Downloaded from: justpaste.it/w349
Yeni Terörizm ve İslam Bugünkü anlamından farklı bir içeriğe sahip olsa da insan güvenliğine tehdit oluşturan terörizm nerdeyse ilk insandan günümüze kadar çeşitli dönüşümler yaşayarak varlığını korumuştur. En temel amaç olarak geniş kitleler üzerinde korku ve tedirginlik yayarken aynı zamanda belirli bir konuya da dikkat çekmeyi benimseyen bu tür faaliyetler meydana geldiği toplumlarda güçlü reaksiyon oluşturmuş ve terörizme karşı tedbirlerin alınmasına neden olmuştur. Güvenliğin sağlanmasında, güvenliğin merkezine, odak noktasına devletin güvenliğini koyan anlayışa “klasik güvenlik” anlayışı diyebiliriz. Terörist faaliyetleri insan güvenliğini daha çok tehdit eden ve özellikle insanı hedef alan eylemlere yöneltmiştir. Ayrıca teknolojiden üst düzeyde faydalanan bu oluşumlar konvansiyonel metotlara karşı bağışıklık kazanarak farklı taktik ve yöntemlerle klasik anlamdaki güvenlik anlayışını mücadelede etkisizleştirmişlerdir. Soğuk Savaş sonrasında ortaya çıkan yapının teröre ve insan güvenliğini tehdit eden unsurlara bir diğer katkısı da etnik ve din temelli sorunların uluslararası sahnede daha çok yer alması ve bu sorunların terörize olmasıdır. Dünya coğrafyasının farklı yerlerinde görülen dini veya etnik sorunlara terörün bulaşması hem ulusal hem milletlerarası alanda barışın ve huzurun bozulmasına yol açarak soğuk savaş sonrasında siyasi bir gücün denetim mekanizmasından uzaklaşan ve aynı zamanda kullandığı üst düzey teknoloji sayesinde takip edilemeyen terörist oluşumların etkisiz hale getirilmesi için farklı yöntemlerin benimsenmesi gerektiğini göstermiştir. Yeni terörizm artık devletlerin birbirlerini zayıflatmak ya da ortadan kaldırmak için kullandıkları sadece bir araç değildir. Terörizmin hedefleri giderek marjinalleşmeye başlamaktadır. Bu tabi ki bu terörizm ile devletlerle ilişkisi tamamen ortadan kalkmıştır demek değildir. Bu ilişki halen sürmekle birlikte terörizm eski döneme oranla daha özgürleşmiştir. Sıkı bir emir komuta zinciri içerisinde olmayan, gevşek yapılanan örgütler eliyle modern teknolojinin imkanlarını kullanılarak gerçekleştirilen eylemler çok daha önlemez, çok daha yıkıcı bir hal almıştır. Artık günümüz dünyasında gübreden nasıl bomba yapılacağına ilişkin temel bilgiler internetten bulunabilmekte, internet üzerinden ve ya takip edilmesi oldukça güç yöntemler ile haberleşilebilmekte, eylem için gerekli görüntüler ön istihbarat tüm dünyayı gözünüzün önüne getiren ücretsiz internet hizmetlerinden elde edilebilmektedir. Dolayısıyla bir eylemin gerçekleştirileceğine dair bilgi sahibi olanların sayısı oldukça sınırlı olmakta bu da istihbaratın ve ya diğer eski güvenlik önlemlerinin etkinliğini sınırlamaktadır. Terörizm geçmiş dönemde bu işi meslek edinmiş profesyonel insanların gerçekleştirdikleri bir işken yeni dönemde internet üzerinden yapılan propaganda ile kazanılan daha önce sabıkası bulunmayan kişilerin tespiti de önlenmesi de zordur. Kaldı ki yakalanan bir terörist eski dönemde örgüt hakkında önemli bilgiler verebilmekte ve hiyerarşik yapılanan örgüt çökertilebilmekteydi. Oysa yeni dönemde birbirinden kopuk birimler halinde yapılanan örgütlerin çökertilmesi bir yana gün ışığına çıkartılması da güçleşmektedir.
