? /V
VE
BAZI YAZILARI
Toplıyan: Af,
Turgut
Leymosun Başmuallimi
R. Necdet
Tertip eden:
Lise Birinci devre Birinci Sınıf Talebesi
Lefkoşa
—
Kıbrıs
1 932 - 1 9 3 3 E
(BİRLİK) mACBAASinDA BASILmiŞTIR Fiatı: Yarım Şilindir.
t; ■
t v
•
i
Küçük yadından beri zekâsını takdir ettiğim HECDET te dahm ilkmektebin son sınıfında iken, beğendiği şiirleri toplayıp basmak meraKi uyandı. Tatil günlerinin boş geçmemesine çok dikkat ed en Necdtt hergün babasının matbaasına gidrr, basılacak yazıları gözden geçirir.. Mektep kitaplarından başka öökbayrak, Kızıltuğ, Türk korsanlan,K.üçük korsangibi millîve heroikeserleri okuryanıma geliry kam hem eserlerin bir icmalini kemde intihalarını hiç dur madan, (ünlenmeden anlatır, »sandığımın farkına varmadan bir düzüye dinletmeğe çalışırdı. Hele Türk tarihine temasseden nokta lar hakkındm İsrar eder, tik Türk kahramanlan ve türk efsaneler ini bir değil birçok defalar anlattırdığını hatılayorum. bazan iyzahatımın mukni bulmadığı taraflarına itiraz eder, m&nakaşaye hazı rlanır, estr getirir bakar bazan, eserin da verdiği malûmat kendi sini tatmin etmez. O zaman başını elleri arasına alır, düşünür ve düşündürmeğe çalışır. Bazan. bizde bugibi eserlerin hâlâ niçin bulunmadığına canı sıkı lır^ kızar, sinni ile hiçte mütenasip olmıyan fikirler dermeyan eder mütalaalarda bulunur. S .Cemiyetinin neşrettiği tarihler kadar kendisini sevindiren ve adeta coşturan ikinci bir amil daha hatırlamıyorum. Derleme için bütün gün koca karıları söylettiği olurmuş.. Elhasıl bedeni kadar dimağını da işleten bu çocuk, bir gün sınıf ta şım kitapçı Lütfi B. in kitaphanesinde otururkn çıka geldi, Dikkat ettim, bu defa N E C D E T in gelişinde bir başkalık vardı: Daha be şuş fmkat daha vekarlı. adeta gurura yükselen bir tekarla. k a r ı^ bir şetaret... —N e oNecdet, ne var? Dememe meydan vermeden elindeki küçük bir kitapç^ı avu^arımın içine bıraktı ve s&kularak: < size küçücük bir eser tdkdim ediyorum » dedi. Baktım, eserin kabında € Toplayan ve Tertip eden R. NECDET tik mektep talebesi ^yazılarını okudum. — Teprik ederin Necdt, eser fükia küçkiür fakat düşün ki sm tk küçüksün. Büyük eserleri büyük endamlar yaratıyor. Sende dc
- 2 - r
edffM. olmak ktidmdı vardır. Bm g in değilse d t yan a izU diğİn brıyük eserleriyar.fttrsın. Yalnız demmh ye m aı^gpm çalın makta/^ /^ İ^ lm e tl Seçl^^ ve D os^ i aıa^umcleri gözdea geçirdipGördüm,^ hep çpcukrı^ nm okşiyan ona, }ıj^ y jf m^rjivere^ duygu lar ve dOştufjuler... Hele T/ ii^m ezerı be§ on ar§ln~ yo: değil^AUcy ccn 1anay<^,^^İ)k ucu* ve m ütfjş^'m ısraları 5 tiirh l^^yere kolay sığar er aeğih sone doğra: <Bir tek kcİinccya kadar pazarlık, Bm yiirt biriçUf^^ ti^k^ kalırsa, OJder belki, gider, a,pımii opı/:sa, turkler, için basian b'aşâ ^mizarlıi^.* ne kadar samimî ve mi . İtadar uygun hakıkatl^rdu — Ştı halde, Nçjcdet, 4<^dim, bibimde topladtğm manzu m la r 9qrd^.. “Ofllan saha geiİKeyim basanıusın? ^ em n u n itttlf e d ^ c ç ^ i söyledi". O e tird ^ okudii çok sevindi. FâM t hepsviıhdj^ a tü ^ a imzı^ım görö/ice onun kim oÛuğunu, j'dzkflMi îste^i.' K o h y olm adım bildiğim v<:. takdir e^iğittı bü i^if^ ^ a 'o lş^ h , luıbuJl etmelf mecburiyeıi hasıl oldu. .... y^ 2nu, Gökalf}hn yazıl^r'ınıia^ sık sık tesadüf (dijfn mefkâr e, (ülkii)l‘ihefhumjûnuh iylcc anlatılması için merhumuji' KÛreyi'"'nasıl "dnladığıni ve. , izah 'eitiğiriV gösteren ne4 efU.t H riief^ reler’ydzisıru 'd d eserin baş idrafı'na 'koyma^ni r.içe eUım^ Her 'mârizum'ede geçen tarihî iûmlerin v^^ t^l}mide,K.ifi tesmiye sebepleri 've ' izah^ri^ üimizdeki mehazlara \gSYe, melful halinde esere ilâve edilecektf.. Fakat Necdet’in ansûıp Jstqnbûl'k tâfmte 'gltmeH’nierib'drlyHı ''hasıl ''olüncd işiyarıâu'bırakü' ve (K izıl Elfna} ''dan itibaren yazılar maalesef )nelfu/siız y^Tdâfysu kalmağa mahkûm oldu- Diğerlerinin melfuflarina mfid^ ituhqz edilen")titapldr 'eserin nihayetinde ğöstefilmiştir. Küçük' fikir arkadaşım Hacı Bulgiır Oğlu Njscdet'i, bfi yazıların basılması hususmnda bezleyUdi'ği'ciddî-mes^iden~dofyf.yı', İ4Üûiir,- ve tebrik ederken yaziların asil sahibi hüyûk rhiitefe^i^^ Hiç 'hlmi^ten Alplar kadar yüksek nıdtuviyaiı htaurund^ ihHra'mla, eğilmeği' sonsuz’'bir, ‘Ttrk’ boircu ve'saygısıbildiğimi g film m e lifim , '
» >►
.
r \
' ' o
* "*
« -
Leıyfçasun. ŞofmualHpuM
I
>
• •
^
#
î ır
4 I
Gökâlp 1292-1876 tarihinde Diyarbekirde (Bu gûin opuz ili) dünyaya gelmiştir. !lk ve orta tahsilini Diyarbekirde gördük* ten sonra İdadi tahsili için Istanbula gitmek istemişse de o sırada henüz 40 yaşlanhda olan pederi Tevfik Ef. nin ölûlhû huria mani olniıuş ve ister istemez Diyarbekir idadi* sine devama mecbur kalmıştı. tdadi inûdûrû Halil B. Gökâlpın fevkalâdeliğine hayrâh kâltriiş ve öha daha lâzla'hususiyet ve ihtimam, gosteritteğ^ başlâırtf^tı. Fra"nsızcadan geriliği nazari dikkatini celbettîgihHeri onu ikaz elm'tş Filhakika, Glkâlp. iki sene sonrâ; Baytafmektebih'dc dersleri Frans/zca kitaplardan takip ed<^cek d^i'eded^ yüksek Iransızca öğrehmğe muvaffak olniuştu’’. . , r Gökâfp'OflÜiiliilde, bûyûk bîr âlim olân amcası Hasip Ef. 'diJtt' aifabı farrsi dillerini ve şarkta yetişen filesoî ve 'm ü 'te sâ ^ ille M istiflerini ökumuçf^ Sû|feyihian Na'iff;^Ishak Sükuti, Faik Ali gibi Oğuzilinin yeJti^^tirdıİi' itıûri(!!^Wl^i’' Gökâjpm o" mıihit'te, hep fikir ve ıtiÛ^fâfky^'arkâdâ^liiü idi. (^Icâlp, bu sıralarda hayatl^a ve‘‘hlkVft^fi’ bulamayınca' tabanca ile intınafa te^bbûs ediyor (Henüz 17—İiâ yaşlarında idi). Vakaİyi fâfârnzca "atlattıktan sonra mefkûresini , l^ulu•ytff/'tsıfifiiyıila ‘fiHiyorV Baytar mektebine j giriyor. /FakSt '^fverane^fikirîerm ^ ddFsyı hafiyelerin takibatına
-4 ugrayor ve Taşkışlada 9 ay hapsediliyor. Bir müddet sohra kal’abent olarakYemene sonra da Oğuzilinc gönderiliyor. Oradia tahsile devam edemiyece§ini anlayınca, iki sene evvel ölen amcası Hasip elendinin kızıyle evleniyor. Meşrutiyeti müteakip İstanbul’a gidiyor, Ittihadûterakki merkezinde çahşmağa başlayor, lakat ailesinin müessir ve mütemadi tclgraiları üzerine İlk tedrisat mületlişliğiyİe Oğuziline dönmek mecburiyetinde kalyor. Bir sene sonra Selanik îttihadülerakki cemiyyeti kendisini telgralle ve niüstacelen aratıyor. Vazilesinöen istifa ederek Selâniğe gidiyor. Gökâip Oğuzilinde bulunduğu zaman bir insanı âlim . yapacak dereccde tetkikat ve tetebbuatta bulunmuş ise de memleketçe iştihare hrsal ve zemin zuhur etmemişti. Oguzilinde milk.ti ve vatanı kurtaım ak için istiptat idaresine karşı yaptığı hareketler maaiesei akim kalmıştı. Selânikte (1326 da) geldiği zaman muhiti ve arkadaşlarını daha iyi hazır lanmış L'uidu. Lisanda _ ve edebiyatta yer^i bir kurtuluş ham lesi yapmak istiyen Omer seylettin ve Ali Canip Beylerle temassa geldi. Onların lisan hakkındaki fikirlerini kendi fikir lerine uygun buldu ve o vakte kadar hiç işidilmemiş, hatta düşünülmemiş hkirleri «Genç kalemler>»de neşre başladı. Çünkü, Gökâlp,(Tûrkçülügün esasları, sayfa 12)de dediği gibi «yalnız lisan meselesini kâh görmiyerek Türkçülüğü bütün mefküreleriyle, bütün programıyle ortaya atmak lâzımgeldiğini » düşünüyordu. ... O zaman Türkiyede yekdiğeriyle çarpışan üç kuveth siyasi cereyan olduğu gibi ( Panotomanizim, Panitlim izim. Pantürkizm.) üç te harse taallâk eden lisanı cereyan vardı
- 8 (Fe^aKatçılar, Tasfiyeciler, Türkçüler.) Gökâlp (Turan) ve onu takip eden (kendine doğru) manzumelerini «Genç ka lemler» de neşredince siyasi ve lisani sahalarda ayrılık gösteren hızıplar yavaş yavaş milli benliğe doğru büyük kit leler halinde toplanmağa başladılar. Çünkü milli benlik ve hars en t;ıbiî bir yoldu. Diğer cereyanları, uyanan milli şuur hamleleri bilfiil tekzip ediyordu. Merkezi umumi Selânikten Istanbula nakledildiğinde Gökâlpta Istanbula gitti, Ist'':nbulda (T ürk Ocağı), .açılmış vc T ü rk yurdu mecmuası ocaklıların bir örgam haline kon muştu. ocaklılar, ellerinde asrın sarsılmaz milliyet prensibi olduğu halde muhaliflerle, 4aha çok «Fecriatici» lerle çarpışıyorlardı. Gökâlp T ürk yurdu nun daimi muharrirlerinden oldu vc bu mecmuanın üç . cildinde devam eden ve Hüseyinzade Ali Beyde « besit ve har si bir ifadeden ibaret olan » (T ü rk leşmek, İslâmlaşmak muasırlaşmak] umdesini işledi, derinleşdirdl ve. genişlettirdi. Bu üçüz umde onun çok devamh tahriri ve şifahi. telkinleri sayesinde bu günkü kıymet ve ehemmiyetini kazanmış oldu. Gökâlp bir taraftan siyasi diğer taraftan harsi. ve milli araştırmalariyle T ürk aleminde tanındı. Çünkü: o halkın benliğinde ve ruhunda sinip kalan kutretleri bir taraftan uyandırır diğer taraftan da onlara ilmi veçheler ve hedefler tayin ediyordu. Dinimiz, kötü bit atlar içinde bucalayıp duruyordu., onu asli safiyet ve cazibesine doğru ircaa çalışan Gökâipdır. Q nun vecitli ve istiğrakli membamı yosunlardan batakkklar* d a n kurtaran Gökâipdır, Ahlâkıyatımız, yalmz kuyakdan
- iaşağı telakki edilir. Onun en besit kaidesi olan hürriyet tamamiyle inkâr edilirdi. T ürk kadını esirdi. O «yoksa omu iğnesinden kanlı sungu yaparak. Haklarını pençemizden ihtilâlle alacak?!! diye Haykırarak T ürk kadınına hayât kapılarını açıyordü. « Kadın yükselmezse alçalır vataıi, sa mimi olamaz onsuz bir irfan.» mısralarıda Gökâlpındır. H ukuki hayatımız orta zaman mahsüli idi. Muakaleyi hayatımız zincirlerle bağlı idi. Çûnkû millet refaha liail bittıadikça dOşûnntek için dûşûifenü ve mevcut nazariyeler ’favkıne yût^srferek llrtıfe, firttt'e Işık veren'fertler yetişdirleinezdi. Zafeit ilifh ha^âtıMiz söhfik idi. Bediî' hayatımız softâlarm yanlış t^ ın a tııra kurbın gitmişti. Iskolâstik zihniyet hûkmûtıû âlttân^ızca' iera ediyordü. Lisanımz; arapca ve acemcanın istilâsına maruz bırak* ılfltfş ÛÇ' k â id eli' ve üç ifâd^h bir ûcube idi. K5k millet, öz eVİâdiyi^ aiıiaşatnaz 'bîr hâlde'idi. Bu şerait tahtindei bizde ■«yeni ' ha^tf»m ûtem adl lelkinknyle doğuran gehe'Gikâlpdıf. Gökâi^f) harâ^ (K filtâr) naAiıni verdiği bü hayatların her safhaâitfı döı^iıı görûşleriylei şetıiyete uygun ilmi yazilariyle tenyite vçİlışön'Ve filrri inkılâpta muvaffak olan ilk ’mûtefekkirimizdir, bi^'^fâraftian Türk yurdu' ve' yeni tnWmilta ile bu 'fiki^lyriHi -yayarken diğer taraftan da DarâlİAnun da içtiAiaiyât 'mûdl^iishğini kâbüi'ederek Tûrk'^niedi^niyefihin menşelerihi; k^İihfkrini,' İ^ k k O İk ıiıti' hüsttiâyetldfitvi' 'i^tiMii usullerle izahediyordu,
«frtîöl''tetebbultir itt^mtiası* nın[cİlt’ 1 sayı. 2 sâiyf& 193,] <«‘'B ir' kâVântih' tetkikinde takip olünaıiak" usûl ‘sâyi 3 *ö#yfa *885 ) d<5* Eski Tûfkfeftİi
çKttitfi^^fıişkiİftt^^ile ırtifıtik) - >tdstiifW' arâ^(fıid»MftiıİBi^r'^'x^‘
rr.7 ^ Aşlığı a](tın(İ4 71. b.ûyû^ şşyia dey^nv tştkikah bu gû«dc. mehaz s^yı|aca.k yaz.ıbr(iandır.. Içtinıaiyat mec muasında )[)ef;‘ediien. yazılalı bilhassa ■<« Tc^rfti v;iŞ »». nazariyesi içtimiyat âlinfileri lafahndaiı kabul edilmişt eşasle^’djr .Gökâlp’ın: T ürk medeniyeti tarihi, T ürk Teresi, Türk*' eûlû{)ûn esasları, ytni bayat gibi ba.îJİ^ş^ı,ş. v^ıdır. Eserlei bu gûnkû Türkçülük ve. Tûrkler için en sağlam ve orijinal mehs^ları add ediliyor. Faruk Nafiz meşhur (Akın) nının n>çv?uynu T ürk medeniyeti tarihinin ( Hozar hakanlığının dçyletçç. hususi yetleri) başlığı altındaki yazılardan aldıjjı [cilt. 1 s. 194] gibi yaşar Nabi de marul ( mete.) sinin mevzuunu ayni eserin (Tûrklerin ilk kahramanı), başlığı altındaki yazıdan almıştır, ( cilt 1. s. 209 ). ■ Abdülfeyyaz Tevhk B. in beyanatına göre ( T ü rk yurdu) sayı 3. sayla:, 203. sene: 1346 Kânunevel 1924. Gökâlp’in daha henüz basılmamış eserleri vardır; M uallimler için Tûrkoloiiye müstenit Sosyoloji 2 cilt. Talebe * « 1. cilt MuaHimler için Sosyoloji’ ve Psikojiyeye müstenit lelsefe 2 cilt. Talebe için * « 1 cilt. G ene mumaileyhin beyanına gdre bu eserlerin tab ı telil ve terceme hey etince hürmetle deruhte edilmişti. . Gokilp’ın. çok kısa yazmak mecburiyetinde kaldığımız b u bûyûk hizmetlerinden dolayıdirki ona bazıları şair, ba z ıla rı lilesof, bazıları bûyûk bir âlim ve mütefekkir, bazıları içtim aiyatçı, bazıları kadim fazilet eri ( Vertue antique ), b a z ıla rı milliyetin nebisi, bazilarıda sadece bûyûk bir insan ye bazilarıda bize şarktangarbı getiren bir mürşit demişlerdir,
- 8 Olûmû (25 BiritıciTeşrin 1924 Canıırlei sabıKı) bütün Türkiye ve T ürklük için umumi ve millî bir felâket diye kabul edildi! Başta G u i Paşa olduğu hald; b itin T ürk milleti bu mateme iştirak elti. Tabutu, Sultan M^hraut türbesine kadar, bütün münevver ğençlerin başları üstünde taşmdı. Erkânı hükümet, resmi daireler erkanı ve on bin mektepli, elli binden ziyade halk cenazeyi takip etti. Kibri başında ocaklilar, DarüHünun . mûderrisleri]ve tibbiyeliler ağhyarak meziyetlerini saydılar. Bütün Türkiye matbuatı Gökâlp’ın ziyamdan dolayı acı acı ağladılar. Çüukü otıun hususi hayatı kadar ilmi ve insani hayatı da temizdi, ilhamkârdı. Çünkü o, << Fert yok, cem iyet var; hak yok, vazife var » derdi ve bu içtimai düstûruna tep’an çahşıyordu. Çünkü o, yalnız T ürklük ve Tûrkler için değil dolayisile medeniyet , ye insanlık âleminin ileri gitmesi ve yük selmesi için çalışıyordu Bu itibarle o, hakikaten <<. hadikai millette, bir gûlû rana ve cümlenin mahbubu kulübüm, olmuştu.
