mah­ rum etmektir. MİT aslında devleti koru­ mak için belirli kanunla kurulmuştur* ( 1 ).

MİT'in bütün işlerine, gizlilik hâkimdir. Her MİT ajanı, yeminlidir. Memleketin güvenliği için ve büyük bir gizlilikle çalışacaklarına dâir yemin etmişlerdir. Teşkilâtın işlerindeki bu gizlilik bilindiği için, MİT abartılmış suçlarla itham olunur. İsteyen, istedi­ ğini söyleyip, yazabilir... Çünkü, tekzibi yoktur. Giz­ lilik tekzibi önlemektedir. İşte, Türkiye'de bunu istismâr edenler çıkmış ve çıkmaktadır. Hem de, dâima belli bir cepheden; sol'dan! Hiçbir zaman ve zeminde, MİT'i suçlamak, ak­ la hayâle sığmayacak isnâdlarda bulunmak işini, sol’un dışında yüklenen çıkmamıştır. Her vatanda­ şın, en azından şükrân duyacağı, teşekkür borçlu olduğu isimsiz kahramanları, hangi akl-ı selîm sâhibi suçlayabilir? Mahiyet itibariyle mecbûren gizliklik içinde hareket etmesi gereken bir teşkilâtın ferdlerine, herşeyden evvel itimâd etmek, vatanse­ verliklerinden emin olmak, şarttır! Çünkü onlar, mil­ liyetçidir! (... MİT ,bu nedenle (1)

DEVİR Dergisi, Sayı: 61.

son günlerde gazete ve 1


dergilerde boy hedefi hâline getirdi. Yok efendim, gençlerin arasına ajan provokatörleri sokan M İT... Nezarethanelerde, gençleri konuşturmak için akla gelmedik işkenceleri yapan M İT... Operasyonlara girişmek için, kamuoyunu sola karşı tahrik edecek bazı olayları kasden çıkartan M İT ...) (1).

( Devleti savunan MİT mensuplan birer, birer teşhir edilip, kendilerince «cezalandırılıncaya» ka­ dar, anlaşılan, bu kampanya sürüp gidecektir. (...) Aşırı solun MİT'le kinin üstünde rasyonel devlet müesseselerinin, nin kamuoyu indindeki lara karşı güven hissini lünç hâle getirmek eski (...........)

mücadelesinde .intikam ve bir maksat da vardır. Tüm hele güvenlik müesseseleriitibarlarını lekelemek, bun­ zedelemek, bu örgütleri gü­ bir komünist oyunudur.

Dikkat edin ki, hiçbir çekinilecek şeyi olmayan vatandaşlar değil, işkilli olanlar MİT’den şikâyetçi­ dirler. Şimdi aşırı solcuların etkisi altında MİT'e kar­ şı cephe alan Sayın Ecevit’in, devleti tehdit eden tehlikelerin vüs’atini görmesi ve MİT'in zaruretine inanması için, galiba Başbakanlık koltuğuna otur­ ması gerekecek. Romantik ve «özgürlükçü» muha­ lefet lideri ile sorumlu devlet adamlığı arasındaki fark, umuyoruz o zaman, meydana çıkacak... Gene umuyoruz ki, Ecevit’i saflarındaki aşırı militanlardan bu fark ayıracak...) (2). (...Son olarak Ecevit de kışkırtmalar konusun­ t l)

Devir Dergisi. Sayı: 61.

12)

Ayni Dergi Sayı 60 - Altemıuç KILIÇ.

186


da bir «uyarıda (!)» bulundu 12 M art müdahalesini kendisinin iktidara gelmesine mani olmak için dü­ zenlenmiş bir tertip olarak gören ve gösteren, bü­ tün tedhiş ve anarşi eylemlerini MİT ajan provoka­ törlerinin işi imiş gibi gösteren Sayın Ecevit, şimdi gene tehlikeli bir yolda: CHP’nin iktidara geçmesi­ ni veya erken seçimleri önlemek için (gene herhal­ de MİT ajanları tarafından) tertipler ve tahrikler ya­ pılıyormuş... Provokasyon gerçekten vardır .Ancak, kendisine bunların kaynağını MİT'de değil de daha yakınlarında aramasını tavsiye edeceğiz. Aslında son «uyarısı» da, uyarı olmaktan çok havayı zehirli­ yor, tahriklere zemin hazırlıyor) (1).

Örneğin benim son derece tehlike­ li bulduğum bir program vardır. O da «Görevimiz Tehlike» adlı seri. Bu bizim demokrasi ve insanlık anlayışımızla bağ daşamayacak bazı fikirleri insanların bilinç altına yöneltebilecek bir seri prog ram olarak görünüyor bana» (2). — Bülent Ecevit —

Bay Ecevit'in, Türk basınında büyük akisler uyandıran sözlerine ve yukarıya aldığımız bir kaç be­ yanından da anlaşılacağı gibi, aksi tesirlere yol açan tutum ve davranışlarına gerekirse ileride dön­ mek üzere son verelim.1 (1) f(2)

DEVÎR Dergisi, Sayı: 59. MİLLİYET Gazetesi, 11 Şubat 1974.

187


Yalnız, söz hazır millî güvenliğimizden açılmış­ ken, Bay Ecevit’in başbakanlığa gelmesinden he­ men sonraki bir tasarrufuna temâs edelim. Çünkü, bu tasarruf ve TRT'nin daha sonraki yayınlarından çoğu, memleketin aydın insanlarını olduğu kadar, kalabalık bir kütleyi de rahatsız etmiş ve isâbetsiz bulunmuştur. TRT, mevzûmuzun sadece bir parçasını teşkil etmektedir. Bu bakımdan, genişçe ele alacak deği­ liz. CHP - TRT müşterekliğinden dert yananlar aşa­ ğıdaki misâlle bile yarın vatandaş huzuruna çıkacak güçtedir. Hatırlanacağı üzere, CHP - MSP Hükümetinin ilk icraatlarından birisi, TRT Genel Müdürlüğü’ne, Milliyet Gazetesi yazarlarından İsmail Cem İpekçi’yi getirmesidir. Musa Öğün’den açılmış bulunan TRT Genel Müdürlüğü, Teknik Müdür Yardımcısı tarafından başarılı ve şimdikine nazaran tarafsız bir şekilde, vekâleten idare ediliyordu. Ve o zamana kadar Te­ levizyon programlarının en fazla beğenilen bir dizi filmi vardı: GÖREVİMİZ TEHLİKE! Bruce Geller adında bir Amerikalı yazar tarafın­ dan kaleme alınan «Görevimiz Tehlike» (MİSSİON İMPOSSİBLE), 1967 yılından beri hür dünyanın bel­ li başlı bütün televizyonlarında gösterilmiş ve sayı­ sız mükâfat almış bir dizidir. Filmin ana teması, nükleer çağdaki casusluk hâdiseleridir. Senaryo, daimâ .demokratik bir ülke­ nin veya devletin, güvenliğine karşı girişilmiş tertip­ lerin bozulması şeklinde işlenmiştir. Bazılarının zan­ nettiği gibi «Görevimiz Tehlike» ile. Amerikan İstih­ barat Teşkilâtı olan CİA’nın hiçbir ilgisi yoktur. 188


(....... TEHLİKE NEREDEN ÇIKARILIYOR? Böyle olunca bu programın «tehlikeliliğini» Ecevit, nereden çıkarmakta, özerk ve tarafsız TRT'nin faaliyet sahasına müdahale edecek kadar se­ rinkanlılığını kaybetmektedir? Bize sorarsanız bu proğram, çağımızda bütün devletler gibi Türk Devleti’nin de karşı karşıya bulunduğu «Milli Güvenlik» meselesini ve Millî Güvenliği tehdit eden tehlikele­ ri günün ışığına çıkarmak bakımından hem toplum hem de onun yöneticileri bakımından uyarıcı ve yararlı bir programdır. Türk Devleti'nin ülkesi ve milleti ite bütünlüğü ne bağlılığı güçlendirmek, Atatürk Devrimterini yer (eştirmek ve geliştirmek gibi Millî Güvenliği de gö­ zetmek, TRT Kanunu’nun TRT'ye yüklediği yayın esaslarından birisi olduğuna göre, üstelik seyirciler tarafından da çok sevilen ve tutulan bu programın Başbakanın küçük bir uyarısı üzerine süratle yayın dan kaldırılması, kanaatimizce çok isabetsiz olmuş ve gelecek yönünden haklı, haksız bir takım kuş­ kulara yol açmıştır) (1).

* ★* «Grev, bütün ekonomik zorluklara rağmen, işçi sınıfının büyük ölçüde de­ mokrasiye katkısı demektir. 5 Eylül 973 Grev, Türk ekonomisini geniş ölçü­ de yıprattığından, işçi kardeşlerime ve sendikacı dostlanma bu grevden vazgeç­ melerini rica ediyorum. — Bülent Ecevit — 9 Kasım 1974» (2). Cl) t2)

Tercüman Gazetesi, 26.2.1974 — Prof. Dr. İsmet Giritli. Tercüman Gazetesi, 14 Kasım 1974 - Rauf TAMER.

189


«Halka inmiş,» «halkın ümidi» olmuş KARAOGLAN, halkın en çok sevdiği bir programı, televizyon dan her ne hikmetse kaldırıyordu. Hâlâ daha Ye­ ni CHP’nin seçimler öncesinde başlatıp kullandığı sloganların sarhoşluğu ve Bay Ecevit'in câzibesi al­ tında bulunan halk, çok geçmeden «Görevimiz Teh like» den de seve seve vazgeçecekti. Zirâ, «düzeni değiştireceklerini»,

«memleketi pahalılığı derhâl

bir ahtapot gibi sarmış bulunan önleyeceklerini» halkın kafasına nakşeden Ecevit, halktan sadece «Görevimiz Tehlike» yi seyret­

memeleri gibi bir fedakârlık istiyordu. Halk, «insanca, hakça bir düzen» için... «ne ezilen, ne ezenin olmıyacağı» Bay Ecevit’in düzeni için, böyle küçük fedakârlıkları elbette yapacaktı. Fakat acaba, Bay Ecevit’in böyle bir selâhiyeti var mıydı? Yahut, bu tasarrufu ne dereceye ka­ dar uygundu? Bu mes'elenin halk nazarında ne gibi düşünce’ lere ve tenkîdlere uğradığını araştırmadan önce, çok daha fazla mühim olan TRT Genel Müdürlü­ ğü üzerinde bir nebze duralım. Yukarıya aldığımz Profesör İsmet Giritli'nin maklesinin bir başka yerinde, bu konuda şöyle deniyordu: (... İsmail Cem'in herkesçe bilinen özelliği; ko­ yu Bülent Ecevit taraftarı olması ve yıllardan be­ ri Sayın Ecevit’in yaptığı bütün siyasî mücadelerde kendisi âdeta sözcülüğünü, militanlığını yapması­ dır. Diğer özelliği ise, özellikle dış ve bazen iç poli­ tika olayları ile ilgili olarak yazdığı yazılarda ve yap­ tığı yorumlarda Batı Dünyasının Sosyal Demok­

190


rat yazarlarından genellikle daha aşırı bir bulunmasıdır.

çizgide

(...........) 12 M art öncesi Türkiye'sinde bazı aşırı unsur­ lar TRT’ye de sızmaya muvaffak olmuş ve zaman zaman TRT'nin sorumluluğu ile bağdaşmayan bazı programlar yayınlanmıştır. Onun içindir ki, 12 M art' dan sonra açılan partilerüstü devrede Anayasanın 121. maddesinde TRT ile ilgili olarak yer alan hüküm değiştirilerek «özerklik» deyimi çıkarılmış ve TRT’nin «tarafsız» olduğu, olması gerektiği belirtilmiştir.

(..............................) Evet. TRT’nin bu kanun statüsü içinde de taraf­ sızlık ve özerkliğini koruma iktidardaki hükümetin bu ilkelere titizlik göstermesi ve bilhassa Genel Mü­ dürün tarafsızlığını muhafaza etmesi halinde ve an­ cak bu şartlarla mümkündür.

(.............................. ) (Oysa Sayın Ecevit'in, sadece «Öztrak» soya­ dından dolayı devrin muhalefet partilerinde allerji ve kuşku uyandıran TRT’nin ilk ve gerçekten tarafsız Genel Müdürü Adnan Öztrak olayından hiç ibret a l­ mayarak, kendi siyasî görüşlerine ve mücadelesine tam olarak katılmış bir fıkra yazarını TRT Genel M ü­ dürlüğüne getirmesi ve bu teklifinin, Sayın İsmail Cem ilk günden beri CHP — MSP koalisyonunu öner diği için, MSP kanadı tarafından da kabul edilmesi, TRT yayınlarının geleceği bakımından şimdiden bü­ yük kuşkular uyandırmıştır.)

(................................. ) Bilindiği gibi Demokratik bir toplum içinde ve özerk bir Radyo Televizyon Kurumu’nun programlan-

191


nı siyasî iktidar değil; o kurumun sorumlu personeli tayin eder.)

Bir hukuk profesörünün ağzından öğrendiğimiz; «Ak Günler Türkiyesi»nde, demokratik prensiplerin ,Bay Ecevit tarafıidan çiğnendiğidir. Tabiî, bu ve bu­ na benzer icraatlar başlayınca il kşaşıran İsmet Gi­ ritli gibi ilim adamları değildi. Halk da şaşırmıştı. Çünkü seçim meydanlarında dinledikleri Bay Ecevit, «düzeni tersine çevireceklerini» söylemiş ve yapılacak işleri yegân yegân sıralamıştı amma; TRT Genel Müdürlüğü'ne İsmail Cem İPEKÇİ’yi getire­ ceğiz diye bir cümle kullanmamıştı. Demek ki, Bay Ecevit bize söylediklerini değil; söylemediklerini yaparak işe başladı, diye düşünen halk ,daha ileri tarihlerde bu mevzuda çok şeyler duyacak ...vatandaş, İpekçi'nin kapasitesini, zihni­ yetini ve icraatini gözleriyle görecekti. ( ...Şu anda TRT'de bir oturumu dinliyorum. Ge­ nel Müdür Cem İpekçi, bütün şirinliğiyle «TRT'nin tarafsızlığına dair kendisine yöneltilmiş bir soruyu cevaplandırıyor:

— «Bize taraf tutuyorsun diyen zevat da mutla­ ka «taraf» tuttuğuna göre bu pek objektif bir tenkid olmuyor» diyerek Mösyö Kond'un masalını okuyor. Mantık ulemalarını bilmem ama, tabiî bendeniz

de bunu yutmuyorum. TRT'ye «sen sağı tutuyorsun» diyen kim? «Taraf tutuyorsun» tarzındaki tenkidier, daima sol'un karşısındaki TARAF’tan geldiğine göre TRT'nin hangi TARAF’ı tuttuğunu bir genel müdürün ağzından dinlemek gerçekten büyük keyf oldu. Böy-1 (1)

192

Tercüman. Gazetesi, 6 Mayıs 1974 -R au f TAMER.


fesine bir açıksözlülük, «Solcu hükûmet»ten bile gel­ medi. Gelemedi) (1).

TRT’den şikâyetler, daha önceden başlamıştı: Evet, Türkiye Radyo Televizyon Kurumu'nda şi­ kâyet ediliyordu ama, o günlerde gazete manşet­ lerinden bazısı şunlardı: (80 ilim adamı Korutürk'e başvurdu. 141 -142 ve 149’uncu madde sanıklarının, affına karşı çıkıl­ dı) (1).

(...Bugünkü Başbakan ve -arkadaşları, Türki­ ye’nin her meydanında, her radyo konuşmasında pahalılığın hiçbir ciddi sebebe dayanmadığını, hü­ kümeti kurarlarsa pahalılığı derhal durdurup, hayatı ucuzlatacaklarını vaad etmişlerdir. Bütün hayâller, hükümet programı okunurken yıkılmıştır. Bugün Türkiye’de kalkınma içinde pahalılık değil, durgun­ luk içinde pahalılık hüküm sürüyor. (.......... ) Bugün­ kü hükümet hem durgunluğu, hem pahalılığı arttı­ racak ters ve tutarsız kararlarla ekonomik bünyeyi yüksek ateşli ve dermansız bir hasta durumuna sü­ rüklemektedir). (.................. ) • (CHP yönetimindeki solcu hükümet, devlet ida­ resinde huzur bırakmamıştır. En değerli yöneticiler insafsızca harcanırken .komünist örgüt kurmaktan takibat altında olanların devlet hizmetine alınması yolunda yazılı emirler verilmektedir )(2). (CHP’ye göre sömürü, Ticaret ve Sanayi Oda­ larından başlıyor) (3).1 3 2 (1) (2) (3)

Gazeteler, 14 Nisan 1974. Gazeteler, 13 Nisan 1974. Gazeteler, 16 Nisan 1974.


. (Ecevit, CHP - MSP dedi) (4).

koalisyonu

yaşayacaktır,

(Mutfak ve ev eşyalarına yüzde 1 0 - 3 0 zam ya­ pıldı) (5)

(«Hür ve kabul edilmiş Masonlar Derneği» ismi, MSP’li İçişleri Bakam'nm izni ile verilmiş) (1).

«Eylemi ve kışkırtmayı sınırlamanın yollan vardır. Bu her demokratik ülke­ de yapılan sınırlamadır. Elbette ki1 Tür­ kiye’de de demokrasi anlaşıyımızın el verdiği ölçüde bu yapılacaktır» (2).

CHP’nin seçim beyânnamesi olan AK GÜNLE­ RE isimli kitabı ,evinin en mutena bir köşesine yer­ leştiren vatandaş, vaad edilenlerin yerine getirilme­ siyle, her maddenin üzerine bir çarpı işâreti çekmek niyetiyle bekliyordu. CHP'ye rey verenler bu arzuyla yanıyordu ama, beritarafta gene Bay Ecevit ve partisine rey veren köylüler de harekete geçmiş ;muhalefetteyken top­ rak işgallerini müdafaa edip;«her kanunun üstünde doğa kanunu vardır» diyen CHP Genel Başkam’ndan kuvvet olarak yeni yeni işgal olayları çıkarmaya başlamıştı. Öyle ya; «toprak işleyenin, su kullanânın» pren-1 2 (4) (5) (1) (2)

194

Gazeteler1, 17 Nisan 1974. Gazeteler, 17 Nisan 1974. ORTA DOĞU Gazetesi, 17 Nisan 1974. MİLLET Gazetesi, 11.2.1974.


sibi, şimdi en güzel şekliyle yürürlüğe girmeyecek de, başka ne zaman girecekti? O günlerde sağ basın tarafından «koalisyonun üçüncü ortağı» diye tavsif edilecek kadar iktidar or­ ganı olan bir gazete bile, Yozgat’daki işgal hadise­ sini veriyor ...işgalci köylüler de: «bizim işgal etti­ ğimiz topraklar şahıs malı değil,

hazine malıdır?»

diyorlardı. Mes'elenin iç yüzü, acaba böyle midir? Ve ger­ çekten .işgale uğrayan arazi .hâzineye mi aittir? Diyelim ki; hazinnenindir. Bu takdirde Şekilli köyünden 136 kişi, iddiâlarına göre hiç kimsenin malına ve hukukuna tecavüz etmiyorlar. Peki, hazi­ ne kimin malı? Devletin değil mi? Devlet malına te­ cavüz, daha başka nasıl olur? Eğer, bu topraklar gerçekten hâzineye ait ise ve devlet de kendi malını istediğine dağıtıyorsa; bu­ nun da bir usûlü yok mudur? Hem, hâzinenin asıl sahibi millet değil midir? Miletin malım kim istediği şekilde gasbedebilir ve kim, o molı başkalarına da­ ğıtabilir? Milletin hukukunu çiğnemeye hiç kimsenin hakkkı olmasa gerek... Gücü yeten istediğini alacak, yetmeyen de geri plânda kalacaksa ve.bunun adı da «tabiat kanunu» ise ,o zaman insanın aklına şu sual gelir, gelmelidir: — Insanjar, tabiatın esiri olmamak için hukuk diye bir sistem meydana getirerek zorbalara karşı, gücü yetmeyenin hakkını korumamışlar mıdır? Öyleyse? Şimdi gelelim. Sekili köyündeki arazinin asıl sâhibi mes’elesine... Evvelce de bazı kimseler tarafından işgal edi­ len mezkûr arazi, Eski Milletvekili Dr. Celâl Sungur


ve Yozgat Ziraat Odaları Başkanı Şakir Şahin’e ait­ ti ve tamamı yirmi bin dönümdü. O günlerin gazetelerinden de öğrendiğimize göre, olayla ilgili olarak açıklama yapan Yerköy Kaymakamı Erhan Öztekin, «ortada bir işgal hâdi­ sesinin mevcûd olmadığını, bu işin adi bir tecavüz olduğunu» söylüyordu.

İşte... Yerköy’deki işgal edilen arazinin sahip­ leri !Bu durumda ,akla gene bazı sualler gelmekte. dir: — Şahsa ait bir malın başkalarınca paylaşıl­ ması için ne gibi bir sebep mevcudtur? Yoksa, Yozgat'da toprak reformu mu tatbik ediliyor? Araziye biçilen değer ödenerek, burası topraksız köylülere mi dağıtılacaktır? Yoksa herkesin hakkını bizzat al­ masına dâir bir kanun çıkmıştır da, köylüler bu hak­ kı mı kullanmaktadır? Eğer böyleyse, yani, «doğa kanunu» hüküm sürecekse güvenlik kuvvetlerinin ve mahkemelerin işi nedir? Her iki hâlde de ,toprak işgali kanunsuzdu. Şahsa veya hâzineye ait olması, bir arazinin işgal edilmesini mâzur gösteremezdi. Fakat memleketde böyle bir çığır açılmıştı. Açanlar kim? Toprak işgallerine dâir bir başka örnek verelim: (4 Kasım 1974 günü Gaziantep’in Oğuzeli ilçe­ sinin İkizkuyu köyü topraklarına toprak ağası Metin Ocak’ın kiralık adamları jandarma ve toplum polisi desteği ile girmişler ve toprakları ekmişlerdir. Köy, jandarma çemberi altına alınmıştır. Hameyli köyü­ nün Çoşuruklu aşiretinden Şerif Saygılı ve Kasım Ali adlı toprak ağaları silâhlı adam lar ve traktörler­ le gelerek, kiracı olduklarını ve toprakları ekmeye

196


başlayacaklarını söyleyince yiğit Ikizkuyu köylüleri, bu toprakların kendilerinin olduğunu ve ektirmeye­ ceklerini söylemişlerdir) (1). Yukarıda cümeler, «kırmızı renkli» (AYDINLIK)

isimli haftalık dergiden alınmıştır. Okumaya devam edelim: (...B u tutuklamadan sonra yiğit İkizkuyu köy­ lüleri şöyle hayırdılar: «Ölüm ve hapishane bizi mü­

cadeleden alıkoyamıyacak .ağalarla görülecek he­ sabımız var...») Köylüler, öyle bir noktaya getirilmişlerdir ki; «ağalarla görülecek hesabımız var» derken, «dev­ letle, müesses, demokratik nizâmla görülecek he­ sabımız var» demektedirler.

