OSMANLI DEVLET TEŞKİLÂTINA DAİR KAYNAKLAR KİTÂB-İ MÜSTETÂB KİTABU MESÂLİHİ’L MÜSLİMÎN VE MENÂFİ'İ’L-MÜ’MİNÎN HIRZÜ’L-MÜLÛK
Prof. Dr. YAŞAR YÜCEL
OSMANLI DEVLET TEŞKİLÂTINA DAİR KAYNAKLAR KİTÂB-Î M ÜSTETÂB KİTABU M ESÂLİHİ’L MÜSLÎMÎN VE MENÂFİ cİT. M Ü ’MÎNÎN H IR Z Ü ’L - M Ü LÛ K
ATATÜ RK KÜLTÜR, T Ü R K T A R İ H
D ÎL V E T A R İH K U R U M U
YÜ K SE K KU RU M U Y A Y I N L A R I
III. D izi — Sa. 13
OSMANLI DEVLET TEŞKİLÂTINA DAİR KAYNAKLAR KİTÂB-İ MÜSTETÂB KİTABU MESÂLİHİ’L MÜSLİMÎN VE MENÂFİİ’L-MÜMİNİN HIRZÜ’L - MÜLÛK
Prof. Dr. YAŞAR YÜCEL
T Ü R K
T A R İ H
K U R U M U
19
B A S I M E V İ
8 8
—
A N K A R A
IS B N 975 - 1 6 - 0060 - X
I
K ÎTÂB-Î MÜSTETÂB Sayfa I.
G ÎR ÎŞ
.......................................................................
II.
X V II. Y Ü Z Y IL D A IS L Â H A T Ç A L IŞ M A L A R IN IN B A Ş L A M A S I .......... .............................. X V
III.
K ÎT Â B -Î M Ü S T E T Â B
IV .
M Ü E L L İF V E E S E R İN D E Ğ E R İ
V.
E S E R ÎN T A R İH İ V E K İM E S U N U L D U Ğ U M E S E L E S İ.
......................... .......................
. . . ................................................................................
IX
X IX XX
X X II
V I.
E S E R İN K A P S A M I
................. .........................................
X X III
V II.
K ÎT Â B -Î M Ü S T E T Â B ’ın M EVCUD N Ü SH A L A R I _______________ _________ _____ _
X X V III
V III.
M E T N İN
YÖNTEM
Y A Y IM L A N M A S IN D A
UYGULANAN
_____ ___ ___________ ______ . . . . . . .
S E Ç İL M İŞ B İB L İY O G R A F Y A
............ .................. ......
M E T N İN T R A N S K R İP S İY O N U
..... ................ ..
İN D E K S
......................................................................................
M E T N İN A S L I
X X IX X X X III i 41
II
KİTÂBU MESÂLÎHt’L - MÜSLÎMÎN VE M E N Â Ftt’L-MÜ’MİNÎN METNİN ASLI VE TÜRK HARFLERİNE ÇEVİRİSİ DEĞERLENDİRİLMESİ 3 İR İŞ
. . . . . . . . . ;
^. . . . . . . . . . . . . . . : . . . . . . .
49
I . :O S M A N L I D E V L E T İ N D E B O Z U K L U K L A R I G İ D E R M E ÇABALARI II. K İT Â B U
. . . . . . M . . . . . . . . . . . . . . . . . i’ . . . . . . . . . . . . . .
M E S Â L İH İ’L -M Ü S L ÎM ÎN
M Ü ’M İN ÎN
VE
51
M E N Â F İT ’L -
........................................
57
.................... . ........... ............. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
57
1.
M ü e llif
2.
E serin te’l i f tarih i v e kim e su n u ld u ğu m eselesi
. . 1. . .
s 59
3.
E serin ta v sifi, im lâ ö zellikleri, d ili ve neşir esasları
....
63
....................
67
III. E S E R İN K A P S A M I V E D E Ğ E R İ
İV : M E T N İN T Ü R K H A R F L E R İN E Ç E V İR İS İ V . İN D E K S
..........
91
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
131
V I. M E T N İN T IP K I B A S IM I
III HIRZÜ’L - MÜLÛK G İR İŞ
.................................... ....................................... ........... . ....................... ..
145
K it a b ın m ü e llif i, t e l i f s e b e b i v e k im e s u n u ld u ğ u m e s e le s i
......................................................................................................................
K ita b ın k a p s a m ı
............................... .........................................................
H IR Z Ü ’L -M Ü L Ü K ’Ü N M E V C U T Y A Y IN IN D A K İ Y Ö N T E M
149
N Ü S H A L A R I V E M E T N İN
...........................................................................
M E T N İN Y E N İ H A R F L E R E Ç E V İR İS İ
İN D E K S
147
167
..............................................
171
..................................................................................................................
203
M E T N İN T I P K I B A S IM I
ÖNSÖZ
Türk toplumunun şekillendirdiği Osmanlı devlet teşkilâtı sayesinde, Osmanlı imparatorluğu, XVI. yüzyılın başlarında Yakm -Doğu ve Balkanların sahibi durumuna gelmiştir. Hiç şüphesiz bu gelişme; toprak mülkiyeti, iktisadîmalî hayat, kişilerin devlet ile ve kendi aralarındaki hukukî ilişkilerini ayrıntılı bir biçimde düzenlemiş konuların sağlıklı işlemesinin bir sonucu olmuştur. Ancak XVII. yüzyıla girerken Osmanlı imparatorluğunda, gerek hükümet idaresi ve gerekse toplumun dirlik ve düzenliğini biçimlendiren unsurlar bakımından, devlette geçerli klasik idare şekli ortadan kalkmaya başlamıştır. Bu durum derhal dikkatleri üzerine çekmekte gecikmemiş, Osmanlı aydınlarını çareler aramaya sevk etmiştir. Bunun sonucu devlet adamları ile bazı fikir ve kalein sahipleri pratik ve amelî bir gaye ile pâdişâhlara ve mesul devlet adamlarına risaleler ve lâyihalar sunmaya başlamışlardır. îşte bu kitabımız ile, Osmanlı kurumlarının gelişim ve değişim tarihinin vazgeçilmez kaynaklarından olan, bu tür eserlerden üçünü daha bilim aleminin istifadesine sunuyoruz.
Ankara 1988
Prof. Dr. Yaşar Yücel
I. GÎRÎŞ Türk toplumunun yarattığı kendine özgü bir devlet düzeni sayesinde, Osmanlı imparatorluğu, X V I. yüzyılın başlarında Yakm -Doğu ve Balkan ların sahibi durumuna gelmişti. Hiç şüphesiz bu gelişme; toprak mülkiyeti, İktisadî - malî hayat, kişilerin devlet ile ve kendi aralarındaki hukukî ilişkilerini ayrıntılı şekilde düzenlemiş konuların iyi işlenmesinin bir sonucu olmuştur. Ancak, X V I I. yüzyılın başlarından itibaren imparatorluk bunalımlı bir evreye girmişti. Genellikle araştırmacılar Osmanlı devletinde, bu devrenin başlangıcını K anunî’ye kadar indirerek III. M urad’m saltanatı ile kesin şekilde belirlendiği hususunda hemfikirdirler1. Gerçekten de, III. M urad ve oğlu III. Mehmet zamanlarındaki sosyo-ekonomik değişim ve gelişme leri kısaca gözden geçirdiğimizde görülecektir ki, böyle bir tarih yaşan tısı, önceki yüzyılın ileri hükümet düzenini yıkıp, Türkiye’yi en az X V I. yüzyılın ikinci yarısından itibaren, yeni bir sosyal ve siyasal düzen içi ne atm ıştır2. Nitekim bu dönemde Osmanlı ülkesini gezmiş olan Batılı sey yahlar gözlemlerinin bir sonucu olarak, imparatorlukta başlayan çalkantıya dikkati çekmekte ve yakın bir gelecekte siyasî kuruluşta başlayacak çökün tüden söz etmektedirler3. Her ne kadar imparatorluk III. Murad devrinde, en geniş sınırlarına erişmişse de (üç kıt5ada toplam 40 eyâlet, 4 vasal emâret) dünya siyasal ve toplumsal şartları bu tarihlere doğru Osmanlılar aley hine büyük gelişmeler göstermişti. Örneğin İngilizler ve HollandalIların O k yanuslarda ve Akdeniz’de hâkim unsur haline gelmesinden sonra Suriye, Mısır ve Anadolu, Asya-Avrupa transit ticaretinde önemini kaybetmişti. Batılı tüccarlar bu dönemde Levant pazarlarına yanlız yünlü kumaşlar, çelik ve kâğıt değil, Hind üretim mallarını, gümüşü de getirmekte idiler. Zaten çok geçmeden Batının merkantilist devletleri Bursa kumaşını, A n kara sofunu ve pamuklarını da imâle başlamışlardı4. 1 M eselâ
bk. H a lil İnalcık, T h e O tto m a n Em pire, the
Classical
age, 1300-1600.
L önd on 1973. 3 B u konudaki araştırm alar için bk. H alil İnalcık, “ M illita ry and Fiscal Transform ation in the O tto m a n E m pire 1600-1700” , A rch ivu m O tto m an icu m V I (1980), s. 285 v.d. 3 Batıkların gözlem leri için M eselâ bk. O rh an Burian, T h e R ep o rt o f Lello, T h ird English Am bassador to the Sublim e Porte. A n ka ra 1952. H ran d D . A ndreasyan, Polonyalı Sim eon’un seyâhatleri. İstanbul 1964. M . Ferm anel, Observations Guriuesses sur le V o y a g e du L eva n t. R o u en
1691. D ’A rvieu x, M em ories d u C hevalier d ’A rvieux. Paris 1735.
4 Bk. A .G . W ood, A H istory o f the L ev a n t C o m pany. Londoıı 1935. Neils Steensgaard, T h e A sian T r a d e R evolu tion o f the Seventeeth C en tury. C h icago
1974.
Arşiv ve kütüphane malzemesi, sözünü ettiğimiz yüzyılın ikinci yarı sından itibaren meydana çıkan derin ve genel değişikliklerin, devlet me kanizmasındaki ve müesseselerdeki bozuluşu hazırladığını göstermektedir, îşte devlet ve toplum düzenini inhitata götüren bu değişiklikleri başlıca şu başlıklarda toplamak gerekmektedir: Nüfus artması, malî buhran, askerî sistemdeki değişme, Celâlî fetreti. Nüfus artması: Tahrir defterlerindeki istatistik! veriler X V I. yüzyılda Osmanlı imparatorluğundaki nüfusta önemli bir artma olduğunu göster mektedir. Ancak aynı defterlerdeki kayıtlar ziraat alanlarında da bir geniş leme olduğunu göstermekle beraber, toprak-nüfus arasındaki dengenin, İkincideki daha fazla artış dolayısıyle bozulduğu anlaşılmaktadır. Bu hal gelişme ve genişleme K anunî devrinden itibaren durduğu için, X V I. yüzyılın ikinci yarısından itibaren devletteki sosyal kargaşalığın neden lerinden birisi olarak dikkatleri üzerine çekmektedir. Hakikaten bu dönemde Anadolu’da yersiz yurtsuz, ocaksız bir sınıfın ortaya çıktığı ve sayıca çok luk, arzettiği gözlenmektedir. Devrin kaynaklarından “ Gurbet tâ’ifesi” , “ Levendât” isimleri ile geçen bu sınıf, köylerdeki toprak darlığı nedeniyle bir geçim vasıtası bulabilmek için Anadolu’ya yayılmağa başlamışlar. Genellikle bunlar sınırlarda Garib-yiğit, gönüllü, kale muhafızı, donanmada levend ve azab, nihayet paşaların hizmetinde saruca ve sekban askeri olarak iş ara maya koyulmuşlardı. Devlet ise ancak Garib-yiğit ve gönüllülerden yarar lılık gösterenlere ulufe ve timâr vermekte idi. Hemen şu noktayı belirtmek yerinde olur ki, başlangıçta bu unsur devletin yayılışı ve fetih politikası üzerinde geniş tesir icra etmişti. Ancak yukarıda da değindiğimiz gibi yayılış, sözü edilen yüzyılın ikinci yarısından itibaren durmuştu. Zira O rta Avrupa’da Osmanlı genişlemesine Habsburglar şiddetle karşı koy mağa başlamışlar, I. Şah Abbas da Doğudaki tüm fethedilen yerleri geri almıştı. Böylece büyük askerî seferlerde gönüllü, donanmada levend ve azab olarak görev almış sayıca çokluk yurtsuz genç, Anadolu’ya işsiz ve dirliksiz geri atılmışlardı. Bu suretle de binlerce Garib-yiğit ve gönüllü, Anadolu’da kaynamağa başlamıştı. İçlerinden bir kısmı İlmîye sınıfına girmek için eğitimin parasız olduğu medrese ve imaretlerde kümelenmeğe başlamışlardı. Böylece Anadolu’daki ufak medreselerde binlerce sûhte toplanmıştı. Sayıları X V I. yüzyıl ortalarından itibaren iyice artan bu sûhteler gruplar halinde köylere yürüyerek açıkça eşkiyalığa başlamış lardı. Ayrıca devletin ihtiyacından çok fazlaya varan medrese öğrencileri öğrenimlerini bitirdiklerinde gidecek yer bulamıyorlardı. Bu nedenle de yer yer soygunculuğa ve toplu hareketlere girişerek uzun süren sûhte isyanları yarattılar. Özellikle sûhte kargaşalıkları II. Selim’i takibeden dönemde devlet için ciddî bir mahiyet kazanacaktır 5. 5
Bursa’daki Sultan M u ra d İm âretinde “ tabh oluiıan ta ’am tevzi* ve taksim olunurken
Burusada olan suftedânm cümlesi im âret-i m ezbûreye üşüb te fa d d î ve tecâvüzlerin hadden ziyâde o ld u ğ u n d a n . . . 59 (Gurre-i Z ilk a cde 1016 (M . Şu b at ortaları 1608) B A M ü him m e Defterleri. N o : 76/108.
M alî buhran : Nüfus artmasının ortaya çıkardığı bu sorunların yanı sıra mâlî buhran, devletin uzun yıllar boyunca geliştirdiği düzeni kökünden sarsmağa yetmişti. Şöyle k i: 1580 yılından itibaren Amerika’da üretilen ucuz ve bol gümüş, Osmanlı imparatorluğuna akmağa başlamış, pahalıya gittiği için tüm Levant pazarlarını istilâ etmişti. Bu hal ise Osmanlı impara torluğunda, Ispanya’da olduğu gibi, bir enflasyon yaratmış ve devletin iktisadî-malî hayatını, tabakaları, müesseseleri alt üst eden bir etki yapmıştır. Çünkü akça, değerini süratle kaybetmiş ve fiatlar birden bire yükselmişti, Bu enflasyonun ortaya çıkardığı her türlü anormal durum, yani paranın değerinin düşmesi, kalp paranın çoğalması, spekülâsyon, faiz hadlerinin yükselmesi, âkçaya dayanan tüm Osmanlı mâliyesini ve buna bağlı olarak da İktisadî hayatı içinden çıkılmaz sorunlarla karşı karşıya getirmişti. Hemen belirtmek yerinde olur ki, fiat artışlarından en çok etkilenen def terlerde yazılı sabit gelire bağlı onbinlerce dirlik ve ulufe sahipleri olmuş tun Bunlar da başta timârlı sipahiler, kapı-kulu ve vakıflara bağlı dinî zümrelerdi. Askerî, malî düzenin bozulması ve hayat pahalılığı karşı sında sabit kalan ulufelerinin karınlarını doyurmağa bile yetmemesi so nucu her türlü suistimallerin içine girmişlerdi. İçine Türk karışmış ve sayıları artmış bulunan kapı-kullarınm 1558’deki Şehzâde Bayezid isya nından itibaren Anadolu şehirlerindeki garnizonlarının sayıları artmış ve buralardan bir daha kalkmamışlardır. Artık bundan böyle de kapıkullarina yalnız büyük şehirlerin garnizonlarında değil, köy, kasaba ben zeri yerlerde çift-çubuk, faizcilik, esnaflık gibi özel işlerin başında bol bol rastlanır olmuştur. Kısacası vergi ödemeyen ve adlî bağımsızlıkları olan imtiyazlı bir sınıf olarak memleketin her tarafına yayılmışlar, malî kaynak ları kontrolleri altına almışlardı. İşte bu hal yeniçeri ve sipahi isyanlarının çıkışını hazırlamıştı. Öte taraftan kanunâme içi vergilerin hiç değişmeden kalması, dirlik sahiplerinin gelirlerinin de sabit kalmasını gerektirdiğinden küçük timâr sahipleri uzak ve masraflı seferlere iştirak edemıeyecek kadar fakirleşmişti. M alî imkansızlıklar nedeniyle yapılan sefer çağrısına olumlu cevap vermeyenlerin timârlarına ise kanun gereği devlet tarafından el konunca bunlar da rahatlıkla âsiler ve eşkiyalar safına katılmakta tereddüt göstermiyorlardı. Ayrıca bütün eyâletlerdeki memurlar, ehl-i örf de halkı soymağa başlamışlardı. Rüşvet yaygın bir hal almış, ahlâk düşmüş, yüksek dirlik sahipleri reâyâdan resimleri bir iki misli fazla istemeğe başla mışlar ve teklif-i sakka yüklemişlerdi. Halk âdeta arkalarında devlet otoritesinin desteği bulunan bu resmî kişilerin hizmetkârı durumuna düşmüştü. İşte para darlığı yüzünden çiftlerini çubuklarını bozmak zo runda kalan, ya da şehirlerden köylere el atmış ehl-i örfün koltuğunda hayat şartladı son derece ağırlaşan Anadolu köylüsü içinden . dağılan lar, kurulu düzeni temelinden sarsmağa yetecek olayların çıkmasına sebep olmuşlardı.
X V I. yüzyılın sonlarına doğru ehl-i örf aleyhine olan şikâyetler çoğun ca resmî kişilerin devriye bölükleri ile halka musallat olarak onları soydukla rı noktasında toplanmaktadır. Nitekim III. M urad’m 1591’de yayınladığı bir adalet fermanında söz dinlemez ehl-i örfün devriye bölükleri ile köylere gelmeleri halinde, köylerin bunlara karşı direnmeğe geçmelerinin, bir hak olduğu bildiriliyordu. III. Mehmed’in 1596’da yayınladığı fermanda da aynı anlam vardı. Bu adalet fermanında da suçlanan kimseler, kapı-kulu ocakları mensupları, beğlerbeğleri ve sancakbeğlerinin subaşları ve yahut o adı takınanlardı. Nihayet Anadolu’da ve Rum eli’de ehl-i örfün giriştiği soygunlara 1609 tarihli adaletnâmede daha da geniş yer verilecektir. Bu suretle bir taraftan nüfus artması, öbür taraftan para sisteminin alt üst olması imparatorluğun askerî, malî ve sosyal bakımlardan temel mü essesi timâr sisteminin de bozulmasını hazırlamıştı. Enflasyon, aynı zamanda devlet mâliyesini yeni gelir kaynakları bul mağa ve vergi sisteminde değişikliğe gitmeğe zorlamıştı. Osmanlılarm kla sik vergi düzeni, şehirlerde ticaret, endüstri ve öteki kazanç işlerini vergilen dirme esasına dayanan mukataalardan ve hepsi de mîri toprak ekip biçen köylülerden bunun karşılığında türlü isimlerle toplanan icar ve kiralardan oluşmakta idi. Bu alanlardaki tüm vergilerin, resimlerin miktarı ise devletin koyduğu kanunnâmelerle akça olarak tespitedilmişti. Bunun dışında devlet harp ilan ettiği zaman, sırf sefer giderini karşılamak üzere, tekalif-i divaniyye adı ile bir vergi daha almakta idi. X V I. yüzyılın ikinci yarısından itibaren kanunnâme çerçevesindeki vergilerin miktarlarında bir değişme olmadığı için akça değerindeki düşme yüzünden bu çeşit vergilerden elde edilen gelir de önemini kaybetmişti. Örneğin K anunî devrinde 537 milyon akça o zaman 10 milyon, 1653’de 507 milyon akçe gelir 4,2 milyon altın tutmakta idi* Bu durumda devlet artan ihtiyaçlarının karşılığı olan parayı bulabilmek için avânz-ı divaniyye denilen mükellefiyetleri kullanarak, yeni bir vergi sistemine geçmişti. Öteden beri devlet olağanüstü askerî ihtiyaçları karşılamak için avârız-hânelerinden hâne başı hesabı ile bir vergi toplamakta idi. Ancak bu vergi X V I. yüzyılın sonlarına doğru her yıl toplanan ve miktarı sürekli attırılan bir vergi haline getirilmişti. Ayrıca devlet, beğlerbeğlerinin de sekban askeri toplamak için salma yolu ile halktan aynı mahiyette bir vergi toplamalarına izin vermişti. Bu arada gelirleri arttırmak için alınan tedbirlerden biri de, devletin timâr dirliklerini doğrudan doğruya hâzinenin denetimi altına alması idi. Ancak bunlar hâzineye gelir getirecek mukataalar olacak yerde, saray mensupları, kapı-kulları ve nüfuzlu şahıslar için arpalık veya başmaklık haline gelmeğe başlamıştı. îşte X V I. yüzyıl sonlarındaki enflasyonla doğrudan doğruya ilgili olan bu değişikliklerin imparatorluk ahalisinin hayat şartları ve sosyal yaşantısı üzerinde derin tesirler yaptığı bir gerçektir.
Askeri sistemde değişme : Bu alanda meydana gelen en önemli değişme, iönemde timârlı sipahi ordusunun artık önemini yitirmesidir. Bu ise klaOsmaııh rejimini temelinden sarsan İdarî, m alî ve sosyal bozukluğun pasta gelen nedeni olmuştur. Kapu-kulu sayısının artması ve Anadolu’da iş ölçüde yayılmaları ilk neticelerinden biridir. 1559’da Şehzâde Baye5in isyanından sonra emniyet düşüncesi bu yayılışa sebep olmuştu. Artık ıdan sonra şehir ve kasabalarda imtiyazlı bir zümre olarak yerleşen niçeri ve Altı-Bölük süvarisi; vergi mültezemi, tahsildar ve asayiş iş inden sorumlu olarak, Anadolu’da hâkim bir duruma gelmişlerdi. Bu 1 ise klasik vilâyet yönetimini değiştirmeğe yetmişti. Öyle ki, kapu-kulunun tiyazlardan faydalanmak maksadı ile yerli Türk-Müslüman halktan rçoldarı, türlü yollarla Yeniçeri sıfatı takınmışlardı. Ancak burada hemen ğinmek yerinde olur ki, devrin askerî yenilikleri karşısında sipahî süva;i esasen işe yaramaz hale gelmişti. Çünkü 1590’larda Habsburglara trşı yeniden başlayan savaşlarda alman sonuçlarla, Doğuda İran’a karşı ^ramlan bozgun bunu kanıtlamakta idiler, İşte hükümet bütün bu nesnlerle, bozulan dirlik ve düzenliği kanunî yoldan sağlamak için ulufeli 2 tüfenkli askeri çoğaltmak gereğini duymuştu. Neticede de Yeniçeri iyisi arttırılarak, Anadolu Türk halkı arasından tüfenkli sekban askeri ittikçe daha çok savaş meydanlarına çağırılmağa başlanmış, timâr ordusu im al edilmişti. Bunların yanı sıra yaya, müsellem, voynuk gibi eski savaşçı mıflar da sipâhîlerin akıbetine uğrayarak tamamiyle kaldırılmıştı. Bu reni durum ise klasik Osmanlı düzeni için çok önemli sonuçlar doğurmuş;ur. Çünkü eyâlet askeri içinde artık timârlı sipahî başta gelmekte, vilâyet /e sancakbeğlerinin kapılarında besledikleri sekbanlar kanunî kuruluşlar Dİarak onların yerlerini almakta idiler. Her valinin maddî imkanlarına göre, kapısında ulufe ödeme esasına göre toplandığı, bu askerler teşkilât ları ile her yönden pâdişâh kapu-kullarma benzemekte idiler. Daimî hizmet gören bu ulufeli tüfenkli asker menşe itibariyle Anadolu yaylasında artan nüfusun genç unsurları köy delikanlıları, uzak kalelerde veya Magrib korsanları yanında yahut uçlarda timâr ümidiyle gönüllü olarak, hizmete giden levendlerden gelmekte idiler6. Bunların önemi bilhassa 1559’da âsî Şehzâde Bayezid’in “ Yevm lü” ordusunun esası olmalarından sonra meydana çıkmıştı. Sekban askerinin ayrıcalığı tüfenkli asker olmasmdandı. Bundan dolayı da sekbanlar 1590’lardan itibaren Osmanlı ordusunun bel kemiğini teşkil etmeğe başlamışlardı. Tüfenkli sekban askeri için gerekli para, sekban akçası, ahaliden salma suretiyle toplanmakta idi. Seferler
6
“ L even d ” meselesi için önce bk. M u stafa
C ezar,
O sm anlı T arihin de Levendler.
İstanbul 1965. Bu konu için ilgili dönem in sicillerinde birçok kayıt bulunm aktadır : cc. . . V e levend tâifesinden b a czı eşkiyâ d a h i tüfenk taşıyub Y en içeri ve A ce m î oğlanı ve tobcu ve cebeci nâm ına gezü b fukaraya zulüm ve tecad d î i d ü b . B k . İsparta Şer. Sic. 174/135.
sırasında bölükleri fazlalaştıran sekbanlar, aynı zam anda asayiş işlerinde de kullanılmakta idiler. Celâlî fetreti: Kısaca X V I. yüzyıl ortalarından itibaren sürekli olarak devlet ve toplum düzeninde geliştiğini gördüğümüz bu olaylar, 1596 yazın da birdenbire dikkatleri Anadolu’ya çekecek derecede büyüyecektir. İşte o zamanın dilinde Celâlîfetreti olarak adlandırılan bu olaylar çok kısa bir za manda hükümet düzeni diye bir şey bırakmadığı gibi Anadolu’yu tam bir anarşi içine itmiştir. III. Mehmed’in Eğri seferi hazırlıkları bu anarşi devrinin başlangıcı olarak kabul edilmektedir. Çünkü sekban bölüklerinin esasını teşkil ettikleri Celâlîler bu tarihe kadar Anadolu’da ufak gruplar halinde hareket etmekte idiler. Bu harp hazırlığı sırasında hükümet tara fından Hüseyin Paşa ile K arayazıcı’ya Orta Anadolu’da asker sürme yetkisi verilmişti. Ancak bunlar yetkilerini kötüye kullanınca, devlet bunları tedip kararı almıştı. Bunun üzerine isyan bayrağını kaldıran bu kişiler yanlarındaki sekbanları beslemek için halktan zorbalıkla para ve erzak toplamağa başlamışlardı. Yetenekli bir lider olan Karayazıcı, Anadolu’da hükümete karşı gelen ve sefere gitmek istemeyen muhtelif menşede Celâlî gruplarını etrafına toplamağa muvaffak olmuştu. 1598’den itibaren de bunlar büyük topluluklar halinde şehir ve kasabalara saldırarak onları haraca kesecek kadar kendilerini güçlü hissetmeğe başlamışlardı. Orta Anadolu’da Sivas ve Dulgadır eyâletlerine hâkim olan Celâlîler 1602’de K arayazıcı’nm ölümünden sonra bütün Anadolu’ya yayılmışlardı. Nitekim kardeşi Deli Haşan idaresinde hareket eden bir kısmı gelip K ütahya’yı kuşatmışlardı. Deli Hasan’m 1603 şubatından itibaren hükümetle anlaş masından sonra Anadolu’da Celâlîlerin yepyeni bir yola girdiğini görmek teyiz. Bu dönemde 161 o yılına dek Büyük kaçgurı olayı meydana gelecektir. İşte Celâlî, Suhte, Sipah zorbası bölükleri gibi çeşitli türlerden kalabalık soyguncu grupları, Fetret ve Büyük Kaçgunluk döneminde azılı liderlerin ardına takılarak şehir ve köyleri talan etmişlerdir7. Bunlar, gerek İktisadî ve gerek sosyal yönlerden Anadolu şehir ve köy düzeninde uzun yıllar onarılmayacak derin yaralar açmışlardır. Nitekim Celâlî Fetreti devrinde Anadolu’nun baştan başa harabe haline geldiğini çeşitli kaynaklar teyit etmektedirler ki, yayımladığımız Kitâb-i Müstetâb bunlardan biridir.
7
Bu konu için arşivlerim izde binlerce belge bu lm ak m üm kündür. M eselâ : “ İm aret-i
H âtu n iye evkâfm dan K a sa b a-i G ü m ü şhân e’de olan kapanı ve etrafında v â k ic dükkanları C e lâ lî ihrâk id ü b ” bk. T ra b zo n Şer. Sic. .1822/31 “ Burusada Sultan M u r a d ve evkâfm dan T a v u k bazarı ham am i C e lâ lî istilâsında b i’lkülliye ihrâk o lun ub” . Bk. Bursa Şer. Sic. B. 45/2. C e lâ lî olayları için bk* M u stafa A kdağ,. C e lâ li İsyanları. A n k a ra 1963.” ,
II. X V I I. Y Ü Z Y IL D A IS L Â H A T Ç A L IŞ M A L A R IN IN B A ŞL A M A S I Bütün bu görünümler bize, Osmanlı imparatorluğunda X V II. yüzyıla girerek gerek hükümet idaresi ve gerekse toplumun dirlik ve düzenliğini biçimlendiren unsurlar bakımından, devlette klasik kuralcı idare şek linin ortadan kalktığını göstermektedir. Zira devlet merkezinin bu dönemin deki yaşantısında, kademeli üç organ halinde bölümlenen merkez örgütü (Padişah, Divan, Ordu) bütün X V I. yüzyıl süresince yavaş yavaş Yeniçeri, Altı-Bölük halkı ve Ulemâ deyimlerinin şekillendirdiği bu üç gücün denetim ve yönetimleri altına girecektir. Ancak Osmanlı devlet ve toplum yapısında meydana gelen bu bozuk luklar derhal dikkati çekmekte gecikmemişti. Bunun çareleri aranmağa çalı şılırken olaylar tespitedilmeye ve bunlar üzerinde durulmağa başlanmıştı. K anunî’nin son yıllarından başlamak üzere hükümdarlar çıkardıkları bazı fermanlarla kötü gidişi durdurmak için çareler aramağa koyulmuşlardı. Çünkü devlet otoritesini temsil edenlerin bu otoritelerini kötüye kullandık ları, kânûn, hak ve adâlete aykırı bir tutum ve davranış içinde bulundukları artık hükümdarlarca iyiden iyiye anlaşılmıştı. Nihayet, gözle görülür ve yaygın bir hal almış haksızlıkları, tarihimiz için önemli belgelerden olan Adaletnâmelerle kaldırmağa çalışmışlardır. Şöyle ki, K anunî saltanatının son zamanlarına doğru, köyünden kopup şehirlere akan çiftbozan’ların devlet güveni için bir iç sorun olduğu anlaşılmıştı. Kanunî, ölümünden önce yayınlamış olduğu adâlet fermanında, reâyânm, hükümet adamları ya da vilâyet halkından güçlü kimselerce zorla soyulduklarını sayıp dö kerek, huzursuzluğun idarî kötülükten gelmekte bulunduğunun farkında olduğunu açıklıyordu. III. Mürad, Osmanlı imparatorluğunda başlayan çöküntüye, halkın özellikle köylülerin, hükümet memurlarından gördükleri zulüm ve haksızlıkların sebep olduğunu anlamakta büyük babasından çok daha ileri görüşlü çıkmıştı. Nitekim 1591 tarihli adâletnâmesi bu en dişelerin tezahüründen başka bir şey değildir.8 III. Mehmed’in 1596 tarihli adâlet fermanı da özellikle askerî sınıfın salgunlarma karşı çıkarıl mış bir belge idi. Burada da suçlanan kapu-kulu ocakları mensupları ve ehl-i örfdü. Daha sonra Anadolu’da ve Rumeli’de ehl-i örfün giriştiği kanunsuz hareketler ve bunlara rekabet edercesine halkı soyan kadıların hali I. Ahm ed’in 1609 tarihli adâletnâmesinde en geniş şekilde yer ala caktır. Örneğin burada beğlerbeği ve sancakbeğlerinin hâslarını iltizama vermeleri, onların veya adamlarının salgun salmaları, kadıların teftiş görevini kötüye kullanarak devre çıkmaları yasaklanmakta, ayrıca reâyâyı korumak gayesi ile tefecilere karşı tedbirler alınmaktadır. 8 Bu
konu için bk. H alil İn a lc ık , “ A daletn âm eler’5. Belgeler 3 -4
(1965) 4 9 -14 5 .
X V I. yüzyılın ikinci yarısından itibaren imparatorlukta başlayan İdarî, askerî, sosyo-ekonomik çöküntüyü durdurmayı hedef alan hükümdarların çıkardıkları adâletnâmelerden 1609 tarihli olanı gösteriyor ki, I. Ahmed za manında Celâlî fetreti karşısında esaslı ıslâhat düşüncesi yayılmıştır. Çün kü bu hükümdar, Süleymân kânûnnâmesi yerine geçmek üzere bir kanûnnâmeyi yeniçien düzenleyerek, yürürlüğe koymuş, ayrıca birtakım ıslâhatı kapsayan fermanlar ilân etmiştir. Artık yaygın olan ıslâhat fikir leri, kapu-kullarmm azaltılması, bunların devlet işlerine karışmalarının önlenmesi, vezir-i azama devlet işlerini yürütmekte tam istiklâl sağlanması, reâyâmn, köylü sınıflarının himayesi noktalarında toplamakta idi. Islâhatçılar, II. Osman’ı Anadolu’ya geçirmek ve eyâlet askerlerine dayanarak ıslâhatı gerçekleştirmek istemişlerdi. Fakat kapu-kulu ayaklanarak ulemâ ile birlikte genç pâdişâh II. Osman’ı tahttan indirmekle kalmamış, ha karet derecesinde işkencelerle hayatına son vermişti (1622). 9 Yukarıda kısaca değindiğimiz bti gelişmeler yanı sıra imparatorlukta başlamış çöküntü, devrin aydınlarının da dikkatini çekmiş ve bunları da çareler aramağa sevk etmiştir. Bu cümleden olarak devlet adamları ile bazı fikir ve kalem sahipleri pratik ve amelî bir gaye ile pâdişâhlara ve mesul devlet adamlarına risâleler, lâyihalar sunmağa başlamışlardı. Bunları III. Selim ve II. M ahmud devrinde nizam-ı devlet için sunulmuş ıslâhat lâyi halarının ilk örnekleri olarak kabul edebiliriz. Ancak muhteva yönünden ay rıcalıklar arzetmektedirler. Şöyle ki, X V I. yüzyıl sonu ile X V II. yüzyıl baş larındaki, yayınladığımız Kitâb-i Müstetâb da dahil, tüm lâyihalarda es kiye dönme yani K anunî devrini model alma arzusu ağır bastığı halde, III. Selim’den itibaren sunulan ıslâhat lâyihalarında Batıyı örnek alma isteği ağırlığını açıkça hissettirmektedir. Esasen öteden beri bilim adamlarınca ve düşünürlerce birtakım ahlâk ve siyâset kitaplarının telif edilerek, hükümdar, lara ve genellikle devletin yönetici kadrosuna memleket idaresinde yol gösterilmek istendiği bilinmektedir. Osmanlı Türkiye’sinde de X V . yüzyıl başlarından başlamak üzere bu türlü eserlerin ya Farsça ve Arapçadan ter cüme edildiği veyahut bu gibi eserler örnek alınmak suretiyle yeni eserler meydana getirildiği görülmektedir. Ancak biz burada konumuzu fazla genişletmemek düşüncesiyle X V I. yüzyılın ikinci yarısından itibaren, Kitâb-i Müstetâb'dan önce ve sonra, mey dana getirilmiş eserler ve yazarlarından kısaca bahsetmekle yetineceğiz. Hakikaten III. M urâd devrinden itibaren devlet yapısında ortaya çıkan derin bozukluklar, kanûnların iyi işlememesi veya toplum hayatında zararlı 9
K itâ b -ı M ü ste tâ b ’ı yayın lad ıktan sonra u zu n araştırmalar sonucu haberdar olduğu
m uz “ Z afern âm e” hem I I . O sm a n ’ın İslahatçı yönü, hem de K itâ b -ı M ü ste tâ b ’d a yer alan önerilerin uygulanışı için çok önem li bilgiler ih tiva etmektedir. Bk. I I . O sm an A d ın a Yazılm ış Zafer - nâm e (yay. Y . Y ü cel) 5 A n k a ra 1983.
şekilde değişiklikleri görülünce, bu tür eserlerin telif ve tercümesine daha çok önem verilmeğe başlamıştır. Bu dönemle ilgili olarak bahsedilmesi gereken isimlerin başında, Mustafa  lî Efendi gelmektedir. Osmanlı dev^ letinin merkez ve taşra örgütlerinin işleme şekillerini iyi bilen Âlî, çocukluk ve gençlik yıllarında yaşadığı K anunî devrindeki düzen ile son zamanları mukayese ederek çöküşü iyi görebilmişti. X V I. yüzyılın sonuna doğru kaleme aldığı Künhü'l-ahbâr adlı eserinde bu hususa dair görüş ve tenkit lerini yer yer belirtmiştir. Ayrıca Haleb defterdarı iken telif ettiği Nasiha ti? s-selâtîn (158 1yi; K anunî’nin son zamanlarına doğra başlayan sosyo ekonomik bozukluklara karşı tedbir aramak endişesiyle yazılmış olan lâyihalar, vüzera nasihatları veya siyasetnâmeler biçimindeki önemli eserler arasındadır.  lî’nin FusûliTl-halli ve'l-akd ve usulü?l-harcı ve’n-nakd (1598)ini de bu kategoride zikretmek gerekmektedir. Çünkü dirlik ve düzenliğin yerini anarşiye bıraktığı devrin devamı III. Mehmed dönemi nin bir ürünüdür. III. M urâd ve III. Mehmed devrinin ıslâhatçıları arasında sayılması gereken bir diğer isim de Bosnalı bilgin Haşan K âfî-i Akhisarî’dir. O da Usû lü’l-hikem j î nizâmiH-âlem adlı Arapça bir eser yazmıştır. 1595’de Eğri se ferine katılan bilgin sonradan eserini Türkçeye tercüme etmiştir. Memleke tin içine düştüğü durumdan kurtulabilmesi için yaptığı önerisi “ Hükümet işlerinin intizâmı, her şeyden evvel icrây-ı siyâsette şerc-i şerîfe ve akl-ı selîm kâ’idelerine tatbîk-i hareket etmeğe” bağlı idi, düşmana galebe ise, askerin mutî, disiplinli ve aynı zamanda yeni icat olunan harp âletlerine sahip ve bunları istimal etmeğe muktedir bulunmasıyle mümkün olabilirdi, şeklinde özetlenebilir. X V I I. yüzyıl başlarında devletin zaafını, hükümdar ve yönetici kadro nun yetersizliğini, kanûn düzeninin işlemez durumunu yakından görenlerin sayıları daha da artmıştır. Bunlar bir yandan siyaset kitapları telif ve tercü me ederken, öte yandan da su yüzüne çıkmış gerçeklerin nedenleri üzerinde durarak kötü gidişe son vermenin çarelerini, seleflerinden daha etkin bir biçimde, aramağa başlamışlardı. Gözlemcilere göre dirlik ve düzenliğin bozulmasının iki kökeni vardı. Biri şerc-i şerîfe riayetsizlik, diğeri ise örf, adete ve teâmüle dayanan kanûnnâmelerin ihlâli idi. Bu yüzden I. Ahmed devrinde kodifikasyon işinin yeniden ele alındığını görmekteyiz. Bu yüzyılın başında, K itâb-i M üstetâb’in yazarı ile çağdaş, bize o zamanki durumu yan sıtan ve aynı zamanda değerli bazı öneri ve tenkitleriyle X V II. yüzyıldaki ıslâhat ihtiyaç ve eğilimlerini belirtmiş, çareler teklif etmiş bir yazar ile kar şılaşıyoruz. Bu yazar, diğeri idare ve maliye adamı olan Defter Emîni A ynî A li Efendi’dir. Haleflerine rehberlik yapmış olması kuvvetle M uh temel A ynî Ali, III. Murad ve oğlu III. Mehmed devrinde, ordunun savaş yeteneklerini kaybettiği, sayısının gelişigüzel artarak hazînenin
zorluklar içine düştüğü bir zamanda Defter-i Hakani eminliği ve Hazîne kethüdalığı gibi önemli görevlerde bulunmuştu. Bu yüzden de devlet kadrosundaki yönetici sınıf hakkında gerçek fikir sahibi olmuştu. A ynî A li’nin I. Ahmed (ı6 o 3 -ı6 i7 )’e sunduğu ilk eseri Kavânîn-i Âl-i Osman der hulâsa-i mezâmîn-i defter-i dîvân adını taşımaktadır. Bundan başka 1609’da o zamana kadar yürürlükte bulunan kanûnları bir usul çerçevesinde ayrıma tabi tutarak, araziye, timâr ve zeametlere, devlet ricâline, umur-ı tnâliyyeye dâir ve sâ’ir nizamatı bir araya toplayan Kavânîn-i Osmaniyye Havâkîn-i Sultâniyye ismiyle ikinci bir eserini de I. Ahmed adına telif etmiş tir. Osmanlı imparatorluğunun kapsadığı memleketleri, eyâlet, sancak ve her eyâlet ve sancağın defter kethüdası, timâr defterdarı, hâsları, zuamâ ve erbâb-ı timârı, cebelileri ve bunlarla ilgili bilgi veren bu eser yedi fasıl ve bir sonuçtan oluşmaktadır. Özellikle eserin 6. ve 7. fasılları ile sonuç bölümü birtakım ıslâhat istek ve eğilimlerini belirtmekte ve bunun yollarını göstermektedir. Şöyle ki, 6. fasıl zeâmet ve timâr tevcihindeki kanûn, 7. fasıl bu tevcihlerdeki yolsuzluk ve usulsüzlüklerin giderilmesi şartlarını bildirmekte ve sonuçta da bu alandaki düzensizliğin ıslâhı için sürdürülen gayretler anlatılmaktadır. A ynî A li’nin pratik bir gaye ile hazırlayıp pâdişâh’a sunduğu bu risale aynı zamanda X V II. yüzyıl başlarında imparator luğun İdarî, malî ve askerî alanlardaki genel durumu hakkında fikir ver mesi yönünden de ayrıca ilginçtir. Yine X V II. yüzyıl ıslâhatçıları arasında önemli yeri olan iki yazardan daha söz etmek gerekmektedir. Bunlardan biri Kitâb-i Müstetâb'm kaynak lık etmiş olması kuvvetle muhtemel K oçi Bey, diğeri de K âtib Çelebi’dir. IV . M urad’ın musahibi olarak seferlerinde onunla beraber bulunan, Enderun’da Hâs-odalı olarak tanınan K oçi Bey, devrinin siyasî fikirleri yönünden en seçkin kişilerinden birisi olarak tanınmaktadır. Pâdişâh IV . M urâd’a sunduğu lâyihasında yer alan nizam-ı devlet hakkmdaki görüş ve teknikleri, önerdiği çareler, onun bu yüzyılın büyük ıslahatçı larından biri olduğunu göstermektedir. Gerçekten de Telhîsât der ahvâl-i âlem-i Sultân Murâd Hân (Koçi Bey risâlesi) adlı eseriyle K oçi Bey bu devirde bir ıslâhatçı olarak üzerinde durulacak bir şahsiyettir. Nihayet ikinci isim bu yüzyılın en büyük ıslahatçısı ve düşünürü K âtib Çelebi’dir. K âtib Çelebi Keşfi?z-zünûn adlı meşhur bibliyografik eseriyle haklı bir şöhret kazanan ve diğer eserleriyle de tanınan bir fikir adamımızdır. Burada onu devrinin ıslâhatçı düşünürü gibi gösteren eserlerinden kısaca bahsedeceğiz. Bu bilgini kendinden önceki ıslâhatçılardan ayıran ve yüksel ten en belirgin vasıf onun devlet yönetimine dair ileri sürdüğü yapıcı fikir ler yanında, toplumun manevî yönünü düzeltmek gayreti, fikir ve zihni yet inkilabı yapma hususundaki kararlı tutumudur, M üellifin bununla ilgili risâlesinin adı Düstûru*l-amel li-islahiH-halerdir. Bir mukaddime, 3 fasıl ve bir
neticeden oluşan eserini, X V II. yüzyılın ortalafında, IV . Mehmed’in ilk zamanlarında bozulan işlerini düzeltmek gayesiyle yazmıştır. Mukaddime de etvâr-ı devleti, i. fasılda reâyâyı, 2. fasılda askeri, 3. fasılda hazîne’yi ele alan K âtib Çelebi mevcut durumu tesbit ettikten sonra ıslâhat için önerilerde bulunmaktadır. Eserinin asıl enterasan bölümü inhirâf-ı mizâc-ı devlet tedbîrlerinde ve gâile-i kesret ve kıllet ilâcmdadır dediği “ netîce55dir. K âtib Çelebi’nin ıslâhata dair ikinci eseri de 21 bahisten oluşaıi MîzâniTl-hakk f i ihtiyari5l-ehakk'dır. Eserin giriş kısmında devrinin koyu taas subunu acı acı teknik eden yazar nüsbet ilimlerin gerekliğini savunmakta ve Islâm âleminde ilim tarihinin kısa bir panoramasını çizmeğe çalışmakta dır. K âtib Çelebi bu risâlesini telif ettiği sırada memleketin tek ilim ve eğitim kurumu olan medrese inhitata yüz tutmuştu. Nitekim o, bu ese riyle Osmanlı medreselerinin X V II. yüzyılda içine düştüğü skolastik zihniyete ve taassuba hücumun en güçlü mümessili olmuştur. K âtib Çe lebi Mizânü’ l-hakk’da toplumsal ve fikrî meseleleri, daha cesur bir tenkit zihniyetiyle ele almaktadır. II I . K ÎT  B -Î M Ü S T E T  B İşte X V I I. yüzyıl başlarında, devrin, ihlâl edilmiş olan nizâmlarını ve bozukluğun kökenlerini, Koçi Bey’den önce iyi tespitetmiş ıslâhatçı bir yazar da Kitâb-i Müstetâb müellifidir. Adını tesbit edemediğimiz müellif, eserinde Osmanlı imparatorluğundaki sosyal, İdarî, askerî, İktisadî alanlarda ve ulemâ sınıfındaki çöküntüyü gittikçe ££âyîn 4 saltanat-ı Osmânî muhtel ve rişte-i k âcide-i kânûn-i cihânbânî hail olmakta ve hâzînede kıllet ve mâbeyn-i hükkâmda^ adâvet ve kuzâtda rüşvet ve cânib-i düşmende fırsat ve kurbiyyetde olanlar hiyânçt ve ulemâda tam ac ve hamâkat ve ra ciyyetde zirâât-i bî-bereket ve kasâvet, el-kıssa kûşe be-kûşe bidcat ve taraf taraf hacâlet” (Metin 32/00) şeklinde ifade etmektedir. Mevcudiyeti bilinmekle beraber, eserden bugüne dek gerektiği şekilde istifade edilmemiştir. Kitâb-i. Müstetâb adı ilk kez, kendisine yetişmek bahtiyarlığını duyduğumuz değerli tarihçi, hocamız, İsmail Hakkı Uzunçarşılı tarafından Osmanlı devlet teşkilâ tından Kapu-kulu ocakları, cilt I. (Ankara 1943) adlı eserinde kullanılmıştır. Hocamız bu tetkikinde sadece yeniçeri ocağının bozukluğu bahsinde esere atıflarda bulunmuştur. Yine Halil İnalcık, .X V I I . yüzyıl Türkiye tarihine dair yaptığı araştırmaların birkaçında, bu eserden faydalan mıştır. Uzunçarşılı’nm dışında, X V II. yüzyılın en büyük ıslâhatçı müel liflerinden birinin telif ettiği, Kitâb-i Müstetâb'^dan faydalanan olmamış tır. Sadece 1957 yılında K âtib Çelebi için çıkarılmış bulunan anı kita bında Tayyip Gökbilgin “ XVII. Yüzyılda Osmanlı Devleti ve Kâtip Çelebi55 konulu yazısında eserden bahsetmekle yetinmiş, Agâh Sırrı Levend ccSiyaset-nameler55 ( T D A T Belleten 1962), adlı tetkikinde verdiği listeye Kitâbi-
Müstetâb-ı koymuştur. Nihayet Osman Turan (T&V& cihan hâkimiyet mefkûresi tarihi. I y II. İstanbul 1969) yanlış olarak IV . M urad devrinde yazıl dığından söz ettiği kitaptan çok kısa bazı kısımlar almıştır. Ancak tüm sözünü ettiğimiz bu araştırmacılar risalenin İstanbul kitaplarında mevcut bulunan yazm a nüshasını görmekle yetinmişlerdir. Bu açıklamalar, yayınladığımız Kitâb-i Müstetâb5dan değeri ile orantılı olarak yeterince fayclalamlmadığmi göstermektedir. IV . M Ü E L L İF ve E SE R İN D E Ğ E R İ Kitabında ismini bildirmeyen müellifin hayatı hakkında herhangi bir bilgiye sahip değiliz. Üstelik o da eserinin ne mukaddimesinde ne de metninin içinde hayatı, ailesi hakkında malûmat vermediği gibi bulun duğu memuriyetleri, hatta kendi adını bile zikretmemektedir. Bunun nedenini “ hasbeten li’llâh” düşündüklerini söylemek istemesine ve hiç bir talebi ve muradı olmamasına bağlayan ıslahatçı öteden beri hane danın “ ni’met-perverdesi” olduğunu beyan etmektedir. Buna dair de ki tapta şu ilginç pasaj yer almaktadır: “ Nihayet bu hâksâr-i bâ-sadâkat zamân-ı tufûliyyetteh hânedân-ı Âl-i Osmânın perverde-i n icmet ve hidmet-güzîde-i der-i devletleri olub ve zıllu’llâh pâdişâh-i âlempenâhın nazar-1 âliyeleri ile manzûr ve nice hidmet-i aliyyeleri ile mesrûr olduğum ke’ş-şems zâhir ve mine’l-ems bâhir’dir’ ’ (Metin, 32/00) Burada bir nokta üzerinde durmak gerekmektedir. Ö da yazarın kişiliğine dair ipuçlarını bu pasajda bize vermesidir: cc...Z a m â n -ı tufûliyyetten hânedân-ı Âl-i Osmânın perverde-i n icmet ve hidmet - güzîde-i der-i devletleri olub. .. ” şeklindeki ibare onun devşirme yolu ile» yetiştiğine ve saraya dahil olduğuna kesin bir delildir. Kitâb-i Müstetâb X V II. yüzyıl Türkiye’sine ait mühim bir kaynaktır. Bu devre ait ıslâhat lâyihalarının azlığı dolayısiyle, müşahit bir müellif eseri nin ne denli bir önem taşıyacağı ortadadır. Bu eserin verdiği bilgileri, ortaya attığı meseleleri, yerli ve yabancı çağdaş kaynaklarla, özellikle arşiv malze mesine de dayanarak doğrulamak olanağına sahibiz. Kitâb-i Müstetâb, X V I . yüzyılın ikinci yarısında Osmanlı devlet ve toplum düzeninde baş lamış çöküntüyü köklerine inerek ortaya koyan bir eserdir. Yeri geldikçe edebî yeteneğini göstermek isteyen yazar, olayları, okuyucuyu düşündüren, devlet hayatı ve birey için nasihat veren bir edada ele almaktadır. O olguları tasvir ederken yeri geldikçe bunlarla ilgili âyet, hadiseler, hik metler, darbımeseller ve şiirlerle süslenmiştir. Bu durum bize kendisinin Enderun’a mensup bir kişi olduğunu göstermektedir. Devrinin kendisinden sonra gelen ıslâhatçı yazarları K oçi Bey’e ve hatta K âtib Çelebi’ye kaynaklık etmiş olması kuvvetle muhtemel bu
isimsiz müellif d e . gözlemlerini doğu devletlerinin eski bir formülüne göre ifade etmiştir. Buna göre pâdişâhın kudreti askersiz, asker parasız, para ve hâzine reâyâsız olamaz, reâyâ ise ancak adâlet sayesinde vergi Ödeye bilirdi. Bize bu yüzyılın başarılarındaki durumu K oçi Bey5den daha geniş ve sistemli bir biçimde ileten yazar bozukluklar ve nedenlerini “ Osmanlı devlet düzeninin ve eski kanunların bozulmasının esas nedeni pâdişâh otoritesinin zayıflaması ve parçalanmasıdır. Zira pâdişâh devletin ruhu sayılır. Eskiden pâdişâhın otoritesini icraya, yalnız vezir-i a’zam, mutlak vekâleti ile haizdi, araya ldmse girmezdi. Fakat şimdi pâdişâh adına doğ rudan doğruya emirler verilmeğe başlanmıştır. Sorumsuz kimseler bu otoriteyi kendi şahsî çıkarlarına alet etmişlerdir. Rüşvet olarak memuri yetleri ve devlet gelirlerini bağışlamağa başlamışlardır. Otoritenin zayıf lamasında pâdişâhların devlet işlerine kayıtsızlığı da büyük rol oynamış tır. Bu zayıflık ise eyâletlerdeki kargaşalığın başlıca kökenidir. Buralarda artık pâdişâh fermanına eskisi gibi aldıran yoktur. Kapu-kullarmm ta hakkümü yüzünden eyâletlerin yöneticileri görev yapamaz hale gelmiş lerdir. Devşirme-kul sistemi bozulmuştur. Reâyânın askerî sınıfa girmiş olması bozukluğun başlıca sebebidir. Saray hizmetlerine devşirmeler yerine Müslüman reâyâdan kimseler alınmağa başlamıştır. III. Murad devrinden itibaren reâyânm silâh taşımasını yasak eden, onların kapukulu olmasını veya doğrudan doğruya sipahi timârı almasını meneden kânûnlara riayet edilmemeğe başlanmıştır. Neticede askerin kalitesi düş müş, disiplin bozulmuş, çiftçiler topraklarım bırakmalarım bu dürüm teş vik etmiştir. Levendler ve sekbanlar bunlar arasında türemiş, ekserisi Gelâlî olmuşlardır. Öyle ki olur olmaz reâyâ bir çift öküzünü satıp akça kuv veti ile kimi sipahî kimi yeniçeri olup istedikleri dirliğe ve mansıba geç mişlerdir. Tinıârh sipahî ordusu önemini kaybetmiştir. İmparatorluğun esas ordusunu eyâletlerde timârlarında oturan sipahiler teşkil ederdi. Fakat şimdi saray halkı ve ekâbir hükümet otoritesinin zayıflamasından istifade ederek timâr ve zeametleri kendi tasarrufları altına geçirmişler ve böylece sipahî aileleri dirliksiz kalmışlardır. Bu durumda devlet kapu-kulunü çoğaltmak mecburiyetinde kalmış, bunlara ulûfe, maaş yetiştirmek zor laşmış, merkezî hâzinenin yükü fazlası ile artmış, malî sıkıntı başgöstermiştir. Kapu-kulu devlete tahakküm eder olmuştur. Reâyâ asker olmağa özenince toprağını bırakmış, istihsal azalmıştır. Diğer taraftan bu toprak ların çoğu ekâbir çifdikleri haline gelmiştir. Reâyânın vergi yükü merkezî hazînenin artan yükü nedeniyle artırılmıştır. İltizam usulu genişlediğin den suistimaller sebebiyle bu yük çekilmez hale gelmiştir. Bu sebepten reâyâ dağılmağa toprağını bırakıp kaçmağa, levend, sekban olmağa veya eşkıyalığa başlamışlardır. Kudreti olanlar Rum eli’ye, İran’a ve K ırım ’a kaçıp sığınmışlardır. Üsküdar’dan Bağdad’a ve Revan’a varınca “ kurâ ve m e za rf’deıı ancak 1/4 kalmıştır. Boş kalan toprakları, çavuş, zaim,
pâdişâh kulları tasarruflarına geçirmişlerdir .55 şeklinde formüle etmek tedir. Görülüyor ki, Kitâb-i Müstetâb kapsadığı geniş konular ve ayrıca önerdiği çareler yönünden üzerinde uzun uzun durulması gereken bir ıslâhat kitabıdır. Osmanlı devletindeki “ tagayyur ve fesadın 55 ilk belirti lerini K anunî devrinde bulan yazar, asıl bozuklukların III. M urad za manında başladığına işaret etmektedir. Olayları toplumsal yönden de eleştiriye tabi tutan yazar, yükseliş devrindeki müesseselerin, yani başlıca mutlak ve merkeziyetçi pâdişâh otoritesinin, kul sisteminin, timârlı sipahî ordusunun ve kânûn düzeninin, ihyası neticesinde durumun düzelebile ceğim savunmaktadır. Bunun içindir ki eserinde K anunî ve öncesi dev rine atıflar yapmaktadır. Eserdeki ifade ve ıslâhat düşünceleri bize Koçi Bey5i hatırlatmaktadır. Ancak yukarıda verdiğimiz kısa açıklama dikkatle incelendiğinde Kitâb-i Müstetâb’m K oçi Bey5in risâlesine kaynaklık yaptığını ve daha mufassal olduğunu görmek mümkündür kanısındayız. V . E SE R İN
T A R İH İ ve K İM E
SUN U LD UĞU
M ESELESİ
Hemen değinmek yerinde olur ki, eserin tarihi ve kime sunulduğu meselesine dair de Kitâb-i Müstetâb’da, açık bir bilgi verilmemektedir. Ancak burada eserde yer alan bazı kayıtlara göre, bu soruna bir çözüm getirmeğe çalıştık. Şimdi bu hususta bizi bir takım doğru neticelere götüren kayıtları buraya naklederek bunlar üzerinde ayrı ayrı duralım : 1. “ Denile ki bundan akdem Burusa5ya Celâlî eşkiyalarmm defci için bi5zzât merhûm ve mağfûrun-leh Sultan Ahmed Hân hazretleri azîmet buyurduklarında vlizerâ ve ehl-i menâsıb olan kullar düğüne ve yâhûd seyrâne gider gibi gitmişler . . . 55 (Metin 3 9/^ ).
2 . “ Şimdiki hâl müşarün-ileyh merhûm Sultân M urâd Hân hazretleri nin zamânmdan berû yirmi beş yıldan mütecâvizdir ki kanûn-i Âl-i Osmân bozulub sipâhî ve silahdâr b a cdehu Yeniçeri ağası vüzerâ ile sefere varıl mağa ihdâs olundu 55 (Metin, 17fx\). Müellif, 1, pasajda I. Ahm ed5den merhûm diye söz etmektedir. Bu hükümdarın ölüm tarihi ise 1617 yılıdır. O halde bu kayda göre eserin telif tarihi 1617 yılından sonra olmalıdır. Nitekim 2. pasajda yer alan “ Merhûm Sultân Murâd Hân hazretlerinin zamânmdan berû yirmi beş yıldan mütecâvizdir 55 ibaresi, hem yukarıdaki düşüncemizi destekle mekte, hem de bize kesin telif tarihini vermektedir. Burada adı geçen hükümdar III. M urâd 5dır. Onun ölüm tarihi olan 1595 yılma 25 ilâve ettiğimizde 1620 rakamını buluyoruz ki, bu sırada Osmanlı tahtım II. Osman (1617-1622) işgal etmektedir. Nitekim şu mısralarda:
“ Âsumân-ı devlet u zıll-ı hüdâ Osman Hân Halk-ı âlem sâye-i adlinde buldular emân Âfitâb-ı lem ca-i hilm ü hayâ Osmân Han Zıll-i adlinde anun buldu cihân emnü emân Âfitâb-i mülk ü zill-i Hakk Osmân Hân Halk-i âlem sâye-i adlinde buldular emân55 (Metin, 35/0 <\) geçen Osmân Hân da II. Osmân olmalıdır. Verdiğimiz bu izahattan çıkan sonuca göre: a)
Kitâb-i Müstetâb'*m telif tarihi 1620 yılında veya az sonradır.
b) Yazarın eserini II. Osmân5a sunmuş olmalıdır. c)
II. Osmân5m ıslahat teşebbüslerine geçmesinde Kitâb-i MüstetâVm etkisinin olduğu düşünülebilir.
d) Yazarın ismini saklaması ise, II. Osmân5a yakınlığı nedeniyle, payitahtta bu hükümdara karşı mevcut husumeti bilmesi ile ilgili olmalıdır. e)
Yazar, III. Murâd, III. Mehmed, I. Ahmed ve II. Osmân devir lerinde yaşamıştır. > V I . E SE R İN K A P S A M I
Eser, kısa bir giriş ile 12 bölüm ve zeylden oluşmaktadır. Girişte^ değişen şartların “ nizâm-ı âleme ihtilâl ve re£âyâ ve berâyâ in licâP5 verdiği belirtilmekte, “ sâhib-i hükümet55 onların ahvâl-ı âleme ne denli “ tedbîr ve tedârük55 ile düzen getirebilecekleri anlatılmaktadır. I. Bölüm: Burada Osmân G azfden Sultan III. Murâd zamanına kadar her kademedeki devlet yönetimlerinin şeriat ve kanunlarına uygun hareket ettiklerinden, adâleti gözettiklerinden, bu yüzden de geniş ülkelerin fethedildiğinden ve reâyâmn refalı içinde bulunduğundan söz edil mektedir. Eserin yazarına göre, III. M urâd5dan beri adâlet bir yana bı rakılmış, vezirler ve beyler birbirlerine düşmüş, K u l tâ5ifesi içine yabancı karışmış, makam sahipleri “ hemen bugünü hoş görelim, irtenin ıssı var dır55 duygusu içinde öz çıkarları peşindedirler. Gerekli tedbirler alınmazsa devletin temelinin kazılması mukadderdir. II. Bölüm: K u l tâifesi5nin ahvâli ve dirlik tevcihi hakkındadır. K apu kulu askerlerinin, hiç gereği yok iken, sayısı artırılmış ve gelirler giderleri karşılayamaz olmuştur. Bunun nedenlerinden ilki, serdârların gelişigüzel tevcîhatta bulunmalarıdır. Kanûn-i kadîme göre, serdârlar, serhadlerde ve muharebelerde zafer kazanıldıktan sonra, savaş mahallinde “ terakki veyâhûd ibtidâdan dirlik vermeğe55 yetkili idiler. Oysa yukarıda belirtilen
tarihten sonra, İstanbul’dan çıkar çıkmaz “ beğlerbeğleri ve sancakbeğleri ve sâ’ir mansıb nâmında âleme belâ nâzil olan rüşved sebebiyle tebdil ve tağyir ve azl ve nasb itmeğe başlamışlardı” . Sipahilik, çaşnigirlik, çavuşluk tevcihleri alanı satanı belli olmayan bir alış-veriş konusu teşkil etmiştir. Aralarına karışan yabancılar dolayısı ile sayısı artan K u l tâ’ifesinin maaşları ödenemez olmuş, ödense bile “ kesik para55 verildiğinden, asker “ üslûb-ı sâbık55tan çıkmış, kânûn gözetilmediğinden Celâlîler ve fitne ehli türe miştir. Bunlara kimler sebep olmuştur? II I . Bölüm: Bu bölümde yazar, hazîneye zarar gelmesinin bir nedeni olarak sadr-ı azâmlarm, K u l tâifesinden birine, “ rikâb-ı hüm âyûnca arz eylemeden terâkkî ve ibtidâdan dirlik vermeğe başlamalarını göstermektedir. Bu yüzden dirlikler almur-satılur hale gelmiş, “ Isâ takyesin M usâ5ya giydi rilir55 olmuştur. Böyle dirlik sahibi olanların “ Devlet-i Aliyye55ye ne şekilde hizmet edecekleri ortadadır. Rüşvetin bir belâ halini almasını da mansıblarm ehline verilmeyişinde aramak lâzımdır. IV . Bölüm: K u l tâ5ifesinin bir nizâmı vardır. Bir kulun tâ vezîr oluncaya kadar mertebeden mertebeye geçişi kanûna tâbidir. Buna göre, sekiz on yılda bir veya gerektiği zamanda, Rumeli memleketlerinden oğlan devşirilmesi emrolunurdu. Bu işi bilir yayabaşılarm devşirdiği oğ lanlar Divan-ı hümâyûn5a getirilir, pâdişâh arz odasında iken gösterilir, sonra kapu ağası yararlarını iç oğlanlığma seçer, diğeri Türk terbiyesi almak üzere aileler yanma gönderilirdi. Sonra “ acemi oğlanları55 ocağına alınır, buradan da Yeniçeri tâ5ifesine katılırlardı. İç oğlanların terbiye ve öğretimden geçmeleri saraydaki odalarda yükselmeleri ve görevle taşraya çıkmalarının belli kuralları vardı. Lâkin bu kanûıı Sultân III. Murâd devrinin ortalarına doğru bozuldu. Ocaklara “ ecnebi55 girmesinin yolu açıldı. “ Meselâ kadîmî bölük halkı yedi sekiz bin nefer iken şimdi yirmi binden ziyâde olub ve Yeniçeri ocağı kadîm î sekiz bin iken b a cdehu mer hûm Sultân Süleymân Hân hazretlerinin zamân-ı şeriflerinde on iki bin olub şimdi ise kırk bine karîb olmuştur55. Kezâlik sâ5ir ocakların neferi bir iken üç olmuştur. Böylelikle sayıları artmış, ancak “ saplama ve ecnebi55 olmayan devirlerdeki “ mansur ve muzaffer55 askerden eser kalmamıştır. Yeniçerilikten vezir oluncaya dek neferlikte, ağalıkta, sancak ve beğlerbeğlikte görev yapanlar “ recâyâ nedür, asker nedür, hükümet ve adi ve zulm nedir55 bilen kimseler iken, Kanûn-ı Âl-i Osmân bozulmakla alıval-i âlem here ü merc olmuştur. Bunun sebebi de baştaki bozukluktur. “ Serdar olanlar ve Âsitânede sadrda olanlar satarlar, beyler dahi akçalarıyle satun alırlar; yoksa kimesne gelüb darben dirlik ve sancak ve beğlerbeğlik almış yoktur55. “ Celâlî zuhûr etti, zorba peyda oldu diye taaccüb etmenin gereği yoktur.55 Devlet-i Aliyyenin temeli bizim tarafımızdan yıkılmaktadır. V . Bölüm: Yeniçerilerin sayısı, K anunî devrinden sonra çoğalmıştır, ancak işe yararları azalmıştır. Yeniçeri olarak defterde kayıtlı olanların
çoğu bir yolunu bularak, sefere gitmez olmuşlardır. Eskiden, İstanbul civarındaki kefere bağlarım talan edilmekten korumak için ihdas edilen “ koruculuk55 bahane edilerek, devrimizde zengin Yeniçeriler, Yeniçeri ağa kapusunda para verip sefere gitmekten kurtulmuşlardır, “ O da koru cusu55 diye bin nefer koruculuk ihdas edilmiştir. O da koruculuğa diye bir şey, kananda yoktur. Yeniçerilerin ve diğer kapu-kulunun nizâmı bozulduğundan; seferler başarısızlıkla sonuçlanmış, sonunda da ıo beğierbeğlik Kızılbaş eline düşmüştür. Rumeli'de elden çıkanlar da düşünülürse, tez elden tedbîr alınması gerekmektedir. ..... V I. Bölüm: Acem î oğlanları, eskiden ancak bin nefer kadar olup, ikişer buçuk akçaya mutasarrıflardı ve Yeniçeri olduklarında üç akça alırlardı. Şimdi ise hem sayıları artmış hem de beş, altı, yedi akçalı olmuş lardır. Defterde ismi olup, kendisi beşikte ya da işinde gücünde birçok acemî oğlanı mevcuddu. Acemiyân iki üç misli artmış olmasına rağmen hiçbir hizmet görülmemekte ayrıca yevmiyeleri ziyâde olmağla beytülmâl-i müslimîne “ gadr ve zarar ve itlaf ve israf55 olmuşdur. Sâ5ir ocak ların durumu da pek farklı değildir. Ne alan bilür ne satan bilür, katcâ Devlet-i Aliyyeyi kayırur kalmamıştır. Bütün bunları ıslâh etmek ve iradı masrafa üstün getirmek lâzımdır. V II. Bölüm: Ulûfeli kapu-kulundan başka, Anadolu, Rumeli ve A ra bistan'da zeâmet ve tîmâr tasarruf edenler iki yüz bin askerden fazla idi. R u meli zuemâsı sefere memur olduklarında otuz kırk nefer âdemleri ile gelir lerdi. İşte Arab, Acem ve Rûm ’da birçok memleketler ve kaleler bu askerle fethedilmiştir. Yoksa Kapu-kulları, sadece pâdişâhın kafadarlarıdır. Ancak bütün tîmâr ve zeâmetler, vüzerâ ve ekabirin sepetlerine girmekle zuemânın ocakları sönmüştür. “ Hemen her sefer oldukça yalnız kapu-kulu ile her yıl bir seferdir gider oldu ve bu sebep ile hem K u l tâ’ifesi emre mahkûm olmayub ve hem memleket ve re*âya ve hazîne elden çıktı55. Beğlerbeği ve sancakbeğlerinin ve diğer tîmâr sahiplerinin cebülüleri gittikçe azaldı. Yeniçeri kullarının mevcudu otuz beş bin olduğu halde bunlardan pek azı sefere memûr yazılır diğerleri, korucu, tekaüd, kalelerde nöbetçi diye rikâb-ı hümâyûna bildirilirlerdi. Ancak sefere yazılanların bile defterlerde ismi olduğu halde sayıları yedi sekiz bin neferi geçmezdi. Fakat mevcud olmayan kapu-kullarını, serdarlar mevcud gösterip, kendilerine gelir saymağa başlamışlardı. Bu durum K u l tâ’ifesini Celâlî yapmış ve eski zaferler artık kazanılamaz olmuştur. V II I. Bölüm: K anunî Sultân Süleyman devrinde yapılan seferlerde her türlü tedbîr alındığı için sayısız başarılar elde edilmiştir. Esasen, pâdişâh ka tılsın katılmasın, Sipâhî ve silahdâr bölükleri ile Yeniçeri ağası veya sadr-ı
a czamın bulundukları seferler, gerçek seferlerdir. III. M urâd’m saltanatının başına kadar kânûn olmadığı için sipahî ve silâhdar ile Yeniçeri ağası pâdişâh sefere gitmediği zaman vüzerâ eşliğinde sefere gitmezlerdi. Çünkü bunlar pâdişâhın hassa ordusunun kumandanları idiler. O nerede olur ise bunlar da orada olurlardı. Ancak III. M urad’dan itibaren sipâhî, silahdâr ve Yeniçeri ağası vüzerâ ile sefere çıkmağa başlamışlardır. Bu suretle “ Kânûn-ı Âl-i Osmân55 bozulmuş ve her yıl bazen Acem diyarına, bazen RumeliJ,ne seferler olmakla Anadolu memleketlerindeki reâyânın ekseri perakende ve perişan olduklarından başka birçokları Celâlî ve eşkiyâ olmuşlar, köylerin de birçoğu harâb hale gelmiştir. Bozukluğun sebeplerinden biri de hazînenin boşalmasından ileri gelmektedir. Düzensiz masrafların gelirlerden fazlalığı nedeniyle K u l tâ5ifesinin ulûfeleri ödenmez olmuştu. Bu yüzden “ ekser K u l tâ5ifesi birer kâr ve kisbe sâlik olmuş ve kimi bazı devletlûlerin kapusunda hademeleri olmuşlardır55. Seferlerde hizmete yarar kul kalmamıştır. Oysa saltanatın devamlılığı için üç şey gereklidir: Reâyâ, hazîne, asker, devrimizde bu üçü de bozulmuştur. Çünkü reâyâdan hazîne, hazîneden ordu hâsıl olur, ordu ile de düşmana başarı sağlanır. Ancak bütün bunların tam işleyebil mesi için: Adalet, kanûn-ı kadîm üzere mansıb ve dirliği ehline vermek gerekmektedir. Sadr-ı a czamlık müessesesi de bozulmuştu. Eskiden cem-ci âlem vezîr-i a czamdan korkar iken şimdi vezîr-i a czam5lar olur olmaz kimselerden kork mağa başlamışlardır. Bunlar da “ bu günü hoş görelüm, irtenen ıssı vardır55 diyerek maslahatçı idareyi benimsemişlerdi* IX . Bölüm: Devletin basma çöken belâlardan biri de rüşvettir. “ Âsitâne-i sacâdetde olan ehl-i menâsib yirmi beş otuz yıldan berû rüşvet tarî kine sâlik olmuşlar ve rüşveti dahî bir mertebeye iletmişlerdir ki hedâyâ deyû âşkâre kapudan kapuya verilür ve almur olmuşdur55. Âsitâne5nin durumuna paralel olarak, beğlerbeği, sancak beğleri ve diğer görevliler de aynı belâya tutulmuşlardır. Kadılar, rüşvetle geldikleri makamda, şerîat ve kanûnu uygulamayı düşünmekten çok, verdiklerini toplama verdine düşmüşler, beğlerbeği ve sancakbeğleri ise, “ sen çok aldun ve ben az aldum55 deyû birbirleriyle kavga etmekten Devlet5e sadakati unut muşlardır. X , Bölüm: Pâdişâhın “ sağ kanadı vezîr-i a czamı ve sol kanadı Harem-i muhteremede olan kapu ağasıdır55. Kânûn-i Âl-i O sm ânfde kapu ağası pâdişâh5m sol veziridir, vezîr-i a czam5dan sonra. îçerûye müteallik umûr-i küllî ve cüz5îyi arz itmeğe sâhib-i arzdır ve taşrada olan b a czı ahvâller bilinmek içün pâdişâhlar kapu ağasiyle müşâvere itmek kanûıı-i kadîm dir55. Ancak III. M urâd5m cülûsunda kapu ağası olan Mahmud A ğ a 5dan sonra kapu ağalık ahvâli de bozulmuştur. Öte taraftan K u l sis
teminin bir yanı olan “ iç oğlanları55nm durumu da karışmıştı. Eskiden beri bunlar devşürme ve yâhûd sahîh kul cinsi pişkeş olı gelmiştir. Şimdi ise saray5da on oğlanda bir sahihçe kul cinsine rastlamak mümkün olma maktadır. Bozuluşun önemli âmillerinden biri de bu olmuştur.55 denerek bunların mevcud durumları hakkında bilgiler verilmektedir. X I. Bölüm: Eserin son iki bölümünde buraya kadar anlatılan devlet ve toplum hayatında görülen bozuklukların nasıl düzeltilebileceği ve ne gibi tedbirler alınması gerektiği üzerinde durulmaktadır. Pâdişâh, “ memâlik-i mahrûsada olan recâyânm ,.eyyâm-ı adâletinde âsûde -hal olmasını55 sağlamakla sorumludur diyen yazar eskiden sadr-ı a5zam olan kimseye verilen talimat üzerine durmaktadır. Bunlara riayet edilmesi nedeniyle âlem nizam ve intizam üzre yürümüştü demektedir. Devam lı inhitatın baş nedenlerinden birinin de, iyi sadr-ı a czam gelme mesinde bulmaktadır. Çünkü vezîr-i a czam olanların sû-i tedbîri ve rüşvet almaları, cümle âlemde olan yaramazlıklar, bid’atler, hilâf-ı kanûnİarm ortaya çıkmasının tek sebebidir. . X II. Bölüm: Burada da pâdişâhın ne tip bir devlet adamını sadr-ı a czam tayin etmesi gerektiği üzerinde durulmakta “ pâdişâha lâyık ve lâzım olan İslâmî kavî ve diyaneti mükemmel ve Kânûn-ı Âl-i Osmânı icrâ ider zamân-i sâbıkda olan ecdâd-l izâmlarmm vüzeraları gibi tarîk-i hakkı gözedir bir müselmâm bulub sadr-ı a czam55 ataması gerektir, den mektedir. Ayrıca vakit kaybetmeden bu nitelikleri olan bir kimseyi bulub derhal sadr-ı a czamlığa tayin etmesi hususunda pâdişâh da uyarılmaktadır. Bunların yanı sıra bu bölümde eserin telif sebebi de yazar tarafından açıklanmaktadır. ZeyPde de: pâdişâhın devlet görevlerine aşağıda belirtilen sual leri tevcîh ederek, “ umûr-ı din ve devlete m ütecallik55 düşüncelerini ve önerdikleri tedbirleri öğrenmesini istemektedir. Vezirlere, hükümette olan ulemâya Altı Bölük ve Yeniçeri ocağının ihtiyar kullarına sorulması istenen hususlar şunlardır: i-Eskiden seferlerde daimî başarı kazanılıp düşman elinden memleketler ve kaleler alınırken nice yıldır düşman ülkemizi çiğnemekte ve fetihler elden gitmektedir. Reâyâ perişandır, beytü5l-mâl-i müslimîn boşyere sarf ve telef olmaktadır. Bunun sebebi nedir? Başarısız lıklarda ve devamlı gerilmede, K anunî Sultan Süleymân5dan sonra bizzat pâdişâhların ordunun önünde sefere çıkmamalarının etkisi var mıdır? 2Şimdi gerek Yeniçerilerin gerekse Altı Bölük Sipâhî halkının sayıları artmışdır. Örneğin Kanunî devrinde Yeniçeriler 011 iki bin iken, şimdi otuz beş bin, Altı Bölük Sipâhî kulları dokuz bin iken on dokuz bin olmuş lardır. K ü l tâ5ifesinin sayısı bu kadar artmış olduğu halde eski zaferler neden kazanılmamaktadır? 3-Yeniçeri ve Altı Bölük süvarilerinin sayıları fazla olmasına rağmen, sefer vukuunda sayıları defterlerde yazılanın çok
çok altındadır. Birçoğu ticaret ve sanatla uğraşmaktadırlar. Aralarına ecnebi girmiş bu kulların iştirak, ettikleri seferden hidmet ve nusret beklenilebilir mi? 4-Eskiden, başta vezirler olmak üzere her kademedeki ümerâ tâ’ifesinin “ mükemmel kapu halkı53 ile, sefer vaki oldukta derhal katılmaları mümkün olurken, şimdi dirlikler gelişigüzel dağıtıldığından buna imkân olamamaktadır. Kanun-ı kadime uyulmamasının nedenleri nelerdir? 5 - K u l içine, “ recâyâ oğlu, olan Etrâk, Ekrâd ve Çingâne ve T ât ve Acem ve sâ5ir55 kânûn-ı kadîme aykırı olarak, ne yolla katılmışlar dır? 6 - Ulûfeye mutasarrıf kullara her üç ayda ulûfeleri Dîvân-ı hümâyûn da verilmek kânûn-ı kadîm iken, şimdi sadece Yeniçerilere tamâm ulûfe verilip, sipâhîlere dahî para kesik üzre virilüb ve sâ5ir kulların “ mültezim ler kapusuna55 Yehûd ve diğer kefere eline düşürüldüğü doğru mu? 7 Pâdişâh hâslarından, her yıl nice yük akçe hazîneye girer iken, şimdi gelmez olmuştur. Hâsların birer yolu bulunarak, onun bunun elinde kalmasına sebep olan kimlerdir? “ Bu cümle ahvâlleri giru üslûb-ı sâbık üzre nizâm ve intizâm buldurmasının tedbîr ve tedârüki ve re5y-i sevâb ne üslûb üzre görülmesi münâsibdür?53 V I I . K ÎT Â B -I
M Ü S T E T Â B ’m
M E V C U D ; N ÜSH ALAR I
Enderun’dan yetişmiş ismi bilinmeyen yazarın II. Osmân adına ı6205lerde kaleme aldığı K itâb-i M üstetâb’m bugüne dek kataloglara geç miş bir tek nüshasının bulunduğu bilinmekte idi (Bkz. İstanbul Kütüpha neleri Tarih-Coğrafya Yazmaları K atalogları. Türkçe Tarih Yazmaları, İstan bul 1943, s. 290-291). X V II. Yüzyıl Osmanlı dirlik ve düzenlik tarihi için birinci derecede bir kaynak olan K itâb-i M üstetâb’m bugün iki nüshası daha meydana çıkmıştır. Bunlardan biri Türk Tarih Kurum u K ütüp hanesi No. 537'de, diğeri de Süleymaniye Kütüphanesi Fatih Bölümü Nr. 3514/de kayıtlı bulunmaktadır. I. Süleymaniye K tp., Hamidiye No. 983 (Kısaltması M ): Varak
: 64 (Vrk. 53 a5da.n sonra gelen kısım ahlâk ve terbiyeye ait bir risâle)
Ölçü
: 2 28 x13 4 mm.
Y azı
: Nesih. Bölüm ve önemli yerler kırmızı (surh), sayfa ke narları kırmızı cetvelli.
Satır K âğıt
• î7 ■ : Venedik.
Başlık
: H afif müzehheb.
istinsah Tarihi : Yok.
(155 X 75 mm.)
•
' -
■■
..........
'
Müstensihi
: Belli değil.
Cilt
: Nefis ebrû kâğıt kaplı, mıldepli, yaldızlı.
V ak ıf ve temellük mühürleri: Birinci yaprakta I. Abdülhamid’in tuğra şeklindeki mührü vardır. X V III. yüzyılın basma ait. II .
Türk Tarih Kurum u K tp., No. 537 (Kısaltması T ):
Bu nüsha Nurnâme ile aynı ciltte bulunmaktadır. V arak
:5 ı
(25 b - 51 a Kitâb-ı Müstetâb)
Ölçüsü
: 273 X 183 mm. (184 X 107 mm.)
Y azı
: T a ’lik kırması. Bölüm başları ve (surh).
Satır
: 19
âyetlerkırmızı
İstinsah tarihi : Yok. Müstensihi
: ,Belli değil.
Cilt
: Sırtı tamir görmüş, kenarları deri,mildepsiz, barmış mukavva.
ka
I I I . Süleymaniye K tp., Fatih, No. 3514 (Kısaltması F ) : Bu mecmûada Kitâb-ı Müstetâb’m bir nüshası mevcuttur (Vrk. 1 a 72 a ) : Ölçüsü
: : 237 X 180 mm. (180 X 110 mm).
Y azı
: Sülüs. Söz başları ve önemli yerler kırmızı (surh), sahîfe kenarları kırmızı cetvelli.
Satır
: 13
K âğıt
: Aharlı.
İstinsah tarihi : 1063 Müstensihi
: Belli değil.
Cilt
: Kahverengi meşin, mıklepli ve şemseli, cetvelli.
V I I . M E T N İN Y A Y IM L A N M A S IN D A U Y G U L A N A N YÖNTEM Eserin elde bulunan üç yazma nüshasının karşılaştırılması, aralarında herhangi bir ilişki bulunmadığını ortaya koymuştur. Bu bakımdan metin te sis edilirken her üç nüshadan da faydalanılması gereği ortaya çıkmış, fakat, Fatih nüshası önemli sayılabilecek varyantlar ihtiva etmemesi nedeniyle karşılaştırılmasından vazgeçilmiştir.
Metin tesisinde karşılaştırmaya esas olan iki nüshadan Türk Tarih Kurum u nüshası (T) ’nm, müellifin üslubu ile bağdaşabilecek arkaik, nispe ten ibtidaî sayılabilecek imlâ özelliklerini muhafaza ettiği kanaatine vardık. Bununla beraber bu nüshada da tam bir imlâ ittıradının bulunmadığı göze çarpmaktadır, Örneğin, “ üjjS” kelimesi hem(j) ile hem de (j)5sız olarak yazılmaktadır, “ ü^pjİ55 kelimesi bazen bazen de tarzında geç mektedir. Yine “ jrcSV5 kelimesi bazen (û^), bazen (û ^ ) kelimesi, bazen bazen (j Vj İ) şeklinde yazılmaktadır. Yine (T) nüshasında müstensihin dikkatsizliği dolayısıyle bazı küçük atlamalar ve yanlışlıklar bulunmakla beraber, bu nüshanın müellif nüshasına en yakın nüsha oldu ğunu ve (M) nüshasını istinsah edenin, metin üzerinde bazı tasarruflara giriştiğini gösteren deliller vardır. Metnin dikkatle gözden geçirilmesi gösteriyor ki, müellif tam mânasıyla Osmanlıcaya vâkıf olmadığı gibi, cümle tertiplerinde de pek iptidaî görünen bazı düzensizliklerden kurtu lamamıştır. Örneğin, (T) nüshasında oLj” gibi yanlış görünen fakat müellifin üslûbu dikkate alınınca yadırganmayacak bir ibare, (M )’yi istinsah eden tarafından “ üaJj&U* oLj55 şeklinde düzeltilmiştir. Müellif, birçok yerlerde ccj i j i ” yerine yanlış bir tarzda cc«uij!55 şeklini kullanmaktadır. Bunlardan bir kısmî (M) nüshası müstensihi tarafından düzeltilmiştir. Örneğin, (r*) cc4*il” (T), (M). Ayrıca birçok iptidaî imlâ şekil leri klasik Osmanlı imlâsına göre değiştirilmiştir. Bu bakımdan (T) nüs hasına uymak uygun görülmüştür. Yayında : 1. Nüshalar arasındaki imlâ ittiradsızlığmdan doğan basit farklar notlarda belirtilmedi, 2. M anaya hiçbir tesiri olmayacak önemsiz ayrılıklar da gösterilmedi. Örneğin, \ oj\ * s.de T nüshasından alman J M nüshasında j! Jm şeklindedir. 3. Metnin okunmasını zorlaştıracak hallerde eski imlâ şekillerinde önemsiz değişiklikler yapıldı. 4. M uttarit olmayan imlâ şekillerinde daha arkaik olduğu bilinen şekiller tercih edildi. 5. Metinde geçen bütün âyetlerin K u r’andaki yerinin ve hadîslerin tesbitine çalışıldı ve notlarda gösterildi. ............ 6. Teknik zorluklar dolayısıyle (d f)’ler gösterilemedi. 7. Eski metin Türk harflerine çevirilirken Tarih Vesikaları Dergisi’nin 16. sayısında Adnan S. Erzi tarafından yayınlanan imlâ kurallarına uyuldu. Bununla beraber, “ aUbb55, cc<üU.J” gibi kelimeler Osmanlıcada kullanılan yanlış şekilleri ile bırakıldı. Kelime ortası ve sonunda bulunan bütün (g)’lar (c) ile, (*)5ler (’) ile gösterildi, M üellifin iptidaî üslûbu için tabiî görülebi-
lecek cümle aksaklıklarının düzeltilmesi yoluna gidilmesi. Örneğin, r-r/1 v / u ’de “ ^0*1 £kl?” ile konuya birdenbire geçilmekte, arada açıklayıcı bir ibare bulunması gerekirken, böyle bir tamamlama yapılmamaktadır. Yine, n-û/ro5da CC^U j ^ 55 terkibi düzgün görünmemektedir. 8. Doğruluğundan şüphe olmayan âyet ve hadîsler, nüshalarda farklı yazılmışsa, bu farkların gösterilmesinde lüzûm duyulmadı. 9. Metinden düşmüş olabileceğini aşağı yukarı kesinlikle tahmin etti ğimiz çok nâdir ilâveler yapıldı ve bunlar şeklinde parantezlerle gösterildi. Örneğin, w / n ıo . Eski harfli metne ait indekste ilk rakam sahîfe sayısını, İkincisi ise satır sayısını göstermektedir.
SEÇÎLMÎŞ BİBLİYOGRAFYA (Giriş kısmı bu bibliyografyadan faydalanılarak yazılmıştır) A kdağ,
M u s ta fa . Celâli karışıklıkları-Büyük başlaması. Erzurum 1963.
Celâlî
karışıklıklarının
---------- Türkiye tarihinde içtimâi buhranlar serisinden: Medreseli isyanları. İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Mecmuası X I / 1-4 (1949-5°) s- 361-387-----------Celâlî isyanlarından büyük kaçgunluk (1603-1606). Araştırmaları Dergisi, II/2-3 (1964) 1-49.
Tarih
----- ----- Osmanlı İmparatorluğunun yükseliş devrinde esas düzen. Tarih Araştırmaları Dergisi, i l i /4-5 (1965), 139-156. ----------- - Genel çizgileriyle X V II. yüzyıl Türkiye tarihi. Tarilı Araştırma ları Dergisi, IV/6-7 (1966) s. 201-247. ----------- Türkiye’nin İktisadî vaziyeti. Belleten 51 (1949), s. 497-568, 55 ( i 95 °) s- S ^ - 4 1 1 ---- —
Cel âl î isyanları. Ankara 1963.
----------- Tim âr rejiminin bozuluşu. D il veTarih - Coğrafya III/4, 419-420.
Fakültesi Dergisi
 li. K ünhü’l-Ahbâr, Üniversite Kütüphanesi, T .Y . 5959. — -------Fusûlü’l-halli ve’l-akd ve usûlü’l-harcı ve’n-nakd. Nuru Osma niye K tp. Nr. 3399. -----, ----- Nasihatü’s-Selâtin. Üniversite K tp. Nr. 4098, Fatih K tp. Nr. 3522 . A y n î A li. Kavânîn-i Osmân der hülâsa-i mezâmîn-i defter-i İstanbul 1280.
dîvân.
B a rk a n , Ö. L. Tarihî demografi araştırmaları ve Osmanlı tarihi. Türkiyat Mecmuası X (1955) 1-36. ----------- X V ve X V I. asırlarda Osmanlı İmparatorluğunda ziraî ekono minin hukukî ve mâlî esasları I. Kanunlar. İstanbul 1945. ----------- Essai sur les donnees statistiques des registres de recensement dans 1’Empire ottoman aux X V et X V Ie siecles, Journal of the Economic and Social History of the Orient, 1958.
B e h r n a u e r , F. A. K oğabeg’s Abhandlung über den Verfall des osmanischen Staatsgebaeudes seit Sultan Suleiman dem Grossen. £ D M G
15 ( 1861) 272- 332. ----------- D as Nasihatnama. Dritter Beitrag zur osmanischen Gesellschaft. ZD M G 18 (1864) 699-740. G ez ar, M . Osmanlı tarihinde levendler. İstanbul 1965.
,.
G ook, M . Population pressure in rural Anatolia 1450-1600. London 1972. Ç a ğ a t a y , N e ş’et. Osmanlı İmparatorluğunda reâyâdan alınan vergi ve resimler. D T C F D V (1947) s. 483-511. G ü ç e r , L. X V I - X V I I . Asırlarda Osmanlı imparatorluğunda hububat meselesi ve hububattan alıiıan vergiler. İstanbul 1964. H aşan
K â fî- i A k h is â r î. Usûlli’l-hikem fî nizâmi’l-âlem. Esad Efendi K tp. Nr. 1823.
İ n a lc ık , H. Osmanlı imparatorluğunun kuruluşu ve inkişafı devrinde Türkiye’nin İktisadî vaziyeti üzerinde bir tetkik münasebetiyle. B elleten 60 (1951) 629-684. ---- ___ Osmânlılarda raiyyet rüsumu. B elleten
95
(1959)
575-610.
— ------ - Adaletnâmeler. B elgeler 3-4 (1965) 49-145. ------------ Capital formation in the Ottoman empire. Jou rn al o f the Economic History 29/I (1969) 97-140. ---------— The Ottoman decline and its effects upon the reaya. Rapport to
the Second International Congress o f Studies on South-East Europe, Athens 1970. , ----------- The Ottoman empire, the classical age 1300-1600. London 1973. İz, F a h ir . Hüseyin b. Sefer T ûği: V a k ca-i Sultan Osman Han. T D A Y 1967, s. 119-164. K â tib
Ç e le b i. Düstûrü’l-amel li- ıslahi’l-halel. İstanbul 1280.
-----------M îzânü’l-hakk. İstanbul 1280. The Balance of Truth. Çev. G .L. Lewis. London 1957. K â tip
Ç e le b i, hayatı ve eserleri hakkında incelemeler. Ankara 1957.
K o ç i B ey. Risâle-i K oçi Bey. İstanbul 1277. ------ -
K oçi Bey risâlesi. Y ay. Ali K em alî Aksüt, İstanbul 1939.
L ew is, B. Some reflections on the decline, of the Ottoman empire. Studia Is lamica (1958). ----------- Ottoman observes of Ottoman decline. Islam iç Studies 1-11 (Karachi 1962) s. 71-87. •. . ' .
M a n tr a n , R. İstanbul dans la seconde moitie du X V I I siecle. Paris 1962. M a n tr a n , R .- S a u v a g e t , J. Reglements fiscaux ottomans. Beyrut 1951.. M u s ta fa S e lâ n ik î. Tarih. İstanbul 1281. O s m a n lı
K a n u n n â m e le r i. M illî Tetebbular Mecmuası I-III
(1331).
P e ç e v i, İ b r a h im . Tarih I-II. İstanbul 1283. S e r to ğ lu , M ith a t. T uğLtarihi. Belleten XI/43 (1947) s. 489-514. T u r a n , Ş e r a fe ttin . K anunî’nin oğlu Şehzade Bayezid vak5ası. Ankara 1961. ----------- X V II. Yüzyılda Osmanlı İmparatorluğunun İdarî taksimatı. Atatürk Üniversitesi Yıllığı (1961) s. 201-232. U lu ç a y , Ç a ğ a t a y . X V II. Asırda Saruhan5da eşkiyalık ve halk hareketleri. İstanbul 1944. ----------- K oçi Bey Madd., İslâm Ansiklopedisi. „----------K oçi Bey5in Sultan İbrahim ’e takdim ettiği risale ve arzlar. Zeki Velidi Toğarüa Armağan (İst. 1950-1955), s. 117-199. U z u n ç a r ş ılı, 1. H. Osmanlı tarihi III/2. Ankara 1954. ----------- Osmanlı devletinin ilmiyye teşkilâtı. Ankara 1965. ----------- Kapıkulu Ocakları I-II. Ankara 1943-44. ----------- Osmanlı devletinin saray teşkilâtı. Ankara 1945. -----------Osmanlı devletinin merkez ve bahriye teşkilâtı. Ankara 1948. Y ü c e l, Y a ş a r . Osmanlı Devlet Düzenine ait Metinler II., K itâbu Mesâlih5l-Müslimîn ve M enâfiCi5l-M ü5minîn, Tıbkıbasımı, Ankara 1980. ------- -
Osmanlı Devlet Düzenine ait Metinler III., K itâbu M esâlihil Müslimîn ve M enâfi<i5l-M ü5minîn. Metnin Türk Harflerine Çevirisi ve Değerlendirmesi, Ankara 1981.
----------- Osmanlı Devlet Düzenine ait Metinler IV ., 1640 Tarihli Escâr Defteri, Tıpkıbasımı, Ankara 1981. ------------Osmanlı Devlet Düzenine ait Metinler V ., 1640 Tarihli Escâr Defteri, Metnin Türk Harflerine Çevirisi ve Değerlendirilmesi, Ankara 1982. --------- - Osmanlı Devlet Düzenine ait Metinler V I., II. Osman Adına Yazılmış Zafer-nâme, Ankara 1983. ---- -------“ Osmanlı İmparatorluğunda Desantralizasyona (Adem-i M er keziyet) Dair Genel Gözlemler55. Belleten 152 (1974). ----------- CCX V I-X V I I. Yüzyıllarda Osmanlı Îdârî Yapısında Taşra Ümerâsının Yerine Dair Düşünceler55. Belleten 163 (1977).
HÜVE’L - FEYYÂZ B tS M t’L L Â H Î’R - R A H M Â N İ’R - R A H ÎM El - Hamdu li’llâhi vahdehu, Rabbi yessir ve la tu cassir, Rabbi tem inim bi5l-hayr ve sallâ’llâhu ala seyyidinâ Muhammedin ve alâ âlihi ve ashâbihi ve ezvâcihi ecma^în. Fî zamâninâ hâzâ sâdır olan âhvâl-i âlem ve mütebâdir olan efcâl-i Benî Âdem, ki nizâm-i âleme ihtilâl ve recâyâ ve berâyâya in ficâl virmişdir, âna b â cis ve bâdî ne veçhile olmuşdur ve simden sonra girû tedbîr ve tedârüki ne üslûb üzre görülmesi münâsibdir. bi-inâyeti’llâhi’l-M elikrl K ad îr nakîr ve kıtmîr, takrîr ve tahrîr olunur. Tâ Îlâhî inâyet eyle banâ Lutfınile hidâyet eyle banâ Sözirni it mffessir ey Bârî Kıl muzaffer hemişe hünkâri Âl-i Osmânı da! im it mansûr Âna hâ'in olanı it makhûr V e bu kitâb-i hakîkat-me’âb Kitâb-i Müstetâb deyû tesmiye olundu. Olduğiyçün âkile faslu' l-hitâb îsmini itdim Kitâb-i Müstetâb V e yılda on iki ay ve felekde on iki burç bulunduğu gibi bu risâle dahî on iki fasl üzre imlâ ve inşâ olunmuşdur. Lâkin elfâz-i dürer-bâr ile tahrîr olunmağa takayyüd olunmayub ve murâdımız dahî bir kemâl ve m acrifet izhâr itmek değildir; nihâyet sâhih-i hükümet olanlar işbu sadefden nice dürr-i bî-kerân ahz ve tahsîl itmek içün avâm mâbeyninde câri olan lisân-ı T ürkî üzre takrîr ve tahrîr olundu. M e cmûldur ki sadef-i nâ-hemvârm zâhrine nazar buyurulmayub içinde olan mefhûm ve m acnî-i cevher-i bî-nihâyeye takayyüd buyurıla ki intifâc-i dâreyne vâsıl oluna. EL - F A S L U ’L - E V V E L Merhûm ve magfûrun-leh cedd-i emced-i hâkânî Sultân Osmân Hân-i G âzî-Aleyhi?r-rahmeti5l-Bârî rahmeten vâsicaten-hazretlerinin zamân-i asrlarından1 merhûm ve magfûrun-leh Sultân Murâd Hân ibn-i Sultân Selîm 1 B urada “ zam an ” v eya “ asr” kelim elerinden biri fazla görünüyor.
Hân hazretlerinin evâ’illerine gelinceye değin her sadra gelenler ve hükkâm nâmında olanlar dâ’ima işleri adâlet tarîkine sâcî ve sâlik ve şerc-i şerîf-i Nebeviyyeyi icrâ itmeğe münselik ve her veçhile kânûn-i münîf-i Âl-i Osmâhı gözetmeleriyle bunca feth ve futûhât ve bunca kılâc ve memleketler kabz vb zabt olunmuşdur. Husûsâ Beytü’l-harâm ve Hüçre-i mutahhare-i Hazret-i Seyyidü5l-enâm-Aleyhi efdâlu’s-salât ve selâma kisve-i şerife giydirilib ve ehâlîleri Âl-i Osmânın hükümetlerinde mahkûm olub Yedi Iklîme değin hükm-i hümâyûnları cârî oîmuşdur ve bi-emri5llâhi ve bi-inâyeti5llâhi T e câlâ ol asrlarda ahvâl-i âlem dâ’imâ nizâm ve intizâmdan hâlî olmayıb ve bu sebeb ile memâlik-i mahrûsada olan recâyâ ve berâyâ ve fukarâ ve.zu cafâ ve ulemâ ve sulehâ ve müsâfir ve mücâvir zıll-i hümâyûn-i şehinşâhîde âsûde-hâl oldukları, günden ayân ve kütüb-i tevârîhde mestûrü5lbeyândır. Hakk-Tebâreke ve T e câlâ-Âli Osmânm izz u şevketlerin ve saltanatların ilâ yevmi5l-kıyâm kâ5im ve dâ’im eyliye, âmin bi-hürmeti Beyti’l-harâm ve bi-hürmeti Hazreti Seyyidi’l-enâm --Aleyhi’t-tahiyyeti ve5s-selâm. s.:; Fe-emmâ müşârûn-ileyh merhûm Sultân M urâd H ân-Tâbe serâhuhazretlerinin zamân-ı saadetlerinden berû olan hükkâm ve vükelâ-i devletin adâletliklerinde kusûr ve işlerinde sû-i tedbîr ve Devlet-i Aliyye umûrunda nice ve nice ihmâlleri olub dâ’imâ kânûn-i kadîme muhâlif mesleke sâlik oldukları eclden Memâlik-i mahrûsada olan kurâ ve mezâric harâba yüz tutub recâyâ ve berâyâ perâkende olub ve Hazîne-i âmirenin îrâdı masrafa kifâyet itmez olub ve K u l tâ’ifesinin mâbeynlerine dahî ecnebi girmekle ihtilâl ve mûy*i Zengîveş biri birine karışub ve vüzerâ-i hazret ve vükelâ-i devlet dahî biribirine hased ve biribirlerinin aleyhlerine mukayyed olmağla her sadra gelenler “ Hemân bu günü hoş görelim, irtenin ıssı vardır55 deyû nizâm-ı intizâm-ı âlem içün takayyüdleri olmayub ve işleri dâ5imâ garez ve intikam olmağla ve hilâf-i şerc katl-i nefs ve rüşvet ve hilâf-i kânûn hareket ve bi5l-cümle kec tarîka sâlik oldukları hâlde dâ5imâ satâdetlü pâdişâhımızı vebâle koyub ve bu sebebler ile ahvâl-i âlem müşevveş ve muttasıl bu Devlet-i Aliyyeriin temeli kazılmak üzeredir. Öyle olsa tarîh-i mezbûrdan berû bunca efcâl-i kabâ5ihin ibtidâ zuhûrma sebeb ve b â cis ve bâdî kimler oîmuşdur ve girû bunun tedârüki ne veçhile mümkindir, zamânenin: icmâleri b a czi ahvâlleri bir kaç fasl üzre takrîr ve tahrîr olunduktan sonra itışâ-Allâhu T e câlâ cevâb virilür. Allâhu T e câlâ a clem ve Resûluhu. EL - F A S L tP S - S Â N I Fî zamâninâ zuhûr iden efcâl-i nâ-hemvâr mâddelerinden evvelâ K u l tâ5ifesine ecnebî karışub ve lâzım değül iken neferât ziyâde olub ve ulûfeleri dahî kat-ender-kat ziyâde olub ve îrâd dahî masrafa kifâyet itmez olduğu:
-A llâh u T e câlâ a-lem ve Resûluhu- bir sebeb bu ola ki Rûm-ili veyâhûd Acem seferlerine serdâr olanlara kânûn-i kadîm bu idi ki serhad ve ceng olacak mahallerde vardıklarında bir yüz aklığı olub hisâr alunursa veyâ hûd feth ve nusret müyesser olub başlar kesülüb yararlık ve yoldaşlık idenlere ol mahalde terakkî veyâhût ibtidâdan dirlik virmeğe me’zûnlardır. Kezâlik mîr-i livâ ve mîr-i mîrân olanlar dahî şunlar ki mâliyle ve câniyle Devlet-i Aliyyeye hidmet eyleyüb yararlıkları ve yoldaşlıkları zuhura gelenlere hidmetlerine göre fevkinde olan mansıb ile ber-murâd ve hidmetinde bulunmıyanları âzl eylemeğe dahî me’zûnlardır. Lâkin serhad mahalline ve ceng yerine varılmadan virgüler ve ibtidâdan dirlikler virmeleri kânûn-i Âl-i Osmânîde ola gelmeyub mahall-i me’mûra varıncaya değin her umûru Âsitâne-i sacâdete arz ve telhîs itmeleri kânûn-i kadîm dir, B acdehu sefer-i zafer-rehber tamâm olub Âsitâne-i devlete avdet idüb geldikde zamân-i serdârlığmda hazîneden ve mahlûlden ne mikdâr terakkî ve ibtidâ virmişdir ve ne mikdâr gedik ve dirlikler virmişdir ve ne mahalde ve ne sebeb ile virilmişdir deyû rü’ûs defteri rikâb-ı hümâyûna arz olu nurdu. B acdehu şunlara ki hidmetleri mukabelesinde ve ceng yüzünde virilmiş ola ol maküle virgüler kânûn-i kadîm üzre sacâdetlü pâdişâhı mızın makbûl-i hümâyûnları olub ve hilâf-i kânûn ile olan virgülere ruhsat virilmeyüb rü’ûsları ibtâl olunurdu. Meselâ yakîn zamânda merhûm ve magfûrun-leh Sultân M urâd Hân hazretlerinin asrında ibtidâ Şark seferine serdâr olan merhûm K ara Mustafâ Paşa, ki Kızılbaş vilâyetine hemân ol tapanca urmuşdur, b a cdehu İstanbul’a gelüb ve rü’ûsu defteri rikâb-i hümâyûna arz olundukta ibtidâ çavuşluk ve sipâhîlik ve b a czı dirlikler viril miş deyû rü’ûsunda kayd bulunmağın her biri ne mahalde virildüği mahalleri görüldükde rli’ûsunun üç bölük virgüsinden ancak bir bölüğü makbûl tutulub ve ol ki baş kesmeyüb ve yararlık itmeyüb birer tarîk ile dirlik olanları2 ibtâl buyurulmuş, işte bu veçhile kânûn-i kadım cârî ve bu tarîkle âlem nizâm ye intizâm bulmuş idi. Lâkin şimdiki hâl müşârün-rileyh merhûm ve magfûrun-leh Sultân Murâd Hân hazretlerimi^ izamân-i sacâdet^ lerinde vâkic Acem seferlerinin ibtidâsmdan bu âna-gelince serdâr olanlar hemân Üsküdâr’a geçdikleri gün veyâhûd Rûm-ili seferi ise Edirne-kapusundan taşra çıkdıkları günden hemân beğlerbeğleri ve sancak beğlerini ve sâ’ir mansıb nâmında olanları âleme belâ nâzil olan rüşvet sebebiyle tebdîl ve tagyîr ve azl ve nasb itmeğe mübâşeret iderler ve sâ’ir dirlikler hod meselâ çâşnîgîrlik ve müteferrika ye çavuş ve sipâhîlikler ve kapucu ve topçu ve arabacı ve cebeci dirlikleri virmek ve terakkîler virilmek gibi ne viren bellü ve ne alan ve ne satan bellü, hemân bir alış veriş ve bir alım satım idinmişlerdir ki ta cbîr ve tahrîri mümkin değüldür. El? ' hâsıl bir serdâr sefere varub gelinceye değin 'dirlikler ve mansıblar bu 2 *‘olanları” yerine <calanları” da düşünülebilirdi.
veçhile alınmak ve satılmak ile beytü’l-mâl-i müslimîn berbâd olub ve re câyâ olanlardan Etrâk ve Ekrâd ve Çingâne ve T at ve A ccâm el-hâsıl her isteyen ilâ’l-ân varub eğer seferlerde ve eğer Âsitânede akça ile dirliklere geçmek ile K u l tâ’ifesine bu sebeb ile ecnebî karışub here ü merc olmuş lardır. Bu takdîrce ayruk hazînede bereket mi kalur veyâhûd K u l tâ’ifesine hazîne kifâyet etmek ihtimâli mi olur ve her sene içeru hazîneden altmış yetmiş kise filori çıkarmağa m uctâd oldılar. O l dahî mevâcibe kifâyet itmez olub ve nice yıldır K u l tâ’ifesine ulûfeleri kesik para virilmekle ve tedbîr görülmeyüb bu veçhile dâ’imâ sû-i tedbîr kânûn-i kadîm gözetilme mek ile Celâlîler ve zorbalar ve fitne ve fesâdlar zuhûr idüb ilâ’l-ân memle ketler ve recâyâ ahvâlleri muhtel ve müşevveş ve K u l tâ’ifesi dahî üslûb-i sâbıkdaıı çıkub ahvâl-i âlem nice husûs ile ihtilâle varmışdır. im di bu maküle efcâl-i nâ-hemvâra ve hilâf-i kânûna b â cis ve bâdî kimden olmuşdur ve simden sonra girû tedbîr ye tedârüki görülmesi ne veçhile mümkindir deyû su’âl olunur ise inşâ-Allâhu T e câlâ bir kaç mâdde tafsîlinden sonra cevâb verilür. Allâhu T e câlâ a clem. EL - F A S L U ’S - SÂ LÎS Nizâm-ı âleme halel ve hazîneye tenezzül gelmeğe b â cis bir mâdde dahî budur ki sadr-ı a czam olanlar K u l tâ’ifesinin birine hidmeti mukabelesinde terakki veyâhûd garîb yiğit ise ibtidâdan dirlik virilmek iktizâ idüb lâzım gelse rikâb-ı hümâyûna arz eylemeden kendüsinden bir akça terakkî veyâ hûd ibtidâdan üç bin akça tîmâra emr-i şerîf virmek kânûn degüldür ve iderse pâdişâhımıza ve beytü’l-mâl-i müslimîne gadr ve hiyânet ve saltanata şerîk olmak lâzım gelür. Şimdiki hâl yirmibeş yıldan mütecâvizdir ki her sadra gelenler bir akça terakkî ve ibtidâdan eli emrli dirlik virmek degül sacâdetlü pâdişâhımıza arz olunmadan istediklerince terakkiler ve sipâhî ve kapucu ve çavuş ve müteferrikahklar ve sâ’ir dirlikler husûsâ aşağu hâllü cebeci ve topçu ve sâ’ir gedikler ve mansıblar yüzde birisi rikâb-i hümâyûna arz olunmaz olmuşdur ve tarîh-i mezbûrdan berû sadra gelenler bu maküle hiyânet ve ihdâs-ı seyyi’e v a zc eylemeleriyle sâ’ir ehl-i dîvân eğer defterdâr ve eğer mukabeleciler ve rûznâmeciler ve eğer sâ’ir ehl-i menâsıb tâ’ifesidir her birleri mansıblarm rüşvet ile satun aldıkları eclden defterlere kalem katub ve mürde gediklerin ihyâ idüb îsâ takyesin Mûsâ’ya giydirüb nice telbîs ve tezvîrliklere sâlik ve esâmileri tebdîl ve tagyîr ider olmuşlardır. Husûsâ mukabeleci kapusunda sipâhîlik seksen ve yüz altuna almur ve satılur olmuşdur ve Yeniçeri ocağı ahvâli dahî hod tafsile muhtâcdur ve sâ’ir gedikler ve terakkiler dellâl elinde gezer. Tıl geçer kul defterinde mürdeler olmaz resîd Mansıb-ı sâhî ne l& ik ola beyc-i men-yürîd
Pâdşâhım kıl tafahhus muttalic ol devlete YoksaJilem gitdi^ ıslâh olmadan oldu bacîd Kezâlik memâlik-i mahrûsada olan beytü’l-mâl-i müslimîn hazînesi nin defterdarları hidmetlerinde olan muhâsebeci ve m ukâtacacı ve rûzııâmeciler her birisi kışta kesilmekle hazîne bü denlü hâsıl olduğuna ta caccub değüldür. Öyle olsa bu makûle ehl-i menâsıb kışta kesilmiş olalar ve kimisi höd hâtûnlarının esbabım? ve ipçik boncukların dolandurub ve m ucâmele ile akça tedârük idüb ve rüşvet virüb mansıb almış olalar ve der-akab girû m aczûl olacakların bilürler iken ol maküle âdemler Devlet-i Aliyyeye ne veçhile hidmet idecekleri höd günden ayândır. Hâlâ ki bunun gibi ehl-i menâsıb beytü5l-mâl-i müslimînin hazînedâr ve eminleri sayılur iken bunlardan rüşvet alub ve hidmet sipâriş idenler hemân dimek olur ki “ V ar imdi her nice hırsuzluk idebilürsen sana destûrdur’ ’ deyû icazet virilmiş olur. Bu takdîrce emânet ve diyânet ve sadâkat ve hidnietleri ne minvâl üzre olduğu ke’ş-şemsi zâhirdir. ^ ı Virdi dîvân ehli rüşvetle cihâna ihtilâl Pâdşâhınv itdiler vallahi mülkün pâymâl Aşkâre beyc iderler kahbe-zcnler mansıbı JVîce kopmâsun Celâlî nîce olmasun kıtal Birbirine mûy-i ^engîveş karış dı cümle halk Enirini tutmak bular simden girû emr-i muhâl v
V e sacâdetlü pâdişâhımızın zamân-ı şeriflerinde Sarây-ı âmirede olan halka rüşvet girmemekle taşrada dahî rüşvet alınmaz kıyâs buyurulub ve cem îc menâsıb ehline ve mustahakkma virilür kıyâs olunub ve recâyâ ve be râyâ girû yerlü yerüne gelmeğe ve nizâm-i âlem girû intizâm üzre başladı deyû sacâdetlü pâdişâhımıza hoş âmedî cevâblar arz oluncluğı ekseri hilâfdır. İmdi rüşvet alınmasının ibtidâ zuhûru ve bu sebeb ile menâsib ehline virilmeyüb ve K u l tâ’ifesi mâbeynlerinde dahî ihtilâl olub ve Hazîne-i âmireye halel gelmesine sebeb ne veçhile oîmuşdur ve simden sonra çâresi ve tashîhi ne veçhile mümkindir, bir kaç mâdde tahrîr olunduktan sonra inşâ-Allâhu T e câlâ cevâb virilür. .
EL - F A S L U ’R - R Â B lc
Sahîh olan K u l tâ’ifesi ne veçhile hâsıl olduğıj icmâlen beyân olunur ki her bölükte ve her ocakda olan K u l tâ’ifesi mertebeden mertebeye tâ vezir oluncaya değin tarîkleri ve olıgelmiş kânunları budur ki her yedi yılda ve her sekiz on yılda ve dahî ziyâde el-hâsıl iktizâ itdüğüne göre Rûm-ili mem leketlerine oğlan devşürmesi emr olunurdu ve müstakim umûr-dîde yaya-
basılar ta cyîn olunurdu; varub iyüce yarar oğlanlar eemc iderlerdi ve kızıl abalar ile Âsitâneye getirilüb ve her vilâyetin devşürme sürisi ki iki yüz ve üçyüz ye dahî ziyâde nefer olub kızıl abalar ile Dîvan-ı hümâyûna getürilüb sacâdetlü pâdişâhımız Arz odasında iken birer, birer manzûr-i hümâyûnları oldukdan sonra kapu ağası cümlesin gözden geçürüb ve her süriden içlerinde göze dokunur eyü oğlanları emr-i hümâyûn ile iç oğlanlığına intihâb olundukdan sonra Edirne ve Galata ve Atmeydanı sarâylarma tevzî olunub ve sâ’îr oğlanları Yeniçeri ağası m arifetiyle İstanbul ağaları Türk üzerine yazdururlardı. Geldük imdi 3 sarâya. tevzîc olunan oğlanlar sarâylarda yedişer ve sekizer yıl ve dahî ziyâde terbiye olunurlardı. B acdehu içlerinde girû göze dokunur ehl-i m acrifet ve akl u basîret üzre olanları Yeni sarây’a K üçük odaya ve Büyük odaya, H azîne’ye ve Zülüflü b alt acılığa almurdı. Anda dahî nice yılla r terbiye ve edeb ve m acrifet hâsıl eyledüklerinde girû bunlar dan okumağa yazmağa iktidârı olub ve ehl-i basîret üzre olan oğlanları Hâs odaya almub b a cdehu umûmen çıkma oldukda her odadan ta cyîn ve fermân olunduğu üzre ve her sarâylardan dahî kezâlik tarîkleri üzre ulûfe ve bölük ta cyîıı olunub taşra çıkarlardı. B acdehu giderek her bir lerinin liyâkat ve kâbiliyyet ve istihkâklarma göre dirlik ve mansıb tâ vezîr-i a czam oluncaya değin yolları vardır ve Hâs oda’da olan silahdâr ve çukadâr ve rikâbdâr bölük ağalıklarından biriyle çıkmağa kânunları olub b a cdehu liyâkat ve istihkakına göre hidmeti sebkat itdikce büyük mîr-i âhûr b a cdehu kapucu-başı ve andan mîr-i alem ve andan yeniçeri ağası ve andan Kastamoni sancağı ve andan beğlerbeğilik l^ d e h u her vilâyetin beğlerbeğiliklerin tasarruf itdikden sonra mîr-i mîrân-ı Anadolu b a cdehu Rûm-ili ve andan vezîr ve giderek vezîr-i a czam olur. Bu takdîrce bu vech üzre tarîkiyle vezîr-i a czam olan kimesne cem îc K u l tâ’ifesinin ahvâllerine ve ağalıklarına vâkıf olmuş olur ve sancak ve eyâletliklerde vâkic memleketlerûn ahvâllerine ve recâyâlanna ve tîmâr ve zecâmet ahvâline ve hazînenin îrâd ve masraf ahvâllerine vuküf-i tâmmesi olur ve Dîvân-i hümâyûnda ve kendü dîvânında bir ümûr vâkic oldukça ve yâhûd bir memleketden şekvâcı geldükde ccAcaba buna nice cevâb vireyim ve bunun aslı nicedür” deyû re’îs ağzına ve kethudâsı ve sâ’irlerin ağızlarına bakmağa ihtiyâç olmaz, her 11e umûr olursa olsun şercile ve kânûn ile icrâ-i hakk idüb sacâdetlü pâdişâhımızı vebâle koymazlardı ve şunlar ki ağalıklarında ve sancak ve beğlerbeğiliklerinde imtihân olub liyâkati olm ıyanlan ilerü getürilüb vezâret virilmez idi. K im i ağalıklarda ve kimi sancakda ve kimi beğlerbeğilikde kalub ve kiminin hilâf-ı şerc ve kanûn v a zc ve hareketleri sebebi ile ebedî azl olub kahırlar idi. 3
“ geldü k im d i” den sonra ibare tam am lan m ağa m uhtaç görünüyor. F a k at 7. sahî-
fede b un a benzer bir cüm lenin bulunm ası, b o zu ld u ğ u n /m ü e llifin üslûbunun düzensiz liğine bağlanabileceğin i göstermektedir.
Üste kânûn-i kadîm minvâl-i meşrûh üzre olıgelmişdir ve nizâm-ı âlem bu veçhile intizâm bulmuş idi, Geldük im d i4 devşürme Türk üzerine virilen oğlanlar ahvâli budür ki ol oğlanlar Türke hidmet idüb ve çiftini sürüb nice yıllar sovuk ve ısı çeküb bağırları hûn olub altı yedi yıl mürûr itdükden sonra rikâb-ı hümâyûna arz olunurdu ve^Yeniçeri ağası m arifetiyle girû Türk üzerinde olan oğlanları cem c itdirilüb ve Yeniçeri ağası kapusuna getürilüb ve saplama karışılmasun deyû nişânları ve esâmeleri görilüb ve muhkem su’âl ve teftiş olundukdan sonra birer akça ile acemî oğlanı deyû torbaya yazıİub içlerinden göze görü nür eyu yarar oğlanları ikişer akça ile Hâs bağçe’ye bostancı yazılub b a cdelıu bağçelerde beş on yıl hidmet eylediklerinden sonra umûm üzre âdet çıkma ve kapu oldukda yoliyle sipâhî ve çavuş ve yeniçeri olur, andan sonra hidmet ve liyâkatlarma göre bunlarun dahî vezîr oluncaya değin yolları vardır ve şol bostancı ki eskilik ile bağçei bekliye, yoliyle Bostancı başı olur ve andan kânûn-i kadîm üzre özengi ağalıklarından biri olur ve andan giderek yoliyle vezir oluncaya değin yolu vardur ve torbada yazılan oğlanlar dahî kimi sarâylarda baltacı olub ve kimi kârhânelere virilüb ve kimi at gemilerine virülür ki Karadeniz’den Ve Akdeniz’den mîrî içün odun getürürler ve b aczı oğlanları dahî öküz anbarma ve hasta odalarına virülüb ve b a czı oğlanları taşrada olan sultânlar kapusuna hidmet itmeğe virürler. B acdehu bu cümle yedi sekiz yılda bir kapu vâkic oldukda ibtidâdan yevmi üç akça ile yeniçeri olıgelmişlerdir. B acdehu yeniçeri odalarında karakullukçu olub ve nice yıllar girû hidmet ile bağırları hûn oldukdan sonra yoliyle ve istihkakına göre Odabaşı ve Yayabaşı ve Yeniçeriler kethudâsı ve Sekbânbaşı olur ve andan sancak b a cdehu giderek vezîr oluncaya değin bun ların dahî yollârı vardır ve bu kâııûn-i Âl-i Osmân üzre eğer sipâhîlik tarîki ve eğer Yeniçeri ocağı ve eğer sâ’ir ehl-i menâsıb tarîkidir, merhûm ve magfûrun-leh Sultân Murâd Hân hazretlerinin evâ’illerine ve evâsıtma gelinceye değin zikr olunan k â cide üzre kânûn-i kadîm câri idi, Lâkin işbu yakın zamâıidan berû kânûn-i kadîm bozulub ve âhar tarîka sülük itmeleriyle ocaklara ecnebi girüb ve bî m acnî neferât ve yevmiyyeleri dahî kat-erider-kat ziyâde olmuşdur. Meselâ kadîm i bölük halkı yedi sekiz bin nefer iken şimdi yirmi binden ziyâde olub ve Yeniçeri ocağı kadîm î sekiz bin iken b a cdehu merhûm Sultân Süleymân Hân hazretlerinin zamân-ı şeriflerinde on iki bin olub şimdi ise kırk bine karîb olmuşdur. Kezâlik sâ’ir ocakların neferi bir iken üç olmuşdur. Fe-emmâ gerçi evvelki zamânm askeri az idi lâkin uz idi. Saplama ve ecnebi olmamağla her kankı adûya müteveccih olsalar idi bi-emri’İlâhi T e câlâ mansûr ve muzaffer olürlar idi. Âl-i Osmâıı o f asker ile Haremeyn-i şerîfeyne mâlik ve Yedi İklime değin hükm-i hümâyunları carî olub karşulannda adûları durmağa : 4 Y u karıdaki 3 - num aralı nota bakınız.
iktidarları olmaz idi. Zîrâ ol makûle kullar küçükden nân u nemek-i pâdişâhîyle perverde ve terbiye olmağla efendisine hayrhâh ve uğuruna baş alub ve baş virmek sehl imiş ve ol makûle kullar saraylardan ve Y eni çeri ocağından ve eğer sâ’ir ocak ve gediklerden bir kul gelüb vezîr olun caya değin neferlikde ve ağalıklarda ve sancak ve beğlerbeğiliklerde nice sovuk ve ısı çekmekle Devlet-i Aliyyeye lâzım olan ekser-i umûrına vâkıf olub b a cdehu sadr-ı a ‘zam oldukda kânûn olıgelmiş nedür ve hazîne nedür ve beytü’l-mâl-i müslîmîn nedür ve recâyâ nedür ve asker nedür ve hükü met ve adi ve zulm nedür ve tîmâr ve zecâmet nedür ve evkâf nedür ve memleket ve kurâ ve m ezâric nedür, cümlesin bilmiş ve görmüş olmağla şerc-i şerîf ve kânûn-i münîfden hâriç bir işleri olmayub icrâ-i hakk iderler idi ve sacâdetlü pâdişâh-ı âlem-penâh hazretlerini dahî vebâle koymazlar idi. Şimdikihâl ise yirmi beş otuz yıldan mütecâvizdir ki işbu kânûn-i Âl-i Osmân bozulmağla ahvâl-i âlem here ü merc oîmuşdur. Meselâ bir iç oğlanı on ve on beş yıl sarâylarda kötek yiyüb zahmet ve mahbûsluk çekmeğe ve yâhûd bir bostancı beş on yıl bağçelerde çapa çeküb hidmet itmeğe ve yâhûd bir torba oğlanı nice yıllar at gemilerinde ve sâ’ir hidmet-i mu cayyenelerde hidmet eyleyüb dirlik içün belâ ve zahmet çekmeğe ihtiyâç kalmayub şimdikihâl olur olmaz recâyâ bir çift öküzün satub akça kuvvetiyle kimi sipâhî ve kimi yeniçeri olub istedikleri dirliğe ve mansıba geçer olmuşlardır. El-hâşıl ecnebilere dirlik ve mansıb ve sancak ve beğlerbeğilik virilmekle ecnebî olanlar tarîkden gelen kullara gâlib olub ve ziyâde olmuşlardır ve ecnebîde sancak ve beğlerbeğilik vardır ki nice yıllar mansıb tasarruf iderler iken girû b a czıları şehr-i İstanbul nicedir bilmez ler. Kande kaldı ki Dîvân-i hümâyûna gelüb el öpüb sacâdetlü pâdişâhı mızın devlet ve şevketlerini ve âyîn ve erkân-i Âl-i Osmânı görmüş ve bilmiş olalar. Kezâlik mansıb ve dirlikler ekseri ecnebilerde olmağla bu takdîrce bir kul ve bir hâkim ki sacâdetlü pâdişâhımızın ekmeği ile perverde olmamış ola ve âyîn ve erkânı bilmez iken bu makûle kimesneye dirlik ve mansıb ve sancak ve yâhûd el-iyâzu bi’llâh beğlerbeğilik arz idüb tevcîlı iden serdârlara ne buyurulur? V e bu makûle hâkim ve vâlî olan ecnebilerden girû âleme nizâm ve intizâm olmağa ve adi ve zulm sordurmağa ve beytü’l-mâl-i müslimîıı ahvâllerin gördürmeğe ve recâyâ âsûde-hâl olmak ümidinde olmağa zelıî ahmaklık ve zehî aklsuzlukdur. Rûz-i mâhşerde ve cezâda acabâ bu recâyâya olan zulm ve ta câddîlerin cevâbların kimler viriir. Allahümme âfinâ yâ R abbe’l-âlemîn. V e ol sancak beğleri ve beğlerbeğileri ism ve resmiyle zikr eylemek hâcet değüldür. Zîrâ anlaruıı katcâ birisinin suçu yokdur. Serdâr olanlar ve Âsitânede sadrda olanlar satarlar ve anlar dahî akçalariyle satun aluıiar; yoksa kimesne gelüb darben dirlik ve sancak ve beğlerbeğilik almış yokdur. Hemân Devlet-i Aliyyenin temelini girû kendü elimiz ile yıkarız. Bu takdîrce “ H ay nedür, K u l tâ’ifesi itâ cat itmez oldu ve Celâlî zuhûr itdi ve zorba peydâ oldu ve
ahvâl-i âlem here ü merc oldu ve Hazîne-i âmirenin îrâdı masrafa kifâyet itmez oldu55 deyû niçün ta caccüb olunur. Âkil olan kimesne bü husûsa katcâ tacaccüb idecek değüldür, belki niçün dahî ziyâde olmaz deyû ta caccüb idecekdir. Öyle olsa bu veçhile kânûn-i Âl-i Osmân bozulmağa b â cis ve bâdî kimler olmuşdur ve simden sonra bunun tedârüki ne veçhile mümkindir, inşâ-Allâhu T e câlâ bir kaç mâdde dahî zikr ve tafsil olundukdan sonra ayân ve beyân olunur. EL - F A S L U ’L - H Â M ÎS V e kanûna muhâlif olan bir mâdde dahî budur ki Yeniçeri kullan kadîm î on iki bin nefer iken şimdi hemân korucu ve tekâcüd nâmında yedi bin neferden ziyâde olmuşdur. Lâkin ihtiyâr ve amel-mânde ve sefer lerde sakat olanlar -A llahu T e câlâ a clem ve Resûluhu- ancak bin nefer mikdârı vardır ve sâ5irleri mücerred sefer-i hümâyûna varılmamak içün şunlar ki müncim ve mütemevvil yarar nâmdâr olan yeniçeriler akça kuvve tiyle ekseri korucu ve tekâcüd nâmında deftere kayd itdirilmişdir. Fe-emmâ kadîmî koruculuk dimekden murâd budur ki merhûm ve magfûrun-lelı Sultân Süleymân Hân-i G azi asrında Edirne kapusundan taşra Dâvud Paşa çiftliğine varınca hâlen vâkicolan tarlalıklar ol zamânda bağlar imiş ve ekser kefere bağları olmağla üzüm zamânmda b a czı levendât varub re^âyânm cebren üzümlerin alız ve tecaddî olunmamak içün girû kendülerinin talebleriyle Yeniçeri ağasından dört nefer yeniçeri ta^ în olunmuş ki bağları zaleme ve harâmzâdeden hıfz idüb koruyalar. Üste ibtidâ bağlar korunmağa ol zamân dört nefer yeniçeri korucu nâmında ta cyîn olunmuş, b a cdehu kefere tâ5ifesi üzümlerin şire itmeğe başlamışlar ve nice levendât tâ5ifesi varub bağlarda şürb-i hamr ndüb ve nice fesâd ve b a czı zamânda katl-i nefs olmağla merhûm pâdişâh - Rahmetu5llâhi aleyh - [zamânmda] cümle bağları hedm ve refc itdirülüb ki hâlâ şimdi yirleri tarlalık olmuşdur ve bağların hâlâ câ-be-câ b a czı yerde koz ağaçları nişânı kalmışdur. Üste ol zamânda koruculuk didikleri zikr olunan ancak dört nefer yeniçeri imiş ve bunlardan m âcadâ Üsküdar'dan Burusa5ya varunca ve Yoros kazlığmda olan dağlar Pâdişâh avgâhı ola gelmişdir ve Bostancı başı m arifetiyle yirmi otuz nefer mikdârı yeniçeri tâ5ifesinden dağlara korucu olmak kânûn-i kadîmdir ve şimdi dahî öyledir ve defter lerde dağ korucuları deyû kayd olunur. Bunlardan m âcadâ zamân-i sâbıkda Yeniçeri ocağı5nda korucu lafzı olmazdı ve bilinmezdi ve şimdi ise oda korucusu deyû bunca bin nefer koruculuk ilıdâs eylediler ve bilinmez ki odalarının kiremitlerini mi kurutuyorlar, yoksa hemân beytü5l-mâl-i müslimîn zâ yic ve telef olub gitsün mi dirler? İmdi koruculuk kadîmî minvâl-i meşrûh üzre olduğu i ctimâd olunmaz ise merhûm ve magfûrun-leh Sultân Süleymân Hân asrında olan kul defterlerine m ürâcacat olunursa
m aclûm olunur,ve şimdiki hâlde ise Yeniçeri ,ağa kapusunda koruculuğa yüz ve yüz ellişer altun narh virilüb sol yeniçeri ki yarar ve mütemevvil ola sefere gitmemek içün akça, virüb korucu nâmın dal deftere; kayd iderler ve sekiz akça ulûfesi var iken on iki ve on beş ve yirmi ve dahî ziyâde ile deftere kayd iderler, her ne mikdâr akçasm ziyâde alurlar ise akçasına göre ziyâde ulufe iderler ve k atcâ rikâb-ı hümâyûna ye sadr-ı a czama ve defterdâra arz eylemezler, hemân istedükleri üzre râyegân halîfe kisesinden hare iderler. El-iyâzu bi’llâh bu hod hilâf-i kânûn ve hiyânet ve beytü’l-mâl-i müslimîne gadrdir ve bundan m âcadâ bir yaya-başı ve yâhûd bir bölük-haşmm gediklerin satmak murâd eyledliklerinde nedür ihtiyâr ve vâcibü’r-ricâyedür deyû yirmi beş akça ve dahî ziyâde ile korucu deyû deftere kayd iderler ve gediklerini âhare bin ve iki bin altuna satarlar ve hâlâ koruculuk ve tekâcüd sekiz bin mikdârı nefer olduğu şuyûc bulub ve sacâdetlü pâdişâhımızın dahî m aclûmları olmağla şimdikihâl olan Yeniçeri ağaları istikâmet gösterüb “ nedür ibtidâ koruculuk ve tekâ^ d virilmez, ancak mahlûl düşdükde virilür” deyû doğruluk tarîkiyle sacâdetlü pâdişâhımıza i clâm iderler. Lâkin koruculuğa ve tekâcüde mahlûl dimek el-iyâzu bi’llâh bu dahî Devlet~i Aliyyeye hiyânet ve beytü’l-mâl 4 . müslimîne gadrdir. Zîrâ koruculuk ve tekâcüd kötürüm olanlara ve yâhûd ihtiyâr olub sefere gitmeğe iktidârı olmıyanlar içündür. ve ol makülelere höd mahlûl dahî lâzım değildir ve ol maküle amel-mânde olanlara tekâ-üd lâzım geldüği takdîrce sadr-ı a czam m acrifetiyle rikâb-i hümâyûna arz olunub b a cdehu defterlere ve mukabeleci defterine kayd olunurdu. Feemmâ şimdikihâl Yeniçeri ağaları kendü alur ve kendü virür, kendü satar ve sâhib-i arz keiıdü olur. Ağaları bir yana ve zâbitleri bir yana ve Yeniçeri kâtibi bir yana almak virmekle Hâcı Bektâş ocağını dahî kânûn-i kadînjden çıkarılıb neferât ziyâde olması bir belâ ve koruculuk hilâf-ı kânûn böyle olması bir belâ ve amel-mânde olmıyanlara tekâcüd virilmesi bir belâ ve koruculuğa ve tekâcüd olanlara ziyâde ulûfeler ile geçdikleri bir belâ ve rikâb-ı hümâyûna arz olunmadın ağalarının re’y-i rekîlderi üzre beytü’l-mâl-i müslimîni sarf ve itlâf ve israf itdikleri bir belâ, el-hâsıl ne bilür var ve ne sorar var ve ne bilmeğe kimesnenin murâdı vardır; hemân Ubu güni hoş görelim, irtenin ıssı vardır” dimeleriyle ahvâl-i âlem bu hâle vardı. Hakk T e câlâ hazretleri hemân beterinden saklıya ve bundan m âcadâ bir kaç yıl kapu olmamağla yeniçeri tâ’ifesi Âb-ı. hayât içmeğe sebeb olub ancak her ulûfede sacâdetlü pâdişâhımıza yaramak içtin bir mikdâr mahlûl deyû defter virürler ki ol virdükleri mahlûl kimi fevt ve kimi merd-i tîmâr olmuşdur. B acdehu zâbit olanlar ve odabaşılar bu kez bunu sancat idünüb “ neclür filân yoldâş fevt olub mahlûl deyû virilmiş idi, lâkin sehv olunmuş, hâlâ hayatdadır ve filân yoldâş sefere gelmedi” deyû ve yâhûd c-filân kabâhat idüb mürd tîmâr olmuş idi, lâkin gayr-i vâkic imiş” deyû ekser virdükleri mahlûllerinin :yerlerin girû bu veçhile tashîh itdirilüb
hâlen ki fevt olduğu mukarrer ve mürd tîmâr olmduğu muhakkak iken girû akçaların alub ve yerlerin tashîh iderler ve yâhûd. bir Türkün akçasm ahırlar ve bir veçhile saplama yeniçeri iderler, ve bundan m âcâdâ yeniçeri ağaları terakkî virmeleri ahvâli dahî yazılursa ol höd olur du câ' değildir. Nihâyet bu mikdârca m aclûm ola ki hemân insâfma göredir; dilerse bir günde bin akça terakkî tevzî cider ve girû huzûr-i pâdişâhîde müstakim geçinürler ve bu ocağın ahvâli böyle olunca sâ’ir ocak kullarının ahvâlleri ne mertebeye varıldığı hafî değildir. Kızıl elma kapıısun feth ideriken nacağı Ne revâdür bozüa Hazret-i Bektâş ocağı
,*
V e bundan m âcadâ mühimmât-i sefer deyû on beş yirmi yıldan berû içeru harem-i hâssadan şimdiye değin bunca hazîne ki taşraya kul mevâcibi içün virilür ve girû umûmen K u l tâ’ifesine kânûn-i kadîm üzre mevâcibleri temâm değmedüğünden gayri şimdiye değin bunca seferler olub ve bunca yıllardan berû ki hazîneler sarf olunmuşdur hâlbuki ol seferlerin ekseri bîtedbîr olmağla sahihçe bir nefc hâsıl olmuş değildir ve feth olunan vilâyet lerin ekseri girû düşmân elinde olduğu günden ayândır ve bundan katc-ı na zar belki bu seferler sebebi ile nice m acmûre memleketlerimiz harâb olub ve ol memleketlerden nice hazîneler gelürken. gelmez olmuşdur. İmdi bu ihdâs olan kânûn ile ve bu tedbîr ile âleme nizâm ve intizâm olması muhâl ye îrâd masrafa kifâyet eylernedüği ol dahî muhâl ender-muhâldir ve seferler didüğümüz ol değildir ki sefer olunmağa muhtaç olmaya, muhtâcdır ve lâzımdır, hususâ Kızılbaş-i bed f i câl içün sefer-i hümâyûn olmak gayret-i dîniyyedendir. Nihâyet kânûn-i Âl-i Osmân üzre evvelâ tedbîr ve tedârük ve mühimmâtı görülüb bacdehu şurûc oluna, yoksa şimdiye değin itdikleri bî m acnî seferler ki bir varub ve bir"gelüb ve her sene bunca beytü’l-mâl-i müs lim în telef itdiklerinden m âcadâ ol seferler sebebi ile nice memleketler harâb ve ekser recâyâ ayak al tunda pâymâl olmaları ne:şerc-i şerife mutabık ve ne kânûn-ı münîfe muvâfıkdır. Öyle olsa hâlâ Kızılbaş-i bed m acâş olan Şâh Abbâs-i pür-vesvâs işbu Devlet-i Aliyyeye eyledüğü işler bu tarîhe gelince bir zamânda olmamışdır. Evvelâ merhûm Sultân Murâd. Hân hazretlerinin asrından bu zamâna gelinceye değin Acem memleketlerine ki buncja sefer lerde zahmetler ile alınan bunca kılâc ye eyâletlikler girû şimdiki hâl bi’lkülliyye Kızılbaş-i bed-ficâl tasarrufundadır ve ol memleketleri düşmân-ı bed-gümrâh ümmet-i Mühammedin ellerinden alıncaya değin bunca ehl-i İslâmm elıl u ayâlleri esir ve el-iyâzu bi’llâh nice hiyânet itmişlerdir ve ol m elâcînin elinden höd mukaddemâ ol vilâyetleri alıncaya değin bunca seferler sebebi ile kadîm î olan memleketlerimizin ekseri harâb ve recâyâ ve berâyâ cilâ-i=va tâ iı5 ve Gelâlîler ve zorbalar zuhûr idüb ve beytü’l-mâl hazînesinden riiâl-i Karûn sarf olunmuş ikeıi hâlâ [ehl-i] 5 C4cilâ-i v a ta n 55 dan sonra bir noksanlık olduğu anlaşılıyor.
sünnet ve cemâcat nice yıllar ikâmet ve tasarruf itdiği memleketler şimdi Râfizîler elinde olması emr-i acîbdir. înnâ lillâhi ve innâ ileyhi râcicûn. V e ol memleketlerde olan eyâletliklerin ve kabaların esâmilerin bildiğimiz mikdârı zikr olunur: Eyâlet-i Şirvân Eyâlet-i Şeki Eyâlet-i Demürkapu Eyâlet-i Ereş Eyâlet-i Gence Eyâlet-i Tiflis Eyâlet-i Gori Eyâlet-i Tebriz Eyâlet-i Nahcivân Eyâlet-i Nihâvend İşbu zikr olunan on beğlerbeğilik vilâyetleri bi’l-külliyye Kızılbaş-i bed-m acâş zabt eyledüğünden m âcadâ Kars beğlerbeğiliği v e k a lcası, ki mer hûm ve mağfûrun-leh Sultân Süleymân Hân hazretleri feth eylemişler idi, hâlâ harâbedir ve bunlardan m âcadâ Kızılbaş-i bed-kâr dâr-ı İslâmdan aldığı kalcalardan işbu bildiğimiz mikdârı zikr olunur: Evvelâ Şirvân eyâletinde: kalca-i Ahi, kalca-i Cavad, kalca-i Badkû6, kalca-i K ubba, kalca-i K abala, kalca-i Saliyân. V e Şeki eyâletinde: kalca-i Şibl, kalca-i V e Gence eyâletinde: kalca-i Gori, kalca-i Karabağ, kalca-i Berde, k alca-i Şem kûr7, kalca-i Kelek. V e Tebriz eyâletinde: kalca-i Rûmiye ve bundan m âcadâ onbeş kalca mikdârı vardır ki esâmileri m aclûm olmamağın yazılmadı. V e Nahcivân eyâletinde: kalca-i Revân, kalca-i Ordubâd, kalca-i Bergüşâd, kalca-i Zergüşâd. V e Şehrizol8 beğlerbeğiliğinde nefs-i Şehrizol kalcası dahî Kızılbaş elindedir. Lâkin vilâyet-i Şehrizol ki hâlâ beğlerbeğilikdir fe-emmâ bir kalcası gâhî Kızılbaş cânibinden zabt olunur ve gâhî kalcaden firâr ider6 Bu kale adının B âdkûbe şeklinde düzeltilmesi gerekiyor.
