FAYDAU KlTAPLAR i 61
Bu kitabın ilk baskısı Şubat 1952, lklncl baskısı Temmuz 1955, üçüncü baskısı Eylül 1958, dör
baskısı Mayıs 1961, beşinci baskısı Mayıs altıncı baskısı Eylül 1966 da yapılmıatır.
düncü
1963,
Varlık Yayınlan, sayı
:
1388
lstanburda Ekin Basımevi'nde basılmıştır Mayıs, 1968
BIR1Nct KISDI
•
TV'RKÇÜL"OôCN MAHİYETİ
Tt'RKÇOLüQON ESASLARI B:.ı kitap, Nazari Kısım ve Ameli Kısım dile ikiye ayrılmıştır.
..
Nazari kısım, Türkçülü-
ğün mahiyetini tetkik edecek, Türkçülüğün programını p.caktır.
Ameli kısım,
tesbit etmeğe çalı
N
o
t :
yapılmadan
Eser ruh ve
metinde
h:çbir deği§iklik
aynen verilmiş, gerekli görüldükçe es
kim'ş bazı söz!erin karşılıkları içinde eklenmiştir. (Varhk)
..
yanlarım parantez
I
TORKçOLUGON TAR1Hl TUrkçillllfiln memleketimizde zuhurundan ewel, Av. nıpa'da, Türklüğe dair iki hareket vücude geldi. Bunlar. dan blrinc!sl fransı.zca Turquer� denilen Türkperestllk'. tir. TUrkiye'de yapılan ipekli ve
yün dokumalar , halılar,
kilimler, çiniler, demirci ve marangoz işleri, mücellitlerin, tezhipçilerin yaptıkları teclitler ve tezhibler,
mangal1ar,
gamdanlar ilh . . . gibi Tilrk sanabnın eserl,eri çoktan Av· nıpa'daki oefaisperestlerin dikkatini celbetmiştl. Bunlar TUrklerln eseri olan bu gilzel eşyayı bin ıerce liralar sar
federek toplarl ar ve evlerinde bi r
Türk salonu,
yahut
Türk odası vUcude getirirlerdi. Bazılan da bunlan baş
ka milletlere ait bedialarla beraber, bib!olan arasında teı hir ederlerdi. Avrupalı ressamların TUr k hayatına dair yapbklan tabl�larla, şairlerin ve filozoflann
Türk ah 'Akını tavsif
yolunda yazdıktan kitaplar da Turquerie dahiline girer
di. Lamartine'ln, Auguste Comte"un, Pierre Lafayette'ia, Ali Paşa'n�n hususi katibi bulunan Misemer'in, Pierre Loti'nin, Farrere'in Türkler hakkındaki dostane yazılan bu '
kabildendir. Avnıpa'daki bu hareket, tamamiy'e, Türki ye'deki Türklerin, bedii sanat1 arda ve ahlaktaki yüksek liklerin� bir tecellisinden ibarett ir. Avrupa'da zuhur eden ikinci harekete de
Türkiyat
(Tilrkoloji) namı verilir. Rusya'da, Almanya 'da , Macaris
�'da,
Danimarka'da, Fransa'da, lngiltere'de birçok ilim
adamları eski Türk'lere, Hua ' lara ve Moğ:>l'lara dair tarih! va atikiyati taharriler (arke:>lojik araştırmalar) yapmağa başladı !ar. Türklerin pek eski bir millet olduğunu, gayet
geniş bir sahada yayılmış bulunduğunu ve muhtelif zaman larda cihangiri.ne devlet1er ve yüksek medeniyetler
VÜ·
cude getirdiğini meydana koydular.. Vakıa, bu sonki tet. kiklerln mevzuu·,
Türkiye Türkleri değil ,kadim
Şark
Türkleriydi. Fakat, birinci hareket gibi, bu ikinci hare ket de memleketimizde bazı mütefekkirlerin ruhuna te
slrsl:Z kalmıyordu. Bilhassa,
Fransız müverrihlerinden De
Guignes'ia Türk 'lere , Hun'lara ve Mofol'lara dair yaz. mı§ olduğu bUyilk tarihle İnglllz A.limlerinden Sir Davids Lomley'in, Sultan Selimi Salise ithaf ettiği "Kitabı llm-U
Na.fi" ismindeki umumt TUrk sarfı,
mütefekkirlerimizin
ruhunda büyük tesirler yaptı. Bu ikinci eser, mUellifi ta
rafından İngilizce yazılmıştır. Bir mUddet sonra, validesi bu kitabı Frans ızcaya tercüme ederek Sultan Mahmud'a
ithaf etti.
Bu eserde Türkçen:O muhtelif şubelerinden
ba§ka, Tilrk medeniyetinden, TUrk etnoğrafyasından ve tarihinden bahsolunuyordu.
Sultan AbdUlaziz'in sca devirleri ile Sultan Abdülha mld'ln ilk devirlerinde, İstanbul, büyük fikir hareketine tecelliglh olmuştu. Burada hem bir encümeni diniş (aka
demi) teşekkille b�lamış, hem de bir
darillfilnun (üni
versite) vücude gelmişti. Bundan başka, askeri mektep
ler
de yeni bir ruhla yükselmeğe başla.nlışb.
O zaman bu darülfilnunda
hikmeti tarih müderrisi
bulunan Ahmet Vefik Paşa idi. Ahmet Vefik Paşa, "Şece rei TUrki"yi
Şark Türkçesinden
İstanbul
Türkçesine
tercüme etti. Bundan başka, Lehçei Osman ; ismf nde bir Türk kamusu vücude getirerek,
Tilrkiyedekl Türkçenin
umumi ve büyük Türkçenin bir lehçesi olduğunu ve bun·
dan başka TUrk
lehçeleri bulunduğunu, aralarında muka.. yeseler yaparak meydana koydu . Ahmet Vefik Paşanın bu ilmi TUrkçUlükten başka, bir de bedii TürkçillUğU vardı. Evinin bütün mobilye er i kendis�oin ve ailesi fertlerinin elbiseleri umumiyefe Türk mamulatındandı. Hatta, çok sevdiği kerimesi Avrupa tar zında bir terlik almak için çok ısrar glisterdiği halde, "e.. vime Türk mamulitından başka birşey.,giremez" diyerek bu arzunun husulüne mümanaat göstermişti. Ahmet Vefik Pap'nın başka bir orijlnalitesl de Moliere'in inud.. hikelerlni (komedilerini) TUrk A.detler!ne 84apte etmesi ve şahıslann isim,erini ve hüViyetlerini Türkçeleştirmek suretiyle Türkçeye nakletmes i ve milli bir sahnede oy• ·
,
..
natması idi.
·
Darülfünunun bir müderrisi TUrkçUlilğUn bu i lk esas lannı kurarken, askeri mekteplerin nazırl'ğ1nda bulunan Şıpka kahramanın Süleyman Paşa da, Türkçülüğü aske.. ri mekteplerine sokmağa çalıgıyordu. Sil1eyman Paşanın TürkçUlüğilne De Guignes'in tarihi müessir o lm uştu r diyebiliriz. Çünkü memleketimizde i1k defa olarak Çin membalarına istinaden Türk tarihi yazan Süleyman Paşa, bu eserinde bilhassa De Guignes i mehaz edinmiştir. Sü leyman Paşa .. Tarih-1 Alem"!nin methalinde bu eseri ni· çin yazmağa teşebbüs ettiğini izah ederken diyor ]:ti, As keri mektep,erinin nezaretine geçince, bu mekteplere la zım olan kitapların tercümesini mUtehassurlara havale et. tim. Fakat. sıra tarihe gelince bunun tercüme tarikile yaz dırılamıyacağını düşündüm. Avrupada yazılan bütün ta rih kitapları ya dinimize, yahut milliyetimize· (Türk lüğümüze) ait iftiralarla doludur. Bu kitap'ardan hiçbi risi tercüme edilip de mekteplerimizde okutturulamaz. Bu sebebe binaen mekteplerimizde okunaca.k tarih kita. .
..
..
..
8 bının te11flnl ben ilzerlme aldım. Vücude getirdiğim bu kitapta ha kikate mugayir hiçbir stsze tes adüf olunamıya cağı gibi, dinimize ve
de rastgelmek
milletimize muhalif
hiçbir
söze
imkinı yoktur."
Hunlann Çin tarih!ndekl m. yong Nu lar oldu�u ve bunlann Tilrk�erin ilk dedeleri bulunduğun u ve Oğuz Hanın, Hlyong-Nu devletinin mil· lAzımgeldiğinl bize ilk defa öğ re ten essisi Mete olması Süleyman Pqadır. Silleymaa Pqa, bundan başka, Cev det Paşa gibi lisanımızın sarfına dair bir kitap da yazdı. Avnıpa tarihlerindeki -
'
Fakat, bu kitaba Cevdet Paşa glbl, "Kavaidi Osmaniye" adını vermedi. "Sarfı Türki" namını verdi.
ÇUnkU lisanı mızın Türkçe olduğunu biliyordu. Ve Osmanlıca namile Uç lisandan mürekkep bir dil olamıyacağ : aı anlamıştı. Sü leyman Pqa, bu husustaki kanaatini, Talimi Edebiyab Osmaniye namı ile bir kitap neşreden Recatzade Ekrem Beye yazdığı bir mektupta açıkça meyd ana koydu. Bu mektupta diyor kl, "Osmanlı edebiyatı demek doğru de ğildir. Nasıl ki, lis an ımıza Osmanlı lisanı ve milletimize Osmanlı milleti demek de yanlıştır. Çünkil; Osmanlı ta biri yalnız devletimizin adıdır. Milletimiz!n unvanı iso yaln ız Türktür. Binaenaleyh, lisanımız da Türk lisanıdır. edebiyatımız da Türk edebiyatıdır." Sü�eyman Paşa, askeri rllşdiyelerinde. okunmak üze re .. F.sma-1 Türkiye" adlı kitabı da, Osmanlıcanın tesiri altlnda TUrkçe kelimelerin unutulmaması m aksadıyla yazmıgtr. GörülUyor ki, TUrkçUlllğUn ilk babalan Ahmet Ve fik Paşa ile Süleyman Paşadır. Tilrk :>caklarmda vesair TUrkçU milessese!erde bu iki TUrkçlllUk kılavuzunun bü yük kıt'ada resimlerini talik etmek (asmak) kadirginas ·
lık icabındandır.
'l'ORKÇOL'OQON
9
ESASLARI
Türki�e'de Abdülhamit bu kudsi cereyanı durdur mağa çal ış ı r ken Rusya'da iki büyük Türkçü yeti§iyordu. Bunlardan birincisi Mirza Fetih Ali Ahundof tur ki, Azeri Türkçesinde yazdığı orijinal mudhikeler bütün Avrupa li sanlarına tercüme edilmi§tir. tk;ocisi Kınm'da "Tercü man" gazetesini çıkaran lsmail Gasprinski'dir ki, Türkçil lükteki giarı "dilde, fikirde ve işde birlik"di. Tercüman gazetesini gimal Türkleri anl:adığı kadar prk Türkleri ile garp Türkleri de anlardı. Bütün Türklerio aynı lisanda birle§melerinin kabil olduğuna bu gazetenin vücudil canlı bir delildi. ,
'
Abdülhamid'in son devrinde, tstanbul'da Türkçülük ceı:eyanı tekrar uyanmağa başladı. Rusya'dan lstanbul'a gelen Hüseyinzade Ali Bey Tıb biyede Türkçülük esaslarını anlatıyordu. "Turan" ism:n deki manzumesı, panturaaizm mefkilresinin ilk tecellisi idi. Yunan harbi bagladığı sırada Türk şairi Mehmet Emin Bey: ..
Ben bir Tllrk·Um, dinim, cinsim uludur.
Mısrane bavlayan ilk şiirini neş retti. Bu iki manzu. me Türk hayatında yeni bir inkılabın başlayacağını ha· ber veriyordu. Hüseyiozade Ali Bey Rusya'daki milliyet cereyanlarının tesiriyle Türkçü olmuştu. Bilhassa, daha ko ejde iken, Gürcü gençlerinden s:>n derece milliyetper ver olan bir arkadaşı ona, milliyet aijkmı aşılamıştı. T�k şairi Mehmet Emin Beye, TürkçülüğU aşı'ayan -mumaüeyhin beyanatına göre- Şeyh Cemaleddini Efga. ni'dir. Mısır'da Şeyh Mehmet Abde'yi, Şimal Türkleri arasında Ziyaeddin bin Fahreddin'i yetiştiren bu büyük İslam müceddidi, Türk vatanında Mehmet Emin Beyi bu'
10 larak halk
llsanADda, halk vezninde mllliyetperverane glir.
,
ler yazmasını tavsiye etmişti.
Türkçülüğün ilk devrinde De Guignes
sir olduğunu
tarihinin mües
görmil§tUk. İkinci devrinde de Leon Cahun·un
"Asya Tarihinde Methal" unvanlı kitabının büyük tesiri
oldu. Necip Asını Bey birçok ilavelerle bu kitabın Türk
olan kısmını Türkçeye nakletti. Necip Asım Beyin bu kitabı her tarafta Türkçülüğe dair temayüller uyan dırdı. Ahmet Cevdet Bey, İkdam gazetesini, TürkçüJüğib bir organı haline koyd u Emrullah Efendi, Veled Çelebi ve Necip Asım Bey de Türkçülüğün ilk mücahidleriydi lere ait
.
Fakat, İkdşm
çillerden
gazetesi etrafında
bilhassa, li'uat
toplanan bu Türk..
Raif Beyin, Türkçeyi sadelegtir..
mek hususunda yanlış bir nazariyeyi takip etmesi, Türk..
çülillt cereyanının kıymetten düşmesine sebep oldu. yanlış nazariye tasfiyecilik fikriydi.
Bu
Tasfiyecilik, lisanımızdan Arap, Acem cezirlerinden (köklerinden) gelmiı bütün kelimeleri çıkararak, bun'a. rın
yerine Türk cezr..nden doğmuş eski kelimeleri, yahut
Türk cezrinden
yeni
edatlarla yapılacak yeni Türk ke
limelerini ikame etmekten ibaretti.
Bu nazariyenin fiili
tatbikatını göstermek Uzere neşrolunan bazı makaleler ve mektup!ar zevk sahibi olan okuyucuları tiksindirme ğe başladı. Halk lisanına geçmi§ olan arabi ve farisi keli· meleri, Türkçeden çıkarmak, bu lisanı en canlı kelimele· rinden,
dini, ahlaki, felsefi tabirlerinden mahrum edecek
ti. Türk cezrinden yeni yapılan kelimeler, sarf kaideleri
ni
hercümerc edeceğinden başka, ha�k için ecnebi kelime
lerden daha yabancı, daha meçhuldü. Bina�naleyh, bu ha reket lisanımızı sadeciliğe, vuzuha doğru götürecek yer de, muğlakiyete ve zulmete doğru götürüyordu. Bundan bagka, tabii kelimeleri atarak, onların yerine sun·t kellme-
11 ler ikamesine çalıştığı lç!n, hakiki bir Usan
yerine sun'!
bir Türk Esperantos u vUcude getiriyordu. Memleket : n ih ti yac ı ise, böyl� bir yapma Esperantoya değil, bildiği ve anladığı mlinis ve gayri sun'l keli melerden mürekkep bir müdabeme (anlaşma) vasıtasına idi.
ݧte, bu sebepten
dolayı İkdam'daki tasfiyecilik cereyan ından , fayda yeri-
ne ·mazarrat husule geldi. .,. Bu sırada Tıbbiyede teeekkül eden gizli blr inkılap cemiyetinde
pantUrkizm,
mefkureler:Ode?l hangisi
panott:>matizm,
daha ziyade
pan:sIAmizm
ae'niyete ( reall te
ye) muvafık olduğu mllnakap ·ediliyordu. Bü milnakaıa,
Avrupa'daki ve Mısır'daki genç Türklere de intikal ede· tek bazıları pantürkizm mefkiiresinl,
bazıları da panot ..
tomatizm mefküresinl kabul etmişlerdi. O zaman Mısır'da çıkan Türk gazetes inde Ali Kemal, Osmanlı ittihadı
fik
rini ileri sürerken, Akçuraoğlu Yusuf Beyle Ferit Bey Türk ittihadı siyasetini tavsiye ediyorlardı. Bu sırada Hüseyinzade Ali Bey lstanbul'�an ve Ağa. oğlu Ahmet Bey Paris 'ten
Bakft'ya gelmişler ve
orada
mücadele için elele vermişlerdi . Topçubaşıyef de bunlara
iltihak etti. Bu üç zat orada o zamana kadar hakim bu .. lunan sllnnilik ve şülik ihtillflarmı izale ederek Türklük ve İsiamlık camialan etrafında
bUtUn
Azerbaycanlı! an
toplamağa çalıştılar.
24 Temmuz ink ılAbından sonra Türkiye'de Osmanlı lık fikri h akim olmuştu. Bu es nada , intişara başlayan "Türk Derneği" mecmuası, gerek bu sebepten, gerek yi
ne tasfiyecilik cereyanına kapılmasından dolayı
hiçbir
rağbet görmedi.
31 Marttan sonra, Osmanlıcılık fikri eski nüfuzunu kaybetmeğe başladı. Vaktiyle Abdülh amid'e İslim ittiha
dı fikrini vermi§ olan Alman Kayzeri bu fırsattan istifa-
12
�llm
de ederek. Soltanahmet meydanında ittihadı namı· nıı bir miting ynptırdı. Bu gilnden itlb:ıren memleketimls de gizli ltWıad islim teşkilAtı :yapılma.fa bqladı. Gene; Türkler, Osman"ıcı ve ittihadı lalimc:a olmak llzerc Ud muarız kımıa aynlmap başladılar. .Osmanlılar k�zmo. polit. ittihadı iılAmcılar ile llltramonden idiler. Her iki cereyan da memleket Iç�a muzırdı. Ben, 1328 kongresinde Selinlk'te merkezi umumi azih �n� intihap olımdufum sırada siyasi ahval bu merkezdeydi. Bu sırada, SeLtn!k'te Genç Xnlem'er tamlııde bir mee mııa �ıkıyoi'du. Mccmuum aaımaharrlrl All Canip Bey. le bir gece Beyazkul8 bahçesinde konu111yorduk. Bu genç bana mecmuasınm 1.!annda aadeUfe dofru bir lnkıb\p yap. DUlğa eaJııtıtuu. Ömer Seyfeddln'iıı bu mücade�de p:tv4 ol�uğuııu anlattı. ömer Scyfoddin'ln lisan hakkındaki bu fikirleri tamamtyle benim kanaatlerime tevakkuf edlyor cla. Gençliğimde. Tafkı.ela'da mahpus bu!undujum sırada. neferlerin mllllzlml evvelo "evvel müJlzim", mllllz!ıni aa.. niye . se.a.I mUIUlm", Trabhıagarb'a Garb Trablusu''. Trabluaşam'a 0Şam Trabluau·• demeleri bmde au ltat'I lmnastl uyandJf1Dltlt: .
..
TUrkceyl iallh içln bu Hundan btttnn Arabi ve Fa· rlai ke'imılerl değll, umam Arabi ve Farial kald�eri at mak, Anıb! ve Far4! kelimelerden de Ttlrkçcsl olanlan tcrJccdcrek, Türkçe bulunmıyaulan llsnııda lbka etmek. Bu fikre dair bu1 yuılar yamuı laem de. neşriıle fımt bulamamlflım. Naaıl ki, Türkçülük hakkında. yuı yl\.llrul ğa da henüz bir fırsat elvermemltti. Daha co bet )"nf}ında iken Ahmet Vefik Paşanın ••Lehçe! Qmnanf'·si ile SU1r.)•nuın Papnın "Tarihi Alam"l bende TUrkçll·llk te. nıayüllerinl doğannu.ıtu. 312 do lstanbura geldlt:.m u ™ ilk aJdıfım kitap Uon Cahun'Un tarihi olmuetu- Bu
13 kitap ldeta pantilrkbm metktresial lelvfk etmek tızen JUlllDlf gibidir. O nmaa HUseyinzade Ali Beyle temu ederek. TU.rkçUlük hakkın:takl kanaatlerini öfrenlyordum. Huliaa, on yedi on sekiz aeneden beri TU.rk llltletl· nln BOBY'llojlal ve plakoJoJi•inl tetkik için arfettiiim me aa!Di.ıı mahaallt?ri kafamın içinde istif edilmtı duruyor· du. Bunları meydana atmak lc;:iıı yaln�z bir vealleıı�n zuhu nıııa ihtiyaç vardı. lete. Genç Kalemler'do Ömer Seyted dln'in bqfam•ı olduğu mOcahede bu veslleyl izhar ottJ. Füat ben Usan mese'eıdnl kili g6rmiyerek TUrkçlllOğD bUtll� mefküreleriyle, bütün prognımiyJe ortaya atmak lizımgeldiğ!aJ diişüDdllm. Blltün bu fikirleri ihtlva eden ''Tunui" manzumesini yo.zarak Genç Kalemler'de acp·ct tim. Bu mamume, tam zamaıımda fntilar otmiştl. Çllnlnl, Osmanlıcılıktan da, lsJim ittihatçılığuıdan da momlekct tçln tehllko�er doğacağını gören gcaç nıhlar kurtarıcı bir mcfkCıre arıyorlardı. Turan nıanzumai bu mefkW-onin llk kıvılcımı idi. Ondan sonra. mlltemadlyea bu manzwnedekl esasları ıerh ve tefsir etmek�e uğ'rqtun. ..
Tura:ı mamumeainden •cm.nı. Ahmet Hikmet Bey 11Altaordu" makalesini nep-ettL ·lataııburda uTUrk Yor du" mecmuuiyle Ttlrkocntı cemiyeti tetekkW ettl Ha lide Hnnun °Yenl Tunm" adlı romanlariyle Tilrkçülüğe
Hamdullah Buphl Bey TilrkçlllU· ğUn faal bir relai oldu. İaimlerl )'Ukzında geçen yahut ıeçmlyen bUtlln. TUrkçWer, gerek Tllrk Yunlunda, geffic Tilrkocağında hlrleşc.�ü beraber �hıWar. KöprUlDzade Fuat Bey Ttlrldyat aahıunnda bil)'tlk blr-mUtebahblr vo IJJ.ın o,du.. l1m1 eaerleriyle TUrkçWtıi11 tenvir etti. bUytık blr kıymet V(TdJ.
Yakup Kadri, Yahya Kemal, Falih Rıfkı. Refik Halit. Rept Nwi beyler gibi nlsirlar ve Orhan Seyfi, Faruk Nafb, Yusuf Ziya, Hikmet HAmn, VilA Nureddbı beylel'
14
TORKCOLUOtnf
ESASLARI
yeni Türkçeyi güzelleştifdiler. MUfide Ferit Hanım da gerek kıymetli kita plariyle gerek Paris'teki
gibf şairler
,
yüksek konferanslariyle Türkçül üğün yükselmes ine büyük hizmetler sarfettl. TürkçülUk Alemi bugtln o kadar genişlemiştir ki, bu sahada çalışan sanatklrlarla ilim adam!annın hepsinin
isimlerini saymak, ciltlerle kitaplara muhtaçtır.
Yalnız
Türk mimarlığında Mimar Kemal Beyi unutmamak lazım
dı r . Bütün genç mimarların Türkçü olmasında mu mailey
hin büyilk bir tesiri vardır. Maamafih, Türkçülüğe dair bütün bu hareketler akinı
kalaca kt ı , eğer Türkleri Türkçülük mefkfıresi etrafında
birleştirecek biiyük bir - inkıraz tehlikesinden kurtarma ya muvaffak olan büyük bir dô.hi zuhur etmeseydi! Bu büyük d&.hinin ismini sö ylemeğe hacet yok, bugün
Gazi
bütün cihan
Mustafa Kemal Papa ismini mukaddes
kelime addederek her an hürm etle anmaktadır.
bir
Evvelce
Türkiye'de, Türk Milletinin hiçbir mevkii yoktu. Bugün,
her hak Türkündür. Bu topraktaki hi.kimiyet Türk hA. ltlmiyetidir, siyas ette, barata, iktisadda hep Türk hlkim dir. Bu kadar kati ve büyük inkılAbı yapan zat Türkçülü
ğün en büyük adamıdır. Çünkll; düşünmek ve söylemek kolaydır. Fakat, y apma k ve bilhassa muvaffakıyetle neti.. celeııdirmck çok
güçtür.
II
TORKçOLttK NEDİR?
-�
TilrkçUlük, Türk millOCini yükseltmek demektir. O halde, Türkçülüğün mahiyetini anlamak için, evvelemjr de, millet adı verilen zümrenin- mahiyetini tiyin etmek laz1mdır. Millet hakkındaki muhtelif telakkileri tetkik edelim: 1) Irki Türkçülere göre millet ırk demektir. Irk ke limesi esasen mevaşi fenn:Oin ıstı�ahlarındandır. Her hay van nevi1 teşri hi v as ıfl arı itibar iyle birtakım enmuzeclere (tiplere) a,yrılır. Bu enmuzeclere ırk adı verilir. Mesela, at nevi'nin Arap ırkı, İng i liz ı rkı, Macar ırkı adlarını alan birtakım teşrihi enmuzecleri vardır. İnsan arasında da, eskiden beri, beyaz ırk, aiyah ırk, ıan ırk, kıl"lil!Zl ırk namlariyle dört ırk mevcuttur. Bu tasnif, kaba bir tasnif olmakla beraber, lıA.ll kıymetini '
:nuhafaza etmektedir.
Beşeriyet (antr opol oj i ) ilmi
Avru padaki insanlan
kafalarının şekli ve saçlariyle ve
gözlerinin rengi itibaç
rlyle üç ırka ayırmıştır. Uzun kafalı kumral, uzun
kafalı
esmer, yassı kafalı . Maamafih, Avrupa' da hiçbir millet, bu enmuzeclerden
yalnız birini m uhtevi değildir. Her milletin içinde, muh· telif nisbetlerde olmak üzere bu Uç ırka mensup fertler mevcuttur. Hatta, aynı ailenin içinde, bir kardeg uzun ka· falı kumral, diğerleri uzun kafalı esmer ve yaaaı kafa!ı olabilirler.
TO'RKCOLOOON
18
ESASLARI
bir zamanlar, bazı fbeşeriyattılar bu tegribJ eamuzecle rle içtimai hasle tler arasında bir münasebet Vakıa
bulunduğunu iddia ederlerdi. Fakat birçok ilmi tenkidle rin ve bilhassa bizzat beşeriyatçılar arasında en yüksek
bir mevkide bulunan Manouvrier ismindeki alimin, teşri hi vasıfların içtimai seciyeler üzerinde hi çbir tesiri olma e tme si, bu eski iddiayı tamami yle çürüttü.
dığ!nı ispat
Irkın, bu sur etle içt imai
h asle tlerle hiçbir
münasebeti kal
may:aca, içtimai s eciye1 e rin mecmuu olan milliyetle hiçbir münasebeti kalmaması lazı mgelir.
O
halde
de
milleti
başka bir sahada aramak iktiza eder.
2)
Kavmi Türkçüler de
milleti kavim . zilmresiyle
karıştırırlar.
Kavim, aynı anadan, aynı babadan üremiş, iç!ne hiç yabancı kanşmamış kandaş bir zümre demektir. Eski cemiyet1er, umumiyetle saf ve yabancılarla ka rışmamış bire r kavim olduklannı iddia ederlerdi.
Hal
buki, cemiyetler kablettarih· (tarihten ö nce ki ) zamanlar da bile, kavmiyetçe. halis değildir. Muharebelerde esir al ma, kız kaçırma, mücrimlerin kendi cemiyetinden kaçarak
başka bi r cemiyete girmesi, izdivaçlar, m uhace retler, tem sil ve temessül gibi h adiseler daima milletleri birbirins karıştırmışb. Fransız ilimlerinden Cam.ille Julian ile Meillet en eski zamanlarda bile saf bir kavmin bulunm a
dığını. iddia
etmektedirler.
Kablcttarlh zamanlarda bile
saf kavim bu�unmazsa tarihi devirlerde kavmi hercümerç .. !erden sonra, artık saf bir kavmiyet aramak abes olmaz
mı? Bundan başka· sosy�loji ilmine göre, fertle r dünyaya gelirken li.içtimai (non-social) olarak gelirler. Yani içti mai vicdanlarından hiçbirini berabe rle rinde getirmezler. Mesela lisani, dini, abli.ki, bedii, siyasi, hukuk� , iktisadi vicdanlardan hiçbirini beraber getirmezler. Bunlann h e�
TCmKCOLttOON
1'1
ESASLAitI
s�ni sonraları terbiye tarikiyle cemiyetten alırlar. Demek ki içtimai has letl er uzvi verasetle intikal etmez. yalnız terbiye ta ri kiyle intikal eder. O ha�de, ka vmiyeti n milli seciye noktai aazarından da hiçbir rolü yok d emekti r. Kavmi saffet, hiçbir cemiyette bulunmamakla bera be \ . es k i cemiyetler, kavmiyet mefkuresini takip eder ler'di. Bunun sebebi dini idi. Çünkü, o cem iyetl erde, ma bud, cemiyetin ilk cedd indcn ibaretti. Bu mabud, yalnız kendi z ü rri yetinden bulunanlara mlbudluk etmek ister di. Yabancılann kendi mlbedine girmesini, kendisine ya p ı la c a k ibadetere iştirak etmesini, kendi mahkemeler:o de kendi kanualarına göre m\lhakeme olunmasını arzu �tmezdi. Buna binaen, cemiyetin içinde muhtelif tebe:ınl (evlat edinme) yollariyle girmig birçok fertler bulun m a kla beraber bütün cemiyet, yalnız mabudun zürri yet lerinden mürekkep itibar olunurdu. Eski Yunan medinele rindc (site'erinde), k ab lel is l im (İslamdan önceki) Arap l ar da eski Türklerde, hulasa henüz ilk devr:ode bulunan bütün cemiyetlerde �u yalancı kavmiyeti görürüz.
..
,
da v ar ki, içtimai tekimüliln o merhales:nde yaı:ıyan milletler için kavmiyet mefldiresini takib etmek norma l bir hareket olduğu halde, bugün iç:nde bu�undu ğumuz merhal c?yc n ispetl e marazidir. Çünkü, o merha'e do buluntn cemiyetlerde içtimai tesanüd yalnız dindaşlık rabıtas:ndan ibaret ti . Dindaşlık kandaglığa istinad ed ince tabiidir ki, içtimai tesanüdün istiıiatgabı da kandaşlık olur. Bugünkü içtimai merhalemizde ise, içtimai tesanUd, harstakl iştirake istinat ediyor. Harsın inti kal vasıtası t e r bi ye olduğu için kandaşlıkla hiçbi r ali.kası yoktur 3) Coğrafi Türkçülere gö re, millet, aynı Wkede otuŞurası
,
,
.
F:- 2
TURKCOLOOON
ıs
ESASLARI
ahalilerin mecmuu demektir. Mesela, onlara göre bir İran milleti, bir İsviçre milleti, blr Belçika milleti, bir Britanya milleti vardır. Halbuki İran'da Farisi, Kürt ve Tilrkten ibaret olmak Uzere Uç millet, lsviçre'de Alman, Fransız ve İtalyandan ibaret olmak üzere yine üç millet, Belçika da as!en Fransız olan Valcnlarla aslen Cermen olan Flimanlar mevcuttur. Büyük Britanya adalarında ise Anglo Sakson, İskoçyalı, Galli, İrlandalı namlariyle dört millet vardır. Bu muhtelif cemiyetlerin lis anları ve harslan birbir inden ayrı olduğu için, heyeti mecmualanna millet ad:oı vermek doğru değildir. Bazan bir ülkede müteaddit milletler olduğu gibi, bazan da bir miHet müteaddit ü1kelere dağılını� bulunur. Mesela, Oğuz Türklerine bugün Türkiye'de, Azerbaycan' da, 1ran'da, Harzem ülkesinde tesadüf ederiz. Bu zümrelerin lisanları ve haraları müşterek olduğu halde, bunlan ayrı milletler telakki etmek doğru olabilir mi? 4) Osmanlıcılara nazaran, millet Osmanlı İmpara torluğunda bulunan bütün tebaaya şamildir. Halbuki, bir imparatorluğun bütün tebaasını bir tek millet telakki etmek büyük bir hatadan ibaretti Çünkü, bu halitanın içi n de müstakil ha rslara malik müteaddit milletler var dır. 5) İslam ittihatçılanna göre, millet bütün müsUl manlnnn mecmuu dem�ktir. Aynı dinde bulunan insan�arın mecmuuna ümmet adı verilir. O hal de müsliimanların mecmuu da bir ümmettir. Yalnız lisanda ve harsta müşterek olan millet zümresi ise bundan ayn bir şeydir. 6) Fertçilere göre, millet bir adamın kendisini men sup addettiği he rhangi bir cemiyettir. Filhakika, bir fert kendisini zlhiren ıu yahut bu cemiyete nispet etmekte ran
'
.
TtmK(;OL'OQON
ESASLARI
19
hllr zanneder Halbuki fertlerde böyle bi r bUrriyet ve is tlklAI yoktur. Çünk ü insandaki ruh duygu larla fikirlerden milrekkeptir. Yeni nıhiyatçıl ara göre, hissi hayatımız asıldır, fikri h ayatımız ona aşılanmıştır. Bin aenaleyh ru humuzun n ormal bir halde bulunabilmesi içia, fikirlerimiztn his� erimize tamamiyle uygun olması lazımdır. Fikir .
.
.
-
leri hislerine tevafuk ve istinat etmiyen bir adam ruhen hastadır. Böyle bir adam hayatta mesut olamaz. Mesela h lssen dindar olan bir genç ken dis ini fikren dinsiz telakki ederse, ruhi bir muvazeneye malik olabilir mi? Şüphesiz, hayır! Bunun gibi, her fert hisleri vasıtasiyle munyyen bir millete mensuptur. Bir millet, o ferdin, içinde yaşa dığı ve terbiyesini aldığı cemiyetten ibar ettir Çünkü, bu fert içi nde yaşadığı c emiyetin bütün duygular ını t erbiye vasıta.siyle alınış tamamiyle ona benzemiştir. O halde bu fert. ancak bu cemiyetin icinde yaşarsa mesut olabilir Başka bir cemiyetin içine giderse, daüssılaya uğrar, has ta lanır hissen müşterek bulunduğu c emiyetin içine git-_ mek için hasret çeker O halde, bir ferdin istediği zaman, mi ·Uyetini değiştirebilmesi kendi elinde değildir. ÇünkU, milli ye t de harici bir ge'niyettir. İnsan milliyetini cehalet le tanıyamamışken , sonradan, taharri ve tahrik vasıta ılyle keşfedebilir. Fak�t, bir fırkaya girer gibi, sırf ira des iyle şu yahu t bu millete intisap edemez. l
.
.
,
.
,
O halde, millet nedir? iradi kuvve tl ere
ne gibi
Irki, kavmi, coğrafi, siyasi,
tefevvuk ve taha]ptüm e deb ilecek ba§ka
bi r rabıtamız var? İçtimaiyat ilmi ispat ediyor ki, bu rabıta terbiyede, hn.rsta ylni duygularda iştiraktir. İnsan en samimi en derunt duygulannı ilk te rbi ye zamanında alır. Daha be olkte iken, işittiği ninnilerle anadilinin tesiri altında ka lır. Bundan d:>layıdır ki, en çok sevdiğimiz lisan anadili mizdir. Ruhumuza vücut veren bütün dini, ahliki, bedil
20
TORKCt)'LOOON
ESASLARI
duygulanmızı bu lisan vasibısiyle almışız. Zaten ruhu muzun içtimai hi sleri , b u dint, ahlaki bedi t duygulardan lb al'et değil mi dir? Bunlan çocukluğumuzda hangi cemi yetten almışsak, daima o cemiyette yaşamak isteriz. Baş ka bir cemiyet!n i çinde daha bilyük bir refa h1a yaşama mız mümkün iken, cem i yeti n içindeki fakrı (yoksull uğu) ona. tercih ederiz. Çünkü, dostlar i çindeki bu faki rlik, ya bancılar arasındaki o refahtan ziyade b�i mesut kılar. Zevkimiz, vi cdan ı m ız, iştiyaklanm!z, hep i çin de yaşadığı mız, t erb i ye sin i aldığımız cemi yeti ndir. Bunların aksisada sını r.oc ak o cem i y et i çinde i şitebiliriz. ,
..
..
Onclan ayrılıp da başka bi r cemi yete intisap edebll memiz için, bütün bi r mani var dır. Bu mani , çocukluğu muzda o cemi yetten almış olduğumuz terbiyeyi ruhumuz dan çıkarıp atmanın m ümk ün 01mamasıdır. Bu m iimkün olm a dı ğı için, eski cemi yet i çinde kalnııya mecburuz. Bu ifadelerden e.nlaşıldı ki, millet, ne ırki, ne kavınt, ne coğrafi, ne siya.si, ne de iradi bi r züm re değil di r. Mil let, lisanca, dince, ahlakça ve bedii ya tç a müşterek olan, yani aynı terbi yeyi almış fertlerden m ürekkep bu'una n bir zümredir. Türk kö yl üsü onu "dili dil ime uyan, dini dini me uyan" diyerek tarif eder. Filha kika bir adam k anca müşterek bul unduğu insanlardan zi yade, dilde ve din�e müşterek bul unduğu insanlarla beraber yaşamak i ster. Çünkü, insani şahsiyetimiz, bedenimizde değil, ruhumuz dadır. Maddi meziyetlerimiz ırkımızdan gel iyors a, manevi meziyet1erimiz de, terbiyesi ni aldığım ız c emiy etten geli yor. Büyük lsk.?nder diyor ki, "Benim hakiki babam Filip değil, Arist:>'dur. Çünkü, birincisi maddiyetimin, ikincisi mAncviyetimin tekevvünilne sebep olmuştur." İnsan iç: n maneviyat, maddiyetten mukaddemdir. Bu itibarla milli yette aecere aranmnz. Yalnız1 terbiyenin ve mefkurenin ,
..
,
olması aranır. Normal bir insan han� milletin terbl )'eılnl almıısa, ancak onun mefkQresine çalııabillr. Çün kU, meflcQre bir vecd menbaı içindir ki, aranır. Halbuki, terbiyesiyle bUyUmUı bulunmadığunız bir cemiyet:n mef· kQreıl, ruhumuza asla vecd veremez. Bilakis, terbiyesini mUll
..
almıı olduğumuz cemiyetin mefkuresi ruhumuzu vecdlere ıarkedorek mesut yaşamamıza sebep olur.
Bundan dola
yı dır ki, insan . terbiyesiyle büyüdüğü cemiyetin mefku
roıl uğruna hayatını feda edebilir. Halbuki, zihnen ken dlalnl nisbet ettiği yabancı bir cemiyet uğruna ufak bir menfaatini bile feda edemez. Hulıisa, insan, terbiyece __
mU�torek bulunmadığı bir cemiyet içinde yaşarsa bedbaht olur. Bu mütala.alardan çıkaracağımız ameli netice şudur: Momlekctimiz<.le vaktiyle dedeleri Arnavutluk'tan, yahut Arnbistan'dan gelmiş
milletdaşlarımız
vardır.
Bunları
TUrk terbiyesiyle büyümüş ve Türk mefkiires:ne çalışma
yı ltlyad edinmiş görürsek sair milletda§larımızdan hi� tefrik etmemeliyiz. Yalnız saadet zamanında değil, fe IAket zamanında. da bizden ayrılmıyanlan nasıl milliyeti mizden hariç te'ikki edebiliriz. Hususiyle, bunlar arasın
da. milletimize karşı büyük fedak1rlıklar yapmış, Tilrklü le bUyUk hizmetler üa etmiş olanlar varsa, nasıl olur da bu fedakar insanlara
..
Siz Türk değilsiniz''
Filhakika, atalarda şecere
aramak
diyebi1iriz.
lazımdır, çünkü bütün
meztyetleri sevki tabiiye müstenid ve irsi olan hayvanlar-
dR
�
ırkın büyük bir ehemmiyeti vardır. insanlarda ise, ır-
kın l�timai hasletlere hiçbir tesiri olmadığı için, şerece aramak doğru değildir. Bunun aksini meslek ittihaz eder ıok, memleketimizdeki
münevverlerin ve
milcaridlerin
birçoğunu feda etmek iktiza edecektir. Bu hal, caiz olma
dıalından hlt
"Türküm" diyen her ferdi Türk tanımaktan, yal
Türklüğe hiyaneti görülenler varsaı
bauka
çare �okt'1r,
cezalandırmaktaıı
. .
m TÜR.KÇÜL'OK VE TURANCILIK Türkçülükle Turancılı ğın farklarını
anlatmak i çin,
Tilrk ve Turan zümrelerinin hudutlarını tayin etmek zım dır
.
Türk bir mil!etin adıdır.
ıa.
Millet, kendis?ne mahsus
bir harsa malik olan bir zümre demektir. O halde, Tilrkün yalnız bir lisanı, bir tek harsı olabilir.
llalbuk�, Türkün bazı §Ubeleri Anadolu Türklerinden
ayı-ı bir lisnn,
ayn bir hars yapmağa çalışıyorlar. Mesela
Şimal Türklerinden bir kısım gençler bir Tatar lisanı, T a
tar harsı vücude getirmekle meşguldürler.
Bu hareket,
Türklerin başka bir millet, Tatarların da başka let olması neticesini verecektir.
Uzakta
bir mil
bulunduğumuz
için, Kırgızların ve ÖZbeklerin nasıl bir şiar takip edecek lerini bilmJyoruz.
Bun!ar da birer ayrı lisan ve edebi
yat ,birer ayrı hars vücude getirmeğe çalışırlarsa,
Türk
milletinin hududu daha daralmış olur. Yakutlarla Altay Türkleri da ha uzakta bulundukları için, bunları Türkiye Türklerinin harsı dairesine a1mak daha güç görünüyor. Bugün, harsça. birleşmesi kolay olan Türkler, bilhas
sa Oğuz Türkleri, yani Türkmenlerdir. Türkiye Türkleri glbi, Azerbaycan, İran ve Harzem ülkelerinin Türkmen leri de Oğuz uyruğuna mensupturlar. Binataaleyh, Türk çülükteki yakln mefkiıremiz Oğuz ittihadı, yahut Ttirk m�n ittihadı olmalıdır. Bu ittihattan maksat nedir? Siyas! bir ittihat mı?
Şimdilik hayır!
İstikbal hakkında bugün..
den bir hüküm veremeyiz. Fakat, bugünkü mefküremiz.
Ofuzlarm rainız harsça birl�mesidir,
·
Oğuz
TUrlderi, bugün dart ülkede yayılmıe olmakla
beraber, hepsi birbirine yakın akrabadırlar. Dört
kl Türkmen
illerinin adlarını
Wkede kareılaştınrs ak görürilı ki, ,
birinde bulunan bir ll'in yahut boy'un diğerinde de ıube lerl var.
Harzem'de Tekelerle Sanlan ve Karakalpak· lan görüyoruz. Memleketimizde Tekeler bir sancak teşkil Mesela,
ed�cek kadar çoktur; hattA, bir kısmı vaktiyle Rumeliye
Rumkale'de otururlar. Karakalpaklar ise� Karapapak ve Terekeme ad larını alarak, Sivas, Kars ve Azerbaycan cihetlerlnde yer l�mişlerdir. Harzem'de Oğuzun. Salur ve lmrah bo yla riy le Çavda ve Göklen = Karluklardan Kealin illeri vardır. Bu isimlere Anndolu'nun muhtelif noktalarında tesadüf
nakledilmigtir. Türkiye'deki Sarılar bilhassa
edilir. Göklen,
keneli adını
Van'da bir köye Gök�ğlan
şeklinde vermiştir. Oğuzun Yayat ve Afşar boyları da gerek TUrkiye'de, gerek Harzem, İran, Azerbaycan ve Türkiye Ulkeleri
Türk
etn�ğrafyası itibarile aynı uyruğun yurtlarıdır. Bu dört Ulkenin mecmuun a Oğuzistaa adını verebiliriz. Türkçülil ğUn yakın hedefi bu büyük kıtada yalnız bir tek harsın hlkim olması dır. Oğuz Türkleri umumiyetle Oğuz Hanın torunlandır. Oğuz TUrk!eri birkaç asır evveline gelinceye kadar mü tesanid bir· aile halinde yaşarlardı. Meseli. Fuzuli bütün Oğuz 6 Ubeleri içinde oku n an bir Oğuz şairidir. Kork ut Ata kitabı Oğuzlann resmi Ofuznamesi o lduğu gibi Şah İsmai l Aşık Kerem, Köroğlu kitapları gibi halk eserleri ·
..
,
,
de bütün Oğuzistan'a yayılmıştır.
TürkçillUğüa uzak mefk!iresi ise Turan'dır. Turan bazılarının zannettiği gibi, Türk l erden bqka, Moğolları, Tonguzları, Finuvaları, Macarları da ihtiva eden �ir ka·
vimler haUtaaı �eğildir. Bu zllm!'eye, 1lim lisanında Ural
•
Altay zümresi denilir.
Maamafih bu sonki zümreye men· aip kavimlerin llıanları arasında bir akrabalık bu,undu
fu da henüz lsbat edilememiştir. HattA., bazı müellifler,
Ural kavimlerile Altay kavimlerinin birbirinden ayrı
iki
zümre teşkil ettiğ:ni ve Türklerin Moğol'ar ve Tonguz!ar la beraber Altay zümresine,
Finuvalarla Macarların da
Ural zümresine mensup olduklarını iddia ediyorlar. Türk .. lerin Moğollarla ve Tonguz,'arla lisani bir karabeti oldu
ğu da henüz isbat ed�lmemiştir. Bugün , ilmen sabit �lan bir hakikat varsa,
o da Türkçe ko!luşan Yakut, Kırgız, Öz bek, Kıbçak, Tatar, Oğuz gibi Türk şubelerin ;n lisan ve
an'anece kavmi bir vahdete malik buJunduğudur.
Turan
kelimesi, Turlar yani Türkler dem�k olduğu için. münha .. sıran Türkleri ihtiva eden camlavi bir isim'e lran'da ve
Azerba ycan ' da
mevcutturlar.
Akkoyunlularla
K3rako·
:,'llD lul a r da bu Uç ülkede yayılın!şlardır. O halde, Tura:ı
kelimesini bütün TUrk şubelerini ihtiva eden büyük Tilr·
kistan'a hasretmemiz 18.zımgelir.
Çünkil, Türk kelimesi
bugUn ya � n ı z Türkiye TUrklerine verilen bir unvan hük·
müne geçmiştir. Türkiye'deki Türk harsına dahil olan'ar, tabii bu ismi alacaklardır. Benim itikadımca, bütün Qğuz
..
lar yakın bir 7.amanda bu isimde birleşeceklerdir. Fakat,
Tatarlar, Özbekler, Kırgızlar ayr ı harslar vücude getir·
dikleri takdirde, ayn milletler ha'ini alacaklarından, yal nız kendi isimlerile anılacaklardır. O zaman bütün bu eski akrabaları kavmi bir camia halinde birleştiren müş terek bir unvana lüzum hissedilecek.
unvan Turan kellmesidir.