Toprak işgalleri mes’elesi o noktaya ulaşmıştır ki; «rengi belli» AYDINLIK, elbette onlardan «yiğit köylüler» diye bahsedecektir. O masum, zavallı Türk köylüsünden cüz’i de olsa bir parça, demokratik ni­ zâm yıkıcılarının kullanacağı kıvamı bulmuştur. Kim açmış bu çığırı? Kim, toprak işgallerini meşru göstermiş? Ama, Bay Ecevit, bu kabil olaylardan... toprak işgallerinden «üzüntü» duymaktadır. Böyle şeyleri aslâ ve kat'a meşrû görmez, «doğal» görmez. Artık, «doğa kanunu» yoktur. Hem, O'nun bu düşünceleri, 1974 yılının Şubat aylarında bile böyledir. işte isbâtı; 3 Şubat 1974 tarihinde şöyle diyor: (Gaziantep'deki toprak işgallerinden büyük üzüntü duydum. Konuyu dikkatle inceliyorum) (2).

Biz gene AYDINLIK’i dinleyelim:1 2 (1) (2)

AYDINLIK, Sayı : 42. TERCÜMAN Gazetesi, 14 Kasım 1974 - Rauf TAMKIl.


(... Yukarda sözünü ettiğimiz 4 Kasım baskı­ nından evvel 19 Eylül ve 20 Ekim günleri de köye silâhlı saldırılar yapılmıştır. 19 Eylül'de köyü basan saldırganlar .kiracı ol' duklarını ve toprakları süreceklerini söylediler, köylü ler ise topraklarını koruyacaklarını ve saldırganlara karşı koyacaklarını belirttiler. Bu baskının Oğuzeli Kaymakamı ağalarla beraber tertipledi. Kaymakam 18 Eylül günü köye gelerek «Yarın köye icarcıları sokacağım. Bunlara müdahale etmeyeseksiniz» di­ yerek köylüleri tehdit etti. Köylüler bu tehdide boyun eğmediler. Bunun üzerine kaymakam «O zaman si­

lâhlarınızı yağlayın ve hazır olun ,yann gelecekler» deyip korkutmaya çalıştı. Köylüler, «Biz, ömür boyu dövüşürüz .merak etmeyin» diyerek mücadele azim­ lerini belirttiler. 19 Eylül sabahı bir yandan jandarma geldi, cbür yandan da traktör, taksi ve kamyonlara doluş­ muş sözde icarcı ağanın adamları geldiler. Silâhlı saldırganları bizzat Oğuzeli Jandarma Karakol Ko­ mutanı Başçavuş Sadık Çakır mevzilendirdi. Başça­ vuş, İkizkuyu köylülerini tehdit etti ve ellerindeki sopaları almaya kalkıştı. Muhtarı tokatladı ve bir saat nezarete aldı.

(................ ) İkizkuyu köyündeki bütün bu olaylar bir kere daha göstermiştir ki, hükümet kaymakan ve jandar­ ma, zalim toprak ağalarının yanındadır. Devlet kuv­ vetleri, yoksul köylülerin toprak mücadelesini silâh zoruyla ezmeye çalışmaktadır. Diğer taraftan mah­ kemeler, İkizkuyu köylüsünün hakkını 25 senedenberi tanımamaktadır. Açılan davalar, bir sonuca bağlanmadan sürüp gitmektedir. Bütün bunlara rağ­

198


men, yoksul İkizkuyu köylüleri engeller karşısında yılmıyorlar, birliklerini güçlendiriyorlar ve mücade­ leye devam ediyorlar. Onlar, toprağa ve hüriryete kavuşmanın bir reform değil, bir devrim meselesi olduğunu her geçen gün daha iyi kavrıyorlar).

Yukarıda bahsedilen Gaziantep'deki işgal hadise­ leri acaba anlatıldığı şekilde mi cereyan etmiştir? Bu suale, evet demek zordur .Çünkü hâdiseyi an­ latan «ağız». Komünist ağzıdır. Bütünüyle anlatıldı­ ğı şekilde cereya netmiş olmasına imkân yoktur. Kaymakamdan ve Jandarma Başçavuçuşu’ndan... onların davranışından ne şekilde söz edildiği gözler önündedir. Komünist taktiklerinin başında .bilindiği gibi, devlet memurlarını, emniyet kuvvetlerini, ordu­ muzu, halkın nazarında küçük düşürmek gelir. Bu bakımdan, anlatanları «kışkırtıcılık ,yalan, iftira» gi bi unsurlardan temizleyerek değerlendirmek gerekir. Ne var ki, bizim üzerinde durduğumuz zaten, hâdisenin cereyan şekli değildir. Toprak işgallerinin cereyan şekli, sadece bir neticeden ibarettir. Bu mudur aradığımız? Hayır. Biz, neticeyi değil, onu meydana getiren sebe­ bi aramaktayız. Zirâ, her mes’ele, ancak bu sâyede gün ışığına kavuşabilir. Gelelim sebebe: Türkiye’nin bazı bölgelerinde toprak olmuş mudur, artmış mıdır?

işgalleri

Olmuştur. Yerden mantar biter gibi de bitiver­ miştir. Evet, yazık ki böyledir. •«Aydınlık» gibi bir derginin, bize ışık tutması el199


betet beklenemez. Burada ikinci bir mühim husûsin belirtmeden geçemiyeceğiz; evelce kışkırtılan, kafa­ sına toprak işgal etme fikri sokulan köylüler, kendi­ lerine bu yolu gösterenlerin değil; «çok çok daha ilericilerin» oyuncağı durumuna düşmüştür. İşin, feci tarafı burasıdır işte... Toprak işgallerine dâir, bilhassa Başbakan’a ves Işçişleri Bakam'na bir sıra sual tevcih olunur... fa­ kat cevap alınamıyordu. Evet, koalisyon Hükûmeti’nin MSP’li İçişleri Ba­ kanı Oğuzcan Asiltürk, arazi işgalleriyle ilgili olarak yahut «Hür ve Kabul edilmiş Masonları Cemiyeti» hakkında herhangifbir düşünce serdetmiyordu ama, yakasına bozkurt rozeti takdı diye gencecik bir va­ tan evlâdı — hem de ortaokul talebesi — okul mü' dürü tarafından dövüle dövüle öldürüldüğü zaman da Bay Asiltürk susmamış mıydı? Demek ki susmak, meşrebi İcabıydı. Elbette her insan bir olmaz ve Bay Asiltürk de«fazla konuşkan»' bir insan sayılmayabilirdi. Ne var ki ,aynı İçişleri Bakanı, Adana’nın Haruniye ilçesinde duvarlara orak — çekiçli bayrak asıl­ ması hâdisesinden hemen sonra: — (Orak — çekiçli bayrakları sağcılar asıyor.)!

Dememiş miydi? Demişti ve günlerce gazete sütunları, bu sözle: ilgili olarak bir hayli meşgul edilmişti. Bu kabil beyânlar karşısında, MSP’ye rey ve gö­ nül vermiş bulunan vatandaş da «ikinci defa yanıl­ mamak için» bazı kararlara varıyordu...

200


«Her millet komünist olabilir. Yal­ nız Müslümanları Komünist yapamazsı­ nız. Bunun için, ilkin onları dininden etmek lâzımdır». — Lenifrı —

Yerköy'deki arazi işgali sürüp giderken, gazete sütunları MSP’li Gıda Bakanı Korkut Özal’ın şu söz­ leriyle süsleniyordu: (Gıda Tarım ve Hayvancılık .Bakanı Korkut Öz a l,. Cumhuriyet Senatosu'ndan döndükten sonra, Millet Meclisi'nde yapılacak oylamada af kanunu teklifine müsbet oy kullanacağını söylemiş, «141 ve

142'inci maddelerden suçlanan gençlere bir fırsat verilerek topluma kazandırılmaları görüşündeyim» demiştir) (1).

Korkut Özal’ın, affedilerek «topluma kazandırıl­ maları» teklifinde bulunduğu ve reyini de bu istikâmetde kullanacağını söylediği aynı gün, gazeteler bir başka haberi de veriyordu. Hatırlanacağı gibi 3 yıl önce meydana gelen, anarşik hâdiselerde «Hacettepe olayları» diye kaydo­ lunan vak'a sırasında Mevlût Meriç adlı bir Jandarma» eri, anarşistler tarafından vurularak şehid edilmişti. Mevlût Meriç’in' bir anacığı vardı ve bu kadın, Erzurum'a bağlı Hınıs ilçesinin Yelpis köyünde otu­ ruyordu. İşte, gazetelerin verdiği «bir başka haber», Se­ her Meriç’in Cumhurbaşkanımız Sayın Fahri Korutürk’e çektiği telgrafla ilgiliydi. Şehid anası, telgrafında şö.yle diyordu: (1 )

TERCÜMAN Gazetesi

,21

Nisan

1974.

20T


«Komünistlerin şehid ettiği kahraman Mehmedçik Mevlût Meriç'in annesi olarak yüksek vicdanın!za hitab ediyorum. Oğlumun katillerini affetmeyiniz. Bağrı yanık Türk annesinin sesine kulak veriniz. Ka­ ra dinli kâfirler cezalarını çeksinler, Mevlûdum’un ruhunu incitmeyin ne olur. Benim sesime kulak ve­ rin. Şehid anası olarak komünistleri ben affetmiyo­ rum) (1).

Şehid Mehmedçiğin anası Seher Meriç, komü­ nistleri affetmiyordu, amma onlar affedilecekti. Hem o sıralardaki konuşmalara bakılırsa, memleketin çok daha mühim işleri vardı. Bakın, meselâ Necmeddin Erbakan Adana'da işadamlarıyia yaptığı top 'lantıda aynen şöyle diyor: (CHP’ye haksız ve yalan isnâdlar yapılmakta­ dır... 1977 seçimlerine kadar işbaşında kalacak bu hükümet için 4 yıl sonra söylenecek tek söz «Allah razı olsun» olacaktır) (2).

MSP Genel Başkanı Erbakan, böyle diyordu da, bir başka MSP’li Ali Oğuz ne diyordu acaba? MSP'li milletvekili ve senatörlerden müteşekkil bir ekip, Kütahya Çocuk Kütüphanesi’nde bir to p ­ lantı yapmış ve Ali Oğuz, konuşmasının bir yerinde CHP için şunları söylemişti: (Koalisyonun gerçekleşmesine kadar, CHP hak­ kında inanın tarihî bir yanılgı içindeymişiz. Onlar bizim kardeşlerimizmiş de haberimiz yokmuş, sade­ ce namaz kılmayan bir kardeşimizmiş CHP’liler) (3). Adı geçen toplantının bir başka yerinde gene Ali Oğuz; Anayasamız'ın 141 ve 142’inci maddeleri hakkındaki bir suale şu şekilde cevap vermişti:1 2 (1) (2)

202

ORTA DOĞU Gazetesi, 2 İNisan 1974. Gazeteler ,24 Nisan 1974.


(Anayasamızın bu maddeleri, «ekonomik sosya­ lizm» le ilgilidir. Komünizmle bir ilgisi yoktur) (4). MSP Milletvekili ve senatörleri ağız birliği et­ mişçesine CHP'nin müdafaasını her toplantıda ya­ par da, Adalet Bakanı Şevket Kazan ne yapar? Şevket Kazan’ın şehid Jandarma eri Mevlût Meriç’in annesine atfen söylediği sözler, Senato’da üzüntüyle karşılanıyordu: (M SP’li Adalet Bakanı, şehid er M. Meriç’in an­ nesine «Cahil» dedi) (1). ★ ★ ★

Şimdi de bir başka MSP’linin sözlerini dinliyo­ ruz; Bütçe müzakerelerinin görüşülmesi sırasında CHP’nin sloganı olarak bilinen ve MHP Genel Baş­ kam Alparslan Türkeş'in bu konudaki sözlerine ba­ kılırsa asıl sahibinin Milliyetçi Hareket Partisi oldu ■ğu «Halk Sektörü» tâbiri üzerinde tartışılırken, MSP’ li Hüseyin Abbas kürsüye gelmiş ve şunları söyle­ miştir: (Burada günlerdir Halk Sektörü tartışılıyor. CHP’ iiler, size söylüyorum. Sizde, İsmet Paşa kadar kur­ nazlık yok. Devletçiliği 25 sene uyguladı, sonra adını koydu, ortanın solu diye. Keşke siz de bu halk sek­ törü adını kulanmasaydınız, uygulamadan sonra koy­ saydınız. İnşallah muvaffak olursunuz. Çünkü niyet iyidir, yi niyetliler hedeflerine ulaşır. Cenabı Allah size yardım etsin. Biraz kurnaz olun e mi?) (2).

30 Nisan günkü gazeteler, Konya’nın İlgın kaza­ sında bir başka toprak işgalini yazıyor, fakat Hüse-3 4 (3) (4)

ORTA DOĞU Gazetesi. 26 Nisan 1974. Aynı gazete, 26 Nisan 1974.


yin Abbas ve öteki MSP’liler, bu kanunsuz olaylarla değil; CHP’ye duâ etmekle uğraşıyorlardı... «Hiç şüphesiz ki, Komünizm ile hür dünya arasındaki kavganın sonu, hayat seviyesi mücâdelesinde değil; fikir ve ruh sahasında olacaktır. Komünizm ba­ şarısını, boş midelerden ziyade boş gö­ nüllerde sağlayacaktır». — Röpke —

4 Mayıs 1974 günün gazetelerinde ise şöyle bir haberi «üzülerek» okuyoruz: Maliye Bakanı Deniz Baykal, «içimiz kan ağlıyarak zam yapıyoruz» dedi).

Ve gene aynı gün, içi kan ağlayan belki başkala­ rı da vardı. Zirâ Necmeddin Erbakan’ın Suudi Ara­ bistan’a yaptığı seyahat, müsbet netice vermemiş, Başbakan Yardımcısı, eli boş geri dönmüştü: (MSP Genel Başkanı, şimdi çok iyi belli olmuşturki, Suudi Arabistan gezisini şahsı ve partisi adına istismar etmiştir. Bu bozgunun bütün günahı da, tem ­ sil ettiği hükümetle değil, kendisine ve onu bu tarz nümayişlere sevkedenlere aittir) (1).

Bundan hemen bir gün sonra, yani 5 Mayıs tari­ hinde, Anadolu Ajansı'nın muhabirine bir beyânat ve­ ren Erbakan ise, şu açıklamayı yapıyordu: (Suudi Arabistan ,ne istediysek hepsini verdi).

Gerçi, 4 Mayıs günü bazı gazetelerin de yazdığıgibi, İstanbul Spor ve Sergi Sarayı'nda 3 Mayıs Türk­ çüler Gecesi’nde toplanan binlerce kişiye hitaben konuşan MHP Lideri Alparslan Türkeş: (1 )

O R T A D O Ğ U G a z e te s i, 27 N is a n 1974;

f 204


(Marksist gerillaları savunmaktan vazgeç)'

Diyerek Bay Ecevit'i ikaz ediyordu ama, artık Bay Ecevit'in böyle «küçük» ikazlarla uğraşacak vak­ ti yoktu. Zirâ, memleketde bir yeni tehlike vardı. Hattâ 1944’lere kadar uzanan eski bir tehlike hortluyor (!) ve bazı gençler, yakalarına «Bozkurt»lu rozet takı­ yorlardı. Türklük'ün sembolü olduğu milliyetçi çev­ relerce senelerden beri .asırlardan beri kabul edilen «Bozkurt» öylesine büyük bir tehlike hâlini almıştı ki; İstanbul'da yayınlanan Orta Doğu ve Bizim Ana­ dolu gibi gazeteler: (470 öğrencinin, Tunceli'den ■kaçarak Elazığ Valiliğine sığındığını... Doğuda sol terörün kol gez­ diğini)

Haber veriyorlardı. Gene gazetelerin verdiği ha­ berin tafsilâtında, Tunceli İlköğretmen Okulu’nda solcu öğretmenlerin «işkence hâlini alan baskılar­ dan» öğrencilerin iyice bıktığı... Zülküf KÜÇÜKDAG isimli üçüncü sınıf talebesinin (bir arkadaşının Ah­ met ÜÇER adlı solcu öğretmen tarafından demirle dövülerek komaya sokulduğu) da kaydediliyordu.

Tunceli'deki hâdiseler, daha uzun müddet taze­ liğini muhafaza edecek, bu arada, evvelce sözünü et­ tiğimiz ve Bay Ecevit’in iktidarı devresine misâl ol­ sun diye belirttiğimiz Yerköy’ün Şekilli köyündeki yir­ mi bin dönümlük araziyi işgal eden köylüler, bu top­ rakları bir güzel de sürmüşlerdi. Tabiî CHP - MSP koalisyonu, Gene! Af gibi, ya­ hut başka bir tabirle 12 Mart sanığı olan anarşist­ lerin, gerillaların, konsolos katillerinin, banka soy­ guncularının affı için büyük bir gayret gösterirken, .Bay Ecevit, ne çıkıp: 205


— İşte, her kanunun üzerinde otan «doğa k a nunn» yürürlüktedir. Bu köylüler hakkını aldı.

Diyor ve ne de Tunceli'den aç, susuz Ankara-ya, gelen 470 öğrencinin «kıyımından» söz ediyordu. Zi­ ra, milliyetçilerin başına gelen «belâlarsın «kıyım»la bir ilgisi yoktur. Millî Eğitim Bakanı, bu işlerle yakînen ilgileni­ yor ...milliyetçi çevreler de, gene CHP - MSP hükü­ metinin Gençlik ve Spor Bakanı Muslihittin Yılmaz Mete'nin siyaset târihimize geçen: — (Faşist eğilimli kimseler, lerle susturulacaktır.)

yumuşak yöntem­

Sözünü hatırlıyorlardı. Türkiye’de faşist zihniyetli kimseler var mıydı? Yoksa, bazılarının kendi muhayyilesinde bir «öcü» olarak uydurduğu düşünce miydi? Eğer gerçekten faşist olanlar varsa, kimlerdi? Nerede gezer, ne ya­ parlardı? Bu ülkede, Komünist vardı. Adliyelerde binlerce dosya, bunun en bâriz misâliydi. Hattâ hattâ şu gün­ lerde hükümetin affetmeye çalıştığı kimseler, işte bu komünistler değil miydi? Peki ya, faşistler? Türki­ ye'de faşizm propagandası yaptığı gerekçesiyle tu­ tuklamış tek kimse gösterilemediği hâlde, akl-ı selîm sâhibi ve şartlanmamış kimseler, bu safsataya ina­ nır mıydı? Sol’a göre daimâ anarşiyi başlatanlar faşizan fi­ kirli gençlerdi. Suçlu işte onlardı. Ve zaten, 12 Mart'ı gerektiren şartları da faşistler hazırlamış (!), bu yüz­ den de Sıkıyönetim Mahkemeleri’nde faşistler yargı­ lanmış... idamdan .müebbet hapse kadar bunca ce­ zayı da gene aynı faşistler almıştı (!). Üzerine toz kondurulmayan aynı sol; 10 Mayıs 1974 günü, İstanbul Atatürk Öörenci Şitesi'nde milli— 206


yetçi talebelerin yattığı bloka bir gece baskını verip, sopali, bıçaklı taarruza geçen sol’du. Yirmi kadar anti-komünist öğrencinin muhtelif yerlerinden yaraInadığı doktor raporlarıyla sââbit olan bu baskını, her zaman olduğu gibi gene aynı yayın organları ver­ miş... diğer mâlum basın ise, sadece başını kumlara gömmekle yetinmişti. Fakat, CHP - MSP Hükümeti «uyum içinde» ça­ lışmalarını sürdüryordu. Öyle ki, Tekel Bakanı da bu hengâme arasında, Cumhuriyet Senatosu'nda yaptı­ ğı bir konuşma esnasında: (İstesem, bütün Free Shop’ları kapatırım) (1).

Diyecek ve memleketde büyük bir şaşkınlık ya­ ratacaktır. Tabiî şaşıranlar, daha ziyâde seçim meydanla­ rında Bay Ecevit'in ballandıra ballandıra anlattığı «Ye­ ni CHP'nin halka dönüklüğüne ve getirecekleri düze­ nin de halk yararına» olacağı düşüncesine inanıp,

reylerini bu partiye verenlerdi. Bunun yanında. Zeytinyağının kilosu 25 liraya fırlıyor ...Cumhuriyet SeSnatosu’nda konuşan CHP Senatörü Hıfzı Oğuz Bekala, bir soru önergesi vere­ rek: «Hükümetin, buğday fiyat m arttıracağı bilinme.; tedir. Ancak, bu sebeple ekmek ve unlu maddelerin fiyatlarının da artacağından endişe edilmektedir.»

Diyordu. Bu yıl, mahsûl boldu. Ama buna rağmen ekmek fiyatları artacaktı. İsterseniz, 11 Mayıs günü yayınlanan gazeteler­ den bazılarına kısaca bir göz atalım: (Filemize; 2.5 ayda 18 lira zam geldi) (1).

Ve manşetin devamı: (2 )

G a z e t e l e r , 2 9 N is a n .

1974.

207


(Pahalılık yarışında fasulye yüzde elli artışla ön­ de, onu yüzde kırkla dana kıyması takibediyor).

(Anadolu’da ekmek karaborsa, ne un, ne yağ, ne şeker var) (2). (Şeker vesikaya bindi... Bazı illerimizde fırınlar, kapandı. Anadolu’da halk kuyrukta ekmek bekliyor. Mardin'de ekmek karaborsa... Siirt'de fırınlar halka ekmek satmıyor... Kayseri'de et 30 lira oldu) (3).

Bunların hepsi manşetti. Ve bunların yanı sıra. CHP - MSP Hükûmeti'nin Bakanları, siyasî literatüre geçecek beyânlarda da bulunmuştu. Bunlar da en az pahalılıkla ilgili manşet haberleri kadar hatırlanması, unutulmaması gereken sözlerdi. Meselâ: (Bir inek bir üniversite mezunundan daha fayda­ lıdır.) (4).

Ve: (Yüzbin tank .yüzbin uçak yapacağız) (5).

Haydi şu son ikisinin, yani tank ve inek mes’elesini bir kenara koyalım da, CHP'nin Seçim Beyân­ namesi olan AK GÜNLERE isimli kitaba bakıp, pa­ halılığı unutmaya çalışalım: (CHP'nin halkçı iktidarı yalnız insanlar arasında değil, bölgeler arastnda da sosyal adaleti hızlı ekono mik kalkınmayla birlikte sağlamayı, özgürce ve halk­ ça kalkınmanın temel koşullarından biri saymaktadır.) (CHP iktidara gelince, yurdumuzda, geçimini emeğiyle sağlayanları ezilmekten kurtaracak ,onların devlet yönetimi üzerindeki etkinliklerini sağlayacak *2 ) (S tl) (2) ГЗ) 14) (S)

.208

HÜRRİYET, 11 Mayıs 1974. TERCÜMAN, 11 Mayıs 974. SON HAVADİS, 11 Mayıs 1974. Korkut ÖZAL. Necmeddın ERBAKAN.


yeni bir insanca ve demokratik çalışma düzeni ku­ racaktır.)

