Evrene Fısıldanan Dilek - Ön Okuma

Page 1

1. Bölüm Küçük köpek; kulaklarını dikmiş, gözlerini bir an bile kapıdan ayırmadan, beklenti içinde geçen arabalara bakıyordu. Dan, bir süre öylece dikilip ona baktı, sonra anın büyüsünü bozmak için bir ıslık çaldı ama o hâlâ kıpırdamadan kapıya bakmaya devam etti. “Gel buraya küçük kızım,” diye seslendi ona. “Beklemenin bir anla-mı yok.” Anni onu duymuştu, bundan emindi. Hatta söylediklerini anladığından da şüphe etmiyordu. Çok akıllı bir köpekti, sezgileri birçok insandan bile daha kuvvetliydi. Anni bir kırmaydı. Bir av köpeğinin yumuşak kulakları ve burnuyla, bir sosis köpeğin kısa ve koyu renk tüylerini taşıyordu. Yaratılıştan biraz sersemdi ama kalben tam bir şampiyondu. Kapıda beklemenin anlamsız-lığını bilseydi bile inanmak istemezdi. Dan çömeldi ve onun kulaklarının arkasını ovmaya başladı. Anni kafasını çevirip büyük ve ıslak gözleriyle ona baktığında, birbirlerini anlamışlardı. “Tamam kızım,” dedi. “Tamam.” Ama tamam değildi. Christine’in bir daha asla geri gelmeyecek olması hiç tamam değildi. Adımları evin içine işlemişti ve kahkahaları hâlâ evin koridorlarında yankılanıyordu sanki. Hem de ne kadar çok kahkaha. Artık hepsi geride kalmıştı. Onun varlığının kanıtları her yerdeydi. Alışveriş listesi, buzdolabının üzerindeydi hâlâ, montu arka kapının üstündeki kancaya asılı duruyordu, okuduğu kitap sehpanın üzerindeydi, kaldığı sayfaya püsküllü ayracını sıkıştırmıştı. Mutfak takviminin üzerindeki kendi el yazı-sıyla yazdığı randevu notlarını ve eski patronu Nadine’i ziyaret edeceği günlere koyduğu işaretleri gördü Dan. Nadine, zor bir kadındı. Birkaç kez arka arkaya geçirdiği felçten sonra artık tam zamanlı olarak hastanede yatmaya başlamıştı. Christine halinden memnundu, sadıktı ve hep önce etrafındakileri düşünürdü. Dan ona bir aziz olduğunu söylediğinde, “O kadar da önemli değil,” derdi. Ama Dan ne kadar önemli olduğunu çok iyi bilirdi. Çoğu kişi rahatsız olmazdı ama Christine onlardan biri değildi. Cenaze, hiç uyanamadığı bir kabus gibi geçmişti. Böyle olmaması gerekiyordu. Hep, önce kendisinin öleceğini düşünmüştü, bu yüzden Christine ve kızları Lindsay’nin kendisinden sonra rahat edebilmeleri için hayat sigortası yaptırmıştı. Ama hepsinden önce ölümü çok ileriki, artık yaşlandıkları bir zamanda bekliyordu. Artık kulaklarının ve bacaklarının pek iyi çalışmadığı yıllarda, hâlâ genç ya da genç sayılabilecek yaşlarda değil. Christine daha otuz dokuz yaşındaydı ve kendisi de bir yıl daha yaşlıydı karısından. Artık o hep otuz dokuz kalacaktı ama Dan her geçen gün daha da yaşlanacak, yalnız başına her geçen yıl onunla olan mutlu günlerinden biraz daha uzaklaşacaktı. Keder dalga dalga geliyordu. Bazen o kadar can yakı-yordu ki herhangi bir şey yapmasına izin vermeyeceksine felç ediyordu onu. Bazen de sinsi bir baş ağrısı gibi arka planda pusuya yatmış bekliyordu. Bir yıl hatta biraz daha fazla geçmişti ölümünün üz-rinden. Zamanın o olmadan geçip gitmesini düşünmek bile çok zordu. Akşamüstü Anni hâlâ kapının dışında Christine’i bekliyordu. Dışarıda olduğunda hep aşağı yola kadar başıboş dolaşır,


