Ziya Gökalp - Türk Ahlakı

Page 1


ZİYA GÖKALP ..

TURK AHLAKI 5. BASKI

Sadeleştiren: YALÇIN TOKER

Türk J\hl::1kı


TOKER ·GENEL DİZİ• No: 214

�Doğudan-Batıdan Seçmeler­ Dizisi No: 16 ZİYA GÖKALP KÜLLİYATI No. 3 TOKER YAYINLARI Cennet Mahallesi, Yavuz Selim Cad. 25 K. Çekmece - İSTANBUL Tel: 2 12 60010035

e-mall: tokeryayinlari@tokeryayinlart.com Kültür Bakanlığı Sertifika No. 274 2 1

ISBN - 978-975-445-003-3

o Dizgi : Toker o Baskı: Alemdar Ofsetı Davutpaşa Cad. 20/29-Topkapı İstanbul Cilt: Savaş Ciltevi Davutpaşa Cad. 20/18-Topkapı o İstanbul - 2013

2

Ziya Gökalp



İÇiNDEKİLER HAZIRLAYANIN ÖNSÖZÜ.. 5 7 SOSYAL BİRLEŞİM VE TOPLANMA.. I2 YIGIN VE ZÜMRE. KLAN VE AŞİRET.. TOPLUMLAR ARASINDA TOPLANMA VE SOSYAL I7 BİRLEŞİM.. 1. Uzlaşma 18 2. Uyum 19 19 3. Kaynaşıp Erime........ ŞAHŞİYETİN ÇEŞİTLİ ŞEKİLLERi.. 20 AHLAK BUNALIMI..... 26 32 ŞAHSİ AHLAK... 42 CİNSEL AHLAK...... AİLENİN YAPISI. 56 1. İlkel Toplumlarda Aile Yapısı ve Evlilik Türleri.. 56 2. Eski Türklerde ve Yakullarda Aile Yapısı.... 59 3. Eski Arap Simye (Klcin)lerinde A.Jle Yapısı.. 63 AİLE AHLAKı. 67 l. Eski Türklerde Aile Hukuku ve 67 Kamu Hukukunda Ailenin Yeri.. 70 2. Evlenme Durumlan....... 3. Türk Aile Yapısının Geçirdiği Değişiklikler 72 (Uluğ Yasa) ......... 77 AİLE TÜRLERİ ..... 77 1. Eski Arap Ailesi... 78 Arap Sirnyesi.................. 78 a. Zevil Erham.. 78 b. Usbe l. Ata-erk.il Akrabalık Toplumu.. 79 79 2. Kandaş Olmayan Sosyo-ekonomtk Topluluk. . . 79 3. İki Ayn Kadının Meydana Getirdiği Topluluk.. il. İslami Aile................... .. 8I İSLAMiYETİN AİLE YAPISINDA YARATTIGI 84 DEGİŞİKLİK VE YENİLİKLER.. A.Evlenme ve Eş Hukukunun İslam Öncesi Durumu 84 ...... 84 a. Kalın Konusu .... 84 b. İstekdışı Evlilik...... 85 c. Ölünün Eşi.....

Türk Ahlakı

3


. ...... 85 d. Cahiliyet Dönemi Evlilik Çeşitleri.. . B. İslfııniyette Evlenme ve Eş Dunımu.. . ...... 88 EN ESKİ MİLLETLERDE KADIN. AiLE VE AHLAK ... 95 1. İran. Eskl Yunan. Atına ve Ispartada Ata-erk.il Aile 95 97 2. İran Zerdüştllerlnde Dunım.. . ... 98 3. Çinlilerin Anlayışları.. . 104 4. Tolunoğullan ve Mısırda Kadın ve Aile.. 5. İslamda Kadın ile İlglll Hadis-! Şertner.. . . 105 ...... 109 6. Türk Ailesi...... ..... 1 1 4 a. Özbek ve Türkmen Kadını... . . 120 b . Osmanlı Döneminde Kadın v e Aile.. AİLEDE "KONAK"TAN 'YUVA" TİPİNE.. .. 124 . . 125 1. Yeni Kültür.. . 126 2. Yeni Tip Devlet Yönetimi... .. 128 3. Raiyyeltğin Kaldırılması.. ...................... 128 4. Zımmiliğin Kaldıniması.. ........ 129 5. Rakıyyetin Kaldınlması.... ...... ................... 130 6. Mutlakıyetln Kaldınlması.. TOPLUMSAL DAYANIŞMA.. . . 131 Ümmet. Halk ve Millet Dayanışması.. . . 131 .. 136 ŞÖVALYE AŞK! VE FEMİNİZM... ÇAGDAŞ AİLE VE MİLLİ AİLE.. ... ......................... 1 4 4 DÜGÜN ADETLERİ.. . 150 ..... 150 1. Ana-üstün Klcinda.. .... 1 5 1 2. Baba-üstün Ailede.. .... 152 3 . Aile Dininde Ayın.. 4. Genel Dinlerde Aytn (Kız isleme). ......................... 152 5. Kanuni Törenler.. 154 . 155 TÜRK AİLESİNİN TEMELLERİ.. . ...................... 162 TÜRKAİLESİNİN YAPISI.... ÖDÜLLENDİRME VE CEZALANDIRMA.. .. ... 169 FERDİYET (Biyolojik Yapı) ŞAHSiYET (Flkr1 Yapı}.. ... 173

4

Ziya Gökalp


HAZIRLAYANIN ÖNSÖZÜ Ziya Gökalp. modern Türkçülügün kurucusudur. Cumhuriyelin kurucusu büyük Atatürk. •Etimin ve ke­ mi!}imirı babası Ali Rıza Efendi ise. heyecanlarımın kaynagı Namık Kemal.fikirlerimin babası Ziya Gökalp'tir· dernlşll. O halde. Atatürkün izinde olmalarını lsledtğ:lmlz Türk gençleri­ ne. fikrimin babası dediği Ziya Gökalp'ln mtlllyetçlllgı slstem­ leştirdiğ:i eserlerini sadeleştirerek onlara sunmak da bizim (!.Ö· revimiz oluyor. Bu görevimizi yerine gellrrne çabamıza başlar­ ken. öncelik.le şu belirlemelerimizl vurgulamalıyız: Ziya Gök.alp'in hemen bütün eserleri kJtap halinde yayın­ lanmıştır. Ancak ne yazık ki. bu kitaplarda kullanılan dil. bu­ günün gençliğinin kolayca okuyup anlayabileceği durumda degildir. Büyük Türkçünün kitaplarının bazıları. 70-80 yıl önce Ziya Gökalp'in kullandığı dil aynen korunarak yayınlan­ mış. bazılan ise. bir zamanların Dtl Kurumu Türkçesi dediği· miz uydurukçayla okuyuculara sunulmuştur. Tabiidir ki. her ikisinin de bugünün gençliğince tam anlaşılabilmesi olanak· sızdır. Biz ise bu çalışmamızda. ikisi arası bir yol izledik. Halkı· mızın okuduğu zaman anlayabtleceğ,I kelimelerin. ·bir başka dilden mi gelmiştir?• veya ·sonradan mı uydundmuştur?· diye kökünü araştınnaya girişmeden. halkımız ef!.er o kelimeyi kullanıyorsa biz de kullanmakla sakınca görmedik. Çünkü amacımız Ziya Gökalp'i ve fikirlerini onlara anlat· mak ve benimsetmektir. Bu söylediklerimize bir kaç örnek vermek gerekirse. U­ san yerine dil. darbı mesel yerine atasözü. nesil yerine soy kelimesini kullandım.. Bazan bir kavramı karşılayan Ziya Gökalp"ln kullandıf!.ı eski kelimenin yanında. parentez içinde onu açıklayan yeni

Türk Ahlakı

5


kelimeleri verdik: teamül (örf-adet. gelenek) örneginde olduğu gibi. Bazan da. hem mefkureyi. hem ülküyü. hem harsı. hem kültürü. ayni rnmanda kullandık.. Kısacası. dil konusunda­ ki tek kaygımız. milletimizce anlaşılır olmaktan ibarettir. Ziya Gökalp'ln dizide yer alan 15 kitabını işte bu anlayış içinde sadeleştirerek gençlerimize sundum. Bu eserlerden ba­ zıları Gökalp·ın saglığında yayınlanmıştı. Bazılan ise gazele ve dergilerdeki makaleler olarak kalınışlı. İşte makelelerden konuları aynı olanları bir araya gelirdim ve onları da uygun bir isimler belirleyerek kltaplaştırdım. Türk Ahlakı ise. Ziya Gökalp'in keneli saglıgında yayın­ lanmış olan kitaplardan biridir. Saygılanmla

Yalçm TOKER

6

Ziya Gökalp


SOSYAL BİRLEŞİM VE TOPLANMA

Sosyal birleşim. kesin bir şekilde. çeşitli insanların bira­ raya gelmesi demek degildir. Bazan birçok insanlar bir yerele toplandıkları halde sosyal birleşmeyi meydana getim1ezler. Nitekim: Oksijen ve hidrojenin birbiriyle karışık durumda bu­ lunması. kimyasal bir birleşim olan suyu (H20) meydana ge­ tlm1ek için yelerli de,(tildir. İnsanlar arasında sosyal birleşme olayı. dereler arasın­ daki kaynaşma olayının tıpkısıdır. Moleküller. kaynaşma şeklindeki bileşimden başka. toplanma şeklinde de birleştik­ leri gibi: insanlar da hazan sosyal birleşim halinde, hazan toplanma halinde birleşirler. Toplanma halinde iken oksijen ve hidrojen atomlannın her biri. kendi özelliklerini konımak­ tadır. Kimyasal kaynaşma durumunda ise. artık ne oksijen atomu ne de. hidrojen vardır. Ortada yalnız su molekülleri kalmıştır. İnsanlarda da yalnız toplanma halinde her fert. kendi ferdiyeti ile dolu bulunur. Mesela sizinle ben bir toplanma ha­ linde blrleşti,11; imiz zaman. ben kendimi size begendinneğe ça­ lışının. Siz de kendinizi bana begendirmege ugraşırsınız. Bu esnada nıhunuzda hakim olan duygular (ben) hissidir. Gerçi. bu duygumuzu açıktan açıga göstermek istemeyiz. Bunun için gayet dolaşıklı yollardan yü.riıriız. Ben sizin faali­ yetlerinizden söz ederim: bunun sonucu olarak siz de benim üstün özelliklerimi sorarsınız. Ya da ikimiz birleşerek başka­ lan hakkında dedikodu yapanz. Onlardaki eksiklikleri görür. bizim o eksikliklerden uzak oldugumuz sonucuna vanrız.

TOPLANMA VE SOSYAL BİRLEŞİMİN FARKLARI Toplanma dunımu yalnız iki kişi arasındaolmaz. Birçok fertlerden oluşan büyük gnıplarda da bu dunım görülebilir. Genellikle salonlarda. eğlence yerlerindeki toplanmalar böyle­ dir.

Türk Ahlakı

7


Toplanma halinde iken ruhlara hakim olan his Mövünme­ veya Mkendlnl beğenmişlik- diye tercüme edebilecegimiz (vani­ te)dir. Toplanmayı. sosyal birleşimden ayıran en belirgin özel­ lik. birincisinin rertlerl kendini begenmişlige itmesi. ikincisi­ nin ise aksine bu duygudan w·.aklaştırmasıdır. Sosyal birleşimde insanlar benliklerini tamamiyle unu­ turlar. Ruhlarını toplanma durumunda var olmayan bir aşın heyecan kaplar ki. buna (vecdenlhousiasme) diyoruz. Bu aşı­ rı heyecan hangi fikri sararsa. ona bir ülkü özelligi verir. Bu anda artık -ben". Msen- yokuz; yalnız ülkü şeklinde benliği­ mizde yanan yeni eğilimlerimiz vardır. Bu eğilimler eski eği­ limlerimize hiç benzemez. Çünkü eski egılimlerimiz. benliği­ mize bağlı kalmak esasına dayandıgı halde. bu yeni egilimler. kişiliğimizden ülkülere samimi ibildeller. gerçek ve karşılıksız hizmetler ister. Sosyal birleşim halinde nıhumuz kutsal bir iman mabe­ di. kutsal bir ülkü odağı olduğu için: artık oraya kendini. dü­ şünme ve övünme gibi: açık duygular giremez. Bu duygulan taşıyan bir k.Jşl sosyal birleşime girdigi zaman; eğer sosyal birleşim ğüçlü ise. kişisel eğilimlerini gôsteremiyerek. toplum bilinci içinde ertmeğe başlar. Fakat ruhlann yeni kaynaşmağa başladıgı: ancak henüz tamamlyle kaynaşmadığı anlarda. öyle bir rert. bir sosyal bir­ leşim topluluğunu. toplanma topluluğuna çevirebilir. Çünkü bir adamın rerdlyetçl olması: diğerlerindeki gizli kişisellikleri uyandınnağa sebep olabilir. Ôvü.nücü rertler. işle bu sebeple her çeşit sosyal birle­ şimlerin çöküşüne yol açabllirler. Sosyal birleşim olayını yö­ netenlerin bu gibi rertlerl çok iyi tamması. saghklı sosyal bir­ leşimin en önemli kurallarından biridir. Bazı yazarlar ve psi­ kologlar. sosyal birleşim halinde. rertlertn gerek akılca. gerek ahlakça aşağı dunıma düştüklerini iddia etmişlerdir. Mesela Müpaaıan (Guy de Maupusant) şöyle yazıyor: MKaç d�fa dikkat eltim ki. zekiımız tek başımıza yaşadığı­ mız zamanlarda büyüyor ve yükseliyor. Yeniden insanlarla toplanmaya başladığımız zaman ise. azalıyor ve alçalıyor. Çünkü gerek ilişkilerimiz. gerekse söylenen ve bizi duymaya. dinlemeğe ve cevap vermeğe zorlayan sözler. O.lkülerimize etki yapmaktadır. Birçok kişinin normal zekiısı şeklinde bir düzey vardır.

8

Ziya Gökalp


Yalnız olan her.fert. insanların büyük kitlesine katıldığı zamarı yalnızlık halindeki zihni. görüşü. akıl ylirülme ve anlama gü­ cü: görüş özellikleri derhal kaybolur. Seykel'ln. Tarde'ln. Nlçe'nln buna benzer sözleri vardırlll Fakat biraz düşünülünce anlaşılır ki bu kanaatlar bir yandan toplanma ile sosyal birleşimin. diger yandan ferdi özelliklerle. şahsiyet özelliklerinin ayrı düşünülmesinden meydana gel­ miştir. Önce şıka.yet olunan blraraya gelmelerin pek coğu top­ lanma şeklindeki loplantılardır. Gerçekten insan böyle bir toplantıya girdiği zaman akıl ve ahlak yönünden bir düşük­ lükle karşı karşıya kalıyor. Çünkü her toplanma. sosyal birleşim olmadığı gibi. her yalnızlık da sosyal birleşim dışı değildir. Yalnızlık halinde iken ya okur. ya1...a r. düşünür veya resim gibi bir şeyle uğra­ şırız. Okuduğumuz 1..aman ya bir gazetenin. yahut bir kitabın etki alanı ve kapsamı alanına. yani genişçe bir sosyal toplu­ ma girmişiz demektir. Yazdığ,ımız zaman ise. böyle bir toplu­ ma biz sesleniyor. onu biz idare ediyoruz demektir. DüşL1n­ mek ise genellikle ülküleri. sosyal birleşim gayelerini zihni­ mizde yaşamak demekllr. Müzik ve resime gelince bunlar da toplumun ortak zevk.im ilgilendiren uğraşlardır

(l) Ferdiyetçlllk: (Endi.uidüalizm} Sözönü ettiğimiz dü­ şünürleri ve fikirlerini daha iyi anlamamız için ferdiyetçiliği kısaca gözden geçlnnemlzde yarar vardır. Ferdi ve ferde ait olan her şeyi en üstün değer olarak kabul eden doktrin. Ah­ i.akı ve siyasi bütün değerlerin temelini ve sosyal olayların hepsinin esasını fert oluşturur. Devlet ise bu görüşe göre. üs­ tün değ:er olan fert için bir araçtır. Tarde. sosyal olaylann ke­ sin açık.lamasının fertte oldugunu iddia etmekle. sosyolojik açıdan ferdiyetçiliği temsil etmektedir. Ziya Gökalp ise. ferdiyetçlligı ..hodbinlik" olarak açıkla­ makta ve sosyalizmi kabul etmektedir. Fertçlllk. insanı kendi varlığının ortaya koymadığı değer­ lerden uzaklaşllrarak hoyratlaşlıran bir doktrindir. Nlçe'nin nihtlisl fertçtliği (hiçbir ahlô.ki değer ve kontrol kabul etmeyen görüş. hiççilik) bunun misalidir. (F'elseji Doktrinler - S. H. Bo­ lay)

Türk Ahlakı

9


FERDİYETÇİLER•. ŞAHSİYETÇİLER... Özellersek. toplanma halinde iken ferdi bir hayat yaşadı­ ğımız halde. yalnız yaşadagımız zamanlar. çogunlukla toplum hayalı yaşarız. Kendilerini kısa veya uzun süre bir kenara çe­ kenler. sosyal hayallan ferdi hayata kaçanlar degil. belki kut­ sal olmayan ve ferdi olan hayallan. kutsal ve şahsiyetli olan hayata kaçanlardır. Toplanmaktan zevk almayanlar toplum hayatından zevk alabilirler. İkinci olarak ferdiyetçilerin zeka

düşüncesiyle: şahslyetçllerınl21 zeka düşüncesi arasında ve ferdiyetçllerln ahlakı ile. şahslyelçilertn ahlakı arasında bir çeşll çellşkl vardır.

Ferdlyetçllerce zekanın ölçüsü şüphe. soyaçekimlilik ve slstemslzlikllr. Fertçller. kategorik (sistematik olarak dlişli­ nenJ kararlara sahip olan. fikrinde ve işinde tereddütsüz bu­ lunan adanılan sınırlı zekalı ve basit muhakemeli görürler.

Oysa zeki bir şahslyel. ancak bu özelliklerin bileşimiyle orta­ ya çıkabilir. Tabiatın kanunları kategorik ve sistematik oldu­ gu gibi. toplumun içten gelen egilimleri de kategorik ve siste­ matiktir. Bu ikisinin uyuşmasından meydana gelen aklın ve ilmin aynı olaylan taşıması gerekli degil midir?

(2) Şahatyetçlllk tpersonali.zm}: Degerler problemine öncelik veren. dini. insanın en önemli faaliyetlerinden biri ka­ bul eden. dünyayı Allaha inanma yeri olarak gören felsefi

doktrin. Personallzm şahsa öncelik tanır. Devletçilige olduğu

kadar. ferdlyetçılige de karşıdır. Doktrinin kurucusu Fransız fllowfu

C. Revouvier'a

göre. insan hürdür ve sosyal bir var­

lık olup. bir tek aile ve mlllel olmaya çalışır. Ziya Gökalp. A. bir ayırımına uyarak. alt fertçilige sadece Jerlçi­ lik�. yüksek fertçllıge. ·şahsiyetçilik- diyor. Ona göre. fert adı

Fouillee·nın

insandan başkasına verildlgi halde.

şahıs adı hem insana.

hem de Allaha aittir. Gökalp. alt fertçili.12;in yok edilmesine inanır ve şahsiyeti. qolumlu. olumsuz. ferdi. kollektll olmak üzere çeşitli kısımlara ayınr. Nuretlin Topçu da şahsiyetçi fi­ kirler ileri süm1üşlür.

Necip Fazıl'a göre şahsiyetçilik: ·Hak­ kın lisliin yargı gildinü temsil edenleri hô.kim kılma davasıdır.· Mehmet Akif de şahsiyetçi olarak kabul edilebilir.

10

Ziya Gökalp


Ferdlyelçilerle şahslyelçllertn zeka ve ilim hakkındaki gö­ rüşlert blrblrtne uygun olmadığı gibi: ahlak görüşlert de blr­ blrtnden başkadır. Devletler hukuku nasıl llllfak anlaşmalanna dayanırsa. fertçllere göre ahlak da dostluk sözleşmelerine dayanır. -aen size hıirmel ediyomm. o halde siz de bana hü.nnel etmelisiniz· ilkesi fertçilerın ahlakında esaslır. Oysa şahsiyelçllere göre toplumlar ferllertyle birlikle kayıtsız şartsız şekilde saygıde­ ğer ve kulsal olduğ,u içindir ki: ben size. siz de bana hürmet elmek.le yükümlüyüz. Şahsiyelçller ahlaki kurallan Kant gibi az kalegortk emirlere dayandınr. Ferdlyelçi. başkalannın onuruna saygı göslertr ve kendi­ sinin onuruna saygı göslertlmeslnl isler. Ferdlyelçilere göre halırşinas olmayan. yanı görevini ve ülküsünü doslunun. ar­ kadaşının halın için feda elmeyen vefasızdır. Oysa şahslyel­ çilere göre vefasızlık. insanın ülküsüne ve görevine hiçbir ka­ yıt ve olağandışılık kabul elmeksizin bağlı kalması demekllr. Gerçeklen. toplum hayatında.ferdi zekd ileferdi ahldk gi­ der. yerine şahsi akıl ile şahsi ahldk geçer. Ferdi olaylara de­ ğer verenler. toplum halinde gertlediğimlzi kabul edebilirler. Fakat aslında o zaman yükseliyoruz. Dikkal edersek. loplumsal hayal yaşandığında. kurulu bir k.arakler ve şahslyel sahibi durumunun devam elmekle olduğuna kolayca hümüm vertrlr. Ak.si halde. kişinin sosyal hayalın erdemlerinden yoksun kaldığına. sosyal hayalın ve yıldız gibi parlayan bencil duygularla dolu karaklerslz bir fert olduğuna karar vermemiz gerekir. Bu gibi insanlar vücutlan­ nın hasla veya slnirlertnin bozuk olduğ,unu zannederek boş­ yere doklorlara. ilaçlara başvururlar. Halbuki haslalıkları (asosyallik) olduğ,u için. onlara kesin bir şifa verecek yalnız bir Haç vardır: ·asosyal hayattan kaçmak. sosyal hayata ka­ vuşmak. -

Türk Ahlakn

il


YIÖIN VE ZÜMRE, KLAN VE AŞİRET Toplumun ilkel şeklller1nl aradıgımız zaman. bu konuda bize yol gösterecek olan

etnogrq{ya (ellmographie)(3) ilmidir.

Etnografyanın en ilkel Loplum olarak bize gösterecegi misal Avustralya'nın iki klfı.n'dan(4) oluşan bazı arellerdir. Toplumun en ilkel şekil niçin bir klanlı olmuyor da iki

kliı.nlı oluyor? Çünkü önce lnsanlann ilkel bir hayat yaşama­ sı. onlarda ortak bir bilinç meydana gelirir. Ortak olan bilinç. fertlerin ruhunda; kesinlikle

�kulsal bir heyecan-. bir -ülkü.

şeklinde dogar. İnsanlann ilk toplum hayatında bu kulsal he­ yecan ve bu ülkü. gayet şiddetlidir. Kutsal heyecanın şidde­

ltnden dolayıdır ki; zümreye alt olan her şey de kutsallık ka­ zanıyor. Mesela bir zümrenin adı. bır hayvan veya bitkinin adıdır. Kutsallık: zümrenin adaşı olan hayvan ve bitkinin çe­ şidine yayılarak ona bir llıih özelli,:ti kazandınyor. Nitekim

Mkıırbağa� adı taşıyan bir zümre için tüm kurbaga çeşitleri bir tann özelliğinde göriilüyor. işte rertlen için kutsal olan bu

zümreye klan dendiği gibi. onun adaşı olan hay-van çeşidine de bu klanın totemi denilir.

Totemizm

adı verilen en ilkel

din. her klanın kendi totemini kutsal tanımasından: yani do­ layısıyla ferdin. kendi klanına tapmasından ibarettir.

KliD

kutsal oldugu için: rertleri arasında yalnızca kutsal

ilişkiler olabilir. Eğer yalnız kutsal ba,:tların varhgı ile hayatın devamı sağlanabilse idi. belki bir klan tek başına yaşayabilir­ di. Fakat. hayatın devamı için: kutsal olmayan ilişkiler de ge­ rekli olduğundan. rertlerin içinde bulunduk.lan zümreden. başka zümreye de ihtiyaçları vardır. Mesela bir klandan olan

rertler: blrbirler1ne karşı yasak durumunda olduklarından.

aralarında evlenme olamaz. O halde bir klô.n kız alıp uerebil­ mek için: kesinlikle diğer bir kJô.n ile birleşmek ve anlaşmak zo­ rundadır.

(3) Etnografya: Kavimleri inceleyen bilim. Kavimlerin tö­

re ve geleneklerini. kültürlerini araştırıp inceler. Bu konuda arkeolojiden de faydalanır.

(4) illin: Birkaç aileden oluşan toplumsal grup. Üyeleri

arasında kan bagı vardır. Her klanın bir başkanı. totemi. ken­ dini tanıtan bir am1ası bulunur.

12

Ziya Gökalp


İşte tik

aşiret.

bu şekilde iki klandan oluşunca klan.

kendi çevresinde yalnız kutsal hayat yaşamakla bırlikte. iki klanın fertleri arasında kutsal olmayan bir hayatın yaşanma­ sına. yani evlilik. güzellik ve ekonomik ilişkilerin yaratılması­

na imkan sağlanmış olur.

Totem dininden başka: birbirinin intikamını almak. biri­ birinin totemini Lulmak. birbirine kardeşçe yardım etmek gö­ revleri de klanın içinde oldugu için. klan dini. ahlaki ve hu­ kuki görev ve sorumlulukların var oldugu bir birim sayılır.

Oysa aşiretin çeşitli klanları arasında. evlenme ve güzellik de­ ğerlerinin alış verişinden başka. bir çeşit ekonomik iş bölümü de vardır. Bir klanın kendi totemini yemesi yasak oldugu için. totemi olan hayvan veya bitkinin çogalmasından ekonomik anlamda sorumlu değil gibidir. Ne var ki. klanın inlişiyoma adı verilen Lapınması ise. kendi toteminin çogalması gayesiy­

le yapılır. Bu ibadetin dini olan yönünden aynhrsak. ekono­ mik olan faydası. dogrudan dogruya. aşiretin o hayvan veya bitkiyi yiyecek olan dlğ,er kl<inlanna aittir. İki kl<inlı aşiretler gayet azdır. Genellikle aşiretler ikiden çok klandan oluşur. Bununla birlikte dini özellik taşıyan eko­

nomik iş bölümü. sosyolop;lann düşünceleri ile kısıtlı degildir.

Bir aşireti oluşturan klanlar. birbirlerinin bu ibadeti yapıp yapmadıklanna dikkat ederler ve her yıl başında bir hayvan ve bitki yiyebilmek için onu totem edinmiş olan klanın iznini alırlar.

Aşiretin her klanına özgO ortak bir bilinç oldugu gibi. bü­

tün aşireti kapsayan bir başka ortak bilinç daha vardır. Bu­ nun belgesi. her klanın ortak bilincini doguran özel bir dini olduğu gibi; aşiretin de ortak bilincini dogunnak üzere. bü­ tün aşireti kapsayan bir dininin bulunmasıdır. Bu genel din. aşiretin ortak na.hında ve bu ilahın koruyuculugunda yapılan

uyanna ayinlerinde görünür. Bununla birlikte Avustralya'da

klanın ortak bilinci: aşiretin ortak bilincine oranla daha güç­ lü olduğu için. klan dini yani totemizm asıl olup. aşiret dini onun zayıf bir ışıgı durumundadır.

İŞ BÖLÜMÜ VE BİLİNÇ ORTAKLIÔI Açıklamalardan anlaşılıyor ki. toplumların en ilkel şek­ linde bile; bilinç ortaklığı ile. iş bölümü zorunlu iki unsur ola-

Türk Ahlakı

13


rak bulunmaktadır. Acaba. iki klanlı aşirelln oluşumundan önce bilinç ortaklığı ile. iş bölümünden uzak bir loplanış bi­ çimi daha var mı idi? Gerçeklen bazı sosyologlar. akıl yürül­ me yoluyla böyle bir toplanma biçimine kadar uzanmışlar ve ona yığın (güruh. lalfe-horde) adını vermişlerdir. Yığın. yanı laife öyle bir lopluluklur k.J: fertleri arasında ne ortak inanışlar ve adeller. ne de en ilkel bir sınıflanma ve iş bölümü vardır. Yığın bu anlamda olunca artık onu sosyal bir zümre-p;rup saymak doğru olmaz. Çünkü zümre. fertleri arasında karşılıklı ilişkiler bulunan bir sosyal hayalın yaşa­ nıldığı toplum demekllr. Zümre. lam ve eksik zümreler olarak ikiye ayrılır. Tam zümrelere (cemiyet: societe} adı verilir ki: fertleri arasında lam bir bilinç ortaklığı ve iş bölümü vardır. Aşiret. kavim, millet. ümmet p;lbi eksik zümreler ise: -ikinci derecede zümreler- ve -medeniyet zümrelere adıyla iki çeşilllr. -ikinci derece zümreler-. lopiumun organlan duru­ munda olan küçük guruplardır. Aşlrelleki klanlar ve mlllelle­ ki meslek topluluk.lan gibi. -Medeniyet zümrelere ise: şekil olarak ortak bir hayatı birlikle yaşayan loplumun toplamı demektir. Akdeniz mede­ niyeli loplumlan. Budizm medeniyell loplumları. İslam mede­ niyeli loplumlan. Avrupa medeniyeti loplumlan gibi. Tam toplumlar ile ikinci derecedeki toplumlarda bilinç or­ laklığı ve iş bölümü lam veya eksik bir şekilde var olduğu hal­ de: güruh bu ikisinden de yoksundur. Etnograflar ve tarihçiler. güruh yanı laife deyimini. klan­ lardan önce var olduğu varsayılan lopluluklan başka diğer bir takım topluluklar için de kullanırlar. Mesela p;örünüşle her türlü iş bölümünden ve bilinç ortaklığından yoksun görü­ nen. iyi bilinmeyen insan yığınlarına da gLi.mh (ltorde} derler. Fakal Avuslralyalılar p;lbi en ilkel hayal yaşayan insanlarda bile ortak bilinç ve iş bölümü var olduğuna göre. bunlardan daha p;elişmiş birtakım lam zümreleri yani loplumlan. bu iki dayanaktan yoksun saymak nasıl doğru olabilir? Bu kümele­ rin içine girip de yakından incelediğimiz zaman: içlerinde çok karmaşık bir takım örgüller olduğunu görürüz. Buna rağ­ men. yığın deyiminin tam veya eksik loplumlardan birine so­ kulmasını uyp;un p;örmemekle birlikle. biz bu deyimin kulla­ nılmasına laraftarız.

14

Ziya Gökalp


Bize göre nasıl geçici toplanışların sosyal birleşim ve top­ lanma adıyla iki şekli varsa. devamlı toplumların da zümre ve yığın diye iki biçimi vardır.

Zilmre: tekrarlanan sosyal birle­ şimle-rin devam eden bir halidir. Yığın ise tekrarlanan toplan­ maların eski bir şeklidir. Zümreyi oluşturan fertlerin arasında: bilinç ortak.lığı ile.

iş bölümünün. lam veya eksik bir şekilde varlıgı esastır. Yığı­ nı oluşturan ise: ferllerln arasında. eğlence ortaklığı ile birlik­ le karşılıklı asalak hayatının bulunmasıdır. Zümrede bulu­

nan. inanç ve ülkü blrllğl ile. taffede bulunan çıkar ve eğlen­

ti ortaklığını birbirine benzetmek doğru değildir. Gerçekten inanç ve ülkü birliğinden de. sonuçta fayda ve haz oluşursa da. bunlar ötekiler gibi basit değil. yüce duygulardır. Bundan başka çıkar ve eğlence. yığında gaye olduğu halde. zümrede hedef teşkil etmeyen bir sonuçtan ibarettir. Bunun gibi. zümredekJ iş bölümüyle. yıgındaki karşılıklı sömürülme aynı özelllkle kabul edilemez. Şu noktaya dikkat edilmelidir. yaşama alanında. her canlının organlan arasında bir iş bölümü vardır. protestlerle bitkiler arasında oluşan ha­ yati ortaklıkta ise ancak karşılıklı sömürü vardır.

Durkhelm fertleri

arasında ortak bir bilinci olmayan top­

luluklardaki karşılıklı alışverişlerin bir iş bölümü olmayıp: karşılıklı sömün:ilme oldugunu ilk defa ortaya atmıştır.

Asosyal bayat rinde yaşadığı gibi.

genellikle milletlerin en bozuk dönemle­

yıgınlar (taifeler) de çogtınlukla devletlerin

çöküş devirlerinde oluşur. Devletlerin çöküş devri özellikle fe­

odalizm. yığın(Lalfe). prenslik. derebeylik adlan verilen devir­ leridlr. Bir devletin çökmeğe başlaması. dayandığı ortak bilin­ cin dağılıp erimeye ugrayışının bir sonucudur. Ortak bilincin dağılıp eıimeğe başlaması. aynı zamanda iş bölümünün de dağılıp erimesini başlattığından. toplum bu iki dayanaktan

yoksun olur. Devletin anayasası. ortak inanç ve ülkülerle iş

bölümüne dayandıgı için. bu dayanakların sarsılması: anaya­ sanın sarsılmasına sebep olur. İşte böyle bir zamanda birtakım hırslı fertler çevrelerine. çıkarcı kişiler arasındaki kendine bağlı kişileri yurt içinde da­

ğılırlar. Bu fertlere derebeyi denildiği gibi: topladık.lan sürü.ye de

ra

günıh (ta{fe) adı verilir. İslam tarihinde bu gibi toplulukla­ Mta{fe-i mülk� adı verilmiştir. Bununla birlikte taifeler. yal­

nız devletlerin çöküş dönemlerine özgü değildir. Merkezileş-

Türk Ahlakı

15


miş devlet içinde de. hırsız çeteleri. vurguncu sendikalar. ku­ mar topluluk.lan şeklinde birtakım gizli topluluklar oluştura­ bilir. Devlet. bu topluluklar hakkında şiddetli kovuşturma yaptığı sürece. bunlann varlığından dolayı düzeni bozulmuş kabul etmek gerekmez. Fakat bu kovuşturma işlemini elin­ den bıraktığı andan itibaren. devlet düzeni bozulur. Çünkü artık devlet sosyal hayatın mikroplan durumunda olan toplu­ luklann güçlenmesine. bozulma nedenlerinin gelişmesine ve genişlemesine izin veriyor demektir. Bazan bu topluluklar. kötü yanlannı kapatmak için. kendilerine dış görünüşü ile kendiliğinden oluşan topluluk süsü verirler. Mesela ahlak kurallanna uygun eğlencelere izin veren kulüpler ve topluluklar olduk.lan halde: en tehlikeli ku­ marlara mekan olabilirler. Gazinolar da başıbozuk taifeler ya­ tağı durumuna girebilir. Oysa kulüp adını taşıyan birtakım iyi gazinolar vardır. Bunun gıbl. belirli bir programa sahip olan. siyasi güçle­ re parti adı verilir. En aşağı bir programda birleşemedikleri halde: varolan bir partiyi yıkmak veya siyasi mevkileri bir ga­ nimet gibi paylaşmak için: bir ferdin başkanlığı altında birle­ şen kümelere de bu partilerdeki hizipler denilir. Partiler top­ luma hizmet birlikleri. hizipler ise: çıkar topluluk.lan duru­ mundadır. Çıkar topluluk.lan kendilerini kamuoyuna belirli bir programa sahip partiler şeklinde tanıtıp. kamuyu aldat­ maya çalışırlar. Özet olarak tıp biliminin. sağlıklı ve hastalıklı ismi veri­ len iki konusu olduğu gibi: sosyoloji ilminin de Sağlıklı sosyal loplum ve Hastalıklı sosyal loplum adlı iki bölümü vardır. Sos­ yolojinin sağlıklı toplum bölümü. toplumlardan. sosyal birle­ şlmlerden ve şahsiyetlerden söz ettiği gibi. hastalıklı toplum bölümü de çıkar topluluklarından. toplanmalardan ve ferdi­ yetlerden bahseder. Hayatta sağlıklı vetire (süreç)lerle. sağlık­ sız süreçler arasında ne fark varsa. sosyolojide de olaylann bu iki çeşit akışı arasında o fark vardır. Toplum hayatı. ilmi bir metod ile. bu sosyal esaslar için­ de incelenirse: bu incelemelerden lophımsal bir sağlık san'alı ile tophımsal bir iyileştirme san'all niçin çıkmasın?

16

Ziya Gökalp


TOPLUMLAR ARASINDA TOPLANMA ve SOSYAL BİRLEŞİM Fertler arasındaki bağlar gibi. toplumlar arasındaki iliş­ kiler de. ya sosyal birleşim ya da toplanma şeklinde olur. Aşi­ ret. kavim. ümmet. millet zümreleri sosyal toplumlardır. Bu gibi loplumlann arasında asosyal hayal yaşanabildiği gibi: sosyal hayal da yaşanabilir. Eğ:er birtakım aşireller. kavimler veya milleller. bir medeniyet topluluğu halinde birtakım esas­ lı törelerde blrleşmişlerse. aralarında sosyal birleşim hayalı vardır. Birbirlerine komşu olduk.lan halde. başka başka me­ deniyet topluluklarından olan toplumlar ise. aralarında yal­ nız asosyal hayat yaşayabilirler. Mesela Türk milleli İslam medenlyellne girmeden önce. komşusu bulunan Fars (İran) kavmiyle yalnızca sosyal birleşim dışı ilişki içindeydi. Oysa İranlılar'la aynı medeniyet toplulugunda birleştikten sonra aralannda İslam medeniyeti şeklinde bir sosyal birleşim ha­ yatı kuruldu. Osmanlı Türkleri de Avrupa medeniyetine girmeden ön­ ce. asırlar boyu düzensiz ve kanşık sosyal ilişkilerde bulun­ muşlardı. Oysa Avrupa medeniyetine girmemizden sonra. Av­ rupa milletleriyle aramızda mllletlerarası bir sosyal hayat ku­ rulmağa başlamıştır. Birbiriyle ilişkide olan iki medeniyet topluluğu. medeniyet sistemleri ayrı olduğu zaman aralann­ da asla milletlerarası bir sosyal hayat kurulamaz. Mesela: Aşiretlerle. şehirler. teokratik devletlerle. bunlara bağlı dev­ letler yanyana asırlarca yaşasalar bile. hiçbir zaman birbirle­ riyle uyuşup anlaşamazlar. Bundan anlaşılıyor ki: toplumla­ nn en geniş dairesi medeniyet topluluk.landır. İnsanlık. bütün toplumlann kaynaştığı -bir büyı1k top­ lum- niteliğini henüz almamıştır. İnsanhgın tek bir toplum olabilmesi için. onun birtakım medeniyet topluluk.lan haline geçmesi gereklidir. Bunun için de. bütün aşiretlerin. kavim­ lerin. ümmetlerin Mmmer düzeyine geçmiş olması ve bu mil­ letler arasında aynı medeniyetin yayılması gereklidir. Bununla birlikte. öteden beri her toplumda. -insan- ve Minsanhk- deyimleri kullanılmaktadır. Bunun içyüzünü ince­ lediıi;imlzde görürüz ki: her medeniyet topluluğu kendi ülkü­ süne göre bir şahsiyet tipi düşünüyor ve buna -insan- adını veriyor. Bu insan tipine karşı olan fertlere ise başka bir ad ve-

Türk Ahlakı

17


rlyor. Meselci. kendi medeniyel toplulugu dışında kalmış olan insanlara

eski Romalılar �barbar· yabancı. eski Araplar ·acemn (Arap olmayan). eski Türkler •taC adını veriyorlardı.

Daha derinlemesine araşlınrsak görürüz ki: yalnız her mede­

niyet topluluğunun değil. kendi öz milli kültürüne sahip her toplumun. kendine özgü ülkü ve şahsiyet tipi vardır. Ve

·in­ san olmakn. :falan kimse adam değiU- gibi cümlelerdeki ·in­ san· ve Madam· kelimelerinde vurgulanmak islenen anlam: MMilletin ülkü lipine uygun olan şahsiyetler"dir. Mesela: İngi­ lizler Madam· dedikleri zaman: bundan kendi karakterlerine

uygun olan şahsiyetleri amaçlarlar. Bundan dolayı medeniyet toplulukları toplumların son gelişim sının olduğu için: iki medeniyet toplulugu arasında yalnızca sosyal hayat bulunabilir. asosyal hayat bulunamaz.

Oysa tam zümreler. yanı toplumlar -ki aşiretler. kavimler.

ümmetler. milletlerden ibarettir· bir medeniyet topluluguna girmekle aralarında sosyal toplum hayatı da yaşayabilirler. Toplumlardan ve medeniyet topluluklarından başka bir de ikinci dereceli toplumlar vardır. Bunlar bir toplumun. bir aşiret veya devlelln iç organlan durumunda olan küçük top­

luluklardır. Meselci: aile. köy. meslek grubu. partiler. sınıf ve dini topluluklar lk.Jncl dereceden toplumlar sayılır. Bir toplu­ ma ail olan ikinci derecedek.J topluluklar arasında. hem sos­ yal hayat. hem asosyal hayat yaşanabilir. Bu yan-toplumlar arasında ortak bir bilinç ve gerçek bir iş bölümü varsa: onlar

aralannda sosyal birleşimi oluşturmuşlar. bir tek vatan. bir tek mtllet yaratmışlar demektir. Eger. bu yan-toplumlann içinde. ortak bilince sahip olmayan ayrı cinsten yan-toplum­ lar varsa; bunlar toplumdaki iş bölümü dışındadırlar. Çünkü iş bölümü ortak bilince sahip olmayan fertler ara-sında olma­ dığı gibi. ortak bilinci olmayan yarı toplumlar arasında da ol­

maz. Ayrı duyguları yaşayan fertler gibi: ayn duygu-düşünce­ leri taşıyan yarı toplumlar arasındaki alış-verişler de karşılık­ lı parazıterltk (sömürücülük) durumundadır. Bununla birlik­

te. toplum aynı hayalı yaşaya yaşaya: bir gün gelir ki. bu kar­ şılıklı sömürücülük; bir veya bir kaç iş bölümü sistemine dö­

nüşür. Bunun için uzlaşma. uyum ve temessül (kaynaşıp eri­ me) adlarını verebileceğimiz üç yol vardır.

1- Uzta,ma (ConciUation}: Yarı

toplum büyük bir milli­

yet halinde olmakla birlikte. asıl toplumdan ayrı bir cografya

18

Ziya Gökalp


üzerinde yurt oluşlurmuş ise: bu iki toplum aynı hükumete baglı. ayn iki toplum şekllnde birleşir. Bunlar politikada bir­ leşik ayn iki iş bölümü sistemi meydana getirirler.

(Avustur­

ya-Macaristan gibi.)

2- Uyum (Adaptation}:

Bir toplumda. yan toplum. top­

lumun vatanı üzerinde ortaya çıkmış ve yayılmışsa. fakat içinde yaşadıgı toplumdan din konusunda farklı ise: bu dini ayrılık tam kaynaşmaya engel olur. Fakat buna rağmen ara­ larında dil ve adetler yönünden görüş benzerligi meydana p,e­

Myarı-loplwnn. Mtop/umna uyum saglayabilir. (Avntpa dev­ lellerindeki Yahudiler gibi.) 3- Kaynaşıp erlme (Assimilation}: Bir toplumda küçük

lir.

··yan-toplumn asıl toplumun vatanı içinde dagınık olmakla birlikle. dinleri ortak ise: uzun süre birlikte yaşamakla arala­ rında dil. adet. ülkü beraberli,ı1;i sonucu tamamen birleşme

·yarı-toplıım-ıa ·asıl toplum· bütünüyle kay­ (Almanya"ya göç eden protestan Fransızlar gibi.)

meydana gelir ve naşır.

Bir toplumda dil ve dinleri ayn olan yan-toplumlann bir­ birine uyumu veya kaynaşması oluşmadıkça. sosyal hayat yaşayamadıklarını gördük. Bazen dil ve dinleri ortak olan toplumlar bile. aralannda tam bir sosyal hayat oluşturamaz­ lar. Bunun nedeni adı geçen toplumların ayn sosyal karak­ terlere sahip olmalarıdır. Mesela millet özelligine sahip bir toplumda. aile. meslek. köy. şehir. hükümetlerin güç kayna­ gını oluşturan kunıluşlar. hep millet özelligine uymak zorun­ dadır. Böyle bir cemiyette ümmet. kavim. aşiret özelliklerini taşıyan birtakım loplumlar oldugunda: bu toplumlar millet özelligını taşıyan toplumlarla uyuşamazlar. Tabiidir ki. bu gi­ bi çeşitli özelliklere sahip toplumlar. aynı dine ve dile sahip olsalar bile: birbirleri ile sosyal birleşimi oluşturamayarak. aralarında asosyal bir hayat yaşamak zorunda kalırlar.

Dini. ahlôki. estetik (zevk ve güzellik). huk11.kL ekonomik kunımlar yönünden bakarsak şunu gön1n1z: hiçbir kutsal gaye yoktur ki. gerektl,?;inde bu ülküden vazgeçilmesin. Vata­ nını ancak platonik bir sevgi ile sevenler. gerçek vatansever olmadıkları gibi. dl,ı1;er ülküleri de içten benimsemezler. Va­ tanaeverll.lr., mWiyetçWk öyle bir güneştir ki; diğer ülkü­ ler ancak onun ışıklan durum.undadır. Rus ihtilalcisı Ke­ renskl. bir sosyalist iken vatanını ve milletini tehlikede gö­ rünce:

�Ben önce vatanseverim. sonra sosyalistim· diyerek.

Türk Ahlakı

19


vatan düşüncesini unutan meslektaşlarını kan ve ateşle teh­ dit ediyor. KrenskJ'nln bu harekeli milletimiz için yararlı de­ ğildir. Bundan dolayı başarılı olmamasını dileriz. Fak.at bu hareketlen ders almak yararlı ise. niçin almayalım? İnsan bir dersi öğrensin de islerse düşmandan ögrensin.

ŞAHSİYETİN ÇEŞİTLİ ŞEKİLLERİ FerdiyeC ue MŞahsiyel� ile ilgili yazıda. yalnız şahsiyeti ferdiyetlen ayınnağa çalışmış. şahsiyetin çeşitli şekillerini göslermeğe zaman bulamamıştım. Bu bölümü o zaman silik kalmış bu meselenin derinlemesine incelenmesine ayırıyo­ rum. Öncelikle şahsiyet olumlu ve olumsuz olarak ikiye ayn­ lır. Büyük ülkülerin doğdugu. büyük imkanlann oluşmağa başladığı yükselme devirlerinde fert. güçlü sosyal toplum akı­ şı içinde yaşadıgı için. olumlu bir şahsiyete sahip olur. Oysa bir de bu ülkülerin ölmege. bu imkanlann yıkılmaga başladı­ ğı çöküş devirleri vardır. O dönemde çevre. fertleri bir yandan ölmüş geleneklere. diğer yandan aşın isteklere doğru sürük­ ler. Şahsiyetsiz fertler bu sürüklenmeyi kolayca kabul ede­ rek. içine dalar gider. Oysa çocukluğunda sosyal bir hayal yaşamış. şahsi bir terbiye almış olan fertler: bu gelenekçilik ve fertçlllk akımlarına isyan ederek çevreden aynlır. Çevrede­ ki akımlara karşı koyan fertlerdeki şahsiyet olumsuz bir du­ rumdadır. Mesela: İslamıyelln ilk dönemlerinde her fert ister iste­ mez güçlü bir sosyal hayal yaşama.e;a. ülkülerin ve inançlann ardından koşmağa mecburdu. Bu devirde hiçbir büyük adam yellşlinnemlş olan çölün: yüzbinlerce savaşçılar. binlerce kahramanlar. yüzlerce dahiler yetişlirdigini görüyoruz. Bu yetişmenin nedenini sosyal şartlardan başka nerede bulabili­ riz? Bu adamlara oltımlu ülküleri. inançları. kısaca olumlu şahsiyeti ueren yüksek sosyal heyecanlar değil de nedir? İslamıyenn bu devrinde toplum bilinci yalnız din şeklin­ de doğuyordu. O dönemde ne politika. ne hukuk. ne ilim ve felsefe. ne ahlak. zevkler. beğeniler ve güzellikler. hatta ne de ekonomi ve teknoloji dinden ayrılmamıştı. Bu çeşit düşünce­ ler. güçlü tek bir düşünce şeklinde yaşanıyordu. Bu katılığın

20

Ziya Gökalp


ve birliğin sonucu olarak dini düşünce sisleml oluşuyordu. O zaman. inanmış olmakla. çok dindar olmak aynı şeydi. İslam lopluluğu. lamamen bir koyu dindarlar lopluluğu idi. Bunun içindir ki. İslamın p;erçek dahi ve kahramanlan da koyu din­ darlar arasından çıkıyordu. Abbasi devlellnde medeni bir yükselmenin görüldüğü za­ manda İslam lopluluğunun durumu değlşmişllr. İş bölümü ileri gllmlş. hukuki prensipler dışında. sullanlık hukuku ve polillka adıyla yeni hukuklar. kelam(5) dışında Yunan dü­

şüncesinden aklarma yeni felsefeler doğmuşlur. İlimde. gü­ zellikle. ahlakla. ekonomide İslam loplumu: kendi içlerindeki lopluluklann ep;emen olması ve eşllllk kazanmasından olu­ şan iş bölümü: sosyal hayalla yeni akışlann varlık bulması­ na neden oluyordu. Bu yeni sosyal akışlardan biri de eskiden çok labli görülen ·genel koyLı dindarlık- geleneğine karşı baş­ layan duygusal ve fikri bir isyandır. İş bölümü bu kadar ileri gilllklen sonra. polillka. ilim. ahlak. ekonomi. p;üzelllk anla­ yışı gibi disiplinler dinden aynlmaya başladıkları sonra. her­ kesin koyu dindarca bir hayal yaşaması imkansızdı. Artık di­ nin genel bir psikoloji. dindarlığın ise: dinin havasına özgü özel bir düşünce olduğunu kabul elmek gerekiyordu. ·Zahid- (her şeyden vaz.geçip kendini dine adayan} uz­ man demekllr. Hem başka bir sahada uzman olan bir kimse­ nin. ayrıca dinde de uzman olması mümkün değildir. Uzman­ lık çerçevesinde şair. filozof. ekonomisl. polilikacı. hukukçu: dini konulardaki uzmanlık hayalını yaşayamaz. Uzmanlar inanmış ve dindar olabilirler. Ancak din uzma­ nı olamazlar. Nasıl ki bir ekonomisl: şiirden hoşlanabilir. fa­ kal şair olamaz. Bir polilikacı felsefeden. bir filozof polillka­ dan anlayabilir. Fakal ne gerçek bir polillkacı lam bir filozof olabilir. ne de gerçek bir filozoflan lam bir polllikacı yellşir. İş bölümü devrinde herkes şair. doklor. mühendis. avukal ola­ madığı gibi. din uzmanı da olamaz. Sonuç: bir adam ancak kendi uzmanlık alanında nilelikll. seçkin ve yol göslerlcl ola­ bilir. Önceden bülün iman edenler aynı zamanda koyu din­ dar olduk.lan için. hepsi din uzmanıydılar. Fakal birtakım fertler. başka başka uzmanlıklara ayrılınca her uzmanlık lop­ luluğunun ayn yol göslerlcileri. ayrı lopluluk.Jan oluşlu. (5) Kelim: Allahı ve Allahın birliğini konu alan bilim.

Türk Ahlakı

21


Bir filozof. bir şair lopluluguna. bir şair de bir filozof lop­ luluguna girdi. Bunun p;lbi koyu dindarlar da dinin yol p;ösle­ ricileri durumuna p;eçlller. din uzmanı olmayan mü'minler de bunlann lopluluklanna kalıldılar. Bununla beraber hayalla prallk bir şekilde meydana ge­ len bu iş bölümü. leorik olarak halci kabul edilmiyordu. Çün­ kü ·genel zdhid!ik- (dine adanm1$lık} devrinde din uzmanı olanlarca oluşlurulmuş -ıwkuk-. ·ehlicizimel- (gCwenilir yete­ nekli yol göstericiler} adıyla bir Mziıhidlik sın !fı- kabul edilmiş­ se de: kabul edilen yol göstericilerin. aslında dlıi;er dindarlar­ dan farkı yoktu. Yalnız yol göslericiler. bilgelik ve Allah·ın emirlerine uymak yönünden daha lltiz ve ileri olduklarından ötekilerden aynhyordu. İşte böyle bir zamanda bir Ebu'l-Ali (61 ·nın. bir Hayyam.(71·ın p;enel din uzmanlığı aleyhine isyan elliklerini görüyoruz. Bunların bir isyanında haklı olup olma­ dıklannı anlamak için bugün Tibet'leki durumlan gözden ge­ çirmeniz yeterlidir. Tibene hakim olan Budlzm dini: her fer­ di bir MveU-. bir -kLdsa! insan- kabul ediyor ve ondan o yolda bir davranış bekliyor. Budizm'in beklediği bu davranış. im­ kansız olduğu için: fertler yalnızca gerçekle değil. şeklen de veli görünmeye çalışıyorlar. İçten p;elen davranış da: bu sah­ leciliğin kaçınılmaz sonucu olarak. aldalıcılığın toplamı olu­ yor. Her adama -mutlaka evliya olacaksınLZ- demek. onları bir yandan sahteciliğe zorlar. diıi;er yandan da onlan kendi dinle­ rinde bir sapık günahkar durumuna düşürür. Bu durum Tibel'te meydana p;elmişllr. Orada p;örünüşle evliya gibi görünen ber fert. p;erçekte: iki yüzlü günahkardan başka bir şey değildir. Kutsal şehirleri olan l..ahsa·ya görü­ nüşle hac nlyell ile giden insanların. gerçek niyetleri: orada­ ki gizli zevk ve eglence yerlerinde bol bol eglenmek imiş. İşte Ebu'l-Ali'lar. Hayyam'lar pratikte koyu dindarlığın -seçkinlik tekeU-ne dayandığı ve Mgenel din uzmanlığı- görüşünün elk.in olması nedeniyle: dindar bilge olmayanların gerçek sapık. halk önünde iki yüzlü bir durumda kaldıklannı görerek. afi­ fane melii.met (temiz kınama) yolunu seçUler. (6) Ebfil-Ali (973 - 1 057}: Kör oldugu halde. hafızasnıın son derece güçlü olması ile ünlü bir Arap şairi. (7} Ömer Hayyam: Hicri VI. yüzyılın ilk yarısında yaşa­ mış. İranlı büyük şair ve matematik bilgini.

22

Ziya Gökalp


Gerekli düşünme gücünü. bu iki yüzlü sapık günahkar­ ların gözden düşürülerek alay konusu olmalarına harcadılar. Bunlar larafından yazılan eserlerdeki fikirlerin. sosyal lop­ lum blltnctne lers düşlügü görülmekledir. Ölmüş gelenekleri yapmacık davranışlarla zorla devam elllnneye çalışan asosyal çevreye karşı isyan eden Hayyam ile Ebu'l-Ala olumsuz bir ülküye. olumsuz bir şahsiyete sahipti­ ler. Fıkıhın genel din uzmanlığı teorisine karşı çıkan şahsiye­ lln olumlu şeklini ise gerçek din nlozoOarında görüyoruz. Tasawufun günümüzdeki şekline bakınca. onun da ge­ lenekçi bir özellik almış olduj?;unu görürüz. Oysa gerçek ta­ savvuf: Şekilciliğe. kellmeclliğe. fıyincilige karşı dini bilincin olumlu şeklldek.J karşılıgıdır. ÇOnkO tasavvufçular: hukukçu­ lara yalnız l<:if ehil dernekle kalmadılar: dinin gereği olan ya­ şama zevkini lallırmayı da başardılar. Bir Muhiddlni Aribi. bir Bayezid-1 Besta.mi. bir Celi­ leddln-1 Rumi, Ebu'] Alilar gibi: olumsuz bir şahsiyete değil. aynı zamanda olumlu şahsiyete de sahiptiler. Bununla bera­ ber. tasawuf nllellklllere özgü bir psikoloji oldugundan. varo­ lan genel sosyal bunalımı kesin şekilde ortadan kaldıramadı. Onun içindir ki. ta o 7,amandan başlayan bunalımın günü­ müzde de devamını p;örlıyonız. Bu açıklamalardan anlaşılıyor ki. Ebu'l-Ali gibi. Hayyam gibi. Makes İstbne gibi. Niçe gi­ bi: ortama isyan edenleri fertçi görmüyoruz. Bunlar da olum­ lu ülküye sahip olan düşünürler gibi şahsiyetçi ve şahsiyete sahiptirler. Fakal şahsiyet bunlarda olumlu oldugu halde: öncekilerde olumsuz dunımdadır.

YÜKSEK FERDİYETÇİLİK TORTU FERDİYETÇiLİK Alfred Juviyye. İlalyan milletinin psikolojisini inceleye­ rek. fertçlliğl �yliksekferdiyetçilik- ve -lor1L1.ferdiyetçilik- adıy­ la ikiye ayırıyor. İlalyanlar'daki ferdiyetçiligin lorlu ferdiyelçi­ lik oldugunu söylüyor. Biz tortu ferdiyetçilige: yalnızca fertçi­ lik. yüksek ferdtyelçlllğe ise ·şahsiyetçilik-(personalisme) adı­ nı veriyoruz. Çünkü fert deyimi insanın dışında kullanıldığı halde. şahıs deyimi insana özgüdür. Renevoya kendi felsefesinde il3hi şahsiyetle. insan şah­ slyellnt esas olarak aldıgından: felsefesine �şahsiyetçilik. adı­ nı vennlşllr. Bizim bu deyimlerde bir degişiklik getirmemizin

Türk Ahlakı

23


diğer nedeni: İlalya'da oldugu gibi. bizde de lortu ferdlyelçli­ ğin glllikçe genelleşugını görmemizdir. Bizde İngillzler'ın ve Almanlar·ın yaşadıgı yüksek fertçi­ llk. yani şahsiyelçllik henüz felsefi bir düşünce şeklinde baş­ lamamışlır. Çünkü. çöküş devrinde olan bir loplumda: ya yalnız lorlu ferdlyelçilik. veya olağanüslü olarak Mbencil şah­ siyet· adını verebileceğimiz bir durum olabilir. O halde bizde hiçbir ayınm yapmadan ferdiyelçllige değer vermek. bu lorlu ferdlyelçillği güçlendirrneklen başka bir sonuç vermez. Yük­ sek.ferdiyetçiliğin (şahsiyetçiliğin} oluşmasını isliyorsak. önce bunu bir kelime ile ölekinden ayırmamız. sonra da birlncısi­ ni yüksellmeğe. ikincisini (tortu ferdiyetçiliği} yok elmeğe ça­ lışmamız gerekir. Biz sosyal loplum dışı çevrelerin psikolojik esareline değil. loplum içi çevrelerin de: lortulaşmış ferdlyel­ çllik lsleklertne. geri ve ölmüş geleneklerine karşı: bagımsız olan yaralıcı ve yenileyici psikolojilere değer veriyoruz. Yalnız klasik ferlçllerden aynldığımız nokla şudur ki: biz yenileyici ve güzelleşlirici fertlerin kaynagını. loplum bilincinin ve faali­ yellerinin yenilenmesinde görüyoruz. Şahsiyeli olumlu ve olumsuz diye ik.Jye ayırdıgımız gibi. başka bir görüş açısından da kollekt!f ve ferdi adlariyle ik.Jye ayırabiliriz. İlkel loplumlarda fertleri loplumlara bağlayan dayanış­ ma. yalnız ortak deger duygulanndan -yanı loplumsal vic­ dandan- ibarellir. Bu devirde henüz iş bölümü başlamamış diyemesek bile. çok ilkel bir şeklide dogmaya yüz lulmuşlur diyebiliriz. Bundan dolayı bu devirde. fertlerde yalnızca kol­ leklif şahsiyel var olabilir. Fakal ortak loplum bilinci ve ortak duygulardan ne kadar çogu şahsiyelle varsa. o kadar güçlü bir şahsiyel var demekllr. Fak.al bu şahslyel: kişiyi. loplum bilincinin laşıyıcısı yaplığı için. fertle doğmakla birlikle. ferdi olmayıp loplumcudur. İş bölümü oluşup çeşilli meslekler birbirinden aynlınca. fertlerde loplum bilincinden başka. meslek bilinci de meyda­ na gelir. Bundan başka. önceleri yalnızca (kldn} denilen ilkel loplum çevresi. yanı bir lek loplum varken. iş bölümü devrin­ de fert: çeşilli loplum çevrelerinde. yanı dini. polilik ve esle­ llk. ahlaki. ekonomik ve dil lopluluklanna kalılmış olur. Me­ sela bugün bir fert hem bir aileye. hem bir din lopluluğuna. hem bir dil grubuna. hem bir devlelln askerlik görevini yük­ lenmesi sebebiyle orduya. bir bucaga. bir vilayele. bir partiye.