Bu ve buna benzer sözler, ne kulaklardan silin­ mişti ,ne de nutuk atılan meydanlardan... memleke­ tin dört bir yerinde Bay Ecevit'in «pahalılığı derhal önleyecekleri»ne dâir sözleri çın çın ötüyor... Türkiyeyi 12 Mart'a getiren anarşik hâdiselerin müsebbi­ bi olan suçluları şümûlüne almayan Genel Af Kanu­ nu da mer’iyete giriyordu. Bu, öyle bir karardı ki, Bay Ecevit’in baştan be­ ri müdafaasını yaptığı ve bazı çevrelerce «taviz» di­ ye vasıflandırılan, «eylemciler»in cezaevlerinden dı­ şarı çıkarılma arzusu gerçekleşmemişti. Peki, MSP ile imzalanan protokol ne olmuştu? Demek ki, Necmeddin Erbakan, Ecevit'e verdi­ ği sözü tutmamış, tutamamıştı (!). Sebebi ne olursa olsun, Bay Ecevit için tek yol gözüküyordu: — İstifa!


(... hangî nedenle mahkûm edilmiş olursa olsun, aftan yararlanarak ser­ best bırakılanların, vaktiyle mahkûmi­ yeti vardı g^bi gerekçelerle iş bulmama­ ları gibi bir durum olursa, hükümet hiç kuşkusuz kendilerine yardımcı olacak­ tır» (1). — Bülent Ecevit —

Ve Bay Ecevit, 15 Mayıs günü Meclis Salonunu terkederken, istifa kararım sinirli bir şekilde parti­ nin milletvekillerine söylemişti. Saat, sabahın beşiy­ di. Anayasamızın 141 ve 142'inci maddelerinin şümûlüne giren suçlar, Genel Affın dışında kalmış, bü­ tün hesaplar alt üst olmuştu. Gerçi, «oyunbozanlık» yapan kimse, MSP Lideri ve çevresi değildi fakat,, affın Meclis’ten bu şekilde, «eksik» olarak çıkması­ nın asıl mes'ulleri, MSP’nin bir kanadıydı. Sinirli bir hava içinde bulunan Bay Ecevit, istifa kararını açıklayınca, CHP'li milletvekilleri, «Beyefen­ di, şimdi siz de, biz efe yorgunuz. Fevri hareket et­ meyelim. Sabahleyin yetkili kurulları toplar, kararı orada veririz. Şimdi evinize gidip uyuyunuz, dinleniniz»

diyerek, liderlerine «itidal» tavsiye ettiler. Bay Ecevit, böylece evinin yolunu tutarken, ka­ fasını hep şu isimler kurcalıyor ve «Çatırdayan dala sarılmak yararsız» diye düşünüyordu: Mehmed Hulusi Özkul Abdurrahman Ünsal Rasim Hancıoğlu Cahit Koçkar (l)

210

YENİ ORTAM G azetesi 20 M art Ш 4.


Hüsameddin Akmumcu Ahmed Akçael Emin Acar Yahya Akdağ Zekâi Yaylalı Mehmed Bozgeyik Tevfik Paksu Cemal Cebeci Gündüz Sevilgen Sabri Dörkol Reşat Saruhan Ali Acar Vahdeddin Karaçorlu İhsan Karaçam Hüseyin Abbas Mehmed Zeki Okur Bunlar, CHP’nin hesabını alt üst eden adamlar­ dı. Anarşist ve komünistlerin af dışı bırakılması için oy kullanmış kimselerdi. Muhyiddin Mutlu ve Ömer Lütfi Zararsız gibi isimler de oylamaya katılmamış­ lardı. Muhalefet partileri, MSP’li bazı milletvekille­ rinden de destek görünce, CHP’ye işte böyle bir manzara kalmıştı. Uykusunu alan ve sinirli az da olsa yatışmış bulunan Bay Ecevit, 141 ve 142'inci madde suçlula­ rının affedilebilmesi için yeni bir formül aramaya başladı. Orta Doğu gazetesinin manşet haberi olarak verdiği bu bilginin hemen yanında, MSP’lilerin «yek

vücud olarak hükümet! desteklem ekte olduğu» ve geniş kapsam lı bir af için çalışılacağı» yazılıyordu.

211


Elbette çıkarılmalıydı. «Acı çeken devrimci yurtseverler» nasıl olur da af dışı bırakılırdı? Buna fırsat verilmeyeceği, yüzde yüzdü! Bay Ecevit, ne yapıp etmeli ve buna bir çâre bulmalı idi. Bulması şarttı!

«Özgürlükçü demokrasiye doğrudan hücuma geçmekte güçlük çektikleri za­ man, demokratik özgürlüklerin kötüye kullanılmasını, sorumsuzca kullanılma­ sını teşvik hattâ tahrik ederler; sonra kendi teşviklerinin ve tahriklerinin de sonucu olarak ortaya çıkan kargaşalığı ve sorumsuzluğu yıkmak istedikleri öz­ gürlükçü demokrasiden yararlanmaları gereken veya yararlanabilecekler adına konuşma ve yazma durumunda olan ba­ zı kimseler, özgürlükçü demokrasiden tedirgin olmaları doğal sayılabilecek kimselerin bu oyununa gelmişlerdik. 12 M art’a bu etkileşim yoluyla varılmıştır, denilebilir» (1). — Bülent Ecevit —

Hem, şu Bütçe Müzakereleri sırasında CHP Mil­ letvekillerinin bir başka parti liderine karşı takındık­ ları tavır, Bay Ecevit’in derhal bir çıkar yol araması­ nı gerektiriyordu. 141 ve 142'inci maddeler istisna tu­ tulup affa dahil edilmeyince gazaba gelen CHP’liler, CGP Genel Başkanı Prof. Turhan Feyzioğlu’nu döve­

li)

212

Başbakan Bülent Ecevit’le Sohbet - Sayfo : 100.


rek susturmuş; böylece, Feyzioğlu bizzat; öteki parlamenterler de, O’nun şahsında «özgürlükçü de­ m okrasinin nasıl birşey olduğunu sezmeye başla­ mıştı . Fakat, ne talebe yurtlarındaki solcu militanla­ rın, milliyetçi talebelere baskınlar vermesini... ne Necati KAYA adındaki gencin, öğretmeni tarafın­ dan başına demirle vurularak öldürülmesini., ve ne de Profesör Feyzioğlu’nun Meclis’in orta yerinde dövülmesini yadırgamamak gerekirdi. Zirâ, iktidara geldikleri takdirde nasıl bir «dü­ zen» kuracaklarını önceden beyân etmiş bulunan Bay Ecevit «özgürlükçü dem okrasiyi, «söz söyle­ me özgürlüğü»nü hep anlatmıştı. Gençlik ve Spor Bakanı, «faşist öğrencilerin yumuşak yöntemlerle» zararsız hale getirileceğini açıklamıştı. O halde? Bunların nesine şaşıyor, neyi yadırgıyordu bazıla­ rı? (Özgürlükçü demokrasi, solcu olmayanları da­ yak zoruyla susturmak, solculara ise alabildiğine hürriyet vermektir. Parlamentoda sizin aleyhiniz­ de konuşan bir Milletvekili veya Senatöre rastla­ dığınız zaman hemen bir yolunu bulup adamı pesti­ le çevireceksiniz. Parlamento dışında kulağınıza hoş gelmeyen sesler varsa onları da gençlerinize havale edeceksiniz ki, bıçak veya tabanca ile o utanmaz muhalifin hesabını görsünler) (1).

Hakikaten, gerek Meclis ve gerekse talebe yurtlarına hâkim oluveren hava, buydu. İşte bakın. Millet Meclisi’nde Devlet Plânlama Teşkilâtı Bütçe­ si görüşülürken, kendini bu havaya kaptıran Baş­ lı)

ORTA DOĞU, 21 Mayıs 1974 - E. GÜNGÖR.


bakan Yardımcısı Erbakan, AP Burdur Faik KIRBAŞLI’nın:

Milletvekili

— (Sen kalkınmadan ne anlarsın?»

Sözüne, şu şekilde cevap vermişti: — (Ceketini çıkar da dışarıda konuşalım) v1).

«Şimdiye kadar sağ militan güçler­ den gelen tahriklere solda bulunanlar ve genellikle ilerici çevrelerin büyük bir sabır ve tahammülünün kaynağı da ilerisi ile ilgili unutlardı... Sağ militan güçler­ den gelen tahriklere rağmen aş ay işi bir ölçüde sağlayabiliyorduk. Fakat bu ümitler, şimdi büyük ölçüde yıkılmış olabilir. Bu durumda Türkiye’de demok­ rasiyi yaşatmanın da gereği olan asayişi ve huzuru sağlamak son derece güçleş­ miş olmaktadır» (2). — Bülent Ecevit —

Bay Ecevit, bu sözleri söylerken, 14 Ekim se­ çimlerine hazırlanan «Yeni CHP»ni lideri değil, bu­ nunla beraber Türkiye Cumhuriyeti Hükûmeti’nin Başbakanı sıfatını da taşıyordu. Peki ama, bu söz­ leri nasıl söyleyebiliyordu? Görülmüş, duyulmuş bir şey miydi? Şimdiye kadar hiçbir Başbakan, böylesine açık ve tarafgirâne bir beyânda bulunma­ mıştı.*2 11) (2)

214

GAZETELER, 21 Mayıs 1974. 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı konuşması.


Komünist ve anarşistlerin affedilmesi suyc düşmüştü. Anlaşılan o ki; büyük bir ümitle Bay E.cevit ve partisinin bu kanunu kendileri lehine çı­ karacağına iyice inanan suçlular, eylemciler; af kanununun bu şekilde yürürlüğe girmesiyle şok ge­ çirmiş, hayâl kırıklığına uğramıştı. Ama işte sırf bu kanunu beklemek zorunda olduları için son ay­ larda lütfedip sabır ve tahammül göstermişler... Türk Devleti’ne karşı müsamaha göstermişler... Halbuki Türkiye Büyük Millet Meclisi, 141 ve 142’inci maddeleri içine almayan bir kanunu çıkart­ makla büyük bir hata işlemiş (!) ve solcu militanla­ rın sabrı taşmıştı. Bay Ecevit, bundan başka birşey mi söylüyor­ du? Başbakan 12 Mart eylemcilerini anarşistleri, sabotajcıları böyle görüp böyle konuşuyordu, ama, acaba herkes de kendisiyle aynı görüşü paylaşıyor muydu? 27 Mayıs Bayramı dolayısiyle bir mesaj yayın­ layan Genel Kurmay Başkanımız Sayın Orgeneral Semih Sancar’ın şu sözleri, o günün Orta Doğu Gazetesinde manşet idi: (12 M art’ta gafillere gereken dersi verdik)

Ve Sayın Sancar şöyle devam ediyordu: (Yurdun ve milletin bütünlüğüne uzanacak el­ lerin kırılacağından şüpheniz olmasın)

Türk M illeti’ne hitaben söylenen bu sözleri, halk heyecan ve sevinçle dinledi. Cumhurbaşkanımız Sayın Fahri Korutürk ise, Orgeneral Sancar'ın bu mesajıyla ilgili olarak Anıt Kabir’de tertiplenen merâsim sırasında, hem de •yüksek sesle: (Bayram mesajını çok dikkatle okuduğunu söy­


lemiş ve kendisini kutlayarak teşekkür etmiştir) (1),

Türkiye’de, 12 Mart hâlâ daha anlaşılmamıştı. Dünya yüzünde kalabilmiş son bağımsız Türk Devleti’nin, kızıl eylemciler tarafından nasıl bir uçurumun kenarına kadar getirildiği ve kahraman Silâhlı Kuvvetlerimiz, şerefli kumandanlarımız, cefâkâr emniyet teşkilâtımızca bu tehlikenin bertaraf edildiği gerçeği, kafalara dank etmemişti. ★

Bu arada: (... Stern

Dergisi, bir

yazısında,

Ecevit'ten,

«Türkiye'de ilk defa grev hakkım getiren bakandır» diye söz etmektedir. Dergi ayrıca, «12 Mart hareketine karşı çıkan

ve 12 Mart’ı Yunan cuntasına benzeten ilk ve tek Türk politikacısı Ecevit olmuştur» demektedir) (2). Gazete sütunları grev haberleriyle doluyor. Dev let Üretme Çiftlikleri'nde grev yüzünden olaylar çı­ kıyor. Üçyüz işçi Jandarma tarafından gözaltına alınıyordu. CHP'li Millî Eğitim Bakanı Üstündağ, devamlı şikâyetlere yol açan icraatlarda bulunu­ yor; milliyetçi olduğu bilinen, yahut solcu olmayan öğretmen ve öğrenciler değişik yerlere sürgün ediliyorlardı. Mayıs ayının son günü ise, Rize’nin Salarhası'nda binlerce çay üreticisi fabrikayı işgal ea’iyor, fabrika müdürü linç olmaktan zor kurtulu­ yordu. Bay Ecevit'in işi gerçekten zordu. Ama kendisi,, hâlâ daha 141 ve 142’inci maddeleri affın şümûlü-1 2 (1) (2)

216

Gazeteler, MİLLİYET Gazetesi, 24 Ağustos 1974.


ne aldırmaya çalışmakla uğraşıyor... pahalılık ve diğer dertler, himmet ve hizmet erbabını dört gözle bekliyordu. Hattâ Ege Denizi, petrol arama mes’elesi ve kıt’a sahanlığı gibi mevzular, Türkiye iie Yunanis­ tan arasındaki havayı bir hayli gergin hâle getirmiş ti. Ne olursa olsun, memlekette CHP — MSP or­ taklığının meydana getirdiği gergin hava bir kena­ ra atıiamazdı. O, CHP'nin «yanında bulunduğu»nu iddia ettiği halk, huzursuzdu, ana - babalar endişe­ liydi. Zirâ Eğitim Bakanı Üstüridağ’dan şikâyet edenler öylesine artmış ve eğitim câmiası öyle keş­ mekeş içine sürüklenmişti ki; AP, DP, CGP ve MSP' nin hazırlayıp imza koydukları bir soru önergesi, Millet Meclisi Başkanlığı'na verildi. Üstündağ, kendisi ile ilgili gensoru önergesini, «bana değil, hükümete karşı» diyerek değerlendirir­ ken, memleketde tüp gaz sıkıntısının arttığı, milli­ yetçi öğretmen kıyımının devam ettiği çalkalanıyor. «Hükümet, hububat alım fiyatını artırınca ekmekle­ re zam geldi» haberleri de bütün bunları süslüyor­

du. Anadolu Ajansı'nın bir haberine göre, 6 Hazi­ ran tarihinden itibaren geçerli sayılmak üzere Bo­ ya fiyatlarına da yüzde kırk oranında zam yapıldığı­ nı öğreniyorduk. Gazeteler,«hergün bir mamule zam geliyor» di­ ye feryad edip duurken, bir de bakıyoruz, Bay Ecevit’in büyük ümitlerle işbaşına getirdiği TRT Genel Müdürü İsmail Cem İpekçi hakkında yeni iddia şu: (TRT Genel Müdürü, Paris’e bir Rum'u tayin et­ ti... Türkiye Radyo - Televizyon Kurumu, Paris mu­

217


habirliği görevine Его! KAYA takma adiyle yorum­ lar yapan Kosta adında bir Rum'u getirmiştir. Paris’te sürgün hayatı yaşayan ve tabiiyetsiz olduğu bildirilen Yunan asıllı bir Rum gazetecinin bizzat TRT Genel Müdürü İsmail Cem İpekçi tara­ fından Paris muhabirliğine getirilmesi uzun müddet gizli tutulmuş, basın ve parlamento çevreleri, işin iç yüzünü ancak dün öğrenebilmişlerdir. (........... ) Yeni Paris muhabirine Erol Kaya takma adının da bizzat Genel Müdür İpekçi tarafından verildiği ve halen TRT haber ve yorum servislerinde çalışan personelin de Erol Kaya takma isminden haberleri olmadığı öğrenilmiştir. Oysa Paris muhabiri son günlerde TRT bültenlerine de geçen yorumlar yap­ mış ve kendi sesiyle Erol Kaya olarak haberler ver­ miştir) (1).

Erol Kaya isimli Kosta’nın bu vazifeye gelmesi, İçişleri Bakanı'nın valiliklere «fiyat artışını önleyin» tarzındaki genelgesini... Millî Eğitim Bakanlığı’nın ise okul kitaplarına «yüzde otuz zam» yaptığını unutturamıyordu. Burada şöyle bir sual sorulabilir: — İki partiden meydana gelen bu hükümet, ik­ tidar olalı kaç gün geçti ki, bilhassa CHP’nin hal­ ka vaad ettiklerinin gerçekleşmesini bekliyorsu­ nuz? Henüz büyük memleket dertlerine el atacak zamanı bulamadı. Böyle bir durumda, CHP’nin, sö­ zünü tutması beklenemez. Evet, bu ve buna benzer iddiâlar, mümkündür. Ama, Bay Ecevit hiç de böyle düşünmediğini bizzat •açıklıyor: f 1) O R T A D O Ğ U G a z e t e s i, 10 H a z i r a n 1 974.

218


(Başbakan Bülent Ecevit, CHP parti meclisinde yaptığı konuşmada «sözümüzü tutma durumuna şim 'Kilon geldik» demiş ve vatandaşın hükümetten bek­ indiği hemen herşeyin düzelme yoluna girdiğini söy­ lemiştir) (1).

Gene Bay Ecevit, 11 Haziran günü Ankara Atainrk Spor Salonu’nda yapılan «CHP Halk Gecesi» ııdeki sözlerinde, Anadolu Ajansı muhabiri tarafın­ dan gazetelere intikal eden konuşmasında, «Akgünlore adım adım yaklaşıyoruz» demiştir. O halde, vatandaş, Bay Ecevit’in vaadlerini beklemekte haksız sayılmamalıydı . Belki Ecevit — Erbakan İkilisine göre de böyloydi ve bundan sonra, millet beklemesine devam edebilir... «Umudumuz Ecevit» sloganlarını içine sindire sindire tekrarlayabilirdi. İşte bu günlerde, adı geçen iki lider, rahat bir nefes aldı. Millî Eğitim Bakanı hakkında muhalefet parti­ lerinin verdiği takrir, MSP’lilerin af kanunu oylama­ sında yaptığı «oyun»u tekrarlamaması sayesinde ıaddedilmiş... Muhalefetin 202 müsbet oy’una mu­ kabil, CHP ve MSP’nin oyları 231’i bulduğu için, öner ge redde uğramış, Üstündağ da yerli yerinde kal­ mıştı. Bu hâl, koalisyon için büyük bir «olanak» (!)tı. Radyo başındaki, televizyon karşısındaki va­ tandaş, Bay Ecevit’le başlayıp, gene Bay Ecevit’le biten haberileri... «olanak furyası» içinde takip ederken, iki AP milletvekili Mehdi Keskinle, İbrahim Göktepe, MSP Genel Başkanı ve Başbakan Yardım­ cısı Erbakan’a ortak bir telgraf gönderiyorlardı. İl)

O R T A D O Ğ U G a z e t e s i, 12 H a z i r a n 1 9 7 4 .

219


Adı geçen telgrafda, özetle: (Ecevit’in, Yunanlı ile kardeşiz görüşünü pay laşıyor musunuz?) Diye soruluyordu.

Millî Eğitim Bakanı Üstündağ’la ilgili gensoru önergesi görüşülürken, bazı milletvekilleri. Bay E cevit’in «Yunanlı Kardeşim» şiirini tenkîd etmiş, bunlara cevap vermek üzere kürsüye gelen Başba­ kan Ecevit de, bizim milletimizle Yunanlılar’ın aynı kültür kaynaklarından hâzinelerinden beslendiğini, ve o şiirine bugün de imza atacağını söylemiş: «bu­ gün Türkiye’nin başbakanı olarak söylediğini ve söylemeye devam edeceğim budur» demişti. İşte bunları belirten iki milletvekili, «bu beyân­ ların hükümetin başı tarafından Başbakan sıfatıyle ve tabiatıyle hükümet görüşü olarak ileri sürüldü­ ğünü» hatırlatarak, Erbakan’dan, «hükümetin ikinci adamı olarak bu görüşleri paylaşıp paylaşmadığını, Yunanlılarla kardeş olup olmadığımızın merak edil­ diği» suallerine cevap istiyorlardı.

Bay Ecevit'in dillere destan olan«Yunaniı Kar­ deşim» şiiri hakkında kitabımızın bir tek cümlemiz bile yok... Acaba, Erbakan’ın söyleyeceği birşey var mıdır? Elbette vardır. İşte 21 Haziran tarihli gazeteler deki sözleri: (MSP liderine göre, Üstündağ'ın icraat Hükûprogramına uygun. Erbakan, «CHP’nin güvenilir bir dostu olduğumuzu isbat ettik» dedi.)

Bay Erbakan, telgrafla ilgili değil; Üstündağ'ın yerinde bırakılmasıyla alâkalı olarak konuşmuştu. Gerek telgraf çekenler ve gerekse kamuoyu, bir 220


müddet daha bekleyecek, fakat hâdiseler çok hız­ lı geliştiği için, Yunanlı’yla kardeşliğimizi (!) de İ mi çok şey gibi unutacaktı... Yunanlılar'la Türkiye arasındaki münâsebetler, inç de dostâne olmayan bir tutuma büründüğü zaMKiıı da, Bay Ecevit adı geçen şiire bugün imzası­ nı atabileceğini böylece beyândan geri durmaktan l- ısa bir süre sonra Brüksel'deki Türk İşçi temsilci­ lerine, pahalılıkla ilgili olarak: (Türkiyede fiyatların yükseldiği bir gerçektir. Ama, işçi ve köylünün geliri, yükselen bu fiyatların önüne geçecek tazda ayarlanacaktır) (1). Diyerek, memleketteki, pahalılığı nihayet mem­ leket dışında kabul edecek, fakat gene de başka nnlaşılmaz, tuhaf ve mücerret bir iddiâda buluna­ caktı. Tabiî Bay Ecevit’in iddiâsı ne dereceye kadar isâbetli ve doğrudur diye bugün bile kendi kendini­ ze sorabilir; şöyle bir pazara çıkabilir çıkmadan önce saydığınız cebinizdeki parayı, bir de pazar dö­ nüşü sayabilirsiniz. Bu satırların kaleme alındığı günlerde, nebati yağ yoktu. Ayrıca, gazetelere intikâl eden haberler­ den, margarin yağına bazı kimselerin makina yağı karıştırdığı öğrenilmiş, halk, ne yiyeceğini iyiden iyiye şaşırmıştı. Peki, bu muydu «Ak Günler?» Belki de buydu! Bakın, Ege Sanayi Odaları Başkanı Şinasi Ertan, Türk Haberler Ajansı'na verdiği beyânatda: (Cumhuriyet târihinde en şiddetli ekonomik buhranı yaşıyoruz.)1 (1)

Sabah Gazetesi, 25 Haziran 1974.