Çınat aİtt 13 Eylûl 1924 tarihli «CumKuriyet)^ Hedefler ve Mefkureler Dûn gene meçhul filozoila beraberdim. Elinde bir gazete vardı. Dediki: — Bazı kimseler hâlâ (Hedef) le
(meikûre)
nin ayrı ayrı şeyler olduğunu anlayamıyorlar. Hedel isti kbale, melkûre maziye aittir. Hedel, şuurlu bir likir. melkûre şuursuz bir duygudur. HedeJ, zihindeki bir tasavvur dan ibarettir; Melkûre ise, bizi arkadan iten gizli bir kuv vettir. Bu gizli küvetten yalnız, şuur sahnesine çıktıktan Sonra haberdar oluruz. Hedef bir şeniyet olmadığı halde, mefkûre hakikî bir şeniyettir. Mefkûre, yaratıcı bir ham ledir. Hedef, düşünülmüş bir gaye, yaratılmış bir maksat tır. Bu gayeyi düşünen ve bu maksatı yartan da cemiyet değil, ferttir. O hâlde, mefkûre m aşeri,. hedef ferdîdir. Şim di bakalım: mahiyeti hedeften, maksattan başkt bir şey olan mefkûre nasıl bir şeydir? Mefkûre, müstesna anlarda yaşanılmış ve gene o anlarda yaşanılabilen bir hayat tarz ıdır. Bu müstesna anlar, cemiyetin bûyûk bir buhran geçir diği dakikalardır, Adî zamanlarda fertler, yalnız ferdi hayatlarıyle meşgul olduklarından, cemiyetin hayatı gayet zayıftır. Fertlerin uyanık bulunduğu bu adi zamanlarda, cemiyet uykuya dalmış gibidir. Fakat milletin hayatı tehli ke ile tehdit olunduğu, cemiyet bûyûk bir hamle
ile ke
ndini kurtarmağa azmettiği galeyanlı dakikalarda,
cemiyet
bu derin uykudan birdenbire uyanır. Fertler
bu
esnada
kendi menfaâtlannı, şahsî arzularını, ailelerini, servellerini,
-1 0 îfâlta aşklarinı unuturlar. Hepsinin ruhunda
yalnız müşterek
bir heyecan, müşterek bir ihtiras hûkûm sürer. Bu anlarda fertler münferit, münzevi de kalamazlar. Daima ötede, beri de yığjnaklar tecemmûmler vücuda gelir. Herkes bu cemi* galirlerin içine girer. Halkın arasmda tabiî hatipler zuhureder. Bunlarm
efkâriâmmeye uygun olan hitabelerini herk
es alkışlar. Efkâriâmmeye muhahf söz söyliyenipr kanununa
«linç»
çarptırılır: yani umum tarafından parçalanır.
Fert, sonradan yalnız kalınca, bu galeyanlı tecemmülerde söylediği
sözlerijı, iştirak ettiği kararların kendinden çıktı
ğına hayret
eder. Çünkü, bu galeyanh dakikalarda
ferdî şahsi)etleıini
gaip
etmişlerdir.
Hepsinin
feriler
ruhunda
hüküm sûren yalnız maşerî şahsiyetti. Cemigafir hâlinde,söylediği sözler, yaptığı işler hep bu maşerî şahsiyetin İra desinden
doğmuştur.
Fransızların büyük inkılâbında (4)
Ağustos gecesi meşhurdur. Millet rrıecilisinin bu geceye müsadif içtimaında asilzade lerle ruhanî reisler, sıfatlarına ariz olan bütün hukukî imtiyazlarından müttehiden feragat ettiler. Halbuki, mechs dağılıp ta, evlerine gidince, zadegânla ruhanî reislerin fepsi, nasıl olupta, böyle bir karara iştirak ettiklerine şaştı lar. Cümlesi, bu geceki reylerinden peşiman olmuşlardı. Sonra, « aldanmışlar gecesi» adını verdikleri bu gecenin imtiyazlara teallük eden kısmını bozmak için çok oğrştılar, la kat mü valfak
olamadılar.
Alaman kırallarına ve prenslerine, istiklâllerinden
vaz-
- u
-
geçerek, yeni Alaman imparatorunun tabiiyeti altına girmeyi de, (70) mûzalferiyetini
müteakip
Versay’da
toplanan,
A lam an hükümdarları ve prensleri meclisine arzetmeği bü y ü k bir hrsat addetmişti, Prusya kıralmdan başka, ne kad ar Alaman hükümdarı ve yahut prensi varsa, hepsi Pru sya kıralım kendilerine metbu ve imparator’ tanıdılar. Alam anlarm bu içtimai da Fransızların 4 Ağustos içtimai gibi bir aldanış günüydü. Çünkü, bu içtmada istiklâllerini vata nın birliği için leda eden, kırallar ve
prensler,
meclisten
ayrılır ayrılmaz, peşiman oldular. Ayni tecrübeyi Türkler de yaptılar. Büyük askerî ve si yasî zaferleri müteakip toplanan bir Parlâmento galeyanlı bir içtimaında, bundan sonra devletin cumhurtyet ve lâik olduğnu ilân elti, bu karara ulema ve meb uslar da iştirak ettiler.
meşayihten
olan
Tarih tetkik olununca, görülüyor ki büyük mücedditler, halka kabul ettirdikleri büyük inkılapları vücuda getirmek için en buhranlı dakikaları intihap ederle. Bunlar sükûn zamanlan, asla kabul ettiremiyecekleri teceddütleri bu büyük buhran hengâmelerinde kolayca kabul ettirebilir ler. Demek ki bu galeyanlı anlarda, fertler son derece fe dakâr oluyorlar. Bundan başka, tehlikede
bulunan
zümre
hangisi ise, onun manevî kıymetine ve manevi velâyetine çok hürmet ederler. Velayetlere ve kıymetlere büyük hür metler arzetmek inzibatın temelidir. O hâlde,
büyük
bir
buhrandan doğan ve içinde şiddetli bir hayat yaşanılan melküre, gerçekten yaratıcı bir hamledir. Bu
hamle,
lertleri
-1 2 hakiki kıymetlere karşı. Kem en bûyûk hürmetleri takdi me, hem de en bûyûk fedakârlıkları icraya sevkeder. Bun dan başka, yığınağa iştirak eden lertlerin ümitleri, azimle ri, imanları da son derece küvet kazanır. Bu anlarda ni ce halim adamlar gazaplı, nice korkak abamlar
kahraman,
nice bedbinler nikbin, nice meyuslar ûmityar^ olurlar. Bu anlarda, umum ruhlarda, sâri ve müstevli vect vardır ki hepsini en tadı saadet duygularına garkeder. İşte, insanların bu galeyanh anlarda yaşanılan bu tatlı saadet hayatına
« melkûre » adı veriliyor: demek ki nıef.
küre, buhran zamanlarında, şiddeth
bir
halde yaşanılan
çok şiddeth bir maşeri hayattır. Başka vakıtlarda yaşanılan hayatlar ise lerdî hayatlardır. Fertler, tabiaten
huzuzatçı
menlaatçı ve hotgâmdırlar. Maşer ise tab an menlaatsız fe dakârdır. Maşerî bir hayat yaşadıkları bu müstesna anlar da fertler de maşer gibi, hasbî, '.menfaatsız. fedakâr olurlar. Melkûrenin menfaatperestlikten, hotgâmlıktan uzaklaşmak suretindeki tecellileri bundandır. Fertler, cemiyetin görûlmiyen varhğını, ancak bu müstesna anlarda seziyorlar; onun manevi mevcudiyetinden haberdar oluyorlar. O halde, mefkûre cemiyetin
kendisidir.
Zira, cemiyet, kendisini terkip eden fertlerden değil, belki, bu fertlerdeki müşterek duygulardan, müşterek iradelerden, müşterek düşünüşlerden, yani müşterek vicdandan ibarettir. Bu gözlere görûnmiyca maaevî vûcadu, eski zaman adam ları « peri, melek, tanrı » timsalleriyle tasavvur ederlerdi.
-1 3 ! . Eski Tûrkler, tabij aşkın galeyan
Haline
geldiği
bir
aşk çağı *• kabul ederlerdi; Bu aşk çağında semad.an »eıi; b ir nur. sütunu, yakut, bûtûn eşyada münteşir halin*
.de bulunan « altın ışık » kime dokunsa onu gebe bırakır dı. Gûya.çani fastıgı ve kuş atlı akaçların bu suretle gebe kalmasından « Dokuz oğuzlar » vûcude gelmişlerdir. Bu altm ışık meikAreden başka bir şey değildi.. Aşk çağı ile, mefkûrenin doğmasına sebep olan bûyûk bir ma şeri galeyan ve içtimai buhrandı. T ürk hayatında böyle bu hranlı dakikalar az değildi. Daima ( i l ) in en kûçûk şek linden başhyark ve diğer illerle birleşerek tekamül
eden
ve Boy beyliğinden « İl » beyliğine, İl beyliğinden Hakanlı ğa, Hakanlıktan İlhanlığa atlıyan btr cemiyette bûyûk buh ran dakikaları eksik olmazdı. Bûyûk bir zaier yahut bûy ûk bir mağlûbiyet meikûrenin doğmasına kâfi idi, Balkan muharebesi, harbıumumi ve mütarekeden sonra görülen ah val T ü rklük meikûresinin doğmasın) sebep olmadı mı? Meikûresini bulan bir millette daima, arkadan bir itilme vardır. Zihnî bir tasavvurdan ibaret olan hedef ise bizi ar kadan itmez İnsanin daima iten mefkureden başka bir şey değildir. Hedefe ulaşmak için bûyûk cehitler sarfı lâzımdır. Ha bukî her mefkûre cemiyetin arasında onu ileri doğru iten yaratıcı bir hamledir. Mefkuresi değişen bir milletin bûtûn kıymet
hükümleri da
beraber değişir. Bundan dolayıdır
-1 4 ki. Niçe « Hakilû inkılap kıymetler in k ıls k d ırd iy < ^ ^ ’^Ç û n ” kû kiymeilerin inkılabı melkûrenin değiştiğini haber ^verir. .. E ski Filozollar, ekseriya niefkûre ile şeniyeti birbirinin zıd dı gil^i göıûrlerdi. Bifşey melkûrfyse şeniyet olıınaz, şenîyet , melkûre mahiyelini alsmsz.' sanırlardı. Bu telâkki aynîyle ede biyata da geçti..Meselâ Viktor Hugo diyorki
Melkûre-şeniyde
temas edince toz halinde da(5ıl;r >>, Bir ümit ..ielseiesi yapacağ ım diyen AHred fuyye ise « Her .melkûre ise, irgeç şeniyetleşir » demiştir. \ u l aı;ca gördük ki meikûıe, bir; fikir halinde başlıyarak, sonraâsn şeniyete istihale etrnpz. 'Belki, melkûre tâ
ilk
menşeinde
bir
canh
şeniyet/
olarak
doğan bûyûk bir buHrart zamanında, cemiyette, yalnız müşterek vicdan hakirn olur, {erdi vicdanlar ; gaip olur. Bu müşterek vicdan ruhlara veciler saçan, bütün ' fertleri kutsiyetine karşı hürmetkar ve ledakâr' ■ kılan ■ yararatıcı bir şeniyetiir. Meikûred ediğmiz' şey bu maşerî vicdanın şedit ve rhûI
tekâsil bir hayat yaşamasıdır. Demek ki mefkure yeni’ doğ duğu zaman canh bir şnıiyt, hakikî bir hay»! hahndedir. Bundan başka yaratıcı bir hamledir: Bütün yeni kıymet hükümlerini yaratır. Demek ki mefkure, yeni doğduğu zam an canlı ve yaratıcı bir şeniyet, hamleli bir hayattır. Bununlaberaber,
mefküreyi doğuran bu müfrit galeyan
lar ferdî ruhlar için çok yorucudur. Bu sebeple, bu maşerî vect devresi uzun müddet devam edemez. Bir k a ç . hafta geçmeden ferdî ruhlar yorulmaya başlar. Bunların araların*
îl 15 ' daki r-şedit *tsâtiler--tfCvşcr, ''feHİer ' i'ttlian eski*’‘ seviyelerine inerler. (‘Bulırân ziınanıhda ;^şan^n ö ^id(ktli batmanlardan bazı müphem hatıralardan başka bir ş e y ’kMmaz. ’' : ; Q yaritici buhrârt^devriöfeindc'nitler '^duşünûlmûş, söyhn•dlniiş^ yapılmışsa,'hepsfhin''1ca2!İı lakat^solğıüfi hatırası kalır. Bu •hatıralar şimdi* yalnız‘-vedli bir'likifderi yahut vectli
bir
• iû^û'’ fikird'en"^iharettif;''îfetelkflfe ancak bü‘ zamanlardadır ki '‘şehiyetten üzaklaşafâk 'bir'likir^H alirii''âlır. Bukerre'
mel-
' küre ile şehiyet arasm’dâİci* makusiyel gerçekten
kat îleşir.