İşte, bu müşterek
Türkçülerin uzak mefkitresi, Turan adı altında bir1e
een Oğuzları, Ta tarları, l{ırgızları, Özbekleri,
liffaQda, edebifatta, barışta birleştirmektir. Bu
Yakutları
mefk�Q·
TORKÇO'LOOON ESMLARI · ilin bir ve'niyet h alin e gelmesi mümkün mü yoksa değll mi ? Yak�n mefkflreler için bu cihet aranırsa da, uzak me! küreler i ç in aranmaz. Çllnkü, uzak mefk11re, ruhlardaki vecdi namütenahi bir dereceye yükseltmek için, istihdaf cdi,en çok cazibeli bir hayaldir. Mes ela, Len:n, Bolş ev ikli k için yakın mefkure olarak kollektivizmi, uzak mefkure
suretinde de komünizmi ileri sürmüştür. Komünizmin ne zaman hus ule geleceğini soranlara şu cevabiLveriyor : 1 1!{0münizmin ne zaman tatbik oh.:nacağ ı nı ş im diden kestiı: mek mümkün değildir. Bu, Hazreti Muhammed'in cenneti g�bi ne zaman ve nerede görü:ıcceği malfim olmayan bir oeydir." İşte, Turan mefkuresi de bunun gibidir. Yüz mP yon TUrkün bir millet halin:le birleşmesi. Türkçü1er için ne kuvvetli bir vec d menbaıdır. Turan mcfkftresi :>lmasaydı, Türkçülük bu kadar sür'atle intişar etmiyecekti. Maaın a flh, k!mbilir. Be1ki, istikbalde Tu r an mefküreslnin husulü de mümkün olacaktır. Mefk\ıre, istikbalin halikidir. Dün Tilrkler i<;:n haya 1i bir mefkure halinde bulunan milli dev let, bugün Türkiye'de bir şeniyet halini almıştır. Q h al de Türkçülüğil m efkfrresinin büyüklüğ ü noktaaından Uç dereceye ayırabiliriz : 1 ) Türkiyecilik, 2) Oğuzculuk yahut Türkmencilik, ·
,
3)
Turancılık.
.. yalnız Türkiyecillk vardır.
Bugün şeniyet sahasında li'Rkat, ruhların büyük bir iştiyakla arad ığ ı K�zıl El m a , ocniyet sahas·nda değil, hayal s ahası n d ad ır. Türk köylü ıU Kızıl Elmayı tah ayyü l ederken, gözünün önüne eski TUrk Uhanlıkları ge li r . Filhakika, Turan mefkure si ma zide bir hayal d eğil , bir şe n i yetti. Miladdan 210 sene ev V\tl. Ku� hükümdarı ?dete, lC\lnlar ( Hunl ar ) ®mı al��da
!8 bUtUn TUrklerl blrleıtırdiği zaman Turan mefldlresi bir ıe'nlyet haline girmifti. Kunlardan sonra Avarlar, Avar· lantan sonra GlSk Türkler, Gök Türklerden
sonra
Oğuzlar,
bu:p.lardan ıonra, Kırgız Kazaklar, daha sonra, KUr
Han.
Cengiz Han ve sca.uncu olmak üzere Timurlenk Turan mef ldlresinl ge'niyet haline getirmediler mi ? -
Turan kelimesinin mi.nası şu suretle tahdit olunduk tan sonra, artık Macarların, Finuvaların,
M oğolların,
Ton
guzların, Turanla bir alAkalan kalmamak i cap eder. Tu ran, blltün Türklerin mazide ve belki de istikbalde bir şe'niyet olan bUyUk vatanıdır. Turanller, yalnız Türkçe konuşan milletlerdir.
Eğer
Ural ve Altay ailesi gerçekten varsa, bunun kendisine mahsus bir lemi olduğundan Turan adına ihtiyacı yoktur. Bir de bazı Avrupalı müellifler, garbi Asya'da aslen Samiler yahut Aril�re mensup olmıyan, bütün kavimlere Turani adını veriy�rlar. Bunlann maksadı ,bu kavimlerin Türklerle akraba olduğunu tasdik etmek değildir. Yalnız S!milerle Arilerden hariç kavimler olduğunu
anlatmak
içindir. Bundan başka, Tur ile
bazı mUellifler de Şehnameye nazaran
lrc in Uçüncll bir kardeş1eri daha vardır ki '
adı
Selem'dlr. Selem ise lran'dan bir şubenin dedesi değil, bU tUn SAmilerin müşterek ceddidir. O halde, Ferldun'un o .. ğulları o lan bu üç kardeş Nuh'un oğulları gibi eski etnoğ.. rafik taksimatın adlarından doğmuştur. Bundan anlaşılı yor ki Turan İran ' m bir cUz'U değil, bütün Türk illerinin
mecmuu olan Türk Qanıiasında� ibarettir. - t. "I ;:E 'T� ,...[� t - K� N -
1 - ��
v
IV
HARS VE MEDENİYET
-� ,
Hars Ue medeniyet arasında hem iştirak noktası, he� de ayrılık noktalan vardır. Hars ile medeniyet arasında ki igtirak noktası, ikisinin de büt ün içtimai hayatları cami o lmo.sıdı r. İçtimai hayatlar şunlardır : Qini hayat, ahlaki hayat, hukuki hayat, muakalevi hayat, bedii hayat, ilcti ıadl hayat, lisani hayat, fenni hayat. Bu sekiz türlü iç timai h ayatların mecmuuna hars adı verildiği gibi mede... n iye t de denilir. İşte, hars ile medeniyet arasında iştirak ve müşabehet noktası budur. Şlındi de hars ile medeniyet o.rasmdakl ayrılıkları, farkları arayalım. Evvela, hars milli olduğu halde, medeniyet beynel mlle � dir. Hars, yalnız bir milletin dini, ahlaıd, hukuki, muakalevi, bedii, lisani, iktisadi ve fenni hayatlarının lhenktar bir mecmuasıdır. Medeniyetse, aynı mamure'ye dnhil birçok milletlerin içtimai hayatların!o müşterek bir mocmuasıdır. Mesela Avrupa ve Amerika &.�.ımuresinde bUtllıı Avrupalı milletler arasında mlilterek bir Garp medeniyeti vardır. Bu medeniyetin içinde birbirin den ayn ve m Ustakil o"mak üzere bir İngiliz harsı, bir Fransız haraı, bir Alman harsı ilih . mevcuttur. Saniyen, medeniyet usul vasıtasiyle ve ferdi irade lorl<! vücuda gelen. içtimai hadiselerin mecmuudur. Mesela dine dair bilgiler ve ilimler, usul ve irade He vücuda gel· dlfl gibi, uhlika, hukuka, güzel sanatlara, iktisada, mua klLlcye, lisana ve teul�re dair bil,iler ve nazariyeler de hep ..
TC'RKÇOLOOON
28
E!A!LARI
fertler tarafından usul ve irade ile vUcuda ıctlrllmlaler. dir. B inaenaleyh . aynı mamure dahil inde bulunan bUtlln bu mefhumların, bi lgil erin ve ilimlerin mecmuu medeniyet dediğimiz şeyi vücuda getirir. llarsa dahil olan şe yle rse, usul ile, fcrdl crln irade siyle vücuda gelmem işlerdir, s un 'i değ il lerd ir. Nebntların, hayvanların uzvi hayatı nasıl ken d i l i ğ i nden
ve
tabii b!r
surette inkişaf ediyors:ı, harsa d a h i l olan ş e y l er i n teşek kül ve tekam ü l ü de tıpln öy ledir. Mcsclıi, l i san ferdler ta
raf:n :lan usulle yapılmış bi r şey değ i l d i r . Lisanın bir ke limesini değiştiremeyiz . Onun yerine başkn bir kelime icad ed:p koyamayız. Lisanın kendi tabiatı ndan doğan bir kal c!es ini de değiştiremeyiz. Lisanın kelim eleri ve k aideleri ancak kend iliklerinden değişirler. Biz bu d eğişmeye se yirci kalırız. Ferdlcr taraf1ndan lisana yalnız bir takım ıstılahlar, yani yeni li.fl.Zlar P ave olunabilir. Faknt. bu ll fızlar mensup olduğu m esleki zümre tarafından kabul edil rnc3ikçe, ldfız mahiyetinde kalarak, kelime mahiyetini ala
maz. Yeni bir !3.fız, bir m esleki zümre tarafından kabul edi' dikte:ı sonra da, zUmrevi bir kelime
mahiyetini alır.
Ancak, bütün halk tarafından kabul edildikten sonradır ki, müşterek kelimeler arasına girebilir.
Fakat, yeni lafız!arın bir zümre yahut bUtUn halk ta rafından kabul e dilip edilmemes i , mucitlerinin elinde de ğ]dir. Eski Osman lı lisanında Şinasi ' den beri mUycnlar ca yeni 18.fızlar icad olunduğu halde, bunlardan cüz'i
bir
kısmı zümrevi kelimeler sırasına geçebilmiştir, müşterek keli meler sıra�ına geçenlerse be3
en
kelimeye milnhasır
d l r. DcmC!l< ki harsın iki nümunesini lisanın kelime' erin llc, n1octcn l yct i n i l k nümunesini de yeni lafızlar suretinde
haıcJ ulu nun
lqtılQ,hhırıqdn görüyoruz.
l{elim�ler
iç�aı
TORKCOLOOON
ESASLARI
milessesclerdir, yeni 13.fızlarsa fe rd i tesislerdir. Bir fer clln icad e tti ği bir lafız,
hazan, Uıi b ir intişarla ha ' k ara
e?nda yayılabilir. Fakat, bu intişar kuvvetini o lafıza ve
ren, onu i c ad eden adam d eğ i l d i r ;
cemiyetin ferdlerce
meçhul olan gizli bir cereyanıdır.
se�e evvel , memleketimizde yanyana iki lisan yaş1yordu : Bunlardan birincisi, resmi bir kıy Bundan on beş
mete malikti v� y azıyı inhisar
a!tına
almış gibiydi.
Buna
Oamanlıca adı veriliyordu .
münhasır kalmış gibiydi. Buna da istihfafl a Türkçe adı veri liy :>r d u İkincisi, yalnız halk arasında kcnuşmıya
.
Ve avama m ahsus bir argo zanned i liyord u . Halbuki as:l tabü ve h ak i k i lisanı ın:z bu idi.
Osmanlıca ise, Türkçe,
Arapça ve AcemceJcn ibaret üç l is an ın sarfını, nahvini, kamu sunu birleşti rmekle husule ge ' miş sun'i bir halitada:ı
ibaretti. Bu iki l is and an birincisi tabii bir te�ekkül
ve
ke:ıdiliğindcn vücu da gelmlşti. Binaenaleyh, har lisan ı idi. İkincisi ise ferdler tarafın dan u sulle ve
teamülle sımızın
irade ile y a pı lm ı şt ı .
Bu lis ani aşurenin iç i ne y a ln ız bazı
Türkçe k e li m el er ve edatlar karışabilirdi. Demek ki , Os
man hcanın harsımızdan pek
hissesi vardı. Bundan do
az
layı ona medeniyetimizin lisanı i d i d iyeb i liriz. Memlcketimizje bu iki lisan gibi, i kl vez in de yanya na
yaşı yordu. Ttlrk halkın�c kul · andı ğı Türk vezni, usul
olduğunu b:Imeden ile yapı lmıyo rdu Halk şairleri, vezinli � .
gayet li rik şiirler yazıyorl a r d ı
.
Tabii bu ilham ile, ibda
ile oluyordu. UsuHe ve taklitle yapılmıyordu. O halde, bu vezin de Türk harsına dahildi. Osmanlı veznine gelince, bu, Ac em §airlerinden al ı n m ı ştı
.
Bu vezinde şiir yazan
lar takli tle ve usulle yazıyorlardı. Bundan dolayıdır ki, aruz vezn i denilen bu vezin hal k aras�na nüfuz edememiş ti. Bu v ezi nde §iir yazanlar, Acem e debiy atını tedris tart-
TOtt KCOLOOON �!AILAftl
80
klylo ağren l yorl ar, usul vnsı tnılylo aruzu ta.lblk ediyor lardı. Binae n a leyh aruz vezni milli hnrsımJza. dahli ola m:ıdı . Ac e mlerd e ise köylüler bile nruz vcznlndo ıllrler söyler�er. B i n aena le yh, aruz vezni lrun'ın milli harsına da hil demektir. ,
Memleketimizde bunlardan başka, yan yana yqıyan iki musiki vardır. Bunlardan birisi halk arasında kendi kendine doğmuş olan Türk musikisi, diğeri Farab i tarafın dan Blzans'tan tercüme ve iktibas olunan Osmanlı musi k isi di r Türk musikisi ilham ile vüc ude gelmiş, taklitle hariçten alınmamıştır. Osman lı musikisi i se, taklit vasıta. s_iyle hariçten rı l ın mış ve ancak usulle devam ettirilmiş tir. Bunlardan bi rinc i s i harsunızın, ikincisi ise, medeniye timizin musikis!dir. Medeniyet, usul le yapılan ve taklit vasıta.s i yl e bir milletten diğer millete geçen mefh u m l a nn ve te kni k l erin mecmuudur. Hars ise hem usulle yapılamı yan, hem de ta k litle başka milletlerden alınamıyan duy .
gulardır. Bu s e bep le , Osmanlı musikisi kaidelerden mil
bir fea şekl i nde olduğu halde, Türk musikisi, kai desiz, usulsüz, fcnsiz m el od il erden Türkün bağrından kopan samimi nağmelerden ib a re ttir. Halbuki Bizans mu sikisinin menşei ne çıkarsak bunu da eski Y unanlılann harsı dahilinde görürüz. Edebiyabmız<la aynı ikilik mev cuttur. Türk edebiyatı halkın darbımeselleriyle bilmece ler:.Oden, halk masallariyle halk k oşmalar ı n d an , destan larından, halle cenknameleriyle menkıbelerinden, tekkele rin i lah ileri yle nefeslerinden, halkın nekregü1Ane fıkra larından ve halk · temaşasından i baretti r Darbımeseller dofrudan doğruya halkın hikme tleri dir. Bilmeceleri de vUcuda getiren halktır. Halk masalları da ferdler tarafın dan d UzUlmemiştir. Bunlar, Türkün e satir devrelerinden ilqhyarak an wıevi bir surelle zamanımıza kadar gelen
rekkep
,
.
'
TORKCOLOO�
31
ESASLARI
peri m asal larlyl e dev masallandır. Dede Korkut kitabın dak i masallar ezandan ozana şüahi bir surette intikal e de rek ancak b i rka ç asır evvel yazılmı ştı r Ş ah İsmail, Aşık Kerem, A şı k Garip, Köroğ�u kitaplan da vaktiyle h alk ta rafından yazılmış halk masallandır. Türk tarihinde ve etnoğrafyasındaki ustiireler, lejandlar, efsaneler de, Türk edebiyatının unsu rları dır. Cenk.nameler ve dini men kıbelere gelince, bunlar, halk edebiyat!flın islimi devresi ne mahsus mahsulleridir. Hal k şairlerinin koşmalariyle destnnl an , manileriyle türküleri de, yukarıda saydı ğımız eserler gibi , Türk halkının samimi eserleridir. Bunlar da us u ll e . taklitle yapılmamışlardır. Aşık Öm e r Dertli, Ka raçaoğlan ' a r gibi şairler, halk ın sevgili şairleridir. Tek ke le r de birer halk mi.bedi olduğu için, bu ralarda doğan U!hilerle nefesler de ha lk edebiyatına binaenaley h Türk edebiyatına dahildir. Yunus Emre ve Kaygusuz'la B ektaşi şairleri bu zümreye dahildir. Osmanlı edebiyatı ise ma sal yerine ferdi hi kayel erle romanlardan, koşma ve destan yerine tak1itle yapılmış gazellerle al afranga manzumeler den m üre k kepti r. Osmanlı şairl eri nden her biri, mutlaka Acem devrinde bir Acem şairiyle, Fransız devrinde bir Fransız ş a i ri y le mütenazırdır. Fuzuli ile Nedim bile bu hususta müstesna değillerdir. Bu ci h etle , Osmanlı edibl e riylc şairlerinden hiç bi ri orijinal değildir, hepsi mukal littir, hepsinin eserleri bedii ilhamdan değil, zihni hilner verlikten d oğ mu ştur. MeselA. nekrcgO.luk ( humour) n ::>k taii nazannda.a bu iki zümreyi mukayese edelim : Nasred din Hoca, İncili Çavuş, Bekri Mustafa ve Bektaşi baba lan halk ın nekrcgülarıdır. KAni ile Süruri ise Osmanlı divanının mizahçılandır. Tabii nekrelikle sun'i mizah a rasındaki fark bu karşılaştırma ile meydana çıkar. .
,
Karagöz'le orta oyununa &elince, bunlar da halk
te-
TORKc;oLOôON
82
ESASLA�I
maE;ası, yani, a.o ·anevi Türk ti yatrosu d u r .
l{aragöz'le IJa ..
civad 'ın muarazaları ( çekişmeleri ) , Türkle Osm�ahnı�. ya ni o zamanki harsıınızla
medeniyetimizin mücadelesinden
ibarettir.
Ahlakta da aynı ikiliği görürüz. Türk ahlakı ile Os manlı ah l ak ı birbirine zıt gibidir. Mahmut l{aşglri, Di van .. ı Lu�:ıt'ın Türk m ad de si nd e , Türkleri muh tasaran tarü ediyor. Diyor k i , Türkte tesallüf ve tefahür ( yap-
öğ ünm e ) yoktur. Türk büyük kahramanlıklar '1<' f� d n k a r h k l a r yaptı ğı zaman, bir fevkaladel ik yaptı ğlndan habeı:s iz gibi gö rün ür . Ca.hız ( 1 ) d a Türkleri ay nen şu suretıe tasvir ediyor. Osmnnlı c nm u ze cin e b:.ıkar .. s:ık es k i şnirlerin:le fa.'ıriyelerin , yeni e d i b l e r i n d e t..'ls:ı.1lü! ve tefahürün hakim olduğunu görürüz. Se rve t i fünu n mektebi, Osmanlı edebiyatının en parlak bir devridir. B ·ı 1nac · k ve
mek teb� mensup olan ediblcrle şairler ekseriyetle reybi. bedb�n. ümits�z . hasta ruhlar su re ti n 1 c tecell i etmiş'erdir. Haki ki Türk ise yakınlı, ııikbin, ümitli ve sağlamdı r.
(alimlerimiz) arasında da bu ikili ği görürüz. Osmanlı Ulemas1n1n an'ancvi Unvanı Ulemayı rüsum idi. An adolu 'daki Ulema ise ı�alk Uleması idi. Bi rlnci!er rütbeli, fakat cahil i d i ler. İk inciler iEmli, fakat rütbesiz idiler. Siyaset ve askerlik sahasında büyük bir dahi olsu Afşarlı Nadir Şah bütün MUslüman1arı S ünn i lik dairesinde birleştirmek ve umum sultanları Osmanlı llatta, Ulemamız
Padişahın1n ri�·aseti altına sokmak için
müzakere�erdc
b u lunmak üzere, lstanbul'a dini ve siyasi bir heyet gön müzakereye Ulemayı derm�ştir. ls tan b ul ' d n bu heyetle rüsumu memur e ttiler. lran 1 1 Ulema h eye ti , bunlara söz anlatm a k tan ô.c!?. kalınca Sadrazama müracaat ede rek de(1 > Hicri üçüncü asırda yaşamıı olan blr Arap ıair ve püktedlnı.
TURKçOLOOON ESASLARI
33
diler ki : "Bizim siyasi hiç bir rütbemiz, ilimden başka payemiz yoktur. Halbuki müzakerede bulunduğumuz zat.. lar büyük rütbeli zevat olduklarından, huzurlannda ser bestçe söz söyliyemiyonız. Bizi taşradaki rütbesiz ülema ile görü.ştürürsenb çok memnun oluruz. " Ragıp Paşanın Tahkiki Tevfik adlı kitabında naklettiği bu vakıa göete .. riyor ki, Nadir Şahın ilmi heyeti, Osmanlı Ulemasına de ğil, Türk Ulemasına kıymet veriyorlardı. Eski devirlerin, hatta siyasi ve askeri muvaffakıyet leri de halk arasından çıkmış cahil ve ümmi paşalara aitti . Bilahare Ragıp Paşa ve Sefih İbrahim Paşa gibi Osmanlı maarifinde yüksek bir mevki ihraz edenler hü kumetin başına geçince, işler bozulmaya başladı . Maamatih, bu içtimai ikilikler yalnız fikri faaliyet lere mahsustu. O zamanlar, elişi avama mahsus sayıldı ğından, havas sınıfı tekniklerin bütün nevilerinden uzak duruyordu. Bu sebeple, mimarlık, hattatlık, hakkiklık, mücellitlik, tezhibcilik, marangozluk, demircilik, boyacı lık, halıcılık, çuhacılık, ressamlık, nakkaşlık gibi ameli tekniklerin yalnız bir şekli vardı. O da halk tekniği idi. Demek ki, umumiyetle yüksek ve bedüliği haiz olan bu san'atlara münhasıran Türk San'atı namını verebiliriz. Bunlar Osmanlı medeniyetinin unsurları değil, Türk bar sının unsurlarıydı. Bugün, Avrupa, bu eski �an 'atlerimi zin mahsuJlerini milyarlar sarfederek parça parça toplu yor. Avnıpa'nın, Amerika'mn müzel�ri, salonları hep Türk eserleriyle dolmaktadır. Avrupa'da bu Türkperest liğe Turquerie namı verilir. Avrupa'nm hakiki mütevef kir ve san•atki.rları, meseli. Lamartine'leri, Auguste Com .. te'ları, Pierre Lafayette'leri, Misemer'leri, Pierre Loti' leri, Farrere'leri Türk'ün samimi san'atına, m.ahviyetli ve gösterişsiz ahlakına, derin ve t aass ubsuz diyanetine, hüF: 3 ·
..
34
TüRKÇüLüöüN ESAS LARI
lasa kanaat ve teslimiyetle beraber daimi bir nikbinlik ve mefkurecilikten ibaret olan fakiri.ne, takat mesudane hayatına meftundurlar. La.kin, bunlann &şık olduklan şeyler, Osmanlı medeniyetine dahil olan usuli ve taklidi eserler değil, Türk harsına mensup olan ilhami ve oriji nal eserlerdir. Yalnız memleketimize mahsus olan bu garip vaziye tin sebebi nedir ? Niçin bu ülkede yaşıyan bu iki enınuzeç, Türk enmuzeci ile Osmanlı enmuzeci birbirine bu kadar zıttır� Niçin Türk enmuzecinin her şeyi güzel, Osmanlı Osmanlı enmuzecinin her şeyi çirkindir ? Çünkü, Osman.. lı enmuzeci Türk'ün harsına ve hayatına muzır olan en periyalizm sahasına atıldı, kozmopolit oldu, sınıf men faatini milli menfaatin fevkinde gördü. Filhakika, Os manlı İmparatorluğu genişledikçe, yüzlerce milletleri si yasi dairesine aldıkça, idare edenlerle idare olunanlar ay r ı iki sınıf haline giriyorlardı. İdare eden bütün kozmo politler Osmanlı sınıfını, idare olunan Türkler de Türk E,ınıfını teşkil ediyorlardı . Bu iki sınıf, birbirini sevmez di. Osmanlı sınıfı! kendini milleti hakime suretinde gö rilr, idare ettiği Türklere milleti mahkftre nazariyle ba kardı. Osmanlı daima, Türke ; eşek Türk derdi, Türk köy lerine resmi bir şahıs geldiği zaman, Osmanlı geliyor di ye herkes koşardı. Türkler arasında Kızılbaşlığın zuhu ru bile bu ayrılıkla izah olunabilir. Şah lsmai l ' in dedesi olan Şeyh Cüneyd, Oğuz beyleri diye aras ında "Evlat mı akdemdir, yoksa eshab mı ?0 rek propaganda yapıyordu. Oğuz boyları, Oğuz Han'ıfl ev ladı ve Kayileri.n amcazadeleri değil miydiler ? Nasıl olu yordu da Padişahın Enderundan çıkan devşirmelerden mürekkep olan esbabı bun lara takdim (tercih ) ediliyor du ? O tarihteki halk şeyhleri, Türklerin o zamanki maz.. lumiyetini vaktiyle Ehli Beytin (Peygamber soyu ) uğ..
35
TURKÇOLüQüN ESASLARI
ramış olduğu mazlfımiyete benzetiyorlardı. O zaman Türk menlerin büyük bir kısmı bu müşabehete aldanarak. b aba o<-ağından ayrı ldılar. Kecdi kendilerine ayrı bir edebiyat, ı-.yrı bir felsefe, ayrı bir mabed yaptılar.
Sün ni Türkler de, harsen Osmanlı emperiyalizmine tabi ol madılar. Bunlar da kendi kendilerine milli bir hars ya Maamafih dinen Osmanlılardan ayrılmamış olan
ı,arak,
Osman lı medeniyetine karşı
tamamiyle IS.kayıt
kald ı lar. Osmanlı medeniyetinin güzidelerine havas
nildiği rı
gibi, Türk
harsının
de
da ozanları, işıkları, babala
ve ustaları vardı . Demek ki, memleketim izde iki tür
l ü güzideler mevcuttu. Bunlardan birincisi sarayı eil ediyordu,
bu
tem
zümrenin maişetini temin eden de sa
raydı. Mesela, Osmanlı şairleri saraydan ci.ize
almakla
geçindikleri gib i , Osmanlı musikişinasları da sarayın ver diği ihsanlarla, maaşlarla geçinirlerdi.
Halkın saz
söz şairleri ise, halkın hediyeleriyle yaşarlardı. yı rüsum namını alan Osmanlı Uleması ;
ve
Ülema
Kazaskerlikte,
Kadılıklarda yüksek maaşlar ve arpal ı klar alırlardı . Halk hocalarından ve şeyhlerinden ibaret olan Türk diniyatçı
sanat yiğitbaşı ..
larını ise, yalnız halk beslerdi. Bu sebeple, güzel
larda
ve sair sanayi de rehberli k eden ustalar,
lar ve ahi babalar yaltuz halk sınıfından yetişirler ve dai
..
ma halk ve Türk kalırlardı. Görülüyor ki , hars ile medeniyeti birbirinden ran ,
ayı
harsın bilhassa duygulardan, medeniyetin bilhassa
bilgilerden mürekkep olmasıdır . İnsanda duygular usule ve iradeye tabi değildir. Bir millet, diğer milletin
dini ,
ahlaki, bedii duygularını taklit edemez. Mesela Türkle rin is18.miyetten evvelki dininde Gök
Tanrı
mükAfat Tan..
nsı dır. Mücazata karışmaz, Mücazat ilAhı Erlik Han is minde başka bir üsturevi ( mitolojik ) şahsiyettir. rı
Tan
yalnız cemal sıfatiyle tecelli ettiği için , eski Türkler
36
TORKÇULOOUN ESASLARI
onu yalnız severlerdi ; Tannya karşı korku hissiyle mü tehassis olmazlardı.
İslamiyetten sonra, Türklerde mu
habbetullahın (Tann sevgisinin ) galip olması bu
eski
an'anenin devamından ibarettir. Türklerde muhafetullah (Tanrı korkusu ) pek enderdir. İsta.nbul'da ve Anadolu' daki viızların tecrübeleri gösteriyor ki, güzelliğe, iyiliğe dair va'zeden vaızlar111 simileri ( dinleyicileri artıyor, ak si yolu tutan vaizler i n samileriyse ( dinleyicileriyse )
dai ' zühri ibadetleri
ma azalıyor. Türklerin eski dinlerinde
yoktu, bedii ve ahlaki ayinler çoktu. Bunun neticesi ola
rak İslamiyetten sonra da, Türkler en kuvvetli blr ima .. na, en samimi bir diyanete malik oldukları halde, z&hi dane ve müteassıbane duygulardan azade kaldılar.
Bu
hususta Yunus Emre'yi okumak kafidir. Türklerin cami lerde ilihilere ; ve mevludü şerif kıraatine, tekkelerde ise şiire, musikiye büyük bir mevki vermeleri bedii diyanet enmuzecine mensup bulunmalarındandır. Eski Türk dininde, Türk Tanrısı sulh ve müsalemet ilô.hı idi . Türk dininin mahiyetini
gösteren il kelimesi,
sulh manasına idi ( Mahmut Kişgari ) .
"1ıci" sulhcü de..
mek olduğu gibi, İlhan " Sulh Hakanı" demekti. Türk il hanlıları, Mançurya'dan Macaristan'a kadar daimi sulh vücude getiren sulhperest mücedditlerden
bir
(barışçı
yenilikçilerden ) başka bir şey değildiler. En eski Türk devletinin m üessisi olan Mete'nin yük
sek ahlakını, sulhperverliğini, emperyalizmden içtinabı nı Yeni Mecmua'da
yazmıştım. Türk
sulhperverliğinin
müessisi Mete' dir. Türklerin bu eski sulh an'anesi sayesindedir ki, Türk hükümdarları islam devrinde de daima mağluplara katle muamele etmiş, daima kendilerini beynelmilel
şef
..
bir
sulh amili tanımışlardır. Türk tarihi baştanbaşa bu da vaya şahittir. Avnıpalılann o kadar itham ettikleri At-
37
TORKÇüLOOON ESASLARI ti la bile, yine onların rivayetince
mağlup milletler ne
man sulh istemişlerse derhal kabul
etmiştir. Çünkü
za At
tili da bir ilh an, yani, cihan sulbünü temine çalışan bir mücedditti. nı ,
Avrupalılar, Attila'nın Tann Kutu unvanı
Allahın belası suretinde tercüme etmekle tarihi
günah işlemişlerdir. Türklerin
..
bir
bütün sanat şubelerinde
aşikar olan bedii hususiyetleri de tabiilik, sadelik, zara fet ve orijinalliktir. Türkün halılarında, çinil_erinde, mima risinde, hüsnü hattında tecelli eden hep bu bedii mezi yetlerdir. Türkün güzel sanatlannda olduğu gibi, diya net. ve ahlakında da hep bu meziyetlerin ha.kim
olduğu
görülür. .
Bu misalden de anlaşılır ki, bir harsı teşkil
eden
müteaddit içtimai hayatl ar arasında samimi bir tesanüt, deruni bir ihenk vardır. Türkün, l isanı nasıl sade
ise,
dini, ahlaki, bedii, siyasi , iktisadi, ailevi hayatları
da
hep sade ve samimidir. Türkün hayatındaki sevimlilik ve oriji nallik bu merkezi seciyesinin bir tecellisinden ibaret tir. Fakat, harsın, unsurları arasındaki bu ahenge bakıp
da ,
medeniyetin 8.henktar unsurlardan mürekkep olduğu ..
nu zannetmek
doğru
değildir. Osmanlı medeniyeti
Türk,
Acem, Arap harslariyle islim dinine, Şark medeniyetine ve son zamanlarda da Garp medeniyetine mensup mües.. seselerden mürekkep bir jıalitadır. Bu müessese hiç bir zaman kaynaşarak, itm.izaç ederek
i.J?enktar
bir
manzu
me haline giremedi . Bir medeniyet ancak milli bir h arsa aşılanırsa, ahenktar bir vahdet halini alı r. Mesela, liz medeniyeti , İngiliz harsına aşılanmıştır. Bu
İngi
sebeple
İngiliz harsı gibi, İngiliz medeniyetinin unsurları arasın
da da bir ô.henk vardır. Hars ile medeniyet arasındaki bir münasebet de şu dur : Her kavimin iptida yalnız harsı va rdır. Bir kavim, harsen yükseldikçe siyasetçe de yükselerek kuvvetli bir
TORKÇOLüôüN ESASLARI
38
devlet vücuda getirir. Diğer taraftan da hars ı n y üksel
mes in den m eden i ye t doğm.ağa baş la r. Medeniyet,
iptida
milli harstan doğduğu halde, bilihare komşu milletlerin medeniyetinden de bi r çok müesseseler alır.
Fakat, bir
cemiyetin medeniyetinde fazla inkişafın sür'atle
husuU
muzirdir. Rigot diyor ki : Zihin fazla bir in k işafa mazhar olunca seciyeyi bozar.
Fertte zihin ne ise,
cemiyette de
m edetıiyet odur. Fertte seciye ne ise, cemiyette de hars odur. Binaenaleyh , zihnin fazla i n ki şafı
ferdi seciyeyi b o?.duğu gibi, medeniyetin fazla bir inkişafı da milli h ar sı bozar. Milli hars ı bozulmuş olan mi lletlere dejenere mil .. Jetler namı verilir. Hars ile medeniyetin sonuncu bir m ünasebeti de şu dur : Harsı kuvvetli , fakat medeniyeti zayıf bir milletle, harsı bozulmuş, fa kat medeniyeti yüksek olan diğer
bir
siyasi mücadeleye girince harsı kuvvetli olan mil let daima galip gelmiştir. Mesela eski Mısriler, mede n iyette yükselince harslan bozu l mağa başladı. O zaman yeni doğan Fars devleti ise, medeniyette henüz ge ri ol makla bera ber, kuvvetli b ir harsa da mali k ti . Bu sebep le lt,arsiler, Mısrileri mağlup ettiler. Bir kaç asır son ra, lran'da da me deni yet yükseldi. Tabiidir ki , hars za... y ı flam ağa başladı. Bu kere de iptida harslan henüz bo zulmam ış olan Yunanlılara m ağl up oldular. Bir müd det sonra, Yunan harsı da bozulmağa başladı ğınd an gere k Y un ani ler gerek haniler kuvvetli bir harsla meyda.. na çıkan medeniyets iz Makedonyalılara m ağlup oldular. Şark ' t a EşkSıı yan ve Sasa:niyan sülalelerinin, Garpta, Ro m a l ı ların harsı bozulmağa başlıyan Makedonyalılara gal eb es i de aynı suretle izah oluna bi lir Nihayet mede niyetten hiç bir nasibi olmıyan, fakat harsta son derece millet,
,
,
,
,
,
.
kuvvetli olan Araplar meydana çı karak hem Sasanilere, hem Romalılara galip geldiler. Fakat çok zaman gec;; me..
39
TORKÇOLUOON ESASLARI
den Arap milleti de medenileşmeğe başladığından, harsı nı kaybederek siyasi hakimiyeti, Türkista.n'dan yeni gel .. miş olan Türeli Selçuk Türklerine teslim ettiler. Türe, Türklerin milli harsından başka bir şey değildir. Türkle .. rin şimdiye kadar müstakil k2lması, Çanakkale'den İngi lizlerle Fransızları kovması ve mütarekeden sonra, tn giliz sil3.hlariyle ve parasiyle teçhiz edilmiş bulunan Yu .. nanlılarla Erm enileri mağlup ederek manen İngilizleri yenmesi, hep bu milli harsın kuvveti sayesindedir. Hars ile medeniyet arasındaki bu münasebetler an laşıldıktan sonra, artık Türkçülüğün ne demek olduğunu ve bu memlekette ne gibi vazifelerin ifasına memur bu lunduğunu tayin edebiliriz. Osmanlı medeniyeti iki se beple" yıkılmağa mahkumdu : Birincisi, Osmanlı lmpara torluğu'nun bütün İmparatorluklar gibi muvakkat bir camiadan ibaret olmasıydı. Ebedi hayata m8.J.ik olan züm reler, camialar deği l , cemiyetlerdir. Cemiyetlere gelince, bunlar, yalnız milletlerden ibarettir. Mahkfım milletler, milli benliklerini imparatorlukların kozmopolit idaresi altında, ancak muvakkaten unutabilirlerdi . Bir gün, mut.. laka milletlerden ibaret olan hakiki cemiyetler, reayalık uykusundan uyanacakl ar, har&i istikllllerini ve siyasi h8.kimiyetlerini istiyeceklerdi. Avnıpada beş asırdan.beri bu ameliye devam ediyordu. Binaenaleyh, bu ameliyeden i.zad kalmış olan Avusturya, Rusya ve Osmanlı İmpara .. torluklan da, selefleri gibi inhilale dllçar .olacaklardı. İkin ci sebep, Garp medeniyeti yükseldikçe Şark medeniyeti ni büsbütün ortadan kaldırmak hassasını haiz bulunma.. sıdır. R.usya'da ve Balkan milletlerinde Garp medeniye ti, Şark medeniyetinin yerine kainı olduğu gibi, Osman .. lı lmparatorluğunda da aynı hal vukua gelecekti. Şark medeniyeti bazılarının zannettiği gibi gerçekten is18.m me.. deniyeti değil, Garbi Roma medeniyetinin bir devamından ..
·
40
TüRKÇOLOOON ESASLARI
ibaretti. Osmanlılar, Şarki Roma medeniyetini doğrudan doğruya Bizans'tan almadılar : Kendilerinden evvel, Müs lüınan Araplarla Acemler bu medeniyeti almış oldukların dan, Osmanlılar onu, bu dindaş milletlerden aldılar. Bun dan dolayıdır ki, bu medeniyeti, bazı mütefekkirler, ielam medeniyeti zannettiler. Yukardaki medeniyetimiz unvanlı mebhasta ( bahiste ) , Şark medeniyetinin Şar ki Roma medeniyeti olduğunu tarihi delillerle isbata çalıştım. Bu husustaki deliller o kadar çoktur ki, bir iki makalede değil, birkaç ciltlik bir kitapta ancak cemedi lebilir. Garp medeniyetinin her yerde Şark medeniyetinin yerine kaiın olması tabii bir kanun olunca, Türkiye'de de bu ikame hadisesinin vukuu zaruri demekti. O hal rle, Şark medeniyeti dairesinde bulunan Osmanlı mede niyeti , behemehal ortadan kalkacak, onun yerine, bir ta raftan da Garp medeniyeti kaim olacaktı r. İşte Türkçü lüğün vazifesi, bir taraftan yalnız halk arasında kalmış olan Türk harsını arayıp bulmak, diğer cihetten Garp me deniyetini tam ve canlı bir surette alarak milli harsa aşı lamaktır. T�nzimatçılar, Osmanlı medeniyetini G�rp medeni yetiyle telife çalışmışlardı. Halbuki iki zıt medeniyet yan yan:ı yaşıyamazlar� sistemleri birbirine muhalif bulundu ğu için ikisi de birbirini bozmağ a sebep olur. Meseli, Garp musikisi fenniyle Şarkın musiki fenni birbiriyle iti laf edemez. Garbın tecrübi mantığiyle Şarkın iskolastik mantığı yekdiğeriyle barışamaz . Bir millet, ya Şarklı olur, ya Garplı olur. İki dinli bir ferd olmadığı gibi, iki me deniyetli bir millet de olamaz. Tanzimatçılar, bu nokta yj t.ilmedikJeri için, yaptıkları teceddütte muvaffak ola m,dılar. Türkçülere gelince, bunlar, esasen Bizanslı olan Şark
41
TüR KÇOLUöON ESASLARI
ınedeniyetini büsbütün terkederek Garp medeniyetini tam bir surette almak istedi klerinde,
azimlerinde muvaffak
oJ.acaklardır. . Tül kçüler, tamamiyle
Türk ve Müslü man
kalmak şartiyle Garp medeniyetine tam ve kat'i
bir
su
rette girmek istiyenlerdir. Fakat, Garp medeniyetine gir meden evvel , milli harsımızı arayıp bularak milli harsı
mızı
meydana çı karmamız icabeder.
v HALKA DOCRU
Türkçülüğün ilk esaslarından biri de şu halka doğnı umclesidir. Vak t i y le bu umdeyi tatbik etmek üzere, İs tan bu l da "Hal ka Doğru" unvanlı bir mecmua çıkanyor ciu k . Sonra l arı İzmir'de de aynı i s imde bir mecmua neşro luııJu . Halka doğru gitmek ne demektir ? Halka doğru gi decek olanlar kimlerdir? Bir mi lletin münevverlerine, mü tefekkirlerine ki milletin güzideleri adı verilir. Güzideler yüksek bir tahs i l ve terbiye görmüş olmak la halktan ay rılmış olanlardır. İşte halka doğru gitmesi lizım gelenler bunlardır. Güzideler halka doğru niçin gidecekler? Bu su ale baz ı l arı şöyle cevap veriyor : Güzideler, halka hars götür mek için gitmelidirler. Halbuki geçen mebhasta göster diğimiz veçhile, memleketimizde hars denilen şey, yalnız hal k ta mevcuttur. Güzideler henüz harstan nasiblerini al m3mışlardır. O halde harstan mahrum bulunan güzideler, harsın canlı bir müzesi olan halka, ne suretle hars götü rebilecekler ? .Meseleyi halledebilmek için evveli şu nok talara cevap verelim : Güzideler neye miliktir? Ha lk ta ne vardır ? Güzideler medeniyete maliktir. Halkta hars var dır. O hal de, güzidelerin halka doğru gitmesi şu iki mak sat için o labi lir : 1 ) Halktan harsi bir terbiye almak için, halka doğru gitmek, 2 ) Halka medeniyet götürmek için, halka doğru gitmek. ,
'
,
TüRKçOLOOON ESASLARI
43
Filhakika, güzidelerin halka doğru gitmesi bu iki maksat içindir. Güzideler ha rsı yalnız halkta bulabilir ler, başka bir yerde bulamazlar. Demek ki, halka doğnı gitmek , harsa doğru gitmek mahiyetindedir. Çünkü, halk, milli harsın cacılı bir müzesidir. Güzidelerin çocukken aldıkları terbiyede milli hars yoktu. Çünkii, içinde okudukları mektepler halk mekte bi değildi, milli mektep değildi. Bu sebeple milletimizin güzideleri milli harstan mahrum olarak yetiştiler, gayri millileşerek yetiştiler. Şimdi bu eksikliği tamamlamak is tiyorlar. Ne yapm al ı dı r ? Bir taraftan halkın içine gir mek, halkla beraber yaşamak, halkın kullandığı kelime ler�, cümlelere dikkat etmek. Söylediği darbımeselleri, an'anevi hikmetleri işi tm ek . Düşünüşündeki tarzı , du yuşunda ki üslübu zaptetmek. Şiirini, musikisini dinleye rek, raksını, oyunlarını seyretmek. Dini h ayatına, ahla ki duygulanna nüfuz etmek. Giyinişinde, evinin mimari sinde, mobilyelerinin sadeliğindeki güzellikleri tadabil mc-k. Bundan başka, halkın masallarını, fıkralarını, men kıbelerini öğrenmek. Halk kitaplarını okumak. Korkut Ata'dan başhyarak aşık kitaplarını, Yunus Emre'den baş lıyarak tekke ilihilerini, Nasreddin Hoca'dan başlıyarak orta oyununu aramak bulmak lizım. Halkın cenkname le r okunan eski kahvelerini, ram azan gecelerini, cuma arifelerini, çocukların her sene sabırsızlıkla bekledikleri coşkun bayramlannı yeniden diriltmek, canlandırmak la zım. Halkın sanat eserlerini toplıyarak milli müzeler vü cuda getirmek lazım. İşte, Türk milletinin güzideleri, an cak uzun müddet halkın bu milli hars müzeleri ve mek tepleri içinde yaşadıktan ve ruhları tamaıniyle Tür.il. har siyle meşbu olduktan sonradır ki, millileşmek imkimına nail olabilirler. Rusların en büyük şairi olan Puşkin, bu suretle millileştiği içindir ki, gerçekten bir milli şair ol-
TüRKÇOLOCON ESASLARI
44
Dante, Petrarca, Jean-Jacques Rousseau , Goethe, Sebiller, D' Annunzio gibi milli şairler hep, halktan al
du .
dı klan feyizler sayesinde sanat dahileri oldular. İçtimaiyat ilmi de bize
gösteriyor
ki, deha
esasen
halktadır. Bir sanatkar, ancak halktaki bedii zevkin te celligô.hı olduğundan dolayı di.hi olabilir. Bizde dahi sa
natkarlann yetişmemesi, sanatkarlarımızın bedii zevkle rini halkın canlı müzesinden almam.alan dolayısiyledir. B izde şimdiye kadar halk bediiyatına kim kıymet verdi ? Eski Osmanlı güzideleri , köylüleri eşek Türk diye tahkir ederdi. Anadolu şehirlileri de taşralı tabirleriyle tezyif olunurdu. Umum halka verilen unvan avam kelimesinden ibaretti.
Hava.s, yalnız sarayın bendelerinden mürekkep
bu
lunan Osmanl ı güzideleriydi . Halka kıymet vermedikleri içindir ki, bugi\n bu eski güzideler sınıfının ne lisanı, ne vezinleri, ne edebiyatı , ne musikisi , ne felsefesi, ne ahli. kiyatı, ne
siyasiyatı, ne iktisadiyatı , hasılı hiçbir şeysi
kalmadı . Türk milleti , bütün bu şeylere yeniden her bi rini el ifbasından başlamak mecburiyetinde kaldı . Bu mil letin yak ın bir za mana kadar kendisine mahsus bir bile yoktu. Tanzimatçılar ooa :
.. Sen
adı
yalnız Os man lısın.
Sakın başka milletlere bakarak sen de milli bir ad iste me !
Milli bir ad istediğin dakikada Osmanlı İmparator
luğunun yıkılmasına sebep olursun' ' demişlerdi .
Zaval
lı Türk, vatarumı kaybederim korkusiyle, ,.Vallahi Türk değilim. Osmanlılıktan başka hiç bir içtimai zümreye men sup değilim" demeğe mecbur edilmişti. Boşo
( 1 ) ya kar
şı bu sözü her gün söyleyen mebuslarımız vardı .
Fakat. Osmanlıcılar hiç düşünmüyorlardı ki, her ne U)
Osman lı Meb'usan
bir Osmanl ı me?>'usu.