221


Derken, takvim, 26 Haziran 1974 Çarşamba gü­ nünü gösteriyordu. Peki, yanılan kimdi? İsterseniz, gelişigüzel bir şekilde gazete kolleksiyonları arasından 23 Ağus­ tos 1973 tarihli Tercüman'ı çekip alalım: (CHP iktidara gelirse memura refah. işçiye bol kazanç. Öğretmene huzur. Öğrenciye her türlü tahsil kolaylığı. Polise bol tazminat. Köylüye toprak. Şoföre araba. Fakire araba. Fukaraya bedava yemek.) Vatandaş, bir bunları hatırlıyor; bir de geçimsıkıntısının meydana getirdiği «ateşten gömleği» sırtından nasıl çıkaracağını kara kara düşünüyor­ du. ^ Bay Ecevit'in değiştirmeye azmeder göründüğü ve bozuk düzen» diye isimlendirdiği müessese ni­ zâm, gerçekten değişmiş miydi? Değişmekte miy­ di? Yoksa vatandaş, Bay Ecevit’in tâbiriyle, o «bo­ zuk düzen» in hasretini mi çekmeye başlamıştı? Gerek hayat pahalılığı ve gerekse yeniden baş­ layan banka soygunları, halkın böyle bir mukayeseyapmasına sebep teşkil ediyordu. O karanlık günleri çok geride bıraktığını zan­ neden millet, 29 Mayıs günü Ankara’da cereyan eden soygunu haber alınca, iliklerine kadar ürperdi. (29 Mayıs gecesi Ankara Gençlik Caddesi A k bank şubesi soyularak 91.910 lira alınmıştır. Silâhlı müsâdeme sonucu yakalanan Sevinç A k 222


taş, T. Halk Kurtuluş Ordusu’ndan olduğunu söyle­ miştir.) 1970 senesinde İstanbul Yüksek Öğretmen Okulu’nda meydana gelen yaralama ve öldürme hadi selerinde de bulunan ve T.H.K.O. dâvâsında ifâde vermiş olan soyguncunun, Akbank hırsızlığının pe­ şinden verdiği ifâdenin bir yeri şöyle: (Ben, T.H.K.O. mensubuyum. Teşkilâta para sağlamak için bu işi yaptık. Bu soygunlar lâzımdır ve devam edecektir) (1). «Irkçılıktan uzak, milliyetçi bir par­ tiyiz. — 17 Nisan 1970 — Kıbrıs'a ırkdaşlarımızın mal ve can emniyetini korumsüt için çıktık. — 21 Temmuz 1974» (2). — — Bülent Ecevit —

Bilindiği gibi, bilhassa Kıbrıs harekâtlarının Tür kiye’de meydana getirdiği birlik — beraberlik — heyecan havası... sonra da başta TRT ve bazı ba­ sın yayın organlarının Kıbrıs askerî Zaferi’ni Bay Ecevit’e mâl etme hevesleri, bir takım kimselerin* sür’atle kaleme kâğıda sarılmasına vesile olmuş... böylece bir seri Ecevit kitabı piyasayı doldurmuştur. Bu kitapların sayısı bir hayli kabarıktır. Ama,, bir tek müşterek noktada birleşirler. Bu müşterek; nokta; Bay Ecevit’in daima belirli tarafını, yani O’nu istedikleri gibi göstermektir. Biz, Bay Ecevit’in, ken­*2 ti) (2)

Tercüman Gazetesi, 2 Haziran 1974. Tercüman Gazetesi, 14 Kasım 1974 - Rauf TAMER. 223


dişi hakkında peşpeşe çıkarılan bu kitaplarla fazla •ca memnuniyet duyduğunu zannetmiyoruz. Tahmi­ nimiz odur ki; kendisinin olanca perspektifiyle mil­ let önüne çıkarılmasını Bay Ecevit de isterdi. Çünkü O, herkes tarafından beğenilse de beğe nilmese de Başbakan olmuştu. İnsanları sevmeye .mecbur değildik ama, hürmet etmeye mecburduk. Her neyse... İşte yukarıda bahsettiğimiz bu kabil kitaplardan birisi, Bay Ecevit'in «en yakınlarından» olduğunu söyleyen ve kitabında bunu sık sık belirten Remzi Şahin’indir. Kitabın ismi de «Ecevit ve çevresi».. Remzi Şahin'in yazdığı ve kitaba da aldığı bir makalesi, evvelce Bay Ecevit tarafından, «Şu yazıyı bir de siz okuyun. Ben okudum ve şaşırdım. Benim ifâde etmek istediğim herşey var içinde» diye baş­

kalarına takdim edilmiş ve taltif görmüşdür. (Ece­ vit Ve Çevresi)nin bazı kısımlarını birlikte okuyalım: (Ortanın Solunda milliyetçilik bir lirizm bir heyecan değildir, Mantıktır, ekonomidir) (1). (... Saldırgan değildıri; ülkeleri fethetmeyi dü­ şünmez yurttaşların kalbini fethetmeyi düşünür)

( 2). (... Ecevit’le çevresi sadece dan karşıttırlar.

«niyet» bakımın­

Ecevit’in düşünce yapısını «şiir ile mantığın sa­ vaş alanı» olarak tanımlayabiliriz. Şiir ile mantık, öteki deyişle düş ile gerçek, Ecevit’in kafasında eşit güçler halinde çarpışmaktadırlar. Bilinçli ya da bilinçsiz olarak Ecevit, çağımızın düşünürü Herbert1 2 (1) (2)

224

Ecevit ve Çevresi, Sayfa: 22 - Remzi ŞAHİN. Aynı Kitap, S a y fa :22 - Remzi ŞAHİN.


’Marcuse’un kişiliğinde anlatımına kavuşan bir tep­ kinin temsilcileri arasındadır) (1). «Ecevit Ve Çevresi»ni okumaya devam ediyo.ruz: (ECEVİT SSOSYALİST MİDİR? «Bana soyaiist denirse bundan şeref duya­ rım...» Bu Ecevit'in sözüdür. Bununla beraber, Ece­ vit, sosyalist öğretinin zorunlu düzencesine hiç de yakınlık duymamaktadır. Sosyalist öğretinin çağdaş uygulaması, ona bu öğretinin kendi amaç­ larından uzak düştüğü kanısını vermiştir. Sosyalist öğretinin öngördüğü amaçlarla seçtiği araçların bir birine ters düştüğü yargısı, Ecevit'in bu öğreti kar­ şısındaki tutumunu belirlemiştir. Ecevit için yanıtlanması gereken soru şudur: Sosyalist öğretinin seçtiği araçlara başvur­ maksızın bu öğretimin amaçlarına varmak olanak­ sız mıdır? Bu sorunun karşılığını o, «olanaklıdır» biçimin­ de vermiştir) (2). Bay Ecevit’in, milliyetçilik anlayışı .zaten bilin­ mektedir. Birçoklarının anladığı, daha doğrusu bili­ nen ve anlaşılması lâzım gelen milliyetçilik telâkki sinden çok uzakta bir fikir kabul ettiğini daha önce kendi ağzından ifâde etmiştik. Bay Ecevit, «ekono­ mik mânâda miliyetçi» olduğunu çok tekrarlamıştır. Ortanın Sölu’nu anlatan Bay yazar da ,zaten başka birşey söylemiyor. Diğer bir mes’ele de Bay Ecevit’in sosyalist o-1 (1) !(2)

Ecevit şe Çevresi, Sayfa : 25. Ecevit ve Çevresi, SaSySfa : 26.

F : :15

225


lup olmadığıdır. Eğer bu, çok mühim ve meçhul b ir sualse, yukarıdaki cümeleyi bir daha okuyabilirsiniz. (Sosyalist öğretinin seçtiği acılı araçlara baş­ vurmaksızın bu öğretinin amaçlarına varmak OLA­ NAKLIDIR.) Sosyalizmin hedef seçtiği noktaya, yani sos­ yalizmin gâyesine ulaşmayı «ğaye» biliyor fakat, bu. gâyeye ulaşmak için «acılı araçları» değil; başka vâsıtaları «tercih» ediyor. Yukarıdaki cümlenin te r­ cümesi, budur. Gene Remzi Şahin’in kitabına dönüyoruz; (... Bunun üzerine bu satırların yazarı, Garaudy’nin «Büyük Dönemeç» sözüyle neyi kasdettiğini kı­ saca özetledi: Garaudy, sosyalist öğretinin güncel uygulamasının kendi insancıl amaçlarına ters düş­ tüğü savıyla ortaya çıkmıştı. Öteki deyişle, sosyalist öğretinin seçtiği güncel araç ve yöntemleri eleştiri­ yordu. Bunları dinledikten sonra Ecevit şunları söy­ ledi: « — Görüyorsunuz ya, dünya bizim görüşümüze yaklaşıyor. Biz haklı çıkacağız...») (1). Şunlar herkesçe malûmdur ki; «Proleterya» «fa­ şist» «burjuva» kelimeleri antikomünistlerden ziyâ­ de, komünistlerin, Marksistler'in, Leninistler'in, Maoistler’in tekelinde gibidir .Bunları daimâ böylelerinden ve Marksist liderlerden itibaren gene aynı dü­ şüncenin insanlarından duymuşuzdur.. il)

226

Ecevit ve ÇevTesi, Sayfa : 27.


«Çoğunluğa sahip olmak demek İk­ tidar olmak demek değildir. 4 Şubat 1972 Millet, parlementoda çoğunluğu bize vermiştir. İktidar olma yolunda bunu değerlendirmek en tabiî hakkımızdır. — Bülent Ecevit — 17 Ekim 1973» (1).

Bay Ecevit’in «çok yakını» olduğunu söyleyen Remzi Şahin’in kitabında son derece dikkate değer bir açıklama var. Bu bakımdan yukarıdaki hatırlat­ mayı yapmak zaruretini duyduk. Adı geçen şahıs, belki de «şimdilerde» Ecevit'in «çok yakını» değil. Ama biz de mücerret temeller üzerine değil; müşah­ has beyânları meydana getirdiği temeller üzerine oturmak zorundayız: (ECEVİT VE HALK Ecevit’in siyasal ve düşünsel mücadelesi «acılı

araçlara baş vurmaksızın mutlu bir dünya kurmanın çarelerini bulmak» biçiminde özetlenebilir .Bu ışık altında denebilir ki. O, sadece mücadele içinde de­ ğil, aynı zamanda bir aranış içindedir. Bu aranışın ilk sonucu, «proleterya» yerine «halk» kavramını koymak olmuştur. Asıl devrimci dinamiğin işçi sını­ fında bulunduğunu bilmekle beraber, araçla amaç arasında bir uyum sağlayabileceği kanısındadır) (2).

Yazarın dedikleri, herhangi bir açıklamaya mey­ dan bırakmıyacak kadar sârih ve anlaşılır şeylerdir. Lütfen bir defa daha dikkatle okuyunuz!1 (1)

TERCÜMAN Gazetesi, 14 Kasım 1974 - Rauf TAMER.

(1)

Ecevit ve Çevresi, Sayfa s 28. 227


Bunu da bir kenara bırakıyoruz ve Bay Ecevit'in başka bir cephesini anlatan «Ecevit ve Çevre­ s in d e şu satırları okuyoruz: (HALK SOLCULUĞU «Halk Solculuğu» deyimi, Türk Siyasal yazını­ na Ecevit tarafından sokulmuştur. Bu deyimiyle sos­ yal gerçeğe yeni bir bakış açısı getiren Ecevit’e egemen olan düşünce, devrim eyleminin halkın dene­ timi altında yol almasıdır. Nitekim solculuğuna bir sınır çizmesi yolundaki sataşmalara verdiği yanıtlar­ la, «halkın izin verdiği: rıza gösterdiği ölçüler için­ de solcuyuz» demiştir) (1). (... Marksist öğretiye dayalı olmasa da, Ecevit’in, «türü kendine özgü» bir sol düşünceyi geliştir­ mek, sistemleştirmek istediği bilinmektedir) (2).

Bay Ecevit'in «çok yakını» Ecevit'i böyle tarif ediyor. Acaba, biz bir hamle daha ileri gidip, Ecevit’i kendi târifiyle öğrenmeye çalışsak, karşımıza ne çıkar? Yani, Şu «yakını» O’nu hangi nisbete doğ­ ru anlatabilmiş? Aşağıdaki sözler, bu sualin cevabı­ dır: (HAVASIZ DEMOKRASİ Bugün, söylemek istediğiniz bazı basit doğru­ ları, bazı bilimsel gerçekleri, kanun yasakladığı için değil, devlet önleyebileceği için değil, toplumda uyandırabileceği tepkiden çekindiğiniz için söyleyemiyorsanız .. Halk yararına gördüğünüz hem de Ana­ yasaya uygun bazı çözüm yollarını, bir kısım halkın1 2 (1) (2)

228

Ecevit ve Çevresi, Sayfa : 30. Ecevit ve Çevresi, Sayfa : 43.


baskısından ürktüğünüz için açıklıyamıyorsanız, Türkiye henüz, demokrasinin havası demek olan, düşünce ve vicdan özgürlüğünden yoksun demek­ tir) (1). «Fuhûş için yıl göstericilik de bir fi­ kirdir. Mason cemiyeti kurmak da bir fikirdir.» — Ergun Göze —

Böylece, 4 Temmuz 1974 Perşembe gününe kadar geliyoruz. Gazetelerin o günkü manşeti .tarihi bir haber vermektedir: (Meclislerin aldığı karar oy çokluğu ile iptal edildi ve ANAYASA MAHKEMESSİ T.B.M.M.'Nİ İSKAT ETMEK İSTEYENLERİ AFFETTİ.)

Anayasa Mahkemesi’nin hukukî durumu, aydın çevrelerce tartışıla dursun, AP Genel Başkanı, «Anayasa Mahkemesi, af çıkarma yetkisine sahip mi?»

diye soruyor... Bozbeyli «Anayasa Mahkemesi M ec­ lislerin üzerine çıkıyor» diye sesleniyor... MHP Li­ deri Alparslan Türkeş ise : (Türkiye’yi idare edenler gaflet içinde)

Diyor ve ilâve ediyordu: (Komünistlerin tesiri altında dış politika yürü­ tülemez. Düşmanlarımıza karşı savunma gücümüzü acele takviye etmeliyiz.)

(................ ) (Anayasa Mahkemesi’nin

kararı, Türk Ordusu

MHP Lideri, Türkiye'nin savunma gücünü ace­ le takviye etmesi görüşünü bir kerre daha tekrarve Devleti'nin itibarını kırıcı şekildedir.)1 (1) 12)

ORTANIN SOLU, Sayfa i 67 - 68, Bülent ECEVİT. TERCÜMAN Gazetesi', 16 Ağustos 1972.

229


1ar ve Bay Ecevit'e «ters düşerken», Anayasa Mah­ kemesinin kararı. Komünist Bizim Radyo tarafın­ dan övülüyordu: (... Ote yandan merkezi yurt dışında bulunan Türkiye Gizli Komünist Partisi'nin organı durumun­ da bulunan ve Moskova Radyosu tarafından idare edilen komünist «Bizim Radyo», evelki gece Türki­ ye saatiyle 23’deki yayınında, Anayasa Mahkemesi­ nin iptal kararı ile ilgili olarak yaptığı yorumda, ka­ rarın büyük bir «aşama» olduğunu belirtmiş, «Ana-

saya Mahkemesinin kararı, devrimcilerin yeni bir zaferidir» demiştir) (1). Yukarıda, Türkeş'in, Bay Ecevit’e ters düştüğü­ nü söylemiştik. CHP’nin seçim beyânnâmesi olan «Ak Günlere» isimli kitap, bize her zaman olduğu gibi bu sefer de işin içyüzünü gösterecek yegâne kaynaktır: (Türkiye'nin gereksiz bir silâhlanma yarışına sürüklenmesini önlemek için Doğu Akdeniz'de ve Orta Doğu'da böyle bir yarışı körükleyici etkenleri ortadan kaldırmağa uğraşacaktır).

Bay Ecevit, bu görüşe yeni kapılanmış bir lider değildir. Bundan çok daha önce de aynı fikrin mü­ dafaasını yapmış ve Türk Hava Kuvvetleri'nin almak üzere olduğu 40 adet Phantom uçağına itiraz etmiş, karşı çıkmıştı: (Türkiye, Yunanistan'la silâhlanma yarışını bı­ raksın) (2). Ve bir başka sözü:1 (1) 12)

230

ORTA DOĞU Gazetesi^ 8 Temmuz 1974. TERCÜMAN Gazetesi, 16 Ağustos 1972.


(Ege, aramızda dostluk denizi olmalıdır) (1). «Biz aynı ittifak içindeki iki ülke ara­ sında silâhlanma yarışını uygun bulmu­ yoruz .Zaten bu takdirde o ittifakın anla­ mı kalmaz. Ancak bir si’âhlanmaya mec­ bur kalırsak, Yunanistan’dan geri kalma mız söz konusu değildir» (2). — Bülent Ecevit —

Türkiye'nin başına, Ege ve Yunan mes’elesinden başka, bir de «Haşhaş» problemi çıkmıştı. CHP MSP Hükümeti, beş ilde yeniden haşhaş ekimine başlamasıyla ilgili kararı .dünya kamuoyunu aleyhi­ mize döndürmüş... başta Amerikan, İngiliz ve Fran­ sız basın - yayın organları,' radyo ve .televizyonları, Türkiye aleyhine bir kampanya açarak ,adı geçen kararı tenkîd etmeye başlamışlardı. Türkiye'nin yedi vilâyetinde haşhaş ekimi kara­ rı alındıktan bir müddet sonra, bu husûsu Ameri­ kan halk efkârına anlatmak ve aleyhimize başlatı­ lan kampanyanın tesirlerini önlemek için A.B.D.'ne «iyi niyet elçileri» gönderiliyordu.1

(1) 12)

TERCÜMAN Gazetesi, 18 Nisan 1974 - Rauf Tamer. TERCÜMAN Gazetesi, 4 Eylül 1974.

231


«NATO ve Amerika’mı! gölgesinde* bağımsızlık savaşı verilmez. Bağımsız Türkiye, dünyada kendisine yeni bir yer bulacaktır. 2 Ocak .1973 NATO’da Yunanistan’dan boşalan boşlukları fazlasıyla doldurmaya hazı nz. — Bülent Ecevit — 3 Ağustos 1974» (l).

16 Temmuz 1974 Salı günü, gazeteler şu haber­ leri verince, haşhaş mevzuu da derhal unutuluverdi: (Kıbrıs'ta darbe)

(Makarios devrildi, Ada, Yunan kontroluna gir­ di) (Yeni Cumhurbaşkanı Sampson, koyu bir ENOSİS'ci olarak tanınıyor)

(Makarios’un ölüm haberi yalanlandı) Kıbrıs'daki darbe, Hükümet ve Dışişleri tara­ fından bir sürpriz olarak karşılanıp, şaşkınlık yara­ tırken, Genel Kurmay Başkanı Orgeneral Semih’ Sancar, konuyla ilgili olarak şöyle diyordu: (Bu darbe, zaten beklenen şeydi)

Peki, Bay Ecevit Afyon’da değil miydi? Darbe haberini almasına rağmen, ne diye Ankara’ya dön­ müyordu? Haydi, Dışişleri Bakanı Turhan Güneş,. Çin'deydi ve geri dönmesi zaman alırdı ama. Bay Ecevit? Aslına bakarsanız. Bay Ecevit darbe haberini aldığı zaman Afyon'da değil; Ankara Etimesut Ha­ li) 232

TERCÜMAN Gazetesi, 14 Kasım 1974 - Rauf TAMER..


va Alanı’ndaydı. Hareketini bir müddet geciktiren. Bay Ecevit, Dışişleri Bakan Vekili Haşan Işık'la bir kısa görüşme yapmış ve daha sonra uçağa binmişti. Genel Kurmay Başkanlığı, Başbakcn’ı acele An­ kara'ya çağırdı. Parti liderleri, Kıbrıs’a müdahale etmemiz ge­ rektiğini söylüyor... Bâbıâlinin belirli gazeteleri de «Kıbrıs'ı kurtarmak için son fırsat’ın doğduğunu» bı kıp usanmadan yazıyorlardı. (Türkiye'nin Kıbrıs'da hakları var. Anlaşmalar, Yunanistan tarafından çiğnenerek ortadan kaldırıl­ mıştır. Durumumuzu buna göre tesbit etmeliyiz) (1). (Türkiye'nin Yunanistan’a verecek bir kaya parçası dahi yoktur) (2). (Rumların anlayacağı cevap, bir an evvel veril­ meli) (3). Ve işte 20 Temmuz 1974 Cumartesi... TÜRK ORDUSU KIBRIS’TA. CHP-MSP Hükûmeti'nin yanlış ve hatalı dış politikası, Türkiye’yi tek başına bırakmış ve bütün temâslar netice vermemişti. O halde, Türkiye dün­ ya yüzünde sadece Türk’den başka dostu olmadı­ ğını bir kerre daha görecek; bunu unutan gafiller ae şaşkın şaşkın, Mehmedçiğin harekâtını seyrede­ cekti... Harekât kararı, böyle millî bir mes’ele karşısın­ da yek vücûd oluveren Büyük Millet Meclisi'nde bütün üyelerin, Hükûmet’i desteklemesiyle alınmıştı. Aradan üç gün getçi. Bir ibret vesikâsı olduğu­ na inandığımız, ayrıca bazı kimselerin hangi istikâ-1 3 2 (1) (2) (3)

Alparslan TÜRKEŞ. Süleyman DEMİREL. Ferruh BOZBEYLt.