• ‘ Ç ûnkû,’ bir taraftan, biıhran zama,mR(lan kalma
müphem
t ■
,
■ *
*
* * * * ■ • * •
l s.
•
'
îikirler vardır. Di^cr taraftan da ferdî, hayatın canlı ihtisas ları, müşahedeleri var. Bu sonkülar.. şeniyeii. teşkili edince, melkûre ile şeniyet birbirinden'uzaklaşır, h a tiâ , bu lerdî şeniyet karşısında, o hatıralar yayaş yavsş silinmeğe bûs bütün zail olmağa bile başlar. Bereket versinki bu hatıra ların büsbütün mahvolmasına mani olan bir takım İçtimaî me, kanizmaİar var. Melküreyi doğuran bu galey.înlı devrenin, ■ her yıl dönümünde kendiliğinden bir millî bayram
vücude
gelir. H er’ sene ayni gûiide o galeyanlı hayatın küçük bir numunesi yeniden *
yaşanır. .
»
»
Mefküre nerde doğmuşsa orası içiimaî bir kâbe mahiyetini alır. Hangi düsturlar, vccizeler söylenmişse, bu bayramların tebrikleri mahiyetini alır. Q anlarda hangi bayraklar, renk'
I-
*
1er, zinetler kullanılmîşsa,
’
bu bayramların timsalleri,
alâ
metleri' olur. Hulâsa, o hengâme mahsus her liil, her söz, her şekil tfekrar bu yıl dönümlerinde melküreyi doğuran
- t 16~ buhran heiıgâmelerjiıuleki. bikyûk yeoiin tail kir derecesi husule gelir. Çânkfl bu lUikrda; Qene nıhlann' ahliki seviyesi yükselir. ' Gene ferdi meniaatlar, ihliraalar unutulur: herkes, az çok fedakâr, kahraman, hasbi bir seciye iktisap reder; Buhran devri geçdikten sonra şeniyet kalinden çıkını; olan m dküre, şimdi yeniden şeniyet .oknaga yaklaşır^. Demek ki milli bayramların rolü, senede bir kerre ruhUnn seviyesini mefkûreye kadar yükseltmek, ınefkâreyi de şeniyet haline kadar indirmektir: O halde, mefkûre ile şeniyet, basan bûsbûfûn birleşirler: Yaraitıeı buhran camanlarmda mefkfi renin hakiki bir hayat hâlinde tecellisi gibi. Bazan birden bire uzaklaşırlar. Ferdi hayatın galebe çaldığı zamanlarda mefkûrenin solgun fikirler, hatıralar halini alarak ferdi ihtisaslar ve müşahedelerle teakûs etmesi gibi. Bazan da bir birine yaklaşırlar: milli bayranülarda mefkûrenin buhran zamanlarından daha az şiddetli bir surette yaşanarak canlı şeniyet olmağa az çok
yaklaşması
gibi.
Toplanmanın, birleşmenin bûyûk feyzini içtimai bir sevkitabij ile en iyi bilen siyasi hrkalarla, ilmi, edebi, iktisadi cemiyetlerdir. Bunlar, senede bir kerre kongre halinde top lanarak, soğumağa başlıyan
mefkûrelerini
ateşlendirirler.
Senelik kongresini yapmıyan teşkilâtlar, bir iki sene sonra, büsbütün imanlarını ve mefkûrderini gaip etmeğe başlarlar. Ziya Gökâlp
Turan
[T
Nabızlarımda vuran duygular ki tarihin Birer derin sesidir, ’{>en sayfalarda değil, ^pûzide.
sıecip ırkımın uzak ve yakın
% !fin »ferlerini kalbimin tanininde. Nabızlarımda okur, anlar, eylerim
tebcil.
Sayfalarda değil, çûnkû Atilâ, Cengiz Zaierle ırkımı tetviç eden bu nasiyeler, O tozlu çerçivelerde, o iftira âmiz Muhit içinde görünmekte kirli, şer mende; Fakat şerefle nûmayan Sezar ve Ukener! Nabızlarımda evet, çûnkû ilim için müphem Kalan Oguzhanı kalbim tanır tamamile Damarlarımda yaşar şan ve ihtişamıyle Oğuz han, işte hudur gönlümü eden mülhem: Vatan ne Tûrkiyedir Tûrklere, ne Türkistan; Vatan bûyûk ve müebbet bir ülkedir: Turan. . . Ziyj
[ 1 ] melfuf 1
Alttn Destan,
(1) t
•
*
«Genç Kalemler » ve « T ü rk Y urdu» muharrirlerine. f
Sürüden koyunlar hep takım takım. Ayrılmış, sürüde kalmamış bakım Asmanın ûzûmû dağıimtş, salkım Olmak ister, lakat bağban nerede ? Gideyim, arayım: çoban nerede ? . . ,
I
Yüce dağlar çökmüş, billeri kalmjş ; Coşgun ırmakların silleri kalmış ; Hanlar yok meydanda, illeri kalmış: Düşenler çok amma, kalkan nerede ? Gideyim," arayım ; Hakan nerede ? . . ** •' T ü rk yurdu uykuda ey düşman sa k ın ! Uyuyan ülkeye yapılmaz akın. Tan yeri ağardı yiğitler kalkın ! Bakın yurt ne halde, vatan nerede ? .. Gideyim, arayım : yatan nerede?
(1)
melful 2
-1 9 K âşgar, Delhi, Pekin, İstanbul, kazan. B u beş yerde vardı beş bûyûk h a k a n : S a n , Kızıl, Gökhan, Akhan Karahan. — Hepsinin üstünde parlardı <Ilhan— A khandan gayrisi i l . . . han nerede ? Gideyim arayım : Ilhan nerede ? , .
« K ırım » nerde kaldı, Kalkas ne oldu ? •« Kazan * dan « Tipet e kadar Rus doldu, « Hıtay » da analar saçını yoldu. Şen yurtUr ne halde; viran' nerede ? Gideyim, arayım : Iran nerede ? . .
Y ayların kirişi urgana dönmüş, Şahin, yuvasında Tozana dönmüş, T ü rk yurdu soyulmuş, soğana dönmüş. Kılıç satır olmuş, takan nerede ? Gidyim, arayım : Kalkan nerede ?
Soy atlar küçülmüş, olmuş kurada. Alplar kız peşinde birer huvarda. Sancağı unuttuk hangi diyarda, Altın utag, altın Kazan nerede ? Gideyim, arayım ; yazan nerede ? . .
-ao~ Hierkesin gözünde Yâtan öz -yunda, Çitlerin yakısı, beremin kurdu. Yat iller Turanda 'hadhklar kurdu. Turandan yatları koğan n««de ? Gideyim, arayım : Oğan nerede ? . .
Sandım Gençlik doğar: baktım Mart olmuş. Gittim ili gezdim : genci k^rt olmuş. Kimi Ktfğız, Kazak, kimi Sart olmuş Dedim yahşiler çok, yanun nerede ? . , Gideyim, arayım : Şaman nerede ? . .
Tekinler köy beyi, ağalar çoban, Atsızlar yalançı birer kahraman içinde görmedim maksadı duyan. Yasanın emrine uyan nerede? Gideyim, arayım: duyan nerede ?.
Düşünen Uygurlar olmuşlar uysal, . Altın ordu devri kalmış bir mual, Bu güne kıyas et, tarihten us a l ! Atilâ, Timoçin, Kûrkân nerede ? . . Gideyim, arayım: Türkân nerede?
-2 1 Başları ağarmış ihtiyar dağlar, Anar eski ğ û n û : sil döker, çağlar. Kırlangıç ah çeker, güvercin ağlar. Uzak bir ses sorar! Turan nerede ? Gideyim, arayım : soran nerede ?
Yüce T ürk Tanrısı ! gönder bir yalvaç ! Yasanı bilen yok, gerektir dilmaç, , Ilhan gönder, altın devri tekrar aç ! Altın destan yazsın u s . . . tan nerede ? Gideyim, arayım : destan nerede ? . .
Ulusu içine girsin her uymak, Beş ulus « Bodunda » birleşsin cabcak ! ^ Uygur, Kalaç, Karlık, Kanklı, Kıpçak, — T ürk yurdu bir olsun, kalmasın kaçak Çıksınlar m eydana: merdan nerede ? Gideyim, arayım : meydan nerede ? ..
Kurultay toplansm Tanrı dağında, ıhan tahta çıksın elma bağında.
Beyler solda dursun, hanlar sağında, — Sevmek günah değil sevinç çağında Görünce toplanmış: hanan nerede ? Gideyim, arayım ; canan nerede ? . .
Altın dağa kuısun Ilharr ufağı, T aşlan elmastır, yakut toprağı, Hanlara kımızla sunsun ayağı — Taç geyme resminin kalmam uzağıSorup öğrenenince: divan nerede ? Gideyim, arayım : kervan nerede..
Oğuz han bayramı baharda olsun, Utağlar, Çadırlar çiçekle dolsun, Genç kızlar oynasın, yiğitler solsun. Bir âşık bayılmış, derman nerede ? Gideyim, arayım : lokman nerede ?
« T ü rk destanı» yazmak hatıra gelmemiş. Yasanın sözleri satıra gelmemiş. Tarihe deryadan katre gelmemiş. Şaire sordular:(Hoca)n nerede? Gideyim, arayım : O Can nerede ? ..
Kırklar karar verdi; Yediler, Üçler Oldular kılavuz, kalmadi
göçler.
Yarın İlhan çıkar, alınır öçler, Ilhan tacı boşta: alan nerede? Gideyim, arayım: aslan nerede ?
-2 3 Cûndûzjerden sapan geceyi bilir. Bilmeksizin tapan her şeyi bilir. Bilen yapmaz, yapan pek iyi bilir. Erenler yolu bu, varan nerede ? gideyim, arayım : yaran nerede ? ,. Cökâlp
Ergenekon
(1)
Biz T ürk hanın beş oğluyuz.
Kızıl ordu dağlar aştı;
Gök Tanrının öz kuluyuz,
Alganlarla çok savaştı;
Beş bin yıllık bir orduyuz.
bir alayı Hinde taştı:
Turan yurdu duracımız ! Ak ordumuz sola gitti, 'Üç hakanlık tesi? etli, «Medi, Sümer, Akat «////» »ti Bu ûç şanh uym alım ız!
(Sint) oldu bir ırmağımız ! San ordu tekin durdu: Şehir yaptı, çiltHk kurdu, Uygurların bu iç yurdu. Kaldı ana toprağımız.
Birincisi Azerbaycan, İkincisi Reldanistan,
Yüce tanrı Oğuz hanı
Uçûncûsû Arzı kenan. Fışkırdı ûç kaynağımız !
Göndererek T ürk
hakanı,
Birleştirdi beş Turanı . . . Doğdu güneş sancağımz.
Gök ordumuz sa^a vardı. Çini baştan başa sardı;
Oğuz handan sonra hanlar
(Hiyong-nu)lar bu hanlardı;
Kazandılar
(Set) olmadı tutacımız. Kara ordu gitti İskit,
yüce şanlar,
Bihnmekçûn bu hoş anlar Şehnamedir sorağımız.
Ülkesinde yaptı bir çit; « Atilâ, ol Şalona g it,» Sözü oldu adabımız.
Yıllar geçti bir an geldi, Türk tahtına Ilhan geldi; Sağdan soldan düşman geldi,
(1) Mellul 3
Kurulmuştu
tuzağımız ! ..
25Verilmedi bir iem soluk,
Dört yüz sene burda kaldık
Kanlar aktı oluk oluk;
Geyik arttı, biz çuğaldık;
Öldü bûtûn çocuk çoluk Han, Bey, Çeri »uşağımız.
Ç ıkam adık; işe daldık. Pek şenlendi konağımız.
Yalnız Nohuz ile Kayan
Elma, E rik çoktu yedik,
ik i kızı alıp yayan.
Demir bulduk, örs imledik,
Bir sarp dağa attılar can.
^ ‘Bir girli yol bu lsak ! »d ed ik :
Bunlar oldu kaçağımız.
Dağ delerdi biçağımız.
Dağdan dağa hep gizlice Yürüdüler beş on gece,
Kurttan hali iken bu yurt.
Bir tan vakti gayet
Bir geyiğe attı avurt.
ince
Bir gün peyda oldu bir kurt*
Bir iz oldu uğrağımız.
Gördü çoban yamağımız.
Bu iz yolu çok u zattı;
Kurt bir delik buldu gitti;
Sonra Alıgeyik çattı, Bir dik yardan bizi a tt ı ;
Bir demirci takip e lti;
Kanadı her bucağımız.
Açıldı yol kapağımız.
Bir de bak tık : yeşil bir bağ Her taralı bir yüce dağ! Geniş lakat sıkı bir a ğ !
Büyük sevinç, büyük müjde !
dedik, ne hoş bu ağımız!
Büyüğümüz, ulağım ız!
Alageyik çayır yerdi.
Demirciye (Boz kurt) dendi;
Yavrusunu emzirirdi.
Han lanıldı, taç geyindi;
Bizi gördü meme v e rd i.. . Oldu ana kucağımiz.
Yoldan önce kendi indi;
Ocak yaktı, taş e ritti;
Bayram yaptı kentte, köyde: Torun, oğul, baba, dede,
Sağ elinde bayrağımız !
-2 6 (Borteçnc) kurdun adj,
Sartlık gitti. Uygurlandık;
(Ergenekon) yurdun a d ı;
Soyumuzla gururlandık;
Dört yüz sene durdun, hadi!;
Şamanlardan uğurlandık:
Çık, ey yüz bin mızrağımız!