24

Ziya Gökalp


bir eğlence kulübüne. bir mesleki topluluğa v.b. mensup ola­ bilir. Aynı fertler. bu kadar çeşitli topluluklara bağlılık.lan do­ layısıyla. her birinden ayn bir grup bilinci alarak: toplum ve meslek bilincinden başka. çeşitli grup bilincini de benliğinde toplamış olur. Bu kadar panldayan bilinçlerin kaynaşmasın­ dan oluşan bir şahsiyet. tabiidir k.1. orijinal bir özeliğe sahip olur. Bundan başka küçük bir noktanın dar sahasında gittik­ çe derinleşerek. bir özelliğin bütünüyle özüne inmek ancak uzmanlar için mümkündür. Bir uzman kendi sahasını yalnız enlem ve boylam şekliyle değil. derinlemesine ve özünü tam kavrayışla sarabilir. Oysa genel bilgi sahibi bir klşi. genel bilgi sahasının sı­ nırlannı ve sonra da yüzeyini görebilir. Bu gibi fertlerde idra­ kin üç boyutundan en önemlisi yani derinlik yönü var ola­ maz. İşte kendi sahasında gerçeğin ve becerinin. zevk ve bilin­ cin en son derinliklerine inen bir uzman. başka sahalann da böyle derinlikleri olduğunu bileceğinden: her konuda gelişi­ güzel düşüncelerini ileri sürüp yayanlardan. son derece kaçı­ nır. İş bölümünün bütün bu sonuçlan fertle toplum bilincin­ den başka. meslek ve grup bllincihl oluşturur. Bunlann de­ rin bir uzmanlık bilinciyle birleşmesi sonucu ise. ferdi bilinç ve ferdi şahsiyet oluşur. Ferdi şahsiyete sahip bir insanın kendine özgü bir dini. vicdanı. ahlaki görüş ve güzellik anla­ yışı olabilir. Bu gibi fertler. toplumların ters yönleri değil. ay­ nı zamanda yankılandır. Çünkü birçok orijinal görüşler ve duyuşlar. bu fertlerden topluma geçerek. toplum bilincine de yerleşebilir. Fakat hiçbir zaman unutmamalı ki. bu ferdi şah­ siyetleri meydana getiren sebep: toplumun ahenkli gelişimi­ nin bir sonucu olan toplum iş bölümü. yani toplumun kendi­ sidir. O halde. fertlere toplum şahsiyetinin düzeltici yüksekli­ ğinin zevkinde. birtakım yükselişler sağlayan neden de yine toplumdur. Esasen -loplum bilincr dediğimiz zaman. bu -sos­ yal bilinç- demek değildir. Toplum bilinci bir bütündür ki: sosyal bilinçten başka meslek grubu ve fert bilincini de içine alır. Bundan dolayı sosyal şahsiyet ile. ferdi şahsiyetin ikisi de toplum şahsiyetinin birer türünden ibarettir.

Türk Ahlakı

25


AHLAK BUNALIMI

Bundan önceki bölümde.

yurdumuzda fertçiligin gittik­

çe genelleştiğini söylemiştik. Bunun nedenini ararsak fertçi­ ltğtn nitellklertnl de daha iyi anlamış olunız. Genel din uzmanlığ:ının haklın olduğu devirde. insanlan ferdi tutkulardan lızaklaşlıran bir dini ahlııik (moral asceti­

qLıe) vardır. Dindarlık ahlakının esası ·kıılsallık· ve bunun detayı olan ·11aram· ile ·vacip· (borç öre i}dir. İlkel toplum­

g

u

larda "mana· adı verilen. esk.J Tiı rkler'de ·kuvueC adını alan bu "kLı!sallık· toplumun ve evrenin düzenleyicisi sayılırken. gizli bir güç şeklinde düşünülür. İlkel toplumlara göre: toplu­ mun varhklann düzenini sağlamak için: önce kutsallığın bo­ zulması. sonra da ekslğ:lnln giderilmesine çalışmak gerekir. O halde toplum ve evrenin düzen ve güvenligini korumak için: öncelikle hangi işlerin kulsallıgı bozdugunu. hangileri­ nin tamamladığını bilmek gerekiyor. Bundan dolayıdır ki: kutsallığı bozan işlere haram. kutsallıgı tamamlayan işlere de vacip adlan verilerek �yasaklar- ve ·görevler- olmak üzere iki türlü iş tayin edilmiştir. Bu iki tUrlCı işin dışında kalan işler kutsallığın ne bozulmasına. ne de tamamlanmasına sebep ol­ madıkları için caiz (olur). mlibah (günah olmayan). helô.1 (dinen

uygun} adlanyla diğerlerinden kesin bir şek.ilde aynlmıştır. İlkel dinlerde kutsallığın bozulması veya tamamlanması: genel düzenin bozulmuş olmasını veya yıkılışını doguracagı­ na inanıldığından. yasakların kesinlik.le yapılmamasına. borç sayılan görevlerin yerine getirilmesine çok gerek duyuluyor­ du. Buna hem toplum. hem fert yönünden son derece dikkat edilirdi. Semavi dinlerde ise. bundan başka. kutsalhgı bozan­ ların. ahirete ait cezalara. kulsallığı tamamlayanlann. ahiret­ le ilgili ödüllere ulaşacağına da inanıldığından. bu dikkat da­ ha güçlü bir şekil aldı. Bu ahlcika göre. yasak olan bir işi işleyenler. kendilerini p;ünahkcir kabul ederek vicdan a7..abına tutulurlar. Sonımlu

26

Ziya Gökalp


olduk.lan görevleri dinen olumlu süreçle yaparken. diğer yan­ dan dinen olumsuz süreçlerde sevap kazandık.lan için: daha güçlü bir karakter sahibi olurlar. Bununla birlikle. bu analiz­ lere göre: koyu dini hayalın. fertlerde sağlam bir ahlak oluş­ turduğu. toplumlarda ise emredici ve kalıcı bir güvenlik sağ­ ladığı ileri sürülüyordu. Geçen bölümde. toplum geliştikçe. toplumcu iş bölümü­ nün kaçınılmaz sonucu olarak. bilgeli dindarlığın p;lderek ge­ nellikten özelliğe p;eçtiğinl izah etmiştik. Ocak: küçük bir top­ luluğun yanı bilgeli dindarlar topluluğunun karakterli ve er­ demli olabilmesini sağlayabilir. Toplumcu iş bölümünün ge­ nel bilgeli dindarlığa karşı oluşturduğu direniş ne kadar ge­ nişlerse. gerçek bilgeli dlndarlann sayısı da o derece az olaca­ ğından. karakter ve erdemlilik toplumda o oranda daralmış olur. Bugün: toplumsal iş bölümüne temel olarak: bir yandan Avrupa medeniyetine gösterdiğimiz -sefilce tLdkun!uk-. diğer yandan dünya savaşının oluşturduğu manevi çöküntüler. yüksek dini ahlakı sarsmağa başlamıştır. Bunun sonucu. ruhlar ve vicdanlar her türlü ahlak duygusundan uzaklaş­ mıştır. Yüksek dini ahlakın baskısından kurtulan ferdi ahla­ kın: başıboş allar gibi her yöne giderek türlü. türlü kötülük­ lere neden olması tabii ve kaçınılmaz bir sonuçtur. İşle fert­ çillk dediğimiz unsur. lnsanlann esk.J bir ahlaka karşı diren­ dikten sonra: ahlak duygulanndan büsbütün vazgeçerek ki­ şisel tulkulann. kişisel eğlence ve çıkarlann ardından koşma­ sı demektir. Günümüzde birçok keder verici oluşlarla. henüz bozulmamış ruhlan yaralayan ahlaksızlık hareketi. işle bu bozuk fertçillğin iğrenç bir sonucundan başka bir şey değil­ dir. Fertçllerin kendilerine pir ve üslad tanıdık.lan Nlçe bile -Nefsin işlediği gfmdhlar affedilir.fakat aklın işlediği gfmdhlar affedilemez- diyor. Bu ahlaksızlık akışına bilmeyerek. düşün­ meyerek kapılanlar. belki affedilebilirler. Fakat bu uğursuz harekele -kişinin hak ve ôzgii:rlii:ğii:- gibi ululayıcı sıfatlar ya­ kıştırırsak: buna felsefi ve toplumcu bir meslek özelliğini ver­ meye çalışan düşünürler. hiçbir zaman milletin affına layık olamazlar. Nlçe K.anne diyor ki: -.sen .ferdi ihtiraslardan kurtulmamış. benliğinin Cızerine çıkmamışsan benim sözlerime mLıhatap olamazsın. -

Türk Ahlakı

27


Nlçe. kendisini mevcut insanlar arasında ancak iki kişi­ nin anlayabileceğine inanır. Bu durumlar gösteriyor ki: ah­ l<'ık.sızlığın pirt sayılan Nlçe. gerçekte yalnız koyu dindarlık ahlakına dlrenmlşllr. Eski bir ahliı.ka karşı yeni bir ahlıikı koymak dognı ola­ bilir. Fakat her türlü ahlakı temelinden reddederek. ahlaksız­ lığı. felsefi bir okul şeklinde yaymaga çalışmak. hiçbir zaman uygun görülemez.

TevO.lr. Fikret. bütün hayatınca aydın topluluğunun bu blllnç ve metod ahlfı.ksızlıgına karşı savaşmıştır. Fakat ona baglı olanlardan hiçbiri onun yerine gerçek öncü olamadılar. Üzülerek söyleyelim ki: bugün Flkret"in taraftarlan da. ona karşı olanlar da. ona. fertçi damgasını vunıyor. Oysa Fikret: ahlclk.sızlığa ve bizim anladıgımız fertçilige karşı savaşan tek şairimizdir. Öz kültürümüzün başka alanlannda da fertleri­ miz olsaydı: bugünkü ahlak bunalımı varolmayacaktı. Acıdır ki: Fikret düzeyinde bir filozofumuz. bir ahl<ikçımız. bir sos­ yologumuz henüz yoktur. Başka milletlerin bu gibi büyük in­ sanlan çok oldugu içindir ki: bizim bugün geçirmekte oldu­ ğumuz sosyal bunalımlan. onlar kolayca atlatmış ve az za­ manda nonnal bir dunıma gelmişlerdir. Çünkü onlar. sarsıl­ makla olan koyu dlndarlıgın yerini boş bırakmayarak. onla­ rın yerine -ıoplumcu kulsaUıgı- koymuşlardır. Çünkü onlarda bu gibi yol göstericiler sayesinde sofu din duygusu yerine.

·ahldki bir din duygusu·. sofu bir ahilik yerine. ·sosyal bir alı­ liık- geçerli olmuştur. Toplum hayatı bir ordudur ki: bir gün bile disiplinsiz ka­ lamaz. Toplumun en canlı disiplini ise ahlaktır. Din ile hukuk kendilerine özgü bir dlslplln kurabilirler. Fakat ikisi de güçle­ rini ahlaktan alır. Bir memlekelle ahlaki bir disiplin yoksa: benlikler üzerinde ne dinin. ne de kanunların etkisi olabilir.

Bir millet ahldklı oldııgu oranda. dinine ue kanunlara say­ gı gösterir. Ancak. bir milletin kültür degişimine ugradıgı bu dönemde. ahlak ihtiyacı ne denli büyük olursa olsun: çagın gerisinde kalmış bir ahlakı. tekrar yaşalmaga çalışmak da o denli tehlikelidir. Yaşanılmayan bir ahlak: zorla kabul ettiril­ mek istendiği takdirde tehllkelldir. Üstelik toplumcu direniş şeklinde olan ahlfı.ksızlık ve fençilik akımının gUçlenmesine yolaçar. Zaten alıldksızlık akımı; bazen kendisini haklı ve teorik

28

Ziya Gökalp


olarak güçlü gösterebiliyorsa. hiç şüphesiz bu gücü: -ölmüş

bir ahldkın baskı ve zorbalığı yardımıyla- gösteriyor demektir. Nasıl ki bazen tutucu güçler. ölmüş bir hükümet şeklini hal­ ka zorla kabul ettirdikleri için; halkta her çeşit hükümet şe­ killerine karşı genel bir direniş ve nefret duygusu oluşur. İş­ te günümüzdeki Rusya buna örneklir. Disiplin ister dini ve politık. islerse ahlaki olsun. ancak vicdanlarda yaşayan duygulara dayanabilir. Bilinç altındaya­ şamayan kural ve ayinleri. aile ve hükümet şekillerini. ahla­ ki görev ve ülküleri: zorla yaşatmaga çalışmak. istenilen so­ nuçların lam tersini doğunır. Bununla birlikte bugünkü ah­ l<'ı.k bunalımından sorumlu olanlar: birinci derecede. yeni ah­ l<'ı.kı oluşlum1ağa ve yaymağa çalışmayan düşünürler. ikinci derecede de eski ahlakı zorla yaşatmaya çalışan tutucu güç­ lerdir.

Yeni ohlôk dediğimiz unsur: ..Toplumcu Ahlôk"tır. Şüphesiz bugün mantığa uygun olmayan veya uygunlugu il­ mi araştırmalar sonucunda ortaya konmayan kurallara kim­ se saygı göstermez. Bu çag ilim çağı. gözlem ve deneye daya­ lı akıl çağıdır. Bugün pozitif olmayan bir gerçeğe ilmi olmayan bir ku­ rala kimse önem vermez Ahlak kurallarına uyabilmemiz için: öncelikle bu kurallann sosyal gelişim anında ne şekilde oluş­ tuklannı. sonra da bunlann sosyal görev ve yararlannın ne­ ler olduğunu bilmemiz gereklidir. Bununla birlikte. bu bilgi skolastik bir bilgi veya edebi bir bilgi şeklinde olamaz. Kesin­ likle pozlttf ilimlerin metodu içinde olmalıdır. Çünkü bugün. ahlak kurallanna saldıranlar. yalnızca pozitif ilimlere dayanı­ yorlar.

..

Ahlil ilmi" de gerçekten pozitif ilim şeklinde kurul­

malıdır ki. ahlaki kuralların bu saldırılara karşı. devamlı ve kesin direnişi olabilsin. Gençlerimiz pozitif ilimlerle ilk karşılaştıklannda: benlik­ lerinde değerlenmiş duygularla. pozitif gerçekler arasında müthiş bir çarpışma başlıyor. Degerlenmiş duygular ise. dini ve ahlaki duygulardır. Dini duygular. pozitif bir din ilmine. ahlaki duygularsa pozitif bir ahlak ilmine dayanarak bu pozitif ögrelime katıl­ saydı: millellmlzln aziz duyguları ile pozilif gerçekler arasın­ da çarpışma ve çalışma meydana gelmeyecekli. Çünkü bu öğ­ retim sonucunda dıger tabii olaylar bize nasıl birtakım kötü-

Türk Ahlakı

29


lükleri gösteriyorsa bu duygulann da sosyal kötülüklerin do­ ğurucusu olduğu anlaşılacak ve canlılardaki organlar nasıl belirli p;örevler yapıyorsa: bu duygaların da çok p;erekli sosyal görevleri yaptığı meydana çıkacaktır. Dini ve ahlaki gerçekler de. pozitif p;erçekler türünden ilmi nitelik alacağı için. artık kendi türünden olan bir güçlen hiç korkmayacaktır. Pozitif din ilmi. karşılaştırmalı dinler tarihinden. pozitif ahlaklar ilmi ise: ahlakların karşılaştınlmasından ibarettir. Bu iki pozitif ilme. din sosyolojisi ve ahlak sosyolojisi adı da veriliyor. İşte bugün sosyal hayatımızı müthiş mikroplar gibi kemiren din ve ahlak bunalımlannı. ilmi bir metodla iyileşti­ recek. Msosyal tıp ilmi· ancak bu iki pozitif ilme dayanacaktır. Nasıl kJ organ hastalıklannı iyileştiren doktorluk san·atı da biyoloji ilmine dayanmak zoru ndadır. Koyu dindarlık ahlakının yerine geçecek olan: ilmi ve po­ zitif ahlak. yalnız toplumcu ahlak olabilir. Çünkü ahlakın esaslannı materyalizmde. biyolojide. ferdi psikolojide ara­ mak: ahlakı tam temelden inkar etmek demektir. Materyalist­ ler. biyolojlsller ve psikolop;lar şimdiye dek pozitif ahlak ilmi­ ni çeşitli şekillerde kurmaya çalıştılar. Fakat hiçbirisi pozitif ilimlerin sert saldınlarına direnebilecek bir ahlak disiplinini oluşturamadı. Ahlaki kavrayışsızların yaptığı gibi. kötümser­ lerin tamamen dışında. ahlakı anlaşılmaz bir kötülüğe da­ yandırmaksa. ona yine pozitif ilimlerin dışında şüpheli ve mistik bir duruma sokmaktır. Bundan dolayıdır ki: ne Ka..nt'ın bütünüyle anlayışsızlık olan ahlakı. ne de Aguste Comte(8) ile Spencer'in pozilifçi olmakla birlikle anlayışsız­ lık esasına dayanan ahla.klan: pozitif ilimlerle eğilim görenle­ ri kendine inandıramıyor. Bu çağ pozltifçilik çağıdır. Fakat bu pozitifçilik. A.Conte ile Spencer'in anladığı yolda anlayışsızlık ile uyuşabilen bir pozitifçllik değildir.

(8) Auguste Comte ( 1 798-1857): Her bilgiyi denemeye bağlayan pozitivist felsefenin kurucusu Fransız filozofu. ·Mut­ lak bir şey varsa. o da hiçbir şeyin mutlak olmadığıdır· diye­ rek. olaylann arkasındaki giz sebepleri aramaktan çok. olay­ lar arasındaki değişmez ilişkiyi keşfetme metodunu uygula­ mıştır. Sosyoloji ilmini kurmuştur. Zlya Gökalp. sosyolojik pozitivizmin Türkiye'dekl temsilciliğini yapmıştır.

30

Ziya Gökalp


Gerçek pozlllfçlllk. yapısı bilinen her şeyin anlaşılır oldu­ ğuna. varlığı bilinmeyen bir davranışın degil anlaşılması. dü­ şünülmesinin bile mümkün olmadığına kanaat getirmek zo­ nındadır. Bundan dolayı insanlığın ötedenberi dCışündügü şeyler. kesin kavranılan yeni işlerin doğurucu lan olduğun­ dan. bunlan. all olduklan yeni unsurlar içinde değerlendire­ rek anlan o sahaya atmak ilmi bir davranış biçimi değildir. Bu şekilde sarsılmamasını lstedlj!:lmiz degerlenmiş duygula­ ra. poztttf gerçeklere karşı bir direniş gücü verilmiş olur. Toplumda yaşayan ve yaşamakta olan tasavvurlardan hiçbirisi asılsız ve esassız değildir. Yalnız bunlar hızlı sembo­ lik şekillerde oluştu klarından: dış şekilleri ve geleneksel iliş­ kileri gereğ:I uyumsuz ve eskimiş olarak görülebilirler. İlmin pozitif metodu: diğer alanlarda olduğu gibi. sosyoloji alanın­ da da. önceleri şüpheli gôri'ı lmüş birçok olaylann gerçek du­ nımlannı meydana çıkamıaktadır. Bumınla birlikte. sosyoloji ilmi "'Toplumlarda halen yaşa­

makla olan ue sosyal disipline ait göreulerin en canlı organla­ nnı oluşturan dini. ahldki duygulann pozitif ilimlere karşı sar­ sılmamasını sağlayacak tek ppzilif ilim-dir. Çünkü. sosyoloj i ilmi diğer ilimler gibi: başka olayların incelenmesinden çıkardığı konulan dini. ahlaki olaylara uy­ gulaz. Aksine doğrudan doğ:ruya dinin kanunlannı dinin in­ celenmesinden. ahlakin kanunlarını da ahlaki olaylann ince­ lenmesinden çıkannağa çalışır. Bu yüzden. bugünkü ahlak bunalımının tedavisinin. yalnız sosyoloji ilminin tutacağı ışık­ la yapılabileceğine inanıp. bekleyeceğiz.

Türk Ahlakı

31


ŞAHSİ AHLAK

Sosyal ahlakın ..gerçek ahldk" oldugu hakkında gelire­ cegimiz belgelerden biri de bilgeli dindarlara özgü ahlakın esasen sosyal ahlaktan başka bir şey olmamasıdır. Bilgeli dindarlık ahlakının kaynagı olan kutsallık. kolleklif bilincin geregi olan ülkü özelliginden oluşur. İlkel toplumlarda. sosyal dayanışma yalnız bu kollektif bilinç aracıyla varolur. Kutsal­ Iıgı bozan yasaklar: kolleklif bilinci yaralayan cinayetlerden oldugu gibi. kutsalhgı sak.atlayan görevler de kolektif bilinci güçlendiren yükümlülüklerin aynıdır. Askerlik yükümlülügü. ögrenim yükümlülügü. vergi yükümlülügü gibi. Bundan do­ layıdır ki. bilgeli dindarlık ahlakı. hakim olabildigi devirlerde. gayet güçlü bir sosyal dayanışma oluşturur. Böyle olmakla birlikte. bilgeli dindarlık ahlakının yerine sosyal ahlakın geçmesi: ahlakın aslında büyük bir degişiklige ugraması demek degildir. Bu degişiklik: yalnız ahlakın sem­ bolü ve zincirleme biçimi olan düşünüşleri yerine. köklü ve akla dayanan düşüncelerin geçerli olmasından ibarettir. Bu­ nun için toplumun başlangıcından beri geçerli olan ahlak: sosyal ahlaktır. Ancak ne var ki. bilgeli dindarlık. ahlakta ye­ ri olan birçok kurallar: özün sembol yerine geçmesiyle sosyal ahlakta artık varolamaz.

Ahlak:

Fertleri kişisel cömertlik ve karşılıksız yardımlara

iten birtakım kurallardan meydana gelmiştir. Sosyal ahlakın kökü: bu karşılıksız çaba ve yardımlara amaç olarak sosyal toplumları almaktır.

Bilgeli dindarlık ahlikı:

Benzeri (semboh1). öz yerine

koydugtından: toplum dışı olan birtakım maddeleri ahlak öz­ verilerinin gayesi kabul eder. İnsanlar çeşitli devirlerde hay­ vanları. bitkileri ve gökteki cansız cisimleri. kendi sosyal top­ lumlarına sembol yapmıştır.

Bunlar:

genellik.le sosyal top­

lumların sancakları. sembolleri olarak kutsal bir özellik ka­ zanmışlardır. Sosyal toplumlar belirli ve belirsiz toplumlar adıyla ikiye ayrılır.

Belirli toplumlar:

Politik toplum. meslek toplumu. aile

ve medeniyet toplumu'ndan meydana gelir. Bu dört tip top­ lumdan: vatan ahlakı. meslek ahlakı. aile ahlakı ve uluslara-

32

Ziya Gökalp


rası ahlak adlarını verdiğimiz ahlak çerçeveleri oluşur. İnsan­ lığın bütününe dayanmaga eglllmi olan belirsiz toplumun ise: ferdi şahslyellerde oluşan sosyal yankılan gözlenir. Bunda şahsi ahlak dedıgımız ahlak çerçevesi oluşur. yalnızca şahsi ahlaklan söz edecegiz

Şahsi ahli.k

Bu bölümde

ferdi ahlitk degildir. Fert. kişisellip;i yönüyle

hiçbir ahlak kuralının amacı olamaz. Şahsi ahlakın esası: in­ sanın gerekliği zaman ve gerektigı oranda ferdiyetini şahsiye­ tine feda etmesidir.

Şahsi

ahlikın

kurallan . Molumlu-

ve

-olumsuz· adıyla

ikiye ayrılır. Olumsuz kurallar lnsanlann şahsiyetini saygıde­ ğer tanıyarak ona dokunulmamasını önerir. Bu kuralların toplamına

"adalet ahlikı"

da denir. Cinayet veya ferde karşı

her türlü saldırıların özü ve detayı bu çeşit ahlakın çerçevesi içindedir.

Olumlu kurallar.

genel hukuk görevleri ile. anlaşmalı

görevleri kapsar. Bunlar da ferdi şahsiyetin kutsalhgına da­ yanır. Çünkü kutsal bir şahsiyete yalnızca saldınnamak ye­ terli değildir. Ona sevgi göstermek ve yardım etmek de bir borçtur. Bundan başka yaptığımız anlaşmalar kendi şahsiye­

timize birtakım görevler yüklediği gibi: anlaşma yaptığımız fertlere de birtakım haklar verir. Bunlann da her durumda yapılması şahsi kutsallığın kaçınılmaz sonucudur. Savaş zamanlarında şahsi ahlak.la. vatani ahlak birbiri­ ne zıt oldugundan: olumsuz kuralların bir kısmı zorlanarak

geçici değişikliğe uğrar. Savaşların şahsi ahlaka karşı olan zararlı etkileri. bu zorlamanın bir sonucudur. Savaşta düş­ manı öldünnek zorunlu bir durumdur. Fakat ele geçen esir­ lere severek. acıyarak işlem yapmak da dejtişmez bir görevdir.

Vatani ve şahsi

ahli.kın zıtlaşması vicdanlar için çok

kötü bir savaş alanıdır. Paralel bir ahlaka sahip olmayanlar.

bu konuda aşınlıklardan veya aykınhklardan kurtulamazlar.

Gerekirse savaş 7..amanlannda geçici şahsi ahlakın bazı ku­ rallan vatani ahlaka feda edilebilir. Fakat savaş anında bile askerin döktüğü kanlardan. vicdanen acı duyması ve hayalın bu gibi uğursuz zonınluluklanna lanet etmesi gereklidir. Va­

tanın korunması için insan kanı dökülebilir. Fak.at bu kanı

içten gelen gözyaşlan ile ululamak şartı ile .. Savaş zamanında vatanın kutsallığı. şahsiyetin kutsallı­ ğına uyduğundan: yalnız :ferdi hayatın dokunulmazhgı- ku-

Türk Ahlakı

33


ralı sarsılmıyor. �ferdi mülkiyetin dokunulmazlığı� kuralı da sarsılmalara uğnıyor. Savaş zamanında bir yandan millet tek bir aile özelliglni aldıgından; birlikte katılma bilincinin hakim olmasından. diğer yandan da ekonomik yoksullugun genişle­ mesinden mülkiyete saldın olayları artıyor. Özellikle savaş ti­ careti. haksız büyük servetler edinilmesini sağladıgı için. top­ lumun ekonomik ve ahlaki kuralları sarsılıyor. Şimdi ülke­ mizde bu dunımun kötü sonuçlarını görüyonız. Savaştan ön­ ce ülkemizde mesleki ve şahsi ahlak güçlü şekilde kurulmuş olsaydı: ne vurgunculuk bu kadar yaygın hastalık şeklini ala­ caklı. ne de kanunsuz yoldan kazanılan paraların ahlak dışı bir şeklide harcanmasına imkan bulunacaktı. Şahsiyetini kulsal tanıyan bir fert: şahsi sarsıntıları için: şahsi şeref ve onunınu asla feda edemez. Vurgunculuktan kazanılan servet: kendi şahsiyeti ile birlikte vatanı. milleti ve mesleğini kendi çıkan için feda etmekle meydana gelen uğur­ suz bir zenginliktir. Böyle zamanlarda fert.çiler ve şahsiyetçi­ ler birbirinden aynlırlar. Şahslyelçiler. şahsiyetlerini kutsal bildikleri için: böyle zenginliklerden uzak dururlar. Fert.çiler ise. kendi deyimlerince ancak şahsiyetçilerin bu gibi ahlaki şüphelerinden uzaklaşırlar.

Vurguncu bir tüccar: yalan söylemek. hile yapmak ve sahtekarlık yapmakla vatanını gerekli ihtiyaçlardan yoksun kılar. Milletini büyük acılara ugratmak gibi. en alçakça cina­ yetleri işlemekten çekJnmeyen zararlı bir mikroptur. Vurgun­ cular şahsiyetten yoksun olduklan için. yalnız şahsiyet sa­ hiplerine tanınan birtakım insani haklardan da yoksun kalır­ lar. Eğ:er ahlakın amacı fert olsaydı: canilerin de her türlü sosyal haklardan yararlanması gerekirdi. Bunun için de hür­ riyetlerinin hapis gibi cezalarla kısıtlanmaması gerekirdi. Ca­ nilerin birtakım haklardan yoksunlugu gösteriyor ki: ahlakın amacı ferdlyetler deglldir. Amaç. �sosyal toplumlarla birlikle

ferdi şahsiyetler�dlr.

Günümüzde yüzbinlerce lira kazanmış birtakım vurgun­ cula nn; dlğ:er cdni/er gibi hapse girmeleri. kanunsuz kazanı­

lan zenginliğin insana hiçbir şeref ve saygmlık kazandırmadı­ ğının açık bir belgesi değil midir? Ferdi şahsiyetin kutsallıgını bozan davranışlar arasında içki ve kuman da sayabiliriz.

Sarhotlu.k. insanı. akıl ve ahlak değerlerinden yoksun kılarak. hayvanlaşlıran bir nedendir. İnsanın saygınlıgı ve de-

34

Ziya Gökalp


ğerltllğt: ahl<iki ve fikri özellikJeriyle ayakta durabilir. Kutsal olan insanın biyolojik yapısı degil. ahlaki ve fikri şahsiyetidir. Bu şahsiyeti yokeden etken geçici biyolojik bir lezzet meyda­ na getirse bile. ferdin aleyhinedir. Çünkü ferdin sosyal değe­ ri ancak şahslyell ile meydana çıkar. İnsanın şahsiyeti ile bağdaşmayan bir davranış da ku­ mardır. Kumar. arkadaşının servetini elinden almak için oluştumlmuş bir çeşit dolandırıcılık. bir lür vurgunculuktur. Akşamcılık bize İranlı'nın Cemştdl91 ayininden geçmişi. Ku­ mar da bize Avnıpa'nın gazinolarından geldi. Milli kültürü­ müz balının iş bölümünden önceki zamana ait genel eğlence­ siz hayat tipiyle kaynaşamaz. Aynı şekilde İranıı·nın Cem­ şld'ligı ve batının kumarbazlığı ile de bagdaşamaz. Önceki toplumlarda şahsiyet: insanın manevi değerle­ rini toplayan nıh kelimesi ile karşılanır. Ruh kelimesinin sos­ yal kökünü arayan Durk.heim( I O) bunu: sonuç olarak. ortak

btllncln sembolü olan totemin ferdi bir doğuşu şeklinde görü.­ yor. Bu ya7.ar ruh kavramının oluşumunu açıkJadıktan son­ ra: şahsiyet kavramının da doğuşunu söyle açıklıyor: -.şahıs kavramı iki llir unsurdan oltışıır. Birinci unsur esas olarakfer­ di değildir. Bu toplumun. ortak değer ölçülerini oluşturan psi­ kolojik kuraldır. Yô:ni mô:nô: veya kuvvet dediğimiz unsurdur. Gerçekten ferdi psikolojilerin ôzOnO bu kural meydana getiriyor. O halde şahsiyet. ortak değer ölçülerinin bir parça­ sıdır. Bütün vicdanlar. şahsiyet aracılığıyla ve şahsiyetin de­ rinliklerinde birbiri içine sızmakla. karşılıklı ilişkilere neder olurlar. Fakat diğer yandan ayrılmış şahsiyetler olabilmek için: başka bir etkenin etki etmesi ve bu ortak kuralı parça­ layarak birbirinden ayımıası gerekir.

(9) Cemtld: Eski İran efsanesine göre. geçmişte ve gele­ cekteki butün olayların içinde görülebildiği kadeh .. Her ak­ şam içki içerek. lçkl kadehinden bu olaylann görülebileceğı efsanesi ve ayini. (10) Emile Durkhelm (1656- 1 9 1 7) : Ziya Gökalp'i derin biçimde etkileyen Fransız sosyoloğu. Eserlerinde ahlak ve manevi degerlerl temel almıştır. Sosyal İş Bölümii: ve Sosyolo­ ji Usııllinün Kuralları isimli eserlerinde. ferdin geliştiği ölçüde cemiyete baglı oldugu ve sosyal olayların fertler dışında ob­ jektif olarak var olduklarını anlatmıştır. Türk Ahlakıı

35


İşle bu rolü yertne getiren de biyolojik yapıdır. İnsanların biyolojik yapıları ayrı olduğu. zaman ve yerde ayn noktalan doldurduğu için her blrt toplumcu düşünceleri çeşitli şekilde ayrılan ve renk veren özel bir çevre oluşturmuş olur. Bundan dolayıdır ki. bu insanlarda varolan beıtün vic­ danlar; aynı dünyaya yönelmiş. yani toplumun ahlaki birliği­ ni oluşturan ortak fikirler ve duygular dünyasına sapmış ol­ makla birlikle. hepsi aynı görüş açısından göremezler. Herbi­ rl o ortak bilinci kendine özgü bir şekilde yaratır. Aynı derecede gerekil olan bu iki etkenden en

az

önemli

olanı birincisi değildir. Çünkü psikoloji fikrine ilk maddeyi zorlayan da odur. Umulur ki şahsiyet kavramının oluşmasın­ da şahıs dışı olan unsura bu derece önemli bir rol verdi,11;imi­ ze şaşılacaktır. Fakat sosyolojinin. şahsiyet kavramı hakkın­ da yaptığı analizlerden çok önce: bu kavramın felsefi analiz­ leri yapılmış ve bu analizlerde aynı sonuca varılmıştır. Bütün filozofların esas olarak kabul ettiği monad (teklik) herşeyden önce serbest ve benlik olarak vardır. Keza. Lelbnlc'e göre: -Bütün tek/iklerin kapsamlan birbi­

rinin aynıdır. Gerçekten hepsi bir tek şeyi. !)ani varlıklar dü.n­ yô:sını anlatan bilinçlerdir. Evren ise bir düşünceler toplamından ibarettir. Bunun için her bilinç toplu şek.Jlde ortak bilincin bir parçasıdır. An­ cak her parça ortak bilinci. kendi göriış açısından. kendine özgü bir şeklide anlatıyor. Leibnic (Laypniç) felsefesi ile uğra­ şanlar btllrler ki: bu görüş fark.lan. teklik.lerin gerek birbirine karşı. gerekse evrene oranla çeşltli şekillerde dağıtılmış olma­ larının bir sonucudur.

Kant

ise. aynı duyguyu başka bir şekilde ifade ediyor.

Bu filozofa göre: -Şahsiyetin anahtar taşı irade-dir. Oysa akıl denildiği 1.aman. bu klşlye özgü akıl degildir. Bu genel anlam­ da insanlığın ortak malı olan akıldır.

Akıl: ·ouygu-düşünce dünyasının öyle bir yeteneğidir ki; onlln aracılığı ile özel ve gerekli kişisel olaylann üstüne çıka­ rak geneli ve evreni düşünme gücünü kendinde taşır. Bu görüş noktasına göre. insanı bir şahıs yapan etken: onu başka insanlarla farksız yapan etkendir. Kant. aksine özelllklert. biyolojik bütünle insanı ferdileştiren herşeyi şah­ siyetin karşılığı olarak düşünüyor. Bu sözlerden anlaşılıyor ki. şahsiyetin belirgin özelliği :ferdileşınek- değildir. .

36

Ziya Gökalp


Bir şahıs. yalnızca başka benlerden ayrılan özel bir ·ben· demek değildir. Bir şahıs. bundan başka bir şeydir. O. özel­ likle en çok yakın lemasta olduğu çevreye karşı: soylu bir hürriyete sahip gibi düşünülen bir varlık demektir. Şahıs. bir dereceye kadar kendiliğinden hareket etmeğe gücü yeter diye düşünülür. "Teklik dışa karşı büllinüyle kapalıdır· diyen Laypniç aşı­ rı bir dille aynı flkrl ifade etınlşllr. O halde bizim incelememiz. bu kavramın nasıl oluşlugttnu ve neyi gösterdigi anlamamıza elvermelldir. Gerçekten şahslyelln sembolik anlatımı olan nıh da güç özelllğlne sahiptir. Ruh (duygll·düşünce bütüııii) biyolojik yapıya sıkı bir biçimde baglı olmakla birlikte: ondan derin bir şekilde ayn ve ona karşı bir sonuç çıkannağa uygun olarak düşünülür. Yaşama döneminde geçici olarak biyolojik yapıyı terk edebilir. Ölüm gerçekleşince ise ondan büsbütün ayrılır. Duygu ve düşünce bütünü. biyolojik yapıya bağlılığı düşünülecek yerde: aksine taşıdıgı yüksek saygınlık nedeniy­ le ona hak.Jm kabul edilir. Hangi şekilde fertleşmişse. dış gö­ rünüşü ile ona esaslı bir şekilde hiçbir unsurunu borçlu ol­ maz. Bu yüzden. bülün loplumlann duygu-düşünce bütünü.­ ne dayandırdık.lan bu serbestlik bir zandan ibaret değildir. Şimdi pek.ala anlıyoruz k.J. bu fikrin bir esası varmış. Gerçek­ ten ruh fikrini oluşturan unsurlarla. biyolojik yapı düşünce­ sine giren unsurlar çeşitli ve birbirinden ayn kaynaklardan doğ:muştur. İkinciler canlılığın bütün noktalarından doğan kanaat­ lerden ve hayallerden yapılmıştır. Birinciler ise halktan gelen ve onu ifade eden fikirlerden ve duygulardan oluşmuştur. Bu şekilde. gerçekten bizim. biyolojik etkenin dogrudan doğruya emri altına alınmamış bir kısmımız vardır. Bu. bizde toplumu yaratan bütün duygular ve fikirlerdir. Dinin ve ilmin benliği­ mize kazıdığı fikirlerin ve ahlaki hayatımızın temelini teşkil eden inançlar ve duygular: Toplumun bizde uyandırıp eğitti­ ği duygu-düşünce faallyelinln bütün yüksek şekilleri: uz­ manlıklarımız ve biyolojik yapı özelliklerine ait niteliklerimiz gibi. bedenin yedeğine takılmış bagımlılar durumunda değil­ dir. Çünkü sosyal hayalın aktıgı düşünceler dünyası: dayan­ dığı maddi kaynaklan dogmuş olacagı yerde. aksine ona dış­ tan eklenmiştir. O halde sosyal düşünceler alanında: canlılık dokularımı-

Türk Ahlakı

37


za kök salan bellrllllkten daha hareketli ve esnek bir belirgin­ lik vardır. Bu şekilde; sosyal hayatın aktıgı duygu düşünceler dünyası büyük bir hürrlyel duygusu verir. Böylelikle içinde harekel eltlğ:lmlz çevre bizim için daha iyi ve daha az direnç­ li görünür. Biz bu çevrede kendimizi daha rahat hisseder ve daha rahat buluruz. Bir cümle ile söyleyelim. maddi kuvvetlerin etkilerinden kurtulmamız için. elimizde bulunan tek araç şudur: Sosyal kuvvellert maddeye karşı çıkannak. Fakal toplumdan aldığ:ı­ mız şeyler. bizimle mllleldaşlarımız arasında ortaktır. O hal­ de :ferlleşti{Jimiz oranda. şahsiyet kazanaca{Jımız- hakkında­ ki kanaal doğru değildir. Bir anlama göre. aralannda ihtiyacı karşılama değll. zararı karşılama vardır. İhtiras insanı bencllleşllrir ve böylece esir eder. İhtirasla­ rıınız esasen k.Jşlsel olaylardır. Fakat biz: ihtiraslarımızdan ve gelecekteki aşın istek dlrenmelerimizden ne kadar uzak olur­ sak. kavramlarla düşünmeye ve uygulamaya ne denli yete­ nekli olursak: o oranda şahsiyet kazanmış oluruz. Bundan dolayı. fertte sosyal unsurlann varlıgını ileri sürenler. şahsi­ yeti inkar veya önemini alçaltmış olmazlar. Ancak. şahsiyetle fertleşmenln birbirine benzemesini reddetmiş olurlar. Şahsiyetin benlikle ve benllgin toplum bilinci ile olan iliş­ kisi eski Türkler'ln benlik hakkındaki düşüncelerinden do­ ğ:ar. Türkler tabiat güçlerine dayalı dine sahip oldukları ilk zamanda; bütün eşyayı (maddelerO canlı görürlerdi. Yakut Türkleri tik zamanlardak.J inanışlannı büyük ölçüde koru­ maktadırlar. Yakut Türkleri'ne göre ruhun (duygu-düşünce

bütiınü. benlik) üç derecesi vardır: ..Eş, bilinç ve kuuvet. "

E': Cansızlarda. bitkilerde. hayvanlarda sonuç olarak bütün varlıklarda bulunan genel bir ruhtur. BWnç: Yalnız soluk alma özelligine sahip hayvanlarda bulunur.

Kuvvet

ise; yalnız insanla at'ta vardır. Bu sözcükler.

kutsallığın. yanı toplum bilincinin çeşitli derecelerini ifade eder. Demek oluyor ki: '"Tabiattaki bllffın maddeleri canlı say­

mak. tabiatçılık dininde bwıları daha çok manalı yani kutsal kabııl etmeklir. � Kutsallık : '"Toplum bilincinin doğurdugu yüksek heyecan duygusundan ibarettir.� Buna göre: tabiattaki bütün madde­ ler. bu duygunun çeşitli oranlardaki yankıları olmuştur. Kut-

38

Ziya Gökalp


sallığın en yüksek derecesi olan kuwet. insanla at'ta görülür. Çünkü al: Türkler'ln mWi totemi olan Tibet öküzünün de­ ğ:eri ile eşdeğerlidir. İ nsanlardan ise. özellikle hakan soyundan olanlar: tegin­ ler yanı prensler kuvvetli kabul edilirlerdi. Ha.lr.an'a ""Tanrı kLwvelC denilirdi. Bu deyimler gösteriyor ki kuvvet: ferde dıştan ve insan üslü bir kaynaklan geliyor. Sür veya çür ise: A.lr.çür ve Kara­ çür diye isimlendirilirdi. Ak soydan olan beylerin koruyucu benliklerine Akçlır denirdi. Birinci türden olan beylere Kara­ lr.eml.lr.. ikinci türden olan beylere A.lr.kem.Jk adları verilirdi. Karakemikler'den kötü davranışlar çıkabildiği halde: Akke­ mik.ler'den yalnız iyi davranışlar çıkıyordu . Teglnler ise. de­ ğ:işmeksizin erdemli olmakla yükümlüdürler. Eski Türkler. bir çocuğ:a: büyüyüp bir kahramanlık gös­ termeden. yanı bir şahsiyet sahibi olmadan isim bile vem1ez­ lerdi. Görülüyor ki eski Türkler. iliı.hlan. insanlan ve bütün maddeleri. şahsiyetin kutsallık derecesi açısından birtakım derecelere ayırmışlardı. Türk töresinde ferdi ruh·un (benlik) hiçbir manevi değeri yoklu. Toplumcu ve şahsi ruhun çeşitli dereceleri. törenin esaslannı oluşturuyordu. Türk kültürü­ nün esası şahsiyetten. şahsiyetin kutsallığından ibarettir. . İsliı.miyelle şahsiyete ruh denildiğini görüyoruz. V e "Ve­ nü.6.hat Oha mlD nıhi" Ayeti kerimesinde. ruhun ulühiyel güneşinden bir parlayış olduğu ortaya çıkıyor. Din filozorıarı yalnız bu esasa dayanarak çok yüksek bir felsefe oluştur­ muşlardır. Yine. bir başka ayetle Cenab-ı Hak "Ademoğulla­ nm telr.rlm. (kerô.met) kıldım" buyuruyor. Ayette geçen Ke­ rame!. Türkçe'deki �(il} kelimesinin karşılığıdır. Bu ayeti ke­ rimede Cenab-ı Hakk emaneti dağlara. göklere yüklemek is­ lediği halde. bunlann bu yükü. yüklenemediğini ve bu ağ:ır yükü yalnız insanın yüklenebildiğini bildiriyor. İşle: şahsiyetle aynlan ferdiyet için en yüksek bir aydın­ latma. Şahsiyeti sayesinde insan. yeryüzünde Allah'ın vekili tanınmıştır. Bir hadis-i şerifle . ..Allah insanı lr.endl güzelli­ ğinde yarattığını" açıklıyor. Sözünü ettiğimiz doğma buyrullular gösteriyor ki. Şahsi­ yet: ·iıdhi bir kaynaklan gelen bir esim. ulühiyyelin insanlığa bağışladığı y(ıksek erdemlik. Allah'ın insanlara bıraklığı kulsal bir emanel ve vekilliklir. -

Türk Ahlakı

39


Sonuç olarak anlaşılıyor ki: şahsiyet. ferde dıştan ve in­ sanüstü bir kaynaktan geliyor. Ferdi bilinçlerin üstünde top­ ltım bilincinin varlığı dikkate alınırsa. bu sembollerin gerçek­ likteki öz ve gerçekleri de meydana çıkmış olur. Dinin özü­ nün. ferdiyetin şahsiyete feda edilmesi demek oldugu. ibadet­ lerin incelenmesiyle lspal edilebilir. Din. bütün varlıklan. kulsal olan ve olmayan diye. birbi­ rinin zıddı iki büyük türe ayırır. Mabut ve ona dayandırılan her şey kutsaldır. Bunların dışında kalanlar ise kutsal değil­ dir. Dinin en esaslı şartı. kutsal olmayan olayların. kutsal olaylarla yak.mlaşmasını ve ilişkisini yasaklamaktır. Diğer yandan. ibadetin iç yüzü de: kutsal olmayan ferdin. kutsal olan tannlarla yakJnlaşmasıdır. O halde. ibadetin yapılabil­ mesi için: öncelik.le. ferdin kulsal olmama dunımundan kur­ tu lması gereklidir. Bundan dolayıdır ki. ibadeller iki devreye ayrılır. Birinci devrede kullar: kulsal olmayan olaylardan ya­ ni klşlsel zevklerden u1.ak.laştınlmaya çalışılır ki: bu çeşit iş­ lere -olumsuz ibadet/er- denilir. (Şarap içmekten. kumar oyna­

maktan. cinsel miınasebetterı vazgeçme. on.tç. gusül. abdest: dünya işlerini ilgilendiren söz söylememek. dünya giysisini çı­ karıp ölil giysisi olan ihrama ginnek. ihram anmda saçı tırna­ ğı kesmek.. ilh.) İkinci devrede artık kutsal olmama durumundan. y<'ini ferdlyetten sıynlmış olan kullar: toplu halde mabüdun karşı­ sına geçerek. toplum bilinci ile kutsal bir şahsiyet kazanırlar. Bu çeşll işlere �oıumiu işler- denilir. (Namaz. hac gibi.) Bu incelemenin aynntılan İsldm Mecmuası'nda "Dinin

Sosyal Görevleri" isimli makalede belirtilmiştir. İlkel toplıımlan araştırdığımız zaman. hukukun da özü­ nün ferdiyet olmayıp. şahsiyet olduğunu gön1n1z. Avustralya ve Kuzey Amerika toplumlannda kan davası: bir ferdiyetin yokedtlmeslnden değil. fertte var olan toteme ait kanın yani kollektlf şahsiyetin yok edilmesinden dolayıdır. Çünkü totem. toplum bilincinin sembolüdür. Totemin fertte olan kanı ise: bu toplum bilincinin fertte oluşturduğu Şahsiyetten ibarettir. Aşiretin yilksek ömeklen'.nde ise: totemin yerine mana (pederşahi �ata-erkli" ailenin mabudıı) geçiyor. Böyle olmakla birlikte: bunlarda da kan davası. mana'ya ail kanın dökülme­ sinden dogar. Mülkiyet hakkı da: başlangıçla ferdin akıl yün1tmesi

40

Ziya Gökalp


şeklinde değil. birtakım eşyanın: totemin veya mana'mn kut­ sallığı ile dolu olmasından ileri gelir. Mesela. her ailenin evi kutsaldır. Oraya ğlrilemez. Çünkü o. aile Tanrı'sının bir ma­ bedinden oluşur. Türkçe'de eşik kelimesi. eşli anlamına gelir. Eş. kutsal bir ruhtur kı: ilişki kurdugu varlığa. dokunulmazlığı yanı say­ gınlık sıfatını verir. Eşik kelimesi başlangıçta. genel anlamda dokunulmaz yasak anlamında olduğu halde: daha sonra şim­ diki anlamıyla yerleşmiştir. Bununla birlikte hala. Türk folk­ lorunda eşiğe ait yasaklann izleri geçerlidir. Mesela eşikle otundamaz. Bir eve saldırı. bir eşiğe yanı yasağa saldın nite­ liğinde olduğundan. evler saldından uzak olmalıdır. Tarlala­ rın Sinor'u da. tarla mabedinin karşılıgı olduğundan: eski Yu­ nanlılar bu slnorlar üzerinde kurbanlar keserlerdi. Bundan dolayı bir tarlaya saldınlmaması: onun bir ferdin malı olma­ sından değil. bir ilahın kutsallık çerçevesinde bulunmasın­ dan ileri geliyordu. Bu misaller gösteriyor ki: gerek ferdi hayatın dokunul­ mazlıgı. gerekse mülkiyet hayatının saygınlığı: başlangıçta or­ tak bilinçlerin. yani toplumcu şahsiyetlerin kutsallığı şeklin­ de başladıktan sonra: yavaş yavaş ferdi şahsiyetlerin oluşa­ rak kutsallık kazanması ile ortaya çıkmıştır. İlkel toplumlarda hak sahibi fertler degıı. toplumlardı. Kan davası hakkı da mülkiyet hakkı da. fertlere değil toplum­ lara verilmişti. Çünkü bu devirde yalnızca kollekUf şahsiyet­ ler vardı. Henüz ferdi şahsiyetler oluşmamıştı. Sosyal iş bölümü başladıktan sonra: yavaş yavaş ferdi şahsiyetler de oluştuğu için. fertlerin de hak sahibi olmağa başladıklarını görüyoruz. Sonuç olarak insan: bir ferdiyet ol­ dugu için değil. bir şahsiyet oldugu için değerlidir ve saygıya layıktır. Önce yalnız toplumcu şahsiyetler var olduğu için. yalnız toplumlar kutsaldır. İş bölümü sonucu olarak. ferdi şahsiyetler de oluşunca. fertler de kutsal tanınmaga başla­ mıştır. Bununla birlikte ferdin bu kutsallığı. şahsiyet sahibi ol­ masıyle geçerlidir. Bu ise: ferdin şahsi ahlaka gereğiyle uyma­ sı. yanı gerek kendi şahsiyetini. gerekse başkalarının şahsi­ yetini saygıdeger tanıması demektir.

Türk Ahlakı

41


CİNSEL AHLAK

Şahsi ahlakın en önemli

kısmı

cinsel ahli.k (moral

se­

xeuelle} dir. Bu öneminden dolayıdır ki. bu konuya ayn bir bölüm ayırıyonız. Cinsel ahlak. bugün ülkemizde bunalımının en yüksek bir devresini geçiriyor. Geçiş devresinde bulunan bir toplum­ da; bu gibi bunalımlar tabiidir. Bu bunalımların iyileştirilme­ si için tek çare. cinsel ahlakın bugün yaşayan kuralları ile. yaşamayan kurallarını ayınnak ve yaşayan kurallarının han­ gi pozitif ve akademik esasa dayandığ:ını göstermektir. Bunun için biz; bu bölümde önce cinsel ahlakın çeşitli gelişim basa­ maklannı belirledikten sonra. bugünkü esıislannı belirtmeğe çalışacağ:ız. Cinsel ahlak. dlğ.er ahlak bütünleri gibi: dinin gelişimini izlemlşltr. Bundan dolayı. cinsel ahlakın gelişimini de: dinin gelişimine baA,layarak lnceleyecegiz. Dinin. yalnızca akrabalık dini olan devresinde: diyanetin özü olan mana. kan bagına dayanan bir etkiye sahiptir. Mana'nın simgelendigi her şey dokunulmaz ve yasak olur. Bu gibi şeylere Türkçe'de ·tekin

değil. çarpar· deriz. Tabu olan bir varlık: kendine dokunan insanları. ölçülü bir şekilde çarpar. Bunun için bir şeyin tekinsiz olması. ate­ şin yakıcı olması p;ibl tabii bir özellikten ibarettir. Dinin bu şekline inananlar: ateş nasıl kendine dokunanı ölçülü bir şe­ kilde yakıyorsa. tabunun da dokunanları aynı tabiilik ve öl­ çüde çarptıgına iman ederler. Dinin bu devresinde. cinsel ahlakın esası kadının erkege karşı tabu olması inancıdır. Totemli klanlarda. mana. totem­ de görünüyor. Bu tür klanlarda soy. anan geldigi için: çocuk yalnız anasının tötemlne mirasçı olur. Babasının totemine ise yabancı kalır. Bunun sonucu olarak. manayı taşıyan totemin kanı erkeklerde değil. kadınlarda bulunur. Kadınların tabu olması: mana'lı olan bu totem kanının taşıyıcısı olmalarındandır. Kadınlarda aybaşı (regl) ve lohusa anlarında bir mana'Jı kan sızdığı için: kadınların tabuluğu özelikle bu zamanlarda üst düzeye ulaşır. İlkel toplumlarda bir genç kız: ergenligin ilk belirtilerini

42

Ziya Gökalp


göslerince. derhal klanın diğer üyelerinden ve bunlarla ilgili her lür eşyadan uzaklaşlınlır. Halla diğer insanlann haslığı loprağa dokunmaması ve güneşin ışıklanndan uzak lululma­ sı sağlanır. Çünkü mana'lık veya labuluk özelliği. loprak ve güneş aracılığı ile insanlara yayılarak onlan çarpabilir. Bu yüzden genç kız. allına ol döşenmiş. güneş görmez bir kulü­ beye hapsedilir. Yanına. yalnız regl'den kesilmiş bir ihllyar gi­ rebilir. Yemek kapları. lenceresi bülünüyle ayrı olup: yemeği bu ihliyar kadın larafından verilir. Kadının bu kapanışı er­ genlik anına özgü değildir. Her ay rep;l anında kadın ayn ya­ şamağa. başkalannın dokunacağı eşyaya dokunmamağa. başkalannın yiyeceği kaplardan yememeğe mecburdur. Bir Avuslralyalı. kadının regl anında kendisinin yalağına yallığını görürse: hem onu öldürür. Erkekler. kadınlann bı­ raklıkları izler üzerinden yürümezler. Kadınlar da erkeklerin bulunduğu yerde bulunamazlar. Bu gibi kanşıklıklara mey­ dan vermemek için: kadınlar regl zamanı birkaç gün kapanır­ lar. Lohusalık zamanlannda da. buna benzer birçok kurallar geçerlidir( l l l . Kadının kanlı p;örünüşlere uğramasından do­

layı erp;enlik. rep;l ve lohusalık zamanlannda labu olmasın­ dan: diğer zamanlara da all olmak üzere birtakım kurallar meydana gelir. Bunlardan çıkan birinci sonuç: Aynı klan için­ de olan erkekler ile kadınlann birbirlerine yasak olması. yani evlenmelerinin yasaklanması. Bir erkek kendi klanından bir kadınla evlenir. veya münasebelle bulunursa: bir kölülük yapmış sayılarak idam edilir. Kadın ise ya öldürülür. ya da büyük cezalara uğralılır. Kadın lolemin kanını laşıdığı için: o toteme ibadet eden bir erkek. ferdi zevklerine hizmel edemez. Bir klanın erkekleri. ancak başka klanın kadınlan ile ev­ lenebilirler çünkü: onlarda bulunan totem kanı. kendilerince kulsal değildir. Fakal kendi klanlanndaki kadınlar. kendi to­ temleri gibi kulsal olduklanndan. onlarla ancak kulsal yani dini ve ahlaki ilişkide bulunabilirler. Kulsal olmayan cinsel ve güzellik ilişkilerinde bulunamazlar. Bu klanın erkekleri ile kadınlannın gizli olarak evlenmelerinlnin yasaklanmasına: dışandan evlenme (exogomie} denir. Önceleri bülün klana yaygın olan bu sayp;ı kuralı: günümüzde yalnız yakın akraba­ lann birbirine yasaklanmış olması biçiminde daralmışlır.

( 1 1 } İclimaiyal Mecmuası-Sayı: 3. Sahife: Türk Ahlakı

1 19

- 1 24 43


Kadınlann labu lanınmasının ikinci soırncu: Toplumdaki erkekler ile kadınlann birçok konularda birbirinden aynlma­ sı. sosyal bir ikilik oluşturmasıdır. İlkel toplumlarda erkekler­ le kadınlar aynı sofrada veya birbirinin karşısında yemek yi­ yemezler. Erkeklerle. kadınlar yemeklerini ayn ayn yerlerde yerler. Bir kadının evde: erkeklerin yemek yediği yere p;lrme­ sl. bazen ölüm cezası ile cezalandınlır. Halta kadınların p;ıda­ sı ile erkeklerin p;ıdası ayn ayrı şeylerdir. Mesela erkekler: er­ kek hayvanlan. kadınlar ise: dişi hayvanlan yiyebilirler. Bunlann uğraşıları da ayndır. Erkeklere özgü olan p;örev­ ler kadınlara ve kadınlannki de erkeklere yasaktır: Mesela: Nlkarova'nın bazı aşiretlerinde çarşıya ait işler kadınlara öz­ p;üdür. Bir erkek çarşıya p;lrerse dayak yer. Diğer yandan ka­ dınlar da ineklere. kayıklara dokunamaz. Aynı şeklide erkek­ lerle kadınlar için. ayrı ayrı olmak üzere iki ayn dini hayat vardır. Kadına özgü bir p;ece dansı vardır ki. erkekler kalıla­ mazlar. Erkeklere özgü dansta da kadınlar bulunamaz. Her­ ve adalannda erkeklerle kadınlar. hiçbir zaman dansta birlik­ le olamazlar. Dini hayalın ikiliğini p;österen bir başka belp;e de: erkeklere özp;ü bir lolemin ve kadınlara özgü başka bir to­ lemin bulunmasıdır. Erkeklerle kadınlann birbirinden kaçınması. yalnızca resmi ve ayin anlanna özgü değildir. Günlük hayatta da er­ kekle kadın arasında en küçük bir ilişkinin yasak olduğu da bir p;erçektir. Samoidler'de. Osliyaklar'da erkekler: kadınlann kullanmış olduklan bir şeye dokunamazlar. Bilmiyerek yasağı bozanlar. lii:lsı.1 ile lemı'.zlenirier. Başka yerlerde. bir kadın ku­ lübesine p;iren erkek. erkeklik onurunu kaybeder. Bazı aşiretlerde erkek çocuklarla kız çocuklar birlikte oy­ nayamazlar. Kaliforniya. Malezya. Yenikaledonya ve Kore'de erkek ve kızkardeşler: ergenliklen sonra birbiriyle konuşa­ mazlar. Tonp;a'da bir aşiret reisi. büyük ablasına sayp;ı p;öste­ rir ama çadırına hiçbir zaman p;lremez. Seylan'da. Tuvarlar'da bir baba kızını erp;enlikten sonra göremez. Yorrna'da Lela­ lar'da erkek ve kız çocuklar birbirine rastladıkları zaman gör­ memek için. başlannı çevirirler. Tenimber adalarında bir genç. bir kızın eline veya başına dokunamaz. Kızlar da erkek­ lerin saçına el süremez. Kadınlarla erkeklerin hayalı o kadar ayndır ki. bazı du­ rumlarda herbirinin ayn bir dili vardır. Yuvagoroslar·da: ka-

44

Ziya Gökalp


dınların kendilerine özgü kelime ve şiveleri vardır ki. erkekler bunlan kullanamaz. Surinam'da da aynı durum geçerlidir. Mlkronozl adalannda erkekler. kadınlarla konuşurken birçok kelimeleri kullanmalan yasaktır. Zaponiya'da erkeklere ve kadınlara özgü iki çeşit lügat vardır. Madagaskar'da aynı şey­ ler vardır. Bütün bu geleneklerin zorunlu sonucu olarak: birçok aşiretlerde. erkeklerle kadınlar ayn evlerde otururlar. Murt­ luk adalarında her klanda büyük bir ev vardır: geceleri kla­ nın reisi erkeklerle beraber orada yatar. Bu evin çevresinde küçük kulübeler vardır: kadınlarla genç kızlar da orada bu­ lunurlar. Evli kadınlar kocaları ile beraber otururlar. Fakat dışarıdan evlenmek kuralı gereğince. bu erkekler yabancı klandandırlar. Bununla birlikte bir odada kalmalare kuralı bozmaz. Aynı klana mensup erkeklerle kadınlar birbirinden içgü­ düsel bir biçimde ayndırlar. Aynı dunıma Paluvas. Amirota adalarında.

