Hezeyan Fanzin 4. Sayı

Page 1

Mehmet Aycı – Çırpı. .………………………………………………………………………2 Mekselina Sultan Cica – Tarihin Yiğidi Olan Asker…..…………………………………….3 Birol Öztürk – Ve Çocuklar Ölür Suskunluklar Bilenir ...………………………………..…4 Eray Sarıçam – Braveheart……………………………...…………..…………………...…..5 Eray Sarıçam – Körsel ġiirler I: Parnasyen Küfür ……….………………………………….6 Tugay Özdemir – ġerh ……………………………………………….………………………7 Fatma Nur Aydın – Bu Maviyi Ġlk ÖzleyiĢimdir ………………………….……….…………9 Tugay Özdemir – Güvercin Odası II ………………………………………………………..12 Rabia Kıran – Kendimle KonuĢmalar: Son Söz…………...…………………………….…..14 Onur Akbudak - Artık ………………………………………….……………………..……..15 Eray Sarıçam – Bir Fil Müddeti‘nde Siyasi Söylem …….…………………………….…….16 Tugay Özdemir – Sosyal Medyada Soma, Gazze ve Ortadoğu……..………………………18 Recep Akay – Sünnet AnlayıĢımız ………………………………………………………….19 Muhammed Aydın – Habil ile Kabil ………………………………………………………..23 Eray Sarıçam – Ġskele‘nin Ġki Güzel Adamı ……………………………………...…………24 Tuğba Aktepe – ―..‖ …………………………………………………………………………25 Muhammed Aydın – ErtelenmiĢ Sükûtlar …………………………………………………..26 Mustafa Ünver – Nedense …………………………………………………………………..27

Hezeyan Fanzin 4

1


Mehmet Aycı

Çırpı

Elinde süpürgesi: Bilmek için acıtıyor nasıl arındığını! Ellerin sevilmekten baĢka dil bilmez miydi? Gönül kırıklarından, göz yanılmalarından Bu kirli yağmur Ģimdi? Önce yerleri ıslat, tozmasın, acımasın! Sonra geceyi! Kandillerde simit, karnelerde pekiyi ġapkalarda tavĢan, çayda limon YaĢadığımıza bakıp iç çekince sevgilim Kaçırdık gösteriyi! Peki!

Hezeyan Fanzin 4

2


Mekselina Sultan Cica

Tarihin Yiğidi Olan Asker

Ey düĢmanı darma dağın eden, nefer! Fedailer toprağında ġehitlik ettiniz tüm ecellerinizi Bombalara galip geldiniz ArĢı inleten tekbirlerle Kabre, kırmızı sular içinde girip Zifiri karanlıklarda getirdiniz O en içten Ģahadetlerinizi Ey cehennemleri denize taĢıyan nefer! MahĢer yeri gibiydi Kızgın cephelerin ve ellerin GiymiĢtin mücadele isteğini Yenilgiyle filizlenebilen devlere karĢı Memleketi, yâri Ve ananızı Allah‘a emanet edip Her seferinde ―Önce Vatan‖ dediniz. Önce vatan dediniz ve yendiniz. Ey Ģehit, kefensiz naĢın gönüllerde mahzun Su ve yemek yerine geçmiĢ Birkaç kurĢun Bedende bir kol kalmıĢ Bir de el Buna rağmen vazgeçmemiĢ hiçbir nefer Ey ölmeyen sevdalı nefer, Bilirim Bir tek zaferle tatmin olurdu Kalbindeki iman Gözlerin uykuya hasret, içinde vatan aĢkı Sanadır dualar Sanadır açılan eller, Sen rahat uyu Ey tarihin yiğidi olan asker!

Hezeyan Fanzin 4

3


Birol Öztürk Ve Çocuklar Ölür Suskunluklar Bilenir Gönlüne kar yağdırıyorsa çocuk sesleri yetsin Dikkat et hiçbir şey ıslatmasın namluları İsmet ÖZEL

demek ki yetmiyormuĢ Ġsmet Abi vatandaĢın kanı, çocukların gözyaĢları iyice alevlendirmekte bu acı kar tufanını ıslanmıĢ olan sadece namlular mı kaldı iĢte bundandır ki susarım ironik bir tavrı olsa da göğün kızsa da gevrek gülüĢlü çocuklar uçurtmalara susarım weifeng‘den yayılır uçurtmalar Avrupa‘ya susarım haykırsam ne çare küçüğüm Ģarkılar söylemek gelmez gayrı içimden oysa son dizelerine iliĢir kuĢlar çocuk Ģarkılarının kelebekler ölür ve mahzunlaĢır tüm maviler bir çocuk düĢer kızgın toprağa yüzükoyun Anadolu‘dan, Orta Doğu‘dan, tedirgin gecelerden akĢama doğru iyice kömürleĢen gözlerinden çocuklar düĢer kaldırıma ve çocuklar enselenir kaldırımlarda ekmek düĢer, umut düĢer, kan düĢer, çocuklar… analar sonra… sonra Soma! kara kelimesi hüzün biçer Ģiirime alın terinden mayası zehirden ekmek ve kömür bileĢeni ve gözlerinde o sönük ıĢığı çocukların elleri avurtlarında yetim bir çocuğun düĢkünlüğü karanın ölüm boyutuna denk düĢer iliĢmeyin kuĢlara ve hiçbir Ģey sormayın çocuklardan baĢka bu yıkık, beklentisiz kelamımın atı terkisinde bir acı suskunluk ve öfke heybesinde çürümüĢ vicdanlarımızın artığı durur çocuklar ve uçurtmalar güvercinleri hayatın Barış kokar bir çocuğun uçurtma uçuran elleri ekmek kavgası, can davası ve aydınlık onların gözlerinden yayılır kağıda, kaleme, esnafa, mütevazi sofralara Sonra bir kömür bir de karanfil kalır elde avuçta

Hezeyan Fanzin 4

4


Eray Sarıçam Braveheart “Topu gâvur bunların” Dedem

Mevzuu: "Zulüm 1453'te baĢladı" ĠĢte Ģairin Tanrıdandır dediği ilk dize

Hakikat: Yıl 2014 Erbain hâlâ kâbusu küffarın Of Not Being A Jew kemiriyor beynimi SavaĢmayı öğrenmeliyim Parayla malla ve kelime-i Ģehadet Çok uzaklarda memleketimden Tam ortasında memleketimin Ama nerede Bir Ġngiliz saldırısına hazır adamlar ġiir susmuĢ Ģair ne söylüyor Anlamıyorum sol olmuĢ ya sağ Yine de yolunda giden bir Ģeyler Yok değil Tarih ve gerçekler üzerine. vatan somuttur, hepiniz gelin 9 dokuzluk: gezi‟den soma‟ya Yazık Kimin amentüsü hâlâ O yüce duyguları Ģairin bu körlük Dergiler: korkak Fanzinler: beyefendi Ġçgüveysi bültenler Canımı sıkıyor paklamıyor beni Dinozorlar ve orospular Nerden geldiğimi biliyorum Nereye gideceğimi nereye varır Yolun sonu Yıl 2014 Biliyorum Demokrasi: "Zulüm 1453'te baĢladı" William Wallace olamayacağım Çok üzgünüm Ne de Ġsmet Özel

Hezeyan Fanzin 4

5


Eray Sarıçam

Körsel Şiirler I: Parnasyen Küfür

Hezeyan Fanzin 4

6


Tugay Özdemir

Şerh

I ne aydınlatır dünyanın karanlık yüzünü nereye çıkar Ģu art arda sıralanmıĢ çizgiler güz yapraklarının düĢerken okuduğu ağıt ne fısıldar insanın kulağına intiharı düĢünen bir astronot kabuslar görüyor uzay boĢluğunda öğrenir kuĢlardan uçmayı özgürlüğü anlamaya çalıĢan uçurtmalar uçup konmayı bir trafonun üstüne akĢam üstleri ışıklar söndüğünde ellerim dirilir II elimizde önünü alamadığımız pazarlar ve sonraya bırakılan çocuk istekleri yetiĢmek için asrına mağara adamlarının çizilen resimler duvarlara bir Ģehirden baĢka bir Ģehre uzanıp Ģehirlere kafa tutan dağlar ve dağları içine hapseden dağınık kumları çölün yol üstündeki çizgiler de yorgun ―nereye çıkar art arda sıralanmıĢ çizgiler‖ tefekkür şiir okumanın başka adı

Hezeyan Fanzin 4

7


Tugay Özdemir

III ayrılık yollarla yarıĢır hüzün ağıtlarla kervan tüm göçlerin özeti tevekkül imanın açıklaması bir darb-ı mesel ―kitap dostudur insanın televizyon Ģeytanın modern icadı‖ dua suyun kendi kendine mırıldanması kibir kabilin suçunu üstlenmeye benzer ve bunca kan kusmak iç kanamadan değil IV yatsılar annemle eĢ değer annemden ilk kez bir Ģiirde bahsetme mutluluğu daha fazla devam edemem çünkü anne çünkü anne nimettir olmayanın canı çeker şiir hayata karşı etkisiz bir silahtı ellerimde

Hezeyan Fanzin 4

8


Fatma Nur Aydın

Bu Maviyi İlk Özleyişimdir I Yüzünü kapatmıĢ gazetesi ve onu tutan eski elleri vardı. Dakikalardır karĢısında oturuyordum ama bir kere indirmemiĢti gazeteyi aĢağı. Farkında olmadan koyulmuĢtum incelemeye. Kalın, ütüsü düzgün, paçaları hafif kısa, haki rengi kumaĢ pantolonunu; gri, sünmüĢ, kol ağızlarından ipleri çıkmıĢ, bel lastiği eskimiĢ, tüm düğmeleri ilikli triko hırkasını; kahverengi, bağcıksız, kösele ayakkabılarını. Ben sabahın bu erken saatinde yeni dünyalar tanımaya, yeni gülen gözler görmeye, yeni sokaklardan geçmeye ve bunları ölümsüzleĢtirmeye gidiyordum. Peki ya bu zamanla tanıĢıklığı benden çok uzun yıllar öncesine dayanan adam niye buradaydı? Nereyeydi yolculuğu, niyeydi? Sabahla ne alıp veremediği vardı da kalkıp erkenden konmuĢtu durağa. Damarlı ellerindeydi gözlerim Ģimdi, güneĢ lekeleri vardı ellerinde yaĢlılığının ona hediyesi ama uzun hayatı boyunca hiç güneĢ görmemiĢçesine beyazdı kırıĢık derisi. Arada bir sayfayı değiĢtirmese yüzyıllardır orada öylece duruyor sanabilirdim. Sonra derin bir nefes alıp "ÜĢürsün" dedi hırıltılı ıslak sesiyle. Ġlk seferde kime, niye dediğini anlamadım. Tekrar etti: "Üstündeki ince üĢürsün, bakma havanın güneĢli olduğuna serin eser." dedi. Üstüme alınmam gerektiğini çok iyi biliyordum, bu yüzden tereddüt etmeden cevap verdim. "ÜĢümek güzeldir, yaĢadığını hatırlatır insana.". Gazeteyi indirdiğinde mavi gözlü gülümseyen bir yüz gördüm. O kadar tanıdık bir duyguydu ki. Mavi gözlerinin arkasına sakladığı bir kamburu vardı, gazeteden görememiĢim. O zaman fark ettim aslında ellerinin titrediğini, gazetenin 20 yıl öncesine ait olduğunu. Nereye gittiğimi sordu, ilgiyle dinledi anlattıklarımı; heyecanla dinledim anlattıklarını. Ġkimiz de erkenciydik, öyleyse otobüs gelene kadar konuĢabilirdik. "Konarı" dedim. "Dünyanın en güzel turkuazını görmeye gidiyorum." Muzip bakıĢlarla etrafına baktı, kimsenin olmadığını fark edince eğilip kainatın anahtarını verecekmiĢ gizliliğinde bir ses tonuyla fısıldadı. "Oraya giden gizli bir yol biliyorum, hem daha da eğlenceli. Ġstersen sana gösterebilirim.". Ve çocuksu bir tebessüm belirdi suratında. Nasıl hayır diyebilirdim? Beraber yola koyulduk. Kıran köyün bitip eski çarĢının göründüğü uzun yokuĢun baĢına geldiğimizde durduk ikimizde. GüneĢ hala tazeydi gün için. Derin bir nefes alıp bir kaç dakika izledik zamanın eskitemediği Ģehri. Öyle duru, öyle sakin, öyle huzurlu. "Adını hiç sormadım, adın ne?" dedim. Gülümsedi, sadece gülümsedi ve adını söylemedi. Ben de tekrar etmedim sorumu. Böylesi daha iyiydi belki de. Sonra bana baktı, gülümsüyordu sanki hayatının en mutlu günüymüĢçesine. "KoĢalım mı?" dedi. "YokuĢ aĢağı koĢalım mı?". Evet koĢalımdı. YokuĢ aĢağı koĢmayı benim kadar seven biri varken niye duralımdı. "Ama.." dedim devamını getirmeye korkarak. Yürümekte bile zorlanan, sırtında sanki koca dünyayı, bütün yaĢadıklarını, acılarını-anılarını taĢıyormuĢ gibi bir kamburu olan bu tozlu adam nasıl koĢardı? Cümlemi tamamlamadım. Olsundu, o söylüyorsa bir bildiği vardı, olurdu. KoĢmaya baĢladık kollarımızı iki yana açıp. Uçuyorduk, evet kesinlikle uçuyorduk. Gittikçe gençleĢiyordu yüzü buğulu adam. Sırtı dikleĢiyor, bacakları kuvvetleniyor, gözlerinde bin muhteĢem güneĢ doğuyordu. YokuĢun sonuna vardığımızda artık ikimiz de 19 yaĢındaydık. on dokuz. Çocuksu hayallerini hala kaybetmemiĢ gençlerin yaĢı. Nasıl olduğu umurumda değildi, bir Ģekilde genç ruhuna hediye genç bedeni vardı Ģimdi. Nasıl olduğu umurumuzda değildi. KuĢlar gibi özgürdük artık. Bir Ģarkı tutturdu diline, yüzünde hala tebessümüyle: "All these things you do come back to you sing with me, sing for the real Sing for the laughter, sing for the year Sing with me, just for today Maybe tomorrow, we will go away

