Yusuf Ekinci - Gaspıralı İsmail

Page 1



.

.

GASPIRALI ISMAIL

Dr. Yusuf EKİNCİ

ANKARA 1997


OCAK YAYINLARI Necatibey Cad. 1 8/ 1 2 •Sıhhiye/AN KARA Tel: 230 1 3 69 - 232 1 5 l l

AN KARA- l 997 ISBN : 975-422- l l 3-8

Basıldığı Yer:

Poyraz Ofset

-

0312 384 19 42


İÇİNDEKİLER ONSOZ ..................................................................................

G iRiŞ .................................................................................... A-HAYATI ...................................................................................

Baştan Başlamak ................................................................... Öğretmenlik Yılları ve Eğitimde Temel Düşünceleri ............

.

.

Rüyalar Beldesinden Hayallerin Eşiğine Med-Cezirler........... Kınm'a Dönüş ........................................................................

.

Belediye Reisliği...................................................................... EvlUiği ....................................................................................

.

.

.

B-MÜCADELE YILLARI ......................................................... Gazeteciliği ve Tercüman Gazetesi Eğitimde Reform............ Dilde, Fikirde, İşte Birlik ...................................................... /- Toplantı //- Toplantı ///-Toplantı Milletler Arası Müslüman Kongresi...................................... Hindistan Seyahatı ................................................................ Koca Bir Çınar Devrilir ve Devran Sürer............................. Taziye Telgrafları ................................................................... Gaspıralının "Avrupa Medeniyetine Bir Nazar'ı Muvazene" Adlı Makalesi.................................... Tartışma ..................: . İlan Gaspıralının Ölümü Üzerine Yazılan Makaleler ................... Gaspıralı Hakkında Araştırma ve Makaleler ......................... Gaspıralının Yazdığı ve Yayınladığı Eserler .......................... Bibliyografya .......................................................................... İlk Yazılan (İzin) Toplantıda Alınan Kararlar ...................... il. Toplantı Sonunda Varılan Karar Metni ............................ .

.

.

.

.

.

. . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

. . . .

. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

.

.

.

3


ÖN SÖZ Bu eser, Türk dünyasının mümtaz simalarından birisi olan Gaspıra/ı İsmail Bey'i bu günkü nesle tanıtmak maksadıyla hazırlanmıştır. İncelemenin ana konusu, İsmail Gaspıralı'dır, fakat yaşadığı mekan ve dönem de gözden uzak tutulmamış ve bu hususta da bilgi verilmiş­ tir. Bu dönemde Türk birliğinin meydana getirilmesi için çalışan Gaspı­ ralı ve arkadaşları çeşitli siyasi, sosyal ve dış tesirler/erle, gerekli zemi­ ni hazırlamışlardı. Gaspıralı İsmail Bey'in hayatı boyunca yaptığı bütün mücadelesini "Dilde, Fikirde, İşde Birlik" cümlesiyle özetlemek müm­ kündür. Bu, aynı zamanda Türkler'in düsturu olmalıdır. Çünkü günü­ müzde ihtiyaç duyulan bütün duygu ve düşünceyi bu dört kelime ana hatlarıyla ortaya koymaktadır. Bu eserin hazırlanmasında emegi geçen sayın Doç. Dr. Şuayip KA­ RAKAŞ,

Gülkız TURAN, Dr. Bahattin ERGEZER ve Hüdaiye teşek­

kür ederim. Faydalı olması dileğiyle... Gayret bizden, tevfik Allah{c.c.)'tandır.

Dr. Yusuf EK İ NC İ OR-AN 1996

5



GİRİŞ Gaspıralı hakkındaki incelememize geçmeden ewel onun yaşadığı yer olan, Kırım'ın tarihine kısa bir göz atmak gerekir: Kırım, tarihin her döneminde ilgi çekmiştir; iklimi, tabii güzellikleri ve topraklarının verimli oluşu, bu güzel yurdun devamlı el değiştirmesine sebep olmuştur. Yaklaşık 1500 yıl boyunca Türk yurdu olan bu toprak­ lar, son ikiyüzyılda akıllara durgunluk verecek bir tehcir vahşetine rağ­ men "bizim diyar" olmak özelliğini kaybetmemiştir. Bu bölgeye ilk hakim olan Türk devleti Hunlar'dır. Göktürkler döne­ minde ve nihayet Hazar Devleti zamanında bölge tamamen Türkleş­ miştir. Kıpçak Türkleri bu bölgeye geldiklerinde ise buraya Deşt-i Kıp­ çak (Kıpçak Bozkırı) adı verilmiştir. Türk devletleri bu yarımadayı her zaman kendilerine bağlamak istemişlerdir. Bu dev/etlerden birisi de Selçuklu Devleti'dir. Xll. asırda Selçuklu Sultanı Alaaddin Keykubat, Selçuklu donanma­ sını Kırım'a gönderir ve Kırım, Selçuklu'ya bağlanır. Bilahare Kırım, Al­ tın Ordu Hanlığı'na bağlanır. Altın Ordu Hanlığı yıkıldıktan sonra Kırım Hanlığı kurulur. Fatih devrinde Hanlık, Osmanlı Devleti'ne bağlanır. Bu statü müslim ve gayri müslim hiçbir devlete verilmemiştir. Bu arada kız alıp vermelerle arada akrabalık bağları da kurulmuştur. Kırım giray/a­ rından il. Mengli Giray'ın kızı ile il. Bayezıd'ın oğlu Yavuz Sultan Selim evlendirilmişlerdir. 1774'de imzalanan Kaynarca Antlaşması'ndan son­

ra Kırım'ın Osmanlı Devleti ile olan bağı sembolik hale gelir. Çok kısa süre sonra, 1783'de Kırım Ruslar tarafından işgal edilir. İşgalden sonra ağlf bir baskı ve tehcir politikası tatbik edilir. Kırım'ın nüfus yapısı Türk/er'in aleyhine hızla değiştirilir. Baskılara tahammül edemeyen Türkler, tarihi yurtlarını terke mecbur kalırlar. Rusların nü­ fus politikasının sonucu olarak Kırım Türkleri, ata yurtlarında azınlık du­ ruman düşmüşlerdir. 1917'de /. Dünya Savaşı devam ederken Rusya'da ihtilal olur. Le­ nin ve arkadaşları çarlık idaresini devirirken, halka, istiklal sözü verir­ ler. Bunun üzerine 25 Mart 1917 de Milli Fırka, Akmescit'te 2000 kişiy­ le bir toplantı yaparak Kırım Müslümanları icra Komitesi'ni kurar. 9 Ara­ lık 1917'de 18 maddelik bir anayasa yapıllf ve kabul edilir. Kırım Müslü­ manları İcra Komitesi'nin Başkanlığı'na seçilmiş olan Numan Çelebi Ci­ han, 16. maddeye istinaden Kırım Halk Cumhuriyeti'nde ilk hükumeti 7


kurar. Hükumet 13 Aralık 1917'de Kırım'ın bağımsızlığını ilan eder. Fakat Bolşevik hükümeti, bağımsız/ık kararını kabul/ etmez. 1918-1920 yılları arasında önce Bolşevikler'e sonra Almanlar'a ye­ nilen Kırım halkı, anti-bolşevikler tarafından esir alınmış ve yargılanma­ dan şehit edilerek cesedi Karadeniz'e atılmıştır. 1921-1941 yılları arasında Rus hükümeti, Kırım Türkleri'ni kasten sürgün, açlık ve kıtlıkla karşı karşıya bırakmıştır. Almanları savaş kaydedince, Kırım, 21 Nisan 1944'te Ruslar tarafın­ dan tekrar işgal edilir. Bu işgalden sonra Kırım Türkleri, daha öncekile­ re nazaran çok daha feci bir akibetle karşılaşırlar. 18 Mayıs 1944 tari­ hinde Türkler, ata yurtlarından ebediyen çıkarılmak üzere hayvan va­ gonlarına do/durularak Urallar'a, Sibirya'ya, Kazakistan ve Özbekis­ tan'a sürgün edilirler. Haftalarca süren yolculuk sırasında, 200.000'e yakın insan hayıtını kaybeder. Sürgünün ardından Kırım'daki yer adları değiştirilir ve buralara Ruslar yerleştirilir. 1954'te mecburi iskana son verilir ve seyahat etme imkanı tanınır. 1957'de de Kırım Türkleri'ne kendi dillerinde gazete çıkarmalarına izin verilir. Bunun üzerine Taşkent'te Lenin Bayrağı adlı gazete çıkarılmaya başlanır. 1957 yılı, Kırım Türkleri'nin teşkilatlanmağa başladıkları tarih­ tir. Kırım'a dönmek için imza kampanyası başlatılır. İlk etapta 6.000 im­ zalı bir dilekçe hazırlanır. 1961 yılında imza sayısı 25.000'e ulaşır. Kı­ rım'a dönmek için defalarca teşebbüste bulunulur. Fakat netice almak mümkün olmaz. Kurulan komitelerin temsilci/eri Moskova'ya görüşme­ ye gittiklerinde tutuklanırlar. Fakat her tevkif edilenin yerine üç temsilci gönderilir. Yetkili makamlar 1967 yılında bir grup temsilci ile görüşmeyi kabul ederler, fakat isteklerin yerine getirilmesi konusunda pek aceleci dav­ ranmazlar. Buna rağmen aynı yıl binlerce aile Kırım'a gelir, ev ve iş arar. Fakat, burada kayıtlı olmadıkları için pek çok zorlukla karşılaşırlar. Hatta Kızıl Meydan'da gösteriler yaparlar ama polislerin engellemesi sonucu vagonlara bindirilip geri gönderilirler. Kırım'a geri dönme hakkı­ nın verilmesi için müracaatlar sürerken, izinsiz göçler de devam eder. Bu gün Kırım Türkleri'nin siyasi talepleri ve ata yurtlarına geri dön­ me haklarının verilmesi için mücadele sürerken, izinsiz göçler de bir ta­ raftan devam etmektedir. 8


HAYATI

1. BAŞTAN BAŞLAMAK Mustafa Ağa ile Fatma Sultan Hanım'ın ilk oğlu olan İ smail Gaspıra­ l ı , 8 Mart 1 85 1 'de; Kı rım'ın Bahçesaray şehrine iki saatlik mesafede bulunan Avcı köyünde doğmuştur. Gaspıra, İ smail Bey'in babasının doğduğu yerin adıdır. İ smail Bey, hemen hemen hayatı boyunca, ba­ basının doğduğu köye izafeten Gasp ı ralı adıyla tanınmıştır. Babası Mustafa Ağa, Odesa'da Dük de Rişelyö Lisesi'ndeki tahsilini tamamladıktan sonra, 1 844-1 854 yılları arasında Kafkasya Genel Vali­ si olan Prens M.S. Varautsov'un yanında tercüman olarak çalışmağa başlamıştır, 1 848'de bu görevinden ayrı larak Kı rı m'a dönmüştür. Kırım Harbi çıkı nca da Bahçesaray'a yerleşmiştir. "Bahçesaray, Kırım'ın mühim kültür merkezlerinden biridir. İ smail Bey'in burada aldığı aile terbiyesi, dinlendiği Türk destan kahramanla­ rına ait menkıbeler, ruhunda derin izler b ı rakmıştır. Alfabeyi Bahçesa­ ray'da öğrendikten sonra, 1 O yaşlarındayken gittiği Akmescid jimnasın­ da 2 yıl okudu. Bundan sonra Varonej Askeri Okulu'na ve orada Mos­ kova Askeri İ dadisi'ne geçti".( 1 ) Aile çevresinden ve ilk okuma-yazmayı öğrendiği hocası Hacı İ sma­ ail Efendi'den aldığı terbiye ile Rus okullarını mukayese etmeğe başlar. Bu mukayeseden vardığı sonuca göre, "Türk okulları mazide kalmış bilgileri öğretiyordu. Skolastikti, hayattan uzakt ı . Pozitif bilimin neticele­ rinden faydalanan Rus eğitim ve öğretimi akla, mantığa, hayata uygun­ du. Öğ rendiği Fransızca vasıtasıyla Batı medeniyetinin müsbet menfi tarafları n ı öğrendi. Yayg ı n eğitimin, okuma-yazman ın imkanlarından faydalanan insanların yaşadı kları hayatı gördü." (2) Bu kültür ve eğitimin farklıl ıklarının mukayesesi, onun ileride yapa­ cağı işlere bir temel teşkil etmiştir. Ayrıca, o yıllarda başta Moskova olmak üzere Rus milliyetçiliği fikri 1. Ayhan Göksan, "Gaspıralı İsmail Bey (Ölümün 50. Yıldönümü Do/ayısıyla", Türle 2.

Kültürü Dergisi, Sayı: 23 (Eylül 1964), s: 23. Şükrü Elçin "İsmail Gaspıralı, Eğitim ve Öğretim Problemleri", Türle Kültürü Özel Sayısı; XXIX/337-338, s: 278 9


her yere egemen olmaya başlar. Akademide de hükü m süren Pan i s­ lavizm hareketleri İ smail Bey'i rahatsız etmiş, kendi kimliğine daha sıkı sarılmasına sebep olmuştur. Moskova Askeri Okulu'nda iken dostu olduğu Litvanyalı Mustafa Mir­ za adlı Tü rkle Rus ırkçılığına karşı nef ret duymaya başlamıştır. Okulların­ daki hocalarından Profesör Katkov'un Türklüğü hakir gören tavırları nef­ retlerinden daha da artmasına sebep olmuştur. "Fakat, Katkov'dan Rus milliyetçiliğini, liberal ve anti-politik akı mları öğrenmiştir."(3) Bu sı rada 1 867'de Girit Rumları , Osmanlı Hükü metine karşı bir is­ yan başlatmışlardır. Bu isyan Rus gazetelerinde çokça yer almış, okul­ daki şovenist Rus öğrenciler tarafı ndan desteklenmiştir. Osmanlı devletinin aleyhinde olan bu davranışlara çok üzü len İ sma­ il Gaspıralı ve arkadaşları Tü rk ordusuna katı lmayı düşü nürler. Bir bu­ harlı gemi ile Odessa limanına kadar gelirler. Fakat burada yapılan so­ ruşturmada pasaportlarının olmadığı ortaya çıkar ve iki vatanperver genç yakalanarak ailelerine teslim edilirler. Bu teşebbüsün ardından İ smail Gaspralı bir daha Moskova Askeri Okulu'na dönmez ve öğretmenliğe başlar.

2. ÖGRETMENLİK YILLARI VE EGİTiMİNDE TEMEL DÜŞÜNCELER Askeri okuldan ayrılan İ smail Bey, Bahçesaray'daki Zincirli Medre­ se'ye Rusça öğretmeni olarak tayin edilir. Ö ğretmenliği sırasında med­ rese idaresi ve eğitim programında gördüğü eksiklik ve hataları düzelt­ meye çalışan Gaspıralı , okuttuğu Rusça derslerine girerken ve çıkar­ ken çan çalmayı dener. Bu hareketi, yetkili idareciler ve öğrenciler ara­ sında şiddetli itirazlara yol açar. Birbuçuk yıl Zincirli Medrese'de kaldı ktan sonra Yalta'ya giderek, müslüman çocuklarına ders verir, maarif müdü rlüğünden takdirname­ ler alır. İ ki sene sonra tekrar Bahçesaray'a dönerek Zincirli Medrese'de yine Rus dili dersleri vermeye başlar. 3. Doç. Dr. Mehmet Saray, Türle Dünyası'nda Eğitim Reformu ve Gaspıralı İsmail Bey, Ankara, 1987, s: 2. 10


"Bütün bu zaman zarfında kendisini tamamıyla okumaya veren İ s­ mail Bey, Rusya'daki batılılaşma hareketleri ile ekonomik ve sosyal ge­ lişmeleri büyük bir merakla takip etmiştir, sonunda Türk cemiyetinde de hızlı bir yenileşme devrine girilmesi ve bunun için de eğitim ve öğre­ tim şeklinin değiştirilmesinin icabettiğine inanmaya başlamıştır. Nite­ kim onun, bu husustaki düşünceleri şu cümlesinden açı kça anlaşıl­ maktadı r: "Bizde ilk tedris ve terbiyenin olmad ı ğ ı n ı , mektepte ve dini mekteplerimizin korkunç geriliklerini bilahare, Zincirli'de tamamiyle öğ­ rendim ve buna binaen daha bu devirlerde herşeyden evvel bu esasla­ rın ıslahı lüzumuna iman ettim." (4) Zincirli Medrese'deki görevini, medresenin eski eğitim metodunu tenkit ettiği için fazla muhafaza edemez. Onun tenkitleri gerek talebe­ ler arasında, gerekse medrese yöneticileri arasında hoşnutsuzluk ya­ ratı r. Kendisi istifaya zorlanır, hatta ölümle tehdit edilir. Bunun üzerine 1 871 'de medreseden ayrıl ı r.

3. RÜYALAR BELDESİNDEN HAYELLERİN EŞİGİNE MED-CEZİRLER Bütün bunlar, azimli ve cesur, herşeye yeniden başmaktan korkma­ yan bu zeki genci ideallerinden ve hayallerinden vazgeçirmemiştir. Gaspıralı Osmanlı zabiti olma hayellerinden vazgeçmemiş ve bunun için İ stanbul'a gelmek istemiştir. i stanbul'da bulunan akraba ve dostla­ rından böyle bir meslek için Fransızca bilmenin şart olduğunu öğrenir. Bu sebeple Moskova Askeri Okulu'nda öğrenmeye başladığı Fransız­ cayı F ransa'da daha mükemmel hale getirebileceğini düşünerek 1 872'de, K ı rı m'dan ayrılı r ve Viyana, Münih ve Stutgart üzerinden Pa­ ris'e gider. İ ki yıl müddetle Paris'te kalır. Burada değişik işler yaparak geçimini sağlamaya çalışır. Hatta bir zaman, o sı rada Paris'te bulunan İvan Tur­ genyev'in yanı nda çalışmış ve F ransızcasını ilerlettikten sonra da bir ilan şirketinde tercümeler yapmıştır." (5) "Gaspıralı 1 874 yılı sonlarına kadan Paris'te kalmıştır. Vaktini sade4. Mehmet Saray, a. g. e., s: 3 5. H. Sabri Ayvazof, İsmail Gasprinski'nin Albümü, İstanbul, 1910, s: 5 11


ce F ransızca öğrenmekle geçirmemiş, Batı medeniyetinin zayıf ve kuv­ vetli taraflarını da incelemiştir. Tesbitlerini bir risalede açıklar." (6) Bu, onun yayın hayatı için bir başlangıç olmuştur. Gaspıralı'ya göre, büyü k teknoloji gelişmelere rağmen, Batı'da ser­ vet dağılımı nda büyük adaletsizlik vard ı r; küçük bir azınlık refah içinde üzerken, halkın çoğunluğu sefalet içinde sü rünmektedir. Batı'da servet dağılımındaki bu adaletsizliğin, sosyalistlerin işine ya­ radığını söyleyen Gaspıralı bu konudaki kanaatini, " İ lerleme yoluna gir­ miş İ slam ü lkeleri ve kavimleri geleceklerini hangi örneğe uyduracak­ lar? Avrupa'nı n peşinden giderek, sonra da sosyaliszm belalarına uğ­ rayacak isek yazık gayret ve emeğimize! Okuya okuya "sivilize" olup, F renkler gibi olacağız diyorsak ve mukaddes bir hayat gayesi edine­ meyeceksek yazık bizlere!"(?) sözleriyle ifade eder. 1 874 yılının sonunda İ smail Gaspıralı, Marsilya limanından İ stan­ bul'a hareket eder. Amacı bellidir: İ lerlettiği F ransızcası sayesinde bir memur ya da bir asker olmak. Artık önünde bir engel kalmamıştır. Pa­ ris'te bulunduğu sırada Jön-Tü rklerle tanışmış, Namı k Kemal'den Şem­ settin Sami'ye kadar pek çok muharririn tesiri altında kalmıştır .

.�

Hayallerin verdiği ışıkla i stanbul'a gelen İ smail Gaspıralı, tercü man­ lık yapan amcası Halil Efendi'nin yanı nda kalır. Onun da yardımıyla çe­ şitli yerlere mü racaat ederek askeri bir okula kaydolmak ister. Mü raca­ atının cevabını beklerken Anadolu'nun çeşitli köylerini gezer, i stan­ bul'daki okulları inceler. "Yaptığı araştırmalarda devleti idare edenlerin Türk'ü pek düşünmediğini, yabancı ları n Tü rkiye'nin zenginliklerini sö­ mürmekle meşgul olduğunu ve milletin bilhassa maarif sahasında Av­ rupa'ya kıyasla çok geri kaldğını müşahade etmiştir."(8) Müracaat ettiği askeri okuldan kendisine bir yıl sonra menfi cevap verilir. Bunun üzerine üzgün bir şekilde Kırım'a döner. 6. Avrupa Medeniyetine Bir Nazar-ı Muvazene: Bu risale istanbu/'da 1885 yılında basıl­

mıştır. İsmail Gaspıralı'nın en uzun denemesidir. Metnin tamamı kitabın sonunda mevcuttur. 7. B 1987, s: 12. 8. Emel Özel Sayı: 135 (Mart-Nisan 1983), s: 1 1 7 12


4. KIRIM'A DÖNÜŞ İ smail Gaspıralı, Yusuf Akçura'ya göre, Bahçesaray Belediye Baş­ kanı seçildiği tarihe kadar (1 879) Kı rım'da milli hayatı tetkik etmekle meşgul olmuştur. (9) "Başka bir kaynağa göre ise, bir mektepte Rusça dersler vermiş, kahvehanelerde Rus gazetelerinden sözlü olarak yaptığı tercümelerle çevresinde insanları toplama alışkanlığı edinmiştir." ( 1 0) Bütün bu araştı rma ve çalışmalar onun hayatına yeniden yön ver­ miş, Türk dünyasının içinde bulunduğu durumu daha iyi öğrenmesini sağlamıştır. Bu araştı rmaların tesirini daha sonraları Tercüman gazete­ sinde yayı mlanan "Gündoğduğu" h ikayesinde görmek mü mkündür: "Milletin haline aşina olmadan millete hizmetin mümkün olmayaca­ ğını anlayan Danyal Bey, bu hususta ilmini ve marifetini arttırmaya ka­ rar veri p, milletin arasına katıldı. Köy düğünlerinde, derviş ve ulema meclislerinde beylar ve ağalar ziyafetlerinde, medrese hücrelerinde vesair her türlü içtimada bulunup, az söyleyip çok dinleyip birkaç sene ameli dersler aldı. Her zümrenin yahşi cihetlerini ve uygunsuz hallerini görüp öğrenmiş, milli zaaf ın neden ibaret ve milletin neye muhtaç ol­ duğunu anlamıştı . . . Ne işlemeli, işi nerede tutmalı , sönmüş kalbleri ne ile yandı rmalı, basireti örtmüş perdeleri ne ile kaldı rmalı, gaflet sahra­ sı nda serilip kalmış koca bir milleti ne ile ayağa turguzmalı (kaldırmalı) gibi suallerle hayli zaman uğraşmıştı.· (1 1 ) Bu şekilde düşünceleri kendisine ilke edinmiş bir insan ın boş dur­ ması eblette mümkün değildir. Fakat Gaspıralı'nın emeli, ulaşmak iste­ diği nokta belli sınırlarla çevrili değildi. O, hudutsuz bir arzunun peşin­ de idi. Düşünceleri Tatarlarla sınırlı değildi. Özellikle Rus idaresinde bulunan milyonlarca Türk, hayatları hakkında karar ver me yetkisine bi­ le sahip değilken sadece Tatarları düşü nmek İ smail Gaspıralı'nın ka­ rakterine uymazdı. •ü stelik Rusya milletlerarası h ukuku h içe sayarak Kazan, Astrahan, Kırım, Kafkasya ve Türkistan gibi müslüman Türk ül9. Yusuf Ayvazoğlu, "Gaspıralı lsmail Bey: Dilde, Fikirde, İşde Birlik", Türle Yurdu, AOustos 1987, s: 12. 10. Nadir Devlet, İsmail Bey (Gaspıralı), Ankara, 1988, s; 18 1 1. C.S. Kınmer, Gaspıralı lsmail Bey, lstanbul, 1934, s: 21-22 13


kelerini işgal etmiş ve oralara sözüm ona h ı ristiyan dünyasının kültür ve medeniyetini götüreceğini idda etmişti." ( 1 2) Ama durum tam tersi­ ne gelişmiş ve Gaspıralı'nın mücadelesine başlaması için de köklü bir sebep haline gelmişti. 4. BELEDİYE REİSLİGİ

1 877 senesinde evlenmiş, fakat eşi ile arasındaki kültür farkından dolayı ancak iki sene evli kalabilmiştir. 1 879 senesinde Bahçesaray şehir idaresine reis seçilmiştir. Dört yıl devam eden bu görevi sırası n­ da, şehir ve şehirli için mühim h izmetlerde bulunmak istemiştir. "Şehir sokaklarına feneral koydurmak ve bir hastahane açmak te­ şebbüsü, belediye meclisi üyeleri tarafından şehrin kasasını boşaltaca­ ğı gerekçesiyle reddedilmiş, yaşlılara okuma-yazma öğretmek için baş­ ladığı gece dersleri, kömür masrafı olarak istenen cüz'i paranın veril­ memesi yüzünden sonuçsuz kalmıştır." (1 3) İ smail Bey, dikkatli bir gözlemci olarak Ruslar'ın Türkler'e karşı uy­ guladığı siyaseti hen takip ediyor hem de buna karşı ne gibi tedbirler alınabileceğine dair fikirler üretiyordu. Sonuçta en tesirli yolu bulana kadar araştı rıyor, çevresindeki insanlarla konuşuyor ve bir yerden baş­ mak gerektiği inancına bağlı olarak, Rus hükümetine müracaatlarda bulunuyordu. Çünkü o her işin kanuni yollardan yapı lmasına taraftar idi. Belediye reisliği, İ smail Bey'e Ruslar'la siyasi mücadele için gerekli olan bilgi ve tecrübeyi kazand ı rmıştır. Gerek Zincirli Medrese'de öğretmenlik yaptığı yıllarda ve gerekse Avrupa'da katıldığ ı zamanlarda edindiği bilgiler ışığında "milletin mutla­ ka cehaletten kurtulması gerektiğini anlayan İ smail Bey, bunun için de, bir taraftan h ızla modern okumlr açmanın, diğer taraftan da neşriyat yaparak, bilhassa gazeteler çı kararak, halkı aydınlatmanın zaruretini anlamıştı." ( 1 4) 12. Doç. Dr. Mehmet Saray, Türk Dünyası'nda Eğitim Reformu ve Gaspıralı İsmail 13. Beşir Ayvazoğlu, "Gaspıralı İsmail Bey: Dilde, Fikirde, işde Birlik" Türk Yurdu, Ağus­ tos 1987, s: 12 14. Beşir Ayvazoğlu, a.g. m., s: 13. 14


Belediye Reisliği sırasında gazete çıkarmak için müracaat eder. Fa­ kat Ruslar, İ smail Bey'in gazete çıkarmasına müsaade etmezler. Bu­ nun üzerine 1 881 yı lının Şubat ayı sonlarında Akmescid'de çıkan "Tav­ riada" gazetesinde "Genç Molla" müstear adıyla bir seri makaleler yaz­ dı. Rus idaresindeki Türkler'in haklarını arayan, onları savunan bu ma­ kaleler, "Rusya Müslümanları" başlığını taşır. Bu makalelerde esas ola­ rak şu fikri müdafaa eder: "Geride kaldığımıza baş sebep cehaletimiz; Avrupa bilginlerinden habersizliğimizdir. Münkariz olmamak için okumalıyız. Avrupa bilgileri­ ni ve fikirlerini öğrenmeliyiz. Bunları kendi dilimize nakl edip, kendi mekteplerimize, medreselerimize girdirmeye çalışmalıyız."(1 5) Gaspı ralı, sansüre takılmaması için bu makalelerinde çok tedbirli ve zekice bir üslOp kullanmıştır. Amacı, Ruslaştırma yönteminin müslü­ manlara uygun olmadığını göstermek ve Rusya müslümanları için kök­ lü bir değişim yapmaktır. Bu yolda çareler gösteren Gaspı ralı, Rusya müslümanların ı n herhangi bir müslüman milletten daha çok medenileş­ meleri gerektiğini de savunur. Tabii burada istediği sonraları öncülüğü­ nü de yapacağını eğitim-öğretim metodların ın modernize edilmesidir. "Biz istidatlı bir milletiz!" diyen Gasp ı ralı; "Bize yalnız, medeniyeti kendi dilimizde öğrenme imkanı veriniz. Siz büyük biraderler, bize aydınlık veriniz! Mektepte Rusça, Ukraynalı­ lar' ı n bile işine nasıl yarar? Rus dili, mektep vasıtasıyla değil, hayat şartların ı n değişmesi, demiryolarının ve iktisadi hayatı n gelişmesi nis­ betinde kendiliğinden intişar eder. Müslümanlar arası nda zararlı unsur, onların aralarında yetişmeye başlayan ve her nevi idealden mahrum kozmopolit züppeleridir. Bunlar ne İ slamlar, ne de Rusya için faydalı olabileceklerdir!"(1 6) "Rusya Müslümanları" adlı makalesinde Gaspıralı'nı n Ruslar'a teklifi ettiği, federatif bir devlet yapısının oluşturulmasıdır. Müslüman-Türk ka­ vimlerini Ruslaştı rmak mümkün olmadığına göre en doğru yol, bunlara hak, adalet, ilim ve hürriyet vermektir. Sağlanacak eşit haklar, Rus­ ya'ya birlik getirecek, o zaman Rusya'n ın meseleleriyle "Gayrı rus15. Beşir Ayvazoğlu, a.g., s; 13. 16. Beşir Ayvazoğlu, a.g.m., s; 13

15


lar"da, en az Ruslar kadar ilgileneceklerdir. Bu hususta Amerika ve İ s­ viçre'yi örnek gösteren Gaspı ralı, Rusya Türkleri'nin kimliklerini koru­ malarında İ slam'ın önemini ve mağlup edilmezliğ ini özellikle vurgulaya­ rak, milletlerin eşitliği esasına dayanan federatif bir devlet yapısının tek çıkar yol olduğunu söylemektedir. s. EVLİLİGİ

1 882 yılında, Kazan eşrafı ndan zengin bir işadamı olan İ sfendiyar Bey'in Kızı Zühre Hanım, amcası İ brahim Bey'le birlikte ciğerlerinden rahatsız olduğu için tedavi maksadıyla Kırım'a gelir. Rusça bilen ve kül­ türlü bir genç kız olan Zühre Hanım, yazılarını okuduğu İ smail Bey'e, karşı büyük bir sevgi ve saygı duymaktadı r. Özellikle onun "Rusya Müslümanları" adlı makalelerini büyük bir dikkatle takip eden Zühre Hanım'ın Bahçesaray'ın güzel, tarihi yerlerini gezerken iki genç arasın­ da h issi bir yakınlık doğar. İ smail Bey, Yalta'ya geçen misafirlerini orada da ziyaret etmiş, Züh­ re Hanım'a duygularını, ideallerini ve fikirlerini açmıştır. Daha sonra, Simbir vilayetine giderek Akçura ailesine mensup aris­ tokrat bir zengin olan İ sfendiyar Bey'den kızını istemiş, fakat ret cevabı almıştır. Bunun üzerine gizlice nikahlanarak Bahçesaray'a dönmüşler­ dir. Hayatının sonuna kadar İ smail Bey'in ideallerinin gerçekleşmesi içi n çalışan ve ona her bakımdan destek olan bu kadın İ smail Bey'e dört çocuk vermiş; kocası "Tercüman"ı çıkarmaya karar verdiği zaman da h iç tereddüt etmeden bütün mücevheratını ortaya koymuştur.

B- MÜCADELE YILLARI 1. GAZETECİLİGİ VE TERCÜMAN GAZETESİ

Rus hakimiyeti altında yaşayan Türkler arasında, Gaspıralı İ smail Bey'den önce gazete çıkarmak isteyenlerin bul unduğu bil inmektedir. "Bilinen ilk teşebbüs yarısı Türkçeye yarısı Rusça olmak üzere Ka­ zanskie İ zvestia (Kazan Haberleri} adl ı bir gazete çıkarmak için yapıl16


mıştı. Fakat resmi makamlar buna izin vermemişlerdi."(1 7) Bunun gibi birkaç gazete başvurusu da netice vermemişti. Buna mukabil 1 870'te Taşkent'te, Türkistan Genel Valisi Kaufmann'ı n , emir ve yardımlarıyla Türkistan Vilayeti'nin Gazete ad ıyla gazete neşredilmişti. "Fakat bu ga­ zeteye Türk gazetesi demek mümkün değildir." ( 1 8) Kısa bir zaman için de olsa, çıkan ilk türk gazetesi Azerbaycanlı Ha­ san Zerdabi (1 837-1 907) nin Ekinci (1 875-1 877) adı n ı verdiği gazete­ dir. Kendi gazetesini çıkarmak için dört yıl boyunca Rus makamlarına defalarca müracaat eden Gaspı ralı İ smail Bey, sonunda gerekli izni alarak 1 O Nisan 1 883 tarihinde ilk sayıyı neşreder. Fakat bu arada "ga­ zete yerine geçebilecek sekizinin adı tesbit edilen (Tonguç, Şafak, Ka­ mer, Ay, Y ı ldız, Güneş, Hakikat ve Latail) oniki adet, her biri, bir iki sa­ hifeden ibaret, broşürler yayınlandı. Bu broşürler genel konularla birlik­ te dil meselesini de inceliyorlard ı . " ( 1 9) Akmescit'te oldukça kötü bir şekilde basılan Tonguç'ta dil hususun­ da şu satı rlara rastlanmaktadı r: "Milletimizin eseri olan dilimiz, edebiyatta işlenmemişse de, eğitime ve kavaide (kurallara) gelecek dildir. Gayet nazik Tatar türkülerinden, Nogay cönklerinden, Kırgız ve Türkmen cırlarından anlaşılır ki, eğer di­ limiz usta bulup, kaleme alı n ı p işlenirse, şimdikine göre çok dereceli parlar ve kullanışlı olur. .. Muradımız dilimizi ilerletmektedir."(20) Gaspıralı diğer broşür şeklindeki mecmualarında da aşağı yukarı aynı konulara temas etmiştir. Her konuda halkı şuurlandı rmak için yazı­ lar yazmıştı r. Hayvanlar alemi ile ilgili bilgilerden insan anatomisine, çay yetiştirmeden eğitim sistemlerine, hatta tren seferlerine kadar her­ şeyi bu broşürlerde izah etmeye çalışmıştır. Gasp ı ral ı 'yı sadece Tercüman ile anmak, onu anlatmak için yeterli değildir. O, kadı nlar için yaptıklarıyla da anı lmalıd ı r. Nitekim Rusya Türkleri tarafından çıkarılan ilk kadın dergisinde de onun imzası vard ır. 17. 18. 19. 20.

