AHALLE AÇI
M
Türkay Çakalağaoğlu Çizer: Mete Erden
Türkay Çakalağaoğlu Çizer: Mete Erden
Yazar Türkay Çakalağaoğlu Çizer Mete Erden Genel Yayın Yönetmeni Özlem Tortop Akkaya Başeditör Yunus Bekir Yurdakul Grafik Tasarımcı Bora Çokdinleten
ISBN: 978-605-4634-66-8 Sertifika No: 12172 İzmir, 18 Nisan 2014 Baskı: Özden Ofset Matbaacılık ve Ambalaj San. Koll. Şti. Kemalpaşa Organize Sanayi Bölgesi Atatürk Mahallesi Gazi Bulvarı No: 148-B Kemalpaşa / İZMİR
Sertifika No: 15666 © Her hakkı saklıdır ve Top Yayıncılık Pazarlama Sanayi ve Ticaret Limitet Şirketine aittir. Yazıları ve resimleri aynen veya değiştirilerek alınamaz ve yayımlanamaz.
Top Yayıncılık Pazarlama Sanayi ve Ticaret Limitet Şirketi Dr. Faik Muhittin Adam Cad. Nu. : 38/Z -1 Konak İZMİR - www.top.com.tr Telefon: 0232 425 79 63 - 445 91 12 Belgegeçer: 0232 489 37 37
Egemen’e...
Türkay Çakalağaoğlu, yazar Bütün zamanların, iklimlerin ve de bölgelerin çocuğu olarak büyüdüm ben. Karadeniz’de bir köy okulunda doğdum. Yanlış duymadınız. Hani öyle hastanede, evde falan değil; okulda! Doğu Anadolu’da, Erzurum’da, Palandöken’in eteklerinde; kışları, mevsim boyu bizimle kalan kara bata çıka, baharları ve yazları sincap misali daldan dala atlayarak, hoplayıp zıplayarak, kent insanının pek bilmediği sokak tozunu yutarak büyüdüm. İstanbul Öğretmen Okulu’nun belki de en haşarı çocuğuydum. Öğretmen oldum. İyi ki de olmuşum çünkü çocukluğumdan hiç vazgeçmedim. Şimdilerde üç de kitapçocuğum oldu: “Trampet Takımı”, “Mahalle Maçı” ve “Şaplak” Aslında ben hiç büyümedim. Büyümek için debelenip durdum. Başaramadım, biliyorum; hâlâ debeleniyorum…
Mete Erden, çizer 1964’te, Eskişehir’de doğdu. Başlangıçta okula gitmeye çok hevesliydi. Sonraları bu ilgisini yitirince çok sevdiği ve yetenekli olduğu resim dersinden bile bütünlemeye kalmayı başardı. Çocukken her şeyin; yaşadığı sokağın, mahallenin, şehrin, ülkenin ve dünyanın çok büyük olduğunu düşünürdü. Şimdi öyle olmadığını biliyor… Bir de oyuncaklarını kendileri yapan çocuklardan olduğunu sevinçle hatırlıyor. Oyuncaklar küçülünce EÜ İletişim Fakültesi’ni bitirdi. Orasını burasını çizdiği gazete ve dergilerde çizer olarak çalıştı. Karikatürleri karma sergilerde yer aldı. Şimdi bir eli karikatürde, bir elinde illüstrasyon çalışmaları, çizmeyi aşmanın yollarını arıyor.
