Yusuf Akçura - Yeni Türk Devletinin Öncüleri (1928 Yılı Yazıları)

Page 1


YENİ TÜRK DEVLETİNİN ÖNCÜLERİ 1928 Y ılı Yazıları


"Kızım Ülken ve Oğlum Tuğrul'a"


�% T.C. KÜLTÜR BAKANLIÖI YAYINLARl/421

J,(� Yayımlar Dairesi Başkanlığı

�.» Cumlwriyet Kitapları Dizisi/11

YENİ TÜRK DEVLETİNİN ÖNCÜLERİ -1928 YILI YAZILARI-

PROF. YUSUF AKÇURA

ı

Yayına Haz1rlayan NEJAT SEFERCtOGLU


© T.C. KÜLTÜR BAKANLIÖI, 2001 -ANKARA ISBN 975-17-2612-3 Kapak Düzeni / Rıfat AYDIN

Akçura,

Yusuf

Yeni Türk Devletinin öncüleri

I

yazıları-

Yusuf Akçura.

2001.

Kültür �akanlığı,

260

XXII, yayınları

;

s.

421.

;

20

2.

-

cm.

Yayımlar

-

(Kültür Dairesi

cumhuriyet kitapları dizisi ISBH

I.

975-17-2612-3

k.a.

320.5490943

II.

Seriler:

www.kultur.gov.tr. E-mail: kultur@kultur.gov.tr

1981, 10.000 Adet 3.000 Adet

Birinci Baskı, İkinci Baskı,

Aydınlar Matbaacılık San.

ve

Tic. Ltd. Şti.

Riizgarlı Cd. Eşdost Sk. No:2 06030 Ulus /ANKARA Tel Fax

(0312) 3121805 : (0312) 3127170

: -1928

bek.

;

11)

yılı

- Ankara

:

Bakanlığı Başkanlığı


Cumhuriyetimiz. Atatiirk 'ün Türk milletine olan güveninin ve Türk nıilleti11i11 de Atatürk 'e duyduğu sonsuz inancın bir eseridir. Ülkemiz bugiinkii giiçlii. demokratik, çağdaş ve laik çizgisine cumhuriyet sayesinde ulaşmıştır. Bizlere düşen görev, bu çizgiden hiçbir zaman sapmadan Türkiye Cumlıuriyeti'ni sonsuza kadar ya­ şatnıak olacaktır. "Türkiye Cıımhuriyeti 'nin temeli kültürdür." diyen Atatürk, hem kii/tiiriin milleı lıayat111daki önemine işaret etmiş hem de Cum­ huriyeti yaşatacak giicün kültürel kalkınmada o/dıığunu vurgula­ mıştır. Kültür Bakanlığı olarak izlemiş olduğumuz kültür politikamızm özünde de Atatürk'ün bu so11 derece anlamlı direktif/eri l'ardır. Bu yıl, çok değerli bilim adamlarımızdan ve sanatçılarımızdan o/uşturdıığıımuz "Cwnlıuriyet Kitapları Damşma Kurıılıı ": Cımı­ hııriyet tarihi ve Cumhuriyet felsefesi konusunda çalışına/ar yapa­ cak ve bu çalışmalar sonucunda topluma aydm/atıcı, bilgilendirici kitaplar hazırlayacaklardır. Sizlere büyük bir kıvançla sunacağımız bu yayın dizimiz içeri­ sinde Atatürk ve Cumhuriyetin kurucu kuşağıyla ilgili araştırmala­ rı, amları bulabileceğiniz gibi; edebiyat, bilim ve sanat alan/arm­ da Cumhuriyet ile birlikte meydana gelen gelişmeleri, atrlımları in­ celeyen kitapları da bulabileceksiniz . Cumhuriyetimizin sonsuza kadar Atatürk aydı11/ığ111da yaşama­ sı için herkesi kitap/arttı ışıklı düııyas111a davet ediyor, kitapların /ıazır/anmasmda ve sizlere ıılaşmas111da emeği geçenlere teşekkür­ lerimi sunuyorum.

M. İstemihan TALAY Kültür Bakanı

v



İÇİNDEKİLER SÖZBAŞI .XI NAZARİYAT VE BATI TÜRKLERİNDE TÜRKÇÜLÜK 1 .

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

1-

. .

Rir mesele

.

.

.

Türklerin tarifi Milliyet fikri Milletin tarifi

. . . ...1 . . . .. . . .. . . . . ... ...... .. . .. ... . ..1 .

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

..................................2 . . .3 .

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

Milliyet fikrinin Türkler arasında yayılması Milliyet fikrinin ortaya çıkış şekli

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

... . .

. ..

Hatı Türklerinin Avrupa ile münasebetleri

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

3

.4 .

6

Tanzimat ve Yeni Osmanlılar ......................9 .

.

14

.

.

.

17

.

.

.

19

Tanzimatçılarla Yeni Osmanlılarda Milliyet Mefuumu Tanzimat Edebiyatında Türkçülük İzleri: Şinasi ve Ziya Paşa

.

.

.

.

.

.

..

.

.

.

.

.

.

.

.. .. . .. .

.

.

Lisanda "Bütün Türkçülük" ün ilk emareleri: Ahmet Vefik Paşa

.

.

.

.

.

..

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

Filoloji ve tarihte Türkçülük: Mustafa Celaleddin Paşa

.

..

..

.

. .23 .

. . .30 Türkçülüğe müsteşriklerin tesirleri .... . ... . . .. .. . . .32 İlk Türkçülerin umumi vasıfları

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

Türkçülük fikri ve İngiliz - Rus münasebetleri

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.33

Macar Yambery ...............................36 il-

AZERİ TÜR KLERİNDE TÜRKÇÜLÜK Ahundzade Feth Ali

.

.

.

.

.

.

.

..

.

.

.

.

.

.

.

.

.

..

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

. .. .

.

.

.

.

.

.

39

39

111- BATI TÜRKLERİNDE TÜRKÇÜLÜGÜN

İKİNCİ DEVRESİ Süleyman Paşa

.

.

.

.

. .

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

Buharalı Şeyh Süleyman Efendi

.

.

. .

.

. ..

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

... ... .

.

. .. . .. .

.

.

. .

.

.

.

.

. . .

.

.

.

.

.

.

.

.

44

.45

.50

vıı


Ahmed Mithat Efendi

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

. .

.

.

.

.

.

.

.

Osmanlı Milliyeti, İslam Birli�i.Türkçüli.ik .

.

.

.

.

.

.

.

.

.

Ahmed Cevdet Paşa

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

..55

.

.

.

57

.

.

.

59

iV- ŞEYH CEMALEDDİN-İ AFGANİ ...............62 V- KAFKAS, KIRIM VE KAZAN TÜRKLERİNDE

MİLLİYET FİKRİ

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

68

.

.

.

.

.

Rusya'da ilk Türkçe Gazete: Hasan Bey Zerdab'inin "Ekinci"si

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

Gaspralı İsmail Bey: Tercüman

.

.

.

.

.

.

.

. .

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

Türklük şubeleri arasında münasebetler .

.

Ünsizadeler matbuatı

.

.

.

.

.

. .

.

69

71 73

.

.

Kazan T ürklerinde ilk milliyetçilik sesi Şahabeddin Mercani

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

. . .

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.87

.

.

.

.

.

.

.

.

VI- TÜRKÇÜLÜGÜN ÜÇÜNCÜ FAAL DEVRESİ

92 94

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

95

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

99

.

.

.. ..

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

. .

.

.

.

.

.

.

.

Abdülhamid devrinin Türklüğe karşı aldığı vaziyet

.

.

Şemseddi n Sami Bey Necib Asım Bey

.

.

.

.

Veled Çelebi

.

.

.

.

.

.

.

"İkdam"cı Cevdet Bey Emrullah Efendi . . Bursalı Tahir Bey

.

Raif Fuad Bey Necib Bey

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

106

. 112 .

.

.

112

116

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

116

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

120

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

. .

.

.

.

.

.

.

.

Yunan Harbi: Şir ve Edebiyatta Türkçülük Müftüoğlu Ahmet Hikmet Bey

.

Milli Şfiir Emin Bey

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.123

.123 .

124

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

126

VII-SİYASi TÜRKÇÜLER.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

158

. .

.

.

.

.

.

.

.

158

.

.

.

.

.

.

.

161

Tunalı Hilmi

.

.

.

.

.

.

.

.

.

Akçuraoğlu Yusuf Bey

vırı

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.


Hüseyinzade

Ali

Bey

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

VIII- AGAOGLU AHMED BEY . IX TÜRKÇÜLÜKTE TEŞKİLATLANMA DEVRESİ .

Türk Derneği

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

200 229

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

Genç Kalemler

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

Türk

Ocağı

.

Hamdullah Subhi Bey Gökalp Ziya Bey

.

.

.

.

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

. .

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

188

228

.

Türk Yurdu

X-

.

.

232 236

.244 246

248 258

ıx



SÖZBAŞI: Eserin yazarı Yusuf Akçura, Kazan'ın İdil (Volga) Ir­ mağı kıyısındaki şehirlerinden biri olan Simbir'de doğ­ du. Dedesi Süleyman Akçura'nın Kazan'ın çeşitli şehir ve kasabalarında çuha fabrikaları bulunuyordu. Babası, bunların Simbir, Siiyebaşı ve Lahafko'da bulunan iiçü­ nü, tevarüs yoluyla sahip olarak işleten Hasan Bay'dı. Babasının «Akçura (bey)» iinvanını taşıma hakkını ka­ zanmış Kırımlı bir aileden geldiğini hatıralarında belirtir. Annesi ise, Kazan'ın yine Kırım'dan göç etmiş ailelerin­ den Yunusof'ların deri sanayii ve çay ticareti ile uğraşan oğullarından Abdürreşid'in kızı Bibi Fahri Banu'dur. Yusuf Akçura'nın babası Hasan Bay, kendisi henüz iki yaşında iken, Kazan 'a yaptığı bir iş seyahatinden döndüğii sırada kızak içinde kalp sektesinden ölmiiş; an­ nesi ise, o altı yaşına geldiği sıralarda geçirdiği bir kızak kazası sonucunda sinir hastalığına yakalanmıştı. Babası­ nın 1876 Türk - Rus savaşında işleri bozulduğundan, öliimiinden sonra kendilerine altından kalkılamayacak karmaşıklıkta birtakım ticari yiikler miras kalmıştı. Bun­ lar ve annesinin rahatsızlığı yiizünden, Yusuf'un çocuk­ luğu, oldukça maceralı geçmiştir. Annesinin hem fabri­ kalarının karmaşık işlerinden uzak kalmak istemesi ve hem de hekimlerin sıcak iklimlerde tedaviye gerek gör­ meleri yüzünden, çocukluk dönemini geçirdiği Lehof­ ka'dan ayrılarak önce Kafkaslar kuzeyindeki StavroXI


pol'a, sonra da Odesa yoluyla, 188 3'te İstanbul'a geldi­ ler. Okuyup yazmayı Lahofka'da bulunduğu sırada öğre­ nen Yusuf, İstanbul'da Mahmutpaşa Camii yanındaki Yusuf paşa ilkokuluna girmiş, fakat annesinin tedavi için gittiği Bursa'ya kendisini de götürmesi ve değişik semtlerde evlere taşınmaları yüzünden, bir kaç defa okul değiştirmek zorunda kalmıştır. İlk öğrenimini, Kur'an'ı da hatmettiği Divanyohı'ndaki Karahafız İlko­ kulunda tamamlayan Yusuf'u askerliğe küçiik yaştan itibaren duyduğu ilgi ve merakı dikkate alarak, Koca­ mustafapaşa Askeri Riişdiyesine yazdırdılar. Annesinin bu sıralarda evlendiği Dağıstanlı Seyit Ali Bey küçük Yusuf'a büyük ilgi ve yakınlık gösterdi. Rüştiye'ye 1903 yılında giren Yusuf, burada üç yıl okuduktan son­ ra, baba yurdundaki aile mallarının tasfiyesi maksadıyla annesiyle birlikte Kazan'a gitmek zorunda kaldığından, tahsiline bir süre ara vermek zorunda kaldı. Ancak, bu seyahatı sırasında Şeyh Şamil'in oğlu, Kazan'ın ünlü ho­ calarından Zahid Şamil'den Fransızca öğrendi. Ayrıca, Rusça dersleri aldı. Kazan seyahatinin, mezuniyetini ge­ ri bıraktırmış olmakla birlikte, onda milliyetçilik duygu ve fikirlerin gelişmesine de yardımı olmuştur. Yusuf Akçura, Rusya'dan döndükten sonra, bıraktığı sınıftan başlayarak dört yıl olan rüşdiye öğrenimini ta­ mamlamış ve Harbiye'ye geçmiştir. Burayı 1898 yılında

Xll


okul dördünciisü olarak tamamlamış ve «erkan-ı harp (kurmay)» sınıfına ayrılmıştır. Bu sınıfta okurken, hürri­ yetçi fikirleri dolayısıyla ve Genç Tiirkler'le ilgili oldu­ ğu gerekçesiyle tutuklanarak 8 3 arkadaşı ile birlikte Harp Divanı'na verilmiş ve bu mahkemece askerlikten çıkarılarak müebbet kalebentlik cezasına çarptırılmıştır. Cezasını çekmek üzere arkadaşları ile birlikte Fizan'a gönderilmiş ise de, sonradan Trablusgarp'ta yaşamala­ rına izin verilmiştir. Bir süre sonra rütbeleri iade edile­ rek, kendilerine Trablus'taki askeri birliklerde görev de verilmiştir. Bir yıllık kalebentlikten sonra, bir kaç arkadaşı ile birlikte, kayıkla Akdeniz'i aşarak, 1899 yılında Fran­ sa'ya kaçmıştır. Paris'te Serbest Siyasal Bilgiler Okulu (Ecole Libre de Sciences Politiques)'nun Siyasi Şubesi­ ne girdi. Üç yıl öğrenimden sonra burayı iiçündiliikle ve miikafat alarak bitirdi. Bu okulda Albert Sorel, Emile Boutmy gibi ünlii bilginlerden ders alan Yusuf Akço­ ra'nın Türk milliyetçiliği ile ilgili duygu ve düşiinceleri iyice olgunlaşmış, şuurlu duruma gelmiştir. Yusuf Ak­ çura, 190 3 yılında tamamladığı bu okulda, «Osmanlı Saltanatı Müessesatının Tarihine Ait Bir Tecrübe» konu­ lu bir mezuniyet araştırması da hazırlamıştır. Kalebentlik cezası kalkmadığı için Tiirkiye'ye dön­ mesi yasak olduğunda, Paris'teki öğrenimini tamamla­ dıktan sonra Kazan'daki Ziiyebaşı kasabasına, amcası-

xııı


nın yanına gitti. Kazan'da, bir yüksek okul olan «Med­ rese-i Muhammediye» de tarih, coğrafya ve Tiirk edebi­ yatı dersleri verdi. Rusya'da 1905 Rus-Japon savaşında­ ki yenilgiden sonra meydana gelen yönetim değişikli­ ğinden ve parlamentonun kurulmasından yararlanarak, Türklerin bu parlamentoda varlıklarına uygun bir ağırlık ve sayıda temsil edilmelerini sağlayıcı çalışmalara giriş­ ti. Rusya'daki Türk illerinin ileri gelenleri ile işbirliği ederek «Rusya Miisllimanları İttifakı» adını taşıyan bü­ yük bir siyasi partinin kurulmasına ön ayak olmuştur. Bu partinin önde gelen yöneticilerinden biri olarak siya­ si görüşlerini ve özellikle Tiirkçiiliik idealini Türk top­

lulukları arasında yaymaya çalışmıştır. İki yıl siiren bir serbestlikten sonra, Rusya'nın Rus olmayan milletler üstündeki baskısını yeniden artırması üzerine Türk ileri gelenleri siyasi faaliyetlerini yeniden sınırlamak zorun­ da kalmışlardı. Osmanlı İmparatorluğu'nda l 908 meş­ rutiyetinin ilan edilmesinden sonra Ti.irkiye'ye dönüş için bir engel kalmadığından, Yusuf Akçura, son olarak bulunduğu Kırım'dan İstanbul'a geçmiştir. 1908 yılının ekim ayında İstanbul'a gelen Yusuf Ak­

çura, Siyasi görüşleri bakımından tam manasıyla olgun­ laşmış, Türkçülük fikirleri bakımından şuurlanmış ve teşkilatçılık bakımından da değerli tecrübeler edinmişti. İstanbul'da önce Erkan-ı Harbiye Mektebi (Harp Aka­ demisi) Siyasi Tarih öğretmenliğine; sonra da, sırasıyla, Darüşşafaka, Medreset ül-Vfüzln ve Dar ül-Muallimin xıv


Tarih öğretmenliklerine tayin olundu. 1909 yılında İs­ tanbul Darliffümınu Edebiyat Şubesi (Fakültesi)nin ta­ rih profesörlüğiine, 19 14 yılında ise Mekteb-i Mlilkiye tarih müderrisliğine getirildi. Mülkiyedeki görevi, bu okulun 19 15 sonlarında kapatılması üzerine son buldu. Dariilfunundaki 1916 reformunda da kadro dışı bırakıl­ dı. Yusuf Akçura, Türkiye'ye geldikten sonra, bir yan­ dan öğretmenlik hizmetini sürdürürken, bir yandan da Türkçüliik ideallerinin yayılması konusundaki faaliyet­ lerine devam etmiştir. İstanbul'a gelir gelmez ileri gelen Türkçülerle temas kurarak onları, siyasi olmayan, Tiirk kültürü üzerinde çalışacak bir dernek kurma konusunda ikna etmişti. Bu teşebbüs ilk meyvesini, 1908 yılı son­ larında, bir çok ünlü kişinin kurucusu olduğu «Türk Derneği» ile verdi. Türkçülüğü ilml bir zemin üzerine . oturtmayı hedef alan bu dernek büyük ilgi görmüş, ileri gelen aydınların hemen hepsini çatısı altında toplamış, fakat ülkenin sürekli harp içinde bulunması ve iiyeleri­ nin cepheye gitmeleri yiizünden uzun ömiirlü olama­ mıştı. Buna rağmen, daha sonraki teşebbüsler için de­ ğerli bir tecrübe olmuştur. Bu dernek, 1911yılında7 sa­ yı çıkan Türk Derneği adlı bir dergi de yayımlamıştır. 19 1 1 yılında Yusuf Akçura'yı ve arkadaşlarını yeni

bir derneğin ve yeni bir derginin kurucusu olarak görü­ yonız: Türk Yurdu Derneği ve Türk Yurdu dergisi, l 8

xv


Ağustos J91 l 'de kurulan dernek, yayın organını bu yılın sonunda çıkarmıştır. Derneğin yöneticileri arasında bu­ lunan Yusuf Akçura, 19 12 yılı ağustosundan itibaren

Türk Yurdu

dergisinin imtiyaz sahipliği ve yazı işleri

müdürlüğü görevini yüklenmiştir. Akçura'nın kuruluşun katıldığı başka bir Tiirkçü ku­

ruluş ta Türk

Ocağıdır. Bu dernek, 1 9 12 yılı mart ayın­

da l 90 kadar Askeri Tıbbiye öğrencisinin önde gelen Türkçülere yaptıkları müracaat üzerine kurulmuştur. Akçura, bu derneğin de kurucuları arasında yer almış ve geçici ikinci başkanlığı görevini yapmıştır. Türk Yurdu Derneğinin iltihakı üzerine, o derneğin yayın organı olan Türk Yurdu, 19 17'den itibaren Türk Ocaklarının yayın organı haline gelmiş ve 193 l yılına, yani Tiirk Ocakları­ nın kapanışına kadar bu hizmetini sürdiirmiiştür. Yusuf Akçura, İstanbul veya Türkiye dışına çıktığı geçici za­ manlar bir yana bırakılırsa, sonuna kadar Türk Yurdu dergisinin yönetimi görevini, başlangıçta kendi hazırla­ dığı ve yetkili heyetlere kabul ettirdiği bir yayın progra­ mına uygun olarak, yerine getirmiştir. Rusya'da 19 17 yılında vuku bıılan ihtilalde Çarlığın yıkılmasından sonra. Rusya'nın harp esirlerini karşılıklı değiştirme teklifi iizerine, Kızılay temsilcisi olarak, Ra­ uf (Orbay) Beyle birlikte Rusya ve İskandinavya'ya git­ ti ve esirlerin değiştirilmesi konusunda yararlı çalışma­ lar yaptı. Miitarekeden sonra yurda dönen Yusuf Akçura

XVI


bir kaç arkadaşı ile birlikte «Milli Tevfik Fırkası» adın­ da bir parti kurmak istediyse de, başarıya ulaşamadı. İzmir'in Yunanlılar ve Anadolu'nun öteki İtilaf dev­ letleri tarafından işgali iizerine, Türk Ocağı kanalıyla gizli bir teşkilat kurarak Anadolu'da başlayan Milli Mücadele hareketine yardımcı oldu. İstanbul'un işgali üzerine tevkif edilip Bekir Ağa Bölüğüne konuldu. Bu­ radan çıktıktan sonra ise, Anadolu'ya kaçtı. Ankara'da önce Maarif Vekaleti Te'lif ve Tercüme Heyeti üyeliğin­ de, sonra da bu heyetin başkanlığında bulundu. 2'nci İnönü Savaşından Sakarya Savaşının sonuna kadar da yedek kurmay yüzbaşı rütbesiyle Kazım Karabekir'in karargahında hizmet gördü. l9 22'de Hariciye Vekaleti Şark Memleketleri Da­ iresi Müşavirliğine getirilen Akçura, İstanbul Darülfü­ nunu siyasi tarih müderrisliğine de yeniden seçildi. 19 23'te milletvekilliği seçimini yenilenmesi üzerine, Atatürk'ün isteği üzerine milletvekili olan Akçura, bu hizmeti ölümüne kadar sürdiirdii. Bu arada, Ankara'da kurulan Hukuk Mektebi ile Dil ve Tarih-Coğrafya Fa­ kültesinde siyasi tarih dersleri verdi. Kuruluşundan iti­ baren Türk Tarih Kurumu başkanlığı da yapan Akçura, 12 Mart 19 35'te İstanbul Haydarpaşa'da geçirdiği bir kalp kriz sonucunda hayata veda etti. Selma hanımla ev­ li olup bir kızı ile bir oğlu vardı.

xvıı


Yazı ve Yayın Hayatı Türk dilinin bütün lehçeleri ile Fransızcayı çok iyi bilen, Rusçaya da aşina olan Yusuf Akçura'nın yazı ha­ yatı Harbiyenin Erkan-ı harp sınıfında öğrenci iken 2 Ocak 1897' de Mutasavver Malômat gazetesinde ya­ yınlanan bir yazısı ile başlar. Paris'te öğrenci olduğu sı­ ralarda, orada çıkarılan, Türkçe olarak yayımlanan Şu­

ra-yı Ümmet ve Fransızca olarak yayımlanan, Mesh­ werette (Meşveret) gazetelerine yazılar yazmıştır. Akçura'nın basında büyük ilgi gören ve tartışmalara sebep olan ve önemli yayını, Paris'teki öğreniminden sonra Kazan'da hazırladığı ve Mısır'da çıkarılan Türk gazetesinde yayımlattığı «Üç tarz-ı siyaset» adlı makale­ sidir. 1904'te yayımlanan bu yazı, o tarihlerde Rusya' da Türklerin gazete çıkarmasına izin verilmemesi ve kale­ bentlik cezası devam ettiğinden Türkiye'de yayımlat­ mak imkanı bulunmamasından dolayı, Mısır'a gönderil­ mişti. Bu sıralarda, Akçura'nın «Medrese-i Muhamme­ diye»de verdiği tarih derslerinin notları da kitap halinde yayımlanmıştı. 190 5 Rus-Japon harbinden sonra Rusya'da vuku bu­ lan içtimai ve siyasi değişiklikler üzerine Türklerin de gazetelerini çıkarabilmeleri mümkün olmuş, Yusuf Ak­ çura da, Kazan 'da çıkarılmağa başlanan ilk günlük ga­ zete olan Kazan Muhbiri'nin yazı heyeti başkanı ola­ rak kesif bir yayın faaliyetine girişmiştir. Rusya Müslüxvııı


manian İttihadı Partisinin kuruluşundan sonra ise, Ka­

zan Muhbiri yanında Orenburg'da yayımlanan Vakit ve Gaspıralı İsmail Bey'in Kırım-Bahçesaray'da çıkardı­ ğı Tercüman gazetelerine de yazılar yazarak partinin çalışmalarını, kendisinin siyasi görüş ve düşüncelerinin ve özellikle «Türk birliği» fikrinin yayılmasına çalış­ mıştır. 1908 'de Türkiye'ye gelişinden sonraki yayıncılık ça­ lışmalarının ağırlık merkezini Türk Derneği ve Türk

Yurdu dergilerinin yayınlanması teşkil etmiştir. Özel­ likle Türk Yurdu çıkışından (19 11), Türk Ocakları ile birlikte kapanış tarihi olan 1 93l'e kadar Yusuf Akçu­ ra'nın yönetim veya denetlemesi altında çıkmıştır. Akçura, bunlardan başka, çeşitli dergi ve gazeteler­ de de yazılar yayımlamıştır. Yusuf Akçura'nın kitap halinde yayımlanmış olan eserlerine gelince; bunları Türkçe ve Fransızca olarak iki gruba ayırmak mümkündür. Türkçe olarak yayımla­ nan eserlerinin ilki, Kazan'daki Medrese-i Muhamme­ diye'de okuttuğu tarih derslerinin notlarını toplayan ve 1906'da Kazan'da yayımlanan Ulum ve tarih adlı kitap­ tır. Öteki basılmış Türkçe eserleri ise şunlardır: 1-

Üç tarz-ı Siyaset. İstanbul, Matbaai Kader, 1 327

(19 11 ). 32 s. (Ali Kemal'in «Cevabımız» adlı yazısı da verilmektedir. Yeni Türk harfleri ile basımı; Ankara, Türk Tarih Kurumu, 19 76) xıx


2- Şfira-yı Ümmet'te Çıkan Makalelerim.

İstan­

bul, Tanin Matbaası, 1330 (19 13). 60 s.

3-

Mevkufiyet Hatıraları. 2. bs.

İstanbul, Türk Yur­

du Kütüphanesi, 1330 (1913), 54 s.

(Bu eserin ilk basımı: 3 Haziran Vakıa-ı Müessife­

si. Orenburg,

Krimof ve Hasinof Matbaası, 1907)

4- Türk, Cermen ve Slavların Münasebat-ı Tari­ hiyeleri. İstanbul, Kader Matbaası, 1330 (1934), 32 s. 5-

Tarih-i Siyasi Notları.

İstanbul, 1336 ( 1920)

Taş basması.

6-

Şark Mes'elesine Dfür Tarih-i Siyasi Notları.

İstanbul, Erkan-ı Harbiye Mektebi

Matbaası,

1336

(1920), 56 s.

7- Muasır Avrupa'da Siyasi ve İçtimai Fikirler ve Fikri Cereyanlar. İstanbul, Matbaa-i Amire, 1339

(1923)' 94 s.

8- Siyaset ve İktisat Hakkında Birkaç Hitabe

(16

Eylül 1335-23 Nisan 1340). İstanbul, Yeni Matbaa, 1924. 221 s.

9- Tarih-i Siyasi. 480 s.

İstanbul, Kader Matbaası, 1927. Ankara,

10-

Zamanımızın Avrupa Siyasi Tarihi.

11-

Osmanlı İmparatorluğunun Dağılma Devri

Hakimiyyet-i Milliye Matbaası, 1933.

(XVIII. - XIX. Asırlarda) İstanbul, Akşam Matbaası, 1934. 176 s. (2. bs.: İstanbul, Maarif Matbaası, 1940, 174 s.)

xx


12- Osmanlı Devleti'nin Kuruluşu ve Bu Vakıaya Dfür Başlıca Menba'lar. Ankara, Başvekalet Matba­ ası, 14 s. 13-

Türkçülük. «Türkçülüğün Tarihi Gelişimi»

İstanbul, Özdemir Basımevi, 1978. 253 s. («Türk Yı­ lı»ında yayınlanan makalenin yeni harflerle ilk basımı­ dır.) Bunlardan başka, 1928 yılında Türk Ocakları adına yayımlanan Türk Yılı Akçura tarafından yayımlanmış­ tır. Birinci Türk Tarih Kongresi (1932)'nde verdiği «Ta­ rih yazmak ve okutmak usulleri» konulu konferansın tam metni de Birinci Tarih Kongresi Zab ıtları nda yayımlanmıştır. Hayatının bir bölümünü anlattığı «Ta Kendim yahut Defter-i Amfüim» adlı hatıraları ise, Mu­ harrem Fevzi Togay'ın Yusuf Akçura'nın Hayatı (İs­ tanbul, Hiisnü tabiat Matbaası, 1944) adlı eserinin 9714 1. sayfaları da yayımlanmıştır. '

Yusuf Akçura'nın Fransızca olarak hazırladığı başlıca iki eseri vardır: Bunlardan biri, Paris'teki Serbest Siya­ sal Bilgiler Okulunda hazırladığı, Essai sur l'histoire

des Institutions des l'Empire Ottomans

«Osmanlı

adını ta­ şıyan mezuniyet çalışmasıdır. Yazık ki bu eser yayımla­ namamıştır. Diğeri, L'etat actucl et les Aspations des saltanatı miiessesôtı tarihine dair bir tecrübe»

Turco - Tatares Müsülmans en Russie

«Rusya'daki

Türk - Tatar Müslümanlarının şimdiki vaziyet ve emel­ leri»

adlı eserdir ve 1916 yılında Lozan'da yayımlanmış­

tJr.

xxı


Kaynaklar (AKÇURA, YUSUF, «T ürk Dili ve Edebiyatı An­

siklopedisi

İstanbul, Dergah Yayınları, 1976), 1. c. 87-

88. ss.

ÇANKAYA, ALİ. «Profesör Ömer Yusuf Akçura»,

Yeni Mülkiye Tarihi ve Mülkiyeliler

(Ankara, Mars

Matbaası, 1968-7 1. 8 c.), il. c. 1098-1096 ss.

TOGAY, MUHARREM FEVZİ, Yusuf Akçura'nın

Hayatı

xxıı

(İstanbul, Hüsnü Tabiat Matbaası, 1944. 141 s.


1

NAZARİYET VE BATI TÜRKLERİNDE TÜRKÇÜLÜK Bir mesele Türk milleti fikri, Türkler arasına ne zaman ve nerede girdi? İşte halli pek de kolay olmayan bir tarih meselesi! . ı .

Asıl meselenin halli yol u nda çalışmaya başlamadan evvel , kullandığımız iki tabirden, «Türkler>> ve Milliyet fikri» ta­ birlerinden kastettiğimiz manaları, açıkça tayin etmeliyiz.

Türklerin tarifi Türkler dediğimiz zaman, etnoğrafya, filoloji ve tarih­ le i l gisi olanların «bazen Türk-Tatar» bazen «Türk-Tatar­ Moğol» diye yad ettikleri bir ı rktan gelme, adetleri, dilleri birbi rine pek yakı n, tarihi hayatları birbirine karışmış olan kavim ve kabilelerin tamamını murad ediyoruz. B u cihetle İranlı ve Avrupalı bazı muharrirlerin Tatar dedikleri Ka­ zanlılar, Azerbaycanlılar... ilh. ile beraber, Kırgızlar, Yakut­ lar da «Türkler» tabirinin içinde demektir.

1 Biz bu mühim tarih meselesini. bu makalemizle tamamen halletmek iddiasın­ dan çok uzağız. Meseleye dair ufak bir kalem tecrübesi yapıyoruz. Ve «Y ıl»ın bu nüshasında o tecrübeyi de ancak J 908 senelerine kadar getirebildik. İlerisini Tanrı

nasip ederse, gelecek «yıllar» da tamamlamaya çalışırız.


Milliyet fikri Her kavim ve hatta her kabile, diğer kavim ve kabilele­ re karşı dai ma kendi hususiyetlerini hissetmiş ve ekseriya kendi üstünlüğünü iddia eylemişti r. Bu his ve iddi a, zan­ nederim ki milliyet fikrinin insiyaki bir başlangıcıdır. T ürk kavi m ve kabilelerinde bu his ve iddianın her zaman mev­ cut olduğunu hiç korkmadan tasdi k edebiliriz. 1 Llkin bahsimizin mevzuu olan «milliyet fikri» , bu his ve iddian ın çok gelişmiş bir safhasıdır. Kabile ve kavmiyet hissinin, milliyet derecesi fi krine yükselmesi , Doğuda de­ ğil, Batıda meydana gelmiştir. Avrupa kavimleri, bir çok ami llerin tesiri altında, özelli kle XY. asırdan itibaren, milliyet ınevzuunu işleyerek, ni hayet XIX. ası r ortaları n a doğru, bugün anladığımız manada milliyet fikrini tayin et­ tiler. Zamanımızda milliyet fi kri n i n , diğer bir tabirle milliyet prensibin i n muhtevası şudur: « B ir millet teşki l et­ miş olan insan toplulukları, müstakil bir devlet halinde teşkilatlanarak yaşamak hakkı nı haizdirler.» B u cümlenin açık anlaşılması içi n, «millet» tabiriyle ifade olunan reali­ tenin iyi bilinmesi icap eder.

1

lslaın devrinde Türkler milli gururlarını göstenııişlcrdir: ŞuQbiyye hareketine LU­

Türklerin katıldığı muhakkaktır. Milli Türk gururunu pe k sarih ifade eden «Divan-ı gat-it-Tilrk» sahibinin ŞuObiyyecilerden olduğunu bazı mllstcşrikler yazıyorlar.

2


«Millet»in tarifi «Mi llet» nedir? Gerçekte milletler mevcut olmasına rağmen, mi lletin tarifi o kadar kolay değildi r. M i lletlerin gerçekte teşekkülüne olduğu gibi , nazariyatta tarifine de siyasi menfaatlerin müdahale ve tesiri olmuştur. B u gün «millet»in tanı i lmi diyebi leceğimiz bi r tarifi ni bulup gös­ termeliyiz. « Millet»i n bir kaç türlü tarifi vardır: Teşkilat­ lanma halinde bulunan her mi llet, mevcut şartlara ve he­ def al ınan gayeye göre, «mi l let»i tarif etmişti r. Mesela Al­ manlar ve İ slavlar ırk ve li sanı (yani tarihi mecburiyet), Fransızlar arzu ve i radel i (yani ferdi hürriyeti), İtalyanlar arazi ve li sanı (yani coğrafi ve tarihi mecburiyeti), mi lle­ tin meydana gelişinde ve devamında en esaslı amil olarak almışlardır. İ mkan dai resinde şey'! (objektif) kalmak arzu­ suyla biz , milleti şöyle tarif etmek i stiyoruz: «Millet, ı rk ve lisanın esasen birli ğinden dolayı içtimai vicdanında bir­ lik hası l olmuş bir i nsan topluluğudur.» Mi llet bu suretle tarif olununca, muhtelif tarifler az çok tel if edilmiş ve «milliyet fikri »nin neden i baret olduğu da hayli açıklığa kavuşmuş olur. İşte bu suretle manasını tayin etti ğimiz «millet fikri» hudut ve mahiyetini biraz evvel i zah ettiğimiz Türkler ara­ sına ne zaman, nerede ve nasıl girdi?

Milliyet fikrinin Türkler arasında yayılması Fikir Avrupa'dan gelmiş olduğuna göre, Avrupa ile en çok temas ve münasebeti olan, Avrupa medeniyetinden az

3


çok feyz almaya başlayan Türk kavimlerinin, diğerlerin­ den evvel bu fikirle tanışmış olmaları İcab eder. Bu şartla­ ra haiz Türk kavimleri, eskiden Osmanlı Türkleri denilen Batı Türkleri ile Kırım Türkleri ve Kuzey Türklerinin İdil Havzası'nda yaşayan kısımlar ile Kafkasya'da oturan Aze­ ri Türkleridir. Gerçekten XIX. asrın sonl arına doğru, Türk­ lerin bu dört kümesinin dördünde de mill1yet fikrinin orta­ ya çıkarak yayılmakta olduğunu görüyoruz.

Milliyet fikrinin ortaya çıkış şekli Milliyet fikri , Batı , Azeri, Kırı m ve Kuzey T ürklerinden acaba hangisine daha evvel girmiştir? B u sualin cevabını araştırmadan önce, milliyet fikrinin bir kavimde varlığını sezdiren fikri faaliyetleri tespite çalışalım: Milliyet fikri­ nin nüffızu altına girmeye başlayan bir kavim , derhal bu fikri gerçekte tahakkuk ettirmeye kalkışmaz, kal kışamaz. Fayeye erinceye kadar geçilecek bir hayl i merhaleler, ya­ pılacak birçok işler vardır. Milliyet fikri aşılanmış bir ka­ vim , kendi milletiyle ilgili kültürel vak'alara büyük bir kıymet vermeye başlar. Kültürel vak' aların en m ühimi li­ sandır. Kendi lisanının ciddi incelemeleriyle uğraşan, ken­ di lisanının istikla.J ve gelişmesine usulüyle çalı şan kavim­ lerde Mill iyet fikrinin v ücuduna, hiç olmazsa Milliyet his­ sinin pek kuvvetli olduğuna hükmedebil iriz. Cidd i lisan incelemeleri Ortaçağdaki gibi «Sarfiyyun ve nahfiyyun» tarzında cılız incelemeler ile kalmaz , zamanımızın «Filolo� ji» usullerine kadar gider; yani lisan incelemeleri kavmin

4


köklerini araştırmaya sevk eder. «Filoloji» i le kavmin en eski hayat devresi , en eski kültürel ve destani vak ' aları keşf ve tespi t olunur. Filoloji ve tarih araştırmaları, etnog­ rafya ve arkeoloji incelemeleri ni icabettirir. B u bi lgi ler sa­ yesi nde kavmin bütün mazisi, i lk devrelerine kadar aydın­ lanır; kavmin maddi ve manevi kültürü anlaşılır. Aynı za­ manda kavmin haline ait coğrafi, demografi, etnografi ve i ktisadi bilgi ler toplanır, tanzim olunur. Bütün bu bilgi ler sayesinde kavmin kültür hazineleri, i ktisadi kuvveti, me­ deniyet seviyesi öğrenilir. Hasılı kavmin h ususiyeti , benli­ ği, şahsiyeti beli ri r ve aydınlanır. Eğer bu hususiyet, Milliyet fi krinin araştırılmasına yetecek şartları taşıyorsa Milliyet fikri mutlaka ortaya çı kar; yoksa fi kri n araştı rıla­ sı, şartların oluşmasına bağlı kalır; ve m i lliyet fi kriyatçıları i le kavmin liderleri bu şartların vücuda gelmesi ne çalı şı p çabalarlar. Yukarıdaki izahata göre, Türk kavi ml erinden hangisin­ de i lk önce milliyet fikrinin ortaya çıktığı nı tayin edebil­ mek i çin, bu kavi mlerden hangisinin l isanına, kültürüne, tarihi ne, i lk, ait incelemelere takv i m i ti bariyle daha evvel başlamış olduğunu tespit etmek lazımdır. B u hususa dai r eli mde bir m i ktar malzeme var; fakat bu malzemenin me­ seleyi kati surette halle kafi olmadığını i ti raf ederi m . Hü­ kümleri n tabii mevcut malzemeye göred i r. Hatalı hüküm­ leri m, bence meçhul malzemeye dayanı larak düzelti li rse, milli tari hi mize hizmet edi lmi ş olur.

5


Batı Türklerinin Avrupa ile Münasebetleri Batıl ı, yani Selçuk ve Osmanlı Türklerinin Avrupa ka­ vimleriyle münasebetleri çok eskidir. Latin Avrupa ınede­ niyetinin, Avrupa fikirlerinin Batı Türklerine tesir ve n üfı'.l­ zu, ancak XVIII, asrın ortalarından itibaren hissoltmmaya başlar. B u vak' a, İ slam medeniyetiyl e Avrupa medeniyeti arasındaki dengenin ancak XVIII. ası r baylarından itibaren İslam medeniyeti zararına bozulmasıyla izah olunabilir. Batı Türklerinin üstünlüğünü tamamen kabul etmiş değil­ dir. Mamafih Osmanlı Devletinin muhafaza ve idaresini, XYII. asrın 011alarından başl ayarak, Avrupa medeniyeti­

nin, hiç ol mazsa maddi medeniyetinin ü stünlüğünü çok kat'i delil ler önünde tasdi k ve kabul mecbur i yeti n kal mış­ l ardı . Maddi' medeniyetin manevi medeniyetle sıkı bağlan­ tısı da çok geçmeden sezi ldi . XIX, asrın ortaları na doğru, Osmanlı Devletinin idaresi başında bul unanlar, bazı Os­ manlı gençlerini yalnız maddi medeniyetin diğer kısımla­ rından i sti fade için, Fransa'ya, İ ngiltere'ye gönderir oldu­ lar. II. Mahmut zamanı nda başlayan bu hareket, halifeleri zamanında, gidenlerin adedi artırmak üzere, devam etti. Avrupa'nın şurasından, burası ndan tali h arayan Osman l ı ülkesine, bilhassa Osmanl ı başkentine gelen v e İsl§.miyeti kabul ederek devlet memuriyetlerinde hayli yüksek merte­ belere kadar çıkan birtakım yabancılara Osmanlı tarihinin her devrinde tesadüf olunur; bun l arı n içinde değerli adam­ l ar da değildi. XIX. asrın oıtaları na doğru Lehistan ihtilali ile Avusturya-Macaristan karışıklıkları, Mil liyetçilerin 6


miktarını artırır ve yüksek sosyal tabakaları mensup cidden i li m ve sanat sahibi bazı kimseleri Osmanlı ülkesine atar. Osmanlı münevverleri bunlarla tanışırlar, konuşur\ar, bun­ lardan lisan öğrenirler ve tanışmadan Avrupa medeniyeti­ ne ait bilgi leri artar. Bazı gençlerin Avrupa' ya gitmesi ba­ zı kimselerin Avrupa'dan gelmesi, bazı Milliyetçilerin Os­ manlı subay ve memurları arasına girmesi , Osmanlıların okur-yazar, i lim adamı, asker ve memur tabakaları arasın­ da Avrupa fikirlerinin yayılmasına hizmet eder. Yine o sı­ ralarda tıbbiye mektebi , mühendis mektebi, harbiye mek­ tebi nihayet Galatasaray açılır ve Avrupa'dan öğretmenler geti ri lir. Avrupa fikirlerinin Osmanlı Türkleri, daha doğru bi r ta­ bir ile Mlislüman Osmanlılar i çine yayılmasında Müslüman olmayan Osmanlı teb'asının da tesi rleri olduğunu zannedi ­ yoruz. Mesela eski Osmanlı teşkilatında yüksek mevkilere sahi p olan Fenerli Beyler XVlll., belki XVII. asırlardan be­ ri Avrupa medeniyetinden feyz almakta idiler. Divan-ı Hü­ mayun Tercümanlığının, Eflak ve B uğdan Beyliklerin i n ade­ ta gediklisi sayı l an

bu Rum asilzadeleri devlete büyükleriy­

le, hükümet memurlarıyla tabiatıyla temasta bul u n u yo rla rdı; hükumet memurlarından gelen i ntibalar üzerine düşünmek­ ten ve zihin yormaktan uzak kalamazlardı. işte böyle çeşi tli yollarla Avrupa medeniyeti, Avrupa fikirleri Müslüman Osmanlılar arasına giriyor ve yerleşiyordu.

\

,

7


XIX. asrın ilk yarısı, Avrupa'da bir çok yeni fikirlerin

kaynadığı ve o fikirleri n gerçekleşme sahasına geçmesi için milletlerin, zümrelerin çarpıştığı bir devredir. Asrın başlarında Fransız İhtilali, Napolyon İmparatorluğu tahak­ kümünün son devrelerinde i"mparatora karşı milli ayaklan­ malar hazırlamışlar ve uygulamışlardı. Mi l l i yet fikrinin tarih, hukuk ve edebiyat sahalarında çok ciddi çalışan Al­ manlar, İ talyanlar ve İ slavlar, A l man birliğin i , İtal yan bir­ l iği ni , Avusturya bozulmasını (ayrıl masını), Islav birliğini hazırlıyolardı . Hürriyetçilik, halkçılık ve sosyalistlik mez­ heblerinin fikirleri de, bu yarım asırda iyiden iyiye işlen­ miti. Asrın ortal arına doğru, bilhassa merkezi Avrupa'da, Osmanlı saltanatının eski komşusu Habsburglar memleke­ tine bu muhtelif fikirlerin tahakkuk ettirilmesi arzusundan doğan büyük bir kasırga kopmuştu . . . Osmanlı Devleti yöneticilerin i n, m ünevverlerinin bu vak'aları işitmemiş, öğrenmemiş ve bunların sebeplerini araştırmamış olması kabul edilemez. B i lhassa o vak'alara pek benzeyen Eflak B uğdan karışıklıkları, Mora isyanı, Sırpların hareketleri pek göz önünde vuku bulup durmakta idi . Bunun l a berarber çok gariptir ki Tanzi mat devresine kadar Osmanlı yazılı eserleri içi nde, Osmanlı Devleti nin hayat ve istikbal iyle i l gil i bu pek m ühim fıadiselere fikri­ yatın ı izah eden ve fikriyatı Osmanlı devletini n esas unsur­ ları hakkında tatbike çalışan hiçbir esere ben tesadüf etme­ dim ... 8


«Tanzimat>> ve «Yeni Osmanlılar» Tanzi mat devresindedir ki bazı i şlerle, bazı yazılar. Av­ rupa' da kaynayan hukuki, siyasi, sosyal, edebi bazı fi k ir­ leri n nihayet Müslüman Osmanlıların kafalarına kadar ge­ l i p yeti ştiğini gösteri r. Umumi yetle Türkleri n mi lll ruhiya­ tını inceledik iddiasında bulunanlar, bu kavmi n fi kriyatın­ dan ziyade fi i liyata kıymet verdiğini beyan ederler... B u hüküm pek d e hatalı olmasa gerek: Haki katen T ürklerin nazariyat düşüncel eri nden çıkan amell neticeleri tatbi k i le i şi kolaşlaştırmayı tercih ettiklerine delalet eden tarihi vak 'alar pek çoktur... Bahsetmekte olduğumuz sahada da­ hi aynı psi koloji k durumun ortaya çıktığını görmekteyiz. Avrupa fiki rleri , esaslarından inceleni p, o esaslara göre Osmanlı sosyal hayatının araştırılması ile elde olunacak as­ li netice düşünülmeksin, yani nazariyat ve fi kriyat vadi ­ si nde zihin yormaksızın, sathi b i r surette öğrenilen bazı Avrupa fiki rlerinin kararlaştırılmış bazı amell neticeleri, Osmanlı sosyal hayatına, yukarıdan ve aşağıdan, yani hü­ kumeti n idaresini elde tutan devletin yönetici l eri i le hüku­ metin idaresini beğenmeyen münevverler tarafından tatbi­ ke kalkışıldı ki bunun yukarıdan başlayan «Tanzi mat», aşağıdan geleni «Yeni Osmanlılık» hareketi adını almıştır. Her i ki hareket de i ş ve düşünceden çok uzaktır; her ik i 1 hareketin fikriyatına dai r ciddi eserl�r arayıp bulmak çok zordur...

9


l 865'te, yani Abdülaziz ' in tahta çıkışı ndan dört sene sonra teşekkül eden «Yeni Osmanlılar Cemiyeti »ni n kuru­ luş toplantısına bizzat cemiyete dahil bulunmak i ti barıyla asli kaynaklardan öğrenmiş ol ması icabeden Ebüzziya Tevfi k B ey, «Yeni Osmanlılar Tarihi» adlı eserinde şöyle nakil ve hikaye eder: « İ l k toplantıya cemiyetin kurucula­ rından Suphipaşazade Ayetul lah Bey (1) «Karbonari» ce­ miyeti ve Lehistan Gizli Cemiyeti'yle ilgili «İki mühi m» kitapla birli kte gelir. Toplantıda şair Nami ! Kemfü de ha­ zırdır. Ayetullah' ı n geti rdiği kitaplar okunarak in kılab ce­ miyetin in teşkiline teşebbüs hakkında müzakere ol un ur. Yeni Osman lı lar Cemiyeti üyelerinden Ebüzziya B ey, i l k toplantıyı anlattı ktan sonra şöyle bir görüş beyan ediyor: «Bu altı vatanperver adam o Karbonari nizamları n ı , o Sardunya gibi küçük bir devleti ... Bir İtalya devleti hal ine geti ren Kömürcü adındaki fedakar gençleri n, kararlı teşeb­ büslerin i , yüceltici i şlerin i okudukça ki m bili r milli onur ve haysiyetin nasıl bir kükremiş arsl anı , ne yolda hürriyet şarabın ı n sarhoşu kesilirl erdi!» Bu ilk toplantı n ı n tasviri ve tasvir eden Ebüzziya Bey' in samimi düşünceleri pek açık göstermiyor m u ki b u pek hürriyetperver, ideal ist aristok­ rat yavruların ı n , o zamanlar Avrupa'yı karıştıran fikir cere­ yanların ameli sahadaki tecellileri hakkında o kadar açı k

(!)Türk Ocakları Merkez Heyeti Reisi Hamdullah Subhi Bcy'in büyilk kardeşidir.

10


bilgileri yoktur. Kendi memleketlerinin durumlarını ve vak'aların ı tahlil edip görecek derecede nazari hazırlıkları da yoktur. Ne kendileri, ne kendi lerinden evvel gelenler Osmanlı sosyal hayatını incelemek için Avrupa'nın fikri esaslarını öğrenerek, Avrupa' nın inceleme usullerini kulla­ narak, bir düşünce sistemi, bir ideoloji hazı rlamamışlardır. Karbonariler Cemiyeti Nizamnamesi ni tercüme etmek ve onun hükümlerine göre faaliyete geçmekle her şey olup biter, istenen semereler elde edilir zannetmişlerd i r. Fransız siyasi yazarlarından (Engelhard), «Türkiye ve Tanzimat" adlı tanı nmış eserinde «Yeni Osmanlılar>> a, Fransızca Unvanıyla «La Jeune Turquie (Genç Türkiye )» CI) ye dair bilgi verirken , bu siyasi cereyanı n programı olmak üzere Tunuslu Hayreddi n Paşa' nın 1868'de basılmış olan «Reformes necessaires aux Etats musulmans (=İslam hü­ kümetlerine lüzumlu ıslahat)» Unvanlı risalesini belirtiyor ve kısaca tahlil ediyor. Bu risalede Osmanlı Devleti, teba­ sının din ve cinsi muhtelif bir İslam saltanatı sıfatıyla mü­ talaa olunmuştur. Tunuslu Paşa' nı n görüşüne göre, bu sal­ tanatın düzeltilmesi için lüzumlu tedbirlerin esası, Kanuni Sultan Süleyman'ın «Kanun-ı Siyasi»si ni genişletmek ve düzeltmekten i barettir. Osmanlı saltanatı nın o eski kanunu genişleterek ve düzeltilerek tatbik olunursa, ali mlerin ve

l 1 > Bu Fransızca Unvandan «Genç Türkler» tabiri m�yclana çıkmış v e bu tabir, Ye­

ni Osmanlılar ve Genç Osmanlıların eş anlamlısı olara

� kullanılmış olduğundan bu la­

birler Yeni Osmanlılar cereyanında Türk milli fikrinin' vücuduna dalfilet etmez.

11


bakanların siyasi vazifeleri, «Avrupa' nın meşruti hükü­ metlerindeki Meclis-i Mebusan vazifeleri nin aynı » olur. Engelhard zannedi yor ki Hayreddi n Paşa'nın i leri sür­ düğü görüşler, o sırada M üsl ümanlar arası nda şekillen­ mekte olan maksat ve teşkilatı gizli bir siyasi cemiyeti n , «Genç Türki ye» n i n düşünceleri nin tercümanıd ı r. Ben En­ gelhard' ı n yanıldığına kaniyim: A bdülazi z devri Genç Os­ manlılarının programı, Hayreddi n Paşa risalesi nde görülen vuzuh ve serahate sahip deği ldi; ve bu v ukusuzluk Genç Osmanlılık hareketi nin Osmanlı saltanatında son tecelllsi olan « İttihat ve Terakki» devrinde de devam edip gitmiş­ ti r. Yeni Osmanlıları n içi nde Sultan Süleyman'ı n XVI. asır­ dan kal ma Kan unname'si ni geni şleti p d üzel terek XIX. as­ rı n son yarısında tatbi k etmek isteyenler bulunsa bile ekse­ ri yet daha köklü yollardan yürümek taraftarıydı: Ebüzziya Bey' i n "Yeni Osmanlılar Tarihi"nde görüldüğü üzere, Na­ mık Kemal gibi, Ayetullah gibi genç münevverlerin asıl i l­ ham kaynakları fıkıh ve Kanu nname-i Siileymani değil. Avrupa devletlerinde tatbi kini gördükleri veya i şi tti kleri anayasalardı . B ununla beraber, iki ayrı gelişme tarzının mahsulü olan hukuki ve siyasi müesseseleri yekdi ğeri ne karıştırmaktan da tamamen vazgeçmem i şlerd i r. Bu sebep­ le Yeni Osmanlıları n sırf hukuki ve siyasi m üesseseleri yekdi ğeri ne karıştırmaktan da tamamen vazgeçmemişler­ dir. Bu sebeple Yeni Osmanl ıları n sırf hukuki bir bakış açı­ sından bile i şlenmiş ideolojileri, açı k bir programları oldu­ ğu söylenilemez. 12


«Tanzimat»ı n düşünce sistemiyle, «Genç T ü rkiye»nin­ kinden biraz daha fazla meşgul olunmuştur. Yabancı dev­ letlerin baskısından meydana gelen zaruretlere karşı Os­ manlı Devleti idarecileri tarafından alınmış ameli ve tedrl­ bi (empirique) siyasi tedbirler, idari ve iktisadi tedbirlerin bütünüdür ki Osmanlı tarihinde Tanzimat adını alır. Tanzi ­ matın belirgi n vasfı «taklit» 'ti r. «Tanzi mat» i le Av rupa tak­ lit olunmak istenmişti r. Kapdan-ı Derya Halil Paşa 1830 tarih inde şu sözleri söylemişti: «Rusya'dan avdet ediyo­ rum . Avdetimde her zamandan zi yade kani oldum ki eğer Avrupa'yı taklide girişmişsek, bizim için Asya' ya dönmek mecburiyetinden başka çare yoktur.» O l . Tanzimat'ta tak­ lit olunan şey, esaslardan , usullerden ziyade ameli netice­ lerdi. Tanzimat Nizam-ı Cedld 'in devamıdır: Nizam-ı Ce­ dld, Avrupa'nın silahları nı satı n aldı . Avrupavarl asker elbi­ seleri diktirdi, Avrupa' nın askeri talimnamelerini tercüme ettirip tatbike çalıştı; Tanzimat da, Avrupa ' n ı n sivil elbise­ lerini herkese giydirdi, ceza ve idari teşkilatı nı şöyle böy­ le taklide uğraştı. Tanzimat cereyanı, sonra biraz daha de­ rinleşerek, düşünmek, di.işi.incelerini ifade etmek, düşi.in­ cesi ni yazmak tarzlarına da tesi rini gösterdi . Bu vak'a, M üsli.iman Osmanlı sosyal hayatı nda d ünyaya bakışın de­ ği şmeye başlaması demekti . «Türkiye ve Tanzimat» yaza­ rı «Tanzimattan umumi maksat, İslami sosyal hayatı asır­ larca zamandan beri manen ve si yasetten ayrı yaşamış ol-

(il

«Türkiye \'c Tanzimat»

-

Sayfa: 6 (Ali Reşat Bey tcrclimesi). ı

13


duğu Hıristiyan sosyal hayatına yaklaştırmaktı» diyor. B u maksadın zahi ri ve alışkanlıkla i lgili yönü, umumiyetle i ta­ ate tatbik olundu, fakat deruni, fikri ve vicdani sahalarda muvaffakiyet, ancak düşüncenin tesi riyle elde edilebi li rd i . Bu ideolojik noksanının menfi neticeleri yakın zamanlara kadar görülmüştür. Yeni Osmanlılar hareketi, nazariyat i ti bariyle Tanzi ma­ tı tamamlar. Yeni Osmanlıdan, Tanzi matın idari hukuku i le alakalı tedbi r ve kanunlardan pek de ileri gi tmek isteme­ yen ihtiyatlı adı mlarını, cüretle anayasa hukuku sahasına geçirerek hükümdarın hakak ve salahiyetini sını rlamak ahali nin hukuk ve hürriyeti ni genişletmek emelini taşıyor­ lardı . Yeni Osmanlılar, bir bakıma Tanzim atçıların radikal­ leri idi . Fakat bu radikallik bazan i rtical i dealizm i le karı ­ şıyordu. Tanzimatçılar, Yeni Osmanlılar i le ara sıra çarpış­ tılar. İhtilaflarının asıl ağırlı k merkezi, hükumet ve hüküm­ darın hukuk ve salahiyeti i l e «millet»in hukuk ve hürriyet­ lerinin dengelenmesi idi. Yeni Osmanlıların siyasi edebi yatında «Vatan», «mil­ let», «hukuk» , «hürriyet» kelimeleri pek çok geçer. Tanzi ­ mat'ın resmi vesi kalarında çokça kullanı lmasından çeki ni­ l i r.

Tanzimatçılarla meflıumu

Yeni

Os manhlarda

milliyet

Tanzi matçıların ve Yeni Osmanlıların lisanında «millet» tabi rleri nin manası çok mühimdi r. Vakıa bu tabi rleri Fran­ sızcanın «la Nation"ı mukabili nde kul lanı rlar, fakat bi rleş14


miş Fransız milleti ile Osmanlı Devletinin tebaası olan muhtelif kavimler kümesinin m illiyet bakış açısı ndan çok farklı olduğuna dikkat etmemiş gibi görünürler. Avru­ pa' daki fikirler ve realiteler, yukarıda söylediğimiz gibi, esaslarından araştı rılıp Osmanlı sosyal hayatı o esaslara gö­ re i ncelenmediği nden, Osmanlı sosyal hayatında « Milliyet meselesi» hakkıyla tahlil ve aydı nlanmamış , millet tabirle­ rine açık bir mana verilmemiştir. Tanzimat ve Yeni Os­ manlılı k düşüncesinin iyi işlenmemiş olduğuna bariz bir delil de, «millet»in tarifsiz kalmış olmasıdır. «Millet» tabirinin nazariyatta tarifine girişmek , Os­ manlı sosyal hayatının fiiliyatta bozulmasına yol açacağın­ dan Tanzi matçıların ve Yeni Osmanlıların bundan şuurlu olarak kaçı ndıkları iddia olunabilir. Veyahut Osmanlı teba­ asının bütünü gerçekte var olan bir millet tasavvur ederek, millet tabirini de o vakıayı ifade etmek üzere kullandı kları söylenebilir. İ kinci bir görüş olarak Tanzimatçıların da, Yeni Osmanlıların da Avrupa'da bütün siyasi hayatı karış­ tı ran Milliyet hareketlerini, Osmanlı ü lkesinde olup geçen m i lli ihtilalleri ya işitmemi ş, yahut bu vakaların mahiyeti­ ni hakkiyle anlamam ış olmaları gerekir ki bu nazariye el­ bette yanlıştı r. . . A ncak fiilen mevcut ve var olmayan mil­ leti, fikren mevcut ve var gibi tasavvur ederek gerçekleş­ mesi ü mit ve emeliyle millet tabirinin tahlil ve tarifinden kaçınmış olmaları daha ziyade tutarlıdır. B u halde Yeni Os­ manlıları n Müslim, gayri M üslim, Türk , gayri Tür� bütün ( Osmanlı Devleti tebaasını, gerçekten değilse bile(düşünce 15


olarak bir millet saymış olduklarına h ükmetmek lazım ge­ lir. Yani Yeni Osmanlılar da, Tanzimatçılar gibi, şimdi kul­ lanmakta olduğumuz tabirlere göre, «Osmanlıcı» idiler. Bu zümrenin Fransızca Unvanları Les Jeunes Turcs (Genç Türkler) olduğu halde (1) , Türkçe kendilerine «Yeni Os­ manlılar» adı nı vermeleri de bu gayelerinden ileri gelmeli­ dir. Lakin bizim bu hükümlerimiz eserlerden ve vesikalar­ da � zi yade mantık yürütme yoluyla çıkardığımız sonuçlara dayanıyor. Eserler ve vesikalar ile desteklenmelerine lü­ zum vardır. «Millet» tabiri böyle belirsiz ve umumi kaldıkça, böyle belirsiz ve u mumi kalması lüzumlu ve faydalı sayıldıkça,

siyasi sahada Türklük bittabi söz konusu olamazdı: Filva­ ki Tanzimat devrinde «Turan» , «Türklük» , «Turan mille­ ti» gibi ifadelere tesadüf olunmazC2) ve bugün bu tabirlere ifade olunan mefhumun da o zamanlar açıklıkla malum ol­ duğunu ispat eden delil ve emareler bulunup gösterilemez. A ncak his ve milli düşüncenin büsbütün yok olmadığına dair lisan , edebiyat , filoloji ve tarih sahasında emareler mevcuttur.

( 1 ) Bu teşkilatın ismi «L1 Jeune Turquie», o sıralarda Avnıpanın her tarafımla beliren «Genç İtalya», «Genç lsviçre» . . . i l h . gibi hürriyetperver ve halkçı teşkilattan mülhem olduğu muhakkaktır. l�) Tanzimat devri n i n karşılaştırılan vesikalarında «Türkistan» kelimesi ara sıra

kul lanılmış ise de bu k u l l anmanın Fransızca «La Turquic» tabirini aynen tercüme ar­ zusundan doğduğuna şüphe olamaz.

16


Tanzimat Edebiyatında Türkçülük İzleri: Şinasi ve Ziya Paşa Mesela Tanzi mat edebiyatı nın babası olan Ş i nasi tara­ fından yazılan Nazırı Ziver Efendi 'ye takriben 1 845 tari­ hi nde yazı lan tebriknamen i n m ukaddi mesi m ülemma bir kıtadır ki birinci m ısraı Fransızca, i k i ncisi s ı rf Tü rkçe, üçüncü ve dördüncüleri i se A rapça ve A cemcedi r: Şai ri n bu eseri nde , Türkçeye de, Fransızca, A rapça ve Acemce gi bi müstakil bir mevki vermek i stediği zannol unabi l i r. Ş i ­ nasi ' n i n b u mısra ı , o zamana kadar bolca mevcut Tü rkçe Bektaşi nefesleri , aşı k ti.irküleri . hal k şarkıları gibi içgü­ düyle meydana gel en bir nağme değildi r; m i l l i yet fi k i rle­ ri n i n , Avrupa hayat ve siyaseti ne mühi m , hatta feci tesirle­ ri görül ü rken Pari s ' te i l i m adamları ve edi pl eri n toplantıla­ rı na katı l abi l m i ş çok şuurl u bi r Türk ' ün , düşü nerek , uğra­ şarak, yazdığı bi r satı rdır:

«Ululuğun denizinde göremez kimse kara» Ş i mdi bu m ısracı ğ ı , Ş i nasi ' n i n i k i nci defa Pari s ' e g i tti ­ ği zaman Tü rkçen i n bir I Qgati ni tel i fe teşebbüsii vak'asıy­ l a karşılaştı racak ve sonra o zamanlar «Li san-ı Osmanl» deni l en l i sanı konuşulan

Türkçeye yakı nlaştırmak için

çektiği emeklerle sade T ürkçe bazı manzumeler (mesela « Karakuş Yavrusu i l e Karga Hi kayesi») yazmaya uğraş­ ması nı da hatıra geti recek ol u rsak , Batı düşüncesi ve d uru­ munu Avrupa'ya giden d i ğer arkadaşl arı ndan ç� k daha iyi anlamış olan bu mütefekki r muharri ri , l i san ve edebiyat

17


sahasında Türkçülüğü i lk sezmiş bir Osmanlı Türk ' ü diye kabul edebiliriz, zanındayım . Bu zannı mızda yan ı l mıyor­ sak, Batı Türklerinin lisan ve edebiyatında ilk Türkçül ük emaresi XIX. asrı n ortalarında ortaya çıkmış oluyor, de­ mektir. Tanzimat devri şairlerinden «Yeni Osman l ı l ar» siyasi zümresine de katılmış olan Ziya Paşa ' n ı n lisan ve edebiyat Türkçül üğü Şinasi ' den daha açıktır. Meşhur «Şiir ve İnşa» makalesi, bu h ususta kati bir del i l gibi gösterebiliriz. Ziya Paşa bu makalesinde «Osmanlı» tabirini Türk karşılığı nda, yani Tanzimattan evvelki manasında kullanarak eski Os­ manlı şairlerinin eserlerini hatırlattıktan sonra diyor ki: « .. Hayır! Onları n hiçbirisi Osmanl ı şiiri değildir. . . A caba bi­ zim mensup olduğumuz milleti n (yani Türk mi l letini n) bir lisanı ve şi i ri var mıdır ve bunu ıslah kabil midir? ... » « İ ç­ l erinde üçte bir Türkçe kelimelerin hudutsuzluğunu, Türk­ çe veya Osman l ıca kaidelerin tanzim edilmemiş olduğunu belirttikten sonra, Türklerin tabii inşasının Veysi ve Nergi­ sl'lerin nesirleri olmadığını katiyetle ifade ediyor: « ... Ha­ yı r! Bizim tabii şiir ve işamız, taşra halkıyla İstanbul aha­ lisinin avamı arasında hfüa durmaktadır. B izim şiirimiz, yani şairlerimizin vezinsiz diye beğenmedikleri avam şar­ kıları ve çöğür şairleri arasında «deyiş» , « üçleme» ve «ka­ yabaşı» tabir olunan nazımlarıdı r. Ve bi zim tabii inşamız Mütercim-i Kam us' un kul landığı yazı yazma tarzıdır... He­ le bir kere rağbet o cihete dönsün , az vakit içinde ne şair­ l er, ne katipler yetişir, akla hayret verir.>> 18


B i l ahare l i sanda Türkçülük mevzuuyl a uğrayan nazari­ yatçılar, Paşa' nı n XIX. ası r sonlarında ortaya koyduğu şu meselelere çok bi r şey i l ave edi l m iş değildir. . . Lisanda Türkçülüğü b u kadar iyi kavramı ş ve Osmanlı i le Türk tabirlerin i eşanl amlı ol arak kul l an m ı ş olan şai r ve edi p Ziya Paşa ' n ı n , Yeni Osmanl ı lar cemiyeti i leri gelenle­ ri nden siyası Ziya Paşa'yı çok kul landığı m i l l et ve M i l l i yet tabirleri nin siyasi mefhumları nı tedkik ve tayine sevketmiş olması , zor kabul edi l i r, mamafih Ziya Paşa ' n ı n eserlerin ­ den siyası Türkçül üğünü çıkaracak hiçbir i p ucu bul up ç ı ­ karamadım . . . Lisanda «Bütün Türkçülük»ün ilk emareleri:

Ah­

med Vefik Paşa

Lisanda Türkçülük , Ziya Paşa' dan sonra l i sanda i nce­ leme sahasına geçer; lisanda i nceleme, Osmanl ıca l ehçe­ si nden başka Türk lehçeleri n i n öğreni l mes i ne sevkeder. Türkçül üğün bu safhası n ı , Ahmed Vefik Efendi 'den (Pa­ şa' dan) itibaren görüyoruz. Şinas i ' n i n toplamaya başlayıp da tamaml amaya mu­ vaffak olmadığı «lOgat»i n hazırlanmış kısımları , Osmanlı ülkesi hududu dışnda kalmıştı . Türk ! O gati topl ama i şi n i Ahmed Vefik Paşa devam ettird i . Vefi k Paşa ' n ı n « Lehçe-i Osmanl»si , bu çalışman ı n kıymetli bir n umunesidir. Paşa­ n ı n «Lehçe-i Osmanı»ye yazdığı kıymetl i mukadd i me, «Bütün Türkl ük» ü düşündüğüne delalet eden bir vesi ka­ dır.

19


«Lehçe-i Osmanl»nin biri nci baskısını görmedi m ; baskı ve yayı n tari hini tespit edemiyoru m . El i mde bul unan «ye­ ni baskı»n ı n basılış tarihi 1 306'dır. B u yeni baskın ı n tarih­ siz mukaddimesinin sonlarında müel lif diyor ki: «Tü rk di l­ leri içinde en ence yayı lan Oğuz şubesi , Tataristan ve Tür­ ki stan ' ı bi r zaman Bahr-i Şarkl'den Macari stan ' a kadar kavrayıp hala (Guz) lisanı denir. Onun yenisi Türk men l i ­ sanı İran v e Suriye'yi kaplayıp A nadol u ' ya i nmiş, zaman­ la Fergana 'dan Hind'e kadar yayılıp Halici Afgan l i sanına karışmıştır. Eski şubelerden Kıpçak l i sanı H i ve 'den Si ber, Kırgız, Kuman ve Bulgar gibi kazan çevresini isti la etmiş­ tir. Ve Uygur dili Çin taraflarından Kaşgar'a doğru yayılıp ondan 7 00 tari hleri nde Cengiziyan kavimleri Türk ve İsla­ miyet'e girdi kleri nde Çağatay l i sanı doğup 800 yıl l arı nda çok yayı l mıştı . Bugün Uygur, Kıpçak ve Çağatay kitapları Mahbu b ' ü l -Kul Gb telifi gibi güzel eserleri ve husGsen 600 den 800'e kadar çokça bası lıp bunl arın i ncelenmesi ile l i ­ sanımız şubeleri nin ayrılı kları anlaşılmıştır. H i m met-ürti­ cal , takla'ül-cibat ! (Beceri kli i nsanların himmeti , dağları yerinden söker.) Ahmet Vefi k»O) Şu mukaddi meden Ahmed Vefi k Paşa' nın Türk l i sanına çok geniş, «Bütün Türkçüler» gi bi baktığı anlaşıl ıyor: Asıl «lisanımız» , hemen bütün Asya ile Batı Avrupa'ya yayılan büyük dildir; Osman l ı lehçes i , Çağatay lehçesi . . . i l h . bu l i -

ı ı ı Lehçe-i Osman!, tah-ı cedld - Eser haıne-i Ahmet Vefi k Paşa . İstanbul, Mah­ mud Bey Matbaası , 1 306.

