Ali bektan turkler ve uzaylı ataları

Page 1


TÜRKLER VE UZAYLI ATALARI İÇİNDEKİLER Önsöz.........................................9 Tarihten Önceki Uçaklar...........................11 Çin Kayıtlanndaki Havacılık Bilgileri.................12 Hint Destanlanndaki Uçaklar ve Havacılık Bilgileri ......13 Antik Çağda Uzay Bilgileri ve Astronomi..............16 Güneş Hakkındaki Bilgiler.........................19 Samanyolundaki Gezegenler Hakkındaki Gerçekler ......20 Eskilerin Yıldızlar ve Uzay Hakkındaki Çalışmaları......24 Antik Çağlarda Coğrafya Bilgileri....................27 Elektrik Kullanan Atalarımız........................27 Anavatan Kıta Mu, İnsanlığın İlk Büyük Uygarlığı.......31 James Churcward Mu'yu Anlatıyor I: .................35 James Churcward Mu'yu Anlatıyor II:.................46 Mısırlıların Ölüler Kitabında Mu Konusu ..............49 Uygurlarla Mu Kıtası Arasındaki Bağlantılar............50 Mu'daki Dinin Dünyaya Etkisi......................52 Kur'an-ı Kerîm'de Yok Olan Milletler.................56 Tek Tanrı İnancında Ra'nın Anlamı...................56 Mu'nun Batışı...............'....................57 Sıcak Dumandan Yaratılış..........................59 Çamurdan Yaratılış ...............................60 Türkler'in Ortaasya'da Ortaya Çıkışları ve Mu Kıtası İle Bağlantılar...........................62 Atatürk Kayıp Kıta Mu'yu Neden Arattı...............68 Türklerin Genleri Hititlerden Miras Kaldı..............73 Türklerdeki Ya-Da Taşının Sırrı......................76 Altay Efsanelerinde Yer Alan Uzaylılar................80 Türk Mitolojisinde Tek Tanrı İnancı ..................83 Göç Destanı, Gökyüzünden Gelen Destek..............85 Türklerde Bozkurt Olayı...........................87 Türk Efsanelerinde Tufan Olayı .....................89 Bozkurt Neyi Simgeliyor...........................92 Efsanelerdeki Uzaylı İnsanlar.......................93 Türk Mitolojilerine Göre Uzaydan Gelen Atalarımız......96 Almanlar'la Aramızdaki Benzerlikler Almanlar'da Sümerlerin Soyundan mı Geliyorlar ..................98 Aldebaran "7 Süreyyayı Takip Eden"................101 5 1946-1947 Kışında Amiral Byrd'un Güney Kutbu Operasyonu.........................103 Ağrı Dağında Almanların Bulduğu Ufo...............105 Almanların Ufo Çalışmaları ve Uzaya Gönderilen Gemi..........................107 Haunebu Tipi Uçan Daireler.......................108 Uzaya Gemi Gönderildi mi?.......................108 Binlerce Yıl Öncesinin Tek Tanrıcı Dini Mısır'da.......110 Geçmiş Uygarlıklarda Kalp Nakli Ameliyatları.........116 Aztekler Mu Kıta'sından mı Geldiler?................117 Osiris Olayı Nedir...............................120 Baavi Gezegeninden Gelenler Asya'ya İndiler .........123 Gobi Denizinin Venüslü Ziyaretçileri ................126 Orta Amerika Uygarlıklarında Bulunan İlginç Eserler ... .132 Kolombiya'da Bulunan Altın Eşyaların Sırrı...........133 Ortaasya'da 100 Bin Yıl Önce Yapılan Kalp Ameliyatı.................................135 Uzayı Bizden Önceki Uygarlıklar ve Atalarımız Fethettiler ............................137 Oğuz Kağan Destanındaki Uzay Gemisi..............142 Özbekistan'da Bulunan Kaya Resminde Uzaylılar Var . . .145 Türk Mitolojisinde Tek Tanrı İnancı .................147


Göç Destanı, Gökyüzünden Gelen Destek.............149 Atatürk İnsanlığın Kökeninin Neden Milyonlarca Yıl Öncesine Dayandığını Açıklıyordu ...............152 Mevlâna'nın Bahsettiği Gökyüzündeki Uygarlıklar......154 Kur'an-ı Kerîm'de Uzay İle İlgili Bilgiler Kur'an'da Evrenin Genişlemesi 1400 Yıl Önceden Bildiriliyor .... .156 Kur'an-ı Kerîm'e Göre Yaratılış ....................163 Ay'a Gidilmenin Yüzyıllar Öncesinden Bilinmesi.......165 Amerika Ay'a Gittiğine Bin Pişman .................169 Amerikalılar Neden Ay'a Gitmeye Korkuyorlar ........171 Mars Gezegeni Hakkında İnanılmaz Bilgiler...........173 Mars'taki Yüzün Sırrını Nasa Neden Saklıyor..........175 Zülkarneyn Uzaya mı Gitti? .......................179 "Onu (Güneşi) Kara Balçıklı/Sıcak Bir Gözede Batar Buldu ..........................183 6 Sonra Bir Sebebi Daha izledi Zülkarneyn'in Güneşin Doğduğu Yere Gidişi ..........185 İki Sedd/Südd (İki Bulut=İki Nebula)................186 Kur'an-ı Kerîm'de Bahsedilen Alemler Olayı..........191 Sahra Başka Bir Gezegen mi?......................192 Astronomlar, İslâm Alimlerini Doğruluyorlar ..........193 Kur'an'da Bahsedilen Uzaydaki Gezegenler ve Canlılar.......................................194 Kur'an-ı Kerîm'de Bahsi Geçen Uzaydaki Canlılar......205 Uzaylılara İtiraz ................................207 Dabbe (İnsana Benzeyen Canlı) ....................209 Bize Benzeyen Varlıklar..........................210 Tayr Kelimesinin Anlamı ve Kimleri Kastetmesi........212 Kur'an'daki Uçan Ümmet.........................213 Özel Sinyallere İletişim...........................214 Ufo'nun Karşılığı Yıldızımsı Uçucular mı?............215 Tarih Öncesi Çağlarda Anadolu'da Görülen Ufolar......217 29 Yıl Uzaylılarla Görüştü ........................222 İstanbul'un Fethi Sırasında Ayasofya Üzerinde Görülen Ufolar..................228 Uçan Dairelerin 1981 ve 1982 Yılları Arasında Türkiye Ziyaretleri ..............................230 Çanakkale Savaşı'nda Gökyüzünden Gelen Yardım .....243 Türk Pilotlarının Afyon Üzerinde Gördüğü Ufolar Ne Yapıyorlardı?.. Uzaylılar Türkiye'ye Yardıma Geldiler ve Dünya'ya Düşmekte Olan Büyük Meteoru Parçalayarak Zarar Vermesini Önlediler.........................246 Bir Sürü Işık Kitlesi .............................246 Fotoğrafta İzler Var..............................248 Güneş Sistemine Benzeyen Yeni Bir Sistem Bulundu . . . .249 Türkiye'de Ufo Araştırmaları ......................250 Gizem Dolu Piri Reis Haritası......................254 Haritalarda Neler Gösteriliyor?.....................260 Türkiye Üzerinde Görülen Ufolar...................265 1999 Yılındaki Güneş Patlamaları ve Arkasından Gelen Ufolar...................................266 İzmir'de Binlerce Kişinin Gördüğü Ufo ..............266 7 Hazar Denizi'ne Düşen Ufo .......................267 80 Metre Derinde ...............................267 Afyon Semalarında 2002 Sonbaharında Görülen Ufo ... .268 2002 Yazında Washington Üzerinde Görülen Ufo'yu ABD f-16'ları Kovaladı ....................269 Uçan Şey Bir Anda Kayboldu......................269 İskoçya'daki Uzaylı Kasabası......................270 Ufo'lar Azerbaycan'da Korku Yarattı ................270 Rusların Uçan Daire Araştırmaları ..................272 Rus Astronotlar Ufo Gördüler......................273


Amerikan Başkanı Eisenhover Uzaylılarla Görüştü......274 Tarihi Resimdeki Ufoları Nasa İnceliyor..............277 Vatikan'm Açıklaması "Uzaylıları da Tanrı Yarattı"......278 Türk Polisi Uzaylıya İnanıyor......................278 Hava Harp Okulu Öğrencileri de Uzaydaki Yaşama İnanıyor........................279 Demokrit'in Uzay Bilgileri Günümüzden Farksız, Bilgiler Nereden Geldi.....................280 Uzaylılarla Görüşenler ve Gezegenlere Seyahat Edenler ................................281 Uzaylıların Ana Gemileri .........................282 Uçan Daireler İçin Görüş Bildiren Ünlü İsimler ........289 1952 New Mexico'ya Düşen Ufo'dan 17 Uzaylıyı Amerikalılar Buldu ....................295 Amerikalılardan 5 Yıllık Araştırma İçin Üç Milyar Dolar................................299 Uzaylıların Türkiye Merakı Uzaylılar Neden Türklerle Yakından İlgileniyorlar?..........................300 İlahiyatçı Prof. Dr. Celal Yeniçeri: "Uzaylılara da Kitap Gönderildi"....................................301 Ayetler Gösteriyor...............................302 Vatikan'ın Görüşü...............................303 Uzaylılar Türkçe Konuşuyor.......................305 Yararlanılan Kaynaklar...........................307 Belge Fotoğraflar ...............................309 8 ONSOZ Türklerin kökeni nereye dayanıyor? Bu soru sorulduğunda herkez Ortaasya'dan geldik, oraya dayanıyor diyor. Peki Ortaas-ya'ya nereden geldik. Yoksa mağara adamı iken evrim geçirerek mi modem insan olduk? Bu sorulan ilk defa soran kişi Mustafa Kemal oldu. Kaybolan efsanevi Kıta Mu'yu araştırdı. Sonuçta bu kıtanın tarihi M.Ö 70 bin ile 200 bin yıl öncesine dayanıyordu. Dünyanın en gelişmiş uygarlığı idi ve medeniyeti her yere taşıyordu. Batılı bilim adamları ömürleri boyunca, Türkler'in beş bin yıllık kabile hayatından geldiğini iddia edip bizi de buna inandırmaya çalıştılar. Böyle olunca bizlerin ilkel insanlardan farkı kalmamış oluyor. Bu teoriyi Türkiye'de rededen bir çok yazar ve bilim adamı var. Ben bu kitapta Türkler'in Atalarının kurdukları Mu uygarlığı sayesinde uzay yolculuklarını yaptıklarını ispatlamaya çalıştım. Daha da ileri giderek bugün başka gezegenlerde akrabalarımız olduğunu iddia ediyorum. Ortaasya'daki Türk efsanelerinde anlatılan olayları inceleyip bunları 21 'nci yüzyıl teknolojisine uygulayınca ortaya atalarımızın teknolojik yardımlar aldığını göreceksiniz. Bu desteğin geliş noktası efsanelerde gökyüzü, benim tabirimle uzay olmaktadır. Sanki birileri hep Türkler'e yardımcı olmuş, onları kollamış gibi bir izlenim ortaya çıkmaktadır. Sümerliler Türk'tür. M.Ö 13000 yılında yazılan bir Kraliyet yazıtında "Krallık gücü bize gökten indirildi," derken bu gücün yüksek teknolojiye sahip uzaylı akrabalarımızdan olması akıla mantıklı gelmiyor mu? ABD'li bir bilim adamının da Mezopotamya'da kurulan Sümer uygarlığım uzaylıların kurduğunu ileri sürmesi hayli dikkat çekicidir. Bugün Samanyolu'nda bulunan yıldız sistemlerinde başka canlıların olduğu inancını dünyada milyonlarca insan paylaşıyor. 9 Kısacası evrende sadece bizim dünyamızdan başka bir yerde hayat yoktur demek, hayalden öteye geçemez. Kuran-ı Kerîm'in yanı sıra İslamiyeti anlatan kitaplarda başka gezegenlerde hayatın olabileceği bildiriliyor. Kur'an'da ki Gök Ehli veya Gök halkı tabirlerinin uzaylıları anlatıyor olması ilginçtir. Böylelikle akıllı varlıklara işaret ediliyor. Peygamberimiz Haz-reti Muhammed'den nakledilen hadislerden birinde 18 bin alemden bahsedilmesi, ABD'li astronomların Samanyolunda bizden daha akıllı


veya bizim gibi dünyaların benzerinin olacağının rakamını 18 bin olarak bildimeleri dikkat çekicidir. Kuran-ı Kerîm'de bildirilen bir çok bilginin bilim dünyası tarafından kabul ediliyor olmasını da unutmamak lâzım. Kitapta aynca Türkiye'deki Ufo olaylarının yanısıra ABD'li-lerin yaptığı çalışmalara da yer verdim. Mesela ABD Başkanı George W. Bush galaksideki akıllı varlıklarla temasa geçilecek çalışmalar için önümüzdeki beş yıl için üç milyar dolarlık bir parayı Amerikan bütçesine koyuyorsa, biz de bu araştırmalara bir an önce başlamalıyız. En kısa zaman içinde Türk Uzay Ajansı'nın kurulması ile bu tür çalışmalar da önem kazanacaktır. Hergün Anadolu Semalarında birçok Ufo olayı görülürken çok azı Medya'ya yansıyor. Bu kadar sık ziyaretimize gelen uzaylı akrabalarımızın bizi yalnız bırakmamış oluyorlar diyebilirim. Kitabı okuduktan sonra inanıp inanmamak okuyucularıma kalmıştır. Yorum onlarındır. Ali Bektan 10 tarihten önceki uçaklar Havacılık Tarihi ilk olarak Daedalus ile oğlu Dcarus'un uçmaya çalışmaları ile başlar. Bilim Dünyası öyle kabul ediyor. Baedalus'un oğlu İkarus kendine balmumundan kanatlar yaparak gökyüzünde uçmaya başladı. Ne yazık ki ikarus çok yükseklere havalanınca kanatlan güneşten eridi. Delikanlı denize düşüp öldü. Böylece ilk havacılık kazası ve ölümü de gerçekleşmiş oldu. Bu olayı yalnızca efsane olarak görmek yanlıştır, çünkü İkarus o dönem Dünya üzerinde Tanrılar olarak kabul edilen Uzaylılara özenmişti. Zeus ve diğer Tanrıların ya da uçuş ekibinin üstün teknoloji ile yaptıkları her şey birer olağanüstülük göstermiştir. İlkel insanlar da bunları gördükçe onları Tanrı yerine koymuşlardır. Ondan beş bin yıl sonra çalışmalara başlayan VVright Kardeşler havacılık teknolojisi içersinde uçaklar yapıp, uçma deneylerine başlamışlardı. Yıllar önce tv'de gösterilen Uzay Yolu Dizisindeki bazı bölümlerde, eski Yunan Tanrılarının Dünya'ya gelen bir araştırma ekibi olduğu ve Dünya insanlarına, uygarlıklarım geliştirmek için yardımcı oldukları ifade edilmişti. Aslında dizinin içersinde bazı gerçekler vurgulanmaktaydı. Bu görüşü kuvvetlendirecek en önemli bilgiler Antik Çağda Yunan Medeniyeti'nin sıçrama yapması, Uzay ve Dünya hakkındaki şaşırtıcı bilgilere Yunanlıların sahip olmalarıdır. Günümüz teknolojisi ile elde ettiğimiz tüm bilgilere o zamanlar ulaşan Yunanlılar bunları nereden aldılar derseniz, bunu ancak o zaman uzaylıların dünyamıza geldikleri düşüncesi ile açıklayabiliriz. Uzay Yolu dizisi gösterildiği ülkelerde raiting rekorları kırarken insanoğlu'nun da ufkunu genişletti. Biz M.Ö'den binlerce yıl önce kullanılan uçakların ve Hava Araçlarının kayıtlarına devam edelim. — 11 — ALI BEKTAN Keşiş Roger Bacon'ın eserlerinin birinde anlaşılamayan bir ifade yer almaktadır: "Buna benzer uçan makinalar eskiden kalmadır ve günümüzde de yapılmaktadır." 13'ncü yüzyıl da böyle bir iddianın ileri sürülmesi gerçekten şaşırtıcı değil mi? Bacon ilkin uçan makinaların kendinden önceki zamanlarda var olduklarım, sonra da kendinden önceki zamanlarda da bulunduklarını söylüyor. Bu inanılmaz iddialar bizim tarih öncesinde ileri derecede gelişmiş bu varlıkların var olduğunun kanıtlarından bir tanesidir. Grek Tanrısı Hermes ya da öbür adıyla Merkür ayağına kanatlı sandallar başına da kanatlı bir başlık giyerdi. Bunlar sayesinde havada büyük bir hızla uçabilirdi. Buna söylence deyip geçemeyiz, çünkü bu tür uçuşlar günümüzde de gerçekleşiyor. İstanbul'da Çırağan Sarayı'nda bir otomobil tanıtımı şovu yapılmıştı. Astronotlar gibi


giyinen bir adam sarayın bahçesinden havalanarak, boğazın üzerine doğru uçtu. Geniş bir kavis çizdikten sonra yeniden saraya yöneldi ve bahçeye kurulan büyük podyum üzerine indi. Bu görüntünün Hermes'in uçuşundan pek farkı yoktu. Binlerce yıl önceki efsane gerçek oldu. ÇİN KAYITLARINDAKİ HAVACILIK BİLGİLERİ Çin kayıtlarında Havacılık ile ilgili ilginç ve çarpıcı kayıtlar bulunmaktadır. M.Ö 2200 yıllarında Çin İmparatoru Sun, yalnız uçan bir araç yapmakla kalmayıp, yanına bir de paraşüt eklemiş Onun bu başarısı Daedalus ile aynı tarihlere rast geliyor. M.Ö 1766 İmparator Çeng Tang bilgin Ki-Kung-Si'ye havada uçabilen bir araba yapmasını emretti. Si İmparatorun emrine uyarak bir uçan araba yaptı ve denemek için arabay— 12 — TÜRKLER VE UZAYLI ATALARI la Honan Vilayetine kadar uçtu. Daha sonra İmparator aracın yapım sırrının düşmanları tarafından öğrenilebileceğinden korkarak uçan arabayı ortadan kaldırttı. O zamanm hükümdar ve bilginleri böylesine ileri havacılık bilgilerini nereden elde etmişlerdi. M.Ö 3'ncü yüzyılda yaşayan Çin şairi Çu Yuan yeşim taşından yapılma bir araba içinde Gobi Çölünün en yukarılarından, tepeleri karlı Kun Lun Dağlan'na doğru uçuşunu anlatır. Anlatımı bir şairin kurduğu hayallerden çok bir bilim adamının gözlemlerini andırmaktadır. Dördüncü yüzyılın ilk başlannda da Ko Hung'un bir yazısından Çin'de Helikopter bulunduğunu anlıyoruz: "Kimileri jujube ağaamn gövdesinin iç yanındaki keresteyi kullanarak uçan arabalar yapıyorlar. Bu aracı hareket ettirmek için de pervanelere öküz derisinden kayışlar bağlıyorlar." Şantung ilinde M.S 147 yılından kalma bir lahdin üzerindeki oyma, bulutların en üstünden uçan ejderhaların çektiği bir arabayı gösteriyor. Çin folklorunda uçan arabalarla ilgili birçok öykü bulunuyor. HİNT DESTANLARINDAKİ UÇAKLAR VE HAVACILIK BİLGİLERİ Havacılık Konusu Hint Efsanelerinde ve kitaplarında da bolca yer alır. Sanskritçe'de "Vimana Vidya" yani uçan gemileri yapıp yönetmek diye bir deyimin varlığından anlıyoruz ki, o dönemlerde somut olarak uçaklar veya uzay gemileri vardı. Hintlilerin klasik kitaplarından olan MAHABHARAT adındaki Hint eserinde "Yanan demirden yapılma, kanat takılı bir uçan arabadan söz edilir." Uçak mı Uzay gemisi mi? — 13 — ALI BEKTAN Ramayana'da Vimana'nm tanımlanması şöyledir: Lombozları ve kubbesi olan iki katlı tekerlek biçimli bir uçan araç. Bunun "Rüzgâr hızıyla" uçtuğu ve uçarken "Tatlı uyumlu" bir melodi çıkardığı söyleniyor. Vimana kullanacak olan pilotların çok iyi eğitilmiş olmaları gerekiyordu. Vimana'nm yaptığı manevraların havada durup hareketsiz bekleyebilmek gibi özelliklere sahip olduğu anlatılıyordu. Ramayana bize Vimana'nm nasıl bulutların en üstüne yükseldiğini anlatıyor. O yükseklikten bakılınca Okyanus küçük bir su birikintisine benziyormuş. Pilot okyanusun kı-yısıyla ırmakların deltalarını görebiliyormuş. Vimana'lar uçmadıkları zamanlarda "Vimana Gri ha" denilen hangarlarda saklanılmış. Bunlar sanmsı beyaz bir sıvıyla işlermiş. Savaş, yolculuk ve eğlence için kullanırlarmış. İnsan bu ayrıntı zenginliğine şaşmaktan kendini alamıyor. Bu teknik bilgiler bir Alfan Çağadan kalan mirasa benziyor. Eski Hindistan'da altı genç erkek havalanıp uçarak yeniden yere konabilen bir balon yapmışlardı. Pantaçantra kitabı bu tarih öncesi "Zeplin" konusunda ayrıntılı bilgi verir. Bundan anladığımıza göre balonun girintili-çıkmtılı bir kontrol sistemi, yüksek bir uçuş hızı ve manevra yeteneği varmış. Eski Hindistan'ın Pantaçantra kitabı yitik bir teknoloji kitabı mı acaba? Bizce olabilir. Eski Sanskrit yazıları iki smıfa ayrılır: Man usa adını taşıyan ve gerçeğe dayanan belgelerle Day-va denilen


mitolojik ve dinsel yazılar, belgesel sınıftan olan Şamara Suradhara, havacılığı ciddi ve ayrıntılı olarak ele alır. Ve her açıdan, tüm inceliklerine ve derinliklerine inerek işler. Bu kitapta uçan araçların inşanı anlatan ve inşam şaşkınlıktan sersemleten iki yüz paragraf bulunmaktadır. Neler Neler anlatılmıyor ki. "Havalanış, binlerce kilometreyi kapsayan sürekli uçuşlar, normal ve zoraki inişler, hatta uçakların kuşlarla çarpışma durumu." Bunlar birer hayal ürünü olabilir mi. Bizce imkânsızdır. Bakın Çin ve Hindistan ile Ortaasya arasındaki bağlantı çok önemlidir. MU Kıtası'ndan kurtulan — 14 — TÜRKLER VE UZAYLI ATALARI Bilge kişiler ellerindeki bilgiler sayesinde bu uçan gemileri mi yaptılar, yoksa Uzaydan gelen atalarımız ellerindeki teknolojiyi mi paylaştılar, iki teorimiz de akla ve mantığa uygun gelmektedir. Yoksa siz bu teknolojik basanları ve olayları nasıl açıklarsınız? Altın Çağ gibi bir dönem yaşandığı sözkonusu olunca, bu sefer de şu mesele ortaya çıkıyor. Altın Çağ'da günümüzden farklı olmayan bir şekilde yaşayan insanlar varsa ve bugünkü teknolojiye benzer teknoloji gelişti ve büyük uygarlıklar kuruldu ise, peki onlar onlar bu bilgileri nereden aldılar. Dönüp dolaşıp aynı noktaya geliyoruz: Bilginin kaynağı neresi veya kimler. Bu arada; zamanımızın en modern insanları olarak kabul edilen Avrupalıların yaşadığı kıtadaki insanlar mağaralarda yaşıyorlardı. İlkel insanların yaşadığı bir Avrupa ve modern insanların yaşadığı Asya, Çin ve Hindistan. Fakat bilimin el değiştirmesi ile durum tam tersine döndü. Bizim Türk efsanelerinde anlatılan olaylardaki kahramanlar ve onlann yaptıkları işler Çin ve Hint destanlarındaki olaylarla paralellik gösterir. Asya Kıtası arkeolojik olarak yeterince incelenmemiştir. Tv'de bir süre önce İpek Yolu Dizisinde gösterilen kentlerin gelecekte daha geniş bir şekilde kazılması ve arkeolojik araştırmalar yapılması, Türkler'in ne kadar ileri bir medeniyete sahip olduğunu gösterecektir. Bir an önce Türk Arkeologlarının Asya'ya giderek, oralarda kazı yapmalarım diliyorum. Böylece ilk atalarımızın göçebe olmadıklarını açıkça ispat etmiş oluruz. Biz Asya'da binlerce yıl boyunca ileri bir medeniyet hayatı yaşarken aynı tarihlerde Avrupalılar mağara adamı olarak yaşantılarını sürdürüyorlardı. Bizi göçebe olarak gösterip barbar damgasını kolayca vurmak isteyen Batılılar bu görüşlerimizi reddetmektedirler. Mustafa Kemal Atatürk'ün İsveçli Arkeolog'un "Asya'nın altı boştur," sözüne itiraz etmesi ve bilakis Asyanın altında büyük uygarlıklar yatıyor demesi oldukça dikkat çekicidir. Atatürk bunu nasıl biliyordu, gidip aylarca süren kazılar mı — 15 — ALI BEKTAN yapmıştı tabii ki değil, O'da okuduğu bazı kitaplardan ve elde ettiği belgelerden öğrenmişti bunu. Mustafa Kemal'in Çankaya Köşkünde gizli bir kütüphanesinin bulunduğu ve burada birçok kitabının olduğu biliniyordu. Türkler'in köklerini araştıran o büyük Lider MU Kıtası ile ilgilenen ilk isimdi. Meksika'ya yolladığı Tahsin Ma-yatepek'in gönderdiği raporları yorumladıktan sonra bazı araştırmalar yaptı. Sonuçta Mustafa Kemal Atatürk'te Türkler'in kökenlerinin Mu Kıtasına dayandığına inanıyordu. Ben de onunla aynı görüşü paylaşırken çalışmayı daha da ileri götürüyorum. Biz Dünya toplumlarına uygarlıklar götüren bir milletiz. Mezopotamya, Anadolu ve Mısır'da ki uygarlıkları kuranlar da bizleriz. Dünya'mn en önemli ve büyük milletiyiz diyebiliriz. Bu konularda biraz daha geniş düşünmek zorundayız. Araştırmacı olmalıyız. Bilime gereken değeri vermeliyiz. Bizler sürekli olarak reddetmek şunu yapmışız. Reddetmek. Araştırma yapmaktan kolaydır. Bu düşünceyi bir kenara atıp çalışmalara başlamalıyız. ANTİKÇAĞ'DA UZAY BİLGİLERİ VE ASTRONOMİ


M.Ö 12'nci yüzyıl astronomlarından Çu gibi bilginler güneş tutulmalarını hiç yanılmaksızm önceden hesaplayıp, haber verebiliyorlardı. Tarih kitaplarında yer alan bu bilgilerden ayrıca Ay tutulmalarının da önceden haber verebiliyorlardı. Çin Panteon'un kahramanlarından olan Nan-Çi Hsien Weng'in bilmeceye benzer bir lâkabı vardı. Güney Kutbunun Yaşlı Ölmezi. Bu kişi M.Ö 1122 yılında Çin Generali Çiang-Tzu-Ya'nın yardımcılığında bulunmuştu. Üç bin küsur yıl önce Çinli bilgeler "Güney Kutbundan" söz ediyorlardı. Bunlara göre dünyanın küre biçiminde olduğunu bilmeleri, akla bu bilgilere nasıl sahip oldukları sorusunu getirmiyor mu? Çanh Heng M.S 78-139 yuları arasında yaşadı. Onun açıklaması "Dünya bir yumurtadır, ekseni de Kutup Yıldızını gösterir," şeklindedir. — 16 — TÜRKLER VE UZAYLI ATALARI Eski bilgeler Uzay ve Dünya konusunda bu kadar detaylı bilgilere nasıl ulaştılar. Bu düşünceler ancak 20'nci yüzyılda Astronomi bilimi geliştikçe ortaya çıkıyordu. Eskiler havada uçabilen araçlara sahiptiler. Bu Hava araçları bazı özel seçilmiş kişilerde bulunuyordu. Dünya'yı geziyorlar, hatta uzaya çıkabiliyorlardı. Bu araçlarla bilimsel çalışmalar yapabiliyorlar, Dünya ve Uzay hakkında bilgi sahibi oluyorlardı. Ayrıca Uzaydaki başka gezegenlerden gelen ziyaretçilerle temasa geçiyorlardı. Onlar sayesinde bu bilgilere sahip olabiliyorlardı. Her iki olayda da Uzay bağlantısı dikkat çekiyor. Bu iki düşünceyi kabul etmediğimiz zaman tek mantıklı açıklama kalıyor. Antik Çağda bilim çok ileri idi, bu çağ'da yaşayan insanlar günümüz teknolojisinden daha ileri bir teknolojiye sahipti ve bu kişiler yaptıkları çalışmalarla günümüzün bilim adamlarından daha ileriydiler. Ve binlerce yıl önce bu modern uygarlıklar, doğal afetler sonucunda yok oldular. Tufan gibi felâketlerden kurtulabilen bilim adamlarının eldeki bilgileri kullanarak* bir şeyler yapmaya çalıştıkları fark ediliyor. Tarih sahnesine birden bire çıkan medeniyetler daha derin araştırılmalıdır. Mesela Mısır Uygarlığı, Mezopotamya Uygarlığı şaşırtıcı derecede çok gelişmiş uygarlıklar olarak tarih sahnesine bir anda girmişlerdir. Kristof Kolomb o uzun meşhur yolculuğuna çıkmadan önce dünya ile ilgili yazılmış tüm kitapları okumuştu. Bu okuduklarından yola çıkarak; sonunda Batı yönünde bir rota tutturarak Doğu'ya varmanın mümkün olacağını düşünmüştü. Bugün Madrid müzesinde bulunan bir mektubuda Amerika'nın kaşifi tuhaf bir düşünce belirterek "Dünyamızın hafifçe armut biçiminde olduğunu" ileri sürmektedir. Yapay uydular dünyamızın gerçekten de az-buçuk armutumsu olduğunu son yıllarda ortaya çıkardılar. Kristof Kolomb bu gerçeği eski bir kitaptan öğrenmediyse nereden biliyordu? Dünyamızın esrarengiz uydusu Ay ile ilgili bilgiler Antik çağ da çok yer alıyordu. Hint Destanı Surya Siddhata'da — 17 — ALI BEKTAN "Ay'a ışınlar sağlayan parlak güneşten" söz edilir, bu ifade Ay'ın ışığının güneşten geldiğini gösterir. Yunanlı düşünür Parmenides ay konusunda şunları demişti: "Gecelerimiz ödünç alınma ışığıyla aydınlatılıyor." Bu da güneş ışınlarının ay yüzeyinden yansımasının bir ifadesidir. Empedokles "M.Ö 494- 434" aynı düşüncede idi. "Ay Dünya'nın çevresinde dönen ödünç alınmış bir ışıktır." Bizim ay gezilerimizden 2500 yıl önce Demokritus, Ayın yüzeyindeki lekeleri mi soruyorsunuz? Onlar yüksek dağlarla derin vadilerin gölgesidir," demişti. Aynı dönemlerde yaşayan Anaxagoras: "Güneş tutulmasında güneşin kararmasına ay sebep olur. Ay tutulmasında ise dünyanın gölgesi Ay'ın üstüne düşer," görüşünü ifade etmişti. Plutark'm ay konusunda söyledikleri gerçekten peygamber sözü gibidir: "Ay'a bir yıldız ya da semavi bir cisim gözüyle bakarsanız onu


biçimsiz ve çirkin bulacağınızdan korkarım." Gerçekten de Ay'ın yüzeyi çorak, cansız, renksiz ve sıkıcıdır. Eski Brahmanlar'da, Mayalar da ilk insanların Aydan dünyaya indikleri inancı hakimdir. Britannica Ansiklopedisinde "Bir çok ilkel insanların dinlerinde Ay'a, ölen ilk insan gözüyle bakılır" diye yazıyor. Ay gezisinden dünyaya getirilen kayaların, yapılan incelemeler sonucunda yaşı 4.6 milyar yıl olarak belirlenir olarak belirleniyor. Bizim gezegenimiz-dekideki en eski kayaların yaşı 3.3 milyar yıl olarak belirleniyor. Durum böyle olunca akla şu soru geliyor. Acaba ilk gezegenimiz Ay mıydı. Kozmik bir felâketten sonra kurtulanlar dünyaya indi ve hayatlarını burada sürdürmeye mi başladılar. Olabilir mi? Düşünmek gerekiyor. Eskiler denizlerdeki gel-git olaylarıyla ay arasmdaki ilişkiyi de çözmüşlerdi. Babil gökbilimcilerinden Seleukus suların ayın çekimiyle yükselip alçaldığını ileri sürmekteydi. — 18 — TÜRKLER VE UZAYLI ATALARI 16'ncı yüzyılda büyük Alman gökbilimcisi Johann Kepler gel-git olaylarına ayın sebep olduğu fikrini ortaya attığı zaman şimşekleri üstüne çekmişti. Tıpkı Galileo'nun Dünya-'nın dönmesini açıkladığı zaman olduğu gibi. Fakat bu insanlar düşüncelerini açıkça savunacak durumda değillerdi. Ortaçağ yobazları bilim adamlarını diri diri yakmak istiyorlardı. Çünkü bu işler Büyücülüktü. Antik çağ insanları ise günümüz bilgilerini her yerde rahatça söylüyorlardı. 10'ncu yüzyılda yaşayan Arap gökbilimcisi Abdülvefa "Ayın değişimlerinden" söz eder. Ayın yörüngesinin elips biçiminde olduğunu yeni ay durumunda iken dünyaya 3219 kilometre daha yakın olduğunu ifade eder. Son çeyreğe ulaşınca 2575 kilometre daha dünyadan uzaklaşmış durumda olduğunu söyler. Bunu ilk önce Tycho De Brahe'nin hesapladığı bilim dünyasında kabul edilmektedir. Ancak, Abdülvefa 1546-1601 yılları arasında yaşayan bilim adamından 600 yıl önce bu işlemleri gerçekleştirmiş durumdaydı. Böyle bir cihazı yapabilmek için çok iyi bir kronometre gerekir. Abdülvefa nın böyle bir şeye sahip olmadığını sanıyoruz. Peki bu arap bilgin ayın değişimlerini nasıl keşfetti. Bilim Dünyası hâlâ bu sorunun cevabını bulmuş değil. Eskilerin Uzay, Dünya, Ay ve Yıldızlar hakkında sahip oldukları bilgiler bugün bazı araştırmacıların ve yazarların dışında bilim adamlarının ilgisini maalesef çekmiyor. GÜNEŞ HAKKINDAKİ BİLGİLER 2500 yıl önce yaşayan Anaxagoras "Güneş ışık saçarak yanan bir madenler yığınıdır," demişti. Dönemin Atinalı yöneticileri güneşi Apollon'un tahtı olarak görüyorlardı. Anaxa-goras doğru bilgiyi yanlış zamanda söyleyince idam edilmedi ama sürgüne gönderildi. Atomik varsayımlarından tanınan Demokratus "Güneşin sonsuz büyüklükte olduğunu ileri sürüyordu." Antik çağda bir çok Milletin güneşe taptıkları zamanlarda böyle modern bilimsel verileri açıklamak ko— 19 — ALI BEKTAN lay değildi. İyi ama bu bilgiler nereden veya kimlerden elde edilmişti. Bunlar hâlâ sırrını koruyor. Aym dönemlerde Çinli gök bilimciler Güneşteki lekeleri kayıtlarına ayrıntılı olarak geçirmişlerdi. Vişnu Purana adındaki Hint kitabında "Güneş her zaman durduğu yerde durur/' denilmekte ve hareket edenin güneş değil "Dünya" olduğu belirtilmektedir. Güney Amerika Uygarlıklarının Uzay BiJgileri bugün elimizde olanların aynısıdır. Mayalar takvim ayının uzunluğunu 29.53020 gün, Palangue Mayalan ise 29.53086 olarak hesaplamışlardı. Günümüzün gökbilimine göre bu rakam 29.53059'dur. Mayalar'm ellerinde hiçbir optik cihaz olmadan bu hesaplamaları nasıl yaptıkları bilinmiyor. Guatemala'da Santa Lucia Cotzumahualpa'daki El Castil-lo'nın birinci sütunu Venüs Gezegeninin 25 Kasım 416 gününde güneş kursunun üzerinden geçişini gösterir Bunu ilk keşfeden C.A. Burland 1956'da Paris'teki Uluslararası Ame-rikanistler kongresinde rapor halinde


sundu. Konuşmasında "Bu kadar ileri bir gökbilime ulaşabilmek için bir uygarlığın ve bu uygarlıktaki fen bilimlerinin yüzyıllar boyunca durmadan ve hiçbir kesintiye uğramadan gelişmiş olması gerekir. Orta Amerika Uygarlığının başlangıç tarihi konusundaki bilgimizin yanlış olduğu anlaşılıyor. Bu uygarlık aslında çok daha eski olmalıdır," şeklinde açıklama yapar. SAMANYOLU'NDAKİ GEZEGENLER HAKKINDAKİ GERÇEKLER Babil Bilgeleri Jüpiter'in teleskopsuz görülmeyen dört büyük uydusunu kayıtlarına geçirmişlerdi. Profesör George Rawlinson bu konuda şöyle yazmıştı: Jüpiter'in dört uydusunu gördüklerinin kesin kanıtı var. Satürn'ün yedi uydusunu bildiklerine inanabiliriz." Jüpiter'in dört uydusunu keşfeden 1610 da Galileo oldu. Daha sonra 1635 ile 1848 yılları arasında Cassini, Huygens, Herschel ve Bond tarafmdan görüldü. Babilliler bunları nasıl — 20 — TÜRKLER VE UZAYLI ATALARI bilebiliyorlardı. Onların teleskopları mı vardı. Yoksa yok olmuş bir medeniyetten kalan bilgiler mi vardı. Orta Çağ da bunları konuşan veya görüşlerini açıklayanlar doğrudan büyücülükle suçlanır ve diri diri yakılırdı. O dönemler Dünya-'nın düz olduğuna inanılırdı. Demoritus ise M.Ö 5'nci yüzyılda "Boşluk sayısız yıldızlarla doludur ve Samanyolu uzak yıldızların kocaman bir topluluğundan başka bir şey değildir," diyebiliyordu. Onun söyledikleri ancak son 150 yıl boyunca teleskoplarla yapılan incelemelerden sonra elde edilen bilgilerdir. Milet'li Thales M.Ö 640-546 de bu çeşit dahilerdendi. Yıldızlarla dünyanın aynı maddeden yapılmış oldukları sonucuna varmıştı. Maddenin evrenselliği fikri sonradan Ortaçağın karanlığına gömüldü ve daha sonra çok yakınlarda yeniden su yüzüne çıktı. 2325 yıl önce yaşayan Samos'lu Aris-tarkus "Bizi yıldızlardan ayıran uzaklıklar ölçülemez," diyordu. Demokritus ise "Gezegenlerin sayısı gözle görülenden fazladır," diyordu. Satürn'den uzakta gezegenler olduğunu nereden biliyordu. Demokritus'un gençlik döneminde yaşayan Anaximenes "Yıldızların ışık saçmayan eşleri/' olduğunu söylerdi. Başka güneş sistemlerindeki dünyalardan mı bahsediyordu? Dünya-Uzay ilişkilerine en güzel örnekler bunlar oluyor. Mesela dünyamızı ziyarete gelen Samanyolu'nun akıllı insanlarının, ilkel dünya insanlarını eğittikleri teorisi Avrupalı ve Amerikalı bilim adamlarının büyük bir bölümü tarafından kabul ediliyor. Siz yoksa bu bilgilerin kaynaklan için mantıklı bir düşünce biliyor musunuz? Romalı Seneka M.Ö 4-M.S. 65 DOĞAL SORULAR adlı kitabında gökbilim dalında çok düşündüğünü ve çok isabetli sonuçlara vardığım belirtir: "Gökyüzünde bizim görmediğimiz kaç tane semavi cisim dönüp durmaktadır kim bilir kaç gerçek, keşfedilmek için bizim hatıramızın tamamen siline— 21 — ALİ BEKTAN ceği çağları bekliyor." Seneka ne kadar doğru söyledi. Uranüs, Neptün ve Plüton ancak şu son iki yüzyıl içinde keşfedildi. Yeni gezegenler, hatta uydular bile yeni keşfediliyor. Onun zamanında birkaç bin yıldız bilinirken şimdi yıldız ka-taloglarımızdaki sayı milyonlarla ölçülüyor. Tangutlar Ortaasya'da yaşamış olan bir boy idi. Hara-Ho-to adındaki kentlerinin kalıntısı 1908 yılında kazıldı. Tangut-larm garip inançları vardı: Işık saçan 11 Göksel cisime inanırlardı. Güneş, Ay, Merkür, Venüs, Mars, Jüpiter, Satürn sonra da TSİ TSİ, Ouebo, Rahu ve Ketu adındaki gezegenler. Rahu ile Ketu'nun Hindu gökbiliminde ayın yükselen ve alçalan şekillerine verilen ad olduğunu biliyoruz. Ama Tsi-Tsi ve Ouebo'nun ne olduklarını bilmiyoruz. Birinci ihtimal bunlar Uranüs ile Neptün gezegenleri mi acaba, ikinci ihtimal ise Başka bir galaksi'de bulunan gezegenler midir? Eski yazıtlarda, kitaplarda ve efsanelerde "BAŞKA DÜNYALARDA HAYAT OLMASI FİKRİDİR" Dünya'nın en ilkel kabilelerinden tutun da belli bir uygarlık seviyesine çıkmış insanlara kadar bu fikir vardır. O zaman Uzay ile


bağlantı o devirlerde bilinen bir şey olurken, sıradan bir şey gibi algılanıyor. Ortaasya'da yaşayan Atalarımızın efsanelerinde gökten inen güçlü ışıklardan bahsedilmiyor mu? Bu ışıkların içinden bazen silâhlar, bazen de güzel kızlar çıkmıyor mu? Bu güzel kızlarla evlenerek yeni bir soy başlatan bir çok Türk Beyinin hikâyesi bugün bile anlatılıyor. Acaba Türkler'in kökenleri arasında Uzay'dan gelenler olabilir mi?.. Belki olabilir. Bundan otuz yıl kadar önce TRT'de gösterilen bilim kurgu film ve dizileri büyük bir dikkat ve zevkle izlerdik, otomatik kapılara hayrandık. Küçük telsizler vardı. Kulaklıkla ağıza gelen küçük mikrofonla konuşulurdu. Bunlar o zamanlar hayal mahsulü gibi geldi. Bunlar sonraki yıllarda üretildi ve günlük hayatta yerini aldı. Benim en çok dikkatimi çeken şey ışınlanma olayı idi. Mesela Uzay Yolu dizisindeki Uzay Gemisi Atilgan'dan ışınlanan ekip gezegene inerdi. Bilim Adamları bunun çalışmalarını sürdürüyorlar. Amerikalılar 1943 yılında 2'nci Dünya Savaşı'nın en kızgın zamanında — 22 — TÜRKLER VE UZAYLI ATALARI meşhur Filedelfîya deneyini yaptılar. Norfolk Limanı ile Fî-ledelfiya arasında bir savaş gemisini ışınladılar. Gemi bir limanda olduğu yerde dururken birden bire kayboldu ve başa bir limanda ortaya çıktı. Deney cisim konusunda başarılı oldu ama insanlar üzerinde olmadı. Deneyde yer alan bir çok denizcinin büyük kısmı kısa süre içinde öldü. Bazıları evde otururken bir anda ortadan kayboluyor kilometrelerce ötede ortaya çıkıyordu. Bazıları ise tamamen kayboldu. İçlerinden bazıları da korkunç şekillerde öldüler. Birden bire kendi kendilerine ışınlanıyorlardı. Duvarın içinden geçerken maddele-şiyor ve o anda ölüyorlardı. Bu olaylar Kitaplara hatta filmlere bile konu oldu. Deney üzerindeki çalışmaları Amerikalılar eminim bugün de sürdürüyorlardır. Çünkü 1943 yılına göre teknolojimiz olağanüstü gelişti. Amerikalılar bunu başarmış da olabilirler. Amerika bir ülkeye müdahale etmek isteyecek ve bir anda binlerce askeri malzemeyi uçağı, topu o ülkeye ışınlayacak. Size bu söylediklerim hayal geliyor olabilir. Ama unutmayın ki deney 1943 yılında yapıldı. Bu sırada Sovyetlerle yaşanan soğuk savaş dönemini düşünürseniz, deneyin başarılı olması için Amerikan Hükümetinin ne kadar ciddi ve ısrarlı olduğunu tahmin edebilirsiniz. Heraklitus ile M.Ö 540-475 ve Pitagoras'm bütün öğrencileri her yıldızı bir gezegen sisteminin merkezi olarak görürlerdi. Demokritus öğrencilerine boşlukta dünyaların doğup öldüklerini öğretirdi. Bu yıldız dünyalarından, ancak bazılarının yaşamaya elverişli olduğu anlatılırdı. M.Ö 500-428 yılları arasında yaşayan Grek düşünürü Anaxagoras da üstlerinde hayat barındırabilecek nitelikte başka dünyalar konusunda yazılar yazıyordu. M.Ö 3'ncü yüzyılda Lampasacus'da yaşamış olan Metro-dotus evrendeki bir çok dünyalarda hayat olduğuna inanıyordu. Yalnızca bizim dünyamızda hayatın olduğunu ileri sürmeyi bir buğday tarlasında yalnızca bir baş buğday büyüdüğünü ileri sürmeye benzetirdi. — 23 — ALI BEKTAN M.Ö 341-270 yıllan arasında yaşayan Epikür üstünde hayat barındıran tek yıldızın biz olmadığımız kanısındaydı. Romalı şair Lukretyus M.Ö 98-55 "Yaratılmış olan dünyalarla gökyüzünün yalnızca bizimki olduğuna inanmak hiç de akla yakın gelmiyor," diye yazmıştı. M.Ö 106-43 yılları arasmda yaşayan Çiçero da başka dünyalarda hayatın olduğuna inamyordu. Hint Veda'ları "Yeryüzünden çok uzaktaki dünyalarda hayat" bulunduğunu çok kesin olarak belirtirler. Çin'deki Sung çağının bilgelerinden Teng Mu ve eski Çin düşünürlerinin çoğu hayatın evrenselliği konusundaki düşüncelerini şöyle özetlerler: "Dünyadan ve bizim gördüğümüz gökten başka dünya ve göklerin varolmadığına inanmak ne denli mantıksızlıktır?"


ESKİLERİN YILDIZLAR VE UZAY HAKKINDA ÇALIŞMALARI Uzay ve Yıldızlan binlerce yıl boyunca inceleyen eskiler bugünkü astronomlar gibi notlar tuttular. M.Ö 204'den başlayan Çin Astronomları Halley kuyruklu yıldızlannm her görünüşünün kaydını tutmuşlardır. M.Ö ll'nci yüzyılda bir kuyruklu yıldızı tam dokuz hafta gözlem altında tuttular ve tıpkı bugünün astronomları gibi her gün değişen biçimini aynntılanyla yazdılar. Seneka 2000 yıl önce "Kuyruklu yıldızların da gezegenler gibi yörüngeleri vardır/' diye yazmıştı. Aristo, Pitagoras'çı-ların kuyruklu yıldızlan, yular süren uzun aralıklarla ortaya çıkan yıldızlara cisimler olarak tanımladıklanm söyler. Bunun onlardan binlerce yıl önce Babilliler'den kalma bilgi olduğu düşünülüyor. Mezopotamya uygarlıkları tıpkı Mısır Uygarlığı gibi bir anda ortaya çıkmışlardır. Ortaasya'dan gelen Turanlılann dolaysıyla Türkler'in dünyanın en güzel ve bereketli topraklanna gelerek şehirler inşa etmesi dikkat çe— 24 — TÜRKLER VE UZAYLI ATALARI kicidir. Asya'da bir iklim değişmesinin olduğu bunun üzerine oralarda yaşayanların mecburen bu topraklardan göç etmek zorunda kaldıkları Arkeologlar tarafından kabul edilmektedir. İlkokul'da okurken M.Ö 3500 ve 4000 yıl önce Asya'dan başlayan Kavimler göçü ile Türkler'in atalarının Anadolu, Mezopotamya, Kafkasya, Rusya ve Mısır'a geldikleri anlatılıyordu. O tarihlerde Ortaasya da modern kentler kuran atalarımız büyük bir bilgi sahibi idiler. Kentlerinde modern yollar yapılmış, kanalizasyonlar içme suyu boruları döşenmişti. Sağlık sistemi ise ileri derecede idi. Beyin ameliyatlarının yapıldığım gösteren iskeletlerin bulunması dikkat çekicidir. Bazı iskeletlerde diş dolgularına ve protezlere rastlanılmıştır. O zaman şunu ileri sürüyorum, Türkler'in ataları gelişmiş, medeni insanlardır. Tarihin derinliklerinden gelen bu yüksek medeniyete sahip bir millet olarak Türkler'in kökeni on binlerce yıl ötesine gitmektedir. Dünya uygarlığının ilk öncüleri bizim atalanmızdır. Türk Tarihini 5000 yıllık bir potaya yerleştirmek kesinlikle doğru değildir. Ortaasya'nm altında büyük medeniyetlerin kalıntılarının olduğunu iddia eden Mustafa Kemâl Atatürk, Türkler'in kökenini 1930'lu yıllarda araştırttı. Özellikle Mu kıtasını merak eden büyük kurtarıcının çalışmaları benim için de öncü çalışma olmuştur. M.S 2'nci yüzyılda yaşayan Romalı Tarihçi Suetonius tarafından kuyruklu yıldızlar "Işık saçan ve cahiller tarafından hükümdarlar için felâket habercisi sayılan yıldızlar" olarak anlatılır. Ondan 1400 yıl sonra Medeniyet'in beşiği sayılan Avrupalılar gökyüzünde kuyruklu yıldız gördüklerinde şunları yapıyorlardı: 1681 yılının Ocak ayında, uzun kuyruklu korkunç bir yıldız ufukta belirdiği zaman İsviçre'nin Baden şehrinin Belediye Konseyi şöyle bir bildiri yayınlayarak halktan bazı isteklerde bulunuyordu. "Bütün vatandaşlar her Pazar iki kere kilisede ayine katılacaklar. Oyun ve danstan kaçınılacak, akşamları da gayet az içki içilecek. Düşünün — 25 — ALI BEKTAN Çinliler, Hintliler, Mısırlılar, Grekler ve Romalılar gelip geçtikten sonra Orta Çağ'in modern insanları korkudan ne yapacaklarını bilemiyorlar. Kozmoloji bilim olarak ancak 200 yüzyıl kadar önce Kant ve Laplace ile başladı. Ne var ki Çinli Huai NanTzu M.Ö 120 ile Wang Çun'un M.S 82 de yazdığı Lun Hen adındaki kitap dünyaların, uzay maddelerinin kritalleşmesi yoluyla meydana geldiklerini anlatırlar. Guatemala Mayaları'nm Popal Vuh adlı kitabında dünyanın meydana gelmesini şöyle anlatılır: "Sis gibiydi, bir bulut gibi idi. Bir sis bulutu gibiydi yaratılış." Rus Bilim adamı B. Levin'in Moskova'da 1955 yılında yayınlanan Dünya'nm ve Gezegenlerin Başlangıcı adındaki eserinde yaratılış şöyle anlatılıyor:


"Bu evren, toz zerrelerinin yassılaşmış bulutun merkezi bölgesinde birikmesiyle başlamış oldu." Mayalar'ın Kozmoloji bilgilerinin kaynağı nereden geliyordu acaba. Uzaydan mı? Onlara doğru takvim bilgisini kim verdiyse bu kaynakla o kaynak bence aynıdır. Bugün bilim adamları Evrenin yaratılışının büyük patlama sonrası oluştuğunu kabul ediyorlar. Çalışmalar halen sürüp gitmektedir. -26 — TÜRKLER VE UZAYLI ATALARI ANTİK ÇAĞLARDA COĞRAFYA BİLGİLERİ Atinalı Flavyus Filostratus'un (M.S. 175-249) Tyanah Apolloyus'un Hayatı adındaki kitabında Dünya'nın coğrafi bilgileri hakkında antik çağ insanları inanılmaz bilgilere sahipti: "Bütün sularla kara parçalarını karşılaştırırsak, karaların sulardan daha küçük olduğunu görürüz." Eflatun dünyanın genişliği ve başka kıtaların varlığı hakkında sağlam bir fikir sahibi olsa gerekti, çünkü Phaedon adlı eserinde Akdenizlilerin dünyanın ancak küçük bir bölümünü işgal ettiklerini yazmıştı. Strabo M.Ö ll'nci yüzyılda "Bizim üstünde yaşadığımız dünyadan başka, üzerlerinde bize benzemeyen varlıkların yaşadığı birkaç dünya olabilir," diye yazıyordu. Tüm bu bilgilerden anladığımız kadarı ile şunu ileri sürebilirim, Dünya üzerinde binlerce yıl önce modern uygarlıklar vardı. Büyük şehirler kurulmuştu. Uçan gemilere yani uçaklara sahip olan bu insanlar büyük bir ihtimalle bunlar diğer insanları eğittiler. Onlara bilimi öğrettiler. Modern şehirleri kurdurdular. Tarımdan, sağlık sistemine kadar günümüz yaşantısından pek farkı olmayan bu uygarlık MU UYGARLIĞI idi. Bilindiği gibi tarihteki bir çok devlet veya kabile ya da millet büyük doğal felâketler ile yok olmuşlardır. Ayrıca bir çok toplum Dinsel ve Ahlâki çöküntüye uğradıktan sonra da tarih sahnesinden silinmişlerdir. İnsan hayatında zenginlik arttığında dine olan ihtiyacın kalmadığı şeklindeki sosyoloji kuralı Tarih öncesi insanlar için de geçerliydi. ELEKTRİK KULLANAN ATALARIMIZ Antik çağlarda hiç sönmeyen lâmbaların varlığından söz eden bir çok klasik esere rastlıyoruz. Bu lâmbaların elektrik veya başka bir enerji ile çalıştıklarını bilmiyoruz. Romanın ikinci İmparatoru olan Pompilius'un tapmağının kubbesinde — 27 — ALI BEKTAN hiç sönmeyen bir ışık yanardı. Fhıtark'da Jüpiter-Ammon Tapınağı'nm girişinde yanan bir lâmbaya rahiplerin Bu lâmba yüzyıllardan beri hiç sönmeden yanmaktadır," dediklerini anlatır. Grek Taşlama güldürü yazarı Lucian M.Ö 120-180 yaptığı yolculukların öyküsünü yazmıştır. Suriye'deki Hiyerapo-lis'de Tanrıça Hera'nm heykelinin alnında göz kamaştıran bir mücevher gördüğünü, bu mücevherin geceleyin bile tapınağın içini gündüz gibi aydınlattığım yazar. Lübnan Baalbek'teki Hadad ya da Jüpiter tapmağı ise bambaşka yoldan aydınlatılmıştı: Işıyan taşlarla. M.S İkinci yüzyılda Pusardas, Tanrıça Minerva Tapınağında bütün bir yıl hiç sönmeden yanan güzel altın bir lâmbadan söz eder. M.S. 354430 yılları arasında yaşamış olan Ermiş Augustin'in yazılarında da bir harika tanımlamasına rastlıyoruz. Bu lâmba Mısır da İsis'in bir tapınağında duran bir lâmba olduğunu, ne su nede rüzgârın bu lâmbayı söndü-remediğini yazıyor. M.S 6'ncı yüzyılda Bizans İmparatoru Justiryen'in egemenliği sırasında Antakya'da hiç sönmeyen bir lâmba bulunmuştu. Üzerinde lâmbanın hiç sönmeksizin 500 yıldır yanmakta olduğunu gösteren bir levha vardı. Himalaya Dağlarında yer altında yaşayanların mağaralarında sihirli lambaların yandığından bahsediliyor. Hint Tapınaklarında da bir çok sönmez lâmbalar bulunmuştur.


1938-39 yıllan arasında Bağdat'ta kazılar yapan Wilhelm König adındaki Alman Arkeolog, boğazları asfalt kaplı bir takım toprak kavanozlar ve bakır silindirler içinde demir çubuklar buldu. König bunları 1940 yılında yayınlanan 9Jahre İrak adındaki eserinde anlattı. Bulduklarının bir çeşit elektrik pili olduğunu sanıyordu. Eski Babil'de elektrik pili. Bu iddia bilim çevreleri tarafından akıl almaz bir düşünceydi. İkinci Dünya Savaşından sonra General Elektrik Kumpanyasından Willaird Gray 2000 yıllık pilin eşini yaptı. İçine — 28 — TÜRKLER VE UZAYLI ATALARI bilinmeyen eski elektrolitin yerine bakır sülfat koydu. Eski Babil'in vazo biçimindeki pilinin yeni eşi denendi ve çalıştırıldı. Babilonya'lıların elektrik kullandıkları da böylece ortaya çıktı. Aynı bölgede bir çok elektronik yoldan kaplama yapılmış galvanize edilmiş nesneler bulunduğundan pillerin daha çok bu amaçla kullanıldığı tahmin ediliyor. Mezopotamya Uygarlıkları da tıpkı Mısır Uygarlığı gibi biranda tarih sahnesine çıktılar. Şimdi ben şu teoriyi sunuyorum: Ortaasya'dan göç eden Atalarımız Mezopotamya ve Mısır'a gelip yerleştiler. Ellerindeki üstün bilgi, sayesinde modern kentler kurdular. Geldikleri bölgenin insanlarını da eğittiler. Böylece Türkler'in ataları Uzaydaki başka gezegenlerden gelenlerden aldıkları bilgilerle dünyayı güzelleştirmeye çalıştılar. Ünlü araşnrmacı Kâzım Mirşan Bey yaptığı araştırmalar sonucunda Ortaasya'da kullanılan yazının benzerinin Mısır'daki Hiyeroglif yazılarıyla benzerlik gösterdiğini yazıyor. Hiyeroglifler arasında 29, harfin Atalarımızın kullandığı dil ile aynı olduğunu belirtmesi, Mısırlıların kökeninin Asya Kı-tası'na dayandığım gösteriyor. Kitabımızın ilerleyen bölümlerinde bu konulara tekrar temas edeceğiz. Uzay-Mu Kıtası ve Ortaasya hattındaki Atalarımız Dünya'ya Medeniyeti getirmiş ve ilk uygarlıkları kurmuşlardır. Tarihî açıdan ise M.Ö 150 bin yıl öncesine kadar gidildiğine inanıyorum. Öyleyse Türk Tarihini beş bin yıllık bir süreye sıkıştırmakla Avrupalıların ekmeğine yağ sürmekten öteye gitmeyiz. Avrupalılar kendilerini medeni insan olarak tanıtırlar. Bilimin beşiği biziz derler. Onlara göre Türkler Ortaasya'da Kabile hayatı yaşayan barbar insanlardır. Anadolu'ya, Mezopotamya'ya,Ortadoğu ve Mısır'a gelen Atalarımız tarihte yerlerini almışlardır. Peki kökenimiz nereden geliyor dersek, Bunun tek cevabı MU Kıtası'dır. Mustafa Kemal'in 1930'larda yaptığı araştırma ile başlayan yolculuğunu bu kitapla ben sürdürmekteyim. Mu Kıtası'nda yerleşen insanlar yani bizim atalarımız 64 milyon nüfuslu, üı— 29 — ALI BEKTAN man iklime sahip bir kıtada Pasifik Okyanusunda yaşıyorlardı. Kozmik bir felâket sonrasında bu kıta denizin derinliklerine gitti. Kıta batarken buradan kurtulanlar Hindistan ve Asya'ya geçtiler. Atalarımız Turan'lılarla birleştiler ve onlara bilgilerini aktardılar. Güzel Kentler kurdular. Sonraki yıllar içinde iklim değişiklikleri nedeniyle göç ettiler ve Medeniyeti bütün Dünya'ya taşıdılar. Bir grup Orta Amerika'ya ulaştı. Mayalar ile Türkler arasındaki benzerlikler içersinde dil başlı başına dikkat çekicidir. Bir çok kelime aynı anlamı ile hem Anadolu'da hem de Orta Amerika da kullanılıyorsa bunun üzerinde önemle durulmalıdır. O zaman Türkler'in kökenlerinin Dünya'nın bir çok yerine dağıldığını kabul etmemiz gerekiyor. Ünlü araştırmacı Roger Bacon 13'ncü yüzyılda yaptığı araştırmalarla dikkat çekmiş birisiydi. Eserlerinden birinde Bacon şunu söylüyor: "Buna benzer Uçan Makinalar eskiden kalmadır ve günümüzde de yapılmaktadır." O yüzyılda böyle bir iddianın ileri sürülmesi gerçekten kafa karıştırıyor: Bacon ilkin uçan makinalarm kendinden önceki çağlarda


var olduklarını, ikincisi kendi zamanında da bulunduklarını söylüyor. Bu iddiaların ikisi de bize olmayacak şeyler gibi görünüyorken, benim Türkler'in kökeninin Mu'ya ve uzaya dayandığını açıklamam kesinlikle garipsen-memeli. — 30 — TÜRKLER VE UZAYLI ATALARI ANAVATAN KITA MU, İNSANLIĞIN İLK BÜYÜK UYGARLIĞI Türkler'in kökeninin Ortaasya'ya dayandığı biliniyor. Peki Asya'ya biz nereden geldik. Yoksa orada yaşayan mağara adamları iken bir anda modern insan olup aklımız başımıza mı geldi. İngiliz Albay James Churcvvard 19'ncu yüzyıl ortalarında Hindistan'da bir manastırda bir Rahiple sohbet ederken onun bahsettiği gizli tabletleri merak etmesiyle Mu Kıta-sı'nın varlığı ortaya çıktı. Mu Kıtası Pasifik Okyanusu'nda ve merkezi Ekvator'un biraz altına düşen bir kıta idi. Küçük de olsa bazı kısımları bugün bazı kısımları halen su yüzünde bulunan büyük kıtanın doğudan batıya uzunluğu yaklaşık 9500 kilometredir. Günümüzden 12 bin yıl kadar önce çok büyük depremler ve su baskınları ile birlikte batmış kocaman bir sualtı mezarlığı olmuştur. Bugünkü Paskalya, Tahiti, Samoa, Cook, Marshall, Gilbert, Caroline, Mariana, Hawaii ve Marquesa Adaları bu kadim kıtanın sessiz mezarına bekçilik edercesine ayakta durmaktadırlar. Churcward elli yıl süren araştırmalarının büyük bir kısmını anlatan kitaplar yazmıştır. Dünya'nm dört bir yanını gezerek Mu'nun izini sürmüş ve kayıp parçaları tek tek bulup, biraraya getirmiştir. Zamanın gizemleri içersinde kaybolan bu uygarlığın günümüz kültürleri ve dinleri üzerindeki etkilerini anlatan İngiliz Albay şu sonuca varıyor: "Kuzey ve Güney Amerika, Atlantis, Batı Avrupa, Mısır, Hint, Babil, Uygur ve Anadolu uygarlıklarını etkilemiştir." Mu'dan kalma bazı anahtar sembollerin yorumlarını da açıklamıştır. 1926 yılında ilk kitabı "Kayıp Kıta Mu"yu yazan James Churcvvard'a en büyük ilgiyi Mustafa Kemal Atatürk göstermiştir. Türkler'in ve Anadolu İnsanlarının kökleri ve ataları üzerine araştırmalar yapılmasını isteyerek Nisan 1930 tarihinde 'Türk Tarih Kurumu" kuruldu. — 31 — ALI BEKTAN "Bizim Türk Milletimiz eski ve şerefli bir millettir. Zaten Ortaasya'nın Altay yaylasında yetiştiği için Kartalın meziyetlerini daha gençliğinde kazanmıştır. Ta uzakları görür, hızlı bir uçuşu vardır ve bu ruhu barındıracak kadar kuvvetli bir beden sahibidir/' diyen Atatürk Anadolu halkının köklerinin daha derinlerini öğrenmek istiyordu. James Churc-ward'ın çalışmalarını öğrenir öğrenmez 60 kişilik bir tercüme ekibiyle kitapları Türkçe'ye çevirtti. Atatürk Mu'nun batış nedenlerini, göçlerini, kolonilerini, Ortaasya, Uygurlar ve bütün Türklerle ilgili kısımların altını çizerek incelemiş, okumuş ve notlar almıştır. Ayrıca Mu kökenli özel ad ve sıfatlar ve bunların öz Türkçe ile bağlantılarını incelemiştir. Mu'nun yönetim biçimini güneş enerjisinin aydınlatmada kullanımı gibi konularla ilgili satırların altlarını çizmiştir. General Tahsin Mayatepek'in getirdiği raporları da inceleyip Mu ile arasındaki bağlantıları bulmuştur. Ata'nın vefatından sonra bu konu kapanmış ve çok ilginç bu konuyla hiç kimse ilgilenmemiştir. Uzun yıllar sonra bazı araştırmacılar bu konuya el atmışlar ve Türkler'in soyunu daha da ileriye götürmüşlerdir. Ancak Hepsi de çok yüzeysel kalmıştır. 2000 yılında Ege Meta Yayınlan James Churc-vvard'm kitaplarını Türkçe'ye çevirip yayınlayana kadar çok az insan bilgi sahibi olmuştur. Atatürk'ten sonra ki dönemlerde Türkler'in Kökeni nereden geliyor, neresidir diye sorulduğunda Ortaasya'dır denilmiş ve kısa yoldan gidilmiştir. Oysa ki arkeolojik keşifler Türkler'in Köklerini 10 binlerce yıl öncesine taşımaktadır. Dünya'ya medeniyeti taşıyan bizim atalarımızdır. Bizim Asya'da modern şehirlerimiz varken, Avrupalıların ataları mağaralarda yaşayan ilkel insanlardı. Bu gerçeği Avrupalılar da bilmekte fakat açıklamak işlerine gelmemektedir.