Kallfornlya

yerlilerinin

bazılannda.

Salamon.

Mork.Jz ve diğer adalarda rastlanır. Bu adalarda erkeklere ait yere giren kadınlar idam olunur. 1 12) Bu olaylar ilkel toplumlarda bir tOr harem hayatının var­ lığını gösteriyor. Kadının tabu olmasının üçüncü sonucu da. ayıp yerlerini gizleme ve kapanmadır. Kadında tabu olan baş­ langıçtaki kanlı görünüşlerin kaynağı olan organdır. Bu kan tabu olduğ:u için: güneş ve bakışlarla karşılaşmaması. topra­ ğ:a ve kullanılacak eşyaya dokunmaması gerekir. Bunun için­ dir k.J. tik kez olarak bu organ regl ve lohusalık zamanlannda örtülüyor. Görülüyor ki. ayıp yeri denilen vücut bölgesi bu ayıplığı. kanın tabu olmasından almıştır. İlk örtünme ihtiyacı: bu ka­ nın görülmesinden ve çevreye dokunmasının yasaklanması ihtiyacından doğmuştur. Tabu. kararlaştırma veya benzeme yoluyla yaygınlaştığından: kadın üreme organından. erkek üreme organına yayılmıştır. Bundan dolayı erkekler içinde. ayıp yerinin örtülmesi ge­ reği oluşmuştur. Toplum genişleyip. toplum bilincinin etkisi arttıkça. tabunun da gücü artmakta ve giderek kadın ve er­ kekte ayıp olan yerler çoğalmaktadır. ( 1 2) İctimaiyat Mecmuas ı- Sayı : 3. Sahife: 122-124

Türk Ahlakı

45


Sonuç olarak kadında blilünüy/e ör1ünme. erkeklerde ise. bugiinkCı gtyim şekli ortaya çıkmıştır. Bundan dolayı kadınlardan gelen kanın tabu olması. bir yandan harem hayalını oluşlumıuş. diger yandan da örtün­ me ve kapanmayı. erkekle kadınlann başka sistemlerde elbi­ seler giymesini gerektlmılşllr.

Kadının tabu olmasının dördüncü sonucu da: sosyal ay­ rılık. kadının medeni. politik ve sosyal hukukuna tesir etme­ sidir. Kadının siyasi haklardan yoksun olması. medeni hak­ larda da erkeklerden aşağı bir mevkide bulunması konusuna gelince. Bu noktada. biyolojik yapılarının farklılığ:ı ortaya çı­ kar. Ayni görevlerin bazı aşiretlerde yalnız erkeklere. diğerle­ rinde ise yalnız kadınlara ayrılmış oldugunu gön1yoruz. Me­ sela çarşı görevleri: çoğu toplumlarda erkeklere özgü iken. yukanda gördüğümüz nedenle. bazı aşiretlerde yalnız kadın­ lara aittir. Kuzey Amerlka'da İrokuva ve Heuron aşiretlerinde ziraat. kadınlara aittir. Bazı Maleler'de ve Polenezyalılar'da politik söz geçirme sembolCı kadındır.

ESKİ TÜRKLERDE KADIN BugünkCı

Kaşgar Türkleri gibi.

savaşlara katılmakla bir­

likte politik bir etkiye de sahlpt i. Türk töresine göre bir emir ilan edileceği 1.aman:

Hakan emrediyor ki" diye ilan edilir­

..

se. bu emrtn hiçbir hCıkmCı olmazdı. Çıkan emirlerin geçerli olması için ..Hakan ve Hatun emrediyor ki" diye ilan edil­ mesi şarttı. Bundan başka büyCık devletlerden gelen elçileri. hakan yalnız kabul edemezdi. Ancak hakan ile hatun birlikte olduklarında elçiler huzura girebilirlerdi. Demek ki. eski Türkler'de devlet yalnız hakanla değil. hakan ile hatunun be­ raber bulunduğu 1..amanlarda otoritesini ortaya koyuyordu. Erkekle kadın arasındaki hukuki aynlıklar. biyolojik ya­ pı farklılıklarının değil. mana'ya çeşitli şekillerde gön1nme ye­ ri olmalarından doğan sosyal uyumsuzluklann sonucudur. Biyolojik farklar bozulmaz oldugu için: hukuki farklılığın. bi­ yolojik farklılıklardan doğduğuna kanaat getirenler: bu kana­ atı değişmez ve sonsuz sanırlar. Oysa bunların toplumlara ve zamanlara göre değişmesi gösteriyor ki: bu hukuki farklar bi­ yolojik oluşumlara değil. sosyal iktidarlara dayalıdır. Kadının erkeğe karşı tabu olması. görünüşte aslı olma-

46

Ziya Gökalp


yan uydurmadan ibarettir. Fakat. ilim önünde her uydurma gibi bu inanışın da. bir kökü. bir gerçeği vardır. Sosyal olan her gelenek. sosyal işlerin köklü ve yararlı bir sonucudur. Toplumda zararlı halta gereksiz olan bir inanış. uzun süre devam edemez. Devamlı olan inanışlar: sosyal birtakım ger­ çekleri. sembolik bir şekilde ifade ederler. Bunlann toplum içinde hayat hakkının bulunması. bu gerçeklere tercüman olarak. onlan toplumun bilincinde yaşatmalannın bir sonu­ cudur. Bir klan içindeki erkeklerle kadınlann birbirine yasak ol­ ması. bunlann birbirinin gözünde saygıdeğer tanınması anla­ mını taşır. Klanın totemi. toplumcu şahsiyetin bir sembolün­ den ibarettir. Kadını bu toteme doğuş yeri tanımak. kadında toplumcu şahsiyetin varlığını onaylamak demektir. Kadının toteme özgü olan bu kutsal şahsiyete malik oluşu. totemcl düşünceye göre. totemin. kadının kanında yaşaması ve kadı­ nın ergenlik. regl. lohusalık zamanlannda kanlı görünüşlere yol açması ile açıklanıyor. Fakat gerçekten kadına verilen bu kutsallık kandan gelmiyor. Mana denilen kutsal ruh. klanın hac ayinlerinin oluşturduğu bilinç ve yüksek heyecanın bir sonucudur. Totem klanın adıyle anılan bir hayvan veya bitki­ dir ki. o da ad gibi klanın bir sembolünden. bir bayrağından ibarettir. Totemin kutsallığı. klandaki kutsallık sembolü bir ifadeden başka bir şey değildir. Bunun gibi kadın da: o klanda. akrabalık ve soyluluğun yegane aracı olduğu için. klanın ik.Jnci bir sembolü sayılır. O halde kadının kutsallığı: kanlı görünüşlerinden değil. klanın soyuna araç olmasından doğuyor. Fakat ilkel insanlar. bu psikolojik nedeni görmediklerinden. klanın kadınlarına duy­ duklan saygıyı. kadına olan saygı ile. kanın saygınlığını ise. totemin kutsallığı ile açıklamışlardır. Demek ki. klanın şahsiyeti fertlerinde. özellikle kadınla­ nnda ortak bir toplumcu şahsiyet şeklinde oluşunca: bir tür şahsi ahlakın meydana gelmesine neden oluyor. Bu şahsi ah­ !dk. cinse! ah!dk dediğimiz şeydir. Fakat bu cinsel ahlak o de­ rece katıdır ki. klana mensup erkeklerle kadınlann kutsal ol­ mayan birçok ferdi ilişkilerini yasak ediyor. Bu yasaklar ara­ sında en çok göze çarpanı evllliktir. Gerçekten çok saygı de­ ğer tanıdığımız kadınlara: bugün bile benzeri olmayan ve cin­ sel istekli bir görüşle bakmayı ahlaken çirkin sayıyoruz. Bu-

Türk Ahlakı

47


gün bile yakın akrabamız olan kadınlar ki. bizce en saygıde­ ğer olanlardır. Bizim için yasak olma durumlannı koruyorlar. Demek ki. son derece saygıdeğer yanı kutsal tanınan şahsi­ yetlere yakınlaşmak ve onlarla ilişki kurmak şahsi ahlakça çirkin görülüyor. Peru'da. Japonya'da. Hazarlar'da hüküm­ dar: teb'asına göriinmez. güneşin ışıklanna karşı konurnr ve ayağını toprağa dokundurmaz.dı. Padişahın karşısına çıktığımız zaman: içimizdeki saygı duygusu. bizi ona dikkatle bakmaktan. ona yaklaşmaktan alıkoyar. Kcibe'nin. Harem-! nebeviyenin içini hiçbir insan gö­ remez. Kimse. o kutsal perdelerin arasına bakamaz. Kutsal emcinetler. haUci veli tiirbeleri bile perdelerle gizlidir. Bunlara dokunmak bile tehlikeli sayılır. O halde. her kutsal olan şey: şahsiyet sahibidir. Ve bu şahsiyet sahibi olan şeylere fertler: yakınlaşıp dokunamazlar. Klanın fertleri de. klan dininin ilmi ile fertlikten kurtularak. bütünü ile şahsi olmuşlardır. Bundan dolayı aralannda ferdi ilişki oluşamaz. Yalnız şahsi ilişkiler yaşayabilir. Fakat aynı zamanda aynı klan üyelerinin biyolojik yapılan. birbirine kar­ şı zevk istekleri uyandıracağı için: birbirinden ayrılmalan ve uzaklaştınlmaları gerekir. İşte bu psikolojik kanunun etkisi altındadır ki. klanın erkekleri ile kadınlan birbirleri ile evle­ nemedikleri gibi. birbirlerinden uzak durmağa da zorlanıyor­ lar. Bununla birlikte. totemli klanda bu şekilde oluşan cinsel ahlak: yalnız klan çevresinde kalıyordu . Çeşitli klanlar ara­ sındak.J erkeklerle kadınlar: birbirleriyle evlendikleri gibi. bir dereceye kadar serbestçe sevişebillyorlardı. Daha sonra to­ temslz ve erkekten ibaret klan oluştuktan sonra: cinsel ahlak kesin bir biçimde yüceleşmedi. Cinse! ahicikın k!cin dışında da oluşması için mani dininin çıkışı ve pederşahi (ataerkil. baba­ nın ılstun sayıldığı} ailenin olması gerekti. Pederşahi ailenin oluşmasından önceki evlenmeler. dini ve hukuki zorlayıcı kurallan olan sosyal bir kuruluş şeklinde değildi. Sanki ferdi bir dostluk veya ekonomik bir şirketleşme şeklinde idi. Çünkü kadınla erkek. ayn totemlere ydnl ayn dinlere sahip olduk!armdan: aralannda dinsel bir bağ yoktu. İlkel toplumlarda hukuk ve ahldk da dinin içinde bulun­ duğu için: aralannda dinsel bağ olmayan kadın-erkek arasın­ da. hukuki ve ahlaki bağ da var olamazdı. Çocuk. yalnız ana­ sının totemine bağlı olduğundan: babasının totemine hiçbir

48

Ziya Gökalp


bağla bağlı deıi;ildi. Ferdi bir eğilimle onu sevebilirdi. Fakat bu sevmenin. dini. hukuki hiçbir zorlayıcı yanı yoktu. Karı ile koca arasındaki bağ da. yalnız ferdi eğilimden veya çıkar duy­ gusundan ibaretti. Onun için diledikleri an. ikisi de ortak ha­ yatı bozabilirlerdi. Çocuğun herhangi bir babadan doğması durumu. mci­ derşahi (ana-CıslL1n} totemizm için baba önemsiz olduğun­ dan: kadının herhangi bir erkekten hamile kalmasında bir sakınca yoktu. MAna-ıi:sıUn kldn· yerine. Mbaba-Li:slı'.in kldn-ın gelmesi büyük bir deıi;lşikiik meydana getirmedi. Çünkü mey­ dana gelen sürekli gelişim zorlayıcı ve kesin değildi. Fakat bu klanların totemi yerine: baba-üstün ailenin mabudu olan Mman· geçince iş değişti. -Man mabudu· hükmünde olan aile. içine kendi soyundan olmayan hiçbir ferdi kabul etmediği için: önce aileye girmesini gerekti. Bunun için öncelikle. geli­ nin babası. kızını evlatlıktan reddederek. üzerindeki bütün hukuki haklan damadına devrederdi. Aynı zamanda kızın es­ ki man ile ilgisi kesilerek. kocasının man'ı onu evlatlığa kabul ederdi. Bu şekilde gelin hem damadın hükmüne. hem de da­ mada alt aile dinine girerdi. Böylece koca ile karı arasında ilk defa olarak. dini bir bag oluşurdu. Bundan sonra evlilik. fer­ di bir ilişki halinden çıkarak. sosyal bir kurum olurdu. Bununla birlikte. gelinin. aile mabudunun inanmış bir evlatlığı durumuna girmesi yeterli değildi. Bu kadının doğu­ racağı bütün çocukların da man'ın soyundan olması gekiyor­ du. Bunun sonucu olarak kadın için cinsel ahlcikın yeni bir devresi başlardı. Önceleri cinsel ahlcik: yalnız bir klcina ait er­ keklerle kadınların cinsel ilişkilerini yasaklıyordu. Şimdi ise bu kadının. kendi kocasından başka hiçbir erkekle ilişkide bulunmaması kuralı. bir borç şeklini aldı. Bu kuralın zorlayıcı gücü. yalnız kocanın veya aile reisi­ nin verecegi cezadan ibaret deıi;ildi. Esas zorlayıcı güç. en giz­ li davranışları bile gördüğüne inanılan aile mabudunun bu kurala uyulmasını sağlamaya çalışması. uymayanları çarpıp mahvetmeslydi. Kadınlar için gerçek temizlik bu devirde baş­ ladığı gibi. aile mutluluğu da o günden itibaren kurulmuş sa­ yıldı. Çünkü önceleri erkek. hayatını daima dışarıda ve uzak­ larda geçirirdi. Evlilik ise devamlı ve hayat boyu değildi. Şimdi ise. kan ile koca mabudun rahip ve rahibesi duru­ munda kabul edildi. Belirli zamanlarda. aile mabuduna kur-

Türk Ahlakı

49


banlar keserek Ibadeller yapmakla görevli olduk.lan için: er­ kek. zamanın büyük bir kısmını aile ocagının başında birlik­ te geçlnnege. karısı ile samimi bir hayat arkadaşlığı yaşama­ ga mecbur oldu. Gerçi kadının babasının hukukundan çıka­ rak. kocasının hukukuna gınnesi: kendi aile ocağını ve baba dinini terkederek bir dönme gibi. yeni bir dine girerek başka bir ocağa rahibe olması. hukuk yönünden bir düşüş sayılı­ yordu. Fakat kadının bu hukuksal alçalışına karşılık. evlili­ ğin dini bir nitelik olarak ebedileşmesi: cinsel ahlakı gerçek ve yüksek bir şeklide kurdu. Böylece kocanın yalnızca karısına alt olması ve onun sonsuza kadar sürecek seven bir hayat ar­ kadaşı kalması gibi yücelmiş düşünceler. onu diğer yönden yükseltiyordu. Ataerkil (baba-listiln) ailenin bir sonucu da: harem ve selamlık hayatının kesin biçimde aynlması ve eski sosyal ikiliğin düzenli geri gellrllişi idi. Eski Yunanlılar'da. Gynece adı ile bir harem dairesi mey­ dana gelmişti. Eski Ulinler'de de Salutatorium adlı misafir kabulüne ve sanki selamlık anlamına gelen bir daire vardı. Esk.J İranlılar'da da harem dairesine ·sebistan·. selamlık da­

iresine ·eyvan· derlerdi.

Baba-üstün loplumlarda. harem ve selamlıktan başka

peçe. yaşmak gibi örtüler de çıktı. Bu gibi kurumlar Çin'de ve Hindistan'da da oluştu. Bununla birlikte baba-üstün ailenin oluşması için: öncelik.le. isterse şehirde yaşama şekli olsun. kamuoyunun oluşması gerekirdi. Aile reisinin bir hükümdar olarak tanınması için. önceleri örnek olarak toplumda bir hü­ kümdann olması gerekirdi. İslclmiyerten önce: Beni Muzır araplarında devlet henüz oluşmadıgından. aile totemsiz ve er­ kekli klan ömegınde kalmışlır. O zaman baba-üstün (ata er­

kil) aile henüz oluşmamıştı. Bu yüzden. İslıimiyet'ten önce Araplar'da cinsel ahlak yüksek bir derecede degildi. İslcimlyet bir devlet kurduktan sonra. gerçek anlamıyla baba-üstün bir aile oluşamazdı. Çünkü baba-üstün ailenin kökünü. manlzm dini meydana getirir. Kesin biçimde tekleş­ tirici olan İslamıyet: tabiidir ki aile tannlarını kabul ede-mez­ dl. Bundan böyle İslamiyet. babanın kontrolü altında. cinsel ahlaka uyan yeni örnekte bir İslıimi aile kurdu. Bu ailenin kökü. önce cinsel ahlak olmak üzere ata-erkil aileninki gibi kan bağ,ı Mdinl esaslara göre degil·şahsiyelin kutsalhgı· esası­ na dayanıyordu. Bundan dolayı ala-erki! ailenin dayanağı

50

Ziya Gökalp


olan manlzm dini: erkegın dışarıdaki davranışlarını belirleyip kontrol altına alınadıgı halde. İslamiyet: erkeği de. kadını da eşil şeklide yasaklardan kaçınmakla yükümlü tutuyordu. İslclmlyet.

cin sel ahlakı ala-erki! ailede olduğu gibi: yalnız

kadınlara uygulanır biçimde düşünmüyor. bu ahlaka uyma­

yı aynı oranda erkeklerden de istiyordu. Bu yeni din. erkek ve kadın arasındaki eşitliği. hukuk sahasında uygulamadı. Bu­ mın

nedeni de: hukukun daha çok sosyal hayata bağlı bu­

lunmasıdır. İsli:lınlyel. ahlak alanında erkek ile kadın arasın­ da çok kesin bir eşlllik kurduğu halde: hukuk alanında. o za­

manki Arapları alışkanlıklanndan uzaklaştırabildiği oranda bir eşitlik kum1ayı başarabildi. Eski Arap hukukuna oranla. islam hukukunun birçok remınist kuralları taşıması. isıami­ yel'ın bu eşitlik eğilimine bir belge sayılabilir.

Hukukun gelişimi toplum yapısına içten bir biçimde bağ­

lı olduğu için: bu yapı gelişmeden İslamiyet. hukukta köklü bir gelişim yapamazdı. Fakat ahlak fikri manevi olduğu ve özellikle dinin temeli bulunduğu için: İslamiyet gerçek gelişi· mini. ahlak yönünü üstün tutarak yaptı. Mesela boşanma ile birkaç kadını nikah altında bulundurmayı uygun görmekle

birlikte: birincisini ahlak yönünden. helal olmayan.ikincisini de pratikte imkansız hukuki şartlara bağlaması: İsl<imiyet'in gerçek yönelişlerini daha iyi gösterir. İsl.8.mlyel. bütün erkek ve kadınlan yasaklardan kaçın­ makla yükümlü tuttuktan sonra: Peygamber ve sahabelerin hanımları hak.kında birtakım bilgeli dindaşlık kuralları koy­ du. Mesela

Hz.

Peygamberin hanımlarına perde arkasından

söz söylenmesi emir buyuruldu. Cariye

ve esir olmayan ka­

dınlann. Hz. Peygamberin hanımlan ile diğer hanımların ve kızların örtülerini. alınlanna indirerek kendilerini cariyeler­ den ayırmalan emr1 verildi. O zaman Araplar'ın gözünde cari­

yeler. her türlü saldırıya uğrayabilirlerdi ve bu yüzden diğer kadınlan bunlardan ayırt edecek bir işarete ihtiyaç vardı. Za­ ten koyu din anlayışının aristokratik bir yönü olduğundan: diyanetin nltellgını halktan ayıran bu gibi aynlıklann başka ümmellerde de oluştuğu görülmektedir.

İki sosyal sınırı ayıran bu kuralın özelliğini herkesten iyi

bilen

Hz. Ömer.

blrgün evinde. başında şal olan bir kadın

gördü. Karısından bunun bir car1ye oldu,(tunu öğrenince der­ hal bir emir çıkarttı. Cariyelerin. temiz ve ahlaklı kadınlara

Türk Ahlakı

51


özgü olan ve özellikle cariyelerden onları ayırmak için kulla­ nılan peçe ile örlilnmelerini yasakladı. Sahabiler devrinde. bu iki grubu tamamlyle ayrı kurallara bagladı. Bu devir son bu­ ltınca peçe ile örtünme yerine. örtünerek kapanma geldi. Hasan Basri odalıklann. İbn-ül Gattan ise. güzel olan cariyelerin örtünmesini kabul elliler. Çünkü artık yavaş. ya­ vaş müslüman kadınlar arasındaki sınıf farkları ortadan kalk.mağ:a başlamışlı. Aslında cariye olanlar da aristokratik

kadınların derecesine yükselmek istiyorlardı. Zamanla Hz. Peygamberin hanımlarına özgü olan perde kuralı. nikahlı. nlkiı.hsız ve cariye ayrılmaksızın bütün kadınlara uygulandı.

Hatla yeniçeri devrinde civelekler. yani ocaga yeni girmiş genç çocuklar bile peçeye girerek bu kurala uydular. İslamıyel'ln başlangıcındaki peçenin şekline gelince: bu şimdiki başörtüsünden lbarelli. Bugünkü çarşafın pelerini de peçe yerini tutabilir. Bu devirde ne peçe. ne yaşmak gibi ör­ tüler. ne de harem ve selamlık diye ayrı daireler vardı. Ata-er­ kli ailenin sonuçlan olan bu adeller: bu devirden geçmiş olan İranhlar'dan ve Rumlar·dan gelmiş oldu. Bununla beraber bu yanlışlıklar: sosyal ve ekonomik gereksinmelerin sonucu ola­ rak yalnız şehirlerde kaldı. Taklitçilikten ve aristokratlıktan uzak duran köylere ve boylara kadar yayılamadı. Köy ve boy­ lardaki kadınlar. İsla.mıyet'ln başlangıcındaki temiz nikahlı ve nikahsız kadınlar gibi. yalmz baş örtüsü örtmeyi yeterli gör­ dü. Yabancı kültürlerden gelen öteki adetleri kabul etmediler. Son yüzyılda sosyal iş bölümü başlayıp da köylerde oldu­ ğu gibi: şehirlerde de kadınların ekonomik ve sosyal meslek­ lere girerek. toplumcu iş bölümüne katılmalan üzerinde de durulmalıdır. Bu durum. bu garip din dışı yeniliklerin büyük şehirlerde gereksizliğini ve zararlannı duyurmaya neden ol­ du. İsla.mıyet'ln emrettiği kapanma. köylerde ve boylarda kul­ lanılan baş örtüsünden ibaretti. Büyük şehirlerde de bu tür kapanma yeterli görülerek yeldirme ve baş örtüsü veya çarşaf ve pelerin ile yetınllmeğe başlandı. Ancak din açısından uy­ gulanan kapanma da: aşırılıgı benimseyerek yüzünü ve elle­

• rini göstem1eyen haremde itikaf ( ) hayatı yaşayan gelenekçi kadınların amaçları �cinsel ahlakta olgunluk- olduğu için. yi­ ne de büyük bir saygı gönnüşlerdir.

('") İtlkif: 52

Bir yere kapanıp ibadetle vakit geçirme.

Ziya Gökalp


Benimsedikleri koyu dindarlık kurallan: temelde yaban­ cı kültürlerden alınmış olsa da ahlaki bir kurala ve vicdani bir kanaata dayandığından. davranışlan saygı ile karşılanma­ lıdır. Fakat bu saygıdeğer kadınlar. ilim ve san'at öıi;reniml yapmak. geçimlerini çalışarak kazanmak. milleti için mesleki ve vatani görevleri yerine getirirken sosyal ortamda çalışmak zorunda olan kadınlardan kendileri gibi giyinmelerini ve iba­ det etmelerini istememelidirler. Her düşünce saygıdeger oldu­ p;ündan. bu iki kesim birbirinin fikrine saygı göstererek. bir­ birlerine gereksiz tenk.Jtlerde bulunmamalıdırlar. Cinsel ahlakın erkekler gibi kadınlardan da lsledıgı te­ mizlik ve inceliktir. Hangi kesimden olursa olsun kadınların bu temizlik ve incelikle birlikte: ciddi ve onur sahibi olmaları onlar için önemli bir görevdir. Bu görev erkekler için de aynı oranda önemlidir. Kapanma: bir din emri veya bir ahlak em­ ri olmaktan çok yukanda uzun uzadıya açıkladıgımız gibi bir ahlak konusudur. Gerçi temelde yabancı kültürlerden alın­ mış olsa da: kurulu adetlere karşı kesin bir uymamazlık de­ mek degildlr. Çünkü kurulu adetlerin de az çok bir ahlaki de­ geri vardır. Bundan dolayı kadınlann bir harekette bütün ge­ lenekleri bozmaya haklan yoktur. Halkın temizlik hakkında­ ki düşüncesi örnek ve sembollerden aynlıp uzaklaşmadıkça: yalnız gözdelere alt düşüncenin degışmesl yeterli deıi;lldir. Temizlik düşüncesi. diıi;er ahlaki düşünceler gibi başlan­ gıçta dış sembollere deger verdıgı halde. zorlanmayan bir ge­ lişimle: maddi kapanma yerine ·mental kapanma·l l 3J nın geç­ mesiyle yüzeyden öze. yanı gerçege geçer. Fakat tutucular da bu tabii gelişimin gerekli olduğ,unu artık kabul etmelidirler. Bütün sosyal kurumlar gibi. cinsel ahlaka dayanan gele­ nekler de: sosyal sebeplerle birlikte değişmeye. sosyal yükse­ lişle birlikte yükselişe ugrarlar. Özellikle bu adetlerin kayna­ gı ne din. ne de medeniyet olmadıgı. zamanında yabancı kül­ türlerden alınmış din dışı davranış ve biçimleri olduğu kesin olunca: bu davranışta inatçı olmamak gerek.Jr. Tutuculuğ,un bu alandaki görevi. cinsel ahlakta esas olan temizlik. incelik. utanma duygusunun korunmasında saglamlık ve ödün vermemektir. (13) Mental kapanma: Oluşan düşünce sisteminin. gi­ yim ve moda denilen sosyal değişim biçimlerindeki örtünme.

Türk Ahlakı

53


Adetlerin değişmesi ise labii kanunların kaçınılmaz so­ nucudur. Bundan böyle artık şekiller ve sembollerle degil: cinsel ahlakın gerçek unsurlan ile ugraşmak zamanı gelmiş­ tir. Çünkü bu gibi şekllcllikle ugraşıldıgı sırada ahlak yonü­ ne gerekli özen göslerllmlyor. Bunun sonucu olarak da temiz­ lik ve tıllzlik gltllkçe yozlaşıyor.

Cinsel ahlôkın bugün dayanacağı olumlu mik

ue

akade­

esas: Toplumcu bilinçle ferdi-şahsiyellerin gittikçe daha

kutsal bir özellik almasıdır. Toplumcu bilinç geliştikçe ferdi şahslyel kulsallığından uzaklaşsaydı. cinsel ahlakın giderek yozlaşacağına sonuçla ortadan kalkacagına hükmetmek doğ­ ru olurdu. Oysa başlangıçta yalnızca toplumcu şahsiyet kut­ salken. sosyal iş bölümünden sonra bu kutsallık ferdi şahsi­ yetlere de geçmiştir. Bunun üzerine giderek cinsel ahlakın yükselmesi. bu sosyal kanunun tabii bir sonucudur. Avnıpa'da bir iki yüzyıl önce var olan cinsel ahlakla: bugünkü cinsel ahlak ve özellik­ le milli eğitim kunımlarının benimsedikleri durumlar bu id­ diamızın belgeleridir. Bugünkü cinsel ahlakın bilimsel ve pozitif esası. ferdi şahsiyetlerin kulsal tanınmasıdır. Gerçekten şahsiyet kutsal olunca. her kutsal olan şey gibi: artık ona hiç bir insanın do­ kunmaması gerekir. Fakat bugün bu şahsi kutsallık: ilkel toplumlarda olduA,u gibi yalnız kadınlara özgü olmayıp. er­ kekleri de kapsamaktadır. Bundan dolayıdır ki bu gün: cin­ sel ahlakın yalnızca kadınlar tarafından uyulması gerekli prensipler olarak tanınması. erkeklerin de ciddi ve samimi bir şekilde bu ahlaka uymaları gereklidir. Çünkü şahsiyetin kut­ sallığı dolayısıyle kadının psikolojik ve fıziksel çıplaklıgı nasıl başkalarının gözlerinden uzak olması gerekiyorsa: erkeklerin de psikolojik ve fiziksel çıplaklıklarını yabancıların dokunma­ sından ve bakışlanndan uzak tutmaları gerekir. Erkek veya kadın olsun. her insanın psikolojik ve fıziksel samimiyeti. gizil ve kutsaldır. Oraya hiçbir yabancı sızamaz ve giremez. Bir hayvan çınlçıplak meydanda gezebilir. Çünkü hayvan şahsiyetlen. şahsi dokunulmazlıktan yoksundur. İnsanın samimiyet ve çıplaklıgı ise: Kabe gibi. Peygam­ berlerin yeri gibi. kulsal emanetler. evliya türbeleri gibi veya bazı mistik milletlerin hükümdarları gibi bakışlardan ve iliş­ kilerden kesin şeklide uzak tutulmuştur. Bu dunım. toplum-

54

Ziya Gökalp


cu psikolojinin kaçınılmaz bir kanunudur. Diger tabii kanun­ lara uymak ne denli gerekliyse. bu sosyal yasayı önemsemek de o derece zararlıdır. Çünkü sosyal dayanışma. toplumun kulsal lanıdığı sembollerin; kulsal olmayan unsurlardan ayırt edilmesiyle varolablllr. Bu ayınına uyulmadıgı zaman: toplum bilinci çözülmeye. sosyal dayanışma sarsılmaya uğrar. Toplumun yükselip yü­ cel-memesi ve dejenere olması sözkomısu olur. Yalnız cinsel ahlaka dayanarak kabul ellll1;1miz bu esasa itiraz edilebilir.

�Erke{Jin de kadının da psikolojik vej'ıziksel samimiyet ve çıplaklıklan dokıınulmaz ve görillmesi kesin biçimde yasak ise: evlili{Jln de yasak veya ola{Jan dışı olması gerekmez mir samsuna Durkhelm cevap olarak diyor ki: ·Evlilik mhlann ve iki bedenin öyle bir birleşip kaynaşmasıdır ki. artık birbirinden ayn iki şahsiyet. birbirine kapalı iki içtenlik kalmaz. Kan ile koca birleştikten sonra artık tek vilcuttek şahsiyet olurlar. · Bundan dolayı bir erkeğin kansını. bir kadının kocasını çıplak göm1esl: aynı kişinin kendi çıplaklık ve dokunulmazlı­ gına sızması gibidir. Birinin kendi çıplaklıgını görmesi veya eli ile bacağına dokunması. nasıl şahsiyelin kutsallığını boz­ mazsa: lek vücut haline gelmiş olan kan ile kocanın birbiri­ nin şahsi çıplaklıgına. psikolojik ve fıziki içtenligine de yasak­ lanmaması. tek.leşmiş şahsiyellerinin kutsallıgını bozmaz. Karı ve kocanın ikisinden birisinin temiz olmayışı. diğe­ rinin de kirllllgını gerektırdıgı için. bu durum kan-kocanın lek kutsal şahsiyete sahip olduklannı işaret etmez mi? Toplumcu şahsiyetin kutsallıgı ferdi şahsiyetin kutsallı­ ğından güçlüdür. Bu nedenle toplumda bir kadının kirliliği bülün toplumun temlzllA,ine leke sürer. 0 4) Mahalle baskınla­ rı bunun içindir. Sonuç olarak bugünkü cinsel ahlakın: ne kan bağ,ına dayanan din çerçevesinin. ne de bilgeli dindarlı­ ğın esaslarına dayanma ihtiyacı yoktur. Ferdi şahsiyetlerin loplum btllnclnde daha kutsal olması nasıl fertlere hukuken birçok haklar sağ,lıyorsa. aynı zamanda şahsi ve cinsel ahl.cik da birtakım görevler yükleyecektir. Bu esasa dayanan lümü ile bilimsel ve pozitif biçimde bir cinsel ahlak kurulabilir ve esasen kurulmaktadır. ( 1 4) KlrlWk ve temizlik: Burada sözü edilen kirlilik ve temizlik. maddi degll. sosyal anlamdadır.

Türk Ahlakı

55


AİLENİN YAPISI ı. İlkel Toplumlarda Aile Yapısı ve EvlWk Türleri: .Aite. birbirine akrabalık bağ:ı ile bağ:lı olan rertlerın top­ lamı demektir. Akrabalık. bugünkü şekline bakılırsa. kan­ daşlık ile aynı şey sanılır. Oysa bu iki bağ: birbirinden bütü· nüyle ayndır. Kandaşlık yalnızca flzyolojlk bir ilişkidir. Hay­ vanlar arasında akrabalık oldugunu kimse iddia edemez. Çünkü etııografi (kavmiyal) ve tarih ilimleri bize gösteriyor ki: ne her zaman kanda.şiar birbirinin akrabası sayılmışlar. ne de akrabalar arasında kesinlikle kan bağ,ı aranmıştır. Ana-üstün ailede. baba çocuğ:un kandaşıdır ama akra· bası degildir. Çocuk babasını kendisine akraba tanımadıgı gl· bi. baba yönünden olan diğ:er kandaşlannı yanı amcasını. ha· lasım. amca ve hala çocuklannı da akraba tanımaz. Bu top· lumlarda bir insanın akrabası: yalnız ana yönünden olan kandaşları. daha doğrusu totemdaşlandır. Ata-erkil (baba-üstCm) ailede ise çocuk. yalnız baba yö­ nünden olan kandaşlannı. daha doğrusu -man'daş-ıannı ak­ raba tanır. Anasını: kendi man·ını bırakıp kocasının man'ını akraba bildiği için. onu da akraba tanır. Fakat anasının kan­ daşlarına karşı hiçbir akrabalık duygusu taşımaz. Bundan başka. bir oğul kendi ataerkil ailesinden çıkarılabilir. Yahut aile reisi onu aileden uzaklaştırabilir. yanı kovabilir. Sonra bu kişi. başka bir aileye evlatlık yolu ile girebilir. Böyle bir kimse. artık kendi kandaşları ile hiçbir akrabalık bağına sa­ hip değildir. Yalnız yeni girdiği atlenin bireylerini kendisine akraba bilir. Ata-erkil ailelerde erkekler için olan bu durum. kızlar için de genellikle geçerlidir. Çünkü her kız gelinlik za­ manında kendi ailesinden soyutlanarak. kocasının ailesine evlatlık yolu ile girer.

56

Ziya Gökalp


Kandaşlıkla arkabal@ın ayn şeyler oldajıuna en iyi örnek Avuslralya'dakl Aronla aşlrelinde görülür. Aronlalar'da ço­ cuk: ne babasının lolemlne. ne de anasının totemine mirasçı olur. Anası nerde gebe kalmışsa o yerin kurucusu çocuğun lolemi olur. Bu şeklide çocuk. bu klanın totemine ait olaca­ ğından: ne anasının ne de babasının klanı ile hiçbir akraba­ lık bağı laşıyamaz. Akrabalar. kendisine kan yönünden ya­ bancı olan birtakım kişiler sayılırlar. Ana-üstün klanlarda da. bir erkek başka başka klanlar­ dan iki karısı varsa: bunlardan doğan çocuklar arasında hiç­ bir akrabalık bağı bulunmaz. Bundan dolayı bunlar birbiri ile evleneblllrler. İşle bu gibi ayrılıklar üzerinedir ki: Durkheim. fizyolojik bir nitelik laşıyan kandaşlıkla. sosyal nitelik taşıyan akrabalığı birbirinden ayınnıştır. Dikkal edersek. bu aynlık bugün de vardır. Bir erkekle kanun dışı çocuğu arasında kandaşlık bulundugu halde. sos­ yal akrabalık yoktur. Kanun dışı çocuk. babasına mirasçı olamaz. Bundan başka slıt kardeşligi: evlenme yoluyle oluşan akrabalık gibi bağlarla bir çeşit gizlilik yani evlilik saygısı ge­ rekllrtyor. Oysa bu çeşit akrabalar arasında kandaşlık yok­ tur. Arkabalığın eski esasının kandaşlık olmadığı anlaşılınca: bunun ilk temelinin ne olduğunu da aramak gerekir. İlkel toplumlarda bu temel dlndaşlıktır. Ana-Ostün klanın esası totemdaşlık olduğu gibi. ata·erkil ailenin esası da -man'­ daş-lıktır. Göriilüyor ki: ilk zamanlarda aile. ortak bir mabuda ta­ pınan fertlerin toplamı demekti. Ailenin kökü din olunca. bir­ likte yaşayan her toplulukta gerçek bir aile özelliği görmemek gerekir. Bir topluluğun sosyal bir aile özelliğini taşıyabilmesi için: onun hukuki. ahlaki zorlayıcı kurallara sahip olması ge­ reklidir. Toplum. sosyal gelişme sürecinde (aşiret. kavim. üm­ met. millet) adlanyla dört dönemden geçliği için; aile de bu dört sürece uygun olarak (kldn. ocak. konak. yuva) adlanyla dört dönemden geçmiştir. Aşiret devrinde sosyal aile yalnız klcindan ibaretllr. Kavim devrinde klandan başka ocak da. sosyal aile özelliğini alır. Ümmet devrinde ocak. değişerek ko­ nak durumuna girer. Millet devrinde ise konak aynlarak yu­ valara dönüşür. Biz bu bölümde aşiret devrinden yani klanlardan söz edeceğiz. Klan. lolemll ve lolemslz olmak üzere iki kısımdır.

Türk Ahlakı

57


Totem : klanın adının bir hayvan veya bir bitki adı olmasıyla ve bu hayvan veya bitkinin. klan tarafından mabut tanınma­ sıyla ortaya çıkar. Totemli klanlar da ana-üstün ve baba-üstün olarak ikiye ayrılır. Bu klanlar totemlerinin etini yemekten yasaklanmış­ tır. Fakat her yıl. hac ayininde totemi kurban ederek etinden bir miktar yerler. Saydığımız türlerden hangisine girerse gir­ sin. klanın fertlerine tekin etugı ahlakın özü: akrabaların bir­ birine karşı her zaman yükümlü oldukları görevlerden ibaret­ tir. Birbirine yardım etmek. birbirinin intikamını almak. bir­ birinin yasını tutmak, bir çeşit ortak mülkiyete sahip olmak. klanın mabuduna ortaklaşa ibadet etmek. totemli klanlarda fazla olarak klan üyelerlnln birbiri ile evlenmemesi de kesin hükümdür. Ana-üstün klanda. akrabalık yalnızca ana yönündedir. Yanı çonık anasının totemine ve klanına bağlıdır. Ana-üstün klanda akrabalıA,ın özü kadın oldugu için. kadın hukuk yö­ nünden büyük bir serbesllye sahiptir. Bununla beraber kla­ nın başkanhA,ı anaya degll. dayıya aittir. Çocugun velisi baba­ sı değil. dayısıdır. Bundan dolayı dayının mirasçısı oglu deA:il. yeA,enidlr. ·Er dayıya çeker· deyimi ile. dayı yegen arasındaki ilişki bu dönemden kalmadır. Ana-üstün klanda evliligin üç şekli vardır:

1. Am.blk anak denilen evWJ.k. Koca. kansının klanına

bir hizmet eri gibi girerek orada dayının emri altında çalışır. İç güveylik bu devirden kalmıştır.

2. Sum.uodo denilen evWlk.

Erkegin kendisini iç güvey­

likten kurtarmak için: karısının klanına bir miktar mal vere­ rek kendi klanında yaşamak hakkını saglamasıdır. Erkek kendi klanında yaşamakla birlikle. istedigi zaman karısının evine gidebilir. Eski Araplar'daki geçici kazanç denilen (müt'a) bu evllllgın bir çeşit kalıntısıdır.

3. Kocanın kanamı. ya kaçırmak. ya diğer bh klin­ dao bh erkekle, kendi kızkardeşini değiştirmek veyahut da az miktarda mal vermek şekli ile kendi klanına p;etinne­ sidlr. Bu üçüncü evllllk türünde. çocuk babasının klanında doğup büyüdüA,ü halde: yine anasının klanında kalır. Bu­ nunla birlikte bu durum uzun süre devam ettikten sonra: be­ raber yaşamanın sonucu olarak babasının klanında ata-erki!

58

Ziya Gökalp


bir totem oluşur. Bu şekilde klan ·ana-üstün· biçimden. ·ba­

ba-üstiinn şekline geçer. Buna ragmen totemizmin devamı. ·ana-üstün· olması ile mümkündür. "Baba-üstün· totemizm uzun sOre devam ede­ mez. Bundan başka totemizm erkeklerin avcılık. kadınların çapa ile bir çeşll bahçıva nlık yaptığ,ı aşirellerde yaşayabilir. Ehli hayvanlar kullanıldıktan sonra. artık totemizim de­ vam edemiyor. Zaten erkegın biraz mal vererek kendi klanına kadını getirebilmesi. sürü sahibi olmasından sonra mümkün olabtllr. Bunun üzerine. aşiretin avcılıktan çobanlığa geçişin­ den sonra: ana-üstün yerine baba-üstün klan oluşur. Böyle­ ce totemizm geriler.

2. EakJ Türklerde ve Yakut'le.rda Aile Yapısı: Türk.ler'de klanın tek sosyal aile oldugunu görebilmek için. Türkler'ln avcılık devrine kadar uzanmak gerekir. Türk soy kütüğ,ü (Secere-l Türki): Uygurlann göçten sonra çiftçi. çoban. avcı olmak üzere üç bölüme aynldıklannı belirtir ve sonra avcı Uygu rlar hakkında da şunları anlatır: • ... ve yine bir bôlilğü İrliş nehri dajusunda hiç hayvan

bLıllındurrnayıp. balık ve kunduz ve samur ve sansar avlayıp. etini yiyip derisini giyerlerdi. Yapağıdan olmayıp. pamuktan olan kumaşı ömürlerinde görmezlerdi. Analar eğer kızlannı azarlamak isterlerse. kısrak ve sün1: sahibi erke-ğe diişüp el yiyip. kımız içip başka yaman glinlerde olsunlar derlerdi... Devson'un. Majollar'ın Tarihinde. Cami·ü.t Tevarilı'ten alınmış şöyle bir not görülüyor:

·ormanlı Oryankitlere ormanda yaşadıkları için bu ad ve­ rilmişlir. Bımlar Majol kavminden olan Oryankitlerle kanşlınl­ mamalıdır. Bunlar çadır altında yaşamazlar. Hayvan derisi gi­ yerler. Yabani öküzlerle koyun1ann etini yerler. Çünkü davar (koyun-keçi} beslemezler ve davar besleyen kavimleri küçük görürler. Bundan dolayı bir baba veya ananın. kızım korkut­ mak için yapacağı en büyük tehdit: ·Seni koyun besleyen biri­ ne vereyim de. sürülere bakasın. - şeklindedir. Bazı kızların bıı tehdite inanarak kendini astığı görülmüştür. Bu efsô.nelerden. Tiirk!er'in avcılık hayatının kadınlar için daha sevindirici oldu­ ğu anlaşılıyor. Çünkü avcı Tilrkler'in kızlan. göçebe aşiretlerin erkeklerine. siiril ve servet sahibi olmalanna rağmen varmak

Türk Ahlakı

59


isıemiyorlardı. Avcılık hayatının artan yoksulluğunu. göçebe hayatının bollıı{Juna listiln tutuyorlardı. O halde avcı Türk­ ler'de ana-listiln k/ônın var olduğu ue kadınlar gerek iç güuey­ lik yoluyla kendi kltınlarmda kalmak. gerek akrabalığın özL1: ana-üstün kldn oldıığundan geniş haklara sahip olmak gibi üs­ tünlüklerin varlıtJı görülüyordu.� Bu devirde Maınbik anak" şeklinde bir iç gfıveylik bulun­ cluğ,una. bugün hala o hayata yakın bir hayat yaşamakta olan Altay'ın

Barablnez

Türkleri'nde{ l

5)

mal veremeyen erkekler

ambikyen bir evlenme tar,�ında evlilik kurarlar. Bu aşiretlerde erkek. hayalının bir kısmını kayınbabası­ nın evinde onun hesabına çalışmakla geçirir. Kansı üzerinde hiçbir hukuka sahip bulunmaz. Evliligin bu tipi. ana-üstün bir klan ile. söz gelişi bir bagı taşıdıgı için barabinezlerin böy­ le bir devreden henüz yeni çıkmış oldukları anlaşılır. Türkler'ln klcin şeklindeki ailesini göstermek için Anine sosyolojisinin beşinci cildinin 364. sahifesindeki geçen ifade­ yi naklediyonız: Yakutlar Slbhya'nın kuzey dogusunda dünyanın en so­ guk ülkelerinden birinde yaşamakta olup. yaklaşık 220 bin nüfusa sahiptirler. Topraklan çok geniştir. Bütün şartlar ve durum bu kavmin birçok küçük topluluklar şeklinde birbi­ rinden u1..ak durumda yayılmasını ve böylece en eski adetleri sürdürmelerini sağlamıştır. Bu kavmin en köklü sosyal top­ lulugu Seyyib adını alan klclndır. Seyyib'in ne karakterde ol­ duğ:una. bileşiminin özelligıne ait bilgimiz pek eksiktir. Fakat btltyoruz ki. bu toplum soyca birbirinin akrabası olanlardan başka. birtakım yabancıları da kapsamaktadır. Ekonomik zo­ runluklara göre genlşligı deglşir. Klanı. belirleyen özellikler arasında bu saydıgımız sıfatla­ rın da bulundugu bilinmektedir. Seyyib'in fertleri arasında dayanışma çok güçlüdür. Bununla birlikte bu güçlülük za­ manla azalmıştır. Toprağ:ın sahibi klclndır. Topraklar fertler arasında paylaştırılmış ise de: sürekli yeni paylaşım ve degi­ şimlere uğ,rarlar. Onnan ve mer'a klanın ortak mallan içinde kalır. Bütün bu organl1..asyonda ortakçı düşünce hakimdir.

Baraba: Batı Slbhya'da yaşayan bir Türk boyu. Ba­ raba aynı zamanda o bölgeye verilen isim oldugundan. orada

{ 1 5)

yaşayan Türk.ler'e Barablnez adı verilirdi.

60

Ziya Gökalp


Hatta özel evler bile yalmzca sahiplerinin yararına özgü değildir. Her önüne gelen islediği eve girerek. gOndüz ve gece­ nin her saallnde orada kalabilir. Bir Seyylb'ln içindeki özel ailelere yani evlere gelince: bunlar çok zayıf bir bağa sahip olup. hukuki korunmadan bütünüyle yoksundur. Yanı bunlar ancak -labfi aile- duru­ mundadır. Din. ahlak ve hukuk yönünden zorlayıcı kurallara sahip olmadığı için; sosyal aile dunımuna geçememiş. bir ku­ nım değerin i almamışlır. Halta karı-koca ve çocuklardan olu­ şan topluluğa özgü bir isim bile yoktur. Bunlar hukuki topluluklar olmayıp. fiili topluluklar du­ nımundadır. Bundan dolayı fertleri arasındaki ilişkiler çok zayıf bir ahlaki özellik taşır. Bu topluluğun içindeki düzen bütünüyle Masosya/-dlr. Güçlü olan. zayıfları egemenligi altı­ na alır ve böylece geçici bir düzen oluştunılur. Ana-baba ile çocuklar arasında belirli ve tanımlanmış bir görev yoktur. Ak­ sine sürekli bir karışıklık vardır. Çocuklar küçükken evin reisi; kansına ve çocuklarına kesin olarak egemendir. Fakat çocuklar kendi kendilerine ye· tecek bir yaşa gelir gelmez bağımsızlıklarını isteyerek. aynca ev bark sahibi olabilmek için: babalarının mallarından bir kısmnıı zorla alırlar. Sonra zamanla anne ve baba yaşlanın· ca; bu kez egemenlik sırası evlıitlanna geçer. Bu zorla egemen olma ise. çok ağır ve acı bir şekilde devam eder. "Özel ailende hukuki organizasyonun bulunmadıgı. ak­ rabalığa alt deyimlerin olmaması ile belirlenmiştir. Yakut­

ça·da bir evladın: babasıyla. erkek ve kız kardeşleri ile arasın­ daki ilişkileri açıklayacak kelimeler yoktur. Bu yoldaki keli­ melerin anlallığı anlamlar. -seyyib-in çeşitli kuşaklarına ve bunlardan doğanlara altllr. Yakut. kendi yaşında olan klan üyelertnln bütününü kapsayan bir kelimeye sahiptir. Fak.al bu sözcük aynı zamanda kendinden önceki ve sonraki dogan­ lara da aittir. Demek k.J. Yakutlar'da dayanışma ve kurum ba­ ğı yalnızca klan akrabalıgıdır. Bu şekilde klan organizasyonu­ mm: özel aile organizasyonundan önce oluştugu bir kez daha belirlenmiş olur. Özel aile fillen vardır. Fakat sosyal bir ku­ nım olmağa yeni başlamıştır. Evlilik ilişkilerinde dışandan

evlenme bir kuraldır. Yakut. bağlı olduğu Seyyib'in içinden evlenemez. Fakat gelenekler: eski zamanlarda var olan ilkel. içeriden evlenme kuralının hatırasını konımakta ve bazı de-

Türk Ahlakı

61


ylmlerde bunun izlerini saklamaktadır. Bu özelliklerden alaşılıyor ki: Ya.kut

"kli.n"ın adı "seyyib"dir.

Türltleri'nde

Bu toplum TI'ırkmenler'in ·ooo·sı­

na. dogu ve kuzey Türklerl'nin ·autıl-una pek benziyor. Ya­ kutlar'da ise Türk klanı olan Seyyib'den doğduğu anlaşılıyor. Bizde kamu hukukuna alt kanunlar yapılırken: yalnız bu­ günkü Türk köyünü degıı. bunun öncesi olan oba ve seyib'i ele incelemek gerekir. Çünkü bir kurumun geçmişteki gelişi­ mi bilinmezse. ondan bu anda ve gelecekte neler beklenecegi kestirilemez. Yakutlar'da klanın yegane Msosyal aile· olduğunu gör­ dük. Bu klanda baba-üslün akrabalıgın ve totemizmin izleri­ nin bulundugunu da başka bir kaynaktan ögreniyoruz.

SlyerozevskJ'nln ·Reuue de le histoire des religions·

adındaki derginin 47. cildinde yayımladıgı ·inanışlara gö­ re Şamanizm· adlı bir incelemesinde: Yakutlar'da ağa-oza adıyla baba soyundan başka eye-aza adlı bir de ana soyunun bulunduğunu görüyonız. ·Aga· baba anlamına ·eye·(ege) ana anlamınadır. Oza sözcüğü ise. soy ve akraba toplulugu anlamınadır. Her şaman. önceleri aşiret teşkilatının kökü olan bir ana soyu nun temsilcisi olduğu için. bir eğe-kila'ya yani bir ana totemine sahiptir. ·KiJa ·. Yakulça'da hayvan anlamına olup burada totem anlamınadır. Şamanlar·ın ege-kda'lan : Baja. tay. kartal. geyik. ayı. kurt. köpek. karga gibi hayvanlardır. Bunlara nıhlan yiyen koruyucu hayvanlann hayalleri denilir. Yakut aşiretinin eski ana-üstün teşkilatı bozulduktan sonra. izleri yalnız şaman teşkilatında kalmıştır. Bununla birlikte şamanlann ana-üs­ tün toteme sahip olmalan. esk.J teşkilattaki ana-üstün klanın temsilcileri olduklan içindir. Nasıl ki: Yakutlar'da dört adet­ ten fazla olmaması gereken dört büyük şaman da. aşiretin eski bölümleri olan dört ulusun temsilcileridir. Bundan başka şaman olmayan fertlerin yani laiklerin de. eyect adı ile birer konıyucu ruhları vardır. Siyerozeveski ""hisC edatının batı Türkçesl'ndeki ·a· edatının karşılığı oldu­ gunu açıklıyor.

ki:

62

Bu sözcük bundan dolayı Manası· anlamına gelir. Şamanlar'ın koruyucu ruhlarına ise ·amagat· adı verilir kelimesinin ·tanrı· karşılıgı

Orhun k.Jtabeslndek.J omay

Ziya Gökalp


şeklidir. Çünkü bay = bayat. gay = gayal. tekin = Lekyid. ya­ kin = yekit kelimelerinde de bu çoğul şekilleri gön1lür. Kara Kı rgızlar·cta Mseyyib- kelimesinin ·siber şeklinde ol­ duğunu görüyonı z. Tomsen; Momay· kelimesini ·tannça· di­ ye te rcüme etllğlne göre. Mannağarın da dişi bir tanrı veya bu anlamda olması gerekir. MŞangloira- anlamına olan ·amar sözü de bunun hanne ulm lşl olabilir. Bu olaylar. Yakutlar'da: eski zamanlarda yaşamış ana-üstün bir klanın izlerini göster­ me için yeterlidi r. Totemizmin izleri Oğuzlarda da görülür. Oğuz ili altı so­ ya bölünür. Her soyun avcı kuşlardan olmak üzere bir on­ gun. yanı totemi vard ı: Günhan soyu = Şah in. Ayhan soyu = Kartal. Yıldızhan soyu = Tavşancıl. Gökhan soyu = Sungur. Denizhan soyu = Çakır. Dağhan soyu = Üç kuş ·cami-iıl Tevarih - (Toplanmış Tarihler) yazarı. Reşl­ düd'd.ln'ln açıklamasına göre: bu soylardan her biri kendi on­ gun'u nu kutsal sayarak öldürmez ve etini yemezdi. Türklerde eski bir totemizmin derin izleri oldugunu Ede­ biyat Fakültesi dergisinin beşinci sayısında: ·Eski ntrklerde Din · adlı makalede detaylı gösterdigim için. bu konuyu geniş tutmayacağım.

3. Eski Arap slmye (kliD)lerlnde Aile Yapısı: Eski Araplar·cta totemizmin izleri görünmüyor. Fakat. Araplar·da sosyal aile: İslamiyerten önce yalnız Slmye (semi­

ye, klô.n}den !baretli.

Arap klanı da: Türk Obası gibi. bir çeşit ortak mülkiyete

sahip bir toplum halinde idi. Hep birlikte konup göçen bu topluma ·Rayn ad ı vertllr. Bununla birlikte ·Ray·ın içinde -Ehr adıyla. Ehi' in içinde de Miyar adıyla daha küçük aileler de vardı. Fakat bu aileler. sosyal bir özeilik yani dini ve hu­ kuki zorlayıcı bir kurala sahip dej!.ildiler. Yalnızca fıziken va­ rolan toplumlardan lbaretlller. Ehi, ayni evde yaşayan dede.

Türk Ahlakı

63


oğullar. lorunlar ve bunlann çocuklanndan oluşuyordu. -Ray-in mer·ası ve su kaynağı ortak olduğu gibi: -ehı-ın de çadırları ve sürüleri ortaklı. MEhnn içinde yer alan -iyaı-lar ise: kan. koca ve çocuklardan oluşan evlllik loplum­ lanydı. İslamıyel'len önce. ne -ehı-. ne -iyaı- henüz sosyal bir ai­ le özelllğlni alamamıştı. Ehl'ln sosyal bir kurum halini alma­ sı için: simye (kldn} gibi. ehl'ln de özel bir mabudunun bulun­ ması gerekirdi. Tolemli slmyede. klanın mabudu -lolem-dir. Totemsiz slmyede de. simyenln alası olan -ced· için kurban­ lar kesilir ve ibadet edilirdi. Eski Araplar·da her simye (kldn}. kendisine adını veren -ceddine· karşı bu gibi dini görevlerle yükümlü idi. Fak.al -ehrtn henüz özel bir mabudu. bir -man·ı oluşmamışlı. Bundan dolayıdır ki: cahlliyet çağında kan ile kocayı birbirine bağlayan evlilik bağı. dini bir değer taşımıyordu. Bir kadın. ancak bir çocuk doğurduklan sonra kocası ile arasında bir bağ meydana gelirdi. Bir kadın çocuk doğurma­ dan ölürse. kocasına başsağlığı dilenmezdi. Kadın diyel ver­ meğe mahkUm olursa: bunu kocası değil. kadının kendi sim­ yesi yanı klanı öderdi. İnllkamını almak da kendi slmyeslne aitti. Bir kadın. kocasının slmyesl gözünde: ancak ana olduk­ lan sonra saygıdeğer tanınırdı. Bundan başka. bir erkekle bir kadın: kanun dışı ilişkide bulunduktan sonra. bir çocuk do­ ğarsa babası onu kabul elmeğe mecburdu. Bu şekilde çocuk. meşru olmayan ilişkiyi. normal evlilik durumuna sokabilirdi Araplar'da akrabalık yalnızca soy birliğine dayandığın­ dan: evlllikten doğan akrabalığın önemi yoklu. Bunun içindir ki. erkek anasına büyük saygı gösterirdi. Fakal kansına ana olmadıkça önem vermezdi. Bundan başka baba ölünce. oğlu üvey analannı eş olarak alabilirdi. Çünkü kazanılmış bir say­ gı henüz oluşmamıştı. Araplar'da yalnız simye (kldn} akrabalığı vardı. Ehl'I akrabalık henüz kurulmamıştı. 1 1 61 Sosyal ailenin yalnız slmyeden ibaret olması. aşiret döne­ mine özgüdür. Aşiret devrinde kamu hukuku bulunmadığı için. fertlerin hukukunu yalnızca kan davası sağlardı. Kan davasına göre: bir ferdin işlediği bir suçlan bülün klan so­ rumludur. ( 16) Guton Richard: Tarihle Kadın S: 56.

64

Ziya Gökalp


Saldınya uğrayan bir ferdin intikamım da yalnız yakın kandaşları değil. klanın diğer fertleri de almakla yükümlü­ dür. Diyeti alan ve veren de kl3ndır. Kan davası. hükümet ve mahkemenin bulunmadığı yer­ lerde fertlerin hukkunu konıyan manevi bir bağ dunımunda­ dır. İlkel cemiyetlerde yasal kunıluşlann tek dayanağı kan davasıdır. Bundan dolayı slmye ahlakı normal bir ahlaktır. Fakat kamu hukuku oluşup da devlel kunılunca: simye ah­ lakı sağlıksız bir dunıma girdi. İslamiyenen önce faydalı hiz­ meller görmüş olan slmye ahlakının esası:

Simye (klô.n) üyeleri kulsal vebütün haklara sahip kabul edlldiğ:lnden. yalnız slmye üyelerine karşı yükOmlü olmak. dı­ şında kalanlara karşı hiçbir ahlaki görevle yükümlü olma­ maklır. Oysa İslamıyet'le bülün MOslümanlar kardeş bilindi­ ği gibi. İslam devlell de: bülün valandaşlann hukukunu sağ­ lamakla görevlidir. Bu yüzden aşiret örneğindeki çok normal simye ahlakı: kavim. ümmel. millet devirlerinde sağlıksız bir durum göslennek'tedlr.

Eski

Türkler'de -kavim devlete. -w adıyla çok eski za­

manlarda oluşmuş. kan davasının yerini. hükümet adına ce­ zaları getiren -töre- var olmuştu. Zaten Türkçe kelimelerdeki

-ke- edatı: -Sogdak-sajutlu-. -çilat·çitlr kelimelerinde olduğu gibi. -riırk- kelimesi de ""Töreli- demektir. Türkler -cahirlere -ıatirr derlerdi ki. bu sonradan Talar şeklini almıştır. Devaon.