20


sanın şubeleri nden, lehçelerinden i barettir. B u lehçeleri n i ncelenmesi ile «lisanımız şubelerinin ayrıl ıkları» anlaşıl ı r v e ayrıl ıklar anlaşıldığı gibi birl i k noktaları d a ortaya çıkar. Hasılı Ahmet Vefi k Paşa, l i san vasıtasıyla çok geni ş Türk birli ğini görmüş ve göstermi şti r, diyebi l i riz. Vefi k Paşa, «Lehçe-i Osmanl»sinde, ilk defa asl ı Arap­ ça ve Farsça ol mayan Türkçe kelimeleri , asl ı A rapça ve Farsça olanlardan ayırarak ayrı bi r cüz hal i nde teıtip et­ mişti r ve bu suretle hudutsuz Osmanl ı l i san denizinde bo­ ğulmuş kıymetl i Türkçe keli melerin lisanının A rapça ve Acemceye kısmen mağlup olan Osmanlı lehçesi nden baş­ ka lehçeleri olduğunu meydana koyarak, hakiki i l i m me­ raklı l arını onların incelemesine teşvik etmi şti r. Ahmed Vefi k Paşa' nın bütün eserleri , kendisinin l i san sahasında çok şuurl u bi r Türkçü olduğunu gösteri r: Mese­ la «Fenelon»un «Telemaque»ını Veysi ve Nergisi lehçesiy­ le tercüme etmi ş olan Yusuf Kamil Paşa'ya kızarak , çok sade bi r Türkçe ile tercüme ettiği gibi , « Mol iere»i n bazı eserleri ni o zamanın Osmanlı hayatına uydurarak, İstan­ bul 'da konuşul an Türkçe ile Türk sahnesi ne nakleylemiş­ ti r. Ahmed Vefi k Paşa'nın Türkçül üğü li sandan tari h sah­ nesi ne de i nti kal etmişti r: Paşa, daha Efendi i ken, Ebülga­ zl Bahad ı r Han ' ı n «Evsat-i Şecere-i » adl ı meşhur eseri ni Çağatay lehçesi nden Osmanlı lehçesi ne çevi pni şti r.

21


Ve bu eser, kısmen Şinasi 'nin «Tasviri Efkar»mda tefri­ ka suretiyle yayınlanıp, sonra bir ri saie hali nde ayrıca ba­ sılmıştırO ) «Şecere-i Türkl»nin «Tasvlr-i Efkar»da tefrika olunması da, Şinasi Efendi 'nin Türkçül üğe alakasını göste­ ren emarelerden sayısal hata edi l m i ş olmaz. Ahmed Vefik Paşa'nın muharrirli kle beraber, müderri s­ l i k ettiği de mal umdur; Abdülaziz saltanatı devri nin i l k se­ nelerinde açılan (Darülfünfin)un i l k «Tari h-i umumi» mü­ derrisi , odur. O zamanlar Di van-ı M uhasebat Reisi olan Atülfetl ü Ahmed Vefi k Efendi Hazretleri i l k dersini 1 279 H icri senesi Şabanı 'nın 27. Pazar günü (Şubat 1 863) ver­ m i şti(2) Pek çabuk kesi ntiye uğrayan Tari h-i U mumi ders­ lerinin özeti de küçük bir risaie hali nde basılıdır (3) _ Tarih­ i Umuml'nin en eski devi rl erine ait bazı bilgilerden i baret olan bu özetten Paşa'nın tarihe Türkçül ük açısından bakıp bakmayacağını anlamak kabil olmuyor.

( i l «Evsal-i Şccere-i Terki» -Abdiil gazi Bahadır Han bin Arap Mehmet Han'ın telifıdir. (Bir marifotli zat tarafından l stanbul Türkçesine çevrilmiştir.) - Birinci de­ fa olarak baskısına teşebbüs kılındı. Tarih ve ismi yok. 1 52 sayfa. Eksik. (Bab ve fa­ sıl nihayetine bile gelmiş deği ldir.) m «DarUlfilnün Dersleri» -Münif- «Mecmua-yı FünOn» Birinci sene. Numara:

8. Şaban 1 279. Sayfa: 33 1 .

m AtOfetlü Ahmet Vefik Efendi Hazretlerinin DarülfUnunda Hikmet-i Tarih dersi nin özetidir. Kitab-ı evvel, Kısıın-ı kurun-ı mukaddime, Cüz-i evvel. Kurun-ı mechfile. Tarih ve matbaa ismi yok. 44 sayfa eksik (Son sayfada cümle bile eksik­ tir). Münif Paşa merhum. DfırUlfliıılin derslerinden bahseden makalede Ah met Ve­

fik Efendi 'nin dersi ne «Tilri h-i UmOıni» adını veriyorsa da bu eksik risalenin b aş ı n­ da «Hi kmet-i Tarih» denilmektedir.

22


Ahmed Vefi k Paşa, bazılarına göre , Osmanlı Türkle­ ri 'nin i l k Türkçüsüdür. Vakıa Şi nasi ve Ziya Paşa'ya naza­ ran , Ahmed Vefi k Paşa' nın Türkçül üğü daha açıktır; bütün yazılarında, hatta menkı bevl bi r şeki l alan hayat tarzında Türk milletperverliği göze çarpar. «Lehçe-i Osman!» mukaddimesi nde görüşlerinden ve «Şecere-i Türk»ü İstanbul Türkçesine çevi rmesinden anlı­ yoruz ki Ahmed Vefik Paşa «Bütün Türklük» fikrine de mütemayildir. B u , böyle olmakla beraber, Ahmet Vefik Paşa'dan evvel gelmiş olan Şinasi Efendi i l e Ziya Pa­ şa 'nın da Türkçül ük fi krine i lgisiz ol madı klarını zikrettiği­ miz bir kaç vak'a göstermektedi r.

Filoloji ve tarihte Türkçülük: Mustafa Celaleddin Paşa Edebiyat ve lisan müşahede ve tespit olunan Türkçülük cereyanı , Osmanlı Türkleri arası nda çok geçmeden , fi lolo­ j i , etnoloj i , tari h ve dış siyaset sahasına da i nti kal etmiştir. Fil vaki 1 869 tarihinde, yani Şinasi 'nin öl üm ünden i ki yıl evvel , Mustafa Celateddin adında bir zat, Fransızca «Eski ve Yeni Türkler (=Les Turcs ancients et modernes)» Un­ vanlı bi r eser yayınlıyor. Bu eser, Sul tan Abdülaziz Han 'a ithaf olunmuştur. İ stanbul 'da «Courrier d 'Orient» gazete­ si matbaası nda basılmış olan 3 62 sayfalık bu kitap, Osman­ lı Devleti nin devamını kuvvetlendirme, Osmanlı tebaasının refahını temin içi n devletçe neler yapıl mak lazım geldiğine dair Sultana takdim edi lmiş tatbi ki mahiyyette bir rapora 23


benzemekle beraber, Türkçül ük bakışı açısı ndan çok dik­ kate değer bahisleri ihti va etmektedirO ) . «Eski ve Yeni Türkler» kitabın ı n tarihi kısmında «Bütün Türkl ük»ün tari hi nden Fransız, Al man , Rus ve Leh kay­ naklarına dayanarak bahsedilmiş ve zikrolu nan vak'alara dayanı larak, Türklerin um umi tarihte fev kalade ehemmi­ yetleri , i nsanlığı n medeni yükseli şinde çok mühim etki leri olduğu ispata çalışılmıştır. Celaleddin Paşa'ya göre Türk­ ler, bugün Avrupa' da oturan kavi mlerin mensup oldukl arı ırktandır. M üellif bu ırka, «Türo-Ariyen (Türo Arienne)» Unvanını verir ve bu münasebetle «Türo-Ariyenizm (Türo­ A rianisme)» dediği etnoloj i nazariyesi ne dalarak , fi loloj i , lenguisti k sahası na geçer<2). Kitabın üçte birinden fazlası­ nı i şgal eden bu bahi s , i l k bakışta sırf nazariyattan ibaret ve ameli i ki gayeyi hedef seçmiş olduğu anlaşı l ı r. Osmanl ı ül­ kesindeki ahali ni n ekseriyetini ve ası l u nsurunu teşkil eden Türklere ı rklarının kudret, kıymet ve genişliğini bildi­ rerek onların kendi lerine iti matları n ı takviye etmekle bera­ ber, kendilerini Türklere yabancı sayan ve o sıralarda M i l l iyet prensibi ne dayanarak Türkler aleyhine ayaklanan veya ayaklanmaya hazırlanan Ulahlara, B u l garlara, hatta

( i l Mustafa Celaleddin Paşa"nın bu eserinde. Avrupa devletlerinin Osmanlı sal­ tanatına karşı nasıl bir siyaset tutmalarının uygun geleceğine dair Avrupal ılara yönel­ tilmiş ihtar ve telkinler de vardır. m « l ndo-Cermanizm», «Ural-Altayizm» na1.ariyelerine benzer olarak tedvin edilen «Tilro-Ariyaizm» nazariyesi . son zamanlarla Prag ve Sofya"da oturan muha­ cir Ruslar arasında meydana gelmiş olan «Euro-Arizm (Euro-Arisme)» cereyanıyla mukayeseye değer.

24


Sırp ve Rumlara Türklerle aynı ı rktan olduklarını tali m ve tel kin etmek; kendileri ni Ariyani sayarak Ariya ırkına ha­ rikulade vasıflar yakıştırarak diğer ı rkları , yani Sami , Tura­ ni ve Hamileri insanl ı ğın aşağı cinsinden sayan Avrupal ıla­ rı n bu bencil nazariyelerine mukabil oıtaya atı lan ve Ari ­ yanllerle Turanileri n esasen aynı ı rktan olduklarını gösterip isnat etmesi Hizım gelen hükümetleri nin ve Avrupa ahal i­ s in i n ı rki husumetlerini eksiltmek. Müel lifi n «Türo-ari yanism» nazariyesi n i bina ederken sağlam malzeme kullanmış olduğunu iddia etmek zordur; l i sani deli llerinin bir haylisi sathi bir tenkide bi le taham­ mül edemez. Mustafa Celaleddi n Paşa'nın h ükümleri nde , terki pleri nde i l mi usullere riayet etti ğini de söyleyemeyiz. Kitabı n bu kısmı tekrarlarla, insicamsızl ıklarla, beklenil ­ medik görüşlerle dol udur(I ) . Bununla beraber, kitapta çok dikkat çekici bul uşlarla okuyucunun d üşüncelerini pek uzaklara çekip götüren geniş görüşler de az değildir. Bizce eserin asıl büyük kısmı «Bütün Türkl ük ve Türk­ çül ük» hakkında Avrupa kaynaklarından al ı nıp, şöyle böy­ le Avrupa usulleri takip edi lerek Osmanlı Türkleri arasın-

(il Müellifin iddialarıııdmı birisi , Yunan ve Roma mitolojisinde kullanılan mfı­ bud isimlerinin esasen Türkçe olduğu davasıdır. .. Bu iddia, 7,�nıanı -galiba «Eski ve

Yeni Türkler»deıı istifade olunarnk- bazıları ıarnfıııdan tekrar ortaya atılnıışıır. Mus­ tafa Cclfileddiıı Paşa'nın oğlunun damadı olan zat da, Türk lisanının ı.lünyada en es­ ki dil olduğuna seslerle seslerin ifade ettiği eşya arasında münasebetler bul unduğuna dair meşhur keşfini. bUyUk kayınpederlerin kitabmdan alııımış ilhama bor�ludur /, zannıııdayım.

25


da ilk yazılan eser ol masındadır; bu eserde ilk defa Türk ır­ kının muazzam role, Türk dilinin di ğer dil lerden yaı:dım muhtaç olmayacak derecede zenginliğine , Türk d i l i ni n başka dillere ettiği yardımlara, Asya ve Avrupa'da geni ş bir sahaya yayıl mış olan Türklerin münasebetleri ne, Os­ manlı Devleti dahilinde Türklük fi kri ne kıymet veril me­ mekten doğan mahzurlara, Müsl üman olmayan Osmanl ı tebaasını ı rki ve lisanı bağlarla Türk kitlesi ne bağlamak l ü­ zumuna dair görüşlere rast geliyoruz. Yani Türkçül üğün lisanı, tari hi, siyasi kısımlarından hepsi , bu kitapta az çok mevzObahs ol muştur. Sııf Türkçül üğe ait bu mevzulardan başka, bugün bile m ünevverlerimizi n günlük meşgul iyet­ leri ni teşkil eden Türk dilinin tanzi m ve tasfiyesi , haıfle­ ri n ıslah ve değişti ril mesi , kadınları n açıl ması , Batı mede­ niyetine layık ol mak gibi konularda «Eski ve yeni Türkle­ ri n» çeşitli konuları arasında yer bulmuştur. «Türo-Ariyanizm» nazariyesini kuran müell if, Türkle­ rin Batı medeniyetine girmelerini , o nazariyeni n mantıki bir neticesi gibi telakki eder; zaten Batı medeniyeti ni vü­ cuda geti ren Turo-A riyenlerdir; yani Batı medeniyeti Arl­ leri n olduğu kadar Turanllerin de ve dolayısıyla Türkleri n d e eseridir. Turaniler bir kısmı İslamiyet' i kabul edi nce, Sami bir medeniyet i le birleşmişlerdir. Avrupa medeni­ yeti havzasına girmeleri, eski ırki medeniyetlerine dö­ nüşten başka bir mana ifade etmez. Mustafa CelaJeddin Paşa dilin tasfiyesi , haıflerin ıslahı meseleleri ne de hü­ kümlerini , bu başlangıçtan tutturarak yürütür.

26


Aksi i snat ed i l i nceye kadar, bu bah i s l ere dai r Osman l ı ül kesinde bas ı l m ı ş ve yayı nlanmış eserleri n b i ri nc i s i ola­ rak kabul etmemiz i cab eden «Eski ve Yeni Türk ler» tees­ süf olunur ki Türkçe deği l , Fransızca yazıl mı ştı r ( ! ) _ «Eski ve Yeni Türkler» m üel l ifi M ustafa Cel a l ed di n paşa , Ziya v e Ahmet Vefik Paşalar gibi O smanl ı tari h i n i n bi l i nen simalarından ol madığı i ç i n , tercüme-i hal i ne dai r kı saca bi l gi vermeyi l üzumsuz saymamaktay ı m . Mustafa Celaleddi n Paşa,

18 48 i hti l a l l eri ne katı l d ı ğı

i ç i n vatan ı n ı terke mecbur olmuş Leh

asi lzadel eri nden

Konstantin Bojenski (Constanti n B orzecki) d i r. Konstan­ tin

lO

N i san

18 26 tari h i nde a i l e ç i ftl i kleri nden K leçof

(Kleszow) da doğmuş ve o çevredeki V lottsl avek (Viola­ wek) seminerleri nde klas i k ve d i ni b i r tahsi l görmüştür. Henüz

22 yaşında i ken meml eketi olan Leh istan ' ın k u rtul ­ ması gayesiyle l8 48 i ht i l a l l e ri n i n Poznanya'dak i ne i şt i rak

etm i ş ve i ht i l al i n m uvaffak ol maması üzerin e , b i r kaç va­ tandaşıyla beraber, o zamanlar Leh ve Macar M i l l i yetçi l e­ ri ne çok cömertçe kucağını açan Osma n l ı ü l kesi ne i l tica eyl em i ştir

( 18 49 ) . Osman l ı hükümeti , genç Leh M i l l i yet­

ç i s i n i n umumi ve askeri b i l gi leri n i , bi l hassa harita ç i z i ­ m i ndeki ciddi mahareti ni d i k kate alarak , kendi s i n i Erkan­ ı harbiye yüzbaşı l ı ğı rütbesiyle Osman l ı ord usuna kabul ve

ı ı ı Nüshası tükenmiş olan «Eski ve Yeni Türklcr»in aslı ve Türkçe tercümesi , basılmalı ve yayınlmıımıl ıdır. Türkçülük tarihinin ve ıımGmiyellc çağdaş Osmanlı ta­

rihinin incelenmesinde ihmali mümkün olmayan hu eserin hasını ve yayınını Tiirk i ­ yc Maarif Vckillcti 'nin veya Türk Ocağı'nııı hinııııctindcn bekl iyoruz.

27


harita şubesine memur etmiştir. Y üzbaşı Bojenski o sıra­ larda İslamiyeti resmen kabul ederek bizzat Şeyhül islam Efendi tarafından Mustafa Celaleddi n diye isimlendi ri li ­ yor v e Erkan-ı Harbiye M i rl i valarından Ömer Paşa' nın k ı ­ zını alı p tam b i r Türk, Müslüman ailesi teşekkül ediyor. Seferde bul unmadığı zamanlar Üsküdar 'da Karacaahmet mezarl ığına nazır mütevazı bir evde musiki ve dansları , mond hayatını büsbütün unutmuş görünüyor: Beyoğlu ale­ mi ve Avrupa koloni leri ile münasebette bulunmamı ştır. B u Leh asil zadesinin en büyük hırs ve hevesi harp idi . Daha pek genç i ken birinci vatanın ı kurtarmak emeliyle 1 848 i htil al leri ne bir Leh i htilalcisi sıfatıyla iştirak ettiği gibi ikinci vatanın ı muhafaza gayesiyle 1 850'den 1 876'ya kadar süren çeşitl i harplere bir Türk zabiti sıfatıyla girmiş, bir aç defa yaralanmış ve nihayet 1 875 ' de Karadağ M uha­ rebesi ' nde, Feri k rütbesine sahip i ken , karnı ndan aldığı bi r yara ile şehit olmuştur. S i poz' daki cami avl usunda gömü­ l üdür. (Allah gani gani rahmet eylesi n ! ) . Askerl i k hayatı na ait şu birkaç satır bile, şehit Celaled­ din Paşa' nın seçti ği yeni vatanına ne kadar derin bir sami ­ miyetle bağlanmış olduğunu açıklamaya v e ispata kafi­ di rC 1)

ı ı ı Mustafa Celfilcddiıı Paşa muhtelif rütbelere aşağıdaki muharebelerde bulun­

( ı 852) , Rus seferi ( 1 853- 1 856), Bağdat ( 1 857), Karadağ ( 1 86 1 ) , ( 1 867), Hersek ( 1 875), Karadağ ( 1 876), - Bu m uharebelerde başından , boy­

muştur. Karadağ Girid

nundan, sağ elinden, sağ ayağından yaralanmış ve son Karadağ m uharebesinde aldı­ ğı yara şahiidetiııe sebep olmuştur.

28


Paşa, harpten , seferden uzak olduğu zamanlar, temsil ettiği yeni mil llyeti n , Türkl üğün kabul ettiği yeni d i nin , Müsl ümanlığın, seçmiş olduğu yeni vatanı n , Osmanlı ül ke­ sinin faydasına hizmet eden eserler vücuda geti rmekle ge­ çi rmiştir. Celaleddin Paşa, yaratı l ıştaki istidadına i laveten gördüğü iyi eğiti m ve öğreti m sayesi nde, ana l i sanı olar Lehçeden başka, Latince, Fransızca, Almanca ve Rusçayı iyi bil i rdi . Hafızasının kuvvetl i , tarihi bilgi lerinin genişli­ ğini temin etmişti . Yaratılıştan sanatkarlı k kabi liyeti vard ı . Ciddi meşgul olmadığı halde, i y i resi m yapar, mükemmel harita çizerdi . Osmanlı askeri makamları , i l k önce harita çizmekteki maharetini takdir edebi lmi şlerdir. Yağlıboya resimlerinden bazıları , vaktiyle Dolmabahçe Saray ı ' nda asıl ı dururmuş. Evinde bul unduğu zamanlar, askerl iğe, ta­ rihe, biyoloj iye dair bi lgi ve araştırmaları nı geni şletmeye çalışıyord u . Bu mevzular üzerine birkaç eser yazmı ş ise de eserlerinden yalnız iki si bası lmış ve yayınlanmıştı r: Les Turcs anciens et moderns (Eski ve Yeni Türkler); La Gu­ erre moderne (Zamanımızı n Harbi). B i zce önemli bi r de­ ğerl i olan bi rinci eserdir ki mevzuunu yukarıda bi raz tah­ l i l ve anlatmaya çalı ştık . M ustafa Celaleddin Paşa bu eser­ lerinden başka, dostlarından Basi retçi A l i Efendi ' n i n « Ba­ si ret» gazetesi nde ( 1 ) ve ahbaplarından «Jean Pietri »ni n «Courrier d(orient» gazetesi ne i mzasız bir hayli siyasi ma­ kaleler de yazmıştır.

Ol Basireıçi Ali Efendi , «İstanbul' da Yarım Asırlık Vekiiyi-i Miilıiııınıe» ünvii­ niyle 1 908.de yayınladığı risalenin 4 . 5. sayfalarında Mustafa Celaleddi n Paşa·yı «Basiret»in yazı heycıinden olarak zikrediyor. (Ahmet Rasim bey' in hususi bir mek­ tubundan). .

29


Hayrete değerdir ki yeni vatanının faydası na yal nız fi­ ki rleriyle, kalemiyle değil , başıyla, canıyla da hizmet et­ miş olan bu asi l adamı n i stidat ve bilgisi ,. ahl ak ve karak­ teri bazı kimselerin hasedi ni tahri k etmi ş ve koruyucusu Serdar-ı Ekrem Ömer Lütfi Paşa'nın öl ü münden sonra Se­ raster Hüseyin Avni Paşa tarafından, henüz 44 yaşı nda ve Mirl i va rütbesi nde bul unan Mustafa Celaleddin Paşa emekliye sevk olunmuştur ( 1 870). Hüseyi n Avni Paşa'nın sürgün edil mesinden sonra tekrar muvazzaf sınıfına al ın­ mış ve Sırplar üzeri ne kazandığı muvaffakiyete mükafat olarak , şehit ol masından az evvel Feri k rütbesine terfi edi l mi şti r< 1 > .

İlk Türkçülerin Umômi Vasıflan Yukarı zi krettiğimiz vak'alarda i leri sürdüğümüz gö­ rüşleri özetlersek gelecek konular tespit edi lmiş olur; Li­ san sahası nda Türkçülük fikrinin i l k şuurl u izleri İ brah i m Şi nasi Efendi 'nin eserlerinde görülür<2>. Ş inasi 'nin Türk-

ı ı ı Mustafa Cclf\leddin Paşa·nııı oğlu Erkfuı-ı Harbiye emekli Feriklcriııdcn En­ ver Celaleddin Paşa olup halen hayanadır. Enver Paşa babası adına ithaf ettiği «Fi­ kirlerim» ünvanlı basılmamış eserlerinden istifademe müsaade ettiler. Merhumun tereüme-i hfiliııi oradan özelledim. Enver Paşa'ya bu yardımlarından dolayı teşekkür ederim. Enver CeJaleddin Paşa. babalarıııııı yolunda yürilmeye çalışarak ve merhu­ mun bazı müsveıtelerinden de istifade eyleyerek TUrklüğün tarih ve lilolojisine da­ ir. vaktiyle «Edebiyat-ı Uınfımiye Mecınuası»nda bazı makaleler yayııılamışlardır. Bu makalelerin bir araya toplanıp bir kitap halinde basılıp yayııılaııması temenni olu­ nur. m Ahmet Midhat Efendi merhumun. vefatı münasebetiyle, «Türk Yurdu» için tcrcUmc-i halini yazarken de. Şinasi'ııin Osmanl ı edebiyatında ilk şuurlu Türkçü ol­ duğu kanaatini belirtmiştim.

30


çülük fikri , l i sanı n edebiyat şubesinde Ziya Paşa, I Ggat şu­ besinde Ahmet Vefi k Paşa, filoloj i araştırmalarında Mus­ tafa Celaleddi n Paşa taraflarından i şl enir. Ahmet Vefi k Pa­ şa da «B ütün Türkl ük» (Panturquisme)» temayül ünden bazı emareleri görülür. Celaleddi n Paşa i se , Türk fi loloj i ­ s i nden başka, Türk (yalnız Osmanl ı Türkü değil , bütün Türkler) etnoloj i ve tarihi i l e meşgul olur. Osmanlı ülke­ sinde i l k defa Batı kaynaklarından alınarak Ti.irk tari hine, Türk etnoloji sine ve dai r yazılan eser, Celaleddin Paşa' nın «Eski ve Yeni Türkler» adl ı fi loloj i , etnoloji , tari h ve siya­ setten bahseden kitaptır; i l mi vasıfları tamamen taşımayan bu eser, Türk ruhuyla Türk menfaatleri ni müdafaa yol un­ da yazıl mış olmakla beraber, Fransızcadır.

«Şinasi'ııin eserlerinde iki meslek edi binin tohumları bazen karışık, bazen ayrı

ayrı saçılmış b u lun uy ord u . Bu tohumlardan bir kısmı gel işip büyilycrek ve çiçek aça­ rak Namık Kemal'lcr. Abdülhak Hamid'lcr, Tevlik Fikret'ler. Halid Ziya'lar ve ni­ hayet Fecr-i A ti'ciler gibi meyveler toplandı; di ğer kısmı ise çiçek açıp, Ahmet Mid­ hat, Şemseddin Sam i . Mehmet Emin, Necib Asım. «Tiirk Yurdu»» , «Genç Kalem-

ler>> gibi y e mi ş ler verdi. Şinasi iki mektebin de üstadıdır. .. Şinasi'den «Türkçüler» i le «EdcbiyaH Cedide»liler ve evlad ve ahffıdı türemiştir. . . «Atalar sözü»nü toplayan . parmak hesabiyle şiir yazan . yabancı keli meleri dilimizden kovmaya uğraşan Şinasi yeni hayatta Türklük mezhebinin i m amı d ı r... » • «Ahmet M i d h a t Efendi , Ak· çuraoğlıı Yusuf · T U rk Yurd u . Cilt: 3 , sayfa: 1 70» Osmanlı ıııatb ıı a üzerine asli ve ciddi incelemede bul unan m uharri r ve müver­ rih A hm et Rasim Bey'den Türkllik fikrinin ne zaman ve k i m l er tarafından ortaya atıldığı kaatına ulaşııklarını sormuştum; Lütfen verdikleri cevapta şöyle diyorlar: «Matbuilı tarihi açısından ilk defa Osmanlı camiası ahında millet kelimesini açıktan açığa kullanan (Şinasi) ile (Kemal) ve «Tasvir-i Efkiir» ın yayınlanmaya başlaınası)l.c dan iti baren Millet-i Osmaniye terkibinin açık karşılığı «Türk» idi.»

31


Şinasi ' ni n Türkçe I Ggat toplamaya başladığı tarih bu meselede bulabildiğim yegane asil kaynak olan Ebüzziya Tevfi k Bey ' i n dediğine göre 1 865 ile 1 870 seneleri arası­ dır. Ziya Paşa, şi i r ve inşa hakkındaki Türkçü fi kirleri n i yi­ ne bu tarihlerde ortaya atmıştır; Emil tercümesinin önsözü «Cenevre , 1 5 Hazi ran 1 87 1 ) tari hlidir. Ahmet Vefi k Pa­ şa' nın «Lehçe-i Osmanl»si nin i l k askı ve yayını da o sıra­ larda olsa gerekti r. Celaleddi n Paşa'nın « Eski ve Yeni Türkler»i 1 869' da yayınlanmıştır. Şu bilgi lere göre, Os­ manlı Türkleri arasında Türkçül ük faaliyetin i n i l k devresi , 1 865- 1 879 seneleri diye kabul edi l i r.

Türkçülüğü müsteşriklerin tesiri Türkçül ü k ve Türkl ük fikriyatının Abdülaziz' i n Salta­ nat devrin i n ortalarına doğru Batı Türkleri arasında görün­ mesi ne, yukarıda i şaret ettiği miz gibi Türkleri n umumi bir surette Batı fikri ve ruhuyla yakınlaşması ndan başka, yö­ n üyle inceleyen (De Guignes) gibi , (Silvestre de Sacy) gi­ bi , (Abel de Remusat) gibi hatta A rthur Lumley Davids) gibi müşteri klerin eserlerine vakıf olmaları nın tesirini de m uhakkak görmekteyim. Ş i nasi , müsteşrik Silvestre de Sacy ailesinin dostluğunu kazanmıştı . Celaleddin Paşa «Eski ve yeni Türkler» kitabı nda De Guignes ' i n «Histoire des Huns» nundan çok istifade etmi şti r. «A rthur Lumbley Davids» i n «Kitabü 'l-i l m ü ' n-Nafi fi Tahsil-i Sarf ü Nahv-

32


i Türk!» adl ı İngilizce kitabının Fransızca 'ya tercümes i O >

Lumley ' i n annesi tarafından Sultan i l . Mahmut'a 1 833 ta­ ri hi nde takdim edil miş olduğundan XIX. asır ortalarında yaşayan Şi nasi ve Vefi k Paşa'lar gibi münevverlerin bu eserden de habersi z ol malarına i htimfü vermiyorum . XIX. asrın sonlarına doğru müsteşri klerden Vambery, Raloff, Leon Cahen' i n eserlerin i n bütün Türkler arası nda Türkl ük fik rinin kuvvetlendi ri l mesine tesir icra ettiğini göreceğiz. Türkçü l ük fikri cereyanının bilhassa 1 865- l 870 senele­ rinde Osmanlı Türkleri arasında ortaya çıkmış olmasına da­ ha başka amiller de bulunup gösteri lemez mi? . .

Türkçülük fikri ve İngiliz-Rus münasebetleri Mal umdur ki 1 860 senelerine doğru Rusları n A sya'da yayılmaları , İ ngilizleri ürkütecek kadar sürati ni arttırmıştı : Batı Türkleri , yani Osmanlı saltanatı aleyhine ası rlardan beri devam eden istilacı Rus siyaseti , XIX . asrın ortaların­ da Batı Avrupa devletlerinin silahlı mukavemetiyle sekte­ ye uğrayı nca, Rus İmparatorl uğu , bu mukavemetin acısını al mak için, Doğu Türkleri , Orta Asya hakanl ı kl arı üzerine

( 1 ) Arthur Luınley Davids. İ ngiltereli genç bir yahudi ınüşteşriktir. Eser esasen Türkçe 'nin sarf ve nahvi ise de müellif eserin başına bütün Türk tarihinin ve Türk lisan ve rnedeııiycıiniıı bir özelini koymuştur. Bu özet, o zamana kadar mUşteşrik­ lerin bulabildikleri araştırma neticelerine dayanılarak Türkçülük bakış açısına uygun bir tarzda yazılmıştır; Lumley bu tarihe ait özetinde, kendinden evvel gelen mUşleş­ riklerin Türk kabilelerinin bütününe Talar adını vermiş olmalarına tenkil ve bu kabi­ lelerin umumi adının Tilrk olduğunu iddia ve isnat etmektedir.

33


ş i ddet ve s üratle yürüd ü . 1 860 dan i tibaren Ruslar Orta Türkistan ' l a Doğu Türkistan ' a sal d ı rd ı l ar. G eneral Cerna­ yef, 1 865 ' de Ortaya A sya' n ı n en büy ü k şehri ve Aksak Ti­ m u r ' u n başşehri olan «Taşkent» i alır; l 867 ' de Orta Tür­ kistan ' ı n büyük kısmı «Türkistan Eyfıl eti» adıyla Rus Çar­ J ı ğı ' nı n ülkes i n i n kısımlarından sayıl ı r; 1 868 'de « Buhara Hanl ı ğı » Rus tabi iyeti ni (vassalef ' i n i ) kabul eder. Y i ne o senelerde Doğu Türki stan ' ın «Kaşgar» böl ges i , Mehmed Yakup Bey ' i n başbuğl uğuyla Çin Haki miyeti aleyhine ayaklanarak R uslarla iyi geçinmeye çal ışı r; «kulca» böl ge­ si 1 865 'de Çin tabi ' i yetinden çı kara k , 1 87 1 'de Rus ta­ bi ' i yyetine g i rer. . . Hası l ı , bütün Orta A sya T ii rk l üğ ii 1 8601 870 tarih l er inde Rus tesir ve baskı s ı y l a kaynaşmaktacl ı r. Rusların bütün Asya geni şl i ğ i nce Doğuya ve G üneye doğ­ ru yay ı l maları , İngi l i zl eri çok s i n i rl endirir; birkaç adı m sonra, Kazak s ü vari leri n i n H i nd i stan sını rl arında görün ­ m e k i hti mal i İngil izleri n uykus unu kaçırı r. Mehmet Yakub Han ' a elçi gönderi rl er ve d i ğer küçük hanl arl a resmi ol ma­ yan temaslar kurmaya çal ışırlar! Yakub Handa H i n d i stan umumi vfıl i s i ne elçi göndererek i ngi l tere ' ni n i ttifakını arar. . . O s ıralarda B abıal i i l e çok dostane m ünasebetle rde bu­ l u nan Sai n James kabines i n i n Batı ve Doğu Türk leri n i n d i n ve ı rk b i rl i ği nden meydana gelen bağlarından i stifade etmeyi hatırlamaması m ümkün değ i l d i r. H i ndi stan ' ı n 1 857 S i pahi İ h t i l a l i ' nde, S u l tan A bdül meci d 'den , Halife sıfatıy­ l a , M üs l üman H i ntl eri n İ ngi l tere kral i çesi n e i taati n i tavsi -

34


ye ederek bi r ferman çıkartmayı i h mal etmeyen İngiliz si­ yaseti n i n , Orta Asya Müslüman Türk han l ı klarının vaziyet ve ahvfüiyle Osmanlı Türklerini alakadar etmeye uğraşmış olması çok muhtemeldir. Fi l vaki Yakub Han isti klal kaza­ nı nca. İngiliz mümessi li «Douglas Forsayt>� in teşviki üze­ rine, Osmanlı saltanatının himaye ve tabi iyyleti ni rica me­ muretiyle Yakub Bey ' i İ stanbu l ' a elçi göndermi şti r ( 1 87 1 ) Elçi iyi bi r şekilde kabul olunarak, Osmanl ı saltanatı ta­ rafı ndan Yakub Han 'a harp malzemesi i l e askeri mual l i m­ ler ve bazı hediyelerle süslü nişan-ı Osmanl, kılıç, alem ve name-yi hümayum gönderir. Yakub Bey 'l e dönen bu özel heyete, Hindistan ' ı n Türkistan hududunda bir İ n gi l iz sefa­ ret heyeti katı l ır ( 1 873). Ve bu tari hten i ti baren Kaşgar Hanlığı dahilinde okunan hutbelerde Osmanlı padi şahı adı­ na basıl maya başlarO > . Bu sıralarda İstanbul matbuatı , Kaşgar i şleri ve Yakub Han ' ın durumuyla hayli meşgul olur. «Şecere-i Tiirk»ün Çağatayca'dan Osmanlıca'ya çevri l mesi , Vefi k Paşa' nı n Orta Asya lehçelerine merak sarması d a , b u tari hlerden az öncedir. Sami paşazade Subhi Paşa g i bi , Şemseddi n Sami Bey'in tabi riyle, «asrı n ali mleri nden ve edibleri nden , Do-

< 1l Kaşgar hiikiimdarı Y:ıkub Han'ııı yeni bir Türk devleti kurulnıasıyl:ı ilgili vak'alar ile ıııııuml bir suretle Orta Asya ahvaline dair vesikaya dayanan bilgiler I JOO'dc İstaııbul 'da basılmış ve yayınlaıınıı� ol:ın Mehmet Akif Bey'iıı «Kaşgar Ta­ rihi» adlı kitabında mcvcunıır. Kaşgar Tarihi - Mehmet Atıf - lstaııbul . Mihran Mat­ bası. 1 300 ( 1 885).

35


ğu ve Batı edebiyatına ve yeni fen ler i l e Avrupa l isanlarına aşina» bi r devlet büyüğünün Abdülaziz devri nde Çağatay lisanı öğrenmeye kalkması( ! ) da, İstanbul münevverlerin­ den bazılarının zihinleri n i , o sıralarda Orta Asya yani Do­ ğu Türklüğünün i şgal eylemiş olduğuna delalet eder. B i raz önce zikredilen vak ' alara nazaran , Türkçül ü k ha­ reketinin 1 820 tarihlerine doğru İstanbul 'da ortaya çıkmış ol masına bi r amil de, o tarihlerde Doğu Türkleri nin başına gelen felaketli vak' alarla Rusların geni şlemesine karşı İ n ­ g i l i z v e siyaseti nin b u vak'alardan Batı Türkleri ni haber­ dar ve müteessir kıl maya çal ışması olmuştur, dersek acaba hata etmiş olur muyuz?

Macar Vambery Eserleri ni n Osmanl ı Türkleri arasında tesiri biraz daha sonra görünmeye başlayan Maar Vambery ' n i n Asya seya­ hatleriyle İngi liz ve Osmanlı siyasetl erinin bağlantıları nı görmek o kadar zor deği ldir: Müsteşrik Yambery, dört se­ ne kadar İstanbul ' da kaldı ktan ve o zamanın Osmanlı ve­ kil lerinin konaklarında hayl i misafi rl i k etti kten sonra 1 86 1 senesi nde meşhur Asya seyahatine çıkmıştı . Vambery, Ra­ şid Efendi adıyla ve derviş kıyafetiyle Orta Asya'da üç yıl dönüp dolaştıktan sonra, yine İ stanbul üzerinden Macaris­ tan 'a dönmüş ve oradan doğru Londra'ya gitmiştir. Sahte

< 1 l B u vak'ayı merhumun oğlu Hamdullap Subhi Bey' dcıı öğrendi m .

36


derviş, i l i m ve fen araştırmaları nın semereleri ni i l k önce Macarlara değil , İ ngilizlere arz etti . İ ngili zl eri n kendi sine gösterdikleri yakınlık, Vambery'ye B udapeşte DarülfünG­ nu' nun «Şark l i sanları» müderri sliğini (profesörlüğünü) temin etti . Profesör Vambery ' ni n eserleri 1 864'ten i ti baren yayınlanmaya başlamıştır. Eserleri n i n çoğu Al manca, bazı­ ları Macarca, bazıları da İ ngilizce yazılmıştı r; mesela «Ber Sahte Dervişin (Asya-yı vüstada) Seyahati» ki üç senel i k Orta Asya seyahatinin hi kayesidir. Ayn ı zamanda A l maca , İ ngil izce, Macarca olarak yayı nlanmıştır. Vambery ' ni n Türkçe geni ş bin bibl iyografi sini yazan talebeleri nden Doktor Mesarroş diyor ki ; «Doğu lisanlarını ve idare usu­ lünü tanıması sebebiyle İ ngi ltere'ye büyük hizmetlerde bul undu. Bu suretle gayreti ve zekası sayesi nde büyük bir servet sahibi oldu. B u servetiyle ömrünün sonunda maddi i stiklal temin etti ( I ) . Profesör Vambery, b i r gün bana da, Yavuz Bey ' e (G ü­ l istan ve Hari stan muharri ri , Osmanl ı İ mparatorl uğunun Peşte Baş şehbenderi Hi kmet Bey 'e) söylediğini<2) tekrar etmişti : İ n gi l i zler beni severler, çünkü onlara i l k Asya'yı tanıtan ben oldum. Onlar beni dinledi ler, anladılar. Hatta İ ngi ltere Kraliyet hanedanıyla ayrı ayrı dost ol dum. Onla­ rın iltifatlarını gördüm.»

(il

Türk Yurdu Cilt: 5 Sayfa: 974 m Tiirk Yurdu Cilt: 5 Sayfa: 964 -

-

-

-

37


Vambery'ye dai r kaydetti ğimiz şu kısa bil giden bile an­ laşılıyor ki geleceğin meşhur M ü steşrik - Türkoğl u , O rta Asya seyahatine ya İ ngil izleri n teşvik ve pratik zekasiyle Orta ve Yakın Doğuya dai r i ncelemelerin o sırada, İ ngilte­ re siyaset borsasında çok yüksek kuvvette olacağını evvel ­ den sezmişti .

38


il

AZERİ TÜRKLERİNDE TÜRKÇÜLÜK Ahundzade Mirza Feth Ali Batı Türkleri nden evvel , Türkçülük fi kriyle, yani Türk M i l l iyetçi liği fı kı1yle l i san , tarih ve siyaset sahalarında meşgul olmuş di ğer Türkler var mıdır? K uzey, Doğu ve Kırım Türkleri arasında, 1 870 tarihinden önce, bugünkü manasıyla ve şuurlu bir surette M i l l iyet fikri nin l i san , ta­ rih ve siyaset sahalarında bilgiye rastlamadım. Ancak Kaf­ kasya'da oturan Türklerden bugün Azeı1 Türkleri adıyla andığımız şubede di kkat ve i ncelemeye değer bi r vak'a vardı r: 1 8 l l 'de doğup, 1 878 ' de ölen Ahundzade M i rza Feth Ali 1 850- 1 855 tari hleri nde tam mahall il Türk şive­ siyle ve Avrupa usulüyle bi rkaç komedi yazmıştır< l > . Yine bu zat 1 863 senesinde İ stanbu l ' a gelerek , İslam alfabesi­ nin ıslahı hakkında yazdı ğı eseri ni Sadrazam Keçecizade Fuad Paşa'ya takdim etmi şti r<2> . Ahundzade yal nız zama-

< 1 > Mirza Feıh Ali'nin sayısı yediye ulaşan komedileri 1 859'da basılmış ve ya­ yınlanmıştır. Yedisi de Rusçaya ıercilme olunarak Tiirkçe asıllarından ahı yol evvel Tiflis'ıe basılmıştır. 1 87 1 'dc Farsçaya ıercUmc olunmuştur. «Tllrk Yurdu. Cilt: ı . sayfa: 1 27 v Yusuf Vezirof'un Azerbeycan edebiyatına bir Nazar adlı risalesi . sayfa: 46. Bu risale 1 92 1 'de İstanbul· da basılmış ve yayınlanmıştır. (�) Yusuf Vczirof, Azerbeycan Edebiyatına Bir Nazar. sayfa: 47.

39


nın sadrazamına layiha takdi m etmekle kal mamış, harfle­ ri n ıslahı meselesi üzeri ne İstanbul ' un münevver fi ki rl i ki mseleriyle müzakerelerde bul u nmuştur< ! ) ; fakat b u l ayi­ hadan ve müzakerelerden hiç bir netice hasıl ol mamıştır. Harfleri n ıslahı teşebbüsüyle neticelerini Mirza Feth Ali kendi hatıralarında şu suretle tespit etmektedir: « 1 857 M i -

ı ı ı Mirza'nın l sıanbul seyahatına <lai r bir vesikası, «Hazine-i FünOn ikinci se­ nesinin ( 1 864) 1 4 numaral ı niishasın<la var. Mirza'nııı harflerin ıslahı hakkını.la yazıp Sa<lrazam Fuad Paşaya takdim etliği eser, Sadrazam tarafından tetkik için (Cemiyet­ i İ l m iye -y i Osmani)yc havale buyurmuş imiş. işte bu cemiyet meseleyi göriiştiikten sonra «huzur-ı MaarifneşOr Hazret-i Sedfıret-peniihiye» takdim elliği takriri r sureti Cemiyet-i llmiyc-yi Osmaniye ' nin organı olan «Hazine-i Fiinün» da « «lslah-ı resm­ i hatta dair bazı tasavvurill» başlığıyla ayn e n yayınlanmıştır. (sayfa: 70) Cemiyet-i İl­

m i ye - y i O sm ani y e bizzat A hu nd zade B i nbaşı Mirza Feth Ali»yi el e (Mirza Feth Ali Alıundof, Rusya Kafkas ordusunda o zaman bin başı rütbesine sahiptir.) davet ede­ rek komisyon kurmuştur: ve meseleyi üç esasa bağ lay arak ince l e miş ve görüşmüş­ tür. Esaslar şunlardır: 1 - Mevcut usul. ıslah ve tamamlamay a muhtaç mıdır? 2 - Şu

esas kabul edildiği halde. arzedilmieş usul tamam istenilen surete uygun mudur3 - Bu akıllıca ıslahatın düşünülmesi ve tamamı mümkün müdür? Esaslardan birin­ cisine Cemiyet ekseriyetle müsbct cevap vermiş;. ikinci esasın görüşülmesi netice­ sinde. Feth Ali ıslahatının «fenn-i tabiata kafi derecede elverişli olmadığına» kanaat getirmiş: üçiincii esasa ge lin ce harflerin ıslahı «kemal derecede um ur- ı miişkileden» olduğu inancını öne sürmüştür. Cemiyct-i l l m i y c - y i Osmani ye . Mirza Feth Ali ' nin komedilerini de okumuştur. Raporunun sonlarında b u eserlerden şu şek il d e bahsediliyor: «Ye yazmış oldu kl arı tiyatro hikayeleri dahi tamamen okunmuştur. Bunlar Doğu ülkelerinde yayılmış ba­ zı biitıl fikirlerin çüriitiilmesi ve d eğersiz li ği nin gösterilmesi maksadıyla tasvir ve tertip olunmuş hakimane bahisleri içine almış olup. okunması fayı.lalı ol acağ ın dan ileride Cemiyet-i acizanemiz ıaraafından Osmanlı lisanına çevrilerek süraıle basılıp yayınlanmasına çalışılacaktır. «Raporun hilıimcsi, m i rza"ııın takdir ve övgilsü<liir: «Adı geçen müellif Doğu v e Batı dillerinden dört beş lisana layıkıyla aşina ve ma­ arifin yayılmasına ait en mühim işe hizmetle yiğitlik ve vatanserverlikle mayasını gösterdiği cihetle tevkirr ve i htirama ehliyeti meydanda olduğundan şu münasebet­ le Cemiyet-i iiciziincmizin kendisiyle bilgi kazanması ve dostluk kunnası övünme

vasıtası addolunduğu Sadrazamın yüksek maliımları . .. » Ahundzadc koınc<lilcrinin Osmanlı Türkçesine çcvril<liğini bil miyoruz.

40


ladi yılda ben M üslüman alfabesinin ı sl ahı fikrine d üştüm . Bunun için İstanbul ve Tahran'a gitmek lazım gel d i . B i r­ çok müzakereler ettik. Heyhat, M üslüman rei sleri alfabe­ leri ni değişti recek gibi değiller; hal buki bu her şeyden da­ ha gerekli ve daha önce gel i r.» Ahundzade'nin eserlerini okuyamad ı m . Hayat ve eser­ lerinden bahseden kimseler, Mirza ' n ı n . komedyaları nı Azerbeycan'da konuşulan dil ile yazdığını söyl üyorlar: Öyle bir dil ki halk ve yüksek tabaka, köy l ü ve şehirli her­ kes anlarmış; süsten uzak , saf ve hakiki Azeri lehçesini , M i rza eserleri nde ustaca kullanmış imiş.B u halde A hund­ zade Mirza Feth Ali , l isanda bi lfi i l Türkçül ük etm i ş ol u­ yor; lakin Mrza' n ı n Türk Mill i yetçi liğini hedef alan dü­ ş ünce ve nazariyelerine dai r beni m eli mde ciddi bilgiler yoktur. Ahundzade'nin tarih , fel sefe siyasi i l i mler i l euğ­ raştığı felsefeden bahseden «Hakkul-Yakin» adl ı basılma­ mış bir eseri bul unduğu mal umdur; lakin bu eserde M i r­ za' nı n ne gi bi görüşler ileri sürdüğüne dair i r kaynaklarım­ da bir şey bulamadım . Ahundzade hakkı nda mevcut bilgilere göre, onu, G ö­ kalp Ziya Bey ' i n «Türçül üğün Esasları» adl ı kitabında id­ dia ettiği gibi Gaspralı İ smail Bey derecesi nde büyük bir Türkçü saymak doğru olmasa gerekti r. . . Zaten Ziya Bey merhum , Mirza Feth Ali hakkındaki bi lgi leri ni kafi araştır­ maya l üzum görmeksizin yazıvermiştir: M i rza 1 878 ' de yani Abdülhamid' i n tahta çıkmasından bi raz sonra vefat etmiş olduğu halde, Ziya Bey onu Abdül hamid zamanı nda 41


yetişenlerden ve Gaspral ı ' nı n çağdaşları ndan( ! ) ol arak gösteriyor: «Tü rkiye'de A bdül hamid bu kudsl cereyanı durdurmaya çal ı ş ı rken Rusya'da i ki büyük T ürkçü yet i ş i ­ yord u . Bunl ardan bi ri ncisi M i rza Feth A l i Avrupa l i sanla­ rına tercüme ol unmuşturC2) . M i rza' n ı n komedi l eri

b ütün

Avrupa l i sanl arı na tercüme ed i l m i ş değ i l d i r; Ahundzade kendi hatı ralarında diyor ki : «Eserleri mi n yedisi de Rusça­ ya tercüme edi ldi , Petersburg ve Berl i n gazetel eri nde on­ lara ait görüşler yazı l d ı (3). Komed i leri n i n heps i n i n Farsça­ ya tercüme ol unduğu muhakkak i se de hangi leri n i n tama­ men veya kı smen Fransızca, İ ngi l i zce ve A l manca tercüme edi l diği henüz araştırıl maya m uhtaçtı rC4) _ M i rza Feth A l i ' n i n Türk fi k i r ve edebi yat hayatında en büyük ehemmiyeti , Türkçe i l k tiyatro yaz.an bir muharrir

olmasıdır, zannederi m . Ben i m toplayabi l d i ğ i m bil gi lere göre , Batı Türkleri arasında ti yatroya ait i l k eser, Ziya Pa­ şa' n ı n « Mol i ere» den tercüme etti ği «Tartuffe» d i r k i Ebüzziya Tevfi k Bey' i n şahi tl i ğ i ne göre

<1l

1 857

tari h leri nde

İ smail Bcy'iıı ilk eseri olan «Rusya Müslümaıılam> , 1886 da. yani Miw1

Fetlı Ali'ııin vefatından iki sene sonra yayııılanmıştır.

<�ı Ziyii Gökalp -»Tiirkçülü ğ lin Esasları»- Sayfa: 8 - Ankara Matbuat ve İ stih­ bariit Matbı�1sı . Sene 1339. (3) «Türk Yurdu» - Cilt 1 , Sayfa: 1 30 (4) Yusuf Veziroğlu - «Azerbaycan Edebiyyatına B i r Nazar» - Sayfa: 48. - Ge­ rek Yusuf Vezirof, gerekse «Türk Yurdu» da «Mirzii. Feth Ali Ah u ıı dof» a da i r makale yazan muharrir Göçerli Feridun Bey' in «Mirz Feth Ali Ahundof» adlı tcrcümei hi\l risfüesinden ve Mirza'ııın 1 00. ölüm yıldöııüınli mliııascbetiylc ortaya çıkarılan malzemeden i stifade etmişlerdir.

42

>f


tercüme edilmiş ise de, Ziya Paşa'nın ölümüne kadar ba­ sıl mak şöyle dursun, kimsenin el ine bi le geçmemişti rO > . Batı Türkçesinde i l k v e oıjinal tiyatro Namık Kemal ' i n «Vatan Yahut Silistre» adlı dramıdır. l 872'de yazı lmış, ba­ sılmış ve oynanmıştır. Hal buki Mi rza Feth A li , yukarıda söylediğimiz gibi komedyalarını 1 850- 1 855 tarihlerinde yazmış ve l 859'da bastırmıştır. Mirza' n ın Molyer'den ve Rus komedi yazarlarından, mesela çok severek okuduğu Gogol 'dan i l ham al mış ol ması muhtemeldi r. Batı Türkle­ ri nde Mol iere'den adapte ederek komediler yazar Ahmet Vefik Paşa'nın eserleri , Namık Kemal ' i n «Yatan» piyesin­ den sonra meydana çıkar. Hasıl ı Ahundzade M irza Feth Al i , Türk hayatından al ınmış ve sade Azeri Türk lehçesiy­ le yazılmış ilk Türk tiyatrosunu meydana geti rmiş ol mak şerefi ne haizdir ve bu ci hetle edebi Türkçül üğe hizmet mühimdir.

Ebüzzi ya Tevfik NumOne-i Edebiyyfü-ı Osmaniyye». Ziya Paşa. Sayfa: lsıanbul, Matbaa-i Ebuzziyil. 1330.

(IJ

261

-

-

43


111

BATI TÜRKLERİNDE TÜRKÇÜLÜGÜN İKİNCİ DEVRESİ

1 865- 1 879 devresi nde yani Kırım Harbi sonrası ile Ruslar tarafından Türkistan' ın isti lası arasında geçen ilk devreden sonra Batı Türkleri içi nde Türk mill iyetçi l iği fikrinin 1 877 Türk-Rus seferi nden önce ve unu takip eden 1 876- l 880seneleri içinde görüyoruz . B u devrenin Türkçü­ leri Süleyman Paşa ile Özbekler Şeyhi Süleyman Efendi ve Rumel i l i Ahmet Midhat Efendi i l e A hmet Cevdet Pa­ şa'dır. Ve bu devre Türkçül üğünün l isan , tarih , eğitim ve siyaset cepheleri vardır. Türkçülüğü böyle devrelere ayırmakla beraber, devre­ ler arasında fikri bir ara olduğunu kabul etmek doğru ol­ maz; ancak fi krin belirtileri zayıflamıştır; çün kü A l i Pa­ şa'nın ölümünden sonra, Sultan Abdülaziz' i n i ti bdadı şid­ detlenmiş ve sadaret makamını işgal eden Mahmud Nedim Paşa ve takipçileri padişahın keyfi ve müstebit düşünce ve davranışlarına karşı koymak istememi ş veya koymamışa olduklarından, Tanzi mat devresi nin nisbl hürriyetperverl i­ ği çok eksilmişti . 1 87 1 'den iti baren, bütün fi kri hareketler gibi , Türk Mill iyetçiliği hareketi de sinmişti r.

44


1 876'ya doğru Osmanl ı ülkesinin H ıristiyan çoğunlu­ ğuyla meskun olan bazı Rumeli vilayetleri nde Avrupa dev­ letleri n i n , bi l hassa Rusya İ mparatorl uğunun tesi r ve teşvi ­ kiyle i hti lalleri n , ayaklanmaların artması , genişlemesi , sul­ tan ile vezirlerinin baskı ve itibarları n ı , hayl iden hayliye kırmış olduğundan, hal kın sesi işitil meye başlad ı ; her tür­ l ü düşüncenin daha serbest açı klanmasına i mkan hasıl ol ­ du. O sıralarda Abdülaziz' i n tahttan i ndiri l mesi ,V. M u­ rad ' ın delirmes i , i l . Abdülhamid ' i n meşrutiyet i lan etmek taahhütüyle tahta çıkması gibi dahili ve Bosna-Hersek, Sır­ bistan, Bulgaristan isyanlarıyla onları takip eden Türk-Rus Harbi ( 1 877 Seferi) gibi harici mühim vak'alar, baskı ve şiddete dayanan bi r hükumet idaresinin tesisini i mkansız kıldığından, Abdülhamid tahta iyice yerleşi p , arzu ve key­ fine göre hareket edebilecek bir baskı ve i ktidar kazanın­ caya kadar, fikri n hürriyet ve faal iyeti o kadar sınırlan ı p baskı altına alınmadı: İşte Türkçülük fi kri n i n i ki nci faal devresi de bu zamana tesadüf eder.

Süleyman Paşa Abdülaziz'in tahttan indiri l mesi esnas ı nda Askeri Mek­ tepler Nazırı olan Süleyman Paşa, bu devrede T ürk M i l liyetçiliği fi kri ne hizmet etmiş mühi m adamlardandır. Süleyman Paşa' nın biri nci devredeki faal iyetine dai r bilgi elde edemedim. Paşa'nın 1 838'de doğmuş olması na naza­ ran i l k devrede kendisini henüz gösterememiş ol ması muhtemeldir.


Süleyman Paşa'nın Türkçülüğü ve umumiyetle öğre­ nim ve eğitim sahasında mühim hizmetleri , «Cemiyet-i Tedrisiyye-yi İslamiyye» azal ığında ve bilhassa Askeri Mektepler Nazırl ığında görülür. Abdülaziz devrinde Aske­ ri Mektepler Nazırı , yalnız Harp Okul larına deği l , bunlara talebe yetişti ren Askeri İdadi lerle Askeri Rüştiyelere de nezaret ederdi . S üleyman Paşa' nın nezareti zamanı nda, Askeri Mektepler Nazı rl ığı demek olan Maarif Nezareti derecesinde ehemmiyetl i idi . Süleyman Paşa, asker mektepleri içi n bi rkaç kitap yaz­ mıştır: «Mebanlü' l-i nşa» (2 cilt) , «Kebir İ l m i hal » , «Sağlr İlmihal» , Sarf-ı Türk!» ve «Tarih-i A tem» . Sağlr İlmi­ hat ' i n i , ben daha Askeri Rüştiyede i ken ders olarak oku­ muş ve ezberlemiştim . Bu mini mini i l mi hal , çok açı k ve sade Türkçe ile yazılmıştır. B u ri salede Arapça, Acemce kel i melerden , terkiblerden çekin i l mi şti r. Mesela «Allah ü teala» yı tarif ederken: «Birdir, kendisinin h i ç ortağı ve yardımcısı ve benzeri yoktur; dünyada görd üğümüz ve bi l­ diğimiz şeylerden hiç birisi O'na benzemez . . . Anadan , ba­ badan , oğuldan, kızdan , karıdan, uykudan , uyuklamadan , yemeden , içmeden , gülmeden , ağlamadan , yeri nmeden beridir. . .» der. «Meban i ül - İ nşa» sı ile «Sarf-ı Türkl»sini arayıp bulamadım. «Tari h-i A tem»i i şte gözümün önünde duruyor. Konumuza göre en mühim eseri de budur. Süleyman Paşa, Abdülaziz'i n son zamanlarında, Seras46


ker Hüseyin Avni Paşa tarafından Askeri mekteplere mah­ sus umumi tarih hazırlamaya memur edilmişti . İşte bu me­ muriyetini yaparken ad geçen «Tarih-i A ı em»i yazmaya başlamıştır. Planı büyük mi kyasta tutulan bu eserin İ l kçağ kısmı tamamlanıp öğrencilere dağıtılmış ve okutulmuş i se de, Ortaçağ ve Yeniçağ kısmını yazmaya vakit bulamadan, S üleyman Paşa ölmüştür. «Tarih-i A ıem»in «İl kçağ» kıs­ mı 1 876'da, yani Beşi nci Murad zamanında, basılmış ve yayınlanmıştır. «Tarih-i A lem» ll. A bdül hamid devrinde yasak kitaplardan sayıldığı içi n , mevcut nüshaları Harbiye Matbaası evrak mahzenine atı lmış ve uzun müddet orada yatıp kalmıştır. İkinci Meşrutiyet devrinde Harbiye Mektebi Nazırı olan Tevfi k Paşa -ki Süleyman Paşa merhumun sadık öğ­ rencilerinde ve derin hürmetkarların dan idi ve sonradan askeri idadileri nde okunan «Tarih-i Osman!» si ni de üsta­ dından aldığı Türkçülük ruhunu büsbütün kaybetmeyerek yazabilmişti r- Tarih-i A ıem'i çürümeye mahkum bulundu­ ğu köşeden çıkarak, yırtılıp çürümüş mahkum bulunduğu köşeden çı karak, yırtılıp çürümüş bazı yapraklarını imha ederek 1 9 1 1 tarihinde tekrar bastırmış ve yayınlamıştır. Bu i ki nci bakı «Tarih-i A lem»in başlangıcında müellifi i stifade ettiği Batı ve Doğu kaynaklan gösteril mi ştir. Kay­ naklar içinde De Guignes ' n i n «Hunlar Tarihi» ve Ray­ mond' un «Tatar Tarihi» i le Ebulgazi ' ni n «Şecere-i Tür­ kl»si de vardır. S üleyman Paşa'ya kadar, De G ui gnes ve

47


Raymond' dan i stifade olunarak Türkçe yazıl mış bi r tarih kitabı bilmi yoruz; ancak Mustafa Celaleddin Paşa, Fran­ sızca eserini yazarken De Guignes ' ye müracaat etmiştir. Süleyman Paşa, «Tari h-i A lem» mukaddimesi nde kita­ bının telif sebebi ni anlatırken şöyle diyor: «Askeri mek­ teplerde okutul makta bulunan Umumi tari hin yabancı dil­ lerden aynen aktarıl ması sebebiyle İ sl am akideleri ve mil­ li ahlaka aykı rı lığı ile beraber Eskiçağ kısmın ı n da ancak bi rkaç fasl ı tercüme olduğu için şi mdiye kadar maksada uygun ol mak ve Doğu vak'alarına silinen bağları sebebiy­ le tamamen içinde yer al mış ve karışmış bulunmak üzere . . . Tertibi ne cür 'et ettiğim i ş b u kitap ( 1 ) ...

«Tarih-i A lem»in muhteviyatı di kkate aln ınca, derhal göze çarpan nokta, alışı lmışın aksine olarak, Türk tarihi n i n İ lkçağ kısmına çok sayfalar ayrılmış olmasıdır: Fil haki ka «Fasl-ı Sabi ' (7. fasıl) : Tavfüf-i Türk» , 1 44 sayfayı i şgal etmektedi r ki bütün İ l kçağ tari hine ayrılan sayfaları n 5/7'sinden daha fazladır. Halbuki «Tarih-i A lem»den son­ ra basılıp Osmanlı mekteplerinde okutul muş olan umumi tarih kitaplarında Avrupa mekteplerinde okutulan tari h ki­ taplarının taklit edilerek İ l kçağ' a bütün kitabın takriben 1 /20'si nin ayrıl ması adet ol muştu . Süley man Paşa bu mü-

( 1 ) «Tarih-i A lem» -Kısm-ı evvel: Kurfin-ı ula - Mekfitib-i ldaı.liyye ikinci sene­ sine mahsustur. Eser Ferik S!llcyınan Hllsnü- İstanbul , Pangaltı. Meklcb-i"Harbiyc Matbaası- Baskı tarihi gösterilmemiştir. Ancak Mckteh-i Harbiyyc Matbaası namına yazılan «İfiide-i Mahsıısfi»ııın tarihi 20 Teınınuz 1327 ( 1 9 1 1 ) ı.lir.

48


him eserinde Türklüğün mazisinden muhabbet ve hürmet­ l e bahseder. Eserde yabancı ve hası m m i lletlerin Türklere isnad ettikleri gerçekl iği şüpheli şiddet ve kalabalıkların naki l ve hi kayesi l üzum l u görül memiştir. Müel l if pek uzak maziden beri , bütün Asya'ya yayılıp hükmetmiş olan büyük bi r Türk ırkının vücudunu öğünülecek kahramanl ık­ larını , Türk gençlerine öğretmek ve duyurmak istemiştir. İ şte «Tarih-i A lem»in bu hususiyetlerinden dolayıdır ki merhum Müşi r Hüsnü Paşa 'ya, 1 877 muharebesi nde Os­ manlı ordusuna bi r müddet başkumandanl ı k etm i ş olan bu «Şıpka Kahraman»na, Türkçül ük tarihinde mühim bir mevki ayı rmaktayız. Yazdı ğı ders kitaplarında (İlmihfü ve Tarih-i A lem » , l i ­ san v e eğitim sahasında Türkçül ü k göstermi ş olan Süley­ man Paşa'nın diğer icraatında dahi Türkçül ük fikri n i n te­ si rleri görünmek gereki r; ancak bugün el i mi zde başka ve­ sikalar bul unmadığı içi n , bu hususta görüş beli rtmek sala­ hiyeti ne sahip deği liz. Gökalp Ziya Bey, «Türkçül üğün Esasları» kitabında< 1 ) , Askeri Rüştiyelerde okutul muş olan «Esma-yı Türkiye» kitabmı S üleyman Paşa'nın eseri ol­ mak üzere kaydediyor; hal buki eli mde mevcut «Esma-yı Türkiye»nin üstünde «Rıza Bey ' i n eseridir» diye bas ı l ıdır. Ziya Bey, Süleyman Paşa' nın üç l isandan meydana gel miş bir dil ol mayacağını anlayarak , bu kanaati «TaJimi Edebiy-

( i l «TUrkçülUğUn Esasları» - Ziya Gökalp - Ankara,

1 339 ( 1 923)

49


yat-ı Osmaniyye» adıyla bir kitap yazan Recfüzade Ekrem Bey'e yazdığı «bir mektupta açıkça meydana koyduğun­ dan» da bahsediyor. böyle bir mektup matbu «Tfüi m-i Edebiyyat-ı Osmaniyye)ye ilave ol unmuş takdim yazıları arasında mevcut değildir( l ) .

Buharalı Süleyman Efendi Süleyman Paşa ' nı n Tiirkçülük faal iyeti sıralarında Bu­ haral ı Şeyh S üleyman Efendi 'nin de Türk m i l liyetçiliği yolu nda, l i san , folklor ve ameli siyaset sahalarında çal ıştı­ ğı görül ür. Süleyman Efendi 'nin bu yolda çal ışması nı orta­ ya koyan ve isnat eden vesika merhumun «Lugat-i Çağa­ tay ve Türkl-i Osman!» Unvanl ı kitabıdır. Bu kitabın Os­ manlı ve Çağatay lehçeleriyle mensur ve manzum yazılan mukaddimelerinden fi kirl eri ni yaptığı bazı işleri öğreniyo­ ruz. Şeyh Efendi , Çağatay l i sanı nı «dünyada bulunan ana l i ­ sanlardan biri» ve «Lisan-ı Türkl-i Osmanl'nin aslı v e kay­ nağı» addediyor. Buna dayanarak Osman l ı lil kesinde «ta­ l i m ve itinaya şayan olduğu muhtac-ı beyan ve i zah değil­ dir>> kanaatında bul unuyor. «Lisan-ı Türkl-i Osman!» ile yazılan mukaddimesindeki bu esas fikri n i « Mukaddi me-i Çağatay» ı nda diğer ifadelerle tekrar ediyor:

(il

Süleyman Paşa'nın böyle bir mektubu olup olmadığını meydana koyabile­

cek kişilerin başında Recaizilde merhumun oğlu Ercünıend Ekrem Bey bulunmaktadır.

50

.�


B ugün Osmanlı ül kesinde kullanılan Osmanl ı l isan ı . Çağatay l i san ından yani Maveraünnehr ülkesinde halen kullanılan lisandan ayrı lmıştır. Müellif Çağatay lisanıyla Osmanl ı lisanın ı n bağlantısını bu suretle tayi n ettiği gibi , etnoloji bakış açısından Osman­ l ıları n , hassaten Osmanlı hanedanının T ürklüklerini doğru­ lamaya uğraşıyor: «Hakikaten bu hanedanı n soy zinci ri bazan soydan soya Türk taifesine mensup olup, kök ve çı­ kış yerleri Maveraünnehr ülkesidir» diyor. Sonra Orta Asya'da (Maveraünnehr'de) oturan «92 boy Özbeklerininin» isimlerini sayarak,bunların atasözle­ ri ni ve 1 00 den fazla Orta Asya şai rleri nin örnek şiirleri ni topladığmı söyl üyor. M üel l i fi n bu çalışmadan maksadı , anavatanlarında kullanılan l i sanları n manevi dünyalarına girmeyi arzul ayan Osmanl ı i leri gelenlerine ve kavi mleri­ ne yaraşır bir hediye» takdi m etmek emel idir. Nihayet, manzum Çağatay mukaddi mesi nde, Çağatay lisanının , Osmanl ı l isanının eski şekli olarak telakki etmek suretiyle bu iki lisanı n ve binaenaleyh i ki Türklük şubesi­ ni n , yani Çağatay ve Osmanlı Türkleri n i n birl iği n i i ddiaya kadar i lerliyor: «İsmi , Terki- Çağatay LGgatı - Kadim Osmanlı Lisanı­ dır adı Çağatay Türklerinin asl ıdır... i l h .» Lisan ve nesi l bakış açısından Türk lerin birliğini gören ve göstermek isteyen Özbek şeyhi bu birliği lisan ve nesil incelemesi yaparak göstermeye ve ispata çal ışmakla kal­ mamış, Türkistan Türkleriyle Osmanl ı Türkleri arası nda fi 51


i len bazı münasebetlerin kurulmasına da uğraşmış d ur­ muştur: Abdülhamid saltanatın ı n i l k senelerinde - Türk-Rus Harbi esnasında olacak zannediyorum - Şeyh Süleyman Efendi 'nin «Sefaretle seyahat» etmiş olduğunu yine man­ zum Çağatay'a mukaddimesinden öğreniyoruz: Buharalı Şeyh, Osmanl ı padişahının sefi ri sıfatıyla Hind ' i , Ser Hind ' i , Afganistan' ı , Buhara'yı, Hiyve»yi Türkistan ' ı do­ laşıyor. Türkmenler i l i nde seyahatini bildiren şu beyit d i k­ kate değerdir: «Tiirkmenin halini bir bir bildim : Cins ii miktarını defter kıldım . . » .