Hezeyan Fanzin 4

9


Fatma Nur Aydın Dream on dream on dream on dream until your dreams come true" "O Ģarkı öyle değil." diye geçirdim içimden, "Uyduruyorsun" gülümseyerek. Ama söylemedim ona, "böylesi daha doğru onun için belki" dedim sadece. Erken saatli sokakta "dream on" diye diye ilerledik. Hiç kimse yoktu etrafta. Biz de hazır boĢ bulmuĢken etrafı hunharca hayal ettik. Cinci Han'a yürüdük. Ben onu takip ediyordum, o yolu gösteriyordu. Kapının büyük tokmağıyla çaldı devasa kapıyı. Biraz sonra içeriden gıcırdayan bir kapının sesi ve beraberinde sürüyerek yüründüğü anlaĢılan ayak sesleri geldi. 3 yıldır Cinci Han'ın kapısının kapalı olduğunu ilk kez fark etmiĢtim. Hatta Kapı açıldığında karĢımda böyle birini göreceğimi hiç düĢünmemiĢtim. Cinci Hüseyin Efendi. Bacaklarından biri yoktu, tahta bir değnekten tutunuyordu. Onun dıĢında her Ģey idamındaki gibiydi. Sanki hiç ölmemiĢti hatta aksine zamanı bükmüĢ de durdurmuĢ gibiydi. Peki ya bacağına ne olmuĢtu? Gözlerim ĢaĢkınlıktan büyümüĢ olsa gerek "korkma" dedi 19 yaĢındaki mavi gözlü delikanlı. Tanıdık yüzlerdi birbirlerine belli ki. Kapıdan bakıldığında her Ģey normaldi ama içeri girdiğimizde sanki 400 yıl geriye gitmiĢtik. Eski kıyafetli kadınlar, fesli adamlar görür gibi oldum ama çok da irdelemedim. Bir masaya tabure çekip oturduk. Cinci hocayla mavi gözlü delikanlı sanki susarak konuĢuyordu, dakikalarca tek bir soluk bile çıkmadı ağızlarından. Sessizliği bozan cinci hocaydı. "Uzun zaman oldu o kapıyı açmayalı, biz sanki hep sizi bekliyormuĢuz da siz geç kalmıĢsınız." dedi. Cinci'nin bakıĢları deliciydi. Baktığında sanki bana değil de direk zihnime, düĢüncelerime, aklımdan geçenlere bakıyordu. Bana değil de kalbim de sakladıklarıma, sırlarıma, düĢünmekten bile sakındıklarıma. Sonra küçük ama telaĢlı adımlarla bir erkek cüce gelip eski yapraklı, tozlu bir kitap verdi Cinci'ye. Kitabı alır almaz Cinci eliyle koymuĢ gibi bir sayfa açtı. Ġnsanların aciz aklıyla hayal bile edemeyeceği kadar güzel bir bahçe gösterdi bize. Siyah beyaz motiflerle süslü, minyatürlerle tasvirlenmiĢ, eski kitaba bakınca gördüğümüz çok daha fazlasıydı. Bütün renkleri görebiliyorduk, en güzel sesleri duyuyorduk ve pek güzel kokular geliyordu burnumuza bu bahçenin çiçeklerinden. Ne çok kuĢ vardı burada böyle. Cinci daha ben bir Ģey sormadan cevapladı bile: "Buradaki bülbüller Farsça konuĢur. Evet, konuĢurlar tıpkı papağanlar gibi. Ama onlara baĢka dil öğretmek imkânsızdır, sadece Farsça konuĢurlar. O bülbüller her konuda konuĢurlar: politika, sinema, doğa hatta mizah. AĢk hariç her konuda.". Etrafta gezinen cüce insanlardan daha ĢaĢırtıcıydı bir bülbülün aĢk hakkında konuĢmaması. Bülbül değil miydi güle ölesiye âĢık? "Ama neden?" diyebildim sadece. "AĢk hakkında konuĢmak kabalıktır, kimi inciteceğin belli olmaz." diye cevaplayınca aslında zaten cevabı bildiğimi fark ettim ve hafif gülümsediğimi. Birden ciddileĢti gözleri, çatıldı kaĢları. Neredeyse var olduğuna inandığım bu adam endiĢeli cümleler kurmaya hazırlanıyordu. "ÇıkıĢta sizi bekleyen zor bir soru var. Eğer cevabınız kabul görürse sonsuzluğa kanat açmıĢ gibi özgürsünüz, kuĢlar gibi özgürsünüz, okyanus balıkları gibi özgürsünüz. Ama önemli olan doğru cevabı vermek değil inandığınız cevabı vermek." Ancak masallara yakıĢacak bir serüvenin içine sürükleniyorduk. Soru da nereden çıkmıĢtı, neydi soru? Ama bu hanın içinde zaman o kadar tuhaf ilerliyordu ki bazen dakikalarca yelkovan yerinde sayıyorken, bazen düĢündüklerimi yakalamak bile zor oluyordu. Bunları düĢünecek zamanımız yoktu. Çok vakit kaybetmeden yolumuza devam etmeliydik, gün yarı olmadan. Dua değildi ama Arapça olduğunu anladığım cümlelerle bir Ģeyler okudu bize kapıyı açmadan önce. Sanki bir taĢ meclise girecektik de muhafızlar yüce divanın yüksek kapılarını açacaktı. Ama aksine bu kapı ortalama bir insanın eğilerek geçeceği Ģekilde yapılmıĢtı. Handaki cüceler bu yüzden miydi, yoksa cüceler yüzünden mi kapı böyleydi? Kapı tüm hantallığıyla, yaĢlılığıyla Arapça cümlelere karĢılık verdi ve daha Cinci dokunmadan kımıldayıverdi. Cincinin kapıyı itiĢine kapının gıcırdayan ayak sesleri eĢlik etti. Mavi gözlü delikanlı heyecanlı, hiç düĢünmeden karanlık geçite attı adımlarını. Benimse baĢka sorularım vardı.

Hezeyan Fanzin 4

10


Fatma Nur Aydın "Ya soruyu bilemezsek?" dedim titrek ve titrediğine ĢaĢkın bir ses tonuyla. Cincinin gözleri korkutmuyordu artık, endiĢelendiriyordu. Gölge düĢtü delici gözlerine. "Geçitten geçtikten sonra zaman farklı akar. 'kırmızı zaman'dır artık adı. Bu zamanın acımasızlığını anlatır. Bazen saatlerce yürürsünüz ve sadece dakikalar geçmiĢtir. Bazense zamana en çok ihtiyacınız olduğu anda su gibi akar. Eğer soruyu bilemezseniz zamanın düz çizgisi artık düz değildir sizin için. Pek çok gerçekliğe çatallanır. Aynı anı pek çok kez yaĢarsınız, bir Ģeye defalarca yeniden baĢlarsınız, bazen günlerce güneĢ batmaz ya da hiç doğmaz. Yani kırmızı zaman, zamanda kaybolmuĢsunuz demektir." Cincinin cevabı beni Cincinin gözlerinden daha az korkutmuĢtu. Belki meraktan, belki heyecandan tereddütsüzce attım adımımı ben de. Ama sormadan kapıdan geçemeyeceğim bir soruyu taĢıyordum zihnimde. "Peki, bacağına ne oldu?" dedim. Cinci o gün ilk defa gülümsemiĢ olabilirdi. "DüĢmek uçmanın yarısıdır." dedi. Bu cevap da bana yetti. Kapıdan geçince gözlerimin karanlığa alıĢmasını bekledim. Ama etrafın aydınlanması gözbebeklerimle değil kapının kapanmasıyla ilgiliymiĢ gibiydi. Kapı kapanır kapanmaz yerin altına doğru inen sonsuz sayıda basamak belirdi ayakuçlarımızda. Bu toprak merdiven sanki dünyanın merkezine iniyordu, dibi karanlıktı. YavaĢ yavaĢ inmeye baĢladık. Hava serinlemiĢti. Derin bir labirentin içine doğru yürüyormuĢuz gibi bir his belirdi içimde. Toprak zemin, toprak duvarlar ve en korkuncu toprak tavan... Ama neyse ki nasıl oldu anlamadan sonuna geldik. Ve burada da bir kapı vardı. Mavi gözlü delikanlı kapıyı bir hamlede açmıĢtı bile. Ġçeri girdiğimizde yine her yer siyahtı, kapıyı kapatana kadar. Kapıyı kapatınca belirginleĢmeye baĢlamıĢtı her Ģey. Buranın hikayesi de buydu: bir kapının sırrı diğerine geçmemeliydi. Etraf netleĢince gördük ki her yer de yıldızlar vardı, baĢımızı kaldırıp baktığımız her yerde. Biz gökyüzüne inmiĢtik. Karanlık bir kubbenin altında sayamayacağımız kadar çok yıldızla ödüllendirilmiĢtik. Gökyüzü üzerimizdeydi, evren üzerimizde... Uzandık sonsuza yıldızları topladık. Ceplerimiz hayallerimizle, yıldızlarla doluydu. Mavi gözlü delikanlı bir ara avucunu yıldızla doldurup dakikalarca izledi. Gözlerinde heyecanın parıltısı yıldızların parıltısıyla yekpare olmuĢtu. Ne kadar mutlu olmuĢtu, ne kadar ĢaĢkındı. Oysa bu yolu bildiğini söylemiĢti, neyeydi bu ĢaĢkınlığı? Doyumsuzca sahip olmak istiyordu her bir parıltıya ve o her avuçlayıĢında daha çok yıldız beliriyordu gök kürede. Artık hayallerimize bile sığdıramadığımızda yıldızlarımızı toprak yolda yürümeye devam ettik. Sanki bir tek bu yol vardı kapının ardında. Geri kalan her yerde; yukarıda, aĢağıda, sağımızda ve solumuzda, önümüzde ve arkamızda ama her yerde gökyüzü vardı. BoĢlukta asılı eskimiĢ bir toprak yolda adeta Ģuursuzca yürüyorduk. Eğer hayret etmekten vakit bulup etrafımıza da baksaydık bir uçurumun dibine doğru yürüdüğümüzü fark edebilirdik. Ama bu sonsuzluk paradoksu bizi kara delikmiĢçesine soğurmuĢtu ve biz kendimizi bir uçurumun dibinde bulmuĢtuk. Yeni bir kapı yoktu, yeni biri de. Ne yapacağımızı bilemezken Cinci'nin son sözleri geldi aklıma. Bir iki adım geriye çekildim, son bir kez sonsuzluğu izlemek için baĢımı yukarıya kaldırdım. Buradan gitmesi çok zor olacaktı, zamanda kaybolmak buydu belki de. Gerçekliğini yitiriyordu her Ģey. En son gördüğüm Ģey gökyüzü olsun diye gözlerimi sıkıca kapattım, nefesimi tutup koĢmaya baĢladım ve emin olduğumu düĢündüğüm zaman kendimi uçurumdan aĢağı bıraktım. "DüĢmek uçmanın yarısı..." Mavi gözlü delikanlı ya çok cesurdu ya da çok heyecanlı. Sorgulamadan benim peĢimden koĢarak kendini sonsuzluğun kucağına bıraktı o da. AĢağı düĢerken serin havanın bize karĢı koyması ne kadar da güzeldi. Tenimize kesik kesik çarpması. Yerçekimiyle yapılan en güzel anlaĢmaydı bu. Sen teslim oluyordun o da sana hayallerinin kapısını açıyordu. Belki ölecektik ama bu ölmek için ne kadar da güzel bir zamandı. Gözlerime en son sonsuzluk dokunmuĢ olacaktı. Ama öyle olmadı