-cami·fıl levarilı-ıen naklen şöyle

yazıyor:

""Tatar kavmi. birçok şubelerden meydana gelmiş olup: takriben 70 bin evden oluşuyordtı. Önceleri Çin sınınyla. Bayır gölü arasında yaşıyorlardı. Her aşiret özel bir toprağa sahipli. Tatarlar. çoğu zaman Hatay (Kıtay) imparatorluğu'nun bünye­ sinde ve haraç (vergi) vererek yaşarlardı. Fakat genellikle fa­ lan veya .filô.n aşiretler isyan eder. Ancak silô.h gücü ile ege­ menlik altına alınırlardı. Çoğu kez aşiretler birbirleriyle sava­ şırlardı. Tatarlar'ın: -Kerd ve Femik- toplumlan küçük bir tar­ tışma nedeniyle birbirlerine bıçak veya kılıç saplamakla lam­ nırlardı. Bugün Moğollar arasında olan düzen ve bağlılık onlar­ da yokllı. Kindar. C?fkeli ve intikamcı idiler. - (17)

( 1 7) Moğollar'm Tarihi· S: Türk Ahlakı

328.· Devaon.

65


Moğ:ollar'ın larthl Cahlilyet devrini oluş-turan toplumla­ rın özü; sosyal açıdan slmye (k.13.n)den ibarettir. Simye içinde kan davasının. matem ayini geleneğinin en bOyük görevler­ den olması bunun sonucudur. Bu ülküye göre kutsal olan fert değil klan yanı slmyedlr. Hak sahibi de. ancak simyedir. Siınyenln bu kadar güçlü olması: hem aşiretin. hem özel ai­ lenin yanı "ehır veya ··ocak"ın zayıf kalmasına neden olmuş­ tur. Môzel kanunlar: kamu hukukundan çok daha giiçlüdiir· kuralı da bu dönemden kalma bir sözdür. Çünkü bu devirde özel kanunlar slmyenln kanunları. kamu hukuku da. aşiret­ lerin hukuku idi. Slmyenln dayanışması. aşiretin dayanışma­ sından çok güçlü olduğ:u için; bu ülku. o devir için çok uy­ gundu.

66

Ziya Gökalp


AİLE AHLAKI

Aşırel

devrinde

..

sosyal aile " .

yalnızca simye (klcln)dır.

Çeşitli aşiretler bir kavim devleti şeklinde birleşince. ev de sosyal aile özelli.ı2;ini almıştır. Ailenin bu şekline

yer"

"Ocak = Fo­

diyebiliriz. Ana-üstün simye ·totemizm- diniyle. baba­

üslün slmye ·naturizm- dini ile bulunduğu gibi: Ocak da ·ma­ nizm- diniyle birlikle bulunur. Manizm: Ev'in ölmüş atalarına ibcidet esasına dayanır. "Man". "'Ata"DJD ruhu olup: ev'in ocagında barınır. Bu çeşit ailede ocagın ve ocak ateşinin kutsal tanınması bu sebepten­ dir. Bazı rnan'lar yalnız ala ruhundan ibaret olduğundan: ai­ le hukuku sadece baba'da bulunurdu. Eski Romalılar aile reisine (Hükümdar baba = Pater Po­ teslar) derlerdi. Bu örnekte yalnız babanın erkek olan kan­ daşları akraba tanınır. Ananın kandaşları akraba tanınmaz­ dı. Ocağın bu şekline ·ata-erkir (pederşahi aile) adı verilir. Bazı toplumlarda da atanın ruhu gibi. ataların ruhu da ·mmı· hükmündedir. Bunun için. her ikisine de ibadet edilir. Bu çe­ şit aileye de. ·eşitçi aile· diyebiliriz. Eski Türkler'de aile bu türden idi.

1. Eski Türklerde Aile Hukuku ve Kamu Hukukunda Ailenin Yeri Eski Türkler'de. aile ocagında: biri alanın. diğeri büyük baba ve büyük annenin ruhu olmak üzere iki ·man· barınır­ dı. Ailenin fertleri yalnız bu aile mabuduna değil. bir ımibud ile. bir de dişi m<ibud'a ibadet ederlerdi. Bu konuda

Ga.ra.ner

yor ki:

�Doğu Tiirk/erfnde haltı. aile ateşinin asla sönmemesine sebebini bilmeksizin· çok dikkat ederler. Euin hanımı her ak­ şam ateşi kı:ıJ ile örter. Sabahleyin Türkler'ce kulsal fanman bir ardıç dalıyla bu ateşi yeniden canlandınr. Blı ardıç dalını aleu-

Türk Ahlakı

67


lendirdikten sonra eline alır. oda oda dalaşarak evi bununla temizler. Eğer kaza ile mu(fagın ateşi sönerse - çünkü kulsal olan ateş, ancak mu(fagın ateşidir · bunu kibritle yakmaga kalkışmaz. Komşwmn ocağından ödlinç aldı{Jı (soydan alınma­ sı gereken} korlarla yakmayı ye{J tutar. Bu aleş eski Hind-Av­ nıpalılar'da oldugu gibi. eski Tiirkler·de de alalann daima can­ lı olan ruhu. ailenin aynı zamanda hem görünen sembolü. hem de mabudu durumundadır. Bugün Kırgızlar'la Kazaklar. çadır­ lannın ocağına bir kurban sundtıklan zaman. ailenin mabudLı­ nu Mod ata. od ana� diye ça{Jırırlar. Bu olaylardan anlaşılıyor ki. eski Türkler'de bir çeşit ma­ nlzm vardı. Fakat bu manlzm. yalnız ataların ruhlarını değil. büyük baba ve büyük annelerin ruhlannı da mabud kabul ediyordu. Bundan dolayıdır ki. aile ocagının ateşine yalnız (od ata) denmiyor. {od ana) da deniyordu . Bu ateşte iki ruh yaşıyordu. Bunun sonucu olarak. eski Tiırkler'de yalnızca ata-erk.il olan bir aile olmamış. ana soyuna da aynı degeri veren (ma­ derşahi ana-üstün) çoğallılmış hukuk eşillikli bir aile örneği meydana gelmiştir. Bazı gezginler. ev içinde ·od ata· ile �od ana·yı temsil eden birtakım idol yerlerinin de varlığını haber vem1işlerdlr. Rubralr. diyor ki: (Grand Ansiklopedie Majol maddesi) ·Ev'in sa{J tarajinda eu sahibinin oturacagı yerde keçede­ n ueya çuhadan yapılmış bir idol bulunurdu ki: buna eu sahi­ binin kardeşi denilirdi. Solda kansının oturacağı yerin üzerin­ de yine bir idol bulunuyordtı. Bu da ev sahibesinin kardeşi adını alırdı. Kalbin yeri olan sol yön saygı duyulan bir yerdi. Bu iki idol (sanım)dan başka. diğer idoller de vardı. Birisi (inek memeli) teli ki. kadınlann konıyucusıı idi. Çünkü inekleri sağan kadınlardı. DiÇjeri (kısrak memeli) idi ki. erkeklerin koruyucu­ su idi. Çiınkiı kısrakları sağan erkeklerdi. Büyük bir ihtimale göre bu idoller (sanımlar): ailenin iki �man·ı olan (od ata) ile (od ana}nın sembollerinden ibarettir. Eski Türkler. aile mullu luğunu. bu iki ocak perisınin se­ vişmesine baglarlardı. Bugün bile. kan ile kocanın arasında p;eçlmsizllk p;örüldügü an: ·perileri sevişmemiş(banşmamış}· denir. Bundan dolayı evlillk aslında ocak perileri arasında meydana geliyor. Gelin ve güveyi bu nıhsal evlilip;i temsille yükümlüdürler. Dügün şenllgınde buna işaret eden birçok iz-

68

Ziya Gökalp


ler görülüyor. Bununla birlikte ocak ister ala-erk.il olsun is­ ter eşitliğe dayansın. kamu hukukunu taşıyan bir devlet teş­ kilatı var olduktan sonra oluşur. Çünkü devlet yokken siın­ yedeki aile hukuku. slmye'nln başkanında toplanmayarak bütün fertler arasında yayılmış bir dunımdadır. Mesela Arap slmyeslnde bir topluma alt fertlerin tümü. birbirinin velisi, birbirinin hukukunu arayandır. Suç karşılığı ceza ve kan da­ vasında: hukuken hak sahibi ve slmye·nin başkanı değil. sim­ ye'nln bütün fertleridir. Bu yüzden slmye: Cumhuriyet şeklinde büyük bir aile sayılır. Ocak ise: bir cumhu riyete degil. bir hükümdarlığa benzer. Baba-üstün ocakla yalnız bir hükümdar varki. baba­ dır. İkili ocakla (yô.ni Tiirk ailesinde) ise: ailenin bir prensi ile bir de prensesi vardır ki. bunlar baba ile anadir. Ailede bir ve­ ya iki hükmedlclnln var olabilmesi için: daha önce toplumda bu kavramların pratikte yaşaması gerekir. Yunan ve ı..at1nler'de ·şehir· oluşmadan ·ata-erkir aile meydana gelmediği gibi: eski Türkler'de de göçer-şehir duru­ mundaki ·a- oluşmadan ·ocak· meydana gelmemişti. Dikkat edilince görülüyör ki: hukukun ikili olması konu­ sunda ·rtırk iW ile Jiirk ocağı· arasında bir simetri vardır. Devletin genel hukuku. hakan ile hatun'un birleşik kişiliğin­ de belirir. Hükümel tarafından çıkarılan emirlerin (kamuıla­ nn}: kesinlik.le ·ttakan ile Hatun emrediuor ki- şeklinde il.cin edilmesi gereklidir. Aynca elçilerin Hakan ile Hatun'un birlik­ le olduklan 1.aman kabul edilmesi. kamu hukukunun yalnız Hakana değil. Hatunla birlikte her ikisine ait olduğunu gös­ lerlr. O BJ Bunun gibi. ailenin özel hukuku da: baba ile ananın or­ tak kişiliğinde bulunmaktadır. Böyle olmakla birlikte. ailenin hükuku aslında Mod ala" ile �od ana ·ya ait olup. kan ve koca bunların vekili oldukları için bu hukuka sahiptirler. Hakan ve Hatun da MAy a ta · ile ·Glitı ana ·nın vekili ve temsilcileri ol­ dukları için kamu hukukunu kendilerinde toplamaktadırlar. Radloff ·Şamanlık ve Medeniyeti- adlı incelemesinde. es­ ki Türk Kozmogonlsl'ne göre: gögün yedinci katında ·ct1rı ana "nın . altıncı katında ·Ay Ata·nın bulundugtınu bildirir. ( 1 8) Yeni Mecmuanın lesi - Ziya Gökalp.

Türk Ahlakı

9. sayısındaki CinselAhlô.k maka­

69


Devamında da. Güneş'ln dişi. Ay'ın erkek sayılmasının yalnızca ses benzerliğinden olduğunu ve başka bir anlam ta­ şımadığını iddia eder. Oysa Yeni Mecmua'da yayımlanan "Türk Kozmogon.lsl" şiirinde: Slyerozeveski'den alınmış bilgiye göre. Yakutlar'a itlt iki lejand vardır ki. birisi ·ay·ın bir öksüz kızla sevişmesine. diğeri de gök aleminin kızı olan ·GL1:­ neş Hanım·ın yer tanrısı larafından evlenmek için istenilme­ sini anlatır. Bu leJandler MGlin ana" ile ·Ay ata·nın efsanevi anlamlar taşıdıklarını gösteriyor. Türk töresine göre: ·Ay ata· ile ·Glin ana· evrenin. ·ttakan" ile �Hatun· ise insanlıgın hakanı ve kraliçesi durnmundadır/ar. Hakan ile Halun bazan da. ilclhlann babası ile anası olan MGök Tanrı" ile ·vagızır· adındaki tann ile tanrıçanın temsil­ clteri olurlar. oguz teşkilatı 'Taoizm- teşkilatı ile karşılaştın­ lınca bu sonuç doğuyor.

(19)

Orhun Kltabesl'nde sürekli hakan ile hatunun ·sabam

devleh dirilten hakan. anam devleti bilen hatun· diye birlikte yazılmaları ve iki sıfalın da Mdevlet· sözcügünü içermesi. siya­ set hukukunun bu ikisinde birlikte oluştugunu gösterir. Aile haklarının yalnız kocada olmayıp. kan ile kocanın ikisinde bulunduğunu gösteren başka birtakım işaretler de vardır.

2. Evlenme Dunımlan Eski Türk.ler'de. evllllk yalnız bir kadmla olmakla birlik­ te: fetih zamanlarında töreye aykın olarak kadm sayısının ço­ galdığı görülmüştUr. Fakat bu çoğalma ancak bir çeşit ..töre hilesi" yapmak şekliyle gerçekleştirilmiştir. Türk töresi yal­ nız ilk kadını ailenin yasal sahiplerinden biri sayar. diger ka­ dınlara kuma adını vermiştir . ..Kuma" deyimi bugün de Ana­ dolu'da kullanılmakta ise de. anlamı değişmiştir. İslim ailesinde: ortaklar arasında kesin bir eşitlik var­ dır. Oysa eski Türk ailesinde. evin sahibi olan kadın ve erke­ ğin hayalının ortağı. yalnız ilk karısıdır. Kumalar ise: bir tür ·octalık" özelliğinde olup. ilk kadının emri allında hareket et­ mekle yükümlüdürler.

(19) Milli Tetebbıılar Mecmuası- Sayı : 3 Sahife: 413 -417. 70

Ziya Gökalp


Bunlann aile düzeni içinde dini ve hOkuki yerleri olma­ dığı. çocuklarının kendilerine ua1111e· diyememelerinden anla­ şılır. Kurnaların çocukları resmen. ilk kadının evi.atlan tanı­ nır. Yalnız onu uarme· diye çağırabilirler. Öz annelerine ise ·ıeyzen diyebilirler. Bundan başka kurnaların çocuklan diğer kardeşlerine oranla çok aşağı bir dunımda bulunu rlar ve daha az mirasa sahip olurlar. Hiçbir konuda ilk kadınların çocuk.lanna eşit olamazlar. ·jr döneminde hakanın yerine yalnız ilk kadından olan oğlu geçebilir. Kumadan doğan çocuktan hakan olamazlar. Bununla birlikte ilk kadından amaç: kendi "U-inden aldığı ve töre nikahıyla evlenmiş ölduğu kadın demektir. Çünkü töre nikahıyla yalnızca ll'den olan asil kadınlarla evlenilir. O de­ virde ilk kadınlar genellik.le ·hatun· yani ·prenses· idiler.

Sonralan hatun deyimi. ilk kadına sembol oldu. Kumalar ise ll'den yanı asil aileden olmazlardı. Kesinlikle dışandan gelmiş cariyelerden veya dışarıdan alınmış kadınlardan olurlardı. Çünkü bu çağda Türkler evlenirken töre gereğince şu ilk ku­ rala bağlı idiler: İl'ln içinden. soy"tı n ise dışından evlenme mecburiyeti. Hala dlllerde gezen ·Kızımı yedi kat yabancıya veririm· deyimi. esk.J zamanlarda yedi göbek dışardan evlenildiğini gösterir. Bu kural totemli slmye devrinin bir kalıntısıdır. Fakat ll"ln içinden evlenilmesi. toplumun aristokratik bir özellik almasının sonucuydu. Toplumun içinde yalnız il'den olanlar vatandaşlık haklarına sahiptiler. Soylular yalnız il'den olanlardı. Bunların dışında kalan ·oymaklar·ıa. ·Kara bu­ dun· Roma"dakl ·Kalyaner ve ·pefebes- sınıOan gibi il'in ya­ ni sitenin dışında idiler. İşte bunun için soylu bir kişinin hanımı: ancak kendi il'ine yanı "şehirli özelliğine" sahip bir kadın olabilirdi. İs8.mi­ yet'in. ortakları eşil tutmasına ragmen: bugün de Anadolu'da çok kadın bulunan evlerde. hatun ·evin ilk hanımı· ile kurna­ ların eski sosyal dunımlan süregelmektedir

Tiirk ailesi il'li. man'lı oldugu için: hem ana soyuna. hem de baba sayıma önem verirdi. Çocuk hem baba yönünden olan kandaşlarını. hem de ana yönünden olan kandaşlannı akraba tanırdı. Bundan dolayıdır ki: bugün Hive ve Doğu

Türklstan'da yaşayan Türkmenler'de bir kız. yalnız babası

Türk Ahlakı

71


Türkmen olan bir delikanlı ile evlenemez. ÇOnkO bir adamın soylu olabilmesi için: yalnız babasının asil olması yeterli de­ ğildir. Türkmen kızının evlenecegi delikanlının ana ve babası­ nın kesinlikle soylu yiı.nl Türkmen olması gerekir. Türkmen­ lerce soyluluğun hem baba. hem de ana yönünden oldujtunu belirten diğer bir belge de: asalet (soyluluk) ünvanlandır. Eski Türkler baba yönünden Hakan oglu olanlara ""'Te­ kin� ana yönünden Hakan oğlu olanlara da -inaı- derlerdi. Bir prensin Hakan olması için: hem lekin. hem de inal olması ge­ rekliydi. Ntleklm bugün İran'da hüküm süren Kaçar Türkle­ rl'nde bir şehzadenin. şah olabilmesi için: babası gibi anası­ nın da Kaçar süli:'.ı.leslnden olması şarttır. (20)

3. Türk Aile YapıslDID Geçirdiği Değişiklikler (Uluğ Yasa) Türk ailesi. ne ana-üstün simye'nin -ambik anak· örne­ ğinde olduğu gibi. erkegı karısının simye'sine bir kale gibi gö­ lürür. ne de baba-üstün ailede oldugu gibi. kadını kocasının evine bir odalık gibi getirir. Türkler'de her evlilikten yeni bir ev. yeni bir aile oluşur. Bundan dolayıdır ki: Türkler'de evlili­ ğ:e -evlenmek� (ev-bark sahibi olmak) denilmiştir. Bu yeni kurulan aile ne erkegin. ne de kadının eski aile­ lerinin bir dalı durumunda degildir. Her delikanlı evlendiği an. babasının ve anasının malından kendine ait miras payını alarak ayn bir eve çıkar. Kadın da çeyizini bu yeni eve getirir. Her evlilik. eski ailelerinden ayrılan iki kişinin birbirleriyle birleşmesiyle oluşan yeni bir ailenin meydana gelmesi de­ mektir. Bunun için iç güveylik ve iç gelinlik yoktur. Yani er­ kek. evinin beyi ise. kadın da aynı şekilde evinin hanımıdır. Türkler'de ocağın erkek ve kadını aynı düzeyde sayması. ka­ dınlan baba-üslün ailede göri'.ılen birtakım kurallardan uzak lulmuşlur.

(20) Ziya Gökalp bunları yazdığı sırada. son İran şahının babası General Rıza Pehlevi. henOz Kaçar hanedanına men­ sup Türk Nadir Şah'ı silah zoru ile devirip İran tahtına otur­ mamıştı.

72

Ziya Gökalp


Gurunard diyor ki: 121) -on dört yüzyıldan beri Çin işgalindeki Daju Türkislan'da kadınlann erkeklerle birlikle aynı de{Jerde kabul edildikleri bir Tiirk loplumıı biliyoruz.. �Heyi.ten Çaniğ (Kao Çang)'ın hanımıyla birlikle di{Jer ha­ nımlarının kendini karşılamak için şehirden çıktıkları. prense­ sin anası ve kendi koriferanslarına ve dini çalışmalarına de­ vam eWğl bildiriliyor. �İsldmlyet'ten önce Türk kadınlarında örtünme kapanma­ nın bulunmaması. Türk/er'in o zamana dek. hem baba-tı.sllin. hem de bilgeli bir dinden uzak kalmalannın bir sonucudur. Bütün toplumlarda. slmye gibi ocagın da sosyal bir aile olması: devletin kunılmasıyla süratle oluşur. Eskiden simye de. devlet gibi siyasi bir topluluk olup: fertlerin hukukunu kan davası metodu ile korudugundan. devlet kurulunca: fer­ di hukukun yaygınlığı ve korunması konusunda bu iki ku­ rum arasında rekabet olmuştur. Ne simye yüzyıllardan beri alışmış olduğ:u bir hakkı bırakmak ister. ne de devlet kendin­ den başka yargılayıcı hukuka sahip bir gücün varhgına izin verir. İşte bunun içindir k.J. EOitun ·Devletin güçlenmesi. ai­ lenin kaldınlması veya hiç olmazsa asker smifimn aile oluştur­ mamasıyla mıimklındür· demişti. ÇünkO o zaman. simye şek­ lindeki aile henüz güçlü idi. Devlet ve ordunun dayanışması­ na engel oluyordu. İsliı.mlyet bir yandan slmye topluluklarına ·ttdmi-i Cahi­ liye· (cahiU@in koruyucusu) adını vererek çirkin görmüş. diğer yandan �mal ve evldl sfze düşmandır· diyerek simye devrin­ deki çok güçlü aile bağlarını zayınatmağa çalışmıştır. Çünkü inanç kardeşllğ:lnln güçlenmesi için. kan kardeşlığinin zayıf­ laması gerekliydi. Osmanlı devleti de. ilk devirlerinde. devleti. genellikle ai­ lesiz fertlerden oluşan bir orduya dayandırarak EOatun'un ülküsünü gerçekleştirmişti. Türklerde en eski zamandan be­ ri devlet. slmye'nln üstünde tanındığı için: güçlü bir devlet teşkilatı oluşmuştur. Leon Kahun tarihinde iki atasözü nak­ leder ki: bunlar Türkler'ln devleti ailenin üstünde tuttuğuna işaret eder. (22) (21) Türkistan ue Tibet- Sahife : l 29 (22) Dareste - Hukuk Tarihi Üzerine İncelemeler- Sa: 272

Türk Ahlakı

73


"Tlirk ata binince babasını tanımaz. - yani devlet memuru olunca. artık aile reisinin komutasında kalamaz. �Yoldaşlann babanın ocaQıına akın ederse. sen de beraber akın el. - Yanı devletinle kabllen arasında bir anlaşmazlık çı­ karsa: kabllenl devlellne feda et. Türkler' in devlete. aileden daha fazla baglı olduğunu gös­ teren birtakım halk söylemleri de vardır. Mesela: -Yolda bLi­ yiik dururken. soyda büyük önde yürümez. Yolda büyük. devlet memurudur ki. kamu hukukunu temsil eder. soyda büyük aile reisidir ki: özel hukuku temsil eder. İl hayatı yaşayan Türklerde kamu (devlet) hukuku. özel (şahıs ve aile) hukukundan güçlü oldugu için: eskiden beri yolda büyük. soy'da büyügCın yerine geçerdi. Oysa cahiliye devrindekl Araplar·da. slmye şeyhinin fertler üzerindeki say­ p;ınhğ:ı bir aşiret şeyhinin etkisinden çok güçlüdür. Yine Türkler -Belden gelen başkan değil. yoldan gelen başkandır� der. Bununla. toplumcu şahsiyeti. soy soylulu­ ğ:undan daha yüksek gördüğünü anlatır. (İnne ekremeküm el­ gaki.im) kutsal sözü de bu anlamı içerir. Türkler'de aile ülküsünün ikinci. devlet ülküsünün bi­ rinci derecede olmasının bir önemli sonucu da: çocuk ergen olunca. baba ve anasının hukukundan çıkarak devletin hu­ kukuna girmesi idi. Bundan dolayıdır ki bir genç. evlendigi zaman: ailenin slırü lerinden ve mallarından kendine ait olan miras hakkını alarak ayrı bir eve çıkardı. Bundan başka Darest'ln açıklamasına göre: Ccnglz'in kanunu olan ..V'luğ Yasa" da devlet tarafından aile hukuku ile ilgili konmuş kurallar da vardı. Mesela: Bir kadın ergen ol­ mayan bir erkekle evlenemezdi. Fakat bir kızı. ergen olan bir erkek istediğinde: kızın babası ve annesi vermemekte direne­ mezdi. Her kırk ev çevresinde. senede en az dört evlilik yapıl­ ması zorunlu idi. Ev. reisleri bu kanunun uygulanmasına dikkatle yükümlü idiler. Eger delikanlılar -kalın- (23) verecek kadar bir servete sahip değ:ilseler. Oba halkı onlara yardım etmekle yükümlü idi.

(23) Kalm: Evlenecek erkegın baba ve annesine ait mal­ lardan kendisine düşen miras payıdır ve yeni evin kurulma­ sında kullanılır.

74

Ziya Gökalp


Bu kurallar. devletin nürusu çogallmaya çahştıgını gös­ terir. ·yeni Mecmua·nın yedinci sayısında yazılı -aogaz- hika­ yesi de bu çalışmayı anlatır. Burada baba. erkek evlat istedi­ ği halde. diğeri kız evliı.t isliyor. Bu dunım kız evladın da er­ kek evlat kadar değerli olduğunu gösterir. Bundan başka. �uıug Yasa- aşiret devrinde geçerli olan kan davası hukukunu da kaldırmış. yerine devletçe uygula­ nan kişisel ceza yöntemini yerleşlinnişli. Bu yöntemle il"in çe­ şitli obaları arasında kan davaları ve akınlar ortadan kalka­ rak. sürekli bir barış kunılmuşlu. Bu şekilde slmye yani oba. simyeci bir toplum biçimin­ den çıkarak gezici bir köy şekline girmişti. Zaten eski Türk­ çe'de "il" sözcüğü hem "devlet" anlamına. hem de "barış" anlamına gelir. Birinci anlam için Orhun yazıtlarına. ikinci anlamı için K.q,garlı Mahmut'lın Divan-ı Uigatı'na bakmalı. Anlaşılıyor ki Türkler'ln il devri: boylar ve obalar için bir barış devri. bir Türk barış çagıdır. Uluğ Yasa'da cinsel ahlaka da önem verilmiştir. Bundan dolayı evli bir kadına saldıran ölüm cezasına çarptırılırdı. Bir kızı kirleten. onu almakla yükümlü tutulur. yasal olmayan ilişkilerde suçlular para cezalanna çarptınhrdı. Bundan başka. kanun. aile kadınlarına gerektiginde ko­ calan veya evlallan için Han'dan veya beylerden af talebinde bulunmak hakkını da vermişti. Cengiz Han: Ulug Yasa'yı. Uygu rlar aracılığı ile eski Türk Töresinden alınıştı. Bu bakım­ dan kurallar. genellikle Türk hukukunun kurallanndandı. Ocağın iki tipinden biri olan Roma'nın pederşahi ailesi. Çin ve Hint ailelerinde de görülüyor. Yalnız Roma'da babanın aile içindeki hakları ona devletçe verilmiş oldugu halde: Çin'de bu hakların. doğnıdan dogruya aile reisine ait olduğu düşünülür. Türk ailesinin bir örneğini de Cermen ailesınde görürüz. Cermen ailesinde de ata-erkli bir hukuk oluşmamış. akraba­ lık hem ana. hem de baba yönünden süregelmiştir. Fakat Cem1enler'ln eski dini ve aile teşkilatı iyice bilin­ mediğinden. Cennen ocağının nasıl olup da bu dunımda kal­ dığı açıklanmamıştır. Bundan dolayı Türk ailesinin açıklama­ sı. Cennen ailesinin de dini esaslarıyle birlikte anlaşılabilme­ sine yardım edecektir.

Türk Ahlakı

75


Bugün Avrupa·nın her yerinde geçerli olan çağdaş aile. Cermen ailesinden dogmuştur. Bunun gibi İslami Asya'da: Türk ailesinin de gittikçe genelleştiğini. her yerde iki yönlü akrabalığın. hukuksal eşıtııgın ve her evlilikten ayrı bir ev

dogmasının diğer kavimlere yayıldıgını gön1yoruz.

Tiirk ailesiyle Cermen ailesi feministtir. Cennenler'de ve Turan milletlerinde ailenin. remlnlst olmasından dolayı. baş­ langıçta kadının da. erkek derecesinde hakları bulundugumı kabul eden mllleller: Cermen ırkından olan Anglo Sakson­

lar'la Alınanlar ve Turan ırkına mensup olan Finlandiyalı­ lar'la. Macarlar'dır. Kadınlara millet meclisine seçilme hakkı­ nı veren Yeni Zelanda ve Avustralyalı Anglo-Saksonlar'la. di­ ğer yandan Turan soyundan olan Finlandiyalılar'dır. Kanton veya eğilim kuruluşlanndakJ seçimlerde Alman hükümetle­

rlnden bir kısmıyla Macarlar·ın kadınlara aynı haklan verdiği gön1lınektedlr. Bugünkü Türk feminizminin esaslarını. sosyal gelişimi­ mizin slmye ve ocak devirlerinden başlayarak incelemeliyiz. Çünkü bugünkü adetler. eski Türkler'in gelişmiş ve çağdaş­ laşmış şek.Jllerlnden ibarettir.

76

Ziya Gökalp


AİLE TÜRLERİ

Geçen

bölümde. sosyal allenln aşiret devresinde yalnız

sımye'den. kavim devrinde slmye ile ocak'tan oluştuğunu açıklamıştık. Ocağın ümmet devrinde aldıgı şek.ile de ..ko­ nak" adını veriyoruz. Bu bölümde önce bizi llgllendimıesi yönCıyle İslam üm­ mellne alt �konak-tan sözedeceğlz. İslam ümmetlndek.J konak. dört çeşitli kaynaktan gelir: Eski Arap ailesi. İslamı aile. İran ve Rum'un ata-erk.il ailesi. Türk ailesi.

1. Eski Arap Ailesi: Cahiliye devrinde Arap ailesi. ·sosyar ve •tabfC aile diye iki kısma aynlablllr. Sosyal aile. dini ve hukuki bir özelligi bulunan bilhak (dedroit) ailedir ki: simye'den ibarettir. Tabii aile; din ve hukuk yönünden hiçbir degert bulun­ mayan bi{fiil (dejait) topluluklardan meydana gelir. Bu toplu­ luklar da Mehr ve ·iyar adlarıyla iki dereceye aynlmıştır. Eltl: bir evde oluran dede. amca çocuktan ve kardeşlerle bunlann karı ve çocuklarından oluşan bOyOcek bir lopluluk­ lur. İyal ise: koca. karı ve çocuklardan oluşan küçük toplu­ luklardır. Bundan dolayı her ·ehr: çeşitli iyal'lardan. her slmye (kldn) ise çeşitli ·ehrlerden meydana gelir. Aşiretler döneminde ne ehl"ln. ne de iyal'ın sosyal bir özelliği vardı. Fakal. sonralan ehl'den �konak- dedigimiz aile tyal'dan da Myııva� adını verdiğimiz aile dogdugu için: o za­ man yalnız gerçeklen var olup hukuken var olmayan bu top­ luluktan da. anlatmaya gerek gördük.

Türk Ahlakı

77


Arap Slmyeal: a. Zevll Erham.: Arap slmyesl �zeuil erham-ve ·usbe- ad­ larıyla iki kısımdı. ·Ruhama", Mzirahm- gibi sözcükler hısım. akraba anlamındadır. MSı/a-i rahm-. akrabasını aramak de­ mektir. Demek ki bu deyim. başlangıçta bütün akrabayı kap­ sıyordu. Yanı eskl bir zamanda simye. yalnız zevil ve er­ ham'dan meydana gelirdi. b. Usbe'ye gelince: bu kan davasından doğmuş birakfle = akıllı kadın (Clan _{oridique) özelligındedir: Akile sözcüğü söz­ lük açıklamasına göre: Mdiyet bağlamak· anlamına olan ·akr mastarından doğan dişi bir öznedir. Başlangıçta -diyet bağla­ yıcı toplum· anlamına olan ·akıle topltımu· şeklinde kullanıl­ dıklan sonra: toplum sözcüğü düşmüş. ·akile· sôzcügü aynı anlama gelerek yalnız başına kalmıştır. ·Akıle. öyle bir toplumdur ki: fertleri arasında gerek olumlu. gerekse olumsuz kan davası dayanışması bulunur. Kan davası dayanışmasının olumlu şekli. bir ferde olan saldı­ rının intikamını: bütün c'ikıledaşlannın almakla yükümlü ol­ masıdır. Olumsuz şeklide: bir ferdin işledijti suçtan. bütün c'ikıledaşlann sorumlu tutulmasıdır. Bundan dolayı saldırıya uğ;rayan ferdin: lyal'ı veya ehl'i degil. bütün akılesi onun inti­ kamını almakla yükümlüydü. Bu intikam. kesinlik.le taanuzcu olan fertten degil. onun her hanglblr c'ikıledaşından (içinde bulundugu toplumunfertle­ rinden birinden} alınabilirdi. İntikam yerine -diyeC geçecejti zamanda da. diyet vermek görevi veya almak hakkı bütün iıkıleye (topluma) altll. İşte kan davası kavgalanndan. intikamı diyel'le ortadan kaldım1ak için. yapılan uzlaşmalardan ô.kile (toplum) müesse­ sesi dogtınca: bunu meydana getiren akraba. önceleri bütün akrabayı içine alan ·zevil erham· denilen toplumun içinden ayrılarak: Musbe- adıyla ayn bir toplum çıkmıştır. ·z.evil er­ hdm" deyimi. eskiden "uabe" içindeki fertleri de kapsarken. usbe'nin çıkışından sonra. yalnızca usbe'nin dışında kalan akraba anlamına gelen deyim olmuştur. Uabe: MNesebi Usbe" (Soya dayanan topluluk) ve ·Sebebi Usbe· (kandaş olmayan toplıılıık) adlarıyla iki kısımdır. Soya dayanan usbe: kandaş olan akrabayı kapsar. Soy dayanma­ yan ıısbe ise: kandaş olmayan yani evlenmelerden meydana

78

Ziya Gökalp


�elen arkabaları kapsamaktadır. -Soya dayanan usbe"de üçe aynhr: ·usbe bi nefsihi(Ala­

erkil akrabalık). -ıısbe bi gayrthr (kandaş olmayan sosyo-eko­ nomik topluluk). Musbe maagayrihi- (bir kadının başka topluma ait kadınla meydana getirdiği topluluk). Ata-erkli akrabalık loplulugu. yalnızca erkekler soyunu kapsar. Kadın bu lopluın llplne dışarıdan akraba olamaz. Bundan başka ata-erkli akrabalık toplumu: ferdin. kadın yö­ nünden olmayan: yalnız erkek soyundan gelen akrabaları içi­ ne alabilir. Çünkü kadın yönü ile olan akraba usbe (loplwnu­

nıın} dışında. fakal -zevil erham· denilen genişletilmiş toplum içindedir.

1. Ata-erkll akrabalık topluluğu: Bir erkegin ogulların­ dan ve Lonınlarından. babasının ve baba yönünden olan de­ delerinden. kardeşlerinden ve kardeşlerinin ogullanyla tonın­ lanndan. amcalarından ve amcalarının ogullanyla torunla­ nndan oluşur.

2. Uabe bl gayrlhi: (Kandaş olmayan sosyo-ekonomik ıoplıılıık): bir takım kadınlardır ki. erkegin kardeşleriyle bu­ lunmaktan dolayı usbe (topluma ail) olmuşlardır. 3. Uabe maagayrlhi; bir kadındır ki. diger bir kadınla usbe (ioplıım içi) olmuştur. Sebebi Usbe: Kandaş olmayan akrabalık toplumu. ·veıa· adı verilen sun'I bir akrabalıgın sonucudur. ·veıa- üç türlü olduğ:u için: kandaş olmayan akrabalık toplumu da üç türlü­ dür. Kandaş olmayan akrabalıga ·sebebi usbe- denildigi gibi.

·mevta· da denilmektedir. Bunlar alk. akd

ve

rahm mevliı.sı

olarak ayrılmakladır. -Atk mevlası-: köle iken. hürriyeti veril­ miş şahsa denir. C3hillye devrinde. c3hlliyelin h<ikim oldugu alanlarda: ailesiz kalan her ferdin hak.Jm oldugu alanlarda: ailesiz kalan her ferdin savunmasız ve arkasını arayacak kimsesi olmadı­ ğ:ından hayatı tehlikede olurdu. Bu sebepten bir köle: hürri­ yeltne sahip kılınınca. eski efendisinin ailesinin bir ferdi olur­ du. Bundan dolayı eski efendisi. ailesine giren bu ferdin inti­ kamını almak ve gerekirse diyetini vermekle yükümlü idi. Hürriyetini kazanmış bu şahıs bir aileye sahip olmayarak ölürse; eski efendisi onun mirasçısı olurdu. Fakat bu köle özgürlügüne kavuşlurulurken. mirasçılık hakkını da kazanırsa ·saibe" adıyla anılırdı. Eski efendisiyle

Türk Ahlakı

79


bundan böyle hiç bir bağlılığı kalmazdı.

Akd Mevldsı: Ailesi bulunan bir fertle anlaşarak onun öz­ p;ürlüğü verilmiş kölesini şahıs haline getirerek alınmış 3.kıle­ siz (lopllımsuz) bir fert demektir. Usbe'si (toplumu) bulunma­

yan bir fert: her türlü kan davası dayanışmalarından yoksun.

bundan dolayı da sahipsiz kaldıgından: bir akıle'ye (klcin'a} glm1ek zorundadır. Böyle bir fert: klanı olan bir ferde başvu­ rarak: Möliirsem vdrisim ol. diyete mahkum olursam diyetimi

vern diyerek onunla bir anlaşma yapar. Bu tip fertlere ·Mevlel mevaıe- denilir. Simyesinden kaç­ mış. kovulmuş. veya düşmanlarınca takip edilen bir ferdin bir kabile şeyhine veya bir ferdin ailesine kabul edilmesi ger­ çekle bir çeşit kölelik anlaşmasından ibarettir.

Raltm mevlô:sı: Bir klan'dan olan bir cartye ile evlenerek

o aileye giren ferde denir. Mesela: Hicaz şairlerinde Sedif. ön­ ceden Hurna kabilesinin kölesi iken. Beni Haşim soyundan. Ebi Leheb koluna mensup bir klan ile evlilik bagı ile akraba­

lık meydana getirmiştir. Daha sonra Beni Haşimin soyunun haklarına sahip olduğunu iddia etmiştir. Bu olaylar gösteriyor ki. usbe (aile toplumu). başlangıçta

kan davasından dogınuş ve bir ak.Jle (klan toplumu) olarak ge­ nişletilmiş toplum olan ·Zevll erham- dan ayrılmıştır.

KliDlar toplumu (Zevil erham}: Yalnız

kandaş alanlan

içine alırken: Usbede (mevli) adıyla. kandaş olmayan birtak.Jm akrabalar da görüyorüz. Bunların akrabalığı. yalnızca her fer­

din kanı sahipsiz kalmamak için: kan davası dayanışmasına sahip bir topluma katılmak zorunda kalmasından ileri gel­ miştir. Akıle (kldn) arasındaki kan davası Devletler Hukukun­ daki savaş ve banş hukuku gibi siyasi bir özellik taşıyordu. Hatta fertlerin sözleşmelerle özgürlüğüne kavuşturduk.lan kölelerden başka: slmyeler de. aralarında ·ttalJ adıyla anılan sözleşmelerle. ellertndek.J köleleri özgürlüklerine kavuştura­

rak koruma altına alıyorlardı. Bu şekilde birleşik dkde (kldn­ lar) meydana gelirdi. Bundan dolayı akıleye. dolayısıyla us­ be'ye siyasal aile adını verebiliriz. Konakta usbe'nln yanı siyasal ailenin birtakım izlerini

p;örebillrtz. Mesela oğlu olmayan bir adamın bOlün mirası kı­ zma kalmıyor. Gönnedlğl. adını bile işitmediği uzak amca oğ­

hı meydana çıkarak: kızın babasından kalan mirasına ortak oluyordu. Biz bugün bu durumu. bugünkü hukuk ve ahlak

80

Ziya Gökalp


anlayışımız ve vicdanımızla onaylamıyoruz. Fakat cahiliye devrinde bu kural çok haklı ve faydalıydı. ÇOnkü diyet verme­ ğe mahküm olan bir adamın usbe'si yoksa. uzak olan usbe'si bu diyeti vermekle yükümlü idi. Yararlan. uğraşlarla orantılı olduğu için; o zaman bu şekildeki miras durumu çok haklı idi. Bunun gibi. o adamın varisi olacak yakın bir usbe'si yok­ sa: uzak usbe'sl ona mirasçı olurdu. Bugün ise bu miras durumunu haklı görmeyişimizin se­ bebi. arlık (aile)ler arasında kan davası ve diyet dayanışmala­ nnın izinin dahi kalmamış olmasıdır. Uzakta olan usbe'ler. diyet yönünden hiçbir sorumlulukla karşılaşmadıklan için. onlann miras konusunda da hiçbir haklarının bulunmaması yer1nde olacaklır. Bir adamın klzı. onun her türlü biyolojik hastalıklarının. sosyal leke ve ayıplannın bütünüyle mirasçısıdır. Babasına alt bu sorumlulukları yüklenen bir kızın miras hakkını bu so­ nımlulukları hiç taşımayan bir yakını ile paylaşması. gü.nü.­ müz hukuk ve ahlak anayışı ile asla tabii karşılanmaz. Cahi/iyet devrinin bıraktığı izler arasında. çok kadınla ev­ lenmek ve cariyelerin (odalıkların) alınması kuralını da göste­ reblllrtz. Bundan başka: -Mirasta erkeğin payının kadın payı­ nın iki katı olmasr konusu da: cahiliye devrinden kalma bir kuraldırl24) . İslami aile. erkekle kadın arasında ahlaki bir eşitlik kabul eltlğlne göre: bu gibi adetlere. ancak hoşgörü yüzünden izin vermiştir. diyebiliriz.

n. İslami Aile: Cahiliye devrinde akrabalık: yalnız -zevil erlıam- ve -us­ be- adlı iki toplumdan oluşuyordu. İslamiyet bunlara -Eshab· ı Feraiz- adıyla üçüncO bir •toplum tipC ilave etti. Eshab-ı Fe­ raiz'ln erkek soyundan olanlan şunlardır: Baba. gerçek dede ve bunun babası ve dedesi... v.b. Ana yönünden. kardeş ve annenin kadın tarafı. Karısı yönünden olanları da: Karısı. kızı. ogulun kızı. bunun kızı v.b . . . Baba ve ana yönünden kızkardeş. baba yönünden kız­ kardeş. ana yönünden kızkardeş. ananın gerçek soyu. (24) Kttabiil Vesô:iJ-Limô:retiJ Evô:il Lissiyüli: Yazma nüs­ ha-Esat Efendi Külüphanesı Nu. 2384

Türk Ahlakı

81


Gerçek dede: torununa soyca ana yönünden olmayan de­ dedir. Baba anne: lonınuna baglılığında. ana yönünden olan dede'yle ilgisiz bir soydur. Görülüyor ki: baba ile dede'yi ayn tutarsak. ·Eshab-ı Fe­ raı:z· toplumu: özellikle kadınlardan veya kadın yönüyle ve evlilik yoluyla akraba olanlardan meydana gelmiştir. Cahlliyet devrinde kan davası dayanışmasında olduğu gibi. miras konusunda da �usbe· toplumu birinci dereceyi. �Zevil erhamn toplumu ise ikinci dereceyi meydana getiriyor­ du. Usbe·nın: �usbe bi nefsihi- kısmında kadınlar bulundu­ ğu. ·usbe bi gayrihr ve �usbe maagayrihi- k.ısımlannda bazı şartların varlığına baglı oldugu için. miras konusunda kadın­ lar çok aşagı bir durumda idiler. Bununla beraber kadınlara ve kadın yönünden ve evlilik yoluyla olan akrabaya: keza usbe'den oldukları halde değer­ lerinin yükselmesi gereken baba ile dedeye yeni hakların ve­ rilmesi. İslamıyet'ln gayesi olan eşitlik ve adaletin esaslı bir gereğ:i idi. İşte Kur'an-ı Kerim'de ·Eshab·ı Feraı:z· e ait olan bu yeni hakların emredilmesi. eski adaletsizliği yeterli ölçüde düzeltmek gayesine yönelmişti. O halde Araplar'da ailenin gelişimi üç dönem geçirmişti:

1) Ana-üstlin simye devrinde kandaş olmayan genişletilmiş akrabalık toplumu: "zevil erham'". 2) Baba-iıstlin simye devrinde usbe (klôn) toplumu. 3) İslômi devrede "Eshab-ı Feraiz'" adlı toplum tipi. İalimJyet: Eshab-ı Feraiz (mirasçıları) tayin etmekle önceleri fillen özellik taşıyan -Ehire de hukuki yani sosyal bir özellik verdi. Çünkü mirasçıların kadından olan fertlerine. er­ kek eşitleri de eklenince: meydana gelen toplum -ehri mey­ dana getirir. Erkekten eklenecek fertler şunlardır: -oğul. oğu­ lun oğlu. baba ve ana yönünden kardeş. baba yönünden kar­ deş.· Böyle olmakla birlikte. İslami devrede iyal'ın kapsadıgı fertler; bir adamın ölümünde. başka akrabaları olsun olma­ sın. kesinlikle mirasçısı olan akrabalardan ibarettir. Mesela: erkek ve kızkcirdeş. dede. büyük anne. torun amca. dayı. ha­ la. teyze gibi akrabalar. ancak daha yakıh akrabalar olmadı­ ğı zaman mirasçı olabilirler.

82

Ziya Gökalp


Oysa. oguı. koca. ana. kız. ve hanımdan oluşan altı çeşit akraba vardır k.1: başka akraba bulunsun veya bulunmasın kesinlikle mirasçı olurlar. İşte bunlann toplamı -iyarı mey­ dana geurtr. Dikkat edersek: -ehrde esas olarak baba soyu ve baba­ nın annesini. lyal'de ise: evli kadını esas olarak görüyoruz. Ehl (beyti zümre = groupe ddmestique = ev toplumu) olup. iyal (evlilik toplumu = groupe gonjugale) dir. Türk Aleminde blrtncisl konak şeklindeki aileyi. ikincisi yuva şeklindeki aileyi meydana getirmiştir. İslcimlyet'te. evliliğin kadın ile kocasını birbirlerine mi­ rasçı yapması dini. hukuki bir bağ meydana getirmiştir. Evll­ liğin dini bir kutsallık kazanmasını İslam dini sağlamıştır. -Kadınlar. erkeklerin yan değerindedir· anlamında olan ha­ dis-i şerif de. İslıimiyet'te kan kocanın birleşik bir şahsiyet meydana getirdiklerini gösterir.

Türk Ahlakı

83


İSLAMİYETİN AİLE YAPISINDA YARATTIÖI DEÖİŞİKLİK VE YENİLİKLER A- EVLENME VE EŞ HUKUKUNUN İSLAM ÖNCESİ DURUMU:

İ slami ailenin meydana getirdtgı yenilik. yalnız mlrasçılı­ ga, mirasta yeni haklar vermekten ibaret değildir. Bu yenili­ ğin diğer unsurları da şunlardır. a. Kaim konusu:

Önceleri bir kızı almak için verilen ağırlık. kızın babası­ na. eğer babası yoksa bundan sonra gelen dıger yakın us­ be'sine (akrabasına) aitli. İsliı.miyet bu ağırlık yani kalın yeri· ne Mihr (kadına ail mal ve para) yı getirdi. Buna göre evlilik öncesi verilen eşya ve paraya ·mihr-i muaccel· adı verilmiştir. Diğer kısma yani boşanma veya ölüm anında ödenen para ve­ ya mala mihr-i müeccel adı verilmiştir. İsloimiyet'te bu iki türlü mihr'in (verilen para ueya eşya­ ıun) her ikisi de tamamen kadına altllr. Babası veya diğer ak­ rabası bu paraya el süremez. Bundan başka nikahın devamı boyunca: kadın. kendi malını diledii!;I gibi kullanabilir. Nara. kası kocasına ait olup. evin masrarına kendi malı ile katılmaz. Boşandıktan sonra üç kez rep;l olup temizlendikten sonraya kadar süren. aşağı yukarı yüz günlük sürede de nafakası ön· cek.i kocası tararından sağlanır.

b. İstek Dışı Evllllk: C<ihilyetle bir baba kızını Jsledii!;I erkeğe verebilirdi. İslfı.· miyet. kadının isteği ile olmayan nikahı. var kabul etmemiş· lir. Huzzanı kızı Hunsa'yı kendine sonnadan bir adama ni· kiı.hlamıştı. Hunsa. Hz. Pey�ambcrln yanına gelerek. babası·

84

Ziya Gökalp


nın kendisini istemediği bir erkeğ:e verdigini ileri sürerek şi­ kiı.yet etli. Hz. Peygamber ..Lci nikô.ha lehu in kehımen şi'de" ya­ ni uomm senin üz.erinde niktıhı yoktur. istedi!Jinle evlen- bu­ yurdu. (İbn Sad. Tabakiıl Cilt 8. Sahife 334 ve Buhari Cilt:3 Slı . 1 3)

c. Ölünün Eşi: Cahlliyet zamanında blf erkek ölünce: oglu. üvey anası­ nın üzerine giydiği ceket veya paltosunu atarsa. (aba atmak) yeniden ·kahnn vermeksizin üvey anası nikahlı kansı olurdu. İsl<imlyet ise �temizli!}e saygı -yı kurarak. üvey ana ile ev­ liliği yasakladı. Bununla beraber İslami devrede bir kimse. öl­ müş kardeşinin ve amcasının kansını alabilir. Fakat kadının iznini almak ve -mihr- adı verilen mal veya parayı vermek şar­ tıyla alabilir. Yoksa. cahlllyet devrinde oldugu gibi: kadının üzerine. ölen kocasının en yakın akrabasından birinin aba al­ masıyla hukuken onun kocası olması uygulaması yoktur.

d. CahWyet Dönemi EvWlk Şekilleri: İslamiyet. cahlllyet devrinde var olan ve ·nikdh- adını ta­ şıyan bır takım adetleri yasaklayarak. nikaha kulsal bir özel­ lik verdı. Cahlllyet çağ:ında geçerli olan adetler şunlardı:

1. Nlkih-ı tstabza: Bir adam asil bir çocuga sahip olmak istediği i'.aman kansına: regl'den yeni temizlendigi bir sırada: ·aiı .falanca erkekle ilişkide bulun. ondan bir döl kaz.an· der­ di. Ondan gebe kalıncaya dek karısıyla cinsel ilişkide bulun­ mazdı. Bu adete nikah lstlbi'.a adı verilirdi. 2. Nlkih bedel: İki evli erkegin. kanlarını degiştirmesine denirdi.

3. Kardeşçe evWJk yardımlaşmesı: Strabon'un bil-dir­ dtgıne göre: zamanında Yemen·de ukardeşçe evlilik yardımlaş­ masın (polyandrie _{arotemelle) <ideli vardı. Hala Tibet'te var olan bu adete göre: aile servetinin bölünmemesi için. yalnız büyük erkek kardeş evlenir: dıger erkek kardeşler evlenmez.

Türk Ahlakı

85


Fakat. aile seıveUnln sahibi büyük kardeş olduğu halde. di­ ğer kardeşlerin de bu seıveUn gelirinden faydalanma hakkı vardır. Ayrıca. büyük kardeşın kansı üzerinde de diğer kar­ deşlerin tümünün faydalanma hakkı vardır. Strabon. zamanında Yemen'de bu adetten dolayı ortaya çıkan garlp bir fıkrayı anlatır: -mr reis. kızım 14 kardeşi olan bir adama vennişli. Kız büyük kardeşin karısı ohıp. gece onunla yalardı. Fakat diğer kardeşlerinin de ondan bu koırnda faydalanma hakkı vardı. Gıi:ndı'lz bu kardeşlerden birisi kadının odasına girdiğı zaman: elinde taşıdığı sopasını kapının önüne bırakırdı. Diğerleri bunu göni.nce geri dönerlerdi. Kadın bu sonsuz ziyarellerden bıktığı için. gizlice 14 kardeşin sopalan şeklinde bir sopa yaptırdı. Yalnız kalmak islediği zaman. bu sopayı kapının ömi:ne koya­ rak ziyaretlerden kon.mmağa başladı. Bir gün bıi:Lün kardeşler çarşı.da bulwrnyordu. Bu dımım­ dan yararlanmak isteyen bir kardeş hemen eve koştu. Fakat kapının önünde bir sopa gördıi:. Oysa bütıi:n diğer kardeşler çarşıda idi. Erkek şıi:phe ederek kadının babasına haber verdi. Reis ge-!ince kapının önünde gerçekten bir sopa gördıi:. Ancak oda­ nın içinde kadın yalnızdı. Kadın bu hileyi neden yaptığını an­ latınca. durum anlaşıldı. - (A. Strabon. 16 Histoire des Arabes. sa: 18)

4. Yapay llardeşlllr. (meuahatt. Cahlliyelle iki Arap aralannda -mevahaC adıyla yapay bir kardeşlik kurabilirlerdi. Bu yolla kardeş olan iki erkeğin. gerek mallan. gerek kadınlan ortak olurdu. İslamiyet. kadınların ortaklığını kesinlikle yasakladı. Fa­ kat Hz. Peygamber Medlne'ye göç ellikten sonra. her göçme­ nin. Medlne'dekl iman kardeşleriyle yukarıdaki yolda kardeş­ lik kurmasını emretti. Demek.ki. bu adetin islam ahlakıyla bağdaşmayan ikinci kısmı bırak.ılırsa: birinci kısmı o zaman­ ki örfe uygun düşüyordu. Bununla beraber sonralan bütün lman edenlerin birbi­ riyle kardeş olması emir buyurulunca. bu kural da kalktı. Mi­ ras'a ait kesin hükümler de. yukandakl kardeşlerin meydana getirdiği mal ortaklığını ortadan kaldırdı.

86

Ziya Gökalp


5. Nikih He.den: Açık bir biçimde zina edilemezdi. Fakat ı;ıizli olarak dost tutulabilirdi. Bu duruma -Nikdh Haden· denirdi. Dost tutu­

lan kadınlara umuhaddine·. -kullehize-i imden" adlan verilir­ di. Cariye denilen odalıklar ise. açıkça cinsel ilişkide buluna­ bilirlerdi. Bunlar da uzaniye. mlisafalm" adlarını alırlardı. ·zarül imden· adını alan kadın yalnızca dostuyla. ·müsaJa/m" adını alan ise: her kişi ile cinsel ilişkide bulunurdu. Cahiliyet çagında UHurreler" için gizli ilişkiyi normal ve uyı;ıun bulurlar. fakat açık ilişkiyi uygun görmezlerdi.

6. İstllha.k (Evlilik dışı çocuğu soya alma): On kişiden az bir topluluk anlaşarak. bir kadınla müna­ sebetle bulunduktan sonra: kadın gebe kalır ve dogunırsa. bu erkek-teri çagınr ve onlara UYaptığııuz işi biliyorsunuz. işte

. bu çocuk doğdL( derdi.

.. Onlardan hangisini sevmişse ona ubu ÇOCllk sendendir

diyerek. çocugu ona uzatırdı. Bu kişi onu kabul etmek zonın­ daydı. Bazen de, bir erkek veya onun oglu . evlilik dışı dogmuş bir kimseyi soyuna alırdı. Bu işe ·islilhak" ve soya alınan kimseye de ·oer· derlerdi. Mesela Muaviye. Zeyyad bin Ebih'i babasının evlilik dışı çocugu oldugu için soyuna katmıştı.

7. Bayrak asme.: Birtakım metresler kapılarına bayrak asarlar. herkesle uilişkide" bulunurlardı. Evlilik dışı çocugu kime benzetirse. o

kimse çocugu kabul etmeye mecburdu. (I'arih. İlim. Hukuk -

Mahmud EsaL. Sahife: 268)

Türk Ahlakı

87


B. İSLAMİYETTE (HZ. ÖMER DÖNEMİ) EVLENME VE EŞ HUKUKU

İsıamıyel.

İslam ahlakıyla baj!.daşmayan bütOn bu adet­

leri yasakladı. Görülüyor ki. İslamiyel'ten önce cinsel ahlak ve temizlik anlayışı; İslitınlyet'ln cinsel ahlak ve temizlik anla­ yışından büsbütün başka idi. İslimi ailede ,u esaslan da görürüz: Akraba ve evllllkler sonucu oluşan yakınlıklarda. kişiler arasında bilinen derecelere kadar nikah yasaktır. Süt kardeş­ liğinden doğan akrabalık da nikaha engel kabul edilmiştir. İslamıyel'te asıl olan bir kadınlı olmaktır. Fakat bugün­ kü ahlak anlayışına göre. gerçekte uygulanması mümkün ol­ mayan (adalet) kaydıyla. ihtiyaç ve zorluklar sebebiyle çok kadınlılık serbest bırakılmıştır. Boşanmada asıl olan saygıdır. Hz. Peygamber boşanma­ yı -aoztıkluklann en kötlisW diye işaret buyurmuşlardır. Fa­ kat bu da ihtiyaç ve zonınluluklar sebebiyle serbest bırakıl­ mıştır. Kural olarak nikah: ebedi (sonsuz) olmak üzere kararlaş­ tınlır. Nikahın herhangi bir zamanla sınırlandırılması doğru değ.ildir. Her ne kadar İslamıyel'in başlangıcında ·geçici ni­ kdh·a izin verilmişse de. sonralan Hz. Ômer'in Halifeliği za­ manında kanunla yasaklanmıştır. İslcimiyet'te. Halifenin kanun yapma hakkını en çok kul­ lanan Hz. Ömer·dı r. İslamda saygıyla uyulan emirler: Öncelikle Allah'ın. sonra Peygamber'in. daha sonra dev­ let başkanlarının emlrlertdlr. İlk lk.J emre (nilsus: tartışılmaz emirler) denildiğ,i gibi. so­ nuncu emirlere (devlet hukuku: siyasi hukuk) adlan verilir. Devlet hukuku. devlet başkanı olan Halifelerin: -ör) ile ·ka­ nunlar· arasındaki uyumu sal'amak için çıkarttıgı kanunlar­ dır. İslam devletinin ortaya koyduğu hukuk esası bunlardan ibarettir. Bundan dolayı. İslam hukukunun tarihini ortaya çıkar­ makla uğ,raşanlar: özellikle çeşllll devirlerdeki devlet hukuku ve siyasi kanunları k.ronolojlk sıra ile düzenleyerek meydana p;elmesinl 11.ah etmelidirler. Hz. Ömer. geçici nikahı yasaklarken: İslıimiyet'in özüne uygun bir davranışta bulundu. Çünkü zaten. ne geçici olan

88

Ziya Gökalp


kadın. kocasına mirasçı olabiliyor. ne de kocası onun miras­ çısı sayılıyordu. Oysa İslam ahlakının özü: hem koca karısı­ nın. hem de karı kocasının mirasçısı olması şeklinde idi. Bundan başka: Nlktı.h iki yarımın birleşmesiyle bir bütü­ nün. lam bir şahslyelln oluşması demektir. Bu birleşme dini bir sözleşme ile meydana geldıgınden. sonsuz olması gerekir. Bu sebeple geçici evlilik sınırlı olup. din ve ahlak dışı bir söz­ leşme sayılır. Cahlllyel örfünden doğ.an bu adetin. artık Müs­ lüman bir toplumun örfüyle bağ,daşmadıgını gören H . Ömer: bir emirle onu kaldırıp yasakladı. Geçici evlilik. İslamıyet'len önce ana-baba veya diğer aile büyüklerinin izni alınmaksızın kararlaştınlan geçici bir söz­ leşmeden lbaretll. Kadın kendi simye'sinde kalırdı. Kocasına -drahoman benzeri olarak. bir mızrakla bir çadır verirdi. Bu­ mın anlamı: erkek kansının slmyesinde bulundukça. o sim­ yenin halen gibi görülmesiydi. Evlilik sürdügü sürece koca. bu simye tle birlikle harekel ederdi. Kadın. arlık kocasına izin vermek isledi,12;i zaman. çadırın kapısını önce bulundugu yönün aksine çevirirdi. Kocası bu­ nu görünce slmyeslne dönerdi. Bu evlilikten olan çocuklar. yalnızca kadına all olurdu. Bu çocuklar )alan kadının çocuk­ !an- olarak adlandınlırdı. Kadın adını taşıyan birçok kabileler vardı ki. bunlar yukarıdaki evlilik yoluyla dogan kuşaklardan geldikleri için bu adlan almışlardı. Hz. Ömer. ·geçici evliliğr yasaklamakla birlikte: son-ra­ ları Şli'ler bu adeti yeniden uygun göriip. ortaya çıkardılar. Bununla birlikte. Azarbeycan·ın Şii Türk olan yerlisi. orada ·sığa· adı verilen bu adeti uygulamamaktadırlar. Aynı ülkede mezhepleri ortak olan iki kısım halktan ya­ ni: Farslarla. Türkler'den: milli geleneklerinin etkisine açık bir örnektir. Aynı 1.amanda bu. Türk töresinde. kadına veri­ len değ.erin çok yüksek oldugunu gösterir. Hz. Ömer'ln devlet başkanı sıfatıyla yasaklandığı adet­ lerden biri de: ·Anne olan cariyenin satılabilmesr adetidir125) . Araplar cahıllyel çağ,ında soya pek büyük önem verirler ve babası veya anası Arap olmayanları küçük göriirlerdi.