Pirler oldu yardağımız.
Oldu sana Ka{ bu eşik.
İlk yayıldık beş balığa:
Tarih kaldı delik d eşik;
Kara Kurum elm alığa!
A rtık yeler, bu taş beşik.
Çin başladı zorbalığa,
Oldu körpe yatağımız!
Ezdi onu tokmağımız.
Uzaklarda boş ülkeler, lisız yurtlar seni bekler!
Sağa sola gitti o rd u ;
işte Kıpçak işte Kaşgıf!
Altın yurtta düzen kurdu,
Ta karşıdr gök dağımız!
Hinde, Ruma bir baş vurdu Gene eski yasağımız.
Tarhan dağı gözler seni Tanrı orda sözler seni,
düşmanlara atlı darbe
Dört asıa^^ır özler seni,
Şimal, Cenup, Şarke, Gırbe,
Tokin dağda utağımız!
Akın etti kısrağımız.
Turan eski toprak bize, Hint bir altın konak bize,
T ürk ayağı hangi yurda Basmışsa baş eydi kurda j
Çin köşkleri kışlak bize.
« Gökhan orda, Akhan burda »
Tuna boyu yaylağımız!
Dedik gitti ayağımız.
Yunus gibi çık tık : Hultan !
(Tümen) Çine akın etti,
Bûyûk yurda küçük yurttan!
Alrasiyap(Rume) gitti,
Geyik girdik, doğduk kurttan;
Tomris adı göğe yetti, Husrev oldu tutsağımız.
Kılıç oldu orağımız.
Alplarımız girdi harbe j
-27Teleleri, a k tûrkmanı
Gökten yüce yıldızımız 1
Toplamıştı (Soğut)un hanı;
Bir devraçtı her hızımız !
Çapol etti Aşkâniyanı
Atilâ bir kırğızımız ! Timurlenk bir kazağımız !
(Sevinç) atlı sugdağımız. Ihan (M okan), (Bilge) ka^an,
Fatih aldı Istanbulu,
Gazneviden (Mahmutsultan),
Babür (Hind)e eğdi yolu,
Seiçuklardan (Âlp Arslan Han) îirer şanlı koçağımız
Nadir sarstı sağı s o lu ., .
Askerliği gördü tatsız,
Bundan sonra tali döndü.
iarezim şahı oldu (Atsız),
Yıldızımız gene söndü.
Bu gûn hakan, dûn bir atsız
Karşımızda Rus göründü. .
3öylc kayar kızağımız.
Kesildi yurt ortağımız !
(Tonğuz) Çine hakan oldu,
Kırım, Kazan, heder oldu I
(Hıtay) tûrkû üryan oldu ;
Tuna Kalkas beter oldu !.
ilk düşünen (Gürhan) oldu :
Türküstanda neler oldu ? , .
« Birleşmeli ocağımız »
İşitmeti kulağımız !
Cengiz bunu tasarladı.
Yurt girince yat eline
Dört bucağa ılgarladı, .
Ergenekon oldu gene . . .
Türk soyunu toparladı :
Çıkmazmı bir Borteçne ?
Turan oldu öz bağımız. 1
O^uz handan beri mühmel valmış idi büyük emel. Yüce dilek uzattı el, e geçti arağımız.
Oldu bir son taslağımız !
Nurlanmazmı çırağımız ? . . . Gökâlp
Alageyik. (1) Çocuktum, utacıktım: Top oynadım, acıktım / Buldum yerde bir erik. Kaptı bir Alageyik /
Bunu dedi sır oldu' Yedim sırlı elmayı, Gördüm gizli dünyayı. Gündüz oldu geceler;
Bindim bir ak Tozana ;
Ak sakallı cüceler. Korkunç devler hortladı Cinler cirit oynadı;
Togan yolu şaşırdı.
Kesik başlar yürürdü;
Kal dağından aşırdı...
Saçlarını sürürdü; Birde baktım ; melekler...
Geyik kaçlı ormana.
Attı beni bir göle... Gölden çıktım : bir çöle... Çölde buldum izini;
Başlarında çiçekler... Devlere
el bağlıyor /
Koştum, tuttum dizini /
Gizli gizli ağlıyor . . . Kılıcımı çıkardım.
Geyik beni görünce..,
Perileri kurtardım
Dûştû büyük sevince /
.Kurtardığım periler,
Verdi bana bir elma.
Adım adım geriler,
D ed i: „ dinlenme, durma /
Kanadını açardı.
Dağdan yörü, kırdan g i t ;
Selâm verir kaçardı!
"Altın köşge” çabuk y i t ;
Az uz gittim .... dolaştım,
Seni bekler ezeli...
(Altın Köşge) ulaştım :
Orda “Dünya güzeli /
bir .kapısı açıktı,
Bin yıllık çile doldu / ’
(1)
McHul 4
m
Öteki k a p an ık tı;
•
-8 0 Kapalıyı açarık,
Yüz milyon T ürk bu anda
Açığa urJum kıpak;
Seni bekler Turanda !
At önünde ct v ird i;
Haydi,, çapık varalım ;
t ot yemez, ağlardı î
'Karanlığı yırahnı !
Otu ata yedirdim,
Sönük ocak canlansın,
Eti ite yedirdim;
Yoksul ülke şanlansın ! ”
Açtım bir elmaz oda
indik', iti okşadık, At sırtına atlad ık ;
Dev şahını uykuda, . . Gördüm, kestim başını; Dedim: ey ilrit, hani, Vfrde “ Dünya güzeli ” ? Dedi: “elinde e li! ” Döndüm, baktım: bir Kırğız Elbiseli güzel kız ... Turmuş bakar yanım da; Şimşek çaktı canımda ! .. Güldü, d e d i: “ T ürk beyi Tanıdınm ı geyiği ? Kimse beni bu devden Alamazdı, ancak sen Kaya deldin ; dağ yardın, Geldin, beni kurtardın ! .. ‘A h ! o imiş anladım, Sevincim den ağladım ; D e d im :
“ Turan meleği!
T ü rk ü n
yüce dileği!
Geçtik nice dağ, kaya ; Geldik demir kapıya | Kapanması çok yıldı: “Açıl dedim açıldı! Yol verince gizli y u r t. . . ■Aldı bizi bir Bozkurt . . . Kai dağından geçirdi, T ürk iline getirdi! Gökilp
< K IZ IL E5??25Z5İ!5252Sİ52! LMA>
(1)
Bir varmış, bir yokmuş, tanrıdan başka Kimseler yokmuş, yakın vakıtta (Bakûde) milyoner bir kız varmış; Tûrklûgû çok sever yurda
yârm ış;
Adı (Ay Hanım) mış hanlar
soyundan :
Anası Kırmızın (Konrat) boyundan. Uzun boylu, kum ral yüksek alınlı: Şerefli bir kökün güzel bir dalı. Babası annesi öldüler birden, Kendisi Pariste tahsilde iken; Dayandı bu kahra, şevki sönmedi; Tuttuğu mukaddes yoldan dönmedi.
(1)
Mellul 5
-3 2 Isterdi Turanda mektepler açm ıık; Hakikat nurunu ruhlara saçmak. Bunun için lâzımdı bilmek en yeni. Terbiye tarzını, tedris ilmini. Bu yolda arzusu kadar yükseldi; Nihayet Paris’ten Baku ye geldi. Biri erkeklere biri kızlara, ik i mektep yapmak için mimara Emirler vererek işe başladı. (İstikbal beşiği) mektebin adı. Bir yandan inşaât devam ederken. Ayhanım en meşhur bir ilim ehlinden Islâmın ruhunu dahi öğrenmek, İçin çalışırdı, gar be yeltenmek On* kâh gibi görûnmiyordu: “ Şarkıda tanımak lâzım ' diyordu Diyordu: “ H ılk bahçe, biz bahçıvanız Ağaçlar gençleşmez aşıdan yalnız; Evvelâ ağacı budamak gerek. Aşıyı sonradan ulamak gerek ” Bununçûn her sabah evde kalırdı: Sadettin molladan dersler alırdı
Bir akşam Ayhanım ata binerek istedi kırlarda biraz gezinmek. Yanında tüccardan (Bahadır ağa),
33Şehirden çıkınca saptılar «sağa; Ovada cennetten bir eser vardı: , Bahardı, her yerde' çiçekler vardı Esrarlı bir hûzûn, dalgın hif rieşat. Gençlik, şiir, naflme. renk, kökü hayat’. . Kevser saçar gibi bir Huri' eli Manevi bir mestlik ruhla mûnceli. Vicdan levkında bir ruhanî şuur. Duyardı muhitte bir gizli huzur.. Artık müphem değil aşkın sevdası; Mûnkeşil hayatın loş muamması. Bu ande bahadır dediki; “ Bakın Bu gence: gözleri ne kadar dalgın! Bakıyor görmiyen bir nazar gibi.” Ayhanım görünce titredi kalbi: Kendine mûnatıf iki sâbit göz Camdanmış gibi yok içinde öz; Sarışın saçları uzun ve taflınık: Mutlak ya şair, ya ressam, ya âşık, istiğrak halinde sanatkâr bir ruh; gözlerinde gaflet, kalbinde lûtuh, Ayhanım kısılmış gibi nefesi, Dediki: “ ne kadar solgun çehresi! ” Kalbinde bir derin hicran duymuştu; Umumi kanuna oda uymuştu.
-3 4 İrtesi gûn dersi mthzun dinlerken Çıkmıyordu o genç bir an zihninden Bu hale hem şaşıp, hem kızıyordu; Ruhundan bir gizli gam sızıyordn. İsterdi yaşamk milleti için; Kini vardı sevda illeti için: Serseri bir aşka ğönûl bavlıyan Nasıl vcrebihr yurda yeni can ? Bu anda içeri giren hizmetçi Dediki: “ kapıda duran bir genci ikna etmek mümkün değil! Mollaya Bir şey soracak ediyor rica: Rüya görmüş, tabir istiyor sizden; Derdine bir tedbir istiyor sizden ’ Ayhanım anlldı derhal geleni.. Eliyle tutarak çarpan kalbini Halini meydana vermemek için Dedi: “ ben gideyim buraya gelsin, Genç geldi oturdu mollaya karşı Dediki:— Her kimin bir derde başı Oğrarsa sizsiniz çare gösteren; tşte bu ümitle size geldim ben.. tstanbulda doğdum, Turgut’tur adım. Ressamım, tabiat, büyük üstadım. Yaya seyyahlığa şevketti beni; Her saat başında emsalsiz, yeni
-3 5 «^
*
Bir güzellik görür tfbcil ederim, büyük san atkârı tehlil ederim. Dûn yürür iken önümdeki yol Ayrıldı ikiye: Biri sag, biri sol.. Soldaki nereye gidiyor diye Sordum, sakalı ak bir çifciye D edi: «Bu yol gider Kızıl Elmaya..^ Lâkin ben bu sözü verdim şekaya. Yürüdüm, az sonra bu şehri seçtim; Yaklişlım; Bir yerde kendimden geçtim. İstiğrak mı bilmem, rüya m ı . bilmem: Hem yokluk, hem varlık bir garip
yeri
Bir de ne göreyim: Atli bir peri Gökten indi Cennet yapmakçin yeri •*Sen kimsin, bu âlem neresi ? * dedim, •«Bu Kızıl Elmadır, ben perisiyim.» Deyerek gayboldu; lakat hayali Çıkmıyor ruhundan .. İşte bu hah Size aöyliyerek bir çare bulmak. Kızıl Elmaya bir emaıe bulmak İçin size geldim; çünkü her kime Sordumsa dediler: *Git o hakime; Sordurun ülkeyi ancak o biHr; Şimdi de kendisi nah bu evdedir.» Tas ti ettim; lakat görünüz mazur, Çüı'.tü b i iert
koy madı şuur.
- 8 6 - .' L ü tfe d ip derdime verin şifayı: A n la tın ız bana Kızıl E lm ayı.. B u şelıir neresi, yolu nereden ? Ş im d iy e dek var mı oraya giden ? P e ris i melekmi, yoksa beşer mi B eni kulluğuna kabul eder mı ? M olla dedi: ‘‘Oğlum T ürk fatihleri. İste rd i istilâ etmek her yeri; F e th e lâkin bir tek hcdel tanırdı, O ra y ı kendine İrem sanırdı, Bu m ev’ut ülkeye, bu tatlı yurda V a sıl olmak için hep bu uğurda Y üzlerce defalar T ürklük kaynadı: H indi, Çini, Mıan, Rumu, kapladı. B ü tü n paytahtlara, en son çitlere G itti: lakat aala bu meçhul yere I
Yaklaşm adı ; Çünkü o mev’ut ülke Değildi hariçte bir mevcut ülke. K ızıl Elma yokmu? Şüphesiz vardır ; F akat onun semti başka diyardır!.. Zemini melküre, seması hayal.. Birgün gerçek, lakat şimdihk m asal... T ü rk medeniyeti taklitsiz sah Doğmadıkça bu yurt kalacak h ali... Çok yerleri biz letih edebilmişiz Her birinde manen letih edilmişiz.
-3 7 Bir kişver almışız tabiiyete, Uymuşuz ordaki medeniyete. Bazan Hintli, bazan Çinli olmuşuz; Arap, Acem, Firenk dinli olmuşuz Ne bir Türk hukuku, Türk felsefesi, Ne Türkçe inleyen bir şair seıi.. Şair, hakim gelmiş bizden de çokça Kimi Farsi yazmış, kimi Arapça.. Fransızca, Rusça, Çince yazmışız, Tûrke ancak bir kaç hece yazmışız. Bakınız meselâ: yazmış koskoca Farabi Arapça, Kramzin Rusça Sina, Celâlettin, Zimahşeriler Eme(|i Araba Fûrse veriiler. . Buharah Şevket, Kenceli Husrev Firdevsiye yahut Sadiye şeyrev... Bu gûn bile bir çok ediplerimiz Firenkçe yazmayı sayarlar mûciz. Türkçe yazanlarsa lügat paralar, Avrupa taklidi şeyler karalar. Hakiki ruhumnz, sah dilimiz Bajiııır onlara Bize geliniz!.. Bizdedir hkre his, hislere hayat. Vicdanlara ilham şaire kanat.. Zekâmızı sanki kiralamışız, Her dilden kitaplar sıralamışız.
- 3 8 - '. Türkün hem kılıcı. Kemede kalemi Yûkseltmif Arabi, Çini,ıuAcc^l ; Her kavme bir tarih'ıbir; >yurt'yjFatmıi Kendini başkası için aldatmış. . Öz işini daim yarım terketmif: ^ ! Turfan ı bırakmış, Orhun a ■gitiiniş.. Unutmuş evelki Elifbaami (AlUabe)*'' tlim ve lendeki itilişini; Yeniden bir yazı, bir yasa düzmüş, Her zaman zihnini boş' yere ■ûzraûş: Nice defa (Kanun) , (Şifa) okumuş: Dönmüş geri tekrar (Bina) okum uş... Yok tarihimiz, var tarihlerimiz. Bir burca girmemiş merihlerimiz; >. Her biri parlamış ,bir başka gökte.. Ayni ruhu bulmuş yüzlerce gövd*.' Ne tarihi vahdet, ne kaynıl aafvet! Kızıl Elma işte buna işaret. Millette olsa bir gizli ihtiyaç, Milli vicdan bulur «na bir ilaç; Türk bakmamış İrem yahut Seba’ya Demiş; " Gideceğim Kızıl Elmaya. „ Maksadı gitmektir birliğe do(|ru. Millî düşünccye, dirliğe do{)ru.. Bilir bir gün milli İrfan doğacak. Yeni, Orhon, yeni Turfan doğacak.