Hezeyan Fanzin 4

11


Tugay Özdemir

Güvercin Odası II O hazin olaydan sonra yine ne kadar boĢ kaldığımı bilmiyorum. Sanki her Ģey baĢa dönmüĢ gibi olmuĢtu. Bir yerlerde o ilk duyduğum sesler yankılanır gibi oluyordu. Duvarlarımda ki güvercinler ara sıra oradan oraya uçuyor, kimi zaman diğer odalara göç ediyor, sonra tekrar geliyor diye düĢünüyordum. O günden sonra benim içimdeki ne kadar eĢya varsa hepsini alıp götürmüĢlerdi. Büyük ihtimal evin diğer bölgelerinde de durum böyleydi Bundan bir süre sonra iki genç eve bakmaya geldiler. Bana geldiklerinde bir adam burada yaĢanan olaydan da bahsetti —ĠĢte, dedi. Tam Ģurada kendini asmıĢ. Karısı, polislerin eve geldiklerinde korkutucu bir sessizlik içinde kocasına bakıyormuĢ. Gençlerden kısa olanı elini çenesine götürdü. —Peki, neden, neden yapmıĢ. Adam bu soruyu bekliyormuĢ gibi düĢünceli bir tavır takındı. -Sanırım borçları varmıĢ, karısıyla atıĢmalarını da çoğu komĢu duymuĢ. Depresyon ilaçları kullandığını söyleyenler de var. -Anlıyoruz, bu olay bizim için sorun değil, dedi diğer, gözleri doğduğundan beri ağlıyormuĢçasına kırmızı olan genç. Yalnız Ģu güvercinler dikkatimi çekti. Bunları onlar mı yapmıĢ. -Evet, karısı yaptırmıĢ. Adam devam edecekti ki aynı genç müdahale etti. -Peki, tutuyoruz. … Sanırım birkaç gün daha geçti. Sonra gençler yavaĢ yavaĢ eĢyalarını getirmiĢ. Eve yerleĢmiĢlerdi. Bu kez oturma odası olmuĢtum. Güvercinlere dokunmamıĢlardı. Onları bir miras gibi tutuyorlardı. L biçiminde rengi mavi mi yeĢil mi belli olmayan bir koltuk takımını odaya yerleĢtirmiĢlerdi. Ortaya ayakları kahverengi, ortasındaki cam s biçiminde çatlamıĢ bir sehpa koymuĢlardı. Onun altında da yarı kirli, kırmızı bir halı duruyordu. ĠĢte bu kadardı. Bu gençler üniversite öğrencisiydi. Diğer ev sahiplerimden ziyade bu çocuklar daha çok evde vakit geçiriyorlardı. Ġkisinin suratlarında da süreklilik taĢıyan bir hüzün vardı. Çok nadir gülüyorlar, çok nadir dıĢarı çıkıyorlardı. Vakitlerinin çoğu iĢte Ģu koltuklara uzanıp kitap okumak veya oturmakla geçiyordu. Oda kendilerinin de ―duman altı‖ dediği bir durumda idi. Ama bundan bir tek kiĢi sorumluydu. O da gözleri sürekli kan çanağı olan Ayhan‘dı. ArkadaĢı Alpay bir gün: -Neden bu kadar çok sigara içiyorsun?, diye sordu. -Bilmiyorum, diye yanıtladı Ayhan. Gözleri bulutluydu. Gören sigarayı çektiğinde içi bulutlanıyor sanırdı. Ama bu içtiği sigaradan mı yoksa aklına hatıraların üĢüĢmesinden mi bilinemezdi. Bir süre kanlı gözlerini boĢluğa dikti, sonra devam etti: -Bilmiyorum. Nasıl baĢladığımı da bilmiyorum ama özenerek olmadı bu. Bunu iyi biliyorum. Ben roman kahramanlarının dahi derdini yüklenen bir insanım. Belki öyle anlarımdan birinde olmuĢ olabilir. Bazen düĢünüyorum, intihar edenler neden kastediyorlar canlarına? Mesela, iĢte Ģurada kendini asan adam, boğazından son nefesi aldığında aklında ne vardı? Huzura mı ermiĢti yoksa intihar edenlerin o söylenen gazabına mı uğramıĢtı? Belki neden yaĢadığını yahut neden intihar ettiğini o da bilmiyordur. Karısı hangi amaçlarla Ģu güvercinleri duvara resmettirmiĢti kim bilir. Neyse, peki sen neden hiç içmiyorsun? -Ben de bilmiyorum. O adamın ölümü kadar müphem bu durum. Bir kitapta okuyucuya seslenip ―Sevgili okuyucu Ģu an senin elinin sigaraya gittiğini biliyorum‖ diyordu. Hâlbuki

Hezeyan Fanzin 4

12


Tugay Özdemir ben ne alaka demiĢtim ama canım bir kahve içmek istemiĢti doğrusu. Ama sen içtikçe ben de içmiĢ kadar oluyorum. Ayhan gülümsedi. Gülümsememesi gülümsemesinden bin kat daha iyi diyeceğiniz bir olaydı. Sonrasında elindeki sigarayı söndürürken diğer eli cebinden sigara paketini çıkarıyordu. … Ayhan ve Alpay geç vakit gelmiĢlerdi. Ġçeriden seslerini duymuĢtum. Bana hiç uğramadılar. Sanırım yatmıĢlardı. Bir süre sonra derinden bir ses geldi. Duvarlarım çatlama baĢladı. Güvercinler kaçacak yer arar gibi oldu ama yapamadılar. Hatta bir kaçı yere düĢmüĢtü. Üzerimde bulunduğum yapı sağa sola gitti. Ġçerinden gürültüler geldi. Duvarlarımdaki eĢyalar yere düĢtü. Sonra her Ģey eski haline döndü. Bir yerlerden bağrıĢlar geliyordu. Bir yakım uzun, kesik sesler vardı. Ayhan ve Alpay geldiler. IĢıkları açtılar. Ġkisi de ĢaĢkınlığını atamamıĢtı. Neden dıĢarı çıkmamıĢlardı. Neden kaçıp gitmiyorlardı? Ġlk konuĢan Alpay oldu: -Ġyi misin Ayhan? -Ġyiyim, daha önce de yaĢamıĢtım ben. Bizim oralar deprem bölgesi zaten. Bundan sonra olmaz sanırım, dedi. Bunları derken ceplerinde bir Ģey aradı. Sonra sağ cebinden sigara paketini çıkarıp yaktı. Gözleri hem uykulu, hem kanlı oldukça korkunç görünüyordu. Alpay‘a döndü. Sigara dumanını üflerken sordu: -Sen nasılsın? -Ġyiyim. Ben alıĢık değilim. Belki baĢıma ilk kez geliyor. Ölümü ensende hissetmek bu olsa gerek. Oda sallanırken kanım çekiliyor sandım. Neden aĢağıya inmiyoruz? -Bundan sonra olma… Ayhan sözlerini tamamlayamadı. Üzerine tavanımın bir parçası düĢmüĢtü. Alpay‘ın ĢaĢkınlığı kısa sürmüĢtü. ġimdi onun da üstüne duvarlarım düĢüyordu. Biraz öncekinden daha Ģiddetli bir gürültü olmuĢtu. Neden kaçmamıĢlardı? Ayhan olacakları biliyordu belki. Yalnız ölmek istememiĢti. ĠĢte ben de paramparça oluyordum. Ġçimde yaĢayan herkesi tek tek öldürmüĢtüm. Ġçimde bir yerlerde o ilk duyduğum sesler yankılanıyordu: ―Deniz kumu mu?, Bunun vebali…, Vebal mi?.., Burada oturanın kaderi de burada ölmek…‖