233‘


mete gitiğini belirtmesi bakımından da manidar olan, aşağıdaki yazıyı dikkatlerinize sunuyoruz; bu yazı, Milliyet Gazetesi’nin 23 Temmuz nüshasında Ankara mahreçli ve Nilüfer YALÇIN imzasıyla yorum olarak yayınlanmıştı: (Başbakan Ecevit'in dün sabah dediği gibi, ba­ rışı sağlamak en az savaş kadar zordur ve bunun güçlüğünü önceki gün ve gece Hükümet, Genelkur­ may, devlet görevlileri, basın ve yabancı büyükelçi­ ler birlikte yaşadılar. Başbakan Ecevit Londra toplantısından İngilte­ re’nin Kıbrıs’a ortak müdahalesini sağlayamadan döndükten sonra, olayların akışı hızlanmış, Türkiye'­ nin Kıbrıs'a mutlak bir müdahale kararında olduğu, Ingiliz ve Amerikan hükümetlerince anlaşılmıştı. (...) Sisco, Atina’da herşeyden önce darbeyi kına­ dıklarını, ABD’nin bu Yunan harekâtını NATO ilişki­ leri ve Türk - Yunan işbirliği yönünden fevkalâde hatalı ve tehlikeli bulduğunu, Anayasa ihlâlini tasvib etmediğini bildirdi. Arkasından da şunu söyledi: «Bu darbe, Türkiye'ye bir müdahale için en hak­ lı fırsatı yaratmıştır. Biz, savaş olmadan bunu mü­ zakereyle çözümlemeye gayret edeceğiz ama, güç­ lük çıkarırsanız, Türkiye, Ada'ya gidecektir ve biz de kendisine engel olamayız, hiçbir ülke de olmaya­ caktır.)

Bu sözlere... bu, Milliyet Gazetesi'nin yorumu olan sözlere mim koyunuz! Zirâ ileride, hatırlatacak ve gülümseyeceksiniz. Koalisyonun «üçüncü ortağı», Türkiye'nin Kıb­ rıs’a müdahalesinde, Amerika'nın bizi desteklediğini ve başka hiçbir ülkenin de bize engel olamıyacağım böylece açıklıyor. 234


V

Kıbrıs’daki askerî harekât, tam bir zaferle nok­ talanmış ve gerçekten de verdiği sözü tutan Ame­ rika, sonuna kadar bizim ne yapacağımızı seyret­ mişti. Üç gün süren birinci harekâttan sonra Ateş Kes ilân edildi ve Cenevre görüşmeleri başladı. Şimdi bütün gözler askerî zafer kadar mühim olan politik zaferi görmeye çevrilmişti. Acaba Hü­ kümet, Kıbrıs için nasıl bir tezi müdafaa ediyordu? Bu noktada, her kafadan bir ses yükselmek­ teydi. CHP'den bazı yetkililer federatif sistem tezini ileri sürerken, MSP de taksim diyordu. Birbirini tu t­ mayan bu iki görüşten İkincisi, yani Erbakan’ın tezi, Türkiye için çok daha faydalı olan ve millî menfaat­ lerimize uygun düşen şekildi. Binlerce vatandaş, Kıbrıs'a gönderdiği yakının­ dan gâzilik yahut şehitlik müjdesini alabilmek için radyo ve televizyonların başından ayrılmıyor... sabır ve vekârla bekliyorlardı. Buna karşılık siyasiler tebrikleşiyor, bunların konuşmaları ve incir çekirdeğini doldurmayan beyânları, filimleri haber bültenleri dolduruyordu.

«Biz Kıbrıs’ta taksimi düşünmüyoruz. Kıbrıs'ın bîr bölümünün Türkiye’ye il­ hakını düşünmüyoruz.. .1 (1). — Bülent Ecevit —

Hatırlayacaksınız; hâfızanızı şöyle bir yoklayın... Türk Silâhlı Kuvvetlerinin Girne ve Lefkoşe'de sa­ nı

MİLLİYET Gazetesi, 2 Ağustos 1974.

235


savaşan mensuplarından tutun da, Ankara’daki Ba­ s ın -) Yay'ın ve Halkla Münasebetler Dairesi vazifeli­ lerine kadar hepsinin gösterdiği îtidal, vekâr ve şûur bir tarafa... Atinalı şoförün telgrafını, heyecan lı Türk M illeti’ne uzun uzun okuyan, hikâye eden Televizyon ve Radyo bir tarafa: (Atinalı Şoför Aleko, Başbakan Ecevit’e telgraf çekerek, «Yunanistan ve Kıbrıs’da demokrasiyi kur­ tardınız. Tebrik eder, saygılarımı sunarım...» dedi.) (... Türkiye ile ilgili konular ve büyük merkez­ lerdeki muhabirleri Rum olan bir büyük ajans, bu vasfı meydana çıkınca şaşırıp, «geçen ayın dünyada

isminden en çok bahsedilen beş kişisinden biri de Orhan Birgit» gibi haberler vererek hem gülünç ol­ mayı hem de Türk kamuoyuyla alay etmeyi bir ara­ da yürütürken, Milletimiz, Kbrıs'da şehid olan kah­ ramanlarının isimlerini bile yeni yeni öğrenmeye başlıyor... Türk Silâhlı Kuvvetleri, ADA'da Türk Milleti'nin milli tezini ortaya koyar, bunu canı ve kanıyla isbct ederken .bizim diplomatlarımız önlerine sürülen her mikrofonda ayrı ayrı sazlar çalıyor, Taksimden fe ­ deratif devlete, «Tam Bağımsız ve Demokratik Kıb­ rıs Cumhuriyetimden eski statünün ihyâsına kadar garip havalar basıyor, milleti tam bir şaşkınlığa dü­ şürüyorlar. Yerli komünistlere gelince; Brejnev'in Varşova konuşmasıyla efendilerinden talimat almış lobaratuvar robotları gibi şehir duvarlarından gazete sahifelerine kadar yaygaraya başladılar ki, «Kıbrıs’ta tak­

sim olmamalıdır, bir parçası bile Türkiye’ye verilme­ melidir. Makarios gelmedi, Komünist Parti yeniden 236


kurulmalı, Rusya ne istiyorsa, Türkiye'nin millî çı­ karlarına aykırı da olsa, yerine getirilmelidir...» Radyolarda ve televizyonda bol bol dinlediğiniz o millî birlik ve bütünlük nutukları, etrafınıza dikkat­ le bakınız, sadece milliyetçi cephe için, Türk Silâhlı Kuvvetlerinin başarısı etrafında kenetlenmiş büyük vatanperver kitle için söz konusudur. Solcular ve yeni anarşiler icadına hazırlıklı marksistler için böy­ le bir birlik yoktur. Önemli olan Rusya’nın Akdeniz’­ deki çıkarlarıdır. En acı olanı, bunu alenen söyleyebilmeleri, en büyük şehirlerimizin meydan ve caddelerinin duvar­ larına kıpkırmızı bir Kıbrıs haritası ile afiş halinde yapıştırabilmeleridir...) (1).

28 Temmuz günü yayınlanan gazeteler, Ateş Kes anlaşmasının sağladığını ve Türk tezinin de ka­ bul edildiğini yazıyorlardı. Ayrıca, bazı gazete ha­ berlerinin başlıkları söyleydi: (7 günden beri stadyumda aç - susuz yaşama savaşı veren soydaşlarımız arasında emzikli ana ve çocuklar da var.)

(Rumlar, 1750 Türk’ü rehin tutuyor) (219 sivil Türk şehid edildi, 98 yaralı, 3 bin esir var)

(Rusya, Türk askerlerinin Kıbrıs’tan geri çekil­ mesini taleb etti) (Magosa Kalesi’nde Rumlara karşı direniyor)

10 bin Türk,

saldırgan

(Ornegenarl Eşref AKINCI, «Barış sağlandıysa, bü­ tün hisse Genel Kurmay Başkanlığı’nındır» dedi)1 (1)

ORTA DOĞU Gazeteşi, 27 Temmuz 1974 - Ahmet Güner. 23 7


«Türk Silâhlı Kuvvetlerinin müdâ­ halesi, insanlık için, banş için, Türkleriçin olduğu gibi Rumlar için de yapıl­ mıştır» Ш. — Bülent Ecevit —-

Sokakta, sol basında, minibüslerin arka pen­ ceresinde yeni yen iafişler görülüyor... «Karaoğlan», «Umudumuz Ecevit» sloganlarının yerini «Kıbrıs Fa­ tihi, «İkinci Atatürk» ve «Üçüncü Adam» gibi ya­ kıştırmalar alıyordu. CHP'nin emrinde bir besleme basın vardı ve son hadiseler, bunun varlığını isbâtlamıştı. Bunlar, hemen minnet borçlarını ödemek için çalışmalarına ve muhayyilelerine hız verdiler. Vatandaş, bunların uydurduğu «Kahraman Ece­ vit» gibi .yahut da «Ece-Türk» gibi «lâf»ları dinleme­ sine dinliyordu amma, şu sual ve benzerleri de in­ sanın aklına çakılıp kalıyordu: — Bu Ece-Türk, bunca kahramanlığıyla, gün­ ler günleri kovaladığı halde, acaba tel örgüler ve Rum silâhları altında aç, susuz yaşamaya çalışan Kıbrıslı Türkler’i ne diye kurtaramıyor? Kurtarmak için ne yaptı? Kıbrıs’dd peşpeşe katliâmlar vukû bu­ luyor... üstelik de bunları daimâ yabancı basın mensûpları ortaya çıkarıyorlardı. İşte bu yabancı bası­ nın, yani bizim çeyrek münevverlerin, şartlanmış­ ların, sömürge aydınlarının pek hayranlık duyduğu... Batılının her söylediğine «keramet» gözüyle bakılan yabancı basın - yayın mensûplarının «KATLİÂM» de­ ri)

238

DEVLET Dergisi, 5 Ağustos 1974, S a y ı: 248.


dikleri hâdiseler, ne tuhaf ve ne anlaşılmaz iştir ki; Bay Ecevit’in ağzında bambaşka bir şekil alıyor ve Türkiye Cumhuriyeti’nin Başbakanı, katliâmlara: — (Enterne) Diyordu. Diyelim ki, katliâm değil; enternedir. Peki, aradan onbeş gün geçtiği halde, bu «enterne» nin kalkması yolunda Bay Ecevit ne yapmıştır? Kıbrıs'da Türk köyleri yağmalanıyor, kadınlar hunharca öldürülüyordu. Ve Kahraman Türk Silâh­ lı Kuvvetleri, Kıbrıs’ın küçücük bir köşesinde Cenev­ re’den gelecek haberleri, Ankara'da Hükümetin ta­ kınacağı tavrı bekliyordu. Türk M illeti’nin ateş - kes ilân edildiği günden beri anlayamadığı ve hâlâ da kendisine anlatılma­ yan bir nokta vardı; Kıbrıs Harekâtı, Türk Silâhlı Kuvvetleri’ne bir köprübaşı temin edecek kadar iler­ lemişken, Bay Ecevit’in birden bire ateş - kes kararı vermesinin sebebi neydi? Eğer sokakta söylenen, kahve köşelerinde ko­ nuşulanlara bakılırsa, ortada iki ihtimal vardı. Ba­ zılarına göre, Amerika, Ecevit’e 72 saatlik bir hare­ kât müsaadesi vermişti. Bazılarına göre de Rusya’­ nın sert tehditleri ,72 satin bittiği anda Türk Silâhlı Kuvvetlerinin ileri harekâtını durdurmayı gerektir­ miş ve Bay Ecevit de ateş - keşi kabul etmişti. Ateş - Kes Bay Ecevit tcrafından ilânı ve bunun akabinde gene Bay Ecevit, kendisine tevcih olunan «ateş - keşi erken kabul1etti» iddiâlarına şöyle kar­ şılık vermişti: (Harekât, üç gün için tâyin edilen hedeflerine ulaşmış bulunmaktadır .Bu yüzden artık ateş •keşi kobul ederek barışçı niyetimizi göstermeliyiz) (1). (1 )

O R T A D O Ğ U G a z e t e s i, 7 A ğ u s t o s 1 9 7 4 ,

239


Yani, ateş - kes, erken kabul edilmemişti. CHP «Genel Başkanı, bu fikrini, bir müddet sonra tama­ men değiştirmiş görünüyor. Hattâ değiştiriyor! Yük­ sek Askerî Şûra, 5 Ağustos 1974 Salı günü toplan­ mış ve 11 Ağustos'a kadar süren bu toplantı sırasın­ da Bay Ecevit’in şunları söylediği basına geçmişti: (Harekâtın başlaması üzerine Birleşmiş M illet­ lerde alınan ateş - kes kararına üç gün içinde cevap verme zarureti dolayısiyle ileri harekât durdurulmuş­ tur.)

Peki, bunların hangisi böğrüdür? Vatandaşın ak­ lı elbette karışacaktır. Fakat, böyle bir karışıklığı ön­

leyici ifâde, Bay Ecevit’in herhâlde Yüksek Askeri -Şûrâ önünde yaptığı resmî açıklamadır. Buna göre Türk Silâhlı Kuvvetleri'nin ileri harekâtı, Siyasî ka­ nallardan, yani kendi vasıtasıyla üç günde durdu­ rulmuştur. «Bu, Hükümetin ,Sayın Ecevit’in ro­ mantizm fantazisinden henüz uyanmadı­ ğını gösteriyor. Sayın Ecevit, bir zamanlar «Yunanlı kardeştir» diye şiirler yaz­ mıştır. Daha sonra ben, «komşularımız fantom uçakları alıyor, modern silâhlar­ la silâhlanıyor, Türkiye de silâhlanmalıdır» diye 3 yıl evvel uyarmalar yap­ mıştım, o zaman da Sayın Ecevit bize karşı çıkmış, «Yunanlılar dostumuzdur, dostlarımızla silâh yarışma girmeyelim, dostlukla bu meseleleri haletmeliyiz. Tür­ kiye fantom almamalıdır» gibi, isabetsiz çıkışlar yapmıştır» (1). — Alparslan TÜRKEŞ — tl)

240

D E V R İM

Gazetesi,

6

Eylül

1 974.


Türk Silâhlı Kuvvetlerinin ileri harekâtı, siyasi ka­ nallardan, yani kendi vasıtâsiyle üç günde durdu­ rulmuştur. (Artık, biz de Fantom uçağı var Türk Hava Kuvvetlerinin Amerika’ya sipariş et­ tiği Fantom uçaklarının ikisi dün saat 14.30’da İs­ panya üzerinden Eskişehir Hava üssüne inmiştir) (1).

Ateş - Kes'in erken kabul edildiği ve neden böyle olduğu da artık su yüzüne çıkmıştı. Şimdi Türk M il­ leti, bir aya yaklaşan zamandan beri esaret altında bulunan, türlü işkencelere mâruz bırakılan Kıbrıs'tı soydaşlarının hâline, eskisinden çok daha fazla üzü­ lüyoruz, ama elinden birşey gelmiyordu. O günlerde .halkın hiç de bilmediği .aklına bile getirmediği başka bir mühim hususu, Kara Kuvvet­ leri Kumandanımız açıklıyordu. Bu en yetkili ağzın söylediği, kamuoyunda derin akisler uyandırdı. Kumandan’ın söylediğine göre, Ateş - Kes'in vakitsiz ka­ bulü yüzünden çâresiz kalanlar sadece Kıbrıs Türkler'i değileli: «... dar bir bölgede kalmıştık. Yirmi binin üze­

rinde asker yığılmış Girne - Lefkoşe hattı üzerine.' Eğer diyorum ve şimdi açıklıyorum, bir düşman uçak filosu gelseydi o sırada üzerimize otuz • kırkını kaybederdik, bu kadar büyük zayiat verirdik. Çünkü dağ taş asker ve kurtuluş umudu olmazdı pek çok, binlerce Mehmetçiğin...» ‘ «... Harekât saat 7.05’te başlayıp üçüncü gün yani 22 Temmuz’da saat 18.30’da sonuçlandı, yani1 (1)

GÜNAYDIN, 31 Ağustos 1974. F : 16

241


hükümet bize bu saatte ateş - keşi kabul ettiklerini' iletti.» « — Durumu hükümete anlatmıyor muydunuz?.»«Anlatıyorduk ve biliyorlardı, ama politik olay­ lar başlamış, ateş - kese geçmiştik. Yapılacak hiçbir şey yoktu artık, beklemekten başka, sonraki olayları biliyorsunuz. Bizim dışımızda, diplomatik yoğun ça­ lışmalar...» (1).

Orgeneral Akıncı’nın sözleri, Kıbrıs’da küçük ve müdafaası müşkül bir toprak parçasında bekle­ meye mecbur kalan Mehmetçik’in tehlikeye atıldığı­ nı belirtiyordu. Bu şartlar altında 14 Ağustos’a kadar bekleyen Türk Silâhlı Kuvvetleri, İkinci Cenevre görüşmeleri­ nin de, beklenen ,arzu edilen neticeyi vermemesi ve Türkiye’nin tek başına bırakılması karşısında, tam da «Miraç Kandili»nin idrak edileceği gün, ye­ rinden kıpırdadı ve yürüdü. İkinci Harekât başlamıştı. Aynı gün, Bay Ecevit, kendisine ateş - keşi er­ ken kabul ettiği yolunda yapılan bir sürü tenkîd sâhibinin haklı olduğunu, kendi ağzıyla isbâtlarcasına şöyle diyordu: (Oyalama taktikleriyle zaman kazanmak ve Kıbrıs'da alışık oldukları düzeni, daha doğrusu düzen­ sizliği sürüdürmek, yaratılan gayri meşrû durumu, garantör devlet olarak müdahale eden Türkiye'yi et­ kisiz bırakmak için ellerinden geleni yapmışlardır). ( 2). 2 1

(1) (2)

242

HÜRRİYET Gazetesi, 22 Ağustos 1974. GAZETELER, 15 Ağustos 1974.


«Yunanistan’la silâhlanma yarışma girmek lüzumsuz, bu bakımdan fantom uçakları satın almak da gereksizdir. 6 Haziran 1972 Fantomlar Türk Silâhlı Kuvvetlerine güç katacaktır. Yunanistan’a karşı sü­ ratle silâhlanmalıyız. — Bülent Ecevit — 12 Temmuz 1974» (11.

Bay Ecevit'in işleri, Televizyon ve Radyo’da kendisine gösterilen büyük ilgi bakımından doğrusu çok iyi gidiyordu ama, Kıbrıs'daki Mehmedçik’in ve soydaşlarımızın mücadelesi, o kadar kolay yürümü­ yordu. Hiç olmazsa, Dışişleri Bakanı «buzlu rakı içecek», Bay Ecevit «birkaç saat uyuyup dinlene­ cek» zamanı ver fırsatı bulabiliyorlardı. Peki, ya komutanlar, Mehmedçikler? Ya Magosa kalesinde, Kıbrıs’ın ücrâ köylerinde Ayyıldızlı bay­ rağımızı, tanklarımızı bekleyen insanlar? Yunanlı’nın ve öteki Batılı devletlerin niyeti, el­ bette ki bizi oyalamaktı. Bunun böyle olduğunu ya­ zan ve söylemekten usanmayan milliyetçi Türk ba­ sınına ne zaman kulak asılmıştı ki, sözlerine şimdi itibar edilecekti? Zaten, Bay Ecevit ateş - kes’in neden erken ka­ bul edildiğini daha sonra da söyleyecektir. İşte söz­ leri: (BBC muhabiri Juİıan Pettifier ile Ankara’dan telefonla konuşan Başbakan Ecevit, «Herkes kabul eder ki istersek iki gün içinde adanın tamamını işgal edebiliriz. Fakat niyetimiz bu değildir ve böyle birşeye tevessül etmeyeceğiz!») Ш

TERCÜMAN Gazetesi, 14 Kasım 1974 - Rauf TAMER.

243


Bunlar hep beyânlardır. Bunların hepsi... en kü­ çüğü bile ihmâl edilmeksizin, TRT'ce ve basının ma­ lûm kesimince Türk Mileti'ne duyurulmuştur. Bay Ecevit'le ilgili en küçük haber, TRT’nin haber bül­ tenlerinde derhal ilk sırayı almıştır. Peki sonra da denizden mi başka

ama, Kıbrıs’a giden, harekâtı plânlayan, eline silâhı alıp Girne’ye paraşütle veya ayak basan kumandan mıdır Ecevit? Hiçkahraman yoktur?

Böyle sualleri kime sormalı? Insâfla düşününüz; Kıbrıs Harekâtı başladığın­ dan beri, müdahaleye karar veren yüksek devlet or­ ganlarının başında bulunan zevât arasında. Bay Ecevit'den başkasının ismini hiç duydunuz mu? Sivil kadro bir tarafa, Genel Kurmay Karargâhı da dahil olmak üzere, cephede bizzat savaşan kumandanlar­ dan bir tek isim hatırlayan var mı? «Karaoğlan» imajına yakınlığı sebebiyle olacak, adından bir neb­ ze bahsedilen Şehid Albay İbrahim Karaoğlanoğlu’nun dışında, herhangi bir gâzi subayımızın adını kim söyleyebilir? (Sanki Ecevit ya Stalin, ya da Hitler ve Mussolini gibi bir diktatördür. Herşey onun eli altında. Hem Başkomutan, hem de devlet, hükümet ve parti başkanı odur. Yıllardır Kıbrıs Harekâtmıh plânını çizen o, ha­ zırlığını yapan o... Müdahale kararını tek başına alan, Genel Kurmay’a hemen emir veren gene o... Tabii Kbrıs'daki savaşı, çadırlı ordugâhta, masadaki haritalara' eğilmiş bir vaziyette telsiz emirleriyle biz­

244


zat idare eden de odur... anlaşılıyor...) (1).

Koparılan şamatadan bu

★ ★ ★

(Biz burada kitleler halinde öldürü­ lürken Ecevit ve Denktaş Türk Milleti’ne emniyet içinde olduğumuzu nasıl söyleyebiliyorlardı), — Mücahid’in Mektubundan —

Kıbrıs’da «birşeyler» oluyordu ve bunlar, tah­ minlerin, bilinenlerin çok daha üstündeydi. İstanbul gazetelerinden birisinde, bunun böyle olduğunu isbâtlayan bir mektup yayınlandı. 24 Ağustos tarihli Orta Doğu Gazetesi’nin sekiz sütuna manşet olarak verdiği cümle şuydu: «ECEVİT MİLLETİNE DOĞRUYU SÖYLEMİYOR»

Larnakalı bir mücahidin gönderdiği mektupta, insanı çileden çıkartıcı, başta Yunan olmak üzere Türk'a'en başkasına dostluk besleyen herkesi lânetlemeye yetecek cümleler, feryatlar vardı... CASLAN MEHMEDİM «Yunanistan dağlarında

benim gibi bir ana var Belki o da o ellerde şimdi yavrusunu okşar Onu bana beni ona oy oy düşman edenler Kahrolsun Aslan Mehmedim Bu kan dâvası son bulsun yiğit Mehmet'im 1 (1)

ORTA DOĞU, 21 Ağustos 1974 Doç Dr. N. Hacıeminoğlu. 245


Küçükken öğretmişler düşmanın Mehmet demişler Ta beşikte öğretmişler ondan nefret et demişler. Onu sana seni ona oy oy düşman edenler Kahrolsun Aslan Mehmedim») (1). — Yeşim —

Kıbrıslı Mücahid’in mektubundan önce, Yeşim'i andırır bazı ifâdelere bir göz atalım: «... Milliyetçiliği ağzından düşürmeyen faşistle­ rin, aynı soydan oldukları Rum emekçilerini en gad­ dar bir şekilde sürek avına tabi tutmaları, Ada’daki olayın; gösterilmeye çalışıldığı gibi Türk ve Rum halkları arasındaki milliyet meselesi olmadığını, ezen ve ezilen sınıflar arasındaki bir mücadele oldu­ ğunu açıkça ispatlamaktadır.» (2).