— 3 9 —^ 8 — içtimai bir yurt kavıiıî-bir! turikınti Edecek tûrklûQû takklitten f tenzih. •' Fakat kim bilir kim yolu «çacak-? Türklük dehasını dehre u çacik .’ Kim bilir ne vakit deha^ perisi . Olacak bu yeni (Hult);ûftiıBaJkıj!i;? Bu anda bir cezbe geldi;.mollaya.. İlâhi bir sesle girdi manaya:
Pirden suâl ettim; “ Sevgilim h a n i? ,. Dedi bana: “ Once kertdini ’ taift ! ,, • Tutmuşum elinden ben nagihjıhî. Götürmüş beni bir gizli dünyaya. Karanlık bir tulan, seyyâl bit'deycurl Ne vücut, ne âdem, ne gaip, ne huzur: Nar içinden henüz çıkmamıştı nur. Tutulmuştu her şey kara"Sevdaya . . . Umman coşkun akar, bir saK içinde Bir yıldız böceği hayal içinde Işıldar gibiydi; bu hâl içinde Dalmışız ikim iı ayni rüyaya. ^ Sahmız— Şarapnel imiş cevheri— Patladı dağıldı hep misketleri. Sormaksızın pirden bu acip sırrı Dedi: " Mûaemmadır , geçti esmaya !.. Misketlerde bir bir patlar anlardan
>
—4 0 Yeni şarapneller fırladı her ^n7“ Biz bunlardan biri üstündeki hayıan, Girmekte idik bir yeni< jesiyaî. Denizden ırmaklar. ırm âktan-ça^r ' Doldukça salımız daha< çok-'>Ka^r. ^ Kaynaktan bizimçûn a(yrılan^payia)r Götürdü bizi başka mevaya. Salımız balonmuş, havayı deldik, Sairalar atarak daim yükseldik. Nihayet Âdemin. gAzûne . geldik. . Oradan haaretle baktık Havva’ya Durmadık biz kimi Sinada kaldı. Kimi “ İrdim „ dedi sema da kaldı; Kimi arşa çıktı Âla’da kaldı Döndüler baktılar akan deryaya. . Salımız iişenkmiş, bizi uçurdu. Her düşen k m a sf bir cihan kurdu; Kimi Londra'da Pariste durdu, Kimisi bağlandı yeşil hurmaya. Zeliha Yusulta buldu özûnû, Ferhat Şirine dikti gözûnû; ' Şerhedememişken sevda sözûnû Mecnun kavuşmuşum sandı Leylâ’ya Sevda bir kanattır, uçmayan bilmez. ,Bu yolu ne atlı, ne yayan bilmez; Bir güzel var, hûsnû hiç payan bilmez.
-!Ö Tekâmül denilir bu nazlı aya. Salımız gönülmüş, uçtuk hülyada, , Dinlenmedik hiç bir tatlı rüyada Son arzumuz budur iani . dflnyad T ûrkûz varacağız Kızıl E lm a y a ...,,
Turgut bu tözlerden bulmadı şiia Çıktı, gitti, gönlü dolu
Vahayla !!
D iyordu: “ Leylâsız bir Mecnun gibi Naail yaşayayım löyle y arab b i! ’
'
Ayhanım duymuştu bûtAn sözleri, Bu fikri zihninde sûrdû ileri: Kızıl Elma yokmuş, (akat lâzımmış. Turan hayatına bu bir nazımmış: Her hayal hakikat olabilirken, V ar etmemek niçin bunu şim diden?,’. Madamki Tûrklûgûn derdme derman, Bu imiş ne için koşmamak heman ? Madamki ne Hintte, ne Çinde imiş, Tûrklerin ruhunun içinde im iş: Değilmiş Arıpta, Acemde, ‘ Rumda : Unudulmuş kökü Karakurum da.. İngiliz, Fransız, Rusta değilmiş, Nereye düşmüşse biraz ekilmiş; Bulalım biz onu vicdanımızda
.
-4 2 Bir güneş yapalım Turan ımızda » Dûşûndû.. dûşûndû kararlaştırdı; Birgûn yorucuları bûtûn çaQırdı Dedi: T ürk irianı, serbest bir toprak t>ter ki orada eylesin işrak.. Ne Bakû, ne Kazan ne de İstanbul Bu yeni hayatı edemez kabul, Burada hürriyet siyasi değil Orada lâfzı var manası değil. Burada tûrkçeden memnu evlâdın, Orada zincirden çıkamaz kadın. Isviçrede bir tûrk köyü, bir şehir Yapalım; orda yeni bir nehir. Bir irian ırmağı aksın Turana.. İrmak döner elbet bir gûn ummana Taklitsiz, salt ibda, iktirah
ile
Doğmuş bir marifet tûrklûğe şule, Bûtûn tûrklûğe ayni şuleyi Saçsın ki gönüller birleşsin iyi. Hakim, şair, edip, san atkâr taeir Hepsi bu beşikten yetişip bir bir Kimisi Kâşğıra, kimi Al tay a. Kimisi Kazana, kimi Konyaya H rr biri giderek bir uymağına, Götürsün ot, ışık. T ûrk oeağma Daniş encümeni, darülfünunlar. Burada kök salsm her yere bunlar
-4 3 Kollar ataraktan ayı\i hikm di Dağıtıp yükseltsin bûyûk milleti.. Kızıl Elma olsun -bu şehrin adı. Atalarımız hep ^iıunu
aradı,.
Pekine, Delhiye, bununçün vardık* Viyana burcunu bununçün sardi^A rtık tanıyalım mıeikûremizi: Düzelim yasamız re türemizi!» Yorucular bu iikri edip istihaan, Bûtûn ü lk ele re ’dtiler ik n . Aykanım bu iş e ' hep ^rvetini Vakletti, kimisi hamiyetini. Kimi irianmı, kimi cehtini: Birlenip yaptılar Turan rttehtini. (Lozan) m yanında bir tâ rk ' beldesi Şenlendi; her lennin bir medresesi Ziraat, ticaret, çan at evleri Yapılıp oldu bir ümran me$heri. Kız, erkek çocuklar gelip doldular Yeni Adem, yeni Havva oldular. Yavrucuk türklere açık eşiği: Yeni bir hayatın oldu beşiği.
Ayhaim yaptığı darâttedrisi Bir mûdûr eline verip kendisi Bakû’den bu yeni şehre gitm işi
-4 4 Mûdûrlûk yûkûnû kabul etmişti. Kalbindeki aşkı uyutmak için, Turgud u büsbütün unutm ak için Gece, gündüz durmaz, ikdamı ederdi> Eksik arar, bulur, itmam ederdi. Fakat yüzünden de olurdu ayân; Gönlünde bir dert.var herkesten nihau; T urguda gelince, zavallı ressam Her gece bir köyde ederek akşam Az uz gitti, dafllar dereler aştı; Ülke ülke, şehir şehir dolaştı; "Kızıl Elma,, ncrde diye sorardı; Ne bilen onu ne düşünen vardı. Kâşğırdabir sabah gördü, bir iylân: Tepeden tırnağa titredi hemen: Çünkü "Kızıl EIma«, sözleri iri Harflerle yazılmış, yanında, birit Diyordu:" Kimlerse evlâtlannı Verenler, yazsınlar ki atlarını. Yakında kahle çıkack yola tlan ediyoruz ki malûm ola!,, Turgut helecanla yaklaşh, baktı; Gözünden meserret yaşları aktı. Lozan civarında, imiş, arn{)|i: Oraya dökülmüş, cennet toprağı., Mutlak oradadır güzel hurisi.
-4 5 Mûncvvcr Turanın yeni tomrisi. Yıllarca uyuyan ümidi gûldû; Çocuklarla birlik yola düzüldü. Vakta ki irişti “Kızıl Elma ya,, Müracaat lâzım gelmişti “Ay.,a M üdüre bir mektup yazıp gönderdi: Mektepte bir resim dersi istedi. Ayhanım, muavin Tomris H anım ı Dedi:“Yarm getir onu yanıma; Şimdilik onunla biraz sen görüş.., Kalben d e d i; ^ Acep çıkacakmı duş, Beni ilk görüşte tanıyacak mı ? Bu bir boş masal mı, ya m uhakkak mı Kim bilir ne için bir gün intizar Eylemek istedi, bunca ahüzar Gûya asla kâli heğilmiş gibi; Kendi de bilmezdi, nedir sebebi. Biraz sonra Tomris geldi hiddetle Dedi; “Bu bir mecnun, hem de şittetl Kızıl Elma yı bir rüyada görmüş! Beni de güya o esnada görmüş! Daha bir çok şeyler... deli veiselam! Gözü dalgın, aşkı coşgun bir adam.* Ayhanım bu sözden heman sarardı Kalbini elemi bir şüphe sardı. Acaba ruyda gördüğüm bu mu? Turgut sevdiğini bunda bı^ldumu? Hakikat buise ne büyük heyhat!
-4 6 A rhk ona duzah olacak hayat m
Bir resim hocası olmuştu Turgut. Ayhamm büsbütün sönmesin umut. Diyerek Turgut’a görünmedi hiç. Haftalar geçiyor, yanıyordu iç Turgut odasına çekilir her gün Tomris’in resmini nakşetmek için Çakşırdı, bunu Ayhanım Ulir, Hergûn gönlü bir kat daha ezilir. Gizlice ağlardı; nihayet bir gûn Denildi var imiş parlak bir d û ğûn:, Tomris’le Ertoğrul evlenecekmiş. Hatta bu Perşembe gûnû gerdekmiş.. Turgut işidince, yıldırım gibi, l i r darbeye u^rar, sarsılır kalbi. İntihar: bu likir doğar içine; Gider civardaki' bir gar içine, Elinde tabanca, beynini hedef Etmiş, bir lâhzada olacak telef.. Ayhanım bu hali sezip evvelce Turgut u göletler imiş gizlice.. Turgut tam tetijji çekecek iken Kolundan şiddetle tutarak, birden Dedi:«Tor|Ut. yapma, bu iş pek günah Turgut döndü, baktı, dedi:«senmi ah? EyTomris senmisin»?Ay dedi:Hayır, Ben Tomris değilim, ban Ay çağır, -O hâlde Toimris kim?-o başka kadın
.
-4 7 -
-Koctya varacak o mudur yarın? -Evet, o. - /Vh lâkin size çok benzer. -Hayır, ben kumralım, o ise esmer. •Gözleri mavi mi? -bilâkis siyah. -Demek ki ben onu görmemişim ah, Dâima ben seni onda görerek. Bir insan kızını sanmışım melek. -Uç yıl evvel bir gün gördünüz beni. Fakat acep niçin görmedim seni? 'Rüyada mı? -Hayır, ruyel içinde; istiğrak gibi, bir halet içinde. «Kızıl Elma ya dek» demif bir çilçi; Size niûphem kalmış bu sözün, içi.. Görünce beni siz, Kızıl E lm ada Bir peri zannedip sonra rüyada Görünmüş gibi, bir hayal sandınız Olmuş bir vakayı masal sandınızGeldiniz evime, hocamdan tetbir Sordunuz rüyanız edildi, tabir. Cevaplar göründü size pek donuk; Fakat bana açtı bir yeni uiuk. Düşerek işte bu tatlı sevdaya* Vücüt verebildim K ızıl Elmaya, Bu isimledir) ki gezip her isi, Burada nihacyet buldunuz: .bizi. *Ah. şimdi anladım bu. muammayı» Uyanık gördüğüm uzun rüyayı. Seni kâh huzur, kâh gaipte aradım, Beeıyiş ettiler gözümle yadıra.
— 48— İptida gerçrği hayal sanmışım, Sonrada gölgeyi cemal saniDişım. Dediler, ruyctim uykuda iniiş.. Uykuda değilmiş, Bakû’de imiş. Evinize gelmiş sormuşum sizi. Denmiş bana; «Belli değildir izi.» Siz yapmakta iken Kızıl Elma ya Koşmuş aramışım bûtû dûnyayıı. Nihayet bulunca gene sapmıştım. Yalvaca Uğanım diye tapmışım! Tomris’in çehresi çerçive «Imuş, Zihnimdeki hayal içine dolmuş.. Ona ait diye yaptığım resim, Evvelce ruhumda imiş mûrtesim.. Onu derken sizi tersim etmişim..! -İptida bana da geldi bir vekim Rüya ona râci olmasın diye Bir gûn gizli girdim sizin hûçrçye,.. Yaptığınız resmi gördüm, anladım; Lâkin o güne dek hayh ağladım. -Ah! ne bahtiyarlık, demek muhabbet Size de okunu vurmuş.. — Ah, E v e t! Ulaştı bir düğün daha yarına Dördü de erdiler muratlarına Kızıl Elma oldu bir güzel cennet: Oradan Turan a yağdı saadet. Ey Tanrı icabet k ıl bu duaya : Bizi de kavuştur Kızıl Elma’ya |.