Meclisinde Yunancıhğı ile
meşhur
TORKÇOLOOüN ESASLARI
45
yapsalar, bu yabancı milletler, Osmanlı camiasından ay rılmağa çalışacaklardır. Çünkü artık yüzlerce milletler den mürekkep olan sun'i camiaların devamına imkan kal mamıştır. Bundan sonra, her millet ayrı bir devlet ola cak, mütecanis, samimi, tabii bir cemiyet hayatı yaşıya caktır. Şüphesiz_. Avrupa'nın garbında beş yüz seneden beri başlayan bu içtimai tekimül hareketi, mutlaka şar kında da başlıyaca�tı. Cihan harbinde Rusya, -Avusturya, Osmanlı İmparatorluklarının yıkılması da gösterdi ki, bu içtimai kıyamet pek yakınmış. Acaba Türkler, bu içti mai mahşer meydanına kendilerinin de Türk adlı bir mil let olduklarını, Osman lı İmparatorluğu içinde kendileri ni n de hµsusi bir vatanları ve milli haklan b:ulunduğu nu · bilmiyerek, anlamıyarak çıkmış olsaydılar, şaşkınlık tan ne yapacaklardı ? Yoksa, "Madem ki Osmanlılık yı kildı , bizim artık hiç bir milli ümidimiz, hiç bir siyasi emelimiz kalmadı" mı diyeceklerdi ? Evve lce Türklüğe IS.kayıt kalan bazı insaf sahibi Osmanlıcılar, Vilson pren sipleri ortaya atıldıktan sonra, "Türkçülük bize, Osman lı İmparatorluğundan müstakil, hususi ve milli bir haya tımız, hudutları etnoğrafi ilmi tarafından çizilmiş milli ' bir vatanımız, bu vatanda kendi kendimizi tam bir istik .. lalle idare etmekten ibaret olan milli bi r hakkımız oldu ğunu vaktiyle birçoğumuzun zihnine ve ruhuna yerleş tirmiş olmasaydı , bugün halimiz ne olacaktı ?'' demeye başladılar. Demek ki, yalnız bir tek keJime, mukaddes ve mübarek Türk kelimesidir ki, bu hercümerç içinde doğ ru yolu görmemize sebep oldu. Türkçüler, güzidelere yalnız milletlerinin adını öğ.. retmekle kalmadılar, onlara milletin güzel lisanını da öğ rettiler. Fakat, verdikleri ad gibi, bu öğrettikleri güzel lisan da halktan alınmıştı. Çünkü bunlar yalnız halka kalmıştı. Güzideler zümresi ise, şimdiye kadar bir sair-
-
46
TüRKÇOLOOON ESASLARI
filmeoam ( uyurgezer ) hayatı yaşıyordu. Sairfilmenamlar gibi iki şahsiyet sa·hibi olmuştu. Hakiki şahsiyeti Türk olduğu halde, sairfi lmenamlık vehmi içinde kendini Os manlı sanıyordu. Öz lisanı Türkçe olduğu halde, sairlil menamlar gibi hastalık neticesi olarak sun'i bir dil kul lanıyordu . Şiirde de kendi samimi vezinlerini bırakarak Acemceden aldığı taklit vezinlerle
terennüm
ediyordu .
Türkçülük, tedaviinıh mütehassısı bir tabip gibi bu sair filmenama Osmanlı olmayıp
Türk olduğunu ,
lisanının
Türkçe ve vezinlerinin halk vezinleri bulunduğunu telkin etti. Hayır, telkin değil, hakiki tabirle onu ilmi deliller le ikna etti. Bu suretledir ki, güzideler, sun'i somnanbül halinden kurtularak normal bir
surette düşünmeğe
ve
duymağa başladı. Fakat bugün itiraf etmeliyiz ki, bu güzideler, halka doğru yalnız bir tek adım atabilmi şlerdir. Tamamiyle hal ka doğru gitmiş olı,nak için halkın içinde yaşıyarak , on
dan milli harsı tamamiyle almaları lazımdı . Bunun
için
yalnız bir çare vardı ki, o da Türkçü gençlerin muallim likle köylere gitmesidir. Yaşlı olanlar da hiç olmazsa Ana.. dolu'nun iç şehirlerine gitmelidirler.
Osmanlı güzideleri ,
ancak taınamiyle halk harsını aldıktan sonradır ki, milli güzideler mahiyetini alacaklardır. Halka doğru gitmenin ikinci vazifesi de halka me deniyet götürmektir. Çünkü halkta medeniyet Güzideler,
medeniyetin
yoktur.
anahtarlarına maliktir.
Fakat,
halka değerli bir armağan olarak aşağıda gösterdiğimiz veçhile, Şark medeniyetini, yahut onun bir şubesi
olan
Osmanlı medeniyetini değil, Garp medeniyetini götürme.. lidirler.
VI GARBA DOORU Bir eski atalar sözü bize şöyle diyor : "İşini bil, aşı nı bil, eşini bil ! ' ' Bu düstura nazire yaparak, sosyoloji de bize böyle hitap edebilir : "Milletini tanı, ümmetini ta.. nı, medeniyetini tanı." Türkçülük matbuatı ve milli felaketler bize az çok milletimizin, ümmetimizin nelerden ibaret olduğunu anlattı. Bu noktalarda artık herkesin aynı surette uüşün.. düğü görülüyor. Fakat, hangi medeniyet zümresine men- sup bulunduğumuz meselesine gelince, bu noktada h8.la aramızda noktai nazar farklan, belki de hakiki ihtili.flar vardır. Bu sebeple, milli meselelerin tetkikine başlarken, bu meseleyi de halle çalışmamız lazımdır. Medeniyet meselesinin müphem kalmasına ha.is olan sebeplerden birincisi, medeniyet mefhum.ile medenilik mef humunun birbirine karıştırılmasıdır. Faki zamanlar da, cemiyetler şu üç hasletten birine mensup sayılırdı : Vahşet, bedavat ( bedevilik ) , medeniyet. Bugün, vahşet kelimesi ilim aleminden büsbütün dışarı' atıldı. Çünkü eskiden vahşi denilen iptidai cemiyetlerin de kendileri ne mahsus birer medeniyeti olduğu meydana. çıktı. Hat ta, bu cemiyetlerin bazı tekamül merhalelerinden geç tikleri anlaşıldığından, bunlar hakkında iptidai cemiyet ler tabirinin kullanılmasında bile ihtiyat edenler var. Medeniyetin bütün insan cemiyetlerinde, mevcut bu lunduğu görülünce, bunun hayvan cemiyetlerine de şl..
.
48
TüRKÇüLüOON ESASLARI
mil olup olmadığı meselesi meydana çıkar. Medeniyet, birtakım müesseselerin, yan i düşünüş ve icra tarzlarının, heyeti mecmuasıdır. Hayvan cemiyetleri ise, uzvi vera setle intikal eden sevki tabiilerle idare olunurlar. Buo .. larda, hatta taksimi amal ( iş bölünıü ) ve mesleki ihti sas bile irsidir. Hükümdar, amele, asker gibi sınıflar, va zifelerine 18.zım olan uzuvları himil olarak dünyaya ge lirler. Hayvan cemiyetlerinde an'ane ve terbiye tariklerile intikal eden müesseselere benzer hiçbir şey yoktur. Bi naenaleyh, bunlarda medeniyetin vücudunu kabul etme mek lizımgelir. O halde, medeniyet hakkında aşağıdaki iki esası hakikat olarak ileri sürebi liriz : 1 ) Medeniyet, bütün insan cemiyetlerinde mevcuttur. 2 ) Medeniyet, yal nız insan cemiyetlerine mahsustur. Medeniyet, birtakım müesseselerin heyeti mecmuası d ı r, demiştik. lialbuki yalnız bir millete mahsus olan müesseselerin mecmuuna hars denilir. Yalnız bir ümme.. te mahsus bulunan müesseselerin mecmuuna da din adı verildiği gibi. Bu iki mefhumun karşısında, medeniyet mefhumunun mevkii ne olabilir ? Sosyolojiye göre, hars ları ve dinleri ayn olan müteaddit cemiyetler arasındaki müşterek müesseselerin mecmuuna da medeniyet adını vermemiz muvafıkbr. Demek ki, harsça ve dince bir birine, yabancı bulunan cemiyetler, medeniyette, müşte rek olabilirler. Harstaki ihtil8.flar nasıl dindeki müşare kete mani değilse, harsın ve dinin ayrı olması da mede niyetteki iştirake mAni olamaz. Mesela Yahudilerle J a ponlar gerek hars, · gerek din itibarile Avnıpalılara ya bancı oldukları halde medeniyetçe Avrupa milletlerile müşterektirler. Medeniyet meselesinin müphem kalmasının bir sebe.. bi de, medeniyetin yalnız bir türlü olduğunu zannetmek tir. Halbuki medeniyet de müteaddittir. Mesela, bugün '
TORKÇOLüCüN ESASLARI
49
Avustralya aşiretleri başka bir medeniyet dairesi, Şi mal ; Amerika Hindlileri başka bir medeniyet dairesi, Af rika aşiretleri ve Okyanusya aşiretleri de başka medeni yet daireleri t�şkil ederler. Kurunu ullda ( ilkçağ) Akde niz sahilinde yaşayan milletler arasında müşterek bulu.. nan bir Akdeniz medeniyeti vardı. Bundan eski Yunan medeniyeti, Yunan medeniyetinden de eski Roma mede niyeti doğdu. Bu son medeniyetten de Şark ve Garp me deniyetleri doğdu. Asya'nın şarkında da bir Aksa-i Şark (Uzak Doğu) medeniyeti vardı. Çinliler, Moğollar, Ton guzlar, Tibetliler, Hindi Çin i kavimleri hala o medeniye te mensupturlar. Atik kavmiyat ( arkeoloji ) ilimleri yer altındaki in.. sani eserlerden kablettarih devirlerin medeniyet daire�e .. rini bile bulup meydana çıkarabiliyorlar. Halkiya�ılar da, masalların, üstfıre ve menkıbelerin, darbımesellerin birtakım medeniyet daireleri vücude getirdiğini keşfet mekJedirler. Bu ifadelerden anlaşılıyor ki, medeniyet dairelerinin de kendilerine mahsus coğrafi sahaları ve bu sahala rın muayyen hudutlan var. Mesela, bir masal, yahut bir alet muayyen bir noktaya kadar intişar ediyor, ondan öteye gidemiyor. Çünkü her medeniyet başka bir siste me mensuptur. Adeta her medeniyetin başka bir man tığı, başka bir bedi , (estetiği ) , başka bir hayat telakki si vardır. Bundan dolayıdır ki, medeniyetler birbirine karışamıyorlar. Yine bundan dolayıdır Jd, bir medeniye ti bütün sistemiyle kabul etmiyenler, onun bazı kısımla rını alamıyorlar. Medeniyeti de, din gibi dışından değil, içinden almak iktiza eder. Medeniyet de tıpkı din gibi dir. Ona da iptida inanmak v.e kalben bağlanmak la zım ! Bu noktayı iyi anlamamış olan Tanzimatçıların biF: 4 •
50
TORKÇOLOGON ESASLARI
zi Avrupa medeniyetine zevahiri taklit etmek tarikiyle sokmak teşebbüsleri, bundan dolayı kısır kaldı. Medeniyetlerin coğrafi hudutları ayrı olduğu
gibi ,
tarihi tekamülleri de birbirinden müstakildir. Bu, teka AJı üllerin de bir başlangıcı ve bir nihayeti vardır.
Fakat
medeniyet zümreleri , harsi zümrelerden d aha geniş
ol
duklan için ömürleri de ötekilerin ömründen daha uzun.. dur. Bundan başka, bir millet tekamülünün yüksek mer halelerine çıktıkça, medeniyetini de değiştirmek
mecbu
riyetinde kalır. MeselA Japon1ar1 son asırda Aksa-i Şark medeniyetini terkederek Garp medeniyetine girdiler.
Bu hususta, en bariz misali Türklerde görürüz. Ç�n
kü Türkler içtimai tekamüllerinin
üç ayrı merhalesinde
birbirine benzemiyen üç muhtelif medeniyet
zümresine
girmek mecburiyetinde kalırlar : Türkler kavmi hayatı yaşarken , Aksa-i Şark medeniyetine lar.
Sultani
devlet devrine geçince,
devlet
msnsuptu
Şark meden iyetine
girmeğe mecbur oldular. Bugün milli devlet devrine geç tikleri sırada da, içlerinde Garp medeniyetine dahil
ol
mağa azmeden kuvvetli bir cereyan vücude geldiğini gö rUyonız. Aksa-i Şark medeniyetinin izlerine bilhassa şüahi, an'anelerden ayrılamıyan cahil tabakada tesadüf edebi liriz. Bu tabakanın hala inanmakta bulunduğu "tandır name' '
ahkamı Aksa-i
Şark medeniyetinde esas
kadlarla ameliyelerin devamından ibarettir.
olan iti
MasaUar es
ki menkıbelerle üstfırelerin bakiyeleridir. Bir
taraftaiı
eski Türk diniyle Aksa-i Şark milletlerine mahsus dinle
taraftan bunların mecmuu yaşamakta bulunan tandırname
rin mukayesesi, diğer
ile elan
halk arasında
ahkamı
ve masallar arasındaki mukayeseler, bu hakikati meyda na çıkarmağa kilidir.
TURKÇOLOOON ESASLARI
51
Bu mukayese bize, Türklerin Altay ırkı, yahut Mo ğol ırkı namları verilen zümrelere nisbetinin de hakiki mahiyetini izhar edebilir. Aryenlerden daha beyaz ve güzel olan Türklerin sarı ırka nispet edilmesi ilmi bir esasa istinad etmediği gibi, Altay ırkı denilen kavimler zümresinde de lisani ve vahdetin vücudü henüz ispat edi lememiştir. O halde, müphem bir surette ırk namı veri len bu zümrelerin de Aksa-i Şark medeniyeti zümresin den ibaret olması muhtemeldir. Bu ihtimale göre, bizim gerek Fino-Ugriyenlerle, gerek Tonguz ve Moğollarla ye gane rabıtamız, vaktile Aksa-i Şark medeniyetinde on larla müşterek bulunmamızdan ve uzun müddet onları si yasi hakimiyetimiz altında yaşatmamızdan ibarettir. Bu müşterek hayatlar dolayısiyle lisanlarım.ız arasında ba zı müşterek ketim.eler vücude gelmiş olabilir. Türklerin İslam dinine girmesile, Şark medeniyetine dahil olması aynı zamanda vukubuldu. Bu sebeple, bir çoklarının nazarında, Şark medeniyetine islim medeniye.. ti demek daha doğru görülüyor. Halbuki, yukanda be yan ettiğimiz veçhile, dinleri ayn bulunan cemiyetler ay nı medeniyete mensup olabilirler. Demek ki medeniyet, dinden ayn bir şeydir. Böyle olmasaydı , dinleri ayrı o lan zümreler arasında müşterek olarak hiç bir müesse senin mevcut olmaması lô.zımgelirdi. Din, yalnız mukad des müesseselerden , yalnız itikatlarla ibadetlerden iba ret olduğu için, bunların haricinde kalan 18.mukaddes mü esseseler, mesela ilmi mefhumlarla fenni aletler, bedii kaideler dinin haricinde ayrı bir manzume teşkil eder ler. Riyaziyat, tabiiyat, hayatiyat ( biyoloji ) , ruhiyat, iç timaiyat gibi müspet ilimler, sanayie ve güzel sanatlara mahsus fenniyeler, dinlere merbut değildir. Binaenaleyh , hiç bir medeniyet hiç bir dine nispet edilemez. Bir Hris tiyan medeniyeti olmadığı gibi, bir İslam medeniyeti de
152
TüRKÇOLüOON ESASLARI
yoktur. Garp medeniyetini Hristyan medeniyeti saymak doğru olmadığı gibi, Şark meden iyetile Garp medeniyet lerinin menbalannı islim ve hristiyan dinlerinde
değil,
başka cihetlerde aramak lazımdır. Akdeniz medeniyeti kurunu ulida eski Mısırlıların, Sümerlilerin, Hititlerin, Asürilerin, Finikelilerin ilh . . . yar dımile teşekkül etmişti. Bu medeniyet, eski Yunanlılarda kemalini bulduktan sonra, Romalılara geçti,
Romalılar
bu medeniyeti , tabiiyetleri altına aldıkları yüzlerce mil letlere aşıladıktan sonra, Şarki Roma ve Garbi Roma nam larile iki müstakil devlete ayrıldılar.
Lakin bu
siyasi
ayrılık, yalnız siyaset sahasında kalmadı. Akdeniz mede niyetinin de şarki ve garbi namlarile
ikiye ayrılmasına
sebep oldu . Avrupalılar, Garbi Roma'ya varis oldukları için, Garbi Roma medeniyetini benimseyerek ilerlettiler. Bundan şimdiki Garp medeniyeti vücude geldi . Müslüman Araplarsa, Şarki Roma 'nın siyasi varisleri oldukları gi bi, medeni halefleri de oldular. Şarki Roma Miislümanlann eline geçince,
medeniyeti ,
Şark medeniyeti
namını
aldı . Bu müddcn mızı ispat için Şark medeniyetinin
un
surlarına biraz göz gezdirelim : Arap mimarisinin ilk modelleri Bizans mimarisidir. Türk mimarisi de bu iki mimarinin meczinden
doğmuş
tur. Vakıa Araplarla Türkler, hariçten aldıkları modelle ri aynen taklit etmekle kalmadılar. Bu modellere
dini
imanlannın , ahlaki mefkurelerinin ilhamile ibdai tekem müller ilave ederek gayet şahsi mimarilere malik oldu lar. Bu şahsileştirme ameliyesi, Araplarla Türklerin dini seciyelerinin ve milli harslarının tesirile vukua geldi. Bu nun la beraber, bu mimarilerin ilk modellerini, Şarki Ro
ma medeniyetinde aramak hususunda güzel sanatlar mü verl'ihleri müttefiktir. Şarkta havaRSa mahsus olmak üzere bir dümtek mu-
53
TORKÇOLOOON ESASLARI
sikisi vardır. Farabi bu musi ki fennini Bizanstan alarak, Arapçaya nakletti. Bu musi k i
havas
,
Arabm, Acemin Türkün ,
s ını f ı na girmekle beraber, halkın derin
tabakala nna inem edi . Yalnız havas tabakasına miinhasır oldu . Bundan do la y ı d ı r ki , Müsl üman m il l etl er mimaride oldu ğu kaclar bu Ş ark mu s i k i s inde de orijinal bir şahsiyet gösteren1edi ler. Türkün halk t ab a k as ı ��ki A k sa i Ş ark medeniyetinde ibda ettiği melodileri devam ettirerek m i l li bir halk musikisi vücude getirdi. Araplann, Acemle rin hal k kısmı da eski melodilerinde devam ettiler. Bu sebeple, şark m 1 si k i s i , şarkın hiç bir milletinde milli mu si ki ma hiy e ti n i alamadı . Bu musikiye islam mus i k is i de n i lme m es in e başka bir sebep daha vardır. Bu m u s i k i müslüman mill�tlerden başka, or t odoks milletlerin, Er edil .. mcnif orin, Y ahu d ile r i n de mabedlerinde terennüm -
•
,
mektedir. A rap la r m an tı ğı , felsefeyi , tabiiyat ve r iyaziyatı Bi zan�ta tercüme ettikleri gibi, belagat, aruz, sarf ve na hiv gibi bedii lisani ilimlerde de oradaki usulleri nümu ne it ti h az ettiler. Tababet de İpokrat'ın ve Calinos'un tilmizlerinden iktibas edildi. Hulasa, Araplar ilim, fen, felsefe namına s k l i ya tta n ve tecrübiyattan her ne
var
sa , Bizanstan aldılar. Son ral a n Acemler gibi Türkler de bu marifetleri Araplardan iktibas ettiler. Müstakil Arap fi loz ofları "Meşai " ve ' ' İşraki" namlarile ik i ye ayrılmış l ar dı . Meşailer Aristo'nun, l şrakiler Eflatun'un tilmizle riydi. Dine temessük eden İslam hekimleri de
lim" ve
"
M utas avv ı f ' '
"
Mütekel
namlarile i kiye ayrılmışb . Müte
kellimler, cüz'ü li.yetecezzi.yı kabul ederek Demokrit ve Epiktir felsefelerine, mu tasavvıflar da 1skenderiye filo zofu Plotin'in ''neopli.tonilik" sistemine varis olmuşlar dı. Fisagor u n Zenon 'un m ü te rc i ml e ri tilmizleri de var '
,
dı. Bu sonuncu filozofun tilmizlerine "Revakiyun"
adı
54
TORKÇOLüCON ESASLARI
verilirdi. Muhidd�ni Arabi ,nin "ayanı sabite"si Eflatun' un enmuzeci fikretlerinden başka bir şey değildi. Maba dettabiadan (metafizik ) başka, ahlak, siyaset, tedbiri men zil ilimleri de Aristo'dan iktibas edildi . Ahlaki Nasıri, Ahlaki Celali, Ahlaki Alai gibi kitapl'.:tr umumiyetle "ah lak, siyaset, tedbiri menzil" kısımlarını muhtevidir ve hepsi Aristo'yu takliden yazılmıştır. Şarki �oma medeniyetile Garbi Roma medeniyetini kurunuvusta. ( Ortaçağ) devam ettiği müddetçe, birbirin den o kadar ayrılmadılar. Müslümanlar, Şark medeniye tini büyük istihalelere uğratamadıkları gibi, hristiyanlar da kurunu vusti. devrinde Garp medeniyetini büyük te kemmüllere mazhar edemediler. Kurunu vustada, Avrupa'da yalnız iki yeniliğin mey dana çıktığını görüyoruz : Feodal şatolarda opera zuhur etti. Garbi Avrupanın cenup cihetlerine ihtiramkar, aşk, şövalye aşkı, salon ve kadın bediiyatı vücude geldi. Bi rinci yenilik musikinin tekemmüliyle garp musikisinin te şekkülüne sebep oldu. Çünkü eski Yunanilerin tesis et tikleri musiki fennindeki çeyrek sesler, operaya uymadı ğından, terkolundu. Aynı zamanda, operanın tesiriyle yek nesak melodiler terkedilerek musikiye armoni unsuru ilave edildi. İkinci yenilik de kadınların ismet ve kudsi ... yetlerini kaybetmeksizin cemiyet hayatına karışmasını temin etti. Müsl üman lar ; harem, selamlık, çarşaf, peçe gibi adetleri hristiyan Bizansla mecus tran'dan almakta iken, garbi Avrupada kadınlar içtimai hayata gi riyorlar... dı. İşte kurunu vusta devrinde şark medeniyetile garp medeniyeti arasında bu gibi küçük farklar müstesna ol mak üzere büyük bir tenazur görülür. Mesela, kurunu vus tanın islim mimarisine mukabil Avrupa'da gotik na m.ile dini bir ırıimart görürüz. İslam aleminin "hikemi-
55
TüRKÇüLOOüN ESASLARI
yat"ına mukabil, Avnıpa medreselerinde teessüs
eden
"iskolastik" felsefesini buluruz. Hür felsefeye göre, hakikat meçhuldür. Fil ozofun va zifesi, bu meçhul olan hakikati, an'anelere tabi olmaksı· . z.ın arayıp bulmaktır. Bulacağı hakikat içtimai an'aneıe re
..
mugayi r olsa da umurunda değildir. Çünkü ona göre
hakikat her şeyden daha faydalıdır ve daha kıymetlidir. lialbuki hakim iere göre, bütün hakikatle;r malumdur. Çünkü an'aneler nakl ile s abit olmuş hakikatlerdir. Ha k\nıin vazifesi €Sasen malum bulunan bu hakikatleri ak .. li delillerle ispat ve teyid eylemektir. Usullerindeki bu farktan dolayıdır ki , hakimler, filozof namile telkip olun malarını
( adlandırılmalarını )
istemezlerdi . Zira, filozof
ları nıünkir görürlerdi. Avrupanın kurunu vustadaki kilise filozofları da hep bu kanaatte idiler. Felsefe tarihinde bu sisteme "iskolas tik � ' adı verildi. İslim hükeması gibi, Avrupa iskolastik leri de Aristo'yu muallimi evvel ittihaz etmişlerdir.
Bu
zümrenin her ikisine göre, hikmetin gayesi , din ile Aris to felsefesinin telifinden ibaretti. Avrupada rönesans, reform, felsefi teceddüd,
roman
tizm gibi ahlaki, dini, ilmi, bedii, inkılaplar kurunu vus
t.i haya tına nihayet verdi. lalam aleminde bu inkılaplar vücude gelmediği için, biz h8.la kurunu vustadan kurtu luınamışızdır. Bu cihetle, Avrupa iskolastiğe nihayet ver
tesiri altındayız. Birçok asırlar muvazi gittikleri halde şarkla garbın bu ayrılışına sebep nedir ? Bu hususta müverrihler birçok sebepler sa diği halde biz h enüz onun
,
yarlarsa da biz, sosyolojinin gösterdiği sebebi daha doğ ru
gördüğümüzden, onu ileri süreceğiz : Avrupanın bü
yük �ehirlerinde içtimai kesafetin artması içtimai
işle
rin inkısamını (bölünmesini ) mucip oldu. İhtisas meslek leri ve mütehassıslar vücude geldi. İhtisasla beraber, ferd-
TO'RKÇOLOQON ESASLARI
Ierde, ferdi şahsiyet teşekkül etti. Ruhların esas bünye si değişti. Bu esaslı inkılaptan yeni nıha malik, man tıkça, mefkurece eski insanlara benzemiyen yeni insan lar doğdu . Bunların ruhundan fışkı ran yeni hayatı es ki çerçeveler istiap edemezdi ( sığamazdı ) . Bu sebeple,
es
..
ki çerçeveler kınldı, parçalandı. Serbest kalan yeni ha yat, ibdak8.r kudretini her tarafa tevcih ederek , her sa hada teatiler (yükselmeler) , tekemmül v ücude getirdi ; bilhassa büyük sanayii tekvin ederek, asri
medeniyetin
alameti farikasını meydana koydu . Şarkta ise, içtimai kesafette ileri gitmiş büyük şehir ler vücude gelmemişti. Mevcut büy ük şehirler is e , fusça mütecanis olmadıktan gibi, ihtilat
nü
vasıtalarından ,
binaenaleyh manevi kesafetten mahrumdular. Bu mahru miyetler dolayısiyle şarkta
ne
iş bölümü, ne ihtisas,
ne
ferdi şahsiyet , ne de büyük sanayi vücude gelemedi. Ye ni b i r ruha1 yeni bir hayata mazhar olmadıkları
ı çın,
şark m illetleri , zaruri olarak medeniyetlerini kurunu vus tadaki şekl inden daha ileri götüremediler. Çünkü atai.let kanunu mucibince bir sebep onu değiştirmedikçe her şey olduğu gibi ka!ır. Maamafih, garbi ve merkezi Avrupa, kurunu vustA medeniyetinden kurtulduğu halde, şarki Avrupada yaşa yan \. rtodoks milletler hala bu medeniyetten kurtulama mışlardı. Ruslar, ti Deli Petro zamanına kadar şark me deniyetinde kaldılar. Deli Petro, Ruslan şark medeniye tinden çıkararak, garp medeniyetine ithal etmek için çok zahmetler çekti. Bir milletin şark medeniyetinden garp medeniyetine g�mesi için ne gibi usuller takip
etmek
lizımgeldiğini anlamak için Deli Petro'nun teceddüt ta rihini tetki k etmek kafidir. Ruslar istidatsız görünürken, bu cebri teceddütten sonra. sür'atle terakkiye başladılar. Şark medeniyetinin terakkiye mani,
garp medeniyetinin
57
TüRKCULüGON ESASLA RI tealiye saik olduğuna bu tarihi vak'a da bir delil
değil
midir ? Avrupa medeniyetinin temeli, 1 1taksimi amal" ( iş bö lüm ü ) dir demiştik. Taksimi amal , Avrupa'da yalnız hir fetleri, yalnız iktis adi meslekleri bi rbirin den ayırmakla kalmadı. İlimler sahasında da taksimi imal husule gele rek, her ilmin ay n mütehassısları yetişmeğe başladı. Güzel sanatlar sahasında da taksimi am.Al kendisini göstererek evvelce aynı şahısta birleşebilen sanatları bir birinden müstakil ihtisaslara ayırdı. İçtimai hayatın muh te l if şubeleri de taksimi amal vasıta sile
birbirinden
ay
rıldılar. Siyasi kuvvetler, 1 1 teşrii, kazai, icrai" namlarile üçe ayrıldığı gibi , siyasi teşkilatla dini teşkilat da birbirinden
tefrik edildiler. Ta ksimi amalin bu tecellilerinden adalet
te§kil5.tı
kuvvet bulduğu
gibi,
ikt i sad i , ilmi, bedii faali
yetler d e �on derece mükemmelleşti . B u sebeple, m an
Müsl ü
millet1 er, evvelce Avnıpah lara askeri ve siyasi kuv
vetçe müsavi, hatta hazan faik
iken
Avnıpa'da ta ksinıi
amalin husule ge tirdi ği terakkiler n etices i olarak , onlara nisbetle gittikçe zayıf bir mevkide kalmağa başladılar. Gerek askerlikte, gerek siyasette iki cemiyetin bir biriyle mücadele edebilmeleri iç i n , iki tarafın aynı sili.h larla mücehhez olması lazımdır. Avrupalı lar, sanayideki fevkalhad terakkileri sayesinde, tank
gibi,
zırhlı otomo
bil gibi, tayyare, dritnot, tahtelbahir ( denizaltı ) gibi müt hiş harp Aletleri yapabildikleri halde, biz bunlara muka bil yalnız adi top ve tüfek kullanm ak mecburiyetindeyiz. Bu suretle İslam ô.lemi Avnıpaya karşı sonuna kadar na
sıl mukavemet edebilecek ? Gerek dinimizin , gerek vata nımızın istiklalini nasıl müdafaa edebileceğiz ?
Bu dini ve vatani tehlikeler karşısında yalnız kurtuluş çaresi vardır ki ,
o
bir
da ilimlerde, sanayide, as-
58
TORKÇOLOOUN ESASLARI
keri ve hukuki teşkilatlarda Avrupalılar kadar ilerlemek tir, yani m eden i yet te onlara
müsavi olmaktır.
Bunun
iç i n de tek bir çare vardı r : Avrupa medeniyetine tam bi r .surette gi rme k . Vaktile, tanzimatçılar da bu lüzumu
idrak ederek ,
Avrupa medeniyetini almağa teşebb ü s etmişlerdi :
Fakat
onlar, aldıkları şeyleri yanm al ı yor l ar , tam almıyorlar.. dı. Bundan dolayıdır ki, ne bir hakiki darülfünun yapa
bildiler, ne mütecanis bir ad li ye teşkilatı vücude getire b i ld i ler. Tanzimatçılar, milli istihsali asrileştirmeden ev vel istihlak tarzlarını, yani telebbüs, tegaddi beslenme) , bina ve mobilya sistemlerini
( giyinme,
değiştirdikleri
için , milli sanatlerimiz tamamiyle münkariz oldu,
b un a
k arşı yeni tarzda Avrupai bi r sanayiin cersumesi (zer
resi ) b i l e vücude gelemedi. Buna sebep, kafi d erec ede il
mi tetkikat yapmadan, esaslı bir mefkure ve kat' i
bir
program vücude ge ti rmeden i şe başlamak ve her işde ya nın
te db irli ol m ak tı .
Tanzimatçıların büyük bir hatası da, bize şark me den iyetile garp medeniyetinin terkibinden bir irfan ha
litası yapmak istemeleriydi. Sistemleri büsbütün ayn u m .delere istinad eden iki makus (zıt) medeniyetin
edemi yec eğini düşünememişlerdi.
imtizaç
Ha.Ii.1 siyasi bünyem.iz
de mevcut olan ikilikler, hep bu yanlış hareketin netice leri d i r : İki türlü mahkeme, iki türlü darültedris ( okul ) , iki türlü vergi , iki türlü bütçe, iki t ü rlü kanun. Hasılı bu ikilikler, saymakla tükenmez. Medrese ile mektep bir ikilik teşkil ettiği halde, her mektebin dahi
linde de yine bu neviden ikilikler vardı. Yalnız Harbi ye ile Tı bbiye ' de münhasıran Avrupai bir tedris usulü takip
olunuyordu. Bu sayededir ki, bugün milli hayatımızı kur taran büyük kumandanlarla ferdi hayatlarımızı kurtara bilecek alim tabiplere malikiz. Bu iki meslek erbabı için-
59
TORKÇOLüOüN ESASLARI
den Avrupadaki meslekdaşlanna muadil
mütehassıslar
yetişmesi , bilhassa Harbiye ve Tıbbiye mekteplerinin iki likten azade kalması sayesindedir. Yeniçerinin fenni har biyle, hekimbaşının fenni tı bbı hu mekteplere girmiş ol saydı , bugünkü şanlı kumandanlarımızla şöhretli doktor larımıza malik olabilecek miydik ? İşte bu iki darültedrisin hali, bizim için yapacağı mız maarif inkılabında bi r nümune olmalıdır. Şark medeniyetini garp medeniyetile telife çalışmak, kurunu vustAyı, kurunu ahirede ( yeni çağda) demekti.
Yeniçerilikle Nizamiye askerliği
edemezse, hekimbaşılıkla ilme müstenid
yaşatmak
nasıl im.timç
tababet
nasıl
uyuşamazsa, eski hukukla yeni hukuk, eski ilimle
yeni
ilim, eski ahlakla yeni ahlak da öyle imtizaç edemez, ya zık ki yalnız askerlikle tababetteki yeniçerilik ilga olu nabilir. Diğer mesleklerdeki yeniçerilikler, kurunu vustA hortlakları suretinde hala yaşamaktadırlar. Birkaç ay evvel, Türkiye'yi Milletler Cemiyeti'ne fil hal için İstanbu l'da bir cemiyet teşekkül etmişti.
ki
Halbu
Avrup a medeniyetine kat'i bir surette girmedikçe, Mil
letler Cemiyeti 'ne girmem.izden ne fayda hisıl cekti ? Kapitülasyonlarla siyasi
olabile
müdahalelere mahklım
edilmek istenilen bir millet, Avrupa medeniyetinin hari cinde telRkki ol unan bir 'millet demektir. Japonl a r, Avru pai bir millet sayıldıkları halde, biı hali A.syai bir mil
let addolunmaktayız. Bunun sebebi de Avrupa medeni yetine tam bir surette girmeyişimizden başka ne
olabi
lir ? Japonlar dinlerini ve milletlerini muhafaza
etmek
p.rtiyle garp medeniyetine girdiler. Bu sayede, her hu
susta Avrupalılara yetiştiler. Japonlar, böyle yapmakla dinlerinden, milli harsla rındaıı hiçbir çey kaybettiler mi ? Asla ! O halde, biz ni
çin tereddüt ediyoruz ?
Biz de Türklüğümüzü ve Müslü-
TORKÇOLOCON ESASLARI
60
manlığımızı muhafaza etmek şartiyle garp medeniyetine
kat'i olarak giremez miyiz ?
Garp medeniyetine girme
ğe başladığımız günden beri değiştirdiğimiz şeyleri tetkik edelim. Bakahm bu nlar arasında dinimize, milliyetimize
taa lluk eden şeyler var mı ?
Mesela, rfımi takvimi bıra
karak bunun yerine garp takvimini aldık . Rumi takvim bizim
için mukaddes bir şey miydi ? Rumi takvim, Rum
lara , yani B iz an sl ı lara aittir. Bunu takdis etmek lazı m.
sa, onlar takdis etmelidlrler. Rumi saati bırakıp
şark
saatini kabul etmemiz de aynı şeydir. Aristo'nun istidlal mantığını bı rakarak Descares ' l a Bacon'un istikra mantığını ve bu mantıktan doğan °usu l iyat' 'ı
al man ın dinimize ve hars ı m ıza ne zararı
olabi
lir ! Eski heyet { astronomi ) yerine yeni heyeti , ıncte
muk abil
yeni hi kmeti ( fizik )
esk i
hik
eski kimyaya bedel
yeni ki myayı almakla ne kaybederiz ?
Hayvan at , neba
tat, arziyata {jeoloji ) dair e ski kitaplarımızda ne k adar malumat bu labilmek imkanı var ?
Şarkta bulunmıyan ha
yatiyatı ( biyoloji ) , ruhiyatı , içtimaiyatı garptan almağa mecbur değil miyiz ? Evvelce, eski ili mlerimizin cü ml esi ni Bizanstan almıştık.
Şimdi Rumların ilimlerini Avrupa
ilin1lerile mü b adele edersek, dinen ve harsen ne kaybede riz ? Bu m i sa l ler ilanihaye uzatılırsa görülür ki, şark me deniyeti namına ter kedeceğimiz şeyler hep Bizans tan al dığımız şeylerdir. Bu c i h e t ler v8.zıh bi r surette meydana konulursa, şark medeniyetini bırakarak garp medeniyeti
ne girmemize artık k imse s am im i olarak i tiraz edemez. Medeniyet meselesin in halli başka bir
cihetten
de,
m�ml eketi mizde mem l eketimizde
bi r " maarif meselesi " , bi r 1 1 terbiye me
selesi" var. Bu
m es e l e -birçok
acil bir mahiyet
almıştır.
Ötedenberi
ikd aml ara ve ihtimam ..
lara rağmen-· , bir türlü halledilemiyor. Bu me se l en in
ma -
TV'RKÇOLOOON ESASLARI
61
hiyeti tamik edilirse, görülür ki, terbiye meselesi de me deniyet meselesinin bir fer'idir. Esas mesele halledilince, maarif meselesi de kendiliğinden halledilmiş olacaktır. Filhakika memleketim izde, gerek medeniyetçe, gerek pedagojice birbirine benzemiyen üç tabaka vardır : Halk, medreseliler, mektepliler. Bu üç sınıftan birincisi hd.li Aksa-i Şark medeniyetinden tamamile ayrılamamış oldu ğu gibi , ikincisi de henüz şark medeniyetinde yaşıyor. Yalnız üçüncü sınıftır ki, garp medeniyetinden bazı fe yizlere mazhar olabilmiştir. Demek ki, milletimizin bir kısmı kurunu ulida, bir kısmı kurunu vustada, bir kıs mı kurunu ahirde yaşam aktadır. Bu milletin böyle üç yüzlü bir hayat yaşaması 11normal'' olabilir mi ? Bu üç tabak anın medeniyetleri ayn olduğu gibi, pe dağojileri de ayrıdır. Bu üç terbiye usulünü tevhid etme dikçe, hakiki bir millet olmamız mümkün müdür ? Maa rifimizi halkiyat, medresiyat, mektebiyat diye üç kısma ayırabiliriz. Aşık kitaplarile halk masalla rı, koşmalan, darbımeselleri tandırname ahkamı birinci kısmı, arabi ve farisiden tercüme edilen kitaplar ikinci kısmı, Avrupa lisanlarından nakledilenler de üçüncü kısmı teşkil eder. Medeniyetlerimizi tevhid edersek, maarifimizi ve pedago jimizi de birleştirmiş, ruban, fikren mütecanis bir millet olmuş olacağız. O halde, bu işde daha bir müddet ihmal göstermek asla caiz değildir. Hulasa ; yukarıdaki teşlihata göre, içtimai ilmihali.. mizin birinci düsturu şu cümle olmal�dır : Türk milletin denim, İslam ümmetindenim, Garp medeniyetindenim.
VII TAR1Hl MADDECİLİK VE
tçTtMA.I
MEFKOREC1LİK İçtimai hadiselerin tefsir ve izahında birbirine
hem
yakın, hem de uzak olan iki sosyoloji sistemi vardır. Bun lar, tarihi maddecilik v� içtimai
mefkurecilik sistemleri
dir . Bu sistemlerden birincisi Karı Marx tarafından, ikin cisi Emil Durkheim tarafından meydana atıldı.
tık
nazarda bu iki sistemin birbirine yakın olduğu
nu görürüz. Çünkü ikisi de , içtimai hadiselerin ,
tabii
sebeplerin neticeleri olduğunu , maddi, hayati ve ruhi ha diseler gibi tabii kanunlara tabi bulunduğunu esas ola.. rak kabul ediyor. Bu tel!kkiye ilim lisansında muayyeni .. yet ( Fransızcaaı detennin i sme ) adı verilir. Fakat bu noktadan sonra, bu iki içtimaiyat sistemi birbirinden uzaklaşmağa başlar. Karı Marx determinisme' de bir nev'i inhisar iddia eder : İçtimai hadiseler arasın da sebep olabilmek imtiyazı , yalnız
iktisadi hadiselere
münhasırdır. Diğer içtimai hadiseler, mesela, dini, ahla ki, bedii, siyasi, lisani, muakalevi hadiseleri asla sebep olamazlar, yalnız netice olabilirler.
Binaenaleyh,
Marx'a göre, iktisadi hadiselerin gayn olan bütün
mai hadiseler gölgehadiseler
=
Kari içti
epiphenomene'ler mahiye
tindedir. Bir şeyin gölgeh8.dise olması, başka şeyler üze rinde, hiç · bir tesiri haiz olmam ası demektir. İnsanın, gö·l gesi yaptığı işlere bir tesir icra edebilir mi ? edemez.
İşte
Şüphesiz
gölgehidiseler de1 bizim arkamızdan gelen
şu tesirsiz gölgeler gibidir. Demek
ki, Marx'a
göre, yalnız
63
TORKÇüLüOON ESASLARI
iktisadi hadiseler şe'niyettir, diğer i�timai
müesseseler,
şe'niyet olmadıkları gibi , hadise bile değildirler.
Bunlar,
ancak i ktisadi hadiselerin neticeleri ve gölgeleridir ler. Mesela Kari Marx, dinlerin zuhurunu muhtelü sek telere ayrılmasını, zahidane zaviyelerle
mu tasavvıfane
tekkelerin teşekkül etmesini , reform yapı lmasıru ,
dinle
devletin ayrılmasını , yalnız istihsal tekniklerinin değişme.
.
sile izah ettiği gibi ahlaki, hukuki, siyasi, bedii, iktisa-
di, muakalevi bütün mefküreleri n ve sını, büyümesini ve ölmesini de yine
an'anelerin doğma aynı i ktisadi hadi
selerin sebebiyetile izaha çalışmıştır. Durkheim'ın tesis ettiği sosyolojiye göre,
böyle bir
inhisar doğru değildir. İktisadi hadiselerin sair içtimai hadiselerden hiç bir imtiyazı yoktur. İkti sadi müessese ler nasıl bir hadise ve bir şe'niyetse, dini, ahlaki, bedii ilh... gibi diğer içtimai müesseseler de birer · tabii hadi sedir, birer şe'niyettir. benzeterek ,
Bu sonkileri, eşyanın gölgelerine
göjgehadiseler
suretinde
adlamak
objektif
§e'niyetten ayrı lmak demektir. Hikmette, kimyada, hayatiyatta gölgeh8.diseler madığı halde, içtimaiyatta neden bulunsun ?
ol
Filvaki vak
tile, Moseley gibi bazı ruhiyatçılar "şuur"a gölgehô.dise namını veriyor ve şuurun ruhi hadiseler üzerinde hiç bir tesiri bulunm adığını
iddia ediyorlardı.
Fakat
Alfred
Fouille, R,ibot, James, Höffding, Bergson, Pierre Janet, Binet, Paulhan gibi yeni ruhiyatçılar bu nazariyeyi ilmi delillerle kat'i bir surette yıktılar. Artık ruhiyat saha ıında gölgehadise tabiri kalmadı. Bundan başka, içtimai hadiseler arasında yalnız ik tisadi müesseseleri şe'niyet telakki etmek, meseıa fizyolo
jik hldiseler arasında yalnız mideye ve hazım enbubsi ne ( borusuna ) ait hadiseleri şe'niyet telakki edip diğer bayati ufulleri bunların şeniyetsiz ve tesirsiz gölgeleri
61
TüRKÇOLOCüN ESASLARI
addetmek gibidir. Böyle bi r nazariyeyi hiç bir fizyolo jist k a bu l edebilir m i ? Kari Ma rx bu inhisarc ı l ı ğı nazariye sahasında b ı rakmıyarak, ameliye s ahas ın a da nakletmekle ikinci bir hataya düşm üştür. Marx' a gö re halk, yalnız amele sını fından i bare tt i r Binaenaleyh am e l e sınıfı, diğer sınıfla rı ortadan kaldı rm ağa mecburdur. Halbuki halk, "umum" m an as ı na olduğundan, hukukça birbirine müsavi olmayı kabul eden bütün sınıfların mecmuu demektir. Filhaki ka umumla müsavi olmayı ka bu l etmiyen emperyalist, a ristokrat, feodal sınıfları halk ı n haricinde görmek doğ rudur. B u rj uva l a r la münevverler arasında da hukukça herkese m üsav i ol m ayı kabul e tmiyen sımflar varsa, halk dairesinin haricinde kalmalıdırlar. Fakat hukukça umu mun m üsav i olduğunu kabul ede n l er, h an gi mesleki züm reye mensup bulunurlarsa bu l unsun l ar h al ktandır l ar Durkheim'in sosyolojisinde, d iğer içtimai hidiseler iktisadi hadiselere sebep olab i l diği gi bi, iktisadi hadise ler de diğer iç tima i hadiselere sebep olabilirler. Görüyo ruz ki, Durkheim sosyolojisi iktisadi hadiselerin ehem miyetini ve kıymetini inkar etmiyor. Gittikçe iktisadi ha diselerin cem iye t i ç i �deki k ıymetinin artt ı ğı nı hatta as ri cemi yetlerde iktisadi hayatın içtimai bünyeye eaas ol duğunu ortaya atan Durkheim'dir. Durkheim'e göre, ik tisadi cem iyetl erdek i tesanüd, yalnız ma'şeri vicdandan husule gelen mihaniki tesan ü dd ür. Bunlar birbirine ben zeyen ; oba, oymak, il gibi bölmelerden mürekkep o lduğu için Du rkhe im tarafından kıt'avi (segmentaire) cemi ,
.
.
,
yetler tesmiye olunmuşlardır.
Mütekamil cemiyetlerde ise, birinci nevi tesanütten başka bir de i çti mai iş böl üm ün den doğan uzvi tesan ü t vardır. Durkheim, bunlara da, müteazzi ( organize) ce miyetler adını vermiştir.
TORKÇO'LUOON
65
ESASLARI
Malllmdur ki , iş bc lüm U, iktisadi haya tın da tem e
lidir. Asri
cemiyetlerde dini, siyasi, llınt, bedii, ikt:aadl
zümreler, ig bölümünden doğm u.g o!an ihtisas ve mes�ek heyetleridir. O halde Durkheim 'in iktisadi hayata
da
liyık o lduğu mevki ve ehemmiyeti tamamiyle
ol
vermi3
duğunu kabul etmek liLzımdır.
Bununla beraber , Durkheim de bUtUn içtimai hldi acleri bir tek asla irca ediyor : Bu yegane asıl ter'i!er' ' dir. Bu ıstılahın
1
1 ma 'gerl
tariften ziyade misallerle
tav·
z!hi mümkündür. Binaenaleyh, bi rkaç misal iradile ma' · teri " ter'iler"in ne
demek olduğunu anlatmağa çalıgaca
ğım : . Mesela meşrutiyetten evvel de memleketimizde am e leler vardı . Fakat bu am e lel erin müşterek vicdanında .. Biz
am e ' e sınıfını teşkil ediyoruz" fikri yoktu. Bu fikir bu lunmadığı için, o zaman memleketimizde b ir amele sınıfı da yoktu. Yine meşrutiyetten evvel memleketimizde bir çok Türkler vardı. Fakat bunlarıo ma'eeri
vicdanında 1 1Biz için, o zaman
Türk milletiyiz' ' mefhumu bulun.madlğı Türk milleti de yoktu . Çünkü bu zümre, ferdl erini n müş terek vicdanıncia euurlu bir surette idrak
bulunmadık
ça, içtimai bir zümre m ah i yeti n i haiz olamaz. gibi as en Türkçeye mensup bu lun an bir kelime,
halkıwn lisani kelime o lmak
Bunun
Türk
vicdanında artık yaşamıyorsa, Türkçe bir
hidise olmak kıymetini de kaybetmiş demektir. Bunun gibi, esasen Türk türesine dahil bulunan bir adet de, Türk halkının ahliki vicdan:oda arbk b ilinm i yor ve duyulmuyorsa, o meziyetini de, içtimai bir
da gerek içtimai bir hidise olmak, gerek Türk ahllkı n
da bir unsur bulunmak mahiyetlerini kaybetmit demek
tir. F: 5
68 Bu ifadele?"dec an�aşılıyor ki, içtµnai hldiseler, mut laka mensup bulundukları zümren in ma'eert vicdan�nda ,uurıu idrakler haUnde bulunmahdırlar. İşte, ma'eerl vic dandaki bu gu urlu idraklere .. ma'geri ter'iler" namı ve rilir. Ma'şeri ter'iler, Marx'm zannett!ği gibi, içtimai ha y atta gayri müessir gölgehadise�erden ibaret değ.ldir. Ba3.k:s, bütün içtimai hayatlarımız, bu ter' ilerin te3ir le rine göre şckiller:Oi alır. Mesela, biz Türkiyelilerin milş.. terek vicdanımızda "Türk milletindeniz, İslam ümmetin deniz, Garp me:len iyetindeniz" ter'iJeri vazıh görünüşler gibi mer'i 01mağa başlayınca, bütün içtimai hayatları mız değişmeğe başhyacaktır. "Türk milletindeniz" de:li ğimiz için, lisanda, bediiyatta, ahlakta, hukukta, ha tta dinlyn.tta ve felsefede Türk hars!na, Türk zev kine Türk vicdanına göre bir orijinallik, bir eahsilik göstermeğe ç:ı lı�acağız. İslim ümmetindeniz dediğimiz için, nazarımız da en mukaddes kitap Kur'an-ı Kerim, en mukaddes in san Hazreti Muhammed, en mukaddes mabed Kibe, en mukaddes din İslfuniyet ol acaktı r. Garp medeniyet:Cde niz d ed i ğ imiz için de, ilimde, felsefede, fenlerde ve sair medeni sis tem!erde tam bir Avrupalı gibi hareket ede ce ,
-
.. .
gız.