Mustafa Kemal'in, "Ortaasya'mn altında büyük uygarlıklar yatıyor," demesi gibi, Mu Kıtası dünya medeniyetinin merkezidir. Bu medeniyet ortaya çıktığında uzay ile bağlantısı da oluştu. Başka gezegenlerden gelen ziyaretçilerle fikir alış verişi olurken, atalarımız oralara gittiler. Tufan olayı ol— 32 — TÜRKLER VE UZAYLI ATALARI duktan sonra bağlantı koptu. Fakat o gezegenlerden gelen atalarımız bizlere tarih boyunca yardımlarını sürdürdüler. Bugün o gezegenlerde üstün teknolojiye sahip atalarımız, bizden çok ileri, her yönden gelişmiş bir şekilde yaşıyorlar ve zaman zaman bizi ziyaret ederek gelişmemizi yakından izliyorlar. Bu gerçekleri özellikle Amerikalı bilim adamlarının bildiğini düşünüyorum. Ayrıca çok önemli bir nokta var: O'da Mu halkının dininin Tek Tanrı inancına sahip olduğunu söyleyebilirim. Allah'a inanan bu insanlar çok yüksek bir medeniyete sahip olduktan sonra zenginliğin getirdiği bozulmayla Allah'a isyan ettiler. Sonları 64 milyon kişiyle birlikte Pasifik Okyanu-su'nun derinliklerine gömülmek oldu. Kur'an-ı Kerîm de kaybolan milletlerden oldukça çok bahseden Âyetler bunlara en güzel örnektir. Türkiye'nin ilginç araştırmacılarından bir tanesi olan ve Ocak 1997'de vefat eden İnsanlığı Birleştiren Bilgiyi Yayma Vakfı Başkanı Ergün Ankdal Mu üzerine bir konferans vererek şunları söylemiştir: "Ezoterik bilgilerimize göre Doğu ve Batı Uygarlıklarının iki ana kaynağı vardır. Bunlardan bir tanesi Atlantis, diğeri de büyük anavatan Mu Uygarlığı'dır. Bu kaynaklar artık kendilerini maddesel olarak yavaş yavaş kabul ettirmektedir. Mu Uygarlığı'nm en büyük evladı At-lantis'tir. Atlantis'de Grönland'a yakın bölgelerden İrlanda'yı içine alacak şekilde bütün Kuzeydoğu Amerika'nın doğu kıyılarından aşağıya doğru, Güney Amerika'nın doğu kıyılarım kapsayacak şekilde bir bölgede yer almaktadır. Bu iki uygarlığın birbiriyle senkronizasyonu çok büyüktür. Onlar kendilerinden önceki büyük kozmik uygarlığın birer merkezi halinde çalıştıkları için birbirlerine bağlı olarak gelişmişlerdir. Hem gelişmelerindeki, hem de çöküşlerinde-ki çizgi hemen hemen birbirine paraleldir. Bütün insanlığın uygarlık adma yaptığı her şeyin temel bilgisi ve ilkeleri bu iki büyük merkezden yayılmış veya onların öğretileriyle nakledilmiştir. Tüm bunlardan sonra şunu sorabiliriz: Acaba — 33 — ALI BEKTAN Anadolu halkı manevi köken olarak nasıl bir realiteye sahip tir. Tarihçiler fiziki kökeni kendilerine göre bir yerlere bağlayabilirler. Ama Anadolu'ya göçüp gelmiş atalarımızın getirmiş oldukları genetik kodun niteliğini bilmezler. Bu kod hakkında elbette yüzyıllardan beri intikal eden bir bilgi akışı var. Anadolu Topraklarına gelen varlıkların bir özelliği var. Burası hem Atlantis'ten hem de Mu'dan göç edenlerin birleştikleri harman olup girdaplaştıklan bir bölgedir. Ege Denizi ve İskenderiye'ye kadar uzanan bölge çok önemli bir kavşak noktası haline gelmiştir. Anadolu halkının en eskisinden en yenisine, yani en son Oğuzların göçüne varana kadar bütün ve asıl beşlenme kaynağı Moğolistandır. Atlantislilerin göçü nasü Mısır'ı meydana getirmiş ise orayı kendileri için büyük bir göç yeri ve esas vatan yapmışlarsa, Mu Uygarlığı run insanları da Uygurları temel olarak seçmişlerdir. Dolaysıyla iyilik ve güzellikle, felsefeyle ilgili bütün bilgilerini oraya nakletmişlerdir. Uygur Uygarhğı'nm kaynağı bugünkü Moğolistan ve Gobi Çö-lü'nün dağ yamaçlarına yakın olan bölgelerdir. Uygurların inanç, bilim, sosyolojik hayat, insan ve doğa arasındaki denge, insan ve kozmos arasındaki yapılar bakımından getirip bıraktıkları esaslar çok doğrudur. Birtakım doğal olaylar sebebiyle başlamış olan Uygur göçleri Hindistan'a, Çin'e, Afganistan'a ve İran yoluyla Anadolu'ya kadar sürmüştür.


Büyük Uygur göçüyle birlikte Mu Bilgeliği ve Atlantis Teknolojisiyle yetişmiş büyük insanlık güçleri de zekâsı ve zihni ile göç etti. Onların içinde karışmış bir çok varlıkta tohum halinde kapasite mevcuttur. Bu insanlann sahip oldukları en büyük özellik; Duyular Dışı Algılamalar ile ilgilidir.(Telepati ve Parapsikolojik Güçler) Bunlar mükemmel bir şekilde hiçbir bozulmaya ve eksilmeye yer bırakılmadan o varlıklar tarafından göçlerle bu ülkeye, Anadolu'ya yeniden getirilmiştir. — 34 — TÜRKLER VE UZAYLI ATALARI Demek ki Anadolu halkının kalıtımsal olarak getirdiği en büyük özellik psişiktir. Bu toprakların insanlarının başka bir ifadeyle asıl iç yüzleri ruhsal dünyaya dönüktür. Ve öyle yaşarlar. Görünüşte hepimiz dünya malı gibi yaşarız, yeriz içeriz her şeyi yaparız. Bütün dünyadaki insanlann yaptığı gibi, ama arada çok ince bir fark vardır. Bizim iç yüzümüz sürekli bir şekilde ruhsal dünyaya dönüktür. Çünkü doğamızda taşıdığımız DNA'larda bu tarafımız gelişmiştir. Bunlar bize anavatanımız Mu'dan, Uygur akımından intikal eden bir vazife mirasıdır. Bu toplumun vazifesi de Mu ve Atlan-tis'ten gelen kendisinde bulunan ve kendinden sonraki insanlık kitlesine bırakacağı bilgi intikalini sağlamaktır." Türkler'in İslâmiyet'i kabul etmeden önce sahip olduğu dini görüşü bilindiği gibi yüce Tann Gök Tengri'ye inanmaktır. Onun verdiği güçle her işi başarırız derler. Teng-ri'nin iyi bir insan olmamızı istediğini, iyilik yapmak gerektiğini, kötülük yapıldığında ise Tengri'nin ondan ahret hayatında hesap soracağım anlatırlardı. Bu özelliklerin kaynağı da Mu'dur. Bu inançları bir sistem haline getirip dinsel bir şekilde sunan da İslâmiyet'tir. Asya da binlerce yıl yaşayan Türkler'in Buda dinine girmemeleri dikkat çekicidir, üstelik Çin ve Hindistan ile ticari ve kültürel alış verişler olmasına rağmen. Çünkü Budizm tam olarak onları dinî açıdan tatmin etmemiştir. Bu bilgiler ışığında: Türk Milleti'nin üstün ve büyük özelliklerini Mu Kıtası'nı daha detaylı olarak anlatarak devam ediyorum. JAMES CHURCVVARD MUTU ANLATIYOR-1: Hindistan'da Tarih öncesi tabletleri bulan James Chure-ward elli yıl boyunca yaptığı çalışmaları, yazdığı kitaplarda topladı. Onun ilginç tarafı; Hintli rahip ile birlikte tabletler-deki Mu dilini ve sembollerini çözmesidir. Bu tabletler ve diğer kadim kayıtlarla birlikte, Mu'nun ve çok ileri bir anlayı— 35 — ALI BEKTAN şa erişmiş bir uygarlığı anlattığını öğrendi. Hint, Babil, Mısır, Uygur ve Yukatan uygarlıkları, geçmişteki bu yüksek uygarlığın sönmeye yüz tutmuş közleri olduğuna tanık etmektedirler. Churcvvard araştırmalarını şöyle anlatıyor: "Aden Bahçesi Asya'da değil, Pasifik Okyanusu'nda artık var olmayan bir kıtanın üzerindeydi. Dinlerde yeralan yaratılış hikâyesi Ortadoğu'da değil, insanın anavatanı Mu'dan çıkmıştı. Hindistan'da bulduğum kutsal tabletlerde günümüzden elli bin yıl önce 64 milyon kişinin yaşadığı bu inanılmaz topraklarda bizimkinden üstün bir uygarlık gelişmişti. Sonradan gelen tüm uygarlıklar bu kayıtları onlardan almıştı. İki sene boyunca rahip dostum ile birlikte çalıştım ve insanlığın bu ilk dilini açıklamaya çalıştım. Basit görünümlü bu yazılar Kutsal Kardeşler Topluluğu (Naakaller) için özel olarak tasarlanmıştı. (Naakaller kolonilere dini bilgileri ve eğitimi götüren rahiplerdir) Binlerce yıl özel olarak korunan bu tabletleri ilk defa biz görüp, dili çözmeye çalıştık. O sırada Hindistan'daki yedi şehirde bu tabletlerden çok fazla miktarda olduğunu öğrendim. Rahibin getirdiği tabletlerde ilk insanın yaratılışını anlatıyordu, insana ait en büyük sırları gün ışığına çıkardığımı kavrayarak mabedin dışındaki diğer tabletlerin peşine düştüm. Hindistan'ın her yerindeki mabetlere beni tanıtan mektuplar götürdüm, her seferinde soğuk bakışlar ile


karşılaştım, çünkü peşine düştüğüm bu tabletler çok kutsaldı. Öylesine kıymetli bilgiler elde ettim ki tüm eski medeniyetlerin bilgileriyle Mu'nun bilgilerini karşılaştırmak istedim. Sonuçlar inanılmazdı. Grek, Kaide, Babil, Pers. Mısır, Yukatan ve Hindu medeniyetlerinin kesinlikle Mu'nun arkasından yürüdüğünü gördüm. Araştırmalarım sırasmda bu kayıp kıtanın Hawaii'nin kuzeyinde bir yerlerden güneye, oradan Fiji Adaları'na ve Paskalya Adası'na kadar uzanan bir yeri kapladığını keşfettim. Bu toprakların 12 bin yıl önce korkunç depremlerle sallandığını bir ateş ve su girdabı içersinde yok olup gittiğini öğrendim. — 36 — TÜRKLER VE UZAYLI ATALARI Yaratılış hikâyesini orjinalinden okudum. Mu'dan yola çıkarak izlemeye başladım. Mu'dan Hindistan'a, batık kıtadan gelen insanların ilk yerleşim bölgesine geldim. Hindistan'dan Mısır'a, Mısır'dan Musa'nın onu kopyaladığı Sina Mabedine ve oradan da 800 sene sonraki Ezra'nın hatalı çevirilerine. Konuyu etraflıca araştırmayan kişiler bile bildiğimiz haliyle yaratılış hikâyesi ile Mu'dan çıkan gelenek arasındaki benzerliği gördüklerinde bu ihtimali inkâr edemeyeceklerdir." Tabletlerde Yaratılış şöyle başlıyordu: "Başlangıçta evren yalnızca bir ruhtu. Hiçbir hayatiyet belirtisi yoktu. Dingin, ıssız ve sessiz. Uzaym enginliği boş ve karanlıktı. Yalnızca Yüce Ruh, kendiliğinden var olan kudret. Yaradan dipsiz karanlıkta hareket ediyordu." Yaratıcı Alemleri yaratma arzusu duydu ve Alemleri yarattı ve üzerindeki canlılarla birlikte dünyanın yaratılışı şu şekilde oldu: İlk emir: "Biçimi olmayan ve uzaya dağılmış halde bulunan gazlar biraraya gelsin ve onlardan da yerküre biçimlensin." Sonra gazlar anafor halinde bir kütle oluşturacak şekilde bir araya geldiler. ikinci emir şuydu: "Gazlar katılaşsın ve yerküreyi oluştursun." O zaman gazlar kahlaştılar, hacimler dışarıya çıktı. Hacimlerden su ve hava oluştu. Ve hacimler yeni dünyanın içine gizlendi. Karardık hüküm sürüyordu ve hiçbir ses yoktu, çünkü henüz ne sular ne de atmosfer şekillenmişti. Üçüncü emir şuydu: "Dıştaki gazlar ayrışsın, atmosferi ve suyu meydana getirsinler." Ve gazlar ayrıştı. Bir kısmı suları meydana getirmeye koyuldu ve sular Dünya'yı kapladı. Öyle ki hiç bir kara parçası görünmüyordu. Suları meydana getirmeyen diğer gazlar atmosferi meydana getirdiler ve ışık atmosferin içine yayıldı. — 37 — ALI BEKTAN Ve güneşin ışınlan atmosferdeki ısı ışınlarıyla buluştu ve ona hayat verdi. Artık yeryüzünü ısıtacak sıcaklık da vardı. Dördüncü emir şuydu: "Yerkürenin içindeki gazlar toprağı suların üzerine yükseltsin." O zaman toprak altındaki ateşler üzeri sularla kaplı yer kabuğunu, suların üzerine çıkana kadar yükselttiler, böylece kuru topraklar ortaya çıktı. Beşinci emir şuydu: "Sularda hayat meydana gelsin." Ve güneşin ışınlan suların balçığmdaki toprağın ışınlanyla buluştu ve balçıktaki parçacıklardan kozmik yumurtalar (hayat tohumlan) oluştu. Bu kozmik yumurtalardan emredildiği üzere hayat ortaya çıktı. Alana emir şuydu: "Karada hayat ortaya çıksın." Ve güneşin ışınlan toprağın tozu içinde yerin ışınlanyla buluştu. Ve bundan da, kozmik yumurtalardan da karada hayat ortaya çıktı. Yedinci Emir şuydu: "O zaman Narayana, evrendeki her şeyin yaratıcısı insanı yarattı ve onun bedenine yaşavan ve yok olmayan bir ruh yerleştirdi. Ve insan, zihinsel kuvveti bakımından Narayana gibi oldu. Böylece yaratılış tamam olmuştu."


Yedi emrin aynı zamanda zaman içindeki yedi dönem süresine ya da devire işaret ettiği muhakkaktır. Bir dönemin hangi zaman birimiyle ölçüldüğü belli değildir. Bir gün anlamına da gelebilir, bir yıl ya da bir milyon yıl anlamına da. Yani tabletlerde yaratılışın ne kadar sürdüğü ile ilgili bir beyan bulunmamaktadır. Kaydedilen oluşumlann tamamlanması milyonlarca veya on milyonlarca yıl da sürmüş olabilir. Belirli olan şey yeryüzünün yedi gün içinde varolduğu değildir. Dünya'nın her köşesi yaratılış efsaneleriyle doludur. Ve bunlardaki materyal arasmda öyle büyük benzerlikler vardır ki, ister istemez hepsinin aynı ortak kökenden, Mu'dan geldiği sonucunu çıkartırsınız. — 38 — TÜRKLER VE UZAYLI ATALARI Tevrat'ta kullanılan "Tann nefesinden üfledi/' ifadesi de aynı sembolle iyi bir örnektir. Her halükârda "Tann'dan alınan özel güçler," şeklindeki mânâ gayet açıktır ve bundan da, bunların Tann'nın bir parçası olduğu anlamı çıkarılabilir, tıpkı yaprağın ağacın bir parçası olduğu gibi. İnsan, Tann'dan gelmişti ve geldiği yere dönmek zorundaydı. Tabletlerdeki veya aynı paraleldeki öğretilerin yansımalarını, eski Hindu Kültüründe de bulabilirsiniz. Hindu Manava Dhanna Sastra 2 Kitap 74 Sloka: "Başlangıçta yalnızca Adite denilen sonsuz varlık vardı. 1 kitap 8 Sloka "Bu tohum bir yumurta oldu," 1 Kitap 10 sloka "Görülebilen evren başlangıçta karanlıktan ibaretti," 1 kitap 9 Sloka "Önce sulan yaptı ve oraya bir yumurta bıraktı." Rig Veda 3,1,2/4,316-317 sayfalar (MÖ 2000-2500) "Yüce varlığın. Tüm Tannlann ve insanın iyi kalpli annesi tanrıça Maya ile birleşmesi sayesinde, yüce varlığın zekâsı Buddha formu içinde bu kozmik yumurtada kopyalandı. Bu Adem ile Havva hikâyesini çağrıştırmaktadır.. Sayfa 3 "Ondan başka hiçbir şey yoktu, karanlıktı;" sayfa 4": "O'ki havadaki ışığı ölçer ve ayınr." Aitareya -Aram'ya 4-8 slokalar "Bu evren aslında bir ruhtan ibaretti, onda faal ya da durağan halde hiçbir şey yoktu. Ona şu düşünce geldi: Alemleri yaratmak istiyorum, böylece O alemleri, ışığı, ölümlü varlıkları, ışığı tutan atmosferi, fani dünyayı ve sulann yerleştiği derinlikleri yarattı." Yukatan -Nahuatl: İlahi yayılımlann atmosferdeki parçacıklara çarpması onlara hayatiyet kazandırdı. Maddenin hareketini belirleyen ısı, atmosfer içinde gelişti." Yazılı ve efsanevi tarih ne söylerse söylesin, bu kitaplann eski mabet kayıtlarından alınıp yazıldığına mabetlerdeki tarihçelerin ise Naakaller tarafından yazılmış olduğuna ve yine onların din ve ilim öğrettiklerine kuşku yoktur. Dünya'nın çok farklı yerlerinde yaratılış efsanesinin dikkate değer varyasyonlarının bulunması hiç şüphesiz bunla— 39 — ALI BEKTAN rın nesilden nesile aktarılmasına bağlıdır. Yaratılışın bilimsel yönlerini ayıklayan ve sembolleri kullanan milletler, yalnızca sonuçları kaydetmişlerdir. Kayıp Kıta İnsanın anayurdunun yok oluşunu anlatan kayıtlar gerçekten sıra dışıdır. Kıyaslamalar bir zamanlar böyle bir kara parçasının mevcut olduğunu kaydediyor. Mısır, Hint ve Maya dillerinde yazılan kayıtlarda yerkabuğunun depremlerle kırılmasıyla alevlere boğulan ülkenin nasıl battığı tanımlanıyordu. Daha sonra Pasifik'in dev dalgaları üzerini örtmüştü. Başka el yazmaları vardır. Mesela Ramayana Destanı bunların arasındadır. Ayhodia'daki Rishi Mabedinin baş rahibi Narana'nm mabetteki eski çağlardan kalma yazıları bilge tarihçi Valmiki'ye okuyup dikte ettirmesiyle yazümıştır. Eserin bir yerinde Valmiki, Naakallerin Burma'ya "doğum yerleri olan Doğu'daki Pasifik yönünde bir ülkeden geldiklerinden söz eder." Kutsal Tabletleri ve Valmiki'yi doğrulayan diğer belgeler:


İngiltere British Museum da bulunan Troano El Yazması-dır ve bu elyazması Yukatan da yazılmış bir Maya kitabıdır. Hindistan, Burma ve Mısır'da karşımıza çıkan aynı sembolleri kullanarak Mu ülkesinden bahseder. Bir başka referans Cortesianus Kodeksidir ki bu da Troano kadar eski bir diğer Maya kitabıdır. Sonra Lhassa Belgesi, Mısır, Yunanistan, Orta Amerika da bulunan diğer kayıtlar gibi. Mu Kıtası Doğu ile Batı arasında 9500 kilometre, Kuzey ile Güney arasında 4500 km'yi buluyordu. Kıta ince boğazlar veya denizlerin ayırdığı üç kara parçasından oluşuyordu. Burası "geniş düzlükleri" olan güzel, tropik bir ülkeydi. Vadi ve ovalar ekili tarlalar ve otlaklarla doluydu. Alçak tepelerden oluşan engebeli araziyi ise gür ve tropik bir bitki örtüsü süslüyordu. Bu yeryüzü cennetinde yüksek dağlar veya sıradağlar bulunmazdı. Ufuk çizgisi nazik ve yumuşacık hat— 40 — TÜRKLER VE UZAYLI ATALARI larla uzayıp giderdi. Dağlar henüz yeraltından yukarılara çıkmaya zorlanmamıştı, Bu bereketli topraklar ormanlık tepelerin ve verimli ovaların arasında fantastik şekiller çizerek ve kıvrımlar yaparak acelesizce akan büyük akarsular ve dereler tarafından sulanıyordu. Her yer insanı dinlendiren, huzur veren yemyeşil bir halıyla kaplanmıştı. Bu manzaraya alçak boylu ağaçların al renkli, mis kokulu çiçekleri renk katıyordu. Göz alabildiğine uzanan kumsallara saçaklı gölgelerini düşüren ince uzun palmiye ağaçlan ırmaklara eşlik edip, iç bölgelere denizin esintisini taşımaktaydılar. Irmak kenarları zarif siluetli büyük eğrelti otlarıyla kaplıydı. Arazinin çukurlaştığı vadilerde akarsular genişleyerek küçük göller oluşturmuştu. Bu sularda yeşil bir fon üzerine serpiştirilmiş rengarenk mücevherler gibi ışıldayan "Lotus Çiçekleri" (Nilüfer) dolaşırdı. Irmakların üzeri ise ağaçların sunduğu gölgeliklerin tadını çıkaran ve sanki tabiat aynasındaki renkli güzellikleri daha iyi fark edilsin diye bir aşağı bir yukarı periler gibi uçuşan kelebeklerle doluydu. Çiçekten çiçeğe konmaktan vazgeçmeyen bu türlü çeşit kelebeklerin en yakın arkadaşları kısa ziyaretlerinde onları yalnız bırakmayan ve canlı mücevherler gibi parlayan sinek kuşlarıydı. Birbirlerine çalım atan küçük tüylü ötücü kuşlar ağaç ve çalılıkları şenlendirmekteydi. Her yerden "her şey yolunda" mesajını dünyaya ilan etmek istercesine bıkmadan öten cır cır böceklerinin sesleri duyulurdu. Ne zamandan beri orada olduğu bilinmeyen ormanlarda kocaman kulaklarını sallayarak sinekleri kovalamaya çalışan güçlü mamut ve fil sürüleri dolaşırdı. 64 milyon kişinin saltanatım sürdüğü bu büyük kıtada hayat, neşe ve mutluluk içinde geçiyordu. Orası üzerindekilere her türlü refahı sunan bir yuvaydı Her tarafta tıpkı "Örümcek Ağları" gibi her yanı saran düzgün yollar vardı. Bu yollar pürüzsüz mermer taşlarla — 41 — ALI BEKTAN kaplıydı, öyle mükemmel döşenmişlerdi ki "birleşme yerlerinde ot bile bitmezdi." Bu anlatılan zamanlardaki 64 milyon kişi birbirinden ayrı fakat tek bir hükümet altında toplanan on kabileden veya halktan meydana gelmişti. Çok nesiller önce insanlar bir kral seçmişler ve isminin başına da RA ekini getirmişlerdi. Böylece RA Mu adı altında hiyeratik baş ve imparator olmuştu. İmparatorluk da "Güneş İmparatorluğu" adını almıştı. Hepsinin dini aynıydı: Semboller vasıtasıyla Yaradan'a ibadet etmek. Hepsi de ruhun ölümsüzlüğüne inanıyordu. Eninde ve sonunda geldiği "Ulu Kaynağa" geri döndüğüne inanıyordu, Yaradan'a saygıları o kadar büyüktü ki (ynun ismini telaffuz etmezler, dua ve niyazlannda ona bir sembol aracılığıyla hitap


ederlerdi. Ra, Güneş O'nun bütün niteliklerini simgeleyen kollektif sembol olarak kullanılmaktaydı. En üst mertebedeki rahip olan Ra Mu, Yaradan'ın dinsel öğretilerdeki temsilcisiydi. Temsilci olması nedeniyle Ra Mu'ya tapınılmayacağı esaslı bir şekilde öğretilmiş ve anla-şümıştı. O zamanlarda Mu halkı gelişimlerini çok ilerletmiş ve aydınlanmış bireylerdi, Yeryüzünde vahşiliğe rastlanmıyordu zaten hiç de olmamıştı, çünkü dünyadaki tüm insanlar Mu'nun çocuklarıydı. Ve anavatanın tebası idiler. Mu'da çoğunluk olan beyaz derili bir ırktı. Bunlar duru beyaz ve buğday tenleri, yumuşak bakışları, koyu renkli iri gözleri ve düz siyah saçlarıyla son derece güzel insanlardı. Bunun dışmda sarı, kahve ve siyah derili başka ırklara mensup insanlar da vardı. Ancak onlar yönetim kadrolarında yer alamazdılar. Mu halkı içersinde gemileriyle doğudaki okyanuslardan batıdakilere ve kuzeyden güneydeki denizlere açılan büyük denizciler vardı. Aynca mimarlık, büyük taş mabetler ve saraylar yapmada çok ilerlemişlerdi. Anıt olarak dikilen yekpare taş blokları işlemekte ustaydılar. — 42 — TÜRKLER VE UZAYLI ATALARI Mu topraklarında yedi büyük şehir ya da merkez vardı. Din, İlim ve diğer disiplinler buralarda öğretilirdi. Üç kara parçasına dağılmış olan ve daha pek çok büyük şehir, kasaba ve köyler de vardı. Şehirlerin çoğu büyük ırmakların denizle buluştuğu yerlere kurulmuştu ve buraları dünyanın her tarafından gemilerin gidip geldiği ticaret ve alış veriş merkezleriydi. Mu ülkesi dünya medeniyetinin, eğitiminin, ticaret ve alışverişin baş merkeziydi. Dünya'nın başka yerlerine dağılmış ülkeler onun kolonileri veya ona bağlı koloni imparatorluklarıydı. Kayıtlara, yazmalara ve geleneklere göre ilk insan Mu topraklarında ortaya çıkmıştı. Ve buna ithafen Mu'nun başına Kui Ülkesi ibaresi eklenmişti. Bütün şehirler üstü açık, yani çatısı olmayan ve kabartmalarla bezenmiş büyük taş bloklardan yapılmış mabetlerle donanmıştı. Üstlerinin açık olmasının nedeni, bütüne yönelik niyaz ve dua faaliyeti içerisindeki kişilerin başına Ra'nın ışınlarının düşmesine imkân sağlamaktı. Bu, Yaradan'ın bu eylemden haberdar olduğunun işareti olarak kabul edilirdi. Zengin sınıflar bir çok mücevher ve kıymetli taşlar takarlar. Çok sayıda hizmetlinin eşliğinde etkileyici saraylarda yaşarlardı. Koloniler dünyanın her tarafında birden başlamıştı. Denizcilikte usta oldukları için gemileri devamlı olarak çeşitli kolonilere ve oradan da Mu'ya yolcu ve yük taşıyorlardı. Akşamları, hava serinlediği zaman, gemiler keyifli saatlere sahne olur, yardıma uzun küreklerin ahenkli sesleri göz kamaştıncı giysi ve mücevherleriyle geceye katılan yolcuların kahkaha ve şarkılarına karışırdı. Medeniyetinin, ticaretin, eğitimin zirveye ulaştığı ve bunun gökyüzüne doğru yükselen mabetler, yekpare heykeller ve anıtsal dikili taşlarla ilan edildiği sırada, Mu topraklarında büyük bir şok yaşandı. Yerkürenin içinden gelen kükre-melerin ardından ülkenin güney kesimleri deprem ve volkanik patlamalarla sarsıldı. — 43 — ALI BEKTAN Kıta'nın güney kıyılarında okyanustan gelen yıkıcı felâket dalgaları karalara hücum etti ve bir çok şehir yerle bir oldu. Volkanik ağızlar ateş, duman ve lav püskürdü. Arazinin düz olma"sı nedeniyle aşağıya doğru akamayan lavlar üst üste birikerek koni şeklini aldılar ve daha sonra volkanik kayalara dönüştüler. Bugün güney denizindeki adaların bazılarında bunu görebilirsiniz. Volkandaki hareketlilik bu şekilde sona erdi. Yanardağların patlamasından sonra insanlar yavaş yavaş korkularının üstesinden gelmeyi başardılar. Şehirler yeniden kuruldu. Ticaret ve deniz trafiği yeniden başladı. Bu ilk ziyaretin üstünden bir çok nesiller geçtikten sonra, bu


fenomen tarihin bir parçası olduğunda, Mu'da tekrar depremler başladı Bütün kıta denizin dalgalan gibi indi çıktı. Yer, fırtınaya yakalanmış bir ağacın yaprakları gibi savruldu ve sallandı. Şehirler enkaz yığınlarına dönüştü. Yer bir alçalıp bir yükselir, sağa sola doğru kayarken, aşağıdan gelen ateşlerin açılan yarıklardan yukan doğru kükre-yerek fışkırmasıyla çapı 4,5 km'yi bulan ateş kitleleri oluştu. Buna gökyüzünü saran yıldırımlar cevap verdi. Okyanustan yükselen ve kıyılan doğru saldıran dev dalgalar önlerine çıkan tüm canlılan ve şehirleri yutarak ova içlerine doğru ilerlediler. Her yanı dehşetle haykıran kalabalıklann sesi doldurmuştu. "Mu kurtar bizi," diye bağırarak mabetlere ve yüksek yerlere sığınmaya çalışan halkın üzerine ateş ve duman yağıyordu. Tüm ülkenin üzerini kaplayan duman kütlesinin ardında batış çizgisine doğru alçalan kızgın güneş tıpkı bir ateş topuna benziyordu. Ufukta gözden kaybolduğu zaman, her yana yoğun bir karanlık çöktü. Yegâne şey, durmaksızın çakan şimşeklerin ışığıydı. Gece boyunca karalar ortalarından yarıldı ve parçalara aynldılar. Gökgürültüsüne benzeyen homurtularla zavallı ülke ateşten bir göle doğru indi. Koskoca kıta parçalar halinde ateşten ibaret bir uçurumun içine düştü. Her taraftan sal— 44 — TÜRKLER VE UZAYLI ATALARI dıran alevler tarafından yutuldu. Mu ve üzerindeki 64 milyon kişi ateşe kurban gitmişti. Mu yavaş yavaş bu dipsiz uçuruma doğru çökerken saldırıda bulunan bir başka güç daha vardı. 80 milyon metreküp su. Dev su kütleleri dört bir yandan hücum ettiler. Bunlar bir zamanlar ülkenin merkezi olan bir yerde kaynar halde buluştular. Mu; bilge insanın anavatanı, bütün mağrur şehirleri tapmakları, sarayları, harika sanatları, ilimleri ve her çeşit ustalığı ile birlikte maziye karışmış, ölümcül sular üzerini bir kefen gibi örtmüştü. Ana kaynağın yeryüzünden silinmesi kolonileri etkiledi. Neredeyse 12 bin yıl boyunca bu büyük uygarlığın üzerine kaim bir perde çekildi. Şimdi bu perde bazı yerlerden delindi. Koloni imparatorlukları anavatanın uygarlığını bir süre daha yaşattılar ama ana merkezin desteği olmaksızın bunu çok fazla sürdüremeyeceklerdi. Yavaş yavaş sönmeye yüz tuttular. Onların küllerinden yeni bir uygarhk doğdu ve bugünlere gelindi. Churcward, Mu'yu anlatırken, ortaya koyduğu bilgileri Lhassa Belgesi, Troano El Yazması, Paskalya Adası Tableti, Hindistan ve Maya Belgeleri, Grek kayıtlarından, Hint Val-miki'den ve Pasifik Okyanusu adalarmda kalan kalıntıları inceleyerek Mu'yu böyle detayh olarak öğrenip anlatmaktadır. Mu'yu yaratanın "Yaradan" olarak bilindiği ve Alemleri yaratma arzusu ile dünyayı da yaratüğı açıklanırken bu durumu Allah'ın varlığının bence en güzel delilidir. Çünkü İslâmiyet'ten önce gelen tüm peygamberler insanların çeşitli ilkel tanrılara tapmalarını önlemek isteyerek, büyük yaratıcıya tapılmasını istemiştir. Kur'an-ı Kerîm'de bildirilen peygamber isimlerinin dışında insanlığa 124 bin veya 224 bin peygamberin gönderildiği konusu islâm alimleri tarafından bildirildiğine göre, Mu Kıtası'nda ki insanlara da peygamberlerin gönderilmiş olması mantıklı bir düşüncedir. Gelen Peygambere inanmayan Mu halkı da Tufan olayı sonucunda batmış ve 64 milyon insan yok olmuştur. — 45 — ALI BEKTAN CHURCWARD MLPYU ANLATIYOR-2 İnsanın yeryüzünde ilk ortaya çıktığı yerin Mu toprakları olduğuna şüphe yoktur. Farklı kayıtlar sonuç itibariyle Kutsal Kitaplarda sözü geçen Aden Bahçeleri'nin, Mu Kıtası olduğunu kanıtlamaktadır. Belgeler Mu'nun Amerika'nın batısında, Asya'nın doğusunda yer aldığını gösteriyor. Kanıtlar arasında Denize gömülmüş mabetlerden arta kalan bölümler, heykeller, kutsal semboller ve gelenekler hâlâ


varlıklarını Pasifik Adaları'nda sürdürmektedir. Tarih öncesi bir uygarlığa ait tartışmasız nitelikteki bütün ipuçları, uygarlığın yerini kesinleştirmemi sağladı. Güney Denizi Adaları'nda yapımı yarıda kalan heykeller bulunmuştur. Bunlar batık kıta Mu'nun birer parçasıdır. Troano El Yazmasının verdiği bilgilere göre kıtanın günümüzden 12 bin yıl öncesine kadar varolduğunu anladım. Sonuçta Pasifik Okyanusu'nda kapladığı yeri gösteren tahmini bir harita çizdim. Ülkenin haritadan daha kuzeye doğru uzandığını düşünüyorum ama kayıtlara bakınca Mu'da dağ namına pek bir şeyin olmadığı kanaatindeyim. Gerek Troano El Yazması, gerekse Cortesianus Kodeksi'nde Mu'dan yeryüzünün tepeleri olan topraklar veya "Yeryüzünün Bayın" diye söz edilir. Grek belgesinde ise "düzlük" diye geçer. Üçüne de inanıyorum. Anavatan kökenli olduğuna dair kuvvetli ipuçları bulunan su yüzeyindeki bu kara parçacıklarında, onların büyük bir kıtadan arta kaldıklarından bir kere daha eminim, çünkü bu kara parçacıklarında vahşi bir hayat süren yerliler vardır. Herhangi bir kara parçasından binlerce kilometre uzaktadırlar, ve sırf bu nedenle tarih öncesi çağlarda, burada bir kıta bulunduğuna ve bu kıtada son derece uygar insanların yaşadığına dair herhangi bir belgeden, yazıttan ve gelenekten çok daha güçlü kanıt oluşturmaktadır. Güney Denizi Adaları'nda bulunan eski kayıtlar ve kalıntılar, bize insanın uygar bir varlık olarak yaratıldığını göster— 46 — TÜRKLER VE UZAYLI ATALARI mektedir. O kendi ruhundan gelen bir bilgiyle yaratılmıştı: Tann'ya inanıyor ve ibadet ediyordu. Güney Denizi Adalan'nda bulunan kalıntılar, ada sakinlerinin halihazırdaki yarı vahşi durumlarına rağmen her zaman böyle olmadıklarını sergilemektedir. Kayıt ve Geleneklerin eşliğinde onların son derece aydınlanmış ve medeniyette, çok ilerlemiş bir atalar topluluğunun neslinden geldiklerini açıkça anlıyoruz. Şuanda içinde bulundukları şartlar tarih öncesi atalarının maruz kaldıkları muazzam felâketin bir başka delilidir. Maymun teorilerini sağlamlaştırma peşine düşen bilim adamları, erken Pleyistosen zamana kadar yeryüzünde insandan eser olmadığını kanıtlama çabası içindedirler; ancak bu sabun köpüğünü söndürmek için ufacık bir iğne batırmak yeterlidir. Pleyistosen zamanın sonu ve jeolojik Buzul çağının başlangıcı olarak kabul edilen son büyük manyetik felâkette Avrupa'da sular çekilirken meydana getirdiği kum ve çakıl yataklarında insana ait kalıntılar bulunmuştur. Nebraska'daki mağara adamları da aynı felâkete kurban gitmişlerdir. Arkeolog Niven'in Yukatan'da bulduğu kalmtılardaki üst katman şehri Pleyistosen zamanın başlangıcına, dağların oluşmasından önceki zamana aitti. Alt tabakada bulduğu şehir ise bundan on binlerce yıl önce kurulmuştu. Ve Tertiyer döneme doğru gitmektedir. Anadolu'da İzmir şehrindeki Merkez Tepe'de bulunan kesit de aynı şeyi doğrulamaktadır. Bilim adamları beyaz ırkın çıkış yerinin Asya olduğu teorisinin yanında yer alıyorlar, ama bunu destekleyecek kanıtları yoktu. (Sonraki yıllarda yapılan araştırmalarda çeşitli kanıtlar bulunmuştur. Çünkü kitabın yayın zamanı 1920'li yıllardır, y.n.) Bu kitapta beyaz ırkın ortaya çıkışını ve buradan da Avrupa'ya geçişini açıklayacağım. Araştırmacı Fre-derick CBrien'in araştırmaları sonucu Güney Denizi Adalan'nda yaşayan yerli topluluklarında beyaz ırka mensup insanlar buldu. Üstelik yeryüzünün diğer beyaz derili insanlarıyla kusursuz uyuşan bir diğer özellikleri de son derece gü— 47 — ALI BEKTAN zel hatlara sahip olmalarıydı. Sonuçta Beyaz insan Mu'da ortaya çıkarken, Polinezya Adaları'nın büyük bir yıkıma karşı koyamayan bu talihsiz kıtanın uç kalıntıları olduğunu göstermektedir. Kayıtlar ve Gelenekler Meksika ve Orta Amerika'nın Mu'dan gelen insanların yerleştikleri ve koloniler oluşturdukları bölgeler olduğunu göstermektedir. Geleneklerde Mu'dan gelen bu insanların sarışın


beyazlar olduğunu, bu sarışın beyazların biraz daha koyu tenli beyaz insanlar -esmerler- tarafından ülkelerinden gönderildiğini, sarışın beyazların gemileriyle durmadan güneşin yükseldiği yöne-Doğuya- doğru yelken açtıklarını ve sonuçta Avrupa'mn kuzeyine, bugünün İskandinavyası'na yerleştiklerini söylemektedir. Yine aynı kayıtlarda Güney Avrupa'nın, Küçük Asya'nın ve Kuzey Afrika'nın da kolonileştirildiği ve Maya Ülkesi, Orta Amerika ve Atlantis yolu üzerinden gelen esmerlerin buralara yerleştikleri açıkça belirtilmektedir. Frederick O'Brien'in "Güney Denizlerinde Beyaz Gölgeler" (YVhite Shadovvs in The South Seas) adlı kitabında Pasifik'teki Beyaz insanlardan bahsediyor: "Çoktan unuttuğumuz atalarımızın erkek kardeşleri taş devrinden beri genel insanlığın gelişim çizgisinden kopuk olarak bu adalarda yaşamıştır. Beyaz ırkımızın vahşi ve yabani çocukluk adetleri burada, bu ilkel ve vahşi hayatın ortasında yaşatılmaktadır. Temiz yüzleri, dürüst bakışlı iri gözleri, duru esmer tenleriy-le vahşi dostlarım hâlâ beyaz ırkın izlerini taşımaktadırlar." Churcward, "Kadim bir uygarlığın kalıntılarını arayacağımız ve onları bulacağımız yer Polinezya Adaları'nda olacaktır," diyerek şöyle devam ediyor: "Pasifik Okyanusu'na serpiştirilen adalarda büyük bir uygarlığın kalıntılarına rastlayabilirsiniz. Büyük Taş Mabetler, harç kullanılmadan büyük taş blokların üst üste konulmasıyla yapılmış duvarlar, su yolları, taş döşeli yollar ve devasa dikilitaş heykeller, yani hepsi de inşa edilebilmeleri için kıtasal kaynaklar ve beceri sahibi kişilerin mevcudiyetini gerektiren eserler vardı. Bulundukları yerler küçük kara parçaları, sakinleri ise yarı ilkel kabilelerdir. Paskalya Adası'nda ki heykeller de aynı durum— 48 — TÜRKLER VE UZAYLI ATALARI dadır. Bu küçük adada halihazırda 555 yontma taş, anıtsal boyutlarda heykeller ve ayrıca tarih öncesi bir ırkın sanatını temsil eden diğer örnekler bulunmaktadır. Paskalya Adasında ayrıca kesilmiş, işlenmiş ve bir platformu andıran dev taş bloklar bulunmaktadır Bu blokların yüksekliği 9 metre, boylan 60 ve 90 metre arasında değişmektedir. MISIRLILARIN ÖLÜLER KİTABINDA MU KONUSU Mısır'ın Ölüler Kitabı batık kıta Mu'nun insan ırkının ük yerleşim bölgesi olduğunu yüksek uygarlık düzeyiyle uzak dünyalarda kurduğu kolonileri kendi yörüngesine oturtan bir çekim merkezi oluşturduğunu kanıtlayan belgeler içermektedir. Mısır Hiyerogliflerinde yer alan PER-M-HRU sözünün anlamını Mısırlı uzmanlar Per-İleri doğru gitme, geliş, varış yakında gelecek, "HRU- gün, gündüz ve M'den" anlamına gelen bir ektir. Fakat Ejiptologlar, bu başlığın ne anlama geldiğinde anlaşamamaktadırlar. Ben onlardan daha farklı düşünüyorum: Bana göre PER geri kalma demektir, HRU gün ve M'de Mu anlamına gelmektedir. O zaman mânâsı "MU GÜNDEN GERİ KALDI" demektir. Bu anlam Mısır'ın Ölüler Kitabı Mu'nun yok oluşuyla birlikte hayatlarını kaybeden 64 milyon kişinin anısına ithaf edilmesidir. Kitabın hangi tarihlerde yazıldığı ve ortaya çıktığı meçhuldür. İlk kopyaların yalnızca birkaç bölüm içerdiği sonradan eklemeler yapılarak bugünkü halini aldığı açıktır. Bu bakımdan Hindu kitabı Mahabaratta'ya benzer, zaten o'da küçük bir kitapken zamanla kalınlaşmıştır. Ölüler Kitabının bir çok bölümünde dolaylı veya doğrudan Mu'ya gönderme yapılır. Kitap Mısır topraklarına insan ayağı değmediği zamanlarda Mu'da kullanılmakta olan sembollerle süslüdür. — 49 — ALİ BEKTAN UYGURLARLA MU KITASI ARASINDAKİ BAĞLANTILAR Albay James Churcward Uygurlann Mu Kıtası kökenli insanlar olduklarını, Uygur belgelerinde yaptığı araştırmalar sonucunda buldu. Belgelerde yer alan sembollerin tek başına bile Mu'nun insanlığın özyurdu olduğunu açıkça kanıtladığı ve en kuşkucu beyinleri dahi ikna


edebilecek yeterlilikte olduğunu düşünmektedir. Uygur İmparatorluğu Mu'-nun en başta gelen koloni imparatorluğu idi. Çin Efsaneleri Uygurlann 17.000 yıl önce medeniyetlerinin zirvesinde olduklarını anlatır. Bu tarih jeolojik fenomenlerle de uyum gösterir. Uygur İmparatorluğu'nun Pasifik'in karşı tarafındaki Orta-asya'dan uzanan güçlü kollan Hazar Denizi üzerinden Doğu Avrupa'yı sarmıştı. Bu; Britanya Adalan'nın Kıta Avrupa-sı'ndan kopmasından önceydi. İmparatorluğun güney sının Koçin Çini, Burma, Hindistan ve İran'ın kuzey sınırlarıyla komşuydu ve bu da Himala-yalar ile Asya'mn diğer dağlan henüz yükselmesinden önceydi. Eski bir Hindu belgesinde nakledildiği gibi Uygurlar Hazar Denizi'nin Batı ve Doğu Kıyılan üzerinden Avrupa'nın içlerine doğru yayılmışlar, buradan da sınırlannı Orta Avrupa dan hareketle batı ucuna İrlanda'ya kadar genişletmişlerdi. Kuzey İspanya'da, Kuzey Fransa'da ve aşağı bölgeler de dahil Balkanlara yerleşmişlerdi. Onlann tarihi, Arilerin tarihidir. Etnologlar Ariler'le hiç ilgisi olmayan bazı beyaz ırkla-n Ari olarak sınıflandırmışlardır. Halbuki onlar başka bir koloni hattına mensupturlar. Uygurlann Başkenti şu anda Gobi Çölü'nde bulunan Khara Khoto harabelerinin olduğu yerdeydi. Uygur İmparatorluğu zamanlarında Gobi Çölü son derece verimli bir bölgeydi. Uygurlar, uygarlık ve kültür düzeylerini çok ilerlet— 50 — TÜRKLER VE UZAYLI ATALARI mislerdi. Astroloji, Madencilik, Tekstil Endüstrisi, Mimari, Matematik, Ziraat, Okuma-Yazma, Tıp gibi ilimleri biliyorlardı. İpek, Tahta ve Metal üzerine çalışılan dekoratif sanatların ustasıydılar. Altın, Gümüş, Bronz ve Kilden heykeller yapıyorlardı. Bu, Mısır tarihinin başlangıcından önceydi. İmparatorluk Mu çöktükten sonra yok olmaya yüz tuttu. Khara Khoto'da yerin on beş metre altında Rus Arkeolog Profesör Kozloff tarafından gün ışığına çıkarılan bir mezar bulunmuştur. Mezarın içindeki hiçbir şeyi çıkarmasına izin verilmediği için Kozloff orada bulduğu son derece kıymetli hazinelerin ancak fotoğrafını çekebilmişti. Sunday Ameri-can'ın duyarlı desteği sayesinde bu fotoğrafları ödünç alıp inceledim. Bu resimlerdeki objelerin 16 ve 18 bin yıllık olduğunu söyleyebilirim. Bu kanıtlar bile Mu'yu gayet iyi ispatlıyor. Mu Ülkesinin Kozmik Diyagramı insanoğlu'nun yazdığı ilk kitaptır. Bu diyagramın izini Churcvvard 35.000 yıl öncesine kadar takip ederken, ne zaman kullanılmaya başlandığını bilememektedir. Dünya'da ki o dönemlerde yaşayan tüm uluslar Anavatan'm kozmik diyagramını aynen kopyalamalardı. Fakat onu yalın karakteri ve orijinal anlamıyla koruyan sadece bir millet vardı. O'da Yucatarı Mayaları idi. Diğerleri bazı figürler ve dogmalara ekleyerek, bu yalın sembolü tahrifata uğratmışlardı. Bu işin sorumluları ilkesiz Mısır Rahiplik düzeniydi. Mu'da her yeni yetişene bu kitabın anlamı esaslı bir şekilde öğretilir Tanrı'ya ve ölüm sonrası Ahiret hayatına inancı temin edilebilmesi için tekrarlatılırdı. Bugünkü çocuklarımıza kutsal kitapları öğretmemiz gibi. Bu noktada Mu'daki Tek Tanrı inancının Ortaasya'da ki Atalarımızda yani Türklerde de olduğunu daha önceki bölümlerimizde değinmiştik. Uygurlar'da Tek Tanrı'ya inandıklarına göre, bence insanlık var olduğundan bu yana, Allah'ın varlığına da inanmaktadır. Kitapta ortaya koyduğumuz kanıtlar sonucunda insanların maymun soyundan gelmediği esasına da temas ediyoruz. — 51 — ALI BEKTAN Darwin; teorisini ortaya attığında Pasifik A daları'nda yaşayan yerlilerin soylarını maymunlara bağlamaya çalışırken, biz tam tersine Allah'ın yarattığı bir Dünya ve İnsan ile karşılaşıyoruz. O ilkel olarak gördüğü bu yerlilerin aslında çok büyük bir uygarlıktan yani insanoğlu'nun ortaya çıktığı Mu'dan gelmesini hiçbir zaman


düşünememiştir. Aynı yüzyıl içersinde araştırmaya başlayan Albay ] ames Churcward ise elde ettiği bilgilerle 20. yüzyıl başlarında ciddi bir şekilde Darvvin'in teorilerini çürütmeye başlamıştır. Bu konuya küçük bir örnekle son vermek istiyorum. Bugün Amerika'da ki bazı eyaletlerin okullarında İnsanın yaratılışını anlatan Dar-win Teorilerini okutmak yerine, İncil'de yer alan yaratılış bölümleri okutularak, çalışmalar yapılıyor, alınan kararlar eğitim sistemine yerleştiriliyor. Kısacası Darvvin insan maymundan türemiştir derken, o dönemlerde çok gelişmiş, modern insanların yaşadığı gerek yazılı belgelerde, gerekse arkeolojik keşiflerle ortaya çıkmaktadır. MU'DAKİ DİNİN DÜNYAYA ETKİSİ İnsanoğlu'nun İlk dini Yaradan'a tapılan yalın, saf bir dindi. Daha sonraları içeri sızan ve insanlığın ilk dinine ait kayıtlara uymayan ilaveler, rahiplik kurumunun, büyük fikirlerin arasına sokuşturduğu cezalarla kaçınılmaz bir seviye kaybedişin sonuçlarıydı. Orijinal din bir çok noktalarda uyumsuzlaşmış ve düzeltme, icat ve kavramların yanlış anlaşılmasıyla büyük ölçüde yıpranmıştı. Mısırlı Tarihçi Manetho "Hayvanlara tapınma Mısır'a XI'ncu Hanedan'm ikinci kralı sırasında takdim edilmişti," bilgisini verir. Churcward araşürmalan sırasında "ilk hanedanlar iktidarda iken hayvanlara tapıldığma dair hiçbir belirtiye rastlayamadım. Ayrıca Kufu ve H'nci Ramses arasındaki dönemde de böyle bir şeye nadiren değinilmiştir. Ancak Mısırlıların, sembollerin temsil ettiklerine değil de, sembollerin kendisine tapmaya oldukça erken bir zamanda başladıkları açıkça gözükmektedir. Bu da hayvanlara tapmanın ilk adımıydı diyor." — 52 — TÜRKLER VE UZAYLI ATALARI Tarihçi Manetho ise şöyle anlatır: "18 Hanedart'a kadar anıt mezarlarda tanrıların hayvan formunda tasvir edilmesi diye bir şey yoktu. Thotmes 3'ncü Döneminde, sembolik hayvanın başının mumyalanması eşliğinde her yerde bu figürlere rastlanmaya başlandı. Ramses'in hükümranlığından sonra hayvanlara ibadet gelişti ve büyük ölçüde yaygınlaştı. Bu güç ve zenginliğin peşine takılan ilkesiz bir rahipler sınıfının Sais'te Thot tarafından öğretilen şekliyle, yalın, güzel Osiris Dini'nin nasıl alçaltıldığına bir örnektir." Dünya'nın ve İnsamn yaratılış kavramı Mu'dan çıkarak Dünya'ya yayılmıştır. Bu kavramın tarih öncesi ermişlere, modern filozoflara veya günümüzün ilkel kabilelerine ait olması önemli değildir. Yaratılışla ilgili tüm kavramlar aynıdır. Terimlerde ve ifade ediliş şekillerinde biraz değişiklik olabilir ve zaten de öyledir. Fakat öncelikli hususlar birbirinin benzeridir ve bu da onların aynı kaynaktan geldiğini gösterir. Semavi dinlerin yanı sıra, Hindulann, Kaidelilerin, Mısırlıların, Mayaların ve Polinezyalıların veya diğerlerinin geleneği olması durumu değiştirmez. Araştırmacı-Yazar Max Müller "Kişi asla dış görünüşlerine bakarak eski dinler hakkında hükme varmamalıdır. Kutsal Metinler incelenirken ilk hatırlanması gereken şey onların sembolik bir dille yazılmış olduğu ve sözcüklerin düz anlamlarının bir şey ifade etmediğidir," der. Tann'nm saf dinini putperestliğe çevirenler insanlara önce sembollere tapmaya öğretmişler, bunun ardından tahta ve taştan yapılmış fetişlere tapma başlamış, son olarak ta insan kurban etmeye başlamışlardı. Eski zamanlarda yazı yazmanın ortak şekli Hiyeroglif veya sembol bir şeyin amblemidir, dolaysıyla harf olarak ele alınmamıştır. Onlar bir şeyi temsil eder, fakat o şeyin kendisi değildir. Sembol ile onun temsil ettiği şey arasındaki farkı ayırt etmede yapılan yanlışlar, hatalı ve eksik deşifrelere ve çevirilere neden olmuştur. Dinsel konularda aslında Tanrı'ya — 53 — ALI BEKTAN derin bir sadakat ve teslimiyetin ifade edildiği metinlerden putperestlik izlenimleri alınmasına yol açılmıştır. Bu özellikle


Osiris Dini'ni ilgilendiren belgelerin çözülmesi ve çevrilmesinde geçerlidir. Osiris Dini ile Mısır Tarihinin başlangıcında Sais Mabedinde Thoth'un öğrettiği dini kastediyoruz. Dünya'yı elli yıl boyunca dolaşarak Mu Kıtası'mn varolduğunu, bu kıtanın insanlığın ilk çıktığı yer olduğunu ispat etmek için çalışan Churcvvard Doğu'da ve Meksika'da bulduğu Naakal tabletlerinde çok eski bir tarihte dünyamızda pek çok yönden bizden çok daha üstün ve modern dünya tarafından henüz yeni kavranmaya başlanılan bazı temel konularda bizden oldukça ileri bir uygarlığın mevcut olduğunu tartışmasız bir biçimde kanıtlıyordu. Bu tabletler Hint, Babil, Pere, Mısır, Mezopotamya Uygarlıkları ve Meksika Yukatan'la birlikte diğer eski uygarlıkların ilk büyük uygarlığın sönmekte olan ateş parçalarından başka bir şey olmadığı konusunda şahitlik yapmaktadırlar diyor. İngiliz Albay devrinin en önemli araştırmalarını Hindistan, Tibet ve Uzakdoğu, Amerika'da Oakland, California, Austin, Teksas, New York, Hawaii Adaları ve Meksika'da yaptı. Tüm hayatım Mu Kıtası'na adayan Churcward şu bilgileri insanlığa sunmuştur: 1- Allah Evreni ve ilk insanı yaratmıştır. 2- İlk İnsan tropikal iklime sahip Cennet gibi tasvir edilen Mu Kıtası'nda yaratıldı. Böylece maymundan gelinmediği kamdandı. 3- Mu'da meydana gelen uygarlık Dünya'ya hükmetti. Binlerce yıl boyunca Avrupa ve Amerika kıtaları da dahil her yerde koloniler kurdu. Medeniyet taşıdı. 4- Din Tek Tanrı diniydi. Yaratıcıya tapılıyordu ve Kolo-nilerdeki herkese bu dini biliyordu. Atlantislıler de buna dahildi. Bunlar, onun yaptığı araştırmalar sonucu yazdığı kitaplardan elde edilen bilgilerdir. 19'ncu yüzyıldan 20'nci yüzyıl — 54 — TÜRKLER VE UZAYLI ATALARI başlarına kadar araştırmalar yaparak insanlığın modern bir medeniyetten geldiğini savunan James Churcvvard'ın araştırmalarına şunu ekleyebiliriz; Mu yüksek medeniyet düzeninde iken gerek Güneş Sistemimizden, gerekse Yıldız Sistemlerinden gelen Uzaylıların ziyaretlerine şahit oldu. Gelenlerle yakın temasa geçen Mu Kıtası sakinleri Uzaya gidip gelmeye başladılar. Onlarla ırkî bir bağlantı oluştu. Bu durum binlerce yıl sürdü. En sonunda Mu Kıtası doğal afetle battı. Bağlantı kesildi. Uzaya giden Mu Kıtası sakinleri topraklarını kaybetmişlerdi. Kurtulanlar ise Ortaasya'ya göç ettiler. Uygarlığın en önemli temsilcileri Uygur Türkleri olmuştu. Medeniyetin gücü sayesinde dünyanın çeşitli yerlerinde uygarlıklar ortaya çıktı. Eldeki bilgilerle yetinerek, belli bir düzeye kadar ulaşıldı. Ortaasya'da yaşayan Atalarımızı koruyanlar ise onların Mu zamanında başka gezegenlere giden Atalarıydı. Türk Efsanelerinde anlatılan olayların, bugünkü teknolojiye benzeyen, hatta ileri olan teknolojik harikaları kullanmalarını ancak böyle açıklayabiliriz. Ya-da Taşı ile yağmur yağdırmak, Parçalanan Dağ yüzünden iklimin değişmesi sistemine kadar bir çok şey Asya da ki atalarımızın modern insanlar olduklarını göstermektedir. O zaman Batı Dünyası'nm iddia ettiği gibi "Türkler beş bin yıllık kabile hayatından geliyor," sözünün gerçeği yansıtmadığı da görülmüş olmaktadır. Türkiye'de Türkler'in kökenini araştıran ve saygı duyduğum Profesörler ve Araştırmacı-Yazarlardan oluşan bir grup bulunuyor. Bu kişiler Türkler'in 30 bin yıl öncesine kadar giden ve Asya içlerinde modern kentler kuran insanlar olduğunu savunuyorlar ki, bunların hepsi doğrudur. M.Ö'den 30 bin tarihine gittiğinizde Avrupa'da Mağara Adamları yaşamaktadır. CRO-MAGNON adı verilen, at^şi bilen ve avlanan ve yaptıkları ile ilkel insanın biraz gelişmiş/modelidir diye kabul eden Avrupalılar bizi beş bin yıla sığdırarak, geniş araştırmalar yapmamızı engellemeye çalışmaktadırlar. Bilim geliştikçe ortaya çıkan arkeolojik keşifler bizi haklı çıkarmaya devam edecektir. — 55 — ALI BEKTAN KUR'AN-IKERÎM'DE YOK OLAN MİLLETLER


Kur'an-ı Kerîm'deki bazı Ayetler kaybolan uygarlıklardan bahsetmektedir. Araf Sûresi 7/96 "O ülkeler halkı iman edip de Allah ve Kul haklarım yerine getirmemekten sakın-salardı elbet onlara gökten ve yerden nice bereketler açardık. Fakat onlar yalanladılar, biz de ettikleri yüzünden onları ya-kalayıverdik." Burada geçmiş toplumların durumları dile getirilmektedir. Bu Ayetlerde isyandan ve haksızlıklardan arındırılmış bir yeryüzünün nimetler açısından adeta cennete çevrileceği açıklanıyor. Tarih boyunca yokolan toplumların büyük bölümü, zenginliğin getirdiği dejenerasyondan ve yozlaşmadan sonra, Tanrı'ya isyandan dolayı ortadan kalkmışlardır. Fatır Sûresi 35/44 "Bunlar yeryüzünde gezip kendilerinden öncekilerin sonunun nasıl olduğunu görmediler mi. Halbuki onlar kuvvetçe bunlardan daha güçlü idiler." Ne göklerde ne yerde hiçbir şey Allah'ı aciz bırakamaz. O her şeyi bilen ve her şeye gücü yetendir" Bu Ayetler Mu gibi büyük uygarlıklar kuranların Allah'ı bırakıp, yanlış yönlere sapmalan üzerine başlarına felâketler geldiğini ve yok olduklarını bildiriyor. Tıpkı kıta batarken Ra-Mu'nun söyledikleri gibi. TEK TANRI İNANCESTDA RA'MN ANLAMI Kutsal kitaplarda Nur, Işık, Tanrı'mn ilk yarattığı şey olarak geçer. Onsuz hayat vücut bulmaz, çünkü hayatı geliştiren, bahşeden O'dur. Mu Uygarlığı'ndaki Ra ismi de Tek Tann'nm ifadesidir. Atlantisliler'in dininin esasını Kutsal Nur teşkil ediyordu. Yani onlar da Dünya'yı yaratan Tanrı-'ya inanıyorlardı. Mısırlılar sonraları bunu yanlış bir anlama getirecek kadar basitleştirdiler ve Güneş'e taptılar. Mu'dan — 56 — TÜRKLER VE UZAYLI ATALARI alman Ra ismi de aslında Tek Tanrı'nın ifadesi olduğu halde, GüneşTann anlamına Ra ismini kullanmaya başladılar. Mu uygarlığında da Ra Nur saçan ve Işık saçan anlamına geliyordu. Atlantisliler'de Tek Tanrı'ya tapıyor ve Kutsal Nur'u Tanrı'nın sembolü olarak kabul ediyorlardı. Başlangıçta Mısırlılar da bu din görüşünü aynen benimsediler. Hiyeroglif yazıda Ra, iç içe iki daire halinde gösteriliyordu. Bunlardan içteki halka, Güneş'i temsil eder, ışık kaynağı olarak, Güneş göze görünür bir sembol olduğu için Mısırlılar dar bir görüşle Güneş'i Tanrılaştırma yoluna gitmişlerdir. Dıştaki halka ise Kutsal Nur'un kaynağını, yani asıl Tanrı'yı temsil eder. Bazı tarihçiler, Ra'nın ezoterik anlamım hiç düşünmeden sadece görünüşü üzerinde durmuş ve Mısırlıların baştan itibaren Güneş'e taptıklarını sanmışlardır. Zamanla özellikle aşağı halk tabakasındaki Mısırlılar Güneş'i Tanrılaştırmak gibi bir hataya düşmüş olabilirler. Ancak başlangıçta Mısırlıların Tek Tanrıcı bir dinleri olduğu Ra'nın gerçek anlamından ortaya çıkmaktadır. Atlantis inancında da Ra, her şeyin ilki idi. Kendi kendini yaratan da o idi. Mısırlılarda bu anlayış ilkelleşmiş, Ra'ya başka ikinci derecede Tanrılar yaratmak gibi işlemler yakış-tmlmıştır, bununla beraber Mısırlılar Milattan evvel 1388 yıl önce Firavun AMONHOTEP sonradan Tek Tanrı Dinini Mısır'da hakim kılarak isim değiştirmiştir. Ve AKHENATON Aton'un oğlu adım almıştır. Zamanında tekrar atalarının dinine dönmüşlerdir. MU'NUN BATIŞI M.Ö 2000 li yıllara ait olan Mezopotamya Uygarlıklarından Kaldeli'lerin bir yazıtı Mu'nun batışını anlatmaktadır. Bu yazıt "Baal Yıldızı" adını taşımaktadır. Yazıt halen Kahire Arkeoloji Müzesinde bulunmaktadır. Tercümesi şöyledir: — 57 — ALI BEKTAN BAAL yıldızı düştüğü zaman yedi şehir, altın kuleleri ve saydam duvarlı mabetleriyle günlerce sallandı. Tıpkı ağaçta sallanan yapraklar gibi. Saraylardan ateş ve duman yükseliyordu. Ölenlerin feryatları gök gürültüsünü bastırıyordu. Ölümden kaçanlar


mabetlere sığınıyordu. Ve işte Mu'lu eren ulu Ra-Mu, büyük mabedin rahibi ayağa kalktı ve şunu dedi: "Gelecek olan felâketi size daha önceden haber vermedim mi? En kıymetli mallarını, hazinelerini yanlarına alarak mabede sığman halk yalvarıyordu. —Büyük Mu Kurtar bizi... Mu karşılık verdi: —"Hepiniz ölüyorsunuz. Esirlerinizle, hazinelerinizle ve bütün servet ve samanınızla birlikte mahvolacaksınız. Sizin küllerinizden, yeni insanlar oluşacak. Yeni bir hayat kurulacak. Daha başka, tertemiz bir dünyada hayat daha zengin ve rahat olacak" Ateş ve Duman, Rahip Ra-Mu'nun sözlerini boğdu. Şehirler, halkları ile birlikte yok oldular." Kaideliler ile Güney Amerikalı eski halkı birbirine bağlayan bu gizem insanı şaşırtıyor. Ra-Mu'nun kutsal kitaplarda-ki bir peygamber gibi konuşması dikkat çekici değil midir. Kur'an-ı Kerîm'de gönderilen peygamberlerin milletlere Allah inancmı anlatmalarını, kabul etmeyen milletlerin ise ne kadar yüksek olursa olsun uygarlıklarının yok olduğunu öğreniyoruz. Bir Kaide yazıtında bir rahibe Mu'lu rahip diye hitap edilmesi dikkat çekici ve anlamlıdır. Çünkü Kaideliler Mu'nun kaybolmasından çok uzun yıllar sonra yaşamışlardır. Ancak Mu'nun varisleri olan Uygurlar yakm çağlara kadar yaşamışlardır. — 58 — TÜRKLER VE UZAYLI ATALARI Mu'lular Başkentlerine Şalmali adını veriyordu. Ortaas-ya'daki Gobi Yakınlarındaki başkentlerine ise Şalmali 2 adını vermişlerdi. Mu ülkesi dört kısma ayrılmıştı. 1- Gobi çölündeki Uyguri. 2- Pasifik te, Filipinler, Japonya ve Borneo Adaları'run kapladığı alanda bulunan Lemuri veya Lemurya. 3- Avustralya Kıtası'nı Asya ya bağlayan Godvvana. 4- Mu Kıtası Pasifik'te Büyük Mu'yu meydana getiren bu dört uygarlık kutsal 4'ler olarak tanınırdı. Sembolü de Nazilerin amblem olarak kullanmış oldukları Gamalı Haç idi. Gamalı Haç dünyayı kuran dört kuvveti temsil ederdi. Bu amblem Mu'dan sonra Hindistan'a geçti ve orada korundu. Naziler de gizli ilimlere meraklı insanlar oldukları için bunu alıp sembol yaptılar. Anlamını Hitler döneminde Almanya'daki bir çok kişinin bilmediğini tahmin ediyorum. Sadece küçük bir azınlık biliyordu. Onlar da büyük ihtimalle Thule Orgütü'nün üyeleriydi. Ra'nın anlamı bir şekilde RAB sözcüğüne yakın olmuyor mu? İncil, Tevrat, Zebur ve Kur'an da RAB sözcüğü geçmektedir. Peki şöyle de olmaz mı Ra( Rab'bin Allah) anlamına gelmez mi? Bence gelebilir. Sonuçta Ra Yaratan anlamına gelmektedir. SICAK DUMANDAN YARATILIŞ Bugün bilim adamları yıldızların dumandan "Sıcak bir gaz bulurundan" oluşumunu gözlemlemektedirler. Sıcak gaz kütlesinden oluşum, aynı zamanda evrenin yaratılışı için de geçerlidir. Kur'an'da da evrenin yaratılışı, bu bilimsel bulguları tasdik edecek şekilde tarif edilmiştir: "Orada yerde onun üstünde sarsılmaz dağlar var etti, onda bereketler yarattı ve isteyip arayanlar için eşit olmak üze— 59 — ALI BEKTAN re orada ki rızıkları dört günde takdir etti. Sonra, duman halinde olan göğe yöneldi. Böylece ona ve yere dedi ki: "İsteyerek veya istemeyerek gelin," ikisi de: "İsteyerek (itaat ederek) geldik," dediler. (Fussilet Sûresi 10-11) Âyette geçen "duman" ifadesi Arapça da "Duhanun" kelimesidir. Ve bu kelime söz konusu kozmik ve sıcak bir dumanı tarif etmektedir. Katı maddelere bağlı uçan parçacıklar içeren, sıcak gaz halinde bir kütle olan bu duman şekli, Âyette geçen kelimeyle tam olarak tarif edilmektedir. Görüldüğü gibi Kur'an'da evrenin bu aşamadaki


görünümünü tarif eden en uygun kelime kullanılmıştır. Bilim adamları ise evrenin sıcak bir gaz kütlesinden oluştuğunu 20'nci yüzyılda keşfetmiştir. Kur'an-ı Kerîm bize bu bilimsel gerçeği 1400 küsur yıl önce bildirirken, günümüzden 12 bin yıl önce Mu Kıtası'nm kültüründe ve dininde yer alan evrenin yaratılışı bölümünde aynı ifadeleri okuduğumuz zaman Tek Tanrı inancının ve Allah'ın evreni yaratmasının izlerini görebiliyoruz. İki Dinde de Evrenin bir gaz kütlesinden yaratıldığı açıkça yer alıyor. İnsanın yaratılması, Hayatın sudan başlaması konulan Mu İnancında da yer alırken, İslâmiyet'in Kutsal Kitabı Kur'an-ı Kerîm'inde bunu bildirmesi, bizce dünyanın var olmasından bu yana Tek Tanrı İnancının da insanlar tarafından bilinmesi gerçektir diyebiliyoruz. ÇAMURDAN YARATILIŞ Allah Kur'an'da insanın yaratılışının mucizevi bir biçimde olduğunu haber verir. İlk insan, Allah'ın çamuru şekil bedeni haline getirmesi ve ardından bu bedene ruh üflemesiy-le yaratılmıştır. Hani Rabbin Meleklere: "Gerçekten ben, çamurdan bir beşer yaratacağım," demişti. "Ona ruhumdan üflediğim zaman siz onun için hemen secdeye kapanın." (Sad Sûresi 71-72). — 60 — TURKLERVEUZAYLIATALARI Şimdi onlara sor: "Yaratılış bakımından onlar mı daha zorlu, yoksa bizim yarattıklarımız mı. Onları, cıvık -yapışkan bir çamurdan yarattık." (Saffat Sûresi 11) Bugün insan dokuları incelendiğinde, yeryüzünde bulunan pek çok element insanın dokularında da çıkar. Canlı dokuların yüzde 95'i Karbon (C), Hidrojen (H) Oksijen (O), Nitrojen (N), Fosfor (P), ve Sülfür (S)'den dokularda 26 element bulunur. Kur'anın başka bir Ayetinde ise şöyle bildirilmektedir: "Andolsun, Biz insanı süzme bir çamurdan yarattık." (Müminun 12) Âyette "Süzme" olarak çevrilen sülale kelimesi, temsili örnek, öz, hulasa, esas gibi anlamlara gelmektedir. Kur'an'-da 14 asır evvel bildirilenler, modern bilimin bize söylediklerini, insanın yaratüışındaki malzemeleri içerdiği temel elementlerin ortak olduğu gerçeğini tasdik etmektedir. Mu Kıtası'nda bizim atalarımızın sahip olduğu Dinin, Allah'ın Dini olduğunu öğreniyoruz. Burada dikkat edilecek bir konu var. Kur'an-ı Kerîm'de anlatılan olaylar genellikle Ortadoğu-Mısır ve Arap Yarımadası şeklinde geçer. Bu İslâm Alimleri'nin kendi devirleri sırasında Kur'an-ı Kerîm'i tefsir ederken baktıkları düşünce şeklidir. Bir çok olayın o bölgelerde geçtiğini büdirerek tefsir kitaplarını yazmışlardır. Bir çoğu evet de, yalnız Kur'an'da geçen güçlü ve zengin milletlerin Allah'a isyan etmeleri sonucunda yok olmaları bildirilirken, nerede yaşadıkları bilinmemiştir. Bu o devirlerin İslâm Alimleri'nin yeteri kadar bilimsel bilgilerden yoksun olmalarına bağlıdır. Ne zaman bilim gelişti, yeni bulgular elde edildi. İşte o zaman Kur'an'ın bildirdikleri daha iyi anlaşılmış oldu. Allah insanların bilimi öğrenmeleri gerektiğini ve Uzay'a açılmalarını da emrediyor. Çünkü Güneş sistemindeki gezegenlere gidebilirsek, oralarda ki canlı varlıkları, insanları göreceğiz ve Yaradan'ın büyüklüğüne şahit olacağız. — 61 — ALI BEKTAN TÜRKLERİN ORTAASYA'DA ORTAYA ÇIKIŞLARI VE MU KITASI İLE BAĞLANTILARI Ortaasya'da yapılan Arkeolojik araştırmalara göre Altay Dağları ile Savan Dağlan'nın Güney-Batı kısımlarında Klasik Tarih Bilimi tarafından Taş Devri adı verilen çağlardan beri "Brakisefal" ismiyle tanımlanan beyaz bir ırk yaşamaktaydı. Bu ırk bir yandan Tanrı Dağlan Bölgesine yayılırken, diğer yandan da bugünkü Kazakistan içlerine doğru ilerlemişti. Amuderya'nın Güneyi'nde Pamir bölgelerinde, Afganistan, İran, Hazar Denizi'nin Kuzeyi'nde, Kuzey Kafkasya ve Güney Rusya'da Akdeniz