(25) İslam hife: 193.

Türk Ahlakı

Medeniyeti Tarlhl-Corcl Zeydan Cilt:

5 Sa­

89


Arap olmayanlara �acemft dedikleri gibi: anası Arap oldu­ ğu halde. babası Arap olmayanlara ·Müzerng·. babası Arap oldugu halde. anası Arap olmayanlara da ·ttecin· adlan veri­ lirdi. Anası cariye olan çocuk. soyluluk ve güçlülOk gösterir­ se. babası onu evlatlığa kabul ederdi. Diğerlerini ise köle ola­ rak bırakırdı. (26) Bu yüzden. bu gibi çocuklar. anası ile beraber "esirft di­ ye satılabtllrdl. İslamiyet. cariyeden dop;an evladı da: diğer ev­ lat gibi yasal ve ötekilere eşit kabul etti,12;inden çocuklar satı­ lamadı. Fakat bu çocuklann analan hala satılabiliyordu. İşte Hz. Ömer. zamanın kanunlarına uymayan bu adeti de yasak­ ladı. Hz. Ömer'ln. Aile Hukuku ile ilgili koyduğu kanunlardan biri de: "Kadınların. dengi olmayanlarla evlendirilmelerinin ya­ saklaması· idi. Gerçi İslamiyet. inananlann kardeşliği özüne dayalı bir toplum oluşlunnuş: bütün Müslümanlar'ı. hangi mlllete mensup olurlarsa olsunlar. eşit kabul etmişti. Fakat Abbasiler devrine kadar Arap olanlann. kafalanna "Müslü­ manlar'ın eşttllğr kuralı bütünüyle yerleşmedi. Bu dönemde Arap olmayan Müslümanlar'a ·MevaU- (kölelikten kurtulmuş­ lar) adı veriliyordu. Hz. Ömer. İslam toplumunu gerçek bir devlet şeklinde si­ yasal ve kanuni düzene sokarken. kurduğu kurumlar arasın­ da -Nüfus sıcııı· de vardı. Fakat nüfusun kaydını. Arap soy kütüklerinin soy hakkındaki görüş ve anlayışlanna göre uy­ A:ulamıştı. Yanı Araplar'ı başlangıçta ..Adnan" ve ..Kahtan" adlanyla iki kısıma ayırmıştı. Kahtan kısmı da ·ttamir· ve ·Kehltın· adlanyla iki klana ayrılıyordu. -Adnan· kısmını ise: -Muzır· ve ·Rabia· adlanyla iki klclna dayandınnıştı. ·Muzır· klanı -Kureyş· ve ·Kenan� adlanyla iki parçaya bölünmüştü. Kureyş parçasını: �Beni abd·ı Menaf ve ·aenf Maltzum· adlanyla iki ·ootın· ve �aeni abd·ı Menaf batınını da: ·seni Haşim· ve "Beni Ümeyye· adlanyla iki bölüme bölmüştü. Sonraları ·seni Haşim· parçacığının iki koluna da ·Fasııe· adı verilerek ·seni Ebi Talibft ve ·aeni Abbas· parçacıklarına ayırdı.

(26)

İslim Medeniyeti Tarlhl-Corci Zeydan.

Cilt 4 Sa.:

286. 90

Ziya Gökalp


Hz. Ömer. nüfusun siciline Hz. Peygamber ile başlaya­ rak. başlangıçta Hz. Peygamber'in mensup oldugu -seni Ha­ şim-in bütün fertlerini yazdırmıştır. Sonra mensup oldugu batın'ın yani ·aeniAbd-ı 'Menafm diğ:er parçasını MBeni Ümeyye�yl . daha sonra mensup olduğ:u klanın diğer balını MBeni Mahzum-u: sırasıyla ·seni Kara­ ne·yı. MBeni Rabıa·yı. MKahtane-yl sicile geçirmiştir. Arap milletinin slclli bltllkten sonra MAcem·den sayılan bütün Arap olmayan mlllellerl de. cinsiyetleri veya ülkeleri yönünden kaydeltlrmlştır. Bu şeklide. soyluluğ:un varlığ:ını saglayan soyculuk meto­ du: yalnız Arap olanlara özgü k.Jlınarak. diger Müslümanlar acımasızca soysuz bir biçimde slcillendirilerek kayda geçiril­ mişlerdir. (27)

İslam toplumu nüfusunun bu şekilde sicillendirilmesi: o zaman hala Arap örfünde: Arap ve Arap olmayan Müslüman­ lar'ın farklı tutulduklannı gösterir. O çağ:da Müslüman olmayan Acemlere (Arap olmayan) ·Ehl-i zimmeC adı ver1lmlştlr. İslamiyeti kabul edenlere ise kölelikten affolunmuş anlamına gelen -mevaU- adı verilmişti. Bundan dolayı bu çagda İslam Devleti: Araplar. İslô.mi­ yet'ti kabul etmiş Arap olmayanlar. Ehl-i zimmet (İslô.m deule­ linin egemenliginde yaşayan Hıristiyanlar) adıyla üç tabakayı içinde bulunduruyordu. İslam devleti yönetiminde bulunan Hırrstiyanlar en aşa­ ğ:ı düzeyde olanlardı. Meuali (Arap olmayan Müslümanlar) ise: Araplar ile Hırlstıyanlar arasında arada bir yere sahipti. Va­ tandaşlık hak.lanna sahip olanlar ise. yalnızca Araplar'dı. istamıyet'ln bu çağdakJ sınınannı. eski Roma'daki sınıf­ larla karşılaştırırsak: Araplar'ın ·Patrisyen�ıere. Arap olmayan Müslümanlar'ın ·Kalyants·ıere ve İslam devleti egemenliginde yaşayan Hıris­ tıyanların da ·pekbes�lere benzedigini gön1n1z. Gerçekten bu devirde. Jehız (simye-klô.n): yanı ]enis· ile ·kabile· organizas­ yonu, ordu teşkJl3tın'ın aynı idi. Arap olmayan Müslümanlar. kendi başlarına simyeler veya eski deyimi ile (fe/uz)ler ve kabileler oluşturamazlardı.

(27) Ahkô.m-ı Sultaniye- lmaın·ı Mô.verdi. Sahife: 195

Türk Ahlakı

91


Arap olmayan her Müslüman. kesinlikle bir Arap simye­ sinln (klanının) kölellklen affedilmişi. yani ·kalyaniri duru­ munda olarak orduya girebilirdi. Bu Müslümanlar: bağlı ol­ dukları slmyeler içinde yaya olarak savaşa giderlerdi. Bir Arap slmyeslnln uğraşan köleleri savaş ganimetinden pay aldıkları gibi. maaş yanı (atiyye) sahibi de olabilirerdi. Oysa aynı slınyenln Arap olmayan mensupları bütün bunlar­ dan yoksundu. İlk defa Arap olmayan Müslümanı ata bindi­ rip. savaş ganimetinden. maaştan pay almasını sağlayan ko­ mutan Muhtar-üs-Sakafı'dlr. Araplar bu hareketten dolayı komutanı: �Arabın hukııkunıı bozdu- diye çekiştirmişlerdi. Komutan da onlara �siz benim orduma katılırsanız. bu Arap olmayan Milslilmanları ben derhal uzaklaştınrım· diye cevap vermlşllr. İşle Arap olmayan Müslümanların bu aşağı durumun­ dan dolayıdır ki: o çaglarda böyle bir Müslüman. bir Arap kı­ zıyla evlenemezdi. Evlenmiş olanlar p;ôrülOrse. agır şekilde ce­ zalandınlırdı. Cahillyet çağında oldugu gibi. böyle bir evlilik­ ten doğan çocuk: -Müzerrig- (anası Arap. babası Arap olma­ yan çocıık) sayılırdı. Babası Arap. anası Arap değilse çocuk ·ttecin- adını alır­ dı. Arap olmayan Müslümanlar'ın kızını almak isteyen aynı özelliğe sahip biri: bunun için kızın babasına değil. efendisi sayılan Arap'a başvururdu. Bu çağda Araplar'ın kültür anlayışı: lafdil-ül Arap-. ya­ ni Arap millellnln üstünlügü ilkesinden ibaretti. Fakat sonra­ ları ·şuubiye· adıyla Arap olmayan Müslümanlar'la. ırk üs­ tünlüğünü düşünmeyen Araplar'dan meydana gelen bir top­ lum: Müslüman mlllellerin eşitligini iddia ve isbata ugraşa­ rak. Abbasiler'ln 1..amanında Me'mun devrinde Arap ırkçıları­ na karşı kesin üstünlük sağladılar. İşte şuublyeciler denilen eşitlik taraftarlarına. Müslü­ man milletler arasında eşitliğe boyun eğdiklerinden -Ehl-i tes­ viye· (dCız.elticiler) adı da verildi. Bundan dolayı İslcimiyet'in tam bir ·iimmer durumunu alması: ancak. Abbasiler"in me­ viı.li adı verilen Arap olmayanların yardımıyla iktidara geçme­ lerinden sonra: mlllellerln hakim rol oynaması ile başladı. Emeviler çağında. İslam Devleti tümüyle milli bir devlet duru­ munda idi. Bunun özerlne İslam Devlell'nin milli bir devlet şeklin-

92

Ziya Gökalp


den çıkarak. mllletlerarası bir imparatorluk olması: Abbasiler ile başlamıştır. İşte bu dunım gösteriyor ki. İsl<i.miyet'in ilk ça,!1;1annda Arap kızlarının: Arap olmayan Müslümanlar'la evlenmesini Arap örfü kabul etmiyordu. Örfe, yani kamu oyu duygusuna dayanmak zonında olan devlet: bu genel duyguyu dikkate al­ mak zonındaydı. Bundan dolayıdır ki. Hz. Ömer -Kadınların yalrtLZ köyllileriyle evlenmelerini. kendilerinin köylü olmayan­ larla yani MArap olmayanlarlan evlilik kurmamalanıuM emret­ mişti. Mansurlzide Said Beyefendi. Hukuk Dergisfnde -Şeriat ve Kanw1n adıyla yayınladıkları bir makalede: İmam-ı Serah­ si'nln MMebsur adlı kitabının bu olayla ilgili bir melin parça­ sını Türkçe'ye tercüme ederek şu şekilde aktarmaktadır: Mlfz. ômer. kaduılann şeref ue soy yönünden kendilerine denk olmayan erkeklerle nikdhlarını yasaklayacağım bu-yıır­ muşlur. Bıı ise. dev/el başkanının nikdhlarda tek hakim ve hükmedici oldugw1U bildirir. Çiinkii Hz. Ömer. şeriatın yasagı­ na göre degil: kendi arzularına göre karar veriyor. Şeriat ya­ saklamamış oldııgu halde. ben yasaklayacagım demek istiyor Görülüyor ki. İslimlyet'in özü: Müslümanlar'ın eşitligi ve inanç birllA:inden dogan kardeşlik oldugu halde. Arap örfünün bu esasa karşı olmasından dolayı: en büyük halife­ lerden birt olan Hz. Ömer. iman edenlerin eşilligi ilkesine ay­ kın olacak böyle bir kanun çıkarabilmiştir. Fakat bu kanun ancak dayandıg:ı örfün (kültürUn) devamı süresince p;üçlü ve etkin kalabildi. Çünkü üstün sayılan Arap örfünün yavaş yavaş çöküşü ile. ona dayanmış olan Ernevi düzeninin aniden sustuktan ve yeni doA:ınaya başlayan lasviye-i şuub (milletlerin eşilligi) örfü (küllfırfı): Abbasillğln ve Arap olmayanlann iktidara gelmesiy­ le. duygu ve düşüncelerde kökleştikten sonra: hukukçu Suf­ yan-ı Sevrt. ortaya yeni anlayışla uyuşan yepyeni bir hukuk prensibi koydu. Mansurızade Salt Beyefendi'nin adı geçen makalesinden. Sufyan-ı Sevrt'nln bu hukuk prensibiyle ilgili açıklamasını da nakledelim: Süfyan-ı Sevrl �Nikô.hta soyluluk geçerli garanti degildir. yasaktır. Çünkü nikô.hta soy/u/ugu geçerli garanti görmek. me-

Türk Ahlakı

93


selô denk olmayanlara nikô.h: ebeveynlerinin iznine tô.bidir v.b. verilen garanti üzerine kural koymak ve kurmak. şeriat açısından insanlar arasında soy yönüyle erdemli ve üstün ol­ manın var olduğunu göstermektedir. Bu ise (Arap toplumu diğer toplumlardan daha erdemli ve üstün değildir) gibi. birçok hadis·i şerif ile yasaklanmıştır. · Mansuri-z<ide Sall Beyefendi MMebsur adlı kitaptan. hu­ kukçu Süfyan-ı Sevrl'nln bu sözlerini aldıktan sonra: yine ay­ nı kaynağa dayanarak hukukçu Kerhi'nin de şu sözlerini yaz­ maktadır: MGerıel olarak rıikô.hta soyluluk garantisine değer vermek yasaktır. Şeriat. kısasta (işlenen suçtın işlendiği biçimde ceza göm1esi) bile soyluluğa değer vermemiştir. Özelli{Ji yönüyle ikinci derecede olan nikô.h müessesesi soyluluğu garanti ola­ rak nasıl kabul edebilir? Dinimizce nikôhta soyluluk garanti olamaz.� İşte bu olaylar. gerek halifelerden çıkan emirlerin ve ge­ rek hukukçulardan çıkan dini esaslara uygun hukuk ilkele­ rinin. zamanın örfünden elkllendigi ve •örfü emrer şeklinde olan ayel-i kertmenin anlamının bilincini taşıyan. Allah'ın emirlerinin ·zamana uygun kanun yapmak-tan ve bu bilgiye sahip olan hukukçulann. çaga uygu n şekilde hukuki karar­ lar düzenleyerek. dini kuralların özüne uygun hukuki ilkeler koymaktan asla çek.inmediklerini gösteriyor. Bu durumda diyebiliriz ki: bugOn İsl8.miyenn yeniden yükselmeye başlaması da. ancak devlet başk.anlan ve bilgin­ lerinin bu İslam geleneğine dönmesiyle mOmkün olabilir. Hz: Ömer. kadınlara (evlenirken) verilen mal ve paranın miktarını da. Hz. Falıma'ya verilen mal ve paraya göre sınırlamak iste­ mişse de: yapılan açıklamalar üzerine. bu hukuk kuralının zamanın örfüne (kliltür geleneğine) uygun olmadıgını anlaya­ rak verdiği emri geri almıştır. Cariyelerin (odalıkların) başlanna şal örtmeleriyle ilgili verdiği emrin şeklini ve nedenini �cinsel Ahlak· bölümünde açıklamıştık. Hz. Ömer'ln. aile hukukuna ait koymuş olduğu ·sultan Kamınu� bu saydıklanmızdan ibaret degildir. Diğer konulara ait koydugtı kanunları da. ·0evıenen sözedecegimiz zaman sayıp dökeceğ:lz.

94

Ziya Gökalp


ESKİ MİLLETLERDE KADIN, AİLE VE AHLAK 1. İran, Eski Yunan ve laparta'da Ata-Erkll Aile: İslami ailede kadın hakkında kölü bir görüş yoktu. Ka­ dın okuma ve karar venne yetkisine sahipli. Kadınlardan bir­ çok şairler. din felsefecileri ve atımler yellşlrdl. Kadınlar sa­ vaşta da bulunabilirdi. Ve hatla '"Deve olayı"nda Hz. Al­ şe' nin yaplığı gibi. ordu komutanlığ.ı görevini de yürt'ıtebilirdi. Sosyal mesleklerin hepsi kadtna açıktı. Haremlik ve selamlık daireleri yoklu. Kadınlar toplum hayatının dışına çıkanlmış degildiler. İsi.cim tarihinin ilk çağlara alt bölümü. dini. politik. ilmi. edebi. ekonomik alanlarda kadınlann erkeklere yakın bir rol oynadığını gösterir. Bu çağda bir erkek. evleneceği lozı gör­ meden evlenmiyordu . Meselci bir gün Arabın biri: Peygambe­ re bir kadınla nişanlandığını söylemişti. Hz. Peygamber ..İz. hebfenzur ileyke" yani Mgil onu görr buyurdu l28) _ Bundan dolayıdır ki; Şafii mezhebinde bir erkeğin ala­ cagı kızı önceden görmesi sünnettir. Görülüyor ki. Avrupalı­ lar'ın isıami aileye dayandırdıklan kadın aleyhindeki adetler; islcimiyet'in koyduğu kurallar değildir. Bu adetler. İslami ai­ leye. Aryaniler'den (ydni İranlılar ile. Rum/ar'danJ geçmiştir. Eski Yunanlılar'ın ilk dönemlerinde kadın illm. edebiyat. şiir. felsefe gibi uğraşlardan kesinlikle yasaklanmıştı. Yu­ nan'ın o yüksek parlak küllürü yalnızca erkeklerine özgü idi. Kadınlar buna ortak edllmedikleıinden: bu anlayış. hal· kın erkek olan bölümü arasında da yayılmıyor. bundan dola· yı milli bir kültür özelliğini almıyordu. Çünkü. bir anlayışın halka geçerek milli kültür halini alması. kadınlara verilen de· ğerle başlar. Bir milletin kadınları nasıl düşünürse. halkı da öyle düşünür. (28) Sahih-! Müslim-Cilt: 1. Sahife: 401

Türk Ahlakı

95


Nitelikleri. bütünüyle leortk olan düşünceleri. fikirleri. anlan duygulaştınnakla yükümlü olan kadınlar tarafından temsil edilmedikçe: halkın fikirlerden çok duygusal düşünce­ lere yalkln olan büyük kesimi arasında yayılamaz.

Eski Yunanlılarda. bilge sınıfından erkeklere özgü olan

�Ywmn anlayışına� kadın cinsinden yalnız aşifleler (genel ka­ dmlar. yosmalar) katılabilirlerdi. Edebiyalı. felsefeyi bilen bir­ takım aşlfteler vardı kl: bunlar salonlar açarak aydın erkek­ leri evlerinde loplarlardı. Bu gibi yöksek anlayışa sahip aşif­

telere -Heloire- ve yalnız güzellige sahip olan fahişelere ise MPolloque� adını verirlerdi. Demosten. o zamanki kadın sınıflannı şu cümlesiyle pek

güzel gösler1yor: MBlzlm fikri ar1.ulanmız için -Heloire-lerimiz. bedeni ar­

zulanmız için �Po/loque-lerimiz. bize çocuk dogurrnak ve evle­ rimize kadınlık etmek için de yasal karılanmız var. 129)

Atına ve lsparta'da. bir kız kocaya verilirken. onun ar.tu

ve dileğine hiç önem verilmezdi. Kadın evlenince. kocasının sahip olduğu bir eşya durumuna geçerdi. Gynece yani ha­ remde hapsedilirdi. Koca. kansının mutlak hükümdan ve efendisi idi. Kan-koca arasında hrçbir dostluk. hiçbir yakınlık yoktu.

Erkek gönül arkadaşlıgını. her türlü ilim ve bilgelikten yok­ sun olan kansında degıı. san'at ve felsefe ile yükselmiş olan ·ttetolre·de buluyordu. Fikir ve san'at zevklerini onun salo­ nunda anyordu. Bununla beraber. eski Yunan anlayışı. ka­ dınlara hakaretle bakan. anlan ayak takımı olarak gören an­ layışının ce1.asını ezilmiş olan kadınlann eliyle gördü. Hıristi­ yanlık çıkar çıkmaz. Yunan kadını derhal onu kabul ederek. halkın samimi duygularına aşıladı. Bu şekilde. Hıristiyan di­ ni: halkın milli kültürü yerine geçerek. Yunan bilgeligi boş­ lukla kaldı. Ve toplum içinde hiçbir dayanak bulamayarak birden bire yıkıldı.

(301

Eski Yunanlılar'da kadının böyle bir duruma düşmesi. bir yandan ailenin ala-erkli olmasıyla. diger yandan aile için­

de kölelerin ve cariyelerin bulunmasıyla açıklanabilir.

(29) Evltligin Evrimi. Paul Abram. Sahife: 2 13 (30) Tarihte Kadın. Guton Ricbard. Sahife: 295 96

Ziya Gökalp


Fakir ailelerde köleler ve odalıklar olmadıgı için; kadın çarşıya gider. hatla ticaretle ugraşabilirdi. Fakat zengin aile­ lerde kadın çalışmak zonında olmadıgından. haremde tama­ miyle kapalı bir hayat sürmekle yükümlü idi. Eski Yunanlılar'da da harem hayatı. aristokrathğın bir sonucudur. Fakat halk zenginlere ve aristokratlara çok özen­ dif1;1 için. bu arlslokratık adel yavaş yavaş genelleşmiştir.(31) Kadın hakkındaki aşagılayıcı tulum. İslami aileye. eski Yunanhlar'dan olan Suriye Rumları'ndan geçtigi gibi. büyük oranda da İranlılar'dan geçti.

2. İran Zerdüştilerinde Durum: Eski iranlılar'ın dini olan "Zerdüştilik": Bütün başkanların her şeyi. -Ehremen-den (Kötülük ve karanlıklar Tannsı'ndan) istemesini ibadette esas kabul et­ miştir. Zerdüşt dininin hukuku. -Kitab·üt Tahare- kitabından ibaretti. Temizligın bu dindeki özelliği ise (pislikten. ölümden. şey­ ıandan} konınmak ve uzak olmaktı. Özellikle kutsal tanınan Msu- ile -ateş-ın temiz kalmasına bOyük bir önem verilirdi. Canlı bir vücuttan çıkan ve kullanılmayan bütün maddeler Mpis- kabul edilirdi. Bu arada cinsel ilişkiden meydana gelen pisliklerin giderilmesine çok dikkat gösterilirdi. Gerek erkek ve gerekse kadın. bir sün1 temizlenme işle­ riyle ugraşmak ve temızllgı kazanmakla yükümlü idiler. Bir kadın çocuk düşürürse. kuru bir yerde. yani sudan ve ateş­ ten. kendi gibi inananlardan. ayrıca -bursum- olwıun demet­ lerinden uzak bir yerde: tahtadan yapılmış bir kulübe içinde hareketsiz olarak üç gün. üç gece kalmakla yükümlüydü. Kadın orada. glil ile kanştırıJmış öküz id.ran içerdi. Ancak çok sonraları pişmiş küçOk et parçaları yiyebilirdi. Su içebil­ mesi için her şeyden önce bir çok dinsel törenin yapılması ge­ rekirdi. Çünkü kirlenmiş vücuduna kutsal olan suyun girme­ si uygu n degildi. Kadın adet zamanlannda da kirli kabul edil­ irdi.

(3 1 ) Tarihte Kadın- Gaston Ricbard- Sahife: 360

Türk Ahlakı

97


Bu anlarda. vücuduna girmiş olan şeytanın açlıktan öl­ mesi için. kadına çok sıkı bir perhiz uygulanırdı. (32) Zerdüşl dini birçok şeyi temiz kabul etmeyerek: inanmış­ ları onlardan konınup uzak durmaya çagırıyordu. Bu temiz­ lik dışı eşya. lohusalık ve itdet zamanlarındaki kirliliklerinden dolayı kadınlarda yer alıyordu. Tolemist toplumlarda kadının ··tabu·· yani yasaklanmış. dokunulmaz olması -totomin� kanı­ nı taşıdığına lnanıldıA,ından ve kulsal lanınmasından dolayı idi.

3. Çlnlller"ln anlayıştan: Oysa eski iranl ılar'da. bugünkü Çinliler'de oldugu gibi: kadın temtz olmadıgından. ondan korwıulması ve uzak durul­ ması gerekiyordu. Çünkü ·kan·. 8.det ve lohusalık zamanla­ rında önemli bir madde olarak kadının vücuduna giriyor. ona şeytansı bir özellik kazandınyordu. Bunun için de bu şeytan­ sı vücuttan konınmak gerekiyordu. Çinlller'e göre bülün eşya. iki zıt gücün doguşlandır. Bunlardan birincisi ..Yang"dır ki: �ışık. gök. erkek- özellikle­ ri bunun görüntUsüdür. İk.Jnclsi ..Yenyin .. dir ki: -kötülük. yer. dişi· özelliği de bunun görüntüleridir. Bu sınınandırmadan anlaşılıyor ki: erkek. ışık ve gök yüksek sınıfa. kadın ise kötülük ve yer ile birlikte aşagı sını­ fa glrtyordu. Demek k.J. Çinliler'de kadının erkekten ayn ya­ şaması. kadının kutsal olmayışından dolayıdır. Yukarıdaki sözlerden anlaşılıyor ki. eski İranlılar'da er­ kek: "'Hünnüz" (İyilik Tansırıs)'na. kadın ise ..Ehremen .. (Kö­ tülükler ve Karanlıklar Tan nsı)na mensuptur. İyilikler Tanrısı Hümıüz: Işık. gündüz. ilim. iyilik. adalet gibi yüce nlteliklertn. Karanlıklar ve Kötülük Tannsı Ehre­ men: karanlık. gece. cahillik. kötülük ve acı çektirici gibi ni­ teliklerin tl8.hlarıdır. O halde eski İranlılar"da da kadının erkekten ayn bir ha­ yat yaşaması. kadının kulsal kabul edilmemesinden dogmuş­ tur. Oysa tikel toplumlarda kadın: kulsal düşünülmektedir. Ve bundan dolayı slınyeslnln erkekleri için yasak. dokunul­ maz oluyor. (32) Dinler Tarihi- C. de la Sauasay- Sahife:

98

965

Ziya Gökalp


Eski Iran·ın kadın hakkındaki düşüncesi. Nlzam.'ül Mül.k'ün -siyaset Kitabı�nda açık bir şekilde görülür. Ni­ zaın'ül Mülk kitabının kırk ikJncl bölümünü. kadınlardan ge­ lecek kötülüklerden kaçınmak geregini belirtmeye ayırmıştır. Nlzam'ül Mülk. bu bölümde: Adem'in. Hayva'ya uyduğu için Cennetten çıklığını söyledikten sonra: İran ile Turan (Tiirk) ülkeleri arasında çağlar boyu süren ve ..Şehname"nin asıl konusunu oluşturan uzun çarpışmaların. bir kadının kö­ tülüğü yüzünden ne şeklide meydana geldigini anlatıyor.. "Keykavus"un karısı "Sevdabe" kocasını baskısı altına al­ mıştı. Keykavus. ''Rüstem"e(33) eğitim maksadıyla yanında

bulunan oğlu Slyavuş'un erkekler sırasına geçtigini ve ken­ disinin de onu özlediğini söyleyerek. devlet merkezine gönder­ mesini emreltl. Rüstem. Slyavuş'u babasının yanına gönder­ di. Slyavuş çok yakışıklı idi. Sevdabe. onu perdenin arkasın­ dan görerek aşık oldu. Keykivus'a. ·siyavuş'a emrediniz de sebistan'a (harem)e gelsin: kızkardeşleri onu görmek istiyor­ lar· dedi. Keykavus da Slyavuş'a ·Kardeşlerin seni görmek istiyor­ lar. sebistan'a gitmelisin - buyurdu. Slyavuş: -Ferman efendimindir. Fakat onlar haremde ya­ şasalar. ben de Keykdvus'un eyvan'ırıda (seldmlıgında) kal­ sam daha iyi olur� dedi. Keykavus ilk sözünde ısrar ettiginden Slyavuş hareme glnnege mecbur oldu. Sevdabe. Slyavuş·u yalnız görünce onu bir ana gibi degil: bir aşık gibi kucağına çekmek istedi. Siyavuş sinirlenerek bu çılgın kadının elinden kurtuldu. Haremden çıkarak kendi sa­ rayına gitti. Sevdabe. Slyavuş'un işi babasına açacağından korkarak kendisi daha önce harekete geçti. Kocasına: -siya­ vuş'un kendisine tecavüz etmek isled@ini. fakat kendisinin reddederek kaçıp kurtulduğunu- söyledi. Keykavus oğluna son derece sinirlenmekle birlikte. su­ çun gerçek olup olmadığını anlamak için. onu ateş yemini uy­ gulamaya çağırdı. Slyavuş �Ferman Padişahımmdır- diyerek -Şebemik· adlı atına bindi.

(33) Rüstem: İran hükümdan Keyki.vus'un. Onlü pehli­ van ve savaşçısı. Aym zamanda ordu komutanlığı da yapmış­ tır. Türk Ahlakı

99


Baştan başa ateşlendirllmlş olan bir fersah (500 m. ka­ dar Ll.ZunluklakiJ odun yığınının içine daldı. Bir süre ateş için­ de kaybolduktan sonra. ateşin diğer yanından sağlam olarak çıktı. Halk: ne Siyavuş'un. ne de atının kılına bir zarar gelme­ diğini görünce. ateşe tapanlann reis ve alimleri o ateşten kor­ lar alarak ateşlndeye götürdüler. Sank.J ateşlndelerde henüz gücünü kaybetmemiş ateş. dogru karar veren o adaletli ate­ şin devamından ibarettir diye düşündüler. Siyavuş'un suçsuzluğu anlaşılınca. Keykavus onu Belh şehrine vali tayin etti. Slyavuş. Sevdabe'den dolayı babasına gücenmişti. İran'da kalmak istemiyor. kafasında Hindistan'a veya Çin'e, Hlndiçin'e gitmeyi tasarlıyordu. Türk Hakanı İfrasyabek"in (Afrasyab) Piran adlı veziri. Slyavuş'u inandırarak Turan'a getirdi. İfrasyab. Slyavuş'a kendi kızını verdi. Ona çok sevgi ve saygı gösterdi. İfrasya­ bek'in kardeşi ·Kersiyoz· onu çekemediğinden: Slyavuş'a ifti­ ra ederek öldürülmesine sebep oldu. Bu haber duyulunca. İran'ın her yanında olaylar çıktı. Kahramanlar birbiri ile çarpıştı. Rüstem. Sistan şehrinden devlet merkezine gelerek: izin almaksızın Keyk..avus'un hare­ mine girdi. Kansı Sevdabe'yl saçlarından sürüyerek dışan çı­ kardı. Vucudunu parça parça etti. Bundan sonra Rüstem. ordusunu toplayarak Turan'ın üzerine yürüdü. Yüzyıllarca sören ..Turan-İran Sayaşla· n "nın başlamasına neden oldu. Bu hikaye. İran Epopesinin (destan) başlangıcını göste­ rir. Yunanlılar·ın ·ilyada·sı nasıl kaçınlan bir kızın yüzünden doğmuş. kanlı savaşlar meydana gelmişse: İran'ın MŞehna­ me·si de. bir kadının kötülüğünden meydana gelmiş. kanlı savaşların yüzyıllarca sürmesinden ibarettir. Rüstem'den İran'ın geleneksel eğitimini almış olan Siyavuş'un: harem da­ iresine girmek ve hatta kızkardeşlerlyle bile görüşmek isteme­ mesi: o çagda İranlılar'ın kadınlara karşı olan bak.ışlannı pek açık bir şekilde gösteriyor. Nlzam'ül Mülk bu hikayeden sonra. İskender'e alt bir fık­ ra anlatıyor. İskender. İran'a gelince ona: ·oora'nın haremine giriniz. Oradaki ay yL1zlii gılzelleri gön1m1z. Ddra'nın bir kLZı vardır ki. giızellikle bir eşi gôrii:lmemı'.şlir· demişler. İ skender ise: ·aen İran'ın erkeklerini yendim. Kadınlanna karşı yenilmemi mi isliyorsunuzT diye cevap vermiş.

100

Ziya Gökalp


Nlzam'ül Mülk'ün bu bölümde kadınlara ait daha birkaç hikayesi varsa da. hepsini burada anlatmamız mümkün de­ gildir. Nlzam'ül Mülk. "Mellkşah" için yazdığı bu kitabında: kadınların hükümet işlerine karıştırılmamasını tavsiye edi­ yordu. Oysa Kaşkar'da eski Türk sisteminde bir devlet kur­ muş olan "Baka.niye Sülileal"nden Tamgaç Han'ın kızı Tür­ ki..D Hatun (Melikşah'ın hatunu) Hakaniye devletinde olduğu gibi. kendisini imparatoriçe sayıyordu. Türk Hukuku'nda Pa­ dişahın yalnız hatundan olan oğlu tahta geçebileceğinden. soyca yalnızca kendi hatun olduğu için oğlu -Mahmud"u ve­ liaht yaptım1ak istiyordu. (Hakaniye s(ildlesi·Mes'udfye gö· re: ..Şane" yani ..Asnubortaçine" soyundandır.) Türk töresinden çok. İran geleneğini bilen ve Selçuk Dev­ lelfnl İran düzeniyle yönelen Nizam'ül Mülk. Berkiyuuk(34} tarafını tutluğ.undan. Türkan Hatun ile çekişmek zorunda kaldı. Mellkşah. -sıyasetname-nln öğütlerinden çok. Türkan Hatun'un sözlerine değer verdiğinden: sonuç olarak Nizam'ül Mülk'ün. Türkan Hatun'un emrindeki Tacüddin Kami'nin eli­ ne vardı. Selçuklu ordusu Nlhavent'le iken: Batıniler'in(3 5} hançeri ile rivayete göre Tacüddin Kami'nin kışkırtmasıyla. Nizam'ül Mülk şehit edildi. Nl:r.anı'ül Mülk kitabında. kadınlara ve özellikle batınile­ re karşı olduğundan: kadın parmağı ve hatmi eliyle dünyadan ayrıldı. (Milli Tetebbtddr Mecmtıası- So.yı: 5. Sh. 244) Eski İranlılar·da kadın hakkındaki düşünüşün özünü anlamak için. Farsça'da kadın anlamına olan -zen- sözcüğü. vunnak anlamında olan "zeden. zenden- mastarının şimdiki zamanın emir kipiyle ortaktır. Buna göre -zeden- mastarının eski anlamı ·kadmlan­ mak-lır. Veya -zen· sözcüğünün eski anlamı -Medrube-dir.

(34) Berkyanı.k: Selçuklu Devleti"nin en ünlü komutan­ larından. Han soyundan gelmiştir. (35) Batm.Dlk: İslam felsefesinde. �sapıkfelsefe- ekolüne mensup. din dışı bir mezheptir. Ehl-i sünnetin siyasi birliği­ ni kım1ak için. sayısız tarikatlar ve siyasi görüşler batınilik içinde yer almıştır.

Türk Ahlakı

!Ol


Her iki duruma göre de. zamanında İranlılar arasında kadının. dövülen bir yaratık kabul edildigi ve bu iki kelime arasında ortaklık kaynağının: kadına yüklenen garip bir ozel­ lik olduğu anlaşılıyor. MZen" sözcügünün aynı köklen gelen sözcOklerle arala­ rındakl ilgiyi bundan ibaret görseydik: hiç de anlatılmasına gerek duymazdık. Oysa '"Zindan·· ve -zincir- sözcükleri de bi­ ze. kadınların üzüntü verici dunımlarını işaret eden anlamlar veriyor. MZindan". sözcük türemesine göre. ·kadın konulan yer- anlamına gelir. Yukanda sözünü ettiğimiz şekilde. Zen­ daosta'ya göre: çocuk düşüren bir kadının üç gün üç gece tahta bir kulübeye konuldugunu söylemiştik. Olabilir ki. -zından- sözcügü başlangıçta bu yerin adından ibaretti. MZincır- sözcügü de. ·Zenkir-. yani ·kadını tutan· demek­ tir. O halde: eskl çaglarda kadının bir çeşit bagla bağlandığı anlaşılıyor. Yine ·Zencır· sözcügCmlın başlangıçta bu ip'in adı olduğu halde. sonraları anlamı soyutlaşmıştır. Bundan başka -Zengin· sözcügO de. eğer Farsça ise. -çok kadınlı- anlamına gelebilir. Nasıl ki ·gamkin- sözcüğü (çok gamlı) anlamındadır. Demek ki. ilk zamanlarda bir erkek: ne kadar servell varsa. o kadar kadına sahip olabilirdi. Bunun­ la beraber türetilmiş sözcüklerden çıkanlan bu anlamlar. an­ cak varsayımlara bağlıdır. Bu konuda kesin sonuçlara gele­ cekte geliştirilerek tamamlanacak olan ·dil bilimr ulaşacak­ tır. İşte. İslamiyet yayılmağa başlar başlamaz. başlangıçta. Suriye ve lrak'ta: Rumlar'ın ve İranlılar'ın kadın hakkındaki düşüncelertyle karşılaştı. Bundan başka istilalar. İslam şe­ hirlerine birçok cariyeler (al ınıp satılan kadınlar) getiriyordu. İslc'ımiyet evli kadınlan cariyelerden. Arap kadınını Arap ol­ mayan kadınlardan ayırmak için. baş örtüsünü getirmişti. Araplar. Müslüman olmasa da köle ve cariye olamazlardı. Arap. Arap olmayandan aristokratik bir biçimde ayrıldıgı gibi: evlt kadın da cariyeden baş örtüsO ile aynlmıştı. Fakat bu ayırım. ·tmrre"lerin yanı evli Arap kadınlannın aleyhinde bir­ takım sonuçlar dogurdu. Her tarafta çeşllll milletlerden cariyeler çoğalınca. bun­ lara müzik. şiir. felsefe vs. ilimler. beceriler ögretilmege baş­ landı. Çünkü. cariyeler erkek topluluklarına girebiliyorlardı. Eski Yunanlılar'da oldugu gibi. İslıimiyet'in bu devrinde de

102

Ziya Gökalp


kadınlar iki sınıfa ayrılmıştı. Evli Arap kadınlar. harem daire­ lerine hapsedilmişlerdi. Cariyeler ise: selamhklarda. erkek toplantılarında şiir okumak. lürkü söylemek. dansetmek. il­ mi ve felsefi konuşmalara katılmakla bu çeşit salon hayatı ya­ şıyorlardı. Artık erkekler. haremlerindeki hanımlanna karşı estetik bir duygu taşıyamıyorlar. onlara yalnız. çocuklarının anası oldukları için dini ve ahlaki bir saygı gösteriyorlardı. Estetik zevklerini. aşklarını ise: salon hayatına katılabilen şair. mü­ zisyen. bilgili. güzel cartyelerde buluyorlardı. Yani eski Yuna­ nistan'dakl Mhetoirler" yerine bilgili cariyeler geçmişli. Hetoir­ ler'ln salonlarının yertnl de. halifelerin ve emirlerin selamlık­ lan tutmuştu. İran'ın harem (sebistan) ve selô.mlık (eyvan)'ı. Yunan'ın hetair salonlan ile birleşerek: isıam aleminde bir yandan evli kadınlara özgü harem hayatını. di@;er yandan da cariyelerin katıldığ:ı bir çeşit salon hayatını meydana getirmişti. Kadının sosyal statüsü bununla da kalmadı. Servetle bir-: ilkte çılgınca eglenmelerin arttıgı bu çagda. daha garip durumlar gôıillmeğ:e başladı. Mesela müzikteki becerisinden dolayı (Bezi) adındakJ cariyeyi iki milyon dirheme satın alan Abbasi Haltfelertnden -Eı Emin- bir takım oglanlara kadın el­ bisesi giydirerek. onlan kız gibi eglence toplantılarına almaga başladı. Bunu gören annesi Zübeyde de: birtakım cariyelere başlarına sank sardırarak. zülüner yaptırarak. erkek elbise­ leri giydirerek. bellerine kuşaklar baglatarak erkek kılıgına sokmuştu. Büyüklerin işleri ve davranışlan. küçüklere taklit konu­ su olduğ:undan. Abbasi hanedanından di@;er kişilerin hanım­ larıyla. devlet ileri gelenlerinin hanımları da aynı biçimde ca­ rlyelertnl erkek kılığ:ına sokmaya başlamışlardı. Zübeyde Ha­ nım (anne sultan). erkek kılığ,ındaki cariyelerine (Makdudat = Gizlice biçilmiş-beğenilmiş) adını vermişti. Bu tür cariyelere (ğılamyat) (Matmtısô.t) adlan da verilirdi. (36) Abbasi halifelerinin ondokuzuncusu olan -Kahr-u Billah· da boyu aynı olan cariyelerden bir takım yaparak bunlara. oğ:lanlar gibi hırka. kaftan. altından nişan ve gümüşten ku­ şaklar glydlm1lştı.

(36) İslam Medeniyeti Tarihi- Corcl Zeyda.n. Cilt: Türk Ahlakı

5 Sa. 46 103


Bununla birlikle cariyeler. yalnızca evli kadınların koca­ lannın gönüllerini almakla yellnmiyorlardı. Yavaş. yavaş ha­ lifeler ve ölekl devlel adamları. cariyeleri. odalık olarak veya kendileri ile evlenerek bunlardan çocuk sahibi olmağa başla­ mışlardı. Çünkü. Cahiz'in dediği gibi: cariyeleri görerek alma imkanı olduğu halde. artık diğer kadınlan almadan görmek imkansız bir duruma p;lrmişli. Bundan başka. Abbasiler·ın ikUdara geçişiyle başlayan diğer millellerle işbirliği görüşü. kölellklen affedilmiş Müslü­ man kadınlan da namuslu kadınlarla eşil kabul elliğinden: artık evli kadınlarla cariyeler veya Arap kadınlanyla diğer Müslüman kadınlar arasındaki eşilsizlik ortadan kalkmağa başylamışlı. Bu küllür akışının elkislyledlr ki: -cinse! Ah!dk­ bölömünde p;öslerdlğimiz şek.ilde. Hasan-Basri odalık olarak kullanılan cariyelerin. İbn'ül Gallan ise güzel olan cariyelerin yarı açık baş örtüsü örtmelerine yasal izin çıkartlılar. Çünkü milleller arasında eşlllik esası kabul edilince. kadınlar ara­ sında yalnız din yönüyle bir fark görülebilirdi. İsli:imiyel'i kabul eden cariyelerin. artık kadın olmak yö­ nü ile diğer kadınlardan bir farkı kalmamak gerekirdi. İşle bu şekilde. cariye ile diğer kadın arasındaki fark kalkınca. böş örtüsünün an-lamı da değişmeye başladı. Önceleri. baş örtü­ sü. namuslu kadınlan cariyelerden ayıran bir arlslokraUk işarel iken: bu çağda. bülün kadınlan. yasaklanmış olmak­ lan erkeklerden ayıran ve bağlayan bir kapanma aracı özelli­ ği almağa başladı. Sonralan o çağda Rumlar ve İranlılar'ca -aerkı- (Baş­ mak}. -mikab- (göze rastlayan yerleri örlen örtUJ ve -peçe- şek­ linde taklit edilmeğa başlandı. Haremlere. Rumlar'da olduğu gibi -lava.şiler- (hadım ağalar} geUrllmeye yeltenlldl. Saraylar­ da ordular gibi cariye toplanmışlı. Yüzblnlerca cariye. bir er­ keğin keyfi için. evlilikten yasaklanmıştı. Gerçeklere karşı ha­ rekel. kesinlikle labii tepkisini doğurur. Bu yüzden cariyeler. seks ar.tulannı tatmin için çeşitli yollara başvuruyorlardı.

4. Tolunoğullan ve Mısır'da kadın ve aile: Ahmel bin Tulun'un oğlu Mısır hükümdan Hamanı­ ye'nln cariyeleri. aralannda anlaşarak her birisi hadım ağa­ lanndan birisini kendine koca seçmişll. Hamaruye olayı ha-

104

Ziya Gökalp


ber alınca cariyeleri sorguya çekil. Gerçeğin meydana çıkaca­ ğından korkan köleler. bir gece yatağında yatarken Hamaru­ ye'yl öldürdüler. İhşld Oğullan'nın sonuncusu Ahmed bin Ali'nin kızı da cinsel isteklerini tatmin etmek üzere cariye satın almıştı. Ca­ riyeler de kapanma ilkesine bağlandıktan sonra: erkekler ön­ celeri kendi kanlarına gösterdikleri ilgisizliği. bu kez de cari­ yelere göstermeye başladılar. Çünkü artık cariyelerle salon hayatı yaşamak imkansız hale geliyordu. Bunun sonucunda erkekler: cariyeler gibi kanlanndan da estetik bir zevk duy­ mamaya başladılar. Estetik zevkler salon hayatı ile gerçekleş­ tiğinden: erkekler genç oğlanlara kadın elbisesi. kadınlar ise güzel cariyelere erkek elbisesi giydirerek sahte bir salon ha­ yatı yaşamaya çalıştılar. Fakat giderek oğlanlar artık kendi erkek elbiseleri ile da­ ha güzel görünmeye başlamışlardı. Çünkü cinsel zevk. büs­ bütün kadınlıktan uzaklaşmıştı. Özellikle Mısır·da homosek­ süellik o kadar köklü bir biçimde yayıldı ki. artık kadınlar ko­ calarnın gönlünü çekebilmek için. oğlan kılığına glrmeğe mecbur oldular. (37) 5. İslamda Kadm Ue Uglll Hadla-1 Şerliler: Hz. Peygamberin zamanını görmüş olan Kays'ın kızı Hav­ le. Hz. Ömer devrinden sonra tasalanarak şöyle diyordu: ·aiz Peygamberin zamanında. EbLı Bekir'in zamanında ve Ömer devrinin bir kısmında bir sevgiler ve dostlar lophımu idik. Mescidde olumr. örgü. ile uğraşırdık. Bazılarımız hunna yap­ raklannı işlerdi. Ömer. bizi mescidde birleşmekten yasakladı. Fakat namazlara katılma hakkımızı devam ellirdi. • (İbn'i Sad Tabakal'ı. Cill: 7 Sahife: 2 1 7). Hz. Ömer'in kadınlann mescldde. sohbet ve toplanma-la­ nnı yasakladığı halde. namazlara katılmalannı yasaklamadı­ ğı sonraki rivayetlerden de anlaşılır. Hz. Ömer'in halifeliği sırasında bir gün birisi. hanımla­ nndan birinin sabah ve akşam namazlarını kılmak için mes­ cide gitmesini tenkit etti.

(37) İsldm Medeniyeli Tarihi-Corcl Zeydan. Cilt:S Sahl­

fe: 194.

Türk Ahlakı

105


Kadıncağ,ız: ·Eğer btı davranışım uygun değilse. Ömer'in bana. gitme demesini ne engelliyorr diye sordu. Tenkit eden kocası: ..Allah'ın cariyelerini kendi mes­ cid.lerine gitmekten yasaklamayımz .. şeklindeki Hadis-i Şerifi okuyarak; Mişte Ômer'i. senin mescide gitmeni yasakla­ mayışının nedeni btı emirdir" cevabını verdi. (Buhari. Sh: l27) İsliımlyet'ln başlangıcında bu derece hür ve mutlu olan. kitap ve sünnet görüşünde sosyal yerleri çok yüksek bulunan İslam kadını: eski Yunan ve İran medeniyetlerinin kadın hak­ kındaki düşüncelerinin yüksek sosyeteye yayılmasından do­ layı gllllkçe ağırlaşan bir baskı allına girmeye başladı. Bir yandan eski Yunan dinine göre. aile kadınının kültür ve toplum hayatına katılmaktan yoksun oluşu. diğer yandan Zerdüşt görüşünde. kadının çocuk düşürme ve adet görme zamanında; pis kabul edilmesi. bu eski medeniyetlerde kadı­ nın yerini son derece alçaltmıştı. Müslümanlar. Yunan'ın siyasetinden. İran'ın ilminden faydalanmağa başlayınca: kadın hakkındaki bu kötü düşün­ celer. felsefi gerçeklikler gibi. Müslüman aydınların bilincin­ de yer almaga ve yavaş yavaş pratikteki hayata geçerek. dini adetler arasına kanşmaga başladı. İslclmiyetln özünden uzaklaşıldıkça. müslüman hüküm­ darların verdikleri emirler: bu yabancı fikirlerin halkın dü­ şüncesinde giderek nasıl kökleşti;tini gösterir. Hicretin üçüncü (miladm dokuzuncu) yüzyılında. Yemen'i idare eden İmam Yahya İlhadi: ·süWn kadınlann yüzlerine peçe örtmelerini ve hatta (göçer) Arap kadınlarının da yt1zü açık olarak çarşıya çıkmamalarını· emretti. (La Contition de la femme. Mansoıır Fehmi sa. 60) Beşinci (M.S. 12. Asır) yüzyılın başında. Mısır'da Fatımi Hail-fesi olan Hakim Blemrlllah: ·Kadınların evden çıkmalarını. hamama gitmelerini. evde görünmelerini yasaklamakla kalmadı. ayakkabıcılara kadın­ lar için kesinlikle ayakkabı yapmamalarını· da emretti. Bazı tarihçilerin şüpheli anlatımlarına göre: Hakim Bi­ emrillah'ın oğlu. kadın cinsini dünyadan kaldırmaga bile te­ şebbüs etmiştir. (Hasan El Muhadara. �suyL{W Sh. 1 55) Sekizinci (M.S. 14. Asır) yüzyılda Mısır sultanının Kabe valisi olan Klbabğa: ·Kadınların geniş yenli gömlek giymeleri­ ni" yasakladı. (Hasan El Mıılmdara �suyt{W Sh. 1 66)

106

Ziya Gökalp


Hicrelin dokuzuncu (Milddi 15. Asır) yüzyılda Mısır hü­ kümdarı Eşref Bar Sabayi -ölcı yıkayan kadınlardan başka hiçbir kadının her ne iş için ohırsa olsun sokağa çıkmamaları­ nın gerekliğinr ilan etlim1işlir. Ölü yıkayıcı kadınlar da. yal­ nız ölü yıkamak için çıkabilirler. Çıktıkları zaman da bunu anlatmak için belediye memurlarından aldık.lan belgeleri baş­ larının üzerinde tutarlardı. (İbn-i İyas "'Tarih-il Mısr· Cill: 2 Sh: 21) Hz. Peygamber en çok üç şeyi sevdiğini açıklamıştı. Bun-lar: ·ibadeı·. ·kadın· ve ·gcızel koku-dan ibaretli. Bu Hadis-i Şerif: kadının İsl<imiyet'le uğursuz bir yaratık olmadığını. belki de ibadet kadar saygıdeğer olduğunu göste­ rir. Hz. Peygamber·in bir sözü de şudur:

"Yüzdlü ehadiküm yadribü imreeten darabelabdi sümme yiizdlü yiianıkuha uelü yestahyi. " Açıklaması: ·mr adam nasıl oluyor da kansını köle gibi dövCıyor. Son­ ra da. Lılanmadan onu. severek kucagına alıyor· (İbn-i Sad Jabakür Cilt 8 Sh. 138)

. Abdullah İbn-i Ömer den duyulduğuna göre. Hz. Pey­ gamber şu sözü de söylemiş:

"Eddünya metaün ve hayni meta-üd dünya elmer'et·

üs salihatü." Y<ini: ·Dünya bir nime!lir. Ve dünyanın en iyi nime!i de ahlô.kh olan kadındır. (Müslim. Cilt 1 Sh. 430) Hz. Peygamber. Hz. Halice·nin vefatından sonra: ..Küne­

lüm-ül iyal ue rabbet-ül beyt.. " Y<ini: ·çocLıkların annesi ve evin idarecisi idC diyerek üzüntüsünü gösterdiğini. p;enel olarak kadınlar için de: "Vel

mer'etü raiyetün alel beyt·i zevciha ue ueledihi .. " Y<ini: ·Kadın. evinin ve çocLıklannın hlıkümdarıdır.. - bLıyLımuışlur. (Buhari. Cilt 23} Hz. Peygamber ·Sana nasıl dLıa edelimT diye sorulması üzerine. ..Allahümme saili alü Muhammedin ue ezvacihi ue zurriyyetihi .. " (Alla/un sevgi ve seldmı Hz. Muhamnıed'in kendine. hanımlanna ve kendisinden doğan ve onların kuşak­ !annın Cızerine olsun} şeklinde dua ediniz buyurmuştur. (Bııhari C!l!:2 Sh: 1 77) "Cennet analann ayağı altındadır" Hadis-i Şerifi ise meşhurdur. İsl<imiyetin ahlakta yaptığı inkil<ipların en büyüklerinden

Türk Ahlakı

107


birisi de. kız çocuklannı öldürülmesi adetinin kesinlikle ya­ saklanmasıdır. Kur'an-ı Kerim. Müslümanlardan sözeltigi sırada ..İnnal­ lahe yegü.lü müslimine Pelmüslümat. . . " ibaresinde olduğu gibi kadın ve erkegın ikisini birden belirtir. İki cins (kadm ve erkek} in birlikle meclislerde toplanabildiğine de misal verebi­ liriz. Peygamberin yanında devamlı bulunanlardan Ebu Esicl evlendlğ,I zaman. Hz. Peyganıber"e ve yakınlarına bir ziyafet verdi. Bu ziyafet le. hanımı Ümm·ü Esid davetlilere sofrada hizmet ediyordu. (Buhari. Cilt: 3 Sh: 1 9} Bu olaylar. İslamıyelln gözünde kadın hakkında hiçbir kö-lü görüşün bulunnıadıgını göstennege yeterlidir. Oysa es­ ki İran·m ve Yunaıı'ın kadın hakkındaki kötü düşünceleri. yalnız hükünıdarlann koydugu kanunları etkilemekle kalmı­ yor. şairlerin içlen olması gereken şiirlerine de yayılıyordu. Koyu dindarlık ahlakına karşı isyanı ile meşhur olan Eb­ u! uıa Marrnın şllrtndekJ şu sözlertnı(38) konumuza belge olarak göslereblllrlz: ZekJ Meganılz Bey. bu şiiri şu şekilde tercüme etmiştir. ·mr çocuk onyaşına geldi mi hareme girmemelidir. Buna karşı çıkarsan nedenli akıllı olursan ol. ahmak sauılmaklan kurtula­ mazsın. İyi bilmelisin ki: kadınlar kötülüğün tuzağıdır. En yli.k­ sek şan ve şeref kadınlar yüzlinden kaybolur. Aynca şu iki beyit de misal olarak gösterilebilir:

..Velem eri nimeten şemelet kerimen Ken nimetin auretin seferet bi kabrin" Anlamı: -Bir kadının mezarıyla kapanmasından daha büyük iyilik göm1edim. Keza: ..Tehvi hayati ve ehvi meuteha sefgan

Velmeutü. ekremü ni.zalün al-elharam"

(38) İs/dm Medeniyeli Tarihi- Corcl Zeydan. Cill: 5. Say­

fa: 1 1 0 108

Ziya Gökalp


Anlamı: -Kızım hayatımın LLZamasını ister. Bense acıya­ rak sevdiğimden onun ölmesini islerim. Haram (yasak) için en değerli iyilik Olii:mdü.r. - (39) İşte İran ve Rum medeniyetleri ile temastan önceki İsla­ miyet. sonraki İslamıyerten bu kadar farklı idi.

6. Türk Ailesi: İslam ailesinin. daire şeklinde dört aile tipine alt unsur­ lan taşıdıli;mı belirtmiştik. Bu aile tiplerinin dördüncüsü -n1rk AilesCdlr. İslam ailesi. eski Arap ailesinden birtakım unsurlar gir­ dikten sonra: çok acıklı bir duruma düşmüştür. Bu acıklı du­ rumun Mısır'dakl sonuçlannı az çok gördük. Bir kısım İslam kadınlan Mısır'da. Yemen'de. Mali;rib'te (Mısır'ın batısındaki Libya. Tunus. Cezayir ve Fas} böyle acınacak bir hayat yaşa­ dı!i;ı sırada. İslam dünyasının dlli;er yerlerinde Anadolu. Kıp­ çak. Trak ve İran'ın doıi;usunda (Orta-Asya'da) hür ve saygı­ de!i;er bir hayat yaşıyordu. Buralarda kadınlann böyle hayat sürmelerinin sebebi: Türk ülkelerinde henüz eski Türk aile tipinin devam etmekte oluşudur. Bu sahalardaki kadın hayatını göstermek için. Ku­ zey Afrika'dan gelmiş tarafsız gezgin İbn-l Batuta'nın ·eezı Notlan·na bir göz gezdirmeniz yeterlidir. İbn-i Batuta Anadoıu·ya girişini şöyle anlatıyor. ·onuncu gü.m1. Once Rum yeri olan Alaya'ya (Alaiye-Alan­ ya} vardık. Rum yeri adıyla bilinen bu yer dünyanın en gılzel yeridir. Tann. diğer yerlerden ayn şekilde bağışladığı bu gii:zelli.ği Anadolu'da toplamtŞlır. Halkı gön1m'lşte gılzel. elbiseleri temiz. yemekleri nefıstir. BLmlar Allalt'ın çok merhametli kLdlan olup. onun için ·aereket Şam'dadır. Şefkat Anadolu'dadır· denir. (Bununla ·Anadolu n1rkleri· kastedilmektedir.} Bu yerlerde bir kôşeye veya eve gitsek: komşulanmız o 1 an erkek ve kadınlar kaçmaz.lar. Aynlırken. sanki milletimiz­ den veya bağımlı halkımızdanmış gibi bizi uğurlarlar. Kadın­ lar. elemli gözyaşlan dökerek. aynlmamıza kederlenirlerdi. (39) İsldm Medeniyeti Tarihi hilTe: 1 1 0- 1 1 1

Türk Ahlakı

-

Corcl Zeydan. Cilt: 5 Sa­

109


Bu Cılkenin adetine göre. hqftada bir kez ekmek pişirilirdi. Bu ekmek bir hqfia yetecek kadardı. Erkekleri ekmek pişirildi­ ği gün. b(ze sıcak ekmekle çok nefis yiyecek hediye ederlerdi. Bumı yaparken de MBunu s(ze kadınlar gönderiyorlar. s(zden 0 dua istiyorlar" derlerdi." (4 )

İbn-1 Balula Anadolu'da gezerken bazı imaretlerde (yok­ sullara (icrels(z yiyecek dağıtılan yerler) hükümdar veya bey hanımlarının huzunına kabul edilerek. onlarla birlikte yemek ylyor. Onları şöyle anlatrr: MAnadolu: Çin ve Irak hilkümdarı olan İlhanlılar'ın ege­ menliği altındadır. Anadolu en bliylik (ilkelerinden biridir. Ora­ da Irak halkından asker btıltınduğu gibi. daha önce adı geçen Aldeddin Artana Beğ'in hanımlarından biri de olunır. En cö­ merl ve erdemli kadınlardandır. Irak beyi ile akrabalığı vardır. Kendisine ..Feth-u hemze ve ayn-ı mu'ceme" ile (ağa) denir ki. Mbllyük" anlamına gelir. Sultana akrabalığı bulunan büWn kişilere bu ünvan veri­ lir. Adı geçen hanımın adı. Taga Hatwı'dur. Yanına geldiğim(z­ de ayakla karşılayıp. gilleryüzle seldm vererek konuşlu. Ek­ siksiz hazırlanılmasını emretti. Daha sonra. ayrılışımızda bize: hizmelçilerinden biri ile eyer. gem. çok güzel bir al. giyecek ve para göndererek uğurladı. (İbn-i Batılla. "Seyahatname· Slı: 325) İbn-! Batuta. İznik şehrinde. o zaman Osmanlı Padişahı Sultan Orhan Gazrnın hanımı "Beylun Hatun-un oturarak. oradaki askere komuta ettıglni bildirdikten sonra: Beylun Ha­ tun'un huzuruna ne şekilde kabul edildigini ve birlikte yemek yedıgını şöyle hikaye ediyor: "Bu şehirde hukuk başkanı Hacı Mucaver Aldeddin Sul­ tan bizi misafir eW. Adı geçen kişi erdem sahÜJi büyüklerden olup. ne zaman ziyaretine gitsem yemek ikram ederdi. Yüzü güzel oldugıı gibi. huyu daha da güzeldi. Benimle birlikte olan Beyhın Hatun'tın oturdugıı yere gitti.