Ma'şerl ter'iler, yalnız zümre mefhumlarına mahsus değildir. Üstu rele r, menkıbeler, masallar, efsaneler, fık ralar, akideler, abli.ki, hukuki, fenni, iktisadi kaideler ; llmi ve felsefi görüg1er de birer ma�şeri ter'iden ibaret.. tir. İtikadın ve nazari yen in zıddı addolunan ayinler ve ameliyeler bile, evvela zihinde tasavvur olunup sonra yapıldı kları için, esasen birer ma'eerl ter'iden ibarettirler Ferdi fikirler her ferdin kendine mahsus olan fikir.. leri demek tir Ma'şeri ter Ue r ise, her cemiyetin bütün fer�eri arasında mll§terek bulunan, daha doğrusu ma' .
.
'
..
..rl vicdanında meş ur ( guurlu ) ve mUdrik bulunan su. veri zilıniyedeıı (zilınJ sure tlerden ) ibarettir. Ferdi fi· '
kirler esasen cemiyet üzerinde hiç bir tes ire malik d e
lildir.
Fakat, ferdi fikirler, içtimai bir kuvvete is tinat
edip, ma'şeri bir ter'i mahiyetini al dığı zaman,
içtimai
olur, meseli. b üyük bir
mane ıl
hayatta büyük
bir amil
nüfuza malik bulunan bir münci (kurtarıcı ) ne düşünilr
ıe, fikirleri biraz sonra umumun müşterek
düşünüş eri
ı ırasına geçer. Tabli, ferdi fikirler bu mahiyette bulunur sa,
içtimai hayatta her an müessirdir. Bir millet, büyük
muvaffakiyetleriyle dehasını, fedakarlığını,
kahramanlı
ğını fiilen isbat etmiş, büyük bir şahsiyete malik olduğu saman,
onun ma'§eri ter'iler yaratmak iktidan saye.sin·
de her türlü teceddütlelfi k olayca icra edebilir. ݧte
biz
bugün, böyle bir dehi hazinesine malikiz. Alelade ferdle rin hatta ilimdQ büyük bizaalan {bilgileri ) ve yüksek kudret ve faali yetleri olsa bile, asla
amelde
muvaffak
olamıyacakl arı teceddüt ve terakkileri, umumun vicdanın da münci ve dahi tanılan böyle bir şahsiyet bir sözle, bir nutukla, bir beyanname ile vilcude ge ti rebilir.
Ma'geri ter iler, galeyanlı buhranlar esnasında gayet ıiddetli vecitlerle halellenerek son derece büyük bir kud ret ve kuvvet iktisap ederler. Ma'şeri ter'iler, asıl mefkü re
halini aldıktan sonradır ki, hakiki inkılapların
olurlar. Mesel a Türkçülerin ortaya attıkları ..
&mili
Türkçülük
fikri, gençliğe münhasır zümrevt bir ter 'iden ibaretti. Bu sümrevi ter'iyi umum Türk mil�etine teşmil ederek
onu
bir mefkure haline getiren Trablusgarp, Balkan Harp:e riyle, Cihan Harbindeki fel8.ketler olmakla beraber,
bu
mefkfıreye resm iyet veren ve onu fiilen tatbik eden de
ancak Gazi Mustafa Kemal Pap Hazretleridir.
Bu misallerden de anlaşılıyor ki, Durkheim, mefkCl
reciliğl galey anlı içtima•arla,
yani sosyoloji ile izah edi-
-49 yor. Ona glSre, ciltiln içtimaı hldiseler mefktlrelerden, ya..
onlarııı hafif de receleri olan ıııa 'gerl · ter'ilerden i� rettir. Filvaki, her ma'şerl ter'l az -çok bir kıymet duygu eile kar ış ı k tı r. İç t imai müesseselerin baz ı sını mukaddes, bazısını iyi, bazısını güzel, bazısını d :> ğru telakki ede riz. Müesseselerin bu s ıfa tl a rl a tevsim ed il mel eri , onla· rm duygulardan, h ey ecan l ar da n ihtiraslardan Ari olma· dığını gös te rir. Zaten biz, ha n gi şeye karşı dini bir he yecan duyarsak ona mukaddes, hangi şeye karşı bedii bir heye can duyarsak ona güzel , hangi şeye karşı mu aka levi bir heyecan duyarsak on a doğru kıymet�erini tevcih ede riz. Demek ki, bütün ma'şeri ter'ilerde rnefküre mahl... yeti mevcuttur. Ma' şeri ter'iler, yani mefkureler bütün içtimai ha dis el e r: o sebepleri olmak l a beraber, kendilerinin de doğ ması, kuvvetlenmesi, zayıflaması, ölmesi birtakım içti mai se beplere tabidir. Bu sebepler içtimai b ünyede hu sule gelen değişmelerdir. Durk h e im e n azaran, içtimaı hA. hut
·
,
'
dise�erin ilk sebepleri, cemiyetin nüfusunun , kesafetinin, ihtilatının, tecanüsünün, iş bölüm ünün
artıp eksilmesi gi .. bi içtima! mane vi ya ta, morfoloji sosyal'e ait hadiseler dir. Türkc;Ulük cereyanının zuhuru da içtimai bir hldise dir. Bu hAdisenin izahında da, "ta ri hl maddecilik" ve "iç- timat met1u1recilik" mezheplerine ait iki muhalif naza• riye karşısındayız. Birinci nazariyeye gBre, Türkçülük yalnız iktisadi sebeplerden doğdu. İk inc i nazariyeye gö re, Türk çill ilk cereyanının doğması da, içtimai bünyenin tahavvüle uğramasından Ueri geldi. Eskiden memleketimiroe başlıca iki dini cami a var dı. B i rinc is i Hilafetin etrafında toplanan müslüman üm etrafında -toplanan meti, ikincisi Rum Patrikhaaeainlıı
89 !ırlatfyan ftmmetl idi.
Efer ·dinler, eski kuwetlnl, aynı
tlddetle muhafaza edebilseydi, bu camialar dağılmıyacak
tı. .
·
·
Fakat ·şehirlerde içtimai kesafetin çoğalması ·
yU
..
dnden içtimai iı bölümü iptida doğmağa, ıonra da git· '1kÇO derfnleşmeğe. ba§ladı� İl bölümü mesleki zümreleri ye · mesleki . zUJn.reler de mesleki vicdanları d :>ğurduğun. dan, eski zamanlarda gerek müslilmanlar camJasında, ge. �k hristiyanlar camiuında yegAne hAklm bulunan . bu iki ma'eert vi�dan �yıflamağa bqladılar. Ma'ıerl vic· danlann zayıflaması , onlar_a -lstinad eden camjalann umu• mı tesanUtlerinl bozdu. Yeni doğan gazete ile mektep, edebiyatla şiir de, mA.nası anlaşılmayan camla lisanı ye ·
rine1 cemiyet lisanını ikame etti. Bu suretle gerek milslümanlann, gerek hristiyanla· nn zU.mrevi vicdan �arı,
zümrevi ter'ilerl ve ,
tellkkile-
rl değiıti. Evve lce her ferd, dini camlalannı bir lçUmaJ uzviyet ve kendisini onun ayrılmaz bir
uzvu
görürken ·
timdi içtima! uzviyet olarak yalnız kendi lisani cemlye.
tini görmeğe
w
ve
kendisini yalnız onun ayrılmaz bir
telikkl eıtmeğe başladı.
İşte,
uz.
dini camiaların inhilalile
on1arın yerine lisani cemiyetlerin kaim olmaaı gu suret le vukıı a geldi. · Rum Patrikhanesi camiasından iptida Er·
menllerin, sonra Ulahların, Sırpların, Bulgarların, hattA istiklal kazanan Yunanlıların ayrılmalan ve bir kısmının
Eksarhlık namile bu ayrılışa daha bariz bir gekil verme
leri bu iddiamıza canlı bi r delildir.
Bu lisanı cemiyetlerin Osmanlılık namı verilen siya.
il camiadan a.ynlma!an, dini camialanndan ayrılmala nndan sonra olması da, ilk sebebin siyasi olmayıp, sırt harsi olduğunu gösterir. Zaten lisani ve harsi
..
zUmrelerden ibaret
bulunan
milliyetler, eski zamanlarda da mevcuttu. LAkln . iki tür- .
ıu
emperyalizm, dini ve
si yasi em�ryalizmler, on'an
camianın içinde, yani saltanat ve Um.met sında hapsetmieti. Bu camlalarm
lkl
çe mberleri ara
çemberleri kuvvetten
d il§tUkçe, mahpus zümrelerin serbest olmak için mücade
etmeğe giriemelerl tabiidir. İşte, memleketimizde ip tida dini e ksarh lık lar sonra da s iyasi muhtariyetler ve le
,
lstik'lller suretinde tezahür edeo milliyet cereyanları bu
suretle inkişaf etti.
MUslUmen kavimler arasındaki mill iyet cereyanlan da aynı surette tezahür e tti . Mid.l ol arak Amavutlan alalım. Bqkı mcılı ğı n (1) merkezi olan T :>ek a' lar eski ,
zamanlardanberl, Bektaşiliğe
uzaklaşmışlardı.
eapmak'a. dini camiadan
Bunlar, iptida asrın ihtiyaçtan sıras?na
geçen mektep ve matbuat,
şiir
ve edebiyattan
nasipleri
ni almak için hususi lisanlarını kullanmak istediler. Bu
için
nun
evvela bir yazı kabul etmek icabetti. Kabul et
tik �erl yazının Latince olması da gösteriyor ki, Toska'.
lar, evvelemlrde dini camiadan ayrılmışlardı. B i r zaman danberi zayıflamıya başlıyan dini tesanUtleri yerine, h�r si
bir
tesanüt ikame etmeğe çalışıyorlardı. Araplarda ve
KUrtlerde de mi1llyet cereyanı
iptida
h arat bir şekilde
bqladı. Bu cereyanlann siyasi bir mahiyet almaları ik· n
ci
merhaleleri, iktisadi bir mahiyet almaları da ilçUncU
merhaleleridir. TUrkçülUğe gelince, bunun
da baret bfr surette baı
ladığı nı biliyoruz. Türkçülüğün ilk babalanndan birisi en eski darülfünunumuzun, ikincisi de mekA.tibi askeriyemi
zin
müessisldir. Medrese kuv teeesUs edemlyecekti. Asırlar kuvveti mahiyetini muhafaza
(nskeri mekteplerimizin )
vetli
olsaydı
darUlfUnun
ca medresenin mUsallih (1 >
Osmanlı İmparatorluğundan aynlma
Arnavut Partl.S1.
taraftan
milli
TOıtKÇOLOQON
!lSASLAltI
n
eden yen iç eril i k var iken de asker! mektepler teessüs ede mezd!. Demek ki, i ç timai iş bölilmUnlln bir n etices i ola rak Türklerde rte
Umm et camb\sının tesanüt kuvveti ar
tık zayıflamağa başlamıştı. n\hayetlerinde
cncümen-1
Sultan Abdülaziz devrinin
daniş'le darülfUnun'un tegek ..
kUlü ve m e k3.tı bi askeriyeye yeni bir nizam ve in tiz:ım verilmesine teşebbüs olunması, bu zayıflamanı n ne tice'ericlir. Bu yeni m üessesele ri n başında bulun an Ah· met Vefik Paşa ile Süleyman Paşa, fnhilAle başlıyan Um· met ve sa1tanat C9.mlaları lçln:.ie pusbunz kalan millet lerini lisanı, harsı; tarlht tesanUtlerle yen,de'l. kuvvetlen dirmek ve genç'erl bu yeni m efkurelere göre terbiye et
Bundan sonra, tasfiyecilik ve yen i lisan
mek ihtiyacını duydular. .
fasıla ile doğan
yirmişer
sene
cere yı?al an
da.,
Türkçülük mefkuresinde bilhassa lisanla harsın A.mil ol duk tarını göste rir. Filhaki ka TürkçUlüğün doğru
"
nihayetlerine
mil l i iktisad · ' mefkuresi de doğdu. Fakat bu na
zar iyeyi ortaya atanlar, ne iktisatçılık , ne de
ticaret·e
uğraşanlardı . Mill i yetin milli hukuk, milli ahlik,
terbiye ,
hatta milli felsefe gibi muhte1lf
yen harsç1 Türkçülerdi . Milli
iktisad
m�l
tecellile rin !
nl,
ara .
da, Türklerde lpt�
da bimenfaat ( menfaatsiz ) bir mefkö re suretinde
ve
l
doğlu
sırf nazari olarak memleketimizin iktisadi şe n i yeti ynnl ziraatimiz in, sanayiimizin, ticaretimizin , mub �e .. '
lif sahal arın da cari bulunan hukuki rej imlerle teknik f:e· kil 1 er i aramağa başladı. Milli iktisadiyatımız ancak ik.. tisadi ge"aiyetim izi tetk � k ettikten sonradır ki,
ikt:s:ıdl
hldlselerimlz den n:>rmal ve marazi olanlan:ıı tefrik e �e .. bilecek ve
ancak
o zam an iktisadi hastalıklarımızın tc da..
maate essüf, Cihan Harbi, nazari tetkikleri durdurarak , muh· telif tarzlarda ameli tatbiklerin zuhura gelmesine sebe:ı oldu. Milli iktlıladiyat, ticari bir spek illisyon vasıtası de· visi i çin rapor, yahut reçete verebllecekti. Faka t
.
TD!t9JOLQC'Olf ZSASLAft? .
.
.
fll, ilmi bir mckt@ı>tir.
. .
.
. ..
... .
..
'
Almanya'da bu mektebin mnea-
alsi Frledrfch List'tir. Durkhelm. Llst'in milli lktlsad hakkındaki eserinde, "Objektif usulde yazılmış, şe'niyete müstenit ilk iktisadiyat kitabı budur" diyor. Fakat b� m�lli lktisadlyatm ilmi, her yerde milll mefkı1reden evvel
değil,
sonra
dofar�
·
..
·
VIII
){İI.IJ VİCDANI . içtimai zilmre1 er bqlıt.a Uç kısma aynlır : Ailevi stımreler, siyasi zümreler, mesleki zümreler. Bunlar ara ımda en eh emmiyetli olan siyasi zUmrelerdlr. Çilnkil ıi )7881 bir z Uriıre kendi başına yaşayan müstakil, yahut yarım mUstakil bir heyettir. Ailevi zUmrelerle
mesleki
stlmrelerse bu heyetlerin cUzU' l e rl , kısımlan m a hiyetin dedi r. Yani, siyasi zümreler birer içtimai uzviyettir : aile
T! zUııirel er bu uzviyetin hUceyrelerl, mesleki zümre le r de uzuvları mes abea:Odedlr Bundan dolayı dı r ki, ai levi ve mesleki zümrelere till zümreler o.dı verilir. Siyasi zUmreler da bqlı ca üçe ayrılıl': Cemia (Clan) � camla, cemi yet. Cemla, bir k avim den yalnız kUçQk bir kısmın siya.. ld blr heyet halini almaslle teşekkül eder. Meseli, bir ka vim müstakil aşiretlere ayrılınca, bu qi re Uerden herbirl bir cemladır. İptidai kavimler hep bu cemla hayatını ya ıarlar. Bir zaman gelir ki, cemi al ardan biri, diğerlerini feth ve teshir ederek hakimiyeti altına alır. Fakat içine aldığı cemialar, umum i ye tle kendi kavmine mensup aıi retler değil di r Başka kavimlere, yahu� başka dinlere measup cemlaları da mağl1lp ederek kendine tibl kı lc;h lmdan, te§ekklll eden yeni heyet, mütecanialifini kaybe dır : muhtelif kavimlere ve dinlere mensup cemlatardan mUrekkep bir h alita geklinl ahr. Bu halitaya clmia adı Yeril i r O halde, bUtün feodal beyliklerle umum impara torluklar cimia mahlyetindedirler. Çünkü bu siyasi hey'. .
.
.
.
74 etlerde başka başka kavimlere ve dinlere mensup cemla lar mevcuttur.
Yine bir zaman gelir ki, bu ci.nilalar
da inhilal
et
mefe ba§lar. lmparatorluklann içinde, llsanca ve hars ça müşterek bulunan cemialar içtimai bir suret te birle gerek mllgterek vicdana, müşterek mefktireye mfilik blr milliyet halini alır. Bu milliyet, milU vicdana malik ol duktan ıonra, artık uzun müddet, tabiilik halinde k ala maz. Ergeç, siyasi istikli.lini elde ederek istlklAline ma lik slyaaI bir heyet haline girer. İgte, ancak bu .müteca ııls, müttehit ve müstakil heyete cemiyet adı verilebilir Bu cemiyetlere aynı zammda millet adı da ve rilir . Da mek ki, hakiki cemiyetler ancak milletlerdir, lakin ka vimler birdenbire millet haline giremezler. İptida, cemia lar halinde içtimai hayatın adeta çocukluk devresini ge çirirler Nihayet imparatorluğun zu�münden bizar olarak müstakil hayatlar yaşamak üzere clıniadan ayrılırlar. .. .
..
.
Camla hayatı, mahk!ım kavimler için muzır olduğ;,ı
derecede hakim kavim için de zararlıdır. Buna kendi kav mimizden daha beliğ bir misil olamaz : Türkler, Osman lı lmparat:>rluğunun müess isi iken, bu camianın vilcude getirdiği feodalizm içinde reaya ha Uni aldılar. Aynı za man da, hayatlannı cAmiaya asker ve jandarma vazifele rini ifa etmekle geçirdiklerinden, irfanca ve iktisatça yük selmeğe vakit bulamadılar. Diğer kavimler, Osmanlı ci. miasmdan irfanlı, medeniyetli ve zengin bir halde ayrı lırken, zavallı Tür� ,er ellerinde kırık bir kılıçla eski bir sapan dan ba§ka bir mirasa nail olamadılar. Maamafih, bi r insan iç�o, çocukluk ve çıraklık de virlerinden geçmek nasıl mecburi ise, bir kavim için de cemia ve camia stajlarını 3Zapmak öylece zaruridir. ,..H er kavim, ancak bu merhaleden geçtikten sonradır ki, ce ..
miyet ve millet haline ge�ebilmiştir.
7ts Şu kadar ki, cemi�t hayatına çabuk
ulqan
hAklm
bir millet, ci.mia devrini daha az zararlı olarak geçire bilir. MeselA İngiliz kavmi, henüz lskoçya, Gal ve İrl:a da ülkelerini fethetmeden evvel, cemiyet halini ahnııt! r. Halkın intihap ettiği meb'uslar, lordlarla birlegerek leketi idare ediyorlardı. Saray
bir
mem
gölgeden ibaret
kal
mııtır. Binaenaleyh, bUtUn meseleler sarayın menfaatine
değil,
halkın faydasına uygun
du. İngiliz
bir
surette halloloouyor
kavmi bundan bet yüz sene evvel, iete
bu
auretle kendi ialerinl mümessilleri vasıtasfyle
düşünüp
uyanık bir millet haline girmişti.
Asırlar
karar veren
ca İngi liz ParlAmentoatı münhasıran Anglo-Sakso::ılardan mürekkep olmak üzere müzakere etti. lç'erinde milli si yasete mA.ıı i olacak hiç bir yabancı unsur, cereyanlara s ürükleyecek
gayri milll
hiç bir yabancı ferd mevcut de
ğildi. İngilizler, tam dört
yUz sene bu samimi ve mahremi
ne meşnıtiy�t hayatını yaşadıktan, milli seciyelerini artık
bozulmaz
haline getirdikten sonradır kl,
milli
harslarını
ve
ve değ:şmez bir sall.bet İskoçya, Gal ve İrlanda
Wkelerini fethederek İngiltere · ye ilhak eylediler.
Fakat
bu ilhak, yalnız siyast bir llhaktan ibaretti. Hiç bir va
..
kit, İngilizler bu Uç yabancı kavmin lng:liz cemiyetine, Anglo-Saks :>n miHetlne iltihak etmesine meydan verme .. diler. Memleket, sanki yine eskisi gibi yalnız İngilizler den mUrekkepmiş gibi, münhasıran İngiliz menfaatı
ve
!dare olundu.
Da
ha sonralan Amerika gibi , Hindistan gibi, Cenubi
Af.
İngiliz mefkuresi noktai nazarından
rlka gibi, Mısır gibi, Avustralya gibi müstemlekelere ve milstamelere mA.lik oldu1 ar. Fakat, yine dalma, par18.men to İngiliz Parlamentosu halinde, kabine Anglo-Sakson ka
b!nesi halinde kaldı . İngiliz milleti, gittikçe büyüyen bu alyasi camia içinde kendi beallğinl bir an için olsun hiç
f8
-
unutmadı. tşte, İngiliz milletinin, asırlardanberl cihan siyasetinde hükümran olmasının sebebi budur. Görülüyor ki, bir kavim ancak kendi kendini milli bir parlB.mento ile idare edea hakiki bir millet haline gel· dikten sonra, yüksek ve samimi bir cemiyet hayatı . . ya. ıayablllr. Avrupanın diğer kavimleri bu hakikati . pek geg anlay abildiler Çünkü iki asır evvele kadar, Avnıpnnın diğer sahalarında, halklar ve ülkeler hükümdar ailelerinin eairleri ve . maliklnelerl b ilkmündeydiler. Bir hükümdar, kızını evlendirirken memleketin bir kısmını ona cehlz ve .
..
rebilirdi.
Bir hükümdar, vilA.yetlerinden birini bqka bir
hükümdara
hed iye edebilir, yahut satabillrdl. Miı:as ta
rikile, memleke tin bir kısmı yabancı bir h üküm darın eli ne geçebilirdi. HülA.sa, halkların, k avimlerin hiç bir mev cudiyeti, irapta hiç bir mahalli yoktu.
Devlet demek, hU ..
kUmdar demekti : Bu düstur yalnız OndördUncil Louls'ye
mahsus değildi. İngiltere'den gayri bütün Avrupa dev letlerinin s i yasi şilrı bundan ibaretti . Fakat milliyet devresi n ihayet di ğer Avrupa kavim
leri için de hulUI etti. Hollndalılar, Fransızlar llh . ken di kendini idare eden birer millet halini almağa başladı . .
lar. Tarih, umumi bir kaide olarak gösteriyor ki, her ne
reye milliyet ruhu gi rdi yse orada büyük bir terakki ve tekamill cereyanı doğdu Siyasi, d!nt, ahliki, hukuki, be dlf, Umt, felsefi, ikt isadi , lisant h a yatların hepsine genç. Hk, samimilik ve taravet geldi. Her şey yilkse1 meye baş ladı. Faka t bütün bu terakkilerin fevkinde olarak · yeni bir seciyenin husul bulduğunu da yine bize mukayesell tarih haber veriyor. Milli vicdan nerede teşekkül etmi ş ae, artık orası nıüstemleke olmak tehlikesinden ebediyyeo ,
.
.
kurtulmuştur. Fi!hakika bugün, Mil letler Cemiyeti, Almanya'yı ıııUstemleke lıallııde
bir
Fransa'ya takdim etse, acaba Fnuı·
aızüi.r bu hediyeyi kabule cesaret edebilirler mi ? Maca ristan 'ı Romanya'nın, Bulgaristan'ı Yunanların kumanda sı altına koymak istese bu iki devl et ıu mandalan kabu� le yanaşabilir mi ? Şüphesiz h ay ır ! çünkü mandater ol mak isteyen bir devlet mandası albna girecek mem1eket te kolayca hakim olmak ister. Halbuki milli vicdanı uyan mış bir ü l k e yd kocaman ordular gönderilse bile, orada en k üçük bir nüfuz kazanmak m ü mk ün deği ldi r. İngiliz lerin Trakya ile lzmir'i Yunanlıl arın , Ad an a ve havali sinl Fransızların, Antalya'yı ltal yanla nn mandası altın a vermesi, lstanbul'u ken di eline geçirmek içindi. Bütün bu c!evletler, An a d olu da milli vicdanın uyandığını, Yu nan ordularının mi11i kıyam ka rşı s ı nda buz gibi e rid iği ni görünce bu ham sevdalardan vazge ç meğe başladılar. Amcrika'nın n� Ermenistan'da, ne de Türkiye 'de man da kabulüne yanaşmaması da bural a rd aki milli vicda:ıın şiddetini görme3 i n d en dolayıdır. H albuk i İngilizlerle Fran .. sızlar, Arabistan 'ı aralarında ta ksim etmekte hiç bir mahzur görmediler. Çünkü bütiln aşiretleri cemia haya. tı ya�ayan , şe hi r le ri henüz cemiyet devresine gelmemiş 01an Arabistan'da milli vicdanın henüz uyanmamış oldu· ğunu biliy:>rlardı. Görülüyor kl , son asırlarda milli vic dan ın uyandığı yer lerde artık imparatorluk kalamıyor, müstemleke haya tı devam edemiyor. Rusya, Avusturya ve Türkiye impa ratorfuklarının inhilAli, Cihan Harbinin bir neticesi de ğildi. Cihan Harbi, daha evvelden esaslı sebeplerin haz:r lamıg olduğu bir neticenin zuhuru na tesadüfi bir v esil o olmaktan başka bir rol oynamadı. Eğer bu imparatorluk ların içinde ya.gıyan kavimler arasın da mil li vicdana ma lik ve artık mahkum olarak yaşaması mümkün olmıyan m efkureli milletler bulunmasaydı, Cihan Harbi bu impa.. ratorlukları deviremezdi. Nasıl ki Alman devleti müı.: '
•
,
'rô'RKCULUOON ESASLARI
';8
canis b i r milletten mürekkep olduğu için -Fransızlann b u kadar
tahripkarlığına
rağmen
bir türl ü
yıkılmıyor.
Hatta i l eri de, Avusturya camiasından aynlan Avustur ya Almanlariyle bi rleşeceği için, Cihan Harbi'nden daha kuvvetli çıkmıştır aa denilebilir.
Bir
ta raftan
diğer
Avrupada bu netice doğa rken ,
taraftan Asya'da başka neticeler doğuyordu. Suriye,
Irak,
Fi l i s tin , Hicaz ülkeleri, Türkiye camiaomdan aynlmakla beraber,
istik lB.lc
nail olamadı!ar. Çünkü buralarda otu
ran cemaatlerin milli vicdanı tamamile uyanmamıştı. Şüp hesiz buralarda da milli vicdan uyandığı gün, artık Fr an sız ve İngiliz mandaları bir s aniy e bi l e d uramı yacak l ar
İn gi l tere dev1 eti, Cihan Harbi'nden beraber, lr l an da n ı n Malta'nın, Mısır'm
dır. Nasıl ki çıkmakla
'
,
tariyetl e rin i yani isti k lale doğru ilk adımlannı ,
galip
muh
kabule
mecbur oldu. Avus t ralya , Kap, Kanada, Yeni Zelanda gi
bi Anglo-Saks -::>n larla meskftn ülkelerde tam muhtariyet ler kabulüne mecburiyet h i ssetti . Tarihin ve hilihazırm bu ş ahadc t l er i b iz e gös teriyo r ki, bugün Avnıpada m:I
1
vi cdana malik olmıyan hiç bir kavim kalmamıştır. Bina enaleyh , Avrupanın hiç bir ülkesinde müs teml eke tesisi
ne imkan yoktur.
ts ·a.m ale min de de artık müstemleke haya tına niha yet ve rmek için, müslüman kav imlerde milli vicdanı kuv ve tlend irmekten başka çare yoktur. Bir zamanlar, ittihadı islam mefkuresi
müslüman
kavimlerin istiklale nail olmasını, ülkelerinin m üs tem�e ke halin den kurtulmasını
tem.in eder zannolunuyordu.
Halbuki ameli t ecrübeler gösterdi ki, İslim ittihadı
bir
taraftan teokrasi ve k lerikalizm gibi irtical cereyan' arı doğurduğundan diğer cihetten de isllm Aleminde milliyet ,
mefkurelerinin ve milli vicdanların uyanmasına aleyhtar bulunduğundan, milslüman kavimlerin terakkisine
mi.D.J
'19
olduğu için, istikllline de haildir. ÇünkU lslAm Alem.in.. de mJlli vicdanın inkişaf:oa hail olmak, müalUman mil· !etlerin istiklAUne mft.ni olmak demektir. Teokrasi ve klerikalizm cereyanları ise, cemiyet1erin geride kalması na, hatta gittikçe gerilemesine en lt>Uyük sebeptir. O halde ne yapmalı ? Her şeyden evvel gerek mem.. leketimizde, gerek sair islam ülkelerinde daima milli vlc.. danı uyandırmağa ve kuvvetlendirmeğe çalışmalı. CUa · kil bütün tera k k ilerin menbaı milli vicdan olduğu gibi, milli istiklalin masdarı ve istinadgihı da yalnız odur.
IX MtLLI TESANODU KUVVETLENDİRMEK Mütarekeden s�nra İngilizleri, Frans?zlan
yakından
Bunlarda ilk gö�ümüze çll' pan cihet, med eni ah1 A.kın bozu kluğudur. Bilhassa, mem görmeğe, tanımağa başlad ık .
leketimize gelen veya Malta'da hakim bulunan İngilizle düşük bulduk.
rin medeni ahlaklarını çok ah aHs in i
Müstemleke
soymak, mağluplara kul, köle muamelesi yap.
mak, harp esir!erinin ve hatta s u lh esirlerinin parasını,
eşyas�aı çalmak, onlarca tamamile helA.ldir ( 1 ) . l:ıgiliz m il l e tin :tı medeni ahlakında
görd üğümüz bu düşüklüğe karşı, itiraf edelim ki, vatani ahlakını pek yük-. sek bulduk. Tilrkiye'de yüzlerce, hatta binlerce
vatan
haininin zuhur etmesine mukabil, bUtü!l lngiltere'de
tek
b i r vatan haini zuhur etmedi. O halde, bizde medeoi aJı.
lilın ·d aha yüksek olması neye y ara dı ? Keşke bizde bunlann yerine yalnız vatani ahlik yüksek olsaydı !
de
Vatani ahlakın yüksek olması, milli tesan üdün teme li di r . Çünk U vatan, üstünde oturduğumuz toprak
demek
değildir. Vatan, milli hars dediğimiz şeydir ki, Ustün1e
oturduğumuz toprak, onun ancak zarfından ibarettir. Ve
içindir ki mukaddestir. O halde, vatani ahmk , m il li mefkil rel e rden milli vazifelerden mürekkep ona
zarf
o' duğu
,
o l an bir ahlA.k dem ek tir. O halde, milli tesanüdü
kuvvetlendirmek için her
gey-
Malta'yn sürgüne götürülen, yolda üstelik parası çalman Gökalp'ln bu kanaatini yadırıamamak lAzım. (1)
da
81 den evvel vatani ahlakı yUkse1tmek liztmgeliyor. Fakat vatan i ahlakı yükseltmek için ne yapmal ı yız ? "Vatan, mil l i barstır11 demiştik. Demek ki vatan ; dini, ahlaki, bedi i güzelliklerin bir müzesidir, bir sergisi dir. V a tan ı m ızı d•runi bir aşkla sevmemiz bu s amimi gü.. zelliklerin mecmuu o ldu ğu içindir. O halde, milli haraı mızı bütün güzelliklerile ne za m an meydana çıkarırsak, vatanımızı en çok o zaman seveceği z ve bu kadar şiddet le seveceğimiz o seviml i vatan uğruna şimdiye kadar yap tığımız gibi ya ln ı z tehlike zaman l arın da hayatımızı de ğil, s u l h ve sükun ô.nlannda da bütün şah ıi ve zUnırevl ihtiras'arımızı fe d a edebileceğiz. Gör ü l ü yo r ki, m i ll i te sanüd ü kuvvetlendirmek ic;in, ilk iptida, milli harsı yük seltmekle m ükellef olan münevverlerin bu igi çabuk ba §armalan lazım. l\filli tesanüdün birinci temeli, "vatani ahla k ' o'du ğu gibi, i k inci temeli de 11medeni ahlak"tır. Vatani ah�lk da mil'etim izin fertlerile on lar a benziyen sair fertleri muh .. terem tanımaktan ibarettir. Cemiyet, mukaddes olunca, onun fcr t l e ri de mukaddes olmaz mı ? O ha ide vatanımızı, m i l le ti m izi nasıl seviyorsak, m i l lctdaş1anmızı da öylece sevmeliyiz. Bütün milletda.şlannı sevmiycn bir adam, mill e tin i d e s evm i yor demekti r. Şimdiye kadar münevverlerin halkı ve halkın münev.. verleri sevmesi mümkün değildi. Ç ün kü terbiyelerini mil· ncvvcr1 cr Osmanlı medeniyetinden, halksa Türk hars ı n dan almışlardı. A yrı terbiyelerle yetişen iki sınıf birbi rini nasıl sevebilir ? Bundan başka, münevverl er sarayın halkı soyarak bendeleri idi l er memur o ld uk lar ı zaman sarayın i sraf ve s efaha ti n e hizmet etmekten başka bir şey düşünmezlerdi. Tabii, bu cihetten de mazlum halk on ları sevemezdi. F: 6 '
,
TORKCOL'OOON ESASL.AnI
&2
ArnJannda rekabet, haset, çekememezlik gibi ihtiras
lar bulunduğu için bizzat münevverler de birbirlerini se vcmezlerdi. Memleketimizde birbirini seven, yalnız halk tan olan ferdlerdi ve eski devirde milli tesanüt yalnız bu öz Türklerin samimi ıevişmesine istinad ediyordu. Şurası da vardır ki, medeni ahlak yalnız milletiml �e
mensup fercllerin muhterem tanınmasından ve ·samimi
bi r muhabbetle sevilmesinden ibaret değildir.
Filhakika,
iptida muhterem tanılan ve sevilen ferdler m illetdaglan mw.dır. Çünkü bizi onlarla birleştiren müşterek bir hars, müşterek bir yurd, müşterek bir dil, müşterek bir din var dır. Fakat, biz bir milli harsa mensup olduğumuz gibi, bir de medeniyetimizi de severiz.
O halde medeniyetdaşlarımızı
sevmemiz ve muhterem saymamız iktiza etmez mi ? Medeniyet zümresi iptida, dini bir ümmet başlar. Müslümanlık, hıristiyanlık, budistlik gibi
hal!nde cihanl
dinler birçok milletleri içlerine alarak, onları, bitlşik kap lardaki mayiler haline koymuşıardır.
Hikmet tecrübele
rinde muttasıl kaplardan birine konulan suyun diğerlerine taksim olduğunu ve hepsinde
derhal
su seviyesinin
derhal aynı irtüaa çıktığını görmüyor muyuz ? Aynı üm mete mensup bit milletin husule getirdiği terakki' er:n ya hut duçar olduğu inhitatların derhal diğerlerine int:kal etmesi tıpkı bunun gibidir. Çünkü dindeki birlik, onları
muttasıl kaplar hal:ae getirmiştir. Beynelmile!iyet iptida böyle dini olarak başlarsa da uzun terakkilerden sonra, yalnız ilmi ve fenni bir nede niyette müşterek bulunan ladini bir husule gelebilir.
beynelmileliyet de
Bugünkü Avrupa medeniyeti,
Avrupa
beynelmileliyeti bu iki enmuzecin intikal devresinde bu lunuyor. Avrupa beynelmilellyeti
Japonlarla Yahudileri
müsa.vi şeraitle kendi medeniyetine mensup saydığı için
c!ini bir medeniyetten ve dinl bir beynelmilellyetten çık-
TORKCOLOOON
83
ESASLAnI
mak isteğini i ma ediyor. Fakat, diğer taraftan müslüman Ulke1erinin manda altında kalmaamda hala ısrar göster mesi, eski ehlisalip taassubundan
henüz
kurtulmad1ğını
gösteriyor. Bu taassubun kalkması ve bizim de m ü sav i
uerait dahil:nde Avr upa medeniyetine girmemiz bizim için bir gaye oJmalıdır. Hillasa, medeni ahlA.k, evveli mille � daşlanmızı , sonra dindaş1anmızı, en sonra da bütün insan
ları sevmekten ve muhterem görmekten ibarettir.
Bütün
mülkiyetine, hürriyetine, haysiye tine tecavüz etmemek, medeni ahlak!Cl teklif ettiği vazi bu ferdlerin hayatına,
..
felerdendir.
Görülüyor k i, vatani ahlak llelm�rkeı olduğu halde, medeni ahlak anilmerkezdir. Vatani, ah �ak sevgilerimizin, •
dairesinde te kas üf ve temerküz etmesini istediği halde medeni ahlak bunların y avaş yavaş millet hudut larını aşarak \immet hudutlarına ve ümmet hu du tlarını e.fjarak beyn el milel mamure hudutlarına ve mamure hu c'iutlannı da n�arak bütün insanlık a�emine ittisa ve inb i sat eylemesini arzu eder. Bazan, bu iki ahlak arasında ihtilaf ve tezad bile zuhur edebilir. MeselA, harp zamanlarında vatani ah lak son clerece şiddetlenerek, medeni ahlakı sö nük bir hale geti rir. Uzun sulh devreleri de yalnız me:le ni ah!akı kuvvetlendirerek, vatani ahlikı zayıflatır. Har bin birç :>k maddi ve manevi hasarlarile beraber, içtimai bir faydası d a bulunduğunu iddia edenler, bilhassa bu noktaya ietinad e d iyorlar vatan
.
�
Görülüyor ki, milli tesanUdil kuvetlendirmek iç:n va
tani ahlakı med<:ni ahlaka tek addüm etmek ve insani kıy metin medeni ahlakın dairelerinde merkezden muhite doğ ru glttikçe
arttığını
eksildiğini, muhitten merkeze doğru gel di kç e
düstur ittihaz eylemek lazımdır. YA.ni yukanda
da söylediğimiz veçhile kıymetin birinci dereces!cıde mil
letda§lanmızı,
ikinci derecesinde Ummetda§larımızı, üçün·
'tORKÇOLOOôM
ESASLARI
cU derecesinde medeniyetdaşlarımızı, dördüncü derecesinde bütün in s an ları
görmemiz ve onları derecelerine göre sez
memiz lbı mge li r. için vatani ve mede... ni ah la kl ardan t1onra, bir de mes leki ahlakı y üks el tm ek ıa... Milli tesanüdü kuvvetlendirmek
zımdır.
H er
mil let,
içt im ai taksimi Amal
( iş böl ümU ) neti
takım meslek ve i hti s as zümrelerihe ay... rılır. Mühen disl e r, ta b i ple r, musikişinaslar, ressamlar, muall imler, muharrirler, a ske rl er, avukatlar, tü c carlar , çütçiler, fabrikatörler, demirciler, marangozlar, �ulhalar, cesi olarak bir
terziler, değirmenciler, fırıncılar,
ilh .. . Bu z ümre�er b i rb i ri n i n
kasaplar,
lazım ve
bakkallar,
meJzumudurlar,
yek
diğ er in i n yaptıkJ arı hizmetler bu mütekabil muhtaçlıklar
ev i tesanild d e ği l midir ? Bu nevi tesanüdün kuvvetlenmesi için, evve la, taksi mi amal i n , ancak mü ş ter e k vicdana m al i k bir c emiyet da hilinde vukua gelmesi şarttır. Başka başka milletlere men sup o�up da a r ala r ı n da m üşterek vicdan bulunmıyan züın re le rin iş bölümü, hakiki taksimi amal mahiyetinde de ğild i r. Durkheim bu nevi h izmetlerin mübadelesine "mü tekabil tu..:.: yl i '' lik adını veriyor. Mesela, eski T ü rkiye ' de Tiirklcrle gayn m üs limle r müşterek bir i ktis adi hayat yaşıyorlardı . Fakat aralarındaki iş bölümü hakiki bir tak simi amal değildi ; mütekabil bir tu fe y lili kten ibaretti. Çünkü Türklerle bu gayri Türk unsurlar arasında müş terek bir v i c dan yoktu. Türk1er, gayri m ilsl i m le rin siyasi tnfeyl i l er i idiler, gayri müslimler de Türklerin ik tisadi tu fey lileri idiler. Beynelmilel iktisadi münasebetler de hep da bir
a
bu tarzdadır.
Bu nevi tesanüdUn kuvve tlenmes i için, i kinc i şart da, mes le k zümrelerinin bütiln memlekete şamil milli teşki..
11.tlar halinde taazzisiıı den
ıonra,
her meslek zümresinde
TOKKCOLOOON . ESAS� �este k i bir ahlak ı n teessüs etmesidir. Mesleki ahlak, meslek zilmrelerine
mubah olduğu
halde yalnız bir mes 'ek erbabına -meslek i c ab ı olarak memnu o l an fiilleri gösterir.
Meseli, bir
me ml e k e te ko
yaln ız ta· b ip l e rl e papazlar kaçamaz. Bunun gibi, herkes tica re tl e lera girdiği zaman, or adan he r kes
k açab ilir ;
iştigal edebilir. Resmi nUfuza malik olan dev l e t memur
ları edem ez . Asker sınıfından
o l an lar ın korkak,
polislerin
sefih, hakimlerLı tarafçı, muallimlerle muharrirlerin cahil ve
m efk ures iz
münafidi r (aykı rıdır ) . Katipleri n ketum, avu ka t ! arl a tabiplerin mah re mi yete riayetkar olmaları da mesleki a h lak icabatındandır. •
olmaları mesleki ah! aka
Maamafih, bu mesleki ahlAklann
vardır.
müeyyideleri de
Mes!eki vazife lerin bu müeyyideleri,
teşkilatına
mahsus olarak
bulunması
her lazımgelen
mes lek °haysl
y et divanları"dır.
m il teh assısl an na karşı ha ya tlannı haysiyetlerini, h ürriyet ve m enfaatlerin i himaye edecek yegine müeyyide, işte bu mes ! e ki ahlaka ait teş k i la tl ar· dan ve vazifenamelerdea ibarettir. Bunlar mevcut olma· dıkça muhtelif meslekler arasında hakiki bir tesanild mevcut olamaz. Şimdi yu k a rıda k i beyanatı hülisa edelim : Milli tesan üdün kuvvetlendirilmesi i çti mai intizam ve te rak k in in milli h ü rri ye t ve istiklalin temelidir. Milli te sanüdü kuvv etl en di rm ek için de vatani, medeni, mesleki ahlak lar ın kuvvetlendirilmesi, yükseltHmesi llz ı mdır . Milli h a rs ı m ızı n şuurlu bir ha l e g e l i p y ük se l m es i l)e gibi te ş ki latl a ra muhtaçtır ? Evve la milli harsımızı sak lanmış o' duğu giz l i köşelerden münevverlerin nazarlarına arzedecek olan arama teşkilatlarına ihtiyaç vardır. Bu va.. z�eyi ifa edecek teşkilatlar şunlardır : Milli müze, et• noğrafya müzesi, milli hazinei evrak, milli tarih kütüp .. Ferdlerin meslek
hıanesi, ihsaiyat ( istatistik ) müdiriyeti umumiyesi.
,
88 1 ) Tilrk halkının bedii dehlsına canlı şahlt1er b•.. lunan ve fakra dil�en eski TUrk evlerinden parça parça çıkarılıp bedestenlerde sablan perdeler, halılar, eallar, ipekli kumaşlar, eski marangozlar ve demirci iş'eri, çini ler, hüsnü hat levhalan, müzehheb kitaplar, güzel cilt ler, güzel yazılı Kur'anı Kerimler, milli tarihimizin vesi kaları olan meskükat ve saire ve saire hep ecnebiler ta raf�ndan satın alınarak Avrupa'ya, Amerika'yn taşınmak tadır. Bunların harice çıkarılmasını menedecek bir ka nunumuz olmadığı gibi , bunları satın alarak milli bedii yat 8.şıklannın nazarlarına arzedebilecek milli bir müze miz de yoktur. Vakıa, Topkapı sarayında büyük bir mü zemiz mevcuttur. Fakat buna "harsi müze" demekten zi. yade, "medeni müze" namını vermek daha münasiptir. ÇünkU, bu müze Türk harsına ait milli eser�ere ikinci de recede bir ehemmiyet göstermiş, birinci derecedeki ehem miyeti beynelmilel kıymete malik eserlere atfetmiştir. Bu müc!deamızın delili şudur ki, şimdiye kadar memleketim:Z den sandık sandık çıkarılan Türk bedialannın çıkarılma sına minl olamamış, bedestenle�de satılan bu bedialan satın alıp muhafaza etmeğe çalışmamıştır. Bu sözlerimden müzemizin dehalı bir müessisi olan Hamdi Bey merhumun kıymetçe ç:>k büyük olan himmet ve hizmetlerini inkar ett!ğime hükmolunmasm. Abdülha mit clevrinin her türlü tas'iblerine (güçlük çıkarmalarına) rağmen, sırf kendi teşebbüs ve azmiyle ilmen gayet kıy metli bir müzeyi yoktan var eden Hamdi Beyi takdir et· memek büyük bir nankörlüktür. Büyük kardeşinin bu zati eserini zenginleştirerek muhafaza eden Halil Beye fendiyi tebcil etmemek de yine aynı harekettir. Bu�dan başka, bu müzede Türk meskukatına ve an'anatına dair birçok milli yadigarların mevcut olduğunu da kimse in ki.r ed�mez. Şu kadar ki, milli Qir müzeniq vaı.ifesi, nıiııt
81 eserlerin m i lyonda birini toplayıp da baki kslanlannı ya. bancılara k aptırmak değildir. Hamdi Bey müzesinin ilmi. medeni ve beynelmilel kıymetleri gayet yüksek ol abi lir ; fakat, harsi ve milli kıymeti öteki kıymetler.ne nisbetle çok aşağıdır. Hatta bu itibarla, Evkaf müzesindeki eşya nın hemen cüm!esi Türk harsına mensup eserler ol d uğu için, bu mUze evvelkinden daha kıymetli görülebil ir. Bu üadelerden anlaşılıyor ki, bugün, bizde h ak i kt ..
bir Türk müzesine ih�iyaç vardır. Bu Türk müzesi Türk bedial arını satın alabilmek için kafi bir tahsisata malik
olmalı ve her şehirde arayıcılan bulunmalıdır. Aynı za. manda memleketimizden umum antikaların ve bediaların ihracını §iddetle meneden bir kanun yapmalıdır.