Nadir Devlet, a.g.e., s; 20 Nadir Devlet, a.g. e., s; 20 Nadir Devlet, a.g.e., s; 20 Yusuf Akçura, a.g.e., s; 96 17


Dergisinin ad ı Aıem-i Nisvan (Kadınların Dünyası)'dı r. Dergi, Gaspıra­ lı'nın insiyatifi ile 1 906 yılında büyük kızı Şefika Hanım'ın yönetiminde çıkartılmıştır. Rusya müslümanları kız çocuklarının eğitimine fazla ehemmiyet vermiyorlardı . Gaspı ralı , düşündüğü reform hareketlerine kad ınları da dahil eder; onların eğitim ve öğretimden mahrum olmamaları gerektiği­ ni savunur. Bunun için Aıem-i Nisvan dergisini ayrıntılı bir şekilde anlat­ mak gerekir. Dergi, Bahçesaray'da 1 906- 1 91 O yılları arası nda sekiz sayfa halin­ de yayınlanmıştır. Bazen 1 5 günde bir, bazen de haftada bir çıkarılmış­ tır. Dergi tamamen kadın ve aile ile ilgili konulara ağı rlık vermiştir, re­ simlidi r. "Tetkik edilen yedi sayıda da derginin yarısının, (5., 6., 7. ve 8. Sahi­ feler) 'Çocukların seyahat-i garbiyesi' (Başlarına gelen acayip ve kor­ kunç vakalar) adlı batı menşeili bir romana seri bir şekilde yer verildiğini görmekteyiz. Böylece sürükleyici maceralar serisi sunularak okuyucula­ rın dergiyi takip etmeleri sağlanmak istenmiştir. Bu serinin dışında Mual­ lim Naci'nin 'Zavallı Kız' adlı hikayesi (30 Ocak 1 907, sayı 2., S: 3), ve Nalan imzalı 'iki külfetin bir rubleye kurban gitmeleri' sayı. 5 s: 1 , 2 ve 3 ile 9 Mart 1 907, sayı 6, s: 1 ve 2) adlı hikaye dikkati çekmektedir. Bütün bunların dışı nda çocuk bakımı, kadınların müslüman üyeler­ den talepleri, kadın cemiyetleri, dini yönden kadınların haklarını savu­ nan hadis bölümleri vb. de dergide yerini almışt ı r. Özellikle 'Serbest-i Tezvic' (Serbest Evlilik) hususunda bir makale vardır ki, evlilik konu­ sunda Rusya'daki gelişmeleri izah etmesi açısından dikkate şayan bir makaledir. Bu makale aynen şu şekildedir. 'Şimdiye kadar Rusya'da hangi dinde olursa olsun ayin-i ruhani üzere n ikah ile icra olmayan tezvicler nizama memnu idi. Şimdi F ran­ sa'da cari olduğu tarzda Rusya'da dahi serbest nikah ve vatandaş evli­ liği usulünün nizam edilmesi hususunda dahiliye bir layiha tertip edil­ mektedir. Bundan mada 1 905 senesi Nisan 1 7'ye gelinceye kadar ortodoks mezhebindeki kadı nlar ile hı ristiyarları n gayr-ı dinlere mensup olanlar arası nda ortodoks olmayan dinler ayini üzere akd-ı nikah edilerek vaki 18


olmuş evliliklerin ve bunlardan vücuda gelen nesiller ve evladı n niza­ men tanınması hususta dahiliye nezaretince tertip olunup manastı rlar meclisine takdim olunmuş kanun teklifi tasdik olunmuştur." (21 ) Aıem-i Nisvan sadece kadınlar için kadınlar tarafından çıkartılan bir dergidir. ·

İ smail Bey, çeşitli zamanlarda çıkardığı bu broşürlerle kanaat etme­ yip daha düzenli ve muhtevalı bir gazete yayınlamayı düşünür. Zühre Hanım'ın da yardımlarıyla nihayet bir gazete çı karmaya muvaffak olur. "Te rcüman" olarak anılan gazetenin tam ismi, Te rcüman-ı Ahval-i Zaman'dır. Adı n ı Şinasi'nin i stanbul'da çıkardığı tercüman-ı Ahval'den alan bu gazetenin Rusça adı da Perevotçik olacakt ı r. Zühre Hanım' ı n ziynet eşyalarını ve annesinden kalan kıymetli elbiseleri satarak elde ettiği paraya, 300 ruble kadar abone parasını da ilave ederek eski bir makine ve hurufat alan Gaspıralı, ilk nüshayı 1 O Nisan 1 883'te çıkarır. Böylece "bahar güneşiyle dünyanı n dirilip çiçeklendiği günlerde, uzun yıllardan beri karlı kefenle rle örtülüp ölü gibi uyayan şimal Türkleri'nin ilk beyaz bahar çiçeği"(22) açı l ı r. "Dilde , fikirde, işte birlik" parolasını kendisine şiar edinen bu gaze­ tenin başında şöyle bir ibare bulunmaktadı r: 'Siyaset ve politikaya ve maarif ve edebiyata müteallik milli gazetedir. "Tercüman ilk sayılarında Türkçe ve Rusça olarak yayı nlanıyordu. 1905'ten itibaren yalnız Türkçe neşredilmeye başlanmıştır. Ö nceleri haftalı k olarak çıkmış, 1 907'den itibaren haftada iki veya üç kere neş­ redilmeğe başlanmıştır. 1 9 1 2'den sonra ise artık günlük bir hal almış­ t ı r." (23) 1 9 1 6 yılında, yayınladı ktan 33 yıl sonra da Türk Dünyası'nın sesi durumundaki bu çok önemli yayın organı kapanır. Kendisi küçük, muhtevası büyük Te rcüman gazetesi, küçük boyda dört sayfa olarak çıkmaya başlamıştır. Fakat bu dört sayfanın ikisi Türkçe , ikisi de Rusça yazılmıştır. "Resmi bir dokümana göre Tercü­ man 1 9 1 0 yılında 1 500 adet basılmıştır." (24) 21. Nadir Devlet, a.g.e., s; 43-45 22. Beşir Ayvazoğlu, a.g.m., s: 14. 23. Altan Deliorman, "İsmail Gaspıralı ve Tercüman Gazetesi" Türk Kültürü, VI 69, s:53. 24. Nadir Devlet, a.g.e., s: 52. 19


Daha önce "Tavriada" gazetesinde yayınlanan "Rusya Müslüman­ ları" adlı seri makalelerde sözkonusu edilen meselelerin artık tartışıl­ ması ve uygulanması gerektiğine inanan İ smail Gaspı ralı, bu defa Ter­ cüman vasıtasıyla aynı mesajları daha geniş kitlelere ulaştırmaya çalı­ şır. Bu makalelerinde kurtuluşun ancak iyi bi r eğitimle mümkün olabile­ ceğini açıklar. Medreselerin eski usul eğitim sisteminde ıslahat yapıl­ ması gerektiğini, modern eğitim usullerinin yerleşmesini ister. Eğitim sahasında ileri sürdüğü bu fikirler, aydın kesim tarafı ndan heyecanla takip edilirken, medreseden yana olanlar tarafı ndan şiddetle tenkid edilmiştir. Tepki gösterenlerden birisi de Kazan Ulemasından Gilman Kerim Bey'dir. Gilman Bey'in oğlu Fatih Kerim (25) de İ smail Bey'in hayranların­ dandı r. Birgün Tercüman gazetesini okurken babası görür ve İ smail Bey'in fikirlerinin takipçisi diye düşündüğü oğlunu öldürmeye karar ve­ rir. Fakat asıl suçlunun İ smail Gaspıralı olduğuna hükmeder ve onu öl­ dürmek niyetiyle Bahçesaray'a gelir. Burada İ smail Beyle çok heye­ canlı ve şiddetli münakaşaları olur. İ smail Bey'in sözleriyle ikna olan Gilman Bey, kendisine taraftar olarak Kazan'a döner ve oğlunu tahsili­ ni tamamlayarak, Türklüğe hizmet etmesi için İ stanbul'a gönderir.

2. EGİTİMDE FORM Yenileşme hareketi 19.yy.'da bütün İ slam ülkelerinde birden başla­ mıştı r. Yenilik hareketleri önceleri "taklitçilik"le başladı. Fakat özdeki manayı anlayamamaktan kaynaklanan problemler, bu yeniliklerin sür­ mesine imkan vermedi. Din ve gelenekle uyuşabilecek hiçbir yeni ha­ reket vücut bulmadı. Ü stelik çok kötü bir şey oldu. Doğu ülkelerinde sayıları çok az olan "Batılılaşmış ayd ınlar" halktan koptular. Sonunda "yenileştirme hareketi" İ slam'ı güçlendireceğine zayıflattı. 1 9 . yy . da Rusya Müslümanları Rus medeniyetinin izlerini taşıyan herşeyi reddediyorlard ı . Yalnız bazı uzak yerlerde bu medeniyeti kabul edip, ona göre yaşamak isteyenler de olmuyor değildi. Buralarda yerli 25. Fatih Kerim sonraları, milyoner Zakir ve Şakir kardeşlerin çıkardıkları "Vakit " gazete­ sinin başyazarı olarak büyük şöhret kazanmıştır. 20


kültür çabucak yok oluyor, Ruslar da bu toplumları kendilerine çekiyor, kendi benliklerinden uzaklaştı rıyordu. Bu arada din değiştirenlerde de vardı ve müslüman cemaat bu insanları artık kendi "ümmetinden" say­ mıyordu. Müslümanlar arasında yapılan reform hareketleri içerisinde en dik­ kate şayan olanı Rusya'daki müslümanları n durumu idi. Diğer topluluk­ ların aksine buradaki fikirler iktidardan gelmiyordu. Çünkü müslüman­ lar yönetimde söz sahibi değillerdi.(26) Böylece tepeden gelen ve hiç­ bir ideoloji yenileşmesini desteklemeyen, sadece kurumların yenilen­ mesine çalışan reform hareketlerinden uzak kaldılar. Bu sebeple ilk İ slami reformlar yeterli olamadı . Bütün denemeler başarısızlıkla sonuçlandı ama 1 9 .yy' ı n ikinci yarı­ sında "liberal reformist" yeni bir hareket doğdu. Bu akı mı temsil eden­ ler, yenileşmede temelden başlamanın yanısıra güçlü olmak gerektiği­ ne de inanıyorlardı. Bu insanlar Batı'nın şeklini değil, ruhunu arıyorlar ve onu anlamaya çalışıyorlard ı . (27) Rusya'da yaşayan müslümanlar her yönden gelen fikirlerden fazla­ sıyla etkileniyorlardı . Rus felsefesi, düşüncesi ve siyasi felsefesi çok eski ve derindi. Rusya müslümanları bu felsefeden geçerek ona karşı durmayı öğreniyorlar ve neticede yeni Rus modeline ulaşmayı gaye sayıyorlardı. Hatta Panislavizm teorileri Pantürkizm (Türk birliği) prog­ ramı için model olur. Bu arada en çok da Türkiye'nin tesiri altında kal ı r­ lar. Çünkü Türkiye'de Tanzimat hareketi gelişiyor, Osmanlılar yenilik vaadediyorlar ve Batı 'ya koşuyorlard ı. Ayrıca modern okullardan mah­ rum bulunan Rusya müslümanları çocukları n ı 1 9.yy' ı n ikinci yarısı bo­ yunca Kahire, Beyrut, Medine ve İ stanbul gibi yerlere gönderiyorlard ı. 1 873 yılı ndan sonra İ stanbul, Paris ve Kahire'de çıkan Türk gazeteleri­ ni de büyük bir iştiyakla takip ediyorlard ı . Türkiye'de i l . Abdülhamit ta­ rafından desteklenen "Türk Birliği İ deali", Rusya'da büyük yenilikçi Ce­ maladdin Afgani'nin müritleri sayesinde yayı lıyordu. 26- 1918'e kadar Buhara ve Hive hanlıkları Rus himayesinde idiler fakat yarı müstakil yaşadıkları için bunları bu hükmün dışında tutmak lazımdır. 27-Hindistan'da Sir Sewid Ahmet ( 18 1 7- 1 898), Arap dünyasında Şeyh Muhammed Abduh ( 1849- 1905), Osmanlı'da Abdülhak Hamid ( 1 85 1 - 1937), Namık Kemal (1840- 1888), Tevfik Fikret ( 1870- 19 15), Endonezya'da Hacı Agus Selim (18891955) gibi düşünürler bu sırada ün kazandılar. 21


Bu arada Rusya'da 1 905 ihtilali patlak verir. İhtilali müteakip yıllarda polis tarafı ndan takip edilen pek çok Tatar ve Azeri Türk aydını Türki­ ye'ye s ı ğ ı nı r. Onlar mücadele usullerini, azimlerini de buraya getirirler. 1 9 . yy.'a kadar Rusya'daki müslümanların okul sistemi, Buhara Kur'an kursları nı n ortaçağdan kalma bir şekli idi. Zamanın gerisinde ve bilim ışığından mahrumdular. (28 ) Geçen asrın sonlarında Gaspıralı İ smail Bey, eğitime yeni bir muh­ teva kazandı rmak azmiyle eğitimi temelden ele almış ve ıslahatı evvela ilkokullarda başlatmıştır. Bu okullar Kur'an okumayı, yazı yazmayı ve namaz kılmayı öğretiyordu. Gaspıralı bunların yanı sı ra, Türk dili ve grameri, matematik, İ slam tarih i , coğrafya, dünya tarihi ve sağlık bilgisi gibi derslerin de öğretilmesi gerektiğini düşünüyordu. Fakat sözle halkı ıslahata inandı rması mümkün değildi. Bunun için Bahçesaray'ı n Kay­ maz Ağa semtinde bir okul açarak düşündüklerini burada uygulama başlar. 1 2 öğrencisi vard ı r ve yakın arkadaşı , fikirdaşı Bekir Efendi'yi öğrencilerin öğretmenliğine tayin eder. Ders süresi günde dört (4) sa­ attir ve öğrenim 45 günde bitecektir. İ smail Bey bu kadar zamanda öğ­ rencilerin okuma-yazma öğrenebileceğini iddia etmiş ve buna ispat et­ mek için de öğrencileri halkın ömmde imtihan etmiştir. Bekir Efendi da­ ha önce göstermediği metinlerden parçalar okutmuş yazd ı rmış ve tale­ beler büyük başarı göstermişlerdir. Bu hadisenin tesiri altı nda kalanlar sadece oradaki davetliler değil­ dir. Haber Rusya müslümanları arasında da bomba gibi patlar. Bir süre sonra öğrencilerin sayısında artış olur ve sayı 40'a ulaşır. Fakat bu başarı Kadimciler'i de ayağa kaldı rı r. Bir yandan Ruslar, diğer yandan Kadimciler tenkitlerini sertleştirdiler. Bunlara rağmen ça­ lışmalarına devam ettiği g ibi bir de halka açık geceokulu açan Gaspı ra­ l ı , 20 işçiye bizzat öğretmenlik yapar. İ şçi öğrenciler de 45 günün so­ nunda okuma-yazmayı öğrenince Gaspı ralı'nın öğretim metoduna karşı fevkalade bir ilgi başlar. Çeşitli okullarda hocalık yapan mollalar ve med rese öğrencileri, mektuplarla Gaspı ralı'dan yardım istediler. Bir çoğuda Bahçesaray'a gelerek İ smail Bey'den "usül-i cedid"i öğrenir. Bunlar daha sonra kasa28. Pantürkizm ve cedidçilik hareketi için bkz.; C. Lemercier-Kue/kuejay, Aleksandr Ben­ nigsen, Step'te Ezan sesleri, İstanbul, 1981; Adile Ayda, Sadri Maksudi Arsal, Anka­ ra, 1991; İhsan Ilgar, Rusya'da Birinci Müslüman Kongresi, Ankara, 1990. 22


balarına dönerek yeni öğrendikleri usulü diğer arkadaşlarına da öğre ­ terek, usul-i cedidin yayılmas ı na yardı mcı olurlar. İ smail Bey bundan başka Tercüman'da da yazılar yazd ı , meseleyi açıklayarak müslüman aydınlara kabul ettirmeye çalıştı ve bunda da muvaffak oldu. Gaspıralı bütün bunları kendi gücü ile yapmıştır. Arkasına inanan in­ sanları alan Gaspı ralı , artık Rus makamlarına başvurma zamanının geldiğini düşünür ve müracaat edere k Türkistan'da usul-i cedid okulla­ rının açılması için yardımlarını rica eder. Her konuda tedbirli davranmayı itiyad haline getiren bu büyük adam, Rus kanunları çe rçevesinde hareket ettiği için, resmi makamlar, arkasına bir inanmışlar ordusu takip gelen Gaspırı lı 'ya doğrudan ret ce­ vabı vermezler; ondan bir rapor hazırlamasını isterle r. O da bu isteği derhal ye rine getirere k iki nüsha düzenler ve birisini Rus hükümetine, diğerini Türkistan Genel Valisi Gene ral N.O. Rosenbach'a gönderir. Bu iki nüshanı n verildiği yerlerden sadece bi risi cevap gönderir ve görüş­ lerinden istifade edeceklerini bildirir. O da Türkistan Genel Valisi'di r. Fakat Türkistan halkını Ruslaştırmak emelinde olanları bu cevap, kızdırmıştır. Bu kişilerin başını çeken kişi ise hazırladığı metod ve uygu­ lamalarıyla en etkili kişi olarak bilinen, İ lminski'dir. Cedid fikirle rinin kendi metodunun karşısı nda olduğunu ve başarısı­ nı engelleyeceğini düşünen İ lminski, Ortodoks Kilisesi Başkanı Pobe­ donotsev'e bir mektup yazar. (29) 29. Nadir Devlet, 1905- 1917 Yılları Arasında Rusya Türkleri'nin Milli Mücadele Tarihi, Ankara, 1985, s: 17. . Bahçesaray'da "Tercüman• gazetesini çıkaran Gaspıralı İsmail Bey'in gayeleri şunlardır: . 1) Rus lmparatorluğu'nun müslürrıan teb'ası arasında, lslami esaslardan ayrılmaksa­ zın, Avrupai eğitimi yaymak ve lslami fikri Avrupayla kaynaştırmak, 2) Çok sayıda karışık ve değişik dillerde konuşan Rusya müslümanlarını birleştirmek ve pekiştirmek (Alman birliği gibi), 3) Kendi yayın organlarıyla Osmanlıcayı Türk soyundan gelen bütün müslümanların or­ tak dili yapmak... Şimdi ne olacak? Duyduğuma göre Kazan'da Türkçe gazetelerin ve ayrıca ders kitaplarının sayısı her geçen yıl artmaktadır. Kitapların muhteviyatı Avrupai, dili Osmanlıcadır. Bu, Gaspıralı ve yandaşlarının Türkler'e modem eğitim vermeyi arzuladıklarını, fakat bunu Rusya kanalıyla yapmak istemediklerini anlat­ maktadır. Türkistan ,Genel Valisi'ne verilen memorandumda bu açıkça ifade edil­ mektedir. Tatar aydınlarının Rusya Müslüman Kültür Merkezi kurma gayretlerine izin vermemeliyiz. Aksi takdirde müslümanları Ruslaştırma politikamızdan hiçbir ne­ tice alamayız .. • •.

.

.

23


Sadece İ lminski değil, onun metodlarıyla eğitim veren Rus okulla­ rındaki öğretmenlerinin başkanı Ostroumov ile Nalivkin de Cı::ı.spıralı'yı artık bir engel olarak görüyorlardı . Gaspıralı , Türk nüfusunun yoğun olduğu Türkistan'da usuı-i cedid okullarını açmak istiyordu. Rus hükümetinden izin çı kmamıştı. Fakat o kararlı ve azimli idi. Bunun için yarı müstakil durumda olan Buhara'nın reforma açı k emiri Abdul Ahad ( 1 885- 1 9 1 O) ile dostluğunu geliştirdi ve burada mektepler açmaya karar verdi. Abdul Ahad bilgisiz bir insan değildi. Bilakis Tercüman gazetesindeki yazıların çok iyi bir takipçisi idi. 1 893 yılında da Rusya'yı ziyaret ederken Bahçesaray'a uğrayarak Gasp ı ralı'yı tebrik etmişti. İ ki reformist biraraya geldiğinde konuştukları konu yine müslümanların ilerlemesi ile ilgili oluyordu. Gasp ı ralı 1 893'ün Mayıs sonlarında davetli olarak Buhara'ya gitti. Burada eski metodla eğitim veren okulları gezdi, ilgililerle eğitim mese­ leleri üzerinde konuştu. Semerkand ve Taşkent'i de ziyaret ettikten sonra nihayet Emirin yazları kaldığı Şehr-i Sebz'e gitti. İ ki günlük bu zi­ yaret esnasında sohbet konusu yine usul-i cedid mektepleri ve bunla­ rın getireceği faydalardı . Netice? Evet neticede buralarda okul açabilmek için gerekli izin ve­ rilmedi ve Gaspıralı buralardan biraz da buruk ayrıld ı. Sebebine gelin­ ce; Ruslar baştan beri bu seyahate karşıyd ı lar, fakat buna mani de ola­ madılar. Bunun üzerine Emire baskı yaparak Gaspıral ı'nın tekliflerine hayır demesini sağladı lar. Fakat bu neticede Gaspıralı'yı asla yıldırmamıştır. Yazılarını daha ateşli yazmaya devam etmiştir. Hatta emirin nazik reddi üzerine "D ıva Han" (iki Han) adlı bir hikaye yaşmıştır. Hikaye şöyledir: "Bir zamanlar iki han vard ı . Hanların ikisi de iyi birer iş yapmaya karar verdiler. Han­ lardan birincisi, vezirlerinin tavsiyesini dinleyerek bir cami yaptırmaya karar verdi. İ kinci han ise, vezirlerin buna benzer tekliflerini reddede­ rek, hem bir cami ve hem de bir medrese yaptı rmaya karar verdi. Ara­ dan uzun yı llar geçti. Bir gün seyyahlar, birinci han ın ülkesinden geçerlerken halkın son derece perişan ve cehalet içinde olduklarını görmüşler. A'." seyyahlar ikinci han ı n ülkesinden geçerken insanları gayet mutlu � müş. Kimi ·

·

24


ilimle, kimi şiir ve edebiyatla uğraşıyormuş. Her hususta ilerlemenin görüldüğü ülkenin hanı yıllar ewel bir memleketin ilerlemesinin herşey­ den öne� bilgi ve öğrenmeye dayandığını anlamıştı." (30) Bu arada Semerkand'da oturan Orenburglu zengin bir tüccar olan Abdul Gani Bey Hüseyinoğf ad ında bir Türk Gaspıral ı n ı n etkisiyle mas­ raflarının tamamı n ı karşılayarak bir okul açtı. Fakat hem Kadimciler'in hem de Ruslar' ı n baskıları neticesinde bu okul ikinci ayı nı bile doldura­ madan k apandı . Gaspıralı'nın fikirleri, her zaman ve her yerde b u iki muhalif grup ile karşılaşıyordu. Gaspıralı bunu Türkistan'a yaptığı gezi s ı rasında daha iyi anlamışt ı . İ smail Bey hayatı boyunca herşeyle ve herkesle mücadeleye haz ı r bir dava adamı dı r. Mücadele yolları nı gayet iyi biliyordu. Fikirlerini yay­ mak için elinde bulunan büyük vasıtanın da farkında idi. Ve usul-i ce­ didle ilgili seri makaleler yazarak Tercüman'da yayınlamaya başladı . "Mekteplerimiz yok mu? Allah'a şükür var. Ö ğretmenlerimiz kafi de­ recede çalışmıyorlar mı? Evet, çalışıyorlar. Mekteplere yardım eden ve destekleyenler yok mu? Evet, var. Halk öğrenmek istiyor mu? Evet, hem de çok, o halde problem nedir? Mektepler eğitim ve öğretimde iyi bir metod kullanmıyorlar. İ şte aksaklı k budur." diyor ve ayrıca mutlaka yeni sisteme geçilmesi gerektiğini de aynı yazısında şöyle ifade ediyor: "Uzun yıllar mekteplerde hocal ı k yaptım. Bu bana, Rus ve müslü­ ma n mektepleri kafi bilgi verdi. Müslüman mekteplerinde okuyan za­ vallı çocuklar günde 6-7 saat çal ışır ve bunu 5-6 sene devam ettirirler. Bu çocukların hiçbir netice elde edememelerinden doğan perişanlıkla­ rını gö rdükçe pek çok gecelerim üzüntüden uykusuz geçmiştir. Talebe­ lerin çoğu ne iyi bir bilgi, ne de iyi bir araştı rma yeteneği alabiliyordu. Öğrendikleri sadece bir kaç cümleyi geçmeyen Arapça parçalardan ibaretti. " (3 1 ) İ smail Bey'e göre beş sene bu okulda okuyan öğrenci" ne ibadetini 30. Mehmet Saray; a.g.e., s: 50 31. E.J. Lazzerini, İsmail Bey Gasprinskii Muslim Modernizm in Russia, 1878- 19 14, Un­

versity of Washington Ph. D., 1973, s: 184

25


doğru olarak yapabiliyor, ne de bir cümle yazabiliyordu." Bu, dini bilgi­ lerin olmaması lazım, demek değildir. İ nsanlar dini vecibeleri öğrenme­ li, fakat bunu yanında sanatla ve dillerle ilgili bilgileri de edinmeliydi. Bü­ tün bunların olabilmesi için de mevcut okulların düzeltilmesi yeterli idi. Gasp ı ralı'nın usulüne göre önce harflerin telaffuz şekilleri, sonra bir kelime içinde nasıl kullanı ldıkları, kelimelerin de cümle içinde nasıl kul­ lanıldıkları, kelimelerin de cümle içindeki kullanılışları öğretilecekti. Bol bol yazı yazdırılacak ve derse devam sağlayacaktı. Sınıf mevcudu 30'u aşmayacak ve dersler haftada 6 gün, 4'er saat yapılacaktı. Teneffüs ve dinlenme saatler olacaktı . Ö ğrenciler sert cezalara çarptırılmayacak, okullar iki sene olacak ve öğrenciler şu dersleri okuyacaklardı : Arapça ve Türkçe okuma yazma, hat, münazara veya tartışmalı ders, Türkçe g ramer ve aritmetik. En ince ayrıntısın a kadar düşünülen bu eğitim sistemi, hak ettiği il­ giyi uzun zaman sonra da olsa buldu. İ şin pratik ve faydalı taraflarını öğrenen halk, çocukları n ı güvenerek bu okullara yerleştirdi ve mektep­ ler Türkistan'a doğru yayılmaya başladı . Gaspıralı b u işe temelden başamıştı. Buna göre ilk mekteplerde lü­ zumlu ıslah tamamlanmıştı. Şimdi sıra yüksek öğrenimdeydi. O döne­ min yüksek öğrenim kurumlarından medresenin ıslahına başlandı . Medresenin ıslah ı meselesi, Türk dünyası nda başlı başına bir çı­ bandı . Bu hususta Gaspıralı'dan önce çalışan alimler olmuştu. Bunları n· ilki Şehabettin Mercani idi. Ayrıca Abdünnasır Kursavi, Buhara medre­ selerinden İ brahim Latin ve Hüseyin Feyzhani de çalışmaları sürdüren mühim şahsiyetlerdi. Bu şah ıslar Rus mekteplerinde okumuşlard ı. Medreseler için dini eğitimin yanısıra tabiat v e fen ilimlerine ait dersler­ le Rus dilinin öğretilmesini istiyorlardı . Fakat Gasp ı ralı, medreselerde bu derslerin olması na karşıydı. Onun özellikle üzerinde durduğu hu­ sus, eğitimin Türk dili ile yapılmasıydı . Medreselerde eskiden olduğu gibi dini ilimelrin yanısıra tıp , fizik, kimya, astronomi ve matematik ilimlerine bir de coğ rafya, tarih , tabiat ilimleri, matematiğin diğer dalları , pedagoji, hukuk dersleri ve Rus dili ilave edilmelidir, diye düşünen Gaspıralı, bu konuda bir reform tasarısı hazırlamış ve 1 88 1 yılında Rus hükümetine göndermiştir. 26


Medreselere verilecek hocaların, Kazan Ü niversitesi Oryantal Çalış­ malar Fakültesi ile Lazaryev Enstitüsü'nün Şark Dilleri Bölümü'nden mezun olmaları gerektiğini ve her medreseye üç hocanın yeteceğini savunan Gaspıralı, ne yazık ki verdiği reform teklifini uygun bir zamana denk getirememiştir. Yine şiddetli muhalif gruplarla muhatap olmak zo­ runda kalan Gaspı ralı , Ruslar'dan yardım istemenin ne kadar haysiyet kırıcı olduğunu düşünmüş ve bir daha onlardan böyle bir talepte bulun­ mamıştır. Nihayet 1893 yılında Ufa'da resmi açıklama yapılır. Buna göre, "gü­ nün şartlarına uygun olarak medreselerde ıslahatlar" yapılabilecekti. Gaspıralı da bu konudaki fikirlerini halka iletmek gayesiyle seri ma­ kaleler yazmış ve "O Medrese" başlığı altında şu hususların ıslah edile­ bileceğini belirtmiştir: " 1 - Medrese 6 ay yerine 8 veya 9 ay öğretime açı k olmalı. Talebe­ ler maddeten desteklemeli ve isteyen talebe günde 7-8 saat derse gi­ rebilmelidir. 2- Talebelerin medrese etrafında kaldı kları yurtlar daha iyi hale so­ kulmalı ve talebelere gece etüdleri yaptırılmalıdır. 3- Talebeler sınıflara ayrılmalı, her sınıfta göreceği dersler tesbit edilmeli ve sene sonunda imtihana girmelidir. 4- Müderrisler dışarıda çalışmak mecburiyetinden kurtarılmalı , bü­ tün enerjilerini ve bilgilerin talebelerin iyi yetişmelerine vermeli sağlan­ malıdır. 5- Arapçanı n öğretilmesinde daha iyi bir metod takip edilmelidir. Yazmaya ve aritmetik öğrenmeye daha çok alaka gösterilmelidir. 6- Lisan dersleri için belirli günlerde talebelere egzersiz yapma imkanı tanınmalıdır; 7- Sınıf çalışmaları, yemekler ve çalışma saatleri dengeli bir şekilde organize edilmelidir." (32) Bu fikirler öncekiler kadar engelle karşı laşmamış ve müslüman ay­ dınlarca hemen kabul edilmiştir. Sonunda "Yeni Metod Medrese" orta32. Mehmet Saray, a.g.e., s: 193- 194 27


ya çıkmışt ı r. Bu medreselerin de yine en son girdiği yer Türkistan'dır. Yeni eğitim sistemi üç safhadan meydana geliyordu: " 1 - Mektepler, medrese öncesi hazı rlık safhası idi. Daha sonra altı yillık, ortaokul mukabilinde Rüştiye kısmı nda okunuyor, isteyen bu bö­ lümden sonra devam etmeyebiliyordu. Bu durumda ilk mekteplere öğ­ retmen olabiliyordu. 2- İ kinci safhada lise bölümü vardı. R üştiye gibi altı sene devam eden bu lise (idadi) yi bitirenler de yine öğretmenlik yapabiliyorlardı. 3- Son safha üç yıl sürüyordu ve Galiye adını taşıyordu. Buradan mezun olanlar da ya medreselere hoca ya da yüksek seviyede din adamı olabiliyorlardı." (33) ü ç bölüm de birbirinden ayrı olduğu için isteyen istediği bölümde sı­ rasına göre okuyabiliyor ve istediği bölümden mezun olabiliyordu. Dersler ise başta verilen reform tasarı na göre düzenlenmişti. "Yeni Metod Medreseler" halkı n yardı mıyla yapı labiliyor ve vakıfların da desteği ile ayakta kalmaya çalıyorlard ı . 1894- 1 905 yı lları arasında 9 yeni medrese açılabilmişti. ilk olarak da Kazan, Ufa, Orenburg, Bahçe­ saray ve Bubi şehirlerinde kurulmuştu. UsOl-i Cedid mekteplerinin sayısı 1 91 4 yı l ı nda bütün engellemele rağmen 5000'e ulaşmıştı. Medrese ve mekteplerin Rusya müslümanları arasında hızlı yayıl­ masının belki de en mühim sebebi, Tercüman'da yayı nlanan yazılard ır. Yazılar, sadece Tercüman'da çıkmıyordu. Eğitim hakkında yaz ılan ya­ zılar, Orenburg'taki Vakit gazetesinden, Kazan'daki Yıldız gazetesine, Azerbaycan'daki Molla Nasreddin ve Füyuzat dergilerine kadar yayın organları vasıtasıyla bütün Türkistan'a yayılıyordu. Sonunda 1 901 yılında Münewer Kari (34) tarafından Türkistan'da da usQl-i cedid mekteplerinin ilki açıldı . 33. Mehmet Saray, a.g.e., s: 194. 34. Münewet Kari: Türlcistan'ın yetiştirdiği en büyük inkılapçı/adandır. Gaspıralı'yı ömek alarak hem usül-i cedid mekteplerine hoca yetiştirmiş, hem de hocalık etmiştir. Ayrı­ ca bu mekteplerde okutulan bazı ders kitaplarını da bizzat kendisi yazmıştır. 28


Yetiştirdiği idealist hocalar sayesinde, Münewe Kari, Taşkent'teki okulların sayısını 1 6'ya yükseltmiştir. Buhara, Hive, Semerkand ve Taşkent gibi yerlerde de açılan yeni mektepler Gaspıralı'nın hedefine ulaştığını göstermektedir.