Rumlar ve Türkler, - yani biz - AYDIN SOYDAN’mışız. Bu «illet»e Tıpta ne isim veriyorlar acaba?

«Türk askeri .Kıbrıs'ta ne işin var? Halkımız harp etmiyor. Bağımsız bir ülke olan Kıbrıs’ta ne arıyorsun. Kan dökme .emperyalistler için can ver­ me, evine dön. Türk yurtseveri, Türk işçisi, aydını, köylüsü, hükümetinin harpçilik tutumuna karşı sesi­ ni duyur. Ortaya atıl.» (3) . «(TKP) Türkiye Komünist Partisi Merkez Komi­ tesi Bildirisi 15.8.1974.»*2 Ш (2) 13)

246

T.R.T., 26 Ekim 1974 - Yeşim. İKE Dergisi, S a y ı: 8. BİZİM RADYO, 13.8.1974. - Tercüman Gazetesi.


«Yurtsever subaylar, erler, Amerikan emperya­ lizminin, NATO'nun harp ve kışkırtma plânları uğru­ na Kıbrıs’ta kan dökmeyin. Mehmetçik, memlekete dön.» (1).

«Halkları, halklara düşman edenler «Atlılar köyü halkını kim öldürdü? Sorunun tek cevabı vardır. Atlılar köyünün ilerisinde bir başka Rum köyünde bundan yıllarca önce Rum bebeği, Rum ihtiyarı, Rum anayı kimler öldürmüşse onlar» (2).

... VE MEKTUP (Kıbrıs Harekâtı sırasında tek vücut halinde, Hükümeti ve ordusunun yanında olan Türk Milleti bu konuda her türlü fedakârlığa katlanır, barış harekâ­ tının tamamlanmasını isterken, Kıbrıs'da Rum kontrotundaki bölgelerde hâlâ anavatanın yardımından yoksun savaş veren, şehid ve esir düşen, çoluk ço­ cuk katledilen Türklerin yakınları bir an önce Türk Ordusunun gelmesini beklemektedirler. Kıbrıs hare­ kâtına rağmen hâlâ Rum zulmü altında her geçen gün katledildiklerinden sayıları azalan Türkier, gön­ dermeye muvaffak oldukları yardım çağrılarında. Başbakan Ecevit’in «barış havarisi» kesilmesine ve Türkier açlıktan kırılırken Rumlara yardım etmesine, Türkiye'nin tek taraflı olarak ateş - kes’i kabul etme­ sine karşı çıkmaktadırlar. Bu arada, şimdi şehid ol­ ması muhtemel bulunan bir mücahidimiz, bir İngiliz vasıtasiyle Ecevit’e gönderdiği açık mektupta, Tür­ en

BİZİM RADYO, 16.8.1974. - Tercüman Gazetesi.

Л2)

İLKE DERGİSİ, S a y ı:9. 247


kiye’nin (ateş - kes) kararı karşısında Rum bölge­ sindeki onbinlerce Türk’ün nasıl hayal kırıklığına uğ­ radığını dile getirmektedir. Türkiye'nin ikinci barış harekâtından önce 23 ve 26 Temmuz 1974 tarihlerin­ de yazılan ve bizim «Yeniden Millî Mücadele» dergi­ sinden alarak yayınladığımız bu açık mektup aynen söyledir: «Mektubu bir yabancı uyruklu ile sizlere İngilte­ re'den postalatıyorum ,İnşallah elinize geçer... Son öğrendiğime göre, Rumların eline mücahidierin resimleri geçmiş. Resimlere bakarak evleri sı­ kı kontrol edecekler. Durumumuz çok kötü. Çarpı­ şanları sağ bırakacaklarını sanmıyorum. Sîzler ol­ sun bir şeyler yapın. Hükümeti uyarın. «Dualarınızı eksik etmeyin bizlerden.» İmza Not : Bir gemi Rumlara takviye olarak Yunan askeri çıkardı. 23.7.1974 ★ ★ ★

« ...B ir çarpışan Kıbrıs!) Türk olarak, şu anda esir düştüğüm Larnaka'dan size seslenmek. Nasıl ıstıraba boğulduğu(muzu) anlatmak istiyorum. Bu sesleniş yalnız benim değil, bütün Kıbrıs Mücahidi'nin sesidir. Sağ kalırsam bu hakikatleri sizlere ilete­ ceğim, kalmazsam Yüce Allah’ımın başka bir vası­ tayla sizlere hakikatleri göstermesine duacıyım. «20 Temmuz sabahı Türk askerinin Girne’ye çı­ kartma yaptığını büyük bir heyecanla öğrendik. Bu çıkartma karşısında Rumların hareketsiz kalm aya-

248


bijö<ğUTbS İçin, Tüık askeri Larnaka’ya çı­ kartma yapacağı âna kadar, Lam aka’yı savunmamız icap edeceğinden mevzilerimizde hazır olduk. Nite­ kim Rumlar düşündüğümüz gibi, ağır silâhlarla bizE.ere saldırdılar. Kanlı çarpışmalar başlamıştı. Allah Allah sesleri yükseliyordu, mevzilerimizdert. Silâh­ lanınız Rumlarınkine nazaran çok zayıftı ,arna Türk uçakları gelene kadar dayanmalıydık. Dakikalar, seriler geçiyor ,yine uçaklardan bir haber yok... Ay­ rıca Ecevit’in sözlerinden askerlerimizin bütün kuv­ vetleriyle, Girne - Lefkoşe alanına hücum ettiklerini öğrenmiştik. Moralimiz bozulmasın diye bir politika­ cının yanlış tutumuyla, Girne - Lefkoşe dışındaki Türklerin katledilmesine askerlerimiz göz yumamaz diyorduk. Kurşunlarımız azalmaya, bazı mevzilerimi? ağır silâh mermileriyle yıkılmaya başlamıştı. Gecele­ yin bir haber geldi, «sabah güneş doğarken uçaklar gelecek..» Mevziierden sevinç çığlıkları atıyor­ duk. Allah bizimledir deyip, gâvura göz açtırmıyor­ duk.. Büyük bir heyecanla beklediğimiz an geldi. Kulaklarımız uçak sesi arıyordu. Boşuna bir bekle­ yiş. Uçak sesleri yerine, gâvurun top mermilerinin sesleri geldi. Ecevit’in sözlerini değerlendirmede yanılmamışım... Binlerce Türk’ün, şerefsiz, esir, kö­ le durumuna düşmesine göz yummamalıydı (Ecevit). Evet tarih: 31 Temmuz, Saat: 8.45. Bir kısım mevzi­ lerde mermi bitti. Benim idare ettiğim mevzide du­ rum iyiydi. Fakat diğer mevziler... «Kurşunları biten mevzileri, Rumlar işgal ettiler. Bunun üzerine geri çekilme başladı. Türk evlerinin roket, havan topu gibi ağır silâhlarla imhasına baş­ lamıştı gâvurlar. İdaremdeki Mücahitlerle and içip her ne pahasına olursa olsun ,evlere dağılıp sokak harbini devam ettirecektik. Fakat, Ecevit Bey’in po­ 249'


litikasından dolayı merkezi liderlik, Larnaka’nın tes­ lim olmasını emretmiş. Mevzime haber, «teslim olun» şeklinde değil de, «bütün teçhizatımızla karargâha gitmemiz» şeklinde verilmiş. Bizler, uçaklarımızın bombardıman yapacağı, bundan dolayı Rum mevzi­ lerinden uzak kalmamız gerektiği için karargâhımıza çağrıldığımızı düşünüp teker teker, mevziden uzak­ laştık .Fakat (yanıldığımızı) şehre girince anladım. Top mermileri şehre düşüyor, halk kaçışıyordu. M ü­ cahitleri toparlamak imkânsızdı o anda. Mücahit or duşunda Üsteğmen Mustafa Orhan’ın cami içerisin­ de olan mevzimizde şehit düştüğünü öğrendim. Bi­ zim için çok büyük bir kıymetti. «... Şu anda, çarpışan Türklerin çoğunu Rumlar yakalayıp götürmüşlerdir. Ben, Allah'ın yardımıyle, şimdiye kadar gizlenebildim. Hepimizin durumu içler acısıdır. Açlık, susuzluk çeken bizlere yiyecek yardımı gönderilemezken Rum ayırımı yapmayıp Girne’ye yiyecek göndermek ne demektir? Bizlere, burada Rumlar yiyecek yardımı yapmazken, Ecevit’in bizlere değil de; Rumlara yardım etmesi bizleri çok üzmüştür. Etraf ağlayanlar, sızlayanlarla dolu. Bizi Türkiye unuttu mu, diyor halk. Larnaka ve ci­ var köylerin, bu içler acısı durumu ,neden Türk hal­ kına duyurulmuyor? Radyoyu devamlı dinliyoruz. Bizlerden bahsettiği yok. Her an kurşuna dizilme korkusuyla yaşıyoruz. Neden bizlerle ilgilenilmiyor? «Bizler sadece Türkiye’den şunu istiyorduk. Bu­ raya da hiç olmazsa, ağır silâh ve bol kurşunla do­ natılmış 50 askerin çıkarılması ve atalarımızın yadi­ gârı, bu güzel yeri koruyabilmemizdi. Tehlike içinde yaşayan binlerce Türk olmasına rağmen, Ecevit... ve Denktaş ...buradaki Türkleri, emniyet içinde ol­ duklarını söyleyebilme cesaretini gösterebilmişler­

250


dir. Yarabbim! kimlerin elinde kalmışız biz? «Bir ümit belirir diye ,bazen Türkiye radyoları­ nı dinliyoruz. Dinlemez olalım,. Hangi cesaretle, yüz­ leri kızarmadan, içlerinde biraz olsun çektiğimiz ıs­ tırabı hissetmeden, radyodan bize ait olmayan mü­ zik türleri yayınlayabiliyorlar?... Bizler, bunları du­ yalım diye mi çarpıştık şehit verdik?... Yetimler ağ­ lıyor, dul kalmış bacılar ağlıyor, çarpışan, çarpışma­ yan her Müslüman Türk ağlıyor. Öyleyse TRT’nin bu tutumunun sebebi ne? Bizleri üzen bir de şu husus vardır. Ecevit, bir beyanatında bundan böyle Türk - Rum kırgınlığının ortadan kaldırılması için çaba göstereceğini açıkla­ mıştı. Bu beyanat, Ecevit'in buradaki olayların esas nedenini bilmediğini göstermektedir. «Bu kabil» lâf­ larla, ne bizleri, ne de bütün Türkleri aldatmaya hak­ kı yoktur. Tarihî, realist olarak incelerse bizlerin, bu beyanatı neticesinde düştüğümüz endişe ve üzün­ tümüze hak verecektir. «... İçinde bulunduğum kötü şartlar altında alel acele sizlere, Kıbrıs’ın 2 /3 ’ini teşkil eden GirneLefkoşe alanı dışındaki Türklerin durumunu anlat­ maya çalıştım. Istırabımızı hisseden her Türk bunu bilmelidir. Başarısız politika yüzünden, bütün dün­ ya bizleri desteklediği halde, bizlerin bu hale dü­ şürülmesi bütün Türkleri düşündürmelidir... «Durum normale dönerse ben göndermezsem bile, eşim veya kardeşim bu mektubu, size ulaştır­ maya çalışacaklardır. Kutsal mücadelenizde Allah yardımcınız olsun.»


(Başbakan Bülent Ecsvit, önceki akşam üzeri Hariciye Köşkünde 25 - 30 kadar yabancı basın mensuplarıyle bir sohbet toplantısı yapmış, toplantının sonunda gazetecilerin isteği üzerine Yunanlılar hak­ kında yazdığı şiiri İngilizceye çevirmişti) (1). Kıbrıs’lı mücâhid kardeşimiz, bizdeki sahte kah­ ramanlardan kendilerine vakit ayıramadığımızınere den bilebilirdi? Ve Kıbrıs, işte bu mektuptaydı. Bu mektubun yayınlanmasından hemen iki gün sonraki gazetelerde, Rumlar’ın yeni bir katliâmı bil­ dirilirken, iki köydeki ikiyüz Türk’ün kayıp olduğu da haber veriliyordu. Bunları bildikten sonra, minibüslerin arka pen­ ceresinden Bay Ecevit’in «miğferli resimleri»ni hâvi tablolar indirilebilirdi artık. Ne kadar tuhaf ve mânidar ki; bir zamanlar Tür­ kiye’nin almak üzere bulunduğu kırk adet Phantom uçağına karşı çıkan Bay Ecevit, aynı «itirazı» Baş­ bakan iken tekrarlamıyor ve 28 Ağostos tarihli ga­ zetelerde yer alan bir haberden: «2 Phantom uçağının ,bu hafta teslim alınaca­ ğını» Okuyorduk. Kıbrıs’da elli bin soydaşımızın kaderi, barbar Rum EOKA’cılarının eline bırakıldığı böyle bir za­ manda iki adet Pahantom’un alınmasına karşı çıkılmaması, mutlaka «hayıra alâmet» sayılmalıdır. (1 )

252

M İ L L E T G a z e t e s i, 18 A ğ u s t o s 1 9 7 .


2 Eylül Pazartesi günü. Bay Ecevit, İstanbul'a .gelmişti. CHP’nin İstanbul Teşkilâtı, Başbakan ola­ rak ilk defa İstanbul’a gelen liderlerini «Kıbrıs Fâtihi» olarak karşılamaya hazırlanmıştı. Ama, beklenen gövde gösterisi yapılmadı. Çün­ kü, herkesin derdi başkaydı. CHP’nin derdi, Genel Başkan Ecevit’i İstanbul caddelerinde «Kıbrıs Fatihi» nidâları ve alkışlarla karşılamaktı amma, İstanbullu­ larla birlikte Türk Milleti'nin derdi de Kıbrıs’da son katliâmın kurbanı 88 Türk’ün öldürülmesiydi. Kalbi, 20 Temmuz’dan beri Kıbrıs’da atan halk, Bay Ecevit’in umduğu teşrifat ve âlâyişi gösterme­ di. Bu nasıl «Fâtihlik»di? Neden hâlâ daha katliâm­ ların sonu gelmemişti? Halk bunların cevabını arı­ yordu. Ya Ecevit, sol basın ve TRT? Muratağa’da katledilen Türkler’den 35’inin ce­ sedi daha çıkarılmış, Bay Ecevit İstanbul Gazeteci­ ler Cemiyeti’nde yaptığı basın toplantısında, «Ame­ rika'nın Kıbrıs olaylarında dürüst davrandığını» da söylemişti. Toptan eşya fiyatlarında yüzde 31 oranında yükselme görüldüğü haberi ;Muratağa’da şehid edilen Türkler’in kat'i sayısının 91 olduğuna dair ha­ berle aynı günde çıkmış... Taşkent köyünde de el­ li Türk’ün katledildiği gene yayın organlarınca hal­ ka duyurulmuştu. Ve halk, bu vahşeti yapan Yunan’ın «dostluğu­ nu, kardeşliğini» iyiden iyiye merak eder olmuştu. Türk Silâhlı Kuvvetieri’ne memleketin her karış toprağından yardımlar yapıldığı ve yapılmakta oldu­ ğu, herkesin mâlûmudur. Bunları, bu paraları, Türk 'Milleti vermektedir. Hem de seve seve... 253


Şimdi biri çıkıp size bazı isimler verse ve me­ selâ dese ki: — (Bundan bir süre önce Türkiye'de aftan ya­ rarlanarak Sıkıyönetim dâvâ dosyalarından fayda­ lanan ve Ecevit için plâklar da dolduran Aşık Mahzunînin de adı karışmıştır. (........... ) Burhan Taygunadlı Marksist Türk'ün arkadaşlarından bazılarını ya­ kalam ış...) (1). Bunlardan ne anlarsınız? Arada iki isim geçiyor, kişi de Türk ismi! Hatırlayacaksınız; bunlar, Almanya’da ordumuz için toplanan yardımı çalmış bulunan T.H.K.O. mi­ litanlardır, İşte, yukarıda anlaşılmaz iki parçasını aldığımız gazete haberi, bunları yazmaktadır. Bunlar insan mıdır? Türk müdür? Nedir bunlar? Türk Hava Kuvvetleri’ni Güçlendirme Vakfı’na verilmek üzere, Almanya’daki Türk işçilerinin topla­ dığı 525.000 Türk Lirası, kendilerine «Türk Halk Kur­ tuluş Ordusu Mensubu» ünvânını veren silâhlı ko­ münistler tarafından çalınıyor. Aynı teşkilâtın adamı olduklarını söyleyip, mem­ leketimizde sayısız kanunsuz işler yapan kimselerin halkla ne dereceye kadar ilgili oldukları, henüz unutulmamıştı ki... Yukarıya seçim sloganlarından birini aldığımız: Bay Ecevit, «Ak Günlere» isimli kitabının bir başkam yerinde de şöyle diyordu (1) ORTA DOĞU Gaawtosİ, 7 Eylül 1974.

ast


«Ne yoksulluk ne baskı... Ne ezilen, ne ezen... İnsanca, hakça bir düzen». — Bülent Ecevit —

(Kaynaklar daha gür akacaktı o düzende... Tür­ kiye daha bağımsız, insanlar özgür olacaktır. Barış gelecektir topluma...) Bunlara hep inanmıştık, gene de inanacaktık belki... Fakat: (Yunan subaylarının yaptığı darbe üzerine «Ga­ rantör devlet olarak» Türk Cemaati’nin haklarını, can ve mal güvenliğini korumak üzere Kıbrıs’a mü­ dahalede bulunma durumunu görüşen Bakanlar Kurulu'nda, CHP’nin Deniz BAYKAL ve Önder SAV dı­ şındaki bütün bakanların çekimser veya aleyhte oy kullandıkları yolunda haberler yayınlayan pek çok gazete aleyhine tazminat dâvası açıldığı bildirilmek­ tedir. Askerî müdahaleye taraftar olan Bcykal ve Sav dışında kalan koalisyonun CHP kanadına mensup Başbakan ve Bakanlar, temayüllerini aksettiren ga­ zeteleri, «isbat hakkı tanımak suretiyle» dâvâ etmiş­ lerdir. Söz ,fikir ve basın hürriyetine saygı şampiyon­ luğunu kimseye bırakmayan CHP’nin, hem de Ba­ kanlar seviyesindeki ekibinin pek çok basın orga­ nını dâvâya kalkışması esefle karşılanmıştır...) (1). «Kıbrıs Fâtihi», Ece - Türk» Kıbrıs Harekâtı için Mecliste nasıl oy kullanmıştı acaba? Geçelim... Gazeteleri mahkemeye verme işinin bu şekilde yayınlanmasından tam altı gün sonra. Bay Ecevit. Başbakanlıktan istifa ediyordu. (1 )

O R T A D O Ğ U G a z e t e s i, 7 E y liU 1 9 7 4 .

255


Kendisinin İskandinav ülkelerine yapacağı gezi­ nin, MSP’li ortağı tarafından «zamansız» bulunması ve bu gerekçeyle kararnâmenin imzalanmamasını sebep gösteren Ecevit, vazifeyi bırakmıştı. Esasen, bir müddeten beri iki ortağın arasına «karakedi» girmişti. Fakat böyle sudan bir sebeple istifa edeceği Bay Ecevit’ten hiç beklenmeyen bir hareketti . Gerçekten, MSP'nin gösterdiği gerekçe, akla yatkındı. Çünkü, daha Kıbrıs mes’elesi bir çözüme bağlanmamıştı. Üstelik, Bay Ecevit son gününlerde her gittiği yerde «hükümet içinde anlaşmazlık bu­ lunduğunu» söylemiyor muydu? Madem böyleydi; o halde MSP’yi suçlamasına da akıl ermiyordu işte... İstifanın, muhakkak ki gerçek bir sebebi vardı. Ama ne? Kıbrıs çıkartmasına oy verip vermeme mi? Yok­ sa, Bay Ecevit'in İsveç gezisinin imzalanmaması mı? (Ecevit güzel konuşan bir politika adamıdır. Bü­ yük bir firmanın arayıp da bulamayacağı bir reklâm şefi, bir reklâm şirketinin kaçırmaktan korkacağı bir slogan yaratıcısı olabilir. Ama Ecevit, büyük bir dev­ let adamı olmanın fırsatını eline geçirmişken, bu fır­ satı yakalayamayan, o yola girmek kudretini dizle­ rinde bulamayan bir insan olmuştur. Evet, güzel konuşmak başka, devlet yönetmek başkadır. Tabiî hem devieti iyi yönetir, hem de gü­ zel konuşursanız, bu fevkalâde birşey olur) (1).

Yukarıdaki sözler... bu kat’i hüküm Cihat BABAN’a atittir. Cihat Baban’a göre Bay Ecevit, «güzel (1 )

256

DÜNYA

G a z e t e s i, 2 2 K a s ı m

1974 - C i h a t B A B A N .


konuşan bir politika adamındır. Ama böyle düşü­ nen tek şahıs belki Sayın Baban’dır. Çünkü, bakın başkaları bu hükmü vermiyor: (Canım efendim .bırakın «doğa kanunu», «top­ rak işleyenin su kullananın», «işgal de boykot da bir» yâvelerini, yani geçmişin bunca kusur yığınını ve teşvik hengâmesini; fakat sadece şu, hani parti militanlarının önüne geçip, neredeyse «istikamet parlamento marş... marş» demeğe kadar getirilmiş c teşvikçilik değil mi ki taptazedir, insanın böyle bir cümrümeşhudun içindeyken olsun, kaba kuvvetin daima karşısında olduğu iddiasına ancak gülünece­ ğini idrâk edip, susması gerekmez mi?) (1).

(Ecevit memleketin çok tehlikeli bir buhrana sürükleneceğini ve diğer partilerin kafiyen bir koa­ lisyonda birleşemiyeceğini bile bile sırf kendisinin ve partisinin çıkarı uğruna istifa etmiştir. Bu tak­ dirde asıl suçlunun yakasına yapışmak zor olur mu? Ama dedik ya; bir kısım münevverde hâfıza zafı var... Çabuk unutuyorlar. Ve aynı kimselerden «böyle parlamento olmaz. Bir hükümet çıkartmıyan parlamento olmaz...» Söz­ lerini hep duyuyoruz...) (2). (Sayın Ecevit, her geçen gün, hakkındaki lehte propagandalar ve kitlelerin şartlandırılması çabala­ rı hafifledikçe gerçek değerine çekilmektedir. Her sözünden keramet, her davranışından marifet çıka­ rılan bir siyasî gitmiş, yerine her sözünde tenakuz­ lar, her davranışında samimiyet eksiklikleri olan bir oportünist politikacı gelmiştir. Geçen akşam, bütün1 (1) i2)

DÜNYA Gazetesi, 16 Kasım 1974 - Bedii FAİK SON HAVADİS Gazetesi, 22 Kasım 1974 - Fatih FUAD.

