Zeki Velidi Togan - On Yedi Kumaltı Şehri ve Sadri Maksudi Bey

Page 1

Türkistan

-

Bilik \ ·

Nu 3

Ahmet

-

Zeki Validi

O� Yedi Kumaltı Şehri Ve

Sadri Maksudi Bey

İSTANBUL DÜRHANEDDİN MATBAASI



On Yedi Kunıaltı Şehri ve

Sadri Maksudi Bey I Hakimiyeti Milliye gazetesinin

Ahinet Muhip adında biri dört çıkan ııOrhun»

mecmuasında

13

Kanunusani

1934

tarihli sayısında

ciltlik ı<Tarih» kitabı hakkında Edirnede

dercolunduğundan

bahsettiği ve «Türkiye

devlet prensiplerine aykırı, milliyet ve tarih terbiyesi davasına zıt� telak­

ki eylediği tenkitlerden bahsederken makale

sahibi

Nihal Beyin «Zeki

Velidi Beyin fikirlerine ajanlık» ettiğini ve umumiyetle bu yazının, hudu­

dun öte yanında yazılıp mecmuaya sokulmuşa benzediğini ileri sürmüş ve dolayısıyla benim ah!akımdan ve «'Ankara tarih

ederken mıştır.

sani

yakalandığımdan

11

Bundan başka yine

1934

«

otuz

yıllık ıı

vurmak istemiştir .

Hakimiyeti I\füliye gazetesinin

çıkarıldığını söylediği kötü ahliikımdan bahs­

( doğrusu 22

yıllık)

mesaime

isterim ki : Ben Türkiyede

karşı bu memlekette başka bir tarih telakkisi yorum.

21 Kanunu­

mebusu Şeref Bey de bir makalesinde

Bunları reddetmeliyim.

İlkönce arzetmek

kongresinde metin tahrif

bahsederek üzerime ağır bir taş yuvarla­

tarihli sayısında Edirne

rnezkür kongrede meydana etmiş ve

da

kara bir damga

hakim tarih telakkisine

propagandasında bulunmu­

Vaktiyle darülfünunda okuttuğum derslerin basılmış formaları ve

talebelerin elinde notları vardır.

Onlarda, şimdiki tarih telakkisine uyını­

yan fikirler varsa ((Tarihıı kitabının neşrinden önce yazılmış ve söylenmiş . mütalealardır. Bugün o�lardan istifade etmekte herkes serbesttir. Saniyen eğer ben hakim tarih telakkisine karşı söz söylemek istersem onu başkaları vasıtasıyl:ı söylemeğe, ııajanlar>ı vasıtasıyla telkin eylemeğe ihtiyacım yok­

tur. Lüzum görseydim hariçte veya dah!lde

kendim

yazıp neşrederdim

·


-4Ankara tarih kongresinde fikirlerimi . açık

arzettiğim gibi şimdi de böyle

söylememe ve yazmama hiçbir mani yoktur. Eğer ben hariçte bulunduğum

bir sırada ve başka bir tez namina Türkiyede bizzat veya bilvasıta propa·

ganda yapsaydı.m, bundan, benim tarih

telakkilerindeki taassubum, yahut

Ankara kongresinde benim maruzatıma karşı alınan vaziyetten infialim istihraç olunabilirdi . Ben ise bilakis milli tarih telakkisinin o veya bu ş�kilde olabilmesini tamamile haklı ve caiz görür ve milli tarih bu muh­ telif tezlerin her hangi biri bakımından Öğrenilecek olursa olsun, milletin

müstefit olacağına inanırım . Bu fikrimi

9

temmuz tarihiyle yazıp verdiğim

orada arzolunan

fikirlerime

bulda bulunduğum

kendi hususi

mezkur tarih kongresi riyasetine

muhtırada

vüzuhla

beyan ettim ve

bugün de sadıkım . Kongreden sonra İstan­

günlerde dostlarımla hergün görüştüm ; sonra arasıra

işlerim için mektuplaştım ve hariçte Türk münevverleriyle

görüştüm, Fakat kimse benim, Türkiyede

hakim tarih telakkisine karşı

o veya bu şekilde fena fikirler serdettiğimi, aleyhtar bir cümle yazdığımı veya menfi telkinatta bulunduğumu söyliyeme.Z. Bilakis, bunun aksini söyliyen birçok şahitler bulunabilir. Keza şunu da arzetmek isterim ki : Ankarada hakim tarih tezlerine

karşı mukabele, esas itibarıyla, benim için hiç bir zaman bir umde olma­ mıştır ve olamaz. Kabul edilen bir zaman hatır ve

rieşrolunan « Ana iÇin de

29

Mayıs

hayalimden

Hatlar

1932

tezleri tenkitle sarsmağa çalışmak ise hiç

geçmemiştir. Tarih cemiyeti tarafından 25 Temmuz 1931, << Tarih ıı kitabı

hakkında

ıı

tarihiyle

yazdığım mütalea ve raporlar ise, tarih

cemiyeti riyasetinin mükerreren _ve bilavasıta

yazdığı emir ve tavsiyeleri

.dolayısıyla kaleme alınmıştır. Cemiyet reisleri M. Tevfik ve Yusuf Akçura·

Beyler

tarafından yazılan mektuplar hala elimdedir. «Ana Hatlar» kitabının

bana gönderilen nüshası kaybolmuştu. Yeniden bir nüsha gönderdiler. Yusuf Akçura

D arülfünunda

tarih

Bey ise

muall·mi

mektubunda olduğum

mütaleanamemi beklediklerini,

halde

mütaleamı yazmazsam iyi

telakki olunınıyacağını ve yazının da kitabın yeni

basımında istifade edi­

lecek bir şey olması icabettiğini yazdı. Yazılarımda esas tezlere hiç temas et�eyip yalnız teferruattan

basım

bazılarına

temas ettim ve bazı kronoloii ve

yanlışlıklarını gösterdim . Bilhassa ·tarihi devirlerde Türklerin Orta Asyadan muhaceretlerinin sebebi meselesine temas ederek her iki kitapta ileri sürülen Türkistanın tedricen müterakki kuraklığı nazariyesine mukabil bu muhaceretle�in nufus kesafeti sebebinden ileri gel ıniş olacağı fikrini

arzettim. Bir de kuraklık davasını ispat maksadıyla h�r iki kitaba sokulan «on yedi kumaltı şehri»

hakkındaki

yanlışlığı da bilvesile gösterdim .

gre reisinin tensibi. veçhile Kongreye

arz ve izah ettim ve bunu da yine

«Tarih

ıı

kitabı hakkında yazdığım mütaleayı da yine Cemiyetin ve Kon­


-5-

o riyasetin dediğine göre ikiye ayırarak iki defada söyledim. Bana cevap verenlere karşı kendimi müdafaa etmek o saatte imkansız olduğundan fikir­ lerimi bir.kitap şeklinde yazarak neşretmem icabederdi; fakat buna ne fırsat ve ne de maddi imkan bulabildim. Şimdi bu muhaceret meselesine ait fikirlerim Ankara münakaşaİaıına ve yahut Türkiyedeki tarihi neşriyata temas etmeden ve o hatıralardan kat'inazar yalnız mücerret bir ilmi mü­ talea halinde tarafımdan geçen yıl tekrar kaleme alınmış olup «Tarihte Orta Asyanın dahilinde ve haricine vaki muharecetlerde amil olan nufus kesafeti» ünvanıyla Ulum Akademilerinden birinin mecmualarında intişar ed�cektir . Kongrede arzettiğim fikirler orada tafsilatıyla izah edilmiş ve bütün mehazlar gösterilmiş olduğundan maksat hasıl olmuş demektir. Belki bir gün lüzum görürsek bunu türkç e de neşreder ve kongre mazba­ . batalarında bozuk basılan� maruzalımın kongre reisi elinde bulunan yazma şeklini de buna ilave edebiliriz. Fakat bu mesele hiç te acele: değildir; ve bu meseleye ait hakikat ne zaman anlaşılırsa anlaşılsın yine geç sayılmaz. Türkiyeriin dahili işlerine hariçten müdahale etmek� ithamlarına karşı c�vabımın ikmali için Avrupaya ne için g�ldiğimi ve'.;..burada ne ile meş­ gul olduğumu da anlatmalıyım.�)923-1932 seneleri arasında, on yıl zar­ fında lran, Afganistan,:ve bilhassa�Türkiye kütüpanelerinde Türk medeni ve iktisadi tarihine ve tarihi coğrafyasına ait birçok mevat topladım. Zengin kütüpanelere malik olan İstanbulda yaşadıkça kütüpanelerde her gün bir şeylbuluyor \"e işim mevat toplamakla geçiyordu ve b u mevadı işlemeye fırsat bulamıyordum. Diğer taraftan bu mevadı işlemek için la­ zım gelen asri vesait, birçok ilmi neşriyat İstanbulda bulunmuyordu. İşte bu mevat üz.erinde işliyebilmek ve bilvesile ihtisasım mucibince bilinmesi lazım gelen bazı eski lisanları ve yardımcı fenleri öğrenmek niyetiyle 1931 senesinde lstanbul Darülfünunundan iki yıl için mezuniyet istedim. Ede­ biyat fakültesinden mezuniyet almış ve mezkur yıl Viyana Üniversitesinde mesaime başlamış isem de İstanbulda Darülfünun divanı . mezuniyetimi tas­ tik etmediğinden o senenin sonuna doğru İstanbula dönmek rnecburiyı"· tinde kaldım. Sonra kışın riyaseticumhur makamına istida ile müracaat edip izin istedimse de akim kalclı. Nihayet 1932 senesi ilkbaharında Da­ rülfünunda tarih tedrisatını ve .bilhass� Temür tarihine ait dersl�rim aley­ hinde bir şikayet vaki olup bunun tavzihi niyetiyle talebe ve; arkada�la­ rımdan 7 kişiyle beraber 96 saatlik bu dersleri iki ay oturup tenzim et­ tik ve neticede o aylarda ikmal edilip Avrupada tabı lazım gelen büyükçe bir eserimin ikmalini iki üç sene g�riye bırakmak icabetti. Başkalarının boş ve haksız şikayetlerini düzeltmek için ömür ve eneı ii sarfetmek... BÜ benim için kabili fahaffilii üli;i;TŞ-JeğiTd[ � V�k�l�t�iri�';;;;r;;� ülfü-


-6 nunu terkederek mesaime devam eylemek kararımı verdim ve bazı dost·

!arımdan bana maddi yardım yapıp yapamıyacaklarını sordum ve vadaldım. Ankara kongresine gitmeden evvel apartıman hesaplarımı bitirerek kitap­

larımı da bir kütüpaneye yerleştirdim. Vekaletten maaşımın muhafazasını istiyecek, kabul edilmediği takdi�de istifa edecak ve ağustos bidayetinde Avr upayahareket edecektim. işte o niyetle her şeyimi . çantalarıma doldur­ duktan sonra Anb.ra kongresine gittim ve karar verdiğim veçhile ağus­ tos bidayetinde Istanbuldan müfarakat ettim. Darülfünundan istifam hu­

susu beklemediğim bir surette Ankaradaki bir münakaşaya tesadüf ettiyse buna tabii teessüf ederim, fakat Avrupa seyahatime sebep o hadise değil­ dir. Ve bugün de 1931 senesinde başlayıp bırakmak mecburiyetinde kal­ dığım bir işle meşgulüm ve Ankara Ticaret Mektebi odalarında kongre fasılalarında hangi eser üzerinde çalışdıysam hala onun üzerinde çalışıyo· rum. Ben gerek Türkiyede ve gerek her nerede olursam kendim için in­ tihap ettiğim bir mesai pilanı üzerinde çalışan birisiyim ve yahut ta öyle olmak isterim ve bu mesaim o veya bu hadise yüzünden değişmez. Beni bir gaf yaparak veya kapana düşerek mevkiini kaybeden bir sadedi! muallim telakki ederek acınan dost veya sevinen düşmanlar yanılıyorlar,

keza kafasını daima Ankaradaki bir hadise işgal eden aciz bir «tarih in­ tikamcısı» olarak tasavvur edenler de aldanıyorlar. Benim hayatım yalnız tarih muallimliğine merbut olmadığı gibi fikri entereslerim de yalnız ta· rih ve yahut ta tarihin ayrı görüşlerine munhasır değildir: Dünyanın her tarafında dostlarım var, nerede olursam helal mesaimle geçinebiliyorum. Diğer taraftan doğrusunu söylersem : bir buçuk senedir Türkiye matbua­ tına müşteri olamıyorum ve takip edemiyorum. «Orhun» mecmuasının ·

mevzuubahs olan şu ücüncü numarasını bile hala göremedim. Hülasa ben

Türkiyedeki mün akaşalarla değil Avrupa.da kendi derdimle meşgul o1an birisiyim. Geçen sene yine böyle Tarih Cemiyeti ve «Tarih» kitabı aleyhinde

hariçte propaganda ile meşgul bulunduğuma ait çıkan bir şayia dolayısıyla Maarif Vekili Beye 5 !Ylat� tarihli bir mektup yazarak bunu katiyen red. . r;1t•>1ti1·� ne yazıp verd'' ığım muh tıraya aıma sad ı k k aldı· d' detmış ve kongre rıyase ğımı ciddiyetle teyit etmiştim. Bu iddialar bu defa da gazete sayfalarında çıkti ve yeni bazı şeyler ilave olundu; bunu da bütün samimiyetimle ve kemali ciddiyetle reddederim. Türkiyede bin bir kitap çıkar, içinde doğru

yanlış birçok mütalealar olabilir, bana ne ? Bunlara karşı hariçten <<Pa"'-./'C< t.ı l ı l-... pier höller» p atlatarak ve yahut başkalarının tavaSS\ltuna müracaat ede· rek oradaki müellifleri rahatsız etmekten ne kazanırım ?

Ben hayatımın mlişkül bir anında Türkiyeye sığındım. Onun eski menbalar bakımından çok zengin olan kütüpanelerinde yıllarca rahat rahat

ı..--ı .-ü...


-7çalıştım. iyi bir talebe muhiti buldum ve bu müstakil Türk vatanında irfan sahasında faydalı olabilmek istedim. Yedi yıl zarfında bu memleketin ne dahili ve harici siyasetine, ne de fırka ve gurup mücadelelerine karıŞtım.

r:'·.ı.:r .�

J .:...!.> �

r.ı• ..ı..I ·\:�

,j ..ı.. \..

..ı.� :.: �ı. .il .$'.-1� .):ı

beyti vaktiyl� Efganistanda bana mühim bir siyasi memuriyet

teklif eden

Veli Muhammet Han'a verdiğim cevaptır. Keza Türkiyede bir insanı lisan

ve kalemimle incittiğimi de hatırlamıyorum. Türkiye Türk milletinin müs· takil fikir kaynağıdır. Bugün bu memlekette bu fikri hayat, Türk tarihin·

de nadir görülen rehperlerin büyük rehperi tarafından 'idare olunuyor. Benim vazifem bu rehperlerden bir emir· alırsam onu yapmaktır. Bugün Türkiyede idare

ve ordu teşkilatı, iktisat ·ve kültür sahalarındaki büyük

faaliyet ve muvaffakıyetleri samimiyetle şahede ederin.

Bu h:ı:-�L:etleri

bunun kültür kısmında

ve kalp huzuruyla sevinerek mü­

iyi Öğrenmek

ve nerede olurs(lm olayım

faydalı olabilmek isterim.

işte söyliyecek en sa·

mimi sözüm budur.

II Ankara tarih· kongresi hadisesinde beni derinden rencide ve. mütees· sir eden bir sey varsa o da Rusyadaki

eski bir düşmanın,

son söz ken·

dilerine ait olmasından ve o ande kontrol edilemiyeceğinden bilistifade bana . karşı tahrif ve ihaneti milliye ithamlarıyla ortaya atılarak ağzına ge·

kendi tabiriyle Ufadaki hesapları leni söyleyip benimle eski hesabını görmüş olmasıdır. Bu �u kongre sonunda İstanbul gazetecilerine de hatır· •

lstmıştım. Fakat bu mesele asla <ıtarih meselesi)) olmadığı gibi <ıdört cilt· __

lik Tarih kitabı meselesi)) de değildir.

Bu mesele ancak Sadri M�ksudi ve

Ayaz lshaki beylerin, kendi tabirlerince

«üç Tatarııın,

Rusya haricinde

temsil ettikleri bir siyasi ve içtimai cereyanla olan mücadelelerimizin bir safhasıdır. Mademki benim ahlakım ve <ıtahrif» efsaneleri tekrar mevzuu· bahs oluyor ben de

bu meselenin «ilmiıı cihetine geçmeden

evvel hak·

kımdaki ithamatın nerelerden geldiğini ve bu zevatla olan mücadeleleri·

mizin neden

ibaret olduğunu

muhakeme ediliyorum

ben de

izah etmek

mecburiyetindeyim.

«maznun)) sıfatıyla

� , ,._,,ıe-L,..f

sorguya çekilmeli ve dinlenmeliyim.

Sadri ve Ayaz beylerin temsil eyledikleri

Türk ve lslam aleminde

hiç olmazsa

Madamki bir defa

·

bu cereyana göre Rusya

hayat istidadına malik olan

yegane medeni un·


' - 8.sur Kazan Türkleridir. Yegane medeni merkez Kazan Şehridir. Rusya Türkleri arasında siyasi, içtimai ve medeni hayatta rehberlik Kazan Tatar münevverlerine ait bir haktır. Sadri Maksudi ve Ayaz lshaki medrese tah­ silinden sonra Kazandaki «Rus-Tatar Muallim Mektebi•nde okumuşlar ve Rus fikri hayatı hakkında o mektepte Öğrendikleai malumatla göğİisleri kabararak «saf Kazan şivesinde)ı romanlar yazmaya başlamışlardır. Ayaz lshaki gibi Sadri Maksudi de - kendi tabiriyle ( «Maişetıı nam romanının yeni neşri mukaddeı:ıı� nde) «Milli Tatar edebiyatının temel taşını atmak» " ile çok mağrur cl'aiu ş ve bunu ahiren Türkiyede «Türk Dili İçin» namıyla neşrettiği eserinde de (s. 233) hatırlatmıştır. cc27 milyonluk Rusya Türk­ Tatarlarının merkezi olan Kazannın medeni rolünü Sadri Maksudi, bil­ hassa lisan ve kültür sahasında saydığı mübalegalı rabmlarla, ecnebilere de anlatmaya çalışır. Ayaz lshaki senelerdenberi gazeteler neşrederek telkin ettiği fikirlerini Türkiye Türklerine telkin ederken şöyle hülasa et· miştir: <<Rusyada Edil sahasında yeni merkez vücude gelıniştir. Bu mer· kez çok genç ve faal· olan Kazandır. Kazan 2 5-30 sene zarfında Rusya· daki. bütün Türklerin manevi merkezi olmuştur. Bütün fikir hareketi, bü­ tün ilim hareketi evvela Kazanda meydana geliyor, sonra Türkistana, Ka· zakistana hatta Çini Türkistana intişar ediyor. Kazan bütün Türk kabile· lerine . mektek esasları yapıyor, muallim gönderiyor, bunun tiyatro ve mu· sikisi bütün kabilelere taammüm ediyor. Kazan lehçesi Çağatay şiveleri· nin en işlentııişidir. Özbekler, Türkmenler, Kazak ve Kırgızlar için mu" nistir. Bunun için Rusya Türkleri meyanında Kazan merkez oluyor» (Türk Yurdu, 1925, N. 19). Diğ.er taraftan her iki muharrir de Kazan ve Kasım Türklerinin tak· riben dört asır Rusya elinde hırıstiyan Rus ek�eriyeti içinde müslüman akalliyeti otuak yaşıyabilmeleri tarihinin hatıratı tesirindedirler. Ayaz beyin 1903 senesinde intişar eden ve Kazanlıların iki yüz sene sonra Rus idaresi altındaki hayatlarının nasıl olacağını tasvir eden eserinin mu· kaddemesinde ileri sürdüğü şiar «Rusya Müsülmanı olabilmek»tir. Kanaat· Ierince mezkur dört asır zarfında Kazan Türklerinde milli müdafaada din ve İslamiyet esas olmuştur ve şimdi de öyledir. Ayaz bunu Türkiyede neşri ıskandaUa durdurulan «Zeliha» nam piyesinde tavsif etmiştir. Ta· tarlardan mevcudiyetini silahla müdafaadan aciz, papaz geldiğinde hırısti­ yan göründüğü halde İslamiyeti gizli yaşatabil�n «Mükrehler» olarak bahs eden ve bu zümrenin din için olan «sırri mücadele» !erini ideal milli mü· cadele olarak tasvir eden bu eser Ayaz ve Sadriler için bir cşedövr»dür. Kafkasya islamlarının ve diğer Türklerin ruhuna tamamile aykırı olma· sına rağ'men Ayaz lshaki bu Zelihayı 1917 de Moskuva kongresine top· !anan tekmil Rusya İslamları mümessilleri huzurunda temsil etti. Türkiye


-9Türklerini de bununla

temsili,

hayretlere düşürmek

idare ettiği gazetelerde yazılıyor;

istedi. . Şimdi de Japonyada Halbuki Hindistanda İngiliz

Gandicilere daha evvel göstermesi icabe­

hakimiyetine karşı oruç tutan

derdi . Ayaz ve Sadri efendiler ve avenesi yalnız Kazan Türklerinin d!!ğil böyle bir dini müca·

tekmil Rusya Türklerinin mazi, hal ve istikballerini

dele şeklinde tasavvur ederler ve. diğer bütün kabileleri de göya dört asır

evvel Rusya tabii olarak bu dini mücadele yoluna girmiş gibi görmek ve

göstermek isterler. Milli harekete esas tanıdıkları «din» de Rusya tabiiyeti zihniyetiyle birleşen bir din, yani «Rusya İslamlığı» dır. Gerçi Ayaz lshaki bir müddet köyde imam olmuştur ve Sadri bey de dini rehberlik işine yeltenegörmüştür, fakat bu <; dini siyaset » ten onların dindar adamlar olduğu istidlal olunamaz. Nasıl ki milli

mücadelelerinin ancak dini cami­

aya dayandırabileceğini ·tasavvur eden <c Laik - Yahudiler » de böyle dü­ şünür.

Kazan

dört"'· asra

Türkleri

yakın bir müddet evvel istiklallerini

kaybetmiş ve fikirlerince her zaman diğer Türklerden daha münevver ol·

dukları halde bu istiklali tekrar kazanamamışlardır, binaenaleyh diğer Türk­ ler içiri de bu istiklal, hatta otonomi bile ar.tık imkansızdır. · lktısadi hayat, yani Rusya

arazi meseleleri artık devlete,

hükumetine ait meselelerdir.

Milli ordu meselesi ancak müslüman askerlerin dini ihtiyaçları noktasından ileri sürülebilir. U�umiyetle « Rusya İslamları» a·ncak milli lisan ve din­ lerini

muhafazaya

nezaret ve imamları Mahkemei

ehemmiyet

Çariçe

vermelidirler.

Katerin camilere

idare için müslümanlara bir dini idare, « Orenburg

Şeriyesi » ( Duhovnoe

Sobr:ınie ) bahşetmişti;

işte bugünkü

müslümanlar da o Mahkemei Şeriyeye mektep işleri nezaretini ilave ede­ rek bir � Milli idare

vücude getirmeli ve onunla

ıı

iktifa eylemelidir. Bir

<cMüftü» veya •Şeyhülislam» tarafından idare olunan <eDiniye nezareti» ne

ve ona nezaret

eden

milli şura ve <c milli idare » ye tekmil Rusya

bir

Türk ve İslamlarının dini. ve milli hayatı tabi olmalıdır. Yalnız Türkistan

ve Kazakistan gibi. uzak « vilayet » lere ·birer

( Yani Kazanlı milli «

idareciler

diğer

Kadı otonomisi » vermeye razıdırlar işte bu bakımdan ,Sadri

1917 inkılabı

bidayetinde

Kadılık»

verilebilir

( 11 )

kendilerinden lutfen bir

Maksudi ve Ayaz Azerbaycan,

ülkelerinin ot.onomi ve ve istiklal muk�bele

)

«

Türklere

İshaki efendiler Rusyada

Türkistan,

hareketlerine

göstermişler ve düşman kesilmişlerdi .

Kırgız ve . Başkurt

karşı bütün vücutlarıyla

Sadri Maksudi mensup

olduğu Kadet - Milyukof fırkasının mezkur sene mart kongresinde Rusya lslamları namına sedakat ve ubudiyet sözleri söyleyip Türkistan Türklerini otonomi

hareketlerinden

alıkoyabileceğini vadetti

ve buna mukabil, o

zaman Petresburgda bulunan Rusya İslam mümessilleri tarafından gazete· !erde protesto edilmesine rağmen, Kadet fırk�sı mümessilleri meyanında


10 Türkistana izam olundu ve oradan tardına kadar oradaki Törkler meya·­ nında dini idare, evkaf ve medrese meseleleriyle iktifa eylemek, başka « tehlikeli » Metalipte bulunmamak yolunda . boşuna telkinatta bulundu.

Sadri Maksudi yine oradan Rusya Türk ve İslamlarına müftü ve şeyhülis· lam olmak hayaliyle Moskuva ·umum Rusya isliirtıları kongresine arkadaşı Ayaz fshaki vasıtasıyla arzettiği istida mektubuyla namzetliğini koydu

( 'm ezkur kongrenin matbu mazbataları, s. 450). Fakat bu namzetlikle ancak alay edildi . Bunlar Rusyanın merkeziyetçi vahit bir devlet olması fikrini ileri sürdüler. Ayaz lshakinin mezkür Moskuva kongresi mazbata· larında ve kendi gazetesinde neşredilen, ve Sadri beyin mezkur sene Kazan kongresinde ( 31 Temmuz ) ve Ufa vilayeti kongresinde ( Eylül ) söylenip «Yıldız» ve uErkıı gazetelerinde intişar eden esas fikirleri şudur:

Rusya Türkleri siyasi

an'anelerini ve istiklal istidadını tamamen kaybet­

mişlerdir . Bu gibi davalar ancak boş yere kan dökülmesine sebep ola· caktır . Rusya İslamları ancak aralarında en · medeni olan ve münevverleri

bulunan Kazan Türkleri rehberliği altında din ve lisanlarının muhafazasına

ehemmiyet vererek yaşıyabilirler . Halbuki Başkurt, Kırgız ve Türkistan Türkleri Rusyadan ayrılırlarsa Kazan Türkleri rehberliğinden mahrum ka· lacaklar ve binaenaleyh mahvolacaklardır . Rusyanın idare usulü Rusya lslamlarının Kazan rehberliği altında vahdeti bakımından merkezi ( unitar ) bir memleket olması icabeder Federasyon v e otonomi hareketleri gibi Rusyanın parçalanmasına bais olacak hareketler Rusya lslamlarının parça· !anması demek olacağından bir milli felaket olur. Moskuva kon.gresinde •

Ayaz

lshakiye

Kırgızlardan

Avukat Cihanşa,

Özbeklerden de Avukat

Ubeydulla Hoca cevap verdiler, dedikleri şudur : Biz sizin yardımlannız· dan ve himayenizden bıktık, biz Ural nehri ve dağlarından Çine kadar uzanan geniş bir ülke ve toprağa maliğiz, siz yardım verı;nezseniz bu yardımı Ukrayna ve Latış ( Latviya ) gibi Rusyadan ayrılmak istiyen milletlerden alırız ( Mazbata, s. 201, 214 ). Azerbeycan namına Ayaz beye cevap veren Resulzade Mehmet Emin Bey demiştir ki : «Mademki demok·

rat Rusya büyük bir saadet bahşeder, o halde ne için lstanbulun da v e bütün lslam memleketle rinin d e Rusyaya ilhakını istemiyelim . Hayır, Azerbaycan. Türkistan, Kazakistan ve Başkurdistan muhtar ülkeleri ola­ caktır. Çünkü biz Yahudi d eğiliz, lehülhamd toprağ'ımız vardır ( Mazbata,

248, 250); nihayet 271 reye karşı 446 rey ile· Ayaz Ishaki. ve avenesi mağlfip ve makhur olmuşlardır [1]. Umumiyetle bu << Rusya vahdeti ıı Rus milliyetcileri Kadetler ve Es-

s.

