TÜRK MİTOLOJİSİNDE YARATILIŞ EFSANESİ Yeriding Pütkeni (Yerin Yaratılışı)
inktüp:Hidiry Evvelce ancak su vardı. Yer, gök ay ve güneş yoktu. Tengri Kuday ile bir kişi vardı. Bunlar kara kaz şekline girip su üzerinde uçuyorlardı. Tengri hiçbir şey düşünmüyordu. Kişi rüzgâr çıkarıp suyu dalgalandırdı ve Tengri’nin yüzüne su serpti. Bu kişi kendisinin Tengri’den büyük olduğunu sandı ve suyun içine dalıverdi. Su içinde boğulacak oldu; "Tengri, bana yardım et!" diye bağırmaya başladı. Tengri "Yukarı çık!" dedi. O da sudan çıkıverdi. Tengri şöyle buyurdu: "Sağlam bir taş olsun!" suyun dibinden bir taş çıktı. Tengri ile kişi taşın üzerine oturdular. Tengri, kişiye "Suya dal, oradan toprak çıkar!" dedi. Kişi suya daldı ve "Ben kendim için de toprak alayım" diye düşündü. İki eline toprak aldı. Bir elindeki toprağı, kendi başına iş görmek düşüncesiyle ağzına soktu. Yaratma işinde Tengri'yı kıskandığı için böyle davranmıştı. Bu kişinin de ağzında gizlediği toprak büyümeye başladı. Nefesi kesilmişti; boğulacak gibi oldu. Tengri’den kaçmaya başladı, fakat nereye baksa Tengri’yi yanında buldu. Boğulmak üzereyken "Tengri, gerçek Tengri bana yardım et!" diye yalvardı. Tengri ona "Ne yaptın, ağzına toprak saklayayım diye mi düşündün? Bu toprağı ne için gizledin?" diye sordu. Kişi "Yer yaratayım diye bu toprağı ağzımda gizlemiştim" diye cevap verdi Tengri ona "At ağzından o toprağı" dedi. Kişi toprağı atıverdi. Bu topraktan küçük küçük tepeler meydana geldi, bundan sonra Tengri şöyle dedi "Sen günahlı oldun, bana karşı fenalık düşündün. Sana itaat eden halkın düşündükleri dahi fena olacaktır. Bana itaat eden halkın düşünceleri arı, temiz olacaktır. Onlar güneş görecekler, aydınlık görecekler. Ben gerçek Kurbustan adımı almışımdır. Senin adın ise Erlik olsun. Günahkârını benden gizleyenler senin halkın olsun. Günahkârını senden gizleyenler senin halkın olsun!" dedi. Dalsız, budaksız bir ağaç bitmişti. Bu ağacı Tengri gördü ve "Dalları olmayan ağaca bakmak hoş bir şey değil. Buna da dokuz tane dal bitsin!" dedi. Ağaçta dokuz dal bitti. Tengri yine şöyle dedi: Bu sırada Erlik bir kalabalığın gürültüsünü işitti ve "Bu gürültü nedir?" diye sordu. Tengri "Sen de bir hakansın, ben de bir hakanım. Bu gürültüyü yapan kalabalık benim ulusumdur" dedi. Erlik bu kavmin kendine verilmesini istedi. Tengri ona "Hayır, sana vermeyeceğim. Sen kendine bak!" dedi. Erlik "Dur bakalım, Tengri’nin şu ulusunu bir göreyim" dedi ve kalabalığa doğru yürüdü. Bir yere geldi; burada insanlar, yabani hayvanlar, kuşlar ve başka birçok canlı yaratıklar gördü. "Tengri bunları nasıl yaratmış? Bunlar ne ile besleniyorlar?" diye düşündü. Burada bulunan
