Hişşt Hişşt
Orpe
Özlem Kılınçarslan Sözbilir Çizer: Pınar Çekiç
Özlem Kılınçarslan Sözbilir Çizer: Pınar Çekiç
Yazar Özlem Kılınçarslan Sözbilir Çizer Pınar Çekiç Genel Yayın Yönetmeni Özlem Tortop Akkaya Başeditör Yunus Bekir Yurdakul Grafik Tasarımcı Fatma Yılmaz
ISBN: 978-605-4634-34-7 Sertifika No: 12172 İzmir, 18 Nisan 2013 Baskı: Özden Ofset Matbaacılık ve Ambalaj San. Koll. Şti. Kemalpaşa Organize Sanayi Bölgesi Atatürk Mahallesi Gazi Bulvarı No: 148-B Kemalpaşa / İZMİR
Sertifika No: 15666 © Her hakkı saklıdır ve Top Yayıncılık Pazarlama Sanayi ve Ticaret Limitet Şirketine aittir. Yazıları ve resimleri aynen veya değiştirilerek alınamaz ve yayımlanamaz.
Top Yayıncılık Pazarlama Sanayi ve Ticaret Limitet Şirketi Dr. Faik Muhittin Adam Cad. Nu. : 38/Z -1 Konak İZMİR - www.top.com.tr Telefon: 0232 425 79 63 - 445 91 12 Belgegeçer: 0232 489 37 37
Özlem Kılınçarslan Sözbilir, yazar Uzun zaman önce, Denizli’de doğdu. Azıcık afacan, çokça soru soran, meraklı bir çocuktu. Geceleri herkes uyuduktan sonra gizli gizli kitap okumak, ağaçlara tırmanmak, hayal kurmak, basketbol oynamak en sevdiği şeylerdi. Çikolatasız ve kitapsız kalmaktan hep korktu. Okullardan ilkiyle ortasını aynı kentte okudu. Beş yaşında, gördüğü bir balık fosilinden etkilenip jeoloji mühendisi olmaya karar verdi. Yüksek lisansını İzmir’de (DEÜ Jeoloji Mühendisliği Bölümü) tamamlayıp bir süre madencilik alanında çalıştı. Sözcüklerin çağrısına uyup bütün zamanını okuyup yazmaya ayırdı. Öykü ve yazıları çeşitli gazete ve dergilerde yayımlandı. İlk yapıtları;“Masalkent’e Yolculuk” ve “Kent Masalları” dizisi (6 kitap) 2009’da çıktı. “Pembe Kedi Becerikli Martı ve Ben” (şiir), “Eyfel’i Kim Yedi” (öykü) kitaplarıyla ödüller de aldı. Yeni şiirlerine “Kedi Yıldızı” dedi. Şimdilerde yeni düşler peşinde koşuyor.
Pınar Çekiç, çizer Bir varmış, bir yokmuş… Pınar, küçük şehir Bilecik'te doğmuş. Güle oynaya büyümüş. Eskişehir'e Güzel Sanatlar Lise'sinde resim okumaya gitmiş. Aman da pek sevmiş, üzerine bir de çizgi film okumuş. Okul bitince arkadaşlarıyla birlikte bilgisayar oyunları yapmışlar. Sonra komik bir bilim adamı ile evlenmiş, dünya tatlısı bir bebekleri olmuş. Meyve sebze, park bahçe, el işleri, Japonca, gezmek tozmak gibi gibi şeyleri de çok severmiş. Çocukça hayat keyifli geliyormuş ki şimdi de çocuk kitabı resimliyor…
İçindek iler Sandık Odası 3
yülü Orman 14 Hişşt Hişşt Orpe ve Bü Dostları 20 Köstebek Derinkazar ve k 23 Maceraperest Perdeaya lesi 29 Otoburus ve Büyük Ai Bir Kedinin Notları 34