ırklanna yakın "Dolikosefal" bir insan nesli vardı. Altay Dağlan'nın Doğusu ve Güney Sibirya'da ise "Mon-goloid" ismi ile tanımlanan bir ırk bulunmaktaydı. Güney Sibirya da ilerleyen dönemlerde bu beyaz ırkla mongoloid ismi verilen ırkların kanşımmdan yeni bir ırk doğmuştur. Kıta'nın en doğusu'nda ise "Çekik Gözlü San" bir ırk bulunmaktaydı. Aradan geçen binlerce yıl sonra dört temel ırkın birbirleriyle karışımından yeni bir ırk doğmuştur. Özellikle Hun Devleti'nin kurulmasıyla farklı kabilelerin bir bayrak altmda toplanması, bu ırklann kanşımına hız vermiştir. Yazar Bahaddin Ögel kitabında şunları yazmaktadır: "Büyük Hun Devleti zamanında Moğolistan, Baykal Gölü'nün kenarlan ve Kuzeyi Brakisefal Mongoloidlerle kaplıydı. Altay Dağlan'nı baştan başa kaplayan ve bu bölgeye hakim olan ırk ise ta ilk devirlerden beri burada yaşamakta olan brakisefal beyaz ırktı. Türkler'in Ataları muhtemelen bu beyaz ırktan geliyordu. Hun Devleti'nin kurulmasıyla Ortaas-ya bir birliğe kavuşmuş oluyordu. Bu Siyasi Birliğin sonucunda Ortaasya halklan arasında büyük bir kanşma ve kaynaşma da meydana gelmiş oldu. Bu ırk değişimi bilhassa yüzlerin hafif çekik gözlülük karakterine bürünmesinden — 62 — TURKLERVEUZAYLJATALARI anlaşılmaktadır. Nitekim Altaylar'ın Kuzeyi'nde ki halkların yüzünde, hafif çekik gözlülük meydana gelmişti. Çünkü bu bölge, eskiden beri Güney Sibirya ile ile sıkı bir temas halindeydi. Altaylar'ın Kuzeyinde dolikosefal -mongoloidlerle, Brakisefal beyazların karışmasından yeni ve ziraatçı bir kavim meydana gelmişti. Altaylar'ın yüksek bölgelerinde yaşayan brakisefal beyazlar ise Göktürk Devri'ne kadar bozulmadan yaşamışlardı." Mustafa Kemal Atatürk'te Türkler'in Ortaasya'dan dünyaya yayıldıklarım biliyordu ama onun bilmek istediği, Asya'ya nereden geldikleri idi. Bu yüzden Türk Tarih Kuru-mu'nu kurdurmuştu. Derhal çalışmalara başlandı. Bilindiği gibi Tahsin Mayatepek'i Meksika'ya gönderdi. Amerika kıtasındaki Kızılderililerle Türkler'in arasındaki dil ve gelenek benzerliklerini öğrenmek istedi. Vardığı sonuç Kutsal Kitaplarda anlatılan Tufan olayının gerçek olduğu ve Tufan'dan önce dünyamızda gelişmiş iki büyük uygarlığın bulunması oldu. Ayrıca bu uygarlıklar yok olmadan önce dünyanın bir çok yerine göçler düzenlemişlerdi. İki uygarlık Mu ve Atlantis uygarlıklarıydı. Mu'lulann etkisi Ortaasya, Orta ve Güney Amerika kıtalarına doğru olurken, Atlantislilerin etkileri Avrupa, Akdeniz özellikle Yunan ve Mısır uygarlıklarına olmuştur. Bu etkileşim sanat, sosyal, kültürel anlamlarda olmuştur. Mu kıtası Tufan da battıktan sonra Pasifik Okyanusunda yer alan birçok ada parçasını gezdiğiniz de oradaki yerlilerin efsanelerinde "Büyük Tufandan" bahsedildiğini görürsünüz. "Bir zamanlar tüm dünya sularla kaplıyken" diye başlar ve "adalarının bir zamanlar büyük bir kara parçasına ait olduğunu" anlatan açık ifadelerle sürer. Bu adaların en tanınmışı Paskalya Adaşıdır. Dünya çapında tanınması ise yirmi metre çapındaki dev heykellerin ve taşlara oyulmuş tabletlerin üzerindeki yazıtlardır. — 63 — ALI BEKTAN Bu yazıtlardaki ilginç ifade "Atalarımızın ataları tarafından bilindiği bir zamanda, bu ada tüm ülkeyi çaprazlamasına saran düz taşlarla döşenmiş yollarla kaplıydı. Bu güzel ülkede Gökler'in Tanrıları hüküm sürerlerdi." Fakat yazıtta anlatılan yolların bir parçası bugün bile ada da görülmektedir.. Tufandan önceki zamanlarda M.Ö 18.000 1er de Mu Uygarlığı dünyanın her yerine kültürünü taşımaktaydı. İlk olarak Atlantis'e geldiler ve bilgilerini Atlantislilere öğretmeye başladılar. Oradan gelen yetenekli gençler Mu'daki okullarda eğitim görüyorlardı. (Bugün Avrupa ve Amerika'da Üniversite öğrenimi gören gençlerin durumları


gibi) Bu gençlerden bir tanesi Osiris adı ile tarihteki yerini alacaktı. M.Ö'den 18'inci yıllarda yaşamıştı. Biri Himalaya Dağlan'nda, diğeri ise Tibet'te bulunan iki ayrı Naacal Tabletlerinde şunlar yazmaktadır: "Osiris büyüyünce doğduğu yer olan Atlantis'i terketti. Anayurdu Mu'ya gitti. Orada Naacal Okullarından birine girerek din ve kozmik bilimlere ilişkin eğitim gördü. Öğretmenlik payesini kazandıktan sonra ülkesine döndü. Yaşamını, Atlantis halkını aydınlatmaya, doğru yolu göstermeye adayarak, ülkesinde insanın ilk dininin yeniden geçerli olmasına, bozulmuş Atlantis rahip sınıfının tesiri altında biriken yanlış anlayışları, uydurmaları düzeltmeye çalıştı" Bu yazıtlar çeşitli şekillerde yorumlanmıştır. Benim yorumum ise şöyle: Mu Uygarlığı tüm dünyayı etkisi altona almıştır. Atlas Okyanusu üzerindeki büyük adalar topluluğu olan Atlantis büe onlara bağlıdır. Ulaşım hızlı gemilerle ve uçan gemilerle sağlanmaktadır. Bilim ve Teknoloji Mu'dadır. Ayrıca o sıralarda dünyanın bir çok yerinde Avrupa'da ve Afrika'da ilke insanlar yaşamaktadır. Öğrenim görmek isteyenler buraya gelirler, sonra ülkelerine dönerler. Ve Mu Kıtası'ndaki dinin temeli Tek Tann'ya inançtır. Çünkü Osiris ülkesine dönünce dini bozan ve bozulan rahip — 64 — TÜRKLER VE UZAYLI ATALARI sınıfı ile mücadele etmiştir. Tıpkı Hazreti Musa'nın Mısır'da Firavun ile mücadelesinde, firavuna rahiplerin akıl vermesi olayı gibi. Osiris Allah inancını yerleştirmeye çalışmıştır. Osiris son günlerine kadar ülkesinin Ruhani Lideri oldu. Halk ona sevgi ve saygıyla bağlanmıştı. Osiris'in ölümünden sonra ismini yaşatmak için onun dinini Atlantis'te yeniden tesis etmeye çalıştığı Mu Kültürü'ne "Osiris Dini" adını verdiler. Ölümünden sonra yerine oğlu Horus geçti. Aradan geçen yüzyıllar sonrasında yoldan çıkan Tek Tann'ya inanmak yerine başka Tanrılara inanan Atlantis ve Mu Kıtaları'run halkları M.Ö on binde olan tufan'da yok oldular ve denizlerin derinliklerine gömüldüler. O zaman şunu rahatlıkla savunabiliriz, dünya var olduğundan beri gelen giden kavimler Allah'a inanmayı ret ettiklerinden ve yozlaşdıkları için yok oldular. Mayalara ait Troana El Yazması Mu ile ilgili şu bilgiyi vermektedir: "İlk felâket tarihin bir parçası olduğunda ve üzerinden bir çok nesiller geçtiğinde, Mu'da depremler başladı. Bütün kıta denizin dalgaları gibi bir indi bir çıktı. Ayağımızı bastığımız yer fırtınaya kapılmış bir ağacın yaprakları gibi savruldu. Sallandı. Şehir enkaz yığınına dönüştü." Cortesianus Kodeksi "Yer bir alçalır, bir yükselir, sağa sola kayarken aşağıdan gelen ateşlerin açılan yarıklardan yukarıya doğru fışkırmalarıyla 4,5 kilometreyi bulan ateş kütleleri oluştu." Arkeolog Schelimann tarafından bulunan Lhassa Belgeleri "Her yam dehşetle haykıran kalabalıkların sesleri doldurmuştu. Gece boyunca karalar ortalarından yarıldı ve parçalandılar. Gökgürültüsünü andıran seslerle ülke dibe gömülmeye başladı. Okyanustan yükselen dev dalgalar dört buyandan hücum ettiler." Mu'dan daha önce göç edenlerin bir kısmı Asya'ya diğer bir bölümü de Orta ve Güney Amerika Kıtası'na gittiler. Yazdıkları taş tabletlerle de kayıp uygarlıklarını yazdılar. İnşa ettirdikleri dev eserlerde de Mu'yu anmayı sürdürdüler. — 65 — ALI BEKTAN Amerika Kıtası'nda bulunan Uxmal Mabedi'nin duvarındaki bir kabartmada şunlar yazıldın "Bu yapı Mu'nun Batı Ülkesi denen toprakların kutsal sırlarımızın doğum yerinin anısmı korumak için inşa edilmiştir." Söz konusu mabetin ön yüzü Batı'ya yani Pasifik Okya-nusu'na bakmaktadır. Meksiko City'nin Güney Batısında Xochiucalo'da bulunan bir piramitteki taş yazıtta ise benzer ifadelere rastlanır: "Bu piramit,


gelecek nesillerin Batı ülkelerinin yok oluşunu ebediyete kadar hatırlatmaları için diktiğimiz bir anıttır." Bir çok Doğu Efsaneleri'nde "Himalaya Dağlan'da dahil olmak üzere, Ortaasya'nın tamamı, bir zamanlar düzlüktü ve verimli, tarıma elverişli topraklar ile kaplıydı. Ormanlar, göl ve nehirler bulunuyordu. Mükemmel inşa edilmiş caddeler. Kervan yolları muazzam mabetler ve binalarla doluydu." Bugün Gobi Çölü'nde Tufan'm tüm izleri ve arkadan gelen kuraklığın belirtileri görülmektedir. Mu'yu keşfeden İngiliz Albay James Churcvvard, Tibet'teki bir mabette bulduğu eski bir kayıtta o günlerin şöyle anlatıldığını açıklar: "Uygurlar'm Başkenti tüm insanlarıyla birlikte İmparatorluğun Doğu yakasının tamamım etkileyen ve her şeyi yok eden bir Tufan tarafından yok edildi." Bu yazıtta bize Tufan'm Pasifik'ten Ortaasya'nın içlerine kadar bir çok yeri etkilediğini göstermektedir. Türkler'in ilk vatanları olan bu topraklarda Tufan öncesinde Mu Kolonilerinden olan Uygurlar büyük bir imparatorluk kurmuşlardı. Başkenti bugünkü Gobi Çölü olan ve sınırları Orta Avrupa'ya kadar uzanan büyük bir imparatorluk kurmuşlardı. Doğal afet sonrası Uygur Kolonilerinden kurtulabilenler İskitler, KelÜer ve bazı Ari Irk Kavimleri olmuştur. Buradaki uygarlık düzeyinin günümüz uygarlığında çok üst düzeyde olduğunu rahatça ifade edebiliriz. O zaman biz Türkler geçmişi beş bin yıla dayanan kabile hayatından ol— 66 — TÜRKLER VE UZAYLI ATALARI madiğimiz gibi, dünyaya medeniyet taşıyan bir milletiz. Atalarımızın varmış oldukları medeniyet seviyesine bence bugünkü ne Batı ne de Amerikan Medeniyetleri varmıştır. Bizlerin soyunu kabile hayatına dayandıran ve Atalarımızı göç eden ve tarihe hiçbir katkısı olmayan millet olarak tanıtmayı düşünen Batı'lıların beş bin yıllık geçmişi sürekli olarak önümüze koymaları art niyetlidir. Osmanlı İmparatorluğu dünyada süper bir güç iken Orta Çağ'da Bilime karşı direnen bağnaz kilise yöneticileri'nin "Barbar Türk" imajı bugünde korunmaktadır. Dünya'ya Medeniyeti öğreten ve taşıyan sadece Avrupalılardır diyenler tarih boyunca yaşanan en büyük kanlı savaşları başlatmışlardır, l'nci ve 2'nci Dünya Savaşları'ndan ilkinde 17 milyon, ikincisinde ise 55 milyon insan ölmüştür. Onlar yinede medeniyetin beşiği olarak Avrupa kıtasını görürler. Amerika keşfedilince de oraya medeniyeti yine onlar taşımışlardır. İngilizlerin Amerika ile çok yakın ilişkiler içersinde olması bir örnektir. Batılılar tarih öncesinin uygarlıklarını kabul etmeye yanaşmamaktadırlar, çünkü bir yerde onlar da bu uygarlığa bağlı olduklarını öğreneceklerdir. En basit örneği ile Keltlerden bahsedebiliriz. Tufan sonrası Avrupa'ya göç eden Keltler'in kökenleri, Klasik Tarih Bilimi tarafından açıklanamayan beyaz bir ırktırlar. Tarih öncesinde Galya ve Britanya'da yaşamışlar, büyük bilgilere sahiptiler. Keltlerin bir bölümü M.Ö 6'ncı yüzyılda Anadolu'ya göç ederek bir çok kentler kurmuşlardır. Bu basit örnek bile bizim dünyanın ne kadar önemli bir milleti olduğumuzu göstermesi açısından ilginçtir. Kısacası Ortaasya Dünya'nın Medeniyet Beşiğidir. Bunu taşıyan da Atalarımızdır. — 67 — ALI BEKTAN ATATÜRK KAYIP KTTA MUTU NEDEN ARATTI Mustafa Kemal Atatürk Türkiye Cumhuriyeti'nı kurduktan sonra bir yandan devletin yapılanmasını gerçekleştirirken, diğer yandan da ilginç araştırmalar yaptırıyordu. En fazla merak duyduğu konuların başında Türkler'in kökenle-ri'ni araştırmak geliyordu. Ona göre Ortaasya'nm altında kaybolmuş bir çok medeniyet vardı. Hatta bir akşam Çankaya'da yemek yenirken bir İsveçli Arkeolog'un ileri sürdüğü "Ortaasya'nm altı boştur," tezine şiddetle karşı çıkmış ve yanılıyor demiştir. Atatürk bunu nereden bilmiştir? Onun Or-taasya'ya gidip arkeolojik kazılar yapmadığına göre bu bilgiye nereden ulaştı.


Osmanlı İmparatorluğu'nun son dönemlerinde Ata'nm isteğiyle bir çok bilim adamı ve araştırmacı bu konularda çalışmalar yaptı. Yabancı bilim adamları Türkiye'ye davet edildi. Kitapları Türkçe'ye tercüme edildi. 1930 yüında Türk Tarih Kurumu kuruldu. Çok zengin malzemeler ve bügiler ortaya çıkarıldı. Maya Diliyle Türkçe arasındaki benzerlik 1932 yılında emekli General Tahsin Bey, Atatürk'ü ziyaret etti. Maya dili ile Türkçe arasında benzerlikler bulunduğundan bahsetti. Mayalar Meksika'da yaşamışlar, Türkler ise Or-taasya'dan gelmişlerdi. Aradaki uzaklığa rağmen, Atatürk konuyla ilgilendi. Derhal Tahsin Bey'i Meksika'ya elçi olarak atadı. Ona iki dil arasındaki benzerlikleri ortaya çıkarma görevi verdi. Tahsin Bey Meksika'ya gitti. Orada kendisine Amerikalı Arkeolog William Niven'in bulduğu tabletlerden bahsettiler. Maya dilinin kökünün bu tabletlerde olduğu anlaşılmıştı. Türkçe ile Maya dili arasındaki benzerlikler de bu tabletler de aranmalıydı. — 68 — TÜRKLER VE UZAYLI ATALARI Amerikalı arkeologun ortaya çıkarmış olduğu tabletler Tahsin Beyi şaşkına çevirdi. Eğer bunlar doğru ise bilinen tarih ve bilim tamamıyla yanılıyor demekti. Çünkü Tabletler M.Ö 200.000 ile 70.000 arasında Büyük Okyanus'ta yer almış bir kıtayı haber veriyorlardı. Bu kıtanın adı Mu idi. Avustralya dan birkaç misli büyüktü, yüksek bir medeniyete ulaştıktan sonra deprem ve tufan sonucu battığı sanılıyordu. Acaba Türkler'ir kökeni de bu kıtadan göç edenlere mi dayanıyordu? Hindistan daki Tabletler Tahsin Bey konu ile ilgilendikçe, karşısına yeni bilgiler çıkıyordu. Bu kez kendisine İngiliz Albayı James Church-ward'ın Hindistan da bulduğu tabletlerden bahsettiler. Bunlar da kayıp Mu kıtasıyla ilgiliydi. Churchvvard elli yıllık bir çalışma ile bu tabletleri çözmüştü. Bu konuda dört kitap yazmıştı. Tahsin Bey öğrendiklerini ve ortaya çıkardıklarını Atatürk'e raporlar halinde sundu. Atatürk konuya büyük ilgi duymaya devam ediyordu. Churchward'ın Mu ile ilgili kitapları getirildi. Atatürk derhal emir verdi. 60 kişilik bir tercüme heyeti, Churchvvard'ın dört kitabını Türkçe'ye çevirtti. Fakat kitaplar basılmadı. Daktilo edilmiş metinler halinde, Atatürk'ün önüne kondu. Tercüme edilen metinleri Atatürk'ün dikkatle okuduğu biliniyor. Atatürk insanın yaratılışını anlatan bölümlerle ilgilenmişti. Mu'nun insanlığın ana yurdu olduğunu nüfusunun 64 milyona kadar çıktığını, ilk insanın orada yaratıldığını anlatan satırların altını çizmişti. Atatürk, Mu'da geçen Tanrı kavramıyla da ilgilenmiş, yaratıcının insan aklıyla anlaşılamayacağı, şekillendirilemeye-ceği ve adlandınlamayacağı üzerinde de durmuştu. Tercümelerde Maya dilinin yeryüzünün ana dilinden gelmiş olduğunu, tüm dillerin orada doğduklarını ve anadilin Mu dili olduğunu belirten bölümlerin altını çizmişti. — 69 — ALI BEKTAN Irkların Kökeni Atatürk'ü ilgilendiren bir diğer bölüm, ırkların kökeniyle ilgiliydi. Anadolu'daki ilk insanlar olan Karyanlar'ın asıl vatanlarının, Büyük Okyanus'taki Easter Adası olduğunu anlatan bölüm yine Atatürk tarafından işaretlenmişti. Mu'nun batışını anlatan bölümde Mu halkının "Ra Mu, bizi kurtar," diye bağırmalarını işaretlemiş ve altma "Dernek ki Mu birn ilahtır" notunu düşmüştü. Bir çok Mu kökenli özel isim ve sıfatları, Ata Öztürkçe ile karşılaştırmış, notlar almış. Örneğin Tarlaların Allahı anlamına gelen Bal kelimesinin yanma "Balağmak" (anlamı toprağı kazmak, çukur açmak) notunu almış, Ruhların memleketi Kui cümlesinin yanma "köğü, ailedir" diye yazmış. Bu tür kelime notlan hayli fazla. Bir yerde Mu'nun demokrasi ile yönetildiğini, güneş enerjisinin aydınlatılmada kullanıldığım anlatan


satırları çizmiş. Ve bunlar gibi daha yüzlerce satır Cumhuriyetimizin kurucusu tarafından çizilmiş, işaretlenmiş, sayfa yanlarına notlar alınmış. İncelendiğinde görülüyor ki Ata'yı önce Türkler'in kökeni ve Mu dilinin Türkçe ile bağlantısı ilgilendirmiş. Sonra inançlann ve Mu'nun yönetim şeklinin üzerinde durmuş, üçüncü kitaptaysa çok geniş anlatılan Mu sembollerini, Atatürk Latin alfabesiyle karşılaştırmış. Kitaplar neden basılmadı? Atatürk, James Churcward'ın iki kitabıyla özellikle ilgilenmişti. Kayıp Mu Kıtası ve Mu'nun Çocukları. Bu iki kitap Amtkabir kitaplığında 1301 ve 1302 numaralar ile kayıtlıdır. Kitaplardan çıkarılan, daktilo ile yazılmış çeviri metinleri ise yine Anıtkabir kitaplığında 4 dosya halinde durmaktadır. Atatürk'ün Mu ile ilgili düşüncelerini ve çıkardığı sonuçlan ne yazık ki bugün bile tam olarak bilmiyoruz. Çünkü 1935 yılından sonra sinsice ilerleyen hastalığa ona fazla zaman tanımadı. — 70 — TÜRKLER VE UZAYLI ATALARI Fakat ortada garip bir olay daha var. 1967 ye kadar Türk Dil Kurumu arşivinde sonra Anıtkabir kitaplığında bulunan bu çeviriler hâlâ basılmamıştır, öylece durmaktadır. Acaba neden basılmadı. Kimler izin vermedi. James Churchward'ın yazdığı Kayıp Kıta Mu ve Mu'nun Çocukları Türkçe'ye çevrildi ve basıldı. Fakat bizim için önemli olan Mustafa Kemal'in aldığı notlar. Onlar gün ışığına çıktığında eminim Türkler'in kökeninin Mu'dan geldiği ispatlanmış olacaktır. Benim şahsi görüşüm Türkiye Cumhuriyeti'ni yöneten üst düzey yöneticilerin bu bilgileri okuduktan sonra inanacakları yönündedir. Biz Tarihin en eski uygarlığına sahibiz ve Dünya ya medeniyeti taşıdık. Ana yurdu bilinen en eski millet olarak Türkleri ve Çinlileri örnek gösterebiliriz. Yalnız Çinliler tarih boyunca kendi topraklarından çıkmamışlardır. Türkler ise Anayurtlarmdan ayrılıp Avrupa, Ortadoğu, Anadolu, Mezopotamya, Mısır ve Rusya'ya gitmişler gittikleri yerlerde büyük medeniyetler kurmuşlardır. Atatürk'e kitapları sağlayan Tahsin Mayatepek Meksika'da araştırmalar yaparken, Maya-Aztek-Inka uygarlıklarının Türklerde kullanılan eşyalara benzer eşyalar kullandıklarını öğrenmişti. Ayrıca davullar ve kalkanlar bizimkilere çok benziyordu. Üzerlerinde ise Ay ve Yıldız sembolleri bulunuyordu. Tahsin Bey tüm çalışmalarını belge ve fotoğraflarla birleştirerek üç cilt halinde Atatürk'e yolladı. Bunların ilk ikisi 1970'lere kadar TDK Kütüphanesinde 56 ve 57 noları ile durmaktaydı. Üçüncü defter ise kaybolmuştur. Bu değerli çalışmalar basılmamıştır. Gerek Churchward'ın kitapları, gerekse Tahsin Bey'in çalışmaları basılıp yayınlandığı zaman Atatürk'ün düşüncelerini belki daha iyi anlayabiliriz. Mu Kıtası Okyanus'un derinliklerinde araştırılmayı bekliyor. Zengin bir uygarlık, tabi bu arada kurucuları kimler. Günümüzün modern teknolojisine, belki de daha fazlasına sahip olan Mu insanlarının Uzay ile bağlantıları hangi durumdaydı. Bunun gibi bir çok soru daha cevabmı bekliyor. — 71 — ALI BEKTAN Ben kitabımda bunları açıklamaya çalışıyorum. Türkler, Ortaasya'da ortaya çıkan Turanlılar ve Ön Türkler'den gelmiyorlar, onlardan önceki Tarih Zamanlarında Mu'dan geliyorlar. Kıta'nın varlığı bana göre M.Ö'den 10 bin yılına kadar geliyor. O tarihte olan Tufan ile 64 milyon insanın yaşadığı kıta Pasifik Okyanusu'nun derinliklerine gömülüyor. Neden yok oldular diye düşündüğünüzde tarih boyunca kaybolan milletlere baktığınızda, onların zenginliğe ulaştıktan sonra bir yozlaşmanın içersine girdiğini, Dini ve Ahlaki çöküntü başlayınca devletin yıkıldığını ve o insanların da yok olduğunu görürsünüz. Mu Kıtası'nda yaşayanlarda tıpkı, diğer milletler gibi yok olmuşlardır. Kurtulanlar oldu. Onların bir kısmı Ortaasya'ya geçtiler, Bir kısmı da Uzaydaki gezegenlere gittiler. Tufan sonrası dünyanın durumunu incelemek için geldiklerinde Atalarımızı gördüler. Onları korumaya


başladılar. Binlerce yıldır da bu koruma devam etmektedir. Atalarımızla ne zaman buluşacağız, derseniz onun da zamanı gelecektir. Buna inanıyorum. — 72 — TURKLERVEUZAYLIATALARI TÜRKLERİN GENLERİ HİTİTLER'DEN MİRAS KALDI Türk insanının kromozomlarını inceleyen genetikçiler ilginç bir sonuca ulaştılar: Türkler'in genetik yapısı Selçuklu-lar'a değil, Hititler'e benziyor. Amerika Long Island'da düzenlenen ve genetik bilimci antrapolog ve arkeologların katıldığı Uluslar arası Genetik Konferansı'nda insanoğlunun Kuzey Afrika'dan dünyaya yayılma haritası yeniden çizildi ve Türkler hakkında da ilginç bir iddia ortaya atıldı. İddiaya göre, Türkler'in genetik özellikleri büyük ölçüde Hititler'den geçme. Tanm Reformunu Türkler Yaptı Dünya gen haritası üzerinde "Y" Kromozomunu inceleyen Stanford Üniversitesi'nden Dr. Peter Underhill, günümüz Türk insanının da kromozomlarını araştırdı. Gen hari-tasıyla, tarihi olaylar arasında bağlantı kurulabildiğini belirten Underhill, Anadolu'nun genetik mirasım tarihsel çerçevede değerlendirdi. Anadolu'nun Avrupa ve Asya arasında göç eden insanlar ve ordular için ana koridor olduğunu belirten Underhill, bu koridorda Selçuklu Türkleri, dilini ve kültürünü 40 bin askeriyle geniş alanlara yaymıştır, ancak 12 milyonluk nüfustan geriye nedense zayıf bir genetik işaret kaldığım gördük diye konuşan genetik bilimci, Cilalı Taş Devrinde gerçekleşen tarım reformunu, Anadolu'dan Avrupa'ya taşıyanların Türkler olabileceği üzerinde durulduğunu da belirtti. Hititler Geç Bronz Çağı'na M.Ö 1500-1100 yıllarına damgasını vurmuştur. Başkenti Boğazköy-Hattuşaş Hititler Bronzu keşfedip bunu alet yapımında kullanarak uygarlıklarını ilerlettiler. Toprak, bitki, fırtına ve güneş gibi doğayı simgeleyen tanrılara inanırlardı. Dilleri Akadca, yazı— 73 — ALI BEKTAN lan da Babil-Asur çivi yazısıydı. Fernand Lequenne, Galatlar adlı eserinde onları şöyle tarif eder: Hititler Kumral, karmakarışık uzun dik saçlı, düz burunlu koca şeytanlar, her an gülmeye hazır, konuşkan baş eğmez insanlar. Ama aile hayatını, çocukları ve onların yaramazlıklarını, hayvanları seven iyi insanlar Galatlar inki gibi kadınları alçak gönüllü gösterişsizdiler. Kocaları onlara büyük saygı gösterirdi. Büyük pencereli evlerin yer aldığı şehirleri yüksek tepeler üzerine kurulmuştu." Hititler veya diğer adıyla Etiler de köken olarak Ortaas-ya'dan gelmekteydi. Meşhur Kavimler göçü nedeniyle Anadolu'ya gelen bu insanlarla akrabalığımız bulunuyor. Genler de bunu doğrularken, kurdukları uygarlık oldukça üst düzeyde idi. Mezopotamya'ya gelenlerle aralarında hem kültür, hem de akrabalık mevcuttu. Çünkü kullandıkları dile baktığınızda Akadca, yazı sistemi Asur-Babıl dir. Yalnız genetik uzmanı şu hatayı yapıyor insanoğlu Kuzey Afrika da dünyaya gelmiştir, diyor bu bence yanlış bir görüştür. İlk insanın varolduğu kıta Mu'dur. Kıtada Tufan da battıktan sonra kurtulanlar Asya'ya göç ettiler. İnsanlık böyle devam etti. Kuzey Afrika ve çevresinde iklim daha önceleri ılımandı ve Sahra çölü yeşillikler içersinde insanların yaşadığı bir bölgeydi. Arkeolojik kazılar sonucunda bu görüş kabul edilmiştir. İklim değişikliği olduğu için bölge çölleşmiş, oralarda yaşayan insanlar başka topraklara göç etmişlerdir. Bence Genetik Bilimci'nin Hititler ile Türkler arasında bulduğu bağlantı dikkat çekicidir. Türkiye de ne yazık ki eski uygarlıkları araştırmak ilgi çekici değildir. Hititlerin bizimle akraba olduğumuzu kabul etmeyen hatta onları red eden insanlarda vardır. Sadece bir avuç insan bu eski uygarlıkları ararlar, kitap yazarlar. Çok kişinin aklına bile gelmez. Ankara Üniversitesi Hititoloji Anabilim Dalı Başkam Profesör Doktor


Aygül Süel "Onlar da bizim Atamız," diyor ve şöyle devam ediyor: "Long Island'da yapılan konferansta yapılan değerlendirmeler için Anadolu'dan bir köy seçilmiş ve — 74 — TÜRKLER VE UZAYLI ATALARI o köyde yaşayanlardan DNA örnekleri alınmıştı. Bu sonuçlara göre Türkler'in Hitit soyundan geldiği iddia ediliyor. Hititler Anadolu'da çok uzun süre yaşamış bir kavim. Hint Avrupa ırkından geldikleri tahmin ediliyor. Bir çok geleneğimiz onlardan geçme. Hititler'in torunları olduğumuz muhakkak." Ortaasya'dan göç eden HitiÜer kendilerine yurt olarak Anadolu'da bugünkü Yozgat dediğimiz bölgeye gelip yerleştiler. Modern şehirler kurarak ticarete başladılar. O dönemde en büyük ticaret olayı Mezopotamya Bölgesi, Mısır ve Yunanistan di. Böylece güçlü bir devlet kurdular, yüzyıllarca rahat bir şekilde yaşadılar. Sonuçta Türkler'in Anadolu'ya gelişlerinin 1071'den çok önceleri olduğunu biliyoruz. Örf, gelenek ve adetlerimizdeki benzerlikler bu olayın bence en güzel tarafıdır. — 75 — ALI BEKTAN TÜRKLERDEKİ YA-DA TAŞININ SIRRI Çok eski devirlerden kalma yaygın bir inanca göre: "Türkler'in atalarına göklerden gelen sihirli bir taş armağan edilmiştir. Bu taş her devirde Türk Komutanlarının ve Samanlarının elinde bulunmuştur." Böylelikle atalarımızın istedikleri zaman yağmur, kar, dolu yağdırabildikleri, rüzgâr estirip hatta fırtına çıkartabildikleri ilk defa Çin Kitaplarında yer almıştır. Bu bilgilerde Ya-da Taşı'ndan bahsedilmiyor ama Türkler'in Atalarının istedikleri zaman yağmur yağdırabildiklerini çok açık olarak anlatıyor: "Türkler'in büyük ataları Hunlar'm Kuzey'inde bulunan So sülalesinden idi. Oymağın Başbuğu Ananbu idi. Bunlar yetmiş kardeş idi. Birincisi dişi kurttan türemiş olup adı İçji-ni-nişibu tabiatüstü özelliklere sahipti. Yağmur yağdırıp fırtına çıkartabilirdi." Buna benzer örnekler Çin kaynaklarında da yer almaktadır. M.Ö 449 yılında Ortaasya'da meydana gelen bir savaşta şu olay anlatılmaktadır: "Kuzey Hunlar'm idaresinde bulunan Yüceban ahalisinde öyle kahinler vardır ki, Cücenler'in saldırışlarına karşı durduklarında çok şiddetli yağmur yağdırdılar, fırtına çıkarttılar. Cücenler'in onda üçü sellerde boğuldu, soğuktan kırıldı." Bu olaylar nasıl gerçekleştiriliyor. Ancak Ya-da Taşı denen üstün teknolojik bir aletle gerçekleştirildiğine eminim. Bu aleti de diğer gezegenlerdeki akrabalarımızın verdiğini ileri sürersek mantıklı bir açıklama getirmiş oluruz. Bugün yağmur yağdırma teknolojisi dünyamn bir çok ülkesinde hâlâ kullanılmıyor mu? Mesela bir dönem İstanbul'da su sıkıntısı olmuştu, bunun üzerine dönemin Belediye Başkanı Nurettin Sözen yağmur yağdırma sistemini bilen uzmanları getirterek yağmur yağ— 76 — TÜRKLER VE UZAYLI ATALARI dırmışh. Böylece İstanbul'un su sorununa bir çare bulunmuştu. Bu teknolojinin daha ileri bir sisteminin atalarımıza verildiği ve zamanı gelince kullanılabileceğini söylemek, bu sistemi öğretmek mantıklı değil mi? İslâm kaynaklarında da Türklerin bir zamanlar ellerinde bulundurdukları taş, yani Yağmur Taşı anlamına gelen Ha-cer-ül Matar ya da Seng-i Cede olarak isimlendirilmiştir. Bu taşla yakından ilgilenen Araplar olayı doğrulamıştır. İslâm Tarihçilerinden Ibn-ül Faldh'in yazdığı kitapta dönemin Halifesi Memun bu gizemli taş hakkında araştırma yapması için Nuh bin Esed'i görevlendirilmiştir. Nuh Bin Esed, Türkler arasında yaptığı incelemeler sonunda Halifeye bir rapor yazarak bu taş hakkında anlatılanların doğru olduğunu, fakat olayın nasıl meydana geldiğini anlayamadığım bildirmiştir. İbn-ül Fakih tarihi kayıtlarında Horasan Emiri İsmail Bin Ahmet'in,


Ebul Abbas'a anlattıklarına yer vermiştir: "Yirmi bin kişi ile Türkler'e karşı savaşa çıktım. Karşımızda baştan ayağa kadar silâhlı Altmış bin Türk vardı. Bunlardan bir kısmı bizim tarafa geçti. Bunlar bize Türklerin iri dolu yağdıracaklarını söylediler." Biz de onlara: "Sizin kalbinizden küfür hâlâ çıkıp gitmemiştir, böyle işleri hiçbir insan yapamaz," dedik Onlar: "Biz haber veriyoruz, sizi ikaz ediyoruz, onların tayin ettikleri vakit yarın sabahtır ama siz daha iyi bilirsiniz," dediler.. "Sabah oldu Korkunç bulutlar bizim üzerimizi kapladı. Herkes korktu. Müthiş dolu yağdı." Bu olayın benzerleri Eski Türk Mitolojisi içersinde yer almıştır. Tabii ki bu olay modern teknolojinin sayesinde olmuştur. Taşın nasıl kullanıldığından da bahsedilir. Er Gökçe Destanın'da taştan şöyle bahsedilir: "Yanındaki adamlar susadı. Er Kosay'a susuzluktan şikayet ettiler. Er Kosay uzun kulaklı sarı atının altından "Cay Taşını" çekip çıkarttı. Salladı, salladı yere koydu. Havadan yağmur yağdı. Yağmur suyunu içtiler." — 77 — ALİ BEKTAN Abdülkadir İnan "Eski Türk Dini Tarihi" adlı kitabında Ya-da taşından da bahsetmektedir. Gizemli taşın su içine konulduğu, suyun üzerine asıldığı, birbirine sürtüldüğü veya taşın sağa sola hareket ettirilerek sallandığını görüyoruz. Farsça bir şiir Ya-da Taşı'nın kullanılmasıyla ilgili önemli çağrışımları beraberinde getirmektedir. "Şekilli bir taştır ki her ne zaman ona dua edilse göğü yarar ve çokça bulut ve yağmur getirir, bu iş Türkler arasında yaygındır." Bu taşm çok kolay bir kullanıma sahip olduğu açıkça görülmektedir. Gizemli Taş Osmanlı Tarihi içinde de yer almaktadır. Şaban Şifai'nin Padişah 4'ncü Mehmef e yazdığı "Risalei Şifaiyye fi beyani envai ahcar" adlı eserinde bu taşla ilgili anlatılanlar dikkat çekicidir: Hiç bulut olmadığı halde Ya-da Taşı ile yapılan işlemden iki saat sonra bulutlar gökyüzünde görülmeye başlar ve ardından bereketli yağmurlar yağar. Ne kadar gerekiyorsa ihtiyaç olunan kadarıyla yağmuru yağdırmak Ya-da'cının başarısına bağlıdır. Taşlar farklı renklere sahip olabilmektedir. Genellikle siyaha çalan toprak renginde olup üzerinde kırmızı noktalar vardır. Beyaz olup üzerlerinde kırmızı noktalara da rastlanmıştır. Büyüklükleri bir kuş yumurtası kadardır. Dolu afetinden tarlaları korumak için taş yüksekçe bir yere asılır ve ona dokunulmaz. Onu ancak bu işin sırrını bilen yadacüar kullanabilir. Taşların birbirine sürtülmesi ve bir tas suyun içine taşın atılması ile bu işlemler uygulanır. Ancak bu işlemleri sırrı bilen kimselerin yapması gerekir. Aksi takdirde arzu edilen sonuca ulaşılmaz. Taşı suya atmak yeterli değildir. — 78 — TÜRKLER VE UZAYLI ATALARI Bu anlatımlar sonucunda taşın kullanımının bilgi istediğini gösteriyor. Tarihi kayıtlarda bu taşın sırrını sadece Türk-ler'in bildiğini göstermektedir. Bu sırra vakıf olan atalarımızda bunu kimseye öğretmemişler. Kimyasal ve fiziksel özellikleri üstün olan bu taş veya taşlar nereden Atalarımızın eline geçti. Çünkü kayıtlara göre bir çok Ya-da Taşından bahsedilmektedir. Türkler'in eline nasıl geçtiğini açıklamaya çalışırsak, tufandan sonra Ortaasya'ya gelen Mu kökenli atalarımızın vermiş olduğunu ileri sürebiliriz. Onların yüksek bir uygarlık seviyesine çıktığını bildiğimize göre onlardan kalmış diyebiliriz. Bu arada Türkler'in çok eski dönemlerde Uzayla bağlantıları olduğunu düşündüğümüze göre oradaki bilge atalarımızın verdiğini söyleyebiliriz. Yazar Ergun Candan "Türkler'in Kültür Kökenleri" adlı kitabında Ya-da


Taşının Mu Uygarlığında kullanılan "Kristal Enerji Merkezleri" ile bağlantılı olduğunu ileri sürer. Türk Efsanelerinde çok dikkat çekici bir konu vardır. Asya daki iklim değişiklikleri. Sık sık kuraklık nedeniyle göllerin, nehirlerin kuruması üzerine yeni topraklara göç etmeleri konuları işlenir. O zaman birileri Atalarımıza yardıma olmak amacıyla bu gizemli taşlan getirip vermiş, kullanılmasını öğretmiştir. Böylece ya da taşı sayesinde susuzluktan kurtulmuşlardır. Türkler yine korunmuş olmaktadır. Bu korunmanın günümüzde de devam ettiğini söyleyebilirim. — 79 — ALI BEKTAN ALTAY EFSANELERİNDE YER ALAN UZAYLILAR Türk Mitolojisine devam ediyoruz. Altay Efsanelerinde anlatılan bir olay Türkler ile Uzaydaki dostları arasındaki bağlantıya dikkat çekmektedir. "Yerin yer olduğunda, sular yeri sarardı, ne gök, ne ay, ne güneş, ne de bir dünya vardı. Tanrı uçar, dururdu. İnsanoğ-luysa tekti. O'da uçar, uçardı, sanki Tanrı'yla eşti. Uçar hep uçarlardı, yer yoktu konmazlardı, Tanrı idiler çünkü ondan dolayı yorulmazlardı." Burada anlatılan uçma olayı ancak bir hava gemisi aracılığıyla olabilir. Çünkü normal olarak bir insanın kuş gibi uçması söz konusu değildir. Dünya'nın yer çekimi bilindiği gibi çok kuvvetlidir. Yapılan çalışmalarda havada uçan bir cisim yapmanın ve bunu uçurmanın zorluklan biliniyor. Büyük bir enerjide gerekmektedir. Düşünün Ortaasya'da o dönemlerde yaşayan atalarımız Tanrılar olarak bilinen uzaylı yakınlarıyla birlikte havada uçabiliyorlar. Demek ki onlarda uçan cisimlere sahipler diyebiliriz. Altay Efsanelerinden bir başkası da şunları anlatıyor: "Ne Ay ne Güneş varmış, insanlar uçarlarmış Uçanlar ısı verir, ışık saçarlarmış İnsanoğlu yaşarmış Tanrı'nın göklerinde Ne suç ne günah varmış insanın köklerinde İhtiyaç duymazmış ne ay, ne de güneşe Tanrı'yla yaşarmış yokmuş gerek bir eşe" Bu efsanede anlatılan Tanrı'nın göklerinde anlamından başka gezegenler anlatımı ortaya çıkıyor. Uçanlar ısı verirmiş, ışık saçarlarmış bu tamamen bir UFO anlatımıdır. Efsanenin en ilginç tarafı ise suçun ve günahın olmadığı bir dünyada yaşanmasıdır. Aslında tüm dinlerin temelinde bu var— 80 — TÜRKLER VE UZAYLI ATALARI dır. Suç ve Günahın olmadığı bir dünya zaten cennet gibi bir dünya olmaz mı? Olur. Ortaasya'nın en büyük çölü olan Gobi ile ilgili anlatılanlar gerçekliğini koruyor. Gobi ılıman iklime sahip bölge iken içersinde büyük bir göl bulunmaktaydı. Gölün üzerinde bir ada vardı. Çin bilgelerinin anlattıklarına göre bu gölde ki adada mavi gözlü ve sarı saçlı beyaz insanlar yaşıyorlardı. Efsanelere göre bu insanlar olağanüstü bilgilere sahiptiler ve gökyüzünden gelmişlerdi. Bu insanların yaşadıkları bölgedeki insanları eğiterek, uygarlıklarını Geliştirmelerine yardımcı olmaları akla ve mantığa uygun gelmektedir. Bu eğitilenler ise bizim atalanmızdır. Ortaasya'dan sonra Türkler'in ikinci anavatanı Anadolu Topraklandır. Bu topraklarda yaşayan bir çok tasavvuf kişileri de yazdıkları ve söyledikleri ile bir şeylerin haberlerini veriyor. Teorilerimden bir tanesi de Samanyolu Galaksi'sinde 18 bin gezegende canlıların yaşadığıdır. Bu 18 bin Alem düşüncesi sık sık İslâm tasavvufunda da karşımıza çıkmaktadır. Yunus Emre de yazdığı bir şiirinde şöyle bahsediyor: "Adım adım izleri/ Bu alemden içeri On sekiz bin alemi gördüm bir dağ içinde Yetmiş bin hicap geçtim gizli perdeler açtım. Ben dost ile birleştim. Buldum bir dağ içinde Gökler gibi gürledim. Yerler gibi inledim


Çaylar gibi çağladım. Aktım bir dağ içinde Bir döşek döşemişler. Nur ile bezemişler Dedim bu kimin ola. Sordum bir dağ içinde Deprenmedim yerimden. Ayrılmadım pirimden Aşktan bir kadeh aldım. İçtim bir dağ içinde Yunus eydür gezerim. Dost iledir bazarım Ol Allah'ın didarm Gördüm bir dağ içinde." — 81 — ALI BEKTAN 18 Bin Alem tanımının geçtiği yerler İslâmiyetin kutsal kitabı Kur'an-ı Kerîm, Mevlana ve Yunus Emre'nin şiirlerinde. En sonunda da Amerikalı Astronomların yaptıkları bilimsel araştırmalar sonucunda elde ettikleri sonuç: 18 bin gezegende bizden daha ileri uygarlıkların bulunabileceği. Türk Mitolojilerine göre vardığımız sonuç günümüzden binlerce yıl önce Yeryüzü ile Gökyüzü arasmda bir irtibat söz konusuydu. Efsaneler 21'nci yüzyıl teknolojisine uygulandığında ilginç bilgilere ulaşıyoruz. Türkler'in Kültür Kökenleri adlı kitabında Ergun Candan da Sirius Yıldız sisteminden gelen varlıkların Türklerle beraber dünyadaki başka uygarlıkları da eğittiklerini ileri sürüyor. Onların Mu Kıtası'nda büyük bir medeniyet oluşturduklarını belirterek, Türkler'in Kökleri incelenirken bu ihtimalleri de göz önünde bulundurmalıyız diyor. Bu görüşe ben de katılıyorum. Çünkü Türkler'in ilk dini olan Gök-Tann dininin içerdiği kurallara uyan Atalarımızın bu ilk dinindeki inançların İslâmiyet'in kuralları ile paralellik göstermesi dikkat çekicidir. Kur'an-ı Kerîm'de ismi belirtilen peygamberlerin dışında 124 bin peygamberin çeşitli milletlere gönderildiği İslâm alimleri tarafından ileri sürülmektedir. Gelen tüm peygamberler öncelikle Allah inancını, yani Tek tanrı inancını açıklamışlar, sonra dinsel öğütleri vermişlerdir. İyilik yapm, kötülük yapmayın. İnsanlara iyi davranın, hırsızlık yapmayın, haksız yere insan öldürmeyin, Allah öbür dünyada iyilik yapanları mükafatlandıracak, kötü olanları cezalandıracak demişler. İbadetlerin nasıl yapılması gerektiğini söylemişlerdir. Kur'an-ı Kerîm'deki "Allah Şira Yüdızının da Rabbidir," sözü ile İslâmiyet'in Sirius ya da arapça adıyla Şira Yıldız sisteminde yaşayan insanlar tarafından da bilindiği ortaya çıkıyor. O insanlar dünyaya geliyorlar hem bizim Atalarımızı eğitiyorlar, onlara büyük bir uygarlık kuruyorlar, hem de Tek Tanrı inancının yer aldığı dini bildiriyorlar. Öyleyse şu sonuca varıyoruz: 'Türkler'in uzayda ataları var ve onlar bizimle yalandan ilgileniyorlar. Onlar gerektiğinde bize yardım ediyorlar." — 82 — TÜRKLER VE UZAYLI ATALARI TÜRK MİTOLOJİSİNDE TEK TANRI İNANCI Türkler'in Ortaasya'da sahibi olduklan dinin Tek Tanrı inancına sahip olduğu daha yeni anlaşılıyor. Ruh ve Ahiret inananın yanı sıra yapılan her işte elde edilen başarının Tengri sayesinde olduğu açıklanırdı ve kabullenilirdi. Ortada atalarımızın dinini anlatan yazılı kutsal bir kitap yoktur. O devirlerden günümüze gelen yazıtlar ve efsaneler sayesinde bunları öğrenebiliyoruz. Sümerlerde Tann'ya Tenri, denilirken Gök Tann ve Yüce Tanrı gibi adlarla da adlandırılması ilginçtir. Gök(mübarek, kutsal, semavi, kutlu) anlamında gelirken Göklerin kutsallığı Türkler de ön plâna çıkmaktadır. Tanrı'yı bir ve üstün, yüce kudret ve kuvvet olarak bilmek ve bütün kainatı onun yarattığı varlıklar olarak görmek ve ona yönelerek yakarmak ve bazan da onun göğün enginliği içinde Bulunduğuna inanmak gibi özellikler göstermektedir. Bazı Tabiat güçleri ilahlaştırılmışsa da her zaman tanrının varlığına inanılırdı. Dünya'nın yaratıcısı tek tann kavram) hakkında İbni Fadlan Oğuzlarla ilgili yazdığı bir kitapta şunu açıklar: Oğuzlar bir haksızlığa uğradıklarını sezdikleri zaman, başlarını göğe kaldırarak: "Bir Tengri.." derler. Şimdi bu düşünceyi incelmediğimiz zaman 20'nci yüzyılda görülen


binlerce UFO olayında temasa geçen bazı kişilere, Uzaylılar Evreni Yaratan Tek Tann'dan bahsediyorlar. O zaman Ortaasya'da yaşayan atalarımızın da aynı düşünceyi paylaştığını görmek İslâmiyet'teki Tek Tanrı inancının binlerce yıl önce var olduğunu göstermektedir. Mitoloji deki anlatımlar içersinde "Gökten inen Ateş Gök Tannsı'nın oğludur" Bu anlatım bize Uzay gemisi bu büyük ihtimalle bir Uçan Dairedir yanan ışıklar içersinde dünyaya inmesi içinden de bize benzeyen insanların çıkmasıdır. Onlar yardım için gelirlerken anlatımlar Gökten inen ateş olarak geçmektedir. — 83 — ALI BEKTAN Mitoloji de yer alan Bilge Kağan'in bir sözü çok anlamlıdır. 716 yılında tahta çıktı. Kendisinden küçük kardeşi Kül-Tegin (Gültekin) ve kayınpederi Tonyukuk ile birlikte ülkelerini başarıyla idare ettiler. 734 yılında zehirlenerek öldürüldü. Bilge Kağan'ın kendi adına diktiği anıtta gelecek nesillere şöyle sesleniyor "BEN GÖĞE BENZER GÖKTE MEVCUD OLAN TÜRK BİLGE KAĞAN'IM" Bu söz benim tezime destek veren anlam taşımaktadır. Göğe benzer gök anlamı, başka bir gezegen anlamına geliyor. Sanki kendisi görevli olarak Türkler'in başına Hakan olarak gönderilmiş gibi bir ifade ortaya çıkıyor. Kağan yazıtlarda neden başa geçtiğini şöyle açıklıyor: "Ben Milletimizin böylesine bitkin ve ümitsizlik içerisinde kıvrandığı bir sırada Allah böyle istediği için ve kendim Türk Milletini kurtarmak için Kağanlık tahtına oturdum. Dağılan milletimi toplayıp, yoksul düşen halkımı varlıklı yap-üm. Arzum ve gayem: Türk Birliğini korumaktı. Bütün Türkleri birleştirerek, aşiretleri millet haline getirdim" "Ey Türk Milleti..." Yıkümış ve yok olmak üzere bulunan milletimi dirilterek nasıl yeniden var ettiğimi bu taşa yazdım. Bu taşı okuyarak gerçekleri bilin. Artık seni yıkmak, seni yok etmek isteyen düşmanlarına aldanmamalısın... Şimdi bu sözleri alın Mustafa Kemal Atatürk'ün ortaya çıkışını ve Kurtuluş Savaşı'nı kazanmasını ve Türkiye Cumhu-riyeti'ni kurmasına kurguladığınızda aym olayı görürsünüz. Bilge Kağan anıtının doğu yönün de şöyle yazıyor: "Ben "Gök Tanrı" gibi gökte yaratılmış 'Türk Bilge Kağan'im sözlerimi işitin. Bu sözler sonunda bizim akrabalarımızın veya atalarımızın bulunduğu gezegenler Samanyolu Galaksi'sinde olma ihtimalini ortaya çıkartmıyor mu? Hatta Yıldız Sistemlerini de sayabilirim. Siri-us, Ülker gibi. Bu kitapta anlatmak istediğim düşünceyi sık sık tekrar ediyorum ama iyice anlaşılmasını istediğim için böyle devam ediyorum. — 84 — TÜRKLER VE UZAYLI ATALARI GÖÇ DESTANI, GÖKYÜZÜNDEN GELEN DESTEK Uygur ilinde Hulin adında bir dağ vardı - Bu dağdan Tuğla ve Selenge adlı iki ırmak çıkardı. Bir gece bu iki ırmak arasındaki bir ağacm üzerine Gökten mavi bir ışık indi. İki ırmak arasında yaşayan halk bunu dikkatle takip etti. Mukaddes ışık, ağacm gövdesinde aylarca durdu. Ağacın gövdesi gittikçe kabarıyor: Oradan güzel musiki sesleri geliyordu. Bir gün ağacm gövdesi yarılarak içinden beş çocuk çıktı. Bu çocuklar beş ayrı odacıkta idiler. Ağızlan üstünde asılı birer emzikten süt emiyorlardı. Bunlar ışıktan doğmuş mukaddes çocuklardı. Halk ve Amirler onlara büyük saygı gösterdiler. Bu çocukların en büyüğünün adı Sungur Tigin, İkincisinin adı Kutur Tigin, Üçüncüsü Tükel Tigin, Dördüncüsü Ur Tigin, beşincinin adı Buğu Tigin idi. Bunların Allah tarafından gönderildiğine inanan Uygurlar, içlerinden birini Hakan yapmayı düşündüler. Büyük bir şölen yaparak tahta oturttular. Buraya kadar olan anlatımı teknolojiyi düşünerek çözdüğünüzde Gökten inen mavi ışık'm Dünya'ya iniş yapmış bir Uzay gemisi olduğunu, kabarma olayının geminin kanatlarını açması, içindeki çocukların ise özel olarak Türk Milletine yardımcı olmaları amacıyla gönderildiği


anlamı çıkıyor. Çünkü çocukların hepsi çok zeki ve bir tanesini Hakan yapıyorlar. Bir tür yönetici sınıf ortaya çıkmaktadır. Destanın ilerleyen bölümlerinde felâketlere neden olan Kaya'nın Çinlilere verilmesinin hikayesi anlatılıyor. Aradan uzun zamanlar geçti. Bir gün Uygur tahtına. Yeni bir hükümdar oturdu. Bu hakan Çinlilerle yapılan savaşlara bir son vermek için oğlu Gah Tigin'e, Kiyu Liyen adlı bir Çin prensesi almayı tasarladı. Bu prenses, sarayını Hatun Da-ğı'nda kurdu. O çevrede Tanrı dağı adında başka bir dağ ve onun güneyinde de Kutlu Dağ denilen büyük bir kaya vardı. Çin elçileri, bakıcılarla birlikte geldiler. Onlar kendi aralann— 85 — ALI BEKTAN da dediler ki:Hatun Dağı'nın saadeti bu kayaya bağlıdır. Bu hükümeti zayıflatmak için onu yok etmeli." Bunun üzerine Çinliler prenseslerine karşılık, bu kayanın kendilerine verilmesini istediler. Yeni Hakan yu-t içindeki bu taş parçasım Çinlilere tereddütsüz verdi. Halbuki bu mukaddes bir taştı: Uygur ülkesinin saadeti, bu tılsımlı taşın Türk bütünlüğünün ve yurt severliğinin sembolü olan bu kayanın yurtta kalmasına bağlıydı. O giderse, saadette giderdi. Fakat kolay götürülecek bir kaya değildi. Çok büyüktü. Onun için Çinliler kayanın etrafına odun yığıp ateş yaktılar. Taşı iyice kızdırdıktan sonra üzerine keskin sirke dökerek parçaladılar..Parçaları arabalara yükleyip birer birer Çin'e götürdüler. Bu büyük olaydı: Vatandaki bütün kuşlar, hayvanlar kendi dilleriyle bu kayanın gidişine ağladılar. Yedi gün sonra da Tigin öldü. Memleket felâketten kurtulamadı. Halk rahat yüzü görmedi. Irmaklar kurudu. Göllerin suyu tükendi. Toprak çatladı, yiyecek vermez oldu. Nihayet Buğu Han'ın çocuklarından bir başkası yurda hakan seçildi. Onun zamanında memleketteki ehli, vahşi bütün hayvanların, bütün kuşların, bütün çocukların hatta bütün cansızların "Göç Göç," diye derin üzüntüyle bağırdıkları duyuldu. Uygurlar bu manevi işarete (ilahi emre) uyarak toplandılar. Yurtlarını bırakıp göçmeğe başladılar. Nerede durmak istedilerse bu sesleri duydular. Nihayet Beş Balık'ın bulunduğu yere geldiler. Orada sesler kesildi. Uygurlar burada durup beş mahalle (beş şehir) yaptılar. Adını Beş Balık koydular. Burada yaşayıp çoğaldılar. Bu efsaneyi şimdiki anlayış ile açıklamaya çalıştığımızda "Kayanın" enerji yayan jeneratör gibi bir sistem olduğunu düşünelim. İklimi düzenleyen bu enerji dolu kaya sayesinde veya klima sayesinde insanlar mutlu yaşıyorlar. Çinliler savaşlarda Türkleri yenemedikleri için onları felâkete uğratacak bir şey arıyorlar. Sonunda gönderdikleri prenses sayesin— 86 — TÜRKLER VE UZAYLI ATALARI de bu sırrın efsanede Kaya olarak adlandırılan veya ileri teknoloji ürünü, büyük enerji yayan klima olduğunu öğreniyorlar. Sonuçta İklimi düzenleyen bu enerji yüklü kaya parçalanıp, Çin'e götürüldüğünde iklim bozuluyor. Herkes bu yerlerde yaşanmayacağına inanıyor ve kendilerine yeni topraklar arıyorlar. Biz destanı sadece bir kaya parçasının anavatandan götürülmesinin getirdiği felâketler olarak görmüyoruz. Olayın mantıklı bir şekilde açıklamasını yapmak istiyoruz. Bu da 21'nci yüzyıl teknolojisi sayesinde olur. Peki bu sistemi kimler gelip kurmuşlardır. İşte üzerinde durulup, düşünülmesi gereken bir konu da budur. Acaba bu gücü kullanmasını bilenler ve kuranlar salon Mu Kıtası'ndan gelen bilgili kişiler olmasın. Bu mümkündür. Göç olayı Türk Mitolojilerinde sık sık yer alan bir olgudur. Şimdi de Türklerde kutsaliyeti çok büyük olan Bozkurt konusuna gelelim. TÜRKLERDE BOZKURT OLAYI Ergenekon'dan çıkarken Türklere yolu gösteren kutsal varlık Mavi renkli veya mitolojideki tabiri ile Gök tüylü bir Boz-kurftur. Bu


nasıl bir hayvandır? Doğa da mavi renkli bir hayvana, kuşlar hariç rastlanmaz. Bir Bozkurt ya da Bozkurtlar nasıl bu renkte olabilir? Şimdi bu soruların cevabını verelim. Bu Bozkurt'lar Elektronik sistemlere sahip birer robot hayvan olabilir mi? Japonlar birkaç yıl önce hatırlarsanız robot köpek imal ettiler. Verilen komutları uygulayan söz dinleyen bu robot köpekler halen satışta bulunuyor. O zaman Bozkurt'u da aynı kategoriye koyabiliriz. Böyle olunca da destan unsuru olan ve kutsal sayılan bu hayvanların Türklere yol göstermesi akla ve mantığa aykırı gelmiyor. Düşünün ileri derecede termal kameralarla donatılmış, müthiş bir elektronik sisteme sahip olan bu Bozkurtlar kendisine kendilerine verilen komutlara ve sorulan sorulara gerekli cevaplan verebiliyorlar, ayrıca öğütlerde bulunabiliyorlar. Bu tür robot-hayvan tiplerine Bi-lim-Kurgu filmlerinde de bol bol rastlıyoruz. — 87 — ALI BEKTAN Oğuz Destanı'n da Bozkurt'un bir nakarat gibi tekrarlanan vazifesi: Türk Ordularının önünde yürüyerek onlara yol göstermesiydi: Bir sabah vakti, tan ağarırken Oğuz'un çadırına Gök tüylü, Gök yeleli büyük bir erkek kurt girmişti. Burada çadırın içine süzülen bir ışıktan doğmuştu. Burada yine gökyüzünden ışıkla gelen destek söz konusudur. Bu Gökten inen ışık Türk Mitolojisi içersinde sık sık karşımıza çıkar. Erkek Kurt, Oğuz'a: "Ey Oğuz Ben senin ordularının önünde yürüyeceğim," demişti. O yürüyünce ordular da yürümüş, onun durduğu yerde ordular da durarak düşmanla savaşmış ve kazanmışlardı. Bu zaferlerde yine gökyüzünden yardım alınması Türkleri yani bizi koruyup kollayan birilerinin varlığına işarettir. Tabu ki Allah'ın varlığı ve onun gücünün Türk Milletini dünya üzerinde var olduğundan bu yana koruması da unutulmamalıdır. Göktürk Destanları, Türkler'in neredeyse tamamının düşmanlar tarafından yok edildiği bir baskın felâketiyle başlıyordu. Bir rivayete göre Türk soyunu bu büyük felâketten, annesi bozkurt olan bir prens kurtarmıştı. Annesi Bozkurt olduğu için öldürülemeyen bu genç tek basma kalmış Sonra yaz ve kış Tanrıları'nın kızlarıyla evlenmiş ve Türkler, tekrar bu izdivacın çocukları olarak çoğalmışlardı. Bu destanda da karşımıza yine Bozkurt çıkar, ama dikkat ederseniz anlatılan olay Uzaydan gelen ziyaretçilerin ekiple-rindeki kızlarla beraber olunması ve yeni nesillerin yaratılması olayı, Tanrı kızları olarak tabir ediliyor. Bu düşünceyi başka ülkelerin, hatta ilkel kabilelerin efsanelerinde de görürsünüz. Sonuçta Türk Destanlarında gökyüzü ile Dünya arasındaki bağlantılar söz konusudur. Türkler ne zaman zor durumda kalmışsa ilahi bir şekilde yardımlar almışlardır. — 88 — TURKLERVEUZAYLIATALARI TÜRK EFSANELERİNDE TUFAN OLAYI Türk Mitolojisini oluşturan en eski efsanelerde tarihin karanlıkları arasında kalmış sıra dışı olaylar bulunmaktadır. Atalarımızın bize miras bıraktığı bu kültürü bugünkü teknolojik bilgiler ışığında çözmeye çalışıyoruz. M.Ö 10 bin yıl kadar önce dünyayı kasıp kavuran Tufan olayı sonucunda Atalarımızın Kıtası Mu, Pasifik Okyanusu'na gömüldü. Buradaki tüm canlılar öldü. Tufan olayı bir çok milletin veya kavmin kültürlerinde yer almaktadır. Altay Dağlannda söylenen ve günümüzde "Yaratılış ve Türeyiş Destanları" olarak adlandırılan bu efsaneler Ortaasya ve Sibirya'nın en önemli destanlarıdır. Altay Efsanesi Tufan olayım şöyle anlatmaktadır: Yerin yer olduğunda, sular yeri sarardı. Dünya bir deniz idi, ne gök vardı, ne bir yer. Uçsuz bucaksız, sonsuz, sular içindeydi her yer. Tanrı Ülgen uçuyor, yoktu bir yer konacak, uçuyor, arıyordu, bir katı yer, bir bucak. Yoktu Tann'mn hiçbir başında düşüncesi, İnsanoğlunun ise, durmadı hiç çilesi. Kutsal bir ilham ile nasılsa gönlü doldu, kayıptan gelen bir ses, ona bir çare buldu.