3. " DİLDE, FİKİRDE İŞTE BİRLİK": a) Dilde Birlik: Tercüman gazetesi "Dilde, Fikirde, İ şde Birlik" sözünü şiar edinmiş­ ti. Gasp ı ralı Türkler'in bir bütün olduğuna inanıyordu. Onlara Tatar,

Azeri, Başkırt, Özbek gibi izimler verilmesinin doğru olmadığını biliyor ve bütün bu isimlerin sadece bölmek, parçalamak ve dağıtmak ama­ cıyla verildiğini savunuyordu. Fakat "Birlik" kelimesini telaffuz etmeden önce medeniyet ve eğitim sahasında halkı şuurlandı rmak gerektiğine inanıyor ve bu yolda çaba saıfediyordu. Yazdığı yazılar, onun, "birliğe" giden yolda nasıl gayretle çalıştığını gösterir. Cemaatten millete geçiş olmadan hiç bir siyasi hak talep edilmeye­ ceği için muhakkak eğitim ve medeniyet sahası nda halkı şuurlandı r­ mak gerekiyordu. "Gaspı ralı'ya göre, dilleri özde bir olan R usya hakimiyeti altındaki Müslüman Türkler, zaten pek mahdut olan imkanları dahilinde, hepsi için anlaşılabilecek tek bir Türkçe'yi edebi dil olarak benimseme yoluy­ la hem kolaylıkla basılı edebiyatı geliştirebilir, hem de bu sayede ilim ve maarifin geniş kitlelere yayılabileceği yeni bir maarif sistemi kurabi­ lirdi. (.) Bir Türk halkı ndaki medeni noksanlığı, mesela ders kitapları nı veya gazeteleri, aynı edebi dili kullanan öbür kardeş halktan temin et­ mek mümkün olabilirdi. Buradan yola çıkarak, gelecekteki milli mesele­ ler için tek bir millet adından sağlam bir cephe halinde çıkış yamak mümkün olacaktı."(35) Gasp ı ralı'nın istediği öyle bir dildi ki, konuşulduğu ve yazıld ığı za­ man " İ stanbul'daki hamal ve kayıkçı ile Şarki Türkistan'daki deve sürü­ cüsü ve koyun çobanı da" bu dili anlayabilmeliydi. 35. C. seydahmet Kırımer, a.g.e., s: 165 29


Gaspıralı'nın subay olmak niyetiyle geldiği İ stanbul'da, o sırada, Türk dili münakaşaları yapılıyordu. 1870'1i yıllarda O smanlı ayd ınlarının yaptığı tartışmalar, 1874'te istanbul'da kalan Gaspıralı'yı oldukça etkile­ mişti. Ahmet Mithat Efendi, Şemsettin Sami, Mehmet Emin ve Necip Ası m Beyler ile tanışan Gaspıralı, onlarla dostluğunu ömrünün sonuna kadar devam ettirmiştir. Türkiye'nin pekçok meselesiyle yakından ilgilenmiştir. 27 Haziran 1 91 4 tarihli ' İ kdam' gazetesinde kendisi ile yapılan " İ bret Alınacak Söz­ ler" başlıklı röportajda şunları söylemiştir: "Ben öyle görüyorum ki, Türkiye'de maarifin temin ve inkişafı her memleketten kolay olacaktır, çünkü Anadolu halkının maarife, mekte­ be, tahsile, büyük ve gayet tabii ve hakiki bir aşkı var. Hatta Türkler'in Avrupalılar'dan ziyade tahsile heveskar olduğunu itiraf etmemek onlar hakkında iftira etmek demek olur. Türklerde çocuğun tahsile başladığı gün bir bayram sayılır, bu hangi millette var? Eğer Türkler lisanlarını biraz daha sadeleştirmiş, kı raat ve imlayı tahsil edecek surette hurüf-ı savtiyeyi istimal etmeye başlamış olsalar­ dı, beş-altı seneye kadar R usya müslümanlarıyla lisanları suret-i kat'iyyede birleşmiş olurdu. Bundan husüla gelecek faydaları izaha ha­ cet yoktur sanırım." (36) Sadri Maksudi Arsal " İ smail Bey, bütün Türkler için umumi bir dil lü­ zumunu herkesten ewel anlamış ve ileri sürmüş bir mütefekkirdir. Ya­ zıcılık hayatının ta başından sonuna kadar bütün Türkler için umumi bir edebi dil gerektiği fikrini neşretmeye çalışmıştı r. "(37) diyor. Umumi dil fikri, evet, ama hangi şive ortak dil olmalıydı? Gaspı ralı , Osmanlı Türkçesini düşünüyordu. Çünkü b u dil, bir imparatorluk dili haline gelmişti. Fakat pekçok Arapça ve Farsça kelimeyi ihtiva etmesi, anlaşılır olmasını güçleştiriyordu. Bu yüzden anlaşılmayan kelimeleri atan Gaspıralı, bunların yerine Kırım Türkçesi ile başka şivelerden aldı­ ğı kelimeleri bir araya getirerek yeni bir yazı dili oluşturmuş ve bu lisanı da "Tercüman" gazetesinde kullanmıştır. Gaspıralı'nın Türkiye Türkçesi'ni tercih edişinin bir başka sebebi de, 36. Sadri Maksudi, Türl< Dili İçin, 1930, s: 234-235. 37. Sadri Maksudi, Türl< Dili İçin, 1930, s: 234-235.

30


1 9.yy'ın başlarından itibaren, Çarlık hükümetinin Türkler arasına R us göçmenleri yerleştirmeye başlaması ve Türk boyları arasında mahalli­ milli birer dil ve edebiyat yaratma gayretlerine bir kısım aydı nların bil­ meyerek, bir kısmının ise kasden alet olmalarıd ı r. 1 905 inkılabı ndan sonra ise bu akımlar daha da fazlalaşmaya başladı . Bu tarihten itiba­ ren "Müslümanların bulunduğu büyük şehirlerin çoğunda Türkçe gün­ delik gazeteler ve haftalık dergiler yayınlanmağa başladı. İ smail Bey, Kazan'da çıkan gazetelerin çok dar ve yerli Türkçesi'ne (Tatarca) çatı­ yor ve Türk birliğine zararlı bir harekette bulundukların ı iddia ediyordu. Bütün R usyalı Türk aydı nları arasında Türkçülük ve Tatarcılık konusu, akademik bir tartışma haline geldi. Kazanlı yazarların çoğu Türkçülük' ten yana oldular .. "(38) İ smail Bey, bu düşünce istikametinde her şiveye ait edebiyat ve folklor araştı rmaları yapılmasını destekliyor, fakat yayınların bu şiveler­ de yapılması na razı olmuyordu. İ smail Bey, dilde birlik düsturunun esasları nı şu şekilde belirlemiştir: 1 ) Mümkün olduğunca Türkçeden yabancı dillerin kaidelerini at­ mak, 2) Okur-yazarların bile anlamayamadığı Arapça, Farsça tabirleri kullanmamak, 3) Her şivede pek kaba olmayan yerli kelimeleri Osmanlı-Türk yapı­ sına uydurmak suretiyle kullanmak. Dil birliği konusunda mümkün olduğunca açı k ifadelere başvuran Gaspıralı, her zaman meslektaşlarını sade dil kullanmaya teşvik etmiş­ tir. 1 906'da Azerbaycan'da çı kmaya başlayan "Füzuyat" mecmuasının yayın müdürüne bu hususla ilgili ricalarını bildiren bir mektup yazması da bu fikrinin bir ifadesidir: "Füyuzat'ı n birinci sayısını aldım. Güzel tertib ve tab olunmuş, hayır­ lı olsun. Lisanını biraz daha sadeleştirirseniz avam arasında daha ziya­ de münteşir mucib olurdu. Zannı ndayım. Yazmaktan usanmıyorum, lakin lisansızlı ktan canı m yandı . Volga, Kazan ve bu aralık çıkardıkları 38. Abdülkadir İnan, Dış Türkler'de Kırk Yıl Önceki Yazı Dili Meselesi, Türk Dili, Belle­ ten, Ocak-Aralık 1948, Siri ili, Sayı: 12-13 İstanbul., 1949, s: 9. 31


gazetelerin muhtelif ve kaba dilleri ve Tatarlıkları Millet gazetesinin te­ sisine beni mecbur etti. Sade Türkçeyi intişara mahsus olacaktı r.(39) O sırada i stanbul'da da şair ve yazarlar "Yeni Lisan"ın peşindeydi­ ler. Neşrolunan her yazıyı takip eden Gaspıralı, devrin Türkçe şiir ya­ zan ünlü şairi Mehmet Emin Bey'e 1 2 Mart 188 9'da şu mektubu yazar: "Kanunuewel üç tarihli mektubunuzu yedisinde al ıp hediye buyur­ duğunuz 'Türkçe Şiirler'e sevindim gelmesine muntazır kaldım. Rusya nizamınca asar-ı şarkiyye, postadan doğruca Tiflis sansürhanesine yollanıp muayeneden sonra adreslerine gelir .. . Bundan dolayı eserinizi pek geç aldım. O kudum, pek ziyade ferahlandım. Eserleriniz hakkında edeceğim mütalaayı Ş.Sami Beyefendi yaz­ mış, tekrarına hacet yoktur. Bir denilecek kalmış ise, şiirlerinizin lisa­ nı ndan maada efkarı da i stanbul'un 'mahitap'tan, 'kara saç ile mavi göz'den ibaret asar-ı Şi'riyesinin cümlesine faik olduğudur. Cübbeleri kıyamet olan efendilerin bastonları , jaketleri alamet olan şık beylerin usulüne muhalif sade ve 'kaba' Türkçe kalem çekmek büyük cesaret­ tir; asar-ı edebiye ve şi'riye arası nda böyle mesleki bir eser araştırmak Türk alemine büyük bir hizmettir ki, derunen tebrik ediyorum. Türk alemine dediğim mübalağa zannolunmasın. Mübalağayı ne severin ve ne de ederim; doğrusudur; çünkü şiirlerinizi Edirne, Bu rsa, Ankara, Konya, Erzurum Türkleri anlayıp, lezzetle okuyabilecekleri gibi Tiflis, Tebriz, Şirvan, Horasan, Türkistan, Kaşgar, Deşt-i Kıpçak, Sibir­ ya, Kazan ve Kırım Türkleri de okuyacaktır ki, bu şerefe Fuzuli ve Nabi nail olamadılar. Kırk, elli milyonluk ve otuz asırlık aleme iptida bir karı­ şık oğul balını yediren siz oldunuz ki, size şereftir, bize saadettir! Tek­ rar tebrik ediyorum. Tercüman'ı n da çabaladığı bu yolda hizmettir, sadece ve 'kaba' lisa­ nıdır ki, Dersaadet'in hamal ve kayıkçılarına Çin dahilinde bulunan Türk devecilerine ve çobanlarına, gazeteyi tanıtmıştır. Kazan'da, Sibir­ ya'da olduğu gibi Tebriz ve Horasan'da da Bahçesaray dilini öğrenme­ ye meyil doğurmuştur. 39. Ahmet Caferoğlu, İsmail Gaspıralı, Ölümünün 50. Yıldönümü Münasabeti ile Bir Etüd, İstanbul, 1964, s: 13. 32


İ stanbul edebiyatının mesleksiz devamında ve tutukuşu lisanından usanmış, kararmıştım. Şiirleriniz büyük teselli oldu. Bunun için de Allah sizden razı olsun. Size kardeşçesine gazetemi takdim ediyorum. Duhulü memnun değildir. Lakin sansürle posta müvezzilerine emanet edemeyip R usya postanesinde kalmak üzere adres yazdın. Her salı günü gönderip alı rsanız pek memnun olurum . . . Baki dua ve uhuv­ vet.. ."(40) Bu arada dil ile ilgili çalışmaların yayılmasında en etkili yol da orta­ ya çıkmış oluyordu: Basın. O dönemin göze çarpan ve geniş bir haberleşme ağır kuran bası n organı ise Tercüman gazetesi idi. Hatta Ziya Gökalp d e Tercüman için "Bütün Türkler'in aynı lisanda birleşmelerinin kabil olduğuna bu gaze­ tenin vücudu canlı bir delildir." demişti.(41 ) Tercüman gazetesi hem usCıl-i cedid mekteplerini, hem ortak bir dili meydana getirmeye vasıta olmuştur. Gazeteyi Paris'te bulunan Türk gençleri bile heyecanla takip etmiştir. Bu gençlerden birisi de Sadri Maksudi adı nda Kazanlı bir aydınd ır. Ö nceden tan ıdığı İ smail Gasp ıralı , b u gence Paris'ten göndereceği yazılar kaşılığında para gönderebile­ ceğini söylemiş ve göndermiştir. Fakat genç Sadri Maksudi para mu­ kabilinde ilk başlarda yazı gönderememiştir.Vefa borcunu ise asla unutmamış olan bu bilgili delikanlı Tercüman gazetesinin yayınlanma­ sının yirminci yılında bir jübile hazırlamak ister. Sadri Maksudi Bey şöy­ le anlatıyor: " . . . . Bir gün Yusuf Bey (Akçura) beni talebe lokantalarından birinde buldu. Gaspıralı İ smail Bey'den mektup aldığını, birkaç ay sonra 'Ter­ cüman' gazetesini çıkarmağa başladığının yirminci yıldönümü olacağı n ı yazdığını söyledi v e ş u sözleri ilave etti: Başka millette olsa idi, bu mü­ nasebetle bir jübile yapılırdı, millet o adama karşı hürmet ve şükranını bildirdi dedi. Ben 'Biz de yapalım' dedim." Yusuf Bey'in: 'Çok iyi olurdu, imkanı var mı? Jübile yapmak bizim 40. Mektup Türk Yurdu dergisinde yayınlanmıştır. Yıl: 3 cilt: 6, sayı: 12, s: 359. 41. Ziya Gökalp, Türkçülüğün Esasları, İstanbul, 1970, s: 18. 33


elimizde mi?' demesi üzerine, ben : 'Jübile yapılması için biz teşebbüs­ te bulunabiliriz, initiative alabiliriz' dedim ve neler yapılabileceğini söy­ ledim. Yusuf Bey, her zaman olduğu gibi, kendine mahsus bedbinlik ile nikbinlik arasındaki bir tavır ve tonla; 'Yapalım!" dedi. O gün her ikimizin de dersleri vardı. Ayrılacağımız zaman, Yusuf Bey yapılabilecek işleri, gelecek görüşmeye kadar, tahriren tesbit et­ memi rica etti. Ben de 'Jübile' yapı lması için alınması lazım olacağ ını tahmin ettiğim tedbirleri tahriren tesbit ettim. Bu planın hülasası şu idi: Şimdilik Yusuf Beyle benden mürekkep bir teşebbüs komitesi teşekkül edecek, bu komite tarafından İ smail Bey'in 'Tercüman' vasıtasıyl a yap­ tığı milli hizmetleri anlatan ve 'Tercüman'ın yirminci yılını ikmal etmesi münüsebetiyle, milletin ona karşı beslediği hürmeti tebarüz ettirmek üzere, bir j übile yapılması gerektiğini izah eden bir broşür hazı rlanacak ve bu broşür Türkiye ve R usya'daki tanınmış kimselere mektup şeklin­ de, kapalı zarf içinde gönderilecek. .. Yusuf Bey plan ı tasvip etti, seslendi ve gülerek: ' O halde şu andan itibaret kendimizi komite ilan edelim!' dedi. Bundan sonra ben: 'Siz ağabeyimsiniz, sizin reis olmanızı rica ediyorum' dedim. Yusuf Bey ka­ bul etti ve işe başladık. "(42) ...... İ smail Gaspıralı , arada sırada Abdülhamit rejmini tenkid ettiğin­ den ve tasarlanan jübile konusunda Osmanl ı hükümetinin takınacağı tavır belli olmadığı ndan, Jübile'ye çağrı broşürünün Türkiye'dekilere gönderilmesini Yusuf Akçura münasip görmez. Bu bakımdan broşürü, Kazan Tü rkçesi ile kaleme almak vasifesi Sadri Maksudi'ye düşer. Broşür yazıldıktan ve Yusuf Akçura tarafı ndan gözden geçirildiken sonra, 1 00 adet basılması, için Yusuf Akçura'n ı n Cenevredeki Mahir Sait adl ı , matbaa sahibi bir arkadaşına gönderirilir. Basılıp geldikten sonra, iki arkadaş, Sadri Maksudi'nin odasında oturup, 1 00 zarf üzeri­ ne daha önce haz ı rlanmış listedeki isim ve adresleri yazarak broşürü Rusya Türkleri arasındaki Kazanlı, Kırımlı, Azerbaycanlı, Türkistanlı belli başlı kimselere postalarlar. Burada söz yine Sadri Maksudi'nin: "Bu broşür R usya Türkleri arasında İ smail Bey için bir jübile yapıl42. Adile Ayda, Sadri Maksudi Arsal, Kültür Bakanlığı, Ankara, 1991, s: 30-31.

34


ması lehinde cereyan yarattı ve hakikaten, 1 903 senesi ilkbaharında, münewer milletseverler Bahçesaray'da toplandı . İ smail Bey için, 'Ter­ cüman'ın yirminci senesini ikmal etmesi münasebetiyle, parlak bir tö­ ren yapıld ı . Bu tören ve toplantı R usya Türkleri'nin ilk milli kongresi mahiyetini aldı. Bu içtimada türlü vilayetlerden gelen münevver Türk­ ler, ilk defa olarak, Rusyaya tabi Türkleri alakadar eden milli mesele­ ler, milli kültürü yaşatma çareleri ve Çarların R uslaştı rma siyaseti ile mücadele için alı nması lazım olan tedbirler hakkında görüşmüş oldu­ lar. 'Tercüman'ın jübilesi Rusya Türkleri'nin milli uyanış tarihinde yer alan bir vaka oldu ... Bu ilk kongreden sonra kongreler birbirini takip et­ ti."(43) Bu çalışmalarından dolayıdır ki o Türk dünyasının "Baba"sıd ı r. Onun için denilebilir ki; "Türk dilinin birinci ıslahçısı Ali Şir Nevavi ise, ikincisi hiç şüphesiz İ smail Bey'dir". (44)

b- Fikirde Birlik: O rtak Türkçe'yi meydana getirip Türk illerinde yaydıktan sonra "fi­ kirde birlik" kolay olacaktır, diye düşünen Gasp ı ralı'yı zaman haklı çı­ karmıştır. Netice de bu hareket yeniden uyanış ve diriliş manasına gel­ miştir. c-

İşde Birlik:

Gasp ı ralı İ smail Bey, bu prensibin gerçekleşmesini, sonraki nesille­ re bırakmıştır. Bu konuda "Bazı düşünceler vardır ki, bize yasaktır. On­ ları bizden sonra gelecek nesillere bırakalım. Biz manevi birliği yapılım, dilleri birleştirelim, siyasi birliği başkaları düşünsün."(45) diyor. Söylediği bu sözlere karşılık yine de Tercüman' ı n 25. yılı kutlamaları esnasında, matbaa yakınında bulunan iki kaya arasına astığı bir bez afişe " İ şte Birlik" prensibini resmetmeyi, ihmal etmemiştir. Bu resim Kı­ rım hanlarının arması olan "Tarak Tamga" idi. Gaspıralı İ smail Bey, sadece Türk dünyası na değil, bütün İ slam ale­ mine ilgi göstermiştir. O, baştan beri müslümanların çektiği eziyeti bili43. Adile Ayda, a.g.e., s: 31-32 44. R. Fahrettin, Ti/ Yarışı, Orenburg, 1910'dan aynen aktaran Cafer Seydahmet Kırı­ mer, s: 74 45. Nevin Oktay, "Esir Milletler ve İsmail Gaspıralı", Türk Kültürü, Temmuz 1964, s: 12. 35


yor, geri kalmışlığı ortadan kaldı rmanı n yollarını arıyordu. "Dilde, Fikir­ de, İ şde Birlik" prensibini Türkler için önemli idi. Usul-i Cedid ise, Türk­ ler dışında kalan diğer müslümanları n da işine yarayacaktı. O, yaptığı gezileri Türk illeri ile sınırlamıyor aksine diğer İ slam mem­ leketlerine de gidiyor ve fikirlerini buralara yaymanın yollarını arıyordu. İ stanbul'a yaptığı seyahat esnasında, gayri müslimlerin iş sahasın­ da hakim oldukların ı , müslümanların ise fakirlik içerisinde bulundukları­ na şahit olmuştur. İ stanbul'daki yardım cemiyetleri de ekseriyetle gayri müslimlerin elindeydi. Bunun üzerine şunları söyler: "Görülüyor ki Yahudiler beyni nde (arası nda), hissiyat-ı cemiyet yok değilmiş, Fener'de cemiyet-i edebiye, Hasköy'de komitet-i hayriye (Ha­ yır komitesi), Beyoğlu'nda kızı l sosyete (kızılhaç) mevcut oldukları hal­ de, bunlara aşar (benzer) Cemiyet-i Osmaniye var mı acaba? Bizim Rusya'da her milletin cemiyet-i hayriyeleri vard ı r. Müslüman­ ların yoktur: çünkü gerideyiz. Tertip etmiyoruz ve cami merdiveninde bulunan dilenciye beş para vermekle, vazife-i insaniye eda edilmiş bili­ yoruz. Yani, bizde cemiyet-i hayriye ve edebiyelerin vücuda gelmeme­ si, hissiyat-ı cemiyet peyda eder dereceyi bulamadığımızdandır."(46) Bu şekilde kaleme alınan yaz ı lardan sonra hayır cemiyetleri de ku­ rulmaya başlanmışt ı r. Ona göre müslümanların geri kalmaları nın sebe­ bi din değildi. Çünkü İ bn-i Sina, Farabi, Ali Kuşçu gibi büyük insanlar da müslümandılar ama kendi zamanların ın en iyi buluşlarını, düşünce­ lerini ortaya koymuşlardır. Gaspıralı bu yolda müslümanları uyandı rmak maksadıyla Hindistan ve Mısır'a gitmiştir. Mısır seyahatinin sebep ve neticeleri, Gaspıral ı'nın yaptıkları nı A.Battal Taymas şöyle naklediyor: (47) "Kırım ası llı Seyid Ö mer adlı talebe geldi ve şu haberi getirdi: Meş­ hur İ smail Bey Gasprinskiy Kahire'ye gelmiş, biz K ı rı mlı talebeleri ara­ mış, geçici bir gazete çıkaracakmış, bu gazete için Türkçe yazdıklarını 46. C. Seydahmet Kırımer, a.g.e., s: 67. 47. Adul/ah Battal Taymas, "Ben Onu Gördüm", Türl< Kültürü, V/169, Temmuz 1969, s: 650. 36


Arapçaya çevrilebilecek bir hemşehri arıyormuş. Seyid Ömer Efendi bana hitaben: 'Biz sizi söyledik, isterseniz oteline gidip kendisiyle görü­ şelim.' dedi. Ertesi gün gittik. Bu ünlü Türk'ü hayatı mda ilk defa göre­ cektim. Üstad bizi yeşil renkli bir Buhara çapanı (abası) giymiş olduğu halde ayakta karşıladı. Karşısında durduğumuz bu ulu kişi ortadan bir parça yüksek boylu, beyzi yüzlü, çekme burunlu, keskin bakışlı bir zat­ tı. İsmail Bey: 'Fransızca renaissance kelimesinin arapçası ne ise, yeni gazetenin adı da o olacak' dedi. Biz uzun boylu düşünmeden En­ nahza kelimesini ileri sürdük. O da bize güvendi ve bu adı kabul etti. Ücret ve başka şartlar söz konusu olmadı . Gazeteyi bu isimle orta boy dört sahife olarak çıkarmaya başladı k, 2-3 çıkardık da kapattık." Bu arada 8 Nisan 1 905'te, Petersburg'ta Abdürreşid İbrahim'in evin­ de Ali Merdan Topçubaşı, Ahmet Ağaoğlu, Ali Hüseyinzade, Alim Mak­ sud, Bünyamin Ahmet siyasi bir parti kurmak için biraraya gelmişlerdi. "Müslüman İttifakı" adını verdikleri siyasi partinin ikinci istişari top­ lantısı 20 Mayıs 1 905'te yapıldı. Çistoy'da Zakir Hazret adlı birinin kızı için düzenlediği düğün töreninde imamlar, talebeler, zenginler, yazar­ lar ve gazeteciler katılır. Çünkü bu düğün sı radan bir düğün değildir. Rusya'nın hemen her tarafı ndan misafirlerin katıldığı bu düğün yeni fi­ kirlerin oluşması için gerekli zemin durumundaydı . Abdürreşid İbrahim düğün maskesi altındaki bu toplantıda "Neşr-i Maarif" adlı bir dernek kurulmasını teklif eder. Bu teklif hakkında kesin bir karar alınmaz ama Mekerce Fuarı'nda toplanması h usus tekrar edilir. Toplantı kararı İçiş­ leri Bakanlığı ve katılacaklara bildirilir. Bu arada çeşitli yayın organlarında Mekerce Fuarı'nda yapılacak toplantı ile ilgili çeşitli makaleler yazılı r, hazırlıklar başlar.

1. 1. TOPLANTI (15 Ağustos 1905): Toplantı için validen izin isteyen kurucu grup izin çı kmayınca bir hi­ leye başvurdu. Toplantı nehir üzerinde bir vapurda yapı lacaktı. Ağustosun 1 O'una doğru Türkler'in çoğunluğu oluşturduğu İdil-Ural, Kırı m, Kafkasya, Türkistan ve Sibirya'dan gelen temsilciler fuara akı n etmeye başlarlar. 37


Bakü'den Ali Merdan Topçubaşı , Bahçesaray'dan İsmail Gaspıral ı , Kazan'dan Seyid Giray Alkın, Yusuf Akçura, Fatih Kerimi, Ulemadan Kadı Abdü rreşid İbrahim, Musa Curallah Bilgi, Abdullah Apanay; zen­ ginlerden Troyski'den Veli Yauşev, Orenburg'tan Zakir Rami, Ahmet ve Gani Hüseyinov biraderler; eski subaylardan ve arazi sahiplerinden Kutluay Mirza Tevkilev, Şah Haydar Sırtlanov, Selim Gerey Cantüre gelen şahısların belli başlı larındandı. Fakat valinin örfi idareyi bahane ederek kongreye izin vermemesi ge­ lenleri rahatsız etti. Mücadeleyi bırakıp gitmek taraftarı değillerdi ve Mol­ la Ali Yauş bu arada Bakülü misafirleri için bir yemek verdi. 25 kadar ki­ şinin katıldığı yemekte izin istemek için tekrar müracaat edilmesine karar verildi. Fakat 1 4 Ağustos'ta Ebussuud Ahtem'in yaptığı müracaat redde­ dildi. Bunun üzerinde Abdurreşid İbrahim bir gemi kiralayarak Oka nehri üzerinde toplantı yapı lmasını teklif etti ve görüşülen teklif kabul edildi. Çünkü vapurda toplantı yapmak yasaktı r, diye bir kanun yoktu. Kongre başkanlığına İsmail Gasp ı ralı seçildi. Bu kongrenin sonunda alınan en önemli karar "Müslümanlar İttifakı" adıyla alınan birleşme ka­ rarıd ı r. Ayrıca bu ittifak zaman zaman toplanacak ve şubeleri -ki adına mahalli meclis denmiştir- kurulacakt ı . (48)

2. il. TOPLANTI (1 3, 23 OCAK 1 906) Toplantı Petersburg'da yapılmıştı r. Rusya'n ı n çeşitli bölgelerinden gelen delegeler burada iki hafta kaldı lar. Dört beş kez bir araya gelebil­ diler ve bu toplantıların birinde Ali Merdan Topcubaşı 23 maddelik "itti­ fak" nizamnamesini okudu, müzakere ettiler. E rtesi gün yapılan toplan­ tının ardından Kur'an-ı Kerim'e el basan heyet " İttifak" için çalışacakla­ rına yemin etti ve nizamnameyi oy birliği ile kabul etti. Sonra da Du­ ma'ya milletvekili sokulması için Rus hükumetine müracaat etme kararı verildi. Bu toplantıda alı nan kararlar da hükumete bildirildi.(49)

3. 111. TOPLANTI (1 6-21 Ağuston 1 906) Bu toplantı da birincisi gibi Mekerce Panayı rı'nda yapı lmıştır. Fakat 48. Kongrede alınan kararlar kitabın arkasında ayrıntılı olarak verilmiştir. 49. Karar ve ittifak nizamnamesi kitabın sonuna ilave edilmiştir. 38


arada bir büyük fark vard ı. Bu ana kadar yapı lan bütün toplantılar yet­ kili makamlardan izin alınamadığı için gizli yapılmışt ı . Oysa bu kongre ilk aleni toplantı idi. 1 1 1 . toplantı içinde için alınmaya çal ışılmış fakat Rus hükümetinden menfi cevaplar gelmiştir. Bunun üzerine Kadı Abdürreşid İbrahim, Alim Maksud, Lütfullah İs­ hak izin almak için bir yol d üşünüp bulmuş ve buldukları formüle uygun bir dilekçeyi İçişleri Bakanlığı'na yollamışlardır: " . . . Rusya mutlakiyetinin en sad ı k bendeleri olan biz Rusya Müslü­ manları , panislavizm fikrinin ve halkın geleceğini tehlikeye sokan sos­ yalizm, anarşizm gibi yıkıcı düşüncelerin geniş ahlak kitlesine nüfuz et­ mesinden endişe ederek ve bu fikirlerin İslamiyetin kurallarına da aykı­ rı olduğunu gözönüne alarak, bu nevi akı mlarla mücadeleye !-.arar ver­ dik. Rusya Müslümanları dıştan gelen yeni fikirlerden uzaktırlar. Biz, çarımız ve tahtına, atalarımız gibi panislavizm gibi fikirlerin yayılmasına karşı aşağıdaki hususları görüşmek üzere bir toplantı yapabilmemiz için müsaadelerinizi ricaediyoruz: 1 . Basında şeriata aykırı çıkan görüşlerle mücadele; 2. Molla, müftü ve şeyhülislamların halk tarafı ndan seçilmesi ve din adamlarının mali durumunun ıslahı ; 3 . Mektep ve medreselerin mollaların elinden alı narak halkın idare­ sine verilmemesi ve ıslah edilmesi; 4. Din adamları nı n maddi durumlarının düzeltilmesi için gereken meblağı toplama, eğitim için yapılacak teberrular ve vakıflar mes'elesi. "(50) Bu maddelerin muhtevası sebebiyle toplantıya izin verildi. Bu top­ lantı izinli olduğu için diğer toplantı lara nazaran daha çok kişi katı lmış­ t ı r. Kongre başkanı Ali Merdan Topçubaşı oldu. İlkönce Yusuf Akçura ve İsmail Gaspı ralı'nın konuşmaları ile başlatılan müzakere zemininde çeşitli delegelerin teklif ve tenkitleri ile gündem yeniden ol uşturulmaya başlandı . (51 ) 50. Nadir Devlet, a.g.e., s: 88

5 1. Abdürreşid İbrahim verilen dilekçeye sadık kalarak siyasi bir maddeye ye( verme­ mişti. Fakat 'İttifak'ın temsilcileri artık siyasi bir teşkilat olmanın zamanının geldiğine inandıklarından gündem maddelerine karşı çıktılar. 39


En önemli müzakere konusu ise eğitimdi. Bu sebeple Kazanlı öğ­ retmen Abdullah Apanay'ın başkanlığında 1 5 kişilik bir komisyon kurul­ du. Komisyon eğitim hususunda bir rapor haz ı rlad ı . Kongre 31 madde­ lik bu raporu değerlendirdi ve kabul etti. (52) Raporun en önemli maddesi ortak eğitim yolunda yapılacak çalış­ malarla ilgiliydi. Ortak şive hususunda da Türkiye Türkçesi hedef alın­ mıştı . Bu maddenin karar olarak ortaya çı kmasında Rus Eğitim Bakanlı­ ğı'nın hazı rlandığı "31 Mart Kuralları" diye bilinen bir kanun serisi de et­ kili olmuştur. 31 Mart 1 906'da 37 maddelik bir eğitim programı , bütün vilayetlerdeki öğretmenlere yollanmıştı. En önemli "kural" bütün Rus olmayan milletleri Rus alfabesini kullanmaya mecbur ediyordu. Bu madde Papas İlminsky tarafı ndan ileri sürülmüştü. Yı llarca Gaspı ra­ lı'nın fikirleri ile mücadele eden İlminskiy, ömrünü Rus olmayan millet­ leri Ruslaştırma yolundaki çal ı şmalara vakfetmiş bunda da büyük ba­ şarı elde etmiştir. Özellikle alfabe konusundaki bu teklifi yüzünden­ bugün bile- Türk boylarının birbirleriyle anlaşmaları zorlaşmıştır. İlminski'nin kuralları halk arası nda tepkiye sebep olur. (53) 1 1 1 . Kongrenin sonuda " İttifak" programının maddeleri okunarak mü­ zakere edildi. Ufak-tefek değişiklikler sonucunda program kabul edildi. Programın son şekli için 1 5 kişilik bir merkez komitesi seçildi. "Bu suretle 'İttifak' siyasi bir parti mahiyetini kazanmıştı. "(54) Kabul edilen program rejimi devirmek, ihtilalci bir havaya bürünmek gayesi ile yapı lmamıştı. En büyük amacı Rusya müslümanlarına kültür hürri­ yeti ve eşit haklar sağlamakt ı . Bu kongreler eksiklerine rağmen siyasi v e kültür boyut açısından mühim sonuçlar doğurmuştur. 4. MİLLETLERARASI MÜSLÜMAN KONGRESİ

