Ş A HA N E EKİ P Çiğdem Sezer
Ş A HA N E EKİ P Çiğdem Sezer
ŞAHANE EKİ P Yazar Çiğdem Sezer Genel Yayın Yönetmeni Özlem Tortop Akkaya Editör Yunus Bekir Yurdakul Kapak Resmi Emel Alp Sarı Grafik Tasarım Bora Çokdinleten
ISBN: 978-605-4634-91-0 Sertifika No: 12172 İzmir, 17 Nisan 2015 Baskı: Özden Ofset Matbaacılık ve Ambalaj San. Koll. Şti. Kemalpaşa Organize Sanayi Bölgesi Atatürk Mahallesi Gazi Bulvarı No: 148-B Kemalpaşa / İZMİR
Sertifika No: 15666 © Her hakkı saklıdır ve Top Yayıncılık Pazarlama Sanayi ve Ticaret Limitet Şirketine aittir. Yazıları ve resimleri aynen veya değiştirilerek alınamaz ve yayımlanamaz.
Top Yayıncılık Pazarlama Sanayi ve Ticaret Limitet Şirketi Dr. Faik Muhittin Adam Cad. Nu. : 38/Z -1 Konak İZMİR - www.top.com.tr Telefon: 0232 425 79 63 - 445 91 12 Belgegeçer: 0232 489 37 37
Maceranın ve dostluğun sizi nerde beklediğini bilemezsiniz…
Çiğdem Sezer, yazar 1960, Trabzon doğumlu bir öğretmen. İki çocuğu, iki de torunu var. Okumayı ve yazmayı çok seviyor; okurken başka başka dünyalara gitmekten, başka insanlarla/ yaşamlarla karşılaşmaktan mutlu oluyor. Ona göre “hayatın en büyük mucizesi, kelimeler. Kelimeleri yan yana getirip onlara bambaşka anlamlar yüklemek”ten hoşlanıyor. Bu yüzden şiirler, romanlar yazdı. Yazmak, onun için dünyanın en zevkli oyunu. İstediği kadar arkadaş edinebildiği hiç bitmeyen bir oyun, yazmak… Uzun süre yetişkinler için yazdıktan sonra çocuklar ve gençler için de yazmaya başladı. Yazarken on beş yaşına indiği de oluyor, yetmiş yaşına çıktığı da. Bugüne dek on altı kitabı yayımlandı. Çeşitli ödüller aldı yazın dünyasından. Ama ona göre en büyük ödül, sözcüklerin kendileri çünkü ona hiç bitmeyen bir serüvenin kapısını açıyorlar. Elinizdeki kitabı yazarken de büyük bir heyecan ve mutluluk yaşadı. Kitabı okuyan herkesle, hiç tanışmamış olsalar bile bir dostluk bağı kuracağını söylüyor. “Çünkü,” diyor, “Bu romanı oluşturan kelimeler, arkadaşlığın kapısını açacak anahtarlardır.” Bu kez sizi de davet ediyor oyununa. Hangi kahramanı seçeceğinize kendiniz karar vereceksiniz. O, yazarak başlattı bu oyunu; siz, okuyarak sürdüreceksiniz. Hadi öyleyse, başlayalım…
Bölümler
Tatil Başlarken .....................................................................7 Kura Çekiliyor .................................................................. 13 Yola Çıkıyoruz .................................................................. 23 Kazdağları’na Giderken .................................................. 27 Eve Varış ............................................................................. 31 Huzurevi Huzur mu Dolu? ............................................ 40 Beklenmedik Karşılamalar ............................................. 47 Huzurevinde İlk Günün Ardından .............................. 57 Altın Ekmek Yenir Mi? .................................................. 67 Çevrecileri Kimler Kaçırdı? .......................................... 79 Murat Ortada Yok............................................................ 99 Huzurevinin Davetsiz Konukları................................107 Zamansız Fırtına ............................................................115 Mercan Adası’ndan İda’ya Uzanan Mağara ..............121 Şahane Ekip Hesap Veriyor ..........................................131 Aynaya Bakmak ..............................................................140