Bu efsanede bahsedilen Ülgen, aynı zamanda Ülker ola-rak'ta yorumlanır. O zaman Ülker Takım Yıldız'ı sisteminden gelen bir ziyaretçi olabilir mi? Çünkü Mu Kıtası'nda yaşayan büyük uygarlığın köklerinin Uzaydaki bazı gezegenlerde bulunan halklara bağlı olduğunu düşünüyorum. O zaman Tufandan sonra Dünya'da ki hayatın var olup olmadığını, ne olduğunu anlamak için bir uzay gemisi ile gelen Ülker veya Ülgen'in bu uçuşu efsaneye dönüşmüş oldu. Bizce yorumu çok basittir. Daha önce ziyaret edilen ve oradaki canlılarla temasa geçen bizler, oradaki doğal afeti öğrenince hazırladığımız bir uzay gemisini keşif uçuşu yapmak üzere — 89 — ALI BEKTAN oraya gönderiyoruz. Çünkü o gezegende yaşayan halklar ile daha önceden temasa geçmiş ve bazı çalışmalar yapmış bulunmaktaydık. Ticari ve Kültürel ilişkilerimiz vardı. Sonuçta o insanlara yardım etmek amacıyla bu ziyareti gerçekleştirecek ekibi yolluyoruz. Efsanenin anlatımı buna uyuyor. Afet sonrası ise elimizden gelen her şeyi yapmayı düşünüyoruz. Amaç dünyayı yeniden yaşanabilir hale getirmek çünkü bizde yüksek bir teknoloji var. Başka bir Türk efsanesinde Tufan şöyle anlatılıyor: Yıllan sayılmaz, çok çok eski bir çağmış, gökler delinmiş gibi pek çok yağmur yağmış. Dünya sele boğulmuş, bu şiddetli yağmurla yeryüzü hep kaplanmış, sürüklenen çamurla. Sellerin önündeki çamurlar bir yol bulmuş. Kara Dağcı dağında bir mağaraya dolmuş. Mağaranın içinde kayalar yarılmışmış yarıkların bazısı insanı andınrmış. Kayaların yangı insan kalıbı olmuş, kalıpların içine killer çamurlar dolmuş. Aradan zaman geçmiş, yıllar asırlar dolmuş. Bu yarıklarda toprak sular ile hallolmuş. Bir doğal afet böyle açık şekilde anlatılırken, Yakut Türkleri'ne göre havalar başlangıçta çok soğuktu. Fakat sonradan yavaş yavaş ısınmaya başladı. Bu iklim değişimine neden olan şey efsanede çok açık bir şekilde anlatılmaktadır "ÇÜNKÜ KUTUPLAR YER DEĞİŞTİRMİŞTİR" Peki şimdi Yakut Türkleri bunu nereden öğrendiler. Çünkü bilimsel bir olay ve bunu anlamak için sizin kutuplara sefer yapmanız da yetmez, bunu anlamak için ancak günümüz teknolojisi gerektiği gibi, dünyanın çevresinde bulunan uydular aracılığıyla anlayabilirsiniz. Zaten bir derece dünyanın yörüngesinden çıkması, doğal afetleri başlattığı gibi insanlar kıyametin geldiğini düşünürler. — 90 — TÜRKLER VE UZAYLI ATALARI Efsane şöyle devam ediyor Uzunmuş bütün kışlar, nedense bir zamanlar Çok da kısaymış yazlar yaz görmemiş insanlar Bir ağaç etrafında gezegenler dönermiş. Dönüş yavaşladıkça ateşleri sönermiş. Bir gün gelmiş ki hepsi çok yavaş dönmeye başlamışlar. Olmuşlar duran tepsi, hep birden sönmüşler. Gezegenler bir iple bağlıymış bu ağaca bir Şaman kılıcıyla dağıtmış her bucağa. Yıldızlar ısınmışlar döndükçe çok süratli, dünyayı ısıtmışlar olmuşlar bir boz atlı. Kutuplar böyle açık ve net şekilde anlatılırken Bir Kuzey-Batı Sibirya Efsanesi tüm bu olup bitenleri kendine özgü kültürü ile şöyle anlatıyor: Tanrı yeni bir dünya yaratmayı özlüyormuş. Yaratmış ama dünya durmadan dönüyormuş. Tanrı'nın elçisi de bir Ana-Tanrı imiş, Onun düşüncesi de azıcık ayrı imiş. Bu dönüş Tanrı demiş: "Birazcık yavaşlasın," sonra kızınca demiş "Artık Tufan başlasın," Sular dünyayı basmış ruhlar dünyadan kaçmış. Uçup gökte gezenler yer dönerken hep şaşmış. Dünya tekerlek gibi hiç durmadan dönermiş. Sonra ateşli sular basınca biraz sönermiş.


Bu efsane Mu Kıtası'nda yaşayanların tufan başladığında gemileriyle yola çıktıkları, afetten kurtulmaya çalıştıkları anlamı çıkıyor. Ruhlar olarak bahsedilen insanlar, uçup gökte gezenler ise uzaylı atalarımız oluyor. Biz dünyanın en önemli milletlerinden bir tanesiyiz. Bunu ırkçılık olarak göremeyiz. Eğer öyle bir şey söz konusu olsaydı, Osmanlı İmparatorluğu dünyanın en büyük devletiyken emri altına aldığı ülkelerde istediğini yapardı. İnsanları İslâm dinine girmeye zorlardı, girmeyenleri ise o topraklardan sürerdi. Yada kılıçtan geçirip yok ederlerdi. Bugün Balkanlarda bulunan bir çok millet varlıklarını Osmanlı'ya borçludurlar. Benim burada vurgulamak istediğim manevi yönden olan güçtür. Biz — 91 — ALI BEKTAN Türk milleti olarak kendi gücümüzün farkında değiliz. Ama Avrupalılar ve Amerikalılar bunu biliyorlar. Bizimle yakından ügilenmelerinin nedeni de budur. Özellikle Amerikalılar bizim köklerimizin nereye kadar uzandığını ve geçmişimizi çok iyi bir şekilde biliyorlar ve araştırıyorlar. Dünya tarihine yön veren Türk Milleti için en güzel sözü Mustafa Kemal söylemiştir: "Ne Mutlu Türküm Diyene," Bu söz kendini Türk olarak gören ve hissedenler için söylenmiştir. Anlamı da daha yeni yeni anlaşılmaktadır. BOZKURT NEYİ SİMGELİYOR?.. Bozkurt eski Türkler'de bir simge olarak ortaya çıkarken, kutsal bir hayvan olarak görülmüş. Tanrı tarafından gönderilen bir varlık olduğu düşünülmüştür. İlginç olan iki nokta vardır. Birincisi rengi Gök rengindedir. Yani Mavi'dir. Mavi renkli kurt hayvanlar aleminde yoktur. İkincisi; gelen bu kurt konuşmaktadır. Oğuz Kağan'a gelip ona yol göstermiştir. Oğuz Kağan da onu ordusuyla birlikte takip ederek gitmiştir. Mantıklı düşündüğünüzde Bozkurt'un veya normal bir kurf un mavi renkte olması ve konuşması mümkün değildir. Ama Kurt efsaneleri çoktur. Ergenekon'dan çıkışta yolu o gösterir, Ordulara kılavuzluk yapar, Hakanlarla, Kağanlarla görüşür. Onlara görünür, akıl verir öğütlerde bulunur. O zaman şu soruyu sorabiliriz: Kurt teknolojik üstünlüklere sahip bir robot mudur. Bu mümkün olabilir. Ayrıca Tarihin ilerleyen bölümlerinde ve Ortaçağ da yapılmış o dönemlere göre gelişmiş robotlar mevcuttu. İslâm Bilginlerinin yazdıkları detaylı kitaplarda ev hizmetleri gören robotlar bile anlatılmaktadır. Konu ile ilgili bir olay anlatalım. Evliya Çelebi Viyana'ya gittiğinde çarşıda gezerken kahve öğüten Türk esirler görünce üzülmüştü. Sahibi ile görüşmek istediğinde şimdi git akşam gel cevabım almıştı. Akşam o dükkâna geldiğinde Osmanlı kıyafetleri içersinde esir olarak gördüğü kişilerin cansız birer robot olduğunu görünce çok şaşırmıştı, o dönemlerde robot üretimi demek ki bilinen bir teknoloji — 92 — TÜRKLER VE UZAYLI ATALARI imiş. Bu bahsedilen kurtlarda ileri teknoloji ürünü robotlar ise onları kimler gönderiyordu. O zaman Türkleri koruyan dost insanlar vardı. Türkler ne zaman sıkıntıya düşerse onlara yardım ediyorlardı. Mesela Ortaasya'da ki savaşlarda ağır kayıplar veren Türkler yenilseler bile soylarından birileri sağ kalıyorlardı ve onlara yardım eden canlı ise mutlaka kurt oluyordu. Kurt bence her şeyi bilen teknolojik bir robottur ve amacı insanlara, özellikle de yardımcı olmaktır. Böyle düşünmek mantıklı değil mi? Tabii bu bir teoridir ve mitolojiye birde böyle bakıp yorumlayalım. Mitolojiler üzerine yaptığı araştırmalardan kendisini tanıdığımız Bahaddin Ögel Kurt'un neyi simgelediğini açıklamadan bırakmıştır. Şöyle dikkat çekmektedir: "Biz yanlış olarak Türkler'in "Gök-Börü" yani "Gök-Kurt" dedikleri kutsal kurda "Bozkurt" adını vermişiz. Aslında "Gök" ile " Boz" arasında büyük ayrılık vardır. Türkler'in kutsal kurtlarının rengi gök idi. Çünkü O Tann tarafından gönderilmiş bir elçiden başka bir şey değildi. Tanrı kurt şekline girerek, Türkler'e görünüyor ve onlara başarı yolu açıyordu. Onun için de,


kurdun rengi "Gömgök" idi. Daha sonraları Türkler, gök rengini olgunluk ergenlik ve tecrübenin bir sembolü olarak görmüşlerdir. Kurt efsanesinin dünyanın bir çok ülkesinin kültürlerinde de yer alması ilginç bir gelişmedir. Evrensellik gösteren bu durum, dikkat çekmiştir. EFSANELERDEKİ UZAYLI İNSANLAR Dünya tarihinde ister ilkel olsun, isterse modern şehirler kuran milletler olsun hepsinin efsanelerinde uzaydan gelen insanlara yer verirler. Bunlara Ortaasya'dan başlayıp, Amerika Kızılderililerine oradan Ortadoğu ve Mısır'a kadar her yerde rastlayabiliyoruz-Bizimle akraba oldukları iddia edilen Amerikan Yerlileri'nin efsanelerinde de Uzaylılar vardır. Onlar bir çok konuda yardımcı olmuşturlar. — 93 — ALI BEKTAN Piat Kabilesi Reisi Yanmay: "Eski geleneklerimize göre Kızılderililer yüce ruh Gitchie Manitu tarafından uzayda yaratıldılar. Yüce Ruh çocuklarını barındırabilecek bir yer bulabilmesi için Gök gürültüsü Kuşunu (Thımdenbird) yeryüzüne gönderdi. Gök gürültüsü Kuşu bu toprakları keşfedip Kızılderilileri buraya taşıdı." Delaware'de yaşayan Leni-Lenape Kabilesi'nin yerlileri kendilerine tanmı, avcılığı öğreten uzun sakallı, beyaz tenli, görevi bitince uçup bulutlarda kaybolan bir insana inanmak-talar. Kanada Kızılderililerin folklorunda sık sık tekrarlanan bir inançları vardı: "Yeryüzünde yaşayan insanlar önceden başka gezegenlerde yaşardı. Bütün insanlar uzak dünyalardan gelen halkın torunlarıdır." Kraliçe Charotte Adası sakinleri "Ateş Saçan" Dairelerle yıldızlardan inen yüce bilgelerden "Navajos Yerlileri" Uzaydan gelen, uzun süre yeryüzünde kalan sonradan uzak dünyalarına dönen yaratıklardan söz ediyorlar. Orta Amerika ülkelerinden Guatemala'da Atitlan gölünün kıyılarında yaşamış olan Kişe yerlilerinin kutsal kitabı Popol-Vuh'a göre:" İlk ırktan olanlar her şeyi bilirlerdi: Ufu-ğun dört köşesini,gökyüzünün dört noktasını ve yeryüzünün yuvarlak yüzünü incelerlerdi." Ortaasya'da bizim atalarımızın yaşadıklarının benzerlerini Amerikan Kızılderilileri, Guatemala yerlileri, Mısırlılar, Sümerliler de yaşıyorlar. Smithsonian Enstitüsüne göre Eski-molar on bin yıl önce Moğolistan'dan Grönland'a göç etmişlerdir. Önemli olan hangi nedenle Ortaasya'dan kopup buzlar diyarına yerleşmeleridir. Eskimolarm folklorunda yer alan bu olayda kendilerini "Çelik Kanatlı Kuşlar" taşımışlardır. Taşıyanlar ise Uzaydan gelenlerdir. Buradaki dikkat edilecek konu şudur: Mu Kıtası'nın batış tarihidir. O afet olurken,dünyanın iklimi de değişmiştir. Bu arada Grönland daha ıhman bir iklime sahipti ve insanları oraya götürmek da— 94 — TÜRKLER VE UZAYLI ATALARI ha akıllı bir iştir. Uzaydan inenler insanlara yardım ediyorlar,uygarlık kurmaları için gerekli desteği veriyorlar. Belli bir süre sonra da dünyadan ayrılıp gidiyorlar. Araştırmalarımız sonucunda ortaya iki gezegen ikide yıldız sistemi çıkmaktadır.Gezegenler Mars ve Venüs olurken, yıldızlar ise Sirius (Şira) ile Ülker yıldızı olmaktadır. Sanki oralarda da bizim atalarımız mı yaşıyorlar. Bence olabilir. İlkel kabileler bu kişileri Tann yerine koyarak bir statü vermişlerdir, ama biz modern dünya insanı olarak onlarında bizler gibi birer insan olduklarını anlıyoruz. Mezopotamya Uygarlıkları tarih sahnesine tıpkı Mısırlılar gibi aniden çıkmışlardı diye daha önce bahsetmiştik. Buradaki Kentler büyüktür ve birer devlet gibi özelliklere sahiptir. Babil de bulunan altın tabaklara kazılmış metinler gökten inen ve bilgili insanlar tarafından verilmiştir. Sümerlilere göre bazı yıldızlar simge olmuştur. Marduk (Mars) ile Ninurta (Sirius) ve Ülker Takımyıldızı önem kazanmıştır. Bu gelenler Ateş Saçan Araçlarla gökyüzünde hareket ederler. (Uzay Gemileri)


ilginç silâhlar kullanırlar. İnar-ma havada yükselip düşmanlarının evlerini göz kamaştırıcı bir ışınla kasıp kavurur (lazer ışını ile ateş edilmesi) gib iör-nekler günümüz teknolojisi ile açıklanabilir. Yalnız gerekmedikçe bu silâhların gerekmedikçe bu silâhların kullanılmadığım da söyleyebiliriz. Gelen uzayhlar Sümerlileri eğitmişler, tarımı ve madenciliği öğreterek bir çok bilgiyi vermişlerdir. Sümerlilerde tıpkı Ortaasya'daki atalarımız gibi bu bilge kişilerin dünyalı kızlarla evlendiklerini ve onların çocuklarının olduğunu yazıyorlar. Sümerliler kim? Bizim atalarımız kökleri Asya'ya kadar ulaşan bir millet böylece onlarla akrabalığımızda ortaya çıkarken, ayrıca Uzaydaki diğer atalarımızla da akraba olmuş oluyoruz. — 95 — ALI BEKTAN TÜRK MİTOLOJİLERİNE GÖRE UZAYDAN GELEN ATALARIMIZ Türk Mitolojisi içersinde Göklerin hangi yöresinden geldikleri, nasıl türedikleri açıklanamayan yere inmiş insanlar ve yaratıklar vardır. Eski Türk Hanlarından da bazıları gökten yere inmiş, öldükten sonra yine geldikleri yere dönmüşlerdir. Bunların içinde güneşten de gelenler vardır. Çin Hanedanı Sienpiler de ilk hükümeti kuran 'Tan Şe Hu Vang" Babası olduğu halde annesi bir gün gök gürlerken göğe bakmış, bu sırada gökten ağzına bir dolu tanesi düşmüş, kadın bundan gebe kalmıştı. Böylece bu hükümdarın da ilk hayat maddesi gökten inmiş oluyordu. Bugün teknoloji tıp alanında o kadar ilerledi ki kadınların kısırlığı üâçlarla tedavi edilirken, sunî döllenme yoluyla da kadınlar hamile kalabiliyorlar. Bu efsanede görüldüğü gibi Tan Şe Hu Vang'ın annesi de basit bir operasyon geçirerek hamile kalmıştır. Hulin Dağı'nm üstündeki ağaca ışık inerek ağaç gebe kalmış, beş çocuk doğurmuştur. Ağaç Türk Mitolojisinde çok önemli bir yere sahiptir. Onların ağaç dedikleri şey dünyaya inmiş bir füze veya kapsül olamaz mı? Ay'dan dönen füzeler de Okyanus'a indiler ve içindeki astronotlara oradan alınıp gemilere nakledildiler. Buğu Tekin'in odasına gökten nur içinde bir kadın inmiş ve ona İlâhi, Tanrı buyruğu olan bazı öğütler verdikten sonra gitmiştir. (İşte bir ışınlanma olayı daha) Kutsal olarak kabul edilen Yeşim Taşı'da gökten inen bir Nur'dan meydana gelmiştir. Türk Kahramanı Alp Er Tonga'nm İranlıların düşmanı olan Zini Ga^ı öldürmesi üzerine gökten Altun Yaruk denilen ışık Türk Kahramanın üzerine inmiştir. — 96 — TÜRKLER VE UZAYLI ATALARI Yakutların folklorlarında Işıldayan Arabalarla yıldızlardan inen insanlardan söz edilmektedir. Çinli Profesör Tchi Pen Lao'nun açıkla malan ilginçtir. "Bir deprem sonucunda Çin'deki Kun Ming Gölünde yükselen piramitlerde görülen silindir biçimli uçan gemiler yaklaşık olarak 45.000 yıl öncesine kadar bilinmeyen yüksek uygarlığa sahip bir ırkın o çevrelerde yaşadığı görüşünü desteklemektedir. İşte Mu Kıtası'nın varlığına destek veren arkeolojik bir keşif daha. Başka Milletlerdeki uzaylıların torunu iddialarına Japonya'da da rastlıyoruz. Hokkaido adasında yaşayan Aynus Kabilesi kendini bu insanların torunu olarak sayar. Pasifik'teki Paskalya Adası'nm yerlileri de Uzayın Efendilerine inanırlardı. Onların kendilerine her konuda yardım ettiğini söylerler ve akraba olduklarını iddia ederler. Mu Ka-tısa battıktan sonra kurtulan bu insanlar hayatlarını ancak ilkel bir şekilde binlerce yıl boyunca sürdürmüşlerdir. — 97 — ALI BEKTAN ALMANLAR'LA ARAMIZDAKİ BENZERLİKLER ALMANLAR DA SÜMERLİLERİN SOYUNDAN GELİYORLAR?


l'nci Dünya Savaşı sonrasında Almanya kanşılıklar içerisindeydi. İktidar kavgalarının yaşandığı 1920'lerde Vril adlı bir örgüt ortaya çıktı. Bu örgüt Alman Milliyetçiliğini savunurken gizemli araştırmalar da yapıyordu. İlginç görüşlerin yer aldığı tezleri arasında bulunan Almanlar'ın nereden geldikleri bölümü bizi ilgilendiriyor. Vril Örgütünün tezine göre "Çok eski devirlerde yaşayan eski insanlar boğa takım yıldızı'nın ilk yıldızı olan "Aldeba-ran"dan dünyaya gelmişlerdir. Bunlar Sumi- er veya (Sümerler) olarak bilinirlerdi. Bu sebepten Babil'in sembolü "Kanatlı Boğa" idi. Diğer bir deyimle Aldebaran'hlar Sümerlilerdi. Yani onların ataları idi. Gerçekten de sümer lisanı binlerce yü boyunca Mezopotamya ile sınırlı kalmıştı. Ve bu lisan yeryüzündeki hiç bir dil gurubuna girmiyordu. Vril Örgütü okültistleri Aldeba-ran'dan medyumsal haberler almaya başlamışlardı. Bu haberler Sümer Lisanından geliyordu. Bu gelen yazıların deşifre edilmesi 13'ncü yüzyıldan beri Güney Alman Tapmakçıla-rının elinde bulunan bir tapınakçı belgesinin de çözülmesine neden oldu. O güne kadar bu belgenin Fenik Lisanında yazıldığı sanılıyordu. Fakat daha sonra gerçek ortaya çıktı. Yazı "Aldebaran" lisanında yazılmıştı. Bu bilgiler ışığında Bavyera Tapınakçılarının büyük üstadı Koch'un eski evrakları yeniden incelenmeye başlandı. Yapılan araştırmalar sonucunda Koch ve arkadaşlarının "Alde-baran"hlarla (uzaylılarla) temas kurdukları anlaşıldı. Muhtemelen bunları öbür taraftan alınan mesajlar zannetmişlerdi. Bu görüşler sonrasında Aldebaranhlarda teokratik temellere dayalı bir çeşit Nasyonal Sosyalizm hakimdi. Bu sebeplerden — 98 — TÜRKLER VE UZAYLI ATALARI dolayı Aldebaranlılar'ın "Boğa Takım Yıldızının Almanları" olduğu anlaşıldı. Bu tezler 1923-1933 yılları arasında ortaya atılmıştı. Çalışmaya katılanlar şu isimlerden oluşuyordu: 1. Dr. Schumann (Aynı zamanda Thule örgütü üyesi uzay uçuş makinası fikir babası). 2. Künkel Koch (Tapmakçıların büyük üstadı. H.Koch'un aynı soyadını taşıyan torunlarından). 3. Rudolf Hess (Hitler'in en yakın silâh arkadaşı. 1941'de İngiltere'ye Chucill ile buluşmaya gitti. Tutuklandı. 1987 yılında hasiphanede öldü). 4 Kiss. 5. V. Schauberger (Avusturyalı mucit-mühendis). 6. H. Himmler (Hitler'in en yalan çalışma arkadaşı). Adolf Hitler'in konuyla ilgili bu toplantılarda olmamasına rağmen konuşulanlardan haberi olduğu anlaşılıyor. Bütün bunlardan sonra şunu söyleyebiliriz: Vril, Aldeba-ranlı ışıklı insanların dini idi. Alman halkı da Aldebaranlı Sumi-er veya Sümerlilerle doğrudan akraba idi. Gerçekten Sümerliler Ortaasya'dan Mezopotamya'ya göç eden bir millet idi. M.Ö. 13 binden gelenler büyük bir uygarlık kurdular. Kral yazıtında daha önce de belirttiğimiz gibi "Kraliyet gücü bize göklerden geldi," demeleri bu bağlantıyı açıklamaktadır. Yalnız burada bir mesele var: Almanlar kendilerinin kökenlerini Sümerlilere oradan da Aldebaranhlar'a dayanırken, Türkleri akraba olarak kabul etmiyorlardı. Ortaasya ırklarını en alt sınıf olarak kabul eden Nazilerin Türk olan Sümerlilerle kendilerini bir tutmamaları ilginçtir. 2'nci Dünya Savaşı sırasında Edirne sınırına kadar Alman Birlikleri Türkiye'ye saldırmamıştır. O tarihlerde Hitler için — 99 — ALI BEKTAN tn acil olan şey Boğazların kontrolü idi. Çanakkale ve istanbul Boğazlarını kontrol ederek askerlerini Rusya'ya daha çabuk göndermek istiyordu ama bu kadar şiddetli ihtiyaca rağmen saldırmaması, belki de Hitler'in Aldebaranlılardan izin almamasından mı


kaynaklanıyordu?.. Mustafa Kemal daha 2'nci Dünya Savaşı çıkmadan önce birgün Sovyet Elçiliğinde verilen davette "Dost ülkeye saldırmak isteyenlere boğazlardan geçiş izni vermeyeceğiz," demesi savaş sırasında ortaya çıktı. Boğazlar Alman Orduları için çok önemli idi. Tnule Örgütün'den biraz bahsedelim: Baron Rudolf Von Sebottendorf "Germanen Orden" üyelerinden bir gurup oluşturdu. Bu guruptan da 1918 yılında Bad Aibling de "T uie Örgütü ortaya çıktı. Gurup, Golden Dawn (Altın Şafak) pratiklerinin yanısıra Tantra, Yoğa Doğu meditasyonlan, bilimsel büyü, astroloji, okültizm ve tapınakçılar bilgisi ile siyaseti birleştirmeyi plânlamıştı. Üyeler İIu İştar kutsal metinlerine inanıyor ve geleceğin meşininin Almanya'da ortaya çıkarak, bir Alman kültürünün gelişmesine yardımcı olacağına inanıyorlardı. Daha sonra örgüt ikiye ayrıldı. Ezoterik (Batıni) bölümünün önderliğini Rudolf Steiner, Exoterik (Dış) bölümünün önderliğini ise Adolf Hitler üstlenmişti. Hitler daha sonra Steiner taraftarlarını yakalattı, bazılarını öldürttü. En önemli öğretileri şunlardı: 1. Aria-cermen dinsel yapı VVihinei. 2. Guido Von List'in felsefesi. 3. Hans Horbiger'in (Buzul Dünya Öğretisi) 4. Eski Ahid'in (Tevrat) karşıtı olan ilk Hıristiyanlık (marcionculuk). Bu örgüte daha sonra Hitler'in tüm silâh arkadaşları, bakanları, Nazi Partisi'nin üst düzey yöneticileri, Almanya'nın önde gelen bilim adamları üye olmuşlardı. — 100 — TÜRKLER VE UZAYLI ATALARI ALDEBARAN "7 SÜREYYAYI TAKİP EDEN" Aldebaran Arapça karşılığı "7 Süreyyayı takip eden" anlamındadır. Bu Alfa Boğa Yıldızına verilen addır. Aralık 1919'da Thule mensupları Berchtesgaden yakınlarındaki Ramsau'da bir orman evinde toplandılar. Aralarında meşhur medyum Maria Orsitsch ve Sigrun adlı başka bir bayan medyumla birlikte deney yaptılar. Maria hiç bilmediği bir tarzda ve lisanda mesajlar almaya başladı. Bu mesajlarda uçan bir makinanm yapımı ile ilgili teknik bilgiler vardı. Maria ve Sig-run'un aldığı telepatik mesajlar Vril örgütünün dogmaları halinde getirildi. Bu mesajlar dünyadan 68 ışık yılı uzakta olan Aldebaran Güneş sisteminden geliyordu. Aldebaran güneşinin çevresinde iki gezegen bulunuyordu. Bu iki gezegen "Sümer İmparatorluğunu meydana getiriyordu. Bu güneş sisteminde efendiler ışıklı Tanrısal insanlar (Aryanlar) ve diğer muhtelif insan ırkları bulunuyordu diğer ırklar mutasyona uğramışlardı ve zihinsel olarak biraz daha geri bulunuyorlardı. Sonuçta Aldebaran güneşi büyümeye başladığında mutasyona uğrayanlar atalarının sahip olduğu uzay yolculuğu teknolojisi kendilerinde olmadığından dolayı gezegeni terk edememişlerdi. Aşağı ırklar, efendilerle birlikte gezegeni terk etmişler ve diğer yaşanabilir gezegenlere gitmişlerdi. Bu ırk farklılığına rağmen ırklar arasında karşılıklı bir saygı ve hürmet vardı. Hiç biri diğerinin yaşam alanına tecavüz etmezdi. Dünyadakinin aksine olarak Tanrısal insanlarla, diğer ırklar birbirlerinin haklarına saygı gösterirlerdi. Işık Saçan insanlar güneşin ısısının artması üzerine gezegenlerini terk etmek zorunda kalmışlar, güneş sistemimize gelmişlerdi. Önce Mars'ı kolonize ettiler, ve Mars'taki piramitler, kanallar ve yüz bu uygarlığın izleriydi. Dünyaya geldikleri zaman "Sümerliler" olarak biliniyorlardı. — 101 — ALI BEKTAN Vril örgütü mensuplan bu mesajları incelerken, eski sü-mer dilinin Aldebaran Lisanına ve Almancaya çok benzediğini keşfettiler. Ve böylece örgütün gündemine acilen "Uçan Disk" UFO yapımı meselesi girmişti. Tibetli Rahiplerle temasa geçen örgütün bildiğirdiğine göre rahipler bu ırk ile teması sağlıyorlardı. Aldebaran'lı Aryan ırk


kısmen dünyanın içinde (Buzul çağında yerleşmişlerdi) yaşıyordu. Bu yeraltı imparatorluğu Agarthi (Cermenler Asgard olarak biliyor) adıyla tanınıyordu, mensuplarına da Arianniler deniliyordu. Aldebaranlılar'dan elde edilen bilgilerle yeni denizaltı tipleri geliştirildi. Mükemmel silâh sistemlerine sahip bu denizaltılar 2'nci Dünya Savaşı'na damgalarını vurdu. V. Hel-sing 1995 yılında eski bir Reich donanması subayı, Aldeba-ranlılarm kendilerine bizzat yardım ettiklerini açıkladı. Bunlar; Subaym tarifine göre onlar 2.10 metre uzunluğunda, badem gözlü, açık beyaz tenli, uzun sarı saçlı insanlardı. Bu insanlar bütün vücutlarını kaplayan tek parça düğmesiz ve fer-muarsız giysiler giyiyorlardı. Alman süper denizaltıları Schauberger teknolojisi ile donatılmıştı ve denizaltılara yüksek sürat temin eden bu üstün sürücü güç Aldebaran'dan gelmişti. 2/5/1945'de yani Almanya kayıtsız şartsız teslim olmadan altı gün önce Norveç Kristiansund'dan 120 adet yeni tip Elektro-U Boote denizaltısı ve muhtelif denizaltılar yola çıkmışlardı. Bunlardaki mürettebat genç kızlar ve genç erkeklerden oluşuyordu. Ayrıca Alman Reichl'nın yönetiminde yeralmış önemli şahsiyetler bulunuyordu. Bunların arasında üç bin tonluk yeni denizaltı tipleri vardı. Bu denizaltılar denizin altında 75 deniz mili sürat yaparken, yeniden kazanılan oksijen sayesinde yıllarca su altında kalabilme imkânları bulunuyordu. Kuzey Deniz'ne yönelen denizaltı filosu müttefiklerin dikkatini çekmemişti. U-234 nolu denizaltıda görev yapmış bir Alman Subayı Tümgeneral Remer, Hitler'e Komplo ve ihanet adlı kitabında bizlere şunları açıklıyor: Tokyo'ya doğru yola çıkan denizal— 102 — TÜRKLER VE UZAYLI ATALARI h Almanya'dan 23.03.1945 tarihinde ayrıldı. Denizaltının yükleri arasında: 12 adet mayınlarda kullanılan çelik silindir, Almanlar'm saldın ve savunma amacıyla geliştirdikleri en son buluşları, yüksek ve düşük frekans tekniği ile ilgili araştırmalar, roketler ve roket savunma teknikleri ile ilgili, Nükleer enerji ve atom tekniği ile ilgili en son buluşların mikro filmleri vardı. Gemi Amiral Döntz'in 13 Mayıs'taki emri gereği Amerikalılara teslim olduğu zaman, Amerikalı tim başkanı U-234'ün komutanına şöyle demişti: "İncelediğimiz mikrofilm malzemelerinden şu sonucu çıkardık. Almanya teknik yönden, biz batılı müttefiklerden en az 100 yıl ilerde." Irak Savaşı'nı gazetelerden okuduk ve televizyonlardan seyrettik. Amerikanların füze teknolojisinin ne kadar gelişmiş olduğunu fark ettik. Acaba Amerikan Füze teknolojisinin temel bilgileri bu denizaltıda ele geçirilen teknolojik bilgiler olabilir mi? O zaman kitapta ileri sürdüğümüz teori anlam kazanır. Sonuçta Almanların elde ettikleri teknoloji de Uzaylı bir ırktan alınmış olmuyor mu? Aslında UFO yapımı ile ilgili bilgilerde olabilir. 1946/1947 KIŞINDA AMİRAL BYREKUN GÜNEY KUTBU OPERASYONU Almanlar 1938 yılında Güney ve Kuzey Kutbuna Kaptan Alfred Ritter yöretiminde keşif gezileri düzenlenmişti. 1946/1947 kışında Amerikalı Amiral Byrd Güney Kutbuna sözde büimsel bir operasyon düzenledi. Bu hareketa 4 bin asker, 6 helikopter 6 Martin PBM uçağı, 2 Deniz uçağı 13 Amerikan lojistik destek gemisi ve bir uçak gemisi ve çok sayıda paletli ve tırtıllı makina teçhizatı katılmıştı. Misyon ABD Deniz Kuvvetleri tarafından yürütülüyordu. Medyaya hiçbir bilgi verilmemişti. Araştırmalar sürerken meydana gelen kazalar sonucu uçaklar, helikopterler düştü. Askerler kazalarda öldü. Aranan neydi. Aranan gizli bir Alman üssü ve yeraltı şehri idi. Yeraltında büyük bir şehir olarak plânlanan bu — 103 — ALI BEKTAN şehirde Aldebaranlılar ile birlikte Almanlar da bulunuyor olabilirdi. Bu yeraltı şehriyle birlikte uçan gemileri de ele geçirmek isteyen Amerikalılar perişan olarak operasyondan döndüler. ABD Donanması pilotlarından David Bunger'in tuttuğu notlara göre şubat 1947'de VVilkesland'ın Quenn Mary sahilleri üzerinde uçarken,


300 mil karelik bir buzsuz alan keşfetmişlerdi. Bunger'in ifadesine göre bu alandaki göller sıcak su ihtiva ediyordu. 6 Ekim 1977 tarihli Times, Bunger'in raporunu şu sözlerle tastik ediyordu Antartika buzlarının altında 17 göl bulundu. Amerikan bilim adamlarının raporlarmda kutup üzerinde kimliği meçhul cisimler ve ışıklar görüldüğü büdirilmiş-tir. Dr. Wüliam Bernard tarafından yayınlanan Byrd'ün anılarında: Onun uçağının kutuptaki bilinmeyen bir kristal kente uzun boylu sarışın insanlarca uzaktan komuta edilerek indirildiği anlatılır. Bu insanlar ona dünyanın Arianni bölgesinde yaşadıklarını ve Flugelrad (Uçan Disklere) sahip olduklarım göstermişlerdi. İlginçtir ki bu sarışın ve uzun boylu insanlar Almanca konuşuyorlardı ve kültürlerinin binlerce yıllık olduğunu söylüyorlardı. Bu insanlar dış yüzeydeki insanları gözlüyor ve kontrol ediyorlardı. ABD ve Sovyet Hükümetleri 40 seneden süredir belki de daha uzun bir zamandan beri gizli Nazi Üstlerini biliyorlardı ama nasıl başa çıkacaklarını bilemiyorlardı. Bilemedikleri için de ört bas ediyorlardı. Nazilerin Kutuptaki gizli üslerinde dost oldukları bazı dünya dışı varlıkların yardımları sayesinde Nazi uzay araçları çok gelişmişlerdi. Diğer galaksilerden gelen ziyaretçiler AlmanlarTa aynı düi konuşabildikleri için gayet iyi anlaşmışlardı. Amerikan Başkanı Eisenhover ile görüşen Uzaylıları düşündüğümüzde, Almanların da dünya dışı varlıklarla temasa geçip onlardan teknolojik yardım almaları insana mantıklı gelmektedir. Fakat onlar işin içine ırk teorilerini de koyun— 104 — TÜRKLER VE UZAYLI ATALARI ca olay farklılaştı. Buna bir de Hitler'in l'nci Dünya Sava-şı'nın intikamını almak için başlatmak istediği savaşı da koyunca Reich çöktü. Peki Almanlar savaşı 5 yıl daha geç baş-latsalardı bugün ne olurdu, bugün dünyada bir Alman İmparatorluğu olur, Amerika'nın esamesi bile okunmazdı. Ruslar Berlin'e girdiklerinde burada karşılaştıkları Tibetli Rahiplerin neden orada olduklarını düşünemediler. Bence Nazilerin Uzaylılarla temas etmediğini düşünürsek, ortaya o zaman şu soru çıkar. Bu kadar bilgiyi nasıl ele geçirdiler ve tekniği nasü geliştirdiler. Belki de Tibet'teki yeraltı kentlerinde bulunan kitaplıklardan gelen bilgilerle silâhlar yapıldı. Tibetli Rahipler de bunları getirip Almanlara sundular. Böyle bir şey olamaz mı? O zaman her iki teoride de yüksek bir teknolojiden gelen bilgilerin kaynağının dünya olmadığı ortaya çıkıyor. Aslında Almanlar 1933-1945 yılları arasında dünyanın en ileri teknolojilerine sahiptiler. Savaşın seyrini değiştirecek silâhları zamanında yetiştirmeye vakit bulamadılar. Mesela füzeler, kıtalararası nükleer füze gibi projeler erken yapılamadı. Yalnız ellerinde UFO'lar olduğunu Amerikalılarda kabul ediyorlardı. Ele geçirmek istediler olmadı. Bugün Amerikan Ordusunun Uçak ve Füze sistemlerini neden geliştirmek istediğini uydular aracılığıyla dünyayı kontrol etmek istemeleri nereden kaynaklanıyor. 21'nci yüzyıl insanlıkla birlikte müthiş olaylara ve teknolojik gelişmelere hazırlanıyor. AĞRI DAĞI'NDA ALMANLARIN BULDUĞU UFO 1937 Temmuzunda Hitler ve Göring'in emirleri ile her çeşit doğaüstü, bilimsel, dinsel ve okült objeleri incelenmek üzere dünyanın dört bir tarafına araştırma timleri gönderildi. Araştırılan cisimlerden biri de kutsal kitaplarda adı geçen Hz. Nuh'un gemisi idi. Gemi için Türkiye ve İran arasındaki dağlarda araştırma yapan tim, Dicle Nehri kenarındaki bir köyün yaşlılarından hayli ilginç bir hikâye duydu. Bu hikâyeye göre 200 nesil evvel esrarengiz parlak bir ev gökten çok — 105 — ALI BEKTAN gürültü çıkararak yere düşmüştü. Bir zaman sonra köyden köye yolculuk yapan bir şahıs bu esrarengiz cisimle karşılaşmıştı. Şahsın ifadesine göre, cisim ıslık gibi bir ses çıkarmakta ve dokunulmayacak kadar sıcaktı. Ayrıca pis bir koku da yaymaktaydı. Bu hikâye araştırmayı yürüten tim tarafından derhal Almanya'ya bildirildi. Bir ay sonra


bölgeye iki araşür-ma timi daha gönderildi. Bölgeye gelen bir gurup bilim adamı, Hitler'in savaş makinasının "Özel Silâhlar" bölümünün öncüleri idiler. Bu gurup evi aramaya koyuldu ve aradıkları ile karşılaştılar. Onu sağlam bir vaziyette buldular. Bu "dünya dışı" bir geminin ilk ele geçirilişi oldu. Disk 25 metre çapında ve 8 metre yüksekliğinde idi. Gemi girişi olmayan metalik bir görünümde idi. Gemi dış güçlere karşı da oldukça duyarlı idi ve toprağın bir kaç metre üstünde havada yüzer gibi duruyordu. Ayrıca en ufak bir dokunuşla hareket edebi-li yordu. 1938 aralık ayında disk Almanya'nın en önde gelen bilim adamlarının toplandığı Münih'in kuzeyinde bir yere getirildi. Etraftaki dağlann çevrelediği bir tuz madeni, diski araştırma ve gerekirse üretmek için gerekli tesisler haline dönüştürüldü. Yapılan tetkikler neticesinde geminin, dünyadaki herhangi bir devletin çok gizli silâhı olamayacağı anlaşıldı. Nazi bilim adamları kısa zamanda gemi ve işleme sistemlerini anlamakta başarılı oldular. 1941 Temmuzun da Almanya Bilim Adamlarından biri ABD'ye kaçıp, bildiklerini anlatmasaydı, kimse Hitler'in neye sahip olduğunu ve onunla ne yapmak istediğini bilemeyecekti. 2'nci Dünya Savaşı sonunda Ruslar'dan hızlı davranan ABD askeri istihbaratı "Oz" kod adı altında Nazi tesislerini ve yukarıda adı geçin diski ele geçirdi. Disk derhal ABD'ye yollandı. Fakat diğer yandan Sovyetler de altı ay sonra esir aldıkları Alman büim adamlan vasıtasıyla, Almanların ele geçirdiği dünya dışı diskten haberdar oldular. — 106 — TÜRKLER VE UZAYLI ATALARI ALMANLARIN UFO ÇALIŞMALARI VE UZAYA GÖNDERİLEN GEMİ Almanlar UFO şeklindeki yani disk biçiminde uçaklar yapmaya çalıştılar. Ortaya RFZ-1 ve RFZ-2 adlı uçaklar çıktı. 1934 yılı Haziran ayında uçmaya başlayan bu uçakların hızları o dönemlere göre çok fazlaydı. Mesela Almanyadan kalkan bir RFZ- Amerika'ya dört saatte ulaşibiliyordu. Hitler savaşın sonlarına doğru bu uçaklarm varlığını öğrenince kendisine daha önce bildirilmemesine çok öfkelenmiş ve 1942 yılında bu teknik ile Amerika'yı bombalardık demiştir. 1930'lu yılların ortalarında Almanya teknoloji alanında çok ileride idi. En süratli otomobillere, uçaklara ve ilk televizyona sahipti. (1936 Olimpiyatları esnasında) ilk sesli film yapılıyor ve ilk jet uçağı deneme uçuşunu yapıyordu. Uzun menzilli roketler geliştiriliyordu. Bilinmeyen bir şey vardı o da konvansiyonel teknikle işleyen bir "Uçan Daire" ilk deneme uçuşunu başarıyla gerçekleştirmişti. V-7 şifresi altında gerçekleşen UFO 24 bin metre yüksekliğe kadar çıkıyordu. Sesten hızlı uçabiliyordu. Eski bir KGB ajanı olan Rus yazar Vladimir Terziski'nin "Close Encounters of the Foo Fighter Kind" adlı kitabındaki iddialara göre Naziler bu yüksek teknolojiyi Peenemünde ve Bavyera Alplerine düşen dünya dışı varlıklara ait araçları geliştirerek elde etmişlerdi. Aynı yazara göre Almanlar daha o zamanlarda yeraltında üstler kurarak, dünya dışı varlıklarla beraber araştırmalar yapmışlardı. Avusturyalı bilim adamı Viktor Schauberger (1885-1958) Naziler için 1938-1945 yıllan arasında bir seri uçan diskler icad etti. Bir çok uçan daire kayıtlara göre uçmuştu. — 107 — ALI BEKTAN HAUNEBU TİPİ UÇAN DAİRELER Nazi Almanyası iddialara göre elektromanyetik özel cihazların ürettiği, antigravitasyonun etkisi ile işleyen uzay gemileri projelerini gerçekleştirmişti. Dr. Schuman başkanlığında gurup 1945 başına kadar 17 adet disk şeklinde 11,5 metre çapında uçan daireler yapmıştı. Bu uçan daireler 84 test uçuşundan sonra Vril-1 adıyla uçmaya başlamıştı. Ha-unebu adı verilen modeller ise üç tipte üretildi. 25 metre çapında olan Haunebu saatte 4800 km sürat yapıyordu. 2'nci tipi 26 metre çapında idi ve saatte 6000 km sürat yapıyordu, üçüncüsü ise 71 metre çapında idi ve saatte 7000 km sürat


yapıyordu. O yılların en süratli uçan gemileri idiler. UZAYA GEMİ GÖNDERİLDİ Mİ? Almanlar 68 ışık yılı uzaklıktaki Aldebaran Gezegenine uzay gemisi yollamak üzere tüm imkânlarını seferber ettiler. Ortaya çapı 45 metre, yüksekliği 22,5 metre olan ışık hızına sahip Vril-7 adlı uzay gemisini yaptılar. 14 erkek 14 kadından oluşan bir mürettebat ile Nisan 1945'te yola çıktılar. Amaç Al-debaranlüardan askeri yardım alarak geri dönmekti. Uçuş Un-tersberg-Berchtesgaden'den başlamıştı. Gemi Uzayda boyut değiştirdiğinde sürati saniyede üç ışık hızına yani 900 bin km'ye çıkabiliyordu. Bu uzay gemisinden haber alınamadı ama bir Amerikan gazetesinin iddiası ise dikkat çekiciydi: 10 Nisan 1990 tarihli bir Amerikan gazetesi: Hitler tarafından 1943 yılında bir intihar misyonu ile uzaya gönderilen Alman Astronotlar, 47 yıl sonra yani 1990'da dünyaya dönmüşlerdi. Bu sözler bir Nasa yetkilisinin ağzından çıkıyordu ve yetkilinin anlattıklarına göre üç uzay öncüsü Recih-Almanı 2 Nisan 1990'da bir uzay kapsülü ile Kuzey Atlantik denizine inmiş ve bir Amerikan savaş gemisine alınmışlardı. Bu üç astronot 1943'de geliştirilen bir V-2 Roketi ile uzaya fırlatılmışlar ve açıklanamayan sebeplerden dolayı, kendileri için fazla bir zaman geçmeden dünyaya inmişlerdi. Astorontlan gören Amerikalılar hayretler içerisinde kaldılar. Çünkü kar— 108 — TÜRKLER VE UZAYLI ATALARI şılanndaki insanlar aradan geçen 47 seneye rağmen hiç yaşlanmamış hâlâ genç olarak duruyorlardı. Bu astronotlar bugün ABD'li bilim adamlarının kontrolünde hayatlarını herhalde sürdürüyorlardır. O zaman uzaya ilk çıkan millet Amerikalılar değil, Almanlar olmuş diyebiliriz. Peki Almanlar neden ellerinde böyle bir teknoloji bulunmasına rağmen ve bu sayede savaşı kazanamadılar. Bunun açıklaması bana göre: Evrendeki varlıklar Allah'ın koyduğu yasalara sıkı sıkıya uymaktadırlar. Haksız yere bir insanın ölmesinin cezasının çok şiddetli olacağını bildiren yaradan, aynı kuralı İslâm dininde de bildirmiştir. Haksız yere bir insan öldüren, tüm insanlığı öldürmüş sayılır, bir insanın hayatını kurtaran ise insanlığın hayaünı kurtarmış sayılır. Dünyada üsleri bulunan Aldebaranlılar da bu kurala uymuş olabilirler. Yardım etmiş olabilirler, ama bir savaşta taraf olduklarını zannetmiyorum. Bu arada kendi gezegenlerinden bir uzay filosu gelip de Almanlara yardımcı olmuş olsalardı, herhalde Alman İmparatorluğu'nu konuşurduk bugün. Aslında ortaya çıkan soru şu: Sümer Dili ile Almanca arasındaki benzerlikleri bulmak. Bence ilginç bir araştırma olabilir. Fakat şurası bir gerçek ki SÜMERLİLER KÖKEN OLARAK ÖZ BE ÖZ TÜRKTÜR. O zaman Almanlarla aramızda bir akrabalık bağı olmuyor mu? oluyor, bu da ayrı bir soru işareti olarak duruyor. Şurası da bir gerçek ki Almanlara sempati duyuyoruz, ne de olsa kan çekiyor diyebilirim. Bu da işin şakası tabii. Sümerliler, Türkler, Aldebaranlılar (uzaylı ırk) ve Almanlar aynı soydan gelmiş oluyoruz. Boğa Takımyıldızı'nda bulunan Sumi-er ve Sumi-an gezegenlerinde Türklerin ataları bulunuyor diyebiliriz, İşte kitabımızın teorisini destekleyen bir bölüm daha yorumu sevgili okuyucularıma bırakıyorum. İnanıp inanmamakta serbestler..." (*) Sümer-Aldebaran ve Almanlar hakkında daha detaylı bilgi sahibi olmak isteyenler "Hitler Almanyası'nın Gizli Tarihi" adlı kitaba bakabilirler. Yazar Turgut Günsan konuyu Alman belgelerine dayanarak geniş bir şekilde işliyor. — 109 — ALI BEK T AN BİNLERCE YIL ÖNCESİNİN TEK TANRia DİNİ MISIR'DA Mısır Uygarlığının kökenlerinin Atlantis ve Mu Kıtalarından gelenlere bağlı olduğu bilim dünyasında bugün konuşulmaktadır. Piramitler M.O den on bin yıl kadar önce yapıldığında çevreleri bereketli topraklarla çevrilmişti. Buralarda elde edilen mahsul, dünyamn her tarafına oranla daha bol, daha üstün vasıflıydı. Memfis Şehri dünyamn en kalabalık kentiydi. Şehir cennet gibiydi.


Dört bir tarafı bağlık ve bahçelikti. Üzerinde yeşillik bulunmayan bir tek avuç toprak mevcut değildi. Bugünün çölü o çağlann zümrüt renkli bağlarıydı. Çünkü o zamanlar ülkeye istenildiği kadar yağmur yağdırılıyordu. Mısırlılar hayat kaynağı olan su'ya yeteri kadar önem veriyorlardı. Uzun çalışmalardan sonra istedikleri zaman istedikleri yere yağmur yağdırmanın yolunu bulmuşlardı.Pira-mitlerin üzerlerindeki ince, parlak levhalar güneşten veya ay dan gelen ışınların yansıtılmasına yarıyordu. Yansıyan ışınlar bulutlar üzerine gönderiliyor ve böylece suni yağmurlama sağlanıyordu. Şüphesiz bu kadar açıklama, bu suni yağmur tekniğini tam olarak açıklayamaz. Bulutlara ışık göndermek sonucunda nasıl yağmura sebep oluyordu. Bir çok başka sırlar gibi bu sır da ortadan kayboldu. Ancak Ortaasya Türkleri'nin sahip olduğu Yada Taşı ile bir ilgisi olduğu da kesindir. Çünkü Türkler'de istedikleri zaman yağmur yağdı-rabilirken, aynı olayı Mısırlılar'in yapması da ilginçtir. Böylece Araştırmacı Yazar Kâzım Mirşan' m ileri sürdüğü gibi Ortaasya'dan giden atalarımızın Mısırda da yağmur yağdırması mümkün olmuştur. Kâzım Mirşan'a göre Türkler'in Asya da kullandığı harflerin 28 tanesi Mısır Hiyerogliflerinde de bulunduğuna göre Mısırlıların da Asya dan gitmiş olmaları muhtemeldir. — 110 — TÜRKLER VE UZAYLI ATALARI Eski Güney Amerika ve Orta Amerika uygarlıklarında da beyaz parlak maden levhalarla kaplıydı. Onlar da aynı amaçla kullanılıyordu. Mayalar hakkında kitap yazan Garcülaso de Vega "Maya Rahiplerinin önderliği altında bazı belirli günlerde yağmur ayinleri düzenleniyordu. Bu ayinlerde güneş piramit üzerinde parlayanca yağmur yağmaya başlardı. Düşen yağmur miktarı toprağı bol bol besleyecek yeterlikte olurdu," diye bildiriyor. Bu örnekler Pasifik Okyanusuna gömülen Mu Kıtası'nın dünyayı etküediğini göstermesi açısından önemlidir. Kendilerinden çok üstün güçlerle çevrili olduklarını gören ve güçlü bir varlık tarafından kaderlerinin yöneltildiğini hisseden eski insanlar, zaman zaman değişik yanlış inanışlara kapılmışlardır. Sonunda tek Tanrı anlayışına dönmüşlerdir. Eski Mısırlılar bir çok hatalı inanışlardan ve yüzyıllar süren ilkel 'Taunlar" sisteminden sonra nihayet Milattan önce 1400 lerde Firavun Amenotep zamanında yeniden "Tek Tazın" inanışına döndü. Amenotep TEB şehri rahiplerinin nüfuzunu kırıp gerçek Mısır Din inanışını yeniden yaşattı. Fakat Mısırlılar bu Firavunun ölümünden sonra tekrar çok tanrılı inanışa geri döndüler. Amenoteb'den iki yüzyıl sonra yani milattan Önce 1200'ler de dünyaya gelen Hazreti Musa, Tanrı tarafından Tek Tanrı din inanışını yeniden yaşatmak üzere gönderildi. Yalnız Amenotep'in bütün insanlık inancı için istediği inana Hazreti Musa, kendi kavmine yani Israiloğullan'na istiyordu. Kur'an-ı Kerîm'de ise Hazreti Musa'nın Mısırlılan'da hak dinine davet ettiğini açıklar. Bu bakımdan o insancıl bir peygamberdir. Şüphesiz dünyamızın başka dünyalarla olan teması konusunda daha pek çok deliller vardır. Kitap boyunca bu bağlantıları ortaya koymaya çalıştık. — 111 — ALI BEKTAN 11 Haziran 1958 tarihinde Amerikan, Rusjngiliz, Fransız, Alman ve İsveçli bilim adamlarının ortak çalışmaları sonucunda New York Herald Tribüne Gazetesi'nde yayınlanan yazı dünyadaki bir çok millet arasındaki bağlantıyı gözler önüne sermiştir. "Moğolistan'da İskandinavya'da Seylan'da Baykal Gölü yakınlarında Lena nehri kuzeyinde ve Sibirya'da yapılan kazılar sonunda bir çok tarihi eserler ele geçti. Bu eşyalar arasında toprak kaplar, kemikten yapılmış süs eşyaları, bakır ve bronzdan demirden mamul silâhlar vardı. Bütün bu tarih eserleri arasında büyük bir benzerlik dikkati çekiyordu. Smithson Enstitüsü bu konuda görüşünü şöyle açıklıyor:


"Aynı sanat karakterlerini taşıyan eserler, binlerce kilometre uzaklıktaki bölgelerde dağınık halde bulunmuştur. Hindistan ve Seylan'da kemikten mamul bir süs eşyasının aynı, Sibirya'da ele geçmiştir. Mesafenin büyüklüğüne rağmen eserlerin eş yapıda olması çok ilginçtir." Bu örnekte olduğu gibi dünyayı etkileyen tek bir medeniyetin varlığı önümüze çıkmaktadır. Bu çok üstün bir uygarlıktır ve Milattan Önce 10-15 bin li yıllarda doruğunun tepesine çıkmıştır. O zaman bizim beş bin yıllık kabile hayatından gelme düşüncesi de geçersiz olmaktadır. Mesela Eskimoların durumu da Tarih öncesine dayanırken, bugün buzlar diyarında yaşamadan önce cennet gibi yemyeşil topraklarda yaşadıkları efsanelerinde hâlâ anlatılmaktadır. Bu efsaneler incelendiğinde Eskimoların buralara gelmeden önce Ortaasya'da yaşadıkları kolayca anlaşılıyor. Zaten Etnolojik incelemelerde de Eskimolar Mongoloit ırklar arasında kabul edilmektedir. Başka bir görüşe göre de Doğu Kafkas ırkı kollarından arkaik bir soydan gelmektedirler. Et-noloji'de bu ırka Amurien tipi denir. Eskimolar kendilerine İnnui adını verirler ki "İnsan" anlamına gelir. Ataları muhtemelen Pleistosen çağda Avrupa'dan Asya'ya göç etmişlerdir. Bu bakımdan etnologlar eskimoları Paleo-Aslan diye sınıflandırırlar. — 112 — TÜRKLER VE UZAYLI ATALARI Tarih öncesi çağlarda Ortaasya'da yaşarken Eskimolar neden yurtlarını terk ederek daha soğuk bir iklime taşındılar. Onların ulu atalarını AHA adındaki büyük bir metal kuş "Güneşin kızgın olduğu ülkelerden alıp kuzeye getirmişti. AHA denen büyük kuş, yüce bir kudrete sahipti ve yapamayacağı şey yoktu." Aslında AHA gerçeğin yani büyük bir uçan geminin aradan geçen yüzyıllar sonunda efsane kuşu haline sokulmasıdır. Ilıman iklime alışkın olan bu ırk neden kuzeye soğuk dünyaya götürüldü? Sonuçta soğuk iklim şartlarında yaşayan bir ırk yaratılmış oldu. Dünyayı etkisi altına alan Mu Kıtası Uygarlığı'nın yöneticileri onları bir nedenden dolayı Ortaasya'dan kuzeye nakil ederek yeni bir yerleşme alanı ortaya çıkartmış olabilir. Belki de Tufan öncesi, onların etkilenmemesi için taşınmış olabilirler. Tufan geçtikten sonra yeniden geri getirmek istediler ama böyle bir imkânı yeniden bulamadılar. Bu tür taşınma işlemine 20'nci yüzyılda da rastlamaktayız. 2'nci Dünya Savaşı sonrasında Berlin'in Batı'da kalan kısmına Hava Köprüsü kurularak şehirde yaşayanların her türlü ihtiyaçları karşılanmıştır. Bugünkü dev nakliye uçakları efsanedeki AHA Kuşunu aratmamaktadır. Dünya'nın ilk oluşumundan sonra hayat şartlarının düzelmesine kadar olan süre belki de milyonlarca yıl olmuştur. Gezegendeki şartlar insanların hayatına uyumlu hale geldiğinde başka yıldız sistemlerinden gelen örneğin Sirius, Ülker gibi yıldızlarda bulunan gezegenlerden gelenlerin yanısıra güneş sistemimizdeki gezegenlerden gelen insanlar dünyada ilk uygarlıkları kurmaya başladılar. İnsanları bereketli topraklara yerleştirerek dünyadaki yaşamı başlattılar. Mu Uygarlığı'nın keşfini gerçekleştiren Albay Churcward tarih olarak M.Ö 70 bin ile 200 bin yıllarını verirken insanoğlu'nun modern bir şekilde dünyada var olduğunu da ileri sürmüştür. Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Mustafa Kemal Ata— 113 — ALI BEKTAN türk'te bu tarihleri kabul etmiş bir kişiydi. O Türkler'in büyük bir medeniyetten geldiğini kabul etmiştir. Onun meşhur bir sözü vardır "Ne Mutlu Türküm Diyene," sonraki yıllarda bir çok kişi bu sözü milliyetçilik anlamında yorumlamışlardı. Bana göre o kökleri yüksek bir medeniyetten gelen Türkler'i anlatmak istemiştir. Avrupa ve Amerika da bulunan bazı tarikatların ileri sürdükleri şu fikri kabul etmiyorum. Hayat ve ilk insan uzaydan geldi. İnsanı laboratuarlarda hazırlayan Uzaylılar onları Dünyaya indirerek hayat sürmelerine imkân tamdı. Sonra bunları eğittiler, evrim geçirmesini


sağladılar. Bence bu teori çok saçma bir şeydir. Üstün bir uygarlığa sahip olduğuna inandığımız Uzaylılar böyle işlerle vakit kaybedeceklerine kendileri gezegene gelip yerleşirlerdi. Hatta ihtiyaçları olan madenler varsa onları çıkartır, dünyalarma götürürlerdi. Tarım yapmak istiyorlarsa ileri teknoloji ile tarım da yapabilirlerdi. Böyle davranmak yerine ilkel insan yaratıp onu Dünya'ya indirmeye gerek yoktur ki. Bence buraya gelip yerleşenler dünyayı etkileyecek Mu Uygarlığını oluşturdular, çünkü her yerde onların izlerine rastlıyoruz. Başka dünyalardan göçler yapıldıktan bir süre sonra dünyamızın yüzeyinde hayat şartlan olumsuz yönde değişiklikler göstermeye başladı. Bu göçmenler yer yüzünde doğal afetler olacağını anladılar. Bunlann büyük kısmı ya geldikleri dünya'ya ya da başka gezegenlere gitmek üzere uzay gemilerine binip gittiler Bunlardan bir kısmı ise dünyamızda kalmayı tercih ettiler. Tufan olayı gerçekleştiğinde Mu kıtası 64 milyon insan neredeyse bugünkü Türkiye nüfusu kadar bir kitle Pasifik Okyanusu'nun derinliklerine gitti. Kurtulan Bilginlerin bir bölümü ise Asya'ya geçerek Atalarımızla karşılaştılar. Onları eğittiler ve sonuçta medeni şehirler kurdular. Zamanla As-ya'daki iklim değişikliklerini kendini gösterince de Kavimler Göçü adı verilen göçlerle Kafkasya, Rusya, Anadolu, Ortadoğu, Mezopotamya ve Mısır'a gittiler. Bilgileriyle yeni yeni — 114 — TÜRKLER VE UZAYLI ATALARI uygarlıklar oluşturdular. Böylece Atalarımız dünyaya medeniyeti taşımış oldular. — 115 — ALI BEKTAN GEÇMİŞ UYGARLIKLARDA KALP NAKLİ AMELİYATLARI Dünya'da ilk defa kalp nakli ameliyatını Güney Afrikalı Doktor Cristian Barnard'ın yaptığı biliniyor. Oysa gerçek böyle değildir. Atalarımızın binlerce yıl önce kalp nakli ameliyatları yapmışlardır. Pithecanthropus ya da Neanderthal adamı çağlarında insanlar kalp operasyonları yapmaktaydılar. Bugün Modern Tarihin yarı maymun yaratıklar olarak kabul ettikleri o eski zaman insanları insan vücudunun bir çok sırlarını bilen kişilerdi. 1969 yılında Rus bilginlerinden Profesör Leonidof Mar-macacan, Ortaasya'da yaptığı araştırmalarda eski bir mezar buldu. Mezar oldukça genişti ve içinde otuz kadar iskelet vardı. Sonradan yapılan Radyo-Karbon testi 60 bin yıllık bir tarih tesbit etmişti. Profesör Marmacacan bulduğu iskeletlerden bazılarının göğüs kemiklerinde acayip izler gördü. 60.000 yıllık atalarımızın kemikleri, incelenmek üzere Türkmenistan Antroloji Enstitüsü'ne gönderildi. Enstitü'nün Kasım 1969 tarihli raporunda şunlar vardı: "İskeletlerden sekiz tanesinin göğüsleri sağlıklarında açılmıştır. Sol taraftaki kaburga kemiklerin de iyileşmiş yara izlerine rastlanmıştır. Kesilen kemiğin yakınındaki bölgelerde kemik dokusu porozitesinin (mesamatının) fazla oluşundan, operasyonun hastalar canlı iken yapılmış olduğu belli olmaktadır." Mustafa Kemal'in dediği gibi Ortaasya'mn altı gerçekten de doludur. Bunun anlamı da Asya dan büyük uygarlıklar gelip geçmiştir. Buna benzer başka iskeletler Avrupa Kıta-sı'nda da bulunmuştur. Fransa'da Eyzies'te bulunan Paleoli— 116 — TÜRKLER VE UZAYLI ATALARI tik devirden kalma bir kadın iskeletinde kaburgalar kalp hizasından kesilmiş, sonradan tekrar yerine konmuştur. Kesilmiş olan yerler açıkça bellidir. Mısırlılar7da Kalp ameliyatlarını bilen insanlardı. İskenderiye Kütüphanesi'nde bulunan eski bir Mısır Papirüsü, bir Mısırlı komutanın geçirdiği kalp nakli hikâyesini anlatır. Saray Muhafız Kumandam kalbine yediği bir mızrakla ağır yaralanmıştır. Firavun tarafından himaye edilmekte olan bu komutanın


kurtarılması için saray hekimi yaralıya müdahale etmiştir. Durumu ümitsiz gören hekim kumandanın kalbini bir Apis Öküzünün kalbiyle değiştirmiştir. Papirüsler yapılan operasyonu detaylı olarak anlatmaktadır. Firavun'un Ceser olduğu anlaşılmaktadır ki, Üçüncü Mısır Firavun Sülalesine mensuptur. Bu'da 5000 yıllık bir geçmişi işaret etmektedir. AZTEKLER MU KITASINDAN MI GELDİLER Orta ve Güney Amerika Medeniyetleri ile 16'ncı yüzyılda karşılaşan Avrupalılar gördükleri şehirler ve piramitler karşısında şaşırıp kalmışlardı. Kendi ülkelerinde bile o devirlerde böyle eserler yoktu. Bunların nasıl yapıldıklarım araştırmaktan çok istedikleri tek şey alündı, onun için de büyük katliamlar yaptılar. Aztek, Toltek, Zapotek, Ölmek, Inka ve Maya Uygarlıklarını ortadan kaldırdılar. Ele geçirdikleri bilgileri, tabletleri, heykelleri ve önemli olan bir çok şeyi tahrip ettiler. Günümüze çok az şey gelebildi. Bunların başında büyük şehirler ve piramitler gelmektedir. Meksika'da eskiler inamlmayacak derecede ileri uygarlık seviyelerine ulaşmış zamanımıza kadar kalan eserler bıraktılar. Toltekler Amerika kıtasının en muazzam eserlerini inşa etmişlerdir. Mesela Teotihuakan ve Şolula Şehri piramitleri Mısır'daki Keops Piramidi'nin iki misli büyüklüğünde idiler. — 117 — ALI BEKTAN Güneş Piramidi bir milyon ton ağırlığındadır. Birbiri üzerine beş taraça halinde yapılmıştır. En üstte bir zamanlar Güneş Tapınağı bulunuyordu. Bugün tapmaktan eser yoktur. Şimdiki hah' ile bile yükseldiği 63 metredir. Bu dev pira rutin bulunduğu şehrin eski adı bilinmemektedir. Aztekçe olan Te-otihuakan "İnsanın Tanrı olacağı yer" anlamına gelmektedir. İspanyolların istilası sırasında fazla direnmeyen Aztekler, o zamanlar dahi işgalcilerin sorularım cevaplandıramamış, bu dev piramitleri kimlerin inşa etmiş olduklarını söyleyememişlerdir. Çevrede bulunan harabelerde Mamutlara benzeyen Fil Resimleri ve yeraltından çıkartılan diluvial (Tufan çağına ait) hayvan iskeletleri, bu piramitleri yapan insanların "Altın Uygarlık" çağlarını tarih öncesi devirlerde yaşadıklarını ispatlar gibidir. MayaTar bu ileri uygarlığın gerçek varisleri olmuşlardır. Maya'lar Astronomi'de matematik biliminin yanısıra tıp, eczacılıkta, fizik ve kimya da hayret verici ilerlemeler kaydetmişlerdir. Kendi çağlarında yapmış oldukları gözlemevleri 18'nci yüzyıldaki Paris gözlemevinden daha mükemmel, beyin ameliyatlarında aldıkları sonuçlara bugünkü tıp ancak erişebilmektedir. Mu Kıtası'ndaki Atalarımızın kontrolü altında tuttuğu Meksika'da ki bu topraklarda büyük şehirler kurarak, uygarlığın sınırlarını geniş tutmuşlardır. Teotibuakan kelimesindeki "Teo" kökü Latince "Deus" ve Yunanca "Teos"a benzemektedir. "Teos" ve "Deus"un ortak anlamı ise Tanrı'dır. Dikkat edilirse HUAKAN sözü de bizim çocuklarımıza isim olarak verdiğimiz HAKAN'a ne kadar benziyor değil mi? Türkler arasında Hakan sözünün anlamı ise bilindiği gibi onları yöneten en büyük kişinin ismine eklenen bir unvandır. O zaman İnka ve Maya Uygarlıklarını esrarengiz üçüncü bir medeniyetten geldikleri teorisi de bilim çevrelerinde kabul edilmektedir. Bu uygarlık da Mu'dur. İnka ve Maya operatörleri, tam anlamıyla bilimsel bir pratiğe sahip bulunuyorlardı. Ustalıkla en zor beyin ameliyatlarını başarabiliyorlardı. — 118 — TÜRKLER VE UZAYLI ATALARI Trefinasyon adı verilen bu beyin ameliyatı, kafatasında belirli bir yerde dört köşe veya yuvarlak bir kapak açılması, beyin üzerinde gereken operasyonun yapılmasından sonra yeniden kapatılmasından ibarettir.1'' Kafatasının bilhassa tepe kısmında ağrı duymayan bir bölge bulunduğundan birkaç saat kadar süren ameliyat sırasında


hastaya herhangi bir uyuşturucu madde vermeye lüzum yoktur. Peru'da Paleotik devirden kalma bazı insan iskeletlerinin kafataslarında böyle ameliyat izlerine rastlanmıştır. Bu ameliyatların hasta ölmeden yapılmış olduğu kolaylıkla anlaşılmaktadır. İskeletlerin incelenmesinden, yara yerinde yeni kemik dokularının oluştuğu ve yara yerinin kaynamış olduğu görülmektedir. Eğer ameliyat ölü bir insanın kafatasına yapılmış olsaydı, şüphesiz ameliyattan sonra yeni kemik dokuları meydana gelmeyecekti. 12.000 yıl kadar önce, tarihçilerimizin çekinmeden Mağara Devri insanı dedikleri insanlar, bu ameliyatlar sırasında çok pratik fakat bilimsel bir ışından da faydalanıyorlardı. Bu ışın Kuyos adındaki bir tür böceğin yaydığı ışınlardı. Tırtıl biçiminde olan bu böcekler bir çeşit "X" ışını yayarlar. Bu yeşil renkli ışınların bünyeye hiç hiçbir zararı yoktur. (Kuyos fosforlu bir tırtıldır. Orman ve bahçe tırtırı halinde iki cinstir. Bahçe Tırtılının yaydığı ışın süreklidir) Böceklerin boyları 4-6 cm kadardır. İnka ve Maya bilginleri elde ettikleri bu ışınlarla insanların iç dokularını görebiliyorlardı. Zira bu ışının şimdi kullandığımız röntgen ışınında hiçbir farkı yoktur. Hatta özel bir cihaz içinde on adet tırtıl muhafaza edilerek, geceleri 60 metre uzaktaki cisimleri aydınlatmak mümkün oluyordu- Bu, ufak hazneli uzun boyunlu, ibriğe benzer bir alettir. Boyun kısmı içinde iki elmas taş vardır. Taşlar ışını iletmeye yarar. Som altından yapılmış böyle aletler bulunmuştur. (*) (Time-Life Yayınlan: İnsan Vücudu) — 119 — ALI BEKTAN Asya Kıtası'nda da en eski çağlarda yapılmış önemli ameliyatların izlerine rastlanmıştır. Hazar Denizi kıyılarındaki Dağıstan'da ve Filistin çevrelerinde milattan yüzyıllarca öncesine ait mezarlarda bulunan iskeletlerin kafataslarında tre-finasyon izleri vardır. Bu ameliyatlarda ayrıca koterizasyon (yakarak mikroptan temizleme) işlemlerine ait izlere de rastlanmıştır. Koterizasyon zamanımızda da tatbik olunan bir cerrahi tekniktir. Atalarımızın yüksek bir medeniyete sahip olduğunu gösteren bu deliller gözden uzak tutuluyor ve bizlerin kabile hayatından gelenler olduğunu savunan Batılı Bilim Adamları dünyaya medeniyetin sadece Avrupa'dan yayıldığım ileri sürüyorlar. Bunu kabul etmiyorum. O zaman göç eden ve kabile hayatı yaşayan atalarımızın tarihte insanlığın gelişimine ve uygarlığa katkıda bulunmadığı düşüncesi ortaya çıkar. Bunu reddetmek zorundayız. OSİRİS OLAYI NEDİR Mısır inançlarında en önemli yeri işgal eden tanrılardan biri olarak geçen Osiris, Mısırlıların hem en eski Tanrısı hem de tarihleri boyunca önemini hiç yitirmemiş olan bir ilâhıdır. Osiris aslında bir insandır ve ermiş bir bilgindir. Mu ülkesinde eğitim görmüştür. Biri Himalayalarda diğeri TEB şehrinde bulunan iki mabeddeki duvar yazılarından Osiris'in At-larttis'de doğmuş olduğunu ve Mu da bir Naacal medresesinde din ve kainat kudretlerine dair bilimler tahsil ederek öğretmen payesini kazandığı, sonra memleketine döndüğünü öğreniyoruz. Osiris Atlantis uygarlığı mahvolmadan önce Mısır'a geçmiş ve sonuna kadar orada yaşamıştır. Konuya biraz mantıklı yönden baktığımızda ortaya ilginç sonuçlar çıkmaktadır: Mu Uygarlığı M.Ö on bin de doğal bir afet ile yok oldu. Osiris'in orada eğitim gördüğünü son dönem olarak ele alabiliriz. Mu Kıtası batmadan önce Osiris, Atlantis'e geri döndü arkasından felâket oldu. Atlantis'in bir — 120 — TÜRKLER VE UZAYLI ATALARI bölümü de battı. Kalan adalar üzerinde Atlantis uygarlığını devam ettirirken, Osiris'te hayatını ve öğretisini halka sunmuş olur. Son ada battığında ise Osiris'in Mısır'a geçtiği kabul ediliyor. Orada büyük bir uygarlık kurmuş olduğu iddia ediliyor.