İsmail Gaspı ralı, müslümanların biraraya geldiğinde meydana geti52. Komisyon raporu ektedir. 53. Tepkiye sebep olan maddeler ve bu konudaki tenkitler de kitabın sonundaki ektedir. 54. Nadir Devlet, a.g.e., s. 109 40


recekleri gücü özellikle Rus hükümetine göstermek, bu yolla manevi bir baskı oluşturmada kullanmak için "Milletlerarası Müslüman Kongre­ si" toplamaya karar verdi. Müslümanlar bi raraya gelirse ortaya koya­ cakları gücün karşısında kimsenin duramayacağına inanıyordu. Bunun için de hemen kolları sıvadı ve çalışmalara başladı . Müslümanların meselelerinin müzakere edilmesi için e n uygun yerin Kahire olacağını düşünen Gaspıral ı , önce Tercüman'ın Eylül 1 907 deki sayılarında bu meseleyi duyurmuş, sonra İstanbul üzerinden Mısır'a git­ miştir. Macar Türkoloğ Arminus Vambery abonesi olduğu Tercü­ man'dan aldığı bu heberi The Times gazetesine gönderdi. Bu yolla me­ seleyle ilgilenen yabancı sefir ve gazeteciler de Kahire'ye gelmişlerdir. İsmail Bey, şerefine verilen bir yemekte, Semiramis Otel'de konuk­ lara takdim edilmiştir. İsmail Bey, fikirlerini kısa ve öz bir biçimde konuklara açıklamış, iki gün sonra da (1 Kasım 1 907) Kontinental Oteli'nde bir toplantı yapa­ rak, burada 500-600 kadar çeşitli zümreleri temsilen gelen kişilere asıl maksadını daha geniş bir şekilde açıklanmıştır. Burada yaptığı konuş­ ma, meseleyi ele alışı açısından çok mühimdir. Gasp ı ral ı'nın bu toplan­ t ıda yaptığı konuşmayı kendi dilinden olduğu gibi aktarmakta fayda vard ı r: Hazerat! Alem-i İslamın hal-i haz ı rına dikkatle bakı lırsa her tarafta az-çok efkar uyandı rdığı görülür. Her tarafta muharrirülefkar gazetele­ rin çıktıkları ve bazı müzakere meclislerinin vaki olduğu bu güzel alametlerdir. Lakin bu güzel alametlere aldanıp gaflet caiz değildir, bel­ ki hatadı r, çünkü gayet geride nöbette kaldığı mızdan temin-i istikbal için pek çok gayretler, pek ciddi çal ışmalar iktiza edecektir. Şimal'deki Kazan'dan cenuptaki Mısır'a, mağripteki Fas'dan şarkta­ Cava'ya kadar nazar-ı teftişle ziyade, asar-ı tedenni görülecektir. Medreseler ve mektepler harap ve faydasız bir haldedir. Kisb-i sanayi rnahalliyeler ya münkariz oluş, ya olmak yolundadı r. Esnaflar sönmek­ tedir. Alemin ticaretinde hissemiz pek az kalm ıştır. UmOr-ı sarfiyede rnethalimiz olmadığı gibi, ticaret-i bahriyeden bi-haber bul unuyoruz. Oç yüz milyonluk bir milletin vapurlu bir şirket-i bahriyesi, beş milyon sermayeli bir bankası mevcut değildir. ki

41


Hazerat! Dikkat edin, cümlemizin esbab-ı taayyüşü ancak baba­ ecdattan kalma toprakların verdiği bereket-i tabiiye sayesindedir. Hü­ ner ve marifetle hasıl ettiğimiz şey pek azdır. Bereketli topraklarımız birçok şeyler hası l ediyor, onları alem pazarları na çıkarıp satmak eli­ mizden gelmiyor. Bundan başka bereketin bir hissesini malımızı nakle­ den ecnebi gemicilerine vermeğe mecburuz. Ticaret meydanı olan Av­ rupa, Amerika kıtaları aranı l ı rsa hiçbir beldesinde müslüman taciri bu­ lunmaz, bulunduğu takdirde müstesna kabilinden olur. Şarklı tacire rast gelinirse ya Ermenidir, ya Rumdur, ya Yahudidir, ya HindO; lakin Müslüman değildir! İş bu Mısır'da yirmi kadar Hint mağazaları var, gü­ zel ticaret ediyorlar ama hiçbiri Müslüman ticarethanesi değildir. Bizim Kazan'da ve Bakü'de her milletten tacir ve misafir bulunur ama, Hintli, ya da Mısır'lı bir müslüman tacir görülmez. Memalik-i hariciyede iş gör­ mediğimizden sarfınazar, kendi vatanımızda dahi aciz kalıyoruz. Turan ve İ ran' ın, Osmanlı ve Mısır'ın, Mağribin ve Hindin ticaret-i mahalliyesi, alışverişi yine ecenebiler elindedir! Hazerat! Yağmur yağar içeriz; yerden çıkar yeriz ile bugün dünyada ömür sürmek mümkün ise, yarın böyle hayvanca geçinmek ve rızk kasbetmek mümkün olamayacaktır. Bu miskinlik, bu faaliyetsizlik, bu hünersizlik sizleri bitirecektir. Ecnebisiz ve yalnız Müslüman işçileriyle İslam hükümetleri de iş göremiyorlar. Demiryolu, deniz rıhtımı, kanal, fabrika tesis olunacaksa ecnebi mühendislerine muhtaç kalıyorlar. Hülasa-i kelam mağripte Ribat şehri, şarkta Şahabat hep bir derece berbart; işgüzar olsa yaramıyor, Ali, Murat ve Hudadat; gerek oluyor ya Jorj, ya Ferdinant! Bir kavim veya millet iktidar-ı siyasiyesini ve istiklalini kaybetse evet, büyük yıkıntıdır, büyük ziyandır. Lakin faaliyeti kisbiye fıkdanile meydan-ı iktisat ve ticarette mevkiini kaybederse bir değil on defa zi­ yandı r ve inkı razın mebadisidir. UmOm İslamın teessüflü bu haline se­ bep nedir? Maarifsizlik, cehil denilirse bunların sebebi nedir suali geli­ yor. Milel ve akvam-ı ecnebiyeden sarfı nazar, bundan elli altmış sene mukaddem müslümanlarla bi rlikte yaşayan, müslüman adetlerine tabi bulunan Ermeniler, Rumlar, Bulgarlar, Farslar, Yahudiler ve Budiler bizlerle bir seviyede bulundukları halde, bugün temeddün ve terakkide bizlerden ileriye ne ile ve nasıl çıktı lar? 42


Hazerat! Bu halleri düşünmeliyiz, halimiz çok acı ve aşikar bir hal­ dedir. Lakin buna karşı göz yummak, bu hali seyretmek caiz değildir, hatadı r, günahtır. Bu halimiz, bu derdimizi seyretmek değil, caddeler­ de, meydanlarda bağ ı rıp, çağırıp söylemelidir. Yokluğunu gizleyen var olmaz, derdini söylemeyen şifa bulmaz. Derdimize, çaremize bakmalı­ yız, aksi halde dahilen çürüye çürüye bir gün düşer, yayıl ı r kalırız. Hazerat! Meselenin hallini, marazı n devası n ı benden istemeyiniz, fıcizlerinde bu kadar bilgi ve kuvvet yoktur. Ancak, çok senelerdir bu mesele ile uğraşıyorum, lakin çaresini bulamıyorum . . . Kavm-i necib-i, Arabın istida.d-ı medenisi ve faaliyet-i iktisa.diyesi tarih ile müsbettir. Kahraman Türkler'in yetiştirdikleri ulemanı n asarı , Semerkand ra­ sathanesinin harabeleri, bütün Asya'ya kanun ve intizam verdikleri bunların dahi istida.d-ı tabiilerine delildir. Akvam-ı Turaniye'den olan Finlandiyalı ların ve Macarları n faaliyet-i iktisadiye ve medeniyeleri cümle Türkler'in medeni istidatlarına diğer bir burhandır. Farslar'ın, İra­ niler'in tarih ve edebiyatları keza istidatlarına kefildir... Demek istiyo­ rum ki Arap, Türk, Fars ve H int akvam-ı İslamiyesinin bugünkü düş­ künlüğü hilkat ve tabiatları ndan ileri gelen bir hal değildir. Böyle ise fa­ aliyet ve temeddün yollarımızı kestiren din-i mübin-i İslam mı? Hayır, hayır! Müşerref bulduğumuz din-i İslam terakki ve temüddünün men­ baıdır, evvelce görülmüş terakkimizin,belki baş sebebi ve muharrikidir. Dinimiz bir kanün-ı mukaddestir ki 'cümleniz çalışı nız, cümleniz okuyu­ nuz, cümleniz tedbir ve sanaat ile yaşayınız' kaaidelerini amirdir, bizler ise hazırda bu evamir-i şerifenin tamamen aksini işliyoruz. İşsizlik, sa­ natsızlık, nadanlık hep bizde. Hikmet, halimizin burasındadır. İktisadi düşkünlüğümüze fikir ve akıl hareketsizliği, yani şark aleminde bir fikir, bir eser ve bir edip zuhuruna karşı garp aleminde yüz fikir, yüz eser, yüz edip başgösterdiği ilave olunursa, halimizin ne kadar müşkül oldu­ ğu daha güzel anlaşılmış olur. Aıem-i İslamiye'nin düşükünlüğüne bir derece Amerika kıtasının keşfi sebep olmuştur zannederim: Şark ve garbın eski yol ile ticaretinde memalik-i İslamiye umum kervansaraydı , büyük istifadeler ediyordu. Amerika'n ı n keşfi deniz ticaretine, deniz yollarına meydan açıp memalik-i İslamiye'ye sekte ve durgunluk getir­ di; bununla beraber Avrupa'da makinacılık terakki edip bizim eski usül tezgahların emtiası derece derece pazarlardan çekilip fabrika imalatı meydanı aldı, galebe çaldı. Bu haller inkar olunamaz, lakin bizleri yı43


kan, düşüren yalrrız bu olmasa gerekir. Belki daha ziyadesi fena adetlerimizde, evham ve türlü hurafattan ileri gelmiştir. . . Bu benim bir zannı mdır, hakikat-i hali keşfe iktidarım olmadığını yukarıda söylemiş­ tim. Böyle bir meselenin halli, esbab-ı tedennimizin keşfi ve devasının tertibi bir veya iki adamın iktidarı haricindedir. Binaenaleyh akl-ı kasiraneme göre asrı mızın ulemasından, fudalasından erbab-ı umür ve üdebası ndan mürekkep ve müteşekkil bir cemiyetin buna çalışmasına ihtiyaç vardır zann ındayım. Yani böyle bir meseleye ve böyle dertlere çareler bulabilir. . . Hemen şurasını acelece arzedelim ki, müslüman kongresi, mü'temeri İslami dediğimden panislavizm ya da siyasi bir iç­ tima akla gelmesin. Hutbemin başından beri söylediğim tedenni ve düşkünlüğe nihayet vermek, terakk-i içtimaimize ve i ktisadiyemize yol açmakla asrın terakkiyatından hissemad olmaz arzusundan başka bir şey olmadığı anlaşılmak gerekir. Binaenaleyh mevadd-ı siyasiden bah­ sedilmemek şeraiti tahtında mü'temeri İslamiye davet ve cem edilmesi­ ni zaruri görüyoruz."(55) Bu konuşma dinleyenleri heyecanlandırmaya yetmiş ve yapılan tek­ lifler karşısında "Dünya İslam Kongresi" için bir tertip heyeti seçilmiştir. Bu heyette Salimü'l-Basri (Başkan), Hüseyin Vasıf (Başkan Yardımcı­ sı) Muhammed Tevfikü'l-Bakri (Başkan Yardımcısı) Ahmet Hafız (Mu­ hasip) Ömer Lütfi (Sekreter), Ali Yusuf, Hasan Rafki, Musa Galip, İbra­ himü'l-Hilbavi, Muhammed Hüseyin, Yusuf Shad ık, Refikü'l-Azm, Hak­ kü'l-Azm, Hasan Bakri ve Muhammed Ahmedü'l-Şerif görev almışlar­ dır. Gaspıralı bu duruma üzülmüş fakat mücadeleden de vazgeçmemiş­ tir. 1 908 Şubatı'nda tekrar M ıs ı r'a gitmiş ve iyi Arapça bilen Kazanlı A. Battal Taymas ile birlikte "En-nazha" gazetesini ç ı karmaya başlamıştır. Bu gazetede başlayan seri makaleler diğer yayın organlarını da ha­ rekete geçirmiştir. Pek çok gazetenin yanı sıra Azeriler de "Molla Nas­ reddin" de Gaspıralı'yı destekleyen makaleler yazmışlardır. Kongre hazı rl ı k komitesi hazı rlıkları nı tamamlayarak ilgilileri 1 908 Eylül veya Kası m ayında yapılacak kogrenin davetiyelerini gönderme­ ye başladılar. Fakat yer hususunda bir anlaşmazlık baş gösterdi. Bu sı­ ralar Türkiye'deki "İttihat- Terakki Hareketi" Temmuz ayında il. Meşru55. CaferSeydahmet Kırımer, a.g.m., s: 1 19- 122 44


tiyet'in ilanını sağlamış ve yönetimi ele geçirmişlerdi. İşte bu yeni yöne­ tim kongrenin İstanbu!'da yapılmasını istemiş ve İsmail Bey çok zor du­ rumda kalmıştır. O da gayet yumuşak bir tarzda bütün hazırlıklar ta­ mamlandığı için böyle bir yer değişiminde bulunamayacakları nı belirt­ miştir. Fakat bu anlaşmazlıklar kongrenin heyecanını söndürmüş ve kongre tarihinin sürekli ertelenmesine sebep olmuştur. Bu arada İsmail Bey'in sağlığı bozulmuş, kongre tarihi bu yüzden bir kez daha ertelen­ miş ve bundan sonra bir araya gelinememiştir. Bütün bu hadiseler cereyan ederken, Rus hükümeti, Gaspıral ı'nın bilhassa İstanbul üzerinden gidiş-gelişlerini dikkatle takip ediyor, üze­ rindeki baskıları artırıyordu.(56)

5. HİNDİSTAN SEYAHATİ 1 908 senesinde Gaspıralı bir davet almıştır. Davet edenler "Hindis­ tan Ercümen-i İslamiyesi" adındaki bir müslüman gruptur. Ancak Gas­ pıralı bu davete Şubat 1 992'de icabet edebilmiştir. Burada bir seri kon­ ferans veren Gaspıralı, yeni metodunu da açıklama fırsatını yakalamış oluyordu. "Encümen-i İslamiye"nin toplantılarına katılarak, çocuklara vereceği eğitimle 40 gün için Urduca okutabileceğini açıklaması üzeri­ ne Hindistan'da çalışmalar başlatıldı. İlk olarak Muhammed Azad adlı Hintli bir gence metodu öğretti. Ar­ dından yerli halkın ileri gelenlerinden Kadı Muhammed Ali ile Gazi İs­ mail Efendi ve Türkiye Konsolosu Cafer Beyler'in de yard ı mıyla bir bi­ na kiralanarak eğitime başland ı. Gaspı ralı gezdiği Hint okulları nın ha­ rap ve berbat durumda olduğunu gördüğü için, eğitimin basitleştirilme­ sinin ne kadar mühim olduğunu bir kez daha idrak etmiş ve vakit kay­ betmeden burada cedidcilik usulünü öğretmeye başlamıştır. Muhammed Asad, Urducaya çevrilen Hoca-i Sübyan aldı kitaptan yararlanarak çocuklara 40 gün içerisinde okuma-yazmayı öğretti. Hal­ kın önünde yapılan imtihanla da bu başarı l ı sonuç herkese açıklanmış 56. Müslüman Kongresi için bkz: Mehmet Saray, Türk Dünyasında Eğitim Reformu ve Gaspıralı İsmail Bey, Ankara, 1987., Nadir Devlet, İsmail Bey Gaspıralı, Ankara, 1988., Nadir Devlet, Rusya Türkleri'nin Milli Mücadele Tarihi, Ankara, 1985., İhsan Ilgar, Rusya'da Birinci Müslüman Kongresi, Ankara, 1990.

45


oldu. Daha sonra üç medresede bu metodla yetişmiş öğrenciler Hin­ distan' ın değişik bölgelerine giderek oralarda yeni okullar açtılar. Onun bu faaliyetleri dış dünyada da ilgi çekmiştir. Öyle ki "Revue Du Monde Musulman (Eylül 1 91 0, Sayı 1 53) de Gaspı ralı'ya obe mükafatının verilme gerektiği hususun u vurgulamaştı. "(57)

Ç. KOCA BİR ÇINAR DEVRİLİR ve DEVRAN SÜRER. Hindistan seyahatinden sonra Gaspı ral ı'nın sağlığı bozulmaya baş­ lar. "İsmail Bey Gaspirinski Hazretleri birçok senelerden beri hafif bir yronhit hastalığına müptela idiyseler de 1 91 4 senesi iptidasına kadar hastalı klarından hiç şikayet etmiyorlardı."(58) Tercüman idarehanesine geliş ve gidişlerini, işini, yazı larını aksat­ mayan Gaspıralı öksürüğünün artması üzerine tedaviye başlamıştır. Kı­ rım'a tebdil-i hava için giden Gaspıral ı, iki hafta kadar orada kaldı ktan sonra Bahçesaray'a dönmüş ve burada ümit ile iyileşmeyi beklemiştir. " ... ahirlerine kadar Bahçesaray'da kalıp bütün günlerini açık havada yatmak üzere geçirmişler ise de ne Kırım'ın güzel havası, ne de şifalı su ve sıcakları kendilerine fayda vermedi."(59) Güzel havası ndan istifade etmek arzusuyla İstanbul'a giden İsmail Bey, burada tamamen hastalandı ve Yusuf Akçura ile bi rlikte Kırım'a döndü. Hastal ığı hakkında hiç bir serzenişte bulunmayan bu muhterem in­ san, son günlerini yaşadığını anlamış ve bunu çeşitli vesilelerle çevresindekilere söylemiştir. ·

Sabri Ayvazov hasta haliyle ilgili olarak sarf edilen sözleri şöyle dile getiriyor: "İ kinci gün bir fotoğrafçı çağrıp 'Tercüman' İdarehanesi önündeki bahçesinde ailesi efradı , Yusuf Bey Akçora'nın ve 'Tercüman' muharir57. C.S. Kırımer, a.g.e. s: 1 78 58. Sabri Ayvazov, Albüm, s: 13. 59. Sabri Ayvazov, Albüm, s: 13. .

46


leri ile birlikte muhtelif vaziyetlerde resimlerini ald ırm ışlardı. Resim alı­ nı rken iskemleye oturmayıp yer üzerinde yatar gibi vaziyette bulunduk­ larında sual ifade eden bakışımızdan şüphelenerek: -Ne taaccüp ediyorsunuz, bundan sonra benim olacak vaziyetim yatmak olacaktır; zaten ben buna yakınlaşmaktayım, demişlerdi. Yine o gün İsmail Bey kendisinde 58 sene vakit geçirdiği hanesinin idarehane ve matbaasının fotoğraflarını ve yazı odasının resmini de al­ dırmak istemişti. Fakat birdenbire havanın bulanması buna mani ol­ muştu. O gün İsmail Bey şöyle diyor idi: 'Yakında uzun bir seyahate çı kmak fikrinde olduğumdan hanemin, 'Tercüman' hey'et-i tahririyesi­ nin ve matbaasının fotoğrafları nı beraberimde bulundurmak istiyorum.' Bu sözlerden biz bir şeyle şüphelenerek çok müteessir olmuştuk .'' (60) ..

Herkesin peşinden koştuğu, mücadelesinde destek olmaya çalıştığı bu yüce kişi, kendisinin hiç de övgüye layık olmadığını söyleyecek de­ recede mütevazı bir insandı r. Yine Hasan Sabri Bey onun bu düşünce­ lerini şöyle anlatmıştır: "Bir gün hastalığı hakkında 'Tercüman' vasıtasıyla okuyucularımıza (Bulletin) suretinde malru mat verilmesi için kendilerinden müsaade is­ tediğimizde: 'Ben büyük adam değilim ve olmak da istemem, bundan başka ben kendini o derece fena hissetmiyorum, bunun için halkı ür­ kütmekte mana yoktur.' demişlerdi. Fakat bir işin gittikçe fenalaşıp sıh­ hatlerinin ümitsiz dereceye geldiğini anladığımızdan kendisinden gizli olarak dostları mızdan bazı larına ve milli matbuamız idarehanelerine birkaç mektup ve telgraf göndermiştik. İkinci günü her yerden istifsar hatır telgrafları gelmeye başlayınca İsmail Bey bizden şüphelenerek: 'Yahu, bu adamlar benim hasta olduğumu nereden anlamışlar?' yollu sualde bulunmuşlardı. .. 8 Eylül'de iyice rahatsızlaşan Gaspı ralı İsmail Bey o akşam d a oğul­ ları Rıfat ve Haydar beyleri, damadı Nasip Bey'i kerimeleri Şefika ve Nigar hanımları ve Sabri Bey'i başı ucuna toplar. Daha sonra onlara vasiyetlerini sıralar. Hasan Sabri Bey bundan derin üzüntü duymuş ve vasiyetlerini aynen yayınlamıştır. 60. Hasan Sabri Ayvazov, Albüm, s: 14. 47


'Söyleyeceklerime dikkat ediniz. Dünden beri kendimi fena ve ağı r­ ca hissediyorum. Bu halin neticesi bu günlerde anlaşılacaktı r. (Sükut . . .) Madem ki doğduk. . . Bir gün elbette ölecegiz . . . Sözlerimden müteessir olmayın ... Doğmak tabii olduğu gibi ölmek de tabiidir . . . Bu­ nun için, ne olur ne olmaz . . . Ben sizlere vasiyetimi söylemek istiyorum. Şayet ölürsem ( İnşallah daha yaşarım) . . . Şu söyleyecek sözlerimin ic­ rasını sizlerden beklerim: 1 ) Mezarım, Zincirli Medrese civarında kendisine Mengli Giray Han'ın türbesi bulunan bezerlığın cenOb-i şarkiyesindeki yüksekçe mevkide kazılsın. 2) Altı yüz ruble vasiyetim var. Bu para ... adama emanet olarak bı­ rakılmıştır. (Oğlu Rıfat Bey'e hitaben) mezkur meblağı o adamdan alı r, 400 rublesini cenazeıııı kılındığı g ünden itibaren bir aya kadar ehil olan­ lara tasadduk edersin; baki kalan 200 rubleyi de bir seneye kadar bir mektup ile caminin faydasına sarf eylersin. . . 3) 'Tercüman' gayr-ı kabil-i taksimdir. Hiç taksim edilemez. Evlatla­ rım çalışsınlar; iradından istifade etsinler, 'Tercüman'ı söndürmezler ümidindeyim (sükut) . . . 4 ) Benden sonra Tercüman'ın baş muharriri Hasan Sabri Ayvazov olacaktır. İki seneden beri ben ona emniyet etmekteyim, sizler de em­ niyet ediniz oğullarım ... Kendi ihtiyarıyla 'Tercüman'dan gitmez ise onu kimse oradan çı karmayacaktı r... 5) 'Tercüman'dan maada olan işleri evlatlarım ve damatlarım tesvi­ ye ederler ... 6 ) B i r buçuk aydan beri yanı mda bulunan Zeynep nam yetime kız­ cağıza 50 ruble hediye verirsiniz . . . B u sözler orada bulunanları hayli müteessir etmiştir. Ertesi g ü n öğ­ le vakti saat 1 2 sularında kendi de hayatından ümit kestiği için "Vasini Şerif" okutturmuş ve başucundaki Kur'an-ı Kerim'e el uzatıp yüzüne, gözüne sürmüş ve: -Büyük Allahım! 53 buçuk sene yaşadım. Bu hayatı n 35 senesini müslümanların uyanması, ilerlemesi ve gelişmesi uğrunda sarfettim. Milletinin selamet ve saadeti için elimden her ne geldiyse hepsini yap­ tım. Ya Rabbi!. .. 48


Ey, büyük Tanrım! Meydana getirmek istediğim bir kaç şeyler daha var idi . . . Fakat buna muvaffak olamayacağ ım . . . Artık . . . ne varsa hepsi senin, her şey senin elindedir. Allahı m ! . . .' dedikten sonra aynı günün akşamı oğulları ve küçük kızını yanına çağı rıp her birini ayrı ayrı sevip, okşayarak onlara son vasiyetini söylemiştir: -Oğlum Rıfat! Bundan sonra kardeşlerinin, hemşirenin hamisi sen olacaksın. 'Tercüman'ı söndürme, 'Tercüman' daima yanmalıdır. Ter­ cüman'ı n hamisi millettir. Millet 33 seneden beri onu himaye etti . Eğer sizler benim sözlerimle hareket ederseniz millet daima 'Tercüman'ı hi­ maye edecektir. Bunları söyledikten sonra da yüzünü tamamen kıble yönüne çevir­ miş, gece yarısından sonra başı ndaki ateşten dolayı rahatsızlığını dile getirmiş ve 1 1 Eylül'de sabah saat 7'den sonra ebedi olarak gözlerini yummuştur." (62) Hasan Sabri Ayvazov, İsmail Gaspıralı'nın mizacı ve hususi hayatı hakkında aynı eserinde şu bilgileri veriyor: " İsmail Bey erken kalkmayı severdi. Sabah saat 6-7 raddelernide kalkar, bir fincan kahve içer, sonra yazı yazmaya başlar idi. Saat 8 raddelerinde posta geldiği gibi bütün mektup ve gazeteleri gözden ge­ çirir, ehemmiyetli mektup ve haberleri mavi ve kırmızı boyalı kalem içe çizer idi. Yazı yazar iken karyolasında biraz arkasına dayanırd ı. Kağıt altında katıca bir şey bulundurup yazısını diz üstünde yazard ı . Yazı ile meşgül iken tütünü çokça çekmeyi severdi. Meydana gelmesi mümkün olmayacak işler bile bir kere olsa da tecrübe ederdi. Umümiyetle meydana gelmesi kabil fikirler düşünür, yapılması mümkün olacak işler yapard ı . Teşbbüs ettiği işlerde ne ka­ dar müşkülata uğrarsa uğrasın, ruhu sönmez, ümidi kırılmazdı . Vücudu ıayıf olmakla beraber büyük bir metanet ve cesaret-i medeniyeye malik idi. Ruhsuzlara ruh, ümitsizlere ümit verir idi; beyhüde yürümez; nafile söz söylemez, maksatsız gezmezdi. İsmail Bey hassas, şefik ve rakik bir kalbe malik idi. E n küçük şey­ lerden bile pek müteessir olurdu. Fakat bu teessüratını meydana ver­ mezdi. Ne kadar elim bir ızd ı rap, ne derece şedid bir buhran içinde olursa olsun her zaman itidalini muhafaza ederek metanet-i kalbiye sati2. Hasan Sabri Ayvazov, Albüm, s: 16- 1 7

49


hibi olduğunu gösterir idi. Hayat ı n ı n son günlerinde bile metanet-i kal­ biyesini muhafaza ile etraftakilere ümit ve teselli veriyordu. Memleketin ne kadar müstahsen, güzel adetleri varsa hepsini ya­ partı: Bir iş için çarşıya indiklerinde kahve içer ve herkesle bir bir görü­ şürdü. Ara sıra dostlarına latife etmeyi de severdi. Hakiki ulemaya karşı kalbinde her zaman pek büyük samimi bir ihti­ ram besliyordu. İsmail Bey, nasıl bir cemiyette bulunursa bulunsun, erkence hanesi­ ne gelmeyi, erkence yatmayı severdi. Uykuya yatmazdan evvel, piş­ miş sütten yapılmış taze katık (yoğurt) yemeği adet etmişti. Etli, yağlı ve Avrupa usulünce hazırlanmış yemeklerden pek hoşlanmazdı . Ha­ mur işlerini ve milli yemekleri pek severdi. Kış mevsimleri, odasındaki sobayı yakt ı rı p önünde bir minder koyup ateşe karşı otururdu. Şimdiki evlerimizde eski, milli odakların bulunma­ dığına esef eder, o ocakların köşesinde oturmanı n keyif ve lezzetinden bahsederdi. Umumiyetle milli adetlerimizi sever ve adetlerin Avrupa medeniyeti tesiriyle tedricen kayboldukları na esef ederdi. Milli musikiye karşı ise adeta bir inhimak gösteriyordu. Avrupa mu­ sikisini takdir etmekle beraber şark musikisinden daha ziyade lezzet alır ve şark mamaklarını tercih ederdi. Çalgılı düğünlerde bulunduğu zaman 'Aksağın Dolusu', 'Aksağı n Marşı', nam milli marşları çaldırırdı. Bunlara 'Aksak Timur'un Dolusu', 'Timurlenk'in Marşı' dahi deniliyordu. Her ikisi de tarihi makamlar ve marşlardır."(62)

TAZİYE TELGRAFLAR! Orenburg Medrese-i haysiye heyet-i talimesi merhum Gasprins­ ki'nin ailesine ve umum millete beyan-ı taziyet ediyor. Bütün hayatını millete hizmet yolunda feda etmiş müceddit ve üstad-ı ekremimiz İs­ mail Bey'in vakitsiz irtihalinden hasıl olan küdurat-ı azime karşısında merhumun ailesine ve millete sab ı r ve tahammül vermesini Cenab-ı Hak'tan temenni ederiz. Müdür: Devletşin 62. Hasan Sabri Ayvazov, a.g.e., s: 10-13. 50


Kazan Milletinin manevi atası , Tatar gençlerinin birinci üstadı olan "İsmail Bnba Bey'in vefat haberi bizleri dehşet içinde kaldı rd ı. Baba-yı eweldi. Lakin anın afkar-ı aliyesi bize daima yolbaşçı olacaktır. İş bu ziya-ı ebedi karşısı nda büyük Tatar milletine sabır ve tahammül verme­ sini büyük Allah'tan niyaz eyleriz. Fuad Toktarvo, F. Emirhanof, Şahab Ahmedov, Ahmet Velliddin, Bikkolof, Nurgin, Velidi, A. Karıyof, K. Terçurin, T. N uman. Ufa - (Gaspirinski ailesine) Sizin aile bahtsızlığınız benim de baht­ sızlığımdır. Bütün hayatını müslümanlara hizmet yolunda feda etmiş İs­ mail Mirza'nın istirahat-i ruhuna dualar ediyorum. Müftü: Sultanof Ufa-Unutulmaz İsmail Bey Gaspirinski'nin vefatı haberi, Ufa Müslü­ man Cemiyet-i hayriyesi heyet-i idaresini dehşet içinde kaldı rd ı. Müşa­ rünileyhin ziyalı müslümanlar arasında hakikatı müdafaa eden bir kah­ raman ve millet hadimi kayboldu. Büyük samamiyet ile merhumun aile­ sinin küduratına iştirak eyleriz. Reis: Hekimof Sivastopol- Büyük müslüman ve büyük adam, Cenab-ı Hakk' ı n rah­ met-i ebediyesinde olsun! Merhum umum dünya müslümanları kalple­ rinde büyük ve daimi bir hatı ra kalırmıştır. Benim iş bu kaygulu veda ve selamım biz rus muharrirleri ve ediplerini tarafından şanlı kalem arka­ daşları merkadi üzerine vaz olunacak solmaz çiçek halkası nın aciz bir yaprağını teşkil edecektir. Merhuma son defa selam ve elveda! Aleksandr Tamarin BakQ-(Tercüman İdaresine) ecel bi-vefa merhametsiz eliyle 32 se­ neden beri müslümanların yolunu nurlandı ran çerağı söndürdü. Şimdi yalnız ( Tercüman) idaresi değil, umumi Rusya müslümanları yetim kaldı . O müslümanlar ki, unutulmaz İsmail Mirza Gasprinski'yi pek hak­ lı olarak en utkun sözlü bir gazetenin müessisi; müsl üman efkar-ı ı ımumiyesinin sergerdesi, usQl-i cedid mekteplerinin naşir sayıyorlardı. Millet arası nda mukaddes bir makam tutturarak an ı n menfaatini müda51


faaya bütün varlığı ile çalışması merhumu ilelebet hayır ile yadettire­ cektir. Anın gösterdiği yol ile müslümanlara hizmette devam etmek ve Tercüman'ı devam ettirmek anın şakirtlerine borçtur. İş bu hadise-i eli­ me karşısında "Tercüman" idaresine ve umum müslümanlara sabr-ı cemil ve teselli ihsan etmesini Allah'tah niyaz eylerim. Ali Merdan Topçı başef Petrograd - Muhterem muallim ve millet Mdimimiz İsmail Bey'in irti­ halinden ötürü samimiyetle beyan-ı taziye eyleriz. Eminiz ki merhumun telkinat-ı fikriyesi çok zamanlar millet arasında münteşir olaçaktır. O millet ki, merhum bütün hayatını ana hizmete harderek ana fazilet, ha­ kikat ve hüsnün ne olduğunu anlatt ı . Hakim Takanyef, Yanbayef, Alişef, Canbekof, Davlikanof Petrograd- Alem-i İslam'ın çerağı ve Rusya müslümanları zuhur eden en birinci gazetenin müessisi ve ruhu olan zat-ı şerifi bizden al­ mış olan Cenab-ı Kadir-i Mutlak Hazretleri'nin emr-i ailesine inkıyad ederek mumaileyhimin hidemat-ı medeniyesini devam ettirmeye halef olmuş siz efendimize beyan-ı teessürata müsaraat ediyoruz. Petrograd, Müslüman Neşir-i Maarif Cemiyet Reisesi: Emine Sı rtlanova Petrograd- Unutulmaz İsmail Bey'in irtihalinden ötürü duçar olduğu­ muz kederinize bütün ruhum ile iştirak ediyorum. Togan millet karşısında anın hizmeti büyük idi. Cenab-ı Hakk'ın ana rahmeti dahi büyük olsun. Musa Bikiyef Tiflis- Hakiki millet hadimi İsmail Mirza'nın irtihali müslümanları hüzn-i umumi içinde kaldı rd ı . Müslüman edebiyatının ruh-ı piranesi söndü. Laal ve ekdarınızla derunane iştirak ediyorum. Bu gün saat 1 2'de Cuma camiinde merhumun istirahat-i ruhuna dualar ettik. Zakafkasya Şeyhülislamı Pişnamazzade Tiflis- Sevgili İsmail Beğ'in irtihali haberi kalbimde yakıcı bir elem uyandı rd ı . Cuma namazından sonra umum ruhaniler ve cemaat-ı müs­ limin ile birlikte hatm-i Kur'an ve merhum İsmail Beğ'in istirahat-i ruhu­ na dualar ettik. Merhum bütün ömrünü müslümanların medeni hizmeti52


ne hasretti. 32 sene muharrirliğini kahramanane baş ve mesul muhar­ rirliğini kahramanane ifa etti. İş bu ziya-i azimden ötürü taziye-i hassa­ nemin kabülünü tavakku eylerim. Zakafkasya Müftsü: Gaibof Orenburf- İsmail Beğ'in emellerinden birisini icraya çalışan müslü­ man talebelere yardım cemiyeti, kendi hüzün ve elemini merhumun ta­ butu üzerine bir iklip gibi vaaz eder. Reis-i Cemiyet: Hüseyinof Bakü Turan'ın emsalsiz medeni kahramanı ve Rusya müslümanları üstadının matem alayı arasında ağlayıp gidenlere benden gözlerimin yaşıyla koşuluyorum. Azerbaycan Cumhurreisi Mehmet E min Resulzade Semerkand-Kederinize iştirak ediyorum. Cenab-ı Hak'tan sabı r ve tahmmül niyaz ediyorum. Behbudi Samarra- Birinci gazetecimiz ve müslümanları n nurlandı rıcısı İsma­ il'in ruhuna Allah rahmet eylesin. büyük kederinize iştirak ediyorum. Milli Han Bükey Hatun Moskova-Moskova darülfünunda okuyan müslüman talebeleri he­ yeti, İsmail Beğ Efendi'nin irtihaline dair ümitsizden çıkan haberden ötürü fevkalade müteessir olmuştur. Mil letin en alicenap ve fazıl oğlu­ nun vefatı na umum Rusya müslümanları ile birlikte ağlıyoruz. Merhu­ mun yetim kalmış gazetesi idaresine ve ailesine husane taziyelerimizi arz ediyoruz. Heyet-i İdare Orenburg- Rusya'da müslümanları n okuyup yazmaları yolunda bi­ rinci olarak sa'y ü gayret eden, anların hürriyet ve hukkukta müsavatı n ı müdafaa· eden Rusya'da müslümanlara mahsus i l k defa anadilimizde jurnal çıkaran Gasprinski'nin ziyanından ötürü fevkalade mahzun ve mükedder olduk. Bağıstan Han ı m Mektebi'nin Muallime ve Şakirt Kızları 53