M etin kısmı s.
225y e
bakınız. 7 Eski m etinlerde
(msl. el - M u kaddesi, A hsen ü ’t - Takasim .
M . J. D e G oeje nşr.
L eyden 1906, s. 374) b u şekilde geçen kaleye şimdi Şâm hor denilmektedir. 8 Şehrizor adı kaynaklarda iki şekilde görülm ektedir : Şehr-i zol, Şehr-i,zor. M e tn i m izde görülen yanlış şekil için bk. Şehrizûr m add., ÎA .
ler ve Helû H â n 9 nâm kızılbaş zabt ider ve bunlardan mâ cadâ nice kalfala rın esâmileri m aclûm olmamağla yazılmamışdır. Bu takdîrce bunca yıllardan berû Kızılbaş seferleri deyû bunca zah metler ve himmetler ve hazîneler sarf olunub şimdikihâl bunca memleket lerimiz* girû elimizden gitmesi acebden acebdir. Kezâlik Rûm-ili memle ketlerinin kliffâr serhadleriııde olan vilâyetleriH>una göre kıyâs olunub ve bilinmesi lâzım gelürse ehl-i vuküfdan su5âl buyurula. İmdi bundan sonra sefer-i hümâyûn murâd olunursa evvelâ kânûn-i kadîm üzre tedbîr ve teclârük gömülmedin sefer olmağa el-iyâzu bi’llâh hatâ-i mahzdır. Bârî girû bu veçhile sulh u salâh olduğu hem şerc-i şerîfe ve hem kânûn-ı münîfe muvâfık ve mutâbıkdır. Kelâm-ı sahîh budur. Öyle olsa bunca kânûna muhâlif v a zclar ve bunca memleketler alınmasına b â cis ve bâdî ne veçhile olmuşciür ve şimdiden sonra tedbîr ve tedârüki ne veçhile mümkindir deyû su5âl olunursa inşâ-Allâhu T e câlâ bir kaç mâdde dahî tahrîr ve tak rir olunduktan sonra ayân ve beyân olunur. " EL - F A S L U ’S - SÂD İS Yeniçeri ocağında ve seferlerde işbu zikr olunan ahvâllerden m âcadâ acemî oğlanları kadîm i ancak bin neferden ziyâde olub ve ikişer buçuk akçadan ziyâde ulûfeleri olmağa kânûn değil iken ve kapuya çıkdıklarmda kânûn-i kadîm üzre üç akça ile yeniçeri olurlar iken şimdikihâl hem nefer ziyâde olub ve hem hilâf-ı kânûn ekserinin yevmiyyeleri beş ve altı ve yedişer akçalı olmuşlardır. Zâbitler ulûfelerin ve çukalarm kendüleriııe ahz itmek içün ekser oğlanlara destûr virmekle varub kendü kâr u kisblerinde olurlar ve b a czı oğlanlar höd beşikde olub ve b a czılarmm defterlerde ismi var lâkin resmi yok ve her ulûfede ise hazîne-i âmireden bunca beytü’l-mâl-i müslimîn ihrâc olunub sarf olunurken girû m îrî lıidmetlerinin ekseri m ucattal olub meselâ mîrîye odun çeken at gemileri Akdeniz’e ve K a ra deniz’e sefer eylemek lâzım geldükçe gemilerde hidmet ider oğlan olma mağla m îrî içün odun tedârüklerine iktidârları olmadıkça bu sebeb ile rençber gemilerin mîrî içün ahz iderler ve bu husûsda, hem pâdişâhımızı vebâle koyarlar ve hem sarâylarda odun dâ’ima kıllet üzre olur ve hem bu sebeb ile şehrde odun ziyâde bahâya çikub fukarâya müşkil oîmuşdur ve bu şeki üzre itdiklerinden m âcadâ nedür at gemileri battal nâmı olmasun içün ihyânen Yeniçeri ağası ve İstanbul ağası cânibinden at gemilerin sefer itdürürler. Lâkin gemilerde oğlan eksük olmağla İstanbul’da ve Galata’da ve Boğazlar’da b a czı kimesnelerin eğer hidmetkârlarıdır ve 9
Safevî kaynaklarında da
(msl. bk. İskender M ün şî, Z e y l-i T a r ih -i  lem -ârây-i
A bb a sî. S. H ân sârî nşr. T a h ra n 13 17, İndeks) zikredildiği. görülen oU-jJU adının 11e şe kilde okunacağı hakkında kat5î bir fikre sahip değiliz.
eğer müşteri kullarıdır nedür “ sen acemî oğlanısın” deyû bu tarikle dar ben çeküb gemiye koyarlar ve gemiyi bu veçhile sefer itdirirler. B acdehu yine avdet idüb İstanbul’a geldiklerinde herkes kölesi ve hidmetkârı içün şekvaya vardıklarında “ acemî oğlanı zann eylemişler, ol eclden gemiye almışlar55 deyû cevâb virürler ve dâ5imâ bu veçhile zulm ve ta caddî olunur. Öyle olsa zamân-ı sâbıkda gılmân-ı acemiyân az iken girû m a( ziyâdetin hidmet-i pâdişâhîye kifâyet olunurdu ve kimesneye dahî zulm ve ta caddî olunmaz idi. Şimdikihâl acemiyân iki üç ol-mikdâr ziyâde olmuş iken hem hidmet görülmeyüb ve hem }ıilâf-i kânûn nefer ve yevmiyyeleri ziyâde olmağla beytü5l-mâl-i müslimîne gadr ve zarar ve itlâf ve isrâf olmuşdur. Öyle olsa Yeniçeri ocağı bu hâle vardıkdan sonra sâ5ir ocaklar ahvâli hod cümle kânundan hâriç olmuşlardır. Meselâ işbu yakîn zâmân ki merhûm ve mağfCırun-leh Sultân M urâd hazretlerinin ibtidâ-i asrlarmda Dergâh-ı Â lî kapucuları altıyüz nefer iken şimdi iki binden ziyâde olub ve taşra kapucular ol tarihlerde on altı nefer iken şimdi dörtyüz neferden ziyâde olub ve Kiler-i âmirede olan bâzâra gidenler dahî merhûm Sultân Süleyman Hân hazretlerinin asrında ibtidâ beş altı nefer olub b a cdehu otuz kırk nefer olub şimdikihâl bunlar dahî ikiyüz neferden ziyâde olmuşlardır. Kezâlik sâ5ir ocak kulları eğer ehl-i müteferrika ve çaşnigîrdir ve eğer ehl-i hirefdir, eğer cebeciler ve topçular ve ahûr halkı ve tershâne halkı ve eğer sâ5irleridür neferât ve yevmiyyeleri kat-ender-kat ziyâde olub ve muttasıl ziyâde olmak lizredir, ne alan bilür ve ne satan bilür, katcâ bu Devlet-i Aliyyeyi kayırur kalmamışdır. Hele bârî bu zikr olunan ocak ların nefer âtı ziyâde olmağa lâzım gelse idi, lâkin katcâ ziyâde olmağa ik tizâ itmez iken mücerred hemân rüşvet almmağla bî-m acnî isrâf-i beytü’lmâldir. Hâlbuki hazînenin îrâdı bu seki üzre iken girû bu bî-m acnî bunca itlâf ve isrâf masraflar olmak h iç 10 değildir. Hemân bu devletin temelini kazayorlar ve masrafa göre mahsûl kifâyet itmediği hod günden ayândır. İmdi kânûn-i Âl-i Osmân üzre îrâdı masrafa tatbîk olunsa elbetde îrâdı masrafa gâlib lâ-büdd lâzımdır ve kânûn-i kadîm bu veçhile v a z c olunub ve bununla intizâm-ı âlem hâsıl olur ve K u l tâ’ifesi dahî bu sebeb ile mazbût olub ve emre mahkûm olurlar ve illâ fe-lâ ve bu dahî aceb hâldir ki yirmibeş yıldan mütecâvizdir ki hazînenin îrâdı masrafa kifâyet itmez iken girû bunlar hilâf-ı kânûn ve bî-m acnî muttasıl masrafların ziyâde itmek üzrelerdir. Bu takdîrce bu Devlet-i Aliyyenin temelini kazmağa bundan ziyâde nice olur ve içerû Hazîne-i hâssadan her sene altmış yetmiş kise filori niceyedeğin çıksa gerekdir. Ne diyelüm Hakk T e câlâ hazretleri lıemân bunlara bulay ki insâflar virüb ve ahvâlleri sacâdetlii pâdişâhımıza m aclûnO olmağa müyesser ve mukadder itmiş ola, âmîn yâ m ucîn. V e işbu zikr olunan kânûn-i kadîm bozulmağa sebeb ve bâdî olanlar kimlerdir ve 10 “ h iç ” den sonra bir kelim e bulunm ası gerekiyor, belki “ revâ” .
şimdeiı sonra tedbîr ve; tedârüki ne veçhile mümkindir deyû su5âl buyurulursa birkaç mâdde dahî tahrîr olunduktan sonra inşâ-Allâhu T e câlâ cevâb viriİür, EL - F A S L U ’S - S Â B ÎC Ulufeli kapu kulıindan mâ cadâ Anadolu ve Arabistan ve Rûm-ili memleketlerinde ze câmet ve tîmâr tasarruf idenler ikiytizbin askerden ziyâde idi. Husûsâ Rûm-ili z u cemâsmın ekseri sefer-i hümâyûna me’mûr olduklarında otuz kırk nefer kostariiçelü yarar cebelü âdemleriyle sefer iderlerdi ve bu minvâl üzre nice bin asker-i İslâm hîıı-i mahalde cem c olunurdu ve kahgi cânibe müteveccih olsalar idi bi-inây eti5İlâhi T e câlâ feth ve fütûh ve fursat ve nusret ohgelmişdir ve selefde olan selâtîn-i izâmRahimehuniu5llâhu-memâlik-i mahrusada olan bunca kılâc ve şehrleri ve Arab ve Acem ve Rûriı5da olan memleketleri bu asker ile feth ideğelinmişdir. Yoksa ulûfelu kapu kulları ancak pâdişâhımızın kafâdârlarıdır. Lâkin fi zamâninâ memâlik-i ınahrûsada olan cümle tîmâr ^e ze câmetlikler vüzerânm ve ekâbiıierin sepetlerine girmekle hâlâ kırk elli sırıklı ile suvâr olan zu camâmn bi’l-külliyye ocakları sonmuşdür ve bunca zecâm et, ve tîmârlar vüzerâdan tâ kim on akçalu bir kâtibe varunca evlerinde olan hademeleri-nâmında ve emred oğlanları ve köleleri nâmında kedisine ve kelbine varınca her birlerine birer ism tesmiye olunub zecâmet ve tîmârları berât eyleyüb mahsûlini tasarruf iderler ve sefer-i hümâyûn vâkic ' oldukça sepet içinde olan berâtları yoklama içün sefere iledürler. Bu tak dirce aym k düşmâna mukabil kimler dursun ve kâğıdlar ile höd ceng olunmadığı zâhirdir ve yalımız kapu kulu ile ceng ve feth ve fütûh olmak bu dahî muhâldir ve eğer mümkin olaydı selefde olan selâtîn-i izâm ider ler idi ve zecâmet ve tîmârları Hazîne-i âmire içün zabt iderlerdi. Şimdi ise tîmâr ve zecâmet bunca bin kılıç iken hâlâ berâtlarda ismleri var ve lâkin resmleri yok. Hemân sefer oldukça yalınuz kapu kuluyla bî-m acnî ve bî-fâ5ide her yıl bir seferdür gider ve bu sebeb ile hem K u l tâ5ifesi emre mahkûm olmayub ve hem memleket ve recâyâ ve hazîne elden çıkdı. Kezâlik m îr-i:mîrân olanların ekalli ikiyüz ve üçyüz yarar cebelüleri ve mîr-i livâ olanların yüz ve yüz elli yarar âdem cebelüleri sefer-i hümâ yûna gelürler iken hâlâ; mîr-i mîrânın ekseri kırk elli cebelüsü ve mîr-i livâ olanların on ve ön beş m^kdârı âdem ile sefere varur ölmışlardur ve kapu kulları dahî Altı bölük cemcân yirmi bin neferden ziyâde iken hâlâ her sefer vâkic oldukça cümle beş altı bin neferden ziyâde sîfere varılmadığı mukarrerdir ve ekser ziyâde ulûfelu olanlar dahî kimi defterdârlarm mâlı m iri lıidmetinde deyû istihdâmda kaliıb ve kimi vüzerânm bid cat olan defterlüsü deyû mâride ölüb ve kirriisi ağaları ve kâtibleri ulûfelerin almak içün himâydlerine alub ve seferlerde ulûfe yoklaması oldukta mevcûd
deyû defterlere yazılub bu takdirce sefere gidenler dalıî ekserî Türkden ve Çingeneden ve Celâlîlikden hâsıl olmuş ve dirliğin satun almış altı ve yedi ve sekiz ve onar akça ulûfelu sipâhîler sefere^varurlar. Bu takdirce bu makülelerden nice hidmet umulur ve Devlet-i Aliyye içün ne menfacat fehm olu nur. Belki hidmetleri şerr üzre ve dâ’imâ hilâf üzre iderler. Kezâlik yeniçeri kulları dahî otuz beş bin neferden ziyâde iken sefer-i hümâyûn vâkic ol dukça. meselâ yirmi bin nefer mikdârı sefere me’mûr yazılur ve bakîleri kimi korucu ve kimi tekâcüd ve kimi küçük ve kimi b a czı kalcalarda nöbet çi deyû rikâb-ı hümâyûıla arz ederler. Lâkin ol sefere yazılanlar dahî defterlerde esâmileri mevcud fe-emmâ yedi sekiz bin neferden ziyâde varıl madığı mukarrerdir. Hattâ merhûm ve mağfûrun-leh Sultân Mehmed Hân hazretleri bi’z-zât sacâdet ile Eğri seferine buyurduklarında ol sefer-i hümâ yûnda on bin yeniçeriden ziyâde olmadığı zâhir ve tevatüre yetişmişdir; ve dahî ziyâde idi diyenler kizb-i sarîh iderler ve ol tarîhde yeniçeri kulları ki hâlen defterde kırk binden ziyâde idi öyle olsa şimdiki hâl serdâr ile sefer-i hümâyûna me’mûr olanlar meselâ yirmi bin mikdârı yeniçeri sefere ta cyîn ve rikâb-ı hümâyûna arz olunur; fe-emmâ bu cümleden yedi sekiz bin neferden ziyâde sefere varılmadığı höd mukarrer ve muhakkakdır, lâkin mevcûd on bin nefer sefere vardığı takdîrce girû sefere me’mûr defterde yazılan yirmi bin yeniçerinin ulûfelerin bi-kusûr serdârdan mevcûddur deyû alurlar ve işbu sefere varmıyan on bin neferin seferde virileıı iki kist ulûfeleri tamâm yüzbin altundan ziyâde ider. Bu takdîrce bir kaç zamândır yeniçeri ağaları musâhib ve sâhib-i arz tabakasına vardıkları eclden sadr-ı a czam ve defterdâr câniblerinden sükût olunmağla nedür sefere gelmiyen yeniçerinin ulûfesi ve mâbeyn akçası deyû her sefer dönüşünde yeniçeri ağaları yirmi otuz bin al tun mikdârı sacâdetlü pâdişâhımıza istikâmet tarîkiyle teslîm iderler ve şimdikihâl höd ânı dahî virmez olmuş lardır ve bâkî kalan yetmiş seksen bin altunu Yeniçeri ağası ve zabitleri mâbeyninde kalenderi bahş iderler ve bu hiyânetlerden m âcadâ yeniçeri lerin beytü’l-mâl akçaları höd bir kaç yıldır ağalarına hemân ceyb harçlığı olmuşdur. El-hâsıl bu iki ocağın ahvâli kânûn-i kadîmden çıkub hemân ağalarına ve kâtiblerine ve zabitlerine ve mukâbelecilerine me’kel olunub ye beytü’l-mâl-i müslimîne ise gadr-ı sarîh olmuşdur. Ne soran vardır ve ııe tedbîr ider vardır, hemân bir alış viriş dünyâsıdır. Hakk T e câlâ hazretleri ola kim beterinden saklıya. El-hâsıl kânûn-i Âl-i Osmân hikmet ile v a zc olunmuş bir çizi idi ve K u l tâ’ifesi ve bunca memâlik ol kânûn ile mazbût idi. îm di girû ol kânûn mâdâm ki düzelmiye ve ol çiziden taşra hareket oluna ayruk K u l tâ’ifesi Devlet-i Aliyyeye hayr-hâh olmaz lar ve mazbût dahî olmazlar. K im i Celâlî ve kimi birer tarîkle yaramaz lığa sâlik olmakdan hâlî olmazlar ve düşmâna dahî zafer bulunmaz ve her işler ilerüye varmaz ve sacâdetlü pâdişâhımıza dahî huzûr-i kalb hâsıl olmaz ve ahvâl-i âlem dahî nizâm ve intizâm bulmağa muhaldir. Öyle olsa ikiytiz
bin asker mikdârı sepetler içine girûb berbâd olmağa ve kapu kulu böyle here ü merc olmağa bâdî ve b â cis ne veçhile oîmuşdur ve simden sonra çâresi ve tedârüki ne veçhile mümkindir deyû su’âl buyurulursa inşâ-Allâhu T e câlâ bir kaç mâdde dahî beyân olundukdan sonra cevâb virilür. Allâhu T e €âlâ a clem ve resûluhu. EL - F A S L U ’S - S  M ÎN Bu zikr olunan ahvâllerden m âcadâ merhûm ve magfûrun-leh Sultân Süleymân H ân-Tâbe serâhu ve ca cale’l-cennete misvâhu-hazretlerinin zamân-i saltanatları kırk sekiz yıl olub ve bi’l-cümle saltanatlarında on üç defa sefer-i hümâyûnları vâkic oîmuşdur ve her sefer-i hümâyûnları vâkic oldukda envâc-i tedbîr ve tedârüklerle ve her şey’in esbâbı ne ise ihzâr itdürülüb her veçhile hüsn-i tedbîrleri sebebiyle bunca kılâc ve memleketler feth olunub nusretler müyesser oîmuşdur ve sefer didüğümüz sipâhî ve silahdâr bölük leri ve Yeniçeri ağası ve sadr-ı a czam olduğu seferde gerek pâdişâhımız m âcan olsun gerek olmasın buna mükemmel sefer-i azîme dirler, zîrâ Âl-i Osmândan merhûm Sultân M urâd Hân hazretlerinin evâ’iline gelinceye değin gipâhî ve silahdâr ve Yeniçeri ağası mâdâm ki sacâdetlü pâdişâhı mız sefere varmıya bunlar vüzerâ ile sefere varmaları kânûn değildir ve katcâ olıgelmemişdir. Hemân pâdişâhımız kanâe ise bunlar dahî ândadur, kafâdârlardır. ŞimdikihâJr-iîıüşarûn-ileyh merhûm Sultân M urâd Hân hazretlerinin zamâmndan berû yirmi beş yıldan mütecâvizdir ki kânûn-i Âl-i Osman bozulub sipâhî ve silahdâr b a cdehu Yeniçeri ağası vüzerâ ile sefere 'Varılmağa ilıdâs olundu. Bu takdîrce ayruk İstanbul’da pâdişâ hımıza ı>e kalmış olur ve eğer selef-i-selâtîn-i i czâm~Rahimehumu’llâhu T e câlâ-zamâıı-i şeriflerinde bu makule tedbîr re’y-i savâb ve münâsib görmüş olsalar idi höd bu kânûnı va,zc iderler idi. İmdi sâhib-i iz cân olan lara bu mikdâr işâret ile kifâyet ider ve muhtasar müfîd mefhûmunca N tefekkür olunursa mes’ele m alûm dur, hafî değildir. Öyle olsa tarîh-i mezbûrdan berû bu zamâna gelinceye değin her yıl gâhî Acem ve gâhî Rûm -ili’ne seferler olmağla Anadolu memleketlerinde recâyâmn ekseri perâkende ve perîşân olduklarından m âcadâ niceleri dahî eşkiyâ ve celâlî olub kurânm dahî ekseri harâb ve yebâb oîmuşdur. Bu takdîrce otuz yıldan mukaddem taşrada olan hazîne kubbeleri hazîne ile memlû olduğundan gayri Yedi-K^ulle’de dahî nice nice yük hazîneler var iken sû-i tedbîr ve bî m acnî her sene seferler ve bî m acnî masraflar olmak sebebiyle ve kânûn-i Âl-i Osmân gözetilmemek ile eğer taşrada olan hazîne ve eğer Yedi-Kulle’de olan hazînedir bi’l-külliyye sarf olunduğundan m âcadâ yirmi yıldan mütecâvizdir ki seferler içün ve kul mevacibi içün her sene içerü hazîne den ellişerVe altmışar kişe filori virilür ölmuşdur ve her sene bunca hazine içerüclen virilür iken girû ancak yeniçeri ve sipahiye güçle kifâyet idüb ^
ve sâ’ir hod ocak kullarının ve serhâdlu kulların ulûfeleri virilmekden kalmlşdır. Meselâ yılda iki ulûfe alanlar “ El-hâmdu li5İlâh bu sene iki ulûfe aldım55 deyû hamd ..ve senâ iderler ve bu sebeb ile hâlâ ekser K u l tâ’ifesi birer kâr ve kisbe sâlik olub ve kimi b a czı devletlûlerin. kapusmda hademeleri olmuşlardır ve defterlerde ise hemân ismleri: vardır v.e illâ sefer-i hümâyûn vâkic oldukça fâ ’ideye yarar ve hayr-hâhlık üzre hidrnet ider kul kalmamışdır ve olanlar dahî birer tarîk ile kenâr çizer olmuş lardır. Öyle olsa bunca zamândan berû içerüde olan Hazîne-i hâssadaıı her sene niceye dek hazîne çıksa gerekdir ve ol hazîne dahî el-iyâzu bi’llâhi T e câlâ tenezzül üzre olursa sonra ahvâl niye müncer olsa gerekdir. Hiç bunu bilir ve fehm ider var mı dır, yohsa “ hemân bu günü hoş göre lini, irtenin ıssı vardır55 deyû herkes bu Devlet-i Aliyyenin temelini kaz mak üzre midir? îm di tevârîh kitâblarmda yazılan budur ki saltanat üç şey ile kâ’im ve devam bulur: Birisi recâyâ ve İkincisi hazîne ve üçüncüsü askerdir. Zîrâ recâyâdan hazîne hâsıl olur ve hazîne ile asker hâsıl olur ve asker ile düşmân feth olunur ve bu zikr olunan üç şey girû üç şey ile hâsıl olur: Bmsi a,dâlet ve İkincisi kânûn-i kadîm üzre mansıbı ve dirliği ehline virmek ve üçüncüsü umûr-i saltanata m ütecallik müsâhib ve nedîm söziyle \ve hükûmetde olmayan hademe söziyle katcâ umûr görülmemekdir. M e selâ buna münâsib hikâyet ki merhûm ve magfûrun-leh Sultân Selîm Hân-i atîk -R ahm etu’l-lâhi aleyh- zamânlarmda Rûm-ili câniblerinde küffâr-ı hâksârm hareketleri ye hem Acem diyârlarmda dahî Kızılbaş-i bed-mac âşm fitnelikleri vâkic olub ve sefer kangi cânibe fermân olunur deyû herkes terakkub üzre iken ol mahallerde bir gün vüzerâsı arza girdik lerinde merhûm pâdişâh hazretleri vezîr-i a czamı olan Pîrî Paşa’ya hitâb idüb buyurmuşlar ki: “ Seferim vardır ve sefer mühimmatı .ve tedârükü görülsün” deyû emr ider. V ezîr-i a czam dahî “ Emr pâdişâhımmdır” deyû cevâb virir, lâkin “ sefer Anadolu ve yâhûd Rûm-ili cânibiııe midir,^ tâ kim âna göre tedârük görelim55 dimeğe ol. mahalde pâdişâh hazret lerine su5âl itmeğe cür5et idemeyib ve arzdan çıkdıkdan sonra dahî girû telhis itmeğe h avf eyledi ki şâyed sacâdetlü pâdişâh gazaba gele ve buyura ki “ sizler ki vüzerâsımz sefer kangi cânibe lâzım geldüğin çünki bilmezsiniz yâ ol makamda niçün oturursunuz” denilmesin içün ve nefsü’l-emrde Pîrî Paşa merhûm bir âkil müdebbir vezir olub ve kendüsüne bu veçhile itâb olunmamak içün tekrâr arz itmeğe iktidarı olmayub ve bu husûsda mütehayyir oldukda meğer, ol asrda merhûm ve magfûrun-leh pâdişâh hazretlerinin bir makbûl cüce nedîmi var imiş ve Pîrî Paşa ol nedime bir tezkire yazıb minnet ider ki: “ Benim oğlum, evvelki gün arza girdiğimizde sacâdetlü pâdişâh hazretleri sefer mühimmatı görülsün deyû fermân-i hümâyûnları oldUj lâkin Anadolu ve yâhûd Rûm-ili midir m alû m olmadı ve hamâkatımıza hami olunmıya deyû su’âl itmeğe ve yâhûd telhîs itmeğe hicâb ideriz. İmdi lutf idüb oğulluk eyliyesin, sacâdetlü pâdişâhın bir şenlik
arasında bulay ki bir tarîk ile murâd-i şerifleri kangi cânibe sefer itmekdir, haber almağa himmet eyliyesin” deyû ibrâm eylemiş. Bu husûsda derdmend cüce dahî vezîr-i a czamm tezkiresine ve. iltifâtına mağrûr olur ve bir tarîkle merhûm pâdişâh hazretlerine sefer ahvâlinden su’âl eyledikde merhûm pâdişâh hemân belinleyib ve cüceye hitâb idüb buyurmuşlar ki: “ T îz söyle, sefere m ütecallik ahvâlden sana kimler söyle4 i?55. Gücenin dahî aldı başindan gidüb dir ki: “ V allâhi pâdişâhım, Pîrî Paşa kulun*, bu kullarına tezkire gönderdi ve sacâdetlü pâdişâhımıza arz eylemeğe havf ve hicâb eylemişler, emr pâdişâhımmdırTr7IIdikde ol mahaldel merhûm pâdişâh hazretleri buyurmuşlar ki: “ Sen nedîm olduğun eclden ben seni mücerred masharalık içün seferim Rûm-ili’nedir disem ve yâhûd Rûm-ili’ne iken Anadolu’yadır disem ve sen dahî nedür haber aldım deyû vezîr-i a czama haber gönderüb ve öl dahî senin sözünle hilâf üzre tedârük görürdü ve şimdi kaldı kaldı Devlet-i Aliyeyeye ve umûr-i saltanata m ütecallik ahvâllerde senin gibiler mi karışıyor” deyû fî’l-hâl emr ider cücenin başın keserler ve girû başını emr olunur bir tepsi içine konulub ve bir boğçaya bağlanub mühürlenir ye Pîrî Paşa’ya hatt-ı şerîf yazılır k i: “ Bire kara Türk, bir nedîmim var idi, bize çok gördün, imdi başını sana gönderdim, seferim su’âl idersen Acem seferidir, tedbîr ve tedârük üzre olasın, yohsa senin dahî başını böyle iderim” deyû tezkire ile boğça Pîrî Paşa’ya varub bu ahvâli gördükde aklı başından gâlj. gider gâh gelir imiş. Öyle olsa saltanata mütecallik umûru vezîr-i a czamdan gayri kimesne vâkıf olma mak gerekdir ve vezir olanlar m uctemedün aleyh olmayınca niçün vezîr-i a czam olur, zîrâ vezîr-i a czam olanlar pâdişâhın sırdâşı ve hazînedârı ve kethudâsı ve m uctemedün aleyhi ve hayr-hâhı ki hiç bundan mukarreb ve sevgili bir kulu dahî olmamak gerekdir ve bu makûle sıfatlar ile muttasıf olan kulunu vezîr-i a czam itmek gerekdir, yohsa fî zamâninâ sadr-ı a czam olanlar hezâr sıfat ile zuhûra gelüb kendülerinde ise kemâ hüve hakkihi sadâkatleri olmamağla içerü sarâyda ve eğer taşrada nedir filân ve filân pâdişâhın mukarrebi ve m uctemedün aleyhidir deyû olur olmazların hevâlarına tâbic oldukları eclden vezîr-i a czamm ırzı ve kânûn-i Âl-i Osmân gözetilmek kande kaldı? C em îc-i âlem vezîr-i a czamdan h avf ider iken şimdi vezîr-i a czam olanlar olur olmazlardan havf ider oîmuşdur ve el-iyâzü bi’llâlı bu bidcat-ı seyyi’e ihdas olalı fî zamâninâ vezîr-i a czam olanlar dahî hemân sadra geldiklerinde “ bu günü hoş görelim, irtenin ıssı vardır” deyû olur olmazlara müdârâ ve murâdları üzre hareket ider. Zîrâ f î’l-vâkic fî zamâninâ sadr-ı a czamda sadâkat bulunmayıb ve hem m uctemedün aleyh olunmadıkları eclden bi’z-zarûrî olur olmazlara m ürâcacat ve müdârâ ve murâdları üzre hareket itmek lâzım gelir. İmdi sadr-ı a czamlık bu şekle varmağla umûr-ı saltanat ahvâli kemâ hüve hakkihi görülmekclen ber-rtaraf oîmuşdur. Öyle olsa şimdikihâl Üsküdâr’dan Karam an ve Hâleb üzerinden Bağdâd’a varınca ve Sivas cânibin-
den Arz-ı Rûm (Erzurum)’ a ve V â n ’a varınca kurâ ve m ezâricden dört bölükden ancak bir bölüğü m a'm ûr kalmışdır ve bu cümle ahvâl-i kabâ’ih. vezîr-i a czam olanlar tarz-ı kadimden çıkılıb ve hâtır ve müdârâ gözedüb bâb-ı rüşvet meftûh olmağla vilâyetler harâba yüz tutmuşdur. Lâkin pâdişâhımıza girû muttasıl hoş âmedî cevâb ile arz iderler ki “ nedir filân vilâyetin re Câyâları yerine geldi ve gelmek lizredir ve her vilâyetde girû şen lik oluyor ve âlem nizâm ve intizâm lizredir, ucuzlukdur” deyû inhâ iderler. H âlâ ki evvelâ ucuzluk dedikleri vilâyetde recâyâ kalmamışdır ve kalaııcası dahî fakîr olub bir çift öküz koşmağa kudretleri olmamağla yerlerini ekser çavuş ve z a cîm ve sâ’ir hünkâr kulları tasarruf iderler. Meselâ vilâyet-i Sivas’da bundan akdem bir kaht-ü galâ olmuş idi ki recâyâ kedi ve köpek eki itdiklerinden m âcadâ âdem etini dahî eki itdikleri meşhûr olmuş idi. Fe-emmâ şimdi gâyet ucuzlukdur, zîrâ âdem ve recâyâ kalmadı ve gaile alır kimesne kalmamağla recâyâ olan kimesne câ’izdir ki bir kile gailesin bir akçaya vireler, tâ kim ehl ve ayâline kisve alıvirüb ve yâhûd bir öküz almağa bir çâre eyliye. İmdi buna ucuzluk dimezler, ucuzluk âna dirler ki b u n d a n ^ d em zikr olunan Sivas kaleminden masraflardan m âcadâ her sene Der-i sacâdete Hazîne-i âmireye seksen yük akçadaıı ziyâde irsâliyye gelirdi. Hâlâ nice senedir ki hazîneye kat’â bir akça gelmez olmuş dur ve girû vilâyet-i mezbûreden bundan akdem Haremeyni’ş-şerîfeyıı evkafından her seııe D ârü’s-sacâde kapusuna on yük akçadan ziyâde gelirdi ve şimdi ise ikibuçuk yükden ziyâde gelmez olmuşdur. Bu takdîrce^ sâ’ir memleketlerin recâyâlarm. ve ucuzlukların buna göre kıyâs buyurula. İm di ucuzluk didikleri recâyâ ucuzluğudur ve memleketler m acmıır didikleri girû recâyâ varlığıdır. Şimdiki hâl ise recâyânm ekseri kimi Acem vilâyet lerinde ve kimi Tatar Hân vilâyetlerinde ve kimi serhad olan Rûm-ili vilâ yetlerinde vatan ve karâr eylemişlerdir ve kimisi İstanbul ve Edime ve Bu ruşa ve sâ’ir bilâd-i a czamlarda hammâl ve ehl-i sanâyic ve ekâbir çiftçileri olmuşdur ve b a czıları höd kimi hünkâr kulu ve kimi Celâlî ve eşkiyâlardan olub harâmîlik iderler. İmdi “ K üllü râ’in mes’ûlün an ra ciyyetihi” hadîs-i şerîf i mûcebince hâkim olanlar bu husûsda rûz-i cezâda mes’ûllerdir ve buna münâsib hikâyet ki merhûm ve magfûrun-leh Sultân Süleymân Hân-i G âzî -R ahm etu’llâhi aleyhirahmeten vâsicaten- hazretlerinin asrında vezîr-i a czam olan Lutfî Paşa bir mikdâr pek sözli imiş, fe-emmâ kelâmı gayet ile doğrı ve her veçhile ırz-i devlet ve nâmus gözedir imiş ve menkûhesi olan sultanına serfürû itmeyüb ve topuz ile döğdüği mâcerası meşhûrdur, âkıbet ol sebeb ile azl ve sultândan mufârakat olunub ve yerine Rüstem Paşa vezîr-i a czam olub ve merhûm Lutfî Paşa b a cde’l-azl hadem ve haşemin dağıdub mahrûsa-i Edirne kurbinde varub bir karyede çiftlik idünüb karâr eylemiş. B acde’z-zamân merhûm Sultân Süleymân Hân hazretleri Edirne’ye kışlaya varduklarmda bir gün mâl-i mîrîye m ütecallik Lutfî Paşa’yı ilzam idecek husûsi ar hâtır-ı şeriflerine gelüb ve bir gün
şikâra azîmet buyurduklarında emr ider ki Lutfî Paşa’yı çağırsınlar. Lutfî Paşa dahî Edirne civarında olduğu karyeden gelüb. merhûm Sultân Süleymân Hân hazretleri şikârda iken girû âdet ve kânûn üzre selâma durutk ve yaııaşub ve ol mahalde merhûm pâdişâh- Rahmetu’llâhi aleyh- Lutfî Paşa’ya hitâb idüb buyurmuşlar ki: “ Lutfî lala, senin zamanında taşrada olan hazîne kubbeleri dolu değül idi; Şimdi Rüstem lalamın zamânmda taşra hazîne kubbelerinde akça koyacak yir kalmamağın hâlıjlı Yedi K ulle’ye nice yük akçalar konuldu. Senin zamânmda niçün böyle sacy ve tahsîl olunmadı, aslı nedür” deyû su’âl buyurduklarında ol mahalde cevâb virmüşler ki: “ Devletlû pâdişâhım, sahîh buyurursmız. Lâkin hâlâ bu kulları sâkiıı olduğu karyede ve etrâfımızda^plan kurâ recâyâları bu kul larınım zamânmda dört çift öküz koşanlar şimdi iki çift koşar oldı ve iki çifti olan bir çift dahî koşmağa kudretleri k^lmamışdır. Öyje olsa devletli! pâdişâhım, İstanbul kurbinde böyle olunca sâ’ir memleketler re'âyâlarmm ahvâlleri âna göre kıyâs buyurula. İmdi devletlû pâdişâhım, hazîne dedik leri recâyâdır, koyun olmayınca süt olmaz. Bu kulları zamânmda koyun ile kurd yürürdü, şimdi ise koyunu kurda yidürülmeğe başlandı. Eğer bu hâl üzre gider ise az zamânda ne Y edi-K ulle’de olan hazîne ye ne taşrada olan hazîne kalur, berbâd olması mükarrerdür” deyû Lutfî Paşa bu veçhile cevâb virmişler, F î’l-vâkic ol hazîneler gitdüğünden m âcadâ hâlâ içerüde olan ha^toe-i hâssaya dahî el konuşlardır ve el-ân sefer mühimmatı ve kul mevâcibi deyû her sene içeriiden elli altmış kise altun çıkarılır ol muşdur ve koyunlarun ise ekseri kurda yidirilmişdir. Bu takdîrce ayruk h |jîn e kimlerden hâsıl olur. İmdi bu Devlet-i Aliyye adi ile kâ’imdir ve illâ zulm ile memâlik vîrân olması mukarrerdir. Adâlet bâHs~i kıırb-i hudâdır Nitekim zulm iden Hakdan cüdadır -
•
V e kale Resûlu’llâh -S allâ’llâhu T e câlâ aleyhi ve sellem -: “ A dlu’ssultân yevmen hayrun min ibâdeti sebcîııe seneten” . V e kale Resûlu’llâh -S allâ ’llâhu T e câlâ aleyhi ve sellem-: “ V e ’llezî nef^j/ Muhammedin bi-yedihi yurfecu li’s-sultâni’l-âdili ile’s-semâ’i mine’lameli mislu [ameli?] ctimleti’r-raciyyeti.” V e kale Resûlu’llâh ~Sallâ?llâhu T e câlâ aleyhi ve sellem-: “ Ahabbu’nnâsi ilâ’llâhi ve akrebuhun minhu es-sultânu5l-âdil ve abğazuhum ileyhi es~sultânu’c-câ?ir” . V e kâle’llâhu T e câlâ -A zze ve celi-: “ Le-in şekertum le-ezîdennekum.” Bu mavnayı onat fehm eyle şâhâ Hakin in'âmına şükr eyle şâhâ Bunun şükrü nedür deyû sorarsan Rizâhrilâha doğru yol ararsan '
Adaletdir adâletdir adâlet K i tâ âsûde-r-hâl ola raHyyet Gel imdî îdegör bu, şükre gayret Begüm efzûn ola şükrîle nicmet Çalış adlile doldur kâ'inâtı Bilürsin kim cihânın yok sebâtı Kime bâkî kalıbdır bw harabe; Kimi gördün ki yüz urmaz türâba iki kapulı bir evdir bu fânî Konub göçmekde her dem kârbânı Kani Âdem kani Havva kani Nuh Kani mülk~i bedende hükm iden rûh Ta İbrâhim u Îsmâ^îl u Ishâk Kani bunlar efendi bir onat bak Kani Tûsuf ki Mısra oldu Sultân Kani dünyâya hükm iden Süleymân Bu denlü hikmetile noldıı Lokmân . Şucayb ile kani Muşa bin tmrân Çu kalmaz enbiyâya evliyâya. Husûsâ fahr-i âlem Mustafâya Olur mu gayre kalmak ihtimâli Odur âkil k ifik rîd e me'âli Sakın imdî bu mülke olma mağrûr Adâlet it olasın tâ ki mansûır Recâyânın eyü mi kem mi hâli Tefahhus eylemekden olma halî Sakın eshâb-i agrâza inanma Begüm herkes hak^ilkâ îde sanma. Öyle olsa işbu zikr olunan mefhûm-i m acnî iz cân olundukdan sonra pâ dişâhlara lâzım olan ibâdet ve tâ ■ at budur ki selefde olan âdil mülûkin revişleri ve tevârıh kitâbları tetebbuc itmekle âdle mütecallik umûr her ne ise ânı bilmeğe ve amel itmeğe sacy olunmakdır. Yohsa pâdişâhımızın hükkâmları nâmında olan kulları rüşvet almağla ve her sene sû-i tedbîr seferler sebebi ile ne recâyâ kaldı ve ne hazîne kaldı ve memâlikde höd ekser kura ve m ezâric haraba yüz tutub ve K u l tâ’ifesi dahî bu veçhile here ü merc olub ahvâl-i âlem muhtel ve müşevveş oîmuşdur. İmdi ahvâl b\ı şekle varmağa bâdî ve b â cis olanlar kimdir ve simden sonra çâresi ne veçhile
rcıümkindir, bir kaç mâdde dahî tahrîr olunduktan sonra iıışa-Allâhu T e câlâ ayan ve beyân olunur. EL - FASIXJ’T - T Â S İ C V e bu zikr olunan mâddelerden m âcadâ bir mâdde dahî budur ki Âsitâne-i sacâdetde olan cem îc-i ehl-i menâsib yirmi beş ve otuz yıldan berû rüşvet tarîkine sâlik olmuşlardır ve rüşveti dahî bir mertebeye ilet mişler ki hedâyâ deyû âşkâre kapudan kapuya virilür ve almur olmuşdur. Eğer ulemâ ve eğer vtikelâ-i devlet mâbeynlerinde bir âdet-i hasene ol muşdur ki el-iyâzü bi’llâh mübâh mertebesine iletmişlerdir. Meselâ bir kimesne nevcâ bir mikdâr diyânet ve sadâkat üzre olsa ve yâhûd emred oğlanlar ile ve sâ’ir hevâ ile mukayyed olmasa ol maküle âdemlere mansıb virilmek değil nüfûs-i zâyicadandur deyû mezmûm olur. Iştje Âsitânenin ahvâli şimdi bu hâle varmışdır. Sâ’ir taşrada olan kuzât efendiler 3^ mîr-i mîrân ve mîr-i livâ ve sâ’ir hükkâm nâmında olanlarım ekseri bu belâya mübtelâ olm uşlardıry^âkin ulemâ silkinde olan efendilerin ahvâlleri ki meselâ beşyüz akçalık bir kadı efendi Âsitânede m aczûl olduğı hâlde ekseri münakkaş ve müzehheb ve dürlü dürlii nevpeydâ evler ve köşkler ve bağçeler ve mütecaddid hadem ve haşem ve emred oğlanlar ki bunlara' rûzmerre olan masrafına akallu mâ yekûn yevmî^bin akça hod kifâyet eylemez. Bu takdîrce mansıb olmcaya değin 1bir kaç bin altun medyûn olur. B acdehu bu maküle efendiyi bir vilâyete kadı iderler; meselâ Haleb ve Şam ve yâhûd Selânik ve Yenişehir gibi bir kadılık virürler ve aldık ları kadılığı dahî b a czıları hedâyâ deyû rüşvet ile almışlardır ve girû kadılı ğına varıncaya değin bunca hadem ve haşem tumturaklarına bir kaç yük akça gider ve ol kadılıkda bir buçük yıl ve yâhûd gâyet ile m ucîıı ve zahîri var ise nihâyet iki yıl ancak karâr ideceğin ve m aczûl olacağın bilir ve ol kadılığı girû ol sıfat ile muttasıf bir efendiye dahî tevcîh iderler. Öyle olsa bir buçuk yılda ve iki yılda ol kadı efendi hem bunca borcunu edâ itse gerekdir ve hem ehibbâlarma hedâyâ ve ekâbirlere v a cd eylediği hedâyâ-i zuhriyye içün bir kaç yük akça lâzım olduğundan m âcadâ m aczûl oldukda girû mansıb oluncaya değin ehl ve ayâllerinin nafakası içün akallu mâ-yekûn bir kaç yük akça lâzım gelir. Öyle olsa işbu az zamân olduğu mansıbda elbetde lâ-büdd bunca mâl eğer recâyâdan ve eğer yetimler mâlinden alâ eyye hâl harâm ve helâlden bunca mâli tahsîl it meğe sacy ve ihtimam ider ve vilâyet ise ister yıkılsın ve ister düzelsin kat câ külfetine (?) yaramaz. Nihâyet mîr-i mîrân ve mîr-i livâ olanlar ile “ sen çok aldın ve ben az aldım55 deyû biri biriyle kavgalarından gayri kendülerinde bir sadâkat kalmamışdır.. H âlâ ki memâlik-i m^ahrûsada olan kadıların a clâ mertebesi olan kadılık şer cile ve hak ile görülse dört beş biri altuııdan ziyâde mahsûl hâsıl olmadığı hod günden ayân ve cem îc-i
âleme hafî değildir ve bu mikdâr mâl bunca masraflarına kifâyet eyleme diği bu dahî mukarrer ve muhakkakdır. Bu takdîrce seccâde-i R esûlullâh5da olanların ahvâlleri bu mertebeye varınca ve bu maküle efendiler su varikeıı teyemmüm ile namâz kılmağa irtikâb idince sâ’ir mîr-i mîrân ve mîr-i livâ ve hükkâm namında olanların el-iyâzu bi’llâh ahvâl-i nâ-hemvârları takrîr ve tahrîri mümkiıı değildir ve fille r i m a lû m ve zahirdir. Gel ey âlim gurur itme ulûma Bakıb kalma sakın ancak riisûma Beğim ilm^olıcak nâfic gerekdir Hevâ-i nefsi ol dâfic gerekdir Meye yarar efendi felsefiyyât Türü var eyleme tazyî-i evkât Gel imdî gayr-i nâficden hazer it Göricek isticâz ile güzer it Kemâ kale sallâllahu aleyhi ve sellem E cûzu bike min ilmin lâ yenfac Eğerçi ilm-i nâjic mııHeberdir Amelsiz lîk kavs-i bî-veterdir İlim kim olnııya acmâle makrûn Olur ıssı ânın meftûn u mağbûn Tazallümden murâd olan ameldir Ne ân kim kîl u kal ile cedeldir Kaçan âlim ola ilmiyle âmil Olur ol bilmediği ilme vâsıl K âleJn«nebî -A leyh i5s-selâm-: “ Men amile bimâ alime veresehullâhu [tecâlâ] ilme mâ lem y u le m 55. Sadaka Kesûlullâh. Öyle olsa recâyâ derdmendler bunların zulm ve ta caddîlerinden zorba ve Celâlî olanlara hayr ducâlar ider olmuşlardır ve bu memleketlerde ihtilâl ve hazîneye tenezzül olmadı, illâ bu hâl üzre olan hâkimlerimizin zulm ve ta caddîleri sebebi ile olmuşdur. Buna münâsib hikâyet ki Nûşirevân-ı Âdil bir gün avgâhmda bir şikâr ahz olunur ve emr ider ki f î5l-hâl bunda pişürsünler ve bir kulu pişürmeğe mübâşeret ider. Lâkin hâzır tuz bulunmamağla yakın yirde bir karye var imiş ve âdem gönderirler ki vârub ehâlî-i karyeden bir avuç tuz alub getüreler. Meğer ol mahalde Nûşirevân-i Âdil dahî bu ahvâle vâkıf ölür ve buyurmuşlar ki zinhâr ve zinhar tuza giden kulum akça virmeyince olnııya ki recâyâdan tuz almış ola. O l mahalde mukarriblerinden birisi dir ki: “ pâdişâhım, bir avuç tuz bahâsı olmaz, şey5-i kalîldir ve recâyâ tuzdan incinmez ve pâdişâhımıza bu maküle
hidmet değil dahî ziyâde hidmet eylemeleri c&fflfarına minnet bilürler55 deyû söyledikde buyurmuşlar ki: “ pâdişâhlar recâyâdan bir avuç tuz muft alınmağa ruhsat virince yarındası kulları yumurta almağa ve ândan sonra tavuk ve koyun almağa başlarlar ve ândan sonra gelenler ol karyenin ağaçlarının köklerini yukaruya getirirler ve bu âdet filân zamânda vâki<55 oldu döyû ilâ yevmi’l-kıyâm bed-ducâya mazhar olmuş oluruz55 buyur muşlar ve bir hikâyetde dahî menkûldür ki merhûm ve magfûrun-leh Sultân Süleymân Hân -T âb e serâhu- hazretleri Rûm-ili seferine gider iken bir gün bir karyenin yanında yol uğrayub geçerken bir evin bağçe-, sinden bir yemiş ağacının dalları havlısı dîvârmın üzerinden taşra yol üzerine sarkmış ve ferâvân olmuş yemişleri mevcûd olub ve merhûm pâdişâh nazar eyler ve görür ki ilerü giden askerden kimesne bir dânesine dahi iqnemişler. Meğer ol karyeden ileri çokluk gidilmeyüb menzilgâha karîb yerde olub nüzûl olundukcla merhûm pâdişâh -Rahm etu'lâhi aleyh- kapu ağasına emr ider ki “ geçdüğümüz karyede filân yemiş ağacı gö rünürdü, bizden sonra gelen kullarım acabâ yemişden koparmışlar mıdır? M u ctemedün-aleyh kapucular varub haber getürsünler55 deyû buyurmuşlar. F fl-h âl kapu ağası dahî kapucular gönderüb ve gelüb haber virdiler ki tcke mâ-kân yemişler yerindedir, koparılmamış55 deyû merhûm pâdişâh hazretleri ne haber virildikde kulları, emrine mahkûm olub âlem adâlet üzre olduğuna Hakk -Subhânehu ve T e câlâ- hazretlerine ferâvân hamd u senâ ve şükrler eylemişler. Öyle olsa fî zamâninâ bi-emri5llâhi T e câlâ ol zamânın hâkim lerinden birisi ihyâ olsa idi ve bu zamâne hâkimlerinin f i cllerin ve b id a t lerin ve bu halkın sûr u şerr ve bozgunlukların görseler idi acabâ ne dirler idi; yoksa dirler midi ki “ bu kavm ne mezheb ve ne millet ve ne hâllü âdem lerdir55. Subhâne5l-Hallâk, allahümme aslahanâ bi-lutfike ve keremike ve fazlike yâ R abbe5l-âlemîn. Öyle olsa fî zamâninâ bazı mahallerde kemâ hüve hakkihi şerc-i şerîf-i nebevi icrâ olunmadığı ve kânûn-i Âl-i Osmân gözetilmediği ve ulemânın kavileri f i cllerine mutâbik olmadığı ve sâ5ir ehl-i menâsib ki tarîk-i hakkı koyub kec tarîka gitdiklerine b â cis ve bâdî ne veçhile oîmuşdur ve simden sonra tedbîr ve çâresi ne minval üzre gö rülmeğe mümkindir deyû su5âl olunur ise bir kaç mâdde dahî tafsîl olundukdan sonra inşâ-Allâhu T e câlâ cevâb virilür. EL - F A S L U ’L - Â Ş ÎR V e bir m aclûm idinmesi husûs dahî budur ki sacâdetlü pâdişâhımız bir hümâ-i hümâyûn-i rûh-i âlemdir ki mubârek cesedi ilm ile âmil olan ulemâ-i sâlihîndir ve sağ kanadı vezîr-i a czamıdır ve sol kanadı Harem-i muhteremede olan kapu ağasıdır. Öyle, olsa merhûm ve magfûrun-leh Sultân Selîm Hân hazretlerinin asrında şeyhü5l-islâm ve müftî-i enâm merhûm Ebû5s-Sucûd Efendi idi ve merhûm Sultân Murâd Hân hazret
lerinin cülûslarmda vezîr-i a czam merhûm Mehmet Paşa ve kapu ağası merhûm Mahmûd A ğa idi. Bunlardan sonra ayruk kânûn-i Âl-i Osmân bozulmağa ve rüşvetler ziyâde tafra ile âşkâre alınmağa ve ahvâl-i âlemin nizâm ve intizâmına halel ve memleketler harâba yüz tutmağa ve zorbalar ve Celâlîler zuhûr itmeğe ve sâ’ir ahvâl-i nâ-hemvârlar peydâ olmağa vâkic olmuşdur ve bu ahvâller hod yakîn zamândandır ve zemâne halkı ekserî bildiği ve gördükleridir. Öyle olsa b a czı husûs ki ale’l-icmâl zikr olundı ; lâkin kapu ağalığı ahvâli dahî budur ki kânûn-i Âl-i Osmânîde kapu ağası pâdişâhımızın sol veziridir, vezîr-i a czamdan sonra içerûye mutecallik umûr-i küllî ve cliz’ îyi arz itmeğe sâhib-i arzdır ve taşrada olan b a czı ahvâller bilinmek içün pâdişâhlar kapu ağasiyle müşâvere itmek kânûn-i kadîmdir. Lâkin müşârün-ileyh kapu ağasından sonra kapu ağalık ahvâli dahî ber-taraf olmuşdur ve evvelki kânûn ve zabt u rabt ve edeb tebdil olunub hâlâ Harem-i hümâyûnda kânûn-i cedîd v a zc olunmuşdur. K â nûn ve zabt ve edeb ahvâllerinden evvelâ iç oğlanları kadîm ü’l-eyyâmdan devştirme ve yâhûd sahîh kul cinsi pîşkeş ola gelmişdir. Şimdiki hâl ise ekseri İstanbul’un şehr oğlanları ve Türk ve Ermeni ve Çingâne oğlanları olub on oğlanda bir sahîhce devşürme ve yâhûd kul cinsi yokdur. Bu takdîrce ol maküle oğlanlar taşraya çıkub K u l tâ’ifesine zâbit olub ağa oldukda ve yâhûd bir memlekete vâlî olduklarında ahvâlleri m aclûm ve ehl-i basîret katında hafî değildir. Nümûneleri dahî görülmüş ve görülür. < İmdi eğer bu maküle eşhâs-ı muhtelife sarâya kullanmak câ’iz olsa idi selefde olan sâhib-i ukalâ-i devlet devşürme ve kul cinsini kânûn itmezlerdi. Hemân İstanbul’dan ve sâ’ir kasabalardan buldukları eşhası alub pîşkeş deyû sarâya koyarlardı ve kânûn-i kadîm budur ki bir oğlan sarâya girdikden sonra ayruk taşradan ânı kimesneler bilmezdi ki sağ mıdır ölü müdür ve iç oğlanı dedikleri nicedir ve tarîkleri nedir ve ne işler, kimesne ânı bilmez idi; meğer ancak saraydan çıkanlar bilirdi; tâ bu seki üzre zabt ve edeb ve erkân var idi ki meselâ bir zülüflü baltacı bir iç oğlanı ile musâhabet eylese zâbit olan ağalar iç oğlanına bî hadd değnek urulub kezâlik baltacıya dahî kethudâsı let ürürdü ve bundan murâd budur ki iç oğlanı içerü ahvâlinden bir söz taşraya çıkarılmıya ve yâhûd baltacı ile taşraya bir mektûbları varub gelmiye ve zülüflü baltacılar dahî kapucular ile ve taşra halkı ile musâhabet itmeleri yasağ idi ve içerüsünün ahvâlini taşra halkı bilmesi ve alış veriş itmeleri ne cûzu bi’llâh gâyet ile mezmûm idi. Lâkin şimdiki hâlde olan iç oğlanları baltacılar ile musâhebet itmek değil taşrada ana ve babalarına ve eşhâs-ı rnuhtelifeye biribirine tezkire leri ve boğçaları varub gelmekden sarây ahvâli hemân bedestâna dönmüşdür ve bu veçhile mazbût olmadıkları içün bundan akdem sipâhîlerin hengâme lerinde iç oğlanlarının tezkireleri muttasıl taşrada sipahilere varub gelüb ve nedir “ içerisi sizden havf ideyorlar^ hemâri ayağı pekçe basasuz” deyû nice kizb ve mâ-lâ-yacnî sözler tezkire ile haberleşdikleri eclden sipâhî tâ’ifesi
edebsizlik itmeğe sebeb ohınmuşdur. îm di her kanûn-i kadîm ki v a zc olunmuşdur birer hikmet ile oîmuşdur; bu takdîrce iç oğlan tâ’ifesi evvelâ sar ây a bu şeki üzre gireler, b a cdehu kanûn-i kadîm üzre zabt dahî olmıyalar, zâhir bunlardan bu maküle f i cller zuhûr itmek iktizâ ider ve taş raya dahî çıkdıklarmda Devlet-i Aliyyeye hidmet idecekleri âna göredir. Öyle olsa simden sonra geldik imdi bu risâlenin evvelinden bu mahalle gelince vâkic olan nakllerin cevâblarıdır ki zikr olunur. Allâhu T e câlâ a clem ve Resûluhu. EL - F A S L Ü ’L - İH D  A Ş E R îm di muhtasar müfîd üzre şol husûslar ki beyân olundu ânınla iktifâ olunur, ayruk tafsîl ve tatvîl-i kelâma ihtiyâç kalmayub alan bu sözden alır, almıyanlar nice bunun gibi sözler nakl olunsa kulağına girmez. Öyle olsa bu risâlenin evvelinden işbu mahalle gelince vâldc olub zikr olunan mâdcleler ki nakl olunub ahvâl-i âlemin ihtilâline ve hilâf-i kânûna b â cis ve bâdî olan^lardan su’âl olunursa akl-ı kâsırımız ve nice ulemâ ve ukalâdan işittiğimiz üzre buna cevâb meğer bu ola ki, evvelâ kuvvet ve kudret ve tasarruf ve düzmek ve bozmak ve takdir Allâhu Te câlâ hazretlerine mahsûsdur ve Hakk -G elle ve ala—hazretleri her nice dilerse öyle ider ve takdîr-i rabbânîde her ne mukadder olmuş ise ol olacakdır. Fe-emmâ bu değildir ki bir kimes'ne hayırlı işler durur iken şerr işlere gide ve adi durur iken zulm eyleye ve helâl durur iken harâm eki eyleye ve rüşvet almağa sâlik ola ve girû diye ki “ bu bize mukadder imiş* Hakk T e câlâ hazretleri bize böyle mukadder itmiş, bizim elimizde ne vardır” dimeğe kişi Islâmdan çıkar. Zîrâ Hakk T e câlâ hazretleri kullarına dilemez ki isyân ile günün geçüreler ve rüşvet alub zulm ve fesâd eyliyeler. Hakk -T ebârek ve Te câ lâ- âdeme ihtiyâr-i cüz’îyi eline virdi ve akl virdi, hayrı ve şerri bildirdi ve zarar olan şeyleri bildirdi. Dilerse şalâh-i hâl ile Hakk T e €âlâ hazretlerinin rizâsı ve emr-i şerîfi üzre K itâbu’llâha tâbic olub amel eyliye ve dilerse Şeytân-ı la cîn tarîkine tâbic olub cânına lâyık ne ise ânı işlesin. Pes îmân ehli olan kimesneye bu mikdâr yeter, câhil ve dalâletde olanlara bin bunun gibi takrîr olunsa katcâ fa’ide eylemez, ânların mekânı cehennemdir. Nitekim Hakk T e câlâ hazretleri Kelâm-ı mecîdinde buyurur: “ ve ernmâ ellezîne fesekü fe-mevâhumu’n-nâr” . îm di Hakk T e câlâ hazretleri yaramaz işlere rızâsı yokdur, her kişi kim şerri işler kendtinünficl-i ihtiyârıdur, cezâsm bulur. Kem â kâla’llâhu T e câlâ : “ Fe-men y a cmel miskâle zerretin hayren yer ah ve men y a cmel miskâle zerretin şerren yerah” . Pes imdi işbu nizâm ve intizâm-i âleme mütecallik nâ-hemvâr ahvâller1" ki yakîn zamân: içinde zuhûr itmişdir bâdî ve b â cis ne veçhile oîmuşdur deyû su’âl olunur ise, Allâhu T e câlâ âlem ve Resûluhu, meğer cevâb bu ola ki Islâm pâdişâhı bir rûh-i âlemdir ve pâdişâhtık
fevkinde dünyâda bir âlî mansıb dahî yokdur ki garaz ve hased ile bir v a z c-i nâ-hemvâr eyleye. İmdi pâdişâhların kalbleri sâfîdir, bunlarda garaz ve hased olmaz, dâ’imâ Hakk T e câlâ lıazretlerinün rizâsı üzre ol mağı sacy iderler ve ecdâd-ı izâmlarundan oligelen kânûn-i kadîmleri dahî budur ki câııib-i âliyyelerinden vekîl-i saltanat deyû kaçan bir kulunu sadr-ı a czamlığa nasb itselerdi ol vezîrine buyurulur imiş ki: ccİşte seni irâdet-i Hakk ile vekîl eyledim ve min b acd göreyim seni basîret ve tedârlik ve takayyüd üzre olasın ve memâlik-i mahrûsada vâkic taht-i hilâfet-me5âbımda olan recâyâdan ferd-i âferîdeye zulm ve tecaddî olunduğuna rizâm yokdur ve mîr-i mîrân ve mîr-i livâ ve kuzât ve sâ’ir hükümet nâmında olanlara tenbîh eyliyesin ki hilâf-i şerc katl-i nefs olunmayub ve İdmesneye zulm ve ta caddî olunmayub herkes eyyâm-ı adâletimde âsûde-hâl olalar ve her mansıb ki virilmek lâzım geîdikde tafahhus ve tetebbuc idüb mahall ve müstahakk olanları rikâb-i hümâyûnuma telhis ve arz eyliyesin ve kimesneden rüşvet ve hedâya nâmiyle ve yâhûd gayri tarîkle nesnelerin alub ve bu sebeb ile ehl durur iken el-iyâzu bi’llâh nâ-ehle mansıb arz ve telhîs eylemekden begâyet hazer eyliyesin ve bir kulum mâdâm ki mansıbda adalet* iizredir ve recâyâ ve berâyâ kendüden rizâ ve şükran üzre olalar ve her işi şerc-i şerîf-i nebeviye muvâfık ve mutâbık ola ol maküle kullarımı zinhâr ve zinhâr garaz ile ve yâhûd hazz-ı nefs ile azl itdirilmek içün bir tarîk ile rikâb-ı hümâyûnuma arz eylemiyesin. Belki ol maküle kullarıma hidmet ve diyânetleri mukabelesinde istihkâklarma göre h ilcat-ı fâhirem ile ve yâhûd ânın fevkinde olan mansıb ile arz eyliyesin. Kezâlik bir akçadan bin akçaya ve dahî ziyâde ulııfeme mutasarrıf olan kullarum mâdâm ki ta cyîn olundukları hidmetde miicidd ve sâcî olub hakk üzre ve istikâmet üzre olalar, tebdîl ve tagyîr olunduğuna rizâ-i şerîfim yok dur. Beytü’l-mâl-i müslimîn husûsunda dahî itlâf ve isrâf olunmakdan begâyet hazer eyliyesin ve sacy deyû hazîneme yetîmler mâlını ve evkaf mâlını komıyasm. El-hâsıl cümle umûru şercile göresin. V ebâl bizden gitti, Rûz-i cezâda cevâb virecek işler işleyesin ve mâdâm ki iyilik üzre olursun benim hayr ducâm seninle ma candır55 deyû selefde olan pâdişâhlar sadâkat ile m acrûf olan sadr-ı a czam kullarına memleketi bu veçhile sipâriş buyururlar imiş ve sol sadr-ı a czam ki Şeytan’ı la cîn vesvesesine aldanub rüşvete ve kec tarîka sülük eyliyenlere suçlarına göre cezâsm görürler imiş ve sol vezîr-i a czam ki diyânet ve sadâkat ve adâlet ve hakk üzre hid met idegelmiş olalar ol maküle-i katcâ bî-m acnî olur olmaz bahâne ile azl olunmazlar imiş. Hattâ merhûm ve mağfûrun-leh Sultân Süleymân Hân - T âb e serâhu- hazretlerinün zamânlarmda vezîr-i a czanı olan Topal Mustafa Paşa b a czı zahmetlerden kötürüm olub ve Divân-ı hümâyûna geldikde Bâb-ı S acâdetden Divân-hâne kubbesine ve ândan Arz odasına varmağa iktidârı olmadığı eclden kendisini oturağa arz ve teİhîs eylemiş; ol mahalde merhûm pâdişâh™ Rahmetu’llâhi aleyhi rahmeten vâsicaten~
buyurmuşlar ki “ hâlâ vezîr-i a czam cem îc-i umûra vuküf-i tâmmesi var iken şimdi tebdîl olunur ise yerine gelen bunun tabakasına varıncaya, değin belki nice umûr-i mühimme zâyic olur ve gelüb ne veçhile hareket ideceği hod nâ m aclûmdur. İm di girû Mustafa lalam mâdâm ki tarîk-i hakk üz re hidmetdedir girû sadr-ı a czamlık hidmetinde olsun; nihâyet Der-i sacâdetden Divân-hâne kubbesine gelince at ile gelsün. B acdehu 'arza girmek lâzım geldikde huzûr-ı hümâyûnuma tezkire ile getürsünler55 deyû buyurmuşlar ve nice zamân merhûm Mustafa Paşa bu veçhile hidmet eylemişler. Öyle olsa ol asrlarda hod kaht-i ricâl değil idi, nihâyet tîz tebdîl ve azl ve nasb olunmak ahvâl-i âleme ihtilâl ve hazîneye küllî za rar olması mukarrer olduğu fehm olunurdu. Zamâıı-ı sâbıkda her nesne nin sonrasın fikr idüb ve âkıbet-endîş ve re5y-i sâ5ib oldukları içün âlem nizâm ve intizâm bulub K a cbe-i mükerreme ve Medîne-i münevvereye mâlik olunub tâ kim Yedi Îklîm ’e değin hükm-i hümâyûnları cârî olmuş idi. Lâkin fî zamâninâ hâzır memleketleri zabt eylemeğe acz çeker olunmuşdur. İmdi fî zamâninâ her sadra gelenler “ Bu günü hoş görelim, irtenin ıssı vardır55 deyûb kapularmda olan hademeleri akça ile “ kimin mesâlihi vardır55 deyû meselâ sokaklarda avcıların zağarı kelbleri gibi rüşvet arayub gezerler. Bu takdîrce sadrda olan bu f i cle sâlik olunca sâ5ir aşağa hâili olanların ahvâlleri zahirdir, hafî değildir. Bu husûsda Muhammediyye kitâbı sâhibi Yazıcıoğlu -R ahm etu5llâhi aleyhi rahmeten vâsicaten- te5lîf itdiği kitâbda şöyle buyurmuş ki: Kaçankim aznıasa metbûH dînin Bağışlanur günâhı’ tâbirinin Hakk T e câlâ rahmet eyliye, bir kitâb söz söylemişler ve atalardan dahî meşhûr meseldir ki “ Balık başdan kokar55 dimişler. İmdi cevâb buna çıkdı ki cümle âleme ihtilâl ve nizâm bozulması pâdişâhımız eyû vezîr-i a czam idinmeytib vezîr-i a czam olanların sû-i tedbîri ve rüşvet almaları ile cümle âlemde olan yaramazlıklar ve bidcatler ve hilâf-ı kânûnlarm zuhûrma hemân sadr-ı a czam b â cis ve bâdî olmuş olur. Buna münâsib hikâyet ki merhûm ve mağfûrun-leh Sultân Selîm Hân-i Gâzî-i atîk -R ahm etu5llâhi aleyh- Mısr vilâyetini feth eyleyüb ve K a cbe-i mükerreme ve Medîne-i münevvereye kisve-i şerîf giydürüb ve ehâlî-i Haremeyn hükmlerine mahkûm oldukdan sonra günlerde bir gün serîr-i saltanatlarında iken feth eylediği vilâyetleri hâtır-ı şeriflerine gelir ve gayet ile refâhiyyet ve inşirâh-i kalb hâsıl olur ve bu hâtır-ı şerifleriyle “ vezîr-i â czam olan Pîrî Paşa5yı çağırsınlar55 deyû emr ider ve f î 5l-hâl haber olunub gelüb huzûr-i Pâdişâhîde dest-bûs ider ve ol mahalde merhûm pâdişâh - R ahm etu511âhi aleyh- hitâb idüb buyurmuşlar ki: “ Pîrî lalam, biinâyeti5llâhi T e câlâ vilâyet-i M ısr5ı feth eyledük ve Haremeyn-i şerîfeyn -Ş e r- refehumâ5llâhu T e câ lâ- ahâlîleri hükmümüze mahkûm olub ve Hâdimü?l-haremeyni5ş-
şerîfeyn unvaniyle m ucazzez ve mukerrem olduk ve şimdiye değin her ne cânibe müteveccih olundiyse bi-emri5llâhi T e'â lâ feth ve nusretler mü yesser olurdu ve hâlâ emrimize m uhâlif v a zc ve hareket ider kimesne dahî yokdur. Öyle olsa simden sonra bu devlete zevâl olmak ihtimâli var mıdır55 deyû buyurmuşlar. Merhûm Pîrî Paşa dahî bir âkil ve müdebbir vezîr imiş ve ol mahalde merhûm pâdişâh hazretlerine cevâb virmişler ki: “ Devletlü pâdişâhım, şimdiki hâl bu devlete zeval olmağa bir şey görünmez ve mâdâm ki cedd-i a Mâlarınızdan bu kânun ve kâ'ide ki kurulmuşdur ve icrâ olunur ayruk bu devlete zevâl olmak muhâl ender muhâldir, lâkin benim devletlü pâdişâhım ba'de5z-zemân üç haslet şey şöyle kim evlâd-ı kirâmlarınızm zamânlarmda zuhûr eyliye ol zamân bu devletin ihtilâli mukarrerdir55 deyû cevâb virdikde merhûm pâdişâh -R ahm etu5llâhi aleyh- bunun cevâbından müte’ellim ve bî-huzûr olub ve gazablarından buyurmuşlar k i: “ Bire kara Türk, benim hazînemde hazîne mi eksükdür ve kullarımdan kullar mı eksükdür ve cebehâneden ve at ve katırdan ve deve ve sâ5ir sefere müte'allik âlâtdan eksük nesne mi vardur, höd her nesnem kuvvet-i ke mâlde olub ve hiçbir nesneye ihtiyâç yok iken ol üç şey ne bir nesnedir ki Devlet-i Aliyyeye sebeb-i zevâl olmuş ola.55 Merhûm Pîrî Paşa dahî cevâb virir ki: “ Devletlü pâdişâhım, Hakk T e'âlâ ömr ve devletini izz u şevketle günden güne ziyâde eylesin, eğer hazînenin ve eğer kulların ve eğer âlât-i harbe m üte'allik cebehâne ve sâ5ir mühimmat cümle mevcûd ve mükemmel, hiç eksük ve noksan diyecek bir şey yokdur, lâkin Hakk T e'â lâ hazretleri , göstermiye, zamân-ı adâletinizde ol üç şey höd olmaz, muhâldir, fe-emmâ ba'de5z-zemân evlâd-ı kirâmlarmız eyyâm-ı hilâfetlerinde şöyle kim birisi bir âhmak vezîr-i a'zam a düşerse ve yâhûd rüşvet kapusu küşâde olub ve ol sebeb menâsib ehline virilmez ise ve yâhûd hükümet nâmında olanlar avretlerinin murâdları üzre hareket iderse ol zamân bu devletin ihtilâli ve here ü merci mukarrer olur55 deyû arz eylediklerinde merhûm pâdişâh -Rahmetü-llâhi aleyh- bir zamân tefekküre varub ba'dehu sözünü pesend itmekle ol mahalde buyurmuşlar ki “ Allâhümmahfiznâ yâ rabbe5l-âlemîn55 ve Pîrî Paşa merhûma bir hil'at-i fâhire giydirmişler. İm di hakîkat-i hâl arslanâ hidmet iden karakulakdır, yohsa tilki ve tavşan arslana hidmet eylemek hiç mümkin midir ve bu tarihe gelince itmiş değildir. Öyle olsa fî zamâninâ yirmi beş yıldan mütecâvizdir ki her sadra gelenler hilâf-i kânûn nice nâ-hemvâr işlerinden m â'adâ rüşvet alındığı höd mukarrer ve muhakkak sabit ve zâhirdir ve rüşvet ise dâ’inıâ Devlet-i Aliyyenin temelini kazmak üzrçdir ve her sadra gelenler rüşvete sâlik olmağla sâ5ir vüzerâ ve ulemâ ve ümerâ ve hükkâmlar el-hâsıl a'lâda ve ednâda rüşveti bir mertebeye şuyû' buldurdılar ki bir müselmânm mesâlihi Allâh içün görülmek yanların da hemân küfr tabakasına varmışdır ve rüşvet bu veçhile şöhret bulmağla zâhir menâsib ehline verilmediği bu dahî azharun mine5ş-şems5dür. Bu takdîrce Pîrî Paşa merhûmun rüşvet alınması ve mansıb nâ-ehle viril-
mesi didüği husûs zahirdir ve bunun çâresi ve ilâcı görülmez ise idrâk oluna, mes’ele m aclûmdur. Öyle olsa bu ahvâl-ı âlemin ihtilâli^ ve Kul tâ’ifesine ecnebi karışılması ve zorba ve Gelâlî zuhûru ve hazînenin muzâyakalıkları ve recâyâ ve berâyânm perâkendelikleri ve menâsıb ehline virilmedüği ve rüşvetin ibtidâ zuhûru ve bi 1-cümle kânûna muhâlif ve cem îc-i efcâl-i kabâ’ih zuhuruna bâdî ve b â cis vezîr-i a czam yokluğu ve yoksullu ğudur, gayrı değildir. “En-nâsu ala dîni mülûkihim55 fehvasınca işte cevâb-i safî ve sahih budur ki zikr olundu. Bâkî Allâhu T ecâlâ alem Resûluhu. EL - FASLU’S - SÂNÎ AŞER İm di ahvâl-ı âleme halel olmağa bâdî ve b â ls olanlar çünki beyân olundu, bundan sonra bunun ilâcı ve çâresi ne veçhile görülmesi mümkindir deyû su’âl olunur ise, Allâhu T ecâlâ a lem ve Resûluhu, buna dahî cevâb bu ola ki çünki halk-ı âlem böyle müşevveş ve kânûn-ı kadîm dahî bu şekle varmışdır, simden sonra hemân sacâdetlü pâdişâh-ı, âlempenâh hazretlerine lâzım ve lâyık olan budur ki pâdişâhımızı vebâlden sakınır ve Hakk T ecâlâ hazretlerinden havf ider İslâmî kavî ve diyâneti mükemmel ve kânûn-ı Âl-i Osmâriı icra ider zamân-ı sâbıkda olan ecdâd-ı izâmlarmm vüzerâları gibi tarîk-i hakkı gözedir bir müseİmâm bulub sadr-ı a czam eylemeleri üzerlerine vâcib olmuşdur. Tâ kim rûz-i haşrde mes’ûl olmâkdan halâs olalar. Menkûldür ki hazret-i Ömer -Radiyallâhü an h - hilâfetleri zamânmda taht-ı hükümetlerinde mermerr-i nâs olan meğer bir köp rünün meremmet olunması muhtâc iken bilinmemekle ta cm îr olunma mış ve bir gün ol köprüden koyun geçer iken köprünün sakat olan yerine bir koyunun ayağı geçer, şikest olur ve tekayyüd olunmadığına rûz-i cezâda Hazret-i Ömer -Radiyallâhü an h - mes’ûl olmasına sebeb olduğu kitâblarda ayândır, tafsil üzre bilmek içün mahalline mürâca’at oluna. Bu takdîr ce ahvâl-i âlem içün sacâdetlü pâdişâhımız dâ’imâ tekayyüd-i tâm eylemesi üzerlerine vâcib ve lâzımdır ve kânûn-i kadîm budur ki sadr-ı a czamhk virilmek lâzım geldikde eğerçi vezîr-i sânî olı gelmişdir lâkin fî zamâninâ bunca ihtilâl-i âlem sebebi ile zikr olunân sıfat ile muttasıf bir ehl-i hakk kimesnei gerek bi5l-fil sadrda olan vezîr-i a czamm insâfa gelmesidir, gerek ikinci v^ üçüncü ve dördüncü vezîrdir ve gerek ulemâdan ve sulehâdan ve gerek ümerâdan ve sâ’irdendir, el-hâsıl kullardan her kangi bölükde bulunursa getirilüb ve istimâlet virilüb ve sacâdetlü pâdişâhımız dahî dâ’imâ m ucîn ve zahîri olmak üzre sadr-ı a czam eylemek lâzım gelmişdir. Zîrâ memleket harâb olmaz, îllâ vezîr-i a czamdan ve m acmûr olursa girû vezîr-i a czamm hâk ve adi üzre olduğu sebebi ile olur. İmdi kelâmın muhassalı ve zübdesi vezîr-i a czam tedârüki umûr-i. mühimnı-i dîniyyedendir ve yâhûd Çıhâr-yâr-ı güzîn -^-Ridvânu5İlâhi T ecâlâ ecmacîn - zamân-i hilâfetlerinde olduğu gibi sacâdetlü pâdişâhımız dahî kendüleri d a cvâ
dinleyüb ve her umûrı kendüleri göreler; fe-emmâ fî zamâninâ kendüleri görmesi höd muhâldir, zîrâ zamane âdemîsi edebsiz olmuşdur. Hemân pâdişâhımıza lâzım olan budur ki zikr olunan sıfat ile muttasıf bir ehl-i hak üstâd-ı kâmil m icmârı bulub ve işbu bozgun binâya m i'm âr ve emîn iderse ve bi5z-zât kendüleri dahî tekayyüd buyururlar ise ol binânm ba'zı harâb olmuş yerleri san'at ile ve tedrîc ve tedârük ile girû an-karîb biinâyeti’llâhi T e'â lâ ta'm ır ve termîm olunması mümkin olur ve böyle üstâd-ı kâmil ldmesneler taht-ı hükümetlerinde bî-nihâyedir, eyüleri hemân taleb ve aramalarına mevkûfdur, bulunmaz deyû gadr yokdur, cihân hâlî değildir ve illâ işbu bozgun düzen bisât gayr şeki üzre tashih olunmağa mümkin olunmadığı ke’ş-şems zâhirdir. Belki ihmâl olunur ise el-iyâzü bi’llâh giderek iş dlişvâr olur ve Tershâne-i âmire ve donanma-i hümâyûn ahvâlleri ve mahmiyye-i Mısr ve Haremeyni’ş-şerîfeyn ve Yemen ahvâlleri dahî yazılır ise tatvîl-i kelâm ve tafsîle muhtâcdır. Lâkin beyân olunmağa dahî ihtiyâç yokdur. Zîrâ işbû risâlede zikr olunan ahvâllerin islâhı mümkin ise bunlar dahî âna tâbi'dir, hemân m a'an islâh olmuş olur ve illâ felâ ve’s-selâm. îm di cevâb-i sevâb bunda hatm olundu ve vâki'-i hâl budur, Allâhu T e'â lâ a'lem ve Resûluhu. V e ’lhamdulillâhi R abbi’l-âlemîn ve’s-salâtu ve’s-selâm alâ seyyidinâ Muhammedin ve âlihi ve ashâbihi ecma'în. Bu fakiı^-i kesîrü’t-taksîr işbu risâle-i nasâ’ih-pezîri gâyet ihtisâr üzre tahrîr, “ H ayru’l-kelâm akallun ve dellun” fehvâsmca tastîr kılub fe-emmâ her sözü bir kitâb ve her harfi bir faslu’l-hitâbdır; Âyet-i kerîme-i ccV e mâ yantiku ani’l-hevâ in hüve illâ valıyun yûhâ” mısdâkmca ilhâm-ı kibriyâ ve eltâf-ı hüdâ ile imlâ ve inşâ olunmuşdur. Egerçi fî za mâninâ hâzâ hâsidân-i dûn “ Efemin hâzâ’l-hadîsi ta'cebûne ve tadhakûne” âyet-i kerîmesi muktezâsmca bu mazmûn-i sadâkat-meşhûna istihzâ ve hande-i bî-câ iderler, lâkin ânlar kavm-i dâll ve fırka-i cühhâldendir. Nitekim server-i kâ’inât ve mefhar-i mevcûdât buyurmuşlar ki “ Kûlû hayren tagnemû ve üskütû ani’ş-şerri teslemû” . Öyle olsa doğru söz gani met ve kul efendisine râst söylemek sadâkatdandir. Herkesin mikdâr-i aklı üzre sadâkati sözünden bellüdür. “ Ukülu zû’l-ifhâm tahte elsineti’laklâm” . Eğerçi pâdişâh-ı âlem-penâha bu maküle sözleri inhâ ider çok, lâ kin “ Yekülûne bi-elsin etihim mâleyse fî kulûbihim” âyet-i kerîmesi fehvâsmca dillerinde var, fe-emmâ kavileri fille rin e uymaz ve bu kullarının ismi zeyl4 risâlede nihân olub ayân ve beyân olunmadığına sebeb bu maküle ilâmımuz hemân f î ’llâh olub ve bir veçhile murâd ve taleb olma dığıdır. Nihâyet bu hâkşâr-i bâ-sadâkat zamân-ı tufûliyyetden hânedân-ı Âl-i Osmânın perverde-i ni'm et ve hidmet-güzîde-i der-i devletleri olub ve zıllu’llâh pâdişâh-i âlem-penâhın nazar-ı âliyeleri ile manzûr ve nice hidmet-i aliyyeleri ile mesrûr olduğum “ ke’ş-şems zâhir ve mine’l-ems bâhir” dir. Öyle olsa kemâ hüve hakkihi sadâkat üzre bir hidmetim sûret
bulmağın “lâ tu’âhiznî bi-mâ neseytu55 deyû özr-gûyân bu bir kaç kelimât beyân olunmuşdur ve asi ve sebeb budur ki gördüm gitdikçe âyîn-i saltanat-ı Osmânî muhtel ve rişte-i kâcide-i kânûn-i cihânbânî hail olmakda ve hazînede kıllet ve mâbeyn-i hükkâmda adâvet ve kuzâtda rüşvet ve ca ni b-i düşmende fırsat ve kurbiyyetde olanlar hiyânet ve ulemâda tam ac ve hamâkat ve ra ciyyetde zirâcat-i bî-bereket ve kasâvet, el-kıssa kûşe be-kûşe bidcat ve taraf taraf hacâlet her veçhile gayret-i nân u nemek-i pâdişâhî ve hamiyyet-i rukiyyet-i şehinşâhî cûşa gelüb bu denlü cür’et olundu. Ümidvarım ki makbûl-ı tab-c-i şerîf-i pâdişâh ve m atbûc-i kabûl-i şehinşâh olub bu fusûl-i kümmel belki ihyânen manzûr ola ki inşâ-Allâhu T ecâlâ tahtında fevâ3id-i bisyâr ve avâ5id-i bî-kenâr vardır. Amel buyu rulur ise âlem iyilüğe tebdîl ve nevc-i benî Âdem islâha tahvil ola. “Asa rabbünâ en yübdilenâ hayren minhâ innâ ilâ rabbinâ râgıbûn55. Belki “Se-yec calu5llâhu b a cde usrin yusren55 nice ve nice fırsatlar ve düşmen-i dîn ve devlet olan bed-güherlere hakâretîer ve feth ve nusretler müyesser ve mukadder olmuş ola. “Fe-asâ?Ilâhu en ye’tiye bi5I-fçthi ev emrin min indihi55. Zîrâ adâlet mücib-i nûr-i nusret ve hidâyet ve zulm b âcis-i sîyâhî-i zulmetdir. Nitekim hazret-^risâlet-penâh -Salla511ahu aleyhi ve^ sellem “ ez-Zulmü zulemâtu yevmi’Kkıyâme” deyû buyurmışlardır. R a ciyyete zulm olsa pâdişâh mes’ûl olur. Hadîs-i şerîf-i “ es-Sultânu zillu’llâhi ye’vâ ileyhi küllü mazlûm” fehvâsmca “Ve küllüküm r â cin ve küllüküm mes’ûlün an ra ciyyetih53 muktezâsmca pâdişâhı su’âlden ve âlem-penâhı vebâlden sakındım. îm di tedbîr-i umûr-i memlekete re’y-i sâ’ib ve zabt-ı kavâcid-i saltanata fikr-i sâkıb gerekdir. Müşavere vâcib ve ehemm ve akl-i külle mâlik olanlar ile danışmak elzemdir. “Îsteşîrû zevi5l-cuküK ve lâ ta csû fe-tendemû53 ve yine buyurmuşlarki “ M â hâbe men istişâr ve mâ nedime men istihâr” . R e’y-i sedîd dest-i şedîdden evlâdır. îm di dergâh-ı zû’lcelâlden dileriz ki bu hânedân-ı sacâdet--âşiyândan devlet ve ikbâli dûr itdürmeyüb pâdişâh-i ru b c-i Hi^skûnu hemîşe muzaffer ve mansûr ve a cdâlarmı meksûr ve maklıûr ve devletlerini m acmûr, husrevleri hük müne me’m ûr3 hayr-hâhlarmı meebûr, seherlerin pür-nûr ve gicelerin mes rur, tâ yevm-i nüşür clest-i saltanatlarını pür-zûr ve hiyânetlikle hidmet idenleri kûr ve müflis ve a cver eyliye, bi-lutfihi ve keremihi bi-hakki Seyyidi’l-cumhûr. Hikmet-i Büzürcmihri dinle ey şâh-ı cihan Her biri bu sözlerin bir dürr-i safidir ayan Sürme-i ayn-i adâlet hâk-i pâyindir senin Hakk Tecâlâ haşredek ol hâki kılsın râyegân Nûrdıır rûyun şehâ zM-i İlâhîsin velî Olsa lâyık taht~ı zilim kûşe-i emn ii emân
Bu fena îklîme geldi nice yüz bin pâdişâh Hep ferâmûş^oldıı ammâ anılır Nûşirevâh Mâm-i bâkî isteyen adi u adâlet eyledi Şehlere lâzım olan şâhım adâletdir hemân Dâr-ı dünyâ mahzen-i insân-i kâmildir sahîh Pâdişâh-i dehr olan olmuşdur âna pâsbân Her zamân kim tayy-i bahr itmek dilersen Husrevâ Mülk deryâ) taht keştîdir, adâlet bâdbân Ger tefekkür itse âdem bir bedendür kcfinâıt Anda zât-i pâdisâhe didiler rûh-i revân Görme lâyık pâdişâhım haste ola ol beden Bir marazdır zulm^olmaz cism^ânınla şâdmân N'oldığın bilmek dilersen mülkün ahvâlini Kıl tafahhus evvelâ bul ehl-i hak bir tercümân Tâk-i Kisrâ-veş kurub zencîr-i adli bacdehu Eyle bir bir kullarını hidmeiinle imtihân. Kullarından sadr-ı a*zam kim vekilindir senin Âdil ü âlim gerek hem kârsâz u kârdan Yıkma yapma virme alma sadr-ı aczamdan olur Tohsa şehler mâverâ-i perdede olur nihân Durmadın yıkmakdadırlar Devlet-i OsmânVyi Pâdişâhım sadr-ı aczamlar elinden el-amân Râz açsam kullarının cümlesi gafletdedir Hakk Tecâlâ bunlara insâflar virsin hemân Ekseri hâkimlerin rüşvet tarîkin tutdılar Hurmet-i şerc-i Resûle irdi Sultânım ziyân Tandı âlem âteş-i rüşvetle yoklar olmadı Doldu sahn-ı âsumân âh-i recâyâdan duhân Sûr u şen tutdu cihanı Surh-şer kıldı guluvv Gitdi Tebrîz ile Gence Nahcivân ile Revân İsterüz Allâhdan kim âl-i Osmânı miidâm îde mansûr u muzaffer durduğuma bu cihân Dîger: Âsumân-ı devlet u zıll-î hüdâ Osmân Hân Halk-i âlem sâye-i adlinde buldular emân
K ÎT Â B -Î M Ü S T E T Â B
Dî g er: Âfitâb-i lemca-i hılrn ü haya Osman Hân ZiU-i adlinde anun buldu cihan emn ü emân Dîger: :
ij^
Âfitâb-i mülk ü millet zill-i Hakk Osmân Hân Halk-i âlem sâye-i adlinde buldular emân Hâtif-i gaybîden ilhâm oldu bu nazm-i latîf Kâ’ilînin ismin eyler mısrâc-i evvel beyân ................................................. ( Mısrâc-i evvel) Odur bu devlete cândan hayr-hâh
[ZEYL] Sa'âdetlü pâdişâh-ı âlem-penâh hazretleri işbu ahvâl-i âleme ale’licmâl haberdâr ve m alûm -ı hümâyûnları oldukdan sonra vüzerâlarma ve ulemâlarına vech-i meşrûh üzre su’âl ve cevâb taleb buyuralar, tâ kim mansab tasarruf idenler ve mansaba tâlib olanların istihkakları ve re5y ve tedbîrleri zâhir ve ma’lûm oluna. Ba'dehu sa'âdetlü pâdişâhımız iktizâ itdüğine göre Devlet-i Aliyyeye enfa' olan re’y ve tedbîr ne ise gice gündüz Hakk T e'âlâ hazretlerine münâcât idüb ve ıslâh içün hüsn-i himmetlerin sarf idüb buyuralar: Lalam sadr-ı a'zam ve sâ’ir vüzerâ kullanım a ve hükûmetde ulemâ du'âcılarım a ve sâ’ir üzengi ağa kullarıma ve Altı Bölükde olan ihtiyâr sipâhî kullarıma ve Yeniçeri ocağında olan ihtiyâr kullarıma selâmlar olunur. H ayr du'âmdan sonra umûr-ı dîn ve devlete m üte'allik cümle nizden yedi su5âlim vardır, cevâb-ı bâ-sevâb taleb olunur: ' Evvelki sı? â l: Merhûm ve magfûrun-leh ceddim Sultân Süleymân Hân-Tâbe serâhu ve ca'ale’l-cennete [46a] misvâhu- hazretlerinin zamân-ı şeriflerinden berû Kızılbaş-ı bed-ma'âş üzerine selâtîn-i izâm bi’z-zât sa'âdetle sefere varılmadığı sebebi ile midir yohsa gayri sebeb ile midir hâlâ şah nâmında olan Abbâs-ı pür-vesvâsm dalâleti günden güne ziyâde ol duğun nakl iderler. Bu takdîrce Hazreti Çihâryâr-i ğüzîn -R id vân u llâh i T e'â lâ aleyhim ecma'înlıazarâtma tûl-i lisân iden râfızîn ve mülhidîne mücâhede fî sebili5İlâh gazâ itmeğe höd vâcib ve lâzım gelmişdir ve ecdâd-ı izamlarım - R ahinıehumu51-lâhu T e 'â lâ - zam ânlarında memâlik-i mahrûsada vâld' bunca kılâ' ve memleketleri ki feth idinceye değin zâhir nice ve nice sefer-i hümâyûnları vâk'i olmuşdur; girû ol zamânda kat'â re'âyâya ihtilâl vâki' olmayub ve her veçhile ahvâl-i âlem nizâm ve intizâm üzre oldukları bu dahî zâhir ve beyne5n-nâs ma'rûfdur ve kullarımdan niceleri ol zam âıılan görmüşlerdir. Öyle olsa hâlâ yirmi otuz yıldan mütecâviz olmuş ki ahvâl-i âlem muttasıl tedennî üzre olduğu [46b] ve nice memleketlerimizi girû düşmen alduğı şâyi'dir. Meselâ Acem vilâyetlerinde Eyâlet-i Şirvân ve Eyâlet-i Ereş ve Eyâlet-i Şeki ve Eyâlet-i Timurkapu ve Eyâlet-i Gence ve Eyâlet-i-Tiflîs ve Eyâlet-i Gori ve Eyâlet-i Tebrîz ve Eyâlet-i Nahcivân ve Eyâlet-i Nihavent işbu zikr olunan on beğlerbeğiliklerden m â'adâ otuzdan ziyâde kal'alarım ız alınmış ve. zâhir bunca vilâyet lerimizi düşmân-ı bed-fi'âl alıncaya değin nice nice ümmet-i Muhammed şehîd olduğundan m â'adâ ehl-ü ayâlleri esîr olub ve nice dahî ırz eksikliği
olmuşdur. K ezâlik zikr olunan vilâyetler feth oluncaya değin nice"hazîneler sarf olunub ve ol seferler hasebi ile dahî nice memleketlerimiz ayak altında pây-mâl ve nice recâyâ perâkende olmağa sebeb olunub ve bunca ta cb ve zahmetlerden sonra bu ne hikmetdir ki ecdâd-ı izâmımr^femân-ı asrlarmda düşmânm ellerinden memleket ve kalcalar alunur iken işbu tarîlı-i mezbûrdan berû diişmân-ı bed-kâr bunca memleketlerimizi alub ve nice yıldır ki sefer-i hümâyûn vâkic oldukça serdâr olanlar [47a] hemân bir varili bir gelinir olmuşdur^ katcâ bir fâ ’ide müşâhede olunmadığından m âcadâ bunca memleketlerimiz ayak altında çiğneniib ve bunca recâyâ pây-mâl olduklarından gayri nice ve nice beytü5l-mâl-i müslimîn sarf ve zâyic ve telef olduğu mesmû c-ı hümâyûnum olmuşdur. Öyle olsa bu ahvâl lerin asi ve hakîkati var mıdır ve nice rüzgârdır iş ilerüye varılmadığı sebeb ve b â cis nedür, beyân oluna. İkinci svüâl: Bundan akdem merhûm ve mağfûrun-leh Sultân Süleymân Hân hazretlerimin zarnân-ı şeriflerinde yeniçeri kullarım on iki bin iken şimdi yalnız hemân korucu ve tekâcüd nâmında olanlar yedi binden ziyâde olub şimdiki hâlde cümlesi otuz beş bin neferden ziyâde olmuş dur. Kezâlik A l ti Bölük sipâhî kullarım dahî ol asrda cümle sekiz dokuz bin nefer mikdârı iken şimdi on dokuz bin neferden ziyâde olub ve günden güne muttasıl eğer yevmiyyeleri ve eğer neferâtı artılmak iizredir ve sâ’ir ocak ahvâlleri höd cümle ziyâde olub ve kânûna muhalif olmuşdur ve el-ân ziyâde olmak üzredir [47b] ve K u l tâ’ifesi böyle ziyâde iken girû nice memleketlerimizi düşmân-ı bed-kâr almasına bâdî ve b â cis ve sebeb ne veçhile olmuşdur, beyân oluna. Üçüncü su’ âl: Bundan m âcadâ şimdiki hâlde yeniçeri kullarım otuz beş bin nefer mikdârı var iken sefer-i hümâyûnum vâkic oldukça evvelâ yarar ve nâmdâr, m üncim ve mütemevvil olan yedi sekiz bin mikdârı yeniçeri kullarım nedir pîr-i fânî ve sakat ve amel-mândelerdir deyû ağalarının hilâf-ı vâkic inhâlariyle tekâcüd ve korucu nâmına defterlere kayd itdirilmiş ve b a czı neferât dahî zâbitlerinin himâyelerinde olmağla kimi Rûrnili cânibine ve kimi Arab ve Acem ve Hind diyârlarmda her biri kâr ü kisb ve ticâretlerinde olub ve b â czı neferât dahî küçük nâmında ve kimi henüz beşikcle ve kimi dahî defterlerde ismi var lâkin resmi yok iken beytü’l-mâl hazînesinden her ulûfede girû bunca yük mâl ihrâc olunur ve bu sebeb ile dâ’imâ hazîneye gadr olduğundan m âcadâ b a czı yaya, başı neferâtiyle ve yamak neferler ile topçu deyû b a czı serhad vilâyetlerine ta cyîn [48a] olunur imiş. Meselâ Budim ve Belgrad ve Kamaniçe ve sâ’ir kılâc ki m aclûmdur cümle beş altı bin neferden ziyâde topçu deyû muhâfazaya ta cyîn olunub defterlerde kayd olunur imiş. H âlâ ki bu cümle kılâcda bin neferden ziyâde muhafazalarda* mevcûd olmadığı ke’ş-şems zâhir imiş ve böyle iken girû bunca neferâtm ulûfeleri nedir, mevcûddur deyû
zabitleri ulûfelerin kabz idüb ve eki ü belc iderler, hem bunca beytü5l-mâl ıtlak ve israf olunduğundan gayri sefer-i hümâyûnum dahî vâkic oldukça bu mikdâr bin nefer, nedür serhadlerde muhâfazadadır deyû ağa ve zâbit olanların hıyâneti sebebi ile sefer-i hümâyûnuma hâzır olmazlar imiş ve bunlardan bakiyye kalan kullarım dahî sefer-i hümâyûnum vâkic oldukça her zâbit olanlar beşer onar nefer yeniçeri kullarımı himâyelerine alub ve seferlerde her ulûfe yoklamalarında mevcûddur deyû ulûfelerin hazînem den ihrâc ve eki ü belc iderler. Bu takdîrce her sefer-i hümâyûnum vâkic oldukça bunca [48b] bin yeniçeri kullarımdan ancak sekiz bin nefer mikdârı seferlerde mevcûd olur imiş. Hattâ merhûm ve mağfûrun-leh G âzî Sultân Mehmed Hân -T âb e serâhu ve ca ^ le’l-cennete misvâhu- hazret leri Eğri seferine bi’z-zât sacâdet ile teveccüh buyurduklarında ol sefer-i azîmde on bin yeniçeriden ziyâde olmadığı bu höd tevâtüre yetişmişdir. Böyle iken serdârım ile şefer-i hümâyûnuma me’mûr olan kullarımdan şimdiki hâlde ne mikdâr mevcûd sefere varıldığı beyne’n-nâs hafî değil dir deyû nakl iderler. Kezâlik Altı Bölük sipâhî kullarım on dokuz binden ziyâde iken sefer-i hümâyûnum vâkic oldukça şunlar ki ulûfeleri ziyâde olub ve müncim ve mütemevvîl ata ve hidmetkâra kadir olan kullarımın b a czıları vüzerânm bidcat olan defterlüsi deyû her sefer-i hümâyûnum dan alıkonılub ve b a czı neferât kapu defterdârlarım ve sâ’ir vilâyetde olan defterdârlarımm istihdâm kulu deyû seferden alıkonılub ve b a czıları ki ağır ulûfelu kullarımdır, ağaları ve kâtibleri seferde vâkic iki üç kist ulûfe lerin mücerred kendüleri almak içün [49a] himâye tarîkiyle uhdelerine alub ve seferlerde her ulûfe yoklamasında mevcûd deyû bi’t-tamâm ulû felerin ağaları ve kâtibleri eki iderler. Bunlardan sonra bâkî kalan sipâhî nâmında kullarımın hod kimisi serdârlarımın ve mukabelecilerin lııyâneti ile bezir yağıyla yanmış çırakları ki altışar ve sekizer ve onar akçalık ulûfeleri vardır ve ekseri Türk ve K ürd ve Çingâne ve Acem ve sâ’ir ecnâs-ı muhtelifeden hâsıl olub ve yolsuz gelmişdir ve b a czısı dahî gerçi tarîkiyle bölüğe geçmişdir, lâkin fakîrü’l-hâl olmağla ata ve dona kadir olmayub piyâde sefere varır ki ancak ulufe yoklamasında bilinür, tâ kim ulûfesi k atc olunmıya. Bu takdîrce sefer-i hümâyûnuma giden kullarım bu makûle^ lerden olunca ayruk ol seferden hidmet ve fırsat ve nusret ümidinde olunur mı? Öyle olsa işbu zikr olunan maddeler vâkic ise düşmân-ı bed-ficâl bunca memleketlerimizi alduğuna ta caccüb iclecek değildir. İmdi eğer Altı Bölükde olan sipâhî kullarım ve eğer Hacı Bektaş ocağında olan [49b] yeniçeri kullarımdır aralarında ecnebi girmesine ve yirmi beş yıldan berû vâkic olan seferler içün bunca hâzineler telef olduğundan mâ cadâ ol se ferler sebebi ile bunca recâyâ perakende olmuş iken alman memleketleri girû düşman almağa ve bunca v a zc-ı nâ-hemvâr ve kânûn bozulmağa bâdî ve b â cis ne veçhile olmuşdur, beyân oluna.
Dördüncü su’ âl: V e bundan m âcadâ ecdâd^ı izâmım zamân-ı şerif lerinde olan vüzerânm yedi sekiz yüz mikdârı müşteri abd-i memlûki ve yarar kulları olub ve âna göre sefere mütecallik cebe-hâneleri ve at ve katır ve deve ve çadır ve sâ’ir âlât ve esbâbları hâzır ve müheyyâ olub tâ kim ale’l-gafle bir düşman üzerine gönderilmeğe serdârlık ile fermân olunsalardı irtesi hemân otlakların Üsküdar’a ve yâhûd Edirne Kapusundan taşra kurarlar imiş. Denile ki bundan akdem Burusâ’ya Celâli eşkiyâlarımn defci içün bi’z-zât merhûm ve mağfûrun-leh Sultân Ahmed Hân -T âb e serâhu- hazretleri azimet buyurduklarında vüzerâ ve ehl-i menâsıb olan kullar düğüne ve yâhûd seyrâne gider [50a] gibi gitmişler ve b a czısı azimetlerinde bir kaç gün sonra varmışlar. Bu takdîrce vüzerâ ve mîr-i mîrân ve sâ’ir ehl-i menâsıb kullarımın sefer-i hümâyûnuma mütecallik kapuları mükemmel olmaduğundan m âcadâ kapularmda kethudâlarmdan tâ kim seyislerine varıncaya değin cümle hademeleri ulûfem ve zecâmet ve tîmâr tasarruf ider kullarımı istihdâm itdiklerinden gayri memâlik-i mahrûsemde olan ze câmet ve t imârları evlerinde kedilerine ve kelblerine varmcayadek pây-ı Kalenderi bahş itmişlerdir. Lâkin merhûm ve mağfûrun-leh Sultân Süleymân Hân hazretlerinin asrında ve ândan evvel olan ecdâd-ı izâmlarımm zamân-ı şeriflerinde sadr-ı a czam olanların kethudâları nâmînda ancak yirmi bin akçalık ze câmet mutasarrıf olmağa me’zûnlar im iş.*K atcâ ayruk vüzerâ kapularmda ve sâ’irin kapularmda dirlik tasarruf ider kullarımdan hüddâm nâmında olmazlar imiş. Şimdi ise vüzerâ hademeleri değil, kethüdalarının hademeleri ve köleleri seyis lerine varıncaya değin birer ism tesmiye eylemişler ve bunca zecâmet ve tîmârları birer tarîk [50b] ile berât itdirüb ve sepetlerine koyub tasarruf iderler. Bu sebeb ile erbâb-ı zu cemâ ve erbâb-ı tîmâr kullarım Anadolu ve Rûm-ili ve Arabistân cümle ikiyüz bin kılıç iken hâlâ öşr-i a cşârı kalmayub sepetlere girüb m acdûm oîmuşdur deyû nakl iderler. Bu hod el-iyâzu bi’llâh hıyânet üzre hıyânetdür. Ö y k olsa bu maküle hıyânet ve hilâf-ı kânûnı irtikâb itdikleri ve ecdâd-ı izâmlarımm kânûn-ı kadîmleri bozul'mağa b â cis ve sebeb ne veçhile oîmuşdur, beyân oluna. Besinci sut âl: V e bundan m âcadâ ecdâd-ı izâmlarım zamân-ı şeriflerin de cemic kullarım saliîh ve devşürme ve kul cinsi iken şimdiki hâl recâyâdan olaıı ecnâs-ı muhtelife ki ata ve dedeleri dirlik tasarruf idegelmeyüb recâyâ oğlu olan Etrâk ve Ekrâd ve Çingâne ve T ât ve Acem ve gayriden olıgelmişe muhâlif ve kânûn-ı kadîme mugâyir sipahiliğe, ve yeniçeriliğe ve sâ’ir dirliğe geçüb kullarım içlerinde bir veçhile ecnebiler girmeğe bâdî ve b â cis ne sebeb ile oîmuşdur, beyân oluna. Altıncı su*âl: V e bundan mâcadâ [51a] cem îc ulufeye mutasarrıf olan kullarıma her üç ayda ulûfeleri Dîvân-ı hümâyûnumda virilmek kânûn-ı kadîm iken hâlâ yirmi beş otuz yıldan mütecâviz olmuş ki ancak yeniçeri kullarıma tamâm ulûfe virilüb ve sipâhî kullarıma dahî para kesik üzre
virilüb ve çaşnîgîr ve müteferrika ve sâ’ir kullarımın ulûfelerin başdan savmak içün bacıların a m ukâtaca eminlerine ve b a czılarma m ukâtaca tutan Yehûd ve kefere üzerlerine sâlyâne olunub ve kullarım varub ol maküle mültezimler kapusunda ulûfelerine mülâzemet iderler. Husûsâ el-iyâzu bi’llâh Yehûdîlere ve kefere tâ’ifesine nice ve nice mülâzemetliklerinden sonra girû her sene dört kist ulûfelerinden sahîh bir iki kist ulûfeleri vâsıl olmaz imiş deyû mesmûc-ı hümâyûnum olmuşdur. Bunun dahî asi ve hakikati var mıdır ve böyle hilâf-ı kânûn sâdır olmağa b â cis ve bâdî ne veçhile olmuşdur, beyân oluna. Yedinci sıt âl: V e işbu zikr olunan hâ’inlikler ve hilâf-ı kânundan m âcadâ Anadolu ve A r abis tân [51b] ve Rûm-ili memleketlerinde vâ k îc bunca hâss-ı hümâyûnumdan bunca hazîneler tahsîl olunur imiş ki cümle kullarımın ulûfelerine ve sâ’ir masraf-ı mukarrereye kifâyet eyledüğinden m â‘ada, taşrada olan beytü’l-mâl hazînesine her sene nice yük akçalar v a zc olunub ve zamân olmuş ki ol taşrada olan hazîne kubbelerinde akça sığmayub Yedi K ulle’de vaz cideıier imiş. Şimdiki hâl memâlik-i mahrûsada vâkic hâss-ı hümâyûn mahsûlünden öşr ve âşiri hazîneye mâl girmez olmuştur. Meselâ hâss-ı hümâyûnumdan güzîde aklâmdan Haleb hazînesi ecdâd-ı izâmım zamân-ı şeriflerinde her sene üç dört yüz bin filori irsâliyye hazîneme gelür iken şimdi on bölükde bir bölüği gelmez olub sâ’ir hâss-ı hümâyûnum hod ve kıss alâ hazâ tenezzül üzre olduğundan gayri vüzerâ kullarıma kadîmî ecdâd-ı izâmlarımızdan kendülerine ta cyîn olunan hâslar işbu yakîn zamândan berû âdemleri ve voyvodalarının zulm ve tecaddîleri sebebi ile recâyâlarm perîşân ittiklerince ol maküle bî-hâsıl olan hâsların hâss-ı hümâyûnuma [52 a] ilhâk iderler ve hâss-ı hümâyû numdan bakıyye kalmış m acmûr hâss-ı hümâyûnumu hilâf-ı vâkic inhâ ideıier, kendülerine hâs ta cyîn ider olmuşlardır deyü mesmû^ı hümâ yûnum olmuşdur. Bunun dahî aslı ve hakîkati var mıdır ve hâss-ı hümâ yûnum berbâd olmasına sebeb ve b â cis ne veçhile olmuşdur, beyân oluna. İmdi bu cümle yedi şu?âli.m. kim olmuşdur bunca efcâl-i kabâ’ih zuhûru ve kânûn-ı kadîm bozulmasına b â cis ve bâdî ne veçhile olmusdır • 9 ve ne sebeb ile vâkic olmusdır ve min b a cd bu cümle ahvâlleri girû üslûb-ı sabık üzre nizâm ve intizâm buldırmasmın tedbîr ve tedârüki ve re’y-i sevâb ne üslûb üzre görülmesi münâsibdür? Evvelâ bu cümle cevâbı vüzerâ kullarımdan taleb olunur ki ânlar bu ahvâllere vâkıflardır ve bu maküle umûr içün vüzerâ makâmmda v a zc olunmuşlardır; b a cdehu bi’l-ficl mansıbda ve yâhûd mansıb tasarruf itmiş ulemâ efendilerinden ve özengi ağası kullarım ve rûzgâr-dîde ihtiyâr Altı Bölükde olan sipâhî kullarım ve Hacı Bektaş ocağında olan ihtiyâr yeniçeri kullarımdan [52b] dahî ecdâd-ı izâmlarımdan gördükleri kânûn ve m aclûm idindikleri mertebe cevâb-ı sevâb taleb olunur. Bakî, Allâhu T e câlâ a clem ve resûluhu.
İ N D E K S B eytü 5l-m âl-i müslimân, 4, 5, 8> 10, 13, 14'j
— A —
16, 29, 36, 37. A bbâs, îra n Şahı, bk. Şah A bbâs, ı ı , 36. A ’câm , A cem ,
A cem
M em leketleri,
3,, 4,
11, 15, 17, 18, 19, 20, 36, 37, 38, 39.
Boğazlar, 14. Bostancı,
7,
A ce m î oğlanı, oğlanları 7, 13, 14.
Budim ,
35.
 dem , 22.
Buruşa,
9,
A ğ a , A ğalık, A ğalıklar,
6, 7, 8.
8.
Bostancıbaşı, 7, 9. 20,
39.
Bölük ağalıklap, 6.
A h m ed I., O sm anlı Sultânı 39.
Bölükbaşı,
A h i, Şirvân eyâletinde kale, 12.
Bölük halkı,
A h û r halkı, 14.
B üyük m îr-i âhûr, 6.
^
A kça, 4, 5,^7, 8, 9, 10, n ,
13, 16, 20, 23,
10. 8.
^
B üyü k oda, 6.
24, 25, 29. A kdeniz, 7, 13.
G
—
-
■
A ltı Bölük, 16, 36, 37, 38, 40. A nadolu, A n a d o lu m em lek etim , 6, 17, 18,
Cebeci, Cebeciler, 3, 4, 14.*
J9 ? 39 ? 4 °A rab, A ra b m em leketleri, diyarları, 15, 37.
Cebelüler,
15.
C elâ lî, Celâlîler, 4, 5, 9, 12, 17, 20, 25, 26.
A rabistâıı, 39, 40. A rza girm ek,
3 i> 3 9 -
29.
v
C elâ lî eşkiyâları, 39.
A rz odası, 6, 29.
C elâlîlik,
A rz-ı R û m , bk. E rzurum , 20. sarâyı,
6.
A t gemileri, 7, 8,
13,
Avâm
C ebehâne, 31, 39. C ebelü,
A rabacı, 4.
A tm e yd am
G avad, Şirvân eyâletinde kale, 12.
m âbeyııi,
16.
N
14.
ç ■
I.
— B —
Çaşnigîr, 3,
14, 40.
Çaşnigîrlik,
3.
Çavuş, 3, 4, 7, 20. Bâb~ı sacâdet, 29. Badkû,
Şirvân
Çavuşluk, 3.
eyâletinde
kale,
12.
Ç ingâne,
Bağdâd, 20.
Ç ingene, 4,
16, 26, 38, 39.
Çukadâr, 6.
Baltacı, Baltacılar, 7, 27. Beğlerbeğler,
3, 9.
Beğlerbeğilik,
— D —
Bağlerbeğilikler,
6,
7,
12, 36.
8, D a ğ koruyucuları, D â r-ı
Belgrad, 37.
İslâm ,
10.
12.
D â rü 5s-sacâde,
20.
D ârü V sa^ d e
kapusu,
Bergüşâd, N a h civ â n eyâletinde kale, 13.
D âvud
çiftliği,
B eytü ’l-harâm , 2.
Defterdâr, Defterdârlar, 4, 5,
Berât,
15,
39.
Berde, G en ce eyâletinde kale,
B eytü ’l-m âl
akçaları,
B eytü ’l-m âl hazînesi,
12.
9.
D ellâl, 5.
16. 5,
Paşa
*
20.
12,
37, 40.
D ergâ h -ı Â l î
kâpucuları,
14.
10,
16, 38.
D em irkapu, bk. Tem ü rkapu ,
G en ce eyâleti, 12.
12.
D evlet-i A liyy e , 2, 3, 5, 8, 9, 10, 11,. 14, 16,
17,
18,
19, 2 i, 27, 31,
35,
15,
G ılm ân -ı acem iyân,
36.
Gori, G en ce eyâletinde kale,
14. 12.
G ori eyâleti, 36.
D evlet-i O sm ânî, 35. Devşürm e, 7, 26. Devşürm e sürisi, 6. Dirlik, Dirlikler, 3, 4, 6, 8, 9, 16, 18.
H â cı Bektâş ocağı, 10, 11, 38, 40.
D îv â n ,
H âkim ,
H âkim ler,
H âleb,
20,
5.
D îv â n ehl-i 5.
23,
8,
25.
40.
D îV ân -ı hüm âyûn, 6, 8, 29, 40.
H âleb hazînesi, 40.
D ivân-h ân e,
H arm eyıı-i şerîfeyn, 8, 20, 30, 33.
29.
D ivân -h ân e
kapusu, 29.
H arem eyn -i’s-Şerîfeyn evkafı, 20.
D ivân -h ân e
kubbesi, 29.
H arem -i hâssa,
D on an m a-i hüm âyûn,
3.
D ördün cü vezîr, 32.
H arem -i m uhterem , 26. Hâs,
— E — E b û ’s-S u cûd,
Şeyh ü ’l-islâm,
26.
Edirne sarâyı, 6. 38.
H av v â,
22.
H azîn e,
H azînesi,
8, 11,
E h l-i dîvân , 4.
H azîneler,
3, 4,
5,
H azın e-i âmire, 2, 5, 9,
14.
13,
15, 20.
H azîn e-i hâssa, 15, 18, 21.
E h l-i san ây ic, 20. E h l-i sünnet ve cem â £at, 12. E krâd, 4, 39.
H azret-i H elû
Ö m er,
H ân ,
bk.
Ö m er,
32.
13.
H il’ at, 29.
E li emrli dirlik virm ek, 4.
H il cat-i fâhire, 29, 31.
5.
E rb â b -ı tîm âr, 39. E rb â b -ı z u cemâ, 39.
H in d ,
37.
H in d
diyârları,
37.
H ükkâm , 31.
Ereş eyâleti, 12, 36.
H ünkâr kulu, H ünkâr kulları, 20.
26.
Erzurum , bk. A rz-ı R û m , 20.
—
1—
Etrâk, 4, 39. Evkaf,
8,
İbrahim ,
29.
Peygam ber,
22.
İç oğlanı, oğlanları, 8, 26, 27.,
E v k a f mâlı, 29.
İç
oğlanlığı,
6.
İç oğlan tâ ’ifesi, 27.
— F —
İsâ, Peygam ber, 4. Filori, 4,
15, 18, 40.
İshâk, Peygam ber, 22. İsm âcîl, Peygam ber,
—- G — G ala ta , 6,
G a la ta sarâyı,
İstanbul ağası, ağaları, 6, 6.
G a r îb yiğit, 4.
,
G edik, gedikler, 3, 4, 8,
10.
G ence,
22.
İstanbul, 6, 14, 17, 20, 21, 26.
14.
12, 35, 36.
— K a b a la ,
6,
15, 18, 21, 23, 25, 30> 3*, 4 °.
H azîn ed âr, 5, 19.
14.
E h l-i müteferrika,
Erm eni,
H âs b ağçe bostancısı, 7. H âs oda, 6. H asta odaları, 7.
E ğri, 16, 38.
Em inler,
40. 7.
Hâss-ı hüm âyûn, 40.
Edirne kapusu, 3, 9, 39.
E h l-i hiref,
Hâslar,
H âs bağçe,
Edirne, 6, 9, 20, 21, 39.
E ğri seferi,
11.
H arem -i hüm âyûn, 26.
Şirvân
K—
eyâletinde
K a lbe-i mükerreme,
14.
30.
kale,
12.
K ad ılık, K adı
23.
— M —
efendi,
23.
M â b e y n akçası,. 16.
K am an içe, 37.
M ah lû l, M ahlûller, 3.
K a p u ağası, ağalığı, 6, 26.
M a h m û d A ğa, K a p u ağası, 26.
K a p u cu , K apu cu lar, 3, 4, 25.
M â l-i m îr î{ 16, 21.
K apu cu -b aşı, 6.
M ed în e -i
K apu
defterdârları,
38.
K a p u ku lu ,
K apu ku lları,
K a ra b a ğ ,
G en ce
K araden iz,
7,
münevvere,
M eh m ed I I I ,, 15,
16,
17.
eyâletinde kale,
30.
O sm anlı Sultam ,
12.
M erd -i tîm âr,
13.
M îr -i âhûr,
n.
6.
K arakullu kçu , 7.
M îr -i alem, 6.
K a r âm ân,
M îr -i L iv â, 3, 15, 23, 24, 29.
20.
K a r a M u stafa Paşa, Serdar, bk. M ustafa
T ü rk,
P îr î
Kârhâneler, Kars,
M îr -i M îrân , 3, 6, 23, 24, 29, 39. M îr -i M îr â n -ı A nadolu, 6.
Paşa, 3. K ara
Paşa’nm
lâkabı,
M ısr,
31.
22, 30, 33.
M uhâsebeci, 5.
7.
M ukabeleci, M ukabeleciler, 4,
12.
K ars beğlerbeğliği,
12.
12.
M ukabeleci kapusu, 4.
Kastam oni,
6.
M u k â ta ca,
40.
M u k â ta ea
eminleri,
K astam on i Sancağı, 6. 40.
17, 26.
,
M û sâ, Peygam ber, 4, 22.
K esip para, 4.
M ustafâ, M uh am m ed, 22.
K eth u dâlar,
abâlar,
40.
M u ra d I I I ., O sm anlı Sultânı 2, 3, 7, 11 ,14,
K elek, G en ce eyâletinde kale, 12.
K ız ıl
7,
19,
27,
39.
M u stafa
6.
Paşa,
V e z îr-i
K ızılb aş, 3, 11, 12, 13, 18, 36.
bk
a'zam ,
Topal
13.
Paşa, 3.
K ız ıl elm a kapusu, 11.
M ü ltezim ler, 40.
K iler-i
M ültezim ler kapusu, 40.
âmire.
14.
K o rucu, 9, 10, 16, 37.
M üsâfir, 2.
K oruculuk,
9,
M üteferrika, 3,
14, 40.
K ostaniçe,
15.
M üteferrikalık,
4.
Şirvân
10.
eyâletinde
kale,
(?) Şeki eyâletinde kale, 12.
12.
K u l cinsi, 26, 39. K u l defteri, 5, K u l m evâcibi,
— N—■
10. 11,
N ah civân ,
18, 21.
K u l tâ ’ifesi, 2, 3, 4, 6, 9, 11, 14, 15,
23,
29.
K üçük
oda,
6.
17,
12,
19.
Nefer, Neferlik, 3, 8, 9, 10, 14, 37. N ih âven d N öbetçi,
eyâleti,
N ûşirevân-i Leven dât, 9. Lokm âıı,
bk.
T ü rk î,
 dil, —
1.
36.
25,
34.
O—
O cak , O caklar, 6, 7, 8, 18.
22.
L u tfî Paşa,
12,
16.
N û h , 22.
— L —
Lisân-ı T ü rk î,
13, 35? 36-
N a h civân eyâleti, 12. N edim ,
23, 26, 31, 37.
K u zâ t,
M ustafâ
V e z îr-i
a fczam ,- 21.
Paşa,
29,
M u stafâ Paşa, Serdar, bk. K a r a M ustafa
K ızılbaş seferleri, K ızılb aş vilâyeti, 3,
K ubba,
16, 38.
M u kâ ta 'acı, 5,
Kefere tâ ’ifesi, 40.
K eth u d â,
10,
M u kab eleci defteri, 10.
K ars kalesi,
Kefere,
16, 38.
M eh m et Paşa, V e z îr-i a ‘zam , 26.
O dab aşı,
O dabaşılar,
7,
11.
O dalar,
Selîm H â ıı-ı atîk (Y a vu z), O sm anlı Sultânı,
ıo.
18,
O d a korucusu, ıo. O ğ la n
devşürme,
O rdu bâd,
26,
30.
Serdâr, Serdârlık, 3, 9, 16, 37, 38, 39.,
6.
N a h civ âıı
eyâletinde
kale,
O sm ân H â n -ı G â zî,
(I. Osm an)
O sm anlı
13.
Serhâdli kulları, 18. Serhad vilâyetleri, 37. Silâhdâr,
Sultânı, 2.
6,
17.
Silâhdar ağası, —
Ö—
17.
Silâhdar bölükleri, 17. Sipâhî, Sipâhîler, 4, 7, 8, 16, 17, 27, 36,
Ö zen g i
ağ a
(ağası)
Ö zen gi
ağalıkları,
kulları,
34,
36,
40.
7.
38,40. Sip âh î ağası,
17.
Sip âh î bölükleri, — P — Pâdişâhlık, Pâdişâh P â y-ı
Sipâhilîk, 3, 4, 7, 39.
28.
avgâhı,
9.
Sivas,
39.
Sivas kalem i,
K alen d eri,
P ırı Paşa, V e z îr-i a'zam , Pîşkeş,
17.
Sip âh î kulları, 36, 37, 38, 40.
18,
19, 30, 31.
20.
Sol vezîr,
20.
26.
Sultânlar kapusu,
26.
7.
Süleym ân H â n -i G â z î (K an û n î), O sm anlı Sultanı, 8, 9, 10,
— R — R âfizîler, R e ’is,
14, 17, 20, 21,
12.
Süleym ân, Peygam ber, 22.
7.
ş
R en cber gem ilerî, 14. R evân , N a h civân eyâletinde kale, R ikâbdâr, Rûm ,
12,
25 » 29 > 36, 37 » 3 9 -
13, 35.
6.
Şah A bbâs, bk. A bbâs, İran şahı, 11, 36. Şam ,
15.
23.
Şark seferi, 3.
R ik â b -ı hüm âyûn, 3, 4, 5, 7, 10, 16, 29. R ûm -eli, 3, 6, 13, 14, 17, 18, 19, 20, 25, 37,
39, 40R û m iye, T eb riz eyâletinde kale, R ûzn âm eci,
4,
12.
5.
R üşvet, 2, 3, 4, 5, 14, 20, 23, 26, 29, 30, 31. 3.
R ü ’ûs
defteri,
Şehrizol,
13.
Şehrizol
beğlerbeğliği,
13..
Ş eki, Ş eki eyâleti, 12, 36. Şemkûr,
R üstem Paşa, V ezir-i a'zam , 21. R ü ’ûs,
Şehr oğlanları, 26.
G en ce
eyâletinde kale,
Şenlik, 19. Şeyh ü ’l-islâm. 26. Şibl, şeki eyâletinde kale,
3.
Şirvân, Şirvân eyâleti,
12.
12, 36.
Ş u cayb, 22. — S —
T
Sadr-ı a czam , Sadr-ı a'zam lık, 4, 8, 10, 16, T aşra halkı, 26.
17, 20, 28, 29, 32, 35, 36, 39.
T aşra kapucuları,
Sahib-i arz, Saliyâıı,
Şirvân eyâletinde kale,
Sâlyâne,
40.
12.
14.
T â t , 4, 39. T atar^H ân, 20.
Sancak, 3, 6, 7, 8, 9.
T a ta r
Sancak beğleri, 3, 9.
T e b r îz,
H ân
1)2, 35, 36.
vilâyetleri,
eyâleti,
20.
Saplam a, 8.
T eb riz
Saplam a yeniçeri, 11.
T e k â 'ü d , 9,
Sekbânbaşı, 7.
Telhîs,
Selânik, 23.
Tem ü rkapu, bk. D e m ü rk a p u ,, 36.
Selîm , I I , O sm anlı Sultânı, 2.
T erakk î, 3, 4.
3,
12.
10,
19,
16, 37.
29.
12.
— Y —
Tersahâne-i âmire, 33, Tersahâne halkı, 14,
Yamak, Yamak neferleri, 37,
Tiflîs, 12, 36.
Yaya-başı, Yaya-başılar,
Tîmâr, Tîmârlar, 4, 6, 8, 11, 15, 39. Torba, Torba oğlanı, 7, 8. Topal Mustafa Paşa, Vezirdi a ‘zam,
29,
Topçu, Topçular, 3, 4, 14* 37 Topuz, 21. Türk, Türk oğlanı, 6, 7, 11,
16, 19, 27,
3 J> 3 8Türkî,
7,
10, 37,
30. Yedi^Kulle, 18, 21, 40, Yehûd, Yehûdîler, 40. Yemen, 33. Yeniçeri, 5, 6, 7, 8, 9, 10, 11, 13, 14, 16, 17/
18,
bk. Lisân-ı Türkî,
6,
Yazıcıoğlu, Muhammediyye kitabi sahil^,
1.
— U —
37? 38, 40-
Yeniçeri ağası, 6, 7, 9, 14, j6, 17. Yeniçeri ağaları, 10, n , 16. Yeniçeri ağası kapusu, 7,
10,
Ulemâ, 2, 23, 28, 31, 32, 36, 40.
Yeniçeri kâtibi, 10. Yeniçeri ocağı, 5, 7, 8, 10, 13, 14.
Ulûfe, 3, 4, 6, 10, 11, 13, 16, 18, 37, 3 8? 4 °-
Yeniçeri tâ’ifesi, 10, 11,
Ulûfeli kapukulu, 15. Ulûfelu kullar, 38.
Yeniçeriler kethudâsı, 7.
Ulûfe yoklaması, 16, 38.
Yeniçeri ulufesi, 16. Yeniçeri zâbitleri, 16,
— Ü— Üçüncü vezir, 32. Ümerâ, 31,-38. Üsküdar, 3, 9, 20, 39.
Yeniçerilik, 39.
Yeniçeri Yeni
odaları,
Sarây,
Yenişehir, 23. Yoros kazlığı, 9. Yûsuf, Peygamber, 22.
—
V âlî, 8, 26. Vân, 20. Vezâret, 7. Vezîr, Vüzerâ, 2, 6, 7, 8, 15, 17, 18, 19, 28.
3 0 , 31 > 3 6? 3 8> 3 9 ? 4 °* Vezîr-i a ‘zam, 6, 18, 19, 20, 21, 26, 29, 30,
3 X> 3 2 *
7.
6.
—
Z—
Zâbit, Zâbitler, 10, 16, 26, 37, 38. Za'im,
20,
Ze'âmet, 6, 8, 39. Ze'âmetlik, 15, Zergüşâd/ Nehcivân
eyâletinde kale,
Zirâ<at, 33. Zorbalar, 4, 9, 12, 26, 31.
Vezîr-i Sânı, 32. Voyvpdalar, 40.
Zu'amâ, 15. Zülüflü baltacı, baltacılar, 26, 27.
Vükelâ-i devlet, 2.
Zülüflü baltacılık, 6.
13, /
‘ ^v / ta h «
n r
n * /r v
io/rr
ıS
. rlx\
‘ n/\r
. T Y/ t A (
^UT . r/'r^tr*
‘ r /u
h i
. ^
t \ / \ r <i \ / \ ^ l* . J I <_£
jlj
. T */ "\ T
JU
• f * /î Y
*X j
• * \ ı / r r ‘ î t / yy/ * / \ v
jl
<jU5"*^« U ^- )
t ı / \r s \ t / \ •jL^U İjU t
Lb
. Y •/*\YV>a /^V
.
i l \ r
iS S T ^ ı
» Y * / *\ Y
, \ 0/ Y V
• , \ Y/ T v ^ J İ P y / nr •
^^S o ^ ,^ X .
‘ t I \r < ı \ \ ] \ r jk j^ S ı / y ^ h / y y
cr/nr s ıvır/y < \
\ •I \s i I \ \ (J?!/** sS*d
*v /m
t ^
.
• ^/r ^ ^ 5 i .
S\ t l \ I \ \
.
soj\ \ *a t W u
v/rv ( ^
uj
)
m y t n
H / \ t a 1 1 -t r
ı <\ i v / -\ r
• ^y/or û* . A O / ll jhşjf" ç^j*£
<■^
c y I \'\k s ^l \ t
n / ı v ı u n r n c i/ y a m v
U*
4 î jjb
. \A /u M S 8 /rîM i4 ir/Y ^
. \k/ \hh TI W ^<UîU* <JO~>o
. v—
^
ı \ r
m
u / n v s r / ’n y y / * \ o j JLJ
T
t h y / h
<ss?St n
•/ \ y
-
V ... "
5!
' . a /*u
‘
ö
" / oa ‘
> 1 / r ^ o lj~ Ü
■ u / t v J J I 4I
■ ■
,■ !. ' .
. a / 'u * r r / r * -» o V ‘ r / vt i \ t ‘ n / u
i \ r i \ r sr/o
d iy ü
/ Tt
n
o / r r
n
•
........"
i/rr
-
, . • A/^ . \v/ r t *:>>'
. r/rv i \ • /n
i t /
U . r - J j 1*
v/tr ( jl-5-0 ), ,. • v/ 1 r ( ^ U l j J ) U! . . . • ^ / tA İ \ o j t A »j ji» *«4A. t r/ı i j v, ır/r .. I I I (uü»i- ) ^ <>.^ j *
* " r v: r - / n
«'/ o "İ ‘ \ f
JL.
•
. A/r y ^
: • X \ \
■ .,,
. T / > ^ i T T I f 7* u r
\/"vr
.
t *»^ i î .
. \\/ r t i \‘ / r ı
t yu
‘ t t '« v / ' V ‘ \ r ı o c r / n
‘ t / nr n
T/TV J#-.'***! jjjU
o/ -u ‘ \ • / a ‘ n / 1
Jile
ta ‘ \a/ rr i a /, t • ‘ \ • / \r ‘ V\ ‘..-y
v. : • v
J
.
. r /11 ‘ « / \ s .
J ij
■. r / u ^ i j j
...
‘ A v / Y t ‘ \ a / y } * n/* • ‘ o / t I j j j t y j j i / t "V V V T 4 V ^ /-T o ‘ T / u
‘ v/ \ r M A
;/rt'£ « *r/n V vV r* * r*/ TA • ' •
; ., A/ t r ‘ t/ m
. r ı ı/w i n / u > ' v . \e^/iA ‘ v/vr ı ^r— ■\ • ı V/tA ( (Ji»'j1,jj ) . Vt /Vv ( likJL. ‘ a/^İhmv o r /a j W ‘
‘ a / v ‘ t / « n r v / t vsr * / n ‘ n a
f n
ıy\ı\tj\i
‘ r r
■y
. \r
t \ r / ı v
Y
Y^t *
M ‘>v- t n
. r r / ı r ‘ ^a/tv
‘ u / ı r
■a/ \A cîJÜJ
‘ r r / ı ı * \ • o ı / \ ı
• ' v/A tf'j**
j- _ jj
.
m t o r <n - ‘M• ‘ ı / r r ‘ \ e / n : ‘ -a \ «> r / r t i v / r r < n / m * </ia
‘ r r / t v ‘ u
m
. .1 -
ı v n / ı r
■
, ..
, . jo/rA
‘ o/t
^r/or
Jlî y j j
..... .
.
-
-
• v/m > j ! 1»
^ \r — w / r r
* # y j*
u/ l T
**
^-j*
. 1 t/ n (!*• r v 5 t - /rA ‘ i « t / n n/o 'jJ j-
--
' \ - ’ ■- ■, - İ . T o / v V öUjl»
J«. - ■
v
t , \ A / r , c . J jâ t f ^ T j
. y/iv >*JİJ
A/ ' 1^**^'-*'
0/ ^ ı
* v/ll . \•/ r v i n/a oiyf
. r u r .
1/11 «»tli*
•
t »a
t v v . i - v » / » r > \ r /■« \ ‘ u / o • i i r ı o ,■•
‘ u /
„
r r /n .
i r
/1• ‘ \ a /
n 1 1 f m \ ,\ I \ \ i \ I o öij«j« . Y r /ıt ‘ t r
/11i r /1• m A /r a î r > /r a
s
' ; \ı/\ ^ Jjl»ul 6ljwju
' i’
.
\ v / r o i \ v / r *ı v*ı t r
Jj *
‘ t/ v i r / o n
‘ 1/ \ •
•
. ' v ı \«/ v ^ ^ Jij»
J_>»
, -, ı / r r
* ı v / n
'i
‘ r / r \
i ' r/r t
i \i]\*
{ \ ij \ e
i v 't a
i t r / m
‘ r/tA
i rr/r v
.
m
it / t
a/i t
ir/A
^
J iJ *
J k
J jj»
• T .t/ t.T .S .t\ / \ r . j f i
•/>
«— t/*'
i r/t t
° / 'r ,
V*
,
, >'
• t ; "v Lil/ JU~a* •_.» . î r/
vY s r / M
/ a i i • / o j i f o f id - » ?
u
. .
v ,m
;
2U î
v v / « t i r r / t n ir •/ îa
:Y r * m / \ v
•
‘\ / t
in/sA i \ */r v
■A
.
. n/r v
V•/ T \
jjJ * S
u / n
•'«i?
• A/n \ t f j j f
\
f* * &
/
r
,<u^*
. v/ t v v
***^
. v/T \ 'Lî '<uii . v/ r \
iT :■ ■■ *■ i va/ t vi
u
•
/ r \
i \r/r o
- A/ r v j U
If
, • r \j\ r
•
• T*/-vr
■ •
n /r \
t J * iU jü T
i
n / n
tU i^ f
■
i \ r / 11 ‘ v r / r T ‘ r r / \ \ J
• w ıvı r / ı # •
t/ a
\ v /rr
. r / ı t i n / t r . r ^/ t r
< s j j f ***i» ^
•j ! * v , N oü
. vr/r v
•.
'V 'S '
•
vt/ r v V
J jjf ,
j j ; ' * * 1»
\ v / r \ - û ljj- '; * 4 î
jlitsjj
w /n
.
» v - 1*
'«‘•U
\r</x \ illT. '*Jî
.
«i/
'««I»
’ ıJ i»
.: n / n
. ...
»j U l i i - T
. \ jt \ İ 1o/tA .
o y u
•■ ■ ' ' , ^ / n J~î *Ui
• ,
^
vv / rv .
j ; V I»
\ v / r \ j İ - î İ j j '• u i i
' J
•
' / T ^ 2-1»
i r * < V f ‘ t / v v i v t t v t r / j -ı
■>■>'. r f r S j y o u
: t r • m v i vtj r t
(
> j j ) L iU
. \ »ı r — T/ro i r \
ju .
, ■;■■ v / r v OljJU .■ t ' ı i n / n
. i T\ t n
ola;_,J
. \-\\s
\ 11 r / 1 r 4 n / r ı
(A IV M / ) V
İ A / l l
.
ir
jr
ı \ ı
ıt
‘ •
m / u
J y • r -/ıo ‘ n
j U jy
\/ 11
Jj» Jj»
. .
e/
*
A / YV S U
I 1tl U 1 ^ /tI
‘
\r /t v
ı y • / t^
m t ‘ ^
a / i r
* t •/'u
o / it
‘ n ‘ ıv
^
l.
' ,
^
11 t ‘ .-i v/y Y • .1 • 4 r \/ \A _/İ*jL». .4 i ıl- i V4. o 4 Y /1 Y"; 1 0,/VY J Y
i r ‘ r ‘ y/ai ‘ r./ no ‘ o ‘ i .
. ^0 C ^
C v
^ T/ T û
cJ j î
4 0
J ^ j Ip .
.
o / n t ç a/ *\ r
' .; . •
-J
4T \ / 1
y y / AO
^U>
; n r / r *\
.U / l T ‘ U ‘ l / VA
?/'v
•
^
. '
4 \ c/ U
j^
•jil»
. V° / A •
. Y.o/ 1 V
b . . t/ A . v/ r r
'r'iO ^ s y•/ 1
Y• / Tr
( p ! H /.j-> )
j L * . 4JbjI*
• T T 4 Y • / “\ Y ‘ Y Y / a 4 ^ v / l • r / Ys
^
t . I \ . 4'. ş, &H. ■ İT/T T
w'L»»«*
■" v ı—* . Y\ 1 ^
i. \ A / T ' \ * V V / Y t i «./ V J j j l »
■•- - t .;
. Y/r,. I (öLLJ—) tsj’p OU4 ^ Y ^ i a / y o 4 \ j x . 4 ^ y / 1 4 o / 0 J^P
li
‘ w /
. yy/iy
y ‘ i
/ - u * e / r t ‘ v / r y ‘a v . YY/ 10
. \ v t \ r ‘ v /1 r ‘ v o / i y ‘ \ a '/ \ •
i a/y • ^îli
54 o / t t 5 V»/AVA v / l J U
<
_>$*
. ^t a / i r ‘ V
y/ y «
_>î » .4, J y J î » ■
• ' / TA‘ V .
. \ • 4 a/ Yr
■■ -■ ■ :
•
"
• 'V/-
:. ^1 i A vii*^S" * -» j»
■• Y/ t A <ı\h{\'
c s '^ J 1
u - 'J *
’jSd-
V h / A V y/ t v
<*iî
. T . ı VI ‘ 0 <v/r^ * . , y ) t v* 4 a 4 y > n/r^ 4i -t 4\/T\ 4n
‘ Y/ YO ü b - j ^ o
‘ ,
, . T /n ,
5 A / Y o <sjt&k V j c ‘ V /
. \ V/"\Y
. V * /* n 5 l Y ' / l e H t / ’n
. ,y\/Ar lsJjI-»-)'»-» jj» . T /T 1 o - ’.A*
4Y/ l i
‘ U / YY ,‘A r / YY
Vc # !-^
',
t T/ Y * ! U
j> { >
\ - \ l \ - (* 1) o 'L * )\< ■\T ‘ \ ‘ I o\ . II ( o lU -) öU Oİ^p
. I i i Ki \~\
.
W r t
■
sl^i*
4V4 v/ T • 4 i / l
^ jilj j i j i
. , ) « « V f . / İ • * V A . / r - * T « 4 \ *1 t YA ,
4 \ A./1 Y4 T 1 4 1 o /T A 5 y / "V• 5 y y / 1 • 4 VA /o t
r • U*
4 U ' / o Y 5 i / O N H i /1 0 -,
4 \ o . 4 ^ r I )y 4 \ / n
Vi/lVSA/ , ‘ "C / v ‘ r / «4
Y/ Y O4 T • 4 W4 ) o / . Y Y ‘ \ \ i \ r l \ h
,
ıS A r_ >
. t/r ‘ ı * / \ v
.II(û U * U
‘ a / n *\ M o / \ r
t n / r t ‘ v \/ta
‘ rr / r r
a • ‘ t » / 1v
/- n
rL )
j
( o lU L ) ü H -
‘ İ t I f / TO m
srr
. «/ıo
‘
‘ ı/ır
n
.
. \r
C.C. I j j
S \
I \.t ‘ \ ^/ N \
£-U j
\ | ı A ci i r / l o
î T•
n r /
* r / \ r n
a ./ n
ı \ u / w i H M v
n
t/ı
■1*
«r/ı t
i M / t !
*
. ı r / r r
r? j
i J i a r * d lj
JÜ j
J ii j
5-1 s / r • n « / i o ‘ v / v
t\ t t * / r r • v */ r r
‘ *jjjj
:.
■ »lr\
•
‘ a / 1r
‘
ıv /
a ‘
ıv
‘ a /ti
c
i n / ' î
^J*"
JJ.IjJ ö ' j j - i
i
Jjy 5 i
‘ U
m
/ ı r
‘ t\
.\ o/lV
i
s i / a /
TA
. yr/r ı
. u
t t / l l
‘ A/-U
01 İT
5 t / vr
'* T V
^ ^5"
M \ / l f
u
/ ta
m
/ v
< iA > *
‘ t/m
M /it
^ U -
ı i / t v ‘ v/ ia
‘ r w r * ‘ A / t v ‘ r* / t v m / r r -
■»*- j -
SVM IT
tt / n ‘ I o t o / o J j j b ^
t j l i _r .
‘
5 A ı t/TV
Iv /l I
n I
‘ o/ | «
. i a/ 1 1 5r r
n r / n r
•
v /ır
ölX-
. n /rv '. r / r v
u
/ ta
n r / n
. r / t ^ ‘ r • -
ı ^
ta
ı t / « r 4v / u
( H
‘
• ı v -
. v /i» ‘ a/v «‘ iı
j j j Jj~»
ü * 'r *
. r ı / "\ r
iA n/-\ V4 e/l t ST/a .ilUel j-U. t
• u - ır/tr
n o
• T • / T ^ t i Jj *
. il \ \ ıSj^Sl . n / r a İa/va o*j*
i r
< ■r / r \
‘ h / ta . ^ u i
. yo/ıv
J jj
\ O*
ı/« v ‘ \ai
.
‘
t T * / t t ‘ '^
. 5 ıo/-,r
. u/r ı
• \ A / ir
> iW
J iiJ
ı i A / n
.
/ ı
s vv/ı
.■t W t r ^ > ‘^ j i ^
n r n
«JU L
5 \ 0 / Y “V ‘ 1 1 / \ t
. r / t
t a ‘
. T /ll
. rr/io
. -\/rv
• t
/
n
v/r * .