[1] Bu mazba laların Petresburgda

Hirkçe

ra oğlu Yusuf ve Istanhulda Köprülüzade

vardır .

·

Fuat

matbu nushaları

beylerin

hususi

Anka rada

Akçu­

külüpaaelerinde


- 11 Erler muhitinde « Rus demokrasisi noktainazarından » ileri sürülen bir dava olarak gösterildiği halde Türkler arasında « Türk vahdeti namına » olan bir hareket gibi ileri sürülmüş ve muhalifler daima Türklük ve

İslamiyet namına tekfir ve tel'in edilmiştir. Fakat bu küfür ve lanetlere rağmen ülke otnomi hareketleri tevessü etti. Sadri ve A yaz Beyler Kazan Türklerinin tüccar ve mollalarıyıyla yalnız başlarına kaldılar, fakat yine yol­

larına devam ettiler.

·Sadri Bey

cc

Dahili Rusya İslamlarının milli ve dini

idar�lerinin kanunuesasisi » diye Rusyadaki Yahudi i"itorialist l eri n ) dini ve milli idare '

cüme ederek

Kazan

maddeden ibaret

(9

kongresinde

proıesını

( Temmuz

cemaatlerinin

( Exter·

Müslümanlara tatbikan ter·

22)

kabul

ettirdi ve

113

olan bu « Kanunuesasi » ilk defa « Yıldız» gazetesinde

Ağustos ) intişar etti. Sonbaharda kendisi mezkar milli dini idarenin

reisi sıfat ıy la Ufaya gelerek eski « Mahkemei -Şeriye » ( Sobranya ) nin yanına bir mektepler kısmı açarak bu mahkemenin başına geçti. Orada

Milli İdarenin reisi sıfatıyla Kur.'an, «hayatta çıkan

mühim içtimai

nazarını ulema ş ılra sıyla

Tecvit

meseleler

berab�r tayin

ve ahkamı islamiyeye, k eza

hakkında

eylemek » ,

şeriatı

cc

islamiyenin

şer'an caiz olmıyan

işleri, nikahları irtikap edenleri levazım ehille�i ( yani imamlar ) vasıtasıyla tenbih ve tedip

muhtevi

cc

eylemek» vesaire

Muhtariyet

>>

hakkındaki,

<ı

emir ve ferman» larını

mecmuası nushaları tesadüfen

elimizde bulunmak·

tadır. Son Rus inkılabına kadar Başkurt imamlah ve 1864 s en e s ine kadar Kırgız Kazak imamları da cc Orenbl!rg Mahkemei Şeriyesi » ne tabi -

olduklarından bu iki kabile bu mahkemenin « kadim bendeleri » addolu­ nuyordu ; bu cihetten bilhassa Başkurtların bu c< Mahkemei Şeriye ailesin­

den» ayrılarak kendi ülkeleri için Kı.rgız ve Türkistanlılar ile beraber otono· mi ve istiklal k a z anın �!< yoluna girmiş olmaları açık bir «İsyan» (!!) telakki olundu ve ona karşı mücadele de o nisbette feci oldu . Sadri Maksudinin�«Milli İdare» si birkaç gün önce: Başkurdistanı. bilicbar

ti belli olmıyan bir

1918 senesi bidayetinde ölümünden Kazana ilhakla, hududu ve mahiye­

muhayyel «Edil - Ural»,

yahut

diğer

tabirleriyle

<c Tatar - Başkurt» ülkesi hakkında bir kararname ,çıkardı. Bu karara binaen mezkılr senede umumi Başkurt ;kurultayları tarafından tesis edilen « Baş­ kurdistan Merkezi Şılrası » ve cc Başkurdistan Milli Hükılmeti » Milli içlare­ ciler tarafından tanınmıyaD; ve Tatarlığa karşı isyancı bir müessese olarak

ilan edilmiş oldu. nMilli idare» Tatar bolşevikleri sonra da bunlar

hükumeti ve ordu

mücadele

»

öte

berideki

tarafındıı.n dağıtıldıktan

ajanları vasıtasıyla Başkurdistan

Ruslara jurnal ederek bir a man s ı z « sırri 1918 senesi Kanunusanisi bidayetinde bu mücade­

teşkilatını

ye giriştiler.

'

şube ve

leyi Kerinski hükumetinin Orenburg valisi Arbangelskiye uşaklık ederek devam ettirdiler;

fakat o- bize

karşı kuvvetsiz

olup

bir

iş becereme-


-12-

diğ-inden bizi

bolşevik

açmağa çalıştılar. Milli

göstererek

"id_arecilerden

Orenburg

Rus Kazaklarıyla araıİ:ıızı

muharrir Burhan

Şeref ve elyevm

Varşovada Ayaz lshakiyle beraber çalışan Arif Kerimi bizi Orenburg Rus hükumeti konağına devet ettire(ek o hükumet azaları huzurunda ve o hukumet namına bizi Ru sya hükumetinden müsaade istihsal etmeden oto­ nomi ilan eylememiz keyfiyetine dair bir gülünç « istintak» altına aldılar. On beş gün sonra şehri bolşevikler işgal ettiğinde biz burasını terke tme­ miştik, ayni · Tatar milli Şurasının azaları şimdi Bolşe v iklere giderek

« BaŞkurtlar monarşist tirler, arazi ve emlak sahibi burjuvadı�lar, size karşı isyan tertip etmep üzere falan ve filan yerlerde. ordu teşkil ediyorlar »

diye jurnal ettiler ve o aralık şehirde asker filanımız ol m adığ ından bil'is­ tifade gece yarısından sonra evlerimize · Rus Çeka askerleri ile beraber geler ek muhasara, beni ve şehifde bulunan , refiklerimi hapsettirdiler. Şi­

kayetnameleri 2 Şubatta Ore nburg fzvistye gazetesinde ve Milli idare erkanından Kamil Kerimi tarafından yazılıp İbrahim Bikçentay tarafından

imzalanan uzun Rusça jurnalları da « Kazaçi Pravda gazetesinde intişar etti. Aynı zamanda Orsk «Milli ldare>ı cileri Baranov nam Bolşevik kuman­ danına kılavuzluk ederek Başkurdistan içerisinde ilk Başkurt milli alayı teşkil

mahalli olan Baymak kasabası nayine gece yarısı ansızı ngetirdiler. Ruslar ka­ badaki Başkurt zabitlerinden Abdulla Edilbay ve Abdulla Magaz nam ikisini müzakere için diye kendi hanelerine çağırarak hapsedip nihayet birkaç ne­ ferle beraber kurşuna dizdiklerinde öteki ((kılavuzlar» da büyük l;ıir zafer elde etmiş gibi ((vaktiyle Kazanı Ruslara satan siz idinizı> diye şehit za­ bitlerin cesetleri üzerinde küfrettiler (Şarki Başkurdistan Ruslar tarafın­

dan ancak 18 inci asırda istila edildiği halde 16 ncı asırda Kazanın su­ 0 kutu için Başkurtları mesul eylemek tatarcılık propagandalarının ne gibi tarih sahtekarlıklarına istinat ettirildiğ'İnin en vazih bir misalini teşkil e­ d�r). Aynı zamanda Çilebi şehrindeki «tatar - başkurtçuıılar bu şehirdeki Bolşeviklerden yardım alarak Başkurdistanın Argayaş kaza merkezi «Tü­ lekıı karyesine hücum ettiler ve v a ki olan müsademede B aşkurt münevver­ lerinin en ileri gelenlerinden Halit oğlu Abdülbari maktul düştü

(6

Tem­

uz). İki ay hapisanede kaldıktan sonra biz hapisan eden kaçıp tekrar ordu teşkiline başlayınca Ufadaki Milli idarecil�rden Halla Y enikeyyif nam

m

bi.isi bu şehirdeki beya z Rus ceneralının hizmetinde bulunmaktan bilisti­ fade ona Başkurt ordu teşkilatı aleyhinde daima şikayetlerd e bulundu ve

Başkurtlar kuvvetli asker teşkil ederlerse Ukraynalılar gibi Rusyanın ar­ kasına bıçak vuracaklardır diye bizim hükumetin ilan ettiği seferberliğe

karşı Rusları ayaklandırd: ve neticede bu Rus ·c eneralı seferberliğin bazı kazalarda infazına kendi ordu ku vvetiyle mani olabildi. Keza o aralık U­ faya gelmiş olan Ayaz lshaki kendi avenesi, bilhassa Başkurdistandaki


l3 bazı Tatar muallim ve muallimeleri vasıtasıyla ordu teşkilatı aleyhinde pro­ pagandada bulundu. Başkurt ve Kırgız (Alaş Orada) milli hükumetleri 0renburgda iki hükumetin ordularından mürekkep bir ((Ordu Kumandanlığı» (voennoy okrug) vücude getirmeğe çalışmış ve bazı müşterek · askeri mü­

esseseler, müşterek silah depolarİ artık bilfiil vücude getirmiş bulunuyo.r­ lardı. Ayaz lshaki, miralay Beglof

ve yüzbaşı İşmuhamedof mezkür

1918

senesi eylülü bidayetinde inikat eden Rusya devlet şurası dolayısıyla Ufa­ . da toplanmış olan Başkurt ve Kırgız hükumet azalarını bu iki hükümetin

artık müteşekkil· askeri teşkilatlarını

o

zaman Sibirya

Rus hükümetinin

har.biye nezareti nezdinde yeniden ihya etmek istedikleri eski metinin «Asya ,şübesi»ne tabi bulundurmak yolunda bu iki hükumetin piyade «Ordu» (Korpus)

ve süvari

((liva», ((fırka»,

olarak teşekkül etmiş ve etmekte

tını kendi hüsnüihtiyarlarıyla dağıtarak dahil olan

dağınık Tatar tabur

umumi

Çar hükü­

iknaa çalıştılar; yani Başkurtlar için hatta olan askeri teşkila­

Rus askeri teşekküllerine

ve alayları haline düşürmek istiyorlardı.

Onlar bunu da «Mahkemei Şeı-iye» meselesi gibi göya milli noktai nazar­ dan taasupla ileri sürdüler, çünkü

Rus erkil.nıharbiyesi

yanındaki «Asya

Şübesi»riyasetine eski ceneral 'Devletşinin yerine tayin edileceğini düşün­ dükleri ve vadaldıkları miralay alayları Üzerinde

Beglof bu dağınık «Müslüman» tabur ve

bir nevi Rusya namına

«manevi nufuz»

müftü» kesilecek ve bu suretle Rusya erkanihıırbi

sahibi «askeri

tahti ·idaresinde ıımüs­

lümanlar birleşecek» ti. Fakat biz Türklük ve İslamiyet namına yapılan bu çok ahmakça teklif ve lakırdıları ciddiyetle reddettik.

Bu boşuna lakırdı­

ları keserek meclisi terkederken Kırgız hükuqıeti reisi Alihan dedi ki: «biz bin bir zahmetle ülke mikyasında teşkil etmekte olduğumuz

bir gün tam müstakil

tirmek için çalışıyoruz;

görebilmek için bir siz d e bunu dini

«Ordu Mıntakası>>

ordularımızı

vücude

ge­

ve milli vahdet namına dağıta­

rak Rusyıınm ııAsya Şübesİ> ne sokmak istiyorsunuz, bizi bırakın; kendi­ niz istediğinizi yapabilirsiniz» Bu teklifleri akim kalınca mumaileyh mira­ lay Beglof Sibirya Rus hükumeti başkumandanı ceneral Boldrefe uzun bir rapor yazarak <ıSibirski» oteline bizi toplayıp Rusya vahdeti namına yap­ tıkları teklifleri, benim ve Alihanın cevaplarımızı <ıbiz Rusyadan ayrılmak için ordu teşkil ediyoruzıı mealinde izah ettikten sonra kendileri tarafın· dan <ıişte biz-Rusyayı birleştirmek istiyoruz. Zeki Validi ile Alihan Bükey­ han Oı:enburgda

Ordu Mıntakası ismi altında

bir Ukrayna yapmak isti­

yorlar, maksatları Ukraynadaki Almanlarla birleşmektir» etmiştir. Bu meseleye ait bütün evrak bu Başkurt

gibi şeyler ilave

ve Kırgız ordu mınta­

kası meselesini tetkike memur edilerek Boldref trrafından Orenburga gön­ derilen zabitin elinden bize geçti idi ise de ordu mıntakası işi suya düştü. Keza ordumuza sokularak birinci piyade alayının

kumandanlığına tayin


- 14 olunan Toymakayif ve ikinci alayın yaverliğine tayin olunan Aliahmel Veliyif nam iki z�biti n tatarcılık davasıyla desise yürüttükleri ve Orenburg Rus-Kozak ceneralı DUtufa •Başkurt ordusuyla muvazi olarak tam Rus i­ daresinde bulunmak üzre ayn · bir «Tatar-Başkurtıı gizlic e çalıştıkları anlaşıldı. Toymakayif derhal

ordusu teşkili yolunda

kapıdışarı edilmişti; Veli­

yif ise mezkur ceneralın hükumet ve ordu idaresini d e virmek maksadıyla Kırgız-Alaş Orda hükumeti Torgay valisiyle ve demokrat kazaklarla bera­

ber 6 teşrinisanide yapılmasını kararlaştırdığımız bir inkılabı tayin olun­ duğu saat en birkaç, saat evvel mezkur cenerala . haber vererek kaçtı; ve harifin bu meşum hareketiyle

bu pilanlar suya düşdükten

sonra Taş­

kent cephesinde harp eden üç alayımız geri alınmak mecburiyetinde kaldı Tatar hegemonyacılarının 1917-18 senelerinde yaptıkları bu gibi hareketleri yalnız bunlara munhasır kalmamıştır. Ben bu hareketleri, bilhassa orduyu karıştırmak yolundaki harekatı, Sadri Maksudi idare etti d emiyorum. Çün­

kü o çoktan Moskuva taraflarına firar etmiş bulunuyordu. Fakat ötekileri­ niu bu hareketleri Sadrinin istediği ruhta, onun rehberlik ettiği zümrenin ruhunda idi. Gerek miralay sen kötü insanlar değildi, nevver adamlardı, fakat bu namına· yap�ışlardır; nasıl yapıyorlar.

Beglof ve gerek İşmuhamedof ve Velief şah­ bilakis umumi milli işlerle alakadar olan mü­ çirkin hareketlerini de maalesef bir milli ülkü

ki Sadri ve Ayaz beylerin kendileri de öyle

Sadri Maksudinin Avrupaya ve Ayazın Japonyaya firarlarından sonra

da Sovyet Rusyada kalan Edil-Uralcılardan ve yahut onlara temayül edenlerden komünist olan ve olmıyanları bize karşı aynı gayrimeşru yol­

larla mücadelelerini ellerinden gelen bütün vesaitle devam ettirdiler. 1919 senesi şubatında biz Sovyetlerle sulh akdederek Orenburg ve Moskuvaya

geldiğimiz zaman birçok eski Edil- Uralcıları göya ezel d e n komünist imişler gibi Bolşeviklerin masaları başında yine aynı dava üzerinde gördük. Bunlar bilhassa Orenburgda Başkurt ve Kırgız Sovyet hükumetlerinin birleşmesi aleyhinde ça'ııştılar. Bunlardan_bir zümre 1919 kanunuevvelinde Kremlinde Kalenin idaresinde

bu meseleyi

tetkikle . ve halletmek için inikiat eden

Başkurdistan, Türkistan ve Kırgız delegeleriyle Moskuva hükumeti azaları içtimaına davetsiz oldukları halde girerek « Başkurtla r Tatarların bir kıs­

mından ibarettir, onların Orenburgda Kırgızlarla bir hükumet teşkil ederek birleşmeleri gayritabii nikah olur» diye protesto edip Ruslarla . beraber iki rey fazla olup bu işi bozdular. Rusya haricine çıktığımızdan sonra da her yerde Edil-Uralcıların ajanlarına tesadüf ettik. Meşhede geldiğimizde hayret e ttik : meğer ki vaktiyle bizi Orenburgdıı Bolşeviklerle beraber bulunarak hapsettiren Orenburg Milli Şurası azaları ( kez'1 1918 s enesinde


-15 Ayaz Jshaki tarafından Başkurdistan aleyhine çalıştırılan bir kadın, Hadice Husyinova )

Sovyetlerin

Meşhet ve Irandaki

Meşhet

konsolosu

ve

hayatımız bunlara tabii büyük

azaları

imişler.

Bizim

bir «faaliyet sahası »

açtı. Afganistana geldiğimizde yine Orenburg Tatar ıı Şura ıı sı azalarından ismi yakarıda bir defa z ikredilmiş Arif Keriminin Hacı Sami ile beraber Afgan toprağına geçmiş olduğunu ve bizim Kabilde bulunduğumuzu işidir işitmez Hacı Sami vasıtasıyla Kabil Türk elçiliğine ve Afgan hükumetine aleyhimizde şikayetlerde bulunduğunu gördük ve neticede biz lstanbula

vize alamadık ve buraya geldikten sonra da giremedik. Sonra Parise gel­

diğimizde orada ıc

Sadri

Maksudinin. kendisini,

Berline

geldiğimizde de

ezelden beyaz » sıfatıyla Ayaz lshakinin kendisini ve diğer

azal:ırını bulduk. Sonra

1925

senesi yazında da

ıı

Milli idare»

kaderin bir garip cilvesi

neticesinde Sa�ri Maksudi ile Ankarada Telif ve Tercüme Heyetinde kar­ yine eskisi gibi muhtelif şekillerde yaşatılan

şılaştık. Yine o insanlar, eski

ıı ıc

sırri mücadele

Milli idareci » ler daha

sonra Pariste d.ükleri

1920

senesinde uzak şarkta, Finlandiyada

ve

Rusya lslamlar1riı >ı temsile başlamışlardır, fakat ileri sür­ milli d�va ıı lar öyle naçizane şeylerdir ki onun için Rusya ha­

ıı

ıı

ricine çıkmaya değ·mez (Zaten onlar zenginler davaları

o

ıı ...

ıı

kaçtı diye kaçmışlardır). Bu

Milli İdare» nin faal azalarından. Umer Teregulof

Aksayişarkta Harbinde

ıc

1920 senesinde 69 sahifelik

siyasi meseleler» unvanıyla neşrettiği

eserinde bir araya toplamıştır. Ona göre hariçteki Tatarlar uBirk» namıyla bir siyasi teşkilat vücude getirmelidirler. Onun hattıhareketi de şöyle ol­

malı:

ıı

Vaziyetin

gayrimuayyen olduğunu

ve Tatarların

hazırlıksızlığını

nazarı itibara alarak vaziyet aydınlanıncaya kadar beklemek ve hakimiyet

için· mücadele

eden siyasi

fırkaların hiç birisiyle

temasta bulunmamak »

( s. 14-15 ); «Türk-Tatarlar için müstakil bir memleket vücude getirmek mümkün değildir » ( s. 34 }; ıı Bunların gelecekte de istikballeri yoktur, o sebebten gelecekte geniş Türk-Tatar memleketi vücude getirmek hayaline düşmiyeceğiz ... » (s.

34);

« Azerbaycan, Türkistan ve Kazakistan için is­

tiklal müstakbelen programa da idhal edilebilir fakat o da onların medeni seviyeleri

yükselene

manut bir keyfiyettir »

kadar Ruslara ( s.

37-38);

karşı dayanabilip

Tatarlar

bilmiyeceklerine

müstakbelen yine Rusyanin her tarafındaki ştatlarında dağınık kalacaklardır, bunlar arasında cami olan

yegane müessese milli m,edeni idare olur ( s. 40-43 ) Sadri Maksudi de Rusya Meclisi Müessesanının Pariste toplanan komitesine giderek kendi .

ruhlarında bazı beyanatta bulunmuş, keza

ilmi Gurupu » na ( Russk.

1 923

Akademiçeskaya

senesinde Paristeki « Rus

Guruppa ) intisapla tarihe ait

konferanslar vermeğ·e başladığ-ı zaman bu gurup reisine her hangi separa-


- 16 tizm fikirlerinden uzak ve Rusya ya daima sadık bulunduğ· una dair· verdiği

(< ahdüpeyman » Milyukof'un gaz�tesinde tabedilmişti. Keza Ayaz fshaki-. nin öte beri Rus gazetelerinde yazdıkları da evvelce Rusyada ileri sürdük-'

leri davalar esasında idi. 1929 senesinde « Edil-Ural » birden « ciddi faa­ liyete• başladı. Bunun · s ebebi de Varşovada Rus mahkamu milletlerin istiklali uğrunda çalışan << Promethee ıı cemiyetine yanaşarak kendilerini « ezelden istiklalciıı göstermiş ve para koparmış olmalarıdır. «Edil· Ural» ın reisi Sadri Maksudi bey kendisini istiklalcilik ve separatizm ile « lekele­ memek » için « limaslihetin » görünmüyor. Umumi celselerini İstanbulun yangın yerlerinde yapan bu Edil-Ural teşkilatının icraiyesi Varşovada bu· lunup Berlinde

« Milli Yol » namıyla bir mecmua da neşrediyor. Bu mec­

muada ve muharriri Ayaz beyin Edil-Ural namına neşrettiği ayrı risalele­ rinde muhayyel « Edil-Ural devleti>) istiklali daha 1917 senesinde ilan edilmiş gibi gösteriliyor; fakat bu « istiklal » de meğer. reisleri Sadri Mak­

sudi beyin yukarda zikri geçen « Milli idare Kanunuesasisi )> nin, yani yeni«Müftülük» teşkilatı nizamnamesinin ilan olunduğu günden ibaret imiş. Zaten mecmualarında hep o eski davaları için mücadele ediyorlar. Biz hala şu müftülük noktainazarından ihaneti milliye Kırgız- Kazaklardan

ile itham edilir dururuz.

_ « Mahkemei şeriye » yalnız müftü Alimcan Barudinin

r"elsliğine intihap işine iltihak edenler ve o reisülislamdan bir Kırgız kadılığı almakla « ehli lslam » zümresine girenler yalnız hakiki lslam sayılıyorlar. Bu münasebetle mecmuanın sayı 6, s. 9-10 larında « sekiz milyonluk Kırgız Kazak Ufa Diniye N�zaretine dahil olduğu halde ona dahil olmak istemi­ yenler milli ve dini vahdeti baltalıyanlar » sıfatıyla tel'in edilir ve Kazak Kırgızların bu ne�İsi de « Kazak- Kırgızları Kazandan ayırmak, Edil boyu ( Volga ) gibi medeni vatanlarından ayırmak istiyenler» diye yine ihaneti· milliye ile itham edilirler. Ayaz beyin hariçteki neşriyatlarında «Edil-Ural»

şiari için Avrupai Ruside eski << Altın Ordu » hududunda yaşatılmak iste­ nilen Tatar medeniyetine doğru bir ideoloji temeli atılmak isteniliyor ve tabii ki, hariçte (( Tatar medeniyeti » tabiri yerine daha ziyade « Türk medeniyeti » tabirini kulluanıyo�lar. Ayaz lshaki 1917 de Moskuva kongre­ si.nde {Mazbatalar, s. 231 ) ve gazetesinde demişti : . « Eğer Rusyada ademimerkeziyet esası galip gelirse Başkurtlar bizden {yani Tatarlardan ) ayrılarak Türkistana iltihak edecek, Şimali Kafkasya Nogay Tü.rkleri de Kafkasyaya katılacaktır » . Yani bu kavi mler bir nevi otonomi alırlarsa

Kazanın rakipleri sayılan Türkistan ve Azebaycan kazanacak ve Altın Ordu mikyasında tasavvur olunan Tatar medeniyeti pa_rçalanacak, binaen aleyh onlara göre en büyük felaket olacaktır. S.ıdri Maksudi de Altın Ordu

n azariyesini umumi Türk

salçasıyla Türkıya Türklerine

telkin eylemeğe


- 17 -

çalışıyor. 1924 senesinde Ankara Türk ocağında « Türk tarihinini tel­ kinleri » mevzuu üzerinde ilk defa tarihçi sıfatıyla ortaya atılarak verdiği . k onfranslarda da o bir Altın Ordu < Patriot ıı u idi . Sadri !;> ey bu konfranslarında büyük Temürü Altın Ordu noktaina zarından muhakeme altına alıp bugünkü Rusyanın Temür sayesinde husule gel­ diğini söyliyerek Yıldırım Beyazıt safında bulunan bir altınordulu kesil­ mişti . « Türk Dili İçin » nam eserinde de ( s. 118, 225, 232 ) << Edil Ural ve Kazak Dalası» ve Kıpçak Türkleri diye bir sun'i camia yapılarak .bunların milli edebi lisanı da « Kıpçak Türklerinin büyük harsi merkezi olan Kazan şehri lehcesi» diye gösterilmiştir. Burada t<sun'i» dediğimin -sebebi şudur ki yalnız Tatar ve Kırgızlar değil elyevm Garbi Türkistanın esas sekenesini teşkil eden · t<Özbekııler de Kıpçak zümresindendirler ve belki de bu zümrenin esasi kısımlarını teşkil eylemişlerdir. Sadri beyin bu kitapta ileri sürdüğü fikirlerine göre (s. 232 - 233) eski Altın Orduda kullanılan resmi lisan. Türkistanın Uygur ve Çağatay lisanlarından ayrı bir lisandır. Orada Sadri bey, fikrince Altın Ordu Kıpçak lisanının en iyi muhafaza edilen şekli demek olan Kazan şivesinde ilk defa roman yaz­ masını iftiharla zikrettiği halde temizlik itibarıyla Kazan şivesinden hiç eksik olmıyan Kırgız - Kazak, Özbek ve Başkurt şivelerinde yazılan eser­ lerden hiç bahsetmiyor, çünkü fikirlerince öteki şivelerde eser neşretmek Kazan şivesine karşı ufsyan» demektir. Keza Milli Yol mecmuasında milli tarihten bahsederek yazılan makaleler de çok tarafgiranedir ve yalnız bir Tatar gururu yaşatmak emeline matuftur. Edil - Ural bu edebi işlerden başka tabii <(büyük siyaset» ler de yapı­ yor. Cenevrelere gidip dolaşırlar. Baş «Fonksionerıı olan Ayaz İshaki Le­ histan İslamları arasında kendisi değilse başka bir kazanlıyı müftü yapmak, §Öylece Edil - Ural müftülüğünü bir daha hariçte ihya eylemek tecrübesiyle entrika çevirir . kendi mecmuasında da Rusya İslamlarının dini hayatı ve müftülük meseleleri hakkında Londra papasları reisi ((Archimandrit of Con­ terbury» ile ve Roma . papası ile münasebat ve temaslarından, keza Filis­ tin ittihadı lslam kongresine gidip oradaki müftü ve meşayih huzurunda ve Mısırda Elezher muhitinde yalnız Tatar ve Başkurtları değil, belki tek­ mil Türk Milletini temsil ettiğinden uzun uzadıya yazar. Bir de bu münase­ betle kendisinden Filistin ve Mısır Arap ve İngiliz gazetelerinde pek çok bahsedild!ğini, o muhitte çok sevildiğini ve saireyi anlatır. Şimdi de Japon­ yadadır. Orada Tokyoda ·yerleşen imam Abdülhay Kurbanalinin müsafiri imiş. Vaktiyle Ayaz İshaki bu im_am aleyhinde mürteci diye çok yazmış ve Moskuva kongresinde aleyhinde protesto imzaları toplamış olduğu halde bin defa tükürdüğü bu tabağı yalamaktan şimdi çekinmiyor. Fakat �on günlerde araları açılıp her iki tarafın Japon polis dairelerine mura2


- 18 jurrialcılığa başladıkları işidiliyor. Ayaz l shaki de Sadri Maksudi gibi yüksekten atar, o mümkünse bizzat hükiİ mdarlarl a iş görmeği tercih eder. F�kat kendisini lngiliz kıralı veyahut Japonya mi· caatle yekdiğeri aleyhinde

kadosu c< audiencıı a kabul edecekse istiyeceği şey: bir mecmua n eşri için ve belki pek

ileri giderse . Arap hurufatıyla bir matbaa açmak için para Rusya İ slamları için bir müftülük ve 1925 senesinde Ankarada Türk Yurdunda yaptığı gibi « Rusya l slamlarına bir akalliet hukuku » ta· lep etmek olacaktır. Şöylece bu c< Büyük siyas e t ıı ler tamamile gayriciddi istemek,

şeylerden ibaret olduğundan biz de bakalım Ayaz lshaki bey, Sadri Mak·

sudiyi de Rusya l slamlarına hiç olmazsa bilecek mi diye rahat rahat bekliyebiliriz. Edil

Edil

Urala şeyhülislamı yapa·

Uralın bu «Edebiıı ve «Büyük siyasi>) faaliyetinden başka daha.

mühim bir işi vardır, o da Rusyada yaptıkları entrika, fesat ve jurnalcılık işinin devam ettirilmesidir.