Evkaf
müzesi de liva E;Vkaf memurlarını çalıştıracak olursa, va kıf binaların enkazı ve yıpranmış eşyası ar as ında
daha birçok kıymetli ibide1er bulunabilecektir. İhtimal ki ile ride bu Uç müze birleşerek tek bir müze halin i de alacak tır. Herhalde şimdilik yalnız Türk
harsına dair eserle r
topl ay ac a k milli bir müzeye şiddetle ihtiyaç vardır. 2)
Etnoğrafya müzes�nin vazifesi,
milli müzenin·
kinden başkadır. Milli milze, miUi tarihimizin müzesidir
.
Etnoğrafya müzesi ise, milletimizin halihazırdaki haya tının müzesidir. Hal'in Mazi'cka farkı ne ise, etnoğrafya
müzesinin de, milli tarih müzesinden farkı odur. Etn:>ğrafya m üzes i , evvela, milletil\lizin bugün muh telif livalarda, kazalarda, şehirlerde, köylerde, obalarda kullanmakta olduğu bütün eşyayı toplayacaktır. Bu top
lanan eşyadan her nev'i sırasiyle eo iptidai şeklinden en mütekamil ıekl in e kadar bir tekamül silsilesi hal ! nde di· r:Hecektir. Mesela ayakk abı nev'ini alalım : Bunun en ip ..
tidai f;ekli . olan çarıktan başlıyarak en
mütekamil şekil
ulan zarif fotinlere kadar bütiln tek amill merha!eleri bir tedriç silsilesi halinde sıralanacaktır. SerpU§lar, e rkelç
v'
TORKCOLtl'OON ESASLAlıI
88
kadın elbiseleri, eyer takımlan , çadı rl ar,
ya ta k l ar llh
..•
hep böyle teki.mili sıraları suretinde dizilecektir. Evlerin ve aair aynen nakli k ab i l olmıyan büyük bi n a lar ı n küçük
m od elleri yapılacaktır. Köy, şehir, köprü, cami gibi man zaralann fotoğrafl an al dırı� acaktır. Fakat, etnoğrafya müzes:nın toplayacağı şeyl e r , yal
n:z bu gibi maddi eş yaya münh as ır d eğildir . Halk içinde hala y aş amak ta bulunan peri m asall a rını , koşma ve d es
tekerlemeleri, d a rbımesel ve bilmeceleri, fıkra ve me n kı be l er i şehi r şehir, köy köy araştırmalar tanları, mani ve
y ap tı ra ra k toplamak vazifesi de etnoğrafya müzesine ait
tir. Aynı zamanda, her n ahl yen !n ko nu ş tuğu Türk l ü gay vesine mensup hususi kelime'eri, hususi savtiyatı ( f one tik ) ve hususi sarf ve nahiv kaidelerini de cemedecektir.
Bun lardan b aş ka , halk arasında
. . tandırname
ahkamı"
veyahut .. keçe kitap·• adları veri l en ve hail tahsils:z ka
dınlarla bilgisiz halk aras�ada inanılmakta bulunan ami yane i tikatları ve bunlara merbu t bulunan sih�i yyen-dinl
Ayinleri cemedecektir. Mesela, bu itikatlardan birine göre her insanın kendisine mahsus bir pe risi vardır ki, sahibi
n!n k ı rk l ı olduğu zamanlarda son derece azgı nlaşarak teh l i ke li bir vaziyet alır. insan l ar aşağıda k i üç h al de kırklı olurlar :
1 ) Bir çocuk dünyaya gel d iğ i zaman , çocukla bera
ber annesi
ve babası kır k l ı olurlar. 2 ) Bir evlenme vu k u a
geldiği zam an hem gelin, he m de güveyi
3 ) Bir adam öldüğü zaman onu n la aynı tün ya kı n akrabalan kırklı olurlar.
kırklı olurlar.
evde yaşayan bü
Kırklıların ifasına i tina etmesi llzımgelen bir ta k ım sihri yyen
-
dini Ayinle r vardır :
Meseli, iki kırklı
kadın
- bunlar, ister ı-.ynı sebepten ister ayrı sebeplerden kırklı o lmuş olsunlar - bir odada rastgele birleşirlerse mut! aka
öpUgmeleri la:aımdır. Öpll§mezlerse, perileri birbiriyle kav·
89
•
bu k avgada yaralanır, yahut ölürse, aynı hal sahibine de inti k al e deceğ inden , bu ayini icra etmemekte büyük bir tehlike mevcuttur. Y!ne iki ga
e derler,
perilerden biri,
kırklı insan, biri d i ğerinin fevkinde bulunan iki odada ya tamazlar.
Tandımameye göre,
her
adamın bir perisi olduğu gi
bi , h er evin de bir perisi vardır. Ev perisi , evin temiz tu tu lmaması ndan öfkelen ir. n•uzır ola c ağı n d an
ev
Bu
öfkelenme, aile h a k kınd a
k a dını , evin her ta rafı n ı temiz tu t
mağa i tina eder. Demek ki, bu batıl i ti k atl a r içinde faydalı olanlar Ela vardı r. Etnoğ rafy a müzesi bunlardan başka
her nahi yede k i lisani savtiyat ( fonetik )
ile
halk me' odi
lerini ( nağmel erini ) ya f:>noğraf a l e tiy le , yahut
nota
USU•
liylc z a pt e d e r. Demek ki, etnoğrafya m ilzes inin beheme hal bir fotoğrafçısı, bir fcnoğrafç ısı , bir notac ısı bu lun
mak lazımdır. Masal topl aya nl a r
herkesten
alelumum masalları zaptetmemelidirler. rilen bir
takım
iht iyar kadınlar yahut e r k e k le r
bunlar masa1 ları an'anevi tab i ri y le
nak le de rle r.
din 'edikleri Ma sa lcı naml ve
Böy le
ve
bedii
\•ardır ki,
üsl uplariyle
hakiki bir masalcı ele ge�irilirse onun
nakledeceği bütiln masallar aynen zaptolunmalıdır. Çiln kU m i lli
masanar ancak
böyle her tabiri bi r m üessese olan
masalla rdır. l{oşmalar, türküler ve nağmele r de
şairlerinden al ı nm alıdır.
hakiki saz
Nasreddin Hocaya, Karagözle
İn ci li Çavuşa, Bekri M ustafa ya . be k taJile re ait
fıkralar
da mütehassıs1 arından öğre n ilmel i dir. Milletlere ve mes..
leklere ai t taklitl e r meddahlardan Tandırname iti k a tla rı ,
tahsilsiz k adı n l ardan
iktibas
onlara henüz
sorulmalıdır.
edilmelidir.
inan mak ta bulunan
He r yerin hususi lft·
g:ıyvesine a i t tetkikler de m ah all erin de yapılmalıdır.
3) rem
Milli hazi n ei evrak , Vekaletlerin gizli ve mah· mahiye tte bulunan hususi h azi n e i evraklarından baş
kadır. Milli hazlııei evrak, artılt h\ik\lıneUe alikası 1™·
90 mamış olan eski evrakın h azines i dir ki, milletin mUver.. rlhleri ve ilim adamları için tasnif ve muntazam bir i da re a ltı nda teghlr olunur. Maatteessüf. . . gerek BabıAliye ve Hari c i yeye, gerek Defter HA.kaniye, Evkafa ve Fetvaha neye ait eski evrak mahzenleri şimdiye k adar ne bir ara ya toplanmış, ne tasnif edilmiş, ne de muhafaza1 anna iti na clunmuştur. Milli tarihimiz:n en doğru vesikaları olan ou evraktan en mühimleri aşırılarak Avrupa kütüphane lerine naklolunmaktadır. Diyarbakır gibi bazı eski vilayet ve eyalet merkezle rinde gayet kıymetli olan kavim evra k· n bakkal, ara satı·
larak sargı kağıdı suretinde kullanıldığı da v8.kidir. Gö rUlUyor ki, milli bir hazinei evrak ın da behemehal sür'at.. le tesisi lazımdır.
4)
Milli tarih kütüphanesi de umumi kUtüphanedea
başkadır.
Umumi kütüphane, ilmin, edebiyatın her şu
httrine ait kitaptan cami olmak lizımgellr. Milli tarih kü tüphanesi ise yalnız milli harsımızı teşkil eden müessese ler e ait tarihleri ve
tari hi
membalarla v esikala n , muhte
vi olmalı dı r. Bu kitaplar ve vesikalar dinimizin, ah1A.kı mızın, hukukumuzun, felsefe m iz i n , edebiyatımızın, musi·
kimizin,
mi marim iz in , iktisadımız?n, nskerliğimiz�n, s iya
setimizin, i limlerimizin ve fenlerimizin tarihlerini ve vesi kalanm tamamiyle ihtiva etmelidir. O halde ki, bu tarih §Ubelerinden her hangi birinin tarihini
yazmak istiyen
bir müverrih ih tiyaç gördüğü bütün menba!arı ve vesi kalan bu kütüphanede hazır bulabilsin.
5)
İhsaiyn t ( istatistik ) Müdürlüğü Umumiyesl de,
her vekaletten tesis ettiği
hususi ihsaiyat teşkilatından
b��kadır. Çünkü, her vekaletin tesis ettiği ihsaiyat teşki· 18.tı, yalnız kendi resmi muamele1erinin muhtaç bulundu..
ğu
ihsai rakamlara ehe�miyet verir. İhsaiyat Müdüriyeti
Uınuıniyesi ise,
ınilli haram tezahürü için muhtaç oldu·
91
ğumuz ve
milli hayatın bütün şubelerine
şA.mU,
umumi
bir ihsaiyat teşkilatıdır . Avrupalı bir mütehassısın idare. sinde bulunacak olan bir lhsaiyat Müdüriyeti Umumtyesi teşekkW ettikten sonra, vekAletlere ve s air gayri resmi mUesseselcre mensup bUtün ihsai teşkilatlar onun ıru·m an
daeı altına verilerek hepsi, aynı usul ve sistem dahilinde çalıştırılacaklardı r.
İşte ancak,
böyle merkezi bir
ihti
sas dairesine mensup ihatavi bir ihsaiyat teşki'Atı vücu
da geldikten sonradır ki, memleketimizde ihsai rakam!ar dan içtimai noksanlanmızın ve meziyetlerimizin anlaşıl m".sı mümkün olur... Tatbik olunan ısla.blann ve teced diitlerin cemiyet iç;n muzır yahut faydalı olduklan da ancak böyle esaslı ihsaiyat defterlerinin ibzarından sca rn
keşif ve tetkik olunabilir. Milli harsın bu saydığımız teşkilatlan sırf milli har
sı arayıp bulmGiğa yarayanlardır. Milli harsın başka bir takım teşkilatlan da vardır. Bunl ann vazifesi de, hars aranıp bulunduktan sonra,
Avrupa
milıt
medeniyetin:.C
onun muhtelif şubelerine aşılanmasından ibarettir. vazifeyi ifa edecek teşkilatlar da şunlardır :
Bu
Tarih Darill
fünunu ( üniversitesi ) , Türkiyat EncUmeni (akademi ) dir. Bunlardan misal olarak Darüle�hanı alalım : lstanbul 'da mevcut bulunan Darülelhan dümtek usulünün, yani Bizans musikisinin Darillelhta1dır. Bu müessese, iptidai unsurları halkın samimi melo,
dilerinde tecel!i eden ve Avnıpa musikisine tevfikan armonize edildikten sonra
asri ve garbi b ir mahiyet alacak
ohm hakiki Türk musikisine hiç ehemmiyet vermemekte
dir. Mevcut Darülbedayi de aynı haldeaır. Çünkü, tiyat ronun terakkisi en ziyade güzel Türk�e ile halk vezninin kabulüne bağlı iken, mevcut DarUlbedayi bu esaslara kA.fl dereç� de kıpnet verm�mektedir. Binaenaleyh bu i ki
ınU·
essesenln TUrk Darülelhanı ve TUrk Darülbedayll hallna getirilmesi de iazımdır.
Mevcut müesseseler içinde Türk harsına hMim olan yalnız Darillfünundur. D ar ülfünunu n e debiyat medresesi (fakilltes i ) , adeta
hars medresesi demek olduğundan milli harsı yükseltmeğe en çok çalışan bu müessesedir.
Türkiyat Encümenine gelince, bugUn böyle bir miles· seseyi en mük�mmel bir halde teşkil etmek imkanı var·
dır. Çünkü, Avnıpanın mu h telif milletlerine türkiyat il mi için canını vakfetmiş büyük türkologları bu enc ü men e lza sı fa tiy le almak kabildir. Avrupalı türkologlarla yer li türkiyatçılanmızdan m ü rekkep bir encümen teşkil olu nurs::ı, bu heyet hem milli harsın hazinelerini a ra y ab i l e .. cek, hem de b eyn e lm i lel akademiler aleminde ilmi bir ve layet ihraz edebilecektir.
x HARS VE TEHZlB Fransızca "culture" kelimesinin iki ayn manası var
dır. Bu manalardan birini hars, diğerini tehzib (yetietir me, yükseltme ) tabi riyle tercüme edebiliriz. Hars hak kındaki bütün suitefehhümler (yanlış anl am al ar ) Fran sızca kültür kelimesinin böyle iki manalı olmasındandır. O· halde, biz lisanımızda, bu iki manayı, uhars" ve "tehzib" kelime:criyle ayırırsak, kendi memleketimizde bu suite fehhümlere nihayet vermiş oluruz . Hars ile tehzib ara S!Ddaki farklardan birincisi, harsın demokratik, tehzibin aristokra tik olmasıdır. Hars, halkın an 'anelerinden, tea müUerinden, örflerinden, şifahi veya yazılmış e debiyat ı n dan, lisanından, musikisinden, dininden, ahlakından, be dii ve iktisadi mahsullerinden ibarettir. Bu bedialann ha zinesi ve müzesi halk olduğu için, hars, demokratiktir. Tehzib ise, yalnız yüksek bır tahsil görmüş, yüksek bir terbiye ile ye ti3mi 3 hakiki münevverlere mahsustur. Man ner Arnold un tatlılı k ve ziya mezhebi" ti.biriyle ifade ettiği meal , tehzib' in tarifi demektir._ Tehzibin esası, iyi bir terbiye görmüş olmak ; ma'kulitı, güzel san'at!arı, edebiy a tı felsefeyi, ilmi ve hiç bir taassup kan§tırmaksızın dini. gösterişsiz, samimi bir aşk ile sevmektir. Görülüyor ki ,tehzib, hususi bir terbiye ile husule gelmi3 hususi bir duyu8. düş ün üş ve yaşayış tarzıdır. Hars ile tehzibin ikinci farkı birinc:nin milli, ikinci· nin beynelmilel olmasıdır. Bir insan, harsın tesiriyle, bel ki de yalnız kendi milletinin harsına kıymet verir. Fakat,
"
.
,
,
94
TC'RKÇOLOOON
ESASLAR1
tehzib görmüşse. başka milletlerin harslarını da sever ve onların lezzetlerini de tatmaya çalışır. Binaenaleyh, teh zib, temas ettiği insanları biraz insaniyetçi, biraz müsa mahakar, her ferde, her millete kar§ı hayırhah ve ikti tafçı =-= eclectique yapar. Harsla, teh2ibln bu ikinci farkı, bizi milliyetçilik ve beynelmileliyetçilik meselesinin taniikine ( derinlegtiril mesine ) sevkediyor. Millet, aynı barata müşterek olan ferd�erin heyeti mecmuasıdır. Bcynelmileliyet, aynı medeniyette müşte .. rek olan milletlerin heyeti mecmuasıdır. Beynelmileliyete, medeniyet zümresi de denilebilir. Fakat. medeniyet zümresini hususi bir medeniyete mensup milletlerin heyeti mecmuası gibi telakki etmiyen adarr.!ıır da vardır. Bunlara göre, ayrı ayn medeniyetler yoktur, bütün insanların mecmuu, bir tek medeniyet züm.. resinden ibar e tt i r ve bu bir tek medeniyet zümresi, mil letlerden değil, ferdlerden mürekkeptir. Bu fikirde bulu nan insanlara kozmopolit adı verilir. Kozmopolitler, "Mil letim nev'i beşerdir, vatanım nıyi zemin" diyen dünya cılar<lır. Bunların medeniyet zümresi hakkındaki tel&k kHeri, milliyetperverlikle itilaf edemez. Çünkil milliyetçi lere göre, beşeriyet, hayvcoat ilminde sair hayvan nevl leriyle beraber tetkik olunan beşer nev'inden ibarettir. İç timai fcrdler demek olan insanlar ise, miUetler halinde yaşarlar. Türkçülük millet esasını kabul etmiyen hiç bir sistemle itilaf edemiyeceğlnden, kozmopolitleri içine ala maz.
Beynelmileliyetçiliğe gelince, bu tamamen k:>zmopo· litliğ� zıddıdır. Çünkü beynelmileliyetçilere göre, mede niyet zümresi bütün insanların heyeti mecmuası demek değildir. Zaten medeniyet bir değil, milteaddittir. Her medeniyetin kendisine mahsus bir camiası, yani bir me-
'rtm.KCOLOQON ESASLARI deniyet zümresi
vardır. Aynı zamanda, bu medeni yet züm
releri fertl erden değil millet1erden m ürek keptir Mede niyet zümresi bir c em iye te benzetilirse, onun fertleri de milletler ol ur. Medeniyet zümresine Milletler Cemiyeti de ,
.
nilmesi bundandır.
[ Fakat
bu Milletler Cemiyeti ti.biri doğru değildi r.
ÇUnkU, cemiyet, m üşterek bir vicdana malik olan tam bir zUmre demektir M üşterek v h :ian harstan ibaret olduğu için, c em iye t kadrosuna girebilecek zümreler, an cak mil letlerle cnlann cersumeleri ol abilirler Diğe r taraftan, birçok cemiyetleri içine a1an da ha büyük zümrelere camla namı ve rilir O halde, milletler cemiyeti yerine milletler camiası demek daha m ünas i ptir ] Bu ifadelerden anlaşı ld ı ki, her medeniyet zümresi, bir beynelm i leliyet dairesidir. Bir cemi yetin milli bir harsı olmas ı onun beyn el m il el bir me deniye te de mensup o� sına m.Ani deği l dir Medeniyet, aynı beynelmileli yete men sup mill etlerin arasında müşterek bulunan müesseselerin heyeti mecmu ası demektir Demek ki, bir beynclmileliyet dahilinde hem onu ter kip eden bütün milletlere şamil müşterek bir medeniyet, hem de her millete has milli harslardan mürekkep bir hars lar kolleksiyonu vardır. O halde, biz Avrupa med en i ye .
.
.
.
·
,
.
.
tine girdiğimiz z aman , yalnız beynelmilel bir medeniyete varis o lma k l a kalmıyacağız ; aynı zamanda medeniy e tela:. şım ı z o!an bütün milletlerin hususi harslarmdan da telez züz etmek ( lezzet almak ) imkanına
sahip olabileceğiz.
Milli bir cemiyet, nası l , taksimi ami.1 ve ihbsas tarikiyl e mesleki zümrelere aynlmı şsa,
beynelmilel bir
camia da
adeta beyne� m i lel bir taksimi lmA.lln .ve beynelmilel ihti .
sasın hükmüne tabi olarak, milli ve bususiyUlmahiye (özel
mahiyetli ) haralara aynlmıgtır. Binaenaleyh, insanlar,
sırf mıııt zevkleriyle tattlkla-
uygun eserlerden hogla n ırl ar. Fakat, insan, her gün aynı y emeği yem e k ten usan dığ1 gibi, daimcı aynı harsa mensup edebiyattan, aynı m u sikiden, a ynı mimariden, ilh . gıda a lm ak tan da b ık ar. n
zaman , yalnız milli haralarına
. .
B u sebeple ş i k4;?mpe rv erl er, her gün
yemek
listelerini de
iiştirdik!cri gibi, tehzibli adamlar da, zaman zaman bag.. ka harslarm çepileriyle ağız değiştirmeğe ihtiyaç du yarlar.
Eski zam an l arda esnaf dernekleri, muayyen zaman larda � ri fan e ( 1 ) ziy afetleri yaparlar. Her hirfetdaş, ken di evinde en iyi yapılan yemeği yaptırır, h irfe tdaş lar, kır da ynhut bir evde birleşerek bu yemekleri be rab erce yer lerdi. Medeniyet zümresinin beynelmilel münasebetleri de bir ari fane ziyafeti gibidir. Her millet, bu zi y afete kendi harsını götürerek bütün mi l le tl e ri n harslanndan tezev vuk etmek ( zevk almak ) hakkını ik tisap eder. Şu kadar var ki, yalnız mil li harstan h oşl anan umllli zevk" ile, ya ba.acı harslardan h o ş lanan 11harici zevk 'i b i rb irine kanş t ı rmam a.l ı d ı r Avrupa'nın bütün milletlerinde gö rd ü ğ ü müz normal n üm un eye göre, her mi l letin asli ve d aim i ola� zev ki, m i l li zevkidir ; harici zevk ancak ti.li bir derecede kal d � ğı zaman makbul olabilir. Eski Os man l ı hayatınd:ı. .
ise iş bö yle değildi. Havas sınüında harici zevk, asli ve daimi zevk hal ini almıştı. MiPi zevke ge l ince tali b ir kıy metten bile mahrum b ı ra kılmıştı Bu sebeple eski edebi ,
.
yatımız Acem zevkinin ,
Tanzim at edebiyab da Fransız
zcvkiıı:a mahsullerinden ib are t kaldı ve şimdi ye bizde milli bir edebiyat husule gelmedi.
kadar
O hal d e tehzib, ,
böy le marazi bir hal aldığı zamanlar muzır olur. Bir teh(1 ) Bu kelimenin aslı ''ha rlfane"dlr. Harlf "hlrfetdae" demek olduğundan , arifane · tAblrl, ••btrfetdaıçasına blr ziya· ez. 0.) fet'' manasını ltade eder.
TCRKÇOLUOON
ESASLARI
07
zib, milli harsın hukukuna riayet ettiği müddetçe normal dir, milli haklarını çiğnemeğe başladığı
andan itibaren,
hasta ve mali'tl bir tehzib mahiyet:.ai alır. Bu izahlar gösteriyor ki, Türkçülük, k �zmopoli tlik�e itHif edemez.
Hiçbir Türkçü, k ozmop olit olmadığı gibi,
hiçbir kozmopolit de Türkçü olamaz. Fakat, Türkçülükle beynelmileliyetçillk arasında, itilafa mani hiçbir zıddiyet
yoktur. ller Türkç ü
aynı zamanda beynelmileliyetçidir.
Çünkil her ferdlm � milli ve beynelmilel olarak iki içti
mai hayat yaşamaktayız. Milli hayatımız ise bir taraftan beynelmilel olruı medeniyetten, diğer taraftan herbiri hu· susi ve orijinal lezzetlerin bir mecmuası olan
yüzlerce
harslardan hisselerimizi almaktan ibarettir. Tanzim.a ttan ..
b�ri resmen mensup olduğumuz medeniyete gelince, bu da garp medeniyetidir. tste asri camiam1z olan bu garp medeniyetiyle, ona mensup bütün harslardan nasibimizi almak içindir ki, telif ve tercüme encümeni: garp medeniyetJn�n beyne· mı lel mahiyeti haiz bütün anketlerini ( otorite tan1nan m �
nograf ileri ) v e mi lli haraların çi çekleri hükmünde bulu nan umum muhallideleri (chef dreuvre'leri ) tercüme et tirmcğe karar verdi . Görülüyor ki, Türkçü'erin hars dedikleri şey, ne Frr.n cızların culture'ü, ne de Almanların kültUr'Udür. E:zlara
Fran
göre Fransız cult? : re'ü ötedenberi sırf edebi kuv ,
vetiyle cihan�ümu l bir tehzib mahiyeti · alm�ştır. Alman
lara göre, gfıy:ı Alman küllür'ü de, ordu�an mağlup ol masaydı askeri ve iktisadi kuvvetleriyle bütUn cihana hi
kim olacaktı.
Türk harsmın faaliyeti : bunlar gibi mu..
tcaddi (aktif ) cleğil,
nazım (pasif) dir. Biz harsımızı ; yal
nız kendi zevkimiz, kendi telezzüzümüz i.çln
yapacağız.
Başka milletler de, ondan, Loti'lerin ve Farrere'lerin yap.
ı· : 7
TORKCOL'OOtJN
08
ESASLARI
tığı gibi, ara.s ıra tadarak tel ezzüz edebil irle r
.
Nasıl
kl,
biz de. Frensız, İngiliz, Alman, Rus, İtalyan m ill etlerinin h arslarıyla arasıra tezevvuk ediyoruz ve edeceğiz. bundan sonra, bu "tezevvukumuz h i çb i r
huduJunu agmıyacaktır.
Fakat
zaman egzotizm'in
Bizce, Fransızlara, İngilizlere,
Almanlara, Ruslara, İtal yanla ra ait güzellikler, ancak eg zotik güzel:ikler olabilir. Bu güzellikleri sevmekle bera
ber, hiçbir
z am an gönlümüzü
onlara vermiyeceğiz.
Biz
gönlümüzü nız-u elestten { ezelden ) beri milli harsımıza
vel'mişizdir. Bizim için dünya güzeli, mi ll i harsımızın gU
ze lli ğ ln den ibarettir. Biz, medeniyetçe, irfanca, iktis a tça
ve tehzibce Avrupa millet!erinden çok geri k a lmış
oldu
ğum uzu inkar etmeyiz ve ınedeniyetçe onlara yetişmek
iç in bütün kuvvetimizle ç al ı§a ca ğ 1z
.
Fakat hars i tib ari y
le h i ç b ir milleti kendimizden üstün göremeyiz. re, Türk harsı dünyaya gelmiş ve gelecek
Bize gö
olanlann
en
güzelidir. Bina enaleyh ,
ne Fransız kültürUnUn, ne de Al man kültürüniliı mukallidi ve tibii olmamıza imkan yok
tur. Biz,
onları
da , diğer harslar gibi yalnız mi lle tler ine
mahsus hususi harslar addederiz ve onlardan da sair hars
lar gibi yalıız egzotik bir zevkle miltelezziz oluruz.
Görillüyor ki, Tilrk çill ijk bütün 0:3kiyle yalnız kendi
o rij�al harsına meftun olmakla beraber, şoven ve mU
taass � p değildir. Avrupa medeniyetini tam ve sistema tik bir surette alm ağa azmettiği gib i , hiç. bir milletin h ar sına karşı istiğna ve istihfafı da y oktur Bilakis, bütiln .
haralara kıymet veririz ve hürmet ederiz. Hatta, birçok
itisaflanna hedef
olduğumuz
milletlerin bile, siyasi teg
kilitlarını sevmemekte devam etmekle beraber ; ve
harsl eserlerine meftun,
rma hilrmetkir
kalacağız.
medeni
miltefekkirleriyle aan'atkirla
T0RKÇ Ü L ÜGC'N PRO GRAMI
Birinci Mebhas
LİSANI TÜRKÇOLUK
1.
-
YAZI Di Li VE KONUŞMA D i Li.
Türkiye'nin m i lli
lisanı
İstanbul Tilrkçesi'dir ; buna
şüphe yok ! Fakat, lstaribul'da iki Türkçe var : Biri konu �u1up da yazılmayan İstanbu l lehçesi,
diğeri yazıl ıp da
kon\l�ulmayan Osmanlı lisanıdır. Ac aba , milli lisanımız bunlardan hangisi olacaktır ? Bu suale cevap verm eden, lisanımızı , başka lisanlarla
Başka lisan1 ar, m.illetlerin�n payitaht ait lisanlardır. F'akat, başka payitahtlann hepsin
mukayese e del im :
l a nn a
de konuşulan dille yazılan dil aynı şeydir. D3mek ki, k :> nuşma diliyle yazı dilinin birbirinden başka olması, sırf İst2.llb ul'a mahsus bir haldir. Umum milletlerde bul un mayıp da yalnız bir millette t esad üf edilen bir hal nor..
O halde, lstanbul'da gördüğümüz bu iki lik, lisani bir hastalıkbr. Her hastalık tedavi edi li r. O h a�d e - bu hastalığın da tedavisi lazımdır. Fakat, bu teda mal olabilir mi '? ,
viyi yapabilmek, yani lisandaki ikiliği ortadan kaldırmak için, şu iki şeyden birini yapmak lazı m : Ya, yazı clilinl aynı zaman d a konuşma dili haline getirmek, yahut konuş ma dilini aynı zamanda yazı dili haline koymak.
Bu iki şıktan birincisi mümkün değildir ; çünkil, İs tanbul ' da yaz ı l a n lisan, tabii bir dil deği l , Esperanto gibi sun'i b!r dildi r . Arapça, Acemce ve Türkçenin kamusla rını,
sarfların ı ,
nahivlerini birleştirmekle husule
gelen
bu Osmanlı Esperantosu, nasıl konugma dili olabi!sin ? Her
102 mAna için, lA.akal Uç şekl l , her edat için llakal Uç Wzı muh tevi
olan bu sun 'I zevald halitası, nasıl canlı bi r lisan haline girebilsin ? Demek ki, İstanbul'da yazı d ilin in konuşma dili ha.. line geçmes i mümkün değil. Bunun mümkün olmadığı, asırlarca uğraşıldığı halde, muvaffakiyet hi.aıl olmama slyle de sabittir. Farzı muhal olarak, birtakım mUstebl clAne kanunlarla · İstanbul ahalis i bu acaip yazı diliyle ko nuşmaya
başlamı� olsaydı bile, yine bu yazı dili, gerçek
ten milli li san olamazdı. ÇünkU, onu konu§m.8. dili olarak
tstanbul un
Tilrkiye nln kabul etmesi lAzım gelirdi. Bu kadar büyük bi r cemiyete ise zorla hiç
yalnız
'
'
defli, bütUn
bir şey kabul ettirilemezdi.
O halde, ynlnız bir 'ık kalı yor : Konuşma dilini ya zarak yazı dili haline getirmek ! Zaten, halk muharrirl er i , bu işi eskidcnberi yap ı yorlard ı . Osmanlı edebiyatının ya.. nında, halk diliyle yazılmış b i r Türk e debiyatı , altı, yedi asırdanberi mevcuttu. Demek ki, llsani
ikiliği kaldırmak
için yeniden hiçbir şey yapmaya lüzum yoktu. Osmanlı li san ın ı hiç
yokmuş gibi bir tarafa atarak, halk edeblyab· na temel vazifesini gören Tilrk di lin i aynlle milli lisan İşte TUrkçUler, lisanımızdaki i ki l iği addetmek klfi idi : ,
kaldırmak için şu umdeyi kabul etmekle
iktifa ettiler :
İstanbul halkının ve bilhassa İstanbul hanımlarının konuş
gibi yazmak. Bu suretle yazı la c ak olan İstanbul konuşma diline yeni lisan, sonra güzel Türkçe, daha son tuklan
ra yem Türkçe adlan verildi.
il.
-
HALK LISAN I NA G i RM iŞ ARAPÇA VE ACEMCE
KELiM E LER. Bazı mu't"rlzler di yorlar
ki : "Siz Osmanlı lisanında· kl arabi ve farisl kelimelerden aiklyet ediyorsunuz. Hal-
103 bukl
ler
halk dilinde de, bu lisanlara mensup birçok kelime
vardır. "
Filhakika, halkın konu§ma dili de Arapçadan alınmıı birçok ke1imeleri muhtevidir. Fakat h�� ın konuşma dili ne almıg olduğu bu kelimeler, havas sınıfından olan Alim lerle ediblerin Osmanlı lisanına almıg olduğu arabl ve farlsl kelimelerden iki suret1e farklıdır. Evvell, halk liaanında müteradif kelimeler yoktur. Halk, Arapçadan ve Acemceden bir kelime aldığı zaman onun müteradifi olan TUrkçe kelimeyi Türkçeden bUabll· tUn atar : Bu suretle lisanda m üteradif kelime,er kalmaz. Mesela, halk hasta kelimesini alınca sayru 18.fzını, ayna kelimesini alınca, gözgü 18.fzını, me rdiven kelimesini alın 0 ca, b:ıskıç lafzını tamamiyle unutmuştur. Vakıa, hazan ha,kın, Arap ça dan ve Acemceden aldığı k elime ler yan:uda, eski Türkçelerini de muhaf� ettiği görülüyor. Fakat, böyle bir hal vukuunda da yine müte radif kelimeler vücude gelemez. Çünkü, ya Arap�adan ve Acemceden alınan kelimenin, yahut eski Türkçe keHme.. nin mi.nas?nda bir tegayyUr husule gelerek, ikisi aras ı n daki müteradifl ik zail olur. MeselA siyah ve beyaz keli meleri alındıktan acara, kara ve ak kelimeleri Türkçede b8.kl kalmış. Fakat, ne siyah kelimesini kara kelimesinin, ne de beyaz k elimes in i ak kelimesinin müteradifi addede· meyiz. ÇUnkil halk siyahla beyazı maddiyatta, kara ile akı maneviyatta kullanıyor. Mese,A. siyah. yüzlü bir adamın alnı ak olabilir, beyaz çehreli bir adamın da yüzü kara çıkabilir. Bazan da, h al k ·n Arapçadan ve Ac emceden ald1ğı ke limelerin Türkçesi, zaten mevcut olmadığı için, mütera difliğe hiçbir sebep bulunmaz. Ab dest , namaz, Kur'an, ca mi, ezan kelime!eri gibi. Alimlere Vd ediblere gelince, bunlar hem Tilrkçe ke-
104
TORKQULOOON
ESASLARI
limeleri, hem de bunlann arabi ve farisi mukabillerini ta mamiyle ayni manada olarak kullan1r�ar. Bu suretle, on Jar:a Türkçesinde, her hususi mlna içln, biri Türkçe, biri Arapça ve biri Acemce olmak üzere laakal üç t.j,b!r mev cuttur. Meseli, su, A.b, ma ; gece, eeb, leyi ; ekmek, nan, hubuz ; et, güşt, lihim gibi. Osmanlı lisanında, mutlaka her mina için, U�er müteradiften mürekkep 01an böyle bir teslis mevcuttur. Bazı minalann Arapçada mütead dit tabirleri bulunduğu için, bu gibi mA.nalann müteradif leri bittabi üçten daha fazla bulunur ; arslan, şir, esed, ga. zanfer, haydar, zür'am ilh . . . gibi. Sa'!l iyen, halk Arapçadan, Acemceden ve sair yaban cı lis a nl ardan aldığı ke lime1 e ri ya li.fzan, yahut manen tahrif eder, yani temsil eyler. haste : hasta, hafte : hafta, Lifzan tahrife misal : nerdüban : merdivan, çarçupe : çerc.;eve, gavga : kavga, be kere : makara, zukak : sokak, pare : para. Manen tahrife misi.l : "Haste" kelimesi fariside 11bi risi tarafından yaralanmış" manasına iken, Türkçede "mariz" mukabili olmuştur. 11Şafak" kelimesi Arapç:ıda "garp ufkunun akşam kızıllığı" manasına iken Türkçede Şark ufkunun sabah kızıllığı manasını almıştır. 11Şafak sökmek" tabirinde olduğu gibi. Fariside "hace" kelimesi "efendi" manasınadır. Bu kelime, Türkçede hem lafzını değiştire rek "hoca'' mlnasmı alınış, hem ele manasını değ�ştirerek .�halk fakihi" ve "mektep muallimi" mana larını a l mı ştır. Farisi "hazar" k el imesi, "b" ile te l affuz olunur ve 11 çarş ı " minasına delii1et eder bir kelime iken, Türkçede "p" i le telaffuz olunan ve hem cumartesiden s:>nra gelen günün ismi, hem muayyen günlerde muayyen mevkilerde kurulan günlük pan ayı r, demek olan 11p:ızar" oekl ine inkılap etmiştir. Pazarlık kelimesi de bu son ge kilden cloğmugtur.
103 "Pare" kelimesi
de, farisi lisanında, "kısım, parça" manasına iken, Türkçede "para" şeklini almakla beraber, mübadele vasıtası olan sikke, yahut kağıt ma::ı asını al mı�tır. B:ızı kelimeler z5.hirde, eski manasını muhafaza et miştir. lt'akat bu ke lim enin dahil olduğu terkipler tetkik olunursa, bu gibi ke �imelerde de minaca gayri mahsus tebed<lü.ller vukua geldiği anla§ılır : Mesela abdest keli mesi 18.fızca ve manaca değişmemiş görünür. Halbuki, bu kelimenin b3.fi :!l daki "a" harfi me dd ini kaybettiği glbi, nlhayetindc�d 0i harfi c1e teıattuz dan sakıt olmugtur. Bundan başka, "büyük abdest" ve "küçük abdest" gibi terkiJ> ler gösteriyor ki, manaca bir tagayyüre uğram� ştır. D�mek ki, halk a!clığı kelimeleri temsi l ediyor. Ev vela, 11her mananın yalnız bir kelimesi olmalıdır" umde sine riayet ederek, müteradifleri kabul etmiyor. Ve ı:sJ.nı, her kelimesi, vazifesi muayyen bir uzuv mahiyetinde bu lunan, haki ki bir uzviyet şeklinde muhafaza ediyor. Ta bii, bu işi, halk bilerek ve düşünerek yapmıyor ; içtimai bir sel ika i�e şuursuz bir surette yapıyor. H al k ın lis:aın da, her kelimenin mutlaka di ğe r kelimelerden ayn bir manası vardır. Ve idrak sahasına girmiş olan fikri ve his si her mananın da mutlaka bir kelimesi vardır. Alimler ve ediblere gelince, bunlar, halkın temsil ma hiyetinde o!arak yaptığı bu tağyirl eri , tahrif m ah iyet " ndo telakki etmişler ve halkın arabi ve farisf kelimeleri gerek Jafzan ve gerek manen tağyir etmekle meydana çıkardığı kelimelere galatat namın ı vermişlerdir. Alimlerin g..ılatat namiyle yazılmış ki ta pl arı tetkik o lunurs a görülür ki, on· lar n azan n d a fesahat, arabi ve farisi kel im e leri Türkçe de ald ıkl an şekillere değil, es as en mensup oldukları lisan daki kadim şekillerinde kul� a nm aktır Bu telakk iye göre, Osmanlıcanın hiçbir istiklili, hiçbir temsil sala.ııiyeti y�k· •
,
.
tur. Daima kelimeler, gerek Wzaa. ve-gerek mAnen kadim eekillerine irca edllmell ve hattA, ke�iİnelerin l mlA.ları da mutlaka bu eski şekillere göre yazılmalıdır. Bu telAkkf nln daha iyi anlagılması için, bir vak ayı mtaAI o!arak zik· ..
'
redeceğim :
Bir
Darlllfünunda, felsefi ıstılAhlan tly!n ve tesbl t etmek üzere ilıni bir encümen teşekkUI etmişti. Bu encUmeade fesahatçilerden b iri "dikkat" kelimesinin "at .ten tlon" mukabil olamıyacağını ileri aUrdU : GQ.ya, dikkat kelimesi, "dakik szı ince" aıfatından iotika k etti ği i�in in· celik mAnuma imi§. Bu iddiaya kar§ı incelik kelimesi llean ımızda varken, zaman
bu manaya del8.let eden
dikkat kelimesine ihtiyacımız yo ktu r Fakat, halk:n kullandığı manada olmak üzere, bu kelime lisanımızın ablması mümk ün olmayan elzem bir .
unsuru o!muştur denildi. Fakat, muteriz kabul etmedi : 0Dikkat kelimes i dalma incelik manasına kalacaktır. Hal kın kullandığı tabi rleri, ilim kabul edemez. Doğru olan kelimeler, keli melerin eski şekiPeridir. Kelimelerin ha kiki mlnaları, istimalle değil, i.gtikakla bilinir. Binaenaleyh, attention kelimesine başka bir mukabil aramağa başladı la r. Birisi tahdik kelimesini ileri sürdü, bir diğeri iltifat kelimesini teklif etti Gftya "taJıdik'' kelimesi, göz bebeği manasına olan "hadeka"dan gelirmiş. Dikkatte de b ilb as.. ,sa i.mil olan göz bebeği imig. "İltifat"ın Arapçadaki mA. nası da "göz ucuyla bakmak" imiş . .. İltifat' ' kelimesi, u sanımızdan başka mAnayadır deni ldi. "öyle şey o� maz , Arapça, Acemce kelimeler, bizim lisanımızda k adim asa letl erini ve fesahatlerinl muhafaza edeceklerdir. Avamm cehaletle yaptığı tahriflere galata t denilir. Bunların hep .. sini terkede rek , keUmelerin kadim ve fasih tekillerine rü .
..
cO. etmek lizımdır.'' diye cevap verildi.
....
1
107
Görülüyor ki, halk, · aldığı kelimeleri lltzan ve
mi.-
nen temsi l ettiği halde, fesahatçi ilimler bu temsilin aley hindedirler. Halka göre, �alatı meşhur, liıgatı fasihadan evlAdır, Alimlere göre ise, 1{1gatı faaiha galatı meıhurdan
başka, halka göre, memleketimizde istlk111 ve htikilmranlık, ancak Türk llsanındadır. Bu lisana
evladır. Bundan giren Arapça.
ve
Acemce kelime�er Türk lisanının
hAkl.
m!yeti altına girerek onun savtiyat = phcn6tique'ine w lugaviyat = lexlcologie's !ae tlbi dir. Siyasi kapltüIAsyon..
lar, alyaat istiklA.l ve hA.kimiyete mUna.fi olduğu gibi, 11aant istiklA.l ve hakimlye� milnafldir. [LA.kin, yine tasrih edelim ki, halk bunu ıuurlu bir surette düeünmUyor, arı nın bal yapması gibi, şuursuz ve selik! bir surette yapı yor . ] Alimlere nazaran , billkis, istiklal ve hakimiyet an cak arabi ve farisi kelimelerinde mevcuttur. Biz, onların lstiklA.l ve hA.kimiyetine asalet ve fetahatlne hürmet et meğe mecburuz. Bizim lisanımıza gelince, o zaten, yüzde doksan dokuz arabt ve farist kelimelerden mürekkep ol.. duğu için, istikli.l dlvasında bulunamaz.
ki, lisani TUrkçUlilğiln ilk işi, fesahatçi, Alimlerin noktai nazarlarını red ile, halkın şuursuz nok tai nazarlarını Türkçenin temeli olarak kabul etmektir. Görülüyor
Binaenaleyh, Türkçülere göre, Osmanlıcıların fasibleri ga. lat ve galatları fasihtir. HattA imlada -da, bu galatlan , te
liffuz olundukları gibi yazmak Türkçülüğün bir umdesi·
dir. Bu esası ecnebi ke�imelere de teşmil ederek fesahat
jaket, Evropa şeklinde yazdıklan bu keli meleri, halkın telAffuzu veçhile cigara, ceket, Avnıpa yaz
çilerin sigara, mak lizımdır.
ıos 111.
-
TÜ RKÇÜ LER VE FESAHATÇI LER.
Tilrkçillerin lisani umde1eri, fesahatçilere ait noktnJ ı:ıazarların zıttı olmakla beraber, tasfiyeci namını alan li san inkılapçılarının noktat nazarlarına ela muvafık de ğildir. Tasfiyecilere göre bir kelimenin Türk olabilmesi için, onun as,en bir Türk cezri'nden gelmesi llzımdır. Bu na binaen kitap, kalem, abdest, namaz, mektep, cami, minare, imam, ders gibi Arap veya Acem cezirlerinden gelmiş olan kelimeler ha.lk·o !!sanına girmiş olduklanna bakılmayarak Türkçeden ablmalı ve bunlarm yerine ya unutulmuş olan eski Türk kelimeleri ihya, yahut çağatay cada, özbekçede, tatarcada, kırgızcada, ilh... bulabileceği miz aslen Türk cezrinden kelimeleri terviç veyahut Türk ç:ede yeni edatlan ve terk!p usulleri icad ederek bunlar vasıtasiyle yeni Türkçe kelimeler ibda edilip ikame kılın malıdır. Türkçülere göre, bu noktai nazarlar da y�al'.Ş· t1r. Çünkü evveli hiç bir Türk cezrinin en eski zaman.. lara çıkıldıkça, Tilrk kalacağı iddia olunamaz. Bugün 'fürk cezrinden geldiğine kani bulunduğumuz birçok ke li melerin, vaktiyle çinceden, moğolcadr..o , tonguzcadan, hatta hindceden ve farisiden eski Türkçeye girm!ş oldu ğu ilmen sabit olmuştur. Saniyen, kelimeler delalet ettikleri manaların tarif. leri değil, işaretleridir. Binaenaleyh, ke�imelerin hangi cczjrlerden geldiğini, nasıl iştikak ettiğini bilmeğe de lü zum yoktur. Bu gibi şeyleri bilmek, yalnız lisancılar (fi logog) ve lisaniyatçılar (leng:st'ler) için lAzımdır. Lisa nın sistemi ve glvesi noktai nazanndan hatta muzırdır bi· le ! Çünkü yukanda Arap ve Acem cezirlerinden gelen kelimelerde gördüğümüz gibi, Türk cezrinden kelimelerde de bazan istimali mi.na, i§tirakt mi.nadan bqkadır. Me-
TORKCOLUO'DN sela, yabancı1 yabandan
109
ESASLARI
gelmiş adam demek değildir.
Kahvealtı kahveden sonra yenilen yemek
mi.nasma gel
n1ez. Bu gibi ke 1imeleri i şti ka ki manalarında
kullanmak,
lisaoi b ir hastalıktır ki, bu n a iştikak hastalığı
deni l e
bilir. Mesela bazı adamlar, " terlik" kelimesi söylenince, bunun istimali m anasına ehe mmi yet vermiyerek i�tikaki m an asın ı
ararlar ve
derhal
"ter için ayağa gi yi l en ayak
kabı" diy e kel:meyi cezrine irca etm eğe çal ı ş ırlar. Hal buki, te rl i k kelimesinin manasını ararken, ter kelimesi ni hatırlamak, şive noktai naz anndan muzırdır. iştikak h as tal ı ğı na uğramış b i r aclamın yanı n d a mesela uyabancı
lar geldiler" decljğimiz zaman, o, "yabancılar mı ? Yaban.. dan. gelD'jr.ler, dem ek ki yabani adamlardır" derse, tuhafımıza gitmez mi ? Yahut, "şu terliği giyiniz" d ediği miz zaman, "ayağım terli de ği l ; terlik giymeğe ihtiyacım yok" cevab:.nı verirse, gayri ihti yari gül mez misin " z ? Maa -
mafih halka mahsus bir iştikakçılık ela var dı r k i, bu bi lakis,. hem n'.)rms.l hem de faydalı dır. Mesela, hal k tan oh?.n kimseler d il b az kelimesini çok dilli, çok dil döken mana sın a z ann cder ! cr ( 1 ) . Halkın böyl e yanlış iştikaklarla yaptığı tahrifler de,
bi r nev'i şuursuz temsil . vetiresiclir. Mesela halk, alaimi
Eemayı , eleğim sağ ma şekline çevirir. Balimoz'u (2) bal
yemez suretine sokar. Ankara·da bir pmann aclı olan Zü1(azi kelimes!ni Sol fasol yapar. Şerefre§8.!l vapurunu Şerif Hasan, Nevid fütuh'u d e li k kütük, Feth-i bü len d 'i yedi bölen tarz!ndan (1 >
Buradaki dil
"Usan''
karşılığı olan Türkçe dil değil,
"gönül" ko.ı·ıılığı olan Farsça dil'dir.