Hezeyan Fanzin 4

13


Rabia Kıran Kendimle Konuşmalar: Son Söz

''Ģıp, Ģıp, Ģıp...'' Alnıma damlayan üç damlanın da tesiriyle sağ gözümü yavaĢça açabilmiĢtim. Etrafım, uzandığım yer, olabildiğince soğuktu. Ġlk defa uyandığım yer, yılların eskitmiĢ olduğu oysa benim bir ömür hayat arkadaĢım olabilmeyi baĢarmıĢ yatağım değildi. Bu durumda bana çok yabancı olan kuvvetli ihtimal de bir daha uğramayacağım bu yerden kalkıyorum. Soğuktan bacaklarım tutulmuĢ olacak ki birkaç kiĢinin yardımı ile ancak bedenim uzaklaĢıyor oradan. DıĢarı çıkıyorum. Bugün güneĢ gözlerimi kıstıracak kadar kızgın değil sanırım bana, çevremi hiç olmadığım kadar dikkatli süzüyorum. Yol boyunca çokça tanıdık yüz görüyorum, hepsinin yüzü asık, belki aynaya baksalar kendilerine bile gülümseyecek halleri yok. ''Acizlik bu!'' diye düĢünmeden, kızmadan edemiyorum. Yine de altın bilezik olarak edindiğim bu sükunetimi korumayı yeğliyorum. Ben bu sükunet içindeyken, insanların bana ilginç ilginç, sanki halime üzülüyorlar gibi bakmasına anlam veremiyorum. Meraklı gözlere meydan bırakmadan çabucak geçiveriyorum oradan. Eve yaklaĢmak üzere olduğumu fark edip içimdeki rahatlığı gökyüzüne dikili gözlerim sayesinde kuĢlarla paylaĢabiliyorum ancak. Sokağın giriĢine geldiğimde bu sessizliğe alıĢmamıĢ kulaklarım çocuk gürültülerini arıyor: ''Haydi Nuri amca, top sende.'' Duyamadığım seslerin hüznüyle köĢeden evimi görünce buruk da olsa gülümsüyorum. Yıllar önce evin sokağın baĢından görünen kısmına çizdiğim kuĢ resmini görüp hiç olmadığım kadar mutlu oluyorum. Tam orda duruyorum nedenini bilmeden, sabit bir noktada çakılı kalmıĢ, istesem dahi hareket edemeyecek gibi. Gözümü ayırmıyor, sadece ona bakıyordum. Belki de hatırlattıklarına. Yağmur yağsa dahi uçup gitmezdi evimin duvarından diyorum ve gülüyorum kendi kendime. Hatırlıyorum boyayı alırken boyacı adama söylediklerimi: '' Aman diyeyim, karda da kıĢta da uçup gitmeyen bir Ģey olsun!'' Kendi iç sesimle ĢakalaĢtığım sırada bugün yalnız olmadığımı fark ediyorum. Evimde misafirlerim var, gördükçe hepsini ĢaĢırıyorum. ġaĢkınlıkla odanın ortasına geçiveriyorum. Yılların vermiĢ olduğu yabancılaĢmadan olsa gerek hiçbiri baĢını kaldırıp da selam vermiyor. Uzun bir süre sessizce oturuyoruz, sürekli sesine aĢina olduğum televizyonum bugün kapalı. Misafirlerin yanında açmanın da hoĢ olmayacağını düĢünüp oturduğum yerde insanların yüzlerine bakmaya devam ediyorum. Nerdeydiniz bu zamana kadar demek geliyor içimden ama bir cesaret alıp söyleyemiyorum, hepsinin yüzünde aynı mahzun ifade beni de mahzunlaĢtırıyor. Sessizlikten sıkılmıĢ olacaklar ki benimle tek kelime bile konuĢmadan ayağa kalkıyorlar. Yanlarında yürüme gereksinimi duyuyorum bir süre. Gidecekleri yere gitmek istemiyor gibi yavaĢ yavaĢ yürüyorlar. Derken sokağın baĢından imam efendi çıkıyor bizimkilere katılarak yürümeye devam ediyor. DüĢünüyorum: ''Vay be bizim imam yürüyüĢe de çıkmayı severmiĢ.'' Ġmam efendinin gelmesi ile geride kalan bir kaç kadın görüyorum, bakmaya devam ettikçe azalıyor sayıları. ''Ah be imam efendi'' diyorum, ''tam da zamanında geldin!'' Uzakta bir tanesinin kaldığını görüyorum, bileklerine kadar uzanan siyah bir elbisesi var üzerinde. Gözlerim yaĢlılıktan olsa gerek pek seçemiyor kim olduğunu ama yanına gidip durmasının sebebini sormak istiyorum. Tabii yanımda yürüyen onca insana ayıp olur düĢüncesi ile yola devam ediyorum. DeğiĢik bir kapıdan giriyoruz ve tüm havam değiĢiyor, ferahlıyor içim ağaçların bolluğundan. Fazla dolambaçlara sapmadan düz ilerliyoruz, değiĢik bir mekan diye geçiriyorum içimden. Bilseydim daha önce gelirdim diyorum. Gözüm hala arkada siyah elbiseli kadını arıyor, kapı giriĢinde uzaklara dalmıĢ bir Ģekilde bekliyor. O arada kendimi serin bir yerde uzanırken buluyorum, bol toprak kokulu. Kafamı yattığım yerden kaldırıp kendisine iĢaret etmek istiyorum ama kafam nerden geldiğini anlamadığım bir tahtaya vuruyor. Anladıklarım o an bana yetiyor. Geri uzanıyorum. Tüm yolu benimle yürüyen insanların teker teker yanımdan ayrıldığına tanık oluyorum ama ĢaĢırmıyorum. Sonra birden gözüm takılıyor, siyah elbiseli kadın bana doğru yaklaĢıyor. YaklaĢtıkça görmekten aciz gözlerim, tüm duyu organlarımın ayrı ayrı yaptığı iĢlevleri tek baĢına yapıyor. Duyuyor, hissediyor, kokusunu alıyor. Bu ġükran'dı. Heyecanlanıyorum, yıllarca büyük bir aĢkla seni beklemiĢken diyorum, Ģimdi olacak iĢ mi! Söyleyecekleri var gibi oluyor, bekliyorum. Ġlk ve son konuĢmamızı iĢte o zaman yapmıĢ bulunuyoruz: ''Ġmam efendi sorduğunda cevap verememiĢtim, bizzat sana söylemek istedim. ''Ġyi bilirdik. Hem de çok iyi...''

Hezeyan Fanzin 4

14


Onur Akbudak Artık

KıĢ birdenbire geldi... Önceleri kendini gösterir, ağaçların yapraklarına usulca dokunur kılcal damarlarını ağır ağır soğutarak dökerdi. GüneĢten çatlamıĢ toprak gözlerini gökyüzüne bırakıp keyiflice beklerdi. Tüm bunlar olmadı, kıĢ birdenbire geldi. ġu bildiğimiz kırlangıçlar da birdenbire kayboldu. Soğudu hava... Yağmur da yağmadı. Sadece soğudu. Mevsime uyan kıyafetlerini yüklükteki hurçlarından çıkarıp giymiĢlerdi. Her türlü soğuk, sıcak havaya en az dayanaklı canlıydı insan evladı. Soğuk vardı... (Artık, mümkün değil sıcak olmazdı.) Hava dört beĢ ay böyle giderdi. Yağmur da ne kadar yağar bilinmezdi. AlıĢırlardı. Soğuk havaya... Nefes alıp veriĢleri de buğulaĢırdı. Ellerini ovuĢturarak avuçlarına hohlarlardı. Önceleri kendini gösterirdi mevsim, kül rengi yaprakların üzerine basarlar çıtırtılar çıkarırlardı. Sonbahar... Adını kaybetti. Birdenbire evlerine çekildiler... Henüz kömür sobalarını da kurmadılar. Çok sürmez Ģu uzaktaki bacalardan duman tütmeye de baĢlar... Kimse gelmiyor artık. Benim kadar yalnız piknik masaları. Salıncaklar ve kaydıraklar boĢ. Karıncalar kıĢlık erzaklarını çoktan yemeye koyuldu, yuvalarının kapısı kapalı. Artık yoklar. Yaz da bitti. Koca kıĢı nasıl geçirecekler... Tüylerim eskisi kadar korumuyor. YaĢlandım. Ve Ģu yaĢıma geldim bir insan evim olmadı. Hani bazılarımızı alıp besleyip, sıkılınca bir süre sonra bırakmıĢlar duydum... Benim dıĢımda da pek kimse kalmıyor burda. Defalarca Recep ― Merkezde bir lokanta var gel sen de...‖ diye üstelese de sanki gidince oralarda kaybolacakmıĢım hissine kapıldım. ―Sen gel, halimi hatrımı sor yeter‖ desem de Recep‘in bugüne kadar hiç bir kıĢ geldiğini görmedim. Büyük bir dere var, hemen Ģurada... Yazın sürekli açık olan büfeyi geçince... KıĢ olunca dağlar fazla gelen suyunu bu yola bırakır. Bazen yol taĢar... ĠĢte, artık taĢan sudan bana ne düĢerse karnımı doyururum. Eskisi gibi yağmur da yok. Kuru soğuk, Ģimdi olduğundan da... Ne adı ne tadı kaldı mevsimlerin. Daha önce hiç görmediğim bazı evsizler de görünür buralarda, ne ara gözden kaybolurlar anlayamam. Bir ara üniformalı insanların biz yurtsuzlara bıraktıkları yemeklerden zehirlendiklerinin dedikodusunu duymuĢtum. Bugüne kadar hiçbir benzerimin ölüsüne tanık olmadım. Artık... Beni gökyüzü sevsin, Bağrına bassın. Bu kadar kısa kıĢ mı olurdu Recep?

Hezeyan Fanzin 4

15


Eray Sarıçam

Bir Fil Müddeti'nde Siyasi Söylem Bir Fil Müddeti* Cihat Duman'ın üçüncü Ģiir kitabı. Haziran ayında yayımlanan eserden önce Duman'ın, KızkardeĢleĢmek ve Ya da PiĢman Değilim adlı kitapları mevcuttu. Bir Fil Müddeti için Cihat Duman'ın siyasi Ģiir yazımına ağırlık verdiğini söyleyebiliriz. Kitabın geneline yayılan bu siyasi söylemin, artık genç sayılmayacak bir yaĢta olan Ģairin, bu zamana kadar sürdürdüğü Ģiir anlayıĢı etrafında oluĢtuğu görülüyor. Yani siyasi söylemin ağır bastığı bu Ģiirler ne epik ne de popülisttir. Daha önceki kitaplarında da gördüğümüz üzere bariz bir Ece Ayhan etkisi söz konusudur. Ancak Duman'ın bir Ece Ayhan olmadığı da aĢikârdır. Birçok kere onun ulaĢtığı noktanın aĢağısında kalır. Ki Ece Ayhan'ın da çok yüksek noktalara ulaĢtığını söylemek güçtür. Açıkçası "Ölü, neyin cinsel organıdır ölümden koparılınca" gibi mısralarıyla küçük Ġskender ile aynı seviyeye düĢmüĢ oluyor. Elbet bu kaçabileceği bir Ģey değil Ģairin. Biçim ile uğraĢan hemen her Ģairde karĢılaĢırız bu sorunla. Nasıl ki Ece Ayhan'ın "cehennet"i Efe Murad'da "Ģeytanrı" olmuĢsa, biçimin ön olanda olduğu siyasi Ģiirlerde de böyle bir sorunun olması doğaldır. Özellikle günümüz Ģiirinde biçin son haddine varmıĢtır. Eldeki verilerle Ģairden orijinal bir Ģey beklemek boĢa bir çabadır. Bir Fil Müddeti'de karĢımıza sıkça "devlet", "ölüm", "kan", "kefen", "savaĢ", "katliam", "uludere" ve sair kelimeler çıkıyor. Kitabın hemen ilk baĢında bulunan parça elimize bu anlamda bolca malzeme veren bir kaynak. Parçanın baĢından sonuna kadar süren "battaniye" kelimesi üzeri örtülmeye çalıĢılan durumları imliyor. Ġlk elden "kan"," kefen", "devlet" kelimeleri çıkıyor karĢımıza. Bundan sonra "sivil", "savaĢ", "bölücü", "cinayet", "kin", "katliam" gibi kelimler. ġairin bunca sayıp dökmesine rağmen durum, yalnızca değinip geçmek Ģeklinde meydana geliyor. Mesela Uludere katliamı diyor. Fakat bunun hakkında bize bir Ģey söylemiyor, yorum yapmıyor. Yazımızın ilk baĢında dediğimiz epik ve popülist Ģiirden burada ayrılıyor Ģair. Epik Ģiirde Ģairin söylemek istediği bir Ģey varsa bunu lafı gevelemeden olduğu gibi söyler okuyucuya. Yalnızca hatırlatmakla yetinmez. Bunu yine Ece Ayhan etkisine bağlayabiliriz. O da Duman gibi açıkça konuĢmak yerine imgelerle konuĢmayı tercih etmiĢti. Hâl böyle olunca okuyucuyla arada bir kopukluk meydana geliyor. Siz eğer politik bir Ģiirde yol alıyorsanız okuyucu ile aradaki engelleri mümkün mertebe en aĢağı seviyeye indirmelisiniz. Yok, eğer Yunan mitolojisinden bahseden bir Melih Cevdet iseniz sizin böyle bir derdiniz elbette olmaz. ġairin derdini alalen söylediği, lafı evirip çevirmediği nadir zamanlar da yok değil. "Ġçimden Sesleniyorum: Kimsin?" adlı Ģiirde "Ģur'da bir Ģehit cenazesi olacaktı/politik bir mesaj verme kaygısı//doğuĢtan ölü olduğu için/en iyi yardımcı kürt oyuncu ödülünü aldı" mısraları, Ģehit cenazesiyle girip, "en iyi Kürt ölü Kürttür" gibi bir sözün ortaya çıkmasını sağlayan zihniyete cevap oluyor. Bu noktada Ģairin konuĢtuğunu, yorum yaptığını yani sadece değinip geçmediğini görebiliriz. "Sahibinden Kiralık ġiir"de ise Ģair Gezi olayları sırasında Ģiir yazan zevata sesleniyor olmalı. Bahsettiği kiĢiler Neslihan Yalman, Muarrem Can ve sair gelenekçi sol Ģairler olsa gerek. ġiirden Gezi'ye katılmıĢ bir Ģairin Gezi'yi hafife aldığı çıkarılamaz. Bu olsa olsa sanat farkından gelen bir alay olabilir. Ayrıca bu Ģiirde de Duman bahsettiğimiz hataya düĢüyor ve yalnızca değinilerle yetiniyor "SAHĠBĠNDEN KĠRALIK DEVRĠME YÜRÜYÜġ MESAFESĠNDE GEZĠ PARKI LOKASYONUNDA AZ MASRAFLI 1+1 DOĞAL BĠBER GAZ SOBALI ġĠĠR" Özellikle "doğal biber gazı" söylemi hükümetin biber gazı kullanımıyla ilgili yaptığı açıklamaya yavan bir hatırlatmadan öteye geçmiyor. "Arabamız Olmadığı Ġçin Saçım" adlı Ģiirde yine Gezi'ye selam çakıyor. Selam çakıyor diyoruz çünkü gerçekten yaptığı baĢka bir Ģey yok. Bunu basit Ģekilde söylevcilikten kaçtığı için yaptığını sanmıyorum. "günlerdir çekilmemiĢ bir sifonu çekerek baĢladım anlatmaya" diye bir dize kurmak, "gel gör ki çocuk öldü/on altı kilo öldü çocuk on altı kilo/biz bir daha görüĢemedik/farklı yerlerde aynı maça yatmıĢız/bu da böyle bir anımdır" gibi