1 92 5

senesinde Berlinde bulunduğumuz esnada

bir arkadaşımın Yeni Kafkasya gazetesinde bir makalesi dolayısıyla diğer bir arkadaşımla münakaşa ederken şimal ve şark Türklari için edebi lisan tatarça olmayıp Türkistan şivesi olacağını iddia eimiş olması. dolayısıyla. Ayaz l shaki bu makaleyi göya ben yazmışım gibi «Zeki Velidi Tatarları tahkir etti>) diye oradaki Türk kolonisine muracaat etti ve bin bir dema­

gojiyle birçok gürültü çıkardı, Türkiye k onsolos ve elçiliğine giderek bol­ şeviktir diye aleyhimde

şikayetlerde

Türkiye Tüklerini ayaklandırmak ve Azerbaycanlı · talebelerin. Bu münasebetle yazarak bu iğva sene

25

o

boşun a

müttehit cephesi

çalıştı,

fakat Türkistan

karşısında makhur . düştü.

zaman Pariste b � lunan Sadri Maksudiye husus� mektup

ve entrikaları

mart tarihiyle yazdığı

nuz bana

bulundu, Türk kulübünde toplanan

için

malam, benimki de

yatıştırmalarını mektubunda

rica �ttimse de

size malam, o halde

yazıp yekdiğerimize tesir icra eylemek olmıyalım » diye cevap verdi. Sonra

mezkur

« Sizin fikriniz ve posityonu• bu hususta mektuplar dereced � naif.

ümidini besliyecek

1925

sen.esi yazında bütün « Edil· Ural.

heyeti » ( Ayaz beyin kendilerinden bahsederek Rus gazetesinde yazdığı . tabirle « Üç Tatar » ) Ankara d a bulunduklarında yine aleyhimde ça· lıştılar, fakat kimseyi kandıramadılar.

1 928

senesi

sonbaharında Avrupa

seyahatimden avdetimde Varşovadan geçerken orada Türkistanın bugünkü · vaziyeti hakkında « Şark Enstitüsü » nde konferans vermeğe davet edilmiş­ tim. Fakat Ayaz lshaki ayni günde Leh Erkaniharbiyesinin mahfi şubesine­ giderek « Zeki Velidi Sovyetlerin casusudur, b�raya mahsus gön d erilmiş >:>­ diye Jurnal etti ve bunu d a bana tanıdığım Leh devlet adamlarından biri « işte sizin Tatarların hali burada da böyledir > diye teessüfle anlattı. Var· şovadaki Azerbaycanlı, Dağistanlı ve Ukraynal ;lar vasıtasıyla Ayaz bey isticvap edildi ise de bununla o insafa gelmedi. Diğer taraftan Sadri Mak-


- 19 sudi Ankarada her münasebetle aleyhimde tahrikatta bulunuyordu. 1931 senesi bidayetinde Ankarada bulunduğum esnada bu tatsız münaııebatın

büyük rehberlerimiz muhitine kadar inikas eylemek üzere olduğu görülünce Akçura oğlu Yusuf ve Ağa oğlu

Ahmet beylere müracaat ederek Sadri

ve Ayaz beylerle olan ihtilafı kesmek

ettim. Kabul buyurdular.

Şubatın

yolunda tavassut eylemelerini rica

onunda Ahmet bey Sadri beyi ve beni

han esine davet ederek Yusuf beyle beraber meseleyi ortaya attılar. Faht Sadri gayet kızarak Zeki Velidi öyledir, böyledir, onu ezmek vazifemizdir gibi eskiden maruf laflarını tekerliyerek kendisinin Kazanın kabilihita p ol­ mıyan mutaassıp « Ot Pazarı ,. Tatarlarından birisi olduğunu gösterdi,

mesele akim kaldı ve tahrikatı da daha ters bir yola saptı. Gerek mebus­

lar meyanında ve gerek Tarih Cemiyeti azaları arasında benim lstanbulda

tarih tedrisatıma

karşı entrikalarını ve beiıi nasıl

bir iharı e timi lliy e

siyasi mücadele hayatımı da

mütemadi

tasvir ettiğini duyuyordum.

Beni bir defa olsun

1 932

oradan uzaklaştırmağa

Keza benim Rusyada ve Türkist and a olup geçen

çalıştığını işidiyordum.

s enesi martında bir me c list e

silsilesi olarak

görmiyen bir meb'usun

Sadri Maksudinin ifadelerine istinaden

hakkımda çok ağır şeyler söylediğini, bana bir kürsü verilmesi şöyle dur­ sun hatta mülteci sıfatıyla Türkiyeye kabul olunduğuma bile teessüf etti­ ğini o mecliste bulunan

bir dostum vasitasıyla öğrendim. Sonra da S a dri

Maksudi Hüseyin Namık isminde bir genç muallin:ıin misafirperverliğinden istifade ederek onu� « Türk Dünyası » nam eserine ( s.

verdiği yazılarında kendisini semalara çıkardığı çalıştı. Bu eser de tam Ankara

146-148, 169 )

yazıp

halde beni lekelemeğe

tarih kongresi arefesinde intişar etmiş ve

ora daki ithamata zemin hazırlamıştı. Sonra kongre kürsüııünden 7 temmuzda

ithamattan üç gün evvel

(4

temmuz akşamında ) Sadri beyin en büyük

rehberlerimiz huzurunda hakkımda yine aynı ithamatta bulund uğunu Öğren­ miştim. Şimdi de Türkiye haricinde ve kendileriyle meşgul olabilmekten çok uzak bulunduğumdan beni unutmaları icabederdi, fakat hiç unutmuyor­

lar. Milli ve umumi t ari h ve coğrafyanın binlerce ehemmiyetli ve ehemmi­

yetsiz meselelerinden biri olan « tedricen müterakki kuraklık » na zariyesine karşı tenkidim;n Ankarada bazı muhitlerde nasıl olup ta

bir « tedricen müter.akki hassasiyet » lirim. Sadri ve Ayaz

beylerin

yaşattığının

beni ve

lekelemek, Türkiye ve Türkistan

aleyhimde böyle

sebeplerini

B aşkurtl arın

çok iyi bi­

diğer mümessillerini

Türkleri muhitinden tecrit ederek kendi

hesaplarım görmek yolunda ne gibi vasıt�lara müracaat edeceklerini, bun­ larla ve diğer bazı r aki p l erl e mücadeleyi darülfünun kürsüsü il e cem'etmek müşkül olacağını bildiğim için daha

1929 senesi sonbaharında darülfünu­

nu ve lstanbulu t erkederek tekrar siyasi hayata atılmak kararını vermiştim.


- 20 Avrupada bir iş te buluyordum; fakat diğer bazı fikrimden vazgeçmek mecburiyetinde kalmıştım.

sebeplerden dolayı qu

Rusyada Rustan fazla Rusya ittihatçısı ve Rus vatanperveri, Lehistan­ da Lehden fazla Leh patriotu, Türkiyede herkesten ziyade Türkçü olabilen

ve lüzumu görülünce her nevi renklerde görünm·e k meharetine malik olan Sadri - Ayaz ve avenesi milfi dava yolunda lıiç bir zaman eline . silah alıp mücadele eden insanlar değildirler. Rusun azamet ve kudretini daima mü­ balega ile izam ederek yalnız kendilerini değil başkalarını da korkutmağa çalışan bu zümre bu işlerini göya Müslümanları kan dökmekten, felaketten muhafaza eyliyen « milletin babaları » sıfatıyla kendilerine ait bir milli vazife ifa eder gibi yapıyorlar. Bununla beraber bu zümre kendi davaları uğrunda çalışırken umumiyetle Türk milletinin ruhuna tamamen aykırı mü­ . cadele usulleri kullanıyorlar ve onu m eşr u bir hale getirmişlerdir. O mü­ cadele i.ısulü de : nifak, tesadüf ettikleri her hükumete onun m enfaati nok­ tainazarından · yanaşarak muhalifleri aleyhinde jurnalcılık e tmek, bahçe

kapılarından, karanlık yollardan girerek « etek altı » entrikaları yapmak, bilhassa kadınlar vasitasıyla öteberiye tesir icra eylemekten ibarettir. Kaza­ nın maruf cemaat ha&ı:nlerinden Seyit Giray Mirza Alkin Sadri M aksudinin bu nevi sıfatlarından ve o vasıtalarla Kazanın Rus valisi nezdinde büyük « rol oynamak ıı tecrübelerinden candan acınarak bahsederdi. Kendileri bir taraftan Başkurtlar üzerine küfür savurdukları, milli hükumet ve ordu teşkilini daima tel'in eyledikleri halde, işlerine geldiği zaman kendilerini Başkurt göstermekten veya Başkurt ordusunun harekatını «biz böyle yaptık» diye kendilerine mal etmekten çekinmemişlerdir. Ezcüınle Ayaz İshaki şim­ di Ankarada bulunan bir arkadaşı ile beraber Prağa giderek vaktiyle Rus · yada S�vyetlere karşı isyan hareketlerinde silah arkadaşlığı dolayısıyla

Başkurtları çok iyi tanıyan ve seven Çekoslovak legyonistleri merkezini ziyaret _etmiş ve kendilerini «Başkurt muharrirleriı> diye tanıtmışlar ve ·

Başkurtlar namına dilenciliklerde bulunmuşlardır.

Bunların bu gibi artist­

liklerini saymak niyetinde değilim ; yalnız Türk gazeterinde yüz gösteren iki noktayı zikretmeden geçemiyeceğim : Ayaz İshaki « Cumhuriyet » ga­ zetesinde ( 1925, Haziran 27 ) « Rusya Türklerinin büyük alimi, Türk ale­ minin büyük ve kıymettar edibi» sıfatıyla verdiği « enterviyu » de kendi­ sinin vaktiyle Moskuvada neşrettiği gazetenin h arbiumıimide Türk ordusu­ nun Sarıkamış cephesindeki vekayii ve Acarlar hakkındaki yazıları dolayı­ sıyla Rusların Kafkasya cephesi başkumandanının emriyle durdurulduğunu

söylemiştir ; halbuki ayni Ayaz bey ondan on ay evvel Berlinde Kerins­

kinin «Dniıı nam gazetesinde ( 1924, Eylül, 10 ) neşrettiği makalesinde ayni vakiayı, · yani gazetesinin hükumetçe durdurulmuş olmasının sebe bini «Rus demokrasisi lehinde çok çalıştığından Çar hükumeti tarafından dur-


- 21 -

duruldu » diye izah etmişti. Keza Sadri Maksudi Bey muallim Hüseyin Namığın eseri için yazıp verdiği yazılarda ( s. 1 46 -7 ) 1 917 senesi martın­ da P etresb urgda Katlet fırkası kongresinde Türklüğü pek fedakarane �ü­ dafaa ettiğinden, Buğazları ve İstanbulu Türkiyeye bırakmak lüzumu husu sunda Rusları ikn a edebildiğindan bahsediyor ; halbuki yukarda da zikri geçen bu meş'um nutukta Sadri bey kimseden vekalet almadığı halde . tekmil Rusya İ sl amlar ı, bilhassa Ore nburg vilayeti i sl amları n amına Kadet fırka sına z elilane ubudiy et arzetmiş ve Rusya İslamlarının her zaman oldu­ ğu · gibi bu inkılapta da Rus milletinin sadık tebaası olacaklarına teminat vermiş, Rusyadan ayrı otonomi isteme k lslamların hatır ve hayalinden geçmediğini, bilakis bu İ slaml arın Rusyanın vahit ve merkeziyetçi olmasını istediklerini söylemişti. O günlerde Petresburgda toplanmış olan muhtelif vilayetlerin İslam ve Türk mümessil ve münevverleri, o cü ml eden bu satır­ ları yazan, bu nutuk dolayısıyla Sadri beyi gazetelerde protesto ettiler. 5adri bey bu nutku ile kendisini Rusya ink ı l abı ve Rusya İslamlarının siyasi hayatı nda ilelebet lekelemiştir. Ankara tarih kongresinin 9 temmuz celsesinde Sadri bey göya Türkiye Türkleri kendi rehberlerini tazim etme­ sini bilmiyorlarmış gibi kongre azalarına « Kalkınız ; kalkı ni z >ı diye ku­ manda ettiği zaman, bu zatın 1917 senesi nisanında öteki meş'um nutku sayesinde K ad et mümessilleri meyanında Taşkende geldiği zaman TÜrkis­ tan Türklerinin tmıu mi ülke kongresine girerek nutuk veren Katlet mümes­ silleri reisi Şçepkine tazim gösterilmesini istiyerek tıpkı Ankaradaki hara­ r etl e ve Şçepkinin de gözüne görünerek sağa sola « Alkışlay ınız, a lk ı ş l ay ı n ı z » . diye fısıldadığı dakikayı h a t ırl adı m. Bunlar bu gibi canbazlıkla ekseriya öteberiyi kandırabiliyorl-ar--chi. Mesela Ay az bey 1924 yıl ın da Berlir,de Tü rk kolonisini bize karşı ayaklandırmağ"a çalıştığı z a man bir dönmeyi kandıra­ bilmiş, o da bana geler e k « Zeki bey siz r::ı aka!enizde Ayaz beyi pek ağır tahkir etmiş olac aksın ı z , çünkü göz yaş lanyl a ağlı y or ıı demişti ; halbuki ben ne bir makale yazmıştım ve ne de orada Ayaz beyi mevzuu bahset­ miştim. Onlar filhakika artist canbazdırlar. D iğer bır hasiyetleri de nifaktır. Evvelce bir kısım, tüccarlara has bir nevi <ıtesanüt» görülürdü. Belki de asılları Bulgar olan bu nevi tüc­ carlar arasında birbiriyle göz kırpıp kaş atmakla anlaşmak, paraya ve fiata ait hesapları müşteriden gizlemek için rakamları Çuvaş tiirkçesince � öy­ lemek gibi adetleri olurdu.· Diğer Türkler gibi Kazan Tü rk ekseriyeti için de anlışılrnıyan bu menfur (ttesanüdü» Kazanın bazı (( c e maa t hadimleri» Kazan Türklüğünün umumi milli karakteri şekline çevirmek, dünyanın her tarafındandaki Tatarları Orenburg Mahkemei Şeriyesine tabi ve mesela Taş­ kentle olduğu gibi ayn . camileri olan ayrı bir dini camia, memleket hudut­ larını tanımayan bir ahlaki tesanütle m erbut bir ' camia şekline sokmak ••


- 22 istiyorlar. Kendi aralarında umumi menfaatleri için yekdiğeri n e · tellallık etmek, he r işi kendi gurupları eline geçirmeğe çalışmak bu gurup tesanü­ dünün es aslarından

biridir. Fakat bu tesanüt ancak zümrenin k endi ufak

m enfa a t sahasına munhasır kalır; bir milli

zümrenin kendi dahilinde yine tesanütlerine rağmen ne

s amimi

Sadri

r

ab ı t a temin etmek şöyle dursun

s�mimi muhabbet temin edemez. Şöyle ki

bey

s e ver ve hürmet eder; belki

Ayazı de

ve ne de Ayaz b e y Sadriyi

nifak bu zümrenin her uzvunun

ruhunda mündemiçtir. Kazan Türkleri Rus boyunduruğuna girdikten sonra

bundan kurt u lm ak için birer u mumi milli rehber arkasına toplanamamışlar daima d a ğınık kalmışlar ve yekdiğeri n e karşı iğva ile meşgul olmuşlardır.

Bunun sebebi hiç bir suretle Kazan Türklerinin umumi karakterlerinden bunun sebebi her vakit iş başında bulunmak istiye n Kazan

ara n ı lam az;

şehri ve nevahisi muhitinin çürüklüğüdür. Muharrir Zahir Begi «Maveraün­

nehirde s e yaha t » nam eserinde Kazan muhitindeki · nifakı Volgin nam bir Rus muharriai ağzından acı bir lisanla tasvir etmiştir. Şimdi d e B erlinde Finlandiyada,� uzak şark ve Japonyada Tatarlar arasında iğva, birbirine .

karşı hükumetlere şikayet, iurnal ekseriya Ayaz İshakinin kendi tarafından idare olunur ve bunlar bazan Rus, Leh, Fin hatta Japon gazetelerine bile inikas eder. Başkurt, Kırgız ue Özbekler ise tarihte olduğu gibi son asır­ larda v e son inkılap devrinde de kendi hürrivetleri uğrundaki mücadele­ lerinde daima bir milli rehber arkasından gi de bilmi şl erdir Son inkılap zamanında (1918 - 19) Başkurt ve Kıkgız Kazaklar ancak kendileri tara­ .

fından inti hap olunan milli hükumetlerin ilan ettiği seferberliğe gelmişler,

ancak

onlann

tarhe ttiği vergileri

tediye etmişJerdir; milli hükumetin ve

ordu kumandanlığının e mirlerind an b a şk a hiç bir emir ve ferman tanıma­ mışlardır. Ayaz ve Sadri beyler bunu, yani bu komşu kabil eler deki zap­

turaptı, keza kendi camialarının daha karışık bir vaziyette olduğunu anla­ maz değillerdir; buna rağmen o nl ar diğer kabilelerin ancak Kaz anl ıl arı n rehberli k ve mürşitliği sayesinde yaşıyabilec eklerini iddia ediyorlar. Şimdi

Ayaz fshaki şarki Türkistana geçmek istiyormuş; hayatında bir defa olsun b i le Türkistana gidip görmek

ihtiyacını hissetmiyen �ir Tatar muharriri eğer şimdi bilakayduşart bu v at an a intisap ederek onun dağlarına tırma­ nacak, kabileler arasında yaşıyan ananatı öğrenecek olursa belki edebi hayatında da yeni bir devir başlamış · olacağını daha 1924 senesinde Ber­ linde

iken

sö y lemiş tim ; fakat

Türkistana

«Edilural politikacısı» olarak

gitm e kt e olan Ayazın yapacağı iş bambaşkadır ve o da: orada yaşıyan ve yerli Türklerle artık kan kardaşı sıfatıyla karışmış olan Kazanlı Türk­

leri «Türklük ve islamiyeh namına ötekilerden ayırmak ve ayrı bir camia

sıfatıyla �i mdi artık ölmüş

olan Orenburg Mahkemei Şeriyesi ve «Milli


- 23 -

1dare>ı ye raptetmek

ve

damarlarına sinmiş olan o "milli nifak» ı ve mü·

11afıklığı . inkişaf ettirmek olacaktır. Sadri uğrundaki

ve

hegemonya ve otoritesi Edil · Ural vesaiti mübah bilmeleri yazık ki

Kazan

Ayaz beylerin

mücadelelerinde her nevi

hisse dayanmaktadır. Bu

gelen bir vicdani

derin bir kanaata, çok içten

(< vicda'.i his » kendi esasını nereden alıyor? ve neden bunlar . kendilerinin

bu <<mukaddes»

nüfuz hayallerine

temsil ve

aykırı gördükleri her söz

dolayısıyla bu kadar derinden rencide oluyorlar?. Fikrimce bunun sebep· leri ·ancak yakın

gerektir.

19

tarihi

belki de geçen asrın hatıraları olsa

devirlerin,

uncu asrın sonlarına kadar bile Tatarlar nazarında en büyük

cıtorite Buha�a idi; son zamanl.ara· kadar oraya tahsile giderlerdi ; tanassur eden Tatarın bile Buharaya geçmeden t övbesi kabul olunmıyacağı itikadı

vardı. Köyde son zamana kadar böyle düşünürlerdi. Gerçi şehirli Türk· !erden bir .zümre da'ha 1 6 ncı asırda Sırderya taraflarında <<Hoca» , Edil . taraflazında «Abız» (hafız, yani Kuranı ezber bilen) isimleriyle bozkırda eski «Bakşı» lara karşı İslam kültürünü temsil davasında olmuşlar, fakat Ka­

:z;andan çıkan «Abız» (yahut «abzı», «ahzi») lar daha ziyade ticaretle meşgul olduklarından Başkurt ve Kazaklar arasında ancak istihfafla karşılanmışlar ve

Fakat

kendileri de fazla bir dini otorite iddiasında bulunmamışlardır.

19

uncu asır başlarınd� bazı şehirli Tatarlar arasında .diğer taraftan daha Rus iktisadı ve şehir hayatı usulleri benimsenmeye başlandığı zaman, bil·

hassa Rus istilasına yeni maruz kalan bozkırlarda ticaret ve tercümanlıkla meşgul olan

Tatarlar arasında

komşu

kabilelere karşı bir nevi üstünlük

hissi hasıl oldu. Muahharen bir kısım Kazan tüccarları kendi ticaret mer·

kent gibi bozkır mey.e alıştılar.

ve

1801

ve

Türkistan

Taş·

et·

senesinden başlayıp Kazan üniversitesi yanında Rus

Almanlar tarafın dan açılan ve

ve

şehirlerinde açarak işi Kazandan idare

«Asya» matbaası ve muahharan diğer Rus

İslam matbaalarında basılan kitap

satış

Simipalatinsk

şubelerini Troysk,

kezleri Kazanda olmak üzere

ve

Kuranı Başkurt ve Kırgızlar arasında

tedris hususu da bu tüccar

ve

yahut

tüccar mollara bir nevim

<ckultuı:trager» lik ruhunu vermiştir. Sonra Buharaya ve Çağatayçaya karşı harp · ilan eden yeni edebiyat bu gurur ve mürşitlik ruhunu kuvvetlendirdi.

Bozkırların Rus idares_i ne girdiğinden sonra açılan yeni pazarlardan isti· fade edenler Kazan Türkleri arasında gayet küçük bir zümreden ibaret olmuştur[!]. Bugünkü Kazan Bulgar. Hazar

ve

Türklerinin

mutlak

ekseriyeti

kanaatımca

AB gibi eski Volga şehir ahalisini bel'eden Kıpçaklardan

�barettir ki bazen eski boy isimlerini bile muhafaza ederek köylerde yaşa· [ 1 ] Zanoımca Kazanlılarda unsuru elinde olmuştur, ki

eski

.

ticaret sa na tı zamanımıza kadar hep eski Bulgar lisanlarını

kıpçakçaya

deği ş tirmişlerdir.


- 24 maktadırlar. Bunlar ise steplerde

a çılan y eni pazarlardan hiç te müst� fit

olmuş değillerdir; binaenaleyh komşu kabileler üzerinde nüfuz ve hege­ monya meselesinde de alakadar değildirler. Fakat Kazanlı tüccar ve mol­ laların

bozkır ticare tiyle alakadar olanları ne kadar az olsalar da yine zamanımızdaki Tatar temsilci ve Edil - Uralcılarına kuvvetli bir anane bırakabil mişlerdir. Herhalde bu nüfuz ve temsH gayretkeşliği Başkurt Kırgız, Türkmen gibi kabilelerce tamamile meçhul ve anlaşılmaz bir şeydir. Hiç bir Kırgız veya tırmağı

Başkurt kazanlıları Kırgızlaştırmak veya Başkurtlaş·

düşünmez.

Keza medeni ananelar itibarıyla Kazanlılardan daha yüksek bir mevki işgal eden Ö zbek ler arasında Kazanlılara dini veya si­ yasi rehberlik etmek, onların dahili işlerine karışmak arzusu hiç görülmez. D iğer taraftan Sadri ve Ayaz beylerin bu nazariyeleri artık çoktan ta­ rihe karışmış şeylerdir. Ne kadar uğraşılsa yine hiç bir Kırgtz tatarlaştırılamaz.