(2)
Eski bir nevi top ki, Balimez lslmll
fından icadedlldlğl için
bu
adı almııtır.
bir
Macar tara-
110
· TORXCO'LUQON
ESASLARI
Türkçe kelimeler haline koyar. Telgraf çekmek" kelimesini doğunır.
çekmekten
"tel
İşte bu gibi esaslara istinaden, TürkçWer tasfiyecile
rin lisan hakkındaki noktat nazarlarını kabul etmediler. Türkçülere göre, Türk halkının bildiği ve tanıdığı her ke lime millidir. Bir kelimenin milli olması için rinden gelmiş olınası Wi değildir. Çünkü
Türk cez..
Türk cezrin..
den gelmiş o ! an gözgü, sayru, baskıç, ağu gibi birçok ke
limeler, canlı lisandan çıkarak müstehase olmuşlar, onla rın
yerine canlı olarak ayna, hasta, merdiven, zehir ke
limeleri ginnigtir. Nasıl hayvanat ve nebatat i.lemlerinde müstehase� erin yeniden dirilmesine imkan yoksa, lisanJ milstP.haselerin de tekrar hayata avdet eylemesine
artık
imkan yoktur. Hulasa, Türkçülere göre, halk için munis olan ve sun'i olmıyan bütün kelimeler millidir. Bir mil letin lisanı , kendi cansız cezirlerinden değil, kendi
canlı
tas arruflarından mürekkep canlı bir uzviyettir.
O halde, Türkçenin sadeleştirilmesi, yalnız bu esas
lara istinat etmeli, tasfiyecilerin müfrit iddialarına doğru
gitmemelidir.
n
da yanlıştır. Çünkü Türk lehçeleri, ana dili mevkiinde
. Tasfiyecilerin sair Türk leh�elerinden kelime almala
bulunan kadim Türkçeden aynldıktan sonra, herbiri ayrı bir
tekamül
tiyat,
gerek
birinden rin
istikameti şekliyat,
gerek
uzaklaşmışlardır.
ke�imelerini
çesinin
takip
lisanımıza
güzelliğini
bozmuş
etmiştir ;
liigatiyat
oluruz.
sav
itibariyle
Binaenaleyh, sokarsak,
gerek bu
İstanbul
.Zaten
bu
bir
lehçele Türk lehçe
lisanımızda da bulun duğu için, onlara hiçbir ihtiyacımız yoktur. Yaln� Türk · medeni yeti tarihi, eski Türk müessesel erini tariht blr bbübadelmevte mazhar ederken , bunlann isimlerini de, mUstehaselerin derilmesi mahiyetinde görmemelidir. lerde
mevcut
olan
kelimeler, .
TORKCOLO'OON
ESASLAR!
111
Çllnkil bu kelimeler, şimdi lugat olarak değil, yalnız ia tillh olarak lisanımıza gireceklerdir. Bu suretle glrme:e. rinde hiçbir mahzur da yoktur. Tasfiyecilerin semaı edatları k ıyas l edatlar sırasına koyaı·ak ve terkip usulleri icad ederek bunl ar vaaıtasiy J e, yeni kelimeler ibdA etmek isteme!eri de yanlıştır. Çün kü nasıl bir hayvanın, yahut nebatm uzviyetine, hariçten yeni bir uzuv ithal etmemiz mümkün değilse, lisana yeni den yeniye bir kıyasi edat, yahut yeni bir terkip tarzı it hal etmemiz ele öylece gayri mümkündür. Bundan dola yıdır ki, günaydın, tünaydın, gibi terkipler yeni Türkçe.. de ynşıyamadığı glbl, semai edatlarla· yapılmış olan ti.bir ler de yaşayamadılar. Maamafih , tasfiyecilerin bu ifratlı
inkılApçılığını bir tarafa attıktan sonra edebiyatta, gerek Osmanlı lisanın dan atılacak kelimelerin gayet çok olduğunu görürüz ; ge rek ilim ıstılahlann�a hiçbir lüzumları olmadığı halde alınmış nice kel i melere rastgeliriz. MeselA., c ::>şkun�uğa 1 1 cüş i ş " demek lazım mı ? Baş ağrısına "sadA" derneğe bir lhtiya.ç var mı ? Tıp kamusunu ele alalım : Kemiğe azım, ba şa �e's, dişe s!o, sinire asab diyen bir kamusta, lisanı mıza girmesine hiçbir ihtiyaç bulunmayan nice Arapça ve Acemce kelimeler vardır. Adale gibi, hüceyre gibi, proto p'i.zma gib i Türkçede mukabili bulunmayan kelimelerin başımızın UstUnde yeri vardır. Lisanım ıza yeni istilAhlar getiren bu gibi 18.fızlara milli kamusumıız açıktır. Fa kat Türkçesi bulunan ve hiçbir hususi mana ile ondan ay nlmayan müteradif kelimeleri artık lisanımızdan atmah. yız.
iV. - SIYGALAR, EDATLAR, TERKi PLER.
1
- TU.rkQWe�
röre, bir lisan, ba§ka
llaanlardan.
TURKÇOLOQON
112
ESASLARI
kendisine müteradifi bulunmamak prtiyle, kelimeler
ala
bilm!�tir
ve alabilir. Fakat hi çbir lis an başka lisanlardan sıyga a lam az . Osmanlıcı 1ara göre, Osmanlı lisanı A rap ve· Acem lisanlarından kelimelerle beraber s ı ygalar da alır. Mesela mektup k el im esi Osmanlıcılara göre, Arap çada kütüb ma ddes indoo ismi mef'uldür ; manası yazıl mış, yazılaa'clır. Buna binaen Osmanlıcılara nazaran "hu·
mektube", yahut "mektub h uk uk tft.birlerini lisa nımızda kullanabiliriz. Türk ç ül er, mektub kel imes i n in bu surPtle i stimalin i kabul etmez1 er. Çünkü, ismi m ef' u l sıy gası , Türkç e de de mevcuttur : Mektub kelimesi ismi mef' ul oldu ğu zaman Türk ç es i .. yazılm1 ş"tır. Demek ki, Os manlı c ı lar.o "mektub hukuk" dedikleri şeye biz, . yazıl mış hukuk' ' diyebiliriz. O halde "me k tup kelimes:nin bir Jsmi mef'ul Eıygası o larak lisanımızda istimaline ihtiyaç yok tu r. Fakat mektub 18.fzı, mef'ul sıygası olduğu gibi, ca mid bir isim gibi de kullanılmaktadır. Fransız!ann lett re" dedikleri şeye Türk h a l k ı "mektup" adını vermektedir. "Bi r mektup yazdım. Bu hafta mektup aldım" cümlele rın�eki "mektup" l afzı, işte b u ikinci m n.ırıy ad ır Mek tubu n bu şeklinde sıyga mahiyeti yoktur. Bu, aleli :le bir kelimeclir. O hal de Osmanlıcada kullanılan bütün Arapça ve Acemce 18.fızları sıyga ve kelime olarak i ki k ı s m a ayı rabiliriz. Bun1ardan sıyga mahiyetinde olanları, derhal lisanımızdan atm al ı yı z kelime kısmına dahil olan1 an, -eğer halk lis an ın da mUteradifleri yoksa- yeni Türk çeye tereddütsüz kabul e tmeliyiz Bu um dcye göre, katib 18.fzı ismi fail ve binaena leyh yazan m i.n a s aa 01arak lisanımızda kullanılamaz. Mese iA., bu mektubun katibi kimdir ? de�ilemez. Fakat, katip (secretaire ) mu k ab i li olarak halk l i sanın da eskidenberi kull anılmaktadır. Meclis katibi, tüccar kitibi gibi "
kuku
.
"
"
.
,
,
..
.
..
·
.
TD'RKCCLOOON
113
ESASLARI
Kitabet llf>zı da ne yazmak mA.nasına bir masdar, ne de katiplik mAnasına bi r ismi masdar olarak lis'lnı mızda kullanJ]amaz. Adi blr isim olarak, sabık ''inşa" ta birinin ifade ettiği "composition" mukabili olarak kulla nılmaktadır : Kitabet deral, kitabet imtihanı. Mutasarrıf 18.fzı da tasarruftan ism i fail olduğu za man bir sıygadır. Bu sıyganın da kullanılmaması iktiza eder. Mesel! "şu tarl an ın mutasamfı" diyecek yerde, "eu tarlada tasarruf sahibi ol an adam" demeliyiz. Fakat bu 18.fız bir sancağın en büyük idare memuruna isim olduğu zaman, artık bir sıyga mahiyetini haiz değildir. Alel�de bir isim halini almıştır. Bu misaller gösteriyor ki, arapçadan ve acemceden a ı yga mahiyetini haiz hiçbir kelime almıyacağız. O hal de, ıs tı l8.h olarak arapça, y a hut ncemce bir ke1 i meyi ka bul ettiğimiz zaman, ondan iştikak etmiş olan biltün ıa. fızlart da ber-d.berce almamalıyız. Meseli şu iştikak ke· limesini, b:r ıstıI8.h olarak kabul etmişiz diye, bunun müş.. tak, müştakı miıı, müşt a kat gibi s ı y gal a rı n ı da ku1 lanma mız 18.zımgelmcz. Vakıa, hazan kitap, kitabet, ka tip mek tup gibi aynı m a dd eden iştikak etmiş birçok k e l im e le ri liaanım�zda kullanmaktayız. Fakat yukarıda da kısmen gösterd�ğimiz veçhile, bunlann cümlesi es k i sıyga mana larını Jcaybetmiştir. "Kitap" lafzı masdar sıygası olduğu zaman yazmak manasınadır. Ki ta p ke�imesl bu mAnada olarak lisanımızda asla kullanılmamıştlr. Kitap 18.fzı bir kelime olduğu zaman Fransızca .. livre" kelimesinin mu kabilidir. lşte, Türkçede ancak bu manada kull � ı'makta dır. "Muharrir'' keli mesini 11re:lacteur" mu k abil i olarak kullanabiliriz . Fakat ismi mef'ul bUnyesiylc "yazılan" mAnasmda bulunan •muharrer" ke�imesini kullanamayız. Mesela : "bi.li.da muharrer" diyemeyiz, "yukanda yazı .. •
..
,
..
,
__
F: 8
TORKCOLOclON
114
ESASLARI
lan" demeliyiz. "Tahrir" masdarı da kullanılamaz.
Fa
kat, "tahrirat" kelimesi, resmt mektuplann hususi ismi olduğundan, cemi sıygas:odan tanınmamak gartiyle kulla nılabilir. Bir kelimenin cemi şekli de, kelime değil, sıygadır. Binaenaleyh, arapça, acemce cemi sıygalan da kullanı lamaz. Binaenaleyh, zabitan, zubbat gibi sıygalar
yeni
Türkçeye giremez. Türkçenin kendisine mahsus cemt sıy gası, ler edatiyle yapılır. O halde lisanımızda zabit'ra cem'i, yaln!z zabitler'dir. Maamafih bazı arapça ve acemce cemiler vardır
ki,
lisanımızda cemi mlnasını, binaenaleyh sıyga mahiyetini kaybetmişlerdir. Yukarıdaki tahrirat kelimesi bu kab:lden olduğu gibi, ahlak, talebe, ame�e, edebiyat, yaran, evlat gibi birçok tabirler bu kadroya dahildir. Bu kelimelerin lisanımızda, cemi sıygasında olmadıklannm bir delili de, Türkçenin ler eda tiyle cemi�eaebilmeleridir :
Ahlakçılar,
talebeler, ameleler, edebiyatçılar, ylrinlar, evlatlar, tah riratlar gibi.
2
-
Bir lisan, .başka lisanların yalnız sıygalann ı de
ğil, edatlanm da alamaz. Çünkil bir kelimenin gerek ba şına dahil, gerek sonuna lahik olan edatlar
da
onu sıyga
mahiyetine sokarlar. Lisaniyat i lminde gerek sıygalara, gerek
hususi bir
minayı haiz bir edat ilavesiyle mAnası değişmiş olan
edat
lı lafızlara morfem namı verilir. Demek ki, hiçbir
lisan
başka lisanlardan, morfemler alamaz diyecek olursak, bu sözle hem sıygalann, hem de edatların bir lisandan baş
ka bir lisana giremiyeceğini anlatmış oluruz. Zaten arapçadan ve acemceden alacağımız bütün datların Türkçede mukabilleri vardır : Hemdert hemfikir
=
fikirdae, tacdar
=
taclı, danigmend
= =
e
dertdaş,
danitll ,
TCRKCOiiOOON
sitem·k&.r =
115
ESASLARI
s itemci gibi. Bunlann mutlaka
Türkçelerini
kullanmak iktiza eder.
hjik ümdar,
Maamafih,
hemşire, perklr gibi kelim e
lercle : iştikak usuliyle bulacağımız dar, hem,
lan edatlıktan çık mışlar, kelimenin içinde
hükümdar, hemşire, perki.r m ahiye t i kalmaml§tır. Bunlar
kir edat
..
erimişlerdir.
Binaenaleyh, �u
keUmelerinde
artık morfem
da lisaai vic
dan nazarında sair isimler gibi cimit k elimel er mah i yeti ne girmişlerdir. Acemden, müstesna olarak yalnız üç edat halk lisa nına girmiştir : Bun1 a rd an biri gerçekten e dat olan nis , bet i , si di r Diğerleri esasen isim oldukları halde, hal kımız:n lisanında edat haline düşen hane ve name 18.fız
..
.
.
!arıdır.
"i" ed atı
,
evvelA hususi renkleri üade eden sıfatla
rın s onları nda görü1 ür : Patlıcani, demiri, gümüşi, kurşuni, portakali, s aman i i lh. . "i" e dat ı saniyen Türk musikisinde h er kabilenin hu susi nağmes ine, hususi marşına verilen isimlerde görü lür : Türkmani, Varsagi, Bey ati Karcıharl ( Karaçar) , .
,
Türki gibi. Bu iki nevi misallerde gördüğümüz "i" eda tı Türkçe bir edat hükmüne geçmiştir. Bunun bariz de lil i Türkçe k elimelere 18.hik o'abilmesidir. Fakat, "i" eda tı bu iki dairenin haricinde kullanıldığı zaman, Türkçe d eğ il dir. O h al de, o gibi tabirle ri kullanmıyarak Türkçe
..
mukabillerini aramalıyız :
hafta ye ri ne edebiyat haftası di yeb i li.. riz. Hayati mesele yerine hayat meselesi diyebiliriz. Ser kitabi'ye başkitapçı d i yebiliriz Cabri'ye cebirci, hey'iyun'a hey'etçiler d i yebi liriz Bu gibi sure Ue rle "i" edatın ın istimalini azaltmakla beraber ; maateessüf eo esaslı umdemize ve kaid em ize mu halif olarak ; birçok ıatılihlarda bu edatı kabul etmek i9ıMesela e debi
,
.
.
110
TORKÇOLC�ON
ESASLARI
tiran ndayız. TU rkçUltlk yeni
Türkçeye gtlçlilk çıkaran bütün mukavemetleri kırdığı halde bu kUçUk edat kar aısmda konsesyon yapmağa mecbur oldu. Mese�A, tabii hadiselere tabiat hadiseleri diyebiliriz. Fakat şu hadise tabiidir, yahut değildi r demek icabedince "i" edatının büs bütün a tılamıyaca ğı nı itirafa mecburuz. Marazi, içtimai ruhi, hayati, bünyevi llh... gibi kelimeler de aynıyle bu tabii kelimesi gibidir. Maamafih, madem ki bu edat, iki nevi kelimelerde Türkçe bir edat hükmüne geçmiştir ; onu sair kelime1erde de bil hassa ıstıllh oldukları zaman kullanmak caiz olabilir. "Hane" lafzını : yazıhane, yemek hane, yatakhane gibi tabirlerde ve uname" lafzını, yıldız n�e, Oğuzname gibi tabirlerde görüyoruz. Lüzumuna mebni bu 18.fızl ar da Türkçe edatlar arasına ithal edilir ise, lisanımız zenginleşi r. Bir lisan başka lisanlardan sıygalar ve edatlar ala madığı gibi , terkip kaideleri de alama.Z. Halbuki, eski Os manlı lisanında arapçanm, acemcenin her tUrlü terkiple ri mevcuttur : İzafi terkip, tavsifi terkip. Terkipler de, sıygalar ve edatlar gibi, morfem kad rosuna dahildir. Her lisanda gerek muzafünileyh ve eerek muzaf birer morfemdirler, sıfat da, mevsuf da birer mor femdirler. O halde, başka l isanl ar dan terkip a lınmamaaı hakkındaki asli kaidenin bir fer'inden ibarettir. Türkçede izafi ve tavsifi terkiplerin her nev'i bu lunduğu için , arapça ve acemce terkipl ere hiçbir ihtiyaç yoktur. Eski Osmanlı edibleri ve alimleri bu terkipleri bir ihtiyaç sevkiyle almamışlardı. Onların nazarında arapça ile acemce, l isan olarak Türk çeden güzel olduklan gibi, arapça ve acemcenin kelimeleri, sıygalan , edatlan ve ter kipleri de TUrkçen:nkinden daha güzeldir. Halbuki hiçbir li sana objektif olarak di ğer lisanlar1an daha &Uzeldir denilemez : Her tnunın kendine mah,
-
117
bi r güzelliği vardır. Her millet , sllbjektif olarak ken.. dl lisanını d �a güzel görür. Evet, arapça güzel bir ıı.. sandır, farisi de gUzel bir lisandır. Fakat bu lisanlar, en ziyade keneli milletlerine güzel göıilnUr. Bizim için de en güzel görünen liıan Türkçedir. Kelimelerin, sıygala nn, edatların, terkiplerin güzelliği kendi llsanlanna nis betledir. Bunlar, ancak kendi lisanlan içinde güzeldirler. Arapça bir kelime, arabi bir cüm�e iç !n de güzel olduğu gibi, acemce bir terkip de farisi bir cümle iç�nde güzel görünür. Bir kadının gayet güzel olan gözlerini, yahut burnunu başka bir kadının simasına naklediniz. Bunları orada çirkin görürsünüz. Bunun gibi, her lisanın kelime· meleri ve terkipleri de, kendi cümleleri içinde ne kadar güze1se başka lisanların cümleleri içinde de o kadar çir kindir. sus
lstitrad :
Türkçülüğün tarihi mcbhasından, tasfiyecilerin halle lisanına geçmiş olan arapça ve acemce kelimeleri de Türk· çedecı çıkarmak istediklerini yazmıştım. Dün Fuat Raif beyle bu hususa dair tekrar görüştük. Tasfiyecilerin li deri mevkiinde bulunan mumaileyh, halle lisamna geç miş olan arapça ve acemce kelimelerin Türkçe say'ıı ma sı hususunda bizimle hiçb ir ihtilafı olmadığını ve ara mızdaki ihtilifın edatlara m ünhasır blduğunu söyledi. Yukarıda izah ettiğim veçhile ; yeni Türkçecilere nazaran , Türkçen:n kıyasi edatlariyle istenildiği kadar yeni keli meler yapılamaz. Fuat Raif bey, kendisinin bu filtre gid· detle muhalif olduğunu, edatlarda, semai, kıyasi tas!lifinJ tanımadığını, Türkçenin her tUrlil edatlariyle yeni keli me!er yapılabildiği gibi, kırgızcadan, özbekçeden, tatarc � daıı alıııacak, yahut büsbütün yeniden yaratılacak edat·
.TORKQO'Ltl'OON ESASLARI
ııs
ibda olunabileceğini �yledl. Hat. ti. farisideki nisbet "i" sine mukabii olarak 4 'ki, gi" eda tını ica da taraftar olduğunu, mesel a hayati sıfatı yerine hayatki, edebi sıfatı yerine edebgi kelime1erinl kullan .. tarl a da yeni kelimeler
,
mak m üm kün bulunduğunu beyan etti. O halde, yukan .. larda tasfiyecilik hakkında yazd ı ğ ım şeyleri bu beyana.
ta n azaran tashih etmek lazım.gelir.
V. - YEN i TÜ RKÇEN i N HARSLAŞMASI VE TEHZIBI. Bazıları, yeni Türkçeyi yalnız
menfi
umdelere malik
zannederler : Lisanımızda, Os ınanlı edebiyatının
soktuğu
faz, a ve muzır birçok IAfızlar, sıygalar, terkipler, edatlar var. Yeni Türkçe, yalnız bu fazla unsurlann
lisanımız
d an ç1karılmasiyle meydana gelemez. Bu hedef yeni Türk çenin yalnız menfi gayesidir. Yeni Türkçenin m üsbet ga yeleri de vardır. Çünkü, eski Osmanlıcanın hastalığı yal nız
fazla
lafızları , sıygaları, kelimeleri,
edat1an
havi ol
masından ibaret değildi. Hastalık bundan ibaret olsaydı,
bu fazla unsurlan atmakla lisanımızı kolayca muvaffak olabilirdik.
Halbuki
tedaviye
eski Osmanlıcanın
i kinc i
bir hasta �ığı da b i rç ok kelimelerinin eksik bulunmasıydı.
Türkçillüğün zuhu runa kadar, lisanımızda
mAn al ı
zuhlu clarak felsefi bir makale yazılamaması,
ve vu
edebiyatta
da muhallidelerden hiçbirinin vazıh ve doğru tercümesinin
yap ı l amamas ı bu eksikliğin canlı de�illeridir. O halde, lisanımızın
tam
bir tedavisi, bu eksik ke
limelerin aranıp bulunmasiyle ve lisani uzviyetimizde yer li yerine k on u lm as i yl e kaimdir. İşte, yeni Türkçenin müs
bet gayesi bunda n Yazı
ibarettir. l isanımızd a eksik
olan
kelimeler iki kıs�mdır :
1) Mi ll i tabirlerdir. İstanbul'da ve Anadolu'da kullanılan bi rçok ti.birler, hususi terkipler galisizmler ve çüm�eler ,
TORKCCt;OOON
ESASLARI
119
vardır ki, yazı l isanı mıza henüz girmemiştir. Halbuki ıı. sanımızın milli zengi nl iğin i, bedii h uinele rf nl bunlar teg kil eder. Her şehr� muallimleriyle Türkocaklan ve etnoğ
bu h ususi tabirleri topl amağa çalışırsa, bun lardan birçoğunu elde etmek mümkün olur. Halk kitap. lann da, halk masallariylc halk ş ii rle rin de ve d arb ımesel .. lerinde bu gibi tabirlere ve lisani h usus i yetlere çok te.. sadüf edilir. Bilhassa Dede Korkut kitabından bu nokta! nazardan çok istüade edebiliriz. Çünkü bu kitap , Oğuzla rın İl ya d a'sı mahiyetindedir. Ve lisanı da eski Oğuzca.. dır. Demek ki, bize mahsus Tü rk çenin anasıdır. Bu k i tap, hiç tahrife uğratılma.kSlzın, yeni imla ile muntazam ve okunaklı bir şekilde yeniden tab' olunsa, yeni Türkçemizin zengin bi r hazinesi olacaktır. Başka Türk lehçe!eriyle yapılacak mukayeseler de, bize Türk ş i vesinin birta kım müşterek hususiyetlerini göstereb i l i r. Mesela, Orh un kitabesinde " İşimi, güc ümü kime vereyim ?", "İlim türüm hat1i ? " , 1 1Benli bu d u nlu " gibi tabirler görüyoruz. Bu tabir leri n birincisi hala lisan ımı zda iş güç sure tinde kullanılmaktadır. İkincisinin tarzında, birço k ta. rafya müzesi
•
birlere rastgeliriz : Oymağımız, türemiz ; yurdumuz, ocağı
gibi. ÜçUncüsU· ne b enzey en tabirlerimiz de şun 1ardır : İrili ufaklı ; büyük lü küçüklü. Bunlardan başka, Kırgız Kazak1ann "Me.cıas" desta n ı ve sair Türk şubelerinin masallariyle şiirleri b!ze TUrk lehçelerinin m üştere k ve hususi şiv e lerl ni gösterebilir. 2 ) Yazı lisanımızda eksik olan keli mel erin ikinci kısmı beynelmilel kelimelerdir. Bir mi l let hangi medeniyet zümresine hangl beynelmileliyete mensupsa, onun bütün ilmi mefhumlarını , felsefi görüşlerini, edebi h a y a' lerini ve şiiri duyguJ ar.nı ifade edecek hususi k elimelere ma lik olması da lazımdır. Türkler, gimdi Avrupa medeniyetimız ; evimiz barkım!Z ; soyumuz sopumuz
TORKçOLUOON
120 ne
ESASLARI
kat't bir surette glrmefe azmettiklerinden, bUtUn Av· '
rupai mefhumları ve manaları ifade ' edecek yeni ke' ime lere muhtaçtırlar. Bu kelimelerin lisanımızda vücuda gelmesi için,
yapmalı ? Bunun için en feyizli çare,
A vnıpa
ne
lisanların
da yazılmış olan bUtUn edebi muha1 lidelerle ilmi ve fel
sefi monoğrafilerin yeni Türkçeye birinci derecedeki üs lupçula r vasıtasiyle, büyük bir itina ile tercUme edilmesi dir. Bu tercümelerle beraber, yeni Türkçeye birçok
keli
meler ve ifade tarzlan girdikten maada, birçok Esani in ce, ikler ve seyyaliyetler, sarfi &letler ve uzuvlar,
nahvi
mekanizmalar ve teşkilatlar, hissi ve sırri manaları ifa de c<.lecek yeni kabiliyetler de girecektir. ni Türkçe, hem
en
Bu suretle, ye
yüksek düşünüşleri hem de en samimi
ve orijinal duyuşları anlatmağa muktedir ve tercüman ola caktır. Tercüme esnasında, memleketlmizce bUsbUtün
yeni
olan birçok mefhum 1ara ve minalara tesadüf edileceğin den, bunlar için mukabiller
bulmak lazım gelecek :
Bu
nun için ne yapmalı ? Evveli bu minalann
keli meleri yazı lisanımızda yok
olsa da, konu§Jma di�imizde belki vardır. Hayvan, neb3.t, eşya, alet isimleri lisanımızda çoktur. Coğrafi vaziyetle
ri ifade edecek kelimelerse, gayet çoktur. Samimi duygu lan sezdirecek hissi kelimelerimiz de epeyce
..
vardır. De
mek ki, ısblahlar ve yeni manalar içi n , iptida halk dili ne müracaat etmemiz lizımge li r. Bu vasıtaya
müracaattan s:>nra da
bulamadığımus
yeni manalar kalırsa o zaman, Türk edatları, sıygaları ve terk i p kaideleriyle yeni kelimeler lbdama çalışmalıyız. Bu
vasıta da küa y ct etmezse, o zaman b izzanıre arapça
ve
acemceye müracaat ederek bunlardan yeni kellmeler alı.. nı.
Fakat gu prUa ki, alacağımız kelimeler terkip
ha-
121 llnde bulunmamalı, tek kelime halinde olmalıdır. Mese..
1A evvelce .. ilmt
menafiU1 'iza" denilen flziyol ocyaya , şim
di, tek kelime ile garizlyat deniliyor. Bunun gibi,
ilmU'
arza arziy at, i lmi hayata hayatiyat, ilmUrruha ruh i y at de n i l i yor Bugün, arapça "yat" edatiyle, bütün yeni ilimle.. .
ko!ayca isimle r takabiliriz : Asu ri yat Mısı riyat , Cümu diyat ilh ... Bununla beraber, bazı ecnebi kel!meleri aynen kabul etmeıruz de lazımdır . Bunlar da iki k ısım dı r : Birinci kı mı, bir millete yahut bir devre veya bir m es leğe mahsus ,
re
hususi hadiseleri ifade eden ke1 i mclerdir ki, bunlar hiç bir lisana tercüme edilmemiş, biltün Hs an l ar tarafın :lan aynen kabul edilmiştir. Feodalizm, gövalyelik, rcnesans,
reform, ja k oben l i k, sosyalizm, bolşeviklik . aristokrat, d ip lomat, t iyatro roman, klasik, romantik, dekadan ilh ,
..•
Thlncl kısmı sınai tekn iklere ait her türlü alet, ma kine, eşya l si m lcr i dlr. Bunlar ekseriyetle doğrudan doğ ruya halk tarafından alınır ve bunlar da s ai r milletler ta rafından aynen kabul edilmiş, tercüme,erine çalıştırıl ma mıştır : Vapur, şime n döfer, telgraf, telefon, tramvay, gra m :>fon ve saire gibi. Yeni Türkç�nln asri bir lisan olması için,. y ap ılm ası !Azım gelen b i r iş d a ha vardır. Fransızcadan
-
Türkçeye
kamus ki tapl ann ı tetkik edince görürüz ki, Fransızca ke limelerin her man ası iç:n Türkçede b irkaç m isAI gös te rili yo r. Halbuki, her mAna için yal n ız
b i r kelimemizin
lunması Widir. Mukabillerin böyle çok olması, ilk
bu
na
zarda Jisanımızın zengin olduğuna delalet eder. Halbuki,
iş e yle değildir. Kamusun başka
sayfalarındaki
başka
kelimelere bakacak olursanız yine aynı kelimeleri görllr sünilz. Bu suretle b!r Türkçe kelimenin birçok Frans:zca kolimeye kargılık sayıldı ğını görürsünüz. B ®dan anla·
122
TORKÇOLOOON
ESASLARI
şılıyor ki, Fransızca kelimelerin lisanımızda tam, muay. .
yen, vA.zıh kar,ılıklan yoktur.
,
Aynı zamanda herhangi bir lisanın
mUkemmellyetl
de h er kelime!tınin y:ı.lnız bir mantıya ve her mAnasının da yalnız bir ke:limeye malik olmasiyle vücude gelir.
o
halde, yeni Türkçeyi her kelimesi yalnız bir manaya deıa... let edecek ve her manası da yalnız bir tek kelimeye m! lik olacak hale sokmalıyız. Avnıpa lisanlan birbirinden kolayca tercüme yapabilirler. İtalyan, ilh... ı� saalannın
Çünkü İngiliz, Alman, Rus,
her kelimesi Fransızcanın bir
tek kelimesine tekabül edercesine bu lisanlar arasında bir te!lazur husule gelmiştir. İşte biz de yeni Türkçeye
bu
şekli vermeğe çalışmalıyız. Bu esas üzerine bir Türk kamu· su ve bir de Türkçeden Fransızcaya ve Fransızcadan Türk· çeye kamuslar vücude getirmeliyiz. Yapılacak Türk kamusunda kelimen:a Türkçe, Arap
..
ça ve Farisi olduklarını göstermek doğru olamaz. Çün
kü, bir milletin kamusuna giren kelimeler artık o mille.. tin milli lisanın!l mal olmuştur. Bu kelimelerin ne suret le teşekkül ettikleri, yalnız iştikaklannı gösteren ve [ ] muteriza dahiline alınan muhtasar formüllerle
anlatılır.
Yeni Türkçenin yazılacak yeni sarfından da arapçanın ve acemcenin sarf ve nahiv kaideleri çıkarılarak, kitabın so nundaki iştikak kısmına k:nulmalıdır. Yeni Türkçe, evvela lisanımızı lüzumsuz arapça
ve
acemce tabirlerle terk ip1erden temizlemekle, saniyen ona henüz vücutlarından haberimiz ol.mıyan milli tA.birleri ve ifade tarzların ı ve salisen, henüz malik olmadığımız için ibdaına mecbur bulunduğumuz beynelmile' kelimeleri na.
..
ve etmekle husule gelecektir. Bu üç amel iyeden birinci sine temizleme, ikincisine harala§tırma, üçüncüsüne tehz ib namlarını verebiliri&,
-123
VI .
-
LISANI TORKÇO LOCO N U M DELERI.
Şimdi burada llsnnt TUrkçülUğün umdelerini sıralı. yalım :
1)
Milli lisanımızı vücude getirmek
için, Osmanlı
lisanını hiç yokmuş gibi bir tarafa atarak, halk edebi yat:aa temel vazifesini gören Türk dilini aynile
kabuJ
edip İstanbul halkının ve bilhassa İstanbul hanımlarmm konuştukları gibi yazmak.
2)
Halk l isanında Türkçe müteradifi bulunan arabl
ve farisi kelimeleri atmak, tamamiyle müteradif olmayıp kü�ük bir nüansa malik olanları lisanımızda muhafaza et.. mek.
3)
Halk lisan:aa geçip lA.fzan yahut minen galat
namını
alan arapça ve acemce kelimelerin tahrif olunmu§
uekillerini Türkçe adde.tmek ve imli.la.rını da yeni teW fuzlanna uytlurmak.
4)
Yerlerine yeni kelime!er kaim olduğu için, müs
tehase haline gelen eski Türkçe kelimeleri diriltmeğe ça
lışmak. 5) Yeni ıstıl8.hlar aranacağı zaman iptida halk li sanındaki keli.meler arasında aramak, bu1unmadığı
tak
cll rde, Türkçenin kıyasi edatlariyle ve kıyasi terkip
ve
tasrü usulleriyle yeni kelimeler ibda etmek,
da
buna
imkan bulunm adığı surette arapça ve atemce terkipsiz ol mak şartiyle yeni kelimeler kabul etmek ve bazı d evir lerin ve mesleklerin hususi ahvalini gösteren kelime!erle
tekniklere ait alet isimlerini ecnebi lisan!ardan aynen al mak.
6)
Türkçede Arap ve Acem lisanlarının kapitü1is
yonlan ilga olunarak bu iki lisanın ne sıygaları, ne edat.. ls.rı, ne de terkipleri lisaı:pmı.ıa ithal olunmamak,
124
7) TUrk halkının bildiği ve kullandığı her kellme, Türkçedir. Halk için mWı!ı olan ve ' sun't olmayan her kelime millidir. Bir mil1etin lisanı, kendisinin cansız ce.. zirlerinden değil, canlı tasarruflarından terekküp eden canlı bir uzviyettir. 8 ) İstanbul TUrkçesin!n snvtlyatı, şekliyatı ve lu gavlyatı, yeni Türkçenin temeli olduğundan, başka Türk lehçelerinden ne kelime, ne sıyga, ne edat, ne de terkip kaideleri alınamaz. Yalnız mukayese tarikiyle Türkçenin cümle teşkilat?nda ve hususi tibirlerdeki şivesiyle nüfuz için bu lehçelerin derin bir surette tetkikine ih tlya ç var dır. 9) Türk medeniyetinin tarihine dair eserler yazıl dıkça eski Türk müess�selerinin isimleri o!mak hasebiy... le, çok eski Türkçe kelimeler, yeni Türkçeye girecektir. Fakat bunlar ıstılAh mevkiinde kalacaklarından, bunla nn hayata avdeti, milstehaselerin dirilmesi mahiyetinde telakki olunmamalıdır. 10) Kelimeler delil et ettikleri mi.naların tarifleri değil, işaretleridir. Kelimelerin manaları iştikak�armı bil mekle anlaşılmaz. 11 ) Yeni Türkçenin bu esaslar dahilinde bir knmu slyle bir de sarfı vücude getirilmeli ve bu kitaplarda ye ni Türkçeye girmiş olan arapça ve acemce kelimelerin ve tabirlerin bünyelerine ve terkip tal"7.ların a ait mP.Jfımat, lisanın fiziyoloji kısmına değil, müstehasat ve intisali yat bahsi olan iatlkak kısmına ithal edilmelidir.
İkinci
Mebhas
BEDll TORKçOLUK
1.
-
TÜRKLERDE BEDi i ZEVK .
•
Eski Türklerde bedii z evk çok yüksekti.
Turfan da
keşfe dilen mermer heykeller, hiç de Yunan heykellerinden aşağı değildir. Tul on il e rle Ahşidilerin, Selçuk Türkleri
nin. Harzem Tür klerinin, tıhanilerin, Timurllerin, Osman .. lıJar:n, Akkoyunlu ve Karakoyun� u Türklerin Irak'ta, Suriye'de,
Anadolu'da,
Hint'tt!, Efganistan'da
İran'da,
yaptı rdık l an
Mısır'da,
Türkist an 'da ,
camiler, saraylar,
türbeler, köprüler, çeşmeler dünyanın en güzel es erl erini teş k i l eder.
Gaston Richard, Türkmen k ızlarının bir harika nev' inden o!arnk yaptıkları nef'ıs halılardan bahsederken, Mi hailof'un şu sözl erini naklediyor : 0Hiçbir alete,
hlçblr
modele, teknik mahiyette hiçbir tahs il ve terbiyeye malik olmıyan Türkmen kızın ın , na.kabili taklit nakışlarla mü zeyyen çok nefis halılar v ücu de getirebilmesi, ancak bir
san · at sevki tabiis in e malik olmasiyle izah olunabilir." Türk masa llariyle halk eitrle rin in
ğuzelliğl
de, Türk
lerin bediiyat sahasında büyük bir k abiliyete malik
ol
duklarını gösterir. Fakat, yazık ki, Osmanlı san'atklrla
rıııın hatası yüzünden şimdiye kadar bu yüksek
san'at
kabiliyeti, Avrupai bir tehzibden mahrum kalmıştır.
B;ı
tehzi bi ele gördükten s �nra, hiç şüphe yok tur ki, istik balde de en yüksek san'atlerden biri olacaktır.
TORKCOL'OO'ON ESASLARI
126
il.
-
M i LLi· VEZiN.
Eski Türklerin vezni , hece vezni idi. Mahmut Kişga ri lt1gatindeki Türkçe şiirler, hep hece veznindeclir. Son raları Çağatay ve Osmanlı şairleri tak1it vasıtasiyle A cemlerden aruz veznini aldılar. Tilrkiotan'da Nevai, Ana dolu'da Ahmet Paşa aruz veznini yükselttiler. Saraylar bu vez:ne kıymet veriyorlardı. Fakat halk, aruz veznini bir türlü anlayamadı . Bu sebep1e halk şairleri eski he ce vezniyle şiirler söylemekte devam ettiler. Ahmet Ye sevi, Yunus Emre, Kaygusuz gibi tekke şairleri de Aşık Ömer, Dertli, Karacaoğlan gibi saz gairleri hece veznine sadık kaldılar. Türk�ülük zuhur ettiği zaman, aruz vezniyle hece vezni yanyan a duruyordu. Giiya birincisi havassın, ik:O cisi avamın terennüm i�etleri idi. Türkçülük, lisandaki ikiliğe nihayet verirken, vezindeki bu ikiliğe de l&kayıt kalamazdı. Hususiyle, terkipli lisan aruz vezninden, aruz vezni de terkipli lisandan aynlmadığı için, bu iki Os · manlı müessesesi hakkında aynı hükmü vermek lazımdı. Binaenn.leyh, Türkçüler, terkipli lisanla beraber, aruz vez nini de milli edebiyabmızdan kovmağa karar verdiler. Sade lisan, aruz veznine pek uymuyordu. Halbuki, hece vezniyle sade lisan arasında samimi bir akrabalık vardı. Sarayın ihmaline rağmen halk, sade Türkçe ile hece veznini iki kıymetli tı1sım gibi sinesinde saklamış tır. Bu sebeple Tilrkçfiler, bunları bulmakta güçlük çek mediler. Bununla beraber, hece vezni, bazı §airlerimizi yanlı§ yollara eevketti. Bunlardan bir kısmı Fransızların vezin lerini taklide kalkıştılar ; meseli, Fransızl arın "Alexan drin". dedikleri .,6+6" veminde 1iirler yazdılar. Bu ıiir·
TORKCOLOOON ESASLARI
127
Jıalkın hoguna gitmedi. Çünkü hal kımız hece vemi nin ancak bazı ge ki l lerin den zevk alıyo rlardı Millt vezin lerimiz, halk tarafından kullanılan bu mahdut ve mu ay )·en vezinlere münhasırdır. Halk vezinle ri arasında "6+6" §ekli yoktur, bunun yerine 6+5" vezni vardır. Tecrjlbe ile anlaşıldı ki, Türk halkı bu s onk i veüıden çok hoşla nıyor. Bu tecrübe aynı zamanda başka milletlerden ve zin alına mıya c ağı kaidesini de meydana attı. Bu suret le, b izde k i hece vezni taraftarl ı ğı , başka lisanlara ait hece vezinlerini taklit demek olmadığı ve Türk halkına mahsus hece vezinlerini ihyadan ibaret bulunduğu tebey yün etti. Hece veznini yanlış yola götüren gairlerden b i r kıs mı da y en i vezinler icadına k alk ıştılar Bunların yoktan var e ttiği vezin1 erden birçoğunu da halk kabul etme di. Bu suretle anlaş ı l dı ki, milli vezinler, halkın eskiden beri kullanmakta olduğu vezinlerle, sonradan kabul ede bildiği vezinler� münhasırdır. Halkın hoşlanmadığı ve. zinler, he c e tarzında olsa bile , milli vezinlerden sayıla ler
,
.
..
-
•
.
maz.
1 1 1.
-
EDEBIYAT I M IZIN TAH R IS VE TEHZIBI.
Türkç Ulüğa göre, e debiyatımız yükseleb ilmek için, iki s:ın'at m üzesinde terbiye görmek m ecburiy etindedir. Bu m üzele rden birincisi halk edebiyatı iklacisi garp edebiyatıdır. Türkç ü şairler ve edibler, bir taraftan hal kın bedjalarını, diğer cihetten garbın şehklrlannı model ittihaz etmel idirl er Tür k edebiya tı bu iki çıraklık devre sini geçirmeden, ne milli, ne de müteklm.il bir mahiyet alamaz. Deme k ki, edebiyatımız bir taraftan halka doğru diğer cihetten garba doğru gitmek ıztıranndadır. Halk edebiyatı ne gibi eeylerdir ? Evvel!, masallar, ,
.
,
TORKÇC'LUOON
128
ESASLARI
fıkralar, efsaneler, menkıbeler, nStftreler, saniyen darbı meseller, b ilm e c el e r salisen mini le r k oımalar destanlar, ilahiler, rabian Dede l{orkut kitabı, Aşık Kerem , Şah İs ma i l K ö roğl u gibi hikayeler�e cenknameler, hamisen Yunus Emre, Kaygusuz, Karacaoğlan, Dertli gibi te k ke ve saz şai rle ri aadisen Karaıöz ve Nasreddi n Hoca &�bi ,
,
,
,
,
canlı edebiyatlar.
bu modellerden ne k:ıdar çok feyiz alır sa o kadar çok tahris edilmiş olur. Ede b i yatı m1Z ı n ikinci nevi model' eri de H:>mer'le Vir jil de n başlayan bütün klasiklerdir. Yeni başlayan bir milli e deb iyat için en güzel örnekler klasik ed e b iya tın bedinlarıdır. Türk e debiy a tı klA.siklerin biltUn bedii ra h i k 'erini m assedip bitirmeden romantiklere ve daha son. ki mekteplere yi!aaşmamalıdır. Çünkü genç milletler, mef kurcleri, k ah ra m an l ı k ları ila eden ( yükselten ) bir ede biyata muhtaçtırlar. Klasik e deb i yatlar umumiyetle bu maksadı temin edecek mahiyetteclir. Son zaman'arda, Fransa'da, genç1 iğe me fku rel ere doğru yeni bir hamle vermek için, yeni klaslklcr mektebinin teessüs e tmesi de, klasik edebiyatın bu terb iyevi rolünü is pa t eden canlı bir delildir. Maamafih, biz garbın iptida yalnız klas i k lerine kıy met vermekle� romantizmin feyzin den de bUsbUtün mah rum k a 1mamalıyız . Çünkü, romantizmin esası, halle ede biyatlarıdır. Avrupadaki bütün romanUzm h are k etl e ri , Euebiyatımız
'
..
,
halka doğru gitmek, halk masallarını ve destanlannı mo del it tihaz etm ekle başlamıştır. Deme k ki, biz e deb iya tımızın tahris ve tehzi bini ynparken klA.sisizm ve roman tizm d evirle r : ni beraber yagam1ş olacağız. O halde, garp ed e biya tı n ı ruhumuz1a massa çal ı şı rken garp romantik· lerinin halk edebiyaUanndan nasit istifade ettikler!oi de anlamağa çalı3malı yız.
Edebiyatımızın garp muhailide-
129
TORKÇOLOOON ESASLARI
leri müzesinde ge çir diği çıraklığa da milli edebi yatı m ızın tehzibi diyebiliriz. Bu ifadelerden anlaşıldı ki, milli edebiyatımız,
tah
ris, t ehzib namları verilen iki terbiye devresinden geç tikten sonra, hem milli, hem de Avrupai bir edebiyat ha
line girecekt ir . Milli e debi yatı mızın tesisi hususunda Türkocaklarının da büyük bir rolü vardır. Türkocakları, sahnelerinde, halk tiyatrosu olan Karagöz ile Orta Oyunu'nu
ara.sıra göste
rerek canlandırmalıdırlar. Masalcılara masal söyleterek, meddahlara taklitler yaptırarak , saz şairlerine destanlar, koşmalar, maniler okutarak milli edebi yatı canlı bir su
rette Anımeye gösterebilirler.
Dede Korkut, Yunus Em
re, Kaygusuz Apd al , Dertli, Karacaoğlan,
Aşı k Ömer,
Gevheri gi bi halk şairlerine ve Nasreddin Hoca, göz, İn ci l i Çavuş, Bekri Mustafa gibi halk
Kara
tipleriae hu
susi geceler tahsis ederek bunların hatıralarını idameye çalışmalıdırlar. Halk edebiyatına ait ki tapl arl a şifahi an '
aneleri toplayıp halk kütüphaneleri vücude getirmek
de
Tü rkoca kl arı n ın vazifelerinden biridir.
iV.
-
M i LLi M US i K i .
Avrupa musikisi girmeden evvel, memleketimizde iki musiki vardı : Bunlardan biri
Farabi
tan alınan Şark musikisi, diğeri vamı
ise
tarafından Bizans
Türk musikisinin de
olan Halk melodilerinden i baretti.