%n « / r r t w
n / 1r
o *
a
. v /m
‘
n / o \
^
u“
. v / n ı Y o /n
\ «
. >/ n
. \/\« M i / l . r •
‘
| | / T 0 J&Sz» j
, A/rV (
•
v <r / \ r
. w jtt ‘ r / n
\ \ / ta
. r . a/ 1^t
* / t r
j'- u i-
j - U Î jio J L . jt - u d -
r / i r
‘ n / r *
.1 ( o l u - ) ^ l .
i ift)
i A /« •
i ijtİ
‘ r / r t. ‘ u
• T• ' T»
• »/V
■
. . - \ v/ « r 6>.l>
‘ .1/ı ‘ n t / a
t
v
i \v < w / w
^
m t m i / y^
t ı s ‘ ıy/r o m / r r
m
u n
n
• ' • ı o/r*
( ıtt jj>
‘ \ i / İ v V a / i \ ‘ o/f\< \ v n M »
,r • o v t n
^
: \ v/«h \ v/o i ‘ u l »/ s ' ‘ ır/i a
î n / \ ) ‘ ı •
t A
sy i / ı t ‘ a/ ı r i n / ı y ‘ u / ı ı
‘ \ r u | o _,i£J
s v /
‘ m
ta / vt ‘ y / yy m
t
‘ r\ lr‘\A \ijy\ i \y a
.
n / \o
. i v / r o ‘ o / r • ‘ \ v / y j •‘- » u * o > -
YYiY \ t ^ / l o . .
.
n /^ J»1
AC T / i A
t T M V U t lo/ll
ö'jji'
* » U-
u / r y ‘ \ i/^
"iy;«/yy5 i o/\ o i \ l \ • ı. r l i
'*’•>.>
. y \ / r r ‘ y */y o •
A
‘ T/ i A
• y/^r
i r i /u
i y • ‘ ' v / t • OjjU* öIjjj .
.
Y / M
i
*~ = :-
. \ \ j i M c~A^
>/ i A
. y • / o • ‘ n / 1 v «>-1»
.A/r t ç \r /r r
J
‘ J_>; j ^
• ' v / y • -jls-ülj ‘ M
‘
‘ u
t / A
‘ l / l
i \ V/o
O jjU »
. >/ r t- » ÎU —î!
ı v / u -vn/ıv-sv/ır
...
. \ v.t t / i v ‘ «/ r y
.
. t / y\
• VY/ 1 V j l # j
. t/fo c
t
t
‘
• n/n j j j
Y /'o >
!
l « / l
•
i■■■^/-£ O j - i j
‘ n / . ı v ‘ v/<
. \« / s AS i / o s ‘ \v/« t ‘ H O u
. l/ •a / ^
oA
•ı ı / 1 • j -jjj- ‘■'jjAji •
4 v .v » \ • / v ^ t A t v / ' r o i Y ’/ y y î
,. A
*0/ l
S Y
v/ 0
iv/u • y */io
n r / ı s «/o J; i f j j
• u / ı ı ‘ \r /ı « * n / ı y ‘ <J"jj
• yy/n u-Pj
«
•
( jj
%\/ i y ‘ %/r t ‘ yyt \ \/r\ syr/
y
m / yv h / y i
‘ o t \ l a . i \^ l ir
U f / A
/
‘ \r/ a j-1jb jü i 4
û ljj
. A/Yo
r*
h
. h / ır
• V/ Y t
n /\ ı s.vr/ w
(O U >
m /n
‘ \1 / r t r
' /r *
‘ y • / yn
■i i / ı i
t o/ y t
i
\n \l< > • v/y>
' o / c V lİİç-&
i vı * u u
m /t
‘ \r/\ o
> 1 1 4 o / Y i ‘ y / YA ‘ V o / Y İ ‘ 1 '>
‘ r/ry • A / r *
‘ y/ya
i n / y i
^
j
-
£ .
‘ o/r \ 5t */r • ( jJ**i ji J j ^ tf-cj ‘ ^o i \ r 1 1 \ ‘ o/rr ‘ n ‘ a . v/ o \ ‘ y • ı\/« - ‘ r •
.
t/ıı ‘ t / r i n ı / ı
■. \ "\j \ .şD . ı r / r r
. v / 11
s ıı/ı
u ijU -
.l/v jL J jlT
o
■• ' /11 -A;,^r . ı / r f' OU- jlılı
‘ Y/ıt
‘. n / t r . n r / Y i
‘. y ^ / i • ı/ r t
- yr / ı o . u/n
. a/i \‘ ı / o An r/Y \5 y y / y •
j1
.............. »
vr/tY ^ / n
‘
• ^r/l \ JIU j^jy
;
. r/rt JU- ■o^y . n/»r 4a 4o tr/a‘ \v / ı n 1 4a/o j L i j <.j J
C ‘
jU -jiîi;
‘ « ‘ t/ı«
4, * f L .
■ •
.w
•
■
i \\ / \ \ H \/U ",/U.jl jiUSÖ ^ U •
. A/lH t Y/ Y■ u-ili"
U — 1 o ,/ıv ‘ ^ / l t
. \ ci/o Y
‘ 14 ♦/1 v n y 4y/n n s/o
O ^ *-
-.
. \ a / t r o j A * çj>. \ l / \ \ •‘-» U -
. t/ tr n ı / M n / r t ‘ r */ \r
.
|*y~ > ,-
T •/•>! ^
4* u;
. \r/rt ‘ y •/u 'J • h j j î •
'-ri~
. r/rv
u / ı y ‘ m / y i n y ‘ v 4 1 4y / \ a
r/ı t ‘ Y i / t r ‘ ^ r / Y i ‘ v / u ‘ Y / n
' ” . u/«r . t «/m ‘ o/.m ‘ o/rr •
r./tA
■
. y ' /1r
4 1 04y t i r/r o n <\/ n ‘ o/a ^ j'ic- 4jlfj;,
'■_,>-
V /l \ 4
.1 V 4 t / 1 o 4 T. J^-O
C '. o i r i \ / ı v V - ı / ^
s t r
ı t - ı n
ı u / ı ı . n .
,j- . U t ‘ r/ıv
n ‘ v/ n «ij1 t-/ ^ r
ı r / V v ‘ o[\ t ‘ ı ^ t o / n
‘ r/YA M t / l O ‘ YY/^ ‘ v / v
y
Vr
j J— J^r
. y * / ı t ‘ \ \/o \ n • / i r ‘ \ <^
‘• v / ^ ‘ t / a ‘ t ı r / v ‘ ı o / o o o 4
. o ,4 1 4 t / Y1 4 o / t o o - 'U -
■ ’ •• \t/\r
£ '. T/r £ n • /A n v/ı A r <*■ ‘ «*• . n / ' K h 4 t/o* i*«-'<->-4 jjü. .
. Y • /•> t c f 'J L j - 1 J ‘* r
-r
.
ı r/ n ^ ^
u/ e T j r j j . v / \ V jJ
•
. r — r /i A
o jU -
v k
. n I w i^l \r J —
. U M U ' T / U İ V / i t A>- ^
• 1/ yV
• U/’ t t üb>^. .
. 0 j-TT
^
‘
S
) j r \n r u / n ‘ u
..
.
.
.
4 A
".' v— i / i v ‘ r • / r •
üu.ı
•' v/’ı v u •/ v • J-- - ' y
U / l T (0>;
.A | n
a / t
( * ' >1 o *
. • v y / t v tf
^
5 ,'® /
Ori
^
• U/ U
. a /•u V
‘ u / r r ‘ t / r • ‘ \ o— i t i
>o/ 1v m i / t v
u
. r/v r
i n
a j\\ u f / r * ö' s ;ı
■ T/.t « ^ *iîlU
jl jjjl
. u. rr
jj~ )
i \ t
- .tj \ a
; u — u
rr/ v • ^ jl-r cJU
y n / t r ‘ u/\t j ı J ^ j i . r v u v Ur u r <.\\ <-\/11
ı y / \ n / A ‘ n — t • / 1 ^»i— JU' c~j / \ # ‘ e /
s rrv v*
: '. ’v/ Vı s r v/r ••' v-1?
- • v / r r
‘ yA ı a / v v m
> „«£ o J U
iJ y
.... (/IV i \A / .*T:
T*
in/r*
a/ m
. v/-u ‘ r • /r • ( jJ j W ) _>;*
. .,. ' T/.U M M l i / l T
\T
y ij i <j^ji
; a— v/ m ‘ n / r * cri1^
1A / ' V
• u — ır/ ı r
\ A /
it S J l j j \
v / ı ı n ı / r - j ! j'
• v.T/ ^' lSjİİJUT û j L
‘
jjl
•. u/1 v ‘ ı/ r t 4v/ yt . \ V — \ 1/ t V JL* v j'jj1
J&i
*r/\ t
■
^ uı
U / U tf
. u/ u
• U / İT
• '^
“ J1
■ * > h ' ıs ] k jfo \ _ >& J j '
j'-ÜJ
• W ' «...i \ t j 1 . A ^ i ^
! H t r / \ r U »/ U . u
•
‘ v / r t t r/ \ v o j /
, ;,
.
• >»— ^t/ w
</ r ı ‘ \ ı u «/ r « toly,
. u /ıt
j'
. U — y a/ av jrJj jr&A
/ rr
. ^/ TV ' »A ■ İ2~i 5 i1
j ■>
• ° / ■'
A#
ı r / u
^ -M
1 »/ t ^
: .
• <—» t ; " . « / « t#-•*“ * tî'u ' e/tl . {/-,n di-S' <jlj
" j
iri' j ’- ’ J l * l
vr / a jl-jiv U l t /> t
> '
. A1— v/ r t
J»1
l ’ ■s\j i\ u r / ' r a ‘ u /a
J»!
. r/ u
>i
•
\ "V / T •
>1
İNDEKS
\ i I
j .' . -oe ' / r v
'Iir
( rV-'VI 0^1 )
• i r
i \ j i t i
s n
/ n
‘
ı a / n
u
- / V a s r /• u
m
.
ı j\i\ :
s\r /\r
•
/ “v r
. ı
. r »/ " t
v*\ /
sr/ n
sr •
‘ ı
■« . . i /
ır jr \
<■. \ t j n
i \I m
m / i v s u / n n r <a
s w
11 /
‘
, | V / * U . r r / r r
11 •
jlljî
s r • / > • s \ r / 1 « o jI
rr
T) ( H t W . n / - u
i \ / n *
. r / rv
j Tj jT
sı / \ r s u m
•'
’
ır /n r
‘ r r / n
. ~ \ r / \ * jW •
ı r / -> •
n / n s n s v / n
4 _ ,L
11 r /r »
sv*/rvsr/r«
s n / n
. ı i / m
sır/io
s n / n
U / M
v« r / r ı
s ıv /rr . v / ı r
s a / n
İ> j İ
s r/\t
tr * /r ^ 4 > r /r o
/ 1r
,> j'
( - * • • * - { ) <31^1
‘ « / r r s r • / \1 s \ / ' ı ‘ o / ı s n / r « s v / r t s t/ta
J > W
j1 ‘
• #/ rv
ij-i
u -ji
(j j
• n
Ji
s ı / m
s n / n. A
• V /M J 1
. u / \ A - i
sı/rr
< J U ji
...........• * I r r
Vİİ* j -_j İİ j O
. n / o r
/r r
iü jS 'i
• ' • / ''v a/ a
>>j
< # jfi
ı r/ \r ‘> / - v *
(-jT
j'/'i ■
.
*:jii
ır / 1
SV/lo
n / 1 »
uvtır/ır
J i» - j ^ T
‘ vr/ \ v sv / ı ı ‘ v / r ı :s a / n
.
O f-ı
ir . n
st/ır
)
s ı/v ı ^ii
s \r / ı s
s a /m
oT
S T 1 / *V i l l y l .1 (
• r / r t u
J
)
. T\ / l #
t « / ir
s n / ^ s a ‘ «/ a
s t / rr
r ♦/ n
.
’l l/l V
•
•
t •
tf-A-il a_>»—
r r / r r f ' u / v t k ‘\ \ l \ r i s j ^ ^
S l l / i r ‘ l t / ( ! M A ‘ \v/TV .
( j u Uj .)
m < v
.ı/tt
s n / t r
• «/ r r
s r / n
^ u T
t ^ .u ı
J *;b J
. u / ı t
s »/rr
s t / yv s » r / l
jU £ * l
.
«/rv
(j^ U g j) J ^ ı
. n/ı
\&m‘o Iaİ j 1a*j j i j »x*S* o ^ ^■c j<L*Ijtf.p'
j ^j\£j j .».»**!
^ /^ J b ljC ' J . 4 j I
*
(Jjjİ-**"’- 'lS j ^ L$ ^
[52^ a},. 4^'j j U**
J
üVj^İ
J ^ l> - ü
j j* » * * ’
j j ■) j « & j l
^
4uJ. jl
Y *J -^ *
O j j Iİ j
c jl* il
( ^ } ■)
^ £ * !jjS *
^
a^Ülj>-I
6j j j \
dU ^
dJ J J ^
jj
Çj > ^ i i i ^ j l
^S ^J
^
<w *j I j > -
# J J y # t5 ^
LfcAP'
g f r ^ j f j% *
< l j j |j ^
^ Ij-m ?
’ 1J J J
L j jX £ * i^ l
4 ^ > -j
L>
J
aJ j >
^ IT ^ jw b I
aJ
ij
. j X İİ jl
jJ J
^ *A Î
j d i^ ^ jv Ü jj
ci^ j^ “ *^*1
6 J 3* ^
JJ*\
^ ^
^
$*} j  a J J J
J
d*X<4¥£2~t'* ^Jk^îi lj
j l f j j j j ^ j î ^-IpI
j U ^ I ' ü 'b /jl
,+İj ^ j
< jU . I
J 1!
dp^JJ
^ j i# u j
Ojİ
t J L ^ p lj j
J '*-**£ ’ ^
j
d o T jl ^ ı j ^ ' ^ ^
j
lr l
c S *^
1 Lm3 j*j£l) U**a#<S2a^
[5 2 b ]
4 -^ ^ İ 5 İU j I
{£ * “** v i^ * J J
jv L tiji
jl— ^ * j’
j
J J
4+j .J . j)*x*.5**" *»■
j j ^ J j l > ^ l t i)»X £jüj* \ j j j
j.L i
M *uM
ü
C£
^ j* ^ 4 .J j l
j j I-* *
4*
{ J i^ *
^ J ji-ş -^ l
JJİ J
u
. <cJ j l
jj
J J
J
**~*^ ^ ^
■^U&ülj' ^İiâj
- ^
{j 0 ^
j * x > 1»
’
jJ L ÎL İjl
ü
<J^>~ J j ^ * 4
’
^
li-1^
O j f lİ
d J ip U -> -jl j j $"
^h^ j
0 -U ^ U liip
sJ>l^ -.41) J l , - .. j j J j !
. 4-^3^ P
[5 1 â ] I*Ap U
ıJ S jd tfi' 01
V U - ^ ^ J ,^ 4 î,ü j j A î. d i l / j
4 M ç \ S . 4»C j$ ^ Z \> - , j 4*1? 1.4* *
■
<
Ş
-
■
6jjj\
■
. 0 Aj\+S? vj*Ar^,ij
j i
, *
L.j l** ^ J
, j îjw l;i
J J j^ iS s İJ U j^ ,* 4>*J J
4?xJ
^ ^ U ijlp JL^İ ^ 1 ^
j
^î>xXX']|a
■
j*
■
i L i " ' d jli
)
<Ç^İAİ j i p
I
(J j \4İj I& a X İ <
^ j l j j *
^
* * jjij *
(j9 ^ ’,c L£-J^*
^
j î ls * V " j \ v A ' ^ J .
J^'j>* J ^ ^
^-U
2 3 ^"* O^
ÛwU^j J Î
^JU_)\Ju ^ J&4 (J jl
<C^4İjLU
û jlS * j d^JÜO
Ji&f J
A«0‘
ıtK) j ,, AaJ
J
ji J
Aİ1İJ İU *il
jv £ > -
^
jjü ^ U ijlp ia~i O j j ^ <ccv y> ;,;* f
I^
9
J J ^ ' ls*0 ^ ;J J. - J ^ j ' f j t ^ (<j-^~* y ? cr*} ,A>' J ^ J 3 ^
jwLİ*i^i
c«£^J 3
*pIj
0^->ta \m ݣ
a â IjI
aJj j i j j * k + A j
\ d jV o U \j >P’[a
o >Xj
<*3 ^\>- j
Q j£ j AjP J ^ — “*^Jf
J:i O j \ aİ j İ P .
4 ^ ia^j j>-. tvJlU
<\f£? .
l) JU
^1a1^jL.>- o t J j l j S 'ş . j+J*\ j ûUj ji^ S jŞ !
^JlC ^11j i
I >ÇJJJ -rÜ^- *>1 ül*U%JTy.£ j ,‘^ ^1^1;I
l a p U jjj^ 'j.aJb J
^ 4 ^ (J>
^
*U»Xj^>- ^ j* \ç * j
\ J l. ^ C J j
Aİi^' 4^J*+£ I j j ^} j \ ^JavS^-
(^ V jl
ıSjjti
.jf i<*** < x ^ y
«İİ^J
^] <Cj J>- A^-jj
15
c^jUS^ <u
A^tJİ d^j j]
jS+ç* öJ.*]j*ia £-
4>+)^ j j i €* cİ»ÜİjT
j>- c-*ı>” 4-Jl-----^ j \
12
*jwLi*i^ı JJİ ^ J J 2
^
\ j j j iS jr f 0 -U P j^ jjl
7^}\ <*** J *
-*
û J j jl& j ^ t j U j
^\İÂ&
21
Cj^si-^ J jr J
Iİa J p
QXh’jJ İ j l , ( ^
j
( _
£
( j j jS
aI^*
^
<iJU ^Ujt C^a^L* J a J jL * j
^j l j
a*j jl**jL»v L> o » * 0 I
. A-iOJ j j f
I^ p U
^3 .j * \j I
<X)jjfâ0t-l^j I ^ I
AaJjIaIS* j
6*\j ^jjıJ>Aİ
d » » \jj ij l.,
t jL^w0 j j j ^ i j l p
^1 j L »>j
^.a 1
l
j
o ^ ji
i— ^
o\^i^ üllal*- aJj jhk* j ç j>m jj At cr*^ ..j^L***^! u*^. ^
oU j
dJLc jİ*Üİp .-.,Mjl>4 • OVjjl; Jj>l;. o .u jlj
^^A>Jfcli £^İaJ \Ş
J j/
[ £ ^ 4 a J ^ j> -
(^ j^ ) j|L a - j j
w l.v * lp j
A -j£ j j j
* j - L ^ l iJ>,j*&>it. v—>J.O?-.'
t iJ jo ^ 1 1
^ L jL * .1 jI
I^ J jv T
18
21
d
Ç—J j a I U
ûJj J j J
Ij j j
xl
J j*
,Ç f ^ ^
M.lj'
^İjI
[50 b] (jijb
jl j
< ^ jl ^
^ i-> *
. jjuJU>- dj j j l C-Jl*>» 4İlG İL*^I ^j>* y
j-
2 ? ^
a I^
*} & j i * j - ^ i l j l ^j^u^
^İJL>-t j
(S j^ ^ }
Ü jit î v3^>* j
CjUs^-
jJLJmİ j l
aL^^-j aJ a^a.«»^ j
' wL*p!j A ^ ljjj
^ j)s Jjl • O jjIî - ^-^>*-^Uliîp
"'■' -• ^ -■-
,.
^U>*l u ^ jl
ü^IjU-j
iS tjl ü V jl j i^ j l AJ» JİJ Oj)^'il j
j 23
^ jU p l
a?4w İ>-
A a ,*« **j
j
C-^Ip j
j< a ) d JJjo
JS" ^
j <J>I ^j j j t_iji?ljl ^ Ü j î jU>^
^
a*1jI sJj*
c5j*l *A*la$ . ( j ^ ) ^iî jS U
^ 4 ^ . *.^4^1 ^ J jl j i dJU^lJ ^1 wi>- ü J ^ Ü jİ j ^ i <Çj ^ L * o L *
^
*Xij*A£' {i^ j\ jjJ ^ ' 0L>-
1tŞ&tvtS' iJ ^ U jl ^İİlPİ J<\+4& Ö«Aj
i j y U j ; d^ujJj*Î. I j j j ^
J
j Âa j j
<uJjl aL j t
■
b \p j
J *A O ' j j J ^ d ^ b t - <d* J # 3
c * A^ A^ mA^ İ S " ( ^ j l
J 2?^
i L & j S ( £ j\b > b * J lîi:
Aİİ:^:
Jj Aj lS>-*>” j
3 İj$^l j
J
^
dJü^İ3şüi ^>jjüji (^>j5jtS" asü j ^ y u j
asü ^
‘ ; 4l)jl o U jJLİİ^İ' aLI -wt âum. aJ cUpb j
jl û L
j
aSCLa Ia^,
aSUjjS* ^ ^ 1 - , aİ^>-j
-'iJilAajj-l j j\ j
^ ' S j & j ’z
O^aaUİ- ^ 1 ^ -1 J\~* j ^ 3
j<&
6
<İji p
Jaf I ^ j j \ j
j Û jy (S j ^^3
j
^g**kJlA) j jJJL^İS* JJ** ( J J
^S^lj
o^lo < —
vJ^US* 4JCj.*U* j A - * » 4>- J jjîJ
; A * S ? j\
Ji l i
ç la İ
^^4;i JİP
jl
(3y I 4sj*J j l
o j^iLi j
ji j
J-Ui -l»
<u~; I £#lj jlo aU jb J jl ^ ^
c^a>-' ü
3
aJj^j
J
4îl 4İÂİJ.I J l i l İ J ^ lL /
0^
i 49 M
jV jl
^
o a ^ ^ l
j ^ l ^^3 *)j
•{ j
AiU O U r * 3
. «cî j l - 0U>
i
S
j z \ 3 " fjb j
<^^^1
^
4 j5a İI ^ İp
^
Ai\f-j
m
; J l ji** ^yf-0-* <S^°T v î i f l j J j
jjd
£
*x£ \j
O ji^ -j j l
>1#'-
UpU j.U j> j
yu» j •j^l>-j 4 .ji j y ,y !j cJ>-.;{ W i*?"-
9
,p<-UjJI j\ j*\a
jb ll
d>J *j* J*jh 3 S j Â* ^ f',S O t â ş * * 4
*Cw> J j l
uVjl
y>- *£ j{ ü j > ^ l
• 4'l|^y-'4/--.vİ^pUjj
j S ' j l dX’JJyjJ* O U j a*Iİİp
^
{ŞjtJt&SjS A^jı
^rH ^ Jt^i, 3 ******jr*?’-
4>~ ş) Aİ.’ IJ j\ İİpU ( jJ c i- jil j l c Ü J Jl j
j^,
<uJjl aLj(
o-iSjL J>İI jS"t ^**ul: •. jfUİS* > £i>-dUji c^->*aÎ iS j^ A
^
: ^
. t
, *
^
4fJ>j .$ W<^ dlf İ Vr y i İ İ J j l ş\...OUjk
•j
Âm m f•**j j ^lUâl o j I
fc,^i v - *‘> I
O
V'Üfl^-r^ aJ JJ**** J ^ J 1* ‘^1^-ÂİL
W»«^U.« JaI j ^ w i * ı j»'
J IVA«
j 4»Uj^ U>5^»i ' y^ !)^>"
'Cjf.jP- iŞ.jtifâ»*:. —',«^1/,. ^ff
a]
jjJ f
a î\
j IJ j j j jj£ J:L . ^,IJL« ji J 0 ^.Svv? 0
İ f i r l 3 l--A^ 0
£U y
— OUj$-3t* , 0V j ı l •
âX jJtj? Jp
21
t.4^i;
v ur
aİj j j
1
j
(j- ^ A İ j l f i - \ $ j i h t L ^
\S^
-*
i iJ ^ " J A
l5 j J * * 1 j & i
Aj£ j j
J llI C -J ü j> X ) j A j k t ^ -i jl^-Uİ* j j as *j j \ ^
aİ «,<x
4 > c ÎjJ jl
J
^L j
\ j
^-1 j > - \
^
15
j « *
J j\
ğ j * !j j
Öj  aM
J İJL İ* Aj 6wül>*
.
^ a Ia^
^
j
L j j a J\
^ îlj
jj$
j
j< & \ > -
JK^1 Jp**^
^ JülJ Lv<? 4 Â jİ p j A
A ^ j ^t j *
jA*+> j A
A>- j
k\jb j j
jj
aL I 0 3 U**»
s j> * j j
JJL*
jJ j \
jj^-i
<Z j \ ü J b
J ,L jl o b j
jJ İS " ^
Ji^
d^ j
öjlS si* J > ,3 * -^ ,4j-l
tîJLc j \ ) \ s j \ İ 2 >
m
ji
» X * ^ ü U slL * ( S j y * ’ ^ JJ& * « * J
j^ j) \ / & j  ^ t ı j ^ * ) j &
O ^ -C jjU 0 j Â**
S j i
os
4*j j İL *
0^ (
\ £ j> \
S
'"^s*
l ) 4 ^ j U j İ j ' i f j i J J A ^* 4 £ J i \ ^ jJ U # 4İ j \
. ^J j J j I
^ i x j ^ j i ^O ^ j l j l ^ l î ^
J
0*X^
j
j j \^
ö * X J ^ İ Î 3 jj* j a^
a 1 /j/
4 > x iU J j \
İ
dlj*>US> — ü U
ç
t S ' j \j j £ >
J
jj^ sjI U*h*
^y^jA bz^jk+M ^ji-ıs* jiu £İ^
( £ J&j*4ÛJ>* ~~ d \j!i* Ajs^** 1 ğJ U ^ p
^
4 ^ jJ jl
j'® (S*^:*u ^ ^
jjl
Ip’I^ jJ İ
j
^-c^î
o ^ to jj j> ~ L r j i f >
( Ş j > c-J x j; <dXo [4 -8 . b ]
12
Je2j l
f
Aj
Ü S j A i <t\+J
(J ^ ^ ^
;
t£ j &
**^ ^jşj U - jlJ ^ U ^1
4*J
û^b j
J j $
4j>cI%aJj \
j ' A **
j£L*M p ,
d^
^a
^ ^ İ A İ a il^
” J & * ^ îi
^mX* j
< i* jj}j\
û**! O jl ^ j j ^ J* d -> L j
'
ü *)!j
\ d * X zj* )lj J\ * * j
w lj&
^ J ol* ) 'j
t £ j ) j \ f J t £ j ^ \ j l Çj'tij* j ^ A*jk£’
21
[49 a] üj>cjI JİI (Sjlj'&S' yj& ü'"JA* j k jj* >
Sj > ~ j a
j Mi J l ^
'
aL .Ü Ia>-
$
dJJs^Â^vUj j j* p
Al j İ P j A
0 2 j \j j i . .
ii^ L j > - a L I a « j
02 j l
j-4 *
^ J s j}j\2j*mmM
JS^I
^ j d*A^.P aXv4j^1* Aj [r* ^LjLS""j (^>^ÎU-I
^ ^ Jaİ^ İp
P j^
o*Xv*Ü
ilX z j ^ j f
^ lir lj
^ a U —^
<jl>-r O t^ L w
o llai-^
(£*$£* (j>j I vİİjo ' duJl>-
*1 JJAAA j
ç j >*j A ç -Jİ\
Ö^Jj J
I üj I
j*
0
I
J^*İ
cİ»-Lj j y b
(J\ j İ j j £ \ j
(£j^4 * * ji
a J jjtî j
j î j l d ^ L j Aİ/«^ ^ j > - \ £ ^11j> -1
y^M* Aİ^
J j î j [4 7 b ] j ^ û j j j I
L $J^^İ
f
^
ö^-^2P J j l (^* 2
I J^viAJU aJjS" JwIJjS"j c -^ jjj l o b j J jl^ jl y U j
< jljl
d4^>"
jj
c jü U î-
P ^ J}
Ü^o j J l l L j l
® ^ İJ
' çjy * c c ^ j l * ^ 4
a u Ij\
^ r j j î j ,,''4 f l# .
aL J l ^ l
^1 j
Aİnijl û^J^AjI^
4 j l y * * ^5^cÂ>-jl
12
öJj$w>: j jlfe
ç£4j ü ^ j l J j^ .ı^ j ^*ı« d J b ^ J lp l j j :> j a j JöJUU J - ^
Oİ^İj {J<a‘*f. J ^ ^ J '^ J İ
J & 'i S j J A
j
Ü J ^ A + J .j > - ' J I İ İ C-AJ
U <ii>-jS^
3
i ji
djî^,„İ^
<Zj \j Âj {jÂ*> j Jİ J
ı^ *J
< —^jJjl 0JÜjJuj\Â j d ^ î jv O
'i ^ f j
AjAl»y>- U tjâ Aİj IJ j j jjü jl ^1 j >-1 .J U il Jj A^J J jyıS" öJ5AİJİP J İ^ C ^ " ' ^ d '
c3^ J
o~\p^lî
|^ İ I j Ij Ij
I j j i l j l [48 ti]
^ ^ ^jj {^T' J"*^
aL j !j i j
I«Ap U a ^ j^ a jV j
0*A^^*-Üj I j Up
»A—>•
ı^jjZA}
> 0v««'^J^^IAİ<«^ ^w\»^j1a^ aT ^ I..,.»»*»*<j Axb#h^jUİ| j jj aJ*" Vl>-....
I®
AÂAjI^- ^JjI ^j^ \ ^ S
*^ 3
( j^ { !
^
A İg> -j Aj
j l ^ l î j j l j * V j l a > c ÎjJ j! ^ 5 Ij ^ j j U ^ j Â~» jjSsjI j I j ( ^ j l j ^ 4 J&^Mj
^
J f-^ jl
j J L lijl
4> *J J J &
I^P-U
d ij j
j^ d j j j l
d'^’L j ü ^ İ j
. A*Jjl
J j^
jJz>-
ji
vİUpI j J ( ^ İ j Al^Jil j lS ^ J j (J ^ * 5 C £j^
J
ti t*j
jA)
•is**. j.Xm*1jI o ^ b j
jjaL? ü jl ıS * ^* ( j^ l (^jlıAjt4
^ -A İ îL t
J l jİ -*
j j*aSsaj ^.Aj^JUjI d^ıx*U U pU jj ijT 'jj* O U*
£İj1j
aİ j j j
I
I j j J j l *aJ>
c^jjdjl (jr^fü ajaJsl»!^ jj^
18
^ jlj
yu»
j & Lt
y
jAj
3
U?*0 Ji \ £ j * ^
Vl>" <w Jjl < L j 1
[4 6 b ] ^
jl
cJbl
d
c J b l j
*
^ a Iİİ j
^ J J J J v a J l * jilp J l j > - I ^
U
5^*
<>vS' v l J L t j j J
c J b l j
^ ^ 1
j £ J < u lî
J&
j 34İıJ>*
^S* 3
15
j& 4 î j
^^1
4^5^ j i
(^ U L p j
V—**?
ÇUSCLr üJti^UI
d li^ i
ü U J jl J * S
i O x«j[U ]jİ
£t*# ^1^1 V j ü ü j l ^îT"İ İ*U Jİ^
ÇjU Ü jl
ç^**^
Ö İ^ U ^ J j
ö l j j$ *
IU p U
\ jr ^
<-^îl c£j£ ./ 0 ^
c J ü j
(S j j ^
4 f V ? j I j 1^1 <>Aj
4^>ca/j J l c L öwU!xjî Ö^Sw?
*>*s5 j
0 2 j y j \ »İJbpU ü 3 ^ İ ^ L ^ j y ^ d
d^b j
4 . ^ J (J^ 3
0 4 * J^ j * j
j
t j» jl
J J jy ^ - J y J
^ İS C ^ I
4İ JJ
(
j l j>-\
Jj^
.j-^ d ^ j j * J
i j*xtXj\
^
J jl
d jjjl
^tıı.-*---*I 4«>î^C*J
t3 ^
öjj-^
. j 3J .& a j j S ’ ç j j l i U J
j^ » l ^
^ J ^ X ij
*£ İ
dJjUj J j l j j S
J^*Jj** lf j^ i
jjıI
ıj& $
^
jijk *** J j ! j
4^ j j J L ^ J jJ jI OUj
ğ J j j ) J ^ afr
4* i j l '^ Ü a£
Jj
[4 7 a ] . ^ U ) j l j\zy*> A ^ iî^ J jl
JaI
4j I p j
& x S ' IJ
3 İU^I ^ j O S İ v İ -
CP^
£ * 'j
ü y } ^ jÂ^ dy jJİ* ± ‘A~s*%Sj>
4mm&y İ«ApU JıXsAJ*Ai^jl ;ö*AaL*ty* d*X»lâ jj» Iaİ3l9 £ ^*>X^<ljl
#
21
J
J * 0 j 3 J **& J
4 >iw J
;'
J i } ^ •■■■^ttl^l’> ;' AiJ)l mL jl . â'Jj l
otjf j j j ix& & \ ) t j
ÜN
j
^17
[ J -.İ]
J l^ V l
aİU
ja Ü
ö IiA Ip
J & j '& > ~
d li^ b
• j j i ' ç j ş } ' * Asr j < İ ^ U İ * J <i J h j j
j ' Çjk* J
J * ^ } ^ ş*> V * * »* f ^ 4 J i J J ti
U \%
. a J j ! ^ji* ,« j ( S j l j v J * j
oâm )
*Wİ. ‘AJ ^ ; i j v» <j£İJ ü V j l
,*iil
^>«^1 j • w - ^ £ İ
J f r j ^ jr*»
<J>jW U >tX ^I i ] j L * V j l
iS ^ jj
4 j A^İP
d jjS "
C > L şA >
aaSjJJİ L & î l j ^ L î o b J>Uî
û -v ^ J İ ^ J .Af ^ t a ç - U i L».,U
w
j
O vU Ia^
ğ J > j £>*.J
j o *
Aa j j i £ \jjj
J) ^!i&\ j j u f . ç V N
oVjl
j
0*A$j|b.
i»
3 .J jp
^
4£ ji
«c^4 d
W j J b ^ O jl
d^A^P’ 1^*j I
<jP^
■£?* 12
■':.■■
• - ^ J'
i /" v»j;J? — ji>- Cİf-l»" jllal»* f"^- Aİ jj kt j çjp-j» ; Jlji** J3 jl • ’ v;
J jl ■ ‘<
*
•■ •;0«^ j l i * J**? j
i
-
"
$W j *
;r d J ^ ^ r ^
*
^
’J
‘•-
.'^a?2>u * * 1'vo i mı# ^ y * £
U V j l --0J&*U ^ 4*Jb V t ^ „
•'
v/‘^ v - V ^
a ljiU aJlA*I
f j'b j
*Jİ j
^ ( jv ^ l w > -lj j £
^ jjji
J-U^ Aİ^I
J^* y U
[4 6 a ] J * s f j
_AaO*
;d^ki ^ İP
aSs^i, I I j p
^
J> W AİİI ö l j « 0 j
<UI J^x^# J
tJ û ^ L « j —
J ,U j
^ ,w*4
u aI^
«-*• d / jŞ " a^jji^JU j
4 Üİ ç r ç f ' j —
Ç j i *IİİP
15
üLj
S j \ £j s * * J i)
ü * 1^ d k ; L‘ ti
( 4 >' £*rA * ) • • • • .......................
*tj>* j\>*
jj j ^ jl
îöÖb-
£ İ ^ : T Jj»l
...... ■
. . . 3 ||M uU» : T jl* 2 ;! T M Ö'^J. ; o-u.i 1
I) TM jlî ^
+ : »1^ > • 4 j|>i jy-
\j .jlo b
^
c J İ J lP
ÜjJL L iS^ Ç j £ ,
c ^ b j’lS^ j j j J j Ü İJJ
2 ,^
^
a,wJİ
^ol
^b^bi
t b .p. ,dJA^
oLol» .**<
0
ja.5\jî7
J >
o b
öJjl
ax^ j>-
^&b£ob (3jS^
A A L _^ob
0*-^ Uj^ ^Jji
6
^ j U j jA
d JU 'jta
1
^
j
ii^ J U dJ<AMj[)^ i^JUJL İİ*j*a5 y
j
J>- J a '
9
1
Û*U>,(JUp j ^ j 0^<w^bv4İ
a İS^<v4«»\»»^*
^
^\!j*
V_^J j j î
j
^
j..x^.L5*j
12
o b jir j j i_ ^ j ir
j j ) j lü l r JJİJİ Ğ$9* j
Ab i
jT* ^ .lip l
0^5^11 j $
jii^ j
j^ Ip
4İ)
j A.C b A^-£j
(J,\j j U
A^>-JJ>
ü: j l c p ^
15 oU ^I
o-UJl
^ J U ip i
jJ i^
dr^JJ^ io u
j^dU>xI^p' ^ ^ a! ^
18
{ £ j ^ 3^>
OU*
j^
^.^,>-1 j l j
j'jİİU aJI o^bjj (JUî £>-
JJİJI 14 I] M üloli j^Jjl -l& T ^ : TöUU........ (T r ) ^ ’j ijl 6 ■
1 IIT JjS : M
s
dXAijj)â O j*£j £İ^iTl>-
ü b j ^rlÜL* JZ*j\ aJj**j ,
ü ^IU j
oU o
jfS"I 4
c S O İj t
(II p
J
O l^ T ^ .
jlp
^ a lî ^
^ o jİ
-.^ a J jiı..
d W *-
< ^ 0 ^ 1 * ^ 5 j jyi*
y^
i£'te£
ü l j j aLI olj^r*^ ^î»x*
cJ*^r ji"* o«A^yı
ı.
j j j +£Ûa d d jl
ü l $ > * j i A > tX P j« 5 jj^
A O u l-> * ö U l j L j İj j
o *u J .a p
ü \^ p
* a jU
I* l > ^ ll-p
JJ^j
o U -T
J}1>*
12
ül->" j
ü\?P
(S ^ ji
*A**İ *-^Uİİ ouj^p jfe
^5so
ıs
ül>» ü ^ p J** Ji* c —U j diU ^UiT f Obl
y» D*A^J*Ap *Aj i
|llp <Jİ>-
[M — : T [ OU. .. . jSii ] 9 — 17
oİJjU^j j Aj^ksP*
4S^jjio o^tî^rMjS
(J>j>i*~A ^ Jj
iS)j j - ^
û^^JLi £^+*5
<**>j a A j ^ î A j j 5
d lio b
i JJ+**
oJ^ L^T C * o l* ^
J JJİÂ* J J J ~ £ *
4J J
jjjj^
Ü ^ J/*
^*J,i,4j jjS*"* ( » £ C-s^*A>-
C
ıSiJ^ J
J j-j&L* 1J j h
(_$i^A 'j> - J f ~
U>- j jjj^^u^Jb^LaJL* C*-*o j j ~+> * J
ü \^>~ dLi
•A-***'
^'4
J Ajtlaij 4aL i j
\j
(^1 aI^ 3 i S j ^ i j j
jO^U* j"* */
***j i (-£«/ j^ jji^ L T l-> - cJlwip dr^ *<«j*~*
ü IS^jIj
o j^ ii cŞV' J j l itad^£>- (jUî J}»-
•*>
c)UI j
.. 4 .J , û r ^ l r ıj^ ■\r-*‘
*<£tjS* d.LU* C*^-
^ iJ J
12
jzjj
g^V 4*Jjl
alİoU d*Lj 351' **&? (£^£ <uJil Uj j j j^*y
< w Jl kXo j . üU *
jO J U p
^ a I— i
c J iA p
IT T jj jü s jl
fjfC ^ I
jı
o
Lo
fu
u V jl
ji j U i r oL**^l ü L « .* 4 j
15
lw4İ (j^jJji fjMj*\j*
D V jl y o
d L _ *J o b
II T âOjPl : M
1 1 || T jjp : M j j * l
6
j &
CL-k-a3j ds-^*“ j
aJm j > -
üjJ*
j ■-dL*o\j
^ 1 ? . (Jj+aa.
(JA*J AİJİ *UtJI & aJj! jjlâ ^ ^jkjw\.>.j A$*^l—>i ^İl-P 4.**j I j <
*
3?
t-
lİİ ^“j*İ ^ '4 Li5^ ^ ^1~t
J. ‘^^4J ^"■^J'1® dJI*Ap Ij öL> C J L - j
UUî>-l aSvIi J.-5"*,;Jjv2.i jj <*->j\j\
M
* ,^.j)
*
>
b\jO
j
jo
(( <UlJî!l ^ j j 0^11? » —• ^ l + * > j
4>c,*.vwL/2.a& A (( AX-aPj JjP
^a! j
\j ^
Vj
15 ükİ
^ > - \ J
1J),
»
\ j j % ~ *a
(J £ ^ a \
Û J * [ J İA
d-o*A>f
j
f
j
,j J
jjj
<uİp aİİİ
—
öLî o U a^J j !
J
£ İ j ^sl-İS^J )) A>tÂ^I^>r-3 (( ^Jİİ2,4
. ç *X *A + ş ? O ^ U j . j
j S
tJîlî
J
^aU^oI;
4 ^ k l^ ^\.PİJ? AİjI
İ 3 . ^
J
uJJU
j \
Ç wü \ a J j l ^ I ^ I ı j mA ^ [ > - [a )) a S " J j *J A^J J ((Ij a S ^ İ
M — : T J^jit' JİA3.İİ 15- II T -— : M II v \ <İJ 4 :•■ (( o4id& . . .
^aî d 8
z\ |iüi* 4 ^jl>*JI JjU oJI.. . ^ J • ıSj*>
* ((
*^"İ .S"’'*)
C-J İ4.A j
İ J Ö .
ü S ^ J * (( j l > t ^ l ıj-A
C- (( 0^*Pİ^)
A.lil^*s^.i» ,aJjI
CLpIj
aJI . t f j l AİÎİ ' j U O I U J I )) <*»Jâj
J^Hp j
J
*
j£3o. . jw^uIİ3
j \J * \*
•“—
^1 ^
A>--^'«s^l
4,111^Jk*>CA.v^ )) A^.jj
, (( û^up ^ a j .^ \j l ^ i J l j ^ I j - o I
£ jj* & > -
(J^lj A^Ssİa
cjii^ >
^J
5
aJa-aPj
12
*Aj I^p j i-\jI j &1 âwX^a^-
w
^~{J
4 >caJ £ ((
Aİ^.>-j ^ j Ij -Ua İ7 .j& s j\
-AjA', c K ^
)
j
^aLToI; do^-J vjb O j\P
|| V
. (j
tjj*' i ü*\js : « jj«z\j . . . 4jJ i o^LJI 8j
t. <jljS
: «I
>: (( İLLaİİ , . . ^ \ d 1 0 || OV
u^j.a>. : «‘
. . . ü.lLL.1! )) , 1 1 —
• • • <^S^"j )) 12. || t o \
9
)) 5 — 6 j
. . .
)) 6
4.jJ ^ < 3-AjLLi i j
i
1 2 || (W .e n siııek ) I V , 8 4 )
( ^y* p ^
) I ^i>-
\^â.zS
Sj j JiUJt ijx£> j\+*\ )) :« 1jaxS» . . . ij jwu-! d 1 5 —16 j|Kirş . ^ * — \ J** y t ^ ^ c^Ui-.U..)) ,: ((jUu^i . . . c-jI^-U d 16 |J İK\^ i ! j^^' o^h9 (( oj+auö Vjj _/ 4 i)i
V'- ^ A û
(j-** - ^ Y
II u r ^
i o
i^Â.^S' , ((
^
1
j
*.
\j r ^ \
A) j >i£*A
O l ı î l S * j j j *a
jP tJ la j
, ((1j^ n Ia m .^ ^*,**1! j j p
^ L v t j jj d J L ^ > - * 4 İj i j
1j.jl.«k«w** I j
^ ^ ^ 1 U j A - p )) .
^ J j^ "
j^ ^
A > t X ^ l j > t İ ^ş m AZ j f
Aj
ö^aJL^j c ^ jJ ji
(3 *^ Aİ1I ( J
(Jj i j
* ö ^ jj
C ~ « *A > -
j
^ lij
. j: >
û j a \j
İX^ ( 3 * ^ “ ;>’ I nJ^ ^
\j * J ^ I
C - jl> -j
cSj Ja J I p
^ j'jA Ü J
O jjI Î
U lİ
j l j
JÜ * j
İ İ j ’^ p
İ İ a L ^ İIp
u ^ a J IT ))
O j- ^ j
<— » j i j l ü l f i
j *
^4 ^j
j
a L i o l ; AÜI
A -Jî>*
j i Û İjjS j^ p
j
^ jİ J İ aLI
c £ jJ a J Ip
j A l i f " A * * J jİ
15
jj^
C j^\* J d J > A ^ j
A ^ jS v
A^Z*j$
Am^İAİI
C
^ i
dJU & a
« J L jjU i j
y
(J i
4}^. ^ 9 II M ü4JUr : T JJÖJÜI^ |M— : TpS 2 ||M
i M . o^pj 18 || M Jk : T
16 || M
; T <jj>^ 1 : T ^)-JU 12 || M — : T II T ^ j
wf ^ t j^-scsJf (î^*^ C : «
12
C * U a L * ^ / u l A ^ tS tu S *
ö - > y p j C J U > - ^ h J j l o - U - X jj î j <JL-.P«Aj
j
j i t
J O jt« A p
C * P İ ; j 6J.Z-+&JJ £ ji\ f i* j »
ü Up
^ jJ iljl
C j* l£ İ* jl ü U j o y S " '
* o J Ip Iİ *& *j J c i \ c ^
dJüJJ*
J I o U ‘ l> -
jt Ğj j j \
®
J (J ^ İJ J>-
aL 1
(Jj ) J~A j )) (j ^ i
^ J îi- * w jtj
t j^ * p j« ^ jI
* ° ^ i j ' ^ C *» *ıA > * j
a IJ
4X-*m.İ I
A ^ P j *Û ^ j I (1)L j j
C - * jI ^
a JLI
d L ^ o l; a > - I
{J,j U j - İ
Aİ j A * j j
i S j ^ J ^ 4 * * J jl
d L i^ jA
U
v i J b j j i l J * J İ J A^Jj)k*i
jjlâ ^ 4
cjJ j^ j !
^ İ p
T (( ^ ^ . j j . L İ
jL * S ^ L > - j j
jiî l
<w~*.AİP j j * ^
^ a U İİp
<-£ j ^ J ^ j ^ ap» J
^ jî
o ^ J j j ^ J ^ İ J U * dj j j l
ü U»
o U j \ U > İ J v > lj
J t^
1l j ^ j~ ^ ® a S " ^ » ^ I » | j 3 j * j *
4 jw l;ıA X f iwL^? ıfJ^L j . * * C U ^ I j c ^ .> o
&.ZAA (£#A £ j Ç ' A jT
.Ü J ^ v S L * J J
. . * -V » 1 4 —1 5 || ^ ^ i» T t ^ x iJ I î j
; (I I^JU> . . . c ol ji «
.
.
.
I^ J » 3
ö j l j b )) 7 || o v •
|| v \ îu T t «jty£3l ijj** c ü T y
18
o J ^ o ijl
v^ İdjjf J j^ ^ I
aSjy\
^.*âV .}l
4j*Uj
(S
Ij j
Cjj^JUî.'
s j >~
<^Jla^zSa 4İj] lLjİ^ ü b J j l jZ i
dJbL j
. j ’- b ^ j l
^ j \ j J L$j\*A J ^ ^ ^ b u ^ j l
J
J jl
<u*jl ^ j j j aJ •At'-Sj
(
( j p " 'j * .
-
5
I .ÂJb j
(Sj^j
öJJjk+Ajfyi^ <***+£- ) k ^ S ^J''4^" 3 lx**jl 4İj j j j j j^jl
J J
^ > t ^ L İ " 6j j j \ aJüU
j*
a İu ^ojl J j
JL ^I
a^J u
J A\&
ç'^r J j j k î a ~ jI J j l ; j b 1J J
^ jjîd jj
.'U u
Jb>- ^ l j , j
^ J {1
L—*.11^ öb=^
O jp jj('
ç j 3
\j>m\ Ü J-11°^
O b J jl
IJ
l j ^ f j f j '4 ^ y L * l j
^J^ aİ j-vP 'J^LmJ Ü j j 3
i L i l I ’- ^u j V j j J j l
A-a^o.^ J
^
lîLM i
j \*.*5 (J,Uî aİİI İU?o < ._*jjl (J& j j & 4İjI iijİJJ j ^cjjJj j aLI C*a1h^
j jS
12
{ £ j>
O ^Jİ
4 ^ j w l j | ,^ jm İ J jl**-4 4 jL j û j p j j j i ~ j \j > -
^
j J w^"" 3 ■^ l > - ü l p ~
^ ^ J i 5 ^ p j J . ^ j l '■
®
j>~ j j*A*
< ^ > 0 c ^ i j ^ l . <j£ j 1
^ jJ U ^ l; lT I
(3‘^ J j l , ^ > - <5~ ^ j i
aâ ^ j I
^ \^~ J* J
c j^ •^ ■ ,
ü U*
(3
4**A
‘■—j l j ^ 9 '
^ ^ J İ ^jA ^ - U ^ ii^lilj2*->
/^ M * J lj
Mi
^ İ j j j I^
^ p ^M*JI j Sjl^s2.Ü j ^11*11 <w^j aÜ j ,^ J-1 j ... aJj -^j j jİ p I (J?l^î aIÎI » j^j-î
.
;. J j £ - P j j j l J|i«y2-^>-j C-*J ip (J* _/ ^İj
^aj
İ^~J;
j
A; 1^*1 j
C4 İ I ^ J
jA L*li t—j^l-î
4>ti»ul^j>cî ti J i j
^ 1
" aİjI İJ,> . ^ U a J I j
4 > -^S "l . j j . ^ l j ^ j l
UÜİ j
((.û j$\j>ı.*£Lj j
j 0 - j w ü - l
;• ’^Svj.l jS- 19 ||.J M c-j! ji] w:.'.22 || i 4j_İ t
j
b jS *
IJwA ^ i l )) o j ^
:
Ij>- : l~*I ‘
ij
j\<s^4Xİ I. yv
t)i İ$J$ Cr* J - b h ^J® ^ j f h ' 1 "
a]
'
j^>~ 3
J.SI
£ j> -
; 4 > v i I s^2.a (( ^j>-j - j 0 lj.^ l> -
Iûa b .j U j ( j
15 ||M.'fj^i j ‘. ı^"•5 '-n M _.. ; t
ijj^. ;■ (. jj yi : a ^>-*1 ■ •• . . 'l*j> .20 — 21 JJ o ^ *a t
c j ^*3 ; ,( J^Ssj^v<aJ
*^ob. aS^ j ^ j j
i S 3^
o V jl
j^ jI <3j>~ ü J jjtij* & > - (JU^
3 ^ s j*
tib j^ U llip
^lwi«i>-l o V j l
aS-*
İ
*
a
âb*ilp
j
j \
dwA>jjUw ü U j j * ^
(^j^* ^,’^im
j ***+a
aÂ^s.^^**J.j
j 1 < İİJ ja Î
3
J I ^ ı-•■~■
b »^*
3
^ 3-*)3^ (t^ ‘,t‘ı^ ^ J .* M J io b
tij* İ t i * k j j ?
^ • A Î t i J i ^ i J J*Xaj V j
ALI
< w > -lj
J jl
Ü jS " j»
j
İ Î / j
I j jK*t*A *—•“ ^ ıP
4İ>^JJ J
ü ^ lİ P
ı s j b jjS S "
A»b i ü V jl
j&
lc İJİ
Aim^1j i
^ llP J J * j i j b iÜjS"
t i'k i j h j *
^
3
L /r ^ j'j
J ^ b ^ -I
j
^Jipij * A ^ o j j j l ( J ^ j b ^ \jr'**
.j^bi^b j İ J ^ l ^ j **?j ^ j j
Jj+ JAA J
Ij > j
< J^\
O -U İİP İ Jf j j
.J J İ ? I
V | jijt
{ J ^ .^ ^ J ^ J İ
‘Ij> " û jjjl
J ^ x p j J> ^ d U i a P İ ^ j j j j S
<-)Uj -s— c r ^ -* ^ ç r T ^
; M' 4 JS& 1 8 || M üJİİjLm : T j ^ J L ,
17
18
i j J J u+ İ S A—J J İ J İ
ç V 33 ^ S 3 ^^ ^ ^ J 33 ^sMĞ^ÜJ S***' â^ * ^ > "
^
d .\u J ip ı
iJ jf J J*J JJ \£ * J >
o'«A^b‘
. A l l j l a * . ! ^ 10 ^ 2 *6 * I
31 ^ ' v*'*-bJ ^b*
o ^ r i ı i s -i l i j j
O b jjl ^ r ^
İ^ U J ^ J
6
Umm5w> ^ p b l
* îv ^
JS" AiLy£Uİ ct.i^.İâpl y j j
j
'jpŞsA
A > - j i-LûJ j i
(jji (j^ - / j j
^j> C !^.j\
j
J J ^ j
A»vPjfcAi^jl
3
^ j*Aj b p o j b bS^ ^ ^p j *aJj 1
b jU j (j
c jhA^vs^jl
*
ö ^ > c ;i | İ I p
j - W * *& J $ j i
â > l^ l
b
^
j
— aâp 411^jf>j — jf* ^
-b ü L * u i l » J
A Ü I ^ J —-
<L)*übj
d I
j j j
a ^ j £ $Xijlı*jSs>- c - 3^ öJâ’Uj
jb o U ^
j
lİI c ^
d^
d lio b
aAII O İ j * £ j
—
21 (j j£
|| T üaU : M dk 1 1 || T 4 j&
^ . h lS - ö j - I v 5
O jjİ Î j^ a Iİ? j
^ j ^4 j
d * J I j J J Jk* $j>- ^ ^ jw U İ I C j j ^ j I ^ p U
d jJ L y ? /
d ^ to l j
O ^ L ,»
j
j ) 4 j j j l
J ^ jlî
< i , i ! j O j î ^ l
jl^ ^ Ü
^ İm -İp
1 ^1 j
J ^ U - I ^ J U L > \> - j
û^^p!
yp j
<J 4 * J j l
c
J
U
I jj j y U
b
:<u j I
j i j j
O
^ j -^ j
4 *1 j l J
4 İJ I
j A liâ 4 * 1 j J
4 > vJ
4 .£ > -j J j ı^ J jS /j j
ı__^u
4 İ ^ 4 j L i? j A ^ 0 j U *
jw U ^ j! J
. j ü . ^ 3 i , y j£>\
J
â w lJ ^ İ;L
i / ’j ' ^ ' j j <'^A'
jjyk llâ ^ y & > - Ş j j ü i i^gJı,j j 4.1* 1 1; i^ ^ a j ^ j -^j ıt)»*y>-j* A İjI
, ^»A '4j İ ^ *
Aj j j j j
^ m x * ݣ jjU >
( ^ ç J & ğ J c S '\j^
12
c _ 4 l^
aJLm«**^
4 ^ *^ J İ
j
A j^ ılji a I ^ J ^ I j j
J
4 a * *'I
b lp j j
i S j 3 ’f s ^
j Z»j
I* -U jI
çjU^
j
l£-^
aiJLjI a>*ju#Ij**** « ^ ^ j İ a
15
( jf* U İjl
ÖU{
J '^ jl
jij^A<^ j i Z j & S s £ j> -
ç jU *
d ^ ^ y a jjj^
' J
J
lİ ^ T J ’
3 4*A A İ
^
O jj^
J Uil
j
u ^U!l)) . j«xb> ^ i S . j ^
cJ ^
* (^ *A x j j l
A ^ ijl
} 4 .f j $ j {
4 İ İ p J I j > - I ^ > " ^ *1
j j ^ ” ^'W^"j
jO J U jlJ
( S
4 * J jl
J^ Ü !
<*İ^ p I | j
4$f'*)!j\ jj ' ^ 1 j > - ^ > 0
^1>*
\<£
J j ^ j i
$ Jp
. 4] j **j j
j Jlc-
J
d İM .U
3
j*
w JU p
i£ ^ l ^ A İ U s u
c j X p j 11j ~3j j j ^ İ İ j j ^İp I y j j j cL p Ij j j
^
. 4 * — **AİS[\? 0 J* J
^ *^ 1
d ijb t J
« iilj.} !
IS jj
4 İ ^ i jj
^
j
j
jİp I
^
:j i
ğ
cJ»W
4,111
4 4^1
j j.
l P J ~ * A ^ iJ k !
û\j*\ >1 : T İ).!>* 9 IIT <xij/ : M d ilj/ S j| M ^ j J ö T : T ^^jT 2 -lC > 19 || M ts-Jİ9xSf\j : T- ^J &i xf \Jt | M dUy : T di'Uy 11 || M II M — : T
jix jj^ a *L I j j 4 & ûL^ob
v jjJ l^
^
0*Aj j - L >y3.P J
,
1j ^ j l
< ^ lj^ jjO
j
j
j 3 j j*^£\+*SİÎI
a*j
tjû ^ i j f U
j
C—^ jj j l
âkAİLS”"
j
j
AjA-*ip ,CJj.S ^ S f j i
jk lji
*£j j j
JU T
j
o ^ jj^ -
4jI^*4a>» (J_1jCÎ,4
j j j
J>1 j
a İjiI
c»^vw
(J jl j
o ^ A j L > - < l > - j jJ .S v m S ^ 1
1j l / Aa^mJI
££jl (JJİ
Ç j> -j+ . (( J j l * < j i l j l - J l j j
I
l j
ü l*O A J j
İ
İ
J^"^ 3 ı i X o j b * j £ 1
iİİ^ S ^ I g p A
j* ^ j
o U j j
— A ^İP
^ U l ))
AS"* j L ^ r « J j A j 0 * A l^ Ü j l
(jL _ .^ jİ3 j .jJ d S T i
:' T
d W j^ jj. ü U j
J jl
A * « > - jj
C J*A^ ^ j ^
j
A -^ jJ jI
c S J p - 0j j J İ
{J& J& y Ş
ö jj^ j l
,j j l j
ö j J£%j3j
« (j\lU ]l ^
0 *A j 1
aJ
: M Lf J J 6 || M _
I -ı A
aJLa!
lAjta ^
-* -jl
A>t,(slS" A -^- j l j j i j
1 0 || T
15
Â-^vMj*Zij2 a ^ J â p I
^ j^ ^ j
A l^<K İ>! wU.*W»; ( £ Jy j * ^ a ^ j> ^ ^
(^ J 3 jj2 > -
^ V j l ü U j l i J.x) U l i
A lil a~2*j — &\— ><5olj> ^ j >~j a o w X J ^ L l
j
12
^ j^ T j*
j^ s d li- ip O U j a ^ j S "
a 4 ^ J b i!> l> - ^ L j I
lİ ^ ^ 1
(S>Xa \ . j l J L * j J r£ ' öj> ~ \3
I 0*Aj^ı/T*
c3ji £^X>-I Aj AÂ^J J»
,d*A^L> itrn^AJ^S^" ^ JP ^ lj J Aw j I
J j& *
l/jİİjÎ
j a j ( j ^ * 1^L*»*o t j
w j!jl
1^**
aLI
o l j
(J j!
ü U j l l d jo ü U j.u J j!
a 1a5"?j ^»*İ j
^ jl
{£ * * u ^ - ^ j ^
^ * ^ 5 c ^ i^ ± > - ^ j \
‘ ^ “ 1 -jj^ ^_j^ ^ jt ^ *aS*"*^1\**ajj+j
AJ
LJ ^ J İ *{£*' J ^ j> -
a x ! j^ jj { j j I ' jj* ^ j !
Q <-U;jlj>- \t,i)j) ,,—■- AaİP’Aİİ I A—^ j ■■;—
^ j > r '- '( J * * l ^ l j ^ j o
j U j
t jljl
i
^nou*J j a ^ j ^ * " ^ "j
A jj^ "
,c j j J l ^ -
s
c J ljj
.(( j S j j M
.^J Ul4
o :^ t ? l î j
d ^ ljj
J>-
^
^ * jl
6hA,’^.’< j
jl
t_^
co jJ L I
(J l^
ö 4 J ^ ljU j ,z lj! h jjl* \j$ ' ^ j \
^ J^>"j A ö U T 2 j j
^ lU i4
j^ l
j L b J â u i^ -l J l? -
u L . j > .
^t.aA
:
18
j
IA J ^ A ^ jI
4
II ^ (i^O^
J J ‘^ ’VS'4
^
lJ
^ Lü J
a5^c£Ji5>- aŞ^ jj ^»Ij^ r c £ - ^
«Ü p 4 ^
i i ^ l l l j\ ^&>&\
j j
l-3 M > - j
j a S jj
.^ il- c ^
J ^ jl
ûJ İ I p
j j^m
Q j fT j
â^X a^Û .-İİ.-Ü jI
çj ^s ^ A+J^ji'^tsa*-' tj[\Aj>-
c 5 j^ i^ J
— A*İP aIH AJ?*j — d L İ o b
(£ J+A* O / b / j
(j^ i^
J^Uî
(J J
^ J ^ “j A
Aİli AjL*>
AjUjü^j c5> U jl
^
J
<J>-} l i b w lj> * ^ 1^>-I j
d^
j ' 4^
(Şj^lf
^
âwU^- J j l j J^bl Ü ^Jt
6
c 5 j ^ )) 1
ö y L A İ^ l;
^~+AJ J î\ ^ J ^ })
c i^ . aL I
( J j O Ç J > -jA
j
J j* " * aL jIj P (^uîJ^IslI ^jrv^j3^
V l> " J ' cS ^ J İ aJI j \
S(J?l-Aİ J
j
6 j * S ^ \ g J k J I a I — JA*S 4 1 1 \$ i j Z — i/'&ij** l A 4 ^ fT 3
iljljjJ lî
jl?l>- j j j jj^ jl J^l>" u d i ^
O j J j l j^ > - J l i - I
*j* *
oliiL* djjhk,* j çj ^ j a4îT ciol^o-
aLI C -jIp j j j IS
jj^ s t> * L ^ j ^
^İJJi^
Aa J ^ A A^aS**} C-^j*İjI ^c.aJ
&Vjl ^İİpI j»Jj ))
c J M -^ 'l
(S j* ^
A^j *Xa J
öjamS** Aj Gj jl<4 O j[jjS
O j ^ j j
^ Ia P İjw L /? ü U *
— aUp aUI aj*j — Jj-^p c^JIp ül>« ^ J j^ ^ a Ş - <*«j2j
J İ I j» aTjJÜk* ^ llâ jj
a İ > aİj! ( ^ y l.U
(Ş^i J
« JJ^
o ^ l>
S JJ J ^
c ^ jJT k A j! j^ j* [ /
Aa^J 1 ^Iiıı■»*■ ^
< U « jJ lJ ji 4 _>-j X4 4^Jl^- aJ ^ a
Cj*AÎjji ^j>~ 2
j S j \kL S j >-j
. j'Z * AJJ*J, J İ * il j ^ j b
<Cjj)3jâ>* dl —
^ j > - j<*
J jl j
4 x ijl J I j j
^ d jj» j j
jL > * u ^ w U ^
<;
j j ,J w lj j i
aS^ o»A-pU j
(jj> lı j j
d \c ^ ^ ^ 1
j A\ $ j}
j'jj
^J ^ J İ.
j* j j
j*X»j- J İ L p ^
^ U j^
)) \ a ^ 0j^2 * < * jj
A ^ ^ I^ U j j ^ J J ^
||M >CJ^I : TOâjCj-^l I M AİJ^I : T > 23 ||Tj j ^ : M
7
oJS'lÜS-O İ j ^ j j l j l (^jİJlıl dLîob
Ç j jfî' 0
l—
2
<CUwo^jl {j p j & OAjTj 4l**4-** 4 j l >- ü 4 j i ^ U- * #
> - d^I^- ü jl c^jL^.LI ^âA^&L j
dj^4İ^^-^
^yda^L«
* aS^j [2Uajj ^j — A*+m\j
J JJ
4l**>4İLU dJjjJ
j^0
4-^) AaİP 4İII 4<*-j —
^ J 4^0İ j j J j l J j JaJ (^u\jî*
c T ^ 4İ^>-j 4j
JJ^Jİ
JİJ ^ 4 ^ 1 ;
L-J^İj
< *~*‘4'4 JJ^ 4->^J 4^L ^jS*^
O jjjl JJ>- JJijk 4^«bU ^ V ^ ia u ^ j yvS’’ c^JUl cjwUjWU 2j>-
4İl>-ü^^ i)JüteU-*ja C^jIf* O j* J jl d*Ul«d>- dJJ*dâpl 4 j C ^ j L ojSj)S
dUyvŞ- 4*^9j& ö>XxJ 4
L il
4>t^J j
jj&j$dSlA*\>~
4İJİ c_JT4>xÂİS* 4Â**4— *J ^o ((^iîj ^ j j S aLI o^TJj
JS*^ Jl>"j Ja>c# ^J>“ 6^İy«^P J j l 4 * J jl 4İ;I .^İJLUjI vL^-b^ aJL^>-j Jj
4İI-P
J
t*—
y» dOİU o U j . ^ j j J j l ^.i ^ j a i j l J ^ İ 4 ^ J İ
jl tto-OLv^
ij J ^j_ mJ^Xj \ l- «ı«ftjp J Vu^JjtAr?!
j l iül* 4j*o^u j A-?Uj J
4 *a *jS *
k*
^
^
<jçjul
^5\>-
(j^ jl oUjjJjJ v -jjo «j^ jt j ^ 1 j L
S
$
~
ûJ^İÎİJ^,^
{J** ^ ^Üi»
uaJU -r- 4*^1j
4
o I cP-4, (T^
4^^«bi Jteı^s
^U-
cf dj j ^
18
J-^l J ij^~\+&a (JJUmS <Jbi 4?^İİ
4>*.Jj|( iDU* AİOjj ü V j l O J 4 > - y d J â j j j .^jj j S w 4-J wL^>^ qJ^ j ^OJ>- jj cjt-US"^
^j
J *Zjfi*j
il? ^^İÎîj>-l iiyL ^jıl jü
4?wT
4a1p 4İ1I 4-^*j — ^|pj \ ^ j l ^j%>-U«? (jhT 4$^
23 || M #^jlu-^l : T
^
J S - 4jm4* j ^ j
^SÜ , ijJj] ^ jîljl c^jL>- <5j ^ j i ^ ^
^cl5T Qjt\*& jA
i (_£*bl
4İ>
20 ||T y j j yz : M yi j — : T c-jI^ 12 II T —
: M
^>-
J l> J
AaLI «Uâ17 ö jJb*VJİ Û-U^b* £~~*yS> ~
jfcLI
d J^ İJlp
J ,^ .
aT
(S ^
£ « J u j {j & J * j £ o j S j S S ' Ç j S
<J L ^ ü * ^ 4X+m$~ş {y ^ <JL I {j ^j ^ J I aJLİ
t—
jj j
O\J!s Jmj U ^ j Ü -İjJU ^ bl j
o tJ û
J j^
Aa J j $J® A j û a J j I
4İjI
£ j >A j j
j
^ \P ^^>-b j
J ı> -
^ > 1 j
4
4Sv*bb* j l j î j» j
£ /■ * c £ ^ ' y * J ^ - i ' aLI
^ I j L Ü j i <jw J 4 & b U
jî
< tb l <JlJ& J
j i l i l o j . CL**d>°
jfr 4İJ i
ö V j l ®*XX#jâ iiX? T
ü V jl <
3
o jjjl
4,ij i p Ö^bj
U
•
iJ jjj* *
6 ^j-^0jjS"
4 p j-İ
j j j l d iji-jI
j j a \ 4 İ^
4
^ L ijl « jL İ > -o j
<JLjV <»«*#I«JU^9 ^Jj&lJiob ü V j l
Aj İ j
ö*Ajİİ^^j^ (
(
aİ!x u *
J jk
^ Ip ^
^
^ k p î j*X*&
j
bJaJ » aJj A* ü j l 24
ö « ^ l j j j
O V jl
' a J j -4 » j v»^jjİ*Aİ T
Ç JIa ^
. J*AİJJ»\+pJ
^ ^ 4 - İ jİ j J > - C -j U j O J U ^ IJ
.is^ y J jM d l t ^ j V - .4^ '-> 4 i •< s Q f ijjjL f
4j «b^J!
J
^ jl)I
4^ J j J > - j O
^ (S ^ c Ş Ö ^ J j b j
21
J
0 >X**^y ^ 3L>“ <juS~~* J l l l V—
i3 ^ jl tJ llİjt J
Ü J 5* ^ !
4İ>^İİlâ>w*'l oJU^Aİilİü
j
j ^ J * J ö j j j l
öj 3 j '
jl^ jj jV j
1 \ j ? y \ * P
İİ CL*&İ>* d j j S
4İa-*İJ b I*Aa j
4İfcl b* 4Jb SL*Ü
} b l p ^ j j ^ ö j j j l dJl*Ap
*nSyt
4$vb
c£
^p
<^Sw O* 4«^*d&l ^ drlîdST 4 (j** 4^b i
15
i l l y ' J 4 ^ t s*0Lm * A"j& J J aJjİ
X > l 3 4 İ £j
4 j İ4 J j I - ü jl J j l k « j iiijj^ J
j ^ > A jA U * S j
^ J t^
J*-<ubl j J b - C-*j1jO ü J ^ ^ b i
j
d^jl vL-.^J»>“ û j j j l
üU aL- 4 j j i ^
j
^
J b j t O V jt
^iaPİ J J J
o-U^b*Uj
^3>*j dJloAP j C İJİJU ^ j k
< İ^ Ü
— olj» <^>Us>—. öb»*' 0\gX<*
4^.P
(Sij^J* 4
s Iam^ j ^.li»
a * İj 1
(S jf-
‘ ıP_/j
^ -jl2>-
J * - Ij j
< J^
1 ı*m* >
j
0 4 * ^L*l
aSot^
djj^ c S " ' d b j T
a I j I o U -v £ p
j e£-/j axJI
aLI Jl>*
jb a
c c£^j4*b
.öj-^-JL^I (^1 4^jI 4j
y + \i s
j^
Jj^ 9J
ja\
c£^j4b
j (^ U ^ j
aiJU^- ^ jJ jI ^ Ij Aii^Jb (j^t! oU^-i ^
^J.^>- <jl£« i i j\) I 4
. ((j ljJ i ^ I j l i (
y
S
4j J İ j j
^
I (^£4*l
jX l,o J jl a Jj ~-j j
.
S ji JUi*
Ji
J> - c£4**I d b j4l5^1.İ£ İ
Jr*j 6j- iL i5*"
JlöiU
12
d4l>tJİ O l*j (j\ i aS"*^]lj >-I j l b * J^bcu Aİlp ^UaX» I j ^Üflj ^p I (Jl*î a ÜI A^vjl j j J j l
JljîL*» j O
j^ lljI
j jAİIp ç \ 3 jj
o^LJ^ ö 4 iîji ^ 4^1
o l—c I (_/***
^j 4 j j Ua>-1 . ( V t y « öj ”i I
^^1
j
çtyS' {C,j&j*îa>~ Jb u
ûj-b£^l j^ l j i S j & j ^ >m
(j****-* ® JAA*»
J
ö4îli Uiaî A**iJjl j jÂj ^
(j-JÜI ü î j )) j j j *> ğJ j J ^
I
(S
ci>l^ J^*
d-b-j â^LJjl â4il^ v^ j ^JaI—>“ ^ j \ j J\<\jl* j j 4j a*a*S" o ^ jI JJ 2- ^O* ^
aJ
a,oT — J U î j iljL J — J>-
< —jUT d j j j \
çjS*
((j ^ j l j
AaLI jlj^ b *
j
Abl
j
aİ ^ j
aJ
u^pb j
^!^L*»I aS" V jl j j < —>Ij>-
ji> aT j 4 İ j j
15
<J»lp j»
J U J j ? - b :b 4^ ijl O m > j ^ ^ p ö ^ L jj c j 4 J U ? c5jiUlî iS ^ U L i^ b O jilî ^^Ss^jl ü 4 J^UÜİP ^İ4 >-l j jÎ j 4 jI ^ -^ ^ İJ İ d jjjl (J ^J* J
O ^Jİ*
A ii» ; ! ) )
:
Jc^J
aT
^ ^ I jjb jj^
4 - aİ7 j iJ jİ J J j ö4X t*< s—^
S U î j İJÎ
Oİ
L - jU - a T j^ j j
A ij^ jj
^ ^ L
J j I
j
^^>0
(5 ^ ]a X 4 Î
I t__ a S s J U J İ p I j 4 v ?
aJUl
0 ^ 1 Jİ
^uîlJ d2>A^j^5^ düb? J J^-aJJİ Ö jjjl
ji* j j 4Î j j ^U^j A lp j4Ü jl ^ 4^o j
IIM \ \ ® *«/ . • • ^
0 4 ; * ^ ] A^sJIp
^t ö jj S* 4^o ^ j ^4İj I
Ü^>bLpj ö V jl j
18
j j j
Ajo4>^iT
: T K . İ J İ J 20 II M — : T ^ ja L 4
® I I — 1 2 || v « Îj'T c îA>fc*J) • jjy *
**
T^î * w jbJI . . . L»î j d 9*
11A — V 5j T
; J I j J j İ İ
2j ^ - ; ü T ^ İ
^
Vıi, ^ j f « jjj' ^
^ âS"* ^t f * O^j ^
^
a^Ij *jj
Ji
jI
aajUs* ü ^ ^ j l
J& a İ aİ^Ju j j J * ^ /^ J j. j A l t y ^ l j ! aja-*1p
d J j.ş
I
f C»-L<' j
y
Ja^s> O j j j l ^rJli ü j î l î ûJUj
d J j^ iîv U > -
a j$ ^ iis» j j j u l
U iü l
JJ O U J j l . aİj ^ j j
cİ.I>aİL a»j j J (_£.X«I
^p ! J U J
aÜİ
c£ ^ V l
9
^
U ^ l
aİS s Jİ
g ^ j u J jl
OU
+J i & j S
15*1 (_ ^ i> s> “d J jl
a 1>I
^
O V jl
J ^ a ill
J j_ -i
g jJ j I
^■^'*
c5*-Mİ
I < jji[I
O V 'I J~y2Aj Icj
j l İ İ İ J a J U j j j A *JjI aLI . j * j S A â p N j* A**iJjl J i j J j j* » ^jcS>
A>tJ
d ilip
J l ^ i w j â Î j I J i*
J£
AS^ V j ! J J.
O İj> -
15
^ aJL»jI
J A ^ jU İ S ^ JJ L â li
aj^
j
^JJ
J .J & J
ü Ü j l j f 's ^ j l j l £ ? l j
ÛJ J J İ
j* J & * U ^ -* » l
< j* jj{ J
( j J .İ > - V Jİ J j l
A**Jİ ^ J ^ ijl J
J jjp j
^ j l i^ İU
OJVJjC^I r- ( J ^ ^ i I J «Aİ4
o j^ ii
^ 1
j
a J !^ I
l^ri^
A*->*$> J
O j i V jl
(
$
J ^ “ —♦
Jjl^O
& *" J
4 İ* 4 j O v U i U j
j*^ j ^ . 1
* c^I J ^ l
*J
0 ^ !>İAP J
j
jr ^ J
ç£jİJ j* > "
jjjU
a>*;İ$* a Iİ ^ j ^ I
'C - ^ lj AjjJU cj^
4 >**j
A**jJk>
a^IjI ^j»ii j & \
AÎ^^Îp
J )j*« ^ 0 3 j ^ J İ
J*^
jJ ü l
A $*"jl^-^a>*
aLI
iİJUj^I j j - ^ t
iJvilS - 0^^ - vöjJ.jC^ a,*J j l
gjjJj !
■^>** aSC jl
.
. vo $j j !>
^
,t,,
j^ ^ ı f*^ > - ^ , 1
<J ^ -
J 4+*hS ‘
jjji?
j!> i> * j
L p L £ \ j *Xa a 0j
;n T j J M : T <2mLJj.5 j 15 J| T * j j j \ -|- : M |T j 4JU 4*m~j j * Jb j j Xâî *. M j Aâa , . . j a a î 17 ||T-> : M ^
j
13 16 ||M
II T ji/ ^ : M
jj
))
JJ . j4 Î jJ
d j İ 'S J
•JU JlJjl ipi W j J j l . Ja jU i AX**4İîlİ? J j î dlX\3 Im-Jjp.A&J
Aj d^*Lİ> jİ J ^ P j l
^>^ *'4 (
*Ü:İ£ y^ljel Âİ^iUjj jSM
-
£
A^SkİjC^ ^
.j**K *
^»AjI AmJ^I j U- ^ * » * 1 1 Ajiy^u
^ l^» j o *-0j-o lx**»i oU* . 4^ ^ ^ I ^rJİ j j J l î J ç S ^ J j l i j î
aT
^J A****^"
j^.L ( j T aâ**5~ t
aJ j
j -ü
<*—Oİ j JdLv^ A*JbV
^j>*^ Aj^âsJ L i l i â$*
j'
Ü ^L^l
aIj I
(
S
ç
g
)
A ıO j^ ti?
£
ü V jl
^jp^AiiU - ^ i î j j
^ j^ y .
^
^A1* aS^^‘-b! j l j :-ü l5j'l j
I j) Ipl
^j> -b j 4*1 jU > - Ajo^İİ? j j * * j» ^JU^aJ b ^ J i J j j aî *İ!T
^2İ>-
d 4 ÎW
j I jfittW?
• c P jjj^ ^
aL I ^ » -a J I j
?
^
* (3^ ^j^-4 ^
j j^ J ^ j aİjiJ ^ lj^-AÎ'-
4:d ^ ^ J Aibı^*-U OU^
3^^S* aj i^*»>)
<İJb5 *> ü>- (3 aij *>(pj 1
J j^ ) '( İ ^ j ! ^
c Jji
jf i
c ^ ^ i j V - j . j ^ - 5?*^ c
aLI .( J ^ p j I jşa l j
<
T*
lı
^ ilC fco ( ^ jJ T
A jI^ i j O
^ ^
W » JJİJ
J jl
• j j k - j j ? j 'u ^ j j z
^^Aap
a T j^ jj
â*U^\pjl ü j l
j
( j&
15
j C>'^i^ ^**İ * ç5*^l
i -**
C*jIp '.aü;1| •.ijiJ'
* dJU^l Ç ^ U o.a aL) J t*?r*d\)
^1/^ OaSs^IS- *—
( Ş J ) i J
18
(S) * - / & * > J-& J
dUjjİAâlS^A İ ^ Jk L** ^ Jil d )Jjjj oj>=-> I ^ İ Î J i l j l JUj*.s i* aJL^ - j y j jJJL c jjJ j ^ jiS A>»J j O
ö^LaL^ û^ûj-i-t» J ^ a -^4 ıs J * J ? ^ ((J^ıAvA) A > «^ ^ p li T û l> 6
^»AÂÎli» o^J>-l <
£
j &
aJLI
dSiojlj !>\pj! 0)1
f^ j> - O ^ m* J J ^ o N l * j
19 || M j^. ^ : T ; a 12, ||:T ^JLV : M. j J l y 5 || M^ : T .Jjl 2 . ,, : II ;M ûuUI : T 20 || ( Olı^l j" y ) T ao^ V j : M <îU-»ju
21
oj { ^
3
:
j
ü
J j^U^İ-lv5 4JLI
ü V jl
. jwL—^*»IpI j * İ
J jjJ ı> -
pl>-
^ I
^ J ^ “J *
4İ>) d^Ü? âP^J
^ L j— i j j
j j j4j \j >-^Ii^LT jj
J!> -
^J ^ j * '.^Ul ^ J ^ “J *
A İİJjj Ol^P
1J f J J 5 d'-Ü yl^jl^“
J.T j j j l î , (3j*
I ;û
^Iİ2J d i l i p , J ij> -1 j
^
J
JJ^
j^ J i
Aii^ I. ö j l ^ w i T
J+iJJÎ J*
^Sj^İ c5j^^! (.5^* ^ ^ j j.jJ jJ J U j; (j^Âi, 3j>* jll|j>^l j ;
, j 4 ~4jt ^îlj-
t}^ ' 4
• jh^ij^k)j^'j
/ i
oj>b>l dJLjJL jjl
aJIjLJL*
JkLv? j
iM ^ J * ^ " {£***1 ^ J -■ '^
^111j?*\
^^2i>o
,j*xcdS
ü j> l* 4^J j l j jw H İ jl
.jJ L li^ jl
.^ J L fV -'
aTj J İjj l^"1^ Ip ! j dJ ^ *
ü V j l d^ dy-JÜ^ j d i^ jl j
O J -J iP İ J^ İJ j*W *^ p
c-a>-L^
j>"\ j ! I p I j a Î
JljJl^- öjs\i oSjj A ^ ^j>- Nt>-
J ^ Ip T cr ^ J ^ i) J
{£ jfc^ 1 Aa*01 JL»>t»AJÎ^ Cjwk*w*l^' <Ü j1 ( ^ j l A ) l 5 s ^ > - J J *JJ^J ~*JJ~J L
aSv^j!
a1h „^ \p ' j S ^ Ia L İ^ U
o jjU L *
is*"^
‘ J^ İj O j
<*jj^>j2 üJU L/i/l jc'Ji x $ M p j l g j t V j i ü ^ U t j> * l u i I j Jaw? j
21
j
d)Hâl** a) J J A * * J ; , Ç J * ~ J < * 4şJ j I
J L-^lj
<c^l]âujlj
J j j T J.. . ^ 0 ^ '
18
j
£J!J
JiJj^LîoU :^*Ipİja! öJuj\^p _(j!
^
^ j^ * '*
^j> - >(j£2\ü>3 cjj ia^ j jJ ^ J a P İ J t J J ç£^V^
ö S a
.1.^4 j h ^
12
^
0A>*0 lia l^ ^ j > - ^ j -jlS ^
; • (^ ‘■^I ip ^
^
\s * ^
aİj! ^
.^ L / i ll. £ u .i \d4Jj*aP
^
^j * ^
O y\i
Jjl Ijj J
t
^
d ü j^ l^ l
15 || T — : M ^ 13 I) M * > : T a>" ‘ 8 j| M ^ : î Jı^ 7 :!; c ; || M Jji : T Vj\ 19 ||T j&e ; M oVji o . >
İ İ M jjÎ j
ö £
j
ıj^ * }
L
^£*a)j>- (^jlll^ diı>*lpl çjiJ^ j
$
“■*
^
üX^-a>6pIj ıSjî j
■*■—
\~>y\
J
ü ijlji j JS İjU > **djjjl- J j i ö^JLU ü ^ jjjjl
^S*
<XlS” jjJbl aS^ j j j S " j jLI ^İÜ oL.İ3İj çj ^ j * j ^ j l
olSsJ^
j l ı j ^-
Ai^lpl ja! —- 4a1p 4İJI
Cj^
1
^4ı*xJ j) cJ^Jk < •—■ * ®“t/
—‘ ûLîolj
t
I^ jf
^*x* . ^JLîL*4*^)1
(jr?“^
c^*«
o^Ajı^î jSjUs^&ST)) .IaTjJjI
((j\j y * jy S j^>- <w*>jjlj jL>*jaÎ
JU<£** Ü4-ÎLC lj£ ^»jl]
jv>-
L5*0
4to^j\Sj^s.>" o Ü J i b
J L ^ -lj
^
4l^pjjıAjjl
j*
(>j Z b S i j fj£
Jd3
üIS^LT"))
j*\ i S
Jİ4p jll-p
jh"3>j> J
s.
ö*-^*"4İ> / j -z^3*" 12
4^h)jI aL \ . jiİA ^.İjl j,] j ^ s - i j U î j
jl j
ci»4jl
L>-l
wU^ j l j l ^ i
ü*-Uji5~UdUl>- jj j
<jrjU L jp j j j j ^ î j j j ^
4j j L-~A*İ* 4j ^ j î j - j <$* (J>£ 4 ^ v ijj
^
W
^
<-*>j l j i
^ c^'-
0
\ \ T
^
4>Uj
Aj L £
15
t
M >t]l
4j J vIU^L*
j^ P j T O jjÜ j
^
û
j X J?
^j 9^
18
{Jlj* J.Aİ j{**J ^-jJL ®^Ss.*^uw\j^ j j j d i j l
o^!^4#âü4jJjJjİ ^.a^zaj
J>j ^
(j jb&d) j
L jU j cİ A^JjI aLI . ^jdUÎI imJj b
4-İ>-jA
^İjiW cÇjilji
4JJJ^
aJU**-* "^5^
(J>^ 4İ11j^t> 4âjİ>j ^
t (_£ J.Jİ
d^-vö.İ J <£\aJ $ j di-û^2İJ U s ^ J L ^ İ ^ İ
(^j-j ui-dj-i
O jİT ^ ^ a^ * (J,U î j
:
||T
^ İİ j
A*4ji j
j
<>
^
j cl^pb aSO.jjS^
M V J J ^ I ' M — :T V * |T— : M jjâ-9 !jjL : M j o^#lj 20 || M ^ jjj{ • T
j3 j J İ *A>- 4-bI
-04r*Il*î.
s\ j A
J U j Juİ j^CI 4; J^ L p
aLv^»1p
4İj I
jjb ' <^ (J,l^J ^> 4İJI aJj j I ^-1»p Ijc J_^._p
û^L‘% y jl
^ jjj
VI c ciâ^ljl J y s
ü^Ijjİj
AiaX)J>~ j
ISjj . j^ L llji 4j1 ja I j
)) ! —■^^UJI 4a1p —
d lî
. 411 J j - ^ j
^U
JJU *
((
^*Jjl
û j\jy
(J^Ax;>'I
(_£jAj wi*j>j
j) j
^
j^ L t l jl j*-bJ
*JUI
j j ü j l *1^-1 jl!x.^ j û*-CaİS^1 djS~j J^Ip
y
15
4 fJ j j M j f
^ jjlj
{J**^
çi\j
a^ j\ j
Jl^-I ç$ ^0*"^ * i j j m**jv
dUİ^- J j l j S\a . j l o j j Z ^
(^y
dJ J ^ j V - J J j V j
jj^ j,î ^ \ j >-\
'jk) j AA o*x\£‘ o ^ jjk U p j j j a U î
1**■^‘VJ 4*J?M 0*A* jj l? ^ j I j J’^ îjü lj ax!T O jJ ij
c3j ^
cjljl
jjl^ ^ jT y
jy * <j^ı
c a LSo U»
O-^J^ ö^b j (J&3 Or^d.?*"
jj
O^b lpJ ^IaLİoU )) 4^ ^•İ^'^JaJ öiAS^Lja^
®j ^*,a J^Jİ j 4ill a1?j j X cS jü jî
0 3 Ip y j j ^ j j j * ^ ®
Cffi ^ & j {
c-Jj ] I JjJ^ ££j I j
, 4S"*' j 3 [jjı^ _J
jO ((j^ jj^ j 0*-~* 0 ^1jI>- ( j £ ı 18
Jl>* y
Oİjj *#y aST* <__ +)lSs>“v^-^U,*
Oİ j jS»y
•j^ L S o b j j ^ l
j^ “
l_>- o ^ jl öj j j !
^j5si . jd jl <İJj*#[+A a^^j-İIo J,jS ^ j 12
^.p
İ ^ j^ > -I p I dJ-j^j^î J j l jk iS * o^Ss^j JsİI j
c/*^ j ^ ' 4
fjd
jj -^ c^^jl
Öl>- O^U Oİİal^ 4İjjii»* j-^ j >-j ^ 4S"jwlJjİÂ<4 II t J J J & -: M J j j j ' S 20 ||T
öJjjlSo- j* j j i ^ j j ^
U : M.£]jx>ru 9 II MT
II n e ( ^Y*o ^ Ojitti ^ y *La>«JI i^.a-zS' c
l x*& {j>
2?lj . d.AjUj o!>Ü
; 4^ 1 5
; wp-1-^ .., (j* )) 5
**ZLfe
ji 3
^ İj» A iii
j
ö JU > U
I ji
j
(S jh * j jJ İS j
. j Jj L£ j J j Â* a İ^ a * j j
<a j
j
4 jA a j^ /* j j
lS
A ^ J b l
v—
jv *
ü ljr ^
**{j &j *#*
jjO j U j © > X ^ İJI J
4i t ^I î
ı£ j j£- j _/ jAı ( _ 5 < j S j > - l
_ )lc
4 İ» l
4 ^ 0 1 J J j &
3
aIIL İL*İI lijjjbJjl .» I t j
A.a j ^ S ’
^ » w * -J
İ I p
(^ 1
pl*>
J S *
6 < 3*^
4 ^ -U
j
i
£-»^ X
,
^
j , ı
^
m İ Î
J^rj' ^
^j
C $ Ij A 9
j j \j
L^.flw.....^wi# O
l î j l
4 ^ İjI
i £ j j {
J İ J
C
4*o
j I
jJ U
-
O -U İU
J &
(£ S a \
J S "
C*j I j*ÂS" 4jüoU X->l
12
^ J L » j
ö £ &
V .
iL
4 4 p
4 > ıl
J l î
ı f
i j p t )) . ■ j
ü
jj- j »
S j &AA
^
'.
'
15
4 -> * ^ S * I
d U ^ J İ/-
ÜJjA*
aÎU-I
' ' A>İ*** J Üj Zİa iS jT ^ 1
18
12|( M j A » j I a * ; T j*lk j 5 || M vJlöjl ^yUİî :T c-»Iîkj j \ <jul» 3 ||T j --~ : M j öjzk» 19 ||T X*-\ : Mj-U |T t sj * : M j& 4 ^Ur «^i.V.^İP jr* iy î JJ ^ 1 » : « *^ . . . s j A » 15 || Y • A A ( YA e o • ^
) i
o3 aîIâ>»«15^AaM.
><te»3 J .^ i f k J •J & > jfj- J j '- İ-V,j; -.Jjj* J j j ^ j
V 'j
2j>- 4 ^ 1 dJLo i j j l Ü
U Jî.l (jV j\ o ^ j J J
2j>*b j çlJi/ j uJİ?-
a.zj'Sj j
.^ÎjiAjİ
^ J J& 3
^%İv>-j ^*A>- 4^-j j < j^
i5 ^.J
4l>j i î l JüLab
Aa*ojIj \£>jMs^ j û^*'*
4/ ^ X i l j» c-Avs2)U aJLj\ C-^ûv^ (Jjl 3
^ydL^lî (Jjl J j j I j o^^^T^ljl
(^XjI ^^»lî J j l aJvLj ^ j I j s*aLj (j>tj j* 4*Jjl aİjİ . j i j ^ l ^ ry
4j£ jj
^ L IJ a ^jU,LI *Apj d J jf S
û * Ü L X Îjl
g lî J
J j J * ^
OJ^J U
15^I j i>Isa 4i>j]La>-I
İ J ^ U
O
-
U
p
j
l
^ j V
4 > J İ
J i l Üj^tJİ ^£*4aÜ
J jV öıAlJl d*-Lvau^
j* (3 ^3M>* j
j l J a^
iS jJ
J
J JaI
^
ü J ^
C İU -s^ J» d^Jy]}&£ (£j&
l
4 .jy > 0
L~+*iâ^A
• )J& çj>^
4*^j l
Ü l^ c^l (J^ ü<IJU jJU.aL y f l j
(3 j>" ıj ^ )) 4LI jL*VjI Ij! ^ j jl^ - 4
üSljl
a^Jİ 1^1 ^^m 33i
j
^Ji ül^
45s.rO.!>I
j (Jj^mLâj j^-«^I <U*Jİ CL-.j'İfJ j jJbI ^\^Âİ j 18
•J J V
;^ J1 ^ 3***3 3*^
4>*Jİ l ij j . jrAî
• J x j j» . ûwXÜ^s^lî (Jjl J
J J a f . J A»! (J^>l
15
^3^* j j
•
c£^ÜJ.) I _j J j ) j j j L - ^ l î _/^
ts^ 1?
3j>*b j
ÖyJjJj 4^
dJU) ^ lî ,j2 <U45*jJ jl, l^aa/3.1a A>-jXAj ,j)t . J**İJİ
û Ü j J T
12
_/ d<^A>*3 İ
(J»U
c*A^. . j^l^ (?) tâjA^ U k î o
ipJp <dby
jO
(( ^JÜİJİ
J İİUİT
İ}j\**J?\İ O^İjİ 6^ 4-^Jj^> diil£ 4S^^l>- .jJJL^lllî
l>* (Jjvsl^ öJiLf^j 0 ^,:JT
4a«|jj5^ 4.İjI ^j>~j 4İp^^ ^jl**^ 1j
cJt« jl^ jî .4 j j j j«AlS*ji ^ 4>■ 4İIp ^^■^> > ‘j
o L p ( J ^ j^
\J*'3'^k,3^
13 ||M — : T .JL £ I j l l ||T^> : M ^ t 9 ||Tr^ : M ^ 2 ,7 : T ^ 21|| M c ^ j - f ,V.T. ^ 17 ||T — ,.• M # 15 || M T .> j : II M — : T J^U |M —
^1 o Ip * ^I (S j ^ j j
JM p
^ j ^ j i lL * p Iİ9 j O ^ L p
ü V j l ö U İİ» ^
j a S s ^ L ( j T a ~ j 1 aJ j A j j a 1
aÎ.A p 4İ S 0 CI^
iSj&j* ü V jl dJU>U &j>m
J
^ m <a S[]c9
^ ^*.*^1 a***jjfI aİj I
o b ljl
£
*
j
l
j
^
iİj^Alİob A**>-jj .jUİİ^jI ^*u* 4$\*2j\
b l p j Aİ AİjÎ {£***j ^j***
J * J A İâ İT £jj£*j
J jj Ai\j>- £ j l J a j
djî j j £*A j
^v«jL>- j l J j l
i
l) N j I .
J :jt
Ijî jS * 1
|IIp J l j » l
I ç y
d J ü Ö l£ j
(^ J Ü lî
_>ç j *
t / “ '5
«Jl^pb _j (_£.}lj <u^jlj 4İSs_--jj J l j»~\
ı ll^J 4ill ^İmJİ
Ij
d iL* 7^U ^ jtX ^ jf Aİ^>*J Aj o>M
Aj Ix*«T dU U
£~>j £ j
A ijJ ı
o jl^ iT
d
1>I*xa < & ^ İJL ,^ !,)!
o ^JL ^U
jI>Aa^ ^ Ipj/
j
c J ji
**^Sj ^ 1
çj*X» j j » i j J J i AajiIs^
j
jy l
<j mj &
J^ l
(j>~2 l İj ^ j J
\J Ip ^ I
.jX iljl jj;)T
ı jA q U aI/Ij <^1*aJI aS j
'î / j l d j j u ü
1
a * J jI ö j J j I d J İ J L ^ j d J l o
J^ -5
ö V j l o i o j -^wU
12 o 'b / j l
Aa\jj a j
j
e ^ lo l
J jl
A * * ljl
ıj^As?* l İ I j ^ * ! ilî4 J tu * » l A l i l
.jjljl
^ /U o j
^
ûLj
j U j l jS ^ İ j j j
, j^İ.mi4^1jI A
•A -ji« a L I I ^ a j f L * j
21^
*/ lw \p U
j j *j \j çj**> l f j ^ i
j j
a;~»>- C o I p ^
J
a )jiU
10
^ L j.iil â lv â i
aÎ*jUlj >-1 il^ijJ.;il j V j l «J^JU- yp (jS3 . ji^JUİjl
,
^
: M 4i.jt> 8 || M J > «IjL : T tf jiijj >iir> | M — . T üVjl 2 II T .JüiU^ : M .iîiU- 12 || T
11
J js »
ç j j
6
0-Aj V
C
- î j l
c 5 w U it
&
’j*"
(J U ^ I
J
J
(° T ^
i\L* ^
öJj^j
j
t /
^nAİ j
^ J L -
Û -A j I
^N >*
UkA £ *y \s*
A jU L M t *
jİL p
sl* *£
4 j L j J>
9
12
ü \ ^
j j
a 1 -. x^
ajL J j !
ajI-jü I
^ > -
j )
V :* ^
^ > fc i
jll-j
$*&>*
j
^ U dJbl
Aj
j İ J j j
üÜslU Ü
I
U İ
O jiu P
AÎf J İ lp jJSjl
j j j * * aIj! A$\Ujj iL^-^
15 jj^ x * a5^1J
O j l C-J!*ap iİLI j Lp j
2İ
^L>- aLjI ü*^*Jbl
(j iaJ>%Jİ) a j :I i >I
û J jI
U II
4^*l^pl
^
II M ^
: T^oJji 9
0Ü2UI J-Ap )) * —
j <u!p J l *5 4 JI Jv* — 411 Jj-^j J lî j
"fjf&AA# S^Up Jj* Jj>“
. ((
JL**A
)) .-; — fx**J Aaİp <^Jl*^Ü> 411 J**? — <üi! J J l î j ^,4
4 JIJ l ^LJI. <*_->«I)) 1,
J^ J^UİI ûl^l^l ^ j . û*Aa>
^vi^j Aaİp J U î 411 J*^ — 411 Jj-^j J lî j
. ((yi^-l jUaLJl <uil ^^üol j ■ ,;
JaUİİ, oUaLJl*
^ .j^ j
)) : — "J>*j jp — JU î 411 J lî j
ULA 4,1
<0l*jI iLi> -
J j , l^*}^ ç*^Aj 4İjl Jl->O-^jo
ULA 4,1
*lv^j
di-^j jjv? ji*
L aT
^JIiA.p
aJjI ü j ji l
JL Î
J j j tiijl^ -
**)J
jjt
: M
O lS ji (^L**j, (S
j 1A"!I-Lp
Oj\p d^SLAjj jjSd*A,l (_£»x*lJS" J lî i r jU Î j t
4,1j>- j j
aLîjip
jjJ L i
^tJl>-
J l,
12
aS"
6 I] M ^Ul 4jp : T y» . . . (Jj-^j 5 ||T M ^ :'^ 4 || T-fcUUj : M,4<J)LUj ||M — T «J». / > 7 ||T ^ 1 j
il
.,
ö <u**
IpL*
o iL p {j* J-vâiî J i U
. . . J jp || ^o * ( \ ^rr;« > u ) r c^^ıı j y ^ ja ı ^ l» l (y» ç j i »
: «<o
: «LpjJI . . . ^ÂJIj )> 3 —4 B u h a d îs i, başlıca hadîs k ü lliy âtın d a bulam adık .
t+Jiıf- <c~*
J
ÇJl
"’c-a*-! ^ : flj^U-1 . . . jj^UJİ "u-a^î w
ft^jbU ^ *f (jU J İ
4 ^*^*
(( j\* r
<c*
j (JUJ «üji JJ ^ b J l
5 —6
j J^W ^ L !
||\w(^rv II V Â if 4 ı " ^ - ^
‘J j *
c ^\J»
: « p-SCjJj»JV . . .
» 7
)) 1 — 2
•..o jü -b j
ç
d j j j i ■j j i i î j
ip
^jla] •)) * aS^j 1^ a j j *( O j J j I ’; ^tLi>- 4/Ub ,^laJ ~ <uip AİİI A-^j —;- ölS^lj İSA&" i o>Ju1 J ^ V J j k
Vfl>"
'(jiJ'A -J o ;;> . o V j l
j-u<a >J"I û«-b^İa^j j (fc5*'vW ^ j J
dto^
j
J jl
* a^
j
c f 'U i S y
oJUJUj dİ:**» ’c V V û û w
i ^£*Aİj i
Uj Uj ciX *W
A>tJ i £İjJ 4.>ı.+j Aj Alî
J I ja^j y ^ ^
^ (jaJ>jc^jl
Vl>- < j^ ^ jS İ ^ jjja j
c ^aLîoU j k J j 3 »
j j S j l O i>* ^ j j * A*&Uj 'tk+ ijhj*y < S k U j i j î o V jl c i» - _ r :dVjl--i ^4»-( £ l j ^ a î j l ;j l î - j î . ;c -^ - J o l .
Ajbj/ dJCJji d jJ b u -l c ££»l*1 . aJUj j o 12
jfcJj.3 a* J j I Aİbl . j.XL*lÜ î. •c^ jlîj^ İ
û j j 5". 1$^. I
^
•.j f t-—** A>«ijjjl ^ i j ^ c^fcLiib
. j l j l O j- ^ :A ^ ^ t lji Oy^ji ^ aS sİjjJÜ Ö 3 jjÎc İjS *
^ L>"*JJJİ “t)J* Aİİ i ü j * İ ö X . J Uj (£J^ j i j i
°Kj j>* oH j l o^aİÎ ^ J j .aİ OlAjUj j l ‘A«jI j* ^ ^ v':$ j j y d ^ - j ’î 15
1”
a^4*rJy,
ji~* 6j j i l î a
ü V jl oS jjZ şj I Vl>- IJIpU d s S j J c S j \ AX>j>- J j l ^ jy i (S *• j * y m* { ^ ^ j * d j î j 18
a*m£İ i J j j b j j
ji* jıA ^ İ jl
oVI j
J
Jl Oj ^*^
^Jll
a^**»
A^^J>- ( jv«*I A>-^»AaJ j j . j J J w1j j *A^j û ^ jjî • J^ j J â*
ti>\jj <iüb? aII j i t VI j
9 ||Mr :T jjTjl 8 1|Mfl
,Aİdl
:T ^ J 4 ||M of>. || M ^4*Uj^s
4ws1p o J j 3
T : T
3 ‘. j^ y
y
jA
o j j - ^ jd S
. jJ J L İ jl
û p b j Ç J & 'ji ( J > t j ^ o l <W>I
j j? ,
•
* ^j\ a
6j j ^ ^ y . ^ j ^ j j
j Ğ J jjiii^ j ^ öXjj ^
JaI j
O y i^ J ip l
ü j^ * 4
jjj ü i> -
(J jl
Ç ^ flp
jip 'l-y jj <Cj3İ
^Tl>-
ç j >*j A
ûU İ ^ ^ p
^
l^ V ^ L ^ j
(( a S j j j -j^jiJjtfM^
4 * _ ^ lj
AaIp
o -j?
j l i a l ^ ç J ^ j * ûU jll-U ^
<)j£j *j* J U o j> j
C J j^
j
12
— (^ jlp
<j ^ j p
4İ4>-J
15
J Ij j j / j l p jjv^j*.*J*j1j
^ jâ Jj I O î j U ' 4 ü^UaJL* j J j* !l
J jp
aİjJ
L ilj ^jL] ^y*~j~ j
^ jîj!
j* ^ y ^ )
0-İAj^İ j w j j i j P-Lo^i
ö* - k * a j M İ i
4jaJj^I (£j&j*&>" 0^>- O İçJ^
j
^ lj!l (Jj-tib ^iaJ
t jk 1y**j*'^’ c i ^ i ^ c ? ^ ^ J ^ } j a ^ O U - O İç ^ - OÜal** ^ J ^
d^ )l!$si
aUI î ^ j
(J»jj** d-L jIU a^ _/ H U ^jlaJ
^jİ^Cİ j ^ û j j S "
<u*»j^< w jwLpU* ıiJİ^JL>-j
aJj^I ij ^-2 L ilj
(J,M>"
(_£**' j ^ m^“*
^
ojl^Jî» Ö jS -j
^jLa_J*I j
4^>*,1a>-j^
L «li £
a^ j ^ J U j
J JjaJU-wIjJ ^ H ^ İjI
^ j L>&xi>- j \ f \ J
4$* C * jI£ > —
i £ j & j b aIji <Jl-jIp
jX lij!
vi-İJ^4!j>* <w^jJ j l
^ (J?*^
O lk L * a ] j j İ ^ 4 j
4JlUJL**» ü ^ /j l
j U ip j
< j * f j *>x>j&yj o l» - j ü t
b<\*pj,y2> - j j ^ U j i
^ lip l j j j jA j
a^jI J 1>x-^jj.jî^ ^
3j> ^ (£jl**#*) j
^ J j ^Jk>^
j j j j ç i ^ - 4!
j l** J ^ J J J
^ ^ s J j ( J j î jISsâ>^jp
c £ X J j^
cji'
j
j^ A > t# l
- J i S ^ l s S s l i f _/L * 4>-j»^İJ j j
(S j^ \
j ' y -> < j^
(Ş ^ J J ^ 0 â^ d j
j
c £ j * ^ * ^ d ^ jj- * * * * 4 y i ^ l - ^ j
j
0*0y
j I
O /jp
Ö^Aj j i ^ j ^ J j t #JL>jlj^
: ^ ^t» j c Jji (j^jSr 14 j|N : jfij^ 10 JJ M l* UÂr* ; T j*4ii 04J^j 1 II M Jij-jli»- : T Jjj* j* s* 21 || M o*y k c-)j^ j o * j * T ^ J *\J J C - ) p*j* ^UT c
/(<
<j^
j*5viT j ^^-Ij |v^iT)) :-ö . ( t vr
... .JTd 9 -^p 4 r W e n s in c k ) 4*J-I
18
c £ y b lj*
j
\J J » J
C + * * r \jA
öy J j l l j i
j j î j l
ü -Ü > -I
c ^ y lî-^ jl
j>~ û j j j !
aİ!x.A^ . jU J L İJ İ *-3 y b J
J 1 > iu a ^ J wLC^ A * J j l A İ> I
(j& j
Ö JS*X Î
w > jL İ> -
dJ**Lîol; (J^İ f
i
0 ^ 1
^ l lp j jjj jl
j 4 j
))
jf
jlŞ c > -
j f U . j
^ p
>
<
15
a İ * 5 ^ y»
18
y»
^
j
j
Ja>*î j »
c
a T l > "
l P 'j
^
J
i
V
( j £ ~ Uİ
j ^ öj j j l
j> -
3
d L J S "j
O y
( 5 y ^ J_ ' ^ J
((
r lk ’ j» A a * * , * Iİ İ3
> 0
o ^ iy i^ ^ J İ
^
j r i
l l j l
b l-P j
Ö*X*^)İJ)
c s A ;*^
4* * V
J j^ j'
A'«*vS’ ü ^ f j l
A İ/m IİIÎ
•
(1 )^ A > J İ
^ o llî
A jA > c 5 I
6j ^ î "
Û»AUİİ
d^ ^ İJ
A İ v ^ S ^ j j ] I A _ lp j ^ y j dy j
< s* ^
■^ j i l j l
j j i c *'* c Ç>J^ ■ ■ '^ i I
.
I dJ * £ '
^y.
L>y^?*
c £ *a S ^
(£*x &* i - ^ l i
v « * jIp
A ^ ÎL jJ İ
J lV 2 L -X .* j y v $ ”
^ \f^
4
6
J* J
J
A^«yA IJLp U j ^ J l İ y , ^ V l> *
j j
^ A İl
j j ^^ I
$ J > \) J
lT l
ö J & )İj
.J j ^ }
^ » 3 İ IJL p U
|y» j
^ İİP İ j
4—
yv4$
>
J \J 4a^-jlj Ajlj j
j J b y U ijl
{J^ J^
yi
J jS
i i t i
ǻa4->^
^ T
o \a j İ j ^ j i u S s ^ ı
^}j^ J^İ^J 4* 1 j l £■J*AA Cjj ^mj V lj
V jl 12
w * ı> -j
Ü<X>jh £->jŞ
J j\* > [> - j
tjİJ U
i
-d - Â İ2 İ^
ö * & b \-'> ’
jUJLİlî JJ**»*
i
l ) * A ^ 1 j j S " " A-ÛP- j &
j
___^ A j p
y
^
ü U j l yS^İ ^wü!l ÖJJ J j A S 'J y ^ iJ jJ
0 L « S v w V Aj o y « l p
C<U j J s> - A j j U ^ j ^
OSdjjjjAJy\S"j j 4jt»ljl y*\S A«>tîl j
Uja3 AjA^j^>* aS*j^
II M L-.0. :T ^1 jJUji 14,20 ||M<->y J ||M— : T
> f IjIju J u j j »j_,f I^Iju 7-8 16 ||M 4Xiljl : j ±j \ 15
rr
j
J*^ ^ j^ ^ l < 3“^^
( j J j ? j {£1j j j £ İİjİJiî--«jjjl'. vJ*üU- 45
d5s^ ^>0 J j l j ^jjaJJjST
j+>m
'-J J3 Jfi*^ ^wüT-
^ ^ L ju S *
O ^ Ü lj^ - l
j^-t ; -(S * ^ t 4jL—
4^,]flLU^ j j ^ I j
l> ^İ
J
^>»j* ~
{ S j ^^ j 3 3 ^ \j^ A a— **j*^!
i j j j \ ja \
A —J j 3
JÜ -I ( j j>3 i
: 6 4İj ^ . İ J Î . d / - »
vli^jwbl J l j ^
V ^ i Ja>-
ÇjÂ*** ^ ^ U T ' L * .
./ X - f j ; : ((^jdwbl aİ^j j
^
4^-v>-j j
lî
dtoL.^tj! ^^xj j* . c j j ^ j l
J i J 3 ****j^**J^
C^ J J ^ • O j Ç ' *-> t P d ' j h
j^UJ CjJb jA**
4j 4 « 4 p
(^£*-14
jl djJjliJjlJJ j
jJLS" 4ST oo;,£l* ^|4p d J .S o jj? ^ j5*^j \ ( _ < ^ l ? I jjkipl j
j
jt
.33 ( £ j j * I (jd 1^*^1* .
«A*» 4aJjİ 4İ*j ^ ^.«jc I j j İ S ' ûlŞ"
3 O j s ^ a^i^Iİjİ a J p x*^ m ^ iJ j l _/ J j j > c£^>r"
j ^ ı ij t ^ > -3 j j î j j i S j ^ j .
^
jâ A
^ l l j l cJıİt j , k * > * Ş '
jlJ jl
j y j . t / j cj j î j î
.ö *x * j *
j
d l o l ^İİp! j j j J ^ j İ ü, yj l
j
4jS j k i v ^ 4jİ* j j j - j ^ j ^ 15
«JJ ^]j jâS^j
ö j j ^ 44
jl ji-Jj S 'Jk&i j
O^üjJi oo^ti*
Sj ®4d!/"-**»
4İ^®lijî. {j£jJbilvW? 4*2>- ja Uf <t**4
^İJ O jJ ijA l i j i j l j l j j i j l jd^ j â ^ J p
•*Uİ (di^Jjjj5" 0^*p J T ü j i i î j
J J yu
jP
1^ 4 jt vl^lk^l
d
cjOjİ C 5 ^ - d j j j l
dU L^^h 0 ^ j
'/ jp
/ j j j j * 1 ş>j>« u a J i ^ i j ^ j j jiU ^
jfjîj'
^ ^
> X *2 jk a
lı? uJ cJ.
ctf jJ U
c^p-Ujj 4!t İL41 j jJJLİ j ! jJ^î •
‘A^İS^İUS; Ğj*x*0 { Ş jh ljA j
18
ö*Aİ>-i eS
^ jlljj ,/ Jj l^iU} ^J-
î j L u d jJ j U jl
ı J^JİJ ^ 1 d i l £ j \
: M C*k~*; İd J|M w>jj4JjT :,T v jjİj 9 jj M J jj^ji* J : 5 ijl-u ^ jlijl J^Jİ'22 |j T ^ J * .1 M j M ojr l :T 64U II 8 |jt\ || M j ;
T
«ub !jl,u
4 >t j U j i j j i j l
: j
j
Q X *p jfr
v ^ j^ d -tb l
4S ^ j I
C j \j >-
d'Lîob jij3bw > Jj-bi 45*"(_£jJj! ^
(jr\SjJLİS*'' ^
aS\.*»Xj 1
((J ^ ^ j j j - ’j !
j j
a i m
<S.X * 0 j Af & > - j y
» j o ^ j
j
' - / j j
c ^ j a İ j I
- ^ jlj j î îl
ö \— ~£ob
j
CL*JU ^ j j b , jk â ^ j* 4 £ L > ~
3 jp*“b j
6
Jj
4jC J j
j
â b * o b jbiâWo>»
(Jji?l>i.
J jl
y
^
ö
J
(j£v?’^ j '3
j
j& A
(j^ J İj
bMj- ( S j ' t ' j
t
u ^ U p
dJ.IJ.Jj!
j^ > % l^
W *J* * * ° T J 2? J J? ^ ^ P Jİ ^jO )) . 4S"*"
ü j * J J jr>
üb>yi j-<^ ûJ^XÎ li** j
( S jö '.t t j / ü y
i j
^
ö J^ aP J j l
Ç J > "J A
^^Jİ
j ,j İ
4a^ P 4>sJ
u
d2j^:SsJ 2j\S>“ A â jP jÇ * (JjS* 4 $\] Jİ
. &^ a i j !
■^J>“b j 45s,<s^! J l j İ ^
j î i p
A ^ ^ J İ -
^ ijj k A j
® * ^ 'djj £ { J
J * X *
d)j>iaJ oj„«bt* (Jj! t
/
öJLİJÎ-
J l J,4>*
J j* S
4wl>ta ı j * * * ' j  - * * ’ ;&J^**»lJJJ
j
4 İ 4 > .j
^
öl— Jİ^b
(^JIİJİ ^ j i JKA J J^^^b I ç j
Jj
j^b’»SL%./^ C /^aj4 *L 1 ^ \|u P jl, i ^ j ı J j I ı^jÜdJ (J^J"4! C jjû J b l c-^l>e.?*” âSs ^ j I Aaj 1».^*”
d ^
J
(
*
J İ C
18
^ 1^^
j f j f ıd-UkL
j j j î Jİ J J j * - 4 4Xj UJI j
ö b î^ b
ç j> -jA
d jh * *
4 b j ^
*
4b i
^1^/1 jJ-5 ((
o J * T J ,L 1
y j
))
:
-
K**müJ> J j
J lj! L *
<
4x1 I j v>-
0
dJU Jip l ; / j j
^ y *?
JLj *
ö U * o b
O t-U İlj^ l
*MtAj^yAİ
'fi.jdSv*£>i j A * m
j
a^ j J ^ j j + & > -
imm*)J * X ) İ
Aj
^ j 3*"
J
:> 0_ , j oJL $^JU 3
^
^
J
A )Jb jl? j
j U
j
0 Jİ> * İ
* ^ j* -b j|S "
((j J ü C
ıil*d»-^jİ
4Ia]jI
d ^ J J
^ l İ o b
j^ v u
j a
))
^ J J 3J>-b J
: T ^ L l
14
|| M — || M.
\
^ A ? * ji
C y b l ^ b l
* a S " ^ İJ t> jjA j
4 XİJİ ^ J J
: T
c ^ ı_ ^ 3 b
j v
L ^ [^ o - j
^ jljj* J a & ~
Ç
aJj ^ü . j
^
4 S ^ ^ b I
ö l i o b
Ü J^l
7
^ J * " j*
^
J
p
d
0 * -^ ^
j> r * * A
2 j£ -
4 ü i j )) j ^
l ^
b
J jl ijş * *
ijt
[| M dlpjaJjl ; T o jJSİL 1 7
|| T —
: M^ |M<s^
r \
{£j \4a*X>- OtaU^jJI
j j l J
jA - * *
A jû J jİİ
jj*. t/“:) o V
j l
o jy » 6 .jl
. <0 j >
c jj.îT ^ S "
j y
p
j J J U
j
j
4 « J jl
j j
>% ^*
J ^ İ J J
U
^
J
J
I
' C
İ ^ ‘4 - 1 p
c
C * d a l* * #
■
J j ^
j ^
j ,
j l j
u
dj j j ^
jO ;!
~
r y
4*1p
4a% Jİ
^ I jo .a U I j
j j
J ^ L
« j ^
j ' j
S L a ÎI
^
g j>
^
1
d i i ^ y l
t£ J * \
^
ts**--*.
**
'- jjh i J
üUJjl ^ İ j j 3 j>'j'
o *1* ^i'
JJ^Jİ
3
*JL l
(3 ^ ^ “
12
j CJUp iS~İJ' ’- J^ J^ j j * l ^*Jk>»i.>-jl j
j u-*^-lya^ J ^ jC *
—
^
j
.
ts ^ y ^ ) j
ijŞ
a III
O U *
jjr^ > “
<J
j o
^SsJj i j u^a^* 4jjj'
*—
l l j l
ö ‘-
4İJİ 4İjJ>- j
aU
a L ^ « A J
C ^ y l^ l
<Ç**» y b
4S" j ^ j j
J Jj^ J İ
. j ^ y L
4a_ > * J
&J > s* 0
J. ü U * »
* (■ £ *
aJL I
i b
ü l y - l
3 * j \*
J
a ^ J j I
4 * Jİ> -
j
’
V I J
düL*
^
J ja^lilî Jji j JjI C~*^>- «jjjl
J j I
( A
\ jj
O*1**'
j>*' Ula* « d b j j . % *
A *JL > -
ü lla l* » »
j
< 3 t* ^
^ İ jjjö a *
ı*X* y j
4^*1
ö U jl &JdAj^>- j
^
Ç j 9* ' j *
**~"j
^ j ü > i J j U w ? * l > - jLiS* oJJ üUyi aJ[>- ^ c i jk+* j i-^jJjl ^ îlj
d liU * j j
J ijî
^ ' j j j ö J > j' oZj^t£- Jj! (j^.' «jjjl v-*-'"
lT ^ j * Jt*
^
(L^>lla>- 4jLAI; (S jv^ O V jl ^ « Ja P İ j j j ( S j t i j *&>* d l i ^ l / ^ j> - j * d J j j& S j & ((
y i* -)>
Ü
j * J J J )r >
^ $ 3
J
Ç J ^
L ^ ^ C ' 4 '*
J j j
J
( ( jO S C ^ U ^ b
®
y
İ
i)
•
^5*^j t l ^ ^ j ı J a ,
^ İâ p î j j j ' t
J j I a5^x ^ ((j l j j S - i]jl*AJ ö jjS * i T l f l î jJ^4<UxJl>-
jj T •--**j m
:
M u »* j 1 9 ||T »*aJy ) y M * s üUy : M
*12 1
j ^
)
j
j İT
öUaJL* ^j>*jA O y lî d
a J IjIA *
J J.iî^
4 5 ^ j^ jjU xX *
A
İ
cA î l
ji
/
ü
^
js
. U
jj d J j ^ i i j y »
ü l * j — (J>bo AİJI
£v?j üy^* y
c £ ^
j J ü I.
C jUT
aL I
aL I
. JJL İ^ S ^ y > -
d * ^ J
^
ö l A > j
öJ^S^I j
(3 _ / ^ A>-y wi4J j j
<*«*>j 1j j j j .
ü \^ P
<d>İJ>“l
{jrb ^ — +»
— ^U aP
4 * ljij
ı£ ^ j
d ^ U j l O I p SI t__*> -L ^
4 J.X * j W
Aİ£*** A**j j l J j I jJ>JÛ
e k i j*
Ü ^
aJ j a a .c £ -u l
4>iX* j^ Â*
A jU jy .
ü I
1** J > I j j j J j l
y J < u J jl ( j ^ j j ^
O j LM j l JJI*
ls * ^
3İ jA
j
.i»-^1j d jJ jA jli- ^ 1
4**ol
j
^ C£
aJ &j*P\
y x lU
.jiy J jb l^ î
^*AA j*âİ£- J
ö ^ jjj>
0 > jl"
< J jl
i£ j £ I d X *L lp j dj.jjlz&Jt J,jl?\ji aİâIjI j\ jA** ^uLI ç j j
(j?j&*l d*l>^y ^ J J
12
<j J>» üVj l
d
JIü.pU
^
•Aİ* ö*Ü*d
û İa J İ ,^ Jj <j£j\P Ç)X+&j>\\j\ j[£
iüJj 4»>»J A-jkJ
15
18
4>-y -Aİl>j j . j X l l j l w«jLj j c~>Ij >~
y i i ^ c ij
y * - *c-** y
Al>J>- ü V j l
d^ d jJib J Z I AİjI
aLI
O J>-
ü
j jS" j\ ^ P
Jl
ö jH Î j
ıjj& l
İJLpU ü j U p j J J j I <3^*^
a J ^ İ I j j^ A jjy î- ü V j l o <dj
j^ s jtJ İ
4Js-**J y
(J jî j
Ü j > tJ I
AJJy>* A^-jj Aa<^ j A j
jJ a^ Î
^3^1 j*
jv U İ » ljı
Oj>«-d^
4^u*» ^wLı y S " l j
j5jj\> £ a
jÂ**-
Û ^aj
Aa*m5^ j»yv«W«Jl j ^^v»xÜI
y* J
j < j ^ d 'j l
0*^ J^“
C A j f *\>-jî \ ^ftU— - j iSj* ?^ . ö4\ j j f J ^ ) j j k j j ü*A^l j j l? j^ 4 İjİp
İ-İjÜjİ
Jj$ ((^JljT A İjip ^ j \ K**£ J
J &
JJ
(J><A>-j *mj
dJ^dy^y
^
j
J < - f ?j*-^d^
A ^ JJ' AİJ J,*.i~i )) jL \T AİJİP ^şl)\ öJ,Lj *y&A #jJ«A İlî
^jgiAdü Ijb
(J J *
^ Vi>"
AİJİ <w*<a^ j J j
j ) J*^d^ ^
J
: M tfjul 7|| T ^rfUip : M f lÜP |M — :T 5 || M ^ ijlj J ^ l j 4 ojlîaİ jl : T ü-Upj-uJjI 16 || .M — : T j l j I j *a» <jj 1 4 —1 5 || T — ||M — i T y ^ l j 18 || M
- c jj! c S j >- &
(J Jj y , > -
j jîjljl
(_ > !.> -
ü w iiljI
i^ lî , j jv i^ “ 4 - v J jjI
< iJ U
a * J j> » !
.jjJ U ^
a â
!y
^ llix jI
j ç{\izj ^ > - ^
J. ^uO J'l>- oJşL&J Js? j j J - İ İ j l ö lo ■
^
ü l>
ü lf L
jS s ^
c 3 ^ "
l j l
( js İ ^ I
jilp
^ j p ^j A \ J s ^\a
o U
d
-
j
y-û **
jlj.> x l^ j
^JJJ
I
j
d-L->
Aİ^.^J Aj’ ^ p l j . j
j
a J jI S jİ J j j
y j y< j J j
^ S ^ jJ j3
L
j
y
b
Ajx$2 £ £ J İ ı j j I yv J J -
AâIjI J
^
ö Ü jl
j*A
â J
j A-^J j j j i l j !
A İ ^ ,> - j
^İJ
Ji
J * > - j
.
- ^ 1 jj-l - ö J İ j J j I
;
oâjşu# {J^ j ^ j ^ I
(J ^ l > *
LÇj ^^A a
a] j j i k ^
x £ y l^ I o L * >
^aU ^*<
J
j>“\j
^1j^~ â j£ ş * j£ L ih \t j l
••’n i l i v i y A - j
^ p
J
a]j^-^j j ^]<pI aİ]I . j j l * j 1j
W®. j j
J l
^
(JI-jy** j j ~*.j v u S s ^ r aİ^.>-j aj
‘^■ ’^’Jİ a L a X « a a »
u
( J j ;\
, ^ İ İ y . (J,lxjî:aIİİ 5-l*^jl a ^ jj j L j j v
^ İ J
jI J .î^ a a # j
J jİ
-jL oU ^ J -. J ^ j l j ■’-4jıJjİJİ y i i j i . aL I
^ J-* !
j ^İZjjb j j {j^ ' j
aL ^ Ü»'J -A*LjI 2)\j j >- - ^ J J ^ AÂsşJİ
j j j ^
J jl j
J^ j^ s i* . j : ^ j l j l . . o\js^j \^ :<JuA.,Jip c J j 3
4y) j l j i :
j j J x j I
a$C#İ3U O jilî
j
)
•A İ ^ j L t a
ûl
j
'^ 1 j
c ^ j^ jU ^
^
JX ı l ■
j L 'J
j
o l i ?
— ^
e ^ j lj l
y jc u *
j &j
j \^l>‘\ A ^ * J İ
Aj
J
^ 5 3 Aa^^IS" a iI jI jl d J , o l > -
j ı£ jtâ * jb
^ly^ • 6üajL»< ç j ^ j *
^*J-J 6j ***
â'jj!sS j-fl^LSo.U o l ^
jİj^U^ .aSs^I^UJ
< • jA ^ 4 a^-İS^ (J ,jl l^lai j jj- lS - 3 û j J l î c^^A /«jlj &jÂ**
j f j -6 ~ 7. || M j İ j j : T4Aİjj 5 | ! T j i j l j : M ^ I j \M J j\ ly -: 4İ4-U 13 |j M r/ i. +
15
:j*^3J i^Jy.1j\
4y İ jO ..A^-Jip jJL-x* J„5v< a5*jj Üja+\> )\ £İjŞ>": Û j/sJjî
j
12
: T j^ ,
4
: ■
: T . 4 j * j 9 ||T — : 8 || M _ : .T aaİjI . . . Jy ||T «aİ>-jüj1 : M . aîjÜj I 14 ||M ^ T <1^^
18
« J tj «
(Jjl j jÎjUj.I
■
j^> ^ J 5 ^ L J j İ (_^wbl d ib j
3 jJUL*JL3ü
A~JJİ AİjA C(^ub! û ib j 0 ^ £ o (i^î di j ^ i
A?" <(S j^ y ( S j ^ ^ i
j I j ^ İ jj^ U *jjjU* j A^j a!)I j b ^ J U .- & JU?*
ıjZjpşuİK)'
OiAİ*^ j j lw»lİ ÇJJ^ Jİ (J0 jP
ÖSj Aj dX«i
d
j j^A^*
Ü
j
l
{£X^ \ i i j j i
O-lSj J
i J^~JA Cf^ ^j Sa~a£- j j j Aa ^j^“ ^jpj1*^j l J &J&A&dil/j L $ j^i OtÜbjl.»' di^\İi Jj^ U 6jÂ*** J
tİJUj O ji 0 L « j l j û j a J ^ I j
AÂ-^AA^i? <j ^ P
A>-^«XİJ
j i jlj
^ j^ i ji* ^ " j'4 ü i ) l i ^ j j ^ a î (3 İ^ Jaİjİp
* j«Aj 1 di lj j O^ja*' I c^i-o J $>* ^ ta
AtjİP J&*m$
IO
jf J ûi
^ ¥&)
j t—-O'-lvafi-4 4^^lp^ ( „ £ J*"^Uj ^ li ^ A>*^ dJb j j
6j Âa* jwXJ Aİ*j^jI O jSs**' OUJjLJI-^- j b j* ii j ^LaPİ jwU^5 0*-Ü^”l 12
gyt*»»
öto»Lvw«Jji aJLJLjl?
jÜ ijİ j
^A
i ıI O1^
d j ^ l i i b jİ7iUu^
Ojdl ^ 4 î j j jWj' l£ j^ d (J
o ^ i (jl> j j i j i ^ l j l y * j j ^j>“i cJ ^ ^j>- J l ^ ^ ^ i c ^ j j i j d j t ^İa*J 15
18
J jJ jI
dJJûjjU
j ^^IpI
jw\JL> "g-tî
ij> -
CLj j
O jjIÎ
İİpA^j^
j i J ^ A i- l , j X l l j \
^
J j J I ıiL j ol^Ss^
£ İ I * A p U jijh iL s ^ j^"
j
ü l^
U A^jL>- aL UU jı A^J» ^İkj U i j AJj ^JLJ IS^ j AXrjl ip i 0 W0 O J% " ö*Xc--Ji
j i j l j tJİjijA^ a> ^ jw\^«ijl ^xj :t £ ' p ( j * -
■.
^ ij^ j
( j ü ? j l * ^ Â j aL i lL^îkS\>- 0^ .p d I 0
Aaâj.I Aaa»^1^«^v* cjill <—*aj j Ca«^j>ijl T y OU*, -cj^ jljf- j ^ l ' .j v ^ :^î j .
aA a-'jp
0
^ ^ jl
.^ Jb l b j ^ ^ * aLI O jJlî J j l dAH£ A ^ jj j ^^aİjIL» J j î j c 5 ^ " c ? J ^ :J 2 ||M Jo i Üjl : T Oji j M :
T ı f i j j ' J j j ' 9 || _M j a ■ ' ||M
: ’T * * A J jÂ*4 | M o^jjAm : T <Cj i >J ç l j~ ° l’M j j j !j u : T jJ J v ^ İîj i j ^ y jjOİ :T JOİ 19 J|M— : T j ü 11 ||Mjji : T J
^
o u *
ciji ı
c
I j>~j
Aj
^ J İA * J
I iİ P j j
tO ^ s İ J k
C ^ y j J A^:>- j l ^
NJL > -
^A
ilJ ^ İ j l
(
j
£
o b
j> 0
3
d- U
^ jd l
J 'A İ jİP
0 3 A j1 5 n  > - j
O İ j3 j jjl* jl
is 3 ^ > -
lx l
Oı-l5»Ajjl
3j
A İJ İ^
t—>^j] I A * j ^ İ A j I - ^
^ ^ - 3 ^ Ü J L .S ' öjA+* A>*j
mLûj j J
jjJ jl
A ^Jb
^>“3
, jjÂ
-(^ Ü jî
U pIa»
^ jİj
6jA**- J j l < 3 ^
İ ^
J O
İ
d^ b J -U b
iS j'ti
j ^ aS vi
A -> eJ J J jI
d i > - j S ^ j
^
İ jl
^ İJ
<^£j j * ^
j İ ^ A İ a-»^
ö j > t j l
d iü ^
J^d^
di^-J
j^ > -
Ö l> -
U lİ O Ü îJ U
dJ J J İ
Ö jd b » ^
iS j^ ^ iJ j j ^ d i k
3 J > * J ^ (J > jU U « « l
a J jjİ İ U j
^
15
A a -İp
A j j j l ^ <^15j j j 3 ^ C j j 'j
Ö 3 j J
12
c - j j b jl>
aJ
(_ £ ^ b > w \ .> -
d3^)j^İ3^^-3
3
û 3 j ) j& * * J
v C -* * Â X < *
I
< j &*{'(j^~.j
0
^ ^ A > o .l î j j
İj L m
Jİ û^ U j j 3 ^a,jJjvİ3
djiu * <
Oj Â-,*m (_ £ jİ J j î,4 j Aj d i AJ
A İ jl
{£**}: J
jA Î
lSj*'* J i 4
^1 j j 3
. ^ J J İJ
jj/» U
I
J > jA j\j
C-*A<A>- A > caJ 0 3 ^ İ a ! j A-^j J A > -j* >-XAj j j
i Uj
.
d "^^dJ
(jiv ljl
0
(JZ **" * J
d W jv * ^
®
J J 3 J ^
3 l£
(J ^
I
jJL^ jA V l > "
d J .^ İ J j > tI
L S ^ d J (J ^
j j i iljliV jl
jA^i A İJİ ^ 3 İ
Jİ
y n
. ( ^ ‘A a > -
^ 5 \Jj 3 j
j
®3bj
♦ 3 j İ a iJ î
c £
A İJİ
I Ü jjiv ^
ü j j j
3
03b j
Ö * A 5 jj j
J ^ 5 s^
Ij
d -^
j \ j m (JM j j u
J
£
{jf'J <—J j î l î ( S
A > c3İ j J İ j
-
> ‘V jl j İ A İ j U
3j ^ j ' 4
Ö l j * “* J * *
<3y
( 3 >"'^ (
d * b * lj j j
J
İİ^ L V jl
Aİ/*** A > tJ.»U j l
cA ^ £f
Ö J w 5 sU
(>£ ' ^
(JJ^
^ ^ A -A jU ^
IjJ j^ 4 j
^
» İJ jb y İ3 ^ ^ 3
* ^ >^^3 j j 3
^J^' ^’ ^
*—
jÂ-*> L S j j^ - f r ^
^
iL»£-«Aj
^
J (jj A > * Î j J j l
j^ * > -jl j jja S sjI
d -U ^
ü V j l
ûJ jlİ
^
jijji^ ”
i S A ' ^ - 4 < j -^ O j l
j£ j\ jgiî. viL a ^ ^
^
j
jA ^ i j
û; J J^LS**
O*-'*'!
s
j> * j*
:ToLj9||M™ -: T > 3| M jJ JJİ J : T jiJL ü jt j j l j 7 ||M jjJtS* :T jJûr 4 20 II M — : T > |M — : T ^İ. 18 || T . > 1 ^ 1 : M .-Ua^-I 10 || M .-üLj | | M ^ > :T ^
18
^ 3
6
(J jI
ç jj
jl j
J 4> u l ı %*>ji j İ j (3j* j j j
< j^
^^L <l
U > j* a > * , c£«Aj! * ^ d J
‘- 'k d ^ îî,,tt J
d X o j j ^ j l ^13^,1 L -i y .^ a l j ^ j j a J jjU *
6j j j ^
jj j
t£
\ iJb u * » ^ j
jÎ j« a ,I
4 j ^ l o T J *u>d*Ü ^
— 4)1
jJ J L U S s J jl
C -^ o i j
iZ + ^ ji j
'^ J d
öJ> < L ^ j y £
— ^ Ü İP
jl
Ö ^ JJJ
Aİ/î*
ü V jl
^d'
J!'
J ^ jW J
C ^ lp j
^
J
3 J
V l> --4 & * j* f j
4.0 J
2 j> " 4 ,1 iS '^ y .
J*AJ*£ j —*•
i J ^ Î ^15*1 j
^
* u .i î j d
4 j* ij! j
<Sj J ^ j
aJ [ £ * j
O l/
^ J b u lp j
j
0 * ) ! j I J j-**
j]a > c İİ O j \ ^ \ j Ü ^ l j j j
âhA ^lj (j£ J
a ) jı ^ * j (j£ J j * ^ £ j l
i$ J J & 3
ü V j l o -U ^ jI
J * ^ dS ^ r
d i;tjjj
4— -ki-Svî Ij i i j j l / j
^ j^ J
J jj* ] ^ J
J^->' ç j f i - J
C-^U-JJ cî-b' C~*Ipj j
o jl:^ -
^y^aJ
O j i **1 0 j > ^
dU L?
. j *Aj j i j b l i î
^ î ^ j İ J AaaİS^j
j
.A > ^
.^ J jjU L I
diH j* ^ J l * j
ü V jl d ^ J jl
4a,*.*%J ^.*»1 j y »
.
ji
â i 4 ..,.- ^ j^
dJH^U
^ j d ^ 8*
o*AiL* j
c 5 ^ r* J
. j»X<**.*»a1S* dvtal ^ cJÂM 4 j I j\o
18
j>s~*&
ja *
(^ jjlJ j!
94***j j
15
I-^ p U
^ I İ j £ c ll J U Î AÜt İjU #ü ( ^ ^ b l ^]<U«Jjl < L > - 4 J U - ( j * 1 İ J
ü V jl
12
j
C ^ Ip J
O u*
(J^
< ~ *> j^J
4 « > t* w i]j!
^ îlj
^ JK i 4 ~ > -J *\ÂJ
<1jJ J j i ja» JjSÜIji j jijA Ü » y P ja i ’jt
^Uap jjüa^L» ONjI «-Uİ*-
ı j ^ t J>
IJjjJl^
A*«jl (_$Jjr* . f j i jJj^ jI Ja*s<» OjJ^Jİ. #J^lp ‘ a^jj>- i j J j \ f î j
II M ûu» ; T ûj A J 15 ||TJTy- : M J*> 1 1 || ( ? ) . ; >
:M T.jU 6
y U dJJÂS^ , jijİJ liji o b j
j£j j
J&yt
j$* \j*Aij>“ Ja! j£ ! j j 3
4.İ
( _ j j jjJ L j
ü V
jS^İjj
ö -^ b j
a S ^
d l > \
$
j j
ö jlî
« .« İ j V
J
^
A
^
^ Ü ^ * '
j£ ^
ûjA İ
J
a -T
j3 jjL > s J U
(
J
Ö U ®
C jw Û S "
j5 "
J?jwa^
A b!
^ jİ j
i j J >> j
J ..İ
4j
-# j
a A İjl
aA İ J j j
^ j l ^ '4
a T
!> l> * j \ j j i
JJ"id A^mAS^ ç^JAA,r+**i ^J«VwC^! A-.^*» ^A 0 3
j
ü k J j l
I
C -Jj > j j
A
f J
j j J L
> - jJ A
î
^J> -
4
û j ^ L . Ü
'b
j J j ^ U
I
^
J İ ^ A
d j v 3 ^
A l j + j 3 .A
( ^
u
j i
y
»
3! J 1 d J J J I
fj* *
^ > - 3
ü y \ i j
^ * A İ îll»
c ^ U S ^
v iJ L * X ıl
a İ ^ m
AJ
j
ö
ö j - 'l î o l J j l ^5^3 j ^ l j
ö ^ b j
.j t â ' j s
j
j
j
A *m A >»
j l i U
b <jv*l
u t
c j
J S " 3
aJj
j
I ^j İ w*.î j I
^ J S '
jb*V^l
*j j l / j j c»^!j>* d>!>^ âUI frl^rOİ öj2\*4£L)t\9JüjI j j£~ 0 «sU ^ lı j || M j i j l
15
Aa}^^" J ^J^-i I J J j | j I A ? v i
S ^ Xıi ^ / j v U û
: < • • .> J
12
^>0 j j j
c J Ş :
jjj
^ 4 0
^
J J İJ İ
f j^ J
b*^
J U
, j >
^ 4 ^ J J İ
^
j j S
.
t —- jb s S * * -
A ^ -m A ^ J İ
^ J ^ J İ
Â*»
(_ £ j \ j j ^ â > ~
* \a£ j \
j
£
^ j l î
i ^
< ^ .
‘- r ' j ^ j '
j ;
A
Ö
j
ÂJ
^ j £-
o U ^
j
^ l &
ü j-îU
d J lU -A İP
ü b L ^ >
£ İjlîl> * ji.
3^A
^
3 j> ~
J d j j j
^ İ C
^ j j b ^
( 3 ^ 1
J ,jIa P
j
j^ j
o
j i
c J
i ^ b j
d j b ’j j
(J [lj-^
a 1 A .c M
&
jİ
û ^ b j
c i
v
^ V
U ia d
l j l
J
* A
jj
C - J j^
*
dJ^îj3 J j . j
j
ûJ!>bj J v 2 .J U J <—■ > jJjl Û ^ b j O l î j d j i o l î
( J 4 - .A İ P
^
Ja! j^ l^ ^ U ji (3W“Jİ
j^ -
A 3 ^j +jSLA (_ £ 3 İ ^ y I ’ Ö ı - b J l
5 *”
ilia X /j> -
'■ { j''J & j* & *
(jş * -*
^ İ £
^ J J ^ J *
/ !
j i
(^ w L aI
^
lî
A * J lS
tw J İ P
j j î j l
(jljl
!^ u !
a£
* > lj i
U j-jb *
J b A ^ jV
j
lx ia J (J? * ^ !
j l j j î
d !
c£ 3 İ
û jjjl
jJ Ü lL l t O u ^ 3
İ p d u j
d j î
Aj C j 3
I
ı S j b c jJ J L ^ lllî
4 « ljl
A
t»ljks j ^ i J j ^ j ^ ) j
< ■ —*j î j l j& (3j l
: T ^ l 7 c 6 || M )|T.>^Jİ : M J > j £ J û H j\ 2 1 ! [ < ? İ j j >
18
i?
■
■&;$j\j\'jm/t ^
'olf*
4~>*İjJ»jI
y
j yJjbjî <!uj
^
6^İ{j ■J j ^ j l û ^ ^ V a İ j!
y,
qj.
j
o T \J j ' İJu^U o jjjl£ * jjzj I o j j j l
4jjyi 5jİJJ. ü j-^jl ^
j \ jpö\ -vû^l^Oj^ 1
>
j j J j l û j j j l ’C —İ İ ' le b j j ^ j l
J j w t l i j l JS sJia
4j ! j ü
^ \ j ; J lL j
iS j ^
^ I p I J j J l ^ l j ç^l^i (S j:>ş ^ Ktjj>tJI ü 4İ*ijİ dJÜTI oMpjI ö^yL^" J >3 c yjjjjJ^>l ^S”I j
j J j j j jl^ İ 4 Jj>- yS" I ,li^)
v—jjı^>- Lj-^? aİİ j j İ? j j j o
o f üJuJuL>~
^ yi jİ p j-> J 634İaiP j c dJİ jajIu*'!