Guru- G uru darulmuallimin şeriat muallimleri müslümanların muhte­ rem manevi sergerdesi unutulmaz İsmail Beğ'in ailesine derunane be­ yan-ı taziyet ederler. Güçerlinski Orenburg- Orenburg müslüman cemiyeti-i hayriyesinin fahri azası İsmail Beğ Gasprinski'nin vefatına dair haber-i elimi işitmekle kalbim sarsılıp Rusya müslümanları arasında efkar-ı umumiyenin uyanmasına hizmet etmiş olan büyük muharrir ve haadim-i milletin ziyaından ötürü beyan-ı taziyet eylerim. Orenburg , Müslüman cemiyet-i hayriyesi reisi: Hüseynof Kazan- Kazan müslüman cemiyet-i hayriyesi kendisinin fahri azası İsmail Beğ'in ziyaından ötürü şiddetli kederlendi. Merhumun ailesine sabr-ı cemil ve tul-i ömr diliyoruz. Cemiyet Reisi: Azimof Odesa- Odesa, müslüman cemaat- i muhterem unutulmaz İsmail Beğ Gasprinski'nin vefatı haberini gayr-ı mütenahi bir kasavet-i kalbiye ile işitirik "Tercüman" idaresi ve u mum Rusya müslümanları iş buna­ kabil ta'viz gaiblerinden ötürü samimi kalbden beyan-ı teesürat eyliyor. Rahmetullahaleyh. Ahund Safaref Kazan- Biz Rusya müslümanlarının aziz yol göstericisinin vefatın­ dan ötürü gayetle mükedder olduk. "Yulduz" hey'et-i tahririyesi Simferopol- Muhterem İsmail Mirza'nın vakitsiz irtihalinden ötürü te­ essüfünüze iştirak ediyorum. Müftü: Karaşayski Petrograd- Büyük İsmail'in vefatı ndan ötürü ye's-i milliye iştirak edi­ yoruz. "İl" İdaresi Yalta- Muhterem pederinizin vefatı haberini biz büyük bir teessürle 54


karşıladık. Sizin ve milletin iş bu büyük kaygusuna iştirakimizi kabul buyurmanızı ricza ediyoruz. Yalta müslüman gençleri Ufa- Bizim ileri sınıfımızda bulunan birinci büyük üstadı mızın ziyaın­ dan ötürü tarifi na- kabil bir surette mükedder olduk. Eleminize iştirak ediyoruz. "Turmuş"cilar Orenburg- Bütün ömrünü milletinin saadeti yolunda feda eden üs­ tüd-ı azam dünyadan gitti. O necip kalbin durduğu bahtsız gün bundan sonra milyonlar ile müslüman için ye's matem günü olacak. Ve İsmail Beğ'in ism-i şerifi nesilden nesle hürmetle yad olunacaktır. Çok vakit­ ten beri milletin hayatını bile-fütur ayd ı nlatagelmiş çerag-ı nurani sön­ dü, milyonlar ile kalpleri ye's içinde kaldırd ı . İş bu haber-i müellimeden müteessir olmuş "Vakt" ve "Şura" gazeteleri idaresi kendilerinin mane­ vi pederlerine oğlu sıfatıyla son defa "Elveda" selamı gönderiyorlar. "Vakt" ve "Şura" hey'et-i tahririyesi İstanbul- Avrupa'nın ayrı ayrı şehirlerinden gelerek İstanbul'da top­ lanan Yurdcu Türk gençleri milli dileğimizde bin mahrumiyet arasında varlık veren babalarını n vefatını öğrendiler. Bu kederle yürekleri yanık olduğu halde bütün Türk milletine ve ona mensup olmakla büyük şere­ fe malik olan ailesine ve en derin acı ları nı bildirirler. İstanbul'da Türk Ocağı 'nda birleşen Avrupa Türk Yurdcuları Odesa- Kara haberi şu saat işittim. Sevg ili eniştemin ve bu günkü Rusya müslümanlarını n en büyük ademinin zayii karşısı nda sizinle be­ raber ben de ağlıyorum. Yusuf Akçora (oğlu)

İ. GASPIRALl'NIN AVRUPA MEDENİYETİNE BİR NAZAR-1 MUVAZENE" ADLI MAKALESİ Zamanımızda Avrupa medeniyeti dünyanın her tarafına yayı lma yo­ lundad ı r. Zamanım ızdaki bir çok İslam ülkesi de Batı medeniyeti arzu55


sunda bulunarak ilerleme yoluna girmiştir. Zamanımızdaki İ slamlar arası nda bilgili insanlar çoğal ıyor ve medeniyeti yayma hususunda teş­ vikler artıyor. Bu medeniyeti yoklamak, tartmak ve ne olduğunu bilmek en gerekli şeylerdir, değil mi? Bilhassa bu medeniyete İ slamlar dikkat etmeli ki, İ slam medeniyet kaynağı ise de Avrupa medeniyeti ile kaynaşması nasıl olacak? Bu Av­ rupa medeniyeti umumi (yegane, bütün insanlığa uygun) bir medeni­ yet mi? İ slav kavminin Pan- İ slavci fikirlileri Avrupa medeniyetinin İ slav kav­ mine her yönden uygun olmadığı görüşünde oldukları nı ilhan ediyorlar. İ slavlara her yönden istek ve düşünce bakımından uygun olmayan medeniyetin İ slamlarca daha ziyade tehlikeli olacağı ileri sürülemez mi? İ şte bundan dolayı bu konunun tartışılmasına lüzum görülmüştür. Niyetim hallolunmuş bir meseleyi ortaya koymak değildir. Acizlerinin bu kadar kuvveti yoktur. Fakat mühim bir meseleyi az da çok da olsa, tartışmak elimizden gelirse, bizce hizmet görülmüş olur.

TARTIŞMA Avrupa medeniyeti veya başka bir deyimle Hristiyan medeniyeti adı ile tanınmış olan yaşayı ş tarzı insanlık nev'i için umumi bir medeniyet midir? O bütün kavimler ve zamanlar için geçerli bir sistem midir? Akı l, fikir, anlayış ve insanlık ahlakının son sözü, e n son meyvesi bu mede­ niyet midir? Avrupalıların inancına göre -"Evet, böyledir!". Onların itika­ dına gö re bu medeniyet bütün alemi ve çeşitli kavimleri ışıklı dairesine çekecek ve kendisine uyduracak bir kuvvet ve yaşayış tarzı imiş . . . Şöyle ki, Avrupa tarihçileri, politikacı ları v e edebiyatçı ları nın çoğu bu­ günkü medeniyete bu gözle baktıkları gibi, ticaret ehli ve bazen onları n ard ı na düşüp hareket eden top ve tüfek ve süngü erbabı da bu inanışı savunuyorlar! İ ngiliz kumaşları , Fransız şarapları , Alman peynirleri Avrupa d ı şında nereye giderse hep bu medeniyeti yayma gayesini güt­ tüğü gibi, Hind'de, Gön'de, Afrika'da, Amerika'da top fitilleyen nefer de medeniyet ve insanlığın şeref ve geleceği uğruna ateş ve kan püskür­ düğüne kesinlikle inanmıştı r! Şu kadar var ki. Avrupalı lar tarzı nda ya­ şamayan başka kavimleri kendi mediniyet dairelerine çekmek ve kan56


d ırmak için insanlık hakları nı inkara kadar gidiyorlar. Çünkü şu maz­ lumların zorlayıcı davranış ve hakları nın yok edilmesinden çekecekleri mihnet ve zahmetin ilerde meden iyet dairesine girdikten sonra nail ola­ cakları saadet ile katar katar telafi edileceğine inanıyorlar! Ama hakikat bu mudur? Avrupa medeniyeti veya H ristiyan medeniyeti dışında insa­ noğl una rahat ve saadet yok mudur? Daha aç ı k bi r deyişle, bu mede­ niyet gerçekten insanlığı saadete kavuşturan bir medeniyet midir? Dünyanın en parlak ülkesindeki yaşayış tarzına karşı aksini düşün­ mek he ne kadar zor ve bir nev'i delilik sayılmak gerekir ise de, fikir hürriyetine dayanarak şunu söyleyebilirim ki, Avrupa medeniyetinin saadet verici olduğuna ve ondan başka bir medeniyet olmayacağı id­ diasına asla inanmıyorum. Eğer insanlığın görüp göreceği son yaşayış tarzı ve son medeniyet bu ise, i nsanlar çok talihsiz imişler* Eğer bu medeniyetten daha iyi parlak bir medeniyet meydana gelmeyecek ise, insanoğlu rahat ve saadet, sevgi hakkaniyet göremeyecek bir mahluk imiş! . Şu söylediği mizden, bahis konusu medeniyet sayesinde meydana gelen keşif ve icatları n, mekanik ve teknik ilerlemenin faydaları nı inkar ettiğimiz anlaşı lmasın! Hayır, çağ ı mızda demi rlerin yağ gibi eritildiğini, çeliklerin ağaç gibi doğrandı ğ ı n ı , telgraf ve telefonun haberleşmede, vapur ve demiryolları nın taşıma ve ticarette faydal ı olduğunu biliyorsu­ nuz. Fakat meyveleri bunlardan ibaret ise, Avrupa medeniyetinin yega­ ne ve en iyi medeniyet olduğuna inanmıyoruz. Avrupa ve Hristiyan me­ deniyeti, bildiğimiz doğru ise, eski komedyanın taze bir perdesidir. Yani yeni bir medeniyet değil, eski medeniyetlerin sonud ur. Yeni me­ deniyet (medeniyet-i cedide) ilerdedir. Her ne kadar bu medeniyetin eskilerden doğduğunu Avrupa yazarları inkar etmiyor ise de, Avrupa medeniyetini yegane bir medeniyet olduğ undan hepsi sözbirliği ediyor­ lar. Buna razı olamıyorum. Yunan ve Roma medeniyetlerinde görülen esaslar Avrupa medeniyetine de esas olmuştur. Esas bir olunca me­ deniyet başka olamaz. Ancak rengi, ö rneği başka olabilir. Gerçekten Avrupa meden iyetinin özü yeni ve başlıca değil ise de, rengi, tüyü tüsü yenidir. Bunu inkar etmiyorum . . . Konuşmanın ilerisine dalmazdan önce 'medeniyet"in n e olduğunu kararlaştı ralım. "Medeni" kelimesini şehirli "medeniyet"in de "şehirlilik" 57


manasına geldiğini malumdur. Şehirli bir insan köyde ve kırda yaşayan bedevi bir insandan daha rahat, daha emniyetli, daha güvenli ve ihtiyatlı­ ca yaşabileceğinden, "medeniyet" sözünden insanların rahat, selamet ve emniyet içinde bulundukları bir usul ve yaşayış tarzı manası çıkarı la­ bilir. Buna göre, bir medeniyet sayesinde insanlar umumiyetle ne de­ rece rahat ve emin yaşarlarsa o medeniyetin derecesi daha ileri de­ mektir. Biz medeniyetin parlakl ı ğ ı n ı , büyük köyler, kiliseler, kaleler, fabrikalar, rovelver ve toplarlarla ölçenlerden değiliz. Medeniyetin ölçü­ sü herkesin ondan istifadesidir. Başka ölçü kabul edemiyorum. Mısır medeniyetinden kalmış piramitler, dikilitaşlar, bir adamın nefsi­ ne ve keyfine milyonlarca adem oğlunun esir olduğuna delalet ederler. Bir şehre ve bir şehrin yalnız önde gelenlerine yarayan, geri kalan­ ların hepsi onlara esir olan Yunan ve Roma medeniyetleri de hukuktan nasiplerini almamış bulunuyorlar. Güzel san'atlar, filozoflar, şairler ve bunca büyük binalar, falanlar . . . denilirler, evet bunları inkar etmiyorum. Yunanlı ların ve Romalıların in­ sanlığa hizmetleri olmadı demiyorum. Fakat medeniyetleri eksik bir medeniyetti. Belki onbin insanı n emeğinden bir tek insan istifade edi­ yordu. Onbin adam hukuk dışında, rahat yüzü görmez, mihnet ve ha­ karetten kurtulmaz bir halde tutuluyor, biri rahatça yaşıyordur, diyorum ve böyle bir usul ve yaşayış tarzına hiç de hoş bir bakışla bakamıyo­ rum. Avrupa medeniyeti ise bu medeniyetlerden doğdu. Bunlardan daha yüksek ve parlak ise de, esas itibariyle bunlar bir medeniyet ol­ duğundan, aynı noksanlığı haizdirler. Romalı lar nasıl esi r etleri ile ha­ vuzlarda beslenmiş balığa doymadan yıkıldı larsa, bunların oğulları olan Avrupalı lar da bütün dünyanın meyvelerine doymuyorlar! Kısacası, bugünkü medeniyet, Avrupalılarında dedikleri gibi, yeni bir medeniyet değildir. Eski yaşayış tarzının başka bir şeklidir. Eski bir hi­ kayenin son sayfasıdır. Bu dediğimize karşı iki türlü itiraz olunabilecektir: Her ne kadar Avrupa medeniyeti eski medeniyetlerden doğmuş ise de, onlarda bu­ lunmayan bir ruh ile taze can bulmuştur! Bu da H ristiyanlıktır, deniliyor. Evet! Avrupa Medeniyeti Hristiyanlık ile yanyana devam etmiştir. Vela­ kin Hristiyanlık insanların hayatına ve birbiri ile olan muamelesine taze 58


bir esas getirebilmiş mi? Getirebilmiş ise medeniyet taze bir medeniyet olmuş olur. Hristiyanlığın başlangıcı insan tabiatı na aykırı bir hayli ahlak kaidesinden ibarettir. Sonradan bu kaidelere yayanları kilise beyliği teş­ kil ederek, değil eski medeniyete taze can ve esas vermek, kendileri es­ kilerin yaşayış tarzlarına uydular. Tarih ve hadiseler şahidimdir. Roma zadeganı yerine baronlar, şövalyeler ve şato sahipleri g eldiği gibi rahipler yerine kilise erbabı yerleşti. Umumun ise, Roma medeni­ yetini yıkı larak Avrupa'nın güya yeni medeniyetinin doğduğundan hiç haberi olmadı. Yine eski hukuksuzluk, bahtsızl ık, kararsız mihnet ve zahmetten umum kurtulamadı . Aletler, usuller, örnekler değişti, velakin netice ve semere eski halinde kaldı . Bir de deniliyor ki: "Evet, Avrupa'nın şimdiki medeniyeti, eksik bir medeniyettir. Fakat tabiatıyla geçen zaman ile düşünce ve ahlakın iler­ lemesi sayesinde eski medeniyetlerden aldığı bazı esaslardan vazge­ çerek parlak bir seviyeye ulaşır. "Evet, aksak yanları nı bırakır, yeni bir temel üzerine kurulursa bu medeniyet kemalini bulur ama, buna taze medeniyet denilir ise de Avrupa veya Hrıstiyan medeniyeti denilmez. Bu meşhurenin namı ve zamanı geçmiş olur. Benim dediğim de bu. Çok ertelere dalmayalım. Avrupa'nın medeni hali ne idi ve şimdi nedir? Pek çok resimlerle gözlerimizi, pek çok vakıalarla zihnimizi boz­ maya hacet görmüyorum. Avrupa'nın hangi bir tarafına bakılırsa koca bir vilayet ve bir milyon ahali zulme duçar, bir dük ve beş baron ve onbeş şövalye ve kırk papaza esir ve hakkı olmayan hayvan gibi onlara alet ve geçim vasıtası değil mi? Ve bu da taze medeniyete taze can veren Hris­ tiyanlığın en parlak, en güçlü, en nüfuzlu zamanında değil mi? Gelelim bugüne: Bu ondokuzuncu ve meşhur arsa ki, sayesinde kıt'alar ayrılıp deryalar deryalara katıldı. Gökyüzüne değmiş dağlar açılıp insanoğluna yol verdiler. Gelelim bu asra . . .. Maksadımız ondokuzuncu asrın tarihini yazmak değil, medeniyet eserlerine bir göz atmaktır. Buyurun, ister Paris'e ister Londra'ya, ister diğer bir medeniyet mer­ kezi olan şehrin birine fikren seyahat edelim. Mesela Londra'ya varmış olalım. Londra'da ne göreceğiz? Dağlar gibi beş altı kat taştan binaları mı? Hükümdarın sarayları gibi olan okulları mı? Dünyaya siyaset ve adalet örneği sayı lmış parlamentoyu mu? Hayır, yalnız bunlara, bu apaçı k medeniyet eserlerine dikkat edersek ve bu hayatı n içyüzüne dikkat etmezsek bir şey anlayamayız. Ancak kudretlerine, akılları na 59


şaşıp kalacağız. Yaşayışın içyüzüne dikkat edelim. İşte beşyüz bin lira­ lık bir taş bina . . . Yalnız içerisini süsleyen mermerleri, ipeği, billuru, çini­ si, fağfuru akçaya çevrilirse Doğu ticaretine büyür bir sermaye olabilir. Bu bina bir adamı ndır. Zeminden yukarda bir aile oturuyor. Üç beş adamdan ibaret bu ailenin akşam yemeğinden sonra sofrasına taşına nadir meyvenin ve içkilerin değeri olan para ile Doğu ülkelerinde on aile on gün rahat geçinebilir. Servet böyle toplanmış, geçim böyle ba­ llanmış. Bu medeniyete uymamak mümkün mü? Şu binanın zemin ka­ tından aşağısına da bir bakalım. Üç beş ayak merdiven ile indik. Oda­ lar insan dolu. Penceler tavan dibinde. Duvar rutubetli, yerden de rutubet geliyor. Hava yok gibi. Kokudan, insan terinden burnumuz va­ racak yer bulamaz. Sesten, gürültüden kulaklar sağı r olur. Gördüğü­ nüz pislikten, işittiğiniz edepsizlikten vicdan ayağa kalkar. Ufakça bir oda, sekiz on adam hapsolunmuş gibi, kadın, kız yaşlı genç, halsiz, sarhoş, ağlayan, gülen hep bir yerde, birbirini görmez ve işitmez gibi yaşamaktad ı rlar. Bunların değil evleri, bir odaları bile yoktur. Bir odada ancak kiralanmış bir yatak yerleri vardır. Yatak da kendilerinin değildir. Oturdukları, yattı kları yer kira iledir. Bir kazana, bir çanağa sahip deği­ llerdir. Yedikleri lokantadan, içtikleri tavernadan, meyhanedendir. Alem yanarsa hakikaten bir hasırı yanmayacak olanlar bunlard ır. Şu milyonluk binanın üç, beş katı bir aileye mekan olup, yer aşağı­ sı, alt katı bir iki yüz insana mekan ve istirahat yeridir! Yukarı katta otu­ ran ile bir kaymakamlık kadar mülkü, beş on milyonluk servete malik! Aşağı katta yüz, iki yüz kendi cinsinin başını koymaya bir yastığı , örtün­ meye bir yorganı, su içmeye bir bardağı yoktur! Yukardaki aile yüz yıl hiçbir iş yapmadan yeyip içse malı tükenmez, aşağı katta yüz adam iki üç gün iş bulmazsa ne itibarı kalı r, ne yiyeceği ! Buyurun, büyük bir fabrikaya girelim: Üç, beş yüz at kuvvetinde olan bir buhar makinası üç, beş yüz çeşitli aleti hareket ettiriyor. üç beş bin amele sabahtan akşama kadar azdan on, on iki saat hüner ve kuvvetlerini, sabı r ve gayretlerini ortaya koyup çalışıyorlar. Ü retilen mal nerde ise bir kasabayı kald ı rır gibi büyük vapurlarla dünyanı n her tara­ fına taş ınıyor ve satıl ıyor. Fabrikanın hesap defterini tutanlar, büyük bir devlet dairesindeki memurlardan çoktur! İşte bu fabrika ki öz başına ufacık bir alemdir. Ufacık bir medeniyet topluluğudur, bunca hüner ve çalışma semeresiyle hasıl olan neticeden o topluluğu teşkil edenlerin istifadesi nedir? Rahat yaşamak, gereğince yeyip içmek, ailesi ile be60


raber ferah ve zevk içinde olmak, yaşlılıkta yoksulluk ve muhtaçlık çek­ memek, öyle mi? Hayır fabrikanın çalışma meyvesinden bir aile veya üç, beş aileden mürekkeb bir kumpanya faydalanı r. Kalan üç, beş bin insan tıpkı hayvan gibi boğaz tokluğuna hizmet eder. Rahat nerede ki, ancak tabii bir uyku için vakitleri kalır! Bir saat fazla uyursa o gün karnı doymaz. Ferah nerede ki, işten ve açlı ktan çoluğu çocuğu göz aça­ maz! İhtiyarlıkta yoksulluk nerede ki, diri ve sağ vaktinde beş gün işsiz kalırsa beş aya kadar hesabını bulamaz! Bir iki sene Amerika'dan pamuk, Avustralya'dan yün gelmezse veya Hindistan ahalisinin İngiliz mallarını almaya gücü ve ihtiyacı ol­ mazsa, biliriz ki medeniyet merkezi ve yeryüzünü güneşi ne hale gele­ cektir, Yedi sekiz milyon fabrika işçisi, iki üç milyon kömür işçisi, bunla­ rı n sayesinde yaşayan beş on milyon başka işçi yersiz ve aç kalacaktır. Londra koca koca saraylar kapı pencere kapatarak bu biça­ retlerini hiç birini içeriye almayacaktır! Her ne sebepten olursa olsun, makina ocakları bir iki sene tütmez­ se, otuz İngiliz'den yirmidokuzu yastığı bırakıp başını taşa koymaya ve yorgan bulamayıp kamış yaprak örtmeye ve alemin sofralarından çeki­ lip ağızların havaya açmaya mecbur olacaktır. Yirmidokuzu bu halde iken otuzuncu kardeşleri bunca mal ve emlak ve para toplamıştı r ki bunlara hayli vakit doyurmaya muktedirler. . . . Peki onlar esir midirler? Esir olsaladı işler daha iyi, daha şerefli ve daha kolay olmaz mıydı? Devlet ve milleti idare usulünün en akıllısı, en parlağı , en adaletlisi sayılan Parlamentoya girelim: Parlamentonun elinden gelen iş ve ada­ letin yalnızca hükümdarlardan sad ı r olduğu görülmüştür. Ve bazı parla­ mentoların zulmünün cihanın belası olan cihangirlerin adını unutturdu­ ğu görülmüştür. En meşhur parlamento, İngiliz parlamentosu değil mi? Şu parlamentonun yüce fikri ve toplanma gayesi elli milyon sair kavmi otuz milyon İngiliz'e ve hepsinin bir arada bir milyon kadar asilzade ve zenginin rahat ve keyfine alet etmekten ibaret değil midir? Buyurun üniversitelerden birine girelim: Neler okutulmuyor! Akıl dışı gibi. . . . O ne olgunluk, o ne anlayış, o ne fikir! Firavunları n nizamnha­ melerinden ası r ası r Monsieur Gladston'un bazı tekliflerine gelinceye kadar hukuk ilmini ezberlemiş olan avukatlar, bir atı n kuvveti yetişme­ yecek işi bir yük yer kömürüne işleten makineciler, beş on gram ecza ile koca dağı havaya uçuracak kimyagerler, denizler üstüne köprü ku61


racak mühendisler bu ilim ve fen yurtlarında yetişiyorlar. Onlara hay­ ran olmamak mümkün mü? Evet! Avrupa'nın üniversiteleri ve diğer ter­ biye müesseseleri gerçekten hayret vericidir. Fakat bunca fen ve dün­ yanı n bütün ilimlerinin öğetilip de insan için en gerekli ve çeşitli ilimlerin en şereflisi olar. bir ilmin görüş dairesinin ve öğretimin dışında bırakı lmasına daha çok şaşıyorum. Bu ilim, bir kaç bin yı ldan beri çök­ müş olan, sürüklenerek bugüne kadar gelen Avrupa medeniyetinin ta­ nımadığı "ahlak" ve tam hakkaniyet'ten bahsededen yüksek ilimdir. Avrupa'n ın her neresi olursa olsun, dış görünüşünün parlaklığı pek çok kimseyi aldatabilir. Zannedersin ki terbiye ve rahat, zevk ve nezaket, adalet ve bahtiyarlık dünyanın her tarafından kalkmış da yalnız buraya toplanmış! Heyhat! Parlak olmasına parlak ama, parlayan eşyanın hepsi altın ve gümüş değ ildi. Bir terazi alalım da Avrupa'da görecekle­ rimizi tartalım: Hesaba ve çekiye gelir mi acaba. Rotschild gibi on, onbeş adamı n yüz milyonlarla servetine mi şaşalı m? On, onbeş milyon ahalinin ölümlük iki arşın toprağı olmadığına mı şaşalım? Londralı bir leydinin Parisli bir hanımın terbiye, letafet ve nezaketine mi hayran ola­ lım? Londra ve Paris caddelerinde vücut ve ırzını satılığa çıkaran (def­ tere kayıtlı ) yüzellibin fahişe hanımlara mı dikkat edelim? Bir ineklerinin bizim on inek kadar süt verdiğine mi aferin diyelim? Yüzde doksan do­ kuzunun bir ineğe sahip olamadı klarından mı ibret alalım? Milyonlar sarf ederek dünyanın her tarafı nda H ristiyanlık propagandası yapılışına mı bakılım? Avrupa'nın içinde, Kilise ve İncil'e iman kalmadığına mı hayran olalım? Güya insan hürriyeti ad ı na yaptı kları savaşları mı seyr edelim? Alsace-Lorraine'in biçare bakire kızlarının Paris'te elli franga kadar satılmış olduğunu mu insaf terazisine vural ım? . . . Kısacası b i r bakıma, Avrupalının hayat ve medeniyeti gayet süslü, ziynetli ve güzel bir kadı na benziyor. Fakat biraz dikkat edince fark edi­ yorsunuz ku bu kadının dişleri uydurma, saçları takma, o dolu dolu gö­ ğüsleri kabartma pamuk . . . ve bir de o canfes elbibseleri soyulunca ya­ ralardan ve dikişlerden geçilmiyor. Avrupa'n ı n yaşayış tarzının ve medeniyet şeklinin aksak ve çürük esaslara dayandığı Avrupa'da dahi pek çok kimse tarafı ndan biliniyor. Bu yaşayış tarzının insan aklının ve insafını son yapısı olmadığı günden güne sür'atlice anlaşılıyor. Kı rk, elli yıl önce bu medeniyetten yüz çevi­ ren yüzde bir, iki ise, bugün hemen hemen yüzde otuz vard ı r! Bunlar herşeyin değiştirilmesini isteyen çeşitli partilere mensup sosyalistlerdir. 62


Sosyalistlerin düşünceler az veya çok herkesce bilinir, zannederim. Maksadımız sosyalizmin fikirlerini tenkit ve ölçmek değil, ancak aslı esası hakkında burada bir iki söz söylemekten ibarettir. Avrupa'da sosyalist tabiri türlü türlüdür. Bizce sosyalistler demek, Avrupa'nın şimdiki yaşayış tarzından ve medeniyetinden bütün bütün ümit keserek yeniden ve yeni esaslar üzerine yeni bir medeniyet kur­ mak düşüncesinde olanlard ı r. Bunları n fikirlerine göre tam değişiklikle­ re ve inkı laplara lüzum vard ır. Mülkiyet, miras, aile, sermaye hakları ve sair esaslar üzerinde düşünerek mülk, mal, ticaret, sermaye, iş hatta kadı n ve çocuğun müşterek olmasını istiyorlar. Bu yol ile herkes işin­ den, çalışmasından eşit derecede istifade edecek ve dünya lezzetlerin­ den mahrum kalmayacak imiş! Kiminde çok çok, kiminde hiç yok olma­ yacak imiş! Sosyalizm fikirlerine dair Avrupa edebiyatı nda pek çok eser vardır. Owen, Fourier, Saint-Simon ve başkaları koca kitap dolusu tasavvur ve sistemlerini anlatmışlard ı r. Şöyle ki, bunların yazdı kları güya uygula­ nırsa dünyada hiç bir bahtsız kalmayacak insanlar eşit derecede umu­ men çalışacak, rahat görecek, safa ve zevk edecek. Dünyadan herkes bir derecede istifade edecek vesaire vesaire . . Sosyalizme dair ileri sü­ rülen bu fikirlerin ahlak dışı bir takım hayallerden ibaret olduğunu söy­ lemeye bilmem lüzum var mı? Zannetmem. Eski usulü b ırakacak olan sosyalistler sudan kaçıp ateşe uğrayanlara benziyorlar. Tam eşitlik imiş? Maddi ve manevi insanlar yaratıldıkta eşit yaratılmıyorlar ki! Ba­ zısı nda kuvvet, bazısında zihin ziyade oluyor. Miras olmayacak imiş! Ne demek? Baba nefsinden esirgeyerek çocuklarına bir şeyler topla­ yacak, fakat bu ortaya konularak herkese paylaştırılacak! Bunun eşitlik ve adalet neresinde? Ama aile de olmayacak, baba çocukların ı , çocuk­ lar babalarını tanımayacak, o zaman mirasa ne hacet? Sözün kısası, ülke ve insan topluluğu bir kı şlaya dönecek, ahali boru il e kalkacak, boru ile işe güce gidecek, boru ile umumi sofraya çağrı lacak, boru ile zevk ve sefa edecek, boru ile birer kad ın alarak istirahata çekilecek . . . Aferin sosyalistler! N e iyi bir medeniyet, n e iyi bir yaşayış tarzı kuracak imişsiniz! Sosyalistlerin fikirlerinden ziyade dikkat olunacak şey, bunların Avrupa'nın her yerinde çokluğu ve taraftarları n ı günden güne çoğalma­ sıdır. Milyonlarca köylü ve şehirli işçi hep sosyalizme meyi ediyorlar. 63


Zannolunması n ki, sosyalizmin batıl fiki rleri vaktiyle red ve def olunur. Bu fikirlerin meydana çıkmasını sebebi durdukça, bu fikirler sönmek şöyle dursun, günden güne meydan alacaklardır. Tabiidir ki bir insan halinden hoşnud olmazsa ve halini perişanlığ ı n ı n etrafın zulmünden geldiğine inanı rsa, durumunu değiştirmekten başka fikri ve isteği olma­ yacaktır. Avrupa'nın şimdiki medeniyeti ve yaşayış tarzı, bir adamı gül­ dürüp mesut ettiği, yüz adamı ağlatıp nahoş ettiği müddetçe sosyaliz­ me ölüm yoktur. Avrupa'da ve belki cihanda bu mesele en büyük meseledir. Müthiş inkılaplar sosyalizm yüzünden gelecektir. Otuz yıllık muharebeler, Fransız Büyük İnkı labı müthiş sosyalizm inkı lapları karşısı nda oyuncak derecesinde kalacaktır. Avrupa'n ı n istikbaline karşı toplanmakta olan büyük bela budur. Avrupa medeniyeti sosyalizm dalgaları içine gömü­ lecektir. Avrupa'nın sömürgelere aşk ve muhabbeti bu derdin zorun­ dan; vahşilere ve yarı medenilere karşı hamiyetinden değil ya! İstatistik ilmi her ne kadar ilerlemiş ise de daha çok noksanlı bir ilimdir. Velakin Avrupa'da ne kadar sermaye ve mal sahibi olduğu ve ne kadar işsiz ve mekansız amele bulunduğu, halinden hoşnud ve nahoş olanlar ile olmayanlar, sosyalistler ile sosyalist olmayanlar hesap edilebilseydi ve bunların yıl yıl değişmesi bilinseydi, Avrupa'nı n kaç y ı l sonra büyük inkilaplara uğrayacağı kolayca hesap olunurdu. Geçmiş ası rları n karanlık deryasına dalarak insanlığı bugüne kadar gözden geçirirsek, insanların birbirleriyle, cemiyetin cemiyetle, kavmin kavimle muamelesinin hep bir esas üzerine kurulmuş olduğunu görü­ rüz. İnsanlar, cemiyetleri, hey'etleri hareket ettiren nedir? Hareketten maksad nedir? Akşam sabah gönlümüzü, aklı mızı istila eden nedir? Bana göre (şahsi menfaat ve faydadan) hiçbiri değil. Eski Yunanlı, yeni Avrupalı, Atina Cumhuriyeti, Belçika Kraliyeti hep bir maksada hizmet ediyorar? Hareket sebepleri, davranış esasları birdir. Bu da fayda, fayda ve faydadır. Herkes maddi ve manevi faydasını arıyor, ona çalışıyor, ona çabalıyor. Ahlak, terbiye, hukuk hep bu umumi mes­ lek üzerine kurulmuştur. Dünyaya ne için geldin? Ne için yaşıyorum? Özüm için! Niçin okuyorsun? Fayda! Bu gayret neye? Faydam için! İşte insanları hareket ettiren hep faydadı r, başka bir şey değil. Evet ya­ şamanın gayesi, hareketin sebebi ve insanlar arası ndaki muamele fay­ dadan başka bir isteğe bağlanamaz. 64