Başkurt veyahut

Herkesin ve her kabile milliyetçi:münevverlerinin

samimiyetle taptığı, fakat hakim millet tarafından takip olunduğu için henüz elde edemediği bir gaye ve ideal. vardır :

o da Türk medeniyetidir. Bil­ hassa inkılaptan sonra Taşkent, Simi ve Orenburgda Kırgız - Kaz ak mec ­ mua ve salnamelerinde Tınışpayoğlu Mehmetcan, Umeroğlu İ ldes, Dostmu­ hammetoğlu Halil gibilerin Tijrk tarih ve edebiyatına ait i ntişar eden ma­ kalelerini, keza C umabayoğlu Mağcanın şiirlerini gösterebiliriz. Bunlarda büyük Türk medeniyeti bazı «Edı l - Uralcı>> larda olduğu gibi kendi tatar­ lıklarını örtmek için değil samimiyetle taktis olunuyor. Bu Türk milli ruhu bu kabilelerin tatarlaşmasına hiç te mahal bırakmaz. Sonra Rus·medeniyeti� p azar ve panayırları Başkurt, Kırgız ve Özbeklerin bizzat kendi

demiryolu,

kapılarına kadar gelmiş, Rus muhacirleri heryerde bu kabilelerin yanı başında· yerleşmiş olduğnndan bozkırlarda ve Türkistanın medeni sahalarında Rus lisanı intişar

etmiş ve herkes

Ruslarla

bilavasıta muameleye alışmış ve

Tatar tercümanlara ihtiyaç kalmamıştır. Hatta harbiumumiden evvel bile Rus · ali ve orta mekteplerinde tahsil gören Kazak - Kırgızların sayısı Ka­ zanlılara nisbeten çoktu. Bun dan başka kendi ülkelerinde ekseriyet teşkil eden ve arazinin

büyük kısmını kendileri işgal eden ve işleten bu Türk

kabileleri için istiklal uğrunda mücadele asla dini me s ele değil, belki milli iktisadi meseledir.

Onun için

bunlar Sadri ve Ayaz e fendilerin «Zeliha

kültürüı> nü. hiç te anlıyamazlar; öyle asırlarca bin kilise arasında bir cami ile

geçinemezler.

Kazan

teşkil eden bir kısmı

Türklerinin belki Hazar ve Bulgarların ahlafım

için dinini

gizliyerek

yaşamak

mümkün bir iştir.

Çünkü daha on ikinci miladi asırda Selçukiler için bir coğrafya kitabı yazan Ahmed . Tusi bile Bulgar Türklerinin her t araftan gavurlarla karışık y aşadıkları halde dinlerini (İslamiyeti) iyi muhafaza edebildiklerini k ayıt ve methetmiştir.

Fakat Kazan Türk ekseriyeti, Mişerler, Kırgız ve Baş-

.


- 25 -

kurtlar böyle yahudivari mücadele yoluna giremezler, on a i stidatları yok· tur; çünkü onlar daha ziyade askeri ruhlarını muhafaza etmişlerdir. Ayaz: lshakilerin yeni «Tatar edebiyatı» 19:uncu asrın sonlarında Tatarlar arasında ruslaştırma siyas.etine karşı en ciddi mücadele tarzı olarak kuvvet kesbeten bir harete, Türkiye ve Türkistana muhacerat hareke ti n e karşı Rusyanın .

·

kendi dahilinde ve kendi şen�itinde güzellik bulmak ve «Rusya İslamlari» sifattyla o medeniyete iltihak etmek davasıyla meydana gelmişti ; şimdi ise

o dava da ehemmiyetini kaybetmiş . ve eskimiştir. Bir de bu Türkler Kazanlıların birçok kısımları tarafından çoktan unu· tulmuş olan eski Türk anane, dastan, tarihi nağmeler, adat ve ahlakını güz�I muh·afaza etmişlerdir; " lisanları da türkçe zenginlik iti barıyla Kazan şehri lehçesine nisbeten daha sağlamdır. Şimdilik müşterek bir edebi lisan

daha meydana gelmediğinden dolayı bu şiveler i ş l et i l i yor O k abi l eler i n kendi aralarında yetiştirdikleri geniş maarif kadrosu h er tarafta maarif işle­ rini kendi . ellerine almaktadırlar. O haİde onlara zorla Tatar şivesini, Ta­ .

tar muallimlerini bunların üzerine bir d e mollalarını s okrnağ"a çalışmak beyhude bir zahmettir. BelÜ de bu yoldaki gayretkeşlikler, vasili k , mür­ şitlik davaları artık herkesi bıktırmış ve isti krah derecesine getirmiştir.

Halbuki b u hususun izalesi, yani kardeş kabi.Ieler m ey a n ı n da n efret yeri n e muhabbet kazanmak meselesi , daha b ir çok sebeblerden d olayı Kazan Türklüğü i çin artık günün m es elesi h;;ıline gelmiştir. 1919 - 22 senelerinde Tatar alaylarının Tü r ki s b:m d a Ruslar tarafından mücahedesi Basmacılara karşı pek p r ov o k at or c a kulla.nıldığınırı, keza Baş­ kurdistan milli kurultaylarının milli m ü s a va t kararlarına ra ğ m e n bazı Tatar köy ve n ahiyelerinin bazı iğvacıların tesiriyle arazi meselesinde Ruslarla beraber hareketlerinin ve vergilerin m illi hükumete tediye edilmeyip komşu

Rus vilayet idarelerine götürülüp veril m esinin ne gibi i n ti balar bıraktığı bellidir. Bu halde nasıl olup ta bu kabileler Edi l - Uralcıların meden i ve ruhani rehberliğini kabul etsinler? Kazanlılar gibi öteki kabilelerin ülkeleri de velev is.men olsa· bile birer c u � huri yet şeklini· almış, kabi l e şi v e l e ri n i n her birine ayrı Latin elifbesi tatbik e dilerek yekdiğerine hi ç a nl a ş ılm az bir hale getirilmiş o l duğu gi bi yeni Tatar alfebesi yl e yazılan kitap v e gazeteler de alelade bir Kırgız ve Başkurt için d e ğ i l bu şiveyi ve Türk filoloji usullerini iyi bilenler için bil e bügün müşkülatla oku nur bir ucube olmuştur. Şimdi orta Türk kabileleri arasında milli vahdet ve umumi e d e b i lisan meseleleri Kazan · otoritesi ve şivesi bakımlarından d egil, tamamile başka esaslerden düşünülmek icabeder. Eğer yaşını yaşamış, dünya görmüş olan bu Sadri Maksudi ve Ayaz beyler bir Tatar ınüteassıbı olmayıp aklı başında, tolerans s ahibi,

n ormal insanlar olaydılar Kazanın m edeni ve dini otoritesi m esel elerini t a mamile


- 26 bir t ara fa bırakarak öteki meseleleri diğer Türk kabile mümesilleriy.Je bera'. ber kardeşçe, yani bir cemiyetin tam müsavi azaları sıfatıyle rahat rahat konuşabilirler ve müzakere edebilirlerd i . F�kat onlar müteassıp oldukları için böyle meseleleri beş dakika olsun rahat müzakere edemezler ve. an· lıyamazlar, onlar kendi ikna k u dre tl e ri ne inanmadıkları için dav al arını h ü ­ kumetlere j urnal etmekle, t ekfir ve tel'inleriyle yani zorla geçirmek isterler. . Sadri M aks udi Rusyada mollalar ve kadetlerle beraber bir defa ölmüştü; Sadri ve Ayaz güruhu muharrir Alimcan l brahimin bunlar hakkında « Ka­ ra M ay akl ar », yani Kara fenerler adı altında neşrettiği eseriyle, keza Ka­ zakistandiı. şair Mağcanın tatarcılık aleyhindeki şiiriyle oradaki gençliği� hatıratında filhakika si y ah noktalar olarak yerleşmişti. Şimdi de bunlar basibadelmevt ümidiyle hariçte faaliyete g �çtiler . Eğer bunlar o veya bu ecnebi devletin yardımıyla bir siyasi çete şeklini alabilirlerse ve Rusyada bir reiim değişmesinden bili sti fad e o taraflarda da yeniden faaliyete geçe­ bilirlerse şark ve şimal Türklerinin ömrü umumi meseleleri kardeşçe mü­ zakere ederek i hti ya r edilen pilan Ü zerinde müşterek ve rnüsbet mesaiyle değil, bunların o veya bu Rus kuvvetlerine istinaden yapacakl�rı entirika ve provokasyonlara mukabele ile geçecektir. « Türk - Tatar medeniyeti » ve « Edil- Urabı demek gibi kuyruklu isimlerle ifade olunan Kazan temsil­ cilik ruh u şark ve şimal Türkleri dediğimiz Orta Türklerin vücudünde bir çıbandır; bu ruh hakim oldukça Kazan Türkleri hiç bir Türk camia­ sında kardeşçe kabul olunamazlar ve bu kabileleri de o yüzden daima ra· hatsız ederler. Ayaz İ shakiye göre kendilerinin dini mücadele ve «Zeliha» zihniyeti bakımından «Rusya lslamlarııı için en büyük milli düşman orto­ doks misyonerleridir. Bunun için o mü taarrız tatarcılığın muhaliflerini de bu m ühü rl e damgalar. Petresburg ve Moskuvada n eşrettiği gazetesinde Kazak-Kırgızların Alihan Bükeyhan, Ahmet B aytursun, Miryakup Dulat gibi reh ber lerini daima « misyonerlerı> diye tahkir eder ve Kazak edebiya­ tını da misyoner edebiyatı diye tesmiye ederdi. Bununla Kazak-Kırgız münevverlerini çok rencide etmiştir. Benim hakkımdaki söğüş yazılarında da aynı kelimeyi kullandı ; o da S �dri Maksudi gibi beni bir insan olmak sıfatıyla ebediyen lekelemek, bütün ilmi mahsulatımı Rus misyonerleri için çalışılan m esai diye silip atmak istedi. Şahsen ben inkılaptan sonra Rus­ yada geçirdiğim altı sene zarfında milli dil meselelerine ait fikrimi ancak 1917 senesinde, bir defa Moskuva kongresinde okuduğum maruzatta ve diğer defa da ııBaşkurt» gazetesinin ilk nushasında «Orta Türkler için u-· m u mi edebi lisan Türkistan şivesi olacaktırıı diye bilistirat söyleyip geç· miştim. Başkaca bütün bu altı senelik hayatım ülkemizin idari ve iktisadi meseleleriyle ve daha ziyade ordu teşkilatı ve muharebelerle geçtiği için lisan ve medeniyete ait m eseleler hakkında: bir satır olsun yazı yazama·


- 27 .dım.

Müftülük

meselesine gelince

ben bunu ancak

mollalara ait bir iş

diye bildiğimden ve ahalimiz d e buna karşı tamamile alakasızlık gösterdi· f;inden· hiç bir . zaman ehemmiyet vermedim· ve ona beş dakika olsun va·

lcit sarfetmedim.

Sadri ve Ayaz beylere karşı hiç bir şahsi hesabım fila·

nım da yoktur ; onları, matbuat ve içtimalar şöyle dursun, hususi meclis·

lerde dahi tahkir etmedim. Mamafi onlar,

beni Başkurdistanda müftülüğü

ve Kazan nufuzunu kalemle ve naz,ıı.riyatla değil, bu ülkeyi bilfiil otonomi

ve istiklal yoluna sevketmekle ebediyen kırmış ve onunla Kırgızların ta· tarlaştırılmasına matuf ümitlerin i de suya düşürmüş, yani bütün o şümullü �(Altınordu-Kazan·Tatar medeniyeti» hayallerini yıkmış birisi zannederek milli ve dini düşman sayarlar. Onlar hazan muariyane yılnıaymalarına rağ· men öyle bir düşmandırlar ki, � esela ben yıllarca silahla dövüştüğümüz

muhtelif Rus zümreleri arasında Sadri ve Ayaz be yler gibi benim bütün mevcudiyetime,

bütün manevi mahsulatıma derin, kalbinden

ve ebediyen

düşman kesilmiş birisini daha görmedim. Onlar beni ellerinden gelirse ar­ tık her köşede, her şekle girer. ek takip ederler. Benim bu yazdıklarımdan hiç bir satır onlar için o veya bu

m esele

hakkında müsbet bir düşünüşe

bais olamaz. Sadri bey için bu yazıların tek bir ehemmiyeti olabilir: o da

kendilerinin Rusyanın vahdet ve merkeziyeti fikrine her vakit sadık kaldık­ larına dair bir vesika olmasıdır. Ayaz bey ise bu yazılar dolayısıyla sene· ler için bin bir türlü lanetlerle dolu sövüş silsileleri yazar: onun şimdilik yapacağı işte belki gafil adamları kandırarak Türk - Tatar

milleti namına

protesto i mzaları toplamak ve belki de Viyana polis dairesine hakkımda jurnal yollamak olabilir. Fakat ben bundan sonra bu gibi tezahuratı her vakit geciktirmeksizin Türk matbuatına bildireceğim Çünkü artık yeter. Ayaz İshakinin 1917 senesindenberi hakkımda mütemadiyen yazdığı iftira ve bühtanlara ·karşı bir defa olsun cevap vermedim. Hariçte bunlarla uğraşmak ta hatır ve hayalimden geçmedi. Fakat

192 5

senesinde Berlinde

bizim gibi onlar da Türkiyeye gelmek üzere oldukları zaman Ayaz İshakinin

aleyhimizde yaptığı haraket bunların Türkiyede bize karşı ne yolda çalı· şacaklarmı, keza . Türkistan milli

davasına

iştirak

dolayısıyla

vatanlarını

terketmek mecburiyetiude kalan muhacir arkadaşlarımız arasındaki mesai· mizi zehirlemek için ne gibi yollara tevessül edeceklerini pek vazih gös·

terince gözümüzü dört açtık ve bu müstakbel provokasyonların onunu almak maksadıyla bir arkadaşımla beraber Rusyada olup geçen bu ideoloji mücadelelerini izah ederek « Tatar medeniyeti mi, Türkistan medeniyeti mi?ıı

ünvanıyla mufassal bir eser yazdık. Türkiyeye geldikten sonra Türk efka­ rını Rusyada olup geçmiş ve artık tarihe karışmış olan bu meselelerle işgal eylemeyi münasip görmeyip eserin neşrinden vaz geçtik. i92 7 9 se· -

nelerinde « Yeni Türkistan» mecmuasını idare ettim. Ayaz ve Sadri bey· 1.


- 28 -

!erin entrikaları meydanda, bilhassa Ayazın bu mecmua aleyhinbe müteas!lıp­ dini düşman sıfatıyla hareketleri d e malum idi ise de aleyhlerinde bir ke­

lime bile · yazmadım; hatÜ işaret ve ima bile etmedim.Belki Türkistan ve Edil ( Volga ) ülkeleri Türklerinin medeni münasebatı tarihini ve bugünkü

imkanlarını

müşterek mesai

mevuzubahis ederek makaleler yazdım. Diğer

taraftan bu meselenin nazik olduğunu, bu fikri mücadele tarihinde Kazan

Türklerinin ancak

ubahsedilen

ideoloji

muayyen bir

zümresine

ait bir şey

sıfatıyla mevzu­

ve karakterin Türkiye Türklerince tekmil Ka z a n l ılara

ait gibi telakki olunacağını düşündük;nihayet bir kardeş kavgasıdır ,belki kendiliğinden iyi olur, yaralan açmıyal ı m dedik. Fakat bu c erehat böyle zannettiğimiz gibi kendiliğinden iyileşmedi, milletin en büyükleri huzurun­

da Türk milİetinin esas medeni k udretini temsil eden kocaman bir kongrede ihaneti milliye ile itham olunduk. Mesele bunulada bitmedi, benim suka-:

tum ithamatı kabul ederek susmak diye tefsir edilir oldu ve ben de bu s atırları yazmak m e cburiy e ti nd e kaldım. Bununla beraber «Ediluralcı» deni� len zümre Kazan Türkleri arasında ancak Sadri ve Ayaz beylerin temsil ettigi guruptan ibaret olduğunu katiyetle söylemeli ve anlatmalıyım. Kazan Türk münevverleri ve g ençliği ni n ekseriyeti daha 1917 s e nesi n­ de diğer Türk ellerinde olduğu gibi << federali st » {yahut • toprakçı » )

olan zümr.elerde toplanmışlardı. Bunlar Volga vadisinde bu gün tatarların nufusca · bilfiil ekseriye t teşkil e ttiği .Kaza ve nahiyelerden mürekkep bir otonomili Tatar ülkesi vücude getirmek, yahut bundan, yani Volga sahası meselesinden kııt'ınazar diğer Türk ülkelerinde Rus ademimerkeziyeti esa ·

sından istifade ederek çalışmak istiyorlardı. Bunların düşmanı cilan Sad ri­ Ayaz beylerin

Mi l li idare » gurupu, yukarda denildiği gibi, bilhassa imam� 1917 senesi intihaplarmda; bilhassa Rusya M eclisi Müessesan intihabatında, propagan­ c

lara ve bir kısım tüccarlara istinat eben zümre idi. Bu zümre daya çok .para ve

çok

enerji sarfettikleri halde hiç kazanamadılar, her yerde,

pek az istina ile, tekmil mebuslukları federalistler kazandı. Sadri Maksudi

kadetlikle ve Rusya merkeziyetçiliğiyle lekelenmiş olduğundan fikirdaşları

bile listedeki diğer nam2.etlere zararı dokunur diye kendisinin namzetliğini koymaktan çekindiler. Elyevm yaşıyan c Tataristan » cumhuriyeti de bu fe ­ deralislerin eseridir. Bu cumhuriyet Sadri ve Ayaz zümresinin otonomi hareketine ka�ş1 mücadele sebebiyle vaktinde teşekkül edememişti; ancak

1920 senesinde teşekkül etti ve bununla Sadri - Ayaz gurupu n u n telkin ettiği Tatar tecavüzcülüğü temelinden kesilmek yoluna girdi. Bu cumhuri­ yetin teşekkülü esnasmd .ı Moskuvadan K;ızan federalist rehperlerine gön­ derdiğim tebrik mektubumda Başkurdistan cumhuriyetinin inkişafında Ka­ zanlıların çalış.tığı gibi Tatar cumhuriyetinin inkişafında da bizim elimizden geleni yapmaya hazır oldu ğumuzu v e bizzat kendim Kazana giderek k on-


- 29

fran slar vereceğimi bildirmiş, Başkurt ve Tatar arasın da teşriki mesaı u· .lll umiyetle kabile ı:ı:ıüı:ıasebetleri meselesinin bilfiil halli hususunda da mü­ essir olacağını beyan etmiştim; zaten o günlerde Moskuvada toplanmış olan Türkistan ·ve Kırgız mümessillerinin fikirleri de bu idi. Kazana gidip konfranslar vermek, o aralık Sovyetlerden ayrılarak tekrar �ücadele için Türkistana gitmek icabettiğinden dolayı nasip olmadı. Fakat diğer Türk kabileleriyle olduğu gibi Kazanın genç. ilmi kuvvelteriyle medeni sahada be­ raber çahşmak bugün 'de benim için bir idealdir. Bugün üzerinde çalış­ tığım iş te herkesten ziyade Kazan Türklüğünü alakadar edecek bir mev· zudur ( tarafımdan lrauda bulunan lbn - Fadlan nushaiasliyesinin tercüme ve .şerhi ). Bizim metalibimiz 191 7 senesinde de hiç bir suretle ası_l Kazanlı· ların metalibine aykırı degildi; yanlız şu fark oldu ki: onlar otonomi ilanını 1920 senesine kadar tehir ettiler, Başkurt, Kırgız v e Türkistanlılar ise da· . ba 1917 senesinde, yani üç sene önce ilan etmişlerdi. Meskı1r 1917 sene· si 22 temmuzunda umuıiıi Başkurt kurultayında idare meselesine dair kabul olunan kararname şudur: Rusyada. ademimerkeziyet usulu hakim olmasi, di­ ğer ülkeler gibi Başkurditiının da ecnebi boyunduruğuncan kurtulması l a· �ımdır. Başkurtlar için bu kurtuluş, keza bütün Orta Türklere am olan milli ananeleri tekrar yaşatabilmesi kendi ülkesine tam manasıyla ve mut­ lak hakim olmasına, şark v e cenubunda sınırdaş geniş komşu Türk kütle­ lerine iltihak edip kendi vatanında siyasi idareyi kendi eline almasına mer· buttur. ( 1917 de Orenburgda ve 1926 da Ufad� intişar eden kurultay kararnameleri ). Bunun üzerine bu kurultay Başkurt arazisinin. Tatarlara Baş· kurtlarla müsavi taksim edime.si hakkında karar ittibaz ederek Tatarların Başkurdistana muhaceretini tergip etmiştir. Muhtariyet ilan eden ü ç ülke (Başkurdistan, Kazakistan, Türkistan) riin bilfiil birleşmesi o zaman mi.imkün olmadı; çünkü Tür-kistan milli hükumeti daha 1 91 8 senesi bidayetinde Bolşevikler tarafından dağıtıldı ve bir daha ihı;a edilemedi ve aza l an da Kazakistan ve Başkurdistana gelerek onlar içi a çalıştılar. Sibiryadaki müt­ tefikler, o zaman Ukrayn·a ve Azarbaycan Almanlarla Türklerin eline geç­ miş olduğundan Başkurt ve Kırgız ordularına silah verilmesini menettiler. Buna rağmen Simi'de bulunan Kazakistan hükumetiyle Orenburgda bulunan Başkurdistan hükumeti bütün umumi siyasetlerini bir merkezden idare et­ mişlerdir. Çok tatlı hatıralar bırakan bu teşrikimesai günleri Başkurtlardan şair Seyidgiray Mağaz'ın Simideki Alaş Ordu gazetesinde ve Kazak şairi Mağcanın « Ural » namıyla g�zetelerde ve divanında neşrettikleri şiirleriyle kutlulanmıştır. O :zaman Başkurdistanda Başkurtlarla beraber çalışan yüzler­ ce Kazan federalistleri bu vasiyeti çok gllzel anlamışlardı. Ayaz gurupu­ nun aksi propagandalarına karşı mukabele göstererek samimi teşrikinıesaiyi temin etmişlerdir. Gerçi teferruat gibi görülürse de her birinin ismi canlı


- 30 bir vesika olan şu zevatı zikre'tmeden geçemiyeceğ'i m: Başkurdistanın , erki için candan çalışarak kahramanane savaşta şehit düşen ve hakiki Kıpçak

ruhunu canlandıran zabitlerden Abdullah Abduraşidof ve Uçarof; milli or· du teşkili uğrunda çalışan zabitlerden Abdürreşit Bikbau, ceneral fşbulat, Alişof, Os man ve Ali Teregulof; mülki v e iktisadi işleri idare edenlerden: İ lyas Alkin , Abdulla E.dhemof, Abdulla Salihof, Cihangir Emirof, Seli m­ canof, Bayezit Yenikeyif, Kaspranski; maarif ve matbuatta: Rizaeddin ibn

Fahrettinin oğulları Abdurrahman ve Abdürreşit, Abdulla Süleyman ve saire. Bu n evi Kazanlılardan bir kısmı ahiren bizimle beraber Türkistan milli mücadelesine iştirak e ttiler. Bunlardan Süyündük ve Şakul oğullan ve arkadaşlarını, keza orada şehit düşen on bir Tatar zabitini bilhassa zik· retmeden geçemeyiz. Keza Özbekistanda ve Kazakistanda, bilhassa Yedi· suda ve Simi vilayetinde yerleşmiş olan Kazanlılar . yerli Türklerle can ve gönülden beraber çalışmışlardır ve kimse bunlara yabancı nazarıyla bak m a· mıştır. Bu gibi Kazanlılardan bilhassa İlyas Alkin ve refikleriyle birlikt� kabile münasebatı hakkında besledigimiz müşterek akidemiz şu şekilde ic·

mal edilebilir: « Orta Türk kabilelerinin müşterek siyasi teşkilatı federasyon esasında olmalıdır; çünkü bu kabilelerin siyasi ve m edeni istikbali Alman· ların birleşmesi esasında olacaktır. Umumi milli ve edebi lisan bütün kabi·

lelerin müşterek idealidir; bu lisan o veya bu kabilenin diğerlerini temsil tecrübeleriyle değil, müşterek medeni faaliyet için zemin vücude getirmek·

le, belki de şarki Fin şivelerinin garbi Finlere galebesi gibi bir medeni· müsabakanın tabii neticesi olarak kendiliğinden husule gelir. Her kabilenin. şive, ahlak ve adetleri kendi vatanında ve muhitinde kendisi iÇin sevimlidir ve bu itibarla diğer kabileler için de . şayanıhürmettir. Bir kabile mümessili diğer kabi leler arasında yerleştigi taktirde bu kabilenin lisan ve adatma temessül etmesi, umumi münaseba.tın iyileşmesi .için tavsiye edilebilen bir noktadır; bununla beraber herkesin kendi kabile ve şivesine m erbutiyeti

pek tabii görülmelidir » . Bu maksatla biz 1918 s e nesi sonunda bir teşkilat taslağı yazmıştık ve bunu hariçte de « Orta Türk Birligi > namıyla ihya et· mek tecrübesinde bulunduk. Kazak ( Kırgız ) münevverlerinden birisi Kazan Türklerinin diğer Türk­

lerle kardeşce m ünasebet tesis edebilenlerini c kosılısatın » yani iltihakç1° ötekilerini yani Sadri Ayaz gurupunu da « kosatın » yani ilhakçı tesmiye •

ederdi. işte bu « iltihakçılar >> da hariçte mevcuttur; fakat· onlar öteki « il· hakçılar» kadar kurnaz ve sokulgan olmayıp diğer Türkler gibi m ütevazı insanlar olduklarından kendilerini gösteremiyorlar; diğer taraftan belki de Türkistan davası ile muvazi olarak hariçte ayrı . bir dava uğrunda ayrı teş­ kilat yaşatmaşa lüzum görmüyorlar.