(tj liSL^
(( (j**. ^ M p j I
4^Jtt^İ4«^jJjl Cr>J^P 4Jj dJ.*U . y îjjJJjt jk^> 4İ'f^TJ j{ )) o J jy iîijlj
aAj ^
^ Icl^ j J i j j j <—^1 12
0^
i^ j j a >-
üj^jJ {£jlSc.4j^ -j y i « ^lllT
^
J
jS'"
J J^ j*
ojA>-I J jl cyil^J.jl
üI^Ip ûJJbL* j U j <uJj\ aLI . j j J j l
ûJJjlSJjtr (jMpjl
(£ juJ j
aİ^>-j
4 i £ J:>T ^ ^ j^ l ^ j l
15
'û ^ ljj j l o i l j l
■ö Lu^-'»-J[>^!&x!JkŞs*■“-.-,'•••££t.■ j l
<Jtll’C-Xj '4İİİJİ o iljj (_£yJ-4-Uj. j jii ojJlî “C İ ^ J jaİjjS" C^'4^ {jjr
1 ^ S j :^ ^ i 4 ^ Jj 1 4İj 1 ■■;jJ J L İ j 1 L-jly»^!'■■j 1j Jy*ı^ J J j ^
^ j l —>■ oJjj^Ü 4İ^*' oj>* J?1j>“! jİiıl>“ji' j/ 1—^ öy^^süJj ^ jlj 4İI"—>- j j
18
0 t>-
otial-___ 4jjjjiû> j
^Jİ
4^^t*j lA^ j —^1
y L lljl
1jA j J JaXİT (j;jL > -jJİ ^Ip olSj^ öJİyiyAP JS'lJJoi 4^*0^j* * 3apm ^^>1 j / u ^ 1 o j l
â^Jb^jl7 J j l JL c^ j S
^J *”J A(J*~* J j J j l oJ^; ,w>j J j l
üjZ*
j
c->jJjI â jb J . j j ^ L j
djU ^ ^ V jl ^ îT
* JA^ j ! ö^ldj.Ü>>4j
İ4^l ûJL^-^ap i i J b j l ? ü l > - ü jc-^ üUa' *-
II M âJU^ : T*J^>*P 19 || M — :T Vjjjf 4 || M — ; T <LI ^
^ 1
ı*»UT
rr
< - 4 y yj> iSjYjA*»
u ilj
j ^ 5 y^ Jk ^ U
JU^uSCju^ j
iS j^ j ^ j'
jû r
.Aİj jjaJ (JljîL* İ j j j j t j
A**jjlS"
jo J J
û jj j I j j S
J d ji J /
J il
dJUif .jOJ6 o x £ J
^rJLÎ ü j j l î V j l ( J j \j
^ j *
^
4 jjJLllr* j
c5 *-Uİ
O y \ ^ jA*»
*Ua>- aİİIj iU*îl **ijl y u n
4 j X J sl^
ÜjjIÎ
{j'& jjZ
f^J** ^
iljtj7j
jJLÜ^jC 4İ^>-J 4İ ^ j U j _/jJj d Oj^aJJİJUJjI y yİ» j
3 C^
jJ-AİJİ 4İ^>-j 4j
u»^ 6 ^
J
*lAol
^ J ilJ I
IiApL*
12
yi** ^ d<«xıpl^jl
j JLSj) j
O jjjt ^
â^Lj o^Âî iL> (Jflfl
oJLîyll*X4>b 4j ja Î j
^
<3^>•Lİ^İa^ İP ' yllâül^? •
4 * ljl
J U ^ jJ U r'
jb j^
15 4 > tîl
^AiNh*\ ^ J mJ «Aj J
j (eJ*W wî^0^,1*
4 İ^ * j> j j £ \ &J*?*} dX*2jl JL>-I A ^ j j î j J J ^ d ^ L rfİA jı j
ı®
o * * 0. 3 J j J J * & J L » £ 0j j l î f j J c i -"
o ^ lio
*OJ>i <mJİ OJİAİjlp / J j j ; j £ ] J j x£ /S * \
ıj>
f 3 *
JjS
* c3 ^ Sİ
c?vA* aU.*IVj \
9
o Lp
J-^ a i!l
y5*^^
o^Lj ü^a^İI
J Jlji**
. j j J j I OIj j
•
6
< £y . 3 J * * * 3 lJûJIİsS- A j y \i Aa£ y AaJjI aLİ . J ^ J j.
C *pL
g » jl
3
J^ \
6*J jj*
Û^İU*4 JÜ*( C-Ja
^
^
^
j AjJ
A j^ jv» 0 * . a>- o ^ l
J.Ja#c4
A>*jr"jlİS* ^
II M - ;: T , ^ 19 ||M
:T^
4
21
Ja**,*?
«Aj
Jj ji
0.j\- ü lJ jl^ S ^ İ j-^ l
4*J^Jlj
ü liaU Aİ jjik * j çj> - j* *£* w^£*4*1* j
./ ^
'I^pU ü-U SjJİjI
J j i l i J ^ j î lU p U
J j^ A jI^ -V I^ * 4 (j£wbl ^LîL*İjI £tİS (_£j \jj j l > - ü l> - ü \ ^ U
I JJ^ j l
jS j jjj
0 3 A*lÎ (^^J**^ l Ü*b* ^-—.*#\ Jİ3 J^S Jj : o jjjju
( ! ) jS ^ b *4*lî
3İj>- *4xiî
OÜU
aJLZî *4*iî
V * li
V ji
4*1î
^ 1 A-*î
jljy ,i
*4*iî
* o«A#wüLİ (?)
Jİ^ *4*1Î
*4aİİ : oJ& JIjI
d*J
4*İİ
£ ^ dJ*
<Sj S*
siü ü f *4* lî
jj^jC5, *4*İİ
a >c S
j
• öu^Jbl j jCt j
• **AJ J d^t^lljl ^ jl** cS jl^ U I ^ j ^ j I j
j
^ jİJJi* 4*li
ü j l I^pU ü X j i j
.. (JJXj\j * öt-i^ıil»! (jlj5?®^ j 4*İİ Cj 3 dXİI Jj jî
J j JÎ
â lâ ? j*
4* lî
ol
t^3 j j l
4*İİ
^ *4*if djj^/f^^j-*-^
J U lİ j^ ^ L ^ i
^ iL J j Jİ fU ü U j İa j j l ^ . j J L l ^ l l j l i A İit^Ü jl ^ j l ıt 4
4*İİ
J j j Jf*i J VU- *£ d j j j f i C j-V j
034*1* ^ 15 " j j j ^ j l I İ ^ aaİ i
üljj
a^ » J
ü*Uxil>-
I ^ p I* O ^ ^ l i j j j j Uj I i s u ^
: TM ^U |Mv - h T / l t ||M Ö > J : T J^jTl B u adm olarak tashihi g e re k iy o r. B k . İskender Münşî, Z eyl-i T arih-i Âlem - ârây-i A bbasî. S. H ânsârî nşr. (Tahran, 13 17)96 . II M & j T : T j j j T 11 || M M \ U î : T ( ? ) > \Jfc 9 ||M 4Ü5 : T *İJ 7
ü
I
J U İ wb
£3_jltJJjş ^.jUi
j* A > "
* ı) jj\
{£** Lİ L9
(J 1 ü^>
ü\ç£"
^jUvl^v# J l i l d>.Xj 4_j£Jj jfii J
cJâij
. JuVJ^A-aA/ 2
AiStf* A+*i.j^j £ <cJjl
^jS"
<^JJ& J J
(J^ J^ £ j
o 1^* O li^ l^
jA^
*
. jw l^v4İİjl
4».^^ j 4,5^ <Cj ^JhSsİJif ^
\j^ ^
Ij .p U 0 -U j İ5^Lxxj1 lljl
ü V jl
^
(JdJ^
âw \jU j j
A>JsiS" <^>jl7
3
l L i . ~ ^ C —*1 âl -j>
Xr. o U ^ ^ (^^jbŞvliT;:;. <Jji j $X j >j*£l) j U i *Aj
q x ,^ k^ j >-
(j£ j S i İİ^JjC ^^^,İİT;. ö V ’j l
4^4, ^ p l ^ ^
j
i
J jjî
c^j*L>- 4>*^J
^j£ *AÎAİji ()j x A*
J&**- -'^rj{ •' -
j^ ijjj j
<^ ( ? ) Ju&i ^>
l
^İA jI (^jw \Ll
tii> ^ L * l J.Aİ ~>4jIo*Aj^İJI
^)lj cJjt U 4 £*o^u ll i i ^ v p ^ ^ cJjI j
Jlllc^jjj ^ j jjl
4 * J jl
z'
aLI ^ 1 ^ 3 ö*^^ jÂ**
d)tJ-I
4İib İU*)S j j-\.».<^i|_£^UUpj.
1>Ipj j$^**j\ j >?.
y -/ J
***
J j\ j ,Oj>*->-ij <ull L j}j a\! U j
^8
'VL>-
I»! ü-Vjjlo^jJb^Ls
(j£j \*XjL* jaÎ (j^Xkî
dJljl dJll
b\j> ^ d-1 bi
^
J JÜj+t&Ç' (iJb ^ j^3J>- (J l>»^
4s*cÂİ5f 4j*U j
As-İSsİb
aj4 > ^ ü T
öuU^T
^
j
^
t- J J J İJ ^
^ c J j l
. juAİ^Ij/* 4Â*İ* O j i l î 4J j
4M-J.P
j\P
jS i ö*A*.) <^J^L j^S* j L ^ f 4 j
ciC l b l p j j\5^S j ' w i j J b S s l ^ 4>üaJ aLİ
a[A
i j*-k4j ^ J J * -^ ^ * ’ ^
C^JİjI a>k^
C-Jbi
j y i C-.JUI
^ 3 j** cA-^ dJlji ijj,jf
cJIjI
djji^ o ) Li II T . ^ r : M Jj\ 21 IITmUjI : M j i jl 2
(jzj f l j ji ^ P
\ y £ {(
^31j j\&
'“(5*4/1~L)Av«»J
jJLİjl O j İ aT V Uri ‘ - r ’j ^ r
(> j U
J j ^} ıS j^ ^ i (J jİ
A a ^ jjİ jjI j
A iılv -M İ
J » 1 .ft*"* *
a S ”" * a İ j i
jyjı>- J
ö JL a U o b
> J T j ^ 6
JÜ Â s£
^
j j ^
i j i
İ j AJ J j İa
J ^ .‘
^ ’r j y . j J j j ^ Cr^^^ ^ J .y J,
^ »> 0
ü U ^
Aİ|^>“J .j j J j S" t^J^J
(ȣ
J * J J{
£
4 .« > - j! iJ .4 ^ j,>
l-* jI ^ '
^ jl* *
İ4 p U
^ j4 İ !> i
J r J JjJ
J
0 J jjJ
jj*j^ ^j***
ip i
J j 4 j ! £ L h " (j$*J A>&îi-.'iiLj öXjjS' j 4*#jh$ i j i ö j j b
viJlij^Uji (jU*j!
A^tJjİ
aLj j
J 4>»i
jj ^ j Jjjâ ^^S-
.j J İ S " i
4 ><Lj j a ' 4 j
(j£
j S İ j Oj;! £ » J-j*» ü.1 J j j î ^iU^j o
12
U * f j> "
t* j^
jîj^ S
■
ıs
( J .U -
jj» lr i
Ü jİ
kSj^* ü J l S ' j
i
c
,<**$j *&
4^1* jj i
i^*™
jJ J jS - ^
0*)lj \,
^ j 4 ^ ,L 1
^
^ İC
C L ^ l-A S -
J**'bA1
y
0
y \
i ^
c J j)
y »Aj
ü lf ^ i j> S "
.jJ J L İ jl
^ * J j'
ü -^ Ü u
d j 4 X ^ ,4
^»x«l
ö j^ jl
A İ ^ A ji
p4Ü t
, I4 p U
A£y
5
4>*
•.
A jd y -jÜ ^ -a S " . 4 -k J r * “*
^ ^ U > * İ j< 4
j >* ^ j j
j j J j !
‘
Ü Jf. fO
3A
$ w J * îji .^ İ J > “
O jjlı
^
j -: j ^ j j
) f b j $ 0j ^ j t J 1
OŞi'y j j 4 J U p ^
ü
Jj>** I J / j j J L * {Jj Ssî (j İ )
j£
4 j J.C ^
a S j^
4
^^
I
^
ü .J J jj j
.> 4 j J i ^
£
J j î .
j4 Ç
^j {
^
.Û jk ^ j, ü U ^ İ ; ' ^
aL I
4$ v İ j j i ü
$J
j.
^ İ ffiî
j,^İS" ^ j S j j i S ' " j)*Cjy>- a>*sj U i ^İi5ÜL£ Ç İk x > İj
Ij J j O j \j A^hj
j
^
İ
jj l ^ - j J j '
p^
i
%
A
J
a LI
^
: M i b ^ 8 i!' M./ J : J 4/ Jİ t j > / M ^ î II Mv; : T j. 2 ■ ’ jjuoî^ 20 |) M J j \II !; T J j J t j \ Ö ^Iİ 17 ||M 4X-'_U? ; X ‘Cm'4j4^U> 14 [j T iijA î , ... "" . ||T iU ■■■:'M «İU |T._ Jt : M
j-Aj »
{£^IIpI
oNjI
mJUİ^İ? j!j^*İ»
((
aJÖIj ^LaİI ıi.lx^ (Jjjii» 6»ApIa) ^
jJLJj^.'
Jlll V»««AjJ ^jIa^*
(^Jİ-UÎİ aS\^;S"
•jlıljl aJüU K
m
a]
J
j
j x
f
d^j
^
(j?*0 <-)j^
v—
*
«ApIa»
<UjJ^ ^>-4.11^j dJ J . h öJjü j
o <0J*
j\^ >
aİ^*j j o l T ııC j ^
J
ıS * ^ ^
ö^
J ^ r
^
0 *U *X İ
^ j
j X
f J
jjJ T
j x
f
(S j\* \
O jilî
aL^ üjjlî 3 ^
O jkSj\ Js>\İJ j
d^ J
Jtll C-ji
3 ^ J vli^İL^I
4j ^ 3^3 3 3 ^i ^
^ ^■j jf
j
\^ * ^ j3
u * j * ^}3 ^ L-<^ 1
iSjfi3İ^ Ûl** C
i l* jj$
; j j j j
< S j* ? ^tj ^ i j <Sj^i\+? j ı^jj» i S j ^ ^ j ) W j L j U > -
i
jlpIa? «jilLljl dJJU J
Ai.aİp ^^
6j\^Ûj\ ç j j j Ç 0
jL^u^JU5, L*li . j j )j \
dJ***fcLtSob
33^
^jfm \jü J ^1*^j^l l^1j
J Jjl^
^3 {'ma^ j‘^ ^£2*^****
3
i£ ^ j* İLaİm*^-”4İn.^İ) Aj j j \j jl JJ*&
^Uî jj>- »iS^j^3 d\>?jj' jllp J l 4 L ^ J < t o ((
ci-b^J^ı
^ııAİÎl]^ c5jî5ı5^î aJU^Iİj! j J Jk*jı
j İJpU o^ij* 3 4SÂ+0 o*AJ^
^<•1^
(jı^l *—■
o^a^İp (
O jİ J T Ç .w ^
(Jj* £ j j
jf**
S
3 J j'
*“T*3^3^
ö ^ i B >3>*\i3 j i * ö (-^*UİS’ oj Jl* IIT _
s— ^U>* v-JT
& J j 3 j m3 J * * 3 1*
3 j ^ 3^
(J~ b 3 3t* ^ 3^
*a<w >i
ö-^o
jl^
^3^
. j * l £ İ j i j ^ J 3 jA ^Ji j
O^ij*-^ J l ^ y j J A ü ^ i j j3e>XÎL>- ^l>- t
; M jl U 17 ||M — : T r JV T ||M •jüU^SLju?- : T J U X ^ r 1
C J
Jts\
lo p u
OjJ> J ^ l O Ü jI jS^İ (jfjlİJb^
I dlioL ^İpIU ü
^jIiAjİ* j A) j y j \ j
j l j A; Aamjj 0 -^)1* ^ ^ !
odjJJU<?lİ f j ^ j j j i j
i AİaÂİj** (J?'*’1^
J
(£'Xss* j jJ S J i OjHı
ûj l p l t 0 *xı**4ÂîÜ3
û%UpU-jI c^jsjfc^j ûJübL* j U j I*ApU ö $J^j \ • j j ^ 6
^ "Ji Jt*
6*j\
ıS ^ 3
y *
ı
^
'J tij~+>£ v*^Jjl O ^ j Ç j^ j* A-*i'>*^j' ■ st p' ‘ t
4
j l cl**3fl j * ^*£*1)1 J y J
12
ıjfcjjp
j jb ^ b l ^İU>-I
J b jıfjj*
9
S ’ S) j j \
<Jj - ^ 4 j
j\ J
JIUc^m üU* sj j j ' £Jj~~*
O V j l oX j>A& ül>> ülc^* üUaJL*
J ji dkX***>J*f ipi
di*\c^* d
i ji*
j >%^\İ 4**jl 6to\iİ>».JXj hAj?^J J J J
*£* i £
^ J <*
3
J^J ti j~> ’
(jş# AJjİP A>tJİ JJ£-+hj ^İj^Aj I »X*â dd^l^b f^T"Jj* ***^3 J 3 A^jbJİ OJ^ ti^
15
^Jj^ i} JUÎ o
*M dM jj <^0 J ı j j ^ t j (_,ij <iîj' j 5 i '
J j ^i'
®jj^ **■ “' 4s?*' **“£' J j J ^ #;>^3 0 ^ ^ ' j'*'-*4 * o A
lS j!> X*«l jU® î ü jJ lî
^
IupU ti>Xiji j
J>? \jfmj J
^_5j!jâ» i L j j>~» »ipljSij ö ^ j j *
Aİiijl
Ula» J
J ll l C~$i j OJU>- j
ajIpj)i ç^>-lj j jUx>-! j S t ö*\)j\$f'j\i\ ^1jA ^J-C\+0 £İj)S*j&‘ dJb,x—i^l»
i' 21
«Uİâ^l jJU<9 J
^j>- ji AÜb SUJI . j )j J>Aç^j>* C)>X»m4-m-aS^ aaJ>* U ^ ! j öjJj^
i lj L j» 3^>-U j jj3
( J0J*
<j^i' J j
^.' « U
j _)j ^
4>s\ J^ : j J , t I ıi,'jj ı ^ ) j
«7>-T
iijj>JkLiiU j İJj U»» J ( _ J J j p j j î j i
: M Jj> J oJ~£ | T ciu J i M g U 8 II T ^ >./" : M "
"
jij 7
IIT j V jjlT
Öj \
o iU J» üVjl cJâJlİ^ AÎjilî J
(Sjüj* i S ^ J ^ J i
•J>LJ ü > y Ü aÜİ
iLj
— j k 'b l j l
ö*U>l> *ApUj j ^ y ? j y ol** ı
£
j^j*-**J dJj\^
jU > -l
J^JL*
j
C&}'j&'
ı& ) 4
y-** i c £ j î j ? l —^ j y JİJ (Şj \Jji* y o ttio <JUM — ö V jl jİJ^U j ! j
J j +^*j
t Z' Jjjâ oj ^ l j
, Jta\«***^J*A.«J^ *\a& Ğj\0£ dteX*^l> »Ap1LA) J j l > - o\^L**
<jUaJL* ^ j j j i  ^ j
^
4j>j i ^
6
^ (_^J t^ ^ AL j£ 4w3^*^İ
(*J*~jA
^ y
'û^$s& $
J jla ^ jjJ
îJ j
^îlj Vl>- -Ljfjlj Aİ5Uıi>- L£l> ^jta 6j+ İh OwCUvjJ §*ıjj >a & (^jIjp jjl 4İ*ljl ı£ j .*j j
O^İS^
dJU^UL ^iıin* ^L^İf
dU bU j O jji j CjI-AJj]
o J^ -L p I
c ^ jh b İ
- ib jL il»
^
oUj üjî 4*£jjî j-ü’b
4Ss*%*0t 6J^wm+t* ^Jf
d^uiUj
i U j y j X $ ^ jjv S " 0 j- > ( ^ !
("£^ L .p 'lj
j
S
^
6wb*Uj Jjl j İÜaJj U üVjl
A->-l ^ jJUjjl
O jj^
^ C^"-
j I ^ jv ^ )
^.>6rt5si
I*UjI Cİj! »j^JjÎ
li^ djS & dfcAftJ 4 ^^W««(Jji ^vJU
^L«j 4«>*J j <«jj JjI
<>— <>^5 <o^İp L t^j jl j ^£*4İîlt Oİ*£îji 4^*1 j
< ^ e J C J U j ^ > —- <cİ£-
— e L îo U
j O J L l j l j J a 3 j l J (gj)j
^
ç y y
c i ^ ^ y 1**3
*1*1 j l
(jjJ* V U - a T t . ^ j l j J & A
•JiiUj Jjl -c«i»jl t j«x£İU (^1-^j ^jİ>-1pi j y o^/
^
^ ijj
^
iÜ j
II M *4üj\ : T ^ j l 15 ||T j — : M j jL^İ 4
18
i
3j
i
a5^ ^L->- j
4j A,+a**S* ^ j A a J j w j* A jI ( j p j t ' Ö ^ j L jo d
(jj\ S ,j
j
• (jj»Uîı
j
l*isj £ İjjli I \ j j
t jj.İ 5o
JJb*
I j j l j \*p
o
J
j
'^]â j
4> û 0 * A j I
(J^p j
A İİjl ^ llâ iîlj ^likJ 4İ l p
<u^vT" ü V j l y $ JİJİ
j**> I l l p j j
2 t j j+ J ? W j ) S AX++S~ 4**d>j j
^ L c £ İ j 4_J,p
(i j î j j \
oU *
‘Ç j * 5
O^L j
<w—
o
jwU.5 sjf
,
obj
j
IİjİjI j >-
aİajî^j j ^vuI (^İaSnj ^İ5 s) jl.} j ^.m I ö
j
, j Jİ j )
Ç>\*p *\.J j \ 4 > c J İ
^ >-J>
^j4 ^j ^ i l l <iiL 5 v>
j
j Jj
))
^P
J
v ^ 4 İ jl
4İ j ^ sla
ıiJ.2»- 0Jj I t—._;>xxJ lxiz 5 . ^*^Py^SL>~ y
ö \^ a cJ I O jjİÎ
4İ1I
<r^U J. 2 ||M ^ ’: T
C^A
O j>e*i ' 4Îxb- CjUİS",i
cL-.pI>
z
(1/
. JwU!j j j ^ l Ü p { j k j J
*j j j
^İj'VjI
cS*Aİ^ j + *il ^*»<İjIİî> J j İ
J İIp
^ J J -^ J J ^
'
c*>-l>- iiX*.hİ Ij
^ I j^ l d i î ^ l p
^ j
j
L-H p
jİJ'b/jl
£ ijJ
û^1,*aX>-1
- w
02 j«Z*£- j J J
4jL lp J JJ
j
4.1*1j l
^ T j aJj! u L*liji«iju'j; 4 >l j X l 1
^T\>- 4İjiU
li^L J.AJ J ^j,İ? ü ^ l
tS*\> j
4 >-^ J.ÜJ j j
4 * l j i ûJjtaL^I Jp»j* lH —
^ J i j l j j 4 >İ5»
18
uSİc^1' J ^ 0 İ5 j( j O o T j
4 İ]l> ^L*)! Oj>-1> j
4k A j j 5 j j * 0
o j j l ^ d j* -J I j s S $ j S
15
-9
dJUL5 ^o jİS\j
J l l l <JL*X; J
12
(Jjİ
i ^o.1j
O V jI (J?Ij j
J^LlLî**I
j
j
4 İ^>-j 4 ;^ jl-^p dvu .-lüwi^Jj I ^|^2.>2j j
x^ ^ 5hcfü
<djl .
JJ 0 ^^vS2J*Aj5^,j ^ 1^ , 5 ^
®Ç*}*'
j $ j ^jL^aL* : T H j Ş S s j j ^ . |M — • T o f j l j 1 7 || M'—;.’: t 6 || T 4 fu j. : M
4 - : T j x s : j j f 13 || T Eu »t '.: M 'ç^L*. 10 || M— ; T -j IIT ûjuT : Mj L Ş 19
8 || M
||M — : T <SvL 17 ||M
J i j i a) j Â* J j \ j
fjZ'b' j
j , ^ j i S - J j î j»-- j-^lSuS*j ( j l^ji y L —^
3
û,^^,i^JL5\j '^İ5sJ .Ö*Xa )
(^JL$\j
J J J*)j
AÂj j j * \
J j Xj ^
jS" j J p-
J
Aj A^İP <JlJ lS^
0 \^ P v*J I
O ^ Iİ J
Ü*\A*m
j& j+ 42>~ ö U a İL p
aS^ _J)“^
O *■^1*0 J
I
^ jaJ
. j^ h İ İ jI
^ J^
A İilJ j j
^ L^>-1 aSs.^Sv>-
ji
AİJjî 4>t^i
Cj j j ^ }^
j ^
İ
J
l
İ
'0*İ-4^Js? jAj ilj|î
A->tJ ‘aTJ* J j iîJÜUyy -<Jj[jjU««î ^
O ji
j öJt^L^T o
^1^4^ j j } jı i (J t>^vSsj
J ti.ij J & d
«tUİ. i jîj^Jj
£7j *
(,J
C - ^ - J C - * > l i - J t ^S"" »-5j i j l y v * Jİ^J
C-^«A>- s,ş^j 4L***
ji^
J k i'
**İâ1jI
A jI>* d ^ j İ A ^ L
V i—Jlp d jdJ j*
j
^A^"\
cJöJy-i
^3 ^ \
•> ^ ^ J A 5 ^ S s > - ( i \ U * J
Oj^ujİ ili^ s w ı
>&**
A İ^ * ^ > -
dL**ota
AîhsJ (jS ^ P ^ H j y j
j f L İp j
"*
d*Aâ*AJj(i
^>o
<j**{ & j\ J Ü J İ t J ^ P j l
j\ J
j
^ ^ £-£.Iâ j j S) ljîlîji j y
aİI> j
S
J o p j
j.J, ^1
^ * A jI j ) j £
^j İJ
0 )1 j \
<3^
j> -!
ö X j^ \ j >-j \ i
^ d^Lsllp! J öâ&SjA)
J) j* \j A*) jj>~ ^ w)1^
^r\<&J.,4*y4 1
(3 1
J
j
!
’4 ^ A İ U
J ' A S 'j l / ^
' ••'AİSCl j‘ y ^^İİaSv! ' j İZK)' f #J>-^«a|»! f - 3..^>,w»i )) tt)\i j |
(^^Lyâ*;
_j&vi Jj*Uİ' w.*r «,!sJ
j C-Jj i i]j«*liob jlîjU^ı w_j3j l j ! u»>jxS" <>jjl/!’ öl
<^jjjiî
II M C^li : T c.SsL> J .JAJ |T olî.,! 84 : M ö u J T f T j + :.lT Z jj7 5 : T 4S^I 13 II M — : t c->j 12 ||M — ;T ^ |T ^ ^ : M r j » ., ,r y> 11 o : M; JL^-r 17 II M — :' T o > v - 14 || M^ j y ■ T «İJ^- | M~İİS^jI 'İT J j J U 23 || T j Ş J j & i : M ,^Lxj JS j |M ~ : T j 'j»JJtXj\ 19 jj T = • ' ; ' II M J.^'jU
uf*--5
> * IU * o Y ,l öid^£İ> (_£j l î ^ I p jl >cj^ u j £ *lj j j J
0.-lL.>
(J?Aj Aİ-â^ j J
ö*Axj f j^İJL^İSvJji 0j>* J
J
ûJ.*.)
'
J î^
O j i di J I ■
j AbjU,^
AS\^J I (Ov4*A>* : 4Jcvj ?J>
J J j 1J
j >c-J>İ) aLI a>&$I^ y
Aİ/1 iJL^a*X>~ j j ’S '
\) J*.
C -»> jL jj
cS.a *
4_>*aj j
üiİJJol çAİvUji
l—ijJ j l
öj% a*\j
ÛİJİ djj^"" 4.ÂİIj2>cX^I J
aİaİjJ
,;JJİ j * j j iJjûı-LS- ûwUj * (jjl>&Â^ oUj Ij j Jj\
aİj j Â*AJ
oL^v^>.'jı
ÇJ*Tj A ’ ** J ^ ‘% J ^ 5 <
J jS İ
j ftL ü
jS> I J
jS /; - > - ^ : j ^ j. J
oiü ji ^ r i ^jS”i ■ <u>6Âİs’* A^ia^ıji j ^o^üjiji «ib J jjlî
!2
JJ
J A j U j fj^A)
j« ^> \
. (^ A jI
U> J .JÜjL
. jJ U ^ lj l
. jJ liA jI
jî
f J 2* " û A * j
I^l^ji^l
i
AÎ
9 || M —
j
^rJİ ^
l>-jI
j C l j j l aw\J^İİj^w o U j S
^ j w i j * Â S ^
I
<UkaİÎI (^Aji J
<ıU ljl
j j j
j j l ^jSsi l^ A jI j I
& * i)jj
j I 4„>-j^ 4 LI
4Jj i 4 J j '
: T J.L-, / !
ı^ f L
i£v*J j S w
Aİ
j jj v i^ » (J>b 4.UIj a \ i
21
j\^
IJ
u v ; ii'*-'v4j j j
jjjl iL j
j A AİA^lljl (^r^”l j
al^>-
j> -
öJ J 4 :
jj^ l
^5" l-^i» . j X i l j l £ j l <j£oJ j
^>"
İ
j
i } j i
cJjl ö \ ç £ " cJ I j
|| T
Ö j- jU
o i l j j o l i j A j I O lS
d)l>* ü\^-L*
v i^ U j JTİ Jİ
^ jl> -
jl> -
t—’j J j l P i b j Ü-ASsaJ
j^ s .> ~
A ijJ s *
j -->• *>ı»* -w •-•■ ■ •- -
4İ>jJUljl İÎj-L^ 4
dî
^ j5 ş J > s i J
ı®
!Jk^ S
ö j j j l ü ^ P d T j y U J J J j i j i j ^ .U jj
y f i J *
9
J.3 jJ *'
0 3
aLaLSoL i l x
: T .İİj.jL T ..^
: M Üİİ 22 || T *J.iiUj ; M *a jjIâ j^
.^O jI j l j l j
<jb o*A$C> “ j f
^Xvv^P
jla :îl J i j l
7 || M — : T ^ j T a î T 1 16 || M j-lâj^L» *. Tj^-Ju^ | M
jL j
Jv
i
j £>j
S* ^ ^ j
öwX^İa5sj ^İSsj ^
^>~
3 ^ ^ îU J. ^ ö J . j ^ İ ^ I ^ / ^ İ S v . j j JSl>w* j
J j^ t^
^ jh jj* ^
c-jjJjı
r j o jii^ o ^
( j j P Cİ?*"^
j ö^IaSlp! ^
r
j
J Û ^ lİ J,
i S j ^ ’* ^'j>“J
J .İ-J.^!li
A>j !» ‘T'-.1-»1
. ^ .ı» !
a 5 j ^ ^ j
c£*^ J d 1»°^
j
^ İ J tA p jl
j
4 X
j^ îL
^ U İjU ^
J
j_ y Ğ j y i^ ll J İ J j j î j l jjl jj* u j5 d w lx ;
aL û j *j > ^ j Ş
* 33^ ü 4 J I
T
* L ^ c P İj
& 333^ ^
^
J
t
f
j
J
^ ^ I p i
J jl ^ ^ 3 ^^^“
-
(w ^ » A > -
L ^ J j\j J
4 —> t 3 İ
>>bİİ
^ İ A ^ J İ
^ Ju * j ö
û
^^3t C^^ aj
o U jT j j ^ ! j l
(jfr^* * 3 i
^
jf 33 3J
iijS ı-U S ” ı jj,j I j
aJ L
« ■ ^ i'j-'
ej i
aT
, /
jjhjj
12
J
^
^ i j ^ l p j l
]
A
„
>
t
p
j l r
b
^
c»£^’:î!t',,^ , 3-5y d*-\Jwlijlj
J y* 3 3 ^3^3
j j
*4.0
^^Ap j l
$»««<***Aj>" â^^M*aJı«ül c
j
J jû !
3 İ £ j \ j [ £ j yr$
£
A İj 1
l
-i5 -^ İS "
^
' (_ £ J > X L ^ S İ J
(j& {> -
L
iS '^ * ^
C ^ J^ İ J
c -^ jlj j LA ^ j j y jO
j
^
^ 3^ “
1
^j ZjCAİ J J İ J ^ J ^ t J J r * ’' <
jJ j
d o l p
(* ^ a 3 3 * * 3
^Uâj j
jilp
^-^*^>- ^ j y
> *^
t - ^ j i ) j ^ s "
j| „
^ Ü iıJ l
{$ * ^7 J
c Z jk y ^ P jl ^ J İ û O jjjjl £ İjj; O J* W ro J^ j l î
i l j j î
jjjjİ
£.}a 5 a ^ 1 33
c»^
^ jid j j
g f ^ .A k j'
£jj\jC o
‘ a^ p L
-a JLj I
_/' O'-U’y liJ lp I
(j^ J ^ d T
^
J j
t— 5^ L y
j
3* *®33^
3
İİ]^w>I
^j j
t^ ‘j
öj j j ^
J - l) !,
lijd
( j ^
û
4 j U ^ jls "
! ^ “j
: T .-«j j j l 10 || M OjiSOJİ : T .aSO-^; _,& |T JU^- ; M .aîL^- 3 : T 4 Jji 16 |j M <i^r : T 4.ar 15 ||M *J j j \ : T ^ j^; , .13 || M o.jj^l ]| M : T^ |M-^Iî.jjI : T .lO 'jj; 20 ||M - : T f * 19 || M İL#
18
(JjJU**l
aL sİ j *İ> ^ * İ p I
( j > ^ b ^ p j l
j »*L* j
j 1
^dj^dir*
jİJ!>Ipjl obJjl ^ j j î ( _ $ I iSwilS". ■(£ij]jjj-^ j^ AijjjjI İİjjj ^jJ IpI
^
dAJ^i>sj| ûJjo .j ] j j x ! j l <to j “4ir* J 'i
j
j ,4^iw4, ajjf j j S
« j j j ' O jw ^ j JÂC- j C-âjA» JaI j
P<-XiT .(^İJJ^J I 4*1>-Aljb Jaİ j j Aj<Cj j>- j AJPİjl iiJaJ j . AjPijl
A>**) *
p ib j (ııı^ ‘^ j J ' j j
A*^jb j A i^ jîjl
ü i ^ l »j j jj\S " p4^İSA .bl J ^ ^ l> - C ^ j ^ j
c-^jâ) T A jd ijl
4^jj< jil^d
<wJil j
(S jiîtA ^ jl o Y j l o j j j l Cjj^AiOj J a I j j- ^ jÎ jl ^jl>A3İ
jA J d j j j l ^ p j ^ i j l ü U jİ J C^**^ O iPİJİ jA pJLİJÜjl A-^JL*- Uyf* ûJjO ^
d
j
l
i 5JİJ J
û j j S"
a^ İ î UU***! j
c J b l i J C -ib J
j» jA
İİj ^l S- pA*j
ü Y jl pipimi ^ U * - j j i j l j c^ j^ ji ^
o 1j î j l
> ’jJU
p4*J J j ^ lj 4 >
Ax*Ji>* aL_/ oA jjİaJIpI l i j l i jlJjIS^j j j İ İ a Î j j l
1İja J , A-.?xSİUj İ 0 İL^
pj> *P J J lS ^ jl
PjjS" O U ^ - ^ y l j
İİU*# 4İîU? J j i j d* ^ jl^ U b l j ilj » l
O ÎU Î pAjü
jvâ o*AJÎ j
;-jaİ
( 3 ^ a î iSjiSvJL^j ^i5o d t a Y j ^A pJjo dJiU^V jiS\j ü J ü lj
j i o j ^j ' ^ M j o j
.
. c£-*
^ ^---»a>j d ü jO
jjj
Jj*Ja*wî OwUTj ^,*<lpl ( j j j w i ; T j
15
41jl^ P ^1d-UAS*"'uT-5o i ^b
^
Al^S" ü Y j l (3 1>«â-İ—
j
jjijl
O^Tj
J j l ^j j d0^# J j i ? l ; l
J 'j j
°JJJİ
^ i l j l c j^ I j
Jİ
^ ^ jü J U T j <Cj jUlj>"l
dJb*oj>- j aiİIj >-I <0*L p j j j ^ J j
^ j^ îb L p jj
<Cü^1!Ij >-İ £İjjlxSCi^
j» p X jlj ji j ^ u ^ j pUJj j I^* 61 j j i j j j J j l
3 jîj
^ J j UIj >-I c 3 ^ o « j
i j > “^ j
ASsjj Jj I ^Jl j j j ^I
aS^j j
Ls& )) p o T a K
Ûj \ / U j ^ l o ^ T 3 <l>t OjiUî j
oAi^Jbr
jd^ (( j^ 4^ *
ü j *Jj l j j ]j I j j * l
aî j A
: T Ju-j 12 || M JlU : T j JİP | T ^ - î >
:M
r
t jljI
d ^ ji j f * j j ^ j 9? aâ^ İ i a^^Jj p Î
> 4 II M ü V / : T ü Uj l 2
|| M ^
^
'<S1>- o V ji 4ÂİAİ
o L*j
t—+.*£>
<—^ b j ^ o
^Uâj j 4SUİ5T
J^j j j £
iij^büob
IO j^ j
^} j 3
^ M ' j j t—*)
3
j
Û^Û^JÜs? Aİ5\.£ ( j* \} J j l / J
a iJa >c >+«a j
(J&j Ç' jh)j> ; l$*Xa\oj^bi^b'^Jlj^l*** jO (^ jL ilj û j j j l ^llklJl 3 J ^ aL I
<—
j
İajîjI d'i-*'4-*,<1^ 1
c£ ^
.j
A
Î (^ jS * \ ^ p j*A ijjl
* < jj> -j j ] j l Jt>l:>-1 ^ > o oJj^LuU ^ aİ j Iİ? J j î j c-jja I / j a^Ia ! l- ^ U * 4j J j İj ^
J ^g^djl>" j ,
*\S?*J ^«-LLİji Aİ^5*-*^ Aj L-aV-^ Aİa^^JS-
Ajö^Ip
i-j*j^>- J,bu 411 *>LUI <^S\^*Jİ juJjI ^ ^ û ^U ^ lî j»,
aݣ> - j
£ İJ1 j^ Ü İ
A r J J ^ J İ l)U j
'y is ^ l ^ 'jA .Jjl
Aj A > ftJjl y j j lJ 4j A J y
Ü ^ aJ ^
J^s-^ jA j OwlL) ^ Jj j& ^ 1
j» jj
J ^ > 1 > - A,[^>-J Aİ ^ « A jJjU ? ( J j Î
û jjS "
^
uAİ j Iİ?
b b 0>«LO Jj*^
lyg.^1 J ^ b L l j
j^ L - * io b ^J*t*A İ ^
^ Ip T ^çî
ûAS^İ j
^A
12
â^bJ
^ > o j
Ü jl
L^^JJ^İJ^ J"*^J J~^ J ^ lJ^^pjİ
Aa„j IIv-İ Aİj İ j İL p J i j î J C £ ^ J*^ £^T #^ J i j » o j j j i j t j ' j j j t <5 î ' ^
d J İ U - j l ^A j
j Ijj)\İ (j t ^ } S ’ (^ JİJ
jSjj a^S-j J & J
J j İ ü V jl
.
Ü ^ /jI
j[/ As^jJİ O ^ JJİJ ^ L ^JJ^Jİ ^ j j -^j ■ *
j ^ jk jj^
c - ^ j L aJj j I ^ o l j j ^ aLI ^JLp J j J î ^ j ^j ^ 6 ^^yî2J*A3wlÎjl
(_£j i î J j l ^
JJ^OLaA J J
S I ( S j ^ ^ j \ j i } j j - î j ^ û j j ^ *AJ^İ>ül O A . j j j ^
jA J
j j
J> j\ d JCm^O^Jİ
V jjj^ S -
ü ^ jjS ’
o T j AİaİP j Ajj^I o^^s<aj»AÎ^Üjl c ^ lio 'l AÜiİj^IpjI ^ jI aLI Qj )\aP . . . J Ji 6 || M 4İ*T : T dJb^^T | M — ; T ^ju! 5 || M >1 + : T ^ 2 II M . ^ J ü ü J j l : T .^ İ a îa J jI 1 8 || M »jü>xjU ^ dL-4iîlL J /, \ T
15
aJUaAûj ^y>~
( . jj S "
û jji J
j l jiâ .i
3 wb^-j
«Üji
-
£
*J j< X £ İji j
j-L -V j oJjJ \h l
j\ - » j
J jS J >rS" ^ aJ
c^-vâ.Â^ A lij^
fjı 2 ->*Â~i JJİ
J jl
a L îo Ij
^wL*u ^ ü J jl 0 J İ j l ^>L^?I (^JLlS" jllp Aa~s*-y jJ jt a j \ i^
J lll'
4İ3-**Î {£*^LJ J A ^
jj
4<»Jjl 4jb jl
jjj
c L<xj
öX a*>İJj £
J ^>- 4* 1? ÜL« J ^>- 4* ^ 1^-
. j)«-UiS^ l —
1-^" jjl_>~ ^
iI J j- J m j j
' iU lC (illuS^
ü 'y j l -oJjji^*U>-^ j , .
4ÂPjt-Üjl
^^jV-n*»uI
12
ü V jl
j
j ) a^jIaJsuaaS4.S"l^4
L -JjU jI iJ jİJ j 4 _>c31 4İJİ
<Jjl. û^i'
J
j
j * j J d j \ ^ilT
. jtoULp o o; jS" ^J>“ (_>^iSs>-0 talj I lLv«i-1>- d\^>~j 4j 4j 4 _AİP d J j ^ ^ İ 0 İ Âj Aa jjIji< *^ ^^^i«i<v4İ j jI«^4aj^^“
15
j Ij ö
a^ j j J^I
^ jilj j ö jjl
Jll11., ^ j
i l e > j U * j .IîJ j I
C jjI> *1 j o
J l j ^4 aJ ^
CLj««a> - j t—Jjl-I O j ^»j
a
öwbl j
45""*
Ls^
c^îl^iy? j
<wJio j
i J ^ j j ^ j^ '
(S*^*
lLJUI ^ ? ^ j X ki y
.jj^ jl
. joyfcll?
J*>lü*-1 <!l^.>-İ^j Jmj j^JaI jl^ o ıS^j j
JUb dl£l. <d)l_, jLJbl j^ jj
<U>t3 ^JjJul
d jl 5 \_^l
j U i o j ^ l l j l 4 >cJ J?SW" ıy *\£ j *
jis^ 4İ> (jJJ^jlİ^jîj ^ J j (_Jj^ d.l-^.
■ Xm^
_y,
cS^'4^
v>ti 11 || M J -g >•. T^.L-1 10 || T Mj : M -»İJ: 4 || — ; M j - s 1 II M disZlt : T iio , I M Jjjjjl. : T >.*ül. 20 :|| M >1 : T >1 19 || M— : T
d J lîll
^
d^ j
<*İ*pb
jJ.jJ
j
^Up. ^llk»
is A^ “ di^4İ j IL» J j î ^Lİjl ^lipljju^»
■ -J ^ I J <jş?J
ÇJ&J& *^1“*
J * m 1I
*»*& ÇjV
J^Jİ l^İ3İ iil/J
j* \ ûj^j 4-^jl <İ..Lj ç£j\ l)j>IiAxjI s j >-\j j
0^1^A)oII *-,ı y^1
j 4-3jjl j .
o ^a*JLv
jJnP 4İa^.Lw* Jllt v!Ujj j âj^L—«i^b a+*j Jj \j jUİSo ojJIİ ü^lo
JL>-
i U
(Sj *I (J^ Ö-5İ*-^ol j \ ^ J
^ aIaa^ j
j^ J 1 . 0 ?J *
. jjlS"
iJL«j#j (^Jöji^İ
jjl jl ibj-^ A^JaJL*j CJL>“j
4..5HB3İ j jJLİS" ö j ı j k
4^jlS"l\ı*wl ([/>-^jİ
aSj3jjL>»1*
jp o^«^l.*ob jlol*.**
\*0j«ai- j\.£3 J i J L< J
jjp~> j l A ^ T
V ^ j CS“4 /
J
° jjd
&*x*m w>Ij^I j c*JL>- aİj Âa y jJLİS-
^ J tjrj? J
{J^ijkj
jj»
j
jL^^Ujjj j ^JU^-AjbUu jS’Ij jbj^i^ jS”! üljO Jı* l ^ l — aL^JUİjI ^ j OjîU** aLI £ jj£ ij lijLvs^ ^jJ-y
JaI
j
1*>-I iî^ifuS*j c-Jjjli jiî djîj\h ı 0*U>-l (^jİÎjJI j
(_^j!a^L»*>I j (^.ilb^* o
aJjJT j j u
jJi* a L-*»» oj,x*w
3J 3 ^^aLUU
<w^3 jt j*a>- .
^ jljt ljl jd jl
:T ^ Ji r ^ |9 ||M— : T J r l jl 8 ||MJ^lî :T O^lî 6 ||T^I : M <>Jİ 5 (J M ^ U • T j v ^ 14 ||T— : M jfL . . . O l ^ >İ 1 3 - 1 4 ||Mo^lT^İ IIT :M 16 || M — :T p 15 ||M— :T i s j j , j*
<L1 4-sjjl d^Ailı^T j £ 1j ^Tj* j Ç r j \ &
j £ I <-^jjlj ü *i/l (J,l (jc^*»l jA aIjI £!L+.>%S' 6
^ı>*l 4İjI
jiS ' j j .j^JLiljl
4L*> Aiî-lU J j i :>js t-L j jjJ lî ( j c S j . o o y>r i}j\ ^İj^I ü^OJ>-
4X**jA j j jî j I l£
tâ^jijl J^JoI CujUS" 4*>-l^* O j* ijjS "
j
AJJii j
jlJ
jjj j
\y*3***'*3
j <JL*aIi aJj^Iî
cJLuS^ (^jJaİjip
a1jI
£
ü
İİ'^jI C*oliS^ o j>-
j l &jl/jJj.l oll** -üc4jU>*
ö
c
l-A-l
li? <Jjî j*aJL> A>**yj
jjS" jtf*J j ûjj lî j j'M '
-
/
I
*j ^ Uta 4İ^.3j-j jj
J>l < «— «jj»AjI
^^ 1— A*âj
is*~^
lü ü jî j
« jlj^ l (jUil,^ İ* j j (_^Ju«l •j'-^,'4j^J
j>X^Jt *^4s*rj ^ <_^ljp- ?J>*0 öJcbiO.A) o ^U ^ î j»
3 J ^ a j£*+A)'^£i j , jw\iijl (jJ^S* <d!l *Lül 4.w l,jjJ jl JljiL**'jd^
•
I l 1>1»*^ ^İJI •j j b y j
•jb- : M ob iJLT |M ÜOJL : TjaL 6 ||M— : T ^ V f t M V : T> I Jj T ü4İj^«ju : M ü-U*1;4^İj 12 jj MaİjI — |—: T j^j4J |T di«S"
^ j l j \ ı£j&y\£ J y&* .{ £
o jjjl ^rJİ ü y\ İ j l j £ j j ' ûJl j Z j j ü'Vjl aLI . O y lî
$ JUaj I ı£ ^—**J j ^ j ^ J J ül>-. >1
dJU^^aA ^ îU
4$^ c . L i b
^lau ^L *
. (jllal^ Aİjjİâ^ j û^Î
( S s * * i£ m$ J 3, ^ 3 ^ o # -* ) j
1 ddjU
(İJİ^aU^* j
ĞtaX5"fcXİx £
ü
^ ib <T-Jjl j «-»jlJji» JjJU
(3 j£>
' i / j l . j t a
<mj *AJL*jj I A-^-IaJ
Jİ^S»jl> “ IJ&.l
cSj1"^jf j ö*Aİ^ Aj
dfc^Uj cMi
(J jl
!«-&)
üU *
AÂJUV j
a J jjU *
c—>15"j
*Aa5 â«-Lw4^ jj jj^
jf 3
öJliJL jJjl
j.â
3
cS j İj j '.
6
• dijb g j l
'.
J lL t
iJ J /İ
, i^Jj 1
j j ç[\âl'A j ç\]kj jllp Aİi^i? j( j'^ jI > ^c*Uİ Oj->1* Aİ^jj-j y AlJtjl
AİjIJj* ^
jl>- >1^ jlial-^ aJjji** j ^j*~ jA aJI jUu. Jl>* A^tdtS^ a J İ j j
^
*j~*b ö£*+*yS aJj^I 4^j I (SjÂ** dJLl^U
^**a'«A j \*j* j
Aj J & * J
üU *
0 * A JjS "(_£jiİJ -î>*
Jjb*
aİIp (_£jb‘^ 1
( jls f R Â ^ j
İ Ü J \ S \ aA-^ l> “
ö J j^ İ7 ^ U ^ o U j
12
Ç3j ^ J ^ i 3 OjS* (S
aS^^JÖİ L-w2J J J jP J J\:** 3 cJd^V J
^ Ij
^ y^ J
^İy4
15
^ J> "
j L J j j £ İ a j j ( S j & j * ^ jr< ? rj ^ f r ^ j ^ j J ^ U ^ J J J (J ^İJ J c r i jT j
j+m j
ğjA^>
^ J ^ l^ -I
J ^ i ü U U ^ 4j J .jıA lS " ^
Jlll Cjü Ajbl j^ i;l^ j ^ 1
j
o ll? j
ü 'V T Aj j j Ü j Ü j 'J aJ j j * - 3 jm ** ^
^-^rj j J.
aJIS^x^- j
: T siLjrj, 17 ||T j^JLiU : M , : ||T - M
iilj» ! ü ^ J b V j l L I p j j
18
j^ L i* x * A jI
jll
0 ^ Aj^ûİT jJ jl
j
16 ||. M * l j ^ : T 5 19 ||Mjk — :, T'i% OlîU 18 ||Md i JmJ
21
^>-1
(Jjİ V jl O lî ^>-3 ^^Jaİjİp j e^>j]jl
5
^J.pI <jUJ 'aMI — jjJ U
6
J 5 İ ^jM j
j^x>l
aİj ^ *
j *“Oİ^
^r
Jd ' fJJ
. V H 1/
j l ^ U l Jjj j. ûUi^lî^jlj C-^ j b * S * j i ^ l j aS \ a j >j
C -J j3
A jU A -Jj-j
ğ>Xsİ j İ
ğ j j S* ai»^İX4w\>«
„/ J
jİ
O ^ a j j
A İJl* ^
ûJ.Z^Jb*’. J
o*aJj£ *j j «J j o
j *x $*a j j
j\f> Sj> $ j aİj A A
^
j ■ ^ J '* ./ AİJİ
i5 \^ > - j
û jj^ U
ûwU*Jjtayv*< ü U j
. c P j j * \j\
Aİ^jÂ*
‘Cj J
ji
ü Jd S t—’l 5 j
d"^0^J
jI^jl?*-
^ l / l'V t 4 J j
y^*
)
jt
j L S 'j j
Ajbu-J ( S j j *I j A Û & * A a î^ jI j
^ ^ 4
J"^*. \J>*“~*
ASs^Jjl J j P
O jJ jİ^ j
£cX$
dj^İâİS"
J ^ Ü3İ*ASjI j
"“ 4 r * J J
^ a S^) j{
<4*^/ ** o^l«Ax> i o j ^ L j
4jA -a!p
.j^ lijiu
ıs
üAîl J J 4 & - IaJUj J
j O İjij
o ^ U jl j l ^ -
t j ) j \j
^
j i l i
<C -İ^
;ü V jl *\>- j -,m {j!> ^
aJ j \ d.Axj\^P (J i ü j ^ l î ü jjIî o J ^ J j lS -
jl^ x 2 ^
<i j
^ s l-p J j j t^ jA i\ j S£+a j j
C o jp lwtol j
Aiol*** < c ) j^
ijzJ*j j l j J I c
(J-“J j y
^ OJ^aai<1»Iİ*
<übu*T
J
aT
<) 4İ>IAj j
•
10 ||T cî^Lîjj-.j : M J 8 ||M — : T «4 i^jlj 6 || M — ; JUÜ 2 j„ ; 16 ||T .j^ A ir : M .jÎJİlf 15 ||M— ; .T .ju* 14 || T J i ) j \ j ■ . M ^ Jjr II M jAilj^j : T jXİ~jj |M — : T_«
J İ Ü jİlî I c t ^
4jlj>A İj ^
ia
A>&aİ j 4 > * J
j IoVjl &
öJ^S^I j
O j İİjüU ili**» Aİîli? J j î j
jJLJS* ÛJİ-lvÖ jfA A İ i i j l
j^ 4
aİa I j I
jilp (Jl^>“l x bl ‘
&JJİJ*4 ijl
. j> d jjjl
cj d İ İ j l
/
^
y
j U
^Lûaj I j
j
< D ji -(jf J»
^ ^ C$^U)I j
jljlî- J i:
c p b J c î^ p b j
CS"j>- O y M
K t*J y j &
3
a fi u ^ o - c?> *j
( ( J İ J ^ -* 1 dJ-JA jy.l c ^ ld jjS - 0 * 3 * “
AJb'jl? £ c T A İ ^ i - b j
dJJLw
'*^.J' İSj
jJ < u i p i t a ^ î J* ( J ^ j' j
O j ^ j İ ^İIp ^ l l i û l ^ Ü a J j O
j l î jJ jl
blj» j b I p j j <^j7j1?
>jîjl j * a l <JL-j U5^
{£\tö’' fy C > jja > - < j l j j j 3
j
J j v J j *j+*
4-<sip c J
iİİİLc ojA>-I çjz^]jwijjl «ilil**
iL îd j * ^ 0
\ j \
J ^ ı> - ı *-1 C J ji
j î Jİ
C—^
^
^
(J>
^ J ^ > - J ■O j - ^ j J
9
4İb j ( ^ J ^ L o b j i - O U ^ Lc !.> iû*AJl>"
d Ü A ^ lp O
"cJpy^^JiiA j j j ^
İJ ljl £ J b £ U
İjİJİİ|^>*IVb^l ıib*4jU j C jJ ^ S o f 4İ^>-j 4j & U
< Jl* il ^ y
jj
12
İP İ’
15
dJbjJ J j ^ J
(j,lx J AİlI •JJ^iJJ V^^jPT ’l İ ^ * A İ I U l ii l o j S ^ a J d İ J Ü j l j j £ J J jA> * j j j t
. a]j -^j j
9. ||T
: M AİAİJİ 8 HT VJ>f : M ^ j l î 5 ||T l/l^ : L/b 1 IIT #J\j~\ : M * ^ 1 13 ||T - : M c i>
—* (£j\& ol>- o\<*p ulJd.^ <jliL>- *X£-\ U->3
üÜaL*»
j
^ ( \')üJûjlj*< a& j U j
djj.A & y * (jtS 's
^j+s*j ^
c ilc ^
« u ^ lS *
^jp"U 4*
j
j
aJLp
ıjt.
ü l> - ^1 ^
j
dı-L^İ>
^1a*a)İ U ta aSs^JIj I j j
o * \jJ * * * 3 ^ ^ *
cJ I
*■—« ^ j j t > ^ » X s S ”
4 İ!l^ b j
(„5jl>-
j^ L lljl
(js » jU
U Jİ^ j L p
I j I p j U*wJ j
o J jjS "
^ ^ I i j J j
b ij
J L > -
j «wJ T
ö *l a
L1 İ ^ £
lijl^
—
(J> *
.jJ J U J l
^ 4İ t *JLI ^rtaj f\İ ^UİİI
— dİj
* X jJ L )\
j
j bj
j
O j j
+Jf$
\^> y& > ~ 4 > ^ \b * « J Ij
d jU a ! l
^3^^
J j l ^ U J .ili <ûL*u j d Ü l^ * k l kmrkT M3 i 3 JJs>
j^ la u ^
J,l £
4_*>«IİI 4aİp — çIj V I
AİjjicjjS-
( £ < —»^J j İ
j£
ö^ j
C»Xj
OUj
j 2
IjI^ -j ü V j l
J l
c ^ IjO
4
^liaJ U t a ^İlp J l ^ - I d ^ J ^ a P
JJP i l i ^ P
—
0 j5 y > * j ç !j i ~ \ CLj j
u a ^ İ î !
I^S* j I
U l j
Ij >°\ ^
j ^İ^İS"
j o l >-jpi j ^ t x ı
dj - $ i a
— . ^^«***11^
m
üU ai^» ^ 1
ul***» 0 ^ â > -
j
15
<*k>mJ ü j > * u l> -
Lj ^Jb^Jjfj
^ J y X j \ J l > - jJU U & lJİ j *2
c£ j^
J*3 \ı,* * p
^ J ^ iit
— 4*u*lj
i
^
j
j j L
f
j
d ^ J ^ -jljJ
/
j i l ^
^
j
K ^ & 'j
j
j+jS.y* 4aj£- j
^1 j ^ l
c-^lt — ol>- ^ 1^ OUal*^ ^j ^ j a ^uiljU^4 ^ l i
d J J ^ İ ^ k l l J p
( S ^ ^ 3
3
ü V
jl
j y
o o ;^ İ7 ^ U * * *
: M li *0 ^ 6 || T :M 5 ||M — : T jA?j İj *£> , . . ç j *-ja 2 —3 18 Jl MT j ^ j j J ^ i jü U jjL * 14 || Mj + ; T jjU 13 || T ^ J ||T ü*üJij>*& : M ü-tîj \js [*~*
I
j *a>"İ o l o
jI ^-*«^j5
; (_5*aJjI ^
jy & âjjj^ S j J* ob*J oV jt c £ j b > - ^ ^
^m j
jl ûwU>cj!
. <cJjl ^Jv^lj o j b
||M — — ■ : T & | T <jL^ ü : M
^lü o i İ j l ^ U l 3 wL/? aS^jjJ^U ^-iV ^ j*j^~
Ü 4 ||M o-&.^5C>. ♦ . T c-.*_>£>- 1
. <T i ^oT ^ 6
4İ
J 4jI^M J aİ I ^P j
jU il
j^ î^ j i f I 'CjS £ » * j j
J djjjl
9
^^>"1 ö V jl Ju îl
4J ^ j İ J j j
. jjiljl j
j j yû
j j 4**
j JBLİAAi S j ^ İ
(S ^ J ^ y
<L1
Ib
ChOİ { J j y * t
k^UaLM*
aLI jl> jj^ JiLi!i t j*xi£*^ (JJJUjü I
Mİilp
o*a£üj J S S 1) ^
ÜJI j C * i j
(JS^P J T
u l « C^*2jjÎ>" c^>lıS^^ j
c-Alau*Jl c y . <5 ^J
i
4ÜI-Siljjo
JyJÛA cLol
t/^5
||TM 4it. :
j J J L İjl
&
ı^UaİMn* «^bT
C j I^
L L p j j <J^te>-l 4 İIp ^IİÂj
j j j u j»jl2)I d JW
. c£*Uİjl a+**J j o
AiiJjl j
I^İa L JU j cİ
^ J J JjvS*
< JV y
12
15
AjIjI j» j
l£ <L>I c*jİJüfe <L^aU1 i£ j& > " 4——
d-+£- L*JLa^*» Jp,
JlT j»
<jp"^
»Ai j
öjjjI ^J^li j
üjl t «LJi?
12 || M ITTj î T ITT 6 |[ T > — : M > j 4
KİTÂBU MESÂLİHİ’L-MÜSLİMÎN VE M EN ÂFrl’L-M Ü’MÎNÎN METNÎN ASLİ VE TÜ RK HARFLERİNE ÇEVİRİSİ DEĞERLENDİRİLMESİ
G ÎR İS
Klasik Osmanlı siyasal ve sosyo-ekonomik yapısına bakıldığında, göze çarpan ilk özellik, teorik olarak yapıya vücut veren bu sistemde yer alan bütün kurumlarm pâdişâhın mutlak otoritesini gerçekleştirme amacına dönük işleyişleridir. Merkezdeki en büyüğünden en uzak köyündekine kadar ülkenin bütün yöneticileri hükümdarın kullarıydı. Yine ülkedeki üretime elverişli bütün topraklar m îrî yâni mülkiyet hakkı dev lete ait bulunuyordu. Yönetici kadroların dışında bulunan, recâyâ adıyla ifâde edilen Osmanlı toplumunun bütün zümrelerinin yaşantısına şerîat ve belki ondan daha çok Osmanlı pâdişâhının tedvin ettiği örfî kanunlar şekil veriyordu. Bu öyle bir etkiydi ki, kişinin giyim tarzından mesleğindeki üretim biçimine kadar her alanda kendini göstermekteydi. Toplum içindeki zümreler arasında ve mekândaki yer değiştirmeler bile bir ölçüde sınırlı tutulmuştu. Bilindiği üzere Osmanlı toplumunda başlıca iki tabaka vardı. Birincisi, hükümdârm otoritesini temsil eden yönetici tabaka ki, bunlara askeriler denmekteydi. Her kademedeki yö netici ve askerler ile İlmîye mensupları devlet dairelerinde çalışan kâtipler bu tabakayı oluşturmakta idiler. Toplumun re câyâ diye adlandırılan bölümü ise üretim yapan bütün tebaayı kapsıyordu. Yönetenler ile yönetilenleri birbirinden ayıran en önemli özellik, birinciler vergi vermez ve f ii li , üretimde bulunmazlar ken, İkincilerin vergi yükümlüsü üreticiler olmalarıdır. Bu ayırım Osmanlı imparatorluğunun her döneminde geçerli olmuş ve birbirine ge çişler, daima devletin dayandığı anlayış ve pâdişâhın otoritesiyle sınırlan dırılmıştır. Ancak, bu durum Osmanlı toplumunun tarihî gelişimi boyunca in celendiğinde teoride bir değişiklik olmadığı halde, Osmanlı kurumla nılın siyasal ve sosyal muhtevasında zaman ve mekâna göre yeni gibi görünen özellikler ortaya çıktığı, göze çarpmaktadır. Kökeni en esld İran İmparatorluklarından beri süre gelen, gelenek sel Orta-Doğu yönetim anlayışından kaynaklanan bir yandan eski Türk töresinden diğer yandan dâ İslâmî kurallardan beslenen Osmanlı İdarî hukukunun . pratikte tam anlamıyla uygulanmadığı yapılan araştırma. lardan .ortaya. çıkmaktadır. 1, 1
Bk. Yaşar Y ü ce l, O sm an lı İm paratorluğunda Desantralizasyona (Adem -i M erkezi
yet) dair genel gözlem len Belleten 152. (1974) s. 657-70 8.
İşte, Türk toplumunun yarattığı kendine özgü bir devlet düzeni sa yesinde Osmanlı İmparatorluğu X V I I . yüzyılın başlarında Yakm -Doğu ve Balkanların sahibi durumuna gelmiştir. Bu gelişme; toprak mülki yeti, iktisadî-malî hayat, kişilerin devlet ile kendi aralarındaki hukukî ilişkilerini ayrıntılı biçimde düzenlemiş, yukarıda sözü edilen kânûnlarm başlangıçta işlemesinin bir sonucu olarak değerlendirilebilir. Ancak, Osmanlı imparatorluğunun X V I. yüzyılın başlarından itiba ren yönetim açısından sosyal ve ekonomik durum bakımından yeni şart larla karşı karşıya geldiği gözlenmektedir. Gerek çağdaş arşiv, gerekse kitaplık bilgileri bu devrenin başlangıcını K anûnî devrine kadar indir mekte, III. M urad’m saltanatında kesin şekilde belirlendiği hususunda birleşmektedirler. Gerçekten de, III. M urad ve oğlu III. Mehmed devir lerindeki sosyo-ekonomik değişmeler gözlendiğinde, böyle bir tarih yaşan tısının önceki yüzyılın devlet düzenini sarsıp Osmanlı İmparatorluğuna en az, X V II . yüzyılın ikinci yarısından başlayarak yeni bir sosyal ve si yasal düzen içine atmış olduğu anlaşılmaktadır. Her ne kadar imparator luk III. M urad devrinde en geniş sınırlarına erişmişse de, bu dönemin Türk ve Batılı tarih araştırıcıları, imparatorlukta başlayan çalkantıya dikkati çekmekte ve yakın bir gelecekte siyasî kuruluşta başlıyacak çökün tüden söz etmektedirler. İşte sözü edilen yüzyılda, devlet ve toplum düze nini çöküntüye götüren ve değişiklikleri, bir yandan Osmanlı iç bünyesinde görülen, nüfus artması, malî bunalım, merkez ve taşra örgütlerindeki boşluklar ve Celâlî fetreti gibi, çok önemli olaylar hazırlarken diğer yandan da, o dönemin dünya konjünktüründeki şartlar bu tarihlere doğru Osmanlı aleyhine büyük gelişmeler göstermekteydi. Sözünü ettiğimiz yüzyılın ikinci yarısından başlayarak meydana çıkan bu kesin ve genel değişikliklerin Osmanlı devlet mekanizmasını olumsuz yönde etkilemesi kaçınılm azdı2.
2
X V I . yü zyıld a n başlayarak arşiv ve kitaplık m alzem esine göre devlet ve topl
düzenini çöküşe götüren b u değişiklikler hakkında geniş b ilgi iç in b k . Y aşar Y ü ce l, K itâ b -ı M ü stetâb . A n k a ra 1974, s. V I I - X I I , aynı müellif, Desantralizasyon, Belleten 152 (1974) s. 657 v.d. X V I - X V I I . yü zy ılla rd a O sm an lı İd a rî yapısında T aşra Ü m erâsın ın yerine dair düşünceler. Belleten, 163 (19 77), s. 495-506. Ö m er L ü tfi Barkan, X V I . asrın ikinci yarısında T ü r k iy e ’de fiy a t hareketleri. Belleten
136
(1970) s. 5 6 8 -5 74 ; H a lil İn alcık,
T h e O tto m an Em pire, the classical age 1300-1600. Lo n d on 1973; B. Lew is, some reflections on the decline o f the O tto m a n Em pire. Stu dia Islam ica (1958). Neils Steensgaard, T h e A siaıı T r a d e R evolu tion o f the Seventeenth eentury. C h ica go 1974, s. 75 ; P a u l R y c a u t T h e H istory o f the T u rkish E m pire from the year 1623 to the year 1677. L ond on 1680.
OSMANLI DEVLETİNDEKİ BOZUKLUKLARI GİDERME ÇABALARI Osmanlı İmparatorluğunun X V I. yüzyılın ikinci yarısından başla yarak gerek yönetim açısından, gerekse sosyo-ekonomik durum bakı mından karşılaştığı yeni şartlar, devletin bazı sorunları çözmesi gerek tiğini ortaya çıkarmıştı. Başka bir değişle, İmparatorlukta baş göste ren bunalımlar, dönemin düşünürlerini ve devlet yönetiminde deneyi mi olanları çözümler aramaya yöneltti. Bir yandan nazarî ahlâk, idare ve siyaset kitaplarının te’lif ve çevirisine önem verilirken diğer yandan da pratik ve amelî bir gaye ile bazı devlet adamları ve kalem sahiplerin ce pâdişâhlara ve sorumluluk taşıyan devlet görevlilerine risâleler, lâyi halar sunulmaya başlandı. Bunlara örnek olarak, i. Ahmed, II. Osman, IV . Murad, III. Selim ve II. Mahmud devrinde nizâm-ı devlet hakkında takdim edilmiş ıslâhat lâyihalarını sayabiliriz. Yukarıda da değindiğimiz gibi, siyaset-nâme ya da nasihât-nâme türüne sokulan bu raporlardan bazıları, idealde devlet yöneticilerinin nasıl olması lâzım geldiğini dile getirmektedir. Bir kısnlı ise, ortaya çı kan bozuklukların nedenlerini göstererek bunlara çareler arayan nite liktedir. İslâm dünyasında da, öteden beri, ilim ve fikir adamlarınca birta kım ahlâk ve siyaset kitaplarının te’lif edilerek, hükümdarlara ve genel likle devlet yöneticilerine, memleket idaresinde yol gösterilmek isten diği de bilinmektedir. Bu türden eserlerin X V . yüzyıl başlarından iti baren Osmanlı İmparatorluğunda Farsça ve Arapçadan çevrildiğini ya da bu türden eserler örnek alınarak yeni edebî eserler ortaya konulduğu görülmektedir3. Genellikle amelî ve pratik bir gayeyi kapsayan türdeki bu eserler “ K anûnî devri şartlarına55 dönülmesini önermektedirler. X V II. yüzyıl ortalarına kadar olan dönemde yazılmış bulunan bu eserlerde hakim olan düşünce budur. Ancak, hemen belirtmek yerinde olacaktır ki, aşa 3
Bk. A ğ a lı Sırrı Leveııd, Siyaset - nâmeler, T ü r k D ili A raştırm aları Y ıllığı, Belleten
(1962) s. 1 6 7 -1 9 4 ; T a y y ib G ökbilgin , K â tip Ç eleb i. A n ka ra 1957, s. 198 v .d ; H alil İnalcık, Adâletnâm eler. Belgeler 3-4 (1965) s. 4 9 -5 1; B. Lewis, Û tto m a n observes o f O tto m an decline. Islam ic Studies I - I I (K arach i 1962) s. 7 1 -8 7 .
ğıda yeri geldiği bölümlerde açıklanacağı üzere M esâlihül-M üslim în’in bu grubun dışında tutulması gerekmektedir. Çünkü müellif, eski dönemi şiddetle tenkit etmekte ve yeni değişen şartlara uygun önerileri ile X V III. yîfc^yıl ıslahatçılarının ilk temsilcisi gibi görünmektedir. Ancak, tarafımızdan ilk kez bilim alemine tanıtılan ve tıpkıbasım olarak yayınladığımız Mesâlihü’l-M üslimîn’in 4, 1637-40 larda yazılm a sına kadar geçen dönem içinde sunulmuş olan bu risale ve lâyihalar ve müellifleri hakkında kısa açıklamalar yapmadan önce, dönemin pâdişâh larınca, Osmanlı devlet ve toplum yapılarında meydana gelen bozukluk lara aranan çareler hakkmdaki çalışmalar üzerinde durmanın da yerinde olacağı düşüncesindeyiz. Çünkü devlet otoritesini temsil edenlerin bu yetkilerini kötüye kullandıkları, kanûn, hâk ve adâlete ayları bir tutum ve davranış içinde bulundukları artık hükümdaıiarca iyiden iyiye anlaşıl mıştı. Nihayet, gözle görülür ve yaygın bir hal almış haksızlıklar, tarihi miz için önemli belgelerden Adâletnâmelerle ortadan kaldırılmağa çalışılmışdı. Şöyle ki, Kanûnî saltanatının son zamanlarına doğru, köyünden kopup şehirlere akan çiftbozan’ların devlet güveni, için bir iç sorun olduğu anlaşılmıştı. Kanûnî, ölümünden önce yayınlamış olduğu adâlet ferma nında, recâyânm, Hükümet adamları ya da vilâyet halkından güçlü kim selerce zorla soyulduklarını sayıp dökerek, huzursuzluğun İdarî kötülük ten gelmekte bulunduğunun farkında olduğunu açıklıyordu. III. Murad, Osmanlı imparatorluğunda başlayan çöküntüye, halkın, özellikle köylü lerin, hükümet memurlarından gördükleri zulüm ve haksızlıkların sebep olduğunu anlamakla büyük babasından çok daha ileri görüşlü çıkmıştı. Nitekim 1591 tarihli adâletnâmesi bu endişelerin tezahüründen başka bir şey değildir. III. Mehmed’in 1596 tarihli adâlet fermanı da, özellikle askerî sınıfın salgunlarına karşı çıkarılmış bir belge idi. Burada da suçlanan kapu-kulu ocakları mensupları ve ehl-i örf5dü. Daha sonra Anadolu’da ve Rum eli’de ehl-i örf’ün giriştiği kanûnsuz hareketler ve bunlarla rekabet edercesine halkı soyan kâdîlerm hali I. Ahm ed’in 1609 yarihli adâletnâmesinde en geniş yeri alacaktır. Örneğin, burada beğlerbeği ve sancakbeğlerinin haslarını iltizama vermeleri, onların veya adamlarının salgun salmaları, kâdîlarm teftiş görevini kötüye kullanarak devre çıkmaları yasaklanmakta, ayrıca recâyâyı korumak gayesiyle tefecilere karşı tedbirler alınmaktadır. X V I. yüzyılın ikinci yarısından itibaren imparatorlukta başlayan İdarî, askerî ve sosyo-ekonomik çöküntüyü durdurmayı hedef alan hükümdarların çıkardıkları adâletnâmelerden 1609 tarihli olanı gösteriyor ki, I. Ahmed zamanında Gelâlî fetreti karşısında köklü değişik 4
K itâ h u
M esâlih i’l-M ü slim în
ve
M e n â fiT l-M ü m in în
tıpkıbasım ım
yayın layan
Yaşar Y ü cel, A n ka ra 1980. ileride eserin tarihlem e kısm ında da belirtileceği üzere, bu eser’in K em an keş K a r a M u stafa JPaşa’ya-sünülöıuş olduğu, T ö pkapr Sarayı R e v a n 1934 n o’da kayıtlı E s câr D efteri’nin tetkikinden de anlaşılm aktadır.
likler getirmeyi amaçlayan ıslahatçı düşünceleri iyiden iyiye yaygınlaş mıştır. Bu hükümdarın aynı zamanda mevcut kânûn ve nizâmların tes pit ve tertibini yeniden başlattığını görmekteyiz. Bunun yanı sıra birtakım ıslâhatı kapsayan fermanları da ilân etmiştir5. II . Osman ve IV . M urad dönemlerinde kesin bir şekilde ortaya çıkan ve yaygın olan ıslâhat fikirleri, kapu-kullarmm azaltılması, bun ların devlet işlerine karışmalarının önlenmesi vezîr-i a czama devlet iş lerini yürütmekte tam istiklâl sağlanması, recâyânm himâyesi, askerî ve malî konularda yeni düzenleme, merkezi yönetimin tesisi gibi nokta larda toplanmakta idi. Şimdi de yukarıda değindiğimiz üzere X V I. yüzyılın ikinci yarısın dan başlayarak Mesâlihü’l-M üslimîn’den önce meydana getirilmiş risâle ve lâyiha yazarlarından kısaca söz edeceğiz. Ancak, burada bir noktaya değinmek gereğini duyuyoruz. O da, X V I ve X V II. yüzyıl Osmanii gözlemcilerinin imparatorluk kurumlan ve çöküşüne ait kaleme aldıkları eserlerin herbiri başlı basma bir değer taşımış olmasıdır. Ne var ki, araştırıcıların dikkatlerini bu güne kadar yeterince üzerlerine çekememişlerdir. Bunun en açık örneği, bugüne kadar Osmanlı kurum lan tarihi üzerinde inceleme yapan az sayıdaki yerli ve yabancı araştırı cıların eserlerinin bütününde bu kaynak gurubunu ihmal etmiş bulunma larıdır. Halbuki, bu hususda tecrübeli devlet görevlilerince kaleme alın mış reform önerilerini içeren kitapları görmezlikten gelme büyük bir tarihî yanılgı olarak gözükmektedir. Çağdaş olan bu gözlemcilerin verdik leri bilgiler arşiv belgelerinden öncelik alacak değerlerini halâ korumak tadırlar. Çünkü Osmanlı kurumlarının tâ baştan beri şekillenişi ye nihayet çağdaşı oldukları dönemdeki durumlarını açıklığa kavuşturan bu yazar lar ve düşünceleri ele alınmadan Osmanlı kurumlarının gelişim ve değişim tarihi kaleme alınamaz. Gerçekten de III. Murad devrinden başlayarak devlet yapısında meydana çıkan derin bozukluklar kanûnların iyi işlememesi veya top lum hayatına yararlı değişiklikler görülmemesi bu tür eserlerin telif ve tercümelerinin de artm asın azem in hazırlamıştır. Bu devir için genel bir objektif ahlâk, idare ve siyaset meselelerini konu eden müelliflere Lütfî Paşa ve eseri Âsaf-nâmesi iyi bir örnek teşkil eder.6 Yine bu tür deki müellif ve eserlerinden bir diğeri de G elibolulu Mustafa A li Efendi
5 Bk. Ç a ğ a ta y U lu ça y , Saruhan’da Eşkiyalık, İstanbul 1944, ş. 16 3 -1 6 9 ;
M ustafâ
Ak.dağ, .Celâli İsyanları. A n ka ra 1963, s. 265, veş. I I ; A* L û tfi, M irâ t-ı A dâlet, İstanbul 1304; Başbakanlık Arşivi, M ü h im m e defteri, N o. 78, s. 8 91-8 99, M ü h im m e defteri, No, 74, s. 232, M ü h im m e defteri, N o. 74, s. 248; Krş. H alil İnalcikj A dâletnâm eler, s. 49 v.d. 6 Bk. L û tfi Paşa, Âsafııâm e. İ s ta n b u l. 1326.
.
ve onun bu konudaki eserleridir.7 Bosnalı bilgin Haşan K âfî-i Akhisârî’nin Uslûlü’l-hikem f î nizâmi’l-âlem adlı eseri de bu türün örneklerin den bir diğeridir.8 X V II . yüzyıl başlarında devletin zaafını, hükümdar ve yönetici kad ronun yetersizliğini, kanûn düzeninin işlemez durumunu yakından gö renlerin sayıları daha da artmıştı. Bunlar bir yandan siyâset kitapları te’lif ve tercüme ederken, öte yandan da su yüzüne çıkmış gerçeklerin nedenleri üzerinde durarak kötü gidişe son vermenin çarelerini, selef lerinden daha etkin bir biçimde aramağa başlamışlardı. Bu gözlemci lere göre, dirlik ve düzenliğin bozulmasının iki kökeni vardı. Biri şerc-i şerife riayetsizlik, diğeri ise örf, adet ve teamüle dayanan kanûnnâmelerin ihlâli idi. Bu yüzyılın başında, bize o zaman ki durumu yansıtan ve aynı zamanda değerli bazı öneri ve tenkitleriyle ıslâhat ihtiyaç ve eği limlerini belirtmiş, çareler teklif etmiş bir yazar ile karşılaşıyoruz. Bu yazar, değerli idare ve maliye adamı olan Defter Emîni Ayn-i Ali Efendi olup, haleflerine rehberlik yapmış olması kuvvetle muhtemeldir. Ayn-i Ali, III. M urad ve oğlu III. Mehmecl devirlerinde, ordunun savaş yete neklerini kaybettiği, sayısının gelişi güzel artarak hazînenin zorluklar içine düştüğü bir zamanda Defter-i Hakani emînliği ve Hazîne kethüdâlığı gibi önemli görevlerde bulunmuştu. Bu yüzden de devlet kadrosundaki yönetici sınıf hakkında gerçek fikir sahibi olmuştu. Ayn-i A li’nin I. Ahmet (ı6 o 3 ~ ı6 i7)5e sunduğu ilk eseri “ Kavânîn-i âl-i Osmân der hulâsa-i mezâmîn-i defter-i dîvân^ adını taşımaktadır. Bundan başka ı6og5da o zamana kadar yürürlükte bulunan kanûnları bir usul çerçevesinde ayırıma tabi tutarak, toprak tîmar ve ze câmetler, devlet ricâli, malî işler ve diğer konulardaki kanûnları bir araya toplayan Kavânîn-i Osmânniyye ismiyle ikinci bir eserini de I. Ahmed adına te’lif etmiştir. Ayn-i A li’nin pratik bir gaye ile hazırlayıp Pâdişâh’a sunduğu risâle aynı zamanda X V II. yüzyıl başlarında imparatorluğun İdarî, malî ve askerî alanlardaki genel durumu hakkında fikir vermesi yönünden de ayrıca ilginçtir9. Yine X V I I. yüzyıl ilk yarısındaki ıslâhatçılar arasında önemli yeri olan üç yazardan daha söz etmek gerekmektedir. Bunlardan biri K itâb-i Müstetâb yazarı, diğeri Halisî, üçüncüsü de K oçı Bey’dir. D ev rin ihlâl edilmiş olan nizâmlarını ve bozukluğun kökenlerini K oçı Bey’den önce belirlemiş bir başka ıslâhatçı bir yazar da K itâb-i Müstetâb rriüel7 M u stafa  li, K ü n h ü ’l-A h b âr. Ü niversite K ütüphanesi, T . Y . N r. 5979, N a sih âtü ’sSelâtin. Ü n iversite K tp . N r. 4098, F a tih K tp . N r. 5322, F u s û lü l-h a lli v e 5l-akd ve usûlü’lharci v e ’n-nakd. N u ru -O sm a n iye K tp . N r. 3 3 9 9 .. 8 Bk. H aşan K â fî-i A khisârî, U s û lü ’l-hikem f î N izâ m i’l-âlem , Esacl Ef. K tp . N r. 1823. Eserin basılmışının baskı yeri ve tarihi yoktur. ö A y n -i A li Efendi, K a v â n în -i âl-i O sm an der-hülâsa-i M ezâ m în -i defter-i dîvân . İstanbul 1280. A yrıca bk. T . G ökbilgin, K â tip Ç elebi, s. 204.
lifiydi. II. Osman adına sunulmuş olan bu eserin adını tesbit edemedi ğimiz müellifi eserinde Osmanlı İmparatorluğundaki sosyal, İdarî, askerî, İktisadî alanlarda ve ulemâ sınıfındaki çöküntüyü “ âyîn-i saltanatlı Osmânî muhtel ve rişte-i k acide-i kanûnci cihânbânî hail olmakta ve hazîne de kıllet ve Mâbeyn-i hukkâmda adâvet ve kuzâtda rüşvet ve cânib-i düşmende fırsat ve kurbiyyetde olanlar hiyânet ve ulemâda temaû ve hamâkat ve ra ciyyetde zirâat-i bî-bereket ve kasâvet, el-kıssa kûşe be-kûşe bidcat ve taraf taraf hacâlet” şeklinde ifâde etmektedir. II. Osman adına H alîsî’nin H. 1030/M. 1621 tarihinde kaleme almış olduğu “ Zafernâmesi” her ne kadar Lehistan ve K azak meselesini hal letmek için yaptığı seferi bütün yönleri ile anlatan tek eser ise de; K itâb-i Müstetâb’la II. Osman’a önerilen devlet düzeninde yapılması ge rekli ıslâhatların uygulama alanına konduğunu göstermesi açısından ya da bir ıslâhat lâyihası olarak değerlendirilebilir. IV . M urad’m musâhibi olarak seferlerinde onunla beraber bulunan, Enderun’da Hâs-odalı olarak tanınan K oçı Bey, devrinin siyasî fikirleri yönünden en seçkin kişilerden birisi olarak tanınmaktadır. Pâdişâh IV . M urad’a sunduğu lâyihasında yer alan “ nizâm-ı devlet” hakkmdaki görüş ve tenkitleri, önerdiği çareler, onun bu yüzyılın büyük ıslâhatçılarmdan biri olduğunu göstermektedir. Gerçekten de, K oçı Bey risâlesi adı ile tanınan eseriyle Koçı Bey bu devirde bir ıslâhatçı olarak üze rinde durulacak bir şahsiyettir10. Nihayet, sözü edilen dönemde, üze rinde durulması gereken ve bu tür eserlerin en güzel örneklerinden birini veren, daha önce tıpkıbasım olarak yayınladığımız, “ K itâbu Mesâlihi’lMüslimîn ve M enâfi T l-M ü ’minîn’’ müellifidir.
10 Bk. K itâ b -i M ü stetâb s. 33; K o ç ı B ey Risâlesi. A li K e m âli A ksüt neşri, İst. 1939. A y rıc a bk. Ç a ğ a ta y U lu ça y, K o ç ı B e y ’in, Sultan İb ra h im ’e takdim ettiği risale ve arzlar. Z eki V e lid i T o g a n ’a A rm ağan , İstanbul 1950-1955, s. 177-199*
KlTÂBU MESÂLlHÎ’L-MÜSLİMÎN VE M ENÂFPİT-M Ü’MÎNÎN Büyük bir ihtimalle ilmiye sınıfına mensup ismi bilinmeyen müel lifin, tek yazma nüshası Konya Yusuf A ğa Kitaplığı 673 numarada ka yıtlı bulunan, Kemankeş K ara Mustafa Paşa adına kaleme almış oldu ğunu tahmin ettiğimiz, K itâbü Mesâlihi’l-Müslimîn ve M enâfiCi’l-M ü’minîn’in bu güne dek kataloglara geçmiş bilinen bir başka nüshasına rastlanmamıştır. Ancak, K âtip Çelebi, “ Keşfûz-zûnûn’unda “ Mesâlihi’l Müslimîn fî M enâfici’l M ü’minîn’’ adlı bir eserden bahsetmektedir. Burada da müellif ve te’lif tarihi hakkında herhangi bir bilgi verilmemektedir. Büyük bir ihtimalle bu, tıpkıbasımını daha önce yayınladığımız aynı yazmadır. 1. M üellif Kitabında ismini bildirmeyen müellifin hayatı ve ailesi hakkında da herhangi bir bilgiye sahip değiliz. M üellif ayrıca, bulunduğu me muriyetleri de kesin bir şekilde açıklamamaktadır. Ancak aşağıda ver diğimiz pasajlarda yeralan bilgilerden bir görev sahibi olduğu ortaya çıkmaktadır. Örneğin ıslâhatçı 8. Bâb’da “ Bu kitâbı te’lif iden kimesne ömründe mülâzemet bilmez, girü nasibi haberi yoğken gelür yetiştir. Sehl nesne ile kanâat ider, bi-inâyeti’llâh’’ demektedir. Yine 52. Bâb’da verilen bilgi onun bir devlet görevlisi olduğuna dair yukarıdaki düşünce mizi biraz daha kuvvetlendirmektedir. Şöyle ki: “ Bu kitâbı te’lif iden kimesneye bir zamânda bir kise akçe virmişler ve buyurmuşlar ki bu akçe Şehzâde hazretleri-Tâbe serâhu- imâretinde fukarâya tevzic eyle deyû emr olundukda bu kişi dahî götüri sâ’illeri câmic-i şerifin haremine koyub dahî kapuları berkidüb bir kapunun içinde kendüsi ve yasakçıları cemc idüb oturmuş; dahî yasakçılara ısmarlamış ki evvel a cmâları ve pîrleri getürün ki ayağ altunda kalmasunlar. Evvel anları birer birer önüne gelincesiııe hâili hâline göre virmiş, b a cdehû hâtûnların, karıcıkların ve hastaların getürdüb hâllerine göre virmiş. B acdehû tâze yiğit dilenciler kalmış. Evvelâ ehl-i ilm sûhtelere virüb, b a cdehû eşhâs-ı mühtelifeye hemân birer akçe virüb ve, biraz akçeyi ....dahî arturmuş, gelüb b a czı ma hallelerde müstahik olanlara yiğirmişer otuzar akçe vermiş” .
Ne varki, her iki pasajda da yeralan bu bilgiler kendisinin bir devlet görevlisi olduğunu açıkça ortaya koymakta ise de; bulunduğu görevin türüne açıklık kazandıramamaktadır. Bunların yanısıra, müellifin kişiliği hakkında bazı ipuçlarını eserin satırları arasında, kısmende olsa bulmaktayız. Örneğin : ccBu risale alt mış bâb üzere akd olundu ki bu risâleden hâkimü5l-vakt olanlara çok sevâb-ı azîmlar hâsıl oldıkdan m âcadâ bu eserler ve bu nîk-nâmlar ve hayr du câlar tâ rûz-i kıyâmet munkatic olmasa gerekdür11, diyen mü ellif cchâkimü5l-vakt” deyimiyle dönemin V ezîr-i a czammı kasdettiği, I. Bâb’m sonunda “ Hazret-i V ezîr-i a czam zamâmnda bu husûs dahî müyesser ola ki eyü namlar her giz unutulmaya dâ’im hayrla yâd olal a r . . . ” ifadesiyle açıklık kazanm aktadır12. Ayrıca, eserin bir yerinde Vezîr-i a czam ’a seslenen müellif risâlesinin amacını açıklamakta ve bu tip eserlerin üslûbunun en güzel örneğini vermektedir: “ Bu hususun dan dahî V ezîr-i a czam hazretlerine çok hayr-ducâlar hâsıl olurdu, cem îc müslümânlar Allâh rahmet eylesün bu V ezîr-i a czam ne güzel âdet kodu53 dirlerdi. Beyt : Cehd idüb hayr ile ol dünyâda yâd Kişi kalmaz kalır andan belki a d 13. Yukarıdaki bu ifadelerden müellifin devrin V ezîr-i a cz amin a çok yakın bir kişi olabileceği veyahut iyi bir mevki elde edebilmek için ona yanaşmak istediği sonucunu çıkarmak mümkündür. Mesâlihü’l-Müslimîn müellifinin, eserin muhtelif bâb’larmda yeralan bilgilerin ışığı altında, ilmiye sınıfına mensup bir kişi olabileceğini ileri sürmek mümkündür14. Çünkü, X V II. yüzyılın ilk yarısında Osmanlı devlet ve toplum düzeni hakkında şimdiye kadar bilinen lâyihaların he men hemen hiçbirinde yeralmayan konuları sade bir dille ve liyakatle anlatması, meseleleri gözonüne koyarak izah ederken bununla ilgili âyet, hadis, darb-ı meseller, hikâyeler ve şiirlerle süslemesi, bu hususdaki düşüncemizi doğrular niteliktedir. Ayrıca, yer yer kendinden önceki dönemlerin bazı devlet yöneticilerinden “ ümmî” olarak bahsetmesi de aynı görüşümüzü kuvvetlendiren bir başka delildir15.
ıx Bk. Tıpkıbasım , s. i. 12 Bk. T ıpkıbasım , s. 6. 13 Bk. Tıpkıbasım , s. 56. 14 Bk. Tıpkıbasım , M u h te lif bâb lar 15 Bk. T ıpkıbasım , 3. B âb
2. Eserin te’lif tarihi ve kime sunulduğu meselesi Hemen değinmek yerinde olur ki eserin te’lif tarihi ve kime sunul duğu meselesine dair Mesâlihü’l-Müslimîn’de yine açık bir bilgi veril memektedir. Ancak burada, eserde yeralan bazı kayıtlara göre bu so runa çözüm getirmeye çalıştık. Şimdi bu hususda bizi oldukça doğru neticelere götüren kayıtları burada belirterek üzerlerinde ayrı ayrı du ralım. Örneğin, tıpkıbasımını daha önce yayınladığımız yazmanın ön ka pağında “ Sâhibuhu Şerîf Ahmed Çelebi ki be-Harem-i hümâyûn âmede, sene 1053” kaydı bulunmaktadır. Bu kayıt, eserin en azından H. 1053/M. 1643 yılından önce yazıldığını göstermektedir. Bir başka kayıt ise bize eseri mizi biraz daha gerçeğe yakın tarihlemeye yardımcı olmaktadır. O kayıt da budur; “ . . . Eğer V ezîr-i a czam hazretleri her harâc defterin açub nazar itseler defter vardır ki nısfı girîhtedür. Sâl be-sâl girîhteler bu husûsdan dahî ziyâde olmak üzredür. Bu iki zulm eğer V ezîr-i a czam hazretleri zamanında ref’olursa külliyyen re*âyâ oğlu ve kızı ile baş açub hayr ducâlar itseler gerekdür. Bunun üzerine dahî hayr olmaz, mâl-i m îrî dahî sâl be-sâl ziyâde olmağa başlar. Hâliyâ bir kâfir ağlayu ağlayu Beşik-taşmda Yahyâ Çelebi Efendi’nün yanına varub eyitmiş kim “ Efendi, kitâbmızda var mıdur ki benüm babam yedi yıldır kim fevt oldu, bir nesnesi kalmadı, dilencilik edüb yedi yıldan berü babamın harâcm mütevelliler bî kusûr benden alurlar ve harâcdan gayri ispençesin dahî ahırlar, helâl midür55 dimiş. Yahyâ Çelebi Efendi dahî, “ Helâl diyemezüz55 dim iş.16 Yukarıdaki pasajda adı geçen Y ahyâ Çelebi Efendi bizi, 18 Z i l hicce 1053/8 Şubat 1644 tarihinde vefat etmiş olan, “ Divân55 sahibi Şeyhü5l-İslâm Y ahyâ Efendi olabileceği varsayımına götürmektedir ki, ka nımızca bu doğrudur. Ancak burada hemen akla cevaplandırılması gere ken bir iki soru gelmektedir. Bunlardan birincisi metinde yer alan “ Çe lebi55 ünvanmın Şeyhü5l-îslâm 5larca kullanılıp kullanılmadığı? İkincisi de bu Y ahyâ Çelebi Efendi5nin X V I. yüzyılın büyük ülemâsmdan olup, Beşiktaş5da dergâhı bulunan ve menâkıb sahibi Şeyh Y ahya Efendi olup olamayacağı? 17 Şimdi bu soruları cevaplamağa çalışalım. İlmiye Salnâmesi5ni tetkik ettiğimizde, “ Çelebi55 ünvanı kullanmış olan Şeyhü5l-İslâm5lara rastla dığımızı hemen belirtmek yerinde olacaktır. Bunlara örnek olarak, K anûnî devri Şeyhü5l-îslâm 5larmda Sadî Sadullâh Çelebi Efendi ile, Abdül16 Bk. T ıpkıbasım , s. 71-72. 17 Bk. M en â k ıb -ı Beşiktâşî Y a h y â Efendi. Süleym aniye K tp . N r. 4604
(bu eserin
I 3 i 4 5de biri N u ri Efendi diğeri M eh m ed Şükrü tarafından İstanbul’da yapılm ış basımı vardır).
kadir Çelebi Efendi5yi, gösterebiliriz.18 Merhûm hocamız İsmail Hakkı Uzunçarşılı’nm “ Osmanlı Devletinde İlmiye Teşkilâtı55 adlı eserinde, kâdî, kâdî-askerlik yapmış kişilerin bu göreve, atandıkları belgeleri ile açıklanmaktadır.39 Herhalde Mesâlihü5l-Müslimîn müellifi aşağıda hayatından kısaca bahsedeceğimiz Şeyhü5l-îslâm Y ahyâ Efendi5nin de kâ ri îlik ve kâdî askerlik görevlerinden mühlem “ Çelebi55 ünvanmı ismine ilâve, etmiş olmalıdır. K âldı ki, yukarıda da değindiğimiz gibi bu ünvanı kullanmış Şeyhü5l-îslâm 5larm varlığı da bir gerçektir. Aşağıda açıklayacağımız hususlar ise cevaplanması gereken ikinci soruya ışık tutacak niteliktedir. Şöyle ki: ŞeyhüT-İslâm5larm 1826 sene sine kadar müstakil daireleri yoktu. Şeyhü5l-lslâm tâyin edilen kişiler, oturmakta oldukları konut uygun ise onun selâmlık kısmı ve eğer uygun değilse, kira ile tuttukları konakta görevlerini yerine getirmekte idiler. Daha açık bir deyişle Bâb-ı Meşihat için ı8s65lara kadar belirli bir yer yoktu. Ü ç kez aralıklarla, toplam 20 yıl, Şeyhü5l-îslâm 5hk görevi yapmış olan Zekeriyazâde şair Y ahyâ Efendi5nin hayatı incelendiğinde, ikinci kez azline neden olan olaylar sırasında Sultan Selim semtindeki konağının sipâhîler tarafından harabeye çevrilmesi nedeniyle Topkapı5daki çift liğine çekildiğini görüyoruz20. Yukarıdaki bilgilerin ışığında, üçüncü kez, IV . Murad tarafından, yeniden bu göreve getirildiğinde Beşiktaş'ta yeni bir konağa taşınmış olması kuvvetle muhtemeldir. Bütün bu açıkla malardan sonra düşüncemiz odur ki, müellif bahse konu ettiği Yahya Çelebi Efendi5ninj “ Çelebi55 ünvanı kullanmış Şeyhü5l-îslâm 5ların varlığı da gözönüne alınacak olursa, Şeyhü5l-İslâm Yahyâ Efendi5den başka biri olamayacağı kanısındayız. Beşiktaş'ta dergâhı bulunan Şeyh Y ahyâ ile bağıntısının da ancak semt ismi benzerliğinden . ibaret olduğunu söyle menin de yine yanlış bir sonuç olmayacağı görüşünü muhafaza etmekteyiz. Şeyhü5l-İslâm Y ahyâ Efendi ise, Şeyhü5l-îslâm Zekeriya Efendi5nin oğludur. Babası gibi ilmiye sınıfına katıldıktan sonra Halep, Şam, Edir ne kâdîlıkları yaparak İstanbul kâdîsı, arkasından Anadolu ve Rumeli kâdîâskeri olmuş, ilk defa H. 1031/M. ıÖ225de Şeyhü5l-İslâmlığa yük selmiştir. Ü ç defada olmak üzere yaklaşık yirmi yıl Şeyhü5l-İslâm5lık yapan Y ahyâ Efendi 18 Z i5l»hicce 1053/8 Şubat 1644 tarihinde öldüğü sırada 93 yaşında idi ve Şeyhü5l-İsiâmlık görevini sürdürüyordu. IV . M urad5ın Revan ve Bağdad seferlerine katılarak, pâdişâhın güvenini ve yakınlığını kazanmıştır. Sultan İbrahim'in saltanatının ilk yıllarında 18 Bk. İlm iyye Salnâmesi. İstanbul 1334, s. 355, 364. 19 Bk. İsm ail H akkı Uzunçarşılı, O sm anlı D evletin de İlm iye teşkilâtı. A n ka ra
1965,
s. 177. v.d. 20 Bk. İlm iye Teşkilatı, s. 208 v .d ; İb n ü ’l-E m in M a h m u d K em al, D ivârı-ı Y a h y â . İstanbul 1334, s. 12-14.
da, Şeyhü’l-îslâm ’lık makamını koruyan Yahyâ Efendi, aynı zamanda iyi bir şairdi21. Risâlemizi tarihlemede sorunumuza yardımcı olan bir diğer önemli kayıt da “ Kızılbaş ne veçhile ele gelmesi mümkindür anı bildürür” cüm lesi ile başlayan 47. Bâb’da müellifin verdiği geniş bilgidir. Bilindiği gibi IV . M urad döneminde, 1635 Revan Seferi, 1637 Bağdad Seferi ile 1639 Kasr-ı Şirin Antlaşması arasındaki dönemde, yani X V II. yüzyılın, ilk yarısı devammca, “ Kızılbaş” meselesi güncelliğini korumaktaydı. Nitekim deneyim sahibi ve uzun süren Osmanlı-İran harplerinin açtığı yaraları görmüş olduğunu tahmin ettiğimiz müellifimiz, 1620’li yılların eseri K itâb-i M üstetâb’ta bu konuda verilen bilgileri çok aşan ve sorunun kesin şekilde halline dair son derece dikkat çekici ve diğer kaynaklarda göremedi ğimiz çözüm yolları önermektedir22* Büyük bir ihtimalle, Revan ve Bağdad Seferlerinde alman başarılı sonuçlarda, müellifimiz tarafından yapılmış olan öneriler doğrultusunda alınmış tedbirlerin yardımcı olduğu düşünülebilir. Eserin te’lif tarihiyle ilgili olarak yukarıda verdiğimiz bilgilerden çı kan sonuca göre: a) Mesâlihü’l-Müslimîn’in te’lif tarihinin “ Terminus ante quem” i H. 1053/M. 1643-44’dür. b) Bu tarihe gelinceye kadar Şeyhü’l-îslâmlık makamını işgal eden ler arasında, yukarıda hayatından bahsettiğimiz Yahyâ Efendi’den baş ka aynı adla bir Şeyhü’l-îslâm ’a rastlanmadığı; müellifin Kızılbaş mese lesinin kesin halline dair vermiş olduğu ayrıntılı bilgilere göre, eserin “ Terminus post quem” i büyük bir ihtimalle 1639 veya biraz daha önceki bir tarih olmalıdır. K aldı ki eserin, çağdaş dönemin büyük alimi Kâtip Çelebi (1609-1657) tarafından 20 yıllık bir çalışma sonucu kaleme aldığı, “ Keşfuz-zûnûn” unda yer alm ası23* Yukarıda vardığımız sonuçlara tam bir destek sağlamaktadır. Eserin kime sunulduğu meselesine gelince; üstte değinildiği üze re rişâlede yer almış olan çeşitli kayıtlardan devrin vezîr-i adam ların dan birine sunulduğu kesinlik kazanmaktadır. Şöyle ki: “ Hâliyâ Vezîr-i a czam hazretleri hayrâta mâ’il oldukları gibi dahî bunlar gibi Vezîr-i a czam gelmedüğü beyne’n-nâs m acmfdur. Eğer bu hayrâtlar zuhûr bu 21 Şeyh ü ’l-îslâ m Y a h y â E fen di’nin h a yatı hakkında geniş bilgi için bk. İb n ü ’l-E m in M a h m u d K em al, D iv â n -ı Y a h y â , s. 3-65; A h m ed R ifat, .D e vh a tü ’l-M eşâyih . s. 46-48. A yrıca, İsm ail hakkı Uzunçarşılı, O sm anlı
T a rih i
A nkara
1951,
m /ı
s. 146 ye m ü
teakip sahifelerde de geniş bilgi verilm ektedir. 22 Bk. T ıpkıbasım , s. 118 -12 7. 23 Bk. K eşfû ’z-Zû n û n . Flü gel nşr. L e ip zig - L ond on 1835-1858, V I I . cild ; Şerefüddin Y a ltk a y a -K ilisli M u a llim R ifa t nşr. İstanbul 1936, I I cild. A yrıca bk. O rh an Şaik G ö kyay, K â tip Ç eleb i H ayatı-Şahsiyeti-Eserleri. K â tip Ç elebi. A n kara 1957, s. 3-90.
lursa bu sâhib-i sacâdetin zamanlarında zuhûr bulur, bulmazsa hayfâ bu hayrâtlaraki zayic olur, bu kitâb bir bucakta kalur, çürür yabana gider55. 24 Şimdi burada da cevaplanması gereken bir soru ile karşı karşıyayız. O da, Risalemizin sunulduğu V ezîr-i a'zam kimdir? Bize göre bu V ezîr-i a czam, 1635 Revan Seferi’ne Yeniçeri Ağası, 1637 Bağdad Seferi5ne K apudan-ı Derya ve Sadaret Kaym akam ı sıfatlarıyla katılan ve Ş eyh ü l islâm Y ahyâ Efendi ile “ Yekdil ve yekcihet55 olarak devlet işlerini düzene koymaya çalışan Vezîr-i a czam Kemankeş K ara Mustafa Paşa olmalıdır. Adıgeçen Vezîr-i a czam bu dönemin en ünlü devlet adamlarından biri olup, Risâlemizde konu edilen meseleler üzerinde aldığı önlemlerle de şöhret yapmıştır. Kemankeş Mustafa Paşa 1638 Bağdad kuşatması sırasında Vezîr-i a czam Tayyar Mehmed Paşa5nm şehâdeti üzerine, V ezîr-i a d a m lık görevine getirilmiştir. Bu görevi 21 Z i’l-ka’de 1053/31 Ocak 1644 tarihine kadar devam etmiştir. Yani IV . M urad5dan sonra, Osmanlı tahtına çıkan I. İbrahim'in ilk yıllarında Sadaret makamında kalmıştır. Bu hü kümdarın iktidarının ilk yıllarında devlet yönetiminde görülen belirli sükûn ve kararlı durum ve bazı başarılar, bu yetenekli V ezîr-i a czam ’ın aldığı önlemler sayesinde gerçekleşmiştir. O önce, dış meselelere kesin çözümler getirmek istemiş ve ı63g5da imzalanan barış antlaşmasından sonra Oşmanlı-İran ilişkilerinin bozulmadan devamı konusunda gayret göstermiştir. Kemankeş K ara Mustafa Paşa’nm dikkate değer çalışma larının başında, iç işlerle yoğun olarak ilgilenmesi gelmekteydi. Osmanlı ekonomisinin o zamanki problemli durumu ile yakından ilgilenerek, yeni paralar kestirmek yeniçeri ve sipâhîlerin sayısını azaltmak, İstanbul’un beslenmesi ve ihtisâb işleriyle ilgilenmek, vergilerin adaletli tevziini ve tahsilini sağlamak üzere eyâletlerde tahrirler yaptırmak, müslim ve gay ri müslim tebaa üzerinde adâleti gözetmek bu V ezîr-i a czam ’m faaliyet leri arasındadır. İşte bu alman önlemlerin, Risâlemizde önerilmiş ol masıdır ki, bize Risâlemiz ile Kemankeş arasında bağ kurmamıza neden olmaktadır. Bu konularda, istediği sonuçları elde etmek için biraz da ba ğımsız hareket etmesi, hayatına malolmuştur. Aşağıda eserin kapsamı ve değeri bölümünde açıklayacağımız hususlardan da anlaşılacağı üzere, Risâlemizde aşağı yukarı Kemankeş K ara Mustafa Paşa’nm uğraştığı konularda öneriler bulunmaktadır. Bütün bu hususlar gözönüne alınacak olursa, sonuç olarak diyebiliriz ki Risâlemizin Kemankeş K ara Mustafa Paşa’ya sunulmuş olabileceği kuvvetli bir ihtimal olarak ileri sürülebilir25.
24 Bk. Tıpkıbasım * s. 67-68. 25 Bk. K â tip Çelebi, Fezleke. İstanbul şâyih, s. 47.
1286-1287,
II., s. 232-233;
D e vh a tü ’l-M e -
3Eserin tavsifi, imlâ özellikleri, dili ve neşir esasları X V I I. yüzyılın ilk yarısında Osmanlı devlet ve toplum yapısı açısın dan birinci derecede bir kaynak olan Mesâlihü’l-Müslimîn’in tek yazma nüshası K onya Yusuf Ağa Kitaplığı 673 numarada kayıtlı bir mecmua da bulunmaktadır. K onya Yusuf Ağa K itaplığı No: 673 Sahife Ölçü Y azı Satır K âğıt Cild
: 141 sahife : 1 4 0 x 7 5 mm. : Nesih ve Bâblar kırmızı (Surh) : 13 : Âdi : Kahverengi, meşin
Başlık : H a fîf müzehheb. V ak ıf ve temellük mühürleri: Tıpkıba sımın 1, 70 ve 141. sahifelerinde III. Selim’in kethüdası Yusuf A ğa5nın vakıf mühürü, ön kapakta “ Sâhibuhu Şerîf Ahmed Çelebi ki be-Harem-i hümâyûn âmede, sene 105355 temellük kaydı bulunmaktadır. Müellif, risâlesini altmış bâb olarak düzenlediğini bildirmektedir. Fakat eserde bâb5lara numara konulmamıştır. Bâblar tarafımızdan nu maralandığında halihazırda elli iki bâb bulunduğu görülmüştür. Buna rağmen metin incelendiğinde hem anlam bağlantısızlığından ve hem de yazmanın tarafımızdan numaralanmış sahifeleri arasındaki devamı gösteren murakıb kelimesinden bazı sahifelerin eksik olduğu anlaşıl maktadır. Bu durum eserin sahifelerinden bazısının sonradan kaybol duğu veya m üellif tarafından koparıldığı şeklinde yorumlanabilir. Meselâ; (Tıpkıbasım, s. 41) in altındaki murakıb5dan anlaşıldığına göre arada noksanlık olduğu görülmektedir. Bu arada kağıt eminleri ile ilgili 15. Bâb noksan kalıyor ve yeni bâb başlıksız devam ediyor. Fa kat biz numaraları tesessül ettirdik. Bu ihtimalin yanında, rpıüellifin 60 bâb üzerinden düzenlemeyi tasarladığı risâlesini düşündüğünden kı sa tutmuş olması da mümkündür. Nitekim bu düşüncemizi doğrula yabilecek deliller elimizde bulunmaktadır. Şöyle ki, müellif 52. Bâb5m sonunu ccF î5l-cümle her maslahatı ehline ısmarlamak gerekdür, ve5sselâm55 cümlesi ile bitirmiştir. Bunun hemen altında (Bâb-ı vüke l â. . . ) ile yeni bir bâb5ı kendi el yazısı ile ilâve etmek istemiş ise de sonradan bundan vazgeçerek üzerini karalamıştır. Yeni harflere çevirerek değer lendirilmesiyle birlikte bilim aleminin istifadesine sunduğumuz tek yaz manın müellif hattı olduğuna dair kesin deliller mevcuttur. Metin ince lendiğinde bu durum açıkça ortaya çıkmaktadır. Bize göre müellif kitabını bizzat, söyleyerek bir kâtibe yazdırmıştır. Bilahare eseri tekrar gözden
geçirirken eksik gördüğü yerlere işlek olmayan yazısıyla ilâveler yapmış tır. Bazı yerlerde de fazla gördüğü kelimeleri karaladığı ve bazı kelimeleri de harekelediği görülmektedir. Bu düşüncemizi doğrulayan kayıtlar yayınladığımız tıpkıbasım, 90, 92, 94, 95, 96, 97, 98, 99, 103, 130, 141. sahifelerinde görmek mümkündür. Yine müellif kendi yazısı ile metine yaptığı ilâvelerde ufak tefek tashihler de yapmıştır. Meselâ (Tıpkıbasım, s. 116 satır i2 )5de “ Birer akçe virmeğe” yerine “ ikişer” ilavesiyle cümleyi “ birer ikişer akçe virmeğe” şekline koymuştur. M üellifin üslûbunun Osmanlı inşa kaidelerine uygun olmadığı görül mektedir. Bunun da bir kâtibe dikte ettirilen konuşma üslûbundan kay naklandığı inancındayız. Böylece, esere Türk sentaksı güçlü bir biçimde egemendir. Metinde müellife ait olduğunda şüphe olmayan tahrîr ihmal ve yanlışlıkları vardır. Meselâ, 42. Bâb’da “ Harcı tâacmm heman harcı yabana gider” burada harçlardan biri fazla ancak metni yeni harflere çevirirken buîıu düzeltmedik. Çünkü metin'tashihi bakımından bu yanlış lığın müellifin ihmalinden gayri izahı mümkün değildir. Yine 43. Bâd’da “ Ne münâsebetür” ün iki defa tekrarlandığı gözlenmektedir. Yukarıda da belirttiğimiz üzere müellifin imlâsında da birlik yoktur. Bazı kelimeler aynı sahifede bile, farklı olarak yazılmaktadır. Mesela, “ Yasağ” “ yasak” (s. 50), “ otağ” (s. 109), da “ otak” (s. 110) gibi. Yine Düşmân kelimesi bazen elifsiz yazıldığı halde bazen de elifle yazılm aktadır, (s. 100). Y a z mada bazı kelimeler acele ile yahut halk ağzında kullanış şeklini aksettire rek yanlış harekelenmiştir. Mesela, “ Derdumend” (s. 79), bunlar aslı şekilleri ile metne alınmıştır. Metinde yine çok enteresan bir imlâ özelliği nin varlığı görülmektedir. M üellif “ gemiciyi” (s. 49), “ muhasebeyi” (s. 54), “ âmireyi” (s. 100) diye yazacağına kelimenin sonunda hemze ve kesre kullanmaktadır. Yeni harflere çevirirken çok zarurî bulduğumuz yerlerde izahı kolayca mümkün yanlışlıklarda metni düzelttik. Mesela, m ehâyîf teftişinde müellif “ gâh gâh çıkmak lazımdür” dedikten sonra, bundan sonra gelen cümlede ise “ bir def^a çıkmağla nice bin zâlimin zulmü def5 olsa gerekdür55 diyor (s. 116). Buradaki “ olsa5’nm “ olmasa55 şeklinde düzeltilmesini zorunlu gördük. Bunların yanı sıra müellif çok nadir ve Türkçe'de birkaç manaya gelen kelimeler kullanmakta ve ilk nazarda metinde yanlışlık olduğu zannmı uyandırmaktadır. Halbuki kullandığı kelimelerin Özel manaları bilinince metinde yanlışlık olmadığı anlaşıl maktadır. Mesela, 46. Bâb5da “ eksükleri değül” buradaki eksük keli mesi bugünkü Türkçemizde kullanılan eksük manası verilirse metinden mana çıkmamaktadır. Ancak “ eksükleri değül55. tabiri (Nesine lazım, ilgileneceği şey değil) manasına gelmektedir26 ve cümleden mana
26 Bk. T a ra m a Sözlüğü, T D K yayım ; I I İ ., 1967, s. 1412.
çıkmaktadır. Ayrıca metni anlaşılır hale getirmek amacıyla müellifin noksan bıraktığı noktalama işaretleri de tarafımızdan metne ilave edilmiştir. Eski metin Türk harflerine çevirilirken Tarih Vesikaları Dergisi’nin 16. sayısında Adnan Erzi tarafından yayınlanan imla kurallarına uyul du. Bununla beraber, “ ûIâ ^Ij55 gibi kelimeler Osmanlıcada kullanılan yanlış şekilleri ile bırakıldı. Kelime ortası ve sonunda bulunan bütün (^)5lar (c) ile, (p)5ler (5) ile gösterildi. M üellifin iptidai üslubu için tabii görülebilecek cümle aksaklıklarının düzeltilmesi yoluna gidilmedi. Üstde de belirtildiği üzere metinden düşmüş olabileceğini aşağı yukarı kesinlikle tahmin ettiğimiz çok nadir ilaveler yapıldı.
ESERİN KAPSAMI VE DEĞERÎ Yukarıda Mesâlihü’l-Müslimîn’in X V II. yüzyıl ortalarında kaleme alınmış bir eser olduğu ve deneyimli bir devlet görevlisi tarafından dü zenlendiğini, V ezîr-i a'zam Kemankeş K ara Mustafa Paşa’ya sunulmuş olabileceğini belirttik. Bu bölümde ise risalenin genel kapsamını açık ladıktan sonra, bazı seçilmiş konuları ele alarak, örnekleme yöntemi ile çağdaşı kaynaklarla sistematik bir değerlendirilmesi yapılmaya çalışılacak tır. Tıpkıbasımın yayını yapılırken eserin kapsamı bâb sırasına göre özet lenerek verildiğinden burada tekrarını gereksiz gördük. Daha öncede söylediğipıiz gibi, müellif eserini 60 bâb üzerine dü zenlediğini belirtmesine rağmen risâlecle 52 bâb vardır. V e eser 141 sahifeden oluşmaktadır. Bu 52 bâb incelendiğinde görüş ve önerilerin başlıca 5 ana noktada toplandığı görülmektedir. 1. İlim ehline ilişkin düşünce ve öneriler: a) Müderris, kadıların yetiştirilmeleri ve görevlendirilmeleri. b) V aiz, müezzin, hatib gibi din görevlilerinin durumları. 2. Ö rf ehline ilişkin düşünce ve öneriler: a) Yeniçeri ve diğer kapukulu bölüklerinin teçhizat, revleri. b) Taşradaki askerîlerin durumları.
giyimi ve gö
3. M alî ve Sosyo-ekonomik konulara ilişkin görüş ve öneriler: a) Ihtisab işleri. b) Fiyat meseleleri. c) İstanbul’un iaşesi. 4. Sosyal konulara ilişkin görüş ve öneriler: 5. Kalem ehline (Kâtiplere) ilişkin öneriler: a) Divân kâtiplerinin durumları ve Divân bürolarının çalışma usûl leri. Bu 5 ana noktada toplanan görüş ve önerilerden başka eserde Osmanlı Devletinin dayandığı yönetim anlayışı ile ilgili genel değerlen dirmelere de yer yer rastlanmaktadır. Bilindiği gibi Osmanlı İmparatorluğu, bir yandan eski Türk hakan lıklarının töre ve geleneklerinden, diğer yandan da İslâm kültür çevre-
sinin hukukî kurallarından ve çevrenin ilk dönemlerden beri süregelen uygulamalarından kaynaklanan bir yönetim anlayışına uygun mutlak, merkezi, teokratik bir yapıya sahipti. Doruğunda pâdişâh bulunan mer kez ve taşra örgütü oluşturulmuştu. Bu klasik modelde X V II. yüzyılın sonlarına gelinceye kadar herhangi bir değişikliğe gidilmeden, daima karşılaşılan problemlerin çözümünde temel düşünceye uygun kurumsal uygulamaların sürdürülmesine çalışıldığı bu modelde, pâdişâhın siyasal otoritesi ve yürütme gücünü merkezde vezîr-i a czam ve vezirler, taşrada ehl-i örf denilen kalabalık bir görevli grubu temsil etti. Askerî-idarî yetkileri olan bu grubun yanında kazaî-idarî yetkiler, ulemâ sınıfının elindeydi. M aliye işlerini defterdârlara bağlı görevliler yürütürdü. Bu üç kolun yanında çok önem taşıyan bir grub da küttâb sınıfı idi. Kâtipler, merkezde Divân-ı hümâyûn’un Nişancı ve Reisü’l küttâb başkanlığında eıı sorumlu öğeleri idiler. Bir anlamda, devletin dayandığı temel düşünceyi ve bu düşünceye dayalı yasal kuralları tbunlar saptar ve uygulamaların düzenli olmasını sağlarlardı. Osmanlı Devleti, X V I. yüzyılın sonlarından itibaren birtakım prob lemlerle ve sorunlarla karşılaşmaya başlandığında, bunların nedenlerini ilkin kendi içinde aradı ve klasik düzenin bozulmaması için önemler al mağa başladı. Kendisinin dışındaki gelişmeler ve değişmeler, ancak X V I I I yüzyılda Osmanlmm dikkatini çekecekti. Nitekim. X V II. yüzyılın bü tün lâyihaları, geleneksel yönetim anlayışı ve klasik düzenin korunma sını önerirler. Ne var ki değerlendirmesini yaptığımız Mesâlihü’l-Müslim în’de ana tema bu değildir. Üstelik bu eserin Özelliği, düşüncelerini belli bir sistemliğe bağlı kalmadan çeşitli bâblara dağıtmış olmasına rağ men, biraz önce sözünü ettiğimiz devletin dayanağı ve kolu olan dört ana görevli gurubu hakkında bilgi vermesi ve önerilerde bulunmasıdır. Bu hususu, müellifinin devletin yönetiminin temel anlayışına tüm anlamı ile vâkıf olduğunu da göstermektedir. Bu genel değerlendirmeden sonra, risâlemizde verilen örnek olarek seçtiğimiz, bilgileri çağdaşı olan diğer lâyihalar ve arşiv belgeleri ile karşılaştırarak eserin değerini ortaya koymağa çalışalım. Birinci bâb, “ Mesâlih-i ulemâ-i izâmî5a ilişkindir. Dünyanın düze nini, bilginlerin varlığına dayandıran müellif, onlara gereken ilgi ve say gının gösterilmesini ister. “ Leyi ü nehâr m ütâlacalarında55 olabilmeleri için “ K apu kapu dolaşmalarının, beş altı yıl m aczûl kalıp sürünmeleri nin önlenmesinin gerektiğini belirtir. Geçim derdine düşmelerini son derece tehlikeli bulur. Gözlemleri oldukça ilginçtir: “ . . . . ve nicesi fakîrlikden kitâblarm satub kara câhil olurlardı. Şimdi dahî bi-caynihîdir. Zîrâ mahlûl mansıb bulunmaz ki ber-murâd olalar. . . 55. Bu durumun ortadan kalkması için şu öneride bulunur: “ . . .bunlara mahlûl mansıb
bulmağın bir çaresi budur k i . . , , atları ve libâsları ve hidmetkârları sipâhîliğe münâsib ola ve ilminde dahî kâmil olmaya, bunun gibileri endâ ulûfe ile bölüklere ve timârlara, hâllü hâline göre yeniçeriyi hisâra çıkardık ları gibi bunları dahî bu veçhile çıkarmak buyurulursa hem sâ’ir m a k û l lere yerler açılurdu ve hem sipâhî tâ’ifesi dahî içlerinde ehl-i ilm olmağla her veçhile fâ ’idelenürlerdi” . Bu önlem alınırsa, bilginlerin altı aydan fazla “ m aczûl yürimiyecekleri” kadılığa vardıklarında sancakbeyinden ve örf tâ’ifesinden korkmayacakları, kitâblarını satmayacakları, rüşvet yoluna gitmeyecekleri, “ hak üzre icrâ” edeceklerini öne sürmektedir. II. Osman’a sunulan Kitâb-i Müstetâb’m müellifi de, ülemâ sınıfı mensup larının en büyük zaafı olarak rüşvet almalarını, aralarında rüşvetin yay gınlığını göstermektedir. Bunun nedenini de, gösterişe önem vermelerine m aczûliyet dönemlerinde rahat yaşayabilmeleri için, görevde iken ola bildiğince bol para kazanma isteklerine bağlarken şu gözlemde bulun maktadır: “ . . . Nihayet mîr-i mîrân ve mîr-i livâ olanlar ile “ sen çok aldın, ben az aldım” deyü biri birleriyle kavgalarından gayri kendülerirıde bir sadâkat kalmamıştır. K oçı Bey, Risâlesinde ülemânm iyi yetişme diğinden, rüşvet ile, adam kayırma ile bu guruba çok kişiningirdiğinden ve bu nedenle sayılarının çoğaldığından görev alanların rüşvetten başka bir şey düşünmediklerinden yakınır27. Görülüyor ki her üçünün de gözlemleri birbirine yakındır, ve bir diğerini tamamlayıcı niteliktedir. Osmanlı arşiv belgelerinde ilmiye sınıfı mensupları “ vârisu ulûmi’l-enbiyâ ve’l-mürselîn” , “ mümeyyiz-i helâl ani’l-harâm” diye tanım lanırlar.28 V e pâdişâh tarafından “ icrâ-yı ahkâm-ı şerciyye ve infâz-ı kavânîn-i me’riyye eylemekle görevlendirilmişlerdir29. Yani, ulemâ sınıfı devletin temelini oluşturan İslâm hukukunun ve Yakm -Doğu kül tür çevresinin eskiden beri geçerli olan geleneklerinin kuşaktan kuşağa aktarıcısı ve uygulayıcısıdır. Bu sınıfın bozulması, devletin önemli bir dayanağından yok olmasıdır. Ulemâ sınıfı mensupları, kâdî olarak görev yaptıklarından, kazaî ve İdarî yetkileri vardır. Ö rf mensuplarından ayrı olarak doğrudan pâdişâha karşı sorumludurlar ve bir anlamda örf mensup larının denetleyicisidirler. Bu ince denge Osmanlı devletinin adâlet anlayışını ve uygulamasını teşkil etmiştir. Mesâlihü’l-Müslimîn müellifi bu ince dengenin bozulduğunu saptamıştır. Onun için, bilgisizliğin önlenmesini, ulemânın fonksiyonunu tam anlamı ile yerine getirmesini sağlıyacak önlemlerin alınmasını istemektedir. M üellif bilgisi tam olmayanların, tîmârlara ve kapukulu ocaklarına aktarılması önerisi getirmektedir. Bizce bu kesin çözüm getirici bir önlem değildir. 27 Bk. K itâ b -i M ü stetâb s. 24-25; K o ç ı B ey risâlfesi^, s. 28 M eselâ bk. K o n y a Şer. Sic.
31-37.
14/182.
29 Bk. Ö ze r Ergenç, 1580-1596 yılları arasında A n ka ra ve
K o n y a şehirlerinin M u
kayeseli İncelemesi. A n k a ra 19735 s. 120-182 ( D .T .C .F . D oktora T ezi). ,
.
Mesâlihü’l-M üslim înm üellifinin ulemâ konusundaki görüşleri Osmanii devlet düzeni için önemli bir kaynak gurubunu oluşturan şer’iyye sicillerinde yer alan bilgilerle doğrulanmaktadır. Risâlemizin kaleme alındığı tarihlerde bir başka önemli Osmanlı şehri olan K on ya’daki ule mânın durumuna dair örnekler risâleyi doğrulamaktadır. H. 1050-1051 /M. 1640-1641 tarihli K onya Şer’iyye sicilinde muhtemelen büyük bir bölü münü mansıb bekleyişi içinde bulunan birçok kâdî sanı taşıyan ulemâ’nm ismi geçmektedir. Bu kâdîlardan bazılarının ismi K onya şehrindeki çe şitli mülk alım ve satımlarıyla ilgilidir. Örneğin, M evlânâ Şeyh Mustafa Efendi, evini 1700 akçeye30, Mevlânâ el-Seyid Mustafa Efendi evini 6000 akçeye31, M evlânâ Mehmed Efendi konağının arsasını 87,5 esedî kuruşa33 satarken, Mevlânâ Musa Efendi 5500 akçeye bir b a ğ 33, Mevlânâ Ali Efendi 150 riyâlî kuruşa bir konak34 satın almışlardı. Bir başka belgede Mevlânâ Hüseyin Efendi ise bir vakıf m ütevellisi35, M evlânâ A li Efendiyi Defterdar kaym akam ı36, Mustafa Efendiyi ise İstanbul'daki Mustafa Ağanın malî vekili olarak37 görmekteyiz. Yine aynı defterden görev yapan kadîlarm da rüşvet yoluna saptıkları gözlen mektedir. Örneğin, Silifke kadîsi A li Efendi, Kıbrıs çavuşlarından Celâl çavuştan 2000 akçe38 “ Kulakçı oğlu demekle m arûf A li nâm kadî55 H alil çavuştan 2000 akçe rüşvet almışlardı39. Mesâlihü’l-Müslimîn müellifinin ulemâ konusunda 11e derece isabetli görüşler ileri sürdüğü arşiv belgeleri ile bir kez daha doğrulanmaktadır. Gerçekten birçok kadînm “ mansıb bekleyişi içinde” bulunduğu ve bu süre içinde nitelik ola rak merkez görevlisi olmaktan çıktığını görmekteyiz. M üellif ayrıca ilmiye sınıfına mensup müderris, müezzin, imanı gibi din görevlilerinin durumlarına da değinmekte ve bunların “ tiryâk î’likten görevlerini yapamaz duruma düştüklerini dile getirmektedir k i 40 bu konuda taşra şehirlerindeki ehl-i ilm arasında da görevlerini ihmal edenler olduğunu doğrulayan arşiv kayıtlarına rastlanmaktadır. Buıta en iyi örnek 1609 tarihli Adâletnamedir 41. Bir diğer örnek A na 30 Bk. K o n y a Şer. Sic. 6/16. 31 Bk. K o n y a Şer. Sic. 6/24. 32 Bk. K o n y a Şer. Sic. 6/29. 33 Bk. K o n y a Şer. Sic. 6/114. 34 Bk. K o n y a Şer. Sic, 6/76. 35 Bk. K o n y a Şer. Sic. 6/108. 36 Bk. K o n y a Şer. Sic. 6/100. 37 Bk., K o n y a Şer. Sic. 6/5. 38 Bk. K o n y a Şer. Sic. 6/137. 39 Bk. K o n y a Şer. Sic. 6/176. 40 Bk. T ıpkıbasım . 8. Bâb. 41 Bk. Başbakanlık Arşivi, M ü h im m e defteri N o . 78, s. 891-899. A y rıca bk. A . L û tfi, M ir â t-ı A d âlet. İstanbul 1304.
dolu müfettişi İsmail Paşa K onya kadısına gönderdiği ocak ortaları 1659 (Evâsıt-ı cem âziyel evvel 1069) tarihli buyurulduda “ çoğu nâ-ehl olub ve gelüb edâ-yı hizmet eylemedükleri55 saptanan K onya şehrindeki Cami, mescid hatiblerinin sınavdan geçirilerek “ nâ-ehl olub câhil olanların55 yerlerine yenilerinin “ arz55 edilmesini istemişti42. M esâlihül-M üslim în5de kapu halkıyla ilgili görüşler de yer almak tadır. Çünkü bu tarihlerde kapukulu ocaklarının nizamı, devletin diğer kesimleri gibi birtakım güçlüklerle karşı karşıyaydı. Bu güçlüklerin ba şında ocağın kaynaklarının çeşitlenmesi sonucu mensuplarının sayısında olağanüstü artma, asıl görevlerinin dışında işlere yönelmiş olmaları gel mektedir. M üellif “ örf tâlfesi55nden en çok kapukulu ocakları ve onların teşkilâtı, giyim kuşamı, talim usulleri üzerinde durmaktadır. Bu konulara ayrılan bâblar eserin önemli bir bölümünü oluşturmaktadır. Heman işa ret etmek yerinde olacaktır ki aşağıda seçilmiş örneklerde yer alan bu hususların hemen hemen bütünü K itâb-i Müstetâb ve Koçı Bey5iiı risâlesinde yer almamaktadır. Bu konuya dair metinden bazı nakiller yapmağı uygun bulduk. “ Eskiden beri, acemî oğlanları İstanbul5a getirildiklerinde, çift sür meyi öğrensinler menfacata yarasınlar diye, Türk tâ5ifesine tevzîc olu nurlardı. Bu işte yarar yoktur. Bunların yeniçerilik ye sipâhîlik ilmini öğrenebilmeleri için, İstanbul'a getirdikleri gibi hemen bölük halkına virseler . . . Onlara hizmet etseler gerektir.43 Sonra yeniçeriliğe çıkduklarmda heman çıkduğı gün kırk yıllık yeniçeriden üstâd olurlardı. . . Bunların böyle menfa cata yaramadıkları Türklere iileşdürüldüklerinden ötürüdür55, 44 diyen müellif burada acemî oğlanlarının yetiştirilmelerine yeni bir model önermektedir. Ayrıca, Rum-ilinde Acem î oğlan devşirilmesi sırasında rastlanan aksaklıkların giderilmesi için “ Yaya-başı bir sâlih ihtiyâr pîr kişi ola ve yanında yeniçeriler dahî ihtiyâr 0la5545 diyerek bu konudaki önerilerini sıralamaktadır. Daha sonra Bölük halkı nın toplum içindeki durumlarından söz eden müellif, merkez ve taşrada kargaşaya karışanların kolayca tesbit edilebilmesi için, giyim kuşamlarının nasıl olması gerektiğine dikkatleri çekmekde ve şöyle demektedir: “ Bö lük halkına münâsib olan. . . kisvetleri bildürür k i,. .. her kişi oturmakda ve durmakda ve eğer bir gavgâda fesâdetde kisve derinden m a lû m olal a r . . . Bu takdirde hiç kimse gavgâ fesâd itmez olur55. 46 “ Bundan m âcadâ yeniçeri tâ’ifesi borklerün çıkarıcak ne giymek gerekdir ki m âlû m 42 Bk. K o n y a Şer. Sic, 18/344. 43 Bk. T ıpkıbasım , s. 8. 44 Bk. T ıpkıbasım , s.
10.
45 Bk. T ıpkıbasım , s. 63-67. 46 Bk. T ıpkıbasım , s. 23-24.
olanlar, gavga veya bir fesat itmeğe korkalar. Lâyık budur ki bunlara kırmızı çukadan birer şeb-külâh giyseler, isteyenler ve ihtiyâr eskileri olanlar şeb-külâh üzerine birer kısa, çalma dahî sarsaiar revâdur. V e cebeciler mor şeb-külâh giyseler topçular siyah çukadan şeb-külâh giyseler ffl-cüm le sokağa veya çârşûya çıkdıklarmda ki börklerin giymeyeler ol vakt bu kisvetleri giyseler ve sâ’ir ehl-i hirfet dahî hassa top arabacı olan lar âsumânî şem-küİâh giyseler bu takdîrce şöylece yasak olıcak, çem îcisi zabt olunur. Ne kimse gavgâ ider ve ne kimse fesâd ider ve fısk dahî idemezler5’ . 47 Yeniçerilerin ve Sipâhîlerin sürekli kontrol altında tutulabilmesi için kendilerine hergün talim yaptırılması önerisini getiren müellif: “ Bir gereklü husûs dahî budurki yeniçeri tâ’ifesi her gün odalarında m ucattal dururlar. Pes bunlara yasak olunsa ki, her gün odalarında matrak oynayub ol sancatda her biri tamâm iistâd olsalar içlerinde matrak bilür b a czı yiğitler vardur anlara terakkî inâyet olunsa, her odaya bir m ucallim ta cyîn olunsa bu ilm dahî katı lâzımdur. Yayak olan matrak ilmin bilse sipâhî olan ki, civan ola anlar dahî bu veçhile her sabah cündîlik öğrenseler, bunun gibilerin üstâdlarma ve şagirdlerine gâh hizmetcik gâh terakkîcik himmet olunsa bundan dahî V ezîr-i a czam hazretlerine çok sevâb hâsıl olurdu, ve nâm-ı şerifleri her giz ferâmûş olmayub dâ’imâ hayırla yâd olurlardı. Zîrâ şimdi nice sipâhî vardır ki at seğirtmeğe bile kâdir değildür. Yarak kullanmağı höd çoğu hiç bilmezler. Bu takdirde ol makûle olan kimesneler abes yere ulûfe eki etmiş olurlar. Bu takdîrce her kişi sancatmda kâmil olmak katı lâzımdur. A le’l husûs ki çavuşların tâze civân olanlara cündîlik bilmek katı lâzımdur. Zîrâ bozdoğanın eline alub sarb yerde atımı koşub alay bağlansa gerekdür. Bu husûsun cenk ve cidâl günlerinde fa cidesi olduğundan gayri oturakda dahî atları ve kendüleri ham olmazlar ve dahî bir vilâyetden elçi geldikte at meydanında ve gayri yerde matrak oynasa ve kimisi cündîlik oynasa gelen elçiler bunlardan büyük ibret ahırlardı. Hizmetler ve terakkiler bunlarun gibilere virüse, yohsa bunun gibi menfacatlu maslahatı köyub mülâzemete meşgul olurlar, ekâbiri kendü maslahatından avk iderler, bi-huzûr ideıier” 48 demektedir. Yine seferde, bölük halkı ve sipâhîlerin karışıklığa meydan verme meleri için statülerine göre nasıl giyinmeleri ve beraberlerinde neleri götürebileceklerine değinen müellifin, bu konudaki önerileri de ilginç tir: “ A le’l-husûs ki düşmene evvel görünen topçu ve arabacıdur, eyle olsa bunlara nişânlü ak börkler gerekdür ki yeniçeri olmadığı m alû m olunalar. Bu takdîrce çünki cebehâne örtüsü kızıl keçe iledür, cebeci ler dahî ak börklerinin önlerine ve ardlarma kızıl keçe pâresinden 47 Bk. T ıpkıbasım ., s. 32-33. 48 Bk. T ıpkıbasım , s. 34-37.
birer gül kadar alâmet komak gerekdür, ya dahî büyücek ola. V e top çuları ki kara top otu hâfızlarıdur, anların dahî ak börklerine siyah keçe den bi-’aynihî birer alâmet gerekdür. V e dahî top arabacılar ki evvel düşmana görünen anlardur, anlara dahî bir heybetlü kisvet gerekdür. Zirâ çekdükleri nüzûl arabası değildür. Bunlara keçesiz kayyum börkler gerekdür; yahûd âsumâniye boyanmış yeniçeri börkleri gerekdür. V e ba’de zâlike solaklar tâ’ifesi ki pâdişâh-ı âlem penâh hazretlerinün kavvâslarıdur, bunlar beş on dâne ok götürmek hiç münâsib değüldür. Bunlar ok ile kirpi-misâl gerekdür. Zîrâ bunlarun muhârebesi ve mücâdelesi hemân okiledür. Okları ellerinde dükenicek, hiç menfacata yaramaz olurlar. Pes bunlara birer müsannac hafîfce varsak kubûrları dahî gerekdür ki içi dolu ok ola ve hem ellerinde dahî âdet-i kadimeleri üzre okları ve yay ları gerekdür. V e herbiri kuşağına birer h afîf demür külüng dahî sokmak gerekdür. Budun muhârebesinde iki cebelü kâfiri solaklar külüng ile dü şürdüler. Bundan m âcadâ solağa ve yeniçeri ta’ifesine fî’l-cümle yayak yürüyenlere kılıç götürmekten gemici kürdesi veya uzunca nimçeler gö türmekten eyüsü olmaz” 49. “ Evvelâ sipâhî oğlanları bölüğünün nice ki bayrakları kızıldır, mücevvezeleri ve tahfîfeleri dahi kızıl kadifeden gerekdür ve silahdârlarun nice ki, bayrakları sarudur, mücevvezeleri ve tahfîfeleri dahî saru atlasdan gerekdür ve sağ ulûfecilerinin mücev vezeleri bayraklarına göre yeşil kadife midür, atlas mıdur, ol reng gerekdür ve sol bölük ulûfecilerinin bayrakları alacaolmak bölük halkına münâsib değüldür. Evvelâ bayrağı fıstûkî tâfta olub ve mücevvezeleri ve tahfîfeleri dahî açık fıstûkî atlasdan mıdur, has kutnîden midür, hemân murâd fıstûkî olmakdur. V e sağ garîbler bölüğünün bayrakları akdur, mücev vezeleri ak atlasdan, ya ak muhayyerden olmak münâsibdür. Bunlarun bayrakları açuk mavi tâftadan olub, mücevvezeleri mavi atlasdan, ya mavi kumaşdan olsa ve cem îc alay bayrakları dahî bunlara göre olsa . . . ” 50 V e solağa ve yeniçeriye uzun yenlü çukalar yaraşmaz, şimdi b a çzı solaklar kutnî kaftân dahî giymeye başladı. Kısa yenlü çukalar münâ sibdür” 51. “ Sipâhî tâ’ifesini zebûn iden bu sadak bölüğüdür. . .. Sipâhînin belinde h afîf musannac varsak kubûrları gerekdür ve kaba dülbendi hemân İstanbul’da komak gerekdür... başlarına dahî birer Selîm î şaruk sarsalar evlâydı” 52. Yeniçeri ve sipâhîlerin sayılarının arttığı rakamlar vererek izah eden ve dolayısıyla bunun önlenmesini ve eskiye dönülmesini isteyen K itâb-i Müstetâb5dan yaklaşık onbeş yirmi sene sonra, Koçı Bey Risâle49 Bk. T ıpkıbasım , s. 27-30. 50 Bk. Tıpkıbasım , s. 24-25. .
Bk. T ıpkıbasım , , s. 37. 52 Bk. Tıpkıbasım , s. 37-40.
si’nden ise en az on sene sonra yazıldığını kabul edebileceğimiz Mesâlihü’l-M üslimîn’de yukarıda verilen örneklerden anlaşıldığı üzere yeni çeri ve sipahilerde ki bozukluk açıkça dile getirilmekte diğer iki lâyiha yazarından farklı olarak yeni önerilerde bulunulmaktadır. Yukarıya aldığımız M esâlihtfl-M üslimîn yazarının yeniçeri acemî oğlanlarının durumu, giyimleri ve talimleri ile ilgili verdiği bilgilerin altında yatan temel düşünce bize bu zümre mensubu kişilerin kendi gö revlerinin dışında işlerle uğraştıkları görünümünü vermektedir. Bu dü şüncemizi doğrulayan çok sayıda arşiv belgesi bulunmaktadır. Biz bu rada birkaç tane örnek vermekle yetinmek istiyoruz. Meselâ, X V II, yüzyıl ortalarında Konya, Ankara, Bursa gibi büyük şehirlerde merkez görevlisi olan yeniçeriler kasap dükkanı, han, hamam işletmeciliği, ti caret gibi meslekleri icra etmekteydiler. Daha H. 992/M. 1584 tarihli İstanbul kadısına gönderilmiş olan bir fermanda: “ B aczı bölük halkı, yeniçeri, acemî oğlanları, cebeci, topçu ve sa’ir kulların tüccar taba kasına karışarak, ticarî faaliyetlerinden55 söz edilmekte ve devamla “ bu tür işlerle uğraşanların şiddetle cezalandırılmaları istenmektedir55 53. Daha sonraki tarihlerde de merkez ve taşrada aynı durumun devam et tiğini belgelerde yeralan bilgilerden anlamaktayız. H. 1065/M. 1655 ta rihinde Ankara şehrindeki toplam 33 kasaptan, 8 tanesi yeniçeriydi. Y i ne Ankara yeniçerilerinden Mustafa Beşe B. Abdullah’ın Atpazarında yenihan denilen kendi mülkü bir haııı olduğunu54, Haşan Beşe, A b dullah’ın kardeşi C a ’fer Beşe ile birlikte zımmîlerle işbirliği içinde şa rap kaçakçılığı yaptıklarını55, Ankara’da Yeniçeri Mehmet Beğ ve sâ’irleri ve sipâhî tâ’ifesi’nin, şehir dışına çıkıp, çevre köylerden şehre satmak için meyve getirenlerden bu meyveleri toptan kapatarak narh tan daha yüksek fiyata sattıklarını56, görmekteyiz. Hatta yeniçeriler taşrada vakıf işlerine de el atmışlardı. H. 1059/M. I^49 yılında K arapı nar Sultan Selim Vakfının mütevellisi “ Halil nâm Yeniçeri” K on ya’da oturan, “ Sefer ve Piyâle nâm yeniçerilerinin zimmetleıihde vakıf ma lından” para olduğunu merkeze şikayet etmişti57. Bu verdiğimiz ör nekler müellifin yukarıya aldığımız ifadelerinde yer alan, yeniçerileri ocaklarda boş oturulmayarak talim yapmaları, asli görevlerinin dışına çıkmalarının önlenmesi, kılık-kıyafetinin düzeltilmesi gibi önerilerin de ne denli haklı olduğunu kanıtlamaktadır. 53 Bk. Ahm ecl R efik, X . asır hicrîde İstanbul hayatı. İstanbul 1333, s, 184. 54 Bk.