Şeyh Efend i , Orta Asya'ya H i nd yoluyla gitti ği gibi , dönüşü de aynı yol ile vaki ol muştur. Seyahati nin netice­ sini şu mübhem beyitler ima etmektedir: «Gelerek hizmetin ifa ettim, Neye memur isem, icra ettim»

Eli mde başka vesika ol mamakla beraber, Şeyh S üley­ man Özbekl'nin Türk-Rus Harbi sıralarında, Osmanl ı Türk hüki.imeti tarafından , Türki stan Türk hükümetlerine ve Türkistan halkına elçi olarak gönderi lmes i , Türkmenlerin ci ns ve miktarını deftere geçirmesi , Kabi l , B uhara Emi rle­ riyle konuşması , n ihayet istanbul ' a dönüp görevini ta­ mamlaması, bütün bu vak'alar, Doğu ve Batı Türkleri ni n , hayat v e i stikbal leri R u s tehdidi altında bul unurken, ı rk , nesil ve l i san birli klerini siyasi sahada hatırlamaları ve duymaları diye tabir ve tefsir ol unursa, çok hata edi l m i ş olmaz, zann ındayım . Dikkate değerdi r ki Şey tl Süleyman 52


Efendi , bu seyahatinden sonra, Çağatayl ı ve Osmanl ıları birbi riyle anlaştırıp tanıştırmak içi n , «Lugat-i Çağatay ve Terkl-yi Osman!» sini telif ve neşre lüzum görmüştür. Şeyh Süleyman Efendi ' n i n , belki i ngi ltere h ükü meti­ n i n tavsiyesiyle vuku bulan Orta Asya seyahatinden ame­ li bi r siyasi netice elde edilmediği vak'aların şahadetiyle mal umumuzdur. Zaten böyle bi r seyehanen bir netice çı­ karabileceğini ümit etmek, bi raz fazla iyi mserl i ğe kapıl­ maktı . O zamanlar Afgan Emiri olan Şir Ali Han , Şeyh Sü­ l eyman Efendi ' ye çok misafirperverli k göstermiş olması­ na rağmen , Rus siyasetinin i kna ol unmuş bi r taraftarıydı . B uhara Hanlığı ise, o tarihte fi ilen Rusya' n ı n emri ve hük­ m ü altına girmiş bul unuyord u . Olsa olsa, zaten Çar hükü­ metiyle devamlı harp hal i nde bul unan cengaver ve cesur Türkmen kabileleri nin faaliyetini şiddetlendi rmek müm­ kün olabil i rdi . Fakat bu şiddetlenen faaliyete de Tuna ve Kafkas cephelerinde Osmanlılarla çarpışan Rus ordularına ehemmiyetl i bir diversion (oyalama) mahiyeti nde olamaz­ dı . Mamafih Orta Asya seyahati nden Osman l ı hükümeti memnun kalmış olacak ki , Şeyh Süley man Efendi , İ stan­ bul ' a dönünce taltife layık görülmüştür: «Bunda (İstanbul 'da ) bazı yere aza oldum Fahri hizmetlere sehpa oldum .»

diyor. Fi lvaki Gazi Osman Paşa'ya iftihar kıl ıcını getiren Macarl ılara teşekkür için Macaristan 'a gönderil m i ş heye­ te S üleyman Efendi de memur edi l miştir. Orta Asya'da

53


ası l vatandaşların ı , Doğu Türklerin i ziyaret etmi ş olan Öz­ bek Şeyhi , Turan ı rkına mensup olduğu halde ı rki cami­ adan uzak kalmış en Batıl ı ırkdaşların vatanına da gönde­ rilmiş ve şeyhin Orta Asyal ı olması Macarlar içi nde ayrıca bir tesir meydana geti rmi şti r. «Cümlesi bir bir gelip el öptü Türk diye alkışla kıyamet koptu . Eski Osmanlı lisanı derler Çağatay Terki zebanı derler. Asya 'dan gelişim anladılar Çağatay hild(�imi dinlediler: Çok kelamı cümlesi dilediler Bol lügatle meşveret eylediler

...

»

«Lı1gat-i Çağatay ve Terkl-yi Osmani » mukaddimele­ rinden çıkardığımız bütün bu vak'alar, Şeyh S üleyman Efendi ' de bel i rsiz olsa da «Bütün Türklü k» fi kri n i n varlı­ ğına delalet ettikten başka, İstanbul 'da bazı toplulukları n , hatta hükümeti n b u fiki rden ameli siyaset sahasında i stifa­ deye çalışmış old uğunu göstermektedir.( ! )

< ı ı Şeyh Süleyman Efendi Özbeki el-Buhari)'ııin «Lugat-i Çağatay ve Terki-yi Osmani» Unvanlı esercnin birinci cildi , 1 298 ( 1 882) sencsindc, lstanbul 'da Mihran Matbaasında basılmıştır. 320 sayfalık bu cilt, iiç önsö d te Çağatay Türkçesinden Os­ manlı Türkçesine kısa bir lugat kitabından ibarettir. Kelimeler, çoğunlukla bilinen Çağatay şairlerinin beyilleriyle örneklendirilmiştir. Bu eserin , Özbek kabilelerinin halk edebiyatı ve Orta Asya şairlerinin eserleriyle MaverfiUnııehr tarihine ait bir hay­ li vesikaları kapsıyacağı belirtilen ikinci cildi ,basılıp yayınlanmamış olsa gerekir; zi­ ra epey aradığım ve arattığım halde bulmak mümkün olmadı. (A.Y.)

54


Ahmet Midhat Efendi Ahmet Midhat Efendi 'yi de, bu devrenin Türkçü mu­ harrirleri arasında saymak uygun olur, zannındayım. Bu pek çok yazı yazan ve yazılarında aynı gayeyi muntazam takip etmeyen Osmanlı muharririni Türkçüler arasında zikreylememize itiraz edenler bulunabilir. .. Lakin lisanın­ da, uslübunda fiilen en çok Türkçülük eden ve bu mesle­ ğinde asla şaşırıp sürçmeyen ilk Osmanlı muharriri, Ahmet Midhat Efendi'dir, dersek bilmem hata etmiş olur muyuz? - Milliyet fikrinin unsurlarından birisi de halkçılık ( De­ mokratlık) dır. O zamanlar, inşa ve üslUp demokratlığında Midhat Efendi ile müsabakaya çıkıp onu geçecek hangi muharririmiz vardır? Midhat Efendi 'nin inşa ve üslOp açı ­ sından Türkçülüğünü evvelce de iddia etmiş ve ispata ça­ lışmıştık: «Midhat, Kemal ve arkadaşlarından daha fazla açıklık ile Avrupa medeniyetini, son asrın Avrupa medeni­ yetinde en mühim mevkilerden birini tutan Milliyet fikrin anlamıştı. Bu anlayış diğer bazı sebeplerle beraber, Mid­ hat'ı halka, muhitimizin nankör bir tabiriyle «avama» , da­ ha doğrusu Türkçülüğe sevk etti . Bugünkü Avrupa mede­ niyetinin ruhu, ilim ve marifeti, sanayii ve edebiyatı halka mal etmek (Democratiser) dir. Ahmet Midhat Efendi , işte asıl bu ruhu keşfetmişti ve bütün hayatını keşfettiği şu esa­ sın tatbikine sarf etti< O « - Midhat Efendi 'nin lisanda

<1ı

Akçuraoğlu Yusuf: «Ahmet Midhat Efendi»- «Türk Yurd» cild: 1 1 1 . sayfa:

170

55


halkçı lığı cihetiyle milliyet fi krini anlamış olduğuna i nanı­ yor i sek de, Tanzimat devrinin mevcut veya vücuda gel­ mesi mümkün zannettiği «Osmanlı milliyeti» nin mahiye­ ti itibariyle Milliyet fikrine uygun olmadığını , A bdülha­ mid'in saltanatının başlarında henüz idrak edememi ş oldu­ ğuna da şüphemiz yoktur. Vakıa Midhat Efendi , kendisine o kadar düşman kazandıran mahud «Üss-i inkılab»ı nda, «Mill iyet-i Osmaniyye»nin adeta fıkriyatçısı olmuş, o ha­ yalin nazariyesini kurmaya çalışmıştır: Midhat Efendi na­ zarında «bir mil let-i cedide-i Osmaniyye» vardı r; «Osman­ lılık bilfi i l hükümdar bulunan padi şaha tabi olmayı ası l si­ yasete mensubiyet için, herhangi di nde, herhangi mezheb­ de bulunursa bul unsun, herhangi M i l l iyet ve kavmiyette bulunursa bulunsun hiç bir beis yoktur ( 1 ) . Efendi ' ni n bu anlayışı , zannediyoruz ki zamanla vak'aların «Osmanlı milliyeti nazariyesini» devamlı tahrip etmesi üzeri ne de­ ğiştirmiş ve Abdülhamid devrinin Ortalarında Efendi , si­ yasetten İslamcıl ı k ve Türkçülük fikrine temayül eyl emiş­ tir. Eserleri Türk aleminin her tarafına yayılarak çok oku­ nan ve Türk alemi nin dört tarafından İstanbul 'a gelmiş ve­ ya uğramış Türk münevverleriyle fi kir alışverişi yapmak­ tan zevk alan A hmet Midhat Efendi ' ni n « B ütün Türklü k» fikriyle de zihni nin uğraşmamış olması , kabul edi lemez. Fakat bu zamanlarda yayınlanmış eserlerinden böyle bir fi krin deli lerin i bulup göstermek kolay değildir.

o ı Ahmel Mithad Efendi: «Üss-i inkılab», -İstanbul , Takvimhaııe-i Amire, 1 294 ( 1 878) - Sayfa: 1 0 ilha 1 3 .

56


Şu kadar ki ikinci Yunan harbi arifesinde yani ( 1 896 ve 1 897) tarihlerine doğru isimleri işitil meye baş l ayan Üçüncü Devir Türkcülerinin, Midhat Efendi i le Türki­ yat (= Turcologie) mevzuları üzerine hayl i müzakarelerde bul unup, Efendi'nin uyarmalarından feyz aldı klarını mu­ hakkak addedebi l i rizO > Hasılı Midhat Efendi «Mil l iyet, hakkındaki düşüncesi gel i şe geli şe, ni hayet Türkçülüğe ulaşmıştır. İki nci Meşru­ tiyet i hti lal inden bir müddet sonra ( 1 908'de) tarih , ilahiy­ yat ve siyasiyat sahalarında tamamen Türkçü bul muştu m .

Ahmet Cevdet Paşa En bariz şahsiyetleri Süleyman Paşa, Şeyh S üleyman Efendi ve Ahmet Midhat Efendi ' den i baret olan Türkçül ük hareketinin bu ikinci faal devrinde Ahmet Cevdet Paşa'nın da, hiç değil se lisani ve siyasi yönlerden Türkçül ü k ve «B ütün Türkçül ük» le i l gi l i bazı görüşlerini hatırlatmamak bi r eksi klik olur. Osmanlı Türklüğünün XIX. asrın son çeyreği nde kes­ kin zekası , hukuk, tarih ve lisan sahalarında geni ş bilgisi ve çalışması ile kendi ni gösteren bu fakih ve ali m paşası­ nı , hukuk, l i san , tarih ve siyasette Türk mi l l i yet fi kri ne ta-

178.

< ıı Akçuraoğlu Yusuf; «Ahmet Midhat Efendi » , -»TUrk Yurdu», cild: ili. sayfa:

57


mamen taraftar ve müdafi diye kabul etmek doğru ol maz; lakin Türkçülük fi krine ilgisiz veya hası m olduğunu zan­ netmek de hatadır: Cevdet Paşa, İslam fıkhını bir derece Türkleştirmiş değil midir? «Kısas-ı Enbiya» sıyla l isanı Türkçül üğe fi i len hizmet ettiği i nkar ol unabi l i r mi? «Ta­ rih-i Cevdet» de asıl düşüncesi Ahmet Midhat Efendi ' n i n­ ki gibi Osmanlılık olmakla beraber< 1 ) Türklüğe, Türk ı rkı­ na ı rka, kendi tabiriyle «cinsiyete» ehemmiyet vermiyor mu? Osmanlı tarihinin bazı mühim vak'aların ı açıklamak için öne sürd üğü görüşlerden siyasi bakımdan ci nsiyete verdiği kıymet bellidir: Mesela Rusya'nın Kırı m ' ı i stilası münasebetiyle Kanuni Süleyman 'dan itibaren Nemçe se­ ferleriyle fazla meşgul olmayı tenkid ederek diyor ki: « . . . Macaristan ve H ırvatistan fütOhatıyla uğraşmaktan i se bu i ki eyaleti n (Kazan ve Ejderhan hanlıklarınının) zabt ve muhafazası , Osmanlı Devleti için daha faydal ı ve Yavuz Sultan Sel i m ' i n yukarıda açıklanan mesleğine (2) daha uy­ gun i di ; Çünkü Kafkas ve Ejderhan ve Kazan ahali si ele alındığı takdi rde yakınlık, soybirliği ve ekserinde din ve mezheb bi rl iği sebebiyle bittabi ... Osmanl ıya katıl ı rlard ı . O halde Kırım dahi diğer Osmanl ı Devlet ieyaletleri şekl i ne girerd i , Ve Ejderhan ve Kazan vasıtasıyla Büyük Tataristan

< ıı

Ahmet Cevdet Paşa: Tertip-i Ccdid-i Tarih-i Cevdet-Cild: ı , sayfa : 24-25. İ s­

tanbul. Malbaa-i Osmaniyye ( ı 302). m Aynı

58

eser - Sayfa:34


taraflarında dahi Osmanlı Devleti ' n i n nüfuzu geçerl i olur­ du . . . »0)

Osmanlı Milliyeti , İslam Birliği ve Türkçülük Şimdiye kadar Türk milliyetçil iği fikri n i n Batı (Osman­ lı) Türkleri içinde 1 865- 1 870, 1 876- 1 880 senelerinde daha çok belirmiş olduğunu vak 'alar kı lavuzl uğu ile gördük ve tespit ettik; ve bunların anılan senelerde, diğer senelere nisbetle daha ziyade işlenmi ş olmasının sebeplerini de açıklamaya çalıştık. Osmanlı Türklerine, Türk M i l liyetçi li­ ği fi krinin nerelerden ve hangi yollarla gelmiş olması i hti ­ mal i ne dai r de bazı örüşler arzettik . A ncak «Osmanlı İm­ paratorl uğu dahili nde çoğunl u k teşki l eden Türklerin ayrı bir mil let hal inde şekillenmeleri n i geliştirınek ve tamam­ lamak i htiyacı hangi i ktisadi , ictimai ve siyasi şartları n zorlaması sonunda meydana gel mişti r?» meselesini i nce­ lemeye henüz giri şmedik. Bu meselenin hakkıyla hal l i için evveliia elimizde ye­ terli kaynak mevcut olmadığın ı itiraf etmek lazımdı r: Os­ manlı İmparatorluğunun XVI l l . asır sonlarıyla XIX. asır başları ndaki i ktisadi ve içtimai vaziyet ciddi bir şekilde in­ celeni p , bu incelemen i n neticesi ortaya konmuş değildir; Osman lı İ mparatorl uğu 'nun bi raz iç siyaseti ve idaresi , da­ ha ziyade - fakat haricden bakı l mak üzere -siyaset ve dış

( 1 ı Aynı eser

-

Sayfa: 1 93

59


münasebetleri malumumuzdur. Bi naenaleyh i ktisadi ve ic­ ti mai amel lerin tesi rleri ni aramaya kal kışmayarak, yalnız siyasi ve kıyasi (Di plomatique) ami lleri gözönüne geti re­ bil i riz: Yunanlı ların, Sırbların , Eflak ve Boğdan Ulahların ı n , is­ tiklal kazanı p Osmanlı ülkesinden ayrıl maları , Osmanlı te­ baası kalan Rumların Müsl üman ve Türklere husumetleri , H ıristiyan Arapların , Bulgarların , hatta Ermeni l eri n bile mim bağımsızlık fi kriyle kımıldanmaları , H ı ri stiyan Os­ manlı tabaasının mim bağımsızlık kazanmaları lehine bütün Avrupa Hıristiyan devletleri nin devaml ı miidahaleleri , bü­ tün bu vak 'alar XIX. asır ortalarında, Müsl üman ve Ti.irk Osmanlılara artık Hri stiyanlarla beraber yaşayabil menin çok zorlaştığını pek açık göstermi şti . Bu siyasi ve kıyasi (Di plomatique) vaziyet karşısında umumiyetle Müslüman Osmanlılar, dini birliğin ehemmiyeti ni daha çok his ve id­ rak etmişlerse de siyasi vak' aları n derinli klerine nazarları­ nı biraz i ndirebilenler bu bi rliğin bi le kafi gel mediği ni , ve­ lev mühim bi r surette olsun el bette anlamışlardır; Türkle­ rin imparatorlukta hakimiyeti muhafaza edebil meleri hü­ kümdar hanedanının da mensup olduğu Türk M i lletin i n güçl ü v e gel işmiş olmasına bağlı bul unduğunu elbette sez­ mişlerdir. ,. Bununla beraber, İmparatorl uğun çözül mesine karşı koymak i çi n başvurul mak istenilen i l k siyasi çare, «Türk­ l üğün takviyesi» olmamıştır. Türk ' ün kuvveti ne temamen

60


itimat ol unmadığından mıdır, yoka Avrupa devletleri nden bazılarının, hassaten Fransız İmparatorl uğunun iyili ksever görünen tavsiyelerine fazla iti mat ol unduğundan mıdır, ne­ dir, Türk ' ün haki miyetine gayr-i Türkleri , özel l i kle gayr-i müsli mleri eşit şeki lde i şti rak ettirerek, Osmanl ı Devle­ ti 'nin birlikte idare etmek suretiyle çözül me buhranının önü alı nabi leceği ne ümit bağlanıl mıştır; Osmanlı Devleti n­ de Tanzi mat ve B i ri nci Meşrutiyyet devreleri n i n iç ve dış siyasetine haki m , işte, bu Osmanlı unsurlarmın hepsini si­ yaset ve idareye tamamen ve eşit şekilde i şti rak ettirmek fi kridir. Türk unsurlarının i kti saden ve içti maen kafi dere­ cede olgunlaşmamış olmas ı , Hıristiyan unsurlarının ise ar­ tık bağı msızl ı k emelleriyle tamamen dol u bulunması , bu fikrin i ncelenmesi yol unda saıf edilen mesaiden beklenen sonuçların elde edi l mesine mani olmuştur. Mamafi h «Os­ manlı mil liyeti siyaseti» ile Türkleri gayr-i Türk M üslü­ man unsurları n kuvvetine «İslam B i rliği» vası tasıyla i sti­ nad ettirmek . siyaseti nden , ilk ve iki nci devre Türkçüleri , bi r türl ii kendilerini sıyı ramamışlardır; Ahmet Vefı k , M us­ tafa Celaleddi n ve S üleyman Paşalar gi bi Türkçül ükleri şuurl u ve belirli zatlar bile. siyasette «Osman l ı mil liyeti » ve «İslam Birl iği» gayeleri ne ehemmiyet vermektedi rler. Hasılı bu i ki devrede siyasi Türkcülük, henüz «Osmanlı Mil llyeti» ve «İslam Devleti» siyasetleriyle karışmış bu­ l un maktadır.

61


iV

ŞEYH CEMALEDDİN-İ AFGANi

Garb (Osmanlı) Türkleri içi nde ortaya çıkışını gördüğü­ müz Türk M i l l iyetçiliğinin siyasi gayesi , her şeyden ev­ vel , Osmanl ı İmparatorl uğunun bütünlük ve i sti klal i n i n muhafazasına hizmet etti ; b u gaye özel l i kl e Mustafa Cela­ leddin Paşa'nın ve Süleyman Paşa'nın eserleri nde açıkça seçi l i r. Osmanlı Türkleri , X V l l l . asırdan iti baren sarsılan saltanatları nı büsbütün yı kı l maktan koruyabi l mek içi n , «Tanzi mat» i l e «Osmanlı milliyeti» ihdasına çal ıştıkları gi­ bi , tecrübenin muvaffak olmadığını gören bazı Osmanlı dü­ şünürleri de ya dine İ slamiyyette, ya Türkl üğe, reel bir milllyete dayanarak maksadı elde etmeni n mümkün olabi ­ l eceğini düşünmüşlerdi r. Osman l ı l ı kta, siyasi açıdan böyle kaynağa bağlanması mümkün olan m i l l iyetçi l i k , Asya' nın ortalarında ortaya çıkıp bütün İslam alemine fikri tesiri do­ kunan bir zatın düşüncesine göre, daha geni ş ve umumi bir isteği n en mühim .9 i r elde edi l me vasıtasını teşkil eder. Bahsetmek i stediğimiz zat Şeyh Cemaleddin Efendi 'di r: B u meşhur Şeyh, bütiin İslam aleminin yaşayabilmesi için Müslüman milletlerin, milli şuura sahip olmaları lüzumuna inanmıştır. Afgani , İslam fi.lemi nin her tarafı­ na d üşünceleriyle, sözleriyle şiirleriyle çok bereketl i to62


humlar saçmış ve Batı Türkl üğünde olduğu gibi Kuzey Türkl üğünde dahi milliyet fikri nin gel işmesi ne hizmet et­ miştir. Ya İran 'da, yahut Afganistan'da 1 836 tari hinde doğup, 1 897 de İ stanbul 'da vefat eden Şeyh Cemalccldi n ' i n tercü­ me-i hali menkıbeler ile doludur. Neslen hangi M üsl üman kavmi ne mensub olduğunu , kati olarak, bi l miyoruz: B i r ri­ salesinin Arapça tercümesi nde< I > mukaddi me olarak yazıl­ mış tercüme-i halde Şeyh' i n neslen A rap olduğu, hatta H üseyi n İbn Ali İ bn EbGtali b sülalesinden bulunduğu kay­ dedil mektedi r. Lakin Peygamber evlad ı ndan ol mak i ddiası İslam aleminde o kadar yaygındır ki böyle bi r iddia, i nsan­ da derhal ve daima şüphe ve tereddüt hisleri uyandırı r. Şeyh Cemaleddi n İ stanbul 'da bul unurken arkadaşlarına aslen Türk olduğunu söylemesi , bu şüphe ve tereddüdü bittabi arttı rır. Doğduğu yer de ihtilafl ıdır: Afgani unvanına bakıp Ka­ bi l ci varında doğmuş olduğunu kabul edersek bi le, bu vak' a kavıniyeti ni tayinde bize bi r i pucu veremez: Aslen Afgan, Fars, Türk veya Arap ol ması mlimkiindür. Yalnız şu muhakkaktır ki Celfüeddi n-i Afgani , A rapça, Farsça ve Türçeyi iyi konuşuyordu; eserleri n i n çoğunu Farsça ve Arapça yazmıştır. İ slam alemi n i n her tarafında dolaşarak,

cıı

T.Y. - «Şeyh Ccınalcddin-i Afgiini , «TürkYur<lu» . Cild:

VI.

sayfa: 2263-

2267.

63


ders . ınev ' ize ve risale hal i nde fikirlerin i yayan ve tel k i n eden. Doğuyla i l gi l i Avrupa büyük devletleri n i n merkezle­ rinde fi ki rleri ni kabul etti rmeye ve bazı siyasi kombi ne­ zonlar yapmaya uğraşan bu göçebe hakim ve siyasiyi filan veya falan kavi mdendi r, demeye, bence 1 üzuın yoktur; B a­ tıl ıların «Un grande Europeen» dedikleri gi bi biz de Şeyh Cemaledd i n ' e «B iiyük bi r Müsl üman» veya « B üyük bir Şarklı» deyip geçiyoruz. Bu büyiik Şarkl ının faal iyet gayesi . hatta hayat gayesi , Doğu İ slamiyeti n i n geri lme ve çöküş sebepleriyle bu çö­ küşün önünü alabilecek çareleri aramak, bul mak ve tatbi­ ke çal ışmaktı . Araştırmaları sırasında M üslümanların ırk meseleleri ne ırk birl i ği ne ehemmiyet vermemiş ol maları nı , gerileme ve çökmeleri nin sebeplerinden olduğuna kanaat geti rmişti r; ve buna dayanarak Miisl ünıan kavi mlerine Fars olsun , Hindu olsun, Türk olsun , hangisi ol ursa olsun, biitün Müsl üman kavi mlerine, ı rka, m i l l i yete, kendi tabir­ leriyle «ci nsiyete» ehemmiyet vermeleri n i tavsiye etmiş­ ti r. Demek ol uyor ki Şeyh Cemaleddi n-i Afgan i , İslam ale­ mi n i n yaşayabi l mesi ni , gel i şmesi n i M üsl ü man kavi mlerin şuurl u M i l l i yetçi olmalarına ve M i l l iyetleri (ci nsiyetleri) dahilinde i lerleyip gel i şmeleri ne bağlı görüyord u . Şeyhin bu görüşünü i snat eden i.ki şahi de mal i kiz: B i ri ncisi «Ma­ kalfü-ı Cemaliye» Unvanıyla Farsça olarak H i ndistan' da yayınlanan toplanmış makalelerinden «Vahdet-i ci nsiye felsefesi ve i ttihad-ı l i sanı nın mahi yet-i lıaki kiyesi» adlı makalesidir; ikincisi milli Türk şai ri Mehmet Emi n Bey»e ettiği tavsiyelerdir. 64


Türkçe tercümesi «Türk Yurdu»nda i nti şar etm i ş olan «Vahdet-i Cinsiye Fel sefesi»nin müddea (tez) sı şudur: Ci nsiyet (yani Mill iyet) haricinde saadet yoktur; l i sansız cinsiyet olmaz, bütün tabakaların ve sınıfların ifade ve isti­ fadesini temin etmeyince de bi r l i san meydana gel miş ol­ maz.»( ! ) Şeyhin düşündüğüne göre: « İnsanlar arası nda kapsamı geniş ol up birçok fertleri yekdiğeri ne bağlayan i ki bağ vardır: Biri l isan birl iği , di ğer bir tabi rle cins birl i ­ ğ i ; iki ncisi d i n . Lisan birl iği nin, yani cins birliğinin (yani ı rkın , mil llyetin) dünyada beka ve sebatı , hiç şüphe yoktur ki di nden daha devamlıdır. Çünkü az bir zamanda değiş­ mez. Hal buki ikincisi böyle deği ldir: Tek bir l i san konuşan ı rkı görürüz ki bi n seneli k bir müddet zaıfında, l i san birli­ ğinden i baret olan cinsiyete bir bozulma olmadan , i ki üç defa din değişti riyor. « - B u umumi ifadeden Şeyh Cema­ leddi n ' i n din birli ği nden ziyade cins birliği ne ve dolayısıy­ la «İttihad-ı İ slam» dan ziyade herhangi cinsi , yani ırki bir birliğe, mesela «Bütün Türklüğe» kıymet verdiğini anla­ mış oluyoruz. Dikkate değerdir ki Şeyh Cemaleddi n-i Afgani , cinsi­ yeti , yani ı rkı Al man filozofları gibi l i san bi rliği ile tarif ediyor. Bu yönden l i sana , l i san zenginliği ve temizl i ği ne ,

( 1 ) «Vahdct-i Cinsi

;�·FeJscfesi» - «Türk Yurdu», Cild: 1 1 1 . Safya: 45. Makale­

nin mütercimi Rcsulzadc Mehmet Emin Bey"dir. Makalenin «tezi» dediğimiz asıl iddialar. Farsça metnin haşında Arapça yazılmış

ve Türkçeye tercüme olunurken de

bu husOsiyeı muhafaza olunmuştur.

65


yani ıstılahatının (tabirlerin , terimlerin) tamam ol masına ve aynı zamanda milleti n çeşitli tabakaları tarafından anlaşıla­ cak gibi ol masına, çok ehemmiyet vermişti r: «Muayyen bi r ı rka mensup olan muhtel if tabakaların ı ifade ve i stifa­ desini temin edemeyen bi r lisan , o ı rkı n bütünl üğünii mu­ hafaza edemez ... I rki neticeleri takdi r eden al i mleri n i l k vazifeleri kendi l i sanlarının geni şletilmesinden ibaretti r. . . Lisan meselesinden bahsederken , ana d i l i n üretil mesi n i , kifayet etmezse, kendi lisanlarıyla sıkı i lgisi olan diğer li­ sanlardan dahi i htiyaç ve zaruret doğdukça kel i meler alın­ masını , artık başka çare kalmadığı vakit yabancı kel imeler­ den gerekl i olanları alma yol una gidil mesi ni» tavsiye eder. «Fakat o kel i meleri kendi lisanlarının kisvesi ne sarmak şarttır; o kadar ki yabancı oldukları anlaşı lmasın . . . » Görü­ l üyor ki Türkçiil üğün son devresi nde, Türkçenin ıslahı ga­ yesiyle ortaya atılan bell i başlı fi ki rl erin çoğunu, kuvvetli bi r sezgiyle yazılan bu makale kısaca ihti va etmektedi r. Ni hayet Şeyh Cemfüeddi n , «Dünyada saadet diye kabul olunan bütün hususlarda muvaffak» ol mak «Yahdet-i cin­ siyye»nin yani mill iyeti n gel işme ve olgunlaşmasıyla mümkün olduğuna kanidir. Tahlil etmekte olduğuıı:µız bu mühim makalenin i l k kıs­ m ı , böyle umumi mahiyette kıymetli görüşlerden meydana gel iyor; i ki nci kısmı doğrudan doğruya H i ndli lere hitap eder. Şeyh Cemaleddi n , makalesinde miicerred ve umum! bi r girişten sonra müsahhas ve ilmi tenkidlere ve nasi hat­ l ere geçmi ştir. H i ndli lere nasihatleri arası nda ısrarla bel i rt66


tiği nokta, «Vatani l i san» dediği , Urdu l i sanının genişletme ve olgunlaştırmanın mutlaka şart olduğudur. Çok kuvvetli bir sezişle yazı lan bu makalenin son sözleri adeta peygam­ beranedi r: «Birtakım dar görüşlülerin iş bu beyanatı na hayretle bakacakları nı iyi bi l iyorum; fakat zaman bu söz­ leri açı klayıp yorumlayı nca, zeka sahi pleri , şu sözlerin ne kadar doğru olduğunu el bette tasdi k edecektir.» Afganl ı Şeyh' i n şair Mehmet Emi n Bey ' e söyledi kl eri de, makalesinde yazdığı esasi fikirleri nin tabii neti celeri­ dir. M i l li şairimiz daha genç i ken , Celateddi n' i n Ni şanta­ şı'ndaki konağına giderd i . Şeyh şaire, şi mdi tahl i l ettiği­ miz makalesi ruhunda bi r hayli nasi hat ve tavsiyeler et­ m i ştir. Bu nasihat ve tavsiyeleri , milli şairleri mizden bah­ sederken bi raz etrafl ıca arz ederiz.

67


v

KAFKAS, KIRIM VE KAZAN TÜRKLERİ'NDE MİLLİYET FİKRi

Türk milliyeti fikrinin Batı (Osmanlı ) Türkleri arasında ikinci defa önem kazandığı devre i le o devreyi takip eden yı llarda, yani 1 876- 1 883 seneleri nde bu fikri n Kafkas, Kı­ rı m ve Kazan Türkleri içi nde oıtaya çıktığına şahit ol uyo­ ruz. Kafkas , Kırım ve Kazan 'da milli yet fikri , kendi çevre şartlarının .yani bulundukları çevredeki siyasi, i ctimai ve i kti sadi şartların aynı zamanda İstanbu l ve Rusya'daki fikri amillerin tesiri altında oıtaya çıkmıştır. İstanbul ' dan gelme fikri ami lleri n Ruslardan i ntikal eden fikri amil lere üstün geldiğini zanneyleyenlerdenim; R usya'da oturan Türkler arasında M i l liyet fikrin i n i l k evvel Osman lıya ya­ kınl ığı , İstanbul ' Ia münasebetleri daha fazla olan Kafkas ve Kırım'da ortaya çı kması da bunu gösteri r. Kafkasya ve Kırım'da Mill iyet, yani Türklü k fikri , ön­ ce İstanbul 'da olduğu gibi diğer fi kirlerle, İslamcıl ı k ve yen i l i k fi ki rleriyle karışık ol arak meydana çıkar. Azerbay­ canlı A hundzade Feth Ali 'nin, XIX. asır ortalarına doğru kendini gösteren fi kri ve edebi faaliyeti nden yukarıda bah­ setmişti k . Mirza Feth Ali , açıktan açığa Türk mi l l iyetçi l iği 68


fikrini yaymış değildir; ancak komedi leriyle, harflerin ıs­ lahı derdiyle bu gayeye doğru yürümüştür.

Rusya'da İlk Türkçe Gazete: Hasan Bey Zerda­ bi'nin «Ekinci»si Ahundzade'n i n vefatından üç yıl evvel , yani 1 875 sene­ sinde yine Azerbeycanl ı bir zat Melekzade Hasan Bey Zer­ dab'i, bütün Rusya'da i l k Türkçe gazete olan haftalık «Ekinci» gazetesini , Bakü'de yayınlamaya başlamıştır. Hasan Bey memleketi nde ana l i sanıyla bi raz Arapça ve Acemce okuduktan sonra Tifli s ji mnazını ve Moskova Da­ rülfünunu Tabiiyyat fakültesini tamamlamıştır. Gazetesini çıkardığı zaman , Baku jimnazında Tabiiyyat mual l i mi bu­ lunuyordu. Tabiiyyatçıl ığından mülhem olarak gazetesi ne «Ekinci » adını koymuştur. Ve gazetesinde zi rai, umumi ­ yetle maddi ve i ktisadi meselelere çok ehemmiyet veriyor­ du; Hasan Bey»i n asıl millet tarlasına ekmek i stediği to­ humlar, ilerleme ve yen i l i k tohumlarıd ı r. . . «Eki nci » . 1 875 'den l 877'ye kadar devam eder. Türk - Rus harbi es­ nasında, yayını Çar hükümeti tarafından men ol unmak su­ retiyle kapanır. Bu i ki üç senelik «Eki nci» koleksiyonu karıştırıldıkta, Hasan Bey ' i n iktisadi, içtimai ve siyasi hayatta, her şey­ den evvel Darvin ' in hayat-ı kainatta gördüğü «Streuggle for Life» düsturuna çok kıymet verdiği ve bu hakikati mil­ letine epeyce anlatmak i stediği göze çarpar. Zerdabi , «ha­ yat içi n kavgayı «Zingedan i l i k cengi» diye tercüme eder ve 69


bütün makaleleri nde «Zİngedan i l i k cengi» tabi ri devaml ı tekrarlanır. İster k i mil leti , yahut Zerdabi ' n i n tabi riyle « Müsl ümanlar" bu cenkte mağlup olarak mahv ve perişan ol masınlar. . . «Eki nci» umumiyetle s iyasetten , özel l i kle s iyasi vak 'alardan az bahsetmişti r; buna bel ki zaman ı n ı n sansür şartları müsait deği ldi. Mamafi h «Eki nci»de siyasi bahi s­ ler, git gide artmıştır; son nüshalarına doğru siyasi makale­ lerinde Türk milliyetçil iği , bi r dereceye kadar hissol unur: 14'üncü n umarasında Türk lisanları ı n bi rleştiril mesi ni i ma eden bir makale yayınlanmıştır (26 Eyl ül 1 876); kendi l i ­ sanımızda «İ l i m v e edebiyat meydana getiri l mesi» i steğiy­ le yazılmış diğer bir makale de aynı nüshada bul un makta­ dır. B irkaç nüsha sonra tekrar l isan meselesi söz konusu edi lerek, i l m i n , mekteplerde, hatta j i mnazlarda (yani Rus hükümetinin Azerbaycan'daki ji mnazlarında) ana l i sanıyla (Türkçe i le) öğreni m yapılması l üzumundan bahsolunmak­ tadır. Türk - Rus harbi başladıktan sonra «Ekinci»n i n muha­ rebe havadisini muntazaman veremediği göze çarpar, bu havadis bazı nüshalarda çokça ise de, bazı nüshalarda yok deni lecek kadar azdır. Bu münasebetle Hasan Bey, pek kapal ı bir surette, gazetesinin hürriyetsizliği nden şi kayet eder. Harp havadisi arasında Osmanlı Türklerine taraftarl ı­ ğı nı i ma eden noktalar da yok değildir. ·-·,,

«Ekinci» i l k nüshalarından itibaren , okuyucu azl ığın70


dan şikayetçidir. Kavminin hevessizliğinden pek mütees­ sir olan Hasan Bey ' i n kalbi nden şöyle bir serzeni ş çıkıyor: «Ey kardeşler, sizin can çeki şmenizde birce gazeteniz ki Eki nci 'dir o da ölsün ! . .» -Vakıa gazeteni n i l k senesi nde 600 müşteri si varmış; git gide 283 'e, nihayet harb zama­ nı nda 200'e i nmiş! - Gazeteni n bu şartlar altı nda yaşaya­ mayacağı tabii idi0 )

Ünsizadeler Matbuatı «Ekinci» kapandığı sıralarda ( 1 877) , Kafkasya'nın ida­ re merkezi olan (Titl i s) şehrinde ünslzade Said ve Celfü kardeşler tarafından bir matbaa tesis ol unarak «Ziya-yı Kafkasya» ünvanlı haftalı k bi r gazete yayının a başlanmış­ tır, Ünslzade Said Efendi . o zamanlar Şirvan' da Şenıahl şehri nin kadısı idi ; Ünslzade Celal Beğ Doğu i l i mleri ile beraber Rus şehi r mekteplerinden biri si nde Rusça okumuş bi r gençti<2). «Ziya-yı Kafkasya» , 12 sene kadar yayınlan­ mış ve yayına başladığından 1 O sene kadar sonra sahi pieri ona «Keşkül» Unvanl ı haftalık bir mecmua i lave etmişler­ d i r. «Ziya-yı Kafkasya»nın iki nüshası kütüphanemde var;

c ı ı «Ekinci» ye ait malumiiıı , Gaspıralı l smail Bey'in hususi kUlilph:ınesinde mevcut olan «Ekinci» ko le ks i yonund a n aklını. m Said Efe nd i ve Ccli\I Bey daha sonra Kafkasya' dan Osmanlı illkcsine i l tica et mi ş l erdir. llleıııildan Hacı Said Efendi , Meclis-i Kebir-i Ma:irif ve Mcclis-i Tcdki­

kiiıa a za tayin ed i lmi ş ti : 1 9 1 2 senesi nd e vcffit etıi . Celal Bey Matbuiiı ve Hariciye memurlarında b'!lurııı:ı u ş ve gazetecilik etmiştir; son seneler Ankara Matbuat İ dare­ sinde.yaşının ilerlemesine rağmen bir genç gibi i n ti zam ve neşeyle çalıştı. Ara sım ciddi ve mizahi şiirlerde yazardı . Bugün mlltevveffadır.

71


«Keşkül»i bulmak ve görmek nasib olmadı . Eli mdeki «Zi­ ya» nüshalarından, bu gazetenin Kafkasya'da oturan Türk­ leri dünya ahval ve olaylarından haberdar etmek istediği , Müslüman ve Osmanlı memleketlerine ait haberleri terci­ hen yayınladığı anlaşıl ıyor; lakin l isan , edebiyat, tarih veya siyaset sahalarında Türk milliyetperverl iği ile alakadar ol­ duğuna dai r bu nüshalarda bi r emare yoktur. « Keşkül » , haftada bir defa 30, 40 sayfalık bi r mecmua hal i nde 5 se­ ne kadar devam etmişti r. Ünsizade Celal Bey ' i n dediği ne göre «Keşkül» azeri şivesini İstanbul Türkçesi ne yaklaş­ tı rmak maksadıyla kurul muş i miş; bu mecmuada Azeri, Çağatayi, Nogay ve Osmanlı şiveleri nde Türkçe makale­ lerle Arapça ve Farsça yazılar yayınlanır imiş; hatta Ebi.iz­ ziya Tevfik Bey merhumla, o zamanlar İ ran ' ın Tifl is Baş Şehbenderi olan Prens Eıfeuddevle de makale yazıp «Keş­ kül» e gönderirlermiş . Böyle muhtel if Müsl üman li sanla­ rında yazılan makaleleri ihti va edeceği içindir ki bu mec­ muaya sahi pleri «Keşkül» namı vermi şlerdir. Azeri şivesi­ ni , Batı , İstanbul Türkçesine yakınlaştırmak gayesi n i takip ettiğinden dolayı Keşkül ve Ziya sahip ve muharrirleri nin Çar hükümeti tarafından taki bata ve soruşturmaya maruz kal mış oldukları da, Celal Bey'in verdiği mal Gmat cümle­ sindendir. Hatta i ki biraderin , Said Efendi , Celal Bey ' i n Kafkasya'yı terke mecbur ol maları da, b u hadisenin bi r ne'� ticesi olmuş imiş. Zannımca «Ziya-yı Kafkasya» ve « Keşkül» , Türk M i l liyetperverli ği fikrinden ziyade o zamanlarda özel bir kıymeti olan ve adeta «Bütün Türkl ük» gayesine, bir mer-

72


hale teşki l eden İ slam birl iği görüşünü yaymış ve m üdafaa etmiş olsalar gerekti r; B i zzat Celal Bey ' i n h ususi bir mek­ tubunda bana bi ldi rdiği üzere «Keşkül»ün bütün Müsl ü­ man memleketlerinden , Osmanlı 'dan , İ ran' dan , H i ndis­ tan'dan , Türkistan 'dan , Kuzey Kafkasya'dan gelen Türk­ çe, Arapça, Acemce makaleleri içine alması bu zannımın doğrul uğuna delalet eder. Bence Ünslzadeler teşebbüsü­ nün Türk Mill iyetperverliğiyle asıl alakası , Gaspralı İ sma­ i l ' i n i l k Türkçe eserlerini basmış olmasıdır. Fil vaki İ s mail Bey Rusça birkaç gazete makalesi yazıp bastırdıktan ve Kı­ rım'da taşbasmasıyla Türkçe bir iki yaprak karaladıktan sonra,Üni slzadelerin matbaasına müracaat etmiştir. Bu suretle X I X . asrın nihayetleri nde bütün Türkçül ük hareketinin en mühim ve merkezi siması olan Gaspralı İs­ mai l Bey'in hayat ve faal iyeti ne gel i p yeti şmi ş olduk.

Gasprah İsmail Bey: «Tercüman» Kırımlı İsmail Bey'in, i l k fikri ve yazıl ı teşebbüsleri n­ den i ti baren görüş ufkunun Kırı m 'la smırlı olmadığı derhal göze çarpar: Rusça yazıp, Kırı m ' ı n idare merkezi Ak Me­ cid (Si mferepol) şehri nde çıkan (Tavrida) gazetesi nde tef­ rika olarak yayınladığı makalelerin tamamına «Ruskoe Musul manstvo (=Rusya Müslümanlığı)» Unvanını ver­ mişti r; 1 88 1 senesi yayınlanan bu makalelerin konusunu yalnız Kırı m'da yaşayan Müslümanlar deği l , bütün Rus­ ya'da oturan Müslümanlar teşkil eder. Aynı senede, yine A k Mescid ' de taşbasmasıyla basıl an Türkçe «Tonguc (=İ l k çocutc)» gazetesi nde, gerek l isan, gerek konu iti ba-

73


riyle yalnız Rusya' da oturan Müslümanları değil , biraz ka­ palı bir surette bütün dünyada Türkçe konuşan Müsl üman­ ları , yani bütün Türkleri göz önünde bulundurur; bes­ mele ile beraber bu gazetede Türk, Tatarların «Li sanda bi r­ l iği meselesi ni» ortaya atar ve fi ilen her tarafta anlaşı labi­ lecek bir «Tür dili» ile yazar; yani l i san ve edebiyat saha­ sında fi ilen «Bütün Türkçül ük»e başlar. İsmail Bey ' i n tercüme-i ha.Jini , Türklük fi kriyle, Türk­ l ük hareketiyle alakadar olanların hepsi az çok bil i rler, zannındayım. Bu cihetle hayat ve faaliyeti nin yal nı z bi rkaç esaslı merhalesi ni hatırlatmakla yetineceği m: 1 84 1 'de doğan İsmai l Bey, fevkalade yaratılmış adam­ lardandır; Türklüğe büyük hizmeti ni en fazla yaradılışına borçl udur. Muntazam tahsil devresi , bi r i ki sene el ifba ve Kur'an okumaktan , sonra Moskova Askeri Akademisinde dört, beş sene Rusça tali dersleri takibetmekten i baretti r. M i m hiss i , mim şuuru, i l k evvel , Rus Askeri İdadisinde i ken duyar. Ye buna sevkeden, pazar günleri evlerinde mi­ safir bulunduğu kimselerle Milliyetperver bi r Rus ailesin­ de geçen sohbetlerle, Pan-İslavistlerin rei slerinden Kat­ kov'un Giri t i htilali münasebetiyle Türkler aleyhine yazdı­ ğı makaleler olmuştur. Bu esnada İ smai l Bey, 1 4- 1 5 yaşla­ rında idi . M i hai l Katkov' un «Moskova Gazetesi»nde Türk ve M üsl ümanlar aleyhine yazdığı heyecanlı makaleler. genç ve hararetl i İsmai l Bey'i o kadar coşturdu ki ni hayet 1 867 senesi yazında, Girit'teki Türklere, dört beş seneli k Askeri İdadide öğrendiği bilgilerle yardım etmek için Girit'e git.,,

74


meye karar verdi ve bir arkadaşıyla (Mustafa Mirza Davu­ deviç i le) beraber yola çı ktılar; fakat Odesa'da pasapoıtsuz vapura binmek üzere iken jandarmalar tarafı ndan yakalana­ rak ana babalarına iade ol undular. . . Bu maceradan sonra İsmai l Bey bi r daha Moskova'ya, Askeri İdadiye dönmedi; Kırım'da kaldı . Ye Bahçesaray ' ın Mengil i Giray Han 'dan kal ma Kırım Zencirl i Medresesi ne Rusça mual l imi oldu; Kırı m 'da mual l i ml iği 1 87 1 senesi ne kadar devam eder. Bu esnada İsmai l Bey ' i n tekrar İstan­ bul 'a gitmek ve orada Türk subay veya memuru olmak he­ vesi kabarır.7.aten akrabası ndan biri İ stanbul 'da memur­ dur. İsmai l Bey İstanbul 'da iyi bi r memur olabil mek için, Fransızcaya vakıf olmak l üzumuna kanidir. Bundan dolayı İ stanbul 'a Paris yol uyla gitmeyi , yani Pari s 'te bir m üddet kalıp Fransızcayı adam akıllı öğredi kten sonra İ stanbul 'a gelmeyi kurar ve 1 872 senesi sonbaharı nda Paris ' e gider ve orada i ki sene kadar kalır. İsmai l Bey ' i n Pari s'ten en büyük istifadesi , Batı medeni hayatını, olduğu gi bi , güzel­ l i k ve çirkin l ikleriyle, iyil i k ve kötül ükleriyle öğrenmek ve bu hayatın bin türl ü engelleri ve zorl uklarıyla cen kleşe, cenkleşe yaşamak oldu . . . Doğudan gelen bir yabancı için değil , yerli ler için bile gayet karışık ve çeti n olan Paris ha­ yatında, henüz 2 1 -22 yaşında bul unan İ smai l Bey, yapa­ yalnız, sırf kendi kuvvetiyle iki sene yaşayabi l mi ştir. O za­ manl ar Paris ' te bulunan «Genç Osmanlılar»la tanıştığına dai r, elde kat'i bi l gi ler yoktur. 1 874'de İ stanbu l ' a geldi . A rtık Türkçe ve Rusçadan başka Fransızca'-Oa biliyor. osmanlı hii kümetinden memu­ riyet ister. B i r aralık Harbiye Mektebi Rusça mual l i ml iği75


ne tayin edecek ol urlar, fakat i ş uzar. B i r sene kadar İ stan­ bul ' da didindi kten sonra nihayet yine Kırı m ' a döner. . . İs­ mail Bey bu bi r sene içinde, İstanbul ' un resmi dai relerini çok dolaştı , ami rler ve memurlarla iyice tanıştı . Osmanl ı matbuatını muntazam taki p etti , Osmanlı Devletinin iç i da­ re usul lerini, devletlerarası vaziyetini öğrendi ; hasılı İstan­ bul ' u , Türkiye'yi ve bunları idare edenleri , yakından gör­ müş ve i ncelemi ş oldu . İ smail Bey ' i n i l k muharrirl iği İ stanbul 'da başlar: Mos­ kovo ve Petersburg'un bazı Rus gazeteleri ne İ stanbul 'dan yazdığı Doğulu renklerle süslü yarı hayali mektupları , o gazetelerde basılıp çıkar. Kırı ın'a döndükten sonra dört sene kadar muayyen bir iş­ le meşgul ol madan bil hassa milletdaşlarının muhtelif taba­ kalarının hayat ve dummlarını incelemekle vakit geçirdi0 ) ve 1 878 'de (Bahçesaray) şehri ne belediye reisi seçildi .

t i > lsnmil Bey yazdığı hikayelerinde kendi tercüme-i halinden bahseder.

1 906

s en esi «Tercüman» da tefrika olarnk yayınlanmış «Gün doğdu» hikfıycsinin kahra­

manı «Danyal Bey». bizzat İsmail Rey'dir. Bu hikayeden. 1 874- 1 878 senelerinde Is­ mail Bey'in neler düşUndUğünU. neler yaptığını bir dereceye kadar anlayabiliriz: «Milletin haline aşina olmadıkça millete hizmet miimkün olmayacağını anladığıyla Danyal Bey (yani İsmail Bey) bu yönden ilim ve murifeti arttırmaya karar verip mil­ leti arasına atıldı. Köy dUğUnlcrinde. derviş ve ulema meclisleri nde. bekar ve ağalar ziyafetlerinde.medrese hücreleri de

vesiii r her türlü toplantılarda bulunup. az söyle­

yip çok dinleyip. bir sene kadar ameli dersler aldı.»

-

«Her sınıfın yahşi yönlerini ve

uygunsuz hallerini g!lriip. öğrenip milli zaafı n neden i'baret ve milletin neye mu hta<; olduğunu anlamıştı.»

«-Ne işlemel i , işi nereden tutmal ı . sönmüş kalpleri ne ile yandırmal ı . basireti

kesmiş perdeleri ne ile göstermeli ve gaOet sahrasında seri l i p kalmış koca bir mille­ ti ne ile ayağa kaldımıalı? gibi suallerle hayli zaman uğraşmıştı.» («Gün [)oğdu» «Tercüman» numara 9. sene 1 906).

76


Belediye Rei si olunca, l 879 senesi nde, Türkçe bir ga­ zete çı karmak için izin isteyerek ilgili makama bir dilekçe verdi . Bütün Rusya'da, evvelce çı kıp kapanmış «Ekinci» ile topal laya topallaya henüz devam eden «Ziya» ve « Keş­ kül» den başka Türkçe gazete çıkmış değildi . İsmai l Bey ' i n dilekçesine cevap, red geldi . B i r taraftan gazeteye izin almak işiyle uğraşırken, diğer taraftan , yukarıda bah­ settiğimiz «Rusya Müsl ümanl ığı» makalelerin i Rusça ya­ zıp yayınlamıştır. B u makaleler, Gaspralı 'nın, o zamanda, yani 1 88 l senesi nde taşıdığı düşünceleri , kendi kendi ne ortaya koyduğu meseleleri , ulaştığı kararları açık bildi rdiği gibi gelecekteki fikir hayatının da bir nevi programı mahi­ yetindedir. Bu yönden İsmai l Bey'i anlamak için bütün ü 45 sayfal ı k b i r ri sale teşkil eden b u küçük eser, büyük kıy­ meti hfüz bir vesikadı r. B u eserden açıkça anl ıyoruz ki İsmai l Bey bir milliyet­ çidir. İsmail Bey mensup olduğu mil leti , yalnız Kırımlılar olarak almıyor; «Türk-Tatar» adıyla anılan kavimlerin bü­ tününü kendi milleti sayıyor. Bu yönden İsmai l Bey ' i bu andan iti baren «Bütün Türkçü» addetmekte hata yoktur. «Rusya M üsl ümanları» , mi l l iyetçi l i k açısından gayet mühim bir hali görür ve bu münasebetle yine aynı ehem­ miyette bir meseleyi ortaya koyar. - A sya ve Avrupa'nın bir kısmında oturan büyük bir millet, Türk-Tatar mil leti var. Bu millet, parça parça, dağınık, zayıf; bu millet diğer milletlere nispeten i l i m ve marifetçe, servet ve medeniyet­ çe pek geri�lmış, böyle devam ederse yaşama kavga-

77


sı tabii kanunu gereğince mahvolacak (hatırl ıyorsunuz ki bu fi kir Zerdabi'de vardı), başka mil letler tarafından yutu­ lacak . - İşte bu durumun görülmesinden asıl mesele doğu­ yor: Türk-Tatarların zaafına böyle geride kal ışına sebep ne? -Türk - Tatar mil letini mahvdan kurtarmak için ne yapmalı? İşte bu mühim mesele, İ smai l Bey ' i n d üşünce ve i ş ha­ yatında ölünceye kadar geçerli kalacak ve adı geçen bütün hayatınca bu iki meseleye cevap vermekle uğraşacaktı r. . . İsmai l Bey ' i n düşünce tarihi .bu büyük meseleye muhtelif zamanlarda bul up verdiği cevapların tari hidi r; İsmai l Bey ' i n emellerinin tarihi - özel hayat ı , tabii ki konu hari­ cidir.- Bulduğu cevapları hayata geçirmek için uğraşması­ nın tari hidir. Bu meselenin ilk çözüm şekli «Rusya M üslümanlığı» ri ­ salesinde görül ür. Bizce asıl önemli olan Türklük görüş açı­ sından, İ smail Bey'in bulduğu esaslı noktalar şunlardır. Türk - Tatarlar, kendi mektep ve medreselerinde kendi dilleriyle Avrupa i l i mleri ni ve eğiti mini , hüner ve sanayi ­ ini öğrenmelidirler. Yal nız mektep ve medreselerle , yeti­ nil meyerek, kendi dillerinde kitaplar, risfıleler, mecmualar ve gazeteler yazılı p yayınlanmalıdır. Hasıl ı milli' bi r Türk Tatar edebiyatı (geniş manasıyla) vücuda gel mel idir< ' >

( i l G örülüyor k i . ilimleri, sanatları ve cdchi yaıı kapsamak iizerc işlenmiş milli bir lisana Ş eyh Cenıiilcddiıı·İ Afgani gibi çok hilyük hir kıynıcı vcrnıcklcdir.

78


Gaspı ral ı , «Rusya Müsli.imanlığı» nı Rusları ürkütmemek içi n , çok maharetle yazmak istemi ş i se de, bazı Rus mü­ nekkitleri , bu eserde bütün Müsl üman Türkleri Batı mede­ niyeti ile kuvvetlendi rerek bi rleşmiş bi r siyasi heyet vücu­ da geti rmek ve bu suretle Rusya devleti başına büyük bir bela açmak, yani «Bütiin Türkl ük» yapmak gayesi gizli ol­ duğunu bulup göstermeye çal ışmışlardır. . . İsmai l Bey'de, fi kir v e fii l , kendi tabiriyle «niyet ve amel» fösı/asızdır: Millet içi n, ınilll dilde bell i g linlerde çı­ kan risaleleri n l üzumuna şiddetle i nanan İsmai l Bey. pek çok uğraşarak ni hayet «Tercüman» gazetesinin i mtiyazı­ al maya muvaffak oldu. Ve 1 883 senesi Nisanının I O' un ­ cu g ü n ü , bi r muharri ri n dediği gi bi «Bahar giineşi ile d ü n ­ nı

ya d i ri l i p çiçeklendi ği günlerde, uzun yıl lardan beri karl ı kefenlerle örtünüp öl ü gibi uyuklayan Kuzey T ürkleri n i n de i l k beyaz bahar çiçeği , «Tercüman» açıldı . «Tercüman»ı n i l k günlerde en mühim konusu, m i llete kendi d i l i nde i l i m vermek , Avrupa i l i ml eri ni ve eğitimini , hüner ve sanayi ini kazandırmaktır. Bunun için milletin ço­ cuklarını okutmak; çabuk , kolay ve modern i l i m doğrultu­ sunda okutmak lazımdır. Buradan bütün Kuzey Türkleri ne yayılan «UsOl-i Cedi'd» mektepleri doğd u . «UsGl-i Cedi'd» tabi ri Osmanlı Türklerinden alınmıştır; bu tabir, o zaman­ lar İ stanbul sosyal hayatında kul lanılan tabi rlerdendi . «UsOl-i Cedi'd» başta yalnız eğitim ve öğretime mahsus gi­ bi görülürs,e-1:ie gitgide genel leşerek bütün hayat tarzına 79


şam i l olur. «Usfıl-i Cedid» i n gerek Osmanlı Tlirkleri , ge­ rekse Kuzey Türkleri arasında hakiki manada, Batı i l i mle­ rini , Batı eğitim ve öğretim usullerini , Batı hayat tarzını be­ nimsemek, kısa bir ifade ile «Batı lılaşmak» demektir. İ s­ mai l Bey» bütün Türklük aleminde, en çok Kuzey ve Do­ ğu Türklüğünde Batıl ılaşmanı n en faal bir propagandacısı oldu . İ nanıl ıyordu ki Türkler milli l i sanlarını kaybetmemek şaıtıyla Batıl ılaşınca, Türk mil letinin hayat ve devamı te­ min edi lmiş olacaktır. «Tercüman»ın hatta Tercüman'dan evvel onu müjdeler yolda çıkardığı «Tonguc», «Şafak» , «Ay», «Y ıldız» , «Gü­ neş» gibi beli rl i günlerde çıkan mecmuaların hepsinde, İ s­ mail Bey Gaspıralı «Dil» meselesine çok ehemmiyet verir; Türk dili nin zenginl iğine, i nkişaf i stidad ına, bu dile ya­ bancı keli meler karıştırmanın l üzumsuzl uğuna, Türk l eh­ çeleri arasında farkların azlığına, hasılı umumi bir Türk di­ linin varl ığına dai r; kı rk dereden su geti rerek , başta biraz kapal ı , sonraları daha açı k bir surette birçok makaleler ya­ zar. Mesela, birinci Türkçe eseri olan «Tonguç»un A k Mescid'de taş basmasıyla okunamayacak kadar kötü bası­ lan ilk baskısının mukaddimesi yani İ smai l Bey ' i n m i l leti­ ne kendi dil iyle i l k hitabı şöyle başlıyor:

«Milletimizin eseri olan lisanımız, edebiyatça işlen­ memiş ise de eğitime ve kaidelere gelecek lis�dır. Ga­ yet nazik Tatar türkülerinden , Nogay cönklcrinden, Kırgız ve Türkmen cırlarından anlaşılır ki eğer lisanı80


mız usta bulup, kelime alınıp işlenirse, şimdikine göre çok dereceler parlak ve kullanışlı olur... Muradımız li­ sanımızı ilerletmektir< 1 »> . İ bareyi , hiç değiştirmeksizin aynen aldı m . Sansür şart­ larından çekinerek Batı ve Doğu Türkçeleri ni saymaya ce­ saret edemiyor. Rusya idaresi altında bul unan Türk kablle­ lerinin halk edebiyatını , işlenecek l i sanın, umumi Türk li­ sanının kaynağından sayıyor; İsmail Bey ' i n l i san sahasında «Bütün Türkçülük» ü , işte i l k işe başladığı andan i ti baren meydandadır. İkinci mecmua olan «Şafak»ta -bu i smin sembol i k ma­ hiyeti açıktır- bi raz daha ileri giderek mal um bi r türkünün Kazan'da ve K ırıın'da nası l söylendiğini yazar ve bu iki lehçenin yakı nlığını müşahhas misallerle gösterir; aynı

za­

manda Kazan Türklerinin yabancı dillerden kel i me alma­ larını tenkld eder, asıl maksat Rusçadan alınma kel i meler ise de, yine sansür şartları ndan dolayı bunu pek açı k ifade edemez: «Kazan l ılar kendi dillerine Çuvaş, Morduva keli­ meleri karıştırmaya alışkındırlar; halbuki alaca bulaca dil ol maz; alaca bulaca i ş olmaz. Rakı içeceksen apaçık içmek gerek; setam ketam oldukta «Kak poji vay» ne gerek?(2)

cıı

nesi. c�ı

«Tonguç». «Söz-i evvel» - Kfüıun-isfini 1 88 1 - Ak Mcscid ve Taş basmaha­ «Kak pojivayı�. Rusça «nasılsın, iyiıııisiıı» demektir.

81


Üzerinde akça oldukta başkası na minnet ne gerek? Türkçe keli me oldukta başka kelime ne gerek< I >?» Şu latife kılıklı yazılan fıkracık , yine i l k Türkçe yazıla­ rından itibaren lisanını alaca bulacal ı ktan kuı1armak istedi­ ğini gösteriyor. Bu esas fi kri , İsmai l Bey bütün hayatı nca yayacak ve savunacaktı r. «Tercüman»ın Osmanl ı ülkesin­ de en çok dağıldığı zamanlarda makalelerini n bir kısmı , Osmanlı Türkçesinin «alaca bulacal ığını» tenkide dai rdir. İ smai l Bey bir makalesinde, Osmanl ı lehçesiyle alay ede­ rek «Benim anadilim Daray (Drei) dilden kompoze (com­ pose)di r.» diyordu. Bu suretle, belki evvelce İ stanbul 'da i ken öğrendi ği l i sanı sadeleştirmek davasın ı , yine i stan­ _ bul 'da daha açıkça ve şiddetli savunmuş ol uyordu. Görül­ mektedi r ki Gaspıralı İsmail Bey lisan sahasında tasfiyeci­

lik cereyanının babalarındandır. Gaspıral ı 'nın prensiplerinden birisi de, Tiirk kadınına hürriyet ve erkeklerle eşitlik temin etmek lüzumudur. B u prensibini de ısrarla ve devamla gerçekleştirmek ister. Onun nazarında milleti n anaları , m i lleti n bi ri n ci eğiti mci ­ leri kadınlardır; kadınlar hayatı anlamayacak olurlarsa, ço­ cuklarını hayata kabi l iyetl i olarak yetişti remezler. M i l letin yarısı , kadı nlarıdır; onlar hayat ve çal ışmaktan uzak kal ı r­ larsa, milleti n hayat ve çal ışması da yarım kal ır. .. Kadın

< l ı «Şarak» . «Lctaif» - 9 Ağustos 1 88 1 - Tıflis. Ünsizadcler Matbaas ı .

82


meselesine dair İ smail Bey ' i n hoş bir eseri vard ı r: «Ka­ dınlar Ülkesi» B ütün Türkleri B atı usulleriyle eğitmek ve aydınlat­ mak , Batı hayat tarzına dahil ederek , ecnebi kel imelerden mümkün olduğu kadar temizlenmiş umumi bir Türk i l i m ve edebiyat l isanını geliştirerek, kadınları umumi hayata karıştırarak bütün Türklüğün gel i şme ve olgunlaşma çare­ lerini düşünen İ smai l Bey ' i n dimağ ve kalem i nde, hariç­ ten gelen akislerin de tesiriyle diğer bazı meseleler, ez­ cümle Müslüman Türklerin hayatı nda çok derin tesi rleri muhakkak olan din meselesi , mühim bi r mevzu teşkil eder. İsmail Bey'in İslama bakışı, milli hayata fayda derecesi noktasındadır. XIX. ası r sonları na doğru Doğru İ slamiyetin i n şurasında.burasında bel iren müceddidlerin davalarını gayesine uygun bul ur. İslam, Batı medeniyetinin meydana getiricilerindendi r; İslam , Batı medeniyeti nin ba­ zı şartlar dairesinde kabul üne engel ol maz. İslam, kadınla­ rın hürriyet ve eşitliğine, hayatta erkeklerle el ele çal ışma­ larına teşv i kçidir. İslam, Müsl üman kavi mlerin mezheb ayrılıklarını reddeder. . . İ l h . gibi esasları , beni mser; ve «Yakt-i Saadet»e dönüş iddiasıyla ortaya çı kan bu «Yeni İ sl amlık (=Noe - l slamisme)»ı mil let dışları arasında yay­ maya çalışır. Bu yoldaki mesainin en m ü kemmel numune­ si «Diirü'r-rahat Miislümanlan» Unvanlı güzel bi r hika­ yesidir. İsmail Bey gi ttikçe gel i şen ve olgunlaşan fikirleri ni yaymak için yal nız yazı vasıtasına başvurmakla yetinmi-

83


yordu; hemen her sene Türk dünyasını n bi r tarafı na seya­ hat ederek, Osmanlı ü l kesi , Kafkasya, Türkistan. Kazan, Kasım ve Litva'daki Türk-Tatar emirleriyle hayatın Türk dünyasına koyduğu meseleler hakkında fi kir al ışverişi ya­ pıyordu ve Çi n'den Al manya'ya, Kuzey B uz Denizinden Afri ka'ya ve H i nd Okyanusu'na kadar Türk ve İ slam ale­ minin münevverleriyle aynı meseleler üzerine haberleş­ mede bul unuyordu. Rusya'da 1 905 i htilali olup da, düşünce ve basın hayli hürriyete kavuştuğu zaman , Gaspıralı ismai l Bey bütün Türk mil l etini n, büyük milletler arasında görülen hayat kavgasına, Zerdabi"nin tabiriyle «mağlup, mahkGr ve na­ bfid» olmaması için bulduğu çareleri n özeti ni bi r prensi p halinde «Tercüman»ın başına i lave etti :

«Dilde, fikirde, işte birlik» 1 905 'ten sonra bir prensip, bir i şaret hal i nde ifade ede­ bi ldiği bu üç büyük esasın unsurlarını telkin ve tatbike, İs­ mail Bey, yukarıda izah ettiği miz gibi , 20, 25 yıldan beri , ısrar ve takip i le çal ışıp duruyordu . B ütün Türklerin d i l de fikirde ve i şte bi rl iğini temi n içi n , yol gösterme ve aydın­ latmadan başka, Türk çocuklarına mahsus iptidai ve tali mektepleri bu gayelere göre tertlb ve tanzime uğraşmıştı . Tavsiye ettiği programa nazaran «Usul-i Cedid» yani Av­ nıpa tarzında tanzim edi lmiş i bti dal mekteplerde i l k öğre­ tim mahalll lehçelerle olacaktı ; fakat üç sene kadarı-i btida­ lyede okuyanlar, mutlaka «edebi l i san» dediği « U mumi 84


Türk d i l i ni» öğrenecekler ve dördüncü seneden itibaren öğretim artık umumi Türk diliyle yapılacaktı. İsmail Bey ' i n , «edebi l isan» veya «Umumi Türk dili» tabiriyle ifade etmek istediği dil , çok sadeleşti ri lmiş İ stan­ bul Türkçesidir. Mekteplerde d i l birl i ğiyle beraber aynı ga­ ye, «fikir ve iş bi rliği» de öğretilecek ve tel kin ol unacaktı . Gaspı ralı ' nı n ümit ve emeline göre, Kuzey ve Doğu Türk­ lüğünde bir taraftan mektepler, diğer taraftan bas ı n , i.içün­ cü taraftan hayır, i l i m ve edebiyat cemiyetleriyle mil li yar­ dımlaşma kurumları sayesi nde «di lde, fiki rde, i şte bi rl i k» ideal i tahakkuk edebi lecekti . . . Gaspıralı İsmail Bey ' i n , millet hizmetine başlar başla­ maz ortaya attığı «Batıl ılaşmak» sonra i lan ettiği «İslamı asri bir surette anlamak» il keleriyle hayatının sonlarına doğru ifadesine i m kan bulduğu «di lde, fi kirde, i şte birl i k» prensibi , «B ütün Türkçülük» cereyanının, l i san , edebiyat, sosyoloj i , hatta siyasiyat sahalarında şi mdiye kadar bula­ bildiği esasları n hemen hepsini bi rleşti rmekte ve i htiva et­ mektedi r, zannederim . Sonradan gelen Türkçüler ve « B ü­ tün Türkçüler» , bu esasları i nceleyecek , açı klayacak, kuv­ vetlendi recek ve uygulayacaklard ır. Dolayısıyla 1 5 sene kadar evvel Türklük hakkında yazdığı m bi r makalede de­ di kleri mi , burada da aynen tekrar edeceğim: «Zann ı mca, «B ütün Türkl ük» nazariyesini i l k evvel meydana çı karan , eski Kırım Hanlarının bugün terkedilmiş ve unutul muş, adeta dünyadan ayrı ve uzak gibi yaşayan ki.içi.ik başkent­ lerinde haftada bir defa yayı nlanan ufacık bir gazete ol85


muştur. Otuz sene önce Bahçesaray 'da çıkmaya başlayan bu küçük gazete «Tercüman»dır, «Tercüman»ı n muharrir ve yayıncısı i se Kırı m MirzaJarından Gaspı ral ı İ smai l Bey'dir. İ smail Bey bütün Türk alemi ni göz önünde tuta­ rak , ona göre çal ıştı . «Tercüman»a göre Kazan Tatar' ı , Or­ ta Asya Sartları , Tarancılar fil an yoktur; bir dine i nanan , bi r dil ile konuşan «Türkler>> vardır. » 0 ) . .

1 5 sene eski miş b u hükme şimdi yal nız b i r kayıt koy­ mak istemiyorum: İ smail Bey' den evvel «Bütün Türkl ük» gayesini bir sistem hal i nde fi ilen tatbike, nazariyatça tan­ zime çalışan hiçbir ki mse olmadığını tekrar etmekle bera­ ber bu gayeyi , ara sıra, uzaktan görür gibi olanları n varl ı­ ğına i nandım ki onlar da yukarıda i smi geçen Vefi k Paşa, Şeyh Süleyman Efend i , Mustafa Celaleddin Paşa gibi· Ba­ tı Tlirkli.iğü içi nde çal ışmış bazı zatlardır. Fakat bunların hiç bi risi , Kırımlı İ smai l Bey gi bi bu fikri açı klık. sebat ve ısrarla nazariyatta takip, fi iliyatta tatbike çal ışmış deği ldir.