G6kalp,
-4 9 -
Türk masalı Türkün tufanı Ne gerçektir ne yalan Göke bir kara yılan Çıktı yuttu güneşi Söndü gftkûn ateşi Yer altında bir öküz Dedi isterim ; gündüz Boynuzunu titretti Yeri gökû titretti Yılan kaçtı balçığa Güneş çıktı açıQa # Ne Rumdadır ne Çinde T arih masal içinde Zamanda gizli zaman Bir gün coştu bir duman Bayrağında alâmet Yılan olan bir n jlld Geldi Türke *ldu ya* Ne (Taraş) kaldı ne (Yas) Karahanın ordusu Yaktı altın ulusu Ne can koydu ne para Turanı bastı k a rt Lâkin Tanrı nihayet Etti bize inayet Oğuz ath bir adsız T ûrkû kolsuz kanatsız
-5 0 Bırakmadı güldürdü Karahanı öldürdü Masal çıkar masaldan Ben geçemem Kayaldan Oğur çeşme başında Gördü on dört yaşında Kolu kesilmiş bir kız Çiğner ağzında sakız Yanağında al vardı Oğuz hakka yalvardı Kız baktı kolu gene Geldi eski yerine Sebebini anladı Sevincinden ağladı Sallayarak kolunu Tuttu evin yolunu Diyordu “görsün ablam Kollarımı sap sağlam!,, d Karahan duydu bunu Dedi: «Tutun mel unu! Kızı kolsuz ben yaptım Kûlûrdûr ona yardım O kız bana varmadı Ben de oldum cellâdı T ürk soyuna kara gûn Benim için bir dftğûnU
-5 1 Emir verdi askere Dedi: «gidin her yere Nerde ise o ası Gelmelidir kalasıl» Kolsuz hanım ■duyunea Koştu ırm ak boyunca Avda buldu dertsizi Dedi: «arar han sizi Evinizi basacak Sizi alıp asacak!» Oğuz heman hopladı Yoldaşları topladı. Uzun söze vakit yok Cenk oldu sivri bir ok Karahanı devirdi Asker yûzû çevirdi Millet işi duydular Hep Oğuza uydular Oğuz kolsuz hanıma Dedi: otur yanıma Ben getirdim kol sana Sen gösterdin yol bana Sen Havvasın ben Adem T ü rk bana desin «Dedem» Altı oğlum olacak Turan bizden doğacak Gûnhan, Ayhan, Yıldızhan
-5 2 Gökhan, Dağhan, Denizhan Sağı solu sarsınlar D üşm anlan yarsınlar!» Rüya rüya içinde Gördüm hülya içinde Yerde olan hep işler Gök yüzünde akseder ö k ü z göke hrIadı Bir burç oldu parladı Karşısında ışıldar Kolsuz hanım burcu var Yılan uzun çekildi Sam an yolu ekildi Bazan güneş tutulur Tas çahnır kurtulur Deriz yılandır yutan Bilmeyiz aydır tutan Bazan olur zelzele Deriz: sinek biziyle Soktu gene öküzü Öküz sarstı boynuzu Sebebini sormadan Uydururuz bir yalan Gerçek yalan içinde Budur kalan içinde: T ürkü kara basmışken
-5 3 Oğuz onu bu dertten Kurtardı verdi necat Başladı yeni hayat Şimdi bizi al bastı Camilere haç astı Koptu kızıl kıyamet Yeni güne alâmet Eğer bu gûn Tanrıdan Istiyerek kol ve kan Çıkarmazsak bir O^uz Bilelim: artık yoğuz . ..
Ziya Gökalp,
54 m S a v a ş
Ûtûken’in oir çiçekli ovası Olmuş idi geyiklerin yuvası. Melikeydi bu sûrûnûn başında Alageyik, henüz on dört yaşında. Ulu Tanrı yaratmıştı bu kızı Yer yüzünde güzelliğin yıldızı. Dolaşırdı kâh Altayd.^, kâh Çinde; Eşi yoktu perilerin içinde. Güneş gibi nur saçarak gezerdi. Bin aşıkm yüreğini ezerdi. Onu gören bütün «İs» 1ar «Eye» 1er isterlerdi gözlerile yiyeler, O hem kaçar, hem de dönüp bakardı Oğanları hep peşine takardı. Alageyik kıra çıktı bir gece. Herkes uyur iken sessiz gizlice. Ruhu dalmış bir esrarlı sevdaya 6 u sözleri söyliyordu semaya; « Bak, Benim ^Bak, Benim
bu karlar nasıl ayaz. tenim daha beyazi bu güller nasıl körpe. yûzûm daha pembe!
-5 5 Bak, bu kömür nasıl siyah, Benim saçım daha gûmrah! Hilâldi ay geçen gece. Benim kaşım daha ince! Lekelidir belki güneş, Benim gönlüm sa h . ateş!» Ay göz kırptı yanındaki yıldıza. Dedi: Yoldaş, dikkatle bak. bu kıza. Gece vakti böyle tenha geziyor. Kalbim bunda bir aşk izi seziyor.» Bu esnada Altın ışık boşandı. Geyik bir nur sûtunuyle kuşandı; Üzerine bir al dovak saçtılar, Ay’la yıldız utandılar, kaçtılar. Nur içinde gizli kaldı güveyi. Gelin bile göremedi bu beyi... m
Gebe imiş o, gel zaman, git zaman. Doğurarak bir gün bir kız, bir oğlan, Han kılıklı yeni bir çilt üretti. Yer yûzûnû gök soyule bezetti. «Türkân» kızın adı «Türk» dü oğlanın. Turan cası Adem ile Havva’nın. Bu ilk çilten doğan nesil çoğaldı, Ûtûken’de şenliksiz yer az kaldı. «Türk» avcıydı; Türkân avın postundan Çadır yaptı, ayrılmadı dostundan. Bu çadırlar öbek öbek dizildi.
-5 6 Her birine bir başka renk verildi. Ortadaki oba sarı sancaklı; Şimaldeki oldu kara bayraklı; Doğudaki gök rengini çalıyor; Batıdaki ak adını alıyor; Cenuptaki kızıl idi; bu beş renk Kaynaşarak doğurmuştu bir ahenk. Bu beş oba bir oymakta birleşti. «Selinga» nın kıyısında yerleşti. T ürk ölürken oğlu Tavunek Tekin e Dedi: «Çıkın altın dağın beline. Bize mev’ut altın yurttur orası; Çoktur avı, aşı, yoktur kavgası. Her hayvandan avlayınız, yalınız Geyiklerle ant kardeşi kalınız. Gövdemizde alageyik kanı var, Kandaşını yiyen olur canavar. > Tûrkten sonra obaların başbuğu Tavunek oldu, toparladı oruğu. Kardeşleri «Çikil» , [I] ■«Barsicar» ve «Imlak» Her birisi aldı ele bir bayrak. Türkülerle oltın yurda gittiler, Gûmûş sulu bir Ormana yettiler. Her adımda obaların oğrağı Olurdu bir geyik izi durağı. Fakat tûrkûn yasasına uydular, [1] «Divanı Lügati ^TUrk* Cilt 1 ;s;)yfa-,329
-5 7 Soydaşlara hörmcl hissi duydular. Bir geyiği gören ona çatmazdı. Selâm verir geçerdi, ok atmazdı, Alhn yurtta barındılar yıllarca. Çoktu söklûn, keklik, tavşan, karaca: Yat il yoktu, muharebe olmazdı; Sevgi çoktu, sevinç çoklu, gam azdı. Lâkin bir gûn Tavunek uydu nelsine Bir ok attı, kıydı kendi cinsine. Bir geyiği avhyarak pişirdi, kursağını dost kaniyle şişirdi. Pişirirken bir et dûştû toprağa. Bu et yerken lezzet verdi damağa. Toprak meğer tuzlu imiş, anladı. Aş tuzlamak oldu onun icadı. Yorulmuştu daldı derin uykuya, Rüyasında dûştû bûyûk korkuya. Kulağına geldi korkunç, sert bir ses: «Git buradan, artık sulhtan ümit kes; Tekin değil, kıymak ungun canına. Bulaştırdın T ûrkû geyik kanına. Böyle hûkûm verdi ceza perisi: Olacaksın -devletimin çerisi. Hoşlanmayıp artik ne av, ne aştan, Zevkalacak soyun ancak savaştan...» Tavune k heman yatağından hopladı, Boru çaldı, oymağını topladı.
-58Ak, gök. sarı, albayraklar açtılar. Altın yuıttan oba oba kaçtılar; Uysun diye bûtûn dünya yısaya. Başladılar yat illerle kavgaya...
Ziya Gökalp.
-3 9 -
Gazi Paşa Hazretlerine j
Birinci istifa
Sen deyinee sulhtan sonra isterim Her kes ^g i b i i e r t oUnak, Kûr olmak. Hepimizde doğdu bûyûk bir vehim . Gerçekten mı bu kıyamet kopacak? Yeniden mi, banlayacak lelâket? Düşecek mi gene derde memleket? Hayır asla yoktur buna bir imkân Fert olamaz bir milletin beşiri Hûrdûr belki m elk^resû bir insan Hûr olamaz vazifenin esiri Kimse yarım bırakamaz bir işi Eserinin borçlusudur her, kişi. Gazi Paşa, gerçi iazla yoruldun ihtimal ki rahata da muhtaçsın Lâkin T ûrkûn tıhsımını sen buldun, fksir gibi bu millete ilâçsın, T ürk çocuktur, yaşayamaz babasız Karanhkta kılavuzsuz lâmbasız Artık çiftlik değil bu hûr memleket Malikâne yazılamaz taşında Kahramanlar soyu olan bu. millet Aslanları gfirmek ister başında. Tehlikeli anda kim ona medet Eylemişse odur onca mutemet. Tepesinde kahramanlar olunca Bu memleket daim gitımş ileri
-6 0 tlk sıraya liarıs lertler dolunca Paslı kalmış kalbindeki cevheri. Bu milletin hali olur pek yaman Kılavuzu olmazsa bir kahraman,' Gazi paşa, ulu Tanrı aşkına Elinden bu mûlkû çûrûk bırakma! Acı kürtardığm yurdun halkına' öksüz gibi boynu bûkuk bırakma! Mektebinde onu okut, çalıştır ' Ykvaş, yavaş halkçılığa alıştır. Neticeden anlaşılır isabet Yoktur senin gibi tûrkû anlıyan. Bilen ancak yapa bilir bir hizmet Şensin asrı bilen mülkü anlıyan Bu milletin sen tutmazsan elinden Yanlış yola gide bilir cehlinden. * Seri yalnız bûyûk bir insan değilsin Seride saklı nice meçhul kuvveter. Yalnız dâhi ve kahraman değilsin Hep şendedir bize mevhıip nusretler T ürk leyziriin kaynağısın taş'durm a! içten gelen' hâmlelferi durdurma! . ' Tekâmülün zenbereği dehandır Tabiimiz sende etmiş tt^celli ' ’ Biki mev’ut' tarakkiye ulaştırBu da senin vaziiendir besbelli. T ürk harsını garptan ödünç alamaz. Nurlânırken cihâri, nursuz kalamaz. •il
-6 1 -
Gazi PcLfa Hazretlerine İkinci istifa
Bu yurt mahrum düzenlikten ümrandan. Köylülerin nasibi yok irfandan, Ey kurtaran bizi zalim Yunandan, Kurtar bizi daha bir çok düşmandın. Medeniyet gerçi bize uzaktır; Mefkuremiz güneş kadar parlaktır, Kurtar bizi cchıletlen, noksandan. Bûtûn millet yfıkselmsfle müştaktır. Harpta nasıl ûn alilıysa her nefer, Tezgâhta da san atma versin fer. Kazanalım her hünerde bir zaf jr. Kurtar bizi iktisadi buhrandan.. Mektep, müze, darülfünun isteriz Halkçılığa uyar kanun isteriz Tarakkimiz her an koşsun isteriz Kurtar bizi beynelmilel hüsrandan, Sen dâhisin bun3 çoktan inandık. Mefkûresiz rehberlerden pek yandık Garpta şarklı yaşayıştan usandık Kurtar bizi bu karanlık zindandan. Göster şimdi ilmi, hars! hedefi Âlim, şair kumandanda hep asker^ Her şey olur, yalnız iste, emir ver. Kurtar bizi meskenetten, hırmandan
-6 2 Sûrûmûzde, bir kur! çoûnn kalmasın, Tepemizde gizli düşman kalmasın Düşmanlar dostu Kakan kalmasın Kurtar bizi bu yaldızlı yılandan.
Ziya İ2ökalp
63-
f
I ^
( M el/U f
1)
Lûgatlar ve bazılarının Türk tarihine göre tefsir ve tesmiye sebepleri Nabız Atan damar, bilek daman Güzide Seçilmiş Şanlı Şereili, ûnlû Necip Soy temizliği Irk Damar, soy Zafer Yenme, ûstgelmc Tanin Sesin tmlaması, çınlaması Tepçil Büyütme, ağırlama Tetviç Başına taç geydirme Nasiye Alın Şermende Utangaç Nûmayan Görünücü, görünen Müphem Kapalı, anlaşılmıyan thtifam Büyüklük, şereflilik Mülhem Kalbe doğmuş, ilham vaki olmuş Müebbet Sonsuz Ziya Bey ( Türkcülûğ ün E sasları) namındaki eserinin 12 inci sayfasında bu manzume münasebetiyle aynen şöyle diyor: «Hulâsa, onyedi onsekiz senedenberi T ürk milletinin sosyolojisini ve pisikolojisini tetkik için sarlettiğim mesainin ı^ahsulleri kaiamm içinde istif edilmiş duruyordu. Bunları
-6 4 meydana atmam için yrilnız hir vesilenin zuhuruna ihtiyaç vardı, işte, Genç kalemlerde Omer Seylettinia başlamış ol duğu mûcahede bu vesileyi ihzar etli. meselesini kâh görmiyerek Tûrkcûlûgû riyle, bûtûn
pro^ramiyle ortaya atmak
Fakat ben lisan bûtûn mcfkûrelelâzim
geldiğini
düşündüm. Bûtûn bu likitleri ihtiva eden ( Turan ) m an zumesini yazarak Genç Kalemler de neşrettim. Bu manzume, tam zan{anında intişar etmişti. Çûnkû, Osmanlıcılıktan da İslâm ittihatçılığından da memleket için ^ tehlekelcr doğaca; 5mı gören genç ruhlar kurtarıcı bir melkûre arayorlardı. Turan manzumesi bu melkûrcnin ilk kıvılcımı idi. Ondan sonra, mütemadiyen bu manzumedeki esasları şerh etmekle uğraştım. >
ve tefsir
65% ■'»9
( M elfuf 2 )
Lügati ar: Yağı: Dû?man Oğan: Eski tiirkçcde
«Ornak» anlamak manasına gelir. Oğan, hakim ve kadir manasma mabuda verilen ivm . Harp mecmuası sayı: 1, şayia 9. Gükalpın « Savaş » manzumesinden. / / ; (El) Devlet, ölke, *Il bırakılır Türe bırakılmaz.» manası; Devlet yahut ölke terkedile bilir, türe bırakılmaz Tûrklerin düşman eline geçen yerlerden milli türesinin hâkim olduğu yere göçmesi, bu meeslenin hâlâ ilade edilmeksizin ruhlarda yaşadığına delâlet eder. K ı r g ı z : Kırk kız demektir.Tûrk Kozmogonisine göre Sağın ath bir Kazak hükümdarının, kızı bir sabah erken kırk cariyesile beraber gezmeğe çıkarlar. Henüz güneş doğmamıştı. Bir İrmağın kenarına gelirler. Irmağın üzerine semanın nur sütunu indiği için, suları gümüş gibi parlaktı. Kızlar suyun ğüzelliğine meftun olarak parmaklarını ırmağa daldırdılar. Bu temas neticesinde hepsi gebe kahr. Hüküm dar, bunların hiepsini bir dağa nelyeder. Orada bunların zürriyeti çoğalarak Kırğız kavmını vücude getirdiler.