Şa rk musikisi
de, garp m us ik isi gibi eski
Yunan
musikisinden doğmu ştu r . Eski Y unanl ı l ar, halk melodi
lerinde bulunan tam ve yanm sesleri
kafi görmiyerek,
b un l ara dörtte bir, sekizde bir, on altıda bir sesl eri i la -
F: 9
130
TO'RI(QOLV'OON ESASLARI
ve etmişler ve bu sonkilere çe�k sesler namını vermiş lerdi. Çeyrek sesler tabi i deği ldi ; stµı i ydi . Bundan dola yıdır ki, hiçbir milletin halk melodilerinde çeyrek sesle re tesadüf edilmez. Binaenaleyh, YurıBJl musikisi gayri tabii seslere istinat eden bir sun'i musiki idi. Bundan baş ka haya tta yeknesaklık olmadığı halde, Yunan musiki sinde aynı melodinin tekerrüründen ibaret olan üzücü bir yeknesaklık vardı. Kurunu vusta Avrupasmda teşekkül eden Opera mü essesesi, Yunan musikisindeki bu iki nakis ayı (eksikliği ) izale etti. Çeyrek sesler, operaya uymuyordu. Bundan başka, opera bestekirlan ve oyuncul arı halktan oldukl a rı için çeyrek sesleri bir türlü anlıyamıyorlardL Bu se beplerin tesiriyle garbın operası, garp musikisinden çey rek sesleri tardetti. Aynı zamanda, opera ; duyguların, heyecanların, ihtiraslann tevalisinden ibaret bulunduğun dan, armoni'yi ilave ederek, garp musikisini yeknesak lıktan da kurtardı. İşte bu iki yenilik, müteki.mil garp mu sikisinin doğmasına sebep oldu. Şark musikisine gelince, bu tamamiyle eski halinde kaldı. Bir taraftan çeyrek sesleri muhafaza ediyordu, di ğer cihetten armoniden hala mahrum bulunuyordu. Fa rabi tarafından Arapçaya naklolunduktan sonra, bu has ta mu sikis i sarayların rağbetiyle Ac em ceye ve Os manlıca ya da n akl olunmuştu Diğer taraftan Ortodoks ve Erme ni, Keldani, Süryani ki lise leri yle Yahudi hahamhanesi de bu musiki yi Bizanstan almışlardı. Osmanlı memleketin de, bütün Osmanlı unsurlarını birleştiren yegB.ne mües sese olduğu için, buna Osmanlı ittihadı anasır musikisi namım vermek de gerçekten çok münasipti. Bugün işte şu üç musikinin karşısındayız : Şark mu sikisi, Garp musikisi, Halk musikisi. Acaba bunlardan hangisi bizim için millidir ? Şark '
.
TORKÇOLüOUN ESASLARI
131
musikisinin hem hasta hem
de gayri milli olduğunu gör dük. Halk mus i kisi harsı mızın, garp mus ikisi de yeni medeniyetimizin musikileri olduğu için, her ikisi de bi ze yabanc ı değildir. O halde, milli musikimiz memleketi mizdeki halk mu sikis i yle garp mu sikis inin imtizacından doğacaktır. Halk musikimiz, bize birçok melodiler ver miştir. Bunlan toplar ve garp musikisi usfilüne armoni ze edersek, hem milli, hem de A vnıpai bir musikiye ma lik oluruz. Bu vazifeyi ifa edecek olanlar aras ında Türk ocaklannm musiki heyetleri de dahildir. ݧte Türkçülü ğün musiki sahasındaki programı esas itibariyle bundan ibaret olup, bundan ötesi milli musiki.rlanmıza aittir.
V.
-
SA i R SAN'ATLARI M I L
Sai r san'atlanmız ta mami yle halk tarafından vücu de getirildikleri için, tamamiyle mi ll idirl er Raks, mima ri, nakkaşlık, ressnm lı k, hüsnühat, marangozluk, demir cilik, çiftçilik, boyacılık çulhalık, halıcılık, kilimcilik v.s. , .
,
v.s. gibi .Os manlı havası bedene taalluk eden, yahut el va sıtasiyle yazılan bu işleri Amiyane teli.kki ettiği
için,
a\•ama bırakmıştır. Binaen aleyh Türkçülük, bu san'at Iarın h eps in i benimsemiştir. Fakat maateessüf, bu san' atlar, Tanzimat devrinden itibaren, milli iktisada ehem miyet verilmiyerek, Adam Smith'in "bırakınız yapsınlar, " b ırakınız geçsinler" düsturun a ittibi edilmesi yüzünden , hep m ünd eris oldu l ar. Türk çül üğün vazifesi, şimdi bun ları yeniden ihyaya çalışmaktır. Bir taraftan Avrupa tek niklerini de almalıyız. Fakat di ğer cihetten milli bedii yatımızm hazineleri olan btı güzel san'atlanmız ı da eli mizden büsbütün kaç ı rm amağa çalışmalıyız. Bunu yapa bilmek iç in i pti da, bu san'atlarm mahsullerini milli mü,
132
TüRKÇüLOOüN ESASLARI
zelerde toplayıp teşhir etmek, sonra 4a bunlara dair re çeteleri , imal tarzlarını bulup öğrenerek kitaplarla mec mualarla neşretmek lazımdır. En sonra da1 bu san'atla n yeniden ihya edecek milli san'atkarları yetiştirmek ik tiza eder. Mesela, umumiyetle kök boyalardan mürekkep olan
milli boyacılığımız büsbütün sönmek üzeredir. Şimdi A nadolu 'da yapılmakta bulunan halılarla kilimler ya 8.di, gayıi sabit Avrupa boyalariyle, yahut Almanların sabit, fakat madeni olan boyalariyle boyanmaktadır. Gayri sa bit boyalar az zamanda bozulduklan ve Alman boyaları parlaklığiyle milli zevkimize uygun gelmedikleri için, her ikisi de
milli
san'atımız için muzırdırlar. Mensucatta gay
ri inilli ellerle tersim olunan yeni nakışlar da milli zev kimize uymuyor. O halde, memleketimizdeki san'atki.r ları bu gibi inhiraflara nihayet verecek, milli san'atımıza rücu etmeğe davet eylemeliyiz. Bu
hususta
da Türkocak
la r1 gayet ehemmiyetli bir rol oynıyabilirler.
V I . - M i LLİ ZEVK VE TEHZIB OLU N M UŞ Z EVK. Her millette güzellik telakkisi başkadır.
tin
Bir mille
güzel gördüğü şeyleri, diğer millet çirkin görür. Bu
surette zevkin milli olması lazımgelir. Filhakika, her mil letin milli bir zevki vardır. Eğer bir millet, milli zevkin den uzak düşmüşse, san'at sahasında yaptığı şeyler, hep idi taklitlerden ibaret kalır. Osmanlı şairleriyle münşi leri buna misaldir. Çfuıkü onlar,
milli zevki
tamam.iyle
kaybetmişlerdi. Yazdıklan şeyler ya Acem taklitlerinden, veyahut Fransız taklitlerinden ibaretti. O halde, bediiyat ta yükselmek isteyen bir millet, evvelemirde milli zev kini bulmağa çalışmalıdır.
TORKÇOLUGON ESASLARI
133
Milli zevki bulmak için halka doğru gitmek, halk san' atlanndan uzun uzadıya bedii bir terbiye almak 18.zım ol duğunu anladık. Fakat hakiki sanatkar olabilmek için bu bedii terbiyeyi almış olmak kifi değildir. Hakiki sanat kar ol abilmek için, güzel san'atlarm beynelmilel ustala n olan san'at dahilerinden zevk dersi, zevk terbiyesi al mak da lazımdır. Beynelmilel dehalardan alınan bu feyiz li terbiyeye tehzip namı verilir. Görülüyor ki, hakiki b i r san'ata malik olabilmemiz için, san'atımızın evvela tahrisi, saniyen tehzibi geliyor. Bu düsturu canlı bir misal ile tavzih İtalya'nın Rön�sans devrindeki
sanatkarları,
ressamlarla heykeltraşlar, eski Yunan
lizım edelim :
bilhassa
- LA.tin sanatkarla
nnın dahiyane eserlerine hayran olmuşlardı. Zira bu eser ler : Venüslerin, Minervalann, Apollonlann bu heykelle ri teknikteki kemalin son derecesine ulaşmışb. Rönesans .e anatkarlan bu tekniği
büyük emeklerle
öğrendiler. Tehzib usulleriyle kendilerine mal ettiler. Fa kat, eski Yunan - La.tin eserlerini ayniyle taklide yelten mediler. Çünkü halk artık o esatiri şahsiyetlere
hiçbir
kıymet vermiyordu. Rönesans devrinin halkına göre ka dınlar arasında dünya güzeli ancak Hazreti Meryem ola bilirdi. Erkekler arasında da dünya güzeli ancak Hazreti
İsa idi. Hakiki san'atm vazifesi ise, başka
milletlerin,
yahut devirlerin bedii mefkurelerini tersim etmek değil
dir. Hakiki san'at arasında bulundugu milletin ve içinde yaşadığı devrin bedii mefkiırelerini
tasvire çalışmakta
dır. işte Mikel Anj, Rafael gibi Rönesans sanatkarlan bu noktalan düşünerek doğru yolu buldular : Hazreti Mer
yem' e Venüs'ün teknik güzelliğini verdiler. Hazreti lsa' ya da Apollon'1m cismani güzelliğini iare ettiler. azizlere de bu esatiri güzelliklerden bahşettiler. unsurun ; beynelmilel tehzible milli harsın
Diğer Bu iki
birleşmesin-
134:
TORKÇ()LOQON ESASLARI
den yüksek bir san'at vücude geldi. İşte güzel san'atlar tarihinde Rönesans San'ab namı verilen budur. Katolik kilisesi bu heykellerle resimleri kabul ede rek ibadethanelerine bir müze şekli verdi. Halbuki
Bi
zansm ve umum şarkın Ortodoks kiliseleri, mukaddes tas
virlerini, Yunan - Li.tin modellerine benzetmeğe
çalış
madılar ; S&milerden aldıklan kaba örneklere müşabih bir surette tersimde devam ettiler. Bu sebeple, Ortodoks mil letlerin san'atı tehzibden mahrum kaldı. Rönesanstan sonra, Avrupada her millet, bedii ha yatının inkişafı anında hep böyle hareket etti.
Shakes
peare, Rousseau, Goethe gibi romantik d.3.hiler, hem halk terbiyesini almışlar, hem de eski Yunan - Latin teknik lerini temsil etmişlerdi. Bu sayede, herbiri kendi milleti
için, hem milli, hem de mütekamil bir edebiyat vücude getirdi. İşte Türkçülüğün tatbikinden ibarettir.
bedii
programı
da
bu usullerin
Üçüncü
Mebhas
AHLAK1 TÜRKÇüLÜK 1.
-
TÜ RKLERDE AH LAK.
Büyük milletlerden herbiri medeniyetin hususi
bir
sahasında birinciliği ibraz etmiştir. Eski Yunaniler be d iiyatta, Romalılar hukukta, Beni İsrail ile Araplar din de, Fransızlar edebiyatta, Anglo-Saksonlar iktisatta, Al manlar musiki ile mabadettabiada (metafizikte ) , Türk ler de ahlakta birinciliği kazanmışlardır. Türk tarihi baştanbaşa ahlaki
faziletlerin meşheri ..
dir. Türklerin mağlup milletlere ve onlann milli ve
dini
mevcudiyetlerine dini ve içtimai muhtariyetler vermesi her türlü takdirin fevkindedir.
Fakat bu iyiliğe
mağlup milletler llicenap Türklerden mazhar
karş ı,
oldukları
bu müsaadeleri, Türklerin aleyhine çevirerek, kapitülis .. yon namı verilen zincirlerle Türkleri bağlamağa ve mağa çalıştılar. Bu iki türlü hareket iki
tarafın
boğ
da ah
Jakiyatını gösterdiği için son derece karakteristiktir. Bu mebhasta, Türklerin muhtelif ahlAk dairelerine taallu k eden ahli.ki mefk\ırelerini gösıereceğiz. Bu ahllk daireleri şunlardır : ı
-
Vatani ahlak,
lakı ( cinsi ahli.k ) , 4
-
2
·
Mesleki ahlik, 3
-
Aile ah
Medeni ahlak ( şahsi ahli.k ) ,
5
-
Beynelmilel ahlak.
il.
-
VATANI A H LAK.
Eski 'rürklerde vatani ahli.k çok kuvvetliydi.
Hiçbir
1�6
TORKÇCLUOON ESASLARI
Türk, kendi
ili, yani milleti için hayatı nı
ve
e n sevgili
şeylerini feda etmekten çekinmezdi. Çünkü " il" Gök Tan .. .
rının yeryüzündeki gölgesiydi. Gök Tanrı, Tür k lerce ga .. yet mübarek olan aşk gecesinde bir "altın ışık" olarak yeryüzüne inmiş, bir bakireyi, yahut bir ağac ı gebe kı .. İl'in l arak bu °Kutlu İl "in üremesine s ebep olmuştur. oturduğu meml ek e te "yurt", yahut "ülke" denilirdi . Türk nereye gitse, yurt aslı'yı unutmazdı , çünkü atalarııı ın m e zarı o radaydı Çocukluk çağı , baba ocağı , ana kucağı he p orada bulunuyordu Türkün vatanperverliğine mis al olarak Hun devleti n in müessisi olan Mete'yi z i kredebiliriz. Tatarlar hüküm darı h arp ilanına bir vesile olmak üzere, iptida, onun çok sevdiği bir a tı istedi . Bu at, saatte bin fersah uzunluğun da yol alı yordu
.
.
.
Mete, vatandaşlarını harbin musibetlerine maruz bı .. rakmamak için atı Tat ar
hakanına gönderdi. Tatar ha.. arıyordu . Bu sefer de Mete'nin en
kanı harbe bahane s ev d iği zevcesini istedi. Bütün beyler, kurultayda harp ilanını istedikleri halde Mete : c ıBen vatanımı kendi aşkım uğruna çiğnetemem,'' diyerek sevgilisini düşmana ver.. mek gibi büyük bir fedakarlığı kabul etti. Bunun üzeri .. ne Tatar hakanı, Hun ülkesinden hiçbir mahsulü olmı yan, zi raa tsiz, ormansız, madensiz, ahalisiz bir arazi par çasını istedi. Kurul tay bu faydasız toprağın ve ril mes inde hi çbir beis olm ad ı ğı n ı söylem işken, Mete : "Vatan bizim m ülküm üz değildir, memrda yatan atalarımızın ve kı ya.. mete kadar doğacak torunlarımızın bu mübarek toprak üz e ri n de hakla n va rdır . Vatandan -velev ki bir karış ka dar
olsun- yer vermeğe hiç kimsenin s al ahiyeti yoktur. B i n aenaleyh harp edeceğiz. İşte, ben atımı düş man a doğ ru sürüyorum . Arkamdan gelmiyen idam olunacaktır ! " diyerek Tatarların üzerine yürüdü. Eski Türklerin naza,
137 rında. vatanın ne k adar muazzez old uğun u bu tarihi vak'a dan istidlal edebiliriz. Eski Türklere göre vatan, "türe0den, yani "milli hars"tan i baretti. Mahmut Kişgari lügatinde zikrolunan ''Ülkeden geçilir, türeden geçilmez" darbımeseli, milli harsa verilen kıymetin derecesini gös ter ir. Eski Türklerde hükümranlık il'e aitti. Küçük i llerde bütün iı bir millet meclisi hükmündeydi. Halkın mukad deratını bu meclis idare ederdi. Büyük illerde, boy bey lerinden müı·ekkep olan ''Şölen" adlı meclis, il'e ait işle re karar verirdi. Hakanlıklarda, ilhanlıklarda ise millet meclisi mahiyetinde olmak üzere "Kurultay" vardı. Bu meclislerin müşaveresine Kinki§ denilirdi. "İl mi yaman, bey mi yaman ?" darbımeseli, h ü k ümranl ığın hakanda ol mayıp, ilde o ldu ğ unu gösterir. Çünkü, hakanı intihap e den ve hal 'edebilen kurultaydı. Harp ve sulh i l anı gibi ehemmiyetli işler kurultayın karariyle olurdu. "Tozda, clumanda ferman okunmaz " darbımeseli buhran anlann da vaziyete halkın hakim olduğunu gösterir, eski Türk lC'rcie , m üs a va t da, çok kuvvetli bir surette teessüs etmiş ti . H8.rzem'deki Teke Türkmenlerinde ne esir, ne hizmet çi mevcut değildir. Herkes evine ait işleri kendisi görür. Her il birbirine müsavi fertlerden mürekkeptir. Eski Türklerde bir il diğer illeri tabiiyeti altına aldığı zaman, onların siy as i teşkilatım bozmaz dı . Tabi il'in eski reisi, · ·baygo" , yani melik n ami yle eski mevk.üni muhafaza e derdi. Hakan bunun nezdinde "Şid", yahut "Şane Şah-· ne" namiyle bir k o mi ser bulundururdu . Bir hakan da sair hakanlıkları fethettiği zaman, eski bakanlan yerlerinde ıbka ederdi. Yalnız kendisi nhan namiyle bunların reisi mevkiine geçerdi. Zaten il kelimesinin asıl manası sulh demektir. İl ci, sulhcü man as ı nadır. TORKÇOLüOON ESASLARI
,.
=
"
"
138
TORKÇOLUCON ESASLARI İl'in timsali olan
Gök
Tanrı sulh ilihıdır. İlhan
dininin bir n8.şiri mevkiindedir. Türk
Türk
illerini sulhe
ilhanlan,
sulh
bütün
davet ediyordu, bütün bakanlara ( oğ
lwn ) .diye hitap ediyordu. Türklerin bütün harpleri, dai
mi
ve geni ş
bir
sulh dairesi tesisi maksadiyledir.
ilhanlık devirlerinde, Mançurya'dan Macaristan'a bütün Turan kıtası gayet mes'u t
bi r sulh ve
yatı yaşaır.nştı r. Türk ilhanlan, emperyalist de Çünkü yalnız lar,
başka
Türk
Bütün
kadar
asayiş ha
değildller.
illerini birleştirmekle iktifa ediyor..
milletlerin ülkelerini fethe çalışmıyorlardı.
Hunların ilk ilhanı Mete'nin, Çin devleti iki defa eli
n� geçtiği halde, imparatorluğu kabulden imtina etmesi
Sulh ahlakını Attila da bile gö rürüz. Attil a ya en muzaffer bulunduğu muharebeler es nasında, her ne vakit sulh teklif edilmişse derhal tek bu
iddi amıza bir delildir.
'
'
..
lifi kabul etmiştir. Dünyanın en demokrat kavmi eski
Türkler olduğu Türklerdir. Zaten fe·
_gibi, en feminist nesli
de yine eski ıninizm , demokras in in, yani m üsavatın kadınlara ait bir .tecellisinden ibaretti r. Eski Türklerin bu faziletini aile ahlakı faslında göreceğiz. Orhun Kitabesinde Türk hakanı şöyle diyor : "Türk 'l'anrıSı Türk milleti yok olmasın diye atalanm.ı gönder di ve beni gönderdi. Ben hakan olunca gündüz oturma dım, gece uyumadım. Türk milleti, açtı doyurdum, çıp .. laktı giydirdim, fakirdi
zengin
ettim."
Türk milleti de hakanını kaybettiği :ısmanlar, "Dev letli b ir millettim. Devletim ve şevketim hani ? Hakan lı bir millettim hakanım hani ? Hangi hakana işimi, gü .cümü vereyim ?" diye sızlanırdı. Milletle hakan arasında... ki mün asebetin ne kadar samimi olduğu bu nakillerden anlaşılabilir. İşte eski TürJclerde vatani ahlak bu derece .de yüks ekt i .
139
TURKÇOLüGON ESASLARI
Türklerin bundan sonra da en ziyade kıymet verecek leri a hl ak, vatani
ahlak
olmalıdı r. Çünkü içtimai züm..
reler arasında tam ve müstakil bir hayata malik olan bir içtimai uzviye mahiyetini ibraz eden ancak
ve
millet,
yah ut vatan namlan verilen zümredir. Aileler bu içti .. mai uzviyetin hücreleri, mesleki zümreler ise uzuvlarıdır. Milletten daha geniş olan "iimmet' '
ve "beynelmileliyet"
gibi zümrelere gelince, bunlar cemiyet mahiyetinde
de..
ğil, cemiyetlerden mürekkep birer camialar mahiyetinde.. dirler. Bu zümrelerden herbiri yalnız bir
hususta
müşte
rek iken, bir :-nillet her hususta fertleri arasında
iştirak
bulunan bir zümre demektir.
O
halde, millet mefkuresi,
sair zümrelere ait mefkfırelerden, ümmet mefkuresinden, •
medeniyet ve beynelmileliyet mefkuresinden
daha
yük-
sektir. B u sebeple, vatani ahla.kın da sair ahlaki� faik
olması lazım gelir. Bilhassa bizim gibi siyasi düşmanları çok bulunan milletler için, en büyük istinadgah vatani ahli.k olabilir. Vatani ahlikımız kuvvetli bulunmazsa ne istikli.limizi , ne hürriyetimizi, ne de vatanımızın tamamiyetini
muhafa
za edemeyiz. O halde Türkçülük, her şeyden ziyade, mil.. let ve vatan mefkurelerine kıymet vermelidir.
1 11.
-
M ESLEKi AHLAK.
Vatani ah l aktan
sonra,
'
mesleki
ahli.k
gelir.
Türkler mesleğe "yol" derlerdi ve yolda büyüğü, bilyükten ileri sayarlardı. Bektaşilerin,
"Belden
Eski soyda gelen
seyit değil, elden gelen seyittir" demeleri de, yol' un soy' dan akdem olduğunu gösterir. Eski bir darbımesel : "Yol daşların babanın obasına akın ederlerse, sen de beraber akın et ! " diyor ki, bu da yoldaşların soydaşlardan daha \
140
TtrRKÇOLüGüN ESASLARI
i1eride oluğunu gösterir. Eski Türklerde idare eden sı nıf "torunlar, kamlar, buyruklar, bitikçiler' ' namiyle dört yol'a ayrılmıştı . Sonraları , Osmanlı devrinde bunlardan "mülkiye, ilmiye, seyfiye, kalemiye" namları verilen dört tarik vücude geldi. İktisadi meslekler de bunlardan ay... rı olarak mevcuttu. Anadolu Selçukilerinin
son
zaman
larında, Ahiler tarikatı, mesleki teşkilatları fütuvvet şia rına istinad eden zaviyeler halinde teşekkül etti. Fütiıv vetin liigavi manası babayiğitlik 'ti r. Istıli.hi mi.nası " dün yada ve ahirette halkı nefsine tercih ve takdim eylemek " dir. Osmanl ı devrindeki esnaf loncalan ve kethüdalıklarJ bu eski Ahiler teşkilitının devamından ibarettir. Eski devirde bu nev'i esnaf teşkilatı nahiyevi
bir
mahiyeti haizdi . Yani, her şehrin esnaf loncaları kendi sine mahsustu. Nahiyevi iktisad devrinde, bu esnaf lon caları faydalı bir role mali ktiler. Fakat nahiye iktisadı yerine, millet i ktisadı kaim olunca, bu loncalar muzır bir mahiyet iktisap ettiler. Çünkü nahiye iktisadı devrinde nahiyevi loncalar faydalı olabilirlerdi . İşte bu sebepten dolayıdır ki,
bugün
eski esnaf loncalarını idameye çalış
mak doğru değildir. Onları yıkarak, yerlerine merkezle ri devlet merkezinde olmak i.izere milli l oncalar
yapıp
ikame etmelidir. Mesela, debbağ esnafını alalım : Her şehirde bir deb bağ loncası teşkil etm eli. lt"'akat başına bir şeyh,
yahut
kethüda değil, bir katibi umumi geçirmeli. Her şehirde bütün loncalarin murahhaslarından mürekkep bir hey'eti merkeziye yaparak buna " iş borsası " adını vermeli . Bu nun vazifesi
o
şehirdeki bütün loncaların müşterek olan
işlerini görmek ve şehrin iktisadi hayatını tanzim etmek tir. Yine debbağ loncasına gelelim . Her şehirde,
bağ
'
bir deh-
loocası teşekkül ettikten sonra bunlar, aralannda
TORKÇOLüOON ESASLARI
141
federasyon yaparak devlet merkezinde bir "debbağ fede Aynı za rasyonu merkezi umumisi" vücude getirirler. manda devlet me rke zinde bunun gibi sair loncaların fe derasyonlarının merkezi umumileri de vücude gelir. Dev let merkezinde bu merkezi umumilerin intihap ettikleri murahhaslar içtima ederek, b ir loncalar koofederasyonu vücude getirirler ve bu konfederasyonun meclisi umumi azal nrı n ı intihap ederler. Bu zihni meslekler m üntesip l e ri de, birer mesleki federasyon haline girerek bu konfede rasyona iltihak ederle r. O zaman bütün mesleki zümre ler, muntazam bir ordu halinde bi rJeşmiş olurlar. Bu teşkili.tın vücude gelmesi mesleki ahlaka bir mü eyyid� temin eder. Çünkü bizde henüz mesleki zümrele re mahsus bulunan mesleki ahlakların hiç bir müeyyide .. si yoktur. Her fert hayatını bir tabibe, hukukunu bir avu kata, servetini bir katibi adle ( notere ) , çocu ğunu bir muallime, di yanetini istifta etti ği (fetva sorduğu ) bir müftiye tefviz ediyor. Bu t efv ize mukabil onları vazife perv erl iğe icbar için elinde hiç bi r te yi d kuvveti yoktur. Maam afih herhangi bir fert ; hayatın ı, hukukunu, serve tini, evladını, esrarını tevdi et tiği bu adamları h i ç bir su retle kontrol edemezse de, mesleki zümreler kendi mes lektaşlarını kontrol edebilirler. İşte böyle bir kontrol için dir ki, her meslek, kendi meslektqları için bir vazife naıne tanzim eder ve bir haysiyet divanı tesis eder. Va zifenaıne, mesleki ahlakın kaidelerini göSterir. Haysiyet divanı da mesleki ahlakı n bu kaidelerine riayet etm iyen
,
meslektaşlar hakkında tenbih, tevbih, muvakkaten veya
i cradan men cezalanndan birini hükmeder. İş te mes l e ki heyetlerin bu rıev'i kontrolü u mum vatandaşların mütehassıslar tarafından uğrayabilecekle ri zar arlara mani olur. Mesleki teşkilatın bir faydası da, aynı hirfete menmüebbeden san'atini
TüRKÇüLUOON ESASLARI
142
sup bulunan yoldaşlar arasında
teavün (yardımlaşma)
sandı kları vücuda getirmek, loneaya mensup ihtiyarlan, sakatlan, hastalan , yetimleri ve dulları bu
sandıktaki
paralarla iaşe etmektir. Çocuklann terbiyesi ve gençle rin teknikçe yükseltilmesi de bu teavün
vazifelerinden
maduttur. Bundan başka, mesleki federasyonlar,
kendi
hirfetlerinin terakkisi için de para sarfederler ve çalı şırlar. Meseli, sanayi memleketlerinden mütehassıs celbi, sanayi memleketlerine talebe izamı , müşterek makineler ve sair levazım getirmek ve istihsal, yahut istihllk koo peratifleri teşkil etmek gibi işler, her hirfetin iktisadoo yükse1mesini temin edecek teşebbüslerdendir. "Milli tesanüdü kuvvetlendirmek" faslında
ahlikın
mesleki
husule getireceği tesanüd hakkında tafsil.it mev
cut olduğundan, burada bu kadarla iktifa edildi.
iV.
-
AiLE AHLAKI.
Eski Türklerde ailenin dört derecesi vardı : Boy, soy,. törkün, bark. 1
-
Boy : Eski Oğuzlarda aile adı, boy ismiydi. Fa
kat, Avrupa'daki aile adlarının aksine olarak, küçük dan evvel gelirdi.
"Salur
ad
Kazan, Böğdü Zamen, Kayan
Selcik" isimlerinde birinci kelimeler boy adı olup, ikin d kelimeler küçük addır. Bu isimleri Korkut Ata kitabında görüyoruz. Mah mut Kaşgari d� Divan-ı Lfıgat'inde diyor ki , bir adamın kim olduğu anlaşılmak istenildiği zaman, "Hangi boydan s ın ?" diye sorulur. Maamafih, boy adının küçük addan sonra geldiği de va.kidir. Yunus Emre'deki Emre keli mesi, Oğuz ilinin Emre boyundan başka bir şey değildir. Oğuzlardan her boyun kendisine mahsus bir damga' -
143
TORKÇOLUOVN ESASLARI
sı, bir ongun'u, bir sökük'ü vardır. (Türk türesine mü racaat) . Oğuzlarda her boy sürüleriyle hazinelerini ken di damgalariyle nişanlardı. Yakutlarda boy'a "sip"
adı
verilir. Bu kelime Anadolu Türkçesinde "sop" şeklini al mıştır. Yakutlarda sip'in fertleri arasında iktisadi
bir
müşareket mevcuttur. Bir adam, mensup b�unduğu sip' in içinde istediği evde saatlerce oturup uyuyabilir.
De
ınek ki, bir feröin kendi boyu dahilinde her evde tasar ruf salahiyeti vardır. Arazinin mülkiyeti sip'lere aittir.. Küçük aileler, bu müşterek araziyi zuğlara taksim ede rek, ayrı ayrı ekebilirler. Fakat mijlkiyeti daima müşte rektir. Ve icabında yeni taksimlere tabidir. Cengiz yasa sına göre, kırkar hanelik her zümrede senevi dört izdi vaç
vuku
bulması lazımdı. Delikanlılar fakir ise, bu züm
reler nakden yardım ederek onların evlenmesini kolay laştırırdı. Her kırk hanede dört izdivaç vukua gelmezse, Türkler
rüesa mes'ul olurlardı. Bu zümreler boylardı .
de iki türlü akrabalık ıstılihlan vardı : Biri boy'a, seciyeye mahsustu : Her fert boy dahilinde
yani
kendisinden
büyük olan bütün erkeklere "ici", kendisinden büyük lan bütün kadınlara "aba" unvanlarını verirdi.
o
Kendi
sinden daha küçük olan erkeklere uini", kendisinden da ha küçük olan kızlara "singil" adlarını verirdi.
Kendi
siyle yaşıt olan erkeklere de "atı" ismini verirdi. Bu kelimeler de sonraları birtakım tahavvüllere uğ radı . Oğuzlar ici yerine ağa kelimesini,
aba kelimesi ye
rine de abla kelimesini ikame ettiler. Atı kelimesi de ata I şeklini alarak başka mina.lara del.ilet etti. Boyun "ana
"
hem
boyu", hem de "baba boyu" şekilleri vardı.
2
-
Boy : Soy, La.tinlerin "cogna", Almanların "zip
pe , Fransızların 'parantkle" adl arını verdikleri zümre
dir. neride göreceğimiz "törkün" zümresinin
haricinde
kalan amcazade, dayızade, teyzezade, hala?.ade gibi cani-
TORKÇOLOOCN ESASLARI
144
·bi akrabanın mecmuudur. Soy'da, hem ana cihetinden, hem de baba cihetinden akraba olanlar dahildir. Birin cilere ana soyu, ikincilere baba soyu denilir. Eski Türklerde ana soyuyla baba soyu kıymetçe bir birine müsaviydi. Ana soyuyla baba soyunun müsavatını bazı müesseselerde bariz bir surette görüyoruz : Eski Türklerde, asalet yalnız baba cihetinden mute ber değildi. Ana cihetinden de asalet aranırdı. Bir ada mın tam a sil olması için, hem baba cihetinden, hem de ana cihetinden asil olması lazımdı . Bugün bile, Harzem' deki Türkmenlerde bir kız hem babası, hem de anas ı Türkmen olmıyan bir erkeğe varmaz. Çünkü bir adamın yaJn ız babasının Türkmen olması, asil olması için ki.fi değildir. Tamamiyle asil olması için mutlaka anası da Türkmen olmalı. Sülaleleriiı teşekkülünden sonra da, bu iki türlü asa let devam etti. Bu devirde, baba tarafmdan prens olan lara "tekin", ana tarafından prens olanlara "inal" unvan ları verilirdi. Bir şehzadenin hakan olabilmesi için onun hem "te kin", hem de "inal" olması, yani hem baba, hem de ana ıcihetinden stili.leye mensup bulunması lizımdır. 1ran'ın Kaçar süli.lesinde bu kaide hi.li caridir. Eski Türklerde sülale içinde "soyda büyük' ' olan şeh zade, hükümdar olurdu. Osmanlı hanedanında da kaide böyleydi. Halbuki gerek Avrupada, gerek Mısır'da, evde bi.iyük olan şehzade hükümdar olur. Boy devri geçtikten ·sonra s�y isimleri aile ismi olmağa başladı : Çapanoğulla rı, Kozanoğu1 ları gibi. 3 Törk ün : Mahmut K8.şg8.ri'ye göre, bir hanede ·oturan asıl aileye, eski Türkler "törkün" derlermiş. Tör küne ait karabet ıstılihları Boy içindeki karabet ıstılah larının aksine olarak ferdi karabeti gösterirler. -
TURKÇOLOQON ESASLARI Ak an
Baba
Ök e
Anne
Er
Zevç
Konçuy
Zevce
Uri oğul
Erkek evlat
Kız oğul
Kız evlat
145
Durkheim 'in yapb ğı aile tasnifine göre, bu zümreye "
pederi aile" (iiyebiliriz. Pederi aile, pederşahi aileden çok farklıdır.
Pederi
·
ailede, babanın zevcesi ve · çocuk.lan üzerinde yalnız de mokratik bir veli.yeti vardır ki, buna "pederi.ne
veli.yet
"
ve "zevci velayet" adları vardır. Pederşahi ailede ise aile reisinin gerek evlitlan , gerek zevcesi üzerine sultas, ya
ni
sultanlık hakkı vardır. Evl atlari yle
beraber
zevcesi
de aileye dahil bul unan sair fertler, aile reisinin adi ları ve mülkleri mahiyetinde idi. Bunlan
isterse
maı..
satar,
isterse öldürürdü ; isterse bir başkasına hibe ederdi . ' 'Törkün" Türklerce baba ocağı dediğimiz Aile mabudu bu ocakta
şeydir.
barındığı için, ocağın ateşi hi�
4Cinmemek icabederdi. Bundan dolayıdır ki, büyük ve or tanca kardeşler, evlenerek törkilnü terkettikten
sonra,
törkünde ocak bekçisi olarak küçük kardeş kalırdı. Muay
yen zaman larda baba ocağında toplanılarak ecdada hür met i.yinleri yapılırdı. Türkler, yurt gibi ocatı da unut.. mazlardı. Yurttan ve ocaktan uzaklaşmakla beraber, yurt ocak muhabbeti onlarda kuvvetli bir rabıta hükmtinde idi.
4
-
Bark : Eski Türklerde, bir delikanlı evlenecek
yaşa gelince, bir kahramanlık imtihanı geçirerek,
"il"
mecli sinden yeni bir ad alırdı. Bu suretle "ildaş" mahi
yetini,
"
erkek
=
ermiş" kıymetini iktisap ederek vatan-
F : 10
TURKÇOLOOON ESASLARI
146
daş hukukuna malik olurdu. Bina�aleyh, babasının ve layet (velilik ) hassasından
çıkarak, hakhnın
velayeti
anım.esi altına girerdi. Bu delikanlı, ailesinin emvalinden hissesini almak için,
babasının anasının ölmesini bekle
mezdi. Evleneceği sırada, aile emvalinden mirasını peşi nen alırdı. Alacağı kız da "Yl.Wluş" namiyle bir cihaz •
getirirdi. Bu cihaz, ebeveyninin ve akrabasının
verdiği
hediyelerden mürekkepti. Gelinle güveyj. mallarını birleştirerek, müşterek bir ev sahibi olurlardı. Bunlar ne erkeğin baba ocağında, ne de kızın törkünü nezdinde oturmazlar, yeni bir ev ku rarlardı. Bundan dolayıdır ki, Türklerde her izdivaçtan yeni bir ev doğardı. İzdivaca "evlenmek" ve "ev bark sa hibi olmak" denilmesi de bundan dolayıdır. Teke'lerde, ge linle güveyin Çadırı yeni yapıldığı için beyazdır. Bu se beple ona "ak ev" denilir. Sair çadırlars8. merleşmişlerdir. Eski
zamanla
Türklerde ev, Araplarda
es ..
olduğu
gibi yalnız zevcin değildi , zevç ile zevcenin müşterek
ma
lıydı . Bu sebeple evin erkeğine öd ağası denildiği gibi , evin hanımına da ev kadını unvanı v�rilirdi.
Törkünün perisi ocakta banndığı gibi , ak evin peri .. si de barkta yaşardı. Evin perileri, biri kocaya, . diğeri kansına ait olmak üzere iki tane idi. Birinciye öd ata, ikinciye
Öd ana derlerdi. Gelin her sabah bir parça te
reyağı ocağa atar ve "öd ana, öd ata ! " diye dua ederdi.
Otağın sağında güveyi , solunda gelin otururdu. Sağ da kısrak memeli, solda inek memeli olmak
üzere
iki
sanem vardı. Sağdakine " ev sahibinin kardeşi' ', soldaki..
ne "ev
sahibesinin
kardeşi" denilirdi. Bunlar koca ile ka..
nsınm totemleri idi. Eski Türklerde eşik de mukaddesti. Yabancı bir adam e§iğe basarsa çarpılırdı. Evlerin
taarruzdan masuniyeti ,
147
TORKÇOLOOON ESASLARI .
kaidesi, eşiklerin bu kudeiyetin� düıi bir müeyyide bul� muştu. 5
-
Türk
je-minizmi
:
Eski Türkler, heQt demokrat,
hem de feminist idiler. Türklerin feminist olmasına baş .ka bir 11ebep de, eski Türklerce şamanizmin kadındaki kudsi kuvvete is tinad etmesiydi. Türk şamanları,
sihir
kuvvetiyle harikalar gösterebilmek için" kendileı:ini dınlara benzetmeğe mecbur idiler.
ka
Kadın elbisesi giyer
ler, saçlannı uzatırlar, seslerini inceltirler, bıyık ve sa kallarını tıraş ederler, hatti. gebe kalırlar, çocuk doğu rurlardı. Buna mukabil töyonizm dini de erkeğin
kudşi
kuvvetinde ( kut'uııda ) tecelli ederdi. Töyonizm ile şama..
nlzmin kıymetçe müsavi olması, hukukça erkek ve ka dının müsavi
tanınmasına sebep olmuştu. Hatta,
her
işin gerek töyonizme ve gerek şamanizme istinad etme si 18.zım geldiğinden, her işe ait i çtimada kadınla erke
ğin beraber bulunması şarttı : Meseli, veliyeti
Amme .
kan ile hatunun her ikisinde müştereken teceHi için bir emirn.8.me yazı ldığı
zaman
Ha
ettiği
"Hakan emrediyor ki"
ibaresiyle başl arsa muti olmazdı. Muta ol ması için, be hemehal
..
Hakan ve hatun emrediyor ki" söziyle başla.
ması lAzımdı . Hakan tek başına bir elçiyi huzuruna ka· bul edemezdi. Elçiler ancak sağda hakan ve solda hatun oturdukları bir zamanda, ikisinin
birden huzuruna
çı.
kardı. Şölenlerde, kenkarla rda , kurultaylarda, ibadetlerde ve ayinlerde, harp ve sulh meclislerinde hatun da mutla ka hakanla beraber bulunurdu . Kadınlar, tesettüre
ait
hiçbir kayıt ile mukayyet değildiler. Hakanın hükfı.met te şeriki olan hatuna "türkin" unvanı verilirdi. Hatun, hakan sülalesine
vanıydı
,
mensup umum
prenseslerin müşterek un
türkan'ın da, behemehal hatunlardan
zım geldiğinden, ona da
sad ece
olması ıa...
"hatun" denilebilirdi.
Eeki Türklerde zevce yalnız bir tane olabilirdi.
Em-
TORKÇOLOQUN ESASLARI
14:8
peryalizm
devirlerinde, Jıakanlann ve beylerin bu haki
ki zevceden maada ; "kuma" namiyle başka illere men sup odalıkları da bulunabilirdi. Fakat bu kumalar, haki ki zevce mahiyetinde değildiler. Türk türesi, bunlan res men zevce tanımazdı. Bunlar, ldeta bir nevi hile-i ıer'iye ile ailenin içine girmiglerdi. Kumalann çocuklan öz an nelerine "anne" diye hitap edemezler, "teyze" diye ça ğırırlardı. "Anne" hitabını m.Jinhasıran babaların hakiki zevcesine teveccüh edebilirdi. Aynı zamanda kumaların · çocukları mirasa da nail olamazlardı. Kumalann oğulla n... -babaları hakan bulunsa bile- asla ·hakan lardı .
Kum�ann,
ol amaz-
hatunlardan farkı şudur ki, kumalar,
hakanın kendi ilinden değildirler. Hatun ise hakanın ken
di ilinden idi. Kuma, Çin prenseslerinden ise, konçuy na mını alırdı . Konçuy, sair kumalara tekaddüm
ederdi, fa
kat konçuylarm fevkinde de hatun vardı. Moğol devrin de, hatunlar da taaddüt etmeğe başladı. Fakat bunlardan yalnız bir tanesi tilrki.n, yani melike piyesinde bulunur du. Eski Türklerde kadınlar,
umumen
amazon idiler.
Cündilik, sili.hşörlük, kahramanlık, Türk �rkekleri kadar Türk kadınlarında da vardı. Kadınlar, doğrudan doğruya, hüküm.dar, kale muhafızı, vali ve sefir olabilirlerdi. Alelide ailelerde de ev müştereken, kan ile kocanın ikisine aitti. Çocuklar üzerindeki velayeti hassa, baba ka dar anaya da aitti. Erkek daima karısına hürmet eder di, onu arabaya bindirerek kendisi arabanın arkasından yaya yürürdü. Şövalyelik, eski Türklerde umumi bir se ciye idi. Feminizm de, Türklerin en esaslı şian idi.
Ka
dınlar, emvale tasarruf ettikleri gibi, dirliklere, zeamet lere, haslara, maliklnelere de malik olabilirlerdi.
Eski
kavimler arasında hiçbir kavim Türkler kadar kadın reh tine ( reht
=
sexe) hukuk vermemişler ve hürmet göster-
TORKÇOLOOUN ESASLARI'
149
memişlerdi. Ana soyuyla baba soyunun müsavatı, soy faslında zikredildiğinden burada tekrarına lüzum yoktur. V.
-
REHTI AHLAK.
F.ski Türklerde rehti ahli.k da Çok yüksekti. Yakut larda, Yunanilerin Venüs'üne mukabil bir veli.diyet ili. hesi vardır ki, Ayzit tesmiye olunur. Bu ilAhe, kadınlar doğuracağı zaman imdatlarına ye tişir ; onlann kolayca doğurmasına yardım eder ; üç gün lohusanın başucunda bekledikten sonra, maiyetindeki de re, tarla, ağaç, çiçek perileriyle semanın üçüncü katında ki sarayına avdet eder. Maamafih Ayzit'in hiç mUsamaha kabul etmiyen bir şartı vardır : İsmetini muhafaza etmemiş olan kadınların yardımına, ne kadar tezarrularda bulunurlarsa bulunsun lar ve ne kadar kıymetli kurbanlar ve hediyeler takdim ederlerse etsinler - bir türlü gelmez. Bundan başka Ayzit'e mahsus bir yaz bayramı var . dır. Bu bayramı n sabahında evlerin her tarafı son de rece temiz ve süslü bir hale konulur. Her fert en güzel elbisesini giyer. En çok sevdiği yemekler hangileri ise, onları yer. Herkesin yüzü mutlaka beşuş, şen ve tebes sümlü olur. Bu sırada ak şaman, elinde sazı olduğu hal de gelir. Kış ayinlerini kara şaman, yaz Ayinlerini ak şaDlBll icra eder. Dokuz genç kızla aokuz delikanlı seçe rek bunları ikişer ikişer elele tutturarak asker gibi di zer. Ve kendisi sazını çalarak onları semaya çıkıyorlar llUŞ gibi ileri doğru yürütür. Sazını çalarken, Ayzit hak.. kındaki ilihileri de terennüm eder. Bu bedii alay, güya üçüncü kat göğe geldikleri zaman, Ayzit'in sarayını mu hafaza eden yasakçılar ellerinde gümüş kırbaçlar oldu-
150
TüRKÇP'LOCüN ESASLARI -
ğu halde meydana çık arlar . Al ay i ç inde is metçe
k usuru olanla r varsa.. onlan geri çevirerek diğerlerinin Ayzit'in , sarayına girmesine müsaade ederler. İşte, ismetin bu dini müeyyideleri, eski Türklerde rehti ahlakın yüksek oldu ğu ve erkekle kad lllJll bu ahl ak la aynı derecede mükellef ol duğu n u gös ter iyo r . Eski Türk kadınları, tamamiyle h ür ve serb est olduk ları halde, havai işlerle iştigal etmez lerd i . " Ah laki Ala i " k i t a b ı nd a yaz ı ldı ğı n a göre, Selçu ki prenseslerinden biri si, Kazvin şehrinin sahibes iydi . Her sene ilkbaharda, bu şehrin kenarına gelerek yeşil bir çimenzara otağını ku rardı. Bir sene Kazvinliler, şehre umumi bir lağım yap t ı rmak üzere aralarında iane topl amışl a rd ı . LS.ıı m gelen miktara ba li ğ olmak için daha bir miktar altına ihtiyaç vardı. Şehirliler bu parayı ·da Hanım Sultan'dan istcme ğe ka rar vererek ileri gel enl erden bir heyet i Hanını Sul tan'ın huzuruna gönderdiler. Bu heyet, otağa yak la ş ınca otağın önündeki bir sandalye üzerinde oturan Hanım Sul tan'ın bi r örgü örmekte olduğunu görünce, "bu hasis ka dının bize para ve rmes ine imkan yoktur" diye g�ldi kle rine pişman oldular. Fakat Hanım Sultan tarafın dan gö rüldükleri için geri dönmeleri de k abil değildi. İster is temez, Sultanın huzuruna geldiler ve ahalinin teklifini a rze t t i l e r. Sultan, _ bütün masarif kend is i tarafından veri leceğinden, t oplanan iane lerin sah iplerine iadesini emret ti v e hazinedannı çağırtarak lağımla r için li.zım gelen bütü� paraları heye te teslim etti. Heyet içindeki bir ih tiya r , Sultana el i n dek i örgü i ş inden dolayı zihinlerine hutur eden haksız. şüpheyi arze tti . Hanım Sultan şu ce .. vahı verdi : "Evet benim el işiyl e meşgul olduğumu gören bütün İranlılar taaccüp ediy orlar. Halbuki benim ailem içinde bütün kadınlar benim gib i daima el işiyle uğraşır lar. Biz s ul tan l ar, böyle el işiyle uğraşmazsak n eyle meş,
,
151
TORKÇOLOOON ESASLARI
gul olacağız ? Havaiyatla mı ? Böyle bir şey bizim so yumuza yakışmaz. Biz, saltanat işlerinden fariğ olduktan s onra , boş kalmamak için, fakir kadınlar gibi daima el işiyle uğraşırız. Biz sultanlar, böyle el işiyle soyumuz için, bir şin değil belki büyük şereftir." İşte eski Türk kadını böyle düşünür ve böyle hare .. ket ederdi. .
- �-
V I . - iSTi KBALDE A i LE AH LAK I NASI L OLMALI ?