"Kısacası Gasprah İsmail Bey'i ben «Bütün Türk­ çülük» harekatmııı merkezi siması saymanın doğru olduğuna inamyorum(2)

ı ı ı Akçuraoğlu Yusuf. - «Tiirklük». Bu makfile evvelden 1 328 senesi «Sal ııilmc­ i Servct-i FlinOn» da. sonra 1 329 senesi «Türk Yurdıı»nıııı hediyesi olarak çıkan

«Altın Armağan -2» de yayınlanmıştır. ! 21 Gaspralı İ smail Bey 1 9 1 4 senesi Eylüllln 1 1 'iııci günü sabahley saat yedi­ de Bahçesaray' da «Tercüman» matbaasına bitişik kendi evinde. ""63.5"' yaşımla. ak­ ciğer vereminden vefiit etti .

i,P,

86


Kazan Türklerinde İlk Milliyetçilik Sesi: Şahabeddin Merdini Kırımlı İ smai l Bey'in bi.itiin Türk 5.lemi nde m üessir ol­ masından dolayı , Kırım Türkleri gibi Kuzey ve Doğu Türk­ leri de onu kendilerinden sayarlar. İsmai l Bey ' i n Azerbay­ can Türkl üğüyle de alakası büyüktü. İstanbul Türkleri , 1 894 tari hlerinde «Tercüman» gazetesi n i , adeta kapışarak okuyorlardı . Abdülhamid hükümeti «Tercüman»ın serbest­ çe Osmanlı ülkesi hudutları ndan geçmesine çoğunlukla müsaade etmemiştir. B ununla beraber Mol la Abbas Fran­ sevl'nin Frengi stan Seyahatnamesi -ki daha sonra «Da­ rü' r-rahat Müslümanları» adıyla yayınlanmıştır. - daha Ko­ ca M ustafa Askeri Rüştiyesi 'nde i ken ( 1 888) okuduğumu hatırlıyorum . K ı sacas ı <<Tercüman)) gazetesi ve tabi r uy­ gunsa «Tercüman Edebiyatı» son zamanlarda TUrk dünya­ sına en çok dağılan yayındır. Şu kadar ki başta «Tercüman» fi ki rlerine en ziyade i lgi gösterenler bil hassa Kuzey ve Doğu Türkleri olmuştur. B i r müddetten beri devam eden dini ıslahat cereyanıyla Rus kültürünün , belki de «Tercüman» fi ki rleri n i n tesi ri al ­ tında, 1 885 senelerine doğru , Kazan Türklüğünün merkezi olan Kazan şehrinde m i l l i yet fikri n i n tarih ve etnograf sa­ hasında ortaya çıktığına şahit ol uyoruz. O zamana kadar kendileri ni sırf M üslüman addeden ve şuursuz bir surette l isanlarına «Türk! Dili» diyen Kazanl ılar içi nde, yenil i k sever al imlerden Şahabeddin Mercan!, tarihi eserleri nden 87


bi risini , «Kitab-ı müsteffıdü ' l-ahbar fi ahval i Kazan» adl ı Kazan tarihini Kazan Türkçesiyle yazıyor v e o eserinde i l k defa Kazanlı Müsl ümanlara, dinden başka bi r m i lliyeti n varl ığını acı bir lisanla, sert ve açık bi r tabirle ihtar v e i lan ed i l i yor. «M üstefüd ü ' l -ahbar»ı n bu husustaki meşhur cümleleri şunlardır: «Bazıları Tatar ol mayı eksikl i k sayıp o isimden nefret edi p biz Tatar değil Müsl ümanız diye çeki­ şir ve mücadele ederler... Ey miski n ! Mesela senin Müslü­ mandan başka bi r ismini din ve millet düşmanlarının bil­ mesi idi , el bette seni Müslüman diye tefrik ederd i . Tatar olmazsan; Arap ve Tacik ve Nogay değil , Hıtay ve Rus ve Efrenc ve Prus ve Nemse dahi değ i l ; şimdi kim ol u r­ sun< ! )» Şahbetti n Hazret'in mi lletine bu hiddetli hitabı , Kazanlıların kendi tari hlerine, kendi soy ve soplarına kıy­ met ve ehemmiyet vermedi kleri ni tenkit için vaki ol muş­ tur: « . . . Tarih i lminin büyüklüğü ve i nsanların yaşayışına i l gi lerinin azl ığı ndan nasipsiz ve verimsiz olup, hiçbi r za­ man vak'aların oluşlarını ve maceralarını beyan ve zapte­ dil meyerek cihan alimleri , hükümdarlar ve büyük heki m­ ler gibi babalarımız, atalarımız ve amcalarımız hal kımız ta­ rafından bilinmeyerek büsbütün bil i nmezli k örtüsü altında kal mış. Hatta kavmimizin ekseriyeti ezelden beri bu yolda Rusya hükümeti nin idaresi altında bul unuyoruz zannında-

c ı ı Şahabeddin ibıı Bahaed d i n Mercfini «El-KısmU'l-evvel min kitab-ı M üstefa­ dU'l-ahbfir fı Ahval - i Kazan ve Bulgar», say fa:6, Kazan Matbaas ı . 1 8�.

88


dır ve Bulgar ve Kazan ahvali nden «Şehr-i B u l gar Evliya­ ları» veya «Azizler Kabri» ve « Han Mescidi» ve nesneyi eksi klikte mübalağa makamında «Ha o Han zamanındaki i ş» demekten başka hiçbir şey bilmiyorlar ve bu sözün manasını bile sıhhatl ice akıl erdiremiyorlar. Kendi kabile­ l eri nden ne kadar şöhretl i hükümdarların gel i p geçtiği hakkında bilgileri yok .» Gerek yukarıdaki hitap, gerekse şu mlişahade müell ifi n m i l li şuur sahibi olduğunu açıkça göstermektedir. Tuna B ul garlarının i l k M i l liyetperver ta­ ri hçi leri (Paisl) de 1 762 tari hinde yazdığı «lslav B u l gar Ta­ rihi» Unvan l ı eserinde Bul garları kendi milletleri nin i smini telaffuz etmekten çekindikleri için pek acı sözlerle kınıyor ve onlara «Ey akılsızlar, niçin kendi mil letin i zden çekini­ yor, niçin Bulgar diye isi mlendiri ldiğinizden utanıyor ve Rumların hi leci pol itikalarına tabi ol uyorsunuz?» diye hi­ tap ediyordu< ı) «Ahvat-i Kazan ve Bulgar Tarihi» yazarıy­ la «lslav ve Bulgar Tarihi» yazarın ı n takriben yüz sene ka­ dar ara ile fakat hemen hemen aynı acı sözlerle hitap ede­ rek mi lletlerine şuur ve m i l ll duygu tel kine çal ışmaları yal nız tesadüf müdlir? Yoksa Şahab Hazret, Rusça vasıta­ sıyla (Paisl) nin eseri ni okumuş m udur? B u meseleyi Şa­ hab Hazret' i n hayat ve eserleri Uzeri nde derin incelemeler yapan Kazanl ı genç alimler, hal letsinler . . .

ı ı ı XXX. - «Bıılgaristanda Turanizm Fikri» (Bulgaristan'dan Mektup). -»TUrk Yurdu» Sene: XV.Numara: H ı. Sayfa: 450.

89


Şahab Hazret' i n tarihi ve bir dereceye kadar siyasi Mill iyecçi l iği «Bütün Türklük» fi krine kadar yükseleme­ mişti r: Hazret'in Kuzey Türklerinden Kazanl ıları çok açık ve kati olarak «Tatar» şekl inde isi mlendi rınesi ,bunun ba­ riz bir alameti telakki' ol unabi l i r.O > Şahab Hazret' i n Milliyetperverl i k açısından Türk l i san ve edebiyatıyla cidden meşgul olduğu da iddia edi lemez. Vakıa Hazret' i n hususi sohbetleri de «Söz arası na Rusça karıştırmaktan sakı nmak, mümkün olduğu kadar öz d i l i muhafazaya çalı şmak» tavsiyelerinde bulunduğunu Şehr-i Şeref Efendi ri vayet ediyoı-<2>; ve bu rivayeti n sıhhatinden şüphelendi recek hiçbi r sebep yoktur. Kuzey ali mleri ve düşünürleri , halkı n Rus asimilasyonundan m uhafazası içi n , dai ma bu görüşü müdafaa etmi şlerdir. Fakat Rusçaya karşı isti klali ni muhafaza etmek istediği Şimal Türkçesi­ nin Şark l i sanlarına, Arapça ve Acemceye karşı muhtariye­ ti ni müdafaa etmişlerdi r. Fakat Rusçaya karşı i sti klal i ni muhafaza etmek istediği Şimal Türkçesinin Şark l i sanları­ na. Arapça ve Acemceye karşı muhtariyetini m üdafaa et­ mek temayülü Mercant ' n i n yazıl arından ç ıkarıl amaz. Türkçe diye yazdığı eserleri , mesela şi mdi gözümün önün-

( 1 ) «Şahabcd<lin Mercfüıi»nin eserl e ri ni bizzat incelemedim. B u hilkilmlerim. ri­ vayet halindeki lıilgilcrc \'e Hazret' in doğduğunun 1 OO'üncü yıldönilmü mUnascbe­ tiyle Kazan'da tertip ve yayınlanmış «Mercaııi» adlı mufassal kitabın muhteviyatına nazarandır. Bir yazı heyeti tararıııdan te rti p ve Salih AbdUlin tar::ırından yayınlanan « M ercfüıi , 1333 ( 1 9 1 S)'dc Kazan'da Maarif Matbaasında bas ı l m ı ş . 639 sayfalık cid­ di ve kıymetli bir eserdir. <�> «Şahabeddin Mercani» - Sayfa: 1 26- 1 27

90


de duran «Müstefadü 'l-ahbar»ı Arap ve Acem kel i meleriy­ le tıka basa doldurulmuştur. Mercani'nin üsl Gbu belki B u­ hara' da çok kal mış olmasındandır, Çağatay lehçesini andı­ rır. Türkçeye itinasızlığı , zamanında bazı münekkitlerin , ezcümle Kuzey Türkçesini i l i m v e edebiyat l i sanı yapma­ ya çok çalışan Kayyum Nasıri'nin muhakkak tenkidine uğramıştır. Bunun beraber, o zamana kadar bütün İslam alemi nde kuvvetli bir anane teşki l eden i l mi ve ciddi eserleri A rap­ ça yazmak kaidesini kırarak, «Müstefadü' l -ahbar»ı Türkçe yazmış ol ması , ve dostlarından Fıshanoğlu H üseyin Efen­ di 'nin Tatarca gramere ait eserine çok ehemm iyet verme­ si , Mercani'nin m i l li l i san kıymetin i m üdrik olduğuna de­ lalet eder. Şahab Hazret, o zamanlar «Rus-Tatar Dar-ül -muall i mi­ ni» Müdürü sıfatıyla Kazan 'da oturan meşhur müsteşrik Radloff ' un dostu ve Dar-ül-muall iminde i l ahiyat mual l i m i idi . Radloff vasıtasıyla Rus tarih-i kadimiyyat (eski çağlar tarihi) ve kavmiyyat (etnografya) al i mleriyle tanıştı . Rad­ loff'un Türk-Tatar l i san ve lehçeleri hakkındaki araştırma ve i ncelemeleri nden haberdar bul unmamış ol ması kabil değildir. Hazreti n Avrupa alemiyle teması ndan görüş uf­ kunu genişletmi ş çal ışma usulünü ol gunlaştırmış ol masına hükmetmek hata olmaz. M i ll i yetçi l i k şuurunun Kuzey Türkl üğü içinde meyda­ na gelmesine «Tercüman» gazetesi nden sonra i l k hizmet eden eser «Müstefadü'l-ahbar» ve i l k hizmet eden büyük adam «Şahabeddi n Mercani» olduğu üzerinde birleşil91


mektedi r. Şahabeddi n ' i n milletdaşlarına acı acı hitabı çöl ­ de bir nida gibi kaybolup gitmedi; öğrenci leri üstad ı n yal­ nız dini sahada yenil i k fi ki rleri ni deği l , tarihe dayal ı Mill iyetperverl iğini de devam etti rdiler ve gel i şti rdi ler. B u suretle Kuzey Türkl üğünde d e XIX. asrı n son çeyreği nden iti baren Mill iyetçil ik , Türklük fi kir ve hareketi başlamış oldu .

Türklük Şubeleri Arasında MünasebetJer İ l k önce Batı Türkleri arasında görülen Türkçül ü k ve «Bütün Türkçül ük» fi kirlerinin bi r müddet sonra Kafkas­ ya'da Azerbaycan Türkleri içinde.daha sonra Kırım T ürk­ leri , nihayet Kuzey Türkleri nden Kazanlılar arasında dahi meydana çıktığını gördük . Azerbaycan 'da i l k M i l l i yetper­ verlerden saydığımız Ahundzade ile Melekzade' n i n İ stan­ bul ' la rabıta ve münasebetleri pek çok değil se de, « Bütün Türkl ük» nazariyatını kabul ve çal ı şmasıyla kurmaya çalı ş­ mış olan Kırımlı İ smai l Bey ' i n İstanbul ' dan hay l i i l ham al­ dığına şüphe yoktur. Başta pan-Islavist Katkofların tesi riy­ le milll duygu ve şuuru duymaya başlayan Gaspıral ı , son­ raları Süleyman Paşa'ları n , Şemseddin Sami Bey ' leri n tel­ kinleri altında bu duygu ve şuurunu gel i şti rmi ş ve olgun­ laştırmıştır. - Kazanl ı Şahap Hazret, Hac ziyareti , m ü nase­ betiyle 1 88 1 senesi nde İ stanbul ' da bul unarak Cevdet ve Münif Paşalar gibi fil im vezirlerle görüşmüştü( l ) «Tercü­ man» gazetesini yayınlandığı günden itibaren sırasıyla c ı ı «Kazan A li mlerinden Merdini Efendi» · Abbas v e Y . Akçura · «Malumat» Sene: 1 3 1 2 ( 1 897) - Cilt: i l i , Numara: 69, Sayfa: 42 1 . İ l k basılı konuşmadır. - (A.Y.) aynı makale - «Mercfini», Sayfa: 422. 424. Sayfa: 422, 424. ,,

92


okuyordu; İ stanbul 'un durumuna ve düşüncelerine, «Ter­ ciiman ' ı n maksat ve emel lerine vakıftı . Hası l ı Türk Mill iyetçil iği Batı (Osmanlı) Türkleri arasında ikinci defa faaliyet gösterdiği sıralarda Kafkasya, Kırım ve Kazan Türkleri içi nde de Türkçülük fikirlerinin meydana çıkma­ sı, bence bir tesadüf eseri değildir. Batı Türkl üğünde orta­ ya çıkan fikri faal iyetlerle Türk - Rus Harbinin ve ona ta­ kaddüm ederek, Rusya'da Türkl ük ve Müslümanlı k aley­ hine bir çok yayını doğuran G i ri d , Sırp, B ul gar. . . i l h . i hti­ lallerinin bu vak'aya müessi r olduğunu zannedenlerde­ nim. Batı Türklüğünün Milliyet fi krinin geli şmesi nde Azer­ baycan , Kırım ve Kazan Türkl üğüne tesiri dokunduğu gibi sonraları Azerbaycan , Kırım ve Kazan Türl üğünün bu sa­ hada i lerleyen çalı şması da Batı Türklüğüne mukabil tesir i cra etmiştir. Yani Türk aleminin en geli şmiş kısıml arında fikir alışverişleri ola ola, Türklük fikir cereyanı genişlemiş ve derinleşmiştir. Azerbaycanl ı Ahundzade yeni alfabesi n i komedi lerini İstanbul 'a getirip o zamanın siyaset ve ilim büyüklerine takdim etmişti r. Kırımlı İsmai l Bey «Tercüman»ın İ stan­ bul 'da yayınlanması için devamlı çalıştı . Hasılı Türklüğün muhtelif şubeleri arasında fikri yakınlı k vardı ve bu yakın­ l ı k yakın zamanlara kadar kesil med i .

93


TÜRKÇÜLÜGÜN ÜÇÜNCÜ FAAL DEVRESİ 1 877 Türk-Rus Harbi esnasında, ona takaddüm ve onu takip eden senelerde, yukarıda izah ettiğimiz sebeplerden dolayı Osmanlı ül kesinde bi r hürriyet havası esmişti ; fi kri faaliyetlere m üsait siyasi ve idari şartlar meydana gel miş­ ti . Lakin bu müsait şartlar uzun zaman devam etmedi; 1 879 senelerinden başlayan i rtica, gitti kçe şiddetlenmek üzere 1 908 senelerine kadar sürdü. Her nevi fi kri faaliyet­ lerin bariz tecell isine mani olan müstebid ve keyfi idare, ancak 1 897, 1 898 senelerinde biraz hafiflenir gibi oldu. Türk-Yunan Harbi ( 1 897) esnasında Osmanl ı sosyal haya­ tı , özell ikle İ stanbul münevverleri daha fazla hayat ve ha­ reket alametleri gösterdi ler. Mamafih sekseni nci ve doksa­ nıncı yıllarda hiçbir fikir hareketi olmadığını iddia, müba­ l ağalı olur. Rus Harbi sonrasıyla Yunan M uharebesi arasın­ da, Türk Milliyetperverliği fi kri , Osmanl ı memleketinde hi ç işlenmemişti r, diyemeyiz. Şemseddi n Sami Bey, Ne­ cib A sım Bey, Veled Çelebi Efend i , B ursalı Tahir B ey, Ra­ if Paşazade Mehmet Fuad Bey, A hmet H i kmet Bey, Şai r Emi n Bey, Tunalı Hilmi Bey, İ kdam sahibi Ahmet Cevdet Bey, Emrull ah Efend i , Necib Bey, gibi Türkçül üğün üçün­ cü faal devresinde, yani 1 897- 1 900 tarihlerinde kendileri,, ne ve mesleklerine dikkat çekilebilecek muhterem Türk94


çüler bu arada hazırlanmışlar ve bir miktar eser yayı nına da muvaffak olmuşlardır.

Şemseddin Sami Bey Fraşerl i Şemseddin Sami Bey, neslen A rnavut'tur. Fra­ şer eski Yanya vilayetin i n Ergiri sancağına tabi Permedi kasabasında nahiye merkezi olan bi r köydür. Esasen Be­ rat'dan gelmiş olan Fraşer Beyleri dai ma osman l ı saltana­ tı hizmetinde bul unurlar ve Sami Bey ' i n « KamusG' l ­ A lam» da dediğine göre( ! ) konaklarında özel hocalar tutup evlatlarına m ükemmel surette Arapça ve Farsça okuturlar­ dı; yani bu beylerde i l me kıymet vermek an' anesi vardı . XIX. asrın son çeyreğinin başlarında bu aile i çi nden Arna­ vut Milliyetçil iğine hizmet eden, Latin haıfleriyle A rna­ vutçaya mahsus alfabe tanzim eyleyen A rnavuttçular (Fra­ şerli Abdül Bey) çıktığı gibi Vefik Paşa'nın «Lehçe-i Os­ manl»sini gel iştirerek «Kamus-ı Türkl»yi yazan, en eski Türklerle Batı Türklerini tanıştırmak için Vambery'nin nakline göre «Kudatgu B i l i g» i ve Radlof'un nakl i ne göre Orhun Abideleri 'ni Batı Türkçesine tercüme eden , Türk uluları üzerine dikkati çekecek şeki lde Kamusü ' l -A lam ' ı yazan, hasılı l ügat, lisan v e tarih sahalarında Türk M i l l iyet­ çiliğine büyük hizmetler ifa eden Şemseddin Sami Bey merhum da bu aileden yetişmedir<2)

( 1 ) Kiimusu'l-Alam- «Frfişer» kelimesi, -Cilt:S, Sayfa:

3352.

(2) Oğlu Ali Sami Bey'den aldığım esaslı bilgilere başka taraflardan işittikleri­

m i i l ave ederek Şemseddin Sami Bey merhumun kısaca lercilme-i hal i ni , aşağ ıda ar­ zeyliyorum.

95


Kamus-ı Fransevi , Kamus-ı Terki, Kamusu'ı-A ıam gibi gayet l üzumlu pek faydalı eserleri devamh elimizden düş­ meyerek kendisi içi n her an rahmet ve şükran vesilesi olan Ş. Sami Bey ' i n sırf neslen Türk olmamasından dolayı , Türklüğe, Türkçül üğe ettiği büyük hizmetleri , hiçbi r ciddi i ncelemeye dayanmayan yanlış d üşüncelerle örtmeye uğ-

Şemseddin Bey 1 Haziran 1 850'dc Fraşer kasabasında doğdu. Babası Halid Bey'in vefatında Yanya'ya giderek. önce oranın medresesinde. sonra Rum (Zosime­ os) jimnazında tahsil etti ve 1 87 1 se n esi n de jiınnaz tahsilini tamamlayarak diploma­ sını aldı. 1 872'de lstanbul'a geldi ve Matbuat kısmına memur oldu. Bir sene sonra yani 1 873'dc Şemseddin Sfııııi Bey «Hadika» isminde bir mecmuanın baş muharri­ ridir. Ş. Sami Bey 23 yaşında bir mecmuanın baş muharriri sıfatıyla kalemi ele ala­ rak, matbuat alemine atılmıştır. Ve öl ünceye kadar yani 3 1 yıl. o kalemi elinden at­ mayacak, nıatbufü aleminden ayrılmayacaktır. 1 874'te Şemseddin Bcy ' i , Trablus­ garb'da, «Trablus» adlı Türkçe · Arapça bir gazetenin sahip ve baş muharriri bul u ­ yoruz; 1 875 de ise İstanbul'da ilk gUnlük gazete olan «Sabah»ı . yine sahip ve baş muharrir olarak çıkarıyor. Lakin fikir ve i l im adamları . i dari ve iktisadi işlerde çogu zaman başarı gösteremezler: Şemseddin Sami Bey de, «Sabah»ın imtiyazını daha sonra, mürettibi Mihran Efendi 'ye satmak mecburiyetinde kalır ve bu Ermeni mil­ rettip, mürettiphaneden imtiyaz sahibi yazıhanesine geçiyor; Şemseddin Bey de es­ ki işçisinin ücretli bir muharriri oluyor! «Sabah» gazetesinde vukua gelen bu garip inkılfibdan sonra, bilgisi deniz gibi geniş ve engin olan Ş. Sami Bey, vefatına kadar milrettib Mihran Efendi'nin i kti sadi tahakkümü altında kalmıştır! . . Şemseddin Sami Bey'in resmi görevine gelince, 1 880'de Teftiş-i Askeri Ko­ misyonuna ikinci Kfıtib tayin ve biraz sonra Baş Katibliğe terfi edilen bu koca mu­ harrir, Komisyonun baş katipliği gibi küçUk bir vazifede sebat ile hizmet etmiş dur­ muştur. Ş. Sami Bey' in Türk matbufüında hizmetleri çok çeşitli ve geniştir: Muhtelif ta­ rih l erde altı gazete ve mecmuaya baş muharrirlik ettikten başka, «Cep Kütüphane­ si» Unvanıyla tesis eylediği seriye tabii ilimler, tarih ve yazı usullerinden bahseden 14 kitap yetiştirmiş tiyatro ile öğretim u su l le rine ait dört kitap yazmış ve bir hayli müntehabfü toplamıştır. Unutulmamalıdır k i bu hacmin küçük eserler, Kamusil'l­ Alam gibi , Kfımus-ı Fransevi gibi, Kanms-i Terki gibi büyük işlerin hazırlanmasına .,

96


raşılmamalıdır: Bence Fraşerl i Şemseddin S a mi Bey üçün­ cü devre Türkçülüğünün büyük simalarındandır. Ş. Sami Bey ' i n Türkçül üğü, hatta «Bütün Türkçülük» ünü i snat içi n , diğer deli l lerden vazgeçerek yal nız, « Ka­ mus-ı Terki» mukaddi mesini göstermek yeterlidir.( ! ) Tek-

ve tamamlanmasına mani olmamıştır. Ş. Sami Bey, bu şahsi veya toplama eseri telif ile meşgul iken bir Fransa tarihiyle beş Fransızca roman tercilıııesine de vakit bula­ bilmiştir. Bu romanlar arasında Hilgo'nun «Scfiller»i gibi kıymetli ve uzun bir eser de vardır. Sami Bey «Kuran-ı Kerim» tercümesine bile teşebbüs etmiş, fakat Os­ manlı hükümeti bu teşebbüsUnll katiyetle nıencttiğinden tercüme ettiği kısımları im­ ha mecburiyetinde kalmıştır!. Ş . Sami Bey'in yukarıda zikrolunan eserleri ınatbOdıır. Asıl TürkçU!ük açısından mühim olan eserleri ise henilz basılmamıştır. Bir an evvel basılması, h!ikUmetin ve milli müesseselerin himmetinden beklenen bu kıymetli eserler şunlardır: 1- Kudatgu Bilig (Vambery'nin 1 870'de bastırdığı metnin tercümesi ve notları .) 2- Orhun Abideleri (Mukaddime, metin, tercüme ve şerh) 3- Lehçe-i Tiirkiye-i Memalik-i Mısır «Kitabi"l- l drak Lissfiııil'l-Etrfik ile Ettilh­ fezli'z-Zekiye fil-lügati't-TUrkiye'den alınmış.) Sfınıi Bey merhumun Türkçülüğe ait eserlerinden başka. basılmamış dokuz ese­ ri daha mevcut olduğunu ve bunlardan dördünün tamamlanmamış olduğunu oğlu Ali Sami Bey'in lütfen verdiği nottan öğreniyoruz. Bu noıta, Kudatgu Bilig ile Orhun Abideleri 'nin tercüme ve şerhedildiği tarih bildirilmemiş ise de, şöyle umumi bir ifade vardır: «Şemseddin Sami Bey son sene­ lerini eski Türkçeyi incelemeye hasretmiştir. O sıralarda en çok görüştüğü ve işbir­ liği yaptığı iki dostu Necib Asım Bey' le Veled Çelebi Efendi idiler.» - «Kfimus-ı Tcrkl»nin de l 901 'de tab ve neşredilmiş olması. Ali Sami Bey'in ifadesini kuvvetlendirmektedir. Şemseddin Sami Bey. bu yorulmaz kfilem işçisi. 1 940 senesi. 1 8 Haziranında ErenköyU'nde vefat etti. Ruhunun nur içinde yatmasını Tanrı"dan dilerken.bize ver­ diği kıymetli bilgilerden dolayı oğluna teşekkür etmeyi bir vazife sayıyoruz. i l ) Ş. Sami . - «Kamus-ı Terki, lfiide-i Meram» , sayfa: h- 1 - İ stanbul, i kdam Mat­ baası, 1 3 1 7 ( 1 90 1 ).

97


rar, tekrar okunması çok faydalı olan bu « İfüde-i Meram» ı baştan aşağıya kadar buraya yazmak i sterdi m . Maka.Je­ mizde tutulan ölçüye, bu kıymetli mukaddi menin tamamı sığamadığından bazı noktalar üzerinde durmakla yetinece­ ğim. Umumi olarak denilebil i r ki l i sanda Türkçül ük i l ke­ lerinden bi r çoğu «İfüde-i Meram» da açıkl ı k ve kesin l i kle ifade olunmuştur. Sırası gel i nce bir tarafında denil iyor ki « ... Lisanımız Türkçe'dir, bu lisana mahsus l ügat kitabına dahi başka i si m düşünmek abesdir. Lisanımızda kullanıl an keli melerin tamamı da, hangi l i sandan alınmış olursa ol ­ sun, hakikaten kullanılmak ve b i l inmek şartıyla, Türk­ çe'den sayrı l ı k .» Şemseddin Sami Bey'e kadar, Osmanlıca denilen l i sanın «Türk l i sanı» olduğunu bu kadar açıkl ı k ve kesinlikle ifade eden bir kimseyi bilmiyorum . Sami Bey, Türkçe konuşulan yerlerin genişliğini ve M uhtelif Türk lehçeleri arasındaki yakınlığı anlatarak li­ sanda «Bütün Türkçülük» gayesi ni hedef seçerken: «Doğu Türkçesiyle Batı Türkçesi arasındaki fark , zannedildi ği gi­ bi, İtalyanca i le Latince veya İspanyolca veya Fransızca arasındaki fark kadar, yani bu i ki Türkçeden her biri ni d i­ ğerinden büsbütün ayrı ve kendi başına bi r l i san addetti re­ cek derecede olmayıp, bu fark ancak Kuzey ile Güney Al­ manca veya Toskana İtalyancasıyla Napol itan İtalyancası yahut Mısır A rapçasıyla Magrib A rapçası arasındaki fark derecesindedir; ve Doğu Türkçesiyle Batı Türkçesi bir tek lisandır, ikisi de Türkçedir( ! ) .» d iyor. -Biz Sami ..

98


Bey ' in sözlerinin zincirini koparmadan , ve onun önsözle­ rinden çıkardığımız bir netice olarak, son cümlesine, şu birkaç keli meyi i lave edebil i ri z: «Ye bundan dolayı doğu Türkleri i le Batı Türkleri bi r tek m i l l etti r, i kisi de Türk'tür.» Bir an şüphe etmiyorum ki Sami Bey'de böyle düşünüyor, Doğu ve Batı Türklerin i bir tanıyarak «Bütün Türkçül ük» fikrini kabul ediyordu . .. B unun içindir ki «Bizce i hmal edi lip ve unutulup, Doğu Türkçesi nde kulla­ nılmakta bulunan halis Türkçe keli melerin ve bi l hassa bunlardan lüzumlu ve değerl i olanlarının toplanması ve bu cihetle bunların bizim Türkçeye dahi kabulüyle canlandı­ rıl ma ve yayılmaları (yani iki lehçeni n bi rleştiri l mesi) hu­ susuna hizmet etmek başl ıca emeli m iken , mücerret kav­ miyet ve cinsiyet (şimdi olsa «mi l l iyet» derdi) sevgisini takdi r ve l üzumlu sayarak bunları A rapça Farsça tumturak­ lı deyi mlere tercih edecek ki mseleri n henüz ( 1 ) azlığı ve çoğunl uğun bu fikri karşı bulunması kısmen bu hizmetten kendimi mahrum bırakmağa beni mecbur ( 1 ) etmiştir.»

Necib Asım Bey Osmanl ı ül kesinin bi r ucundan, en Batısından İ stan­ bul 'a gelmiş Şemseddin Sami Bey l ügat ve lisan sahasın­ da Türkçülüğe çalı şırken , diğer ucundan, en Doğu ucun-

Ol

Bir cümle ile Uç kelime siyah yazılmıştır. dikkati çekmek için. biz çizdik.

(A .Y.)

99


dan gelen ve ondan genç olan Kilisli A sım Bey ' i n de l i sa­ nı Türkçülük sahasında hizmetleri bel i rlemeye başlar. Balhasanoğlu Necib A sım Bey, milll d uyguyu en derin duyan ı rki hudutlardan biri nde Kilis de 1 86 1 senesinde doğmuştur. Ai lesi nin mensup olduğu sosyal sınıf, S i pahi Beyl iği , ondaki milll duyguyu ecdadının an'anesiyle kuv­ vetlendirmiş bulunuyord u . İ l k idadi tahsi l i ne (Şam)da başladı. 5. Ordu Askeri İdadisine gird i ; ve Şam ' ı n o za­ manlar bile özel olan «Arablık» muhiti , genç Neci b'e te­ sirden uzak kalmadıO > . Necib Bey bi r Türk sipahizadesi ne l ayık eğiti m ve öğreti mi askeri mekteplerden alıp, piyade mülazımı oldu; fakat askeri bi l gileriyle yeti nmeyerek.daha ( Ki l i s) de i ken hususi mual l i mlerden ders al maya başlamış ve İstanbul 'a gel i p , Kuleli Askeri İdadisiyle Harbiye Mek­ tebi n devam ederken de hususi dersleri ni bırakmamıştır. Necib Bey henüz idadi tahsi l iyle meşgul olduğu zamanlar bile, kitabet (yazı yazma) ve edebiyat derslerinde Türkçü­ l ü k temayülünü gösteriyordu: Kendisinin hikaye ettiğine göre, kitabet hocalarının Türk edebiyatına numune olarak verdikleri ve tavsiye ettikleri «Telemak Tercümesi» ve

0 ) Necib Asım Bey, ıercüme-i halinden bahseden bana yazdığı hususi mektu­ bunda bu tesirlere dair bir iki vak"a zikrediyor: «Arablar, Türkleri memlekette ya­ bancı gibi ıuıarlardı. Hatta kır kahvelerinde Arapça bilenler beş paraya, bilmeyenler on paraya kahve içerlerd i . Arap hocalarımdan zulüm gördüm.» Araplara olan hidde· tini. bilahare «Mekıeb» mecmuasında yazdığı bir makalede kısmen gösterebilmişler­ dir.

1 00


«RumOzü' l -hikem» gibi Arap ve Acemcesi Türkçesi nden fazla secili , kafiyeli eserlerden hoşlanmazdı; saf Türkçe yazmaya çalışırdı . Necib Bey, K ulel i İdadisi talebesinden i ken , yani 1 878 tarihlerinde Ahmet M idhat Efendi i le tanışarak ondan i sti­ fadeye başlamıştır. Harbiye Mektebi nin son sınıflarından i ti baren Midhat Efendi'nin gazetesi olan «Tercüman-ı Ha­ ki kat» a fenni makaleler yazıyordu. Necib A sım Bey, «Türk» kelimesini ilk defa kendisinin «Terk» gibi yazmayıp «vav»la «Türk» yazdığını söylüyor: «Tarihlerimizde «Etrak-ı biidrak» yazdığını gördüğümden ve Osmanlılardan bir çoğunun Türk ' e hakaret etti klerine şahi t olduğumdan «Türk»ü «vav»l a yazdım . -Niye böyle yazıyorsun? D iyenlere de «Etraki biidrak» yazılması n diye cevap verdim. Ve Babıali Caddesi nde adı m «Vavl ı Türk» oldu . .( I ) « .

Necib A sım Bey, 1 897 senelerinde hemen her Cuma A hmet Mi.cihat Efendi'nin Beykoz'daki yalısına giderdi(2) Daha sonra Türkçülük hareketinde ayrıl maz arkadaşı olan Veled Çelebi Efendi ile Midhat Efendi 'nin yal ısında tanış-

nı Söz konusu hususi mektuplan. - Veled Çelebi Efendi ise basılmamış bir eserinde «Türk» kelimesin ilk önce «vav» la kendinin yazıp Necib A sım Bey'in onu rakip elliğini öne sürüyor. c2ı «Ü tarihte Efendi merhumun yalısına benim gibi onu özleyenler sıkça, sıkça gelirler, meclise şenlik getirirlerdi.» Necib Asım - «Veled Çelebi Hazretleri» «Türk Yurdu» Cilt: Vll; Sayfa: 247 1

1 01


tı . Necib A sım Bey, M idhat Efendi 'yi de, Yeled Çelebi Efendi 'yi de kendisinin «Türkçü ettiğine» i nanır 0 ) , M u­ hakkak olan şudur: Necib A sım ile Veled Çelebi , bu iki «Vavlı Türker» , A bdülhamid devrinin en tanı nmış Türkçü­ leri idi .

1 893 senesi nde Ahmet Cevdet Bey, İ stanbul ' da « İ k­ dam» gazetesini çıkarmaya başlamıştı . « İkdam» başlığında «Türk Gazetesidir>> diye yazan i l k Türkçe gazetedi r. Zaten «İkdam»ın Türkçül üğü, i l k nüshalarından itibaren göze çarpar: 22 yıl evvel yazdığım «Üç Tarz-ı Siyaset» de « İ k­ dam»ın Türkçülük organı olduğunu kayd ve tespit etmiş­ ti m; Ahmed Cevdet Bey, gazetesinin yazı heyetine Neci b A sım Bey, Veled Çelebi ve Emrullah Efendi '!eri almıştı . Milllyetini açıktan açığa ilandan çekinmeyen bu Türk gazetesinde Necib A sım Bey, arkadaşı Veled Çelebi ' ni n dediği gibi «Ortak konular ile i l m-i mevzu el -kütüb ve l ü­ gat felsefesi vesfür gerçekl iği bell i konularda makaleler yazagelmiş»(2) ve muharri rliğine «bahse m uktedir olduğu konular o fennin uzmanlarına hakikaten beğendirmek su­ retiyle başlamış, git gide çalışmasın ı n iirünü o derece arta­ rak İslam fazılları ve Avrupal ı müşteşrikler (Türkologlar)

ı ı ı Hususi mektuplarından. (2) Necib Asım Bey « i kdam» gazetesinde evvel «Maarif» mecmuasında dil il­ mine ait makaleler yazdığı gibi bir aralık «McdresetU'l-edeb» adlı bir mecmua da çı­ karmıştır.

1 02


arasında bugünkü haiz olduğu dereceye» u laşmıştır. Ger­ çekten Necib A sım Bey, 1 890 senelerinde Avrupaca da ta­ nınmıştı . Bir Rus müsteşriki Necib Bey 'den bahsederken der ki «Neci b A sım'ın i smi , Avrupa edebiyatında meçhul değildir. Türkiye'de yeni bul unmuş yazılar, yahut osman­ lıcanın Anadolu lehçlerinden birini tarif eder yolda yazıl­ mış makaleleri , «Kel eti Szemle» mecmuasında yayınlan­ maktadır< ! ) Necib A sım uzun m üddet, vatandaşlarıyla Av­ rupa ilim atemi arasında bağlantıyı sağlayan hemen yega­ ne Osmanlı alimi idi .» (2). Peşte'nin «Keleti Szemle» sin­ den başka Pari s'in «Journal Asiatique»inde de Necib A sım Bey'in makaleleri yayınlanmıştır<3>. Hatta bu mecmuayı çıkaran Farnasızların «Asya Cemiyeti (=La Societe Asiati­ que)», bir Türk al imini 1 895 'de üyeleri arasına seçmiş ve kabul etmişti r.

Ol Necib Asım Bey, «Keleti Szemle» de Kilis, Besni ve Erzurum lehçeleri ha­ kındaki incelemeleriyle «HibetU'l-Hakiiyık»ı yayınlamıştır. Ve kendi dediğine göre, Avrupa mecmualarında Fransızca yayın yapmasından asıl maksadı, Türklerin de bu gibi işlerle meşgul olduklarını Avrupalılara göstermek idi. (!l V. Gordlefski , l stanbuldaki , «Türk Derneği» hakkında notlar, Moskova, 1 9 1 2 , Sayfa:2. (3l <doumal Asiatigue» de Necib Asım Bey, Türk milli aruzu hakkında «La Ver­ sifıcation nationale turque» Unvanlı bir ınakale neşretmiştir. Asım Bey'den evvel , milli aruz üzerine Veled Çelebi Efendi ve Manastırlı Faik Bey bir inceleme yazmış­ larsa da. burada Türk mısralarının sayısını göstererek. sezUr (takti') meselesini naza­ ra almamışlardı. Bu ciheti ilk defa Necib A sım Bey, «Jurnal Asiatique» de çıkan yu­ karıda anılan makalesinde tayin ve tespit etmiştir. Bu makale, Meşrutiyeti mUteakib lstanbul 'da çıkan Fransızca «Bosphore» mecmuasında tekrar basılmış ve yayınlan­ mıştır.

1 03


Balhasanoğlu Necib A sım Bey, bir taraftan i l mi i ncele­ melerde bulunup, incelemeleri nin neticelerini Osmanlı ül­ kesinde ve Avrupa' da yayınlamaya çalışırken , diğer taraf­ tan askeri mekteplerde eğiti m ve öğretim yol uyla askeri vazifesini yapmaktan da uzak kal mamı ş ve n ihayet Os­ manlı ordusunda Miralay rütbesini elde etmiş ve Meşruti­ yetin ilanından sonra İstanbul Darülfünununun «Türk Li­ sanı Tari hi» kürsüsüne müderris tayi n olunmuştur. Son se­ çi mde ( 1 927) Türkiye B üyük Mil let Meclisi ' ne üye seçil­ mi şti r. Necib A sım Bey'in fünuna, askerli ğe , tarihi ve dil ilmi­ ne ait yirmiyi aşan basılmış eseri vardır. Türkçülük açısın­ dan en kıymetli eserleri «Ural ve Altay Lisanları » , «Pek Eski Türk Yazısı» , «Orhun A bideleri » ve «Türk Tarihi» dirO>. «Türk Tarihi» hakkında kendisi diyor ki «Leon Ca­ hen ' i n tarihini<2) genişleterek tercüme etti m . B unun sebe­ bi de tari hi bir mil let olduğumuzu göstermek idi .»(3) Neci b A sım Bey'in Türkçülüğe hizmetleri , bi l hassa l i ­ san ve tarih sahasındadır; v e Neci b A sım Bey 'dir ki , i l k ev-

< • > Necib Asım. «Türk Tarihi» - Naşiri Hasan Ferid ve Ahmet Şemseddin - l s­ taııbııl, Matba-i Amire. 1 3 1 6 ( 1 900)- «Pek Eski Türk Tarihi» ikinci basılış. basan ve yayan: «Türk Dcrneği». l stanbul , Necm-i i stikbal Matbaası. 1 327 ( 1 9 1 1 )· «Orhun Abideleri». Türkiye Cumhuriyeti MııarifVekhaleti neşriyl\ıından- l sıanbul. Matbaa­ i A mire. 1341 ( 1 926). 12> Necib Asını Bey'in hususi mektubundan. il> Uon Cahen, l ntroduction a l 'Histoire de l 'Asie. Armand Colin et Cie Paris. 1 896.

1 04


vel , Türklerin dil i l i m ve tari h sahasında Avrupa usulleriy­ le çalışmakta olduklarını Avrupa'ya tanıtmıştır. Bütün Türkler arasında, eski Türk l i sanıyla eski Türk haıflerine, müstakil Türk tarihi ne Türkleri n di kkat bakış­ larını açık bi r surette ilk çeken Türk'ün Necib A sım B ey olduğunu iddia edebi l i riz. Necib A sım Bey Türklüğe ait mühi m birkaç eserin «İk­ dam» sahibi tarafından basılmasına yol göstererek medeni mazimizin i hyasına ciddi bir hizmet etmi ştir; o cümleden olarak Ali Şlr Nevfü 'nin «Muhakemetü 'l-Lügateyn»i ni , kitaba büyük Türk Şairinin tercüme-i hal ini de i l ave ede­ rek Yeled Çelebi Efendi ile beraber yayınlamıştır. «İkdam» gazetesiyle «Mal umat» mecmuasında sırf Türkçe makaleler yazmaya çalıştığı , gibi «Cönek»lerden toplanma şarkılar ve maniler de yayınlattı . Necib A sım Bey Osmanlı l isanının Türkçeleşmesi ne uğraştığı kadar deği l se bile Doğu musikisinin mil llleşme­ s i ne de 1ıayli hi mmet sarf etmiştir. Osmanlı münevverleri arasında muteber olan Doğu musi kisi nin milll Türk musi­ kisi olmayıp, asıl Türk musikisi, çoban ve halk havaların­ dan motifler al ınarak , Batı musiki tekniği ile Macarların yaptığı gibi , tanzim edil mek lazım geldiği fi krini ortaya atan da Neci b A sım Bey'di r. Zamanı n musiki üstadların­ dan sayılan Rauf Yekta Bey, Necib A s ım Bey ' i n bu fikri

1 05


aleyhine şiddetle yürümüş idi . B u musiki m ünakaşaları Abd ülhamid Devrinin son senelerine tesadüf eder. Geçen yi rmi , yirmi beş yıl , meselede kimin haklı olduğunu gös­ termeye kafi geldi . Necib A sım Bey'in bütün hizmetleri nin bence en kıy­ metl i s i , (Leon Cahen)in «Asya Tari hinde Medhal» i n i , Doğu kaynaklarından aldığı bilgiler ile genişleterek, tercü­ me etmiş olmasıdır. Bu kitap, Gökalp'in «Türkçülüğün Esasları» Unvanl ı eserlerinde dediği gibi « Her tarafta T ürk­ çülüğe dai r temayül ler uyandı rdı»; Türk Milliyetperverl i ği hareketi nin gel işmesinde, mühim fikri m üessi rlerden ol­ du. Osmanlılar ve belki bütün Türkler içinde i l k «B ütün Türk Tarihi» yazarı olmak şerefi Necib A sım Bey ' indi r{ l )

Veled Çelebi Türkçülüğün dil i l i m ve edebiyat sahası nda Neci b A sım Bey' den bi raz sonra kendisi ni gösteren Veled Çelebi Efen­ di , 1 868' de Konya'da doğmuştur; Şarkı n en büyük şai r, mutasavvıf ahlakçılarından Mevlana Celaleddin Rumi 'nin on sekizinci göbekten oğludur. Konya' da al ışılmış medre­ se tahsilini gördü; fakat bununla yeti nmeyerek kütüphane-

Ol Necib A sım Bey'in 1 908 inkılabını takip eden faaliyet ve hizmetlerinden ile­ ride bahsedeceğiz. Necib Asım Bey'in kısallılmış tercilme-i hali , «Türk Yurdu»nda basılıp çıkmıştır: «Türk Yurdu» Cilt: il; Sayfa: 624-626.

1 06


se tahsilini gördü ; fakat bununla yetinmeyerek kütüphane­ lerden Farsça ve Türkçe edebiyatı öğrendi ve i nceledi . Os­ manlı İ mparatorl uğunda vi layetler soyl ular,mın an'anesine uyarak, hükümet memuriyetine girdi ve aynı zamanda edebi bilgilerden vatandaşları nı istifade etti rmek arzusuy­ la Arapça ve Farsçadan tercümeler yaparak vilayet gazete­ si nde yayınlamaya başladı. Bu sıralarda Mehmet Yeled Efendi , tam klasik bi r Müsl üman - Osmanlı i l i m ve edebi­ yat meraklısıdır, Arapçaya, A rap edebiyatına, dini i l imlere çok ehemmiyet verir; ve bu vadide bilgi leri ni arttı rmak için, İ stanbul 'a, Arabistan 'a gitmek ve hacı olmak hevesi ­ n e düşer. Fakat Çelebi ' nin daha Konya hayatında dikkate değer bir vak'a var: Türkçenin Osmanl ıcadan başka lehçelerini öğrenmek i stemiş ve Çağatayca «Abuşka» l ügatini bul up i stinsah eylemişti r. Bu vak'ayı Yeled Efendi , bizzat, henüz bası l mamı ş bi r risalesinde şöyle naki l ve hikaye ediyor: « ... Sultan Veled Medresesi nde ders okurken , HuzQr-ı Pir Kütüphanesinde Hazret-i Mevlana'nın Di van-ı Kebi r ' ini okumuştum . Bittabi pek az anlıyordum. Fakat büyük bir aşk ve cezbe i le devamlı okuyordum . A ra sıra anlaşılmaz bi r Türkçe ile bi r kat daha kopya edenler tarafından tahrif edilmiş bazı beyitler gördüm. Bunlardan bazıları m ülem­ ma' idi . Mesela: 1 07


Ruzi nişeste ha.hem yalnız senünün katında; Hem min çağır içer min, hem nıin tiğiş bilir min! . O ) .

beyti gibi . Çok hoşuma giden bu beyitlerden bahsettiği m kütüphaneci Halid Dede «Sultan Veled Hazretlerinin Mes­ nevilerinde daha çok Türkçe beyitler var» ded i . Gerek Mesnevi lerdeki , gerek Divanındaki beyitleri okudum ve yazdım idi . Bir de (Harabat) okuduğumda Emi r A l i Şlr Ne­ val'nin ve Sultan H üseyin Baykara ve Mol l a Lütfı 'nin Çağtayca şiirlerini görmüştü m . O yüksek sanatlı bu çan­ gul çungal lisanla ifadesi gayet tuhafı ma gitmişti . Derken kütüphanede Nevfü l ügatlerini içi ne alan (Abuşka) kitabı­ nı gördüm; istinsah etti m. Bizim dilimizden başka Türkçe­ nin şubeleri olduğunu öğrenmiş oldum.» Veled Efendi 1 889'da İstanbul'a geli r gel mez, Doğu ve Batı taraftarı münevverlerin toplantılarına girebilmişti r; za­ ten daha Konya'da i ken Mual l i m Naci Efendi i le haberle­ şiyordu. Bir taraftan «B uharf-i Şerif» tahsi line emek sarf ederken , diğer taraftan Mual l i m Naci 'nin kayınpederi Ah­ met Midhat Efendi 'nin mecl islerine devam ediyordu. O sı­ ralarda «Matbuat-ı Dahiliye» kalemine memur da olmuş­ tu . İstanbul hayatının i l k devresinde Çelebi Efendi 'yi şiir ve «Mevlevi edebiyatı» ile meşgul buluyoruz. Mevla-

m

şiyesi)

1 08

Bazı nüshalarda sonu «Hem ınin kopuz çalır nıin>• dir. (Vcled Çelebi'ııin ha­


na' nın vasiyetnamesini şerh ederek « Hayrü' l-Ke!am» Un­ vanlı bi r eser yazıyor; bir «Mevlevl Tarihi»nin tel ifi ne baş­ lıyor; «Veled Bahai'>> veya sadece «Bahai» i mzasıyla, man­ zumeler, mersiyeler tanzim ediyor; kısacası daha Kon­ ya' da iken başlayan Türk dil i lmi merakından dolayı ciddi bir eser meydana çıkannıyor; ancak FuzOli ' nin «Su» kasi­ desi ne «Aynü ' I hayat» adlı bir şerh yazıyor ki bu şerh üç l i sana ait aynı kökten gelen anlaşıl ması güç ve her üç lisan­ dan seçilmiş bi r çok numuneler gösteriyor. Türk Yur­ du'nda kısaltıl mı ş tercüme-i hali ni yazan dostu Necib A sım Bey, Çelebi Efendi ' ni n l i san sahasında T ürkçül üğü­ nün asıl 1 897 tari hlerinde başlamış olduğunu şöyle anlatı­ yor: «Aynü' l-Hayat'ın i ncelenmesinden Hazret' in Türkçe­ ye vukuf ve istidadını anladım; kendisi için i l i m vasıtası ve millet için hayra sebep ol ur ümidiyle T ürk keli melerini toplamaya teşvi k etti m . Yazma , basma, eski , yeni bir çok kitapları mı kendisine verdim. O da bunları tamamen oku­ yup, keli melerini ve şahitleri ni defterlerine kaydetti . Ken­ disi de sağladığı kitapları ve kütüphanedekileri böylece eledi ... «1:' ürk Dili» Unvanlı büyük l ügat kitabın ı hazırlama­ ya başladı .»0) Çelebi Efendi, basılmamış risalesi nde, ken­ di tercüme-i hal inden bahsederken , dostunun bu hi kayesi­ ni şöyle naklediyor: «Matbuat alemi nde, Necib A s ım üsta­ dımızla görüştüm . Kendisini aşırı bir T ürkçü buldum . Os-

< 1 > Necib A sını, «Veled Çelebi Hazrclleri» - »Türk Yurdu» Cilt: VII, Sayfa: 2475

1 09


manl ı edebiyatının mükel lef şii rleri ni . nesi rlerini . gayr-ı ta­ bii ve gayr-i makul bul uyor. «Türkleri n en haki ki edebiya­ tı hal ktan doğan ve hal ka hitaba eden eserlerdir» diyordu. Ben bu uyarmaları o vakit hakkıyla kavrayamam ış oldu­ ğum halde, yaratıl ışımda bulunan, 1 6- 1 7 yaşında «Abuş­ ka»yı istinsaha beni sevk eyleyen anadan doğma istidadı m beni artık Türkçü yapmıştır. Necib A sım Bey bana müsteş­ riklerin bastırdığı eski Türkçe eserleri . eski JGgat kitapları­ nı gösterdi . Ben de tedarik ettim . Vefi k Paşa ile görüştüm; «Lehçe»sini verdi . Ben «Lehçe»yi bir edebi kitap okur gi­ bi baştan aşağı okudum. Gözümün önünde başka bi r alem açıldı . Zaten Amma Suyhuti 'nin (Al-ınazhar)ırını , Ahmet Fari s ' i n (Al-casus) unu okuyarak eskileri n , sonra da Cor­ ci Zeydan ' ın (Tari h-i A dabü' l -l ügat) ve sai r eserleri ni oku­ yarak Batıdaki müteceddidinln ( Lugat ilmi)ni öğrenmiş bul unuyordum . Necib A sım' ın teşvi kiyle bir (Türk LGga­ ti) yazmaya kal kıştım.» B u (Türk LGgat)i , «Türk Di l i » nin i l k şeklidi r. Müsved­ deleri , Çelebi Efendi 'nin eviyle beraber yanar. B undan sonra Beykoz'a taşınırlar ve orada Ahmet Midhat Efendi ile münasebeti ni arttır ı r; ve bi rbirlerine ders veri rler: M id­ hat Efendi Çelebi 'ye Fransızca, Çelebi Efendi de Ahmet Midhat'a Sul tan Veled mesnevisini ok utur. Ve o hengame­ de Ahmet Midhat ve Necib A sım Beyler (Lugat)i yeniden toplaması için Vcled Çelebi 'yi teşvi k ederler. H atta A hmet M idhat: «Kütüphanem senindir, işine yarayanları al ; hiz­ meti bitinceye kadar sende kalsın !» der. Necib A sını Bey 1 1o


ken d i s i nde bulunan l ardan başka kütüphanelerden bi l e ara­ y ı p , bulup getirir. Ve Çel ebi Efendi , tekrar «Türk D i l i » n i tel ife teşebbüs eder. Vel ed Çelebi Efendi 30 yı l l ı k emek mah su l ü olan mü­ kemmel Türk I G gati n i henüz yay ı n l amaya m uvaffak ola­ mamıştır. Osmanl ı sal tanatın ı n Meşrütiyet devri nde Maarif Nezareti , basmayı ve yay ı n lamayı taahh üt etm i ş i se de ba­ şaramamı ştır. Ü m i t o l u n u r ki Türkiye Cumhuri yeti ' n i n Maarif Vekfıl eti , «Türk D i l i » n i bası p v e yay ı n l ayara k . Türk l üğe mühi m b i r h i zmet i ffi eder. Veled Efend i , otuz y ı l dan beri , d i l i l m i , b i l hassa T ü rk d i l i l m i üzerinde b i r çok makal eler yaz ı p , m u htel i f gazete ve mecmualarda yayınlatmış ve artık M ı s ı r ' a ve A rabis­ tan ' a g itmekten vazgeçerek İ stanbul ' da yerleşm i şt i . M eş­ nıti yet devrinde, İ stan bul Darülfü n u n u Fars edebiyatı M ü­ derri s l i ği ne seçi l el i . Çelebi Efend i ' n i n de Meşru t i yeti n i l a­ n ı ndan sonra Türkçül ü k sahas ı ndaki hi zmetleri n i i l eri de göreceğiz. Nec i b A s ı m B ey Veled Çelebi Efendi ' n i n . Çelebi Efen­ di de «Bahai»

i mzasıyla

N eci b A s ı m Bey ' i n tercü me-i ha­

l i n i yazm ı�lard ır: bu i ki dostun karşı l ı k l ı yazdıkl arı terci.i­ me-i hal leri n i

okuduğum

gi bi . aynca kend i l eri tarafrndan

yazı l ı p heni.iz bası l ı ol mayan terci.ime-i hal leri n i (otobiyog­ rafi l e ri n i ) de

okud u m .

Yukarıdaki özet asıl

bu

kaynaklar­

dan çı ktı .

111


«İkdam»cı Cevdet Bey B u iki «Vanl ı Türk» ün faaliyet devirleri ni karakterize edebil mek i çin «İkdam» sahibi Ahmet Cevdet Bey ' i n , «İk­ dam»ı tesis ettiği zamana ait hatıralarından bir kaç satırı da okumalıyız: «0 zamanlar( ! ) İkdam'da Necib A sım Bey Veled Çelebi ve Emrul lah Efendi ' ler uğraştılar. Halk gay­ rete gelmiş idi. Milliyet heves i , işte o vakit uyanmakta idi . Hiç tanımadığımız kimseler, matbaaya T ürkçe kitaplar ge­ tiri p bize gösteri rlerdi . Ben de o hevesle M uhitü ' l -Ma­ arif' i , Kamus-ı Türki'yi ve sair ri saleleri basmaya başla­ dım idi . Fakat sansüre tembihat yapıl mış; Sırf Türkçe ma­ kale yazmaktan men edildi k . Daha sonraları , «Evliya Çe­ lebi Seyahatnamesi» Vezi r Hanı ' nda bi r odaya hapsedi ldi . MeşrOtiyetin i lanına kadar mahpus kaldı. Daha evvel Mu­ hitü' l-Maarif'in de yayın sahasından kaldırıldığı malum­ d ur. Karşı koyulmaz bi r milli duygu ile yayını ilerletmeye azmetmiş idi m . Fakat uğradığım darbeler, azm i me tabi­ atıyla engel oldur.»(2)

Abdülhamid Devrinin Türkçülüğe Karşı Aldığı Va­ ziyet B i r taraftan Ahmet Midhat Efendi 'nin yalı sındaki dost­ ça sohbetlerle, diğer taraftan Ahmet Cevdet Bey ' i n «İk­ dam»ında çıkan makalelerle şekil lenmeye başlayan l i san

1 893 - 1 895 seneleri (�) Ahmet Cevdet Bey'in husOsi bir mektubundan.

(1)

112


ve tarihte Türkçül ük cereyanı , derhal Abdlilhamid i daresi­ nin dikkatini çekmiş, sade Türkçe, yani Arapça ve Acem­ cesi az bir üslup ile yazılan makalelerin yayını yasak edi l­ mi ş; aynı zamanda Türk tarihinin i ncelenmesine medar ol ­ mak üzere basılmakta olan kitapların da yayını menol un­ m uştur! .. Abdülhamid devrinde, Türkçülük cereyanına karşı hükümeti n aldığı vaziyet-i Çelebi Efendi şöyle tespit ediyor: « Lisan bahisleri yasaktır» diye bir padişah emri çıktı; Türkçüler susturuldu. Ve artık MeşrGtiyete ka­ dar «Lisan bahisleri» gazetelerde görül mez oldu< 1 ) .» 1 900 senesinde basılan Necib A sım Bey'in «Türk Tari hi »de, «Evliya Çelebi Seyahatnamesi » gibi bir han odasına hap­ sedildi . ...

Abdülhamid , dış siyasetinde Müslüman alemiyle az çok bağlantı kurmaya uğraştığı gibi , iç siyasetinde her şey­ den evvel i mparatorl uğun M üslüman unsurları arasında ih­ ti laf çıkmamasına gayetle dikkat ederdi; devletinin gelece­ ğinin sağlanmasını Müslüman unsurların birl ik ve dayanış­ masıyla Halife-i Müsl i mine sadakat ve bağl ı lıklarından beklerdi; hasıl ı bi r nevi İslam birl iği siyasetini tatbike çal ı­ şırdı . Gayr-ı Müsl i m unsurlardan artık i mparatorl uk için hayır kal madığına kanaat getiren Sultan , hiç ol mazsa Müs­ l üman unsurların Milliyet davasıyla biri diğerinden ayrıl­ m amasına el inden geldiği kadar mani ol maya çal ışıyordu.

( il

Veled Çelebi Efcndi'nin

maıbO bir

risalesi.

1 13


Abdülhamid, Mill iyet fi krin i reddeden İslam ' ı n fial ife­ Sultanı olmak , bütün Müsl üman tebaasm ı , yal nız dini' bir­ l i k camiasıyla hükmü altında tutmak. kısacası maddi ve fi kri tesirler ile gerçekte devamı artık i m kan haricine çıkan Hilafet-Saltanat içti mai' şekl ini devam ettirmek emel ve hülyasında idi . Bu hülyanın gerçekte tatbi k ol unamadığı­ nın, olunamayacağının farkına varamıyordu ... Lakin o sıralarda, yalnız Padişah ve hükümet deği l , mü­ nevver geçinen Batı Türkleri nin çoğunluğu bile, M i l l iyet fi krinin siyasi deği l , lisan!, tarihi, hasılı i l mi ve nazari sa­ halarda desteklenmesi ve yayınlanmasına karşı idi: «Ti.irk­ çülükle daima uğraşır bel li başlı ki mseler ol masa gerek ki , o vakit lisan meselesi oldu mu Necib A sım ile Veled Çele­ bi ortaya atıl ırdı; yani muhterem bi r mesleğin sal i kleri di­ ye deği l , bilakis alay zemini teşkil etmek üzere «Şu mfı­ hudlar!» yerine yad ediyorlard ı . «Diinya terakkiye doğru giderken bu zaval l ı lar şu güzel im olgunlaşmış Osmanlı edebiyatı lisanını bırakacaklar da Asya çöl lerinde Özbek­ lerle bizi hemzebfın yapacaklar. .. FuzGl i 'yi , Nedi ın 'i bı rak­ tırıp Hoca Ahmet Yesevi'yi . Sofial lahyar' ı takip etti rmek i stiyorlar. . . » diye daha bi rtakım cazi bel i sözlerle gençleri bizden nefret ettirmeye kal kışıyorlardı. .. Bizim zayıf ışığı­ mızı söndürmeye kal kışıyorlardı. Hele Ebiizziya, Sultan Hamid ' i n tam can damarına dokunacak sözler bulur. Türk­ çülere hücum ederdi; hücum deği l , sövüp saydığı da old u . E n son yazdığı aleyhdar bi r makalesi nde «Bunlar şu kadar

1 ı4


mi lyon İslam camiasının birl ikte dil lerini siislediği «Llila­ hei llal lah»i kaldırıp yerine «Yoktur tapacak , Çalab'dır an­ cak» tekerlemesini koymak istiyorlar>> diye yazdı( ! ) . .. » Türkçüler aleyhine hücumda en i leri giden adam , öte­ den beri İslamcı , yal nız İslamcı deği l hatta Arapça tanınan Ebiizziya Tevfik Bey -ki Arapl ığa muhabbeten dolayı oğullarına Talha ve Velid gibi Arap ol mayan Müslümanlar arasında az duyul muş koyu Arapça adlar koymuş ve ken­ d i s i de Arap usul ünce isim alarak Ebiizziyfı künyes i n i al ­ mıştır- i d i ; Na mık Kemal ' l er devri nden arta kalan bu az is­ tidadl ı , fakat çok marifetl i gazeteci ve matbaacının Tiirk­ çiiliik aley h i ne aç l ı ğı «Ci had» MeşrGtiyet devresi nde , i le ri ­ d e göreceği miz gi bi , kendi si . oğull arı v e Süleyman N azif Bey gi bi dostları tarafından devanı etti ri l d i (2)

Muhaliflerin itirazlarına, hi.ikiimeti n engel lemeleri ne rağmen, l i sani ve tari hi Türkçülük ce reya n ın a yeniden ye­ ni kuvvet l e r gel i p i l ti hak etmekte i d i l er: E m ru l lah Efend i , A ur salı Tah i r Bey. Raif paşazade Mehmet F u ad B ey, Ne­ c i b Bey bunl ardand ır .

ı ı ı Vclc<l ('ckbi 1-Jcndi "niıı lıas ı l ı ıı:ııııış hir risfılcs i . ı :> ı Elıiizziyfi Tcl"fik H e y gay<"l iyi h i r ınallına<:ı i <l i :

lsıan­ ,(flir� Yur<lu . . ıı u . nıatlıa­

Ehiizziyii J\faılıaası .

bul "da kurulan ıııatlıaalarııı en ıniik eıııııll' l i d ı r. Bir aral ı �

asım.la bastırmak maksadıyla kendisine nıiiracaat ctıniştinı. Bu ııe\""I varakparderiıı.

ı·crilsin. kendi nıathaasında basılaınaynca�ı n ı . al>us hir çehre ile hana ı ffıı.Jc etlllİŞlİ . illi hareket i . nıesicğİllC ıakdirc ş:iyfıı ıd ı r. (A .Y.ı

ne kadar para l'cri l i rse

l'C ııczfıkclsiJ.l i ğc ) ak ı n lıir Ual'r.111 1 � bagl ı l ı ğ ı açısından

1 15


Emrullah Efendi Emrul lah Efendi , Türk l i san ve tarihi i l e hususi bir su­ rette meşgul olmayarak, umumiyetle i l i mlerle i lgilenmiş ise de, MeşrGtiyet devresinde görüleceği üzere, T ürkçü l ü­ ğe mütemayil idi.

Bursah Tahir Bey Bursal ı Tahir Bey, matbuatta tanındığı zamandan itiba­ ren , Türkl üğün mutavassıt devri teracim-i ahvaJ (biyogra­ fi) ve kitabiyatla meşgul olmuş ve İ slam medeniyetinde Türklerin hissesini ayırı p göstermeye çal ışmıştır; sonra bil­ hassa Osmanlı devrinde yetişen «Ve mesleklerinde eser yazan Türk şeyhleri , aJ imleri , edi bleri , tari hçi leri , tabible­ ri , matematikçileri ve coğrafyacılarının kısa tercüme-i hal­ leriyle eserlerine dai r yeterl i bilgileri» toplamıştır. B ursal ı Tahi r Bey, bilhassa Türklerin orta devi rde ve Osmanlı dev­ rinde «ul um ve fünfına hizmetlerini» beli rtmek suretiyle Türkleri n , İslam medeniyetinde mühi m bi r ami l oldukları hakikatini i l mi belge ve del il lerle ortaya koyup i snat ede­ rek, İslamiyet'ten sonra Türkl üğün kültürel tarihine ve sırf medeniyet bakış açısından da Türkleri n mazilerini severek , mazil eriyle iftihar edebi l melerine pek büyük hizmet ifha etmiştir. B ursalı Tahir Bey de Necib A s ı m Bey gibi asker, hem asker oğlu askerdir: B üyük babası A bdülmecid devri aske­ ri erkanından Asakir-i Hassa Livası Üsküdarl Seyyid Meh­ met Tahi r Paşa'dır; babası da evvelden askerliğe girmi ş, daha sonra sıhhi durumunun bozulması yüzünden babası1 16


nın mesleğinden ayrılarak geçi mini temin yol undaki mesa­ isinden tasarruf edebildiği zamanları , tarih , teraci m-i ah­ val , şiir ve tasavvufla uğraşmaya hasretmi şse de 1 877 Rus muharebesi kopunca ecdad kanı kaynamı ş, evi nde oturup kalamamış, vatan müdafaasına koşmuş ve (Plevne) de şe­ hit düşmüştür.