Hezeyan Fanzin 4

16


Eray Sarıçam bir bölüme ister istemez halel getiriyor. Cihat Duman'ın Kürt kimliği de Ģiirlere yön veren önemli bir etken. Biraz önce gösterdiğim örnek dıĢında Ģairin, Kürtlüğü ile "devlet"in karĢısına dikildiği görülür. "Cinsel yolla bulaĢan hastalıklara Ģiir denmiyorken. Kürdistan'a Kürdistan" Kürdistan derken bile aklına cinsel yolla bulaĢan hastalıklar geldiğine göre, buradan siyasi bir tavır takınmaktansa estetiğin önce geldiğini söyleyebiliriz Ģair için. Siyasi bir konuya bu denli estetik yaklaĢım ister istemez plastik bir hava katıyor Ģiire. "Allah büyüktür çünkü Türk'tür" mısraı ile Kürtlüğün karĢısına ırkçı devletin alındığı söylenebilir. Çünkü bu mısra Kürt bir gencin yıllarca beslediği ve söyleyemediği düĢüncelerin dıĢa vurumudur. Ve belki de kitap boyunca hiç bu kadar cesur değildir Cihat Duman. Filistin'e de değinmeden edemiyor Duman. Ancak Filistin gibi önemli bir mevzuun yolu "Allah VE Karım" adlı Ģiirde kerhaneye çıkıyor. "Dün Gece Attığın Tivitleyi Okudum" Ģirinde "filistin halkı yalnız değildir" diyen Ģair, iki alt mısrada "biz ol deyiz ve seveyiz olmayanlayı" Ģeklinde alaya alınmıĢ bir Ayet- i Kerime ile bu sloganın altı boĢaltıĢmıĢ oluyor. Bununla beraber, çeĢitli yerlerde Hadis-i ġerifler ve Ayet-i Kerimelerin deformasyona uğradığını görüyoruz eserde. "Bütün savaĢların anası dindir", "Her Bomba Ölümü Tadacaktır" gibi. Bu yalnızca basit bir biçim arayıĢı ve hiciv merakı değil, siyasi Ģiirler yazmaya çalıĢan bir Ģairin halkından ve halkının değerlerinden ne denli uzak olduğunun göstergesidir. Son olarak diyebiliriz ki, Bir Fil Müddeti bıkmıĢlığın, umutsuzluğun, cesaretsizliğin bastırdığı isyanın, habis bir eseri olarak Ģiir dünyamıza girmiĢtir. * Cihat Duman, Bir Fil Müddeti, Pan Yayıncılık, Ġstanbul, Haziran 2014

Hezeyan Fanzin 4

17


Tugay Özdemir Sosyal Medya’da Soma, Gezi ve Ortadoğu Biz derginin son sayısını ülkede ve Ortadoğu‘da gerçekleĢen ölümler üzerine ölüm temasıyla çıkarmıĢtık. O günden Ģu an yazıyı yazdığım ana kadar değiĢen bir Ģey yok ne yazık ki. Derginin son sayısından hemen sonra Soma faciası gerçekleĢti. Daha sonraki aylarda Gazze siyonist Ġsrail‘in saldırılarına maruz kaldı. ġu günlerde ise IĢid denilen sözde Ġslamcı olduğunu savunan terör örgütü her zaman olduğu gibi Amerika ve Ġsrail eliyle Ortadoğu‘da kargaĢa çıkarıyor. Bunlar uzun uzun tartıĢılacak siyasî konular. Ben bunlardan ziyade sosyal medyada yani son 3 senede devrimler yapılan, isyanlar çıkarılan, gündemin döndüğü yerde bu olayların nasıl yankılandığını aktarmaya çalıĢacağım. Sosyal medya bazı psikologlara göre insanların gerçek hayatta muhatabına söyleyemediklerini rahat rahat paylaĢtığı yer olarak görülüyor. Bir bakıma Katharsis yani. Doğrusu Ġzdiham ―Sosyal medyada insanlık dıĢında her Ģey var.‖ Haklılarda: devrimler, isyanlar, olaylar, aĢklar, yemekler, fenomenler… Bunları da geçecek olursak öncelikle Soma‘dan bahsetmek istiyorum. Arada sırada yemeklerin ve aĢkların geri planda kaldığı olaylar olmuyor değil sosyal medyada. Soma‘da ne yazık ki onlardan bir tanesi oldu. Soma faciasından sonra sosyal medya büyük bir isyana gitti. Profil fotoğrafları değiĢti. Madenci kızının çizdiği bir resim paylaĢıldı. Herkes kendi yorumunu yaptı. Acıda birleĢilmeyerek herkes birbirine olmadık küfürler etti. ―Rabia‘ya üzülenler buna da üzülsün. Arap‘a ağlayan buna niye ağlamıyor‖ diyenler gizli ırkçılığını da ortaya çıkardı vesaire vesaire… Yani bu olanlar herhangi bir kurtuluĢ mücadelesi olduğunda birleĢilemeyeceğini göstermiĢ oldu. Aradan bir ay geçti. Soma unutuldu. Fotoğraflar değiĢti. ĠĢçinin hakkını savunanlar mağaralarına çekildi. Arada bir facia oldu 3 kiĢi öldüğü için kimse umursamadı. Çünkü vicdanlar artık rahatlatılmıĢtı. Bir ay daha geçti. Siyonist Ġsrail, 3 askerini bahane ederek Gazze‘ye havadan, karadan ve denizden saldırıya baĢladı. Çoluk çocuk dinlemedi. Evleri, barkları, parkları hatta camileri gözünü kırpmadan yaktı, yıktı. Gazze‘ye yapılan saldıralar da sosyal medyada Soma‘ya benzer Ģekilde yankı buldu. Yine profil fotoğrafları değiĢti. Bu kez kimi sağ kesimdekiler sola laf atmaya baĢladı. Siz insan değilsiniz denildi. Ġsrail yandaĢları denildi. Bunun yanında ne kadar etkili oldu bilinmez Koka Kolaya karĢı tepki oluĢturuldu. Bununla ilgili fotoğraflar paylaĢıldı. Reklam filmleri değiĢtirildi. Ġsrail ürünleri listelendi, yayınlandı. Bu kez sol kesim ―siz geri zekâlı mısınız, siz bunları almayarak Ġsrail‘i batıracak mısınız‖ diyerek her zamanki gibi halkı aĢağıladı. Halkın elinden gelenin o olduğuna bakılmadı. Bunun yanında Koka Kola ise Ġsrail‘e destek vermediğini açıklamadı ama yaptıklarından dolayı Ġsrail‘e de herhangi bir tepki göstermedi. Her iki taraftan da insanlar acıyı yaĢayamadı. Bu acıyı kendilerine karĢı kullanmak istiyorlardı. Kendi kin ve nefretlerini bu hazin olaylar üzerinden aktardılar. Yine kimi kesimlerden ―zamanında topraklarını satmasalarmıĢ‖ gibi sözler iĢitildi. Atalarının yükü sahilde bombalarla öldürülen çocukların üstüne kalmıĢtı. Yine herkes bildiğini sandığı Ģeyi söyledi. Çoğunluk ayrıydı. Nadir kesimler birlik çağrıları yaptı ama sesleri duyulmadı. Türkiye‘de içte veya dıĢta olsun her acı bir Ģekilde siyasete dönüĢebiliyordu. Tertemiz ölüp Hakk‘a yürüyen çocuklar siyaset lağımına atılıyordu. Son günlerde ise sosyal medyada Orta Doğu‘yu kana bulayan IĢid gündemde. Belki Amerika‘nın kötü giden ekonomisini düzeltmek için kurduğu ve bol bol silah gönderdiği IĢid‘in Kobane‘ye saldırması üzerine yine Amerika‘nın desteklediği ve bol silah sağladığı aynı çatı altında birleĢen terör örgütleri de Türkiye‘de oraya buraya saldırmaya baĢladı. Bu terör örgütü karĢıtı insanlarda ise IĢid‘e karĢı bir sempati uyandı. Sosyal medyada IĢid taraftarlığı bile baĢladı. Hatta ―göndereceksin bunları IĢid‘e‖ gibi paylaĢımları da gördüm. Bu insanların o kadar boĢlukta kaldığını gösteriyordu ki kendilerini illa bir tarafa bağlı göreceklerdi. Bu ya PKK ya da IĢid olacaktı. Disturbed adlı bir metal grubu Land of Confusion parçasında ―Neden burası kargaĢa toprakları‖ diyor. Klibini izlerseniz Türk bayrağını dahi görebilirsiniz. Klibin sonunda ise büyük güç Amerika düĢürülüyor. ABD‘nin Orta Doğu‘da ne gibi amacı olduğu, buraya kargaĢa toprakları yapmak istediği malum. Biz Müslümanca bir tavırla bu kargaĢaya elimizden geldiğince imkan vermemeye çalıĢacağız.

Hezeyan Fanzin 4

18


Recep Akay Sünnet Anlayışımız Bismillahirrahmanirrahim, Sünnet, Kur‘ani bir kavramdır. Kur‘an-ı Kerim‘de 14 yerde tekil, 2 yerde çoğul isim olarak gelir. Kavram, Mekki ve Medeni sureler arasında nisbeten dengeli bir dağılım gösterir, vahyin iniĢ sürecinde, semantik bir değiĢim göstermez. Hz. Peygamber‘e isnat edilen rivayetler, tüm rivayetler gibi Kur‘an‘a arz edilmelidir. Kur‘an‘a arz yöntemlerinden biri de, rivayeti Kur‘an‘ın diline arz etmektir. Burada cevabı hayati önem arzeden bir soru gündeme geliyor: .Ġçinde sünnet lafzı geçen hadislerden ―Kim güzel bir sünnet koyarsa‖ hadisi, kavramın Arap dilindeki konuluĢ anlamıyla en uyumlu rivayetlerden biri olarak görünüyor. Zira bu hadise göre sünnet koymak sadece Nebi‘ye has bir hususiyet olmadığı gibi, sünnet sadece olumlu davranıĢlara da hasredilmiyor. Zaten sahabe döneminde de sünnet koymaktan bu anlaĢılmıyor. Nehcü‟l-Belâğa‘da Hz. Ali‘den nakledilen bir hutbede geçen ―Nebi‘nin sünneti‖ terkibi de bu vurguyla kullanılıyor. Sünnet kavramının mücerret olarak Hz. Peygamber‘in davranıĢlarını ifade etmesi için, yaklaĢık iki asır geçmesi gerekmiĢtir. Sünnet kavramına Kur‘ani bir karĢılık arayan ilk kiĢi Ġmam ġafii‘dir.imam ġafii üç Ģey yapıyor: 1. Kendisinden önce Evzai gibi rey karĢıtı isimler tarafından dile getirilen sünnet ve hadisin vahiy olduğu tezini açıktan savunuyor. Bu arada sünnet ile hadis arasındaki ayrımı da belirsizleĢtiriyor. El-Umm isimli eserinde, Sunnetu rasulillah vahyun (Allah Rasulü‘nün sünneti vahiydir) iddiasında bulunuyor. 2. Bu iddianın bir devamı olarak sünnet‘in hükmünü Kur‘an‘la eĢitliyor ve ona uymanın Allah tarafından farz kılındığını öne sürüyor: Faradallahu „ale‟n-nâsi ittibaa vahyihi ve suneni rasûlihi (Allah insanlara vahye ve Rasulü‘nün sünnetine uymayı farz kıldı). 3. Hz. AiĢe‘nin ―Onun ahlakı Kur‘an‘dı‖ anlayıĢının yerine, ―Onun sünneti/hadisleri vahiydir‖ anlayıĢını yerleĢtiriyor. Şafii bir yandan “Sünnet‟in aslı Kur‟an‟dır” derken, öte yandan vahiy ilan ettiği “sünnet”i, Kur‟an‟a paralel ikinci bir asıl olarak vaz ediyor. Sonunda sünnet, “Kur‟an‟ın ortağı” haline getiriliyor. Ancak imam Ģafii çok temel bir sorunu çözmesi lazım geldiğini görüyor. Kasdettiği manada ―sünnet‖in Kur‘an‘da yer almadığının