insanlar bir ağacın meyvesi ile besleniyorlardı. Ağacın bir tarafındaki meyveyi yiyorlar, diğer tarafındaki meyvelerden ağızlarına almıyorlardı. Erlik bunun sebebini sordu. İnsanlar ona cevap verdiler: "Tengri bize bu dört dalın meyvesini yemeği yasak etti. Güneşin doğduğu tarafta bulunan beş dalın meyvelerinden yemeği buyurdu. Yılan ile köpeğe de bu ağacın dört dalından yemek isteyenlere izin vermeyeceksin diye emretti. Bundan sonra Tengri göğe çıktı. Beş dalın meyveleri bizim aşımız oldu". Erlik, Körmös bunları duyduktan sonra Törüngey denilen bir kişiyi buldu ve ona "Tengri yalan söylemiş, siz bu dört dalın meyvelerini de yiyiniz!" dedi. Bekçi yılan uyuyordu. Erlik onun ağzına girdi ve "Bu ağaca çık!" dedi. Yılan ağaca çıktı, yasak meyveden yedi. Törüngey ile karısı Eje beraber geziyorlardı. Erlik onlara "Bu meyvelerden yiyiniz!" dedi. Törüngey istemedi. Fakat karısı yedi. Meyve çok tatlıydı. Meyveyi alıp kocasının ağzına sürdü. O anda her ikisinin tüyleri dökülüverdi. Utandılar, ağaçların altına saklandılar, derken Tengri geldi. Bütün ulus Tengri’den gizlendi. Tengri haykırdı "Törüngey, Törüngey! Eje, Eje, neredesiniz?" Onlar: "Ağaç altındayız, sana varamayız." dediler. Yılan, köpek, Törüngey, Eje kabahati hep birbirine attılar. Tengri yılana "Şimdi sen Körmös oldun, insanlar sana düşman olsun, seni vurup, öldürsün." Bundan sonra Eje'ye dönerek "Yasak meyveyi yedin. Körmös'ün sözüne uydun. Bundan böyle gebe olacak ve çocuk doğuracaksın, doğum sancıları çekeceksin" dedi. Törüngey'e dedi. "Körmös'ün aşını yedin, beni dinlemedin, Körmös’ün sözüne kandın, onun sözüne kananlar onun ülkesinde yaşayacaklar. Benim nurumdan mahrum olacaklar, karanlık dünyada bulunacaklardır. Körmös bana düşman oldu. Sen de ona düşman olacaksın. Beni dinlemiş olsaydın, benim gibi olurdun.” Şimdi senin dokuz oğul, dokuz kızın olsun. Bundan sonra ben sizden kişiler yaratmayacağım. Kişileri sen doğuracaksın" dedi. Tengri, Körmös’e "Kişilerimi niçin aldattın?" diye sordu. Körmös, "Ben istedim, sen vermedin. Ben de hırsızca almaya karar verdim. Ben alacağım; atla kaçarsa düşürerek alacağım, içki içip sarhoş olursa dövüştüreceğim, suya girse, ağaca çıksa yine alacağım!..." dedi. Bunun üzerine Tengri "Üç kat yerin altında, ay ve güneşi olmayan karanlık bir dünya vardır. Ben seni oraya atıyorum" dedi. İnsanlara da "Bundan sonra size yemek vermeyeceğim. Kendinizi, kendi gücünüzle kazanarak besleyin. Sizinle konuşmayacağım. Size May-Tere"yi göndereceğim" dedi. May-Tere geldi. İnsanlara bir çok şey öğretti. Araba yaptı. Aş olarak ot köklerini, ısırgan ve yiyebilecekleri çeşitli otları gösterdi. Erlik, May-Tere'ye yalvardı "Ey May-Tere, benim için Tengri ile konuşmalısın! Huzuruna çıkmam için izin vermesini istemelisin.” May-Tere, Erlik'in kabul edilmesi için Tengri’ye altmış yıl yalvardı. Tengri Körmös’e şöyle dedi; "Bana düşman olmazsan, insanlara