Tahir Bey, 1 86 1 'de Bursa' da doğdu. Yani Necib A sım Bey' le yaşıttır. B ursa Askeri İdadisi i le Harbiye Mektebi n­ de tahsilini tamamlayarak, 1 883 ' de piyade mülazımı old u . Tahir Bey'in askerliği d e Necib A sım Bey ' in ki gibi böl ii k v e taburlardan ziyade askeri mekteplerde mual lim li kle geçmişti r. Daha İdadiye ve Harbiye mekteplerinde iken, ahlakının güzell iği ve çal ışkanlığı ile temayüz eden ve res­ mi derslerden başka zamanının ali mlerinden, bi l hassa mu­ tasavvıflarından istifade eyleyen Tahir Bey ' in mual li m l i k­ le Makedonya askeri mektepleri ni dolaştığı zaman , baba­ sı ndan gelen ve gayr-ı resmi mual l i mlerinden kazandığı ta­ ri h ve tercüme-i hal merakı , gittikçe artarak, onu mütema­ diyen bu vadide i nceleme ve araştırmalara sevkediyordu. A bdül mecid hükümeti nin i ç idaresi bozulduğu nisbette, bilhassa Rumeli orduları subayları arasında yayılmış olan «Genç Osmanlılık» siyasi' hareketine, Tahi r Bey de deri n bir samimiyet ile ilk dahil olanlardandır; lakin ruhen ve idealist, fikren hakikatçi olduğundan MeşrGtiyeti n i lanın­ dan sonra, amell siyaset sahasında katiyyen muvaffak ola­ mamıştır: Selanik «İttihad ve Terakki» gizli cemiyeti nin 1 numarasına sahip bul unan bu çok namuslu subay, birinci Osmanl ı Mecli s-i Mebusanına Bursa'dan mebus seçil mi ş 1 17


ise de, eski öğrenci veya arkadaşları n ı n fazla oportünist ameli siyasetleriyle uyuşamadığı için bir daha mebus çı ka­ rıl madığı gibi Çengel köy 'ündeki mütevazi evinde adeta unutul muş ve terkedH mişti . Z1val l ı Tahir Bey !A mell siya­ sette dahi , ameli i ncelemelerdeki doğruluk usul ünün, i l mi dürüstl ük ve samimiyeti n tatbi k ol unmasın ı ister ve bekler­ di ! .. Siyasette başarısızlığa uğrayan bu büyük kalpl i adanı ilim sahasında.bil hassa tlirkiyat vadisinde , söz konumuz olan devri n en i l mi eserleri ni vücuda getiren bir teraci m-i ahvalci ve kitabiyatçıdır 0 ) . Necib A sım ile Veled Çelebi , «İ kdam» da Tür k lisaniyat ve Türk tari hine dair makaleler yazmakta iken , Tahi r Hcy 'dc hacmcn kiiçiik, fakat Tür k­ çülük cereyanı açısından son derece mühim olan i l k eseri ­ ni , «Tiirklerin Ulfım ve FiinOna Hizmetleri» i.invan l ı ri­ sfılesini «İ kdam» kül l iyfıtı arasında ncşrcttirdi ( 1 896) . Ay­ nı eser, Meşrutiyetin ilanı ndan sonra «Türk Derneği» neş­ riyatını n 2'nci sayısı olarak, ikinci defa 1 9 1 1 de basıldı ve yayı nlandı (2) _ Müel l ifin birinci baskısına Manastır'da yaz­ dığı önsöz, o zaman okuyanlar i.izerinde çok deri n bir tesir

ı ı ı «Tahi r Bı.f i n lcrdiıııc-i lı:ll n: k i lfıhiyata a i t cscrkri riyıiı.i lıir açı k l ı k n·

ke­

sinlikte Tiirklcrirı yalnıL harpte k ı l ııır;liı değ i l . i rfan salı:hıııda kiikııık. pnıa ,.c i ıı h i k ­

IL' de pek çok ı·ıılışlı kl:ırı ııı aı·ıp gii.>lrnııckıcılir.» -S ( A kçııraoğlıı Yıısıı l ) . «( Jsııı:ııı­ Jı l\'lli clli neri» - »Türk Yurdu-.. Cilt: V l l l S:ır) :ı: 27�6-27.1 8. ıcı B u r s a m c h u s ı ı B u rs al ı l\klııııL'l T:ilıir. - »Tliıl kriıı l IJfıııı , . c hiıılıııa 1 l i ı.­ mctll·ri )> - �)Tiirk Dcrrn:ği)) ya ) ınlnrıııdan . say ı : 2 . - İ kind ha� k ı . hasan \'l� yayan: «Ti irk Dcrıı��İ» - l slaıı hul N,·cııı-i l s l i k h:il Maılıaası 1:"127 ı = 1 'J 1 1 )

118


yapmıştı ; Tahi r Bey önsözünde diyordu ki «Aciz maksa­ dım, geniş bi r Türk tari hi yazmak değil ,belki bu kavi mden yeti şip ulum ve fünun şubelerinde kıymetli eserler bırakan ulum ve maarif erbabının fıhrist kıl ıkl ı , fakat geniş s u rette tarihi durumlarını yazarak, Türkleri yalnız akıncı so­ yundan kaba bir kahraman zanneden bir alay kin sa­ hibinin manasız fikirlerini reddetmek ve çüriitmektir ki asrı mızdaki Avrupa'nın Doğu dil leriyle uğraşan al i ml e­ rinin Türk edebiyat ve ali mleri hakkındaki i nceleme ve bu­ luşları da iddiamızı bir bakıma doğrulamaktadır... İslam medeniyeti ve maarifine hizmet eden ve yayılmasmı sağlayan faziletli kişilerin yansmm değilse de üçte bi­ rinin mutlaka Tiirk oldukları, soy ve kökleriyle sabit­ tir.» Şimdi pek duyul muş bilgi lerden sayılan bu görüş, o zamanlar için yeni bi r ufuk açar mahiyette idi. Bursal ı Ta­ hir Bey'in «Türk Yurdu»nda kısa bir tercüme-i hal ini ya­ zan Köprül üzade Mehmet Fuad Bey, «Türkleri n U l um ve Fünuna Hizmetleri» ri salesi nden bahsederken «Arapça veya Acemce yazdıkları için o zamana kadar Arap veya Acem zannol unan islam büyükleri nin , mesela Farabi ' ler, İbni Sina'ların , Şevket Buhari ' lerin Türk olduklarını gös­ termekle, Tahi r Bey Türk mil letinin kabil iyet ve zekasına medeni hizmetlerin en kati deli lleri bul muş ol uyordu( I ).» diyor.

( I ) M .F.

( Köprillüzadc Mehmet Fuad), «Bursalı

Cilı: iV, Sayfa 768.

Tiihir

Bey» - »Tilrk Yurdu»,

1 19


Tahir Bey, yanılmıyorsam, on yedi basılı eser bırakmış­ tır. Bazıları küçük risalelerden ibaret olan bu eserlerin hep­ si k ıymetlidir; zira özel i nceleme ve araştırma mahsul üdür. B u eserlerden Türkçülük cereyanına tesi ri iti bariyle en kıymetl isi , yukarıda bahsettiğimiz «Türklerin Ulum ve Fü­ nfina Hizmetleri» adlı risatedir; yazarına çok zaman ve mesai sarfını icabettirmiş olmak ve umumi bir surette il­ min geli şmesine hizmet etmek ve faydal ı ol mak yönüyle Tahir Bey ' in en mühim eseri ise «Osmanlı M üell ifleri» Unvanlı üç ciltlik büyük kitabıdı r.< l ) B ursal ı Tahir B ey Kaymakam rütbesi nde iken tekhaüd ol muş ve 1 929 senesinde B ursa'da vefat etmiştir<2> . Mer­ humun Meşrfitiyetten sonra, Türkçülük sahasındaki faal i­ yetinden ileride bahsol unacaktır.

Raif Fuad Bey Bu devi rde Türkçülük hareketi ne dahil olanlardan biri­ si de Raifpaşazade Mehmet Fuad Bey'dir. Abdül meci d ' i n vezirleri nden , bi r çok nezaretlerde dürüst hi zmeti yle tanın­ mış Köse Raif Paşa'nın oğl u olan Fuad Bey, 1 872 senesin-

<1> Bursalı Mehmet Tahir, «Osmanlı MUellifleriP Cilt:I ve i l -Tabii: Maiirif-i UmOnıiye Nez.'ireti. - İ stanbul , Matbaa-i Amire, 1 333 ( 1 9 1 6) Cilı: I l l - Türkiye Cumhuriyeti Maarif Vekaleti neşriyatından , ADed: 63 - l s­ tanbul, Maıbaa-i Amire, 1 343 ( 1 926) (�) Bursalı Tahir Bey'in hayli mufassal bir lercüme-i halini, öğrencisi \'C dostla­ rından Muallim Vahyi Bey yazıp yayınlamıştır. Dini ve ahlaki gayelerle bir üstada karşı çok hUm1eıkarane yazılan bu eserden kıymetli bilgiler alınabilir. Muallim Vah­ yi , «Bursalı Tahir Bey» - İ stanbul , Matbaa-i Orhaniye, 1 335 ( 1 9 1 8)

1 20


de İstanbul 'da doğmuş ve Galatasaray S ultanisi ' nde dör­ düncü sınıfa kadar devam ettikten sonra geri kalan bütün tahsi l çağını A l manya' da geçi rmi şti . Al manya' dan ( l 893)de, Prusya ordusunun Topçu Mülazimi rütbesini ha­ iz olarak İstanbul 'a döndü; ve yüzbaşıl ıkla Osmanlı ordu­ suna girdi. Kendisinin dediği gibi « Baba yurdundan bu sü­ rekl i ayrılı k, ana dilini ona biraz unutturmuş , fakat Osman­ lı dilinden başka koca bi r Türkl üğün mevcut olduğunu da öğrenmiş idi .» - Vakıa daha on beş yaşında, Berl i n 'de or­ ta mektep öğrencisi iken , bir kitapçının camekanında gö­ rüp aldığı «Yambery»nin Çağatay Türkçesinden toplanmış şiir ve nesi r parçalarının havi kitabı , Fuad Bey ' e mektepte bellediği Türkistan , Buhara, Semerkand gi bi coğrafi kel i­ meleri n mana ve ruhunu anlatı r; oralarda yaşayan Türkle­ rin l isanını , yaşama tarzını siyasi vaziyetlerini öğrenir. Os­ manlı Türk paşasının oğl u , ecdaddan gelen savaşçı bi r duy­ gu i le oraların bir Rus hükmü altında bul unmasına kızar; ve mil letdaşlarını kurtarmak emel i , genç Fuad Bey ' i n ruhun­ da yüksek heyecanlar uyandırır. B una hususi olarak yazdı­ ğı bi r mektupta diyor ki «Şu vak'a, beni askerl iğe kaptıran kararın mühi m bir saiki oldu .» Raif Paşazade İstanbu l ' a dönünce derhal , el ine milli edebiyat olarak Namık Kemal ' leri , A bdülhak Hamid' leri sundular. Edebiyatın ruhunu Alman edebiyatından alan ve Türk fı lolojisiyle biraz uğraşmış olan genç subay, Osman­ lıların bu son klasik edebiyatında aradığını bulamad ı . Dö­ n üşünden bir sene sonra, l 894'te, o zamanlar Harbiye 1 21


Mektebi Fransızca muallimliğini yapan Neci b A sım'la. l 895 'de Veled Çelebi ile tanıştı . Yine o sıralarda babasının nazırı bulunduğu Rusüınat Dai resinin Evrak Katemi Mü­ dürü Mehmet Emin Bey'le, -Mi l li şai ri miz Emin Bey ' le­ görüştü . Emin Bey ' le münasebeti hakkında, Fuad Bey di­ yor ki : «Görüşür görüşmez, gayedeki bi rl i k dolayısıyla, birbi rimize hemen ısınıvermiştik. İlk Türkçe şiirleri ni o zaman dinlemiş ve sevmi ştim ; ve çok hayırlı bir çığır aç­ makta olduğunu, kendisinin i l k «Türk Şai ri» sayılacağını söyleyip müjdelemişti m .0 )» Rfüf Fuad Bey, Almanca, Fransızca, İ ngil izce lisanları­ pek iyi bi ldiği , bu lisanlar vasıtasıyla Türkiyat dai r bir hayli eserleri gözden geçirip incelediği halde Meşrutiyet devrine kadar hiçbi r eser yayı nlamanııştır; arkadaşlarıyla fikir al ışverişi yaparak , bi lgi lerini ifadeye, fi kir ve görüş­ lerini telkine çalışıyordu. O zamanlardan i ti baren, Fuad Bey ' i n esaslı fiki rlerinden birisi , Türk d i l i n i n i mkan dai re­ si nde ecnebi kelimelerden , ıstılah ve tabirlerden kurtarıl­ masıdır; Türkçe köklerden bir çok kel i meler, ı stılahlar do­ ğurtmak kabi l olduğuna Fuad Bey ' in kesin kanaatı vardır; bu suretle doğan yeni Türkçe keli melerle, yahut aslen mevcut ol up da sonradan unutulan Türkçe keli melerin ha­ tııfanıp kullanılmasıyla, Türk di l i , daha doğrusu Türk dili­ nin Batı lehçesi , ecnebi kelimelerden temizlenmiş olabi lir. nı

c ı ı Rfür Fuad lley'in bana yazdığı hususi bir mektuptan.

1 22


Garb Türkçesi maksada kifayet etmezse, başka Türk leh­ çelerinin yardımına müracaat ol unur. Sonraları hayli tartış­ maları celb eden bu esaslı fikri , yani Türkçede «Tasfiyeci­ lik» i , Raif Fuad Bey'dir ki en açık bir şekilde ortaya at­ rıO > .

Fuad Bey'in Türkçülük sahasındaki faal rol ü Meşruti ­ yetten iti baren başlar.

Necib Bey Türkçülük idealine şiddetle bağl ı l ığı bilhassa d i l bi l i m üzerine çok çal ışmış olduğunu dostlarından işittiği m Ne­ cib Bey'in İstanbul'dan uzakta mütevazı bi r şekilde geçir­ diği hayat, faal iyet ve mesai si hakkında sari h ve geniş bi l­ gi almama mani oldu. Kendisi nden terci.ime-i hal i ni ve eserlerini i stemişti m; mi.ifrit tevazuu bu ricamın yerine ge­ ti ri lmesi ne de müsaade etmedi ... Neci b Bey ' i n tercüme-i hal ine ve hizmetlerine dair vesi kaların ve bil gi lerin yayın­ l anmasını veya bize gönderilmesini dostlarından rica ede­ riz.

Yunan Harbi: Şiir ve Edebiyatta Türkçülük Sekseni nci ve doksanıncı yıllarda Türkçül ükleriyle tanı­ nan zatlardan yukarıda bahsetti kleri mizin hemen hepsi , ta­ rihi, lisanı hasılı ilmi sahada çal ı şanlard ı . Bunlardan başka

oı Fuad Bey, kendisini ıruııdırn tanıyalı Türkçe'nin Lalin harfleriyle yazılmasına kaıiyeılc taraftardır.

1 23


Türkçülüğü şi ir ve edebiyat sahasına sarahat ve katiyetle sokan iki mühim sima da o tari hlerde seçil meye başlar. Bunlardan birisi Nasir Ahmet Hikmet Bey, diğeri şai r Mehmet Emin Bcy 'dir B u iki sanatkar, üstadca kul lan­ dıkları temiz Türkçenin kudretin i , i l k defa Yunan Harbi sı­ ralarında gösterdi ler. .

Milli şairi mizin:

«Ben bir Türküm, dinim cinsim uludur!» diye başlayan şah eseri , Türkleri n Yunan askerleri ni sün­ güleri ucuna takıp Dömeke sııtlarından aşağıya yuvarladık­ ları esnada, bir zafer borusu güzell iği ve neşesiyle bütün Türk dünyasında çınladı. Ahmet Hikmet Bey, Müsl üman Türkün Tanrısına öz diliyle ilk hitabı olan «Yakarış»ını bu zaferden iki üç sene sonra göklere doğru yükseltti . Her iki l i san sanatkarının dili , Raif Fuad Bey ' i n nazariyesine uy­ gundur. Arapça, Acemce kel imeleri imkan derecesi nde az kullanıyorlar; terkipleri büsbütün atmışlardır; Mehmet Emin Bey, ş i i rlerinde A rap ve A cemin vezirlerini hiç kul­

lanmadı: Manzum eserlerinin isti nasız hepsi , parmak hesa­ bıyladır; yani Necib A sım'ın, Veled Çelebi ' ni n hal k şi i rle­ rinde bularak «Mi l ll Aruz» adıyla nazariyatını tespit ettik­ leri takti ' l i parmak hesabıyladır.

Müftüoğlu Ahmet Hikmet Bey Ahmet H i kmet Bey 1 870'te, İstanbul ' da doğdu, ecdadı şiir ve tasavvufla meşgul olmuş ulema sınıfındandır. Bü­ yük babası Hafız Abdülhalim Efendi Yunan ihti lal i esna­ sında M ora Müftüsü idi . İ htilalci lere ka rş ı Mora'da üs,

1 24


manlı hakimiyeti ni muhafaza için Müsl ümanları silahlan­ dırarak , bilfi i l müdafaa tertibatı almıştı . İhtilalcileri n eli ne esir düştüğü zaman petrol le yakı lıp öldürüldü . Abdülhal im Efendi 'nin oğlu ve Hi kmet Bey ' i n babası Yahya Sezai Efendi Hamdullah Subhi Bey ' i n büyük babası Sami Paşa i l e birl i kte Mora'dan istanbul 'a hicret etti ler. H i kmet Bey, Yunanlılar tarafından şehid edilen büyük babası M üftü Ab­ dülhali m Efendi 'ye nisbetle «Müftüoğl u» Unvanını kulla­ nırd ı . Müftüoğul ları ai lesiyle Sami Paşa ai les i amca çocuk­ larıdır. Ahmet Hi kmet Bey, il k tahsilini Dökmeciler' de mahal­ le mektebinde, sonra A ksaray 'da Mahmudiye Rüştiye­ si ' nde daha sonra Soğukçeşme Askeri Rüştiyesi ' nde aldı . Galatasaray Lisesi 'nde tamamladı . Daha mektepte i ken , o zamanın çoğu i stidatl ı gençleri gibi edebiyata hevesliydi ; l iseyi biti rmeden edebi bir eseri , basılmaya layık görül­ müştü . Mektepten çıktı ktan sonra hariciye memuru oldu ve Fransızcadan ufak birkaç eser tercüme etti . Sonra şeh­ benderl i kle (konsolosl ukla) dolaşmaya başladı . Kendisi­ nin dediğine göre , 1 895 senesi Kafkasya'da Poti şehrinde şehbender vekaletiyle bul unduğu sıralardadır ki «Edebiya­ tımızın mil li bir gayesi bulunmasını n elzem olduğuna ka­ naat getirmiştir.» Hariciyenin harici memurl uklarından kurtulup nezarette yerleşince, çok sevdiği l isan ve edebi­ yat sahasında daha ciddi çal ışmaya i mkan buldu . Bir taraf­ tan Galatasaray Lisesi ' nde, Türkçe ve edebiyat mual l i ml i ­ ğ i ediyor, di ğer taraftan İstanbul ' un edebi mecmualarına 1 25


küçük hi kayeler yazıp veriyordu. O zamanlar «Servet-i FünOn» da neşrettiği hikayeler tarz ve üsl up itibarıyla Ser­ vet-i Fünun edebiyatındanmış gi bi görünür. Fakat Ahmet Hikmet Bey Kafkasya'da hasıl etti ği kanaata sadık kalmış­ tır: Serveti Fünun edebiyatçıları arasında, m i l li gayesiyle kendini çabuk fark ettird i . Ve bu gayeye doğru yürürken, Osmanlı üslubunu değiştirdi , yabancı kel i meleri attı , Türk­ l üğün en eski tari hleri ne daldı . Meşrutiyetin sonrası nda, Ahmet Hi kmet Bey ' i yeni bir Türkçü, edebi Türkçül ükte şair Emi n Bey gibi Türkçü bulduk.

Milli Şair Emin Bey Mehmet Emin Bey, edebi Türkçülüğün şüphe yok ki en bariz simasıdır. Ekserisinin Osmanlı sosyal hayatının yük­ sek veya orta denilen sınıflarından çıkmış olduğunu gör­ dük. Mehmet Emin Bey ' i n i l k hususiyeti , tam hal k içinden yetişmiş ol masıdır. Ve bu hususiyet Emi n Bey ' i n düşünce ve yazma tarzlarına çok müessir ol muştur; kendisi de fi kir ve üsl Opça demokratl ığını , her şeyden evvel , i çtimai men­ şeine atf eder. Baba ecdadı Terkos köy lerinden Zekeriya köy l üdür; babası bi r bal ıkçı kayığı reisi olan Sal ih Rei s'dir. Anası i se, Edirne ci varından İstanbul 'a gelmiş köylü bir aile kızı olan Emine Hanım'dır. Şair, Beşi ktaş 'ta, babasının mütevazı evinde, 1 869 senesi Mayısında dünyaya geldi . Emi n Bey, yedi-sekiz yaşında «Saray Mektebi» deni l en Sıbyan mektebine devama başlamıştı . Üç yıl sonra Beşik1 26


taş Askeriye Rüştiyes i ' ne girdi. Onu tamamlayınca Mülki­ ye İdadisi 'ne yazıldı . 1 8 yaşlarında İdadiden tasdikname alarak çıktı; ve Babıal i Sedaret Dairesi Evrak Odasına, ma­ aşsız katip tayin olundu. İki yıl sonra Hukuk Mektebine yazıldı; lakin bi raz sonra tahsi l i n i tamamlamak için A me­ rika'ya gitmek ümidine kapıldı ve İ ngilizceye çalışmak maksadıyla Hukuk Mektebi ni terk etti . A meri ka'ya seya­ hati ni sağlayacak olan A meri kal ı Madam (Mot) bu sıralar­ da öl müş olduğundan , Emi n Bey A merika'ya gidemedi ve Hukuk Mektebine de dönmedi . Hasılı Emi n Bey, 2 1 yaşla­ rında ( 1 89 1 ) mekteplerle münasebetin i kesmiştir. Milli şairi miz, mekteplere pek az borçlu olduğunu söy­ ler: Vakıa İptidaiye ve Rüştiyede okuyup yazmak öğren­ m i şti r, fakat Mül kiye İdadisinde, kitabet hocal ığını eden muharri r ve şai r Lastik Said Bey, Emi n Bey ' i n hatırında kaldığına göre, milli şairi mizin ruhunda edebiyat zevki uyandırmaya muvaffak olamamıştır< 1 ). Bu mektepte coğ­ rafya dersini Müverri h (Tari hçi ) Abdurrahman Şeref Efen­ di gi bi maruf bir zat okutuyordu; Emin Bey bu hocasının da ancak bi r kaç hikayesini hatırlıyor, milli, vatani hissini uyandı ran veya takviye eden tesi rleri ni hatırlamıyor! ..

Mamafih L'ıstik Said Bey, ş u meşhur rubfüııin yazarıdır: «Arabca isteyen lJrba'na gitsin Acemce isteyen i rana gitsin Frengiler Frengistana gitsin Ki biz Tilrkilz, bize Tilrki gerektir»

O>

1 27


Emi n Bey'in dediğine göre, ümmi (okuma yazma bil­ meyen) babasının kitap okutup dinlemek merakıdır ki ken­ di sinde şi i r ve edebiyat zevki ni uyandırmıştır: Sal i h Reis , uzun kış gecelerinde «Kerem ile Asl ı » , « A şık Gari b» , «Battal Gazi» gibi hal k roman ve destanlarını hatta Ke­ mal 'in « Evrak-ı Perişan» ı gibi edebiyat kitapları n ı , okur yazar oğluna okutup dinlerdi . Sal i h Rei s ' i n hal k edebiya­ tından duyduğu derin zevk, oğl u Mehmet Emi n ' e böyle, babasının, yani halkın duyacağı , zevk alacağı , faydalanaca­ ğı tarzda bir milli edebiyat vücuda geti rmek lüzumunu il­ ham etmiştir. Emi n Bey, kendisi için ilk önce Kemal ' i okudu; Ke­ mal ' i n basılmış, basılmamı ş bütün eserlerin i gözden geçir­ di . Zaten Kemal , lisanının aristokrat ol masına rağmen fi kri , hayal i , ruhu itibariyle demokrattır; Kemal ' i n hamasi şiirleri . vatani roman , tiyatro ve hikayeleri i le h ikayeden pek de farklı olmayan tarihi parçaları halkın ruh ve hissini , Battal Gazi hikayesi gibi heyecana getirebi l i r. Kemal Tiirkçü deği ldir, fakat Osmanlı şairleri nin zannımca en halkçısıdır. Bu ci hetle Salih Rei s ' i n «Evrak-ı Perişan» dan zevk al masını , Emin Bey' i n ilk önce Kemal 'e merak sar­ masını tabii görmeliyiz. Emin Bey, hukuka devam ederken , yalnız Münif Pa­ şa' nın edebiyat, hi kmet-i hukuk ve vahdet-i hukuk dersle­ ri nin kendisini celbetti ğini söylüyor; lakin bu derslerden de aldığı tesirleri sarih surette hatırlamıyor. 1 28


Şu kadar ki daha Hukuk Mektebinde iken yazı p tab ' ve neşrettirdiği i l k eseri nin ahlak ve hukuk felsefesi ile alaka­ dar olduğunu biliyoruz: 1 890'da, Ebüzziya Matbaasında basılmış olan bu eser, milll şairi mizin bu i l k eseri , «Fazi ­ let ve Asalet» Unvanl ı , iki, üç formal ık mensur, ufak bir ri­ saleci kti r O ) . Bu risaleyi yazdığı zaman , Emi n Bey Babıali kati plerin­ den idi . Risalesini dairesinin en büyük şefi olan Sadrazam Cevad Paşa'ya bittabi takdim etmişti . Risale, Sadrazamın hoşuna gitmiş ve Emin Bey 'i Rüsumat Emini Hasan Feh­ mi Paşa'ya tavsiye eylemi şti r. Hasan Fehmi Paşa Sadraza­ mının tavsiye etti ği Mehmet Emin Bey ' i 700 kuruş maaş­ la Rüsumat Tahrirat Kalemi Müsevvidliğine tayin etti ; ve bir müddet sonra, takriben 1 893 tari hleri nde, Rusômat Evrak Müdürlüğüne tayin eyled i . Şair Emin Bey ' i n şöhreti , işte b u RusGmat Evrak M üdürl üğü esnasındadır ki Türk alemi ne ve Avrupa'ya yayıldı . Emin Bey Evrak Müdürü iken , yukarıda kendisi nden bahsettiğimiz Şeyh Ccmaleddin Afgani, İstanbul ' a gel ­ mişti . Sultan Abdülhamid ona Nişantaşı taraflarında bi r

c ı ı Bu eserin hiçbir nüshası şairin elinde kalmamış. İstanbul kitapçılarında ara­ yıp bulamadım. Umumi kütüphanelerimizde ise. zaten yenice eserler nadir bulunur. Yirmi . otuz yıl evvel okuduğumu hatırlıyorum; lisanı daha tasfiye görmemişti gibi geliyor. Esere o zamanın maruf şair ve edibleri bir hayli takrizcr yazmışlar. Şair Eıııi ıı Bey . in bugüııkii edebi hiiviyetiııi izahta o kadar mllhim olmamakla beraber, bu eserin külliphancmizde bulunmasını istiyoruz. (A .Y.)

1 29


konak verd i . Çok seyahatlerle yorulmuş olan Şeyh Efendi de o konakta yerleşip kaldı; ve artı k öl ünceye kadar bi r ta­ rafa gitmed i . Şöhreti Doğuyu ve Batıyı tutan Şeyh Cemaleddi n ' i n zi­ yaretine İstanbul 'un ali mleri , münevverleri koşmuşlard ı . Her cuma ve pazar Şeyh 'in ziyaret kabul ettiği günlerdi . Rusumat Evrak Müdürü Mehmet Emi n Bey, Şeyh'in en devaml ı ziyaretçilerinden idi . Uyuklayan İslam alemini uyandırıp harekete geti rmek, İ slam kavi mlere milll şuur vererek hayat haklarını anlatmak gayesiyle senelerdenberi Doğu ve Batıda dolaşan bu yeni lik ve inkılab taraftarı Şeyh Sultan Abdlil hamid' i n şüphe ve korkusunu, şai r Mehmet Emin'in i lgi ve saygısını celbetmişti . Padişahın casusları , Şeyh 'in konağına giri p çıkanları gözetlemeye başladı ktan sonra bi le şair, Şeyh'in vefatına kadar ziyaretine devam et­ ti . Mehmet Emi n Bey, Cemaleddin Afgani 'yi kendisine hakiki üstad ve mürşid tanır ve fi kirleri nin kısmen ondan mül hem olduğunu dai ma söyler: «Beni o yoğurmuştur. Eğer ruhların ebediyet ve öl mezli ği varsa deri m ki o, etle­ rini kemiklerini Maçka mezarlığının topraklarına bırakmış ise, ruhunu da bana yadigar etmiştir. Cemaledd i n ' i n ben de yaşıyor. . » .

Emi n Bey ' i n bu sözlerinden fi ki rce Cemaleddi n ' e çok borçl u olduğunu çıkarıyorum . Milli şairin cür' et ve hare­ ket iti bariyle Afganl ı üstadını ruhuna ne derece varis oldu­ ğunu tayin, iki nci bir meseledir... 1 30


Emin Bey'in rivayeti ne göre, Şeyh Cematedd i n , mecli­ sine devam eden kimselere, hep azi m , güvenmeyi arttır­ mayı, sebat, fedakarl ık, ölümden korkmamak gibi ruhi ve ahlaki esasları tel ki n etmek i sterd i ; sonra İ slam kavi mleri ­ n i n düşkünlükleri ni gösteri r ve onları yarı ayrı kavi mler hali nde kaldırmak, yükseltmek, bugünkü esi r hal leri nden kurtarı p hürriyet, medeniyet ve hakimiyete alıştırmak la­ zım olduğunu beliğ ve müessir bi r lisanla anlatırd ı . B izi m milll şai rimiz de , Şeyh' i n umumi sözlerin i , bil hassa T ürk mi lletine tatbik ederek, Türk mil leti nin fakr u zaruretini , i htiyaçlarını, ezcümle l i san ve ede?iyat i htiyacı nı , hürriyet­ sizliğini medeniyetçe geride kalmış olduğunu düşünür ve üstadın ı n tavsiyesi vechi le bunların gideri lmesi içi n , azim , sebat ve fedakarlıkla çal ışmayı kurard ı . Emin Bey mürşidinin bi rçok sözleri ni ezberden bi l i r ve onları adeta Hadis-i Şerifmiş gibi destur mahiyeti nde te­ lakki eder. Mürşidin hikmetlerinden birisi şudur:

«Sizde ne zaman kendilerini sevmeyen ve kendi şa­ hıslarmm olmayan insanlar yetişirse o zaman kara gü­ nünüz ak olacak, düştüğünüz yerden kalkacaksmız! .>> .

Mehmet Emin Bey, Şeyh Cemateddi n Afgani ' n in mec­ l i sleri ne devam ederkendir ki Türkçe ş i i rleri yazmaya baş­ ladı. Yunan Harbi 'nin arifesi idi . Ortal ı kta harbin yaklaştı­ ğını hissetti ren milll heyecan duyul uyordu. Türkçe şiirler­ den birinin «Kur 'an-ı Keri m»in doğrudan doğruya Cem­ haleddin 'den mülhem olduğunu, bizzat Emi n Bey söy l ü1 31


yor: Şeyh' in Hindi stan 'da yayınlanan «Makalfü-ı Cemal i­ yesi» Emi n Bey'e İslamı, ulemanın ve fukehanın tefsiri n­ den biraz başka türl ü anlamaya yol açmıştır. Türk şai rine göre Kur'an , bi r anadır; İslam ise , faki rleri , zayıfları , ök­ süzleri , deri n bir şefkatle düşünen , «yürekleri iyilikle bes­ leyen» ve «düşünen , «yürekleri iyi likle besleyen» ve «dü­ şün, sonra i nan !» diyen .hayır, merhamet ve akıl dinidir. l 897'ye doğru yazdığı «Kur'an-ı Kerim» manzumesi ne, Emi n Bey şimdi daha geniş bir mana vermek i stiyor; bu şi iriyle yenilik dini esasını koyduğuna inanır. Yine o sıralarda yazılmış «Cenge Giderken» ş i i ri n i , Emin Bey üstadı Cemaleddin'e okuduğu zaman , Şeyh mü­ ridini: «İşte asıl sizin edebiyatınız budur!» diye çok al kış­ ladı; bu yolda yazmaya teşvik etti ve «Ben bunun bi r de ihti lal ruhunu verecek eşini görmek i steri m .» diye de şa­ irinin ideal ufkunu bi raz daha genişletmek i stedi .

Mehmet Emin Bey'in en mühim eseri olan «Tiirkçe Şiirler» 1 899 da yayınlandı( I ) . Bu şiir mecmuasının ilk parçası olan «Biz Nasıl Şiir İsteriz?» adl ı manzume altında şöyle bir not var: «Manzumeleri m , Yunan Muharebesi es­ nasında başlamıştır.» Lakin bu not haki katı tamamen ifade etmiyor: Manzumelerin bazıları , mesela «Kur-an-ı Kerim» ve «Ah Anal ık» Yunan Muharebesinden evvel söylenmi ş hatta basılmıştı . Sansür şartlarından dolayı şair, kitabına böyle bir kayıt i lavesine l üzum görmüştür.

c ı ı «Türkçe Şiirler», l stanbul'ua, «Maıbaa-i EbUzziyfi»ua 1 3 1 6 ( 1 899) senesin­ de, çok gUzel.slislü ve resimli olarak basılmıştır.

1 32


Türkçülük cereyanının edebiyat kısmında, hatta umuml­ yetle Türkçülük fikriyatında büyük bir mevkii olan «Türk­ çe Şiirler» , 63 sayfalık küçük bi r kitaptır. Bu kitap M ehmet Emi n Bey 'in yalnız 9 küçük manzumesini ihtiva eder; ki­ tabın başka sayfaları ressam Zonaro (Zonaro)nun Yunan Harbi ' ne ait resimleriyle ve Recfüzade Ekrem , A bdülhak Hamid, Ş . Sami , Doktor Rıza Tevfi k ve Fazl ı Necib Bey'lerin bu manzumeleri hakkında Mehmet Emi n Bey 'e yazdıkları mektuplarıyla dolmuştur. B u zatları n hepsi Emin Bey'in yeni açtığı çığırı beğeniyorlar ve genç şairi teşvik ve takdir ediyorlar; lakin aralarında yeni mesleği en ziyade kuvvet ve katiyetle alkışlayan Ş . Sami Bey' le Dok­ tor Rıza Tevfi k Bey'dir.Beş, altı yıl sonra H liseyin Cahid Bey' in «Çocuk Bahçesi ' nde» çıkan alaycı bi r makalesi nde «Bu mesleğin sağdıcı» dediği Rıza Tevfi k B ey ' i n mektubu, hakikaten bu yeni çığırın beyannemasi gibi bir şeydir. O zamanlar pek Türkçü olan Doktor, «Çocuk Bahçesi ' nde» uzun uzun makaleleriyle ve karşısına çıkan Ömer Naci merhumun itirazlarına cevaplarıyla Emi n Bey mesleği nin üşenmez ve yorul maz bir propagandacısı ol muştur. Dok­ tor'un «Türkçe Şiirler» de ve «Çocuk Bahçesi ' nde» yayın­ lanan makaleleri genel olarak, bu yeni edebi mesleğin ade­ ta «Manifest»ini teşki l eder. i şte şu dokuz manzumeden mürekkep küçük şi ir mec­ muasıyla Osmanlı Türklerinin edebiyatında yeni bir çığu açı l mış ve edebiyat sahasında Türkçülüğün beli rl i bi r mes­ lek hali ne geçmiş olduğunu görüyoruz.

1 33


«Türkçe Şiirler>> , yayınının müteaki b, gittikçe artan bir gürültü kopardı: O zamanlar Osmanlı edebiyatının sultan­ ları sayılan Abdülhak Hamid, Recaizade, Tevfik Fikret gi­ bi şai r ve edibler, Türkçe şiirleri beğenm i ş görün mekle beraber, methiyelerine bazı i htirazi kayıtlar i lave etmeyi unutmuyorlar ve kendileri yazılarında asla bu yeni mesle­ ğe yaklaşmak meyli göstermiyorlard ı ; ikinci , üçüncü dere­ cede gelen Osmanlı nazım ve muharrirleri ise açıktan açı­ ğa menfi bir vaziyet almış ulunuyorlardı . Lakin Batının Osmanlı ve Türk edebiyatını inceleyen ve bu edebiyatla uğraşan al imleri , Emin Bey mesleğin i kayıtsız ve şartsız beğendiler ve övdüler. Osmanlı Devleti nin dışında yaşa­ yan Türklerle, Osmanlılar arası nda en Avrupai kafa taşıyan kimseler de, bu hususta Avrupa m üsteşri klerin i n fi kri ne tamamen katılıyorlardı. «Türkçe Şiirler>> üzeri ne kopan münakaşa ve kavgalar yeni mesleğin galebesi , hatta zafe­ ri gerçekleşmiş olan bugünde bile büsbütün sükun bul ma­ mıştır. İ smail Habib Bey ' i n «Teceddüd Edebiyatı ' nda yü­ rüttüğü zikzaklı görüşler, o münakaşaların uzaktan gelen yankılarıdır... Şair Mehmet Emin Bey ' in çal ışmaları , zannımca bi r kaç açıdan incelenebi lir: A) Emin Bey ' i n Türkçülük cereyanından yeri ; B ) Os­ manlı Türk lisan ve edebiyatında rol ü ; C) Bütün Türk lisan ve edebiyatına tesiri , D) Sanatçı kıymeti ; fikri , ahlaki sos­ yal ve siyasi temelleri . Emi n Bey ' den bahseden Türklerin çoğu , eserlerinin sa1 34


natça kıymeti noktasına takı lmış kal mışlardır; bazıları Türkçül ük cereyanındaki yerinide tespite çalışmışlardır; lakin Osmanlı Türk fi kriyatında ahlaki, sosyal ve siyasi be­ lirli temelleri yarattı ğına dair, Türkçe hemen hiç bir şey yazı lmış deği ldir; yal nız müsteşri klerdir ki bu noktayı da gözden kaçırmamışlardır. Umumi Türkçül ük cereyanından bahseden bu makale­ nin kadrosu Emin Bey ' i n çalışmalarını çeşitli açılardan ge­ niş olarak incelemeye el verişli deği ldir; bundan başka bu satırları yazan katıksız sanattan bahse hiç de yetki l i olma­ dığını pek iyi bi lmektedir. Bu makale , ancak umumi tari h açısından Türkçülük fikrinin tarihçesini tespit maksadıyla yazı lmaktadır; bu fikrin muhtelif sahalarda ortaya çıkışını, zi nci rleme gidişini , gel işmesini , e limi zden geldiği kadar tam ve tarafsız göstermeye çalışıyoruz. Bu ci hetle bizce asıl mühim olan mesele, Mehmet Emin Bey ' i n Türkçülük cereyanında tuttuğu yeri , oynadığı rolü tayi n etmek mese­ lesidir.

Türkçe şiirler şairi, bütün Osmanh şairleri arasm­ da ilk defa tam şuurlu bir surette dilinin Türkçe, mil­ letinin Türk, millet çoğunluğunun halk olduğunu anla­ mış ve bunu gür sesiyle haykırmıştır. Türkçe şi irleri n ikinci manzumesi , Türk dilin in , Türk şiiri n i n , Türk mil leti nin Dömeke tepesi nden bütün aleme harp borularıyla i lanı gibidir:

1 35


«Ben bir Türküm, dinim cinsim uludur! . . »

Türk şairi , mensup olduğu mil leti ni , Müslüman, Os­ manlı gibi belirsiz ve karışık i simlerle yad etmiyor, m ille­ tine hakiki adını veriyor; «Türk» diyor. Emi n Bey ' i n naza­ rında Türk milletinin fi kirlerini , hislerini , hatırlarını emel­ lerini , elemlerini ifadeye yetecek bir Türk d i l i , bir Türk vezni , bir Türk şiiri vardır. İ şte bu i l k dokuz manzumesin­ de, bu hakikati fi i len ispata çal ışıyor. Türk şai rinin, bu i lk manzumelerinden itibaren , mille­ tin i , bütün milletlerden daha yüksek gördüğüne ve onu ni­ hayetsiz bir sevgi ile sevd i ğine şahit ol uyoruz: «En güzel yüz bize çirkin, biz severiz: Türk yüzü. En iyi öz bize fena, biz isteriz: Türk özü. Milletimiz alkışlanz, anıldıkça « Türk» sözü. Biz Türkleriz.biz bu kanla, biz bu adla yaşarız!»

Emin Bey'den evvel, Türk mil letine evladı ndan hangi şai r, bu kadar mutlak, açık ve sade bir muhabbet ve bağlı­ l ık gösterebil mi şti , Al lahı severseniz! .. M i l liyet hissi ve fi kri , milli l i san ve edebiyatın i stikla­ l ine, yabancı tesi rlerden korunarak gel işmesine çok ehem­ miyet ve kıymet verir. Emin Bey ' i n , edebi çal ışmasında Osmanlı-Türk dilinin i stiklal ine son derece ehemmiyet ve kıymet verdiğini görüyoruz: Türkçe Şiirler yazarından ev­ vel , şair veya nesir yazarı hiçbir Türk muharri ri , Mehmet Emin B ey kadar müstaki l bir Türkçe ile yazı yazmıştır.

1 36


Türkçe Şii rlerde Arapça, Acemce kaideleriyle yazılmış çoğullar, terkipler hiç yoktur. Şai r, Arapça, Acemce kel i­ melerde iyiden iyiye Türkçeleşmiş olanlarından başkasını hiç kullanmıyor ve Acem veznini şi irlerinden tamamen koğmuştur: Şiirlerini eski Türk vezni olan parmak hesa­ bıyla tanzim ediyor. «Türkçe Şii rler»i ilk i nceleyen müs­ teşri k Yladimir Minorsky (Yladimir M i norsky), i hti va et­ tiği 9 manzumede 4 1 Arapça, 59 Acemce, 6 Rusça keli me bulup sayabi lmiştir; laki n Mi norsky'nin de dediği gibi , bu yabancı kel imeler, şey, gayet, akı l , ateş, bahçe, kulübe, sı­ nır gibi büsbütün Türkçeleşmiş kel i melerdir. Emin Bey'in izafetsiz (isim tamlaması ) , vasf-ı terkibi­ siz (birleşik sıfat), %7,5 'den fazla yabancı keli me kullan­ maksızın, hamasi, dini ve ahlaki mevzular üzeri ne, Batı edebiyatı tarzında lisan kaidelerine ve nazı m kanunlarına tamamen uygun, akıcı , ahenkli ve heyecan verebilen do­ kuz, on manzume yazabi l mesi , Osman lı Türk l i san ve ede­ biyatı nın milllleştirilmesi yolunda bir i n kı laba başarı ile başlamak demekti . Milliyetperverlik, halkçıdı r. Her yerde milleti n büyük ekseriyetini halk tabakaları teşkil eder. M i l l iyet fikri kökü­ nü halk tabakaları arasında yapar; ve onlardan ilham alarak gel işir ve olgunlaşır. Mehmet Emi n Bey, i çgüdüyle veya şuurlu bu hakikate tamamen vakıftır: Türkçe şiirler, halkçı şi i rlerdir. Kitabın takdim yazısı bi le, şairin halkçılığını gös­ terir: «Türk karındaşlarıma, çoban armağanı , çam sakızı .» 9 manzumeden hiçbi risi nde hükümdara bağlılık ve aristok1 37


rat temayül görülemez. Bi lakis birinci manzumeden itiba­ ren demokrasi muhabbetini görüyoruz: «Biz o şiir isteriz ki çifte giden babalar, Ekin biçen genç kızlarla odun kesen analar Yanık sesin dinlerken göz yaşını silsinler.»

Emin Bey ' i n dost ve düşmanlarınca tasdi k olmuş şah eseri olan «Cenge G iderken» türküsü , ne kadar halkçıdır! «Ben bir Türküm!» diye bağıran Ti.irk bir Anadolu köy­ l üsüdür: «Bu topraklar ecdadımın ocağı ; Evim köyüm lıep bu yerin bucağı»

Zaten bu şi irin bir adı da «A nadolu 'dan Bir Ses» değil mi ? B u manzumede Türk var, köy var, ocak var, yurt var, Tanrı var, vatan var, mil let var; fakat sultan yok , saray yok, sarayı kuşatan dal kavuk tufeyli ler yok: "Cenge gider­ ken>>, Cumh uriyetçi bir m i l l et şarkısıdır! Profesör Horn' ün dediği gibi bir mil let ilahisi (hymne)dir. Yunan Harbi sırasında şairen bağrından pek tabii bir surette kop­ muş bi r mil let sesidir. Ne kadar aransa , bundan daha tabi i , güzel , uygun , canlı , heyecanl ı , bir mi llet i lahisi bul una­ maz. Yeter ki bu i lahiyi layık olduğu surette bestelemeyi bilen bir musikişinas çıksın . Emin Bey'den evvel , Namık Kemal , Tevfi k Fikret gi bi 1 38


halkçıl ığa az çok temayül eden şairlerimiz yok deği ldir; fakat bunların halkçılıkları , nedense yapmacık gibi bir şey hissettiriyor: Fransız romantiklerinden mülhem Nam ı k Kemal i l e Abdülhak Hamid, bi risi si pahi diğeri ulema ari s­ tokrasisinden gelen bu iki asi l Osmanlı , Bal ıkçıoğlu Meh­ met Emi n gibi halkın ruhuna girip, sesi ni işitti rmeye mu­ vaffak olabil mişler midir? .. Tevfi k Fikret' in kal p ve vicda­ n ı , inci li bir şefkat ve insaniyet hissiyle dol udur, buna şi.ip­ he etmiyorum; lakin rica ederim , bir İ stanbul efendizadesi olan Tevfi k Fikret' in en demokratik düşüncelerle yazı lmış şiirlerinde bile halka yüksekten bakıp acıma kokusunu şi­ i rl erinde bi le halka yüksekten bakıp acı ma kokusunu duy­ muyor musunuz? Zannediyorum ki Mehmet Emi n Bey'den evvel , hatta sonra, onun kadar halkın , köyl ünün hayatını , ıstırap ve elemlerin i , ümit ve heyecanlarını teren­ nüm etmi ş bir Türk şairi gel memiştir. Türk şai rinin i şte bütün bu özel likleri dir ki , Türkçe şi­ irler çıkar çıkmaz, şi ir ve edebiyatı yal nız yapmacık ve eğ­ lence saymayan , şiir ve edebiyatın sosyal ve siyasi kıyme­ tini hakkıyla anlayan Batı lıların di kkat bakışlarını çekti . M üsteşrikler Türkler arasında yeni bi r li san ve edebiyat mektebi doğduğunu derhal sezdi ler ve Türkleri n asri me­ deniyet yolunda mühim bir adımları nı teşki l eden bu vak'ayı alkışlarla kayıt ve tespit ettiler. Ti.irk ve Osmanlı edebiyatının i l mi bir surette i nceleye­ rek bugün Avrupa şarkiyat alemi nde değerl i kitaplardan 1 39


sayılan «Osmanlı Şiirleri» ve «Osmanlı Şiirinin Tarihi» (Ottoman pomes - ve A . History of the ottoman Poetry) ünvanl ı ki tapların müellifi M ister G ibb (E.J .W. G ibb) Türkçe şiirlerin yayınlanması ndan sonra Mehmet Emi n Bey'e yazdığı Türkçe mektupta aynen şöyle diyordu: « ... A kıbet, sizi n marifeti nizle Türk milleti sadası nı bul­ du. Siz geldinlz ve ne Doğuya bakarak ne Batıya, kendi vatandaşlarınızın gönlünü okudunuz ve bunların duygula­ rını kendi lisanlarıyla edibane bi r tarzda arz ettiniz. Aciza­ ne fikrimce, Türk şi irinin doğru mazmunu i l e doğru i fade tarzını siz buldunuz. Sizi altı asır beklemiştir efendim. Londra, 6 Hazi ran 1 899, E.J .W. Gibb.» Mr. Gibb, «Osmanlı Şiirinin Tari hi» ünvanlı kitabında Mehmet Emin Bey'den ve «Türkçe Şii rler» den kısaca bahsedebilmiş i se de, bu kitap XV. asırdan sonra gelen Os­ manlı şairlerine ulaşmadan kendisi vefat etmiş olduğun­ dan , Emin Bey ' i ve şi irlerini genişçe i ncelemeye muvaf­ fak olamamıştır. Gibb'in kitabında Emin Bey'e dair yazdı­ ğı kısa, fakat kuvvetli not şudur: «B u yılın 1 3 1 6 ( 1 899) başında, Emin Bey ' i n «Türkçe Şiirler» ünvanl ı küçi.ik bi r şii r mecmuası çıktı . B u küçük ri­ salede, Türk hal k kitlesini n hakiki l i san ve hi ssi ni edebi tarzda arz etmek tecrübesi yapılmıştır. Anadol u köylüsü­ nün ve asker neferlerinin ağzına konan bu kiiçük şi i rl erle, Türk halkının sadası , ilk defa olarak edebiyatta işiti l miş

1 40


oluyor( ! ) .» (Poetry, Landon, 1 900, pp. 1 34 1 S , note, 1 . Gibb. A . Hist. of the ottoman) O sıralarda Strasburg Darülfünunu müderrisleri nden P. Horn (P.Norn)un «Türk Muasır Şair ve Edi pleri n i n Tarihi» (Gesch. d. Turkischen Moderne) Unvanlı eseri yayınland ı . Bu yazar d a Türk şairini çok övmektedir. « Em i n Bey ru­ hiyle Türk'tür; hisleri yeni olmakla beraber mi lletinden asla ayrıl mak istemiyor Osmanlılığın vatanı olan «Anado­ l u ' dan Bir Ses» Unvanl ı şiiri nde büyük bir gurur i l e «Ben bir Türküm!» diye hayk ı rıyor. Emi n , bi r manzumesiyle haki katen bir halk ilahisi ortaya koymuştur. Bu i lahide de «Deutschland, Deutschland iiber ali es» de olduğu gibi , hü­ kümdardan bahis yoktur. Emi n Bey ' i n şi irleri nde devamlı tekrarlanan fikir: Türk'ün her şeyi güzeldir ve her şeyden güzeldir.» (2) (s. 58-9) .

Meşhur müsteşri k Vambery de, Emi n Bey 'e yazdığı bir mektupta, «Türkçe Şii rler» şairi gibi gayret gösteren zat­ lar meydana çıkacak ol ursa, Türk lisanı nın «Saygı makamı­ na yetişeceğini» bildiriyordu. Minorsky, «Emin Bey ' i n Milli Şiirleri» adl ı 1 903 'de yayınlanan risalesinde, «Türkçe şiirler» i n dokuzunu da

( 1 ) Gibb'in metninden tercüme olunmadı. Vilildiınir Minorsky'niıı «Emin Bey'in Milli Şiirleri» Unvanlı nıaknlesiııdeki Rus�·a tercilınesiııden nakledildi. Mi­ norsky'nin makalesi Moskova Asar-i Atika Cemiyeti 'ııiıı Şark Encümeni Asarının ll'nci cilJinde, 1 903 senesinde yayınlanmıştır. l 2l Miııorsky tercümesinden alındı.

141


Rusçaya tercüme ettikten başka, önsöz olarak , Emin Bey'in tercüme-i halini , lisanı nı, tekniğini , sanatın ı , açtığı çığırın yenliğini hayli genişçe inceliyor ve açı klıyor, sonra giriş kıl ıklı mektuplardan , bilhassa Rıza Tevfi k ve Sami Bey'lerin mektuplarından bazı kısımlarını tercüme eyliyor, nihayet Mister Gibb ' i n ki tabındaki görüşlere tamamen ka­ tıldığını söyleyerek risalesi ni şu sözlerle bitiriyor: «Emin Bey'in temiz l i san kullanmak, Türkçe şiiri kendi sine uy­ gun ol mayan aruz vezninden kurtarmak, hal kı sevmek, sa­ mimi ve insaniyetperver konular seçmek gibi kendi ne has ve unutulmayacak hi zmetleri hatırlayarak , temenni ediyo­ ruz ki Türk edebiyatın ın bu sağlam ve taze şiir goncası ta­ mamen açılsın ve sevimli şairin çal ışması uzun zamanlar sürsün .» 0 ) Derhal büyük sevinçle i lave edel i m ki Rus müsteşri ki n temennisi tahakkuk etti : Emi n Bey ' i n mektebi geni şledi ve kendisi hamd ol sun, hata içimizde sıhhat ve afiyetle ça­ lışıp duruyor. Biraz evvel , Emin Bey ' in yeni çığırını , müsteşriklerle beraber en çok beğenenler, Osmanlı Devleti dışında yaşa­ yan Türklerle Osmanlı Türklerinin tam Avrupai eğitim ve öğreti m görenleridir, demiştim . Fil vaki, Türkçe Ş i i rl er ' i n yayınından sonra, belki e n hararetli b i r mektup ile Emin Bey ' i tebrik eden Gaspıralı İsmail Bey olm uştur. Türkçü-

( ıı Miııorsy

1 42

tercümesi . sayfo:24


lüğün bu muhterem emektarı , «Sevi mli Karındaş» diye başladığı mektubunda diyor ki : «Şi i rlerinizin l i sanından başka, fi kirleri de İstanbul ' un «mahtab»dan , «kara saçla mavi göz» den i baret şi irlerinin hepsinden üstündür. Cüb­ beleri kıyamet olan efendileri n bastonları , ceketleri alamet olan şık beyleri n usulüne muhal if, sade ve «kaba» Türkçe kalem çekmek büyük cesaretti r, edebi eserler arasına böy­ le mesleki (sistemli) bi r eser aralaştı rmak, Türk alemine büyük bi r hizmettir ki gönülden tebri k ederi m . «Türk alemine. dediğim mübalağa zannol unmasın: Mübalağayı ne severi m , ne ederi m; doğrusudur, çünkü şi­ irlerinizi Edirne, Bursa, Ankara, Konya, Erzurum Türkle­ ri anlayıp lezzetleni p okuyacakları gibi , Tifl i s , Tebriz, Şir­ van , Horasan, Türkistan , Kaşgar, Deşt-i K ıpçak, Sibirya, Kazan ve Kırım Türkleri de okuyacaklard ı r ki bu şerefe Nefhi ve Nabi erişemediler. Kırk el li milyonluk ve otuz asırl ık bu alemde i l k defa bir kaşık oğul bal ını yediren siz oldunuz ki size şeref, bize saadetti r! Tekrar tebrik ede­ ri m .» «İstanbul edebiyatının mesleksiz (sistemsiz) devamın­ dan ve tfıti kuşu lisanından usanmış, kararmıştım ; şiirleri ­ niz pek büyük tesell i oldu; bunun için de A l lah sizden ra­ zı olsun !» ( I )

<ıı

Bahçesaray' dan. Mart 1 889 tarihiyle yazılıııışıır.

1 43


İsmail Bey bu mektubunda Türkçe şiirleri n bütün Türkl ükçe önemini bilhassa belirtmiştir. Gaspıralının dediği çıktı: Mehmet Emi n Bey'in şiirleri bugün deği lse dün bütün Türk dünyasında, Türk dünyası mekteplerinde okunuyor ve ezberleniyordu; bugün de bu dünyanın her tarafında Emin Bey «Bütün Türkçü» şair ola­ rak tanınıyor ve hürmet görüyor. Osmanlı Türkleri arasında Emin Bey'in açtığı yeni çığı­ rı en çok ve en samimi alkışlayan tam bir Batı eğiti m ve öğreti miyle büyümüş Fraşerli Ş. Sami ve Raif Paşazade Fuad Bey ' lerle, tertip ve intizamsız da olsa, yine Batı eser­ leriyle kafasını doldurmuş Doktor Rıza Tevfik Bey oldu. Mesih'i ahlak ı , ihtilalci fikirleri derin bir samimiyetle se­ ven, acizlere, zayıflara kuvvetli bi r.dost-zul me , riyaya zor­ bal ığa bütün ruhuyla amansız bi r düşman olan şai r Tevfik Fikret, Mehmet Emin Bey'in zavallılara, mağlup ve mağ­ durlara acıyarak onların hiç olmazsa sözüyle olsun, yarala­ rın sarmaya çalışmasından pek duygulandı ve Türk şai ri ni gayet samimi alkışladı.

Ş. Sami Bey, Türkçe şi irler münasebetiyle Emin Bey 'e yazdığı mektupla kalmamıştır: 1 899 senesi Martının ! ' i nci günü yayınlanan «Sabah» gazetesine basılmış «Edebiyat-ı mi.istakbelemiz» Unvanlı mühim ve büyük makalesinde, «LisammlZI sadeleştire­

lim, lisa111mtz1 Türkçeleştirelim!.» diye hülasa ettiği maksadının lüzum ve menfaatlerini uzun uzadıya anlattık1 44


tan sonra, makalenin nihayetleri nde diyor ki : «Öteden be­ ri ihtar ve tavsiyesinden geri durmadığımız ve kendimiz açamadığımız çığır açıldı. Farkında olmayanlara müjdele­ yebil i riz. «Türkçe Şiirler» unvanıyla pek güzel , hoş bi r kisvede yayın sahasına sunulan bi r kitapçık herkesi n dik­ katini çekecek benzeri görül memiş bi r eserdi r. Sahibi Mehmet Emin Beyefendi , bu kitaba ald ığı , dokuz parça şi­ i riyle bu arzu ve tavsiye ettiğimiz çığırı açtı . Bu kitapçığın yayını edebiyat tarihi mizde büyük bi r vakıa gibi kabul edilmeye layıktır. Evvelki senenin fi kir ve çal ışma mahsu­ lü olup işbu 1 3 1 6 ( 1 899) senesi yayın sahasına sunulan bu

eser lafz ve şekil yönüyle ve lisan itibariyle müstakbel edebiyatımızm binasının ilk temel taşıdır... « ... Mehmet Emin Bey ' i n şi i rl eri nde tuttukları yolu herkes temamiyle taki be muktedir olamaz ise, yani o ka­ dar yazamasa da, hele bi r kere ona çalışmas ı , her şeyin Türkçesini aramış, bulunmazsa, o vakit çaresiz A rapça ve­ ya Farsça, yani en kullanılanı ve bi li neni kabul ve kullan­ mal ı ; l akin bu kabilden olan kelimeleri de li sanımızın dil­ bi lgisi kaidelerine uygulayarak kullanıp, Farsça izafetler­ den, vasf-ı terkibilerden vaz geçmel iyiz. B ugün kullan ma­ ya mecbur alacağımız bi r Arapça veya Farsça kel i menin de yarın Türkçe'sinin bulunması mümkündür; zira Türkçemiz pek geniş olup yeryüzünün pek mühim bi r kısmında söy­ lendi ği halde, halen derli topl u değildir. . » .

1 45


Ş . Sami Bey'in bu makalesi , yal nız Türkçe şiirleri n ten­ kidi olmak iti bariyle deği l , müstakil Türk edebiyatının Türk üslubunun, l isanda ve Türkçül üğün programı olmak cihetiyle de çok mühim ve kıymetlidir. 1 908 inkılabından sonra Selanik'in «Genç Kalemler» i nde büyük bir velvele, ölçüsüz bir gurur ve iddia ile ortaya atı lan «Yeni lisan» da­ vasının bütün esasları , Ş . Sami Bey ' in «Genç Kalemler» den dokuz sene evvel yazdığı bu makalede mevcut olduğu­ nu görüyoruz. Ve bu emel in ilk tahakkuku da Emi n Bey ' i n şiirleridir. Türkçe şiirlerin yayını ndan biraz sonra Emin Bey' in bazı manzumeleri «Servet-i FünGn»da yazılıp çıktı; «Kibritçi KıZ»la «Kesi ldi mi Ellerin» i l k önce «Servet-i FünGn»da yayınlanmıştır. l 903 'de Mehmet Emi n Bey, Ra­ if Fuad ve Rıza Tevfik Bey ' lerle, «Resimli Gazete»yi aldı­ lar; fakat birinci nüshasını bile neşre muvaffak olamadılar; zira sansür, kabındaki yıldız ve balı k resi mleri nden kuşku­ lanarak basılan nüshaları toplattı ! .. Emin Bey, bu basılmış fakat yayınlanmamış mecmuaya « Köyde Fırtına» şiirini koymuştu . 1 904 senesinde, Türk şairi , bazı manzumelerin i , İz­ mir' de çıkan «Muktebes» ve Selanik'te çıkan «Çocuk Bah­ çesi» mecmualarında neşrediyordu; İstanbul' a nisbetle vi­ layetlerin sansürü daha

az

şiddetli olduğundan Emin Bey

şiirlerinde daha serbest bulunabil iyordu. «Muktebes» de «Hayat Kavgası»; «Çocuk Bahçesi»nde ise «Öl ü Kafası», 1 46


«Zavallılar» , «Zavallı Kayıkçı» , «Çiftçi lik», «Ey Genç Çift­ çi» , «Çekiç Altında» manzumeleri yayınlandı ( l ) . 8 Eylül 1 904 tarihli «Çocuk Bahçesi» mecmuasında Fi ­ lozof Rıza Tevfik Bey'e ithaf edi l miş «Öl ü Kafası» ile Fi­ lozofun «Türklerin Muhterem Şairi Mehmet Emi n Bey'e» hitaben yazılmış uzun bi r mektubu bir arada çıkmıştı . B u mektup, mini mini «Çocuk Bahçesi»ni dolduruyordu. Fi­ lozof Doktor, her zamanki gibi sağa sola saparak her şey­ den bahsederek, Türk şai rinin eserleri ni methediyord u . Bazen milll şairi mizi kutup kaşifi (Nansen)e benzeterek onun gibi «Kutub-ı emel in yol unu buldunuz.» diyor; ba­ zen eskiden Türkçe yazmaya uğraşan şai rlerle mukayese edere, «Ü himmetlerin tamamen kısır ve faydasız kaldığı­ nı» söyliiyor ve «Anlamışsınız ki yalnız aruz vezni ni veya­ hut A rapça kelimeleri yahut teşbi hler ve eski tasvi rler ile beraber onları edaya vasıta olan vasf-ı terkiblleri vesair ter­ kipleri terk etmek i le iş bitmeyecek; anlamışsınız ki Türk­ çe şiir yazmak bu yabancıl ıkların hepsinden kfüemini kur­ tarmak.zi hnini temizlemekle beraber Türkl üğün fikir has­ salarını ve vicdani hasletlerini, zevkine, keyfi ne, ihtiyacına ve iti kadına göre yazmaktır. Fazla olarak o gibi hususlar­ dan mürekkep olan bu kavmi mizacı sevmek, hem sami­ miyetle sevmektir...

< O Meşrutiyetten sonra b u manzumelerle «Türkçe Şiirler» b i r araya ıoplanarak «Türk Sazı» adlı büyüyecek bir kilap olmuştur. - TUrk Yurdu kitapları: «Türk Sa­ zı», Mchınel Emin. - Naşiri: İ brahim Hilmi. 268 sayfa. Yayın tarih i gösterilmemiş­

tir;

1 9 1 3 olsa gerek yayın yeri :lstanbul.

1 47


«İşte» , yaratılıştan olan şairli k i stidadınız güçl ükleri ye­ nen şahsi kudretiniz bir yana bırakıl ı rsa, sizin büyük m uaf­ fakiyetiniz bu kadar güç, bu kadar çeşitli sebeplere daya­ nıyor olsa gerektir.» diye Türk şai rin i n mesleğinde tama­ men muvaffak olduğunu beyan ediyordu. Nihayet, bu yol çıkmaz sokaktır, niceler girdi , pişman­ l ıkla döndü; yahut bu üslUpla ancak adi şeyler, köy hayatı­ na müteall i k küçük şiirler yazılabil i r, fakat i l mi bir mevzu ifade edi lemez gibi , Emi n Bey'e edi len itirazları sayarak reddediyordu: «Öyle parlak , öyl e büyü k manzumelerle da­ vanın aksini isnat ettiniz ki altı yüz seneli k edebiyatımızda bir m isal daha göstermek kolay değildi r demekte perva et­ tim ... »diyordu. Ve bu davasını i snat içi n , şairin « Bize di­ yorlar ki», «İlm», «San 'at» , «Para» , « Bir Del i kanlıya» , «Yemek ve Yenmek» , «Yavrumuzu Çoğaltalı m» ve niha­ yet «Ölü Kafası» şiirl erini gösteriyordu . ve kendisine i thaf edi len bu felsefi şiiri n «Güya ki bir kasırga var; Bunu ona, onu buna kattyor; Bir el var ki çürük kefen parçasını çiçek yapıp atıyor.» parçasını Ömer Hayyam'ın bu mevzuda yazılmış rubail eri­ ne bile tercih ediyordu. Doktorun bu mektubu, «Servet-i Funun» edebiyatçı l a­ rının ikinci safında gelen genç bir s ubayın, Ömer Naci Bey'in cevabını celbetti . «Çocuk Bahçesi»nin m üteakib nüshasında ( 1 5 Eylül) «Evzan-ı Şiiriyemize Dair>> başlı k l ı v e Ö . Naci imzal ı b u kısa cevap sevgil i üstadlarına doku­ nulm uş olmasından müteessir, gayretl i , heyecanlı ve isti­ dadlı bir genç öğrencinin savunma taarruzudur. 1 48


Tıka basa doldurul muş Arapça, Acemce keli meler, ter­ kiplerle yenilip yutulamayacak kadar şekerlenmiş bu mektupta genç şai ri n iki davası var: Birincisi aruz vezni , parmak hesabına nazaran «Daha ruh okşayıcı ve tannan , düşünce ve duyguları tebliğ ve hikaye etmede daha hassas ve kıvrak, daha nalan , daha ahenklidir» ; i kincisi Türkçe şi­ irler, Doktor'un iddia ettiği gibi herkes tarafından okunup anlanamaz: «Edebiyat bütün vücud ve eşkali ne , bütün maksatlarına ve kanunlarına rağmen , yine bunu anlayanla­ rın hisse-i ihtisasına dahil kalacaktır.» Bu suretle Doktor Rıza Tevfık'le, Mülazım Ömer Naci arasında başlayan edebi ve lisani kavga «Çocuk Bahçe­ si»nde i ki ay kadar sürdü. Ve bütün çeşit kavgalar gibi , git gide mevzudan uzaklaştı ; dallanıp budaklandı; evvelden tatlı tatlı başlayan şahsi i ma ve tel mihler, söz uzadıkça kekrelerdi , hatta acıland ı . Kavga kızıştıkça, Servet-i Fü­ n uncuları n meşhur kavga pehlivanı H üseyin Cahid Bey bi­ le söze karıştı , şair ve doktorla alaya kal kıştı ; derken baş­ ka bir zabit muharri r, Raif Necdet Bey Türkçiilerin i mda­ dına koştu. Hasılı yeni meslek etrafında hayli cenkleşildi . Edebi muharebelerin hepsinde olduğu gi bi bu muharebede de i ki taraftan hiç bi risi gerilemed i ; mevkilerini m uhafaza ettiler. Mi lli şairimiz kendisi ide kavgaya sözle değil , i şle i şti­ rak ediyordu: Çocuk Bahçesi 'nin çoğu sahifeleri şiirleri ne

1 49


dai r mektup ve cevaplarla dolarken, O da aynı mecmuada Türkçe şiirleri ni neşre devam ediyordu; «Ömür Yol unda yahut Yolcu», «Sokak Kapısı Önünde» , «Çekiş Altında» , «İmtihan» , «Zavallı Kayıkça» , «Günahkar» , «Yavrumuzu Çoğaltalı m ! » manzumeleriyle « İhtiyar Deği rmenci » men­ silresi , o münakaşaları n yapıl dığı aylarda basılıp çıktı . O zamanlar Türkçülük edebiyatının nazariyatçılarına başkanlık eden Doktor Rıza Tevfi k, iyi bir ta' biyeci olma­ makla beraber, harbte Servet-i Fünuncuların galebe çaldık­ ları iddia edilemez. Ömer Naci Bey aşırı bir gayretle mek­ tuplarını gittikçe uzun yazmaya, yazdıkça mürekkebi ne da­ ha çok zehi r katmaya çal ıştıysa da, Servet-i Fünun edebi­ yatının hakiki önde gelenleri ; -her yerde ve dai ma kavga arayan «Kavgalarım» muharri ri hariç -tarafsız kaldılar; za­ ten Tevfik Fi kret merhum, evvelden beri Mehmet Emi n Bey'in açtığı yeni çığıra taraftardı ; bir kaç senedir, Türk şa­ i rini teşvi k ediyordu: 1 900 ve 1 90 1 'de Emi n Bey'e yazdığı iki mektup, bu büyük kalpli ve büyük istidatl ı Osmanlı şai ri nin Türkçe şi­ irlere bakışını çok açık ve kesin bir surette gösterir: « ... «Servet-i FünGn»un bu haftaki nüshası « Kesildi mi Elleri n ?» şi iriyle süslenmiş olarak çıktı . Bu nefis şi i r için sevgi li el lerini tekrar tekrar öperi m . Şii rin bu eserde ben­ ce hayali n gayesi olan etkileyici bi r noktaya çıkmış. Yayı­ nı Servet-i Fünun'dan çekilmiş olduğum bir zamana tesa-

1 50


düf etmeseydi , gazete namına teşekkürlerimi sunardım . . . Şimdi yalnız edebiyat namına b u cidden nefis eserleri n de­ vamını temenni . . .» eylerim ( !) . İ ki nci mektubunda, Emi n Bey ' in «Zavallılar» adl ı şiiri ­ n i okurken, Fi kret' i n evinde hasıl oluveren manzarayı tas­ vir ediyor: «Dinleyenlerin içinde hiçbirisi sesinize yaban­ cı kalmıyordu, hatta küçük Hal uk bile ... Manzumenizin her cümlesini .her kel i mesini zaptediyorlar, sözlerinizin hiçbirisini kaçırmıyorlar, fi krinizle sanki ele ele yürüyor­ lardı ...» Bitirdiğiniz zaman Halid Ziya Bey parmaklarının ara­ sında tutup kül lenen sigarasını silkti , Hi kmet Bey yerinde düzeldi ben muvaffakiyeti nizi tebri k i çi n ne diyeceğimi şaşırarak, öyle sıralarda daima yaptığım gibi şaşkın bir «evet»le gülümsedim, deminden beri çenesi ellerin i n için-

( i l 2 5 Mart 1 3 17 ( 1 900 ) ıarihli olan bu mektup, Tevfik Rkrct'in o sıralarda ru­ hi haletlerin i , elim hislerin ifade ve Mehmet Emin Bcy'e çok ı:mniyct ve itimat eden yakın ve samimi bir dost olduğunu göstennek itibariyle dikkate değerdir. «Sevgili Kardeşim» samimi hitabı ile başlayan bu mektupta zavallı şair. «Hul-şiııas bir vic­ dan karşısında daima fışkırmaya haı.ır olan uğursuz UzllnlUlerini iskat edememek za­ afından» dolayı cevapta geciktiğini söyledikten sonra şöyle devam ediyor: «Rildik­ lcrimin. önilnde mcnf;mtini bilmez. kar ve zararını tanımaz bir çocuk bir hasta, bir divaneden başka bir telakki görmediğimi gördükçe vakıa kendi hesabıma memnun. fakat onların hesabına mUtcellim oluyordum. Bunun için beni ayıplamayacak kalp­ leri bulunca derdimi dökmek.karşılarında bütiln acziıııle. bUtUn çocukluğumla. bü­ tiln hastalığımla, bütün divaneliğimle a�lamak, hıçkımıak istiyorum ! ... Sen o kalem­ lerden biri olduğun için ... Ah Emin Bey kardeşim , böyle her dakika zehirlenerek ya­ şamak çok güç şey!» (Bu mektubun aslı ROşen Eşref Bey' dedir: Ben kopyasından aldım. -A.Y.)