TATİL BAŞLARKEN Haziranın ortalarıydı. Güneş bulutların arasından sıyrılıp kenti kucaklamış, aylardır kendine kapanan evler pencerelerini ardına dek açmıştı. Köşedeki ağaç, yeşille bezenmiş dallarını “merhaba” der gibi sallıyordu. Isınan hava, insanların kalplerini de ısıtmıştı; mahallenin bakkalı daha güler yüzlü, postacısı daha sevinçli, aylardır yüzleri asık gelip geçen insanları daha sevecendi şimdi. İstanbul’un orta halli semtlerinden birinde küçük bir sokak, taşlarını ısıtan güneşe sevgiyle selam yollayarak izliyordu üzerinden gelip geçenleri. O sokaktaki evlerin her birinde farklı heyecanlar, sevinçler yaşanıyordu. Bazı evlerdeyse elbette keder hüküm sürüyordu… Dünyanın her yerinde olduğu gibi! Evlerin çoğunda ortak bir heyecan yaşanıyordu; okulun son günüydü, karne alıp tatile 7
girecekleri için öğrenciler oldukça sevinçliydi. O duyguyla hazırlanıp düştüler yola. Teyze çocukları olan Barış ve Işıl, sokağın köşesinde, yakın arkadaşları Didem’le buluşup yürüdüler okullarına. Tatile girecekleri için sevinçliydiler ama heyecanlarının daha önemli bir nedeni vardı; yaz tatilinde gerçekleştirecekleri proje için kura çekimi yapılacaktı o gün. Sınıftaki herkes öneri getirmiş, bu öneriler üzerinde tartışılmış ve dokuz proje saptanmıştı. Bir tane de Serap Öğretmen eklemişti; bir grup, huzurevindeki yaşlılara bir ay boyunca kitap okuyacaktı. Sınıfın otuz öğrencisi, üçer kişilik grup olarak birer projeyi üstlenecekti. “Sonunda bugün de geldi!” dedi Işıl, başını Didem’e ve Barış’a çevirerek. Üçü bir grup olmuşlardı. “Evet ama yaşlılara kitap okuma projesi bize çıkarsa ne yapacağımızı düşünsenize!” diyen Barış’a diğer ikisi yüzlerini asarak baktılar. “On grup olduğuna göre onda bir olasılık var demektir.” dedi Didem, kıvırcık saçlarını eliyle düzeltmeye çalışarak. “Hemen kötüsü8
nü düşünmeyelim; bence bize balıkçılık ve ağ onarma projesi çıkacak. Bunu hissediyorum. Balıkçılarla denize de açılırız. Belki heyecanlı bir açık deniz macerası bile yaşayabiliriz. Harika olmaz mı?” “Fena sayılmaz.” diye karşılık verdi Işıl, “Ama fotoğrafçılık projesi bence daha iyi. Her yeri, her şeyi fotoğraflamak… Umarım bize bu çıkar.” “Ne kadar heyecansızsınız kızlar!” dedi Barış, yüzünü buruşturarak. “Bilgisayar oyunları dururken neler seçiyorsunuz! Ah! Bize bir çıksa! Ne oyunlar geliştiririm!” “Öğretmen, bilgisayar oyunu yapmamızı istemedi; oyunun senaryosu yazılacak sadece.” diyen Işıl’a döndü Barış: “Bir çıksın bize o proje, bakın nasıl bir oyun geliştireceğim ben. Kimseciklerin aklına gelmez valla. Düşünsenize, yepyeni bir oyun! Vee gelsin şöhret!” Kızlardan yanıt gelmediğini görünce ekledi: “Asmayın hemen yüzünüzü. Şöhret olunca unutmam sizi, söz!” Barış, “Boş hayaller kurmasan iyi olur.” diyen Işıl’a dudaklarını büzerek baktı: 9