F :17

257


televizyon seyircileri önünde bakınız:

söylediği şu sözlere

« — «Bu hükümet demokratik kurallara aykırı» fakat Anayasaya uygundur...) Şimdi çıkın işin içinden... Eğer Sayın Ecevit bu sözleri ile keramet buyurdularsa, bizim Anaya­ samız anti - demokratiktir .Öyle ya, kuruluşu ve iş­ leyişi ile demokratik olmayan bir hükümete cevaz veren Anayasa .elbette anti - demokratik hükümler taşıyan bir sistem getirmiş sayılacaktır) (1).

(... İkinci örnek de gençlik kongresindeki söz­ leri oldu. «Bu meclis çoğunluğu halka nazaran on yıl geridedir» dedi ve âdeta işçiyi ayaklandıracak yani kendisinden sonra kıyametin kopmasını arzula­ yacak bir tahrikte bulundu. Bırakın bu meclisin içinde kendisinin ve 180 tane arkadaşının bulunduğunu, o devlet adamı ve demokratik düzene sâdık bir kişi olarak bilmeliydi ki, bir Başbakan, ne olursa olsun, meclise böyle bir tecâvüzde bulunamaz ve kendisi iktidarda olmadığr veya dediği yapılmadığı için, 13 Mart’tan evvel ce­ reyan eden Haziran olaylarını tahrik edemezdi, bun­ ları yaparsa yine yüce divana gitmesi gerekirdi) (2). Ne o? Bay Ecevit, kendisinin de içinde bulunduğu ve sık sık hürmet ettiklerini söylediği Meclis’e, birşey mi söylemiş... dil mi uzatmıştır? Halbuki ,şu sözlerin sâhibi, hiç de bu kabil dav­ ranışa başvuracak görünmemektedir: (Kendi bildiklerinin ve bellediklerinin kuşku du­ yulmaz gerçekler olduğuna inanan kimseler ve si­*2 li) (2)

258

ORTA DOĞU Gazetesi, 22 Kasım 1974 - Ahmet GÜNER DÜNYA Gazetesi, 22 Kasım 1974 - Cihat BABAN.


yası güçler, tarihin her döneminde görülmüştür. Sağdtf görüldüştür, solda görülmüştür. İinsanlrk, en büyük acıları, böyielerinin elinden çekmiştir) (1).

Bu cümleler, CHP liderinin sözleri... «Başbakan Ecevit»in sözleridir. Peki, ya diğer isnâtlar? Ya, Ci­ hat Baban'ın da ifâde ettiği hüküm; «Ecevit, güzel konuşan bir politika adamıdır» sözleri? 1* Kasım 1974 günkü gazeteler, Bay Ecevit’in«Parlamento düşmanı» ilân edildiğini yazıyor ve par­ ti liderleri şunları söylüyordu: FEYZİOĞLU : «Bir Başbakan, bir Dev - Gençmilitanının üslûbu ile T.B.M.M.'ne saldırmak hak­ kına sâhip değildir. «Çökmüş bir hükümet harabesi» diye vasıflandırdığı hükümeti, bu hâle getiren par­ lamento değildir. Ecevit, gençlere saldırı hedefi gös­ termiştir.»

TÜRKEŞ : «Bu çirkin demeciyle Ecevit, yurdu­ muzda Marksizm’i kurmak üzere silâhlı hareketleri kışkırtmak ve bir ihtilâl meclisi meydana getirmek hevesindedir. Kursağındakileri aziz Türk Milleti’nin; önüne pervasrzca küsmüştür.» DEMİREL : «Daha birkaç gün evveline kadar güvenine, kararına ve himâyesine sığındığı T.B.M.M ’ ne Sayın Ecevit'i aklın almıyacağı şeyler söylemeyesevkeden, acaba nedir? Millete bunu söylemelidir.. Ecevit, devleti anarşiye sürüklemek istiyor.»

Parti liderlerinin böyle protesto ettiği ve «Tür­ kiye Büyük Millet Meclisi'ne hakaret» mânâsına ge­ len sözler, Bay Ecevit'in ağzından mı çıkmıştır? (1 )

M illiy e t G a z e t e s i , 2 9 .1 0 .1 9 7 4 - B . E c e v i t ’in b e y a n â t ı .

259


lam ak oyunu... Bu m em lekette herkesin böyle düşü­ nüyorum demeye hakkı olacaktır) (1).

Buraya kadar güzel elbette. Bir de İçişleri Ba­ kam Oğuzhan Asiltürk’ü dinleyelim: (18 Mart'da Çanakkale’de idim. Resmi geçit oluyordu. Bir kısım gençler İçişleri Bakam’mn, yani benim gözlerime bakarak, «M illî Devlet, Güçlü İktidar» diye bağırarak geçtiler. Çok üzüldüm; düşünün sekiz partinin gençlik kolları böy­ le geçse, «Bozkurtlar geliyor» diye bağırsa, «Sosyal Demokratlar geliyor» diye bağırsa bir kalp gibi ya­ şamak imkânı kalır mı? (3). Bunlardan anlaşılan şey, insanın içini karmakanışık edici, bir mide bulantısıdır. Ama, «Bozkurt» mes’elesini ayrı bir yere koymak da şart. Zira, bu «büyük tehlike» (!) memleketde çok kimsenin uyku­ sunu kaçırıcı bir seviyeye gelmiş, böyle Şirin hu­ zuru kaçalı çok olmuştur .Zaten bu yüzden değil m i­ dir ki halkın hislerine tercüman (!) olan-Ankara'nın halkçı Belediye Reisi Vedat Dâlokay, makamına oturduktan kısa bir zaman sonra, hattâ ilk icraat olarak Belediye otobüslerinin üzerindeki Bozkurt amblemlerini söktürmüştür. Her ne hikmetse, aynı otobüslerdeki «Bussıng» firmasının arslan amblemine dokunulmamıştır. Böylece cümlemiz de anlıyoruz ki; «arslan arslandır, bozkurt da bozkurt»... Hayvandan hayvana elbette fark var . Sözü uzatmıyalım. Ve gözlerimizi Türk Târihi'nin elli sene kadar gerisine çevirelim:1 (1) 12)

TÖRE Dergisi, S a y ı: 35 - Nisan 197. Aynı Dergi.

261


Güzel vatanımız, kara günler yaşıyor. Düşman, Ankara’nın PolatlI'sına neredeyse ulaşmış vaziyet­ te... Türkiye Büyük Millet Meclisi ise, heyecanlı, ateşli anlar yaşıyor. Meclisteki üyelerden bazısı An­ kara'nın terk edilip, Meclis’in Kayseri'ye taşınması­ nı teklif ederken ...bazıları da sonuna kadar Anka­ ra'da direnmek ve millete maneviyat vermekte ısrar ediyorlar. Mustafa Kemal, Ankara’dadır ve kendisi­ nin, «ordunun başına geçmesi» istenmektedir. Ya­ ni, Başkumandanlık vazifesini yüklenip .düşmanla paylaşacağımız son koz'a koşacaktır. Atatürk, Başkumandanlıkla beraber bazı selâhiyetleri de istemektedir ama, bunların bir kısmı Bü­ yük Millet Meclisi'ne â ittir ve Meclis de bunları dev­ retmek niyetinde değildir. Mustafa Kemal, bu yetkileri de aldığı takdirde, zafer şansının artacağını anlatıyor. Meclis için «M il­ lî irâdenin tek temsilcisi» diyen... «Hâkim iyet, bilâkayd ü şart O ’na âittir» diyen Mustafa Kemal, Tür­ kiye Büyük Millet Meclisi’ne âit hak ve selâhiyetler üzerinde titizlikle durmaktadır. İşte, görüşmelerin son günü kürsüye gelir ve şunları söyler: « — Bir yanda ordu, ve başkumandanlık, öte yândan Türkiye Büyük M illet M eclisi var. Siz Türk M illeti’nin tek tem silcisisiniz. Allaıh’dan sonra bu m em leketde tek kuvvet, tek âm ir sizsiniz...»

Meclis, Atatürk'e, istediği yetkileri vermiş, fakat O’na, târihin en kritik günlerinde dahi, ülkede Allah'dan sonra en büyük organın Türkiye Büyük M il­ let Meclisi olduğunu bir kere daha tasdik ettirmiştir. İşte Atatürk budur, işte Meclis budur... işte devlet anlayışı budur. *

262


(Şu veya bu kimseyi Cumhurbaşkanı seçtirmek için Parlamentoya, kimse bas­ kı yapamaz. Parlamento, Türk milletinin iradesini temsil eder. İS Mart 1973 Bu parlamento, toplumun on yıl geri­ sinde kalmıştır. — Bülent Ecevit — (9 Kasım 1974) (1).

Bay Ecevit, parlamentonun .halktan on yıl geri­ de olduğunu söylerken, Türkiye Cumhuriyeti nin, «de­ m okratik usûllerle işbaşına gelmiş» bir Başbaka­ nıydı. Ve son derece sinirliydi . O'nun, «muhakeme kaabiliyetini kaybettiği» Türk basınında uzun müddet tahlil ve tenkide uğra­ mıştır. (ECEVİT’İN BİTİŞİ (... Tabiî bunca gayret meyvasmı vermiş ve Ecevit kendisini de şaşırtan bir zafer havası içinde başbakanlık koltuğuna oturtulm uştur. İşte o koltuk aslında Ecevit için bir imtihan yeriydu. Orada gös­ tereceği başan onun hakiki şahsiyetini beliryecek1i. Acaba o bu makama gerçekten lâyık mıydı? Ken­ disinden umulanı verebilecek miydi? Ecevit'in yukarıda saydığımız şuurlu destekçile­ ri ile hissi ve şuursuz alkışları bu sualere müsbet cevap veriyorlardı. Hele onun zaman zaman Kıbrıs konusunda yaptığı soğukkanlı konuşmaları dinleyen­ ler büyük bir İyim serlik içindeydiler. Diyorlardı ki; (1 )

T ercü m an

G a z e t e s i, 14 K a s ı m

1974 - R a u f T A M E R .

263


«Bülent Bey aslında muvazeneli bir devlet adam ıy­ mış. Seçim m eydanlarındaki öfkeli çıkışları ve ölçü­ süz vaitleri her siyaset adamında görülen bir tavır­ dır. Bak. adam lâyık olduğu mevkiye gelince nasıl düzeldi.» Böyleleri Ecevit'in sekiz ay içinde Türki­ ye'yi yoklar ülkesi ve huzursuzluklar beldesi haline getirm iş olmasını da affediyorlardı. Ne yapabilirdi adam cağız? İşler ta baştan bozuktu. Hem «her poli tikacının başına böyle şeyler gelirdi.»' Biraz sabır lâ­ zımdı. Bülent Bey enerjik ve açık politikası ile kısa zamanda bütün bunalım ları yenecekti. Bu iddialar 9 Kasım 1974 akşamına kadar de­ vam etti. Fakat o günden sor.ra kimse konuşamaz oldu. Çünkü CHP Gençlik kurultayında kürsüye çı­ kan Ecevit ,uzun saçlı gençleri karışında görünce sekiz aydır üzerinde zorla taşıdığı başbakanlık rolü­ nü derhal terketti .Hemen asli ve gerçek şahsiyetine cönerek, konuşmağa başladı. Hakiki yerini çoktan beri nasıl da özlemişti. Hele samimi ve rahat konuş­ ma arzusu nasıl da depreşmişti. O kendi şahsiyetinene ters düşen devlet adam lığı rolünü burada da sürdüremezdi ya! Bu yüzden açtı ağzını yumdu gö­ zünü ...Konuşm a perhizinden çıkmışçasına konuş­ tu. Tıpkı 12 M arttan önceki yürüyüş, forum açık oturum ve m itinglerde konuştuğu gibi konuştu... Tıp­ kı, Aşık İhşani ile şarkıcı Şenay’ın katıldığı toplantı­ larda coştuğu gibi coştu... Ecevit böylece küçük bir daire çizerek başladığı noktaya tekrar gelmişti. Tabiî orada artık Başbakan Ecevit mevcut değildi... İyi bir aktör olmadığı için devlet adamlığı rolünü da­ ha fazla oynayamazdı. Netice itibariyle, 10 Kasımdan bir gün önce, «İkinci Atatürk» ölm üştü... Galiba onu Ata'nın ruhu

264


çarp tı... Bir daha dirilem ez...) (1). (PARLAMENTO VE FİKİR ÖZGÜRLÜĞÜ CHP Genel Başkanı Ecevit’in parlam ento konu­ sundaki sözleri beklendiği gibi büyük tepkiler yarat­ tı. C.H.P. Gençlik Kurultayında konuşan sayın Ecevit, bir yıl önce seçilen bugünkü Meclisin halkın 10 yıl gerisinde kaldığını ve yeni seçim lere gitmek ge­ reğini dile getirm işti. Buna karşılık, tutucu parti li­ derleri, Ecevit'e bir yaylım ateşi açarak, parlam en­ toya hakaret ettiğini ileri sürmüşlerdi. Bu olay aynı zamanda bir süreden beri toplum da yara gibi işleyen, ya da işletilen bir sorunu orta­ ya çıkarm ıştır. Bir ülkenin anayasal kurumlarına saygınlığın korunması doğaldır. Türkiye Büyük M il­ let Meclisinin «mânevi şah siyetin in tahkir edilm e­ si de Türk Ceza Kanununa göre bir suçtur. Ancak bu suçun sınırlarının kesinlikle saptanm ası; hem hukuk alanında haksızlıklara engel olunması, hem fikir özgürlüğü alanındaki kuşkuların dağıtılm ası bakımından gereklidir. TCK 159. Maddesi TBMM manevî şahsiyetini alenen «tezyif ve tahkir» edenlerin bir yıldan altı yıla kadar ağır hapisle cezalandırılacağını yazar. Ancak bu maddenin kapsamına, parlamentonun sü rekliliği içinde anlamını bulan «manevî şahsiyeti» girm ektedir. Herhangi bir seçim döneminde oluş­ muş bir parlamentonun somut eleştirisi, hiçbir za­ mkın tahkir alanına giremez» (1).*1 (l) (1)

ORTA DOĞU Gazetesi, 17 Kasım 1974 - N. Hacıeminoğlu. CUMHURİYET Gazetesi, 13 Kasım 1974. 265.


(ECEVİT KENDNE GELM ELİDİR!... Dem okratik hür rejim le idare olunan bir ülke­ min parlam ento em rinde bulunan Başbakanı, eğer: «— Bu parlam ento, yurt sorunlarına bakış açı­ cından, toplumdan on yıl geride bulunm aktadır. So­ runları on yıl geriden izleyen bir parlam ento ile Türkiye’nin hiçbir sorunu halledilem ez...» Diyebiliyorsa, ya ortada aşırı sinir bozukluğun­ dan doğan psiko — patolojik bir vakıa vardır, ya -da hem demokrasi anlayışına, hem de yürürlükteki Anayasaya taban tabana ters düşen bu sakat man tık üzerinde ciddiyetle durmak lâzım dır. Bırakınız bir Başbakanı, bir yazar, ya da so­ kaktaki adam aynı sözleri söyleyip yazsa, yürür­ lükteki kanunlara göre, bakında «meclis’in mânevi .şahsiyetini tahkir» suçundan dava açılır. Öyle anlaşılıyor ki, Sayın Ecevit’in sinirleri aşırı derecede bozulmuştur, bu sebeple de bir ân «псе o ruhi atm osferden sıyrılıp ,istirahate çekil­ mesi hem mem leket, hem partisi, hem de kendisi jçin çok yararlı o lacaktır...) (1). (KABADAYI İlerici dalkavukların medenî ve «ehli» seviyele­ ri (hattâ İktisadî, sosyal anlayışları) yüzelii yıl ön­ ceki «Atçalı Kel Mehmet» aşamasını, henüz aşama mıştır. Kabadayılık, gözdağcılık, vur - k ira lık ve kimin elinde ne varsa toplayıp kendi tayfalarına da ğıtm ak «sosyalizmi» dir onlarınki. Bu tıynetleri ile belki iyi bir lider olması m uhte­ mel Sayın Ecevit'i kimliğinin beş-on katı irileştire­ li)

"266

O R T A D O Ğ U G a z e t e s i, 12 K a s ı m 1 974.


тек, «Kıbrıs kahram anlığından «İkinci Atatürk»lüJ e terfi ettirm işlerdir. Kırılası pompalarını ise hep kendi çıkarları hesabına ve ülkenin m enfaatleri aleyhine işletm işlerdir. Sonuç meydandadır: «Kibar, çekingen, roman­ tik» bir kişi olduğu söylenen Ecevit, «kahramanlık» krizleri ile ilk önce, kendi kurduğu hükümeti par­ çalam ış, sonra da, iki aydan beri baş sorumlusu ol­ duğu buhranın, pahalılığın ve hezim etlerin kusur­ larını, bir Köroğlu savletiyle başkalarının sırtına yük lemeye kalkm ıştır. En Son CHP Gençlik Kurultayına yumrukla, bı­ çakla posta koymak isteyen anarşist m ilitanlara rekabet etm ek istercesine: — «Bugünkü parlam ento çoğunluğu, sade va­ tandaştan 10 yıl geridedir. Bu GERİ KAFALARLA m eselelere çözüm yolu bulunam az...» gibi medeni bir .demokraside cidden GERİ ZEKÂLI sayılabilecek hakaretler saçm ıştır) (1).

«12 Mart’la Türkiye’de demokratik öz­ gürlüklerin bir yandan geniş ölçüde so­ rumsuzca harcanmasından ileri gelen bazı sonuçlar ortaya çıkmıştır. Öbür yan­ dan da demokratik özgürlüklere karşı toplumun sınırlı bazı kesimlerinde duyu lan kuşkunun ve tepkinin reaksiyon niteliğiinde eyleme geçmesi sonucu olarak ortaya çıkmıştır» (2). — Bülent Ecevit —12 (1) (2)

TERCÜMAN Gazetesi, 16 Kasım 1974. ÖZGÜR' İNSAN, 14 Şubat 1974.

267


(S E V S İN L E R , S E S V İN L E R ,

ÖVÜNSÜNLER

(... Övünsünler, çünkü Ecevit; «Sokaktaki halk bu parlam entonun tutucu kanadından en az 10 yıl geridedir» dememiş, «Tutucu kanat sokaktaki halk tan en az 10 yıl geridedir» demiş. Bundan yerinmek değil, övünç payı çıkarm ak gerek. Kimdir, kimlerdir, parlamentonun tutucu kana­ dı? Türk değil mi bunlar? Türk halkından gelmiyor mu bunlar? Bir öncelikleri, ayrıcalıkları mı var bun­ ların? M illetvekili olmakla aristokrat mı oldular? Bir de şu soruyu soralım: Kimdir sokaktaki halk? Sen, ben, o, bugün yaşayan ve kendilerini seçen Türk vatandaşları değil mi? «Ey partici efen­ diler; ülke sorunlarını anlayıp değerlendirm ede Türk halkı sîzleri geçti. Sîzlerden en az 10 yıl ileride» de­ mek, niçin hakaret oluyormuş? Dedim ya, yerinmek değil o halktan gelmiş kişiler olarak, övünmek ge­ rek bundan, övünm ek... Ecevit tersini söyleseydi asıl o zaman onu eleş­ tirm eleri gerekirdi. Biz de katılırdık bu eleştirm ele­ re. Bırakalım artık Güneş Kralın, «Deviet Benim» zihniyetini. Devletin her basamağında görevli bu­ lunan kişiler, en yükseğinden en alt kademeye ka­ dar, eleştirilebilir bu ülkede... Eleştiri ile hakareti birbirinden ayırdedecek du­ rumda olm ayanlar varsa, onlara bir diyeceğim iz yok. Çünkü bu gibiler Türk halkından 10 yıl değil 268


100 yı! geride kalmış demektir. Ne denebilir bunlar karşı!) (1). ★ ★

<12 Mart bana karşı yapılmıştır. 14 Mart 1971 Memleketi 12 Mart’a sürükleyenlerin kim olduğunu millet biliyor.

(ECEVİT ŞİM Dİ DE REJİMİ SORUMLU TUTUYOR (... CHP Genel Başkanı Bülent Ecevit vatanda* şın reyleriyle gelmiş bir parlamentoyu, kendisini ve partisini istisna tutarak, vatandaşı temsil etm emek­ le suçluyor. Bunun çaresi olarak gösterdiği şey ise yine vatandaşın reyine başvurm aktır. Ecevit aynen şöyle diyor: «Bu parlam ento ile Türkiye'nin hiç bir sorunu halledilem ez. Parlam ento, yurt sorunlarına bakış açısından toplumun on yıl gerisindedir. Buna­ lımdan kurtulmanın tek çaresi seçimdir.» Parlam entoya saygı duymamak bir siyasî neza­ ket meselesi olduğu kadar bir hukukî mesele de teş­ kil eder. Bu bakımdan Meclis ve Senato başkanlık­ larınca Bülent Ecevit hakkında kanunî takibatın ya­ pılması gerekiyor. Bütün siyasî parti liderleri, tabiatiyle CHP lideri hariç, bu meselenin üzerine düşmeli ve yüce meclislerin itibarını korumak üzere ortak bir harekete girişm elidirler. İşin bu tarafı bizzat par­ ın 12)

CUMHURİYET Gazetesi, 17 Kasım 1974 - H. Veldet. Velidedeoğlu. TERCÜMAN Gazetesi, 14 Kasım 1974 - Rauf TAMER.

269


lam entoyo ve oradan da adlî m ercilere düşüyor. Fakat meselenin bir de siyasî ve ideolojik yönü var' dır ki biz onun üzerinde durmak istiyoruz. Bülent Ecevit bugüne kadar parlam entoya ve dolayısiyle dem okratik sistem e saygılı olduğu inti­ baını vermiş, kendisini çok partili demokrasi ta ra f­ tarı bir politikacı olarak tanıtm aya çalışm ıştı. Dem ek ki bütün bu sözler ve uyandırılan tasavvurlar bir si­ yasî taktiğin gereği olarak ortaya çıkıyormuş. Ece­ vit, açıkça şunu demek istiyor: Bu parlam ento top­ lumun on yıl gerisindedir, şu halde toplumu temsil etmiyor. Parlamentonun toplumu tem sil etm eyişi, onun halk iradesine davalı olmayışı dem ektir. Pe­ ki, Parlam ento içindeki CHP ve onun Genel Başkanının durumu nedir? Ecevit kendisini ve partisi­ ni istisna tutuyor Çünkü ancak yeni bir seçimle hakiki bir halk iradesinin bahis konusu olabilece­ ğini söylüyor. Şu halde vatandaşın CHP dışındakî partilere verdiği reyler ve bu reylerle Ankara’ya gön derilen parlam enterler meşru değildir. M SP’nin uzun müdet yaptığı gibi onlarda CHP’nin arzusuna gö re hareket ederlerse m eşruiyet sınırına girerler yok­ sa Bülent Ecevit tarafından halkın tem silcisi olarak görülm elerine imkân yo ktu r...) (1). ., (ECEVİT VE PARLÂMENTO Başbakan Bülent Ecevit diyor ki: — Bu Parlam ento b ir yıl önce seçilm iştir am a, halkın on yıl gerisinde kalm ıştır. Türkiye'de olaylar hızlı yaşanıyor. Parlamentonun dört duvarı arasına (l)

270

O R T A D O Ğ U G a z e t e s i .12 K a s ı m 1 9 7 4 • E . G Ü N G Ö R .


kapananlar, seçim sözünü duymazlıktan geiemiye>çeklerdir . Tutucu partilerin buna karşılık çıkışları da bek­ lendiği üzeredir. Bu kişilere bakılırsa Ecevit Dev Genç m ilitanı gibi konuşmuş. Parlam entoya haka­ ret etm iştir; M eclise dil uzatmış, aşın solun ağzıyla; saldırm ıştır.