1 51


de, saçları omuzlarında, gözleri dudakları nızda, büyülen­ miş ve şaşırmış, dinleyen Haluk, yalnız O vaziyetini de­ ğiştirmedi. Hepimiz bir güzel manzumeni n sami mi ol mak sıfatında anlaşıyorduk ...» « ...Çocuk yerinden kal kıp yanıma geldi ,yavaşça fakat heyecanl ı ! dedi ki : -Bu ne güzel şii r.baba! » İ şte muvaffakiyetinize füd e n büyük tebrik azizi m ... Ben kendi hesabıma, şimdiye kadar yazıları mdan hiç biri bu kadar açı k, bu kadar kuvvetli bi r muvaffakiyet be­ l i rtisine mazhar göremediği m için size gıbta ederim . . . « ... Tamamıyla kaniyim ki ben şii rde bi r yaşama gaye­ si arayanlardanım; şiiri bir hayal oyuncağı addedenlere i ş­ ti rak edemem. « ... Bana kal ırsa başarınızın vasıtası yalnız vezi n değil , konu seçimi , tasavvur ve duygulanma tavrı , fikirl erin teb­ liği, ifade saflığı , hülasa bütün kuvvetiyle lafz ve mana uy­ gunl uğu.» Tevfik Fikret Bey, bu çok kıymetl i mektubunda Os­ manlı şairlerinin son zamanlarda aruz veznine verdi kleri hafiflik ve çevikl i ği izah ettikten sonra, şöyle bi r sual or­ taya atıyor: «Hece vezni , milli vezin denilen sade vezin ile aruz vezinlerinden hangisini tercih etmeli ? . . Bu bahi ste en doğrusu Halid Ziya Bey ' i n dediğidir: -Tercihe mahal yok, aruz vezi nleri , hece vezni , hangisi olursa olsun madem ki

1 52


bugün konuştuğumuz lisana uyuyor, ikisini de kullanırız. Hüner onları faydalı ve tesi rli olarak kullanabil mekte­ dir.»< O . Rıza Tevfi k -Ömer Naci kavgasından sonra tarafların sözlerinden ziyade şai ri n şiirleriyle bi r nokta tamamen an­ laşılmış oldu: Emin B ey yeni bir edebi meslek tesis edi ­ yor; bu mesleğin e n bariz sıfatı , Türk dilini n , Türk kaide­ lerinin, , Türk üslubunun , Türk ahenginin, Türk hayatının Osmanlı lisanı denilen halitada i sti klal ve hakimiyetini te­ mine çalışmasıdır; denilebilir ki Osmanlı imparatorl uğu­ nun dağılırken Türkl üğün siyaset sahasıda yarattığı büyük vak'aya benzer bir hadise, o zamanlar, Yunanla harp olur­ ken Osmanl ı lisanı sahasında meydana gelmişti r: Emin

Bey'in şiirleri, şiirli veya şiirsiz, Türk dilinin istiklal ve hakimiyet beyannamesidir. Türk dil i . istiklal ve haki mi­ yeti ni , İstanbul ' un asıl Türk milletinden ayrı , karı şık, ben­ cil , gayesiz, gündelik özel çıkarlarından , maddi ve kaba zevklerinden başka bi r şey düşünmeyen ve kendi leri ni bi r çeşit aristokrasi sayan tufeyli zümreye dayanarak kura­ mazd ı . Milli şair peygaınberane bir insiyak ile Türk dilinin

ı D Buroya yalnız bazı kısımlarını nakledebildiğim b u uzun mektup: Hisar: 8 Ka­ nunsani 13 ı 8 ( 1 90 1 ) tarihlidir; Tevfik Fikret' in sanal ve uslfip telakkilerini ifade el·

mek itibariyle çok mühim olan bu mektubun tamamı neşrolunmalıdır. Biz. nakletti­ ğimiz kısımları aslından istinsah ettik . (A.Y.)

1 53


isti klal ve haki miyetini Türk halkına dayanmakla temi n kabul olabi leceğini anlad ı . B ütün mevzuları Türk halkının hayatıdır; ıstırap ve hamasetle dol u , Anadolu köylüsünün hayatıdır; Mehmet Emin Bey ' i n ilk şi i rleri , yaşadığı gün­ lerde Anadol u köylüsünün hayatından alın ma m üselsel levhalardan müteşekkil bir mil li destandır. Bu mi lli destan tamamen demokrati kti r: Fukaranı n , zaval l ıların, elem ve ıstırap çekenlerin , yaralarını açıp gösteri r. Emi n B ey İ stan­ bul ve saray şai rleri gibi keyf ve eğlence şarkıları yazmak, söz oyuncakçıl ığı ile istidad ve zamanını heder etmek iste­ miyor: O'nun şi irleri merhamet ve şefkat dol u , hak ve in­ saniyeti seven , zavallı Türklerin yaralarına merhem arayan birer feryad , birer yardım istemedir. O da Tevfik Fikret gi­ bi şii rlerde bir yaşama gayesi , bir sosyal maksat arıyor, «Şi i ri hayal oyuncağı addetmiyor.» -sonradan yazdığı «Be­ ni m Şiirlerim» manzumesi bu gayesi ni ne iyi anlatır: «Zavallı ben, elimdeki şu üç telli saz ile Milletimin felaketli hayatını söyleyim, Dertlilerin göz yaşuıı çevrem ile sileyim!

..

»

Böyle düşünen , böyle duyan bi r adam, m i l leti n felaket­ l i hayatını hazırlamış ve devam etti rmiş m üesseselere tabi i muhabbet ve hürmet göstermez: Emi n Bey Osmanl ı sosyal hayatının zi rvesini teşki l eden padişaha, onu kuşatan türe­ di mahlCikata, İstanbu l ' u dolduran saray ve hükümet 1 54


adamlarına, onlara çatı p keyf ve sefasına bakan sahte mü­ nevverlere ve genell ikle zul üm ve tahakküme kaynak ve­ ya alet olanlara karşı derin ve ı srarlı bir kin ve husumetle dol udur. Her şiirinde bu ki n ve husumeti hi ssedilebil i r. Emin Bey, yalnız demokrat değildir; köyl ülere m uhtarın , mahalli beylerin , İ stanbul efendilerinin reva gördüğü me­ zal i mi tasvir eden şi irlerine bi r i htilalci ruhu i le üfleye bi l­ miştirler. Türkçe şiirler karanl ı k ve elemli manzara ve te­ sirlerle dolu olmakla beraber Türk şairi , ümi tsiz bir bedbin değildir, O bütün bu içtimai ve siyasi haksızlı kların önünü alabi lecek bir kuvvete i man eder ki o kuvvet de «il im»di r. Mehmet Emi n Bey reformasyondan , Rönesansdan ve XVIII. asır felsefesinden aldığı mahdut ve m üh i m inti ba­ l arla ilmin ve bi r dereceye kadar hürriyetin bütün yara­ lara sargı olabileceğine inanı r. 1 900 tarihlerinde beli ren bu fi kir ve hissi , gittikçe olgunlaşmıştır. İnkılabı müteakib şi­ irlerini toplayıp bastığı kitabında, «Türk Sazı»nda «Yaralı­ lar» böl ümünden sonra «Sargılar» kısmı gel i r ve bu kısım Gutenberg, Luter, Colomb i le başlarken bunlara şai r

Müjdeciler adını vermektedir. «İlim»e, «hürriyeb>e i man , milli şairi , 1 908 i nkılabın­ dan önce «Genç Türkler»e, İtti had ve Terakkicilere yakın­ l aştırmıştı . Hatta bi r aralık şair, yaradılış ve mizacını göz­ den kaçırarak ihtilalci bir teşkilata üye oldu; «İttihad ve

1 55


Terakki» fırkasıyla münasebet tesis eyled i . Bel ki şiirlerin­ de seçi lmi ş mevzuların mana ve gayeleri anlaşıl masından , bel ki ihtilalci fi kir ve hareketlere temayülünün hissol un­ masından , her halde vazifesi ni i lgilendirmeyen sebepler­ den dolayı, 1 907 senesinde,yani inkılabdan bi r yıl evvel Rüsumat Evrak Müdürü Mehmet Emin Bey, Erzurum Rü­ sumat Nazırl ığına tayin olunarak payitahttan uzaklaştırı ldı; 1 908 i nkılabı vukua geldiği zaman , mi lll şairi miz Erzu­ rum'da bul unuyordu. Mehmet Emin Bey'in inkı labdan sonraki faal iyetinden ileride bahsedeceğiz. Şimdi bir noktanın daha açıklanma­ sını lüzumlu görüyoruz: Emi n Bey Türkçe şiirleri ni yaz­ maya başlamadan evvel Necib A sım, Yeled Çelebi ve Ş . Sami Beyler gibi Türkçülüğü bi lhassa lisan, fi loloji v e ta­ ri h sahalarında kurmaya ve yaymaya çalışan zatlar vardı; bunların fi kirleri hemen hemen aynı ol makla beraber belki o zamanın siyasi şartlarından dolayı bel li bi r teşkilat hal i­ ne geçmemişlerdi . Mehmet Emin ve H ikmet Bey ' l erle Türkçül ük edebiyat sahasına intikal etmiş oldu . Fakat bun­ lar da inkı laba kadar edebiyatta Türkçül ük mesleğini üye­ leri bel l i ve aralarında dayanışma bul unan teşki latlanmış bir mektep hali ne geti remedi ler. Mehmet Emi n Bey'in edebiyatta Türkçül ük mesleğinin, bu yeni mektebi meyda­ na geti rdiğine şüphe yoktur; hatta Mehmet Emin Bey 'le

1 56


fikir arkadaşları Raif Fuad ve Rıza Tevfik Beylerin , yeni mesleği teşkilatlandırmak için bir mecmua çıkarmaya te­ şebbüs etti kleri de bir emr-i vakidi r; fakat bu mecmuan ı n bir nüshası bile neşredilemeyeceğini yukarıda anlatmıştık . Bi naenaleyh inkılaba kadar n e lisan , ne tari h , n e d e edebi­ yat sahalarında bir Türkçülük teşkilatının vücud bulmadı­ ğını görmüş ve tespit etmiş oluyoruz.

1 57


VII SİYASI TÜRKÇÜLER

Osmanlı i mparatorluğu dahilinde Türkçül ük cereyanı­ nın, Yunan Harbi öncesi ve sonrası nda, ne kadar geli şmiş olduğunu gördük. Aynı zamanda, yine Osmanlı Türklüğü kültürüne mensup bi r iki adamın imparatorl uk hudutları haricinde, Türkçülük cereyanına hizmet eden çalışmaların ı zikretmeliyiz. Bunlar, Türkçülükle bil hassa siyaset saha­ sında meşgul olmuşlardır. Söz konusu etmek istediğim ki mseler, Tunalı Hi l m i ile Akçuraoğl u Yusuf ve Hüseyinzade Ali Bey ' di r.

Tunalı Hilmi Hayatının son demlerinde Büyük Millet Mecl i sinde Zonguldak mebusu bul unan Tunal ı H i l mi Bey, Tıbbiye Mektebinden kaçıp Avrupa' da genç Türk safiyetiyle yayı­ na başlar başlamaz, kendisinin klasik Jön Türklerden bi­ raz başka türl ü düşünüp, başka türl ü yazdığım gösterdi: Avrupa'daki Genç Türkler, İ stanbul bey ve paşalarından veya bey ve paşazadelerinden ibaretti � hepsi , Osmanl ı bir­ liğini esas bi r umde telakki eden meşrutiyetçi liberallerd i; hemen bir asırdan beri Avrupa'yı sarsan milliyet v e halkçı­ l ı k cereyanlarını adam akıllı anlayamamış, hele Osmanlı 1 58


Ül kesinde bu cereyanların hası l ettiği tesi rleri hakkıyla kavrayamamış kimselerdi. «Anasm> tabiriyle reel kıy­ metlerini «Millet»lerin «ittihadına» ve bu «ittihad» sa­ yesinde «Osmanlı Milleti» nammı verdikleri hayali varlığın «terakki» edeceğine, safdilane inanıyorlardı. Tunal ı Hilmi Bey de bu temel akidelerde, önceleri ar­ kadaşlarından ayrı lmaz; o da siyasetten «Osmanlıcı» dır; O da Midhat Paşa Kanun-ı Esasisi 'nin uygulanmasını isteyen meşrutiyetçi ve hürriyetçidir; o da unsurları n bi rleşmesi sayesi nde «Osmanl ı mil let»inin terakki edeceği ne i man edenlerdendir. . . Ancak , ilk yazı larından iti baren halka, Os­ manlı ülkesinde hal kın büyük çoğunluğu olan «Köylü»ye çok ehemmiyet verir; ve yazılarının çoğunu hal ka, köy­ l üye hitaben yazar; onları n dertleri az çok bi lir; ve o dert­ leri kurcalayarak, halkı , köylüleri mevcud rej i m , hükümet ve hükümdar aleyhine hareket ettirmek i ster. Tunal ı ' nı n ilk yazılarından, yal nız liberal ve meşrutiyetçi değil , l i beral meşrutiyetçi olmakla beraber, halkç ı , demokrat, Tuna ha­ valisinde yaygın bir tabi r ile «padonyak» olduğunu görü­ yoruz. B u siyasi fi ki r, hatta içti mai, keli meleri ne, üsl ubu­ na edası na ve risaleleri nin isim ve şekl ine tesir etmişti r. Halka hitap ederken halkın anlamadığı Arapça ve Acemce kelimelerden , terki plerden çeki nir, hal k tabirleri ni atasöz­ l erini çok kullanır, üslubu -kötü ve yan lı ş bir tabir i le «amiyane»dir, ri salelerine ekseriya hal kın camileri nde dinlemeye alıştığı «hutbe» tarzmı , ve i smini verir, hutbe­ lerde olduğu gibi anlatmaktan ziyade hürmet ve korku 1 59


duygularını tel kin içi n ayet ve hadise ve ismi ni verir, hut­ belerde olduğu gibi anlatmaktan ziyade hürmet ve korku duygularını tel ki n için ayet ve hadisler zikreder. Tunalı'nın siyasi hal kçılığı , lisanda «halkçılığını» ve Türkçe yazdığı cihetle - «Türkçülüğünü» doğurdu. Yine o hal kçılıktır ki Tunal ı ' nın «Milliyet» meseleleri ne, başka ar­ kadaşlarından fazla ehemmiyet ve kıymet vermesine yol açtı . Başta çeşitli Osmanlı unsurlarına, kendi li sanlarında . yani Arnavutça, Arapça, Bulgarca, Rumca, Ermenice i l h . hitabelerde bulunmak isteyerek , bazı hitabeleri ni tercüme de etti rdi; fakat kendisine kulak asıp dinleyenleri n hemen münhasıran Türk olduğunu anlayınca, «unsurların bi r­ leşmesi » , hayal i nden uzaklaşmaya başlad ı ; ni hayet vak'aların uyarmasıyla siyasi Türkçülüğe kadar i lerledi. Lakin Tunal ı bu son olgunlaşma noktasına, meşrutiyetin ilanından bi r hayli zaman sonra ulaşabil mişti r. Bizce H i l ­ m i Bey'in hususiyeti halkçılığıdır; bu halkçılıkla, Türkçü­ lük bittabi bulunuyordu; fakat Tunal ı kendisi bile gali ba bunun pek farkı nda deği ldi . Tunal ı ' nın Türkçülüğü sonradan vak'aların tesiriyle or­ taya çıktı ve gelişti ( ! ) . . . Ve Aııkara'da coşkun ve fazla he­ yecanlı bir hat aldı (2) .

( i l «Memiş Çavuş. ben b u meclise girmeliyim». - Sayfa ı :ı . Ankarn. İ tikat Matbaası . 1 :1:17 ( 1 92:1) m Tunalı Hilmi Bey. eski Tuna vilayetinin Eski Cuma kasabasında. ağustos 1 87 1 tarihinde doğmuştur. Kantarcıoğulları'ndan lsnıail Ağa'nın oğlu Hilmi, allı ya-

1 60


Akçuraoğlu Yusuf Bey Akçuraoğl u Yusuf'un bi raz şuurl u Türkçül üğü Harbiye Mektebi sıralarından başlar. O zamanların yani Yunan Har­ bi arifelerinde, Necib A sım Beyleri n , Veled Çelebi Efendi­ lerin , Bursalı Tahir Beylerin Türkçül üğe ai t risale ve ma­ kaleleri yayı nlanmakta idi; Gaspıral ı İsmai l Bey ' i n «Tercü­ man»ı da bir aral ık İstanbul 'a gelip dağıtıl ıyordu. Akçura­ oğlu' nun bu yazılarından fiki r aldığı muhakkaktır. B u tesir­ lere, bu nevi eski Türkl ük, orta Asya Türkl üğü daüssilası ilave olunmal ıdır. Akçura ailesinin kökü ve bağları , Yu­ suf' un daha on , on i ki yaşında i ken Orta Asya Tiirkl üğü­ niin bi r köşesi , Başkırdi stan bozkırlarını görüp, orada biraz çadır hayatı yaşaması , biraz kımız içmesi , bu daüssılayı belki izah edilebi lir.

şında muhacir oldu. Ailesiyle dolaştığı Anadolu"nıın muhtelif şehirlerinde iptidai ve . rUşdi tahsil gördükten sona. Kuleli Tıbbiye idadisi ne yazıldı. Giilhane Tıbbiyesi 'nin IX. sathasında iken genç Türklük fikir cereyanına kapılarak. J 896'da lsviçre'yc kaç­ lı; ve orada neşriyata. siyasi faaliyet başladı. Bir hayli maceradmı sonra 1 902'dc Ka­ hire"ye yerleşti . Meşrutiyetin ilanını nıiiıeakib İstanbura döndii. Meşrutiyet hükiime­ ti. Tunalı Hilmi Bey'i kaymakamlıklarda ve Muhacirin Müdüriyeti Scvkiyaı-ı Harici­ ye memurluğunda istihdam eıti. Mlltareke devresinde lstanbul Meclis-i Mebusanı"na Ereğli'den nıehus seçildi. Gazi'nin davetine uyarak Ankara'ya gelip «Rllyllk Millet Meclisi»ne aza oldu. ikinci ve üçüncü «Biiyilk Millet Meclislerine», «Cumhuriyet Halk Fırkası� tarafından Zonguldak mebusu seçtirildi. Meclislerde Tunaıı·nın coşkun sesi. daima Türkçiilük ve halkçılık uğrunda yükselmekte idi . 1 928 senesi Temmuzun 24·ıındc lsıanbul'da vefat eııi. Tunalı'nın başlıca eserleri l 1 adcı hitabesiyle. «Memiş Çavuş» piyesidir. Birkaç parçaya böliincn bu piyes manzumdur. «Menıiş Çavuş» Türk köylüsUnU temsil eden bir kahramandır. (Bakınız: Yakub Kadri, «Koca Çocuğun Öl liıniine Dair» -Milliyeı. 6 Ağustos 1 928)

1 61


Akçura ailesi ; Kuzey Türkl üğünün eski ailelerindendir. Bütün aristokrat aileler gibi , Akçuraoğulları da baba ve de­ delerini , dört yüz yıl evvel i ne kadar, bil mem kaç göbek sa­ yar.dururlar. Yusuf ' un babası , büyücek bi r çuha fabrikası sahibi , oldukça zengin Hasan B ey adlı bir fabrikatör idi . Anas ı , Kazan' ı n eski , maruf ve zengi n bir ailesi olan Yu­ nusoğulları 'ndan Bibi Kamer Banu Hanım 'dır. Yusuf, J 879 senesi Kanun-ı evvelinin (Aralı k)/ i ki nci günü, Vol ga sahil indeki Simbir (bugünkü Olyonovsk) şehrinde doğdu. Yusuf, henüz iki yaşında iken babasını kaybetti ve yedi ya­ şını ikmal etmeden anasıyla beraber İ stanbul 'a geldi ; ve İ s­ tanbul 'da, elifbadan başlayarak tahsil merhalelerini katet­ ti kten sonra, 1 897 senesi Harbiye Mektebinden Erkan-ı Harbiye sınıflarına ayrıldı . Akçuraoğl u , daha mektepte i ken muharri rl iğe heves et­ mişti . İlk basılı makalesi Türklüğün i ki kolunu birbiri ne ta­ nıtmak yolunda yazdığı Şahabeddin el-Mercani tercü­ me-i halidir. 1 897'de, İstanbul'un « Mal umat» mecmuasın­ da yayınlanan bu makale, Kuzey Türklüğünün e n ünlü ali mlerinden ve Kuzeyde di ni yenilik ve m i l l1 uyanış hare­ ketinin ilk reislerinden yukarıda ismi geçen Şahabeddin Hazret'in düşünce ve çalışmalarını ve bu s uretle Kuzey Türklüğünün irfan seviyesin i , fi kri hareketleri ni , Güney­ deki kardeşlerine anlatmak maksadıyla yazı lmıştıO ) . Yu-

cıı

«Musavver MalOınat» gazetesinin cilt: XXI , numara: 69:20 Kanun-ı evvel

1 3 1 2 (=2Kanun-ısani 1 897) tarih ve numaralı nUshasında, Hazreı'in bir resmi yle beraber yayınlanmıştı . Aynı makale Kazaıı 'da Hazreı"in 1 00. doğum yıldöııUrnU münasebetiyle telif olunan «Mercani» adlı büyilk kitaba da idhal olunmuştur. «Mercani». Kazan. Maarif Matbaası 1333 ( 1 9 1 5) sayfa 422.

1 62


s uf, «Şahabeddin Hazret>> tercüme-i haliyle beraber Gü­ ney' de mi l ll fiki r mevzularından ve asri medeniyete i l ti hak taraftarlarından «Kayyumu 'n-Nasıri» n i n tercüme-i hali ­ ni d e yazıp aynı mecmuaya vermi ş ise de, b u ikinci maka­ le basılıp yayınlanmamıştır. Bu sıralarda Akçuraoğlu Yusuf, tatil aylarını, akrabası­ nın oturduğu Kazan, Si mbi r şehir ve köylerinde geçirerek, Kuzey Türkl üğünün hayat ve düşüncelerin i yakından taki ­ be i mkan bul uyordu ve yol üzerinde bulunan Kırım'ın Bahçesaray 'ına uğrayarak eniştesi İsmail Gaspıralı 'yı ziya­ retle ondan feyz al ıyordu. A mcalarından Si mbi r'de oturan Akçuraoğlu İbrahim Bey, çeşitl i Batı l i sanlarıyla eski ve yeni Türkçe l isanlarına vakıf, Uygurcayı okuyup yazabilen araştı rıcı bi r zattı . Yusuf, İbrah im Bey'i ve zengin kütüpha­ nesin i ziyaret ederek, amcasının Türk alemine Türkoloj i ye ait sohbetlerinden i stifade de kusur etmiyordu. B izzat Şe­ habeddin Hazret i l e Kayyumü 'n-Nasır'yi de ziyaret eyle­ mişti . İşte söz konusu iki tercüme:i hal , bu sıla seyahatle­ rinden ve bu ziyaretlerden sonar kaleme al ınmıştır. Yusuf, harbiyenin ikinci sınıfında iken, Genç Türklük düşüncesine katı lma ve hizmet töhmetiyle kırk beş gün pı­ rangabendl iğe mahkum oldu. Mahpustan çıkarıldığı zaman Mekatib-i Harbiye Nazır-ı Sanisi Rıza Paşa, kendisine an­ cak sınıfının en çalışkanlarından olduğu (sınıfın dördüncü­ sü idi) dikkate alınarak l ütufkar davrandıklarını ve bu yol ­ da ikinci bi r hareketi hissol unursa mutlaka tard olunacağı­ nı ihtar etmişti .

1 63


Erkan-ı Harbiye sınıfına ayrıl masından birkaç ay sonra tekrar tevkif ol unarak , o zamanlar İstanbul ' un bütün mü­ nevver ve h iirriyetperver gençliğini korkutan Taşkışla Di­ van-ı Harbi ' ne sevk olundu. Yusuf'un sınıf arkadaşların­ dan bugün Tiirkiye Cuınhuriyeti 'nin Londra Sefi ri bul u­ nan Ahmet Vefi k Bey de (sınıfın biri ncisi idi) Di van-ı Har­ be gönderi lenler içinde bulunuyordu. Divan-ı Harb, hiçbir ciddi sebep olmadığı halde, her i ki Erkan-ı Harbiye Müla­ zım-ı Sanisini askerlik mesleğinden tard ve Yusuf' u m üeb­ beden kalebendi iğe mahkum etti ! . .. Taşkışla Divan-ı Harbi mahkumları , il. Abdülhamid ' iıı bi r iradesiyle, mahkumiyet dereceleri nazara al ınmaksızın topyekun (Fizan)a gönderi lmek üzere Trabl usgarb'a sevk olundalar. Ancak 84 kişinin Fizan 'a gönderi lmesine kafi meblağın Trabl usgarb Yi layet-i Cel ilesi hazinesinde bulu­ namaması sayesi nde, b�tün sürgünler Trablusgarb Kale­ s i ' ni n eski kasrında hapsol undular; kısmen yerin üstünde bi r asker koğuşunda, kısmen yer altında bi r nevi zi ndanda geçen bu mahpusl uktan , Avrupa'daki Genç Türkleri n bir zümresiyle Osmanlı sultanı arasında akdol unan mütareke şartlarından bi risinin tatbi ki suretiyle kurtulabi ldi ler. Hiç ol mazsa şehir dahilinde hareket serbestl iği ne kavuşan Ak­ çuraoğlu, Fırka Erkan-ı Harbiyesi ' ne katı lmış Erkanı Har­ biye Mülazım-ı Sanisi rütbe memuriyetiyle bi r müddet er­ kanı- Harbiye Kalemi n'de ve li valara muallimlik vazife­ sinde çal ıştıktan sonra, arkadaşı Ferid Bey ' le beraber. ufak

1 64


bir maltız kayığı içi nde Trabl us'tan kaçarak, Fransa'ya, Pa­ ris'e gitti . Paris'te i l k görüştüğü Tiirk miiltecilerindcn Doktor

Şerafeddin Mağmumi merhum, kendisine Osmanlılık fi kri nin çürükl üğünden , çeşitli unsurları n anlaşmasını te­ min etmenin imkansızlığından , Türk mill iyetperverl i ği n­ den gayri hiçbir salim fikir bul unmadığından, Batılıların umumiyetle Doğu ve Ti.irk düşmanl ıklarından, medenile­ rin dillerine doladıkları adalet ve insaniyet sözlerine inan­

mak tam bi r ahmakl ık olacağından ve bütün bu haki katle­ ri ona Paris 'teki hayat ve gözlemleri tel kin etmiş bul undu­ ğundan bahseylemi şti . Doktor Şerafeddi n Mağmumi ' ni n b u sözleri mill iyetçi liğin izleri zaten di mağmda biraz mev­ cud olan Akçuraoğl u ' na çok derin bi r tesi r icra ettiğini ha­ la hatırlarım . A hmet Ferid Bey ' le Yusuf, vakit geçirmeksizin «Ser­ best Ul um-ı Siyasiye Mektebi»ne talebe kaydol undular. O zamanlar ( 1 899) Boutmy, Albert Sorel , Funk Bretano, A natole Leroy-Beaulieu, Renouvier, Levy Bruhl gibi Fransa'nın ünlü alimlerinden sayıl an zatlar, mektepte ders veriyorlardı ve zatların hepsi , bazı zaman farkı olmakla be­ raber, ciddi milliyetperverlerdi. B u üstadlar her i ki i l i m tali binin fi kir v e muhakemeleri ne artık deği şmeyecek ka­ dar beli rl i bi r veche verdiler. A l bert Sorel , bütün bugünkü ası r tari hinde, en haki ki amil olarak «rni llet»leri bul uyor1 65


du. Funk Breantano, tarihi hayatta «İktisadi ami ller»i asl i amil tanıyordu ve eşkal-i zevahire , mücerred efkar ve amale deği l , realitelere kıymet vermeyi tal i m ve telkin edi­ yordu. Boutmy, bilhassa siyasi ve sosyal müesseselerin meydana çıkışında milletlerin psikolojisine d ikkati çeke­ rek evolasyon yol uyla meydana çıkışların sağlam olduğu­ nu göstermeye ve ispata çalışıyordu. Hasılı G iyom sokağı­ nın bu alayişsiz, fakat pek ciddi mektebi , Doğuya ancak bazı kritikleri gelebi len siyasi ve sosyal fi kirlerin menba­ larından biri idi . İ lme susamış gençler, bu menbadan kana kana i çebilirlerdi . A kçuraoğlu' nun Güney ve Kuzey Türkl üğü muhi tle­ rindeki müşahedeleri nden ve kendinden önce gelen Türk­ çüleri n eserlerinden, sohbetlerinden çıkmış i ntibalara da­ yanan siyasi ve sosyal fikir ve muhakemeleri , siyasi i l i m­ ler mektebinde hayli açıklık kazandı; Akçuraoğl u , siyasi i l i mler mektebi nden aldığı derslerle mil liyetçili ği ve Türk­ çülüğü siyaset sahasında düşünmeye başlamıştı . Yusuf, bir taraftan mektebine devam ederken; di ğer ta­ raftan Genç Türk toplantılarına da giderdi . Ahmet Rıza

Bey tarafından yayınlanan Türkçe Şôra-yı Ümmet ga­ zetesinde bi rkaç makale, Fransızca «Meşveret» gazete­ sinde, Fransız tari hçilerinden «Male» ve «Debidour»u ten­ kid ederek Midhat Paşa' nın meşrutiyetperverl iği nde sami­ mi olduğunu iddia ve ispata çalışan uzunca bir makale ve1 66


rip yayınlattırmıştırO ) . «Şura-yı Ü mmet»te çıkan makale­ ler, daha sonra İ stanbul 'da küçük bir risale hal inde toplan­ mış ve yayınlanmıştır<2). Çoğu 1 902 senesinde yazılmış olan bu makalelerin Ul um-ı Siyasiye Mektebi derslerinden çok mül hem olduğu fakat, İttihat ve Terakki , akideleri n­ den tamamen sıyrı lmadığı görül ür: B u makalelerde milliyet meselesi ne temas ol unmakla beraber, henüz siya­ set sahasında milliyetperverl ik yoluna katiyetle gidilme­ m işti r. Ancak bir iki noktada, Sorel ' i n tesi ri altında, «Milliyet»i n kuvvet, kıymet ve ehemmiyeti anlatılmak is­ tenilmişti r ve hiçbir makalede «Millet-i Osmaniye» tabiri yoktur. Onun yerinde «Osman lı ül kesinde oturan muhtelif akvam», «Heyet-i Müctemia-i Osmaniye» , « Heyet-i Os­ maniye» gibi tabirler kullanıl ıyor. Osmanl ı ülkesinde otu­ ran halkların , kavimleri n kavimce menfaatleri müşahede ve ifade olunuyor. Osmanlı topl uluğunun bu kai mler tara­ fından bozulmakta olduğu tespit ediliyor. Fakat muharri r henüz, Osmanlı birleşmiş topl uluğunun , çok çetin , adeta ol mayacak şartların meydana gel mesi hal inde muhafaza imkan haricinde bulunmadığını zannediy or:

«

Cem iy et-i

Osmaniye»nin öyle bi r şekil ve hal kabul etmesi gerekir ki

C I ) Extrait de «Mechverel»: Midhaı-Pacha, la Comstitution Ottomane et l 'Europe, par Y.A. Paris, 1903 . c2 ı «Eski Şilrfi-yı Ü mmet» le çıkan makalcleriınden - l stanbu l , «Tanın Matbaası» 1 320 ( 1 91 3).

1 67


Osmanlı ülkesinde oturan hal k, anılan birleşmiş topl ul u­ ğun haliyle muhafazasında menfaatkar olsun , yani ayrı l­ makta yalnız faide bul mamakla kalmasın , ziyan görsün .» («Bir tavsiye»-Sayfa 38). Aynı makalenin biraz aşağıların­ da ise şöyle deniliyor: «Memleketin durumunun d üzelme­ si demek, yalnız idare şekl inin değişmesi demek deği ldir, bütün Cemiyet-i Osmaniye'nin inkılabı demektir.» (Sayfa 41). 1 903 öğretim yılı ni hayeti nde, Akçuraoğlu Yusuf, Paris Serbest Ulum-ı Siyasiye Mektebi ' nde iiçüncii mükafatla di ploma aldı . Di ploma alabil mek i çi n hazırlanması gere­ ken Travail (iş)ın ünvanı : «Esai sur ı ' histoi re des l nstituti ­ ones de I ' Empire Ottomans (Osmanl ı Saltanatı M üessese­ leri Tari hine Dair B i r Tecrübe)»dir. Aslı olan Fransızcadan «Medhal» kısmı bilahare Türkçeye tercüme olunarak bası­ lıp yayınlandı0 ) , ası l metni ve hatimesi henüz basıl m ış ve yayınlanmış değildir. Muharrir, eseri n methal inde, Osmanl ı sal tanatı müesse­ selerinin asi l kaynaklarından olan Türk ve İ slam hukuk ve teşkilatına dai r umumi bilgiler verdi kten sonra. asıl met­ ninde, «Eski rej i m» ve «Yeni rejim» diye ikiye ayırdığı Os­ manlı müesseseleri tarihini n büyük vakıalarını toplamaya

( ıı

« B i l gi

Mecmuası»ııın

! ' i nci

yayınlanmıştı r. lstaııbul 1 3 29 ( 1 9 1 4 ) .

1 68

ve

2 ' i ııci

numarasında

basılmış

ve


ve bu müesseselerin görebi ldiği kadar mümeyyiz vasıfları­ nı tespit ve izaha çal ışmıştır; hatimesinde ise Osmanlı İm­ paratorl uğu 'nun ne yolda değiştiri lmesinin uygun olacağı­ na dair, şahsi görüş ve düşüncelerini ortaya koy m uştur. Derslerden tasarruf ol unabi len dar zamanda, ancak sınırlı kaynaklardan istifade ile yazılan bu mektep çalı şmasının ciddi bir i l mi kıymeti ol mamakla beraber, A kçuraoğlu' nun o zamanlar siyasette milliyete meselesine akışı nı göster­ mesi itibariyle bi r ehemmiyeti vardır. Eserin hatimesi ni ­ hayetlerinde muharir, Osmanlı Saltanatı ' nda ıslahat mese­ lesine bi rkaç açıdan bakılabileceğin ifade ediyor: a) B i r unsurun menfaati , b) Muhtel if unsurları n menfa­ ati , c) Hükümdarın ve hükümeti elinde bulunduranların menfaatleri , ni hayet d) «Devlet»İ n menfaatleri . Mevcut bi lgilerime göre, «Genç Türk» namını taşıyan ıslahatçılar­ la, Tanzi matçılar, söz konusu meseleyi m ünhası ran «Dev­ let» açısı ndan hal le çal ışmışlardı ; lakin bu hareketlerin fikriyatında muhtel if görüşleri n ayırım ve tahl i l ine girişi le­ memi şti . «İş»in muharri ri de, henüz hayatını sürdürmesi nin i m­ kan haricine çıkmamış olduğuna i nandı ğı Osmanlı Devk ti ' ni n yani «Devlet»in menfaati açısından , mütalaa ve mu­ hakemesini yürütmüştür. Akçuraoğlu'na göre bu açıdan Genç Türkler programının ası l i l kesin i n uygulanması mümkün deği ldir: «MiJliyet fikrinin bu kadar inkişafm­ dan ve muhtelif milliyetler arasmda ve bilhassa iki d i n 169


arasında bu derece husumetin tahsilinden sonra, im­ paratorluğun unsurlarını birleştirecek ve kaynaştıra­ cak bir millet teşkil etmek mümkün değildir.>> Muhafazakarların istedikleri gibi kuvvet ve icbarla da İ mparatorl uğun birlik ve bütünl üğünü muhafaza mümkün değildir. XX. asır Avrupası buna müsaade etmez. Eğer I . Sel i m , I X . Şart veya Katolik Ferdinand zamanında bulun­ sa idik, Müslüman olmayanların cümlesini i mhaya ve Müslümanları bir millet hal i nde birleşti rmeye muktedir olabi l i rdik ... » B iraz aşağıda:

«Bana öyle geliyor ki Müslüman olmayan milliyet­ lerin «otonomi»leri mukadderdir. Eğer Osmanl ı Devle­ ti bu milletler için kendiliği nden hemen hemen m üstaki l «self gouvernement»ler teşki l i ne razı ol mazsa, onlar kuv­ vet ve şiddetle «Otonorni»leri ni koparıp alacaklardır. İgna­ tiev, «ya otonomi ya anatomi» dernekle hakl ı idi; i ki nci i mparatorluk, Osmanlı saltanatında «i mtizac ve ternasül (: uyuşma ve benzeme)» prensi pleri nin tatbi kini teşvik ile hatalı hareket etmiştir. « Bundan dolay ı , ya Osmanlı saltanatı eski tecrübelerin­ den istifade ederek, imparatorl uğun Müslüman ol mayan unsurlarına milli' otonomiler verecek ve bu suretle onların devlete olan zayıf bağlarını büsbütün kesmelerine mani olabilecek (zira bu unsurların kuvvetl i bir tanzi m ve tertip 1 70


edi l miş parçalar halinde bul unmalarında dai ma menfaatle­ ri vardır); yahut anılan unsurların demi r ve ateşle otonomi­ lerini kazanmalarını bekleyecektir.» Hatime şu sözlerle bitiyor: «Hasılı Osmanlı İmparatorluğu, varlığını koruyabilmek için bi r bi rleşik devlete (etat federatif) şekle dönüşmeli ­ di r.» Bu satı rlar, 1 903 tari hinde, yani İki nci Osman l ı Meş­ rutiyeti nin i lanından beş, Arnavutl uk, Makedonya ve B atı Trakya'nın ayrılmasından on beş sene evvel yazı l mıştı; ve o zamanlar İttihat ve Terakki Fırkas ı ' nda hakim ve yürür­ lükte olan düşünceye tamamen zıt idi ; adem-i merkeziyet taraftarı Genç Türkler bile, idari adem-i merkeziyetlere ka­ dar gidiyor ve açıktan milliyetlere bir hak tanımak cesare­ tinde bul unmuyorlardı ... Vakıa Akçuraoğlu' nun bu nazari reçetesi nin de eksik bilgilere ve safdiline muhakemelere dayandığını itiraf et­ me! iyim: Osmanlı İmparatorl uğu 'nda yaşayan, mesela Make­ donya, Sırp, Bulgar ve Romenleri n milli otonomi leri ni ka­ zanmakla, Osmanl ı İmparatorl uğu birl iğinde yaşamaya ra­ zı olacaklarını tasavvur, meseleni n mühim unsularından olan Sırp ve Yunan Kral lı klarıyla Bulgar Prensliğini ve bü­ yük devletleri n Balkanlardaki tesirlerini hiç de nazara al­ mamak demekti : Bundan başka bazı unsurlar arasında bel­ ki bir asırdan beri had bir surette mevcut husumet de unu1 71


tul muş gibi i d i ; keza bu unsurların bi r arada yaşamaktan elde edebi lecekleri menfaatler de kafi derecede araştı rı l ­ mış deği ldi . B u mütalaaları n ınevzuumuza göre ehemm i ­ yeti , l 903 'den iti baren Akçuraoğl u Yusuf ' un artık Osman­ lı birl iğinin şiddetle sarsıldığına ve Osman l ı ülkesinde otu­ ran milletleri n, milll gayeleri ne ulaşmalarırn önlemenin mümkün olmadığına dai r kesin kanaatıdır; yani mil l iyet meselesine verdiği kıymet ve ehemmiyettir. M i l liyet meselesine verdiği bi r kıymet ve ehemm iyete, Akçuraoğl u'nun gitti kçe daha sal i m bi r anlayışa götüre­ cektir... A kçuraoğlu Yusuf, Pari s'te tahsi l i ni bi tirdi kten sonra Osmanlı Devleti hudutları kendine kapalı bul unduğundan Rusya'ya akrabasının yanına gitti ve Akçura ailesinin ası l kökleri olan «Züyebaşı» köyünde amcası Yusuf Bey' i n ya­ nı nda bir müddet kaldı . İşte bu köyde i ken , «Kahire» de çı­ kan , Türk gazetesine «Üç Tarz-ı Siyaset» iinvanlı maka­ lesini yazıp gönderdi . B u uzunca mak al eye gazetenin baş muharriri A l i Ke­ mal Bey (Ferid Paşa Hükümeti nde Dahil iye Nazırı olan A l i Kemal) , «Cevabımız» başlıkl ı , tenkit eden ve hatta alay eden bi r makale ile mukabele etti . O s ı ralarda Mısı r ' da bu­ l unan Ahmet Ferid Bey (Büyük M i l let Mecl isi Hiikii me­ ti nde M i l l iye ve Dahiliye Vekili ve Türkiye Cumhuriye­ ti ' nde Londra Sefiri olan zat) , «Bir mektu p» i l e a rkadaş ı Yusuf'un düşünce ve görüşleri n i açıkl amak ve kısmen ,

1 72


doğrulamak yol unda m ünakaşaya karıştı . Ve bu bir sıra makaleler «Türk» gazetesinin 24-34 numaralı nüshaların­ da (Mayıs , Haziran 1 904) basılıp çıktı ( 1 ) . Akçuraoğlu Yusuf'un kendi bakış açısından en mühim eseri olan bu birkaç sütunluk makale i le, ilk defa siyasi sahada Türkçülük meselesi , bütün açıklığı ile söz konusu edil m i ş ol uyord u; bu makalede i l k defa , Osmanl ı Saltana­ tının taki p ettiği veya taki p edebileceği «ÜÇ tarz-ı siyaset» yani «Üsmanhcıhk, İslamcılık ve Türkçülük» sarih bir surette tespit ve beyan olunuyordu. Makale şu sGrette başl ıyordu: « Osman it iilkesinde Batıdan feyz. alarak. kuvvet kaz.an­ mak ve terakki arzulan uyanalı belli başlı üç siyasi yol ta­ savvur ve takip (Ehauc/ıer) edildi samyorunı: Birincisi Osmanlı lıükiimetine tabi muhtelif milletleri tasn(f ederek ve birleştirerek bir Osmanlı Milleti viicııda getirmek. cisi h ilafet

hakkının OsmaniL

İkin­

Devleti lıükiimdarında olma­

smdan istifade ederek biitiin İslamları söz konusu hiiküme­ tin idaresinde siyasetten birleştirmek (Frenklerin lamisne) dedikleri Üçünciisii

ırka dayanan

Pan-İs­

siyasi bir Türk

milleti teşkil etmek .»

ı ı ı B u üç makale «Tiirk» de yayınlandıktan sonra Mısır.da bir risale halinde toplaıııp basılmıştır. Risalenin nüshaları kalınadığıııdaıı lstanlıul 'da basıldı. «Üç Tarz­ ı Siyaset» lstaııbııl, Mattıaa-i Kader. 1 327 ( 1 9 1 2 ). Şimdi nüshaları nadirdir.

1 73


Bu suretle «Üç Tarz-ı Siyaset» kısaca tarif ol unduktan sonra, beherinin bi raz geni şçe açıklamasına geçiliyordu. Türkçül ük siyaseti hakkında şöyle deniliyordu: «Irk üzerine müstenit bir Türk siyasi milleti husule ge­ tirmek fikri pek yenidir. Gerek şimdiye kadar Osmanlı Devleti 'nde, gerekse gelip geçen diğer Türk Devletleri 'nin hiçbirisinde bu fikrin mevcut olduğunu zannetmiyorum . Şu muhakkak ki son zamanlarda İstanbul 'a Türk milliyeti ar­ zu

eden bir mahfe!, siyasi olmaktan ziyade ilmi bir mahfe!

teşekkül etti. Şemseddin Sami, Türkçe şiirler muhterem müellifi, Necib Asım, Veled Çelebi ve Hasan Tahsin(?) bu muhfelin göz görünen üyeleri olup, « İkdam» bir dereceye kadar düşüncelerinin benimseyicileridir.» «

...

En çok Tiirklerle meskun Rusya 'da Türklerin bir­

leşmesi fikrinin müphem bir surette varlığma inanıyorum. Henüz doğmuş olan « İdil edebiyatı» Müslüman olmaktan ziyade Türk 'ı ür, dış basık/ar olmasa bu fikrin kolaylıkla gelişmesine Osmanlı ülkesinden fazla müsait mulıit, Türk­ lerin en kalabalık bulundukları Türkistan ile Yayık ve İdil havzaları olurdu. Kafkasya Türklerinde bu fikir mevcııt ol­ sa gerek, Azerbaycan 'a Kafkas 'ın fikri tesiri olmakla be­ raber Kuzey İran Türklerinin ne dereceye kadar Türklerin birleşmesi taraftarı oldukların bilmiyorum .» «Ne olursa olsun, ırka müstenit bir siyasi millet icadı fikri henüz pek tur/andadır, pek az yaygındtr.»

1 74


Makaleni n i kinci kısmında «bu üç siyasetten hangisi n i n faydal ı ve kabi l -i tatbik olduğu» araştırılıyor v e derhal «faydal ı dedik, lakin kime ve neye faydalı» sual i sorulu­ yor. «Bu suale cevap ancak meyl-i tab 'ımız diğer bir tabir­ le ak/unızm henüz tahlil edemediği, lıak veremediği hissi­ miz verebilir: Ben Osmanlı ve Müslüman bir Türküm; bundan dolayı Osmanlı Devleti, İslamiyet ve bütün Türk­ ler menfaatine hizmet etmek istiyorum . lakin siyasi, dini ve nesebi olan bu iiç cemiyet menfaatleri müşterek midir? Yani birisinin kuveılenmesi, diğerlerinin de kuvvetlenme­ sine sebep olur mu?»

B u suale cevap verebi lmek i çi n üç cemiyeti n menfaat­ lerini mukayese ederek nihayet şu karara geliyor:

«Her üç cemiyete mensup bir şahıs Osmanlı Devleti menfaatine çaltşmalldır. Lakin Osmanlı Devleti 'nin men­ faati yani kuvvet kazanması bahsimizin mevzuunu teşkil eden üç tarz-ı siyasiden hangisini takiptedir ve bunlardan hangisi Osmanlı ülkesinde tatbik edilebilir?»

Makalen i n üçüncü ve son kısmı , bu son suallere cevap araştırıyor: «Osmanl ı mil leti teşkil i » gayesiyle yapılan tec­ rübeleri , buna karşı çıkan i ç ve dış engellerdi etrafl ıca an­ lattıktan sonra diyor ki: «Binaenaleyh, zan nımca artık

Osmanlı milleti vücuda getirmekle uğraşmak, beyhu­ de bir yorgunluktur » ...

1 75


Akçuraoğl u nazari olarak ulaştığı bu neticeye, bundan sonra ef'alinde, hareketinde daima sadık kalacak ve maka­ lesinin yayınından dört sene sonra «İttihat ve Terakki» ce­ miyetinin Osmanlı ül kesinde Meşrutiyet i lan etti rmesini müteakib ortaya çıkabi l i r zannetti ği unsurların birleşmesi siyasetine karşı bi r vaziyet alamayacaktır. «Osmanlı milleti vücuda getirmek» siyasetini bu suret­ le attıktan sonra makale «Tevhid-i İ slam» (İslam B i rl i ği) , ve «Tevhid-i Etrak» (Türk birliği) siyasetlerinin m ünaka­ şasına geçiyor ve muharri ri n bu i ki siyasetten bi risini di­ ğerine tercihte tereddüt eylediği görü l üyor. Mamafi h «Tevhid-i İslam» dan bahsederken , «Tevhid-i İ slam siya­ seti nin tatbi kinde dahi l i maniler, az güçl ük ve katlanılabi­ lecek surettedir; lakin harici mani ler pek kuvvetlidir. Os­ manlı devletinin ciddi bir surette Tevhid-i İ slam siyasetini tatbi ke kalkışmasına, (Hıristiyan Devletleri) , belki de mu­ vaffakiyetle karşı koyarlar.» diyerek İ slam s iyaseti nin tat­ bik ol unabilmesinin pek şüpheli olduğunu ızhar ve ifade ediyor. «Tevhid-i Etrak» siyasetine gel ince, bunun tatbi ki mümkün olduğu takdi rde, yazarın görüşüne göre birçok faydalarından bi ri s i , «Osmanl ı ül kesindeki Türklerin hem dini, hem ı rki bağlar ile pek sıık bi rleşmesine ve esasen Türk ol madığı halde bi r derece Türkleşmiş diğer M iislü­ rnanların daha ziyade Türklüğe benzeme»sine ve hatta «henüz hiç benzememiş ve fakta milli vicdanları bu-

1 76


lunmayan unsurların da Türklcştircbilmesine» hizmet edeceği keyfiyetidir. Buna mukabi l , Türkçül ük siyasetinin «Osmanlı ül kesinde oturan , M üslüman olup da Türk ol ma­ yan ve Türkleşti ril mesi mümkün olunmayan kavimleri n Osmanl ı Devleti elinden çıkması ve İslamiyteni Türk ve Türk ol mayan kısımlarına ayrılarak artık Osmanlı Devle­ ti 'nin Türk olmayan Müslümanlar i le ciddi bir münasebe­ ti kal maması mahzuru vardır.» Mu harir, «Batı 'nın tesiriyle Türkler arasında mill iyet fi ­ ki rleri gi rmeye başlamış» olduğunu tesbi t etmekl e bera­ ber, siyaset sahasında Türkçül üğün «heni.iz yeni doğmuş bi r çocuk» olduğunu söyleyerek; mamafi h «zamanı mız ta­ ri hinde görülen umumi cereyanın ı rklarda» olduğunu ve «Türk bi rl i ği » aleyhine harici mani leri n nispeten az bulun­ duğunu ve hatta bazı Avrupa devletlerinin «Rusya'nın menfaatlerini zararlı olduğu için bu siyaseti destekleyebi­ lecekleri ni» i lave ediyor. «Osmanl ı milliyeti » siyaseti nin Osmanlı Devleti ' ne faydal ı ve kabi l-i tatbi k ol madığına katiyetle hükmeden A kçuraoğlu Yusuf, İslam ve Türk siyasetleri ni terci hte bu katiyeti gösteremediğinden , «Üç Tarz-ı Siyaset» makales i , «Türk» gazetesi muhari rleri ne tevci h edi l mi ş şu sual i le son bul uyor: «Müsl ümanlık, Türklük siyasetleriden hangi ­ si , Osmanlı Devleti için daha faydal ı ve kabi l -i tatbi kti r?» Evet, Akçuraoğl u , bu makalesi nde «Türklük» , yahut makalede ekseriya zikrettiği tabi r ile «Tevhid-i Etrak» s i 1 77


yasetini , «Müslümanlık» yahut «Tevhid-i İslam» siyaseti­ ne tercih ederek fikri evelüsyonunu henüz tamamlamış de­ ğildir; fakat fikri evelüsyonunun hangi cihete doğru gitti­ ğini , bu makaleden çı karmak kabi ldir: Makalede Türkçü­ lük siyasetinden bahsederken «İslam dini; Türk milliyeti­ nin teşkilinde mühim bir unsur olabilir. İslam Türlüğün birleşmesinde son zamanlarda Hristiyanlıkta olduğu gibi içinde milliyetlerin doğmasmı kabul edecek şekilde değiş­ melidir. Bu değişme ise hemen hemen mecburidir de; Za­ manımız tarihinde görülen umumi cereyan ırk/ardadır. Dinler, dinler olmak bakımmdan gittikçe siyasi ehemmi­ yet/erini, kuvvetlerini kaybediyorlar. İçtimai olmaktan zi­ yade şalısileşiyorlar. Dolayısıyla dinler ancak ırklarla bir­ leşerek ırklara yardımcı ve hizmet edici olarak siyasi ve içtimai ehemmiyet/erini muhafaza edebiliyorlar» denil­

mektedi r. B ugünkü düşünceme göre, bu makalede mühim bi r tahlil noksanı vardır: «Türklük siyaseti» ile «Türk birliği» , «İslam siyaseti» ile «İslam birl iği» bi rbirleri ne karıştı rıl ­ mıştır. Osmanlı Devleti ' ni n içerde «Türkl ük» veya «İs­ lam» siyaseti takip etmesi , dışarda «Pan-Türki st» veya «Pan-İslamist» ol masını mutlaka icap ettirmez. Ve bu tah­ l i l de yapılabilmiş olsa idi , 1 908 'den bugüne kadar vaki olan hadiseler, daha çok açık görül müş ve ifade edi l miş olurdu.

1 78


Ne olursa ol sun, vak'alara dayanacak aksi açı klanınca­ ya ve i snat edil inceye kadar iddia ol unabil i r ki bu makale­ den evvel Osmanlı sal tanatın ı n son devresi ndeki siyaset tarzları nı tasnif ve tayi n eden ve her tarza belli bi r isi m ve­ rerek ana çizgilerini meydana çıkaran bir eser yazıl mış de­ ğildir; bundan başka hemen bir asra yak ı n , l isan , edebiyat ve fi loloj i ve hatta siyaset sahası nda Türkçül ük fi kri ve fikri cereyanı mevcut olduğu halde, Türk mill iyetçiliğinin siyasette haiz olabi leceği kıymet ve ehemmiyete dair, «Üç Tarz-1 Siyaset» den önce bu derece açıklı k ve kesinli kle görüş beyan eden bi r eser yazı lmış olduğunu da bilmiyo­ rum< O . « Üç Tarz-ı Siyaset»i n ehemmiyeti de, işte bu tahlil ve tespitleri ndendir. 1 908 Meşrutiyetin i müteaki p, «Osman l ı ­ l ı k , İslamlı k ve Türklük ( . . . tasnifi v e b u tabirleri n ifade et­ tiği siyasi ve içtimai mefhumlar, Osmanlı ülkesin i n içinde ve dışında, bil hassa Türkler arasında çok işlendiği gibi , si­ yasi ve içti mai hayatı n tatbi kat sahasında dahi her üç tarz­ ı siyasetin daha ziyade açıklık ve şuursal tahakkuk ettiril­

mesine çalıştığı bi r emr-i vakidir.) «Üç Tarz-ı Siyaset» Batı muharrirleri nin di kkati n i çer­ mekte de geci kmemişti r. Yalnız şarkiyat ile meşgul bazı hususi mecmua ve serlerde değil , Doğuya ait umumi eser-

ı ı ı Eğer mevcut olup da h:ıberdar olmamış isem. bilenlerin lütfen beni uyarmalarını ve aydınlatmalarını rica ederim. (A.Y.)

1 79


terde bile Osmanlılık, İslamcı l ı k ve Türkçülük fi kir ve si­ yasetleri nden , tabirler aynen kullan ı l mak üzere bahsedil­ meye başlanmış ve «ÜÇ Tarz-ı Siyaset» muharri ri , Türkçü­ l ük hareketi nin rei s , kurucu ve yayıcıları ndan olarak göste­ ri l mekte bul unmuştur< 1 ) . Akçuraoğl u, «Üç Tarz-ı Siyaset» makalesini bi r sual ile biti rmiş ol makla beraber, Rusya'dan geldiği zaman , bütün Türk aleminde, kültür ve siyaset sahalarında, mill iyet fi krinin tatbi ki kabul ve faydalı olduğuna kanaat geti rmi ş bulunuyordu. Ve Rusya'da bul unduğu seneler, bu fi kri n i n yayılmasına hayl i ıniisaid idi : Yusuf, Rus-Japon muharebe­ si ve onu takip eden 1 905 ihtilali ve Rusya 'da meşrutiye­ ti n i lan ve tatbiki sıralarındadır ki Rusya'da bul undu. Za-

Bu yolda yazılan eserl erden gözüme ilişenleri aşağıda gösteriyorum: 1 - P. Krisal . «Les Turcs ala recherche d'unc füne nationale» . «Mercurc de Francc» V.: 47. No: 3640. - 1 4 Ao0t 1 9 1 2 . 2 - x . Lcs Courants politiqucs dans l a Turquic coııteıııporalinc. - «Revue du ıııondc Musul maıı» V.:XXı , Deceınhre 1 9 1 2 . 3 - x . Le Panislamisme el l e Paıılurq ııisıııe. «Revııc d u moııdc Mıısıılmaıı» V.: X X l l . Mars 1 9 1 3 . Kırk sayfalık b u uzun makalede «Üç Tarz-ı Siyaset» hayli ctrallH:a tahlil tetkik ve tcııkid ed i l m i ş ve Akçuraoğlıı Yusuf. İslam birliği fikrinin kurucu ve yayıcılarınd::m Seyid Ccıııaleddiıı Afg:111i ile mukayese olunmuştur. 4- Gaston Gaillard, «Les Turcs el I ' Europe» . Paris. 1 92 1 . page: 298. 5- Lolhrop Stoddard. Le nouveau ınoııdc de l ' lslam. traduit de I ' :111glais , Pari s, Payot 1 923. Lolhtrop Stodd:ırd - «Yeni fılcm-i İslam » , İngilizceden Tiirçcye tercümesi Mütercim Ali Rıza Seyfi - İstanbul , 1 922 - sayfa 229. 6- A. Sanhoury. «Le Califat», Lyon. l 926. safya 495. 7- Commandant M. Larcher, «Le guerrc turgquc dans la gucrre nıoııdiale» . (1)

Paris . Clıiroıı. 1 926. «Le prohleıııc

1 80

ture»

sayfa: 1 7 -.n .


ten Kuzey Türklüğü m u h i ti , yukarıda zikrol unan Şahabed­ d i n Mercani , Gaspıralı İsmai l Bey g i bi m i l l i yetç i l eri n ve onların öğrenci leri ni n senelerden beri l i san ve kültür saha­ sı nda devam eden i rşadatıyla, siyasi sahada dahi m i l l i yet­ ç i , Türkçü , hatta « B ütün Türkçü» (Pan-Tlirk i st) fi k i rl eri n neşr ve tel i fi ne hay l i m üsait bi r zem i n hal i ne gel m i şti . Ak­ çuraoğ l u , bu vaziyetten derhal i stifayede ve si yasi sahada Türk m i l l iyetç i l i ği fi k i rleri ni her vası ta i le yaymaya ve bu yolda mümkün olan teşki latları n tes i s i ne çal ı ştı . Evvelen , ekseri s i ne yak ın l ı k ve akraba l ı k bağlarıyla bağl ı bul unduğu «Kazan» zengi n a i l el eri n i n gençleri n i ayd ı n l atmaya ve teşk i l atlandı rmaya uğraştı ve Kazan genç l i ği n i ayd ı nlat­ mak maksadıyla o sı rada da « Kazan» ı n yen i l eşme yol una g i rm i ş medresel eri nden «Med rese-i M u hammedi ye» de tari h , coğrafya ve Osmanl ı - Türk edebiyatı mual l i ml i ği n i deruhte etti < 1 > . Sonra Kazan 'da

«Kazan Muhbiri»

adl ı

b i r gazete çı karttı rmaya muvaffak oldu v e K uzey T ürkçe­ siyle i l k ç ı kan bu gazeteni n yazı heyeti rei s l i ğ i nde b u l u n ­ d u . N i hayet , A kçuraoğ l u , bütün K u zey T ü rk l eri n i , m i l li b i r siyasi teşkilat hal i nde toplamak gayes i y l e , G aspıral ı İ sma­ il Bey, A l i Merdan Bey Topçubaşı , A bdü rreşid Kadı İ bra­ hi moğ l u gi bi emekdar cemaat had i mleri y l e beraber çal ı şa­ rak

1 905 ihti lali

cıı

s ı ralarında

«Rusya Müslümanları İttifa-

Akçurao ğ l u ' ııuıı «Ulum ve Tarih» adlı risalesi . b u medresede okutulan tarih

mukaddimesinden hülasa olunmuştur. Bu risale Kazaıı "da Haritonof Matbaasında

1 906 senesinde basılarak «Maarif

Kütiiphanesi>ı tarafmdan yayınlaıınıışıır.

1 81


kı» ünvanl ı büyük fı rkanın teşkil ve tesisine hizmet etti ve fırkanın merkez idare azalığı na ve Umumi Katipliğine se­ çildi . «Rusya Müslümanları İttifakı» , Rusya'da oturup, Türklerin büyük çoğunluğunu teşki l eden , Kuzey, Türki s­ tan ve Azerbaycan Türklerini münevverleriyle yüksek ve mutavassıt şehir ahalisini ve köylülerin çoğun u bil hassa, vicdan hürriyeti , «bütün Rusya ahal i si ni n fertleri arasında hukuk eşitliği» ! çünkü Çarlı k rejiminde, Rus ol mayan ahalinin fertlerin i n hukuku , Ruslara nisbetle sınırlandırıl­ mış ve eksiltilmiş bulunuyordu 1 . ve «kültür sahas ı nda mil11 geli şmeye kanunen müsaade gayeleri etrafında toplan­ mış büyük bir siyasi teşki lat mahiyeti nde idi . Bu teşkilat, birinci «Duma» (Rus Meclis-i Mebusanı) ya seçi mler ya­ pıl ı rken , ciddi bir faal iyet göstererek, Kuzey Türkleri nden azami miktarda mebus seçti rmeye muvaffak oldu . Fakat tanı seçi mler kızıştığı sıralarda, A kçuraoğlu Yusuf ' un seçil­ mek hakkını haiz olmadığından habersiz bulunan Kazan Jandarma İdaresi , onu tevkif ettirerek, ta seçi mler tamam­ lanı ncaya kadar u mumi hapishanede mahpus bulundur­ duO > . Akçuraoğlu , mapustan çıktıktan sonra da, Rusya'da bu­ l u nduğu müddetçe, yani 1 908 tari h i ne kadar, m ütemadi ­ yen Türk mill iyeti gayesine mütevecci h siyaset v e kültür

nı «Mevkufiyet Hatıraları» - A .Y. ikinci baskısı (birinci baskısı Rusya'da Örenburg·dadır) lstanbul. «Tiirk Yurdu» Kütüphanesi 1 320 ( 1 9 1 4).

1 82


i şleri y l e meşgu l oldu: « Rusya MUsl ümanl arı İtti fakı» n ı n Petersburg 'da, mebuslar nezdinde teşki l ol unan bürosuna çal ı ştı . « İ ttifak» ı n kongreleri ni tanzim ve i dare i ş l erinde çal ı ştı . «Kazan M u h b i ri » , «Vakit» , «Tercüman» gazetele­ ri nde m uharri rli k ve muhabi rl i k etti . N ij n i Novgorod Pa­ nayırı esnasında

(19

Ağustos

1 906)

toplanan «İttifa k» ı n

üçü ncü kongresinde U m u mi Kati p l i k vazifesi n i ifa ederek , bu kongreni n « İ ttifak » ı n arzusuna uygun bi r neti ceye u laş­ masına çok çal ıştı C l ) . Bu kongrede bütün kararl ar Türk­ çe' n i n İ stanbul ş i vesiyle kaydol unduğu g i bi , G aspıra l ı İ s­ mai l ' i n Türk m i l li yetçi l iğ i ve Türk b i rl i ğ i açı s ı ndan çok mühi m olan şu tekl i fi de kabul ol undu:

«UmOmen Türklerin ash, nesli birdir. Zaman ve mekan ihtilafıyla şive adetlerimizde ihtilaf peyda ol­ muştur. Bu ihtilaf, yekdiğerimizi anlamayacak derece­ ye gelmiştir. Bundan sonra mekteplerimizi bir olan edebi lisammıza hizmet edecek hale getirmek lazım­ dır. Kongrelerin mektep ve medrese komisyonu tara­ fmdan hazırlanmış Hiyilıasında, iptidai mekteplerimiz için dört öğretim senesi tayin olunmuştur. Bunun üç senesinde sade, mahalli şive ile tedrisat icra edilip, son

c ı ı B ugünkil Sovyetler Cumhuriyeti Birliı:i ' ne dahil «l:ıtaristan Cuınhııriye­ ti'nin» kültür işlerimle çalışan mühim simalarından İ brahiınor ıararından yazıl ıp l 926 senesinde ( Kazan)da «Tataristan Devlet Neşriyatı» matbaasında basılan « 1 905 Seııesi İ htilalinde Tatarlar» ünvanlı Tllrkçe ve Rusça eserin, resmi kaynaklardan. hatta gizli dosyalardan aldığı malumata müstenit muhteviyatı arasında Akçuraoğ­ l u'nun o devrelerdeki siyasi ve kültürel faaliyeti tespit ve karakterize edilmektedir.

l 83


senesi de umum Tiirk lisamyla yazılmış kitaplar oku­ tulmahdır; bu sayede derece derece muhtelif şive ve lehçeler birleşmiş olur» tarafından al k ı şl arla ka­ bul ol undu ve bütün Ru sya d a oturan Müsliimanların cüm­ lesi için örnek mahiyet i nde hazı rlanan Mektep ve Medre­ İ s mail Bey ' i n bu tek l i fi kongre '

seler Islahı Programı ' na eklendi . 1 906

ve

1 907

seneleri

K uzey T ü r k l eri

aras ı nda

m i l l i yetçi l i k Türkçül ük hareketi n i n en can l ı bi r devres i d i r:

Ru sya ri c ' atı ,

İ nı pa ra torl u ğ u n un Japonya '

önünde

mağl u ben

Rusya' n ın hürriyetçi . meşrutiyetçi , müsavatçı . i hti­ i le R u s y a da oturan Rus

lalci , i şti rakçi muhtel i f unsurl a rı

'

ol mayan m i l letl eri n cümles i n i mem nun ederek hareket ve

faaliyet bi r

tam ve istiklal kazan­ u m u mi hareket ve heye­

sevketmi şt i . Bazı Rus ol mayan m i l l etlerde

i sti klal

bazıları

kültürel

m uhtari yet

m a k sevdasına düşmüşlerdi . Bu

can Ru sy a ' da oturan M üsl üman Türkl eri n de m uhtel i f k ı ­ s ı m l a r ı na

,

i ıfan seviyeleri n i speti n de

tes i r yapmı ştı . Japon

darbes i y l e gevşemi ş i sti bdat i dare , terakki perver unsurl a­

ve muhtel if mil letlere karş ı , hiç ol mazsa bi r müddet i çi n , m üsadekar davranmak mecburiyeti n i h i ssetmi şti . Ja­ pon darbes i n i , meşrutiyetçi ve i htilalci unsur l arla onlara ra

i l ti hak eden müterakki mi l l iyetler ve alel husus sendi kal i ­ z e ol muş nakl i ye vasıtaları v e m uhabere memur ve amele­

sinin müthi ş grevleri taki p etti . Bunun üzeri ne, Çar hükü­ meti yel kenl eri i nd i rere k , b i r nevi meşrutiyet i lan zorunda kaldı . Bütli n bu hareketleri taki p ve kısmen bunl ara i şti rak eden K uzey Türkleri , hazırl ı ğı

1 84

nispetinde , mil li yetin ortaya


çıkması ve çeşitl i kısımları nın b i rleşmesi yol unda mesai harcamaya başlamıştır. İ şte bu mesai ,

1 906 ve 1 907

sene­

leri nde yüksek bi r dereceye ulaşm ı ş bul un uyordu ve « İ tti­ fak» ı n üçüncü kongresiyle ( 1 ) , on u mütea k i p i c ra ol unan İ ki nci Duma seç i m l eri

(2)

bu mesa i n i n derecesi n i gösteren

hari c i bel i rtilerdend i r.

1 906

ve

1 907

seneleri nden iti baren den i lebi l i r ki Ku­

zey Türkleri ni n heyet-i umGm iyesi nde Azeri, Tatar, B aş­ k ı rd , Kazan , Özbek . . . i l ah g i bi kabilevi farkl ar eks i lerek, m i l li b i rl i k fi kri ne müstenit ciddi bi r « m i l li ş u u r» hası l ol­ maya başlamıştır.

1 905- 1 907

hareketl eri , zalıi ren R usya

Müsl üman ları U n van ı al tında yürütülmüş i se de, haki katen bi r m i l ll hareket i d i . Rusya ' da Türkl eri , mezheb açı sı ndan i kiye, Sünni ve Ş i i kısı mlarına ayı ran i htilafın da izales i ne bu s ı ralarda cidden çal ışmışlardır. Bütün Rusya M üs l ü­ manları n ı n üçüncü kongresi nde, kabu l olunan kararın bi ri ­ s i de şu i d i :

"Muhtelif mezhebler arasındaki farkar önemli de­ ğildir. Ve bu farklar Rusya Müslümanlarmm ruhani işleri için umumi bir müessesenin vücuduna dini açı­ dan bir engel teşkil etmez.»

Ol « Rusya Miisl ümanları İıtifakı»nııı iiçüııcil kongresinin ıııiizfikcriit zabıtları

basılmış ve yayınlanmıştır: Musa Beyoğlu «llnıuııı Rusya M iisl iiıııanlarının Resmi

Nedve

Kongreleri

Zabıt

Ceridesi» - »Rusya

M ii s l iimaııları

ili.

Üçiincll

1 996. (2) İkinci D u m a seçimlerinde «ittifak» Birinci D u m a"ya seçilenl erden daha

Nedvesinin M ukarraratı » Kazan. Mathaa-yı Kerime. fazla üye seçtirmeye muvaffak olmuştur.

1 85


B u kararı Şii mezhebinden olan Azerbaycanlı A l i Mer­ dan Bey Topçubaşıoğlu tekl if etmiş, üyeleri arası nda bir çok Sünni ve Şii ruhani ler bulunan kongre i se bu teklifi , «Sünnilik, Şiilik yoktur. «Bitsin ihtilaf!» sadalan ve daki­ kalarca süren al kışlarla ittifakla kabul eylemişti r. 1 907 senesinden sonra, Rusya'da tekrar iı1ica başlıyor. 3 Haziran ! 907'de İkinci Duma'yı dağıtan Çar hükümeti seçim kan ununun muhal ifler ve Rus ol mayanlar zararına değiştirip, muhtelif ve Rus olmayan matbuatın yayınını sı­ nırl ıyor ve umumiyetle muhalifler ve Rus olmayanlar aley­ hine taki bat yaptırıyor. 1 907 irticai, siyasi hayata henüz yeni karşımaya başlayan K uzey Türklerini bi raz ürküt­ mekle beraber, i htilal ve hürriyet devrelerinde atılan to­ humlar boşa gitmiş değlidir. Matbuat, hakiki şartlara az çok uyarak, yine Türk milliyetperverli ği gayesi ne müte­ vecci h , meşrutiyet ve hürriyetin tekrar tesisi için gayret sarfeden yayınına devam eder. Bahusus tamamen Tiirkçü olan Kuzey Türk edebiyatı (ulum , tarih vesai reyi içine alan en geniş manasıyla) feyz ve süratle gel işmektedir. Bu irticaya karşı terakkiperver Rus uzviyetleri ile bası­ nı mukabeleye başladıkları gibi kuzey Türk basını da sus­ madı . Ezcüme Akçuraoğl u Yusuf'un «3 Haziran Vak'a-yı Müessifesi» ünvanlı bir risalesi basıl ıp çıktı( ! ) . Bu risalede muharir, «Hukuk açısından bu vak'a nedir? -Devlet fayda-

r ı ı Y. Akçuraoğlu. - »3 Haziran vak'a-y ı ınUcssifesi » . Orenburg. Kcrinıof Malbaası, 1 907. ...