“Tam da annem gibi konuştun işte!” Konuşmanın tartışmaya dönüşeceğini anlayan Didem, “Hadii!” dedi ikisinin de elini tutarak. “Lütfen kesin birbirinizle uğraşmayı! Barış, bilgisayar oyununu geliştirmek için seni engelleyen yok ki! Mutlaka ödev olması mı gerekiyor? İstersen kendi başına da yapabilirsin bunu.” Işıl da “Tabii, kendin de yapabilirsin.” diyerek onayladı iri, mavi gözlerini iyice açarak. “Söyleyenlere bak!” diye mırıldandı Barış. “Fotoğraf çekmek için grup olmak şartmış gibi!” “Tek başıma da fotoğraf çekebilirim elbette.” diye karşılık verdi Işıl. “Ama grup olunca daha farklı yerlere gidebilir, daha güzel fotoğraflar çekebiliriz. Belki bir sergi bile açabiliriz o zaman. Ne güzel olurdu!” “Bu kadar abartmasak iyi olur” diye söze girdi Didem. “Beni asıl heyecanlandıran, işin yazıya dökülmesi. En heyecanlı projeyi alsak bile, doğru dürüst yazamazsak ne işe yarar ki!” “Öff ! Bazen gerçekten de çekilmez oluyorsunuz kızlar! Olayların içinde yaşamak dururken yazmanın ne heyecanı olurmuş!” 10
“O zaman sen niye bilgisayar oyunlarıyla vakit geçiriyorsun?” “O başka!” “Başka filan değil işte. Yaşamayalım demiyorum ama yaşadıklarımı yazmak da hoşuma gidiyor. Bunda ne var!” “Hadii!” diyerek araya giren Işıl oldu bu kez. “Önce yaşarız, sonra yazarız. İkinizin de gönlü olur. Ben de fotoğraflarım olan biteni!” Birlikte gülüşerek yürüdüler sınıfa doğru. Üç arkadaş birlikte çok iyi zaman geçirirlerdi ama son günlerde ne zaman bir araya gelseler projelerden söz ediyorlardı. Aileleri de bıkmıştı bu durumdan. “Yeter artık çocuklar.” demişti Işıl’ın annesi Hülya Hanım. “Başka bir şey konuştuğunuz yok. Eskiden ne güzel basketbol oynar, kitaplar hakkında tartışır, bisiklete filan binerdiniz. Artık evden çıkmaz oldunuz!” “Hülya haklı.” demişti Işıl’ın babası Sami Bey. “Bu hafta sonu birlikte tiyatroya gitmeye ne dersiniz? Değişiklik olur sizin için.” 11
Üçü birden yüzlerini buruşturarak birbirlerine bakmışlardı. Geçen ay izledikleri oyunu anımsamışlardı; Dostoyevski’nin “Suç ve Ceza” adlı romanından uyarlanmıştı oyun ve neredeyse üç saat sürmüştü. Çok sıkılmışlardı ve şimdi yeni bir oyun izlemeye hiç istekli değillerdi. Barış, kararlıydı; kızlar kabul etse bile itiraz edip gitmeyecekti. Çocukların yüz ifadelerinden, bu düşünceden hoşlanmadıklarını anlayan Sami Bey, “Ama neden?” diye sormuştu. “Siz kızlar tiyatroyu severdiniz.” Üç arkadaş bir süre yanıt vermemişti ama Sami Bey ve Hülya Hanım bir yanıt bekliyorlardı. Işıl, parmağını doladığı uzun sarı saçlarını çekiştiriyordu. Sıkıldığı zamanlarda yapardı bunu. Annesinin, “Saçını çekiştirmeyi bırak!” demesiyle elini çekip Barış ve Didem’e, ‘Başka çaremiz kalmadı!’ anlamında bir bakış fırlatmış ve şöyle demişti: “Hep kendi seçtiğiniz oyunlara gidelim istiyorsunuz ama biz sıkılıyoruz. Değilse seve seve geliriz.” “Tamam tamam.” demişti Sami Bey. “Anlaşılan, tiyatroya ikimiz gideceğiz Hülyacığım.” 12
KURA ÇEKİLİYOR Birazdan Serap Öğretmen sınıfa girecek, kuralar çekilecekti. Herkes bir ağızdan konuşuyor, kimin ne dediğini anlaşılmıyordu. Anlaşılamayan o cümleler büyük bir uğultu halinde sınıfın kapısından koridora taşıyordu. Ama o gün, bütün sınıflarda benzer heyecanlar yaşandığı için kimse bu durumdan şikâyetçi görünmüyordu. “Kimse beklemesin, bilgisayar oyunları projesi bizim!” diye bağırdı İnanç. Sınıfın en irisiydi ve diğerleri ona bulaşmamayı yeğlerlerdi. Barış, onca uğultu arasında İnanç’ın söylediğini duymuştu ve diğer çocuklar gibi, ondan çekinmiyordu. “Dur bakalım!” dedi, sesini olabildiğince yükselterek. “Daha kuralar çekilmedi.” “Öyle olsa ne çıkar!” diye yanıtladı İnanç, alaycı bir şekilde gülümseyerek. “Sen iki kızla 13