Hezeyan Fanzin 4

o da farkında. Bu kez sünnet kavramının Kur‘an‘da karĢılığını arıyor. Bu, gerçekten ĢaĢırtıcı bir durumdur. Zira bu kavram Kur‘an‘da tekil olarak 14 kez aynen geçiyor. Bu bir Ģeyi gösteriyor: ġafii‘nin, Kur‘an‘da geçen sünnet kavramında aradığını bulamadığını. ġafii, er-Risale‘de sünnet‘in Kur‘an‘daki karĢılığının ―hikmet‖ kavramı olduğunu söylüyor. Buna da Bakara 129, 151, 231; Âl-i Ġmran 164; Cuma 2; Nisa 113; Ahzab 34 gibi ayetleri Ģahit gösteriyor. Öte yandan, Kur‘an‘da içinde hikmet geçen ayetleri kendi içinde bir bütün olarak incelediğimizde, bu ayetlerde geçen el-kitâb ve‟l-hikme ibarelerindeki kitâb lafızlarının Kur‘an‘a has değil, onu da içeren genel bir lafız olduğunu görüyoruz. ġafii‘nin Ģahit gösterdiği yedi ayetin hiç birinde de hikmet ―Sünnet-i Muhammed‖ anlamında kullanılmıyor. Mesela Âl-i Ġmran 48 ve 79‘da ―kitab ve hikmet‖ Ġsa b. Meryem‘e isnatla kullanılıyor. Âl-i Ġmran 81‘de Ġsa‘nın kavmine, Nisa 54‘te Ġbrahim Ailesi‘ne isnatla kullanılıyor. Yine Ġsrailoğulları ve Ġbrahim kavmini muhatap alan Casiye 16 ve En‘am 89‘da terkip ―kitab ve hüküm‖ olarak geliyor. Bu ayetler de gösteriyor ki, ―kitab ve hikmet/hüküm‖ iki elemanlı bir terkiptir ve Muhammedi risalete hasredilemez. Mesela ―Doğrusu Biz Ġsrailoğullarına kitab ve hüküm verdik‖ (Casiye 16) veya ―Biz Ġbrahim Ailesine kitab ve hikmet verdik‖ (Nisa 54) ayetinden yola çıkarak, ―İsrailoğullarına verilen sünnet de ne ola ki?‖ veya ―İmran Ailesi‟ne verilen sünnet de ne ola ki?‖ soruları cevapsız kalıyor. Hepsinden öte, ne Hz. Nebi‘den, ne de sahabeden bu yorumu destekleyen bir tek yorum gelmiĢken, hikmet‘i sünnet‘in yerine ikame etmenin ne kadar isabetli bir yaklaĢım olduğu ortadadır. Nebevi örnekliğe (sünnete) bakıĢ Muhakkik sahabenin nebevi örnekliğe bakıĢıyla ġafii‘ninki arasında hayli fark var. Muhakkik sahabe sadece Hz. Rasul‘ün ne yaptığına bakmıyor, ―niçin yaptı‖ sorusunun da peĢine düĢüyor. Allah‘ın emrinin teşebbuh (taklit ve benzemek) değil teessi (örnek almak) olduğunu biliyor. Onun için Hz. Peygamber‘in yaptığını taklit etmeyi değil, maksadını gözetmeyi hedefliyorlar. Onlara göre ‗sünnet‘, Kur‘an‘ın Hz. Peygamber‘in davranıĢlarındaki yansıması. ĠĢte bir örnek: Halife Ömer hac döneminde umreyi yasakladı. Oğlu Abdullah bu yasağa

19


Recep Akay uymadı ve Ģöyle itiraz etti: ―Rasulullah yaptığı halde babam yasaklamıĢsa, babamın emrine mi Rasulullah‘ın emrine mi uyacağız, ne dersiniz?‖ (Tirmizi, Hac 12) Hz. Ömer‘in bu tasarrufunu Cassas ve Ġbn Kayyım tevil etmiĢler. Fakat bu tür teviller ölüye elbise dikme kabilinden olduğu için, olanı izaha kâfi gelmiyor. Belli ki Hz. Ömer Nebi‘nin davranıĢlarına sonrakilerin zihni kalıplarıyla bakmıyor. Kaldı ki, bu tek örnek değil. Ġkindiden sonra kılınan sünnet, teravihin cemaatle kılınması, bir seferde üç talak gibi daha birçok örnek var. Bu Hz. Ömer‘le sınırlı da değil. Mesela Hz. Osman Cuma namazında ikinci bir ezan ihdas ediyor. Zira ihtiyaç hâsıl oluyor. Buna ―Osman‘ın sünneti‖ adı veriliyor. Hz. Ali‘nin de benzer uygulamaları oluyor. Ehl-i Rey bu tahkikçi damarın takipçisi oluyor. Nebevi örnekliği Peygamber‘i taklit olarak anlamıyorlar. Aksine Peygamber‘in yaptıklarını anlamak ve onları onun maksadını gerçekleĢtirmek için yapmak olarak anlıyorlar. Ehl-i Rey‘den Rebia b. Abdurrahman, ―suça eĢdeğer bir karĢılık‖ anlamına gelen kısas konusunda akleden kalbini çalıĢtırıyor. Ehl-i Rey‘in en ünlüsü Ġmam Azam Ebu Hanife‘dir. Ebu Hanife ve arkadaĢlarının sünnete bakıĢı özetle Ģudur: Sünnet ve Hadisler Peygamberimizin Kur‘an‘a dair reyidir. Risalet misyonuna dair olanları (nebevi örneklik anlamında) sünnettir, risalet misyonu dıĢında kalanları içtihattır. Ebu Hanife mümeyyiz bir aklı temsil etmektedir. Ona göre sahabe hepsi de planyadan çıkmıĢ bir topluluk değildir. Ġçlerinde dinde derin anlayıĢ sahibi olanlar olduğu gibi olmayanlar da vardır. Bu ikincilerden gelen rivayetler, ―nakleden sahabe fakih değildir‖ gerekçesiyle göz ardı edilebiliyor. Ebu Hanife hadisleri Kur‘an‘a arz ediyor. Tıpkı ―Bir mü‘min, bir kâfire karĢılık (kısasen) öldürülemez‖ rivayetinde olduğu gibi. Bu tür tasarruflara karĢı yapılan itirazları Ebu Hanife; ―Kur‘an‘a aykırı hadisi red Nebi‘yi red değildir‖ diye cevaplıyor. Ebu Hanife‘nin bu tavrı Hanefi usulcülerince Ģöyle formüle edilmiĢtir: Sünnet hadise tercih edilir, kıyas haber-i vahide tercih edilir, istihsan (alimin kendisini ikna eden Ģahsi kanaati) kıyasa tercih edilir. Bu formülün kendi içinde hayli cesur olduğu su götürmez.

Hezeyan Fanzin 4

Ebu Hanife bu yüzden iftiralara uğrar. Ġbn Ebi Davud, ―Ebu Hanife‘yi kötüleme hususunda ulemanın icmaı vardır‖ diyebiliyor. Tabi ki onun ―ulema‖ dediği hadisçiler. Süfyan b. Uyeyne ve Süfyan es-Sevri, Ebu Hanife‘nin iki kere tevbeye çağrıldığını söylüyorlar. ―Tevbeye çağırmak‖, dinden çıkan için kullanılan bir ıstılah. Bu nasıl bir iĢ? ĠĢin aslını Ebu Nuaym‘ın Kitabu‟d-Duafa‘sından öğreniyoruz: ―Ebu Hanife Kur‘an‘ın mahlûk olduğunu söyledi. Bu rezil sözünden dolayı birçok defa tevbeye davet edildi.‖ Ebu Nuaym‘ın insaf Ģakülünün ne kadar kaydığına bakın ki, sözün arkasına ―Sözünden dönmediği için zindandan ölüsü‖ çıktı diye ekleyemiyor. Bunun çevrisi Ģudur: Ebu Hanife iktidarın tezini savunmadı, zalim yöneticilerin çanağını yalamadı ve bu yüzden de iĢkencelere uğradı ve sonunda zulmen öldürüldü. Bilindiği gibi Ebu Hanife Mansur‘un zindanına diri girmiĢ ölüsü çıkmıĢ, Ģehid edilmiĢtir. Hadisçi Süfyan es-Sevri‘nin onun Ģahadetine tepkisi Ģöyle olmuĢ: ―Elhamdülillah! O Ġslam‘ı ilmek ilmek çözen birisiydi! Ġslam‘da ondan daha uğursuz biri doğmamıĢtır‖. Bildiğiniz bilmediğiniz hadisçilerin hemen tamamının onu itibarsızlaĢtırma korosuna katıldığını görürsünüz. Hepsini nakledersek sayfalar tutar. Hadisçi Ġbn Ebi ġeybe, hızını alamamıĢ olacak ki, ―Onun bir Yahudi olduğu kanaatindeyim‖ der. Ebu Hanife‘ye hadisçi kininin nerelere kadar çıktığını hadisçi Ukayli‘de görüyoruz: ―Yalancı, güvenilmez, sahtekâr, küfre düĢen biri‖… Sunu söyleyeyim de gerisini anlayın: Bir hadisin sahih olup olmadığı tarafgirlikle kantarlarının topuzu hepten kaymıĢ olan bu gibi cerh ve tadil ulemasının koyduğu ölçülerle sabit oluyor. Eğer ‗hadisler vahiydir‘ diyenlere inanırsanız, bir sözün vahiy olup olmadığını, insaf ve adalet ölçüsünü kaçırmıĢ olan bu gibi isimler belirliyor. Okuyan insanı hayrete düĢüren ve Kur‘an hakkında Ģaibe uyandıran rivayetler nasıl sahih addedildi, nasıl en muteber hadis kitaplarına girebildi? Ehl-i hadisten Yahya b. Ebi Kesir‘in Ģu sözüne bakar mısınız: ―Sünnet Kur‘an‘ın yargıcıdır, fakat Kur‘an sünnetin yargıcı değildir (essunnetu kâdıyetun „ale‟l-Kur‟an ve leyse‟lKur‟an bi kâdın „ale‟s-sunne) (Darimi, Muk., 49) Ġktidar adına muhalif alimlere ölüm fetvası vermesiyle ünlü Evzai bunu nakleder. Bu ne cür‘et! Bunu söylemenin cüretkarlık olduğunu, Ahmed b. Hanbel de fark etmiĢ olmalıdır ki, Ģöyle söyler: ―Ben bunu söylemeye cesaret