Kazak:
Hükümdarlarle, iktidar mevkiinde bulunan beylerle geçinemeyerek çöle çıkan kaçaklara (Kazak) derler. Mete, Atilâ, Selçuk, Cengiz, Timur, hürriyetleri için ilkevci, kendi metbuUrjn? karşı kazak olmuşlardı,
- 6 5 -T S a r t Ç itle r
tacir Türk serhaddiniie bulunupt;ı,Tûrk hakimiyeti
altina kirmeğc kabiliyetli olan milletler (Çit milletleri) yahut (Çete milletleri) ûnvanlan verilirdi. 'Fûrk hakanlıkları bu gibi mekel milletlerden doğardı. Y a h f i Çinlilerde Oğuz teşkilâtından geçen bir ikili tasni! vardı. Bu ikili tasnihn iki haddi olan ( Yang) ile . (Yen) kıymetçe birbirine müsavi değildiler. Bu sebeple Yang olan şeyler (Öz, yahşi, uğurlu) oldukları için (Âli)' dirler. Yen olan şeylerde (Yavuz. Yaman, Uğursuz) oldukları için - salildirler. Kadının Çinde hukukça dun olmasına bu tasni!teki vaziyeti de tesir etmişti. Bu tabirlere muadil olarak eski tûrklerde ( ve Kara) tasnili vardır. Ak Karadan Ali ve Kara Aka nis* betle sialil oldukları içir, bu iki sınıl bir birine müsavi değildiler. Dörtlü tasnilte ( Gök, Aızıl, Ak, Kara ) zümreleri bir birine müsavi idiler. Sekizli tasnif te böyledir, Züm. relerin bu müsaviliğinden dolayıdırki T ürk Eli esasen Demokrat tı. T ürk Elinin Feodal, Aristokratik ve İmper* yalist olması sonradan husule gelen marazı bir yeniliktir Bu sebeplerdendir ki T ürk hukukunda kadınla erkek bir birine müsavi addolumuşbrdır, Şamanizim dininin ruhanilerine verilen isimdir. Bu dine Tesin (Tosun) yahut (Tahsin) de deniyor ki. Ş a n ta n :
( Umumi II ) manasına gelir, Tesin Çinlilerin tabiridir Bunlar müstakil T ürk devleti yerine ilk dek olarak- Çinde bûy^ûk bir Imperatorlqk vûcude getirmişlerdir,
-6 6 Eski Tûrltler >^ine « Nom » adını verirlerdi. (^Lûğat) Din kitabına da (Nom) derlerdi. (Cihankûşa) T ürk dininin luhairî rtislerine (Toyon) adını verirlerdi. Kâhin vt^ Sıhırb î 7.) da (Kam) derlerdi. Şaman kelimesi bu Ksnı kelimesinden lioğntuç'.ur. Ş a m a n i z i m : Eski Tûrklerde, kehınRli ve ruhanî tahahelin ismi\di. Tekin - Eski Türkçede ( Prens) dem?;kH. Ziya ( I'a’ou ve Teki ) hakkınd ı şu malûmatı veriyor: «Eski T tiıkl'rde *kadının vazeyeli garip bir vaziyetti. Çünkü bjşka Cemiyetlerde k:ıc!ııi (Tabu) idi. E s'â Tûrklerde ise l'adın (Tekin) di. Tfkin. Tabu ımn zıdJıdır. Tekin l^rndisine yaklaşan namahremleri çarpmaz: hiç bir yabancı'Fekinden z.irar (jûrrıiez. Haibuki Tabudan, kendisine narnbrem olanlar çok z.ırarlıdır. Tabu, bunlar hakkındı çok’ tehlikelidir Tabu îiun Tekine i\arşı olan zıd vaziyetidir ki l'abu ya Tûrkçede, (Tekinsiz) deniimesini iktiza ettirdi. Kadının, Tekinsiz olmayip, bilâkis Tekin olınısının bir ç()k, mühim neticeleri var. Bunlardan bir kaçını zikredelim. 1 — Bir emirname, « Hakan emrediyor ki * deve başlarsa muta olmazdı, Hakan ve Hatun emrediyorki deye başlarsa muta olurdu, 2 — Hakan, yalnız başına ecnebi devletlerin elçi lerini kabul edemezdi.. Elçiler, Hakan şağd?. H atu n solda olmak üzre ikisinin huzuruna çıkabilirlerdi. Bundan anlaşılıyor ki velayeti amme Hskanla Hatunun ikisine aitti. 3 . — Aile dahilindeki velayeti hassa da yalnız babaya ait değildi. Müştereken ikisine aitti. Meselâ, baba.
l
,•>
67 annesinin rizasını almaksızın kızım kocaya veremezdi. 4 — Eski Tûıklerdc harem yoktu, kadın her mecHıe iştirak ederdi. 5 — Eski Tûrklerde, peçe veyaçmvk yoktu. Siyasî, dini ve iktisadîı meclislere yüzleri açık olarak , işlirakederdi. 6 — Mesleki taksimi âmâl olmadığından, erkekle rin yaptıkları bûtûn hizmetleri iyla ederdi. Hüküm darlık 'kum andanhk gibi. 7 — Kurultaya erkekler gibi işiirak eierdi. Orada
hür ve serbes yapılan kiakâşlara (şura) işiirak ederdi. 8 — Şölenler ( ziyaSeiier ) ve y.jğrai şöienleriaî erkekler gibi işHrak ederdi. 6 — Millî Tbylara (âai ziyal^t) erkekler gibi iştirak ederdi , 10 — Devletin siyasî ijli'iine iştirak ettiği gibi, evin iktisadi' işlerine de işiirak ederdi. A ğ a - Eski Tûrklerde sopun içinde lerdî akribahk yerine maşeri akribahk vardı. Yani, her lert kendinden evelki nesle mensup erkeklerk kadınlara ayrı unvanlar verir, kendinden sonra nesle mensup erkeklere ve kızlarada ayrı adlar verirdi. Meselâ ben kendimden evelki nesle mensup bûtûn erkeklere ( ici ) bûtûn kadınlara ( aba - abla ) derim. Dedemi, babamı, amcamı, bâyûk amcazademi, bûyûk kardeşimi hep bu tabirle iiade ederim. ( tci ) şark tûrklerine mahpustur. Garp oğuzları bu mev kide (Ağa ) kelimesini kullanırlardı. Oymak reısinedc ( Ağa ) denile bilir. . A dsız - Eski Tûrklerde kaz?k olup memleketlcn
-6 8 kaçarak yabancı mcmlckcllerde. zekâsıyle çalışan ve binnelice bûyûk devletler kuran genç Tûrklere denir. Sultan mshmudu Sebûktekin, Ahmedibni Tolon hep birer adsızdı. , Yasa - Türk Türesinde Eski Tûrklerin tebbûl derecesinde yükselttikleri iki sılnriıkelime vardı: Sıra ve Sayğı. Bu iki kelimenin ihtiva ettiği hkirler evelâ Oğuzhan sonrada Cengiz tarafından toplanılarak Yasa (Kanun) halini aldı. A t i l â
~
Dilmaç - Terceman Uygur ~ Oğuzhanın
babası Karahanla yaptığı muharebede Oğuz'a uyan ve Oğuz tarahna geç^n kimse lere verilen isim. Uyğur; Tûrkçede yapuşğur demektir. Yani Sütun kûreyvatı ayrı iken yoğurt olunca nasıl birbirine yapuşur birleşirse 6yle gelip iki kollariyle Oğuzun eteğine yapıştıklarmdan ve îmama uy,ulduğu gibi yani o yatarsa yatıldığı, kalkarsa kalkıldığı gibi, işte bınlara Uyğur yani uyar kimseler dediler.
Us Ülûs « hıssaları
Terbiye, Nasihat. - Bu kelime ûlemek mastarından gelirki ayırmak, Taksim etm ek » manasmadır. Bir
hakanın bu devrin şehzadeleri arasında malları Ulûslara taksim edilir. Uymak Mahmut Kaşğari ye göre ( Tabi, hâdim ) manasına olmak üzre * Uymak) mastarındandır. Ulûs - millet manasınadır.
Kalaç
Oğuzhan bir yıl yurdunda durduktan sonra milletine Iran üzerine yürüyeceğini, bir kaç sene şûrecek bir tedarik .görmelerini emretti, ikinci şenesi yola •
-6 9 çıkıp (Telâş) şehrine vardı. Han ordusunun sonuna mahsus adamlarkoymuştu, aç ve Adaşğan (yolunu şaşırmış) olup kalanları kuvvei kûlîiyeye getirirler. Bir gım bunlar, aileleriye beıabeJ buldukları bir adamı Hana getirmişlerdi. Han onadn arkaya niçin kaldığını sordu. O da şöyle cevap verdi: « Zehiremin azlığmdan askerin gerisinden gelirdim. Haremim gebe ibi, doğurdu. Açlıktan anasının sûdû çocuğa yetmiyordu. Böylece yürüyor idik. Bir çayın kenarında gördüm ki bir Çakal bia sûklûnû yakaladı. Bir ağaçla Çakala vurdum, Sûklünû bırakıp kaçtı. Süklünû ahp kebap edip kadına veriyordum. Arkada koyduğunuz kişiler tesadûl edip (Yolukmak) beni sana getirdil4» Han ona At Azık, mal verip ordu ile gelmemesini söyledi ve ona kal -aç dedi. El’an Ralaç denilen. kabile onun neslidir. Kalaçlardan Vlaveraûnnehirde,, Horasanda, Irakta çok bulunur.
Karlık — Oğuzhan
Gur ölkesine seier ettiği zam sn kış idi. Dağlar karla örtülü idi. Askerler, güçlükle yörü* y*rlardı, Han kimsenin arkada kalmamasını ' emretti, bu suretle ilerleyip oraları da aldı. Yaz gelince askerini saydı, E ksik idi. Sebebini sordu, bilen yoktu. Eksikler bir müd det sonra gelip Hanın huzuruna çıktılar. Han nerede olduk larını sordu. Onlar da; «Biz arkadan gelirdik, bir gece çok k ar yağdı. Geçemedik, orada kaldık. Atlarımız develerimiz öldü. Bahar olunca yaya olarak geldik» dediler. Oğuz emretti, onlara Karlık adını verdiler Karlık kabilesi bunların neshdir.
Kankll
- Tatarlar Corcit yakınlarında otururlardı. Corcit denen yer büyük bir yer olup köyleri, şehirleri vardı, ve Hatayin şimalinde idi ( ashnda timur kazıktır Türkçe
-7 0 şiır.al Timor kazık demektir.) Hindlilcr ve Dacikler oraya Çin derler.. Oguzhan bu yurdun üzerine yûrûdû, Tatar Hanı da bûyûk bir Çeri ile Oğuzhanı karşıladı. Oğuzhan galib geldi ve o kadar ganimet aldı ki yükletecek hayvan bulamadı. Orda bir hünerli kimse vardı, bir araba ■yaptı. Her kes te onun gibi arabalar yapup malları yük lettiler. Arabaya kank dediıer. ( Anadoluda da Kağnı derler, iki tekerlekli bir cins arabadır.) Evelce arabianın ne kendisi ne de adi yoktu. Kank denmesinin sebebi yürürken gang gang etmesindcndir. İcat eden adama da Kankh adını verdiler. Kanklı kabilesi bunun neshndendir. K a p i c a k - Ozamarlar büyük padişahlar nezdinde adet idi ki uzak bir cenge giderken karılarını da beraber alırlardı. Noker ( zabit, hizmetçi ) leride böyle yaparlardı. Oğuzhanın bir beyi de karısını^ alıp gelmişti. Cenkte öldü, iakat karısı kaçıp ordugâha geldi, ileri derecede yüklü olduğundan gelir gelmez tulğa ( doğurma ağrısı) tuttu. Or talık pek soğuktu, barınacak bir yer yoktu. Çürük bir ağacın içine girip bir oğlan doğurdu. Oğuz a haber vediler. Qguz; « Bunun babası bizim hizmetimizde öldü, tasacısı yoktur, benim oğlum olsun » dedi ve adını Kıpçak koydu. Eski T ü rk dilinde Kıpçak; içi boş ağaç demekti. B ugünkü şive ile içi kovuk ağaca Çipcak derler, zamanla (K) (Ç) ye tebeddül etmiştir, Kıpçak eli onun neslidir.