fenalık etmezsen yanıma gel!" Körmös göklere Tengri’nin yanına çıktı, Tengri’ya, secde ederek "Beni affet, müsaade et de ben kendim için gökler yapayım" dedi. Tengri müsaade etti. Erlik gökler yaptı. Erlik'in avenesi göklere yerleşip, çok kalabalık oldu. Tengri’nin öz kişisi Mangdaşire şöyle düşündü; "Bizim öz kişilerimiz yeryüzünde Birlik, Erlik'in kişileri göklerde. Bu çok fena bir şey!" Mangdaşire, Tengri’ye darılıp, Erlik'e savaş açtı. Erlik karşı geldi, ateşle vurup Mangdaşire'yi kaçırdı. Mangdaşire Tengri huzuruna geldi. Tengri "Nereden geliyorsun?" diye sordu. Mangdaşire "Erlik'in avanesi yüksek göklerde, bizim kişilerimiz de yerde bulunuyorlar. Bu çok fena bir şey. Ben Erlik'in avanesini yere indirmek için savaştım. Fakat gücüm yetmedi, indiremedim." dedi. Tengri "Benden başka kimse ona dayanamaz. Erlik'in gücü senden fazladır. Fakat bir zaman gelecek ki sana 'Var! diyeceğim. İşte o zaman senin gücün Erlik'in gücünden üstün olacaktır!" dedi. Bunun üzerine Mangdaşire rahat rahat yattı. Bir gün Mangdaşire şöyle düşündü "Tengri’nin var diyeceği gün yaklaştı." Tengri, Mangdaşire'ye "Ey Mangdaşire, bu gün var Erlik'i göklerden süreceksin. Amacına erişeceksin, ondan çok güçlü olacaksın, Benim gücüm, (Alkışım) sana yetsin." dedi. Mangdaşire sevindi ve bir kahkaha attı. "Yayım yok, okum yok, kargım yok, yatağınım yok... Ancak yalın bileğim, kolum var. Yalnız bilek gücüyle Erlik’i nasıl yok edebilirim ben? dedi. Tengri ona kargı verdi. Mangdaşire kargıyı alıp Erlik'in göklerine çıktı. Erlik'i yendi, kaçırdı. Göklerini kırıp parça parça etti. Erlik'in göklerinin parçaları yere döküldü. O zamana kadar yeryüzü dümdüzdü. Bu parçalardan, dağlar, kayalar oluştu. Güzel Tengri’nin güzel yarattığı dümdüz yer böylece eğri büğrü oldu. Erlik'in bütün avanesi yere döküldü. Kimi suya düştü boğuldu, kimi ağaca, kimi taşa çarptı öldü. Kimisi de hayvanlara çarparak öldü. Şimdi Erlik, Tengri’den yer istedi: "Benim göklerimi kırdın. Şimdi benim barınacak yerim yok" dedi. Tengri onu yerin altına, karanlık dünyasına sürdü. Üzerine kat kat kilitler koydu "Üzerinde sönmez ateş olsun, güneş ve ay ışığı görmeyesin! Tekrar ediyorum, İyi olursan yanıma alırım, fena olursan daha derinlere sürerim!" dedi. Erlik "Ben ölmüş adamların canlarını alacağım." dedi. Tengri "Ben onları sana vermeyeceğim. Kendin yarat!" dedi. Erlik eline çekiç, körük, örs aldı. Bir vurdu, kurbağa çıktı; bir vurdu, yılan çıktı; bir vurdu, ayı çıktı; bir vurdu, domuz çıktı; bir vurdu, Albıs (kötü ruh) çıktı; bir vurdu, Şulmus (kötü ruh) çıktı; bir vurdu, deve çıktı. Tengri geldi. Erlik'in körük, çekiç ve örsünü alıp ateşe attı. Körük bir kadın, çekiç de bir erkek oldu. Tengri bu kadını yakalayıp, yüzüne tükürdü. Kadın bir kuş olup uçtu. Bu kuş eti yenmez, tüyü yelek olmaz (Kurday) denilen kuştur. Tengri erkeği yakalayıp yüzüne tükürdü. o da bir kuş oldu. Bu da (Yalban) denilen kuştur.