İngiltere'nin ve belki zamanımızın büyük yazarlarından John Stuart Mill, " Ütilitarizm" başlığı ile yazdığı bir risalede bu meseleyi tartışıyor. Ütilitarizm", (Faydacılık) demek oluyor. John Stuart Mill'in inancına göre, insanların davranışları nın sebebi ve gayesi olan (Fayda) ahlak kaidelerine aykırı değildir. Bilakis akla uygun bir temel duygudur. Ancak herkes kendi faydasını ararken başkası n ı n faydasına zarar ve ziyan vermemek gerekiyor. Saygıdeğer filozof şurası düşünememiş ki, bir kere insanoğlu "fayda"yı esas alınca ve buna göre hareket edince yalnız kendi faydasını düşünüyor, diğer insanların faydasını gözetmeye çok vakti kalmıyor. Herkes öz faydasını gözetmeden gözü boşalmıyor ki başkalarının faydasını gözetsin. Her an kadar çeşitli alet ve usul, sanayi ve ma'rifet sayesinde Avru­ pa merleniyeti hesapsız servet toplanmasına yol açmış ise de bu ser­ veııen herkes istifade edemiyor. Bundan dolayı şimdiki medeniyetten nefret edenler tabii olarak o müthiş sosyalist inkilapları tasavvur edi­ yorlar. Bunun Batı ülkelerini nasıl çok tehlikeli bir duruma düşürdüğünü söyledik. Batı Medeniyeti sayesinde yaşayan insanları n hareketlerinin esası "fayda"dan ibaret olduğu ve bu umumi "faydacılık" kaidesine karşı Avrupa'nın hemen yarısı olan taze adamların, yani sosyalistlerin insa­ noğlu'nun en mukaddes ve tabii hukukları olan aile, mülk, şahsi hürri­ yet gibi şeyleri inkara kalkıştı kları malumumuz oldukta, eskilerin bir çık­ maz sokağa saptı kları gibi, tazelerin de başka bir çı kmaz sokağa saptıkları bence şüphesizdir. Medeni bir topluluğu teşkil edenlerin bir kısmı ard ı na önüne bakma­ dan "Her ne varsa hepsi bizimdir" davasında olursa, geri kalanların, azıcık gözleri açı lı nca: "Hayır! Durunuz efendiler, öyle değil, her ne varsa hepimizindir, çıkarı nız meydana, herkese bölüştüreceğiz!" dava­ sında bulunacakları tabiidir. İşte Avrupa medeniyetini ondokuzuncu asra yetiştiği esnada mey­ dana çıkardığı mesele budur. Çözsünler bakalım! Diğer ülkeler Avrupa­ nın bu halinden ders alabilecekler mi? Almazlarsa Avrupa'nın yakalan­ dığı sosyalizm belasına ilerde onlar da uğrarlar. Avrupa'dan diğer ülkelere sanayi ve teknik ile beraber yaşayış tarz65


ları ve kaideleri de taşınacak olursa, şüphe yok, bu yaşayış tarzı Asya'ya da sosyalizmi yayacaktı r. Yine bir güzel hayat ne yüzden gelecek ve bu hayat hangi esaslar üzerine kurulacak? İlerleme yoluna girmiş İslam ülkeleri ve kavimleri geleceklerini hangi örneğe uyduracaklar? Avrupa'nın peşinden giderek sonra da sosyalizm belalalarına uğrayacak isek, yazık gayret ve eme­ ğimise! Okuya okuya "sivilize" olup Frenkler gibi olacağız diyorsak ve mukaddes bir hayat gayesi edinmeyecek isek yazık bizlere! İnsanları n birbiriyle olan mü nasebetlerinde "fayda ve faydadan" önce gözetecek bir şey yok mudur. Vardır. Bu da " Hakkaniyet"tir. İnsanların birbirleriyle olan muamelesinde "Hakkaniyet"ten evvel gözetilecek bir şey yoktur. İnsanoğlunun hayatının esası, "Hakkaniyet"ten başka bir şey olamaz. "Hakkaniyet" üzerine kurulacak bir hayat en temiz hayat olacaktır. Bu hayatı n dairesinde olan insanlar rahat yaşayabileceklerdir. Çünkü in­ sanların her hareketi "Hakkaniyet" üzerine kurulacak bir hayat yaşaya­ bileceklerdir. Çünkü insanları n her hareketi "Hakkaniyet"e dayanacak olursa zulüm meydandan çekilince "Hakkaniyet" sayesinde meydana gelen durum ve hayata hangi insan karşı gelebilir ve düşman olabilir? Eski medeniyetler noktası odur ki, "Hakkaniyet", hayatın d ışında bı­ rakılmıştır. Tasavvur edelim ki medeni bir cemiyeti teşkil eden insanla­ rın hepsi işlerini ve hareketlerini tam "Hakkaniyet"e bağlamış olsunlar. "Hakkaniyet"e sığmayan " Fayda"yı bıraksınlar. İnsanlar birbirinden ra­ zı, birbirine karşı kıskanç, birbirine emniyetsiz olabilirler mi? Birbirinin varlığna kasdedebilirler mi? Birbiri hakkında kötü niyet ve kötü kasıt meyli kalı r mı? Evet, kalmaz! Kimsenin hukukumuz aleyhinde olmadı­ ğ ına kani isem ve kendim kimsenin hakkına tecavüz etmemiş isem kim benden nahoş olacak ve ben kimden nahoş olabilirim? Hiç! İlim, fen mekanik, teknik sayesine insanlar kolaylıkla yaşamaları için gereken şeyleri toplayabilirler, fakat "Hakkaniyet" dışında bunlar­ dan insanoğlu rahat rahat istifade edemez. Çünkü herkes hissesini art­ tı rmaya gayret eder. Kuvveti ziyade olan hissenin ziyadesini kapar ama hakı ziyade mi bakalım? Bilmem düşüncelerimi anlatabiliyor muyum? Fakat bu defa fazla bahsetmeye vakit kalmıyor. Gelelim bahsimizin neticesine: 66


Yeni medeniyet "Hakkaniyet" üzerine kurulan bir yaşayış tarzının meyvesi olacaktır. Bu yeni medeniyeti meydana getirmeye İslamlardan ziyade sermayeye sahip bir millet görmüyorum. Bu sermayemiz ise "Kur'an"dı r ki hükmünün özü "Hakkaniyet"tir. Toprak ve mülk, sermaye ve faiz, fert ve cemiyet, ticaret ve kar, çalışma ve gayret, hayır ve hay­ rat hakkında öşür ve zekat külli kaideleri insanları bahtiyar edecek ha­ kikatlerdir. Sermaye-mülk-ticaret ve kar hakkındaki Kur'an kaideleri Avrupa'ca hukuk ve ahlaka esas tutulabilmiş olsa idi dehşet verici sos­ yalist fikirlere hemen hemen yer kalmazd ı. Çünkü az veya çok herkes mülkten, sermayeden ve çalışmasından istifade ederdi. Servete esir, faize ömrü boyu bir hizmetçi olmazdı ve bunca hoşnutsuzluğa meydan açılmazdı . İslam hukukun yüksek derecesini başka b i r tasavvur ile daha ziya­ de ortaya koyalım: Mesela ondokuzuncu asrın Avrupa'sı insanlığın ya­ şayışı hakkında Kur'an kaidelerini kabul etmiş olsun. İlkin her sene hasıl olan bunca gelirin zekat ı , yani kı rkta biri muhtaçlara tahsis oluna­ cakt ı r. İstatistiğe başvuran: Kaç milyon eder! İkincisi, milyarlarca nakit sermaye ki milyonlarla insanları esir etmiştir. Faizsiz işlemesi lazım ge­ lecektir. Yani itibari kuvveti ile insanlara galebe edemeyerek, başka şekle dönüşerek, sadece sahibine değil, pek çok insana faydalı ola­ caktı r. Üçüncüsü, Koca İngiltere, dört, beş bin, koca Fransa beş, on bin adamı n mülkü olamazd ı . . Olmuş bulunduğu halde bile bu ülkelerin toprağından herkesin istifadesi herkes için kolay olurdu. Artık Avrupa'yı bı rakalım. Her ne kadar Avrupalı lar kendi davalarına kendileri mümeyyiz olup medeniyetlerini en üstün ve en son medeni­ yet olduğuna hükmederek dünyanın her köşesine yaymak için cebre kadar varıyorlar ise de bu merhametin başlıca sebebi marş ile gelmek­ te olan haksızlık, açlık ve korkunç inkılaplardı r. Bundan böyle geleceği temine çalışırken ölçme tartma yolunu tutalım. Avrupa bir ihtiyard ır, te­ crübesi çoktur. İhtiyarlığına karşı saygı duyalım. Tecrübesinden hisse alal ı m. Fakat hatalarını tekrar etmeyelim. Okulları n ı , üniversitelerini biz­ ler de kuralım. Fakat fenlerle akıllarımızın ışıklandırdığımız kadar yürekleri de "Hakkaniyet" ile doldurmaya çalışalım. Avrupa'da ne görürsek çocuk gibi alıp kaçmayalım. Aklı başında insanlar gibi, "Nedir? Sonu neye varacak? Vicdan ve hakkaniyete uygun mu? diye ölçüp tartalım. Avrupa medeniyeti tartışmasız kabul olunabilecek bi r şey olmuş olsay­ dı, bu medeniyetle Avrupa'nın yarısı düşman olmazdı . 67


Bir daha tekrar ediyorum: Yeni fenlerin, keşiflerin, ve icatların fay­ dalı hizmetlerini inkar etmiyoruz. Ancak İslam alemin ıslahat ve terakki­ ye ihtiyacı olduğu bir sırada ölçmeden, tartmadan Avrupa'yı taklit et­ mesini akıllıca bir iş saymıyorum. Rusya Pan-İslavistleri Rus alemi için Avrupa medeniyetini özlenilmeğe değer bir şey olmayacağı n ı iddia ederlerken İslam alimini de kendine göre bir ilerleme yolu ve başlıca bir medeniyet araması lazım gelmez mi? (Tercüman gazetesi yazarı Bahçesaraylı Gasporalı İsmail)

İLAN Kırı m'da Bahçesaray şehrine haftada bir defa açık ve sade Türk di­ linde yayınlanmakta olan (Tercüman) adlı gazeteye İstanbul'dan ve Osmanlı vilayetlerinde abone olacak kimselerin İstanbul'da Okçularba­ şı'nda "Kıraathane-i Osmani" müdürü Sarafin Efendi'ye müracaat eyle­ meleri. (Tercüman) dış ve iç durumlar ile maarif ve edebiyattan bahseder ve Rusya müslümanların ı n ilerlemesine mahsus gazetedir. Osmanlı hayatına ve basınına dair muvazene (tenkit, tartışma) yollu kaleme alınmış görüşler ve düşünceler tefrika olunacaktır. Yayınlanmak için lütfen idaremize gönderilecek yazı ve mektuplar olursa açı k ve sade türkçe olması lazım gelir. (Tercüman) Her Cuma yayınlanıp Pazartesi Sivastopol postasıyla istanbul'a yetişecektir. Posta ücreti ile senelik abone bedeli kırk ku ruş­ tur. Bu Mayıs başında Aralık sonuna kadar otuz kuruştur. (imtiyaz sahibi ve yazarı: Gaspıralı İsmail) 24 Kasım 1806 tarihli "Tercüman"da, İsmail Bey, "Ahva/-i Devlet-i Aliyye-i Osmaniye"

başl ığı altında yazdığı makalesinde şu hususlara

yer vermişti: "Tercüman"ı m ı z iki seneden beri memalik-i Osmaniye'de hayli müh­ teşir olup okuyanlara efkarı (fikirleri) ve meselelere bakışı malum ol­ muştur. Fakat, 1 5 senelik gazetemizin bundan ewel geçmiş on üç sa­ nelik hayatı Osmanlılara malum olmadığından , iptidai zuhurunda kabul 68


ettiği mesleğin hiç tebeddül etmeyip bu saate kadar işlere ve hallere nazaranın (bakışının) değişmemiş olduğunu ve bugün yazdı klarını on sene mukaddem yazmış olduğunu söylemek laz ı m gel ir. Devlet-i Aliy­ ye'de ıslahat ilan olunuyor. Fakat; icrasız kalıyormuş. Bu ıslahatın ne demek olduğu fikredilsin: ister tarihe, ister evrak-ı mevkOtaya müra-· caat edin, şimdiye kadar Avrupa'nın ıslahat dediği yalnız ahali-i hı rısti­ yaniyeyi gözetmekten ibaret bulunmuştur. Halbuki devletin mayası ve ekser ahalisi ehl-i İslamdı r. Terakki-i ticaret dedikleri ise ecnebi serma­ yesine ve teşebbüsatına meydan ve yol verdirmekten i baret bulunmuş­ tur. Bu halde mahalli ticaretin ve yerli ahalinin terakkisinin cüz'i olacağı elbette tabiidir. "İdare muntazam değilmiş" Evet, nisbeten böyledir ve böyle olma­ mak da mümkün değildir. Çünkü ta geçmiş vakitlerden kalma "kapitü­ lasyon" bağları ve zincirleri çözülmedikçe intizama meydan kalmıyor. Gaflet devrinde aktedilmiş muahedelerle Türkiye'nin eli ayağı bağ­ lanmış, misafir olarak kabul olunanlar haneye sahiplik hukukunu almış­ lardır. Avrupa memalik-i Osmaniyeye "'Hasta" namını veriyor. Hayır, hasta değildir, bağlıdır, bir çözülsün de görsün, nasıl güzel yoldaş olur!" "Türk Yurdu" Mecmuasının çıkışını kutlamak maksadiyle 1 9 1 1 'de kaleme aldığı "Türk Yurducularına" başlıklı yazısında milli mekteb ile maarif meselelerinin Türk Dünyası için ehemmiyetini şöyle belirtiyordu: Türk Yurdu'nun birinci sayısını okuduğumda beş on satır yazıp kut­ lamak istemiştim. Fakat ne yazayı m? Yurdu yaraşdı racak şair ve edib değilim. Dışı süslü içi boş laflarla bu güzel sayfaları karalamaya gön­ lüm varmıyor. Bari dedim, oldukça bildiğim ve herşeyden daha ziyade sevdiğim milli mektebden biraz bahsedeyim. "Türk Yurdu"nun en şiddetli ihtiyacı mekteb ve maarifdir. Türk Yur­ dunun geleceği mekteb ve maarife bağlıdır. Hakim bir milletin mahkum düşmesi, mahkum bir milletin yok olması mektepsizlikten ileri gelir. İşbu malumları ilhamdan muradım-zaman bizi beklemiyor, hiç durma­ dan gidiyor, acele davranalım demektir. Bundan onbeş, yirmi sene sonra Türk Yurdunda okuyup yazmak bilmeyen bir Türk oğlu, bir Türk kızı kalmama(sı) lazımdı r. . . Lakin acaba bu mümkün müdür? Kat'iyyen iman ederim ki bu mümkündür. 69


Eski Türkler kan içişip kardeş olunlardı Asya'da ata binip Avrupa'da inerlerdi. Bugün Yurdcular, söz verişip, kardeş olup okumak ve okut­ mak yoluna bel bağlasalar, büyük atalarımızın Çapul ve akı n ordusun­ dan daha faideli daha şerefli bir "maarif ordusu" yapabilirler. Bu ordu­ nun neferleri ve gazileri "Milil Mualimler" başbuğları da okutmayı, öğretmeyi kolaylatan Usul-i tedris mütehassısları olacaktır. Bu bağbuğlardan bu mütehassıslardan birisini geçen gün ziyaret ettim. Eli altı ndaki "Darülmuallimin"i gördüm. Tesis ettiği cennet köşesi usul-i savtiyye'yi ihtida izinde nurlu bir rahat duydum. Yani mini mini yurt çocuklarının iki ayda okuyup yazmak öğrendiklerini ve cehalete karşı kazandı kları bu galebeden ruhları ateşlenip bilgi deryası nın ilerile­ rine can atmaya hazır bulunduklarını gördüm. Bütün Türk Yurduna yüksek sesle bağırıyorum.İstanbul Darülmuali­ min müdürü Sati Beyefendi'nin yuda gösterdiği usul-i savtiyye'ye kulak ver. . . göz sal... Atalarımızın okları ve süngüleri önünde dağ geçitleri kale kapıları açald ığı gibi usul-i savtiyye (usul-i cedid?) sayesinde güç­ ler kolaya, yı llar aya çevrilip ulum ve fUnun kapıları Yurd ehline açıla­ caktır. Eski Türkler atlandıkları zaman başbuğların "Ur ha .. " nidasiyle karşılamalıdır. Evet: Çalış, çalışalım ve çalıştıralım. Amma nasıl çalışalım? Türkler büyüktür. Yükselmek ve ilerlemek isterler anca "su görme­ den papuç çı karmayı" sevmezler. Buna göre çalışmanın tertibini kura­ lım. İbtidai tahsile ve elif ba'cıl ığa dair uzunca tecrübelerle ettiğim bilgi­ me müteşebbis ve çalışkan Sati Bey şerefine arz edeceğim. İbtidaiye mekteblerinden, ibtidaiyye tahsilinden başlıca iki şey mat­ lübdur: biri çoluk çocuğa okumak yazmakla beraber, dinen mükellef ol­ duğu basit şeyleri bildirmek; gündelik hayatına kifayet edecek derece­ de hesab öğretmek ve azıcı k fenni ve edebi malümat verib çocukda dikkat ve mütalaaya, heves uyandı rmakdı r. Eğer ibtidaiyye mektebi buna muvaffak olursa pek büyük hizmet etmiş olur. İ kincisi mükemmel ibtidai tahsildir ki bundan maksat şagirtlerin fikri­ ni hayli tenvir etmek, onları fünunun mukaddematı ile aşinalaştırmak bazı iş ve sanatlara da alıştı rmaktadır İbtidaiyyelerin programları mak­ satlarına göre tertib olunur. Fakat maksat mevcut veya bulu nacak para ile çok rabıtalıdır. 70


Sade programlı bir ibtidaiyye bir mualim ile idare olunur, mükemmel programlı bir ibtidaiyye üç-dört muallim ister. Bu muallimler de ya darül­ lumalipminden mezun yahud idadi tahsili gördükten sonra nazari ve ameli usul-i tedrisi öğrenmiş kimseler olmak lazımd ı r. Basit ibtidaiyye­ ler senevi elli-altmış lira ile idare olunabildikleri halde mükemmel bir ib­ tidaiyyenin idaresi senevi dört yüz liralık bir bütçeye bakar. Bu cihetle iktisadi ahvali müsaid olmayan cemaatler, mali ahvali parlak olmayan hükümetler bir muallimle ve mahdut programlı milli ibtidai mektebleri tesis etmek zaruretindedirler. Mesela Ruslar böyle yapıyorlar; amma İngilizler, Amerikalı lar başka türlü yapıyorlar, mükemmel ibtidaiyyeler tesis ediyorlarmış. Onların paraları çok .. bazı yerlerden ibtidai tahsilde sanayi öğretmek de iltizam olunur. Lakin ben makalemi çatallaştı rma­ mak için işin bu cihetinden bahsetmiyeceğim. Tahsil-i umumiyyeyi gaye tutarak bütün ahaliyi okur yazar etmek için orta hesaptan beher 60 eve yahud 300 nüfusa bir mekteb lazımd ı r. Bizim köylerin bir çoğunda altmış ev bulunmadığından mekteblerin adedi daha ziyade olmak iktiza ediyor. Gündeliği beş kuruşu geçme­ yen Türklerin gündeliği otuz-kırk kuruşa çıkan Avrupalı lar, Amerikal ılar gibi üç-dört muallimli ibtidaiyyeler tesis edemiyecekleri meydandadı r. Binaenaleyh map.rifin ilk intişarı devresinde hal ve mekana göre iş tut­ mak zaruridir. Bu kaidenin haricine çıkı l ı rsa teşebbüs zarf-ı taklit seme­ resi olarak bir oyunca veyahut ismi var cismi yok şeylerden bir şey olup kalmaya mahkumdur. Bizim Rusya'da sakin Türklerin hal ve mu­ hite muvafık tarz-ı haraketi şöyle olmuştur; Miladi 1 881 senesinde topladığım malumata nazaran Rusya'da 1 6 milyon müslüman vardı. Bunların Çerkezlerden maadası , hep Türk oğlu Türk idi. Bu Türklerin 1 6 bin ve küsur mahalle mektepleri (iptida.ileri) ve ikiyüz on dört medrese-i arabiyyeleri mevcut idi. Vasati olarak her mek­ tebde otuz çocuğun bulunduğu hesap edilirse, yarım milyon Türk yavru­ sunun İbtidailerde, Medreselerde okuduğu anlaşılıyordu . . . Fakat heyhat! Bu hoş görünüşün, bu ümitli halin aldatıcı bir hayalden ibaret olduğu dik­ katli bakanların gözüne çabuk çarpıyordu: Onaltı bin mektebde yarım milyon Türk çocuğunun beşer sene ömürleri çürütülüb, onlara Türkçe beş satır okuyup yazmak bile öğretilemiyordu! Her yıl çocuklarımızı n beşyüzbin senelik hayatı israf olunuyordu. Binaenaleyh mevcut köhne mahalle mekteblerimizin Medreselerimizin ıslahı farz idi. 71


Bu mektebler, Rusya hükümeti nazarında sırf "Dini-Confessionnelle" addolunduklarından resmen idare-i şeriyelerin nezareti altı nda bulunu­ yorlard ı . Hakikatde ise hiç kimsenin teftiş ve nezareti altı nda bulunmu­ yorlard ı . Bu mektebler "Boş" fakat aynı zamanda "Hür " idi. Efkar-ı umumiye harekete gelse, mekteb umuruna sevk ve imale olunsa, hayli iş görmek mümkün olacağı anlaşılıyordu. Halk indinde "mekteb", "okumak", "tahsil", "ilim" ve "ders" gibi lafz­ ların hakiki manaları meçhul olduğu halde bu lafzlara karşı besledikleri muhabbet ve hürmet bana hayli ümidler verdiğinden halkı n nazar ve hissiyatını "sermaye"den addetmiştim. Binaenaleyh efkar-ı umumiyeyi uyandı rıp celb etmek, ıslah edilecek mekteblere muallim yetiştirmek ve bunların maaşlarını te'min etmek ile beraber ahalinin cehl ve taassubu­ nu kuşkulandırmamak üzere işe başlamak lazım idi. Bu maksada binaen 1 883 senesi Bahçesaray'da "Tercüman" gaze­ tesi tesis edildi. "Tercüman" ile efkar-ı umumiye hayli tahrik ve yeni usul ile kırk gün zarfı nda mübtedi çocuğa Türkçe okuyup yazmak öğretmek mümkün olduğu ilan olunarak Bahçesaray' ın "Kaytmaz Ağa" mahallesinin hara­ be mekteb binası bi raz tamir ettirildi. Ve talebeden Bekir Efendi emek­ dar davet olunarak usul-i savtiyye ve didaktik ile pedagojinin en elzem cihetleri bu efendiye talim ettirilip "Birinci Muallim" tedarik olundu. Böy­ lece tertib ettiğim program üzere 1 884'da "Birinci Mekteb-i Cedidi " açmış oldum. Okunacak elifba yazd ığım "Hıvace-i Sıbyan" idi. Müddet­ i tahsil üç sene; program - Türkçe okuyup yazmak, kı ra'et-i Kur'an, İ lm­ i hal, hüsn-i hat, sarf-ı türki, zihni hesab, imal-i erbaa, tarih-i İ slam ile coğrafya'dan tarihden ve hıfz-ı sıhhatten pek sade pek muhtasar malu­ mat vermekten ibaret idi. Ders meccanen okutulacak, hatta kitab ve kağıdda mektebden veri­ lecekti. Bununla beraber, yeni mektebe itimatsızlıktan ancak 1 2 mübte­ di çocuk kayd olunmuş idi. Şu on iki kayd ile defter kapatılıp derse baş­ landı . Günde dört saat (ziya.de değil) devam edilmek üzre kı rkbeş gün çalışıld ı . Kırk altıncı günü birinci imtihan ilan ile şehrin muteberanı davet edildi. İ ki yüz davetliden ancak otuz adem teşrif buyurdular. Sairler "olamayacak bir şey" diye kulak vermediler. İ mtihana gelenler kırk günlük derslerin neticesi olarak cümle Sıbyanın Türkçe okuyup yazdıkların ı , Kur'an'ın her sahifesinini yavaş yavaş okuyabildiklerini 72


gördüler. Bu gördüklerinini hissi- tesiri olarak haz ı r bulunanlardan ço­ ğusunun elde mendil ağladıkları görüldü ki hayırl ı gözyaşları bu yaşlar idi. lslah-ı tedris mümkün olacağına delil yine bu yaşlar idi. İ mtihan günü mektebe kırk çocuk daha kaydedildi; mekteb mektebe benzedi. Mualimin maaşı "ebeveyn boynuna" yüklendi. Çocuk başına her ay on-iki kuruş (bir rubele) ve odun kömür parası bir kuruşu alına­ cağı şart edildi. Ayda iki kuruş muallim hakkı vermeğe alınmış babaların ayda on-iki kuruş vermeğe razı olmaları bana bir kat daha kuwet verdi. Böylece muallim efendiye ayda altı yüz kuruş temin edildi. Bu hal aç Mollaların dikkat nazarı nı celb etti ve usur-i savtiyye'ye heveslerini uyandı rd ı. Bu muvaffakiyet sayesinde ikinci bir yeni mekteb daha açıld ı . Yeni usulün kuwetlenmesi, kökleşmesi üzerine eski fikirliler daha ziyade harekete gelip, mektebi ve usulü halkın nazarından düşürmeye çabaladılar; yeni mektebe her taraftan hücum ettiler çabuk öğrenilen ilim çabuk unutulurmuş. Dini mektebler bozulacak, Rus işkolasına dö­ necek imiş ... Bu hücumlara karşı Bahçe Saray pazarı nda bir kahveha­ nede "Akşam Mektebi" açdım; yirmi kadar hammal ve bakkal delikanlı­ ları da'vet ettim. K ı rk akşam bunları bizzat okudarak hepsini "okur­ yazar" ettim. Bu dinç şakirtlerimin her birisi yeni usulün gür sesli müda­ fi'leri oldular. "Tercüman"ın tesiri ile usul-ü savtiyye muallimliği öğrenmek için Kafkasya'dan ve Rusya içlerinden Bahçesaray'a talebe ve molla gel­ meye başladı . Birinci numune mektebi, hem mekteb, hem de bir dere­ ceye kadar "Daral-Muallim" vazifesini ifa ediyordu. Gelen mollalar bir iki ay mektebde misafir kalarak muallimlik şahadetnamesi alıyor ve memleketlerine dönüyorlard ı . Böylece maarif ve teceddüd kıvılcı mları öteye beriye sıçrıyordu. Numüne mektebine misafir gelip, usul-ü savtiyye'yi tahsil eden molla ve mualimler bu bedava derse karşılık olmak üzere iki adama öğrendiklerini öğretmeye, usul-u savtiyye'yi göstermeye kendi mekte­ blerinden maada iki mektebin daha ıslahına çalışmaya söz veriyorlar. Yani vicdanen borçlu ediliyorlar idi. Böylece birbirinden öğrenmek usulü ile muallim yetiştirmek çaresi bulunmuş idi. Kafkasya ve Asya ve 73


Rusya'nı n her tarafından İ slam tüccarı n çok toplandığı Mekariye pana­ yırı Nijni Novgrod şehrinde Temmuz onbeşinden Ağustosun yirmibeşi­ ne kadar devam eder. Ben her sene bu panayıra gidiyorum. Beş on günler propaganda ediyor idim. 1 887 de Bahçesaray numüne mektebi muallimi Bekir Efendi emektar Rezan Vilayeti Han Kerman beldesine gönderilmiş ve orada" ikinci numune mektebi" tesis edilmiş idi. Nijni Novgrod, Tambuf ve Penja Vilayetlerinin müslümanları arası nda usül-ü savtiyye'yi ve ıslah-ı tedrisiyye'yi öğrenmek ve neşretmek bu muallime sipariş edilmiş idi. İ ş bu belde de açı lan mektebde okuyan çocukların pederleri daim mezkur panayı ra geldiklerinden bilistifade meclislerde bunları şahit ederek söylettiriyor ve böylece gözü açık tacirleri mekteb ıslahına teş­ vik ediyor idi. Bu davetlerin semeresi olarak seksen kad ı n molla ve softa Bahçe­ saray'a gelip usül-i cedide tahsil ederek ve idare tertipleri öğ renerek mütalaa edecekleri fenni kitapları da alıp gitmişler. Ve verdikleri vaad­ lerine binaen beş altı sene zarfı nda Rusya'nın her vilayetinde ikişer üçer mahalle mektebini ıslah etmişler idi. Lakin Asya'yı Vustadan ses çıkmıyor, hareket işidilmiyor idi. 1 893'de Asya'yı Vusta'ya yollandım. Orta Asya da lisan-ı Farisi mu'teber tutulup Türkçe'ye rağbet edilmedi­ ğini gördüm. Semerkand'da da Tü rkçe okutulmak üzere gayr-ı resmi surette Orenburg'lu tacir Abdülgani Bey hanesinde usül-i savtiye " Ü çüncü numüne mektebini" te'sis ettim. Muallimliği Bakülü Abdülme­ cid Beğ kabul etmiş idi. Bu mekteb üç ay kadar devam edip hükümet tarafı ndan kapatıldı. Fakat Orta Asya'lı lar arasında "Makinalı Mekteb" namı ile şöhret almış. Bu mekteb, usül-i savtiyye'nin suhületini ahaliye gösterip efkar-ı umumiyeyi celb ve tah rik etti. Bundan itibaren Asya'ya Vusta dahi teceddüd yoluna girdi. Usül-i savtuyye mektebleri farisiyye mahall-i münasib bı rakmak ile beraber milli olan Türkçeyi ileri sürdüler. Böylece milletin tahsil hevesi uyand ığından muallim bulmak hayli müşkil idi. Hayatın bu sualine cevaben 1 901 'de şimdi "Vakit" gazetesi­ nin muharriri Mehmed Fatih Efendi Orenburg'da gayr-ı resmi olarak "Muallimin Dershanesi" açıp Ural ve Sibirya için hayli muallim hazırladı. İ ki yaz devamdan sonra bu "Dersler" mahalli hükümetçe men edildi. Bununla beraber Kazan'da ulema-yı münewere sergerdelerinden 74


müderris Alimcan Barudi Efendi medresesini ıslah ve programına fünun tahsili idha! ve birde "Muallimin Şubesi" tesis etmiş idi. Bu şube­ den hayli muallim yetişip etraf ve eknafa dağıtıldı. Bu medresinin ve şubenin fenni cihetinde muharrirlerimizden Akçuraoğlu Yusuf Begin hayli hizmeti görülmüştür. 1 884 senesinde başlanmış teceddüd ve ıslahat, 1 906'da Bahçesa­ ray'dan ta Kaşgar'a kadar yayılmış ve Türklerin ciddiyeti sayesinde gö­ renlere, taassuba, emniyetsizliğe tamamen galebe çalınmış idi. Bu büyük işe ne Rusya Devleti'nin hazinesinden ve ne de ecdadımızın vakıf ve definesinden beş para alı nmad ı ; yalnız Türklerin necat ve hayat arzularından nebean edip akın akın gelen akçalarla beş bini mü­ tecaviz Türk mektebi te'sis ve ıslah edildi. Baku'lu Hacı Zeynelabidin Takkiyef, Orenburg'lu Hüseyinoğlu, Si­ birya'lı Hacı Nimetullah gibi yüz ikiyüz mektebin masrafına para ver­ mişlerden sarfı nazar Akçuraoğluları , Apanami oğulları , Abdülmennano­ ğulları gibi onar, onbeşer mekteb te'sis eden Türkler az değildir. Mahalle ve köy cemaatlerinde bilittifak mekteblerini zamana muvafık tamir veya bina ettirip, senevi dört, beşyüz ruble (beş altı bin kuruş) tahsis ile, maarif-i milliyeye körü körüne değil, bilerek isteyerek hizmet eden cemaatle rde yüzlerce görülmüştür. . Şu yazdıklarımızdan görülüyor, anlaşı lıyor ki milli maarif ilerlemesi, intişarı , yalnız "Nezaret"e mahsus değildir; bu iş herkesin ve cümlenin hayat borcudur. Nezaret, nezaret eder. Bakar, tahsil eder, muavenet eder, fakat çal ışmak kendini bilen her bir Türk'ün vazifesidir. Rusya'da sakin Türkler, bu hususta semereli faaliyet gösterdi ler; eminim ki Osmanlı Türkleri daha ileri giderler. Bu kavi ümid ile şahsi ve ictimal-beğlik (Gouvermental) ve resmi değil-bir faaliyete başlangıç olmak üzere büyük yurd ehline usul-i savtiyye dersleri açmak istiyo­ rum. Usul-i Savtiyye'nin verdiği kolaylıkla kırk elli gün zarfında çocukları­ nı "Okur-yazar" oldukların ı görmek gibidir saadet Osmanlı mahalle ve köy cemaatlerini mektebe ve tahsile ciddi bir suretle heves ettireceği­ ne, yardımları nı celb edeceğine imanım var. Bunu için savti usulu istek edenlere bizzat göstereceğim. 75