SANDIK ODASI Canım Öcüş’e... ‘Gu guuuk guk, gu guuuk guk.’ Hikmet’le Nimet gelmiş olmalı, pencere pervazı onların yeridir. Yani geçen yaz öyleydi. Biz onlara bu adları takmıştık. Kumrular birbirine benziyor olabilir ama ben onların Hikmet’le Nimet olduğuna eminim. Hikmet biraz daha irice, laf aramızda şişman, Nimet’se daha ince, zarif. Bugün kasabada ilk günümüz, öyle görünüyor ki burada kaldığımız sürece Hikmet’le Nimet uyandıracak beni, kardeşimin uykusu biraz ağırdır da… Heyecandan kıpır kıpır içim, hani derler ya ‘kelebekler uçuşuyor’. Her yaz kasabaya büyükannemle büyükbabamı ziyarete geliriz, genellikle annemle babam birkaç gün kalıp dönerler, Eylül’le ben birkaç hafta kalırız. Geldiğimizde saat gece yarısını geçmişti, uyuyakalmışız hemen. Eylül uykucudur, onu uyandırmak da benim görevimdir. Eylül, hep yaptığı gibi nazlanacak ilkin, sonra kasabada olduğumuzu anımsayınca fırlayacak yataktan. 7
Dememiş miydim? Hiç yanılır mıyım, onca yıllık kardeşim ne de olsa. Birazdan da kocaman gülümsemesini takınıp kahvaltıdan sonra ne yapacağımızı soracak görün, bakın. Bunları bilmek için doğaüstü güçlerinizin olması gerekmiyor. Neyse lafı uzatmayayım, büyükannem çardağın gölgesine kahvaltı sofrasını hazırlamıştır çoktan.
Nasıl da nefis bir kahvaltı, hele de poğaçalar; Eylül de ben de bayılıyoruz büyükannemin poğaçalarına. Büyükannem çok güzel yemek yapar, biz yedikçe de mutlu olur. İştahlı halimizi gören annem hep şu türden şeyler söyler: “Evde her şeye burun kıvıran çocuklar gitti, yerine başkaları geldi.” Büyükannem de “Havadandır kızım, temiz hava iştahlarını açıyor besbelli…” der. Annem, “Yok anneciğim bu çocuklar sizin elinizden ne olsa severek yiyor.” diye karşılık verir ve konuşma böyle sürer gider. Henüz annem bu konuşmayı başlatacak bir şey söylemedi ya birazdan söyleyecektir. Of, neredeyse çatlayacağım. 8
Biz bir şey yapmadan önce annemden ya da bir büyüğümüzden izin isteriz, ama bunu o kadar abartıyormuşuz ki büyükannemin dediğine göre izinsiz tuvalete bile gitmiyormuşuz. Aslında bu Eylül için söylenebilir de benim için pek de öyle denemez. Kahvaltının ardından avludaki kedileri sevmek için izin istedik annemden ama büyükannemin bize bir sürprizi vardı. Hayvan damının önünde beklememizi söyledi. Birkaç dakika sonra çok sevimli küçücük bir oğlakla döndü yanımıza. Bir oğlağı hiç bu kadar yakından görmemiştim! O kadar sevimliydi ki gözlerini dikip bize bakıyor, titrek titrek meliyordu. Eylül’le birlikte sarılıp durduk yavruya. Sonra yine annesinin yanına götürdü büyükannem. Oysa biz hep bizimle kalmasını istiyorduk. Oğlak gidince biz de kedilerin yanına gittik. Yanına dediğime bakmayın iki metreden fazla yaklaşamadık. Anne kedi bizi görür görmez tüylerini kabartıp tısladı