(40) İbn-i Batula Seyahalndmesi - Çev. Mehmet Şerlf Pa­

,a. Sahife: 210 1 10

Ziya Gökalp


Beylun Hattın. ikram ve ziyafetten sonra bağışlarda da bulundu. Bizim gelişimizden birkaç gün sonra Sultan Orhan Bey' de bu şehre geldi. " İbn-1 Batula Kıpçak ülkesine gittikten sonra şöyle yazı-

yor: �Burada garip bir duruma şahit oldum ki. o da ni.rklerin gözlinde kadınların saygıdeğer tutulmasıdır. Kadınlann yerle­ ri ve değerleri erkeklerin üstündedir. Bey kadınlarına gelince; birincisi değerli insanlara çıkışımda (gidişimde) bağışlar. hedi­ yeler aldım. Şöyleki: Emir Sultiye'nin hanımına rastladım. Bin­ diği araba mavi renkli kumaşla kaplı. pencere ve kapılan süs­ lü olarak önünde zarifelbiseli. olgun. iyi ve güzel yüzlü dört ka­ dın hizmetçi vardı. Arkasından emrinde bulunan ve çevresini dolduranlar da arabalarla giderdi. Emir Sulliye'nin yerine va­ rınca. hanım yere indi. Kendisiyle birlikle ortalama otuz hiz­ me!li kadın inerek eleklerini yerden kaldırdılar. Elbisenin iplik­ leri olup. her kadın bir iplikten tutarak. eleğinin her yanını top­ rağa siırmekten konıyorlardı. Kendisi saygıdeğer şekilde Emir'e ulaştığında. Emir ayağa kalkarak saygı ile onu selam­ ladıktan sonra yanına oturttu. Emirin çevresi halun'un çevresi­ ni de sardı. Daha sonra kımcz tutumlan geldi ve hatun bundan bir kadeh doldurdu. Emir'in önünde diz çökerek kadehi ona sundu. Emir içtikten sonra. hatun Emir'in kardeşine içird.i. Emir de hatun'a verdi. Yemekler çıkarılarak. Hatun. Emir'le ye­ mek yedi. Emir buna bir kat elbise vererek yerine döndü. Emir­ lerin davranışı btı biçimde olup. hükümdar hatunlanndan ileri­ de söz edeceğiz. Satıcılar ile çarşı esnafının kadınlanna gelince: bunları da gördüm. Bir tanesi bir atın çekl@i arabaya binmiş. önünde üç kadın hizmetli bulunuyordu. Aynı biçimde ind@inde eteklerinin yerlerde süriınmemesi için tutup kaldırıyorlardı. Başında Bağdat adıyla anılan ve mücevherat ile süslü olan. baş tarafında tavus tüyü bulunan bir süs vardı. Araba­ nın pencereleri açık idi. Tilrk kadınlan kaçınmadığından. halu­ mın yüzü göriinilrdtı. Dtger bir kadın da bu düzene uydajıun· dan ve yanında hizmetkarları bultmduğu halde: pazara koyurı ve süt getirip esanslar karşılığında halka salıyordu. Genellikle kadınlar. kocalan ile birlikle bulunup. erkeği gö· ren kadının hilesinden uzak zannedilirdi. Kocası arkasına yal·

Türk Ahlakı

ili


koyun postundan bir kürk ve başına da buna uygun olarak bir (kUl4fkUldh) denilen şapka giyerdi. (İbn-i BalLıla Seyahatnamesi- Sh: 368}. ruz

Sultan Ôz beğ savaşa veya geziye gllliğl zaman: yerinde yalmzca kendi li:lkesinin devlel adamlan bulunur. halunlann­ dan her biri ise ayrı yerdedir. Bunlardan herhangi birinin ya­ mna gilmek istediğinde. haber gönderir. hatwt da kabul sebe­ biyle hazırlıklara girişir. Normal zamanlarda veya savaş amn­ da beğenilen garip bir diızene uyarlar. Gelenekten olmak iLZe­ re. CLıma gümi: sonradan yapılmak iaere. "'lssalah-kab-i ze­ hep" Türkçesi (Allın Ordo} (41 ) denilen sıi:slemeli daire gibi yer­ de olunır. BLı daire: altın levhalarla kaplı ağaç çubLıklarından yapılm1$ olup. ortasında allın ve gümiış kaplı ağaçlan yapılm� ve som gLi:müşlen olan. ayak-farının baş tarafı incilerle sıi:s!Li:. lahl bulunur. Sultan bu lahlla olurıır. sağında 'f!{ığlı Hatun ve bumm alt yanında Göbek HalLm ve solunda BeylCı Hatwt. onun önünde Ardacı Halun buhmur. Tahtın alt tarafında sağ yönünde oğlu 1in Beğ. sol yanında ikinci oğlu Can Beğ dunır. Kızı Ayl Geceek de önünde dunır. Bu hal unlardan biri geldiğin­ de: sultan ayağa kalkarak ve elinden tutarak lahla olur1Lır. Ancak hı1kL1mdar. yanında ötekilerden çok daha kıymetli ve SL1sh1. saygı işarellnl taşıyan sopası olan 'f!{ığlı Halun geldi­ ğinde: olağın kapısından karşılayarak seldm verip elinden lu­ lar. nfığlı Halun lahta geçip oturduktan sonra. sultan lah-a oturur. Kaçınma olmadığı için. bu dunımlann tamamı ni:rk­ ler'in gözü önünde cereyan eder. (İbn-i Batılla Seyahatnamesi Sh: 370) İbn-1 Balula: "Halun ile Düzenleri" adlı bölümde. her ha­ lunun ordusunu anlalıyor. Bu arada da "Her arabaya. bildi­ rilen hizmetçi kızdan biri ile evlenmiş bir ki$! bakar. Çünkü Tiı.rkler'in dde!ine göre karısı olmayan hiç kimse. hizmet eden kişilerin arasına giremez" diyor.

(41) Altm Ordo: Cengiz Han. büyük ogıu Cucl'ye bir al­ lın olag verrnlşll. O zaman hanların ve halunlann otagına. "ordo" denilirdi. Kıpçak Devletı'nin aldığ,ı ..Altm Ordu" adı. bu altın Ordo'dan gelir.

1 12

Ziya Gökalp


Bu adet Türkler'de cinsel ahlaka gösterilen titizliğin dere­ cesini vurgulamakla birlikte: Abbasi Halifesi Mutesım'ın koy­ duğu bir kanunu da hatırlatıyor. Halife Mu'tasım'ın annesi Türk'tO. Bu kadın oğlunu Türk terbiyesi ile büyütmüştü. Bundan dolayı Mutasım Türkler'in ok atmakta. ata binmekle kuy ve çeukan (cirit oyununda kul­ lanılan alet) oynamakla bütün becerileri öğrenmişti. Mu"tasım. Tiirkler'i askerlikteki listiinlüklerinden dolayı çok severdi. Zaten kardeşi Memun zamanından beri Arap as­ kerlerine güvenilmiyordu. İran askeri de diğer kardeşi Emin"i hiçbir emir almaksızın öldürdükleri için Mutasım'm gözün­ den düşmüştü. Bu yüzden. o zaman devletin tek dayanağı yalnızca Türkler'ln gücü oluyordu. Bundan başka Mutasım kendisi de ana yönüyle ve aynı zamanda kültür ve eğitim yö­ nüyle Türk'tü. İşte bu sebepten dolayı Mutasım: Irak'taki bü­ tün Türk köleler1nl sahiplerinden toplamakla birlikte. Tiırkis­ tan'dan birçok Türk gençleri ve Türk prensleri gelirdi. Kahra­ man oldu klan derecede. güzel ve yakışıklı olan bu Türk genç­ lerine: ipekli elbise. sınnalı kuşak. sırmalı kılıç askısı vb. ve­ rerek diğer askerlerden ayn ve üstOn olmak üzere bir özel as­ keri ordu meydana getirdi. Mutasım artık Bağdarta oturmayı da uygun görmeyerek. kendisi ve Türkler'den oluşan özel ordusu için. yeni bir baş­ kent kurmayı dOşOndO. Samra adlı yeri. havasının güzelliği ve yerinin güzelliği yönüyle beğenerek ordugah yeri kabul et­ li. Ona -Sennen Rey- yanı (gören sevinir) adını verdi. Mu'ta­ sım. Türkler"tn burada kendilerini vatanından uzak ve garip görmemelerini istiyordu. Bundan dolayı bu şehri Türk boyla­ nnın Türklstan'dakl durumlarına göre. mahallelere ayırarak: doğudakl oymaklan şehrin doğusuna. batıdakileri batı yönü­ ne yerleştirerek Turan'ın (Türk ülkeleri nin) bu şehirde küçük bir modelini meydana getirdi. Mutasım aynı zamanda. bu Türkler'Jn yerlilerle evlenerek milliyetlerini unutmalannı da istemiyordu. Bunun için de. birçok Tiırk hizmetçi kızlarını satın alarak. bunlardan herbirini genç askerlerden birisiyle evlendirdi. Türkler burada çoğalarak. kendilerinden kuşak türete­ rek. diğer milletlerin kuşaklarının etkilerinden kurtuluncaya kadar: yabancılardan birinin kızıyla evlenmekten veya bir Arap ve melez bir damat almaktan onları yasakladı.

Türk Ahlakı

1 13


Bu kanunun değişmemesi için de. Türk cariyelerinin her birine. bellrlt ve kaldırılamayacak maaşlar vererek. adlarını ordunun defterlerine geçirdi. Asker hanımlarının: maaşlı ve deflerde kayıllı olarak resmi bir özellik kazanmaları. onları adeta ordunun kadınlardan oluşan bir kısmı durumuna sok­ muştu. İşle kadınlann bu durumundan dolayı hiçbir Türk askeri. karısını boşayıp terk edecek duruma gelemedi. (42) Bu davranışı. bir halifenin devlet başkanı olarak boşama hakkını kısıtlamasına örnek olarak gösterebiliriz. İbn-i Batu­ ta: bize. buna benzer bir kanunun Kıpçak'taki �Altun Ordu DevleWnde de bulunduğunu anlatmakla. bu adetin eski Türk töresinde bulunması lhllmalinl de .e;öslermiş oluyor. İbn-1 Balula. Özbek Han'ın hanımlarına ait genel özel­ likleri bellrtllklen sonra: herbirl ile nasıl görüştügünü ve her­ birinin ne gibi özellikleri taşıdığını da anlatıyor. Bu açıklama­ lann hepsini burada anlatmaya imkan yoktur. Tercümesi bu­ günlerde yayınlanmış olan bu önemli kitabın (İbn-i BalLlla Se­ yahatnamesi) dikkatle okunmasını saygıdeger okuyuculan­ mu..a salık veririz. İbn-1 Baluta'nın ifadelerinden şurası da anlaşılıyor ki. Sultanla birlikte hükümelle ortak yönelimi sürdüren yalnız­ ca büyük hatun. yani Tıfığlı Hatun'dur.

a. ÖZDEK VE TİİRKMEN KADINI: Mülke sanını taşıyan yalnızca Tıfıglı Hatun'dur. Can Beg ile Tin Beğ. bu hatundan dogIDuşlur. Fakat sultanın kızı olan İl Köççek (Ayt Geccek) bundan önce Mülke olan diger bir ka­ dından doğmuştur. Mülkellk it Köççek'e annesinden geçmiş bir özellik olduğundan. bayram kutlamalarında başında taç olduğ,u halde arabasına binermiş. (İbn-i Baluta Seyahatnamesi Sh : 380) �Bayram Düzenleri" bölümünde. gerek bayram alayında. gerek bayram ziyafetinde hatunların bu _e;ibi yüksek kabul tö­ renlerinde yer aldığını. toplum hayatının yalnız erkeklere öz­ gü olmadığını. bütün politik ve askeri toplantılarda kadınla­ rın da erkeklerle eşit derecede rol aldığını görmekteyiz.

(42) İsldm Medeniyeti Tarihi. Cilt: 5 Sahife: 298 1 14

Ziya Gökalp


İbn-! Batuta. Kıpçak Sultanı'nın bayram ziyafetini anla­ tırken şöyle yazıyor: -Sonra altın ve glimilşten kupalar çıkarılır. Bunların başlı­ ca içeçeği bal şerbetidir. Kendileri Hanefi mezhebinden olup. bal şerbellni (şarabını) heldl kabul ederler. Sultan içmek isler­ se. kızı: kadehi eline alıp. dizini yere de{Jdirerek saygısını gös­ terdikten sonra babasına verir. Ve sultan içtikten sonra. kızı başka bir kadeh alıp büyük hattına içirir. Büyük halım içtikten sonra. rillbe sırasıyla diğerlerine sunar. Daha sonra. sultanlı­ ğa aday olan aj/u kadehi eline alarak. selamlayıp babasına verir. Sultan içince yine selô:mlayarak hatunlara ve sonra kız­ larına sıınar. Devamla. ikinci ajltı aya{Ja kalkarak kadehi eline alır. a{Jabeyine sunarak saygı ile selô:m verir. Sonra büyök beyler kalkarak her biri veliahla ue sonra di{Jer hatunların çocukları ayağa kal-karak veliahta kadeh sunarak saygı ve bağlılıkları­ m gösterirler. Daha sonra d@er beyler kalkarak sultanın çocuklarına kadehleri sıınar. btı sırada ilim ve devlet adamları saygı göste­ rirler. (İbn-i Balııla Seyahatnamesi. Sh: 382) İbn-1 Batuta. aynı durumu İrak ve Horasan'da egemenlik kuran .. İlha.nlı Devleti"nde de gördO@;OnO anlatıyor ve de­ vam ediyor: -Kadınlar. Tiirk ve Talar/ar yanında çok saygıdeğer ola­ rak. bir kanun çıkarıldı{Jmda 'Sultan ve Hatunun emriyle' sözü­ nü yazarlar. Her kadın bazı yerleşim bölgeleri ve şehirlerin idarecileri olup. büyük birliklerin sahibidir. Sultan savaşa gi­ derse ayn bir yerde beklerler. (İbn·i Batuta Sh: 250) Kanunlann ilanında. Hakan ile Hatun·un birlikte söylen­ mesini �Grand Ansik/opedi"nln -Hattın- maddesinden alarak yazmıştık. Şimdi bunu İbn-1 Batuta'nın da dogruladı@;ını {!,ö­ rüyoruz. Bu sözlerden. Tlı rkler'in milletçe hakim olduklan yerlerde: kadınların doA,rudan doğ:ruya yönetici olabildikleri de anlaşılıyor. Oysa Mısır'da. esasen Türk kızı olan -Şecraldir-. TOrk Köleınenlerl tararından. kocasının yerine hakan ilan edilmiş-

Türk Ahlakı

1 15


ken; kadınların hükümdarlıgı. o çağdaki Mısır örfüne uyma­ ctıgı ve Bağdal'ta Hallre olan El Mustansır Billah lafından da bir kadının sultanlığa değer görülmediğinden: adı geçen ha­ tun. önce Ata Bey saltanatını Ayberk Türkmeni'ye bıraktı ve sonra da onun hanımı oldu. �şecraldir- hükümdar bulundu­ gu sırada. konuşmacılar onu överken. özellikle dinin gerep;i olan kapanmasının llllzligınden söz ediyorlardı. İbn-! İlyas 'larlh-ll/ Mısır· Cilt: l Sh: 89'da kızı Hatun Şecraldlr'in nasıl övüldüğünü anlatmaktadır. Türk Kölemenlerl Mısır'da. bir millet halinde değil. bir asker ocagı halinde egemenlik sürdürüyorlardı. Bundan do­ layı kendi köklü adetlerine deA,il. ülkenin geleneğine uymak zonında idiler. Oysa İraıfda. Anadolu'da. Kıpçak'ta. Türkis­ tan'da egemen olan Türkler: bir millet hayatı yaşıyorlardı. Bundan dolayı yalnız kendi geleneklerine uyarak eski millet­ lerin veya komşu milletlerin adetlerine deger vermiyorlar. on­ lara benzemege kalkışmıyorlardı. Bu sebepledir ki. Mısır'da Türk Kölemenler ailenin ·Konak· tipini Kabul etmek zorunda kalırlarken. çağdaşlan olan doğudaki ve kuzeydeki Türkler ·ocak- tipindeki köklü aile lipini sürdürüyorlardı. Bu öncekilerde de ailenin konak tipine geçmesi için: İran edebiyatının ve İran medeniyetinin buradaki Türkler arasın­ da bütünüyle yayılması ve İran feodalizminin halkı. birtakım sınıflara ayırması gerekiyordu. Birkaç yüzyıl sonra bu Türk­ lerin de. Müslüman İran medeniyetinin konak şeklindeki aile tipini kabul etliğini gôri.iyoruz. Ailenin toplumla ve devletle olan ilişkilerini geçen bölüm­ lerde göstermiştik. Orada ortaya koyduğumuz teoriye göre. ·ocak- şeklindeki aile. -a- şeklindeki devlet ve millet örnegin­ dekl toplumun. ·konak- şeklindeki aile de: -SaltanaC şeklin­ deki devlet ve ümmet ömegındeki toplumun karşılığıdır. Bugün Türk.Jstan'da ..Özbek" ve ..Türkmen.. adlarıyla iki Türk halkı vardır. Birincisi: önceden politik açıdan �salta­ nat" hayatını yaşadığından. ..Ümmet çağına" aittir. İkincisi ise: devlet yönünden ve toplum yönünden "millet çağına" glnnektedir. Türkler'ln bu iki kolunda da ailenin degişik ör­ neklerde oldugunu görüyoruz. Çünkü Özbek ailesi �Konak­ örnep;inde olduğu halde. Türkmen ailesi o anda da -ocak" şeklindedir. Türkmenler, dönyanın en demokrat bir milletidir.

1 16

Ziya Gökalp


Bu millette eşitlik. olgunlugunun son derecesini bulmuştur. Çünkü. Türkmenler'de ücretle hizmelçiler yoklur. Esirler ise pek azdır. 143) Türkmenler'de her erkek "Tekin", her kadın "Ha­ tun"dur. Tekin �Prens" anlamına. hatun ise "Prenses- anla­ mınadır. Çünkü bülün Türkmenler. kendilerini Türkler'in en büyük hükümdarı tanınan "Oğuz Han"ın soyundan sayar­ lar. Bundan dolayı Türkmen Loplumumın her ferdi. demokra­ si içinde bir arlslokrattır. Zaten demokrasinin gerçek anlamı herkesin arlslokrat olması demektir. İnsanlar alçaklık ve düşüklükte degil. ancak asalette eşit olabilirler. İşle Türkmenler: içlerine kendilerinden aşagı göre­ cekleri yabancılardan hizmetçi ve işçi almayarak. bütün işle­ rini kendileri yaptık.lan için. hepsi aynı soydan gelmiş bir in­ sanlar Loplu-lugudur. Bundan dolayıdır ki. aralannda sosyal derece sistemi yoktur. Bir Loplum bu derece eşitliksever olun­ ca. tabii aile içinde de aynı eşillik kuralını uygular. Gaston RJşard. Mlkonloftan aktararak şöyle diyor: -Ken­ di isleği ile politik başkanı ve sosyal derecefarkın ı kabul elme­ yen bu eşitliksever halkta. kamu oyu. çok kadınlı olmaya da im-kdn venniyor. n-ırkmenler'in bii.yfık çajwıluğu yalnız bir ka­ dma sahiptirler. Çok kadınlılı{Jı asla uygun gönnezler. - (44) Türkmenler. şeriatın (İslam dini kurallan) dört kadın al­ maya izin vermesine karşı. çok kadına sahip olmayı engelle­ mek için pratik bir çözüm getirmişlerdir. Bu çözüm. -kahn­ denilen evlenirken kıza verilen ücretin çok yükseltilmesi ol­ muştur. Gaaton RJşar diyor ki: JYırkmen kızının kalın'ı (evlenirken kendisine erke{Ji ola­ cak kimse ıarqfından verilen mal ve para) dunnaks1Zı11 art­ maktadır. Mihaylofa göre: yinni senelik sii.re içinde oluz lo­ man'dan ikiyilZ toman'a çıkmıştır. (Toınan: Dört rubleye eşil para birimi) Bu şartlar içinde. yalnız bir kadına sahip olmak bile çok güçtür.

(43) Gaston RJcbard (44) Gaston RJcbard

Türk Ahlakı

-

Tarihle Kadın. Sahife: 35 l Tarihle Kadın. Sahile: 206

1 17


Az servete sahip olan birçok genç tekin gelecekle alacagı kızın babasına. kahn'ı peşin para ya bilyü.k küçük baş hayvan şeklinde verebilmek için. uzun yıllar yokluklara katlanır. en ge­ rekil iJuiyaçlanndan da kısıtlamaya girişirdi. - (45) Böyle bir toplumda. tabii olarak kadının degeri yüksek olur. Grand Ansiklopedı"nln liirkmen MaddesCnde şöyle de­ ntllyor: 'Türkmen kadınları bilyllk bir özglirllif}e sahiptirler. Top­ rakları ve sürüleri vardır. İran'dan savaş yoluyla alınmış esir­ lerden doğanlar. Türkmen erkeklerle evlenemez. Özbek Türkle­ ri'nin kadınları ise böyle bir sosyal kurala uymazlar. Türkmenlerde ne erkek. ne de kadın hizmetçi bulwımadı­ ğı için: zengin vefakir herkes kendi işini göriir. Bütün işleri hiz­ metçiler ve esirler tarafindan yapılan toplumlarda ise el işleriy­ le uğraşmak. insanı alçaltan bir sanal sayılır. Oysa. hizmetçi ve esir gibi aşağılık sayılan sosyal tabakalardan yoksun olan toplumlarda: el işi aşağı bir dunım görülmez. Bundan dolayı bu gibi toplumlarda. kadınlar da önemli bir rol oynarlar. · Gaston Richard. Türkmen kadının genel işlerinde şaşı­ lacak bir beceriye sablp olduğ,unu söyledikten sonra Mihay­ lofun şu sözlerini anlalıyor: JCırkmen kadını bu tlir iş için. gerçekten doğuştan bir ye­ teneğe sahiptir. At resimli. ince. dajnı çizgili bu nefis halıları dokumak için. en basit iş metodlanm kullanan bu kadınlamı gösterdikleri becerilerini başka şekilde açıklamaya imkdn yok­ tur. Eski bir geleneğe göre. her genç kızın dokuma sanatını öğ­ renmesi ve kendisine çeyiz olarak verilecek haldan kendisiniıı dokuması gerekir. Her genç kadın. nikdhlandıgı günden. koca­ sının çadınna kesin şekilde yerleşeceği gfıne dek. birkaç yıl bu işle ıığraşır. Zaten n-ırkmenler'de ev sanattan. özellikle keçe ve yün kumaş dokuma sanallan yaygındır. Türkmenler'de hiz­ metçi bulunmadığı ve esirler az bulunduğu için. bu işler genel­ likle n·ırkmen kadınları tarqfindan yapılır. - (46) Bir toplumda kadının büyük haklara sahip olması: bir yandan o toplumda aşağı sosyal tabakaların bulunmasıyla. diğer yönden de. kadınların sosyal ve ekonomik ugraşlara ka­ tılmasıyla mümkündür.

(45) Gaston RJchard (46) Gaston Richard 1 18

· ·

Tarihle Kad111. Sahife: 205-206 Tarihte Kadın. Sahile: 353

Ziya Gökalp


Toplum. feodalizmden kurtulup demokrasiye dognı git­ tikçe. kadınlar: daha fazla haklara erişirler ve sosyal iş bölü­ münde söz sahibi oldukları oranda da hukukları yükselir. Bugünkü '"Türkmen Kadını" buna bir örnektir. Özbek kadınının Türkmen kadını gibi. evlenecep;i erkegin ana yönünden soylulugunu araması. Özbekler"de saltanatın ve feodalizmin etkisiyle ailenin (Konak) şeklinde olmasından­ dır. (47) Özbeklerde devlet . sallanal şeklindedir. Saltanatın zo­ nınlu sonucu feodalizm oldugundan: sosyal dilimler arasın­ da eştlltk yoktur. Bunun için de. ailede kan ile koca arasında eşitlik olamaz. Bu nedenden: Özbek karılarıyla odalıkları. bü­ yük Iddellere (boşanma veya ölüm halinde yeniden evlenebil­ mek için bekleme süresine} uyma zonındadırlar. Özbekler de Osmanlılar gibi. Türkler'in uzun süre salta­ nat hayalı yaşayan klsımlanndandır. Saltanat. Abbasileı ça­ gında. İslam devletinin. İran medeniyetiyle yetinerek almış ol­ dugu bir şekildir. Bundan dolayı saltanat şeklini benimseyen Türk boy ve ulusları: aynı zamanda İran edebiyatını ve İran medeniyetini de taklit etmişlerdir. Bundan dolayıdır kJ. saltanat metodunun benimsenme­ siyle birlikle: Jfırk AilesCnln yavaş yavaş -0cak- şeklinden MKonak- şekline geçtiğini. İran medeniyetinin kadın hakkın­ daki görüşlerinin. saltanat hayatı yaşayan Türkler arasında giderek kökleştıgını ve yaygınlaştıgını göriiyonız. Bu degişme. özellikle halkın feodalizmle ilişkide olan bölümü arasında meydana geliyor. Göçebeler. eski millet hayatını devam ettir­ diklerinden. aile konusunda da: eski Türk gelenegini koru­ yorlar. Bugün İzmir ilinde yaşayan ·çibnC aşiretinde. çok ka­ dınla evlenme adeti yoktur. Bundan başka. Çibni'ler arasın­ daki bir kurala göre: bakire bakire ile. dul dul ile evlenebilir. Bu kuraldan dogan bir adete göre de: genç genç ile. yaşlı yaş­ lı ile evlenebilir. Denkllgın bu şekli. her hali ile diger şekiller­ den daha tabiidir.

(47) Konak: Kan-koca ve çocukların yanında büyük ba­ ba ve büyük anne ile. dayı ve teyzelerin de bulundugu geniş aile tipi.

Türk Ahlakı

1 19


Kalkasya Türkleri de. çok kadınla evliliği engellemek için Türkmenler'lnklne benzer bir ledbir düşünmüşlerdir. B ted­ bir. evllltk için kızın babasına verilen para veya malın arttırıl­ masıdır. Bir kızın nikahının bin liradan. onbin liraya çıkanlrnası. yani nikah ücrellnln bu derece yüksek tutulması: gerek hak­ sız boşanmaya karşı. gerekse çok kadınla evlenmeye karşı bir engel dunımundadır.

b. OSMANLI DÖNEMİNDE KADIN VE AİLE: Osmanlı devrinde ilk önceleri. şehzadeler komşu Türk beylerinin veya Hır1sllyan krallannın kızlanyla evlenirdi. Bu devirde Osmanlı ailesi ocak şeklini konıyordu. III. Sultan Mu­ rad zamanında. Şemsi Paşa'nın ısrarı ve ayartmasıyla. sara­ ya birçok cariyeler alındı. Böylece giderek cariye kullanımı normal hale girdiğinden: Osmanlı ailesi de. konak tipine geç­ meğe başladı. Günümüze dek kalmış ·paşa konaklan·. bize eski Os­ manlı ailesinin ne sayıda kadın ve hizmetçiyi kapsadığını gös­ lermeye yelerlidlr. Osmanlı kanun metinlerinde. toprağın mi­ ras yoluyla devrinde. erkek çocuk Ocretsiz mirasçı olduğu halde. kız çocuk. ancak erkek kardeşi bulunmadığı zaman. loprağ:ın ücretini vererek. başkalanna satılacak olursa önce­ lik hakkını alabiliyordu. Tarla sahibinin oğlu ve kızı yoksa: kardeşi. kardeşi yoksa kızkardeşi. o da yoksa babası. babası da yoksa anası öncelik hakkını laşıyarak ve ücretini ödeyerek tarlayı alablllrlerdl. (Milli Tetebbular Mecmuası. Sayı: 1. Sh: 58) Ancak bu. yalnız babadan kalan tarlaların üzerine alın­ ma biçimidir. Anadan kalan bir tarla. erkek çocuğuna da üc­ retini vem1ekle kalabilir. (Milli Telebbu/ar Mecmuası Sayı: 1. Sh: 63) Mirasın bu şekildeki akışı. o zamanki ·zeamer metodu­ mın yanı .feodalizmin bir sonucudur. Osmanlı kanun metin­ lerinde görülen bir gariplik de; evlenen kadınlardan ·gelinlik ve vergisin alınmasıdır. MMi/li Telebbular Mecmuası·mn birinci ve ikinci sayısında yayınlanan kanun metinlerinde ·nerbe-

120

Ziya Gökalp


yan-ı ahval resm-i ums der zaman-ı Ham2a Paşa· başlıklı kı­ sımda şöyle yazılmıştır: ·Gerdek değeri belirlenen sipahinin: yeni defterde resmi urus (tahıl ve meyve ii:rünlerinin zekcitı) geliri yazılsa. gelin olan kLZ bakire olup ve sipahinin deftere kayıtlı ziraatla uğra­ şanların kLZlanndan olup. Mı1slüman kLZı ise: altmış akça tahıl ve meyve ii:rünlerine ait resmi zekcit alınır. (Dul kadın) Seyyibe ise. toprağa bağlı.dır. Yörük değilse otıLZ akça aynı tip resmi ze­ kcit alınır. Fakat defterde ziraalle uğraşan yörenin halkı Mıi:s­ !ıi:man değilse. bıdüğa eren kLZlanndan otıLZ. dul kadınların­ dan onbeş akça alınır. Kamın eski ve köklCı.dı'i:r. Yörük (Göçebe n'i:rkler) kadınları için: subaşılar ve sipahiler. toprağı verimsı'.z çıktı diye yabancılarla münakaşa edemezler. Konar-göçer bir toptuluktıır. Sı'i:rekli otmmaları olmadığından. toprakla ilgileri yoktıır. Toprakta çalışan dul kadının gerdeği: toprak sahibi olan tımar sahibinden alınmakla mümkündür ve yerleşm� olan ziraalle uğraşanların kadınlarına özgüdür. Karumdıır. • (Milli Tetebbular Mecmuası Sayı:l Sh:l 1 1) Bu yazılanlar gösteriyor k.J: raiyyelik (çobanlık} bir tür toprağa bağlılık (servage} durumundadır. O zaman Müslü­ man olan ve Müslüman olmayan köylüler raiyye (çoban} ka­ bul edildiği halde: göçebeler askeri görevler yaptık.lanndan. ralyye (çoban) dışında. vergi dışı imtiyazlı bir sosyal dilim ola­ rak kabul ediliyormuş. Feodalizminin Avrupa'da olduğu gibi. İslam aleminde de kadın hukukuna kötü ve alçaltıcı etki yaptığı bu kanunla an­ laşılıyor. Osmanlı kanun metinlerinde. padişahlann nikcih hakkında koyduğu birtakım kanunlar da vardır. Geçen bö­ lümlerde. ·islcimiyetin kadın kukuku sahasında meydana ge­ tirdiği yeniliklerinden biri de: evlenecek kızın. kocasını seçmek­ le kesinlikte hür tanınmasıdır· demiştik. Oysa sözünü ettiğimiz kanun metninde. Ebu Suut Efen­ dJ'nin sunduğu �mes'eleler· başlıklı bölümünün ·Kitablm ni­ kcih. kısmında. 951 (Hicri-16. yüzyılın ikinci yansı) tarihinde çıkan bir kanun gereğince kadılar: anne-babanın izni olma­ dan nikaha yetk.Jli değildiler. Ebu Su ut Efendi. hakimlerin bu emre uymaları gerekliğini şu şekilde açıklıyor: Cevap: ·Anne-babanın lzni o!maksLZın nikcih yasaklanacak. ger-

Türk Ahlakı

121


çekten uygulanmaması gereklidir. Çünkü. hakimlerin ka­ nunları uygulaması. halifellj?;in izin ve hukukundan çıkmıştır. Hem de gerçek kanunlarla hükmetmekle görevli kılınmışlar­ dır. Ve kamın dışılıktan uzak kalmaga mecburdurlar. Özellik­ le kötü zaman (dıırumlar) gün ışıgı gibi belirlidir. Bunların toplamı otuz iki şekildir. Bundan başka İstanbul. Edirne ve Bursa mahkemelerinde bu konudaki yasak ve zorlamalar için: O ·emr-i şeriJin- (kan unun) aslı saklıdır. Bu aslının aynı­ sını bulundurmak zonınludur. Bunun kötülügü (izinsiz ni­ kô.hlanmanın kötliWğü) gün gibi açıktır. Kanunun bir parçası uygulanmışsa: kanun ne olur? Yıkılır. (Ebu Suud Efendi'nin kitabından). Bu konuda sanılan somlara verilen cevaplar da Ebu Su­ ul Efendl'nlndlr. Som: -Denkliği olmayan ue anne-babasız şahitler karşı­ sında olan nikô:h. din yönünden imkô:nsız mıdır?Cevap: ·oıur. İnsanlann izni (çıkanlan kanunlar) kötü.lfığe yol açmıyorsa. böylece görevli kılınmıştır. Din ve devlet başkanının emrine dayanan bu hukuka gö­ re: kadınların evlilikteki hürriyetleri bütünüyle yokediliyor. Çünkü izin alınmak zorunda bulunmak.la. hürriyet içiçe bu­ lunamaz. Buna göre anne-babanın evlilikle hukuksal gücü vardır. Aksi halde. anne-babanın söz hakkının olmadıgı bir evlilikle: kadın bütünüyle hür demektir. Sultanın dıger bir emri de: kadını. İsl<im'ın ona verdigi diger bir haklan yoksun kılıyor. Soru: -Kadınına bakmaktan aciz bir kişinin durumu açık­ ça orıada iken: o kişi şafii mezhebine girer. kansınm zor duru­ mundan dolayı, şqJii mezhebinden olan hakim: kadım kocasın­ dan ayırarak bir başka erkeğe verir. Ancak sonradan ilk koca­ sı. kansını dilediği takdirde geri alabilmek hakkına sahip olur muT Cevap: -şofii mezhebi anlayışının sosyal hayattaki uygu­ lamalarının btı illkede geçerli olmaması yönünde devlet başka­ nının yasağı vardır. (Milli Tetebbular Mecmuası. Sayı: 2. Sh: 339-348) Şimdiye dek saydıj?;ımız bütün olaylar. kadın hukuku­ mın. ayrı çağlarda ve ülkelerde: çagın ve halkın öz kültürüne

122

Ziya Gökalp


göre incelendiğini gösteriyor. Olaylardan anlaşılıyor ki. öz kültürlerin incelenmesiyle birlikte. devlet başk.anlan ve hu­ kukçular: yeni öz kültür verilerine göre. yeni hukuk kuralla­ n koymuşlardır. Hatta bu yeni hukuk kurallan. itirazsız ka­ bul edilen Allah'ın kesin emirlerinin açıklığına bile ayk.ın gö­ rülmüştür. Demek ki. İmam.-ı Ebü Yusufun ·Milletlerin geleneğin­ den doğmuş oları kesin dini emirlerde. değerli tutulan unsur. Oncelikle geleneklerin kendileridir.. • şeklindeki görüşü yerin­ dedir. O halde. bir bilginin yalnızca teorik hukuk kurallannın birleştirilmesinden meydana gelmediği. genel tarihle birlikte. İslam tarihinin çeşitli çağlannda uygulanmış tabii bir kanun­ dan ibaret olduğu da bir gerçektir.

Türk Ahlakı

123


AİLEDE "KONAK'"l'AN "YUVA" TİPİNE GEÇİŞ Toplumların "Ümmet" tipinden "Millet" tipine ,ı.ıeçer­ ken yaşadıkları bir ara devir vardır ki: Avrupa tarihinde bu­ na "Rönesans" adı verilir. Osmanlı tarihinde. başlangıcı Ll­ le Devrl'ne kadar uzanabilen bu devrin adı ..Tanzim.at"tır. Bu çağda. Loplurn �ommel" özelligınden çıkmakla birlikle. henüz .. Miller· dunımuna girememiştir. Toplumun bu ça,l?;ına verile­ cek en uygun ad: Fransızca'da �peupıe· sözcügüdür ki. Türk­ çe'ye "Halk" şeklinde lercüme edebiliriz. Ümmel çağına özgü olan sultanlık çagı da. bu çagda. ye­ ni sallanal özelliğini alır. Yeni yönelim eski yönetimle çagdaş devlet arasında bir geçiş basamagıctır. Yeni yönetime örnek olarak Rusya ve Avusturya imparatorluk.lan ile. Tanzimat Devri'ndekl Osmanlı İrnparatorlugu·nu gosterebilirtz. Bu yö­ netlme bağlı olanlar: ne ümmet. ne de millet özelligini taşır­ lar. Ancak halk (peuple) durumu ndadırlar. "'Avrupa ailesi" rönesanstan sonra. -konak- tipinden -yuva� llplne geçmekle başladı. Türkler'de de aynı degişmenin meydana p;eldlA:lnl görüyoruz. Bu çagda. ailenin hangi sebep­ lerle değlştlğlnl anlamak için: öncelikle Tanzimat'ın ne gibi sosyal reformları kapsadığını incelemek gerekir. Bu reformlar anlaşılınca. bunlann aile tipinin degişmesine ne şekilde etki ettikleri de ortaya çıkar. Tanzimat harekeli. Tiı rkiye'nin İran medeniyetinden. Av­ rupa medenlyetıne geçmesi çabalanndan ibarettir. Bu hare­ keti. altı sosyal operasyonda toplayabiliriz: 1 . Eski duyuş ve anlayışın yerine. yeni duyuş ve anlayı-. şın yerleşmesi. 2. Eski yönelim llpl yerine. yeni yönetirn tipinin geçmesi. 3 . Ralyyellg:e (ziraatla ugraşan Müslüman olan ve olma­ yanlara) uygu lanan hukuk kurallarının kaldırılması. 4. Hırlsllyanlar'a uygulanan ayrıcalıklı hukuk kurallan­ nın kaldırılması. 5. Rak.Jyyelln (kölel@in ve cariyeligin) kaldırılması. 6. Mullaklyelln (kayıtsız şartsız bir yöneticinin idaresi al­ lındaki hilkiimel tipinin) kaldırılması.

124

Ziya Gökalp


Bu yenilik ve gelişlmlerl -vatan Ahltıkı- konusunda geniş olarak anlalacagımızdan. şimdilik bu allı madde üzerinde kı­ saca üzerinde dunnak yeterlidir. 1. Yeni Kültür:

Eski duyuş ve anlayışın yerine yenisinin geçmesidir. Tanzlmat'ın "yeni kültürü". yeni ilim. yeni san"al. yeni tek­ nik şeklinde doğdu. "Yeni ilim" ülkemize malbaayı geliren İbrah.lm Müte­ ferrl.lr.a'dan. Meğitimde- yeni bir çıgır açan Kitip Çclebi'den kaynaklanmakla birlikle: başlangıçta mühendislik okulunda öğretim üyesi İshak Bey'ln arilmelik ilmiyle ilgili öğretimi kendini göstermekle başladı. Fizik. kimya gibi pozitif ilimler. ilk kez modem ve çagdaş bir biçimde ülkemize girdi. Sonra­ lan Harp Okulu ve Tıp Faküllesi gibi okullar kuruldu. Bir yandan askeri larlh. dıger yandan tıp. tabii ilimler Avnıpa'da olduğu gibi ülkemizde de gelişip yayılmaya yüz tuttu. MÇağdaş ilimler·ın ülkemize girmesiyle. yeni bir ilim an­ layışı doğmaya başladı. Önce ilimler: medreseye özgü iken. ülkemizde medrese bilginlerinden başka. okul bilginleri de yetişiyordu. İlk 7..amanlar her konu. yalnız dini hukuk açısın­ dan incelenirken: şimdi bir de pozilif anlamıyla ilim gözlüğü ile dikkate alınıyordu. Bu yeni düşünce şekli. diğer konular gibi: aile ve kadın konulanna da uygulanıyordu. ·yeni edebiyat· Şinasi ile başladı. İran'dan gelmiş olan eski edebiyatımız; kafalanmızı: aile. kadın ve aşk konulann­ da. İran kültürüyle egilmlştl. Yeni edebiyat ise. Avnıpa'dan geldiği için: bu konulara all Avrupa felsefelerini de beraberin­ de gelirdi. ..Tanzimat mimarisi". eski mimarlık sanatımıza oranla kotü bir düşüş göslerdl. Ancak ailenin dış unsuru olan ev'in yapı biçiminde. bir degışım ve gelişme meydana getirdi. "Tanzimat müziği". batı müzip;ini körü kön1ne bir tak­ litten ibarettir. Bununla beraber. erkekle kadını ayıran eski müziğe rağmen: bu bize. iki cinsi birbirine yaklaştıran yeni bir özellik getiriyordu. Tanzlmalın bizde meydana getirdiği en büyük 7.arar; eski teknolojilerimizi kaybetlirmesidir. Çinicilik. boyacılık. süsleme san'atı v.b. gibi birçok becerilerimiz vardı ki: ustadan çırağa geçerek devam ediyordu.

Türk Ahlakı

125


Bizde pozitif ilimler bulunmadıgı için. bizim eski fızik bil­ gimizi. Avnıpa'nın yeni bilgisine büsbütün feda edebilirdik. Fakat bizde çok nefis ve mllli bir leknolojik bilgiler hazinesi vardı ki. bunlar manevi zenginligimizin de kaynagını oluştu­ ruyordu. Yazık ki. Avnıpa'nın büyük sanayiindeki organizas­ yon ve metodları alıp uygulayamadıgımızdan: bu güzel ve mil­ li teknolojimizi akılsızca bir ihmalle kaybetlik. Milli teknoloji içinde ev düzenlemesi ve döşemesi yanında. ev yapımını ve kadın el san·atıarını da umılmamak gerekir. Tanzimat çagı­ nın reslınl uygun gönneslyle: evlerin duvarlannda güzel yazı levhaları da eksilmeye başladı. Özel olarak esk.J kültür degerleri yerine. yeni kültür de­ gerlerlnln geçmesi: gerek ailenin yapısında. gerekse ve kadın hakkındaki göıiiş ve anlayışta birçok yenilikler dogtırdu.

2. Yeni Devlet yönetimi: Eski devlet yöneliminin yerine. yeni tip devlet yönetimi­ nin geçmesi: Can. mal ve namus güvenligini saglamak amacı ile işe başlayan yeni yönetim. bir dizi askeri. mali. idari. adli yenilikler meydana gellmıekle bunu saglamaga çalıştı. Kapı kulunun ve slpahlligin kaldırılması. bunlann yerine yeni askerin "'Nlza.m-ı Cldid"in kuruluşu ... Devlet gelirinin has. zeamet. tımar adlarıyla: devlet adamlarına ve sipahilere dirltk olarak ayrılması yönteminin kaldınlması ... Bütün geli­ rin maliye hazinesinde toplanarak memurlara kanuni maaş­ lar verilmesi... Askeri bir özellik taşıyan valiler ve mutasamflann (vali ile kaymakam arası idareci) tayinini: Divan-ı Hümayun. Sad­ razam'ın karar meclisi. Yeniçeri agasının divanı. beyler beyi ve sancak beyi karar meclisleri yerine: düzenli hukuk mahke­ melertnln kunıluşu . . . Dlvan·ı hümayunun (Padişah başkan­ lığındaki vezirler ve yüksek devlet adamlarının meclisi). idari ve politik görevllerinl yüri'.ıtmek üzere de. Bakanlar Kuru­ lu'nun kuruluşu. yeni devletin en köklü temellerindendir. Eski kanunnameler. o zaman (miift-i kanun) adını taşı­ yan �nişancı" tarafından loplanmış emirler bütününden mey­ dana geliyordu. Bundan dolayı Fatih Kanunnamesi veya Sultan Süleyman Kanunnamesi. nişancı tarafından kendi zamanına kadar çıkmış emirlerin. nişancılarca yapılan tesbi-

126

Ziya Gökalp


tine göre: hangi biçime girmişse. o şekilde yazılırdı. Çeşitli ka­ nun metinlerinin aynı nişancılar tarafından yazılmış örnekle­ rinin birbirine benzememesi bundan dolayıdır. Bu bakımdan belirli zamanlarda geçerli olan kanunları ancak nişancı bile­ bilirdi. Diğer memurlar az çok bilseler de halk bu kanunların hükümlerinden bütünüyle habersizcdi. Yeni devlet: metni tesbit edilmiş ve nanı saklı kalmış ka­ nunların ancak. kamuoyuna ııan edildikten sonra uygulan­ masını esas olarak kabul etti. Bundan dolayı eski kanunları kaldırarak. yerlerine: çağdaş metodla her konuya ait yeni ka­ nunlar düzenledi. Bu kanunlar arasında özellikle -Arazi KanunnamesC ai­ le yapısında bir değişiklik meydana getiriyordu. Zeamet çağında. arazinin Mmiras yoluyla- devredilmesi biçimi kadınların aleyhinde idi. Tarla erkek evlat olmadığı za­ manda da. kız evlada miras olarak geçmiyordu. Yalnız kız ev­ lat: o tarlayı ücretini vererek almakta bir öncelik hakkına sa­ hip oluyordu. Yanı bir kız. babasının tarlasını. erkek kardeşi bulunmadığ durumlarda parasını vererek satın alabilirdi. Hükümdann kanun yapma hakkı. Osmanlı Türkleri·nın zeamet devrinde kadınlan: dini hukukun �ik.Jll-birU- olan mi­ ras biçiminden daha aşağı bir duruma indirmişti. Tanzimat devrinin yaptığı toprak kanunnamesi ise. er­ kek ve kızkardeşler arasında kesin bir eşitlik getirdi. Miras bi­ çimi aile yapısının temelini oluşturduğundan: Osmanlı-Türk ailesinde büyük bir değişiklik meydana getiriyordu. Bundan başka. toprak mirasındaki eşitlik: kadınların hukuk açısından erkeklere eşitliği konusuna dayandığından. kadın hakkındaki düşünceye de bir yenilik getiriyordu. Bununla birlikte Tanzimatın oluşturduğu yeni devlet: iyi işleri arasında. aile ve kadın aleyhine büyük bir hata işledi. Önceleri Sadrazam'a bağlı olan ..Şer'fye Ma.hlr.emelerl" nl: diğer Adalet kurumlarından ayırarak Şeyhülislamlık maka­ mına bağladı. Şer'iye Mahkemelerrne bırakılmış aile hukukunun. şim­ diye dek düzenli bir kanun şekline getirilememesi bu hatanın bir sonucudur.

3. RaJ.yyellğin (fanmda Mli:slUman olan ve olmayanlara uygulanan hLıkuk kurallarındaki ayırımcılığın) kaldınlması:

Türk Ahlakı

127


Zeamet usulüne göre. askeri ve akademik sınıfa mensup olmayan. yanı kapıya (Padişaha). hükümete mensup olma­ yan Müslüman ve Müslüman olmayan bülün fertler çoban ve çifiçi (köle) dunımunda idi. Ayan (halk) mlllelveklli Ali Efendi Kanunnamesi'nde de­ nildiği gibi MReaya ata binip kılıç kuşanmaktan yasaklanmış­ tır." (Slı: 72) Bugün devletin özünü oluşturan Türk köylüleri. o zaman dirlik sahiplerinin kölelerl şeklinde idi. Hayvancılık ve tarım­ la uğ,raşanlardan. "hayvan vergisi", "toprak vergisi". gere­ ğinde "tütün vergisi" ve .. tanm vergisi" adlarıyla bir takım vergiler alındığı p;ibl: halkın bu kesiminden "gellnlik vergisi" de alınırdı. Bu verginin MüslOman olmayanlardan iki katı alınması da dikkat çekerdi. Slpahlliğln kaldınlması ile. kadınlar ·gelinlik vergisi· ödemek gibi küçültücü ve aşaj!.ılayıcı bir yOkümlülükten kur­ tuldular. �Gelinlik vergisCnl n kaynagı. ilkel toplumlarda gö­ rüldüğü şekilde: toplum liderlerinin gelinler üzerinde ilk ko­ cası olma hakkına sahip bulunmasındandır. Bu hak: vicdan­ ların biraz lnsanlaştıgı derebeylik devrinde parasal bir tazmi­ nata dönüştürülmüştür. Selçuklular' da zeamet usulOnOn varlığının sebebi bir si­ pahinin oglu olan Nlzam'ul Mülk'tür. Bu sosyo-ekonomik oluşun İran kaynaklı olduğunu ·vatan Ahldkı· konusunda p;östereceğ:iz.

4. ZımmD.JğiD (İslam devleti vatandaşı olmasına rağmen Mlıslliman olmayanlara uygulanan ayırımcı hukukun) kaldı­ rılm.uı: Hz. Ömer İslam devletinin esaslarını koyarken. Arap ol­ mayan Müslümanlar'ı .. mevaU'" (kölelikten affedilmiş Müslü­

manlar) adıyla Araplar·ctan aşa,ı1;ı sosyal dOzeye indirmiştir. Müslüman olmayanlar da "ehl-i zimmet .. adıyla daha aşağı bir sosyal düzeye sokulmuştu. Emevi devleti. aynı poli­ tikayı lzledt,11;1 için. Emeviler'in son devrinde güçlenen kölelik­ ten a!Tedllmtş Arap olmayan Müslümanlar ·şuubiye· adlı si­ yasi bir parti kurarak. Abbasiler ile birlikte Emeviler aleyhine çalışmağa başladılar. MŞuubı·ıer Müslüman milletlerin eşitli­ ğini iddia eden ·ı:ımmet demokrasisr idi. Bu parti başarı kazandıktan sonra Abbasiler iktidara

128

Ziya Gökalp


geçtiler. Böylece bütün Müslüman milleller eşit oldular. An­ cak ·eh/-i zimmet" denen Müslüman olmayanlar. yine eskisi gibi aşagı bir dözeyde kaldılar. Gülhane Hattı Hüm.aywıu; Müsllimanlar'la Müslüman olmayanlar arasındaki bıı siyasal ve hukuki eşitsizli{Ji kaldı­ ran ikinci bir demokrasi hareketidir. Tanzlmatın ilanı ile. Sultan hukukunun Müslüman ol­ mayanlara all ayrıcalıklı olumsuz kuralları bütünüyle kaldı­ rılmış oldu. Bir halifenin geleneklere dayanarak koyduğu ku­ ralları. diğer bir halife yeni gelenejtin geregine uygun olarak k..aldırablltr. Abbasi hallfeligı Arap olmayan Müslümanlar'a all Sullan hukukunu kaldırmışlır. Sultan Abdülmecll ise insanlık tarihinde büyük bir de­ ğer olan ünlü kanunu ile. Zımmiligi ve Zımmilere ait olan hu­ kuk düzenini kaldırdı. Birinci eşitliklen İslam ümmeti doğdu­ ğu gibi. lklncl eşlltlkten de hukukta din farkı gözetmeyen Os­ manlı halkı doğdu. Demokrasiye ve eşllllge doğru atılan her adım: kadın hu­ kuku yönüyle büyük bir gelişmeyi gerektirdiginden. Osmanlı kadını da bu gelişmeden faydalandı. Özellikle müslüman ol­ mayan kadınların ·zırnmnıkten çıkması. kadınlık adına bü­ yük bir yükseliş özelllgınde idi. 5. Ra.luyyetln (kölelif}in ve cariueligin} kaldınlması: Tanzimatın önemli bir eseri de: başlangıçta zenci esirliği­ nin. sonra da bütün kö/elif}in kaldınlmasıyla dini hukukun -Kölelik ve cariyelik- maddesine ihtiyaç bırakmamasıdır. Örtünme: İslam alemindeki örtünme kaynagını araştı­ rırken. başörtüsünün evli kadınlan cariyelerden ayırmak için konul-dugunu anlatmıştık. Sonraları cariyelerin varlıgı yü­ zünden. evli kadınların aile içinde bir tür kutsal esir duru­ munda kaldıklarını göstermiştik. Kölelik ve cariyeligin kaldı­ rılması. eşitlik akımının kadın haklarına olan faydalı etkileri yanında �odalık" şeklinde yapılan bir çeşit çok evlilige de son venniş oldu. Bundan başka. iş hayatının cariyelere ait olmadığını. ha­ nımların da herkes gibi çalışmakla yükümlü oldugunu orta­ ya koyarak. kadınları toplum içinde saygıdeger kişilikli ve iş sahibi olmağa yönelltı.

Türk Ahlakı

129


6. Mutlaklyetln (otokratik yönetim) kaldınl.m.ası: Meşrutıyet'ln ilanı ile başlayan yeni dönemde aile haya­ tında büyük değişiklikler meydana geldi. Sosyal gelişmenin her evresinde. aile ile devlel arasında karşılıklı bir ilişki var­ dır. MutlaklyeLle yönelllen bir devletle. aile reisinin egemenli­ ğ,I de. mutlak bir biçimde vardır. İslamiyet: kanunlann insan­ lar üzerindeki elklli uygulanışını gerekli işlerden sayar. Baba­ daki hakların ve karısı ile çocukları üzerindeki yetkilerin. on­ ların da menfaallerlne uygun olması durumunda var olması­ nı kabul etmiştir. Bundan dolayı. devlet içinde hükümdara alt mutlak yet-kller kaldırılınca: aile içinde de babaya ait mutlak egemenliğin kalkmış olması dogal bir sonuçtur. Meş­ rutiyet yönetiminin uygulandığı bir devlette. ailelerde de meş­ ruliyet yönetimi uygulanır. Bunun için bir baba eglenceye. kötü yollara. içkiye veya kumara düşkün olursa ve ailesine karşı yükümlü oldugu görevleri yerine getirmiyorsa: aile top­ luluğu -parlamento gibi· ona karşı soru sorma ve güvensizli­ ğini açıklama haklarına sahip olur. Kötü bir baba. ailesinin mahkemeye başvurmasıyla ege­ menlik haklarından yoksun kalabilmelidir. Aile içinde bu yet­ kiyi daha iyi kim yapabilirse. egemenlik hakkı ona verilmeli­ dir. Babanın aile başkanlıgı esas olmakla birlikte: bu başkan­ lık uygulamada boş kaldığı zaman. neden ana veya büyük oğul veya büyük kız tarafından yOrOtülmesin? Bugünkü anlayışa göre. aile başkanlığının haklan bir hak değil. bir görevdir. Görev kimin tarafından yapılıyorsa. yetki ve otorite de ona ail olmalıdır. Meşrutiyet temsil yoluy­ la aile konusundaki bu gibi yeni düşünceleri doğurmak.la bir­ likte: iş bölümüyle uzmanlığın derinleşmesini. kadınların da sosyal hayata ve sosyal iş bölümüne girmesini gerektirmekte­ dir. Bundan başka. meşrutiyetin bir görevi de: hukukun di­ ğer kısımlan. gibi aile hükukunu da kanun haline getirmesi ve düzenli mahkemelere bırakmasıdır. İşte Şer'iye Mahkeme­ leri (48) nln adalet bakanlığ,ına geçişi ve aile hukuku için bir kanun metni düzenlenmesi: Osmanlı meşrutiyetinin bu göre­ vini de yerine getlrdıgını gösteriyor. (48) Şer'lyye Mahkemesi: İslam dininin emirlerini. ayet ve hcldtslerl uygulayarak davaları çözümleyen mahkeme.

130

Ziya Gökalp


TOPLUMSAL DAYANIŞMA Ümmet, Halk, Millet Dayamşması:

B tr toplumun

çöküş ya da yükseliş devrinde olduğunu

anlamak için başvuracagıınız ölçü; fertlerin ruhundaki kendi­ ni düşünme duygusuyla. dayanışma duygusunun karşılaştı­ nlmasıdır. Fertlerindeki kendini düşünme duygusu şiddetli. dayanışma duygusu ise zayıf olan bir toplum. çöküş halinde demektir. Aksine: fertlerinde dayanışma duygusu güçlü. ken­ dini düşünme duygusu zayıf olan bir toplum ise. yükseliş ça­ ğındadır. MDayanışma-nın ilk şekli. toplumun fertleri arasında or­ tak duyguların. başka bir deyimle ortak bilincin bulunması ile meydana gelir. MOrlak bilinç· aşiret ve kavim örneklerinde dogar. Üm­ met örneğinde ise. ortak bilincin temeli: bütün insanlar için kandaşlığm üstünde ve dışında bir yoldaşlık özelliğini taşıyan Mlımmei dinr şeklinde göıiinür. Göıiilüyor ki: toplumun bu üç tipinde fertleri birbirine bağlayan. ortak bir duygu. yani ·dayanışma· adını verdiğimiz düşünce bağıdır. Fakat ümmet devrinde (halk-peuple} örneği­ ne geçtikten sonra durum deglşiyor. Halk dediğimiz kitle: din­ leri ve lnsanlan blrblr1nden ayn olan. ayn cins zümrelerden oluşmadığından; ne dini. ne de öz kültür ortaklığına sahip deglldlr. Bundan dolayı. bu killenin ortak bir bilinci olmadığı. fertleri arasında maddi ve zorlayıcı bir özelligi olan politik yurttaşlıktan başka hiçbir bağ. hiçbir dayanışmanın bulun­ madığı gözlenmektedir. O halde eski dayanışmanın çökmeye başladıgı. ·yeni dayanışma -nın oluşmadıgı bu geçiş devresin­ de. fertlerin yalnızca kendini düşünme eğilimleri bütünüyle serbesttir. İşte Tanzimat devrinden sonra: bizde. esasen ken­ dini düşünme demek olan fertçilik akımının doğması bu şe­ kilde açıklanabilir. Tanzimat harekeli. bize. ümmet şeklinde olan eski milli­ yet yerine. unsurların suni birleşiminden ibaret olan -halk�

Türk Ahlakı

131


şeklindeki yeni mllllyetl getirmek istiyordu. Bu yapmacık mil­ liyetin ortak bir dini olmadığı gibi. ortak bir öz kültürü de ol­ mayacaktı. Yalnız. ekonomik iş bölümünün sonucu olarak ortak bir çıkan bulunacaktı. Oysa başka ülkelerde otluğu gi­ bi. bizdeki sosyal toplum denemeleri de gösterdi ki: ortak bir duyguya sahip olmayan bir toplumdaki ·iş çeşilliliğC sosyal bir iş bölümü değil. belki karşılıklı paraziter hayatın özelliğin­ dendir. Bir toplum: ortak çıkarlar üzerine değil. ancak ortak inançlar ve ülkülere dayanarak ıayakta durabilir. Bugün Rusya'da süren olaylar(49) : ekonomik çıkarlan ortak olan ayn cinsten halkın. politik çemberden kurtulunca nasıl ayn ülküler güden. çeşitli mllletlere aynldığını pek açık şekilde gösteriyor. Bu ülküler: ..ümmet dayamşması"nın çöküşüne baka­ rak sosyal gelişimin. dayanışmacıhktan fertçiliğe gittiği dü­ şüncesine kapılmışlardır. Çünkü ümmet dayanışması çöker­ ken. bu çağdaki ailenin de çöküşe uğradığını görmüşlerdir. Gerçekten aile. aşiret çağında küçülmüş bir aşiret özelli­ ğinde olduğu gibi. kavim ve ümmet çağlannda küçülmüş bir kavim veya ümmet biçimindedir. O halde toplum Mhalk- şek­ lini aldığı zaman. ailenin de küçülmüş bir �halk- niteliği ka­ zanması tabii idi. Dikkat edersek. Tanzlmat'tan sonraki aile içindeki da ya­ nışmanın da yavaş yavaş çökmeğe başladığını görürüz. Bun­ dan dolayıdır ki: bu çağdaki aile örneğine ·gevşek yuva· adı­ nı veriyoruz. Fakat gerek ümmetin. gerek ümmet çağına alt ailenin çöküşüne bakarak sosyal gelişimin fertçlliğe doğru gittiğine karar vermek doğru değildir. Çünkü ümmet dayanış­ ması çözülürken onun yerine "Millet dayanışması" diyebi­ leceğimiz yeni bir biçim oluşmağa başlar. Bir yandan eski aile tipine alt dayanışma gevşerken bir yandan da yeni aile tipine uygun dayanışma örülmeğe başlar. Aile ile toplum arasındaki sosyolojik benzeyiş kanununa gö­ re: yeni ailenin de mlllet gibi çok dayanışmalı bir toplum ol­ ması gerekir. İpek kozasına. röntgen ışını ile bakan bir kim­ se: orada yalnız tırtıl'a ait organizmayı incelerse. organlar arasındaki dayanışmanın bozulduğuna karar verir. (49) 1 9 1 7 Bolşevik lhtlliı.11 ve sonrasında gelişen olaylar.