İnsani güvenlik her şeyden önce güvenliğin merkezine devleti değil tek tek bireylerin kendisini yani insanı koymaktadır. Günümüzde güvenliğin sağlanması açısından gerekli olan da budur. Terörizm açısından konuyu değerlendirecek olursak diyebiliriz ki insani güvenlik anlayışı çerçevesinde alınacak önlemler günümüzde daha geçerli olacaktır. Zira klasik güvenlik anlayışı terörizmle mücadelede basitçe özgürlüklerin kısılmasını, güvenlik önlemlerinin sertleştirilmesi ve bu sayede asayişin sağlanması eğiliminde olacaktır. İstihbarat çalışmaları ile elde edilecek bilgi çerçevesine polis güçleri ve ya askeri önlemlerle eylemlerin önlenmesi ve ötesinde örgütün çökertilmesi mantığı çerçevesinde hareket edilmesi yeni terörizm açısından çok da geçerli olamayacaktır. Zaten modern toplumlar içerisinde hak ve özgürlüklerin kısılması bu hak ve özgürlükleri ihlal edecek nitelikte güvenlik önlemlerinin alınması terörizmin tam da istediği şeydir. Zira terörizm toplum içindeki hedefi insan haklarının ortadan kalkmasıdır. Terörizmin bu tuzağına düşülmesi terörizmin hem toplumsal destek bulmasını, hem de yeni teröristlerin bulunmasını ve eylemlerin yoğunlaştırılmasını kolaylaştıracaktır. İnsani güvenlik anlayışının terörizmle mücadeledeki rolü de burada ortaya çıkmaktadır. Bu değerlendirme tabi ki klasik güvenlik anlayışı ile alınacak asayiş tedbirlerinin bir kenara bırakılması olarak yorumlanmamalıdır. Bu tedbirler masum insanların terörist eylemlerden korunması açısından tabii ki gereklidir. Mühim olan bu asayiş tedbirlerini alırken insani güvenlik anlayışı ile hareket edilmesidir. Zira böylesi bir yaklaşım tarzı terörizmin hedefine ulaşmasını engelleyecektir. Günümüzde artık devletlerin ve yasaların meşruiyeti insan haklarına gösterdikleri saygı ile ölçülmektedir. Terörizmle mücadele edilirken bu yaklaşım ile hareket edilmesi terörizm açısından hayati olan toplumsal desteğin kesilmesi anlamına gelecektir. Böylesi bir destekten yoksun kalan terörist eylemler er ya da geç etkisini yitirecektir. Bu anlamda insani güvenlik anlayışı ile alınacak güvenlik tedbirleri terörizm tehdidi ile mücadelede etkin olacak tedbirler olacaktır. Temel hak ve hürriyetleri kısıtlayarak güvenliğin sağlanmaya çalışılması güvenliğin sürdürebilirliği açısından da pek mümkün değildir. Zira günümüz dünyasında güvenliği “insanların kendilerini güvende hissetmeleri” olarak tanımlamak gereklidir. Bu tanım aslında güvenliği “harici tehditlerden yoksun olmak” olarak tanımlamanın bir adım ötesidir. Bunun gereği olarak terörizmle mücadelede insani güvenlik anlayışı çerçevesinde alınacak önlemlerinin hakim kılınması günümüz toplumlarının asıl ihtiyacı olan husustur. İnsanlık terör ve fideletin acımasız, pençesinde kıvranmaktadır. Ailede, okulda, iş verinde, spor sahalarında ve sokaklarda terör ve şiddet hakimiyetini kurmuş durumda. Buna bir de kaprislerin ürünü yersiz ve lüzumsuz savaşları eklersek insanoğlunun kendi eliyle kendi dünyasını nasıl yaşanmaz hale soktuğunu açıkça görürüz. Bazıları bu konuda İslâm dînine iftira atmaya kalkmaktadırlar. İslâm dîni terör, şiddet, yersiz, ve lüzumsuz savaşların tamamen karşısındadır. Binimi için şiddet, terör ve öldürmeyi yasaklamış: sevgiyi, saygıyı ve insanlığı barış içinde yaşatmayı emretmiştir. Bu sebeple İslâm; sevgi, barış ve huzur dînidir. Ne var ki dünyanın bu konuda bilgi ve eğitim yetersizliği vardır. Öyleyse bilgilendirme ve eğitmeye hız verilmelidir. Şiddet ve terör, çağımız insanının başına musallat olmuş bir baş belasıdır. Ne yazık ki; insanın en rahatsız olduğu "şiddet ve terör"ün kaynağı yine insandır. Nedenler ne olursa olsun yeryüzünde şiddet ve terörü estiren insandan başkası değildir. Sanki insan yaptığı savaşlarla, uyguladığı terör ve şiddetle kendi cinsinin en büyük düşmanıdır. Aynı uygulamayı insanlar kadar hayvanlara ve bitkilere karşı yapmaktadır. Ailede şiddet, kadına şiddet, çocuklara şiddet, sporda şiddet, sokakta dehşet, işyerinde baskı ve tüm dünyada şiddet, terör ve savaş... İnsan insana hayatı neden zehir ederek çekilmez hale dönüştürür? Sevgi, barış, paylaşma, yardımlaşma, yolunu tutarak neden dostça ve kardeşçe yaşamaz? Bilim ve teknolojide çok ilerlediği halde neden bu medeniyet
