Mudurun cikolatalari web

Page 1

MÜDÜRÜN ÇİKOLATALARI Türkay Çakalağaoğlu Çizer: Emel Alp Sarı



MÜDÜRÜN ÇİKOLATALARI Türkay Çakalağaoğlu Çizer: Emel Alp Sarı


MÜDÜRÜN ÇİKOLATALARI Yazar Türkay Çakalağaoğlu Çizer Emel Alp Sarı Genel Yayın Yönetmeni Özlem Tortop Akkaya Editör Yunus Bekir Yurdakul Son Okuma Emek Yurdakul Grafik Tasarım Bora Çokdinleten ISBN: 978-605-4634-92-7 Sertifika No: 12172 İzmir, 17 Nisan 2015 Baskı: Özden Ofset Matbaacılık ve Ambalaj San. Koll. Şti. Kemalpaşa Organize Sanayi Bölgesi Atatürk Mahallesi Gazi Bulvarı No: 148-B Kemalpaşa / İZMİR

Sertifika No: 15666 © Her hakkı saklıdır ve Top Yayıncılık Pazarlama Sanayi ve Ticaret Limitet Şirketine aittir. Yazıları ve resimleri aynen veya değiştirilerek alınamaz ve yayımlanamaz.

Top Yayıncılık Pazarlama Sanayi ve Ticaret Limitet Şirketi Dr. Faik Muhittin Adam Cad. Nu. : 38/Z -1 Konak İZMİR - www.top.com.tr Telefon: 0232 425 79 63 - 445 91 12 Belgegeçer: 0232 489 37 37


“Sevgi ve umut... Bizim için.”


Türkay Çakalağaoğlu, yazar Bütün zamanların, iklimlerin ve de bölgelerin çocuğu olarak büyüdüm ben. Karadeniz’de bir köy okulunda doğdum. Yanlış duymadınız. Hani öyle hastanede, evde falan değil; okulda! Doğu Anadolu’da, Erzurum’da, Palandöken’in eteklerinde; kışları, mevsim boyu bizimle kalan kara bata çıka, baharları ve yazları sincap misali daldan dala atlayarak, hoplayıp zıplayarak, kent insanının pek bilmediği sokak tozunu yutarak büyüdüm. İstanbul Öğretmen Okulunun belki de en haşarı çocuğuydum. Öğretmen oldum. İyi ki de olmuşum çünkü çocukluktan ve çocuklardan hiç vazgeçmedim. Aslında hiç büyümedim. Büyümek için debelenip durdum. Başaramadım, biliyorum; hâlâ debeleniyorum…

Emel Alp Sarı, çizer 1979’da, Almanya’da doğdu. İzmir’de grafik tasarım okudu. Okul bitince çocuk kitaplarına resim çizmekten başka bir şey yapmak istemediğini fark etti. Zaman geçtikçe çizdiği karakterlere daha çok benzemeye başladı. Hatta resim çizdiği elinin artık çizgi filme dönüştüğünü söyleyenler var. Çizgi filmleri, çikolatayı, dondurmayı, hayal kurmayı, denizi, okunduktan sonra unutulan çocuk kitaplarını toplamayı, papağanları çok seviyor. Şimdi İzmir’deki evinde; kızıl saçlı bir dev, iki papağan, bir örümcek, bacasında bir martı ailesi, balkonunda bir grup serçe ve güvercinle birlikte yaşıyor.




Hani bir oyun vardır, bilirsiniz. “Güzellik mi Çirkinlik mi?” Ebe sırtını oyunculara döner, “güzellik” der; herkes güzel heykelcikler olur ya da “çirkinlik” der; ağız burun yamulur, gözler patlar. Elini kolunu oynatan yani kımıldayan, oyundan çıkar. Yurdun kapısından girdiğimde bahçedeki çocuklar bu oyunu oynuyordu. “Eski minder, Yüzünü göster. Göstermezsen, Bir poz ver. Güzellik mi çirkinlik mi?” “Bu, kız oyunu! Oynamak istemiyorum!” diye bağırdı içlerinden biri. “Kız oyunu olduğunu da nereden çıkardın?” dedi bir diğeri. “Ben çıkarmadım ama kız oyunu. Ne o öyle güzellik falan. Bana uymaz.” “Amma mızıkçısın be!” 7