132

Ziya Gökalp


Oysa oradaki eski organlar şekil degişlirirken. tırtıl orga­ nizmasını bozmakla birlikte; yeni bir uyumlu yardımlaşmaya geçerek kelebegı oluştumıakladır. Bazı kimselerin. toplum yükselirken her yanda gerileme görerek kötümser olmaları: bozulan leşk.Jlata bakarak dop;an teşkilatı görememelerinden­ dlr. Bununla birlikle. toplumların bu çagdaki değişimi yal­ nızca topluma ve içindeki aile yapısına ait degildir. O zaman meslek tpplulukları da. şehir düzeyindeki bir kurum duru­ mundan. mllli bir kurum şekline geçeceginden: bir yandan eski loncaların dayanışması bozuluyor. diger yandan yerleri­ ne merkezleri başkentle olmak üzere bütün ülkeye yaygın meslek topluluklannın dayanışmalan geçiyor. Fakat biz geçiş döneminde bulundugumuz için. yüzeysel bir bakışla baktığı­ mız zaman. bu topluluklara alt dayanışmaların. yalnızca çö­ küşünü görüyoruz. Bu görüşe göre. sosyal hayatın fertçiliğe ve çıkarcılığa doğru gittiğine karar veriyoruz. Oysa akademik bir gözle bakacak olursak. aynen ipek kozasında olduğu gibi: çöken bir organizmanın içinde yeni bir organizmanın şekille­ nip geliştiğini de gôrecegız. Tanzimat devrinde yıkılmaga başlayan aile -konak- adını verdiğimiz topluluk değildir. Gerçekten insanların alınıp satıl­ masının kaldırılmasından sonra cariye ve köleler. işbôlümü sonunda hlzmetlller ve hademe evden çekilince. ailenin fert­ leri büyük oranda al.alıyor. Fakat aile yalnız evden ibaret de­ ğildir. Aşiret ve kavim devirlerinde. aile: oba. soy. ev adlarıy­ la birbirlerinin içinde olmak üzere Oç kısma ayrılmıştı. Ümmet çagında oba. kırlarda köy. şehirlerde mahalle şeklini alarak bir idare birimi haline girdiğinden bu çagda ai­ le. yalnız soy ve ev olarak bulundu. Soy. Arap hukuku dilinde. baba yönünden -usbe- ana yönünden -zevil erhamn adını alır. Eski Romalılar baba soyu­ na ·agnar ana soyuna ·cog11ar derlerdi. Bununla birlikte Arap ailesi Roma ailesinden rark.lı olduğu için bu deyimler birbirlerini tam karşılamazlar. Türkçe'de soy kelimesi -us­ benye. sop kellm.eal ·zevil erham-a karşılık alınabilir. Hatta Diyarbakır'da kadınlar arasında böyle bir ayrım vardır. Biz baba-soyu ve ana-soyu deyimlerini kutlanmayı tercih ederiz. Kavim çağından ümmet çap;ına geçildiği çağda da ailenin ·soyn kesimi dağılmaya başlar. Ümmet çagında çocuğun veli-

Türk Ahlakı

133


si: yakından uzağa gitmek üzere soy çevresinde -baba sayım­ dan aranır. Ycinl çocuğun vellsl. en yakın soyu olan babasıdır. Bir çocuğun babası yoksa. babadan sonra en yakın soyu de­ desidir. O da yoksa geriye gidilerek. hayalta kimi varsa odur. Çocuk üzerinde bu kişi huhuka sahip olur. Halbuki millet çagındakl ailede. çocugtın velisi. ev içinde­ kilerden aranır. Arap ailesindeki karşılığı "ehl" olup: bunla­ rın kimlerden meydana geldiği daha önce anlatılmıştı. (50) Mlllel çağında büyük aile feh/Jden. küçük aile (ıyal)e ge­ çiş oldu. Aşlrel ve kavim devirlerine uzanırsak büyük aileyi Moban. küçük aileyi ise Mevn biçiminde görürüz. Türkler'de Mevnl Yakul Türkleri'nde tabii ev. yani sosyal olmayan bir lopluluk biçiminde gördükten sonra. ·ocak· ve MKonak· şek.illerinden geçerek ·yuva · örnegine kadar gelmiş­ lik. Bazı loplumlarda. bir soydan olan fertler: aynı ev içinde ortak bir ekonomik hayal yaşarlar. Bu dunıma Güney Slav­ lan dilinde -2'.lldroga n (5 I l denilmektedir. Zadroga. Tibet'te ve

eski Araplarda da vardı. Kardeşlerin tamamına bir kadın alın­ ması usulü Zadroga·nın bir sonucudur. Zadroga'nın başkanı. soyda büyük olan kişidir. Roma ai­ lesinde olduğu gibi. mutlak hükümdar durumunda değildir. Aksine aile meclisinin denelimine bağlı bir Cumhurbaşkanı gibidir. Zadroga'nın loprağı. hayvanlan. binalan bölünmez. Ortak bir mülkiyet halinde kalır. Yalnız ailelerin özel oturma yerleri Jle. fertlerin özel taşınabilir eşyası Zadroga'nın ortak malı değildir. Güney Slavlarında. mesela. Sırplar'da ekonomik ortaklık durumunda olan soy. diğer loplumlardaki ekonomik ortaklık­ tan uzak olarak. yalnızca •öç ölma - ve ·miras- konularında bir ortaklığa sahlpltr. Ümmet çağında öç alma ve diyet hakla­ rı aile hukuku dışında olmadığından: karar verme ve miras haklan da öç alma gibi soy çerçevesinde kalır. Fakat millet çağında. artık sorumluluk bütünüyle ferde ve ceza hakkı da bütünüyle kanm hukukuna aittir. (50) Ehl: Büyük baba. büyük anne. amca. hala. teyze. dayı. anne. baba ve çocuklardan oluşan büyük aile tipi oldu­ ğunu daha önce anlat-ınıştık. (51) Zadroga: Sırp dilinde. MBaşkaJarı için. diğerleri için. yabancılar için n anlamlarında karşılığı da vardır. 134

Ziya Gökalp


Bu yüzden soyun hiçbir görev ve yelkisi kalmaz. Bir kı­ zın. babasından kalan mirasına uzak bir amca oglunun katıl­ ması: nasıl bugünkü vicdana uygun degilse. bu uzak amca­ oğ,lunun o kızın nikahında velisi olması da o kadar haklılık­ tan uzaklır. Çünkü bu aıncaoğ,lu hukuken sakıncasız olma­ makla birlikte. kız ile evlenmek isleyebilir. Eski çaglarda ba­ ba soyu ile evlilik: yasaklanmış oldugundan bu durum övül­ müş olabilirdi. Fakat bugün. denklik. ilgi yönünden çok; tah­ sil ve terbiye. edep ve ahlak bakımındandır. Bugün. ayni baba soyundan oldukları halde: anlayış ve ahliıken ayrı olan fertlerin varlığ,ı pek de az degildir. Bunun için. aile konusu ancak. bugünkü gelenekte yaşayan bir eşit­ ııge değer verebilir. Sonuç olarak öç alma ve diyet yargısından uzaklaşılınca. velilik ve miras konularında da "'baba .. soyu­ mın bir önemi kalmaması gerekir. Bunun sonucu. baba soyu bir aile tipi: dayanışmalı bir aile özelli.ı1;ini kaybederek. uzak­ ta kalmış akrabalar dunımuna düşmektedir. Esasen baba soyu -usbe- tipli ailenin ne mirası. ne de hukuku uygun de­ ğ.ildir. -usbe- hukuku. eski cahiliyel devrinin bir gelişimidir k.J. gelenegın devamı şeklinde İslam dininin çıkışından sonra da devam etmiştir. İsliı.mlyet'Jn kunnadıgı. ancak hoşgörülü davrandığı bu gibi adetlere -sünnet-i takririye- (bildirilmiş sünnetler) denecek yerde: -anlatılarak yerleştirilmeye çalışılmış alışkanlıklar- de­ nilse daha uygun olurdu. İslamiyetin -vahi!ı-Je kurdugu aile ltpl: erkek ve kadınlann mirasçı olabildigi -ehr adıyla anılan aile ltpldir. Aile hukukunun ve mirasın her şeyden önce erkek ve ka­ dına dayandırılması: daha çok İslami olan bir kuraldır. Yalnız Mehl- ltpl ailenin. erkek ve kadın unsurları olmadıgı zaman: hukuken ve miras yönünden baba veya ana soyuna başvuru­ labilir. Sonuç olarak: ailenin gelişimi bize gösteriyor ki: büyük aile, -simye (klô.n). usbe. ehr örnekleri küçük aile: -usbe. zadroga. ehi. ıyar örneklerinden geçip giderek küçülmüştür. Toplumun gelişimi. tüm loplumlann en küçügü olan .. aşiret­ ten" başlayarak "millet" düzeyine çıktıgı gibi: ailenin J.telişi­ mi de Msimyen (klô.n)den Mıyara dogru gittikçe küçülmek biçi­ minde bir yol izlemiştir. Ailenin. böyle bir gelişim kanununa uydugu bilinmedik-

Türk Ahlakı

135


çe; bugün içinde bulunduğ:umuz çag gibi. geçiş zamanlarında giderek aile dayanışmasının yıkıldıgını. fertlerin kişisel çıkar­ cılığ:ına ve fertçlllğ:e gldildıgıni zannetmek. kaçınılmaz bir so­ nuç olur. Çünkü bugün gerçekten. baba soyunun fertleri arasındaki akrabalık bagları zayınamaktadır. Bundan başka. boşanmaların sayı olarak çogalması da: eşlerin çocuklarını düşünmeyerek. bencil duygulara daha çok kapılmakta olduklarını gösterir. Bu durumlar. gerçekten ülkemizde bir aile bunalımının oldugunu ortaya koymakta­ dır. Fakat bunun düzellllnıesl için: baba soyu -ttsbe- tipi aile dayanışmasını kuwellendlrmege çalışmak boşunadır. Çünkü öç alma ve diyet dayanışmasına baglı olan arabahgın bu du­ rumunun giderek bozulması ve çökmesi kaçınılmazdır. Asıl dayanışmaları kuwellendirecek akrabalık tipleri: de­ de. nine. baba. anne ve çocuklardan meydana gelen aile tipi olan �ehi" ile daha darlaştırılmış olan aile tipi -ıyardir. Aile kanunu. Büyük aileyi -ehı-den. küçük aileyi "ıyaı-den ibaret görerek akrabalık baglarını bu esaslara göre doğ:rularsa. aile dayanışmasının güçlenmesine büyük bir hiz­ met yapabilir. Çünkü kanun ancak gelenekte yaşayan kııral­ lara dayandığ:ı 7.aman etkili olabilir. Bununla birlikte. aile da­ yanışmasının kuwetlenmesinl yalnız kanundan bekliyeme­ ytz. Bu konuda: ahlcik akımları ile e,:titim hareketlerinin de büyük etkileri vardır.

ŞÖVALYE AŞKI VE FEMİNİZM

Avrupa'da ayrı çaglarda dogduklan halde:

ükemize aynı

zamanda giren bu iki akımı. haksızca birbirine karıştırıyoruz. Şövalye ••kı (= amour cheoolerasque) orta çagda. feodalizm devrinde güney Avrupa·nın doğ:urdugu bir durumdur. Feminizm ise: şimdi Avrupalı olan milletlerde. demokra­ si hareketleriyle dogup gelişen. çağ:daş bir akımdır. Şövalye aşkının özelllgını anlamak için. güzelligin bu­ günkü anlayışını. eski anlayıştan ayırmamız gerekir. Günü­ müzdeki toplumlar: güzel san'alları erkeklerden çok. kadınla­ ra alt düşünmektedir. Oysa eski toplumlarda kadınlar. özel­ likle ekonomik işlerle ugraşırlardı. Dans. müzik. şiir gibi gü-

136

Ziya Gökalp


zel san'atlarla ise daha çok erkekler ugraşırdı. Çünkü eski toplumlarda kadın ya kutsal. ya da alelade kabul edilirdi. Bir yaratık. olumlu veya olumsuz şekilde kutsal tanınınca: artık onda güzel san'atlarla ilgili özellik söz konusu olmaz. Çünkü, olumlu veya olumsuz bir kulsallık duygusu. benliği dini bil­ gelik duygularıyla doldurarak: güzel san'atlarla ilgili heyecan­ ların gelişmesine engel olur. Kadının güzel bir varlık şeklinde gön1lebilmesi için: ön­ celikle. kutsallığın olumlu ya da olumsuzluğundan biraz kur­ lulması gereklidir. Çünkü. kutsallıgın büsbütün dışında ka­ lınması. güzelllk özelllğlnl kaybettirir. Hayvanlarda kutsallık duygusu yoktur. Bunun için. hayvanlar dişilerini kutsallık dı­ şı (prq{ane) görürler. Dişi hayvanlar; erkekleri için: yalnız hoş (agreabe) gön1nür. Güzel (beau) görünmez. MHoş-luk duygusu. fizik olarak: psikolojik bir olaydır. Oy­ sa güzellik duygusu. haz duygusu ile zayıf bir kutsallık duy­ gusunun kaynaşmasından meydana gelmiş karışık bir heye­ candır. Bumın için güzelllk duygusu: kutsallık duygusu gibi. toplumcu-psikolojik bir duygudur. MHoş- olarak tanımlanan duygunun her canlıda. mesela insan türünde ortak olması: fiziksel. psikolojik bir olay olduğuna işaret elliği gibi: -gcı.­ zerıtk duygusunun milletten millete dejtişmesi de her toplu­ mun kendine özgü bir ôzelllgi olduğunu belgeler. Kadın sosyal hayattan önce. erkek için yalnızca Mhoş- bir yaratıktır. Fakat sosyal hayatın aşın heyecan devrelerinde doğan kutsallık duygusu: totemi kanda. kan ilişkisi ile de ka­ dında dogtırdu. Bundan sonra Mhoş- o l an bu yaratığa: tekin­ sizlik duygusu veya günah korkusu ile bakmamak gerekli. Bunun için. ana-üstün simye (kldn) devrinde: bir simye­ nln kadınlan. erkekleri için mahrem (kapalı) oldu. Ala-erkil (baba-üstün) aile döneminde. bir kadın kocasından başka er­ keklere yasak (haram) oldu. Aynı kökten türeyen kelimelerin aralanndak.J ilgi gösteriyor ki: kadının gerek mahrem (gizlen­ mesi). gerekse haram (yasaklanmış) olması. muhterem (saygı­ değer} tanınmasından ileri geliyordu. Bundan dolayı kadın sert bir şekilde saygıdeger ve kut­ sal tanındıkça: taşıdığı -hoş-luk ona yaklaşmayı değil. ondan uzaklaşmayı gerektiriyordu. Bu uzaklaşma duygusu güçlü ol­ duğu anlarda. tabiidir k.J güzellik duygusu gelişemezdi. Fakat kadın eski duruma oranla. daha az kutsal görülmeğe başla-

Türk Ahlakı

137


yınca. ·hoş· duygusu ile zayıflamış olan Mkutsallık. duygusu­ nun kaynaşmasından: Mgiizeı· adını verdiğimiz yeni bir duy­ gunun doğuş yeri olmaya başladı. Bu durumun bir benzerini de ·sııa· hastalığında görü­ rüz. Fert. içinde doğup büyümüş olduğu vatanında bulun­ dukça: onun birçok �hoş·luk.lannı duymakla birlikte. onlara güzel sıfatını vermek hatınna dahi gelmez. Fakat. fert gurbe­ te çıkıp da sıla'ya dönmek imkanından da yoksun olduğu an ·nostaijC (sıla hastalığı) denilen bir hastalığa yakalanır. Bu anda. bir yandan eski ·hoş·luk.lann hatırası. diğer yandan oraya gitmek hürriyetinden yoksunluğu birleşince: çok güçlü bir sıla özlemi oluşur. Demek k.J. güzellik duygusu: manevi bir aynlıktan sonra. kadınlığa karşı duyulan ·nosta!Wden ibarettir. Eski Yunan edebiyatı. toplumun ata-erkli ahlak anlayışı-na ters olduğu için: kadında. yalnız akrabalık duygulannı. aile hislerini arar­ dı. Bu çağda aile kadınları kutsal olduğu gibi. aşlfteler de bü­ tünüyle -olumsuz kLdsardı . Bundan dolayı her ikisi de. mad­ di olmayan güzellikle ilgili bir aşka hedef olamazdı. Emeviler ve Abbasiler çağının konaklannda da ·hurreler· (ev kadınlan} kutsal. cariyeler ·olumsLLZ kutsar kabul edilirdi. Bu yüzden bu çağda da. saygıdeğer bir koca ile. fiziksel bir aşktan başka bir şey yoktu. Avrupa'nın ortaçağ edebiyatında ise: iki devre görürüz. Birisi Türkler'in ozanlarına benzeyen ·scalde· (ıskald)ler. di­ ğeri ise Türkler'ln saz şairlerine benzeyen Mchantre de mo­ ur·ıar devridir. İskaldlarınl52) tasvir ettikleri kadınlar: aynen Dede Kor­ kut'un kadınlan gibi: silahşor. intikamçı ve savaşçıdır. Bun­ larda. bugünkü kadınların ince duygulan görülmediği gibi: erkekler de onlara karşı günümüzdeki gibi güzel duygular ta­ şımıyorlardı. Burada Dede Korkut'tan bir misal verebiliriz: ·Kanh Koca· oğlunu evlendirmek istiyor. Oğlu MKontorah· diyor ki: ·aaba. çUn meni everim dersin. mana liıyık k12 nice olur? Baba. men yerimde dunnadan evvel durmuş ola. Men karakoç atıma binmeden binmiş ola. Men kanlı kq{ir iline var­ madan evvel varmLŞ. bana baş getirmiş ola. · (52) İalr.ald: Avrupa'da bir toplumdur ve amazonların hi­ kiı.yesinl andınr.

1 38

Ziya Gökalp


Kanlı Koca der: MOğLd sen klZ islemezmişsin. bir cildsun (Kitab-ı Dede Korkul Sh: 96) (yiğil} bahadır istermişsin. Aynı eserinde Dede Korkut"un -silcan Halun·. Bd:ni Çi­ çek Halwt gibi kadınlar. Kontoralı'nın ülküsüne bütünüyle uygun olan dişi herküllerdir. Alman destanında ·sigord-un ve sonralan ..Atlı" (Ati­ lö/nın hanımı olan '"Godrona": kardeşlerinin müthiş intika­ mını alırken. taş yürekli bir aşiret kahramanıdır. Avrupa'da ·İkokald·ıarın yerine lerobador·ıann hcikim olduğu çağda: halk türküleri. kadınlan başka bir yüz ile gös­ teriyor. Aynı durumu ülkemizde. ozanlann yerine aşıklann geçmesiyle de görüyoruz. Gerçekten Şah İamall, Aşık Garip, Kerem, Arzu lle Kamber gibi aşık hikayeleri kitabı: Dede Korkut'un devamı olmakla birlikte. ondan bütünüyle aynlmışlardı. Çünkli bu hlkiı.yelerde kahramanlann kahramanlık.lan belirtilmekle bir­ likte aşıklarına karşı duyduk.lan ateşli ve nazik aşkları da vurgulanmaktadır. Bcini Çiçek Hatun: -Arap Zengi· adı ile Şah İsmail Hikayesfnde yine görülüyor. Fakat ozanlar devrin­ de kural olan bu durum. aşıklar çağında olağan dışı kalıyor. Batı Avrupa·nın güneyinde lerobador·ıar. bu yeni çağa . büsbütün karakteristik bir şekil verdiler. Batı Avrupa da fe­ odalizm ·Fi�rıer1n (vasaldaki ayncalık haklan} kız evlada ge­ çişini kabul ediyordu. Bu şek.ilde. bir hayır yerinin sahibi olan bir kadın: birçok -oosallar·ın ve Mşöva!yeler·ın amiri olu­ yordu. Bu durum. savaşçı erkekleri bir kadının emri altına soktuğundan: kadınla erkek arasında ata-erkil kurullara bü­ tünüyle karşı olan yeni bir ilgi durumunu doğuruyordu. Çünkü. babasının ve kocasının özel hükmü altında bu­ lunan bir kadın: birçok cesur ve kahraman erkeğin hukuk yönünden hakimi oluyordu. Ata-erkli aile kanununa göre. er­ keğe boyun eğmekle yükümlü olan kadın: şimdi erkeklerden aynı şeyi istiyordu. Onlara komuta ediyor. onlan yargılaya­ rak. haklannda hüküm veriyordu. İşte böyle bir çağda. bir şövalye: bağlı olduğu ve emir al­ dığı bir kadına aşık olunca: bu aşk bir yandan. üstünün as­ tına karşı bir prestij şeklinde doğuyor. diğer yandan da ümit­ siz bir istekten ibaret kalıyordu. Çünkü bu aşk: evlilik dışında doğmakla birlikte. evlilik

Türk Ahlakı

139


güvenliğini bozmamakla yükümlü idi. Kadın aşığını denemek için. Haçlı Savaşlan'na gönderirdi. Aşık. lslenllen kahramanlıkJarı yaptıktan sonra da bir ümit besleyemezdi. Yalnız aşığı olan kadın: ona gOnahsız (!) olmak üzere bir gecesini verirdi. MLes chants de Lô:ube" denilen sabah türkülerinde: da­ lma. bu günahsız(!) gecenin maksadına erişilmemiş aynhğı tasvir olunur. İşle "şövalye aşkı" denilen yeni duygu. Fran­ sa·nın güneyinde ve İlalya'da doğarak Avnıpa·mn diğer yerle­ rine yayıldı. Fakal İnglltere'ye en sonra geldiğinden. orada kökleş-medl. Rönesanslan sonra. eski Yunan ve Latin edebi­ yatları lakllde başlanınca. eski ala-erkil aile hayatının elkisi ile. bu yeni aşkın sona ermesi gerekirken. aksine yeni haya­ lın gücü ile devam etti. MRasin-. Lrajedllerlnde tasvir elti@;i Yunan kadınlarım: es­ ki Yunan kadınlanndan çok. bugünkü kadına benzer bir ör­ nekle yaratıyordu. -Pelrack- bir yandan Afrika'yı eski Latin destanları tar­ zında yazarak -Kapitor de dile getirilirken. diğer yandan da: şövalye aşkını şarkılarla ifade eden bir halk şairi sıfatı ile şi­ irler yazıyordu. Türkler'in feodalizm devrinde de sultan hanımlar -ık­ la ve has- denilen bağışlanmış toprakJara sahip olurlar ve ha­ zan bl7.J..al kendileri. bu toprakJan idare ederlerdi. Bundan başka küçük oğullannın velisi olarak devlet yönelimini de el­ lerine alırlar. ogullannın al beğleri aracılığı ile yönetici olur­ lardı. Avrupa'da aşk. evlilik dışında kalıyor. dini veya felsefi bir şekli alıyordu. Selçuk Türkleri'nde ise: şövalye özelliginde olan bir Kö­ lemen. saltanat vekili olan kadın aşıgının önce oglunun at be­ ğl. sonra kendisinin kocası oluyordu. -Secmldir- olayı. bu du­ rumun Mısır Kölemenlerl'nde de oldugunu gösteriyor. Bundan dolayı TOrkler'de Kölemen aşkı: cinsel ahlaka daha uygun olarak. evlilikle sonuçlanıyordu. Avnıpa·cta şö­ valye aşkı. İnglltere'de derin bir biçimde kökleşememişti. Ger­ çektan Sheakespeare dramları. kan ve kocanın sadakatini al­ kışlıyor ve bu bağlılığı hazan evlilik dışı aşkı: gOlünç ve kötü gösteriyor. Görülüyor ki. yeni aşk. feodal ingilizler'le. Türkter'de bir­ birine benzer şekilde doğmuş. ikisi de karı-kocalık çevresinde

140

Ziya Gökalp


kalarak cinsel ahlaka uygun bir şekil almıştır. İngiliz hayatı ve edebiyalının bu özelliğindendir ki. kızla­ rın serbestçe okuyacakları edebi eserler. ancak İngiliz ro­ manlarıdır. Biz Avrupa edebiyatını taklit ederken: İngiliz eser­ lerini model alsa idik: Tanzimat edebiyatımız. ahlak ve karak­ terimiz üzerinde bu derece yıkıcı ve bozucu etki yapmayacak­ tı. İngtltere'de kadın aşırı derecede kulsal olmadığı gibi: büs­ bütün kutsallık dışı da değildir. Bundan dolayıdır ki. orada kadın: hem güzellik ülküsü. hem de ahlaki bir şahsiyettir. (53) Kadın bütünüyle kutsal olmayan varlık olarak tanınacak olursa. sosyal hayalın bütün gizliliği ve özelliği kalkar. Çün­ kü güzelllk: kadındaki saklanmış hoşlukların. gizemli bir kutsallık perdesi arasından gön'.'ınmesidir. Aşifte bir kadın. ne derece fiziksel güzelliğe sahip olursa olsun: hiçbir erkek ru­ hunu büyüleyemez. Bir kadın ahlaklı olduğu oranda. güzellik kavramının çeklcıllgıne sahip ve nıhlara hakim olur.. Bir kadının temlzllğl. köklü ve bilinçli bir özellik olmak.la birlikte: gorü nüşte saygın ve ciddiyet özellikleriyle meydana çıkar. Hafifmeşrep bir kadın. gerçekte temiz olsa bile: halkın gözünde temiz ve saygın lanınmaz. Bunun için kadın. tavır ve davranışlarını: içinde yaşadığı ve ait oldugu toplumun öz kül­ türüne. yanı ahlak ülküsüne göre dOzenlemelidir. Sonuç olarak Avrupa'nın güzellik anlayışı. bize İngiltere yoluyla gelmeyip. Fransa yoluyla geldiğinden. faydasından çok zararı oldu. ÇünkO cinsel ahlaka uymayan bu kadın aş­ kı. Türkiye'de: cinsel bir ahlaksızlık. hatta cinsel ahlaksızlık akımı doğum1ağa başladı. Fikret hariç olmak üzere. .. Servet-i Fünün Edebiyatı"' ile başlayan hasta ahlak. bu taklidin sonucudur. Avrupa or­ laçağının feodal saraylarında doğan karşılıklı iyi niyetli aşk ·amour-courrois· erkeğin. kadını fiziksel bir aşkla değil: narin. niızlk ve saygılı bir prestijle sevmesini istediği için. medeni ve iyi bir davranıştır. Fakal buna medeni bir kadın sevicilik şek­ il vermekten de kaçınmalıdır. Çünkü kadının saygıdeğer ola­ bilmesi için. öncelikle saygıya değ:er olması gereklidir.

(53) Ziya Gökalp'ln bu yargısı. 20 . Yüzyıl başındaki İn­ gtllere'de kadın hakkındaki anlayışı belirlemektedir.

Türk Ahlakı

141


O halde kadının rızık üstü güzelligL ahlakından hiçbir bi­ çimde ayrılamaz. Ahlaksızlığ,a dogru giden bir kadınlık anla­ yışı; sonuçla güzellik anlayışının dışında kalmaga mahküm­ dur. Aşkın ahlak.la birleşmesi ise. ancak ahlak içinde kalma­ sına bağ:lıdır. Bununla birlikte. karşılıklı aşkın genel bir so­ nucu vardır ve bu bütün kadınlara nezaket ve saygı göster­ mektir. Bu davranışa karşılıklı iyi niyetli davranış -courbo­ isie- adı verilir. Görülüyor ki. şövalye aşkı: kadının erkeklere karşı gönül ateşi yakan (suziranJ olmasından meydana gelmiş olması. aristokrasinin bir sonucudur. Feminizme (kadın eşilli9ine) gelince. bu aksine demok­ ratlığın bir sonucudur. Birinci dunım kadının erkege karşı bir imtiyaz ve üslünlüğ:e sahip olduğunu göstermektedir. İkinci durum ise aksine. kadının hukuk açısından erkege eşit olmasını belirtmektedir. Bizde yanlış olarak birinci duruma :feminizm- adı verlldlğ,I içindir ki. gerçek bir feminizmin hu­ kuki özellik laşıdığ:ı henüz anlaşılamamıştır. Feminizm: kadı­ nın aile hukukunda. meslek ve vatandaşlık hukukunda erke­ ğ:e eşit olması demektir. Bu haklan uygulayabilmek için. düşünce ve ahlak açı­ sından hazırlanmak gereklidir. Feminizm (kadın-erkek eşitli­ gi) bir hukuk konusu olduğu kadar. bir egitim konusu ôzelli­ ğ:inl taşır. Çünkü önceleri. yalnız ailedeki iş bölümüne giren kadın. toplumdaki iş bölümünde birtakım hizmetler yükle­ nince. sorumluluk duygusuna erişmiş ve duygulan yerine. manlığ:ı ile daha güçlü becerilere sahip olması gerekmiştir. Ona. bu yeni özellikleri kazandırabilecek tek etken eğilimdir. Avrupa ve Amerlka'da. özellikle Cermen milletleriyle Tu­ ran milletleri. kadına siyasal haklar vermişlerdir. Bu hareke­ tin başında. Yeni Zelanda'nın. Avustralya'nın ve Amerika'nın Anglo-Saksonlan olmak üzere İngiliz milletini. sonra Alman­ lar'ı ve Macarlar'ı sayabiliriz. Bununla beraber. diğer Avrupa mtlletlerlnde de kadının gerek aile hukukundaki ve gerekse medeni hukuktaki yerleri giderek yükselmektedir. Türk.Jye'de kadın hukuku. Tanzimat'ın ta başlangıcında da '"Toprak Kanunu- ile yeni bir döneme girmiştir. Bugün de aile hukukunda: kadın. yeni birtakım gelişme ve yükselmele­ re şahit oluyor. Fakat Türk kadını. bu savaş anında özellikle

142

Ziya Gökalp


birçok mesleklere prallkle girerek gelişme yolunda büyük adımlar atlı. Bir yandan da bu mesleklerde başarılı olmak için. lise öğreniminden başka. mesleki ve yüksek öğretimde de payını almap;a çalıştı. Türk kadınının başlamış olduğu bu yeni hayat. acaba Türk ailesi için olumlu olacak mı? Buna verilecek cevabın şekli. Türk kadınının bu yeni hayalı nasıl bir felsefe ile takip edeceğini bilmesine bağlıdır. Feminizm. kadının erkeğe eşit olması. erkeğe benzemesi demekllr. Erkek yalnız sosyal ha­ yatla değil. düzensiz hayatla da kadından daha güçlü. daha dinamik bir şeklide yaşadığı için: kadına oranla şahsiyet ve fi­ zik olarak daha güçlüdür. Bundan dolayı kadın. erkek kadar şahsiyet sahibi olmaya çalışmalı. fakal erkek gibi de benliği­ ne esir olmamalıdır. Erkek vatandaşlık ve meslek ahlakı yönünden kadının üslündedlr. Kadın bu konularda erkeğe ne derece benzemeğe çalışırsa. o derece yUksellr. Fakat aynı zamanda erkek. fizik­ sel tutkularında da aşın oldugu için: cinsel ahlak ve aile ah­ lcikı yönüyle kadının altındadır. Erkek sarhoş olur. kumar oy­ nar. çirkin eğlencelerin hiçbirinden kaçmaz. Bu alanlarda ka­ dın. erkeğe benzemeyerek aksine onu kendine benzetmeğe çalışmalıdır. Bu eşitlik ilkesi TOrk kadınını: vatandaşlık ve meslek gô­ revlertne çağınrken. onlardan aileye ait görevlerini de isteme­ yi unutmamalıdır. Özellikle cinsel ahlakta öğretici-eğitici ve yol gösterici rolUnün kendilerine ait oldugunu daima onlara hatırlatmalıdır.

Türk Ahlakı

143


ÇAÖDAŞ AİLE VE MİLLİ AİLE Psikologlar fertlerdeki ruhsal olaylan duygu. zihin. ira­ de adlanyla üç yeleneğe ayırırlar. Her millet aynen bir fert gi­ bi. kendine özgü bir psikolojiye (nıha} sahiplir. (Millellere ail psikolojiye "'milli ruh-milli şuur" adı verilir.) Bunun için sosyoloji ile psikoloji arasında kıyaslama yapmak isleyenler. ..milli ruh "u da . ..kişisel ruh" (psikoloji) gibi üç yapıya ayırabilirler. Bu üç yapı: Han (öz kültür). medeniyet (üniversal de· ğer yargılan} ve devlet'tir. Milletin içlen gelen ortak köklü duygu ve düşünceleri toplamına han (cullure) diyoruz ki. bu ferdin bilinç duygusu (sensabilile) yeteneğine karşılıktır. Milletin zihinsel kavramla­ rının toplamına medeniyet (civilisalion} denilir ki: bu ferdin zihin (intelegance) yeteneğine karşılıktır. Milletin bilinç gücüyle doğ:an unsurların tamamına dev­ ler (elal) denilir ki: bu da. irade (volonıe} yeneğ:ine karşılık tu­ tulabilir. Bir milletin öz kültürü. yalnız kendine özgüdür. Çünkü öz kültürün esası: dini. ahlaki ve güzellik hayecanlarıdır. Bu duygular da. milletin en içten ve en köklü olan duygularıdır. Bu köklü duygular. milletin kendi şahsiyetinin içten gelen ifadeleri olduğ:u p;lbi: bunlara katılan özel dili de. milletin ta­ rihi ve sosyal hayalının bir aynasıdır. Milletin sahip olduğu medeniyet ise. kendine özp;ü değ:il­ dir. Çünkü medeniyet. pozitif ilimlerden (fen bilimleri ve lek­ nolojiden}. melodlardan meydana gelir. Bunlar bir milletten diğer millete geçer. Mesela Alman özkültürü kendine aittir. Medeniyet ise insanlığın malıdır. Fransızlar ve diğer mil­ letler kendilerine özgü öz kültüre sahiptirler. Medeniyetin or­ tak oluşu: Milletlerin de tek başlarına yaşamayıp. büyük top­ luluklar halinde bulunduklarını gösterir.

144

Ziya Gökalp


Medeniyetleri olan mllletlerin bu şekilde oluşturduk­ sosyal topluluga .. Medeulyet " adı verilir. Milletlerin öz kültürleri açısından. birbirlerinden ayrıla­ rak. medeniyet yönünden birleşmeleri: fertlerin duyguların­ dan ayrılarak mantıga uygun bilgiler açısından birleşmeleri­ nin aynıdır. MAkıl için yol birdir� vecizesi. aklın daima fertleri birleştirdiğine bir belgedir. �Zevkten sözedilmez. mezhepteıı (gidilen yoldan) sözedilir. eglencede sözedilmez- şeklindeki misaller ise: duygular konusunda anlaşmazlıkların çokluğu­ mı gösterir. İşte mJlletlerln medeniyetle ortak olmaları. onlar için de akıl yolunun bir olmasındandır. Öz kültürlerinde ayn bulunmalarının açıklaması ise: zev-kin ve karakterin özel olmasından ileri gelmiştir. Hukuki konulann toplamı olan ·devleCe gelince: ideal şeklinde. öz kültür gibi milli olması gerekir. Fakat bu. ülkü şeklinde şimdiye dek çok az gerçekleşebilmiştir. Genellikle bir mlllell. birkaç devlet şeklinde ayrılmış ve­ ya bir devleti. çeşitli mllletlerl kapsamış biçimde görürüz. Me­ sela Al-manya'nın Almanlar'ı iki ayn devlete ayrılmış durum­ dadır. Bu arada Avsturya ve Rusya devletleri de: çeşitli mil­ letleri kapsamak-tadır. Yukarıda özellikle din. ahlak ve er­ demlilik duygusunun milli öz kültürO oluşturdugunu söyle­ miştik. Buna karşı birçok milletlerin: din. ahlak. erdemlilik ve güzellik anlayışlannın ortak oldugu. karşı görüş olarak ileri sürülebilir. Gerçekten. çeşitli mil/eller ·mezhep- (doktrin). ·teknoloji. ve ·meıocı- yönleriyle. dinde. ahlôkta ve güzellik anlayışmda ortak dajerleri taşıyabilirler. Fakat bu düşünce ve akla ait un­ surlar. değer yargılan. hangi kurum ile ilgili olursa olsun. medeniyetin kapsamı içindedir. Aksine zevk. eglence. vecd gi­ bi şuurlu ve duygulu unsurlar da: hangi kuruma ait olurlar­ sa olsunlar. öz kültür unsurlandır. Biz Tanzimat'tan önce. İran medeniyetinde idik. O za­ manki mantık v.s. lllmlerlmlzle. teknolojimiz ve metodlanmız: özde ister Yunan'dan gelsin. ister Hint'ten gelsin genellikle İran etkisi altındaki Abbasiler çagının ün1nü olan. Arap olan ve olmayanların ortak medeniyetinden (Şuubiye medeniyetin­ den} alınmışllr. Bundan dolayı. bu şuubiye medeniyetınin bir adı da �İran MedeniyeWdir. Biz, Tanzimat çağında bu medeları

Türk Ahlakı

145


niyetten. Avrupa medeniyetine geçerken: yalnız akıl ve man­ lığımızı. leknolojl ve melodlanmızı değlşllrecektik. Avru­ pa'dan yalnızca yeni medenlyelln derslerini alacaktık. Fak.al Tanzimalçılar medeniyetten başka. bir de öz küllür ölduğunu bilmedikleri için . ..Batılılaşmak"' işlemini. milli şahslyellmi­ zln en köklü kaynaklanna yaymak lslediler. İşle Tanzimal'çı­ lann en büyük yanlışı budur. Gerçeklen biz bu çağda. Avrupa medenlylllni köklü bir şekilde temsil etmedikçe yaşayamazdık. Tanzimal'çılar bu gerçeği idrak ederek. uygulamaya başladık.lan için: onlara te­ şekkürümüz büyüklür. Onlar çağları gereği yeniliği ancak böyle anlayabilirlerdi. Fakat. bugün biz de hala onlar gibi dü­ şünürsek: hiçbir şekilde özürlü sayılmayız. Evet. biz Avrupa medenlyellne ciddi bir şekilde gireceğiz. Fak.al o medeniyet içinde biz. milli öz küllürümüzle. diğer Av­ rupalı millellerden yine ayrı kalacağız. Nasıl ki Fransızlar. İn­ gilizler. Almanlar. Ruslar aynı medeniyetin içinde olduk.lan halde öz kültürleri bakımından birbirlerinden derin farklarla ayrı bulunuyorlar. Hatta bu aynlık. giderek azalacağı yerde. giderek daha fazla büyüyor. Çünkü giderek milli şahslyeller daha güçlü. daha canlı. daha açık bir şekil alıyor. Diğer Avrupalı milletler. din ve soyca aynı kaynaktan ol­ dukları halde: birbirinden bu derece farklı bulunurlarsa. soy ve din yönlerinden onlardan ayrı olan Türkler·in. bu ortak medeniyel içinde daha çok şahslyelli bir öz kültür yaratmala­ rı gerekmez mi? Bununla birlikle biz. Avrupa medeniyetine girdikten son­ ra: eski öz kültürümüzün olduğu gibi kalacağını da iddia el­ miyoruz. Fert psikolojisinde duyarlılık. akıl ve bilinç yetenek­ lerinin nasıl karşılıklı elklleri varsa. milli şahsiyette de: öz kültür. medenlyel ve devlet yapılannın karşılıklı şekilde bir­ birlerine elkileri vardır. Gerek medeniyetimizde. gerek devle­ llmizde meydana gelen ye-nillklerin. öz kültürümüzde birçok yenilikler ve gelişmeler meydana gellrmemesi mümkün değil­ dir. Gerçi öz küllürün yenilenmesi. özellikle sosyal yapının değişmesine bağlıdır. Ancak. öz kültürün yenilenmesi yalnız bu şarta özgü olsa bile. medeni ve siyasi inkılaplar. sosyal ya­ pıyı değişllrdikleri için: bu yolla da öz kültürün yenilenmesi­ ne elkl edebilirler. Oysa psikolojik yetenekler gibi. sosyal ya-

146

Ziya Gökalp


pı birimleri de dayanışma içinde olduklanndan: doğrudan birbirlerine elki edeblllrler. Bunun için Avrupa medeniyetine girerken. milli öz kültürümüzün de yenileneceğini kabul et­ mek gerekir. Fakat bu yeniliğin de medeni ve siyasi inkılciplanmız gi­ bi: Avnıpa'yı model seçerek aynen taklit etmekle meydana ge­ lecegıne inanmak yanlıştır. Medeni ve siyasi inkılaplar. can­ sız cisimlerin dıştan kalmalarla büyümesi gibi. yalnızca arit­ metik ölçü yönünden olabilir. Oysa öz kü!Lürün yenilenmesi. canlı yapıların içten gelen atılışlarla oluşan yaratıcı gelişmesi şeklindedir. Yeni medeniyet ve yeni hukuk. ancak: milletin öz benli­ gıne girerek orada bütünüyle benimsendikten sonra. milli duygulan degışttreblllr. Yoksa ne öğretim ve kuruluş. ne de taklll ve lnandıncı etkilenme içlen gelen heyecanlanmızı doğ­ nıdan değ,lştlremez. Yenilik yanlılannın telkinle millete. yeni duygular aşı-la­ makta başanlı olabilmesi ancak. millet üzerinde manevi bir baskıya sahip olmalarıyla mümkündür. Bu manevi baskı ise. daha önce mlllet tarafından eğitilmiş fertlerde bulunabilir. Yenilikçilerin veya öğreticilerin etkileme gücü. onlara: ortak medeniyetten değil. milli (öz) kültürden gelir. Yukarıdaki ifadelerden anlaşılıyor ki. biz medeniyet yö­ nü ile Avrupa'nın bir öğrencisi olmak zorundayız. Fakat öz kültür yönüyle. tamamen bağımsız olmağa çalışmalıyız. Devleti meydana getiren "hu.ku.k"a gelince: ahlaki duy­ gulara dayandığı için. bıınun bir birimi öz kültürdür. Fakat. aynı zamanda. çağdaş ilimlere. teknooljiye. metodlara uyma­ sı gerekliğinden: bir birimi de medeniyettedir. Devlete ve di­ ger kunımlara uygulanabilen bu değişkenlik: esas konumuz olan Maile- için de aynen uygulanabilir. Gerçeklen. Avrupa medeniyetine girerken Maile- ve Mkadınhk- anlayışlarında da: eski düşüncelerimizi degıştirerek. Avnıpa düşüncesini kabul etmemiz zonınlu idi. Ülkemizde "Çağdaş Aile" ve "Çağdaş Kadınlık" akım­ larının meydana gelmesi. bu zonınluluğun bir sonucundan ibarettir. Fakat dikkat edince görürüz ki: Avrupa'da bu konu­ lar için. birtakım ortak düşünceler olmak.la birlikte. her mil­ lette aile ve kadınlık için: özel ve birbirinden ayn psikolojiler vardır. Hiç şüphesiz o ortak düşünceler ortak medeniyetin

Türk Ahlakı

147


ürünü olduğu gibi. bu orljin8.I psikolojiler de bağımsız ve mil­ li olan öz kültürün doğurduğu unsurlardır. Bundan dolayı ..Aurupah Aile., tipi içinde -İngiliz Ailesr -Fransız AilesC. -Alman Ailesr gibi özel Upler vardır. Misal olarak daha önce açıkladığımız -karşılıklı erdemlilik- ve "Fe­ minizm., (kadının eşitliği) müessesesini alalım. Bunlar günü­ müzde Avrupa medeniyetini aile konusunda karakterize eden iki anlayışlır. Bu Jk.J anlayış. Avrupalı millellerin herbirinde. birbirinden bütünüyle ayrı yepyeni psikolojiler doğurmakta­ dır. Her mlllet: kendi özelllğlnl korumada son derece bencil olduğundan; hiçbiri diğerini taklit et-istemez. Milli kültüri.in ölçüsü .. milli gurur"dur. Başka yönlerde bencillik ve gunır. kötü özelllkler oldugu halde: öz kültürün korunmasında aksine son derece güzeldir. Bir millet. varlığı· nı ancak "mllll tahslyet"lnl korumakla sürdürebilir. Öz kül· lür açısından. başka mllletleri kendi üstünde gören bir millet: bozulmuş demektir. Bu duruma göre. medeniyet bakımından biz Türkler: Av­ rupalılar'ı kendimizden yüksek görebiliriz. Bu konuda Avru­ palılar'ın öğrencisi ve taklitçisi olabiliriz. Fakat. asla hiçbir mllletin öz kültürünü: kendi öz kültürümüzden yüksek gör­ memeliyiz. Asla. öz kültür konusunda: hiçbir milletin ögren­ clsl veya taklitçisi olamayız. Avrupa'dan medeni anlayış ve düşünüşleri aynen alabi­ liriz. Medeniyetimizin yükseliş!. Avrupa medeniyetine benze­ me yoluyla olabilir. Bu hareketlerde hiçbir tehlikeli konu yok­ tur. Fakat harsımızın gelişmesi: asla. aynı yolu takip edemez. Öz kültürüm.üz: Sosyal yapımızın. medeniyet ve devlet organlarımızın değişikliklerine uymakla birlikte: aynen bir to­ humun toprak. su ve havanın sağladığı imkanlar sayesinde kendine özgü bir gelişimle çimlenerek büyümesi gibi. içten ve köklü bir gelişimle yenilenip meydana çıkabilir. Ülkemizde medeni yükseliş ile. öz küllür gelişimi arasın­ da bu köklü farklann anlaşılamaması yüzünden: diğer ku­ rumlar gibi ailenin de şiddetli bir kriz (buhran) geçirmekte ol­ duğunu görüyoruz. Bir yandan. batıcılık tarartartan milli öz kültürümüzün varlığından habersiz olduklarından: yalnız medeni yükselişe önem verirler. Bunun için. her konu gibi: aile konusunda da körü körüne Avrupa'yı taklide çalışıyorlar. Çağdaş aileye ula-

148

Ziya Gökalp


şacağız diye. milli aileyi yıkıyorlar. Diger yandan doğu kültü­ rüne aşın bağlı olanlar da: geleneksel aile bozulacak diye. çağdaş aileyi ve çağdaş kadınlık anlayış ve görüşlerini kesin­ likle reddediyorlar. Bize göre bu aşın akımların ikisi de doğru değildir. Türk ailesi. Avnıpa medeniyetinden yeni görüş ve anlayışları ala­ rak şüphesiz çağdaşlaşacaktır. Fakat Türk ailesi. ne Fransız ailesinin. ne İngiliz ailesinin. ne de Alman ailesinin bir eşi ol­ mayacaktır. Türk kadınlığı çağdaş yükselişlerden faydalana­ rak birtakım yücelikleri elde edecektir. Fakat Türk kadım: ne Fransız kadının. ne İngiliz kadının. ne de Alman kadının bir taslağı olmayacaktır. Öz kültürlınlın gelişmesi ve ylıkselişi. bütOn canlı varlık­ ların boyun eğdıgı iç gelişim yoluyladır. Bundan dolayı. kadı­ nın ve ailenin öz milli kültlıre alt kısmı da: ancak bu biçimde gelişecektir. Türk ailesinin de. medeni unsurları yönüyle ya­ rın ne olacağını bugünden belirleyebiliriz. Fakat. Türk ailesi­ nin ve Türk kadınlığının öz klıltür açısından gelişimini belir­ lemek için: elimizde nesnel (objekt!J} hiçbir belge yoktur. Ha­ yatın duguracagı bu doğuşu. ancak o doğduktan sonra nite­ lendirebiliriz. Bununla birlikte milli ailemizin geleceğini. pozitif bir şe­ kilde belirleyemediğimizden. onun normal bir durumda ge­ lişmesini. olumsuz bir yolla temin edebiliriz. Jean Jacquea Rousaeau'nun tabiatı. medeniyete karşı konımak için uygu­ lanmasını tavsiye ettiği ·olumsuz eğilim· metodunu. biz de öz kültürü medeniyete karşı korumak fikriyle neden uygulama­ yalım? Buna ertşmek için: başka milletlere ait aile veya kadınlık tiplerinin bugün taklitleri şeklinde görünen her şeyi. ·taslak· diye reddetmeliyiz. Biz bu taslak.lan reddeltikçe: sosyal geli­ şim. normal bir şekilde gelişecek. günün birinde. bize milli bir aile ve orijinal bir Türk kadınlıgı sunacaktır.

Türk Ahlakı

149


DÜÖÜN ADETLERİ D üğün adetleri. evliliğin birtakım gereksiz ve anlamsız törelerinden ibaret deglldlr. Bu adetlerle evlilik arasında ay­ rılmaz Jllşkl vardır. Düğün adetleri evlilik.le o derece kopmaz bir bağa sahiptir ki: evliliğin çeşitli şeklllertnl. bağlı bulundu­ gu dUğün 3.detlertyle ayırabiliriz. Düğün 3.detlert yönünden toplumlar beş kısıma aynlır. Bu ayının. dUğün 3.detlertnln çeşitli örneklerini gösterdiği gi­ bi; evliliğin çeşitli şekillerini de. açık bir şeklide gösterebilir. 1. Ana-üstün sim.yenin (kliD) egemen olduğu toplum­ larda: hiçbir düğ:Un töreni yoktur. Avustralya'dakl aşiretler buna örnektir. Bu tip toplumlarda; bir erkeğin bir kadınla birleşmesi üç şekilde olur: a) Erkek. kadını ya arzusu ile veya zorla kaçırır. b) Kadının akrabasından birine. ya kendi kızkardeşini ve­ ya akrabasından dt{Jer bir k121 vererek de{Jtş-tokuş yapar. c) Kadının akrabasına bir miktar para vertr. Bu şeklllerden ikincisi. intikam davasını önlemek içindir ve kız kaçırma sebebiyle doğacak tazminatı peşin olarak ver­ mektir. Bununla beraber. bu şek.iller evliliğin belirli töreni durumunda değ:lldlr. Çlınkü bu çağda sosyal evlilik var olma­ dığı gibi. bu şek.iller de tören özelliğinde değildir. Bu biçimde meydana gelen birleşmeler. hayvanlar ale­ minde olduğu gibi: tabii birleşmeler durumundadır. Birleş­ menin saydığımız şek.illeri ise. tabii birtakım işlemlerden iba­ rettir. Ne bu işlemlere ·deler adı verilebilir. ne de birleşmele­ ri ·evlflfk- olarak tanımlamak doğ:rudur. Çünkü bu birleşme­ lerde kadın ancak. başka birisi tarafından kaçınlıncaya ka­ dar esk.J sahibinin yanında kalabilir. Güzel bir kadın. fırsatı­ nı bulan her erkek tarafından kaçınldığı için; sürekli elden ele dolaşır. Kuzey Amerika Hlntlller1'nde de. ana-Ustün klan egemen olduğundan; belirli düğün törenine rastlanmaz.

1 50

Ziya Gökalp


2. Baba-üstün allede: Aileler babalık esasına dayandık­ tan sonra. ilk defa olarak düğün töreni ortaya çıkar. Çünkü: çocuğ:un anasına olan akrabalıgı. tabii bir dogurma işlemiyle belli olduğundan: sosyal merasimle dogrulanmaya ihtiyacı yoktur. Oysa. babasına olan akrabalıgı: böyle tabii ve açık iş­ lemle sabit olınadığ:ından: birtakım sosyal merasimlerle doğ­ rulanmaya muhtaçtır. Çocukla. baba arasındaki sosyal akra­ balığ,ı kum1aya yarayan bu merasimler: aynı zamanda kadın­ la erkek arasındaki Mevli/ik" olayını da meydana getirir. İllr.el toplu.mluda bu ilk törenler: Kız kaçırma taklidi ile. satın alma taklidinden ibarettir. Bununla birlikte. bu tak­ litleri. Avustralya'dakl gerçek k.Jz kaçırmalardan. gerçek satın almalardan ayınnalıclır. Çünkü. Avustralya'da bir kadının ça­ lınması veya intikam davasının tazminatı şeklinde olan bu iş­ lemler: baba yönünden olan akrabahgın egemen oldugu top­ lumlarda: yalnızca danışıklı dôjtüş yoluyle yapılmış taklitler­ den. yani sembolik özellik taşıyan törenlerden ibarettir. Bun­ dan dolayıdır ki. bu işlemler. ikinci Lürtoplumlarda düzenli evllliklerl. düzensiz birleşmelerden ayıran resmi belgeler ol­ duğu halde: Avustralya toplumlarında hiçbir resmilige ve özelllğe sahip değildir. Bu iki işlem. aynı ihtiyaçtan dogduğu içindir ki: satın al­ ma ile anlaşmalı ve sembolik kız kaçınna adetlerinin birbirle­ rine kopmaz bir şekilde bağlı olduklannı görürüz. Bu iki iş­ lem: karı ile kocayı anlaşmalı bir ekonomik bağla. yani kadı­ nın. çalma veya satın alma yoluyla erkegin varhgına geçmesi .şeklinde kocasına bağlamaktadır. Bu yolla. kadından doğa­ cak çocuklan da babasına bağlamış olur. Demek ki . ..kocahğın ilk şekli": erkegin kadına bir eş­ ya gibi sahip olması biçiminde düşünülmektedir. ..Babalığın ilk şekli" de. babanın evladına aynı biçimde sahipliği şeklin­ de anlaşılmıştır. Birtakım toplumlarda karı ile koca arasındaki evlilik ba­ ğ:ı. yalnız bu ekonomik sembollerin az veya çok karmaşık olan .şekilleriyle görülür. Fakat diğer toplumlarda ekonomik sem­ bollere: birtak.Jm dinsel veya evlilikten doğan ·akrabalık sem­ bollert" de girer. MYıkanma· veya "gelinin üzerine kutsal su serpme" şekliyle yapılan ululamalar: -bir hayoonın kurban edilmesr. Mgilveyin üzerine kurban kanının serptlmesi". ·erke­ ğin öğniik (gerdek odasının) eşiğine kurban kanmm akıtılması"

Türk Ahlakı

151


gibi. ayinler söylenebilir. Bundan başka genel ziyafetler. su­ nulan annağ,anlar. gelin ile güveyin birbirine hediyeler verme­ si ikl taranı akrabalann gelinle güveye. bunların da onlara. hediyeler vennesl: kötü cinlerin etkisini kaldırmak veya yeni ailenin mutlulugunu sağ,lamak üzere yapılan akrabalık ayin­ leri de vardır. Yıkanmalar. su serpmeler: gelinde var olan. onu erkek­ lerle birleşmeden yasaklayan Mtabu-ları yoketmek içindir. Kurbanlar. genel ziyafetler ve verilen annağ,anlar ise: bütün önemli sözleşmelere eklenen dini şartlardır. İlkel toplumlarda her nafaka ve sözleşme: kesinlikle bir hayvanın kanı döküle­ rek veya ortak bir ziyafet verilerek yapılır. Karşılıklı hediyeler vem1ek de. kurban takdiminin bir artıgı gibi görülebilir. Çün­ kü kurban takdimi: bir slmye'nin. kendi mabudu olan tote­ min yenilmesiyle yapılan işlemden dogdugu gibi: hediye veril­ mesi de kurban takdiminden do.ı1;muştur. Evllllğ,ln bazı zamanlarda yapılıp. bazı zamanlarda ya­ pılmaması da: din veya akrabalıkla ilgisi sebebiyledir. Kutsal veya uğ:urlu zamanlar. evlenme için en uygun zamanlar ola­ rak kabul edilir.

3. Aile Dl.nlode iybı: Yukanda nitelendirilen dini ayin: düğ:ün töreninin ikinci derecedeki bir unsuru olurdu. Üçün­ cü sınıf toplumlarda. kız kaçırma veya satın alma anlaşmala­ rı: ikinci dereceye dUşmüş. dini semboller birinci dereceye geçmiştir. Dini ayın birinci dereceye geçince. artık ekonomik sembolle oluşan bir bagı ululamak veya kötü ruhlann etkisiy­ le din ve akraba yasaklannı (tabıı'lan) yokelmek görevlerini yapmakla kalmaz. Aksine evlilik ba.e;ı. özellikle bu dini ayin­ lerle kurulur. Bu çağ:da. dini ayinler de ailevi bir özellik olarak özelle­ şir. Eski Roma'da oldugu gibi: gelini. kocasının ailevi dinine sokmak şeklinde bir görev yapar. 4. Genel dinlerin kabulünden sonra

iyin (Kız isteme):

Aile dinlerine alt tören yerine. genel dinlere özgü tören geçer­ li olur. Hırlstıyanlığ,ın ve İslamıyetin dogurdugu dini tören. bu ça-ğ:a aittir. Bununla birlikle eski Araplar. aile dinine sahip olmadıkları için: İsliı.mlyel'te evlilik töreni ala-erki! toplumlar­ da olduğ:u gibi '"din ve akrabalık yakınhgı- biçiminde bir özel-

152

Ziya Gökalp


ilk almadı. Medeni bir sözleşme şeklinde kaldı. Yalnız kutsal kılınması gayesi ile. bu sözleşmenin bağlanmasından sonra: imam efendi tarafından bir dua okunması kural olarak yer­ leşti. Buna karşılık İslam biçimi nikahta. mehir (boşama ü.cre­ HJnln önemli bir yeri vardır. Bu halin nedeni: evliliğin ikinci devrinde (çağında) bulunan eski Araplar'ın alışkanlıklarından ekonomik sembollere büyük değer verilmesidir. İslami aile. ikinci çağdan. birdenbire dördüncü çağa at­ ladığından ·ara-erkil aile ·nın izlerinden kurtulmuştur. Bununla birlikte İslamiyet. ·boşanma iicreti- kuralını es­ ki Arap alışkanlığındaki gibi almayarak. ona insani bir şek.il verdi. (54) Önceleri boşanma ücreti gelinin velisine ait iken: İslamiyet. bunu doğrudan doğruya evlenen kadına özgü kıldı. Evlilikle seçim hakkını kadına veren bir dinin: bu kuralın bir sembolünden ibaret olan hediyeyi de. ona özgü kılması çok doğaldır. İslcimi nikcihla: a) Güvey ile gelinin isteği. b) Velinin uygun görmesi. c} İki şahitin hazır bulunması d} Boşanma sigortasının varlığı şeklinde dört şart vardır. İslamiyet'ten önce evlilik töreni içinde ·velime· adı verilen ortak bir ziyafet vardı. Bu ziyafette. bir koyun veya bir başka hayvan kesildiği için: aynı zamanda ortaklaşa bir kurban özelliğini de taşıyordu . Evliliğin ikinci çağına alt olan bu ade­ tin. eski Araplar'da bulunması tabii idi. İslam çağında da bu ortaklaşa ziyafetin devam ettiğini görüyoruz. Bundan başka: Arap alfabesinin birinci ·tt· haı:.finin al-tı­ na konan lire (-} şekli ·Hutbe = evlenmek için islenmiş kız veya kadın·. ikincisi �H- hartlnin üzerine konan virgül (.} şekli ·Hutbe = kl2 isteme. diinü.rlü.k- olarak tanunlanan iki adet ikinci şahsa alt sembol de vardır. Kız isteme özelliğinde olan kız tarafından birinci dere-ce­ dekJ şahsa erkek tarafından bir ihtiyar. güvey ailesinin soylu­ luğundan ve istenilen kıza denk olduğundan sözederdl.

(54) Eski Arap geleneğinde bu kural. kadına eşya gözü ile bakılarak islem görürdü.