Müracaaatan lazım gelen müsaadeyi alarak İ stanbul'da "Usül-i Savtiyye ve Tatbikatı Dersleri" vereceğim, Dersler kısa bir müddet devam edecek ve meccanen verilecektir; bu müddette Usül-i savtiyye ile elifba ve kı raat tedrisi öğretilecektir. Vilayetten gelip İ stanbul'da tah­ sil ile meşgul "Talebe-i ulüm"un derslerimizde bulunması, bilhassa mat­ lubdur. Derslere seyahatı mdan avdette, yani ilkbaharda başlayabileceğimi tasawur ediyorum; mamafih derse başlanacağı gün, vakit ve zamaniy­ le İ stanbul mecmua ve ceridelerinde ilan olunacaktır. Derslerde bulun­ mak isteyenler şimdiden isim ve adreslerini, Ayasofya civarı nda, Kaba­ sakal Çeşme sokağında 28 numaralı "Türk Yurdu" idaresine tahriren haber vermelidirler. Talebe ders dinlemeye adreslerini ihbar ve kayd ettirdikleri sıra ile kabul edilecektir". 27 Haziran 1 91 4 tarihli " İ kdam" gazetesinde Gaspıralı İ smail bey ile yapılan ve " İ bret Alı nacak Sözler" başlığının taşıyan mülakatta," O'nun, İ slam aleminin kurtuluşu hakkında şu fikirleri ileri sürdüğünü görmekte­ yiz: "Türkiye'nin hakiki bi terakkiye doğru hatve (adım) atmak azminde bulunduğunu görmekle sevindim. Fakat, buna muvaffak olmak için en ziyade sulh-ü suküna ihtiyacımız var, lakin otuz sene huzur ve rahatla çalışmalı , hakkiyle çalışmalısınız. Şimdi Türkiye'nin toptan, tüfekten, baruttan ve intikam almağa kalkışmaktan ziyade, ziraatı ileri götürme­ ğe, iktisadi teşebbüslere girmeğe, maarifi hakkıyla tamim ve tesise, ve­ sait-i nakliyeyi ikmale ve pek ziyade zengin olmağa ihtiyacı var. Bunun için Türkiye ziraat memleketi olmalıdır. Buğdayını, hububatın ı , pamuğu­ nu, yün ve yaprağını, yağ ı n ı , bal ı n ı , yumurtasını satıp zengin olmalıdır. Bunun için de gayet büyük himmetler ister, hususiyle maarifi pek ileri­ ye götürmek lazımdır. "Ben öyle görüyorum ki, Türkiye'de maarifin temin ve inkişafı her memleketten kolay olacaktır; çünkü Anadolu ahalisinin maarife, mekte­ be, tahsile büyük ve gayet tabii ve hakiki bir aşkı vard ı r. Hatta Türkle­ rin, Avrupalı lardan ziyade tahsile heveskar olduğunu iti raf etmek, onlar hakkında iftira etmek demek olur. Faraza bir köye gidilsin de "vatan­ daşlar, burada bir mekteb açacağız, bir de muallim getireceğiz, bu muallim sizin oğullarınıza ve kızları nıza altı, yedi ayda okumak ve yaz76


mak öğretecek, çocuklarınız hem Kur'an-ı Kerim'i, hem de eline geçen kitabı veya gazeteyi güldür güldür ve hatasızca okuyacak. Fakat siz de bu mektebi vücuda getirmek, bu muallimi getirebilmek için elden gelen fedakarlığı yapacaksınız"denilsin, bakınız, o köyün ahalisi nasıl kolları sıvayarak elden geleni yapacak, çocuklarını okutacaktı r. Türklerde ço­ cuğun tahsile başladığını gün bir bayram sayılır, bu hangi memlekette var? "Şimdi, Rusya'da gazetelerin ahali-yi İ slamiyyeye maarifin tahsilin lüzumundan bahis eden makaleler yazmalarına artık hacet kalmamış­ tır. Çünkü iki kere iki dört eder derecesinde aşikar olan bu hakikati orada takdir etmeyen hiç bir müslüman bu hakikatı orada takdir etme­ yen hiç bir müslüman yoktur. Gazeteler artık onları iktisadiyata teşvik edecek makaleler yazıyorlar. Şirketler, bankalar tesisini tavsiye ediyor­ lar. Rusya'daki müslümanlarda iktisadiyat hususunda pek ciddi bir te­ rakki eseri görülmeğe başlamıştır. "Eğer Türkler lisanlarını biraz daha sadeleştirmiş, kıraat ve imlayı teshil edecek surette hurüf-u savtiyyeyi istimal etmeğe başlamış olsa­ lardı, beş altı seneye kadar Rusya müslümanlarıyla lisanları suret-i ka­ tiyyede birleşmiş olurdu. Bundan h usule gelecek faydaları izaha hacet yoktur sanı rım. Bu makale İ smail Bey merhumun en son makalesi idi. "Bundan otuz kaç sane mukaddem usul-i savtiye mektepleri zuhur ettiği ile millet maarif-i milli muhabbeti hissolunmaya başladı. Mektep­ lerde malumat-ıriniye ve ahlakıyeden maada dünyamız ve tevsi-i fehm için lazım olan malumat-ı fenniye derslerine teşebbüs ve hizmet görüldü. Tedrisat-ı fenniyenin daha yukarı dereceleri medreselerde tatbik edilmek istenildi. Kazan'da, Bubi'de U ra'da, Urenbirg'da Gence'de ve (cüz'i olsun) Bahçesaray'da malumatlı ve haberdar ulema yetiştirmek, milli ve ziyalı bir tabaka vücuda getirmek emeli ve fikri faaliyete konul­ du. Lakin hükümet bu arzu-yi tekamül ve maarifperverliği birden anla­ yamayıp başka manalar ile tedrisat-ı fenniye meydan vermek istedi. Çünkü mevcut düzen iktizasınca Rusya'da tedrisat-ı fenniye yalnız Rus lisanında tedris edilmek icap ediyordu. Sair milletlerin lisanına bu imti­ yaz verilmemişt. "Buna binaen idi ki bir hayli mektepler ve medreseler teftiş edilip, 77


ders kitapları müsadare ve muallimler tevkif ve azledilmişlerdir. "Nizamperver ve nizama rağbet müslümanlar muhabbet ve fikirleri­ ni söndürmemek ile müsaade zamanını gütmeye ve o zamana kadar ne mümkün ise sükut ile şunu işlemeye karar vermişler idi. "Eminiz ki hükümetiniz müslümanların itaatini, sabrı n ı bir taraftan, arzu-yı tekamülerini de diğer taraftan takdir eder ve meşru isteklerine kabul ve cevaz verir. "Rusya'da mümkün olmayanı Rusya haricinde işlemekten; mema­ lik-i ecnebiyede Rusyalı Tatar-Türk dershaneleri açmadık. Vatancılığa yaraşmayan bir türlü amelde bulunmad ık, amma şimdi muhtaç bulun­ duğumuz ve açmak istediğimiz mektepleri, dershaneleri açık ve meşru bir suretle Rusya'da açacağız, sevine sevine okuyacağız; keb-i malu­ mat, keb-i kemal edeceğiz. "Her mi lletin öz lisanında hususi mektepler açı p tedrisat-ı fenniye edilmesine ruhsat verildi. "Devlet dumasından ve devlet şurasından yolu ile geçirilmiş (hususi şekulalar" yani mektepler nizamnamesi hazret-i imparatora takdim edi­ lip tasdik buyuruldu. Yeni nizam vücut buldu. Bunun ile beraber biz müslümanlar için "Yeni Zaman" yani ikinci devir doğdu. Biz buna "Maarif Devri" ismini vermek istiyoruz. Rusya'nın sair milletleri ile beraber ve Tatar-Türk kavm-i necibi ve tebaa-i sadıkası öz lisanında bol bol fenni tedrisata mahsus hususi: - İ ptidai mektepler, -Orta dereceli idadi mektepler, -Büyük dereceli ali mektepler açmak hakkına ve müsaadesine malik bulunuyorlar. Yeni nizam mucibi mektep açmak ruhsata bağl ı ol­ mayıp yalnız kanun şartları icraya tevakkuf ediyor. Artık buna bu gün imkan var. Lakin üç gerek var: -Himmet ve hamiyet -Muallim ve mübaşir; -Kütüb-i fenniye ve yazanlar. . . . " 78


GASPIRALl'NIN ÖLÜMÜ ÜZERİE YAZILAN MAKALELER Muteber "Vakit" gazetesini başmuharriri Fatih Efendi Kerimof ce­ naplarının "Büyük Mili Matem" serlevhasıyla yazdığı makaleden bir kaç satır: "Bütün ömrünü, din ve kan kardeşleri faydasına hasretmiş büyük bir zat bugün aramızdan ayrı ldı . Milletin saadetini her şeyden ileri tut­ muş, insaniyet ve temeddün yolundaki içtihadı ile bütün dost ve düş­ manların ı n tahsinlerini celbetmiş alicenap bir kalp bu gün hareketten durdu. Bu gün büyük Türk Tatar dünyası n ı yolbaşısı olan en parlak yıl­ dızı söndü. Bu yıldızın sönmesi Türk-Tatar dünyasının şarkından garbı­ na, şimalinden cenubuna kadar görülecek ve her yerde özünü dehşetli tesirini icra edip hassas kalplerini titretecektir. İ smail Bey'in hayatı Rusya müslümanları için özbaşına müstakil bir devir, öz başına müsta­ kil bir tarihtir. Bu devirde Rusya müslümanları yeniden dünyaya geldi­ ler. Bu devirde dilli ve edebiyatlı oldular. Milli matbuata, temeddün ve insaniyet fikrine girmeleri de şu devrededir: Başka milletler gibi oku yazı bilmeye, fikir yürütüp düşüne başlamaya da şu devirde öğrendi­ ler. . . Usül-i cedide, cemiyeti hayriye, teavün cemiyetleri, iktisadi teşeb­ büsler, kad ın kızları mızın talim ve terbiye, hukuk meseleleri de hep şu devirde meydana çı ktılar. Hülasa: Rusya İ slamları arasında maarif-i cedide ve medeniyet ya­ pı lmasının başı mutlaka İ smail Bey Gasprinski'ye varıp dayanmakta ve ' Rusya Müslümanları arasında millet ve cemaat hizmetinde bulunan ne kadar zatlar var ise bunları n her biri İ smail Bey'i bir cihetten özlerine üstad tanı makta ve anın şakirdi olmakla iftihar etmektedirler. İ smail Bey öldü. Lakin yalnız cesedi aramızdan ayrı ldı , Anın ruhu, anın fikri ve maksatları ebediyen baki kalıp, gittikçe anlaşılacak, gittik­ çe taammüm edip taraftarları artacaktır. İ smail Bey'in mübarek ismi, mukaddes fikirleri Tü rk-Tatar evladı indinde anın isim ebediyen mu­ kaddes olup, ağızdan ağıza söylenecek, anı resim bizim milli hayatımı­ zın ölmez bir nişanı olarak ruhumuzu takviye edecek, ağ ı r günlerinde bize teselliye verecek meyus kalpelrimize ümit girdirecektir. 30-35 milyon şakirt bırakıp ölen bir üstad, 20-30 milyon manevi evlat terk edip vefat eden bir baba bahtiyardır. Bundan artık, bunun fevkınde bir bahtiyarlık tasawur etmek akıllara sığmıyor. Ne şiddetli bir nehir cereyanını başka bir tarafa akıtmak kadar müşkül bir iş ise, gaflet 79


ve taassup deryasına batmış bir milletin fikirin ikinci bir tarafa çevrilip işletmek andan daha müşkül bir iştir. İ smail bey merhum işte şöyle bir işi işledi. Hiç şüphesiz o büyük adamdır. Onunu ali ruhu huzurunda diz çöküp tazim ediyoruz. Hudanın ebedi rahmetinde olsun. 1 2 Sentyabr. . Muhaber "Yıldız" gazetesinde A . Battal efendinin "Zor Vaka" serlev­ hasıyla yazdığı makaleden: " İ smail Bey Rusya müslümanlarındaki hareket-i fikriyenin mevcudu, birinci usQl-i cedide mekteplerinin ilk üstadı , milli cemiyet-i hayriyeler tesisinin mürşidi, Tatar ıslahatçısı ve umum Türk Tatar dünyasının büyük bir kahramanı idi. İ smail bey 36 yıl mukaddem Kırım'ın küçük bir şehri olan Bahçesaray'da neşre başladı ğ ı "Tercüman" ile Rusya müs­ lümanlarına hayat ve medeniyet dersi vermeye, necat yolu gösterme­ ye tutkundu. Onun güzel fikirleri, faydalı tavsiyeleri dinlendi, kabul edil­ di. Geniş Rusya'nı n muhtelif köşelerinde yaşayıp da birbirinin ahvalinden büsbütün habersiz, yani pek az haberdar olan Türk-Tatar kavimleri "Tercüman" vasıtasıyla tanışmaya, anlaşmaya başladılar. İ s­ mail Bey'in Bahçesaray'da tesis ettirdiği birinci usQl-i cedide mektebi, Rusya'daki umum usQl-i cedide mekteplerinin anası oldu. Gösterdiği yollar ve nizamlar mucibi Rusya müslümanları arası nda cemiyet-i hay­ riyeler açıld ı . Onun tercüme ve teliflerini görüp bir de yeni eserler telif ve tercüme etmek hevesi uyandı . . . Tü rk-Tatar tarihinde kendisine bir (devir) yapan bir milletin içtimai hayatı nda yolbaşçılık edip onu faydalı yola göndermeye muvaffak olup dünyadan giden İ smail Bey pek mesut ve bahtiyard ır. İ smail bey öldü, fakat onun büyük işleri ve yetiştirdiği nafi yemişleri, bütün bir millete hayat verir, ruh-ı tabiisi bizim aramızda baki kal ıp daima yaşayacaktır. Rusya müslamanları sana minnettard ı r, ey büyük İ smail. .. Muteber "il" gazetesinde muhterem Mahmut Fuad Efendi cenapları tarafı ndan yazılmışolan uzun ve kıymetkar makaleden satır: -Ey Tatar muharriri, edibi, şairi; b ı rak kalemini! Bir gün olsa da yazma, fikirlen! Fikirlerinde en derinine dal ! Senin üstadın, yolbaşçın nerede? Şu üstadı n başında saklanan, anda mülahaza olunarak zuhur edegelen fikir ve meslekleri şimdi sana çıkarmak, tefekkür ve ibda etmek lazım gelecek değil mi? Ne yapacaksın, yanılmaz sen mi, yol­ dan adaşmaz sen mi- Ey cemaat hadimi! 80


Sen de fikr eyle, düşün! Şimdi Gasprinski yok. Senin attığ ı n her adımı bakıp, ifratını, tefritini ölçerek yoluna koyacak kalmadı . Senin ar­ kadaşların da senin gibi gençler, tecrübesizlerdir. Aran ızda bundan sonra müsellem-ül-küll (cümlenin teslim olduğu) bir kart üstad yok. Bizde birbirinize hürmet ve itibar ve iman yok. Sizler bundan sonra ne yaparsanız da kendiniz mesul olacaksınız, buna dayanacak cevabını kendiniz vereceksiniz. Hiç kar babayı n sözlerini, anın işlerini, anın maslahatları n ı sık sık hatı rınıza düşürünüz! Anın ruhu, anın hatı rası sizleri birleştire, doğru yola göndersin. Ey Tatar Muallim! Unutma,Gasprinski öldü. O şimdi yok. Lakin mektebi kald ı . Okudu­ ğun, okuttuğun, bildiğin, bildirdiğin cümlesi o pir-i muhteremin semere­ sidir. Unutma, şakirtlerin de unutmasınlar, anın istirahat-i ruhuna daima dua etsinler. Ey Tatar balası! Ellerini kaldır, dua et! Yavaş ol, bak, gör, işte babanın ruhu uçup gidiyor, derin bir şefkat, nihayetsiz bir şadlık ile sana bakıyor, senin okuduğuna iftihar ediyor, özü sana görünüyor, fakat mütebessimen elinden öpüp gidiyor. İ şte o yine uçuyor, ikinci, üçüncü Tatar balasının başına gelip kondu, yüzü güldü, maglayından öptü, uçup gitti. Etrafına feriştehler sarmış, kendisini arş-ı alaya götürüyorlar. Ey masum bala! Kuran'ını oku, duanı kıl! Sen görmesen de baban seni görür, dinler, sen kitabının her sayfası nı açtıkça o ferahlanır, güler, şadlanır, ey mer­ hum baba, masum ruh! Ü ç seyran ile bütün Tataristan'ı dolaş! Cemiyet-i hayriyelere, ye­ timhanelere, kı raathanelere, gazete idarelerine, mektep, mescit, med­ reselere, hatun kız arasına, kanturalara, fabrikalara, ticarethanelere gir, her yer senin için açık. Tatar; var oldukça her yerde seni anlatacak­ lar, sana dua edecekler. Uç, seyran et. Dinle, bak otuz beş senelik hiz­ metini seyret! Her yerde sana rahmet, cümleden sana dua!. .. 81


BİRLİK "DİLDE FİKİRDE, İŞTE BİRLİK İsmail Bey Gaspıralı Karanlık yarıp yırtıp kuneş doga, Ziyasını saça serpe ereklerde, İ nsanlarını ruhlandırıp cete aldı ga, İ lham bere, isanç bere yüreklerge. Rusya'dı m karanlıkta, Tatar ağlay, Zulumlıktan kurtulmakçün çare aray, Caillik ve naçar ayat ep topallay, Dilerini ve fikirlerini ep sopalay, Bin sekiz yüz elli birde Avcı köyde Dogan yiğit karanlıkta baş egmedi, Kuneş kibi yarım ada üzerinde Halka ziya beremek içün koterildi. Tecribesin, bilgisini, icadını Türkiye tiller dünyasında bağışladı , Onın meşhur yanı "usul-cedidi"ni Musulmanlar urmet ile alkışladı. Algidi sen yarık dünya . . . Kara kuçler Kara karday başımızda yağdılar, Kuncu, zı pkın kara kanlı piçler Şanımızı da kara yazı yazdı lar. Cellatlar ve fitneciler yurtumıznı, Akkımıznı apansızdan bastılar... Omrumizni kara etip, halkımıznı Ebediyen karanl ı kta attılar. Kara yollar, kara yıllar, kara ömür . . . B u tüş değil-bu facia e m akikat. Keçmişimiz, bugünimiz, bil boyledir. Yarınımız ne olacak? Oylanıp bak. 82


Ulu ecdad, sürgünlikte halknen edin, Ruhun milliy areketke kuwet berdi, Mucadele- kureşlerge davet ettin, "Torunlarım, birlik, birlik, birlik. "-dedin. Ulu ustaz-halkımızın şan sureti, Tarihçe ve ediplerinin baş ocası, Bu gün kene bizim milliy arakette Og sırada adımlaysın, yassı tutı � . Torunların arasında, piketlerde, Umüt tolu kasevetli evçiklerde, Şumatalı, kaynak, havflı mitinglerde "Birlik, birlik, birlik, "deysin nesillerge.

Eskender FAZIL Şiir Geçti dünyadan fazilet rehberi Yani İ smail Bey Cenab-ı nümasiperi Hüzn ile matem tutup kan ağlası n Rehberin kuwetine millet gözleri Zayi oldu mürşid-i irfanı m ız Mengüle terk eyledi ol bizleri İçtihat etti otuz beş yol tamam Milleti tevhid için evvel işi eri Uğradı pek çok ağırlı klara hem İ şbu müddetle o insan cevher. Kahramanca hep tahammül eyledi Her müşküle o millet serveri Fikir ve dilde, işde birlik hikmetin Milletine öğretip gitti geri Reblis davetle ila-yı aliyyine anı Sanmayın kara topraktır anı n yeri. Sabık Kafkas İmamı Mehemmed Sadık Rahimkulof 83


GASPIRALI HAKKINDA ARAŞTIRMA VE MAKALELER

K.H. Abdullahoğlu,

İ smail Bey Gasprinski", Azerbaycan Yurt Bilgisi (bundan sonra: AYB), i l , sayı 16 (Nisan 1 993), s. 1 70-75.

O. Akçorakrakl ı ,

"Kart muallim ve yazıcı ları mızdan İ smail Gas­ prinski" Oku İ şleri Yanga Milli Yul (bundan sonra YMY), V, sayı 3 (Mart 1 933), s.7-9.

Y. Akçuraoğlu,

"Muallime dair" TY, VI, sayı 72 ( 1 9 1 4), s.2409241 2

Y. Akçuraoğlu,

''Türlerin büyük muallim ve muharriri, İ smail bey Gasprinski" Yanga Milli Yul (bundan sonra: YMY), V, sayı 3 (Mart 1 933), s. 7-9

S. Maksudi Arsal.

" Ü midler üstadı " , YMY, V, sayı 3 (Mart 1 933) s.9- 1 0

A . E . Alektorov,

"Nieskol'ko slov "Terçhimanu", Astrahanskii Vestnik, sayı 1 290 (1 893).

N. Asri,

" İ smail Bey Gasprinski ve umumi edebi dil", Anğ , sayı 24 (Ocak 1 , 1 91 5), s. 1 29 ( 1 893).

H.S. Ayvazov,

"Yaşayan uluları ndan İ smail Bey Gasprinski", YMY, V, Sayı (Mart 1 933), s. 1 1 -1 2.

A. Bennigsen,

" İ smail Bey Gasprinski (Gaspraly) and the Ori­ gin of the Jadid Movement in Russia", İ smail Bey Gasprinsky Russkoe Musulmanstvo, 2. bsk. , Oxford 1 985, s. 5-20.

M.C. Bilgi,

"Mülahaza ( İ smail Bey Gaspıralı'nın ölümü mü­ nasebetiyle kaleme alınmıştır)" YMY, V, sayı 4 ( 1 933), s. 1 5- 1 6. Orjinali St. Peterburg'da 1 91 5'de basılmıştır.

L. Bouvant,

"Une geographie tartare", Ravue du monde musulman, i l , sayı / (Nisan 1 907), s. 273. 84


A. Bozgöz,

"Avrupa'daki sosyal gelişmeler karşısı nda genç Gaspıralı'nın düşünceleri, Emel (bundan sonra: E), 1, sayı 6 (Eylül 1 96 1 ) , s. 7-9.

G. Burbiel,

"Die Sprache İ smail Bey Gaspyralys" Doktora tezi. Hamburg University 1 950.

A. Caferoğlu,

" İ smail Bey Gasprinski", AYB- sayı 1 6 (Nisan 1 933), s. 1 65-1 69.

A. Caferoğlu,

İ smail Gasp ıralı . Ö lümünün 50. Yıldönümü mü­ nasebeti ile bir etüd, İ stanbul 1 964.

Çelebi Cihan,

"Anlayabilseydik", 1 8- 1 9.

A. Deliorman,

" İ smail Gasp ı ralı ve Tercüman gazetesi", Türk Kültürü (Bundan sonra TK) , VI, sayı 69 ( 1 968), s. 653-658.

F. Emirhan,

"Uluğ milletçe tuğrısıda kiçkine bir hatire", YMY, V, sayı 4, s. 1 3- 1 5.

M. Emin,

" İ smail Garprinskiye", YMY, V, sayı 4 ( 1 933), s. 1 7.

YMY, V, sayı 4 ( 1 933), s.

"Gaspıralı İ smail Bey", E, V, sayı 1 1 (1 934), s .1 8-23. "Gaspıralı İ smail Bey", Türk Ansiklopedisi, XVll (1 969), s. 1 62-1 63. A. Göksan,

Gaspıralı İ smail Bey ve usul-i cedidciliği", TK, sayı 1 8 ( 1 964), s. 1 26-1 29.

A. G ubaidullin,

"K voprosu ob ideologii Gasprinskogo", İ zvesti­ ya vostonçnogo fakulteta (Baku), sayı 4 ( 1 929), s. 1 79-203.

H. Hasmehmetli,

" İ smail Bey Gasprinski'ye ait bir hatıra", AYB, 1 1 , sayı 1 6 (Nisan 1 933), s. 1 62-1 64.

"Hindistan'da bir Türk Müceddidi", TY, 1, ( 1 328- 1 9 1 2) , s. 344. A. İ brahim (ov)

"Bahtiyar Gasprinski", E, iV, sayı 5 ( 1 933).

A. İ shaki,

"Büyük üstat İ smail Bey", İ l, sayı 40 (25 Eylül 1 91 4), ayn. mkl., YMY, V, sayı 4 ( 1 933), 1 9-22. 85


İ smail Bey Gasprinski'nin Albümü, İ stanbul 1 334 (1 91 5). " İsmail Bey Gasprinski ile mülakat", Alem-i İ slam sayı 41 ( 1 91 1 ), s. 314. E. Kırı ma!,

Gaspıralı İ smail Bey, Dergi, XVI, sayı: 62, (1 970), s. 60-64. "Tercümanın elli yıllığı münasebetiyle", E, iV, sayı: 5 (1 933), s. 1 - 1 1 . " İ smail Bey Gasprinski", AYB, i l , sayı: 1 6 (Nisan 1 933), s. 1 56-1 61 .

L. Klimoviç

"Maarif Hizmetinde Türkiytilde çıkan ilk gazete "Tercüman ve onug naşiri Gasprinskiy akkın­ da" Lenin Bayrağı , sayı 1 09, 1 1 0, 1 1 1 , ( 1 2, 1 5, 1 7 Eylül 1 987), s.4.

M.F. Köprülüzade,

" İ smail Bey Gasprinski", Cumhuriyet, sayı 1 377 (7 Mart 1 928). " İ smail Bey Gasprinski" , AYB, i l , sayı: 1 6, (Nisan 1 9337, s. 1 54-1 55

"Kostanca'da milli konferans ve musamere", E, sayı : 6 (1 933), s. 1 -40 T. Kuttnery,

" İ smail Bey Gasprinski in Cairo, 1 908", (Foto­ kopi), University of Chicago, 1 972, (Yayınlanmamış araştırma).

E. J. Lazzerini,

" İ smail Bey Gasprinski and Müslim Modernism in Russia, 1 878- 1 9 1 4, Washington 1 973. (Yayınlanmamış araştı rmalar)

G. Van Mende,

" İ smail Bey Gasprinski zur nationalen Bewe­ gung der Russlantürken", Ost Europa, X (Ekim 1 934), s 39-44

M. Miropiev,

"Kakiya nacala doljnı bıt polojenı vosnovu obra­ zovaniya russkih inorodsev-musulman? Po po­ vodu broşurı İ smail-beya Gasprinskago", Rus, iV, sayı: 1 7, (1 Eylül 1 884), s. 24-41 . 86


P. Moriez,

" İ smail Bey Gasprinski", Turan XVI ( 1 933), s. 39-42.

A. i. Oğuzbeyoğlu,

"Merhum İ smail Gaspıralı ve bir hatıra", E, 1, sayı: 7 (Kasım 1 96 1 ) , s . 29.

C. Ortalan,

" İ smail Bey Gasp ı ralı", Kırım, sayı: 9-1 2 (1 957), s. 266- 271 . "Tercüman" Kı rım, sayı : 4 (1 957), s. 1 01 - 1 06.

K. Ortaylı ,

" İ smail Bey Gaspıralı kim idi?" Kafkasya, sayı: 15 (1 952) s. 1 3- 1 6.

M. Saray,

Türk Dünyasında Eğitim Reformu ve Gaspıralı İ smail Bey (1 851 -1 9 1 4), Ankara 1 987.

H. Suphi,

"Ben onu gördüm" , TY, VI, sayı 72 ( 1 9 1 4), s. 2402-241 4.

A. B. Taymas

"Ben onu gördüm ( İ smail Gaspıralı hakkında notlar)", TK, VI, sayı 69 (1 968) , s. 649-952.

T.I.,

" İ smail Beye Türk Milletinin İ htiramı', TY, VI, sayı : 72 ( 1 9 1 4), s. 241 2-24 1 4.

"Tedrisatı umumiye hakkında", Sı ratü'l-müstakim, sayı: 49 ( 1 325-1 909-1 9 1 0), s. 359-364. "Tercüman'nın milli yıllığı", YMY, V, Sayı: 3 (Mart 1 933), s. 2-7. A. Z.V. Togan,

"Gaspıralı (Gasprinski), İ smail "The Encyclope­ dia of İ slam, (2. bsk., Londra 1 965,) il, s. 979981 .

M. Ü lküsan,

"Büyük Ö ğretmen", E, 1, sayı: 6 (Eylül 1 96 1 ), s. 1 -4.

S. H. Yakubova,

"Müslüman hatun-kızları nın hamisi İ ŞJlla il Bey Gasprinski", İ l, Sayı: 40, (25 Eylül 191 4), ayn. mkl. YMY, V, Sayı : 31 s. 22.

A. Zihni,

" İ smail Bey Gasprinski" , Vshod-Orient, (Aral ık 1 933), Sayı: 3-4, s.? 87


GASPIRALl'NIN YAZDIGIVE YAYINLADIGI ESERLER Abu'I Hayr Nabioğlu, Hayriye-i Nabi, Bahçesaray 1 987. M. Akçurin, Aruz-ı Türki, Bahçesaray 1 897. Çoban Kız, Bahçesaray 1 897. Kürey-i arzın suret-i teşkili, Bahçesaray 1 897. Nasihat-i hükema, Bahçesaray 1 897. Hevadir-i nefise Bahçesaray 1 897. Ramasan hediyesi, Bahçesaray 1 897. Ö Divan-ı Aşı k mer, Bahçesaray 1 887. O. Defoe,

Hikaye-i Robinson, (nşr. M. Akçurin) Bahçesa­ ray 1 885. , Atlaslı Cihanname , Avrupa medeniyetine bir nazar muvazene, Bahçesaray 1 885. , Asyada komşularımız, Bahçesaray 1 885. , Bahtiyar nazım, Bahçesaray 1 903. , Beden-i insan, Bahçesaray 1 901 . , Darü'l-rahat Müslümanları , Bahçesaray 1 906. , (nşr.) Dnevnik Emira Buharskago, Kazan. , Garaib-i adat-ı akvam, Bahçesaray 1 890. , Halera vebası ve onun deva ve darusu, Bah­ çesaray 1 887 , Hergün gerek zakonlar, Bahçesaray 1 884/ 2.baskı 1 892 , Hoca-i sıbyan, Bahçesaray 1 886. , İ ki bahadır, Bahçesaray 1 886. , İ ran. Resimli mecmua, Bahçesaray 1 901 . , İ slamlara dair nizamlar ve imtiyazlar, Bahçe­ saray 1 885. 88


, Kıraat-i türki, Bahçesaray 1 894. , Maişet Muharebesi, Bahçesaray 1 886. , Malumat-ı nafiye, Bahçesaray 1 90 1 . , "Maşinalı mektep" B. Şeref Gani Bey, Oren­ burg 1 9 1 3. , Mebadi-i temeddün-i İ slamiyan-ı Rus, Bahçe­ saray 1 901 . s. 1 26-1 28. , Medeniyet İ slamiye, Bahçesaray 1 889. , Meşhur payitahtlar, Bahçesaray 1 90 1 . , Mirat-ı cedid, Bahçesaray 1 90 1 . , "Muhaceret-i muntazama", Türk Yurdu, i l , sayı 2 3 ( 1 328- 1 91 3) s . 706-7 1 3. , Muhtasar ilm-i hibas ve meail-i hisabiye, Bah­ çesaray 1 898. , Rehber-i muallimin, Bahçesaray 1 898. , R isale-i terkib, Bahçesaray 1 898. , Rusiye coğrafyası , Bahçesaray 1 885. , Russko-vostocçnoe soglaçenie. M ısli, zamiet­ kii pozjelaniia, Bahçesaray 1 896. , Russkoe musul, manstvo, Mısli, zamietkii na­ bliudenniia musul' mania, Simferopol 1 881 . , Salname-i Türki, Bahçesaray 1 882. , Tashih-i akaiden, Bahçesaray 1 882. , Temsilat-ı Krilof, Bahçesaray 1 90 1 . , Türk Yurducularına" Türk yurdu, 1, sayı 7 ( 1 328-1 91 3) , s. 1 90-1 95. , Türki stan uleması, Bahçesaray 1 900. , UsCıl-i edep. Şark ve Arap kaideleri. Bahçesa­ ray 1 901 . 89


Konferans:

Tedrisat-ı umumiye hakkında "Sı rat-ı Müstakim Mevlud-ı cenab hazret Ali, Bahçesaray 1 890.

Murat Bey, Muhtasar tarih-i İ slam, Bahçesaray 1 900. Seyyah (1. Gaspı ralı) "Hindden dönerken" Türk Yurdu, sayı 1, (1 3281 91 2), s. 307-31 0. Şemseddin Sami Bey, Yer, Bahçesaray 1 897. Zoraki tabib,

Bahçesaray 1 90 1 .

90


BİBLİYOGRAFYA 1 . Ağaoğlu, Ahmet;

" İ smail Bey Gasprinski", Türk Yurdu, sayı 1 2 (1 9 1 4), s. 2405-2409.

2. Akçura (oğlu), Yusuf; "Muallime Dair", Türk Yurdu, sayı: 1 2, s. 2409-24 1 2 3. Akçura, Yusuf; Türkçülüğün Tarihi Gelişimi, 1 . bs, İ stanbul, 1 978. 4. Ayda, Adile;

Sadri Maksudi Arsal, Kültür Bakanl ığı, An­ kara 1 991 . 5. Ayvazoğlu, Beşir; "Gaspıralı İ smail Bey, Dilde Fikirde, İ şde Birlik", Türk Yurdu, Ağustos 1 987, s: 1 2. 6. Ayvazoğlu, Hasan Sabri; İ smail Bey Gaspirinski'nin Albümü İ stanbul 1 334 ( 1 9 1 5) . 7 . Caferoğlu, Ahmet; 8. Deliorman, Altan;

9. Devlet, Nadir;

İ smail Gaspıralı . Ö lümün 50. Yıldönümü Münasebeti ile Bir Etüd, İ stanbul, 1 964. " İ smail Gaspıralı ve Tercüman Gazetesi" Türk Kültürü, VI, sayı: 69 ( 1 968), s.: 653658. Rusya Türkleri'nin Milli Mücadele Tarihi ( 1 905- 1 9 1 7) , Ankara, 1 985.

1 0. Devlet, Nadir;

"Lenin Bayrağı Gazetesinin 25. yılı ve Kırım Türk Kültürünün Bugünkü Durumu", Türk Dünyası Araştı rmaları, sayı: 22 ( 1 983), s: 82-90.

1 1 . Devlet, Nadir;

"Topyekun Sürgünün 40. Yılı Kırım Türkleri­ nin Sürgün Sonrası Faaliyetleri", Türk Dün­ yası Araştı rmaları , sayı: 33 (1 984),s.: 1 01 1 29. İ smail Bey (Gasp ı ralı), Kültür Bakanl ığı, An­ kara, 1 988. Türkçülüğün Esasları, İ stanbul, 1 970.

1 2. Devlet, Nadir; 1 3. Gökalp, Ziya; 1 4. Göksan, Ayhan;

"Gaspıralı İ smail Bey ve UsOl-i Cedidciliği", Türk Kültürü, sayı: 1 8 (1 964), s.Q 1 26-1 29. 91


1 5. Hamdullah Suphi {Tanrıöver); "Ben Onu Gördüm", Türk Yurdu, sayı: 12 (1 9 1 4) , s, 2402-2404. İ Rusya'da Birinci Müslüman Kongresi", Kül­ 1 6. I lgar, hsan; tür Bakanlığ ı , Ankara 1 990. Dış Türklerde Kırk Yıl Ö nceki Yazı Dili Me­ 1 7. İ nan , Abdülkadir; selesi", Türk Dili-Belleten, Ocak-Aralık 1 948, sayı : 1 2- 1 3, İ stanbul 1 949. 1 8. Kaplan, Mehmet; 1 9. Mehmet Emin (Yurdakul); " İ smail Gasprinski'ye", Türk Yurdu, sayı: 12 ( 1 9 1 4), s.: 20. Kırımer, Cafer Seydahmet; İ smail Gaspı ralı Bey, İ stanbul, 1 934. 21 . Lemercier, C. -Kuelkuejay, Bennigsen, Aleksandr; Step'de Ezan Sesleri; Sovyet Rejimi Altındaki İ slam'ın 400 Yılı, (Çev: Nezih Uzel), İ stanbul, 1 981 . "Esir Milletler ve İ smail Gaspıralı", Türk Kül­ 22. Oktay, Nevin; türü, Temmuz 1 964, s. : 1 2- 1 4. 23. Sadri Maksudi (Arsal);Türk Dili İ çin, İ stanbul 1 980. 24. Saray, Mehmet;

Rusya'nın Türk İ llerinde Yayı lması, İ stanbul, 1 975.