Burada şöyle bir nokta var. Mısır Uygarlığı tarih sahnesine M.Ö 4000'ler de ortaya çıktı, o zaman Osiris'in altı bin yaşında yaşayan bir insan olması gerekmiyor mu? Bir insan altı bin yıl nasü yaşar? Çünkü Osiris'i Mısır'ın kurucusu gibi gösterilirken, aradaki tarihler atlanıyor. Bana göre Atlantis'te yaşayan Bilgi Kişi Osiris ile Mısır'da yaşayan Osiris aynı kişi olamaz, ayrı kişiler olmalılar. Altı Bin yıllık bir sürede insanın yaşaması mümkün olmadığına göre, Mısır'da ortaya çıkan Osiris ise tamamen başka bir kişidir. Bu görüşümü destekleyen gelişmeleri anlatayım: "Osiris adı aslında Mısır dilinde Usir olan Tanrımn adının Yunanca'ya uydurulmuş şeklidir. Osiris Yunanlılar tarafından Dionysos ve Hades ile bir tutulmuştur. Osiris güzel yüzlü, koyu tenli ve insanlardan daha uzun resmedilmişti. Osiris tahta geçtikten sonra ilk yaptığı işlerden biri ilkel hayat süren Mısırlıları uygarlaştırmak olmuştur. Osiris onlara ilk tarım araçlarını yapmayı, toprağı işlemeyi, buğdayı ve üzümü yetiştirmeyi, ekmek, şarap ve bira yapmayı öğretmiştir. Ayrıca ilkel Mısırlılara ilk defa tapınak inşa etmeyi ve Tanrılara tapmayı öğreten ve dini törenler düzenleyen de o'dur. Hatta ikili flütü de ilk Osiris yapmıştır. Louvre Müzesi'nde bulunan Amennos Steli'ne göre bolluk ve bereket getiren bir doğa Tanrısı özellikleri de taşımaktadır. Osiris doğal kaynaklara hükmetmekte, onunla birlikte rüzgârlar esmekte, ekinler yeşermekte ve hayvanlar yetişmektedir. Osiris Mısır'ın uygarlaştınlmasını tamamladıktan sonra, bütün dünyanın uygarlaştırılması işine girişir Tahtı kardeşi ve aynı zamanda karısı olan Isis'e bırakır ve yarımda veziri — 121 — ALI BEKTAN Thot, Anubis ve Ofois ile birlikte sefere çıkar. Uzun süre dünyanın uygarlaşması için çalışır. Mu'da eğirim gören ve Atlantis'e dönen Osiris ile Mısır'da ortaya çıkan Osiris aynı kişiler olamaz. Çünkü arada altı bin yıllık bir süre vardır. Atlantis'li Osiris tek Tanrı inancını ve dinini savunmuştur. Mısır'lı Osiris ise çok Tanrılı bir inancı savunarak, tapınaklar inşa etmiştir. Atlantis'li Osi-ris'in evlendiği ve ölümünden sonra onun izinden oğlunun gittiği biliniyor. Mısır'lı Osiris ise geleneklere göre kız kardeşi İsis ile evlenmiştir. Osiris ismi kavram karmaşasına neden olmuştur. Mu ve Atlantis Kıtaları battıktan binlerce yıl sonra Mısır Uygarlığı bir anda Nil'in çevresinde doğmuştur. İkisinin sadece bir isim benzerliği olduğunu görürüz. Sadece ortak yanlan bilge birer kişi olmalarıdır. Osiris ve kız kardeşi Kraliçe Isis'in başlarından geçen olaylar Yunan Efsanelerindeki olaylara çok benzemektedir. Bu da bize Mısır bilgilerinin, Yunan Kaynaklarından geçerek bize gelmesinden doğar. Çünkü Mu'nun batışı ile Mısırlıların tarihte yer aldıkları süreç birde bu açıdan incelenmelidir. Araştırmacıların kabul ettiğine göre Atlantis, Mu'dan sonra battı. Oradan kurtulan bilge kişiler Mısır'a geld i. O bölgede yaşayan halkı ilkel buldular. Onları eğiterek Mısır Uygarlığını oluşturdular. Bu görüşe katılıyorum ama bunu Mu kökenli Osiris'in yaptığını düşünmüyorum. Mısır tarihinde iki isim tek Tanrı inananı yaymak için firavunlarla mücadele etmişlerdir. Birincisi Yusuf Peygamber, ikincisi ise Hazreti Musa'dır. İkisinin karşısına Rahipler sınıfı da çıkarak kendi düzenlerinin bozulmasını istemedikleri için Firavunu desteklemişlerdir. Rahipler Çok Tanrılı sistemi savunuyorlardı. Eğer tek Tanrı inancını kabul etselerdi, büyük bir korku ve güçle yönettikleri halk karşısında karizmaları kalmazdı. • Osiris'in sonraki olayları, artık bir insanın başarabileceği şeyler olmaktan çıkan Yunan Tanrıları'nın yaptıkları şeylerin sınıfına girer ve destansı bir hal alır. — 122 — TÜRKLER VE UZAYLI ATALARI


Mu ve Mısır'lı Osiris olayını bir de bu yönden yorumlamak gerektiği kanaatindeyim. BAAVİ GEZEGENİNDEN GELENLER ASYA'YA İNDİLER 1965 yılında Tsum-Um -Nui adındaki bir Çinli Arkeoloji Profesörü Pekin de bir yazı yayınladı. Başlığı şuydu: "12.000 yıl önce dünyamıza gelen uzay gemileri." 1940'lı yıllarda Tibet-Çin sınırında bulunan Bayan Kara Ula mağaralarında bir çok yuvarlak, düz yazılı tabletler bulundu. Bu tabletlerin yanında iskeletler de vardı. İskeletler ırk özellikleri bakımından "Dünyamızda mevcut hiçbir ırka benzemiyordu." Yapılan incelemeler sonunda, buluntuların 14.000 yıllık bir geçmişi olduğu tespit edildi. Çinli bilgin çalışmalarını genişletti ve hayret verici sonuçlara ulaştı. Bayan Kara Ula Mağaralarında bulunan plâkaların sayısı 716'ya ulaşmıştı. Bunlar ortaları delik, spiral çizgilerle işlenmiş taş levhalardı. Günümüz tekniğinde kullanılan Mikrosilyon'a benziyorlardı. Pekin Tarih Akademisinde büyük bir sabırla incelenen bu levhalar nihayet sırlarını ele verdiler. Fakat Çin Hükümeti Akademi'nin buluşunu gizli tuttu. Varılan sonuçlar hakkında ancak çok küçük bir takım bilgi kırıntüan dışanya sızdırıldı. Anlaşıldığına göre bu levhalar gezegenlerarası seyahatten söz ediyordu. Tercümeleri profesör Tsum -Um-Nai tarafından yapılmıştı. Hükümetinin izniyle ancak aşağıdaki kısa bilgiyi dünyaya duyurdu: "Baavlılar gemileriyle gökten indiler. On kere güneş doğana kadar, erkekler, kadınlar ve çocuklar mağaralarda saklandılar. Nihayet, gökten gelenlerin barışsever, iyi insanlar olduklarını anladılar. Böylece Baavlılar'a yaklaşabildiler. Baavlılar geri dönemediler. Gemileri artık o güçte değildi. Belki de iniş sırasında hasara uğramıştı. Burada o gücü bulama-düar, yani yakıtları bitmişti. Ve buralara yerleştiler..." — 123 — ALI BEKTAN Tabletlerin her birinde yedi defa KHAN (HAN) kelimesi vardı. Profesör bu kelimenin uzay gemisi anlamma geldiğini söylüyor. Çin Bilginleri, plâkalar üzerinde yapmış oldukları incelemelerde maden ve kobalt karışımına rastladılar. Plâkalar Ossilograf'tan geçirildiği zaman hayret verici yüksek titreşimler meydana gelmişti. Bunlar 14 bin yıl önce dünyamıza gelenlerin bıraktığı mesajlardı. Bugün Çinliler bu plâkaların içindeki tüm bilgilere aradan geçen uzun sürede ulaşmış olabilirler. Fakat bunu açıklamadıkları için ne olduğunu bilmiyoruz. Ama büyük bir ihtimalle Baavi Gezegeninden oradaki uygarlıktan bahsediyor olabilir. Ayrıca Uzay Gemisi ile bilgiler de yer alıyor olmalı. Yalnız başka bir yıldız sisteminden gelmiş olacaklarını düşünüyorum. Sonraki yıllarda Dünya Gezegeninde mahsur kalan Baavlılar kurtarıldı mı, kurtarılmadı mı bilinmiyor. Fakat bizim atalarımıza yardımcı olduklarını da düşünebiliriz. Şunu da unutmayalım. Gelenlerin hepsi dünyanın havasına uyum sağlayabiliyorlar. Ve günümüzdeki UFO olayları ile aralarındaki benzerlik aynı diyebiliriz. Paris'teki Louvre Müzesinde bulunan çok eski bir Lhassa kaydı Baaviler hakkında bize ilginç bilgiler vermektedir. Onların dünyası dünyamızdan 4.3 ışık yılı uzaklıkta bulunan Proxima Centaurus yıldızı sistemine bağlıydı. Baalki denen bu sistem, birkaç yıldızdan teşekkül etmektedir. Bu yıldızlardan Proxima çevresinde uydu halinde bulunan Alpha Centaure A ve Alpha Centaure B üzerinde durmak gerekir. B, A'dan daha parlak görünür, aynı zamanda daha da büyüktür. Baavi gezegeni Proxima çevresini 311 gün 27 saat 12 dakika ve 57 saniyede döner. Bu yıldız dünyamızdan 1,5 kere daha küçüktür. Atmosferi dünyamızdakine benzer ve yaşamaya çok elverişlidir. Geceleri aydınlık geçer. Bu yüzden gezegene GÜNEŞİN OĞLU denmiştir ve halkına da Baavililer denir. Oradan gelenler bizlere bir çok belgeler bıraktılar, bunlar özellikle: — 124 —


TURKLERVEUZAYLIATALARI 1- VAİDORGLAR (Uzay Gemileri) bilimsel kurallar dinsel usuller. 2- Baavi Uygarlığı Kuralları. 3- Fizik ve Astronomi konularında ileri ve değişik kurallardı. Baaviler zaman için TOLT birimini kullanırlar. 1 Tolt, 1 saniye 4/10'a eşittir. Saatlerinde üç gösterge bulunur: Akrep Yelkovan ve Nim. Bir gün Baavi zaman ölçüsüne göre 18 Serrkae'ye eşittir. Uzunluk ölçüsü birimi SYS'dir. Bu da metrik sisteme göre 42 cm'ye eşittir. Mısırda da bu birim kullanılırdı.. Baavi 700 milyon nüfusa sahiptir. Baavi de normal insanlardan başka bir de dev ırk yaşar. Bunlara YETİ denir. Yetilerin zekâsı az gelişmiştir. Beş yaşındaki çocuk gibidirler. Yumuşak başlıdırlar. Baavlılar'a hizmet ederler Gezegen halkının tabii olduğu kanunlardan yararlanamazlar. Halk ile cinsel ilişki kurmaları da yasaklanmıştır. Baavlılar Vaidorg denen uzay gemilerinde önceleri foto-nik enerji kullanırlardı. Sonradan İonik enerji kullanmaya başlamışlardır. Bir Vaidorg'un hızı saniyede 280.000 kilometreye erişebilir. (Işık hızından biraz eksik) Bu bilgiler açık ve seçik bir şekilde bize Atalarımızla aralarında bağlantıları olduğunu göstermektedir. Mesela Hima-laya Dağlarında görülen Kar Adamın adı da YETTdir o zaman bu YETI'nin bize, Baavi gezegeninden Dünyamıza getirildiğini söyleyebiliriz. İsmi bile aynı olduğuna göre doğru düşünüyoruz demektir. Öte yandan Fenike Tarihinde "Baavlılar, Baalbek'de gemileri için bir alan inşa ettiler" diye yazmaktadır. Gerçektende Lübnan'daki Baalbek harabeleri eski bir hava alanını andırır. Son zamanlarda Rus Bilginlerin yaptığı araştırmalarda blok taşlarda az da olsa bir miktar Radyoak-tiviye rastlanmıştır. Şüphesiz, yer yüzünde harabelerde rast— 125 — ALI BEKTAN lanan en ağır taş, buradaki HACAR EL GUBL denen taştır. Bu taş bloku iki milyon kilogram ağırlıktadır. Bilim adamları Baalbek Harabelerine 15 bin yıllık bir geçmişi tanıyorlar. O zaman teorimiz doğruluk kazanmaktadır. Baavililerle aramızda bir akrabalık söz konusu olabilmektedir. Bir gün uzay gemimiz olduğunda veya onlar bizimle temasa geçtiğinde onları yakından tanıma imkâm bulacağız. Türkler'in Ataları Baavi Gezegeninden gelenlerle temasa geçtiler ve büyük bir uygarlığın temelini oluşturdular. Dünya' nm bir çok yerinde de büyük eserler bıraktılar. Dünya'nın Hakimi Türklerdi. Çünkü her yere medeniyet taşıyorlardı. İnsanlığın gelişmesine katkıda bulunuyorlardı. GOBİ DENİZİNİN VENÜS'LÜ ZİYARETÇİLERİ Ortaasya efsaneleri bizi sık sık Gobi çölüne götürür orada, çok eski bir zamanda Jeoloji'nin doğruladığı büyük bir deniz bulunmaktaymış. Bu denizde "Mavi gözlü ve Sarı saçlı beyaz insanların yaşadığı bir ada varmış. Bu insanlar gökten inmişler ve kendi uygarlıklarını yaymaya çalışmışlar. Bazı araştırmacılara göre işte bu insanlardan Mu halkı 75 bin yıl kadar önce çok yüksek bir düzeye erişmelerini sağlayacak kadar bilgiler almışlar." Eski bir Hind Yazıtı şöyle anlatıyor, bu bilgi sahibi insanları. "Ulaşılmaz yüksekliklerden hızla inerken çıkardığı gök-gürültüsü gibi sesi ve gökyüzünü ateş dilleriyle dolduran alevlere bürünmüş olarak, Ateşin Oğullarının arabası, Parlak yıldızdan gelen Alev Tanrılarının arabası göründü. Gobi Denizinin, yemyeşil ve göz kamaştırıcı, mis kokulu çiçeklerle örtülü Ak Adası üzerinde durdu." Binlerce yıl önce Sanat Kumara adındaki bir kişinin Venüs'ten gezegenimize nasıl indiğini ve yanındakilerle birlikte insanların zekâsını nasıl uyandırdığım, onlara buğdayı ve atalarımıza hayatı kolaylaştıran daha bir çok şeyi nasıl öğrettiği yazıtta yer alıyor. — 126 — TÜRKLER VE UZAYLI ATALARI Arkeolog Harold Wilkins çok eski bir Hint Efsanesine göre de; "Büyük


beyaz yıldızdan inmiş insanların (Bu Venüs gezegenidir) M.Ö 18 617 yılında Gobi Denizi adasında yerleştiğini, önce bir kale, sonra bir kent yaptıklarını ve adayı, yeraltı galerileriyle karaya bağladıklarını hatırlatmaktaydı. Gerçi tarih "Brahman Levhalan"na dayandırılmıştır. Olaylar gerçekten şaşırtıcı ve başka pek çok öyküde yankısını buluyor. Himalayalar'm eteklerinde Bohistan Mağaralan'nda, bir gök haritası ele geçirilmişti. Astronomlar, bu haritanın doğru olmakla birlikte bizim çizdiğimiz haritalara uymadığım fark ettiler. Bu haritada yıldızlar 13 bin yıl önceki konumlarında dizilmişlerdi. Resimde Dünya ile Venüs'ü bağlayan çizgiler özellikle dikkat çekiyordu. Bu harita, 1925'de Amerikan "National Geographic Magazine"de yayınlandı. Buna benzer bir olay da 1778 yılında Paris Belediye Başkanı ve Fransa Krallık Astronomu olan Jean Sylvain Ba-üh/nin araştırmaları bilim dünyasında şok edici bir gelişme olarak algılandı. Misyonerlerin Hindistan'dan getirdikleri haritaları incelerken bilgin bu haritaların binlerce yıllık olması gerektiği sonucuna varmıştı. Haritalar Hindistan'da yapılmış olamazlardı çünkü oradan görülemeyecek yıldızları da kapsıyordu. Bailly yaptığı hesaplar sonucunda haritaların çizildiği noktayı saptayabildi. Burası bugünkü Gobi Çö-lü'nün uzandığı bölgeydi. Astronom çok haklı olarak bundan, Hintlilerin bu haritayı kendiliklerinden çok daha eski ve ileri bir uygarlıktan miras almış olmaları gerektiği sonucuna vardı. Uzaydan gelen ziyaretçilerin bu haritaları çizmiş olduğunu düşündü. Ruslar, Ortaasya'da yaptıkları araştırmalarda binlerce ve binlerce yıl önce, uzay gemileriyle getirilmiş araç ve gereçlere bile rastladıklarını öne sürüyorlar. Türkistan ve Gobi Çö-lü'ndeki mağaralarda bulunmuş, seramikten ve camdan, yarımküre biçiminde, ucu içinde bir damla cıva bulunan koni, biçiminde garip araçlardır. Hiçbir bilim adamı bu araçları açıklayamamıştır. — 127 — ALI BEKTAN M.Ö 669 -626 arasında hüküm süren, en büyük Asur Hükümdarı AssurbanipaTin tufan öncesi belgeleri de kapsayan bir kitaplığı vardı. Bu tarihçilere hak vermemizi gerektiren, kralın bir gün bir grup bilgine söylediği sözler çok anlamlıdır. Kral şöyle diyor: "Çok çok eski zamanda orada aşağıda bugün duvarları bile yok olmuş bir çok güçlü kent yükseliyordu. Ama biz orada yaşayan halkların dilini biliyoruz, O dili levhalar üzerine kazınmış olarak muhafaza ediyoruz. Tarihçi Gerard Heym'e göre ancak bir kısmı çevrilebilen bu levhalarda önemli bilimsel sırlar vardır. Bugün yalnız matematik veriler öğrenüebilmiştir ki bu kadarı bile bizleri yeterince şaşırtıyor. Karmaşık çarpma ve bölme tabloları, kare ve küp tabloları buna benzer başka şeyler gibi. Tüm bu bilgiler batan Mu Kıtası'ndan gelmektedir. Mezopotamya uygarlıklarından bu bilgileri alan Yunanlılar kendileri bulmuş gibi kullanmışlar, Avrupa Medeniyeti'de onlardan alarak kullanmıştır. İkinci bilgi alış verişi ise İslâm Bilginleri'nin yazdıkları kitapları Ortaçağ da, Üniversitelerinde okutarak almalarıdır. Sonuçta Batı medeniyetinin kökleri, Doğu Medeniyetine dayanmaktadır. Bir örnekle devam edelim; 1962'de Bağdat yakınlarında, Tel Dibae'de arkeologların bulduğu bir levha, bu söylentileri açık bir biçimde doğruluyor. Bu levhada Si-samlı bilge ve matematikçinin dünyaya gelmesinden en aşağı 1500 yü önce Babilliler tarafından kazılmış olan Pitagor teoremi bulunmaktadır. Günümüzden binlerce yıl önce yaşayan insanların modern kıyafetlerle Avrupa'ya yaptıkları geziler sırasında bu insanları gören ilkel insanlar onları mağara duvarlarına çizdiler. Tıpkı Glozel toprağının altında uyuduğu gibi: Fransa'da Vichy'nin güneyinde küçük bir köydür ve 1924'de tümüyle bir rastlantı sonucu, 10 ile 15 bin yü öncesinden kaldığı sanılan tuğlalar, üzeri kazılı levhacıklar, iki küçük kadeh, iki küçük balta ve kimi yazılar bulunmuştur. Daha sonra da


— 128 — TÜRKLER VE UZAYLI ATALARI bu bölgenin tarihçesi hazineler yatağı olduğu bilginlere çok sayıda taştan araçlar, üzeri yazılı ve resimli başka taşlar, uzay miğferleri içinde insan başlarını andırır çok garip vazolar armağan eden bir bölge olmuştur. O kadar ki bu vazolardan birine "Gezegenlerarası Yolcu" adı verilmiştir. Ayrıca, burada alfabenin 11 harfini yani C-HI-J-K-L-OT-V-W-X harflerini kapsayan bir çizgi yazısıyla yazılmış çözümlenemeyen mesajların kazılı bulunduğu yüzü aşkın levhacık da ele geçirilmiştir.. Bilim adamları bu konuda yıllardır araştırmalar yapmalarına rağmen doyurucu bir açıklama getirememişlerdir. Fransa'da 1937 yılında keşfedilen Lussac-Le -Chatue (Vi-enne) ilinde bulunan yazılar ve resimler gizemini hâlâ koruyor. Bu keşfi yapan arkeologlardan biri Stephane Lawoff şöyle diyor: "İnanılmaz şey 15 bin yıl önce kazılmış bu taşlar üzerindeki erkekler, kadınlar ve çocuklar, bizim gibi, ceket, pantolon, ayakkabı ve şapka giymişler." 1940 yılında Dordogne ilinde Lascaux mağaralarında bulunan duvar yazılarına da değinmeliyiz. Araştırmacı Loris Mannucci şunları yazıyor: "25 bin yıl öncesinin bu sanatı, çizgilerin kusursuzluğu, süjelerin hareketliliği, renklerin seçimi yönünden çok etkileyici. Renkler arasında en çok sarı, kırmızı ve siyah göze çarpıyor. Bu resimler tarih öncesine ilişkin pek çok kavramı ve teoriyi gözden geçirmeye zorluyor. Bunlar çeşitli dönemlerden kalma, bilginler hâlâ bunları yapanların, yerden birkaç metre yükseklikteki tavanı süslemek için hangi iskelelerden yararlandıklarını kendi kendilerine sormaktalar." Lascaux'nun tek gizemi bu değil: Her zamanki aydınlanma meselesi bir yana, tarihöncesi sanatçıların, meydana gelen eserin zamanla bozulmasını hangi çareye başvurarak, ön-leyebildikleri de ayrı bir soru. Çünkü adı geçen araştırmacının belirttiği gibi: "Turistlerin nefes alıp vermeleri sonucu açığa çıkan karbon gazı daha şimdiden o güzelim resimleri bozmaya ve kimi noktalarda kayayı yerinden oynatmaya başlamışlar," şeklindedir yazıyor. — 129 — ALI BEKTAN Bu resimler 15 bin yıl bozulmadan kalırken, ortaya çıktıktan kısa bir süre sonra bozulmaya başlamaları dikkat çekici değil midir? Kullanılan boyanın cinsi ve teknolojisi, bu boyanın üretilmesi inşam düşündürüyor. Fransa'da bulunan mağara resimlerindeki figürler Asya'da bulunan resimlerle büyük bir benzerlik taşıyor. Bu Lascaux ustalarının Asya'dan ve Efsanevi kıta Mu'dan geldikleri bizim teorimizi destekleyen unsurlardan bir tanesidir. Bu resimleri ilkel mağara adamlarının yaptığını kesinlikle düşünemeyiz. Onlar da şüphesiz bir takım resimler çizdiler ama 15 bin yıl boyunca rengi solmadan kalabilecek resmin boyasını da keşfetmeleri imkânsızdır. O zaman Asya veya Mu'dan gelen atalarımız teorisine, Uzaydaki bir gezegenden gelen ziyaretçileri de ekleyebiliriz. Aslında günümüzden 15 bin yıl öncesi yani M-Öden 13 bin yıl tarihi, Mu ve onun kolonisi Uygur İmparatorluğu'nun en üst seviyeye çıktığı tarihtir. Dünya'nın kontrolü Mu'da yaşayan atalarımızdadır. O zaman onların Fransa'yı ziyaret ettiklerine inanabiliriz. Aynı yıllarda Asya'da yaşayan ve Sümer-lilerin ataları olan insanlar Asya'nın Altay dağlarında yaşıyorlardı. Bir kraliyet yazıtında Sümerlilere verilen güç şöyle tarif ediliyor. "KRALLIK GÜCÜ BİZE GÖKLERDEN GELDİĞİ ZAMAN." O zaman daha önce yabana bir bilim ada-mı'nın söylediği gibi Sümer medeniyetini uzaydan gelen büyük bir medeniyet kurdu, sözü doğrulanmış oluyor. Yazıtta bu güç "Bize öğretileri veren, öğreten ve insanlık medeniyetini başlatan güç" olarak anlatılması bizim teorimizi destekleyen unsurlardan bir tanesidir. Bir Maya Efsanesine göre, bilindiği gibi onlarla da akrabalığımız bulunuyor. Mayalar; Beyaz Tanrılar'dan bahsediyorlar. Efsane şöyle


devam ediyor: "Beyaz Tannlar hatırlanmayacak kadar eski zamanlarda doğudan gelmişler. Dev gibi yabancı gemileri denizden kıyıya yanaşmışlar, kuğu kanatlı gemiler ve sanki koca koca yılanlar sürat motorları, su üzerinden kayar gibiymiş bu gemilerin bordoları öylesine par— 130 — TÜRKLER VE UZAYLI ATALARI lakmış. Gemiler kıyıya yanaştığında içlerinden beyaz tenli, mavi gözlü sarışın insanlar inmiş. Üzerlerinde önü açık, yuvarlak yakalı, geniş ve kısa kollu kara ipekten elbiseleri varmış. Bu yabancıların başında yılan biçiminde bir taş bulunuyormuş." Bu efsane bize Mu'dan kurtulanların kendilerine yeni topraklar araması ve medeniyet kurma çabalarını göstermektedir. — 131 — ALI BEKTAN ORTA AMERİKA UYGARLIKLARINDA BULUNAN İLGİNÇ ESERLER Arkeoloji meraklısı olan Lothrop çifti Guatemala ve Kos-tarika ormanlarında sayısız taş toplar buldular. Bu topların çapı birkaç santim ile iki buçuk metre arasında değişiyordu. Çevrede yüzlerce kilometrelik bir alanda bu kürelerin yapıldığı malzemenin izine de hiç rastlanmamıştı. Üstelik bu topları yapanlar, kusursuz küre biçimini nasıl verdiler? Sık Ormanlardan geçirip, dağların tepesine nasıl kondurdukları bilinmeyen bu toplar için, yıllarca ağır bir çalışma yapmak gerekiyordu. Bu topların matematik kriterleri ile incelenmesi sonucunda bunların yüdız sistemlerini ve gökadaları temsil ettiği ortaya çıktı. Bazüarı da hiçbir anlam ifade etmiyor. Bu topların sırrının Guatemala'da uygarlık kuran Chorotege Rahipleri'nde bulunan kitaplarda olduğu düşünülüyordu. Geyik derisinden yapılmış bu kitaplardan bugün tek bir parça bile kalmamıştır. Bu kitaplar üzerine anlatılan efsaneler şöyleydi. Sayfalarında "geçmişin ve geleceğin" anlatıldığı söylenir. Dünya dışı akıllı varlıkların bütün uygarlıkların üerlemesini etkilediği belirtilir ve insanların da yıldızlara doğru yükseleceği haber verilirmiş. Başka Gezegenlerden gelen uzay yolcularının varlığına inandığımıza göre o kitaplarda ayrıca Yıldızlardan inen "Ja-gar insanlardan" da açıkça söz edilmesi ilginçtir. Bu Jagar-insan motiflerine, büyük ihtimalle insana benzeyen varlıklar, Güney Amerika Uygarlıkları ile birlikte Asya Uygarlıklarında da rastlanılmaktadır. Akdeniz ve Mısır Uygarlıklarında da Kedi-Adam diye tasvir edilirler. O zaman bu ziyaretçilere zekâ seviyesi yüksek ama görünümü bir kedi veya Jaguar'ı andıran canlılar diyebiliriz. — 132 — TÜRKLER VE UZAYLI ATALARI KOLOMBİYA DA BULUNAN ALTIN EŞYALARIN SIRRI Kolombiya'nın Cauca Vadisi'nde yapılan arkeolojik çalışmalarda altın ve bakır karışımıyla yapılmış çok güzel eşyalar bulundu. Göz kamaştırıcı miğferler, vazolar, şişeler, prens heykelleri ki bunlardan 21 santimetre boyunda bir tanesi, Madrid'deki America Müzesi'nde bulunmaktadır. Yüzü öyle yapılmıştır ki; kulaklıklanyla birlikte, saydam bir miğfer geçirilmiş gibi görünür: Tıpkı bir uzay miğferi. Buna benzer eşyalar Ekvator'un güney kıyısında Esmerel-das villasının bahçesinde bulunmuş olan çok daha eski eşyayla birleşmektedir. Bu oniki bin parçalık bir koleksiyondur. Bunun oluşturan baltalar, kılıçlar, değişik silâhlar, ev eşyasının dünya yüzünde bir eşi daha yoktur. Ama aralarında, kısa bir zaman öncesine kadar Çinlilerin hâlâ değerli taşlara kazıdıkları mühürlerle doğu çizgileri taşıyan insan heykelcikleri ve Mısırlılar'm kullandığını çok yakından andıran süs eşyası da çıktı. Çok değişik bir ayna da vardır: Beş santimetre çapında olan yeşil bir taştan oyulmuş bu ayna, en ufak ayrıntıları bile yansıtmaktadır. Bu koleksiyonda insanı şaşırtan üç şey vardır. Yaşı 18 bin yıllık


olan kusursuzluğu ve kimi parçalarının kesinlikle tespit edilememekle birlikte Asya, Amerikan ve Akdeniz uygarlıkları ile olağanüstü benzerlik taşıması. Mesela Cauca vadisinde kılıçlarda, baş süslerinde ve bu gibi başka şeylerde sarmal eğri süsleme kullanıldığını görüyoruz. Bütün Antik Çağ'a hakim olan bu sarmal eğriye Amerika'dan Asya'ya, Afrika dan Avrupa'ya kadar dünyanm her yerinde rastlanılıyor. Evrensel bir sembol olma özelliği taşıyor. Spiral bir anlamda Evren'in doğumunu ve yaşantısını simgelemektedir. — 133 — ALI BEKTAN Biyolog Loren Eisley'de Einstein'ın izinden giderek soruyor: "Yoksa biz yıldızlardan mı indik ve başardığımız işler sayesinde yıldızlara dönmek üzeremiyiz?" Buna karşılık bir çok Sovyet Bilim Adamı Agrest ve Kasanzev'in kuramlarına uyarak soruyorlar: "Eskiler, uygarlığın büyük bir bölümünü, hepsini değilse bile büyük kısmını, başka gezegenlerden gelen ziyaretçilerin getirdiği bilgilere mi borçluydu?" Bu kitabı yazmadan önce hazırlığını yaptığım kayıp uygarlıklar araştırması vardı. Bu fikir yaymevinde ortaya atıldıktan sonra teorimizi uzun zaman tartıştık. Sonuçta bu kitap ortaya çıktı. Çünkü Türkler'in Kökeninin öyle beş bin yıllık bir kabile hayatı olmadığına inanıyordum, bu inanç sonucunda araştırmalara başladım. Çünkü Türkler'in Kökeni'nin dünyanın varoluşuna kadar gittiğine inanan Mustafa Kemal Atatürk ilk araştırmayı başlatmış. Sonradan gelen devlet yöneticileri ise bu konuyla hiç ilgilenmemişlerdi. Mu Kıtası bizim atalarımızın ilk topraklarıydı. Bu Medeniyete ulaşıp, konuyla ilgili devirlerde dünyaya hakim olurken, modern bir seviyeye hatta günümüz düzeyinin de ötesine gitmişlerdi. Uzay bağlantısının olmasına gelince burada iki teori ortaya çıkıyor. Mu Uygarlığı gelişmesini başka gezegenlerden gelen ziyaretçilere mi borçlu, yoksa kendi gelişimini tamamladıktan sonra uzaya mı açıldı?.. Her iki teori de sonuçta şöyle bir sonuca gidiyor: TÜRKLERİN BAŞKA GEZEGENLERDE YAŞAYAN ATALARI VARDIR. GÜN GELECEK ONLARLA TEMASA GEÇECEĞİZ. VE ONLAR BİZİ YAKINDAN İZLİYOR, GEREKTİĞİNDE DE KORUYORLAR, YARDIM EDİYORLAR." Kitapta bu teoriyi ispat etmeye çalıştım ve Türk milletine sadece şunu söylüyorum. Biz Dünya'ya medeniyeti taşıyan bilgili, muhteşem yüce bir milletiz. Öyle ilkel kabilelerden gelen insanlar değiliz. Batı'nın uyduruk teorilerine kanma-malıyız. Bu düşünceyi savunanlar dünyadaki arkeolojik keşiflerin doğru dürüst yapılmadığı bir zamanda fikirlerini ortaya attılar ve günümüze kadar taşıdılar. İşte yabancıların görüşlerini reddediyor ve Türkler'in kökenlerinin kaynakla— 134 — TÜRKLER VE UZAYLI ATALARI nnın yeniden araştırılması için çalışıyorum. Olaya bir de bizim açımızdan bakmamız ve bu bakış açısıyla araştırmamız gerekiyor. ORTA ASYA DA 100 BİN YIL ÖNCE YAPILAN KALP AMELİYATI İnsanlık Tarihi içersindeki 100 bin yıllık bölümde Nean-derthal insanlarının yaşadığı çağ olarak biliniyor. Ama Dün-ya'run özellikle Ortaasya bölümünde modern uygarlıkların olduğu teorimize 1969 yılında yapılan bir keşifle devam ediyoruz. Leningrad Üniversitesi'nden Profesör Leonidov Mar-madjaidjar bir mağarada insan iskeletleri buldu. Fosillere Karbon-14 testi uyguladı. Ve yaşlarını ilkin 20.000 sonrada 100.000 yıl olarak tespit etti. Gerçekte ilginç olan nokta iskeletlerde görülen ameliyat izleri idi. Marmadjaidjan'ın raporu SSCB Bilim Akademisine sunulup kabul edildi. Raporda belirttiğine göre "Ameliyat" izleri kaburga kemiklerinde ve bugünkü deyimiyle "Kalp Penceresi" hizasında görülüyordu. Dikkat edilecek nokta hastanın ameliyattan sonra en azından 3-5 sene yaşamış olmasıydı. Yıllar önce TRT ekranlarında izlediğimiz İpek Yolu Belgeseli'nde yer alan kentlerdeki hayattan günümüz kentlerindeki yaşantının pek farkının olmadığıydı. İşte bu ilginç keşif aslında bu konuda ilk değildi. İsrail, İran ve Fransa'da bulunan insan


iskeletlerinde bu ameliyatların benzerleri ortaya çıktı. 5 bin yıl öncesine ait bir Mısır Papirüs'ünde mızrakla kalbinden yaralanan bir askerin ameliyatından söz edildiğinden daha önce bahsetmiştir. İlkel çağlar diyerek geçip gittiğimiz devirlerdeki bu modern tıp vakalarını nasıl açıklayacağız. O zaman Mu Kıtası Uygarlığının varlığını kabul etmek zorundayız. Batılı ve ABD'li bilim adamlarının bunu kabul etmeyeceklerini biliyorum. Onlara göre biz Türkler ilkel kabile hayatından gelmiş, birer kavimler topluluğuyuz. Bir yere yerleşip orada uygarlık kurmadığımız empoze edili—135 — ALI BEKTAN yor. Böyle bir şey söz konusu değil, gerçek olan dünyada ilk çağlarda öyle büyük bir medeniyet var ki, Türkler de bu medeniyetin sahibiler. Bunu inkâr etmek mümkün değil, her geçen gün yapılan arkeolojik keşiflerde ortaya yeni bulgular ve tarihler çıkıyor. Aslında burada Hıristiyan Kilise'sinin ortaya attığı insanlığın ortaya çıkışının 6 bin yıllık düşüncesi de çökmüş oluyor. Zaten Türkiye de buna karşı çıkan ilk Mustafa Kemal Atatürk olmuştur. 2'nci Dünya Savaşı'ndan sonra bilim geliştikçe ortaya çıkan ciddi keşifler insanların, insan olarak yaratıldığı, Maymun soyundan gelmediğini gösteriyor. Buna dayanak ben de şunu soruyorum: İnsan maymun soyundan geldiyse, şimdiye kadar hiç insanlaşan bir maymun gördünüz mü? Teknoloji ileri olmasına rağmen bir maymun konuşabiliyor mu? İnsanlar gibi hareket edebiliyor mu? Hiç biri yok. Eğer maymun zeki ise bir şeyler öğretir bırakırsınız, bunun zaten örnekleri de var. Gerçek olan şu ki insan Dünya Gezegeninde insan olarak ortaya çıktı. Adem ile Havva olayı doğru, çünkü Allah onlara akıl ve zekâ vererek hayata başlamalarına imkân tamdı. Soyundan gelenler ise büyük uygarlıklara imza attı. — 136 — TÜRKLER VE UZAYLI ATALARI UZAYI BİZDEN ÖNCEKİ UYGARLIKLAR VE ATALARIMIZ FETHETTİLER insanoğlunun havada uçmak isteği çok eski çağlardan beri olmuş, bu istek Yıldızlara gitmekle doruk noktasına ulaşmıştır. 4700 yıllık bir Babil eseri olan Etana Destaru'nda Eta-na'nın uçuşunu anlatan bir şiir yer alır: "Kartal Seni Anu'nun tahtına götüreceğim dedi. Gökyüzünde bir saat yükseldiler. Sonra Kartal "Aşağıya bak. Dünya neye benziyor," dedi. Etana aşağıya bakınca dünyamn bir tümsek, denizin de bir kuyu gibi durduğunu gördü. Böylece bir saat daha uçtular: Sonra Etana yine aşağıya baktı: Şimdi dünya bir değirmen taşı, deniz de bir kazan olup çıkmıştı. Üçüncü saatten sonra dünya bir toz zerresinden ibaret kalmış, deniz görünmez olmuştu. Babil Olimposunun Zeus'u diyebileceğimiz Ajm, Göksel Derinliklerin Tanrısı yani, Uzayın Tannsı idi. Etana'nın bu uzay uçuşu şimdiki uzay uçuşlarının aşamalarına tam tamına uymaktadır. Anu'nun tahtının bir başka gezegen olması mantıklıdır. O çağdaki insanların bunları hayal ederek yazdıklarını ileri sürmek pek mantıklı değildir. İlkel insanlar teknolojik bir olay veya cisim gördüklerinde bunu doğadaki canlılara benzetirlerdi. Gökyüzünün kralı olarak ta Kartal kabul edildiğine göre Etana'da bindiği uzay gemisini ona benzetmiştir. Böylece Dünya ile Uzay arasında bağlantı söz konusu olurken Atalarımızın bu olayları bilmesi ilginçtir. Üstelik Dünya'nm yuvarlak olduğunu ve uzaklaştıkça küçüldüğünü biliyorlardı. Bunu öğrenmekde ancak uçan bir cisim ile yolculuk yapılarak gerçekleşebilir. Mezopotamya Uygarlıklarını da kuranların kökleri Ortaasya'dan giden atalarımız olduğuna göre Dünya -Uzay bağlantısı içersinde Türkler var olmuş oluyorlar. "Bu yerde Hava yok,derinliği ölçüye sığmıyor, her yeri de en zifiri geceler kadar karanlık." Bu anlatım bir astronotun — 137 — ALI BEKTAN uzay tanımlaması değil Mısırlıların 4000 yıldan daha eski olan ÖLÜLER KİTABI'ndan bir bölüm. İşte uzaya gidenlerin anlatımı budur. Gitmeden bunları bilemezsiniz. Teknolojik olarak geliştikten, Ay'a gidildikten


sonra ve Uydular fırlatılınca biz bu bilgileri yeni elde ettik. Günümüzden binlerce yıl önce yaşayanlar bunları rahat bir şekilde anlatıyorlardı. 2'nci yüzyılda yaşamış olan Grek Düşünürü Lucian, Ön Asya ülkelerini, Suriye ve Mısır'ı gezdikten sonra VERA HİSTORİA adlı kitabını yazdı. Roman diyebileceğimiz bu kitapta Apollo 8'in yolculuğunu andıran bir ay gezisini anlatıyor. "Böylece yedi gün ve bir çok geceler boyunca gökyüzündeki yolumuzu sürdürdükten sonra 8'nci günümüzde havada bir çeşit dünyayla karşılaştık. Burası geniş, parlak, yuvarlak bir adaya benziyor, çevresine olağanüstü parlaklıkta bir ışık saçıyordu" Lucian'ı kimlerin Ay'a götürdüğü bilinmi-yor,ama yaptığı yolculuk gerçek olarak önümüzde duruyor. Ay'ın kozmik bir dünya olduğunu nasıl biliyordu. İşte Dünya -Uzay arasındaki bağlantılardan bir tanesi daha bizim görüşümüzü desteklemektedir. Çin'in tarih folklorunda İmparator Yao'nun mühendisi olan Hou Yih'in Uzay Mühendisliği konusunda da bilgisi vardı. M.Ö 2309 yılında Yih Göksel bir kuşa binerek aya gitmeye karar verir. Bu Göksel kuş ona güneşin doğuşunun tepeye ulaşmasının ve batmasmın zamanını dakikası dakikasına söyler. Yih'e bu bilgileri veren şey "Kuş"un içindeki bir bilgisayar mıydı acaba? Sonra da mühendisin "Işıklı bir hava akımına binerek göğe yükseldiği" anlatılır. Işıklı hava akımı onun ışınlandığını mı kastediyor?.. Yoksa bu bir jet uçağının bıraktığı egzos dumanı olabilir mi? Ayın yüzüne indiği zaman Çinli astronot "Donmuş gibi duran ufukları" görür ve orada "Büyük Soğukluğun Sarayını" kurar. — 138 — TÜRKLER VE UZAYLI ATALARI Hou Yih'in karısı Çang Ngo da bir bayan astronottur. Eski Çin yazılarına göre O da kocası gibi bir ay yolculuğu yapar. Ay'ı şöyle tanımlar: "Billur gibi parlak, son derece büyük ve çok soğuk, ışıklı bir küreydi. Ayın ışığı güneşten doğuyordu." Evet; 4350 yıllık bir söylenceyi masal olarak kabul edemeyiz çünkü anlatılanlar gerçeğe son derece uygundur. Asırlar sonra bunu Apollo ll'in astronotları; ayın toprağının gerçekten cama benzediğini, havasının da çok soğuk olduğunu gördüler. Gölgede kalan yanı bizim kutuplarımızdan da soğuktu. imparator Yao çağlarından kalma bir başka olaya geçelim. Çin'de 4'ncü yüzyılda yayınlanan ve çok eski kaynaklardan yararlanılarak meydana getirilen ESKİ MASALLAR DERLEMESİ "Bu çağda bir gece denizde parıl parıl aydınlatılmış dev boyunda bir gemi, görüldüğünü yazar. Işıkları gündüzün söndürülen bu gemi aya da yükseliyor, yıldızların arasında gezebiliyormuş. Bu yüzden halk arasında "Yıldızlardan Sarkan Gemi" ve "Ay Teknesi" adıyla anılıyormuş. 20'nci yüzyıldan bu yana Uzay Yarışı ABD ve Rusya arasında olurken 4350 yıl önce bu yarışı Çinliler mi kazandı. Eski kitap hem denizde hem havada hem de uzayda gezebilen bu dev geminin 12 yıl süreyle ortalarda görüldüğünü yazıyor. Çin'li şair Çu Yuan M.Ö 340-278 Lİ SAO adındaki eserinde bir uzay yolculuğunu anlatır. Bu yolculuk hayali gözükse bile bize Uzay'ı anlatmaktadır. "Güneş sürücüsüne yalvardım, oyalansın -Kayan ışınlarla biz oradan kaçıp gitmeden, önümüzde yol uzun, karanlıklar derindi. -Yitik rüyalarımın ben peşinde koşarken/'Çin'li şairin anlattıklarını uzay gemisiyle yıldızlara gidecek olan astronotlar da aynı şekilde yaşayacaklar. Çinin eski kitaplarından Sİ ÇİNG'de yazıldığına göre Kutsal İmparator yeryüzündeki suç ve günahların arttığını görünce "Li ve Çong'a dünyayla gökyüzü arasındaki bağlan— 139 — ALI BEKTAN tiyi kesmelerini emrediyor. Ondan sonra da yerle gök arasında inip çıkma olmadı" deniliyor. Çok eskiden yerle gök arasında gidip gelmenin olduğu daha sonra bunların durduğunu okumak bize inanılmaz geliyor. Şimdi burada ilginc^bir yorum yapmak istiyorum: Benim ana


teorim Türkler'in de Uzayla bağlantıları var yönündedir. Düşünün aynı coğrafya üzerinde bulunan Çinliler ile Türkler yüzyıllarca birbirleriyle hem savaştılar, hem de ticari ve kültürel bağlar kurdular. Peki bu arada Çinliler Uzay'daki başka gezegenlere gidebildiğine göre Türklerden de gidenler olmadı mı? Mutlaka olmuştur. Ama hangi gezegenlere Güneş Sistemindekilere mi yoksa yakındaki yıldız sistemlerine mi. Ayrıca ilginç bir nokta daha var. Türkler ile Çinliler arasında çok kanlı savaşlar olmuş peki bu savaşlar sırasında Uzaylılar taraf tuttular mı yoksa tarafsız mı kaldılar? Genel anlamda bakıldığında şu sonuç ortaya çıkıyor Savaş sadece iki milleti ilgilendiriyor ve acaba Uzaylılar tarafından: "Biz üstün teknolojimizi bir tarafa vererek karşı tarafın tamamen yok olmasını istemiyoruz," şeklinde mi düşünülüyor. Çin Uygarlığı da insanlık tarihinin en ilginç, bilgi dolu ve köklü medeniyetlerinden biridir. O zaman şunu rahatlıkla söyleyebiliriz: Uzayh'lar Dünyada yaşayan milletlerin savaşlarında tarafsız kaldılar. Bundan amaç insanoğlunun gelişimini tamamlaması olabilir. İslâmiyet'in kurucusu Büyük Peygamber Hazreti Mu-hammed'in hadisleri arasında dikkat edilmesi gerekenlerden iki tanesini buraya alıyorum. Yüce Peygamber " İlim Müslüman'ın kaybettiği bir Hazinedir. Her yerde arayıp Bulmalıdır," ve " İlim Çin de bile olsa arayınız," derken İslâmiyetin İlim'e verdiği değeri göstermektedir. O zaman her müslüman ilim konusunda araştırma yapmak zorundadır demek istiyor. Şu anda Dünya Müslümanlarının ilimden ne kadar uzak oldukları acı bir gerçek olarak önümüzde duruyor. Biz yine eski çağlardaki Dünya ve Gökyüzü arasında olan bağlantılara dönelim. Hindistan'ın en eski kitaplarından biri olan Samaranaga Sutradhara'da geçmiş çağlarla ilgili akıllara durgunluk veren bölümler vardır: "İnsanların gök gemile— 140 — TÜRKLER VE UZAYLI ATALARI riyle boşlukta dolaştıklarını ve havadan yere göksel varlıkların indiklerini anlatır" işte teorimizi destekleyen bir başka örnek daha: Rig Veda'da çok eski çağlarda "Tanrıların yeryüzüne sık sık indiklerini ve bazı insanların gökteki ölmezleri ziyaret edebilme ayrıcalığına sahip olduklarını" okuyoruz. Hintlilerin efsaneleri eski bir Altın Çağ'da insanların gökyüzüyle ve gökteki Tanrılar veya Uzaylılarla bağlantı halinde olduklarını gösteren öykülerle doludur. Eski Sanskrit yazıları Himalayalar'da sönmez lâmbalarla aydınlatılmış yer altında oturan Nagaları anlatmaktadır. Nagalar aynı zamanda uçmasını da bildiklerinden dolayı gökyüzünde uzun yolculuklara çıkarlardı. Bu kişilerin mağara saraylarını aydınlatan sönmez lâmbalar ışıyan birer mücevher şeklindedir. Bu anlatımlara göre Himalaya Dağları'nda bir Uzay Üssünün kurulmuş olması akla yatkın görünmektedir. Bugün belki vardır belki de yoktur ama Uzaylıların var oldukları ve Dünya insanı ile içice yaşadığı çağlardan kalan kayıtlar bizim teorilerimizi desteklemektedir. Asya kıtası içersinde Türk Toprakları, Çin ve Hindistan arasında oluşan üçgen bize üç ilginç uygarlığı gösteriyor. Bunların Uzaylılar ile görüştüklerini biliyoruz. Türk Efsanelerini böyle yorumladığımızda ortaya inanılmaz gerçekler çıkıyor. Çin ve Hint Efsanelerinin yanı sıra yazılı kitaplarında anlatılanlar Dünyamıza gelenlerin Atalarımızla da temasa geçtiklerini ispat ediyor. Mahabarata'nm beşinci cildinde bir cümle var ki ancak tek bir anlama yorumlanabilir. "Başka Yıldızlarda ki Hayat." Kitaptaki tabir şu: "Kusursuzların ve Tanrıların oturduğu boşluğun ucu bucağı yoktur. Bunların oturduğu güzel yerler sayısızdır." Başka gezegenler konusunu böyle net açıklayan ifadeler binlerce yıldır bilindiği halde günümüzde ortaya çıkan bilim adamlarının hiçbir bilgiye sahip olmadan, saçma sapan konuşarak Uzaydaki hayatı kabul etmemeleri bilim adamlarının karşsında sadece bir komedidir. Bir çok Türk Pilotunun gördüğü UFO'ları açıklamalarını gerçekleri saptırarak yo-


— 141 — ALI BEKTAN rumlamaya çalışan bazı Türk Bilim Adamlan bu olayları başka şeylere bağlarken komik durumlara düşüyorlar. OĞUZ KAĞAN DESTANINDAKİ UZAY GEMİSİ Bu kitabı yazmaya başlamadan önce Türk Efsanelerinde-ki ilginç olaylar hep dikkatimi çekmişti. Bilge Karınca Yayınları'nın sahiplerinden Lâtif Uğurtekin ile bu efsaneleri konuşurken, konu biranda bu efsanelerin bugünkü teknolojilerle açıklanabileceği konusuna döndü. Zaten üzerinde çalıştığım bir kitap projesi vardı. Orada da kaybolan uygarlıkları araştırıyordum. İster istemez bu fikir oluştu, zaten bilgiler hazırdı. Önemli olan bunları kitaplardan toplayıp bağlantıyı sağlamaktı. Türk Tarihi'nde çok ilginç olaylar ve savaşlar söz konusu idi. Türkler düşmanlarıyla yaptıkları savaşlarda bazen yok olmanın eşiğine geliyor, sonra bir güç veya güçlü birileri gelip yardım ediyorlardı. O yardım ile Türkler yeniden ayağa kalkıyor, çoğalıp düşmanlarını yenip, kaybettikleri topraklarını geri alıyorlardı. Ergenekon Destanı bunun en dikkat çekici bir örneğiydi. Kökleri Mu Kıtası Uygarlığına dayanan Atalarımızın diğer yakın bölümü ise başka gezegenlere gidip geliyorlardı. Ne zaman ki kıta batınca; bu gidiş geliş önceleri durmuş, sonra Asya'da kalanlara gelip girmeye başlamışlardı. Bu arada kurulan şehirlerde ise Uzay dışı akrabalarımızın yardımları da söz konusuydu. Böylelikle ortaya modern şehirler çıktı. Zaten Asya'ya Mu Kıtası var iken bile gidip geliyorlardı. Gobi Çölü o devirlerde bereketli topraklara sahipti. Uygur İmparatorluğu ise M.Ö 17 binlerde Avrupa'ya kadar her yeri etkiliyordu. O zaman Batılı Antropologlara ve Arkeologlara sormak gerekir Türkler'in kökenini neden beş bin yıla sığdırmaya çalışıyorlar. İşte üzerinde düşünülmesi gereken soru budur? Osmanlı İmparatorluğu'nun son yıllarında ortaya çıkan Turancılık Akımını savunan aydın kesimi, bilmeden Bablıla— 142 — TÜRKLER VE UZAYLI ATALARI nn ekmeğine yağ sürdü. Yapılan keşifler ise bu tezi çürüttü. Burada yapılan tarihi hata söz konusudur, l'nci Dünya Savaşı bittikten sonra ülkeden ayrılan Enver Paşa Ortaasya'ya giderek tüm Türkleri birleştirip bir ordu kurarak tekrar Anadolu'ya gelip, ülkeyi düşmandan temizlemeyi düşünüyordu, bu hayalinin faturasını ise canıyla ödedi. Bu konuda pek fazla bir yorum yapmayı düşünmüyorum. Benim burada ki düşüncem 'Türkler dünyaya medeniyeti taşıyan bir ırka mensuplar. Bizim ya' in akrabalarımızdan bir bölümü ise başka gezegenlerde yaşıyorlar. Sık sık dünyaya gelip bizi izliyorlar. Büyük tehlike anlarında ise bize yardım ediyorlar. Bu Teorinin en büyük desteklerinden bir tanesi Anadolu'da görülen UFCyiar ve Medya ya yansımayan bu olayları yakından izleyen binlerce insanın var olması. Onları dost olarak kabul etmesidir. Oğuz Kağan Destam'nda ki bu ilginç ev olayını mantıklı olarak şöyle açıklayabiliriz: "Oğuz Kağan yine yolda büyük bir ev gördü. Bu evin duvarı altından idi. Delikleri (Pencereleri) dahi gümüşten, damı demirden idiler. Kapalı idi. Aç Kıç (Anahtar) yok idi. Ona yarlığı kırdı ki: "Sen burada kal aç. Damı açtıktan sonra gel orduya deyip gitti. Bundan sonra ona Kalaç adını koydu. İleri gitti." Şimdi bu ev olarak anlatılan şey nedir. Modern cihazlarla donatılmış bir ev mi? Yoksa görev nedeniyle gelen bir uzay gemisi mi? Ya da bir uzay kapsülü mü? Şimdi onu bir uzay gemisi olarak tarif edersek ekip dünya'ya indi. O sırada ordusu ile oradan geçen Oğuz Kağan evi gördü. Onu inceledi, içine giremeyince bilgili birisini bırakarak yoluna devam etti. Ondan sonra ne olduğunu bilmiyoruz. Kabile hayatım bize uygun gören Batı Medeniyetine bu destan ile cevap vermek bile güzel. Biz Asya da rahat bir şekilde yaşarken Avrupalıların atalan mağaralarda yaşıyordu. — 143 —


ALI BEKTAN Uygurların Göç Destanı'nda da Han olarak seçtikleri Buğu Han da gökten inmedir. Açılan ve içinde beş odası olan bir ağaçtan doğmadır. "İki ırmak arasında bir ulu ağaç vardı. Bir gün bu ağaca gökten mavi bir ışık indi. Işıkla birlikte tatlı bir müzikte yayılmaya başladı. Yer-Gök günlerce bu ışığın aydınlığı ve bu tatlı ezgileriyle doldu. Bir yandan da ağacın gövdesi şişmeye başladı." Yüksek teknolojik ürünleri gören insanlar bu modern araçları gördükleri zaman bunları doğadaki eşyalar veya hayvanlara benzetirler ve tanımlamaya çalışırlardı. Bu efsanede anlatılan gökten inen ağacın bir UZAY GEMİSİ olduğu belli olmaktadır. Hatta içine girildiği bile görülüyor. Çünkü beş odası var deniliyor. Uçan bir aracın en kolay tarifi de onu kuşlara benzetmektedir. Çünkü uçan tek varlık kuştur. Ormana gittiğinde onu uçarken görmektedir. Daha önce de değinmiştik; Türk Mitolojisinde Kumarbi Efsanesinde Alalu'dan kuş gibi göğe Uçan Anu'dan söz edilmektedir. Altayhlarm Köğütey Destanı büyük ve kahraman bir kuş olan Kağan Kerede ile Kara Batur'un mücadelesini anlatmakta. Eti(Hitit) efsanesi "İUuankaş" ise gökyüzünde 6 kır atm çektiği bir arabayla gezen Tanrıça Inuraş anlatılmaktadır. Bu efsaneleri yorumlamaya başladığımızdan bu yana ilginç bilgilere ulaşıyoruz. Efsanelerin gerçeklik payı olduğu artık kabul edildiğine göre, oralarda anlatılan olayları ve nesneleri incelediğimizde bunları 21'nci yüzyıl teknolojisi ile yorumladığımızda birer teknolojik harikalar olduğunu görüyoruz. — 144 — TÜRKLER VE UZAYLI ATALARI ÖZBEKİSTAN'DA BULUNAN KAYA RESMİNDE UZAYLILAR VAR 1961 yılında Özbekistan'ın Navai kentinin yakınlarında bulunan bir kaya üzerindeki resim çok ilginçtir. Bu resimde çevresi ışınlarla sarılı bir aracın içinde gururlu bir tavırla duran bir adam var. Etrafındaki adamların yüzlerindeki garip maskeler solunum cihazlarını andırıyor. M.Ö 5000 yıl önce çizilen bu resimi yorumlayan Rus Bilim Adamları "Bir uzay gemisiyle yere inen ve soluyabilmek için özel maske kullanan Uzaylı kozmonotlara benzettiler." Esrarlı resimde "Koz-monot'lardan başka bir adamla bir kuzu, bir keçi, diz çökmüş duran yüzü maskeli bir başka adam var. Bu maskeli adamın araç içindeki gururlu varlığa saygı duruşunda bulunduğu anlaşılıyor. Türkler'in Ortaasya'ya hakim olduğu dönemlerden kalan bu resim bize atalarımızın uzaylılarla bağlantısına ilginç bir örnektir. Uzaydaki büyük uygarlıklardan gelenler dünya insanlarını eğittiler. Bunların arasmda bizim atalarımız Turanlılar da bulunuyordu. Ayrıca köklerimizin yer aldığı Mu Kıtası'ndaki büyük medeniyet de onların eseriydi. Tufan ile Pasifik Okyanusunun derinliklerine giden ve 64 milyon insanıyla kaybolan kıta bizim ilk atalarımızın yaşadığı toprak parçasıdır. Babil-Mısır-Hindistan ve Meksika Uygarlıklarını kuranlarla akraba olduğumuza göre onların başka gezegenlerden gelenlerle kurdukları ilişkiler sonucunda dünyamızda medeniyet gelişme göstermiştir. Bugün sahip olduğumuz bilgiye o zamanlar ulaşabilen Atalarımızın efsanelerini yorumladığımızda Türkler'in dünya'nın en ileri uygarlıklarım kurduklarını anlamış olacağız. Gökten inenleri Tanrı yerine koymak ilkel kavimlerde olurken, onlarla bilgi alış verişi yapanların da belli bir zekâ — 145 — ALI BEKTAN seviyesine sahip olmaları gerekiyor. Meksika ve Peru'da modern kentler kuran Aztekler ve Mayalar köken olarak Mu Kı-tası'ndan gittiler. Dünya'nm O ücra köşesinde tarihe damga vurdular. Mustafa Kemal Atatürk'te bu sırrı öğrenip, bildiği için 1930'lar da o araştırmaları yaptırarak Türkler'in kökenlerini araştırtmış oldu. Yeni kurulan Türkiye Cumhuriye-ti'nin binlerce işi varken bu konuda araştırma yaptırtmak onun büyüklüğünün başka bir göstergesidir. 20'nci yüzyıl başlarında çöküş içerisine giren Osmanlı Devleti'ni bir


arada tutmak için ortaya atılan Turancılık fikrinin de yeni arkeolojik keşifler nedeniyle herhangi bir anlamı kalmamıştır. Mustafa Kemal, Turancı fikirlere sahip olmakla birlikte Cumhuriyeti kurarken bu düşünceyi hemen ortaya sürmek istememiştir. Türkler dünyanın oluşmasından hemen sonra ortaya çıktılar ve Uzaydan gelen destek ile de medeniyetlerini kurdular. Sonuç muhteşem bir başarı oldu Tarihe Atalarımızla damgamızı vurduk. Mu Kıtası'nın batışını ve sebeplerini önceki bölümlerde açıklamaya çalıştım ve yeri geldikçe yine batış sebeplerine temas edeceğim. Bildiğiniz gibi günümüzden yaklaşık 12 bin yıl önce gerçekleşen Tufan dünyayı alt üst ederken iklimleri de değiştirmiş oldu. Sonuçta yeni doğan nesillerle birlikte dünya da hayat yeniden başlamış oldu. -146 — TÜRKLER VE UZA.YLI ATALARI TÜRK MİTOLOJİSİNDE TEK TANRI İNANCI Türkler'in Ortaasya'da Tek Tanrı inanana sahip oldukları daha yeni anlaşılıyor. Ruh ve Ahiret inancının yanı sıra yapılan her işte elde edilen başarının Tengri sayesinde olduğu açıklanırdı ve kabullenilirdi. Ortada atalarımızın dinini anlatan yazılı kutsal bir kitap yoktur. O devirlerden günümüze gelen yazıtlar ve efsaneler sayesinde bunları öğrenebiliyoruz. Sümerlerde Tann'ya Tengri, denilirken Gök Tanrı ve Yüce Tann gibi adlarla da adlandırılması ilginçtir. Gök (mübarek, kutsal, semavi, kutlu) anlamına gelirken göğün kutsallığı Türkler'de ön plâna çıkmaktadır. Türklerdeki inanç anlayışı Tanrı'yı bir ve üstün, yüce kudret ve kuvvet olarak bilmek ve bütün kâinatı onun yarattığı varlıklar olarak görmek ve ona yönelerek yakarmak ve bazen de onun göğün enginliği içinde bulunduğuna inanmak gibi özellikler göstermektedir. Bazı Tabiat güçleri ilah-laştırılmışsa da her zaman tanrının varlığına inanılırdı. Dünya'nın yaratıcısı tek Tanrı kavramı hakkında Ihni Fadlan Oğuzlarla ilgili yazdığı bir kitapta şu açıklamayı yapar. Oğuzlar bir haksızlığa uğradıklarını sezdikleri zaman, başlarım göğe kaldırarak: "Bir Tengri..." derler. Şimdi bu düşünceyi incelediğimiz zaman, 20'nci yüzyılda görülen binlerce UFO olayında temasa geçen bazı kişile-re,Uzaylılar Evreni yaratan Tek Tanrı'dan bahsediyorlar. O zaman Ortaasya'da yaşayan atalarımızın da aynı inana paylaştığını görmek, İslâmiyet'teki Tek Tanrı inancının binlerce yıl önce var olduğunu göstermektedir. Mitoloji'deki anlatımlar içersinde: "Gökten inen Ateş Gök Tanrısının oğludur." Bu anlatım bize, bir Uzay gemisinin yanan ışıklar içersinde dünyaya inmesini ve içinden de bize benzeyen insanların çıktığını anlatıyor. Onlar yardım için gelirlerken anlatımlar Gökten inen ateş olarak geçmektedir. — 147 — ALI BEKTAN Mitoloji'de yer alan Bilge Kağan'm bir sözü çok anlamlıdır. Bilge Kağan 716 yılında tahta çıktı. Kendisinden küçük kardeşi Kül-Tegin (Gültekin) ve kayınpederi Tonyukuk ile birlikte ülkelerini başanyla idare ettiler. 734 yılında zehirlenerek öldürüldü. Bilge Kağan kendi adına diktiği anıtta, gelecek nesillere şöyle sesleniyor. "BEN GÖĞE BENZER GÖKTE MEVCUT OLAN TÜRK BİLGE KAĞANIM" Bu söz benim tezime destek veren anlamı taşımaktadır. Göğe benzer gök anlamı, başka bir gezegen anlamına geliyor. Sanki kendisi görevli olarak Türkler'in basma Hakan olarak gönderilmiş gibi bir ifade ortaya çıkıyor. Kağan yazıtlarda neden başa geçtiğini şöyle açıklıyor: "Ben Milletimizin böylesine bitkin ve ümitsizlik içerisinde kıvrandığı bir sırada Tanrı böyle istediği için ve kendim Türk Milletini kurtarmak için Kağanlık tahtına oturdum. Da-ğüan milletimi toplayıp bütün, yoksul düşen halkımı varlıklı yaptım. Arzum ve gayem: Türk Birliğini korumaktı. Bütün Türkleri birleştirerek, aşiretleri millet haline getirdim" "Ey Türk Milleti..."