Türk Ahlakı

153


Buna cevap olarak. gelinin akrabasından olan ihtiyar da: luıtbe (dini öğüt) söylerdi. Evlillk anında yapılan konuşmada ise; önce gelin lararından olan sözcü konuşur. güvey tarafın­ dan olan sözcü ise buna cevap verirdi. İslamiyet çap;ında da Araplar arasında bu sembollerin ve lörenlerin devam ettiği görülür. 6. Düğün tören1nin beşinci çağı (kanuni törenler) biçlm.Jnde görülür. Eski toplumlarda devlet. evliliklerin ne

şeklide olduğ,una önem vennedigı halde: çagdaş toplumlum­ da evlilik. özel bir sözleşme şeklinde degil. genel bir kunım şeklinde düşünülmege başladıgından. devlet de evlilik hak­ kında kurallar koydu. Bundan dolayı. son çagda bir evliliğin imam tarafından onaylanmasına "dini Dikih". kadından izin belgesi alınması­ na ahz-ı asker muamelalında (askere alma işlemlerinde}: -Ni­ kiih-ı nizami� (kanuni nikdh} adı verildi. Koruyucusuzluk ve yardımsızlık dunımu kalkıncaya kadar. bu deyimler; hukuki deyimlerin yenıııgı yanında. eskimiş köhneleşmiş durumda idi. Yeni aile hukuku. uzun süreden bert ülkemizde geçerli olan .. Dikih slstemJ" şartlannı daha çok genişletip düzenli­ yor. Bizde dini nikah; gerçekle imam efendinin yaptığı Tann katında da beğenilmesi dllenllen duadan ibarettir. Nikaha da­ yanan hukuki konular; genellik.Je ·dini hukukun· sözleşmeye dayanan esaslarına göre oluştugundan. bizdeki ailenin yalnız ekonomik yönleri düzenlenmiş. ahlaki yönleri boş ve düzen­ siz kalmıştır. Bundan dolayı. Aıle Kanunu'nun bu yönleri de gözönüne alınarak. mlllelln temeli olan aileyi: sağlam bir kurala dayan­ dırması. çok önemli bir yükseliş ve yüceliş gereğidir.

154

Ziya Gökalp


TÜRK AİLESİNİN TEMELLERİ

"Çağdaş Aile ve Milli Aile" cekteki Türk ailesinin

konusunu incelerken. gele­

·medeni LlllsLırlarnını

mümkün olduğunu. oysa: ·öz

bilebilmenin

külllir unsurlarınnın btllnınest­

nin mümkün olmadığını belirtmiştik. Bu anlayışımız prensip yönüyle. çağımızın orijinal filozo­ fu Bergson"tın düşüncesine uygundur. Çünkü Bergson'a gö­ re: maddi gerçeklerde meydana gelecek değişiklikler. önceden bilinebilir. Oysa. sosyal gerçeklerde yani. yaşayışla meydana gelecek degişiklikler. önceden bilinemez. Mesela. güneşin ne zaman tutu lacağı. yüzyıllarca önceden belirlenebilir. Fakat. mesela. Rusya'nm bugünkü inkıl<iplan yapacağı savaştan ön­ ce kestirilemediği gibi: yarın ne gibi değişikliklere uğrayacağı da. bugünden belirlenemez. Bize göre sosyal gerçeklerin de ölçüsü ve yaşama dö­ nemleri vardır. Medeni yükselişler veya çöküşler. sosyal ger­ çekligin problemli kısmı oldugundan. ortaya çıkmasından ön­ ce: kendisini oluşturan sebeplerine dayanılarak belirlenebilir. Fakat ôz kültür gelişmesi ve bozukluklan: sosyal gerçeklii!;ln can alıcı kesimi oldugu için: ortaya çıkışından önce açık bir şekilde belirlenemez. Bergson. can alıcı olaylann oluşundan önce btllnmestnl kabul etmemekle birlikte. sezilmesini kabul ediyor. Bu düşü­ nüşe göre hayat. sürekli bir savaşmadan ibarellir. Bu atılım ve çabalann bizi nereye kadar götüreceğini sezebilmek için; başlangıcına kadar geri giderek. bu uzanışın kestlmekslzin süregelen durumlarını. biteviye akıl gücü ile yaşamamız ge­ reklidir. Yaşama çabasının. başlangıcından güınümüze dek geçirmiş oldugu gelişimini ve bu atılışın gelecekte hangi du­ rumları meydana getirebileceğini. akıl gücü ile sezebiliriz. İşte Bergson. -Yaratıcı Ekonomi· adlı eserinde: bu me­ lodlan uygulayarak hayatın akışını sezmeğe çalışmıştır. Bize göre. Bergson'un bu metodu daha çok ·öz Kültür Sosyoloji­ srne uygulanabilir. Türk ailesinin 14eleceğini sezebilmek için. buradaki ya-şama çabasının ta ilk başlan14ıcına kadar çık­ mak geregini duyuyoruz.

Türk Ahlakı

1 55


Eski Türkler'de kadının hukuken erkeğe eşit oldugu. hatta bazen üstün olduğu durumlan daha önce görmüştük. Bilimin görevi. yalnızca olayları tesbit ve belirleme değil. aynı zamanda açıklamak olduğu için: öncelikle bunu açıklamaya çalışmalıyız: İlkel toplumlarda dini hayal. iki ayn sistem şeklinde: ya­ ni -dini birlik" ile ·akrabalık birliği" şeklindedir. Bu çağda bü­ yü. dini bütünlükten kısmen ayrı bir bütündür. Ancak. he­ nüz dini hayatın dışına itilmemiştir. Bundan dolayı bu çağda bulunan dini bütünlükle. akra­ balık bütünlüğü değerce birbirine eşitlir. Renemontyel55) Malenezya'da bir dizi akrabalık işlem­

lerinden ibaret olan hasal işinin: büyü gücünde olması yö­ nüyle. kadınlarca yapıldığını belirtiyor. Ayrıca şu açıklamayı da yapıyor: �au gliçler hakkındaki düşünce Polenezya toplum­ lan gibi deri toplumlarda önceleri dini göreuler yiin.1:ten kadı­ nın: ne şekilde dinin dışında bırakıldığım izah edebilir. Şöyle ki: kadına ba{Jlı o/du{Jtı ileri sürülen g(içler. gerçekte eulilik yo­ luyla oltışan güçlerdir. Btı anlayış ue gön.-ışler. ileride görece{Ji­ miz gibi: dinle bliyllnfüı. kan.şık btdundu{Ju zamanlara aittir. Din ile bCıyliyil birbirinden ayırdıktan ue birbiriyle çeliştirdik­ ten sonra: kadın büyü tarafına atılır. Bunun için de. kötü. güç­ lerin taşıyıcısı olduğu ve bu sebeple kutsal şeylerden uzak tu­ tulduğu anlaşılıyor. - (56)

Kadının. büyü güçlerinin doğuş merkezi olduğu. sol yö­ ne mensup olmasıyla da anlaşılıyor. Türkler'de protokolde hakan sağda. hatun solda bulunurdu. Ailede de otağın sağ tarafı kocaya. sol tarafı kansına aitti. Bunun gibi dinsel tö­ renlerde "Sağ Tann " . evlilikten doğan akrabalık törenlerinde ise "Sol Tann" uygulanırdı. (57)

Eski Türkler'de akrabalık sistemine sistemine ..töre" adlan vertlirJ58)

..

Şamanizm". din

(55) R.enemonte: -vie Religieuse et uie economique la diuision du travaile" isimli eserin yazan. (56) İş Bö/iimllnde Dini ve Ekonomik Faktörler Sa.: 36 (57) Sosyoloji yıllıgı - 156. (58) Milli Tetebbtdar Mecmııası: 3 llirkler'de Sosyal Ha­ yal"

156

Ziya Gökalp


Törenin inanç yönelişi gün doğusu olduğu için bu siste­ me göre sağ kol güneye. sol kol kuzeye yönelir. Şamanlzm'in inanç yönelişi ise güney yönü olduğundan: bu sisteme göre sağ kol doğuya. sol kol batıya yönelir. Bu yönelişlerin sonucu olarak "töre" sağ kolu . .. Şamanizm" ise sol kolu kutsal ola­ rak düşünür. O halde töreye göre erkek: kadının üstünde. Şamanizme göre ise kadın: erkeğin üstündedir. Aynı zamanda şurası da ilgi çekicidir ki. şamanlzm -maderı- (ana Cıstıi:n} simyeye bağ­ lıdır. Oysa töre. -ooba-ı.1stl1r1- slmyeye bağlıdır. EskiTürk­ ler'de töre ve Şamanizm sistemleri aynı değerde görüldüğü için. bir yandan aile mabudları olan Mod ana- ile -ocı ala- ara­ sında ve diğer yandan kadınla erkek arasında hukuksal bir eşitlik vardı. Bununla beraber. kadın ile büyü ve Şamanizm arasında bir bağ olması: kadının ne yapısından ne de bilinç gücünden meydana gelmişti. Toplumun: kadını büyü güçlerinin doğuş yeri görmesi. dini ülküye alt bir işleyişin zorunlu sonucudur. Toplumcu ül­ kü. sınıflandırıcı olduğundan. bir yandan din ile büyüyü. di­ ğer yandan kadınla erkeği ayırdığı an. büyü de ana-üstün simye gibi daha eski olduğuna göre: erkeği din kutbuna. ka­ dını büyü kutbuna geçirmiştir. Oysa büyücülerle şamanlar. gerçekte ve genellikle erkeklerdendi. Kadınlar büyücülük ve şamanlık yapsalar bile: bu. toplumun -sı:z bıi:yCı gücıi:ne sahip­ siniz- diye bir çeşit teşvik ve onayına hedef olduk.lan içindir. Şamanlar. kadınları bu güce sahip kabul ettiklerinden: ayin anında kadın elbiseleri giyerler. Genellikle saçlanm uza­ tarak kadınlar gibi kokular sürerler. Hatta bazı şamanlar kendilerini kadın zannederek gebe kalırlar. Güya birtakım yavrular doğururlar. Mesela Yakut'larda bir şaman. bir karga doğurmuş. diğerleri de bir köpek. bir turna balığı. bir kız ku­ şu. bir ördek yavrusu doğurmuş. Bu gibi inançlar gösteriyor ki: kadım büyüye bağlayan kendisi değil. başkalandır. Bu yüzden ortaçağ Avrupa'sında birtakım kadınlann büyücü diye cezalandırılması. uydurma ve düzme düşüncelere dayalı bir kötülüktür. Görülüyor kJ ka­ dın. kendi yapıcı gücü içinde olmayan bir inanç yüzünden. hukuk açısından bazen yüksek. bazen alçak düşünülmüş­ . tür.. Eski Türkler de din ve büyü eşit olduğundan. erkekle k.a-dın eşittir. Bunun gibi. bazı toplumlarda erkekle kadının

Türk Ahlakı

157


eşit düşünülmemesi: din sistemi ile büyü mekanizmasının eşit görülmeyişinin sonucudur. Din ve büyü arasındaki bu eşitsizlik arttıgı oranda. er­ kek-le kadın arasındaki eşitsizlik de artmıştır. Eski İran'da önceleri �Majizim- dini vardı. Bu dinin nıhanilerine (Maj-Ma­ je) denilirdi. Fransızca'da büyü anlamına gelen ·Magie· keli­ mesi bundan türemedir. Bu dine göre. dini sistem ile büyü sistemi arasında bir fark yoktur. Majlar. iki sistemin 8.yinleri­ ni de yaparlardı. Bu çağda iran·ın dini Şamanizme benzediği gibi: kadınlar da kötü bir gözle görülmezdi. Zerdüşt l 59) akıl gücüne dayanan yeni dini ortaya koyar­ ken: büyü sistemini de bütünüyle din dışı bıraktı. Böylece büyü gibi kadın da temiz görülmege başladı. Bundan dolayı zühdi(60) dinlerin hepsinde: sol kolun ugursuz. büyünün ya­

saklanmış ve kadının aşağı derecede tanındıjtını görürüz. Es­ ki Türkler'de kadının erkeğe eşil olması. eski Türk dininin zühdi bir din olmamasından ileri gelmiştir. İslamiyet. mutlu­ luk çağında ·vecdi- {i/ôhi aşka daldıran) bir din olduğu için: büyüyü yasaklamakla birlikte yanlış görmediğinden. kadın aşağı bir derecede gôrti lmüyordu. Daha sonra İran ve Rum dinlerinin zühdi anlayışları Ab­ basiler çağında Müslümanlar'ın düşüncelerine girdiğinden: kadınların aşağ.ı derecede bulunduk.lan hakkındaki yabancı fikirler. Müslümanlar arasında yayılmaya başladı. Türkler de bu aleme girdikten sonra. yüzyıllarca süren kültür alışverişi sonucu. yavaş yavaş bu anlayışın etkisinde kaldılar. Fakat eski büyü. birçok belirtmeler sonucu: Tanzimat çağında baş­ ka bir adla yeniden değer kazandı. Kadın da yeniden yüksek görülmeğe başladı. Gerçekten öz kültür. dinden doğduğu gi­ bi: medeniyet de eski çağlann büyülerinden dogrnuştur. Günümüzdeki bilginler ve teknokratlar. eski büyücülerin torunlandır. Günümüzdeki ahlak ve güzellik anlayışlanm or­ taya koyan dahiler de: Zerdüştler'in. Budalar'ın temsilcileri­ dir.

(59) Zerdüşt: Işık ve karanlık ilıihlarına inanış dininin kurucusu. Bu dinden olanlar ateş taparlar. (60) Zühdi: Her türlü eğlenceden yasaklanarak. kendini ibadete verme halı.

158

Ziya Gökalp


O halde günümüz medeniyetine eski büyünün temsilcisi gözüyle bakabiliriz. Çünkü bCıyü de. medeniyet gibi milli de­ ğil. mlllellerarasıdır. Büyünün veya medeniyetin kadın huku­ ku üzerinde faydalı tesir yapmalan. faydalandınlma hedefle­ rine yöneltilmiş olmaları ve her ikisinin de Zühdi bir din ve ahlaka uygun olmalarındandır. Gerçekte çıkarsız ve fedakar olan dini ve ahlfıki duygu -lann güçlü agırhgı. büyü veya me­ deniyetin kutsallık dışı tesiriyle hafifleştirilemez ise de, bu duygular. glltıkçe artarak maddi hayatı inkar edici ·Zühdi" bir biçim alır. ilahi aşk duygusu ile beslenen İslamiyet'in kökü ·sevgr. maddi hayatı reddeden dinlerin kökCı ise ·korku-dur. Dindar bir Müslüman Tann'sını sever. z<l.hid ise mabudundan kor­ kar. ilahi aşka dayalı ·ı..ıecdi- bir din. yalnız insana yaraşma­ yan hazlardan kaçındığı halde: maddi hayatı reddeden -zL1:h­ di- bir din ise bu anlayışı yiyecek ve içecek dahil. her konuya yayar. İşle bu yüzdendir k.J. büyünün bütünüyle ortadan çe­ kilmesi: dinin maddi hayatı reddetme derecesine getirilmesi­ ni. bu da güzel san·allarla birlikte. kadının da eski değerini kaybetmesini beraberinde getirmiştir. Şimdi de aksine. medeniyetin doguşu ile birlikte. dinin. maddi hayatın lnkarcılığından uzaklaşarak. ilahi aşk kay­ naklı ·vecdi- bir biçim aldığını görüyoruz. Böylece güzel san'allarla birlikte. kadına da artık korkulu gözlerle bakılma­ dığına şahit olmaktayız. Yukandak.J açıklamalardan. eski Türkler'de kadınla er­ kek arasında eşitliğin: din ile bCıyO arasındaki aynlık ve an­ laşmazlıktan ileri geldiğini görmüş bulunuyoruz. Şimdi de. eski Türkler'de cbısel ahli.ka verilen değer ve­ önemin sebebini ayıracağız. Yakut Türkleri'nin ilk baharda ve yazın. genel bir sevinç içinde ve güneşin ışınlan altında yap­ lıklan �gülümseyen· bir ayinleri vardır ki. ·veludiyet (dajur­ ganhkJ ilô.hesr hakkında yapılır. Bu ayinleri yapanlara Ya­ kutça �sayenkl" denir. Büyük bir ihtimale göre ·yazınki- ke­ limesinin aynıdır. Çünkü diğer Türkçe'lerdeki (Y} harfi Ya­ kutça'da (Se) harfine dönüşür. ·yay· kelimesi ise diğer Türk­ çeler'de Myaz· anlamındadır. Şamanlar'ın yaptıklan büyü ayinleri. gerçekte kış mevsi­ mine atlllr. Bunlar kışın büyücü rahipleri olduk.lan halde, ·sayenkrler yaz mevsiminin dini ruhanileridir. Rus sosyolo-

Türk Ahlakı

1 59


ğu SayerovskJ. bunlara �ok Şamanlar· denildiJ1ini de söylü­ yor. Çünkü eski Türklerce ·kış· ile ·sol kolun· rengi siyah ol­ duğu gibi. bilyliniln de rengi karadır. Aynı şekilde bunların tersine de ·ok- sıfalı verilir. O halde dinin ruhanilerini de ak renkte göm1ek lablidlr. YakuLlar erkek şamana ·oyun·. kadın şamana -odo{Jan� derler. Ozan kelimesi ise akrabadır. Yakutlar'ın bu ibadete hedef yaptıkları doğurganlık ilahesinin adı Ayzıt'tır. Bu ilahe doğ:uda. yazın güneşin doğduğu gök kısmında oturur. Ancak bu. insanların Ayzıl'ıdır. Alların Ayzıt"ı kışın güneşin doğdu­ ğu noktada olurur. Boynuzlu hayvanlann Ayzıt'ı ise yer altın­ dadır. Ayzıt gökten yere lndıgı zaman. ev sahibi ve sahibesi­ nin yatağı üzerinde durur. Genç kızlar evlendikleri zaman do­ ğurgan olmak için: Ayzıl"ın en küçük bir resmini. yataklarının önündeki bir tahta levha üzerine koyarlar. Yakutlar çocuğa. özellikle erkek çocuğa sahip olmak için. Ayzıt'a yalvanrlar. Ak şamanın Ayzıra ibadet edeceği gün. yurt güzelce temizlenir. Herkes çok güzel bir yemek yer. Bayramlık elbiselerini giyer. Bütün bu özenler. ilci.he geldiği an: bütün yüzleri gülümser görmesi için yapılır. Ak şaman bulunanlar arasından dokuz lekesiz genç kız ile. dokuz delikanlı seçer. Delikanlılar sağda. genç kızlar sol­ da olmak üzere bunlan yan yana dizer. Sonra kendisi başla­ rında olduğu halde. küçük teramebtesini elinde tutarak ve ilahiler söyleyerek ilerler. Genç kızlarla delikanlılar bir birinin elini tutmuş oldukları halde onu takip ederler. Koro halinde de "Ayhalt Oragi Ayhall" diye şarkı söylerler. Ak şaman du­ alarının içinde. Ayzıl'la beraber olan bütün ilcihlan ve ruhla­ rı sayar. Şaman. inanışa göre bu sebeple göğe doğru çıkar. Genç çiftlere. oraya gitmek için rehberlik eder. Fakat Ayzıl'm hizmetçileıi p;UmUş kırbaçlarla silcihlı bulunduklan halde ka­ pılarda dunırlar. Ahlakı bozulmuş. kötü ve tehlikeli olanların girişini yasaklarlar. Özellikle temizlik ve saflığını kaybetmiş olanları içeriye almazlar. Ayzıt türkülerde şu şekilde nitelen­ dirilir. �Bir hanım ki. yan uykuda denecek şekilde yalmış ve ge­ niş yüzlii bir gök örtüsünü göğsü üzerine çekmiş... �Kalpağı kıılaklanrn örtmüş. kurt derisinden çizmeleri kal­ çalarına kadar çıkmış ve orada sekiz şeritle bağlanmış. Yeni yaraLığın doğduktan sonra. mutlu yaşaması. geliş-

160

Ziya Gökalp


mest ve büyümesi için. ondan �gülme ve eğlenme· istenilir. Oğullan. zengin hanımların çocukları dogacagı zaman; Ayzıt tçtn bir hayvan kurban olarak aynlırdı. Kadın lohusa yatagı­ na olurdugunda. evlenmemiş genç kız ve delikanlıları ve otla­ rın. ağaçlann. çiçeklerin. tarlalann nıhlannı çevresine alan Ayzıl; lohusanın başı yastığın üstünde görülünce. ayrılmış olan hayvan kurban edilirdi. Eger bu kadın günahsız ve temiz değilse; Ayzıl asla görtinmezdl. Kesilen kurbanın başı ve bagırsaklan. Ayzıl ile çevresine sunulurdu. Kalan kısmı. Ayzıl'ın yerine geçecek olan ile. ko­ nuklar. lohusaya bakan ve doguma yardım eden ihtiyar ka­ dın tarafından yenirdi. Çocuk dogar dogmaz ihtiyar kadın �Ey Ayzıl! Yaptığın iyilikler için sana teşekkür ederiz. İleride de yapmanı dileriz- diyerek. ateşin içine tereyagı atardı. Ayzıt genelllkle. genç annenin yanında Oç gün kalır. Bu süre içinde: lohusanın samanla örtülü toprak üzerinde uzan­ mış olarak kalması gereklidir. Üç gün sonra yıkanarak kendi yatağına yalar. Bu sırada ·yurr içinde erkeklerin bulunma­ ması şarttır. Komşu kadınlarla evin kadınlan. ateşin yanında kürkten kalpaklar giymiş halde bulunurlar. Bir yandan ateşe tereyağı döker. diğer yandan yerler ve yüzlerine sürerler. Üç kere ·Eyheye· sözünü yüksek sesle söylerler. Bu tören için üç kap tereyağ:ı hazırlanır. Biri Ayzıl için. digert ihliyar hasta ba­ kıcı için. üçüncüsü de komşu kadınlar için. Tören sonucunda artan eller yak.Jhr. Konuklar çekilirler. İhllyar kadın samanı toplar. dogumla ilgili bütün izleri yoke­ der. Bu izler genellikle bir ormana götürülerek. bir agacın yüksek dalına asılır. Ayzıt da çekilir gider. Çünkü artık göre­ vi bitmiştir. Babası llc'ihlar soyunun korkunç efendisi Jeze­ jey·ın kendisine bırakmış oldugu nıhu. orta dünyaya koy­ muştur. Gökteki kayıtçılar bu yeni nıhlann sayısını. daha önce Ay Toyun·un (gökteki ikinci ildhınJ defterlerine nasıl ya­ zılmış ise. aynı şeklide yazdıklarından: bu işin gökle ilgili tö­ reni de bitmiş demekllr. Fakat bu ruh bırakıp geldigi yıldızlı dünyayı unutmayacak. onu özlemekten vazgeçmeyecak. o ilk yurdun özleminden kurtulmayacaktır. Seyeroveski araştır­ masının sonucunda; ·yakutlar. lilküye olan bağhhklanru ve ona ulaşamamanın elemlerini bıı şekilde açıklıyorlar. - (61) (6 1 ) Dinler Tarihi Mecmuası- Sahife: 336

Türk Ahlakı

161


TÜRK AİLESİNİN YAPISI

Ç in

işgalindeki Türkistan'a bir gezi yapan Garenar:

Türk aile yapısının ata-erkll olduğunu iddia ediyor. Bu araş­ tırmalara dayanan Gaston Ricbard da Türk ailesini: Ya­ kutlar'da ·ana-li:sliin". Türkistan ve Balı-Slblrya'da "baba (is· tün". Altay Türkleri'nde ise: bu ikist arasında geçiş şeklinde buluyor. Oysa bundan önce verdiıi;lmlz bilgiler Tiırkler'ln bütün boylannda: ana-soyu ile baba-soyunun birlikle bulundugunu ortaya koymuştur. Hiçbir Türk boyunda ana-soyu veya baba· soyu ailenin tek hakimi olmamış ve hiçbir zaman Türk ailesi ·ata-erkir bir şekil almamıştır. Bu iki yazarın birbirine zıt iddiada bulunmalan: önce Türkler arasında aile ateşinin kutsal tanınmasından. ikinci olarak: güçlü matem törenleri yapılmasından. Uçüncu olarak: bazı düğün adetlerinden ve dördüncü olarak da bazı hukuk kurumlarından ata-erk.il aile izlerini düşünce yoluyla çıkar· malarından dolayıdır. Ana sosyoloji.sinin 3. clldinde (Sh: 373). Garenar"ın eseri· ni inceleyip tenkit eden Durkhelm.; T'ürkler'de ata-erkJI aile bulunmadığını. Garenar'ın dayandığı belgelere göre göster· miştir. Bizim bu konudaki görüşümüz. çok değerli akademik bir ölçüye dayanıyor demektir. Bundan dolayı. kapalı olan bu konuyu bütünüyle açıklayarak: Garenar ile Gaston Ric· hard'ın teorilerinin yanlışlıklannı göstereceğ,lz. Türk milletinin çeşitli boyları arasında. birbirine zıt aile tiplerinin bulunduğuna dair Gaston Rlchad'ın ortaya attıgı örneğin doğru olmadığı ortadadır. Çeşitli Türk boyları. bir bir­ lerinden ne kadar uzak olursa olsun: bir milletin. yalnızca bir aile tipine sahip olduğu gerçeği anlaşılmıştır. Çünkü aile teş­ kilatı. sosyal kurumların en eskisidir. Bundan dolayı. bu mil­ letin ayrı yaşayan yerlerdeki boyları arasında en çok benzer

162

Ziya Gökalp


kalması gereken kunım: özellikle aile kurumu olmak duru­ mundadır. Bir toplumda aile ateşinin kulsal tanınması. orada mut­ laka ata-erkli ailenin bulundugunu göstermez. Bunu ispat için başka mllletlerden örnek vermeğe gerek yok. GasLon Rlchard Lararından ana-üstün aile çağında bu­ lundugu iddia edilen Yakul Türkleri'nde: ata-erki! ailenin ol­ maması gerekııgı halde. aile aleşine tapılmaktadır. Bu noktada Seyerozeveskfnin şu satırlarını okuyalım: �Aleşe tapmak. Yakullar'm en eski adetlerinden sayılır. Şu anda da billlin Yakutlar tarajindan bu ibadet yapılmakta­ dır. Kendisi saygıdeğer lanman bir eu kadını: günde hiç değil­ se bir kez. ateşe bir şey almak konusunda ihmalde buluna­ maz. Bu alacağı pişinnekle olduğu yemekten bir parçacık. bir iplik. bir saç kıh. bir deri parçası da olabilir. Ak sakallı bir ihli­ yar olan ateş perisi çok gevezedir. Slirekli bir şeyler mınldanır. Fakat mınllılanm yalnız çocukla. şaman anlayabilir. Ayakkabılarını. çamaşırlanrıı ateşte temizlemek. ateşe de­ mir bir sildh sokmak ve özellikle ateşin içine tükürmek yasak­ tır. Ateşin çeşitli tarlerl var: l . Ulutoy·ım yarattığı ateştir ki: günlük hayatta kullanı­ lan :faydalı ateş-ur. (Buna beyaz bir aygır kurban edilir.) 2. -Kulsal ateş-ur ki: baygınlık halinde şamanın üzerine parlatılır. 3. -Korkunç ateş-ur ki: yer altında bir ihtiyar (yani Şey­ ıan) tarafından gönderilen bir yıkıcı araçtır. (Buna dafazlaca beyaz. sırtında siyah bir çizgi bulunan kan gibi kırmızı bir ay­ gır ıakdim olunur). Böylece öfkesi giderilmiş olur. Ocağınızda bu ateşlerden hangisinin yanmakla olduğu asla bilinemez. Bundan dolayı ona. birtakım hediyeler ver­ mek. temkinli olmak uygundur. Asla ateş hakkında kötü söy­ lememeli ve bilinmeyen bir kişiye kendi ocağından ateş ver­ memelidir. Görülüyor ki. Yakutlar'ın kutsal tanıdıkları üç tür ateş: aile mabullarının degll. yer. gök il3.hı ile yeraltının en derin katında bulunan -cehennem şeytanı-nın temsilcileridir. Bun­ dan dolayı Yakullar'da görülen ateş ibadeti. bu ulusla bir ai­ le dininin varlığını belgelemez. Radlofun "Altay Şamanizmi üzerinde� yaptığı araşlımıaya göre: Altay Türkleri'nde de

Türk Ahlakı

163


ateş bir kutsallık aracı olarak kullanılır. Fakat. bu konuda kullanılan ateş: ucu inceltilmiş bir ardıç dalından ibarettir. Aynı zamanda Gök Uihına (Yiıni Bay Oğlu'naJ sunulan açık renkli kurban: bir hoş aj!.acı onnanlıgında geçici olarak yapılan bir yurtla verilir. (Demek ki ateşin kutsallığı ardıç ve­ ya hoş ağacının kutsallığından ileri geliyor.) Evde veya mezarlıkla kesilen koyu renkli kurbanlar da: Yeraltı ll<:ihı olan "Erlik Han"a takdim edilir. Ak şamanlar ta­ rafın-dan kesilen bu kurbanlar. ölenlerin nıhuna ibadet için değil. aksine bu nıhları evden zorla çıkararak. manevi yerle­ rine kesin şekilde yerleşllm1ek içindir. Çünkü ölenlerin nıh­ lan eski yerlerinden aynlmak istemezler. Burada kaldıkları sürece. hayattak.J akrabalanna büyük zararlar verirler. Garenar. Slblrya Türkleri'nde ev kadınının her sabah mutfak aleşlnl. bir ateş dalıyla tutuşturduktan sonra: bütün odaları bu dalla kutsadığını belirtir. Keza Kazaklar ve Kırgız­ lar·m: çadınna kurban lakdlm ederken. -oo ata ve od ana· di­ ye seslendiklerini de açıklıyor. Bu olaylardan anlaşılıyor ki: Türk ailesinde ata-erki! ai­ lede olduğu gibi; yalnız erkek ilıiha tapılmadığı. aynı zaman­ da kadın ilaha da tapıldığı anlaşılıyor. Bize göre bu iki mabu­ dun bir1 kocanın. diğeri kadının varlıklarının konıyuculan­ dır. Eski Türkler'de her ferdin. bir konıyucu ilahı olduğu an­ laşılıyor. Buna Yakutlar ·AyecC. Altay Türkleri ise ·vayucu· adlannı veriyorlar. Günümüzde kan-koca arasında geçimsiz­ lik olduğunda ·perileri barışmamış· deniliyor. O halde. Türk­ ler·de ailenin kökü. ölmüş atalara değil. kan-kocanın perile­ rine ibadet esasına dayanıyor. Yine Garenar ·ata-erkir aileye belge olarak. Türkler'de evin erket!;lne -oo ağası· denilmesini gösteriyor. Oysa. evin hanımına da ·ev kadını· derler. Kadın. eski Türkçe'de Katon. Arapça'da ·1ıatun· şeklini almıştır. Prenses anlamındadır. Orhon Yazıt1an·nda ·kan· karşılıgı ..Konçuy" sözü kul­ lanılıyor. Kaşgarlı Mahmud·a göre: ·Konçay· hanım anlamın­ dadır. Hatundan bir derece aşağıdır. ..Katun-Konçuy" deyi­ mi �hanım efendi" ve '"hanım· karşılığı olarak kullanılırmış. Değanl. bu sözcüğün Çince ·Kum-tsclıou· şeklinde ·im­ parator sayımdan prens· anlamına geldij!.ini. Türk hakanları-

164

Ziya Gökalp


na sözde birtakım cariyelerin (nikdhsız kadınların) prenses di­ ye gönderildiğini yazıyor. (62) Grand Anslklopedl"de -Hun" maddesini yazan kişi. -Bun­ dan sonra da birçok Çin prensesleri Türklere verilmişse de: Çinliler gumrJanndan. verilen kızların prenses olmayıp. esir kızlan olduğunu yazarlar- diyor. Gerçek de budur. Eski Türk hakanları Çin prensesleriyle evlendikleri için. başlangıçta hakan hanımlarına. sonra da bütün hanımlara "Konçuy" demeğe başladılar. Bununla birlikte. Kaşgarlı Mah­ mud"ün beltrttıgı gibi. Konçuylar yani (Çin prensesleri). Türk prenseslerinden daha aşağı bir durumda idiler. Özel olarak. eski Türkler; gerek karısına. gerek diğer ha­ nımlara son derece saygı gösteren deyimler ayırmışlardı. -Ha­ nım. beglim. bige. ağa. age" deyimleri de. bu konuda sayılabi­ lir. Çin tarihçileri. en eski çağlarda yani Hivenkno'lar {Hu­ yung-nu = Hun) çagında Türk imparatortçelerine -Yen-şey­ adı verlldıgını yazıyorlar. Bu kelimenin şimdiki şekli. ihtimal ki "Yenge-dır. Bu sebeple "Konçtı!J- sözü nden komşu ve kuma deyimle­ rinin çıktığını kabul edebiliriz. Çünkü Konçuy. hakanın ger­ çek kansının komşusu ve ortağı dunımunda idi. Eski Türk­ ler'de. gerçek kadının ilden yani sülaleden olması gerektiğini. yabancı k.adınlann ancak kuma olabileceğini daha önce açık­ lamıştık. Garenar. bizde -Ocağımız sönmesin- dendiğini. bunun da ala-erkil aileyi işaret ettlğ,lnl söylüyor. Gerçekten. Türkler'de aile ocağının sönmemesi bir ülkü Jdt. Bunun için. büyük kardeşler evlendikçe aynlarak yeni ocaklar meydana getirirler. Ancak asıl ocak. küçük kardeşe yani �Öd bekçisi-ne kalırdı. Moğollar buna aynı anlamda �od çlkin" derlerdi. Leon Kahun Türkçe .. Tekin" sözünü bu anlamda düşü­ nüyor ise de. doğru deglldir. Tek.in: başlangıçta Şad'lar yani prensler arasında. hakandan sonra en büyük askeri rütbeye sahip olandı. Sonradan soydan olan bütün prenslere .. Şad" yerine !ekin" denildi. Orhon yazıtında birinci anlamı. Kaş­ garlı Mahmud'un lügatında ise ikinci anlamı bulmaktayız.

(62) Umumi Han/ar Tarihi Ci l l : l . Sahife: 3 1 Türk Ahlakı

165


Türk ailesi ala-erkli olsa idi. büyük evlatlar evlendikçe evden çıkmayacak. ocağın bekçiliğini özellikle bOyük kardeş yüklenecekti. Bu şartların varlığı bile. ala-erk.il aileyi meyda­ na gellnnez. Çünkü Güney Slavlar'ın

�Zadroga· adlı aile tipi:

bu şartlan laşıdığı halde. ata-erki! degildir. Bir ai-enin ala-er­ kli özellikte olması için: babanın. aile fertleri ve ailenin mal­ ları üzerinde baA,ımsız ve emredici bir egemenlige sahip olma­ sı şartlır. Türk ailesinde ise baba. böylesine

(hükümdar gibi) bir

egemenliği hiçbir zaman olmamıştır. Aile hukuku: baba ile soyunun elindedir. Ancak. çocuklar erkek veya kız olsun: ev­ lendikleri an. ailenin mallarından kendilerine düşen payı ala­ rak. bu ortak hukuktan dışarı çıkarlardı. Yalntz ocak bekçisi

(ydni en kliçiik erkek çocuk) bu haklan yoksundu. Çünkü Türk töresine göre: her eski ocak. bir düzine yeni ocaklar üre­ tecek. fakat eskileri de sönmeyecekti.

Garenar.

Çin işgalindeki Türkistan'da evlilik törenini üç

işlemde toplamakladır:

1. Güvey, doatlanyla birlikte gelecekteki kayın baba­ BIDlD evine gider. ·Hay. hay evlenin. hay evlenin- şeklindeki ba-ğım1alar bugün anlamı bilinmeyen bir nakarattır. Genç kızın babası. bunları kapıda karşılar. Konukseverlik elone,!1;i­ nl sunduktan sonra. anlan törenle eve alır. Burada baba: de­ likanlının boynuna bir yazma sardıktan sonra. kızını törenle onun ellerine verir. Garenar. bu yazmayı: babalık hukuku­ nun güveye bir geçişi gibi gor\ıyor. Oysa delikanlının boynu­ na bağlanan bu bag. onun köle gibi baglandıgının sembolü de olabilir.

Altay Türklert'nde (Barabi11ezler) de

ambilyan (iç güvey­

lik) tar1:ındakl evllllgın varlığını biliyoruz. Bu gibi sembollere anlam vermek gerekince. bu adeti Odora'nın bir kalıntısı dü­ şünmek niçin uygu n olmasın? Bununla birlikle bu adetin es­ ki anlamı ne olursa olsun. şimdi gösterilen anlamı nikah ba­ ğıdır. Bu işlemden sonra. büyük bir fincan dolusu tuzlu su ge­ tirilir. Genç kız lJe dellkanlınm büyükleri. bu suyun içinde bir parça ekmeği ıslatarak. nişanlılara sunarlar. Bundan son­ ra kız. artık eski yurdunu

(evini) terkedebilir.

2. Genç kız kocaalDlD evine götürülür.

Dügün alayı

ola-blldlğ,lnce gösterişlidir. Müzik çalındıgı halde. atlı olarak

166

Ziya Gökalp


giderler. Gelinle ailesinden olan kadınlar. bu ayrılığı gönül hoşluguyla kabul etmiş görünmezler. Aglarlar. sızlarlar. Deli­ kanlının arkadaşları gelmiş teselli etmek için "Aglama kız! Ağ­ lama! Mesud olacaksın!" diye söylerler. Kızın annesi de -kara gözlü. lath sözlli yavnısıından aynlarak evde yapayalnız kal­ dığının belirten yanık türküyü okuyarak aglar! Kazaklar'da bu direniş çok sert ve güçlü olur. Güveyin akrabaları bir kız kaçım1a anlaşması yaparlar. Kızın arkadaş­ ları buna karşı. savunma durumu alırlar. Bu savunma yıkı­ lınca. iki evin arasında komşu gençler ikinci bir savunma ya­ parlar. Birinci savunma ailenin. ikinci savunma ise: arkadaş­ larının genç kızın ayrılmasına razı olmadığını gösterir. Kom­ şu gençler. güveyin boynundaki yazmayı almak isterler. Gü­ vey yazmayı vermemek için. karşılı.ı1;ında onlara para verir. Herhalde yazma. nikahın sembolü oldugu için: onu korumak p;örevidlr. Alay güveyin kapısına gelince dunır. Evin eşiği -eş­ U- yani tabu olduğundan. genç kız bu eşige basıp giremez. Güveyin akrabaları onu bir halı üzerinde olduğu halde. ayagı eşiğe degmeden içeri alırlar. İçeride yanmakta olan ateşin ya­ nına götürürler. Bu şekilde genç kızın perisi. delik.anlının pe­ risine sunulmuş olur.

3. Şimdiye dek birbirini görmemiş olan bu iki peri. blr-denblre sevltmezler. Bu perilerin eski akrabalarından ayrılarak. birbirine ısınması için: üç gün içinde gelinle güvey. kayınbaba ve analan ile karşı karşıya gelemezler. Eğer tesa­ düfen güvey. kayınbabasını sokakta görürse: her ikisi de bü­ yük bir küfürden veya cinayetten korkmuşcasına gerisin ge­ riye kaçarlar. Sartlar ve Kırgızlar'da ise genç loz. bir gün süre ile çadı­ rın bir köşesinde. bir perde gerisinde durur. Üç gün üç gece akrabasına. kocasına. herkese karşı saklı kalır. Yalnızca ge­ leceğini aramakla uğraşan samimi sevenleriyle (loz arkadaş­ larıyla) görüşebilir. Bu süre geçince. büyük törenle perdenin arkasından çıkarılır. Kocası. artık onu. kayın baba ve kayın anasını görebilir. Bu yüz açılması törenine Kırgızlar·da -bel açar toy-. Çin işgalindeki Türkistan'da -yüz açku- adı verilir. Osmanlılar'da �yüz görümlillüğW adıyla verilen hediye bu adetin devamıdır. Bu üç günlük görüşmemek adeli. bireyin ruhundaki ta­ bii bir utanmanın sonucu değildir. Evliligin. mutlu olması. iki

Türk Ahlakı

167


perinin sevişmesiyle mumkündCır. Birbirine ısınabilmesi için. gelinin. güveyin kendileri ve akrabalarının ortadan çekilmele­ ri gerekiyor. Sanılır ki iki per1. kendilerinin haberi olmadan bu işe glrlşlldiğlnden dolayı bu işi yapanların hatalarını anla­ yarak ulanmalannı ister. Sonuç olarak. bu törenlerde: fertle­ re utanmayı bir görev olarak yükleyen. ortak deger duygusu­ dur. Perilerin birbiriyle sevişmesi belli olduktan sonra. genç gelin kapandığı yerden çıkarak ateşin yanına gelir. .. Od-ata, od-ana" sözlerini söyleyerek ateşin içine sunuş olarak tereya­ ğı atar. Sonra bir parça yağı bu kutsal ateşte eriterek yüzüne sürer. Bununla beraber Türkler'de evliligin sosyal utanma ve yardımlaşma biçimindeki torenl yalnızca bu degildir. Bugün­ kü ülkemizde geçerli olan birtakım 8.detler. bunun çok köklü olduğunu gösteriyor. Türklye·de nlk8.h anında gelinle. gCıvey dognıdan dogru­ ya yüzyüze gelmiyor. Nikah kesinlikle iki tarafın vekilleri ta­ rafından yapılıyor. Oysa İsl8.miyette böyle bir zorunluluk ke­ sinlikle yoktur. Bundan başka. gelinle güveyin ana ve baba­ lan da resmen utanmağa mecbur olduk.lan için: dügün töre­ ninde ortaya çıkamıyorlar. Güveyin babası yerine .. si.d.ıç" ad­ lı bir erkek. gelinin anası yerine de ..yenge " adıyla bir kadın geçiyor. Nik8.h ve düğünün bCıtün törenlerinde. asıl ilgili olan ge­ lin-güvey ve bunlann ana ve babalan ilgisiz gibi kalıyorlar. Gerekil tören ya veklller ya da ·çanşın·ıar tarafından yapılıyor. Su kurallar Türkler'in gözünde evliliğin: ·od-ana ve od-ara· adındaki iki 118.hla manevi şekilde ilgilenenlerin: bu il­ gilerini gözlemeleri gerektiğini gösteriyor. O halde Türkler'de haya ve sık.Jlganhğın neden dolayı ge­ nel bir duygu olduğunu bu olaylarla açıklayabiliriz. DO.güne atl bütün törenler: ulanma ve sıkılma özellikleri. Türkler'e ve­ rilmiş toplumcu bir görev gibidir. Bu özellikleri. organik bir yetenek gibi değil. sosyal eğitim yoluyla kazandıkları anlaşılı­ yor.

168

Ziya Gökalp


ÖDÜLLENDİRME ve CEZALANDIRMA KONUSU İLE İLGİLİ BİRKAÇ SÖZ

Salı Bey. makalesinde Spenser'tn

"Tabii cezalandırma

ve

ödüllendinne· hakkındakl görüşünü anlattıktan sonra: benim bir makalemde bu p;örüşlerl deslekledlA:lml belirtiyor. Madem ki J.J. Rousseau ile Spenaer'den biri, bu teori hakkında söylenen sözleri laklp etmişler; bu konuda Durkhe­ im'ın düşüncelerini de belirtmeleri gereklrdl. Özellikle benim ortaya koyduğum düşünce tenkit edilirken. herkesten önce hatırlanması gereken Durkheim'dlr. Durk.heim, Spenser'Jn kesin şeklide ileri sürdlıgü görü­ şü ilmi bir şekilde reddediyor. İşte -Sosyoloji Metodunun Ku· rallan· adl ı eserinden bununla ilgili bir makaleyi aşağıya alı­ yorum. -oıaylann bugli:nklı ve iter zamanki durum/anna bakı·lın· ca göze çarpan şudur: Her eğilim. çocuk/ann kendi kendine (yani spontane bir şekilde) ulaşamayacaklan. görmek. duy· mak ve yapmak (işlem) biçimlerini. onlara kabul ettirebilmek içiıı uygulaııan sürekli bir yönlendirmeden ibarettir. Hayatının ilk anlarırıdan beri biz, çocuğu dlızerdi saatlerde yemeğe. içme· ğe ve uyumağa zorlarLZ. Onu ıemiz olmağa. uslu durmağa. bo· yun eğmeğe mecbur ederiz. Bir zaman sonra yine biz onu. baş· kalanm dCışli:nmeğe. gelenek ve göreneklere saygı göstermeğe yöneltir. çalışma v.b. gibi şeylere zorlarLZ. Eğer bir süre sonra bu zorlamalar duyulmaz olursa. bu· mm nederıi: yapılan zorlamanın alışkanlıklar ve içten gelen is· ıeyişler dıırumuna gelmesindendir. Btı alışkanlık ve isteyiş/er. artık zorlayışın devamına gerek gösıermez. Fakat. bwıların onwı yerine geçmesi. ancak ondan ıliremelerinden dolayıdır. Gerçekten Spenser'e göre -Akla dayalı bir eğitim. bu melodlan tıygıtlamayıp çocuğtı tam bir özgürlük içinde bırakmalıdır. Fa· kal btı eğilim gorlişli. bilinen mtlletlerden hiçbirince uygtdan· manıış olduğwıdan. ancak kişisel bir görüş olabilir. Bundan

Türk Ahlakı

169


dolayı belirtilen olaylara karşı belge olarak ileri sürülemez. Ôzellikle. belirlilen olaylara özel bir anlam veren nokta: eğitimin gerçek konusunun. sosyal varlığı yani insan oluşlLır­ masından başka bir şey değildir. Btmdan dolayı eğilim bize: sosyal varlığın yani insanın tarihle ne şekilde oluştuğunu. özetlenmiş bir şekilde gösterebilir. Çocuğun her an karşılaştığı bıı zorlayış: özellikle onu kendi şekline uydurmağa çalışan sosyal çevrenin zorlayışıdır. O halde anne babalan ögretmen­ ler: birtakım temsilcilerden ue aracılardan başka bir şey değil­ dir. Bundan dolayı eğitim bize: sosyal varlığın yani insanın. tarihle ne şekilde oluştuğunu. özetlenmiş bir şekilde gösterebi­ lir. Çocuğım iter an karşılaştığı bu zorlayış: özellikle onu kendi şekline uydıırmağa çalışan sosyal çevrenin zorlayışıdır. O hal­ de anne babalar. ögrelmenler: bir takım temsilcilerden ve ara­ cılardan başka bir şey değildirDurkhelm. ·Fransa Felsefe Kuruıu·na sunduğu ·a de­ termination du_fail moraı· adlı araştınna derlemesinde. bütün ödüllendlnneler ve cezalandırmaları: gerek zorlayıcı güç ·mü­ eyyide· (sanclion) ve gerekse tabii tepkilerden açık bir şekilde ayınyor. Bundan dolayı Spenser teorisinin pratik kesiminin gü­ nü-müzde yaşandığ:ını sanmak dogru degildir. Özellik.le ben. makalemde: ·eğilimin. toplumun bireylerini kendine benzetme­ si. yani temsil etmesi olduğunu· ileri sürdüm. Ark.asından e;ti­ llm ile sosyalleşmenin aynı şey oldugunu açık bir biçimde ifa­ de etmiştim. Eğitimi. bireyin tabiata uyumu biçiminde döşü­ nüp anlamak başka. bireyin toplumla veya sosyal yapıyla benzeşmesi şeklinde anlamak başkadır. Ben. e;titimin ikinci şeklini kabul ettiğimden: birinci şeklini bütünüyle reddede­ rim. Bana göre fert: deger yargılannda topluma benzer ve uyum yapar. Fakat daha önce toplum dışı yapıya az çok uyum sağ:lamıştır. Bu uyumdan ·pozitif bilimler· ve ·uygula­ malı bilimlern oluştuğundan: fert: toplumun deger yargılarını alır. Aynı zamanda tabiatın kanunlarını da ögrenmiş. yani mantık yönünden tabiata uyum saglamış olur. Demek oluyor ki. ferdin tabiata uyumu: Spenser'in san­ dığ:ı gibi doğ:nıdan değ:lldlr. Aksine bir çeşit sosyal kurumlar toplamı durumunda bulunan pozitif bilimler ve teknik bilim-

170

Ziya Gökalp


ler aracılığı iledir. Biz çocuklanmızı egitirken. ne ellerinin yanmasına. ne de pencereden sokaga düşmelerine izin veri­ yoruz. Yanmanın. düşmenin ve bogulmamn ne oldugunu: ya başkalarının yaşayışlarından söz ederek veya tabii kanunları (fizik kanunları) açıklamakla anlatıyonız. Biz böyle yaptıgımız gibi. bütün dünya da böyle davranıyor. Bu durumda: gerçek olayların tersine imkansız olan göM.işü kabullenmekte ne ya­ rar vardır? Ferdin değer ölçüler! yönüyle toplumu temsil etmesine gelince: bu konuda fert. vasıtalı bir biçimde bile tabiata uy­ muş olmaz. Çünkü değerler. toplumun ortak duyuş ve anla­ yışında yaşayan birtakım ülkülerdir ki. dış çevre ile hiçbir il­ giye sahip değildirler. Bunun içindir ki. insanlar. ôtedenberi bunlan fizik dışı gerçekliklerin Lersi kabul etmişlerdir. İşle benim egıum hakkmdak.i görı.'.'ışüm budur. Fakat. eğt-Umln bir yandan doğrudan yaygınlaşmış toplum. yani sosyal yapı tarafından yapıldıgını gôii'ıyorum. Diger yandan da organize olmuş toplum tarafından. yani toplumun temsil­ cilerinden ve araçlanndan ibaret olan fertlerce yapıldıgını �ö­ rüyorum. Bundan dolayı. ödOllendinne ve cezalandınnalann da iki şek.ilde olduğunu görüyor ve izliyorum. Hatta ben bir süreden beri J.J.Rouseau'nun -insan tabi­ aı halinde idi. Toplum ve medeniyet onun ahldkını bozdu- şek­ lindeki iddiasını: kendi görüşümle uyuşturarak. -yaygınlaş­ mış toplum .ferde doğnı- şeklindeki düşOncemle -yayılmış ve genişlemiş toplum çaju kez yanlış ve kötü duygular aşılar- di­ yorum. Rousseau'nun -Medeniyeti bırakalım. tabiata dönelim- is­ teğini de -sistemleştirilmiş anlayışı bırakarak (bunlar değer öl­ çüleridir) yaygın öz kültüre dönelim-. şeklinde anlıyorum. Olabilir ki Rousseau. böyle düşünmüyordu. Fakat nasıl ki Spenser. Rousseau'nun -Hads instution-unu kendi anlayı­ şına uydurarak maddileştlnniş ise: ben de kendi anlayışıma uygun olarak sosyalleştlrlyorum. Satı Bey. -gizli olan köliililkleri. toplum bilmez- diyor. Acaba fertler bütün kötülükleri bilirler mi? Bununla beraber konu. meydanda olan kötülükler veya erdemlillkler hakkındaki yargılar alanındadır. Bu konuda ben. sürekli olarak temsilci bireylerin daha çok aldandığını. yaygın toplumun ise: sürekli başarılı oldugunu gördüm. Sos-

Türk Ahlakı

171


yal araştırmalarım da bu kanaatımı güçlendirdi. Gerçi. bazan fertler genlşlemlş ve yaygınlaşmış toplumda propaganda yaparak: yanlış bir kamu yargısı oluştururlar. Fakat toplum bilincinin ve öz kültür değerlerinin kamu yargı­ sı demek olmadığını. aksine �duygu·yargısı- olduğunu Mual­ lim adlı dergide. egıum tartışmasında açık bir biçimde yazdı­ ğımdan: kamu yargısının yanlışları. benim görüşüme hiçbir eksiklik gellnnez. Kamuoyunu yaratan fertlerdir. Oysa gelenekler yani duygusal yargılar. fertlerin üzerinde bir varlığa sahiptir. Yaygın ödüllendirme ve cezalandırma toplumun duygu­ yargısının. kamuoyundan bülünü ile soyutlandığını ortaya koymaktadır. Bu duygu -yargısının egemenliği de: yöneticile· rln veya öğretmenlerin yönetimi ile önlenmez ve kışkırtılmaz. Gerçi normal fertler kamuoyuna etki edebilerler. Fakat kamu oyunun yüceltilmesi veya aşağ,ılanması. sistematik zorlayıcı kurallar açısındandır. Yaygın olan duygu-yargısı kuralları: yalnızca toplumun bir çeşit gövdesi durumu nda olan dahilere etki edebilir. Çün­ kü dahiler kamu yargısında oluşan büyük inkılciplann bilinç kaynağı durumu ndadırlar. Bunun için: güzel ve çirkin hak­ kındaki duyuş ve anlayışın birdenbire değişmesine sebep olurlar. Fakat bunlar. toplumun duyuş ve anlayışlarının yan­ kılan olduğundan: yaygın olan ödüllendirme ve cezalandır­ ma. kaynağı yönünden bütünü ile toplumcu kalır. Benim fertlere değer vennedlğ,im konusuna gelince: ger­ çekten ben. toplumun resmi temsilcilerinin. yalnızca bu özel­ liklerinden dolayı büyük bir değere sahip olmalarını kabul et­ miyorum. Fakat. toplumun temsilci fertlerine: yani dahilere. kahramanlara ve az çok buna benzeyen kimselere herkesten çok değer veriyonım. Eğer toplumun temsilcileri. temsilci fertlerden olur ve sistematik anlayış. sistemleştirilmiş öz kül­ türe uyarsa: o zaman temsilci fertlere de. organize olmuş top­ luma da ve onun anlayışına da değer veririm. Birtakım un­ surlara değer verip vermemek kesin olmayıp. bazı şartlarla kayıllandırılmıştır.

172

Ziya Gökalp


FERDİYET (BİYOLOJİK YAPI) ŞAHSİYET (FİKRİ YAPI)

Hayalın

ve

kanunu -elemden kaçmak. hazzı aramakıır­

derler. Haz ile elemin çeşitli türleri ayrılabilse idi: bu kanun doğru olabilirdi. Haz ile elem. blze ya maddi varlıklardan. veya ülküler­ den gelir. Mesela. açlık. susuzluk gibi elemler. biyolojik ya-pı­ mızdaki maddi varlıkların eksikliğinden doğar. Oysa dini. ah­ laki. politik ve güzellik anlayışından oluşan elemler: birtakım ülkülerimizin tatmin edilememesinden ileri gelir. Açlık. susuzluk gibi elemler giderilmedlklertnde ferdiye­ t:lmlz yani biyolojik yapıml2 tehlikede kalır. Bunlar vücudu­ muzda başlayan maddi eksiklik ve zorluk.Jann habercileridir. Yemekten ve içmekten duyduğumuz hazlar organizmada baş­ layan canlanmanın iyi haberleridir. O halde: bu çeşit haz ve elemlere ·rerdi haz ve elemler· diyebiliriz. Oysa. ülkülerimizin doyurulmamasından dogan elemler giderilmedigı zaman; ferdiyellmiz bir tehlike karşısında kal­ maz. Fakat bizim ferdiyellmiz (biyolojik yapımlZ}dan başka. bir de ülkülerden meydana gelmiş şahsiyellmiz vardır. İşte ülkülerden dogan elemler. bu şahsiyetin tehlikede oldugunu haber verirler. Ülkülerin tatmihinden dogan hazlar: yine bu şahsiyet yapısının gelişimini duyururlar. Bu çeşit haz ve elemlere: ·şahsi huy ve elem· diyebiliiriz. Şahsiyet ve ferdiyetin ikisi de birer ·yönelişler sislemı·dlr. ikisi de elemden kaçar. hazzı arar. Fakat ilki. yani biyo­ lojik yapımız maddi elemlerden kaçarak. maddi huylan arar. Görülüyor ki: Melenıden kaçmak ve hazzı aramak ferdi hayal gibi. şahsiyeı yapımızın da dlızenleylcisidlr. Fakaı biyo­ lojik yapımızın haz. ve elemi ile. şahsiyeı yapımızın canlılığı slı­ resindeki haz. ve elem: özellik ve yapı yönCıyle bli:llinCıyle baş-

Türk Ahlakı

173


kadır. Lezzetçilerin yeme ve içmenin verdiği haz göni.şleri veya kişisel çıkar gôrfLŞÇLi.lerinin sandıklan gibi. lwy ve elemlerin bLi.tıi.mi.. yalnl2ca biyolojik yapının haz ve elemi içinde sayıla­ maz. Şahsi (fikri) yônelişlerin kaynağı. .ferdi (biyolojik yapı} yö­ nelişlerinin kaynağından bU.sbLi.tıi.n ayndır. Ferdi (biyolojik} ya­ pının yönelişleri bize: kendi cinslerimizin (insanlann} inandır­ ması özelliğindedir.� Şahsi (flkri} yapımızın yönellşlerr ise: toplumumuzun il­ hamı yani sezişleri durumundadır. Demek ki. iki çeşit yapı­ mız: bağımsızca kendi malımız değildir. Yemek. içmek ve cinsel doyum hazzı ile: dıştan kendi varlığımızı sürdürmeye çalışıyoruz. Gerçekte habersizce. so­ yumuzun (insan soyunun) sürdürülmesine hizmet ediyoruz. Dini. ahlciki. politik. güzelllk ve erdemlilik ülküleri ardında gittiğimiz zaman biz kendi fikri yapımızın yönelişlerine uymuş oluruz. Böylelikle gerçekte. habersizce toplumumuzun düze­ nine ve yükselmesine hizmet ediyoruz. Ferdiyet ve şahsiyet. psikolojik yapımızın ik.J ayrı sistem halinde oluşmuş. iki ayn kuruluşudur. Ferdiyet (biyolojik yapı} sisteminin merkezi insan türünün fertlere verilmiş bir algılaması durumunda olan "bllJnç"tir. Şahsiyet {fikri yapı) sisteminin merkezi ise: toplumun. şahıslara vermiş olduğu bir algılaması şeklindeki duygu sistemidir. Hayvanlar yalnız­ ca türlerinin temsilcileri olduklanndan: yalnızca biyolojik yapı bilinci (içgüdü}leri vardır. İnsanlar ise: hem türlerinin. hem toplumun temsilcisi olduklarından: hem biyolojik yapılan ve içgüdüleri. hem de fikri yapılan veya duygu sis­ temleri vardır. Bunun içindir ki. hayvanlann psikolojisinden yalnızca psikoloji bahsedebilir. İnsanlann psişik hayatını bir bilim dalı bütünüyle kapsamaz. Gerçek insanı anlayabilmek için şahsi yöneliş ve sistemini araştınp inceleyen :fikri­ psikolojC bilimine gerek vardır. Ferdiyet ve şahsiyet bu şekilde tanımlanıp ayrıldıktan sonra: ferdiyetçilik ve şahsiyetçilik arasındak.J farkı belir­ lemek kolaydır. İçgüdüsü olmayan bir insan düşünül­ meyeceğlnden. şahsiyetçiler ({ikirciler) hiçbir zaman .ferdiyeti (biyolojik yapıyı) önemsiz göremezler. Fransız Naturalizmi: incelemelerinde şahsiyet psikoloji­ sine yer vermeyerek. yalnızca psikolojiye dayanması: onu yetersiz ve geçersiz kılmıştır. Bizim edebiyatımız Fransa'daki

1 74

Ziya Gökalp


bu sağlıksız akımı laklll edince: onu okuyan gençlerimizde de :ferdiyetçilik- (biyolojik içgüdli/eri tatminle kişisel çıkarcılık) yönelişi açık şekilde görülmeğe başladı. Oysa Şinasi ve Namık Kemal çağının edebiyatı: yeliştirdigi gençlere -şafı­ siyelçiltk- (toplum çıkarını kişisel çıkardan üstün görme) yönelişini sağ:lamıştı. Edebiyat. gençlik eğitiminin temeli olan insanseverlik (l.es humanttes)ln önemli ugraşılarından biridir. İşte bu yönüyle edebiyat. insanı bülünüyle tasvir elmek zorundadır. Bir tek insan hakkında tanık olduğumuz eksiklikleri sayarak. onun erdemllliklertnl söylemeden geçmeyi uygun görmeyiz. Edebiyat ise. bütün insanlar hakkında gördüklerini söy­ lemek için. basının karşısına çagrılmış bir tanık durumun­ dadır. Bu tanık. insanların yalnızca içgüdOlerinin yöneliş­ lerini tasvir eder. nkri yapısının yönelişlerini belirtmezse: görevini kötüye kullanmış olur. Bundan da öteye. gerçeğe karşı çıkmış olur. İnsanlığın edeblyaltan başka. ugraştığı üç konu daha var-dır. Bunlar: Palkolojl. sosyoloji ve felsefedir. Bunlann da. İnsanı olduğu gibi görmesini ve göster­ mesini isteriz. Kurtuluş. yalnızca pozitif bilimde ve lam ger­ çektedir. Erdemliliğin özO samimiyettir. -insan mutlu olmak için cehaleıe ve yalana muhtaçtır- diyenler. insanı anlamamışlar­ dır. Bu çağın özelliği: edebiyatın. felsefenin. sosyoloji ve dinin. bü-lünüyle gerçekçi olmasını isliyor. Fakat şu var ki. tam gerçeği. fertçllerln yanın gözü değil. şahsiyetçilerin tam gözü görebilir.

SON

Türk Ahlakı

1 75


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.