“Mızıkçı değilim.” “Mızıkçısın!” “Değilim.” “Uzatmayın! Oynamazsa oynamaz!” diye çıkıştı başka biri. “Yine bu oyunu oynayalım ama hayalimizde yaşattıklarımızı sergileyelim.” “Nasıl yani?” “Şöyle! Neyin hayalini kuruyorsak onu beden dilimizle anlatmaya çalışalım.” “Sessiz film gibi mi?” “Yok! Yine donmuş gibi olalım, kımıldamayalım. Kımıldayan oyundan çıksın.” “Kımıldamadan hayal mi anlatılırmış! Saçma!” “Niye anlatılmasın? Diyelim ki ressam olmak istiyorsun ya da müzisyen, canlandırma yapamaz mısın?” Olurdu olmazdı diye tartışmalar sürerken beni yurda getiren amca kolumdan tutup, “Hadi yürü!” dedi. “Bakınıp durma, müdür bizi bekliyor.” 8


Orta yaşlı, saçları seyrelmiş biri, müdürdü sanırım, masanın başında dosyaları karıştırıyordu. Bir ara kafasını kaldırıp bizi görünce eliyle bekleyin işareti yaptı. Kapının önünde bir süre bekledik. Beni getiren amca sıkılmış olacak ki “Çocuğu bırakıyorum!” diye seslendi. Beni de “Bir yere ayrılma!” diye sıkı sıkı tembihledikten sonra gitti. Bir süre çevremi inceledim, yorulunca dizlerimin üzerine çömeldim ve beklemeye başladım. Uzun bir bekleyişten sonra iki kadın geldi. Biri, “Yeni gelen sen misin?” dedi gülümseyerek. Beni müdürün odasına aldılar. Müdür gözlüklerini çıkarıp yüzüme iyice bir baktı. Sanki benim gibi birini ilk defa görüyordu! Bir güzel inceledikten sonra adımı sordu. “Ömer.” “Soyadın?” “Kırlangıç.” “Yaşın?” 9


“On birime yeni girdim.” “Yani on. Peki, kaç kardeşsiniz?” “İki.” “Kız, oğlan?” “Kız.” “Senden büyük mü?” “Küçük,” dedikten sonra, “adını söyleyeyim mi?” diye sordum. “Gerekmez ama söyle istersen.” dedi bıyık altı gülümseyerek. “İpek. Kardeşimin adı İpek!” “Bak, şimdi beni iyi dinle!” dedi ayağa kalkarak. Otururken bu kadar uzun görünmüyordu. Kalkınca ‘bak bak bitmiyor’ diye geçirdim içimden. “Bundan böyle, senin evin burası. Burada büyüyecek, burada yetişeceksin. Burası neresi? Girerken ne yazıyordu kapının üzerinde?” “Müdür.” “Onu sormuyorum, bina kapısını soruyorum. Orada ne yazıyordu?” 10



“Bilmem!” “Ooo! Sen daha nereye geldiğinin farkında değilsin oğlum. Gözünü dört açacaksın. Nereye girdin, nereden çıktın bileceksin. Şimdi git, giriş kapısının üstündeki büyükçe yazıyı oku, iyice belle gel. Koş koş! Uyuşukluğu hiç sevmem. Neyi sevmezmişim?” Sesindeki emir tonunu iyi bildiğimden çekirge misali zıplayarak çıktım odadan. Çıkarken de “Uyuşukluğu...” diye söylendim. Dış kapının üzerindeki yazıyı görebilmek için bahçeden geçmek zorundaydım. Çocuklar, bıraktığım gibi, gırgır şamata oyunlarına devam ediyordu. Yanlarından geçip yurdun giriş kapısına geldim. Başımı kaldırıp yazıyı okudum: “Yetiştirme Yurdu” Başka bir şeyler daha vardı altında ama bakmadım. Demek ki burada yetişecektim bundan böyle. Müdürün yanına dönüp yurdun adını söyledim. Sonra beni yatakhane dedikleri 12