! L O O
O O GO
6
Rızaların evinin yan tarafındaki geniş arazi oyun alanıydı. Yaz günleri gün batımına yakın, kış günleri ise daha erken saatlerde toplanır, hemen takımı kurar, birkaç tuğladan kaleleri oluşturur, başlardık oynamaya. Öyle bağrışırdık ki sesimizi aşağı mahalledeki çocuklar duyar, birer ikişer izlemeye gelirlerdi. Aslında oyunlarımıza katılmak için can atarlardı ama Mustafa Abi’den çekindikleri için söyleyemezlerdi. Mustafa Abi, takımın ruhuydu. Yeri gelir kaleci olur, yeri gelir solaçıkta koşturur, yeri gelir antrenör olurdu. O olmazsa çocuklar bir araya gelemez, maç falan olmazdı. Okulların açık olduğu zamanlarda sadece cumartesi pazar günleri, tatillerde ise hemen hemen her gün akşamüzeri toplanırdık. Antrenman mı, deneme maçı mı yapılacak, karar verilir, gruplara ayrılır, Mustafa Abi’nin gelmesini beklerdik. 7
Mustafa Abi, işyerinden izin alabilirse ya da o gün tamir edilecek bir oto yoksa erken gelir, bekletmezdi. Eğer işi uzarsa çömezlerinden birini bir koşu yollar sahayı beş, on kez koşarak turlamamızı söylerdi. Geldiğinde ise biraz soluklanmak biraz da çocukları gözden geçirmek için duvarın dibine çöker, hepimizin halini hatırını sorardı. Teker teker yüzümüze bakar, hepimizi inceler, kendince yorumlar yapardı. Mutlu mu, sağlıklı mı, bir sıkıntısı var mı gibilerden... Sohbet faslı bittikten, tekmil alındıktan sonra ellerimizi üst üste koyar “Oley! Oley! Oley!” diye bağırır ve top sahası dediğimiz araziye dağılırdık. 8
Takım demek yumak olmak demekti. Yumak çözülmeye başladı mı ondan artık hayır gelmezdi.
BİRİMİZ HEPİMİZ, HEPİMİZ BİRİMİZ İÇİN!
Parola buydu. Gün batana, evlerin ışıkları birer birer yanıp yemek kokuları çevreyi sarana kadar topun peşinde delicesine koşturur, zaman dursa, oyun hiç bitmese isterdik. Annelerimiz camlardan adlarımızı belletircesine seslenir, aç bırakmakla tehdit ederlerdi. Yemek kimin umurunda. Bizim, aşımız da suyumuzda toptu. Top da top olsa bari; ne gezer… Harçlıklarımızdan üç beş kuruş biriktirir, plastik bir top alırız. O da üç gün içinde patlar. Patlak topla iki üç gün daha idare ederiz. Olmadı eskimiş kalem kutusu, teneke kutu, kola kutusu, artık ne bulduysak onunla oynarız. Bir keresinde Sümüklü Gülsüm’ün çoraplarını iç içe sokup top yapmıştık da başımıza gelmedik kalmamıştı. Bütün mahalleyi başımıza yıkmıştı Gülsüm. 9
Burnundan her daim akan, rengi yeşile çalan ve artık kanıksadığımız, iğrenmediğimiz sümüklerinden dolayı adı Sümüklü kalmıştı. Burnunun akmadığını mahallede bugüne kadar gören olmamıştı. Üst dudağına kadar uzadığında ise burnunu hüüüp diye çeker, hoppp sümükler yukarı çıkar burnundan içeri girerdi. Adı üstüne yapışmıştı. Kimse, sadece Gülsüm demezdi. “Gülsüm’ü gördün mü?” “Hangi Gülsüm’ü?” “Sümüklü’yü?” “Görmedim ama top sahasındadır.” Okul saatlerinin dışındaki tüm zamanlarını top sahasında geçirirdi. Annesinden işitmediği azar, yemediği dayak kalmamıştı. Zaten çorapları da bu yüzden top olmamış mıydı? Çorapla koşulmuyor diye çıkarıp duvarın dibine attığı bir gün, tesadüf bu ya, 10
Oyuncular, taraftarlar, saha, hakem... Her şey hazırdı. Tiz bir düdük sesiyle maçı başlatan Hayrettin Amca, bir taraftan alnındaki teri siliyor bir taraftan da oyuncularla birlikte bir o yana bir bu yana koşuşturuyordu. Her iki taraf, sanki milli maçmış da tüm memleket onları izliyormuş gibi hırslı ve coşkuluydu. Top, sahanın bir ucundan diğerine kâh yuvarlandı kâh uçtu. Derken, kim attı bilmiyorum, topu sağ ayağımın burnunun ucuna doğru süzülürken buldum. O an Gülsüm’le göz göze geldik sanki... Soluma doğru şöyle bir yattım... Pas iyiydi ama ben de iyi vurdum doğrusu...
ISBN 978-605-4634-66-8
9
786054 634668