(...................... ) Oysa Başbakan

Ecevit'in söylediği

doğrudur^

Bizim parlam entolar çeyrek yüzyıldan beri çağ­ daş gerçeklerin sürekli biçimde gerisinde kalm ışlar dır. Eğer bu çelişki süregelmeseydi, Türkiye İkinci Dünya Savaşından sonraki kalkınm a sürecinde çağ daşlaşabilirdi. Parlam ento — halk çelişkisi yaşanan yıllarda bazen o denli keskinleşm iştir ki, bir dizr patlam aya tanık olmuşuzdur. 27 Mayıs patlam asr da genel halkın istemlerinden uzağa düşen bir p a r lam entçya gerekli reform ları yapmak yükümlülüğü' nü getiriyordu. Ne var ki M uhtıra'da öngörülen ana yasal reform ların hiçbiri yapılam am ıştır. Başbakan, erken seçim isteğini halk katların­ da pişirip, kotarıp ,bir güçlü halk istem i niteliğinde yurt düzeyine çıkarırsa .gerçekte parlam entocuiuğa hizm et etmiş olacaktır. Çünkü sandalye yeniden düzenliyecek her seçim, parlam entocuiuğa ta z e kan taşır (1). * * *1

(1)

CUMHURİYET Gazetesi, 12 Kasım 1974 - İhsan SELKUÇ . 27T


«Batı âlemindeki yerimizi bilmeliyiz. Batılı dostluklar içerisindeki aşamalar, bize bâtılılaşma hareketinde yön ve hız verecektir. 18 Temmuz 1972 Kıbrıs Harekâtından sonra anlaşıl­ mıştır ki, gerçek dostumuz İslâm ülkele­ ridir. Bir de İskandinav ülkeleıi. 4 Ağustos 1974» (1). — Bülent Ecevit —

(GERİDE KALIP KALMAMAK ... Ecevit geçen gün CHP Gençlik Kurultayında «Parlamentonun halktan on yıl geride kaldığını» söy ledi. Çok kızmıştı, uzaklaşm alar, gelm eler, gitm e­ ler. Hükümeti kuracağım ,olm az. Sen kur, ama bir gün beni devirirsin! Beraber olalım ııh! Siz yapın bu işi, ona da hayır! Ben çekileceğim dersin, hayır çekilem ezsin, göreve devam derler! Yanındaki or­ tak durmaksızın kötüler, baltalar, neler neler yap­ maz, söylemez. Sen gel Ecevit ol da dayan bu saç­ m alıklara ,bu anlam sızlıklara!.. Yalan mı, bugünkü Parlam ento üyelerinin çoğu nun bilinçli halktan on yıl, yirmi yıl geride kaldığı, yalan mı? Mehm et Feyyat dayanamadı «Senato halktan kırk yıl geridedir» deyiverdi. Okumuşları kırk yıl, az okumuşları on yıl geride halk ise hepsin­ den önde. Bu anlam lı mı, anlamsız bir şey midir, (1)

272

T E R C Ü M A N G a z e t e s i, 14 K a s ı m 1974 - R a u f T A M E R .


bilem em . Okudukça geriliyor mu insanlarımız? Bir açıdan ele alırsanız, öyle. Okuyan kişi, okuduğu öl­ çüde yücelm ek istiyor bizde. Bizim gibi az gelişmiş ülkelerde.. Daha iyi yaşam ak, yemek, içmek, keyif sürmek, yaşama düzeyinin üstüne çıkm ak. Yığının çıkarını ayaklar altına alm ak, bir azınlığı, mutlunun m utlusu bir yaşama ulaştırm ak... İşte bilinçli halk yığınlarından yıllarca geri kalm aları bundandır on­ ların, bu anlam dadır. Gerçek demokrasi ülküsüne bağlılık, inanmak hakim inden... Neyse, hep geride kalm ak sözü ediliyor, dur­ m adan... Birkaç yıl önce olağanüstü hükümetin Başbakan Yardım cısı, reform lar yapm ak için ta Am erika'dan yurda çağrılan Karaosmanoğhı da bu­ na benzer bir şey söylemişti, «Dünyadan iki bin yıl gerideyiz, Parlam entodaki üyeler ulustan on yıl, Senatodakiler kırk yıl geride!... Halktan on yıl, kırk yıl geride olanlar, bilinçli aydından, gerçek aydından kaç yıl, kaç yüzyıl geride? Bir de burası var işin. Bir sanatçıdan, bir kültür adam ından, bir bilginden, bir şairden bir edebiyatçıdan kaç yıl geride? Ama bu söz yüzünden kıyam et koptu. Parla­ m ento için böyle bir şey mi söylenirmiş, CHP Genel Başkanı nasıl söylermiş. Nasıl Parlam ento düzeni­ n e karşı düşm anlıkları nasıl nasıl çekerm iş, AP'nin Dem ireli'nden CGP'nin Feyzloğlu'suna kadar hepsi attı tuttu, sonra tuttu yine attı! Sonunda Ecevit ide Parlamentoya bu anlam da bir söz söylemediğini, kendisinin bu düzenin büyük savunucusu olduğuna açıklam ak zorunda kaldı. Parlam ento değil elbet söz konusu.. Bu Parlam entoya seçilm iş bir bölük politikacıdır, ulustan yıllarca geride kaldığı söyle­ F :18

9 73


nen, daha doğrusu apaçık görülen... Baksanıza ken dileri kıyacaklar Parlam ento düzenine!...) (1). * ★

«Biz Marksistler bilmeliyiz ki, proleterya ve köylülüğün gerçek hürriyete ulaşması için burjuva hürriyeti ve burju­ va ilericiliğinden başka bir yol olamaz. İçijnde bulunduğumuz dönemde sosya­ lizmi yakınlaştırmak, için tam siyasî hürriyetten, demokratik cumhuriyetten proleterya ve köylülüğün devrimci • demokratik diktatörlüğünden başka bir yol olmadığını ve olamıyacağını unut­ mamalıyız.» — Lenin —

(FETVACILAR YİNE SAHNEDE ....... CHP Genel Başkanı partisinin gençlik ku­ rultayında, öğrenci örgütlerini, işçi sendikalarını ve etkisi altında bulunan tüm örgütleri, erken seçimin sağlanması için seferberliğe, grevlere, direnişlere, gösterilere tahrik etti y a ... Şimdi, bir başka Ana­ yasa profesörü, aşırı solcu bir gazeteye patlattı bilimsel bir beyanat. Profesör Muammer Aksoy: «Hükümetin uzun süre, aylarca kurulamaması, baş­ ka bir deyimle hükümete kavuşulamaması hâlinde ne yapılabileceği Anayasamızda öngörülm em iştir. Örneğin hükûmet’in üç yıl kurulmamasıyla karşılaşılşa, bu durum karşısında Anayasa’nın bir çıkar1 (1)

CUMHURİYET Gazetesi, 15 Kasım 1974 - Oktay AKBAL.

27 4


yol kabul etmediğini düşünebilmeye hukuk bakımın dan imkân yoktur. <Bu nedenle Anayasa boşluğu karşısında bulu­ nulduğu kabul edilerek böyle bir hâlde, boşluk Ana­ yasamızın ilkelerine, ruhuna ve sistemine, uygun olarak doldurulur. Cum hurbaşkanının bu hâlde da­ hi, 108. maddeye benzer bir yetkiye sahip olduğunun kabul edilmesi normal bir çözümdür. Ve Anayasa koyucusunun mantığına tamamen uygun düşer. Cumhurbaşkanının örneğin ,bir ay sonra uygulamak üzere yeni seçim lere karar vermesi kanım ızca Ana­ yasam ıza uygun düşecektir ki, böyle bir hâlde onun yetkisini aştığını veya yetki gasbında bulunduğunu ileri sürebilecek partilerin Anayasa Mahkem esine başvurarak bu kararı iptal ettirm eleri yolu açıktır.» Muam m er Aksoy 1960 ta 27 Mayıs sonrası, Anayasayı değiştirm ek şöyle dursun, kılına bile do­ kunmamış Dem okrat Parti İktidarının başındakilere ölüm yağdıranlardan biri idi. Yassıada duruşm aları sırasında da ünlü Başsavcı Egesel'in akıl danışm a­ nı olarak perde ardında sehpaların ipini yağlariııştır. Aynı Aksoy, Kurucu M eclis üyeliğine atanm a­ sından sonra, Anayasa komisyonunun sözcülüğü­ nü de yapmış, bugün ise, parlam entonun gücünü tahkim için vazedilm iş olan 108!inci maddeyi, sayın Cumhurbaşkanını, sırf CHP'nin işine gelecek diye ihlâle azm ettirm eye çalışm aktadır. Sayın Korutürk'ün bu gibi fetvalara dayanarak Anayasa1dışı bir ta­ sarrufa girişmeyeceğinden emin olarak, bu gibi gay­ retkeşliklere itibar etmemesini saygıyle dileriz. Değil Anayasa'yı değiştirmek, ya da ihlâl, ona

275

*


yan bakanların yakın geçm işte canlarını ihtilâlin öf­ kesinden kurtaram adıklarını da saygıyle hatırlatırız) d ). (BAY ECEVİT’İN KOMPLEKSLERİ Yunanlılarla birleşip Salankam in’de Türklere karşı savaşan bir Lord Byron özentisi içinde Yu­ nanlılara övgü şiirleri düzen Ecevit, CHP gençlik kolları kurultayındaki sözleriyle Türk halkına ve re­ lim e en büyük hakareti reva görmekten geri kal­ madı. Ama bunun gide gide böylesine şuur dışı bir davranışa gelip dayanacağı, Başbakan olarak din­ lenen ilk konuşmalarından belliydi. Çocukluğunda Gazi Paşa oyunu oynayan, m illetvekilliği için İnö­ nü’nün damadına ab-urû döken bu adam, bir tikler cümbüşü içinde m uhalefette kalan partilere hayat hakkı bile tanım ayacağını İleri sürüyor, yumruğunu kürsünün üzerine vururken, elindeki kalem i bir han çer gibi yine kürsü üzerinde dolaştırıyordu. Bu tavır ve davranış içindeki bir kimse, devletin icrâ organının başı değil, ancak iyileştirilm ek için nöroloji ve psikanaliz kliniklerinin m eşguliyet konu­ su olabilirdi. Böyiece hiç değilse, kom plekslerinin dürtüsü içinde herşeyi altüst ettiği artık iyice görü­ len bir politikacının tahribatı önlenmiş olurdu.

Ш M ^ p s'ta sokağa fırlayıp parola soran erlere gereken parolayı verebilecek kadar ihtilâlin içine dalan Ecevit hiç şüphesiz iktidar kom pleksiyle hare­ ket ediyordu. Sonradan, ortanın solu sahte bayrağı, ortaya çıkarıldığı zam an, lider olması îstenen Fey-

U> DÜNYA Gazetesi, 2а Kasım 1974 - Mithat PERİN.


zioğlu’nun, bu harekete dahil bir kimsenin devlete silâh çektiğini söyleyerek reddetmesi üzerine, bu hareketin başına çöreklenen Ecevit’i aynı komp­ leksin zem bereği hareket ettiriyordu. Kendisi gibi lâfazan bir bürokrat olm aktan uzak, Allahına inanan bir teknokrat olm aktan başka hiçbir yerilecek tarafı bulunmayan Erbakan'ı yerin dibine batıran, ama Başbakanlık koltuğu üzerine oynaması gerekince onu neredeyse nafile nam azla­ rına çağıracak kadar nabza göre şerbet verici ke­ silen Ecevit, yine aynı kompleksin bir vantroloğ be beğinden başka bir şey değildi. Ama ,Erbakan daha sempatik görününce, üste­ lik dağ gibi sorumlulukları onun üzerine yıkm ak fır­ satı çıkınca, makul hiçbir sebep yokken koalisyo­ nu bozan Ecevit, yine aynı kompleksin ücretsiz ku­ luydu. ' Nihayet komplekslerin biteviye aynı görünüşte kalacağını hiçbir m arazı ruhiyât uzmanı söyleye­ mez. Bazan, aşırı üm itsizlik ve kırgınlıklar onları ters bir görünüş içine de itiverirler. İşte son, m illete ve rejim e hakaret olayı budur. Yine İktidar kompleksi, bu sefer kırgınlık içinde öfke ve kin küstürmüştür. Yoksa, sinirleri sıhhatin ve aklın disiplini altında bulunan bir insan parlam entoya hakaret edince, bu­ nun o parlam entoyu seçen ve kendi irâdesinin tem silcisi sayan m illete hakaretin ta kendisi ola­ cağını, üstelik bu sözlerin hiçbir suretle tevil edile­ ni iyeceğini m utlaka bilir!..) (1).

(1 )

O R T A D O Ğ U G a z e te s i, 13 K a s ım 1974.

277


Bütün bu söylenenlere şu veya bu sebepie mey dan veren ve halk nazarında da evvelce kazandı­ ğı itibarı gölgeleyen Bay Ecevit, gönül isterdi ki, «hislerini» bir nebze olsun kontrol altına alarak ko­ nuşsaydı. Cumhuriyet Gazetesi yazarlarından birinin de belirttiği ve daha sonra mezkûr sözlerini geri alır gibi bir beyânda bulunan Bay Ecevit, ne yazık kibununla da yetinmemiştir. Bir kerre söylediği ve bütün parlamentoyu kar­ şısına aldığı... parlamentoyla beraber Türk •Milleti’ne de dil uzattığı muhtelif ağızlarca belirtilen Bay Ecevit, o sözleri herhangi bir«dil sürçmesi» olarak, yahut da «yanlış anlam a»’ şeklinde te'vil veya tef­ sir mi etmiştir? Yoksa... (... Akşam dönerken, PolatlI'nın berisinde, bir petrol Ofisi bayiinde durduk. Ecevit mutluydu. Ara­ basının anteni koptuğu için, 19 ajansında «M illî İra ­ decilerin» veryansın endişelerini dinleyem em işti. Öğrendiğinde güldü, «sanki» dedi, «parlamento de­

dikleri şey bir soylu aile de, onurlarına dokunuyor söylediklerim... Az bile söyledim. Çocukları gördü­ nüz çocukları... Bunların, o çocukların bile on yıl gerisinde kaldıkları açık değil mi...) (2). * ★★

(2)

278

CUMHURİYET Gazetesi, 12 Kasım 1974.


Proleteryanın den geçer» (1).

kurtuluşu, demokrasi

Kitabımızın başında, Türk münevverlerinin deği­ şik görüşlerini ve tahminlerini sıralarken, Bay Ecevit'e, «geçici bile olsa» bir iktidar şansı verilmesi­ ni çok tehlikeli bulanlardan... Buna mukabil, seçim meydanlarnda muhalefet eden Ecevit’le, iktidar kol­ tuğundaki Ecevit'in, ancak kısa veya uzun vâdeli bir CHP Hükümeti sâyesinde ortaya çıkacağını ileri sürenlerden bahsetmiştik. «Ecevit, bir balonsa, patlamalıdır» diyenler var­ dı. «Ecevit gerçeği, bir kerre de iktidar olduktan sonra Türkiye'de iyice ve hem de bütün kafalara nakşolunmalı» diyenler vardı. «Ecevit, kendisine -Hükümet etme şansı veril­ mediği takdirde, daha ileri günlerde memleketde bir Efsâne Adam olarak hatırlanabilir. Bırakın, ikti­ dara gelsin ve görelim» görüşünden hareket eden­ ler de vardı. Şimdi, işin sonuna gelmiş bulunuyoruz. Bu kitap, bütün iddialardan bazısını isbâtlamak arzusuyla kaleme alınmamıştır diye çok tekrarladık. Yapmak istediğimiz şey, sadece Türk M illeti’ne, «ya­ şamış olduğu takvim yapraklarını hatırlatmak» dan ibaretti. Siz, bu kitaba, «Türk basını ile, (besleme, ba­ sın) arasındaki tutarsızlığın bir belgesi» de diyebi­ lirsiniz. Bir bakıma, böyle de değerlendirilebilir. (1)

AYDINLIK Dergî^i — Sayı: 43.

279


Birinci bölümün sonunda söylediklerimiz — ge ne tekrar ediyoruz — bugün de geçer akçedir. Ya­ ni, Türkiye’de en büyük problem; insandır. Bundan bir yıl evvel söylediğimiz problemin, ikinci bölümün kaleme alındığı şu günlerde de mevcudiyeti, mem­ leket hesabına üzüntü verici bir gerçektir. Zaten dikkat edilirse, bizim, Bay Ecevit’i ve partisini iktidara geldikten sonra Hükümet edişini tenkîd ve tahlildeki ölçümüz, herhangi bir partinin' tüzüğü değildir. Zirâ bunlar, günübirlik ölçülerdir. Ama, değişmeyen, günübirlik olmayan ölçüler de vardır. İşte biz, ölümsüz olanını seçtik: Türk Milliyet çiliği... Hislerle, yahut, sadece akılla varılan hü­ kümlerin, insanı nereye kadar götürdüğü, acı mi­ sâllerle doludur. «Düşmanlıkla, sübjektif değerlendirmelerle, ele aldığınız insanı değil; ancak kendi şahsınızı kötüler­ siniz fikri» bir başka düstûrumuzdu. Yukarıda, «hislerle, yahut sadece akılla varılan hükümlen» dedik. İşin aslına bakılırsa, bu cümleyi şu şekilde dü­ zeltmek gerekir: «Benlikle, nefsle yahut sadece akılla varılan hükümlerin, o insanı nereye kadar götürdüğü acı misâllerle doludur.» Evet, günlük hayatımızda da yanlış olarak çok kullandığımız «his», yanılması imkânsız olan «şey» dir. Daima yanılan ise, «Benlik», yani «Nefs»!.. İn­ sanoğlu, kendi eksiğini örtmek arzusuyla olacak, nefs yerine his demeyi uygun bulmuş ve bulmak­ tadır. . 280


VE NİHAYET SUALLER SUALLER

«Komünist olmayan herkese faşist di yen yobazlar şunu bilmelidir ki, ülkücü gençlik kanun hâkimiyeti içinde, meşrûiyetçi yolla oyunlarını daima boza­ caktır. Türk milliyetçisine faşist diyen zihniyet, unutmamalıdır ki, asıl faşist kendisidir. Hem de Kızıl Faşist». —Alparslan Türkeş —

Baştan beri, Ecevit'in ağzından duyduğumuz sloganlar nelerdir? Bunların, «SOL» la ilgili olanları kaç tanedir? 1974’ün son günlerinde Bay Ecevit'in ağzından hiç «Ortanın Solu» tâbiri çıkmış mıdır? 1973 Ekim'inde yapılan seçimlerden hemen sonra, kendisinden işittiğimiz sloganları hatırlıyor muyuz? Bilhassa kendilerinin «temel prensip» olarak ileri sürdükleri formüllerden birisi «Ortanın Solu» iken, nasıl olmuş da daha sonra ortaya «Demokra­ tik Devrimcilik» çıkmıştır? Bâhusus «Ortanın Solu» sloganı bırakılmıştır? Türk Milleti ve Türk aydını, bu suallere ne cevap vermektedir? Hattâ, hattâ, Bay Ecevit, bir zamanlar «Sosyal Demokrasi» gibi bir sloganın da «isimbabası» ve sa­ vunucusu değil miydi? 281


Bunları neden bıraktı? Ve yedibuçuk aylık ik­ tidar devresinden sonra, hangi sebepler yüzünden Türk Milleti'nin karşısında «Özgürlükçü Demokrasi» >|әіщә>|.іә} ueguoj |>|Ә}о jjupejruDZ >|Diu>|iö d|Aijd| mecbûriyetini yahut ihtiyacım hissetmiştir? Yoksa bütün bu sloganlar, Türkiye’deki Sol'un kendi bünyesinde gösterdiği gelişmelere ve çatla­ malara paralel olarak fırlatılıp, yerine bir başkası getirilmek zarûretinden mi doğuyor? Birkaç sene zarfında üç-beş «fikir ismi» değiş­ tiren Bay Ecevit, yarınki Türkiye’ye daha kaç slo­ gan duyuracak dersiniz? Dikkat edilirse, kitabımızın muhtelif yerlerinde ve bizzat kendi ağzından çıkıp gazetelere geçmiş sözleriyle Bay Ecevit, bir dizi «tenakuzlar» sergile­ yen politikacıdır. Sözleri ve icraatlarıyla terş dü­ şen Ecevit... evvelce söyledikleri ile, bir müddet sonra sarfettiği sözler arasında yüzseksen derece terslik bulunan Ecevit, yukarıdan beri sorulan sual­ lere kendi siyasî hayatı ile en doğru cevabı vermiş bulunuyor. Bütün bir milletin yaşadığı ve bu kitabın orta­ ya serebildiği gerçeklerin ışığı altında, Bay Ecevit «balonu» nun patlamadığını iddiâ edecek hiçbir Türk vatandaşı tasavvur edemiyoruz. Bugüne ka­ dar, kendisi ve «etrafı» tarafından maskelenen Ecevit’in gerçek yüzü, sîzlerin takdirinde tecessüm etmiş bulunuyor. Artık, «gölgedeki Ecevit», gün ışı­ ğına çıkmıştır. Bundan bövle, siyasî hayata hangi sıfatla devam ederse etsin; Bülent Ecevît'in bu vüzü, mutlaka dikkatle seyredilecektir. Sözlerimi282


•zi, bir mütefekkirin şu cümeleri ile bitiriyoruz, aynen, başladığımız gibi: «Bazı insanları her zaman aldatmak mümkün­ dür. Bütün insanları belli bir zaman için aldatmak yine mümkündür. Fakat bütün insanları her zaman aldatmak asla mümkün değildir.»

BİRİNCİ CİLDİN SONU

283


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.