Yıkılmış ve yok olmak üzere bulunan milletimi dirilterek nasıl yeniden var ettiğimi bu taşa yazdım. Bu taşı okuyarak gerçekleri bilin. Artık seni yıkmak, seni yok etmek isteyen düşmanlarına aManmamalısm... Şimdi bu sözleri alm, Mustafa Kemal Atatürk'ün ortaya çıkışını ve Kurtuluş Savaşı'nı kazanmasını ve Türkiye Cumhuriyeti'ni kurmasına kurguladığınızda aynı olayı görürsünüz. Bilge Kağan anıtının doğu yönünde şöyle yazıyor: "Ben "Gök Tanrı" gibi gökte yaratılmış "Türk Bilge Kağan'im sözlerimi işitin. Bu sözler sonunda bizim akrabalarımızın veya atalarımızın bulunduğu gezegenleri Samanyolu Galaksi'sinde olma ihtimalini ortaya çıkartmıyor mu? Hatta yıldız sistemlerini de sayabilirim. Sirrus, Ülker gibi Bu kitapta anlatmak istediğim düşünceyi sık sık tekrar ediyorum ama iyice anlaşılmasını istediğim için böyle devam ettiğimi daha önce de ifade etmiştim. — 148 — TÜRKLER VE UZAYLI ATALARI GÖÇ DESTANI, GÖKYÜZÜNDEN GELEN DESTEK Uygur ilinde Hulin adında bir dağ vardı. Bu dağdan Tuğla ve Selenge adlı iki ırmak çıkardı. Bir gece bu iki ırmak arasındaki bir ağacın üzerine Gökten mavi bir ışık indLİki ırmak arasmda yaşayan halk bunu dikkatle takip etti. Mukaddes ışık, ağacm gövdesinde aylarca durdu. Ağacın gövdesi gittikçe kabarıyor: Oradan güzel musiki sesleri geliyordu. Bir gün ağacın gövdesi yarılarak içinden beş çocuk çıktı. Bu çocuklar beş ayrı odacıkta idiler. Ağızlarındaki emzikten süt emiyorlardı. Bunlar ışıktan doğmuş mukaddes çocuklardı. Halk ve Amirler onlara büyük saygı gösterdiler. Bu çocukların en büyüğünün adı Sungur Tigin, ikincisinin adı Kutur Tigin, üçüncüsünü, Tükel Tigin, dördüncüsünün Ur Tigin,be-şincinin adı Buğu Tigin idi. Bunların Allah tarafından gönderildiğine inanan Uygurlar, içlerinden birini Hakan yapmayı düşündüler. Büyük bir şölen yaparak tahta oturttular. Buraya kadar olan anlatımı teknolojiyi düşünerek çözdüğünüzde gökten inen mavi ışık'in Dünya'ya iniş yapmış bir Uzay gemisi olduğunu, kabarma olayının geminin kanatlarını açması, içindeki çocukların ise özel olarak Türk Milletine yardımcı olmaları amacıyla gönderildiği anlamı çıkıyor. Çünkü çocukların hepsi çok zeki ve bir tanesini Hakan yapıyorlar. Bir tür yönetici sınıf ortaya çıkmaktadır. Destanın ilerleyen bölümlerinde felâketlere neden olan Kaya'nın Çinlilere verilmesinin hikâyesi anlatılıyor. Aradan uzun zamanlar geçti. Bir gün Uygur tahtına .yeni bir hükümdar oturdu. Bu hakan Çinlilerle yapılan savaşlara bir son vermek için oğlu Tigin'e, Kiyu Liyen adlı bir Çin prensesi almayı tasarladı. Bu prenses, sarayım Hatun Da-ğı'nda kurdu. O çevrede Tann Dağı adında başka bir dağ ve onun güneyinde de Kutlu Dağ denilen büyük bir kaya vardı. Çin elçileri, bakıcılarla birlikte geldiler. Onlar kendi aralann— 149 — ALI BEKTAN da dediler ki:Hatun Dağı'tun saadeti bu kayaya bağlıdır. Bu hükümeti zayıflatmak için onu yok etmeli.'' Bunun üzerine Çinliler prenseslerine karşılık, bu kayanın kendilerine verilmesini istediler. Yeni Hakan yurt içindeki bu taş parçasını Çinlilere kıskanmaksızın verdi. Halbuki bu mukaddes bir taştı Uygur ülkesinin saadeti, bu tılsımlı taşın Türk bütünlüğünün ve yurt severliğinin sembolü olan bu kayanın yurtta kalmasına bağlıydı. O giderse, saadette giderdi. Fakat kolay götürülecek bir kaya değildi. Çok büyüktü. Onun için Çinliler kayanm etrafına odun yığıp ateş yaktılar. Taşı iyice kızdırdıktan sonra üzerine keskin sirke dökerek parçaladılar. Parçalanan taşlan arabalara yükleyip birer birer Çin'e götürdüler. Bu büyük olaydı: Vatandaki bütün kuşlar, hayvanlar kendi dilleriyle bu kayanın gidişine ağladılar. Yedi gün sonra da Tigin öldü. Memleket felâketten kurtulamadı. Halk rahat yüzü görmedi. Irmaklar kurudu.


Göllerin suyu tükendi. Toprak çatladı, yiyecek vermez oldu. Nihayet Buğu Hanın çocuklarından bir başkası yurda hakan seçildi. Onun zamanında memleketteki ehli, vahşi bütün hayvanların, bütün kuşların, bütün çocukların hatta bütün cansızların "Göç Göç" diye derin üzüntüyle bağırdıktan duyuldu. Uygurlar bu manevi işarete (ilahi emre) uyarak toplandılar. Yurtlannı bırakıp göçmeğe başladılar. Nerede durmak istedilerse bu sesleri duydular. Nihayet Beş Balık'm bulunduğu yere geldiler. Orda sesler kesildi. Uygurlar da burada durup beş mahalle (beş şehir) yaptılar. Adını Beş Balık koydular. Burada yaşayıp çoğaldılar. Bu efsaneyi modem teknoloji ile açıklamaya çalıştığımızda kayanın bir enerji yayan jeneratör gibi bir sistem olduğunu düşünelim. İklimi düzenleyen bu enerji dolu kaya sayesinde veya klima sayesinde insanlar mutlu yaşıyorlar. Çinliler savaşlarda Türkleri yenemedikleri için onları felâkete uğratacak bir şey anyorlar. Sonunda gönderdikleri prenses sa— 150 — TÜRKLER VE UZAYLI ATALARI yesinde bu sırrın efsanede Kaya olarak adlandırılan veya İleri teknoloji ürünü, büyük enerji yayan klima olduğunu öğreniyorlar. Sonuçta İklimi düzenleyen bu enerji yüklü kaya parçalanıp, Çin'e götürüldüğünde iklim bozuluyor. Herkes Bu yerlerde yaşanmayacağına inanıyor ve kendilerine yeni topraklar arıyorlar. Biz destanı sadece bir kaya parçasının anavatandan götürülmesinin getirdiği felâketler olarak görmüyoruz. Olayın mantıklı bir şekilde açıklamasını yapmak istiyoruz. Bu da 21'nci yüzyıl teknolojisi sayesinde olur. Peki bu sistemi kimler gelip kurmuşlardır. İşte üzerinde düşünülmesi gereken bir soru da budur. Acaba bu sistemi geliştirenler sakın Mu Kıtası'ndan gelen bilgili kişiler olmasın. Elbette olabilir. Göç olayı Türk Mitolojilerinde sık sık yer alan bir olgudur. Kitabın diğer bölümlerinde Kavimler Göçü Teorimi açıklamıştım. — 151 — ALI BEKTAN ATATÜRK İNSANLIĞIN KÖKENİNİN NEDEN MİLYONLARCA YIL ÖNCESİNE DAYANDIĞINI AÇIKLIYORDU Kurtuluş Savaşı sonrasında yeni bir devlet kurmak için hazırlıklara başlayan Mustafa Kemal Atatürk İzmir'deki bir toplantıya katıldı. Türk Ocağı Binası'nda toplanan Vilayet Halk Fırkası üyeleri ülkedeki meseleleri tartışıyorlardı. Konuşmaları dikkatle inceleyen o büyük lider şu ilginç görüşünü açıklıyordu: "Arkadaşlar zaman telakkisi çok mühim bir meseledir. Mesela Ödemiş kazasından kasaba ovasına yol lazımdır. Bu yol çok kıymetlidir. En nihayet bütün memleketi mütalaa ettiğimiz (düşündüğümüz) zaman ne kadar çok kilometre yol ihtiyacımız vardır. Bunlar hep yapılacaktır. Fakat zaman kavramını idrak etmek lazımdır. Dünya'yı dümdüz zannettikleri zaman, bu anlayışta olanlar onun 5-6 bin senede değil, ancak milyonlarca seneler zarfında meydana gelebilmiştir. Mükemmel bir eserin ani bir teşebbüsle vücuda gelmesi o kadar kolay değildir. Aynı zamanda düşünmek lazımdır ki bu noksanlar yarım asırlık bir ihmalin neticesi olsa idi, belki o kadar düşünmeye lüzum yoktu. Fakat bütün bu noksanlar asırların terakküm ettirdiği (yüzyılların biriktirdiği) noksanlardır. Bu nesil, hatta bundan sonraki nesiller çalışarak bu noksanları telafi edebileceklerdir. Ata'nın bu konuşmasını o yıllarda her zaman yaptığı konuşmalardan biri diye ele alırsak, onu anlamamış oluruz. 1920'li yıllarda çok ilginç bir teoriyi ileri sürüyor. Diyor ki: "Dünya'nın Yaradılışı 5-6 bin sene değil, milyonlarca yıla dayanıyor," diyor. Bu görüş öncelikle şunu söyleyeyim Kili-se'nin temel dini görüşüydü ve İncil'de böyle bildirilmekteydi. 20'nci yüzyılda bilim gelişmeye başladı. Atatürk'ten 50-60 yıl sonra Dünya'nın çeşitli yerlerinde yapılan Arkeolojik kazılarda yaşı 1 ile 3,5 milyon arasında değişen insan iskeletleri bulundu. O zaman Atatürk'ün haklı olduğu ortaya çıktı.


— 152 — TÜRKLER VE UZAYLI ATALARI Bilim dünyası'na hakim olan bu görüşü rededen Mustafa Kemal ilk iş olarak Türkler'in Kökenlerini araştırmaya karar verdi, ingiltere'de yıllarca süren araştırmalarını bastıran ve İnsanlığın İlk Kıtası Mu'yu anlatan Albay James Churc-ward'ın kitaplarını tercüme ettirdi. Çünkü Türkler'in köklerinin o kıtaya bağlı olduğunu biliyordu. Mustafa Kemal'in esrarengiz ve gizemli bir insan olduğu biliniyor. Onun söyledikleri o günler için inanılmaz sözlerdi. Ben bunları "Atatürk ve Parapsikoloji'"'' adlı kitabımda detaylı olarak yazdım. Churcward'ın kitaplarım okuduktan sonra notlar tutan Mustafa Kemal Dünya'da ki en büyük uygarlığı kuran Mu Kıtası sakinlerinin, Türklerle olan akrabalığına da inanmıştı. Cumhurbaşkanlığı döneminde Avrupa'da yayınlanan yayınları yakından takip ettirip isteten O muhteşem insan çeşitli yerlerde yaptığı konuşmalarında hem bize, hem de insanlığa çeşitli mesajlar verdi. Onun söylediklerinin hepsinin birer anlamı vardı. Söylenenler yıllar sonra çıkıyordu. İnsanoğlu'nun kökeninin milyonlarca yıl öncesine dayandığını iddia etmek 1924 yılında hiçte kolay değildir. Arkeologlar ve Antropologların yaptıkları çalışmalar sonucunda insanlığın milyonlarca yıla dayandığı bugün bilim dünyasında kabul edilmiştir. (*) Atatürk ve Parapsikoloji Ali Bektarı, 2002, Bilge Karınca Yayınları. — 153 — ALI BEKTAN MEVLÂNA'NIN BAHSETTİĞİ GÖKYÜZÜNDEKİ UYGARLIKLAR 13'ncü yüzyılın ünlü Tasavvuf isimlerinden bir tanesi olan Mevlena Celâleddin Rumî mesnevisinde gökyüzündeki uygarlıklardan bahsetmiştir. Onların dünya ile bağlantıları olduğunu ileri sürmüştür. Mesnevisinde şu dizeler açık bir şekilde Uzayı ve oradaki gezegenlerde yaşayanlan tasvir etmektedir: "Bu yeri yerdekiler için yaratmış olan, göğü'de göktekile-rin yurdu yapmıştır." "Yerde bir zayıf aman dilerse, gökyüzü askerleri birbirlerine karışırlar." Burada anlatılmak istenen göğü de göktekilerin yurdu yapmışür sözünde başka gezegenlerde yaşayanlar için gökyüzünün yurt olduğu anlatılmıştır. Mesnevi'nin ilerleyen bölümlerinde Kur'anda da bahsedilen İdris Peygamberden söz eder. Onun Satürn gezegeninde bulunduğunu dünyaya döndüğünde astrolojiyi ve astronomiyi uygulayıp öğrettiğini anlatmaktadır. "İdris Peygamber, yıldızların cinsinden'di. Onun için sekiz yıl Zühal'de kaldı. Zuhal, Doğularda da onun dostu oldu, Batılarda da. Herhalde onunla konuştu, onun sırlarına sahip oldu. Kaybolduktan sonra tekrar Dünya'ya gelince, yeryüzünde yıldızlar bilimine dair ders verdi." Mevlâna'nın anlattıklarına göre İdris Peygamberin Satürn gezegenine gittiği orada sekiz yıl boyunca eğitim gördüğü, daha sonra insanlara yardımcı olmak üzere Dünya'ya geldiği ortaya çıkıyor. Ezoterizm Araştırmacılarından bir gurubun ileri sürdüğü teoriye göre bu tür özel insanlar dünya — 154 — TÜRKLER VE UZAYLI ATALARI ya enkarne oluyorlar. Yani dünyada doğuyorlar, sonra görevlerini görevlerini yapıp, misyonlarını yerine getiriyorlar ve gidiyorlar. Ben bu teoriyi kabul etmiyorum. Bana göre o kişiler direkt olarak geliyorlar, ya da dünya da doğuyorlar, Başka gezegenlere gidiyorlar, sonra yeniden dönüyorlar. Bence arada bir direkt bağlantı söz konusudur. Mevlana da İdris peygamberin sekiz yıllık bir süre kaybolduğunu, Zuhal (Satürn gezegeninde) öğrenim gördükten sonra geri geldiğinden bahsediyor. Kur'an-ı Kerîm'de de İdris peygamberden bahsedilir: Meryem Sûresi 56


ve 57 Ayetler: "Ey Muhammed kitap ta İdris'e dair söylediklerimizi de an, çünkü o dosdoğru bir Peygamberdi. Onu yüce bir yere yükselttik." Âyetin hemen devammda İdris ' Peygamberin Tufan dan önceki nesile ait olan bir kişi olduğu son derece açık bir şekilde ifade edilir: Meryem Sûresi 58 ve 59 Âyetler. "İşte onlar Adem'in ve Nuh'la beraber taşıdıklarımızın soyundan, rbrahim ve İsrail'in soyundan ve seçip doğru yola eriştirdiğimiz, Allah'ın kendilerine nimet verdiği peygamberlerdendir. Onların ardmdan, namazı bırakan, şehvetlerine uyan bir nesil geldi. İşte bunlar azgınlıklarının karşılığını göreceklerdir." Böylelikle Antik çağlar öncesinde meydana gelen uygarlıklardan bahsedilmesi çok dikkat çekicidir. O uygarlıkların veya toplumların yok oluş nedenlerinin başında bilim ve teknolojide ne kadar ileri giderlerse gitsinler, sonuçta yozlaşıp Allah'ı unutmaları, bunun sonunda da bir doğal felâketle yok olmalarıdır. — 155 — ALI BEKTAN KUR'AN-I KERÎM'DE UZAY İLE İLGİLİ BİLGİLER. KUR'AN'DA EVREN'İN GENİŞLEMESİ 1400 YIL ÖNCEDEN BİLDİRİLİYOR Astronomi biliminin henüz gelişmemiş olduğu bir dönemde, 14 asır önce indirilen İslâmiyet'in kutsal kitabı Kur'an-ı Kerîm'de evrenin genişliğinden bahsediliyor. Zari-yat Sûresi'nin 47'nci Âyetinde "Biz göğü büyük bir kudretle bina ettik ve şüphesiz Biz onu genişleticiyiz," diye bildiriliyor. Âyette geçen "gök" kelimesi Kur'an'm pek çok yerinde uzay ve evren anlamında kullanılır. Burada da bu anlamda kullanılmıştır. Yani Kur'an "Evrenin genişleyici" olduğunu bildirmiştir. Bilimin bugün elde ettiği sonuç yüzyülar öncesinden açıklanmıştır. 20'nci yüzyılın başlarına kadar bilim dünyasında hakim olan tek görüş "evrenin durağan bir yapıya sahip olduğu ve sonsuzdan beri süregeldiği" şeklindeydi. Rus fizikçi Alexander Friedman ve Belçikalı evren bilimci Georges Lemaitre, bu yüzyılın başlarında evrenin sürekli hareket halinde olduğu ve genişlediğini teorik olarak hesapladılar. Bu gerçek 1929 yılında gözlemsel olarak da ispatlandı. Amerikalı Astronom Edwin Hübble kullandığı dev teleskopla gökyüzünü incelerken ona göre: "yıldızların ve galaksilerin sürekli olarak birbirinden uzaklaştığı bir evren ise bu sürekli "genişleyen" bir evren" anlamına gelmekteydi. Evrenin genişlemekte olduğu, ilerleyen yıllardaki gözlemlerle de kesinlik kazandı. Ancak bu gerçek, henüz hiçbir insan tarafından bilinmezken Kur7an'da asırlar önce açıklanmıştır. — 156 — TÜRKLER VE UZAYLI ATALARI 2002 Sonbaharındaki keşifte uzayın genişlediği ve düz olduğu teorisi yeniden onaylandı. Bilim Adamları Büyük Patlama dan arta kalan fosil ışınımı büyük bir hassasiyetle ölçmeyi başardılar ve evrenin "Uzaysal olarak düz" olduğunu doğruladılar. Paris'teki Ulusal Bilim Araştırmaları Merkezi, Archeops adı verilen uluslararası proje çerçevesinde Stratosferde balonlu uzay araştırmasına ilişkin açıklama yaptı. Açıklamaya göre çalışmalar, evrenin "Uzaysal bakımdan düz" olduğuna ilişkin sonuçlan doğruladı. Büyük Patlama'dan arta kalan ışınımın ölçülmesinin, evrenin oluşumunu anlayabilmek için çok önemli olduğunun vurgulandığı açıklamada, bu sayede evrenin yoğunluğu, yaşı ve genişleme oranının ortaya çıkarıldığı belirtildi.. Grenoble'daki Evren Bilimleri Gözlemevi'nden François-Xavier Desert "Son ölçümlerin, evrenin genişleme hızının arttığını da doğruladığını," ifade etti. Kur'an-ı Kerîm'de inamlmaz bir şekilde verilen haberlerin hepsi doğru çıkmıştır. Bilimsel konularda gelecekten verilen haberlerde veya matematiksel şifrelemelerde o dönemde hiçbir insan tarafından


bilinmeyen gerçekler Âyetlerde yer almıştır. Bu bilgilerin o dönemin teknolojik imkânlarının olmamasıyla ispat edilmesi imkânsızdır. Bu bilgilerin Allah'ın sözlerinin olduğu da doğrulanmaktadır. Her geçen gün ortaya çıkan bilimsel gelişmelerin Kur'anda bulunması ise bir tesadüf olmadığını göstermektedir. Kur'an'da Güneş ve Ay'dan bahsedilirken her birinin bir yörüngesi olduğu şöyle vurgulanır: "Geceyi, gündüzü, Güneş'i ve Ay'ı yaratan O'dur. Her biri bir yörüngede yüzüp gidiyor." (Enbiya Sûresi Âyet 33) Güneş'in sabit olmadığı, belli bir yörüngede yol almakta olduğu, bir başka Âyette de şöyle bildirilmektedir: — 157 — ALİ BEKTAN (Yasin Sûresi Âyet 38) "Güneş de, kendisi için tespit edilmiş olan bir karar yerine doğru akıp gitmektedir. Bu üstün ve güçlü olan, bilenin takdiridir." Kur'an'da bildirilen bu gerçekler, ancak çağımızdaki astrolojik gözlemlerle anlaşılmıştır. Astronomi uzmanlarının hesaplarına göre güneş, Solar Apex adı verilen bir yörünge boyunca Vega Yıldızı doğrultusunda saatte 720 bin kilometrelik muazzam bir hızla hareket etmektedir. Bu, kabaca bir hesapla, Güneş'in günde 17 milyon 280 bin km yol aldığını gösterir. Güneşle birlikte onun çekim sistemi içindeki tüm gezegenler ve uyduları da aynı mesafeyi kat ederler. Ayrıca evrendeki tüm yıldızlarda buna benzer plânlı bir harekete sahiptirler. Tüm evrenin bu şekilde yörüngelerle donatılmış olduğu, yine Kur'an'da şöyle haber verilmiştir: "Özen içinde yollar ve yörüngelerle donatılmış göğe and olsun" (Zariyat Sûresi Âyet 7) Evrende yaklaşık 200 milyar galaksi bulunduğu ve bunların içinde de 200 milyar yıldız bulunduğu bilim dünyasmda kabul ediliyor. Bu yüdızlann pek çoğunun gezegenleri ve bu gezegenlerin de uyduları vardır. Tüm bu gök cisimleri çok ince hesaplarla saptanmış yörüngelere sahiptir. Ve milyonlarca yıldır her biri kendi yörüngesinde diğerleriyle kusursuz bir uyum ve düzen içinde akıp gitmektedir. Bunların dışında pek çok kuyruklu yıldız da kendisi için tespit edilmiş olan yörüngede yüzüp gider. Evrendeki yörüngeler sadece gök cisimlerine ait değildir. Galaksiler de şaşırtıcı hızlarla plânlı ve hesaplı yörüngeler üzerinde hareket ederler. Bu hareketleri esnasmda hiçbir gök cismi bir diğeriyle çarpışmaz, yolları kesişmez. Kur'an'ın indirildiği dönemde insanlık günümüz gibi uzayı milyonlarca kilometre uzaklara dek gözlemleyecek teleskoplara, gelişmiş gözlem teknolojilerine, modern fizik ve astronomi bilgilerine sahip değildi. Dolaysıyla uzayın, Âyet— 158 — TÜRKLER VE UZAYLI ATALARI te bildirildiği gibi "Özen içinde yollar ve yörüngelerle donatılmış" olduğunu bilimsel olarak tespit etmek imkânsızdı. Bugün gelişen teknoloji sayesinde yeni yeni bilimsel bilgilere sahip oluyoruz. Evrendeki kusursuz düzenin sahibi Allah sadece bu dünyada mı insan yarattı? Evrende milyarlarca galaksi, yıldız ve gezegen olduğu ileri sürüldüğüne göre oralarda da bizim gibi insanlar yaratmak Allah için zor bir iş midir. Tabii ki değildir. Bize benzeyen insanların dışında, bizden daha akıllı insanlar yaratmış olamaz mı? Bizim bilmediğimiz hayvan veya bitki türlerinin dışında, ilginç hayat formatlarmın olduğu gezegenleri yaratmak o yüce yaratıcı Allah için çok kolay değil midir. Kolay olduğuna göre o zaman uzayda hayatın var olduğuna inanabiliriz. Göklerin Yaratılışı "O inkâr edenler görmüyorlar mı ki başlangıçta göklerle yer birbiriyle bitişik iken, Biz onları ayırdık ve her canlı şeyi sudan yarattık. Yine de onlar inanmayacaklar mı?" (Enbiya Sûresi 30) Âyetin "Birbiriyle bitişik" olarak tercüme edilen "ratk" kelimesi Arapça sözlüklerde "birbiriyle içice, ayrılmaz durumda, kaynaşmış"


anlamlarına geliyor, Yani tam bir bütün oluşturan iki maddeyi tanımlamak için bu kelime kullanılır. Âyette geçen "ayırdık" ifadesi ise Arapça "fetfc" fiilidir ki, bu fiil "ratk" halindeki bir nesneyi yarıp parçalayıp dışarı çıkması anlamına gelir. Örneğin tohumun filizlenerek topraktan dışarı çıkması Arapça da bu fiille ifade edilir. Şimdi Âyete tekrar bakalım, Âyette göklerin yerin birbiriyle bitişik yani /'raÖr" durumunda olduğundan bahsediliyor. Ardından bu ikisi "fatk" fiili ile ayrılıyorlar, Yani biri diğerini yararak dışarı çıkıyor. Gerçekten de Bing Bang'in ilk anını hatırladığımızda, tek bir noktanın evrenin tüm maddesini içerdiğini görüyoruz. Yani her şey hatta henüz yaratılmamış olan "Gökler ve Yer" bile bu noktanın içinde "ratk" halindeler. Ardından bu nokta şiddetle patlıyor ve bu yolla maddeler "fatk" oluyorlar. — 159 — ALI BEKTAN Allah'ın evreni yoktan var ettiğini bilimsel bir şekilde kanıtlayan Bing Bang bilimsel delillerle ispatlanan bir teoridir. Bazı bilim adamları alternatif teoriler üretmeye çalıştılar ancak elde edilen bilgiler Bing Bang'in bilim dünyasında kabul edilmesiyle sonuçlanmıştır. M.S 6'ncı yüzyıl sonlan ve 7'nci yüzyıl başlarında bildirilen bilimsel olayların 20'nci yüzyılda ispat edilmesi dikkat çekicidir. Kur'an'da ayrıca Allah'ın İbrahim Peygambere Burak isimli özel bir Hava Taşıtı tahsis ettiğini yazar "Allah, Hazret! Muhammed'in Burak'ını o zamanlar İbrahim Peygambere de vermişti. İbrahim Peygamber Burak'a biner ve bulunduğu yerden 35 günlük mesafedeki Mekke'ye bir gecede giderdi." (96/1:166) Hazreti Muhammed, Burak'tan şöyle bahseder: "Burak güneş gibi bir ışıkla parlıyordu. İki yanında iki kanadı vardı, dileyince havada kanatları ile uçup gidiyordu: bir rüzgâr gibiydi." Diğer bir Âyette Hazreti Muhammed Burak ile Mekke'den Kudüs'e gelişinden ve dünya dışı bir seyahatten söz eder: "Ta Kudüs'e geldik Orada gökten meleklerin indiğini gördüm. Beni karşıladılar Ansızın bir merdiven gördüm. Bir ucu bir büyük taşta idi, bir ucu da gökyüzüne uzanıyordu. İki tarafında direkleri ve ortasında basamakları vardı. O merdiven meleklerin yolu idi" Hazreti Muhammed'in Allah'ın huzuruna çıkarken gördükleri ise anlamlıdır: "Sonra İsrafil ile birlikte büyük ve karanlık bir denize vardık. İçersinde sayılamayacak kadar çok melek vardı. Bunlar hiç hareket etmeden bekliyorlardı.. Ey İsrafil, bu deniz ve melekler kim?" diye sordum. Bana Cebrail cevap verdi: "Onlar yer ve gök mahlûkatının çoğunu oluşturan meleklerdir. Birbirinden ayrı bu meleklerin genişliği 70 bin senelik mesafedeydi." Bu anlatım tarzından şu sonuç çıkmaktadır. Hazreti Peygamber Miraç olarak adlandırılan bu olay gerçekleşirken, — 160 — TÜRKLER VE UZAYLI ATALARI Uzay'ı da görmüş oluyor. Uzay'dan geçtikten sonra göğün katmanlannı aşıp Allah'ın huzuruna ulaşmış oluyor. Âyetlere devam. Şura Sûresi: 42/29 "Gökleri, yeryüzünü ve bunlar içinde üretip yaydığı canlıları yaratması da onun varlığının ve yüceliğinin delillerindendir." Nahl Sûresi: 16/49 "Göklerde ve yeryüzünde olan canlılar ve melekler, onlar hepsi de büyüklük göstermeden Allah'a secde ederler." Enbiya Sûresi: 21/19 "Göklerde ve yeryüzünde kimler varsa hepsi ona aittir." Hac Sûresi: 22/18 "Görmedin mi göklerde olan herkes ve ¦ her şey ve yeryüzünde bulunan herkes ve her şey, güneş, ay, yıldızlar, dağlar, bitkiler, hayvanlar ve pek çok insan gerçekten Allah'a secde ediyorlar, insanlardan çoğu da vardır ki onlara azap hak olmuştur" Nur Sûresi: 24/41 "Göklerde ve yeryüzünde bulunan ile kanatlarmı açıp çırparak uçan kuşların hep Allah'ı teşbih ettiklerini görmez misin?


Onların hepsi kendi dua ve teşbihini bilmektedir. Allah da hepsinin yaptıklarını bilir." Rad Sûresi: 13/15 "Göklerde ve Yeryüzünde kimler varsa onlar da gölgeleri de sabah akşam ister istemez Allah'a secde ederler." Nemi Sûresi: 27/87 "Sura üfürüleceği gün, Allah'ın diledikleri müstesna, göklerde kimler var, yeryüzünde kimler varsa dehşetle korkarlar ve hepsi de boynu bükük ve zelil olarak ona gelirler." Rahman Sûresi: 55/ 29 "Göklerde ve yeryüzünde kimler varsa hepsi ondan ister. O (Allah) her gün (her an) yaratma işindedir" Talak Sûresi: 65/12 "Allah yedi göğü ve yerden de bir o kadarını yaratmış olandır. Onun emri bütün bunlar arasında — 161 — ALI BEKTAN durmadan iner durur. Allah'ın bunları yaratıp emirler indirmesi onun gerçekten her şeye gücü yettiğini ve bilgisiyle her şeyi kuşatmış olduğunu bilmeniz içindir." Bu Âyetlerden anlaşıldığı kadarıyla Kur'an-ı Kerîm'e göre Uzaydaki başka gezegenlerde hayatın var olduğu oralarda yaşayan canlıların da Allah'ı teşbih ettikleri, onun bilgisinin ve varlığının onları kuşattığı görülüyor. Kur'an'ın tefsirleri Bilim adamları tarafından incelendiğinde daha bir çok bilgiye ulaşacağız. UFO olaylarının görülmesi üzerine görüşüne baş vurulan Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Nuri Yılmaz, Afyon'da görülen UFClar ile ilgili olarak ayrıntüı bir çalışma yapmadıklarını belirterek "İslâm dinine göre dünyanın dışmda hayat var mıdır? sorusuna, bizim görmediğimiz daha çok alemler var," diyerek açıklamada bulunuyor. Celalettin Yeniçeri Hocamızın görüşleri şöyle: Bazı gezegenlerde insan için uygun ortamlar olmalıdır. İnsan bu gibi yerleri bulup oralara gidebilirse onun yüce Allah karşısındaki durumunda genede hiçbir değişme olmaz. Allah yerküresi üzerinde istediği kulluğu oralarrda da ondan ister ve kainatın her yerinde O kendi Rab'lığmı ortaya koyar. İnsan onun karşısında daima aciz bir kul olarak kalır. İnsanlık böyle bir şeyi başarırsa buradan ayrılıp gidenler orada da aynı ilahi çağrının muhatabı olma durumundadırlar. Marmara İlahiyat Fakültesi Doçentlerinden Celal Yeniçeri yedi yıl boyunca Kur'an-ı Kerîm ve Peygamberimizin hadisleri üzerinde yaptığı araştırmalar sonucunda "başka gezegenlerde hayatın olacağı" sonucuna vardığını Uzay Ayetleri Tefsiri kitabında açıklıyor. Ülkemizde Ufoloji tarihle, arkeolojiyle ve kültürle yalan bir ilişki içindedir. Destanlarımızda dünya dışı varlıklar simgesel bir dille tasvir edilmektedir. Ortaasya Türkleri'nin efsanelerinde bu varlıklar "Uçan Tanrılar" veya "Uçan Cisimler" olarak nitelendirilmiştir. — 162 — TÜRKLER VE UZAYLI ATALARI Eski Türk inancına göre, Gökyüzü Tanrısı'nın tahtı, hem Ay'dan hem de Güneşten çok uzaktaki yıldızlarda bulunmaktaydı. Atalarımız aynaya benzer cisimlerin gökyüzünde dolaştığına ve yaydıkları ışıkların her yeri aydınlattığına inanıyorlardı. Uygur Türkleri'nin destanı "Varoluş" ta yine gökyüzünden gelen ve dünyalı kızları kendilerine eş olarak alan varlıklardan söz edilmektedir. Destanda bu ilişki sonucunda 19 Türk Kavminin doğduğu anlatılmaktadır. Türkiye'de ki antik harabelerde, gezegenimize yapılan dünya-dışı ziyaretlerle ilgili fiziksel kanıtlar da bulunmuştur. "Van'daki antik Tuşba kenti harabeleri arasında yapılan araştırmalarda 3000 yıldan fazla bir süreye sahip olduğu tahmin edilen bir heykel bulundu. Bir uzay aracı modeli olan 22 santim uzunluğunda, sekiz santim yüksekliğinde ve 7,5 santim genişliğindeki bu heykel, şu anda İstanbul Arkeoloji Müzesinde bulunmakta, fakat sergilenmemektedir. Aracın şekli ve yapısı günümüz uzay roketlerine çok benzemektedir. Heykelde fark edilebileceği gibi araç sürücüsünün giysisi ve oturuş biçimi modern astronotlarla tıpatıp aynıdır. Böylece teorimizi kanıtlayan bir belge daha bulunmuş olmaktadır. Bu heykelin daha yakından incelenmesi gerektiğini ifade ediyoruz.


KUR'AN-I KERÎM'E GÖRE YARATILIŞ 20'nci yüzyılın başlarına dek bilim dünyasının kabul ettiği görüş, evrenin sonsuz boyutlara sahip olduğu, sonsuzdan beri var olduğu ve sonsuza kadar kadar da var olacağı şeklindeydi. Statik yani durağan evren modeli adı verilen bu görüşe göre, evren için herhangi bir başlangıç veya sonsöz konusu değildi. — 163 — ALI BEKTAN Materyalist felsefenin de temelini oluşturan bu görüş, evreni sabit, durağan ve değişmez bir maddeler bütünü olarak kabul ederken, bir yaratıcının varlığını da redediyordu. 20'nci yüzyılda gelişen bilim ve teknoloji, materyalistlere zemin sağlayan "Durağan Evren" modeli gibi ilkel anlayışları kökünden yıkmıştır. 21'nci yüzyılın başlarında olduğumuz şu dönemde, evrenin bir başlangıcı olduğu, yok iken bir anda büyük bir patlamayla var olduğu modern fizik tarafından pek çok deney, gözlem ve hesapla ispatlanmış durumdadır. Ayrıca evrenin materyalistlerin iddia ettikleri gibi sabit ve durağan olmadığı, tam tersine sürekli bir hareket ve değişim içinde olduğu, genişlediği de saptanmıştır. Bugün bu gerçekler Bilim Dünyası tarafmdan kabul edümektedir. Kur'an-ı Kerîm'de evrenin ortaya çıkışı şöyle anlatılır: "O gökleri ve yeri yoktan var edendir." (Enam sûresi 101 Âvet) Kur'an'da verilen bu bilgi, çağdaş bilimin bulgularıyla tam bir uyum içindedir. Başta da bebrttiğimiz gibi kesin sonuç, tüm evrenin madde ve zaman boyutlarıyla birlikte bir sıfır arımda, büyük bir patlamayla orijinal adıyla "Big-Bang" teorisi ile ortaya çıktığı kabul edilmiştir. Bunun zamanım ise bilim adamları 15 milyar yıl önce olarak tahmin ederken, tek bir nokta olarak yokluktan meydana geldiğini kanıtlamışlardır. Big-Bang'den önce madde diye bir şey yoktur. Maddenin, enerjinin, hatta zamanın dahi bulunmadığı, tam olarak tanımlanabilecek bir yokluk ortammda, madde, enerji ve zaman bir anda yaratılmıştır. Modern bilimin ortaya koyduğu gerçek, Kur'an'da bize 1400 yıl önceden haber verilmektedir. Nasa'nın 1992'de gönderdiği Cobe Uydusunun hassas tarayıcıları BigBang'den sonra tüm evrene yayıldığı varsayılan radyasyonun kalmalarını buldu. Bu buluş evrenin yoktan var edildiği gerçeğinin bilimsel bir açıklaması olan Big-Bang teorisinin ispatı oldu. — 164 — TÜRKLER VE UZAYLI ATALARI Evrenin yaratılışı ile ilgili Big-Bang teorisinden sonra Big Crunch teorisi ortaya çıktı. Buna göre genişlemekte olan evrenin, gittikçe hızlanarak içine çökeceğini öne süren bir teoridir. Teoriye göre evrendeki bu çöküş evren tüm kütlesini kaybedip sonsuz yoğunluktaki bir noktaya dönüşene kadar sürecektir. Büzülen evren çok yüksek bir ısı ve sıkışma ile bildiğimiz tüm hayat şekillerini yok edebilecektir. Kur'an'da bundan da bahsedilir: "Bizim göğü kitabın sayfalarını katlar gibi katlayacağımız, yaratmaya başladığımız gibi, yine onu eski durumuna getireceğiz. Bu, bizim üzerimizde bir vaiddir. Elbette biz yapıcılarız." Enam sûresi 104 Âyet) Bir başka Âyet te ise şöyle bahsedilir: "Onlar, Allah'ın kadrini hakkıyla takdir edemediler. Oysa yer, bütünüyle onun avucu (kabzasmdadır); Göklerde sağ eliyle dürülüp bükülmüş koştuklarından münezzeh ve yücedir." (Zümer sûresi, 67 Âyet) Big Crunch teorisine göre başlangıçta olduğu gibi yavaşça, fakat gittikçe hız kazanarak evren çökmeye başlar. Tüm bunların devamında ise, evren sonsuz yoğunluk ve sonsuz ısıda, sonsuz küçüklükte bir nokta haline gelir. Bu bilimsel teori, Kur'an Âyetleri ile paralellik içindedir. AY'A GİDİLMENİN YÜZYILLAR ÖNCESİNDEN BİLİNMESİ Kur'an-ı Kerîm yüzyıllar öncesinden Ay'a gidileceğini bildiriyor. Kutsal kitabımızı bilimsel bazı konularda verdiği bilgiler ancak günümüzde yapılan araştırmalar sonucunda ortaya çıkıyor. Inşikak


Sûresi'nin yanı sıra Rahman Sûre-si'nin 33'ncü Âyeti yorumlandığında Dünyamızın uydusu Ay'a nasıl gidileceği bildiriliyor. — 165 — ALI BEKTAN İnşikak Sûresi: 1- Gök yarılıp parçalandığı. 2- Ve kendi yaratılışına uygun Rabbine boyun eğdiği zaman. 3- Yer düzlendiği 4- içinde olanları dışa atıp boşaldığı, 5- Ve kendi yaratılışına uygun Rabbine boyun eğdiği zaman 6- Ey İnsan, gerçekten sen, hiç durmaksızın Rabbine doğru bir çaba harcayıp durmaktasın, sonunda ona varacaksın. 7- Artık kimin kitabı sağ yanından verilirse, 8- O kolay bir hesap (sorgu) ile sorguya çekilecek, 9- Ve kendi yakınlarına sevinç içinde dönmüş olacaktır. 10- Kimin kitabı ardmdan verilirse, 11- O'da helak (yok olmayı) çağıracak. 12- Çılgın alevli ateşe girecek. 13- Çünkü O (dünyada) kendi yakınları arasında sevinçliydi. 14- Doğrusu O Rabbine bir daha dönmeyeceğini sanmıştır. 15- Hayır, gerçekten rabbi, kendisini çok iyi görendi. 16- Yok şafak vaktine yemin ederim. 17- Geceye ve toplayıp taşıdığı şeylere. 18- "Ondördüne girdiği zaman aya and içerim." 19- "Siz gerçekten tabakadan tabakaya bineceksiniz." 20- Şu halde onlara ne oluyor ki iman etmiyorlar? 21- Kendilerine Kur'an okunduğunda secde etmiyorlar. 22- Tersine, o nankörler, yalanlıyorlar. 23- Oysa Allah, onların içlerinde sakladıklarını daha iyi bilendir. — 166 — TÜRKLER VE UZAYLI ATALARI 24- Bu durumda sen, onlara acı bir azap ile müjde ver. 25- Ancak iman edip salih emellerde bulunanlar başka: On lar için kesintisiz bir ecir, mükâfat vardır. İnşikak Sûresi'ndeki bu Âyetleri yorumlayan Araştırmacı Yazar Serkan Tekin yaptığı ebced ve cifir hesapları sonucunda Hicri 1389 tarihini buluyor. Kur'anda gizlenen tarihler adlı kitabında açıkladı. ABD'li astronotlar Amstrong, Alding ve Collins'in aya iniş tarihi Hicri 1389 Miladi 1969 olmaktadır. Rahman Sûresi 33'ncü Âyette Ay'a gidişten bahsetmektedir. Âyetin anlamı: "Ey Cin ve İnsan toplulukları, eğer göklerin ve yerin bucaklarından aşıp geçmeye güç yetirebilirse-niz, hemen aşın. Ancak ve ancak üstün bir delille bir güçle aşarsınız." Âyette Allah şöyle buyurmuştur: "Ey cin ve insanlar topluluğu, eğer sizler yer ve gök tabakalarından kurtulmak istiyorsanız, haydi kurtulun Ancak ve ancak bir delille bir sultanla kurtulabüirsiniz." Âyetten insanın yer ve göklerin tabakalarına yükseleceği ve bunun bir delille veya makine ile olacağı vurgulanmıştır. Âyetteki fenfüzu kelimesinin füzeye işaret etmesi gayet mantıklıdır. Çünkü farucu kelimesi de fenfüzu'nun yerine kullanılabilirdi. Aynı maksat bu ifade ile de dile getirebilirdi. Burada Kur'an-ı Kerîm'in mucizevi tarih vermesinin yanında bir füzenin isminin anlaşılması ve o ismin telaffuz edilmesi Kur'an-ı Kerîm'in mucize kitap olduğunun tam bir belirtisidir. Bu Âyet ince mealiyle "Ay'a Gidişin" füze sayesinde olacağım bildirirken, Cifir hesabıyla da o füze ile aya gidişin tarihi verilmektedir. Kur'an-ı Kerîm'in bu olayı bildirmesinin yanı sıra Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk'ün söylediğindende bahsetmek gerekiyor. — 167 — ALI BEKTAN Konu ile alâkası olmadığı zannedilmesin. İlk kitabım "Atatürk'ün


Kehanetleri" 1999 yılının ilk günlerinde piyasaya çıkmıştı. Kitap büyük ilgi gördü. Sonra okuyucularımdan bana çeşitli bilgiler ve belgeler gelmişti. Ben de bunları ikinci eserim olan "Atatürk ve Parapsikoloji" adlı kitabımda topladım. Bunlardan bir tanesi Emekli Püot Ziya Kayahan Be-yin gönderdiği idi. Çok ilginç gelmişti bana. Mustafa Kemal 28 Mayıs 1936 tarihinde düzenlenen Türk Hava Kurumunu ziyareti toplantısında şunları söylemişti: "Geleceğin en kıymetli silâhı da hiç kuşkunuz olmasın uçaklardır. Bir gün insanoğlu uçaksız da göklerde yürüyecektir. Gezegenlere gidecek belki de bize Ay'dan mesajlar yollayacaklardır. Bu mucizenin gerçekleşmesi için 2000 yılını beklemeye gerek kalmayacaktır. Gelişen teknoloji bize daha şimdiden bunu müjdeliyor. Bize düşen görev ise Barıdan bu konuda geri kalmamaktır" O yıllarda uçaklar yeni yeni gelişmektedir. Ancak 2'nci Dünya Savaşı içersinde ve sonrasında gelişmiştir. Uçakların gelişmediği bir dönemde Atatürk Ay'a gitmekten bahsetmiştir. Onun özel bir insan olduğunu herkes kabul ediyor. Bu sebeple bu yüce liderin bu bÜgileri elde etmesi, bilmesi gayet normaldir. Bence ilk kaynak Kur'an-ı Kerîm olabilir. Çünkü Kutsal kitabın tercümesini ve tefsirini Elmahlı İsmail efendiye Cumhuriyet kurulur kurulmaz yaptıran kişi Mustafa Kemal'dir. Klmalılı ismail Efendi'nin tefsiri bugün de okunmakta ve bu tefsire güvenilmektedir. 33 yıl sonra insanlara Ay'a gidilecek diyen kişiye ister Avrupa da isterse Amerika da olsun kimse inanmazdı. Ayrıca Ata'run bir müjdesi daha vardır o da gezegenlere gidüece-ğinden bahsetmesidir. Sanki Nasa'nın çalışmalarını 1930'lu yularda görmüş ve bildirmiş gibi. Bilim tarihine füze tarifi ise 2'nci Dünya Savaşı sırasında Alman Bilim Adamı Von Braun'un yaptığı füzelerle girmiştir. Londra'ya yollanan füzeler Almanya içlerinden veya Almanların işgal ettiği ülke— 168 — TÜRKLER VE UZAYLI ATALARI lerden yapılıyordu. Amerikan Hava Kuvvetleri Bavyera Eyaletinde ki gizli füze üssünü bombalamasaydı, Almanlar Kıtalararası Füzeyi bitirmek üzere idi. O füzelerle Amerikanın Atlantik Kıyısındaki şehirleri başta Washington ve New York vurulacaktı. Aslmda düşünülmesi gereken bir konu var. Almanlar bu bilgiye ve teknolojiye nasıl ulaştılar. O sıralarda başka bir Alman Bilim Adamı topluluğu da Atom Bombası üzerinde çalışıyordu. Tarihin gizli kalmış gerçeklerinden olan bu olaylar üzerindeki sır perdesi bugün dahi ortadan kalkmamıştır. Savaşın bitiminde Amerikalüar ve Rusların ilk işi Füze teknolojisini bilen Alman bilim adamlarını ele geçirmek olmuştu. Von Braun ve arkadaşları ABD'ye götürüldü. Çalışmalara başladılar. Hem Kıtalararası füzeler imal ettiler, hem de AY'a gidecek füzeyi geliştirip yaptılar. Savaştan 24 yıl sonra Ay'a gidildi. Nasa Ay'a gittiğini ispat etmeye çalışıyor ama inanmayanlar da var. AMERİKA AYA'A GİTTİĞİNE BİN PİŞMAN Amerikan Uzay ve Havacılık Dairesi NASA'nın başı, Ay'a gidildiğine inandırmak zorunda olduğu insanlarla dertte. "Ay yüzeyine dikilen ABD bayrağı niçin dalgalanıyor?" "Ay'da hava var mı ki rüzgâr essin," diyenler. Ay yüzeyinde yürüyen astronotları gösteren fotoğraflarda "yıldızların neden görülmediğini" soranlar, Ay'a gerçekte gidilmediğini, tüm olanların ABD'nin gözlerden uzak ıssız, bir köşesindeki stüdyolarda hazırlanan bir şov olduğunu öne sürenlerin sayısı çığ gibi büyüyor. Üstelik bu tür sorulan soranlara bilime dayanan meslek gurubu mensuplan, hatta NASA'nm Apollo projelerinde görev alanlar arasmda bile rastlanıyor. — 169 — ALI BEKTAN Fox Televizyonunun şüphecilerin iddialarını yansıtan bir saatlik bir programı ekrana getirmesi "Ay'a gidilmedi" diyenlerin cephesini güçlendirdi.


Bu gelişmeler üzerine NASA Ay'a"seyahat hakkında gerçekleri göz önüne serecek ve sorulara bilimsel bir cevap verecek kitap yazdırmayı plânlıyor. Bu denli saçma sapan iddialara NASA gibi prestijli grubun cevap vermesinin şüphecilere itibar kazandıracağını ileri sürenlerde bulunuyor. Amerikalı bir grup Bilim Adamı da komplo savunucularını susturmanın mümkün olmadığı görüşünde. Dünya Dışı Akıllı Yaratıkların, UFO ve Astroloji gibi bilimsel görüntülü olarak adlandırılan çalışmaların çok popüler olduğunu milyonlarca insanın o yüzden ilgi gösterdiklerini ileri sürüyorlar. Apollo 13 Komutanı Jim Lovell ise Amerika daki çılgınlığın son kurbanlarından oldu. Lovell "Sadece Ay'a gittim," dediği için dâva edildiğini, olayın artık bir delilik boyutuna geldiğini söyledi. Apollo 11 astronotu Edwin Aldrin'de geçtiğimiz yaz evinin önünde yolu kesilerek Ay'a gittiğine dair İncil üzerine yemin etmesinin istendiğini ve çıkan tartışmanın yumruklu kavgaya dönüştüğünü anlattı. Bizce Amerikalılar haklıdır. Nedeni ise şudur: Amerikalılar eğer Ay'a gitmemiş olsaydı. Onları yakından izleyen Ruslar derhal olayı açıklar ve alay ederlerdi. 1969 yılında düşünün dünya da soğuk savaş devam ederken, Ruslar Amerikalıların Ay'a gitmeyip bunu bir yerde gerçekleştirip, gittik diye yaym yapmalarım öğrenince yıllarca yüzlerine vururlardı. Soğuk Savaşın üst düzeyde olduğu yıllarda böyle bir organizasyon eninde sonunda dışarıya sızardı. Bu yüzden ben ABDTilerin Ay'a gittiğine inanıyorum. Burada önemli olan sonraki yıllarda neden Ay'a gitmekten vazgeçtikleridir. Amerikalılara, belki de birileri "Ay'a gelip bizi rahatsız etmeyin," dediler. Ya da Ay'a gitmeye başka bir sebepten do— 170 — TÜRKLER VE UZAYLI ATALARI layı mı korkuyorlardı. Otuz yıldan fazla bir süredir birileri açısından Ay'a gidilmediğine göre, bundan sonra da gidilmesi sözkonusu olmayacak galiba. Bu da NASA'mn sırlarından bir tanesi olarak günümüze kadar geldi. AMERİKALILAR NEDEN AY'A GİTMEYE KORKUYORLAR? Amerikalılar 1969 yılının Temmuz ayı'nda Ay'a giderek yeni bir heyecana neden oldular. Apollo serisinde uçan her roket ay'a yaklaşırken biranda etrafını UFO'lar çeviriyordu. Refakat eden bu cisimleri gören Astronotlar Nasa'ya bunları telsiz aracılığıyla bildiriyordu. Bu sözler kayıtlara geçerken, dünyanm çeşitli yerlerindeki diğer telsizciler tarafından da dinleniyordu. Ayrıca bunların görüntüleri de çekiliyordu. Apollo-14 Ay'a indiğinde de aynı şey olmuştu. Ay'da ki ilk adımlar atıldığında çekilen resimlerin arka plânında bir çift UFO'da poz vermişti. Bu tarihi yolculuk, gerçekten iki uçan cismin refakatinde gerçekleşmiştir. Bunların resmini basan Life Dergisi'nin o sayısı çabucak piyasadan toplatıldı. Ses bantlarında astronotlar "Uçan Daireler" den söz etmişlerdi. Daha da ötesi Ay da bir hitap tarzı vardı ki bunun Kur'an-ı Kerîm'deki Âyetlere benzer bir esrarengiz müzik yayını olduğu kayda geçiyordu. Astronot Armstrong bunun "Ezan" olduğunu, daha sonra gezmeye gittiği Kahire'de öğrenince çok şaşırdı. O zaman biz ne demiştik. Uzayda Müslüman olan uzaylılar var diyorduk ve söylediğimiz de böylece gerçekleşmiş oldu. Bence Amerikalılar'da bunu biliyorlar, fakat saklıyorlar. Bizimle yakmdan ilgilenmelerinin tek nedeni bence budur. Uzaylı Dostlarımızın veya Akrabalarımızın Türkler ve Anadolu ile yakından ilgilenmesinin ardmda dini yakınlıkmı bulunuyor diye sorarsanız: Bu sorunun cevabını Uzay Âyetleri — 171 — ALI BEKTAN Tefsirlerini veren İlahiyatçı Hocamız Celalettin Yeniçeri vermektedir. Onun tefsirleri ve hadisleri yorumlaması karşısında şu durum ortaya çıkıyor: "Uzayın neresine giderseniz, gidin karşınıza