Bütün bunlardan sonra Tengri halka hitaben : "Ben size mal verdim, aş verdim. Yerin üzerinde, iyi, güzel ve arı sular verdim. Size yardım ettim. Siz de iyilik yapınız. Ben göklerime döneceğim. Çabuk gelmeyeceğim!" dedi. Sonra yardımcı ruhlarına hitaben: "Şal-Yime sen içki içip aklını kaybedenleri, körpe çocukları, kısrak yavrularını inek buzağılarını koru, iyi sakla. İyilik yapmış olan ölülerin canlarını yanına al, kendi kendini öldürenleri alma! Zenginlerin malına göz dikenleri, hırsızları, başkalarına düşmanlık edenleri de alma! Benim için ve hakanı için savaşan ölüleri al, benim yanıma getir! İnsanlar size yardım etsin, sizden kötü ruhları uzaklaştırdım. Kötü ruhlar (Körmös'ler) insanlara yaklaşırsa onlara yemek versinler. Körmös'lerin aşlarını yemeyiniz, yerseniz onlardan olursunuz. Benim adımı söylerseniz, himayemde bulunacaksınız. Şimdi ben uzaklaşıyorum...fakat tekrar geleceğim. Beni unutmayınız, beni gelmez sanmayınız. Şimdi uzaklara gidiyorum. Tekrar geldiğim zaman sizin iyilik ve kötülüklerinizin hesabını göreceğim. Şimdilik benim yerimde Yapkara, Mangdaşire ve Şal-Yime kalıyorlar. “Onlar size yardım edeceklerdir." dedi. Yapkara, sen iyi bak! Erlik senin elinden ölmüşlerin canını çalmak isterse Mangdaşire'ye söyle, o kuvvetlidir. Şal-Yime, sen de iyi bak! Albıs, Şulmus yerin altından çıkmasınlar. Çıkarlarsa derhal May-Tere'yi ver! O kuvvetlidir, onları kovsun. Podo - Sünku Ay’ı ve Güneş’i beklesin. Mangdaşire'ye söyle, yeri ve gökleri muhafaza etsin! May-Tere iyilerden kötüleri uzaklaştırsın. Mangdaşire, sen kötü ruhlarla savaş! Sana güç gelirse benim adımı çağır! İnsanlara iyi şeyleri, iyi işleri öğret. Onlara oltayla balık avlamak, sincap (Tiyin) vurmak, hayvan besleme sanatlarını öğret. Tengri bunları söyledikten sonra uzaklaştı. Mangdaşire olta yaptı, balık avladı. Tüfek, icat etti, sincap vurdu. Tengri’nin buyurduğu gibi insanlara bir çok şeyler öğretti. Mangdaşire bir gün şöyle dedi "Bugün beni rüzgâr uçuracak ve götürecektir" Gerçekten de rüzgâr geldi ve Mangdaşire'yi alıp götürdü. Yapkara insanlara şöyle dedi: "Mangdaşire'yi Tengri yanına aldı. Onu bulamayacaksınız. Ben Tengri’nin elçisiyim. Tengri nerede durdursa orada kalacağım. Siz öğrendiklerinizi unutmayınız. Tengri’nin yargısı budur!" Bu konuşmadan sonra kendisi de insanları kendi hallerine bırakıp, gitti.