Rusyada yaşıyan Kazan münevverlerine ve gençliğine

gelince

inkılaptan


- 31 -

sonraki hayatın orada insanları ve zihniyetleki altüst ettiğini kaydetmeliyiz. Mişer taifesi kısmen müstesna olmak üzere asıl kazanlılarda bilhassa etnoğ­ rafi muhitte yapılan ufak ticaret hakim i di : sayıları pek az olan ali rusça tahsilli Tatar 'münevverleri inkılaptan evvel ekseriya kendi Tatar muhitlerin­ de kalırlardı. D emiryolu mühendisliği ve ali ticaret tahsil edenlerin kendi sahalarında Rusyanın neresinde olsura olsunn çalışarak inkişaf etmek yoluna girmeyip milli tarih ve lisaniyat yoluna girenlerini biliyoruz. Bunlardan bu gün münhasıran lisaniyatla uğraşan mü h endisin 1916 da söylediği şudur : afhtisasım dahilinde çalışmak için bana milli sahada bir iş yoktur; bir Rus memuru olup Sibirya, Türki stan ve Kafkasya gi bi kenar vilayetlere gidip kaybolm�k i steme m» . Çünkü bunlar içiı;ı «milli saha» yanlız Tatar muhitinden ibaretti ve orada ise filvaki mil!� elbise ve kitapçılıktan başka bir milli iktisat, h att a Kırgız ve Başkurtlarda olduğu gibi bir milli arazi meselesi ol­ madığından kendilerince mazur idiler. Rus inkılabından sonra on yedi yıl zarfında olup geçen tahavvüllerde, sefalet ve p erişanlık şerayitinde hayat için mücadelede yeni adamlar yetişti. Evvelce yegane hayat menbaı sayı­ lan hususi ticaret lağvedilince herkes devletin idari ve iktisadi . müessese­ lerinde çalışmak zaruretini hissetti . Milli siyasetin yegane · esası sayılan din takip e di l i nce milli siyaset ve kültür için başka esaslar aramak ve bunun iktisadi temellerini bulmak zarureti hasıl olmuştur. Evvelce ancak Rus mek­ tebinde tahsil edenlere nasip olan Rus lisanı şimdi hayatın kendisinden ve birden Öğrenilmiş ve milli lisanın hayatı içi n tehlike teşkil etmiştir. Eski milli ocak yıkılmış ve Türk medeni kuvvetlerinin taksimi ve idaresi mil­ letin kendi elinden gitmiş ise de eski « Suya yanaşma boğulursun» şiarı yeri n e de « Yüzmek suda ö ğr e n il i r ıı şiarı hakim olmuştur. Şimdiki münevver Tatarlar Tatar muhil ine kapanıp kalmıyor, belki de Rusyanın her tarafında siyasi ve iktisadi teşkilatçılık işlerinde kendilerini göstermeğe başlıyorlar. Pek çokları Türkistanda çalıştı; yahut Türkistan meseleleriyle uğraştı, za­ manımızda hakim olan tekniği tatpik s ah ası olan büyük milli vatanı gördü. Kazanlı İlyas Alkin tarafından Orta Asya iktisadiyatına ait neşredilen eser Kazanlı münevverler için milli iktisat arbk milli elbise satışından ibaret olmadığını gösteren bir vesikadır. Filhakika şarki Rusya Türklerinin muasır hayatında en mühim hadise, siyasi ve medeni hayatta merkezisikletin Avrupairusideki Kazan gibi yer­ lerden Türklerin kesif bulunduğu yerlere, Türkistana geçmiş olmastdır. ' Orası ise şimdiki Rusyanın tekmil Orta Asyaya siyaseten ve iktisaden ha­ kim olmak yolunda yaptığı teşebbüslerin merkezidir : Rus, İngi liz, Çin veJaponların Asyaya hakimiyeti cidalleri, Türk milleti için de hayat ve ölüm mücadelesinin kaynağıdır. Zamanımız gibi dünyanın h er tarafında ik­ tisadi hayatta libe�alizm yerine devletçilik usulünün _ geniş mikyasta tatbik


- 32 ·edilmeye başlandığı bir devirde Türkistan gibi ovalardaki medeniyeti yük­ sek dağ silsilelerindeki cumi.ıdiyelerin yaşattığı büyük nehir sistemlerine bağlı olan, ziraatte mua� ır. tekniğin tatbiki içi n e n müsait ve az meskiln bozkırlara malik olan bir ülke, kimin elinde olursa olsun en geniş iktisadi :-imkanlara sahne ve en büyük inşaata meydan olacaktır. Pamuk istihsali ve iska usulüyle ziraatte Amerika ile yarışmak; ziraat ülkesi zannolunatı bir memleketin, kendi mahsülü olan pamuk ve yünü kendi mensucat fab­ rikalarında işlemek ve petrol, maadin ve beyaz�kömürün en geniş mikyasta istihsali sahası · olan büyük s anayi memleketine kalbetmek bu ülkenin istik­ bal programıdır. Elyevm burada bolşeviklerin idare ettiği siyasi ve ikti­ :sadi hayatta Rus ve yerli Türk te..zleri yekdiğerinin tam zıddı ise de oradaki Türk gençliğinin bu hayat mücadelesine iştira!t eylemeleri ümit· bahştır; çünkü en büyük milli düşman kendi ruhumuzda mündemiç idi, o da: maddi hayat -mücadelesi meydanını Ruslara terkederek milli hayat na· mına münhasıran maneviyata sarılmak ruhu idi. S ovyetler Orta Asya ha· kimiyeti cidalinde İ ngiliz ve Japonları yıkmak niyetiyle Pamir ve Tiyanşan dağlarında şose ve otomobil yolları yapıyorlar, o ülkeleri tayyare ha�lariy­ la, telefon telgraf ve radyo şebekeleriyle bağlıyorlar; müstakbelen kendi Rus muhaceret pilanlannı daha geniş mikyasta tatbik edebilmek niyetiyle iska işlerinde cumudiyelerden daha ç ok istifade edebilmek yollarını düşü� nüyorlar; gerek bu maksatla ve gerek umumi tabiate bilfiil hakim olabil­ mek niyetiyle Ruslar mezkilr dağların yüksek yerlerinde tabiat tetkiki istasyonlorı inşa ediyorlar. Orta Asyada Türk milletinin istikbali en tehli­ keli bir safhaya girdiği bu zamanda teselli verecek keyfiyet: yerli Türk ·gençlerinin zikri geçen bu mesai sahalarına iştirak için bel bağlamış olma·_ lan; bu meselelerin ehemmiyetini ç ok güzel anlayıp oralarda ve Moskuvada ·m ünteşir Rus ve Türk matbuatında neşriyatta bulunmaları, keza askerliğin ve sporun ehemmiyeti cidden anlaşılmış olması ve bu faaliyete oradaki Kazan Türk gençlerinin de kendi milli meseleleri sıfatıyla iştirakidir. D e· mek istiyorum ki, şimdiki milli mücadele maddesi çar zamanında olduğu gibi .dini meselelerden, misyonerle �le horoz dövüşü yapmaktan, ·sabık « Duma » nın « müslüman ıı azaları için olduğu gibi « kramatoryum » ve .«zebh ıı me­ selelerinden ibaret değildir; belki de iktisadi . ve medeni inşaat ve imar işle­ rinde ve teknik sahasında, bir gün bunları kendi eline alabilmek için, bu­ gün Ruslarla beraber çalışmak, Rusların o yolda çıkardıkları maniaları yıkmaktır. Bu noktainazardan bakılırsa Volga taraflarındaki iktisadi hayat git­ tikça Avrupairusinin dahili mesdeleri teferruatı şeklini almakta olduğu gö­ l'ülür. 1917 . de biz Volga kıyılarında Rus ekseriyeti içinde dağınık yaşı· yan Türkleri Yayık (Ural) havzasına, şarki Başkurdistana ve garbi Kaza· . ·

·


- 33 -

Scistana tehcir etaıek fikrini ileri sürmüş ve 1919 da buna bilfiil başlamış­ tık. Ediluralcılar ise bu Türkleri oralarda alıkoymakla iktifa etmeyip Baş­ :kurdistandan başka Kazakistanm garbi kısmından Bükey Orda ülkesini de Kazana ilhak �tmek davasında bulunuyorlar. Şimdi bu meseleler Sovyet­ lerin çok radikal olan iktisadi ve iskan pilanlanyla inkılabi bir sür'atle, tamamile başka bir şekil almaktadır. Yayık havzasında geçen beş yıllık ·pilana göre Magnitogorsk adıyla Rusyanın demir sanayii merkezi, belki can .damarı olan bir fabrika - şehri vücude getirildi ve oraya bu kısa müddet zarfında, yine o pilana göre, 150,000 Rus amele iskan edildi. Bundan baş­ ka yine birkaç ikinci derec.e de sanayi noktaları meydana getirildi. İkinci beş yıllık pilan ise Başkurdistanın cenubugarbi kısmını (fsterlitamak ve Orsk ·mıntakalarını) buralarda yeni keşfedilen petrol ocaklarını geniş mikyasta -işletmek, yeni petrol sanayi merkezlerine çevirmek ve bunları garbi Kaza­ kistanın Hazer denizi sahilindeki Emba . (Cim) petrol ocaklariyl:ı. boru ve .demiryoluyla raptetmek maddelerini havidir; keza bütün Rusyanın merkezi ımotor fabrikasını Ufa yanında . inşa eylemek ve Çilabi traktör fabrikasını .da ikmalle her iki noktada iki büyük Rus amele şehri vücuda getirmek ve tekmil bunları Ural (Sverdlovsk) ve garbi Sibirya (Kuznetsk) sanayi m erkezlerine bilfiil bağlamak maddeleri de bu yeni pilana dahil olup tat­ bikine ciddiyetle başlanmıştır. Volga kıyıları daha 18 inci asırda Kalmuk1 ar dağıldıktan sonra nufusça Rus ekseriyeti olan bir saha şeklini almıştı; şimdi ise Volga ve Yayık kıyılarında öteki Emba petrol sahasını Rusya ile bağlıyan demiryolu ve boru, keza kanallar inşa edilerek iskan edilmek -tedir. Bütün bu yeni inşaat sahalarında işkan edilenler Kazan Türkleri de­ ğil Ruslardır. Bu vaziyet karşısında Kazan Türklerinin vazifesi ne olmak icabetti­ ğini orada iyi biliyorlar zannederim. Türkistanın ziraat nezaretinde işliyen Tatar komünistlerinin Kazan Türklerinin Tataristan ve Başkurdistan Cum­ huriyetlerine dahil olmıyan ve Rusyanın her tarafında dağınık kalanlarını Türkistana tehcir etmek yolunda çalıştıklarını işi diyoruz. Eğer Kazan Türk­ leri Türkistanın her tarafında, bilhassa iklim itibarıyla müsait olan Kazakistanada yerleşerek orada Türk nufusunun kesifleşmesi ve imarı yolun­ .da çalışabilirlerse tarihte en büyük vazifelerini yapmış olurlur. Volga ve Ural taraflarındaki Türk milli teşekküllerinden Başkurdistanın şarki kısmını (sabık Orenbur.g vilayeti), yani «Küçük Başkurdistan»ı Kazakistaıi.a· Ühak hususu düşünülmüş bir m"esele ise de buna ahiren Bolşevikler tarafından ilhak olunan garbi kısmı (sabık Ufa vilayeti) ve Tataristan Cumhuriyeti keza Çuvaş Türklerinin muhtar viliiyeti ancak mahalli mahiyeti h�izdirler . Bunların üç yahut bir olmalarıyla ehemmiyetleri artmaz ve bu husus bu kabileler arasında sempati v.� antipati meselesi değil, Rus ekseriyeti olan 3


- 34 -

nahiyeleri araya sokmamak ve Türk nufusunun yüzde � esbetini mün:ıkü!'1 olduğu kadar arttırmak . ihtiyacına tabi meseledir. Ben şahsen Türk tari­ hini muasır hayatımızı iyi anlıyabilmek için Öğrenirim ve her şeyden· evvel bügünkü hayatı daha iyi bilmek isterim. Bu maksatla Rusyada Türk-· !erle meskun bütün vilayetlerde 1897 1914 seneleri arasında nufus tena· sübü hususunu ve iktisadi hayatı 1915 16 senelerinde Petresburg coğraf·· ya c emiyetinin etnoğrafi şubesinde ve Rus muhaceret idaresi kütüpanesin· de gerek bu müesseselerin ve gerek vilayet idareleri (Z emstvo) ve istatis·· tik komiteleri neşriyatını tetkik ederek Öğrendim ve neticelerini de 191T senesi nisanında Taşkent ve mayısta Moskuva kongrelerine arzettim. Bu· bir başlangıçtı. Şimdi gerek bu üç Cumhuriyette ve gerek . Kazakistanda. bu mesai ikmal edilmiş ve Cumhuriyetlerin iktisadi coğrafiyaları Rusça ve· Türkçe olarak intişar etmiştir. Şimdi ne Başkurdistanda ve ne de Tata-· ristanda kimse Sadri Ayaz beylerin sırf eski davalarını örtmek için ileri sürdükleri Edil Ural yaygarasına ve ne de A yazın bu hususta Rusça ve· Fransızca neşrettiği yazılarında orta ve cenubi Ural ve Volga taraflarında . nufus tenasübü hakkında göya Tatarları n «kendi mahkemei şeriyelerinden. alınmış» diye 01illeti iğfal maksadıyla ve emsalsiz bir sahtekarlıkla uydur· duğu rakamlara aldanmaz. Bu Cumhuriyetlerde çalışan Kazanlı gençlerin· mesaisi kendilerinin mahalli hayat ihtiyaçlarına matuf ve istekleri de ha­ yatın kendisinden alınan rakamlara müstenittir [1]. Kazanın eski Altınor· duya halefliği davasıyla komşu kabileler üzerinde hegemonyası ve nufuzuı gibi hülyalarla hiç alakaları yoktur,. Hele Ediluralcılarm bunun gibi çürü· müş ve kokmuş davaları ile Rusyanın dahil ve haricinde Türk efkarını iş·· gal eylemek yolunda fitnecuyane gayretkeşlikleri Kazanın inkılapta yeti·· şen · münevver gençliği nazarında Çar zamanında Rus şehir sokaklarında. eski eşya ticareti yapan Tatar «halatçı»ları ve mollalarının kefenli ruhlara. addedilir ve derin bir nefretle karşılanır. •

-

·

III Şimdi gelelim c Edil - Ural» meselesinin uilmi» cihetine. Aca,ba beır Sadri Maksudinin dediği gibi · sahte mehaz göstermiş miyim? ve yahut . Ahmet M uhip beyin daha büyüterek dediği veçhile metin tahrif ederken yakalanmış mıyım?. . 1 ) Evvela burada bilistitrat Şemsettin Beyin bu yoldaki bir ithamına . (Mazbata, s. 398 9) cevap verip geçeçeğim: İbn ul Athir'de bir defa . •

[1] B u n u · iyl anlıyalıilmek için Abdul!a !smetinln 1 928 rettiğı mufassal Başkurdistan İktisadi Coğrafyası kafidir.

s e nes i nd

e

Ufada

neş·­


- 35 -

iki yüz bin diğer bir defa on bin çadır Türk kütlesinin l slamiyeti kabul · eyledikleri vakiasına ait kayıtlar vardır (Torenberg basımı, Vlll, 396, IX, 356). Ben bu kayıtların şimdiki Kır'gız - Kazak bozkırlarında yaşıyan Türk­ lere ait olduğ"unu, bundan o zamandaki n ufusun takriben bir milyon b.dar olduğunu istidlal etmişim. Bu rivayet dolayısıyla Şemsettin bey diyorlar­ ki: «Zeki Velidi Bey bu iki yüz bin . çadır, yani takriben bir milyon kadar nufusun işgal ettiği 'sahanın bir ucunu Seyhun nehri şimaline, diğer ucunu da Kaş gar mıntakası maverasına kadar uzattılar» . Ben ise gerek nutkumda (Mazbata, s. 174) ve gerek «Ana Hatlar» ve «Tarih» kitaplarına ait ve ellerinde mevcut raporlarımda hiç böyle bir şey söylemedim, yani l bn - �l Athirin gösterdiğ"i sahayı böyl � izah etmedim; bu metin izah edilirken ccSeyhun şimali� ve «Kaşgar maverası» gibi s özleri ağzıma bil� almamı· şımdır. 2 ) Şemşettin Bey· bir de «Zeki Velidi Beyin ifadelerine göre Mave· raünnehir ve Toharistan · da dahil olmak üzere bütün garbi Türkisdanda nufus bir milyon olmak icabeder» diyorlar ve. üzerine de «pergelin ayağı . . . » diye bir alay. Fakat ben ne nutkumda ve ne de raporlarımda böyle bir şey söylemedim. Umumiy�tle bu yazılarda ccToharistan» kelimesi bir defa olsun zikredilmemiştir. Malumdur ki Toharistan şimdiki Afganistanın şimalişarki kısmından ibaret olmuştur; ben ise Afganistanı mevzuubahs et­ medim. Keza l bn - ul - Athirin rivayeti Maveraünnehre taalluk ettiğini de hiç bir yerde söylemedim. Ben yalnız «Balasagun ile Bulgar arasııını, ya­ ni şimdiki Çu nehri havzası ile \Tolga havzası arasındaki Kazakistıı.nı mevzuubahs etmişimdir ki buradaki nufus 16 ncı asırda da bir, bir buçuk milyondan fazla olmamıştır. 3 ) Sadri Maksudi bey ise nutuklarında (Kongre mazbataları, s. 389397) benim raporumda bir sahife tutan bir yazıda 9 - 10 kadar mehaz sahtekarhğı yapmış olauğumu iddia ettiler. Evvela Talas şehrinden bah· settiler. Sadri beyin iddiasına göre bu şehir tedrici kuraklık neticesinde harap olup yerini kum tabakaları kaplamıştır ve bugün nerede · olduğu bile tayin edilemiyen şehirlerden biridir (Anahatları, s . 409 410); ben ise bu şehrin II1uhayyel kum istilası sahasında olmayıp münbit yerlerde olduğ"unu ve bugün ccEvliya Ata» ismiyle yaşamakta olduğunu, yani eski tarihler· deki Talas şehrinin yeri malum olup ancak ismi değişmiş olduğunu söy­ ledim ve şimdi de o fikirdeyim. Eski Talasın şimdi aynı ismi taşıyan ne· bir üzerinde olup şimdiki Evliya Ataya tevafuk ettiğini ilk defa kendi Türk alimimiz Çokan Sultan · daha 1858 senesinde ileri sürmüş ve bunu Sadri beyin zikrettiği İ ngiliz alemi Bretschneider de daha 1 888 s enesinde neşredilen eserinde nakletmiştir (c. I. s. 1 9, 228). Talasın şimdiki Evliya Atadan ibaret olduğu bu şehrin coğrafi vaziyeti ve komşu şehirlerden ne -


- 36 kadar mesafede bulunduğu hakkında Çin, Arap, Fars ve Türk menb�la­ rınm verdiği malumatla ·te.eyyüt etmiştir. Bu hususta o veya bu Avrupa aliminin eserini mehaz olarak göstermeye

lüzüm yoktur. Albirilni bu şeh­

rin tul ve arzını derece v e dakıkalarıyla tayin etmiş, eski coğrafyacılardan İbn Hurdadbeh, Kudame ve İdrisi bu şehrin şimdiki Sayram (lsficab) dan §imdiki Merki (B erki) şehrine giden büyük ti c a ret yolu üzeri n deki istas­ -

yonlardan ne kadar ferash mesafede olduğunu, Mukaddesi i s e şehrin bü­ yük İıehir (yani Evliya Atanın bulunduğu Talas nehri) üzerinde vaki oldu­

ğunu 'vuzuhla kaydetmişlerdir. Bu marş ru tlar da şimdiki Evliya Atanın ce­ nubunda yine büyük şose ve demir yolu üzerinde bulunan «Min Bula'c» (Abarçaç), «Ters Akkan» (el - Ma'ülmaklub), bugün bile kullanılan « taş ocağı»nın ve şimalinde yine eski ismiyle yaşıyan Aşpara (Kırgız telaffu . zuna göre Aspara) ile M erkinin Talasa olan mesafeleri «Li» (yarım kilo­ metre) ile gösterilmiştir. Bu adetler ise Evliya Atayı göstermektedir. Di­ ğer taraftan şimdiki Evliya Ata şehri kendisinin şimdiki ismini Karahan­ lılara

ait iki mezardan almıştır, ki yerli Türklerce mukaddestirler. B u me­ zarlardan «Kiçkine Evliyaı> ismiyle maruf olanının üzerinde bu «Evliyalı nın hicri 660 sen e si n d e vefat eden «Uluğ" Bilge Han>ı olduğunu gösteren güzel kitabe vardır. «Kette Evliyaıl ismiyle maruf olan büyük evliya ise Yesevi menakıp kitaplarında «Baraq Han oğlu Evliya Ata Qara Hanı> tesmiye ediliyor. Her iki mezarın üzerinde tuğladan yapılmış türbe vardır. Türkistan ın 17 nci asırda yaşıyan büyük alimi Mabmud ·ibn Veli tarih ve coğrafyaya ait büyük e s erinde bu mezardan bahsediyor. Sayfam ve Talas taraflarındaki Türk mukaddesatına ait türkçe eşerlerde (ki bunun küçük bir nushası Taşkentte basılmıştır) mezkur Evliya Karahanın mezarı T alas

diye zikredilir. Demek Karahanlılar zamanındaki Talas şimdiki Evliya Ata­ dan ibaretti. Yalnız şu kadar var ki Arapiar zamanında zikredilen Talas

şehriyle beraber bir de Moğollar zamanında, yine dki Talasın yakıninda (bir ferah m esafede) bir «Yeni Talas» zikrolunuyor; Karahanlıların meza­ rını muhtevi olan şimdiki Evliya Ata - Talas eski ve yeni Talasın hangi ­ sine tevafuk ediyor, keza şimdiki Evliya Atanın cenup ve garp tarafların­ daki

harabe

ve h öyükl e r bu iki Talasın hangisine aittir, işte yalnız bu

mesele halle.d ilmemişti; zira Arap)ar zamanındaki Talastan zikrolunan kale, kilise ve ca�iden hiç · eser veyahut kitabe kalmamıştır. Fakat bu mesele

de 1925 s e ne s inde orada tetkikatta bulunan Rus asariatikacısı Masson tarafından halledilmiş ve Araplar zamanındaki Talas (yahut Taraz) kalesi­ .

nin şimdiki Evliya Ata şehrinin cenubundaki bahçe ve bostanlıklar arasın­ daki •Beş Ağaçıı harabelerinden ibaret olduğu tahakkuk etmiştir. Onun için de Barlhold l stanbulda T ü rk tarihine ait verd ği konfranslarında (matbu nus­

hası, s.53) 893 mi la d ide Samaniler zamanındaki bir hadiseden bahsederek


- 37 -

katiyetle «Bugünkü Evliya Ata yerinde olan Taraz veya Talas şehri fet­ hedildiıı demiştir. Ben ·ise nutuk ve raporlanmda Talas Evliya Atadan ibarettir derk en hangi devirdeki_ hangi kalesi şimdiki Evliya Atanın şehir içi ve bahÇelelerindeki hangi höyüklere tevafuk edebileceği gibi teferru· atla uğraşmadım; yalnız umumiyetle eski Talasın bugünkü Evliya Atadan ibaret olduğunu söyledim; çünkü bu böyledir ve bu hiç bir demagojiye mahal bırakmıyan bir hakikattir 4 ) Sadri Maksudi «Tarih» kitabına olan raporumda Talas şehrinin yeri hakkında Bartholdun <<Ütçot» nam eserini mehaz ittihaz ettiğimi söy­ lüyor; ben ise 29 mayıs 1932 tarihiyle kendi imzamla yazıp gönderdiğim raporda Bartholdun bu kitabını bir defa bile zikretmemişimdir. Burada Sadri bey kendi imzamı taşıyan raporu değil, edebiyat fakültesi kalemi ta­ rafından yanlış gönderilen baş ve sonu yok, imzasız bir müsveddeyi kcs­ den mevzuubahsetmiştir. Bu müsveddenin Sadri bey tarafından mevzuubahs edilen sahifesi <<Tarihıı kitabı hakkı�da değil daha 1931 senesinde « A n a Hatlar11> kitabı hakkında yazılan raporun bir parçasıdır. Biz bunu, yani be­ nim kendi yazım yerine başka bir yazın ın bir sahifesinin gönderildiğini Maarif Vekaletinin 2-6-932 tarihiyle neden böyle nakıs ve imzasız kağıt gönderildiğini sorarak ve raporun tam nushasını istiyerek yazdığı tahri­ ratından anladık v e b�nim <cTarihı> kitabına ait yazılarımı fakülte kalemin­ de arayıp bulduk ve );azıp kendi imzamla gönderdim. Bununla beraber Ta­ rih cemiyeti ne resmi bir mektupla müracaat ederek öteki eksik müsved­ denin hükıµü olmadığ-ını ve iade eylemeleri icabetti�ini yazdım; maalesef bu yazı iade olunmadı; ve Sadri bey de bu müsved d edeki bir yazı yanlışlığından istifade ederek kongreyi dol andırdı : «Ana Hatları» kitabı hakkında 2.5. 6. 931 tarihiyle yazılan 1 � büyük sahifelik raporumun altıncı sahifesinden iba­ ret olan bu p arçada Bartholdun mezkı1r «Ütçot1> atlı kitabının «Ana Hat­ ları» nın 4 l O uncu sahifesinde mehazlar sırasında gösterilmiş olması do i a­ sıyla zikredilmiş ve Talas E vl i ya Ata şehri hakkında da bu eserin 7 - 17 sahifelerin e işaret edilmiştir. Maalesef yazı makinaya çevirilirken hata olıı­ rak 1ı s. 7 - 17» yerine •s. 17» yazılmış bulunuyor. İşte Sadri beyimiz bun­ dan istifade ederek eserin 7 16 sahifelerindeki malumatı hiç zikretmeyip yalnız 17 nci sahifesini tercüme edip kongreye gösteriyor ve artistvari bir tavr alarak kongreye hitaben «görüyorsunuz ki beyler Zeki Velidi Bey burada hakikate mugayir mehaz göstermiştir ve bu onda bir sistem halini almıştır» diyor. Barthold mezkur 17 nci sahifede Moğollar zamanında Ta­ las ile be raber zikrolunan Teni, Yeni Balık, Kencek isminde yekdiğerin­ den birer fersahta olan şehirlerin şimdiki Evliya Ata mıı'ıtakasınd a o za­ . m a n bizza t kindisinin tetkik ettiği harabelerin hangilerine tesadüf eqece· ğini tayin edemediğini söylemiştir. Araplar Talas yar.ında bu zikri geçen •

·

.


- 38 ü ç şehirden başka yine y�kdiğerinden yarım mil (takriben bir kilometre) . ve bir fersah mesafede . bulunan on kadar kasaba ve şehir zikrediyorİar. Filhakika. bugün Araplar zamanına nisbeten daha mamur olan Talas · Ev­

liya Ata civarında köy ve bahçeler arasında birçok höyük ,,;e harabeler bulunuyor; fakat bunların hangisi hangi şehir ve karyenin e nkazı olduğunu . gösteren birer kitabe filan yerin üstünde bulunmuyor. Karahanlılar zama­ n ındaki Talasın yukarda zikredilen iki mezarın bulunduğu yerde yani şim· diki Evliya Ata

yerinde

Talasın da yine tam

olduğu

muhakkak ise de Araplarda

zikredilen

burası olduğunu Barthold o zaman daha k.estireme·

miştir; maamafih o Arap Talasının kalesini de «şimdiki Evliya Ata ye�inde veyahut onun biraz cenubunda)) bulunan höyüklerde aramıştır. Barthold bu eserinde s. 9, 15 - 16 . da Talas - Evliya A ta ve civarına ait Arap marş· rutlarım nakil ve bazı yerleri katiyetle tayin ettikten sonra s. 16 da di­ yor: 1eMakdisinin

sözlerin.den VAZİHEN ANLAŞILIYOR ki Talas şehri· nin baş kısmı nehrin sol sahilinde idi, demek şehir Toymakent (höyüğü) ile birleştirilemez. Evliya Atanın yerinde mi olmuştur ve yahut onun bira­

raz cenubunda mı bunu söylemek te müşküldür; fakat HERHALDE bu ş ehri l<apka geçidinin şimalinde aramak icabeder; zira o her vakit Yedi Sudan Maveraünnehre {lsficab ve ötesine) giden ticaret yolunda zikrolu­

nuyor; tüccarlar ve bilhassa Yuan - Çang gibi seyyahlar içi n nehrin yaka­ sına (yani Kapka geçidini� cenubuna) geçmekte bir mana yoktu)). Burada

zikredilen Kapka geçidi şimdiki Evliya A ta şehrinin 25 kilometre cenu­ bunda Talas nehri üzerinde bulunmaktadır. Mademki Barthold bu Arap

Talasının bu geçidin şimalinde ve şimdiki şose yolundaki «Taş Ocağı» ( « Savger») n ın dört fersah mesafesinde, nehrin sol sahilinde olduğunu söy­

lüyor, -demek o eski Talasın da şimdiki Evliya Ata ve civarında olduğunu söylemiş demektir. Barthold Karahanlılar zamanındaki Talasın şimdi Kara· hanlı eser ve kitabeleri bulunan Eyliya Atadan ibaret olduğunda şüphe et­ mediği için mezkur • Ü tçot•

kitabının

diğer yeri.erinde (s.