ürünlerini insanın mutluluğu için harcamaz da bunu terör, şiddet ve savaşla insana zarar vermek için kullanır? Her geçen gün terör ve şiddet eylemlerinin azalacağı yerde daha da artış göstermesi üzerinde yoğun araştırmalara yapılarak düşünülmesi ve çözümler üretilmesi gereken bir konu...' İslâm kelimesi "barış, emniyet, anlaşma ve uzlaşma" anlamlarına gelmektedir. Kelime anlamına uygun olarak huzur ve barış içerisinde bir toplum oluşturmayı gaye edinmiştir. Bunun için iyiliği, güzelliği, sevgiyi, kardeşliği, merhameti, adaleti, yardımlaşmayı ve dayanışmayı kısaca insan için faydalı olan her türlü sosyal ve ahlâki prensipleri emir ve tavsiye etmiştir. Şiddet yoluyla fiili saldırıda bulunmayı, işkence yapmayı veya daha kötüsü insanların hayat haklarını elinden almayı yasaklamıştır. İnsanların şeref ve onurlarıyla oynamayı, haysiyetlerini rencide etmeyi, onları küçümsemeyi, alay etmeyi bile yasaklamıştır. Barış; dışlama, hor ve küçük görme, çatışma, kavga ve savaş olmaksızın uzlaşı, güven ve huzur içerisinde yaşamak demektir. Hepimiz kendimize, sevgi, şefkat, merhamet, hoşgörü ve adaletle davranılmasını arzularız. Çünkü ancak bu durumda kendimizi güvende hissedebileceğimizi düşünürüz. Güven duygusu olmadan barış olmaz. Barışın olmadığı bir toplumda ise huzur bulmak çok zordur. Güvenin kaynağı olan bir Yaratıcının gönderdiği dinin, barışı bozacak özellikler taşıması mümkün değildir. Bu yüzden din adına barışı bozmaya kalkışanlar, gerçekte onu doğru anlamamış olan kimselerdir. Nitekim barış anlamına gelen “selam” kökünden türeyen İslam’ın şiddet ve terörün kaynağı olamayacağını gösteren açık ayetlerden biri şöyledir: “Ey İnananlar! Hep birden barışa (silme) girin, şeytana ayak uydurmayın, o sizin apaçık düşmanınızdır”. (Bakara, 2/208). Bu bakımdan, İslam’ın esaslarını kabul eden kimse, bir anlamda barışın, huzur ve güvenin kaynağı olacağına dair söz vermiş demektir. Bununla birlikte günümüzdeki bazı din anlayışlarına baktığımızda, İslam’ın bu açık hedefinin aksine bir yaklaşım sergilendiği, şiddet ve terör faaliyetlerine Kur’an’ı dayanak yapma gayreti içerisine girildiği gözlemlenmektedir. Hâlbuki Kur’an’da savaş hukuku ile ilgili ayetlere bir göz attığımızda, savaşmanın barışı, inananların huzur ve güvenliğini sağlamanın ötesinde bir amacının bulunmadığına tanık oluruz. Kur’an, açık bir saldırganlık durumu ya da ciddi bir tehdit algısı söz konusu olmadığı sürece gayri Müslimlere adaletle davranmakta, onlarla iyi geçinmekte ve beraberce barış ve güven içerisinde yaşamakta hiçbir sakınca görmez. Aksine bu durumun adil bir tutum olduğunu açıkça belirtir. Kur’an’da toplumsal ve evrensel barışın gerçekleşebilmesi için, zulüm ve bozgunculuk türünden haklı bir sebep bulunmadıkça, din ve mezhep gibi kimliklere bakılmaksızın tüm insanların hayatına saygı gösterme, adaletle muamele, bireylerin hak ve hukukunu gözetme gibi evrensel ilkelere dikkat çekilmektedir. Toplumsal ve Evrensel Barışa Katkıda Bulunan Bazı Temel Kur’anî İlkeler Tüm insanlar eşittir. Üstünlük ancak hayır ve iyilik yarışında ortaya çıkar. Tüm insanların ortak paydası olan fıtrata/yaratılıştan gelen doğruyu yanlıştan ayırt etme ve hükümde isabet kaydetme yetisine başvurmak, Hak Din’e yönelmekle eşit tutulmuştur. Adalet, iyilik ve yakın akrabaya yardım emredilmiş, kötülük, çirkin işler ve azgınlık yasaklanmıştır. Kötülüğün iyilikle savılması daha erdemli bir tutumdur.
İnsanlar arasında düşmanlığa ve kötülüğe sebep olan içki ve kumar gibi kötü alışkanlıklar yasaklanmıştır. Dinde zorlama yoktur. Davette bulunurken, zorbalık ve kaba kuvvet yerine bilgi, belge, güçlü kanıt, yumuşak sözlülük, hikmet ve güzelce tartışma gibi yöntemler tercih edilmelidir. Mabetlere ve kutsal mekânlara saygıda din ayrımı gözetilmez. Hz. Muhammed âlemlere rahmet olarak gönderilmiştir. Her şeyden önce insan, yaratılanların en şereflisidir. Bu yüzden büyük bir saygıyı hak etmektedir. Melekler bile ona secde ederek saygılarını sunmuşlardır. Bu bakımdan insan, öncelikle kendi varlığının kıymetini bilmeli ve kendisine özsaygı duymalıdır. Bu onun, Allah’ın meleklere üstünlüğünü kanıtladığı insanın hayatına saygı duymasına ve onu korumaya çalışmasına vesile olacaktır. İslam’a göre barışın en kestirme yolu, tüm insanlığın ortak paydası olan ve doğru ile yanlışın arasını ayırt etme ve hükümde isabetli olma anlamına gelen fıtrata yönelmek ve ondan çıkarılan evrensel ilkeler doğrultusunda hareket etmektir.
Müjdat GÖKÇE