* Bayram Erdoğan’ın “Sorularla Türk Mitolojisi” Kitabından alınmıştır. (s.98-104) [1] W. Radloff’tan yerin yaradılışı hakkındaki bir Altay efsanesi
İkinci Yaratılış Destanı Gök yoktu, yer yoktu. Yalnızca, sonu olmayan bir deniz vardı. Tengri Ülgen (Aakay, Kurbustan), bu denizin üzerinde uçuyordu. Konacak sert bir yer arıyordu, bulamıyordu. Böyle uçarken gönlüne doğdu. Bir ses "Önündeki nesneyi yakala" diye fısıldadı. Ülgen, bu fısıltıyı yineledi. Ellerini öne doğru uzattı. O sırada su yüzüne bir taş çıkmıştı. Ülgen, taşı yakaladı, üzerine kondu. Taşın üstünde ne yapacağını düşündü. Uçsuz bucaksız suyun içinden Ak Ene (Ak Ana), süzülüp Ülgen'in karşısına çıktı ve "Yarat" dedi; üç kez yineledi. Ülgen "Nasıl?" diye sordu. Ak Ene "Yaptım oldu de, yaptım olmadı deme" dedi. Sonra, Ak Ene kayboldu. Bir daha da görünmedi. Ülgen, insanlara şu buyruğu verdi. "Var olana yok demeyin; vara yok diyen de yok olur!" Ülgen, "Yer yaratılsın!" dedi; yer yaratıldı. "Gökler yaratılsın!" diye buyurdu; Gökler yaratıldı. Böylece bütün dünyayı yarattı. Sonra, üç büyük balık yaratıp, yeri onların üzerine yerleştirdi. Balıklardan ikisini yerin kenarına, üçüncüsünü ortasına temel yaptı. Ortada bulunan balığın başı kuzey yönündedir. Bu balık başını eğerse, kuzeyden yayık (Tufan) olur. Başını daha aşağı eğerse, yeryüzünde su basmadık bir avuç yer kalmaz. Onun için bu balık, büyük bir zincirle bir direğe bağlanmıştır. Onu, Mangda-Şire yönetir. Ülgen, dünyayı yaratırken Ay ve Gün ışığının dokunduğu Altın Dağ'da oturdu. Bu dağ, gök ile yer arasında idi. Dünya'nın yaratılışı altı gün sürdü. Yedinci gün Ülgen yatıp uyudu; sekizinci gün kalktı... Bizim Ay ve Güneş'imizin dünyasından başka, doksan dokuz dünya daha vardır. Bunların hepsinde birer Uçmag (Cennet), birer Tamu (Cehennem) vardır. Herbirinde insanlar bulunur. En büyük dünya, Han Kurbustan Tengere'dir. Bay-Ülgen, bu âlemin yönetimini yardımcılarından olan Mangızın Matmas Burkan adlı ruha vermiştir. Bu dünyanın yerinin adı Altın Telegey'dir. Cehennemi, Mangız Toçiri Tamu'dur. Bu Tamuyu, Matman Kara adlı bir zebani yönetir. Doksan dokuz âlemin ortancası, Ezre Kurbustan Tengere'dir. Ezre Tengere'yi, Belgein Keratlu Türün Musıkay Burkan'a verilmiştir. Yerinin adı, Altın Şarka'dır. Cehennemi, Tüpken Kara Tamu'dur. Bu cehennemi Matman Karakçı yönetir. Kişioğullarının bulunduğu bizim dünyamız, en küçük dünyadır. Adına, Kara Tengere Dünyası denilir. Bu dünyayı, May-Tere yönetir. Cehenneminin adı, Kara Teş'tir. Bu cehennemi, Kerey Han yönetir. Bizim dünyamızın üzerinde otuz üç kat gök vardır. Bay-Ülgen, birgün denize bakarken, suyun üstünde bir toprak parçasının yüzdüğünü gördü. Toprağın üzeri, insan gövdesine benzeyen bir kil tabakası ile kaplıydı. Ülgen, "Bu cansız toprak, kişi olsun!" diye buyurdu. Toprak, kişi oldu. Ülgen, ona Erlik adını verdi; olduğu yere bıraktı. Erlik, giderek Ülgen'i buldu.
Ülgen de onu yanına aldı; kendisine küçük kardeş yaptı. Bir zaman sonra Erlik, Ülgen'i kıskandı. Ondan daha güçlü olmak istedi. Ülgen'e imrendi, "Ben de onun gibi olmalıyım" diye düşündü. Düşüne düşüne Ülgen'e düşman oldu. Ülgen bunun yerine, Mangdaşire'yi yarattı. Sonra da, bizim dünyamızda yedi kişi yarattı. Bunların kemikleri kamıştan, etleri topraktan oldu. Kulaklarına üfledi, can verdi. burunlarına üfledi, akıl verdi. En sonra da, yine bir kişi yarattı ve May-Tere adını verdi. Ona "Bu insanları sen yönet" diye buyurdu.
...NuSRq:ÜXrÜt:irHt