Allah ve onun dini islâmiyet çıkacaktır." En basit örnek olarak Ay da bile karşımıza çıktı. Dünya'-nm 30 yıldır gözünden kaçan bir konu var: Amerikalılar yaklaşık 30 yıldan bu yana Ay'a neden bir uzay aracı göndermi-yorlar? Nasa'nm ilk projeleri arasında Ay'da bir üs kurmak var idi. Böylece Ay'daki üs sayesinde çeşitli deneyler yapılacak ve oradan da uzay gemileri ile diğer gezegenlere daha kolay gidilecekti. En büyük avantaj da Dünya'nın yer çekiminin ağırlığından kurtulmaktı. Böylece bir uzay gemisini daha fazla yakıt ile güneş sistemindeki diğer gezegenlere göndermek mümkün olacaktı. Dünya'dan şimdiki teknoloji ile kaldırılacak olan geminin yer çekiminden kurtulması için çok fazla yakıta ihtiyaç vardı. Hatta Ay Üssü Alfa adıyla bir de televizyon dizisi çekilmişti. Bu dizi 1979 ve 1980'li yıllarda TRT'de de yayınlanmıştı. Nasa sonradan bu üs fikrinden vazgeçti ve gözünü Mars Gezegenine dikti. Bu arada en azmdan Ay'a bir iniş daha yapılırdı fakat Amerikalılar Ay'a gitmenin bir esprisi kalmadığını ileri sürerek bundan vazgeçtiler. Sahiden korkuyorlar mı? Bence evet, korkuyorlar, çünkü Ay'da ki üslerde bulunan uzaylılardan çekindikleri için gidemiyorlar. Ay'a iniş yapan astronotlardan birinin aydaki yürüyüş sırasında bir kraterin yamna geldiğinde kraterin içinden kendisine gülümseyen, el sallayan uzay kıyafetleri içindeki uzaylıları görünce korkudan kapsüle kadar kaçışı biliniyor. Zaten Ay'ın dünyadan görünmeyen yüzünde Uzaylıların üssü bulunduğuna inanan çok kişinin varolması dikkat çekicidir. Mars olayına gelince gezegene gönderilen uzay aracı Mars'ta hayatin olabileceğini gösterirken, gezegenin gece ve gündüz inen- çıkan sıcaklıkların orada hayatı olumsuz etkilediğini Nasa açıkladı. Fakat bu açıklamalar kimseyi tatmin — 172 — TÜRKLER VE UZAYLI ATALARI etmezken, gezegenden gönderilen bir fotoğraf tartışmalara neden oldu. Gezegenin yüzeyinde KUBBELİ BİR BİNA vardı. Nasa uzmanlan bu fotoğrafı medyaya binanın bulunduğu bölümü keserek verdiler. Gerçek resim ise Nasa'nın içersinden basma sızdı ve olay oldu. O kubbeli bina bir cami olmasın? Allah'ın varlığı orada da karşımıza çıkarken, dini de çıkmıyor mu, çıkıyor. Şimdi bu konu ile ilgili İslâmiyet'teki bir kuralı açıklayacağım: İslâmiyetin en ilginç özelliği İslâm dinine inanan insanların namaz kılmalarıdır. Yani herhangi bir din adamına ihtiyaç duymadan Allah'a ibadetinizi istediğiniz yerde yapabilirsiniz. Namaz kılmak için yer aradığınızda cami bulamadığınız zaman, ya da herhangi bir arazide diyelim hava yağmurlu veya karlı karşınıza bir kilise çıkıyor. Siz de içeri giriyorsunuz. Abdestinizi alıp bu kilisenin bir köşesinde namaz kılabiliyorsunuz. Bu durum Havra veya bir Budist Tapınağında da yaşanabilir mi? Yaşanabilir. O zaman Mars Gezegeninde bulunan kubbeli o bina da da namaz kıhnabilir. Bu konuda Amerikalıların çok daha fazla bilgiye sahip olduğuna ve bunları da hem kendi halkından, hem de dünya insanlarından sakladığına eminim. MARS GEZEGENİ HAKKDMDA İNANILMAZ BİLGİLER 1877'de VVashington'daki Rasathanenin müdürü Asaptı Hail Mars Gezegeninin iki küçük uydusu olduğunu keşfetti ve bu uydulara Fobos ile Deimos adlarmı verdi. İLYADA'mn 15'nci kitabında Tanrı Mars'ın Fobos ve Deimos adındaki iki arkadaşından bahsedilir. Eski efsane Mars uydularının konusundaki bilginin simgesel bir ifadesi midir. Mars aylarmm keşfedilmesinden 250 yıl önce Kepler (1571-1630) Galile'nin Astronomik bilmecesini şöyle cevapladı: "Salve umbistineum geminatum martia proles." Yani "Selam size, ey Mars'ın ikiz evlâtları." Demek ki Kepler Mars'ın ikizlerini yalandan tamyordu. — 173 — ALI BEKTAN Cyrano de Bergerac (1619-1655) Autremonde adlı eserinde Mars'ın iki ayından söz eder. Voltaire (1694-1778) de Mars'ın iki uydusundan emin olduğunu belirtir. Microme-gas'da: "Dünyamızdan beş kez daha küçük


olan Mars gezegeninin yanından geçerlerken bu yıldızın, bütün gök bilimcilerinin gözünden kaçmış olan iki uydusunu seçtiler," diye yazar. Jonathan Swift 1726 da yazdığı Gülliver'in Gezileri adlı eserinde, uzayda bir mıknatısla durup hareket eden laputa admdaki uçan adayı anlatır. Ağırlık denen şeyden yoksun olan bu "Uzay Platformu"ndaki bilim adamları Mars'm iki ayağından söz ederler. Swiff'in "küçük yıldız" ve "ufak gezegen" dediği bu uydulardan ikisinin de ana gezegene olan uzaklıkları verilmiştir. Birinin merkezden uzaklığı üç Mars çapı, öbürününki ise beş Mars çapıdır. Bu anlatılanlara göre ünlü yazar bir uzay gemisine davet edilmiştir. Böylece bir Uzay yolculuğu yapmıştır. Mars'ı, Dünya'yı, Güneşi inceleyen Jonathan Swift bu yolculuğu kime anlatırsa anlatsın ona inanmayacaklarını iyi biliyordu. O'da en kısa yolu seçerek, hikâye yazmayı tercih etti. Böylece kendisini ancak gelecek nesillerin keşfedeceğini umuyordu. Uçan Ada'nın bir uzay gemisi olabileceği akla yatkın bir düşünce değil mi sizce de? Mars'ın uyduları 32 tane uydusu bulunan güneş sisteminin en küçük aylarıdır. Fobos güneş sisteminin en hızlı uydusudur: Mars'ın çevresinde yedi saat 39 dakikada döner ki bu Mars'ın kendi ekseni çevresinde dönüşünden daha hızlıdır. Güneş sistemimizde böyle bir uydunun benzeri bile yoktur. Fobos ile Deimos'un yapay uydular olması akla mantığa aykın gelmiyor değil mi? 21'nci yüzyılda Ay üzerinde üs kurmayı düşünürken, Mars'm uydularının gezegenin yörüngesine monte edilmiş olabilir. Başka Gezegenlerde Yaşayanların teknolojide ve bilimde ileri gittiğini kabul ettiğimize göre Fobos'un Uzay platformu ihtimali gittikçe artıyor. — 174 — TÜRKLER VE UZAYLI ATALARI MARS'TAKİ YÜZÜN SIRRINI NASA NEDEN SAKLIYOR?.. Uzay araştırmaları içersindeki en popüler gizem Mars yüzeyinde ortaya çıkan bir insanın görüntüsüdür. Bu doğal bir illüzyon mu yoksa evrende yalmz olmadığımızın bir kanıtı mı? Söz konusu yüz, gezegenin yüzeyini ilk defa ayrıntılı olarak filme alan Viking Uzay Gemisi tarafından 1976 Temmuz ayında çekilen fotoğrafların ikisinde farkedilmişti. Gözleri, ağzı ve burnuyla uzaya bakan bir insan yüzünü andıran bu monolit, Mars'ın kayalık Cydonia bölgesinde bulunuyordu ve dünyadaki teleskopların göremeyeceği bir konumdaydı. NASA yetkilileri, Viking sondası tarafından çekilen 6 bin fotoğraf arasından bu iki fotoğrafı fark eden kişilerin uyanlarına ilgisiz kalıyordu. Çoğu uzmana göre bu şekil, güneş ışığının kayalar üzerine düşüş açısının neden olduğu bir illüzyondan ibaretti. 1979 ile 1981 arasında kişisel ilgileri sebebiyle bu şekli araştıran bilgisayar uzmanları Vince Di Pietro ve Gregory Molenaar gerçeği ortaya koydular. İki uzman Mars'taki bu garip şeklin, güneşin farklı pozisyonlarında çekilmiş resimlerini buldular. Ve bu yüzün bir illüzyon değil, gezegenin yüzeyindeki üç boyutlu bir cisim olduğunu ortaya koydular. Bir sonraki adım, bilgisayar yardımıyla cismin net görüntüsünü belirlemekti. Bu işlem bittiğinde bu cismin bir illüzyon olmadığı iyice belirginleşti. Bunun ardından bu kütlenin Mars yüzeyine yapay olarak yerleştirildiği söylentileri etrafta yankılanmaya başladı. Eğer gerçekten öyleyse onu kim ve neden yapmış olabilir? Mars'taki yüzün çevresinde bulunan piramit şekilli yapıların Mısır daki piramitlerle matematiksel orantılar açısından benzerliği, hem Mars'taki hem de dünyadaki bu harikaların eski, çok gelişmiş bir ırk tarafından yapılmış olabileceği iddi— 175 — ALI BEKTAN alarırun ortaya çıkmasına neden oldu. Belki de Mars'taki yüz, binlerce yıl önce Dünya'da ki medeniyet oluşmaya başlarken bizi fark eden ve ileride teknolojimizle Mars'a ulaşabildiğimiz zaman varlıklarından haberdar olabilmemiz için uzay gezgini bir ırk tarafından yapıldı. Ya da Mars'ı terk eden varlıklar girmeden burada


insanların yaşadıklarının bir anısını bırakıp mı? gittiler. Bilindiği gibi Mars hayat şartları bakımından dünya yaşam formatlarına en yakın gezegen olarak nitelendirilmiştir. NASA'da Bilim adamı olarak görev yapan Dr. Richard Hoagland'da 1983'de ki bu gelişmelerin büyüsüne kapılanlardan biriydi. Delillerin üzerinde çalışılması ve NASA'ya Cydonia'ya geri dönülüp insan yüzüne benzeyen şeklin daha ayrıntılı resimlerinin çekilmesi konusunda baskı yapmak için bir ekip kuruldu. NASA bu konuda çok isteksiz görünüyordu. Ancak Hoagland'ın çabalarıyla nihayet bu yolculuğun yapılmasına karar verildi. 1991'de Dr. Brian O. Leary ile tanışmıştı. NASA'da görevli bir fizikçi ve astronot olarak Mars'a insanlı bir uçuş için eğitim görüyordu. Fakat Mars'a gidiş plânı, bütçe sıkıntıları dolaysıyla birden rafa kaldırıldı. Dr. Leary aldığı eğitimle Mars'taki yüzü en iyi değerlendirebilecek kişiydi. Aslında önceleri bu yüz hakkında ortaya atılan heyecan verici teoriler onun ilgisini çekmemişti ancak Hoag-land'd, Di Pietro ve Molenaar, itinalı analiz ve kanıtlarıyla onu ikna etmişlerdi. Dr. Leary Mars'taki yüzün ve çevresindeki kayalıkların büyütülmüş fotoğraflarını araştırmacı Yazar Jenny Randles'a gösterdiğinde: Yazar "onun ne demek istediğini anladım" diyor. "Bu simulakrumun sadece bir göz yanılgısından ibaret olduğu konusundaki tüm kuşkularım birden zihnimden silindi gitti," diye yazıyor." 1991'den beri bilgisayar teknolojisi geliştiği için bilgisayar uzmanları yaptıkları çalışmalarda Mars'taki yüz üzerinde göz boşluğunda bir göz yuvarlağının ve ağzmda dişlerin, bulunduğunu iddia ettiler, — 176 — TÜRKLER VE UZAYLI ATALARI 1992'de Hoagland ve ekibi Birleşmiş Milletler7 e bir dilekçe vererek Cydonia'daki insan yüzüne benzeyen cismin daha iyi resimlerinin çekilmesi için hazırlanan Mars gemisinin görevine başlatılmasını Nasa'dan istenmesini rica ettiler. Aradan geçen süre zarfında gelişen teknoloji sayesinde gemiye yerleştirilecek olan görüntüleme cihazları öyle net fotoğraflar çekecekti ki Mars'taki yüzün gerçek kimliği ortaya çıkacaktı. NASA yine oldukça isteksiz davranıyordu. Bu çelişkiler üzerine Lovvell Martin, NASA Lideri Dr. Daniel Oldin ve ünlü Kozmolog Dr. Cari Sağan tarafından Pasadena da verilen bir seminer de durum ortaya kondu ve sonunda Gol-din'le daha fazla fotoğraf çekilmesi gerektiği konusunda anlaşıldı. Ancak bu yolculuğun yapılması durumunda NASA'nın uzay gemisi tarafından çekilecek olman görüntülerin naklen yayınlanmayacağı ve ancak aylar sonra üzerlerinde yeterli inceleme yapıldıktan sonra bu görüntüleri kamuoyuna sunacağı iddiaları ortada dolaşmaya başladı. Uzay keşifleri tarihinde şimdiye kadar böyle bir şey olmadı. Mars görevi bu konuda hiçbir garanti verilmeden başladı. Gemi Ağustos 1993'de Mars yörüngesine otururken ve tamda görüntüleme işlemleri hazırlıkları esnasında gemi ile tüm bağlantı kesildi. NASA gemi ile iletişimi sağlamak için çok uğraştıklarını ancak bunun bir sonuç vermediğini açıkladı. Mars görevi bitmişti. Geminin basma ne geldiği hâlâ bilinmiyor. Bir metorit çarpması, önemli bir bilgisayar hatası söz konusu olmuş olabilir. Aslmda gemi dünya ile Mars arasındaki yörüngesi boyunca bir yıl hiçbir arıza yapmamıştı. Tabii gemi ile iletişimin NASA tarafından gerçeğin gizlenmesi için özellikle kesildiği de iddia ediliyor. Ancak NASA bu iddiaları red ediyor ve bunun kontrol dışı bir kaza olduğunu söylüyor. Mars'taki yüz bir gizem görüntüsü olma özelliğini sürdürüyor. Bu durumda Mars'ta bugün hayat olmasa birilerinin yaşadığı ortaya çıkıyor. Nasa aynca gezegendeki kubbeli bir — 177 — ALI BEKTAN binanın fotoğraflarını da medya ya sansürleyerek vermişti. O kubbeli


bina yoksa bir cami midir? Veya bir cami kalıntısı mıdır? Bence olabilir, çünkü Amerikalılar zaman zaman Mars ile ilgili açıklamalar yaparak bu gezegendeki hayatın 500 bin yıl önce bittiğini, sıcaklığın çok fazla olduğunu insanların yaşamasma müsait olmadığım açıklayıp duruyor. Acaba ABD'liler ve NASA neden uzaylıları saklamaya çalışıyor. UFO olaylarını inkar ediyor. Acaba başka Gezegenlerdeki ya da Yıldız Sistemlerindeki Uygarlıklarla anlaşmalar yaptı da bunu mu saklamaya çalışıyorlar?.. Bana göre Amerika 2'nci Dünya Savaşından sonra özellikle 1950'lerin ardından hızlı bir şekilde teknolojik anlamda gelişti. Sanki birileri bilgiyi sundu, onlar da bu bilgi ile son 50 yıllık dönemde modern teknoloji sahibi oldular. Bugün dünyanın bilimdeki en ileri ülkesi ABD'dir. Ne yazık ki Avrupa ülkeleri, özellikle de Rusya ve Japonya, Amerikalıların keşifleri karşısında geri kalmışlardır. Biz Türkler'e gelince bizim de zamanı gelince başka gezegenlerdeki akrabalarımızla, ya da atalarımızla temasa geçmemiz gerçekleşecektir. Bence önümüzdeki yirmi yıl önemli olabilir, 2023 gibi... — 178 — TÜRKLER VE UZAYLI ATALARI ZÜLKAKNEYN UZAYA MI GİTTİ?.. Kur'an-ı Kerîm'de, ve Tevrat'ta adı geçen Zülkarneyn: Allah'ın kendisine dünyada imkân sağlayarak uzak yerlere gidebilmesi için "Sebeb" isimli aracı verdiği kişidir. O, kendisine verilen "Sebeb"le üç ayn yere seyahate çıkmıştır: "Güneş'in battığı yere," "Güneşin doğduğu yere" ve "İki sedd/ südd arasına." Zülkarneyn konusunda Kur'an'da Kehf Sûresi 83-98 Âyetleri'nde bildirilenlerin dışında, söylenmiş veya söylenecek her söz, sadece ve sadece bir görüştür. O bir Peygamber mi? Veli mi? Hükümdar mı? Yoksa bilenen alelade bir insan mı? Zülkarneyn'in Âyetleri Kehf Sûresi 83- 99 83. "Sana Zülkarneyn'den sorarlar de ki: "Size ondan bir hatıra okuyacağım." 84. "Biz Ona yeryüzünde imkân sağladık ve ona her şeyden bir sebeb verdik." 85. "O'da bir sebebi izledi" 86. "Nihayet, Güneş'in battığı yere varmca, onu karabal-çıkh sıcak bir gözede batar buldu. Onun yanında bir de kavim buldu. Dedik ki: "Ey Zülkarneyn ya bunlara azap edersin. Ya da haklarında güzel bir tavrı esas alırsm." 87. Dedi: "Zulmedene azap edeceğiz sonra Rabbi'ne döndürülecek: O'da onu görülmedik bir azaba çeker." 88- "Fakat inamp iyi iş yapan kimseye de en güzel mükâfat vardır. Ve ona buyruğumuzdan kolay olanı söyleyece-giz. 89. "Sonra bir Sebebi izledi." — 179 — ALI BEKTAN 90. "Bir süre sonra, Güneş'in doğduğu yere varınca, onu (Güneşi) kendilerine ondan (Güneşten) başka bir örtü yapmadığımız bir topluluğun üzerine doğar buldu." 91. "İşte böyle Biz; onun yanında olan her şeyi hubr olarak (bütün inceliklerini ve hakikatini bilme bakımından) kuşatmıştık." 92. "Sonra yine bir sebebi izledi." 93. "Nihayet, iki Sedd/Südd araşma ulaştı. Orada o iki şedden/südden başka bir de kavim buldu ki; neredeyse söylenen tek bir sözü bile anlamıyorlardı." 94. Dediler: "Ey Zülkarneyn Ye'cüc-Me'cüc bu yerde bozgunculuk yapıyorlar. Onlarla bizim aramızda bir sedd/südd yapman şartıyla sana vergi verelim mi?" 95. "Dedi Rabbim'in bana kendisine imkân sağladığı şey daha üstündür. Siz bana bedensel gücünüzle destek verin de, onlarla sizin aranıza kat kat engel çekeyim" 96. "Bana demir kütleleri getirin (dedi). İki sadetin arası eşit olunca; "körükleyin," dedi. Onu ateş haline koyunca da "Getirin bana üzerine erimiş bakır ve katran dökeyim," diye seslendi.


97. "Artık onu ne aşabildiler ve ne de delip geçebildiler" 98. Dedi: "Bu Rabb'imden bir rahmettir. Rabbim'in vaadi gehnce onu yerle bir eder ve Rabbim'in vaadi haktır." 99. "O gün onları bırakmışızdır; birbirleri içinde dalgalanırlar. Sura da üflenmiştir; hepsini bir araya toplamışızdır." Öncelikle "Sebeb" sözünü Kur'an-ı Kerîm'de geçtiği yerler nedeniyle açıklamaya çalışalım. Sebeb kelimesi 4 defa konumu olan Zülkarneyn Âyetleri'nde, 1 defa Hacc Sûresi'nin 15 Âyeti'nde, 4 defa da çoğul olarak Esbab (sebebler) şeklinde, Sad Sûresi'nin 10, Mü'min Sûresi'nin 36-37 ve Bakara Sûresi'nin 166 Âyetleri'nde olmak üzere 9 yerde geçmektedir. Bu Âyetlerde geçen "sebebler"den" hiç birisi Türkçe'de kullandığımız "neden" mânâsma kullanılmamıştır. — 180 — TÜRKLER VE UZAYLI ATALARI Sebeb kelimesine "göklerin yollan" mânâsını veren tbni Zeyd'in kendisine delil olarak getirdiği Mü'min Sûresi'nin Âyetleri'nden başlayarak inceleyelim. Mü'min Sûresi 36-37 Firavun: "Ey Haman Bana bir kule yap; belki sebeblere erişirim, göklerin sebeblerine Musa'nın Tanrısı'nı görürüm. Doğrusu ben, onu yalancı sanıyorum," dedi. Firavun'a kötü iş böylece güzel gösterildi ve doğru yoldan alı kondu. Firavun'un hilesi elbette boşa gidecekti." Bu Âyetlerde geçen "esbab" kelimesi "Göğe ulaşmayı sağlayan şeyler" mânâsına kullanılmaktadır. Sad Sûresi on Âyet'te müşriklerin peygamberimizi "yalancılık ve sihirbazlık" ile itham edip onun peygamberliğine inanmadıklarından Kur'an'ı uydurma olarak nitelendirdiklerinden bahsedildikten sonra şu Âyet gelmektedir: "Yahut göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunanların hükümranlığı onlarm elinde mi'dir? Öyle ise, sebebler içinde göğe yüksel-sinler." Bazı tefsir alimlerince "göğün yollan" olarak tefsir edilmiştir, Çoğu alim tarafmdan bu ibareye "sebebe sarılarak yükselmek" mânâsı verilmiştir. Profesör Doktor Süleyman Ateş'de mealinde, bu Âyet'i açıklamak için yazdığı parantez cümlesinde şunları söylemiştir: "Vasıtalara, binip göklere çıksınlar da oradan alemi yönetsinler; vahyi de kendi isteklerine göre indirsinler." Hacc 15 Sûresi'nde sebeb göğe çıkmayı sağlayan şey, Bakara Sûresi 166'da esbab bağlar anlamında kullanılmıştır. Bu açıklamaların ardından "Sebeb"in onu gökyüzüne çıkarmaya vasıta olan şey olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. O zaman Zülkarneyn sebeb isimli bir araç ile bu da bir Uzay gemisidir, güneş sisteminde yolculuğa çıkmıştır diyebiliriz. Eski çağlarda bir insanın göklere yükselerek uzayda bir yerlere gitmesi mümkün değildir: İnsan gücünü aşar şeklinde muhtemel bir itiraz olurken, Hazreti Süleyman'ın yanındaki bir insanın göz yumup açana kadar kilometrelerce — 181 — ALI BEKTAN uzaktaki tahtı getirmesine inaruhyorsa, Zülkarneyn'in de göklere yükselmiş olmasını da aynı imanla kabullenmesinde bir zorluk yoktur. Bizim düşüncemize göre Zülkarneyn'e verilen şey; onu göğe yükseltecek, onu uzaklara götürecek olan şeydir. Allah Zülkarneyn'in göklere ulaşmasını sağlayacak olan "Sebeb"i elde etmesi için çeşitli imkânlar yaratmıştır. Belki ona bu ilmi öğretmiş, belki bu ilmi bilenlerle onu karşılaştırmıştır. Zülkarneyn'e Allahu Te'alanın kendisine verdiği imkânlar sayesinde elde ettiği "seseb"i izlemiş, onu takip etmiş, ona tabi olmuş bir seyahate başlamıştır. Alimler bu gezilerin dünya üzerinde doğu ve batıya yapıldığını, hatta bir ordu ile gittiğini açıklamışlardır. Bu bakış açısı sonucunda bir çok cihangir kral'ın Zülkarneyn olma ihtimali üzerinde durulmuştur. Çünkü Ku/an'ın O yüzyıllarda yapılan tefsirlerinde böyle yorumlanmıştır. Bizde yazar İskender Türe'nin görüşüne katılarak Onun kendisine verilen sebeb vasıtasıyla gökyüzüne yükselmiş "Güneş'in Battığı Yer" ve "Güneşin Doğduğu yere" gitmiştir.


Âyet'teki "Güneşin Battığı Yer" sözünün anlammdan "Dünya'nın Batısı" mânâsını çıkarmak pek mantıklı görülmüyor. Gökte batan güneşin dünya üzerinde olmadığı biliniyor. Astronomi Bilimine göre olayı açıklayalım: Güneş gezegenleri ile birlikte "Solar Antapeks" doğrultusundan gelmekte ve normal yörüngesinden sapma göstererek "Solar Apeks" doğrultusunda ilerlemektedir. Güneş'in saniyede 20 km'lik hızla yol aldığı bu yörüngeye "Solar Apeks" adı verilir. Bu hız saatte 72 bin kilometreyi bulur. Bu hız bir günlük sürede Dünya uzayda yaklaşık 2 milyon kilometrelik bir yol alır. Güneş etrafındaki yıldızlarla birlikte Solar Apeks (Gü-nerek Güneş'in son noktası) istikametine yani Herküy Takımyıldızı yakınında bir yere doğru yol almaktadır. Güneş Samanyolu etrafında normalde seyrettiği yörüngesinden sapma — 182 — TÜRKLER VE UZAYLI ATALARI Şeklindedir. Yani güneş normal yörüngesinde giderken ayrıca bu yöne doğru çekilmektedir. Astronomi de Güneş'in yöneldiği bu doğrultunun aksi istikameti içinse "Anta-peks" terimi kullanılmakta. Bu yer de Colomba (Güvercin) Takımyüdızı'nda yer almaktadır. Zülkarneyn'in yaptığı yolculuğun Güneş'in Samanyolu içinde yöneldiği doğrultuda gittiğini söyleyebiliriz. Sonuçta onun Herkül Burcu'nda Vega Yıldızı yakınında Solar Apeks denen bir yere gitmiştir. Şimdi şunu düşünelim bir insanın binlerce yıl önce günümüzde ışık hızı ve yılları ile ifade edilen bir uzaklığa gitmesi İslâm Alimleri'nin kabul edebileceği bir düşünce değildir. Bunu Kur'an-ı Kerîm bize bildirmektedir. Sonuç olarak: Zülkarneyn birinci seyahatinde, Vega Yıldızı yakınında bir yere varmış, artık bizim güneşimiz ve dünyamız çok uzaklarda kalmıştır. "ONU (GÜNEŞİ) KARA BALÇIKLI /SICAK BİR GÖZEDE BATAR BULDU" Alimlere göre Zülkarneyn, Güneş'i karabalçıklı bir gözenin içinde batarken bulmuştur. Rivayetçiler "Güneş, suyu ve balçığı çok bir gözede batar" demişlerdir. Bu son derece akıldan uzak bir şeydir. Güneşin dünya yüzündeki bir bataklıkta batamayacağını en güzel şekilde izah etmektedir. Uzay ve Coğrafya bilgisinin artması ve kainatın tanınmasına paralel olarak bu Âyet'in gerçek anlamı ortaya çıkmıştır. Sebeb'e tabii olarak "Solar Apeks"e varan Zülkarneyn orada bulduğu güneş'i bir "Karadelik"in içine girerken görmüştür. Günümüzdeki bilim sayesinde güneşlerin battıkları, yok oldukları yerler karadeliklerdir. Dolaysıyla Âyefe bu açıdan bakmak çok doğal görünmekte, bir zorlamaya ihtiyaç bulunmamaktadır. — 183 — ALI BEKTAN Günümüzdeki Kara delikler: Astronomi'nin bugün vardığı sonuç ölen yıldızların kara delikler olduğunu ortaya koymuştur. Her yıldız kara delik olmamaktadır. En kuvvetli adaylar bir Süpernova olarak patlayan üç güneş kütlesinden büyük kütleli kor bırakan büyük kütleli yıldızlardır. Ölen bu yıldızlar büzülmekte, küçük bir hacim içinde çok yoğun bir maddeyi barındırmamaktadırlar. Öyle ki güneşten üç kat büyük olan bu yıldızlar sadece birkaç küometre çapındadırlar. Böyle olunca çekim güçleri muazzam bir şekilde artmakta, ışığı, sesi yutmaktadırlar. Kendisine yakın olan yıldızları içine çekmekte ve içine çektiği her yıldızla çekim güçleri bir kat daha artmaktadır. En gelişmiş gözlem cihazları, koca yıldızların gözümüz önünde yok olup gittiklerini kaydetmektedirler. Ünlü Fizikçi Stepnen Havvking "Evreni Kucaklayan Karınca" adlı kitabında Kara Deliklerin ışıdığı yolunda görüşler ortaya atmıştır. Kara deliklerin sıcak delikler olduğu fikri Kuan-tum fiziği içinde ispat edilmeye çalışılmıştır. Kara deliklerden ilk bahseden 1783 yılında John Mitchell olmuş ancak bilim çevrelerinde ilgi görmemiştir. Fakat bu ismi kullanan 1969 yılında John VVheeler olmuştur. Kara deliklerin bir cismi çekim altına alması üzerine yaydıkları X ışınları uzaya gönderilen X işim teleskoplar tarafından


tespit edilmiştir. Zülkameyn'in Güneşi'in yanında bir kavim bulmasını tefsir alimleri imkânsız olarak görmüşlerdir. Oysa, Zülkar-neyn'in "Solar Apeks"te bir güneş sistemi ile karşılaştığı, oradaki Güneşi'in gezegenlerinden birinde de akıllı canlıların olduğu düşünelecek olursa, güneş'in yanında bir kavmin olduğunu düşünebiliriz. Bu anlatımlarda şunu anlıyoruz. Zülkarneyn bir ordu ile dünya üzerinde bir yere gidip savaşmamış, büakis Allah'ın verdiği ilim sayesinde sahibi olduğu Sebeb adlı araç ile uzay'da seyahat etmiştir. Âyetlerde onun savaştığım gösteren bir belirti yoktur. Ey Zülkarneyn; "Ya bunlara azap edersin, ya da haklarında gü— 184 — TÜRKLER VE UZAYLI ATALARI zel bir tavrı esas alırsın," buyrulmuştur. Dikkat edilirse ona azap ruhsatı verildiği görülür. Yani kavim bir doğal afetle yok olacaktır, Belki de gezegenleri Kara Delik içersine girip yok olacaktır. Allahü Te'ala Zülkarneyn'e onlardan dilediğini kurtarma izni vermiş olmalıdır. Bu şekilde ki anlayış Kur'an'm azap kelimesine yüklediği mânâya da uygun olmaktadır. Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz: Zülkarneyn'in Solar Apeks'e gittiği ve orada bu kavme; "Güneşiniz ve Gezegeniniz yakında bir karadeliğin içine girecek ve hepiniz acılar içinde öleceksiniz. Ben Allah'ın elçisiyim; eğer Allah'a inanırsanız ve bana güvenirseniz, benimle beraber gelin, kurtulun. Allah da size ahirette mükâfat verecektir. Yok inanmazsanız, bu azabı çekeceksiniz; Allah da ahirette size azap edecek. Şayet böyle demişse, inananların kendisi ile birlikte gelmeleri halinde kurtulacaklarını söyleyerek onlara çok kolay bir yol göstermiş olabilir." SONRA BİR SEBEBİ DAHA İZLEDİ ZÜLKARNEYN'İN GÜNEŞİN DOĞDUĞU YERE GİDİŞİ Zülkarneyn, birincisinin ardından ikinci bir seyahate daha çıkmış ve seyahatini de, yine onu çok uzaklara götüren "sebeb" vasıtasıyla yapmıştır. Matli aş Şems (Güneş'in doğduğu yer) Antapeks'tir. Tefsirciler de bu seyahati yine dünya üzerinde yapıldığını ilk aşamada düşünmüşlerdir. Yalnız Maşrık Arapça da doğu anlamına gelirken Matli Aş Şems olarak ifadenin olması onun uzay'da Güneş'in doğduğu yere gittiğini göstermektedir. İlk tefsir alimleri bu Âyet'te bahsedilen canlı varlıkların dünya üzerindeki ilkel insanların yaşadığı bir bölge olarak tanımları doğaldır. Çünkü o devirlerde bilimin gelişeceği ve uzaya seyahatin yapılabileceği düşünülmüyordu. Zülkarneyn'in bulduğu topluluk "Kendilerine Güneş'ten başka bir örtü yapmadığımız bir topluluk"tu denilmesi ilgi — 185 — ALI BEKTAN çekicidir. Bu anlatıma göre gezegenin bir atmosferinin olmadığı, güneş'in direkt ışınlarını vurduğu görülmektedir. Bizim güneşle aramızda örtü varmıdır? vardır. Furkan Sûresi "Geceyi size örtü kıldık" ve Nebe Sûresi "Size geceyi örtü yapan O'dur yani (Allah'tır)" Ayetleri bildirmektedir. Öyleyse o kavmin gecesi yoktur. Astronomi de bu bilgiyi bize vermektedir Güneş'in Doğduğu Yer Antapeks'in Colomba (Güvercin) Takımyıldızı'nda bir yeri ifade ettiğini öğreniyoruz. Zül-karneyn Güvercin Takımyıldızı'nda bir çift yıldız sistemine gitmiştir. Astronomi bilimine göre Güvercin Takımyıldızı'nda Phact adında bir çift yıldıza rastlanılmaktadır. Bu çift yıldız Antapeks'e en yakın çift yıldızdır. Eğer oraya gittiyse Kur'an bize, bu sistemde akıllı mahlukların yaşadığını, gezegenlerinde de hiç gece olmadığını bildirmektedir. Bu yolculukların bugünkü bilim ve teknoloji ile yapılması mümkün görülmemektedir. Fakat Zülkarneyn Allah tarafından öyle bilgilerle donanmıştır ki, her şeyi bilmektedir. Yani Ledünni İlmi Allah'tan gelen ilim ile donanmış olduğunu görmekteyiz. Hubr sözünün anlamı ise "bütün inceliklerini ve hakikatini bilme" bakımından kuşatma, akim alamayacağı bir ilme işaret etmektedir. İKİ SEDD/ SÜDD (İKİ BULUT= İKİ NEBULA)


Zülkarneyn "Orada O iki şedden/ südden başka bir de kavim buldu. Neredeyse söylenen bir tek sözü anlamıyorlardı" Astronomi literatüründe, Âyet'te geçen "südd" kelimesini tanımlayan bir terim vardır. O'da Nebula'dır. Bu kelime bulut/ sis demektir. Nebulous ise sisli anlamına gelmektedir. Nebula'lar Samanyolu'ndaki veya diğer yıldızlar arasındaki ortamın gaz ve toz bulutlarıdır. Bunlardan yakınlarındaki yıldızlardan aldıkları ışıkla parıldayanlara parlak bulutsu denir. Ancak konumuz olan Âyet'te Zülkarneyn'in iki — 186 — TÜRKLER VE UZAYLI ATALARI bulutsu arasına gittiği bildirilmiştir. Bu anlatıma uyacak koordinat sayısı fazla değildir. Bu açıdan Saggitarius (Yay) Takımyıldızı'nda yer alan iki bulutsu oldukça dikkat çekicidir: Lagoon ve Trifid bulutsuları. Bu bulutsular, astronomi ile ilgilenen hemen herkesin tanıdığı bulutsulardır. Lagoon Bulutsusu: Dünya'dan 4000 ışık yılı uzaklıkta, 30 ışık yılı genişliğinde, 2 milyon yaşında bir bulutsudur." Trifid Bulutsusu:'nun dünyadan uzaklığı ise 3200 ışık yılıdır ve bu bulutsu 12 ışık yılı genişliğinde, 7 milyon yaşındadır. Birde Orion (Avcı) Takımyıldızı'nda bulunan ve Büyük Orion Bulutsusu olarak bilinen M42 ve M43 Dünya'dan 1500 ışık yılı uzaklıktadır. 30 ışık yılı genişliğinde, iki milyon yaşından genç bir bulutsusudur. Âyet'te geçen "Süddeyn" kelimesi ile uzayda bulunan iki bulutsunun kastedilmesidir. Süddeyn kelimesinin "iki nebula" anlamına geldiği düşüncesinden hareketle, Âyet'ten onun iki bulutsu arasındaki bir gezegen üstünde yaşayan bir kavimle karşılaştığı'nın an-laşüdığını söyleyebiliriz. Bu kavimle arasında bir lisan problemi yaşanmıştır. Dediler: "Ey Zülkarneyn Yecüc-Mecüc bu yerde bozgunculuk yapıyorlar. Onlarla bizim aramıza bir sedd/südd yapman şartıyla sana vergi verelim mi?." Yecüc-Mecüc konusunda İslâm alimleri bir çok fikirler ileri sürmüşlerdir. Hepsi de bu kavmi dünya üzerinde var olarak gösterirken Tevrat'ta Gog-Magog, İncil'dede Yecüc-Mecüc olarak tanımlanıyor. Bizim görüşümüz İskender Türe'nin görüşü ile aynıdır. Zülkarneyn iki Nebula arasındaki bir gezegene gittiği düşüncesiyle baktığımızda; Onun konuşarak anlaşmakta zorluk çektiği akıllı mahluklar bir yolunun bularak yardım istemişler. Gezegenlerine yakında bulunan diğer bir gezegende yaşayan Yecüc-Mecüc tarafından saldırıldığını, ücret karşılığı Zülkarneyn'in onlarla aralarına bir engel yapmasını istemişlerdir. Âyet'te iki gezegene işaret eden bir ibare yoktur — 187 — ALI BEKTAN ama "Sadefeyn" kelimesi bu mânâyı vermeyi gerekli kılmaktadır. Zülkarneyn'in cevabı: Dedi: "Rabbimin bana kendisinde imkân sağladığı şey daha üstündür. Siz bana bedensel gücünüzle destek verin de. Onlarla sizin aranıza redm(katkat engel) yapayım." Burada Zülkarneyn Allah'ın kendisine verdiği imkân sağladığı sebeb (yani onun uzaklara gitmesine vasıta olan şey) Allah'ın onu içine yerleştirdiği şeydir. Bu bir uzay gemisi olabilir. Zülkarneyn kendisine verilen bu vasıtanın, o kavmin vereceği ücretten çok üstün olduğunu söylemektedir. Uzayda dilediği yere gitmesine yarayan bir vasıtası olan kimse için para nasıl değer ifade edebilir. Redm kelimesi engel, perde, sedd, duvar gibi mânâlar verildiği gibi ayrıca "Kesintisiz/deliksiz" anlamına geldiği de söylenmektedir. Kat kat bulut yani birbiri üzerine binmiş yoğun bulut şeklinde kullanıldığını ifade edebiliriz. Şu yorum ortaya çıkıyor: "Yardım talebinde bulunan o kavim Zülkarneyn'den Yecüc-Mecüc kavminin gökten gelen saldırısına karşı kendilerine buluttan/gazdan bir kalkan yapmasını isteyince, o'da onlara buluttan değil, kat kat buluttan bir kalkan yapacağını söylemiştir." Allahü Teala Zülkarneyn'in bu kalkanı inşa edişini ve dolayısıyla kalkanın mahiyetini devam eden Âyef te şöyle bildirmiştir: "Bana demir kütleleri getirin dedi. İki sadefin arası eşit olunca


körükleyin dedi. Onu ateş haline koyunca da getirin bana, üzerine erimiş bakır/katran dökeyim diye seslendi." Eski dönemlerin tefsir alimleri bu Âyette yapılan işin iki dağın araşma Zülkarneyn'in demirden bir duvar inşa ettiği düşüncesidir. Bu duvarın ise insanüstü bir olay olduğunu düşünmüşlerdir. Onlara göre bu sedd demir tuğlalı, bakır sıvalı, metrelerce yükseklikte, kilometrelerce uzunluğunda bir sedd olmalıdır. Böyle bir şeddin varlığı dünya üzerinde şimdiye kadar bulunmamıştır. — 188 — TÜRKLER VE UZAYLI ATALARI Sadef kelimesi lugaf ta meyl(eğilmek, sapmak ve dönmek mânâsına gelmektedir) bu kelime arapça da özel bir terim olurken, hem günümüz modern astronomisinde, hem de eski astronomi de "declination" mânâsına kullanıldığı anlaşılmaktadır. Bir gök cisminin deklinasyonu: "Bu cismin gök ekvatorundan kuzeye pozitif veya güneye nefatif doğru olan açısal uzaklığıdır" şeklinde tarif edilir. Kısacası bir gök cisminin gök ekvatorundan yüksekliğini ifade eder. İki gök cisminin deklinasyon unun eşit olması demek, aynı yükseklikte, aynı seviyede bulunmaları demektir. Bul bilgiler ışığında "İki sadefin arası eşit olunca" ibaresini "Dönen iki cismin aynı düzleme (karşı karşıya) gelmesi aynı düzlemde bulunmaları olarak açıklayabiliriz. Sadefeyn kelimesi dönen, meyi eden (yaklaşıp uzaklaşan) birbirine tesadüf eden yüzlerinde eğim bulunan iki cismi ifade etmektedir İki gezegen aynı düzleme gelince Zülkarneyn şeddi inşa etmek için hazırlattığı demir blokları kızdırmaları için onlardan körüklemelerini isteyerek işe başlamalarını istemiştir. Ondan sonra "Onu ateş haline koyunca da getirin bana, üzerine erimiş katran dökeyim diye seslendi." Kıtr olarak geçen kelimenin lügat mânâsı ile ve Kur'anın ona yüklediği mânâya göre "Katran" olarak mânâlandırıl-ması daha uygundur. Dolaysıyla Zülkarneyn'in kızgın demir üzerine "katran" döktüğü anlaşılmaktadır. Kor halindeki demir üzerine katran dökülmesi ile oluşacak engelin, mimari bir engel olması doğrusu çok mantıklı görünmemektedir. Daha çok kimyevi bir ayrıştırmaya işaret eder gibidir. Çünkü kor halindeki demir üzerine dökülen katranın yanacağı ve kaba tabiriyle bir duman yükseleceği bilinir. 1535 derecede eriyen demirin 800-1500 derece sıcaklıkta kor haline geldiğinde en iyi katalizör olmasıdır. Katran ise hidrojen ve karbonca zengin hidrokarbon şeklinde tanımla— 189 — ALI BEKTAN nabilir. Bilim dünyası hidrokarbonlardan yanıcı gazların üretileceğini söylemektedirler Bu işleme "Gazlaşbıma" adı verilir. Metan, Hidrojen, Karbonmonoksit gibi gazlann yoğunluğu, aynştınlmalan esnasında ortama etki eden faktörler vardır. Sonuçta katranın yüksek sıcaklığa uğratılması ile karbonun yanarak bol miktarda hidrojen üretebileceği görülmektedir. Zülkarneyn'in südd (bulut, sis) yapacağını değil de redm (kat kat bulut) yapacağını söylemesi birden fazla gaz çeşidinden katmanlar oluşturduğuna işaret eder. Böylece gazdan engel oluşmuştur. Gaz katmanları aşılmaz bir engel teşkil etmiştir. Zülkarneyn'in bilgisi yapılan işlem sonucunda havadan hafif yamçı gazlar oluşmuş, bu gazlar kavmin gezegeninde-ki atmosferin üzerinden çıkarak yecüc -Mecüc'ün yaşadığı gezegenin etrafında bir katman oluşturmuştur. Bu işlemin ne kadar sürdüğü, oradaki iki gezegen arasmdaki mesafeye, gezegenlerin çekimlerine, kurtulma hızlarına bağlı etkenler olabilir. Bu şekilde bir gezegen etrafında havadan hafif yanıcı gazlarla oluşturulan katman O gezegenden çıkmaya engel teşkil etmiştir. Dünya şartları dışmda baktığımızda yalnızca şunu söyleyebiliriz: O gezegende bulunan şartlar Zülkarneyn'in yapmış olduğu bu gazdan katmanı orada yaşayanların aşmasına müsaade etmemiştir. Nitekim Allah buyuruyor: "Artık onu aşmaya da güç


yetiremediler, delmeye de güç yetiremediler." Zülkarneyn "Bu rabbimden bir rahmettir. Rabbimin vaadi gelince onu yok eder ve rabbimin vaadi haktır." O kavme bunları söylerken, şeddi tamamlamış olduğunu öğreniyoruz. Bunun Allah'ın bir rahmeti olduğunu söylemiştir. Bunu şöyle yorumlayabiliriz: Zülkarneyn, Yecüc-Me-cüc'ün bulunduğu gezegenin atmosferinin üst katmanlarında hidrojen gibi yamçı ve hafif gazlardan oluşturduğu duvarın kainattaki bir takım değişikliklerle bir gün kendiliğinden, tabii ki Allah'ın yaratacağı nedenlerle ortadan kalkacağı, yok olacağı bize bildirilmektedir. — 190 — TÜRKLER VE UZAYLI ATALARI Sonuçta Kıyamet gününde insanlar ve diğer akıllı yaratıkların bir araya toplanacakları ve hesap verecekleri Zülkar-neyn Âyetlerinede uygun düşmektedir. Zira onun uzaya seyahat ettiği görüşünden hareketle, oradaki akıllı mahlukların Zülkarneyn tarafından imâna davet edildiği düşünülürse, dünya dışı varlıkların da insanlar gibi kıyamet gününde hesaba çekilecekleri sonucu kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. KUR'AN-I KERİM'DE BAHSEDİLEN ALEMLER OLAYI İslâm alimleri Alemler konusunda çeşitli görüşler ileri sürmüşlerdir. Kur'an'da sayı bildirilmemesine rağmen bildirilen alem sayısı 18 bin olarak açıklanmıştır. Ferra ve Ubey-de gibi alimler dil üzerine yönelmiş bazıları alemi sadece akıllı varlıklardan ibaret görürler ve hayvanlar için bunun kullanılmayacağını savunurlar. Alemleri Kainat denilen bir bütünün parçaları olarak görmemize aslında bir engel bulunmaz. Alem sözcüğünü dünyamız içinde kullanmakta hiçbir engel bulmayan alimlerin sayısı çok yüksektir. Biz de aynı görüşü kitabımız boyunca savunuyoruz. Kur'an'da yer ve göklerin sayısı verildiği halde alemler için bir sayı söylenmez. Buna karşılık bir çok İslâm Alimi belli bazı sayılardan söz ederler. Bunların içersinde 18 bin Alem çok fazla yer tutarken, Vehb bin Münebbih 18 bin alemden söz edip dünyanın bir alem olduğunu söylerken yine dünyayı bir tek alem olarak kabul eden Ebu Said FJ Hud-ri bu sayıyı 40 bin olarak vermektedir. Gerçek sayı ise bu verilerle kıyas edilemeyecek kadar fazladır tespiti mümkün değildir. Kurtubi'nin yaptığı Kur'an-ı Kerîm Tefsiri'nde Ebu El Aliye'de alemleri 18 bin alem olarak kabul eder. — 191 — ALI BEKTAN SAHRA BAŞKA BİR GEZEGEN Mİ?.. Sahra kelimesi Arapça'da kaya anlamına gelmektedir. Bu kelimenin geçtiği Âyette Hazreti Lokman'ın oğluna yaptığı nasihat anlatılır. Lokman Sûresi 31/16 "Yavrucuğum yapılan bir iş hardal tanesi kadar olsa bile ve o bir kaya içinde ya da Göklerde veya yerde (gizlenmiş) olsa bile Allah onu hiç şüphesiz ortaya çıkarır." Sahra herhangi bir alem adı mıdır? Yoksa bununla yeryüzü kayaları mı kasdetilmiştir. Bu münakaşa konusu olmuştur. Bazı alimler bunun dünya kayaları olduğunu ve hiçbir şeyin yüce Allah'tan gizli kalamayacağının kesin kes bilinmesi için söylendiğini savunurken, bir kısmı onun yerlerin ve göklerin ötelerinde bir alem olduğunu söylediler. İbn Ab-bas onu "7" Arzın ötesinde veya "7" kat yerin altmda ve dünyanın üzerine kurulduğu bir kaya olarak düşünülmüştür. Buna karşılık Isfahan'lı Es Süddi (vefatı M.S 745) bir kısım sahabenin görüşlerine dayanarak bunu, yer ve göklerin haricinde "7" Arzın ötesinde bir Sahra olarak görmüştür. Bunun Âyette yer ve göklerden ayrı olarak zikredilişi onun hariçte bir varlığı olduğunu gösterir. İmam Suyuti, Sağlık yönünden lehinde ve aleyhindeki tenkitlerle beraber aralarında 500 er yıllık mesafe olan dünyalardan bahseden bir hadis kaydeder. Bu Hadisin son kısmı diğer benzerlerinden farklı olarak şöyle biter: "Yerlerden en yükseği iki tarafı gökle birleşen bir balığın sırtı üstündedir. Bu balık Sahra kaya üzerindedir" hadisini doğrulayanlar haklı iseler buradaki balığı malum canlı olarak değil de ancak bir


burç olarak anlamak mümkündür. Çünkü balığın sahra üstünde olması düşünülmez. Buna göre Sahra ayrı bir alem olarak karşımıza çıkar. — 192 — TÜRKLER VE UZAYLI ATALARI ASTRONOMLAR, İSLÂM ALİMLERİNİ DOĞRULUYORLAR Profesör VVilly Ley'in vardığı sonuca İslâm Bilginleri yaptıkları araştırmalarda günümüzden yüzlerce yıl önce varmışlardır. Varılan sonuç "Allah 18 bin alemin Rabbi'dir." İşte gök ehli veya gök halkı olarak bildirilenler uzayda yaşayan bizim gibi insanlardır. Onlarda şuurlu varlıklar olarak tanımlanmaktadır. Şimdi bu olayı şöyle açıklayabiliriz. Allah başka gezegenlerde de akıllı varlıklar yarattığına en güzel örnektir. O insanlar bizden daha gelişmiş bir uygarlığa sahip olabilirler. Ayrıca o insanlar da Müslüman olabilir mi? Bu konu da tartışmaya açıktır. Uzaylılarla görüştüğünü iddia eden binlerce insan ki, bunların ülkeleri farklıdır. Yaptıkları açıklamalarında ortak noktalara değinmişlerdir: Uzaylıların çok büvük bölümü fiziki olarak bize çok benzemektedirler. Gelip Şehirlerimizde halkın arasına karışıp, yaşayabilirler derken, normal insanlardan bahsetmektedirler. Ayrıca evreni yaratan tek bir Tan-n'dan bahsetmişlerdir. Ünlü İlahiyatçı Yaşar Nuri Öztürk katıldığı bir televizyon programında şu açıklamayı yaptı: "Allah Kur'an-ı Kerîm'de Göklerde Şuurlu canlı varlıklar var diyor. Bununla temiz bir akıla sahip olunması kastediliyor. Biz sadece Dünya ile sınırlıyoruz, her şeyi araştırmak lazım." Uzay konusunda yapılan son araştırmalar sonucunda Sa-manyolu'ndaki sabit yıldızların sayısını 100 milyara çıkartıyordu bilim adamları. Aynı bilim adamları ve onların öğretmenleri otuz yıl önce başka gezegenlerde hayat fikrine sıcak bakmıyorlardı. Görülen UFO olaylarım ısrarlı bir şekilde inkar ediyorlardı. Her göreni hatta uzaylılarla temasa geçtiğini iddia edeni hayal görmekle ve onları hasta olmakla itham ediyorlardı. Bu durum daha çok ABD'de oluyordu. Fakat — 193 — ALI BEKTAN böyle düşünmeyen başka bilim adamları da vardı. Onlar da gizli bir toplantı yaparak Güneş Sistemindeki uygarlıklar ile temasa geçmek için fikir alış verişi yaptılar. Bir takım kararlar aldılar. Bu işten en karlı çıkan Amerika oldu. 1950'lerde ki çalışmalar sonrası Birleşik Devletler bugün dünyanın bilimde ve teknolojide ileri giden ülkesi oldu. Avrupa ülkeleri bilimsel alanda ne yazık ki ABD'den geri kalmaya başladılar. Uzay araştırma ve çalışmalarını sürdürüyorlar. Amerika ve Rusya ağırlıklı olarak çalışmaya başladılar. ABD Bilgi birikimi nedeniyle 1947 yılından bu yana ortaya çıkan UFO olaylarını dünyadan ve kamu oyundan sürekli olarak sakladılar. Düşen Uçan Daireleri ve içinde bulduğu Uzaylıları alıp laboratuarlarında inceleyen Amerikalılar elde ettikleri bilgileri hiçbir zaman kamuoyuna açıklamadılar. KUR'AN'DA BAHSEDİLEN UZAY'DAKİ GEZEGENLER VE CANLILAR Ankebut Sûresi 29/22 "Siz ne yeryüzünde ne de gökte Allah'ı aciz bırakamazsınız ve siz Allah'ı bırakıp da ondan başka bir dost ve yardımcı'da bulamazsınız." Fatır Sûresi 35/44 "Ne göklerde ve ne de yeryüzünde hiçbir şey Allah'ı aciz bırakamaz." Kur'an-ı Kerîm'de canlı cansız, melek, insan ve hayvan bütün yaratıklar için ortak kullanılmakta olan herkes her şey gibi isimler de vardır. Bunları Göklerdeki meleklere ve bazen cinlere, yeryüzünde de insan ve hayvanlara yorumlarız. Hacc Sûresi 22/18 "Görmedin mi göklerde olan herkes ve her şey ve yeryüzünde bulunan herkes ve her şey güneş, ay, yıldızlar, dağlar, bitkiler, hayvanlar ve pek çok insan gerçekten Allah'a secde ediyorlar. İnsanlar'dan çoğu da vardır ki onlara azab hak olmuştur." Bu genel ifadeleyi göklerde olan meleklere yorumlarız. Allahın, kanunlarına boyun eğen yıldız, gezegen ve diğer


— 194 — TÜRKLER VE UZAYLI ATALARI cansız nesnelere yorumlarız.. İnsan, hayvan ve bitkileri de dünya için düşünürüz. Nemi Sûresi 27/65 "Yerde ve gökte Allahtan başka hiç kimsenin gaybi ve nihai sonlarının ne zaman geleceğini bile-miyecekleri" anlatılıyor. Allah'ın, yerde ve göklerde gizlenen her sırrı açığa çıkarttığı ifade ediliyor. Burada göklerde kimin bir sırrı olabilir diye düşünürüz. Ve meleklerin sır gizleme gayreti içinde olmalarım kabullenenleyiz, çünkü onlar her zaman itaaat içindedirler ve bir suçları bulunmaz. Şeytan da aleni olarak her şeyi yapar. Geriye ise İnsan ve Cin türü kalır. İlahi kanunlar içinde ve Allah'ın gerek din ve gerek tabiat olarak koyduğu kanunlarm hükmü altında kalırlar. Allah yeryüzünde olsun göklerde olsun her yerde ve bütün mekânlarda insanları kulluğa çağırmıştır. Rum Sûresi 30/18 "Göklerde ve Yerde Hamd onadır. Gündüzün sonunda ve öğle vaktine ulaştığınızda Allah'ı teşbih edin" Bazı alimler bu anlaşılmaz teşbih işini hayvanata ve nebata ya da cansız nesnelere has görürlerken bize göre bu anlayış tarzları bizleri göklerde insan gibi canlılar olabileceğine götürür. Rad 13/15 "Göklerde ve Yeryüzünde kimler varsa onlar da, gölgeleri de sabah, akşam ister istemez Allah'a secde ederler." Secde boyun eğme ve itaatin en ileri mertebesidir. Melekler itaat ve secde içinde. Onlar olamaz. Melekler ve Cinler lâtif varlıklardır. Böyle olunca da onlann gölgeleri yoktur. Oysa Âyette yeryüzünde olduğu gibi göklerde de kendileriyle birlikte gölgeleri de secde yapan kimselerden ve nesnelerden söz edilmiştir. Bunlar melek ve cinlerin dışında canlılar olmalıdır. Gölgelerin secdesine gelince bugüneşin veya herhangi bir ışık kaynağının hareketine göre gölgenin uzama, kısalma — 195 — ALI BEKTAN ve yön değiştirme hareketidir. Ve bu konuda az önce bahsettiğimiz tabiat kanunlarından biri hükmüniı icra etmektedir, ibadet içinde olan bir kimse de ona göre bir gölge/e yol açacaktır. Rahman 55/29 "Göklerde ve Yeryüzünde kimler varsa hepsi her şeyi ondan ister. Allah her gün her an bir yaratma işindedir." Melekler dahil bütün yaratıklar heran Allah'a muhtaçtırr lar, eğer göklerde Allahtan rızk isteyenler varsa bunlar meleklerin dışında varlıklar olmalıdır. Âyetin genel ifadesi içinde istenen şeylerin neler olduğu bilinmiyor. O zaman başka gezegenler olma ihtimali güçleniyor. Nahl Sûresi 16/49 "Göklerde ve yeryüzünde olan canlılar ve melekler onlar hepsi de büyüklük göstermeden Allah'a secde ederler." Bu Âyette yerde ve göklerde Allah'a secde eden canlılar ile bunlardan ayrı olarak aym ibadeti yapan meleklerin varlığından söz edilmiş olabilir. Göklerde varlıklarından söz edilen "devabb" canlılardan kasıt bazı müfessirlerin dediği gibi gerçekten melekler midir. Fahruddin Er Razi (Vefatı 1210) ünlü bilgin göklerde de yerdeki insanlar gibi yürüyen canlıların olabileceği ihtimalini göz ardı etmez. Nur Sûresi 24/45 "Allah her canlıyı sudan yarattı. İşte bunlardan kimi karnı üstünde yürüyor, kimi iki ayağı üstünde yürüyor ve kimi de dört ayağı üstünde yürüyor. Allah ne dilerse yaratır." Bu Âyette "dabbe" canlının sudan yaratıldığı bildirilmekte ve ardından sürüngenler ile ayaklan üstünde yürüyenler bu türün bir tanıtımı olarak sunulmaktadır. Melekler Nur'dan, Cinler Nar'dan (Ateşten) yaratıldıklarına göre onların sudan yaratılan bu canlılar içinde yer almamaları gerekir. Sura Sûresi 42/29 "Gökleri yeryüzünü ve bunlar içinde üretip yavdığı canlıları yaratmasıda onun varlığının ve yüce— 196 — TÜRKLER VE UZAYLI ATALARI


liginin delillerindendir. O dilediği zaman bunların hepsini bir araya toplamaya da güç yetirir." Bu Âyette de dabbe kelimesi kullanılmış ve bu canlıların üreyip bir noktadan diğer yerlere doğru yayılmasından söz edilmiştir. Meleklerde erkeklik ve dişilik olmadığından onların çoğalıp yayılma kanunlarından söz edilemez. Her zaman olduğu gibi gökleri meleklere, yeryüzünü insanlara ve hayvanlara tahsis etmişlerdir. Son kısımda yer alan yer ve gök camlılarının buluşmalarım da sadece kıyamet sonrası hayatla ilgili görmüşlerdir. Esas görüş bu olmakla beraber Zemahşeri, Razı, Neysaburi ve Ebussuud Efendi gibi müfes-sirler bu Ayetin tefsirinde göklerde insan ve hayvanlar gibi yürüyüp gezen canlıların olabileceği ihtimali üzerinde durmaktan da kendilerini alamamışlardır. Talak Sûresi 65/12 "Allah yedi göğü ve yerden de bir o kadarını yaratmış olandır. Onun emri bütün bunlar arasında durmadan iner durur. Allah'ın bunları yaratıp emirler indirmesi onun gerçekten her şeye gücü yettiğini ve bilgisiyle her şeyi kuşatmış olduğunu bilmeniz içindir." Müfessirler yerlerin sayısının yedi olduğunu gösteren Kur'an Ayetinin tek bu olduğunu söylerler. Fakat onlar çoğunlukla bunu yerin tabakları olarak anlarlar. Eğer kainatta başka dünyalar daha varsa bunlar elbet boş alanlar olmayıp dünyamız gibi kendi ortam ve şartlarına uygun canlılarla dolu olacaklardır. Peygamber "YEDİ ARZ"âan diğer bir deyişle gökler sayısında yerkürelerden söz ederken bununla o içinde hayat ve hayat imkânları olmayan içleri boş gezegenleri kasdetmiş olamaz. Eğer peygamber onları arz /yer küresi olarak nitelendirmişse bu, oralarda dünyamızda olduğu gibi canlılar bulunduğunu anlatmak için olabilir. Hazreti Peygamber bizim dünyamızdan başlayarak diğer dünyaları sayarken sonuncu arz için "EN UZAK ARZ" tabirini kullanmıştır. Peygamber yerküreleri sayarken önce bulunduğu yerden başladığı için en sonuncusunu bu şekilde nitelendirmiş olmalıdır. Aslında uzayda aşağüık ve yukarılık yoktur. Sadece uzaklık ve yakınlık vardır. — 197 — ALI BEKTAN Her bir arz küresi yaşamaya uygun bir yer olmalıdır ki, Hz Muhammedi'm sözlerinde "Eğer siz en uzak arza iple bir yol bulup, bir adam sarkıtıp gönderseniz O adam orada da yine Allah'a onun hükümran olduğu bir yere inmiş olur" (Tirmizi'nin Tefsiri) Bu da orasının yaşanabilir bir yer olduğunu gösterir. Başka dünyaların varlığını ve oralarda insanlar gibi canlıların bulunduğunu ihtimalsiz ve açık olarak kabul eden Ibn Abbas (vefatı 687) olmuştur. Yerlerin sayısıyla ilgili Âyetin tefsirinde şu sözlerine yer verirlerki biz onun bu sözleri peygamberden alıp almadığını bilmiyoruz. Allah "7" arz yaratmıştır. Her arzda sizin peygamberiniz gibi bir peygamber, Adem gibi bir adem, Nuh gibi bir Nuh, İbrahim gibi bir İbrahim ve İsa gibi bir İsa vardır." Her arzda dünyamız insanları gibi insanlar olduğunu söyleyen Ibn Abbas yerkürelerin çokluğu ile ilgili Âyeti bu şekilde açıkladıktan sonra "Eğer size bu Âyetin açıklamasını yaparsam kafir olur yani onları inkâr edersiniz."<"> Hatta ona maledilen bu sözlerinde o kıyamete doğru yeryüzüne inen çeşitli gök melekleriyle insanları konuşturacak kadar ileri gider. İnsanlığa fayda ve doğruyu anlatan bilim adamlarının üstünlüklerinden bahsederken şöyle der Hz. Peygamber "Allah, Allanın melekleri, gökler halkı ve yerler halkı, hatta yu-vasındaki karınca ve sudaki balıklar insanlığa hayrı öğreten alime dua ederler." Burada dünyalardan çoğul olarak bahsetmiş ve diğer yandan meleklerden aynı gökler halkından söz etmiştir. (Tirmizi'nin kitabı) Şu sözleri ise düşündürücüdür. "Eğer Allah gökler halkına ve yer halkına azap ederse haksız olarak azab etmez. Eğer onlara Allah merhametli davranırsa onun bu rahmeti kendilerinin ibadet ve iyi işlerinden daha üstün olur." (*) Taberi Tefsiri.


— 198 — TÜRKLER VE UZAYLI ATALARI Sırf itaat içinde olan meleklerin cezayı gerektirecek bir davranışları bulunmaz. Bu yönden "Gök ehli" ifadesi burada onların dışındaki canlılara yorumlanabilir. Peygamber bir konuşmasında da göktekiler için Abd:Kul tabirini kullanır. O Allah'a bir övgü ve Peygambere gönderilen bir selamın gökteki veya gökle yer arasındaki her kula erişeceğini söyler. Hz Peygamber "Eğer gök halkı ve yeryüzü halkı bir mümin kişinin kanma ortak olsalar Allah onların hepsini cehenneme atıp kapatır" (Tirmizi Dıyat kitabı) Bu hadis sağlık bakımından garib görülmüşse de buna benzer hadislerin konusuna değinmektedir. Kim olursa olsun hukuk dışı cana kıymak aslında dinde şiddetle yasaklanmıştır. Gerek yeryüzünde ve gerek göklerde insana zarar verebilecek bir takım kötüler olmalıdır ki biz peygamberin uzay duası diyebileceğimiz onun besmele çekip şu duada bulunduğunu görürüz. "Allanın adıyla öyleki (bir iş) onun adıyla olunca ne gökte ne yerde hiçbir şey bize zarar veremez o tam işiten ve tam bilendir" (İbni Müca Dua Kitabı) Kur'an'da insanın madde ve mânâ yollarında yürüyüp ilerlemesi istendi. Ve insana madde ve mânâ alemleri olabildiğince açıldı. İnsanın fiziki ve maddi alemlerde ve de manevi bir alanda ilerleyip yükselmesine dinde bir engel konulmamıştır. İleri hedefler gösterilmiştir. Zaiyat Sûresi 51/22 "Göklerde rızkınız ve size vadedilen şeyler vardır" İnsanoğlu yeryüzünü ve kendisini incelemeden ve burada huzurlu ve sağlam dayanaklara dayanmadan göklere atılım yapamaz yahut çok sınırlı bir atılım içinde olur. Bu Âyette insanlara göklerde rızıkları olduğu haber verilmiş ve bu arada başka şeylerde vadedilmiştir. Gökten rızık beklemek ile göklerde nzık ve canlı hayatın varlığım düşünmek veya böyle bir şeye inanmak ayrı ayn şeylerdir. — 199 — ALI BEKTAN Hadid 57/25 "Andolsun biz elçilerimizi açık delillerle gönderdik ve insanların adaleti yerine getirmeleri için onlara kitaplar ve ölçüler indirdik. Biz ayrıca kendisinde hem çetin bir sertlik ve hem de insanlar için faydalar bulunan demiri indirdik." Bu vahiy tarzı demirin peyderpey toz halinde yeryüzüne indiğini gösterir. Vahyin ışığı ve onunla konulan hükümler ve adaletle nasıl insanlığa bir yön ve düzen verilmek isteniyorsa bunun gibi gökten serpilen demir cevheriyle yer kürede bir denge korunmuş oluyor. Kur'an'da tüm yerler gökler ve varlık hatta insanm yapısı hakkında verilen bilgilerden o kadar emin olundu ki, insanlık bunları keşif yolunda ilerledikçe kendisini Kur'an gerçeği karşısında bulacağı kesin olarak vurgulanmıştır. Fussılet 41/53 "Gerek onları çevreleyen alemlerdeki ve gerek onların kendi varlıklarmdaki (Varlığımızın belgeleri) Ayetlerimizi onlaragöstereceğiz. Sonuçda Kur'anın gerçek olduğu onlar için apaçık ortaya çıkacaktır.Rabbinin her şeyi görüp bilmesi sana yetmez mi?" Âyette geçen Afak kelimesi yerler ve gökler olarak yorumlanırken, enfüs kelimeside insanın maddi ve ruhi yapısı olarak yorumlanmıştır. Burada konumuz açısından önemli olan bilim çağma gelineceği ve göklerde keşiflerin başlıyaca-ğınm Kur'an'da haber verümiş olmasıdır. İnsanlar artık gökle ilgili gerçekleri bizzat oralara gidip öğrenebileceklerdir. Hz. Peygamber insanların uzaydan bilgi toplama arzularını şöyle dile getirmiştir: "Eğer din Süreyya Yıldızında olsaydı faris milletinden bazı adamlar oraya gider ve O ilmi oradan alırlardı." Hz Peygamber bu konuşmasını Selman El Farisi'nin kendi yanında bulunduğu bir sırada yapmış ve onun gerçek dini arama hırsım dile getirirken arap olmayan unsurlarında bilime yapacakları katkıyı


anlatmıştır. İslâmiyet bilimi dinden ayrı bir şey değil onun dinin bir parçası ve uzantısı olarak görmüştür. — 200 — TÜRKLER VE UZAYLI ATALARI Uzay ve Varlığa ilişkin gerçeklerin ortaya konulması bilim çevrelerinde pek çok dinin yıkılışını da beraberinde getirecektir. Kur'an'ın gerçeğide ortaya çıkacaktır. Uzayı keşif ve oralardan veya oralar hakkında bilgi toplama insanlığa göklerin fetih yolunu açmış olur. Rum Sûresi 17/18 "Haydi Akşama girdiğinizde ve sabaha kavuştuğunuzda Allah'ı teşbih edin." "Göklerde ve yerde hamd ona mahsustur. Gündüzün son bölümünde ve öğle vaktine eriştiğinizde de onu teşbih edin" Allah bu Ayetinde göklerde de kendisine kendisine ibadet edilmesinden ve insanın ona kulluğundan vazgeçmemekte yeryüzünde insandan istediklerini oralarda da istemektedir. Bu Âyetlerde namaz kılınacak vakitler tayin edilmiştir. Burada ayrıca insandan göklerde de hamd etmesi ve daha doğrusu oralarda da namaz ibadeti ondan istenmektedir. İnsan burada belirtilen zamanları bulduğunda göklerde de namaz ibadetiyle yükümlü kılınmıştır ki, bu da elbet mümin bir kişi olacaktır. Böylece göklerde de dünyada olduğu gibi inanan ve inanmayanlar ve çeşitli dinler yerlerini alacaktır. Evren bilgisi geçmişte bilinmiyordu. Hak ve Batıl din ve mezheplerle bunların öngördüğü tüm ibadetler ve ahlâk da elbet buradan göklere giden insanlarla oralara taşınacaktır. İslâmdaki namaz oruç ve zekât gibi vecibeleri oralarda yerine getirmek zor olmayacaktır. Kıble tayini bir içtihad işi olacaktır. Göklere giden müslümanlann Beytullahı bu yerkürededir. O yüzden Hac için oradan buraya geliş kolay olmayacaktır. Kur'an'da haccm Beytullaha bir yol (imkân) bulanlara farz olduğunun bildirilmesi (Ali İmran 99) rahatlatıcı olmaktadır. Göklerdeki başka dünyaların insanlık ve dinleriyle karşılaşırlarsa durum ne olacaktır. İslâm orada da kendisi gibi tevhid inancma sahip en son gelmiş bir dinle karşılaşacaktır. Hz Peygamberin "Yedinci Arz'a gönderilen bir insanın orada yine Allah ile karşılaşacağını bildiren sözleri buna imkân — 201 — ALI BEKTAN vermektedir. Allah heryerde aynı Allah'tır. Temel İslâm inanç esasları ve hukukun temel ilkeleri aynı olacaktır. Ancak heryerin şartlarına göre teferruat elbet farklı olmak durumundadır. Her yerküresine gönderilen peygamberler Ibn Abbas'm bselirttiği gibi farklı kişiler olacaktır. Oralarda da islâm ile karşılaşılacak olması dikkat çekicidir. Kitap boyunca Dünya ile Uzay arasındaki bağlantının Mu KıtasıOrtaasya'daki atalarımız ve bizler ile olan bağlantısını açıklamaya çalıştım. Bu halkayı İslâmiyet ile tamamladım. Celallerin Yeniçeri Hocanın Kur'an tefsirlerinde açıklamaya çalıştığı bilgiler bize Uzaydaki başka gezegenlerde insanların bulunduğunu ve bu insanların da Allah'ı bilen ve inanan insanlar olduğunu göstermektedir. Böylece o gezegenlerde yaşayan ve dini İslâm olan insanların bulunabileceği gerçeği de ortaya çıkmaktadır. O zaman Türkler'in Köklerinin o gezegenlere dayandığım söylersek, teorimizin doğruluğu ortaya çıkar. Önemli olan ben müslümanım diyen her insanın Allaha kulluk ve insanlara yaptığı iyilik ölçüsünde değerlendirilmesidir. Bu da yüksek bir düşünce gücüyle olur. Bizden üstün olan bu insanların rızık için Allah'tan yardım beklemelerinden, ibadet için getirilen ölçüye kadar her şeyleri bizlere benzemektedir. Onların içersinde de iyi veya kötü insanların olabileceği de bildirilirken, burada Hazreti Muhammed'in bildirdiği 7 ARZ olayı dikkat çekicidir. Mesela güneş sisteminde yeralan gezegenler Dünya hariç Merkür, Venüs, Mars, Jüpiter, Satürn, Neptün ve Plüton olarak bilindi. Hazreti Peygamber "7" Arz ile güneş sistemimizdeki bu gezegenleri bahsetmiş olabilir mi? Çünkü en uzak gezegen Plüton'dur. En uzak arz olarak burasının bahsedilmiş olması muhtemeldir.