A n ka ra Şer.
Sic. 40/438;
55 Bk.
A n ka ra Şer.
Sic. 8/1461.
56 Bk. A n ka ra Şer.
Sic. 8/1090.
1/1092.
57 Bk. Başbakanlık A rşivi Şikayet Defteri 1 /6 , Yeniçerilerin başka işlerle uğraştıkları konusunda ayrıca b t
K o n y a Şer. Sic. 20/266, 17/13 , 23/122/ 16/13.
Mesâlihü5l-Müslircıîn5de 9. Bâb Sancak beylerine ayrılmıştır. M ü ellif burada sancak beylerinin “ zarîf55 ve “ kılıç çengini görmemiş55 ki şiler arasından değil öncelikle “ bahadur55 ve bu göreve “ lâyık55 kişiler arasından seçilmesini ve ayrıca “ endâmda ve sûrette ve aklda ve idrâkde ve her husûsda kâmil55 olmaları gerektiğini önermekte şerce ve kanıma aykırı hareket yapan sancak beylerine korku verilmesini arzulamak tadır. Bu konuda, “ .. .re câyâmn bir çift öküzün satıb akçe kuvvetiyle55 yeniçeri ve sipâhî ve sonunda sancak beyi ve beylerbeyi olduğunu söy leyen Kitâb-i M üstetâb58 müellifinin ............. “ bir alay ehliyetsiz ve hak sahibi olmayanın rüşvet i câşesine tam ac edip, kimine beylik, ki mine beylerbeylik55 verildiğini söyleyen Koçı B ey 59 ile birleştiği görül mektedir. Z î5l-ka5de 1051 (Şubat 1642) tarihli bir sicil kaydına göre Bey şehir Sancak beyi, Seydişehir subaşısmı Seydişehir köylerine göndererek zoıia kanûnsuz para toplatmıştı60. Şüphesiz arşivlerimizde bu şekilde birçok örnek bulunmaktadır. Böylece, Mesâlihü’l-Müslimîn müellifinin sancak beyleri konusunda da gerçekçi gözlem ve önerilerde bulunduğunu söylememiz mümkündür. Mesâlihü5l-Müslimîn5de yer yer sipâhîlere de değinilmiştir61. Seferlere kabul edilir nedenlerle katılmayan dirlik sahiplerinin timârlarıııın kesilmesi gerektiğini ve bu gibilerin teftiş edilerek sahtekarlık ya panlara ebedî dirlik verilmemesi istenmekte tîmârlann her bölükden “ ihtiyârlara55 verilmesi önerilerek, ayrıca kâdîlara da dirlik verilmesi durumunda sipâhîlerin “ ehl-i ilm55den yararlanacakları belirtilmekte dir. Bu dönemde de “ cümle tîmâr ve zecâmetlikler vüzerâmn ve ekâbirlerin sepetlerine girmekle. . . tîmâr ve zeâmet bunca kılıç iken hâlâ berat larda isimleri var ve lâkin resimleri yok55 diyen Kitâb-i M üstetâb62 müellifi ve “ zecâmet ve tîmârlann ehlince55 dağıtılmayarak herkesin dirliğinin başında bulunmadığını söyleyen K oçı B ey63, dönemlerindeki durumun aynen devam ettiği anlaşılmaktadır. Müellifin tîmâr konusundaki görüşleri aynı tarihlere ait arşiv mal zemeleri ile de doğrulanmaktadır. H. 1050-1051 /M. 1640-1641 tarihli K onya sicil defterine göre, Konya kazası Şaid ili nahiyesi Kadın Tekyesi köyü ve Konya kazası Karaciğan köyü sipâlıîleri halktan “ ziyâde mahsûl55 almışlardı64. Yine aynı defterde, sipâhîlerin birbirlerinin dirliklerine 58 Bk. K itâ b -ı, M üstetâb, s. 8. 59 Bk. K o ç ı B ey risâlesi, s. 33. 60 Bk. K o n y a Şer. Sic. 6/83. 61 Bk. T ıpkıbasım I, 4, 29. B â b ’lar. 62 Bk. K itâ b -i M ü stetâb, s. 15. 63 Bk. K o ç ı B ey risâlesi, s. 55-75. 64 Bk. K o n y a Şer. Sic. 6/23, 6/1.77
tecâvüz ettiklerini65 de görmekteyiz. Daha eski tarihli bir örneğe göre ise, Ankara kazası Çubuk nahiyesi Mekki adlı köy ve civârında ze^âmete mutassarıf olan Mehmet çavuş adlı biri sefere katılmadığı için tîmârı elinden alınmış ve bu gelirler, müteferrikalardan Mehmed adlı birine verilmişti. Fakat ondan önce yine Mehmed adlı biri sahte bir beratla buraları tasarruf etmeye başlamıştı66. Mesâlihü’l-Müslimîn’in değindiği en önemli konulardan biri de, muhtesiblik67, kurumüdur. 35. Bâb’da şöyle denilmektedir: cc. . . Muhtesiblik ziyâde ulu mansıbdur, muhtesibliğe bölük halkı olmakdan ise müteferrikaların eski ihtiyârlarmdan hem ehl-i ilm ola, katı câhil ol maya. Bu maküle uslu akıllı, muhteşem yarar âdem olsa ki her kişi gördükde andan utana ve uğurlu yüzü, nurlu kişi ola. Yoksa değme bir ednâ kimesne ki uğursuz ve hor ola, anun gibiler muhtesib olmağıla âlem kurur gi der. . . asi muhtesib kâdîsı müstakil İstanbul kadılığından tekacüd itmiş mollalar gibi bir fâzıl kimesne olsa ana muhkem ricâyet olmsa bir ayun içinde şehr bir onat ucuzluk olurdu. Hiç şüphe yokdur. Her gün muhtesib dükkânında bir mikdâr bile otursa, mücerred ihtisâbı narhları ve her husûs, her m etâcı kendüsi her gün görse k atcâ bunun mesâlihine İstanbul kâdîsı girmese, bi’l-külliye tedbîr almak, virmek anun olsa ve ucuzluk ne veçhile olması mümkindür ve narhı dahî ziyâde itmekle mi mümkindür, nicedür, leyi u nehâr anun fikrinde o l s a . . . 55 Bundan sonra yine aynı hususda örnekler gösterilerek .ihtisâb dükkânı hemân hırsuz ortağı gibi bir dükkân o l d u . . . 55 diye yakmılmaktadır. Yalanmalar, özellikle İstanbul’daki uygulamalar üzerinde yoğunlaşmaktadır. 37. Bâb5da muhtesiblerin ccednâ bölük halkından” olmalarının da, kimsenin kendi lerinden korkmaması sonucunu verdiği eklenmektedir. Şu gözlem ve yargı, muhtesiblerin o zamanki durumuna açıklık getirmektedir. . muhtesib çardağı hemân bir harâmî yatağı gibi olmuşdur, yanında kâdî yok hep avâm cem c olmuşdur. K â d î efendi çânibinden adetdür, bir dânişmend korlar, asi harâmî-başı oldur. Zîrâ bir gayetle aç dânişmend korlar ki bir kaç akcecik eline girsün deyü5’ . İhtisab eski bir İslâmî müessesedir. Yakm -Doğu devletleri tebcanm adâletsizlikten korunmasını, sıkıntılarının giderilmesini en önemli gö revlerden saymışlardır. K u r’an da, İslâm hükümdarına toplumun men faati için etkin olarak, genellikle kabul edilen sosyal değer yargılarını 65 Bk. K o n y a Şer. Sic. 6/35, 6/98. 66 Bk. A n kara Şer. Sic. 5/1206. 67 M u htesib için Bk. O sm an N u ri, M ecelle-i U m u r-u Belediye. I., İstanbul (1337/ 1922); R ob ert M an tran , U n docum ent sur Fihtisab d ?lsta n b u l â la fin du X V I I e s., M e la n ges Louis M assignon publies par IT nstitut Français d ’Etudes A rabes de D am as, t. I I I , Beyrouth 1957, R o b e rt M an tran , İstanbul dans la seconde m itie du X V I I e siecle, Paris 1962, s. 299 v.d.
ve yasaklarını desteklemesini emretmiştir. Bu yüzden bu türlü yasak lar hisba adı altında-toplanarak şeriatın bir kısmı haline geldi. V e hali fenin görevlerinden biri addedildi. Uygulamada, hisba kuralları esas olarak sanat ve ticaretle ilgilidir ve hilenin, spekülasyonun önlenme sini pazarda doğru fiyat belirlenmesini, ölçü ve tartıların kontrolünü amaç edinmiştir. Bu yolla fiyat denetim metodları ve ölçülerindenetim i hisba adı altında şeriat bünyesi içinde toplandı. Nitekim Osmanlı kanûnnâmelerinin tarifine göre devletin sahibi olanların narh işiyle biz zat ilgilenmeleri, işi kâdî ve müntesibe havale, etmekle geçiştirmeme leri gerekirdi. Narh işi “ Umûr-ı külliyeden55di ve “ istirahat-ı âlemin bir maddesi dahî narh icrâ olunub ehl-i sûk v'e pazarın ümûru muntazam olmakla kâimdir5568. Osmanlı İmparatorluğunda en yüksek devlet makamlarının ilgisi ne kadar büyük olursa olsun, fiyat işlerinin düzenlenmesi konusunda genellikle kâdîlarm görevlendirildikleri görülmektedir. Kâdînın em rinde muhtesib veya ihtisâb ağası denilen büyük bir beledî zabıta me muru vardı ki, bunun görevi kâdînm verdiği hükümleri uygulamak ve çarşı ve pazardaki hayatın düzenini sağlamaktır. Bu memur mevkiini genellikle iltizamla almış bulunduğu için, pazarlarda satılan eşyalardan alman ihtisâb rüsûmunu kendi hesabına toplar, esnafı teftîş ederek narh tan fazla veya eksik satanları, kalitesiz mal üretenleri ve satanları ceza landırırdı69. Osmanlı İmparatorluğunun X V I. yüzyılın ikinci yarısından başlayarek gerek yönetim , açısından ve gerekse sosyo-ekonomik durum bakı mından karşılaştığı yeni şartların İmparatorluğun en büyük şehri olan IstanbuPu da olumsuz yönde etkilemesi kaçınılmazdı. Mesalihü5l-Müslimîn müellifi Kitâb-i Müstetâb ve K oçı Bey Risâlesinde göremediğimiz şekilde malî ve ekonomik konulara yer vererek bozuklukların geniş kap samlı olduğunu farketmiş gözükmektedir, M üellif bir yandan malî ve ekonomik konularda görevli kişilerin durumunu sergilerken bir yandan da, IstanbuPun iaşesinin sağlanması ve denetlenmesi konusunda duruma pratik çareler göstermektedir. M üellifin muhtesib konusunda İstanbul için verdiği bilgilerin Bursa ve K onya gibi diğer büyük şehirler için de geçerli olduğu anlaşılmaktadır. Narhın muhtesib marifetiyle verilmesi gerekirken Bursa5da şehir halkından bazı kimseler cebr ile muhtesib men fa "ati. olmadan narh vermekte ve muhtesibe karşı koymakta idiler.70 68 Bk. E m ile T y a n , H istoire de l ’organisation. Judiciaire en Pays d 9Islâm, Paris 1938. 69 Bk. Ö m er L ü tfi Barkan, Bazı b ü yü k şehirlerde eşya ve yiyecek fiyatların ın tesbit ve teftişi hususlarını tanzim
eder K anunnâm eler. T a r ih Vesikaları 1/5 (1942) s. 326-340,
1 1/7 (1942) s. i 5 - 4 °> ı ı /9 ( L9 4 2 ) 1 6 8 -1 7 7 . 70 Bk. T u rh an D ağlıoğlu , 16. asırda Bursa. Bursa 1940, s. 66-120.
“ ...M u h tesibler bac nâmıyla asla bir nesne-akgelmiş-değiller iken ve defter-i hakânîde dahî muhtesibler içün bu hususta bir şey almamak kayd olunmamış iken “ K onya şehrinde muhtesiblerin pazara meyve ve sebze getiren üreticiden akçe alarak55 ihdâs-ı bid5ad ve zulm ve gadr55 ettikleri görülmektedir.71 Mesâlihü5l-M üslimîn5nin çeşitli bâblarında, İstanbul'un iâşesi ve fiyat meseleleriyle ilgili çok değerli bilgiler mevcuttur. Müellifin, İstan bul5un iaşesi ile ilgili gözlemleri de olumsuzdur. îhtisâb kurallarının ge reğince uygulanmadığı, muhtesiblerin görevlerini kötüye kullanmaları yüzünden esnafın, halkın ve şehre yiyecek getirenlerin zarar gördüğü, şehirde çeşitli maddelerin darlığı ve buna bağlı olarak da fiyat artışları nın çok sık rastlanır hâle geldiği belirttiği hususlardır. Bu konudaki yargısı özetle şöyledir: “ . . . Â l e m hile ile hokkabazlığa mâlâmâl olmuşdur55. 72 M üellif halkın tüketim ihtiyacı olan temel konularda mevcut durumu anlatmakta ve önlem alınmasını istemektedir. 43. Bâb5da ekmek konusu işlenmiştir: “ . . . A h v â l budur ki ekser etmekçi furunlarında furuncusu ve etmek yoğurucusu cem îcsi kâfirlerdür, Sehel furun vardur ki müslümân ola. Pes furuncusu kâfir olanların etmekçileri ellerin yumazlar ve ekmek yoğurduklarında âdetdür ki giyeceğin ve gönleğin ve şapkasın bile çıkarur, dahî yoğurur; terledükte gövdesinden ve saçlarından derleri ve bitleri tekne içine dökülür, hiç eksüği olmaz, muttasıl yoğurmağa meşgul olur; değme bir kıl ya sinek düşse mukkayyed olmaz, hemân tîzce bişûreyim satayım, akçe elüme girsün dir55. İstanbul et sorununa da değinen müellif, bunu çözümlemek için önce üreticinin durumuna eğilinmesi gerektiğini gözleyebilmiştir. K en disine göre recâyâmn koyun resmi yüzünden incitilmemesi gerekir. Def terde yazılı olan resmi almak şart değildir. R e câyâ5nm o yıl 11e kadar koyunu varsa onun üzerinden resm alınmalıdır. Ölen koyunun da res mini almak gerekm ez73. Kassâblarm şehre koyun getiren “ Rencbeıierin55 parasını heman vermediklerine değinen müellif “ . . . Re nç b e r vardır ki üç ay katlanur hakkını alamaz dürlü belâlar çeker.55 Çözüm olarak koyun getiren üreticiye hüccet verilerek bu işin düzene konulmasını önermek ted ir.74 Müellifin et fiyatlarının artışıyla ilgili şu gözlemi de ilginçtir: “ Eskiden şehre ne kadar celep koyunu ve rençber koyunu gelürse bizzat muhtesib tarafından mühürlü temessükleri vardı. Şimdi Edrene kapısında görevli kadının dânişmendi eğer rüşvet yimek isterse iki yüz koyun getüren celebin eline bin koyun götürdü diyti bir hüccet vermektedir55. 75 Burada 71 Bk. K o n y a Şer. Sic. 27/136, 35/173. 72 Bk. T ıpkıbasım , s. 95. 73 Bk. Tıpkıbasım , s. 68-69.
74 bk. Tıpkıbasım , s. 96-97. 75 Bk. Tıpkıbasım , s.. 95.
narh dışı koyun satılmasına açıkça zemin hazırlandığı kesin olarak an laşılmaktadır. Nitekim daha X V I. yüzyıl sonlarına ait bir hükümde: “ Yâhûdi ve koltukçularm evlerinde ve sa’ir mahallelerde gizlice koyun ve siğır kes tikleri, eskiden beri olduğu gibi salhanenin dışında kesim yapılmasının55 yasaklanması istendiğini görmekteyiz76. Yine, X V II. yüzyıl başlarında Ankara’ya ait bir sicil kaydında, şehre kontrolsüz sokulan kassablık hay vanların kaçak kesilerek ihtisâb kurallarına uyulmadan satıldığına, tanık olm aktayız77. Ayrıca, muhtesiblerin görevlerine dair: “ V e şehre kutu balı gelse üst gömeci nefis ak baldur, altı harâbdur, yenmez yabana atarlar, hemân bir kuru kara gömeçdür. Muhtesibler bunun gibi husûsda ihmâl etmemek gerekdür ki müslümânlar huzûr ideler, akçeleri dahî abes yire gitmeye55 78, diyen müellifin bu görüşündeki haklılığını, ihtisâb kanûnnâmesinde yer alan aşağıya aldığımız belge de doğrulamaktadır. Şöyle ki; “ Taşradan gelen gaile ve bal vesâir meckûlât kısmından ne gelir ise muhtesib kadî ma5rifetiyle kemâ yenbağı teftiş eyleyüb tâ ki yalan yere şire deyüb ve ziyade narh istemeyeler. V e getiirdüğü yere göre harcı hisab olunup ta mam oldukdan sonra on onbirden nihayet on beşe varınca muhtesib kâdî m arifetiyle narh vire5570. “ Muhtesiblerin bir hâli dahî budur ki İstanbul gibi şehirde ki pâdişâh5m tahtıdır, bir kassâb ki iki akçe koyun eti satsa yanınca bir pare elbetde keçi eti bile karışdurur. Buna hiç kimse nesne dimez. Pes sevâb budur ki koyun eti satılan kassâb dükkânında katcâ keçi eti durmamak gerekdür, keçi eti satılan dükkân bunlardan ırak gerekdür ki m uvâzaca itmeyeler, muhtesib olan muhkem yasak eylemek gerekdür. V e Hızır İlyas güni gelmeyince değme bir ednâ kişiye kuzu satılmasa koyunun dahî bereketi olurdu. V e hiç dişi koyun ve dişi kuzu satılmasa hem yağ ucuz ve hem koyun ucuz olurdu55 80. ı6305lara ait bir ihtisâb kanûnnâmesinde yeralan ve İstanbul'un et sorununu içeren aşağıdaki bilgiler81, Mesâlihü’l-Müslimîn müellifinin gözlemlerinin haklılığını bir kez daha açıkça ortaya koymaktadır: “ Zemherîrin evvelinden ra b îcin ahırına değin ki altı ay olur ki yüz elli dirhem koyun eti bir akçeye ola. Sayfm iki evvelki ayları üçyüz sayfın âhiriyle güzin evvel ayı üçyüz elli dirhem güzin iki âhır ayları üçyüz dirhem koyun eti bir akçeye;satıla. Am m a her zamânda koyun etinden 76 Bk. A h m ed R efik, H icrî onbirinci asırda İsta n b u l hayatı. İstanbul 1931, s. 20-21. 77 Bk. A n k a ra Şer. Sic. 2/1092. 78 Bk. T ıpkıbasım , s. 5 1, 79 Bk. Ö m er L ü tfi Barkan, T a r ih Vesikaları I/5 (1942) s. 331. 8Q Bk. T ıpkıbasım , s. 52-53. , 81 Bk. Ö m er L ü tfi Barkan, T a r ih V esikaları I/5 (1942) s. 329-330.
keçi eti elli dirhem ziyâde satıla. Koyun etin ayru keçi etin ayru satalar birbirine katub satmayalar. Katarlar ise muhtesib kâdî m arifetiyle ta czîr ide cerîme alınmaya. V e kuzı eti elli dirhem eksük satıla şişek olduğı vakt koyun etiyle beraber satıla. T a cyin olunan narhdan eksik satılur ise dir hemine bir akçe cerîme ve sâ’ir terâzu ile satılan nesnelerden eksük satan dan iki dirheme bir akçe cerîme alma. Mahrûsa-i İstanbul maslahatı içün memâlik-i mahrûsadan celebkeş yazılub, üzerlerine ta cyin olunan koyunlarm emr olunan mevsimde İstanbul’a gelürler. Geldikten sonra kâdî ve muhtesib m acrifetiyle celebkeş getürdüği koyunları sayılub üzerine kayd olunan koyunlarm tamam getürdükleri m aclûm olduktan sonra koyun getüren celebkeşlere kâdî ve muhtesib m arifetleriyle salhâne ve şehirde kassâb dükkanının buluvirüb celebkeş getürdüği koyunu ol virdükleri dükkânda boğazlayub getüren celebkeş binefsihî kendü narh-ı rûzî üzere sata. Am mâ kâdî ve muhtesib dâ’im anların gibi celebkeşleri görüb gözedüb yoklayalar tâ ki kassâblar ile m uvazaca idüb hiyle itmeyeler. V e koyunlarm tamam boğazladıktan sonra kâdî ve muhtesib celebkeşlerin ellerine koyunlarm tamam götürüb satdılar diyü hüccet virüb yer lerine ğöndereler. V e şol celebkeşlerin üzerine kayd olunan koyunlarm b a czm getürüb ve b a czı âharm götürmeyeler teklif olmub elbetde üzer lerine kayd olunan koyunlarm buldurub tamam getürdüb emr olunan üzre satdırub ellerine hüccet vireler. K uzât ve hükkâm bu bâbda gereği gibi mukayyed olub ihtimam idüb celebkeşlere koyunlarm mevsimin de buldurub celebkeş içün kul varıcak celebkeşleri ve koyunlarm varan kula teslim idüb kendüler dahi birer yarar âdemlerin koşub getürüb İstanbul kâdîsma ve muhtesibine teslim idüb anlardan hüccet alub gi derler. Veyâhûd emr olunan üslûb üzere boğazlayub satalar, U emre muhalefet iden kâdîlar müstehikk-ı cıkab ve citab olalar. V e şehre ihti yariyle koyun getüren kimesnelerden celebkeşler koyun almayalar. K â d î ve muhtesib men cidüb aldırmayalar. Alurlar ise kâdî m acrifetiyle muh tesib döğe, ammâ cerîme almaya. V e kassâbâne ile yüzülmesi mükerrer ola. Amma şol vakit ki sellâh koyun derisin ve gayrının derisin yarub veya delik ide etdüği ziyana göre cerîme alma” . M üellif 49. Bâb’da odun sorununa değinmekte ve şöyle demektedir: “ İstanbul’da odun ucuz olmamak sebebi nedür anı bildürür ki bu hu sûsdan müslümânlar gayette bî-huzûrlardur. Ekâbirden ayri kimse çeki odun alımazlar. Sebebi oldur ki Türkler gâh terekesün ekerler ve gâh nâdas sürmeğe mübâşeret iderler, arabalarla yalılara odun taşımazlar ve husûsdan rencber gemileri vaktiyle odun taşıyamazlar. Odun bahâlu olduğu budur. Pes bu husûsa çâre ve dermân oldur ki evvelâ mîrîden veyâ bir ekâbirden bir mikdâr akçe çıkub Yalâk-âbâd’da ve İznik-mid iskelelerdeki f î’l-cümle odun yığılan iskelelerde birer büyük kârbân-sarâylar y a p ıls a ... vâfir acemî oğlanları veyâ kullar ta’yîn olunsa ve her birine
baltalar virülse. . . ol odunları :beğlik at gemileri şehre taşıyub m îrî cânibinden s a tıls a ...55 . Görüldüğü üzere risale müellifi, odun konusundaki tıkanıklığı mal azlığına ve talep fazlalığına bağlamakta, ulaşım ve dağıtım sorunlarına pratik çareler önererek devletin bu konuya çözüm getirmesini istemek tedir. Mesâlihü5l-M üslimîn5in 4, Bâb5mdan ise cc. . .her vilâyetde bir dürlü arşun ve kile vardur, nice isterlerse yolcuları aldarlar55 denilniekte ve çözüm yolu olarak nasıl her yerde hutbe ve sikke bir ise “ . . .her vilâye tin kilesi ve arşunu ve vukiyyesi ve dirhemleri götürüşü İstanbul5a uya55 olması önerilmektedir. M üellif 18. Bâb5da şehre hâm meyve getirildiğinden şikayet etmekte ve şöyle demektedir. “ Şol veçhile ve yasak olunsa ki, gemiciler katı hâm yemiş getürdükte hiç bâzârcılar ve halk almasalar ve hâm yemiş getüren gemiciyi muhtesibler döğüp habs idüp cerimesin alsalar ve dahî dükkânın da katı hâm yemişler dutan bâzârcılara dahî b ic-aynihî siyâset olmsa ve yemiş gelen Yalak-ova ve M ihaliç ve sâ5ir meyve gelen kâdîlıklara dahî tenbîh olunub hükm-i şerifler gönderilse ki anlar dahî Türkler5e yasağ itseler ki “ yemüşünüz hâm iken gemicilere koparup satmanuz; eğer satarsanuz siyâset olunup mühkem cerîmenüz almur55 dişeler bu husûs def- olunur giderdi. Ammâ bir yıl yasağ edüp sonra muhtesibler yep-yâp rüşvet olup gemicilere icâzet virmemek gerekdür. Yasak oldur ki, yıldan yıla yasak dahî ziyâde ola, Osmanlunun yasağı höd kuşluğa değindür dimeyeler gaflet itmeyeler. V e şehre kutu balı gelse üst gömeci nefîs ak baldur ve altı harâbdur. Yenmez yabana atarlar, hemân bir kuru kara gömecdür. Muhtesibler bunun gibi husûsda ihmâl itmemek gerekdür ki müslümânlar huzûr ideler, akçeleri dahî abes yire gitmeye55. Yukarıda verdiğimiz bütün örneklerde açıkça görüleceği üzere Mesâlihü5l-Müslimîn müellifi lstanbul5un iaşesi gibi ekonomik konularda son derece başarılı gözlemlerde bulunmakta olayları tek nedene bağla mamaktadır. Çözüm için önce kanûnlarm sürekli uygulanmasını, şehre dışardan gelen her çeşit malın ucuz, kaliteli ve bol olabilmesi için üretici, nakliyeci ve satıcıların sıkı bir şekilde denetlenmesini, gerekirse “ Bâzârcılar ve halk55 kalitesiz ve pahalı mal almamalarını, devlet görevlilerinin kanûnla kendilerine" verilen yetkilerini kesintisiz kullanmaları lâzım geldiğini dile getirmektedir. Mesâlihü5l-Müslimîn5de IstanbuPun sosyo-ekonomik sorunları ya nında zaman zaman taşradaki recâyâ5nm durumuna da değinilmekte ve düzeltilmesi için önerilerde bulunmaktadır. 24, 25 ve 26. Bâb5lar bu konulara ayrılmıştır: Devşirme sisteminin iyi işlememesi yüzünden “ . . . R e câyâ oğlm halâs eylemek içün çift öküzün ve bağın ve tarlasın
bil-külliyye satub yaya-başma rüşvet verür, oğlanı kurtarır. D ahî ol kâfirin oturacak ve duracak yeri kalmaz, oğlı ile kızı ile başun alub gi der. . . Yaya-başı bir sâlih ihtiyâr pîr kişi gerekdür ve yanında olan yeni çeriler dahî her bölükden koca yeniçeriler gerekdür. . . 55 82. “ . . . Müslümânm yâhûd bir kâfirin kışm kazâ-yı âsumânîden koyunları kırılur, dahî koyun hakçısı gelüb bu kişinin defterde bulduğı üze re geçen yıl sentin bu kadar koyunun vardı, elbette resmin tamâm vir diyü ol fevt olmuş koy unlarının resmin, bi-kusûr alur. Pes ol. Fakir nuelesün hem koyundan çıkdı ve hem kuru cerîme virür. Koyunları kurul duğuna acımaz, illâ ki bu kuru cerîmeyi ağlayu ağlayu ve bin kere ha râm idüp virür. . . Her kişinin mevcûd olan koyunundan resm almub eski defterle kimseye zulm itmeseler.55 “ . . .bir karyede bir yıl birkaç kâ fir fevt olur, yâhûd tâ cûn olub v â fir .kâfir fevt olur. Gelecek yıl harâcçı gelür, eğer bu mürdelerün emlâki, esbâbı varsa satub harâcm virirler. Eğer nesnesi yoğşa ve baştinası dahî yoğsa elbette elbette üç yıla değin köylüsü ağlayu ağlayu bu mürdelerün harâclarm kendü yanlarından virürler. .. Pes lâzım oldı ki âdem-i kudretlerinden mevcûdları dahî bi5lkülliyye girîhte olalar. Bu takdîrce hem mâl-i mîrîye zarâr hem kendülere zarar oldu55 83. Müellif, yukarıda açık örneklerini gördüğümüz taşradaki olumsuz durumun bir bakıma denetim yokluğundan kaynaklandığını 45. Bâb5da dile getirmekte ve şöyle demektedir: “ M ehâyif teftişine mukaddemâ bir vezîr-i a czam gelüb götüri mehâyif teftişine kapucuları gönderürmüş. Kapucu neye kâdirdür? Hânedan hâneye ikişer akçe cem c idüb nice müslümâna zulm idüb gelüb gidermiş* Sonra gelen vezîrler dahî kanûndur deyü bu târikle kapucuları gönderürlermiş. . . M ehâyif tef tişine giden kimesne vüzerâdan tekacüd eylemiş bir yarar maslahât-güzar sâlih kimesne vüzerâdan tekacüd eylemiş bir yarar maslahât-güzâr sâlih kimesne olsa, ve yâhûd küçük vezirlerden kangısı sâlih ve mütedeyyin maslahât-güzâr kabil ise ol olsa. Bu dahî eyüdür ve kâdîları kâdî-askerlikten tekacüd etmiş bir müstakim maslahât-güzâr kimesne olsa bu ikisi emr-i şerifle gidüb büyükden ve küçükden eğer sancak beğidir ve ger toprak kadîlarıdur ve ger sipâhîlerdür ve ger recâyâdur umûmen cem îc-i mehâyifi göreler, her kişiye hemân hakkın alıvireler. . . Sancak beğleri ve kâdîlar ve emînler ve hizmete varan kullar bir kimseye zulm itmez olurlar. . . M ehâyif teftişine hükm alub varan kimselerin maslahatın beğler ve kâdîlar hak üzre görmezler. Hükm-i şerife gözleri öğrenmişdür, hükmü okur dahî dizi altına kor, bildüği gibi hükm ider. Anunçün âdem vardur ki iki üç kerre hükm alur yine maslahatı bitmez. Pes vech-i meşrûh 82 Bk. T ıpkıbasım , s. 63-66. 83 Bk. T ıpkıbasım , s. 68-69, 70-72,
üzre hayf sorucu giderse vardıkları yerde sancak beğlerinin ve kâdîlarm ve sâ’irlerin peşkeşlerin yük yük arpaların ve koyunların ve tavukların kabul idüb ve ta câmlarm yirlerse m ackul değüldür. Yüklü olurlar lıak yirine varmaz, katca beğlerle musâhabet dalıî itmemek gerekdür.55 Gerçekten X V I I. yüzyıl ortalarında Osmanlı Devleti yönetimi iyice zayıflamış ve yönetimde büyük küçük herkesin söz sahibi olduğu bir dö neme girilmişti. Naima, bu dönemdeki yüksek yöneticilerin “ . . . V a k timizi hoş geçtirelim fesâd-ı âlemi biz mi ıslâh etsek gerek oluruyla gö relim. . 55 anlayışıyla hareket ettiklerini yazm aktadır.84 Mesâlihü5l-Müslimîn müellifinin yukarıda vurguladığı hususların taşrada aynen geçerli olduğu ve günden güne ağırlaştığı arşiv belge lerinden açıkça anlaşılmaktadır. Merkezden zaman zaman müellifin belirttiği tipte başarılı müfettişler gönderilmiş olmasına karşın dene time gidenler çoğunlukla başarılı olamamış üstelik halka yük olamuşlardır. X V II . yüzyıl ortalarında Anadolu5da teftiş için görevlendirilmiş olan İsmail Paşa geniş yetkilerle donatılmıştı. Kendisinin Orta Anadolu şehirlerindeki, ulemâ ve askerîlerin sayılması, dini görevlerin, vakıfların denetimi ve taşradaki merkez görevlilerini kılık-kıyafetiııin düzene sokul ması gibi geniş konulara eğildiğini gösteren kayıtlar bulunmaktadır85. Daha sonraki yıllarda ise. düzensizlik ile önlenmesi gereken, ihdâs edilmiş bid5adlerden zarar gören halka yapılan haksızlıkların giderilmesi için merkezden gönderilen görevlilerin başarılı olamadıkları sızlanmaların sürekli olarak devam etmesinden anlaşılmaktadır. Bu görevliler Mesâlihü5l-Müslimîn yazarının belirttiği gibi halktan ve yöneticilerden “ Pişkeşlerin55 almaktan geri kalmamışlardı: Örneğin, H. 1095-1096/M. 16841685 tarihinde K onya kazası halkı müfettişlerin ve merkezden gelen ça vuşların masrafı olarak yaklaşık 6000 kuruş harcamıştı. Bu paranın 449 kuruşu müfettiş A li Paşa5ya, 1500 kuruşu müfettiş Seyid Mehmet Paşa5ya “ nakid55 olarak verilmişti86, Mesâlihü5l-Müslimîn müellifinin teftiş konusu ile ilgili, olarak çiz diği görüntünün ne derece yerinde olduğu ve bu durumun kendisinden sonra düzeltilmeyerek dahada kötüleştiği 1687 tarihli fermandan açık ça anlaşılmaktadır. “ . . Memâlik-i Anadoluda bazı mahallerden levendât ve hırsuz ve k atcı el-târik eşkiyâsı zuhûr idüb ebni-yi sebilin yollarına inüb, nicelerin kay d ve cümle erzâk ve emlâklerin nehb ve gâret ve hilâf-ı şerc fesâd ve şekâvetlerlin ibâdullâh üzerinden defc ve ref5e müfettişler ta cyîn olunmuş idi. Anlar dahî, bu bahane ile ta m V hâma düşüb eşkiya teftişi nâmıyla bir-iki bin levendi cem c ve kasaba ve kurâda gezüb müft 84 Bk. N a im a T arih i. İstanbul 1280, V ., s» 180. 85 Bk. K o n y a Şer. Sic. 18/327-344. 86 Bk. K o n y a Şer. Sic. 28/1-4, 33/2-3.
ve meccânen yem ve yimek aldıklarından m âcadâ müfettiş akçesi ve sâ’ir bahâne ile ahvâli-yi memlekete, ve reCâyâ fukarasına, hilâf-ı şerci şerif hadden ziyâde zulrn, ve tecaddî ve tecâvüz üzre oldukları sem-ı hümâ yûnuma ilka olunmağla bâ’de’l-yevm memâlik-i Anadolu’dan müfettişler refc olunmuştu8?. Mesâlihü’l-M üslimîn’in belki de en önemli ve benzerlerinde rast lanmayan bir başka özelliği de, yazıldığı çağı aşan bir anlayışla bazı sos yal konulara eğilmiş olmasıdır. Örneğin, müellifimiz: “ Mahrûseri İstan bul’da ve Edrene’de ve Bursa’da ki her zamânda âteşden ihrâk olub, mlislümanlar fâkir olub evkaflar harâb oldu. Hiç mimârlar buna bir fikr ve tedbîr eylemek eksükleri değül, her yandukça hemân yapalım dirler. Hâ~ kimu’l-vakt olanlar bu üstâdlardan elbette bir tedarik taleb eylemek gerekdür” 88, diyerek, sosyal bir olaya parmak basmaktadır. Hakikaten 1635-1640 tarihlerinde başta İstanbul olmak.üzere birçok şehirlerde büyük yangınların çıkmış olması çağdaşı kaynaklardaki bilgilerle de doğrulanmaktad ır89. Müellifimizin yukarıda değindiği yangınlar ve verdiği zararlar ko nusunda; İstanbul evlerinin tarzı, mimarîsi ve inşa şekline dair H. 1131/ M . 1718-19 tarihli son derece ilginç bir belge bulunmaktadır. Mesâlihü’lMüslimîn’den en az 50-60 yıl sonraya ait bu belgede yer alan bilgilerden, ağır sosyo-ekonomik kayıplara neden olan yangınlardan korunmak hu susunda fazla bir yol katedilmemiş olduğunu gözlemek gerçekden ilgi çekicidir. Aynı zamanda bu bilgilerin X V II. yüzyıl ortalarının bir eseri olan risâlemizdeki verilen bilgilerle de büyük bir yakınlık göstermesi dikkate değer bir husustur. Şöyle ki; “ İstanbul kâdîsma ve hassa mimar basıya hükm ki: Mahrûse-i İstanbul’da vaki büyüt ve menazil zıyk ve birbirine karib ve muttasıl olduğundan m âcadâ bazı evlerin saçakları uzun •ve şehnişinleri karşu karşuya vaki olmağla bi-emrillâhi tecâlâ bir mahalde harik vaki oldukda karşusunda vaki olan şehnişinlerin ve saçak ların serian yanmasına sebeb olup tizyeten basdırılması mümkün olmayub ve ekser harik ahşabdan bekâr odalarından ve hanlardan ve dükkânlardan zuhûr itmekle ibâdullâhm bu harik musıybetinden himayet ve sıyanetleriyçün bu makule harika sebeb olan şeylerin men’ü ref’i fermanım olmağın imdi senki mimar başısın fim abaad İstanbul’da dahili surda ve harici surda gerek muhterik olan yerlerde ve gerek sâ’ir mahallelerde kendülere kâr ve akar içün bekârhabe ve sâ’ir hanlar ve bekâr odaları yapdırmak murâd idenler taşdan kârgir yapdırub zinhar ağaçdan yap87 Bk. K o n y a Şer. Sic. 31/288. 88 Bk. Tıpkıbasım , s. 1 1 6 -1 1 8 .
,
' ■' .
89 Geniş b ilgi için bk. M u stafa C ezar, O sm anlı devrinde İstan bu l yapılarınd a tah ribat ya p a n yangınlar ve tabii afetler. İstanbul 1963, s. i o - i i .
dırmasma ruhsat virilmeyüb ve gerek bundan akdem ve gerek bu defa muhterik olan mahallerde menzil binasına mübaşeret idenler damla rının saçaklarını tuğladan kirpi olmak üzre yapub katcâ ağaç ile saçak yapılmayub ve bunlardan menzillerine şehriişin çıkarmak murâd idenlere kadimi üzre on sekiz parmak yapmalarına mümanaat olunmayub ziyâde olmamak üzre ihtimam ve iki menzilin şehnişini birbirine muka bil yapılmayub beher hal birisi ya üst tarafından ve yâhûd ait tarafından münâsib olan yapılmağla mukabeleten. . . 55 90. Müellifimiz, 38. Bâb’da da hırıstiyan tebaanın kılık kıyafetine de değinerek: “ Bir husûs dahî budur ki bazı derzi kâfirleri vardır ki kırmızı yelken takye ve kırmızı arakiyyeler giyerler. Müslümânlar bilmezler ki müslümân mıdır, kâfir midür bilmeyüb selâm viriıier, ricâyet iderler. Günâhdur, bunlara dahî yasağ olunsa ki yelken takyelerinin ve arakiyyelerinin kenâıiarma dolayu dizge dikseler veyahut dükelisi siyah çukadan giysünler, gayri renk itmesünler, meğer ki saru ideler55 şeklinde önerilerde bulunmaktadır. Özellikle H. 1040/1630-31 tarihli fermanda, hırıstiyanların kıyafet lerine dair verilen bilgi Mesalihü5l-Müslimîıı5in bu konuda verdiği bilgi ile büyük bir benzerlik göstermektedir ki, bu aynı zamanda eserimizin doğru tarihlendiğine de iyi bir delildir: “ İstanbul kâdîsma hükm ki K e fere tâ cifesi ata binmeyub ve samur kürk ve kalpak ve firengî kemhâ ve atlas giymeyüb ve avretleri dahî müslümân tarzında ve üslûbunda gezmiytib ve parus ferace giymeyüb mahasal libaslarında ve tarzı üslûblarında tahkir ve tezlil olunmak şercan ve kanûnen mühimmatı diniyyeden iken bir nice zamândan berü ihmâl olunub hükkâmm müsaadesile kefere ve Yehûd tâ’ifesi çarşularda at ve libas ile gezüb ve samur kürk ve fahir libaslar ile çarşu içinde müslümâna mukabil geldikde kaldırım dan inmiyüb ve kendüler ve avretler ehl-i İslâmdan ziyâde şevket sâhibleri olub bihasbeşşer tahkir ve tezlil olunmadıkları mesamii âlîyyeme ilka ve süddei sacâdetime inha ve ilâm olunmağın vech-i meşruh üzre âmel olunub minbaad zikrolunan evzaı âmele getürmiyüb bu defa vaki olan seferi hümâyûnumda mülâzimînden olan Mustafa Mübaşeretile menc olunmak emrim olmuşdur. Buyurdum ki . . . vusul buldukda bu bâbda sadır olan emrim üzre âmel idüb dahî kefere tâ5ifesin bihasbeşşerci velkanûn donda ve libasda ve tarzı üslûbda tahkir ve tezlil eyliyüb minbaad ata bindirmiyüb ve samur kürk ve samur kalpak ve atlas ve kemha giydirmiyüb ve avretleri dahî yüksek arakıyye ve parus çuka giyinmiyüb müslümân tar 90
Bk. Ahm ecl R efik, H icrî onikinci asırda İstanbul hayatı. İstanbul 1930,
s.
A yrıca H , 110 7 /M . 16 9 5-1696 tarihli, bu koııu ile ilgili, bir diğer hüküm de bulunm akta dır. (s. 21).
.
.
'
. i
.
66.
zında^e libasında gezmiyeler. O l makuleleri menc ve refc eyliyüb bu bâbda sadır olan emrimin icrasında dakika fevt eylemiyesin” 91. Müellifimiz, 52, 15, 21. Babalarda iki ayrı sosyal konu üzerinde dik katleri çekmek istemektedir: “ ..b ir müstakim sâlih m a’zûl kâdî ile bir sâlih çavuş mahalle mahalle hak üzre fakîr olan dulca hâtûnları ve yetimceleri ve sâ’ir müstahık olan fukârasım bir kaç mücelled defter ey leseler dahî hesbeten li5l-lâh ol defterler Hızâne-i âmirede dursa bunun gibi sadakat-ı pâdişâhî çıkdıkdaki defterle esâmiyle hâili hâline göre avârız defteri gibi kayd olan akçeleri mahalle mescidinde oturub sâhiblerinün ellerine ulûfe üleşdürür gibi virseler ve bir mikdâr bâki kalan akçeleri dahî âdet imâretlerde birer ikişer akçe sâ’ir dilencilere dahî vi r ü s e . . 15. Bâb’da ise bazı çalışanlar arasında dengesizlik olduğu dile getirilmek istenmiştir. “ . . . K âğıd eminleri ve kâtibleri ki leyi u nehâr hiç bir yere gidemeyüb fukarânun mesâlihin görürler bir akçe gelür yerleri yokdur. Dîvânsuz günlerde höd sabâh ahşâm maslahat görürler. Matbah-ı âmireden nice kişiye ta câm virilür, bunlara dîvânsuz günlerde bir iki bakrâç aş dahî virülmez. Ahşamın kalkub hem karınları aç ve hem elleri boş evlerine giderler.” diyen müellif buna karşın kendilerine “ harâc ve koyun hakkı” virilen bölük halkının, her ne tahsîl iderse meyhaneciye verdiğini belirtmektedir. 21. Bâb’da yine aynı konu ile ilgili olarak bir başka durum anlatılmaktadır. Sefer olduğunda “ âclet-i kadîm ” üzre yeniçeriler halktan at almakta, fakat bundan özellikle başka sanacatı olmayan ve “ ehlin ve iyâlin” i atı sayesinde besleyen sakka ve hammallar zarar görmektedir” diyen müellif bu uygulamanın yasaklanmasını, böy lece başka bir iş yapm a imkanı olmayan bu tabakanın sosyal yaşantısının daha da kötüleşmesinin önüne geçilmesini istemektedir. H. 1019/M 1610-11 tarihli İstanbul sakkalarma tanınan izine dair bir ferman son derece il ginçtir. İstanbul kadîsma hüküm ki diye başlayan bu belgede “ Sefer sırasında sakkalarm beygirlerine ulak ve yeniçerilerin el koymaması, bu konuda Sultan Süleyman Hân ve Sultan M urad Hân zamanlarında çı karılmış emr-i şerîf’e uyulması” istenmektedir92. Ancak buna uyulma dığı ve şikayetlerin devam ettiği, yukarıda değinilen ve risâlemizde yer alan bilgilerden, açıkça anlaşılmaktadır. Risâlemizde müellif, yaşadığı çevrenin sosyal açıdan bunalımlı bir dönem geçirdiğini gösteren bir başka örnek daha sunmaktadır: “ . . .bu zamânda ihtiyârlarm sözin dutar yiğit değmede bulunmaz babası dahî nasihat itse “ bunamış kocadur, ne bilür der” . Nitekim meşhûr meseldür: Meşveretden kimse hüsrân bulmadı, meşveret iden pişmân olmadı. 91 Bk. A h m ed R efik , H ic rî onbirinci asırda İstanbul hayatı. İstanbul 1931, s* 52. 92 Bk. yu karıda not g ı ’deki eser, s. 46-47.
Pes bu hodbinlik katı kabîh fî'ldür. Kişi ne kadar âkil olsa, elbetde meş vereti elden komam ak gerekdür55 93. Mesâlihü'l-Müslimîn'in değindiği en önemli konulardan biri, re^âyânm Dîvân-ı Hümâyûna kolaylıkla ulaşabilmesi sorunudur. 51. Bâb5da, İstanbul'a gelip de hüküm almak isteyenlerin bir günde işlerini bitirebil meleri için yapılması gerekenler anlatılmaktadır. “ ...M ü slü m ân lar bu husûsda katı müteşekîlerdür. Zîrâ kimisi ömründe mu5azzam şehir görmemişdür. Türk vardur ki iskeleden Dîvân-ı Âlîye gelince kırk kişiye sormayınca Dîvânı bulımaz. Bu kande kaldı kim Dîvân yazıcıların; evini bula. Bunların hâli budur ki evvelâ Dîvân-ı Âliye ki varuıiar hükm-i şerîf emr olunur, şâd olurlar. Sonra sora sora Reîsü5l-küttâb hazretlerinin evini bulurlar. D ahî âdet-i kadîmdür ki ol hüküm isteyen Türk'ün eline barmak kadar kâğıd virilür ve derler ki “ var imdi sen bu kağıdı fulân mahallede fulân yazıcıya vir, ol senün hükmünü yazıverir” derler. Dahî ol derdmend eğer yayla yöriiklerinden olub ömründe ne ekâbir ve ne bu asi şehr görmedi ise, vakt olur ki Dîvânsız günlerde iki gün gezer bulımaz. Sonra konak yerine dahî yavı kıluıv Başına düıiü dürlü haller gelür, tâ Cum 'a ertesi girü D îvâna gelür, ol emr etdükleri kâtibi bulur, kâtib dahî neylesün ol dar yerde Türk ile oturub hükmünü yazmağa kabil değül. ... geze geze hükme virecek akçesin dahî eki eyler, sonra hükmünü dahî bulsa akçesiz alımaz, âh vâh ile çıkar gider, mazlûmlardır. Hem ötede zulme uğramuşdur, hem bunda gelüb işleri bitmeyüb arkasındaki kepenek ve gayrı esbabçuğun s a ta r ... Eğer Dîvân kâtibleri vâfir olsa ve bir vâsîc yerde otursalar dahî her kişiye ki hükm-i şerîf emr olunur, hemân her kişi bir kâtibin yanın da oturub f î5l-hâl hükmün yazdursa ve divîtdâr muttasıl nişânladub kağıd emînine teslîm eylese, dahî her müslümân Dîvân günü eşecüğün Üsküdar'da yoldaşıyla koyub sabahdan D îvân'a gelüb maslahatçuğun görüb şâd u hürrem olub cân u gönül ile bu âdeti koyan Vezîr-i a czam hazretlerine şol kadar hayr du câlar id e rle rd i... hükm almak katı âsân olmış deyû şol kadar âdemler hükm-i şerif almağa geleydi ki kâğıd mahsûli evvelkinden ziyâde tefâvüt e y le r d i...” Hoş bir üslûb ile anlatılan bu husûs, Osmanlı devletinin dayandığı yönetim anlayışının çok önemli bir kavramı ile ilgilidir. Bu kavram adâ let kavramıdır. Bütün Yakm -Doğu ve İslâm kültür çevresinin devlet lerinde olduğu gibi Osmanlı devletinde de pâdişâh, âdil bir yönetimin ilk şartı olarak, en ırak bir yerde oturan kulunun doğrudan doğruya ken disine ve Dîvân-ı hümâyûna, başvurabilme yollarının açık tutulmasını 93
Bk. Tıpkıbasım , s. 61. A yrıca özel bir kitaplıkta bulduğum uz iki ıslâhat risâlesi
üzerinde de çalışm alarım ızı sürdürm ekteyiz. Y a p tığ ım ız incelemeler bizi, her ikisinin de kataloglara geçmiş bir başka nüshasının olm adığı sonucuna götürmüştür.
IV .
M u rad
dönem inde yazılm ış olan b u iki İslâhat kitabını da yakında bilim alem inin istifadesine sunacağım ızı um m aktayız.
ön görmüştür. Bunu sağlıyabilmek için, ilk dönemlerden itibaren akla gelebilen bütün önlemler alınmak istenmiştir. Ancak bu uygulama ile (vedîa-hâlik-i kibriyâ) yani, Tanrının kendisine emânetleri addedilen re câyâmn huzûr ve güvenin gerçekleşebileceği, kuvvetlinin zayıf olanı ezmeyeceği, görevlilerin şeriat ve kanûna aykırı işlem yapmayacakları kabul edilmiştir. Bütün nasihât-nâme türü eserlerde de önerilen bu husûstur. Bu eserler, dâire-i adâlet adını verdikleri bir zincirleme anlatım ile, ağer bir ülkede hükümdar adâleti sağlarsa, re câyânm huzûr içinde olacağını, huzûrun bulunduğu yerde üretimin artacağını, üretim artınca tebcanm çok vergi vereceğini, çok vergi alan hükümdârm kuvvetli ordu besliyebileceğini, kuvvetli ordusu olan hükümdârm da gücünün yüksele ceğini vurgulamışlardır. Bizim müellifimiz de bu anlayışa uygun olarak, Dîvândaki işlemlerin kolaylaştırılmasını ve çabuklaştırılmasını önererek aynı husûsa dikkat çekmekte ve bunu gerçekleştirdiği takdirde, eserini sunduğu Vezîr-i a czam5m ününün artacağını bildirmektedir. Burada bir noktayı hemen belirtmek yerinde olacaktır. O da örneklemler seçerek yaptığımız değerlendirmeler sırasında, metinden bazen uzun bazen de özetliyerek nakiller yaptık. Yaptığımız bu nakillerde ise açıklanmağa ihtiyaç gösteren birtakım istilâhlar vardı. Ancak, konuyu fazla dağıtmamak için öylece bıraktık. Bunları izahlı indekste açıkla mayı daha uygun gördük. Verilen bütün bu bilgilerden sonra diyebiliriz ki, diğer risâle sahip lerinden ayrı olarak, Mesâhhü’l-Müslimîn müellifi, X V I. yüzyılın son larından itibaren Akdeniz havzasındaki hızlı nüfus artışı, Avrupa’daki büyük değişme ve gelişmenin yarattığı yeni ekonomik durumun ve para meselesinin Osmanlı sosyal ve ekonomik düzeni ile yönetim mekaniz masına etkilerini sezmiş görünmektedir. Eski düzen, doğru deyimi ile klasik dönem özlemlerini pek dile getirmemiş üstelik dönemin bu uygu lamalarını eleştirerek gerçekçi önerilerde bulunmuştur. Bu lâyihadan, klasik düzenin bütün özellikleri ile karşılaşılan problemlerin hangi kesim lere ağırlıklı olarak yansıdığını öğrenebiliyoruz. O nedenle elimizdeki eser Osmanlı tarihi açısından son derece önemli belgeler niteliğini taşıyor. Müellifin, “ kanûn-ı kadîm ” yerine yeni yol tutmak ve günün şartla rına göre birtakım düzenlemelere gitmek gerektiği konusundaki gö rüşlerini, eserinin çeşitli bölümlerinde açıklıkla görmekteyiz. Örneğin; 3. Bâb’ın sonunda “ El-Hamdu li’llâh şimdiki zamânun V ezîr-i a czam hazretleri âkil ve dânâlıkda bin derece anlardan ziyâdedür, kendü rey-i şeriflerin koyub ol maküle ümmî vüzerânm tarîkine gitmek çendân revâ değüldür” . Yine 21. Bâb’da “ Sefer-i hûmâyûn vâkic oldukda yeniçerilere âdet-i kadîm olmuşdur ki müslümânlarun bargîrciklerin ahırlar, mâbeynde ehl-i sefere çok bedducâ hâsıl olur. . . ” diyen müellif bunun ,da düzel
tilmesini isterken; 30. Bâb’da cc. , . b u asi kânûnu koyanlar ya Hersekoğludur ve yâhûd Karagöz Paşadur ki bir solp ümmî âdemler imiş. Lâzım mıdır ki şimdiki zamânun âkil ve dânâ hâkimleri muttasıl hemân onların yoluna giderler. Bi-hamdi’llâh bu husûs ne sünnetdür ve ne farzdur ki terk itmekle ulu günâh hâsıl ola. .. ” Yine 44. Bâb’m sonlarına doğru da “ ...H â liy â V ezîr-i a czam zamânlarmda bu maküle münâsib husûslar olursa olur, olmazsa sâ’ir vezîr-i a czam zamânlarmda olacak değül. K ara göz Paşa ve Hersek-oğlu zamânmdan kalmış kânun ancak deyü eski hâli üzerine konulur gider. . . Biz dahi bu asi bir kaç eser koyalım, kıyâmete değin admıuz yâd olsun dimezler imiş. Ümiddürki hâliyâ Vezîr-i a czam hazretleri zamânunda bi’l-külliyye bu hayrlu eserler zuhûr b u l a . . . ” Eserin bir başka yerinde de £C. . .Şimdiki zaman halkına eski âdet fayda itmez. Tedbîr itmek s e v a b d ü r...” diyen müellifimizi, verdiğimiz bu ör neklerin ışığın da, X V III. yüzyıl islâhatçılarmm ilk habercilerinden biri olarak nitelemek herhalde yanlış olm ayacaktır94.
94
Bizim yaptığım ız değerlendirm eye benzer, m ukayeseli bir araştırma ya p an R hoads
M u rp h e y de belirli bir sonuca varamamıştır. A n ca k bu tür eserlerin yayınlanm alarının tam am lanm asından sonra m ukayese y a p m a im kanının ortaya çıkabileceğini belirtm ek tedir. Bk. T h e V eliy y ü d d in Telhis : Notes on the sources and interrelations between K o ç ı B ey and contem porary writers o f advice to kings. Belleten 171 (1979) s. 5 4 7 -5 7 1 .
IV. METNİN TÜRK HARFLERİNE ÇEVÎRÎSÎ K l T Â B U M E S Â L Î H Î ’L - M Ü S L Î M Î N V E M E N Â F İ ‘1 ’ L - M Ü ’ M Î N Î N
B Î S M Î ’L L Â H Î ’R - R A H M Â N F R - R A H I M V E B İ H İ T - T E V F Î K
El-Hamdu liFllâh’l-M eliki’d deyyân, ellezî lâ kevne lehu ve lâ me kân ve’s-sallâtu ve’s-selâmu /alâ Muhammedin hayre halkihi seyyidi’lenâm. K âle’llâhu Tebâreke ve T e câlâ: “ V e emmâ mâ yenfecu5n-nâse fe yemkusu f î51-arz” 1 mûçebi üzre cem îc-i nâse eııfac olmağın bu risale altmış bâb üzre akd olundu ki bu risâleden lıâkimü5l-vakt olanlara çok sevâb-ı azimler hâsıl oldıkdan m âcadâ bu eserler ve bu nîk-nâmlar ve hayr ducâlar ta rûz-i kıyâmet munkatic olmasa gerekdür -İnşâ-Allâhu T e câlâ bi tevfîkihi-, BÂ B U ’L -E V V E L (2) Mesâlih-i ulemâ-i izâm, ki nizâm-ı âlem bunlarun iledir, nite kim “ Men ekreme âlimen fe kad ekremenî” deyüb burulmuşdur, bu takdîrce görelim ki ulemâya ne veçhile ikrâm olunmak gerekdür ki kapu kapu gezmiyeler ve beş altı yıl m aczûl, hor ve hakîr sürünmiyeler, leyi u nehâr m ütalaalarında olalar; belki haftada ancak iki gün Kâdı-asker efendiye mülâzemete varalar. Mukaddemâ Hakîm Hâmûnoğlu sağ iken ve dahî nice ednâ kimesnelerin kapularma nice büyük kâdîlar anun gibi lerin kapusuna dahî mülâzemet iderlerdi ve nicesi fakîrlikden kitâblarm satub kara câhil olurlardı. Şimdi dahî bi caynihidir. Zîrâ mahlûl mansıb bulunmaz ki beı^murâd olalar. Pes bunlara mahlûl (3) mansıb bulmağın bir çaresi budur ki rüşvet ile meşhûr olan kâdîlar gibi ve câhil çelebi kâdî lar ki atları ve libâsları ve hizmetkârları sipahiliğe münâsib ola ve ilminde 1 “ in sanlara fa yd a veren ise yeryüzünde kalır” K u r ’ân X I I I . sûre (er-R a’d), A y e t 16. Bk. D iya n et İşleri Başkanlığı, K u r ’ân-ı K e rîm ve T ü rkçe anlam ı (Ankara 1973)58,250.
dahî kâmil olmaya; bunun gibileri endâ ulûfe ile bölüklere ve tîmârlara hâllü hâline göre yeniçeriyi hisâra çıkardıkları gibi bunları dahî bu veçhile çıkarmak buyurulursa hem sâ’ir m aczûllere yirler açılurdu, hem sipâhî tâ’ifesi dahî içlerinde ehl-i ilm olmağla her veçhile fâ ’idelenürlerdi. Bu veçhile olıcak ulemâ altı aydan ziyâde m aczûl yürimemek gerekdür ki ulemâ kuvvetde ve şerefde olub kâdîlığma vardıkda ne sancak beğinden havf ide ve ne (4) pâdişâh kullarından havf ide ve ne ma^ûllukdan havf ide ve ne kitâblarm sata, emr-i şer< ne ise hak üzre icrâ ide, rüşvet yemeğe muhtâc olmaya. Eğer bunlara böylece çâre olmazsa bunlar şöyle mübtezel beş altı yıl m aczûl hor ve hakîr, eğer ekâbir kapusunda, eğer ednâ gezüb ve tamâm borçlu olub, andan mansıb alub bu hâl ile kâdîlığma vardıkda değme bir kâdî hak üzre şerci icrâ idemez. M a czûlluk korku sundan ne sancak beğine muhâlefet idebilürler ve ne voyvodalarına ve ne sipâhîlere ve ne recâyâya muhâlefet idebilürler. Ancak her kişi ile bir mudârâ üzerine dirilüb ya z a cf-ı kavi ile hükm iderler ya bi’z-zarûrî m aczûlluk (5) felâketinden rüşvete dahî perhiz idemez olurlar. Pes nizâm-ı âlem bunların ile olıcak evel bunların ahvâllerin tedârük itmek gerek imiş ki müslümânlar huzur ideler. Bundan vezîr-i a czam hazretlerine ta rûz-i kıyâmet bu âdeti kodukları içün her ehl-i ilm cân u gönül ile hayr d u câlar ideler idi ve nâm-ı şerifleri höd her giz ferâmuş olmazdı ve hem bu ehl-i ilm tâ’ifesi yeniçerilerden artuk sûhtelikde, garîblikde gurbet çekmişlerdir, tamâm derece puhde olmuşlardır. Asi bunlar sipâhîliğe lâyıklardır ve hem şîr-merd ve hem âkillerdir ve âlimlerdir, her cihetleri m acmûrdur, her ne hizmet üzerine konulsalar kâdirlerdür. K ad î Bayram Beğ (6) bunlara örnekdür ki her husûsa kâbildir, nelki andan yarar beğ sehel vardır. Beğ oldur ki her hizmete yaraya ve sipâhî dahî oldur ki her hizmete yaraya. Mücerred hemân bahâdır olub gayri hizmete yaramıyan câhil sipâhîden ne hazzolunur. Bu takdîrce asi sipâhîlik ehl-i ilm tâ’ifesine münâsib imiş, Hakk T e câlâ müyesser ide. Hazret-i V ezîr-i a czamânmda bu husûs dahî müyesser ola ki eyû nâmları her giz umdılmıya, da’im hayrla yâd olalar -Înşâ-Allâhu T e câlâ-. 2. BÂB Âl-i Resûllere müte^allik olan ahvâlleri bildürür. Şol kimesneler ki sahîh Âl-i Resûl olalar ellerinde sahîh şecereleri ola revâ değildir ki bun lar katı zillet çeküb, kimi dellâl ve kimi m accuncu ola, (7) sâ’i r 2 sancatda olsalar revâdur. Eğerçi bunların fahri fakrledür3 lâkin hâkimü’l-vakt olanlar ta czîmen evkaflardan ve imâretlerden ki mahlûl nesne düşe hâl lerine münâsib ola ki kendüler tâlib olalar. Bunlar varken gayriye virmek 2ı S â ’ir: îk i kere yazılm ıştır. 3 Bilin<en hadislerden değil Bk. îb n T eym iye , Fetâvâ, K a h ire 1980, II., s. 196.
hiç revâ değildür. Zîrâ sipâhî tâ’ifesinden bir kimesneııin nesebi m aclûm olunsa filân kişinin neslidür deyû terahhum olunub dirlik virilür. Pes Âl-i Resûl olanlara niçün ta czîm olunmaya, Pes Vezîr-i a czam hazretleri nin zamânında ulemâya ve sâdâta böylece ikrâm olmacak âkibetler ihayr olmak mukarrerdür -İnşâ-Allâhu T e câlâ bi-lutfihî-. 3. B Â B Acem î oğlanlarına mütecallik olan ahvâli bildürür ki kadîmden âdet olmuş ki. (8) acemî oğlanları İstanbul’a geldükde Türk tâ’ifesine tevzîc olunur ki çift sürmekle puhte olsunlar, menfa cata yarasunlar deyü. Pes bu tâ’ife hod küçükden kendü vilâyetlerinde çift sürmekle puhte olmuş lardı, tekrâr bunları girü ol sancata virmekten hiç fâ ’ide yokdur, küllî zarardur. Pes bunları bir sancata virmek gerekdür ki yeniçerilik ve sipâhîlik ilmin öğreneler, sonra menfacata yarayalar. Eyle olsa ol san-at budur ki bunları İstanbul’a getürdükleri gibi hemân bölük halkına virseler şefer oldukda sipâhîlerin yayak seyisânelerin yetseler, kâtcâ seyisâneye binmese ler, dâ’imâ sipâhîye hizmet itmekle ve muhârebe ve mücâdele ve her ahvâli görmekle tamâm derece puhte olurlardı. (9) Sonra yeniçeriliğe çıkduklarmda hemân çıkduğı gün kırk yıllık yeniçeriden üstâd olurlardı. Zîrâ şimdi sipâhîlerin yanında hizmetkârlar vardır,ki eğer aklda ve eğer idrâkde ve eğer şecâcatde ve eğer at koşmakda ve her husûsda çok kimse vardır ki ağasından çok yeğdün Bunlar hod dahî yeğ olurlardı. Pes hayf değilmidür ki acemî oğlanlarını bu asi sancata vireler. Hem sipâhîlere höd bir küllî fâ ’ide idi, bir akçe terakkiden ise bundan yeğ hazziderlerdi ve illâ böyle olmayub girü eski hâl üzre konulursa Türkden alub yeniçeri liğe ve sipâhîliğe çıkdıklarmda nice yıl menfa cata yaramazlar. Sonra eğer sipâhîliğe dahî çıkarsa ne at eyerlemek bilürler ve ne dülbendlerün sar-, mak (10) bilürler. A t koşarlarsa höd bir eliyle eyer kaşını dutmazsa düş mek mukarrerdir, Kendü düşmezse dülbendi bari düşer. Pes bu hâlle bunlar ne vaktin cenge cidâle yarasalar gerekdür? Pes tâ sakalları ağarıncaya değin ancak sipâhîliği ve yarak kullanmağı öğrenirler. O l vakt höd pîr olurlar, öğrendikleri hiç menfacata yaramaz olur; hizmete dahî varsalar mâl-i pâdişâhî cem cine hiç kadir ohmazlar. Buçuğla büyümüş tâ’ifedür, pîr olıcak hemân birer bönzede bâşeler olurlar. Pes bunların böyle men fa cata yaramadıkları Türklere üleşdürdüklerinden ötürüdür bu kadar emek zahmet, bu kadar ulûfeler hep abese gider. Meseldür kırkından sonra eşek yorga olmaz, bunlar bu hâlile kahırlar. (11) Pes eğer Vezîr-i a czam hazretlerinin zamânlarmda acemî oğlanları bölük halkına tevzîc olmak kânun olursa bu husûsdan şol kadar hayr ducâ ve sevâb. hâsıl ola kim hisâbım Hakk Sübhânehu ve T e câlâ hazretinden gayri kimse bilmeye. Bu kânûn Resûlu’llâh zamânmdan kalmış değüldür ki bozulmakda günâh ola. Karagöz Paşa yâ Hersek-oğlu zamânında olmuşdur; anlar eyle m ackül
görmüşler, kalmış. El-Hamdu li’llâh şimdiki zamânun V ezîr-i a czam hazretleri âkil ve dânâlıkda bin derece anlardan ziyâdedür, kendü re cy-i şeriflerin koyub ol maküle ümmî vüzerânm tarîkine gitmek çendân revâ değüldür. 4. BÂB Pâdişâh-i âlempenâh hazretlerinin hükm itdüği vilâyetlerde (12) hutbe ve sikke birdir. Lâyık budur ki her vilâyetin kilesi ve arşunu ve vukiyyesi ve dirhemleri götürüşü İstanbul’a uya. Misâfirler bu husûsdan gâyetde âcizlerdür; bir vilâyete varsalar bu Karam an kilesidir, bu Karam an vukiyyesidir, her vilâyetde bir dürlü arşun ve kile vardır, nice isterlerse yolcuları aldarlar. Pes münâsib oldur ki devletlû pâdişâhın eyyâm-ı sa‘âdetinde nice ki her yerde hutbe ve sikke birdir kile ve arşun ve vukiyye ve sâ’iri dahî hep İstanbul’a göre ola. Eğer böylece olursa Vezîr-i a czam hazretlerine vâfir hayr ducâlar hâsıl oldukdan gayri nâm-ı şerifleri ve unsur-i lâtifleri tâ rûz-i kıyâmet hayrla yâd olsa gerekdür, İnşâ-Allâhu T e câlâ. 5. BÂB (13) Müslümânlara n â fic bir hüsûs dahî vardır ki bundan hâsıl olan sevâb hemân V ezîr-i a czam hazretlerine kâfidir eyle olsa, mahrûse-i İs tanbul’da ve Edrenede ve Bursa’da b a czı ulu câm ic-i şerifler ki vardır, zevâ’idlerinden nice bî-nefc kimesneler vazîfe eki iderler. Pes bunun gi bi câm ic-i şeriflerin zevâ’idlerinden b aczı ulu câm iclere vazîfe ile birer v â ciz ve birer şeyh sufîler b ile 4 her ikindüden sonra, evvel v â ciz v â cz idüb b a cdehû mezkûr şeyh tâ ahşam ezâm okununcaya değin zikr eyle seler ki tâze yiğitler tahte’l-kalca seyrinden ferâgat idüb götürüşü bu şejrîf (14) meclise gelüb cem^ olurlardı. Bu husûsdan ol meclisde olanların cümlesi buna sebeb olan V ezîr-i a czam hazretlerine çok hayr ducâlar iderlerdi. Bu eser dahî gâyet sevâblu eserdür. V e Ayasofya gibi ulu câmi’e Arabistan’da olaıı hûb-nefes Arab mü’ezzinlerinden bir kaç nefer mü’ezzin olsa gâh gâh cum’a günlerinde miriârede salâ virseler ve gâh temcîd ©kuşalar ve gâh ezan okusalar, bir mikdâr zevâ’iddeıı cüz’ î ulûfecik virmekle teselli olurlardı. 6. BÂB Bir gereklü husûs dahî vardır ki bundan dahî çok sevâb-ı azîmler hâsıl olurdu. C âm iclerde bir alây mü’ezzin bir yere cem c olub (15) durur lar. İçinden birisi ince âvâzla kamet getürür ve tekbîr ider. Aşağıda kı lan ve câm icin taşrasında kılanların çoğu tekbîri işidemezler. Pes evlâ 4 B ile .........: Burada noksanlık olduğu düşünülebilir.
budur ki dört mü’ezzîn bir yerden kamet ide ve dördü bir uğurdan tekbîr ve “ Rabbenâ leke5l-hamd55 bir yerden şevkile diyeler. Eğer böylece emr olursa hiç V ezîr-i a czam hazretleri imâretler yapmak lâzım değüldür, bu eserler kifâyet ider. 7. BÂB Şol kimesneler ki ekâbir olmayalar, hiç uzun kaftan giymeseler yasağ olunsa, ale’l-husûs ki yayak yüriyenlere eğer yeniçeridür ve eğer •ekâ bir kullarıdur ve gayridür uzun kaftan giymek katı kabâhatdür. (16) Anadolu sipâhîsi höd şöyle çolpa olduğu hep ol kaftânlarmdandur. Se ferde buğday döğdüklerine dahî mâni’dür. V e bir kabâhat dahî dört beş arşım çukadan mısırlu şalvarı, bu dahî aceb sefâhatdür. Bu iki nesne, çukanın ve kumaşın bereketini dahî giderdi. Bunları dahî yasağ itmekle gidermek gerekdür, sevâbdür. Edebsize edeb öğretmek lâzımdur. Sal malığın aslı olmaz ve illâ günden güne kabâhatlarm dahî ziyâde iderler. Bundan dahî V ezîr-i a (zam hazretlerine alkışlar ve hayr ducâlar hâsıl olurdu. Dünyada nice yüz bin kerre yüz bin âdem vardır, ednâ olan tâ’ife kısa kaftân giyse cemi Ckumaş (17) ve astar ve boğası ve ibrişim ucuz olurdu. Zîrâ bu kadar insandan birer arşun tefâvüt ider. Topuğuna değin olıcak ve yayak yürüyenlerün hemân dizgesin örtmek gerekdür. Bu takdirce kumaş ve çuka tefâvüt ider. V e Yahudiler dahî yasağ olunsa ince dülbend sarunmasalar kaim sarsalar dülbend ucuz olurdu, bi-’inâyeti5llâh 8. BÂB Şol tiryâkîlikle meşhûr olmuş benzi saru geçgün tiryâkîler olur ki sûretlerinden tiryâkîliği bellüdür. Bunların kimisi kâdîdır ve kimisi imam dır ve kimisi mü’ezzîndir. Pes bu üç tâ’ifeye ki kâdî veya imâm veya mü’ezzîn olan geçgün tiryâkî ola hiç bir veçhile bu maküle kimesnelere (18) bu asi cihet câ’iz değüldür, sarhoş bunlardan yek maslahat görür. Zîrâ sarhoş içdikde sarhoş olur, içmedikde maslahatın görür. Lâkin geçgün tiryâkî dâ5im mestdür. Ne sözü sözdür, ne ahdi ahddür, hiçbir menfa Cata yarar tâ’ife değillerdür. Acebdür ki bu üç tâ’ifeye bu kadar ruhsat virilür. Bunun gibilere bu asi mansıb virilmese gayri cihet virilse ki zararı ancak kendüye dokunsa müslümânlara dokunmasa sevâbdı. Sâ’ir san’atlarda tiryâkîlik ayb olmaz, tiryâk sebebi ile üstâdlıkları ziyâde olur. Pes bu üç mansıbda olan tiryâkînin kabâhati ve Mısırlunun dahî dört beş arşun çukadan deve gırarı gibi şalvarları (19) aceb sefâhatdür ve bölük halkımın dahî ednâsı altı yedi en kaba dülbend sarınmak aceb cehâletdür. V e bu hâl ile temcîdden önürdü kalkub ekâbiri uyumağa komayub kaldırım üzerinde benim eskiden berü yirimdür deyü birbiriyle gavgâ idüb, bu hırsile ekâbiri beklemek hod katı kabâhatdür. V e borcum vardur, bolay ki halâs olaydım deyü hizmete varub beş on bin kâfire borçlu oldukları
lıöd büyük nedâmetdür. V e kendü hâlinde oturub harîs ohmyanlarm mansıbları oturdukları yerde gelüb yetişmek aceb sa’âdetdür ve bunlara büyük ibretdür. Bu kitabı te’lif iden kimesne ömründe mülâzemet bilmez, girü nasîbi haberi yoğken (20) gelür yetişür, sehl nesne ile kanâ’at ider, bi-5inâyet5illâh. 9.
BÂB
Sancak beğlerine mütecallik b aczı husûsları bildürür ki devletlû pâdişâh hazretlerinin sancakları şol kişilere lâyıkdür ki evvelâ bahâdır ola ve kelimâtı berk ola. Z a rîf ve zürefâ kısmından ve şâ’ir kısmından olmaya. Sûretâ sancağa lâyık ve beğliğe lâyık ola, endâmda ve sûretde ve aklda ve idrâkde ve her husûsda kâmil kimesne gerekdür ki her kişi gördükde “ Bâreka’llâhu bu kişiye sancak meheldür55 diye. V e ömrünü kitâbetde geçürmüş, kılıç çengini görmemüş, eğer hazîne kitâbetidür ve eğer gayri kitâbetdür, bu maküleye dahî sancak çendân münâsib değüldiir. (21) Her kişi kendü san5atından yarlıganur, anların gibinin mansıbları defterdârlık ve yâhûd şehr-emînlikleri ve tevliyetler gibi olmak müııâsibdür. Böylece olıcak V ezîr-i a czam hazretlerine bu husûsdan dahî çok âferinler ve nîk nâmlar hâsıl olur, İnşâ-Allâh. 10 . BÂB Bir gereklü kaziyye dahî budur ki sefer-i hümâyûnda otak ile or ducu başının dört beş çatal bir alay bayrağı katı lâzımdır ki bir gün otak ile gidüb ordu yerinde dikile ki dün yarusunda dahî orducular alay bay rağın sormağla bulub her kişi giceyle geldikde kolların ve konak yerle rin bileler, çergelerin kuralar, leşker halkı içün şorbalarm (22) bişüreler, sabaha değin cem f ta câmlann hâzır ideler, müslümânlar huzûr idüb V ezîr-i a czam hazretlerine hayr ducâlar ideler. Yohsa müslümânlar bu husûsdan katı müteşekkîlerdür. Orduyu kolunda konanlar giceyle konağa gelürler, seyisânelerin sabaha değin vakt olur ki kuşluğa değin konamazlar, katlanurlar ki orducu başl gele çadırın kura kona. Andan sonra bunlar »dahî konalar. Bu katı zulmdür. Eğer önürdi konarlarsa orducu başı sonra gelür, bir gayri yerde konar. Bunlar dahî tekrar çergelerin bozub orducu başı yanma varub konarlar. K aba kuşluk olur, sonra murâdları üzre ye meklerin bişirüb (23) satamazlar. Müslümânlar bu husûsdan katı âcizlerdür. Vech-i meşrûh üzre olursa sevâb-ı azîmdür ve şol kadar hayr ducâ hâsıl olur ki hemân sevâbmı bir Allâh bilür. 1 1 . BÂB Bölük halkına münâsib olan şöhretlü kisvetleri bildürür ki bundan çok dürlü nef5 vardur ve hem hûb zînetdür. Devletlû pâdişâh hazretle rinin eyyâm-ı saadetlerinde ve V e z ir i a czam hazretlerinin eyyâm-ı adâ-
letlerinde böylece olmak revâdur ki her kişi oturmakda ve durmakda ve eğerbir gavgâda fesâdetde. kisvetlerinden m aclûm oluııalar, sormak ve teftîş itmekliğe muhtâc olunmayalar. (24) E fL h â l başlarında kisvetleri haber vire, inkâra mecâlleri kalmıya. Sonra ağaları kim idügün f f lhâl bulur. Bu takdirce hiç kimse gavgâ ve fesâd itmez olur. Eyle olsa bu zikr olan kisvetlerince olmak mümkindür. Anı beyân idelim ki evvelâ sipâhî oğlanları bölüğünün nice ki bayrakları kızıldır, mücevvezeleri ve tahfîfeleri dahî kızıl kadifeden gerekdür. V e silahdârlarun nice ki bay rakları sarudur mücevvezeleri ve tahfîfeleri dahî saru atlastan gerekdür. V e sağ ulûfecilerin mücevvezeleri bayraklarına göre yeşil kadife midür, atlas mıdur, ol reng gerekdür. V e sol bölük ulûfecilerinin bayrakları (25) alaca olmak bölük halkına münâsib değüldüı*. Evvelâ bayrağı fıstûkî tâfta olub ve mücevvezeleri ve tahfîfeleri dahî açuk fıstûkî atlasdan mıdur, has katnîden midür hemân murâd fıstûkî olmakdur. V e sağ garîbler bö lüğünün bayrakları akdur, mücevvezeleri ak atlasdan ya ak muhayyerden olmak münâsib ve sol garîblerün bayrakları alacadur. Alaca bayrak tîmâr erlerine münâsibdür. Buıılarun bayrakları açuk mavi tâftadan olub mücevvezeleri mavi atlasdan ya mavi kumaşdan olsa ve cem îc alay bay rakları dahî bunlara göre olsa ve dahî çaşnigîr ağaların kırmızı altunlu kumaşdan olsa ve çavuşlarun (26) mücevvezeleri bölük halkmun mücevvezelerinden bir mikdar uzunca olub has kırmızı ya göğezi atlasdan olsa ki sipâhî oğlanı mücevvezesine benzemese ve dahî hazîne kâtiblerinin mücev vezeleri zeytunî sofdan olsa şâgirdlerinün mücevvezeleri anlardan kısa olsa ve hazînedârlarun ve mehterlerün mücevvezeleri dahî kısacık olsa hazînedârlarun miskî kadifeden, mehterlerin siyah kadifeden olub hem kısacık olsa bölük halkı mücevvezesine benzemeseler ve beğlik derzîler dahî hayli cema’atdür, anlar dahî bellü ve ayân olmak münâsibdür, bunların yeşil muhayyerden olub hem kısacık olmak gerekdür. (27) Bun lardan mâ cadâ ahur halkı höd yarar bölükdür ve lıem pâdişâh hazretlerine hizmet iderler. Bunların mücevvezeleri âdet üzre uzun olub sürmâ’ î at lasdan ya sürmâ’î kadifeden olsa, ednâları baş sarrâçlardan mücevvezelerini dahî kısa itseler ki a clâyla ednâ m aclûm olunsa. Bundan sonra top çular ve cebeciler bölüğü ki hayli tâ5ifedür, husûsâ ki seferde ve hazerde âlât-i harb hâfızlarıdur bunlar at oğlanları gibi şeb-külâhla yürimeğün çendân aslı yokdur. Pes bu tâ’ifeye bir heybetlü kisvet katı lâzımdür ki düşmene hor görünmeyeler. A le’l-husûs ki düşmene evvel görünen topçu ve arabacıdur, (28) eyle olsa bunlara nişânlu ak börkler gerekdür ki yeni çeri olmadığı ma’lûm olunalar. Bu takdîrce çünki cebehâne örtüsü kızıl keçe iledür, cebeciler dahî ak börklerinin önlerine ve ardlarma kızıl keçe pâresinden birer gül kadar alâmet komak gerekdür, yâ dahî büyücek ola. V e topçular ki kara top otu hâfızlarıdur, anların dahî ak börklerine siyah keçeden bi-Jaynihî birer alâmet gerekdür. V e dahî top arabacıları ki
evvel düşmana görünen anlardur, anlara dahî bir haybetlü kisvet gerekdür. Zîrâ çekdükleri nüzûl arabası değüldür. Bunlara keçesiz kayyum börkler gerekdür; (29) yâhûd âsumânîye boyanmış yeniçeri börkleri gerekdür. V e ba’de zâlike solaklar tâ’ifesi ki pâdişâh-ı âlempenâh hazretlerinün kavvâslarıdur, bunlar beş on dâne ok götürmek hiç münâsib değüldür. Bunlar okile kirpi-misâl gerekdür. Zîrâ bunlarun muhârebesi ve mücâ delesi hemân okiledür. Okları ellerinde dtikenicek, hiç menfa cata yaramaz çjlurlar. Pes bunlara birer müsannac hafîfce varsak kubûrları dahî gerek dür ki içi dolu ok ola ve hem ellerinde dahî âdet-i kadimeleri üzre okları ve yayları gerekdür. V e her biri kuşağına birer (30) h afîf demür külüng dahî sokmak gerekdür. Budun muhârebesinde iki cebelü kâfiri solaklar külüng ile düşürdüler. Bundan m âcadâ solağa ve yeniçeri tâ’ifesine f î’lcümle yayak yürüyenlere kılıç götürmekden gemici kürdesi veya uzunca nimçeler götürmekden eyüsü olmaz. Koltuğundan aşağa yüksecik bağlayalar, gayetle münâsibdür. Zîrâ yayak yüriyenlere kılıç katı müzâyaka virür. Eğer yürümekde ve eğer alayda ve eğer her husûsda yayak olanlara kılıçdan kürde veya nimçe yekdür. A le’l-hûsus ki ellerinde tüfenkleri vardür, bunlarun sâ’ir yarağı vech-i meşrûh üzre olmak makuldür. (31) V e sâ’ir yayak yürüyen hizmetkâr tâ’ifesi dahî şöylece nimçe veya kürde getürmek enfacdür. V e her birinin bellerinde nacakları lâzım ve lâbüddür. ve bu makûle yayak yürüyen tâ’ifelerün kaftâııları ancak dizgesin örtüb kısa olmak gerekdür. Bunlara uzun kaftân hiçbir veçhile münâsib değül dür. Hazret-i V ezîr-i a czam zamanında bunlara böylece yasâğ olunsa bundan dahî çok sevâblar hâsıl olurdu, hem kendüler dahî bu yasağdan tamâm hazziderlerdi ve harçları dahî az olurdu, ve çukalar dahî abes yere zâyic olmazdı. F î’l-cümle bu yasak katı lâzımdur. Ekâbirden ve ulemâdan gayriye uzun giyesi hiç münâsib değüldür. (32) Anadolu sipâhîsi höd şöyle pusuda oldukları hep uzun kaftân giydükleri içündür ve hem ne şercîdür ve ne sünnetdür ve solaklar hep uzun boylu öğürtleme yarar güzel yiğitler olmak münâsibdür ve efdaldür. 12. BÂB Bundan m âcadâ yeniçeri tâ’ifesi börklerün çıkarıcak ne giymek ge rektir ki m aclûm olalar, gavgâ veya bir fesâd itmeğe korkalar. Lâyık bu dur ki bunlara kırmızı çukadan birer şeb-külâh giyeler, isteyenler ve ihtiyâr eskileri olanlar şeb-külâh üzerine birer kısa çalma dahî sarın salar revâdur. V e cebeciler mor şeb-külâh giyseler topçular siyah (33) çukadan şeb-külâh giyseler, f î ’l-cümle sokağa ve çârşûya çıkdıklarmda ki börklerin giymeyeler ol vakt bu kisvetleri giyseler ve sâ’ir ehl-i hirfet dahî hassa top arabacı olanlar âsumânî şeb-külâh giyseler bu tak dirce şöylece yasak olıcak cem îcisi zabt olunur: ne kimse gavgâ ider ve ne kimse fesâd ider ve fısk dahî idemezler. İderlerse inkâra mecâl kalmaz,
kisvetleri şehâdet ider, cem îc müslümânlar dahî huzûr iderlerdü. Sâ’ir şehirlü tâ’ifesi hiç mücevveze sarmmasalar hemân şöyleee Selîmî sarıık ile anlar da huzûr iderlerdi. Bundan V ezîr-i a czam hazretlerine ce m ili âlem tâ rûz-i kıyâmet (34) bu husûsdan her biri hayr ducâlar iderler. Belki nice imâret yapmakdan bu risâlede olan husûslar ki akçesüz ve pul suz hemân bir emre mevkûf husûslardır, bunların sevâbı artukdur. Çal dıran seferine giderken bir Vezîr-i a czam bölük halkına kızıl saru bayrak münâsibdür dedi. Anun eseridir, her kişi “ âferin, bâreka’llâhu, ne hoş fikr itdi” dediler. Bir sehelce eserden dahî anılur. 13. BÂB Bir gereklü husûs dahî budur ki yeniçeri tâ’ifesi her gün odalarında m ucattal dururlar. Pes bunlara yasak olunsa ki, her gün odalarında mat rak oynayub ol sancatda her biri tamâm üstâd (35) olsalar içlerinde mat rak bilür b a czı yiğitler vardır anlara terakki inâyet olunsa, her odaya bir m ucallim ta cyîn olunsa bu ilm dahî katı lâzımdur. Yayak olan mat rak ilmin bilse sipâhî olan ki, civan ola anlar dahî bu veçhile her sabah cündîlik öğrenseler, bunun gibilerin üstâdlarma ve şagirdlerine gâh hizmetcik gâh terakkîcik himmet olunsa bundan dahî V ezîr-î a czam hazret lerine çok sevâb hâsıl olurdu ve nâm-ı şerifleri her giz ferâmûş olmayub dâimâ hayırla yâd olurlardı. Zîrâ şimdi nice sipâhî vardır ki at seğirtmeğe bile kadir değildür. Yarak kullanmağı höd çoğıı hiç bilmezler. (36) Bu takdirce ol makule olan kimesneler abes yere ulûfe eki etmiş olurlar. Bu takdirce her kişi san5atında kâmil olmak katı lâzımdur. A le5l-husûs ki çavuşların tâze civân olanlara cündîlik bilmek katı lâzımdur. Zîrâ boz doğanın eline alub sarb yerde atın koşub alay bağlansa gerekdür. Bu husûsun cenk ve cidâl günlerinde fâ 5idesi olduğundan gayri oturakda dahî atları ve kendüleri ham olmazlar ve dahî bir vilâyetden elçi geldikde A t meydanında ve gayrı yerde matrak oynasa ve kimisi cündîlik oynaşa gelen elçiler bunlardan büyük ibret ahırlardı. Hizmetler ve terakkiler bunlarım gibilere virilse, yohsa bunun gibi menfa5atlu maslahatı koyub (37) mülâzemete meşgul olurlar, ekâbiri kendü maslahatından avk iderler, bi-huzûr iderler. V e solağa ve yeniçeriye uzun yenlü çukalar yaraşmaz. Şimdi b a czı solaklar kutnî kaftân dahî giymeğe başladı. Kısa yenlü çuka lar münâsibdür. 14* BÂB Sipâhî tâ5ifesini zebûn iden bu sadak bölüğüdür. Sipâhînin yarağı kendüye gâlib olmamak gerekdür. A le5l-husûs ki ıssı günlerde ve uzak konaklarda sadak âdemi katı zebûn ider. V e nice yerde bendleri ve düğ meleri vardır, nâgâh düşmen gelse hiç menfâ*ata yaramaz. Sadaklu sipâhî bendlerin çözünce kuburlu sipâhî cem îc okların atub, maslahatın (38)
tamâm ider. Bu sadak hemân bir kuru şöhretdir, meğer ki İstanbul’da bir ziynet için cum’a günü takmalar. Bu takdirce sipâhînün asıl yarağı oldur ki dâ’im hâzır dura, katalan bağın çözeyim dimeye. Pes ceng itmek isteyen sipâhînin belinde h afîf musannac varsak kuburları gerekdür, ve kaba dülbendi hemen İstanbul’da komak gerekdür. Ne olaydı Vezîr-i a czam hazretleri zamânında sipahiler sefere gitdiklerinde emr olunsa ki her kişi mülâzemet libâsın İstanbul’da koyub seyisânelerin zâ’id yük lerle zebûn itmeseler, belki başlarına dahî birer Selîmî saruk sarsalar evlâydı. Zîrâ nicesini gördük ki at seğirdirse bir eliyle başında kaba (39) dülbendden dutar yâhûd sadak belünün okları düşer, yâhûd yayı düşer, yâ gümüşlü ağır sînebendi kırılur. F î’l-cümle bu kuru şöhret seferde hiç kabâhatdan hâlî değildür. Bundan gayrı şimdi bölük halkının çoğu sefere diplü ağır sahan dahî götürmeğe başladılar. Böylece olıcak seyisânelerine arpa beksimed yükledecek hâl kalmaz. D ahî her konakda gavgâya ve mesâvîye hâzırlardır ki bu gün ordıya azık gelmedi, kimse leşkerün ahvâlin tedârik itmez deyü ekâbiri mesâvî iderler. H âl bu hâl ki suç kendüleründür. Bunlara yasağ olunsa birer bakraç ve birer kapaklu tas, sâ?iri dahî ana göre vech-i (40) meşrûh üzre mülâzemet libâsların ve kaba dülbendlerün hiç sefere götürmeseler seyisânelerine azık yükletseler efdâl idi. Sonra kendüler dahî cceyü kurtulduk bu kuru şöhretden” diyû V ezîr-i a czam hazretlerine çok hayr dııcâlar olunurdu. 15 . BÂB K âğıd emânetine mütecallik b a czı lâzım olan ahvâllerü bildürür ki cem îc hizmetlerde ve cem îc maslahatlarda eminlere ve kâtiblere bir ta cyîn mâdde vardur ki hizmetleri mukabelesinde anlara dahî cü zcî ve külli bir nesnecük gösterilmişdür. Pes bu kâğıd eminleri ve kâtibleri ki leyi ü nehâr hiçbir yere gidemeyüb fukarânun mesâlihin görürler, bir akçe gelür yerleri yoktur. (41) Dîvânsuz günlerde höd sa;bah ahşam maslahat görürler. Matbah-ı âmireden nice kişiye ta câııı virülür, bunlara dîvânsuz günlerde bir iki bakraç aş dahî virülmez. Alışanım kalkub hem karınları aç ve hem elleri boş evlerine giderler. Bu husûsdan fukâranun mesâlilıi cân ve gönül ile nice görülür? V e sefer oldukda matbah eminlerine ve kâtiblerine ve cebeciler kâtibine bile beğlikden develer virülürmüş, bu kâğıd eminlerine deve dahî virülmez imiş; berâtları ve ahkâmları kendü seyisânesine yükledürmüş. Hâliyâ Vezîr-i a czâm hazretlerinin eyyâm-ı sa’âdetinde bu derdmendler çahârşenbe ve pencşeııbe. . . (4 2 )... eğer sahih fâsık ise sancağın sentin begüne virelüm denilse beğler dahî bu ahvâli işidicek fısk eylemekden ferâgat iderler di. Pes ancak fısk eylemek mücerred kâfirlere kalurdı. Anlar neylerse eylesünler, bundan mâ cadâ fâsık olan bölük halkına harâc ve koyun hakkı virmenün hiç fâ ’idesi yokdur. Zîrâ ne tahsil iderse cümlesi meyhaneciye gider; Gûyâ ki vekîlüdür, cem c
idlib getürüb ana teslim ider. Belki bu maküle kimesneye hizmet virenler dahî bu günâhda müşterek gibi olurlar, belki hizmet viren dahî artuk günâha girer. Zîrâ hizmete varmasa akçesi olmazdı, akçesi olmayınca fısk dahî idemezdi, fakîr olub (43) insâfa dahî gelürdi. Pes bu tâ’ifeye hor nazarla bakub kat’â ayaklandurmamak gerekdür ki insâfa gelüb tevbe ideler. 16. BÂB Alaya mütecallik olan b a czı ahvâlî bildürür ki bu dahî katı lâzımdur. Eyle olsa Rum-iline sefer vâkic oldukda bölük halkıhıh atları her gün alaya varmağa zebûn olub düşmene vardıklarında ol atlar hiç menfa cata yaramaz olurlar ve öte yaka seferine varsalar K ara Âm ild’e varınca alay dan zebûn olurlar. Pes bu takdîrce revâ budur ki ihtiyârları ile ekâbire mülâzemet idenlerün nihâyeti yok, anun gibilerden ihtiyâriyle yâhûd güçle bir mikdar âdem alaya yazılub alıkonulsa mâbâkîsine (44) serhadlere varınca destûr virilse, isteyenler bir ay mukaddem ilerü gitsünler, serhadde hazır bulunsunlar, yoklamada bulunmayana hakaret olunsa ve bu alaya gelmeyüb atları kolayına huzûrla ilerü gidenler râzîlerdür ki iki şer üçer günlük ulûfelerin ol alayda kalanlara vireler ki anlar dahî cân u gönül ile alay hizmetin ideler, belki ikişer üçer günlük ulûfelerin dahî virmeğe râzîlerdür. Pes böylece olıcak bunların atları tamâm derece yoldaşluk iderler. Bu husûsdan leşkere çok menfacat vardür, kat5â atları zebûn olmaz, asi yoldaşlık atladur, at zebûn olıcak yoldaşlık gelmez, mukarrer dür. 17. BÂB (45) Bu bâb dahî gâyetde gereklü bâbdur ki mahrûse-i İstanburda Dîvânhâne-i âmirenin taşra haremindeki at oğlanları atlarla ol mey danda karda ve yağmurda ve ıssı günlerde güneşe karşı dururlar, nice atlar sanculanur, bir sığınacak yer bulımazlar ki sabahdan öyleye değin atlariyle durub huzûr ideler ve V ezîr-i a czam hazretlerine hayr ducâlar ideler. Eyle olsa revâ budur ki ol meydânın dört tarafına havlı diplerine yüksek sundurmalar ola, yazda ve kışda her kişi atlariyle huzûr idüb duralar, ducâlar ideler. Bundan mâ cadâ Bâb-ı hümâyûn önine ki ekâbirler atlarından in e rle r... (46) . . . esbablarm yağma ideler. A le’l-husûs ki Eclrene ve İstanbul’a yakın yerlerde dahî çok bu maküle fesâd olur. Bunun sebebi budur ki köylerün subaşıları köy halkının evlerinde ok ve yay ve kılıç görse bu Türkler harâmzâdelerdür, harâmîlik iderler, Türklerün evinde yarak neyler deyü bunlardan cerîme alur. Bu sebebden beş on yaraklu kâfir yüz hânelü karyeyi basar. Pes lâyık budur ki Rum-ilinde vâkic olan karyelerim halkını kâdîlar ve kapubaşıları biri birine kefîle virdikten sonra, yasağ itseler k ıh er Türkün evindeki ok, yay ve kılıç olmaya.,
siyâset olunub cerime alınur ve köylerine harâmî geldikde evinden çıkub harâmî ile ceng itmeyen Tiirkden muhkem cerime alınsa kat’â harâmî köylere ziyân (47) idemezdi. A le’l-husûs ki İstanbul’la Edrene mâbeynlerinde olan karyelere höd bu husûs katı lâzımdur. Götürü Rum-ilinde olan müslümân karyelerine hep yarak lâzımdur. Bu husûsdan dahî Vezîr-i a ‘zam hazretlerine çok hayr ducâ hasıl olurdı. Şimdiki hînde höd meşhûrdur ki İstanbul’la Edrene mâbeyninde bir harâmî Arab ihdâs olub gündüz harâmîlik idüb gice ile âşikâre bir küçük köyde yatur, köylüden korkmaz. Bu takdirce eger köylüde yarak olsa gice ile yaturken ol A rab’ı dahî dutarlardı. Sancak beğinün subaşılarmdan memleket eri yeğdür, bunlara yarak katı lâzımdur. Evvelden olıgelmemişdür dimek. fâ ’ide virmez, ol zamâıı bu zamâna uymaz. O l zamânda bu fesâdlar (48) yoğimiş, şimdi halk bir yozdan dahî olmuşdur, her husûs zamânma göre olmak evlâdur. F î’lcümle müslümânlara nefci olan nesneler zuhûra gelüb olmağla V ezîr-i a czam hazretlerine katı çok sevâb hâsıl olur ve nâm-ı şerifleri her giz ferâmûş olunmaz. Bu âdeti anlar komuşdur deyü dâ’imâ hayr du câyla yâd olurlar. Bu bâblarda olan husûslar hep lâzımdur, cümlesinden hayr d ucâ hâsıl olur, okuyub sandığa bırakmamak gerekdür. Günkü sevâbludur, dâ’imâ mutâleca idüb bâri her ayda birer bâbm zuhûra getürmek gerekdür ki sevâb-ı azîmler hâsıl ola. Hemân öte yaka Türklerine yarak lâzım değüldür, anlara yasak gerekdür, meğer İznikmid, Yalakova Türklerine yasağ olmaya, ve’s-selâm. 18. BÂB (49) İstanbul’a gelen hâm meyvelerün ahvâllerün bildürür ki bu hiç bir vilâyette yokdur. Bunu bâzârcılar, muhtesibler hemân bir kelek şeh rin etdiler. Gemiciler müslümânlara odun taşımazlar, abes yire hâm kelekleri ve hâm meyveler taşıyub şehre getürürler, hem müslümânların akçeleri zâyic olur ki olmağa komazlar, hâmla devşürürler, yabana dökilür gider. Pes bu husûsa katı yasak lâzım olmuşdur. Bundan dahî V ezîr-i a czam hazretlerine katı çok sevâb-ı azîm hâsıl olur. Şol veçhile yasak olunsa ki, gemiciler katı hâm yemiş getürdükde hiç bâzârcılar ve halk almasalar ve hâm yemiş getiiren gemiciyi (50) muhtesibler döğüb habs idüb cerimesin alsalar ve dahî dükkânında katı hâm yemişler dutan bâzârcılara dahî bi-caynihî siyâset olmsa ve yemiş gelen Yalakova ve Mihaliç ve sâ’ir meyve gelen kâdîlıklara dahî tenbîh olunub hükm-i şerifler gön derilse ki anlar dahî Türklere yasağ itseler ki yemişinüz hâm iken gemicilere koparup satm anuz; eger satarsanuz siyâset olunub muhkem cerîmenüz alınur dişeler bu husûs defc olunur giderdi. Am mâ bir yıl yasağ idüb sonra muhtesibler yep-yap rüşvet alub gemicilere icâzet virmemek gerekdür. Yasak oldur ki yıldan yıla yasak dahî ziyâde ola, Osmânlunun yasağı höd (51) kuşluğa değindür dimeyeler, gaflet itmeyeler. V e şehru kutu
balı gelse üst gömeci nefîs ak baldur, altı harâbdur, yenmez yabana atarlar, hemân bir kum kara gömeçdür. Muhtesibler bunun gibi husûsda ih mâl etmemek gerekdür ki müslümânlar huzûr ideler, akçeleri dahî abes yire gitmeye. Büyük küçük Vezîr-i a czam hazretlerine cân u gönül ile hayr d u câlar ideler. V e muhtesibler ve gemiciler ve bâzârcılar kâdî efen diye kizb idüb cevâb virirîer ki C£Bu gemi ahvâlidür, eğer gemümüze hâm yemiş komazsak gelinceye değin çürür55 dirler, bu âşikâre yalandur. Sonra ne hoş yemiş sonunda olmuş yemişler geliir, çürümüz, murâdları hemân turfandadur, bahâlu satalum, sonra ucuz (52) olur diyü tam ac iderler, bu fesâdı iderler. Bunun menc olması katı lâzımdur. Hâm yemiş gelmekden ise çiirüyüb yabana gitmek evlâdur, müslümânlarm akçeleri bile zâyic olmakdan ise. 19. BÂB Muhtesiblerin bir hâli dahi budur ki İstanbul gibi şehirde ki, pâdi şâhın tahtıdır, bir kassâb ki iki akçe koyun eti satsa yanınca bir pâre elbetde keçi eti bile karışdurur. Buna hiç kimse nesne dimez. Pes sevâb budur ki koyun eti satılan kassab dükkânında katcâ keçi eti durmamak gerekdür, keçi eti satılan dükkân bunlardan ırak gerekdür ki m uvâzaca itmeyeler, muhtesib olan muhkem yasak eylemek gerekdür. (53) V e H ı zır İlyas güni gelmeyince değme bir ednâ kişiye kuzu satıl m as a koyunun dahî bereketi olurdu. V e hiç dişi koyun ve dişi kuzu satılmasa hem yağ ucuz ve hem koyun ucuz olurdu. Bu husûsa dahî muhkem yasak olunsa satana ve alana bile değnek urulsa sevâb-ı azîmdür. Bundan dahî Vezir-i a czam hazretlerine hayr-ducâ hâsıl olurdu. 20. BÂB V e b a cde zâlike eğer muhtesib ve ger mütevellîdür ve eğer sâ5ir mâl-i pâdîşâhî cem c iderlerdür, şol kimse ki ziyâdece muhasebe gösterür su retinden dahî m aclûmdur3 yâ budur ki istikâmetinden ve maslahat-güzârlığmdandur. Bâreka?llâh ol eyüdür veya budur ki zâlimdür zulm itmişdür (54) veyâ budur ki hîlebâz veya hokkabâz kimnesnedür, müslümânları hile ile aldamışdur. Pes her kişi kelimâtmdaıı bellüdür ve sûretinden ve evzâcmdan ve libâsından dahî bellü ve ayândur. Ana göre fî5l-cümle sormağla ayan olur. Pes bu takdirce eğer ol kişi istikâmetinden maslahatgüzârlığmdan muhâsebeyi ziyâde gösderdiyse ki kimseye hayfi ve zulmu dahî olmaya, anun gibiye her muhâsebe virdikde anun gibilere terakki takdir olunsa yabana gitmez. O l terakki kendünün terakkisinden hâsıl olmuş gibi bir terakkîdür. Terakki olmayacak cchayflar benim itdüğüm sacylere55 diyü bir muhâsebeye dahî çendân cân u gönül ile sacy itmez (55) olur. V e dahî noksân üzre muhâsebe virenlerden dahî bi5l-külliye i ctikâdı gidermemek gerekdür ki, ihtimâldür ki mahsûli yılı değül idi. O l
kişi ne eylesün, Hâlik virmeyince mahlûk neye kâdirdür. F î5l-cümle eyü kişi ile yatlu kişi sûretinden ve kelimâtmdan bellüdür. 21. BÂB Sefer-i hümâyûn vâkic oldukda yeniçerilere âdet-i kadîm olmuşdur ki müslümânlarun bârgîrciklerin ahırlar, mâbeynde ehl-i sefere çok bed d u a hâsıl olur. Nicesi vardur ki ehl-i ayâldür ya sakkâ ve yâhûd lıammâldur, gayri sancatı höd bilmez, sancatı hemân (56) oldur, ehlin ve ayâlin anunla besler ve hem müslümânlar bunlarsız olmazlar. Bârî bu iki tâ’ifenin bârgîrlerin almasalar, yasağ olsa sevâb-ı azîm idi. Müslü mânlar bir gün hammâlsız ve sakkâsız olımazlar. Nâgâh bir ducâsı makbûl kişi “ Allah magbûn eylesün bu seferi59 diye eyü değiildür, uğura muh kem zarardur. Bu husûsdan dahî Vezîr-i a czam hazretlerine çok hayr ducâ hâsıl olurdu. C em îc müslümânlara Allah rahmet eylesün, bu V ezîr-i a czam ne güzel âdet kodu dirlerdi. Sâ5ir halk gibi bunlar da mezâdda alsalar, ammâ cem îc şehrlliye ve köylüye muhkem yasağ olunsa ki her kişi bârgîrin mezâda koyub csata. Beyt: Gehd idüb hayr ile ol dünyâda yâd Kişi kalmaz kalur belki andan ad 22. BÂB Eğerçi ki küstâhlıkdur, lâkin Vezîr-i a czam hazretlerine bundan dahî hayr ducâ hâsıl olur. Dîvân-ı hümâyûnda Matbah-ı âmirede ve ekser imâretlerde buğday şorbasıyla pirinç pişer, gayrı mercimek, bul gur, tarhana ve rişte ve dutmaç (57) gibiler ki harcı dahî azdur, bişürmezler. Bu halk bu iki şorbayı dâ5im yimekle usanurlar, dâ5imâ bu sâ5ir şorbaları ârzû iderler. İmâretlerde höd nice hasta marîz sûhtecükler var dır ki bu maküle şorbalara tahassür çekerler, bulımazlar ve dahî imâretlerün tâvhânelerün ahura yakın itmeyüb mescid yanında yaparlar imiş. Misâfirler toğaniyle tazısiyle ve kimisinin hizmetkârı dahî kâfirdür, mülevves balçıklu libâsları ile gelüb câm icin kapusu dibinde tâvhânede ko narlar, ekseri namâz dahî kılmaz ve kendüler atlarından ırak katcâ huzûr dahî itmezler ve esbâblarun ahurdaıı tavhaneye getürünce cânlarmdan bîzâr olurlar. Nice kerre dirler ki “ Ah ne olaydı, bu tâvhâne kârbânsarâym kapusu yanında olaydı, huzûr ideydük, bir pâre yemekden ötürü bu kadar ırak yerden esbâbımuz taşıyub belâ çekerüz, atlarımuzdan dahî ırağuz giceyle atlarımız dahî uğurlanursa haberümüz olmaz55 dirler, katcâ huzûr idemezler. Pes asi sevâb buydı ki (58) tâvhâneler hemân imâretün kapusu yanında kârbân-sarâya yakın olaydı, müsâfirler huzûr idüb cân u gönül ile hayr ducâlar iderlerdi.
23. BÂB Her tâ’ifede ki eski ihtiyârlar ola eyüyü yatluyu çok görmüş ola, eğer ehl-i sancatda dahî olsa elbetde ol ihtiyâr ve ergin taze yiğidi anun üstüne geçürmezler ve söz dahî söyletmezler. Eğer söylese höd mashara olur. Zîrâ tâze yiğitler dâ’imâ eski ihtiyârlarun kelim âtın ve nasîhatm işitmekle âdem olurlar ve mücerred işitmekle dahî fâ’ide bulmaz, tâ kendiisi dahî nice eyü yavuz görüb nice rüzgâr ömr sürmeyince sancatmda kâmil olmaz. O l ihtiyârlara sorsan ve görsen bu hâle gelince tazeliğinde ne ha tâlar itmişdür. “ T â bu hâle gelmeyince cem îc-i ahvâle vâkıf olmadık, nice hatâlar itdik55 dirler. Pes bu takdîrce eski ihtiyâr olanlara halli hâline göre mansıb virmeğün müslümânlara bunlarım çok nefci olur. Elleri altında olan (59) recâyâ ve gayrisi huzûr idüb bundan dahî Vezîr-i a czam hazret lerine çok hayr du5â hâsıl olurdu. V e meşhûr hikâyetdür ki bir zamanda iki pâdişâh biri birine mukabil olmuşlar. Bir pâdişâh âkil imiş, bir câsûs göndermiş ki var ol leşkeri gör hep tâze yiğitlermidür yohsa içlerinde ihtiyâr kişiler dahî varmıdur diyü ol câsûs varub gelmiş pâdişâha cevâb virmiş ki “ tâze yiğitleri dahî çok eski ihtiyarları dahî çok55 dimiş. Hemân ki pâdişâh bu sözü işitdikte leşkerine cevâb virmiş ki “ siz anlarla mukabil olımazsız; zîrâ hep tâze yiğitlersiz, ahvâle muttalic değülsiz, delükanlularsuz, anlar bize galibdür55 diyü mukabil olmamışlar, ve hem şimdi ki zamânda dahî çok gördük ki düşmen mukabil oldukda hemân ihtiyârlar birer arslan gibi olurlar, tâze yiğitler şaşarlar, nice ceng ideceklerin bilmez ler, ihtiyârlar bunlara nasîhat iderler ki “ korkmamız, İnşâ-Allâh fursat bizümdür, biz bu asi cengleri çok gördük, Îıışâ-Allâh (60) fursat bizimdür, biz bu asi cenkleri çok görüb dururuz, fursat dîn-i İslâmmdur. A lay dan çıkmamız, sancak dibine top evlek sakınınız, düşmân hîle ider, san cağı boş koyub düşmânı komanuz, kenârda olanlar anları kovalarlar, siz pâdişâhdan sakın ayrılmamız55 diyü dürlü dürlü nasîhatlar iderler. Bunlarun söziyle delükanlu yiğitler kuvvetlenürler, her biri gedügünde durub yoldaşlık iderler. V e dahî bir tâze yiğit ki sancak beği ola ya hâkim ola eğer ihtiyârlara danışmayub kendü bildüğin iderse ne kadar şîr-merd bahâdur ise dahî rusvâylıkdan lıâlî olmaz. Pes nice defca mağlûb olma yınca, rüzgâr ömr sürmeyince menfacata yaramaz. Nice ki düşmâna tiz varursa girü düşmân dönicek (61) ana göre tiz kaçar, hiç düşmânm hile sinden haberdâr olmaz. Meğer ki bi5I-külliyye kendü bildüğünden geçüb hemân ihtiyârlarm sözini duta. Am mâ bu zamanda ihtiyârlarm sözin dutar yiğit değmede bulunmaz, babası dahi nasihat itse “ bunamuş kocadur, ne bilûr55 der. Nitekim meşhûr meseldür. Meşveretten kimse hüsrân bulmadı Meşveret iden pişmân olmadı.
Pes bu hodbinlik katı kabîh fi’ldür, kişi ne kadar âkil olsa elbetde meşvereti elden komamak gerekdür. Ne kadar fâ ’ideler bulunur ve dahî katı pîr olan pâdişâh kullarına gazâ yolunda ağarmış ak sakallarına ricâyet idüb, çünki bu imaretleri yapan pâdişâhlârm emekdâr kullarmdandur, girü bu imâretlerin (62) zevâ’idlerinden ki nice ecnebiler beşer onar akçe vazîfe eki iderler, girü beğenmezler, bu kadar vazife buna nesüdür diıier, asi bunlara beşer onar akçe zevâ’idden gerekdi ki pîrlerdür, nihâyet iki üç yıl dahî yaşayalardı girü zevâ’id yerinde kalurdı, hem teselli bulurlardı, hem bunların ağır ulûfeleri hazîneye kalurdı, iki câmbe küllî fa’ide hâsıl olurdı. Böylece olmayıcak bir pîr seksen yaşına dahî varsa ulûfesinden ferâgat itmez, sefere gider; lâkin katı pir olan menfacata yaramaz, iki cânibe zarardur. Bu takdirce evlâ budur ki otuz akçe ulûfesi olan pire zevâ’idden on akçe ta cyîn olunsa yigirmi akçesi hazîneye kalurdı, bu kalan yigirmi akçeye onar akçeden (63) iki kılıç hâsıl olurdı. Bu husûsdan V ezîr-i a £zam hazretlerine tâ rûz-i kıyâmet pirlerden hayr ducâ hâsıl olurdı, ve hem pîrlik d u câsı İnşâ-Allâh makbul dür. K â le’n-Nebiyyu-Sallâ’llâhu aleyhi ve sellem-: ccEş-şeybu nûrü’lmü’mini fe-men şâ’e en yutfiyehu fel-yutfhi.5î 5 V e kâle’n-Nebiyyu-Aleyhi’s-selâm- “ Men âşe f î ’l-İslâm hamsine seneten kâne hakken aleyhi en yedhulehu’l-cennete.556 Sadaka Resûlullâh. Bu takdirce bu gaza yolla rında sakalların ağardan pirlere ta czîm lâzım olub du câla,run almak ge rekdür. 24. BÂB Rum-ilinde bir zulm dahî budur ki Rum-iline acemî oğlan devşürmeğe bir sâlih ihtiyâr yaya-başı gönderilmez, ekâbir dileğiyle (64) bir rüşvethör tâze yiğit yaya-başı gönderilür. R e câyâ oğlın halâs eylemek içün çift öküzün ve bağın ve tarlasın bi’l-külliyye satub bu yaya-başma rüşvet virür, oğlum kurtarur. D ahî ol kâfirin oturacak ve duracak yeri kalmaz; oğlı ile kızı ile başın alub gider. Harâc defterlerinin girîhteleri bir sebebi budur, ve mâl-i m îrîye bundan çok zarar vardır, V ezîr-i a czam hazretleri hayr ducâ almak isterse bu hizmete giden yaya-başıları kendüleri göreler, lâyık ise göndereler. Sâlih ihtiyâr kişi ola ve yanında yeniçerileri dahî ihtiyâr ola, hiç tâze delükanlıı yiğit olmaya. V e ya nınca bir müstakim m aczûl kâdî ki geldüği gibi terakkiyle kâdîlık virile ve vilâyetin sancak beğleri ve toprak kâdîları (65) dahî bunlara nâzır olalar ki bir akçe rüşvet yemeyeler. V e yolda gelürken acemî oğlanları köyleri incitmeyeler. Zîrâ yolda uğradıkları köyleri ne tavuk ve ne boğaca 5 Benzerleri için bk. S u y u tî’niıı kitâbm m yeniden düzenlenm işi olan, K e b îr . K a h ire 1932, II., s. 184-185. 6 H adis kitaplarında bulunam adı.
e l-F e th ü l-
ve ne köylünün esbabcıkları hep yağm aya gider ve âdet olmuşdur ki yol da gelürken yolun iki cânibinde olan köylere bu yayabaşımn yeniçerileri dağılur ve köyün imâmın ve kethüdâsm bulur. “A cem î oğlanların bu köye konduruz, bu kadar tavuk ve bu kadar boğaca ve arpa ve otluk hâzır idünüz ve hasta acemî oğlanları vardır beş on araba hazırlanuz, bir iki gün hastaları götürsünler55 diyü köy halkını korkudurlar. K öy halkı dahî bir iki yüz akçe cemc idüb bunlara tazarruc iderler ki bizüm köye konmanuz (66) gayri köyde konunuz diyü yalvarurlar. Pes bu yeniçeriler bu akçeyi alub bir köye dahî giderler, bu veçhile nice köyden bî-nihâye akçe cemc iderler. Acem î oğlanı höd aşağa yoldan doğru gitmişdir, ardın dan yetişüb biraz akçe yaya-başma virirler ve birazın kendüler alur. Bazı zâlimlerun hâli budur. Bu takdirce hem giden yaya-başı bir sâlih ihtiyâr pîr kişi gerekdür ve yanında ölan yeniçeriler dahî her bölükden koca yeniçeriler gerekdür. Delükanlu sermest bu asi hizmete gitmek revâ değüldür. Zîrâ kâfirün oğlın almağa giderler, gûyâki cânın alurlar, cânm virmez cümle mâlin virür, sonra mâl-i pâdişâhîye bu husûsdan (67) çok noksan gelür, memleket bununla harâb olur eğer vech-i meşrûh üzre olursa ve bu risâlede olan her bâblar amele getirilürse Vezîr-i a czam hazretleri hiç imâretler yapmak lâzım değül. İmâret yapmış inşân çok lâkin mukaddemâ hiç bir V ezîr-i a czam bunun gibi akçesiz ve pulsuz hayrları fıkr idüb etmediler, ancak kânûn üzre hemân şikâyetçi dinlemeği meşgûl oldılar. Hâliyâ V ezîr-i a czam hazretleri hayrâta mâ5il oldukları gibi dahî bunlar gibi vezîr-i a czam gelmedüği beyne5n-nâs m acrûfdur. Eğer bu hayrâtlar zuhûr bulursa bu sâhib-i sacâdetin zamânlarmda zuhûr bulur, bulmazsa hayfâ bu hayrâtlara ki zâyic olur, bu kitâb (68) bir bucakda kalur çürür yabana gider. 25. BÂB R e câyâda bir büyük zulm-i sarîh dahî vardır ki bundan recâyâ ziyâde bî-huzûrlardur ki bir müslümânun yâhûd bir kâfirün kışın kazâ-yı âsumânîden koyunları kırılur, dahî koyun hakçısı gelüb bu kişinin defter de bulduğı üzre geçen yıl senün bu kadar koyunun vardı, elbetde res min tamâm vir diyü ol fevt olmuş koyunlarmun resmin bî-kusûr alur. Pes ol fakîr neylesün, hem koyundan çıkdı ve hem kuru cerime virür. Koyunları kırılduğma acımaz, illâ ki bu kuru cerimeyi ağlayu ağlayü ve bin kerre harâm idüb virür. El-hamdü5lillâh pâdişâh hazretlerinin bu harâm akçeye ne ihtiyâcı vardır ve bu asi akçe höd binde birisi hazîneye gelmez; koyun hakçılarm der-âmedidür. Ancak emr böyledür, biz defter den (69) eksük alımazuz diyü memleketi yıkub harâb iderler. Bu zulmden nicesi yemîn itmişdür ki min b a cd koyun beslemeyeler. Eğer Vezîr-i a czam hazretleri zamânmda bu zulm defcolursa kadîm kânûn üzre hükmde yazılduğu üzre hemân her kişinin mevcûd olan koyundan resm almub
eski defterle kimseye zulm itmeseler hem sevâb-ı azîm hasıl olub hem koyunu olmayan dahî zulm götürüldü deyü her kişi koyun almağa cehd iderdi, koyun vâfir olub müzayaka çekmez idi. Her müzayaka zulmden hâsıl olur, ucuzluk adâletden hâsıl olur. 26. BÂB R e câyâ tâ’ifesinde bir hâl dahî vardır ki bundan hem Hızâne-i âmireye çok mâl noksan gelür, hem recâyâya zulm olur. Bu sebebden ki bir karyede bir yıl bir kaç kâfir (70) fevt olur, yâhûd tâ cûn olub vâfir kâfir fevt olur. Gelecek yıl harâcçı gelür, eğer bu mürdelerün emlâki esbâbı varsa satub harâcm viriıier. Eğer nesnesi yoğsa ve baştinası dahî yoğsa elbette elbette üç yıla değin köylüsü ağlayu ağlayu bu mürdelerün haraç ların kendü yanlarından virürler; kendüler höd kendü harâclarm virmeğe gücile kadir olurlar. Bu kande kaldı ki gayri kişinün harâcm dahî vireler, eğerçi vireler, bir yıl nihâyet iki yıl gayret idüb virirler, üçünci yıl harâcçı gelüb bu mürdeleri çıkarmağa nev-yâfte taleb ider. Eğer oğulları dahî tâ cûndan fevt oldıysa nev-yâfteleri yoğise harâcçı mürdelerin çıkarmaz. Pes bu bâkî kalan kâfirler nicç bir bu mürdelerün harâclarun kendü yan larından virseler gerekdür. Pes lâzım oldı ki (71) âdem-i kudretlerinden mevcûdları dahî bi’l-külliyye, girîhte olalar. Bu takdîrce hem mâl-i m î rîye zârar hem kendülere zarâr oldı. Eğer V ezîr-i a czam hazretleri her harâc defterin açub nazar itseler defter vardır ki nısfı girîhtedür sal be-sâl girîhteler bu husûsdan dahî ziyâde olmak üzredür. Bu iki zulm eğer Vezîr-i a czam hazretleri zamanında refc olursa külliyyen recâyâ oğlı ve kızı ile baş açub hayr d u câlar itseler gerekdür. Bunun üzerine dahî hayr olmaz ve mâl-i m îrî dahî sâl be-sâl ziyâde olmağa başlar, H âliyâ bir kâfir ağlayu ağlayu Beşik-taşmda Y ahyâ Çelebi Efendinün yanma varub eyitmiş kim “ Efendi, kitâbmızda varmı dur ki benüm babam yedi yıldır kim fevt oldu bir nesnesi kalmadı; dilencilik idüb yedi yıldan berü babamın harâcm (72) mütevelliler benden bî-kusûr alurlar ve harâcdan gayri ispençesin dahî alurlar. Helâl midür” dimiş. Yahyâ Çelebi Efendi dahî “ Helâl diyemezüz” dimiş ve b a cde zâlike haraççılar tâze yiğitlerdür, kenâr yirde zulm ider ler ammâ ol acebdür ki sakalı uzun sünnet üzre bir kişi mutevellî ola, kenâr yerde dahî olmaya, belki hâkimü’l-vakt olduğı şehrde ola, dahî vâkıfların hayrlarmı şerre tebdîl ideler, anlar dahî mürde harâcm ve ispençesin alub imâretlere hare ideler ve dükkânlar ve m ukâtacalu evler satıldıkta şimdi halkın ziyâde incinmesi vardır dirler, leyi u nehâr merhûm mütevelli Aksak Nasûh Beğ’e hayr du calar iderler. Her ak sakallu olana i ctikâd gerekmez, mütevelli olan şirrîr7 gerekmez, hemân serî’at el virür diyü müslümânları incitmemek gerek, vakfa hayr du câ aldurm ak8 (73) gerekdür ki kabrinde râhat ola. 7 Şirrîr: “ Şerîr-i şirrîr55 daha u y g u n olurdu. 8 H a yr d u câ aldurm ak: i k i defa yazılm ıştır.
27. BÂB Şehirlü tâ’ifesi vâfir ulûfe ile emânetler, kitâbetler tasarruf iderler. Pâdişâh kulları sefer olmadığı vakt m ucattal evlerinde yatmaktan ise hüsn-i rızâlarıyle varub bu hizmetleri ol ecnebilerden yeğ görmeğe râzîlardur. V e hem bu kadar ecnebinin ulûfesi hazîneye sacy olur, hem pâdişâh hazretlerinin kullarıdur at ton idinürler, sefere iktidârları olur, hem mâl-i m îrîye sacyleri dahî ziyâde olur, meğer ki fâsık ola sacy itmiye. Am m â ol ecnebi eminlerin dahî çoğu fâsıkdur, ehl-i fısk hiç mefacata yaramaz bu ehl-i fısk olanları dâ’im sorub teftîş idüb tevbe itmeyenlerini gözden bıragub hor ve hakîr itmek gerekdir ki insâfa gelüb tevbekâr ola. (74) Bu husûsdan Allâh râzı olsun, V ezîr-i a czam hazretlerinden ki bizi bundan halâs eylemeğe sebeb oldu deyü her biri ducâlar iderlerdi. 28. BÂB Bölük halkının ve erbâb-ı tîmârın ve sâ’ir leşker halkının hizmet kârları ve at oğlanları ki vardur bunlar bir mütf-i hâzır nice yüz bin âdemdür, hemân aybları oldur ki yarakları yokdur içlerine on nefer yaraklu düşmen girse cemicisi kaçar bir kızılbaş on at oğlanının ellerin bağlayub esir gibi alub gider ve ceng ve cidâl eyyâmmda düşmen ağrık arasına girdükde at oğlanları korkularından gelüb bölük halkının içine girüb alayı bozarlar, vakt olur ağrık sancağının dibine gelür bölük halkını sancak dibinden ayırurlar, sipahiler ağrık arasında kalurlar, leşkere muzâyaka (75) virürler. Zîrâ yarakları yokdur, yaraksuz yiğit ne kadar bahâdur olsa avratdan kötü olur. Pes bu kadar hâzır leşker ki ekseri ağasından şîr-merd ve bahâdurdur, bunlara bir yarak gerekdür ki hizmetlerine mâni olmaya, h afîf ola, hem maslahat bitüre. Cümlesine muhkem yasağ olmsa ki her kişinin ne kadar hizmetkârı varise eğer at oğlanıdur ve eğer deveci ve ger katırcıdur ve eğer sâ’ir hizmetkârıdur her biri birer nîmçe ki bağını boynmdan geçürüb nîmçesi veya kürdesi koltuğundan aşağı dura ki âdet üzre katı aşağa asarsa hizmetine bir mikdâr muzâyaka virir mi göreler, nice kendülere âsân ise eyle takmalar ve dahî yalnız nîmçe menfacata yaramaz, tâ her biri nîmçe yanınca bir hafîf varsak kubûru ile ok ve yay getürmek gerekdür ve her kubûrda otuz kırk (76) okdan aşağı ok getürene siyâset olmak gerekdür ve billerinde birer nacak lâzımdur. V e otluk ve samana ve gayrı yere ki gitseler katcâ yaraksuz gitmiyeler. Bu takdîrce Osmân oğlunun ardında ağrığı hisârdur didikleri bu defca sâbit olurdu. Zîrâ hisâr oldur ki yaraklu ola, yaraksuz hisârı tez alurlar. Eğer vech-i meşrûh üzre olursa düşmen at oğlanından katcâ dil almağa kâdir olımaz. Am mâ at oğlanı her kaçan azığa gitse bir iki dil getürmeğe başlar. Zîrâ düşmen at oğlanın göricek yaraksuzdur .diyü bir düşmen beş oğlanun arasına kör gibi at salar dutılur. Pes bunlara ok yay nîmçe ve yâhûd na cak elbetde lâzımdur. Böyle olıcak muhârebe gününde ağrık kaçub bizim F . 10
alayımuz bozmağa kadir olımaz; her oğlan okıyla kendüyi korudur, (77) Yerlü yerinde durur, katcâ düşmen yanlarına gelimez. Zîrâ çok gördük ki bizim kendü ağrığumuz alayımuzun arasına girib bölük halkının çoğu ağrığm içinde kalur çıkamaz. Mücerred müteferrikalar ağrığı ol veçhile cenk gününde k atcâ zabt idemezler. Bunlara bu veçhile yarak ehemm-i muhimmâtdandur. Bu husûsdan dahî V ezîr-i a czam hazretlerinin nârn-ı şerîfleri tâ rûz-i kıyâmet yâd olmağa sebeb olurdu. Mukaddemâ V ezîr-i a czam hazret leri olanlar bunun gibi hayrlu eserler komamuşlar ki dâ’imâ hayr du câyla yâd olmağa sebeb olalardı. 29. BÂB Sefer-i hümâyûn vâkic oldukda bir kimesne ki sahîh hasta ola, ya lan söylemeye özr bahâne olmaya, anun gibilerin dirliğin kesmek günah-ı azîmdür. (78) Nihâyet ol hizmet itmedüği zamanın ulûfesin ve tîmârı mahsûlün virmeyeler. Revâdur kendüsi dahî âna râzîdir ve illâ hem kazâ-yi âsumânîye uğrayub hasta ola ve hem kazâ-yi insana uğrayub dirlüği katc ola, çendan münâsib değildür; ol kişi mazlûmlardan olur, oğlı, kızı evlâdı ensâbiyle bedducâ ider,. gayetde sakınmak gerekdür. Nite kim demişlerdür: Sakın mazlûmun âlımdan sehergâh K i perde komamışdur ana Allâh Sakın mazlumdan kim nâliş eyler K i nâliş varı varı çoğ iş eyler Meğer ki ol kişi kizb idüb sehice hasta olub girü eyü ola, sefere varub yetişmeye, ihmâl eyleye, anun gibileri muhkem teftîş idüb kizbi zâhir olanun dirliğin şöyle katc itmek gerekdür kim ebedî dirlik virilmeye, mübtezel (79) hor u hakîr geze sâ’irlere dahî ibret ola, belki Dîvân-ı Âlîde b a czısma değnek dahî unla. Bu eseri koyan V ezîr-i a cza m 9 hazret lerine dahî her kişi dâ’imâ hayr ducâ ideler. 30. BÂB Muhtesib oğulları ki tâze yiğitlerdür nedür ki kânûndur size eşküııci tîmârı virilmez siz sefere eşmenüz, size oturak muhtesib tîmârı virürüz diyü tâze cevan yiğitlere oturak muntesib tîmârı virilürmiş. Bunlar höd pîr değiller, tâze yiğitler sefere lâyık illâ ki muhtesibliğe katcâ lâyık değüller. Tîm ârı aldıkları sâcat hemân ihtisâbı bir âmile satarlar, sâl be-sâl mahsûlinden ne vâkic oldıysa âmilden kabz iderler. Âm il dahî ehl-i dükkândan rüşvetin alur, ehl-i dükkân dahî müsâfirlere ve yolcu derdmendlere iste dikleri gibi satarlar. Mâbeynde iki cânibe zarar var; hem bu husûsdan 9 V e z îr : İki defa yazılmıştır.
cem îcisi günâhda şerîk olur. (80) Eğerçi kânûndur, lâkin bu asi kânûnu koyanlar ya Hersek-oğludur ve yâhûd Karagöz Paşadur ki bir solp ümmî âdemler imiş, lâzım mıdır ki şimdiki zamânun âkil ve dânâ hâkimleri muttasıl hemân anlarun yoluna gideler. Bi-hamdi5llâh bu husûs ne sünnetdür ve ne farzdur ki terk itmekle ulu günâh hâsıl ola. Pes bunun gibi muhtesib oğulları ki tâze yiğit olalar eşkünci tîmârı virilmek cânibeyne evlâdur. A le’l-husûs ki bunlara olan r icâyet bir bölük halkının oğullarına olmaz. Bölük halkının oğullarına nesne yok. Bunların oğullan hemân babaları fevt olduğu gibi ne kadar küçücek olsa hemân muhtesiblik virilür. Bâhusûs ki ekseri ecnebî Türk oğullarıdur. Bir tezvir arz ile gelür, zamâııla babam kapucu idi diyü dirlik alurlar. Mukaddemâ sahih bölük halkının oğlu olanlar kimisi kırk (81) yaşma varırmış dahî dirlik bulımazlarmış, kânûn böyledür deyü cevâb virilürmiş. Pes Vezîr-i a czam hazretleri zamânında sevâb-ı azîm idi ki bu tâ’ifenin y a cni bölük halkı evlâdına terahhum oluna ki tâ kıyâmete değin hayr du câya sebeb olalar ve bu maküle ihtisâb tîmârları hemân ihtiyârlara her bölükden ihtiyârıyle tâlib olanlara artucak tîmârla iki uc tîmârı bir itmekle her kişi tesellisin bulurdu. Eski ihtiyârlardur gerekse kendüler zabt eylesiinler, gerekse yararca âdemlere mahsûlün satsunlar, kimseye zulm itdürmesünler, âmillerün zabt eylesüııler, zulm itdürürlerse bir kaç yıl m aczûl eylemek revâdur ki cehd idüb adi itdüreler. Sahîh muhtesib oğulları olanlara büyük olduğu vaktin eşküncü tîmârı virilse revâdur. Her kişi hâline münâsib (82) dirlik ile tesellî bulurlardı. Bu muhtesib oğullarını dahî bu veçhile mahrûm itmemek revâdur. 31. BÂB Dîvân-ı Âlînin m ukata‘acıları ve ahkâm kâtibleri ve gayrisi ki vardır bunlar küçücükdeıı kitâbete hizmet idüb sancatlarmda pehlivân olrnışlardur, hâricden bir kimesne ki bu mahsıblara gelür, eğer bu şâgirdler olmasaydı k atcâ kendüler maslahat görmezlerdi ve çok mâl-i m îrî zâyic olurdu ve üslûb-i kadîm ve mîzân bozılurdu. Zîrâ bu üslûb katı güçdür, üstâdlar bunu, bu hâle koyunca çok zahmet çekmişlerdür, hâricden bir kimesne bu maküle mansıba gelse f î51-hâl şaşub mest ü hayrân olur, da hî bi’l-külliyye bir şagirde kendüyi teslîm ider. Bu takdîrce şagird da hî “ Nediir, biz bu kadar zamândır hizmet iderüz, bize mansıb yok, (83) hâricden gelürler bizim mansıbumuz alurlar. İmdi biz bu herîfi bir maglataya bıragalum kim neyleyeceğin bilmesün55 dirler. Pes ol vakt emin ler, âmiller bildüklerin dürlü dürlü hilelerle iderler ve üslubri kadîm ki üstâdlar bunu zuhûra getürince her biri ne belâlar çekmişlerdür. Bu uslûb dahî günden güne sehv u hatâyla acemî eline girmiş togan gibi harâb olur gider. Pes bu ahvâl katı sakınacak yirdür, çiftçiye kuyumcılık teklîf itmek gibidür. Pes her sancatda şagird anunçün can u gönül ile çalışur
ki üstâd ola, başka çıkub giderek üstadının' yirine geçe, emeği zâyic olmaya. Nitekim kânûn bilür eski çavuşlardan çavuşbaşı iderler ağa olduğu gibi üstâd olur, hiç kimseye sormaz ki çavuşbaşılığm, hizmeti nedür, nice ideyüm deyû (84) şaşmaz; gûyâ ki on yıldan berü çavuşbaşıydı şöyle hizmet ider, ale’l-husûs ki hâricden re’ îsü’l-küttâb olmak hemân üslûbî ve kânûn-i kadîmi çak başından bozmağa sebeb olur. Nitekim demişlerdir her kişi kendü sancatmdan yarlığanur, şöyle gerekmez ki bir kişi bir sancatda tamâm kâmil ola dahî ol sancatda anı kullanacak vaktde kullanmayub bir âher hizmet dahî ısmarlayasm ki ol kişi ol sancatda kâmil değül çok hatâsı var, nice zamân ol kişi zahmetler çeküb ol sancatmda dahî kâmil olub kullanacak zamânda bir âher hizmet dahî ısmarlayıcak hemân ol kişi mağlûb olur şaşar, muttasıl şagirdleri yüzine bakub meded ister du rur. (85) Nitekim Diyâr-ı Bekr efrâdı ki bahâdurlardur her zamânda Kızılbaş çengine öğrenüb ve anlarun dürlü hîlelerün hep bilürler yüz dahî ağardurlar ve Rum-ilinde dâ’imâ kâfirle ceng ider Yahyâlû ta’ifesi ki vardır dâ’imâ kâfirle ceng-ü cidâl eylemeğe öğrenmişlerdür, eğer bunları tebdîl idüb Kürdleri Rum-iline ve Yahyâlû tâ’ifesin Kızılbaş cânibine gönderilse nîce zaman m übtedî olurlardı. Meşhûr meseldür: uHer yerde yer kurdu gerekdür55. Pes her ahvâl buna göredür, dülger kuyumcı olımaz ve kuyumcı derzi olımaz ve dahî dîvân kâtibi olan as lıyla hazîne kâtibi olımaz ve hazîne (86) kitâbetinde pehlivân olan as lıyla dîvân kâtibi olımaz. Her birinin başka bir üslûbu var, şagird gibi olımaz, sâ5iri dahî ana göre kıyâs oluna. 32. BÂB Şimdiki zamânda ekâbirin kulları m aclûm olsun, gavgâ itmesünler, gavgâ iden m aclûm olsun diyü bir kiilâh v a z colmuşdur gâyetle m ackül buyurılmışdur. Acem î oğlanları kısa saru külâh giyseler ahur halkı uzun sarı külâh giyseler uzunla kısa farkı hemân kifâyet iderdi ve dahî ednâ yumşak kepenekler olur, ani Bursa5da ra cnâ kırmızıya boyasalar dahî Hazret-i V ezîr-i a czam-Edâme5llâhu T e câlâ ömrehu ve devletehu-hazretlerinin gılmânları bu kırmızı nemedden külâh geyseler ve sâ5ir vüzerâ dahî isterlerse bu maküle kepenekden (87) âsumânîye ve yâhûd neftîye her biri diledükleri renglere çeküb gılmânlaruna külâhlar v a zc iderlerse gavgâ idenler her kim ise m aclûm olur, hem gâyetle hûb şöhret olur ve dahî sâ5ir bölük ağalarımın gılmânları ak nemedden külâh geyseler, anlar dahî gavgâ idemezlerdi, bölük halkının hizmetkârları hep kırmızı Mısr zenetleri geyseler. 33. BÂB Bir mühim dahî oldur kini ulûfeci garîb yiğidi olur ki, sefâhat galebe eyler, dahî başına altı yedi en dülbend sarinür kim çaşnîgîrler sarugundan
büyükdür. Bu haliyle temcîdden mukaddem kalkub kaldırım başında bir yeri tapulamışdur, beher hâl her vaktde ol yerde mûlâzemete meşgul dür; eğer hatâ5en bilmeyüb bir âher kişi ol yerde dursa kan eylemeğe râzîlerdür, ol yeri kimseye virmez (88) ol yere tapmuşdur, i ctikâdı anadur, muttasıl ol yerde ekâbiri selâmlar; şöyle harîs olur ki “ el-hârisu mahrûmun55 den olur, haberi yokdur ki H ak T e câlâ cânibinden bunun hâris olduğu hizmet bir kişiye virilür ki her giz kaldırım başını dahî görmeyüb mülâzemet dahî itmemişdür, andan haberi yoktur. Beyt: Y a tâlibe5r-rizka f î 5l-âfâki müctehiden Aksir anâke fe-inne5r-rizka maksûmû Er-rizka yescâ ilâ men leyse yatlubuhu V e tâlibu5r-rizka yes*â ve huve mahrûmû B aczıları eydür ki nice mulâzimîn-i hâris vardır ki evvel bir defca ekâbiri bâb-ı şerîfi öninde selâmladıktan sonra tekrâr bir âher sökakdan segirdüb girü Dîvân-ı Âlînin meydânında bir defca dahî selâmla mak var dirler, lâkin bu kaçan olacakdur, aldı olan bunu itmez, meğer ki içlerinde bir iki dîvânesi (89) var ola. Bu husûsdandır ki her ekâbir mülâzim-i harîsden ötüri kendüler murâd idündüği kimesneleri bile göz den bırakmışlardır. Geldük sârık ahvâline: Garîb yiğidinin ve ulûfecilerin dülbendi kiçirek gerekdür, büyük sarmanlara ağaları değnek urmak gerekdür. V e Silâhdar ve sipâhî oğlanının anlardan büyücek dülbendi gerekdür. Sâ5ir çaşnîgîrler, müteferrikalar, çavuşlar büyük iderlerse câ5iz, anlar dahî bölük ağalarından büyük itmek m ackül değildir. Am mâ sâ5ir bölük ağaları Pâdişâh hazretlerine r icâyeten dülbendlerin büyük itmek gerekdür, anlara küçük dülbend münâsib değildür, sâ5ir halkdan tefâvut gerekdür. V e sancak beğlerün ve b aczı hürde ekâbirlerin gilmânları ki (90) vardur, hiç bunlara Selîmî sankdan mergüb sarık olmaz. A le5l-husûs ki hizmetkârlardur kisvetleri h afif olmak gerekdür; seferde hod mücevvezelü sarık ve sadak bölük çok nesneye m ânicdür. Hemân hürde ekâbirün kethüdâları ve kapucibaşları ve sâ5ir ağalarına mücevveze olsa câ5iz, sâ5irine hiç bir veçhile câ5iz değildür. *Merhûm-i mağfur Sultan Selim HânAleyhi'rrahmeti ve5l-gufrân -hazretleri eğer bir kaç yıl dahî fevt olmasa-, lardı belki bi5l-külliyye ednâ halkdan mücevvezeyi refciderlerdi.10 V e Yahûdî tâ5ifesi hod dülbendi hep bunlar bahâlu itmişdür. Bunlara yasak katı lâzımdur ki kaim Denizlü yâ Ermenek çalmasın boy adud giy eler. Ne münâsebeti vardır ki bunlar Kandehâriler ve mermerşâhîler sarmalar ve ıskarlât çukalar geyeler, karziyeler, selânikler, muhayyerler kifâyet ider, atlas fistûnlar geymek anlara lâzım mı imiş hâtûnları bile atlas ya altunlı geymeseler. (91) Nihâyet kutnî veyâhûd muhayyer alacalar ge yeler. Cem-î* kumaşı bahâlu iden bunlardur. Bu makûle dikilmiş libâs 10 M erH ûm . . .
iderler dİ:
H âşiyeye
eklenmiştir.
larını hep mezada komlub satılsa müslümânlar hâzır kumaşa çukaya ganî olurlardı. Yahûdîler dahî çendân incinmezlerdi; “ küllî harcdan hâlas olduk, bu libâslar bize yiter55 dirler. Zîrâ anlar dahi biribirine nisbeteıı borca girüb gayretle a clâ libâslar geyerlerdi. Şimdi yasak bahanesiyle ol harçlardan hâlas olub sonra ducâlar iderler di. 34. BÂB Geldük girü mulâzimîn tâ5ifesine ki bunlar çünkü ihtiyârlarıyla leyi u nehâr bu hırsla kendüleri mülâzemetden men ödemezler, eğerçi ki her yıl nâ-murâd olsalar girü bu kadar zamân hizmet itdük diyü sâl be-sâl mülâzemeti dahî artuk itmeğe başlarlar, (92) kesret-i müşâhede kıllet-i hürmetden hiç haberdâr olmazlar. Bu takdîrce bunlara hemân istimâlet virmekden özge çâre yokdur. Şol veçhile ki “ Haftada iki gün bir cum (airtesi sabah görününüz, Öyleyin lâzım değil, bir dahî cum ca gün görününüz; hem pâdişâh hâzretleriyle cum ca gün galebilecek olsun hizmet idin, İnşâAllâh nasibinizde olan gelür. Sâ5ir vaktde abes yere gezüb atlarumzı zebûn eylemenüz, sefere hâzır olunuz55 denilse mulâzimîn-i mahrûmînden sabâh sabâh halâs olunurdu; kendüler dahî huzûr iderlerdi. V e eğer b a czısı eslemeyub edebsüzlik idüb girü gelürse ol her gün gelenün katcâ yüzüne bakılmasa uslanurlardı. Bu didüklerimiz ulûfesi olanadur, m aczûllere değül. (93) Yohsa bunları kovmak ve yüzlerine bakmamak hiç fâ 5ide virmez. “ Bu hafta hiç bakmadı, bolay ki bu gün baka55 deyü dahî beter gelürler. Şöyle zanniderler ki ekâbirin bakmaduğu sâ5ir fikrdendür haber leri yokdur ki kendülerün kasâveti fikridür. Evvel zamânda dilenciler her gün dilencilik iderlermiş, Ekâbir âciz kalmışlar; sonra yasağ itmişler ki dilencileri bir duşenbe güni bir pencşenbe günü sâ5illik itsünler diyü ve yasağ itmişler; dahî ol yasakdur, “ Allah rahmet eylesün53 dirler. Pes her hayrlu maslahatda eser koma yeğdür, mülâzimın dahî sonra bu yasakdan gayetle hazziderler, hayr ducâlar idüb huzûr iderler. Sabâh namâzmdan çıkan cemâcat dahî üzerlerine mulâzimînün atları balçığı sıçramakdajı halâs olurlar, anlar dahî hayr du câlar iderler. Bu takdîrce mulâzimlere dahî sâ5iller gibi haftada iki gün ta cyîn olunmak münâsib imiş. 35 .
bâb
(94) Muhtesiblik ziyâde ulu mansıbdur; muhtesibliğe bölük halkı olmakdan ise müteferrikaların eski ihtiyâıiarm dan hem ehl-i ilm ola, katı câhil olmaya. Bu maküle uslu akili muhteşem yarar âdem olsa ki Her kişi gördükde andan utana ve uğurlu, yüzü nurlu kişi ola. Yohsa değme bir ednâ kimesne ki uğursuz ve hör ola, anun gibiler muhtesib olmağıla âlem kurur gider, anın gibi muhtesiblerün nuhuseti mücerred İstanbul5a değüİ, belki götürü vilâyete nuhûseti yitişüb götürü dünyâ
kahtlık olmak vardur. Zîrâ İstanbul kökdlir, etrâfı budakdur. Kökün nuhûseti elbetde budaklarına dahî yetişür. V e hem asi muhtesib kâdîsı müstakil İstanbul kâdîlığmdan tekacüd itmiş mollalar gibi bir fâzıl kimesne olsa *ana muhkem ri’âyet olmsa bir ayun içinde şehr bir onat ucuzluk olurdu. Hiç şüphe yokdur İnşâ-Allâhu T e ^ lâ 11 Her gün muhtesib (95) dükkânında bir mikdâr bile otursa mücerred ihtisâbı narhları ve her husûs her metâcı kendüsi her gün görse katcâ bunun mesâlihine İstanbul kâdîsı girmese, bi5l-külliyye tedbîr almak virmek anun olsa ve ucuzluk ne veçhile olması mümkindür ve narhı dahî ziyâde itmekle mi mümkindür nicedür, leyi u nehâr anun fikrinde olsa şimdiki zamânm muhtesibleri ancak anun yanında haberini ekâbire beyân idüb ve siyâset ve ta czîr emr itdükde bu muhtesib gibiler ancak ol asi mesâlih içün dursalar câ’iz idi. V e illâ şimdi şehrun narhları ahvâlin muhtesibe sorsan “ anı kâdî biltir, ben çürm ü cinâyet ve gemi resmin cem c iderem55 dir ve kâdîya sorsan “ anı şehrin mııhtesibi bilür55 dir. Bu takdîrce İstanbul gibi m ucazzam şehre yemiş gelse12 (96) küllîsi hâm gelür. Muhtesibler hamlık diyü her gemiden m îrî içün resm ahırlar ve koyun eti satılsa yanınca bir iki pâre keçi etin bile karışdururlar ve süd satılsa bir vukiyye süde belki buçuk vukiyye su katarlar. Sâ’ir nesneler dahî cemilisi hep buna göredür. Bu takdîrce ihtisâb dükkânı hemân hırsuz ortağı gibi bir dükkân oldu. Eyle olsa müshi lli ânların hâkimler üzerinde hakları kalmış olur, yevm-i kıyâmetde sucâl olunur. Evvel zamândan kalmış âdetdür dimek fâ ’ide vermez. Evvel zamânda haramzâdeler ve bu asi hileler yoğımiş. Şimdiki zamân halkına eski âdet fâ ’ide itmez, tedbîr itmek sevâbdur. *Nedür İstanbul kâdîsmun asi hûşeliği ihtisâbdandur dimek ol maz, götüri müslümânlar belâ çekmekden ise İstanbul kâdîsmın hûşeliği bir mikdâr az olsun. Müslümânlık helâk oldu, eğer vech-i meşrûh üzre müstakil bu asi yarar kâdî olıcak ve muhtesib olan yarar müteferrikalar dan olıcak ve bunların yanında bu şimdiki muhtesibler gibi bir havâle hizmetkâr kul gibi korsa ki muttasıl gâh divân beklese gâh arz olmacak 11 A n a . . . T e câlâ : H aşiyeye eklenmiştir. 12 95* sahife haşiyesinde bulunan b u ekin yeri kesin olarak belli değildir: “ V e K oska M eh m ed Beğ m uhtesib iken şehre ne kadar
çeleb
koyunu ve reııcber
koyunu gelürse
hep kendüsi üzerine varu b m a ’lûm idinürdi ve her celep ne kadar koyun getürüb tes lim itdiğüne bun un m ühriyle ellerine temessükler alurlardı. A n d a n sonra gelen m uhte sibler k a t’â şehre ne kadar koyun geldi y e ne b o ğazlan d ı bilm ezler. A n ca k şehr
kâ d î-
larm ın bir aç dânişm endi Edrene kapusm da oturur, her gelen celep ana buluşur, eğer rüşvet yem ek isterse iki yü z koyun getüren celebin eline bin hüccet virse b u sebebden m üslüm ânlar m u zâyâka
çekerler.
koyun Bu
getürdü
deyü bir
k itabı te’l î f eden bun
larun üzerine ııâzır olsa b elki muhtesibin onat gözü açılurdu. V e uncularda ve etm ekçilerde d a h î hîlen in nihâyeti yokdur. A le m hîle
ile
ho kkabâzlığla
ve şehrin kerestesi ekser gem ilerle ya b a n a gider. K a r a olur.55
m âlâm âl
olmuşdur
üzüm , höd ol sebebden bah âlu
ahvâlleri vüzerâ-i izam hazretlerine gelüb arz eylese asi muhtesib ve kâdî hemân cum ca gün ekâbire gelse sâ’ir vaktde hemân dükkânında oturub maslahat görseler İnşâ-Allâhü’r-Rahmân ucuzluklar olurdu. Ancak ecele dermân olm az.1? 36. BÂB V e mahrûse-i İstanbul’da koyun eti ve sığır eti kaht olduğunun bir sebebi dahî budur ki bir rencber ki İstanbul’a satmak içün koyun getürür kassâblar bunu viresiye alurlar, ol hînde ol rencberün akçesin virmezler ki varub tekrâr (97) şehre koyun getüre. Rencber vardır ki üç ay katlanur, hakkını akmaz, dürlü belâlar çeker, eğer bin belâyla alursa rencbere kassâblar ezâlar iderler, kimin bakır ve kimini kurşun hakkın virürler, dahî ol rencber tevbe ider ki bu şehre koyun getürmeye, bir dahî koyunun gayri kasabada satar, murâd üzre akçesün alur. Bu takdîrce sebeb nedür ki sâ’ir yerlerde bunun gibi ahvâller olmayub bunda taht-ı pâdişâhîde bu asi ahvâl ola, bunu bir kimse olmadı ki V ezîr-i a (zam haz retlerine i clâ m e y le y eler. * V e celepleriin çoğu bu zulmlerden ötürü İs tanbul’a koyunun getürmez, hemân Edrene kapusmda kâdî efendilerin âdetdür bir dânişmendi oturur, şehre koyun getüren celeplerin ellerine hüccet virir ki bu kadar koyun getürüb teslîm etdi diyü. Bu takdîrce çoğ olur ki hiçbir koyun getürmeyen celebe dahî beş on florisin alub eline hüccet virirler ki bu kadar koyun getürdü deyü. Bu husûslardandır ki müslümânlar muzâyeka çekerler.14 37. BÂB Mahrûse-i İstanbul’da odun katı kıymetlu olduğunun bir sebebi dahî budur ki cem cî rencber yazın gemisi ile hâm yemiş taşımağa baş lar, bir kimse oduna varmaz, hemân yemiş hâm iken kökü ile ve budağı ile koparub şehre getürmeğe başlarlar, eğer yemiş olunca bir kaç yol yazın şehre (98) odun getürseler müslümânlar hiç zarûret çekmezlerdü. Pes sebeb nedür ki bu hâm yemiş İstanbul şehrinden gayri bir şehrde olmaya. Muhtesibler ednâ bölük halkından olmağıla kimse korkmaz ve şehre hâm yemiş gelmese muhtesibe fâ ’ide olmaz. Yohsa buna niçün çâre olmaya. Muhtesib ki vech-i meşrûh üzre bir azîm u’ş-şân ola ve hem mustakîm ola ve hem sâlih olub Hak T V â lâ ’dan korka, götürü bü maküle husûsları defc ider, giderür, müslümânlar huzûr ider, dahî V ezîr-i a czam hazret^ lerine her kişi evlâdı ve ensâbı ile gürûh gürûh du câlar iderlerdi, ^İllâki müstakil kâdî olıcak gayetle eyü olur. Zîrâ ol muhtesib çardağı hemân bir harâmî yatağı gibi olmuşdur. Yanında kâdî yok hep avâm cem c ol13 N e d ü r . . . o lm a z : H âşiyeye yazılm ıştır. 14 V e c e le p le r im ...