9, 30) «Talas­

Evliya Aya» diye Talası Evliya Atadan ibaret bir şehir olarak zikreder, geçer; o bu şehrin Arap ve Moğol zamanındaki kalelerini istediği yerde

arıyabilir; o mesala Ankara şehrinin kalesini, Çankaya, Keçiören, Cebeci gibi civar mahallerinde aramak gibi teferruattan ibarettir, ki bizi alakadar etmez; . çünkü ben raporumda bu teferruat hakkında değil her hangi bir

d evird�ki Talas şehrinin kum eksibeleri istilasına maruz kalan susuz ku­ rak çöl mıntakalarından uzak bulunduğunu hatırlatmışımdır; bunu anlamak için Bartholdun mezkur Otçot kitabının 7 - 17 sahifelerini gözden geçir­ mek kafidir; bilhassa bu kitap Tarih cemiyeti. neşriyatında mehaz olarak zikredildik t en sonra. . . . Barthold şu

Otçot» kitabının neşrini müteakıp

1898 senesinde Berlin


- 39 ;tark lisanları

semineri «Mitteilung> larında (Westasiatische Studien, 1 , 151, 167) daha bir defa temas etmiştir. O Talası Şelci ile birleştirerek �imdiki Evliya Atadan biraz yukarı gösteren Tomaşekin fikrini reddediyor ve kat'i olmamakla beraber diyor ki •Eski Talas şehri şimdiki Evliya Ata ;Şehri yerinde olsa gerektir» (ko.nnte die Stadt dieselbe Lage wie das heutige Aulie · Ata haben), ki orada eski imaretler ve hatta tuğladan ·i maret eserleri bulunuyor. Talas neh.rl üzerinde şimdiki Calpak Tepe köye yanındaki Kar.a Kemer'de eskiden de taş sütunlara müstenit köprü ol· roı,ıştur; bunun ötesinde Araplarda mezkOr eski yol şimdiki posta yolunu -takip etmeyip biraz cenupta bulunan kervan yolunu takip etmiştir-. Ahi­ :ren müracaat için başka eserlerinde de (mesala, Türkiyat Mecmuasındaki makalesi, s. 73) .işaret ettiği b� makalesinde Bartholdun fikri orasını en 1yi tetkik eden ve harabelerin pilanlarını da neşreden Kallaur'ın fikirleriyle birdir ve her iki zat Arap coğrafyalarında zikredilen karvan - ticaret yo­ lunun şimdiki Evliya ·. Ata yanındaki K;ıra - Kemer köprüsünden geçtigi "'e Talas nehrinin şimaline geçene kadar bu yolun şimdiki şose posta yo· 1una tevafuk ettiği kanaatında olmuşlardır ve bu kanaatları sonraki tet­ ,kiklerle ancak teeyyüt etmiştir. 5 ) Sadri Maksudi bey bir de Bartholdun mezkur »Ütço t• kitabının '17 nci sahifesini mevzuubahsederken bu eserde «Talas - Evliya Ata'nın .;ıyniyetini isbata dair bir işaret olmak şöyle dursun, bilakis şehrin mahal­ Jinin malam olmadığını. gösteren cümleler vardır» diyor. Bu sözlere ayrıca ·nazarıdikkati celbetmek mecburiyetindeyim. Acaba Barthold Talasın umumen meçhul bir nokta olduğunu söylemiş midir, acaba onun yazı­ larında Sadri beyin uydurmalarını teyit edecek bir şey var mıdır? Asla! Bartholdun. bu Otçot kitabında ihtiyatkar olmakla beraber «Talas - Evliya Ata>ı dediğini ş'imdi zikrettik. Fakat ülkenin tarihi coğrafyasına dair me· haz ve malumatlar daha çoğaldıktan sonra çıkan muahhar eserlerinde ise bu ayniyeti katiyetle söylemiştir. Mesela fslam Ansiklopedisi, c . 1 . s. 639: (c Taraz heute Aulie - Ata am :Fluss Talas» yani «Taraz - bugün Tslas nehri üzerindeki · Evliya Ata; c llI :s 974 : ((·Taraz beim heutigen Aulie - Ata ıı yani (( Taraz bugünkü Evliya .Atanın yanında; » 1914 . senesinde intişar eden (( Türkistan iska tarihi » ki­ ·tabında s . 155: « Taraz bugün Evliya Ata; » 1927 senesinde intişar eden cc Türkistan medeni hayatı tarihi » nde, s . 69; <e Taraz ki bugün Evliya A­ fa » lstanbuldaki türkçe ki:ınfranslarındaki . sözünü yukarıda zikrettik, bun1ardan başka Türkistan ve türk tarih ve coğrafyasına ait her eserinde böyle « Talas Evliya Ata » diye yazmıştır. 6 ) Eski Taraz şehrinin « Isficab - Merki » büyük tiçaret yolu üzerin­ de Talas nehrinin sol sahili ndeolduğunu katiyetle tayin eylemek için Bart•

·

.

=


- 40 -

holda mehaz olan da Muk �dde sinin ifadesidir. Sadri Maksudi T;ı.las me�ele� sini kongreye karışık bir. mesele olarak göstermek için olacaktır ki �etni de tahrifle tercüme etmiştir. Asıl metinde böyledir: « Şehrin hendeği ve kapısı ve mamur bir rabdı ( dış mahallesi ) vardır. Şehir kapısı yanından büyük bir nehir akıyor. B u nehrin arkasında (yani şimal tarafında) şehrin _ diğer bir kısmı vardır >> [1]. Bu cümleleri Sadri bey böyle tercüme etmiş-· · tir:« şehrin dör t kapısı ve hendeği vardır. Şehrin yanında bir kasaba vardır, kasabnın ahalisi kalabalıktır. Şehir yanında küç ük bir nehir akıyor. . . » . Sadri bey bununla herhalde b u şehrin büyük Talas nehri havzasında v e b u nehrin sahilinde olmayıp her nasılsa bir yerde, küçük bir nehir üzerinde olup geçen mechul bir şehir olarak göstermek istiyorlar ki nehir küçük olduktan sonra muhayyel « tedrici kuraklık » neticesinde kumların . istilasıyla. çabuk ve izsiz kaybolması kolay olsun : . ' 7) Sadri bey b enim eski Balasagun şehri kum istilası sahasında ol· mayıp münbit Çu havzasında bulunduğu ve Tokmak demek olduğu hakkın· daki sözlerimi birçok acip «tertibat» vasıtasıyla yalana çıkarmak ve işi alaya çevirmek istiyor. Fakat bu şehrin şimdiki eski Tokmak yerine tesa­ düf ettiği evvelce Bartholt tarafından bir ihtimal olarak ileri sürülmüşken ahiren tarafımdan tetkik olunan menbalarla teeyyüt etmiştir. Onlardan bi­ ri AlbirO.ninin tül ve arz cetvelleri ve Mahmud Kaşgarinin Divanilugatittürk�ü­ dür. Albiruni bu cetvellerinde Bıı.lasagunun tol ve arzını ve buna komşu' olan diğer ş ehirlerin ( lsficab, Çağda!, Nuket, Koçkarbaşı, Barshan, Atbaşı ) tul ve arziyle beraber derece ve dakikalara kadar tespit etmiştir. Ben bu ra­ kamları cetvellerin İstanbul ve Konya kütüpanelerindeki müteaddit eski nushalarıyla karşılaştırarak tespit ettim; Burada bilhassa şimdiki Koçkarata demek olan ve Balasagundan ancak 20 derece cenupta gösterilen Koçkar­ başının mevkii keza Talas ve Barshanın mevkileri mühimdir (2] . . MahmO.d Kaşgaride ise şimdiki Tokmak ile Koçkar arasındaki Zam pi ( Şamsı ) geçi· Cuv�n Artık ) geçidi, yazılı. di, Tokmağın şarkındaki . Yuvan Arık ( taşları olan . Kulbak ( lssığata ) Kayaları ve Bakırlığ mahalli. keza. Balasagunun yanındaki k�le sıfatıyla «Şu)) ( bugün yine aynı isimle maruf olan Burana harabeleri) kalesi Balasagunun yanında ve yahut yakınındaki yerler olarak zikrolunuyorlar. Bu malumat ise AlbirO.ninin t<ıl ve arz tayinle­ rine tevafuk ettiği gibi Araplarda mesafesi fersahlarla gösterileri « Türgiş.

·

=

=

[1] Arapça metini: .ıyı.:,.o ..._bJ ,4t;. Bu kitabın matbu nu sh as ı !stanbulda Ayasofya

>!',,,: �_...ı.ı ..,.� J� il"'"= Jsıı 4l1 ..,..ı .ıı. ı�_,ı, J� 4'·

Ü ni versite

(2) Albirunin!n cetveller!nrlek! b u

benim

kütüpaneainde, yazma nushası ise· edebilir.

aslıyla mukayese m a lu matın muhtelif

kütüpanes!nde vardır, İstıyen

nushalarla

mukayesesi

cetVellerl izah eden "Albirunl's weltbild und Gradentabelle,, nam

mlindereç bulunuyor.

es erimde


- 41 hak anı şehri » ( Medinetu xaqan al - Turkişi ) ile Çin menbalarında komşu gö s terilen « Fi - lo - siyan - kien >> in Balasa­

şehirlere mesafesi « li » ile

gun olduğunu da gösteriyor. Bundan maada Mahmud Kaşgari Balasagunun

diğer iki ismini zikrediyor: (< Koz Ordu » , ve « Koz Uluş » . Bunlardan bi­ rin cisi mi ştir .

Çin menbalarında da « Hu - sze - wo - lu - .do » Koz

Balığ ismiyle de

mukaddesatına ait Taşkentte

maruf

matbu türkçe risalede Sarığ - B alıktan ibaret

. olmak üzere « Tokmak Ata: » gösterilmiştir. Bütün rı;ıesafeleri Çin v e Araplarda yekdiğerine

sagun,

şeklinde kaydedil­

Yes evi ve Karahanlı·

o lmuştur, ki

5 - 10

bunlara

istinaden

Sarığ ve Şu şehirlerinin şimdiki Es�i Tokmak ile Yeni

arasında

17

biz

Kilometre gösterilen Bala­ Tokmak

kilometre kadar uzanan ve pek çok Türk - Süryani Hıristiyan

mezar taşları bulunan Tokmak harabelerinden ibaret olduğunu vazihan gö­ rüyoruz. Zaten Barthold daha

1892

senesinde Çıkan makalesinde bu

ileri sürmüş ve « Türk hakanının pavit;ı.htı » nı daha

1 870

fikri

s en el eri nde Ba­

lasagun ile birleştiren Grigiriefin fikri ni kabul etmek mecburiyeti olduğunu söylemişti; bu makalenin tashihi ve ilavel erini ihtiva eden almanca tabında.

ve ondan yapılan ve Türkiyat Mecmuasında intişar eden türkçe tercümesin­ de ( c. I. s .

75. 83 )

de aynı fikri .tekrarlamıştır[l). Ben de bı..i meseleye ai t

tetkikatımı ve tertip ettiğim cetvel ve m arşrut listelerini Türk tarihi kon­ gresine arzzettim; zaten bu mütaleaları mdan Hududülalem "ki tabının İngilizce tercümesini neşreden bir müsteşrik arkadaşım da istifade etmi ştir. Benim bu mıntakada Balasagundan başka şehirlerin mevkii, keza Şel­

ci şehri ve Sırderya havzasındaki « Cent

>>

şehrinin mevkii ve hayatı hak­

kında da kendi tetkikatım vardır v e bu tetkikatım İstanbul v e Konya kü­ tqpanelerinde mevcut yazmalara müstenittir; fakat kendi milli içtihatlarımıza

hiç itimat. ve hürmteti olmıyan, filan ve filan Rus ve Avrupalının kitabında böyle yazılmıştır denilmedikçe inanmıyan Sadri Maksudilere bu tetkikattan bahsetmek yalnız bir daha

tahkir edilmeye,

yalan ve sahtekarlıkla itham

edilmeye · ha.is olacağını bildiğimden zikretmeden geçtim ve (< C ent ıı hak­ .kında da bir Rusun · ( ceneral Kaulbarsın ) ismini zikretmekle iktifa ettim. Eski Balasagun şehrinin Tokmaktan ibaret olduğu h akkındaki mü­

·8 )

taleama karşı cevaplarında Sadri Maksudi tırnaklar içerisine

alarak

ben­

den ş öyle bir cüı:ıile naklediyor: (( Balasagun Tokmaktan ibarettir, bu husus Bartholdun lslam Ansiklopedisind e Balasagun hakkındaki makalesinde izah

edilmiştir )) . Fakat ben ne nutkumda ve ne de raporlarımda B alasagun hak­ kında lslam Ansiklopedi�ini mehaz �dinmedim, bu artık Sadri Maksudinin kongre için mahsus hazırladığı uydurmalarının en mükemmelidir.

[1]

M akal eni n türliçe tercümesinde " Alt Tokmak » diy e .. AJt ,. kelimesi şehir sayılmıştır, halbuki burada ·cc alt " k eli mes i " eski " manasında almanca ke­

ismin den

limedir ve ocAlt Tokmak " uEski Tokmak "

demektir.


- 42 -

9)

Sadri

bey

benim için mehaz gös terdiği Bartholdu n Ansiklopedideki

bilenlerin ruhuna uygun bir fransızca elimle al�rak k ongrey e söyledi, ki Ealasagunun y eri kat'i olarak tayin e dile me diğini .ifa­ de e der . Fakat Sadri bey burada da yukar da Talas hakkında yaptığını tekrar etti, yani Bartholdun sözlerinden kendi iddiasına uymıyan aşağı t arafl a­ rım nakletmedi. Orada B art ho l d bu şehrin yerini tayin için Al bir flni nfo tul ve a:rz kaydini nakil ve arz noksanını mevzubahs ettikten sonra <c bu öyle olduğu halde yine B al as agun Şehri n i n Evliy a Atanın şimalişarkisi nde vaki olduğunu göster m ek için kafidir» dediğini ve bu şehri Çu havzasında Ka­ rak ıt aylara tabi şehirlerden biri s ı fatıyl a mevzubahs ettiğini Sadri bey ken­ disinin g özb oyac ıl ık işine ge l me di ğinde n dolayı tabii ki zikretmedi. Keza aynı Bartholdun aynı İslam Ansiklopedisinin aynı cildinde ( s. 9 1 7 ) (( Çu ıı maddesinde bu şehrin Çu nehri havzasında bulunduğunu ifade eden söz· 1erini de elbette zikretmedi. Çünkü Sadri bey için mühim olanı: nasılsa şu şehir kongreye O rta asy a n ı n h e rh an gi bir meçhul noktasında olup geçen herhangi bir meçhul şehri olarak . gösterilsin ve bunu teyit için de gö­ ya bu hususta bana mehaz olan Bartholddan (( une ville de l' Asie cent· rale, dont o n ne peut det erıniner exact e me nt l ' e mp la c e m e n t ıı diye bir fransızca cümle n akl edi l m i ş olsun; bu cümlenin öte tarafında ve kitabın di­ ğer yerlerinde daha neler ol du ğu n u han gi birisi gidip te bir defa ls'am Ansiklopedisinden bakmış olacak? Sadri b e y böyle düşünür ve bütün bu çıkışlarında o böyle düşünmüştür. Barthold bu makale si nd e ne için Balasa­ gunun yanlız Talas - Evliya Ataya olan tul ve arz münasebetini mevzuubahs etmekle ve onun şi m aliş a rki s i n d e vaki olduğunu sö yle m e kle · iktifa etti?. · Çünkü o da diğer herhangi ciddi ve n am us lu . insanlar gibi i htiyatlıdır; o öyle Sadri Maksudi gibi Issıkgölde veTiyanşan üzerinde bulunan şehir­ l eri kuraklık meselesine delil olarak kullanmak için birden kaldırarak bir· kaç yüz veya bin kilometrede bulunan ıssız kum çöllerine götürmez. Bart­ hold o makalesini yazdığı zaman Albiruninin tul ve arz tayini ancak Abu� ·Fidadaki bir nakilden malumdu, orada Balasaguna yakın şehir sıfatıyla an­ · cak << Talas »ın ve cc Şelci » nin· rakamları zikrolunmuştur; Barthold o zaman Albiruninin Balasagunun cenup ve şarkındaki şehirlerin tul ve arzını da gös­ teren asıl nushasını ve Mahmud Kaşgariyi daha görmemişti. Buna rağmen ..o Bal asag u n un Çu havzasında Eski Tokmakm Burana, Akpe şin harahele­ lerine tevafuku�u Orta As yada Hıri s tiyan l ık makalesi i ntiş ar ından sonra çıkan eserlerinde de ( mesela Otçot, s. 39 ) mQdafaa etmiştir; konfransların­ da ise ( s. 72 ) Balasagun yanındaki « Şu ıı nun Eski Tokmaktaki Buranaya - tevafuku hususuna daha y�kın temas etmiştir. Albiruninin c e tve ll erind e bu şehirlere ait malumatı ilk d efa 1929 s enesinde kitabın Berlin nushasın­ .da gördüğifoü bana o zaman yazdı.

'makalesinden fransızca


- 43

10 ) Sonra Şadri bey « B arth oldu n Otçot nam eserinde dahi Balasagu­ u n n. Tokmak şehrinden ibaret olduğuna dair hiç bir ş e y yoktur » diye sanki .d ah a bu ki t abı da me h az edinmi ş gibi söz at ı yor . Bu da tamamile hi}afıhakikattir. Evvela ben Balasagun hakkında hiç bir verde bu eseri mehaz edinm e di m. S aniyen bu eserde şimdi zikrolunan 39 u ncu sahifede aynen şu sözler bu lunu yor : <c Buranan ın B ala sagu nla bir · olması tarafı m­ dan ancak bir ihtimal olarak söylenmiştir; bunun lehine ciddi bir delil yoksa da onun varit o l m a dığı nı isp.at etmek te imkansızdır ... Eğer Balasa­ gun burada bulunmuşsa bu nu n için Akpi şin münasiptir, Burana ise şehrin ( yani Bulasagun şehrinin ) birer h arici mahellesini teşkil edebilir " . Şu zikr ol un an Akpişin ve Burana büyük Tokmak harabelerinin o veya bu hö­ yükler yığınının ismidir. Sadri M ak su dinin sözleri ancalç kongre h uzurunda y ap ılan m an evral ar d an i b arettir . 1 1) Keza Suyab şehrinin m evkii hakkında da Sadri M aksudi <( B art­ hold Suyab hakkında da kat'i bir şey söylemiyor» diye göya benim bu şe­ hir hakkında da Bartholdu mehaz edindiğimi göstermek istiyor. Ben bu şehir h ak kında hiç bir yerde Bartholdu mehaz edinmedim. Tarih cemiyeti tara fından neşredilen « Anah at lar ı »ı nda ve « Tarih » kitabında Suyab şehri Chavannes'a göre Tokmakla birleştirilerek birkaç defa zikredilir. Ben ise bu şehrin Balasagunun ve Çu nehrin in şi m al inde ol duğu nu zikretmek­ le iktifa et mişmidi r. Bu . sözüm Tang sülalesi tarihinde Türk hakanını n payitahtı h akkın da verilen malumatı Kudame, Gerdizi ve Hudı1dülalem gi­ bi m ehazlar.claki malumatla mu k a ye s eye müstenittir. Bu hususta tafsilat benim «Türkistanın tarihi coğrafyası» nam eserimin üçüncü cildinde rnün­ dereç bu lun u yor . S adri be yi n «Barthold mezkur Otçot kitabında Suyab şeh­ ri h akk ı nda bunun yü zl erce kilometre uzanan Çu nehri h avza s ı nda oldu­ ğunu söylemekle " iktifa etmiş demeside tabii u ydurmadır . uYüzlerce kilo­ m et r e uzanan » demekle Sadri bey bu şehri kum isti l a s ı na maruz bırak­ mak için b el ki Çu nehrinin ayakl arındaki Patpak ve Muyun kum çölleri­ ne, y ani Çunun münbit sahalarından alarak birkaç yüz kilometre garp ta­ rafına göçürebilmek içi n bir i m k a n arıyor. Halbuki Barthold mezkur ese­ rinin Sadri bey tarafından g österil e n 30 - 32 nci sahifelerinde· Suyab şehrini << Çu nehrinin yu karı l arınd a » , Buam geçid!nin g ar bi n dek i Kök Muynak ve Kastek geçidinin cenubunda bulunan Karabul ak mevkileri civarında arıyor. Sonra neşrettiği (C Yedisu tarihi » nam eserinde ve « Ürta As y ada hırısti­ yanlık » m akal esinde ( Türkiyat Mecmuası, 1, 76 ) bu meseleye daha yakın­ dan temas ederek Suyabın evvelce Çu nehrinin cenubunda olduğu halde 758 senesinde Çinliler tarafından tahribinden sonra bu nehrin şimali (sağ) sahiline nakledilerek Kastek geçidinin K doğrudan doğruya cenubunda » ( yani Otçotta zikrettiği Kara.bulak ve Karakunduz mahallerinin yanındaki


- 44 yeniden inşa edildiğini söylemiş ve bunu di ğ er alimler de : kabul etmiştir ( mesela Masalski, Turkistan, s, 762 ) B en de « Suyab Çu

dağ eteğinde )

.

nehrinin şimalinde

vaki idi ıı derken bu fikri kabul etmiş

bulunuyorum,

çünkü bu şehri Çu nehrinin on kilometre kadar şimalinde bir dağ üzerin­ de diyen

Gin

malumatıyla bunu yine ( Çu n ehrinin şimalindeki ) Tuhsı göste ren Hududülalem ile onu <<bir dağ yanindaıı di­

1ürkleri ülkesinde yen

Gerdizinin

marşrutu bir

sözleri

( Barthold, Otçot, e.

102, 126 ) ve Kudamenin

birini müeyyittir.

Demek Sadri beyin Bartholda dayanarak bu şehri birkaç yüz kilometre uzunluğundaki Çu havzasının her ·hangi bir tarafındaki meçhul · nokta göstermesi ancak Kongreyi yanıltmak için tertip ettiği uydurmalarından biridir.

12) Sadri beyin fikrince kuraklık ve kumlar istilasına maruz kalan şe· . hirlerden B arshan ş ehrinin kum sahasından çok uzakta Tiyanşan dağla­

rındaki Issık göl sahilinde bulunduğunu ve orada bu şehrin ismini taşıyan Barskaun nehrinin bulunduğunu nutkumda anlatmıştım. Sadri bey bu sözü ç� karmak için boşuna uğraşmıştır. Barshanın Issık göl kena­ rında olduğu lbn al � Fakih, Necib Bukran, Hududülalem gibi eserlerde ve

de yalana

bu gölün şa rkicenubi

sahilinde olduğu ise Gerdizi' de (Barthold neşri, s

89 - 90) ve AlbirOni ' de musarrahtır. AlbirOni bunun tül ve arzını derece ve

dakikalarıyla göstermiş, Mahmüd Kaşgari ise daha mufassal malümet ver­ miştir. Gerdizi ve Mahtnüd Kaşgari Barshan yanı � da b i r « Ya.vgu il geçi­ dinden

bahsediyorlar; bu geçit

aynı

isimle (Kırgız telaffuzunca: Javgı)

mevcuttur. Mahmüd Kaşgari ve Çin menbaları hurda bir de Yabgu ismin­ de bir şehir olduğundan bahsederler. Bunun harabeleri ise üzerinde bulu­

nan ve 1913 senesinde Kokofsof tarafı n dan Petresburgda neşredilen sür­ yani hıristiyan Türk kitabeleriyle

tahakkuk etmiştir. Barshanın bugünkü Barskaun olduğu bugün hiç bir mugal eta ve demagoiiye yol vermiyecek ·

aşikar bir hakikattir.

. 13 ) Barshan için ben Bartholdun iki makalesini göstermiştim: biri uHıristiyanhkıı diğeri de İslam Ansiklopedisi. Bu ansiklopedide, c. II, s. 593 t e «lıssıkkul» maddesinde Barshandan bu göl üzerindeki ticaret

merkezi olarak bahsederek yazılan sözler Sadri beyin işine gelmediği için sükütla geçmiştir. ·

14 )

Sadri bey bu şehir hakkında Bartholdun Otçot kitabında ve tara

­

fımdan gösteril �n Hıristiyanlık makalesinde söylenen sözleri kongrey_e ta· mamen tehrif ederek arzetmiştir. O bu iki kitapta Barthold eski Barshanın bugünkü Barskaundan ibaret olması hakkında Tom aş ekin fikrini kabul et mediğini söylüyor. Bu tamamile hilafihakika ttir, Bartold mezkOr Otçot ­

nam es eri nd e ( s. 32 ) diyor:!

«Bu

son

şehir (yani Bü rshan) hakkında To-

·


- 45 Pe tro\•skinin ve benim i t i ra 1 l a rımıza

in fikri ma<:ek ;

rağmen herhalde

do ğ r u d u r ve Mç olmazsa hakikate yakın görü lmek ıedir.