1 86


sı açısından ne gi bi neticeler verecektir? -Bu vak'adan en çok mutazarrı r olan Müsl ümanlar bu cezaya hangi hare­ ketleri ile müstahak oldular? -Müsl ümanlar bu darbeye nasıl mukabele etmelidirler?)) suallerini soruyor ve bunla­

rın cevabını veriyordu. Akçuraoğlu, vak'ayı Rusya'nın menfaatlerine zararl ı bir «darbe-yi devlet» olarak vasıflan­ dırdıktan sonra, irtica ile cesaretleri eksilmiş ol ması muh­ temel Kuzey Türkleri ni bazı görüşler i le takviye ve cesa­ retlendi rmeye çal ışıyor ve o cümleden olarak diyordu ki: «XIX 'uncu astrda cihan medeniyet tarihine en çok te­ sir icra eden miiessir milliyet fikridir. Milliyet fikrine bu büyük kuvvete hiçbir şey galip gelmedi. Yiizbinlerle mun­ tazam ordular, bu fikir karşmnda yenildi. Bugün milliyet fikrini yenebilecek kuvvet, şiddet, zulüm . top, tüfek değil­ dir; belki milliyet fikrinin ana ve babası olan hürriyet ve eşitlik fikirleri onu yenebilir. . . içtimai ve siyasi inkılabla­ rın en kavi sebebi içtimai s1111flar, lıakim mahkum millet­ ler arasmdaki lıakiki kuvvetler dengesi olup. zalıiri ve hemmiyetsiz vak 'alarm tesirleri pek azdır. Müslümanlar, yahut wnıimiyetle Rus olmayanlar halklar, Ruslarla olan münasebetlerinde, ne kadar kuvvet gösterebilirlerse, an­ cak o kadar hukuka malik olabilirler. Binaenaleyh Rus ol­ mayanlar ve demokrasi aleyhine kanunun değiştirilmesi, bu iki nevi içtimai kuvvetlerin zaafmdandır; yani Rusya Müslümanlartntn kusur/art cezayı gerektiren cürümleri, kuvvetsizlik/eridir... Müslümanlar, evvelden beri mutadla­ rı olan boyun eğmek, tabasbus ve madara etmek siyaseti ile darbelerden masun kalacaklarını tasavvur ediyorlarsa çok yanılıyorlar.» 1 87


A kçuraoğlu' nun bu risalesi bütün Türk ve Müsl ü man hareketinin Rusya'da amansız ve i nsafsız düşmanı olan müsteşrik ve Sansör Profesör Simirnov tarafından , Matbu­ at Kanunu 'na muhal if görülerek savcı lığa ihbar edi lmiş ve muharririn takibine başlanmıştır. Muharrir, o sıralarda doktorların tavsiyesi üzerine, mutedil iklimli olan «Kı­ rım»a gelmişti . Ve Bahçesaray'da İsmai l Bey ' i n «Tercü­ man» gazetesinde çalışıyordu. Mustantıkın celbnamesi , kendini arayı p bulmadan evvel , Osmanlı Saltanatında Meşrutiyet i lanı haberi kulağına gel i p yetişti . B u haber üzerine , Akçuraoğl u ufak tefek i şlerin i alelacele tasfiye ederek İstanbu l ' a koştu (Eki m 1 908) . . .

Hüseyinzade Ali Bey Akçuraoğl u ' nun «Üç Tarz-ı S iyaset»i , «Türk» gazete­ aynı gazeteni n 56'ıncı numarasında (24 Teşri n-isani 1 904) «Mektub-ı Mahsus» başlıklı ve (A. Turani) imzal ı bi r makale yayın­ landı. Makale sahibi , açı kça ifade etmemekle beraber, «Üç Tarz-ı Siyaset» münakaşasına< 1) karı şıyor; ve «sunni ola­ rak ayrıca (Pantürkizm} , (Panislamizm) namlarıyla müslek icadına ne l üzum vardır?» demekle ve «Türk» gazetesi baş muharririnin bazı görüşlerine katılmış gibi görünmekle be­ raber, kendi sine «Panislamizm»e ve «Pantürkizm»e mu­ halif deği l , bilakis taraftar bulunduğunu anlatıyordu: si nde bas ı l ı p çıktıktan bir müddet sonra,

Cll

«Ü ç Tarz-ı Siyaset» münakaşası «T!lrk»ün 23-34 numaralı nUshalarıııda

intişar etmişti .

1 88


«Müslümanlar ve bilhassa Türkler, /ıer nerede olursa olsun, ister Osmanlı 'da ister Türkistan 'da, ister Baykal Gölü 'niin etrafında , ya Karakurum civarında olsun, yekdi­ ğerlerini tanıyacak, sevecek, Sünnilik, Şiflik ve daha bil­ menı nelik namlarıyla mezlıeb taassubunu azaltıp Kur 'an­ ı Kerim 'i an/atrnaya gayret edecek, dinin esasının Kur 'an olduğunu bilecek olurlarsa elvermez mi?»

«Bir millet için her şeyden önce arzu edilecek şey kuv­ vettir. Bir mil letin kuvvet kazanması . mütecanis unsurlar arasında manevi bağların aıtmasına bağlıdır. Özellikle kar­ şılıklı sevginin aıtmasına çalışmalıdır... Mesele birbirimizi tanı mak, sevmek , medenileşme yol unda bi rbi ri mize yar­ dım etmek meselesidir... İ ran 'ın Kaani leri ne varıncaya ka­ dar mektep öğrenci lerine şii rlerini ezberletmek , fakat Mi r­ za Şir Nevfü 'den iki satır olsun, zor okuyabi l memek ... İş­ te utanılacak hal ler... » «A . Turani» , bu mühim «Mektub-ı Mahstıs»unun ba­ şında, Tatar diye ayrıca bir kavmin mevcut olmadığı Kırım­ l ı ların, Kazanlıların, Orenburglulaların hep Türk oğl u Türk olduklarını i zah ve i snat ettikten sonra, «Umum Türkl üğün medar-ı iftiharı olan Cengizler, Ti murlar gi bi harp dahile­ rine dair hakaretamiz sözler dercetmek ... Kaş yapayı m derken göz çıkarmak kabil indendir.» diyord u . «A . Turani» müstear adı ile b u «Mektub-ı mahsus»ı ya­ zan zat, Azerbeycan Türklerinden Hüseyi nzade A l i Bey idi . Yal nız kültürel değil kül türel ve siyasi Türkçülük ka1 89


rakteri nin Azerbeycan'da i l k naşiri olan Hüseyinzade' nin bu mektubu 24 Teşri n-i sani 1 904 tari hiyle yayı nlanmış ise de, kendisinin Türkçül ük i dealini daha evvelce kabul et­ miş kimselerden olduğun u , bu mektubun i ncelenmesi nden bi le çıkarmak güç değildir. Sulh ve sükun , anlaşma ve ahenk taraftarı olan A li Bey «Mektub-ı Mahsus» ile münakaşada bulunan tarafların tez ve antitezleri ni yüksek bir «Sentez» hal inde tel if etmek i s­ temişti ; bunun içindir ki her iki tarafın bazı fi ki rlerini ka­ bul etmiş görünüyord u . Fakat bu makalede vasıl olduğu netice Müslüman Türkcri n bi rleşmesine hi zmet l üzumu­ dur. Hüseyinzade Ali Bey, «Mektub-ı Mahsus»tınun en ni­ hayetinde (Vambery)den bahsederken «Adı geçen al imin mektubunu okurken yad ıma vaktiyle Türkl üğe dai r yazdı­ ğım kıtalar geldi . Bunları mektubuma ilave ederek zat-ı al i­ nize gönderiyorum» diyor. Fakat Türklüğe dair yazdığı kı­ talar, «Türk»te neşredil meıniştir. A li Bey ' i n 1 9 1 5 senesi n­ de bana söylediğine göre bu kıtalar Mısır'a gönderi l mele­ rinden bir kaç sene evvel yazıl mışlard ı . Hiçbi r yerde kayıt­ lı ve yayınlanmış olmayan bu kıt'alardan A li Bey ' i n o za­ man yadında kalan parçalar şunlardı: «Sizlersiniz. ey kavm-i Macar bizlere i/ı van: Ecdadımız111 müştereken menşei Tiiran . . . Bir dindeyiz biz, hepimiz lıak-perestfin; Mümkün mii ayırsın b izi İncil ile Kur ' cin ?

1 90


Cengiz/eri titretti şu afaki ser-a-ser. Timurları hükmetti şehen-şalıfara yek-ser, Fatihlerine geçti bütün kişver-i Kayser,

B u manzumeye göre, Hüseyi nzade yal nız, Pantür­ kizm'e taraftar deği l , daha geniş olan , «Panturanizm» ta­ raftarı olmak lazım gel i r. Ve zaten kullandığı müstear adı da «A . (Ali) Turani» bunu gösteriyor. H üseyi nzade A li Bey, M üsl Uman Türkler arasında «İlk Turani», yani «Pan-Tu­ ranist»di r dersek, hata etmiş olmayız, zannınday ı m. Lakin şunu da i lave etmel iyiz ki dai ma hayatta anlaşma ve sükun arayan Ali Bey, Turanil iğini şiddet, katiyet ve ısrarla mü­ dafaa etmiş değildir. Mamafi h onun şai rane Turancılığı , l 908 ' den sonra , İstanbul 'da diğer Türkçüleri , ezcümle Gökalp Ziya'yı yaratmıştır. Ali Bey H üseyinzade, 1 864 senesi , Bakü vi layetinin Salyan kasabasında doğmuştur. Val idesi nin babası , o za­ man Kafkasya Şeyhülislamı idi. Kendi babası Tifl i s Müs­ l üman Mektebi nde muallimlik ediyordu. İ l k önce babası­ nın mektebinde, sonra Tiflis R u s j i mnazında daha sonra Petersburg Ul um-ı Tıbbiye Fakültesi nde tahsi l i le 1 889'da Darülfünun di ploması al mıştır. Diplomasını al ır al maz, Rusya'yı terkedip Türkiye'ye gel miş ve Mekteb-i Tıbbiye­ yi Askeriye'ye kayıt ve kabul ol unmuştur. Daha Ti fl i s 'te iken btiyiik babası Şeyh Ahmet Salyani ile onun dostu Mirza Feth A li A hundof' un sohbetlerinden , 1 91


münakaşalarından istifadeye başlamıştı . İran ve Rus me­ deniyetleri nin tesi ri altı nda yetişmiş bu i ki i stidatlı şahsi­ yet, kendi Mil liyetlerini az çok bul muş kimselerdi: Şeyh Salyani «Vakıfoın Türkçe şii rleri nden, Farsça şiirl eri nden ziyade zevk aldığını söylemek cüretini gösteriyordu . Mir­ za Feth Ali ise, yukarıda bahsettiğimiz veçhile Azerbay­ can 'ın l isan! Milliyetçiliğinde hizmeti geçen rical i ndendi r. Ali Bey ' in j imnaz talebeliğinden i tibaren Türkçeye, T ür­ kiye'ye, Türklüğe bağl ılık duymaya başlamasında, bu iki büyük Azerl'nin tesirleri muhakkaktır. Ali Bey, Peters burg 'da diğer Türk i l leri nden gel miş ta­ lebeler ile tanıştı ; sevişti . Asıl U!Om-ı Tı bbiye Fakültesi ' ne kayıtl ı olmakla beraber, Elsene-i Şarkiyye Fakültes i ' n i n bazı dersleri ne d e devam etti ; m üsteşri klerin i l mi usul le­ riyle Doğu mütefekkir ve şairlerini tan ıd ı . Kafkasyalı A l i Hüseyin Efendi 'nin İstanbul Tı bbiye-yi Askeriyes i ' ne girişi , «Tiirk Yurdu»na yazdığım tercUme­ i hal inde< O dediğim veçhile: « Oraya taze ve hoş kokulu bir Avrupa medeni havası­ nın esmesi gibi oldıı ... Talebesinin çoğu Anadolu ve Rume­ li 'nin uzak ve karanlık vilayetlerinden toplanmış bu mek­ tepte, Ali Bey bir Kuzey güneşi gibi parladı ... Yunan ve La­ tin edebiyatma aşina olduktan başka Abnan, Rus ve İngi-

Cll Akçuraoğlu Yusuf, HUseyinziide Ali Bey. «Türk Yurdu», cilt: V l l l , sayfa 2555'den itibaren.

1 92


/iz edebiyatlarını hayli okumuş ve Doğu edebiyatma müs­ teşrikler bakış açısından vukuf peyda eylemiş bulunuyor­ du ; üstesine ressamdı ; ve keınan çalıyordu . Arkadaşları­ nın hemen hepsi devr-i kadim ediplerinin isim ve resimle­ rini küçük Larousse 'dan biliyorlardı ; Rus düşünce ve ede­ biyatına vukufu da ancak Fransız gramer ve liigatlerinden hecelenen parçalara münhasır kalmış idi. Ali Bey, İstan­ bul Mekıeb-i Tıbbiyesi 'ne Batı düşüncesini, Batı edebiya­ tım , Batı irfan ve medeniyetini, hastlı Batıyı tanıtmakla porfesörlerinden çok hizmet etti. Arkadaşlanndan Doktor Abdullah Cevdet Bey, Ali Bey 'in Mekteb-i Tıbbiyedeki te­ sirlerini şöyle hikaye ediyor: «Ali Bey sessiz, mütefekkir lıaliyle, esrarengiz yalnızlı­ ğı ile üzerimizde bir peygamber tesiri icra ediyordu . Evet, o bir Resulü ' l Hak idi .»

Ali Bey, Mekteb-i Tıbbiye'de i ken Türk M i l l i yetper­ verl iği , Türkçül ük yahut Turancıl ı k fi krini taşıyor m uydu ve yaydı mı? Bu suale cevap verebi lmek i çi n , yukarıda zikr ve dere ol unan «Pan-Turanist» manzumeden gayri elde hiçbir ma­ teryal yoktur. A li B ey,manzumeyi daha Mekteb-i Tıbbi­ ye 'de i ken yazmış olduğunu söyl üyor. H üseyinzade'nin Mekteb-i Tı bbiye'den tabib yüzbaşısı rütbesiyle di ploma al ıp çı kması l 895 tarihinde olduğuna göre, manzumenin yayınlanmasından ! O, 1 1 sene evvel yazıl mış olduğu anla­ şılıyor. 1 93


Hüseyinzade'nin ası l Milliyetperverl i k faal iyeti Azer­ baycan' a dönüşünden sonra ortaya çıkmıştır. Ali Bey Tıbbiye'den çıkınca Osmanl ı-Yunan Harbine Askeri Tıbbiye Y üzbaşısı sıfatıyla işti rak etti . Sonra 1 900 da müsabaka imtihanını kazandı ve Mekteb-i Tıbbiye'yi Askeriye'de Emraz-i Cildiyye ve Efrcnciyye M ual l i m M uavini tayin olund u . Lakin bu vazifesinde uzu n müddet kalamadı; Devr-i Haınidi polisi tarafından taki p edi ldiğine kanaat geti ren Hüseyi nzade, İ stanbul ' u terk ile Azerbay­ can 'a döndü. Hüseyi nzade'nin Azerbaycan' a döniişii , Akçuraoğ­ l u 'nun Rusya' ya geldiği zamanlara tesadüf eder: Rus-Ja­ pon Harbinin başlaması yakındı . Harp başlayıp, Rus mağ­ lubiyetleri baş gösterince, Rusya' da her nevi muhtel if un­ surların faaliyeti arttı ve Çar hükümeti ahal iye karşı daha müsaitkar davranmak mecburiyetin i hissetti . Bu müsade­ karhktan istifade eden Azeri Türkleri, Bakü'de Rus­ ya'nın ilk günlük Türkçe gazetesi olan «Hayat>>ı kur­ dular. İ l k nüshası 1 905 senesi haziranı nda yayınlanan bu gazetenin kurucuları , Zeynelabidin Takioğlu, Ali Bey Hüseyinzade, Ahmet Bey Ağaoğlu ve Ali Merdan Bey Topçubaşıoğlu idi . A li Bey iki sene kadar bu gazeteni n müdürlük v e baş muharrirl ik vazifesini ifa etti . A l i Bey'in «Hayat»ta çı kan ilk makaleleri nin en m ü­ him leri «Türkler Kimdir ve Kimlerden İbarettir?», «Bize Hangi İlimler lazımdır? ve «Yazımız, Dilimiz ve 1 94


Birinci Yıhmız!» Unvanlı makaleleridir. Bi ri nci makale­ siyle Türklerin ırk ve lisanlarına dai r tetkikatta bulunur ki gayesi , Türk kavi mlerinin bir bütün, bi r birl i k teşkil et­ mekte olduklarını meydana çıkarmak ve göstermektir. ikinci makalesinde, bize muassır ilimler lazı mdır, der asri ­ l i k telkin eder; v e bu makalede, Müsl üman Türk kavimle­ ri içi n bi r esas olarak: «Türkleşmek, İslamlaşmak, Avru­ palılaşmak» icabettiğini iddia ile ispata çal ışır. Ali Bey ' i n b u üçl ü düsturu , iyi bulunmuş nıesud u mdelerdendir; bu umde, Türk alemi nin her tarafı na yayılmış ve bi l hassa Meşrutiyetten sonra İstanbul 'da çok i şlenmiştir: Mesela Gökalp Ziya Bey «Türkleşmek, i slaınlaşnıak, M uası rlaş­ mak» mevzuu üzeri ne birçok yazı yazmıştı r. Hiiseyinzade Ali Bey'in tab ve meşrebi , istidat ve fa­ aliyeti , gündeli k gazetecilikten ziyade, mecmua m uharirli­ ğine uygundu; «Hayat» kapandıktan sonra , yine Zeynela­ bidin Takloğl u' nun mali yardımıyla çıkan «Füyôzat» adlı bi r mecmuanın m üdür ve başmuharirl iğini deruhte etti . 1 906 Teşri n-i sanisinden 1 907 senesi ni hayeti ne kadar çı­ kan bu mecmuanın koleksiyonu, Hüseyi nzade' nin siyasi ve felsefi fikirleri ni anlamak ve yazma üslubunu tetkik et­ mek için en kıymedar bir vesikadır. Bil hassa «Fiiylızat»ta yayınlanan makaleleri nin esas ve eşkalinden Hüseyinzade Ali Bey ' i n Türk, Türkçü hatta Osmanlıcı olduğunu derhal intikal olunur: B ütün Türkler arasında Osmanlı Türkçe'si nin yayılmasın ı , bütün Türkleri n edebi lisanının Osmanlı Türkçesi olmasını i ster ve kendisi yazılarını oldukça temiz Osmanlı edebi Türkçesiyle, o za1 95


manlar İstanbul 'da muteber yeni Edebiyat-ı Cedide üslu­ buyla yazar. Siyasetten Osmanlı d evleti ni , Osmanl ı Türklii­ ğUnü müstakil Tiirkl üğUn nüvesi telakki eder. B u ci hetle, bütün Türkl ük meselesinde nazarı , «Üç Tarz-ı S iyaset»i n «Türkçül ük» fikrine yakın demekti r. Ali Bey'in «Füyı'.lzat»daki uğraşmalarında en ziyade nazar-ı dikkati cel beden bir cihette Azeri Türklerini , bir kaç asırdan beri , bilhassa mezhepçi l i k vasıtaları ile cezbe çal ışan İranilik (İranizm) e ve ona nisbetle az bir zaman , henüz 50, 60 seneden beri tesirini göstermeye başlayan, fakat daha çok vasıtalar ve kuvvetlere mal i k olan Ruslaş­ tırma (Rusifkatsiyon) ya karşı Türklüğü , Türklüğün saf­ vet ve bi rl iğini müdafaaya himmet ve gayret göstermesi­ dir. Ali Bey, Azeri Türkl üğünün müdafaasında i htiyat kuv­ veti ve dayanak noktası olmak üzere, mezhep ayrılığından yüksek duran İ slami birlik ile Osmanlı Devleti 'ni bul uyor­ du: «FüyOzat» Şii ve Sünni i htil afının kalkmasına , Osman­ lı Türk medeniyeti nin tanıtıl masına,sevi l mesine çok çalış­ mıştır.< 1 ) Yeni Azeri edebiyatın ı , Marksizm usulleriyle tetkik eden bir Azeri genci , yeni Azeri edebiyatında bi r kaç dev­ re ayırarak devirlerden birisine «Füyfizat Edebiyatı» na­ mını veriyor ve bu edebi cereyanı karakterize etmek üzere diyor ki:

ı ı ı Akçuraoğlu Yusuf. Hilscyinzhade Ali Bey. «Tllrk Yurd u » , ci l t: V l l l . Sayfa

2584.

1 96


« 1 905 'inci yıldan sonra, Azerbeycan 'da «Ali Bey Hü­ seyinzade» baş olmak üzere, yeni bir edebi cereyan başla­ nuştt . Evvelce «Hayat» gazetesiyle kendisini gösteren bu cereyan . bilahare 1 906 'mcı seneden itibaren, « Füyuzii.t» mecmuasında kendi hakiki simasını bulmuştu . Bundan do­ layı yeni Azerbaycan edebiyatmuı bir merhalesine «Ali Bey» veyahut «Fiiyazat» devresi denilir. « . . .Bu edebiyat «Mirza Fetlı Ali»den itibaren devanı eden halkçı edebiyatm karşısma, romantik-güzide/er ede­ biyatı sifatıyla çıkmış ve hayata girmişti. Bu cereyan için ilham menbaı, artık Alıundof'daki gibi lıa/k hayatı , göre­ neği değil, belki /zer türlü halkçılık ve demokratizmdetı arf bulunan Osmanlı Tanzimat ve «Servet- i Fünıin Edebiyatı idi.>//)

O sıralarda Azeri içtimai hayatında meydana gelen de­ ğişikl ikleri Marksizm açısından tahlil ettikten sonra maka­ le muharriri A . Nazım Bey devam ediyor: «Ali Bey Hüseyinzade 'nin Azeri edebiyatmdaki en bü­ yük lıivneti, bu ihtiyaçları vaktinde anlayarak hareket et­ mesi idi. Btt ihtiyaçlar, Azeri muhit ve münevverlerinin ar­ tık Batıya, İran 'dan ve Rusya 'dan ziyade « Türkiye» ye dönmesiyle doğmuştu . Bu ise, doğmakta bulunan «Milli­ yetçilik» saikası ile idi.»

<1l

cilt: V I ;

A. Nllzım , «Yeni Azeri Edebiyatı Hakkında» -»Türk Yurdu», Xll. Sene; Numara: 31 (Temmuz 1 927)

1 97


« ... / 905 'inci ytla gelinceye kadar, galibiyet Rus mede­ niyetinin malt olmuş ve bu medeniye cemiyetin hakim ve rehber unsuru olmuştu. Lakin bu da ıızun sürmedi. ! 905 'inci ylllara üçüncü bir medeniyet sistemi buna katıl­ dı . Bu da Tan:..imat devriııden sonra Tiirkiye 'de viirnda ge ­ len « Osmanlı-Avrupa» medeniyeti idi. « . ..Bu suretle Rus medeniyeti malup olmaya ve yerini « Osmanlıcllık»a terk etmeye başladı . İşte bu hareketi vak­ tinde kavrayan Ali Bey Hiiseyinzô.de kurduğu « FiiyCrz:.at» mecmuası ile münevverleri şuurunu tanzim ve muayyen is­ tikamete sevk etmişti. Bu suretle, Osmanlı edebiyat-ı cedl­ desi, hem şekil, lıem dil, lıem de mevzli itibariyle, vücı1da gelmiş Azeri edebiyatı için bir ideal olacaktı . «Fiiyfiziit» edebiyatı, işte bu yeni hareketin ve yolun nıalısulii olarak meydana çıktı .»

B i raz zorla, bacaklarından çekilerek Marksizm şeması içine sokulan bazı vakıalara göz yumarsak, A. Nazım B ey' i n FüyOzat ve FüyOzfü devresi ve Ali Bey' in bu dev­ rede rol ünü, hayli i sabetle teşhis ve tayin ettiğini kabul edebil i riz. Hasılı Hüseyinz.1de A l i Bey, Azerbaycan'da yal n ı z li­ san ve edebiyat sahasında değil , hata siyasetin nazari yatın­ da bile, merkez Osmanlı devleti olmak üzere, T ürkçül ük, B ütün Türkçül ük, hatta Pan-Turanistlik fi kri cereyanına ilk açıklık veren adamdır. Böyle bir adam, Rusya' da i rtica

1 98


başlayıp, faaliyet sahası darlaştığı bir zamanda, Osmanlı sal tanatında hiirriyet ve meşrutiyet i lan edili nce, bi ttabi Bakü'de, yahut Tiflis'te oturup kalamazd ı ; 1 9 1 O senesi nde İ stanbul 'a geldi . İstanbul 'daki faaliyetin i i leride görece­ ğiz.

1 99


VIII AGAOGLU AHMET BEY

Ağaoğlu Ahmet Bey'e, Türkçülük cereyanında hususi bir mevki ayırmak lazımdır, itikadındayı m . Ağaoğlu A hmet Bey, Türk mi lliyetçi l i ği fikrine Şeyh Cemaleddin Afgan1 gibi bilcümle Müslümanların , hatta bütün Doğuluların ha­ yat, saadet , i stiklal ve i stikbali kaygısıyla bi rkaç merhale­ den geçerek ulaşmıştır. Ahmet Bey, 1 869 senesi , Azerbeycan ' ı n Şişe (Şuşa) şehrinde doğdu. Ş uşa, mil letimizin halk edebi yatındand ı ve saz şairlerinin eserlerinde ismi çok geçen ve tabiatın güzellikl eriyle «dünyanın en dil-nişin yerleri nden bi risi olan» « Karabağ» yaylasının merkezidir; ve Ağaoğlu ' nun basılmamış otobiyografisinde dediği gibi «Karabağ, Şi r­ van ile beraber, Azerbaycan Türk kültürünün , Türk musi­ kisinin ve Türk edebiyatı ile T ürk mi l liyetçi l iğinin de be­ şiğidir.» B i r zamanlar Osmanlı İmparatorl uğu memleketleri n­ den olan Karabağ ve Şi rvan, Osman l ı Devleti 'nin Doğu eyaletleriyle sıkı münasebette bulunduğu gibi , payitahta gönderdiği güzideleriyle de Osmanlı-Türk medeniyeti nin yüksel mesinde müessi r olabilmi şti r. Osmanlı-Türk şairle­ ri , alimleri ve siyasi leri arasında Karabağl ı ve Şirvanlılar 200


pek az değildi r. Ağaoğlu'nun baba tarafından ailesi gali ba XV III. ası rda Erzurum 'dan bütün kabi lesiyle Karabağ'a hicret ederek Gence' ye, oradan Karabağ'a gel i p yerleşmi ş v e Karabağ beylerinden Hakverdioğul ları ailesiyle akraba­ l ı k kurmuştur. Ahmet Bey'in babası Mirza Hasan , hala yarı göçebe bir hayat geçiren Sarıca Ali adlı Türk kabilesinden Refii Bey'in kazı Taze Hanım ile evlenmiş ve bu i zd ivaçtan Ah­ met Bey dünyaya gelmiştir. İsmi önünde «Mirza» ünvanının bul unuşu da gösteri­ yor ki Ahmet Bey'in babası ulema sınıfındandı . Hele Mir­ za Hasan' ın babası Mirza İbrahim Şuşa'nın en meşhur alimlerinden sayılırdı , hattattı ve Türkçe şiir yazardı . Ez­ cümle, Hamdullah Subhi Bey ' in büyük babası Sami Pa­ şa' nın manzumesi niO) hatırlatan aşağıdaki muhammes dikkat çekicidir: «Dilli. etme dünyaya zevk ii heves: Cihandan tam 'a, cihandan ünıid kes Gelir guşuma dem-be-dem böyle ses: Cihan bey birader nemaned herkes. Dil ender cihan aferin bend ii bes . . .

Ey ziiir-i sahip nefes. Hubb-ı sevfülan meyli kes. Dünyada katmaz hiç kes A ilah bes, baki heves ... OJ

20 1


Ahmet Bey'in amcaları T ürkçeden başka Farsça, Arap­ ça ve Rusça bi li rlerdi . Hasılı bütün aile, Ş uşa'da i l i m ve i r­ fanıyla mümtazd ı . Bilhassa Mirza Hasan' ın dayısının ailesi Karabağ' ın en meşhur ulema ocaklarındand ı . Ahmet Bey, çocukl uğundan iti baren böyle bir ailenin içinde büyütül­ müş oldu: «Gençlik günlerimin hemen lıepsini ilmi ve irfanı mü­ cadeleler arasında geçirmek mecburiyetinde kaldım . O za­ man daha k:,erbayca11 Türk ailesi içinde pederşahi an 'ane ve alışkanlıklar hakimdi. Gayet sert ve hain olan büyük amcam Mirza Mehmet, bütün aile üzerinde bir hakim-i mutlaktı . Onun her sözji, beraber yaşayan ve en azından kırk kişiden ibaret olan bütün aile efradı için bir kanundu. Mirza Mehmet, çok mııtassıb ve dindardı ... » « ... Giin geçmiyordu ki evimizin geniş divanhanesinde bir çok ilim ve irfan erbabı topla111p pilavla nargile arasın­ da ınulıtelif dini meseleler üzerinde, uzun uzadıya ıniina­ kaşalar cereyan etmesin .» « 0 zaman Azerbaycan henüz dini hayatın sıkı şebeke­ leri içinde malısurd11; ortada dini münakaşalardan başka hiç bir endişe ve diişiince yoktu ... Halli imkam bile olma­ yan ve ehemmiyet itibariyle bir çekirdek içini doldurma­ yan incelikler etrafında günlerce, haftalarca, aylarca, se­ nelerce devam eden miinakaşalarla bulunurlardı.» «Mesela şeyhi, imamın doğrudan doğruya ve Alfalı 'ın tavassutuna müracaat etmeksizin ô.lenı-i gayb , rezzak-ı 202


dünya, şefi-i ruz-ı ceza . . . ve illı olduğunu iddia eder mü­ teşerri ' bunu inkar eder, Kerim Hanı ise imamla beraber Kerim Han-ı Zendi 'nin de aynı faziletlere sahip olduğunu ortaya sürerdi ... Bunlar yekdiğerini Lanetleyerek ve birbi­ rini tekfir ederek kavga eder dururlardı .» «İşte ben uzun seneler devam eden bu gibi münakaşa­ ların, mücadelelerin içinde büyüdüm .»< I)

Evinde geceleri böyle anlaşıl maz ve sonu gelmez me­ tafizik m ünakaşaları dinleyen Ahmet Bey gündüzleri ma­ hallesinin mektebine gidiyordu. O zamanlar, yani X I X . asır son çeyreğinde Şuşa' nın sıbyan mektebi de, Ahmet Bey'in tasvi rinden anl ıyoruz ki , bütün İslam aleminde bu­ l unan sıbyan mekteplerinin aynıdır: Sıra falan yok, mahal­ l enin altı yaşından on beş yaşına kadar erkek çocukları , dö­ şeme tahtasına diz çökerek bağıra bağıra sallanırlar, mual ­ l i m efendi ler, el leride uzun değnek , «mehabet-en giz bir ta­ vırla» oturuyorlar, başuçlarında koca falaka asılı . . . Mek­ tepte yalnız Farsça ve Türkçe dersler okutul ur. Türkçe Fu­ zGli ' ni n «Leyla ve Mecnun»ı ile Molla Cami' nin «Feriş­ te»sini ezberlemekten i baret. Diğer dersleri n hepsi Farsça; bu Farsça dersler içi nde neler yok: Sadi 'nin «Bostan ve Gülistan»ı , Hafız'ın «Divan» ı , hatta Mirza Mehdi Han ' ı n «İnşa» v e «Tarih-i Nadir Şah»ı !

<il

Ağaoğlu Ahmet Bey'in b::ısılmarnış otobiyografisinden. 203


Ahmet Bey mahal le mektebinde okurken hususi bir muallimden ayrıca Arapça tahsil etti . Umumiyetle okuma­ da gösterdiği istidat ve heves, falakalı hocadan daha kor­ kunç biiyük amcanın bazen takdiri ni cel b ediyordu: «Gö­ receksiniz: B u oğl um müctehid olacak ! .. » diyord u . Arap­ ça'dan «Mutavvel»e kadar çı ktığı zaman , şehri n val i mu­ avini olan dayısın ın oğul larına öğrettirmeğe başladığı Rus­ ça dersleri ne, amcasının ve babasının izni ve hatta haberi olmaksızın, yal nız anasının rıza ve muaveneti ve dayısının teşvik ve himayesi i le devam etti . Baba ve amcanı n habe­ ri ol unca, hassaten amca protestoya kal kıştı ise de, makam sahibi olan dayının işe müdahalesi , sert amcanın yumuşa­ masına kafi geldi ... Ve nihayet Ahmet Bey, şehrin yegane asri tali mektebine dahi l oldu. Şuşa ahalisinin yarısı Türk , yarısı Ermeni idi . Mektep Ermenilerle meskun yukarı kısımda bulunuyordu. Mektep­ te ancak dört Türk çocuğu vardı , beşinci olarak A hmet Bey geldi. Ahmet Bey, ilk defa bu mektepte, Ermeni l erin Türk husumeti ni kendi nefsinde tecrübe etti : «Bu beş kişinin senelerce devam eden tahsil esnasında Ermeni çocııklamıdall çektiklerini tarif etmek imkan lu1ri­ cindedir. Teneffüs esnasında biz, beş Türk çocuğu , çabuk da vranıp arkanuzı bir duvara dayamayı büyük bir muvaf fakiyet addediyorduk . Yüz/erce Ermeni çocukları birden üzerimize hiicuın ediyorlar, birisi başımızdan kalpağı alıp atıyor, diğerleri tekmelerle dört, beş altın kıymetinde olan

204


Buhara derisini topraklar üzerinde yuvarlıyorlardı . Bazı­ ları kıymetli ve ekseriya deve yününden mamul rubaları ­ mızm eteklerine yapışıyorlar, öteye beriye çekiyorlar, par­ çaliyorlar, sırma/arım söküyorlar; mukavemete kalkişır­ sak, yumruk, tokat ve tekmeler altında bizi eziyorlardı . Ba­ zı arkadaşlanmdan çoğu dayanamadılar. Mektebi terk et­ tiler. Son sımfa kadar Türklerden yalnız ben dayanabil­ dim .O »>

Ahmet Bey l 884'de bu şehir mektebi ni tamamlayarak i ki sene evvel açılmış olan «Realne Uçi l i şe»ye, yani kla­ sik tedrisattan ziyade reel ul uma, riyaziyat ve tabiiyyata ehemmiyet veren bi r nevi liseye dahil old u . 1 887'de bu l i ­ seyi mükafatla biti rdi . Ahmet Bey, lise hocalarının hatırasını dai ma şükran ve minnetle yadeder. Otobiyografisinde lise hocalarına dai r şu satırlar var: «Bu mütevazi, vazifeşinas, meslek aşkı ile dolu insan­ ları hatırlarken Jıala derin bir şükran hissi ve minnettar­ lıktan kendimi alamıyorum. Bunlar, bende ve biitiin arka­ daşlarunda ilme, irfana, hakka ve hakikate karşı derin bir iman ve aşk doğurarak bizim için hayat yolunu ışıklandı­ ran nurlu birer meş 'ale oldular. O zaman Rus münevver­ leri, bilhassa Tolstoi, Dostoievski, Turgeniev gibi idealist-

O>

Basılınaınış oıobiyogralisinden.

205


terden mülhem idiler: Çarlığın, istibdadm , zulüm ve ceb­ rin, taassub ve cehaletin amansız düşmanı idiler. Üçüncü Aleksandır gibi cabbar bir çarın bütün şiddetlerine, bütün murakabe/erine rağmen , bu muallimler talebeye ilim , ir­ fan , güzellik ve hürriyet aşkını zerketmek yolunu buluyor­ lardı : talebelerine kendi kendilerini terbiye etmek ve yetiş­ tirmek çarelerini telkin edebiliyor/ardı . » < 1 ) ..

Real ni Mektebi 'ni bitiri nce, yüksek tahsil içi n Peters­ burg'a gidip, «lnstıtue Pol itecnigue»e, müsabaka i mtiha­ nında muvaffak olarak, kabul edi ldi ise. de, bilahare göz­ leri ağrıdığından memleketin dönüş mecburi old u . Gözleri iyi leşi nce 1 888 senesi başlarında, tahsi lini tamamlamak için (Paris)e gitti . Paris'e varınca, ilk işi , noksan olan Fransızcasını tamamlamak oldu. Ahmet Bey, Azerbaycan Türkleri i çi nden tahsi l için Avrupa'ya giden ilk gençtir. Moskova'ya , Petersburg'a, Kiev'e Ahmet Bey'den evvel de dört, beş genç gitmişti ; fakat Rusya hududunu aşamamışlardı. H udut aşı rı memle­ ketlere gidip tahsil an 'anes i . ancak Doğu i l i mleri ve dini ye talebeleri de mevcut idi . Müctehid olmak isteyenler Kerbela'ya, Meşhed 'e, Medine'ye , Mısır'a gidiyorlard ı . Ahmet Bey, b u an' aneni n cephesini değişti rd i . Ağaoğlu ' na Pari s'e gitmek fi kri ni ihtimal ki kendisinden on yedi yıl

cıı

206

Basılmamış otobiyograsimlcıı.


evvel Paris'te bulunmuş olan Kırımlı İ smail Bey Gaspıra­ l ı 'nın hareketi i l ham etmiştir. Paris ' te altı ay devamlı ve sabırl ı bir çalı şmadan sonra Ahmet Bey 1 888- 1 889 öğreti m yılında Hukuk Mektebine devam i le dersleri iyice anlayabilecek kadar Fransızcayı elde etmiş bul unuyordu. Ertesi sene, bir taraftan Hukuk Mektebi ne devam etmekle beraber, diğer taraftan «Ecole­ des hautes Etudes pratiques»in ve «Ecole des langues Ori ­ entales vivantes»in bazı derslerini takibe başladı . «A meli Y üksek Tedklkat» mektebinde profesör Ceymiş Darmes­ teter (James Darmesteter)in «Şark Akvamı Tari hi » , «Şark Lisanları» mektebinde ise, Şefer (Scheffer) ve Barbiye Dömonyer (Barbier de Meynard)ın A rapça, Acemce ve Türkçe li san dersleri ni takip ediyordu. Ağaoğl u mekteplerde, kütüphanelerde inceleme ve araştırmalar ile meşgul olduğu kadar, Avrupa hayatını ha­ yattan anlamaya çal ışıyor ve bu hayatı Doğu hayatıyla mu­ kayese ederek bazı neticeler ulaşıyordu. A ğaoğl u' nun Pa­ ris ' e geldiğinin ertesi seni, 1 889 senes i , büyük Fransız ih­ tilalinin sene-yi devriyesi ve bu münasebetle kurulan ci­ hanşümul sergi nin açıldığı yıl idi . Bu sergide Batı medeni­ yeti nin en yeni mükemmel çeşit çeşit eserleri ni görmek kabi ldi . Ahmet Bey sergiyi araştırmacı gözüyle seyir ve te­ maşada kusur etmed i . Sergiye dünyanın dört tarafından meşhur ve meçhul adamlar toplanmıştı ; aralarında Doğu­ l ul ar da vard ı . İ ran Şahı Nasrüddin Şah ' la, Fransa Rei s-i 207


cumhuru Sadi Carnot bir araba içinde önünden geçerken Ahmet Bey ' in gözleri bu manzarayı semboli k bir kıymet vererek hıfz etti: «Şahın tacındaki pırlantalar, gözleri ka­ maştırıyordu. Göğsü mücevheratla örtül ü idi. İ ri gözleri , kal ın çatık kaşları , dik başı , tasviri kabil olmayan bi r gurur ve kibirlenme ifade ediyordu ... Carnot' nun sade siyah re­ dingotu. dik beyaz fukol u, mütevazi tavrı , bu gurur ve ki­ birlenme ile tam bir tezat teşkil ediyordu. Ben ilk defa hür ve serbest bi r milleti temsil eden bir reis ile azamet ve ce­ benıtu temsil eden bir müstebidi yan yana görüyordum. Lakin Paris hal kı bu azamet ve ceberhut ile de alay etmek oyunu çabuk buldu< 1 ) . » . .

Ağaoğl u, Şah ' ı bir defa daha görüyor; bu sefer daha zi­ yade düşündürücü bi r manzara karşısındadır; «Gece idi ; yine halkın iki safı arasında geçiyordu, yolda üzerindeki mantoyu, her nedense, omsuzunun bi r hareketi ile yere at­ tı ve arkasından gelen sadrazama çevrilerek: «Berdar!» emrini verdi . Zavall ı sadrazam, derhal o kalabalığın gözü önünde yerlere kadar eğildi , mantoyu kaldırdı ve bir uşak gibi kol u üzerine alarak taşıdı , durdu . Şah ' ın bu edası ve sadrazamın bu mezel leti , Şark istibdadının mahiyetini gös­ teren bariz numunelerdendi ! »(2)

<il

Basılmamış oıobiyografisinden.

m Basılmamış oıobiyografisiııden.

208


Ağaoğlu Ahmet Bey, 1 890 senesi nde, Ahmet Rıza Bey'le tan ı şt ı . Daha evvel sefaret m üsteşarı şair Ferruh Bey i le görüşmüş idi; uzun seneler Abdülhamid i sti bda­ diyle mücadele eden Rıza Bey ' i , Ahmet Bey'e tavsiye eden sultan sefirinin müsteşarı Ferruh Bey ol m uştu r ; Fer­ ruh Beykal ben hürriyetperverdi ve Ahmet Rıza Bey 'e kar­ şı derin bir hürmet hissiyle dol u idi . «-Ağaoğl u da A hmet Rıza Bey'e karşı , o zamanlar deri n bi r hürmet hissi duyar. Abdülhamid 'in sefiri vasıtasıyla kendisine I 00.000 Frank teklif ettiği halde, faki r Ah met Rıza'nın bunu kabul etme­ mes i , genç ve ideal ist Ahmet Bey ' i n muhabbet ve h ü rme­ tini coşturan sebeplerdendir. B u sıralarda Ahmet Bey Pari s ' i n ali mleriyle, edi bleriy­ le de tanışır. A li mleri n ve edi bleri n toplantı yeri olan sa­ lonlara kabul olunur. Pari s hayatını bilenlere, bunun o ka­ dar kolay olmadığı malumdur. Bir iki sene içi nde al im ve edi pleri n toplandıkları salonlara gi rmek ve devam edebil­ mek içi n , Ahmet Bey'in kendi sini hocalarına cidden takdi r ettirebi lmiş olması lazımdır: «Muallim Jarınes Darmesteter 'in teveccühünü celbet­ tim: Adı geçen hakkımda unutulmaz sözler ve gayretler göstermeye haşladı . Beni evine davet etti; Paris 'te mühim edebi bir salon sahibi olan ve Paris edibLeri arastnda mümtaz bir mevki kazanmış bulunan Marie Robinsone 'a takdim etti. Ben de Robinsone 'nım salonuna muntazam devam etmeye başladım . Bu salonun ziyaretçileri arasın­

da, o zaman Fransa 'n m alim ve ediplerinden olan Ernest 209


Rönan (Ernest Renan), Hipolit Ten (Hyepolit Thaine), Gaston Paris (Gaston Paris) Opera (Oppert) , Madam ve Mösyö Diyafua (Dieulafoi) gibi zatlar vardı . Ev sahibesi beni bunlara takdim etti( 1) . »

Ahmet Bey, Paris'te iken Doğu ve Batı ali mlerini mu­ kayeseye yarayan tuhaf bi r hadisenin daha şahidi ol ur. Ev­ velce Doğunun şahlarından birisiyle, Batının bir hükümet reisini yan yana görmüştü. B u sefer de Doğunun dervişle­ rinin birisiyle Batının müdekkikleri arası nda bul unur. Ye bu garip hadise kendisinin de dediği gibi , müstakbel mu­ kadderatının tayinine vesile oldu. İran Şahı Paris'te bul un­ duktan bi r müddet sonra, bu büyük şehre Afganl ı bi r der­ viş gelip çı kar. «Gayet güzel , uzun boyl u , esmer ve dolgun yüzlü , göğsüne kadar uzayan kalı n kara sakall ı , üzeri tes­ pihlerle örtül ü bu acaip adam» , birçok seyyah dervi şler gi­ bi diyar diyar dolaşarak İstanbul 'a gelmiş ve İstan bul 'da i ken İran Şahı ' nın Paris 'e gitmiş olduğunu i şitm i ş ve bu­ nun üzerine, kendi kendisine: ı

- Madem ki Şah-ı İ ran be Paris mireved, men ki Şah­ cihanem çera nerevem? !J2) .

Demiş ve Paris yol unu tutup oraya kadar gel miş. «Şah­ ı cihan» Paris sokaklarında garib derviş kıyafetiyle, elinde

c ıı

Basılmıımış otobiyografisinden. Madem ki İran Şahı Paris'e gidebiliyor. ben iki cihan şahıyım. niçin gitmeyeyim? ! .. ( 2>

21 0


keşkül ve asasıyla dolaşırken, pol is yakalamış , yersiz, yurtsuz bir serseri diye derhal tevkifhaneye tı kmış. Bir ga­ zeteden, Doğulu bir dervişin tevkif ol unduğunu haber alan Ahmet Bey, tevkifhaneye gidip adamcağızı kendi i kamet­ gahına oturtmak taahhüdüyle kurtarır; Paris matbuatı . der­ vişle, dervişin serbest ve orij inal sözleriyle alakadar olur; ve nihayet Ahmet Bey' in sevgil i üstad ı , İran din ve mede­ niyeti mütehassıslarından Darmester diğer müsteşri kler­ den bazıları da Ahmet Bey ' i n aracıl ığı ile dervişi görür ve konuşurlar. Dermesteter, dervişle yaptı ğı sohbeten hülasa­ sını yazıp kendisine vermesini Ahmet Bey 'den ister. B u hülasa üstadın mukaddimesiyle «Jurnal de Debka (Journal des Debats)»da aynen yayınlanır. Bu hikayeyi daha ziyade tafsil at ile anlattıktan sonra Ahmet Bey şöyle diyor: «İşte benim i lk kere, matbuat sahasına atıl mam bu suretle cere­ yan etti ; ve o günden bu yana kadar tali mi mizi tayin eyle­ di . J l ) Demek ol uyor k i Ağaoğl u Ahmet Bey, henüz yirmi bir yaşında iken, muharirliğe Fransızca bir makale ya­ zarak, 1890 tarihinde Paris'te başlamış oluyor; kendi­ sini matbuata bir mukaddime ile takdi m eden zat o zama­ nın meşhur Fransız al imlerinden üstadı James Dermeste­ ler'dir. Makalede Afganl ı dervi ş m ünasebetiyle Doğunun tasavvuf fel sefesinden , hayat ve edebiyatından bahsolun-

( IJ

Basılmamış otobiyografisinden.

21 1


maktadır. Makalenin müsvettesi veya matbusu bugün Ah­ met Bey nezdinde mevcut deği ldir. Artık muhari rli k hayatın atılmış olan A ğaoğl u , yine üs­ tadı Dermesteterd'in tavsiyesiyle Madam Adam' ı n ayl ık «Novel Rövü (Nouvelle Revue)» siyle haftal ı k «Rövü Biö (Revue B leue)» mecmuasına, Doğu kavimleri ve hayatına dair yazılar yazmaya devam etti . 1 892 senesi nde Lond­ ra'da toplanan Müsteşri kler Kongresi ' ne i ştirak ederek, kongreye «Şii Mezhebinin Menabii» Unvanlı bir incele­ me takdim eyled i . Bu tedkikname, kongreni n kararıyla ba­ sıldı ve yayınlandı. Görül üyor ki Ahmet Bey, Paris'te tahsi l ile meşgul i ken , şahsi ve ailevi istidad ve temayül üne eklenen üstad­ larının teşvik ve delaletiyle ilim ve tahrir hayatına girmiş­ ti , en çok meşgul olduğu mevzular, Doğunun tari hi ve din­ leri idi . Aynı zamanda gazetecilik de ediyordu . Tifl is 'te çıkan Rusça «Kafkas» adl ı gazetede haftada bi r kere Pa­ ris'ten yazılıp gönderi lmiş bi r «Tefrika»sı yayınlanıyordu. Rus gazetelerinin tefri kalarını daima iyi üs!Gp ile yazılmış biraz da ilim çeşnisi bulunan makaleler teşkil eder. A h met Bey bu makalelerinde İ slam alemi , ve İ slam aleminin Türk hayatı ile meşgul ol uyordu.( I )

ı ı ı Ahmet Bcy"in «Rcvue Hlcuc» da yayınlanmış bir makalesini . bundan on. on iki sene evvel kendisinde gömıUştUın. Hu hayal devresinde yazılmış diğer makalelerin i , maalesef. göremedim. Ahmet Bcy'iıı o sıralarda. düşünce tarzını, idealini hakkıyla tayin edebilmek i�in. bu makalelerin incclcnıııcsi lazımdır. (A.Y.)

21 2


Ağaoğlu Paris 'te iken, Şeyh Cemaleddin Afgani ile de tanıştı . Şeyh o sıralarda Paris'e gel mişti ; Ahmet Bey otobiyografyasında diyor ki: «İslam alemi mütefekkirle­ ri nden Cemaleddin Afgani Hazretleri , Paris ' teki i kametle­ ri esnasında beni m m ütevazi meskeni mi , başkalarına ter­ cih etmek l ütfunda bulunmuşlardı ve haftalarca beraber kalmıştı k ...» Evvelce meçhul bir Afganlı derbeder dervişi hapisten kurtarıp kendi ikametgahında al ıkoyan Ahmed Beye, sonra meşhur bi r Afganl ı seyyah şeyhi de -belki ay­ nı odada- misafi r etmiş demekti r ! . . Ağaoğl u Paris'te altı y ı l kadar kadı: Hukuk mektebin­ den lisansiye oldu, «College de France»dan bir diploma aldı . Ve 1 894 senesi mayısında Paris 'i terkederk, İ stanbul yol uyla Kafkasya'ya döndü . İ stanbul 'da dört ay kadar ikamet etti v e o zaman Ma­ arif Nazırı olan Münif Paşa ve Kafkasyalı tari hçi M urad Bey ' le sık sık görüştü, fi ki r al ışverişi yaptı. İ stanbul 'a ilk defa geldiği zaman , Ağaoğl u Ahmet Bey ' i n taşıdığı düşün­ ce ve emellerini gösteren yazılı eserler, maalesef, el i mizde değildir. Ahmet Bey ta yirmi bi r yaşından beri muhtelif l isanlar­ da pek çok yazı yazmış bir Türk muharri ridir; çok şayan-ı teessürdür ki yazılarını kendisi saklamadığı gibi bugiin ki­ tapçılardan veya kütüphanelerden arayıp bul makta pek zordur; zira Ahmet Bey ' i n yazılarından çoğu gazete ve mecmualarda basılıp yayı nlanmıştı ; hele Rusça gazetelerde 21 3


yayınlanan, makale ve tefrikalarını bulmak, zannederim ki bugün imkan harci ne çı kmıştır... Bu ci hetle A hmet Bey ' i n fi kri değişme v e gel işmesini , eserlerinden taki b etmek, hall i müşkil bi r mesele hal indedir. Kafkasya'ya dönüşünden sonra, Ahmed Bey Paris'ten makaleler gönderdiği Tifl i s'in «Kafkas» gazetesi ne mu­ harrirli k ettiği gibi , Tifl i s ' i n j i mnazına da Fransızca mual­ l i mi oldu. sıralarda Bakü'de Rusça «Kaspy» adl ı bir gazete çı­ kıyordu. Bakü ' nün Türk zenginleri nden meşhur neftçi milyoner Hacı Zeynelabidin Takioğlu, «Kaspy»yi satın alarak Azerbaycan Türklerinin hukukunu m üdafaa ve menfaatlerine hizmet eder, Rusça bir Türk organı hal ine getirdi ve bu gazetenin baş muharirli ğine Ağaoğlu Ahmed Bey'i cel betti( l). Ahmed Bey bu vazifeye devam etmekle beraber Bakü Jinınazında ve Bakü A l i Ticaret Mekte­ bi ' nde Fransızca m ual l i ml iğini de üstlendi . 1 902'de , Ağa­ oğl u'nun telkini i le Hacı Zeynelabidin, Rus hükümetinden Türkçe bir gazetenin baskı ve yayınına müsade koparmaya çalıştıysa da muvaffak olamadı . O

Rusya'nın o devirdt:ki siyaseti , R usya'da oturan Müs­ l ümanların kendi l isanları nda yayın yapmalarına, her suret­ le mani olmayı hedef tutuyordu. B i n müşkülatla çarpışma-

(il

214

Basılmamış otobiyografisinden .


ya mecbur olan «Eki nci» , «Ziya» ve «Keşkül» çok devam edememişlerdi. Nası lsa evvelce Gaspı ral ı İsmail Bey'e ya­ rısı Türkçe, yarısı Rusça yazıl mak üzere bir gazete neşri için verilen i mtiyazın da bir siyasi hata olduğunu, Rus­ ya'nın Müslüman ve Türk tebaası işleri nde i hti sas sahibi sayılan misyoner İlminsky ve Profesör Smirnov gi bi nü­ fuzlu müsteşri kleri iddia edip duruyorlard ı . «Tercüman»ı n kapatılması için b i r hayli teşebbüsler vaki olduysa da, İs­ mai l Bey' in zeka, maharet ve enerjisi , bütün T ürk ve İslam düşmanlarının entrikalarına mukabele ile, yirmi , otuz mil­ yonluk Türk kitlesinin kendi l isanında çıkan bu ufacık haf­ tal ık yegane gazetesinin yayının devamını temin edebil­ miştir. Laki n bir ikinci «Tercünıan»ı n kapatıl ması için bir hayli teşebbüsler haki olduysa da, İ smail Bey ' i n zeka, ma­ haret ve eneıjisi, bütün Türk ve İ slam d üşmanlarının entri­ kalarına mukabele i le, yirmi , otuz milyonluk Türk kitlesi­ nin kendi lisanı nda çıkan bu ufacık haftal ık yegane gazete­ sinin yayınının devamını temin edebilmiştir: Lakin bir ikinci «Tercüman»ın daha meydana çıkmasına Rus bürok­ rasisi , başarıyla mani olabi liyorlard ı . Ye bu hal Rus-Japon seferine, yani J 904 senelerine kadar devam etti . Rus-Japon Harbi' nde çarlığın yediği mağlubiyet darbe­ si , senelerdenberi hazırlanan Rus i nkılap hareketi ne kuv­ vet ve cesaret vermişti . Hükümetin zaafından bi l istifade Zeynelabidin Takiyev de evvelki teşebbüsünü tekrarladı ve bu sefer muvaffak oldu: Bakü'de ve genell ikle bütün Kafkasya'da ilk kere ol mak üzere Türkçe giin l ük bir gaze21 5


te, «Hayat» çıkmaya başlad ı . O sı ralarda İstanbu l' dan Kaf­ kasya'ya dönmüş olan H üseyi nzade Ali Bey'Je Ağaoğlu Ahmet Bey Azerbaycan Türk gazetesi ni n başına geçtiler. Evvelce, Ahundzadeler, Melekzadeler, Ünsizadeler, Kafkasya'da Türk milli his ve şuurunun uyanmasına az çok tesi r etmiş olmakla beraber, bu şuurun kuvvetl i ve gö­ rünür bi r hale gelmesi , iddia edilebi li r ki Azerbaycan'da gündel ik matbuatın tesisinden itibaren başlar. Ve bu bü­ yük işin ilk hadimleri Hüseyinzade ile Ağaoğlu'dur. Ahmet Bey «Hayat»da bi r sene kadar çal ıştıktan sonra ayrılarak müstakilen «İrşad» adlı gündel ik bir gazete çıkar­ maya başladı . Bu Azerbeycan Türklerinin iki nci günlük gazeteleridir. «İrşad»ın mesleğini bizzat Ağaoğl u şöyle ta­ rif ediyor: «Bi r taraftan Rus hiikümetine karşı mücadele ederek her nevi umumi ve siyasi haklardan mahrum olan Türk un­ suruna bu hakları dahi temin etmekten , diğer taraftan Türk unsurunun kendisinde bi rl i k fi krini temin maksadıyla mezhep ayrılığını ve bilhassa Sünni-Şii d üşmanlığını kal ­ dırmay açal ışmaktan ibaretti . Bununla beraber hal kı ilim ve i rfana ısındırmak, Türkçe mektep vesfü r iıfan müessese­ leri vücuda getirmek içi n uğraşmak l azı mdı .O »> Gerçekten Azerbeycan Türkl üğünün mühim meselele­ rinden birisi de Sünni-Şii ayrı lığı ve düşmanlığı teşkil edi-

(ıı

216

Basılmamış oıobiyografisinden.


yordu. B i r zamanlar bu ayrılıktan istifade eden İ ranil ik, bütün Azerbeycan 'ı Farslaştı rmaya uğramı ştı ; Ruslar Azer­ beycan 'a hakim olunca bu ayrı lı k ve düşmanlığı körükl ü­ yerek, mütemadiyen yekdiğeri aleyhine düşmanlık eden bi iki İslam fırkasının arasını mümkün oldugu kadar açarak Türk mil letini zayıflaştırmaya ve bu sayede kendi hakimi­ yetlerini tesis ve takviyeye çal ışmışlard ı . B u temelsiz v e manasız mezhep ayrılığının zararlarını , bundan yabancıların istifadesi dereceseni ortaya koyarak ve isnat ederek Kafkasya Türklüğünde birliğin ortaya çıkmasma en çok çalışan millet hadimleri Gaspırah İs­ mail Bey ile Ağaoğhı Ahmet, Hüseyinzade Ali ve Top­ çubaşı Ali Merdan Beyler'dir. Azerbaycan ve İ ran Türklerinin mezheb ayrılığı yarası , Ahmet Bey'i eskidenberi işgal etmektedi r. Kafkasya'ya döndüğü sıralarda yazılmış mükaleme tarnzında basılmış bir risale( ı > sinin mevzuu mezheb ayrı lığının i si ama dokun­ durduğu zararlardır. Bu risalede Ağaoğlu, İslamla bir Şii ahundunu konuşturuyor; fakir ve zayıf İ slam, hassaten mezheb ayrıl ığı yüzünden başına gelen felaketleri , zengin ve şişman ahundun kan fışkı ran besili yüzüne haykı rı r. He­ yecan ve hararetle yazılan bu risaleden Ahmed Bey ' i n di-

( i l B u risalenin !lnvfinı « İ slam be Ahund»dur. Basılmadığı halde Azerbaycan rOhanileri ve mutaassıb halk arasında bir hayli dedikoduya ve yazarına karşı düşmanlık ve gücenme celbetmiştir.

21 7


nl ve mezhebi meselelerde geni ş ve deri n bilgisi meydana geldiği gibi , o sıralarda, yani 1 900 enelerine doğru, kav­ min gelişme ve ilerlemesine İslamın hatalı anlayışını ve bi lhassa bundan doğan mezhebler ayrı lı ğını en mühim bir engel addettiği de anlaşılır. Ahmet Bey Türkçe gazetecil i ğe başlamadan evvel «İs­ lama göre ve İ slamda kadm» ünvanlı Rusça bir risale yazıp yayınlamıştır.< 1) -Bu risale dahi , basılmamış Türkçe «Diyalog» gibi İ slamın görüşlerinde terakkiperver oldu­ ğun u , Abbasi leri n orta devi rlerine kadar bu terakki-perver­ hane hareket devam ettiği halde, daha sonra alimlerin ve Şeyhlerin menfaatperestlikleri yüzünden İslamın geril edi­ ği ve çöktüğünü iddia etmektedir. A hbed B ey bu ri kalesin­ de İ slam ' ı n gerilediği ve çöktüğünü i ddia etmektedi r. Ah­ med Bey bu risal esinde İslamın i lerlemesine ve gerileme­ sine ölçü olarak «kadın»ı al mıştır. Ahmed Bey ' i n i ncele­ melerine göre Hazret-i Peygamber, kadını , eski İran mede­ niyetine ve İ slam'dan önceki A rab adetlerine nisbetle çok yükselmişti r. Kur'an ' ın ruhuna nazaran , bi rden fazla eş caiz deği ldir. İslam alemi nde Kur'an ' ı n emirlerine, Pey­ gamber' i n sözlerine, İran! ve Süryani medeniyetlerin gale­ bisinden itibarendir ki kadın, kültürel ve sosyal mevkiin­ den düşmeye başlamıştı r. «Türk-Tatar» kavimleri nin İsla­ mı kabuliye İslam al imeni hakim olmasını müteakib, kadı-

<ı>

21 8

Bu eser Tinis'te, 1 90 1 senesinde. Martirosyans Matbaasında basılmıştır.


nın mevkii tekrar yükselmiş ise de bu kuvvetl i unsurun adet kanunları bi le Doğunun e n eski medeniyetlerinden olan İ ran ve Süryan medeniyetlerine gal i p gelemeyerek. kadın yine kültür ve sosyal bakımdan düşmüş ve ni hayet bugünkü (yani 1 90 1 senesinde Azerbaycan'daki) dereke­ sine i nmiştir. İslam kavi mleri nin kurtul uş ve i lerlemesi ni temin içi n , A ğaoğlu 'nun fikrince bilhassa iki m iihim meselenin hal l i lazımdır: Kadm meselesi ve alfabe meselesi. Fi ki rleri ni ve diişünceleri ni çok di kkate değer gördü­ ğüm bu risalenin son sayfalarını aynen terclime ediyorum: « Müsliimanlaruı kurtanlması . onla mı manevi, hatta siyasi kalkmmaları. yabu:. iki meselenin lıalline ba,�lıdır. Kadın meselesi ve alfabesinin ıslahı . » «Zamanımız Müsliiman kadını , ancak serbest v e şuur­ lu bir ana ve bir zevce oluncadır ki sosyal görevini his ve ifa edebilecektir; ya/111z bu şartlar dalıilinde çocuk/ar111111 karakter ve iradesini terbiye ve onlara yüksek hissiyat ve asil fikirler telkin edebilir; hugiinkii şartlar dairesinde Miisliinıan kadmı11 çocukart birtakım manasız 111evrndiyet­ lerde11 ibarettir. » « Boğıtrn h a rem havası içinde geçirilen tenhel ve sırf lıayvanf bir hayat, kad111m bedeni gelişmesine de müsade etmedi8inde11 ırkm bedeni çöküşüne de sebep olnıakıac/ir.

Alfab en in güçliiğii ise okııyııp yavnayı

çok

wrlaştırdı.� ın­

dan Miisliimanlamı aktl ve kalblerinin aydmlatma yolunu

21 9


kapamaktadır. Kadın ve alfabe işte İslam aleminin en ha­ kiki iki düşmanı, onun tedavi olunamayan iki hastalığı ki onların tesiri altında bu alem yavaş yavaş mahvolmakta­ dır. Yalnız son zamanlarda Müslümanlar bu iki meseleyi ciddiyetle nazar-ı dikkate almaya başladılar. Lakin bu hu­ suslarda İstanbul 'da , Kahire, Bombay ve Kalküta 'da gös­ terilen himmet ve gayretler, ki erkeklere olduğu gibi kızla­ ra

da mektep açmak ve alfabe ıslahı teşebbüsünde bulun­

makla ortaya çıkmaktadır, ktitif sayılamaz; bütün bu gay­ retler, mutlaka ölümü doğurabilecek müvnin ve öldürücü hastalığa arşı zayıf ve geçici ilaçlar derecesindedir. Müs­ lüman aleminin uyanması ve o alemin medeni milletler muhitine girebilmesi için, çok şiddetli bir sarsıntıya ihti­ yaç vardır; Müslümanların kendi reformasyon devrini ge­ çirmeleri ve içlerinden gayet kuvvetli bir irade sahibi ve nefsini iş için tamamen fedaya haZtr bir adamın gelip çık­ ması lazımdır. < I J Böyle bir reformatör (miiceddid) yukarı­ da gördüğümüz veçhile bizzat İslamda tarih ve gelenekle­ rinde isteklerine uygun bir zemin bulabilir. Tekrar ediyo­ ruz: Ne Kur 'iin, ne şeriat kendiliğinden gelişmeye muhte­ lif değildir, yalnız onların taşıyıcısı olan şeyhler ve tilim­ ler, şahsi menfaatleri uğrunda, Kur 'an ve şeriata medeni­ yetle uyuşmayan bir şekil vermeye uğramışlardır. Bunu pekala bilen Mısırlı miiceddid Mehmet Ali, Mısır 'tn şeyh-

< I>

220

Cemaleddin Afgani 'niıı fikirleriyle mukayese olunsun. (A .Y.)


ferini ve alimlerini sarayına toplayarak, etraflarını kendi­ sine tamamen sadık iiç sıra askerle kuşattıktan sonra yap­ tığı teceddüdleri ve ıslahatt, ölüm tehdidi altında onlara tasvib ve imza ettirdi .» «Müslüman dini aslında sevinç getirir ve ilerlemeyi se­ ver. İslam, kaderi, herhangi meşum ve uydurma bir kuvve­ tin insan hayatın amazlum ve gaddar bir tazyiki tarzında telhakki etmez; İslam nazarında kader, meydana geldikten sonra vak 'a/ar ile uyuşmayı temin eden bir nazariyedir ki insanları takviye eder ve gayrete getirir. Müslümanların peygamberi bizzat birkaç kere tekrar etmiştir: « Deveni Al­ lah 'a emanet et, ama daha evvelce dizini iyice bağla!»

1 90 1 'de yayınlanan 59 sayfalık bu küçük risalenin muhteviyatı , o devrede Müslüman düşünürleri n i n düşünce tarzına uygundur; İslamı ıslah (Reformation) ederek, M üs­ l üman kavimleri çöküşten kurtarmak, ilerleme ve yüksel­ meye sevketmek. Ağaoğlu A hmed Bey, bu risalesi nde bü­ tün Müslümanlarla meşguldür; onun Türkçülük hissiyatı­ nı, ancak Türklerin , kendi tabi rleriyle «Türk-Tatarların» kadına verdikleri kıymeti ifade eden satırlardan çıkartabi li­ riz: «Türk-Tatar» kadınını idealize etmektedi r. Ahmed Bey' in «İslam'a Göre ve İslam A leminde Kadın» risale­ sinde düşmanlık hedefi eski İran medeniyetidir: A rapların , İ ran medeniyetini n üstün tesiri nden korunmuş bul unduk­ ları zamanlar, İ slam kadının mevkii ve bi naenaleyh Müslü­ manların medeni seviyesi yüksekti ; Türk kadınını aşağıla-

221


yarak Türk hayatiyet ve medeniyetin i n gel işme ve i lerle­ mesine mani olan kuvvet de o köhne ve çürük İ ran mede­ niyetidir. El imize geçen bu iki eserinden Ağaoğlu A hmed Bey ' i n bel ki d e bi rçok Türkçüler gibi , e n önce İslamın ıslahı , İsla­ mın asli mahiyetine döndürül mesi meselesiyle meşgul ol­ duğu anlaşılıyor. Zaten Paris 'te iken Şarkın tari hine, bil­ hassa edebiyat tari hine dair dersler takib v e b u yolda şah­ si i ncelemeler yapmış olduğundan, ilk araştırma yazısı fa­ al iyetinin de bu mevzular üzerinde ol ması tabiidi r. Mama­ fih memleketine dön ünce Azerbaycan'ı n reel hayatı , Ah­ med Bey ' i n fikri ve fi i li faaliyetinin dini meselelerden milli ve sosyal meselelere geçmesini icab ettirmiştir. Ağaoğl u bir taraftan «İrşad»ı çıkarırken , diğer taraftan tıpkı Gaspıralı İsmail Bey gibi yaydı ğı esaslı fi kirleri n ha­ yata geçmesine, tahakkuk etmesine bizzat çal ışıyordu: Kafkasya'da şehir şehir dolaşarak, birçok şehir ve kasaba­ l arda mektepl erin; Neşr-i Maarif Cemiyetleri ' nin tesi s i ne muvaffak oluyordu. Türkler arasında ortaya çıkan bu uyanış beliı1ilerini çe­ kemeyen komşuları Ermeniler. 1 904 senesi ni hayetleri­ ne doğru , Türkler aleyhine bariz bi r düşmanlık vaziyeti al­ dılar ve Ermeni !erle Türkler arası nda fi i li m ücadeleler baş­ lad ı . Ermeni ler muntazam milll teşkilata mal i k olduktan başka, siyasi sebeplerden , dini ortalıktan ve Rus idare me­ kanizmasında bi rçok Ermeni yerleşmiş ol masından dolayı, 222


Çar hükümetini n yardımına da mazhar bul unuyorlard ı . Türkleri n Ermenilerle çarpışabilmesi i çi n , teşkilata i hti ­ yaçları aşikardı . Bu i htiyacı temin içi n . Ağaoğl u Ahmet Bey 1 905 senesi nde Bakü 'de «Fedai» namıyla gizli bi r ce­ miyte teşki l ine muvaffak olm uştur. «Fedai'>> cemiyetin i n faaliyeti , Ermenilerin Türklere karşı irti kab etmekte ol­ dukları mezal i mi , fii li mukavemetlerle bir derece durdura­ bi l mişti r. Şuşa mektebi nde iken Ermenilerle çarpışmaya başlayan Ahmed Bey ' i n «Fedai» teşki latıyla hayat saha­ sında ve büyük mi kyasta kavgaya devam ettiğini görüyo­ ruz ... 1 905 senesinde Çar hükiimetinin meşruti idare tarzına temayül mecburiyeti . Petersburg'da bi r nazı rlar komitesi teşki lini doğurmuştu. Bu komitenin başında bulunan Kont Vesite , memleketin her tarafından gelen heyet murahasları kabul ile işgal ve taleplerini dinlemek l üzumunu duymuş­ tu. 1 906 senesinde Rusya'nın Türk ahalisi de kuzeyden , doğudan , güneyden murahas heyetleri gönderdiler. Ka­ zan'dan giden heyette yukarıda i smi geçen A kçuraoğl u Yusuf bul unduğu gibi , Kafkasya ahal isini temsi len giden heyette de münevverlerden Ağaoğlu Ahmed Bey, H iise­ yi nzade Ali Bey se ç i l mişle rd i Ağaoğ l u , bu heyetin en fa­ al unsuru olmuştur. .