çekerler: H âşiyeye eklenmiştir.
muşdur. K â d î efendi canibinden âdetdür, bir danişmend korlar, asi ha rami başı oldur. Zîrâ bir gayetle aç .dânişmend kotlar ki bir kaç akçecik eline girsûn d eyü .15 38. BÂB Bir husûş dahî budur ki bazı derzi kâfirleri, vardır ki kırmızı yelken takye ve kırmızı arakiyyeler giyerler. Müşlümânlar, bilmezler ki müslümân mıdur, kâfir midür bümeyüb selâm virirler, ricâyet iderler. Günâhdur, bunlara dahî yasağ olunsa (99) ki yelken takyelerinin ve arakiyyelerinin kenarlarına dolayu dizge dikseler veyâhud dükelisi siyah çukadan giysünler, gayri reng itmesünler, meğer ki saru ideler. 39. BÂB Devletlû Pâdişâhımız - E cazzallâhu ensârehu- hazretleri ki sultânu’l-berreyn ve’l-bahreyndür, nâm-ı şerifleri her vilâyetde yâd olmak içiin bunun gibi azîm u5ş-şân pâdişâha bin nefer al tun üsküflü kapucuları olsa her dîvân günlerinde nevbetçe beşer yüz altun üsküf lü, eli gümüş kaplu deyneklü kapucular Dîvân-i  lî havlusunda dolayı havlu bağlayub tâ D îvân dağılıncaya değin gümüşlü değneklerine dayanub dursalar etrâfdan gelen halka ve b a czı câsûslara büyük heybet ve şöhret-i azîm idi. V e bu bin nefer kapucuya sefer-i hümâyûnda hep bayraksız şâbtalar virseler ki (100) güneşe karşu başlarında üsküf ve ellerinde şâbtaları şimşek gibi yalâbısa ve ceng gününde Hızâııe-i âmireyi dolayu alub bekleseler ki Hızâne-i âmirenün yanma bir kuş bile uğramasa. Zîrâ şimdiki zamânda ceng gününde Hazîneyi at oğlanları bile basdürur, kapucu az olmağıla çendân zabt olunmaz ve hem ceng gününde alayı dahî bunlar müteferrikalarla götürisi ağrığı zabt iderlerdi, bölük halkının alayı katcâ bozulmazdı, çok fâ 5ideler olurdu. A le’l-husûs ki her vilâyetde söylehürdi ki: ccOsm.an-oğlu gibi pâdişâh dünyâya bir dahî gelmemişdür ki dîvânında bin altun üsküf lü kapûcusu durur’5 dirlerdi. İşiden düşmân havfîncîan helâk olurdu. Bölük halkını çoğ itmekden bunları çoğ eylemek evlâdur. Hizmetlere varsalar korkub kimseye zulm itmezlerdi. Seferde dahî (101) her husûsa sâ’irlerden bunlar yeğdür. Bölük halkının marîzleri ve kati pîr olanları ricâyetle vech-i meşrûlı üzre artucak zevâ’id virmekle çıkar salar dahî bunların ulûfesiyle bin nefer kapucu olsa ve bunların b a cısı na gâh gâh havâle hizmetcükleri ve bâkîler cem ci gibi virüse, lâkin harâc ve koyun hakkı ve emânetler bölük halkına münâsib cümlesi tesellî olur lardı ve düşelikleri dahî vardır geçinürlerdi. V e eğer çavuş kulları dahî beş yüz nefer olsa, bin kapucu ve beş yüz çavuş olsa aceb münâsib idi, artuk-eksük dahî olmasa aceb m ackül idi. 15 İ l l â . . .
d e y ü : H âşiyeye
eklenmiştir.
40. BÂB Ordu-yi Hümâyûn içün her konağa nice gün zahmetler çekilüb zahireler sürilür, hemân ki devletlû pâdişâh hazretleri sacâdetle göçe, îrtesi konak yerinde bir araba kalmaz, terekesiyle (102) kâdîsıyla dağılub evlerine giderler. Asi leşker hod geridedür, pâdişâha yetişmek içün yürütüb konağa gelürler, bir dane arpa ve azuk bulımazlar; atları arpasız kalur, zebûn olur. Pes V ezîr-i a czam hazretlerine bu eseri komakdan ötürü dahî çok hayr ducâ hâsıl olur ki sefer oldukda bu ahvâle vâkıf olub her kişi zahiresin tamâm satmayınca dağılub gitmeye, üzerlerine müstakil kul kâdî konulsa. 41. BÂB V ezîr-i a czam hazretlerine bir sevâb dahî kulağuzlayalım ki bundan dahî sevâblara girub âkıbeti hayr olsun cleyü her kişi hayr ducâlar ide. Şol veçhile ki mahrûse-i İstanbul etrâfmda olan karyeler ta Çorlu’ya varınca sâl be-sâl işlerin güçlerin koyub bir iki ay cebren ve kahren beğlik çayıra hizmet iderler, nedir ki âdet-i kadîmdür dirler, dimezler ki acabâ (103) bu âdeti koyan bir âkil vezir miydi yohsa Karagöz Paşa ve ya Hersek-oğlu gibi bir ümmî âdem mi kodu ola. Ne munâsebetdür, devletlû Pâdişâhın hizmetkâra ne ihtiyâcı vardur; bu Türkler höd çoğu tırpan tutmak bilmez, çayırı dahî harâb iderler. Devletlû Pâdişâhun bu kadar acemî oğlanları ola ekseri höd tırpan ilminde kâmil olalar, m î rî çayırları sâl be-sâl temiz biçdürmek içün bin kıtca gayet eyü keskün tırpanlar düzülse, Cebehâııe-i âmirede hâzır dursa, dahî çayır biçilecek zamânda bin nefer üstâd acemî oğlanı intihâb olunub bu tırpanlarla m îrî çayırı çâk dibinden temiz pak biçseler sâ’ir yıllardan çok tefâvüt iderdi. Zîrâ Türklerin ekseri tırpan tutmak bilmezler, çayırı her yıl çok ziyân iderler ve Istabl-ı âmireye götürmekde dahî Türklerin (104) iki arabaya yükletdikleri otluğu beğlik katırcı bir katıra yükledürdü. Girü bu acemî oğlanları seyislere, katırcılara yükletmeğe yardım itseler beğlik katırlarla bilece taşıyalar f î’l-hâl halâs olub ne otluk ıslanurdu ve ne Türklere zâ’id bu kadar akçe hare olurdu. Nitekim seferde sipâhîlerin seyisâneleri her gün birer araba otluğu yüklenüb çadırına getürür, hiç seyisâneye nesne olmaz ve ne kimseden bed-ducâ alunurdu. Hem recâyâ huzûr iderdi, hem m îrî oüuğun ziyâdesi belki hiç şüphesiz beş altı yüz araba ziyâde gelürdü ve Hızâne-i âmireye nice bin zâ’id hare olan akçe araba kiraların dan ve avârızlarmdan ve çayır biçmelerinden kalurdu ve bu kanûnu. koyan V ezîr-i a czam hazretlerine her çayır zamânı geldikde bu çayır zahmetin çeken bir iki bin Türk ehli ve ayâli ile şol kadar hayr ducâlar (105) ide lerdi ki tâ rûz-i kıyâmet bu hayr du câ munkatic olmayaydı; hem hızâne-i âmireye müfîd hem müslümânlara müfîd olurdu.
42. BÂB Eğerçi küstâhlıkdur lâkin sevâbdur, Matbah-ı âmirede iki tacâm bişer aşçıbaşı galiba ancak has yemeğe nazar ider. Harcı ta'âmm hemân harcı yabâna gider, nice yerden yad âdem gelür, pirinç şorbasmdan bir kaşık ahırsa hemân ferâgat ider. Pirinci çok lapaya benzer, lâkin pirincin az koyub m acdenösm artucak koşalar ve yoğurdun dahî şol kadar çok korlar ki ekle kâbiliyyet olmaz. Matbah eminine icâzet virilse ki akçe virdüğün yerleri sen de gör diyü emr olunsa. Zîra kanûndur ki et husûsu kassâbbaşı maslahatıdur, matbah emîni ancak akçe viricidlir, aş maslahatı aşçılarundur. Pes evlâ budur ki matbah emîni olanlara emr olunsa (106) ki şol akçe virdüğün yerleri gör gözle dinilse devletlû Pâdişâh hazretlerine ve Vezîr-i a czam hazretlerine hayr ducâlar itseler sevâb-ı azîm idi. Sâ’ir yerlerde bişen ta câmden Matbah-ı âmirede bişeıı ta câm tatlu olmak gerek idi ve illâ abes yere lıarc gide ve kimse yemeyüb ekseri yabana döküle, günâhdur, sakınmak gerek. 43. BÂB Müslümânlarm ekseri etmekçilerün bir hâllerinden katı bî-hûzurlardur. V ezîr-i a (zam hazretlerinin zamanlarında eğer buna dahî çâre olursa külliyyen müslümânlar hayr ducâlar iderlerdi. Ahvâl budur ki ekser etmekçi furunlarmda Turuncusu ve etmek yoğurucusu cem îcsi kâfirlerdür, sehel furun vardur ki müslümân ola. Pes furuncusu kâfir olan ların etmekçileri ellerin yumazlar ve etmek yoğurduklarında âdetdür ki (107) giyeceğin ve gönleğin ve şapkasın bile çıkarur dahî yoğurur; terledükde gövdesinden ve saçlarından derleri ve bitleri tekne içine dökülür, hiç eksüği olmaz, muttasıl yoğurmağa meşgul olur; değme bir kıl ya sinek düşse mukayyed olmaz, hemân tîzce bişüreyim satayım, akçe elüme girsün dir. Günâh eksüği değül, kâfirdür. Ne münâsebetdür ki müslümân etmekçileri bulmağa çâre var iken * furun sâhibleri furunlarm müslümânlara virmeyeler, dahî kâfire vireler. Ne münâsebetdür müslümânlar a zulmdür. Bu veçhile muhtesib yasağ idecek her kişi furunun müslümâna virir ve ol furuıı dutan müslümâna dahî ısmarlana ki cehd idüb furun hizmetkârların müslümân dutsun, kâfir dutmasun. Eğer bi’z-zarûrî müs lümân hizmetkâr bulmazsa (108) ırgadlarm temiz, dutdursun, üzerlerine dursun, bâri saçların traş itdürsün, müslümânlara pak etmek yedürsün. Böyle eylemezlerse muhtesib hakkından gelsün deyü buyurülursa bu hu sûsdan dahî V ezîr-i a czam hazretlerine hayr ducâlar ve sevâb-ı azîmler hâsıl olur. 44. BÂB ■; Bölük halkmun üzerinde bir iki hizmet vardır. Bunları katı zebûn ider. Bu hizmetler kapuculara ve sarrâclara münâsib hizmetdir. Eğer
bu hizmetler bölük halkından giderse V ezîr-i a czam hazretlerine şol ka dar hayr ducâlar hâsıl ola ki. tâ rûz-i kıyâmet munkatic olmaya. Bir hiz met budur ki bölük halkı alay;hizm etin idüb konağa geldüklerinde ek serinin birer nefer hizmetkârı olur. Kendüleri hizmetkârı bile tâ yatsuya değin otluğun ve arpasın, ve kendü şorbasm ancak hâsıl iderler. O ğ lanı ota ve suya ve arpaya gitse ağası (109) çadırın bekler ve gicenin nıs fında çadırın bozub seyisânesin yükledüb oğlaniyle ilerü gönderüb ken düleri salt at ile sabâha değin oturub alaya katlansalar gerekdür. Pes bunları bu hâl üzre komayub ahşam . ezânmdan evvel otağ-ı hümâyûnu nevbet beklemeğe sürseler gerekdür. O l yalnız oğlan neye kâdirdür? Eğer iki oğlan dahî olsa ağaları anda olmayacak yaturlar, sabâha değin uyurlar, bârgîrlerin bile uğurladurlar. Pes bunun gibi gice hizmeti kapuculara münâsibdür. Sipâhîler gündüz alayda beklesünler, kapucular gice ile çadırları içinde yatacakların çadırları Önünde otâğ-ı hümâyûn çevresinde yatsalar ale’l-husûs ki gice ile çadır ıssıdur diyü her kişi çadırı öninde yatur (n o ). Bu kapucularun çadırlarımın önü höd hemân otağ-ı humâyûndur. Bu hizmet bevvâblara katı münâsibdür ve hem kendülere âsândur. Bölük halkınun hem çadırları otakdan ırak hem gündüz alay bek lerler gice ile râhat olsunlar, hayr d u a la r eylesünler. Nihâyet dârul-harbe varıcak yeniçerinin çadırı dahî otağ-ı hümâyûna yakındır, her gice benevbet üçer yüz yâ beşer yüz yeniçeri dahî kendü çadırı önünde yatacak ların otağ-ı hümâyûn çevresinde, yatsunlar münâsibdür, bu husûsdan hiç incinmezler, hazziderler. Bölük halkımın çadırı bunlar gibi otağa yakın Kurulsa katcâ bu hizmetden incinmezlerdi. V e eğer bu veçhile olmazsa nevbeti gelen sipâhîyi hâcet olduğu miktâr; ağası bir güıı evvel yazsa ve ısmarlasalar ki yarın sizün nevbetinüzdür, kapucularm çadırları ardında tenef ber-tenef konunuz, nevbet bekleniz ( m ) deyü fermân olunursa bölük halkı hazziderler, her gice varub beklemekden safâlar sürerlerdi. Bundan m âcadâ devletlû Pâdişâh hazretlerinün ol murassac eyerlü atlarını sarrâclar eyerlerler, niçün girü ol atların huyların ve hünerlerin bilen sarrâclardur. O l atları itmezler, elden ele bölük halkına virirler. Y a cni biz eyerledük, zahmet çekdük, gelün safânuz,varise siz yidin dimekdür. Pes evlâ budur ki sarrâclarm katcâ hizmetleri yokdur, anlara münâsib bu yedekçilükdür. Hem libâslu yarar âdemlerdür, yedek yedmeğe yaraşurlar. Bölük halkımın hizmeti hemân yarağında mükemmel olub, dârü’l-harbde her gün alayda bulmmak gerekdür, bu eyü hizmetdür. V e tuğ-i hümâyûnları höd altun üsküf lü yarar kapucular götürmek münâsibdür ki değme bir kapucu olmaya. M eşcaleciler gibi tuğcular dahî bellü kapucu ola. B acde zamânın ya çavuş ola ya muhzir-başı ola. Bölük (112) halkı bu iç maslahat larına hiç karışmaya, asi münâsib budur. Hâliyâ V ezîr-i a czam zamânlarında bu maküle münâsib hususlar olursa olur, olmazsa sâ’ir vezîr-i a czam zamânlarında olacak değüL Karagöz Paşa ve Hersek-oğlu. zamânın-
dan kalmış kânûn ancak cleyü eski hâli üzerine konulur gider. D ahî kara şikayetçi dinlemeğe mübaşeret idüb kânûn üzerine hükm virmekden gayri nesneye meşgûl olmazlar.. Biz dahî bu asi bir kaç eser koyalım, kıyamete değin adımuz yâd- olsun dimezler imiş; Ümiddür ki hâliyâ V ezîr-i a czam hazretleri zamânunda bi’l-külliyye bu hayrlu eserler zuhûr bula, tâ kıyâmete değin yâd o la la r.: 45. BÂB M ehâyif teftişine mukaddema bir vezîr-i a czam gelüb götürü me hâyif teftişine kapuculârı gönderürmüş. Kapucu neye kâdirdür? Hâneden hâneye ikişer akçe cem c idüb nice müslümâna zulm (113) idüb gelüb gidermiş. Sonra gelen vezirler dahî kânûndur deyü bu tarikle kapucuları gönderürlermiş. Sonra bir âkil vezir gelmiş, hiç bu kânûnu revâ görmemiş, bozub sevâblara girmiş, Hâliyâ V ezîr-i a-zam hazretleri gibi âkil ve dânâ ve sâlih ve mütedeyyin ve sâhibu’l-hayr ve fukaraya tasaddukâtı ve hayr âtı ile m acrûf es-sahî mâ meleke bunlardur. Pes bu kerîmu’ş-şân ve cadîm u’l misâl zamânlarunda eğer vilâyetlere hayf. sorucu çıkmak lâzım olursa pîrler şöyle revâ görürler ki mehâyif teftişine giden kimesne vüzerâden tekâcüd eylemiş bir yarar maslahat-güzâr sâlih kimesne olsa, ve yâhûd küçük vezirlerden kangısı sâlih ve mütedeyyin maslahatgüzâr kabil ise ol olsa. Bu dahî eyüdür ve kâdîları kâdî-askerlikden tekâcüd itmiş bir müstakim maslahat-güzâr kimesne olsa- bu ikisi emr-i şerifle gidüb büyükden ve küçükden (114) eğer sancak beğidür ve ger toprak kâdîlarıdur ve ger sipâhîlerdür ve ger recâyâdur umûmen cem î-ci mehâyifi göreler, her kişiye hemân hakkın alıvireler ve salb olacakları ve hakâret olacakları hemân ayrımlar, yanlarında cellâdları bile ola. Meğer katı küllî kaziyye ola ki der-i devlete arz ideler. Bundan gayrı aşikâre târiku’ssalât olanları ve aşikâre fisk ü fücûr idenleri kimin ta-zîrle kimin dirliğin almak içün b a czı ma Czûlların ellerine arz virub kapuya göndermek ile şöylece hayf sorılursa dahî h ayf sorucu İstanbul’dan bir konak gitmedin bir aylık yoldan işidenler korkularından kimisi şarâba-tevbe ider, kimisi namâz kılmağa başlar, kimisi d a cvacısı ile sulh eyler. Sancak beğleri ve kâdîlar ve emînler ve hizmete varan kullar bir kimseye zulm itmez olurlar. Böylece olıçak cümle vilâyetin halkı Vezîr-i. a (zam hazretlerine baş açub hayr ducâlar (115) iderler ve her biri râhat olub huzûr iderler. Zîrâ bundan hükm alub varan kimselerin maslahatın beğler ve kâdîlar hak üzre görmez ler. Hükm-i şerîfe gözleri öğrenmişdür, hükmü okur dahî dizi altına kor, bildüği gibi ,hükm ider. Anunçün âdem vardır ki iki üç kerre hükm alur yine maslahatı bitmez. Pes, vech-im eşrûh.üzre hayf sorucu giderse vardık ları yerde sancak beğleriııin ve kâdîların ve sâ’irlerin peşkeşlerin yük yük arpaların ve koyunlarm ve tavukların kabul idüb ve ta cânilarm yirlerse m ackül değüldür. Yüklü olurlar, hak yirine varmâZj katcâ beğlerle müsâ-
habet dahî itmemek gerekdür. Eyle olsa her üç dört yılda vilâyet kâtibi çıkar gibi bu asi hayf sorucusu çıkmak katı lâzımdır. Âlem münevver olur ve bir kerre çıkmağla olmaz. “ Eyu savduk, gitdi, bir dahî gelecek değül55 deyü dahî ihm âl iderler. (116) Gâh, gâh çıkmak lâzımdur. Bir def^a çıkmağla nice bin zâlimin zulmü defc olm asa16 gerekdür. Nicelerin hak ları alıvirilse gerekdür. Bu kadar halkın du câsı bunları bu cânibe gönderene Allâh rahmet eylesün dişeler gerekdür. îb tid â bir hayf sorucu öte yakaya ve birisi berü yakaya emr olunsa acele itmeyüb bir yılda mı olur, iki yılda mı olur, üç dört yılda mı olur ömürlerün ol hayrlu maslahatlara sarf eyleseler, dilerlerse at arabalarıyla evlâdlarun bile uydursunlar ki vuscat üzre istifcâl itmeyüb mesâlih-i müslimîn onat görseler tîzce kurtula lım, evümüze gidelüm dimeseler memleket bunun gibi hayf sorucuya, hânedan hâneye hayf soran kâdî efendiye ve sâ’irine sicillât akçesi diyü birer ikişer akçe virmeğe canlar virirlerdi. 46. BÂB Mahrûse 4 İstanbul’da ve Edrene’de ve Bursa5da ki her zamânda âteşden (117) ihrâk olub, müslümânlar fakîr olub evkaflar lıarâb oldu. Hiç m icmârlar buna bir filer (ve) tedbîr eylemek eksükleri değül, her yandukca hemân yapalım dirler. Hâkimu5l-vakt olanlar bu üstâdlardan el bette bir tedârik taleb eylemek gerekdür. Üstâdlardur beher hâl her biri bir dürlü tedârik ider. Eğer bu husûsa bir tedârik olmazsa Hak T e €âlâ saklaya bir katı yel esdükde katı sakınmak gerekdür ki feııâya varma ya. Bu kitâbı te’lif iden kimesne bu husûsda mübtedidür; lâkin eyidür ki her dükkânın arasında iki üç dükkân taş ile, tula ile kârgîr biııâ yapılsa hiç padavrası olmasa ateş geldükde kesilmeğe âsân olurdu. Yâhûd buna gücü yitmeyenlerin b a czı kiriç ile yapub üstünü öte yaka gibi toprağla örtseler ihrâk vaktmda kesilmeye kâbiliyyet olurdu. V e Galata tershânelerine ki bu kadar hazîne sarf olunmuşdur anların dahî yer yer (118) beş on tershânenin mâbeyninde bir ikisi kârgîr bina gerekdür ki katcâ üstünde ağacı ve padavrası olmaya. Böylece olması revâdur. 47. BÂB Kızılbaş ne veçhile ele gelmesi mümkindür anı bildürür. Pes K ızıl baş pâdişâh-ı âlempenâh hazretlerine mukabil gelmedüği defacâtle sâbit ve zahir oldu. Bu takdîrce ne lâzımdur ki dâ5imâ bu kadar hazîneler sarf olunub ve abes yire bu kadar zahmetler çekilmekdense ana keııdii gibi bir levend ve salt leşker gerekdür ki anı her veçhile zebûn ide. Pes böyle gerekdür kim evvelâ sercasker olan anun ahvâlin ve dürlü hilelerin bilür bir âdem gerekdür ki Diyâr-ı Bekr paşası gibi bahâdır kişi ola ve 16 O lm asa m etinde “ olsa”
ona koşılan kişiler evvelâ bölük halkından kendii ihtiyârlariyle her kim salt gitmeği ihtiyâr iderse beşer akçe terakki oluna ve yoldaşlık eyleyene mansıblar ve mertebe ve terakkiler ahd olma. V e eğer düşmân kaçarsa bir yerde kışlamağı dahî ihtiyâr ideler. D ah î (119) bunlara yasağ olma ki hemân İstanbul’dan bir kısa çuka kapama ve birer çuka nîmten ve birer kepenek ol kepeneği dahî önüne bağlaya, dülbend börki çanta yende ola ve başlarında hemân tahfife ile birer küçük Selîmî saruk ola veyâhûd tulgası olursa hiç çalma lâzım değül, giceyle tulgasm çıkarub içliğin geye. Hemân katı lâzım olan bir iki kaim bezden don ve gömlek ve beş altı kişiye bir çadır yeter. Hemân seyisânelerine arpa ve peksimed ve n acl ve mıh ve her çadırda birer büyük bakraç ve birer büyük kapaklu tas yeter. Diplü sahanlar, dürlü şöhretler lâzım değül. Ne olaydı her seferde şoylece salt gitseler. O l dürlü, şöhret ve mülâzemet libâsların İstanbul’da koşalar. Maslahat bitürmeğe giden leşker şöyle salt gerekdür ki maslahat göreler ve dârü’l-harbe varduklarmda ki azukları döküne her ne ki ellerine gire kanâcat idüb açlığa ve susuzluğa (120) dahî katlanub ihtiyâr ideler; el bet de bize azık gerek dimiyeler, ol beş akçe terakkî içün ammâ ulûfelerin hemân ol terakkî üzerine virilmek gerekdür ki bu belâyı ihtiyâr ideler, katılan terakkîyi İstanbul’da alasın dimiyeler. Böylece olıcak hiç sözleri kalmaz. Zîrâ kendü ihtiyarları ile geldiler. Meşhûr meseldür kim “ ken dü düşen ağlamaz.” V e dahî sadak belki gerekmez. Hemân birer hafîf varsak kuburları ok, yay, kılıç, kalkan, gönder ve birer hafîf zırh lâzımdur. Pes bu maküle bölük halkından üç bin âdem gerekdür. C em îcisine bir bahâdır şîr-merd ihtiyâr bölük ağası baş gerekdür ki yarar kişi ola, katı tâze yiğit olmaya ve şâ’ir zurafâ kısmından olmaya. Zîrâ asi hüner baş olanda gerekdür. Bunlardan neferen liç bin bu veçhile salt gidüb kendü ihtiyârı ile kabûl iden eli tüfenklü yeniçerilerinden dört beş bin nefer yeniçeri ki atlu ola (121) bunlara her ne yüzden terakkî câ’ iz ise kendü rızâlarıyla, ağaları m âcrifeti ile ola. Bunlar dahî sol ahdle gideler ki yolda azıkları kalmadıkda ki dâru’l-harbe varalar, bize azık bulun dimeyeler; her ne bulunursa at leşinden ve deve leşinden ve buğday başından yağ mada bulduklarından yeyeler ve develerine ve seyisânelerine yükledeler, hemân orduya bakmayalar. V e bunlara baş, sekbân-başı veyâ yeniçeri kethüdası kaııgısı bahâdır ve iş görmüş âdem ise ol baş ola. Bunlardan neferen beş bin ve dahî bölük halkı olan ve yeniçeri olan yerde bir iki yüz clarbûzen arabasiyle lâzımdur. Bârgîrleri gayet eyü ola. Bundan m âcadâ bir bölük leşker dahî sancak beğlerinden ve erbâb-ı tîmârdan ve subaşılardan ve gayriden eğer Anadolu’dan ve ger Rum-ilinden (122) ve eğer Arabistan’dan ve eğer Diyâr-ı Bekr’den her kim böylece salt gitmeği ihti yâr iderse bunun gibilere dalıî ınurâdları üzre terakkiler ta cyîn olunmak gerekdür ki belki iki bin tîmârı olana üç bin, 011 bin tîmârı olana onbeş bin olsun, hemân tek düşmâm ele getürsünler, düşmân ele giricek, Ace-
mistan memleketi çok bunlarun' çoğu o l : vilâyetde kalur, terakki kendü yanlarından olmuş gibi bir müft terakkî olur ve ihtiyârı ile giden sancak beğlerine dahî iki yüz bin, sancağı olana üç yüz bin olsa ve bu tâ’ifeden dahî otuz bin nefer âdem gerekdür. Bunlara baş olan dahî katı şîr-merd bahâdır kimse gerekdür. Bunlarun her bölüğüne birer baş gerekdür. Nefe ren otuz bin nefer gerekdür. (123) V e bir bölük leşker dahî ki ne arpa ister ve ne etmek ister ve ne terakkiden haberdârdur ve hem leşkere ırak yerlerden azuk dahî taşurlar satarlar orduyu ganî iderlerdi ve hem cür’eüü ve heybetlü tâ’ifedür ve muhkem ceng dahî iderler, bunlar Tatar tâ’ifesidür, bunlar katı lâzımdur. Eğer Kızılbaşdur ve eğer kâfirdür bunlardan katı korkarlar, âdem yiyicidür dirler. Bunlardan neferen elli bin; bunlardan m âcadâ bir bölük tâ’ife dahî vardur ki kuş gibi uçub Kızılbaşun tacını başından kapub kaçmağa kadirlerdür. Bunlar dahî hiç ordudan azık is temezler. Bir avuç nohud ile veya bir avuç baklayla dahî karınların toyururiar. Eğer ziyâde ceng dahî itmezlerse bâri düşmânı çevre ve dola yı almak ile muhkem şaşdırub (124) zebûn iderler. Bunlar dahî katı lâzımdur. V e hem Sünnî tâ’ifedür, Kızılbaşdan katcâ havf itmezler, muh kem ceng dalıî iderler. Ancak korkuları tüfenkdendür. Bunlar anlardur kim Mısr’un Şam’un H aleb’ün m utîc ve münkad olan Arab tâ’ifesidür. Bunlardan dahî bâri on bin nefer âdem gerekdür ki cümle âlemi K ızılbaşun başına üşürmek gerekdür ki kangı birisine cevâb vireceğin bil meye. Kaçarsa dahî Tatarla Arab kaçurmayalar kovûb ele getüreler. Z î râ bizüm leşkerümüz alay bozulmamak evlâdur. Pes bunlardan nefe ren on bin ve bir bölük tâ’ife dahi Rum-ili’nin yazılu yarar akıncıların dan ki ihtiyârlarıyla gelen yarar yiğit olanlara her kande isterlerse üçer bin akçe tîmâr almağa ellerine hükmler virelim. Acemistân feth olursa höd beşer altışar bin (125) timâr virelüm dinülürse Rum -ili’nde Anadolu’ da yarar yiğit kalmaz, hep gelür. Bunlara Arslan Beğ gibi yarar uc beği gerekdür ki baş ola. Bunlardan hiç olmazsa neferen on bin ve dahî bu leşkerin cem îc hizmetkârlarına varsak kubûru ile ok, yay, nacak lâzımdur, yasağ eylemek gerekdür ki yaraksuz olan hizmetkâra siyâset gerekdür. Bunlar dahî bir hâzır nice bin leşker olur. Pes bu veçhile Hak T e câlâya tevekkül idüb, Kızılbaş bu tedbîrlerden gafil iken hemân yürü mek gerekdür. “ İki karga bir togana tapdur” dimişler. Bunların höd herbiri bir şâhindür. Bu hisâbda her bir Kızılbaşin basma dört beş şahin üsse gerekdür ; fursat virmek. Hak Te câlâ’nundur. Hemân mağrur olub ccNe i ctibar Kızılbaşa, biz anı dibdiri dutaruz” deyü hod binlik itmemek gerekdür. Bu makûle söz leşkeri mağlûb ider. (126) Her halde Hak T e çâlâ hazretine sığınan galibdür, leşker çokluğu fâ ’ide virmez. Pes bu asi leşkere dâ’im nasihat eylemek içün bir benâm v a cize yevmi bir mikdâr akçe ulûfe idilse, her gün bunlara v a cz u nasihat eylese ve gazanın sevâblarun ve şehîdlerün mertebelerün söylese leşkere çok fâ ’ide olurdu. Her zamânda
ki seferlere varıruz, sözlerini bilmezler, ne i ctibâr Kızılbaşa ve ne i ctibâr kâfire deyü sorguçlarına ve sadak belülderine dayanmasalar dîn-i îslâmun önüne kimse gelmezdi, kaçsalar da dutulurlardı; her seferde feth ve futûhlar olurdu. Eşhâs-ı muhtelifenün ol çirkin kelimâtlarmdan feth ü futûh evvelki gibi olmaz oldu. Zîrâ şöhret ziyâde çoğ oldu ve halk hödbîn oldu. Bu takdîrce her seferde halka nasihat içün bir iki v â ciz katı lâzımdur. V e dahî bu mezkûr leşkere bir mikdâr orducu dahî lâzımdur, n aclbend gibi (127) aşçı ve başçı ve kassâb ve etmekçi ve bazlamaç bişürücü ve berberler f î’l-cümle katı lâzım olanlar gerekdür. Pes böyle olıcak inşâAllâhu’r-Rahmân Kızılbaş dahî ele girür, memleketler dahî feth olur, sarf olan hazîneler dahî yirine gelür, müslümânlar dahî huzûr idüb abes yere avârız nüzûl virmekder dahî halâs olurlardı, cem îc âlem huzûr iderdi, inşâ-Allâhu T e câlâ. 48. BÂB Sefer husûsu içün bir gereklü ve şevâblu nesne kim merhûm ve magfûr Sultan Selîm Han -A leyh i’r-rahmeti ve’r-ridvân- zamânmda Mısr seferinde Çârkeslerün çâdırlarm gâret itdüğümüzde ordusunda17 üç dört yerde çâdırdan mescidler bulundu. B aczısın sultânları hayr eyle miş ve babısın paşaları eylemişler. V e bu mescidlere birer v â ciz dahî ta cyîn eylemişler ki ikindü namâzmdan sonra v a cz ideıiermiş. Hâliyâ devletlû pâdişâh - E cazza’llâhu ensârehû- hazretlerinin sefer-i hümâ yûn. . . 18. 49. BÂB (128) İstanbul’da odun ucuz olmamak sebebi nedür, anı bildürür ki bu husûsdan müslümânlar- gâyetde bî-huzûrlardur. Ekâbirden gayri kimse çeki odunm alımazlar. Sebebi oldur kim Türkler gâh terekesün erkerler ve gâh nadâs sürmeğe mubâşeret iderler, arabalarla yalılara odun taşımazlar. Bu husûsdan rencber gemileri vaktiyle odun taşıyımazlar. Odun bahâlu olduğu budur. Pes bu husûsa çâre ye dermân oldur ki evvelâ mîrîden veyâ bir ekâbirden bir mikdâr akçe çıkub Yalakâbâd’da ve İznik-mid iskelelerindeki f î’l-cümle odun yığılan iskelelerde birer büyük kârbân r sarâylar yapılsa ve dahî vâfir su sığırı öküzleri alınsa ve buna göre arabalar ve baltalar alınsa ve vefa itdüğine göre bu husûs içün vâfir acemî oğlanları veyâ kullar ta cyîn olunsa ve her birine baltalar (129) virülse evvelâ bu öküzleri kârbân- saraylara çeküb bir mikdâr acemî oğlanı bu öküzlerin yanında durub, tımar idüb mâ-bâkî oğlanlar balta larıyla dağlara varub evvelâ kendülere ol dağda bir iki çift dam ki saz 17 O rdu su n da: “ orduysunda” şeldinde yazılı. 18 H ü m âyû n : Bu kelim eden sonra noksanlık vardır. F . 11
örtülü ola, yayub gündüzün odun kesüb gice ile ol dağda yatsalar vâfir odunlar kesüb yığın yığın yığdıklarından sonra ol öküzleri arabalarına koşub muttasıl ol yalılara taşıyub yığsalar yâhûd b a czı oğlan kesüb b a czısı muttasıl taşısalar dahî rencber gemisine satsalar ve ahşamın öküzleri kârbân-sarâylara çeküb kendüleri dahî bu kârbân-sarâym ocaklu soffalarında âteşlerin yakub ve ta câmlarm bişürüb sabaha değin huzûr eyleşeler, sabahla kalkub girü bu maslahata mübâşeret eyleseler ve bir emîn ve bir kâtib ta cyîn olmsa ki bu odundan hâsıl olan (130) mâl ları Hızâne-i âmire içün zabt eyleseler bu mahsûlden bir iki yıla değin kârbân - sarây harcı dahî çıkardı ve öküzler ve arabalar ve baltalar bahâsı dahî bi’l-külliyye çıkdıktan m âcadâ nice mâllar hâsıl olurdu. Sonra âmil ler dahî bu mâli iltizâm iderlerdi. *Gümiiş m acdeninden artuk mahsûl hâsıl olurdu ve hem odun ucuz olurdu, bir çeki odunu dörder akçeye almâğa nâzlanurlardı.19 Bu dahî bir kiillî m ukâtaca olurdu. Bu takdîrce bu husûsdan hem müslümânlara odun nefci ve hem Hızâne-i âmireye nefcden sonra sol kadar hayr ducalâr dahî hâsıl olurdu ki dille beyân vp kalemle ayân olmmayaydı. V e dahî rencber gemileri ham yemiş taşımakdansa yasağ olsa ki meyva tamâm kemâliyle olmayınca koparub şehre getürmeselef, muttasıl şehre odun taşısalar, odunun çekisi dörder akçeye olurdu. Çünki İstanbul’un suları çoğ oldu, odunu dahî çok olıcak. Bunun misli şehr olmaz, ancak İstanbul’da hemân otluk ve saman (131) kahtlığı kalurdu. Ana dahî çâre olsa câ’izdür. V e dahî devletlû Pâdişâh hazretlerinün at gemileri çoğ olsa, bâri yüz at gemisi olsa, bir sefer oldukda külliyyen leşker halkı üç günde Üsküdar’a geçerdi. V e sefer olmaduğu vaktin acenıî oğlanları ile bu gemilerün b a czısı bu yukaru şerh itdüğümüz odunları rencber gemisi satmakdansa ol odunları beğlik at gemileri şehre taşıyub m îrî cânibinden satılsa rencber gemilerimin maslahatı hemân şehre tereke ve zahîre taşımak olsa hiç oduna karışmasalar cem îc nesne bol ve ucuz olurdu. V e dahî bu yüz pâre at gemisinin b a czı ki odun taşurdu ve b a czısı dahî mümkin olan yerlerden otluk ve saman ve arpa taşısalar, kimi mîrîye ve kimi şehir halkına satılsa şehre çok fâ ’ide olub her nesne (132) ucuz olurdu. T â sefer olmca şöyle işsiz durmasalar, sonra sefer olduk da cem îc at gemileri bir yere cem c olsalar, ve dahî cem îc leşker halkını iki üç günde gavgâsuz ve galebesıiz Üsküdar’a geçtirseler ve kendü rızâla rıyla bu beğlik at gemilerine her at basma nice akçe virmeğe dahî râzî olurlardı. Tek hemân bi’z-zarûrî galebelük kortlusundan küçük beremelere beşer akçe virüb atlariyle deryâya gark olmakclan kurtulsalar ki nice âdem atlarıyla her sefer-i hümâyûn vâkic oldukda Üsküdar boğazında gark olmışlarclur; bu belâlardan halâs olurlardı, dâ’imu’d-dehr hayr d u a lar iderlerdi. 19 G ü m ü ş . . .
n âzlan u rlardı: H âşiyeye eklenmiştir.
50. BÂB Devletlû Pâdişâh - E cazza’llâhu ensârehu - Hazretlerinin D îvân hâne-i âmir elerini görmek içün nice vilâyetlerden âdemler gelür, hem malahatm görür, hem Dîvân-ı Âliyi temâşâ iderler ve nice vilâyetlerden elçiler gelürler, (133) ne görürlerse varub memleketlerinde söylerler. Bu takdîrce Hızâne-i âmirenün içinde nice hâm gümüşler mahfûz du rur. O l gümüşler içerüde durmakdansa b a czısı Hızâne-i âmirenün taş rasında mahfûz dursa bu veçhile ki içerü Dîvânhâne-i âmirenün Bâb-ı hümâyûnlarının pervâzları ve b a czı yerleri gümüş kaplu olsa ve dahî paşayan-ı cizâm oturdukları Dîvânhâne-i âmirenün dîvân ve demür pencereleri gümüş kaplu olsa ve kapucular karşularmda hep gümüş kaplu değneklerle dursalar ve kapucular lcethudâları ve çavuşbaşı bunlarun değnekleri al tun yaldızlı olsa etrâfmdan elçi geldükde acebe kalub “ Asi pâdişâh Rûm pâdişâhi’’ imiş deyü kendü pâdişâhlarından usanurlardu; vilâyet vilâyet söylenürdü ve elçiler geldüklerinde Cebehâne-i âmire önünde Dîvân-ı Âlînin meydânında dört beş yüz (134) yeniçeri kılıçlarla matrak oynun oynasalar bunun gibiden elçiler muhkem ibret alurlardu. V e dahî mezkûr Cebehâne-i âmire önünde kağıd emîni oturduğu kulleye yakın büyük çınara yakın bir âlî çeşme uzun yalağıyla olsa ki ehl-i dîvânun atçugazları su içeler ve kimisi âbdest ala. Belki yanında köşk vaz’mda bir namâz kılacak yercügez dahî yapılsa üstü örtülse tamâm sevâb-ı azîm idi. 51. BÂB Diğer müslümânlar bir günde hükmin alub girü ol gün Üsküdar’a geçdiiği ahvâli bildürür. Bu husûs katı lâzımdur, müslümânlar bu hu sûsdan katı müteşekkîlerdür. Zîrâ kimisi ömründe m ucazzam şehr görmemişdür. Türk vardur ki iskeleden Dîvân-i Âlîye gelince kırk kişiye sormayınca Dîvânı bulımaz. Bu karide kaldı kim Divân yazıcıların evini bula. Bunların hâli budur ki evvelâ Divân-ı Âlîye ki varurlar hükm-i şerîf emr olunur şâd (135) olurlar. Sonra sora sora re’îsü’l-küttâb hazret lerimin evini bulurlar. Dahî âdet-i kadîmclür ki ol hükm isteyen Türk’ün eline barmak kadar bir kâğıd virilür ve dirler ki “ var imdi sen bu kağıdı fulân mahallede fulân yazıcıya vir, ol senün hükmünü yazıvirür” dirler. D ahî ol derdmend eğer yayla yörüklerinden olub ömründe ne ekâbîr ve ne bu asi şehr görmedi ise vaki: olur ki dîvânsuz günlerde iki gün gezer bulımaz, sonra konak yirin dahî yavi kılur, basma dürlü dürlü hâller gelür, tâ cum caertesi girü Dîvâna gelür, ol emr itdikleri kâtibi bulur. K âtib dahî neylesün, ol dar yerde Türkile oturub hükmünü yazmağa kabil değül. “ Gel anda evde murâdunuz üzerine yazıvireyin” der. Tekrâr ol derdmend zâr u sergerdân gezer. Meğer ki şerrîr Türk ola nice kerre hükm-i (136) şerîf çıkarmış ola ki iki üç günde hükmün ala. Mâ-bâkîsi hükmünü
alıncaya değin çok belâ çeker. Zîrâ. ccel-garîbü ke’l-a cmâ” dür, geze geze hükme virecek akçesin dahî ekleyler. Sonra hükmünü .dahî bulsa akçesiz alımaz, âh vah ile çıkar gider mazlûmlardur. Hem ötede zulme uğramışdur, hem bunda gelüb işleri bitmeyüb arkasmdagı kepenek ve gayri esbâbcuğun satar. Vebâldur, bunun gibilerden gayet sakınmak gerekdür. Nite kim dimişlerdür: Sakın mazlûmun âlımdan sehergâh K i perde komamışdur ana Allâh V e dahî demişlerdür kim: Sakın mazlûmdan kim nâliş eyler K i nâliş varı varı çoğ iş eyler. Bu sebebdendür ki yıldan yıla kâğıd eminlerinde nice bin hükm battâl kalur. Eğer D îvân kâtibleri (137) vâfir olsa ve bir vâsic yerde otursalar dahî her kişiye kim hükm-i şerif emr olunur hemân her kişi bir kâtibin yanında oturüb f î ’l-hâl hükmin yazdırsa ve dıvîtdâr muttasıl nişânladub kâğıd eminine teslîm eylese dahî her müslümân D îvân günü eşecüğün Üsküdar’da yoldaşıyla koyub sabahdan Dîvâna gelüb maslahatcuğm görüb şâd u hurrem olub cân u gönül ile bu âdeti koyan Vezirdi a czam hazretlerine şol kadar hayr ducâlar iderlerdi ki tâ rûz-i kıyamet bu eser ferâmûş olmazdı. Ahşamun girü Üsküdar’a geçerlerdi, sonra her işiden müslümân nedür kim hükm almak katı âsân olmuş deyü şol kadar âdemler hükm-i şerif almağa geleydi ki kâğıd mahsûlü evvelkiden ziyâde tefâvüt eylerdi ve ihlâsla ve şevkle (138) liayr du câlar iderlerdi; sâhib-i sacâdete bu hayr ve bu eserler kifâyet iderdi. Nitekim demişlerdür. Beyt: D u câ ki ihlâsla ola seherde Kılıcdan itidir kalbi ciğerde V e eğer vâfir kâtib olıcak bunlara ulûfe dahî gider deyü buyurulursa bu müslümânlar hükme ihtiyârlarıyla yiğirmi bişer akçe virmeğe râzîlardur; tek bir günde halâs olsunlar. Bu takdîrce bu kâtiblerün ulufesi bu bir akçe ziyâdeden çıkardı, ziyâde dahî kalurdu. 52. BÂB Sadakâta münâsib hayrlu mesâlihi bildürür ki agniyânun âhiretlerine gerek olan asi bunlardur. Zîrâ “ Levle’l-fukarâ’u le-heleke’l-agniyâ” dur. Çünki eğer fakirler olmasa cümle ganîler helâk olurdu. Pes bu tak dîrce fukarâ agniyâya gâyetle gereklü tâ’ife imiş, im di reva budur kim hâkimü’l-vakt (139) olanlar dahî bunlarun tedârükin ideler. Bir âsân vechi budur kim şimdiki zamânda âdet-i kadîmdür ki sadakât-i pâdişâhî çıkdıkda ki, imâretler önünde tevzîc olunur, ol sadakati güçlü ve kuvvetlü kimesnelere virürler, mustahik olan z a cîf fukarâyı basdırub cebren ve
kahren kendüler alurlar. O l mustahik olan dulca hâtûnlar ve a cmâlar ve yetîmceler ki mahalle bucaklarında kalmışlardur, dilencilik eylemeğe dahî öğrenmemişlerdür, mahrûm kalurlar. Eğer b a czı varurlarsa ayağ altında çiğnenürler ve mâbeynde değnek dahî yerler. Eyle olsa sevâb budur ki bir mustakîm sâlih m aczûl kâdî ile bir sâlih çavuş mahalle mahalle hak üzre fakîr olan dulca hâtûnları ve yetîmceleri ve sâ’ir mustahik olan fukarâsmı bir kaç mücelled defter eyleseler, dahî hasbeten li’llâh ol def terler Hızâne-i âmirede dursa, bunun gibi sadakât-ı pâdişâhî çıkdıkda defterle esâmiyle hâili (140) hâline göre avârız defteri gibi kayd olan akçeleri mahalle mescidinde oturub sâhiblerinün ellerine ulûfe üleşdürür gibi virseler ve bir mikdâr bâkî kalan akçeleri dahî âdet üzre imâretlerde birer ikişer akçe sâ’ir dilencilere dahî virilse bu asi sadakâtdan sol kadar sevâblar hâsıl olaydı ki kabil-i ta cbîr değildür ve sadaka tevzîc idenler dahî nesne eki idemezlerdi. Bu kitâbı te’lîf iden kimesneye bir zamânda bir kise akçe virmişler ve buyurmuşlar ki bu akçe Şehzâde hazretleri -T â b e serâhu- imâretinde fukarâya tevzîc eyle deyü emr olundukda bu kişi dahî götüri sâ’illeri câm ic-i şerîfin haremine koyub dahî kapuları berkidüb bir kapunun içinde kendüsi ve yasakçıları cemc idüb oturmuş; dahî yasakçılara ısmarlamış ki evvel a cmâları ve pîrleri getürün ki ayağ al tunda kalmasunlar. (141) Evvel anları birer birer önüne gelincesine hâili hâline göre virmiş, b a cdehû hâtûnların, karıcıkların ve hastaların getürdüb hâllerine göre virmiş. B âcdehû tâze yiğit dilenciler kalmış. Ev velâ ehl-i ilm sûhtelere virüb, b a cdehû eşhâs-ı muhtelifeye hemân birer akçe virüb ve biraz akçeyi dahî arturmuş, gelüb b a czı mahallelerde müstahik olanlara yiğirmişer otuzar akçe virmiş. Bâri bu veçhile olsa, ammâ ol mahalle mahalle tevzîc idüb ve bir mikdârm imâretler önünde eylemek evlâdur. F fl-cüm le her maslahatı ehline ısmarlamak gerekdür, ve’s-selâm.
İNDEKS * Kişi, yer ve topluluk adları
— İ—
— A —
İstanbul, 8, 12, 13, 38, 45, 46, 47, 49, 52,
A cem istan, 122, 124. A ksak N asûh Beğ, 72.  m id - K a r a  m id (Bk. D iyâ r-ı Bekr), 43. A nadolu,
16,
32,
121,
125.
A ra b - A ra b tâ ’ifesi, 14, 47, 124. Arabistan,
14,
94) 95) 96, 97) 98, 102, 114, 116, 119, 120, 128, 130. İstanbul kadısı, 95, 96. İznik - mid (İzmit), 48, 128.
122.
K—
—
A rslân Beğ (U c beği) , 125.
Karagöz Paşa, 11, 8o, 103, 112,
A t M eyd an ı, 36. A yasofya
U lu
C am ii,
Karaman,
14.
12.
Kızılbaş, 74, 85, 118, 123, 124, 125, 127. Koska Melımed Beğ, 95.
— B— Bayram
Beğ
Beşik-taş,
(K a d ı),
5.
71.
Budun (Budin m uharebesi), 30. Bursa,
13, 86,
116.
Çorlu,
124,
Nasuh Beğ (Bk : Aksak Nasuh Beğ)
34.
Osmanlu, 50
— D— 90.
D iyâ r-ı
Bekr,
85,
118,
D iyâ r-ı Bekr Paşası,
Osman-oğlu,
76,
118.
R um -lli, 43, 46, 47, 63, 85, 121, 124, 125. Rum-Pâdişâhı,
133.
— S—
Edrene - Edrene K a p u su (Edirne), 13, 46,
Selim
47) 95> 97> ı l6 -
(Sultan I.
Sünnî tâ cifesi,
Erm enek, 90.
- Ş Şam,
117 .
127.
Şehzâde,
— H—
140.
— T —
124.
T ahte’l-kaPa
H âm û n -o ğlu (H âkîm ), 2. Hersek-oğlu, * İndeks,
Selim), 90,
124.
— G —
H aleb,
100.
— R—
122.
— E—
G alata,
O—
—
102.
Denizlii,
127.
— N—
Ç Çaldıran,
Mısr (Mısır), Mihaliç, 50.
11,
80,
103,
112.
(Tahtakale),
13.
Tatar, 123, 124.
tarafımızdan yazmaya verilen sahife numaralarına göre düzenlenmiştir.
K İ T Â B U M E S Â L ÎH
132
— Y —
Tatar tâ’ifesi, 123. Türk, Türkler, 8, 9, 10, 46, 47, 48, 50, 8o, 103, 104, 128, 134, I 35* Türk tâ’ifesi, 8.
—
Ü
—
Yalak-ova, Yalak-âbâd (Yalova), 50, 128. Yalak-ova
Türkleri,
Yahûdîler,
17.
Yahûdî tâ’ifesi, 90, 91. Yahyâ Çelebi Efendi (Şeyhü’l-îslâm), 71, 72. Yahyâlû tâ’ifesi, 85.
Üsküdar, Üsküdar Boğazı, 131, 132, 137.
48.
Y ayla yörüğü, 135.
A t arabaları, 116.
— A —
A t eyerlemek, 9. Acemî, 83. Acemî oğlanı-oğlanları, 7, 8, 9, 11, 65, 66, 87, 128, 129, 131. A ğ a -a ğ a la r , 9, 24, 83, 109, 121. Ağrık, ağrığı (Ev eşyası, ağırlık, eşya, bk. Tanıklarıyla Taram a Sözlüğü, T D K . Yayım , I., 1963 s. 55), 74, 76, 77, 100. Ağrık Sancağı,
A t seğirdmek, 35, 38. A t gemisi, gemileri, 131,
132.
A t oğlanı, oğlanları, 27, 45, 74, 75 > 7 6, 100. Atlas (Fıstûki atlas, M avi atlas), 24, 25, 26, 27, 90. Atlas fistûnlar, 90. Avârız,
104,
127, 140.
Avârız defteri, 140.
74.
Ahkâm kâtibleri, 82.
A vk etmek, 37.
Ahur halkı, 27.
Azık, 1Ö2, 121, 123.
Akçe, 9, 34, 42, 52, 66, 68, 105, 116, 124,
—- B —
126, 128, 130, 132, 136, 138, 140, 141. Akıncılar,
124.
Bâb-ı Hümâyûn, 45, 133.
Alaca, Alaca olmak, 25.
Bâb-ı şerîf, 88.
Alay, 21, 25, 30, 36, 43, 44, 60, 74. A lay bağlama, 36.
Bakla, 123. Bakır, 97.
Alay bayrağı, 21, 25*
Bakraç, 39, 41, 119.
Âl-i Resûl, 6, 7. Alkış (T a czim etmek, dua etmek, övmek,
Bal, 51.
alkışlamak, Bk. Tanıklarıyla Tarama Sözlüğü, 1., s. 107), 16.
Balta, baltalar, 128, 129, 130. Başçı, 127. Baş sarrâc, 27.
Altun, 90, m . Altun üsküflü (Yeniçeri börkünün sırma işlemeli bir çeşidi, bk. R. Ekrem Koçu,
Baş sekbân, 121. Baştina, 70. Bayrak, bayraklar, 21, 24. Açık mavi tafta
Türk Giyim Kuşam ve Süsleme Söz
bayrak,
lüğü. Ankara 1969, s. 45, 236),
bayrak, 25, 26. Fıstukî tafta bayrak, 25.
i l i
.
25.
Ak
bayrak,
25.
Saru bayrak, 24. Kızıl Bayrak, 24, 34.
Âmil, âmiller, 79, 83, 130. Araba, arabalar, 28, 47, 116, 128.
Bayraksız şâbta, 99.
Arabacı, 27. Araba kirası, 104.
Bazlamaç,
Ar ab mü’ezzinler, 14.
Beğ, beğler, 5, 6, 42, 115, 125.
Arakiyyeler,
Beğlik, 20, 26, 41, 104, 131, 132.
Bâzârcı, bâzârcılar, 49, 50, 51.
99. 1o 1.
Ar tuk mahsûl,
130.
127.
Beğlik at gemileri, 131, 132.
Arpa, 39, 65, 102, 119, 123, 131. Artuk - Eksük,
Beğlik derziler, 26. ,
Beğlik develer, 41.
Arşun, 12, 16, 17, 18.
Beğlik katırları,
Astar,
Beğlik katırcı, 104. Bönzede bâşeler (Bun,
Aşçı,
17. 105, .127.
At, Atlar, 3, 9,-21, 27, 35, .38, 4 4 * 4 5 . 57 . 58, 73> 74? 75? 76, 92, 93, 100, 102, 109, 116, 121, 131, 132.
I I I ,
Alaca
104. zaruret,
sıkıntı,
felâket, felâkete uğramış bir atmaca. Bu radaki okunuşu “ bun, bön55 bir ihti mal
de
“ beğzede”
avcı kuş tarafın-
dan vurulmuş atmaca olabilir. Ancak
Çaşnigîr, Çaşnigîrler, 25, 87, 89.
çok
Çaşnigîr ağaları, 25.
sarih
olarak,
yazmada
“ bun,
bön” tarzında yazıldığı için bu oku
Çaşnigîrler
yuşu tercih ettik. Bk. Tanıklarıyla T a
Çavuş, çavuşlar, 25, 36, 83, 89, 101, m ,
rama Sözlüğü, 1957, IV ., s. 8g, 131), 10.
saruğu,
87.
139 -
Berberler,
127.
Çavuşbaşı, 83, 84, 133.
Bevvâblar,
110.
Çavuşbaşılık, 83.
Boğaca, 65. Boğası, (Astarlık bk.
R.
Çavuş kulları, 101. seyrek
Ekrem
dokunmuş, bez,
Koçu,
s.. 41),
17.
Bolay ki (Ola ki, belki, inşallah, bk. T a rama
Sözlüğü,
I.,
s.
635),
19,
93.
Çayır, çayır biçme, 103, 104. Çeki, 128. Çelebi, 3. Çelebi kadılar, 3.
Bozdoğan, 36.
Çergeler, 21, 22.
Bölükler, 3, 25, 27, 37, 39, 81, 123, 124. Bölük ağası, ağaları, 87, 89, 120.
Çift sürmek, 8, 114. Çift sürücü, 114, 115, 116. Çolpa (Bön, beceriksiz, âciz, zavallı, bk.
Bölük halkı, 8, 11, 19, 23, 25, 26, 34, 39, 42, 43, IOO,
74? 77, 80, 81, 87, 94, 98,
108,
IO I.
IIO ,
I I I ,
118,
12 0,
121, 126. Bölük halkı hizmetkârları, ihtiyârları,
Taram a
87.
Çuka kapama,
118.
— D—
Börk, börkler, 28, 32, 33.
Dânişmend, 95, 98.
Bucuğla böyümek, 10. 16,
Buğday
şorbası,
II.,
81.
Bucak, 68. Buğday,
Sözlüğü,
16 .
Çuka, 16, 17, 18, 31, 32, 33, 37 ? 9 i, 9 9 , 118.
Bölük halkçı çadırı, 110. Bölük
Tanıklarıyla s. 9 3 9 )5
Darbûzen, 121.
121. 56.
121. 121.
119,
Defter, 68, 71, 96, 139.
G—
—
Dar büzen arabası, Darü’l-harb,
Defterdârlık, 21. C âm ic, 13, Gâsûs,
14,
câsûslar,
15, 57, 59,
140.
Değnek vurmak,
99.
Cebeciler, 27, 28, 32, 41. Cebeciler bölüğü, 27,
Denizlü
Cebeciler Kâtibi, 41. Cebehâne,
53.
Dellâl, 6. Delükanlu sermest, 66. çalması,
90.
Derdmend, 79.
28.
Derzi, derziler, 26, 85, 98.
Cebehâne-i âmire, Cebelü, 30.
103,
124, 133,
134.
Derzi kâfirler,
98.
Destûr, 44.
Celeb, 95, 97.
Destûr virilmek,
Cellâdlar, 14.
Deniür külüng, 30.
Cerîme, 68.
Derviş, 17. Deve, develer,
Cihet, cihetler, 5, 18. Cihet vermek, 18. Cündîlik, 35, 36.
Deveci,
44.
18,
121.
75.
Dilenciler, dilencilik, 9 3 ,1 3 9 .
Cürm ü cinâyet, 95.
Diplü sahanlar, 39, 119.
Cürm ü cinâyet resmi, 95.
Dirhemler, 12.
■v
- G
- .
Dirlik, 7, 8, 77, 78. 80, 81, 82.
'
Dîvân, 41, 56, 82, 85, 86, 88, 99, 100, 132,
Çadır, 22, 119, 127. Çalma, 32. Çârkes-Çârkesler
(Çerkesler),
133 ; 134 .13O, 137 D îvân günleri, 99, 137. 127*
Dîvân kâtibi, 85, 86, 136.
D îv â n
yazıcıları,
134.
E m în , emînler, 40, 41, 73, 83,
D îv â ıı-ı Â lî, 79, 82, 88, 13a, 133, 134.
E m r-i şerc, 4.
D îv â n -ı Â l î m ukâta A cıla rı : 133.
E slem eyüb
D îv â n -ı Â l î m eydanı, 88. D îv â n -ı H ü m âyû n , D îv â n cı,
.
D îv îtd â r ,
132,
133.
bk.
T an ıklarıyla
T aram a
Sözlüğü,
örtmek,
II.,
s.
1193).
99-
17.
Eşkünci tîm ârı, E tm ek
Etm ekçi,
21.
E vkâflar,
7,
E vlek,
E yer kayışı,
II.,
s.
Taram a
Sözlüğü,
1306), 99.
106,
E yle
123.
106.
117.
60. 10.
(Ö yle, Sözlüğü,
Dükenicek, 29. D ükkân,
bk. IIL ,
127.
D u tm a ç, 56.
T an ık larıyla
asmamak, Sözlüğü,
79, 8o, 81.
(Ekm ek),
D ükeli (H ep, cümle, hepsi, bütün, herkes, bk.
Taram a
E tm ek yoğurucular,
D ö rt beş çatal bir ala y bayrağı,
(Dinlem em ek, al
kulak
Eşkünci, 79, 80, 81.
135. d izb ağı
119 .
92-
S- 1545)) âmire, 45,
(Dizlik,
Dizgesin
eslememek etmemek,
T an ıklarıyla
86.
D îv â n h ân e-i D izg e
56.
dırış
114 ,
bk.
T an ıklarıyla
Taram a
1957, I V ., s. 320), M u h telif
yerlerde.
1 17 .
E zân ,
13,
14.
D ülben d, altı yedi en dülbend, 87. — F —
D ülben d, 9, 10, 17, 19, 38, 40, 87, 89, 118. D ülb en d börki, 118. D ülger, 85.
Ferm ân, m .
D ü n yarusu (G ece yarısı, bk. T an ıklarıyla
Furun (Fırın), 106, 107.
T aram a
Sözlüğü,
II.,
s.
1314),
21.
Furun cu (Fırıncı), 106.
D üşelik (H asılat, varidat, kazanç, p ay, hisse, — G —
Bk. T an ık larıyla T a r a m a Sözlüğü, II., s.
1344),
101.
G a la ta tersâneleri, 117 . G a r îb
— E —
G edü k ,
80.
15,
E rm enek
15.
çalması,
E h l-i D îv â n ,
G em ici kürdesi, 30.
19.
E kâbir kulları,
go.
134.
E h l-i dükkân, 79. E h l-i hirfet,
33.
30,
49,
G ılm ânlar,
86,
89.
G ırar,
18.
G ö ğ ezi
(Lâciverde
4*
5,
15,
19,
31,
37,
39) 4-3? 45) 86, 88, 89, 90, 93, 96, 128. E kâbir kapusu, 4. ■
51.
yakın
m avi renk,
bk.
Taram a
Sözlüğü,
II I .,
s. 1728), 26.
G ötürü,
ekâbirler,
50,
G önder, 120.
tâ ’ifesi, 5, 6.
E h l-i sefer, 55. Ekâbir,
Gem iciler,
T an ıklarıyla
E h l-i ilm, 3, 5, 6, 141. E h l-i ilm
60.
G em i, 5 1, 96, 97, 131.
E d n â bölük halkı, 98. E kâbir,
109.
G eçkü n tiryâkî, 17, 18.
73.
E cn eb î T ü r k oğulları,
89.
G ece hizm eti,
E cn ebî, E cnebiler, 62, 73, 80. E cn eb î emînler,
yiğid,
G azâ, 63, 126.
hep,
götürisi
(Bütün,
büsbütün,
bk.
tam am ,
ram a sözlüğü, I I I ., s. 1793), 94, 100.
E kâb ir kapucubaşıları, 96.
G üm üş, gümüşlü, 99, 130, 133.
E kâbir kethüdâsı,
Güm üş değnek, 99.
E kâbir
kulları,
E lçi, elçiler,
90.
86.
132,
133.
G üm üş kaplü, G üm üş
133.
m adeni,
130.
toptan,
T an ık larıyla 12,
Ta 13,
— H—
İm âm ,
17,
65.
İm âret, imâretler, H âkim , hâkimler,
1, 50, 80, 96.
61, 67,
H âk im ü 51-vakt, 7, 72, 1175 138.
îspençe,
H a m gümüş, 133. H am m âl, H am
72,
7,
15,
34, 56,
139,
140,
141.
57, 58,
72.
İstikâm et, 53, 54, 92.
55, 56.
İti (Sert, keskin, şiddetli, bk. T an ıklarıyla
m eyveler, 49.
Taram a
Sözlüğü,
I I I ., s. 212 7), 138.
H arâc, 42, 70, 71, 72,* 91, 101.
_K —
H arâccı, 70, 72, 91. H arâc
defterleri,
64,
71.
H arâm î, harâm îlik, 46, 4.7.
K a b a kuşluk, 22.
H arâm zâdeler,
K a d ı, kadılar, toprak kadıları, 2, 3, 4,
H are,
46,
96.
102, 113? 114? IJ 5 ? 116, 139. K a d ılık, 3, 4, 50.
H assâ top arabacı, 33. H a v lu
b ağlam ak,
H a y f sorucu, H azîn e,
99.
K âdı-asker,
113..
hazîneler,
20,
26,
62,
68,
73,
85, 86, 100, 1 17 , 118, 127. H azîn ed ârlar, H a zîn e
26.
kâtibi,
.
hazîn e
kâtibleri,
20,
26,
2.
K ad ife,
16, 24, 26, 27.
K a d ife
(sürmâ’i),
K a ftâ n ,
15,
27.
16, 31, 32, 37.
K â fir, kâfirler, 19, 30, 42, 46, 57, 66, 68, 69, 70, 71, 85, 98, 106, 107, 123, 126.
85, 86. H azîn e kitâbeti, 20.
K a ğ ıd , 40, 41, 136, 137.
H a zîn e at oğlanları, 100.
K a ğ ıd em âneti, 4.0. K â ğ ıd emîni, em înliği, 40, 41, >136,
Hırsuz, 96.
K â ğ ıd
H ırsuz ortağı, 96. H ızân e-i
âmire,
69,
100,
104,
105,
130,
mahsûlü,
K â ğ ıd nişânlamak, 120.
H ızır İlyas G ü n ü , 53.
K a m et,
15.
Hisâr, yaraksuz hisâr, 3, 76.
K a m e t gettirmek,
H izm etkâr,
Kande
133, 139hizm etkârlar,
107,
108,
3,
57,
74,
90,
(Nereye,
Taram a
125.
H or
K ân û n ,
hakîr,
H ûşelik,
79.
n,
12.
K a p a k lu
H ü ccet,
97.
Kapu 115 ,
134,
Iskarlat çukalar,
tas,
80,
81,
83,
39.
basıları,
K ap u cu lar,
137.
46.
108,
110,
m ,
112 ,
133.
129,
130.
K a p u cu la r kethüdâları, 133.
— I—
K a p u c ı basıları, 90. K a ra göm eç, 51.
90.
K a r a top otu, 28.
109. âmire,
K a ra m an
103.
kilesi,
12.
K a ra m an vukiyyesi,
— İ— İbrişim,
79,
2209),
K a p u cu , 80, 99, 101, 112.
H üküm , 69, ı i 2 , 135, 136, 137.
Istabl-i
69,
T an ıklarıyla s.
K â n û n -ı K a d îm , 84.
96.
H utbe,
Issı,
67,
I V .,
104, 105, 112, 113.
(güzel sesli) ? 14.
H ü km -i şerîf,
15.
Sözlüğü,
K andehâriler, 90.
u
137.
nerede, bk.
H okkabâz, hokkabâzlık,; 54* 95. H ûb-nefes
12.
K ârbân-saray, 57, 58, 128, K ârb â n -sa râ y harcı,
17.
îhtisâb,
ihtisâb
İhtisâb
tîm âıiarı,
dükkânı, .79, 81.
81,
96.
K ârb ân -saray K a rga ,
130.
kapusu,
125.
İslâm, 60, 63.
K arziyeler,
İltizâm ,
Kassâb, 52, 105, 127.
130.
137.
137.
K a lk an ,
9 1,
5,
9 4 ? 9 5 ? 9 6? 9 7 ? 9 8?
17, 46, 50, 51? 64,
31.
90.
57.
70.
84,
K assâb-başı, 105.
Köy
K assâb dükkânı, 52.
K u b û r, 37, 38, 75, 120. ■
K a ta la n bağı, 38.
K u la ğu zla m a k (Y ol göstermek, önüne d ü
K a tı
(Bütün lü gatlarda katı olarak geçeri
65.
kethüdâsı,
şüp götürmek, rehberlik etmek, delâ
bu kelime “ çok çok ziyâde pek, şid
let
detli,
Sözlüğü, I V ., s. 2713), 102.
iyice, sıkı sıkı, gayet, anlam ına
etmek,
Bk.
T an ık larıyla
gelm ektedir. Bk. T an ıklarıyla T a r a m a
K u l, kullar, 4, 61, 73, 102, 128.
Sözlüğü, I V ., s. 2338. A n ca k bu; ke
K u m aş, 16, 17, 25, 91.
lim e m evlidhân ’lar tarafından
K u tn î
diye
okunm aktadır.
Çelebi,
Bk.
“ ka ti”
Süleym an
V esîletü ’n -necât M ev lid , A h
m et A teş nşr. îst.
1954, s. 108, b e y it
(Pamuklu,
atlas
taklidi,
p am uk ipekli
ipliği
kumaş,
K u tn î
K atır, katırlar, katırcılar, 75, 94, .104.
K u yu m cı, 85.
91.
83.
K â tib , kâtibler, 40, 41, 129, 135, 137, 138.,
K u yu m cılık,
K â ğ ıt kâtibleri,. ,40. .
K ü lâh , 32, 33, 86, 87.
K a vvâs, 29.
K ü lâ h (A k nem edden), 86, 87.
K a y y u m börkleri, 28.
K ü lâ h
(kısa saru),
K ü lâ h
(Şeb), 32, 33.
K a z â -y i inşân, Keçesiz
börkler,
Kepen eğ, 86, Kese, K ılıç,
30, 31,
K ü rd e,
— L —
136. Leşker, 21,
65,
30.
75.
28.
119,
12.
K eth ü d â,
86.
K ü lü n g , D em ir külüng,
78.
K eçe, (kızıl, siyah), 28,
R.
37.
kaftân,
K u tn î alacalar,
78.
karışık Bk.
E krem K o çu , s. 161, 162),. 25,-37, 9 1-
12b.), M u h te lif sahifelerde.
K a z â -y i âsum ânî, 68,
T a ra m a
90.
74,
102,
118,
121,
123,
125,.
126, 131, İ32.
120.
Leşker halkı, 21, 74.
K ılıç cengi,
20.
Libâs, 3, 90.
K ırm ızı çuka, 20.
Leven d,
118.
K ırm ızı A ltu n lu kumaş, 25. K ırm ızı yelken K ısa
çalm a,
takye,
— M —
98.
32.
M a 'c û ııc u ,
K ız ıl saru bayrak, 34. K ızılbaş, 74, 85, 118,
M a g la ta , 123, 124, 125, 126,
. 127.
M â l-i m îrî, 64, 73. 82. M â l-i pâdişâhî,
K ız ıl keçe, 28. K içirek
6.
83. 53, 66.
M a h lû l m ansıb, 2, 3.
(K ü çü cü k, küçükçe, daha
küçük,
M an sıb , 3, 4, 18, 19, 21, 82.
ufacık, bk. T an ık larıy la T a ra m a Söz-,
M aslah at - g ü z â r lık ,. 53.
lüğü, I V ., s. 2556), 89.
M a tb a h , 41, 56, 105, 106.'
K içirek dülbend, 89.
M a tb a h -ı âmire, 41, 56, 105, 106.
K ile,
M a tb a h eminleri, 41, 105, 106.
12.
K isvet,
27,
K isvetler,
M a tb a h
33.
23,
K itâb e t, kitâbetler,
kâtibleri,
41.
M atrak , .34, 35, 36,
24. 20, 73, 82, 86.
K o n ak, konak yeri, 12, 101, 102.
M a tr a k
ilmi,
134.
35.
M a tr a k oynam ak, 34, 35, 36, 134. M avi
K o y u n hakçısı, 68.
M a ’zûl, m a ’zûller, 2, 3, 4, 92,
K o y u n hakkı, 42.
M eclis, 14.'
K o y u n resmi, 68.
M e h â y if teftişi,
K ö y , 65.
112, 113. M ehterler, 26.
K ö y im âm ı,
65.
kumaş,
25.
K o yu n , 42, 68.
(G ötürü
114, 139.
m eh âyif teftişi),
M erg û b sarık, 90.
N a m az, 57,
M erm erşâhiler, 90.
N arh , 95.
M esâlih -i müslim îıı,
N âzir,
116.
114,
127.
65.
N ev-yâfte, 70.
M esâv î, 39. M escid, 57,
N îm çe, 30, 31, 32, 75, 76.
127, 140.
M e ş caleciler, . m .
N o hu d,
123.
M eşveret,
N ü zû l,
127.
61.
M eyh ân eci,
N ü zû l arabası, 28.
42.
M in âre, 14. M îr î
çayırlar,
M îr î
otluk,
103.
M iskî
kadife,
M ıh ,
119.
26.
34,
35.
O c a k lu soffaları,
odalar,
129.
O d u n , 97, 98, 128, 129, 131, 139. O ğ la n , oğlanlar, 76, 109, 129.
M ısırlı
şalvarı,
M o lla ,
94.
M u ’allim,
O da,
104.
O—
—
M îr î, m âl-i m îrî, 64, 71, 73, 82, 96, 128, 131.
16.
35.
O k , 29, 39, 46?
75 ? 75, 120, 125.
Onat
uygun,
(Doğru,
lâyıkiyle,
M uhâsebe, 53, 54, 55.
tam am ,
rıyla T a r a m a
M u h a yyer, 25, 26, 90, 91.
iyi,
m uvafık
m ükem m el, Bk.
T a n ık la
Sözlüğü. V .,
s. 2987),
94> 95O rd u , 21, 22, 39.
M uhtârlar, 26. M uhtesib, m uhtesibler, 49, 50, 5 1, 52, 53,
O rdu cu , 21, 126. 80, 81, 82, 94, 95; 96, 98, 107, 108. O rducu-başı, 21, 22. M uhtesiblik, 94. O rd u yeri, 21. 79,
M uhtesib çardağı, 98.
O rd u -y i H ü m âyû n , 101.
M uhtesib oğulları, 79, 80, 8 1, 82.
O sm anlu
M u h tesib
O ta ğ -ı H üm âyun ,
tîm ârı,
M uhzır-başı, M u k a ta 'a ,
79.
m . m u kata'acılar,
72,
82,
130.
M ü cevveze, m ücevvezeler, 24, 25, 26, 27,
yasağı,
50. 109,
O ta k , otağ, 21,
no.
O tlu k ,
130,
65,
O tu rak,
104,
36,
33 > 9 0 -
M ü ft
14,
15,
terakkî,
122.
Ö—
—
17.
Ö ğürtlem e, 32. Ö k ü z arabaları,
M ülâzem et, 2, 19, 38, 40, 43, 85, 87, 90,
Ö n ü rd ü
129.
(Ö nce,
iptida,
M ü lâzim , 88, 89, 90, 91, 92, 93.
Ö n ü rd ü
kalkub,
M ü rde,
Ö n ü rd ü
konarlarsa,
72. m üslümânlar,
5,
13,
18,
22,
33> 4-7j 48; 49v 5h 52, 54» 55= 56, 58, 68, 72, 91, 95, 96, 97, 98, 105, xi2, 117, 127, 128, 130, 134 , 137, 138. M üteferrika,
ilkönce,
m a Sözlüğü, V . s. 3106), 19.
M ü lâzem et libâsı, 38, 40.
M üslüm âıı,
evvel,
d aha önce, ileri. Bk. T an ık larıyla T a r a
9 1? l l 9 -
70,
131.
79.
M ücerred müteferrikalar, 77. M ü ’ezzin,
no.
89,
94,
22.
Ö tü rü , 97. Ö zge
(Başka,
gayri,
m âada,
Bk.
T a n ık
larıyla T a r a m a Sözlüğü, V ., 3163), 92. — P —
100.
M ü tevelli, 53, 72.
19.
'
•
Padavra, 117 , 118. Pâdişâh, 4, 11, 12, 20, 23, 27, 29, 48, 52,
— N — N a cak, 31,
76,
N adas sürmek, N a ’l,
119.
N a ’lbend,
126.
125. 128.
59> 60, 61, 68, 73, 89, 92? 9 7 ? 99 ? ioo? 101,
102,
103,
106,
iii,
118,
127,
13 1, 132, 133, 139Pâdişâh’m tahtı (başkent anlam ında), 52. Pâdişâh kulları,
4,
61,
73.
Paşa, paşalar, 127, 133.
Saru atlas, 24.
Paşayân -ı cizâm ,
Sefer, seferler, 92, 102, 131, 132.
133.
Pehlivân, 82, 86.
Sefer-i H ü m âyûn ,
Peksimed,
Sehel, sehelce (Az, cü z’i, azacık, pek basit.
39,
119.
21,
55,
77,
99,
132.
Bk. T an ıklarıyla T a ra m a Sözlüğü, V .,
Pirinç,
56.
Pirler,
113.
P îr olmak,
S- 3372), 6, 34. Sekbân-başı, 121.
10.
Puhte, 5, 8.
Selânikler,
Pul, pulsuz, 34, 67.
S e lîm î saruk, 33, 38, 90, 119.
R e câyâ, 4, 59, 64, R e ’isü’l-küttâb, 84,
68> 6 9 , 7*> 104, II 4135.
R ençber,
95, 96, 97, 128, 129, 130, 131.
R en çber
gemisi,
128,
R en çber
koyunu,
95.
129,
130,
1, 67.
R işte,
56.
118.
Seyisâne,
seyisâneler,
131.
8,
22,
38,
39,
40,
4 1, 104, 109, 119, 121. Sığıreti, 96. Sicillât, akçesi,
116.
12.
Silâhdarlar, 24, 89. Sînebend, 39. S ipâhî, sipâhî tâ’ifesi, 3, 4, 6, 7, 8, 9, 10, 16, 24, 26, 32, 35, 37, 38, 74, 86, 89, 104, 109, 110, 114.
R û z -ı kiyâm et, 5.
S ip âh î (A nadolu sipâhîsi), 16, 32.
R üşvet, 3, 4, 5, 64, 65, 79, 84, 95, R üşvet-hor,
Ser'asker,
Sikke,
Resm , 68, 95, 96. R isâle,
90.
Sipâhîlik, 3, 5, 6, 8, 9,
64.
10.
S ip âh î bendleri, 37.
—
S ip âh î oğlanı, 24, 26, 89.
S—
S ip âh î oğlanları bölüğü, 24. Sâdât, 7. Sadak,
Siyâset,
37,
38,
39,
126.
50,
76,
95,
125.
S o f (zeytûnî sof), 26.
Sadak bölüğü, 37.
Solak, solaklar, tâ ’ifesi, 3, 29, 30, 32i 37.
Sağ garîbler,
Sol bölük ulûfecileri,
25.
Sağ garibler bölüğü, 25.
Sol
Sağ ulûfeciler,
Solp,
24..
garîbler, 80.
S â ’illik, 93.
Sorguç,
Sakkâ, 55, 56.
Subaşılar, 46, 47,
Salm alığ
(Başı boş,
yularsız,
T an ık larıyla T a r a m a 3285), Salt
Bk.
Sözlüğü, V .,
s.
16.
(Yaln ız, T aram a 120,
serbest.
126.
Süfîler,
sadece,
Bk. V .,
s.
T an ıklarıyla 3288),
109,
Sûhte, sûhtelik, sûhteler, 5, 57,
Su sığırı öküzü (Erkek m anda, Bk; T a n ık larıyla T a r a m a Sözlüğü, V>, s. 3592), Sünnet, 32.
Sancak, sancaklar, 3, 4, 20, 22, 42, 4 7 / 6a, 64, 66, 74, 89, 114, 115 , 121 122.
S ü rm â’ î
atlas,
Sürücü
çıkmak,
27.
Sancak beği, sancak beğleri, 3, 4, 20* 22, 60,
141.
127.
128.
122.
Sam an, 131.
47,
121.
13.
Sultân, 99,
Sözlüğü,
24.
25.
64,
89,
114,
115 ,
121,
113. - Ş
122.
Sancak dibi, 60.
Şâgird, şâgirdler,
Sand ığa bırakm ak, 48.
Şahin,
Sarhoş,
—
26, 82, 83, 84, 86.
125*
Şalvar,
18.
Sârık, 89.
Şarab,
114.
Sârık ahvâli, 89.
Şeb-külâh, 27, 32, 33.
Sarrâclar, 108, d 11.
Şehirlü, şehirlü tâ ’ifesi, 33,
18,
56,
73.
T iry âk , tiryâkî, tiryâkîlik, geçgün tiryâkî,
Ş ehr-em înlilderi5 21. Şehzâde im âr eti, Şer’i,
17,
140.
32.
Ş erî'a t, Şeyh,
73.
T o pçu lar,
.13.
27,
28,
32.
T o p çu lar bölüğü, 27.
Şîr-m end, 60, 75. Şorba,
18.
T o p arabacı, 28, 33.
21,
57,
T u ğ cu lar,
103,
108.
11.
T u ğ -i H ü m âyû n , 11. T u lg a , 119.
— T —
Tüfenk, tüfenklü, 3,
120,
124.
U—
T â fta (açık m avi, fıstûkî), 25. T a h fife (Bu kelim enin çok nadir bir kelime olduğu larda
ve
en
önem li
bu lu nm adığı
belirtilm ektedir
arabça lü gat-
D ozy
tarafından
“ M eselâ,
Lisân ü’l-
U ğ ü r (Ö n, yön, Bk. T an ık larıyla T a r a m a Sözlüğü, V I ,, s. 3928), 15. U ğ u rlan m ak
A r a b ” . M . Q uatrem ere tarafından bir takke çeşidi olarak izah edilen bu, ke lim e R . P. A . D o z y tarafından “ hafif, kiiçük bir sarık55 olarak tadır ki,
m etnim ize
açıklanm ak-
u ygu n düşm ekte
(Çalınm ak, Bk.
Taram a
Sözlüğü,
V I.,
T an ık larıyla s, 3918),
57.
U lem â, ulem â-i ‘izâm , 2, 3, 7, 31. U lu câ m ie, 13. U lûfe,
ulûfeciler,
ulûfeci
garîb
yiğit,
ec
n eb i ulûfesi, ednâ ulûfesi, 3, 10, 14, 24,
dir. Bk. D o z y 5 Dictionnaire des noms
36, 44,
tadır ki, m etnim izde u yg u n düşm ekte
62,
63,
73.
78,
87,
89,
92,
IOI, 120, 126, 138, 140.
dir. bk. D o zy , D ictionnaire des noms des Vetem ents chez les arabes, Am sterdam
1845,, s.
160-162;
Persian - E nglish
F.
London
1947, s. 288a), 24,, 25.
39.
T â cûn,
70.
T aşra
haremi,
Tavuk,
115 .
Ü
—
Ü sküf, 100. Ü skü flü kapucu, 99,
T arh a n a , 56. T as,
—
Steingass,
D ictionary,
Ü stâdlar,
117 .
Ü stâdlık,
18.
Ü m m î,
100.
ü m m î vüzerâ,
iı.
45.
—V —
T â z e yiğitler, 13, 59. T a z ı,
57.
T e c v îd , T eftiş,
14. (M e h â y if teftişi),
23,
73, 78,
112,
1 r3 * T e m cîd ,
Va%
13,
V â 'iz ,
13,
V â kıf,
72.
126,
127.
126,
127,
Varsak^ yarsak kubur, 27, 29, 75, 120, 125. 14,
V eresiye, 96.
19.
V e z îr,
Tem essük, 95. T e n e f ber-tenef,
ıı,
110.
T erakk î, 9, 35, 36, 54, 118, 120, 121, 122,
vezirler,
küçük
vezirler,
vüzerâ,
79 ? 86, 9 6> ı ° 3 ? H 3 -
V e z îr-i a ?zam , 5, 6, 7, 11, 12, 13, .14, 15, 16,
21,
41,
45,
Tersâne, 118.
64,
67,
T ev liyet, 21. - ;
98,
102, 104, 106, 108,112, 113 , 114.
123. ..
Tereke, 128, 131.
T îm â r ,
tîm ârlar,
80, 81, 82,
3,
25,
38,
121,
122,
124,
T im â r
(eşkünci tîm ârı),
T îm â r
erleri,
78,
79,
125. I .
25,
74,
121.
23, 47,
69,
99,
100,
113, 115 .
V o yvo d a lar, 4. V u k iy ye ,
12, 96.
3 1, 33,34, 35, 48,
7.1,
V ilâye t, vilâyetler, 8,
V ilâ y e t kâtibi,
79.
tîm âr erbâbi,
T ır p a n ilmi, 103,
74,
22,
11,
114 ,
49,5 1, .53, 56 74,77, 79, 81,
12, 36, 49, 64,
115 ,
122.
— Y —
Yedekçilik,
Y a d , 105. Y â fte Yağ,
Yeğ, 9, 47, 73, 93-
(nev-yâfte), 70.
Y eniçeri, yeniçeriler,
53.
Yağm a,
m .
Y elken T a k y e , 99.
5, 8, 9,
65.
yeniçeri
Y arak, ya ra k kullanm ak,
10, 35,
47, 48, 74, 75, 76, 77,
37, 46,
III, 125.
Yaraksuz, 76. (G ü n ahı bağışlanm ak,
m ağ
tâ ’ifesi,
3,
28, 30, 32, 34, 37, 55,
64, 65, 66, 110,
Y alılar, 128, 129.
Y a rlığan m ak
15,
120,
131,
134.
Y en içeri börkleri, 29, 32. Y en içeri
küthüdâsı,
Y en içeri
kılıçları,
Y o k lam a d a
121.
134.
bulunm ak,
44.
firet olunm ak. Bk. T an ıklarıyla T a r a
Yoldaş,
ma
Y o r g a (K ırkından sonra eşek yo rga olmaz)
Sözlüğü,
V I.,
s.
4356),
21,
84.
Yasak, yasakçı, 15, 16, 17, 31, 33, 34, 39,
■48, 52, 53, 55, 56> 9 i, 93,
107,
119 ,
137.
(R ah van,
Bk.
T an ık larıyla
T a ra m a
Sözlüğü, V I ., s. 4668), 10.
125, 130. 140. Y a tlu
—
(K ötü, şom, âdi, fena. Bk. T a n ık
Z—
larıyla T a r a m a Sözlü ğü V I . , s. 4390), Z ahire,
55? 58.
101,
Y a y , 39, 49, 75, 76, 120, 125.
Z erbozan
Y a ya-b a şı,
Zenet,
63,
64,
65,
66.
Y a y a k yürüm ek, ya y a k yürüyen hizm etkâr tâ ’ifesi, 8, 15, 17, 30, 31. Yed ek,
yedm ek,
m .
102,
131.
arabası,
121.
87.
Z e v â ’id,
13,
14,
Z ey tu n i
sof,
26.
Zırh,
62,
120.
F. ıs
\
\
^
> -S a ü ^
\
'
ı
1
'
*
•» t l i . b V l* J
ı,*
!
'-'* *
1
^
\
1j ^ # ^ J \^ \
1t i o
■ jŞ j
i
*^ *V f
s -S ^ j ı S ö ^ ^
*<^S*S>&£.
'~—J J ^ j j < S j ^ j l^jra
‘“^O.sS.l^? £"? **•) V i l ^MLİJUTrC^ t>iAü 3 I^L
J j\
Z M ji^ jfe ^U ^ U ^ C i^ ljj c io l* <sCL*/fcJu*_-i ^ ■ Jj^ i^ = ==i^ '£ >
V
cx^ = y
j 1^
\
<££=&)
^ S ^ v S fo ^
J(3^»S ^ ts ^<cV^-i/ö J ü jl 4W
'£İ?' *0->->^
J
< L ^ ^ s s =s
*^$3 ^ ^ ^ f < & ? 't A 6
r
,j
<—* ^ I v ^ s ® 3!? Ufc—
•* /*
io
O »
«• ,
*
ö .^ .- C ^ .
\
V
L
■
■ ■ ■ —> L $ j ) j \îi^ -î • ^
A
*\( /
J >.şs.
\^ J
s
o - (t/ ; U-ÇŞ^Jf &
6
‘
-‘ V
J-v&
J jJ 1
«c\j (J:j j >j J 3 i^r*İAt k cx xk = j 1 •'
'
^
I
^
5
c fÇ ? * T
li^r.CA ^y
» ! / jjr
^£ & J j$ J .
-tu
£\J»\j A';y le ^*0 i jr
=?4Î\ jtS ^ - £ ? J * t) J J * '^ U ^ > ^ = S=^ ' v^ f[
v -^
uU U o l U j r ^
I S o - ^ J ^ .-
^ r C ^ £ & # y <■&)*>cd'C/* W * U e ) l* J s *i \ |
4^
^ J * tA ^ r ^ fJ O j ' ' ^ (O
J-5
_ ’
„1_/..
j-j Ö l>^ o ^ L u * ıjıAi
i
C o ^ i \_$)& S2
-
liol(_ . j^.L ^ . Ls-cjşS
o\^o
4!$&***?
/
* s >
\
£
K
m
J >
J. { j ^ ı y j s ) /?<>9 '>:*»)&*
\
'^ ^ y* c ip j^ * £ } £ &
*ci l j J
1
^ j^ f f V ’S ^ y .^ jJ j^ * J > ^ tS r ^ ^ J & & • ,
' N
'
>
* •
jS S ^ ^ ^ A jL b
j i 'J <4^ ^ Câ^j'
t? '
S
S
.
.
-
j
\$ r^ -
1
e& U ^jl
•(
& \jîû y ü ^ * -^ )
v■
,
l
o jjv & İ J s jV i} İ / • »”
^ *-
2^)Aa>^>\1)1>)'iu U j^ - c A j
k t^ Ş e J <£^) > jo jly İ A ^ jc jC ^ j\r
>î
y ')
*
%
t
^ ıS r r *
y
\
„.. s
*
7 s
**
1
dl^ ^ c r ^ # c £ M İ 'j ^ a j l ? U ^ £ ? ~ î “ Ü» ı
4^ ü *^
• j>->1 1 6 ^
'n^_WHr*-0
jjj)
J ✓
t
•
c^?X<»• \lş / j < 110 > ^ 4 ^• 15
/T \'
'
*
^
^
^ S - ty ı+ tr j ciA. \y
\—
*
^
<-fis ^ _ A c v #
<-îA /Ü ^ '
(Jj \d\j A i) ^ f \ & \ s 2 jJ j
^ ^ < -$ A > l^ , & C ^ J e & ij' ^ - * ^pJ <^%*- \t)
^ c )j^ L ^ ^ < ıU * | ^ > < ^ A ljU jA ^ ;^ - j ı / ; ü b
^ ^ - 9 ^ !=s^ i ^ ^ - 0 \i^ j? jjf> '- Ş * ^ V .c îî'
j^ \ fjj£ k = z * j& \ jp t a j
"\ * ""
J -^ '
6 ^(-5^ J j '
X
j
'
r
’
c '> ^
^_Ja*
/ s
I' i
*■ ”
- ■«
'
"
* î
I
" /
*İ^\ w^\>> C ^ d i J <bjAAf'J$£lsSS> *jX>4f }
’X j > J ^ S
j < ^ ) } J } j^ U A '
^ j / ı i^ j>
j'L S )^ t3 ’^ ıJ
^
✓V
J !^<l\sjy*j\
'
"
- W *iAl>
^
Ifv^ J j, l
Ic ^ ^ A ^ S S »
'
\ fr '\ j^ / \ ^ i l '
< -0 ^ '■■ ■ *
1^ r r r r ^ ^ ü f J > S > & J j J i [ t j J ^ J
*(
^ ^ .iî> v .
cwrt | j
^ '
’-jjı^ luJ^\ ajü.\; ^
1Cjûîf& ]
£ - ^ - ş ^ *X?
^ f v t k j c>3 .\< L ^ rrj 1>X v t v LL-~
^
*±X . cSİ *h İf ^ ^
İSe^ V j J ^ IJ ^ j ^
\
jjj\ & > ö J > * & > 1 *“
i
-\ *
•
j?.
c i X ^ j J ^ l î » ^ ''’ -. ~İ jju .
"'
- ^
',
* "
,
tâ \ jK İA ^ h j?
' .
x < fir ? ,
- “ ✓* • * *
'
£
J
j
'
_ ^ = o \ j L ) j ^ L 5 y ö $ ' c £ ) j_ y ?
j bJu ^ 1o jc â ^ - ^
^
^ &\
*
*$.'7 f f } \ j N ? â Jr*jj^ 3 *X s '' " * ! ’f 5
* \ i^ b 1/ 2>A^.C?^1 tA ^ -'
j 2 ^ _ jl ^“j x
;>* 0 ^
*j
• ^ j'
JJ ^ L r ^ k V5"
” t3t^ J
< j£ ^ k U ^ J T 8^ t / 6
 U i ^ JJ ,7
'
’İ
*
Jj£ ^ = >
\<4 ^ - 4 ^
oâ>t) «u>\v j 'J f* ^ U^;
J ± $ rfö o i A i ^
* j)jŞ )y \ L s u > y ‘ \s J } j'i^ = ^ j* C i, ;>c ^ J ;) •
^
V
~s
" '
s
‘
t
■ "' ^
ö) ^ j\ '
j ^ ? IlA ? L £ cA t: ^
I
\
'
'
"
1
a r
^ — — . **£. - __ ' ^ Lİ>^ A > ^ *‘^ "j> ‘^■b/u. * * .. \ V ' » ^
j j 3 o ijS l)
llv i* < o / ^
'.
'
\ J> '
) 4> - ^
@ f^ a f
■ ^y'
c ^ o 2 jj^ > j\ j< * i) ± + £ = ^ & j> y ? * c s^ v j£ \
t i j *—
(J>^ *-^ ^
^ A jo b ^3^
l) = ^
^ l>
<ȣJ>-\ ja s
L ^ y ^ j kCL-V^İ^ ^ '^ ^ \ ^ i^ = = = tj3 j j>j\>
y
-*
v jf ssst ^ ç ^ P 'J î l oj$2(J^x>& j)\ O j (sp^(3 ^ İ »-^5 L -b ^ A ^ v j^ ^ ** v r
^L)
N
^
^ J J ^ A jr ^ v İ5^-İJ
- 4 Â ^ > t^ c ^ y * ' '
^
< C jj> *J^ > “ •İhz
C ^ ^ y J jJ y jk
aV ' >XUj JCjT k - cS > j
} ü b ^ J ^ O fJ
£ )} $ *
*
i
(■ fü \ i % ^ J ? J ^ ~ jj& I X ^ L j^ m a^ 1
a £-UİXL^ ^ ls ! - ^ J ;j_ £ Î jj
j*
j_^'
iJ r :. b u -b ’c ) ^ l; j İ A ^ İ / ^
jj
$ *cJ Z *£ = a
J S ) j & . fA İ? ^ l ) : t> b^ C ui= ^ ^ â> j \
\
'•
‘< s & ^ ^ ~ ^ ~ > jk j “S j j j \ ■ >
N "
■ ^ jjjC ^ Û jlu > U ‘-— ~ao*\ c ^ i L » <j
U j* - ^ <Ç>-^
I
'
l> £ CJtJ^4> U ^ 'J* " ■ '
b it t i
'^
'j j i \
L$j'}}^J^Lj^\/Jjjitlj^ AJ^JijİİJ O ıA ^ j j^ y -u l^-~**u£ v—-ü {>1^^ a A-
ou u (i»c >j y l*.
‘
cl)£j> l £-l );5 i ^ l i ^ ( j
b
J y / k / y . . y -i"
' ^ ■ >
ı^v j y >
N
*1^ /^ *-~^> O . '
C l ^ j —^ J ','1 v ^
ca>İ^.ü
jj^ jj$ o *'
' * * 1 -U< j*« ö, /
w
■ °\İJ . '■" J l
■'
.
'> > t
j
t*
aA £ tf/ ı&
6 *r
4 * ^ ^ j 3 j\i*
}
A
$
1J ;
j f o L ^ ^ j ^ ^«şv?' c j Va^
jAj\> a « d ^ J - ?
L ^ ^ > -^ C İx ^ = = » ^ ^ c J ^ v ^ c s »
*
1
J ti;j t)\-^=£^r
"
\ J ? ( ^ 3 / > o y^L* ö J J ^ a S ^ o j j
?
*
ü & & * c \ Â İ‘
L fjr J 'İ tlS *
'
>*
\»* i «/• U ^/i ^ "9^ % ^ > '
^ t * A î^ ^ jîjj|
i*«>
ü ^ y ö ^ ^ . ^ c S r y ^ ' lj^ < & U j' '
U
’
'
/
t^ )y ^ = = = > fit* , ^ jy ^ İA -^ f’'
/
4 1
f*
t.
li* -5O 1[ ^ t^ s s s » ^
J J ^ ? J ^ J ^ J ^ j'O jj\ j AjjI A ^ J j ^ » | * l/> bjj
^ c ^ b j y j A ^ - < r ^ jb \ & £ = = = *-> $ &
^
,
‘ ' ,‘* J < Â ^ ^ İ 6 C İ İ > ^ b - - l
i
\
o j \ t v ^ a\3 u/ ^o< a> £/ 1* ^ *»
^
)
•
\
ı
y
> - ç fe
4 $ f c jj U > j\J1^ [>
**►.«-«_.
•?
^ J j^ j
L ^ \ ( ^ \ l^ ^ j^ < ^ j) ^ \
J i' '
A
\ '->
J a İ i J j \j\ j y / j 3 ^ & •
^
'" V ':
1
s - 5 ^/ 1*3j>.1*J2A3 ^I k jA i^ u i^ jA )
^ r* ?
t) ? s •
\ y^ *-cA> C P j j b
1 ’ ^^
^ ^
*
Ü ^J* V
iy ^ ' i * ^C>X— ^-î)
< JJ}\ jgL& K yd I h
s j} J C j \f
9 J.
<4 / * ^ \ j/ Â * j£ > **''4 & J * -
< 4 £ Ajl fi& , Cj £
&
d s ^ K ^ jâ
t
y
g
h ı'J v
j*
Z
i
tğ ?
k
j u
i
/j£ $ i la /
•s s : •
^'fj^iC ^cAyj **Wi=^îiu-Ac*V>Aj/J - \ • ^
..........................................
.
'
'
^
1
^
ı jP,'A(V$ ? /v5v . s 1/ \
%S
\
*
/‘
cî p \ ^ ^ \ Oy r
*
v*
/
«?< * $ ; KV ^ * ; ’jj\
^
&
6& \ s ’A
f
ç
\
s
•«
^ ^ 'Ç < 5sv *.
*
^
: « * * &
*
'•* ^
* / y ^
' . r i
C ^
ö
^ f *
e ^ u
:
T
•
’
v ._
ii _
/
'
4 ^
C M j) \ L ^ ^ a ^ İJ r ^ U A ^ i»
v>
$ 5?
}
.
* v v c tv
^ K" t.^ & .^ v C "V
*»
'î
<
h
j. ^
* it £
L^^ü^cfiir
y**r
£' O
V
T-ı- fır~*^ »Jr ^ ** <~w
.. ' ( m \*. /A :A .^ A " a '. \jK
l -.’ \j_ . i«r j
Şv^- '^; ^^juiy.4 )'o^^'İ£> p^L»' %* - '^ ’ k * u
Is'c^/
. ^ i ^ i ^ S c ^ ) ih ^ ^ ^ i0 ^ \ < J ^ ü \ ik S İ \
. •’
1 î o i, h û
' —
3^
»-İ-UçaA j '
j ; — ?L
.
.. j ^
t y
&
ı p
t i ö
&
*• *^' .« -\ ij/j cJ*s<*> -yv"'
^ o)i J
-o j p c
ty £ r d *
^'û>Jk^ic£ ? t> ? \ & & \ ı &
^ * -
cz& £ j
it#
%
ji,^ J/v**' % cJ^I »■
>
yM
j^ıiAo* *
[„
v / 'U ö f i
V İ Â Z J J 'i j r f i
*■/ * • *
>j,
> > # * 1J ( İ & y
*»,
r^ v 1-A , .*' ‘,* ; •i-''
't i 's j 'j l c i ? ; • &
» %
.i- A
i
J k < * > ıî i V ; ~ f y j . ^ > J ~ > ‘u û yj 7 *c/' '
V/f
y
{h
# *■
A ~
^ S })s> /t/^ j
-/
■S < r/
t,,
" .Z 'M
a ~ ,
<f
t o j^ i i , ; »ı - < 'A r ^ e^ / b z j & î j * 4 j ı j } \ ı ys>jb)iS//i/(/ji /■
,.
✓
*
'■
' ' ' ’
✓ Jj£ş£ = = SajjjJ> \£
<İM
^ d y  ^ & js
W &’u«tii :J ^ k ^ ^
^
i4 p ğ ^ fS ^ ^ (/ Lfji
*e^\
ûU - ^ “ A ^ 'u ’^ j [ f j « >]/* <-~^
j b ^ 1 t f j Ij £ = = ^ ■ — 'J s } d \ jr fc >
1V
c
f
r
j
U
*
^
^
-r * V
J ^ $ 3 oS c £ ^ 2
?JlVi<lı
* ^
J a İ^
13
j>-
* Cİ>J l^ j} 5 4 ^ \ ı^ < v
y i'jJ b - jJ ij, İ'J Ş -'c ş tlıS j/ ı
/
A .t
ÜfcAî'
İfi J ♦» J & V d $ J j j j
J
tr
^ N - " i' ^ y p xS y S { Us ^ e j 'Ü ’O t»
\J l£ j j j
Uf e ^ c i r ^
^
fc,/
lî ^
1
ü o U jö îA ^ / S jS ;1 > < 3 ~ " M*
-$ ? » .
*Xi
' *>
L^ J-J) £ f j İ f j ü
9 J ^ J^ ^ = = = Z V
s
\ j , ü **
*
j 4 f. j
JLİjkssssJİ^ 4 ^ î î l>
&
s
1
^
Âİjl^AjfjÇjjSPl \j*i\ı<J^li X J j d is > ^ ^ j b J
J
L
^
ü
^
J js—i i
\
I
-
1
t
** /
•
■ * J 3 <J l ■
Y/S
••
•• *-
/
-
• /
A
^ A İ ^ ^ V o > j5 l»
< İ;j !
^
JiA»
' <y.U>S fcİ54ü*^
^
^ * *' *
S*
^ r-? '
r* V "
CU s İ j j ^ ^ L ^ j J İ ^ İ ^
.
'
.
.
'.
^
i o!jUs=s» y Ji ■/. V . l ,
-
liP u N A ’l )
'
<fi.-
33
' t
v
'
^ l^
/
^ ^ c x Ui >\ !- İ ^\
0 & }y > xû \»,"-r - t ^
6 * ^
-V — ^
*
Y
*
*/ 1
s— t r ^ * lk^ > ^ = = » Lo c İ jâ İ-4 V * ** / J i b ^ ş ^ b Aj^==?h) o ls '^ a i>
'/*5 jü ö z > z X 6 ^ u s j * 1 »/
1*
* "
"/
%# •"
«\
V
î
# ^
•#
f
• '/
* *
'
k jjy b S '
»s
A ŞS,
*
.W
"
^ _
I >
I
•
CP^j «
'
>?*
u ~ v ; > )!> & ?
VJ ■^i) Sj>
Sf i& L & J A z ^ - U * <Ü
^ j j - u ip ü v ^ j ^ '
1 1
.J s f o '
' X} \ s> ' "
7
J^ j k j C &
.
'
J * jI
*
-n------- 3 3
_J L >1
</
'
* - T, ' ‘
/ ^
*C w -V ^ .* ı j k '
^m AS»(3 UjL?\{Jİ**
*/
^
‘■Sjlç v - - ^ 6 b > J '
bJd^ C ^ *^ = = S / .'
-
3^ ro » L\
-
1/ jl/ *
JX
">
*> '
'
L^fb/^cTAif}X~£ = »j }[dJ ^fı^Jcly^
*İ ^
I
y
•
t/^ ^ wO ; [3 iç
'*<oı\^ ^ s= s» \ j,y^J ^ S * ^ ^ ^
*[ '
^
' £ /*~ -~ İ.?
ı Jf â * ö
tk t*
i \ < ^ \ j i j ^ j C ö < J t X f J i ‘jie*?’^ 2 p\ \ jj j[ ^ S s ^ } J ) j\ S £ * ‘C i Ö
£^M >b
JA ^ U İ i £ > ^ = ^
X
5
"-— —
i
*t
i
^
^
- — ----- —« *.^ .%
jA ’i
*
*
j \i't—^V)\3
"
J y V ^ f1 ^Cİ-b^J}.^;C> > y & f^ J ? ■^ w *
••
viaL > j^ j\j= = zz> *%V ; '
y ^
*
6 •*
- /
■
j ^ *
^ 1»
"
\<Xf?J‘
îx ^ = >
;
^
•*
^ < iX Â £^ ~ 0 ^ * j j ^j
^
j
s J jH j
\
K ^ = ^ j h Xs
^ f ö - î ^ ö U > \ ^ j S j k s s İ A i ’l / y ^ j p -
/
3 $ 0 i} ^ ? ^ r jf^ ^ \J ^ J ^ x M
â ^ £
'
{ * İ /* 2 }
^ \ l\ ) S » W
.
•# >
c^A?'
^
'
< ^ 4 t e ^ i^ U u £ ( P d $ S & $ & > .
j\ ^ \ j^ o İa a > ^ y ^-îA ^r j ı . V\ - -. * . . . \ ' ' < lZ s'
- -
4
O J ^ a ^ J j < £ J = = Ş Ü Uf ^ ^ S ?-> .< ? ‘J -b V ^ J '
^•^^A^t>\l - îiîU îy j j$ ^ = = ^ * u > y c
>
M V ,
‘
•^*b ^9
L£ C ^
!*
"‘ r X */ İ5*"'}1üÜj"cAa1-İ t /
c Sj^ 'V - ^ .^ % ^ - 3 c ^ ^ '
y j
'j i ? ü >)~* ' y)
\
t
* (*/
^ \ t £ j \ y Z J \ <u J t ^ v^ A X i A j ‘ u J y (
$? ^ ' 6 u j | J b ^ } t O
* ’ «»••
"
/
*(
/
**
U j j t f (rtU>J ■ ^ V İk'
2£.\ _
~ '*
^
^
•‘pÂlbl^ *»cilj>*u-t/^\c^cu»jf-U»jf-i ^ 1 v/ a ^ ;
'>
1
/
-
J
/
■ **
y
s
#>
b d T ^ ^ ^ ^ K^ < j y ‘ s S^ J
<—^]c-»^rw^^’a
A dJl4 a Iİ-^
> s$ h y X ^ j
'i j U
d C ^*
l
••/
l
*\
J j'C S & jf z & J S A j U ^ >=i / ? ^ J c* > ^ p' '
ûl ^
G w lj W ^>
< ü ?4^
s^ - \ h $ 'fO '^ k i'/* j c b ^ - L ^ J < ^ j\ & \
t^ - \
\ u
■ '
1
/
-v ^ ' ^"T - ',^ ‘ '
x-
*'■
'
g1
U \j
l
•> >
n l V y '. ı .
• ‘} o
>
i
0}
* 1
9
!- Vi ^
j
V ' J
ı^ .r , .<>.*■/■'.
*>
a 5 C-A>İ h ^ - V
' < -^
*<*
l> V * f ' <-^?
y
/‘^ 3^^lTj^i/jl^> •A&PU*? I , &
& JÖ ?
A > jp *
'
»
^ ** / /
> ^
ı « ." 1 j>
•;
) y j\ ^ j S j \ ^ ^
j j Z>j & - o L ^ > l^
c^-s-a. \i 3 c p
^ İJ l
'
1
y* .
— -^4)jL*j-id^U)_y.l*'aj ifjsûıyij^j lş».ı<jl£ j
ı V '
-
••
/
#
"
y V9
/
j
/y >
& ** t m o
^
\
* c ^ > ij> o \ / ^ < -- ^ c l> ' j j ***
‘'(S j Sj \
] j&
S J
/
1i o l J ^ j İ h — < # c İ ^ İ İ & ) v k
*6 * - ^ -
J U ^ ^ j L ^ L İ ^ a Ü » ^ c A^
•
"
^ -t^ a L ^ . /
*
*r
< ^ ' j
;■
^
L> ' )
\
/
‘
'
' j > £ $ C \ js y/ V
* '
*
’
P Of
ı.
/
■* /
U y.v i- ? J
> — ^ V ~ *j I s ^ ^ ^ jy ^ y ıt â 4 ^ J u )o b > » *> * *& i i j
*t ~ ^ 'j \ r j J J * ^ jj \ jJ y v (^ 3J ^ > \ £ * C L ju >
î
*
. *
-^ fy d ^ ljîw ^ *^
^
^ ^
I
^
'- îf - l i ^ .^ ^ 6/ j
* '' * S
^
"tjk ]J I L m ş İS O ^ A j i i \ j
t-
.
/ f i f/
'
>>•*
e
^
y .'v t . ‘A
f -
1 ^ j> \ 4 ) ^ u > j ^ ^ ^ ^
S
^
/ y
j
. ^ f 6(
**
*>/
y
* * \% t ' J
**
y'
y
« v ^ lk d ^ r - ? / *
/ ♦ » *'/
^
üJh} ^ ^ '
’
1
^ 'j» O ı? r * - ^ L r ’cjji) 1 " 'î - ^ K - ^ U ü f ^
^
^y .
^ ğ ^ i / l v î ^ J C ? ) \ C h $ c*j\> j.
s
^\
\ j$ * & il> y & ^ & S K h ) / * - x f ^ S ■P
0 ^ \
a İ İ Vc>
«
\^ ^ r ,!>1
y -l
'■
^ c P r ^ S ^ 7^
Jz*\
l) 0
1 ■ ^iL' t kj 1
\
o 2^
k » w o J > û ^ A "J J a * «r ^r l5 j\ \ ^ ı^ = := »
^ * U İ £ ^ U / J ji^ J l^ c / * < -£ ftr ^ r ^ / t
k 5- ^
^
"/
s
c s r ~ -^ j U ^ t /
' •
\ '>>— __________^
ü A 1^
\
y
^
V
^ —1l» j z J k 1,
J f y i c o \ s {J
( ü lO / j
f
j ^j ^'
'Jj &
g is J *
I f e &
ı Ü fâ te M
” '*)
'
/ ^ ^ < j S^\*^ £ ? t £ ^ t <Jıx^,
t
^
^ t'
j 1. y »• ' i l ’ ‘V j ?
‘/ M
>
-
- -
'
4— ^
y1
*î î>\; ^ 4 ^ 1 U -^ ^ J
> * /<*L. ' >“ l
~
.
V
^
!
*\
. .. \ „ . ■ ' . / '
.
'
*■
Jk\ S ^ 4j
S
’
^ '.,
I
'
ur^U* fy s £ s = a $ j 3 S i 's \y
T? < 41 ) i ^
r
7
’^ â s s ^ I f j^ > l
£
* \ '“ s ’ * S *■>"
ı
î£ *
<£& )O 1
. -
^
lj£ U y vk*
c^4riJjİ^===^/0\3 V I
«
\ ->Â 5
s
+ A ^ I * jA 3
İ ğ $ * v jj& s ^ x> * +
/
:m
**
v~-
J \)
^^ ^
ls ? b .) * J ? J ^
J ) 1ü ^
$ h ) s > ö x + * $ & *s 3 ^ '* ^ A 4 * * ^ İ > ]
{ j)> j j^ !!) ^ ^ h \
U*-^lr)i J J jh \ ?
#t a li
'* "
A > \ S j $ J > j r . c ) r } 0 *J ' Öjy&
j
s-
\■ 4
'r ^ ü b y !?y A ^
.r.v t . <^ \ v - v " - ^
''Û j b A j b &
!■
'<r
j i j p ö b j z f a o Jj &
j\z S &
\
\
A f ' J . o f J '* 9^
#
o j^ l ^
S
^ > 4 ' dX>İ>A> j *J
,
^ C İr4
U ; j^ ^ i/ ü j> \J*d 4 & ^ J t
<T7
*
t
^ lü ip
\
o i
<4 ^ .
e» £ *% V .
-------- S —
\
•
1
vJi; U £ J ı^ / C ^ l* ;
IP4^£>*iL$£ S
J
^ jJ v $ K
-
^^
^ j
**
ı) 4 ^ S U ;!;> > ^ ^ '
•
**
•
m
*
"
£ & g s s > jJ i \ p i s
^ J & M A s y l* C i
0 $ GejŞl tj J U j ^ A ^ i ^ i r j L ^ f T
f
14 ^ 3 *
T *
>3 ’ '
•> J p l *
U y C s fb
u
^ J J 4j j \ $
ı
J ^ j)l
İ^ A -1«’c M
•
*
'
v
•
*
-v -
*\*JS L L < 3 ^ » J 1 i'> ^ ip j\ iy ^ l^ d )j \Sm J % < ^ -S ^ \ | S
A
r
(
I\
’ >./.■
r
.
'
'
^
A>
ü jj
)& *
j t j *
■ >
j> V .
^ A
>.>■ ı ..4 • .A
' ■ ■ '■ ■’*
^
t^
^
.
.
s *
:
. aU
" 1
"
İ ^ İ
*r
U ^ * 10* -4 ^
'. v
c$- t i ' c S Î S
< K ^=SS*
4>f
A j^ = s ty b \ ju jm U C s - f i^
* ^ l  i & j> j j t i
j T i ^ 'C ^ U 'l ^ ^
"
s
*
JM
[v j M M j b >
ü \ jr ik
ip
İ* Z £
i j k 4 İM
*?.*\ i J j .» _. ✓ • ' f <\
•s»w» çp
’i
? ***
*t > v }/*
<
3
'
c
M
^
^
\ ö )j ^
ü İ
A
l
3
^ ^
^ D
'
z
d J b i* * : ç ^ A j *
J/T-* 35 ^ = = * ->J-^
V*
V#2 ^ W u î cAjû^V
J İ^j\£ y 2 J 2 \^ + » k **C }\s ^>JJl^3/J4*ZW
J ^\ < s j J ^ £ z = { £ 3 ( jy ? \ < û & jc J i ı
^
(!AiA*^?t ) j
J b^ *4
*
A
^ &
^ K Z £ S &
I
"
y 4 sS V
^
« y ^ Ç ^ j b U i iŞ fc jb t y ,J j p j J * S £ ^
‘t % ^ jy & >’ 6^ - ''
s ^ y ü j; ? '
3*
6 j> j
- -
w- ‘
*
.
'
*
11
*
* f e ^ J J Z .O İ S S ! & jf & & * j & $
s-**
9W
^ ^ J ‘C ^ = = = J
** •• *
-5
*
l^ 5 W c ^ î lüî*'
lîâî O j j j \ £^>.
A ı^ ti <
5
^v^-
l ^ s » b x y £ $ * ö V-^îA)y«>L^-l3
J^ l ^ l > ^ ^ î ! < ^ = ^ o j j j W c £ / ı*
*
'S '- . . .
t» c lV j? J * j>j y ^ J *
^y.
ta * ^ 1 ^
— - 1
)• ^
eL~£===>j..
J $ L>
i^ i2m
^ %
/ $ ^
z =>j j .Ö -U *- *J¥ l
'
•
*
•
A ? tV :
Y
fs \
\ K •' J ’ t ?
>«)
JC v J/»-jü\ c i* n i> <û. Ar fûa>-» \ i - i l
4 ___
1
IV
1O
A?
JI
j U > < ûu o
I a ^ s ç J A»> I<Ua3 kJTi
(_W^====,5 ^ k * r * ^ j j ^ f j >! ’^ T İF Ç ')! I*
t
J^*Aİ?
\)jy k < * jL °.
'^ x £ ^ d j^ s ^ 3 \ K jr * ^ s .
^ r if) j h £ jjj\ iS ^ 3
\
NH
.. /
& ? 0 % } A jz )
ı
<J>j\
<Jv^ 4 ^
?**■* *^
<>j > 3J j ^ J ^ v J \ " ic) 1Ş j j b & j j k
"*$Ö h^V
- si ^ '
- ^ y ib
/j u »j
■^l- O
^
A ^ ik A < ;j» * b r .> ı
/ */’ ^■î/î^U \ \ ö
' İ3 ^ V j& .'K } L ^ A 5\/S.
J ^ \ ( j j  \j **
7
*----- *J \^ jL j\
^ ,A İ> U lŞ ?U I. -^ J
ı
^yV ^-
[^=s=>'^y.
& d X *£ = = *^ c ^ ^ y
U ^ M r!
4 / î t ^ c$J A j u A ^ L i J 10 S ^ - x 3j ? C ^ î !/j». '! 1 1
S
"
^
Ü s- ^ J r V ^
«u *;j^ \ . j 3j^
j jV.«S>UJn-^Uo \s>Sj) j Ü**U*Vf
L ^ y^ ss^ )
O ^J ^< J * -l> 4 ^ K _ i V ;
y*U y^i^Va>»Uott k£j>Ş*J-OL-^j »
t^ l^ C \
3 j V 'i^ 'A ^
>l^ j #j I*j^ j^ s s » ] }
) j*
'^ ^ • K ^ s s s y J j\ ^ ^ J ( J ^ ^ ^ > tjJ '‘ 1* 4 *" ■
1& & A & S S V JL
*
^
^
.
^
(^ J \ tj^ J ^ = = ^
U > \ ^ l3 ^
-ip
.
C £ X * = > ^
V;
-* ^ j ^ J ^ J ? \ i \ <-^ ÎL^.^^C/^^-)-3 c ı A u ^
1 İ 5 ^ \ ^ W - 4 >J U " J ^ > J j\ » ö i > ^
D j o j t j ^ ) ^ . ^ }j .
d l .S
'+ r eBif r C ^ ^ J ^ = ^ & \ * r J L l ^ ı *
4A ^ W <
-
^
İ
^■ 4ûU
\io\^ci
««
^
U = ^ K ^ jZ s s * l 1
• ^
'IJ b ^ sss 3 C ^ I > o \ a ^ I ^ - ^ ^ d j ^ J . î * V -
» > *JJ İ I5■ v £ £ C ^ * ^ - € ^ *-rtJ^ 1»c f î t ^ ”
"^ > )
İ
‘
O s Ş - ^ fi & J J J ^
<
&
£
j \i3o Jk > b j%ö x \ * b )
O
<3 .^ 0
Z h z & j - toı\ ^ ^ J t s f ^ b ş ^ J r l 5 ^ j j ^ 'y .
^ ^ y Ji ^ t ^ L r î
t
t
a ( J 'j c S - U / _ v ^ u < _ ^ >
<S~2^Jİ^jc>İİ^ ^JİJkJ'ij.<A)l^jlr^ U> ^
s ^ iA i) liU ;
- ü j^
i / c U ^ ^ s a ? 1< - ^ 4,>— -f-5'
ixA ) ı
>*•>! ' ^ J ^ t / ^ J j M s f o b x 5 i u b l } - » ^
^
\İJlİ‘A ^ a i^ U?cjî_? IiS * b i) \ j
IA İt Iu r j.
j j h j OİAİ tCf-li» l j Jü^/Vj^S3 = ^ ^
*
% U M İ^
1 *
"
-
f j \ S ^ ^ j^ ö ' d A ~ ^
l
^ J J
} j \ j h
l f y
* ‘r ^ c
r ^ '- r i f i f b '
J -) ^ } j \ ö ^ \ ^ s s s > j)< ^ J j\ < A ^ J ^ >K ?
-------------- ı s .—
—
jjj » y ^ jt ) y W
.A
‘M j j /
o ^ ) d £ > j & b
İİU * « J
e> £ ^ ± X *i r * jj^
J j^ .
^^ ' jf
gi ü > jr
*
\
/
^ J A > v .< j^ A > t r v b ° ^ ]/ jfJ X ^ i^
'r d z s f J j i f r
jO j< -^ J j l^j>jZ*=2»))b lyjAy! L-\«J*^ kpj
l^S«0«U>] * l ^ \ ^ ^ ^ ^ = » ‘U J 5 b l
^ cU^Uj^ûi ^d jr 'J d J 'k jl
* y ^ c l > £>i\l
b j j J î \A j* ^ d j I
—
.^ t------ — * l j S£ o \j j ü \x * ’\ J X $ '
^ ö b ü ^ i
v-İ& j>
\ jf J
^ ) j > ) ) ^ \ '$ j j ; ö \ t ( ^ j \ j : j } < v ^ J ^ x -
j ^
j \e ^ j | J $ C ^ = » ö l
s J J ^ » a j4 j
< - 4 / ^ j c — «cJÜ»
Jj ! y j ^ j >
x &
\
\
(^ p X r?
\ ^ J Û a )x ^ l« 4û\ A iA )
İ ^
j^
r
^
--------—
W *C ^ ^ ^
2 --------- ~ ^ —
c U p İ,Ş i)j^
*
*k
OjC\
is
l iA 'j .
^c İ - i j * j)j^ is % lX j\ j,,
\jr*
'İO O ^ J^ J \j2*A> c)^U--}^W
üU*w^^£X>
'/â>
4 4 ^ )-5 ^
—>* l j,U «ui\ i l ü \ ) ^ ^
^ j ^ U j ^ ^ H f c 6 İ İ > î >ı
\
W>Ui>
c j-cy .
d>*DW
/*'* J K M J ^ ^ J ’ V & ~ 'j’ Z)& JC > J*
</&y*
le ^ > j
*
(Î/'J
«.
y ^ j î & l ^ 55* '
>ü W 4 Ü
''~ * >>*o
±\ ^ r< )j\Jp > j.
'^ h ^ A ^ J i>o j j & t ^ * ^ a ' W ^= ^s>3 i> i jj\ > v ' £ ^ jJ İ £
i^ \ s ^ lU ) / y
O j^ J / S ju b jL
J s
s *<
r* *
İ &
j
t F
j ^ &
- 0 ^ ^ £ j j ; , J ^ * »* \> j
• > < ^ < ^ 5s^hw) ' İ ) \ ^ 4j l \JaoW ^ ^
s
ı
*
"
/ ■
______________ *
îJ L d i^
i ^ u - b l ^ U U S Ü L i ût- 4 ^ < J W î -*• ' -1 . • M . ^ !•
•v-
/*-
^ W ^ .^ u â x \ )İA iP
jj\ i
I .d ^ j
4 5 $ --------İ I I I I ^ j 4 U ^ \ fUi\
& lr
H IR Z Ü ’L-M Ü LÛ K
GÎRÎŞ Osmanlı Devleti’nin, İslâmî kültür çevresinde, zaman uzunluğuna ve mekân genişliğine sahip olması, yönetimine ilişkin düşünce temelini zenginleştirmiştir. Yüzyıllar boyu sürdürülen geleneğe dayanarak, pâdişâhlarla sadrâzamlarına yol göstermek için çok sayıda eser kaleme alınmıştır. Bunların çoğunun müellifi belli değildir. Müellifi belli olanlar da, bu zengin geleneksel kaynağın belirgin düşüncelerini, deneyimli kişilerin erdemli sözlerini aktarmışlardır. Genellikle, Nasîhatus-selâtîn, Nasâyihul-mülûk gibi adlar taşıyan bu eserler, Orta-Doğu Devlet geleneğinin kuşaktan kuşağa aktarılmasını gerçekleştiren ve siyâset-nâme diye tanımlanan genel bir yazı türünün örnekleridir. Diğer bir deyişle, Orta-Doğu devletlerinin, zaman ve mekânın yarattığı farklılıkların arasında menşedeki ortak özelliklerine dikkat çekerek dönemlerindeki hükümdarlara temel davranış biçimleri öneren bir çeşit siyaset bilimi kitaplarıdır. Bu grup içinde, devlet ve hükümet işlerini hükümdar adına yürüten vezîr-i aczamlara sunulmak üzere yazılanlar da vardır. Düstûru l-vüzerâ, Nasîhatul-vüzerâ, Âsâf-nâme gibi adlar taşıyan bu kitaplarda, sadrâzamların devlet idaresinde nasıl bir yol tutacakları, hükümet erkânında ne gibi erdemler arayacakları, onların halka karşı davranışlarının ne yolda olması gerektiği üzerinde durulur. Eski dönemlerden örnekler verilir1. Aslında bu tür bir inşâ geleneği, yukarıda sözü edilen özel bir koleksiyonun oluşmasını sağladığı gibi, İslâmî düşünceye dayalı genel tarih, felsefe ve ahlâk kitaplarının da üslûbunda önemli bir yer tutar. Bilindiği gibi, Osmanlı İmparatorluğu’nun en büyük temsilcisi olduğu İslâm devletlerinde, dünyaya bakış ve kurulan düzenin hukuk çerçevesi, dinî kaynaklıdır. Devlet, din kurallarına göre yönetilir ve otorite, hükümdâra Tanrı tarafından bahşedilmiştir. Bu otoriteyi kullanan monarkın gücü ve kuvvetini devam ettirebilmesi için, yönetilenlere “ulû’l-emre ita at” emredilmiştir. Ancak, bir Tanrı buyruğu olan, hükümdara mutlak itaati, değişmez bir davranış biçimi olarak benimsemiş teb’a 2, hükümdar açısından “vedâyi‘-i hâlik-i kibriya’&ır. Tanrı’nm emanetleri olan kitleleri yönetirken hükümdarın özellikle sağlaması 1 G ökyay, Orhan Şaik, Nasihatü’s-selâtin, Tarih ve Toplum 20 ( 1985 ) s. 62 . 2 Osmanlı toplumunu biçimlendiren prensipler, en eski O rta-Doğu İmparatorluklarından beri geçerli olan bir görüşe dayanıyordu. (Bkz. İnalcık, Halil, The Ottoman Empire its classical age:
1300 - 1600 , London 1973 , s. 104). Siyasal ve Sosyal düzeni yaratan teoriye göre, toplumun bütün katmanları, hükümdarın otoritesine bağımlı ve onun geliştirilmesini sağlamakla yükümlüydü (İnalcık, Halil, Capital Formation in the Ottoman Empire, The Journal o f Econom ic History X I X /
1 ( 1969 ), s. 97 ).
gereken “adalet” tir. Adâletli olmak hem iyi bir hükümdar olmanın ön şartıdır. Hem de bu davranışın sağlayacağı yararlar vardır. Adâletin uygulanmasıyla teb’a huzur içinde bulunur. Huzurlu olursa, bol üretir. Bol üretim, zenginlik getirir. Zenginleşen teb’a, çok vergi verir. Böylece hükümdarın hazînesi dolar. Hazînesi dolu hükümdar, kuvvetli ordu besler ve egemenliğini geniş alanlara yayar. Bu temel görüşe uygun olarak, hükümdar gerçekleştirdiği düzen içinde teb’asmı şeriat ve kanuna göre yönetmek durumundadır. İşte, bu düşünce temelinde, hükümdarın nasıl davranacağına ilişkin, geleneksel önerileri içeren bu tür nasîhat-nâme veya siyaset-nâmeler, bir yandan zaman içinde, devirden devire aktarılırlar. Bu bakımdan bu tür eserlerin İslâm kültür çevresindeki zincirini izlemek mümkündür3. Bir de özellikle bunalım dönemlerinde, bu temel düşünceye dayalı, dönemin hükümdarına adâleti gerçekleştireceğini bilmesi için öneriler getiren eserler sunulmuştur. Bunlara, lâyiha, risâle gibi adlar verilmiştir. Lâyihaların genel Nasâyih kitaplarından farkı, geleneksel uygulamaya aykırı davranışların sıkça gözükür olduğu bir dönemde kaleme alındıkları için, önce belirli tespitler yapmaları ve bunların ardından, ideal uygulamaları önermeleridir. Yaptıkları tespitler, genellikle klasik kurumlarda kendini gösteren değişmelerdir ve bu tip eserler, devletin gittikçe bozulan mâliyesini, ordusunu düzeltmek için verilmiş raporlar niteliğindedir4. Bu meyanda, adâlet-nâme diye adlandırılarak, doğrudan sultanlar tarafından çıkarılan genel fermanları da anmak gerekir. B id’at lerin, yani şeriat ve kanuna aykırı davranışların fazlaca göründüğü zamanlarda ö rf mensuplarına, devletin temel felsefesini ve varlık sebeplerini açıklamak üzere gönderilen bu fermanlarda sıralanan yasaklar arasında yerleştirilmiş hikmetli sözleri, doğrudan doğruya bu siyasetnâme geleneğinin ürünleri olarak değerlendirmek gerekir5. Bilim dünyasına sunduğumuz Risâle-i H ırzul-M ülûk de, türünün önemli örneklerinden biridir.
Bundan dolayı, bütün siyasal ve sosyal kurumlar ve her çeşit ekonomik faaliyetler bu amacı gerçekleştirmek üzere devlet tarafından düzenlenmişti (A.g.m., s. 98 ). toplum askerîler (Yönetim görevlileri) ve reâyâ (Yönetilenler) diye başlıca iki bölüme ayrılmıştı.
3 Bkz. Uğur, Ahmet, Osmanlı Siyaset-nâmeler i, Kayseri 1987 . 4 Bkz. Kitab-ı M üstetâb. yay. Yaşar Yücel, Ankara 1974 . 5 Bkz. İnalcık, Halil, Adâlet-nâmeler, T T K Belgeler.