Bu şehir şüp·

hesiz Issık cröl sahilinde idi, Şarki Türkistanda değildi. . . . Şehrin ismini Barsha n ok� mak ve bu şehri Barskaun geçidi yanında yerİeştirmek ica­ beder mi? Bu mesele münazeünfih olarak kalmakta ise de b i r ç o k yazma nushalarda Bersagen yaziİmış o lması . bu fikrin lehinedir» . Sadri bey ise ( Mazbata, s. 394 ) aynı Otçot eserinin ayni 32nci sahifesinden Barshana ait �özleri göya harfiyen tercüme ediyor gibı tırnak içerisine alarak nak­ lediyorsa da bizim tahtelhat. çizdiğimiz cümleleri tayetmiş ve üzerine de kongreye hitaben «Görüyorsunuz · beyler, burada da Zeki Velidi Beyin iddiası asılsızdır, ne gösterdiği kitapta ne de Otçotta fikrini teyit edecek bir tek cümle yoktur. Demek ki Zeki Velidi B ey burada de hakikate te­ vafuk etmiyen istişhat yapmıştır» hükmünü veriyor. B enim tarafımdan gösterilen Türkiyat Mecmuası c. 1, 74 te Bz.rthol­ dun ifadesi şudur : «Barşxan - Nuşagan için Tomaşek B arshan kıraatini tercih etmekte ve Narının menba ırmaklarından birisinin ismi ile birleştir­ mektedir. Civarda bulunan dağ geçidinin ismi de böyledir. Tonıaşekin bu noktainazarı

simdi acem ,

m uharriri

Gerdizi

t a rafında n

halk i � t i k akı ile teyit olunmaktadır: ,,;,f r�· .:ıt.:... J. 'J ı

beya n edi len

. Sadri bey ( Maz· bata, s . 394 ) Türkiyat Mecmuasındaki Şu 74 üncü sahifeyi tesmiye ede­ rek naklettiği cümleleri de tırnak içine almış ve bizim tahtelhat çizgi ile gösterdiğimiz cümleler dediğinin tamam zıddını ifade ettiği içi n tayetmiş ve üzerine de kongreye hitaben: « Beyler bu gösterilen. sahifede Barshan hakkmda yalnız şu cümle vardır» diye yukarıda altına çizilmiyen satırları naklediyor ve bir de «Gösterilen mehazda Barshan hakkında verilen malü­ mat bundan ibarettir. Vakia Tomaşek B arshanın bugün B arskaun denilen mahalde bulunmuş olduğunu ileri sürmüştür; fakat bu nazariyeyi Barthold kabul etmemiştir» cümlesini de ilave ediyor. Bu şehirin ismi Arap menbalarında Arap harfleriyle ekseriya n oktasız olarak ve " _, .. ve " , » harfleri karıştırılarak ..ıl,,.-J ve ..ıt.:-_,ı yazılıp ((Nüşecan» ve ccBarshan» vesaire şekillerinde okunduğundan dolayı De Goeje gibi alimler bunu Yaqüt Hameviye göre Nılşecan okumuş ve bir çok müsteş· rikler tarafından bu kıraat kabul edilmiştir. Tomaşek ise bu kelimenin ba­ zı ki taplardaki yazılışı vazihan Barshan kıraatini icap ettirdiğini ve Issık Gölün cenubuşarkisinde bugün bile Barskaun ismini taşıyan bir nehir ve geçit bulunduğunu nazariitibara alarak şehrin ismini «Barshan» okumak icap ettiğini ilk defa olarak . ileri sürmüştür. Sonra bunu Barthold başta biraz ihtiyatla, sonra katiyetle kabul etmiştir. Türk şehir ve kabile ismi olan Barshan kelimesinin kat'.i kıraati AlbirO.ni ve Mahmüd Kaşgari ve Çin


- 46 -

menbalarıyla tayin ediliyor. Mahmud Kaşgaride şehir birçok . defa Bars­ gan)) ismiyle zikre dildiği gibi kelimeyi « sakızgan » kelimesiyle kafiyelen· diren bir darbimesel de naklediliyor. Çin menbalarında (mesela Hiyakinth 1, 356) bu isim Basaygan ve Bar · sak · kan şekillerinde yazılınışrır. Şöy­

lece şehir isminin kıraatindeki. eski şüpheler tamamen :zail olduktan sonra: Barthold (<Hıris tiyanlıkıı makalesinde (Tfükiyat Mecmuası, 76) sadece « Bars­ han lssık Gölün cenubuşarki . sahilinde idi» demiş ve lstanbulda ok•ıduğu

konfranslarında da (s. 84) «Barshanın

yeri daha evvelce tayin edilmiştir>�

diye geçmiştir. Sadri bey ise Bartholdun sözlerini alameleinnas tahrif ede­ rek, kendi davasına muvafık bir surete soktuktan sonra kongreye ((Bar· thold Tomaşekin fikri ni kabul etmemiştirıı neticesini arzetmiştir. Mademki

Barthold bu ş e hrin isminin «Barshan>ı diye okun ması icabettiği hakkında Tomaşekiıı fikrini kabul etmemiştir o halde neden aynı şehri Tomaşekin keşfinden evvel diğer alimler · tarafından ihtiyar edilen ismiyle «Nılşecan

diye tesmiye

etmemiş te kendisinin reddeşmiş olduğu bir isimle Barshanı

diye tesmi y e etmiştir? Mademki bu ismin bu kıraati böyle reddedilmiştiı­ neden Sadri bey bu şehri bugünkü geçit ve n ehrin isminden alınan biıisimle tes miye etmiştir?. ·

Bartold Westasiatische Studien, c . I, deki makalesinde (s . 167) «Şeh­ rin ismini Nuşecan oku mayıp Barshan okumak icap ettiği hakkında To·

maşekin fikri Gerdizideki malumat sayesinde katiyet!e tahakkuk etmiştir» (entgültig sichergestellt) demiştir, bu cümleyi Sadri bey nasıl uyduracak, nasıl tahrif edebilecekdir?. 1 5) B e n Atbaş şehri hakkında «Atbaş şehri yine Tiyanşan dağla­ rının yüksek yerlerinde, aynı ismi taşıyan yaylalarda olmuştur, mevkii Bartholdda gösterilmiştirııdiye Bartholdun iki eserini zikretmişimdir.Filvaki­

Barthold zikrolunan Otçot nam eserinde bu eski şehrin harabesi şimdi At­ baş tesmiye olunan köyden birkaç verst mesafede Atbaş nehrinin sol sa­

Tübe (Koşay Kurgan) namıyla maruf höyüklerden ibaret o · hi linde Çaş lacağını söylemiştir.Bartholdun 41 - 43üncü sahifelerde söylediğini yazdığım •

sözlerini Sadri bey tahrifle naklettikten sonra kongreye hitaben « Görü­ yorsunuz, burada da Zeki Velidi Beyin istinat edebileceği malumat yoktur r bilakis eski Atbaş bugünkü Atbaş ismini taşıyan yerde olmadığı açık söylenmiştir, burada da Zeki Velidi Bey hakikate mugayir bir surette istiş­ hat etmiştir» sözlerini söylemiştir. Fakat ben .nutkumda ve raporlarımda. hiç bir zaman « eski Atbaş şimdiki Atbaş karyesi yerinde olınuşıı de­ medim, yalnız «aynı ismi taşıyan yaylalarda olmuşıı dedim. Bu yay­

lalar Tiyanşanın Atbaş ismini

taşıyan

kolunun şimalinde

ve

o

isimde­

ki nehir üzerinde 40 50 kilometre uzanıyor. Ben sözü uzatmamak için eski şehrin bu yaylalardaki hangi harabe ve höyüklere tesadüf ettiğini •


- 47 -

s öylememişimdir. Barthold benim tarafımda:n gö s teril en ve Sadri bey ta­ rafınd:ın da bahsedilen sahifelerde diyor: « Şimdiki Atbaş kasabası kuru­ nu vus lai Atbaş ile bir olamaz, fakat on dan birkaç verst mesafede neh-· rin sol sahilinde Çaş Tübe h ö yüğü vardır . . . bunu Kırgızlar Koşay Kur­ gan t esmi ye ediyorlar» dedikten sonra: c Biziın fikrimizce Koşay Kurgan, şüphesiz eski Atbaş şehri ni n y er i n d e bulunrnaktadır>ı diyor ve bunu Şe­ r e f ü dd in Y e zdinin Temür tarihinden Ve Muh a mmed Hay deri n llTarih-i Ra­ şidi nam eserinden nakl�ttiği mufassal malrimatla ispat ediyor. Sadri Mak­ s u di ise Bartholdun ibaresinden bizim şimdi tahtalhat çizd iği miz <lfakab· (rusça «no>ı) kel ime s i ni ve öteki c üm l e yi ta yetmiş ve kongreye de öte­ ki «hükm ünü>ı arzetmiştir. Hülasa: B arthold kurunuvustai Atbaş şehrinin şimdiki Atbaş yaylala­ rında, bu ismi taşıyan kasabadan birkaç verst mesafede, Atbaş nehrinin, sol sahilindeki harabelerd e n ibare t o l d u ğu nu ispat etmiştir. Sonra da Ye-· disu asariatikasını pek iyi bilen Pantusof ta bu harabeleri 1901 sene­ s in d e ziyaret ve tetkik e derek eski Atba şı n yine Barthold tarafından gös· terilen yerde, şimdiki Atbaş köyü )•akınında, Nari nsk şehrinden 40 kil o­ metrede K aşgara giden yol üzerinde olduğunu d aha bir kere tesbit etmiş- · tir ( İzv. A�xeol. Komm, XII, 65 - 72). 16 ) 1 lib al ık şehri hakkında da b u nu n kum istilası sahasında olmadı­ ğını anlatmak i çin demişimdir ki «Bu şehir Bretschneider' de ma zkar olup . mevkii 1le' nin sağ s ahilin de şimdiki Türksib d emir y olu hattına yak�n Can­ gildinsk nam Rus kasabası civa rına tesadüf etmektedinı . Bartholdun yuka· rıda m ezkur Otçot nam eserinde, s 70, böyle gösterilmiştir; ben i se kon� g ·edeki nutkumda Kırgı z muverrihi m ü h en di s Tınışpay oğlu Muhametcanın oralarda yapıp net ayi cini 1925 sen e s i n d e Orenburg Kırgızistan ilmi c e mi­ yeti neşriyatında bastırdığı tetkikatını, keza F. W. K. Müller tarafından . r. e şredilen bir uygurca metni zikrettim. B u şehir hakkında Bretschne 'deri :zi kretmem şehrin yeri bu_ müellifin kitabında n eşr edi l en 1331 senenin ha­ ri t a sı n d a ve Ha ytu nda gösterilmiş olması dolayısıyladır; bu .zat bu şehrin yeri hakkında yine İle nehrinin sağ s ahilinde, bizim .zikrettiğimiz Cangil- · dinskirıin cenubunda vaki İliyski nam Rus kasabasını hatırlatmış ise de ben o n u m ehaz etmemiş, yalnız « mezkı1r olup >ı diye orada zikredildi­ ğini işaret etmekle iktifa eyl emi ş ve mevkii hakkında da kendi fikrimi . s öyl em i ş i m dir . Bu fikrim de dediğim gibi Bartholda mutabıktır. Sadri bey B a r t h o ld un mükerreren zikrettiği o « O tçot ıı eserinde buna ait sözleri ve · Bretschn eiderin fikri de orada zikrolunduğurıu gördüğü halde bunu gör­ memiş gibi oluyor, b elki benim sözümü tahrif ederek Cangildinsk kasabası· h a kk ı n d a Bretschneideri mehaz edinmiş gösteriyor. Sonra Bretschneiderin sözlerini de «biraz değiştirerekı) nak l et t ikt e n sonra kongreye hitaben di- ·


- 48 yor: «Beyler goruyorsunuz, Zeki Velidi bey burada da _yanlış m enba gös­ termiştir, mehaz olarak gösterilen Bretschn eiderin eserinde ili balık şeh� rinin Cangildinsk nam Rus kasabası mahallinde bulunmuş olduğuna dair tek bir cümle yoktur» .

17 ) Sadri bey beni Cangildinsk kasabası hakkında Bretschneideri me· haz göstermiş demekle kalmayıp s özü mü bir daha tahrif etmiştir: B enim « llibalık Cangildinsk nam Rus kasabası mahalli nde bulunmuş

yoktur, belki onun « civarına tesadüf etmektedir

»

))

dediğim

demişimdir. Onun « ci·

varı ıı n d a cenubunda olan İliyski kasabası ve Altın Emel mahalli hep bir yer, yani d ediğim « Türksib ( Türkistan - Sibirya ) demiryolu hattııı nın ile nehrinin sağ sahiline geçtiği yerlerdir. Ounu için İlibalık . şehrinin lliysk, Cangildinsk ve Altın - Emel isimleriyle m a�uf yarlerin her üçü « civarına

tesadüf etmekte ıı olduğunu söyliyebiliriz. Ben Cangildinsk kasabasını v.e Türksib i smini Bretschneidere istinadan söyliyemem. Çünkü bunlar Bret· schneiderin kitabı çıktıktan sonra inşa edilmişlerdir. Türksib hattı ise ·a n· cak 1928 senesinde Sovyetler tarafından küşat edilen bir demiryolu hat­ tıdır; nasıl ben bu yolu 1881 de basılan bir eserde zikrolunmuş gibi gös· tere bilirim? ·

18 ) Burada Sadri bey Bretschneiderden söz naklederken « Evidently situated on the ili river » cümlesini de kendi lehine çevirerek « a ğlebi ih·

timal İli nehri · civarında kain idi ıı diye tercüme ediyor, halbuki « herhalde (yahut c aşikar olarab) ili nehri üzerinde kain idi » demeliydi.Bunun fazla ehemiyeti yok ise de böyle ibareleri zorlamak Sadri beyin demagoji sis­ temi. n oktainazarından karakteristiktir. 19 ) Almalık şehri hakkında onun şimdiki Golca şehrinin garbinde, Ho· rog istasyonu yanında Tuğluk Temür flanın mezarı bulunan yerde olduğu· nu kongreye arzettim ve rap�rlarımda da buna ait tafsilat vermeyip yalnız müsteşrik Pantusofun eserini göstermekle iktifa ettim. Bu zat . şehrin ha�a­ b esini bizzat tetkik ederek netaicipi 1913 senesinde «Kaufmanski Sbornik» mecmuasında resimler•yle beraber neşretmiştir, ki nushası lstanbulda Tür·

kiyat Enstitüsü kütüpanesinde bulunur� Şehrin aynı yerde olduğunu daha . evvelce (1894 senesinde) Barthold kendisi bizzat ziyaret ederek tesbit ey­ lemiş ve mezkur ıı Otçot• kitabının s. 64 65 !erinde m evzuubahsetmişti . . Sadri bey bu eseri daima mevzuubahsettiği halde bu şehre ait yerini işi­ •

ne gelmediğinden zikretmiyor, ondan kaçıyor ve · me�kı1r Bretschneiderin daha 1888 senesinde, yani şehrin yeri �aha kat'i tayin edilmediği zamanda çıkan eserinden «Moğolistandan lrana giden büyük yol üzerinde, Golca· ya yakın bir yerde idi » sözünü naklediyor ve sonra yine kongreye hita· .ben: «Görüyorsunnz Beyler, Almalık ş·ehrinin mevkii dahi malum değildir,


- 49 -

Zeki Velidi - beyin bu husustaki iddiası esas�ızdır» diyor ve beni de şeh­ ri� yeri hakkında bu eseri m ehaz göstermiş gibi göstermek istiyor: fakat hen hiç bir zaman bu şehir hakkında Bretschneideri mehaz e dinmedim. 20) Diğer taraftan Sadri bey bu şehrin mahallini yine bir defa meçhul göstermek için bir manevre yaparak Bertscheniderin ((Iran - Moğolistan yolu üzerinde idi» şeklindeki ifadesini artistçe bir tavr alarak «Beyler Mo­ ğolistandan İrana giden yol çok uzun)) diye şerhediyor. Sanki Almalık şehri Bertschneiderde Moğolisiandan lrana giden binlerce kilometre uzun­ luğundaki yolun her hangi bir meçhul noktası imiş gibi. Halbuki Bertsch­ neider bile Almalığı ı<Golca yakınında olmuş» demekle kalmayıp Golcada konsolosluk eden _Rus profesörü Zaharofun sözünü naklediyor ve Almalı­ ğın muhtemel yeri olarak Golca yanındaki Suidan'dan altı kilometrelik bir mesafe gösteriliyor (c. I, s. 60); tabii, ki bu gibi sözler işine gelmediğin­ den onlardan bahsetmez « Moğolistan - lran yolu üzerinde » sözlerinden kongrenin gözü önünde bir yanıltıcı sis ve dumanlar çıkarıyor. 21 ) Keza benim şimdiki Belovodsk nam Rus kasabasına tevafuk etti­ ğini söylediğim « Nuzket» ş ehri için de sanki Bartholdun mezkar Otçot ki­ tabını mehaz almışım gibi göstermek istiyor. Halbuki ben bu eseri bu şe­ hir ·hakkında ne nutuk ve ne de raporlarımda mehaz edinmedim . Benim me­ haz olarak gösterdiğim eser yine o Bartholdun türkçc Türkiyat Mecmuası c. 1, s.· 73 75 teki sözleridir, ki orada harfiyen böyle denilmiştir: «Nuz­ ket vaziyetine nazaran, Belovodsk (Aksu} mevkifiyle tevafuk etmektedir» . Sadri Maksudi benim gösterdiğim eseri meuzubahsetmiyor, Bartholdun di­ ğer bir eserinden Petrovski nam bir Rusla olan münakaşasından nekledc­ rek göz boyuyor. Sadri Maksudinin gerek benden ve gerek diğer müelliflerden nakille­ rinde ibareleri kendi mü d d_e asına göre zorlaması ufak tefek şeyler olmakla beraber kencisince «çok ince» hesaplarla yapılmış olsa gerektir. Mesela s.392, B artholddan naklinde «Hangisi yeni olduğu ve diğerlerinin ismi ma­ lüm değildir» diyecek yerde «hangisi Yeni Talas idi, diğerlerinin ismi ne idi, bunu tespit etmek mümkün olmuyor» demiştir. Ben raporlarımda «Ha­ rap ol anları n ın da yerleri malümdun> demiştim, Sadri bey bunu . ııHarabe­ leri mevcuttur» diye nakleder. Suyab şehrinin yeri hakkında ben «bulun­ muştur» diye yazmıştım, o ise ııBulunuyorıı diye naklediyor. Türkiyat Mec­ muasınde intişar eden ııOrta Asyaqa hıristiyanlık» makalesini Bartholdun Otçot nam eserinden daha e�ki bir eseri olarak gösterir, halbuki bu ma­ kalenin almancası Bartholdun mezkOr Otçot kitabından beş sene sonra mü­ ellifin kendi tashihat ve ilaveleriyle tamamen yeni bir eser şeklini almış ol­ duğu aynı Türkiyat Mecmuasında, s. 48 de söylenen almanca tercümesin­ den yapılmış olduğu musarrahtır. Bu sözleri kendisi tabii okumuştur, fakat -

4


- 50 -

o bu sözleriyle mezkQr makaledeki sözleri bu müellifin daha . eski miltale­ aları gibi göstermek kendi demagoji usulüne uyduğundan böyle yapıyor yani eserin rusça neşrinden bahsediyor. Bütün bunlar ufak tefek şeyler ise de Sadri bey bu ufak tefekleri bir yere topladıktan sonra kongreye ne gibi tesir İcra edeceğini iyi düşünmüştür. Sadri bey Şarki ve Garbi Tür­ kistan asariatikasına ait Ciddi · tetkikatın bilhassa yirminci asırda ve daha . ziyade son seneler zarfında ilerlemiş olduğunu, zannederim, bildiği halde . geçen asrın adamlarından Howorth ve Petrovski gibilere istinat ederek meseleleri karıştırmak ve şehirleri göya daha kimse tarafından ciddi tetkik olunmıyan mechulat şekline sokmak istiyor. Halbuki Howorthun ilk cildi 1876 da çıkan eserinin tarihi coğrafya meselelerinde hiç bir ehemmiyeti haiz olmadığı daha o zaman çıkan tenkitlerden malümdur. Petrovski ise Spren· ger'in daha 1865 senesinde çıkan eserini esas ederek hiç bilmediği mese· lelere karışan cahil bir Rus memuru olduğu Bartholdun kendisine daha o zaman Türkistanskie Vedomosti gazetesinde yazdığı tenkidi cevaplarından anlaşılmış ve eserleri bir daha· kimse tarafından mehaz olarak dile alınma· m ışhr. Bütün bu gibi karanlık noktalar kongredeki manevre sisteminde işe yaratılmıştır. Diğer taraftan Sadri bey bu meseleyi filan ve filan şehirlerin mevkii ve · şehirlerin hangi devirlere ait enkazı bugünkü harabelerinin hangi höyük­ lerine ait olacağı hakkında ince meseleler şekline çevirmek veya o meselelere ait münakaşaları bu araya sokarak meseleyi karıştırmak istiyor. Halbuki mesele asla ve kat'iyen bu değildir. Benim namıma mevzubahsettiği rapo· run ait olduğu «Anahatları» kitabının 410 41 linci sahifelerinde mezkur bu «on yedi kum altı şehri», «son bin sene zarfında Orta Asyayı kumların istilası daha seri cereyan etmiş olduğu anlaşılıyor» iddiasına delil olarak getirilmiştir ve bu şehirler listesi} sonuna da « Bugün bütün bu .vaktiyle büyük bir Türk medeniyeti merkezi olan şehirlerin yerinde kum ve rüz­ gardan başka bir şey yoktur» sözleri ilave edilmiştir. Yani o zaman Sad­ ri Maksudi bey benim raporumda mevzuubahsedi!en eserde böyle yazmış· tır; kongrede ise bu şehirlerin tarihi coğrafyası kendisine çoktan malOm­ muş gibi göstererek bilhassa benim raporumda -isimleri geçen kitaplardan bol bol bahsetti. Mademki Otrar, Cent, Yeni Kent, ve Sığnak şehirlerinin nerede olduğu kendisine daha •Ana Hatları• kitabına bu meş'um notları verdiği zaman bile malüm idi, o halde neden onlar'ı son bin sene zarfında Türkistanda kuraklığın ve kumlar istilasının gittikce artmakta olduğuna delil ittihaz etti ve neden bu şehirler tedricen müstevli kurak kum saha­ larında kaybolan medeniyet eserleri arasında zikredildi?. Hiç şüphe yok, ki kitaba mezkur şehirlerin listesi verildiği zaman bu on yedi şehrin Sır­ derya, Talas, Çu ve ile nehirleri havzalarındaki münbit yerlerde oldukları •

·


- 51 -

liste müellifine hiç te malum değildi, çünkü o ne «Türk Dili için» kita· hında (s. llI) zikrettiği gibi «Kırgız steplerinde üç defa» değil bir defa bile olsun seyahat. etmiş [1] ve nede oralarının ve Yedisu'nun coğrafya ve arke· oloiisine ait eserleri mütalea etmiştir. {(Anahatları» kitabının . 410 uncu sahi· fesinde <ıkum altı şehirleri» için mehaz olarak zikredilen eserler miyanın· da sayılan <cBarthold, Otçot» kitabı da o zaman hiç şüphesiz okunmamıştı. Yo)cs� nasıl olur da. bu eser de sayılan ve harabeleri (ve yahut bugün baş· ka isimlerle yaşıyan halefleri) garbi Tiyanşanın münbit havzalarında veya· but · lssık Göl ve N arın gibi çok yüksek dağ mıntıkasında olduğu açık söy­ lenilen şehirler çorak ve müstevli kum sahalarında gösterilmiş olabilir ?_ Ben raporlarımda bu şehirlerin çorak kum sahalarından uzak yerlerde bu-­ lunduğunu her şehir gurubu hakkınd aki s özlerimde tekrar etmişimdir, çün· kü maksat yalnız o idl, Sadri Maksudi ile tarihi coğrafyanın ince mesele· !erine ait münakaşa değildi. Çünkü ben bu gibi meseleleri o veya bu e· fendi ve ediluralci ile münakaşa tarzında değil, ancak müsbet bir ilmi me· sele olarak kendi tetkikatım esasında izah etmeyi tercih ederim. Ve za� ten öyle yazmışımdır. Evvela «Türkistanın tarihi coğrafyası» n amıyla yu· dığım dört ciltlik eserim vardır, bunun ü çüncü cildi Kazakıstana, ve garbi Tiyanşan sahasına tahsis edilmiştir, Bundan maada Türkiyat Mec· muasının ilk cildinde ilan edilen « MahmOd Kaşgarideki coğrafi isimler» nam eserimde de yazmışımdır.'Ben bir gün bu eserlerimi neşredebileceğimi ve kongreye mevzuubahsolan on yedi şehir meselesinin de bu meyanda Türk karilerin nazarında müsbet bir şekilde aydınlanacağını umdum ve bu ümi· dimi Ankara kongresinden avdetimi müteakip 18 temmuzda İstanbul ga· zetelerine verdiğim izahatta · da anlattım. Filvaki eğer ben kongrenin ken· disinde bile Sadrinin· bu müthiş tahriflerini dinledikten sonra yüzümü yu­ karı localara çevilerek: ((Büyük Gazi adalet istiyorum» diye müracaatte bu· !unmuş olsaydım bana elbette söz vermiş olurdu. Fakat söz alıp ta ne ya­ pardım? Edil - Ural meselesinin tarihini mi anlatırdım?. Sadrinin kitaplar ve mehazlar üzerinde kasa.pca yaptığı bu marifetlerini anlatmakla kongrenin kıymetli vaktini işgal etmiş olursam acaba o adam hürmetsizlik etti diye ben de bir hürmetsizlik yapmış olmaz mıydım?. Bugün ve bundan sonra da bu meseleye dönmek ve ona beş dakika vakit sarfetmek yine ha.tınmda yoktu. Fakat Ahmet Muhip ve mebus Şeref beylerin Hakimiyeti Milliyetle· ki makalelerini okuduktan ve beni maskeli sahtekar sıfatıyla bir daha le· kelemeye çalıştıklarını gördükten sonra, teessüfle anladım ki artık susmak aciz telakki olunuyor de�ektir. [1] Samara · Taşkent tirenln d e Aktübe ve Kazalı istasyonları arasını ekseriya geceleyin kat' eden her yolcu ve her çanta Kazakistana ilmi seyyaha! yapmış sayılamaz,


- 52 Artık bu ithamlara bir nihayet vermeğe karar verdim. Şimdi de ·bir fır­ sat çıktı : dört gündür Viyana sokaklarında vata�daş muharebesi dolayı- . sıyla odalarımızda kapalı kaldık ve ben de top tüfek gürültüleri arasında bu satırları yazdım. Sadri bey «Ana Hatları» na verdiği notları yazarken irtikap ettiği bu kum· altı şehirleri hakkındaki yanlışlıkların yanlış olduğunu tarih cemiyeti na­ mına mahrem bir raporda dostane anlattıktan sonra sadece tashih ederek geçmiş olsaydı mesele çoktan unutulmuş olurdu. Normal insanlar için yan­ lışlıklarını bizzat tashih etmek ancak tatlı bir iştir. Fakat o bunu böyle yapmadı, inat etti; aynı şeyleri «Tarih» kitabına da soktu ve meseleyi böy­ le büyüttü. Fakat nasıl oldu d:ı o inadını bu kadar ilerletmeğe, kocaman . bir Türk Tarihi Kongresini böyle d �landırmaya, mehaz ve vesikalar üze­ rinde böyle kasapça tasarrufa cesaret etti?. Bunu anlamak için Sadri Mak· sudinin tercümeihalini, kim olduğunu Öğrenmek icabeder ve o da Finlan­ diya, Paris ve Türkiyede kendisi hakkında gazetecilere ve saireye şifahen ve tahriren vermiş olduğu «malümatlaraıı uygun değildir. Buna ait kafi miktarda vesaik elimde mevcut ise de şimdilik bu�unla - uğraşmıyorum. Şimdilik Allaha ısmarladık. •

Bu cevapta temas

ler için adresim:

AJunet

edilen

-

Zeki Valtdi

1 2 - 1 8 Şubat 1 934.

meseleler dolayısıyla benden bir şey sormak istlyen­ Prof. A-Z. Validl. Museumstrasse 7 Wien. VII Avusturya


lıav�.