yere götürdüler. Yataklar iki katlıydı. Benimki altta, cam kenarındaydı. ‘İyi,’ dedim içimden, ‘hiç değilse karanlık olmaz.’ Yatağa girdim. Günlerdir sıcak bir yatakta uyumamıştım. Çok yorgundum, bir iki döndüm. Yanı başıma gelen teyzeyle konuşmak istemedim. Gözlerimi kapayıp uyur numarası yaptım. Bir süre sonra numara gerçeğe dönüşmüş olacak ki gerisini hatırlamıyorum. Birisinin beni dürtüklemesiyle uyandım. Birden nerede olduğumu çıkaramadım. “Hey! Burası benim yatağım. Çömezlerin cam kenarında yattığı nerde görülmüş? Kalk! Sana söylüyorum kalk!” diyordu biri. “Niye kalkacakmışım?” gibi şeyler geveledim ama bir işe yaramadı. Beni sarsmaya devam edince mecburen kalktım. O da ne! Üstüm başım sırılsıklam. Dün yola çıktığımızdan beri tuvalete gitmemiştim. Aynı çocuk, “Yatak da ıslanmış. Hem de benim yatağım! Bunun hesabını sormaz 13


mıyım?” diye bağırmaya başlayınca odadaki çocukların tümü yataklarından fırlayıp başıma üşüştüler. “Bu, yeni gelen mi?” “Belli olmuyor mu?” “Oğlum kaç yaşındasın sen?” “Kesin ceza alırsın.” “Yatak ıslatmak ha!” “Vay! Yandın sen yandın.” Bu kargaşa içinde ne yapacağımı şaşırmış ıslak ıslak bakınırken, “Bana bak! Çelimsiz Yaşar!” diye bağırdı arkalardan biri. “Bu yatak nereden senin oluyor, biir! Sen hiç yatak ıslatmadın mı, ikiii! Hemen yok ol, üüüç!” Herkes çil yavrusu gibi dağılınca bana döndü, “Hoş geldin arkadaş.” dedi elini uzatarak. Tutamadım çünkü elim çişliydi. Bağrışmalara nöbetçi öğretmen geldi. “Neler oluyor?” diye sordu. “Hiç rahat durmaz mısınız? Saat kaç oldu, hâlâ yatak14


larınızda değilsiniz!” dedikten sonra yatağımı ıslattığımı gördü. Beni koruyan çocuğa döndü, “Götür bunu, temizlesinler.” dedi.

15


Korkmaz’la, Güzellik mi Çirkinlik mi oyununda mızıkçılık eden çocukla tanışmamız işte böyle oldu. “Gecenin bir yarısı banyo mu olurmuş?” diye hem mızıldanıp hem de beni yıkayan teyzenin, “Al bunları!” diye önüme fırlattıklarını giydim. Pantolonun paçaları kısa, gömleğin kolları uzun gelmişti. “Kıvırırsın olur gider. Pantolonu da taaa beline kadar çekme, azcık aşağıda tut.” dedi. “Güzel oldu güzel! Buldun da bunuyorsun.” Sonra şöyle bir süzdü beni tepeden tırnağa. “Ne öyle ağız burun tafra. Burada kimse kimsenin nazıyla oynamaz bilmiş ol!” diye de ekledi. Odaya döndüğümde Korkmaz’ı, kapıda bekler buldum. “Benim adım Korkmaz. Adım gibi hiçbir şeyden korkmam!” dedi. “Başın sıkışırsa bir ihtiyacın olursa bana gel.” Yatağa doğru gidiyordum ki “O ıslak yatağa yatma, yanıma gel. Başka yatak gösterirler sana sonra.” diyerek yatağını gösterdi. 16



MÜDÜRÜN ÇİKOLATALARI “Duydunuz mu?” “Neyi?” “Paketi kimin aldığını?” “Kimmiş?” “Çelimsiz Yaşar.” “Vayy! Nasıl yapmış bu işi?” “O günkü kavgadan sonra müdürün odasına götürüldüklerinde Çelimsiz Yaşar da görmüş paketi. Müdürün olmadığı bir an’ı kollayıp dalmış içeri. Boyu yetişmemiş tabii önce. Çöp bidonunu ters çevirip üstüne çıkmış. Önce açmış. Bir de ne görsün, içi lokum dolu. Bir iki yiyip biraz da cebine koyduktan sonra paketi bağlamış. Ama lokum bu! Gel beni bitir, diye bağırıyormuş karşıdan. Çelimsiz, sorunu çözmüş. Paketi boşaltıp içine kesmeşeker doldurmuş. Ee... müdür konuklarına ikram etmek isteyince de...” “İyi de Çelimsiz’in yaptığı ne malum?”

ISBN 978-605-4634-92-7

9

786054 634927


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.