geri gelirdi. Öylece oturmuş Christine’in arabasının gelmesini bekleyen köpeğin görüntüsü gerçekten insanın canını acıtacak cinstendi. Dan onun niye beklediğini çok iyi anlıyordu çünkü aynı şeyi o da istiyordu. Eğer hayat adil olsaydı, hemen şimdi Christine’in her zamanki gibi anahtarıyla kapıyı açıp içeri girdiğini duyabilirlerdi. Aslında ölmemiş ama hastanede bir karışıklık olmuş olurdu. Ona çok benze-yen başka bir hasta hayatını kaybetmiş ve Christine de mucizevi bir iyileşme sürecinden sonra turp gibi geri dönmüş olurdu. “Yoksa öldüğümü mü düşündün,” derdi inanamayarak. Önce gülüşür, sonra sarılıp ağlarlardı ve en sonunda da bir anne ve eşi kaybettiklerinden haber-leri bile olmayan karışıklığın diğer tarafındaki aileyi düşünerek üzülürlerdi. Dan, o insanların gerçeği öğrendiklerinde hissedecekleri acıyı çok iyi biliyordu. Christine’in öldüğü gün sanki doğa onun gidişini kabullenmiş gibiydi ve mevsimler de değişivermişti. Yaz bitmişti bir anda. Sonbahar gelmiş ve yere düşmeye başlayan yaprakların renkleri değişmişti. Kış yavaş yavaş beliriyordu. Saat altıdaki akşam yemeği hiç şaşmıyordu bir zamanlar. Oysa şimdi akşam bir şeyler yiyip yemediğinin farkında bile değildi. Kendisini aç hissetmiyordu, o zaman hiçbir önemi de yoktu. Lindsay, bir arkadaşının evinde, psikoloji dersi için hazırladıkları grup çalışmasındaydı arkadaşlarıyla. Ev, boş ve sessizdi, havası ağırdı. Yanlarda sallanan elleriyle ne yapacağını bile bilmiyordu. Cenazeden önce, hafta sonu akşamlarında neyle uğraşırdı? Hatırlayamadı. Aslında şömineyi yakmayı gerektirecek kadar soğuk değildi ama yapacak başka bir şey bulamadığından, iti-nalı bir şekilde işe koyularak önce kütükleri yerleştirdi, sonra da altlarına çıraları dizdi. Bir gazeteyi de buruşturup ızgaranın altına soktu. Bir çakmakla gazeteyi tutuşturuverdi ve geri çekilip alevlerin yayılmasını izlemeye başladı. Alevin artık sönmeyeceğinden emin olduktan sonra da uzanıp cam kapaklarını kapattı şöminenin. Anni yaklaştı ve şöminenin yanında kapıyı görebileceği şekilde yüzünü patilerinin arasına yerleştirip çöküverdi. Bu manzara Dan’e yakasını bırakmayan kederinin bire-bir yansıması gibi göründü. “Anni.” diye bağırdı. “Uzaklaş oradan.” Sesi istediğinden biraz fazla sert çıkmıştı ama işe yaradı. Anni ayağa kalkıp salonda öylesine gezinmeye başladı. Sanki bir anda evsiz kalıp nereye gideceğini bilemeyen birine dönüşmüştü. Onu böyle görünce, Dan az önce biraz sert çıkan sesi için pişmanlık duydu. “Anni gel buraya kızım,” dedi bu sefer yumuşak bir ses tonuyla. Köpek ona yaklaştığında diz üstü çöktü ve onun boynuna sarıldı. “Çok özür dilerim Anni. Sana bağırmak istememiştim.” Gözlerini kapatıp alnını onun karnına dayadığında, gözyaşları çenesinden süzülmeye başlamıştı. Karısı öldüğünden beri zaman farklı bir ritimde akıyordu sanki. Lindsay ile birlikte bu yeni normallerine alışmak için grup terapilerine katılmışlardı. Buna rağ-men Christine’siz hayat ona hâlâ yanlış geliyordu ama yapabileceği bir şey yoktu. Zamanla, Lindsay’nin tiyatro gösterisindeki performansını görmek ya da işine yüklenmek gibi küçük şeylerden keyif almayı öğrenmeye başladı. Ama yalnızdı. En kötüsü de Lindsay’nin evde olmadığı akşamlardı. Son sınıf öğrencisi olduğu için onun yoğun bir hayatı vardı. Erkek arkadaşı, üniversite planları, tiyatro kulübü ve


hatta yarı zamanlı bir işi. Bazı günler Dan onu sadece eve girip çıkarken görebiliyordu. Anni olmasaydı zaman nasıl geçerdi hiç düşünmek istemiyordu. Köpek, psikiyatristten daha iyi bir terapist olmuştu bu zamana kadar. Dan onunla uzun uzun ko-nuşuyor, dertlerini, sırlarını hatta gününün nasıl geçtiğini sadece ona anlatıyordu. Köpeğin onunla konuşulurken kafasını kaldırıp sanki anlıyormuş gibi karşısındaki kişinin yüzüne bakma alışkanlığı vardı. Dan’in kendi-sini çok kötü hissettiği, hayatın çok anlamsız gelmeye başladığı günlerde, Anni tasmasını alıp Dan’in yanına gelir ve zorla kendisini yürüyüşe çıkarttırırdı. Dışarıdaki temiz hava ve biraz yürüyüş de Dan’in ruh halini hep iyi yönde etkilerdi. Anni’yle birlikte böyle çok uzun yollar yürümüşlerdi. Önce sokaklarda bir tur, sonra arkadaki ormana hatta uzaktaki tarlalara kadar bile yürüdükleri oluyordu. İstisnasız her seferinde, eve dönerken, çıkarken olduğundan çok daha iyi hissediyor oluyordu kendini Dan. Evet, tabi ki kızını çok seviyor, arkadaşlarının ve akrabalarının değerini biliyor, psikiyatristine de saygı duyuyordu ama acılarını dindirmekte Anni tek başına hepsinin toplamından daha fazla yardım etmişti kendisine.


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.