20


Recep Akay edemem, fakat sünnet kitabı tefsir eder derim‖ (Ġbn Abdilberr, Cami, II, 1194) Sünnet ilahi norma uygun nebevi formdur Kur‘an peygamberin görev alanını tesbit ederken Ģu açık ve net çerçeveyi çizer: ―Eğer yüz çevirirseniz iyi bilin ki Rasule düĢen mesajı apaçık tebliğ etmekten ibarettir.‖ (5:92) ―Elçiye apaçık tebliğ dıĢında bir Ģey düĢer mi?‖ (Nahl 16:35) Bir elçiye düĢen Ģeyin tebliğ olduğu açık seçik ifade ediliyor. Peki, yine elçiye tebyin görevi yükleyen ayetler bu çerçevenin dıĢında mı değerlendirilmeli? Yani ―alınan mesajı aynen iletmek‖ anlamına gelen tebliğ ile tebyin arasında fark var mıdır? Veya Hz. Peygamber‘in görevleri arasında sayılan ―tebyin‖ nasıl anlaĢılmalıdır? Ayetlerde yer alan tebyin, hem ―iletme, duyurma, bildirme‖, hem de ―tarif etme‖ ve ―uygulamalı olarak gösterme‖ anlamında ―açıklama‖dır. Kur‘an‘da beyyene fiili kimi yerde bu en geniĢ çağrıĢımlarıyla, kimi yerde ise sadece ―duyurma-iletme‖ anlamıyla kullanılmıĢtır. Mesela 2:159; 3:187; 5:15 gibi ayetlerde, hepsi de kitap ehliyle ilgili olarak ―gizleme‖ (hafâ) ve ―saklamanın‖ (keteme) zıddına ―eksiksiz iletme, duyurma‖ anlamına kullanılır. Fakat tüm dil otoritelerinin de ifade ettiği gibi, tebyin, sözü de içine alan fakat ondan daha kapsamlı bir anlam taĢır. Nahl suresinin 39. ayetinde ve baĢka ayetlerde (Msl: 2:159; 4:26; 5:75 vd.) Allah‘a izafe edilen beyyene fiili, Nahl 64. ayette (ayrıca 14:4) yine aynı anlam içeriğiyle Hz. Peygamber‘e izafe edilir. Ġlgili ayetler birlikte okunduğunda, Hz. Peygamber‘in beyan ve tebyin misyonunun sadece ―iletmekle‖ sınırlı olmadığı, uygulamaya konu olan talimatların nasıl uygulanacağını bizzat göstermenin de bu misyona dahil olduğu görülecektir. Zaten vahyin onu ―güzel örnek‖ olarak nitelemesi bunun teyididir (33:21). Allah Rasulü‘nün tebyin alanına teşri‘yi de dahil etmiĢlerdir. Muteşerri (Ģeriata uyucu) olan Sevgili Peygamberimiz, şari (Ģeriat koyucu) olana dönüĢtürülmüĢtür. Tahrim suresindeki açık ve net yasağa rağmen Allah Rasulü‘nün haram koyacağını ifade edenler, Kur‘an‘da 16 yerde gelen ―sana soruyorlar‖ veya ―senden fetva istiyorlar‖ diyen hitapları görmemiĢlerdir. Kur‘an‘ın bir tek yerinde de ―Sorulan Ģu konuda sen hüküm ver‖ yoktur. Bu soruların tümünden çıkan sonuç Ģudur:

Hezeyan Fanzin 4

1. Hz. Peygamber‟e sorulan bu soruların hepsi de doğrudan Allah tarafından cevaplanır: Nebi sorulara cevap veren değil, soruyu vahye sunan konumundadır. Vahiy kendisine sorulan tüm sorularda Nebi‘ye kendi önüne geçmemesini emretmektedir (6:50; 10:15; 46:9). 2. Nebi vahiyden bağımsız bir tavır geliştiremez: Son Saat, Zulkarneyn gibi sadece uhrevi soruları değil, hayız, ganimet, ayın evreleri ve dağlar gibi dünyevi soruları da vahiy cevaplamaktadır. Adeta vahiy Nebi‘nin önüne geçmekte, Nebi‘nin vahyin önüne geçmesi engellenmektedir. Hz. Peygamber‘in vahiy inmeden hattuhareket tayin ettiği için kınanmıĢtır. Bunun örnekleri arasında; Abese 2-3, Âl-i Ġmran 128, Bakara 272, Tevbe 43, En‘âm 65, Enfal 67, Nisa 105, Ahzab 1, En‘âm 116, Ġsra 73-75, Nahl 126, Tevbe 80, 84, 113 gibi birçok ayet yer alır. 3. Hz. Peygamber kendisi hüküm vermez, hükmü vahye bırakır: Nisa 7, Nisa 95, Nisa 176, Bakara 218, Bakara 223, Bakara 229, Bakara 256, Hûd 114 ve daha birçok ayetin nüzul sebebi bu hakikati ortaya koyar. Kur‘an‘la inĢa olmuĢ bir akıl için Ģu hakikat güneĢ gibi zahirdir: Allah Rasulü din dilini tesis eden değil, tebliğ eden konumundadır. Allah Ģaridir, Nebi müteĢerridir. Bu meyanda Serahsi‘nin Ģu tesbitini örnek kabilinden nakledelim: ―Eğer Nebi yasakları kendi koysaydı, içkiyi yasaklamak için o kadar beklemezdi?‖ Kıyametin saati kendisine sorulan nebiye vahiy Ģöyle der: ―de ki: Kesin bilgi Allah katındadır. Bana gelince… Ben sadece apaçık bir uyarıcıyım.‖ (67:26) Bu ayette Nebi‘ye demesi emredilen ―Ben mubîn bir nezirim‖deki mubîn ile tebyin özünde aynıdır. Aynı kelimenin biri ism-i fail formu, diğeri mastarıdır. ġu halde kıyametin vakti sorulan Nebi‘nin ―kesin bilgi Allah katındadır‖ demesi bir tebyîn olmaktadır. Rabbi ona ―de ki‖ (kul) diyor, o da rabbinden aldığı emri tebliğ ve teybin ediyor, yani ―iletiyor‖. Allah sünnet koyar, Nebi ise örnek davranıĢ ortaya koyar (33:21 Bir misal: Temizlik ilkesi normdur. Bunu Allah koyar. Bu ilke sünnetullah olur. Bu temizliğin ağza iliĢkin olanını (misvaklamak) Nebi‘nin erak ağacıyla yapması bir ―norm‖ değil bir formdur. Yani ―nebevi örnekliktir‖. Nebevi örnekliğe uymak Nebi‘nin üstümüzdeki hakkıdır

21


Recep Akay Bize Allah‘ın vahyini taĢıyan sevgili Peygamberimiz bizim için ebeveynimizden, hatta kendi benliğimizden daha önceliklidir (33:6). Zira ebeveynimiz bize Ģu kısa dünya hayatında rehberlik etti. Ahlakı Kur‘an olan güzeller güzeli Nebi ise bize iki cihan saadeti için örneklik etti. Kur‘an onu mü‘minlere örnek olarak gösterdi. Nebevi örneklik, sonradan ―sünnet‖ adı altında ıstılahlaĢtı. Nebevi sünnete ittiba nasıl anlaĢılmalıydı? Nebevi örneklik ile Kur‘an neyi kasdetmiĢti? ĠĢte tüm mesele burada düğümleniyordu. Nebi ölümlü bir beĢer, bir insandı. Bir melek değildi. Ona ―Ben de sizin gibi bir beĢerim‖ demesini emreden Allah‘tı. Ondan gelen onlarca rivayet ―Ben de sizin gibi bir insanım; ben hata da ederim, isabet de ederim (ene uhti‟u ve usîbu)‖ Ģeklinde baĢlıyordu. Örnekler : Bir önceki yıl hamile annelerin emzirmesini yasaklıyor, bunun bir zarar vermediğini öğrendiğinde yasağı kaldırıyordu. Bir yıl önce hurma aĢılamayı yasaklıyor, bunun iyi bir Ģey olduğunu öğrenince serbest bırakıyordu. Kendisine bir dava geliyor, o haksız tarafın Müslüman oluĢuna aldanıp hatalı karar veriyor, hemen ardından inen ayet, onu sert bir Ģekilde uyarıyordu: ―Sakın hainlerden yana olma!‖ (4:105) O helal bir Ģeyi kendisine haram ediyor, bu yüzden Rabbinden azar iĢitiyordu (66:1). Buna benzer bir dolu örnek… .Rivayetin değil hakikatin otoritesini önceleyen hadis âlimleri kuĢağının yetiĢmesi önemlidir. Ümmetin II. Tedvin Asrı‘na mutlaka girmesi gerekir.Tedvin asrında hadis ilmine ve hadis âlimlerine çok iĢ düĢmektedir.. Yapılması gereken iĢ bellidir: Füru‘da tecdit yetmez. Hadisi aslına ircaya dayalı yeni bir hadis usulü ortaya koymak Ģarttır.

Hezeyan Fanzin 4

Bu usul çerçevesinde hadis edebiyatının tamamını Kur‘an‘a ve arz edilmesi gereken diğer ilkelere arz etmeli. Kaynağından uzaklaĢtıkça kabaran ve köpüren hadis deryasını Allah Rasulü‘nün fem-i saadetinden çıktığı hale geri döndürmek hedeflenmeli. Senediyle birlikte Allah Rasulü adına uydurulup onun ağzına yerleĢtirilmiĢ, bununla da kalmayıp vahiy ilan edilmiĢ spekülatif bilgi, ‗din‘ hanesinden çıkartılıp ‗kültür‘ hanesine konulmalı, istifade edilecekse, oradan alınıp istifade edilmelidir. Sonuç ÖzeleĢtiri farzın da farzı olan efrazdır. Zira eleĢtiri istiğfardır. Kur‘an istiğfarı emreder. Müslümanların hep mazeretleri vardır. Nebevi örneklik konusunda iki tavır hep olacaktır: Ebu Bekir tavrı, Ömer tavrı… Hz. Ebu Bekir Hz. Peygamber‘in Ģahsına bakarak Müslüman oldu. Hz. Ömer Kur‘an‘a bakarak Müslüman oldu. Sözün Özü Allah sünnet koyar, Nebi ise örnek davranıĢ ortaya koyar (33:21). Allah ım: Bize canımızdan evla olan Nebi‘nin örnekliğini Ģimdi ve buradasına taĢıyan ve hayatında yaĢayan bahtiyarlardan kıl. Faydalandığım Kaynaklar 1-Kur‘an-ı Hayat Dergisi 31. Sayı 2-Ġslam DüĢüncesinde Sünnet – Hayri KırbaĢoğlu 3-Hadislerin Kur‘an‘a Arzı - Ahmet KeleĢ 4-E‘r-risale – Ġmam ġafii