hemen. Yemek vermeyi denedik, o yerken biz de yavrularını rahatça sevecektik; çok yanılmışız, hoşlanmadı bizden. Sevemesek de kedilere ad verebilirdik; yalnızca anne kedinin adında uzlaşabildik, yavruların adları konusunda aramızda ayrılık çıkınca onları da ikişer ikişer paylaştık; Pestil, Zeytin, Benekli, Meraklı. Bu arada anne kedininki de Nane. Kedilerden umudu kesince avlunun zeminine kareler, daireler, dikdörtgenler çizdik; kasabada seksek taşları var çok güzel, yassı… Kayrak taşı diyorlar burada, ‘şist’miş yerbilimlerindeki adı, sanki içinde sim varmış gibi parlıyor. Seksek oynamak çok eğlenceli ama 9
Eylül eğlence kısmını unutuyor, hep ben kazanıyorum diye bozuluyor. Bunu söylemedi, ben anlıyorum. Bazen bilerek yenileyim diyorum ama o zaman da anlıyor. Hem ben niye kaybedeyim ki o daha iyi oynamayı öğrensin değil mi ama? Eylül’ün canı sıkılınca bıraktık seksek oynamayı. Öğleden sonra kasabadaki arkadaşlarımızla buluşacağımız için çok heyecanlıydım, sık sık saatime bakıyordum. Eylül alındı, ona gösteriş yaptığımı sanıyor, saatini kaybetti de. Oysa geçen yazdan beri görüşmedik arkadaşlarımızla çok özledim hepsini. Şehirde bir yere gitmek istediğimizde annem bin tane soru soruyor, bin tane de uyarıda bulunuyor. Kasabada bu işler daha kolay, genellikle gideceğimiz yeri söyleyip izin istememiz yeterli. Sanırım bu yüzden, cennet sözcüğünü ne zaman duysam aklıma kasabamız geliyor. Öğleden sonra kasabanın parkında sevinçli bir buluşma oldu. Anlatacak, paylaşacak ne çok şeyimiz varmış! Soluksuz konuşuk. Bir ara Eylül’ü kazlar kovaladı, hepimiz korktuk ama sonrasında çok güldük. Uzun zamandır böyle doyasıya eğlenmemiştik. Bisiklete de bindik. Üç bisiklete altı kişi sırayla... Yorulana dek kasabanın sokaklarında dolaştık. Ne çok özlemişim arkadaşlarımı, kasabayı, doya doya oynamayı. Akşamüzeri eve dönüş zamanı hiçbirimiz ayrılmak istemiyorduk. Ama büyükleri kızdırmaya gelmez. Ertesi gün tekrar buluşmak ve sinemaya gitmek üzere sözleşip evlerimize doğru yola koyulduk. 10
11
Eve vardığımızda büyükannem akşam yemeği için hazırlık yapıyordu. Yemek saatine kadar dinlenecek, kitap okuyacaktık. Üst kata çıkarken hep yaptığımız gibi kim daha hızlı çıkacak yarışması yaptık. Soluk soluğa aynı anda çıktık. Ani bir hareketle Eylül’ü kolundan çekiştirip “Gel, daha iyi bir fikrim var.” diyerek sandık odasına doğru sürükledim. Sandık odası, her zaman keşfedilecek şeylerle doludur. Daha önce de birkaç kez girip karıştırmıştım, çok eğlenceli. Neler yoktu ki içeride! Geleneksel eski giysiler, antika değirmenler, kandiller, plaklar, mektuplar, kartpostallar, fotoğraf albümleri, şapkalar...