o projeyi alsan bile eline yüzüne bulaştırırsın, yercücesi!” “Ne dedin lan sen?” diyerek öfkeyle İnanç’a doğru adım atan Işıl’ı Didem durdurdu. “Bırak şunu, ne istiyorsa söylesin. Nasılsa okul açıldığında kimin ne yaptığı çıkacak ortaya.” “Haklısın.” diyerek yerine oturdu Işıl. “Her zaman böyle şapşal şapşal konuşur ama doğru dürüst bir şey yapamaz.” Sıra arkadaşı Acar da Barış’ın kolunu tutmuş, gitmesini önlemeye çalışıyordu. “Duymadın mı? Bana, ‘yercücesi’ dedi! Bırak kolumu da şuna dersini vereyim.” diyen Barış’ın koluna daha sıkı sarıldı Acar. “Onunla kavga ederek gününü berbat etmek mi istiyorsun? Öğretmen gelecek şimdi. Otur yerine hadi.” Barış oturdu. Şimdi bütün sınıf susmuş, onları izliyordu. Bu sırada İnanç: “Onun adı Acar Sınıfa koku saçar!” diye bağırıyordu. 14
Barış, bu kez Acar’ın kendisine engel olmasına fırsat vermeden yerinden fırladı, birkaç adımda İnanç’ın karşısına dikildi. Ufak tefek Barış’la iri yarı İnanç’ın karşılıklı görüntüleri oldukça komikti doğrusu. Ama Barış bunu düşünecek halde değildi. “Biri şu yercücesine bir sandalye getirsin.” diye bağırdı İnanç. Sınıftan kahkahalar ve “O-o!” nidaları yükseldi. Işıl, Didem ve Acar da yerlerinden kalkıp onların yanına gitti. Bütün sınıf ayaktaydı şimdi ve hepsi neler olacağını bekliyordu. Bu kargaşada sınıfa giren öğretmeni fark etmemişlerdi. Serap Hanım, sesine sanki bütün gücünü yükleyerek bağırdı: “Çıkardığınız gürültüye bakılırsa karne de proje de umurunuzda değil anlaşılan!” Bir yandan da sınıftan çıkacakmış gibi kapıya doğru ilerliyordu. Herkes çil yavrusu gibi sıralara dağıldı. On saniye sonra sınıfta çıt çıkmıyordu. Serap Hanım şimdi çıkarsa kimbilir kaç saat sonra gelirdi! Hiç kimse karne ve proje 15
için daha fazla beklemek istemiyordu. Üstelik dışarıda çok güzel bir hava vardı ve hemen hepsi, çıkışta neler yapacağını planlamıştı. “Ama öğretmenim…” dedi Yağmur. “Biz… Şey… Çok heyecanlıyız da…” Öğretmenin gitmek gibi bir düşüncesi yoktu. Yine de Yağmur’un sözleri üzerine şöyle bir düşünmüş de dönüyormuş gibi yaptı: “Tamam, bakalım! Onca patırtıyı duymamış gibi yapacağım.” Sınıftakiler neredeyse nefeslerini tutmuş bekliyorlardı. Az önce uğultuların dışarı taştığı sınıf orası değilmiş gibiydi. Karnelerini bile unutmuşlar, kura çekimi için sabırsızlanıyorlardı. “Önce karneler!” dedi öğretmen ve sınıftan bir uğultu yükseldi yine. “Ama öğretmenim…” “Önce kura çekelim, n’oooolur!” “Karnelerimizin nasıl olduğunu biliyoruz nasılsa. Lütfeeeen…” Sesler giderek yükseliyordu. 16
ŞAHANE EKİ P Öğretmeleri, yaz tatilini kimi çalışmalarla da değerlendirmelerini ister. Projeleri öğrenciler önerir. Serap Öğretmen, yaşlılara kitap okuma projesini de ekler öneriler arasına. Ve kura çekiminde olan olur. Kahramanlarımız, beklemedikleri bir çalışmayla baş başa kalırlar. Ancak maceranın kimi, nerede beklediği belli midir? Sevdiye Teyze, Ferhunde Hanım, öksürmekten başka bir ses çıkarmayan papağanı Tulumba’yla Fatma Hanım ve Ömer Bey... Ve çağlayanın altındaki mağara... Işıl, Barış, Didem... Köpeği Kocakulak’ın bir an olsun terk etmediği arkadaşları Murat... Ferhunde Hanım, arka arkaya çakan şimşeğin o kısacık aydınlığında Kocakulak’ı fark edince düğüm çözülür...
ISBN 978-605-4634-91-0
9
786054 634910