m
H Melfuf: 3
Tûrklcrin tarihi umumisi ( Muharriri Deguignes ) (Dökinyi) Mütercimi Hüseyin Cahit; ikinci cildinin 266 ve müteakip sayialannda bu vak ayı aynen şöyle anlatıyor: «Moğol İmperatorluğunun yani şimali Hûn H üküm e tinin inkırazından sonra son tmperatorunun o§lu Kayan ile yedeni Nağos Tatarların Moğol milletinde yaptıkları katli amdan kurtulmuşlardı. Her ikisi de esir düşmüş olmakla beraber heman heman ayni yaşta bulunan bu gençir o sene evlenmişler ve kanlanyle beraber kaçmak ve memleketle rine dönmek çaresini bulmuşlardı. Memleketlerinde katledilmiş olanların beygirlerini, develerini, eşyalarını ele geçirdikten sonra dağalar arasında daha emin bir ilticagâh bulmak üzre yola çıktılar Tatarcada arşara tabir olunan bazı hayvanlar îarahndan açılmış bir yol buldular. Bu o kadar dar bir yoldu ki ancak bir adam geçebilirdi. Her iki tarahnda müthiş uçurunılar vaadi. Firari Türkler bu yolu tuttulr, gide gide gayet hoş bir ovaya geldiler. Her tarahndan çaylar akıyordu. Kimsenin gelemiyeceği bu noktada yerleştiler. Kışın burada et ile, yazın süt ve meyve ile yaşadılar. Bu kıtaya Ergenekon nammı verdiler Ergene yahut irğana kadim Türkçede vadi demektir, Kom da pek yalçın bir tepe manasınadır. Bu iki T ü rk reisinin zûrriyeti bu vadide tekessür etti. Daha galabalık »lan Kayan evlâtlarına Kayas namını verdiler. Nagos’un akladı ise başlıca iki kola ayrıldı. Birincisi Nağoslar ikin
-7 2 cisi de Derlimin namım taşıdı. Bûtûn bu kavunlar 400 serden ziyade Ergenekon vadisinde kalarak muhtelil aşiret veya kabilelere inkısam ettiler. Sonraları burası onlara pek sıkışık gelmiye başladı. Bir umumî meclis aktederek eski memleketlerinin yolunu tutmak kararını verdiler. Fakat oraya müntehi olan o dar yolu bulmak messelesi vardı. Çünkü yolun nerede olduğu unutulmuştu. Bir çok aradılarsa da hiç fayda vermedi. A ıtık harikulâde .ahvale müracaat etmek zarurî oldu, Rivayet olunduğuna göre dağı kemali d ik k atle. gözden geçiren bir demirci münasip bir. mahal keşf etti, Burası mevaddı hadidiyeden terekküp ettiği için bir geçit açmak kolay idi. Burayı yakmak teklifinde bulundu. Yetmiş büyük körük yerleştirdiler. Bu körükler sayesinde ateşler yakarak madeni erittiler. Bu suretle deve geçe bilecek kadar bir yol açıldı, Bütün millet Ergenekondan çıktı, Bu vak a nın hatırasını muhafaza' için Moğollar her sene bir şenlik yaparlardı, Bıı şenlik te büyük bir ateşte bir demir parçasını kızdırmaktan ibartti, Han bir çekiçle bu demirin üzerine vururdu, Ondan sonr bütün aşiret reisleri ayni şeyi tekrar ederlerdi. Halk ta her aşirette ayni merasimi yaparlardı, • Oğuzhanın torunlarının adlarının manaları; Kah, Muhkem, Bayat, Devletli, Alkaevli, Muvafık, Karevli Çadınyle beraber gezen, Yazır, Kabile rei«i, Yabir, Onune rastgeleni devirir Dodurga, Zaptettiği memleketi muhafaza etmesini bilir Döker, Değirmi, Oşer,İşini çabuk yapan,. Kırnık, Kuvvetli, Bey dili. Sözü muteber, Karkın, Besliyen, Bayender, Müri im Baceni, Gayretli, Cavuldar .Namlı (namuslu), Cebeni, Bahadır, Salor, Kılıçlı, Imer, Zenginler zengini, Alayontlu, Ala atlı, Orkir,
-7 3 1yi işler gören, Iktir, Ulu,, Bekdûz, Hizmetçi, Ava, Bûyûk mansıp sahibi. Kanık, Kıymetli. Tûrklcrin tarihiumumisinde T ürkün Çikil namında 5inci bir oğlu yazılıdır. Bunun için Ziya B. «B iz Türkhaınm beş oğluyuz »• deye başlıyor. G ö k T a n r ı - OrhonkitabelerindeTannya (T ürk Tanrısı) namını da veriyordu. Bu tabir de gösterir ki (Tanrı ) bir rabbülâlemin değildi. Belki bir T ürk oruğunun kavmî ilâhı idi. T ürk tarihinin ana hatları namındaki eserde sumer* A kat' Elam-Eti medeniyeti hakkında aynen şöyle deniliyor sayfa:8-9 Tûrklcrin aşağı Mezopotamya ya inişlerinde, ırmak boyları bataklık halinde idi. Cetveller ve kanallarla suların zararını gidermek, toprağın muntazam sulanmasını temin etmek için bu muhacir kafilelerin gösterdikleri kabiliyet ve meharet daha ilk geldikleri zamanda dahi medeni seviye lerinin yüksek olduğuna delil sayılmaktadır. * Onların bir taraftan Diçle ve Firat, digcr taraftan Kerka ve Karun ırmakları boylarında ve anızlarında kurdukları medeniyet gerek nefis san atların ve gerek siyasî ve içtimai hayatın inkişafı noktalarmdan çok feyizli olmuştur. Bu medeniyet Sumer, A kat, Elam medeniyeti unvanları ile anılır. Türkün cn az yedi bin yıldanberi Otokton ahali halinde yerleşerek kenidine yurt edindiği Anadolu’da yapılan taharriler, bugün milattan evci dört bin yıla çıkarılan anadolu medeniyetinin kıdemini, her an bir kaç asır daha maziye götürmektedir. Anadolu medeniyetleri tarihçilerinden Felix un ve Gasstag ın dedikleri gibi « ihtiva ettiği kadim medeniyet esrlerinin Arkelojik tetkikatı cihetinden henüz el sürülmemiş sayılacak halde olan» Anadolu da taharri devam ettikçe,
-7 4 ilk muhaceretlere tevafuk eden zamanlardatıberi eski Tüklcr tarafından buraya mûnkeşit bir medeniyet getirmiş olduğu nun meydana çıkarılacağma inanmak doğru olur. Anadolu medeniyetinin, Mezopotamya veya Mısır me deniyeti kadar eski olmadığı iddiası varit değildir. Zira söylediğimiz gibi Mezopotamya ile Anadolu’yu işg^l- eden insanlar ayni ırktan ve ayni menşedendirler. Bu itibarla geldikleri yerlerden ayni medeniyeti getirmiş olmaları tabiî görülmelidir.. Boğaz kdy hafriyatı derin tabakalara doğru indikçe, elde edilen eserle»’, ve'K arkam iş harabesinin eserleri bu hakikati teyide hizmet edebilecek delillerdir. Anadolu’daki Eti (Hitit) medeniyetinin azameti gün geçtikçe daha iyi anlaşılmaktadır. Gerek Eti Mûttehidesine. dahil Hükümetlere, gerek yabancı komşu devletler ülke lerine uzanan yolları, muhteşem mabetleri, heykelleri Mısınnkilerden çok daha mükemmel Sfenksleri» le Boğazköyûn toprak örtüleri altından bu gûnkû bçşeriyetin mûtehayyir gözleri, önüne açılan. Eti medeniyeti canlıhk ve fikir yük sekliği. noktalarından ıharikulâde bir inkişafın şahididir. :: tlhan -.U m um i„ sulh hanı demektir. Fakat eski Türk-4İinin .içtiniaî. ve siyasî bünyesini anlanıak için aşa ğıdaki'izahatın ^verilmesi münasip görülmüştür. * Eski Tûrk-^ l^ d ç iller-siyasî birer .cemiyettir. Bu .siyasî cemiyet, (ö z)^ lerden . y a n i. aşiretleden mürekkepti; (öz) ler^ de (Boy) lardan nlürekkepti^. Bu böyle, olduğu gibi ilin az’afmdan müteşekkil sryasi cemiyetlei^.da. Vardı. Meselâ: ,_Ilm büyüğüne H an. Hahirt * büyüğüne- Hakan ve Hakanın büyüğtoe. de/ . tlhâ^' dcıiihrdi: *II kelimesi. Divani lügâta gö^e ( Sulh ) m^ahastndâdif; ( Ilci“) - sulhçu demekter, -Eski -Türklerde,/.Devlet,:
-7 5 — suluK (lininden döğduğu için devlete de II adı verildi. ( İlli budun idim, ilim, âmanım hani?) [ Orhon Kitabesi Bidayette bûtûn Asya ve şarkî Avropa kavgacı aşiretler halinde idiler. Aşiretler durmakiizıp, birbirile gazve yaparlar ve kan davası ta ^ p ederlerdi. Bu iki sebepten dolayı ara da seller gibi kanlar akardı, lldini bu dökülen kanlara nihayet verdi. Asya da şarki avrupa’da, umumi bir sulh husule getirmeğe muvaüak oldu. T ürk ilhanları zamanında Mançorya’dan Mecaristan a kadar umumi bir sulh teessüs* etti. Bu büyük saha içinde her kes, başma altın koyup serbest, hür geze biHrdi. Bazı bethahlanmız, Tûrklerin büyük İlhanlıklar kurm ak için, muharebeler açtıklarını, çok kanlar döktüklerini yazarlar. Halbuki, bu bûyûk muhare beler, daimi olan küçük harpleri kaldırmak için yapılıyordu.. Her sene, aşiret kaykalaritun öldürdüğü insanlar mil yonlara çıkardı. Devlet muharebeleri, bunlara nisbetle gayet az kurban verirdi. Bundan başka, bir kerre büyük bir sulh devleti teşekkül ettimi, arlık uzun seneler muharebe olmazdı. Ve İlhanlığın dahilinde de kan davası, Akın, dahili harp gibi hâdiseler vukua gelmezdi. Bilhasse Tûrklerin muharebeleri, bûtûn milletleri (sulha davet) melkûresine istinat ettiği için, her ne zaman m ağlûp tara! sulh istese, - galip T ürk bulunuyorsa - mutlaka, sulh tekliiini kabul ederdi. Milâttan 236 sene evel karargâhi muhasara edilen Çin Fağfuru, T ürk Ilh anı ( Mete ) den sulh ister istemez, teklili kabul edildi. Dekinyi T ürk tarihinde, bunun misallerine çok tesadüf ediHr. Fıransızca ( Grand Ansiklopedi, ) Hûnler maddesinde, en bûyûk muzafleriyetler aranda bile, Atilâ’ya^
-7 6 ne zaman sulh tekli! edilmişse, derhâl kabul ettiğini yazıyor. İşte Atiiâ* nm hakikî siması: düşman bile istemiyerek onun aziletlerini itirafa mecbur oluyor. Atilâ’nın muharebeleri, dahili kavgalarla mezbeha halini almiş olan Avrupa’ya, umumî bir sulh getirdi. T ûrkûn bu bûyûk sulhu. Roma sulhundan farksızdı. Germenlerin devlet, teşkiline ahçmaları, aralarında sulhun, adaletin tekerrürü Hûnlerin terbiyevî idareleri al tında yaşamaları sayesinde vukua geldi. Avropılılara göre Atilâ, kendi kendine « Allahın belâsı » ûnvanını veriyor muş. Bu da Avropalılarm bir tahrifidir. Otuz asırdanberi bunların resmî bir unvanı demek olan (Tanrı kutu ) ke limesi en eski atalardanberi aldıkları bir ûnvandır. Manası ( Ruhullahdır.) Çûnkû ( kut ) kehmesi, ruhu mukaddes manasına delâlet eder. Atila nm (Mete) ye kadar ve ondan yukarı çıkan dedeleri i endilerine ( Tanrı kutu ) unvanını verirlerdi. (Tanrının gölgesi) yahut (Tanrının mukaddes ruhu) demek olan bu tabir, millî bir ûnvandır. Mutlaka Atilâ «Ben Tanrı kutuyum» demiş; Avrupahlar onu — bilerek yahut bilmiyerek— (Allahın belâsı) diye terceme etmişler, Buterceme, ( Tatar ) kelimesinin, cehennem manasındaki (Tartar) şeklinde okunması gibidir.
-7 7 -
' M elf u f : 4
Çocukların masal dinlemekten ne kadar zevk aldık ları her keşçe malûmdur. Onların rahatsızlıkarını teskin etmek, daima şahlanan ve coşan iştiha ve temayüllerini salim mecralara sevk ve imale ederek ona istenilen istikamet ve hedeli göstermek için elimizdeki en büyük ve sihirli silâh, hiç şüphe yok, çocuk masallandır. Çocuk, hiç farkına var maksızın bu masallardaki kahramanın ruhu, seciyesi ile aşılanır, -yeni kabiliyetler, manevî kuvvetler ve melekeler iktisap eder. Tedricen temayüllerine yeni istikametler ver mek iHyadını kazanmış olur. Çocukların masal dinlemek hususundaki inhimak . ve insiyaklarından her mürebbî her zaman istifade eder. Yalnız mürehbinin masal ve hikâye söylemekte meharet ve hususi istidadı olması şarttir. Her kes masal söyHye bilir. Fakat her kes masal veya hika yesini dinletmeğe muvaffak olamaz. Bunun için mürebbide dinlettirici ve anlattıricı vasıfların bulunması lâzımdır. Derin bir sabır, iyi vepürüzsüz bir söyleyiş, tenevvü ve sözün kuvvet ve şiddetine göre icap eden jestlerin yapilması tahkiyeçiyi muvaffak eden vasıflardandır. Böyle bir nıasalonın karşısındaki en azgın ve haşan ço cuklar bile dikkal, intizam ve inzibata kolaylıkla alıştırılır. Masalcı levilir, ve cocuklarda yavaş yavaş zihinler inkişaf «derek tehayyül kuvveti genişler, mantiki muhakemeler ^
*
f
-7 8 yürütmek istidadı olur. Zihni ınelckclç^n inkişalı Kususuncla şetaret ve mahzuziyetin en mühim lur amil olduğu da nazara alınınca çpcuktıra hikiye ve n»sal söylemenin ne kadar mûhim terbiyevi laideler istihsaline yararlı olduğu hakkmda tam bir likir elde etmiş oluruz. Hikâyeler; Peri masalları, kurt masalı, Sûtnine masalı (güldürücü masal) ve Tarihî masal diy« parçaladı ?yrılırlada bizim hurada iıepsinden ayrı ayrı bahsetmemiz müna sip düşmez kanaatındayım,Yalnız intihap edilecek hikâyelerde aşağıdaki vaKSiiların bulunması lâzımdır, 1 - Daimi tahavv/ûl. 2 - sadelik içmde esrarengizlik, 3 - Tekrir. T w ib e , çocuka ların hoşU^ıdıklirı hikâyelede <laima bu ÛÇ vashn [bulun^ maşım gösteriyor. Bizdeki E r g ^ k o n , Bozkurt, Dûnyıı güzeli gibi Tarihi m asallım peri mastllariflin nûzahi iıkralarjn hakiki hikiyeleifjıı hatta içtimai kıymetleri ok n fomanlarln çocuklara telkini ve irşadi bir tarzda anlatılmaları şayani arzudur. İşte Ziya B, in « Alağeyik » i bir masalda bulunması lazım gelen bütün şerait ve evstfc haiz bir Peri masalıdır. Mağusa’da, Bafta, Leymosun'da bulunduğum sıralarda bu manzKm masalı i ^ i z dokuz ya|Iarmdâki çücu!klara anlat> tığım vakit 1 den iazlası bana hikâyeyi pek m z bir nok sanla anlatmağa muvailak olmuşlardı. Bu da lâzım vasıfları cami bir masalın çocuklar taraiindan ne kadar dikkat ve alâka ile dinlenildiğine canh bir misâl teşkil eder.
Mel/uf: 5
{ ^ 1 Elmaıun ne ,olduğunu Ziya B. bize . anlatıyor: H illi şuur ve mijİi meikûre ile millî bedellere doğru iler lemek... Kendisini yakından tanıyanların teminatına ve y tz ıl^ ;^ i|i etfal^ saçtığı cazibeli ve fû sû n k ^ ışıklara bakı lırsa filhakika Ziya B.in milli hediedere ulaşı^nak için yal nız millî şuurun uyanması ye milli m,elki(^enin tabaldkuk etmesi için yaşadığı anlaşılmış ol^r. Ayh^nım, Kızılelma’da idealist bir kahramandır; Şarkın, daha asırlarca arzı iltikar edeceği garp nuruna, garp ilim ve irfanına susamış bir k ah ram an .. Garbe d o ^ ^ilm ed ik çe, garbın ilminden ve irfanından müstefit olmadıkça şark ın . sona kadar uyanmiyacağını idraiceden kahraman Darûttetrisini garbin 9&tbebeği olan Lozan'tla intihap ediyor. Oradan alınan nur, ışık şarkın o zamanlarca daha müsait bir .şej^ri Qİan Bakft’ye naklediyor. Oradan bûtûn şark nur ve ışık alacaktır. Fakat bir şartla. Milli şuur ve milh mefkûresini yani özûnû ve ateşini sona kadar muhafaza .ve idame e^mek şartiyle...
M thdtlaf: 1 2 3 4 5 6
Ziya Gökalp - T ürk medeniyeti tarihi - T urk türesi ■ Türkçülüğün esasları Rıza Nur B. - T ürk şe«cresi Hüseyin Cahit B. - Tûrklerin tarihi umumisi - TûHk tarihinin ana hatları (methal kısmı)
-8 0 Ziya beyin hayatını yazmak için müracaat edilen esericr. 1 - Ziya Gökalp m hayatı ve malta mektupları: Ali Nûzhet B. Naşiri: İkbal Kütüphanesi 1931 2 - Dima^ ve melekâtı akliyenin Fiziyolojya ve Hılzıssıhası. Dr Abdullah Cevdet, matbaai Amire 1335 - 1333, 3 - T ürk yurdu: Nu: 3 ve 10 - 2 0 4 4 - Mecmualar ve gazeteler Çocuk Ansiklopedisi; 16, Vatan Cumhuriyet, Tanin 5 - Ziya Gökalp ve melkûre Sallet Örfü/ 3 İkbal Kütüphanesi 1342 — 1923
R/CA Tertipte görülecek ufak tefek yazı ve sayfa numaralan hatalarının çocukluğuma bağışlanmasını saygılı okuyucularımdan rica e d ^ i m .
R.
M