Türklerin, gerek aile abli.kında. ve gerek rehti ah lakta ne kadar yüksek olduklarını yukan ki fasıllarda gör dülc. Halihazırda Türkler, tamamiyle bu eski ahlakı kay .. betlnişlerdir. İran ve Yunan medeniyetlerinin tesiriyle, kadınlar, esarete düşmüşler, hukukça dfın ve derekeye in .. m.işlerdi. Türklerde milli hars mefkuresi doğunca, eski türelerin bu güzel kaidelerini hatırlamak ve diriltmek ıa... z1m gelmez miydi ? İşte bu sebepledir ki , memleketimiz deki Türkçülük cereyanı doğar doğmaz, feniinizm mef kuresi de beraber doğdu. Türkçülerin hem halkçı, hem de kadıncı olmaları, yalnız bu asrın bu iki mefkureye kıy met vermesinden dolayı değildir ; eski Türk hayabnda demokrasi ile feminizmin iki başlıca esas o1ması da bu hususlarda büyük ' bir amildir. Başka milletler asri medeniyete girmek için, mazi lerinden uzaklaşmağa mecburdurlar. ;Halbuki Türklerin a.sri medeniyete girmeleri için, yalnız eski mazilerine dö nüp bakmaları kilidir. Eski Türklerde, dinin zühdi ayin lerind�n ve menfi. ibadetlerden ari olması, taassuptan ve din inhisarcılığından azade bulunm ası, Türkleri gerek ka dınlar hakkında, gerek sair kavimler hakkında çok mü saadekar yapmıştır. Eski Yunanilerin medeniyette mual.
.
152
Tt1RKÇOLOOUN ESASLARI
limleri İskitler, eski Keldinilerin Sümerler olduğu gibi, eski Germenlerin üstadları ve mürebbileri de Hunlardı. İstikbalde bitaraf bir tarih, demokrasi ile feminizmin Türklerden doğduğunu itirafa mecbur olacaktır. O halde, istikbaldeki Türk ahlikımn esasları da r..ıillet, vatan, meslek ve aile mefkureleriyle beraber demokrasi ve fe minizm olmalıdır. J
Vll
-
M EDEN i A H LAK VE ŞAHSI A H LAK.
Durkheim'e göre, abli.ki vazifelerin gayeleri fertler değil, zümrelerdir. Millet, meslek ve aile zümrelerinin ab li.ki vazifelere ve mefkurelere ne suretle gaye oldukla rını gördük. Fakat bunlardan başka, hududu muayyen olınıyan bir zümre daha vardır ki, buna "medeniyet züm resi" denilir ve fertler işte bu zümreye mensup oldukta n için, zümrenin gaiyetine iştirak ederler. Medeniyet zümresi iptida, bir semmiye h �,linde başlar. İptidai cemi · yetlerde bir fert için muhterem ve hukuk sahibi olan fertler yalnız kendi semmiyesine mensup olan insanlar dı. Bundan dolayıdır ki, bu cemiyetlerde, semıniyenin da hilinde kan davası taki p olunamazdı, çünkü semmiye, bir sulh dairesiydi. İptidai cemiyetler tekamül ettikçe, bu su lh dairesi semmiyeden feratriye, feratriden aşirete, aşi retten müttehideye, müttehideden medineye, medinedeo kavmi devlete, kavmi devletten imparatorluğa intikal e derek gitikçe genişledi. Sulh dairesi genişledikçe, hukuka sahip ve ahlaki vazifelere gaye olan fertlerin miktarı da bu dairelerle beraber arttı. İşte bu surette bazılannın şahsi ahlak ve bazılannın da medeni ahlak tesmiye et t ikleri, ahlak şubesi dairesini genişletti. Medeni ahlakın menfi ve müspet olmak üzere iki ..
153
TüRKÇOLOOON ESASLARI
türlü gayesi vardır. Menfi gayesinde esas adalet'tir. Ada let, fertlere hiçbir suretle tecavüz edilmemektir. Müs pet gayesinin esası ise şefkattir. Şefkat, fertlere
daima
iyili k etmektir. Medeni a hlikın i k inc i bir müspet gayesi daha vardır �i, o da yapılan mukavelelere sadık kalmak tır. Eski. Türklerde Gök Tanrı sulh ilahı olduğu P ynı
gibi ,
zamanda adalet ve şefkat ilahı idi. Bundan başka,
Türklerin bu faziletlerde ne derece yüksek o ldu ğun u Türk t arih i göstermektedir.
Medeni ahlak, bilhassa fertlerde, şahsiyetin yüksek olmasına isti nat eder. Eski Türklerin dininde, şahsiyeti
gösteren timsaller de vardır. Yakutlara göre, her insan-
.
�
da . tin namı ve!"ilen maddi ruhtan başka, üç türlü manevi ruh da vardır. Bunlara "eş, sur, kut" namları
lii. E ş , canlı ve cansız bütün mevcutlarda Sur, nefes alan mevcutlara, yani hayvanlara
ve r i
müşterektir.
mahsustur.
Ku t ise, yalnız insanla ata mahsustur. İnsanın kutlu o l _ ması , keramet v e şahsiyet sahibi olması deme kt ir. Kur' an ı l{er i m 'de "A de m oğu lla rını tekrim ettik" buyu rul u
yor ki, . . iıısaıı lcırı kutlu kı ldık" demektir. Eski Türklerin
el:latirine göre, insanlann ruhu, üçüncü ·kat gökte bulu :Dan Süt Gölü'nden alınırdı. Türk şaman lanna göre, in san ruhunun daima mefkfıreye ve yükseklere nizım
ol
ması , aslının s emaviliğinden dol ayı imiş. Bundan başka. her millet, teessüs ederken, Gök
Tann ,
bir albn ışık su
retinde yeryüzüne inerek o milleti kendi ruhunun nefhiy le ve n u runun i lkahiyle kutlu kılardı.
Türk dinini tamjk edersek medeni ahlaka esas ola cak daha birçok timsaller bulabiliriz. Bunların tafs ilatı
nı görmek isterseniz Türk Türesi n am ındak i eserimize m ü
racaat ediniz.
Görülüyor ki, Türkçülüğün mühim bi r gayesi
de,.
medeni ah18.kı yüksel tmekti r Vatani ahliktan s onr a mes.
,
154
TQRKÇO'LOOON ESASLARI
leki ahlak,. mesleki ahlaktan sonra aile ahllkı geldiği gi bi, a,ile ahlakından sonra da medeni ahlak gelir. '
'
Vl l l .
-
BEYN ELM i LEL AH LAK.
Fertlerin birbirine karşı hayırhah ve hayırkar olma sı medeni ahlak namını aldığı gibi, milletlerin
birbirine
hayırhah ve hayırki.r olmasına da beynelmilel ahlak na mı verilir. Eski Türkler, sulh dinine tabi oldukları
için,
başka milletlerin dini, siyasi, harsi mevcudiyetlerine hür met ederlerdi . Hatta, kendilerine " iç-il" ve başka millet lere "dış-il" namlarını vererek, bütün milletleri bir sulh dairesi içinde, bir beynelmilel camia dahilinde görürler di . Orh un Kitabesi 'nde de sair milletlere çölki il namı ve riliyor ki, dış-il kelimesinin müteradifidir. Eski Tilrkler, bu dış-il tabiriyle, beynelmilel
mefhumunu anladıklannı
gösteriyorlar. Çünkü il kelimesi eski Türkçede sulh dai resi mAnasın� idi. Her milletin bir iç-il olması, dahili bir sulh dairesi teşkil etmesinden ibaretti .
Maamafih, bu iç
i l , diğer milletlere de, yabancı nazariyle bakmaz,
onlan
·da birer il, yani sulh mabedi halinde görürdü. Yalnız farkla ki, kendisine iç-il ve diğerlerine dış-il
namını
ŞU
ve
rirdi. Eski Türklerin mağlup milletlere, sonradan kapitü · lisyon namiyle başına bela olan fevkalade müsaadeler ih
san etmeleri, Türk harsındaki beynelmileliyetçiliğin neticesidir. İstikbalde, Milletler Cemiyeti, şimdiki
d
bir gibi
yalandan değil , gerçekten teşekk l ederse, bunun en aa mimi azası, hiç şüphesiz Türkiye devleti ve Türk milleti olac8:1ftır. Çünkü istikbale ait bütün tekemmüller, cersu me halinde Türkün eski haramda mevcuttur. Hülasa, her milletin yeryüzilnde icra edeceği
tari-
TÜRKÇOLüôüN ESASLARI
155
hi ve medeni bir misyonu vardır. Türk milletinin misyo nu ise ahlakın en yüksek faziletlerini fiiliyat sahasına çıkarmak en gayri mümkün zannohınan fedakarlıkların ve kahramanlıklann mümkün olduğunu ispat etmektir.
,
•
.Dördüncü
l\feQhas
HUKUKl TÜRKÇüLÜK Hukuki Türkçülüğün gayesi, Türkiye'de asri bir hu kuk vücuda getirmektir. Bu asnn milletleri arasına ge çebilmek için, en esaslı şart ; milli hukukun bütün şube lerini teokrasi ve klerikalizm
bakiyelerinden
büsbütün
kurtarmaktır. Teokrasi, kanunların, Allahın yeryüzündeki gölgeleri addolunan halifeler ve sultanlar
· - .-
'
tarafından ya-
pılması demektir. Klerikalizm ise esasen Allah tarafın dan vazedi ldi ği . iddia olunan an'anelerin liyetegayyer ( de ğişmez ) kanunlar addolunarak Allahın tercümanları iti bar olunan ruhaniler tarafından tefsir edilmesidir. Kurunu vusti.i devletlerin bu iki i.lô.meti mümeyyize sinden tamamiyle kurtulmuş olan devletlere "asri devlet" namı verilir. Asri devletlerde, e�ela gerek kanun yap mak ve gerek memleketi idare etmek, salA.hiyetleri doğ rudan doğruya millete aittir. Milletin bu salahiyetini tah di t ve takyit edecek hiçbir makam, hiçbir an'_ane ve hiç bir hak yoktur. Saniyen, milletin bütün fertleri tamamiyle birbirine müsavidir. Hususi imtiyazlara malik hiçbir fert,
hiçbir
aile, hiçbir sınıf mevcut olamaz. Bu şartları haiz
olan
devletlere demokrasi namı da verilir ki , halk hüküm.eti demektir. Hukuki Türkçülüğün birinci gayesi, asri bir devlet vücuda getirmek olduğu gibi, ikinci gayesi de, velayetleri , velayeti i.mmenin
mesleki
müdahalesinden kurtara
rak, mütehassısların salihiyetine müstenit meslek muh-
TURKCULUOON
ESASLARI
157
tariyetleri tesis etmektir. Bu esasa müstenit bir kanu
nu medeni ile ticaret, sanayi, ziraat kanunları, Darülfü nun, baro, tabipler cemiyeti, muallimler cemiyeti, mühen disler cemiyeti, ilh... gibi mesleki teşkili.tlaniı
mesleki
muhtariyetlerine dair kanunlar yapmak da bu
gayenin
icabatındadır. Hukuki Türkçülüğün üçüncü gayesi de bir as ri
vücuda ge�irmektir.
Asri
aile
devletteki müsavat umdesi, er
kekle kadının nikihta, tali.kta, mirasta, mesleki ve siya
si
haklarda müsavi olmasını da istilzam eder.
.O halde,
yen i aile kanunu ile intihabat kanunu bu esasa istinaden yapılmalıdır. Hülisa, bütün kanunlarımızda, hürriyete, müsavata ve adalete münafi ne kadar kaideler ve teokrasi ile kleri kalizme ait · ne kadar izler varsa, hepsine nihayet vermek lizımdır.
Beşinci Mebhas
DlNI 1'ÜRKÇÜLÜK
Dini Türkçülük, din kitaplarının ve hutbelerle vi.ız lann Türkçe olması demektir. Bir millet, dini kitaplan nı okuyup anlayam&.7.Sa, tabiidir k i dininin hakiki mahi yetini öğrenemez. Hatiplerin, vi.izlerin ne söylediklerini anlamadığı surette de ibadetlerden hiçbir �vk alamaz. İmaıni Azam hazretleri, hatti., namazdaki sfırclerin bile milli lisanda okunmasının caiz olduğunu beyan buyur muşlardır. Çünk ü, ibadetten alınacak vecd, ancak oku nan duaların tamamiyle anlaşılmasına bağlıdır. Hallı ıını zın dini hayatını tetkik edersek görürüz ki, Ayinler ara sında en ziyade vecd duyulanlar, namazlardan sonra, ana dil iyle yapılan deruni ve samimi münacaatlardır. Müslü manların camiden çıkarken büyük bir vecd ve itminan ile çıkmaları, işte her ferdin kendi vicdanı içinde yapb-. ğı bu mahrem münacaatların neticesidir. Türklerin namazdan aldıkları ulvi zevkin bir kısmı da yine ana diliyle inşa;d ve terennüm olunan ili.hilerdir. Bilhassa, teravih namazlarını canlandıran i.mil, şiir ile musikiyi cami olan Türkçe ilAhilerdir. Ram azanda ve sair zamanlarda Türkçe irad olunan vaızlar da halkta dini duygular ve heyecanlar uyandıran bir 8.mildir. Türklerin en ziyade vecd aldıkları ve zevk duyduk ları bir ayin daha vardır ki, o da Mevlidi Şerif kıraatin den ibarettir. Şiir ile musikiyi ve canlı vak'alan cemeden bu ayin, dini bir bid'at suretinde, sonradan hadis olmak la beraber, en canlı ayinler sırasına geçmiştir. ,
159
TORKÇOLOOUN ESASLARI
İşte, bu mislllerde� anlaşılıyor ki, bugün Türklerin arasıra dini bir hayat yaşamasını temin eden amiller, di ni ibadetlerin arasından eskidenberi Türk lisaniyle icra ama müsaad e olunan ayinlerin mevcudiyetidir. O halde, dini hayatımıza.
daha büyük bir vecd ve inşirah vermek
için, gerek - tilivetler müstesna olmak üzere -
Kur'anı
Kerim'in ve gerek ibadetlerle ijrinlerden sonra okunan bü tlin dualarla münicaatlann ve hutbelerin Türkçe okun
ması lizım gelir.
•
•
..
Altıncı Mebt.s
İKTİSADI TÜRKÇÜL'ÜK
'.rürkler, en eski zamanlarda göçebe hayatı yaşıyor lardı. Bu zamanlarda, Türk iktisadı çobanlık esasına müs tenitti. O zamanlarda, Türklerin bütün servetleri koyun , keçi, at, deve, öküz gibi hayvanlardan ve yedikleri süt, yoğurt, peynir, tereyağı , kımız gibi hayvani mahsullerden ibaretti. Giydikleri de bu hayvanların pöstekileri, deri leri , yünleri ve yapağıları idi. Göçebe Türklerin sanayii de hep hayvani mahsuller üzerinde işlerdi : Develerin ayağın dan "ayak" adı verilen kımız kadehleri, öküzlerin uyluk kemiğinden kımız sürahileri yapılırdı. Hayvanın ne kemiği, n e boynuzu, ne bağırsağı, hülisa hiçbir şeyi atılmazdı. Her nescinden Türke mahsus bir sınai mamflle vücude ge tirilirdi. Fıski Türkler, ticarete de yabancı değildiler. İlhanlık devirlerinde, devletin en büyük varidat menbaı, Çin'den Avrupaı'ya ipek götüren ve Avrupa'dan Çin'e kadüe ge tiren Türk ticaret kervanlarıydt. O zaman Çin, Hind, İran, Rusya ve Bizans arasındaki büyük ticaret yollan tama miyle Türklerin elinde idi. Nosan Han, İran'ın şimi.linden, Azerbaycan'dan ve Anadolu'dan, lstanbul'a doğru giden bir yeni ticaret yolu açmak istedi. Fakat, İranller bu te şebbüse mümanaat ettiler. Bunun üzerine, Mokan Han, ipek yolunu temin için, Türk, Çin ve Bizans devletleri ara sında bir ittifakı m üselles aktine çalıştı ve İran devleti ni ya ortadan kaldırmağa, yahut beynelmilel ticaretin
TURKÇOLOOUN ESASLARI
161
transit tari kiyle memleketinden geçmesi için zorla razı etmeğe teşebbiis etti. Görülüyor ki, eski Türk ilhanlarmın gayesi, Mançur ya' dan Macaristan'a kadar uzan an büyük � kıt'asın da yalnız siyasi bir emniyet husule getirmekten ibaret de· ğildi. Asya ve Avrupa milletleri arasında beynelmilel bir ticaret ve mübadele teşkilatı yapmayı da üzerine almış lardı. Eski Türklerin iktisada verdikleri ehemmiyeti il ad larında bile görürüz : Şarki Türkistan'da, Tarancılar namı verilen ve Garbi Türkistan'da, Sartlar ismini alan iki il vardır. Bu adlardan birincisi çiftçiler, ikincisi tüccarlar manasınadır. Kanıklılar, Ağaç eriler Tahtacılar, Mandallar, Menteşeler, Sürgücüler ilh ... de demirci idi. Türk menkıbelerine göre, ilk çadın yapan Türk Handır. İlk defa ye meklerde tuz kullanan Tavunk Handır. İlk arabayı yapan Kanıklı Beydir, Türkler, arabalarla seyahat etmeğe, ti İskitler devrinde başlamışlardır. &ki Türkler gayet gü zel elbiseler giymeyi, leziz yemekler yemeyi, hayatlarını ziyafetler ve düğünler arasında geçirmeyi severlerdi. Bu nun için de hiç boş durmazlar, i ktisadi faaliyetlerle uğra E}ırlardı. Çok kazanırlar, çok sarfederlerdi. •
Eski Türklerin misafirperverlik1eri son dereceyi bul muştu. Dede Korkut kitabında Burla Hatun yaptığı umu mi bir ziyafetten bahsederken şu sözleri söylüyor : ''Tepe gibi et yığdırdım. Göl gibi ltımız sağdırdım. Aç olanları doyurdum , çıplak olanları giydirdim. Borçluların borcunu verdim." Bununla beraber, binlerce liraları yutan bu umumi ziyafetler, Snlor Kazan' ın senede bir kere yaptığı yağma ziyafetine nisbetle hiç hükmünde kalırdı. Salor Kazan'ın ziyafetinde bütün beylerle halk tamamiyle yeyip içtikten F : 11
162
TO'RKçOLüGON ESASLARI
sonra, Salor KazanJ zevcesinin elinden tutarak sarayından çı kardı, varı yoğu her ne varsa
yağm8
edilmesini davetli
l erden _ rica ederdi. Bu suretle yağmaya uğrayan
Sa.lor
Kazan bir müddet sonra, yine Oğuz ilinin en zengin
olurdu.
Türkler, mazide nail oldukları
beyi
bu iktisadi refaha is
tikbalde de mazhar olmalıdırlar. Hem de kazanılacak ser vetler Salor Kazan'm zenginliği gibi, umuma ait olmalıdır. Türkler, hürriyet ve istikli.li sevdikleri için, iştirakçi ola mazlar. Fakat, müsavatperver olduklanndan dolayı, fertçi de kalamazlar. Türk harsına en
uygun
olan sistem solida
rizm, yani tesanütçülüktür. Ferdi mülkiyet, içtimai tesa nüde hadim bulunmak şartiyle meşrudur. Sosyalistlerin ve komünistlerin ferdi mülkiyeti ilgaya
teşebbüs
doğru deği ldir. Yalnız, içtimai tesanüde
etmeleri
hadim olmayan
ferdi mülkiyetler varsaJ bunlar meşru sayılamaz. Bundan başka, mülkiyet yalnız ferdi olmak lazım gelmez. Ferdi miilkiyet gibi, içtimai mülkiyet de olmalıdır.
Cemiyetin
bir fedakarlığı veya zahmeti neticesinde husule gelen ve fertlerin hiçbir emeğinden hasıl olmayan fazla temettüler� cemiyete aittir. Fertlerin, bu temettüleri kendilerine hasretmesi meş nı
değildir. Fazla temettülerin "plus-value"lerin
namına toplanmasiyle husule gelecek
cemiyet
büyük mebli.ğlar,
cemiyet hesabına açılacak fabrikalann,
tesis olunacak
büyük çiftliklerin sermayesi olur. Bu umumi teşebbüsler den husule gelecek kazançlarla fakirler, öksüzler, dullar, hastalar, kötürümler, körler ve sağırlar için, hususi mel celer ve mektepler açılır, umumi bahçeler, müzeler, tiyat rolar, kütüphaneler tesis olunur. Ameleler ve köylüler için sıhhi evler inşa edilir.
Memleket umumi bir elektrik şe
bekesi içine alınır. Hüli.sa, her türlü sefalete nihayet ve rerek umumun refahını temin için her ne 18.zımsa yapılır.
163
TORKÇOLOGON ESASLARI
Hatta, bu içtimai servet, ki.fi miktara baliğ olunca halk tan vergi almağa da i htiyaç kalmaz. Hiç olmazsa vergi lerin nev'i ve miktarı azaltılabilir. Demek ki , Türklerin içtimai mefkuresi, ferdi mülkiye ti kaldırmaksızın, içtimai servetleri
fertlere gasbettir
memek, umumun menfaatine earfetmek üzere, muhafaza ve toomiyesine çalışmaktır. Türklerin, bundan başka, bir de
iktisadi mefkuresi
vardır ki, memleketi büyük sanayie mazhar etmektir. Ba zılan "memleketimiz bir ziraat yurdudur, biz daima çiftçi bir millet kalmalıyız. Büyük sanayiyle uğraşmağa kalkış mamalıyız" diyorlar ki, asla doğru değildir.
Filhakika,
'liftçiliği hiçbir zaman elden bırakacak değiliz, fakat asri bir millet olmak istiyorsak, mutlaka büyük sanayie malik olmamız 18.zımdır. Avrupa inkılaplarının en ehemmiyetlisi iktisadi inkılaptır. İktisadi inkılap ise, nahiye iktisadı ye rine millet iktisadının ve küçük hirfetler yerine büyük sanayiin ikame edilmesinden ibarettir. Millet iktisadı
ve
büyük sanayi ise ancak himaye usulünün tatbikiyle hu sule gelebilir. Bu hususta, bize rehber olacak milli ikti sat nazariyeleridir. Amerika'da John Ray ve Almanya'da Friedrich List, İngiltere'de Manchesterienlerin tesis ettik leri iktisadiyat ilminin, umumi ve beynelmilel bir ilim ol mayıp yalnız İngiltere'ye mahsus bir milli i ktisat siste.. minden ibaret olduğunu meydana koydular. İngiltere bü.. yük sanayi memleketi olduğu için, mamulitını harice gön.. denneğe ve hariçten iptidai maddeler getinneğe muhtaç .. tır. Bu sebeple, İngiltere için faydalı olan
yegine usul,
gümrüklerin seı·best olması kaidesi, yani açık kapı siya setidir. Bu kaidenin İngiltere gibi büyük sanayie malik olamamış olan milletler tarafından kabul edilmesi, ilele bet İngiltere gibi sınai memleketlere iktisaden esir
kal
masını intaç edecektir. İşte, bu iki müceddit, kendi mem-
164:
TV'RKÇ'OLUQON ESASLARI
leketleri ıçın, birer hususi milli iktisat sistemi vücuda getirerek, memleketlerinin büyük sa�yie malik olması için çalıştılar. Ve muvaffak da oldular. Bugün, Amerika ile Almanya büyük sanayi hususunda İngiltere ile boy öl çüŞP.cek bir mertebeye yükselmişlerdir ve şimdi, onlar da İngiltere'nin açık kapı siyasetini takip ediyorlar. Fakat, bu devre gelebilmeleri, senelerce milli iktisadın himaye usilllerini tatbik sayesinde olduğunu pekala biliyorlar. İşte Türk j ktisatçılarının da ilk işi, evveli Türkiye' nin iktisadi şe'niyetini tetkik ve saniyen, bu objektif tet kiklerden milli iktisadımız için ilmi ve esaslı bir program vücuda getirmektir. Bu program vücuda geldikten sonra, memleketimizde büyük sanayi vücuda getirmek için her fert bu program dairesinde çalışmalı ve İktisat Veki.leti de bu ferdi faaliyetlerin başında umumi bir nazım Va.zife sini ifa etmelidir.
..
Yedinci Mebhas
SİYASI
TÜRKÇÜLÜK
Türkçülük , siyasi bir fırka değildir ; ilmi , felsefi, dii bir mekteptir ; başka bir ti.birle, harsi bir ve tece ddü t
be
mücahede
yoludur. Bu sebepledir ki, Türkçülük, şimdi
ye kadar bir fırka şeklinde siyasi
mücadele meydanına
atılmadı ; bundan sonra da, şüphesiz atılmayacaktır. Maamafih Türkçülük, büsbütün big8.ne de kalamaz.
si yasi
mefkürelere
Çünkü, Türk harsı , sair mefkurelerle
berR.ber, siyasi mefkiırelere de maliktir .
Mesela, Türkçü
l ük hiçbir zaman klerikalizmle, teokrasi ile, istibdatla iti
laf edemez. Türkçülük , asri b i r cereyandır ve ancak asri mahiyette bulunan cereyanlarla ve mefkürelerle itillf edebilir.
İşte
bu sebepledir ki,
bugün Türkçülük, Halk Fırka sına müzahirdir. Halk Fırkası, hükümranlığı millete, yani Türk halkına verd i .
Devletimize Türkiye ve halkımıza
Türk milleti adlarını bahşetti. Halbuki , Anadolu inkıla bına kadar,
devletimizin, milletimizin , hatta. lisanımızın adl a rı Osmanlı kelimesi idi. Türk kelimesi ağıza alına mazdı Hiç kimse "ben Türküm" derneğe cesaret edemez di. Son zamaoluda, Türkçüler böyle bir iddiaya cür'et et ,
.
tikleri için , sarayın ve eski kafalıların menfuru oldular.
Fıfkasının annesi olan Mildafaai Hukuk Cemi yeti, büyük müncimiz olan Gazi Mustafa Kemal Paşa h83-
İşte,
Halk
retlerinin irşat ve rehberliğiyle bir taraftan Türkiye'yi düşman
istililanndan kurtan rken, diğer taraftan da dev letimize, m i l letim ize, lisanımıza hakiki adlarını verdi ve
166
TORKÇÜLOGON ESASLARI
siyasetimizi mutlakiyetin ve unsurlar siyasetinin son izle rinderı bile kurtardı. Hatta, diyebiliriz' ki, Müdafaai Hu. kuk Cemiyeti, hiç haberi olmadan Türkçülüğün siyasi programını tatbik etti. Çünkü, hakikat birdir, iki ola· maz. Hakikati arayanlar, başka başka yollardan hareket etseler bile, neticede aynı hedefe vası l olurlar. Türkçü lükle halkçılığın nihayet aynı programda birleşmeleri, ikisinin de nefsill ·emre şe'niyete mutabık olmasının bir neticesidir. İkfai de tam hakikati buldu.klan içindir ki, ta.. mamiyle birbirine mutabık kaldılar. Bu ayniyetin bir te cellisi de şudur ki, bütün Türkçülerin - hiçbir müstesna ları olmamak üzere - Anadolu mücahedesine iştirak et meleri ve onun en ateşli müdafileri olmalarıdır. Türkiye'de Allahın kılıcı halkçıların pençesinde ve Allahın kalemi Türkçülerin elinde idi. Türk vatanı tehlikeye d �şünce, bu kılıçla bu kalem izdivaç ettiler. Bu izdivaçtan bir cemiyet doğdu ki, adı Türk Milleti'dir. İstikbalde de daima halkçılıkla Türkçülük elele ve rerek mefkureler alemine doğru beraber yürüyeceklerdir. Her Türkçü siyaset sahasında halkçı kalacaktır, her halkçı da hars sahasında Türkçü olacaktır. Dini ilmihali miz, bize "akaitte mezhebimiz matridilik ve fıkıhta mez hebimiz hanefilik" olduğunu öğretiyor. Biz de buna teş bihle, şu düsturu ortaya atabiliriz : .. Siyasette mesleği miz halkçılık, ve harsta mesleğimiz Türkçülüktür."
Sekizinci Mebhas
FELSEFi TÜRKÇÜLÜK İlim, objektif ve müspet olduğu için, beynelmileldir, binaenaleyh, ilimde Türkçülük olamaz. Fakat, felsefe, il me müstenit olmakla beraber, ilmi düşünüşten başka tür lü bir düşünüş tarzıdır. Felsefenin objektif ve müsbet un vanlarını alabilmesi , ancak bu sıfatları haiz olan ilimlere· uygun olması sayesindedir. nmin nefyettiği hükümleri felsefe ispat edemez. llınin ispat ettiği hakikatleri felse fe nefyedemez. Felsefe, ilme karşı bu iki kayıt ile mukay yet olmakla beraber bunların haricinde tama.miyle hürdür. Felsefe, ilimle tenakuza düşmemek gartiyle, ruhumuz için claha ümitli, daha vecdli, daha teselli verici, daha çok saa det bahşedici, büsbütün yeni ve orijinal faraziyeleri meydana atabilir. Zaten, felsefenin vazifesi bu gibi fa raziyeleri ve görüşleri arayıp bulmaktır. Bir felsefenin kıymeti, bir taraftan müspet ilimlerle hemAhenk olması nın derecesiyle, diğer cihetten ruhlara büyük ümitler, vecdler, teselliler ve s�etler vermesiyle ölçUlür. Demek ki, felsefenin bir safhası sübjektiftir. Binaenaleyh felse fe, ilim gibi beynelmilel olmağa mecBur değildir. Milli de olabilir. Bundan dolayıdır ki, her milletin, kendisine göre bir felsefesi vardır. Yine bundan dolayıdır ki, ahli.kt.a, be diiyatta, iktisatta olduğu gibi, felsefede de Türkçülük ola· bilir. Felsefe, maddi ihtiyaçların iktiza ve icbar etmediği, menfaatsiz, garazsız, hasbi bir düşünüştür. Bu nevi dü şünceye .. spekülasyon" namı verilir. Biz buna, Türkçede
168
'.rüRKÇüLVOON ESASLARI
. . muakale" ismını veriyoruz.
Bir millet muharebelerden
kurtulmadıkça, ve i ktisadi bir refaha nail olmadıkça, için de muakale yapacak fertler yetişemez. yalnız düşünmek için düşünmektir.
Çünkü, muakal e
Halbuki,
bin türlü
derdi olan bir millet, yaşamak için, kendini müdafaa et mek için, hatta yemek ve içmek için düşünmeğe mecbur dur. Düşünmek için düşünmek ancak bu hayati düşünüş ihtiyaçlarından kurtulmuş olan ve çalışmadan yaşayabi len insanlara nasip olabilir. Türkler, şimdiye kadar böyle bir huzur ve istirahate nail olamadıklan için,
içlerinde
hayatını muakaleye vakfedebilecek az adam yetişebildi. Bunlar da, düşünüş yollarını bilmediklerinden, mefküre lerini iyi idare edemediler, ekseriyetle dervişlik ve kalen,
derlik çıkmazlanna saptılar. Türkler arasında şimdiye kadar az filozof yetişmesi ni, Türklerin muakaleye istidatsız olduklarına hamletme melidir. Bu azlık, Türklerin henüz müspet ilimlere, huzur ve istirahatçe muakaleyi mümkün kılacak yüksel.memeleriyle izah olunursa, daha
bir seviyeyo
doğru
olur.
Maamafih, Türklerin felsefece geri kalmaları yalnız yüksek felsefe n oktai nazarından
doğru olabilir.
felsefesi noktai nazarından Türkler, bütün
daha yüksektirler. Rostand adlı bir
Halk
milletlerden
Fransız filozofu diyoc ki : 1 1Bir ku
mandan için, karşıs111 daki düşman ordusunun
ne kadar
askeri, ne kadar silih ve mühimmatı olduğunu bilmek çok fayüalıdır, fakat, onun için bunlardan daha çok faydalı bir şey daha vardır ki; o da karşısındaki düşman ordusu nun felsefesini bil mektir." Falhakika, iki
ordu
ve iki millet birbiriyle savaşırken,
birisinin galip, diğerinin mağlup olmasını intaç eden en başlıca amiller, iki tarafın felsefeleridir. Ferdi hayatı va
tanın
istikli.linden, şahsi menfaati namus ve vazifeden da-
169
TORKÇOLOOON ESASLARI na kıymetli gören bir
ordu mutlaka mağlüp olur. Bunun aksi bir fel sefe ye malik olan ordu ise mutlaka galebe çalar. O h a l de , halk felsefesi i ti bari yl e , Yunanlılarla İngi l izl er mi daha :yüksektir ; yoksa Türkler mi daha yüc edir ? Bu sualin cevabını verecek Çanakkale muharebeleriyle Anadolu muharebeleridir. Türkleri bu iki muharebe de ga lip k ı l an maddi kuvvetleri değildi, ruhlarında h ükümran ,
bulunan milJi felsefeleriydi.
Türkler, maddi sil8.hlarm manevi kuvvetleri hü kümsüz b ı rakt ı ğı son asra gelinceye kadar Asya'da , Av rupa da� Afrika'da bütün milletleri yenmi şler, tabiiyetlc�·i altına almışlardı. Demek ki, Türk felsefesi , b u milletlere ait felsefe l er in hepsinden daha yüksekti . Bugün de öy"e dir. Yalnız şu \· ar ki, bugün maddi medeniyet noktai na zarından ve m a d d i silahlar dolayısiyle Avrupalı milletler den gerideyiz. Meden i ye tçe onlara müsa v.i olduğumuz gün hiç ş üph es i z cihan h egemonyası y ine bize geçece kti r Mcn dros'ta esir bulundu ğu muz zaman, orada kamp kumanda nı olan bir lngiHz, şu sözleri söylemişti : Tilrk l er istik '
.
"
,
b:.ılde yine cihangir olacaklardır. ' '
Gö rülüyo r ki, Türklerde, y ük sek felsefe terakki et-·
olmakla beraber halk felsefesi gayet yüksektir. felsefi Türkçülük, Türk halkındaki bu milli felsefeyi
memiş
İşte
,
arayıp m.eydana çıkarmaktır.
bu günün Türk genci ! Bütün bu işlerin yap ı lm ası as ı rl ardan be ri sen i bekliyor Ey
.
S O N
i Ç i N D E K i L E R I.
TÜRKÇOLOGON IBASLARI 1. Türkçülüğün Tarihi 2. Türkçülük Nedir? 3. 4. 5.
.
.
5
.
. Garba Doğru 7. Tarihi Maddecilik ve İçtima! MefkUrecilik 8. Milll Vicdanı Kuvvetlendirmek 9. Mill1 Tesanüdü Kuvvetlenc!irmek . . 10. Hars ve Tehzib
.
.
. n Z1
.
.
.
.
.
. .
.
.
. .
. .
•
.
.
.
.
.
.
.
.
:u.
.
15
Türkçülük ve Turancılık Hars ve Medeniyet Halka Doğru .
6.
.
42
47 62 73
.
80
.
93
TORKçOLüCON PROGRAMI 1. Lisan! Türkçülük 2. 4.
Bedil Türkçülük Ahlild 1ürkçülük Hukuki Türkçülük
5.
Dini
6
İktisadi Türkçülük
7.
Siyası Türkçülük
B.
Felsefi Türkçülük
3.
.
.
.
.
.
. .
Türkçülük
.
.
.
.
. .
.
.
.
.
.
. 101 . 125
. 135 . 156
.
. 158
.
. 160 . 165 . 167
.
VA R L I K
YAY I N LA R I
.BUYUK ESERLER ( 4 lira, • 6, • • 8, • • • 10 Ura ) 1. 3. 5. .S. 7.
l.1.
•
• Gustave Flaubert : Madame Bo1JQ/t)/ • Dostoyevski : Ezilenler • Homeros : lliada (A. C. Emre - 3. bas. ) • Homeros : Odysseia. (A. C. Emre 2. bas. ) • Alberto Moravia : R o malı Kadın. (2. bas . ) ·
-
Anatole
France :
Pen.guenıer A dası
12. Luigi Pirandello : Gölge Ada1n 13. O r h an Veli : Bütün Şüı·leri ( 10. bas. > 1 4. Cengiz Dağcı : Korkunç Yıllar (2. bas.) .16. Al pho ns e Da.udet: Bapho 17. • Oscar Wilde : Doıian Gray'in Portre.ri 18. • John Steinbeck .: U!)url11. PBrşem b e 19. Goethe : Genç Werther'm A cJlan 20. • Albert Camus : Veba .21. C. Sıtkı Tarancı : O tuz Beş Yaş ( 10. bas. ) -22. Jean Glradeux : Bella 23. Emest Hemlngway : Ya Hep, Ya Hiç 24. Ye1d ,Şürimiz (Antoloj i ) .25 . Alberto Moravia : Dt.ktatörün Kadını .26. Guy de Mau pass ant : ô lümden. BBter ZT. Marce l Proust : Bwann'm A,,k, .28. Ersklne Caldwell : Penceredeki Işık 29. E. M. Forster : Hi11 diat<11nd.a Bir Geçit ;30. • John Stelnbeck : Yukan Ma halle 33.
Dostoyevski : KttmarbtU
34. • Ba.lzac : Goriot Baba .35. Montherlant : Bek4rlar .36. Emile Zola: Th�rese Raquin 38. John Stelnbeck : BUbı miyen Bir Ta.nnya 40. • Knut Hamsun : AçZ..k ,41. An dre Malraux : lnaanlık Durumu 42. C ah it Sıtkı Tarancı : Bonrası 43. Dostoyevskl : E bedi Koca -44. J ohn Dos Passos : OnemH Adam 45. Gogol : ôlü Canlar -46. Wllllam Faulk ner : Kutsaı Bt.!Jt.n.ak 48. • Ernest Hemingway : S'14hlara Veda 50. • • • Jack London : Martin Eden 51. And re Gide : Kalp azanlar �2. • Charles Dlckens : OZiver Tw'8t .53. Nathanlel Hawthome : K1z d Dam_qa.
!54. 55. 58. 57. 58. 60.
Pan ai t Istrati : A. 1·kada� Sami N. özerdim : Bay,·akl.aşan A tatür1c Alexandre D umas Flls : Kamel-,,a lt Kaclın-, MeTl an e. f Hcız. : A bdiUba.k' GölpıncırlıJ Falih Rıfkı Atay: R o m.atı John Stelnbeck : Cmınet Qayırlan 61. Ernest Hemlngway : Giineş de Do,iJa1· 62. Aldous Huxl ey : Yeni Dünya 63. Orhan Kemal : A vare Yıllar 64. D ostoyevs k l : Netoçka N ezvanova 65. Montherlant : Genç Kı:r:lar 66. ·wuuam Saroyan : lnsanltk Komedisi 87. Falih Rıfkı Atay : Ze'Ytinda.f/ı 68. Erski ne Caldwell : Tütün Yolu G9. Orhan Kemal : Mıo·taza 70. Mark Twaln : .Miriripi'de Hayat 71. Gogol : Eski Zanıan Be11leTi 72. Panalt Istratl : A kdeniz 73. O rhan Kemal : Btr Filiz Vardı 74. E. M. Remnrque : Ga1·p Cep hesinde Yenr Bir Şey Yo k 75. YakU'P Kadri : Milli Ba1)Q,Ş Htkdyeltni 76. Andre Maurois : Bon baJıar Gülleri 77. Vercors : Bo"sı1.214şan Hayvanlar 78. Yakup Kadri : HeJJ O Şarkı 79. Dostoyevskl : ô te'ki 80. Yakup Kadri : Anamın Kitabı 81. Ernest Hem ingwav : Irmajjın ô tesi 82. John Stelnbeck : Bir Savaş Vardı 83. Dan inos : Tan rı Babanuı Hatıra Defteri: 84. • O rh an Kemal : Milfettişler Miıte ttişı 85. P an a i t Ietra.U : Kh·a Kj·roUna 86. Varlık Şiirleri Antolojisi 87. • •Hemingway : Canlar Kimin lçin Çalıyor 88. Gogol : Taras B ulba < Nurullah Ata<; ) 89. Orhan Ke m al : Cemile 90. Dostoyevsk l : Bte'IJan çi kovo KöuU 91. Andre Gide : Vattkant.tı Zindan lar' 92. Panalt ls trat i : Uşak 93. C. Dağcı : Yıırdunıı Ka-vbed.en A da m 94. Montherlant: Kum Gölii 9�. Dostoyevski : lnsanctklar 96. Andre Gide : Baınk Bevq' 97. Panalt Istratl : iş Bulma K1.ırttnı ıı 98. O. Henrv : Yaşa"4n G6rür 99. Mah mu t Maka l : Buinı Kö.11 100. Andri Gide : Kadınlar O kulu 101. Haldun Taner : Konç,naJar l 02. Türk Hiciv ve Mizah Antolojisi 103. Andri Maurois � Aile Cet,re8' 104. • A lai n Fournier : A d8tz Köşk ·
.105. Panait Istrati : Minka A bla 106. • Jean-Paul Sartre : Bulantı 107. Jack London : A teş Ya kma k 108. John Steinbeck : Fareler ve insanlar 109. Anton Çehov : Memur111n ölümü 110. Miodrag Bulatovi� : Ktrmızı Ho roz 111.
112.
•
Andr6 Malraux : Kan tonda
İvan Turgenyev :
isyan
Kaderci
1 1&. • Zaharia Stancu : iJ lümle Oyun 1 14. • lgnazio Silone : Bir A 1,.u,ç Bö.<J·ürtlen
115. • Andre Maurois : J klimler 1 16. • • Türk Hikdye A ntolojisi 117. Beltolt Brecht : Canavar 118. Paıı ai t lstrati : Kodin 119. O. Hen ry : Kııklalar 120. Panait Istrati : A n_qel Dayı 121. Kafka : Oeza Bömür_qesi 122.• •Jean-Paul Sartre : A kt.l _Ça.l/ ı 123. Orhan K�maJ : Baba Eui 124. Dostoyevsk i : A mcanm Rüya,aa 125. Aleksey Tolstoy : Korku Haftası 126. Tevfik Fikret : Son 8iirler 127'. Orhan Kemal : Sarhoşlar 128. Necati Cumalı : Ya!imttrlu Deniz
129. Oktay 130. • •Kafka : 1 31. Çehov : 132. Panait
Akbal : Günlerde D4vd Besleme Istrati : Perlmut ter A ilesi ·
FAYDALI KİTAPLAR (5 Ura, • 8, • • 10 J i ra )
1. 2. 3. 4. 6. 7. 8. 10. 1 1. 12. 13. 15. 16. 19.
21.
22. 23. 24.
25.
Büyük Kompozitörl e r (80 bes teci) Büyük Yazarlar (10 yazar) Kısa Dünya Tar i h i r H. G. Wells) B üyük Adamlar (!30 ün lil kişi) • Avru pa MilJetıeri Tarihi f Ch. Sei_qnobos J D i n l er Tari hi (F. ChallayeJ S i n e ma Tarihi f Z. GüvemU) • Edebiyatımızda İsim l e r S öz l üğü fB. N) Büyük Roman lar � Milletlerin Karakterleri (A nd1·� Bleg/riedJ M us i ki Tarihi (ilhan Mi 1naro.t1luJ Kısa Dünya Edebiyatı Tarihi A me r i k a Federal Hükümetl ve Ça l ışma Mekanizması (F. C. A ceson J • Am e r i k a Birleşik Devle t l e ri Ta rih i Japon Şiiri (L. Sa m' A kalı n) Bilimden Bek lediğimiz fBertrand R ussellJ Fransız İhtilali Ta rihi fP. Gaxo tte) Evlilik ve AhlAk fB. R uasell) Saadet Yolu fB. Ru.ssell)
Cinsiye t ve Psikanaliz (Freud) Düşünce Tarihi ( O . Ban çerlio.�lu) Atatürkçülük Nedir ? (Haz. : Y. Na-bit Büvilk Siyasi Davalar f B . Ti1·ya.kioğlu J Resim Bilg i s i f Nurul'lah Berk) in s an (Jean RostandJ Fizyoloji Açısından C ins i ye t (D. Walkeı· ) Tü rk iye 'd e Gerici Akımlar (Dr. Ç. ô ze k) Po lltik ava Giriş fMa urice Duverger) Uzay Bilgisi f Wi.llianı J. W eiser) Türkiyede Cinsiye t Problemi ( T. A ytul) Büvük Ressam ve Heykeltraşlar (140 snJ Dünya Edebiyatçıları Ansiklop. Sözlüğü Dünyamız ı Keşfedenler (Haz. : A . Beroi1ı i Uygarlık Tarihi (8hepard B . Clough) Dünya Ekonomi Tarihi f G. Kö hnen) Romalılar ( R . H. Barrow) Rüyalar (Dr. Freud D r. Türek) 48. D ünyamız ın Hayat Hikiyesl 49. Atatürk İçin Diyorlar Ki 50. Uvııarh k ve Banş fA . Bchweitzer) 51. • Türk Edebiyatın da Hikaye ve Roman I (Cevde t Kudret ) 52. Ruh ve A kı l Bozukluklan (Dr. Yellow"les} 53. özgürlük Düşüncesi . (Orhan Hançerlio.f)lu,) 54. Es ki Akdeniz ve Yakın-Doğu Uygarlıkları (J. Gabriel-Leroux, Geor.qes Oontenau) 55. Dünyada ve Bizde Sendikacılık (G. Le/ranc K. S1l lk er) 58. İki D ünya Savaş ı f G. Lesitien - R . Gere)' 57. Hükü met Devirme Tekniği (0. Malaparte) 58. Karıncalann Dünyası (D. W. Morl ey) 60. Atatürk Yolu ( Yaşar · Nab i J 61. Türkçülüğün Esasları (Ziya Gökalp) 62. Neden Hıristiyan Değilim (B. Ru8sell) 63. Atatürkc;ü Olmak (Ceyhun A tuf Kansu) 64. E debiyat Terimleri Sözlüğü ( L. B. A kalın) 65. • C i nsi Adetler Tarihi (R . Lewinsohn) 66. Güc Çocuğun Eğitimi (A lfred. A d.'ler)
27. 28. 29. 30. 31. 33. 24. 35. 37. 38. 39. 40. • 41. • 42. 44. 4 5. 46. 47.
·
-
-
67. • Türk
Edebiyatında Hikaye ve Roman il (Oe-vclet Kudret) 68. Mistisizm - Tasavvuf ( Henri B�rouya) 69. • Çağımızı Hazı r layan Düşünce ( N. A lsan) 70. Türkiye Mektupları f Von Mo l tke) 71. Çağdaş Görgü Sözlüğii ( İyi yaşama bilgis i ) 72 . • •Felsefe Sözliiğü ( Orhan HançerUoğlu.) 73. Kapitalizm, Sosyalizm ve Demokrasi il 74. Çağdaş Eğitim (W. O. Lester Bmtth) Çiçekleri r Buııt 75. Baudelaf re ve Kötülük Kemal Yet kin) 76. • Başkaldıran İnsan (A ıbert Camus)
77. Yaşayan Alevilik (Yahya Benekay) 78. • Besin ve Beslenme (Osman KoçtürkJ 79. Bunlar da mı İnsan fPrimo Lem) 80. Ekonomik Sistemler (Josep h Lafig1ıe) 81. Dil Devrimi ( T. Yücel) 82. Masonluk (PauJ Naudon. ) VARLIK YILLIOI 1961-62-84 (8 lr. ) 1968 ( 1 0 lr. )
· .·