25. Saray, Mehmet;

Türk Dünyasında Eğitim Reformu ve Gaspı­ ralı İ smail Bey ( 1 851 -1 9 1 4), Türk Kültürünü Araştı rma Enstitüsü, Ankara, 1 987.

26. Saray, Mehmet;

"Türk Dünyasını Uyandı ran Adam: Gaspıralı İ smail Bey ( 1 851 - 1 9 1 4)", Emel, sayı: 1 35 (1 983), s: 1 1 4- 1 33.

27. Taymas Abdullah Battal; "Ben Onu Gördüm", Türk Kültürü, sayı: 69 (1 68) , s. 649-652. 28. Türk Kültürü Dergisi; "Gaspıralı İ smail Bey Özel Sayı sı", Yıl: XXI: , sayı 337-338, (Mayıs 1 991 ) Ü Kırım- Türk Tatarları , İ stanbul, 1 980. 29. lküsal, Müstecib; 30. Yarkın, İ brahim;

"Türkistan'da Yeni Usul Ö ğretiminin Kuru­ cusu ve Milliyetçi Rehber Münevver Kari", Türk Kültürü, sayı: 1 -2 (1 965). 92


İLK YAPILAN (İZİN) TOPLANTIDA ALINAN KARARLAR Nijni Novgorod'ta Oka nehri üzerinde "Gustav Struve" vapurunda, imparatorluğun çeşitli vilayet ve bölgelerinden gelen, içlerinde her sı­ nıftan temsilciler bulunan Müslümanlar, devletin ve kendilerinin durum­ larını içine alan bütün meseleleri müzakere ederek, aşağıdaki kararları ittifakla almış bulunmaktadı rlar: 1 . Bugünkü hayat şartları umum Rusya Müslümanlarının siyasi, içti­ mai ve kültürel işlerinde birleşmelerini gerektirmektedir. 2. Rusya Müslümanları bu maksatlarına erişmek hususunda Rus terakkiperverleriyle (ilericileri) aynı fikirde olup, halkın oyuyla seçilen vekillerin devleti yönetme, kanunları hazırlama ve yetkili kılı nması esa­ sına dayanan hukuk nizamını tesis etmek yolunda faaliyette buluna­ caktır. 3. Ruslara verilen haklar aynen Rusya Müslümanlarına da veril­ mezse, ikinci maddede belirtilen maksadlara ulaşmak asla mümkün değildir. Rusya Müslümanları bu kanaatta olup, siyasi, içtimai ve dini haklarda Ruslarla (aynen) tam manada eşit duruma gelme, halen yü­ rürlükte olan kanunları, hükümet kararnamelerin, yönetim şekillerini, Rusya Müslümanlarına konulan tahdidleri, istisnaları ortadan kaldır­ mak yolunda, meşru maksatlarına ne şekilde olursa olsun erişmeye çalışacaklard ır. 4. Rusya Müslümanları faaliyetlerine devletin şimdiki ve gelecekteki ihtiyaçlarına (şartlarına) göre istikamet vereceklerdir. Müslümanlar kendilerini devlette olacak değişikliklere, yeni şartlara, hayat tarzına uygun bir şekilde hazı rlamak için itina göstereceklerdir. Buna göre her­ yerde ve kendi ihtiyaçlarına uygun her çeşit okul ku rarak; kitap, gaze­ te, dergi neşrederek; kütüphane, kı raathane (okuma odası) açarak, halktan toplanan ianelerle halkı bugünkü asri şartlara göre yetiştirme­ ğe çalışacaklard ı r. 5. Bu dört maddede zikredilen maksatlara ulaşmayı, kolaylaştırmak için, Müslümanların belli zamanlarda toplanacak kongreleri tarafından verilecek talimata göre hareket edecek, mahalli "meclisler" teşkil edile­ cektir.

93


11. TOPLANTININ SONUNDA VARILAN KARAR METNİ Karar " i l . Bütün Rusya Müslümanları (Petersburg) Kongresi Rusya'nın çe­ şitli şehir ve bölgelerinde yaşayan Müslümanlar 1 5-23 Ocak tarihleri arası nda İ kinci Müslüman Kongresinde (aşağıdaki) kararları aldılar: Geçen yıl ilan edilen İ mparator Hazretlerinin 1 7 Ekim beyannamesi ve 1 2 Aral ı k tarihli fermanına binaen Müslümanlar, Rusya İ mparatorlu­ ğu'nun başşehrinde, İ mparator Hazretlerinin, Yüce hükümetin, Rus top­ lumu ve basınının önünde müslümanların dini ihtiyaçları nı tesbit ile ilgili meseleleri halletme ve Devlet Duması seçimleri hakkı nda fikirlerini açı­ klamaya karar vermişlerdir. Rusya'nın çeşitli sosyal g rupları, hükumetten izin alarak yaptı kları kendi kurultaylarında kendi fikirlerini birdirdiler. Fakat, biz (Müslüman­ lar), kanuni hakkımıza dayanarak diğer vatandaşlar gibi, kurultay yap­ mak için hükumete müracaat ettikse de maalesef ricamız bugüne kadar neticesiz (cevapsız) kaldı. Hükumetin bu haksız davran ışı karşı­ sı nda biz Müslümanlar 1 3-22 tarihlerinde düzenlenen mecliste (toplan­ tıda) bir nizamname (tüzük) hazı rlad ık. Buna göre, Devlet Duması se­ çimlerine çok az bir zaman kald ı ğından bütün Rusya Müslümanları "Konstitüsyon Demokrat (Meşrutiyetçi Demokrat: Kadet) Partisi" ile iş­ birliği yaparak, bu parti çevresinde seçimlere katılacaklardı r. Bunun dı­ şında Rusya müslümanları seçimlerine kendi nüfusları nisbetinde üye­ nin seçilmesinin sağlanması gerektiğine dair kararları nı gerçek­ leştirmek için imkan verilmesini talep etmektedirler"(97). Rusya Müslümanlarının " İttifak" programı nda yer alan mühim mad­ deler şunlard ı :

Siyasi Program 1.

" İ ttifak'ın talepleri: Zaman ı n durumunun şartlarına ve programın maddelerine uygun şekilde siyasi, iktisadi sosyal ve dini işleri ıslah etmek için hemfikir olan Rusya Müslamanlarının faaliyetle­ rini birleştirmektir.

(97) ayn. esr., s. 219. 94


2.

Siyasi medeni hayatın nizamlarına hürriyet, hakkaniyet, insani­ yet esaslarına göre tesis etmek için, bütün halka ve müslü­ manlara da medeni hakların verilmesi ve devlet idaresinin ana­ yasaya dayandı rılması, yani teşri-i, icrai ve yetki vazifeleri halk vekillerinin elinde olması gerekir.

Medeni Hukuk 3.

Erkek ve kadın; bütün halk, din, kabile, kavim farklarına bakılmaksızın kanun karşısında eşit olacaktır.

4.

Her türlü imtiyaz kaldı rı lmalıdır.

5.

Herkes hürdür, şahsi masundur.

6.

Herkesin meskeni başkalarına yasaklanmıştır.

7.

Herkesin mülkü başkalarına haramdır.

8.

Herkesin yerleşme ve (dilediği yere) seyahat hürriyeti vard ır.

9.

Her nevi ticaret ve zanaat serbestir.

1 O. Devlet memuriyeti herkese açıktır. 1 1 . Vatandaşların din ve inanç hürriyeti vard ı r. 1 2. Vatandaşların söz ve fikir hürriyeti vardır. 1 3. Vatandaşların toplantı hürriyeti vardır. 1 4. Herkes her türlü cemiyet kurmakta serbesttir. 1 5. Herkesin her türlü resmi makama mü racaat etme, dilekçe verme hürriyeti vardır. 1 6. Bütün bu esaslar anayasaya alını r.

Devletin Şekli 1 7. Rusya İ mparatorluğu'nun devlet şekli "meşruti monarşi" olmalı­ dır. 1 8. Halk tarafından seçilen milletvekilleri parlamentoyu teşkil eder­ ler. 95


20. Kanunları parlamento vaz eder. 2 1 . Bakanlar kurulunun hiçbir kararı , emirname, ferman veya kanun şeklini alamaz. 23. Bütçe her yıl parlamento tarafından tasdik edilir. 24. Milletvekilleri arasından seçilen bakanlar kurulu monark (çar) tarafından tastik edilir. Bakanl ık ancak parlamentoya karşı so­ rumludurlar. 25. Herkes istediği dine inanma hürriyetine sahiptir. 26. Herkes dilediği şekilde ibadet eder. 27. Rusya Müslümanlarının hukuku: a) Dini Merkez kurar, b) Din adamları nı seçer. c) Dini işlere nezaret hakkı İ slam cemaatı elindedir, ç) Mektep, medrese, yurt, türbe, hayrat ve vakıfların mülkleri Müslümanlara iade edilir, tasarruf hakkı onlarındır.

Mahalli Muhtariyet 28. Devletin her yerinde cins, din, sınıf farkı gözetilmeden doğru­ dan doğ ruya ve gizli oyla yapı lacak seçimle ufak çapta muhta­ riyet tesis edilir. 29. Birkaç ufak muhtariyet (kurulu)'in birleşmesinden orta dereceli muhtariyet kurulları vilayet meclisini teşkil ederler. 30. Mahalli muhtariyet idarelerinin faaliyetleri arası na emniyet işle­ ri de girer. Toplanan vergilerin bir kısmı bu muhtar idarelere (özel idare) verilir. 32. Devlet tarafı ndan tayin edilen memurlar mahalli muhtariyet ida­ releri hizmetlerinin kanunlara uygunluğunu kontrol eder. 33. Vilayet meclisi vilayetle ilgili işlerde kanun çı karmak hakkına sahiptirler. 35. Vilayet meclisinde çoğunluğa sahip kavmin dili o bölgenin resmi dili kabul edilir. 96


36. Bütün milletler kendi dillerinde eğitim ve neşriyat yapma hakkı­ na sahiptirler.

Adli İşler 37. Bugüne kadar kurulan her nevi olağanüstü mahkemeler ilga edilerek, 20 Kasım 1 864 kanununa uygun bir şekilde sulh ve ceza mahkemeleri kurulur. 38. Mahkemelerde kanun karşısında herkesin eşitliği hakkındaki

kurala riayet edilir. (Bundan sonraki maddelerde muhakeme usulleri ve hapishanelerin ıslahı gibi konulara yer verilmiştir.)

Eğitim (Maarif) 46. İ lkokul tahsili mecburi olup, eğitim ana dilde yapılır. 47. İ lk eğitim mahalli muhtariyet idaresinin yönetimi altında. Eğitim ana dilde ve milli alfabe ile yapılır. 49. Her nevi mektep-medrese kurmak serbesttir. 50. Ü niversiteler özerktir. 53. Rusya Müslümanları her nevi okul açmakta, ilmi müesseseler kurmakta, ana veya yabancı dilde tedrisat yapmakta, yabancı­ ları da öğretmen olarak tayin etmekte, her çeşit yayın yapmak­ ta serbesttirler.

Man İşler (54-57. maddeler vergilerin azaltı lmasını ve umum tahsilattan milli muhtariyet idaresine de pay verilmesini ön görüyor.)

Toprak Meselesi 58. Toprağı fiilen işleyenlere (topraksız köylülere) toprak verilir. 59. Toprak muhtaç vilayet sakinlerine dağıtılır. Mecburi iskan usulü kaldırılarak, gasp edilen topraklar esas sahiplerine iade edilir. 97


60. Devlet mahalli muhtariyet idarelerine ait bölgelerde ziraat ve hayvancılığı geliştirmek için tedbirler alı r. 61 . Pomeşçiklerin (büyük çiftlik sahipleri) yönetiminde olan mec­ buri hizmetliler (serfler) serbest bırakı lır. İ şçi kanunları toprak işçileri (köylüler) için de geçerlidir. 62. Su kullanma kanunları ıslah edilir.

İşçi Meseleleri 63. İ şçi kuruluşları ve sendikalar kurma hürriyeti vardır. 64. Azami çalışma gün ve saatleri tesbit edilir. 65. Fazla mesai ve gece işlerinin mümkün olduğu nisbette yasak­ lanması usulüne gidilir. 66. Kad ı n ve çocukların ağ ır işlerde çalıştırılmaması ve erkek işçile­ rin de emniyetinin sağlanması için kanunlar hazırlan ı r. 67. İ şçiler için hastalık, malüllüğü halinde devlet yardım eder. 69. İ ş kanununa riayet etmeyenleri cezalandı rmak üzere cezai ka­ nunları tesbit edilir. 79. İ ş ihtilaflarını hal etmek için işveren ve işcilerden kurulu bir uz­ laşma organı tesis edilir. 71 . İ ş ve İ şçi kanunlarını gözetlemek için bir "teftiş bakanlığı" kuru­ lur. Gözetme heyetinde işçi vekilleri de bulunur.

"Müslüman İttifakı" Cemiyetinin Nizamnamesi Bu nizamname tab olundu Abdul-Reşid(of)'un Elektrik basmahane­ sinde St. Petersburg, Glazovski 1 2'de: 1.

Cemiyetin ismi "Müslüman İttifakı" (Partisi) olup, Rusya dahilin­ de faaliyet gösterir.

2.

"Müslüman İttifakı" cemiyetinin maksadı Rusya'da kanun yolu ile meşru idare kurulması için 1 7 Ekim 1 905 manifestosunun yerine getirilmesini ve terakkiyesini talep etme hususunda Rusya Müslümanların ı n siyasi ve içtimai hareketlerini birleştir­ mekten ibarettir. 98


3.

Bu maksadı gerçekleştirmek için "Müslüman İttifakı" cemiyeti aşağ ıdaki faaliyetleri yapar:

a)

Rusya hükümetinin siyasi mes'elelerini, içtimai ve iktisadi işle­ rini tezekkür eder.

b) Bu meseleler hakkında yol gösteren programlar neşreder ve bu başka hükumet işleri ile ilgili (kanun tekliflerini) hazı rlayarak (bunları da) yayınlar. c)

Cemiyetin maksadına hizmet edecek gazeteler ve risaleler gibi yayı n organlarını kurar.

ç)

Devlet Duması için seçimlerde fikir ve maksatlarını neşr (etmek) için toplantılar yapar ve çeşitli faaliyet gösterir (Mese­ la; Açı klamalar yapar, umumi bilgiler verir) ve seçim hareketle­ rine fiilen iştirak eder.

4.

Cemiyete dahil olmak ve ondan ihraç edilmek: (Sentralnıy ko­ mite) veya idare mahaline (Mestmy komitet) müracaat ederler ve bu komite tarafı ndan kabul olunurlar. Nizamnameye göre hakkı olmayanlar cemiyete üye olamazlar.

5.

Ü ye olan kimse şu durumlarda cemiyetten çıkan: Eğer bunu kendi isterse veya iki sene üyelik ücretini tediye etmezse.

6.

Uygunsuz hareketleriyle açı k ve gizli surette cemiyete zararl ı olan üyeler idare-i merkeziyenin kararı ile cemiyet azalığından çıkarı l ı rlar. Bunlar şayet kendileri isterlerse idare-i merkeziye­ nin bu kararı nı delege toplantısında şikayet edebilirler.

7.

Cemiyetin her üyesi idare-i merkeziyetin kasası na her sene elli kopeykten az olmamak üzere aidat öder. Bu para idare-i mer­ keziyenin mahalli idaresi veya onun vekilleri vasıtasıyla tediye olunup, karşılığında cemiyet tarafı ndan hususi bir senet (mak­ buz) verilir. Toplanan paran ı n ne kadarı idare merkezi ve idare mahalli masraflarına sarf edilmesi mümkün olduğu, bunların ih­ tiyaçları nisbetinde olarak, umumi delegeler toplantısında (umumi hey'et toplantısında ) tesbit edilir.

Cemiyetin İdare Organları B.

Cemiyetin idare organları : 99


a) Delegeler umumi toplantısı, b)

Şube üyelerini umumi toplar.irısı,

c)

İ dari-i Merkeziye <:�are hey'eti) ve

�).

'Mahalli idareler.

Delegeler Umumi Toplantıları 9.

Cemiyetin umumi delegeler toplantısı senede en az bir defa olur, bu toplantıya mahalli şubelerin umumi toplantılarında her 50 üye başına bir kişi olarak seçilirler ve her mahalli şube, de­ legeler toplantısına en az bir üye göndermek zorundadır. Top­ lantı delegelerinden başka oy verme hakkına sahip olanlar şunlardır: a) İ dare-i Merkeziye üyeleri ve b) Toplantının yapıldığı yerin mahalli idare üyeleri. 1 0. Umumi delegeler toplantısı idare-i merkeziye tarafı ndan veya mahalli idarelerden ez az beşinin ortak istekleri ile yapılır. 1 1 . Umumi delegeler toplantısında cemiyetin işleri, veyahut onun şubelerini ilgilendiren mes'eleler hallolunur. İdare-i Merkeziye üyeleri seçilir. İdare merkezinin hesapları (gelir ve masrafları) tetkik ve tasdik edilir, cemiyetin ve hususen İ dare-i Merkezi­ ye'nin göreceği işler hususunda karar verilir, cemiyetin idarele­ re olan talimatı tasdik edilir, cemiyete para temin etmek için tedbirler düşünülür, senelik delegeler toplantısı da halledilmesi lazım gelen mes'eleler tayin (tesbit) olunur.

İdare-i Merkeziye (Sentralnıy Komitet) 12. Cemiyetin idaresi (provlinya'sı) Petersburg'ta bulunan İdare-i Merkeziye üyeleri birer sene müddetle her sene yapılan "umumi delegeler toplantısı" tarafından seçilirler. bunlar cemi­ yetin aalı olup, sayıları toplantı arafından tesbit edilir, ancak 1 5 kişiden az olamaz; seçim g izli oylama ile olur, e n çok oy alan­ lar seçilirler, İ dare-i Merkeziye azalığına seçilmiş olanlardan sonra en çok oy alan ve onların sayısı kadar kimse yedek aza 1 00


olurlar. İ dare-i Merkeziye üyelerinden biri eksildiği vakit onun yerine yedeklerden en çok oy alan, sıra ile asil üye olur. ilk umumi delegeler toplantısına kadar İ dare-i Merkeziye üyeleri, muvakkat olarak, cemiyetin kurucuları tarafı ndan seçilir. 1 3. İ dare-i Merkeziye hey'eti, seçilmiş azalardan başka, kendisinin davet ettiği kimseler ile çoğaltı labilir. Fakat bunların sayısı İ dare-i Merkeziye üyelerinin 1 /3'nden fazla olamaz. 1 4. Mahalli komitelerin başkanları Petersburg'ta bulundukları vakit İ dare-i Merkeziye'nin meclislerine iştirak eder. 1 5. İdare-i merkeziye'nin vazifeleri şunlardan ibarettir: Cemiyetin umumi işleri yürütülür, umumi delegeler toplantısını çağırır, İ dare-i Merkeziye kararlarının icra olunmasına dikkat eder (ve­ rilen her kararı kendi icra eder). Bütün mahalli idareler ile te­ maslarını sürdürür, talimatlar verir, yeni düzenlemelerde bulu­ nur, cemiyet adına akitler yapar ve ilan eder. Cemiyetin fikirlerini yayan gazete vs. basın vasıtalarına direktifler verir. Cemiyet mallarına ve kasasına idare eder, delegeler toplantısı­ nı hazırlar, her nevi mahkemeler resmi daireler ve fı rkalar hu­ zurunda cemiyeti temsil eder, devlet dairesine seçim işlerini or­ ganize eder, kısaca: Kanuni olan her çeşit yoldan cemiyetin maksadını yerine getirmeye gayret eder. İ dare-i Merkeziye hü­ kumet huzurunda umumi daireler ve başka cemiyetler indinde cemiyetin temsilcisi olarak tan ı n ı r, cemiyetin daimi bürosu ve mahalli idareleri ile ilgili olan talimatını tasdik eder. 1 6. İ dare-i Merkeziye'nin dahili teşkilatı, mesela "Daimi Büro" kuru­ luşu, çeşitli mes'eleler hakkında komisyonlar teşkili ve İ dare-i Merkeziye azaları arasında işlerin taksimi gibi şeyler bu nizam­ nameyi uygun olarak ve umumi delegeler toplantısının kararı dairesinde, İ dare-i Merkeziye tarafından düzenlenir. 1 7. İ dare-i Merkeziye, başkan ile sekreterini kendi üyeleri arasın­ dan seçer. 1 8. Akitler, dokümanlar, cemiyet için ancak şu durumda resmiyet kazanı r: İ dare-i Merkeziye azalarının beşte biri tarafı ndan imza edildiği takdirde.

101


Mahalli Şubeler (Mestmy Adel'ler) 1 9. Cemiyetin en az on azası olan gubirnalarda (eyalet), oblastlar­ da (idari bölge), veya başkent, gubirna, uzeyd (bölge) şehirle­ rinde bu nizamnameye uygun faaliyet göstermek üzere cemi­ yetin " Mahalli Şubeleri" teşkil olunur. Bunların kuruluşları İ dare-i Merkeziye'ye haber verilir. 20. "Mahalli Şubelere" dahili teşkilatlarını işbu nizamnameye mu­ vafık ve "delegeler toplantısı" ve " İ dare-i Merkeziye" kararlarına aykırı olmayacak surette kendileri tanzim ederler. 21 . Uygunsuz hareketi ile cemiyetin faaliyetine zarar getiren "Ma­ halli şubenin" faaliyetine tatile veya o şubeyi büsbütün kapa­ maya İ dare-i Merkeziye'nin hakkı vard ı r. İ dare-i Merkeziye'nin bu tutumu yerine görmeyenler Umumi Delegeler Toplantısına şikayet edebilirler.

"Mahalli Şube" azaları ile " Mahalli İdare" azalarının umumi ce­ miyetleri 22. Cemiyet üyelerinin gubirnalar'da, oblast'larda, yahut şehirlerde senede bir kere yapılan umumi toplantı ları o yerin "Mahalli şube"sinin faaliyeti hususunda yol gösterir ve gerektiğinde emirler verir. 23. Bu toplantılarda, gubirna, oblast ve şehirlerdeki "Mahalli İ dare­ lerin" üyeleri seçilir, bunların sayısı toplantıda tesbit edilir, ce­ miyetin azaları arasında bir sene müddetle ve kapalı balitirofka (seçim) usulü ile seçilen bu üyelerin sayısı üçten az olmaz. 24. Gubirna, oblast veyahut şehirlerdeki "Mahalli İ dareler", "Mahal­ li şubeler" hakkı nda bu nizamnamesin 1 2. ve 1 6. maddelerine ve İ dare-i Merkeziye'nin kararına muvafık hareket edilir. 25. Bir okrug (bölge) dahilindeki olan birkaç "Mahalli İ dare"nin faa­ liyetlerini birleştirmek için o okrug'taki "mahalli idare"ler tarafın­ dan temsilciler seçilerek hususi bir komite (seçim dairesi komi­ tesi) teşkil edilir. 26. " Mahalli İ dareler" faaliyetler, durumları ve kendi hey'etlerinde 1 02


hasıl olan değişiklikler hususunda ayda bir kere "Okrug komite­ sine" ve İ dare-i Merkeziye'ye haber verirler.

Delegelerin Mahalli Toplantıları 27. Delegelerin mahalli toplantı ları iki türlü olup, biri oblastnoy (oblast dahili), diğeri gubirnskidir (gubirna dahili). Oblastnoy toplantı birkaç gubirnaların izbiratilni (seçim) komitelerin rızaları ile gubirnski toplantı o gubirnada olan komitelerin rızaları ile davet olunur. 28. Oblastnoy ve gubirnski toplantıları cemiyetin yalnız o daireleri ile ilgili mes'eleleri müzakere eder.

Mali Murakabe (Usülü) 29. Gelirler ve masraflar ve ayrıca gayr-ı menkullerin idaresi husu­ sunda mahalli idareler, kendi "umumi toplantı "larına hesap ve­ rirler. İ dare-i Merkeziye ise " Umumi Delegeler Toplantı"sı na hesap verir.

Nizamnamenin Değiştirilmesi Hususu 30. Bu nizamnamenin değiştirilmesi İ dare-i Merkeziye'nin teklifi üzerine "Umumi Delegeler Toplantısı "ndan mevcut olan üyele­ rin üçte ikisinin kararı ile mümkündür. Müzakereler esnasında kad ınların seçme seçilme hakları ( 1 8. madde) mes'elesinde büyük tartışma oldu. Bil hassa bu konuda 1 5 ki­ şilik bir komisyon kuruldu ve Kazanl ı öğretmen Abdullah Apaydın'ın başkanl ığı ndaki bu komisyon bir rapor hazırlad ı . 18 ve 1 9 Ağustos otu­ rumlarında kongre aşağıdaki 31 maddeden oluşan eğitim raporunu kabul etti: 1.

Bütün köylerde Müslüman çocukların ilk tahsillerini yapabilme­ lerini sağlayan okullar açı lacaktır.

2.

Müslümanların çok sayıda yaşadı kları yerlerde iki sınıflı ortao­ kullar açılacaktır. 1 03


3.

Okullarda eğitim ana dilde olup, Arapça alfabe kullanılır. Rus dili eğitim ilkokullarında mecburi değildir, ancak orta okullarda ders programına alınmalıdır.

4.

İ lkokula alı nacak çocuklar sekiz yaşından ufak olmamalıdır.

5.

İ lk ve ortaokullarda tedrisat 4 yıl olup, ders yılı köylerde Ekim'den 1 5 Nisan'a, şehirlerde 1 Eylül'den 1 5 Mayıs'a kadar sürer.

6.

Ortaokullara ancak ilkokulu bitirenler alı nacaktır.

7.

Müslüman çocukların eğitimleri, imkan dahilinde her yerde aynı programa göre yapılacaktır.

8.

Okullarda tek bir porgram tesbiti gayesi ile Mayıs 1 907'de Rusya'nın muhtelif şehirlerinde, mesela Kazan, Petropavlovsk (Kızılyar), Taşkent, Tiflis, Bahçesaray v.b. kongreler düzenlen­ melidir.

9.

Ağustos 1 907'da Kazan'da bütün Rusya Müslümanları öğret­ menleri delegelerinin bir kongresi düzenlenecektir. Burada mayıs sonunda çeşitli şehirlerde yapılan kongrelerin kabul et­ tikleri porgramları birleştirme işi yapılacak ve "Bütün Rusya Muallimleri Birliği" kurma meselesi görüşülecektir.

1 O. Okullarda sağlık kurallarına ehemmiyet verilecektir. 1 1 . Okulları n tanzim ve tamiri için gerekli masraflar devlet, zems­ tvo (özel idare) ve belediyeler tarafından yapılacaktır. Bu iş il­ kokul mecburiyetinin kabulünden sonra veya önce gecikmesiz tatbik edilecektir. 1 2. Her Müslüman erkek ve kız çocuğu için ilkokul eğitimi mecburi olacaktı r. 1 3. Okulların yönetimi ve teftişi Müslümanların elinde olacaktır. 1 4. Mektepler yerli ahali tarafından seçilen bir heyetin gözetimi al­ tında olacaktır. 1 5. Ö ğretmenler yerli halkın gizli oyları ile seçilecektir. 1 6. Ö ğ retmen okulları nın ihtiyacı karşılayacak sayıda öğretmen ye­ tiştirmelerine kadar bazı okullarda eğitimciler yetiştirecek iki sı104


nıflı kurslar açılacaktı r. 1 7. Kazan, Bakü, Bahçesaray gibi şehirlerde erkek ve kız öğret­ men okulları açı lacaktı r. 1 8. Müslüman okulların öğretmenleri ve talebeleri , askerlik görevi ve başka hususlarda Rus meslektaşları ile aynı haklardan ya­ rarlanı rlar. 1 9. Şehirlerde Rus lisesinde tahsil görenlere ana dili ve edebiyatı okutulur ve öğretilir. 20. Okullarda okutulacak kitaplara ve en iyi eserlere verilecek mü­ kafatları tesbit için "Bütün Rusya Ö ğretmenler Kongresi"nde bir komisyon kurulacaktır. 2 1 . Rus dilinde eğitim yapan öğretmen okullarında din öğretimi ve ana dili dersleri daha esaslı yapılmalıdır. 22. Müslüman çocukların okudukları Rus okullarının pedagoji ve mütevelli heyetlerine Müslümanlar da üye olarak seçilir. 23. Medreseler (yüksek okul) eğitim ve maddi imkanların geliştiril­ mesi, programlara fen dersleri de konulması gerekmektedir. 24. Dini bir müessese olan medreselerin gözetimi ıslah edilmiş ru­ hani müesseselere devredilmelidir. 25. Medreselerin program ve talimatları yüksek dini müesseseler tarafı ndan teşkil edilen heyetler tarafından hazırlan ı r. 26. Medrese talebeleri Rus orta okul talebeleri ile eşit hukuka sa­ hiptirler. 27. Medresede müderris olanların, mahallelerdeki imamlık sıfatın­ dan ayrı tutulmaları, sadece imam ve hatip sınıflarına haiz olan­ ların müderrislik yapmaları lazımdır. 28. Medreseler halk tarafından seçilen imam ve m ütevellilerin gözetimi altında olacaktır. 29. Müderrislik hakkını almak için. a) Seçilmiş olma, b) İ mtihan vermiş olmak, 1 05


c)

Dini meclis tarafından tasdik edilmiş olmak, gerekmektedir.

30. Ebedi Türk dilinin (Türkiye Türkçesi) öğretilmesine bilhassa ehemmiyet verilecektir. Bu ders Müslüman talebeleri için orta okullarda (iki ve üç sınıf) mecburi olup, imkan dahilinde ilkokul­ larda da okutulmalıdır. 31 . Medreselerin masrafları vakıflardan ve talebelerden alınan ücret ile karşılanır.

RUSLAR'IN 31 MART KURALLARINDAN BAZILARI VE YÖNELTİ LEN TENKİTLER 2.

Yabancıların (gayri Rus milletlerin) ilkokulları o halkı dil ve adet yönünden Ruslara yaklaştırmak maksadı ile te'sis edilir.

4.

Ö ğretmenler o halk arasından veya o dili bilen Ruslardan seçi­ lir.

5.

Bir bölgede çeşitli milletler yaşıyorsa, ilkokullardan sonraki eği­ tim hepsi için Rusça yapılır.

7.

Yabancıların iki yıllık okullarda din, okuma yazma ve aritmetik dersleri kendi dillerinde okutulur. Ayrıca Rus dili, Rus musikisi dersleri verilir. Altı yıllık okullarda ise Rus okulları ndaki eğitim programı aynen uygulanır.

1 O. Yabancı ların okulunda Rusça bilenler veya bilmeyenler için ayrı sın ıflar açılır. 1 1 . Rusça bilmeyenler ilk iki yıl ana dilinden sonra Rusça eğitim görürler. Ana dili ancak tercüme maksad ıyla kullan ı l ı r. 1 3. Yabancı okulların kitapları ana dilinde ve Rus harfleri ile basılır. Kendi milli alfabeleri olanların kitapları ise her iki alfabede basılır. 1 7. Ruslarla birlikte karışık şekilde yaşayan milletlerin çocukları Rus okullarına devam ederek iki yıl kendi dillerinde eğitim gö­ rürler, dana sonraki eğitim ise Rusça yap ı l ı r. 20. Din dersleri önce ana dilde daha sonra Rusça okutulur. Fakat bölgenin hususiyetine göre din eğitimi tamamen ana dilde ya­ pı labilir. 1 06


21 . Kilise şarkıları Hı ristiyanlık nurlarına yabancıların kalplerine yer­ leştirmekte en güçlü vasıta olduğu için yabancı lara kilise şarkı­ ları öğretilir. Kilise şarkıları kilise diliyle veya yerli halkın diliyle öğretilir. 22. Dua ve ibadet kitapları Rusça veya ana dilde basılır. 25. Rusça dil eğitimi o milletin diline aşina Ruslar tarafından yapılır. 35. Medreselerde yalnız Rusya dışın'da basılan kitapları okutmak için müfettiş müsaadesi gerekir. 36. Rusça öğretmeyen, geçimini te'min edemeyen ve müdürünün yetki belgesi olmayan yabancı din okullarına müsaade verilmez.

Tenkidler ise şu mealde idi: 1.

Hükümet Rusya Müslümanları n ı , Kalmuk, Çuvaş, Çeremiş, v.b. gibi dinden, mektepten, mi lli alfabeden ve edebiyattan yoksun zannediyor.

2.

Rusya Müslümanları yı llarca türlü zahmetlere katlanarak milli kültürlerini muhafaza etmişlerdir. Onların "kadim" ve "cedid" okulları mevcuttur.

3.

Çocuklarımıza ana dillerini öğretmeleri için Rus harfleri mecbu­ ri kılı nmak isteniyor. Arap harfleri dizgide zor olmakla beraber yazıda kullanılması çok kolaydı r. Alfabemiz, dinimiz ve tarihi­ miz sıkı sıkıya bağlıdı r.

4.

34. maddede kitapların kontrolü müfettişlere bırakılmakla, eser­ lerimizin sansür edilmesi ve hatta yasaklanması yoluna gidil­ mektedir.

5.

Ayrıca dini ve başka kitapların Rusya'ya sokulması "izne tabi­ dir" denilerek, zaten yetersiz olan kitaplara tekrar bir sınırlama konulmaktadır.

6.

1 2. madde "2 yıllık sınıflarda eğitim ana dilde ve Rusça olarak hazırlanmış kitaplardan yaptırılır" denilmektedir. Fakat henüz mevcudu olmayan bu kitapları kimlerin hazı rlayacağ ı meselesi 1 07


açıklanmamıştır. 7.

26. madde, bir kaç ası r boyunca Rusya Müslümanlarının şahsi yard ımlarıyla ayakta duran onbinlerce mektep ile yüzlerce medreseyi kapatmayı göz önünde bulundurmaktadır.

8.

Rusya Müslümanlarının dini okullarını Müslüman din adamları­ nın kontrolünden alarak, gayri müslim müfettişlerin konrolüne bırakmak hatalıdır.

1 08



Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.