N. 1 .

« Tarih » kitabı hakkında, 29 m ayıs

1932 tarihiyle Türk

Tarihi Tetkik C emiy etine gönderilen raporumun « On jredi ·

kum altı . şehri » ne ait kı s mın ın suretidir.

S. 39 da Türkistanda kum altında kalan şehirler sıfatıyla Otrar, Cent, Sus, Yangıkent, Sığnak Atlak, Atbaş, Elmalık, Balasagun, Talas, Kulan, Bars­ han, Sus, Suyab, Nüzket, Sütkent, İlibalık. Şelci g österiliyor . Bu şehirlerin hiç birisi bile kum altında kalmış değ·ildir . Bazıları diğer namlar altında daha yaşı­ yor. Harap olanlarının d a yerleri malumdur, ve yeni başında diğer şehir, köy ve k asabalar payidar bulunmaktadır. Otrar harabesi şimdi Taşkent demiryolu üzerinde o namdaki istasyona ( daha ziyade Temir istasyonuna ) yakın bu­ lunmaktadır. Mahsuldar yerlerdir. Orada kum yoktur. Şehir ancak on yedinci asırda siyasi hadiseler s ebebiyle terkedilmiştir. Şehri Kallaur tavsif etmiştir. Cent harabesi de kumda değil Akmescit karşısında Cankala tesmiye olu­ nan yerdedir. Galiba on altıncı asırda terkedilen bu şehrin harabesini ce­ neral Kaulbars tavsif etmiştir. Yangıkent · harabesi bugün Kazalı �ehrinden yirmi kilometrede suyun pek çok bulunduğu yerde Cank e nt tesmiye edili­ yor. Şehir daha on sekizinci asırda bile bulunm uş , muahheren siyasi sebep­ lerden terkedilmiştir. Sığnak harabesi de Sırderya hav�asında Şimdiki Su­ nak Kurgan istasyonu yanında münbit sulu yerlerdedi r, etrafı köy ve ka­ sabadır. Şehir on altıncı asırda terkedilmiştir. Sütkent harabesi ise Sırderyanın sol sahilinde, yine münbit yerlerde olup kum sahasından uzaktır. Harabesini Kallaur tavsif etmiştir. Şehrin terki yine siyasi sebe p l erd en o l muştur. Atlak, Şelci ve Talas şimdiki Talas ·nehri havzasında otup buraları Türkistanın en münbit ve mahsuldar yerleri dir . Talas şehri şimdiki Evliya Ata'dan iba­ rettir. Atlık, Şelci şehirleri bulunan yerlerde şi mdi Rus muhacir kas abaları bulunmaktadır. Barshan ise kum sahasından çok uzak Tiyanşan silsileicibali ortasında, Issıkgöl kenarında bugün Barskaun tesmiye olunan nehrin mun­ sabında bulunmuştur. Bu hususta Bartholdun ıc Orta A s ya da hıristiyanlık » nam eserinde ( türkçe tercümesi << Türkiyat Mecmuası ıı , l, 74, 76 ) � e Is­ lam ansiklopedisinde izahat vardır. Kulan şimdi türksib demir yolu is­ tasyonu olan Tartu, Nüzket şimdiki Belovodsk nam Rus kasabası, Bala­ sagun Tokmak'tan ibarettir. Suyab onun şimalinde Çu'nun sağ sahilin cb bulunmuştur. Buraları çok münbit ve mahsuldar yerlerdir. Keza Araplarda çok zikredilen Atbaş ş ehri yine Tiyanşan dağlarının yüksek yerinde bu­ gün aynı ismi taşıyan yaylalarda olmuştur. Mevkii Bartholdun yukarda =

=

=


- 54 -

Mezkur « Orta As yada hıristiyanlık » ( s. 76 ) ında gösterilmiştir. Bütün bu şehirlerin harabe halinde bulun.anları muahhar zamanlarda siyasi vakıalar neticesinde terkedilmişlerdir. Elmalık ve İli balık şehirleri ise yine malüm olup harabeleri « İle » nehri havzasındadır, Elmalık harabelerini Pantusof tavsif etmiştir. İlibalık ise Bretschneider'de mezkı1r olup mevkii « İle »nin sağ" sahilinde şimdiki Türksib yoluna yakın Cangildinsk nam Rus kasabası civarına tesadüf etmektedir. Sus şehri hakkında Sibirdedir denilmiş. Burada bar yanlışlık var. Şehir İstahri ( s. 281 ) ve lbn - Havkal ( s."329 ) da Taş­ kende yakın, Makdiside ( s. 263 , 275 ) lspicab vilayetinde Talas havzasın da gösteriliyor. Herhalde Talas havzasında Şelci'nin bulunduğu gümüş made· ni mıntakalarında olmuştur. Şehrin ismi İbn - el - Fakihte « Mbus » şeklinde yazılmış ve bu husus tarafımdan Rus_akademi bültenlerinde ( Bulletin,1924,· p. 242 ) kaydedilmiştir. Orada da şehrin Taşk�nde yakın olup ortasında bir göl bulunduğu mezkı1rdur. Türkistanın bozkır sahalarında vaktiyle bir çok şehirler bdunduğu hakkında İdriside Oğuzların memleketinden sayı­ lan şehir isimleri delil edinile bilirdi ( Jaubert n e şri, 11, 338 - 342 ) . Fakat bu şehirler de Kazakistanın kum sahalarında değ-il münbit yaylalarında göste­ riliyor. Diğer taraftan Elhorezmi ve Suhrabın coğrafyaları, Nallino ve Marquartın tetkikatı" neşrolunduktan sonra ldriside gösterilen isimlerin Yunan menbalarındaki isimlerd en uydurulmuş olduğu anlaşılmıştır.


lıave, N. �

l\Iüellifin Kısaca Tercümeihali Müellif Ahmet - Zeki Validi 10 Kanunuevvel 1890 d � Başkurdistanın fsterlitamak kantonluğunda Başkurt, Mişer ve Tipter taifeleriyle mes­ kt1n « Küzen» nam köyde doğmuştur. Ensabı: Yurmatı uruğundan, Elçik­ temir ·« tübe » sinden, Teltim soyundan ve Soklıkay (yani «püsküllü Kay») boyundan olup ecdadı şecerelerinde müsbettir. Gerek Kay ve gerek köy­ deki diğer boy «Unkut>) tarihlerde malum şark aşiretlerinden olup Katay, Salcıyut, Tabın, Kirey ve sair kabail gibi Moğol devrinde ha.kim ve as­ keri unsur sıfatıyla gelerek Başkurt camiasına iltihak etmiş olsalar gerek­ tir: Saklı Kay ve Unkutların rivayetlerine gere eski vatanları Uralın şar· kında «Er Karagay>) nam yerler imiş. Müellifin mensup bulunduğu nahiye 17-18 inci asırda Rus istilasına karşl olan cidalin merkezleri . «Hacı Mescidi» (şimdi ııHacı» köyü} ve «Han Tübesi>) namlarıyla muharebe tarihlerinde maruf noktaların civarı olmakla bu muharebelerde en fazla zarardide olan­ mıntakaların birini teşkil eder. Aynı .zamanda müellifin ecdadı da Başkurt ordasunda vaki olan kargaşalıkta Rus hukı1metince maznun olarak malik oldukları arazinin kısmıazamından mahrum edilmiş, köyleri ı<Kojak» mah­ vedilerek orasına ait arazi çarın adamlarından Timaşef ve Kindakoflara verilmiş ve köyün yerinde bir Rus kasabası (Petrovsk) vücude getirilmiş, geri kalan araziye olan hukukları tahdit edilmiş ve tesis edilen yeni köye (Kil.zene) de 1860 senelerine kadar bet taraftan muhacirler getirilerek yer­ leştirilmiştir;:dolayısıyla tekmil ondokuzun cu asır bu arazi meseleleri üze­ rinde Rus hukO.metine karşı dava ve muhakemelerde geçmiş ve bu dava· ların başında da uzun müddet müellifin üçüncü ceddi «Valit Bay» bulun­ muştur. Geçen son iki asrın en acı hatıralarını yaşatan bir m!ntaka ve muhitte büyümüş olan Ahmet - Zeki Validi BaŞkurt milli o{dusu, siyasi hukuk ve toprak için mücadele fikirlerini de başlıca bu muhite minnettar olduğu kanaahndadır. Müellifin öğrenebildiği d evirlerde ecdadı ve eski boy ağaları okuryazarsız ve hayvan beslemekle geçinen köylü olmuşlarsa da eski ananeleri, bilhassa hamilleri şimdi pek nadir bulunan Edige, Can ı­ bek Han ve Cirençe ve sair eski uNogaylı» rivayetlerini pek iyi bilenler, keza Arap ve Fars lisanlarına vakıf bir iki şahsiyet her devirde bulunmuş­ tur. Müellif te arapçayı önce babasından ve farsçayı annesinden öğren­ miştir; babası Ahmetşa Hacı kendi muhitine nisbeten dünyadan haberdar olup <'Tercüman» gazetesinin eski müşterisi, Gasprinskinin muhlisi, ııHicaz


- 56 -

Seyahatnamesi» ve «Satlık Oğlunun Hayatı» nam iki eserin sahibidir. Bü­ yük amcası Veli Molla, yahut diğer namıyla «Bir Sana Molla» [1] ens�p ve destanları iyi bilen bi� zat (orasının tabiriyle «şecere») sıfatıyla maruf idi. Müellifin dayısı Habibnecar Satlık oğlu Kazanlı . müverrih Mercaninin en saf talebesinden olup tarihe ve arabiyata ait matbu eserler sahibi idi• Müellif Ahmet - Zeki gerek bu iki zatın ve gerek Yurmatı, Bürcen ve Ki� rey - Kıpçak uruğlarındaki ensapçı «şeçere» !erin tesiriyle daha gençken tarih, ensap ve halkiyata ehemmiyet vermiş, ilk defa olarak kendi muhi­ tinde bulunan yazılı ensap defterlerini keza şifahi «Edige - Muradım» ·des· tanlarını ve saire toplamıştır. Mezkür dayısı Habibnecarın medresesini ikmalden sonra 1908 senesin­ de Kazana gelerek «Kasımiyeı> ;mektebi.n de okumuş ve 1909 - 1913 senele­ rinde orada Türk tarih ve edebiyatı muallimliğinde bulunmuş, Profesör Bo­ goroditski ve Katanof'un lisaniyat ve asarıatika enstitülerinde [2] çalışmış ve telifatla meşgul olmuştur. 1913 senesinde de Rus ulum akademisi ta­ rafından Fergana ve Buhara vilayetlerinde asariatika tetkikatına memur edi­ lerek orada çalışmış, 1915 - 16 kışında Ufada Osmaniye mektebinde Türk · tarih ve edebiyatı muallimliği yapmış, Türk ve Rus lisanlarında tel'ifatla meşgul olmuş ve birçok Rus ilmi cemiyetlerine aza olarak mesailerine iştirak eylemiştir. Müellif 1916 senesi sonbaharından başlayıp Petresburgda Devlet Dumasının İslam fraksiyonu Bürosunda Ufa vilayeti {slamlarını temsil etmiş ve bununla ilk defa olarak siyasi hayata girmiştir. Rus inkılabından sonra, 1917 - 1920 senelerinde, Başkurdistan. muhtariyeti hareketine rehberlik ederek hükümet reisliği ve ordu başlığı vazifelerini görmüş; 1919 senesine kadar sovyetlerle harbetmiş; mezkur sene Rus demokrat hükumetlerinin mağlubiyetini müteakıp Sovyetlerle anlaşarak yin e Başkurdistandaki vazi­ felerini muafaza etmiş ise de 1920 senesi yazında Lenin ve Stalinle milli meseleler üzerindeki ihtilaf yüzünden Türkistana çekilerek oradaki milli mücahede hareketleri başına g·eçmiş ve Türkistan milli komiteleri merkezi ·

[1]

" Bir sana ,, " bir kızak " "demektir; molla bir kızak ye arabaya ancak ken­

disi yerleşebilecek

derecede cesim olduğı1µ.dan Yurmatı ve

Bürcen muhitinde bu

ismiyle maruf olmuştur; kendi sinden birçok yazma e s erler kalmıştı r . [2) Prof. Bogoroditski ile olan mesai Tatar ve Başkurt şivelerinde aton hare­

ket!• meselesine alt

experem e n tol phonetique te tkika tından

1933

ibaret olup bunun bir

Kazan da çıkan .. EUudı po tatarskomu l t!urks­ komu yazıkoznanyu • atlı eserinin 34 - 41 inci sahifelerinde ilk defa olarok intişar

kısffit mezkür profesörün

te

etmiştir. Prof. Katanof'la olan mesai şehirlerine ait· malümat ve tetkikatı olup neşredilmeden kalmıştır.

ise

Volga ve Şi mali Kafkasyadak! eski Türk

hülasa ederek

bir araya toplamaktan ibaret


- 57 -

reisliği vazifesinde bulunmuştur. 1922 senesi sonlarında bu harekat akim kalınca 1923 senesi martında bazı arkadaşlarıyla beraber Rusyayı terke­ derek lrana ve oradan Afganistana geçmiştir. Bununla müellif tekrar ilmi hayata a\•det etmiş, Meşhet ve Kabilde bu yolc!.a bir müddet çalıştıktan sonra Hindistan ve Mısır tarikiyle Parise, oradan da Berline gider�k mesaisini devam ettirmiştir. 1925 senesi hazi­ ranında Berlinden Anhraya Telif ve Tercüme heyeti azalığına davet edil-· ıniş ve bir müddet orada çalıştıktan sonra 1 927 senesi kanunusani 26 sın­ dan 1932 senesi temmuz 8 inde vaki olan istifasına kadar İstanbul Da­ rülfununda Türk tarihi tedris etmiş ve yine telifatla meşgul olmuştur. Muh­ telif gazete ve mecmualarda türkçe, rusça ve almanca intişar eden siya­ si ve içtimai mevzular üzerinde yazdığı makalelerden maada ilmi ve içtimai mevzular üzerinde intişar eden e's er ve makalelerinin başlıcaları şunlardır: 1 ) ((Türk v e Tatar Tarihi>) , Kazan, 1912. Bu eser Yusuf Akçura Bey tarafından Türk Yurdu mecmuasında ( 1 91 2, N. 18 - 19 ) mevzuubahsedilmiş ve kısmen tercümeşi Resimli . Kitap'ta intişar etmiştir. 2 ) (( Türkçe dört mısralı maniler hakkında » ( (( Şura » mecmuası, Orenburg, 1911 ), 3 ) « Bürcen Başkutları etnografisine dair » ( Ş ura, 1913 ) . 4 ) (( Kazan Tatar melikesi Süyümbikeye dair tetkikatın tahlili» ( Sü­ yümbike mecmuası, 1913 ). 5 ) (<Kazan halk edebiatına ait neşriyatın tahlili >ı ( Süyümbike,1913 ) . 6 ) <<Kazan gimnazyum ve darüfünunnuda muallimlik eden Halfinler ailesinin ilmi ve medeni hayat ve faaliyetine . ait tetkikat ıı ( Şura, 1913 ). 7 ) (( Hok And hanı Hudayar Hanın son günleri » Kazan, 1914. 8 ) «Şahir Abdullah . Tukayın şiirlerini tahlilıı ( « Mekteb ıı mecmuası, 1913) . 9 ) «Vamberinin hayat ve eserleri ıı ( Mekteb, 1 913, Türk Yurdu, 1913, s,1060 1065, 1154 - 1 157 ) . 10 ) (( Tatar edebiyatı hakkında Aşmarin J) , Orenburg, 1913. 1 1 ) (< İhtilal zamanında ve Çar Mihayil Feodoroviçin intahabı vakasın­ da lsfamların rolü >ı , Kazan, , 1913. 12 ) « Çağatay şairi Lutfi ve onun divanı >ı , ' .Kazan, 1913. 13 ) (( Türkmen şairi Mahtumkulı'nın hayatı ve eserleri ıı ( Şura, 1914 N. 1 2-17; bu eser Prof. Samoyloviç tarafından rusça telhis edilerek (< Za­ piski Vost. Otdelenya Arxeolog. Obşçestva », t. 22 de intişar etmiştir ) . 14 ) (< Gurfetulhavakin ve onun Karahaniler tarihini Öğrenmek için ehemmiyeti >ı ( <c An » mecmuası, 1914, N. 4.) •


- 53 -

15 ) (< Rus tarihi edebiyatında Şehabeddin Mercani >> ( Mercani hak· kında mecmua, 1914, s. 468 489 ). 16 ) <( Mercaninin bir eseri hakkında Kayyum Nasiri » ( yine orada s. 582 . 589 ) 17 ) (( İslam aleminde tedenni sebebleri ve Mercani » { Yıldız, 15114 N. 117) . 18 ) (<Kstoletyu so dnia rojdenya tatarskago uçenago istorika Mardjani» { fzvestiya Obşçestva arxeol. Pri Kazanskom Universitete, t.29, 1915 ). ( rusça ). 19 ) (( Petresburg darülfünununda şark fakültesi lektörü Hüseyin Fayz· hanofun hayat ve eserlerine dair » ( Şura, 1914 ). 20) «Şarka ait Rus ilmi neşriyatının tahlili» { Yıldız ve Şura da 19141915 te intişar eden makale silsilesidir ). 21 ) «lbn Haldünun nazarında lslaın hüküm etlerinin istikbaliı> {«Bilgi» mecmuası, İstanbul, 1914, n. 7, s. 733 - 743), 22 ) «Türkistan etnografya alimi Abubekir Divayifin hayat ve eserleri» («Turmuş» , Ufa, 1914). 23 ) «Filonekonun Başkurt tarihine ait eserinin tahlili» {Turmuş, 1915). 24 ) «Kısaca Türk ve Tatar tarihi», Kazan, 1915, S· 136. 25 ) «Vostoçnie rukopisi v ferganskoy oblasti» - Fergana vilayetin­ de şark yazma eseri.eri (Zapiski vostoçnago otdelenya imparatorsk. russk. arxeol. Obşçestva, t. 22. Petersburg, 1915, s. 303 320). Rusça. 26 ) «Ütçot o komanderovke v buxarskoe xanstvo» - Buhara hanlı­ ğında ilmi seyahate ait rapor (Zap. Vost. otd .. t. 23, Petersburg, 1916, s. 245 - 262). Rusça. 27 ) «Nekotorye dannye po istoriyi Fergany vosemnadsatago stolet­ ya» - F ergananın · is inci asır tarihine ait bazı yeni malumat {Protokoly Turkestanskago krujka liubiteley Arxeologiyi, t. 19, Taşkent, 1915). Rusça. 28 ) «Türkirtanın manevi kültür serveti» · Türk destanlarına ait («Yurt» mecmuası, Hokand - Fergana, 1917, N. 1.). 29 ) «lbnelfakihin yeni nushası» {Türk Yurdu, 1924 N. 4. s. 297 - 304). 30 ) «Notices sur les manuscrits, decouverts dans les Bibliotheques du Kabul et Meched par Validiı> Validi tarafından Kabil ve Meşhet kütü­ panelerinde bulunan yazmalara ait notlar {com"uıun. par M. Deny, Journal Asiatique, 1924, N. 1, p. 149 - 151). Fransizça. 31 ) «Meşhedskaya rukopis İbnulfakiha» - İbnelfakihin Meşhet yazması {Bulletin de l' Academie des Sciences de Russie, Petersburg, 1924, p. 237 - 248). Rusça. 32 ) «Türk efsanelerinde milli alametler» (Türk Yurdu, 1925, t. 3). •

·


- 59 -

33 ) ((Oğuzların hıristiyanlığı meselesine dair>ı {Türkiyat Mecmuası, c.

II, İstanbul, 1928, s. 61 - 74).

34 ) (rHarzemde yazılmış eski türkçe eserler» (Türkiyat . Mecmuıısı, il, D5 - M� 35 ) Şeyhumuhsin Faninin Mahtumkulı divanı neşrine ait tenkit (yine orada, s. 466 - 47:4. ) 36 ) ((Rus inkilabı devrindeki Türkistan ilmi neşriyatı hülasası» (yine orada, s. 599 - 621). 37 ) (<Azerbaycan etnoğrafisine ait» (Yeni Kafkasya, 1927, N , 10, 1 1 , 14, 19). N . 1, s. 38 ) «Özbek Şaybak Hanın şiirleri» (Yeni Türkistan, 1 927, : 22 - 25). 39 ) «Türkistanın ismi ve hududu hakkında» (Yeni Türkistan, 1927, N . 5 - 6, S· 30 - 35). 40 ) «Şarki Türkistanda hdim Küçalıların medeniyeti>ı \'{eni Türkis­ tan, 1927, N. 7, s. 29 - 38). 41 ) «Türkistan ve Edil havzasının medeni münasebetleri tarihinden» (Yeni Türkistan, 1927, N . 2 - 3, s. 25 - 30). 42 ) e<Türkistan iktisadiyatında yerli ve Rus noktainazarları>ı (Yeni Türkistan, 1927, N . 4, s. 15 - 21). 43 ) «Mösyö Lekok'un yeni eserleriıı (Yeni Türkistan, 1927, N . 4, s. 22 - 23). 44 ) (<Türk dünyasında elifbe meselesiıı (Yeni Türkistan, 1928, N. 12, s . 1 - 18) 45 ) «18 - 19 uncu asır Türk siyasi hayatına ait iki eser» - Kırımlı İb­ rahim ibn Ali ve Hindistanlı l\Hr lzzetullahın eserleri (Yeni Türkistan, 1928, N. 16, s. 28 - 44). 46 ) (<Türkistanı . öğrenme derneğiıı (Yeni Türkistan, 1928, N. 16, s. 45 - 48). 47 ) c<Mevlana Beqaiı> (Yeni Türkistan, 1930, N . 27). 48 ) <<Türklerde hars buhramıı (Türk Yurdu, 1927, N. 24 , s . 495 - 509). 49 ) «Türk tarihinin l slamiyetten evvelki devirleriı:ıe ait .dersler (1927 - 8 tedris senesinde darülfünunda basılan formalar, s. 1 1 53) ; ancak yedi ders tabolunmuştur). 50) Türk tarihinin umumi hatlarına dair ilk methal ders (Darülfünun litoğraf tab'ı. 1927 - 28, s . 24). 51 ) Türkistanın tarihi coğrafyasına ait derslere methal (yine litoğraf tab'ı s. 24) 52 ) «Chwarezmische Satze in einem arabischen Fiqh werkeıı Bir -

·

-


- 60

-

·

Arap fıkıh kita.bında Harzem cUmleleri (lslamica, vol. 3, Leipzig, 1927, s. 1 90 203). Almanca. 53 ) l< Die gegenwartige Lage der mohammedaner Russlands » . Buda­ peştede verilen bir konferanstır, · Budapest, 1 930. Almanca. 54 ) « Bugünkü Türkistan », 1928 senesinde basılmaya başlanıp 552 sahifede kalmıştır. 1 55 ) « Azerbaycanın tarihi coğrafyası » ( Azerbaycan Yurt Bilgisi, 1932, •

1 -4)

5 6 ) cc Türk destanlarının tasnifi » ( Atsız Mecmua, lstanbul. 1931. N . 1 3, 5 ). 57 ) « Moğollar devrinde Anadolunun iktisadi vaziy�ti )) (Türk Hukuk ve iktisat Tarihi Mecmuası, c. I, 1931, s. 1 - 42 ). 58 ) « On Mubarakshah Ghuri » ( Bulletin of School" of oriental Studi­ es, vol. VI, Part, 4, London, 1932, s, 847 - 858 ). İngilizce. 59 ) « Temür Bekin lslamiyete bakışı » - Temür ve Goethe (Atsız, 1932, N. 13 ). 60 ) « Divanı lugatüt - Türkün telif senesi hakkında » (Atsız, 1932, N. 1 6) 61 ) « Mahmüd Kaşgariye ait notlar » ( Atsız, 1932, N. 17 ). 62 ) « Der lslam und die geographisc�e . Wissenschaft » ( Geographische Zeitschrift, Heidelberg, 1934 ) 63 ) « ni �t .,..-i .µ...· » Hindistanda tabolunuyor, F arisidir. 64 ) cc Über die lürkischen Stamme in Südpersien )) Cenubi lran Türk aşiretleri hakkında, almanca.dır. Sir Aurel Steinin raporlarında tabolunµyor. Yakında basılacak eserler: 65 ) « Neue geograpbische und ethnographische Nachrichten aus Albiruni's Werken ,, ; 66 ) « Albiruni's Weltbild und Gradtabelle » . 67 ) « Die Übervölkerung als Faktor in den Völkerwanderungen in-und aus dem mittelalterlichen Zentralasien » . 68 ) « fbn-Fadlan's Reiseberichte » . Bundan başka şu eserler Türkçe basılmak üzere hazır hulunyor: « Mahmüd Kaşgarideki coğrafi isimler », « lstanb�l Jc,ütüpanelerindeki kıymettar eserler », « Türkistan tarihi coğrafyası » c. I, il, « Türkistanın 13 - 15 inci asırlar tarihi » ( Çağatıı.ylar, Temür ve Temürlüler ), « Karahan­ lılar », « Idrisi coğrafyasının Orta Asyaya ait kısmı », « Moğol devrinde para ve ölçü sistemleri » ve saire. •

·

·


Bazı düzeltmeler Sahife

Satır

4

Yanlış

. D oğru

19

esas itibanyla

esas itibarıyla d a

10

ederim

ettim

8

20

mektek

m ektep

8

35-36

9

2

temsili

temsilini

10

21

bir memleket

[fazladır, çıkacak]

12

16

Kazaçi

Kazaçia

12

1 9-20

Kababadakl

Kasabadaki

Vi cdai

Vicdani

23

28-29

Rus islıim

Rus ve İslam

23

30

mollara

mollalara

har ete

harekete

6

23

6

25

5

27

11

28

29

29

aşağıdan

4

«Mükrehler»

ola rak

bah-

s ed en ve bu zümrenin

muariyane

uMükrehler» zümresinin

müraiyane

i ;; t in a

istisna

3

kullulanmıştır

tebit edilmiştir

vasiyeti

vaziyeti

30

11

zabitini

39

2

29

»

zabit v e gençlerini

1 67) da ha

1 67) Talas-Evliya Ata

etmiştir

etmektedir

defa 1 929

defa benim Matbaai

meselesine daha 41 42

21

aşağıdan

2

.A­

ınlre'de Albirü.ni'nin e­

s erl eri

ismiyle b asıl a n

formalardan 47

3

47

5·6

1 929 ufakah kelimesi kalın had·

ıe olup altı çizilecek tırnak içindeki

keza

kelimeler

ve son,ra



Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.