J 907'de Bakü civarı nda, yani petroll ü toprakl ar iistiin­ dc oturan Tiirk ahal isı ni göç etti rmek gayesi ne matuf bi r projeni n müzakeresi i çi n Petersburg 'da toplanan bi r özel komisyona, yi ne Azerbaycan Türk ahalisinin mümessili sı223


fatıyla Ağaoğl u Ahmed Bey ' le üç arkadaşı gönderil m i şl er­ dir. Üyelerinden Ermenilerle bi r kısım Rusların projeyi ka­ bul ettirmek için pek çok mesai ve gayret sarfetmelerine rağmen , komisyonun 35 gün devam eden müzakeresi ne­ ticesi nde Türklerin göç etti ri lmesi meselesinin bertaraf edi l mesine m uvaffakiyet hasıl olmuştur. A hmed Bey bir taraftan mim i htiyaç ve menfaatlerin icab etti rdiği bu gibi ameli hizmetlerle meşgul ol urken di­ ğer taraftan da muharirliğini asla kesi ntiye uğratmıyordu: Gerek Nazırlar Kornites i ' ne i stekler l istesi götüren mura­ has heyetine üyel iği esnasında, nazırlara derd anlatı p yoru­ lurken , gerekse Kont Kokoftsef Komisyonu' nda ermeni­ lerle saatlerce çekişirken Petersburg gazetelerinde de, Azerbaycan Türkleri nin hak ve i htiyaçlarını müdafaa, Rus bürokrasisiyle Ermeni lerin Türklere i snad ettikleri iftirala­ rı tekzib ve bunların Türkler aleyhine çevi rdikleri çeşitli entrikaları i ptal eder yolda yazı l mış makaleleri basılıp çıkı­ yordu. Aynı zamanda Ahmed Bey Bakü 'deki gazetesine, yani « İrşad»a uzun mektuplar yazmaya vakit bul uyordu . Zaten Ahmed Bey ' i n çok ve kolay yazabi l mek i stidadı fevkaladedi r; Türkçe, Rusça, Fransızca makaleleri aynı kolaylık ve süratle yazar. Gal i ba Farsça makaleler de yaz­ mıştır. Kendisi bazen alay ederek, «Hayatımda yazdığım makaleler, hepsi bir araya geti ri l i rse Bakü 'den İ stanbul 'a kadar bir geniş yol teşkil edebil i r» der. Gerek tahriri gerek amel i faali yet, Ağaoğl u A hmed Ah224


met Bey ' i , Rus hükümeti nazarı nda şüpheli ve tehl i keli in­ sanlardan addetti rdi : Vakıa Ahmet Bey ' i n yazılarında he­ def tuttuğu umumi gaye, Azerbaycan Türk mil letin i n uyanmasını , Rusya'da oturan bütün mil letlerle (dolayısıyla da Ruslarla da) eşit haklara mal ik ve bu cihetle m i l ll hak­ larına sahip olmasını temin etmekti . Bu gayeye ulaşılması hali nde, zaten muhtel if yollarla aynı maksada yürüyen di­ ğer Kafkas milletleriyle beraber, Azerbeycan ' ı n da Rus i mparatorl uğu' ndan ayrıl ması neticesi kendiliği nden hasıl olacaktı ; Azerbaycan Türkleri nin muhtariyeti , onların komşu büyük Türk kitlesine katıl malarını sağlaması da pek tabii idi ... İ şte bu görüşler, Azerbeycan Türkl üğünü uyanı­ şa, şuurl ulaşmaya, insani haklarını ve milliyesini müdafa­ aya davet eden Ahmed Bey ' i n Rus hükümeti tarafından tehlikeli ve zararl ı telakki olunması sebeplerini izah eder; özellikle Ağaoğlu , yal nız yazıyla iktifa etmeyip «Fedfü» cemiyetini teşkil ile faaliyette bul unmak gibi ameli saha­ larda da tek durmayan enerj i k i nsanlardandı r... B u suretle Çar hükümetin i n şüphe ve düşman l ı k bakış­ larını cel beden Ağaoğlu Ahmed Bey ' i n gazetesi «İrşad » , i kide bi r hükümetin sataşmasına maruz kalıyorlardı: Bazen Ahmed Bey'in evi aranır, bazen matbaası basılır, bazen de gazetesi kapatılırdı; fakat evvelce al ınmış olan bi rçok ruh­ satnamelerden i stifhade ederek , kapanmış gazetenin yeri ­ ne derhal bi r diğeri çıkarılırdı .. . Bir çok zahmet ve masrafı gerektiren bu mücadele de, Azerbaycan Türk zenginleri A hmed Bey'e cidden yardım etmişlerdi r. Bu da gösteriyor 225


ki Azerbaycan'da 1 907 tarihlerine doğru Türk milli şuuru hayli gelişmi� IJulunuyordu .

Ahmet Bey ' i n Pari s ' tc iken tanıştığı <dön Türkler»den bazıları da ara sıra «İ rşad»da makaleleri ni yayı nlamış ol­ duklarından, bu gazetenin Osmanlı meml eketlerine gi rme­ si yasak idi ; fakat bu yasaklama, uzun m üddet devam ede­ medi, çünkü İstanbul 'da ihtilal vukua gelerek idare şek l i değişti . Osmanlı inkılabının ari fesinde, Rus in kı labı bi r irtica devresi geçiriyordu. Başvekalet makamına geçen Stopl in 1 905 'de karışan ve dağılmaya yliz tutan Rusya 'nın idare dizgin lerini sağlam ve şiddetl i e l l erine alarak tekrar m ut­ lakiyete doğru çevirmiş, yukarıda bahsi geçen «3 Temmuz Darbe-i Devleti» ile bil hassa demokrasinin ve mil l iyetle­ ri n haklarını sınırlamıştı . Bu isti kameti alan iç siyaset, Rus­ ya'nın sosyal i lerlemesine ve Rusya'da milliyetleri n ol­ gunlaşmasına çalışan münevverleri n tazyiki ni icabetti re­ cekti ; fi l vaki Stopl i n devri nde bil hassa i n kı lapçılarla mi l liyetçiler takip ve tazyik olundular: « Şiddetle takip edilenler arasında idinı .

İş bir derece­

ye geldi ki artık yaln ız nefsimin değil, ailemin dahi huzur ve sükunu kaçmlmaya başladı . 1908 senesinde Tiirkiye 'de inkıliib olmuştu. İş başma tantdığım bazı zevat gelmişti. Aynı zamanda Kafkasya umumi valisi tayin olunan « Kont Varonsov-Taşova» mutlaka beni takib ve sürgün etmeye

226


karar vermiş göriiniiyordu . Bunu öğrenir öğrenmez derhal ben de kaçmaya karar verdim ve 1 908 senesinin nihayeti­ ne doğru İstanbul 'a kaçtım( 1)

»

Osmanlı inkı labı , Tlirklük için çal ışmak i steyenleri bü­ tün Türk alemi nden i stanbul ' a çekiyordu; Ağaoğl u A hmet Bey ' i de çekti , getirdi . 1 908 'den sonra Ağaoğlu ' nun İstan­ bul 'da çok dol u ve hareketl i olan faaliyet devresi başlar. Bu devre, ileride mcvzObahs olacaktır.

<I>

B:ısılm:ımış otohiyogr:ıfısindcn.

227


ıx

TÜRKÇÜLÜKTE TEŞKİLATLANMA DEVRESİ

1908 Osmanlı İnkılabını müteakib Türk mill iyetçiliği hareketi çok genişlemiş, deri nleşmiş ve dal budak sal mış­ tır. 1 909'dan 1 928 'e kadar y irmi yıllık devreni n inceleme­ sini bu sene ki «Türk Yıl ı»na yetiştirmek kabil olamıyor. Bu çeyrek asırl ık devre, şimdiye kadar bahsetti ğimiz yarı m asırl ık devreden daha çok , karışık ve mühim vak'aları i hti­ va ettiği nden , pek çok inceleme ve araştı rmalara i htiyaç vardı r; bu devrede basılmış ve basıl mamış vesi kalar, hayli boldur. B unların i ncelenmesi v e m ukayesesi , epey zaman i şgal edeceğinden başka i ncelemeleri mizin hülasası da, belki bu makalemizin bir buçuk iki misli olacaktır. «Türk Y ılı»nın i kinci bi r nüshasını daha neşretmek mu­ kadder i se , Türkçül ük hareketin i n , Osman l ı meşrGtiyeti ve Türk Cumhuriyeti zamanlarında kazandığı açıklığı uzun uzadıya kayıt ve tespite de belki muvaffak ol uruz. Osmanlı devletinin MeşrGtiyet devri Türkçül üğün teş­ kilatlanmasına ve Türkçü cemiyetlerin teşki l i ne i m kan bahşetmişti r. Mutlakiyet devrinde her nevi cemiyet teşki­ li fevkalade zordu, hele milliyet esası üzeri ne cemiyet te­ sisine hükümet asla müsaade etmezdi; bununla beraber 228


Müslüman ve Türk olmayan tebaanın milliyet esasma dayalı, hayri ve edebi maskelerle örtülü bir hayli cemi­ yetleri de vardı. «Türk Derneği» Türkiye'de, Türk milliyetçil iği esasına dayanarak ku­ rulan ilk cemiyet «Türk Derneği»dir. 1 908 senesi kasımın­ da İstanbul ' a gelen Akçuraoğlu Yusuf, daha mektep haya­ tından hatırladığı bazı Türkçüleri . yani Necib A sım Bey ile Veled Çelebi Efendi 'yi ziyaret ederek gayr-i siyasi, sırf kültürel mahiyette bi r Türk cemiyeti kurulmasını teklif ve kendi lerini n bu yolda rehber ol maları nı rica etti . B u suret­ le başlayan ilk teşebbüs , seneni n nihayetlerine doğru Mekteb-i Mülkiye Müdürü Celal Bey merhumun odası nda toplanan bir i çtimada «Türk Derneği» adl ı bi r i l mi cemiyet hali nde şekil lenmi şti r.

Bu cemiyetin nizamnamesi 12 Kanun-ı Evvel 1324 (25 Aralık 1908) tarihiyle ve «Türk Derneği Nizamna­ mesi>> ünvamyla İstanbul'da Karabet Matbaasmda basılmıştır. Cemiyetin maksadını ifade eden nizamnamesinin 2. maddesinde şöyle deniliyor: «Cemiyetin maksadı Tiirk diye anılan bütün Türk ka­ vimlerin mazi ve haldeki asar, efal, ahval ve muhiti öğren­ meye ve öğretmeye çalışmak yani Türklerin asar-ı atikası­ nı, tarihini, lisanlarını avam ve havas edebiyatını , etnog-

229


rafya ve etnolojisini. alıval-i

içtimaiye ve medeniyete-i

lıazırlartnı , Türk memleketlerinin eski ve yeni coğrafyası­ nı, araştırıp taraştmp ortaya ÇLkarak bütün dünyaya yayıp dağıtmak ve dilimizin açık, sade, güz.el ilim lisanı olabile­ cek surette geniş ve medeniyete elverişli bir dereceye gel­ mesine çalışmak ve imlasını ona göre teddid etmektir. »

Mekteb-i M iilkiye toplantısını müteakib gazeteler veri­ len bir ilanda, toplanan adamları n isi mleri açı klanmıştır: Ahmet Midhat Efendi , Emrul lah Efendi , Necib A sım Bey, Bursalı Tahir Bey, Korkmazoğlu Celal Bey, (bugün Kuzey Kafkas Cumhuriyetleri 'nden bi ri nde komiserdir) Yeled Çelebi Efendi , Akçuraoğl u Yusuf, Boyacıyan Agob Efen­ d i , Arif Bey (merhum tari hçi ), A kyiğitoğl u M usa Bey (merhum Askeri Baytar Mekteb-i A l i si iktisat mual l i m i idi ) . Fuad Rai f Bey, Rıza Tevfi k Bey, Ferid Bey (bugünkii Londra sefiri) . Sııf i l i m ile meşgul olacak bu cemiyete Tiirk ol mayan Türkiyatçılar da dahil olabi l iyorlardı< 1 ) . 1 5 Teşri n evvel 1 328 ( l 9 l 2)'e kadar aza l ı k taksitlerini ödeyen zatların ta­ mamı , cemiyeti n kasa defterine nazaran 63 kişi görünmek­ tedi r. Bunları n içinde Profesör Gordlevsky. Doktor Kara­ çon , Profesör Marti n Hartman gibi müsteşri kler, Boyacı-

ı ıı

«Cemiyetin maksad ına hizıncı etmek isıcyen herkes. hangi d i n , cins v e veya yazıyla nıiir:ıca•ll

lillıi iyctıc olursa o l s u n mcrkczcll·ki idare hey e t i n e ş ifah en

eyled iği takdirde onun girişine cemiyetin i k i fıziis ı ııııı del:ılcıiyle idare lıcycıiııiıı

taslikiylc kabul olunur» <Türk Derneği N iz:ımııamcsi . ıııadde:-1)

230


yan Agob ve Antuvan Tıngır Efendiler gi bi Türk olmayan Osmanlılar da vardır. Prens Said Paşa, merhu m Köse Raif Paşa, Halid Ziya Bey gibi zamanın bazı devler büyükleri , üye olmaksızın nakdi yardımda bulunmuşlardır. Şai r Meh­ met Emi n Bey< 1 ) , Gaspıralı İ smail Bey. Hüseyin Cahid Bey, Azerbaycan Cumhuriyeti Başvekil leri nden Yusuf Beyzade Nesib Bey, Ağaoğl u A hmet (2) , Hüseyinzade Ali Bey(3) , Köprül üzade Fuad Bey, Türkocağı kurucularından Doktor Fuad Sabit Bey ve merhum Ispartalı Hakkı Bey ilk senelerde yazılan üyelerdendi r. «Türk Derneği », maksadını telkin ve yaymak i çi n , ga­ zeteler, risaleler, kitaplar yaymlayarak ve umumi derslerle müzakereler tertip edecekci . Evvelen, Neci b A sım Bey ' i n «Türklerin Pek Eski Yazısı» ile Bursalı Tahir Bey ' i n «Türklerin U l u m v e FünGna Hizmetleri» adlı risaleleri ni bastı ve yayınladı. Sonra «Türk Derneği» adlı , «Türklüğe dai r tetebbuatı havi» , «Ayda bi r çıkar>> bi r mecmua çıkar­ dı . «Türk Derneği»nin 1 ' inci y ı l ı nın 1 ' inci sayısı 1 327 ( 1 9 1 1 ) senesi « Matbaa y ı Hayriye ve Şürekası»nda bastırı­ larak yayınlamıştır. Bu mecmuanın ancak 7 s ayısı yayınl a­ nabi l miştir Nüshalarda yayınlandıkları ay gösteri l memiş ise, de 1 327 senesinde ancak 6 n üshanın basılmış ol masın­ dan, her ay bi r mecmua yayınlanamadığı anlaşıl ıyor. «Türk Derneği» namına Akçuraoğl u Yusuf tarafından «Cengiz -

.

<1• Z. 31 Şair Mehmet Emin Bey, Ağaoğlu Ahnıel Bey. Hiiscyin7,1dc Ali Bey. Mcktelı-i Miilkiyc toplantısı w ıııaıııııda i sıanbul "da bulunmuyorlardı.

23 1


Han»a dair bi r umumi ders verildiği gibi o sıralarda bi rkaç umumi mitingde «Türk Derneği»ne mensup hati pler, maksatlarına uygun nutuklar i rad etmişlerdi r. «Türk Derneği»nin hayatı uzun devam edemediyse de, attığı tohum çorak bi r toprağa rast gelmedi . Derneğin bir aylık hayli muntazam devam eden idare heyeti toplantıla­ rına, devlet idaresinin başında bulunmaya hazırlanan bazı kimseler de misafir sıfatıyla gelip gidiyorlardı . Enver Bey ' i n dayısı Celil Bey ' i n misafirli klerin i hatırlıyorum. B i r müddet sonra, derneğin en faal üyeleri nden Mi ra­ lay Raif Fuad, Miralay Neci b A sım Beylerin kıtaların ı n ba­ şına gitmeleri , Veled Çelebi Efendi ' n i n Konya Büyük Çe­ lebil iğine tayi n olunması , Akçuraoğlu Yusuf ' un İstan­ bul 'dan ayrılması, dernek toplantılarını seyrekleştirdikten başka, mecmuanın da kapanmasına sebep olmuştur. Laki n «Türk Derneği» mecmuası nı n son nüshasın ın ya­ yınından pek az zaman sonra «Türk Yurdu» adl ı , ve daha geni ş programlı bir Türkçülük mecmuası yayınlanmıştır.

«Türk Yurdu» «Türk Yurdu» mecmuasını yayınlayan «Türk Yurdu» cemiyeti idi . Hükümet, «Tlirk Yurdu» cemiyetinin tesisin­ den 18 Ağustos 1 327 ( 1 9 1 1 ) tarihli i l muhaberle haberdar olduğun tasdik etmiştir; 1 9 1 1 senesi n ihayeti erinde «Türk Yurdu» mecmuasının ilk nüshası yayınlanmıştır. «Türk Yurdu» nizamnamesine göre cemiyet, Türk ço232


cuklarına mahsus bir pansiyon açacak ve «Türk Yurdu» cemiyetinin tesisinden 1 8 Ağustos 1 327 ( 1 9 1 1 ) tari hli i l muhaberle haberdar olduğunu tasdi k etmiştir; 1 9 1 1 sene­ si nihayetlerinde «Türk Yurdu» mecmuasının ilk nüshası yayınlanmıştır. «Türk Yurdu» nizamnamesi ne göre cemiyet, Türk ço­ cuklarına mahsus bir pansiyon açacak ve «Türkleri n zeka ve irfanca seviyelerinin yüksel mesine varidat ve teşebbüs sahibi olmalarına hizmet etmek üzere bir gazete çıkaracak­ tır.» (madde:4) «Türk Yurdu» nun kurucuları şunlardır: Mehmet Emin Bey (Türk şairi ), Ahmet Hi kmet Bey ( mer­ hum, sabık hariciye vekaleti müsteşarı) , Ağaoğlu Ahmet Bey, H üseyinzade A l i Bey, Doktor A kil M uhtar Bey, A k­ çuraoğlu Yusuf. Türk Yurdu fikrini şair Mehmet Emin Bey ortaya attı. «İttihat ve Terakki Cemiyeti» bu teşeb­ büse alaka gösterd i . «Türk Yurdu Cemiyeti murahaslığına Akçuraoğlu Yusuf Bey seçi ldi . 1 9 1 2 senesi eyl ülü nde Ah­ met Hikmet Bey Peşte Baş şehbenderli ği ne tayin edi l mi ş olduğundan yerine Gökalp Ziya Bey seçildi. «Türk Yur­ du»nun kuruluşu sıralarında Ziya Bey henüz Selanik'te idi . «Türk Yurdu» mecmuasının imtiyazı şair Mehmet Emi n Bey namına al ınmıştı . Mehmet Emi n , 1 9 1 1 senesi ağustosunda Erzurum Valisi olduğundan mecmuanı n i mti­ yazı ve m üdürlüğü Akçuraoğl u Yusuf'a nakledildi . İ l k nüshasından iti baren «Türk Yurdu»nu Akçuraoğl u çıkard ı . 1 9 1 1 ' d e «Türk Yurdu» yazı v e terti p tarzına dair müdü233


rü Akçuraoğlu tarafından i leri sürülüp, yazı ve idare heye­ ti tarafından bazı değişiklikler ile kabul ol unan programın muhteviyatından ehemmiyetliceleri şunlardır: «1-

Risa le Tiirk ırkmm mümkiin olduğu kadar çoğımltt­

ğu tarafı ndan okunup tarzda

an/anarak istifade olunacak

bir

yaZ1 lacaktı r » .

Dili sade olacaktır; b) Kavmin ekseri­

«Binaenaleyh a)

yetine /ada lı

111evzi'Uar

seçilecektir; c)

Çetin

mevzular bile

kolay ifade olıımııaya çaltşılacaktır. -Mamafih miinevver diişiin c e

salıiplcriııiıı zevki, çı kar ı gözde11 kaçırı lmayacak­

tır.» «2-

Risale, /Jiitün

Türklerce

makbul olabilecek bir ide­

al ortaya koymaya çalışacaktır.» «3- Risa lede

ça

Türklerin

yüksel111elerine

tan ı şma la rı na, iktisat ve alı/ak­

ve fen bilg i leriyle zeııgiııleşmelerine

hivnet eden ııı e vzCt lar

en

ziyade yer

alacak, siyaset bıın­

Lardaıı sonra gelecektir.» «4- Tiirkleri1 1 birbirleriyle tamşmalan için Tiirk diin­ yas11ıııı lıer tarafında olup

geçen

arasmda sevinç veya kedere sebep diinyas111tn ötesinde

ları

kaydoluna cak

,

ve bilhassa

olan vak 'alar ile

berisinde ortaya çı kan fikir

Türk

ırk111111

kardeş ler Türk

cereyan ­

muhtelif kavmiyet/erinde

doğan edebiyatı ırkın biitiin fertlerine bildirrnek için çalı

şılacaktır.» 234

­


<Ô- Risale; Osmanlı Devleti 'nin iç siyasetinden bahse­ derken , hiçbir siyasi fırkaya taraftarlık etmeyecek, ancak Türklüğün, Türk unsıırlarıntn siyasi ve iktisadi menfaatle­ rini müdafaa edecektir. Türk unsurlarmm menfaatlerini müdafaa ederken , muhtelif unsurlar arasında ihtilaflar doğmasından kaçmmaya çaltşacaktır.» «6- Risale, Osmanlı Türkleri arasında Türk milli ruhu­ nun gelişme ve takviyesine idea/sizlikten doğan tembellik ve bedbinliğin giderilmesine çok çalışacak ve ekseriya hiçbir şeye dayanmaksızın ortaya çıkan mübalağalı Batı korkusundan da bu milleti kurtarmaya elinden geldiği ka­ dar uğraşacaktır.» «

7- Risalenin devletlerarası siyasette esas fikri, Türk

aleminin menfaatlerni müdafaa etmektir.»

«Türk Yurdu» mecmuası Akçuraoğlu Yusuf' un bazı ufak fasılalarla idare ettiği 6 sene zarfında, bu programa sadık kalarak programdaki hususları mümkün olduğu ka­ dar tatbike çalışmıştır. «Türk Yurdu»nun Türk çocuklarına mahsus pansiyo­ nun inşasına Evkaf Nazm Hayri Bey (All ah rahmet et­ sin!) zamanında başlanmış ve i n şaat çatıyı alacak kadar i lerlemiş olduğu halde, adı geçenin vefatı üzerine bir güzel teşebbüs yüzüstü kalmıştır. Binanı n tamamlanması ve gü­ zel kullanılması «Türk Maarif Cemiyeti»nin gayretinden ümit ve temenni olunur.

235


«Türk Yurdu» mecmuası hfıla devam etmektedi r, ve bu­ gün bu mecmua «Türk Ocağı» tarafı ndan neşrolunmakta­ dır. İ l k nüshası 1 9 1 1 senesi Teşrin-i sani (kasım) başların­ da yayınlanmıştır. B inaenaleyh mecmua bugün 17 yaşın­ da demektir.

«Türk Ocağı» «Türk Ocağı»nın resmen doğuşu «Türk Yurdu»nun ya­ yına başlamasından bi rkaç ay sonradır; Türk Ocağı'nın res­ men kuruluş tarihi , Türk Ocağı 'nın Esasi Nizamının biri n­ ci maddesinde gösterildiğine nazaran , 1 2 Mart 1 328 ( 1 9 1 2) dirO > . Lakin ileride görüleceği gi bi kurul ması için teşebbüsler daha evvelden başlar. «Türk Ocağı 'nın Esasi ve Dahili Nizamları» adlı ilk nizamnamesi , İstanbul'da 1 9 1 3 'de «Matbaa-yı Hayriye ve Ş ürekası» Unvanlı matba­ ada basıl mıştır. B u nizamnamenin i kinci maddesinde ce­ miyetin maksadı şöyle ifade olunmaktadır. « İkinci madde -Cemiyetin maksadı: İslam kav i mleri­ nin başl ıca mühi mi olan Türklerin milli terbiye ve ilmi, içti mai, ikti sadi seviyeleri nin ilerleme ve yükselmesiyle Türk ırk ve dilinin kemaline çal ışmaktır.»

Derneği». «Tllrk Yurdu» \'e «Türk Ocağı» adlı ilk Türkçülük kuruluş tari h l e ri ! ' i nci «Türk Y ıl ı »nda yanlış gösterilmiştir; mevcut resmi vesikalara göre bu müesseselerin kuruluş tarihleri metinde açıklandığı üzere şöyledir: «Türk De rn eğ i » . 25 Kanuııevvcl (Aral ık) 1908; «Türk Yurdu», I S Ağustos 1 9 1 1 ; «Türk Ocağı». 1 2 Mart 1 9 1 2. ııı

«Türk

teşkilatlarının

236


Cemiyetin çalı şma ta.rzı üçüncü ve dördüncü maddeler­ le tespit ol unmuştur: « Üçüncü madde -Cemiyet maksadını elde etmek için Tlirk Ocağı adl ı kulüpler açarak dersler, konferanslar, mü­ samereler terti p, kitap ve risaleler neşretmeye ve mektep­ ler açmaya çalışacaktır. M i l ll serveti korumak ve çoğaltmak için her türl ü mes­ lek ve sanat erbabıyla görüşerek i ktisadi ve zirai teşvi k ve i rşadlarda bul unacak ve bu gibi müesseselerin doğup ya­ şamasına elden geldiği kadar yardım edecektir. Dördüncü madde -Ocak , maksadını tahsile çal ışırken sııf milll ve içtimai bir vaziyette kalacak, asla siyaset ile uğraşmayacak ve hiçbir vakit siyasi fırkalara hizmet etmeyecektir.» Resmen 1 9 1 2 senesi başlarında kurulan «Türk Oca­ ğı»nın daha evvelden başlanmış uzunca bir yol u vardı r. Daha J 9 1 1 senesi i lkbaharında, A skeri Tıbbiye Mekte­ bi talebesinden bi r zümre, Türk milletinin çal ışmak arzu ve emel iyle kendi aralarında toplanarak fi ki r alı şverişi ya­ parlar ve ni hayet düşünceleri ni hayli bel i rledi kten sonra 1 1 Mayıs 1 9 1 1 tarihli mektup/arla, bu işte fikirlerinden i s­ tifade olunabi leceğine kanaat getirdi kleri bazı ki mselere müracaat ederler. Bu mektuplardan bi ris i de bana gönde­ ri lmişti . Mektup şöyle başlıyor:

237


Çarşamba, 11 Mayıs 132 7 «Efendimiz, Türk ırkı111 n maarif ve mekteplerine hizmet ederek, iç­ timaı geleceğini temin emeliyle toplanmış 1 90 tıbbiyeli namına zat-ı lıalilerine müracaat eyliyoruz . Maksadımız arzedeceğimiz şeylere dair hakimane ve edibane fikirleri­ ni öğrenmektir.»

B u suretle başlayan mektup «Türk kavminin hayat-ı i n­ kıraz yaşadığını» söyleyerek buna «Seleflerimiz gi bi l a­ kayd kalamayacağı mızı» beyandan sonra, «Hayatın ebedi bi r mücadele olduğuna ve bu mücadelede muvaffakiyetin en büyü k şartı maarif mektepleri n galebesi» olduğuna hükmediyordu. Daha sonra bu tı bbiyeli gençler kendileri­ nin «Tekami.il kanununa uymak fikri nde ısrarlı» olacakla­ rını da ifade ederek , «Ziraat, ticaret ve sanayi ile kazanı l ­ m ı ş bir içti mai hakimiyeti , kuru b i r siyasi hakimiyete ter­ ci h etti kleri ni» beyan ve bu fikirleri ni şöyle bir temenni i l e tamam ediyorlardı: «Müstakbel neslimiz, miskinliği gü­ nah , çalı şmayı ibadet bi lsi n ! Müteşebbis , kuvvetl i ve zen­ gin ol sun.» B u emel leri nin gerçekleşmesi içi n, «Her türlü fırka ihtilaflarmm fevkinde, her türlü siyaset dağdağaları­ nm haricindeki bir cereyan doğma»s ı na lüzum görüyor­ lar; cereyanı doğurmak içi n de Donanma Cemiyeti kadar geniş fakat sııf milll ve i çtimai bir cemiyet teşkil etmek ihtiyacını da duyuyorlardı . 238


Bu cemiyet ileride Anadolu'da, Rumeli'de ve hatta Türk bulunan diğer memleketlerde şubeler açacak, zi­ raat, ticaret ve sanayi mektepleri tesis edecekti. Bu cemiyet tanınmış ve muktedir zatların nezareti altın­ da idare edil ecekti . Mektup şöyle biti riyordu:

«Böyle bir cemiyetin temel taşlarını yüksek mek­ teplere devam eden Türk gencinin maddi manevi feda­ karlıklarıyla atacağız. «Bu konudaki hakimane ve edi bhane görüşlerinizi öğ­ renmek istedi ğimizi bildiri riz: Ve bu i l mi ve fi i ll işbirl i ği n­ de bul unmalarını ısrarla temenni eyleriz, Efendimiz. 1 90 Tıbbiyeli Türk Evladı .» Mütareke esnasında «Türk Ocağı» ve «Türk Yurdu» evrakı İngi liz işgal kuvvetinin baskısıyla evden eve taşınır­ ken kurtarabi ldiğim vesikalar arasında, bu mektuplara ba­ zı tanınmış kimselerin verdikleri şifahi cevapların notları da vardır; fakat eksiktir. Gelecek Türk Yılı'nda, Türkçülük tarihinin Meşrutiyet devresi i nceleni rken bu vesi kalardan i stifade ederek , Türk Ocağı'nın doğuşundan daha geniş bahsederiz; bu hülasa da ancak bi rkaç mühi m noktayı tes­ pit edi p geçeceğiz. Mevcut vesi kalardan anlaşıl ıyor ki Fransız l isanıyla ya­ yınlanan «Jön Türk» adlı gazete nisan sonlarında ve ma239


yıs başlarında ( 1 9 1 1 ) , «Parlak muvaffakiyetleriyle gözleri kamaştırmakta olan Mi lll Donanma Cemiyeti gibi kavmi bir Türk Maarif Cemiyeti teşkil etmek» fi krini ortaya sürmüş ve «Tanin» gazetesi de bu fikre işti rak etmiştir. B u gazeteleri di kkatle takip eden tıbbiyeli gençlerden bazıları , kendi aralarında şöyle düşi.inmi.işler: «Böyle bü­ yük emel ler fi lan hasıl olabil mek için kavmin gençleri bi r­ leşmel i , o artık doğmuş olan emel i fi kren ve nakden bes­ lemeli , yaşatmalıdır.» Tıbbiyel i ideal ist gençler bu işi kendi vazifeleri dahi­ l i nde görüyorlar: «Bu tıb müessesinde bugi.in insanların acılarını kaldırmak için çal ışmakta olan bizler, bir vakitler kavim ve din farkı düşünmeksizin bu Osmanlı vatanını si­ yasetten uçurumlara düşmekten korumak maksadıyla te­ mel döşeyen selefleri miz gibi ( 1 ) bugün de Türk kavminin içtimai sükGtunun önünü almak için ilk adı mları atmal ı­ yız.» B u satırları , tıbbiyeliler tarafından yazıl ıp bazı kimsele­ ri n fi kirleri ni öğrenmek için gönderi len ve bi r kısmı yuka­ rıda zikrolunan beyannamenin 4 Mayıs 1 327 ( 1 9 1 1 ) tarih­ l i i l k taslağından çıkardım. Elde mevcut vesikalar arası nda daha evvel yazılmış hiçbir yazı yoktur.

( i l Buradaki telmih « i ttihat ve Terakki» ccmiyetincdir. Vakıa bu cemiyetin kuruluşunda ilk leşcbbUs edenler. Mckıeb-i Tıbbiye talebesi idi.

240


Bu taslaktan şunu da anlıyoruz ki tıbbiyeli gençler, kendi leri nin <dön Türk»de yazı yazan Celal Nuri

Bey denO ) en çok i lham aldıklarına kanidirler. '

«Cehle karşı mücadele» düsturuyl a hülasa ettikleri bu hareket emüteşebbis ol mak üzere tıbbiyel i ler başlangıçta aralarından şu efendileri seçiyorlar: Dördüncü sınıftan

Mahmud, Refet, Edhem, Haşim, Celal, Behcet, üçüncü sınıftan Hüseyin Fikret, Hüseyin Cahid (Baydur), Muhsin, Neşet, Lütfi, Süleyman, İkinci smıftan Habib Efendiler. 20 Hazi ran 1 9 1 1 'de, tıbbiyeden 23 1 talebe namına gel­ miş delegeler (Hüseyin Fi kret ve Remzi Osman Beyler) i le talebeni n mliracaatını kabul ederek toplantıya gelmi ş olan Mehmet Emi n (şai r) , Ferid (şimdi Londra Sefi ri ) , Yu­ suf (Akçuraoğlu) , Mehmet A li Tevfi k (muharrir) , Emi n B ülend (şai r) , Fuad Sabit (doktor) , Ağaoğlu Ahmet Beyler' den ancak 5 ağustosa kadar yapılan beş toplantının zabıt toplanarak, teşekkül edecek cemiyetin i smini «Türk Ocağı» şeklinde kabul «Türk Ocağı»nın kurucularıyla ve geçici idare heyetini seçmişlerdi r:

(IJ

Bugün Tekfur Dağı mebusudur.

24 1


Kurucuları: Şair Mehmet Emi n Bey A hmet Ferid Bey Ağaoğlu A hmet Bey Doktor Fuad Sabit Bey

Geçici İdare Heyeti: Reis: Mehmet Emin Bey İkinci Rei s: Yusuf (Akçuraoğl u) Katib: Mehmet Ali Tevfi k Bey Veznedar: Fuad Bey (Doktor Fuad Sabit) Aynı toplantıda ocağın i l k nizamname müsvettesi mü­ zakeresine başlanmış olduğu gi bi merkezi ve toplantı yeri olmak üzere de, Şeref sokağında 5 numaralı evde (Akçura­ oğlu Yusuf Bey'in oturduğu pansiyon) «Türk Derneği Odası» tayin olunmuştur. Tıbbiyel i lerin kurucul uğa ve ida­ re heyeti üyel iğine aday olarak gösterdikleri 20 kişi l i k l is­ tesinin içinde Türkçülük hareketiyle sonradan hiçbir ilgisi bulunmayacak olan bazı ki mseler bulunduğu gibi «Türk Ocağı»nın yaşamasında, gelişmesinde pek büyük hizmeti geçen Hamdullah Subhi Bey ' de vardı. «Türk Ocağı»na i l k ehemmiyetlice maddi yardımı , 50 Osmanl ı altını vermek suretiyle, Hüseyin Cahid Bey (Ta­ nin muharriri) yapmıştır. 242


Yukarıda anılan vakıalara göre, Türk Ocağı' nın fiil en kuruluşu 20 Haziran 1327 (1911)'e rastlayan pazartesi günü olarak kabul edebiliriz0 ), Resmen kuruluşu ise, evvelce gösterdiğimiz gibi 12 Mart 1 328 ( 1 9 1 2) , yani fi­ ilen kuruluşundan 9 ay sonradı r. B u müddet zaıfında idare merkezinin yeri bir, iki defa değişmiş, bi rçok toplantılar yapıl mıştır. B u toplantılardan ancak 5 ağustosa kadar yapılan beş toplantının zabıtları bendedi ,-(2). M lizakere hemen umumiyetle nizamname üzerine cereyan etmiştir. Mevzfibahs meseleden en çok münakaşaya sebep olan mesele şu ol muştur: Cemiyet, maksadını elde etmek için «Türk Ocağı» adl ı kulüpler aç­ sın mı? Yoksa risale, mecmua yayınlamak ve mektepler açmakla yeti nsin m i ? Tıbbiyeli talebeler, kulüpler

açılırsa, işe siyaset karışacağından korkuyorlar ve bu sebeple kulüp açmanın şiddetle aleyhinde bulunuyor­ lardı. «Türk Yurdu» Cemiyeti 'nin resmen tesisi 1 8 ağustos 1 9 1 1 olduğuna göre. ocağm fillen kurul uşu olan 20 Haziran 1 9 1 1 'den sonra demekti r. Mamafi h «Türk Yur-

( 1 ) Bu 20 haziran toplantısın<.lan evvel, birkaç toplantı daha olduğu. ezcümle 29 mayıs pazar gUnü Ağaoğlu Ahmet Bey evinde toplanıldığı ve bu toplanışta bir nizamname kaleme alınması kararlaştırıldığı, yine mevcut vesikalardan anlaşılmaktadır. <2l Diğerlerini bulmak kabil olmadı.

243


du»nun tesisine çalı şırken 20 hazirandan daha evvel meseleye dair bazı yazışmalar cereyan ettiği de, «Yurda» ait vesi kalardan anlaşılmaktadı r. B u yönden «Türk Yurdu» i le «Türk Ocağı»nın her ikisinin 1911 senesi ilkbaharından itibaren kuruluş çahşmalarma başlamlarak, o senenin yazında kurul­ ması başarılmıştır, diyebiliriz.

«Genç Kalemler» İstanbul 'da «Türk Derneği», «Türk Yurdu» ve «Türk Ocağı» adl ı müesseseler Türkçülük fi kri nin şek illen­ mesine çalışırken , Selanik'te «İttihat ve Terakki» Mer­ kez Heyeti üyelerinden kendine «Gökalp» ünva m m veren Ziya Bey'in telkin ve ilhamlarıyla merkezde bir Türkçülük cereyanı başlamış olduğu gibi , o sıralarda Selanik'te çıkmakta olan «Genç Kalemler» mecmuası da «Gökal p»in tesiri ile l i sanda T ürkçülük yapmaya teşebbüs etmişti r. Bir hayli aradığım halde «Genç Kalemler»i n tam koleksiyonunu bulmak kabil olmadı . «Genç Kalemler» i n bazı kaideler koyarak lisanı sadeleştirmek hakkında ilk yazılarının hangi tarihte yayınlanmış olduğunu tespit edemedim; bu mecmua «Yeni Lisan ve Bir İstimzac» adl ı bi r risale çı kararak, müdafaa etti ği görüş hakkında bir nevi «anket» de yaptı ; lakin elimizde mevcut olan bu risalenin de hiçbir yerine tarih konmamıştır! Mamafi h «Türk Yur­ du»nda «Genç Kalemler»i tenkid yol l u çıkan bi r yazıdan, Selanikli mecmuanın lstanbullu arkadaşı çıkmaya baş244


ladıktan sonra. Türkçülük yoluna girdiği sonucun u çıkar­ mak kabildir. Hatta bu iki mecmuanın aynı zamanda Türk­ çülüğe başladıkları farz olunsa bile, her i kisinin «Türk Derneği» ile yayınlanan l isanda Türk mil l i yetperverliği umdesine bağlı kaldıkları gizlenemez ve inkar olunamaz ... Hasıl ı , ne denilirse denilsin, -mesela İttihat ve Terakki gay­ retkeşleri , bi r zamanlar bütün fikri hareketle ri n de mem­ baını kendi cemiyetlerinde göstermek i steyerek, propagan­ dalarda bul unmuşlardı -Devlet-i Osmaniye'de kültürel Türkçülüğün ilk şekillenmesi «Türk Derneği» Cemiyeti ve ilk Türkçü mecmua da «Türk Derneği» mecmuasıdır... Selani k ' te oturan esrarengiz İttihat ve Terakki Komitesi , ortaya çı kmakta bulunan bütün fikri i çtimai ve siyasi hareketleri kendine m al etmek emeli nde idi. «Türk Derneği» kurul unca, üyelerinden bazılarının oraya geli p gittiği göründü. Tıbbiye talebesi arasında İttihat ve Terak­ kiye pek de bağlı ve dost olmayan bazı gençler tarafından «Türk Ocağı»nın temelleri atıl maya başlanınca, «Türk Ocağı»nın tesisine ve «Genç Kfüemler»in Türkçül ük yap­ masına, İttihat ve Terakki Cemiyeti ' ni n ön ayak ve yar­ dımcı olduğunu görüyoruz; ve git gide İttihat ve Terakki üyelerinden bi r kısmı, açı ktan açığa Türkçülüklerini ifade ve i landa beis görmüyorlar: Bu suretle «Türk Yurdu» ve «Türk Ocağı»nı , «İtti hat ve Terakki» cemiyetin bağlıymış gibi göstermek bile i stiyorlar. Ve bu maksada u laşmak i çi n «Cemiyet» her i ki müesseseye para yardımında bul unuyor; 245


fakat Türkçü! tik m üesseseleri , cemiyetin m u htel i f vasıtalarla yaptığı tesirlere m ukabele edebilmiş v e «İttihat ve Terakki» Cemiyeti ' n i n çöküp dağı l ış ı na kadar hususiyet, asliyet ve muhtariyetini muhafaza eylemi şti r.

Türk Ocağı'nın hususiyet ve şahsiyetini muhafaza ettiği halde, devamh gelişme ve ilerlemesinde en çok hizmeti görülen Ocakh, Hamdullah Subhi Bey'dir. Hamdullah Subhi Bey Yukarıda söylemiştik ki Hamdullah S ubhi Bey Ocak kurulduğu sıralarda Tıbbiyeli talebenin geçici idare heyeti azalı ğına namzet gösterdiği yirmi kişi l i k l isteye dahildi; fakat o zamanlar ( 1 91 l) Hamdull ah S uphi 'ye hakkıyla tanıyanlar az olduğundan geçici i dare heyetine üye seçil­ m işti . Ocak kuru l u p , Di van Yol u ' n u n Mercan A ğa Camii 'ne yakın kısmında kendine mahsus birkaç oda dahi sağladıktan sonra Hamdullah Bey, kendi ifadesi ne göre, Akçuraoğlu Yusuf'un delaletiyle 25 Kanun-ı sani (aralı k/) 1 328 ( 1 9 1 2) ' de, 776 numara ile Ocağa aza yazıldıktan sonra, pek çabuk hakiki mevkiine yükseldi; yani İdare Heyeti Reisi oldu. Hamdullah Bey 'i n Ocağa alındığı zaman i dare heyetinde Reis Ahmet Ferid Bey, İ kinci Reis

Akçuraoğlu idi . Katib-i H üseyin Ragıb Bey'di.

Umumi,

bugün Bükreş Sefiri

Hamdullah B ey'in Ocağa gi rmesini müteaki b toplanan kurultayın seçiminde Başkanlı ğa Hamdul lah S ubhi Bey geçti , İ kinci Reisli kte yine Akçuraoğlu kal d ı . 246


Hamdullah Bey, Ankara'da merkez heyeti binasının temel taşı konulurken (2 1 Mart 1 927) söylediği kuvvetl i ve güzel nutkunda, i l k dahil olduğu zaman «Türk Ocağı» binasının halini şöyle tasvir etmişti : «Bundan on altı sene evveldi , İ stanbul ' un tarihi bir caddesinin kenarında, mütevazı bir evi n üst katında, iki çıplak ve fakir oda ... Orada toplananlar, bir toplantı tertip ettikleri vakit dinleyici leri oturtmak için kafi i skemle bulamazlard ı . Aşağı , sokağa i nerler, ci var kahvelerden kendi ceplerinden verdikleri ufak paralarla i skemle alırlar, bunları sırtları nda Ocağa getirirler ve toplantıdan sonra yine iade ederlerdi . Türk Ocağı , kendini red ve inkar eden bir hava içinde doğdu. Ona herkes karşıyd ı . Hatta bi rçok Türk münevveri bile . .< n .

Maddi ve manevi vaziyeti ni üstadane birkaç cümle ile canlandırdığı Türk Ocağı ' n ı , Hamdul lah Bey, iki üç sene içi nde, İstanbul ' un en can l ı , hayl i zengin , bütün Türk . gençliği tarafından sevilen çok mühi m bir müessese hal i ne getird i. Birkaç ay içinde, o iki üç oda, beş altı oda oldu . Galiba bir sene sonra, Türk Ocağı Beyazıt'ta bütün bi r konağı tamamen i şgal etmiş bul unuyordu . Ocağın kurul-

(1) Hamd u llah Subhi , «Dağ Yolu» , birinci kitap, sayfa:30 -Bu kitap. Hamdullah Bey in 27 nutkunu ihtiva ediyor; Türk Ocakları. Hars Heyeti neşriyatının 6"ıncı sayısıdır. Ankara'da Türk Ocakları Merkez Heyeti Matbası" nda 1 928 senesinde ıab oluıınıuşıur. '

247


tayları , yani kongreleri . Darülfünun büyük konferans salonunu dolduracak kadar kalabalı k ve gençliğin samimi düşünce ve duygularını kuvvetle ifade ettiğinden çok can­ lı ve gürültülü olurdu . Türk i llerinin her tarafında yeniden yeniye ocaklar açıldığı haberleri de devamlı merkeze gelir, dururdu.

Gökalp Ziya Bey Türk gençl iğinin ruhuna tesi r i l e ocakların hayatı nda şekillenmesine Hamdullah Bey çal ışırken Türk milliyet­ çiliği fikrinin fikriyat sahasında tanzimine, sistem haline getirilmesine Türk Ocağındaki konferans ve soh­ betleriyle, «Tiirk Yurdu»ndaki makaleleriyle bi l hassa Gökalp Ziya Bey uğraşıyordu( ! )_ « İttihat ve Terakki» merkezi Komitesi Selanik'i terke mecbur olup İstanbul ' a geldikten sonra, Ziya Bey ve öğ­ rencileri , «Genç Kalemler»İ çıkarmaya kalkışmamışlar ve hepsi «Türk Yurdu»na katılarak «Yurd» ve «Ocak»ta beraberce çalışmayı terci h eylemişlerdi; bu suretle bütün Türkçül ük kuvvetleri bir araya toplanmıştı . Ye Türkçülük cereyanının gençler arasında en canlı devresi Bal kan Har-

m Osmanlı Meşruliyel devresi TUrkçUIUğilnün de Gökalp Ziya Bey'in mevkii çok mühimdir. Denilebilir ki bu dcvrcd� TUrk�ülUğUn nazariyatı sahasında merkezhi sima Gökalp"tir. « i ttihat ve Terakki» cemiyetinde mevki ve nUfıısııyla. içtimai namını verdiği makaleleriyle, siyasi nazariyatına verdiği sistematik şekil ve ifadeler ile, fakat bunlardan daha ziyade çok tabii ve sade yazılmış şiirleriyle. bilhassa çocuklara mahsus şiirleriyle . Türkçülüğe pek büyük hizmetleri dokundu.

248


biyle Harb-i Umumi arasında geçen , üç seneli k bu dev­ redir, deni lebi lir. B u esnada Hamdullah Bey ' i n Ocaktaki faaliyeti çok verimli oldu: Türkçülük fikri gençler ve münevverler arasında tamamen yayıldı ve yerleşti . Kendini red ve inkar eden hava, Ocağın etrafından dağıldı; Türk münevverleri arasında merhum Gökal p'in tasnifine göre Doğu ve Batı beynelmi leliyetine takıl makta ı srar eden softalarla züp­ pelerden gayrı herkes Ocağa aza yazılmış veya dost kesil­ mi şlerdi . Ocak başkanlığında bu kadar muvaffakiyet gösteren Hamdullah Subhi Bey, mal umat ve i rfanı ile ve bi l hassa zeka ve asalet, fevkalade hitabet kudretiyle ve etrafın­ dakilere muhabbet tel kin ederek, hizmet göstererek hakim ve etkileyici olmak gibi ı rsi istidatlarıyla temeyyüz etmiş­ tir. Hamdullah Bey Osmanl ı İmparatorl uğu'nun siyaset ve idare, i l i m ve edebiyat sahalarıda m üh i m mevkiler tutmuş esk i , asi l ve entelektüel bi r ai leye, Sami Paşa ail esine mensubdur: Hamdullah Bey ' i n büyük babasının babası , Şeyh Necib Efendi , Yunan i htil al i esnasında Mora' nın en mühim şehri olan (Tripolice) kasabasının idari ve ruhi hakimi idi; Yunan ihtilalci lerine karşı , bu haval inin Türk hakimiyetini müdafaya çalşıtı ; bu haval i n i n Müslü man Türkleriyle müdafaayı tanzi m etti . Şeyh Necib Efendi m utasavvıf, ali m ve şairdi . Hamdullah Bey ' in büyiik

249


babası , yani Şeyh Neci b Efendi 'nin oğl u Abdurrahman Sami Paşa, Osmanlı Saltanatının ilk Maarif Nazırı olan zat­ tır. Ve Osmanl ı edebiyatında tanınmış bir s im ad ı r. Keçecizade Fuad Paşa ağzından yazılmış manzumesi pek meşhurdur. Abdurrahman Sami Paşa'nın oğl u ve Hamdul­ lah Bey ' in öz babası A bdüllatif Subhi Paşa, muktedir bir idareci , ciddi bir tarihçi eski eserler ve meskuk§t m ütehas­ sısı, Arapça , Acemce ve Fransızcaya hakkıyla vakıf, Homeros' u kendi l i sanında okuyup anlayabilen , Türkçede üstad sayılan kimselerdi ; S ubhi Paşa, mal iye, nafia, evkaf ve maarif nazırlı ki arı etmiştir. Maarif Nazırı iken, Osmanlı ülkesinde Kız Sanat Mekteplerini açtı ve karışık sübyan mekteplerinden sonra Türk kızlarına ilk orta tahsi l bu mek­ teplerde veri l d i . Memleketi mizde i l k zi raat mektebi ile ilk müzeyi de Subhi Paşa tesi s etmiştir. Hamdul lah Subhi Bey ' i n amcası Sezai Bey ' l e en büyük ağabeyisi Ayetullah Bey, Sami Paşa ai lesinin maruf entellektüel simalarındandır. Genç yaşında vefat eden Ayetul lah Bey, Namık Kemal ' i n arkadaşlarından ve yukarıda bahsettiğimiz gibi «Yeni Osman l ı lık» hareketinin i l k müteşebbisleri ndendir. Sezai Bey, Namık Kemal Edebiyatı mektebini n erkanından olduğu gibi O ) , yeni Os­ manlılı ğın İttihat ve Terakki devresinde sürgün hayatını ih­ tiyar etmiş ve Avrupa' da çıkan Jön Türk gazetelerine kıy-

ııı Samifışaıade Sezai Bey. Osmanlı Tilrk nıııhnri rleri arasında insan alım satımım şiddetle tenkid eden ilk ( «SergUzeşt» adlı romanı) yazardır.

250


metli yazılar yazarak, Türk gençliğine hürriyet, meşrutiyet ve milli hakimiyet fi kirl erin i tel kine çal ışmış hürriyetper­ verlerdendir. Abdüllatif Subhi Paşa, i l mi ve i dari bi rçok eserler bıraktığı gi bi , çok kalabalık ailesinden memlekete Ham­ dullah Bey gibi hayırl ı bir halef de terk etmiştir. Subhi Paşa' nın yaşça en küçük oğlu Hamdullah Bey 1 884'de İ stanbul 'da, Horhor'da babasının bir saray kadar kocaman konağında doğd u . Çocukluğ u , Sami Paşa ailesi n i n Çaml ıca' daki köşk ve bahçeleri n de geçti . Mamafih ara sıra Horhor' daki konağa da i niyord u . «Türk Yurdu»nda çıkan « Horoz Döğüşti»-ki M urad Paşa Camii havl usunda yapı l ır-konakta geçi rdiği zamana ait hatıralarındandır. Hamdullah Subhi Bey, Kısıkl ı İptidaiye Mektebinde okumaya başladı; Altunizade ve «Numune-i Terakki» mektepleri nde i l k öğrenimini biti rdi . Tali öğreni m i ni Galatasaray Sultanisi ' nde gördü. Ben kendisini i l k defa, «İttihat ve Terakki» tarafından yayınlanan «Ş Cira-yı Ü mmet» gazetesi ni n yazı heyeti arasında, Şeref sokağındaki gazete idarehanesi nde gör­ dümdü. Yazı Heyeti Müdürl üğünü arkadaşı m Ferid B ey yapıyordu . Hamdul lah Bey'in zekasını, muhari rli k is­ tidadını Ferid Bey bana methetmiş idi . Zaten tavrındaki asalet ve gözlerindeki hususiyet, kendisini diğer yazı ar­ kadaşlarından ayıracak kadar bariz idi . O zamanlar teessüs 25 1


eden «Fecr-i A ti» edebi toplul uğuna Hamdul lah Bey 'de dah il olmuştur; ve «Servet-i Fünun»da mensur ve man­ zum bir hayli edebi parçaları basılıp çıkmıştı . «Fecr-i A ti» gençleri n i, «Servet-i Fünun»un I OOO' i nci nüshasını hazırlamaya uğraştıkları zaman ziyaret etmişti m . Sonradan Türkçülük hareketinin müh im uzuvları olacak Celal Sahi r, Köprül üzade Fuad gibi gençler arasında Ham­ dullah Subhi de çalışıyord u . Hocasız bir mektep ders­ hanesi gi bi gürültülü olan yazı odasında, hassaten iki genç Hamdul lah S ubhi Bey'le Refik Halid Bey nazar-ı di kkati cel betmişti . Oturduğu yerden , kalemi eli nde bana dikkatle bakan Hamdullah Bey ' i n gözleri , adeta yerinden çıkı p ruhuma kadar nüfuz ederek ben i , benliğimi teftiş ediyor gi bi geldiydi , gözleri o kadar nafizd i . Refik Hali d B ey ' i n ise n e vücudu , n e dili h i ç dek durmuyordu; devaml ı bir is­ kemleden öbürüne sıçrıyor ve bütün bu gençlerin arasında reisimsi dolaşan Celal Sahir Bey' i n hiçbi r sözünü biti r­ meye bırakmadan devamlı kesiyordu . Hamdul lah Bey, muharri rli kte beraber mual l i ml i ğe d e başlamış v e sırasıyla Ayasofya Rüstiyesinde, Darül mual­ l i m i nde, B a h riy e M ektebi nde, nihayet Darülfü nunda hocalık etmiştir. Son üç yüksek mektüepte bedayi (estetik) okutmuş ve Şarkın nefis eserlerini anlatmaya, duyurmaya çalışmıştır. Darülfünunda çok umumi bi r mahiyette olan «Hikmet-i Bedayi» yerine İslam ve bil hassa Türk Sanayi­ i nefise Tarihi okutmuştur.

252


Türk Ocağı na girip, reisliği ne seçildiği zaman Darül­ m ualli mi nde mual l i m bul unuyordu. Ocaktaki hizmetini tafsilen yazmaya gelecek seneye bırakıyoruz. B u hizmet­ ler, neticelerine bakılarak özetle şöyle i fade ve tespit ol unabi lir: Hamdullah Bey «Türk Ocağı»na rei s olduğu zaman Di van Yol u'nda bi r evin üstkatında iki üç odadan i baret tek bi r Ocak mahall i vardı ; bu ocağın üyeleri nihayet 826'ya ulaşıyordu; seneli k bütçesi takriben birkaç yüz l i radan ibaretti . Bugün Ocak merkezi olmak üzere An­ kara' da bir milyon liradan fazlaya malolacak bir bina i nşa olunup bitmek üzeredir; Türkiye Cumhuriyeti dahil inde 250 kadar ocak mevcuttur; Ocaklıların miktarı 30.000 küsura bal i ğ ol muştur. 1 92 1 senesi merkez bütçesi 754. 1 2 1 lira, bütün ocakların bütçesi i se 1 .300.000 küsur l i ra olarak tespi t edi l mi ştir. Bu büyük farkın , yani ocağın on , on beş sene zarfında bu kadar gen i şleme ve büyümesinin en mühim sebepleri nden bi risi , ben hiç şüp­ he etmiyorum ki Hamdullah Subhi Bey ' i n iş başında bulunmasıdır. Türk Ocağı , i mparatorluk devrinde, siyaset ile meşgul olmadı; kuruluşu sırasındaki prensiplere sadık kaldı . İ m­ paratorl uk parçalanıp dağıldığı sıralarda ise Türk mi lliyet fikri , vak'aların sevkiyle, siyasi bi r fikir olmuştu; Ocağın faaliyeti kendiliğinden siyasi bir faaliyet hali ne dön müştü . Osmanl ı İ mparatorluğunda artık fırkalar değil mil letler bir siyasi teşkilat halini alıyord u . A nadol u 'da Mustafa 253


Kemal Paşa'nın başkanl ığı altında başlayan Türk mil li hareketi , milli bir Türk devleti kurulmasını hedef al ıyordu. Türk Ocakları , gayet tabii ve mantıki olarak, bu hareket eve iştirak etti ler. İstanbul ' da yapılan mi lH mitinglere ön­ ce oldular� Batı Anadolu'da ki m üdafaa teşkil atlarıyla münasebetlerde bulundular ve mi lli hareketi n başı M us­ tafa Kemal Paşa'ya bağlılık ve i taatleri ni arz ettiler. İm­ paratorluğun son Mecl is-i Mebusanı seçi li rken Ocağın bel ­ l i başl ı adamları «Milli Türk Fırkası» adl ı bir fırka namına seçime katılarak, bi rkaç mebus seçtirdi ler ki bun­ lardan bi risi , iki seçim bölgesi nden , yani A ntalya ve Saruhan ' dan seçilen Hamdullah Subhi Bey ' di r< l ) .

Ocağın faaliyetlerini dikkatle taki p eden İngil iz işgal kuvvetleri , 1 920 senesi nde «Türk Ocağı»nı i ki defa basarak, eşya ve vesikalarından bir kısmının kaybına sebep olduğu gibi faal iyeti ni de zahiri bir kesintiye uğratmı ştır. 9 Mart 1 920'de Bayazid 'deki Ocak merkezi işgal ol unmuştu . Sonra Ocak merkezi olan M i l li Tal i m ve Ter­ biye Cemiyeti binası tutul muştu . Bu bi na da İngil izler tarafından i şgal edildi. Bunun üzerine Merkez Heyeti Reisi Hamdullah Subhi Bey kendi i mzasıyla M ustafa Kemal Paşa Hazretleri 'ne işgal kuvvetlerinin m i l li m ües-

ı ı ı Diğeri Külahya'dan seçilen Ahmet Ferid Bey'dir ki o da BiiyUk Millet Meclisi'ne katılarak. Bllyük Millet Meclisi hUkUmetinin Maliye ve Dahiliye vekilliklerini yapmış, sonra Paris ve müteakiben Loııdra sefirliklerine tayin olunmuştur.

254


seseler aleyhi ne yöneltti kleri bu darbeden şikayet ve Ocaklılara nasıl bir hareket tavsiye buyuracakları nı sordu. Alınan cevapta sefaretler nezdinde protesto edi l mesi ve icabında mitingler düzenlenerek teessürümüzün gösteril ­ mesi tavsiye ol undu.O ) Ankara'da Türkiye Büyük Millet Meclisi toplanırken Hamdul lah Subhi Bey, Antalya mebusu sıfatıyla An­ kara'ya gitti ve Mecl i s ' e katı ldı . Ve geçici milli hükümetin ilk Maarif Vekili tayin olundu. Hamdul lah Bey bu suretle siyasete, fakat milll siyasete girmiş ol uyor­ d u. ikinci ve üçüncü B üyük Millet Mecl islerine İstanbul mebusu olarak geldi . Türkiye Büyük M il let Meclisi hükümetiyle Türkiye Cumhuriyeti hükümetinde Maarif Vekill iği etti ; Hariciye ve Maarif Komisyoncularının bi r çok defa başkanlıklarında bulundu. Bu siyasi vazifeleri ifa etmekle beraber Hamdullah Subhi Bey «Türk Ocağı»nda ki faaliyetini asla eksilt­ memiş Merkez Heyeti Reisliğini, ilk seçildiği günden bu güne kadar hemen rakipsiz muhafaza etmiş ve bu suretle Ocağın gelişmesine en mühi m bi r amil olmuştur. Osmanlı saltanatı nın geçirdiği son buhran devri nde , meşrutiyet başından beri teessüs etmi ş Türkçül ük mües-

<•>

Hamdulluh Subhi Bey'iıı hususi bir mektubundan.

255


seselerinden en ziyade hayatiyet gösteren «Türk Ocağı» oldu. «Türk Derneği» , evvelce de tespit edi ldiği üzere, iki üç sene kadar devam edip dağılmıştı . «Türk Yurdu» , 1 9 1 7 senesinden iti baren , «Türk Ocağı» i l e büsbütlin kaynaşmış idi; «Türk Yurdu» müdürü Akçuraoğlu Yusuf, Hilal-i Ah­ mer (Kızılay) temsi lcisi olarak , Rusya' da bulunan Osman­ esi rl erin i n ,

Osmanl ı l ara

esi r

düşen

Ruslarla

mübadelesi ne memuren İsveç, Danimarka ve Rusya'ya gönderildiği zaman , «Türk Yurdu»nun idare ve neşri n i , «Türk Ocağı» Merkez Heyeti ' ne teydi etmişti . Vakıa «Türk Ocağı»da mütareke devrinde işgal kuvvetleri n i n , bi l hassa İ ngil izleri n bi rkaç darbesine maruz kaldı; Ocağın merkezi , ikametgahtan mahrum edildi; evrak ve vesi kaları , kütüphane ve koleksiyonları dağıtıldı; bereket versin ki Ocağı n bu kıymetli hazi nelerinden büyük kısmı fedakar Ocaklıların evlerinde saklanılarak kurtarı labildi. B ütün bu taki p ve baskılara rağmen , «1ürk Ocağı» kendini tuttu ve dağılmadı.

Ocağın tarihinde fasıla yoktur. «Türk Ocağı», bu fası lsız hayatını en ziyade reisi Ham­ dullah S ubhi Bey'e borçludur. Kendi hayat ve istikbal i n i Ocakla kaynaştırmış olan Hamdullah Bey, enerj i si , takip fikri , ruh aşi nalığı ve emsali nadir bul unur yaratılışı sayesi nde, «Türk Ocağı»nı milli Türk devleti nin tesi sine kadar alıp geti rebildi . 256


Ankara'da, mi l l i Türk devleti , «Türkiye B üyük M i llet Meclisi H ükümeti» namıyla kurulduğu sıralarda, «Türk Ocağı»nın merkezi de Ankara'ya yerleşti . Ve bundan

sonra «Türk Ocağı»nm maddi gelişmesi daha sarih adımlarla ilerledi; zi ra yeni Türkiye devleti Türk mil­ l iyeti prensiplerini kabul ediyordu; bu devleti kuran Gazi Mustafa Kemal , M i l liyet esaslarına verdiği kıymeti daima ifade etmişti r. Türkiye devletinin kuruluşunda Gazi 'den sonra en mühim işleri gören İsmet Paşa, 1 7 Temmuz 1 333 ( 1 9 1 7) de Üçüncü Kolordu Kumandanı İsmet İnal Bey ad­ resiyle ve 2320 numara ile Türk Ocağına dah i l ol muş bi r Ocakl ı arkadaştır; nihayet Ocağı temsil eden zat, Hamdul­ lah Subhi Bey de milli Türk devleti nin erkanı ndan , «Tü r­ kiye B üyük Millet Meclisi Hükümeti ' ni n» vekillerinden olmuştu .

257


TÜRKİYE CUMHURİYETİ «Türkiye Cumhuriyeti»nin, başta «Büyük Millet Meclisi Hükümeti» namıyla, sonra hakiki adıyla tesisi, Türk milliyetçiliği açısmdan Türkçülük idealinin tahakkuku demektir. Çoğu Türkçülerin belki hayatların­ da tahakkuk edeceğini ümit bi le edemedikleri ideal, bir Türk dehasmm kudretiyle bir gerçek olmuştu ; m i l ll Türk devleti kurulmuştu . Türk milliyetçi leri , dilin Türkçeleşmes i n i , h ukukun Türk hukuku olmasını ve binaenaleyh kadının eski Türk kanunlarına uygun bi r hürriyet kazanmasını, bedayiin Türkçeleşmesi n i , yani şiiri n , musiki n i n , ressamlığın ... i l h . milli ve asil olmasını , hasılı Türk kültürünün yabancı tesir­ lerden kurtulup kendi asl iyeti ni bularak gel i şmes ini temenni ediyor ve buna ellerinden geldiği kadar çal ışıyor­ lardı. Fakat bütün bu kültürel hürriyet ve i sti klal i n , siyasi sahada tüm hürriyet ve isti klal kazanıl madı kça elde edil­ meyeceği Meşrutiyet tecrübesiyle anlaşılmıştı . Osmanlı Devleti 'nin siyaseti , müteaddid sebeplerden dolayı serbest olmadığı gibi , Türk'ün kültürü de, Gökalp Ziya Bey'in dediği gibi birçok kapitülasyonlarla bağh idi. B u 258


kapitülasyonların bazılarını Doğu , bazı ların ı G üney, bazılarını da Batı Türkünün boynuna takmıştı . B ütün bu ağır halkaları atıp, istediği gibi yürüyebil mek için Türk, hayat kudretini ifade eden ve gösteren bir i ktidar ve hakimiyet fii lini yapmak, başarmak mecburiyetinde i d i . Türk milleti , başlarına geçen eşsiz Mustafa Kemal' i n rehberl iği v e idaresi sayesinde, b u i ktidar v e hak i miyet fii lini , Osmanlı İ mparatorluğu' na gali p gelm i ş harici d üş­ manların i radesine ram olmadıktan başka, harici ve dah i l i d üşmanları memleketten tard v e ihrac etmek suretiyle, as­ ker ve siyasi sahada icra etti ve gösterdi ; ve bununla siyasetten tam hürriyet ve i stiklal kazandı . Artık kültürel tasall utları da birer, birer söküp atmak yolu açıl mı ştı . Türk milleti , açtığı bu yolda enerji ve muvaffakiyetle devamlı i lerledi ; kültürel hürriyet ve i stiklal i ni tehdi d eden engel­ leri ara vermeden kaldırdı ve hala kaldırmakta devam ediyor. Son kalkan kültürel kapitalasyon, Türk d i l i ne uy­ gun olmayan harfler sistemi ile imla tarzıdır.O) Türk milliyetçiliğinin nasıl başladığını ve nasıl yayıl­ dığını, elimizden geldi kadar tarafsız göstermeye çal ı ş­ tığımız bu makaleden anlaşılmıştır ki yaşamakta ol -

( 1 ) «Türk Cumhuriyeti»nde Türkçülük hareketi de, 1 908'e kadar Türkçülük tarihini tedkike hasr olunan bu makalenin mevzuu dahilinde değildir. 1 908'den sonra Türkçülük tarihini; gelecek «Türk Yılı»nda layık olduğu ehemmiyetle tedkike çalışacağız. Aşağıdaki birkaç satır, vak'alar zincirini kısaca bugüne kadar, getirebilmek için yazılmıştır.

259


duğumuz zamandan bazıları yetmiş seksen yıl , bazıları elli altmış yıl evvel geldikleri halde, Türklüğün nereye doğru gittiğini ve gitmesi icab etti ği ni gören ve ona göre çalı şan keskin gözlü , doğru düşüncel i Türkler vardır. Görüşlerin i n v e düşüncelerinin doğrul uğu sabit olan bugünkü günde o zatlar hürmetle yad olunmaya layıktırlar. Türkçül ük fikri , yarım ası r evvel n ihayet birkaç kişinin di mağ ve kalplerinde düşünceler, d uygular ve emeller uyandıran, ara sıra dil ve kel imelerinden m üphem ve çekingen bi r surette çıkan bi r nazariyeden i baretti . Bu nazariye, o zamanlar muhite o kadar al ı şı lmamış idi ki taraftarı olanlar, onu pek açı k söyleyi p yazmaktan çekiniyorlard ı . Halbuki Türkçülük fikri bugün tahakkuk etmiştir, vak'alar hali nde tecelli ediyor. Böyle büyük fikir­ leri tahakkuk etti renlere beşeriyet dahi ve kahraman der. Türk aleminde Türk idealini tahakkuk ettiren dahi ve kahraman, Türkiye Devleti'nin banisi ve Türkiye Cumhuriyeti' nin ilk Cumhur Reisi Gazi Mustafa Kemal Hazretleridir.

Selamiçeşme, 6 Eylül 1928

260


2ooı .oa.Y.oooı - 421

N�

1419



Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.