Kitabın müellifi, telif sebebi ye kime sunulduğu meselesine gelince: Müellifin adı hakkında gerek kitap metninde, gerek görülebilen diğer kaynaklarda hiç bir bilgi bulunmamaktadır. Müellif, eserini yazış sebebini şu cümlelerle ortaya koymaktadır: " ...
mcflümdur k i culemâ-i selef ve fuzalâ°-i halef (2b) RahimehuHlah egerçi tefrih-i zamâyir-ipâdişâhân-ı hüşmendân içün ahvâl-i eslâf-ı kiram ve şemâyil-i selâtin-i cizâma şâmil nice teşânıf-i müfide silk-i tahrire keşide itmişlerdir; lâkin bu bende-i nâ-tuvâna dahi her zaman hâtır-nişân olurdı ki din ü devlete nâfic ve her emr-i mühimmi câmic bir kitâb-ı nâ-yâb ve hikmet-nişâb tahrir ve taştir idem k i her kelâm-ı pür-beşâreti ziver-i hikmetle ârâste ve her peyâm ve cibâreti hilye-i cibretle pirâste olup âyin-i şehr-yâr-ı macdelet- güsteri ve merâsim-i kâm-kâr-ı raciyyet-perveri babında kütüb-i sâlifeden her vech-ile mümtaz ve fâ y ik ve münderic olan dürer-i şâhvâr nişâr-ı hâk-ipây-ı şeh-i câli-tebâr olmağa sezâvâr ve lâyık olmağa ricâyet-i raHyyet ve himâyet-i vilâyet huşüşunda (3a) ve sâyir saltanata mütecallik cüzdi ve külli umürda calâ vefkıH-merâm vuküf-ı mâ-lâkelâm tahsil itmeğle eyyâm-ı saltanatlarında âmme-i recâyâ âsüde-hâl ve kâffe-i berâyâ müreffehü*l-bâl olup her diyâr ve bilâdda olan cibâd-i cubbâd ve şulehâ vu zühhâd cenâb-ı saltanat-me2âbların hayr ile yâd itmeğe sebeb ola. Bu cihetten cemiccihanı terk idüp ekser evkatta dide-icbretle ahvâl-i cihâna nigerân ittügünce bekâ-yı devlet ve saltanat ve âsâyiş-i ahvâl-i raHyyete mütecallik nice re^y ü tedbir h â tır a /.__/o lu p zâ°ü olmasun diyü cemc ve tahrir iderdim ve baczı erkân-ı devletten binâ-vı saltanat-ı k âhire ve esâs-ı hilâfet-i bâhirenün -el-İyâzü bPllâh- tezelzül ve ihtilâline sacy-ı beliğ işcâr ider baczı nâşâyeste evzac ve etvâr müşâhede itmeğle âsitân-ı (3b) sacâdete huluş-ı cubüdiyyetüm hasebiyle iHâm ve carz itmeği üzerime vâcib vefa rz bilüp lâ kin ........ ola ki bir zamân-ı ferruh-fâlda mâ-fiH-bâl hâlden kâle gele diyüp bu üslüp üzere çehre-i matlüb niçe rüzgâr mestür ve mahcüb kalm ıştı.”' Buna göre eser, müellifin görüp yaşadıklarını, çevresinde olup bitenleri not alması sûre tiyle uzunca bir süre içinde oluşturulmuş ve özellikle bâzı devlet erkânının devlet düzeninin sarsılıp bozulmasına yol açan tutum ve davranış larının pâdişâh tarafından bilinmesini sağlamak amacıyla kaleme alınmış bulunmaktadır. M üellif bu işi bir görev saymış ve üzerine farz bildiği bu görevi yerine getirmiştir. M üellif ayrıca, bir vesile ile, pâdişâha: “Bu bende-i kemterleri mutasarrıf
olduğum dirligüm helâl olsun diyü v â k f hâli icmâlen hâk-pây-i şeriflerine flâm eyledüm. ” demek sûretiyle kendisiyle ilgili olarak metindeki en önemli ip ucunu da ortaya koymaktadır. Şüphesiz eserin yazıldığı târihte müellifin dirlik sâhibi
olduğunun bilinmesi hiç yoktan iyiyse de, yine de şahsın kimliği, görevi, durumu ve bu dirliğin mâhiyetinin ne olduğu, kendisine niçin verildiği hususlarında belirli bir hükme varabilmek için yeterli olmamaktadır. Yine metinde yer alan: (I)
Husrev-i gazi mucizzud-devle sâhibs adl ü dâd Afitâb-ı evc-i burc-ı saltanat Sultân M urâd (II)
Serv-i gül-zâr-ı Murâdi dâyimâ ser-sebz ola Gülşen-i cömrine yâ Rabb irmesün bâd-ı hazân beyitlerinde açıkça belirtildiği şekilde, eser Sultân M urâd’a sunulmuş bulunmaktadır. Kitabın başına sonradan eklendiği anlaşılan: “Uşbu risâle-i
latife bir fâzılın teHıfi olup Fâtih-i Bağdâd Sultân Murâd-ı Râbi tâbe serâhu H azretlerine virildugi nüshadır ” notu ise söz konusu Sultân M urâd’m IV. Murâd olduğunu ifâde etmektedir. Ne var ki eser metninde yer alan: “Ve her halefims-selâtin ve şerefü’l-
havâkin hazretlerine lâzımdır ki dahi serir-i saltanata cülüs itmedin sancağ-ı hümâyûnda iken vüzerânın ve beğlerbeğilerün ahvâllerin tamâm tetebbuc ve tecessüs ittürüp her birinün ahvâline mümkin olduğı kadar vuküf ve ıttılac tahsil eyleyüp dahi cülüs-ı hümâyûn v â k f olduğı gibi mevcüd buldukları vüzera-i cizâmun fik r ü firâset ve cakl u kıyâsetlerin ve salâh ü diyânetlerin tecrübe ve imtihân iç ü n ........” ibâresi de, eserin sunulduğu Sultân M urâd’m IV. Murâd olamayacağının güçlü bir kanıtını oluşturmaktadır. Zira şehzâdelerin sancağa çıkması usûlü III. M urâd’dan sonra bırakılmış ve şehzâdeliğinde sancağa çıkan son pâdişâh III. Mehmed olmuştur. Hâl böyle iken müellifin IV. M urâd’a, daha tahta cülûs etmeden, sancakta iken, vezirlerin ve beylerbeyilerin durumlarını öğrenmekten söz açması ve ayrıca “ cülûs-ı hümâyün vâkıc olduğı gibi” diyerek sözlerini sürdürmesi, akıl ve mantıkla b a ğ d a ştırılm a yacağından; adıgeçen Sultân M urâd’m ancak III. M urâd olabileceği sonucuna varılması doğaldır. K aldı ki: “....huzür-ı şeriflerinde bir
defter olaydı, niçe nâ-müstahaklarun mansıbları alınup sancağ-ı hümâyûndan gelen ağalara ve sâyir müstahak olan kullarına zinâyet buyrulduğundan ğayrı.... ” ibâresi de aynı doğrultuda değerlendirilebilecektir. Bu durumda, sonradan eklenen notta yer alan “Fâtih-i Bağdâd Sultân Murâd-ı R âbi” ibaresinin, ya eser metnindeki Sultân M urâd’m yanlışlıkla IV. Murâd olarak kabûl edilmesinden veya aynı eserin daha sonra herhangi bir şekilde IV. M urâd’a da sunulmuş olmasından kaynaklanabileceği gibi ihtimaller ağırlık kazanmaktadır.
Kitabın kapsamı: Müellif: " ... H ırzul-M ülük diyü tesmiye olunup ve nice halatı muhtevi olmağın sekiz fa sl üzerine tertib ü tafsil ve bu vech-ile tezyin ve tekmil olundı” demek sûretiyle eserini sekiz bölüm hâlinde kaleme alıp düzenleyip tamamladığını açıkça söylemekte ve eserin sekiz faslını ayrı ayrı belirterek şöylece sıralamaktadır:
I. F a s ıl :Pâdişâhın durumu. II. Fasıl :Vezîrlerin durumu. III. Fasıl :Beylerbeyilerin, diğer ümerânın ve askerlerin durumu. IV. Fasıl :Ulemânın, şeyhlerin ve seyyidlerin durumu. V Fasıl :Defterdârların, nişâncmm, reîsü’l-küttâbm ve Defter-i hâkân emini’nin durumu.
VI. Fasıl :Reîsü’l-etıbbâc, şehremini, aşçıbaşı, mutbah emîni ve helvacıbaşı’nm durumu.
VII. Fasıl İstanbul’un, diğer bayındır şehirlerin ve Tersâne-i Âmire’nin durumu.
VIII. Fasıl :Venedik’in ve diğer kâfirlerin durumu. Ancak, sonundaki “tem me” kaydına rağmen, eldeki eser sâdece ilk dört fasıldan oluşmakta ve V-VIIL fasıllar metin içinde yer almamaktadır. Bu durumun sebebi belli değildir, îçindekilerden de anlaşılacağı üzere H ırzul-M ülûk devletin bütün bölümlerindeki uygulamaları konu edinen ve klasik düzene aykırı işlemlerden şikâyet eden bir eserdir ve çok yakın gözlemlere dayalı bilgiler vermektedir. Müellifin verdiği bilgilerin gerçekliği devrin arşiv ve diğer kaynaklarıyla da doğrulanmaktadır. Bu hususlar ayrı bir çalışma ile bilim âlemine sunulacaktır. Bilindiği gibi Osmanlı Devleti, bir büyük îslâm siyasal kuruluşu olduğu için, şeriata dayalı bir devlet düzenine sâhipti. Ancak, egemen olduğu alanların genişliği, kurucu ve yönetici hânedânm İslâmlık öncesinden de kaynaklanan eski bir kültürel mirâsa sâhip bulunuşu sebebiyle, şeriatın cevâz verdiği sınırlar içinde geniş bir ö rf uygulamasına da sâhipti. Bu yapının örgütlenmesinde, pâdişâha âit erkle r başlıca üç kol tarafından temsil ediliyordu. Yürütme gücü Ehl-i Örfün, yargı gücü Ehl-i İlmin elindeydi. Ayrıca, bürokratik ve mâlî örgütlenme için geniş bir küttâb sınıfı, defterdâr ve nişâncı-reîsüH-küttâb makamlarının denetimindeydi. H ırzul-M ülûk' de ehl-i ilme ilişkin yararlı
bilgiler ve bunların eserin yazıldığı zamandaki durum ve görüşlerini belirleyen sağlam gözlemler vardır. Bunlar ve eser, en belirgin çizgileriyle şöylece arz olunabilir: Mukaddime’de hamd ü senâdan, ayrıca, bir cümle ile Hulefa-i râşidînin anılmasından sonra, müellifin kitabı yazış ve buna Hırzü ’l-M ülûk adı verişinin sebebi anlatılmış ve eseri oluşturan sekiz faslın nelerden ibâret bulunduğu belirtilmiştir. Müellife göre: Dünyâ saltanatı ve hilâfet, Cenâb-ı Kibriyâ’nm emânetidir. O yüce mevkide oturanların en üstünü ve en adâletlisi olan Hz. Muhammed “emr-i dîni izlâ ve şerz-i mübîni ihyâ” husûsunda türlü türlü mihnet ve belâya rızâ göstermiştir. Bunun sebebi halîfelere ve sultânlara yöneticilik öğretmek ve onları aydınlatmaktı. Y oksa A llâh’tan dilekte bulunur, aslâ zahmet çekmezdi. Vezirlik dört büyük halîfenin makamıdır. Bunların Hz. Muhammed’e tam bir doğrulukla ne şekilde hizmet ettikleri ve halkın durumunun düzgün, iyi olması için ne ölçüde mihnet çektikleri herkesçe bilinmektedir. Bu kadar azamet ve şevket sâhibi oldukları hâlde bunların giydikleri en gösterişsiz, en sâde giysilerdi, aba ve bezdi. Dâimâ tasarruf etmek sûretiyle hazîneyi çoğaltmaya çalışırlardı. Bununla birlikte onların heybet ve salâbetleri bütün dünyâyı kaplamıştı. Gerçekte de mevki ve ululuk heybeti para pul, mal mülk toplamakla olmaz, halîfe ve İslâm pâdişâhına doğrulukla, sadâkatle hizmet etmekle olur. Hâinler ne kadar yüksek mevkilerde bulunurlarsa bulunsunlar yine yıldızı düşkün, yüzü kara olurlar. Ettikleri haymlık mutlaka bir gün pâdişâh katında ortaya çıkar ve cezâlarım görürler. Bu yüzden vezirlik makamındaki akıllı kişilerin Allah yoluna rağbet etmesi dünyâ cifesine meftûn olmaması, dâimâ halkın, yoksulların durumuyla ve tutumlu davranarak hazîneyi çoğaltmakla ilgilenmesi, savurganlıktan kaçınması gerekir. Vezîr olan kişiye, Allâh’m inâyet edip hidâyete çıkarıp İslâm nimetiyle nasiplendirmesin den sonra İslâm pâdişâhına vezîr etmesi, pâdişâhın da halkın yönetimini onun eline bırakmış olması saadeti yetmez mi? Bu nimete şükretmemek insâfa sığmaz. Pâdişâhın dünyâ ahvâline bizzat vâkıf olması gâyet güç iştir. Ancak pâdişâh halkın durumunu düzeltmeye, vilâyetlerin güven ve huzûrunu sağlamaya niyetlenip yönelmişse, Allah ona yardımcı olacaktır. Müellifin muttali olduğu bâzı olayları pâdişâha bildirmesine tam bir ihtiyaç vardır ve bunların her biri yeri geldiğinde yazılacaktır. Pâdişâh bunları okuyup düşünecektir. Y avuz Sultân Selim’in başarılarının sebebi, her işte Allâh’a tevekkül etmesi, dine ve devlete yararlı bir husûs olunca “Bu, Osmanlı kanununa aykırıdır ” demeyip hemen icrâsma yönelmesi ve “Sultânlar her ne ederlerse kanun olur” diye buyurmasıdır. Sultân Selîm ümerâdan, defterdârlardan, etrâf ve eknâfta beylerbeyi olan ihtiyârlardan deneyimli, akıllı, bilgili kişileri vezîr edermiş. Eh yakın kullarından bile saltanat işlerine ve halkın durumuna ilişkin en küçük bir yanlış
iş yapan olsa aslâ himâye etmez, bunca zamandır mahremimdir, hemdemimdir demeyip hakkından gelirmiş. Çoğu zaman ayak dîvânı eder vezirlerin her biriyle tek başına görüşür; söz, düşünce ve tedbirleri birbirine uymadığında, biri ötekine karşı çıktığında durumlarını araştırırmış. Hangi tarafın haklı olduğu ortaya çıktıktan sonra, dine, devlete ve halka uygun^olan işleri bir yana bırakıp da diğer veziri yerinden uzaklaştırmak ve ayırmak için garazkârâne söyleyen veziri hemen o an kılıç lokması edermiş. Şâyet diğerleri arasında da akimdan böyle bir şey yapmayı geçirenler varsa, bunu görüp akıllarından çıkarır ve bütün işlerde birlik olurlarmış. Fâtih Sultan Mehmed Hân da, herkesçe bilinir ki, dâimâ ulemâ, sulehâ, fuzelâ ve ukalâ ile mucâşeret eder, saltanat işlerinde gönüle hoş gelen fikirleri olan akıllı ve tedbir sâhibi kişileri bâzan emir, bazan vezir edinir; bâzen de uzun süredir beğendiği kimi beyleri ve vezirleri -kusur, ihmâl ya da uygunsuz durumlarını öğrendiğinde- hemen o an huzurlarından uzaklaştırır, hatta canını teninden ayırırdı. Daha önce yaşamış büyük sultanların böyle davranmaları nın, devletin devâmı ve saltanatın bekasına ilişkin son derece yararlı makbul bir yol ve mâkul bir hareket olduğunda tereddüt ve şüpheye yer yoktur. Sözüm kısası, kendisine izin verilmesi hâlinde, müellif -âhiretinden korkup- bildiklerini doğrulukla pâdişâha arzda kusur etmeyecektir. Kendisinin aslâ, bu aşağılık dünyâ ile ilgili bir arzı (dileği) yoktur. Asıl amacı yüce pâdişâhı vebâlden korumaktır. Müellif, birinci fasıl’da Ahvâl-ı Pâdişâh-ı Cihân-penâh başlığı altında şunları belirtmektedir: Pâdişâha öncelikle lâzım olan salâh, adâlet, felâh ve diyânet üzre olmaktır. Pâdişâhın, sözlerinin düzgün olması için “tahsil-i ulüm ve m cfârif ve tekmil
fünün ve letâife” çok emek sarf etmesi ve önemli hususları yazm ak için de Fenn-i kitabet’den bir parça haberdâr olması gereklidir. Pâdişâh yirmi dört saatinin üç saatini ibâdet ve K ur’an okumaya, iki saatini târihleri ve kitapları incelemeye, dört saatini memleket işlerini vezirler ve diğer nitelikli tedbîr sâhibi kullarıyla görüşmeye, altı saatini gezip dolaşmaya, avlanmaya ve gönlüne hoş gelecek diğer işlere, kalan dokuz saatini de dinlenmeye ve uykuya ayırmalıdır Pâdişâh hiç bir zaman adâlet ve insâfı elden bırakmamalı, cimrilikten de savurganlıktan da kaçınmalı, hazînenin boşa harcanmasını revâ görmeyip bağış ve cömertliği yerinde kullanmalıdır. Pâdişâh, kızlarını ve kızkardeşlerini aslâ vezirlerle ve beylerbeyilerle evlendirmemeli onları, sancağı smırboylarmda değil iç illerde olan dört-beş yüz bin akçelik hâs sâhibi namlı bir sancak beyiyle evlendirmelidir. Saltanatın bekası adâlet ve yarar askerledir. Askerin bağlılığı ise istihkakına göre dirlik verilmekledir. Bunu gerçekleştirebilmek yani kimine ulûfe, kimine timar, zeâmet ve diğer yüksek mansıblar verebilmek için de bol toprak, dolgun bir hazîne gereklidir. Buna göre ülkedeki kasaba ve köylerin
ekserisinin pâdişâh hâsları, zeâmet ve timar olması gerekirken, aksine, bunların çoğunluğu vakıf ve mülk olmuş, zeâmet ve kılıç timarlar pek azalmıştır. Pâdişâhların kahredici kuvvetleriyle fethettikleri ülkelerden imâret ve câmileri için vakıflar oluşturmalarına kimsenin diyeceği bir söz yoktur. Ama, sâdece bir vezire, diğer nimet ve ihsanlardan başka, kırk-elli parça köyün mülk olarak verilmesi insâfla bağdaştırılabilecek midir? Vezirlik gibi yüksek bir mansıbla korunup ağırlanmaları yeterli değil midir? Özellikle vezîr-i âzam olan kişiye köy temlik etmeye ne ihtiyaç vardır? O zaten her kimin elinde mülk köy, mezraca, değirmen, çiftlik, hamam ve bunlara benzer ne varsa birer yolunu bulup almıştır. Bu söylenenlerin güçlü delili Sultân Süleymân Hân’ın Vezîr-i âzam Mehmed Paşa’ya yüz parça kadar köyler, mezraalar, müstakil kasabalar, iskeleler ve bir çok mahsûl verir yerler temlik etmesidir. Bu kadar çok köy ve mezraanm temlik edilmesinin sebebi nedir? Bir ikisi yetmez mi? diye sorulursa, verilecek cevap şudur: Vezîr-i âzam olduktan sonra doğrulukla hareket ederek felekte iyi bir nâm bırakmaya aldırmayıp fırsat elvermişken kendimize çok çok köyler temlik ettirelim, bir kısmını vakfedelim, bir kısmı da çocuklarımıza kalsın derler. Bu sevdâ ile il yazdırmaya girişirler. Gönderdikleri yazıcılara “ Kendimize bâzı köyler temlik ettirmek isteriz. Yazdığınız yerlerde çevresi geniş, mahsûllü köylerin kimini 1500 akçeye, kimini 1000 akçeye ve bazı yüksek değerli mezraaları üçer-dörder yüz akçeye yazınız” diye sıkıca tenbih ederler. Onlar da hizmet edip yakınlık sağlamak amacıyla bir kuru iltifata dinleri, imanlarını satıp 15-20 bin akçeye ve daha fazlasına tahammül eden köyleri yeni deftere 1000-1500 akçeye ve daha aşağıya yazarlar. Vezîr-i âzam bu tür köyleri telhis edip gönderdiği zaman pâdişâh bakar, yazdıkları cüz’î birkaç köy ve mezraadır, çok şey değildir diye temlîk ederdi. Sonra, (vezîr-i âzam) bunların her biri için yazdırdığı mülk-nâmede falan köy ve mezraayı bütün sınırları, bağlı olan yerleri ve eklentileriyle, ürünlerinin öşürü, haracı, ispençesi, sahibi çıkmayan malı, yitiği, sâhipsizi, kaçkını, cürüm ve cinâyet resmi, resm-i arûsânesi, kul ve câriye müjdegânesi ve diğer bâd-ı havâsı, reâyâsı, reâyâsmm evlâdı, reâyâsmm evlâdının evlâdı, haymanası vb. ile, her türlü şercî haklarının tümü ve örfî rüsûmunun tamamıyla mülk eyledim şeklinde yazdırır. Mülknâmeyi bu şekilde yazdırdıktan sonra kendilerine tâbi olan bir kadıya veya müderrise “ git bu köyün smırm belirle” diye emir yollarlar. O kadı da mansıb yüzünden doğruluğu terk edip, o köyün eski sınırım bir yana bırakıp çevresinde olan zeâmet ve timar köylerinin iyi yerlerini alıp bu köyün sınırları içindedir diyerek yeni sınırı belirler. Ayrıntılarıyla sicile kaydeder imzâlayıp mühürler. Bu kez buna göre pâdişâha sınır-nâme yazdırırlar. Ellerinden toprakları alman timar ve zeâmet sâhipleri başlarından korkup itiraz ve dâva etmeye cür’et edemezler.
Ardından o temlik olunan köyün bulunduğu yerin kadısına bir hükm-i şerîf gönderilip şöyle yazdırılır: Falan köy vezîr-i âzama mülk olarak verilmiştir. Söz konusu köyün reâyâsı ile sonradan gelip bu köye yerleşen diğer reâyâ her türlü avârız-ı dîvâniyye ve tekâlif-i örfiyyeden muâftır. Eminler, âmiller ve diğer görevliler bu köye karışmasınlar. Kadı ne yapsın? Hem emr-i şerifin gereğini yerine getirmek için, hem de hizmet yanaştırmak umuduyla ilgilileri uyarır durumu da halka duyurur. Reâyâ da -ister pâdişâh haslarının reâyâsı, ister beylerbeyi, sancakbeyi, zeâmet ve timâr sâhiplerinin reâyâsı olsun- zulümden kaçıp, vezîr-i âzam köyüne varıp yerleşirsek her türlü belâdan kurtuluruz diyerek her türlü tekâlifden muâf oldukları vezîr-i âzam köyüne gelip yerleşirler. Böylece o köy bir-iki yıl içinde bir kasaba gibi olur; defterde bin veya bin beş yüz akçelik bir köy gibi göründüğü hâlde gerçekte 50-60 bin akçelik belki de daha gelir getirir âlâ bir köy olur. Diğer köyler ve mezraalar da bu durumdadır. Hasları da görünüşte on iki kerre yüzbindir. Am a gerçekte elli-altmış yük akçeye, belki daha fazlasına mütehammildir. Çünkü hasların çoğu Venedik’e yakın deniz kıyısında bulunduğundan, voyvodaları ürünleri gemilere yükleyip her kilesini ikişer Filoriye veya daha fazlasına Venedik’e yâhut diğer kâfirlere satarlar. Bunların iç illerdeki haslarını oluşturan köylerinin gelirleri de üç-dört kat fazla olarak yazılsa bile tahammül edecek durumdadır. Bu takdîr üzre, gerçekte, vezîr-i âzamm hasları, vakıfları ve mülklerinin geliri bütün yeniçerilerin mevâcibine yeter de artar: Devlet hazînesinin böylesine isrâf edilmesinin hesâbmm kıyâmet gününde pâdişâhtan sorulması gerekir. Ben, mutasarrıf olduğum dirliği, helâl olsun diye, topluca pâdişâha bildirdim. Gerisini pâdişâh bilir. Memleket ve vilâyetlerin fetholunmasmdan maksat, devlet topraklarının genişletilmesi, hazînenin çoğaltılmasıdır; vezirlere ve başkalarına mülk olarak vermek değildir. Bundan sonra vezirlere ve başkalarına köyler, mezraalar ve mîrî arâzîden hiç bir şey mülk olarak verilmemelidir. Eğer bir süre daha, aynı şekilde köy ve mezraalarm mülk olarak verilmesi sürdürülürse gelir gidere yetmediği gibi kılıç timarlar pek azalacak -Allah korusun- herhangi bir taraftan düşmanın saldırması hâlinde çok büyük sıkıntı ve acı çekilmesi gerekecektir. En uygunu hiç kimseye mülk olarak toprak verilmemesi; verilirse de, bir-iki köy vermekle yetinilmesidir. Vezîr-i âzama gerekli olan ham tamâdan uzak bulunmak, hâslarının geliriyle yetinmek, dünyâ ve âhiretini gözeterek doğrulukla hareket etmek ve mansıpları ehil olan kişilere vermektir. İstikamet sâhibi bir vezîr, âhireti için, ihtiyâç duyulan uygun bir yerde bir câmi ve imâret yapmak isterse pâdişâh bir defaya mahsus olmak üzere buna izin vermeli; başkaca câmi ve imâretler yaptırmasına müsaade etmemelidir. Şâyet câmi ve imârete ihtiyacı olan bir yer olur da bunların yaptırılması gerekirse bu iş için vezirlerden ve diğerlerinden hiç câmi ve imâret yaptırmamış bir kişinin istekli olması hâlinde pâdişâh ona
izin vermelidir. Eğer hiç câmi ve imâret yaptırmamışlar arasından istekli çıkmazsa bu işi pâdişâh üstlenmelidir. Çünkü reâyânm ve diğerlerinin malını ellerinden alarak bununla birçok hayır işi yapmaya kalkmaları vezirlere de, pâdişâhın diğer kullarına da yaraşır bir iş değildir. Çünkü bu durum öksüz oğlanın kaftanını sırtından çıkarıp dul kadına giydirmeye benzer. Yavuz Sultân Selîm, Pîrî Mehmed Paşa gibi bir vezîr-i âzamm dahi kendisine bir köy temlikine ilişkin dileğini makul cevaplar vererek gönlünü kırmadan geri çevirmiştir. Pâdişâhlar vezirlik hizmetini çocukları ve tevâbii çok olan kişi yerine hısım akrabası olmayan akıllı ve doğru kullarına vermelidir. Bunların hâsları da deniz kıyısında değil; Sivas, Haleb, Diyarbakır, Erzurum Beylerbeyiliklerinde olmalıdır. Pâdişâhın ne fazla gazaplı, şiddetli ne de yumuşak olmaması her işte ılımlılığı elden bırakmaması gereklidir. Hattâ bir parça şiddete meyletmeleri din ve devlet için daha iyidir. Her pâdişâhın, daha tahta çıkmadan, sancakta bulunduğu esnada vezirlerin ve beylerbeyilerin durumlarını inceleyip araştırması ve öğrenmesi gereklidir. Ayrıca pâdişâh tahta çıktığında görev başında hazır bulduğu vezirleri deneyip sınavdan geçirmek için, bazı güç işleri gizlice ve ayrı ayrı herbirine birkaç kez sorup cevâbına almalı; içlerinde tedârik ve tedbîri üstün, gönlün beğendiği bir kişi varsa, üçüncü, dördüncü, beşinci, altıncı vezîr olduğuna bakmayıp onu vezîr-i âzamlığa getirip mührünü vermelidir. Vezirlik hizmetine harem-i şeriften çıkmamalıdır da denilmemelidir. İçlerinde temiz yaradılışlı, idrâk sâhibi biri varsa ona vezirlik verilmelidir. Nitekim Y avuz Sultân Selîm Pîrî Mehmed Paşa’yı tedbîr sâhibi bir kişi olarak bulduğu için, defterdarlıktan vezîr-i âzamlığa getirmiştir. Kezâ pâdişâh tahta çıkar çıkmaz önce dış hazîneyi, ardından iç hazîneyi yoklamalıdır. Nakit para, kıymetli mücevherler, kitaplar vb. ile cebehânede bulunan savaş gereçleri, silâhlar da yoklanmalı, sefer araç gereçleri noksansa tamamlanmalıdır. Bundan sonra ayak dîvânlarında hangi vilâyetlerin fethinin uygun olacağını, hangi kral ile barışa gidilmesinin dine ve devlete daha yararlı olacağını her vezîr ile birkaç kez görüşülmeli hepsinin görüşünün birleştiği işe girişilmelidir. Eğer bâzılarmm düşünceleri diğerlerininkine aykırı ise ne yapılacağına pâdişâh karar vermelidir. Her ne olursa olsun tahta çıkışın ilk zamanlarında mümkün olduğu kadar fazla fetihte bulunmak ve kâfirlerin kalbine bir miktâr inkisâr vermek din ve devlet için gerekli ve önemli hususlardandır. Pâdişâhın her hususta olgun, müdebbir, akıllı, kıyâfeti makbul, konuşması düzgün ve makul, ham tamâdan beri, garaz ve nisbetten arınmış fırîset ve tedbîr sâhibi, kiyâsetli kişilerden musâhibleri de olmalıdır, bunlar din, devlet ve saltanatın bakasıyla ilgili durumları gece-gündüz, gizli açık incelemeli araştırmalı; seçkinlerin ve avâmm, bütün halkın vezirler ve beyler hakkında
neler söylediklerini; kimlerin sadâkat ve adâletle tanınıp ün kazandıklarını; sakâmet ve hıyanetle nitelenenlerin hangi aşağılık kişiler olduklarını; ulemâ ve fuzalâdan hangilerinin işiyle uğraştığını, hangi müderrislerin ders vermeyi sürdürdüklerini, hangilerinin medreseye gitmeyip kendi arzusuna uyarak, ya da bazı işleri kovalamak, münâfıklık etmek için, katırına binip ekâbir kapılarında gezen câhil ve nâdânlar olduklarını, her türlü olup biteni öğrenip iğneden ipliğe varmaya dek doğrulukla pâdişâha anlatmalıdır. Am a musâhibler sâlih ve mütedeyyin, Allâh’m hışım ve kahrından korkan kişiler olmalı, kimsenin hatırını gözetmemeli, iyileri iyilikleriyle, kötüleri-iki gözleri kadar sevdikleri kişiler bile olsa- kötülükleriyle anmalıdır. Ancak bu zamanda böyle kişileri bulabilmek kolay değildir. Musâhibler öylesine doğru kişiler olmalıdır ki vezirlerden, ekâbir ve âyândan kötü bir kişi, beni pâdişâh katında iyilikle an diye bin filori bile verse, buna tamâ etmemeli ve gerçek ne ise pâdişâha onu söylemelidir. Musâhiblerin iki olması daha yararlıdır. Çünkü iki kişi olunca birbirlerinden korkup gerçeğe aykırı şey söylemeğe cür’et edemezler. Ayrıca pâdişâh iki kişinin tanıklığıyla hareket etmiş olacağından, iki musâhibin “ iyi kişi olarak tanımayız” demesi üzerine gerçekte iyi olan bir kişi cezâlandırılsa bile günâhtan kurtulmuş olacaktır. Pâdişâha gerekli olanlardan biri de memlekette beylerbeyilik, sancak, defter kethudâlığı, defterdarlık, ülke, ağalık, kaptanlık ve benzeri ne kadar mansıb varsa defter ettirip o defteri her zaman huzûrunda bulundurmasıdır. Mansıblarm kimlerin tasarrufunda olduğu, bu kişilerin her birinin kaç yıldan beri mutasarrıf bulundukları, bunların nereden hâsıl olduğu, hak ederek mi aldıkları yoksa iltimasla mı mansıba duhûl ettikleri ve kimlere tâbi bulundukları hususları, gerçeğe uygun olarak ayrıntılarıyla bu defterde yazılı olmalıdır. Bunlardan birinin mansıbının bir başkasına verilmesi arz edildiğinde, şayet lâyıksa, o mansıb, arz edilen o kişiye verilmeli ve defterdeki yerine işâret edilmelidir. Defter işiyle Enderûn’da hizmet eden hassa oğlanlarından kitâbet bilir doğru bir kişi görevlendirilmeli ve bu görevli, değişiklik oldukça, pâdişâhın emriyle değişikliği deftere kaydetmelidir. Şayet pâdişâh katında bu şekilde tutulmuş bir defter bulunsaydı, nice müstahakk olmayan kişilerin mansıbları alınıp pâdişâh sancağından gelen ağalara ve diğer müstahakk kullara * verilebilmesinden başka, hâlen mansıbda olanların ne biçim insanlar oldukları, kaç yıldan beri mutasarrıf bulundukları vb. de derece derece pâdişâhın malûmu olurdu. Pâdişâh, vezîr-i âzamdan başka her vezire: “ Mansıb tasarruf edenlerden yarar, memleket zabtına (yönetip korumaya) kudreti olan akıllı ve doğru kulların kimlerdir? Şimdiden incele ve araştır, hâfızana yerleştir. Mansıb boşaldığı zaman kime lâyıkdır diye gizlice sana soracağım. O zaman cevap *
Bu cümle de pâdişâhın şehzâdeliğinde sancağa çıktığına ve sancaktan gelerek cülûs ettiğine
ışık tutar mâhiyettedir.
veresin. Fakat bu konuyu sakın başka bir vezire açmayasın” diyerek, ayrı ayrı tenbih etmelidir. Böyle olunca vezirlerin her biri pâdişâhın diğerlerinden fazla kendisine güvendiğini düşünerek yaradılışında sakâmet bulunsa bile doğruluğa dönüşüp bir mansıb boşaldığında lâyık olan, haketmiş kişileri ileri sürer. Bu şekilde vezirlerin her birine tenbih edildikten sonra vezîr-i âzama da: “ Beylerbeyilik, sancak ve benzeri mansıblar düştüğü zaman önce o mansıbın boş olduğunu bana bildir. Biz de araştıralım. Kim uygun görülürse ona sonra bildirirsin” diye işâret etmek gereklidir. Buna göre bir mansıb boşalınca vezîr-i âzam durumu pâdişâha bildirir. Pâdişâh da yukarıda belirtildiği şekilde her vezire “ Bu mansıba kim lâyıktır” diye sorar. Pâdişâh onların belirledikleri kişilerin durumunu inceler hangisini uygun görürse mansıbı ona verir. Böyle olunca, saltanat işleriyle bizzat pâdişâh uğraşıyor diyerek lâyık olmayan kişiler rüşvetle mansıb almaktan ümidini keser. Vezîr-i âzamin da içine korku düşer, mansıblarm çoğu ehline verilir. Pâdişâhın cuma namazına, gezintiye ve ava çıktığı zaman rukca sunan yoksulların rukcalarmı geri çevirmemesi, aldırması, iyi kötü, mümkün olduğu kadar her birinde ne denildiğini bilmesi de din ve devlet için önemlidir. Eski pâdişâhlar bir çok önemli durumu ve hıyâneti, rukcalardan öğrenmişlerdir. Rukcanm ne zararı olabilecektir? İçinde yazılanlar ya doğrudur ya da yanlış. Eğer yanlışsa bundan saltanata zarar gelmez. Am a doğruysa hak yerini bulur. Şâyet bir bedbaht kendiliğinden ya da bir melünun öğretmesiyle, kışkırtmasıyla rukcasmda yakışıksız kelimeler yazmışsa ona da itibar edilecek değil ya... Reâyâ, Allah tarafından pâdişâha emânet edilmiştir. Pâdişâh onları gözetip koruyacaktır. Pâdişâhın adâleti olmazsa nizâm-ı âlem bozulur. Halka vâcib olan da İslâm pâdişâhına derûn-i dilden duâ ile meşgul olmaktır. Vezirlerin durumu: Vezîr-i âzamlık makâmı, dört büyük halîfenin makamıdır. Bu göreve akl-ı selîm sâhibi, doğru, temiz yaradılışlı, salâh ve diyânetle vasıflanmış, felâh ve adâletle tanınmış, ham tamâdan beri, hile hud’adan arınmış, Farsça’da, Arapça’da, kitâbet fenninde mâhir, Arapça kitaplardan önemli meseleleri ve hadîs-i şerifleri okuyup anlayabilecek, Hz. Ali yaradılışlı, Hz. Ömer hasletli, kıyâfeti makbul, fırâseti makul olan böylece bütün ülkeyi hüsn-i tedbîriyle düşmanın mazarratından ve konak yerlerini, yolları eşkıyâ fesâdmdan koruyup güven içinde bulundurabilecek bir kişi lâyıktır. Vezîr-i âzam, önemli konularda, anlaşılmayan işlerde kendi bildiğine hareket eden, kendini beğenmiş biri olmamalı, bilenlere sormalı, danışmalıdır. Hazîneyi çoğaltmalı şehirleri, ülkeyi bayındır duruma getirmek, reâyâyı ve memleketi koruyup gözetmek için çok çalışmalıdır. Garazdan, nisbetten, tamâdan, rüşvetten beri ve mazlumlara yardım etmekte, zâlimlerin hakkından gelmekte gözü pek olmalıdır.
Vezîr-i âzam geçici olarak o yüce makamda oturduğunu unutmamalı, gece gündüz dine ve devlete yararlı olmalı, yüksek saraylar, bir çok binâlar yaptırmak, köyler temlik ettirmek sevdâsma kapılmamalıdır. Kendi adamlarının başını devlet ve izzetle göklere çıkarıp başkalarına intisâbı olanları ağlatıp yerin altına indirmemeli, herkesi istihkakına göre gözetmeğe çalışmalıdır. Smırboylarmda kâfirle savaşmamış veya yurt içinde tanınmış bir harâmîyi ele geçirmemiş yâhut benzeri bir hizmette bulunmamış kişiye, olur olmaz kimselerin gerçek dışı arzlarıyla dirlik ve timar vermemelidir. Başvurulacak, sığınılacak tek kişi ben olayım diye bütün şikâyetçileri kendisinin dinlemesi de vezîr-i âzam için uygun değildir. Şikâyetçilerin çoğunu ikinci vezîre yollayıp kendisi arz’la ilgili durumlar ve diğer önemli işlerle uğraşmalıdır. Vezîr-i âzam açgözlülüğe kapılıp cehennemlik kâfirlerin sayısız akçe ve dinarlarını alarak onların yandaşı olup pâdişâhın bizzat ordunun başına geçerek veya bir serdar yollayarak kolayca alınabilecek bir kaleye veya diyâra yönelmesi hâlinde, sırf kâfiri korumak için türlü türlü bahâneler ileri sürüp oranın fetih ve ele geçirilmesine engel olmamalıdır. Allâh korusun ama kıyâmet gününü inkâr edenlerin bu gibi işleri yapmaları olmayacak şey değildir. Nitekim Kanunî Sultan Süleymân’m Körfös kalesini tam ele geçireceği anda, dinsiz Venedikli varilleri ağzına kadar filori ile doldurup bir kalita ile gizlice Ayas Paşa’ya gönderdiğinden, o zâlim ve gâfıl paşa orica zaman pâdişâhtan gördüğü ihsânı unutup o kâfirlerin arzusuna uymuş ve “ Bu kalenin fethinde üstesinden gelinemiyecek güçlükler vardır” diyerek pâdişâhı melûl ve mahzun geri döndürmüştü. Kezâ A li Paşa da, Malta konusunda, sırf kendi sözü geçsin, ortaya çıksın diye hezimete sebebiyet vermişti. Bunların sayısı az değildir. Yazılmasından çekinilmese ve ayrıntılarına inilmekten kaçmılmasa, îskender-nâme’den* büyük bir kitap olurdu. Vezîr-i âzamlarm Allâh korkusunu bir yana bırakınca yapamıyacakları hiç bir iş olmadığında tereddüt ve şüphe yoktur. Vezîr-i âzam kethüdâsmm zeâmeti otuz beş bin, çok çok kırk bin akçe; ikinci vezîrin kethüdâsmm otuz bin, diğerlerininkiler yirmi beşer bin akçe olmalıdır. Bu zeâmetlerin mahsûlünün kendilerine bir parça helâl olması için kethûdâlarm Sefer-i Hümâyûn vâki olduğu zaman, kanun üzere, cebelülerini göndermeleri gerekir. Vezirlerin diğer adamlarının timarları olmamalı, onlara kendi hâslarının gelirinden ulûfe vermelidirler. Üçüncü ya da dördüncü vezîr din ve devlete yarar bir düşünce ileri sürerse diğerleri onun sözüne uymalı, hep birlikte gerçekleştirmeye çalışmalıdır. Vezîr-i âzamdan sonraki diğer vezirler, yalnız başlarına kaldıkları zaman, vezîr sayısının bir-iki olacak yerde altı-yedi olmasının sırf saltanatın şevketi için *
İskendernâme X IV .
uzunluktaki tanınmış eseridir.
yüzyılın
ünlü şâiri Ahm edî’nin (Ölm.
1412 ) 8750 beyti aşan
değil, hilâfet işlerinin meşvereti (danışılıp tartışılıp görüşülmesi) için olduğunu düşünmelidirler. Bu yüzden vezîr-i âzam düzeni bozabilecek şüpheli, ne olduğu belirsiz önemli bir konuyu pâdişâha arz ettiği zaman, korkularından yalancı şâhitlik etmemeli, onun fesat ve kasdını gizli ya da açık olarak pâdişâha bildirmelidirler. Zâten vezirlerin hepsinin, pâdişâhı bile yanlış karar ve düşüncelerinden, tehlikeli işlerden geri çevirtip yararlı işlere yöneltecek kişiler olması gerekir. M üellif beylerbeyiler, ümerâ ve asâkir-i Islâm’la ilgili olarak da şöyle demektedir: Beylerbeyiler atandıkları vilâyete vardıklarında önce kendi beylerbeyiliğiyle ilgili kadıların ve beylerin her türlü durumunu yoklamalı, dine ve adâlete bağlı olanların gönlünü okşamalı, reâyâya ve yoksullara zulm edenleri esirgemeyip pâdişâha bildirmeyi üzerine vâcib ve farz bilmeli, mezâlimin giderilmesine ve zâlimin ortadan kaldırılmasına çalışmalıdır. Reâyâ ve berâyânm başı dinç, gönlü rahat, huzûrlu olmalarını amaçlamalı; yol kesicileri ve ayaktaşlarını ele geçirip fesât ehline izin vermemeli, eşkiyâya acımamalı ve bunları kadı vâsıtasıyla idâm ettirip öylesine haklarından gelinmesini sağlamalıdır ki başkalarına ibret teşkil eylemeli ve memleket, halk güven içinde olmalıdır. Sonra mal mutasarrıfı olan eminlerin ve âmillerin durumunu yoklamalı, şâyet reâyânm malını zorla almışlarsa hemen tereddütsüz bu malları sâhiplerine geri vermeli hiç kimseye şeriata, kanuna ve pâdişâh buyruğuna aykırı bir iş ettirmemelidir. Ardından zeâmet ve timar sâhiplerinin durumunun, hâl ve hareketlerini gizlice yoklamalı, her birinin ne şekilde timar sâhibi olduğunu, zeâmete nasıl ulaştığını iyice öğrenip anlamalı ve yalancı şâhitle timar aldığı ortaya çıkanları derhal görevden alıp cezalandırmalı, hattâ başkalarına örnek ve ibret teşkil etmesi ve hiç kimsenin hile ile timar almaması için tahkir ve teşhir etmelidir. Am a doğrulukla timar sâhibi olmuş ve on yıldan fazla tasarruf etmiş yabancılar varsa bu tür emektar olmuş sayılması gerekenler incitilmemeli, kural on yıldan beride olanlara uygulanmalıdır. Mahlûl olan bir timar ya sefere katılabilecek gerçek sipâhî evlâdına veya elinde emir bulunan dinç, yarar kimsesiz ve düşkün birine verilmeli; başkalarının zeâmet ve timarına katılmamalıdır. Şayet verilebilecek sipâhîzâde ve eli emirli kişi kalmamışsa, mahlûl hisselerin o zaman yararlı olanların ve gözetilmesi gerekenlerin noksan ve terakkileri için verilmesi câiz olur. Ancak kılıç timarm hiçbir şekilde başkasının zeâmet veya timarma katılması câiz değildir. Yeniçeriler için makbul bir kanun konulmuştur. Buna göre bir acemi oğlanı bir kaç yıl ulûfesiz hizmet eder. Sonra bir akçe ulûfe tayin edilir ve nice günler bu ulûfeyle hizmet ettikten sonra iki veya üç akçe ile kapuya çıkar. Buçuğar buçuğar terakki alarak ulûfesi sekiz akçeye kadar yükselir. Fakat
sekiz akçede son bulur, yarım akçe bile artmaz. Yeniçeri de “ kanunumuz böyledir” diye başkaca terakki beklemez; ya başka mertebeye veya timara çıkmağa tâlip olur. Doğrusu son derece yararlı bir kuraldır. Oysa ki, nedense, saraçlarda ve cebecilerde bu kurala uyulmamıştır. Cebeciler, yeniçerilerden daha üstün bir topluluk olmadıkları halde; her ulûfede buçuğar terakki almak sûretiyle, birkaç yıl içinde, iki akçe ulûfeli bir cebecinin ulûfesi yirmi-otuz akçe olur. Aynı şekilde aşağılanan, aç, bir pula muhtaç birini büyüklerden biri buçukla saraç çırağı eder. Birkaç yıl içinde o da ağır ulûfeli müstakil saraç olur. Saraçların ve cebecilerin ulûfelerine yeniçerilerinki gibi bir sınır konulmadığın dan kırk-elli akçe ulûfeli saraçların ve yirmi-otuz akçe ulûfeli cebecinin hadd ü hesâbı yoktur. Uygun olan, bunların da ulûfelerine bir smır belirlenmesi ve o sınırın üstüne buçuk dahi eklenmemesidir. Bu husûsun burada söz konusu edilmesinin sebebi, zeâmete de belirli bir sınır olmaması yüzünden bir çok alçağın birkaç yıl içinde 2-3 bin akçelik timardan 40-50 bin akçelik zaîm durumuna gelebildiğini belirtmektir. Yeniçeri ulûfesinin sekiz akçeden yukarı çıkamaması gibi zeâmetler de 20-25 ve çok çok 30 bin akçeden yukarı çıkmamalıdır. Zaîmlerden farklı olmaları için alay beylerinin zeâmetleri 3 5 bin ve Dergâh-ı Âli müteferrikalarının zeâmetleri 40 ya da 45 bin akçe, son derece riâyet edilmesi gerekli olanlarmki ise 50 bin akçe olmalı, daha yukarı çıkmamalıdır. Müteferrikalık şerefli bir mansıbdır, olur olmaz kimselere verilmesi uygun değildir. Bu mansıbın pâdişâh uğurunda defaatle hizmeti geçip yiğitlik ve yararlığının çeşitleri ortaya çıkmış eski emektarlara ve ihtiyarlara verilmesi gereklidir. Dergâh-ı Âli çavuşlarından en çok riâyet edilmesi gerekli yaşlı kişilerinden onunun zeâmetleri kırkar ve otuzbeşer bin akçe olup geri kalanlarının ki yirmi, yirmi beş, otuz akçe olmalıdır. Bu smır aşılmamalıdır. Üç yüz kişi olan çavuşların sayısı da eksik veya fazla olmamalıdır. Çünkü hizmet ve mülâzemette bulunan 40-50 kadar çavuş oğullarıyla birlikte hepsi 350 kişi olur, bu da hizmete yeterlidir. Fazlası hazîneye gadretmektir. îstihdâmı kabil olmayan, kanun ve kural bilmeyen yaşlı çavuşların emekliye ayrılması yararlıdır. Bu gibiler “ kanunumuz, elimizde olan dirlikle emekliye ayrılmaktır” diye boşuna iddia edip çene yarıştırırlar. Hâlen 50-60 bin akçe zeâmetli yaşlı çavuşlar vardır ki hiç bir işe yaramazlar. Bu gibilerin 50-60 bin akçe ile oturak olması insâfa sığmaz. Uygun olanı ağır zeâmetli yaşlı çavuşların yirmişer bin akçe zeâmetle emekliye ayrılmaları ve çavuşluklarının oğullarına verilmesidir. Pâdişâh bilmelidir ki şimdiki hâlde vezirlerden, beylerden, diğer büyüklerden ve küçüklerden korku kalkmış, hçr birinin gözünü ve gönlünü ham tamâ kaplamıştır. Bunlar harama helâla bakmayıp Karun’un malını toplamak sevdâsmda olduklarından işler çoğunlukla bozulmaktadır. Zeâmet ve timar sâhiplerinin durumu da düzgün değildir. Yabancılar mal kuvvetiyle
timara girmekte, sipâhi-zâdelerin ve eli emirlilerin çoğu yoksul olduklarından timardan yoksun kalmaktadır. Meselâ: Bir kişi hem yarar kişi, hem de gerçek sipâhî-zâde olsa, ama yoksulluğu yüzünden beylerbeyine arzulanan rüşveti vermese ömrü mülâzemetle geçmektedir. Bunun timara kavuşmasına ihtimâl yoktur. Fakat zengin bir yabancı timara girmek dilese beylerbeyi, defter kethûdâsı ve defterdar alabildikleri rüşveti alırlar, işi kitabına uydururlar. Bununla da yetinmezler her yıl birer bahâneyle terakkiler alıverip onu zeâmet sâhibi bile yaparlar. Beylerbeyilere “ Niçin böyle ediyorsunuz” denilince: “ Y a ne yapalım? Altı ayda bir vezîr-i âzama bu kadar bin filori göndermek lâzımdır. Hâslarımızın geliri ise giderimizi ancak karşılar. Bu şekilde rüşvet almazsak bu kadar fîloriyi biz nereden bulup da gönderelim” cevabını verirler. Bu sözleri korkmadan apaçık söyler olmuşlardır. Doğrusu, ne yapsınlar, beylerbeyi oldukları için görüyorlar ki mansıbı hak eden değil, fazla filori veren almaktadır. Bu yüzden hiç bir şeyi göremez duruma gelip haramdır, helâldir demeyip mal toplayıp vezîr-i âzama göndermektedirler. Tahminden eksik filori gönderdikleri zaman sadece görevden uzaklaşmakla kurtulamayacaklarını, başlarına daha nice belâlar geleceğini bilirler. Mansıbda bulunanların tümünün durumu böyledir. Her biri eline geçeiı malı üçe bölerler, birini kendileri için alıkoyarlar, ikisini vezîr-i âzama yollarlar. Şu halde zulmün ortadan kalkmasına ihtimal olabilir mi? Bu zulmü ortadan kaldırmanın tek çâresi bir beylerbeyilik mahlûl olunca bunun vezîr-i âzamm istediği kişiye verilmemesi; bizzat pâdişâhın, güvendiği kullardan hangisine vereceğini kararlaştırması, kararını kimseye açıklamama sı, sonra o kişiyi çağırıp: “ Sana filan beylerbeyiliği bağışladım. Bu bağışı kimseden bilme. Hiç kimse seni bana tavsiye etmedi. Bu beylerbeyiliği sana herhangi bir kimsenin kayırmasıyla, tavsiyesiyle verdiğimi sanma. Senin diyânetine ve adâletine güvenim olduğundan reâyâ ve berâyâ zulümden âsûde olsun diye bağışladım. Allah’tan başkasından korkma. İşinde başına buyruk ol. Senin hakkında başkalarının söylediklerine aldırmam. Haslarının geliriyle yetinip başkalarının eline bakma. Zeâmet ve timarları hak etmiş olanlara ver. Rüşvet alarak yabancılara timar verme. Şimdiye değin yabancılara verilmiş timarlar varsa onları al, hak etmiş olanlara ver. Gereğince hizmette ve yoldaşlıkta bulunmamış kişilere dirlik ya da terakki verilmesi için arzda bulunma. Bu tarafa rüşvet göndermek için helâl, haram demeyip başkasının malını almaktan son derece çekin. Yarar habercilerim vardır. Gizlice senin durumunu yoklatıp deneyip sınayacağım. Gaflete düşme, basiretli davran. Vilâyetin durumunu âyânmdan, bilir kişilerinden sor. Önemli konularda deneyimli kişilerin uygun gördükleri şekilde hareket et. Saltanatın ırz ve nâmusunun korunması, şer’î hükümlerin icrâsı için çok çalış. Kim olursa olsun zâlimin durumunu, falanm adamıdır diye korkmadan, bana bildir. Oğlun dahi olsa fesatçılara acıma. Şeriat gereklerine göre hakkından gel, adâletli ol”
şeklinde konuşup uyarması ve öğüt vermesidir. Ancak böyle kişiler giderse memleketin bir parça ıslâh olması umulur. Bunun dışında memleketi ıslâh etmek mümkin değildir. Beylerbeyiliğin bu şekilde tevcihinde çok yarar vardır. Saltanatın tadı adâlet ve bağışladır. Beş on yıldan beri adâlet ve bağış pâdişâhların elinden çıkıp vezîr-i âzam olanlara geçmiştir. Çünkü hâlen bütün mansıblar vezîr-i âzamm tavsiye ve arz eylediği kişilere verilmektedir. Buna göre mansıb alanların tümü her türlü yetkinin, görevden almanın, atamanın vezîr-i âzamm elinde olduğuna inanmaktadır. Durum böyle olunca da mansıb alanların, vezîr-i âzamm rızâsı dışına çıkmamaları, hayırdan şerden her ne ise onun emrine uymaları gerekir ki bu da iyi bir şey değildir. Öyle olmalıdır ki mansıb sâhipleri bütün tasarrufları pâdişâhtan bilmeli, vezîr-i âzamm sözünün çok çok, bir şeyi hakka uygun şekilde arz eylediği zaman geçeceğine inanmalıdır. Eskiden bir mansıb mahlûl olduğu zaman vezîr-i âzam, arzuladığı kişilerden birine o mansıbı alıvermeye çalışır ve o kişiye: “ Yarın pâdişâha arz edeyim. Am a sana verileceğini taahhüt edemem. Olur ki arz ettiğim zaman pâdişâh bir başkasına verebilir” , dermiş. Hattâ bâzı dostları “ Mübârek olsun” dedikleri zaman o kişi: “ O mansıbın bana verileceğini nereden biliyorsunuz? A rz olunduğu zaman pâdişâh başkasına da verebilir” der, bütün tasarrufları pâdişâhtan bilirlermiş. Şimdiki hâlde vezîr-i âzam daha pâdişâha arz etmeden önce bir mansıbı “ birine verdim” dese o kişi o yeri kendisinin bilir başka türlü olabileceğine ihtimal vermez, bütün dostları da “ Mübârek olsun” demeye gelirler. Bu sözlerde çok ince, derin anlamlar vardır. M üellif eldeki metnin son faslında Ulemânın, Meşâyihin ve Seyyidlerin durumu başlığı altında, önce îslâm anlayışına göre ulemâ ve fuzelânm, değerine ve toplum içindeki üstün yerine değinmekte, Fâtih Sultan Mehmed’in bunlara verdiği önem ve gösterdiği ilgiyi, Fâtih’le Molla Kırımî arasında geçen görüşmeyi anlatmaktadır. Artık ilmiye sınıfının da düzeninin bozulduğunu, âlimin ve nâdânın aynı düzeye geldiğini hattâ zengin câhillerin rüşvetle âlimlerin önüne geçtiğini, bu durumun gece gündüz ilimle uğraşan âlimleri üzdüğünü ve bunların, çalışmak bir işe yaramıyor diyerek, çalışmayı bırakıp büyüklerin kapılarına mülâzemete yöneldiklerini de vurgulayan müellif pâdişâh hocasında bulunması gereken nitelikleri belirtmekte ve bununla ilgili düşüncelerini şöylece sıralamaktadır: Pâdişâh hocası, pâdişâhın müsâit zamanlarında, olabildiği kadarınca pâdişâhı yetiştirmekle uğraşmalı; onu, peygamberlerin âdâbını, sultanların menkıbelerini incelemeye yöneltmeli; varsa, kitâbet ve imlâsındaki hatâları, bozuklukları düzeltmeli hattâ nazım ve nesirde kudretli hâle getirmeye, aruz veznini, kafiye ve redifi öğretmeye, güzel beyitleri ezberletmeye çalışmalıdır: Şu şartla ki pâdişâh da marifete istekli, ataları gibi ulema sohbetine rağbet eder olmalıdır. Nitekim Fâtih Sultân Mehmed Hân ve Sultân Bâyezîd Han nice bilgili kişileri kendilerine hoca ve ömürlerini İlmî sohbetlerle geçirmeyi âdet F. ı ı
edinmişlerdir. Zamanlarını ilim öğrenmek, insana gerekli bilgi ve ahlâk güzelliği olgunluğuna erişmek için çalışmaya, kitap okumaya ayırmışlar; sık sık bir çok âlim ve fâzılı bir araya toplayıp kendi huzurlarında İlmî tartışmalar yaptırmışlar, onlardan risâleler ve kitaplar yazmalarını istemişler, böylece kendi adlarına halkın elinden bir an bile düşmeyen bir çok risâle ve kitabın yazılmasını sağlamışlardır. O zamanın âlimleri bizzat pâdişâhın ilim yoluna rağbet ettiğini gördükleri için gece gündüz sürekli çalışıp olgunlaşmışlar büyüklerin kapılarında mülâzemetle zaman kaybetmemişlerdir. Pâdişâh hocası, ulemâ ile ilgili mansıbları genel gözetimi altında tutmalı, ilmiyye mansıbı sâhiplerinin tümünün durumları hakkında ayrıntılı bilgi, edinmeli bir mansıbın ehli olmayana verilmesi ihtimâli belirdiğinde, kimsenin hatırını gözetmeyip o mansıba falanca müstahakdır diye gizlice pâdişâha bildirmelidir. Pâdişâh da, ulemâ ile ilgili önemli bir iş kendisine arz olunduğu zaman hemen fermân etmemeli, birkaç gün geri bırakıp hocasıyla ve diğer sâdık, içi temiz adamlarıyla müşâvere etmelidir. Pâdişâh hocasına yaraşan şudur ki vezirlerin ve beylerin bâzı durumlarını öğrendiğinde gecikmeden pâdişâha arz etmelidir. Meselâ vezîr-i âzamm dine ve devlete zararlı bâzı vaziyetlerini görse “ Velî nimetimdir. Beni hocalık mansıbına o getirmiştir” diyerek hatırını gözetmemeli, pâdişâhı gizlice durumdan haberdar etmelidir.
Şeyhü’l-islâma gelince: Şeyhü’l-islâmlık makamı takvâ sâhibi bir âlim ve fakîhe verilmelidir. Bu şahsın sözünün düzgün, edâsınm kusursuz, her türlü ilim ve fende mahâret sâhibi, sorulan her müşkili derhal halledebilecek kudrette, her söylediği âlimler arasında nass-ı kâtı olan, her bakımdan çağının bilginlerinden üstün âlimler âlimi denilmeye hakkıyla lâyık bir kişi olması daha iyidir. Şercî meselelerde ve dinî işlerde, başvurulduğunda, en doğru cevâbı vermelidir. Meselâ devlet ileri gelenlerinden biri bâzı kötü niyetlerini gerçekleştirmek için arzusuna uygun bir fetvâ istese, sırf onun gönlünü hoş etmek için zayıf rivâyetlere dayanarak fetvâ vermemelidir. Her nerede olursa olsun, pâdişâh katında bile korkmadan doğruyu söylemelidir. M üellif burada sözü Zenbilli A li Efendi’ye getirmekte, onun çalışma şeklini ve Y avuz Sultân Selîm ile arasında geçen bir olayı anlatmakta ve taşradaki müftilerin durumunu ele alarak bunların görevlerini yerine getirmediklerini, durumu düzeltmek için kadılara “ kenâr müftilerinin fetvâlarıyla iş görünüz” yolunda emir gönderilmesi ve aynı zamanda fetvâ vermeye iktidârı olan yaşlı müderrislerin taşrada hizmete sevk edilmesi gerektiğini belirtmektedir. Kazaskerliğin eskiden değme kişinin lâyık görülmediği derecede yüksek ve şerefli bir mansıb olduğunu, buraya üstün nitelikli bilginlerin atandığını, şimdi de aynı şekilde davranılması icap ettiğini, pâdişâhın bu görevi gerekli
araştırmaları yaptırdıktan sonra üstün nitelikleri olan ve emsâlinden üstün bulunan bir şahsa vermesinin doğru olacağını vurgulayan müellif ilmiyye tarîkinin durumunu şöylece açıklamaktadır: Dânişmend olmak isteyen bir kişi bir süre Nahiv, Sarf ve diğer muhtasârâtı, Mantık, Kelâm, M acânî ilimlerini okur. Dânişmend olunca İstanbul’daki Hâşiye-i Tecrîd medreselerinin her birinde üçer dörder ay şugl eder, her müderristen beş altı ders okur, bu şekilde hareket edip dört beş yıl içinde Semâniyye medreselerine ulaşır. Bir yıl kadar da orada kalır, sonra pâdişâh medreselerine varır, oradaki bilginlerin hizmetine yetişir her birinden yararlanır her yönden yetiştikten sonra 25-30 yaşlarında mülâzim olup ya kadılık veya müderrislik ister. îlmin temeli Sarf ve Nahiv’dir. Sarf ve nahiv’de ve başka bilgilerin öğrenilmesine yarayan diğer bilgilerde câhil olan kişi tefsir, hadis gibi ilimlerde de kesinlikle bilgisiz olur. Bu başlangıçtan maksat şudur: Hâlen ulemânın durumu da bozuktur. Sarf, Nahiv görmemiş, Muhtasarât okumamış bir câhil ya mal kuvvetiyle veya başka bir yolla üç dört yıl içinde dânişmend olmakta, geçtiği medreselerde ders okumamakta, sonunda mülâzim olup rüşvetle veya şefââtle bir kadılık alıp gitmektedir. Kadılığında Müslümânlarm dâvâlarmı yalan yanlış hükme bağlamakta, bir çok büyük fesâda sebep olmaktadır. Dânişmend ve mülâzimlerin durumu böyledir ama diğerlerininki bundan da kötüdür. Geçenlerde “ Bir dânişmend ibtidâ-i hareketinden sonra beş yıla değin Semâniyye’ye varsın” diye buyruk çıktığı halde aldırış edilmemektedir. Bu yüzden kazasker efendilerin, kadı ve müderrislerden fiilen mansıbda olanlarla azledilmiş bulunanları, kadılık ve müderrislik isteyen mülâzimleri adlarıyla sanlarıyla bir deftere yazmaları; her birinin öğrenim aşamalarını, kimlerden ne kadar sûre ders aldıklarını, kimden mülâzim olduklarını, hâlen bilgi düzeylerinin ne durumda bulunduğunu Öğrenip adlarının altma ayrıntılarıyla açıklamaları gereklidir. Sonra bir mansıb boşaldığı zaman rüşvet almaksızın ve şefâât kabûl etmeksizin hemen o deftere bakmalı; üstün, seçkin, ilim sâhibi bir kişi o mansıbı istiyorsa kimden mülâzim olduğunu veya bekleme süresini doldurup doldurmadığını bir yana bırakıp görevi ona vermelidir. O kişinin emsâllerinden itirâz edenleri “ Mansıb, ilim sâhibinindir” diyerek cevaplandır malıdır. Gece gündüz çalışan, bahçelerde gezip eğlence peşinde koşmayan halk arasında salâh ve ehliyyetle ün kazanan âlimler, hâlen medreselerde görevli iseler durumlarını pâdişâha arz edip terakkiler alıvermeli, maczûl bulunuyor larsa bekleme süresine bakmaksızın iyi medreselere atamalıdır. Bilgisizleri ise kimin adamı olurlarsa olsunlar- aşağılamalı, böylece onların da gayret ve hamiyetle çalışmalarını, zaman kaybetmemelerini sağlamalıdır. Allah emâneti olan kadılık görevinin herkese verilmesi câiz değildir. Zamânımızda kadıların ekserisi bilgisizdir ve rüşvet alıcıdır. Rüşvetle ve şefââtle kadılık alan kişilerin hükmünün geçerli olmadığı fetvâ kitaplarında
yazılıdır. Oysaki memleketin dört bir yanındaki kadıların ekserisi rüşvetle ve şefââtle kadılık almıştır. Şer’an bunların hükümleri geçerli olmadığına göre bunların nikâh edip evlendirmeleri işinin içinden nasıl çıkılacaktır? Tanrı katında bunların hesâbı kimden sorulacaktır? Kazaskerler yerlerinden olmaktan korktuklarından hakka uygun davranamamaktadırlar. Çâresiz kalıp mansıblarm ekserisini, büyüklerin şefââtiyle, câhillere vermektedirler. Gerekli nitelikleri taşıyan doğru, âdil, bilgili bir kadı gittiği yerde dâvâlara doğrulukla bakar, kimseye kinle, garazla davranmaz; ham tamâ sâhibi olmadığı için de gerekmedikçe kimseye hüccet ve sicil yazmaz. Böyle olunca da kadılığın geliri az olur, geçimine ancak yeter, Fakat halk her bakımdan ondan memnundur. Sonra, o kadılık câhil, zâlim ve rüşvet alan birine verilse, gider gitmez beylerbeyiyle, sancak beyi subaşılarıyla ve o yerin diğer zâlimleriyle birlik olur, zengin olduğunu anladıkları bir kişiye bir suç yükleyip malının çoğunu elinden alırlar, ardından bizi pâdişâha şikâyet etmesin diye talâk-i selâseyle şart ettirdikten sonra hapisten çıkarırlar. Bunlara benzeyen zulüm ve adâletsizlikleri saymakla tükenmez olur. O rüşvetçi kadı bu şekilde bir yıl içinde bitmez tükenmez mal mülk sâhibi olur, kendisini tutan, destekleyen rüşvetçilere türlü türlü armağanlar gönderir. Onlar da terakkiler alıverirler, görev süresini bile uzattırırlar. Lâkin yoksulların da işi tamam olur. Acaba, kıyamet gününde bu yoksulların hakkı kimden istenecektir? Bu yüzden, kazaskerlere: Bütün mansıbları mutlaka her bakımdan ilim sâhibi, adâlet ve doğrulukla tanınmış kişilere veriniz. Sizin göreve atanmanızın da görevden alınmanızın da benim elimde olduğunu bilip kimseden korkmayınız. Vezirlerin ve beylerin şefââtıyla ve bâzı rüşvetçilerin iltimâsiyle bir câhile mansıb vermeyiniz. Mansıbı ilim sâhibi, sâlih ve dindar kişilere veriniz. Şâyet buyruğuma uymaz, hak etmemiş kişilere iltimasla mansıb verirseniz kahrıma uğrarsınız” yolunda uyarıda bulunmak ve bu uyarıyı her zamân tekit edip yenilemek pâdişâh için vâcibdir. Kazaskerler işlerini kendi başlarına yürütmeli, pâdişâh buyruğuna aykırı hareket etmemelidir. Kazaskerlerin ilmiyye mansıblarmı vermek için vezîr-i âzama başvurup onunla görüşmeleri insâfa sığmaz. Çünkü bütün ömrünü ilme harcamış nice olgun kişiler kendilerine arka çıkacak büyükleri olmaması yüzünden ilmiyye mansıblarmdan yoksun ve hattâ geçim sıkıntısı içinde kalmışlardır. Aksine nice yabancı ve câhil, vezîr-i âzama ve diğer büyüklere kapılarak ilmiyye mesleğine girmiş, kısa sürede yüksek mertebelere ulaşmış ve uçsuz bucaksız paraya, mala kavuşmuşlardır. Artık ilim sâhibi olmak için çalışıp çabalayan pek az kişi kalmıştır. Yüksek medreselerdeki müderrislerin ekserisi; ilim, fazilet, kemâl ve marifet bakımından adları sanları olmadığı hâlde, ya birine kapılandıklarından veya mal verdiklerinden yahut molla çocuğu olduklarından dolayı müderris olmuşlardır. Böylece ders vermek de, dersten yararlanmak da ortadan kalkmıştır. Fâtih Sultân Mehmed kendi yaptırdığı Semâniyye Medreselerinin her birinde asrın en ünlü, en bilgili,
parmakla gösterilen kişilerini müderris olarak görevlendirirmiş. Şimdi ise Semâniyye Medreselerinin sekiz müderrisi arasında iki üç kişiden başka ilim sâhibi denilebilecek kimse yoktur. Kalanları bilgisizlikle ünlüdür. Bir kısmı henüz bilgiye erişememiş genç heveslilerdir, diğerleri fırsatı kaçırmış, artık hiç bir şey öğrenemeyecek duruma gelmiş bir işe yaramaz, iyice kocamış yaşlılardır. Böyle kişilerin Fâtih Medreselerine müderris olmaları insâfa sığmaz. Uygun olanı o medreselerin her birine, derslerinden öğrencilerin yararlanabileceği ilim, marifet ve faziletle ün kazanmış olgun, bilgili kişilerin müderris olarak atanmasıdır. Şaşılacak iştir ki şimdiki zamanda, falannı oğludur diye şeref-i nesebi veya bir büyüğe intisab etmiş olması sebebiyle bâzı çelebileri Semâniyye Medreselerine veya altmış akçeli medreselere müderris olarak atamaktadırlar. Onlar da kesinlikle okuma yazmanın ne olduğunu bilmedikleri hâlde, ders veriyoruz diye yalan yanlış bir kaç söz söyleyip gidip gelirler. Bunların aldıkları maaş helâl midir? îlmiyye mansıblarma hak kazanmak ilimle olur, falanm oğlu olmakla değil. Bu oğullardan ilimden yoksun olanlarından gözetilmesi gerekenler, ilmiyye dışındaki bir başka alanda gözetilmelidir. Bu gibi hususlarda kazaskerler asla kimsenin hatırına gönülüne bakmamalı, câhil olan kendi oğlu bile olsa ilmiyye yolundan çıkarmalı bir başka cihetten nasiplendirmelidir. Pâdişâha gereken de her mansıbı ehline vermek yolundaki emek ve himmetini artırmasıdır. Müellif, şeyhlik makamında bulunacak kişilerde aranması gereken nitelikleri belirttikten sonra, bunlardan bâzılarmdan gelebilecek bir tehlikeye pâdişâhın dikkatini çekmekte ve şöyle demektedir: Bilinir ve târih kitaplarında da yazılıdır ki eskiden bâzı ünlü büyük şeyhlerin, çevredeki mürîd muhiblerinden başka, sabah akşam hankah ve zâviyelerinde oturan 300-400 kadar sûfîleri bulunurmuş. Bunlar, memlekette bir fetret olduğunda, fırsatı ganimet bilip bir anda sûfılerini, mürîdlerini ve mürîdlerinin muhiblerini yanlarına toplayıp binden fazla kişiyle ayaklanırlarmış. H attâ Kızılbaş’ın ilk ortaya çıkışının da böyle olduğu yazılıdır. Bu yüzden, “şeyhler hankah ve tekyelerinde 20-30 ve çok çok 40 kadar sûfı ve mürîd bulundursunlar, daha fazlasını toplamasınlar” diye bütün kadılara hüküm gönderilmesi uygundur. Bunun ardından, eldeki, metnin son kısmında, seyyid ve şeriflerden söz açılmaktadır. Bunların İslâm dinine göre ne derece yüksek ve önemli olduklarını, bunlara karşı nasıl davranılmasi gerektiğini Âyet-i Kerîme ve hadîslerin tanıklığıyla ayrıntılı biçimde anlatan müellif, bunlarla ilişkili meseleleri şöylece ortaya koymaktadır: Bir çok câhil şehirli veya râiyyet oldukları hâlde, sırf vergi ve hizmetten kurtulalım diye sahtekârlık edip başlarına yeşil sarınıp gezerler. Bu tür seyyidlik taslayanlar zamânede pek çok olduğu için halkın seyyidlere o kadar rağbeti kalmamıştır. Özellikle vilâyet kâtiplerinin önlerine gelen reâyâdan bir
kaç akçesini aldıklarını, Defter-i Hakanî’ye seyyid olarak yazmaları yüzünden sipâh tâifesine büyük gadr olmuş, dünyayı sahte seyyidler kaplamıştır. Başlarına yeşil sarık sarındıkları halde mahkemelerde yalancı şâhitlik edenler vardır. Gerçek seyyidlerin yalancı şâhitlik etmeleri mümkün değildir. N akîbü’l-eşrâflar sâlih ve fâzıl kişiler olsalar, rüşvet almaktan kaçınsalar, bu konuda kimsenin şefââtım kabûl etmeyip dikkat ve özen gösterseler İstanbul’daki seyyidlerin durumu bir parça düzene konulabilirdi. İstanbul dışındaki seyyidlerin teftişi için de, yine seyyidlerden salâh ve diyânetiyle tanınmış birkaç doğru ve maczûl bulunan kadı seçilmeli, bunların her biri bir beylerbeyiliğe gönderilmelidir. Bunlar gerçek seyyid olan, elinde soyağacı ve nakibü’l-eşrâftan alınmış sağlam belgesi bulunanlar için -doğru kişilerin biz bunun babasını ve dedesini gerçek seyyid biliriz diye tanıklık etmeleri hâlindeellerine hüccet vermelidir. Hüccet için yoksullardan para almamalı, zenginlerden otuzar akçe almalı, fazlasını almamalıdır. Ama bu kadılar sırf hüccet akçesi fazla olsun diye her seyyidlik taslayana hüccet vermemeli, rüşvet almaktan son derece kaçınmalı; dinini, imânını koruyup seyyidlerin durumunu bir ölçüde düzeltmeğe çalışmalıdırlar. Doğrulukla bu hizmeti yerine getirmeleri hâlinde kendilerine terakki ile birer iyi kadılık verilmelidir. Kadılar, kendilerine büyüklerden birinden seyyidlik taslayan biri hakkında mektup gelmesi hâlinde bununla ilgilenmemeli, doğrulukla iş görüp kimsenin hatırını gözetmemelidirler. Kadılar, bu konularda uyarılmalı ve bunca uyarıdan sonra kendilerinin veya yanındaki adamlarının rüşvet almaları hâlinde şiddetle cezâlandırıldıktan sonra ebediyyen görevden alınıp, sürgüne gönderilip öylesine horlanmalıdırlar ki diğer rüşvetçilere ibret teşkil etmelidir. Bölük halkı, zeâmet ve timar sâhipleri arasında da seyyidlerden kimsenin bulunmaması uygundur. Aslında en uygunu seyyidlerden ehl-i ilm olanlarının kadı veya müderris, müderrislik ya da kadılık yolunu seçmeyenlerin vaiz veya şeyh olmaları; bunları da istemeyenlere istihkaklarına göre zevâidden maaş ya da durumlarına uygun cihet (evkaf maaşı) verilmesidir. San’at sâhibi olanlar kendi hâllerine bırakılmalıdır.
H IRZÜ ’L-M ÜLÛK’ÜN MEVCUT NÜSHALARI VE M ETNİN YAYININDAKİ YÖNTEM Bir devlet görevlisi olması kuvvetle muhtemel bulunan ve ismi bilinmeyen yazarın yaklaşık 1580 yılı dolaylarında III. M urâd’a sunduğu kabûl edilen Hırzü’l-Mülûk’ün bu güne kadar iki nüshası olduğu bilinmekteydi. Bunlardan biri ve müellif hattı kabûl edileni Topkapı Sarayı Kütüphanesi, Revan 1612 numarada kayıtlıydı. Diğeri ise, istinsah edilmiş nüshaydı ve İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi Türkçe yazmalar, 4657 numarada yeralmaktaydı. XVI. yüzyıl sonlarına ve XVII. yüzyıl başlarına ışık tutan Osmanlı devlet düzenine dair kaynaklar arasında önemli yeri olan Hırzü’l-mülûk’ün bu gün iki nüshasını daha meydana çıkardık. Bunlardan ilki Romanya Akademisi Kitaplığında Şark yazmaları arasında 20 numarada kayıtlı bir mecmuada yer almaktadır. İkincisi de bir özel kitaplıktadır. Böylece elimizde biri müellif hattı diğer üçü istansah edilmiş nüsha olmak üzre Hırzü’l-Mülûk’ün dört nüshası mevcuttur. I. Topkapı sarayı Kütüphanesi, Revan No. 1612 (Kısaltması T): Varak Ölçü Yazı Satır Kâğıt Yazım tarihi Müellifi Cilt
65. 210 x 145 mm. (165 x 95 mm) Nesih ve harekeli, cetveller kırmızı, fasıl başlıkları kırmızı. 13. Aharlı. Yok. Belli değil. Miklepli şemseli, koyu kahverengi deri cilt. Vakıf ve Temellük Mühürleri: Birinci yaprakta I. M ahmud’un (1730-1754) mührü vardır. Yine aynı yaprakta, Türkçe eserin IV. M urad’a sunulan asıl nüsha olduğuna dair bir kayıtta bulunmaktadır.
II. İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi No. 4657 (kısaltması Î.Ü): Varak :53. Ölçü:200 x 125 mm. (135 x 65 mm.)
Yazı Satır Kâğıt Yazım tarihi Müellifi Cilt
:Nesih, çerçeveler kırmızı, ser levha siyah çerçeve, mühezzeb. 17. Aharlı. Yok. Belli değil. Miklepli, şirazesi dağınık, kahverengi cilt.
III. Romanya Akademi Kütüphanesi, Şark yazmaları No. 20 (Kısaltması R): Yarak Ölçü Yazı Satır Kâğıt Yazım tarihi Müellifi Cilt
56 (Vrk 146 b- 202 b). 210 x 150 mm. Nesih. 15. Aharlı, filigranlı, beyaz. 1722./ Belli değil. Kahverengi.
IV. Özel Kütüphane (Kısaltması Ö): Varak Ölçü Yazı Satır Kâğıt Yazım tarihi Müellifi Cilt
34. 215 x 125 mm. Nesih, bölümbaşları ve ayetler kırmızı. 21. Aharlı. Yok. Belli değil. Yok.
Bu suretle elimizdeki biri müellif hattı kabül edilen diğer üçü istinsah edilmiş nüsha olan dört yazma nüsha karşılaştırıldığında aralarında tam bir birlik olduğu ortaya çıkmıştır. Müellif nüshası olarak kabul ettiğimiz (T) nüshasının âdeta kopyası olan diğer üç nüshadan yanı (R), (Î.Ü) ve (Ö) nüshalarından metin tesisinde faydalanılma yoluna gidilmemiştir. Çünkü, gerçekten de incelendiğinde üç nüshanın da kelime kelime (T) nüshasının aynı olduğu ortaya çıkmıştır. Bu istinsah nüshalar arasında, sadece (R) nüshasında istinsah tarihi olarak 1722 kaydı vardır. Kezâ müellif nüshasında eksik kalmış olan V-VIII. fasıllar diğerlerinde de yoktur.
Bu sebeplerledir ki, yayında Hırzü’l-Mülûk’ün (T) nüshasını esas alarak metini ortaya çıkarmaya çalıştık. Bu çalışmamız sırasında metne, muhtemelen yazım hatasından kaynaklanan eksikleri gidermek için küçük ilâveler yapıldı. Metnin Türk harflerine çevrilmesinde önceki yayınladığımız metinlerde takip edilen yol izlenmiştir. Böylece Hırzü’l-Mülûk’ün olabildiğince normalleş tirilmiş bir metini ortaya çıkartılmaya çalışılmıştır. Eserde yer almış olan âyet ve hâdislerin doğru şekilleri metne alınmış ancak notlarda gösterilme yoluna gidilmemiştir. Kitabın kapsamı bölümünde eser metni en belirgin çizgileriyle nakledilmiştir. Bu vesileyle Hırzü’l-Mülûk’ün III. M urâd’a sunulmuş olması konusuna dikkatimizi çeken arkadaşım Halil Erdoğan Cengiz’e teşekkür ederim. Ayrıca Hırzü’l-Mülûk’ün, yukarıda tafsillerini verdiğimiz nüshalara ilave olarak, Süleymaniye Kütüphanesi, Hacı Mahmud Efendi Nr. 4974’de de bir istinsah nüshası daha bulunmaktadır. Ne var ki, bu nüshada da müellif diğer istinsah nüshalarında olduğu gibi (T) nüshasına sadık kalmış ancak, diğerleri gibi, bazı tasarruflarda bulunmaktan geri kalmamıştır.
(lb) BİSMİ’LLAHÎ’R-RAHM ANİ’R-RAHİM Hamd-i fırâvân ve şenâ-i bi-pâyân ol pâdişâh-ı kevn ü mekân ve mâlik-i rikâb-ı ins ü cana ki asayiş ü huzür-i kâffe-i enam ve rahat ü hubür-ı havâşş u cavâma selâtin-i cizâm ve havâkin-i sacâdet-encâmı sebeb kıldı. Ve şıla-i şalavât-ı bi-ğâyet ol sultân-ı kişver-i risâlet ve kahramân-ı memâlik-ı hidâyet hazretlerinün rüh-ı mukaddesine vâsıl ola ki, hilcat-i dlbâ-yı saltanat-ı nübüvvet ve kabâ-yı zıbâ-yı şevket-i risâlet ile Cenâb-ı Hayy-i Kadîm o şân-ı kerimi taczim ve tekrim itdi. Bir şehin-şâh-i risâlettir ki mülük-i cihan (2a) ve erkân-ı divân-ı zemân emrine muti4 ve bende-i fermandır Mesnevi: S e y y id - i k â y in â t ü ş e m c-i rü s ü l* M e fh a r - ı e n b iy â im â m -ı s ü b ü l Ş â h -ı g e r d ü n -şerir ü e n c ü m -c e y ş * M e ş ca l-e frü z-ı d ü d m â n -ı K ü r e y ş
Ve tahiyyât-ı vâfire ve teslimât-ı mütekâşire zümre-i âl-i kiram ve aşhâb-ı cizâmınun merkad-i şeriflerine mütevâşıl ola ki cümlesi hâfız-ı şerc-i Muhammedi ve nâşır-ı tarîk-ı Ahmedî ve bâğbân-ı gülşen-i risâlet ve râzdârân-ı esrâr-ı nübüvvettir. B e y t: K a m u a şh â b ı e rb â b -i h id â y e t * G e d â y â n -î d e r-i ş a h ib -v ilâ y e t
Huşüşâ çehâr yâr-ı bâ-şafa ki her biri sultân-ı risâlete vezir-i şâdık ve müşir-i muvafıktır B ey t: H e r b ir i â ftâ b -ı ç e rh -i h im e m * B a h r-i ş ıd k u h a y â vü za d l ü k e r e m
Amma bacdü erbâb-ı elbâba maclümdur ki uclemâ-i selef ve fuzalâ’-i halef (2b) Rahimehu’llah egerçi tefrih-i zamâyir-i pâdişâhân-ı hüş-mendân içün ahvâl-i eslâf-ı kiram ve şemâyil-i selâtin-i cizâma şâmil nice teşânif-i müfide silk-i tahrire keşide itmişlerdir; lâkin bu bende-i nâ-tuvâna dahi her zaman hâtır-nişân olurdı ki din ü devlete nâfic ve her emr-i mühimmi câmi‘ bir kitâb-ı nâ-yâb ve hikmet-nişâb tahrir ve taştir idem ki her kelâm-ı pür-beşâreti ziver-ı hikmetle ârâste ve her peyâm ve cibâreti hilye-i cibretle pirâste olup âyin-i şehryâr-ı macdelet-güsterı ve merâsim-i kâm-kâr-ı raciyyet-perverl babında kütüb-i sâlifeden her vech-ile mümtaz ve fayik ve münderic olan diirer-i şâhvâr nişâr-ı hâk-i pây-i şeh-i câli-tebâr olmağa sezâvâr ve lâyık olmağa ricâyet-i raciyyet ve
himâyet-i vilâyet huşüşmda (3a) ve sâyir saltanata mütecallik cüz°I ve külli umürda calâ vefkı’l-merâm vuküf-ı mâ-lâ-kelâm tahsil itmeğle eyyâm-ı saltanatlarında âmme-i recâyâ âsüde-hâl ve kâffe-i berâyâ müreffehü’l-bâl olup her diyar ve bilâdda olan cibâd-i cubbâd ve şulehâ vu zühhâd cenâb-ı saltanatme^âblarm hayr ile yâd itmeğe sebeb ola. Bu cihetten cemic cihanı terk idüp ekser evkâtta dide-i cibretle ahvâl-i cihâna nigerân ittügümce bekâ-yı devlet ve saltanat ve âsâyiş-i ahvâl-i raciyyete mütecallik niçe re3y ü tedbîr hâtıra / . . . / olup zâ3il olmasun diyü cemcve tahrir iderdim ve baczı erkân-ı devletten binâ-yı saltanat-ı kahire ve esâs-i hilâfet-i bâhirenün el-iyâzü bi’llâh tezelzül ve ihtilâline sacy-ı beliğ işcâr ider baczı nâ-şâyeste evzâc ve etvâr müşahede itmeğle âsitân-ı (3b) sacâdete huluş-ı cubüdiyyetüm hasebiyle iclâm ve carz itmeği üzerime vâcib ve farz bilüp, lâkin B ey t: H e s t d er z ir -i ç e rh -i b ü k a le m ü n * K ü llü e m rin b i-v a k tih i m e rh ü n
mazmünınca ola ki bir zamân-ı ferruh-falda mâ-fi’l-bâl hâlden kale gele diyüp bu üslüb üzere çehre-i matlüb niçe rüzgâr mestür ve mahcüb kalmıştı. Hâlâ hezârân hezâr minnet-i bi-şumâr ol Hâlik-ı perverdigâr’a ki memâlik-i cOşmâniyye’yi bir şehr-yâr-ı nâm-dâruiî keff-i iktidarına tefviz itti ki âşâr-ı fütühât-ı tlâhı cebhe-i murâdmda lâmic ve envâr-ı füyüzât-ı nâ-mütenâhî çehre-i tâlicinde tâlic olup ol sâye-i Hudâ’nun câmme-i recâyâ üzerine mezid şefkati bir vech-ile merhamet-güster olmıştır ki halk-ı câlem ve cumhür-ı beniâdem şahn-ı feragatte hâb-ı râhate ve güşe-i istirâhâtte (4a) emn ü câfiyete vâşıl olmışlardır. Mesnevi: c d l ü da d ı m işâ l-i bâ d -ı s e h e r * E y le d i rü y -i d eh ri ta ze vü te r * K im s e d ev rin d e e y le m e z z a r i * M e ğ e r a n c a k h e zâ r-ı g ü lz â r i
Acni şâhenşeh-i felek-rifat müşteri-fıtnat ve melek-haşlet B ey t: H u s r e v -i ğ â z i m u ciz z ü ’d -d evle s â h ib -ca d l ü d â d * A fitâ b - ı e v c-i b u rc-ı s a lta n a t S u ltâ n M u r â d
K ı t ca: S e r v -i g ü l-zâ r-ı M u r a d ı d â y im â se r-s e b z ola G ü lşe n -i cö m rin e y â R a b b irm e sü n b â d -ı h a zâ n D e v le t-ile ola d â y im k â m -b in ü k â m - y â b ° îz z e t-ile ola h e r d e m k â m -b a h ş u k â m r â n .
Lâ-cerem hâtif-i RabbânI ve îlhâm-i yezdâniden şimden girü bu âmâl-i cazimü’ş-şânı zuhüra getürmekte zinhar ihmâl ve taksir erzânl görülmeye diyü
güş-i cana bir hitâb-ı (4b) nihânî vâşıl olmağın, Cenâb-ı melik-i vehhâb ve Rabbü’l-erbâb’dan istihare ve ervâh-ı enbiyâc-i cizâm ve esrâr-ı evliyâ-yı kiramdan istimdâd ve istifaza ittükten şorîra V e u fe v v izu e m r i i l a ’llâ h i diyüp bitereddüd ve iştibâh bu kâr-ı celilü’l-ictibâra şurü olunup bu defter-i hikmetgüster niçe naşâyih u fezâDili şâmil güzide-i resâ°il olup hırz ü hamâ°il gibi sultân-ı cihânuiî bir ân huzür-ı mevfüru’l-hubürlarmdan dür u mehcür olmayacak bir ceride-i müfide olmağın H ı r z u l - M ü l ü k diyü tesmiye olunup ve niçe hâlâtı muhtevi olmağın sekiz faşl üzerine tertib ve tafsil ve bu vech-ile tezyin ve tekmil olundı. V a l lâ h u l - m ü s te cân ve ca le yh i t-tü k lâ n . F A Ş L - I E V V E L , ahvâl-i (5a) hazret-i pâdişâh-ı rubc-ı meskün -E b b e d e h u ’Uahu te câ lâ ilâ y e v m i y ü b ca şü n -; F A Ş L - I Ş A N I , ahvâl-i vüzerâ-i cizâm eşlah’llâhu tecâlâ şânehum ilâ yevmi’l-kıyâm; F A Ş L - I Ş Â L İ Ş , ahvâl-i mir-i miran ve sâyir ümerâ ve casâkir-i manşüre; F A Ş L - I R A B İ c, ahvâl-i culemâ ve meşâyih ve sâdât-ı kiram -D â m e t f e z â Dilü h ü m k e m â t a b e t şem â ^ilü h ü m ; F A Ş L - I H A M İ Ş , ahvâl-ı defterdârân ve nişancı ve re3is-i küttâb ve emin-i defter-i hakâni; F A Ş L - I S A D İ S, ahvâl-i reDisü’l-etıbbâ ve şehremini ve aşçıbaşı ve matbah emini ve helvacıbaşı;_ F A Ş L - I S A B İ C, ahvâl-i İstanbul ve sâyir bilâd-ı macmüre ve Tersâne-i Amire; F A Ş L - I S A M İ N , ahvâl-i Venedik ve sâyir küffar-ı hâksâr beyânmdadır. Hudây-ı bi-hemtadan recâ olunur ki kitâb-ı şadâkat-nişâb catebe-i caliyye-i saltanat-me°âbda carz-ı (5b) hulüş-ı cubüdiyyetüme vâsıta ye Cenâb-ı Hazret-i müsebbibü’l-esbâb huzürunda dahi mağfiretüme sebeb ve rabıta ola. Amma bacdu, evvelâ her câkıl u dânâya zahir ve hüveydâdır ki, saltanat-ı dünyâ ve hilâfet-i cuzmâ Cenâb-ı kibriyâ’dan baczı cibâd-ı câlî-nijâdun zimmetlerinde emânet-i kübrâdır. Ol şadr-ı aclâda taht-nişin olup cümlesinün efdal ve acdeli olan server-i enbiyâ ve ser-hayl-i aşfıyâ Muhammed Mustafa ca le y h i e fd a li’t-ta h â y â ll& zrzÛ eTİ emr-i dini iclâ ve şerc-i mübini ihya husüsmda envâc-i mihnet ve belâya ne mertebe tahammül ve rızâ göstermişlerdir. Bu mertebeden makşüd-ı şerifleri mahzâ hulefa-yı ümmete ve selâtin-i câllhimmete taclîm ve irşâd idi; yohsa hergiz zahmet çekmeyüp Cenâb-ı Ulühiyyet’ten her ne kim mecmül-i şerifleri (6a) olsa fı’l hâl-huşüle mevşül olmak mukarrer idi ve emr-i vezâret ki çehâr yâr-ı güzin makâmıdır, maclüm ve meşhürdur ki ol hazarât-ı şerife Cenâb-ı risâlet-penâh’a kemâl-i istikâmetle ne maküle hidmet iderlerdi ve intizâm-ı ahvâl-i raciyyet içün ne mertebe mihnet çekerlerdi; huşüşâ ol razdâr-ı esrâr-ı Ahmedl, hazinedâr-ı gencine-i Muhammedi, hem-dem-i hâşş-ı şâni işneyn, re^s-i havâşş-ı resülü’ş-şakaleyn Hazret-i Ebü Bekr-i Şıddlk ki Sultân-ı enbiyâ’nun vezîr-i aczamı makâmmda yâr-ı catikı ve vefadâr refikiydi, 3emvâl-i bi-nihâye ve nefs-i girân-mâyesiyle fi sebili’llâhi ne vech-ile hidmet ve izhâr-ı sadâkat itmiştir. Vezir-i şâni emirü’lmü’minîn ve halîfe-i halîfet-i Rabbi’l-Câlemin sâlik-i râh-ı şavâb Hazret-i cÖmer İbn-i H attâb’dır ki Sultân-ı Risâlet’ün uğur-ı hümâyûnunda ne mertebe hakikat (6b) ve istikâmet göstermiştir. Ahvâl-i raciyyeti bicz-zât kendüsi ricâyet
idüp cümle câlemün mahdümı iken fukaraya hidmet itmeği cânma minnet ve cizzet bilürdi. Vezir-i şâliş, kâtib-i vahy-i cenâb-ı hazret, emin-i kelâm-i Rabb-i cizzet; makbül-i rasül-i seyyid’il-kevneyn, Hazret-i cOsmân-ı zi’n-nüreyn’dir ki Hak yolında terk-i baş u cân ve Resülu’llâh aşkına mâ-melekini der-miyân itmiştir, vezâret şadrma ol nizâm virdi ve emaret emrine ol intizâm ve istihkâm buldurdı. Vezir-i râbic gevher-i kân-ı lâ fetâ, sultân-ı serir-i hal-etâ; Hazret-i esedi’llâhi’l ğâlib cA li bin Ebi Tâlib’dir ki fi sebili’llâhi ğazâ ve cihâda naşb-ı nefs itmiş ve zehârif-i dünyâdan yüz çevirmişti. Ayet-i sehâvet ve şecâcat anun hakkında nâzil olmıştır ve mekârim-i ahlâk (7 a) ol hazretün şân-ı şerifinde nihâyet bulmıştır. Bu zikr olunan hulefa-i cizâmun her biri bu denlü cazamet ve şevketle muktedâ-yı nâs-iken yine geydükleri pelâs ve bir köhne kirbâs idi. Müdâm tevfîr-i beytü’l-mâl-i müsliminde ne mertebe cidd-i belîğ ve sacy-i bîdiriğ iderlerdi. M acazâlike mehâbetleri câlemi tutmıştı ve cihanı heybet ve şalâbetleri kaplamıştı. Selâtin-i Rüm u cAcem anlarun havfindan lerzân ve sergerdân ve Husrevân-ı Türk ü Deylem nâm-ı şerifleri yâd olunsa havf u haşyetten lâ-yackıl ve bi-cân olurlardı. Hakikat-i hâl mehâbet-i câh u celâl cemc-i mâl ü menâl ile olmaz, belki halife-i Rabbi’l-Câlemin ve pâdişâh-ı İslâm ve Müslimin’ün hidmet-i şeriflerinde istikâmet idüp sadâkat birle hidmet itmeğle olur ve illâ hıyânet-ile mevşüf olanlar her ne mertebe (7b) câli manşıbda olsalar yine sitâreleri düşkün ve yüzleri kara ve rikâb-ı saltanatta ittükleri hiyânet elbette bir gün âşikâre olur ve her biri şânlarma lâyık ve sezâ olan cezâyı bulur. Bu takdirce şadr-ı vezârette olan merd-i câkıle dahi lâzımdır ki dâyimâ ol hazarât-ı câliyenün sâlik oldukları reh-i hudâya zâhib ve rızâ-yı Hudâ’ya râğıb ve tâlib olub cife-i dünyâ-i dün ile âlüde ve meftün olmayup fi’lğu-düvvi ve’l-âşâl kendü âmâllerin terk idüp hemân recâyâ ve fukarâ ahvâliyle ve tevflr-i beytü’l-mâl ile mukayyed olub itlâf ve isrâftan ziyâde hazer buyuralar ki Resül-i Hudây-ı mütecâl hıfz-ı beytü’l-mâl huşüşmda buyurdukları ahâdiş-i şerife kütüb-i şahihada mastür ve beyne’l-cumhür meşhürdur. Yalnız bu sacâdet yetmez mi ki, (8a) Hak subhanehu ve tecâlâ cinâyet idüp kişver-i küfr ü dalâletten milk-i hidâyete çıkarup nicmet-i İslâm-ile behremend ittükten şonra padişâh-ı İslâm’a vezir ve ahkâm-ı saltanatta müşir eyleyüp şehryâr-i kâmkâr hazretleri anlara ictimâden zimâm-ı raciyyeti yed-i kudretlerine tefviz eyleye. Bu nicmetüiî şükrin itmemek insaf değildir. Rüz-i cezâda herkes kendünün hisâbım virmekte Câcizdir; fe-keyfe ki ahvâl-i raciyyet andan su3âl oluna, ğâyet müşkil olmaz mı? İlâhi Clnâyetün refik eyle; Hudâyâ ! Hidâyetim şefik eyle. Egerçi pâdişâh-ı rüşen-zamir ahvâl-i câleme bi’z-zât vuküf tahsil itmek ğâyet emr-i casirdir; lâkin cazimet-ı hümâyûn ve niyyet-i isâbet-makrünları ışlâh-ı ahvâl-ı raciyyet ve emn ü emân-ı vilâyet olıcak cinâyeti BârI her yirde yâri olup (8b) envâc-ı feth ü zafer müyesser ve halk-ı câlem emr-i şeriflerine râm ve musahhar olmak mukarrerdir. Bu bende-i nâtüvânları muttali0 olduğum baDzı havâdiş ki cenâb-ı şeriflerine iclâm itmeğe ihtiyâc-ı tâmm vardır, inşâD-Allâhü’l-melikü’l-habir her biri mahallinde tafsil ve tahrir olunsa gerektir. Nazar-ı hümâyûnları mütecallik oldukta te3emmül-i dakik ve
fıkr-i camik buyurula ki kelâm-ı Hak kendüyi gün gibi aşikâre ider. înşâD-Allah şâhid ü beyyineye muhtaç olmayup ahvâl-i saltanata mütecallik baczı umür-ı garibeye vuküf-ı tâmm ve ıttılâc-ı mâ-lâ-kelâm tahsil buyurulmak muhakkaktır. M aclüm-ı Hazret-i Pâdişâh-ı zıllu’llâh’tır ki ecdâd-ı cizâmlarmdan cenâb-ı mağfiret-penâh merhüm Gazi Sultân Selim Hân -T a b e serâ h u hazretleri (9a) çevgân-ı himmetleri ile güy-i saltanatı rubüde ve az zamânda niçe memâliki feth ve zabt idüp şâhân-ı cihân çehre-i mezellet-behrelerin ğubârı semendinden fersüde ittiklerine bâciş cemic-ı kârda Cenâb-ı H akk’a tevekkül idüp din ve devlete nâfıc bir huşüş olsa bu kânün-ı cOsmâni’ye muhâliftir dimeyüp hemân icrâ idüp “ Selâtin-i cizâm her ne iderlerse kânün olur” diyü buyururlarmış. Niçe d efa vâkic olmış ki ümerâ ve defterdârlardan ve etrâf u eknâfta beğlerbeği olan ihtiyârlardan zamir-i müniri tecrübe-i rüzgârla cilâpezir olan sâhib-i tedbir ve âkil ü habır kimesneleri iltifat buyurup getürüp vezir iderlermiş ve cenâb-ı şeriflerine kemâl-i ihtişâş üzre olan baczı kullarından emr-i saltanat ve ahvâl-ı raciyyette bir cüz°i günâh şâdır olsa (9b) hergiz himâyet itmeyüp ve bunca zemândır bana mahrem ve hemdemdir dimeyüp hakkından gelürlermiş ve ekser zamânda ayak divânı idüp vüzerânun her biriyle tenhâ müşâvere buyurup birünün kelâmı birini munâkız ve müdâfıc ve birünün re’y ve tedbirine biri mânic olsa hâllerin tecessüs buyurup hak kankı cânibde olduğı zâhir olduktan şonra din ü devlete ve ışlâh-ı raciyyete münâsib olan umürı terk idüp mahzâ kendünün ğaraz-ı fasidini ilerü getürüp vezir-i âharı âsitâne-i devletten dür ve mehcür itmek içün söyleyen veziri hemân ol dem tucme-i şimşir itmeğle sâyirinün dahi hâtırmda var ise d e f olup cemic umürda yek-dil ve yek-cihet olurlarmış. Ve merhüm ve mağfurun leh cenâb-ı fırdevs-mekân, cennet-âşiyân Sultân Mehemmed Hân (10a)cA le y h i’r-r a h m e ti ve H -ğ u frân - hazretleri dahi maclüm-ı câlemiyândur ki dâyimâ culemâ ve şulehâ ve fuzalâ ve cukalâ ile mucâşeret buyurup umür-ı saltanatta re°y-i dil-pezirleri olan niçe cakıl ve ehl-i tedbirleri gâh emir ve gâh vezir idüp baczı zamânda niçe rüzgâr makbül-i cenâb-ı gerdün-iktidârları olan ba’zı ümerâ ve vüzerânun ahvâl-i raciyyete ricâyet itmekte kuşür ve ihmâline ve baczı nâ-şâyeste evzâcma vâkıf olmağla hemân ol sâcat huzür-ı hazretlerinden mehcür, belki cânm teninden dür iderlerdi. Eslâf-ı kirâmdan olan selâtin-i cizâmuiî ale’d-devâm ahvâl-i şerifleri bu minvâl üzere olduğı nazar olunsa hikmetten hâli olmayup devâm-ı devlet ve bekâ-yı saltanata mütecallik niçe fevâ’id ve menâfi ci müştemil bir tarz-ı makbül (10b) ve bir vazc-ı mackül olduğunda tereddüd ve iştibâh yoktur. Hülâşa-i kelâm ve muhasşal-ı merâm oldur ki âhiretimüzden havf idüp, maclümumuz olan huşüşları ruhsat buyurulursa hak üzerine âsitân-i sacâdet-âşiyânlarma iclâm ve iclân itmekte taksir itmezüz; irâdetu’llahu her neye mütecallik olursa zuhür ve şudür bula. Allâhu şâhidün ve kefa bihi şehıden. Dünyâ-yı düna mütacallik aşlâ bir carzımuz yoktur. Maksüd-ı aşli devletlü ve sacadetlü yüce pâdişâh-ı câlem-penâh hazretlerini vebâlden sakınmaktır. Hudây-ı müstecân sultân-ı zemânun dâyimâ kalb-i hümâyûnları na din ü devlete nâfıc huşüşları ilkâ eyleyüp cemic re3y-i latiflerin şerc-i şerife
muvafık kılıvirüp enbiya-ı cizâm ye evliya-i kiramun cinayet ve himmetlerin üzerlerinden eksik itmeye. (İla) Amin yâ Rabbe’Pâlemin. F a ş l - ı Evvel : A h v â l-ı p â d işâ h -ı cih â n -p e n â h ve k a d e r -i d e st-g â h b e y â n ın d a d ır.
Sultân-ı ehl-i Islâm ve hâkân-ı kâffe-i enâm olan şeh-i câlî-mikdâr ve pâdişâh-ı cihândâr hazretlerine evvel lâzım olan budur ki şalâh ve cadâlet ve felâh ve diyânet üzre olup her kâr-ı cazimün hayr ile itmâmı içün iki rekcat namâz kılup, Cenâb-ı vâhibü’l-merâm’dan teveccüh-i tâmm ile istihâre buyuralar ki inşâ allâhu Tecâlâ cemıc-i umürda işâbet idüp mü'yyed min cindi’llâh olmaları muhakkaktır ve salavat-ı istihâre Hadis-i şerifle şâbit olup İmâm Muhammed Gazâli Hazretleri İhyâc-i cUlüm’da zikr itmiştir. Ve ol şehryâr-ı kâmkârun kelâm-ı dürer-bârları muntazam ve hemvâr olmak içün tahsil-i culüm ve nıacârif ve tekmil funün (11b) ve latâyife sacy-i cemil buyurup ve mühimm olan huşüşları tahrir içün bir mikdâr fenn-i kitâbetten dahi habir olmaları lâzımdır ki hatt-ı şerifleriyle kelâm-ı latiflerin görenler B a r e k a llâ h u T e câ lâ a h se n t diyüp ‘‘K e lâ m u l- m ü lü k , m ü lü k u l- k e lâ m ” fehvâsma mâ-şadak vâkic olmak ancak bu mertebe olur diyü bi-nihâye tahsin ideler. Ve evkât-ı şerifeleri dahi ekser zamânda mutecayyen olup, meselâ yirmidört sâcatün üç sacati cibadet ve tilâvete ve iki sâcati tevârih ve sâyir latif kitâblar mutâlacasma ve dört sâcati ahvâl-i memlekete mütecallık olan umürı, vüzerâ-i cizâm Ve sâyir cakl-ı selim ve tabc-ı müstakime mâlik olan sâhib-i tedbir kulları ile müşâvereye ve altı sâcati seyr ü şikâra ve kalb-i hümâyûnları münşerih olacak kâra (12a) ve tokuz sâcati câlem-i ferâğat ve hvâb-ı râhate maşrüf buyurulmak münâsibdir. Ve ol menbac-ı eltâf dâyimâ cadl ü inşâfı elden komayup imsâk ve isrâftan dahi ictinâb buyurup envâc-ı ikdâm ve sacy ü ihtimâmla cemc ve tahsil olunmış beytü’l-mâlün tazyic ve itlafın revâ görmeyüp bezi ü catâ ve cüd ü sehâyı mahalline buyuralar. Ve ol sâye-i İlâh sacâdetlü pâdişâh-ı câlem penâh hazretlerine bir lâzım olan dahi budur ki eger kerime-i mucazzama ve eger hemşire-i mufahhamalarıdır, aşlâ ve katcâ vüzerâya ve beğlerbeğilere tezvic buyurulmayup dört-beş yüz bin akça hâslar ile sancâğa mutasarrıf bir nâmdâr beğe tezvic buyurulup anun dahi sancâğı ser-hadde olmayup, iç illerde olup ber vech-i te3bid mutasarrıf ola (12b) E 1- c ü z 0- ü ’ 1- ş â n i: Ve saltanatun bekâsı cadâlet ve yarar casker iledir ve caskerün tâbic olması istihkâklarma göre dirlik virilmekledir. Ve bu vech-ile ricâyet olunmağa vâfir memleket ve müstevfî hazine gerekdir ki baczısına culüfe ve baczısma zecâmet ve timâr ve sâyir câlî manşıblar virile. Bu takdirce memâlik-i mahrüsede vâkıcolan kasabalar ve karyelerim ekseri havâşş-ı hümâyûn ve zecâmet ve timârlar olmak lâzım iken şimdiki hâlde ekseri vakf ve mülk olup zecâmet ve kılıç timârlar cüz3! kalmıştır. Hele selâtin-i cizâm evkâfma ne söz ki kuvvet-i kâhireleriyle feth
ittükleri memleketlerden cimâret ve câmiclerine vakf itmişlerdir. Hak subhânehu ve tecâlâ kabül itmiş olup cümlesin (13a) rahmeti deryasına müstağrak itmiş ola. Amma inşâf mıdır ki sâyir incâm ve ihsandan mâcadâ yalnız bir vezire kırk-elli pare karyeler temlik oluna? Vezâret gibi âli manşıb ile ricâyet olundukları kifayet itmez mi? Huşüşâ vezir-i aczam olana karye temlik olunmağa ne ihtiyâç? Ol hod her kimürî elinde milk karye ve mezraca ve değirmen ve çiftlik ve hammâm ve bunlarun emşâli ne bulursa birer tarikle almıştır. Bu bâbda sözüme kavi delil budur ki Vezir-i aczam Mehemmed Paşa Hazretleri kullarına merhüm ve mağfurun leh Sultân Süleymân Hân -cA le y h i’rr a h m e ti v e ’l g u fra n - Hazretleri ile fırdevs-mekân cilliyyin-âşiyân merhüm Pâdişâh Hazretleri yüz pâre mikdârı karyeler ve mezracalar ve müstakil kasabalar ve iskeleler ve niçe mahsûl virür yirler temlik buyurmışlardır (13b). “Bu mikdâr karye ve mezraca temlik olunmağa sebeb nedir? Bir-ikisi kifayet itmez mi?” diye su3al buyurulursa cevâb budur ki vezir-i aczam olduktan şonracadâlet idüp felekte bir nâm komağa mukayyed olmayup hemân fırsat el virmişken kendümüze vâfir karyeler temlik ittürelüm; kimini vakf idüp ve kimi evlâdımuza kalsun diyü bu sevdâyile vilâyeti yazdurmağa mubâşeret idüp gönderdükleri kâtiblere muhkem tenbih iderler ki: “Kendümüze ba3zı karyeler temlik ittürmek isteriz; gerektir ki yazduğunuz yirlerde etrâfı vâsic mahsûlü karyeleri; kimini bin beş yüz akçaya ve kimini bin akçaya ve baczı aclâ mezracaları üçer-dörder yüz akçaye yazasın.” diyü işmarlamağın onlar dahi tek hidmet yanaşduralum diyü bir kurı iltifata dinin ve imânin şatup on beş (14a) ve yirmi bin akçaya ve dahi ziyâdeye mütehammil olan karyeleri defter-i cedid’e bin ve bin beş yüz akçaya ve dahi aşağa yazup defterin südde-i sacâdete götürdüklerinde ol aşıl karyeleri telhis idüp pâye-i şerire gönderdükte anlar dahi görürlerdi ki yazuları cüz’i birkaç karye ve mezracadır, çok nesne değil diyü temlik buyururlardı. Bacdehu her birine yazdurdukları milk-nâmede falan karye ve mezracayı cemlc hudüdı ve tevâbic ve levâhıkı ile ve cöşr-i ğallâtı ve harâcı ve ispençesi ve mâl-i ğâyibi ve mâl-i mefküdı ve beytü’l-mâli ve yavaşı ve kaçğunı ve cürm ve cinâyeti ve resm-i carüsânesi, kul ve câriye müjdegânesi ve sâyir bâd-ı havâsı ve recâyâsı ve evlâd-ı recâyâsı ve evlâd-ı evlâd-ı recâyâsı ve haymanası ve evlâd-ı haymanası ve evlâd-ı evlâd-ı (14b) haymanası ile ve bi’lcümle kâffe-i hukük-ı şerciyye ve câmme-i rusüm-ı cörfîyyesiyle M im m â z ü k ir e ev lem y ü z k e r ü m in k ü lli l vucüh serbest ve mefrüzu’l-kalem ve maktücu’l-kadem temlik eyledüm diyü yazdururlar. Bu vech-ile mülk-nâme-i hümâyûn yazıldıktan şoiîra kendülerine tâbic olan bir kadıya ve yâhüd bir müderrise: “Var bu karyenün smurm tacyin eyle.” diyü hükm-i şerif ile gönderdükte ol dahi kezâlik manşıb ucundan istikâmeti terk idüp, ol karyenün üzerine varup, kadimi smurı üzerine gitmeyüp, etrâfmda olan zicâmet ve timâr karyelerinün aclâ yirlerin alup: “Bu karye smurmdandır.” diyü cebren fuzüli bir yire taşlar diküp ve calâmetler naşb eyleyüp, mufaşşalan sicili idüp, şüretin imzâlayup, ve mühürleyüp südde-i sacâdete götürdükte ana göre smur-nâme-i hümâyûn (15a) dahi yazdururlar ve ol yirleri alman zicâmet ve timâr şâhibleri başları havfmdan
dacvâ ve nizâca cür°et idemezler. Bacdehu ol temlik olunan karye vâkic olduğı kâdılığun kadısına bir hükm-i şerif gönderülüp şöyle yazdurulur ki: “ Falan nâm karye vezir-i aczama temlik olunmıştur. Karye-i mezbüre recâyâsı ve sonradan gelüp karye-i mezkürede mütemekkin hâriç recâyâ dahi cemic-i cavârız-ı divâniyye ve tekâlif-i cörfîyyeden mucâf ve müsellem olmışlardır. Ümenâ ve cummâlden ve ğayrıdan kimesne dahi itmeye.” diyü kayd olunmâğla ve kadıya dahi mü’ekked mektüb gitmeğle kâdı olduğıyçün neylesün emr-i şerife imtişâlen ve hem hidmet yanaşturmak ümidiyle muhkem tenbih ve nidâ ittürdükte recâyâ dahi zulumden kaçup, vezir-i aczam karyesine varup (15b) sâkin olursak cemic-i belâdan halâş oluruz, diyü eger havâşş-ı hümâyûn recâyasıdır ve eger beğlerbeği ve sancakbeği ve zucamâ ve erbâb-ı timâr raciyyetleridir, cemic-i tekâlifden mucâf ve müsellem olduklarıyçün ekseri temlik olunan karyeye gelüp mütemekkin olup, iki-üç yılun içinde ol karye bir kasaba gibi olup defterde yazusı bin veyâ bin beş yüz akça iken elli altmış bin belki dahi ziyâde mahsûl virür bir aclâ karye olur. Sâyir karyeler ve mezracalar dahi bu minvâl üzeredir ve hâsları dahi zâhiren on iki kerre yüz bindir. Ammâ elli-altmış yüke belki dahi ziyâdeye mütehammildir; zırâ ekseri hâsları Venedik’e karib olan deryâ kenârmda olmağın hâşıl olan terekeleri, voyvodaları gemilere tahmil idüp Venedik’e ve sâyir küffar-ı hâksâra (16a) her kilesini ikişer fıloriye, dahi ziyâdeye satarlar. Ve iç illerde olan hâsları karyeleri dahi üçer-dörder yazusma mütehammildir. Bu takdirce bi’l-ficl vezir-i aczam hazretleri kullarımın hâsları mahşüliyle evkâf ve emlâki mahşüli cümle yeniçeri kullarunun mevâcibine kifayet itmek değil, dahi aşurı gider. Bu takdirce bu kadar beytü’l-mâlün isrâf olunması rüz-i kıyâmette 3izzetlü pâdişâh-ı câlempenâh hazretlerinden su3âl olunmak lâzım gelür. Bu bende-i kemterleri mutasarrıf olduğum dirligüm helâl olsun diyü vâkic hâli icmâlen hâk-pây-i şeriflerine iclâm eyledüm. Bâkisine devletlü pâdişâh-ı rubc-ı meskün hazretleri aclemdir. Zâhir budur ki memleket ve vilâyetler feth olunmaktan makşüd tevsic-i memâlik ve tekşir-i hazâyindir; yohsa vüzerâya ve ğayra (16b) temlik içün değildir. Lâzım olan oldur ki min bacd vüzerâya ve ğayra karyeler ve mezracalar ve bi’l-cümle arz-ı miriden bir nesne temlik olunmak revâ buyurulmaya. Eger bir mikdâr zemâna değin dahi bu minvâl üzere karyeler ve mezracalar temlik olunursa vâridât maşârife kifayet itmedüginden gayrı kılıç timâr cüzH kalup - İy â z e n bV llâ h i T e câ lâ- bir taraftan acdâ hareket ve hucüm eylese mukavemette külli müzâyaka ve ıztırâb çekilmek lâzım gelür. Aşıl münâsıb olan hiç temlik olunmamak gerek; bâri olunursa bir-iki karye temlik olunup ol dahi şu maküle vezir-i aczama gerektir ki tamac-ı hâmdan beri olup hâsları mahşüliyle kanâcat idüp dünyâ ve âhiretin şakmup, menâşıbım ehline tevcih ve carz eyleyüp gereği gibi istikâmet eyleye. Anun gibi müstakim (17a) vezir, zühr-i âhireti içün muhtâc ve münâsib olan mahalde bir câmic ve cimâret yapmak makşüd idinürse icâzet-i hümâyûn erzâni buyurulup andan mâcadâ mütecaddid cimâret ve câmicyapmağa ruhsat buyurulmaya. Eger bir yer câmice ve cimârete muhtâc mahall olup yapılmak lâzım geldükte vüzerâdan ve ğayrden
bir d efa binâ itmeyen kullarından biri tâlib olursa icâzet-ı şerif buyurula, tâlib bulunmaz ise cânib-ı aclâlarmdan binâ olunup nâm-ı şeriflerine ola ve bi’lcümle vüzerâ°-i cizâma ve gayrı kullarına lâyık değildir ki mücerred ve mütecaddid hayr itmek içün recâyâdan ve gayrdan celb-i mâl eyleyüp dahi câmicler ve cimâretler binâ eyleye. Bunun misâli öksüz oğlanun kaftanın arkasından alup, dul cavrata geyürmek gibidir. Ecdâd-ı Cizâmlarmdan merhüm (17b) ve mağfürunleh Gâzi Sultân Selim Hân -cA le y h i r r a h m e ti v e ’l-ğ u frâ n Hazretleri caşrmda vezir-i aczam olan umdetü’l-vüzerâ merhüm Piri Paşa, re3yi dil-peziri ile niçe memleket feth ü teshir ve niçe cadü tucme-i şemşir olup bir merd-i câkil ü dânâ ve makbül-i hazret-i kişver-küşâ iken her kaçan ki takrib düşürüp zühr-i âhiret-içün kendüye bir karye temlik olunmak bâbmda istid a yı cinâyet eyledükte: “Piri bilürem seni, sadâkat ve istikâmetle ittügün hidmet mukâbelesinde envâc-ı ricâyete mustahakk olmışşmdır. Lâkin benden ne taleb idersen eyle, karye temlik olunmasın recâ eyleme. Hocam Mevlânâ Halimi’ye bir karye temlik itmiştim, hâtır-ı şerifüme geldükçe def-i iztırâb idemem. Padişâhlara lâzım olan casker (18a) ve memlekettür.” diyü bunun emşâli niçe mackül cevâb-ı şerif-ile hâtırm tesliye idüp müstakili bir karye temlik itmeyüp huccet-i şerciyye ile şatun alduğı bir milkı karyesinden defterde bir sipâhiye iki yüz akça maktüc yazılmış imiş, ol maktucı re f eylemiş. El-hak inşâf ile nazar olunıcak ğâyetle mackül buyurmışlardır. Hak subhânehu ve tecâlâ rahmetin ziyâde eyleyüp zir-i zeminde âsüde olduklarınca cizzetlü ve sacâdetlü pâdişâhımuz hazretlerini serir-i sacâdette bâki ve pâydâr eyleyüp nihâl-i nevresidelerin mucammer ve ber-hordâr eyleye. Amin yâ mucin. Ve hidmet-i vezâret evlâdı ve tevâbiçi çok kimesneye virilmeyüp akvâm ve akrabâsı yok bir câkıl ve müstakim kullarına cinâyet buyurulmak gerektir ki evlâd ve tevâbici kaydından beri olup hemân (18b) dâyimâ tedbir-i memleket ve âsâyiş-i raciyyete mukayyed ola ve hâsları dahi leb-i deryâda olmayup Sivas ve Haleb ve Diyârbekr ve Arz-ı Rüm Beğlerbeğlikleri’nde ola. Ve ol şehriyâr-ı kâmkâr ve sâye-i kirdigâr hazretlerine bir lâzım olan dahi oldur ki ne ğazüb ve ne halim olup, her emrde ictidâli elden komayup belki ğazab canibine mâyil olmaları din ü devlete enfac olmak fehm olunur; zirâ vüzerâ-i cizâm sultân-ı enâmı ekser zamân hışm-nâk göricek havf u haşyetten hâli olmayup şalâh-ı hâli dahi yoğsa bi’z-zarüre her biri başı ve mansıbı havfmdan ğaraz-ı fasidi mâ-beynlerinden re f idüp, vâkic olan umür-ı mucazzamada bir hatâ itmeyelüm, diyü cümlesi yek-dil ve yek-cihet olurlar. (19a) E l - C ü z ^ ü ’s -Sâlisü: _ Ye her halefti’s-selâtin ve şerefü’l-havâkin hazretlerine lâzımdır ki dahi serir-i saltanata culüs itmedin sancağ-ı hümâyünda iken vüzerânun ve beğlerbeğilerün ahvâllerin tamâm tetebbu0 ve tecessüs ittürüp her birinün ahvâline mümkin olduğı kadar vukuf ve ıttıla0 tahsil eyleyüp, dahi cülüs-ı
hümâyün vâkıcolduğı gibi mevcüd buldukları vüzerâM izâmun fikr ü fîrâset ve akl u kıyâsetlerin ve şalâh ve diyanetlerin tecrübe ve imtihan içün baczı umür-ı müşkileyi hufyeten başka-başka bir kaç d efa şorup her birinün takrir ve tahriri ne vech-iledir tamâm maclüm-ı şerifleri olduktan şonra eger içlerinden birinün ekşeriyâ tedârük ve tedbiri mümtâz ve dil-pezir olup vezâret-i cuzmâ ve şadâret-i (19b) kübrâ hidmetine lâyık ve evlâ ise şâliş ve sâdis ve râbic ve hamiş dinlemeyüb hemânâ ol câkıl ve dânâya mühr-i sacâdet irsâl ve cinâyet buyurulmak münâsibdir. Ve vizâret hidmetine harem-i şeriften çıkmak lâzımdır, dinilmeyüp hemân bir tabc-ı pâk ve sâhib-i idrâk olan kullarına cinâyet buyurulmak gerektir. Nitekim ecdâd-ı cizâmlarmdan merhüm ve mağfurun leh Sultân Selim Hân Hazretleri merhüm Piri Paşa’yı ehl-i tedbir bulmağla defterdâr iken vezir-i aczamlık hidmetin tefviz buyurmuşlar. Ve ol celiyyü’ş-şiyem ve caliyyü’l-himem hazretlerine bir enseb ve elzem olan dahi budur ki serir-i sacâdete cülüs buyurdukları gibi, evvelâ taşra hâzineyi, saniyen iç hâzineyi yoklayup nuküd ve esbâb ve sâyir metâc u kitâb ve cevâhir-i nâyâb ve cebehânede olan (20a) yat ve yarak dahi yoklanup eger cümle esbâb-ı sefer mükemmel ise febihâ, ve illâ kuşürı tekmil olduktan şonra ekser zamânda ayak divânları olup ne maküle vilâyetler feth olunmak münâsibdir ve kankı kral ile şulh olunmak din ü devlete enfacdır, her vezir ile bir kaç d efa müşâvere buyurulduktan şonra cümlesinün tedbiri bir huşüşta muvâfık bulunursa “L a te c t e m f ü m m e ti a la ’d - d a lâ le ti” fehvâsmca ol huşüşa mubâşeret buyurulup eger baczısmun re’yi baczısma muhâlif ise bir niçe d efa sorulduktan şonra bir kaçınun fıkr ü fırâseti ve din ü devlete nâfıc ise ve sacâdetlü pâdişâh-ı rubc-ı meskün hazretleri dahi tenhâlarında her birünün sözüni micyâr-ı tabca urup re’y-i rezin ve fıkr-i işabet-karinlerine (20b) muvâfık gelürse anunla camel buyurulup be-her-hâl evâyil-i cülüsta mümkin olduğı kadar feth-i memâlik lâzım olup küffâr-ı hâksârun bir mikdâr kalblerine inkisâr virmek mühimmât-ı din u devlettendir. Ve ol mihr-i sipihr-i saltanat ve mâh-ı münir-i evc-i hilâfet hazretlerine bir lâzım olan dahi budur ki, her huşüşta kâmil bir müdebbir ve âkil, kıyâfeti makbül ve kelimâtı muntazam ve mackül tamac-ı hâmdan beri ve ğaraz u nisbetten Gâri ehl-i fîrâset ve şâhib-i tedbir ve kiyâset kimesne musâhibleri olup leyi ü nehâr din ü devlet ve bekâD-i saltanata mütecallik olan ahvâli sırran ve calaniyeten tetebbuc ve tecessüs idüp havaşş u cavâm ve bi’lcümle kâffe-i enâm vüzerâ-i cizâm ve ümerâ-i kirâm hakkında ne söylerler, sadâkat ve cadâletle meşhür ve macrüf (21a) olan kimlerdir ve sakâmet u hıyânet ile maclüm ve mevşüf olanlar ne maküle leDimlerdir ve culemâ-i cizam ve fuzalâ-i kiramdan cale’d-devâm şuğl üzere olup ve müderrislerden ders-ile mukayyed olanlar kankı duacılarıdır ve müderris nâmına olup medreseye varmayup kendü hevâsmda ve yâhüd baczı maslahat bitürmek içün ve munâfıklık itmek içün katırına binüp ekâbir kapusm gezen cahil ve nâdân kimlerdir ve bi’l-cümle cemic ahvâle vuküf tahsil idüp dahi nakir u kıtmir sıhhati üzere gelüp hâk-pây-i şeriflerine takrir eyleye. Ammâ muşâhib olan kulları şalih ve mütedeyyin olup Hak subhânehu ve tecâlâ’nun hışm ve
kahrından korkup kimse hâtırm gözetmeyüp, eyü kimesneleri eylik üzere ve yaramazları iki gözi dahi olursa (21b) kemlik üzere yâd eyleyüp, Hudâ-yı kâhir’i her yerde hâzır ve nâzır bilüp, tarik-ı haktan cudül eylemeye. Ammâ zemânede bu maküle kimesne değmede ele girmez. B ey t: B u lu n m a z h â k - i â d em d e ğ m e k â n d a * A n u n ç ü n a z o lu r â d e m cih â n d a
Ve bi’l-cümle muşâhib olan kulları şöyle müstakim gerektir ki vüzerâ-i cizâm ve ekâbir ve acyândan biri: “Pâdişâh hazretleri huzürmda bizi eylükle yâd eyle.” deyü bin fılori virse ve hadd-i zâtında ol kimesne yaramaz olsa, ol muşâhib filoriye tamâc idüp ol sakimi müstakimdir diyü terbiye eylemeyüp hakikat-i hâl ne ise anı söyleye. Ve muşâhib iki olsa belki dahi nâfîcdir; zirâ iki olıcak birbirinden havf idüp hilâf-ı vâkc nesne söylemeğe cür°et idemezler. Ve muşâhib iki (22a) olmamın bir nefi dahi budır ki sacâdetlü pâdişâh-ı câlempenâh hazretlerin ün baczı kimesneler söziyle bir kimesneye süc-i zanları olsa, kalb-i hümâyûnlarına itmPnân gelmek içün ikisine bile: “Fülân kimesneyi niçe bilürsiz.” diyü su3âl buyursalar, anlar dahi vâkıf oldukları üzere: “Eyü kimesne bilmezüz.” diyü cevâb virseler, sacâdetlü pâdişâh hazretleri anlanın ahbârıyla ol kimesneye citâb eyleseler mucâtib olan kimesne hadd-i zâtında eyü dahi olsa şercan pâdişâh-ı câlem penâh hazretleri âsim olmamak fehm olunur; zirâ ol kimesnenün yaramazlığına nevcan iki kimesne şahâdet itmiş gibi olur. Bu takdirce muşâhibün iki olmasınun dünyâ ve âhiretlerine bu vech ile dahi nefi vardır. Ve ol menbac-ı cakl u fırâset ve mecmac-ı kiyâset ve sezâvâr-ı tâc (22b) u taht hazretlerine bir lâzım olan dahi budur ki, memâlik-i mahrüsede ne kadar beğlerbeğilik ve sancak ve defter kethudâlığı ve defterdârlık ve ülke ve ağalık ve kapudânlık ve bunlarun emşâli ne mikdâr menâşıb var ise defter ittirilüp, ol defter dâyimâ huzür-ı şeriflerinde durup ve bi’l-fıcl zikr olunan manşıblar kimlerün taşarruflarmdadır ve her biri kaç yıldan beri mutasarrıftır ve nereden hâşıl olmadır; istihkâk ile mi almıştır, yohsa iltimâs ile mi mansıba duhûl itmiştir ve kimlere tâbicdir, künhü ile ol defterde her biri tafsili ile yazıla. Bunlardan birinün mansıbın âhire carz eyledüklerinde müstahakk ise ol carz ittüklerine tevcih ve cinâyet buyurulup ve defterde mahalline işâret oluna ve bu defter harem-i şerifte hidmet (23a) iden hâşşa oğlanlardan kitâbet âhvâlin bilür bir müstakim kullarına tefviz buyurula ki defter anun zabtında olup tebdil ve tağyir olundukça emr-i şerifleri ile ol oğlan kayd eyleye. Zirâ bu defter huşüşi esrâr makülesinden değildir. Bu hidmeti içerüde bir oğlan görmek câ’izdir. Eğer bu üslüb üzere bi’l-fîcl huzür-ı şeriflerinde bir defter olaydı, nice nâmüstahaklarun manşıbları almup sancağ-ı hümâyûndan gelen ağâlara ve sâyir müstahak olan kullarına cinâyet buyrulduğundan gayrı, zikr olunduğı üzere hâliyâ manşıbda olanlar ne maküle kimesnelerdir ve kaç yıldan berü mutasarrıflardır ve kimlere tâbicdir ve bi’l-cümle cemiG-i ahvâl tedriçle maclümı şerifleri olurdı. Ve bir lâzım olan dahi budur ki vezir-i aczamdan mâadâ her
vezire: (23b) “Memâlik-i mahrüsemde menâşıb tasarruf idenlerden yarar ve memleket zabtına kadir câkıl ve müstakim kullanım kimlerdir, şimdiden tetebbuc ve tecessüs idüp her birinün ahvâllerin hâtır-nişânurî eyleyesin. Bu manşıb mahlül oldukta “Kime mahaldir.” diyühufyeten sana suDal eylesem gerektir. Sen dahi ol zamânda cevâb göndüresin; ammâ zinhâr buhuşuşu ahar vezire açmayasın.” diyü başka başka her birine bu uslüb üzere tenbih ve te0kid buyurulıcak bu haletten her birine böyle hâtıra olur ki: “ Sacâdetlü pâdişâh-ı câlem-penâh hazretleri bende istikâmet müşâhade itmekle buhüsuşu müstakili bana ışmarlamıştır.” diyü şânında sakâmet dahi var ise istikâmete mübeddel olup bir manşıb mahlül oldukta mustahakk kimesneleri sevk iderler. Bu veçh ile (24a) her birine tenbih buyurulduktan şonra vezir-i aczam kullarına dahi: Bir beğlerbeğilik ve sancak ve bunlarun emşâli manşıblar düşdükte evvelâ mahlül olduğun iclâm eyleyesin. Biz dahi taharri idelüm, kime vech ü münâsib görülürse şonra ana carz eyleyesin.” diyü işâret buyurulmak lâzımdır. Bu takdirce bir manşıb düşdükte vezir-i aczam kulları evvelâ mahlül olduğun iclâm eyledügi gibi sacâdetlü pâdişâh-ı rubc-ı meskün hazretleri vech-i meşrüh üzere her vezire: “Bu mansıba kim lâyıktır.” diyü su3âl buyurduklarında zahir budur ki her biri bir kimesneyi tacyin eylese gerektir. Şonra tacyin ittükleri kimesnelerün ahvâlleri tetebbu0 buyurulup re’y-i sâyibleri üzere kankısma münâsib görürlerse ana cinâyet buyurula. Böyle olıcak (24b) umür-ı saltanata bi’z-zât sacâdetlü pâdişâh-ı câlem-penâh hazretleri mukayyed olmış diyü, istihkâkı olmayanlar rişvetle manşıb almaktan ümizi katcidüp, vüzerâ-i cizâma dahi havf düşüp eyyâm-ı saadetlerinde ekser manâşıb ehline virilürdi. Ve bir lâzım olan dahi oldur ki, sacâdetle cumcaya ve seyr ü şikâra çıktuklarmda rukca şunan fukâranun rukcaları redd olunmayup, aldırulup eyü ve kem mümkin olduğı kadar her birinün fehvâsı maclüm-ı şerifleri olmak mühimmât-ı din ü devlettendir. Huşüşâ selâtin-i mâziye rukcadan niçe ahvâle ve niçe hıyânetlere vâkıf olmışlardır. Rukcanun ne zararı vardır? İçinde yazılan şundan hâli değil ki ya vâkic ola, ya ğayr-i vâkıc. Hilâf-ı vâkic olacak olursa arz-ı saltanata (25a) ne halel gelür? Amma vâkic olacak olursa eyyâm-ı cadâletlerinde niçe hak müstehakka vâşıl olur. Eger bir bed-baht ya kendü ficliyle ve yâhüd bir melcünun taclimi ve tahriki ile rukcasmda baGzı nâ-sezâ kelimât yazmış olsa, ana dahi ne iGtibâr. M ı ş r a c: D e r y â -ı F irâ v â n n e ş e v e d tire ie - s e n g i
Bi’l-cümle tâyife-i recâyâ ki vedâyic-i Hâlik-ı berâyâdır, cemic ahvâllerine mukayyed olmak sacâdetlü pâdişâh-ı câlem penâh hazretlerimin zimmet-i bülend-himmetleri ne lâzımdır. Huşüşâ, fuzalâ-i pişin ve culemâ-i mütekaddimin recâyânun pâdişâhlara olan calâkalarm evlâdun pederlerine olan mahabbetine teşbih iderler. Vâkıcâ öyledir, belki dahi ziyâdedir, zirâ cadâlet-i pâdişâh-ı cihân ile rüy-i zemin ü zemân emn ü emânda olmayıcak nizâm-ı câlem
muhtell olup ne püser (25b) pederden müntefîc ve ne halk-ı cihanda esbâb-ı huzür müctemi0 olur. îmdi nicmet-i İslâm’la müşerref olan cumhür-ı enâma vâcibdir ki pâdişâh-ı İslâm’a derün-ı dilden ducâya iştigâl üzere olalar, Elhamdü’li’llâhi tecâlâ ki devletlü ve sacâdetlü pâdişâh-ı câlem-penâh hazretlerinün vücüd-ı şerifi ile carşa-i cihân münevver ve rüşen ve sâha-i zemin ü zemân mânend-i gülşen olup, kulüb-ı enâm sacâdetlü pâdişâh-ı İslâm’a bir mertebe müncezib olmıştur ki tacbir olunmaz. Halk-ı câlemün şân-ı şeriflerine kemâl mertebe hüsn-i zanları olup ihyâ-yı merâsim-i cadl ü dâd ve iclâ-yı macâlim-i ğazâ ve cihâda mütecallik niçe âşâr-ı hasene şudür bulmak tevakkuc idüp cân-karib zuhuruna muntazırlar ve müterakkıblardır. Hak sübhânehu ve tecâlâ hazret-i pâdişâh-ı cihângirün (26a) her yerde mucin ve dest-giri ola. Amin bi-hürmeti seyyidi’l-mürselin. F a ş l - ı Şâni : Ahvâl-i vüzera-i cizâm eşleha’llâhu Tecâlâ şânehum ilâ yevmi’l-kıyâm beyânmdadır. Gâyet-i merâtib ü menâşıb ve nihâyet-i makâşıd u matâlib olan vezâret-i cuzmâ ve şadâret-i kübrâ hidmeti ki çâr-yâr-ı güzin - R ıd v â n u ’llâ h i T e câ lâ ca le y h im e c m a cin- makâmıdır, bu kâr-ı azime bir akl-ı selim ve tabc-ı müstakime mâlik kulları lâyıktır ki şalâh u diyânet ile mevşüf ve felâh u cadâletle macrüf; tamac-ı hamdan müberrâ ve hile ve hudcadan mucarrâ ve Fürs ü cArabiyyet ve fenn-i kitâbette mâhir ve bi’l-cümle kütüb-i cArabiyye’den mesâyil-i mühimme ve ehâdiş-i şerife istihrâcma kâdir; cAli-siret, cÖmer-haşlet, makbülu’l-kıyâfet, mackülü’l-firâset olmağla cemi memâlik hüsn-i (26b) tedbiri ile mazarrat-ı acdâdan mahfüz ve maşün ve menâzil ve mesâlik re3y-i dilpeziri ile fesâd-ı eşkıyâdan mahrüs ve me°mün ola. Ye ol manzar-ı Cayn-ı cinâyet-i sultâni ve mazhar-ı lutf u ricâyet-i hâkâni olan vezir-i aczam ve müşir-i efham hazretlerine ehemm ü elzem olan budur ki müdebbir-i umür-ı cumhür-ı ümem olduğm hem devlet-i dünyâ ve hem sacâdet-i cukbâ mülâhaza idüp dâyimâ bu catıyye-i cuzmâ ve mevhibe-i kübrânun şükr ü sipâsı, hamd-i bikıyâsı edâsma envâc-ı sacy ü ihtimâm ve meşâlih-i kâffe-i enâmun meh-mâemken huşül ü itmâmma dikkat ve ikdâm eyleyüp bir emr-i mucazzam ve kâr-ı mübhem vâkic oldukta hod-re3y ve hod-pesend olmayup sâyir nüvvâb-ı kâmyâbdan nuşh u pend (27a) almağı anlara tenezzül ve Cucben sözlerin takavvül fehm itmeyüp, “V e şâ v irh ü m f i ’l- e m r i” fehvâsmca vâkic olan umür-ı mühimmede istişâre ve mubâşeret itmelü oldukta, “D in ü d e v le te n â f f ise m ü y e sse r ola. ” diyü Cenâb-ı H ak’tan istihâre eyleyüp dâyimâ hilm ü cadâlet ile tevfır-i beyti’l-mâl ve hazâyin ve hüsn-i firâsetle tacmir-i memâlik ve medâyinde dakika fevt itmeyüp hıfz u hırâset-i memleket ve zabt u şıyânet-i raciyyet bâbmda bezl-i makdür ve sacy-i nâ-mahşür eyleyüp bi’l-cümle ğaraz ve nisbet ve tamacve rişvetten beri olup mazlüma icânet ve, zâlime ihânette ceri3ola. Ye ol şadr-ı aczamda olan dindâra lâyık ve sezâvâr olan oldur ki, rüzgâr-i ğaddârun bir kaç günlik devlet-i nâ-paydârma iltifat ve ictibâr (27b) itmeyüp bu dâr-ı bikarârda hemân Cenâb-ı Hakk’a yarar bir niçe âşâr komağa sacy-i beliğ ve cadl ü
inşâf ile iştihar bulmağa cidd-i bi-diriğ idüp leyi ü nehâr din ü devlete nâfıc tedârük ve efkârda olup kendüye câli serâlar ve mütecaddid binâlar yapturmak ve karyeler temlik ittürmek sevdâsmda olmayup mansıbı ehline carz ve tevcih itmekle sâyir kulübı tefrih ve terfih kılmağa kaşd buyurup kendüye mensüb olanlarun başın devlet ü cizzetle evc-i Şüreyyâ’ya çıkarup ve âhara intisâbı hasebi ile mağzübı olanlarun yaşın akıdup taht-ı şerâyâ indirmeye; herkesi istihkâkma göre ricâyet ve nâ-murâd olanları dahi tedric-ile mazhar-ı cinâyet itmeğe sacy ü himmet eyleye. Ve bir kimesne yâ serhadde küffar-ı hâksâr ile girüdâr ve yâhüd memâlik-i (28a) mahrüsede bir nâmdâr harâmi ele getürüp ve bi’l-cümle bunlarun emşâli hidmette ve yoldaşlıkta bulunmayınca olur olmaz kimesnelerun hilâf-ı vâkic arzıyla ibtidâdan dirlik ve timâr virmeye. Ve ol müşir-i kâm-yâb ve eşref-i nüvvâba münâsib değildir ki hemân merci0ve m e^b ben olayın diyü cümle erbâb-ı şekvâyı dahi kendüler ışğâ ideler, belki şikâyetçinün ekserin vezir-i sâniye irsâl idüp kendüler carza mütecallik ahvâle ve sâyir emr-i mühimme ve huşül-i âmâle mukayyed olalar ve küffar-ı hâksârun kılâc u diyârmdan hüsn-i tedbir ile feth ve teshiri mümkin ve yesir yerler ola. Dahi ol mercic-i nâm ve vekil-i pâdişâh-ı İslâm’a lâyık değildir ki dâm-ı tamac-ı hâma düşüp aşhâb-ı nârurî bi-şumâr akça ve dinârlarm almağla hevâdârları olup her bâr sultânü’l (28b) ğuzât ve’l-mücâhidin -E y y e d a h u ’l lâ h u te câ lâ ilâ y e v m i ’d-d in - hazretleri fl-sebili’llâhi’l-cevâd ğazâ ü cihâda yâ bi’z-zât teveccü hü niyyet ve yâhüd bir serdâr göndermege cazimet buyursalar mücerred kefereyi şıyânet içün güne güne cilletler beyân idüp feth ve teshirine mânic ola. Ne’cüzu bi’llâhi tecâlâ; ammâ yevm-i micâda münkir olanlardan bu mertebeler istibcâd olunacak değildir. Nitekim ğarik-ı rahmet-i Rahmân, merhüm sultân Süleymân Hân Hazretleri kalca-i Körfös üzerine varup casker-i nuşret-me°nüs külli zahmet ve hayli meşakkat çeküp kalcayı alacak hinde Venediklüyân-ı bidin varülleri fîlori ile mâl-â-mâl idüp, bir kalita ile hufyeten Ayâs Paşa’ya irsâl itmeğle hemân ol zâlim ve ğâfıl bu kadar zamân hazret-i pâdişâh-ı câdilden gördüği (29a) ihsânı unudup ol keferenün hevâlarma tebaciyyet idüp, “ Bu kalcanun fethinde külli cusret vardır.” diyü merhüm-ı müşârün ileyh hazretlerini melül ve mahzün cavdet ittirmiştir. Kezâlik Ali Paşa dahi Cenâb-ı kibriyâ’dan hâşâ utanmayup Malta huşüşunda mücerred kendü sözin ilerü getürmek içün ol hezimet ve inkisâra sebeb olmıştur. Ve bunlarun emşâli değil, dahi cazim hıyânetler olmıştur ki tahririnden ihtirâz ve tafsilinden ictinâb olunmasa İ s k e n d e r - n â m e ’den büyük bir kitâb olurdı. Ve bi’l-cümle şadr-ı aczamda olanlar Cenâb-ı Hudâ-yı Kâhir’den havf itmeyicek her ne isteseler itmeğe kâdirler olduklarında tereddüd ve iştibâh yoktur. Hemân ol Kerim ü ilâh devletlü pâdişâh-ı câlem-penâh hazretlerine dâyimâ tayakkuz ve intibâh müyesser idüp her nesnenün şihhati ile (29b) ğavrma irişmege sacy u himmetlerin ziyâde eyleye Bihamdi’llâhi tecâlâ bu cakl ve fîrâset ve şalâh u diyânet ki sacâdetlü pâdişâh-ı câlem-penâh hazretlerinde vardır, elbette bunun netâyici gün gibi zâhir ve bâhir olsa gerektir. İnşâcallâhu’l-meliki’l-callâm eyyâm-ı sacâdet-encâmlarmda niçe âşâr-ı hamide ve etvâr-ı pesendide zuhür eyleye ki ilâ yevmi’l-kıyâm elsine-i enâmda mezkûr ola.