22


Muhammed Aydın Habil ile Kabil Aslına bakarsak aslımızda bir tezat görür ve bu tezadı ömrümüzün sonuna dek yaĢarız. Asıl nedir? Hz. Âdem? Habil ve Kabil? Hangi tarafı seçmek gerek! Tarafsızlık –ki hakikat ve hurafede boğulma eğilimine girmeme çabasıdır- en önemli erdem midir? Toplumumuz genellikle bunu dile getirmese de hep Kabil‘in tarafında olmuĢtur. Tarafımız hakikat; Bu tarafa yönelenler kendini kandırma ve kendini ispat edememe durumuna düĢtükleri için beden ve ruhlarının hakikat içerisinde yüzdüklerini sanırlar. Kabil de bir sanrı ile baĢlamıĢtı hayatına; ta ki saman çöpünü kendine mabet edininceye dek… Bu sanrıyı tanımada fayda olsa gerek. Yaratıcıya karĢı ilk yüz çeviriĢ ile baĢlayan kendini beğenme, iman edepten ibarettir sırrına vakıf olamama, cimrilik ( kalbin cimri olması söz konusu), haset ve dünyaya meylediĢ bu sanrının ilk açık ifadeleridir. Dünyaya, dünyanın hali nedir sorusunun cevabını değil de dünyada bizim halimiz nedir sorusuna cevap verme bahtiyarlığına erenler Habil ile Kabil arası bocalamaya baĢlayanlardır ve bu durumda umut vardır. Ġyi ile kötü, Ģeytan ile melek, hakikat ve hurafe ve Habil ile Kabil mutlak birine yönelip bir süreç iĢlenmek zorundadır. Bir dere düĢünelim; bunun tam ortasında akıntıya doğru yüzmek o furyaya meydan okumaktır. Akıntıya kapılmak ise; her ne kadar kendilerini tatmin etseler de( söyledikleri cümlelere geceleri kendilerinin dahi inanmadıkları…) burada kaybediĢ vardır. Burada yoksunluk, burada düĢüĢ, burada kaos ( kaos gazlama anlamına gelir ki kiĢinin kendi nefsini okĢaması söz konudur ve kargaĢa) vardır. Burası neresi? Habil ile kabil? Ya da Ģeytan ile melek? Hz. Âdem duruşun remzidir. İlk insan; bir yaşantının ve bir yaşamın resmidir. Habil masumdur. Yeni doğan bir bebek kadar ya da dilinden dualar eksik olmayan yaĢlı bir amca kadar… Habil omuzdur; bu uzuv insanı yücelten bir basamak ve insanı insan eden bir anlayıĢtır. Habil ile Kerbela‘da Ģehit düĢen zulme alkıĢ etmeyen Hz. Hüseyin aynı saftadır. Durumu biraz daha karmaĢık hale getiren düzenbaz düzenciler insanların ahlak algılarını değiĢtirip odalarının giriĢindeki sıfatlara sığınırlar. Uygun olmayan bir durum varsa yaĢantı ve yaĢamlarının paralelliğini tutturamayanlardır. Bu ikircikli bir hayatı tercih edip sürekli tereddütlere kucak açmak anlamına gelir. Ġnsan zayıftır, insan acelecidir, insan unutandır… Sözlerimizde de ikircikli ifadeler varken, kim hangi tarafta olduğunu net olarak söyleyebilir?

Hezeyan Fanzin 4

23


Eray Sarıçam İskele’nin İki Güzel Adamı 2010-13 yılları arasında dört sayı çıkmıĢ mevsimlik bir dergi Ġskele. Dört sayı çıkmasına rağmen derin tesirler uyandırmıĢtır bende. Aydın‘a üniversite için geldiğim ilk iki yıl tanıyamadım Ġskele‘yi. Sadece dergiyi değil. Ġskele‘yi çıkaran Safa Arslan ve Mücteba Sezen ağabeyleri de tanıyamadım haliyle. Üçüncü sınıfta bizim alt sınıflardan Engin Güler‘in üniversite bünyesinde dergi çıkarma niyeti olduğunu öğrendik. Ben, Tugay Özdemir, Sertaç Bıçkın ve Birol Öztürk‘te çıkacak dergide görev aldık. Biz iki sayı beraber olduk Güler‘le. ġu sıralar tekrar çıkacakmıĢ sanırım. EĢik, bizim için önemlidir. Safa ve Mücteba ağabeyler ve dolayısıyla Ġskele ile tanıĢmamıza vesile olmuĢtur. Bahsettiğim iki güzel adama gitmiĢtik dergiyi nasıl çıkarabiliriz, ne yapabiliriz diye. Ġskele Demhanesi‘nin önünde buluĢmuĢtuk ilkin. Açıkçası bize dergi iĢleri için söylediklerine layık bir dergi olmamıĢtı EĢik. Bundan dolayı mahcup olduğumu söylemeliyim. Ġlk sayıda Safa ağabeyin Ģiirinin son iki üç dizesini matbaa hatasında dolayı basmamıĢız. Üstüne üstlük bunun farkında bile değiliz. Ġskele Demhanesi‘nin yaz dönemi açılıĢına gitmiĢtim orada, gülerek, söylemiĢti Safa ağabey. Yerin dibine geçmiĢtim. Ama o, olur böyle Ģeyler demiĢ, konuyu kapatmıĢtı. Mücteba ağabey ile daha önceden tanıĢmıĢtım. TanıĢmıĢtım diyorum çünkü tam anlamıyla bir muhabbet olmamıĢtı aramızda. Sanırım o ara önemli bir iĢi vardı Demhanede beni hiç sallamamıĢtı. Sonradan sordum hatırlamıyorum dedi.  Ġskele, ilk sayısında, diğer üç sayıya nazaran daha büyük boyda çıkmıĢtı. Safa ağabeye göre istedikleri gibi olmamıĢ bu sayı. ĠĢte bildiğimiz matbaa hataları filan. Ġkinci sayı ise kanımca en sağlam olanı. Rasim Özdenören ile kapsamlı bir söyleĢi yapılmıĢ. Bunun dıĢında dizgi de kusursuz görünüyor. Sonra üçüncü sayı. Necip Fazıl‘ın daha önce yayımlanmamıĢ Konya konferansının ilk parçası yer alıyor bu sayıda. Müstear isimler ve isimsiz Ģiirler de kendine yer bulmuĢ. Sayfa sayısı daha da artmıĢ. Son sayıdan aklımda kalan Safa ağabeyin Ben Ġskeledeyken isimli yazısı oldu. Yer yer güldüm yer yer hüzün çöktü. Son sayı olduğunu söylüyordu yazı, Ġskelenin. Dergi hakkında böyle kısa kısa cümleler kurmam derginin edebi anlamda baĢarısız olduğunu anlamına gelmiyor. Biz çok Ģey öğrendik Ġskele‘den. Fakat inanıyorum ki dostluk, kardeĢlik gibi kavramlar çoğu zaman edebiyattan daha önemlidir. Bu yüzden, derginin nitelik ve nicelik özelliklerini çabucak geçtim. Biraz da Ġskele Demhanesi‘nden bahsedeyim. Adnan Menderes Camii altındaki mekân Demhane. Dergi burada çıkıyordu. Bunun dıĢında ağabeyler burada; okuma günleri, film gösterimleri, sohbetler tertip ediyordu. Sohbet derken normal sohbetlerden söz ediyorum. Yoksa ağabeyler cemaat abileri değildi  Ġkisinin de Demhane‘ye ne kadar önem verdiklerini onları tanıyan hemen herkes bilir. Önceden dediğim, Ġskelenin yaz dönemi açılıĢında Safa ağabey kendi elleriyle kurabiyeler yapmıĢ, Mücteba ağabey adeta damat olmuĢ, jilet gibi giyinmiĢti. HoĢ kendisi her zaman jilet gibi giyinir orası ayrı mesele. Sadece bu söylediklerim bile Demhane‘ye ne kadar önem verdiklerini gösterir. ġimdi Safa ağabey MaraĢ‘ta hekimliğe devam ediyor. Mücteba ağabeyin ise tıpta son yılı. Demhane‘yi bize bıraktılar. Yani Hezeyan‘a. Gerçi dıĢ mihraklar burası sizin değil kardeĢim diyor, gerçi kimileri Demhane‘yi ticarethaneye dönüĢtürmeye çalıĢıyor ammaaa… Neyse. Sanırım iki güzel adam da Demhane‘yi bize bıraktıkları için piĢman olmuĢlardır. Çünkü onların zamanındaki gibi aktif hale getiremedik Demhane‘yi. Yazım, bir af bahanesi olsun. Üniversitede son yılımız inĢallah geçen yıl yaptığımız 4-5 etkinliğin sayısını arttıracağız. Belki de en anlamlı özür bu olur. Ġskele bizim için bir mekteb oldu. Edebiyata bakıĢ açımızı elbet etkiledi. Kendi adıma konuĢmam gerekirse. Ağabeyler ile tanıĢmadan önce edebi anlamda kendi fikirlerimi mutlak doğru kabul ederdim çoğu zaman. Cahilliğimin farkına geçen sürede vardım. Çünkü karĢımda bu alanda daha önceden çok at koĢturmuĢ kiĢiler vardı. Beni ve fikirlerimi hep o gülen yüzleriyle törpülediler. Yol göstermeseler, yaptığımız her hatada, yanımızda olmasalar belki de Hezeyan‘ı çıkarmaya cesaret edemeyecektik. Hezeyan‘ın en baĢından beri yanımızdaydılar. Güzelleme yapmak için yazmıyor. Neden susayım ortada bir gerçek varken değil mi? Dediğim gibi edebiyattan önce geliyor bazen bazı kiĢiler. ĠĢte Safa ve Mücteba ağabeylerde o kiĢilerden. Aydın‘da daha ne kadar kalırım bilmiyorum. Ama Ģu bir gerçek ki, Aydın deyince aklıma ilk gelecek kiĢiler, bana bu yazıyı yazdıran ağabeylerdir. Ġkisinin arasındaki bitimsiz dostluğa hiç değinmedim, değinemedim. Dostluklarını yazmaya gücüm yetmez benim. Yazılacaksa – ki yazılmalı- yalnız kendileri yazabilirler. Yazmalılar. Vesselam.

Hezeyan Fanzin 4

24


Tuğba Aktepe

“..”

bir küçük kız vardı mavi bir adama yandı kız yandı adam baktı pervane oldu kız döne döne kül oldu kız yana yana o mavi bir adam miniminnacık bir eldi ona uzanan uzattı yandı pervanenin elleri koskoca adam bir üf bile demedi pervane pes etmedi yanan yalnızca eldi sokuldu dokunmadan çırpındı hiç durmadan bir ateĢ ki düĢtü bu sefer içine büyüdü vardı ta yüreğine ah etti pervane yanıyor içim su ver Allah aĢkına bir içim döndü durdu pervane yandı durdu pervane koca bir yangındı pervaneyi yaktı pervane yandı bir yüreği kaldı ateĢ ateĢi yakar mıydı

Hezeyan Fanzin 4

25


Muhammed Aydın

Ertelenmiş Sükûtlar Rampa tırmanıyorum yeğlemiĢken hep mezarlığa Uzun uzadıya yalan anlatımlarda ErtelenmiĢ sükûtlar boğar beni. Tutkunken eĢiklere dudaklar EprimiĢ kumaĢa gizlenen benliğe Soğuk benizden fırlayan söz Hakikate uzak ney sesi kaybeder beni! Koca gövdeye barınan ölü tanım Sürgüne gerisince gittiğinde Rabbe buruk iblise taraf Ankaya bir baĢ eğilmemiĢken Bir veli kaybeder beni

Hezeyan Fanzin 4

26


Mustafa Ünver

Nedense

sözcükler hafıza gerektirmiyor paylaĢmaya yitik bir sabaha teslim olmuĢ söyleyiciler en eski belleklerde takılı saatlerini ayarlıyor içi geçik yabanıl otlara tutunmuĢ çiğ tanesi yıkasam arınmaz yüzlerin anlamsızlığı unutmaya elveriĢli değildi vakitler zaman kimin yüzünü siliyor aynalarda bulaĢığı havlularda ekĢi yorgunluk kokusu yırtılır mı suretim anılardan kısılmıyor zamanın geçmiĢteki sesi dingin bir özlem besliyor göğsümün kafesinde acılar gün ortasında karanlık elimin yordamı imgeler ölü doğumlara gebe gecikmiĢ güneĢlerde hayat arıyor kendi yüzüyle yaĢlanıyor insan nedense?

Hezeyan Fanzin 4

27


İletişim

Tugay Özdemir tugayozdemir@hotmail.com.tr twitter.com/tugayozdmr facebook.com/tugayozdmr saatleriayarlamaenstitusubaskani.tumblr.com alimeczuplar.com/tugayozdemir Eray Sarıçam twitter.com/erysrcm facebook.com/eraysrcm ery_srcm@hotmail.com Sertaç Bıçkın twitter.com/sertacbickin sertacbickin@gmail.com

twitter.com/hezeyanfanzin facebook.com/hezeyanfanzin

Gönderilen ürünlerin yayımlanıp yayımlanmaması tamamıyla hezeyan fanzin‟i ırgalar.

Hezeyan Fanzin 4

28


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.