Kendimizi eşyaların büyüsüne kaptırmış şapkaları deneyip taklitler yapıyorduk ki büyükannemin seslendiğini duyduk. Henüz merdivenleri çıkıyordu. Ona oyun oynamak için duvara gömülü, tek kapılı, daracık dolabın içine giriverdik. 12
Aslında bizim dolap sandığımız bu yer, büyük büyükbabalarımızın zamanında banyo olarak kullanılıyormuş, İçerisi çok karanlıktı, üstelik duş bile yoktu; insan burada nasıl yıkanır ki? Neyse ben saklandığımızdan söz ediyordum. Eylül, içinde bulunduğumuz duruma heyecan katmak için, “Burada fareler var galiba.” diye fısıldadı. Ben, “Ya ısırırlar da kuduz olursak?” diye karşılık verince tedirginlikle kıkırdadı. Bu sırada ayak seslerinden büyükannemin odaya girdiğini anladık. Sessiz olmaya çabalıyor, gülmemek için kendimizi zor tutuyorduk. Büyükannem odaya şöyle bir göz atıp da bizi göremeyince diğer odalara yöneldi. Bir yandan da bize duyurmak için yüksek sesle, “Yarım saat sonra yemeğe inin kuzucuklarım, şu anda oyun oynayacak zamanım yok, yemek yanarsa birbirinizi yersiniz.” diye sesleniyordu. Her ne kadar karanlık ürperti verse de biz kıkırdamaktan geri durmuyorduk. Oyunu sürdürmekte kararlıydık. Büyükannemin ayak sesleri uzaklaşırken ürkütücü hikâyeler fısıldıyorduk birbirimize. İçerisi öyle karanlıktı ki başlangıçta hiçbir şey seçemiyorduk, bir zaman sonra gözlerimiz karanlığa alıştığından mıdır, belli belirsiz şekiller fark etmeye başladık. Derken bu şekiller mi demeliyim gölgeler mi giderek netleşmeye çiçeklere, ağaçlara benzer bir hal almaya başladı. Sonunda da nasıl olduysa kendimizi bir bahçenin ortasında buluverdik. Bu öyle bir bahçeydi ki o güne dek gördüklerimize pek benzemiyordu. Bitki13
ler bildiğimiz türlerdendi ama o kadar iriydiler ki çimenler neredeyse Eylül’ün omuzlarına geliyordu. Ötede bir gölet vardı. Suyun yüzeyinde benim boyum kadar nilüfer yaprakları, yapraklardan birinin üstünde de o ana dek gördüğümüz en iri kurbağa... Neler olup bittiğini anlamadan, biraz şaşkın, biraz meraklı, biraz da korkmuş çevreyi süzüyorduk ki üstümüzden geçen dev bir yusufçuğun rüzgârıyla ürperdik. Sanki helikopter geçmişti. Bir böceğin bu kadar iri olması ürkütücüydü. “Buradan nasıl çıkacağız?” diye sordu Eylül. Çimenlerin arasından gelen sesle bir kez daha irkildik: “Ne o beğenmediniz mi?” Bu sözleri söyleyen kocaman bir uğurböceğiydi. O güne dek elimizin üzerinde yürüttüklerimizden kat kat büyük, üstelik de konuşan bir uğurböceği. Şaşkınlıktan neredeyse dilimizi yutacaktık. Ürkekliğimiz, şaşkınlığımız uğurböceğinin gözünden kaçmamış olacak ki bizi rahatlatmak istercesine yumuşak bir tonla, “Adım Uğur” dedi. Peşinden ekledi: “Acele etmeliyim, daha uğur götürmem gereken çok yer var.” Ve hızla uzaklaştı. Kafamız allak bullak olmuştu; burası neresiydi, buraya nasıl gelmiştik? Eylül, “Burası nasıl bir yer böyle?” diye fısıldadı. Uğurböceğinin sevecen tavrı sanırım gerginliğimizi bir parça gidermişti. 14
15
; tatillernelerin, dedelerin evleri Anneannelerin, babaan kyüzünü gö ve şi bir kasaba, güne den birini geçirdiğimiz bir an ad ışm tan ha kitaplarla gizleyen bir orman; da ne çok psi he , psi He ar… aşl arkad oyunda buluştuğumuz şlarımıza. öykü taşır çoğalan ya arınıza? k mi ulaştınız okul yıll Sahi masallar dinleyere psinden he mi büyüdünüz? Yoksa Ya da şiirler, öykülerle yoksun muydunuz? leyse her an ook masalınız var. Öy Ne güzel! Demek çooo leniyordur ses e nız), “Hişt. hişt!” diy bir masal kahramanı( rinin aratile pa z, ini da kırmızı ked size bir yerlerden… Ya ere üz dir. tan bir şeyler okumak sına yerleştirdiği kitap sizin öyküt Orpe’de anlatılanlar Mavi bir martı; “Hişt Hiş ım. çenlerde… Çok şaşırd leriniz.” diye fısıldadı ge
top.com.tr