Vezir-i aczam kethudâsmun zicâmeti otuz beş bin, nihayet-ı mertebe kırk bin akça; vezir-i şâni kethudâsmun otuz bin, sâyirlerinürî yirmi beşer bin akça ola. Gayri âdemlerinim timârları olmayup kendü hâsları mahsûlünden culüfe vireler ve sefer-i hümâyûn vâkic oldukta kethudâları kânün üzere cebelülerin irsâl ideler ki zecâmetleri mahşüli bir mikdâr helâl ola (30a) Vezir-i şâliş’ten veyâ Râbicden din ü devlete nâficbir kelâm-ı câmicşâdır ve vâkic olsa cümlesi ol emrde anun sözine tâbic olup, ğarazan mânicve dâfıc olmayup her biri ğayret-i îslâmiyye muktezâsmca ol emr-i celilü’l-kadrün zuhürunda bezl-i makdür eyleyeler. Sâyir vüzerâ-i Aşaf-re’ye dahi lâyık ve sezâ oldur ki her biri halvet ve tenhâlarında bu macnâyı hâtır-ı câtırlarma getüreler ki vezir bir iki olmayup altı yedi olduğı mücerred şevket-i saltanat içün değildir, belki meşveret-i umür-ı hilâfet içün vazc olunmıştur. Bu takdirce her birine lâzım olan oldur ki ahvâl-i saltanata ihtilâl virür, meşkûk ve mübhem bir emr-i mucazzamı vezir-i aczam carz eyledükte havflarmden yalan şâhid olmayup fıkr-i fasidin ve hayâl-i kâsidin (30b) Hazret-i pâdişâh-ı cihâna yâ sırren veyâ calâniyyeten cayân ve beyân eyleyeler. Ve bi’l-cümle vüzerâ-i cizâmda diyânet ve îslâm şu mertebe gerektir ki “e l-C e v â d ı k a d y o cş i r ” fehvâsmca ittifak şeh-i şahib-serirden halelpezir bir re’y ve tedbir şâdır olsa sadaka’l-emir, dimeyüp, mahzürı ne ise hüsn-i tacbir ile tefhim ve takrir eyleyüp hazret-i şehriyârı ol hatarlu kârdan rucüc ve ferâğat ve âhar nâfıc umüra şüruc ve mübâşeret ittüreler. F a ş l - ı Şâl i ş: A h v â l-i m irâ n -ı fih â m
ve ü m e râ -i k ir â m
ve ca s â k ir-i îs lâ m - i n u şre t-
en câ m b e y â m n d a d ır.
Tâyife-i zucamâ ve sipâh ve gürüh-ı eşhâb-ı cizz ü câha serdâr ve pişvâ olan emirü’l-ümerâya elyak ve ahrâ oldur ki memâlik-i mahrüseden bir vilâyete beğlerbeği naşb (31a) olunup vardukta evvelâ beğlerbeğiliğine mütecallik olan kuzât u ümerâmın fı’l-ğudüvvi ve’l-âşâl cemic ahvâllerin yoklayup, diyânet ve cadâlet üzere olanlara istimalet virüb recâyâ ve fukarâya zulm ve tacaddisi olanları himâyet itmeyüp hak üzre südde-i sacâdete carz eylemeği üzerine vâcib ve farz bilüp mezâlimün defi ve zâlimün refi bâbmda envâc-ı sacy u ihtimâm eyleyüp recâyâ ve berâyânun âsüde-hâl ve fariğu’l-bâl olmalarına kasd eyleye ve kuttâc-i tarik ve anlara refik olanları ele getürüp ehl-i fesâda ruhsat ve eşkıyâya merhamet itmeyüp kâdı marifetiyle siyâset ittürüp bir vech-ile haklarından geldüre ki sâyirlerine mücib-i cibret ve nasihat vâkic olup memleket ve vilâyet emn ü emân ve recâyâ ve berâyâ refahiyyet ve itminân üzere ola. Bacdehu mutaşarrıfan-ı (31b) emvâl ve mübâşirân-ı acmâl olan ümenâ ve cummâl ahvâlin yoklayup, eger recâyânuiî cebren mâlın almışlar ise bi-tereddüd girü şâhiblerine teslim ve işâl ittürüp eyyâm-ı cadâlet-i pâdişâhi ve hengâm-ı hilâfet-i şehinşâhıde hilâf-ı şercü kânün ve muğâyir-i emr-i hümâyûn kimesneye iş ittürmeye. Bacdehu zucamâ ve erbâb-ı timârun ahvâl ve etvârm hufyeten yoklayup, her biri timâra ne vech ile duhûl ve ne bahâne ile zecâmete
vuşül bulmışlardır, tamâm vuküf ve şucür tahsil ittükten şoiîra ecnebi olup şâhid-i zür ile timâr alduğı şubüt ve zuhür bulan ehl-i tezviri bilâ te3hirin maczül ve taczir idüp, belki tahkir ve teşhir eyleye ki sâyirlere nümüne ve cibret olup min-bacd hile ile timâr almağa kimse cür’et itmeye. Amma şahih ecnebi olduğı takdirce dahi (32a) on yıldan ziyâde timâra mutasarrıf ola, nevcan emekdâr olmış olur. Ânun gibi ecnebi mürür-ı zamân hasebi ile rencide olunmayup bu kâcide on yıldan berüde olanlar hakkında icrâ olunmak münâsibdir. Ve bir mahlûl timâr vâkic oldukta yâ irişüp sefere iktidârı olan şahih sipâhi-zâdeye ve yâhud tuvânâ ve yarar eli emirlülerden bir bi-kes ü üftâdeye tevcih olunup nokşân ve terakkisi içün tâlib olanlara virilmeye; meğer ki sipâhi-zâde ile eli emirlü kalmaya, ol zamânda mahlûl olan hisseler yarar ve vâcibü’r-ricâye olanlarun nokşân ve terakkileri içün câ3izdir ve kılıç timâr cale’l-ıtlâk kimesnenün nokşânı veyâ terakkisi içün zecâmet ve timârma ilhâk olunmak aşlâ câyiz değildir. Umür-ı saltanata ihtilâl virenlerün biri dahi budur. (32b) Her ne kadar ki bu bâbda pâdişâh-ı îslâm hazretlerine ilhâh ve ibrâm itseler münâsıb olan kaîcâ rizâ gösterilmemektir. Yeniçeri huşüşunda bir makbül kânün vazc olunmış. H udâ’y-ı bi-çün vâzıcma rahmet ve makâmın cennet eyleye. “Nedir?” diyü buyurulursa bir Cacemi oğlanı bir kaç yıl culüfesiz hidmet idüp, bacdehu bir akçaculüfe tacyin olunup bir niçe eyyâm dahi culüfe ile istihdâm okunurken yâ iki veyâ üç akça ile kapuya çıkar. Andan şonra yedi sekiz yıl dahi aşağı yukarı niçesinün hidmetkârı olmağla buçuğar terakki alur, tâ culüfesi sekiz akça olunca temâm sekiz olduğı gibi aşlâ buçuk virmezler, anda nihâyet bulur. Ol dahi: “Kânünumuz budur” diyü ayrık terakki ümidinde olmayup, yâ ğayrı mertebeye ve yâhüd timâra çıkmağa tâlib olur. (33a) El-hak bir kâcide-i pür-fayidedir. Şad hezâr âferin bu kânün ve âyini vaz3 iden âkıl-ı hurde-bine. Bu vazc-ı makbül her yerde me3mül iken, bilmem ne hâlet olmuş ki serrâclarda ve cebecilerde bu kâcide ricâyet olunmamış. Cebeciler, yeniçerilerden eşref bir tâyife değil iken iki akça culüfelü bir cebeci her culüfede buçuğar terakki almağla bir kaç yıla değin culüfesi yirmi otuz akça olur ve kezâlik bir zelil ve aç, bir pula muhtâc iken ekâbirden biri çerâğ ve sirâc idinmek içün buçuğla şâgird-i serrâc ider. Bir kaç yıla değin bir ağır culüfelü müstakil serrâc olur. Ve bi’l-cümle cebecinün ve serrâclarun culüfelerine yeniçeri gibi bir hadd olmamağla kırk elli akça culüfelü serrâc ve yigirmi otuz akça culüfelü cebecinün nihâyeti yoktur. Münâsib olan bunlarun dahi culüfelerine bir hadd tacyîn (33b) olunup andan ziyâde buçuk virilmeye. Huşüş-ı mezbür bu mahalde îrâd olunmaktan makşüd ve murâd oldur ki kezâlik zicamete dahi bir hadd-i mucayyen ve bir zâbita-i mukannen olmamağla niçe le°imler iki üç bin akça timârdan birkaç yıla değin kırk elli bin akça zacimler olmışlardır. Yeniçeri culüfesi sekizde karâr eyledügi gibi zicâmet dahi yigirmi ve yigirmi beş bin akça olup nihâyet-i mertebesi otuz bin ola, andan yukaru zicâmet olmaya. Ve alay beğlerinün zucamâdan farkı olmak içün zecâmetleri otuz beş bin ola ve dergâh-ı câli müteferrikalarmun zecâmetleri kırk veyâ kırk beş bin akça olup ğâyetle vâcibu’r-ricâye olanlarımın ellişer bin olup andan
yukaru olmaya. Ve müteferrikalık bir şerif manşıbdır, olur olmaz kimesnelere virilmek münâsib değildir (34a). Uğur-ı hümâyûnda defacât ile hidmeti sebkat idüp envâc-ı dilâverligi ve yararlığı zâhir olmış kadimi emekdârlara ve ihtiyârlara virilmek gerektir ve dergâh-ı câli çavuşlarımın on nefere varınca vâcibu’r-ricâye olan ihtiyârlarmuiî zecâmetleri kırkar ve otuz beşer bin akça olup mâcadâsmun yigirmi ve yigirmi beş ve otuz bin ola. Bu hadd-i mucayyenden tecâvüz itmeye. Ve çavuşlar dahi üç yüz nefer olup ziyâde ve nokşân olmayup bir kimesneye çavuşlık virilmek lâzım gelse mahlül düşmeyince virmeyeler. Hidmet ve mülâzemet üzere olan çavuş oğulları dahi kırk elli nefer vardır. Bu takdirce cümlesi üç yüz elli nefer olur, tamâm mertebe kifayet ider, ândan ziyâde olmak beytü’l-mâle ğadrdir. Ve baczı ihtiyâr çavuşlar vardır ki ne istihdâma (34b) kâbildir ve ne kânün ve kâcide bilürler; ol maküleler mütekâcid olmak nâfıcdir. Ve çavuşlar: “Bizüm kânunumuz elimüzde olan dirlikle mütekâcid olmaktır.” diyü bi-vech nizâc iderler. Şimdiki hâlde elli altmış bin akça zecâmetlü ihtiyâr çavuşlar vardır ki aşlâ bir menfacate yaramaz. Anun gibiler oturak olduğı zamânda elli altmış bin akça zecâmetle oturak olmak inşaf değildir. Münâsib olan oldur ki ağır zecâmetlü ihtiyâr çavuşlar yigirmişer bin akça zecametle mütekâcid olup çavuşlukları oğullarına virilmekle ricâyet olunmak gerektir. cllm-i şerif-i câlem-ârâlarma hafi buyurulmaya ki şimdiki hâlde vüzerâ ve ümerâdan ve sâyir ekâbir ve aşâğırdan havf kalkup, her birinün gözüni ve gönlüni tamac-ı hâm kaplayup, helâl ve harâm dimeyüp, mâl-ı Kârün cemcitmek (35a) sevdâsmda olmağla ekser umür muhtel olup, hattâ zucamâ ve erbâb-ı timârun dahi ahvâli mazbut olmayup, ecnebileri mâl kuvveti ile timâra duhûl idüp, sipâhi-zâdelerün ve eli emirlülerün ekseri fakir olmağla mahrümu, nâ murâd gezerler. Meselâ, bir kimesne hem yarar ve hem şahih sipâhi-zâde olsa, ammâ fakir olup beğlerbeğiye murâd üzere rişvet virmeğe kudreti olmasa, cömri mülâzemetle geçer gider, timâr olmak ihtimâli yoktur; amma bir mâl-dâr ecnebi timâra duhûl itmek dilese beğlerbeği ve defter kethüdâsı ve defterdâr hâllü hâline göre zehr-i kâtilin alurlar, dahi bir fakir sipâhi-zâdenün berâtıyla düzerler koşarlar, bir şürete koyup ve yâhüd eli emirlünün biri fevt olsa ismine muvâfık bir ecnebi bulurlar, dahi ol emr ile timâra duhûl ittürüp, anunla (35b) dahi komayup her yıl birer bahâne ile terakkiler alıvirüp zacim dahi iderler. Beğlerbeğilere: “Niçün böyle idersiz.” dişeler “Ya niçe idelüm? Altı ayda bir vezir-i aczama bu kadar bin filori göndermek lâzımdır. Hâslarımız mahşüli iseharcımuza ancak vefa ider. Böyle rişvet almayınca ya bu kadar filoriyi biz kandan tahsil idüp gönderelüm,” diyü cevâb virüp ve bu sözi havf itmeyüp calâniyyeten söyler olmışlardır. El-hak beğlerbeğiler olduklarıyçün neylesünler, görüyorlar ki manşıb istihkâkla almmayup filori ziyâde viren alur, ana binâcen göz karardup helâl-hârâm dimeyüp mâl cemc idüp, muttasıl bu cânibe göndermek üzerelerdir. Şöyle ki tahminden eksik filori gönderseler maczül olmağla değil, başlarına dahi niçe belâ geleceğin mukarrer bilürler. Ve cemic (36a) menâşıb tasarruf idenlerün ahvâlleri böyledir; her biri eline giren mâlı üç bölük idüp bir
bölüğin kendülere alıkoyup iki bölüğin vezir-i aczama gönderürler. Bu takdirce hic zulm d e f olmak ihtimâli var mıdır? Meğer ki bir beğlerbeğilik mahlül oldukta vezir-i aczam makşüd idindüği kimesneye virülmeyüp sacâdetlü pâdişâh-ı câlem-penâh hazretleri diyânet ve cadâlet ve istikâmet ve şecâcatine ictimâd-ı şerifleri olduğı bir kullarına cinâyet itmeği hâtır-ı şeriflerinde mukarrer kılup ve ol kullarına vireceklerin bir ferde ifşâ buyurmayup, bacdehu ol kullarını çığırdup bu vech ile hitâb buyuralar ki: “ Sana filan beğlerbeğiliği cinâyet eyledüm. İmdi şakın sen bu ihsânı bir ferdden bilmeyesin ve seni bana kimse terbiye itmemiştir. Öyle fehm eyleme ki (36b) bu beğlerbeğiliği sana kimsenün iltimâsiyle ve terbiyesiyle virmiş olam. Hemân senün diyânet ve cadâletine ictimâd-ı hümâyünum olmağın recâyâ ve berâyâ zulmden âsüde olsun diyü cinâyet eyledüm. İmdi Hak subhânehu ve tecâlâdan gayrı kimseden korkmayasın. Emrinde müstakil olasın. Senün hakkında kimsemin sözin dinlemem. Hâslarun mahşüliyle kanâcat idüp kimsenüiı eline bakma. Zecâmet ve timârları kemâl-i mertebe mustahakk olanlara tevcih eyle. Rişvetin alup ecnebileri timâra duhûl ittirme. Şimdiye değin duhûl itmiş dahi var ise timârın alup müstahak olanlara tevcih eyle. Ve bir kimesne gereği gibi hidmette ve yoldaşlıkta bulunmayınca dirliğe veyâ terakkiye carz eyleme ve bu cânibe rişvet göndermek içün helâl ve harâm dimeyüp bulduğun kimesnenün (37a) mâlın almaktan ziyâde hazer idesin. Yarar câsüslarum vardır, hufyeten senün ahvâlüni yokladup ve imtihânlar itsem gerektir. Gaflet itmeyüp basiret üzere olasın. Göreyim seni, er gibi olup, vilâyetün ahvâlin acyânmdan ve ehl-i vuküfundan şorup bir emr-i mucazzam vâkic oldıkta umür-dide kimesnelerün vech ve münâsib gördügi üzere tedârük idüp carz ve nâmüs-ı saltanatun hıfz u hırâsetinde ve ahkâm-ı şerciyyenün icrâsmda mücidd olup, zâlim olanlar her kim olursa olsun fülâna tâbicdir diyü havf itmeyüp ahvâlini der-gâh-ı sacadetdest-gâhuma carz eyleyüp ve bi’l-cümle ehl-i fesâd oğlun dahi olursa merhamet itmeyüp muktezây-ı şerc-i kavim üzere hakkından gelüb gereği gibi cadâlet eyleyesin.” diyü tenbih ve nasihat buyurulıcak inşâ3-Allâhu tecâlâ (37b) ol kulları varup ol memleketi bir mikdâr işlâh itmek umulur ve illâ bundan gayrı ışlâR-ı memleket mümkin değildir. İnşâ3allâhu tecâlâ bu huşüşuiî din ü devlete küllî n efi olmak fehm olunur. Hayrlusı ne ise Hak sübhanehu ve tecâlâ kalb-i hümâyünlarma ilkâ eyleye. Beğlerbeğilik bu vech ile tevcih olunmakta külli menfacat vardır. Saltanatun lezzeti dâd u dihiş iledir. Beş on yıldan berü dâd u dihiş pâdişâhlardan gidüp vezir-i aczam olanlar tasarrufuna düşmiştir. Zirâ şimdiki hâlde cemic manâşıb vezir-i aczam terbiye ve carz eyledüği kimesnelere virülür. Bu takdirce cemic manşıb alanlarun ictikâdı bunun üzerinedir ki cemîc tasarruf ve Gazl ve naşb vezir-i aczam elinde ola. Bu takdirce manşıb alanlara dahi lâzım gelür ki vezir-i aczamuiî rizâsından taşra (38 a) olmayup hayrdan ve şerden her ne ise emrine tabic olalar. cIyâzen-bi’l lâh eyü nesne değildir. Bir hâlet olmak gerektir ki manâşıb tasarruf idenler cemic taşarrufatı sacâdetlü pâdişâh-ı câlem-penâh hazretlerinden bilüp nihâyet mertebe vezîr-i aczamun sözünün nüfüzı bir nesneyi hak üzere carz eyledüği zamânda olur diyü bu
ictikâd üzere olalar. Ol zamanda bir manşıb mahlül oldukta vezir-i aczam makşüd idindükleri kimesnelerden birine alıvirmege sacy idüp ol kimesneye dir imiş ki: “înşâDallâhu tecâlâ yarın carz ideyin; amma tahkik sana virilecegin ta cahhüd idemem. Şâyed carz eyledüğümde pâdişâh hazretleri bir âhar kullarına cinâyet buyuralar, hele var ducâyâ meşğül ol.” diyü cevâb virirmiş, Hattâ ol kimesneye baczı ahibbâsı: “Mübârek olsun.” (38b) didüklerince ol kimesne dahi dirmiş ki: “Neden bildünüz ol manşıb bana virileceğin? Şâyed carz olundukta pâdişâh hazretleri âhare vireler,, diyü cemic taşarrufâtı pâdişâh hazretlerine hami iderlermiş. Şimdiki hâlde bir mansıbı ki vezir-i aczam dahi carz itmedin bir kimesneye virdüm dise, ol kimesne hemân ol mansıbı kendüye mukarrer bilüp aşlâ tehallüf ihtimâlin virmez ve cemic dostlan gelüp: “Mübârek olsun.” dir olmışlardır. Bu sözlerde çok nükte vardır, inşâ’allâhu tecâlâ can-karib maclüm-ı şerifleri olur. E l C ü z 3ü ’l - H â m i s : F aşl-ı R â b f : A h v â l-i cu le m â 3-i cizâ m ve m e şâ y ih ve sâ d â t-ı k ir â m -D â m e t f e z a i l e h u m ve tâ y e t şe m â y ile h u m b ey â n ın d a d ır.
Zümre-i culemâ ve fırka-i-fuzalâ ki fı’l-hakika vereşe-i enbiyâ-ı (39a) cizâm ve hazîne-i esrâr-ı hazret-i seyyidü’l-enâmdır, huşüşâ kelâm-ı mucciz-nizâm-ı Hazret-i Nebiyy-i Medeni “M e n e k r e m e câ lim e n f e k a d e k r e m e n i” anlanın şân-ı fazîlet-nişânlarmda vâkic olduğmdan gayrı fi nefsi’l-emr kendüler dahi nâyibmenâb-ı nübüvvet-penâh ve kâim-makâm-ı Resul-ı İlâh olduklarında tereddüd ve iştibâh yoktur. Bâ-vucüd deryâ-yı cehâletten sâhil-i hidâyete vâşıl olmak anlarun sefîne-i macârif-gencineleri ile hâşıl olur ve bi’l-cümle bu eşref-i tavâyif, selâtîn ve halâyıkun envâc-ı ricâyet ve eşnâf-ı himâyetlerine mazhar olıgelüp bu şerif tâyifeye ecdâd-ı sâlifelerinden merhüm ve mağfürun leh Sultân Mehemmed Hân Gâzi Hazretleri külli iltifat ve hâtır-nuvâzi buyurmağla zamân-ı şerîf ve evân-ı latiflerinde ne mertebe câlim ve fazıl ve cârif (39b) ve kâmiller zuhür eyledüği elsine-ı eumhürda mezkûr ve meşhürdur. Bu maküle mucazzez ve mükerrem ve m erî ve muhterem bir gürüh-ı pür-şüküh iken şimdiki hâlde bunlarda dahi metâlib ve manâşıb istihkâk ve merâtib ile virilmeyüp, câlim ve nâdân heb yeksân olup, belki müncim ve mütemevvil olan câhiller ekâbir kapusm gezüp rişvet virmekle niçe fazıl ve kâmillere tekaddüm itmeğin leyi ü nehâr cilme meşğül olanlar dahi: “ Şuğl ile maksüd ve me°mül hâşıl olmaz imiş.” diyü hazin ve melül olup ekseri şuğlden feragat ve ekâbir kapusma mulâzemete mübaşeret itmişlerdir. Fi’lhakîka neylesünler, bi’zzarüre böyle itmek lâzım gelür. Zemân-ı evâyilde olan ekâbir ve efazıl belki pâdişâh-ı câdil intizâm-ı ahvâl-i culemâ ve itmâm-ı âmâl-i fuzalâyile mukayyed olup, hattâ rivâyet olunur ki (40a), selâtin-i cizamun mümtâzı ve havâkin-i kirâmun ser-efrâzı olan merhüm ve mağfürun leh Sultân Mehemmed Hân-ı Gâzî Hazretleri culemâ ahvâliyle kemâl mertebe takayyüdlerinden bicz-zât
tetebbu0 ve tecessüs buyurup medreselerde tahşil-i kemâl ve güşiş ve iştigâl üzere olan talebeden murür-ı rüzgâr ile zuhür idüp, fazıl ve namdâr olacak kâmilü’l-cayâr cevherlere envâc-ı iltifat ve ictibâr buyurup, hergiz tâ°ife-i culemâyı, vüzera ve ümerâ kapularma muhtâc itmeyüp her birinün isticdâd-ı ilmisine göre ricâyet ve câhil olanlarına dahi istimâlet virmekle ol caşrda niçe feridü’d-dehr zuhür bulurmış. M acrüf ve meşhürdur ki anlarun muhabbetine niçe bin ferâsihden culemâ ve meşâyih gelüp mahrüse-ı İstanbul’da temekkün iderlermiş; hattâ fuzalâ-i (40 b) dehrden, Mevlânâ Kirimi dahi ol caşrda gelüp pâdişâh-i heft-iklim hazretlerinin her vech-ile taczim ve tekrimlerine mukârin olup külli iltifat ve iGtibâr bulmuştı. Bir gün şehr-yâr-i melek-hişâl vilâyet-ı Kırım ’un ahvâlin Mevlânâ-yı müşârün ileyhten su’âl idüp: “ Kütüb-i tevârihte mastür ve efvâh-ı câlemiyânda mezkûr ve meşhürdur ki sevâlif-i eyyâm ve sevâbık-ı acvâmda vilâyet-i mezbüre hayli macmüre olup macdin-i meşâyih ve zuhhâd Ve mâ-şadak-ı lem yuhlak mişluhâ f i ’l-bilâd olan nefs-i Kırım ’da fetvâ virmeğe kâdir müsellem ve makbül altı yüz culemâ-i cizâm ve te’lif ve tasnife meşğül üç yüzden ziyâde fuzalâ-i kirâm var imiş. Çok zamân geçmeyüp merzbüm, makâm-ı büm ve mesken-i şüm olup culemâsı münteşir ve recâyâsı müteneffır olmağa (41 a) âyâ sebeb ne oldı ola?” diyü hitâb buyurduklarında M olla Kirimi dahi: “ Sacâdetlü pâdişâh-ı rubc-ı meskün hazretlerinün cömr ü devleti, rüz-be-rüz efzün olsun; gerçek buyururlar, ben dahi ol nizâm u intizâmun âhir ve encâmma iriştüm ve bakıyye-i culemâsı ile görüştüm. Ol memleket harâb ve yebâb melcemi büm u ğurâb olmağa baciş bir merd-i sitemkâr vezir-i şehriyâr olmağla makâdir-i culemâyı ricâyet itmeyüp belki her birine bir ğüne ihânet itmeğin ol diyârun meşâyih ve culemâsı ol cefa-pişenün zulm ve tacaddisine tahammül idemeyüp, müteferrik olup her biri bir diyâra fırâr itmişlerdir. Her diyârun culemâsı meselâ cesed-i insânide olan kalb mesabesindedir. Pes kalbe bir maraz cârız ve târi olsa fî’l-hâl sâ°ir bedene dahi sâri olup libâs-ı (41 b) sıhhatten câri olmak muhakkaktır. Lâbüd culemâsmun perişân oldukları ol vilâyetün harab ve yebâb olmasına müfzi ve bu denlü fesâdı mahzâ ol vezir-i bed-kirdârun evzac-ı nâ-hemvârı muktazi oldı. F i’l-vâkic mâdâm ki culemâD-i cizâm mazbütu’l-ahvâl ve fuzalâc-i kirâm mağbütu’l emşâl olmayalar, hergiz ahvâl-i saltanat muntazım ve umür-ı hilâfet müctemic ve mülte3im olmaz.” diyü cevâb virmeğin, merhüm Sultân Mehemmed Hân cAleyhir rahmeti ve’l-ğufrân- hazretleri M olla Kırimi’nün kelâmından müteJesşir olub fî’l-hâl vezir-i dil-peziri olan Mahmüd Pâşâ-yı rüşen-zamiri getürdüp Mevlânâ-yı mezbürun kelâmın bir bir takrir buyurduktan şonra, Mahmüd Pâşâ’ya maclüm oldı ki bir vilâyetün harâb olması vezirden imiş diyü hitâb buyurduklarında, (42 a) Mahmüd Pâşâ dahi: “ Hayır devletlü pâdişâh! Belki vilâyetin macmür ve harâb olması şehriyâr-i kâm-yâb elindedir. Eğer vilâyet-i Kırım ’un pâdişâhı ancılaym zâlim ve bedhâhı vezir itmese mülki ol vech ile halel-pezir olmazdı,, didükte merhum Sultân Mehemmed Hân Hazretleri, Mahmüd Pâşâ’nun kelâmını tasdik ve hayli istihsân eyledi. Bu kelâm-ı hikmet-encâmun m e^li neye müncer olduğı zâhir ve bâhir olmağın
tafsil olunmayup, eşnaf-ı culemanun icmalen ahvali ve evsafına şuruc olundı. V a l l a h u ’l- m u v a ffık v e ’l-m u cin M ih r - i sip ih r-i f a z i l e t ü e r c ü m e n d i a h v â l-i h o ca e fe n d i b e y â n ın d a d ır:
Ol vâli-i vilâyet ü bilâd ve hâmi-i cibâd-ı Melik-i cevâd; matlac-ı âfıtâb-ı âmâl ü murâd ve menbacı makâşıd u emânî-i fuDâd olan pâdişâh-ı câli-nijâd hazretleri (42b) hoca ve ustâd olmağa bir câlim ve fazil ve nihrir-i kâmil münâsibdir ki, fazilet te N ucmân-ı zamân ve belâğatte Sahbân-ı VâDil ve fenn-i inşâcda murvârid-ı devrân ve Hvâce-i Cihân’a mucâdil olup sâyir culümda dahi her vech ile mümtâz ve fâyık ve serdâr-ı culemâ-i ebrâr ve muhtâr-ı fuzlalâc-i ahyâr olmağa sezâvâr ve lâyık ola. El-hak hoca efendi bu fehvâya mâ-şadak ve envâc-ı ricâyete ahrâ ve elyaktır. Ye ol muktedâ-yı ahâlî ve pişvây-i ecâli olan hoca efendi hazretlerinim zimmet-i himmetlerine lâzımdır ki şehriyâr-ı gerdünvakâr hazretlerine evkât-ı şerifelerinde musâcade oldukça mehmâ-emken tahşil-i macârif ve hıfz-ı letâyif ittirüp tecessüs-i âdâb-ı enbiyâ ve mürselin ve tefahhuş-ı menâkıb-ı mulük-ı selâtin itmeğe terğib eyleyüp, anun gibi kitâbet ve imlâlarında (43a) habt u hatâ var ise işlâhmdan ibâ itmeyüp belki semt-ı inşâya sâlik ve latif edâya mâlik ve muhâzarâtta hâzır ve nazm u neşre kâdir eyleye ve buhür-i şi’re vuküf ve şucür ve kâfiye ve redife ıttilâc tahsil ittürüp ebyât-ı latife hıfzından imtinâ eylemeye. Ammâ be-şart-ı ân ki Sultân-ı cihân ve pâdişâh-ı zamân dahi macrifete tâlib ve âbâ-i kirâmları gibi culemâ sohbetine râğıb ölalar. Nitekim ecdâd-ı cizâm ve eslâf-ı fihâmlarmdan merhümân ve mağfürun lehumâ Sultân Mehemmed Hân ve Sultân Bâyezid Hân -cA le y h u m e ’r-ra h m e t-i v e ’l-ğ u frâ n - Hazretleri dâyimâ fuzalâdan niçe nâm-dâr kimesnelere iltifat ve ictibâr buyurup, kendülere hvâce idünüp cömr-i nâzeninlerin muşâhabet-i cilmiyye ile geçürmeği câdet ve âyin idinmişler imiş (43b) ve evkât-ı şerifelerin culüm-ı nâfıca ve kemâlât-ı lâzime tahsiline şarf itmekle her vech-ile kütüb-i nefise mutâlacasma kâdir olmışlar ve ekser evkâtde bir niçe culemâ ve fuzalâyı cemcidüp, meclis-i şeriflerinde mubâhaşe-i cilmiyye ittürüp; “ Risâleler tahrir ve kitâblar teclif idünüz.” diyü teklif buyurmağla nâm-ı şeriflerine niçe latif kitablar teclif ve bi-bedel risâleler tasnif olunmış ki makbül-i ahâli olmağa bir ân mutâlaca olunmakdan hâli değildir. Ve ol zamânun culemâsı dahi pâdişâh-ı melek-şıfâtun bi’z-zât tarik-ı cilme rağbet buyurdukların görüp her biri cale’ttevâll fı’l-eyyâm ve’l-leyâlı sacy ü iştigâl ve tahsil-i kemâlden hâli olmayup ekâbir kapusmda mülâzemetle tazyic-i evkât ve tactil-i sâcat itmezler imiş. Ve ol melâz-ı fuzalâ (44a) ve macâd-ı şulehâ olan hvâce-i pâdişâh-ı kişver-güşâya lâzımdır ki culemâya mutacallik manâşıbda nezâret-i câmmesi olup nevc-i sâfllden cins-i câliye varınca her tabakada olan erbâb-ı manâşıb-ı cilmiyyenün ferden-ferdâ ahvâllerine cale’t-tafşil vuküf ve ıttilac tahsil itmeğe cazimet eyleyüp bir manşıb garazla bir nâ-ehle carz olunmak ihtimâli oldukta hiç kimesnenün hâtırm gözetmeyüp: “Ol mansıba fulân ducâcıları müstahaktır” diyü hazret-i pâdişâh-ı İslâm’a hufıyeten işcâr ve iclâm eyleye ve pâdişâh-ı câli
merâtib hazretlerine dahi lâyık ve münâsib olan oldur ki culemâya mutacallik umür-i mucazzamadan bir huşüş carz olundukta fi’l-hâl fermân-ı câli-şânları şâdır olmayub, bir kaç gün techir buyurup hvaceleri, (44b) ve sâyir cenâb-ı şeriflerine hulüş ve sadâkat üzere olan ducâcıları ile müşavere buyuralar. Böyle olıcak inşâ0 allâhu tecâlâ her kâr hayr-ile huşüle mevşül olmak me’müldür. Ve ol cârif-i esrâr-ı hakâyık ve vâkıf-ı ahkâm u dakâyik hazretlerine münâsib ve lâyık olan oldur ki vüzerâ ve ümerânun baczı ahvâline vâkıf ve muttali0 olsa aşlâ tevakkuf itmeyüp hâk-pây-i şeriflerine carz eyleye. Meselâ vezir-i aczamdan din ü devlete zararı olur baczı evzâc müşâhede eylese, “Veliyy-i nicmetimdir, beni hocalık mansıbına ol getürmiştir.” diyü hâtırm ricâyetle mukayyed olmayup, cemi taşarrüfı Allâhu Tecâlâ’dan bilüp, iki gözü dahi olursa şakmmayup, pâdişâh-ı Câlem-penâh hazretlerini hufyeten âgâh eyleye. Ş e y h u l- İ s lâ m , m ü ftV l-e n â m (4 5 a ) H a z r e tle r in im A h v â li B e y a n ın d a d ır:
Mesned-i fetvâ bir ehl-i takvâ câlim ve fakihe tacyin ve tevcih buyurulmak vech-i vecihdir ki kelâmı faşih ve edâsı şahih olup cemic culüm ve fününda mâhir ve her ne müşkilden su°âl olunsa fi’l-hâl hail itmeğe kâdir ola ve fazileti ancak bir fenne mahsüş olmayup envac-ı culümı câmic ve her kelâmı beyne’lculemâ naşş-ı kâtıc olup ol caşrun fuzalâsı üzere her vech-ile fayık ve aclem-i Culemâ dimeğe kemâ-huve hakkuhu lâyık ola. Mesâ3il-i şerciyye ve umür-ı diniyyede murâcacat olundukta eşhahh-ı akvâl ile cevâb vire. Meselâ erbâb-ı devlet ve erkân-ı sacâdetten biri baczı ağrâz-ı fasidesini ilerü getürmek içün murâdına muvâfık bir fetvâ taleb eylese mahzâ anun hâtırım (45b) ricâyet ecliyçün hakk-ı sarihi ve kavl-i sahihi terk idüp rivâyât-ı zacife ile fetva virmeğe ve kelâm-ı hakkı her kande olsa farzâ pâdişâh huzürunda dahi bulunsa Cenâb-ı H akk’a tevekkül idüp bi-bâk söyleye. Fi’l-hakika dünyevi ğaraz-ı fasidi olmayıcak din ü devlete nâfıcolan kelâmı söylemeğe ikdâm iden kimesneye her kanda olsa Hak subhânehu ve tecâlâ mucin ve nâşır oldüği gün gibi zâhir ve bâhirdir. Nitekim merhüm Sultân Selim Hân Gâzi - R a h m e tu l- lâ h i ca le y h i ra h m e te n v â s fa te n - zamânmda memâlik-i Oşmaniyye’ye Cale’l-ıtlâk ve bi’listihkâk müfti’l-enâm ve şeyhü’l-îslâm olan müfti cAli Çelebi Efendi ki zâhid-i müteşerriç ve âbid-i müteverric bir caziz olup resm ü câdeti böyle imiş ki kendü (46a) bir çartakta oturup aşağıya bir zenbil sarkıdurmış; müstefti olan kimesne süret-i fetvâyı ol zenbilün içine koyup ipini tahrik itdükte Mevlânâ-yı muşârün ileyh fi’l-hâl yukarı çeküp nişânlayup yine zenbille sarkıdırmış. Bu vazcdan maksüdı mahzâ fukarâ muntazır olmasun dimek imiş, Fi’l-vâkic anun zamânmda etrâf ve eknâftan fetvâ içün gelen fukarânun hemân ol gün maslahatı hâşıl olup, irtesi çıkup gidüp müfti kapusında intizâr çekmezler imiş ve ekâbirden hergiz bir kimesne andan murâdma muvâfık şerc-i şerife muğâyir fetvâ iltimâs itmeğe mecâl bulımaz imiş. Beyne’l-enâm her kelâmı muşaddak ve icrâ3-i hak itmekte seyf-i kâtıcdinilse ahak imiş. Rivâyet olunur ki bir zamanda Sultân Selim Hân (46b) -cA l e y h i ’r-r a h m e ti v e r -r id v â n - hazretleri hızâne^-i
câmire huddâmmdan yüz elli nefer ğulâmun katline emr ider. Hazret-i Mevlânâ huşüş-ı kaziyyeDiişidüp hemân Divân-ı cadâlet-unvân’a varur. Vüzerâya haber olup cemican istikbâl iderler ve getürüp şadr-ı meclise geçürüp: “ Sultânum ne makûle mucazzam hâdise vâkic oldı ki bi’z-zât divâna gelmenüz îcâb eyledi,, didüklerinde; “Pâdişâh hazretlerine mülâkât içün geldüm.” dimeğin pâdişâh hazretlerine carz eyledüklerinde; “ Gelsün.” diyü işâret olmağın Mevlânâ içerü girüp selâm virdikten şonra: “Devletlü pâdişâh! Mesned-i fetvâda olan ducâcılarırîuzun zimmetine vâcibdir ki devletlü pâdişâh hazretlerini vebâl ve günâh olacak nesnelerden saklaya. İttifak (47a) beşeriyyet muktezâsmca şerc-i şerife muğâyir ve hilâf-ı zâhir bir vazc şâdır olsa cenâb-ı şeriflerine varup mahuve’l-hak ne ise iclâm eyleye. Hâlâ şöyle istimâc eyledüm ki bir cüz’i günâh içün bir niçe kullarmuzun katline fermân-ı hümâyûnunuz şâdır olmış. Bihasbi’ş-şerGanlara kati yoktur. Be-her hâl bu emr-i ğayr-ı meşrücdan ferâğat ve rucucitmek vâcibdir ve illâ cinda’llâhu tecâlâ mescül olursız.” didükte, Sultân Selim Hân merhüm maclümdur ki bir ğazüb pâdişâh imiş, Mevlânâ’nun kelimatmdan ğâyet hiddete gelüp: “Umür-ı saltanata karışmak senün vazifen değildir,, diyü buyurduklarında, Mevlânâ dahi: “Ben umür-ı saltanata tacarruz itmezin; belki ancak câhiretinüz huşüşma mukayyed olurm; ol benüm vazifemdir, söylemeyüp süküt itsem (47b) günâh-kâr olurın. Emr-i macrüf ve nehy-i munker bana lâzımdır. Şerc-i şerife ittibâcitmekte Hak Tecâlâ’nurî kâffei cubbâdı hem-serdir; emir ü vezir, ğani ve fakir, sağir ü kebir cibadu’llâh olmakta ber-â-berdir. İçlerinden birine irâdet-i Subhâni ve meşiyyet-i Rabbâni mutacallik olup saltanat-ı dünyâ ve hilâfet-i cuzmâ tefviz olunmaktan makşüd tenfız-i ahkâm-ı din ve icrâ3-i şerc-i mübin itmektir ve sebeb-i fesâd ve bâcis tahrib-i bilâd olan erbâb-ı bağy u Cinâdun haklarından gelmektir. Yohsa kendü muktezâsı üzere mücerred hazz-ı nefs içün Müslümanları zulmen kati itmek değildir. Hak tecâlâ her günâhun mukâbelesinde ya taczir ve yâhüd bir hadd-ı mu’ayyen takdir itmiştir. “ V e m e n y e t e ca d d e h u d ü d a H lâ h i f e k a d z a le m e n e fse h u ,, B u mikdâr cürm içün Hak subhânehu ve tecâlâ (48a) kati emr itmedi. Yevm-i âhirette pâdişâhumdan suDâl olunur.” didükte, Hazret-i pâdişâh-ı cadâlet-pişe niçe zamân fîkr ü endişe idüp, Mevlânâ’nun cemickelimât-ı şerifesi hak olduğun muhakkak bilüp cümlesinün günâhını afv buyurur. Mevlânâ-yı muşarun ileyh gittükten şonra pâdişâh-i merhüm bir kâğıd yazup: “KâzıCaskerliği dahi sana ihsân eyledüm; zirâ bildüm ki sen bir hak söyleyici kimesnesin, mücerred beni günâha girmekten şakınup tarik-i H akk’a irşâd eyledüiî. Dâyimâ bu câdet-i haseneyi terk itmeyesin.” diyü buyurduklarında Hazret-i Mevlânâ dahi: “Devletlü pâdişâhun Hak subhânehu ve tecâlâ dünyâ ve âhiretün macmür eylesün. Emr-i şeriflerine imtişâl zimmetimüze vâcibdir ve lâkin Allâhu Tecâlâ Hazreti’yle ahdüm vardır ki benden “Hakemtü” lafzı şâdır olmaya; (48b) diyü cevâb gönderdükte merhüm Sultân Selim Hân Hazretleri Mevlânâ’nun manşıb ve câha teveccühi olmaduğm görüp, kemâl mertebe hazz idüp derün-i dilden mahabbet eyleyüp, culüfesine terakki idüp ve beş yüz dâne sikke-i hasene ihsân buyurmışlar. Fi’l-vâkic ol mesned-i celilü’l- ictibârda olan
şeyhü’l-îslâm hazretlerine lâyık olan oldur ki def-i mezâlimde ve sâyir umürda din ü devlete nâfıc olan hususları pâdişâh-ı câlem-penâha iclâm eyleye, Hazret-i şehr-yâr-ı kâm-kâr dahi anun gibi ducâcıları bi-ğaraz olup mahza fî sebili’llâh sacy ittüklerin bilüp her ne söylerler ise istimâc ve ittibâc eyleyüp tenfîzine sacy ve ihtimâm buyuralar. E l - C ü z 3ü ’ s - S â d i s (49a) ve etrâf ve eknâfta müftiler naşb olunmaktan murâd fukarâ-i ibâd ve zucafa-ı bilâd tacab ve zahmet ve belâ ve meşakkat çeküp, aksâ-yı memâlikten menâzil ve mesâlik katc idüp fetvâ talebi içün İstanbul’a gelmemektir. Şimdiki hâlde zaleme-i vulât ve cehele-i kudât ahkâm-ı şerciyyeyi icrâ itmedüklerinden mâcada fukarânun ibrâz ittüği fetvâ içün kenâr müftisinün: “Ancak biz dahi ol kadar bilürüz.” diyü ketm-ı hak idüp fetvâlarma bakmayup götürüp üzerlerine atmağ ile nizâc ve dacvâları munfasıl ve makşüd ve müddecâları hâsıl olmayup Câciz kalurlar. Bu takdirce lâzımdır ki: “Kenâr müftilerinüiî fetvâlarıyla camel idesiz.” diyü kâdılara ahyânâ mücekked ahkâm-ı şerife irsâl olunup, mütenebbih olmayanlara tevbih ve güş-mâl oluna. Ve müderrisinden (49b) fakâhet ile maqrüf ve diyânet ile mevşüf, kimi hârieden maczül ve kimi dâhile mutasarrıf olup fetvâ virmeğe iktidâri olan müsmn ve ihtiyâr ducâcıları kendü hallerine konulmayup; “Müslümanlar’a nâfic siz,, diyüp etrâf ve cevânibde fetvâ hidmetine sevk olunmak münâsibdir. D ib â c e -i k itâ b - ı S e r -b ü le n d a h v â l-i K â d ıa s k e r E fe n d i B e y â n ın d a d ır:
cUlemâ-i ebrâr ve fuzalâ-i ahyâr mâbeyninde cale’l-merâtib ve aksa’lmetâlib olanlarun biri dahi kâdı-caskerliktir. Kemâl mertebe bir manşıb-ı şerif ve nihâyet derecede bir pâye-i latif olmağla zamân-ı sâbikta değme kimseye lâyık görülmeyüp tahşil-i kemâlât ve fezâyil itmiş bir kerimü’l-hışâl ve cadimu’l-mişâl câlim ve fazıla tevcih olunurmış. Bu kâcide-i pür faDide dâyimâ ricâyet olunmak (50a) sebeb-i bekâ-i devlet olduğundan şekk ve ribet yoktur. Bu takdirce sâye-i kirdigâr olan hazret-i şehr-yâr-i kâm-kânm zimmet-i bülendhimmetlerine lâzımdır ki her bâr ol pâye-i celilü’l-ictibâr culemâ-i ebrârdan bir Câli-mikdâra tevcih olunmak lâzım gelse Cale’l-acele bir nâ-ehle virülmeyüp culemâ ve fuzalânun ahvâli sırran ve cehren tetebbu0ve istıkşâ olunup bir kaç gün taharri olunduktan şonra şalâh ve diyânet ve kemâl-i ehliyyeti zâhir ve mütebeyyin ve fazl u dânişte, tefavüt-i fahiş ile emşâlinden mümtâz ve mütecayyen, her vech ile istihkâk ve liyâkati olan bir fayıku’l-akrân ve lâyıku’lihsân ducâcılarma cinâyet buyuralar ki ol menbac-ı fazileti şadr-ı sacâdette görenler Beyt: E l- h a m d ü li’llâ h i ca lâ m eh lih i* h a d re ceza l - h a k k u ilâ eh lih i diyü Hudây-ı
(50b) Mennân’a hamd-i fırâvân ve sultân-ı sâhib-kırâna ducâ3-i bi-pâyân ideler. Her tabc-ı nüktedâna hafi ve nihân değildir ki tarik-ı cilme çalışup
dânişmend olmak makşüd idinen kimesne bir mikdâr zaman evkâtm nahv ü sarfa ve sâyir muhtaşarâta şarf ve mantık ve kelâm ve mecâni okuyup, bacdehu dânişmend oldukta İstanbul’da olan Hâşiye-i Tecrid medreselerinim her birinde üçer dörder ay yatup, şuğl eyleyüp, her müderristen beş altı ders okuyup bu uslüb üzere hareket idüp, dört beş yıla değin Şemâniyye Medreseleri’ne varup, anda dahi bir yıl mikdârı turup, andan pâdişâh medreselerine varup ve bi’l-cümle niçe efazil hidmetine yetişüp her birinden niçe istifade ve istifâza idüp, her veçhile meleke ve isticdad (51a) geldükten şonra yiğirmibeş otuz yaşında mülâzım olup, ya medreseye veya kâdılığa tâlib olur. Meselâ bir divârun temelinde zelel muhtemel ola, üstüvâr olmak ihtimâli yoktur. cIlm-i şerifim dahi esâsı şarf ve nahvdir. Nahv ve sarfta ve sâyir fünün-i âliyede câhil olan cUlüm-ı câliyede dahi racil olmak muhakkaktır. Bu mukaddimeden makşüd oldur ki şimdiki halde culemâ ahvâli dahi muhtel olup meselâ şarf ve nahv görmemiş ve muhtaşarât okumamış bir câhil ya mâl kuvvetiyle ve yâhüd bir tarikle üç dört yıla değin dânişmend olup, uğraduğı medreselerden ders okumayub her biri câhil idüğin bilüp, bir tarikle üzerinden şavup, ol câhil bu vech ile hareket idüp ve mülâzım dahi olup bacde ya rişvet ile ve yâhüd şefacatle bir kâdılık (51b) alup; çıkup gidüp, varup kâdılığında Müslümânlarun dacvâlarm yalan yanlış hükm idüp niçe mefsedet-i cazimeye sebeb olur. Dânişmend ve mülâzım ahvâli böyle olıcak sâyir ahvâlleri bundan dahi harâbdır. Geçenlerde: “Bir dânişmend ibtidâ0-i hareketinden beş yıla değin Şemâniyye’ye varsun.” diyü emr-i şerif olmışken aşla icrasına mukayyed olmazlar. Bu takdirce ser-hayl-i culemânun kâmil ve hüş-mendi olan kâdıcasker efendilere lâzımdır ki kudât ve müderrisinden bi’l-fı’l manşüb ve maczül olanları ve dahi manşıb tasarruf itmeyüp hâlâ kazâ ve medreseye tâlib olan mülâzimleri esâmileri ve şöhretleri ile defter idüp her birinün ibtidâc-i zuhürları ne vech-ile olmıştır ve kimlere uğrayup her birinüfî yanında ne mikdâr zamân şuğl itmiştir; (52a) kânün ve kâ3ide üzere hareket idüp kimden mülâzım olmıştır ve hâlâ cihet-ı cilmiyyesi ve keyfiyyet-i râsıhası ne tabakadadır, tamâm maclüm idinüp her birinün ahvâlin isminün altına mufaşşalan şerh virdükten şonra bir manşıb mahlül oldukta kimesnenün rişvetin almayup ve kimesnenün şefacatin kabül itmeyüp hemân ol deftere nazar idüp ol mansıba bir fâ3ik ve mümtâz cehl-i cilm tâlib olsa: “Sen mevtâden mülâzimsin,, ve yâhüd: “Zamânun azdır,, dimeyüp, ol mansıbı ol ehl-i cilme virüp emşâlinden münâkaşa idenlere: “Manşıb ehl-i cilmindir„ diyü cevâb vire. Ve leyh ü nehâr şuğl idüp bağçe seyrlerinde olmayup halk içinde şalâh ve ehliyyet ile meşhür olanlar bi’l-fi’l medreseye mutasarrıflar ise, her birinün ahvâlin pâye-i serir-i sacâdete (52b) carz eyleyüp terakkiler alıvire. Eğer maczüller ise: “Zamânınuz azdır.” dimeyüp iç il medreselerinden birer aclâ medrese tedârük idivirüp ve bi’l-cümle dâyimâ ahâli ve fuzalâya ricâyet ve icânet ve nâdân ve cühelâya her kime mensüb olursa olsun, hakâret ve ihânet üzere olalar ki anlara dahi ğayret ve hamiyyet gelüp dâyimâ şuğl idüp tazyic-i evkât itmeyeler. Ve niyâbet-i nübüvvet-penâh ve hilâfet-i risâlet-destgâh olan manşıb-ı kazâD-i cadâlet-iktizâ
bir vedica-i bedi ca-i Rabbâniyye ve bir emânet-i vâcibi’ş-şiyâneti Rahmâniyye olup, her şahsa tevcih ve taklidi câyiz değildir. Fi zamâninâ ekser kudât mürteşi ve cahil olup manşıb-ı kaza mahzâ, cehl ü irtişadan kinâyet olmıştır. Rişvetle ve şefâcat ile kadılık alan kimesnelerün hükmi nafiz olmaduğı kütüb-i (53a) fetâvâda muşarrahtır. Eyle olsa etrâf-ı memâlikte olan kuzâtun ekseri rişvet ve şefacatile kadılık almıştır. Bi-hasebi’ş-şerci’ş-şerif icra ittükleri ahkâm nafiz olmaduğı takdirce vâki olan tezvic ve nikâh huşüşları hayli müşkil olmaz mı? cAceba dergâh-ı H akk’da bu huşüşlar kimden su3âl olunur. Kâdı-Casker efendiler ise manşıbları havfmdan icrâ-i hak itmeğe kâdir olmazlar, nâçâr olup ekser menâşıbı ekâbir şefâcatiyle câhillere virürler. Meselâ bir kâdılık şalâh ve diyânet ile macrüf ve cadâlet ve istikâmetle mevşüf bir ehl-i cilme tevcih olunsa varup Müslümanlarun dacvâlarm hak üzere görüp, kimseye buğz ve ğaraz itmeyüp tamac-ı hâmı olmamağla lâzım olmayınca hüccet ve sicili (53b) itmez. Bu takdirce kâdılığı mahşülı cüzJi olup vech-ı macişetine ancak kifayet ider; ammâ ol kâdılıkta olan recâyâ mezkûrdan her vech ile râzı ve şâkir olup: “ Kâşki vilâyetimüze her zamân böyle bir kâdı gelse.” diyü Hak Tecâlâ’ya tazarru0iderler. Bacdehu ol kâdılık bir zâlim ve murteşi câhile virilse varduğı gibi beğlerbeği ve sancak beği subaşılarıyla ve sâyir ol yirürî zâlimleriyle müttefik ve mütehhid olup bir kimesneyi müncim ve mâldâr fehm eyleseler bir nesne isnâd idüp mâlımın ekserin alduklarmdan şonra varup Asitâne-i sacâdet’e bizden şikâyet eylemeye.” diyü üç talâka şart virüp, andan şonra habsten çıkarurlar. Bunlarun emşâli zulm ü tacaddinün nihâyeti olmaz. Ol mürteşi kâdı (54a) bu vech ile bir yıluiî içinde bi-nihâye mâl u menâl tahsil idüp niçe peşkeşler ve tuhfeler tedârük eyleyüp bu cânibde mucin ü senedi ve zahir ve mesnedi olan murteşilere göndermeğile oturduğı yerde terakkiler alıvirüp tecdid-i müddet dahi ittürürler. Lâkin fukarânun işi tamâm olur. Acaba Rüz-ı cezâda bunlarun hakkı kimden taleb olunur? Pâdişâh-i din-penâh Hazretlerinün zimmet-i câli-nehmetlerine vâcibdir ki nâmüs-i şerc-i şerifi ihyâ ve kânün-ı saltanat-ı münifi icrâ itmekte kemâl mertebe ikdâm ve ihtimam buyurup kâdı-casker efendilere: “ Zinhâr cemic menaşıbı her yech-ile ehl-i cilm olup cadâlet ye istikâmetle macrüf olan kimesnelere tevcih eylenüz. cA zl ve naşbmuzı benden bilüp kimseden havf itmeiîüz. Vüzerâ ve ümerâ şefacatiyle ve baczı ( 54b) mürteşiler iltimasıyla bir câhile manşıb virmeiîüz, ehl-i cilm olup şâlih ve mütedeyyin olanlara virünüz. Şöyle ki fermân-ı hümâyûnuma muğâyir nâ-mustahakka iltimâs-ıla manşıb viresiz, envâc-ı satvet-i kâhireye mazhar olursız,, diyü tenbih ve te3kid ve dâyimâ tecdid buyurulıcak inşâDallâhu tecâlâ, culemâ ve recâyâ ahvâli muntazam olup kâdı-casker efendiler dahi meJmür oldukları hidmette müstakili olıcak fermân-ı câli-şâna muğâyir iş itmeğe mecâlleri kalmaz. F i’l-vâkıc inşâf mıdır ki kâdı-casker olan kimesneler ehl-i cilm manşıblarmı tevcih itmekte vezire murâcacat idüp ânunla müşâvere ideler. 01 eclden cemic cömr-i nâzeninlerin macârif ve fezâyil tahsiline şarf itmiş niçe kâmiller ekâbirden mesnedi olmaduğı (55a) eclden menâşıb-ı, cilmiyyeden mahrüm, belki cihet-i macişette dahi kemâl mertebe Câciz ve mütehayyir
kalmışlardır ve niçe ecnebi ve câhil vezir-i aczama ve sâyir ekâbire intisâb İle tarik-ı cilme dâhil olup zamân-ı kalilde merâtib-i câliyeye vâşıl ve bi-nihâye mâl ve menâle nâ3il olmışlardır. Herkes cilmi içün ricâyet olunmayup bi3z-zât rağbet olmaduğı eclden, etvâr-ı selef r e f ü telef olup tahsil-i cilme sacy ve güşiş ider kimesne az kalmıştır. cAli medreselerde olan müderris efendilerden ekşerinün. cilmi ü faziletten behresi ve kemâl ve macrifet ile şöhresi yoğ-iken kimi intisâbla ve kimi mâl virmegle ve kimi molla-zâde olmağla müderris olup ifade ve istifade ber-taraf olmıştır. Mesela ebü’l-hayrât olan merhüm (55b) Sultân Mehemmed Hân Gâzi Hazretleri binâ ittükleri Şemâniyye Medreselerinde ne mertebe ihtimâmlar buyurmışlar ve fermân-ı şeriflerinde ol medreselerim her birin mevâli-i caşrun mevleviyyet ile meşhürlarmdan ahali-i dehrün fazilet ve ehliyyet ile mezkûrlarından olup engüşt-nümâ-yı devrân ve müşârün ileyhi bi’lbenân olmış zat-ı şeriflere tevcih buyururlarmış. Bi’l-ficl Şemâniyye Medreselerine mutasarrıf olan sekiz müderristen ehl-i cilm nâmına iki üç kimesne yoktur. Bâkisi cehl ile meşhür olup kimi henüz fezâDile dest-res bulmamış tâze nev-heveslerdir ve kimi dahi şuğl zamanın geçürmiş ve şayd-ı cilmi dâm-ı tahsilden kaçurmış bir kâlıb-ı efsürde ve bir pir-i sâl-hürdedir. tnşâf mıdır ki, anun gibi ğâzi pâdişâhun envâc-ı (56a) ihtimâm ve ikdamlar itdügi medreselerde bir niçe kalilü’l bidâca ve cadimü’l-istitâca kimesneler müderris ola? Elhamdü’h’llâhi’l-mehki’l-mennân sultân-ı şâhib-kırânun eyyâm-ı saadetlerinde B e y t: cUlemâ vu füzalâyâ hadd yok * Pâdişâh işigidür dânâ çok. Münâsib olan ol maküle şerif medreselerim her biri kemâl-i fazilet ile nâmdâr ve Gilm ü macrifet ile iştihâr bulmış fazil ve kâmillere tevcih olunmaktır ki ifade ve ifazaya kâdir olup meclis-i feyz-bahşmden niçe tâlibler müstefıd ola. cAcebdir ki şimdiki zamanda: “ Filân-zâdedir.” diyü mahzâ şeref-i nesebi hasebiyle ve yâhüd bir cazim âsitâneye intisâbı sebebiyle baczı çelebileri Şemâniyye Medreselerine ve altmış akça medreselere müderris iderler. Anlar dahi (56b) utanmayup katGa okumak yazmak ne idügin bilmezler iken gâhi ikdâm idüp varup: “ Ders dirüz.” diyü yalan yanlış bir kaç söz sÖyleyüp gelüp giderler. Andan aldukları vazife helâl mıdır? Menâşıb-ı Cilmiyyeye istihkak fılân-zâdelik ile olmayup mahzâ cilm-ile olduğı azher mine’ş-şemstir. Vâcibü’rricâye olup cilm ü faziletten mahrüm olan mahdümlar ğayr tarîkten ricâyet olunmak gerektir. Eyle olsa cinâyet-i pâdişâhiye mazhar olup kâdı-casker olan kâmil ve hünerverlere lâzımdır ki bu maküle huşüşlarda hergiz kimesnenün hâtırm ricâyet itmeyüp câhil olan kendünüû oğlı dahi olursa bu tarikten çıkarup ğayrı cihetle behremend eyleye. Ve bi’l-cümle pâdişâh-ı evreng-nişin (57a) ve cadâlet-âyin hazretlerine lâzımdır ki, innallâhe ye°müruküm en tiPeddü’l-emânâti ilâ ehlihâ fehvâsmca her mansıbı ehline tevcih buyurmağa
sacy ü himmetlerin ziyade kılalar. Hak subhanehu ve Tecala cemic-i kar ü camellerin rüşd ü tevfîka karin ve refik kıla. Ahvâl-i culemâ icmâlen bu mikdâr ile iktifa olundı. Cenâb-ı kibriyâdan istidcâ olunur ki şehr-yâr-ı kişver-güşâyı culemâ ve fuzalânun hayr ducalarma mazhar, gül-i nev-residelerin dahi berhordâr ve mucammer eyleye. Ahvâl-ı meşâyih-i cizâm -Erşedehumu’llâhu ilâ yevmi’l-kıyâm- beyânındadır: Makâm-ı meşihat ve pâye-i tarikat bir şadr-ı celilü’l-kadrdır ki her kimseye lâyık ve sezâ ve mahall ve ahrâ değildir. Ol şadr-ı câliye bir bedrü’lahâlı elyak ve evfaktır ki dahi şüfî ve mürid iken (57b) cilm ü şalâh-ile ferid ve zühd ii felâh-ile vahid olup mevâli cizâm ve meşâyih-i kirâm hidmetine yitişüp her birinden niçe istifade ve istifaza idüp içlerinden verac ve takvâ ve terk-i riyâ ile imtiyâz bulmış bir ehl-i niyâz cazizden beycat idüp, âyin-i meşihatı tahsil ve tarik-i taşavvufı tekmil kılup, her ciheti macmür bir câlim ü zâhid ve mürtâz u câbid olup tefsir ve hadis nakline kâdir ve mevâciz ve naşâyihe mütecallik niçe miPeşşir kelimât-ı ekâbir hâtırma alup ve bi’l-cümle şöyle himmet itmek gerektir ki meclis-i feyz bahşmdan bir niçe güm-râh kendü ahvâlinden âgâh olup tarik-ı dalâlinden dönüp semt-i hidâyete sâlik ve vilâyet-i kerâmete mâlik ola. Ammâ baczı ümmi kimesneler dahi olur ki (58a) kuyüd-ı calâyıktan mutlak olup hulüş-ı bâl ile rizâ-yı Hak talebinde iken ittifak bir câlim ü câmil ve bir mürşid-i kâmilün hidmet-i şerifine yetişüp hayr ducâ ve himmet-i culyâsma mazhar düşmekle müstecâbü’d-dacve bir caziz-i şâhib-temyiz olur. Anun gibiler Cenâb-ı Kibriyâ’dan sevk ve ilkâ olundukta câhildür diyü ibâ olunmayup kıbel-i Hudâ’dan bir atıyyeD-i cuzmâ ve behiyye^-i kübrâ bilüp dâyimâ pend ü nasihatiyle câmil olup işâret-i pür-beşâretinden ğâfil olmamak gerektir. M aclüm ve meşhur ve kütüb-i tevârihte mastürdur ki, zamân-ı sâbıkta meşâyih-i kibârdan baczı nâmdârun etrâf u cevânibde olan mürid ve muhiblermden mâcadâ subh u mesâ hânkâh ve zaviyelerinde sâkin olur üç dört yüz mıkdârı süfîleri (58b) olup memlekette bir fetret veyâ bir aralık olsa fursatı ganimet bilmek gerektir diyü, bir ânda süfî ve mürid ve muhibb-i müridlerin yanma cemc idüp binden ziyâde âdem ile hurüc eyleyüp kaşd-ı saltanat ve âheng-i hilâfet iderlermiş. Hattâ Kızılbaş-ı evbâş’un ibtidâJ-i zuhürı bu vech-ile olduğı mezkûrdur. ctlm-i şerif-i câlem-ârâ ve re3y-i münir-i kişver-güşâya hafi buyurulmaya ki beyza-i saltanat bir gevher-i zi-kıymettir. Seng-i havâdiş ve sâyir inkisârma bâciş olacak nesnelerden şiyânet ve himâyet mühimmât-ı din ü devlettendir. Bu takdirce vilâyet-i pâdişâhi ve memâlik-i şehinşâhîde hâlâ şeyh nâmına olanlar her kim olursa olsun hânkâh ve tekyelerinde şüfî ve müridleri yigirmi (59a) otuz nefer, nihâyet mertebesi kırk nefer olup andan ziyâde zâviyelerinde şüfî tutup cemciyyet itmeyeler diyü memâlik-i mahrüse kâdılarma müDekked ahkâm-ı şerife gönderilmek münâsib fehm olunur.
Ahval-i sadât ve eşraf lâ-zale mazharan li’l-mekarimi v el eltafbeyânındadır: Server-i kâ°inât ve mefhar-ı mevcüdât -cAleyhi efdalıt-tahiyyât-xm evlâd-ı emcâdı olan şürefa ve sâdât ne mertebe aşhâb-ı sacâdât olduklarına bu âyet-i kerime’nürî fehvâ-yı şerifi delâlet ider. Kul lâ es^elukum caleyhi ecren illel meveddete fVl-kurbd Allâhu aclem Hak Tecâlâ Habib-i ekremi’ne emr idüp ümmet ve aşhâb ve etbâcve ahbâbma di ki: “ Ben size tebliğ-i risâlet idüp tarik-i hidâyete sâlik kıldım ve sizi nür-ı imân-ıla zulümât-ı küfrden (59b) ve dünyâ ve âhirette ve cazâb-ı elimden halâş ve emin eyleyüp cennât-ı na'îmMe ebeden ve sermeden mukim olmanuza bâciş ve delil oldum. Bu mukâbelede sizden ecr-i cezil istemezin, illâ ehl-i karâbetüme mahabbet ve meveddet itmemiz isterin. “ Bu âyet nâzil olıcak Resülu’llâh’tan: “ Ehl-i karâbetün kimlerdir,, diyü su^âl ittüklerinde: “ Fâtıma ve cA li oğullarıdır” diyü buyurmışlardır. Bu huşuş tamâm cây-i ictibâr ve mahall-i efkârdır ki küfrden İslâm’a gelmek ve cehenem cazâbmdan halâş olup cennet nimetleriyle mütenaccim olmak mukabelesinde evlâd-ı Resül’e dostluk itmeği Hak Tecâlâ ücret yerine tuta. Bu takdirce bu tâyifeden makbül ve mucteber ve bunlara muhabbet itmekten bihter bir nesne olur mı? “Allâhümme uhşirrıâ macahum yevme’l-kıyâmeti” . (60 a) Ve ehâdiş-i şerife’den: “ men şalla calâ merreten şalla llâhu caleyhi zaşren \ yacni “ Bir kimesne bana bir kerre taşliye eylese Hak subhânehu ve tecâlâ ana on kerre taşliye ider. “ Hâşıl-ı kelâm Hazret-i seyyidi’l-enâm caleyhics-salâtü ve’sselâm’a taşliyeyi itmegün şevâb ve berekâtma had yoktur. B mahalde fazâ^l-i taşliye-yi irâd itmekten maksüd ve murâd, taşliyenün fazileti maclüm olıcak, âl-i Resül’e dahi mahabbet itmegün fevâyidi maclüm olur. Zirâ bir kimesne Resülu’llâh’a taşliye itmemiş olur, tâ âline dahi taşliye itmeyince; ana binâDen ki Seyyidü’l-kevneyn ve Resülü’s-şakaleyn Hazretleri’ne: “ Y a Resüla’llâh, sana ne vech üzre taşliye idelüm?” didüklerinde: "Allâhümme salli calâ Muhammedin ve calâ âli Muhammedin kemâ şalleyte calâ îbrâhime ve calâ âli îbrâhime inneke hamidun mecidun Allâhümme ( 60 b) bârik alâ Muhammedin ve calâ câli Muhammedin kemâ bârekte calâ Îbrâhime ve calâ âli îbrâhime inneke hamidun mecidun” . Pes âl-i Resül’ün cızam-i şâm ve anlara mahabbet idenün Hak Tecâlâ katında kadri buradan maclüm olur ki hiç bir namâz tamâm olmaz; illâ tahiyyette bu vech üzre risâlet-penâha ve âline taşliye itmeyince. Pes farz ve sünnette ve bi’l-cümle şalât ve cibâdette sâdâta taşliye lâzım olıcak, kıyâs olmak gerek ki ne mertebe celilu’l-kadr ve cazimu’ş-şân kimesneler olurlar. Rıdvânu llâhu Tecâlâ caleyhim ecmahin. Ve âl-i Resül’ün culüvv-i mertebe ve sümüvv-i menzilesine bu Ayet-i kerime’nün fehvâ-yı şerifi dahi delâlet ider: Innemâ yundu llâhu li-yuzhibe cankumu’r-ricse ehle’l-beyti ve yutahhirekum tathiran. Allâhu aclem macnâ-yı şerifi budur ki: (61 a) Yâ ehl-i beyt-i Nebi! Hak Tecâlanun irâdeti ânun üzerinedir ki yaramazlığı sizden gidere ve her yaramaz nesneden sizi tamâm pâk eyleye. M aclümdur ki Hak Tecâlâ’nun murâdı elbette elbette olsa gerektir ve ehl-i beyt-i Nebi pâk ve tâhir olup pâklikle dünyâda
dirülüp ve pâklikle H akk’a vâşıl olsa gerektir. Bu Ayet-i kerime’nün nuzülünde Resülu’llâh Hazretleri yenleri vâsic bir cübbe giymişlerdi. Şabâh vakti idi, otururlar idi. Hazret-i Fâtıma geldi, ol cübbemin içine aldı. Bacdehâ Hazret-i Ali geldi, anı dahi cübbeye koydı. Bacdehu îmâm Haşan ve îmâm Hüseyin geldiler. -Radiyallâhu canhum- anları dahi cübbeye koyd. Andan şonra bu veçhile ducâ eylediler: “AUâhümme hâula i ehli beyti izheb (61b) Canhumur-ricse ve tahhirahum tathiran.” yacni: “ Yâ Rab! Ehl-i beytüm bunlardır, yaramazlığı bunlardan gider ve bunları pâk ve tathir eyle. ” didiler. Tefasirde mervidir ki bu huşüş risâlet-penâhun ezvâc-ı mutahharelerinden Ümmü Seleme -Radya’llâhu canhumâ- hazretlerinim sacâdet-hanelerinde vâkic olmıştır. Ümmü Seleme bu hâli göricek ilerü vardı, “ Y â Resül’allah! Ben dahi ehl-i beytünden değil miyin?,, didüklerinde “ N acam, ehl-i beytimdensin; ammâ bu hikem bunlara mahsüştur.” diyü buyurdular. Pes Allâhu Tecâlâ’nun irâdeti mütecallik olup Habib-i ekrem’ün ducâsı munzamm olıcak Ehl-i Beyt’ün tahâretinde ve anlara ricâyet ve mahabbet Hak Tecâlâ’ya mücib-i kurbet olduğmda şübhe yoktur. Ehl-i Beyt-i Nebinün fazlına delâlet ider bir Ayet dahi budur ki: (62 a) “Selâmun calâ âli yâ-sîn innâ kezâlike neczi’l-muhsinin” . Baczı müfessirin Hazret-i Ibn-i cAbbâs -Radıyallâhu Canhümâ-dan rivâyet iderler ki: âl-i yâ-sm’den makşüd âli Muhammed’dir. Allâhu aclem, macnâ-yı şerifi, selâmun calâ, âl-i Muhammed” dimektir. Bu ne taczim ve tekrimdir ki, Hazret-i Hak celle ve calâ cazametiyle furkân-ı kerim’inde âl-i Muhammed’e selâm itmiş ola. K adr ve rifa t ve cazamet ve şevketleri ne mertebede olduğı bundan dahi maclüm olur. Ye Imrân bin Huşayn -Radıyallâhu canhu- rivâyet ider ki: Seyyidü’l-beşer ve şefıcül-mahşer buyurdılar ki: “ S e’eltecan Rabbi -cAzze ve celle- cen lâyecFhule’nnâre ahadün min ehl-i beyti fe-actâni zâlike” ; yacni, “Rabb’ümden istedüm ki, ehl-i beytümden bir ahadi nâra koymaya, Hak Tezâlâ kabül eyledi.” Ve lesevfe yuctike (62b) Rabbuke feterdâ,, âyet-i şerifî’nün tefsirinde îbn-i GAbbâs Hazretleri buyurmışlar ki: Zikr olunan Hadiş-i şerif ün fehvâ-yı latifi üzere Habib-i ekrem -Salla llâhu Tecâ lâ caleyhi ve sellem- Hazretleri’nün cümle rizâyı şeriflerinden birisi dahi budur ki, ehl-i beytinden bir ahad cehenneme girmeye. Pes Ayet-i kerime ve Hadiş-i şerif muktezâsmca âl-i Resül cehennem odmdan halâş olmağa işâret vardır. El-mer^ü maca men ahabbe hadişinün fehvâsı üzere âl-i Resül ve evlâd-ı betüh sevenler dahi mağfur olmağa beşâret olur. Fezâ’il-i sâdâtı işbât içün âyât ve ehâdişten niçe bunlarun emşâlin irâd itmek olurdı. El-kelâm mâ kaile ve delle fehvâsınca ihtişâr ihtiyâr olundı. Bu mikdâr tafsilden dahi ğâyet-i makşüd (63 a) oldur ki: Evlâd-ı Resül her vech-ile vâcibü’r-ricâye bir makbül tâ3ife iken le canellâhu’d-dâhile fehvâsınca ğâfıl niçe câhiller şehrlü ve yâhüd raciyyet iken mücerred teklif ve hidmetten halâş olalum diyü tezvir ve telbis-ile başlarına yaşıl şarınup gezerler. Bu maküle müteseyyid zamânede katı çok olmağla necüzu bi’llâh halkun sâdâta çendân rağbeti kalmamıştır. Huşüşâ vilâyet kâtibleri bulduğı raciyyetün bir kaç akçasm alup Defter-i Hakâni’ye seyyid yazmağla sipâh tâyifesine külli ğadr idüp Gâlemi müteseyyid tutmıştur. Bâ-vucüd mahkemelerde yalan şahâdetle mütecayyin
olan emir nâmına yaşıl şarmur niçe kimesneler vardır; hâşâ ki şahihü’n-neseb seyyid olanlar yalan (63b) şehâdeti ihtiyâr eyleyeler. N akibü’l-eşrâf olanlar sâlih ve fâzıl olup irtişâdan ictinâb idüp bu bâbda kimse şefacatm kabül itmeyüp ziyâde dikkat ve ihtimâm eylese, İstanbul’da olan seyyidler ahvâline bir mikdâr intizâm gelmek olurdı. Ammâ etrâfta olan seyyidler teftişi içün yine sâdâttan şalâh ve diyânet-ile macrüf bir kaç müstakim maczül kâdılarun her biri bir beğlerbeğiliğe gönderilüp ahvâl-i sâdâtı teftiş eyleyüp şahihü’neseb seyyid olup elinde şeceresi ve nakibü’l-eşrâftan kavi temessüki olanlar içün: “ Babasın ve dedesin şahih seyyid bilürüz.” diyü câdil kimesneler şehâdet iderler ise, anurî gibilerün eline hüccet virüb fukarâsmdan hüccet akçası almayup ağniyâsmdan (64a) her hüccetten otuzar akça resm alup, andan ziyâde bir akça almaya. Ammâ mücerred hüccet akçası ziyâde olsun diyü bulduğı müteseyyide hüccet virmeye ve irtişâdan ziyâde ihtirâz idüp, dinin imânın şakmup, sâdât ahvâlin bir mikdâr tashih itmeğe sacy eyleye ve hem istikâmet-ile bu hidmeti edâ idüp geldüği gibi terakkiyle birer aclâ kâdılık virile. Ve ekâbir den bir müteseyyidün hakkında mektüb varursa aşlâ iltifat itmeye, hemân hak üzere görüp, kimse hâtırı içün iş itmeye. Şöyle ki bu mertebe tenbihten şonra ol kâdı ve yâhüd yanında olan âdemleri rişvet ala, muhkem taczir olunduktan şonra cazl-i ebed ve nefy-i beled olunup bir vech-ile hakâret oluna ki sâyir mürteşilere mücib-i cibret ola. Ve bölük halkında ve zucamâ ve erbâb-ı (64 b) timârda dahi sâdâttan kimesne olmamak münâsib fehm olunur. Zirâ şâyed baczı hidmet düşüp teklif olunmak lâzım gele ve: “ Filân hidmete niçün gelmedün.” diyü taczir ideler. Aşıl münâsib olan sâdâtun ehl-i cilm olanları yâ kâdı veyâ müderris olup, tedris ve kazâ ihtiyâr itmeyenler yâ vâcız veyâ şeyh olup, anları dahi ihtiyâr itmeyenlere istihkâklarma göre zevâyidden vazife yâ hâllerine göre münâsib cihet vireler ve ehl-i şancat olanları kendü hâlerinde koyalar. Sâdâtun dahi ahvâline intizâm gelmek sacâdetlü pâdişâh-ı İslâm hazretlerinün kemâl-i ikdâm ve ihtimâmları ile müyesser olur. Bu himmet-i bülend ki Hazret-i şehriyâr-i hüşmendde vardır, inşâ'allâhu tecâlâ nizâm-ı memleket ve kıyâm-ı saltanata mütacallik (65 a) cumhür-ı umürda mübhem ve mücmel ve meşkük ve muhtel bir nesne kalmayup tedriçle zâlimler merdüd ve bâb-ı irtişâ mesdüd ve müstakimlerim câkibeti mahmüd ola. Temmet. Kâtibine her kim eylerse dıfâ Eyleye yarın ana rahmet Hudâ
G
A cAcem, 174 .
Câm ic, 178 .
Acemi oğlanı, 186 .
Câm icler, 177 , 179 .
cAdâlet, 176 , 177 , 181 , 182 , 185 , 188 , 196 .
Câriye, 177 .
Ağır culüfelü, 186 .
Câriye müjdegânesi, 177 .
Ağır zecâmetlü, 187 .
Câsuslar, 188 .
Ahkâm -ı şerif, 198 .
Cebeci, 186 .
Ahvâl-i memleket, 176 .
Cebeciler, 186 .
176 , 177 , 178 , 179 , 184 , 185 , 186 , 187 , 197 , 201 . A lay beğleri, 186 . cA lî Çelebi Efendi (Müfti), 192 . A li Paşa, 184 . C 1Î mansıb, 174 , 177 . C 1Î manşıblar, 176 . cÂli medreseler, 197 . c li oğulları, 199 . cArabiyye, 183 . Arz-ı miri, 178 . Arz-ı Rüm (Erzurum), 179 . cAsâkir-i İslâm, 185 . cAsâkir-i manşüre, 173 . Asitâne-i devlet, 175 . Asitâne-i sacâdet, 196 . cAsker, 176 . Aşçıbaşı, 173 . cAvârız-ı divâniyye, 178 . A yak divânı, 175 . Ayâs Pâşâ (Vezir), 184 .
Cebehâne, 180 .
Akça,
Cülüs-ı hümâyûn, 180 .
ç Çartak, 192 . Çavuş oğulları, 187 . Çavuşlar,
187 .
Çavuşlık, 187 . Çavuşluklar, 187 . Çelebiler, 197 . Çerâğ, 186 . Çiftlik, 177 .
D Dânişmend, 195 . Defter kethüdâlığı, 181 . Defter kethüdâsı,
187 .
Defter-i cedld, 177 . B
Defter-i HakânI, 173 , 200 . Defterdâr, 187 .
Bâd-ı havâ, 177 .
Defterdârlar, 175 .
Bâyezid Hân (II. Bayezid Osmanlı Pâdişâhı),
Defterdârlık, 181 .
191 .
Değirmen, 177 .
Beğlerbeği, 175 , 178 , 185 , 187 .
Dergâh-ı câli çavuşları, 187 .
Beğlerbeğiler, 176 , 179 , 187 .
Dergâh-ı câli müteferrikaları, 187 .
Beğlerbeğilik, 181 , 182 , 185 , 188 , 201 .
Dlnârlâr, 184 .
Beğlerbeğlikler, 179 .
Dirlik, 184 , 187 .
Berâyâ, 172 , 185 , 188 .
Divân, 175 , 193 .
Beyne’l-cumhür, 174 .
Divân-ı cadâlet, 193 .
Beytü’l-mâl, 174 , 176 , 177 , 178 , 187 .
Diyârbekr, 179 .
E
Hazret-i cOsmân, 174 . Hazret-i cÖmer, 173 .
Ecnebi, 186 , 187 , 197 .
Helvacıbaşı, 173 .
Ecnebi timarı, 187 .
Hırzü’l-M ülük, 173 .
Ecnebiler, 187 , 188 .
Hızâne’-i câmire, 193 .
Ehl-i cilm, 196 .
Hoca, 191 .
176 . Ehl-i şancat, 201 . Ekâbir kapusı, 180 , 189 . Eli emirlü, 186 . Eli emirlüler, 187 . Emekdârlar, 187 . Emin, 173 . Emr-i şerif, 178 , 195 . Emirü’l-ümerâ, 185 . Erbâb-ı timâr, 178 , 185 , 187 , 201 . Esbâb-ı sefer, 180 . Eşkıya, 183 , 185 . Evkaf, 176 , 178 . Evlâd-ı evlâd-ı recâyâsı, 177 . Evlâd-ı haymana, 177 . Evlâd-ı recâyâ, 177 .
H oca efendi, 191 .
Ehl-i îslâm,
Hocalık, 192 . Hukük-ı şerciyye, 177 . Hüccet, 196 , 201 . Hüccet akçası, 201 . Hükm-i şerif, 178 .
î cîbâdet, 176 . İç hazine, 180 . Ihtiyâr çavuşlar, 187 . İhtiyârlar, 187 . İhyâc-i culüm, 176 . cİlm-i şerif, 187 , 198 . İmâm Haşan, 200 . İmâm Hüseyin, 200 .
F
cİmâret, 177 , 178 , 179 . İskeleler, 177 . Iskender-nâme, 184 .
Fenn-i kitâbet, 183 . Fermân-ı hümâyün, 196 .
îspençe, 177 .
Fetvâ, 190 , 192 , 193 , 194 .
İstanbul, 173 , 190 , 195 , 201 .
Filori, 178 , 181 , 184 , 187 . K G Kaçğun, 177 . Kâdı, 177 , 178 , 185 , 201 .
Gulâm, 193 .
K âdı-Casker, 194 , 196 , 197 . H
Kâdı asker efendi, 194 . Kâdı asker efendiler, 195 .
Haleb, 179 .
Kadılar, 194 , 198 , 201 .
Hammâm, 177 .
Kadılık, 178 , 195 , 196 .
198 . Harâc, 177 ._
Kânün-ı cOsmâni, 175 .
Hânkâh,
Kaftan, 179 .
Harem-i şerif, 180 .
Kapudânlık, 181 .
Hâriç recâyâ, 178 .
Karye, 177 , 178 , 179 .
Hâşiye-i Tecrîd medreseleri, 195 .
Karyeler, 176 , 177 , 178 , 184 .
Hâslar, 176 , 178 , 187 , 188 .
Kasaba, 178 .
hâşşa oğlanlar, 181 .
Kasabalar, 176 , 177 .
Haymana, 177 .
Kelâm, 195 .
Hazine, 176 .
Kılıç tîmâr, 178 .
Hazinedâr, 173 .
Kılıç timârlar, 176 .
Hazret Ali, 200 .
Kırım, 190 .
Hazret-i Ebü Bekr, 173 .
Kızılbaş-ı evbâş, 198 .
Hazret-i Fâtıma, 200 .
Kile, 178 .
Körfös (Kale), 184 .
Müşavere, 175 , 176 .
Kul, 177 .
Müteferrikalık, 187 .
Kullar, 179 , 180 , 181 , 182 , 183 , 188 , 193 . Kütüb-i tevârîh, 198 .
N L
Nahv, 195 . N aklbü ’l-eşrâf, 201.
Latif kitâblar, 176
Nefer, 187 , 198 . Nişâncı, 173 . M
Nizâm-ı câlem, 182 .
Mahlul timâr, 186 .
Ö
Mahmüd Pâşâ (Vezir-i aczam), 190 . M âl-ı Kârün, 187 . M âl-i ğâyibi, 177 .
cÖşr-i ğallâtı, 177 .
M alta, 184 . P
Manşıb, 182 , 184 . Manşıblar, 181 . Mantık, 195 .
Pâdişâh, 171 , 174 - 176 .
M atbah emini, 173 .
Pâdişâh-i İslâm, 174 , 183 , 184 , 186 , 201 .
M e% ni, 195 .
Piri Paşa (Vezir-i aczam), 179 , 180 .
Medrese, 180 . R
Medreseler, 190 , 195 , 197 . Mehemmed Paşa, (Vezir-i aczam) Mehemmed Hân G âzi (Osmanlı pâdişâhı) 189 ,
191 .
R a ciyyet, 171 , 173 - 175 , 178 . R ecâyâ, 172 , 177 - 179 , 182 , 185 , 188 , 190 , 196 .
Memâlik-i mahrüse, 181 , 182 , 184 , 185 , 198 .
R e’is-i küttâb, 173 .
Memâlik-i cOşmâniyye 172 , 192 .
R e’isü’l-etıbbâ, 173 .
Memleket, 178 .
Resm-i carüsânesi, 177 .
Memleketler, 177 .
Rişvet, 182 , 183 , 187 - 189 , 196 .
Meşâyih, 173 .
R u kca, 182 .
Mevâcib, 178 .
Rusüm-ı örfıyye, 177 .
Mevlânâ Kirimi, 190 , S
M ezraca, 177 . M ezracaİar, 177 , 178 . Milk-nâme, 177 .
Şadr-ı aczam, 183 .
Mir-i miran, 173 , 185 .
Şadr-ı meclis, 193 .
Molla-zâde, 197 .
Şadr-ı vezâret, 174 .
M u caf ve müsellem, 178 .
Sancağ-ı hümâyün, 179 .
Muhammed Gazâli, 176 .
Sancâk, 176 , 182 .
Muhammed M ustafa (Peygamber), 173
Sancakbeği, 178 , 196 .
M urâd (III.) (Osmanlı Pâdişâhı), 172 .
Sancak kethüdâlığı, 181 .
Müderris, 177 , 180 , 195 , 197 .
Şarf, 195 .
Müderris efendiler, 197 .
Selâtin-i Rum, 174 .
Müderrisler, 180 .
Selim Han (Yavuz Sultan, Osmanlı Pâdişâhı),
Müftller, 194 . Mülâzım, 195 .
175 , 179 , 180 , 192 , 193 . Semâniyye, 195 .
M ülk, 176 .
Semâniyye Medreseleri, 197 .
Mülk-nâme-i hümâyün, 177 .
Serdâr, 184 .
Mürldler, 198 .
Serraclar, 186 .
Müslümanlar, 193- 196 .
Seyr ü şikâr, 176 .
Seyyid, 199 .
U
Seyyidler, 201 . Smur-nâme, 177 .
U clemâ, 171 , 173 , 180 , 189 , 191 , 194 , 195 ,^197 ,
Smur-nâme-i hümâyün, 177 .
198 .
Sicili, 177 , 196 .
cUlemâ-i cizâm, 180 .
Sikke-i hasene, 193 .
cUlüfe, 176 , 186 , 193 .
Sipâhl-zâde, 186 , 187 . Sipâhl-zâdeler, 187 .
Ü
Sipahi, 179 . Sirâc, 186 .
Ülke,
Sivas, 179 .
Ümerâ, 173 , 175 , 180 , 187 , 192 , 196 .
181 .
Siyâset, 185 .
Ümerâ kapuları, 190 .
Şüfl, 198 .
Ümerâ-i kirâm, 180 , 185 .
Sultan, 172 , 173 . Sultân Mehemmed Hân, G âzî (Fatih, Osmanlı V
Pâdişâhı), 175 , 197 . Bk. Mehemmed Hân Gâzi. V â ciz, 201 .
Südde-i sacâdet, 177 . Süleymân Hân (Kanunî), 177 , 184 .
Vakf, 176 , 177 . Vali, 191 . Vâridât, 178 . Varüller, 184 .
ş
Venedik, 173 , 178 . Venediklüyân, 184 .
Şâgird-i serrâc, 186 .
Vezâret, 174 , 177 .
Şehremini, 173 .
Vezir, 173 , 174 , 177 , 178 , 182 , 185 , 193 , 196 .
ŞerG-i şerif, 175 , 193 , 196 .
Vezir-i âhar, 175 .
Şeyh, 201 .
Vezîr-i aczam, 173 , 177 - 179 , 181 , 185 , 187 - 189 ,
Şeyhü’l-İslâm, 192 , 194 .
192 , 197 . Vezir-i aczam kethüdası, 185 . Vezir-i aczam kulları, 182 .
T T â ’ife-i culemâ, 190 . Taşra hâzinesi, 180 . Tâyife-i sipâh, 185 . Tâyife-i zucamâ, 185 . Tekâlif, 178 . Tekâlif-i cörfıyye, 178 . Telhis, 177 . Temlik, 177 - 179 .
Vezîr-i râbic, 174 . Vezir-i şâliş, 174 , 185 . Vezır-i şânî, 173 , 184 , 185 . Vezir-i şâni kethüdâsı, 185 . Vilâyet, 172 , 185 , 188 , 190 , 191 , 198 . Vilâyetler, 178 , 180 . Voyvodalar, 178 . Vüzerâ, 175 , 176 , 178 , 179 , 187 , 190 , 192 , 196 . Vüzera kapuları, 190 . Vüzerâ-i cizâm, 173 , 176 , 178 - 180 , 183 .
Terakki, 186 . Terekeler, 178 .
Y
Tersâne-i Amire, 173 . Tevârih, 176 .
Y ar ağ, 180 .
Tilâvet, 176 .
Y a t, 180 .
Tımar, 176 , 178 , 184 , 186 - 188 .
Yavaşı, 177 .
Timâr karyeleri, 177 .
Yeniçeri, 178 , 186 .
Tımâr şâhibleri, 177 .
Yeniçeri kulları, 178 .
Timârlar, 176 , 185 , 188 .
Yeniçeri culüfesi, 186 .
Türk, 174 .
Yeniçeriler, 186 .
Zatinler, 18(5.
Z icamet, 186 .
Zaviyeler, 198 .
Z icâmet karyeleri, 177 .
Zecâmet, 176 , 185 , 187 , 188 ,
Z içamet şâhibleri, 177 .
Zecâmetler, 187 .
Z u camâ, 178 , 185 . Zümre-i culemâ, 189 .
* r r
k
J C
j * 7
t» te i#
' 1^ » " !> j
I-'
' ■*> »
ı£ > t* *
t fe
^
O
* .
I *
• < ■f'l M f I •
/ 'ı
' ı • ^ s
U — J a İ L ) 3 j> J I Ö x J
'
S ■*
4 + ı<
J J jJ« J < £ L & I o
t ı-
* ı^ r .
•
* J*
ji t ş - 4
i's - 'k V
^
• ~
:1
^
^ '' î!/'. f e
- ^
t* 1
• " ' • • “ '• > < . < * C & ? tk + -» * K +
TJ‘-v --İl' 1 ^*•K /-1 1 1 *• > l ^ w < ~ > f& v * * < J r 'U ' ly \ t s V -M J b
.
/*
v < •
*
✓
" " 'u "V
* ı •.
r-"ı
'
"
*/
>
'
;
‘J
^ ^
4 “ *v ' ^ .■^ ■•* s y '
S
l-u
V '
: ,*•.'
•
V»«<^
4
« ^ L -İ^ U j t ö ^ j t & £ l
- <
/
•-
«0«*
V
^ S
,l A >' ^ U ^ r ' - c f f ^ J jl
^ ‘S C w ^ ^ 2 a i î 4 .
e A İ Â İ ^ İ r ^ 44 İ j l f ^ < r ^ ^
*'
'İV W
' :"^ K - U
\* J
« » ** *
1
•< -
) p t e l} X iy ^ İ L
i> ~ s * &
*j
j j }
*
V
M
j * y j i J J j ' r ‘j b
t* *
^
^
* f
x > p S
t â
■" S *
6
f f
9
***
o £ c c j t z
" V M K
o9
\9
t V /
? v
” ^
fi
dI^
Um w
j £
.C
£
i
l ✓ ^ "
^
iVU * *^; L; ?
iV
° { ' ? ’**•— v
r p
•**
>•
J r ) S
.
- \
t â ?
J
$ o m
■>
s
&
**j
y
.i >
X
c ^
^
t
.j 4
i >
-
" <
f
..M ", •
J - ^ J .o 4 ) ş > J t Ş £ e > / ^ û-t0000\ 0 * ** ° **
•*
« *• *s a*
^JH Tj #>■*■%**
â/• ^ % -
.m'**'*’ ^ ^ <fğ000>\'*‘'
^ tr ~ • * r
; " r i
ı r . V ı
t> * > b £ o
* ^ ı-r * .'• - > \ < < * \ ’ ü4 %â|
j) j
o Ç iü ^ B
OJ0 o f
o ^ l<
a iâ h ı^
•■✓•*>».
V
^ >
u î
«^ 0 . )
^
9 J <s
* İ x A ^ 0 ^ 1 m ^ $ İ < £ X i& A T * «M ,
° V ^
e a <. U
*\
*- * < 1 < M-" 2 T V " >
x £ =
t t 'f j &
l j p
i <
f^ <
* *?
" £ /
.» <
Ş J -<
s J c S jr O
• .*>** 0 ~ a* . * S
'^ * c ,j
b u J e l J ı
^
»
" S A
l
>
"İ s *
**
z j
« -
b
j j j i
^ |>
. <3>J j 0 ~
d ^
^
#
i
•
^
0
J ji
U ^ -*
^ |<
(jrW a > -
1 * * ° ^ ı 0 o " J * •< <%
^ * f* * T ^
° ı » ' *» •" 9 '
‘ yu tiJU-Lr;üJipjy-»' ‘ -«fîM^iaAfjcS^ i ....
ı. ı niL"«fl.«»^p - ı .|j
»»" "“■ _ '.i.1'." * _J_!”!İ!J^!_"'J .J 1 '"*'* " '1'"'" "
" *""
—LJ^r ıJ S
SI
6 * * \ V . !• .
11 %
-rK : -* Y/! V■•^
* - v
‘ a Ü ^ I ü
u
p v ^
^
'İ İ Ç
.
2>!fâ t£^!*XVlIÇtf}j)^iiJ)Ajfe-ljii S J o &
y * £
t&
^
y
£ i ‘^
d l&
J il
Ü * ;\ - ..u i- :r j" \
.:
/ V 'ı
*» *" o S* S S «'ı^i'*' o* * / , / ' f
»"
» * • '* '
i ' ' % {
• „ ;> *
e £ Ö
*
* ' " 1 ‘"’ l ^
"* • ' ' •
$ »
« ' " ■ • A w* I * 4
1;
'Ç
iy V Ü
C
■yv
7 ? m
? L * 'J H
v jjîf
!? t W
$ * ^ İ 4 ^ İ İ l Il$ i] >
^
«0
a ^ « £ )b
•»
**
* i ı * 11 “- İ f
6 ^ { ) Ş ^ 4 ^ jjJ ^ u
J- * ^ J l S C l ^ ^ * .v .
•/.
A sJ>
1/ 1
V
4»
O
£»
* *^ >
'^
<S •i* J> a
T
> ^ L -Ş jd I « C c ç U k 4 ^ 1 ? * 4v5 j ^ 4 3 » Û ^ ^ -s>* *
^
X J> », j ,
•*
%
^
‘İ 5 ü ^
«< *-'■> «• ^
* 2* '•'<,*
-* 6 “T
•• •" i» . » *" o
®^
> (&
| ✓✓ # ^
L ld U ü
•"' * <Z\* <V
4
J£ <•V
0 '*'
*
,
^
y
, '
\9f ı ^
^
j^ l^ U
l - |> * * '
A O
a^ J
İÛİ ^ •<
h
- " ^ " v r -
*/
^ L ı y < ^ a J ü t C l » J '- " c ^ -
^^
^
^
%•
.*<+ * f t *
•
U ) °^UL51 * > 3 J > %e X ^ j £ > ) ) ^ 41^
O j $
^
Z
■ %
—
\ '*
%
•
C
'&
‘4 l^
/
S
C
c
j
\
jf j
Jj-Q»4 c>Qj1
U- * ! _ r r ^ 1
L *
ı&
.«*j/F
ü
lj
• a*
K j J ÎI i/*»
* 1 ? *
S
• f . / - 2 ^ r V #
a s •**** **
•X* ^
o
O j j + J
» f ' ■ " > / . >> o » »‘T* ^ 6 » H > k î V ^ > 'l - J ^ a Î *1 ^ «* *
A Ü U lı 3 •* * * * *
>
OJ \J \ • * t ^ * ** * } »*'' — *•* *"' * %J Aİ ıv * J ı < v A i a * a . f
s ®
9 -* < -* *
a>
»
✓
»^*f
il-*
*!, •
*
d «f
0
!> > '
‘U
^ ^ ı ^ u s - J > i « ; / .! ;
c I ^ L ^ O jll.
L ^ ü f!c ^ c !* » y jiç
^ | _ l l ^ C X j > L . j L y <î Ş ^ y l » « M . e i j ç , î * »
Ü
ü
-...........-
o *» »
...* *—
W—
— - -..
•-" .-. ^ =
Ç f
oSC^I
.•
*
_ >LlJ 4,1llj4/j “cî^jgjjkojjjWI *# I ^ ^ * \
* *İ 6 «s>*(/ b ı
1 1^
a*
9 \*+** s
V S "
x *"* ** 9
• ■ '! ?
******
*1- "
- " 1 .•
• .
*• I ' '
4< 0 u ^ d l l ' l 2 â Â j y İ ^
:" 1
'• X '^ >
•. ' f i
»
— >■■^■»*«'.1. ■ ■ ' .-« !
.r .- .M v • ö l
* \ -< L- *Ü K
M-,—,-, -
......
1/
-" • K
< <
-
0A
J
*
J x $ > y
> * ** " ' • ' ' S ** A
• -V
^ı*1
•
i’ *
/ 1* '
* if v - İ A
»j> jy ı i ^ L f
J ] H
$
%
<
j £
fo İ £
y
ı^ *
5
A İ y
g $
İ
- 6$ S #
*^ * v . «o* # -^ < ■
> )&
&
/
r
^ ^
r
r
$
*
P
&
jjs
£ * '
"" f . " ' " ' ' ' t i - ' ' -> ■'"
J G * “ * * î) «■^
* £ )
^ » -^ L İy l
ü
fllâ f ^ 0 1 r."
..
* ı ^ - ı ^ ;, e C ^ L y » L j J İ^ < j
s g ii^ e S i® ^ « .4 î î
A
'< 0
6 - . - 1 '- 4 / •
/
*
*v
fc J L J . l U A j
P
5
‘ İ l
*1 I ^T *
^
<*/ <
a^
J
^ -f»
^ g L ^ l *» tf^ ç j L o r C ^ ^ / ^ *— % .
K r»
' “ ı^
#k
-**»<
ı * ^ . — ' ^ — î* ^ -
. ^ . Ul i ,j . c^ L İ U 4> j U^
Z - j lı U4
l b^ ^
^*
*
<S
J ^^
■ * ,^ * +
^ ‘ Jj ! İ U
m J
O< 0* <P
O^ 0. ı^
^ ✓ ^
ü f ^ t ı
^
^ 3
OV
ö ^I k ^ ^ s
.
^y
y/o
^ > J u£ 4 j 5u £ \+ ■
>* ✓ % *
•|.i
‘ 5)j I
jc s
J>
i ü J i j i i U
&
f e i j ş s
^
ç
s
. ‘ â s s K y 4 i£ q ft
< ®.
O** » • • *
3
« i6
ı ^
\ f ‘> 0^ »
J ■ ^ 5 ^ *'
* ' ** * " V i
# " i -* I*
ü
• j« â 6 iX < >
g
£
»
a
j ' o
j ^
s g
- ^
1
»
;
4 &
~
j! 0
^ p j ~ X
‘ j & j ]i? &
j ^ X
>
^ j y \ ş £
£ C - 4‘ J >
‘
Ç Ş , < -js
{ I ^ C K p S iE J ı
%
} &
$ * +
*
&)
» ✓ ®*^ » y
y j^
ı
• •
£ / j J $ t l İ •■î / S J U " s 90 \
^
1
&
d S j (
^
j
S J *4 ) &
M
•r > jj*
i J 0 iS * t %
)JJ% > o ^ j J C Ş
î j j j ı
;TÇl & km#*Ai
j Q
^
t>
> »
-9 * e
'
'
\ a
^
y'
3•
^ 'ıfu *
ı^ ^ c > 4 ia y ^ 3 Q . o
* I '.
J ^
2 ü
/
V ^«° V ^
A
;>A
^
✓
* *s * <
c ^
ı ; o
•
ı" ^
j,
f . ı ^
, J» r^ ı » ^ *"
^
^
4
>
y
vı İ ^ ^
4 jo L iu » '4 İ
^
£
^
^
^
i ı : ® *
' •■"T- ^ " * £ ^ ^ ü J j/ b ju )l
â
C
^
t£ > S l i ^
. i ^
g
( f e
!
j û İ » - » j> ^ u , ı
J C C y ^
^
L y L Ç i> jjp ^
*—
1^ \ ^
a z -J ^ ^
V " *M
M
j
•
'
*
f e
£
Vı ^ * f "
* '* *
* »
ı.s ^
** \ ' *
^ ^ f r ) •^ 0 *C
* „w
^
.
- |j
# + *, * * ® - * \* f * * \* U j cU e_ >
j p
;
* *\** ı \
^
*<
•
■ >->Jj I
'S ''
O>
I
* 7 ^ x \ ıy ^ ^ * r* î ** t _ - y — U < £ » k i b î J L s ö j Ij u j
* f £
t
ı
ı
J ş c f^ \sf\
V ?
p
- •:*
^
î
^
ı o \^3— —*^J l——
4
- S
^ I' i
^
i f e ; i C
.
A iîf s )
j i i i S
i 'i ;
U
ii|
^ lf- iv J Î * ;W ^ * r * ^ ‘j f t î î Ş £
r “ ^ h * +
t ı
k ilr - l
* +
> - 4. £ J j L j ^ i ^ j i ' j • ^v #
0
/
- r'-**
#
»
0 ** f *
- r ! X * . * ^ • » j l 'I U j
* x
‘
-
J jC >
/
'
"
* *
v
G'- jg İ Ç
^ İ ^ İ a^ ^ L - ' İ ^ I î A ^ I
.
j^ l ^
J Ö
L ^ f c ji ] Ç
&
<
İ! >
•r» "' * • '1 .* l - ' ı . T ' *1< * " . " ^ . L ^ 'i j ^ y ^ o j L i j l d l 't ) v a j < / 4— -
^ ı.r ^
*^
e A İ jiU
®^
V. fl * *
r i > t \ 5 L> -»J !
* J
•
*
9* * * \ * *
*Z\ \
• • f
*S
’
t
*
"
" .r ^
L J c i^ j!x X ( w > l^ e K İ »
*
*
> f '* .
+ + » *r
9 *i
t i i y
A - îM ^ U i^ Ş S
/ '
V
3 “* ’ /
o j
>
**
• S f .* / •
i
\ J t * * * -*ı *
■r, *
> *
;
• /
i& •
#. *
x
*» *■a>
—■1^^ *■ I ■ 'M ■ ■ ■m .|
; , ^
S
X
ş&
•
<*•*'' a
.« f» “T ^ .
w^\«U*ULy»S I| ~._» i™■ ..!!■ ■ — I I—BW »I— W .
İ&
t i ^
^
^
' ı i o
\
s 0* •** o +
•'
. c . j a
'
S*
»
*
\
**'
m c h ^:.-.>
_________________J L
.
. i t i s i t ı . c s ;
* /
° -*** * /
«
** * * \ X * f
O
■
IS |
%
.''
9
’ f*
f
.? - -
»
s
%,
P :
f
*
*•
*
( J j ^
r '
^ jjo
j j J
^ i ) j \
*£ > 9
!y
J
^
j j r . o
^ i A > - ^ C i ) I ^ ~ “ '~
/ . i
5
S
0
.
^
»
,
✓
9
-
3
^
O
£
~
° '\ ' ’ J °\*
y
* s" ■< .
b
^
• '4J
t x
£
f t y
&
H
C
^
k
,
» J j] 2 c ^ J ü r V '
$
q
^* j .
^ - f
&
O
: * k \
^
' x c J ^
0
x
- ’
'O
&
j*
f
.
~
* 0 < \° ( C f v 'i r i 'Ç
y y
-A-j/Îİ
bfc&S * • . ✓ -"i # < *♦ ,• i A A
0
*
000
9
** * <
*
^ -v
* **
° ^
t
m^
✓*
^ ^ S S E fe ğ fe l& a S fc â Çi . ^ |^
>
-f
O 1 ^
4
I |>
•
».
K
: ı » . t* * *
0 ^ ,!
-Ö L ç -^ /^ c U £ t j s
J
j
ı
v
J j I ^
\
^
i
^
9^
s
j j
<*•**•* I x »» |
a *
S s Z
*
0
^
J
9
^
a ^
*
f *
b
®
u
#*
* "
ı y i *
^ K '\* * ~ 7 f * i 1 « ^ " ı \J ~ V ” u * ^
L)^ ^ ^ ^ ^ J ^ J jİ ^ j
^ o . » l * ^ •» J J J ^ İS J U »
c< * * -* 0 * * f •*
E g a g s ^ â ^ z a ^ is #
.
^
J J*
^ ^
i
0
r> * *
J
}
b j £ I^ S
j ^ / f ^ ^ } j ] j |
~
j J ü U K s l L ^ 4^
I; £ - j Ç
^ s k ı^ s ^ ^ L ^ L
o X - J ^ 4 5 - y ^ ^ p ( j ^ '^ Î j y ç 'b ^ „“
^
t .* < * ır . • * :? i * ‘ .'s .
K '
* *
\ f
.* r*»* * • ısTı *
^
iS y S Z > jj^ >
s
(T*1-" < »
C ^ *
o c ı
'ğ fe jÇ |
0 9 J* ** & ^ Ö ^ ^
* 0 ~ * 3 l^
I^ J İİ U a £ i£ jj« â jL * J J jı^ > >
^
^
^
0 **
M
‘£ &
>
‘ Ü
f â je 'J &
4
b
jiü
f j &
l
j ip* Ü J İ I^ S S /
i y
j c
^
ı £
^
^
r
^
<
j
<V A X İ £ a L ) f \< ■ ' . • - » ' t f s - ^ - ; r
‘ y " » v
^ v < J Î x C İ ' - » jJ 4 j I ^ : —
f y ^
„ -
Y
ı ' -
'
t ^ - 4-J jle J O ^
' — * - * f r r 5 ~ tt-? * — v ı f » ı r ~ t > 4 Jj 14 ^ > v£ ^ U % ç X -* *
£ £ & *}K ıâ s *
* ı
9 S S
# * V
* <
• " ( ^ U y ğ ^ is a )j >}j
•
J #
-
^
, _ r l
s
^
V j ^
;
ff*
° '
9
o\*'
»S
a -'
> U
J tn ? .
p #
t^
;
c ; ı ı ı î ı i . ı ; 1 i ; ı ,. i r : î ı
v
-
>'
•’’
'
#
!
i'tm ı —............................. -.........................
O^5
....
a jqg
ll-i
f e > l 'J j\ '&
O
^
C
S B
^
I l i U
K
A î^ a ^ j^ a B â c c g j i Ç
l i e * Â
E
^
, t ^
5
y
ü
k
**
< 0 > I^ Ü a -y O İ ^ j
S •^
k J \*\ j
<
i « - * A '
* J •
’ ^ “, T art r ? ' - r * '
y
g y ^ fs c s ı^ ıa a ^ ı
r #
^
l - i i p
^
Q
: İ Q
^
t o
^
* *t< * *
K ^ ü 3 5 u s ç g 5 ç s i^ '
î ^ . | ^ . i l i ‘ if i S ® U l£ .S
" '•
" ı<
'
•. r .
'V * ! -
‘l
• - ' ı ' ı ♦ı^
's
s
» r .
s
✓^
4
^ ***X a) x »
^
;
. v
.
‘ V 4: e ^
C - ' \ " ^ - ^
o «
P ^ JÇ £
; t ; 3 j l ) 4- M f ö ^ - ü j i U İ j ^ ,0
£
°
^
'4 p ^ >
✓ ^
9
/
-v
/
/
.
/
/
i
4# . <Pw S
*4
* * *Jı
** ^
\ .-" * *
V İS ^ '
X ^>
s
« .
#
*
✓
«»
^
e jj^ ^ ^ U tU jC ıL fc J a ^ ^ I lC ^ lİ jL :
■ ’Jy J - - 1 1 ac *%ıT \ ' ' ' «U ^•T *r ~^r*C ' ' *J 9 J , J ^ l Ü \ *£
^
'
>
<
•^ ■
£ 1P & * \ J û j J a î » . A j Ü İ O
!
U j.H
lS
''^
^
>r *.
■
Ü
j^ jllû ^ S j
S
^
~
fX
''j
JjU» ^ %
ö C ^ - o ıi^ & j'X / r 'ip S d A
'l j L
«* , »• %
l C
'?^ *■ **'^ >" I »
^
L
£<,
9J
Ö^
İv' 9
'
- j o
.
' » j ?4 j 3
Ü J —
—w*---
**
^
i l» 2 > w *
^
^
4i^)Jt Lr^o^
# ( V ı " - ı ' - i r i i".*" r T * w i* J ' o y
0 “f
°"* t * ' J' i ■ *>J
û -iü c
lr "-
JU * l> A s C '
i
^ ^^
S " }}
^ S C i^ lI ^ y ^ ^ L t ^
> >
j4
K
£
j
&
?
.f â
c
ü
“ '^
.
^
t
J
j
< * * •" '
*■ ' J
“l -
k “
x
»
-" * - v .
r fM A
:J < ^ + » . * * o £ .. » » » y u a ^ j ^ j ^ y 'S ^ J J
—
.... - ■ ■ ■■ ■ >■
* &
*
.. ..................
■ -,V
..
»
.
I
:< ? ' : l ! >
'A
H m i ı
j» jl* l< » ,
o - > < 0 '_ > £ * - *
^ ^
^
^ ^
I f
**
'>>
' i - r d r i ' » jı t f s T
%" v
<£ * .
J s ^ y J
-" • |» *" I • 1 - ^ o
^
t y
y
- j
‘Jjk&yjiŞjj **şjyL^»öibt*j5CJB A İ^ A İJ J
^
j Çj
J * f i) l> [ * i^ iîİ lâ >
✓ #>;
îy * 3 ^
. ' »>
~ i» j
° * f
09
« a l j j Û jJ İ ^ > Ü
“ ✓ J*
j
* 1 «*
- * »J S < { ?
v y ^ o U j
0 ■ J j^ r ^ T ^ -L ^ J Ü J - U » L>> 4 ^ J a İs3 * > < f*
’ J < ^ <* V '
* ^ : f l ’ l “’
o
'/
"
'
z
» . -'ı " *. t-''
* * { ? J
5 -> I * *^İ I * 1— s
3’ v
- * 1 J. j j 1j - j A
ı ı ^
J I-'- *.
t'f t
t .W
j ' j^ jL K / * y * J - f V
/
^ w İ^ *> 5 L * 4j ^ y > S j ) y j
m
ı* W ^ --------
. / I f l •j > ) j l
• J
ü u J J ı^ ü y O l
^
*
-
/ jl* 2
/
^ lc ^ L *
>*:
: ç 4 • !tş t p
s m
^
j C
\
j ^
l ^
°
^
I j #
£
.
s
L
t/ y
L
^ v
-> - > / o
^
^
'
4
d
y
l J
l j U
'
^
j s jU ^ İ J s '
’
ftÇyûûUjijS
>^JüJ
t L
& / *
j j u
J
i ^
j Ç
l l . ^
1 j r j Ğ Ç < J İ İ . ‘J j !
$
d b 't e v jr * ^
9 ^
*■ ' 3 "" <X ' />* | - 1 ^
*> 4 ^
- J , j ?
l ^
b
* • ^ 1 '," ' , » v e ^
- ^
l / J
ı j
:| ^ ^ K i S S i Ş i l - ^ ı;^ - k İV ^ iL c - ^
Q
d
j
j#
y
h
v - * î- l i i > l j p
ç .u ~ £ lS İ J b l
l i^
ü / iS « ü I
^ e > j4 > Û > Û
jCio*i4İi(^cJİLİ.!/ıfJ !Ii>c:Ca L ^ İ^ U ^ L , LS AiJjyjr
• < S i^ 4 » a U I b İ L ^ l c - ' ^ j < C S &
T
*
•
a •" ı *\ *
* *
3/ ^ ,
-
* -
e J 4 £ rÇ “ * J
X
*s
^ ° -i* I 1 0 ^ •*
° ** * t ıX * 00 “T
9
J J â j h J jz Lİ£*jro & j > kt)jo \\3j(j£) ' a \< J °
J>' ^
"
«•
< *V *
S ■ *
İl v J lö
ş j'J ö
-
5
^
9 1”"
^
‘
5»
J
° ^
***** *
* *
I - J \J .
-*~ j*£ -~
o j c - J s j - A j 1j l S ^ K 1
^ *
«
İ Ş j j I? V ^ Ğ ,A & ( % r ' l
“J * ^
o S
ifîş j}
A
j î î
c tiiö jc . *\*
* ı>
‘' S ' * ^
• i l i j f
< *—
\ T
° ‘\ ‘" s
* v 5 A ^ * * jl> j^
l* < U - l ) l İ İ l İ < « £ * / J
^
✓ **"<"
. < * "V -^ V
^ ^
*
•
»&>y *-»4^ 4rj C^Ç-^l? İ Ö
£
%
J
• >
\
m*
*
^
W • * K ^ -". • " -5 U -A * « L w -A r * •« ^
o jk M ^
»
ı * I^ ' f " r . U U ^ jıjlı; ■ *
#
0.
*»
>
r * fs r jû t> ;t> 3 j^ > "
^ Ü
U
^ l.X
o X
' - J ^ U S a ^ U İ cI
V
f r a ğ
\
# «o** ««'-^
o
v
- » . 1>ı
o ^ > -* 1
,I
j* î* Q
*"
-* t ' V
o -<•. • -
I* *^«*
j U 't c ^ e A p l İ ^
ıs a
* 4 İ » l£ ,
:1 ^ 4 r 4 ^ ı;. ^ .^ .^ 1^ -
, a
-
*~<m
* '''’
^«■''t^ i ?
."'
1 s t '
a ' S t
3 I
rm ~.—.— ... ... ,..........,...—^-^JKİ~m,.~.---——-- --A- ... ...,&,........... .—
’J & J Ç
*'
** f T
-
1* "
9■ '! ’ \ r * j fS ^ j} j F 'j ' ^ V I ■• w <*S» •
'
’ \ ^
* * j * A>
7&
' *. X* 1 ■ö
-
-", ■ ’ .’
-A
__— -—
* f
j *"
■yjH3 iy^p^ ^Şjks»^Jjr £X*_a) ,»->J>JuCk*A>. 0 ^ 4 j) ^
s—
.1
*a
ı * 1 } £5 j I f c a i - *
'4 ^
->
^
 a^ l -a 3 j^ - s f û
J y ^
&
t - j ) l%
^f
* * * ’ <*' «*
jj.jç ,
feÂl'
jlj\ 0 «{
31b
Ş i l i l i il
Q
>1
j j
( t &
c
j{ J ±
i î L
>
- ^
r 'İ f e l ! V ^ - J ^ b
j
Cp-J,
4Jw4£j 4^1iQ 4ij J f -^
^
^^ 9 ’ * ** ’ * * ^ f* l) jjx ,lj^ £ jjx ^ j J > jj r li
a£
^
^
* *
*
- j j ^ L s^ - I
<Sj j 'J ^ \ o > ) > j> 4 ^ > - J * “
îA j£ <
*
* * 5 îX
^
* O
L
i
«*
h
^
^ ^ **
.
- - b _
ı *1
;» fc > ,s
_.o
j
^
< 5 ^ " ^ j j j ^ I / 'S
*
ay Y
^
•
»
4#
&
i j
t fV ^
^
- ü
t !n Ba8S
V,
^8*^_■ • «0 F
* » * A
f
• .- * 1
* t * +
* >?
^
ç
»
/
*
“^ J -p * *
&
• *
ı3
. I..„ ♦-' "
^ - ı - ' rW^l .^
>
•*
/
Ç £ j U ^ û C l / j - I Ş ^ S c S S t ^ J j ' j*»i:
. y i
ı p ı » ! ^i w ^ ı ^ â ö ^
I
3S S E Iı h V* ^
-Û
^
••
•• •• ^
%• «•
•*
tJ ‘ * £ -U L
^
‘4
t ’0 "
***
,- X & > 1 *• \ *
fe ' J - J _ > ) A ^ > » ) ') t ' 0 V i i
—
, - ■—
■*
• 1
1
İ A r f^ & > 3 U İ '> '^ < ' >
; ■
*
*
■
fo l
#-«'*'■' V<
j j — • > Y "
s£ j
#
J g ^ ^ f8^ J > r
M^ ® 4< A * ^ \ J
^
y
J> * -*V>> y ıJ ^ j\ ^
*>
^ * ** *f **İ aJ, \ ^ p f c \
•*
* I
.* J*' > « ? * -> « >
^
u
—
^
»
ü
^
jt fi e
^
i
.y - x
u
c : ı i i i ^
»c£ A
'u
jl >İ>
U
-
l l j t <4 j - a > û C t > J J İ Î y j j t ç j
® —
i
.,.;,
.,.■,
«
C
İ Û
y
t ü
1 .* " \ ’ ..İ < J * ^
' 4
i i 'j j y
j
^
•
^ * .\ " !
*V
^
*
\ r ' “1 ' - «
' ^ ^ r* , ’ s S
/
\j j J j
J j !> * £ + f ir j j
iy S j S j ^ 1^ *5 g r A İ U
s iU ^ *
w - ^ i l * 4 j )>>
• -j" ^
'
J>
9
U \ > j\ i^ - J ı
% ■• >
✓
v * J
* s* "
•
* *
!« ,> <
- " ., ’.— ',
•*
^
:e * f , ■ * *r
4 J 1*1
!> v * } « L y g ,£
» S 9 S '.* '
J
jf
9 f ^
» **40>* i^r^' l ^
v _ jA X ) jl.5 j ç ^ İ î J j j Q 5 U ^ U ^ v %^
** ***
* & * * 00'
* ** **
\r*
-<■ ?.
^
.■ ju C m 9 ^
» j
Wİj A J j j j J o
j
♦"<#
#%f"
^ -f
<-*>j J J
v > fc İ £ y - î* /
A \ jÜ + 2 _ )
<*
J
*
f
S
*
* !•
< r » jX j
**
f \* >
** ** \
* f **
o j l ö
-iL > «&
*****?
^
*
A İ L F A - iü j
^ * U <
y i , l ^ y c ^ v _ Jj â i J J İ . L ( i i _ , J J _, I s
• X
* ." W
t ' ' 1^
-T
^ •*
^
->
" yüb
a
ı ^
w, ~T,,,.nld ^
ı >
j i ^
w« ,.n ^ ,. ^ , , . MWW ,, M, ,,,. „ n, II,,nM
&
ı ; c
a n ın........ |„ , tifij<wjBL»IIWMiF»'i'«rlı^
^
6
s
5
^
.......... - nll. J j n n ^ jM jr lj^
d
S
✓ ^
^
V <>-'' ^ . <V< ,
t " ’. - '
»
-.-*'■
* } » L - J
\ s
" * '< * • '* '
^
j a
b
) ‘t ç C
> _ ^ a.i* k » 3
• ‘r ş
4
L
^
w
,3
{ ) sL & L l \ a j
^ ''1 I ° ■ > ~"
^ '
ilk c >
;
$ * &
j x
^ J
#»•
J s
~ p
1
C , { ^
<
3
if - i, jC C -
r ^
. ;
"
^
47
* < »f
|
# î ^
# X ^ _
- ^
^ • J
■ »»»>» 1
-» 4 ^ a
j a
LK± k> «* -
1 1 r* Û - > > j ^ i > *_ *> H , t Z d i ) '^ - » I
* *
'** t
*
C c^ —
^
^ U
*
y
^ X ^ İ £ ^ _ A j ^ f j b^) v
* "’ \* * T y j y »
c Ç U
r~
# T*. * " î
^ C
l .
* ^ Î a jü ^
j t f i l j> d b C *
V > # "’
ı^ -*
• - r " ^ U j
J ö O
l j $<;
* . — »
-
. r
,
^
f \ * J ^ j \ » J J J U
ü
•
p
£
$
J ji
a J o L
•
iiW 2 İ £ C İ k * .
* î j A j 4 ) V ’j û c ^ ^ ^ r < a ^ L . I . U . j l
S
s
^
S
'
*^
•fl
o—>^-j/t) U5ajjA^- j G.viiilijjîo-'j Cy_j ■ '• ] * '* . '% ', ) j ' j j 9
*
9
i • • ••
Ç > - L j) jU
1
V
t
i 4aC '
*
^ J i
** I
J
• ■ A ı<*** »•• \-'■ 1*_
**> ' \*\ _
*? • *• •• •, * . . ,®,
i »«f ®
K t* \ * ' ^ ^ * *^*f } ^ _ -j • £ j j I j
#l 000i % ‘'"i * 00 * *" Ö
V -
3 ^
ıs c ic ^ v ^ ç ;^ * Y * * v* ^
✓ «>
*(■ * \ K \ *
* *
'
J
<
j L iijj L
-X y
^
o S 4* ** »
*
*. s? ** *\
t
✓
*» s S*^
/
j
* /
^
j
«v»
İ
* o ^
! L ft iü ^ jjü l
f ^
. *
4o ^ 4 ^
f
*•*
^
f ^
\ j I
•* •
e i» Q j J ^ t
> .
Ş»
k
4 ^ C İ - ‘ 4
! «
İ j ^
j>
£
U
js U
j ‘j>
J jL
jj
O
A j İ j & J İ j j j u > + j f c , j ş j y * j Z# A j ^
*
l ' -* l ■^
<0^
v I
■ 'ı
, '
-'
'
^
*
• *
*% J
'j* 3 9. ' f j k j j b v j k L c ^ t *j <Sj • < * » ,> ( d i i y Ü »s*
*
*
* ' <*>
» .W
*
^
* *
C £ ^ m I j 'C j ^
* *
S jy ^ Â } s i) ü A jij
.jo C ı.
9
ı
j
d i
^ -.VTT^rv-
V’ e - -
[ #
* &
\ * v S j L » J ~ Z »+
e*»
\ j j
* '
P
3 ^
/
S
^
*
♦ -*" |-<
^
* cm
^
^
^
^ ^ ^
^
9^
* ^ x ) i ? r ^
1 4 ^
<
j^ S
-u > ^ )
s j^ 3
- --
* e
( S ^ j ^ > md ^ ^ M ^
^
k ^
r *r S **
•
*0*
j o LLa L
•j
^ - l< j\ J o « £ ^
j
jy *
* J j5 ^
A » ., - j j j J İ » J J J İ ^ - C * < j f t ) ^ j k > j h 'g +
1
*
li-
/ „ /*-*t -~" 7 0
S
^
^
v
•*
*
&
&
$
t o i i i r o C * ^
*
*
«*
*
*
*
. t ®, ^ m ^
«0
^
%
®j j 5
^■«*or/^ A ju * * L Aa»>*#L
w*» A ^ J ^ I
• ^ '^ ^ i d ^ ç s O
<sjy*>*LAQoll *
I
(a~41aŞjJ^)«>l*U»I
t
^ ^ ^ r ı^ iL i-i 3 < W
>
L
^
*
1 “1
v
? T jy J j± O
; i ^ >*
1 J r -<
i ) i
*
9 x ^
" ^
>
* * '» s
Ş ^
■ S__^==J»■ «■ rsggsasaiHB*h«
(M J J İJ İ
®
^
^
# ^ ^ WV % * " ;
”T
^
' f ^
ı
'
o* ®
•
^
s)
^
\ ’. w " f r r . AJ ^İ j uİ
J
0 *x*— S
ov
• •• |
*\ j
' *r
^
^
^
J
ir a
x"
*
^
\ ~" * ^
• *
+ o ? ?
« “’ »»
*
J * * j& J < f y * jj~ a > ^ ju ü L
c
^
^
J
5^ .
S
J
S
^
o jjj
> ^ jL * > \ y j \
t
-»
a f
J
* * < ? * *
< -İM h l J jT jL * I » I w * ‘ s **
✓
- \
0? O l * '* - ’
•
* '* '
. •
c
* ^ I •
Zj j İ & j j »
^
- o
yİU?
-
^ + + o^ ^
Lûc- d j ^ j p < j j l j )
**
*•>" ^»bbs»^
"""
^
J İH
%^
&<****&& ^
y * * J
U
3
' /
s ^
^
j^
^ d
\* \*
^
J
İ ^
^
^ J İA İ o
^
jp
a ■*'\J
'l '
• 4 <
\ S
s
^
^
o <**
a
»
o
.
'
^
\ * -Ü * e J J ^ J J S ^ O ^ A J J Ü İ S j f j
%
\ y I « u * > ^ w^
*
i
*
• -* •£
>
y
®*
w • .^
1t^ A İ * i
a i i [ / İ J j
*
<**
^
O
J y
• *>
O **
<-)%! ^ 4 — j ) ✓ ' «t** ^
s
*S
1 ** f
9 j} \ S J "J*” *
«
* *** I
® *& *
* «**
U y K & J iijf o J Û > l) t P <
“’ .
* ' * ' ? ' s - * ’ ,■ * '’S \ * * f% ı ** t *
*
J
|£
•
'
I
L'
^
'
S
^
*
t
o>
p
0
■"
* f
i J> »-?,-^
^
4
J
i
° i*"
° -" «''
İ D J ^ İ C ^ ^ İ İ J <Lj S İ İ 4 J ^ ^
i C
^
i 4 'Ç
^ O
û
i * i _
—
I *
^
<
^ l^ - U ■ ı UJ*
t jı X
i ' ! ) ı :i
İ ^ Ğ û iiû İ ıS İ ı
:J 2 £ - $ T t Ö
«
c
j
j
i
I b û ji^ ı^ v ^
ı
î ^ > 1>
6» I
I
^^
***** ® ^ ^
^^ ^ c
^
>JZ &
_^ « e* •>
t:
^
^
J İ ^
'j >
» E Ç
c^
/ ü X
ü ^
'* e >
L
L ^ i^ / b ^
b
tİ
Î
y
^
^ *Ü â£ ^Lû
İ İ L
^
j *
^ r ? y * 4İ>J ■»£>
< _ Ş ^ * -“ ^
i S l J ı i <— •*> 1 » ^ * J j
^ Y . ( t '/
s
•* *
r f l- J
X
İ s -
m ^
l - C
'
*
f
J
* *
* /
Y ı
" I ’/'’ '" t
L J l^ ^ > ^ * e x ,b l>
-*
•
» * * » j
i
'^ y ^ J - o ^ j I
i
* -r » .«^ ^
".'T.» ' T / ı
^
ı
€ A jL ^ j* J U Û J # , *
**■’
^
✓
^ f y j’4 J ^ U S> J
.
*
^
J
> U L -J
a ) 1^
»
* » * < & * > * '
j
O
- l ^
Q ^
- ^
r ^
i y
Ğ J
?
✓✓
^
- j j A
^
-t^ y i^ g y î
j& ;,;L5fö£j£-& L ii;cs&fr — 5 —
U
&
/
£
^ L
* i *• T -1 ^ ş u j j Ip j o *
O •*
Lf
fi ^
* -* *
a f>
S <
i «K «»
^
9 ^ *"**.
ı® k 's "
9 * * • "’' u
■> .9 o * *
»J
„.
£
jp Q ** «f*
•"’
i
:I#*
« > < » ''’
^.Oj^fc-gK)O*'*'* ^
9
•** **X *
* **
$
i **
O **
o
«**
ö
9
<** 0 * * *
^ İ %^ ı* ^V ^ c l i ^ C^ S "VÎ i ^i 9: l 1^ |
t
d» ****
**(*£ •*
o **> a *"
$o J
d f'
\ 3 « tU 4 £ A d L * £ ^ Ü U
4
İ
d
’.
^
s
s 'j j S
** ^
A j\
**
:
Q
ü
f* G i4 & M
‘^
* **» i S
y
C
J h u +
İ ^ j f» * P ^
° m ^
^ J jfc j^ ij t U İ > -
v
- ^ C £ - V j * jy
" ( T
f
* f*
■ *
j
^ 4 < » j l L> \ • •
«*
Lİic U
jJ ^ ı
u * 'v r r r . ^
■ * *
\ş j: \y
Tı ı * • " " ^
V ^ y A > j < J ^ jö
•>
ı j
J> ^ U 5JÜ J> -
* < . f '^
. -^ ^ ^
^
-»
.< 'J Â
», 0 -f -*
ii)
^
o -»-'
i» <✓ i> ^
(J»L
6
—«JL------------------------------------------------------------------------ :---- —-------- -
• - S .İ Û
S
■
* ^ ^1 •
j i S
P tfl
x* 1^ « \ &
0 *
£ &
. S
^
^
&
c
ı ^
d^
C
% - ^ «*»
4 ° “ ' i * * * --#."
» .✓
\
* <
£
J
i^ ö
c
^ e
^
İ J ^ ^ ^ - i / j j J ^ b Ijj\ > >
şA
• * X
f&
fö
| -' < <
fy
o ^ a .+ S S
y -y ^
t o r *
/ j t j
^
a
d#
^
e J>
O U J L -
I
o S
~f
<C*
““
✓
■
u i^ * >
✓ V
" f . 0^
*
*
* * T* ı * " V
°
*ı y
^
*
^ [ >
j ^
j y
J ^ e ^ jA *
h
L^y^t-?--» < ^ j£ \}y *£ - £ Û »!j< Jj> j 1 >Ss < • < -*
* j * f
* .> * -*
»/ f
s
f
\°» f
• f
i'bjJ (SjiMjzfp* t î i f j j ü ) I « i j 0 j
r i i ; ^
ı ^
^ \
\
^ T iC ılc
i ^
^
r v
u
®^
9 r* ^ ✓*
â
^
^
0
r
'f .
• . 'r . r ^
^
^
a *T® * ***& * f
^ 0 %t
#j
j y ^ Â J Ğ J b f i vîjf^clİZ-u iLâ^l 4 ^ ii 0
*
A â -b»^ A
^
**
L»
* ^
* ea
£>&****
**
0
& • ••••
* *gs
*ı * »
►- î r * ı ! ^ * - ? J j
• \ jr j
■
^ ^ U
4İ
l# " - »
1 4 ,1
^ ^ C * j J ^ ^ ( î 'j U
v> S^ H
* L - p îk p fl) j>
*
d
J L
? f* e J
*•
ş . S
t» *
j l &
0 a '
y
# *** ****
^
3 «*"’ ^
f J
0 *>* §
J
j  a /* «u - : ı c
. ^
0 * ( '\ ‘* X ' *• fc < ^ * 1 \o j l ; j - û
*
^
^
*■^7
”] ? ! > ( * ! ^ v İ 4 ^
& ** ^ ^ ^ i
• •» ■ * *f I * \1
'*-4 £
û
^
j
£
^
L
^
t> 9 3 **&
9 "* * *.
S J* < ✓ # " " , * 1 1 ^ .
t
%
C
j -
£ ^ * "ı <• **2 j* ~ )
^
j
«
**
*£
* <■* o
^
"■ * - *
z
j
û
c 3 • ğAj $
a X
\J *
«
I
ı&
*
£ > t ş i ^
j
j
)j
4 ^ £ m
•
#•
J { £ > 4
ç
t
v
? ** <0* *"
İ
^
•
**
"■U i r ' € 4 ^
* *?• *
**
Ş
js
^
J
j
° I î I *£ *}U J
w « « U -îi * *
^
|o-^ .«^
J \'
p £ w
<£2*
Vrff^ • ^ ^ 6 ^ ffl 0B \ 9 ^ \ I * ^ M L â ^ $ £ u C j>j U r / J ^
A x » ^ k p
f
* " ‘f i
* ^^
« =>***€> U -f
<' # .*
w* ü jjt
Io
■:i
»
j Jü ı
4 f c 3
C u r l C j< ü ıi> r
°
£
K ^
*
°ı <1^
’ ı t%
<
S S
-?
. * *
9 **•
9
*•
*\\ ^ * ^
& **' a*f ^
9^ Y
5 <* ^ A JL *^
%*
-* • «** *
« ^ '«*' — ~*r ** t?
*'
ö j J W ^ 1 İ 0 X w - Â3 J Ü ^ * Â 2 • J
**
9 ^
» <
**?>
$ ** 9 *?
0
m
Jt
,
* e**
» ** »
^
II
j \
J
<
X
j »
J ^
s ^
C
^
o *>*»
) ş - ) jj ’S ^ j
ı^ s s ^ a ,^ t ı^ ^ ^ J r :u -
*
«V*
r * > 3
I*
«|
'*
68 ' 4»
< . -*
L^ Û U
<*
» j
S "
*
.
?
> < , • , r-^
-
^
\O
15a a
» «o * as
ı
*.
.
f
o / r*
‘ S **
^
° i
r
V
'
^
0*
aA-r
y
^
?
*.o
-
t
^
9
• .!,- '
v
* l<
5^ '
ı ' 0?
|j$ £ £ i * * 00* •
V
^ ^
* * I f* ? !)® 0
V
° ** *•
^
^
ı
‘^
—
^
o
* <**
° ** I f ** S* J
t f 'j
O j0 1p > L * i
< .° .- y
r
° ^
*
»
<*S) U u w *l â j ^ y ^ i İ £ * * ~
o*
^
?
f
^
S
%
o
V d ^ O A ^ jh > Ç i% ;
*
/ / i
* •
>
it T E J o x ^ > > >%
J <
J ^
«**
f
J
O
L - ^ »
d U 5 c ^ t i>
*j
** %s ı J u ^ ^ V
f
^j j j
fo
û
?t * ■J
14 t 3 *
*-'
) o jj«
11) j
y
j ,i» l
^
Z
y
,J
\J * *J *'\\* ® l
C K ^ tt ^ J f y t ö
o
j J
0 0 fi^
* '
jjjJ P
,- •
1
«
&
İ y
yrfj 1 ®
L j>
<0&£. Ci^liLlr.£* <0!^ ^
o ** a s**0'* ? ^
•fl * ; ^ »
^ ı x ~ .
a * **~** •**
<3 *** ^ j j : ^ ı . \ . A \ ^»1*1/1
tS b S tf* } .
_
/ İM İ
*
l *S *
<***
*
> %<* -»•
Io > 4 O
î ( f ™
^
, > o ] <> - i â l l ^
O" t
«
«y
t
0 “J ğ £ ^ l ^ i / w
J
^
-* "* * ■< -**
o
* ^ s * *
»
-„* ^ J
'"t a
^
t” J J
✓
.
İ I İ Û
İ İ Ö
J I ^
J
^
^
c i ö
i t ı .
O >> »
^y>-«Cİ^ <3^^—^ 4^) Ü«cjJ j*% * » * * j> ^ w a > « © G A I c
^
" ı '" '"
«k— J
j j j
J’ -j
oI ! Z o
Lj 4 ^ U
ı - ı - İ ^ - ' ı a^ ,
0
u *
a
*
<Ü 1 2ü ' L - * " J j
'*
t
L j u a 5 ^ ^ A -m» İ
-> j» J»
* S
. I. s S
r ^
^
M
/ ı
‘
&
V
i ) U
c ^
i « o ^
» jy .
ı &
j j x
i L
^ <
ş J
^ \ '<
i $
j ^ y
ş > j+
^ » jş , ı
3 j > 'j * o x i - < ' $ I e j o » « l t
Jl
^ j> o L L x -^
■ —
f
•*
J
^
j
^
U 6
^
® »
e# *
✓
i l i ı l
6^ 9
\ i \ '
4
j
<• V
ı* s
'
>
»
j l >4
.
\ s **
+s s
y
i v
A jJ
\-
o a b A & ~ J > y j*
*
,< r
^
't > & ~ *
i* J % £
ı "
^ s 4 r * !k < J * J
ı
'
<
,
* - '
1
û / « i,y > .ıid J ^ u ia s L
ıÇ
l j l j ç 4 1 * * «^
* *\
^ U * J
U
<
- ^ J o «'■'
i l :
V
* i> ~ * ' \
' ' .
\
- v ^ ^
'( j f +
r 'ü ^
^
* r °
^
—
'v '^ t
jjijjh
>o > > U « c - ^ j m I
^
jjjj^
J 4 »' >
S
• K ^
^ ^ .
ö
Ş
f e
« ı-^
J J
**
S:
L
*
*
+
^
j
I ;^
S
\
%
• •
*1
^ ^
.K ç .j^ s Ç ı
_i *j u Q
’l H
^ J j> j 3
^
ü
^
^ _ L _ a - liL jâ ı i
u & 3£ İ^ S ^ * M ?
V
» .^
, jO-
* f
X* •M
‘ “ İ Ü ) : > * * ”( £
Ğ &a*
O
fi
s
î o
^
&*
t.^
^
c Ş
L
j
0
û
i r ?
< A > ^ 5 w j c L
O f^ r ^ f O ü y 0 X 3 ^ £
a e***
&
^
o
9
. ^
a e j l i * ,
jJ ^ l- ^ > jj
Jgffi - & * * * ’
.
?£> S
« j^ -â fjU L
1• ^ c - U t i ^
^
İJ j-
sc Ş-î Â jJ ^ '
tX ^ < H lX ^ 'İU L C L ^ .û û Cj'i "
•
V
I
a J fj
İJ
s
v„ıJ L # > v ^ l* > - a J ^ t -
i
»
> 1 • -*
*r ^ c •>
^
v \ \"^^
x
*****
o
U »
* ^
'S
^
*
^
i r l j '^
x
A
^
^ •
** * **
✓ * * v #* 1
* * **
* a^
'j - Ç
>
*
İ J l r * ' ‘ ‘Â ^ a İ ^
j
İ j İİ j
-*
^
G
I
^
j
*.
- i p > T f . r • ^ı 3 “ ' o a ^ •• ■* * *-<$ J u * * > < * - « * / i X ^ < y ^ P r j J ü <jü U>-«^—- ^ A y j—•*
s 2 fe û % c rû k ^ i -ü a
ü O S 9 4 it K y ^ c .-5 5 r tâ
"\ “T *
~ ‘r'
■
>
-t
ju u
U i s ijj
jCL> İ> J
'^
j
^
^
c
s
^
j
Ç
İ
3
X
-
^
^ İ ^ U > 5 ^ lilİ ) !U jl *
.V ,
a
a
o
'- ^
J
3 ^
^
,\
>
t X .
—
^
» . , *S »_S j S ?
> y t;
^
^
-«'-*'
|^ g a « ^ 3 u v 5 w 4 ^ -
v iü Ltf “ j S v t e b j L / j j )
«< > 0 *
A j ; L û j I j î l l ) ! jL * iâ ^ r 4 - t / İ İ j L p C
't £
y Ş
j\y
\ j
^ 3 J U j) jı^ ^ ıı:^ ö
^ •
6 ^ l> ^ ^ ^ L * !j_ W ı 6 ü j £> ı
t j/ t Ü
L * " € x J M
L ^ lla ^
e x ^ > jW
A İltL c :
4j ^ L L c I
£
- i \İ
A
^ c S ^ ) o l L <’ > j£ £ s s > j £ * l ^ y £ r » j ^
j j
j o
' *• û
l l j
a £ ^ > * J J b ^ - ir A A £ İ ”
't &
1^ * Ö
A * > t a r O
“ j r l 5 c ^ \ L ^ ^ O
jX $ İ ~ >
j* j r \ S
t L ’l i
ö j > Â İ J l — C ~ S t Ç » Ç ' t i ; J _ * < ~~-Cq
J> . B <*' »W *r ı * ^ ^ C
mİ 3
Ç -1 ? ^
«» •*£
* e ®^ î s'' •<» i “ 4 % « W
£
lb
• j Ş U - j C o k U - * jT S ^
*
> ®«K ® ü *
d «*
y ■ t #
i Ş ^ ü ^ I ^ V
İ â
^ U _ j r
^ jj '>■ k> x \ - ' îc
TK > ’iS m i Rc*M
N- 00 1177
Fiyatı TÜRK TARİH KURUMU BASIMEVİ, A N K A R A - 1988
ra