— 202 — TÜRKLER VE UZAYLI ATALARI Biz veya herhangi bir müslüman ülkesi yaptığı uzay çalışmaları sonucunda başka gezegenlere gidebilecek bir uzay gemisi yaptığında yolculuğa başlar. Gittiği Mars gezegeninde yaşayan insanlarla karşılaştığında onlarla bilgi alış verişine girdiğinde konu bir süre sonra Din meselesine gelecektir. O zaman müslüman astronot kendi dinini anlatacaktır. Onların dinini de öğrenmeye çalışacaktır. Bu durum diğer dinlerin astronotları içinde geçerlidir. Celalettin Hocanın tefsirleri sonucunda öğrendiğimiz şudur: "Uzayın neresine giderseniz gidin O büyük yaratıcıyı, yani Allah'ı görürsünüz. Onun büyüklüğünü daha iyi şekilde hissedersiniz." Benim dikkatimi çeken bir başka nokta ise Ibn Abbas'ın söylediği Kıyamete yakın dünyaya inecek olan melekler sözcüğü, bunun anlamını ise uzaydan gelecek olan ziyaretçiler olarak yorumlayabilirmiyiz. Belki de bunun doğru olup olmadığını tesbit etmemizin imkânı yok ama, bir gerçek var ki O'da bilgili bir kişi olduğu ve bazı ilahi sırlan bildiğidir. Bu bilgilerin kaynağıda Hazreti Muhammed'dir. Kendisi ayrıca ilk hadis toplayıcılardandır. Uzay Âyetleri Tefsiri'ni okuduğumda aklıma gelen ilk şey Diyanet İşleri Başkanlığı'nm birkaç yıl önce başlattığı bir proje idi. Kur'an-ı Kerîm'in yeniden tefsiri başlatılmıştı. Bu tefsir için islâm Ülkelerinin önde gelen ilahiyatçıları ile görüşülmeye başlanmıştı. Bu tefsiri yapacaklar arasında fizik, kimya, matematik, astronomi uzmanlarının yanısıra Doktorlar gibi bilim adamlannmda bulunması düşünülüyordu. Böyle bir tefsir olayının çok geniş ve bilimsel bir şekilde yapılması artık zaruri bir ihtiyaç haline geldiğine inanıyorum. Çünkü Kur'an'm ilk tefsirlerinin yapıldığı günümüzden 700-800 yıl önceki bilimsel gelişme bugünkü gibi değildi. Mesela Evrenin genişlemesinin 1400 yıl önceden bildirilirken, bunun öğrenilmesi ancak 21'nci yüzyılda kabul ediliyordu. Hayatın başlamasının büyük patlama bing-bang ile olması gibi daha bir çok konu Kur'an-ı Kerîm'in gerçekten Allanın Sözü olduğunu göstermektedir. Çünkü bilim ile çatışmayan ve bilimin vardığı sonuçlan doğrulayan Kur'an-ı Kerîm'in her geçen zaman içersinde yeni mucizelerinin çıkacağına inanıyorum. — 203 — ALI BEKTAN Göklerdeki canlılar sözü hocamızın dediği gibi Allah'ın emrinden çıkmayan melekler anlamına gelirken yüzyıllar önce yapılan tefsirlerde bildirilmekte, O zamanki İslâm alimleri Uzayı ve oralardaki başka gezegenlerde insanların olabileceği fikrini bilmiyorlardı. Bugün milyonlarca insan uzaydaki hayata inandığına göre "Göklerdeki Canlılar/' "Gök Ehli" ve "Gök Halkı" sözleri bizim gibi insanları kastedmektedir. Ondan dolayı ben de diyorum ki: 1- Uzayda Hayat Vardır. 2- Başka Gezegenlerde Yaşayan İslâmı bilen insanlar vardır. 3- Bu insanlar arasında bizimde Atalarımız ve köklerimiz vardır. 4- Gün gelecek bunlarla görüşeceğiz. Ne zaman olacağım bilemiyorum. Bir konuya dikkat çekmek istiyorum: Yurtdışı'ndaki bazı tarikatlar var. Bunların felsefeleri şudur. Dünya'da insanı uzay gemileri ile gelen uzaylılar yaratmıştır. Tüp Bebek ve Klonlama olaylarını düşünün. Gün gelecek bu uzaylılar dünyaya inerek kendilerine inananları kurtararak kendi gezegenlerine götüreceklerdir. Bu kıyamet denilen olaydır. Ne yazıkki Türkiyede de gençler arasında bu felsefeyi benimseyenler vardır. Bu çok saçma bir düşüncedir. Hatta bir yerde Allah'ı redd etmek gibi bir şeydir. Ben buna karşı olduğumu belirterek kabul etmiyorum. Çünkü Allah'ı ve onun varlığını anlamak için sadece Dünya'ya değil, evrene de bakın Onun büyüklüğünü her yerde göreceksiniz. — 204 — TÜRKLER VE UZAYLI ATALARI KUR'AN-I KERÎM'DE BAHSİ GEÇEN UZAYDAKİ CANLILAR


Kur'an-ı Kerîm'de yer alan bilgiler arasında uzayda hayata ilişkin bölümler yeni yeni ortaya çıkmaktadır. Bir çok Tefsir alimi bu konulan incelemişler ve yazdıkları kitaplarda yer vermişlerdir. Bunlardan bir tanesi İsaretül-i-caz adlı tefsir denemesinde Bakara Süresindeki " O Allah ki, yeryüzündeki her şeyi sizin için yarattı. Sonra göğe yöneldi ve onu 7 uzay halinde düzenledi. O, her şeyin gerçeğini bilendir "Ayetini yorumlarken "Yedi" kelimesi üzerinde uzun uzadı-ya duru ve bu Ayetten "Yerküremiz gibi atmosferi bulunan yedi dünyayı anlamanın" mümkün olabileceğini hatırlatır. O zaman yedi dünyadan ve üzerinde yaşayan insansı varlıklardan söz etmek pek de akıl dışı olmayacak. Uzayda hayat var mı? Uzayda melek ve ruhanilerin varlığı yeryüzünde insan ve hayvanların varlığı kadar kesin diyebilirim. Kur'an-ı Kerîm bu gerçeği bir çok Âyette anlatır. Çağdaş bir kelamcı ve çağımızın orijinal Kur'an yorumcularından bir olarak kabul edilen Saidi Nursi "Sözler" adlı eserinin 33 bölümünden birini tamamen Melekler, Ruhaniler ve Uzayda Hayat konusuna ayırmış. 29 Söz (ün tamamında bu meseleyi ispat etmeye çalışmıştı. Burada dikkatimizi en çok çeken bir cümle var ki bu çalışmamızın da kalbini teşkil ediyor. Ona göre çok değişik ve cins ve türdeki uzayhların tamamı Kur'an tarafmdan Melek ve Ruhaniler diye isimlendirilmişlerdir. ilerleyen bölümlerde melek nispeten nesnel varlıkları, ruhani soyut varlıkların adıdır. Saidi Nursi'nin Kadir Sûresinin "O gecede melekler ve ruh Rablerinin izniyle yeryüzüne inerler," mealindeki Âyetinin yorumunu yaptığı bölümden bir pasaj aktaralım. — 205 — ALI BEKTAN "Hakikat katiyyen gerektirir ve hikmet kesinkes ister ki, yeryüzü gibi, uzayın da -hem de bilinçli sekeneleri (oturanları) bulunsun. Ve o sekeneler yaradılış bakımından oturdukları yıldızlara uygun yaradılışta olsun. Kur'an bütün bu varlıkları melek ve ruhaniler diye isimlendiriyor." Evet kitap boyunca işin gerçeği bunu gerektiriyor. Uzayda bizim gibi canlılar var. Nitekim dünyamızın küçüklüğü ve basitliğine rağmen bilinçli yaratıklarla dopdolu olması, bu dünyanın üzerinden milyarlarca insanın gelip geçmesi üzerine yıldızlarla, güneşlerle ve gezegenlerle bezenmiş uzayda da şuurlu ve idrak sahibi yaratıklarla dopdoludur. O yaratıklar da tıpkı melekler ve insanlar gibi şu muhteşem kainatın seyircileri, gözetleyicileri ve yorumcularıdır. Uzayın yapısı, niceliği ve niteliği böyle yaratıkların varlığını gerektiriyor. Zorunlu kılıyor. Saidi Nursi yorumuna şöyle devam diyor: "Evrenin bu muhteşem varlığı çaplı ve geniş bir tefekkürü, onu tam anlamıyla kavrayacak bir kulluğu gerektirir. Oysa insanlar ve cinler bu tefekkür ve kulluğun milyonda birini belki yapamıyorlar. Bu muhteşem yaradılışı daha üst bir şuurla (akıl ile) temaşa (izleyecek) edecek ve onun yaratıcısına karşı şükranlarını sunacak daha üstün formda yaratılmış varlıklara ihtiyaç vardır. Melek ve ruhaniler de bunlardandır." Bazı hadislerin bize verdiği işaretlerden şunu anlıyoruz ki, bu yaratıklar uzayda başıboş gibi görünen seyyar cisimle-ri-meteor, bulut tanımlanamayan uçan cisimleri yıldızlan karanlıkta akıp giden yıldız şeklinde algüadığımız UFClan da bu çerçeveye sokabiliriz. Binek olarak kullanıp evrenimizde olup bitenleri temaşa ediyorlar (izliyorlar) O varlıklar bu seyyarelere hızla akıp giden görünüp ve bir anda yok olabilen şeyler binerek yaşadığımız şu nesnel dünyayı gözetlerler. Bineklerinin tesbihatını yaparlar." (Sözler 29'ncu söz Mukaddime) — 206 — TÜRKLER VE UZAYLI ATALARI ... Burada seyyare kelimesine küçük bir not düşelim. Tey-yare uçan kanatlı nesnelere verilen isimdir. Seyyare ise uçmaktan çok son derece büyük bir hızla akıp giden kanatsız vasıtaları anlatmaktadır.


Her ikisi de binek diye anılmaktadır. Acaba UFO'ya yani ingilizcedeki uçan tanımlanamayan cisim'e tek kelimelik bir isim verilmek istenseydi seyyar den uygun ne bulabilirdik. Yukarıda Saidi Nursi'den aldığımız metinde tek bir şey yaptık. Bilinen klasik ifadelerin yerine mesela sema yerine UZAY şuur yerine BİLİNÇ gibi günümüzde kullanılan kelimeleri yerleştirdik. Ve gördük ki "Pekala Uzaylılar var" ve üstelik bizi gözetliyorlar. (Ay'a inen Apollo ekibini bir kraterin içinden gülerek seyreden uzaylılar örneği gibi) Arapça'da Tare uçtu demektir. "Tayr" ise uçan şeye verilen ad. Geçmişte bir tek kuşlar uçtuğu içinde Kur'anda ve Hadiste tayr kelimesinin geçtiği yerde bu kelime kuş olarak isimlenmiştir. Kur'an'ın belirttiğine göre Hazreti İsa, imana çağırdığı insanlara şöyle diyordu "Ben size çamurdan kuşa benzer bir şey yaparım. Sonra ona kendi ruhumdan üflerim yani enerji yüklerim. O'da Allah'ın izniyle uçar," diyordu. Demek ki her uçan şey kuş değildi. Çünkü yüzlerce yıl geçtikten sonra insanoğlu uçakları yapti. Ay'a gidecek roketleri bugünde dünyayı kısa sürede kat edecek uzun menzilli uçakları yaptı. Kur'an-ı Kerîm'in indirildiği dönemlerde insanların havada kuşlar gibi uçabilmeleri veya uçan araçlara sahip olmaları söz konusu değildi. Kutsal kitabımız dünyanın sonuna kadar var olacağına göre Tayr sözünün anlamı geniş olmaktadır. UZAYLILARA İTİRAZ Uzaylılar var denildiği zaman hemen ileri sürülen bir itiraz vardır. Deniliyor ki "Güneş sisteminde başka dünya yok. Bize en yakın yıldız grubu yani galaksi Andromeda'dır ve bize şu kadar milyar ışık yılı mesafededir. Bu kadar uzun bir — 207 — ALI BEKTAN mesafeyi varlıkların aşıp gelmeleri mümkün değildir. Bu izah daima ileriye doğru akmak üzere programlanmış insan manüğının bir eseridir. Oysa ışınlanma ve rölativite bu itirazları sonuçsuz bırakmaktadır. Kur'an-ı Kerîm'de Hz. Süleyman'ın gudvvuha üehrun ve revahuha üehrun (gidişi bir ay, gelişi bir ay) diye nitelendirilen bineği ile Belkıs'ın tahtının bir saniyenin de altında bir zaman içinde Yemen'den bugünkü Kudüs'e ışınlanması bu itirazlara açık cevap veriyor. Sebe Sûresinin 10 Âyet ve devamı) Guduv gidişi, revah gelişi anlatır. Kısacası Süleyman'ın bineğinin hızı gidiş dönüş 60 gün/ saattir. Kur'an'm ifadesinde bir gün, bizim saydıklarımızla 1000 (bin) yıldır. Demek ki Süleyman'ın bineğinin hızı 1000 60=60 bin yıl/saattir. Bu da saniyede 1000 ışık yılı demektir. İnsanın keşfettiği en büyük hız şimdilik ışık hızıdır, (saniyede 300 bin km) Oysa Tasavvufta Nur hızı denilen ve hayalden daha süratli olan bir hız birimi vardı. İşık uzayın bütün kavislerini ve bükeylerini tarayarak geçer. Hz. Süleyman'a verildiği belirtilen bineğin hızı ışık hızından da yüksektir. Bu da akla ışınlanmayı getiriyor. Işınlanmanın sürati göz açıp kapayıncaya kadardır. Belkıs'ın tahtı bu sürede Yemen'den Kudüs'e taşınmıştır ve üstelik bunu da "Reculün indehu mi-nelkitabi ilmün (Kitabi bilgilere ki, bu tecrübi bilgileri de anlatıyor. Sahip bir adam) diye vasıflandırılan bir insan başarmıştı. Bu ifade bize bilimsel çalışmalarla insanların varabileceği sınırlan çok net olarak gösteriyor. Çünkü bu işi yapmaya cin taifesinden bir ifrit de talip olmuştu. Ancak onun tanıdığı süre biraz daha uzundu. Yani Ayağa kalkıp oturacak kadar bir süre Hz Süleyman bu süreyi uzun buldu ve bugünün ifadesiyle teknolojik bilgiye de sahip olan yardımcısından talep etti ve taht biranda hazır oldu. Belkıs gelip de tahtını orada bulunca ona soruldu? Bu taht senin mi? Belkıs'ın verdiği cevap bugün sanal gerçekçilik diye nitelendirilen bilimin de ilk tanımı idi? Sanki o Biz kendimizi ışık hızına hapsedip onun üzerine çıkılmayacağını inanıyoruz çünkü bilgilerimiz ilkel. Peki ışık hızına hapse— 208 — TÜRKLER VE UZAYLI ATALARI dilmiş olmamız başka yaratıkların da bu hıza hapsolundu-ğuna inanmamızı gerektirmez.


Uzayda elbet tabiatları yaşadıkları gezegenin tabiatını uygun dizayn edilmiş varlıklar vardır. DABBE (İNSANA BENZEYEN CANLI) Bu kelime ile kastedilen varlıkların metabolizma olarak bize benzeyenler olmasıdır. Elmalılı Hamdi Yazar Hak Dini adlı eserinde dabbe'yi şöyle tefsir ediyor: "Hafif hissettirmeden yürüme debelenme demektir. Hayvanlar ve böcekler için kullanılır." Bu tefsir yazıldığında dünyadaki teknolojik gelişmeler daha azdı. 1930'lar da yazılan tefsir bugün Kur'an'm en çok bilinen tefsirlerinin başında gelir. "Allah her dabbeyi sudan yarattı. Onların bir kısmı ayaksızdır karnı üzerinde sürünür, bir kısmı iki ayaklıdır, bir kısmı dört ayak üstünde yürür" 24/25 Bütün yürüyen canlı türlerini içine alır. İkincisi "Dabbe" diye nitelenen varlıkların yerde ve gökte bulunduğunun be-lirtilmesidir. Dabbe kelimesinin Kur'an-ı Kerîm'de ilk geçtiği yer Bakara Sûresi'nin 164 Âyetidir. Bu Âyette "darbe" kelimesiyle yeryüzündeki kuşlar hariç her türlü yürüyen canlılar kastedilmiştir. İkinci darbe kelimesi ise Huda Sûresi'nin 6'ncı Âyetinde geçer. Burada da yeryüzündeki darbelerden söz edilir. "Yeryüzünde rızkı Allah'a ait olmayan hiçbir canlı yoktur ki, onların karar kıldıkları yeri de varacakları yeri de bilir. Bu bilgilerin hepsi kitaba-ı Mümin'dedir." Âyette Dabbe'nin nekre belirsiz isim olarak kullanılması çok ilginçtir. Bu ifade tarzıyla Cenabı Hak Âyette geçen Dabbe'nin kesinlikle "hayvan" tarifi içine girecek dabbeden olmadığına, onun başka bir varlık olduğuna dikkat çeker. — 209 — ALI BEKTAN Nemi Sûresi 82 Âyetin tefsirinde ise bu dabbenin maksadın ne olduğu netleşir. "Deprenip duran her türlü canlı" anlamında kullanılmış. Ayette geçen fil Ardi (yeryüzünde) ifadesi tahsis için değildir. Yani bu kelimenin sadece dört veya daha çok ayaklıları değil aynı zamanda iki ayaklı insan gibi varlıkları da kapsamına aldığını hatırlatmak içindir. BİZE BENZEYEN VARLIKLAR İlginç bir husus dikkatimizi çeker bu Âyetten sonra Allah'ın, Uzayı ve uzayın altı günde yaratıldığını anlatan Âyetin gelmesidir. Dabbe kelimesi aynı Sûrenin 56 Âyetinde de geçer. Burada da benzer ifadeler kullandır. Ancak bu sefer dabbe'nin mekânı belirtilmemiştir ve bütün yaratıkların Allah tarafından idare edildiği hatırlatılır. Dabbe kelimesiyle yer arasında sürekli bir irtibat olurken Nahl Sûresi 49 Âyetinde net bir şekilde yer ve gök dabbelerinden bahsedilmiştir. Dabbe kelimesiyle metabolizmaları bize benzeyen yaratıkların kastedildiğini bir kere daha hatırlatarak ilgili Âyeti aktaralım: "Göklerde ve yerde mevcut bütün dabbeler ve melekler, hiç büyüklenmeden Allah'a secde ederler." Burada dabbenin gök denince hemen akla gelen meleklerden ayrı tutulduğuna hasseten dikkat etmek gerekir. Yani onun emrine uyarlar. Özellikle dikkat çekilmesi gereken hususlar şöyle sıralanabilir: Birincisi Dabbe kelimesiyle metabolizması bize benzeyen, daha doğrusu elemantal canlı yaratıklar zikredilmektedir. İkincisi, ilk iki Âyette dabbe kelimesi dünya ile sınırlı tutulduğuna hasseten dikkat etmek gerekir. Yani onun emrine uyarlar. Özellikle dikkat çekilmesi gereken hususlar şöyle sıralanabilir: Birincisi Dabbe kelimesiyle metabolizması bize benzeyen, daha doğrusu elemantel canlı yaratıklar zikredilmektedir. İkincisi, ilk iki Âyette dabbe kelimesi dünya ile sınırlı tutulduğu halde bu Ayette "Gökteki Dabbelerden" yani uzaylı diye niteleyeceğimiz şuurlu, bilinçli, inisiyatif sahibi — 210 — TÜRKLER VE UZAYLI ATALARI yaratıklardan söz edilmektedir. Üçüncüsü Dabbe ile anlatılmak istenen canlıların meleklerden farklı olduğunun hasse-ten vurgulanmış olmasıdır. Dördüncüsü, her topluluk gibi gök ve yer dabbelerinin de ilahi


emirlere uymaktan başka çareleri olmadığı vurgulanır. Casiye Sûresi(nin dört Âyeti de ilginçtir. Bu Âyette ise dabbe kelimesi, insanlardan ayrı tutulur ve şöyle buyurulur: " Sizin yaradılışınızda ve çoğaltılıp yaradılışınızda ve çoğaltıp yaydığı dabbeler de ibret almaşım bilenler için deliller vardır." Tefsir alimleri Âyetinde metninde "yer" kelimesi geçmediği halde, bu çoğaltılıp yayılan yaratıkları yer ile irtibatlan-dırmışlardır. Oysa Âyette: "Ve fi halkikum ve ma yebussu min dabbetin" şeklindedir ki "Min" ile dabbeler içinde bir türe dikkat çekilir. Bu türün "İnsan" kelimesiyle birlikte anılması da ona benzerliği ihtar eder. Aslında Âyette insan kelimesi de geçmemektedir. "Haüakum" kelimesindeki kum zamiri doğrudan insana baktığı ve çokluk ifade ettiği halde Dabbe kelimesinin min ile tahsis edümesi ve nekre (belirsiz) olarak kullanılması ister istemez bizi bilinmeyen bir türe yönlendiriyor. Yebussu kelimesi ilede bu varlığın seri bir şekilde çoğalıp yayılabildiğine dikkat çekilir. O zaman bu dabbe konusunu özetlersek, uzayda insan formahnda bizim gibi canlıların olduğu, bunların yüksek zekâya sahip olduklarını, Allah'ın onları da koruyup gözetlediğini ve onlarmda Allah'ın emir ve yasaklarına uyduklarını rahatlıkla söyleyebiliriz. Bizim atalarımızın başka gezegenlerde de olabileceği gerçeği de kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. Büyük yaratıcı için bizim gibi dünyalar yaratmak, hatta yaratılan bu dünyalara bizden daha iyi ve akıllı varlıklar, insanlar koyması da mantıklı olmuyor mu? Bunun kararını okuyucuya bırakıyorum. — 211 — ALI BEKTAN TAYR KELİMESİNİN ANLAMI VE KİMLERİ KASTETMESİ Tayr kelimesinin bizi ilgilendiren şekliyle ilk geçtiği Âyet Enam Sûres'nin 38 Âyetidir. Bu Âyette " Yeryüzünde hiçbir canlı ve iki kanadıyla uçan hiçbir uçucu yoktur ki, sizin gibi kendilerine has kanunları bulunan bir topluluk olmasınlar," denilir. Burada Tayr kelimesinden maksadın açık ve seçik olarak kuşlar olduğu belli oluyor. Çünkü onları ümmet (topluluk) olarak nitelendiriyor. Cenabı Hak "tairun, yatiru bir cena-heyhi" diyerek iki kanatlı kuşlardan söz ettiğini özellikle vurguluyor. Ancak bir sonraki Âyette, Cenabı Hak "Kitapta anılması gereken hiçbir şeyi eksik bırakmadık," diyerek bilinen dabbe ve tayr'ın dışında ilerde ve gelecekte karşılaşılabilecek diğer uçucuların veya canlıların da kendi yaratığı ve kendi kudreti altında olduklarını hatırlatmış olur. Başka bir Âyette Cenabı Hak dönemin bilinen binekleri olan hayvanları andıktan sonra "Biz daha onlar gibi nice binekler yaratmışız," diyerek, hem o dönemin insanlanna akla aykırı olmayan bir ibret dersi vermiş oluyor, hem de çağımızda artık uçak, helikopter, roket, tren ve otomobil ile gelecekte üretilmesi mukadder olan bineklere de insan zihninde kapı açmış oluyor. Bir başka Âyeti kerimede Cenab-ı Hak insana yerlerde, denizlerde ve göklerde geçitler ve yollar yarattığını söyler ki bugün dünden çok daha derin anlamlar ifade etmektedir. Tayr kelimesi de Kur7an'da bunlardan bir tanesidir ve her kelimesinin kuş olmadığını bugün daha çok iyi anlıyoruz. — 212 — TÜRKLER VE UZAYLI ATALARI KUR'AN'DA Kİ UÇAN ÜMMET Bu tabir etrafında biraz fikir jimnastiği yaptığımız zaman, kuşlarla birlikte uzaylıları da bir ümmet olarak kabul etmekte güçlük çekmeyiz. Hele " Biz kitapta anılmadık hiçbir şey bırakmadık" tembihi bilinenlerin ötesinde geniş düşünmeye sevk etmek içindir. Çünkü her Âyetin hem umumi bir bakışı, hem de özel bir bakışı vardır. Tefsirleri yapıldığında bütün zamanlara toptan hitap ettiği gibi, her bir zamana da ayrı ayrı göndermeler yapar. Nur Sûresi'nin 41 Âyeti de ilginçtir: "Görmüyor musunuz, yeryüzündekilerde göktekilerde ve bölük bölük gruplar oluşturan tayr'larda Allah'ı teşbih ediyorlar Âyette geçen "Men fis semavati


vel-ardi" ibaresi üzerinde durulması gereken bir ifadedir. Çünkü Arz kelimesi tekil olduğu halde, sema kelimesi çoğul kullanılmış. Yani "Men fis semavati," denmiş. Oysa Âyetin genel bakışı içinde "Sema" kelimesinin tekil kullanılması daha makul görünüyor, şÂyet bu kelime tekil kullanılmış olsaydı, Tayr kelimesinden ancak atmosfer içinde hayatlarım sürdürülebilen kuşları anlamak zorunda kalacaktık. Ayrıca "men" edatı da insanlar gibi bilinçli yaratıkları anlatmak için kullanılmıştır. Kuşlar için men edatı kullanılmaz. Peki sema kelimesinin tekil değil de " Semavat" (gökler) çoğul kullanılmasının hikmeti nedir? Semavat bütün katmanlanyla uzayı anlatır. Demek ki, atmosferimizin dışında da bölükler oluşturarak yaşayan ve bir tür ümmet (yani topluluk) olan uçucular vardır. Kur7an onlara da işaret ediyor. Ve onların da kendilerine düşen vazifeleri bildiğini hatırlatıyor, ardından da "Allah onlarında ne yaptığını bilir" diyor. Nemi Sûresi'nde ise Cenab-ı Hak tayr topluluğu ile iletişim kurmanın yolunu gösterir. Hz Süleyman bildiğiniz gibi bütün teknik kudretlerle donatılmış büyük Peygamberlerden biridir. Bugünkü teknolojimizin ilk ipuçlarını hep onun mucizelerinde görürüz. Ses ve eşyamn — 213 — ALI BEKTAN ışınlanması, aktarılması, havanın taşıyıcılık özelliği (aerodinamik), rezonans sesin gidiş, dönüş süreleri, sesin hızı, insan dışı yaratıkların gündelik işlerde kullanılması, (mesela cinlerin Süleyman Tapınağı'nda bilfiil çalıştırdıkları Kur'an'da zikredilir) İşte insan dışı yaratıklarla irtibat ve iletişim kurulabileceğini de Hz. Süleyman'ın lisanından aktarılan şu Âyetten anlıyoruz: "Süleyman, Davud'a varis olup dedi ki, "Ey insanlar bize mantıkut-tayr öğretildi ve bize her şeyden verildi," (Nemi 16). Burada bizi ilgilendiren Mantıkut tayr'dır. Mantık, nataka kelimesinin maştandır. Natak söz söyledi (adam) konuştu demektir. Kuşların konuşmasını anlatmak için ilk etapta akla gelmesi gereken bir ful değildir. Bunun yerine "Kelleme" fiilinin maştan olan tekellüm kullanılabilirdi. Kullanılmamış çünkü tekellüm doğrudan insana bakar. İnsanın konuşmasına tekellüm denir. Buradaki konuşma mantık kelimesinin .ikinci anlamı olan "makuliyeti" de çağrıştırır. Böylece cin veya kuşlarla kurulacak iletişimin insanlann konuşmasına benzemediği ihtar edilmiş olur. Natak kelimesi cansız varlıklar içinde kullanılır. Natakal-avdu (ses çıkardı ) anlammadır. Yani Nataka fiili zihinsen iletişimi ve sinyalleri ifade ediyor. 1947 yılından bu yana başta ABD olmak üzere dünyanın her yerinde görülen UFClardan inen uzaylılarla görüşen veya karşılaşan insanlar onlarla zihinsel olarak anlaştıklannı, ilk karşılaşma sırasında korkularım attıklarım ve içlerini bir sevincin kapladığını ifade etmişlerdir. ÖZEL SİNYALLERLE İLETİŞİM Demek uçucularla yapılacak muhabere veya iletişim ancak sinyallerle olacak bildiğimiz kelimelerle değil. Nitekim atmosfer dışı varlıklarla insanların kurabildiği iletişimler radyo dalgaları ve sinyallerdir. Bu Âyette Hz. Süleyman, insanlara uzayhlarla iletişimin yollannı öğretiyor. Bunun bildi— 214 — TÜRKLER VE UZAYLI ATALARI ğimiz dil formlarıyla değil, daha evrensel bir iletişim yolu olacağını hatırlatıyor. Nitekim tekellüm iletişim kurma biçimlerinin en alt tabakasıdır. Balinaların iletişimi bile biz insanların iletişiminden daha ilginçtir. UFCr-NUN KARŞILIĞI YILDIZIMSI UÇUCULAR MI? Gece vakti ortaya çıkıp aniden gözden kaybolan bütün bu yıldızımsı uçuculara UFO diyoruz. Tarık Sûresi'nde şu bildiriliyor: "Semaya ve ansızın gökyüzünde belirerek yüreğinizi hoplatan yıldızımsı uçuculara andolsun." Peki yüce yaradan niçin böyle bir yemin yapıyor. 1- Bu şeylerin mahiyetine dikkat çekip onu anlamamıza teşvik için. 2- Bu iki Âyetin hemen ardından gelen "in küllü nefsin lemma aleyha


hafiz," sırnna delil teşkil etmesi için. Peki bu ne demek "Biz hiçbir şuurlu nefis yaratmadık ki onun üzerinde bir gözetleyici, bir koruyucu bulunmasın" gerçeğine dikkat çekmek için. Âyet bize o yıldızımsı uçucular boş değil. Onları da idare eden kullarımız var. Onlarında üzerinde gözetleyiciler var. Buraya kadar anlatmaya çalıştığımız konuyu toparlarsak ortaya şu çıkar. Kur'an-ı Kerîm'in bize bildirdiği varlıklar şunlardır. Birincisi Melekler Allah'ın emirlerini yerine getiren varlıklardır. Cinler başka bir boyutta yaşayan iyi ve kötüyü bilen canlı varlıklardır. İnsanlar ve dabbeler ise uzayda yaşayan birbirlerine benzeyen veya yakın formasyonlardır. Bunlara Ruhanileride katabiliriz. O zaman imam Gazali'nin söylediği gibi Allah'ın büyüklüğünü anlayabilmek için Astronomi ve Anatomi'yi bilmek gerekiyor diyor. Yani Evreni ve Evrendeki düzeni ile insanın vücud yapısı muhteşemdir her an bir şey yaratan Cenab-ı Hak'ın bizim dünyamızdaki insanlardan daha akıllı insanlar yaratması ve onlanda çeşitli dünyalara yerleştirmesi mantıklı değilmi? Onların bu bilgiler sayesinde uzay gemileri yapıp diğer insanlara yardım etme— 215 — ALI BEKTAN si bence çok normaldir. Bizden çok üstün teknolojiye sahip uzaylıların hem Türk Efsanelerinde, hem de Kur'an-ı Ke-rim'de varlıklarının bildirilmesi hiç te tesadüf değildir. Mucizeler kitabı olan Kur'an'da anlatılan olayların bence bilimsel yönleri olduğu gibi gelecek yüzyıllarda da yaşayacak olan müslümanlara yol gösterici olmasıdır. Kıyamete kadar varlığı bulunacak olan kutsal kitabımızın müslümanlara Allah'ın büyüklüğünü anlatmasının yanısıra, ilmi öğrenmelerini keşifler yapmasını, hatta uzaya açılıp evreni keşfe çıkmasını bildirmesi dikkat çekiyor. Peygamberimiz Hazreti Muhammed'in "İlim Çin'de bile olsa alınız," ifadesi bunun en güzel örneğidir. İslâm Ülkelerinin bilime sırt çevirmesinin sonucunda geri kalmaları ise acı bir örnek olarak ortada duruyor. — 216 — TÜRKLER VE UZAYLI ATALARI TARİH ÖNCESİ ÇAĞLARDA ANADOLU'DA GÖRÜLEN UFOLAR Eski Çağlar: Çanakkale Bölgesinin gizemi herkes tarafından bilinmektedir. Eski Troya kenti, ya da Truva şehrinin bulunduğu Çanakkale ili, Gelibolu yarımadası ve antik Mis-ya Bölgesi ülkemizin en esrarlı bölgelerinden olmuştur. İki ilginç savaş ile ön plâna çıkmıştır ve kahramanlarını yaratmıştır. Birincisi meşhur Truva Savaşı, ikincisi ise Çanakkale Savaş/dır. Yunan Mitolojisinde adı sıkça geçen bu bölge üzerinde sık sık UFOlar görülmüştür. Yüzyıllardır devam eden bu görüntüler, bazı araştırmacılara göre yeraltı bilim araştırma merkezi Agarta'nın giriş noktalarından bir tanesidir. Biz Anadolu'da görülen UFO olaylarından kayıtlara geçenleri verelim. M.S 422 yılının Şubat ayında Batı Anadolu semalannda kimliği belirlenemeyen uçan cisimler görüldü. Belirtilenlere göre, uzunca bir süre gözlemlenmeye devam eden bu cisimler, özellikle İstanbul'da çok sık görüldüler. M.S 467 yılının Ocak aymda yine aynı bölgede bir başka uçan cisim ortaya çıktı. Bu yıldıza benzeyen ve sürekli ışıklar saçan cisim tam 40 gece boyunca gökyüzünde kaldı. M.S 566 yılının Kasım ayında doğudan batıya doğru mızrak şeklinde yol alan büyük, yıldıza benzer bir cisim gözlemlendi. 764 yılının Nisan ayında bir ay boyunca süren gizemli ve ürkütücü bir yıldız yağmuru meydana geldi. 1402 yılı Mart ayında İstanbul göklerinde beliren dört metre uzunluğundaki ve mızrak şeklindeki cisim, altı ay boyunca sürekli olarak doğudan batıya doğru hareket etti. — 217 — ALI BEKTAN İstanbul'un Fatih Sultan Mehmet tarafından kuşatıldığı 26 Mayıs 1453


tarihinde, kent gün boyu kaim bir sis tabakasına bürünmüştü. Gece sis kalktığında, hem Bizanslılar hem de Türkler Ayasofya'nın üzerinde garip bir ışık gözlemlediler. Bu ışığın kaynağı belirlenemedi. (Bu olayın benzeri 1915 yılında Çanakkale Savaşları sırasında yaşandı. Bu iki olayı ayrı bir bölümde daha detaylı olarak inceleyeceğiz). 2 Ekim 1954: İzmir'den İstanbul'a giden bir yolcu vapu-rundaki yolcular topluluk halinde bir UFO gözlemi yaptılar. UFO Midilli Adası üzerinden geçmekteydi. Yolcular arasında bulunan Profesör Doktor Kâzım İsmail Gürkan olay hakkında şunları söyledi: "Gök bulutsuz ve pırıl pınldı. Ben de tesadüfen Midilli'yi seyrediyordum. Oldukça parlak bir cisim gördüm. Cisim daire değil, kenarları kenarları yuvarlak bir dikdörtgen şeklindeydi ve yıldızlara benzer ışıklar saçı-yordu.15-20 dakika sonra hızlanarak kayboldu." 9 Kasım 1954 saat 14.20 civarında İstanbul semalarmda uzun, parlak, gümüş renginde bir obje belirdi. Kuzey yönünden şehre yaklaştığı görülen cismin bir Ana gemi olduğu söyleniyordu. Ertesi gün Marmara üzerinden geçerek bir eğri çizen gümüş renginde iki parlak cisim gözlemlendi Cisimler yaklaşık on bin metre yükseklikten uçuyor ve arkalarında koyu bir iz bırakıyorlardı. 20 Nisan 1959: Saat 19.57 de İstanbul göklerinde, kuzey-doğu-baü yönünde giden ve kentin sokaklarını kör edici mavi-yeşil bir ışıkla aydınlatan çok büyük bir nesne gözlemlendi. Yeşilköy meteoroloji istasyonundaki uzmanlar gözlemlerini şöyle açıkladılar: "İki arkadaş grup incelemesi yapıyorduk. Birden gökyüzünde kuzeyden batıya giden parlak mavi bir cisim belirdi. On saniye süreyle kuvvetli bir ışık saçan cismin ne olduğunu bilemiyoruz." İstanbul Üniversitesi Profesörlerinden Hamit Nafiz Pamir "Bu bir göktaşı olayı değildir. Çünkü anlatıldığına göre nes— 218 — TURKLERVEUZAYLIATALARI ne gökyüzünde yatay bir yörünge izlemiştir. Bilimsel olarak, bir göktaşının havada düz bir çizgi çizmesi imkânsızdır. Eğer bir göktaşı olmuş olsaydı o zaman dikey düşmesi gerekirdi." Aynı akşam Beyazıt Kulesi Bekçisi de olaya tanık olmuştu ve gördüklerini şöyle anlattı. "Saat 20.00'ye geliyordu. Her yana dikkatli bakıyordum. Bir anda bütün şehir aydmlanıver-di. İstanbul gündüz gibi oldu." 14 Mayıs 1959 Muğla Yerkesik'te görülen UFO 15.05 sularında halk tarafından izlendi. Birdenbire bir patlama sesi duyuldu, cisim üç parçaya ayrıldı. Bu üç parça daha sonra ayrı ayrı uçtuktan sonra yeniden birleşip küre biçimini aldı ve uzaklaşarak kayboldu. 23 Ağustos 1965 Ankara'da bir görülen UFO'yu sivil askeri bir çok kişi izledi. 2 Eylül 1969 Ankara göklerinde ısrarlı bir şekilde dolaşan UFCnun kimliğini belirlemek üzere Eskişehir ve Ankara dan jetler havalandı. Ancak pilotlar 12 km'ye kadar tırmanmalarına rağmen bir sonuç elde edemeden döndüler. Gözlemciler UFO'yu huni biçiminde parlak bir nesne olarak tanımlıyorlardı. 5 Eylül 1975 saat 22.00 Kayseri'den havalanan C-47 tipi askeri nakliye uçağının kaptan pilotu yüzbaşı Mehmet Ök-süm, yıldızlarla dolu bulutsuz bir havada uçarken karşılaştıkları devasa cismi anlatıyor: "Uçuşumuz devam ederken, biranda bizden daha alçak irtifada, ay parlaklığında bir cisim ortaya çıktı. 6-7 katlı bir apartman büyüklüğündeydi ve bize doğru yaklaşıyordu. Kabindeki zile basarak diğer uçuş ekibini de çağırdım ve yedi kişi heyecan içersinde cismi izledik. Uçağın tüm ışıklarını kapatarak rotamızı Adıyaman'a çevirdik. O sırada cisim elips şeklini almış ve ortasından açılmaya başlamıştı. Gümüş rengindeydi. 25 dakika sonunda cisim bir bisiklet tekerleğine benzemişti. 3-4 kilometre çapmdaydı. Bizden uzaklaşmıyordu. 3-4 metre açığından karşılıklı geçtik. Sol tarafımızdan geçiyordu. İçine baktım karaltılar görülüyordu fakat net bir şey seçemiyorduk..." — 219 — ALI BEKTAN


Öksüm ne radar ne de meteorolojinin bir şey tespit edemediğini belirterek "Malatya'ya indiğimizde kule Erzurum, Elazığ dan valiler ve kaymakamlar telefon ediyorlar, halk ışıklar saçan bir gök cismi görmüş Siz de gördünüz mü diye sordu." 39 yılda 20 bin saatin üzerinde uçuş gerçekleştirdiğini, böyle bir olaya bir daha hiç rastlamadığını belirten pilot Öksüm: "Biz iyi yetişmiş kültürlü insanlarız. Deprem ışığı 3-5 saniye sürer 25 dakika devam eder mi?" diye konuştu. 15 Nisan 1977: Türkiye üzerinde görülen UFO olaylarına; DC 10 tipi bir jet uçağının yolcuları, seyahatleri esnasında bir UFO ile karşılaşarak eklenmiş oldular. Yolculardan 29 yaşındaki Gökalp Çelikiz, saat 08.00 sularında, Ankara dan İstanbul'a doğru uçmakta olan Türk Hava Yolları'nm 905 sefer sayılı DC 10 yolcu uçağının penceresinden 4 dakika süreyle bir UFOyu gözlemlendiğini ve cismi kendisiyle birlikte üç yolcunun daha gördüğünü açıkladı. Söz konusu gözlem sırasında uçak Marmara'nın güney kıyılan üzerinde Bandırma ile Yalova arasında uçmaktaydı. Çelikiz'in ifadesine göre UFO disk biçimindeydi. Tam ortasında bir kubbe yer alıyor ve bu kubbenin tepesinden parlak ışıklar çıkıyordu. Çelikiz, uçan dairenin önce sabit durduğunu, daha sonra da uçakla beraber hareket ettiğini belirtti. 28 Ekim 1981 günü Gölcük'te oturan Emekli Yüzbaşı Doğan Sum, UFO olduğunu söylediği uçan bir cismin fotoğrafını çekti. Doğan Sum'un çektiği renkli dia pozitif film, Viyana da banyo ettirildikten sonra filmi imal eden firmaların Londra, Frankfurt ve New York'taki laboratuarlarında incelendi. Analizler sonucunda filmde malzeme hatası olmadığı, resim üzerinde herhangi bir montaj yapılmadığı ve filme el değme-diği ortaya çıktı. Fotoğraf 400 defa büyütüldüğünde resimde ışık halesi şeklinde görülen cismin bir uçan daire olduğu açıkça görülüyor. Daha sonra Türkiye'de de bir gurup bilimadamı tarafından incelenen ve gerçekliliği kabul edilen cisim Hürriyet Ga-zetesi'nde de yer aldı. — 220 — TÜRKLER VE UZAYLI ATALARI 2 Kasım 1885 Üsküdar İstanbul, Şafak sökerken önce mavimsi ve sonra yeşilimsi bir renk alan ve 5-6 metrelik bir irtifada seyreden son derece parlak bir alev, Üsküdar Vapur İskelesi çevresinde bir dizi dönüş yapar. Göz kamaştıran parlaklığı sokağı aydınlatır ve evlerin için ışıkla doldurur. Bir buçuk dakika süreyle izlenen UFO daha sonra denize dalar. Denize dalışı sırasında hiçbir su sesi işitilmez. ( Kaynak: Va-lee Jasgues. Anatomy Of a Phenomenon, 1965) 1890 Göztepe İstanbul: "Küçüklüğümde 1890'lı yılların sonlarında bir gün biz Erenköy'de otururken, İstanbul Göztepe Çayırına gökyüzünden alevler saçarak parlak bir cismin indiğini, bir zaman burada kaldığım, Erenköy'den ve diğer mahallelerden olayı izlemek için pek çok kişinin oraya gittiğini hatırlıyorum." Bu sözleri 1972 yılında vefat etmiş olan Bayan Atifet Tamer'in 1967 de anlattığı bu UFO Olayı ayrıca o yıllarda 90 yaşlarında olan bir başka bayan tarafından teyit edilmiştir. Bu ikinci tanık çocukluğunda Göztepe Çayırma inen bu cismi görmek için herkesin koşarak gittiğini, ancak küçük olması nedeniyle kendisini götürmediklerini söylemiştir. Dahası bu araçtan uzaylı varlıkların da çıktığını üstteki ilk tanık belirtmiştir. Bu olay çok ilginçtir, Osmanlı döneminde bir UFO İstanbul'a iniyor, peki o dönemin yetkili makamlarından birileri bu gelenlerle görüşmeleri yaptı mı? Devrin gazetelerinde bu olay yer aldı mı? Uzaylılar bir mesaj bıraktılar mı.? Bu UFO olayım etraflıca araştırmak gerekiyor. Bence şu olabilir, Göztepe çayırına gidip UFCyu görenlerin çocuklarına ve torunlarına anlattıkları olabilir. Çünkü süre yüz yıl kadar bir süre, bilgi aktarımı muhakkak olmuştur. Bilen kişilerin olduğuna inanıyorum. Çünkü Uzaylıları ayrıntılı olarak bize tarif edebilirler en azmdan. Ya da bir mesaj bıraktılar mı bunu öğrenebiliriz. Çünkü 21'nci yüzyıldayız yani her türlü değişimin olacağı bir yüzyıldayız. Böyle gizemli İlginç olaylar hâlâ yaşanmakta


olduğuna göre, bu anlatılmış olanlar mutlaka ipucu verebilir. — 221 — ALI BEKTAN 29 YIL UZAYLILARLA GÖRÜŞTÜ 1948 yılında Niğde'de bir gün 15 yaşındaki genç bir çoban olan Behçet Öcal koyunlarıyla birlikte Niğde'nin Eski Gümüş kasabasından yola çıkmış ve yüksekçe bir düzlükte mola vermişti. Öcal çıkınındaki yemeğini henüz yemişti ki, az ilerisindeki taş yığınının üzerine bir ışık kümesinin indiğini gördü: "Ürperdim Bütün vücuduma binlerce toplu iğne batıyordu sanki. Top mermisini andırır parlak bir ışıktı. İçinden biri kadın ikisi erkek üç kişi çıktı. Bana bir şey yapmayacaklarım, başka dünyalardan geldiklerini söylediler. Neresi olduğunu açıklamadılar. Bana sık sık görüneceklerini ve resimler göndereceklerini söyleyerek, geldikleri gibi gittiler." Öcal'a göre Uzaylılar tam 29 yıl boyunca kendisiyle teması sürdürmüşler ve kendisini bir çok konuda aydınlatarak çeşitli haritalar ve resimler çizdirmişlerdi. Öcal elinde bulunan ilginç bir Evren Haritasıyla ilgili olarak şöyle konuşuyordu: "Bu haritada göremediğiniz ışık ve renk ayrımı yapabilen, bir cihazın altına tutulduğunda görülebilecek dünyalar da çizilmiştir. Haritada da belirttiğim üzere, Evren'in Merkezi "Kü"dür. Kür Merkezinin patlamasıyla Evren oluşmuştur, Bizim güneş sistemimizin yanısıra öteki sistemlerin adları Morikon, Hulviz, Cemkon, Lev, Mor-sanit, Lakit ve Ars'tır." Öcal bu harita üzerinde Güneş Sistemimizi beş santim çapında bir dairenin içine sığdırmıştır. Bu olay yüksek öğrenim görmemiş bir çoban için şaşırtıcı bir başarıdır. Ayrıca elinde görmüş olduğu UFCnun eskiziyle birlikte daha başka çizimleri ve uzaylıların kendisine açıklamış olduğu bilgileri içeren bir kitabın bulunduğunu istenirse, bilim adamlanna teslim edebileceğini bildirmiştir. Haber 18 Aralık 1977 tarihinde Hürriyet Gazetesi'nde yayınlanmıştır. Çoban'a anlatüan olayın en ilginç tarafı şudur: Evrenin büyük bir patlama üe oluşmaya başladığı yani Bing Bang Teorisi' nin daha konuşulmadığı bir zamanda bir çoban tarafın— 222 — TÜRKLER VE UZAYLI ATALARI dan açıklaması dikkat çekicidir. Bu düşünce bilim dünyasında ancak son yıllarda kabul edilmiştir. Bu arada Türk Bilim Adamları bu çoban ile görüştüler mi? Ya da Amerikalılar gelip bu bilgileri ele geçirdi mi? Buralar bilinmiyor. Yalnız Nasa'nm SETİ Projesine girebilecek bilgiler olabileceğine inanıyorum. SEIT Dünya Dışı Varlıklarla İletişim Kurma Projesi olarak adlandırılıyor. Nasa bence garip bir kurum, bir yandan elde ettiği tüm bilgileri yani uzaylıların ve UPOların varlığını saklamak için elinden geleni yapıyor. Bir yandan da temasa geçmek için proje çalışması yaptırıyor. Bu çok ilginç bir gelişme hem inanmıyorsun, hem araştırıyorsun. Sonra da elde ettiğin bilgileri saklayıp, Uzayda hayat yok diyorsun. Dünya insanları da buna inanacak. Ne kadar komik bir düşünce, oluşturanlar da Bilim Adamı ne diyelim, biz doğru bildiğimiz yoldan gidelim. UFCKlann Türkiye'ye olan ilgisi 1954 yılında bir anda artmıştır. İlk olarak 29 Temmuz tarihinde İzmir de ortaya çıkan UFCyu Karşıyaka ve Kordonboyu'nda binlerce kişi izlemiştir. Kısa bir aradan sonra 17 Ağustos günü sabah 08.00 sularında Ayvalık'tan İzmir'e doğru giden bir otobüsün 25 yolcusu UFO gördü. 27 Ağustos 1954 saat 16.00 sularında Tunceli Hozat üzerinde yaklaşık 6 bin metre yükseklikte geçen iki UFO görüldü. 2 Eylül 1954 saat 22.00 Malatya da 5000 metre yükseklikten hıza geçen bir gemi görüldü. 1954 Ekim Ege Denizi üzerinde bir UFO akımı var. İzmir den İstanbul'a gitmekte olan Çorum Vapuru yolcuları Mi-düli Adası üzerinden geçen bir cisim gördüler. Hava açık ve bulutsuzdu. Gözlemi yapanlar ise Ordinaryüs Profesör Doktor Kâzım İsmail Gürkan ve Profesör Doktor Ekrem Şerif Egeli oldu.


5 Ekim 1954 İstanbul Ünlü yazar Ercümend Ekrem Talû tanık olduğu Ana gemi gözlemini şöyle anlatmıştır: "Konak — 223 — ALI BEKTAN otelinde kalıyordum. Sabah saat 04.50 de uyandım. Hava nasıl olacak diye bakmak üzere balkona çıktım. Tam o sırada Taksim yönünden yaklaşmakta olan, ateş renginde bir obje gördüm. Bu cisim ateşte kızdırılmış bir oksijen tüpüne benziyordu. Çevresinde rengi açık maviden, kurşuniye dönüşen bir hale vardı. Aşağı Yukarı 1000 metrelik bir yükseklikte seyrediyordu. İki üç dakika içinde kayboldu. Hiç gürültü yapmıyordu." 7 Ekim 1954 Ankara saat 13.00 ve İstanbul saat 19.00 Fındıklı ve Tarabya semtlerinde UFO'laıı binlerce kişi gördü. 10 Ekim 1954 Antalya, 11 Ekim 1954 saat 16.00 Ankara, 6 Kasım 1954 Ankara büyük halk kitleleri tarafından görülen Uzay gemileri Türkiye üzerinde günlerce araştırma yapmış gibiler. Bu aylar özellikle Ekim ve Kasım arasında ki UFO salgını çok kapsamlı olurken, Marmara-EgeOrta Anadolu ve Akdeniz Bölgelerini yoğun bir şekilde hedef almaları ilginçtir. Bu arada Anagemiler de görülürken, öncü UFO filoları uçuşlar yapmıştır. Araşürma 1954 yılının 8-10 Kasım tarihlerinde Bilecik, Bo-zöyük, Pazaryeri bölgelerinde çeşitli uzay cisimleri görülmüştür. 9 Kasım'da İstanbul üzerinde görülen UFOları binlerce kişi çok rahat bir şekilde izleme imkânı bulmuşlardır. Uçan Puro biçimindeki gemi Marmara Denizi üzerinde uçarken, öncü UFO'da 15 dakika süreyle gösteri yapmıştır. 10 Kasım günü ise dünkü heyecan bitmeden iki UFO kent üzerinde 10 bin metrede uçmuşlar, daha sonra alçaktan uçarak kaybolmuşlardır. En son İzmir'de görülen uzay gemilerini halk sokaklara dökülerek izlemişlerdir. 1954 yılı UFO Akımı böylelikle sona ermiştir. Bunlar neden bizlerle yakından ilgilendiler diye düşünürsek, bizim akrabalarımızın olma ihtimalleri bana göre oldukça yüksektir. Bizim gelişme seviyemizi incelediklerine inanıyorum. — 224 — TÜRKLER VE UZAYLI ATALARI Anadolu'da çok sıklıkla UFO ve Uzaylılar görüldüğüne inanıyorum, bunların bir çoğu medya ya yansımadığı için bilinmiyor. Halkımızın bu konuya alışkın olduğuna inanıyorum. Görüşenler, izleyenler böyle bir çok olay köylerde nallan arasında konuşuluyor fakat resmi makamlara bildirilmi-yor kanaatindeyim. Yalnız Türkiye de görülen cisimlerin bir dikkat çekici yönü vardır. Bir çok UFO Ege Denizi ile Marmara Denizi'ne sessizce dalarak kaybolmuşlardır. Yıllardır süren bu garip olaylara tanık olanlar böyle bir dalışın çok sessiz olduğunu ve anlaşılmadığını söylüyorlar. Bazı UFO araştırmacıları Ege Denizinde bir UFO Üssünün olabileceğini ileri sürüyorlar. Belki de mümkündür. Çünkü büyük bir teknolojiye sahip olan bir uygarlığın deniz altında üs inşa etmesi çocuk oyuncağı gibi bir iştir. Bizi inceliyorlar mı? Yoksa gelişmemizi mi bekliyorlar. Bu konular üzerinde düşünmekte yarar vardır. 23 Ağustos 1966 Kandilli Gözlemevi İstanbul -Astronom Atilla Özgüç günlük çalışmalar sırasında kırmızı filtre takılı olan 6 inçlik bir aynalı teleskop ile güneş üzerinde gözlemler yaparken, uzun bir objenin, belki de bir "Anagemi"nin Güneş'in önünden geçtiğini görmüştü. Özgüç ve meslektaşı Erden Soytürk, hiç beklenmeyen böyle bir gözlem karşısında hazırlıksız olduklarından, objenin fotoğrafını çekemediler. Daha sonra teleskopun başına Soytürk geçti ve birinci gözlemden tam onyedi dakika sonra, birincisinden daha küçük olan yuvarlak bir obje UFO gördü. Bir önceki geminin geçtiği yönde seyrediyor ve düz bir yörünge izliyordu. Astronomlar bu kez 1/30 saniyelik bir poz vererek, objeyi gösteren tek bir kare çekmeyi başardılar. Söz konusu fotoğrafta, Güneş'in merkezi kısmının sağ üst köşesinde siyah ve yuvarlak bir leke görülmekteydi. Rasathane yetkilileri fotoğrafı Amerika'da ki Harvard Gözlemevinin çıkardığı Sky And Telescope dergisine gönderdiler. Dergi bu resmi Şubat 1967


tarihli sayısında "Güneş ve Beşer Yapısı Uydu" alt yazısıyla yayımladı. — 225 — ALI BEKTAN Ne var ki Ohio Cleveland'daki Case Teknoloji Enstitü-sü'nden bilim adamı Victor Slabinski, fotoğraftaki objenin dünya yapısı bir uydu olamayacağını belirtti. Bunun sebeplerini de açıkladı. Aralarında Belçika dan Jean Mecus ile California'dan Allan Harris'in bulunduğu daha başka bilim adamları da Sky and Telescope dergisine gönderdikleri mektuplarda Slabins-ki'nin görüşünü paylaşıyorlardı. Ve bu tartışmaya Nasa'da katıldı. Fotoğrafın negatifini inceledikten sonra, fotoğrafı çekilmiş olan objenin dünya yapısı bir uydu olmadığını bildirdi. O günlerde, en büyük yapay uydu ECHO 2 idi. Ancak uydunun günün o saatinde Türkiye üzerinden geçmiş olması imkânsızdı. Sovyet yapısı olan Polyot ile Proton 3 gözlemlenebilecek büyüklükteydiler ama Polyot'un yörüngesinin İstanbul yakınından geçmemesinin yanı sıra Proton 3'de Dünya'nın öteki tarafında bulunuyordu. Bazı bilim adamlarına göre obje yapay bir uydu olamayacak kadar yavaş hareket etmiş olmalıydı. Slabinski'nin de dahil olduğu bir grup bilim adamı ise, objenin resimde görülen şeklinin, fotoğraf üzerinde bir uydunun imajının alacağı şekil arasında tutarsızlık olduğunu ortaya koymuşlardı. Dün-ya'dan maksimim 610 kilometrelik bir uzaklıkta, Güneş ile Kandilli Gözlemevi arasında birbiri ardına göğü kateden bu iki objenin ne bir doğal cisim ne de atmosferik bir fenomen olamayacağı hususu da kanıtlanmıştı. Araştırmacı Frank Edwards'ın da belirttiği üzere, Türk Astronomları son derece önemli bir UFO gözlemi yapmış ve sonuçları dünya çapında yankılar uyandıran bir UFO fotoğrafı çekmiş oluyorlardı. UFOlar ses, duman, iz; gürültü, patlama ve şiddetli ışık fenomenlerini istedikleri şekilde uygulayarak bir anda gökyüzünde kaybolabilmektedirler. Bu olayı kendi titreşim düzeylerinden aniden bizim titreşim düzeyimize geçmeleri ile — 226 — TÜRKLER VE UZAYLI ATALARI açıklayabiliriz. Giderken de aynı şey söz konusu olabilir. İleri teknoloji'ye sahip uygarlıklardan gelenler için uçuş herhangi bir mesele yaratmıyor. İlginç bir durum var. Mesela Dünya'ya ziyarete gelen uzaylıların bir çoğu herhangi bir maske kullanmadan dünyanın atmosferinde rahatça nefes alıp vermektedirler. Öyleyse Evren deki gezegenlerin bir çoğuna gitme imkânı bulursak, gezegene indiğimizde biz de rahatça nefes alıp verebileceğiz. Bu UFO olaylarında gözardı edilen noktadır. Bunun da üzerinde düşünmek gerekiyor. Dünyamıza inip de yüzüne maske takan astronot kılığında dolaşan uzaylılar olmuştur, mağara duvar resimlerinde böyle örnekler vardır. Dikkat edilirse bu resimler çok azdır. Öyleyse dünyanın havası yaşamak için evrendeki en iyi hava formatı diyebiliriz. — 227 — ALI BEKTAN İSTANBUL'UN FETHİ SIRASINDA AYASOFYA ÜZERİNDE GÖRÜLEN UFÖ'LAR İstanbul'u fethetmek içi yanıp tutuşan Fatih Sultan Mehmet tüm hazırlıklarını yaparak şehir'i kuşatmıştı. Savaş dönemin şartları içersinde çok kanlı bir şekilde gerçekleşiyordu. Bizanslılar artık İstanbul'un düşeceğini anlamışlardı. Çünkü Fatih Sultan Mehmet büyük ve ağır toplarla kenti bombalatırken bugünkü Havan topunun bir benzeri topları ile önce Haliç'teki Bizans gemilerini batırdı, daha sonrada kenti bombalamaya başlattı. Kentin direnişinin yıkılması artık yalan idi ve 26 Mayıs 1453 sabahı Ayasofya'nın üzerinde önce bir sis perdesi oluştu, daha sonra ışıklarını yansıtan üç UFO göründü. Bir süre duran bu cisimler hem Bizanslılar, hem de Türkler tarafından görülmüşlerdi. Her iki tarafta zaferi kendilerinin kazanacağına inanmışlardı. UFÖ'lar bir süre sonra gözden kaybolup gittiler. Üç gün sonrada İstanbul düştü. Fatih Sultan Mehmet kente girdi. Doğruca Ayasof-ya'ya giderek şükür namazını kıldı.


Kentte verdiği ilk emir Bizanslıların din özgürlüğüne sahip olduklarını, şehirde eskisi gibi yaşantılarına, ticaretlerine devam edebilecekleri yönünde oldu. Halbuki Orta Çağ'in savaş şartlarma göre bir kenti ele geçirenler oraları yağmalar, isterse halkını kılıçtan geçirirlerdi. O dönemin Medeni Avru-pasında da krallar böyle davranırlardı. Konumuza dönelim, gelen UFÖ'lar kimlerdi diye soracak olursanız, ben bizim atalarımız olduğunu iddia ederim. Osmanlıların ne yapacaklarım görmek isteyen bir grup uzaylı akrabamız olayı gördükten sonra çekilip gitmişlerdir. Bu arada akla şu mantıklı soru geliyor: "İyi güzel sen kitap boyunca Uzaydaki başka gezegenlerde bulunan akrabalarımızın olduğundan bahsediyorsun. Peki onlar neden gelip bizimle temasa geçmiyorlar? " — 228 — TURKLERVEUZAYLIATALARI Bana göre biz gerçek anlamda insanlık seviyesinin üst sınırına çıkamadık. Gerek ahlâki, gerekse dini yönden olarak iyi birer insan olamadık. Şimdi çevrenize baktığınızda göreceğiniz sevgisizlik, ilkellik, insanların birbirlerini sevip saymamaları, gibi bir çok olumsuz yönümüz var. Milyonlarca insanın tek amacı para ve mevki kazanmak uğruna her şeyi yapmalan, birbirlerinin haklarım çalmaları gibi bu olumsuz özellikler Türk Milletinden gitmedikçe bizler onlarla kolay kolay beraber olamayız. Yalnız dünyada geçerli olan başka bir görüşe göre ki bunu bazı tarikatlar ileri sürmektedir. Bizler dünyada ilkel birer insanız, kendimizi düzeltemiyoruz, O yüzden Uzaylılar gelip bizlerle temasa geçmiyorlar. Bir gün onlar gelecek ve bizi kurtaracaklar. Dünya'da hayat bittiğinde içimizden bir grup temiz insanı alıp kendi gezegenlerine götürecekler. Dünya'da yok olacak diyorlar. Ben bu görüşe katılmıyorum. Belki benim düşüncem biraz benziyor ama anlatmak istediğim bu değildir. İslâmiyet in getirdiği dini esaslar aslında bir insanın, insanlığını hatırlatan en güzel kurallardır.Peygamberimiz Hazreti Muhammed'in dediği gibi Dinin en önemli olayı Ahlaktır, İslâmiyet Ahlaklı olmayı emrederken., O büyük peygamber "Ben güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim" sözü çok önemlidir. 21'nci yüzyıl Türkiyesi'nde ahlâkh insan olmak ise çok zor ve üstün bir meziyettir. Bu satırlarda anlatmak istediğim şey İnsanoğlu'nun varolduğu süreçte oluşturduğu milletler veya toplumlar yozlaşıp, ahlaken bozulduklarında ve Allah'a inanmayı bıraktıklarında yok olmalarıdır. Tıpkı 64 milyon insanın bir gecede Mu Kıtası üe birlikte Pasifik Okyanusu'na gömülmesi gibi diyebiliriz. Ben şuna inanıyorum, gün gelecek Samanyolu Galaksisi'ndeki gezegenlerde yaşayan Atalarımız gelecekler ve bizimle görüşecekler. Tarih veremem. Mesela nostaljik olarak Türkiye Cumhuriyeti'nin 100 cü yılı 2023'de desem çok inanan insanın olacağına eminim. Bunu okuyucularım hoş bir espri olarak da görebilirler. — 229 — ALI BEKTAN UÇANDAİRELERİN1981 VE 1982 YILLARI ARASINDA TÜRKİYE ZİYARETLERİ 1981 yılının 16 Aralık gecesi ışıklar saçan bir cisim Niğde-Aksaray semalarında görüldü. Saat 19.05'te alaca karanlıkta, Tümesan fabrikası inşaat alanı dolayında bulunan köylüler, göz kamaştırıcı, yeşilimsi bir ışıkla karşılaştılar. Gördükleri yerden yaklaşık 8001000 metre yüksekte, adeta havada asılı duran parlak, ışıklar saçan bir cisimdi. Bunu bilinen bir nesneye benzetemediler. Parlak bir yıldızdan yaklaşık on kat daha ışıklıydı. Yumurta ya da elips biçimindeydi. Niğde -Aksaray'da gök cisminin geçtiği her yerde radyo, televizyon ve saatlerin bozulduğu, akülerin boşaldığı görüldü. İleriki günlerde de aynı yörelerde görülecek olan esrarengiz gökcismi, halk arasında heyecan yarattı. Bakkal Memduh Dağ'ın gördükleri... Niğdeli bakkal Memduh Dağ, UFO olayını şöyle anlatıyor: "Saat 19.00 sularıydı Hava bir süre önce karardığı halde ortalığın birdenbire aydınlandığını fark ettim. Bu, yeşilimt-rak bir ışıktı ama çok


parlaktı. Ne olduğunu anlayamadım. Akıl edip başımı kaldırdığımda, inşaat alanı üzerinde kocaman parlak, yeşilimsi ışıklar saçan sessiz bir cisim gördüm. Ne olduğunu anlayamadığım için korkuya kapıldım. Çevrede başkaları da vardı. Onlardan birkaçı durumu jandarmaya haber verdi. Jandarma komutanı geldiğinde cisim hâlâ orada duruyordu. Sonra bir yıldız kayması gibi Konya yönüne doğru, çok büyük bir hızla uzaklaştığını gördük. Çok geçmeden de gözden kayboldu." (25 Aralık 1981, Hürriyet Gazetesi) Komutanın Telsizi Sustu, Olay yerine gelen İlçe Jandarma Komutanı Yüzbaşı Orhan Çelen cismi izlerken, bir yandan da kaymakama haber iletmek için telsizine davrandı. Ne var ki aletten yalnızca pa— 230 — TÜRKLERVEUZAYLIATALARI razit sesleri geldi. Cisim bir süre sonra hızla uzaklaştı. Olay günü çevrede bulunan diğer görgü tanıklarının ifadeleri de birbirini tutmaktadır. Beş Gün Sonra Cisim diğer günlerde de görüldü. İlk görüldüğünden beş-gün sonra 21 Aralık da cisim, bu kez hem ilçe halkı, hem de güvenlik yetkilileri tarafından izlendi. Etrafına parlak yeşil bir ışık saçarak Aksaray Motor Fabrikası üzerinde dolaşan cisim, daha sonra büyük bir hızla kayarak gözden kayboldu. Bir UFO iken iki UFO oldular. 31 Aralık 1981 akşamı saat 19.00 dolaylarında ise yine Niğde-Aksaray da gökyüzü parlak bir ışıkla aydınlandı. Gelen cisim önce Kurtuluş ve Dağılgan mahalleleri üzerinde dolaştıktan sonra, çevresine parlak ışıklar saçarak büyük bir hızla Konya yönüne doğru gözden kayboldu. Cismin geçişi sırasında televizyonunun arızalandığını öne süren Zekeriya Baş olanları şöyle anlattı: "Çarşambayı perşembeye bağlayan akşamdı. Televizyonu yeni açmıştık. Birden etraf pırıl pırıl oldu. Önce televizyonumuzun camı beyazlandı. Sonra da görüntüler kayboldu." (3 Ocak 1982, Hürriyet Gazetesi) Aynı olay ile ilgili olarak Mehmet Sürücü ise şunlan söyledi: "Yılbaşı gecesi iki cisim vardı, biri büyük, biri küçüktü ve birbirleriyle çapraz duruyorlardı. Biri doğudaysa, öteki batıdaydı. Ertesi akşam da ters çaprazda yine ikisini gördüm. Renkleri beyazdı. Şekil değiştiriyorlardı. Bazen çocukların yaptığı kâğıt gemi gibi duruyorlardı." (25 Ocak 1982, Milliyet Gazetesi) İki gece öncesinde de, ilçeye 15 km uzaklıkta Tokariş Köyü üzerinde bir cismin görüldüğü bildirildi. Köylüler, geceleyin ortalığın gündüz gibi aydınlandığını, cismin kısa sürede ortadan kaybolduğunu gördüler. Çevredeki televizyon ve radyolarda arıza yaparak çalışmadı. — 231 — ALI BEKTAN ADANA: 1 OCAK 1982 Esrarengiz cisim 1 Ocak 1982 akşamı Adana Havaalanı çevresinde görüldü. Tanıklardan Akil Şendağ, gördüğü cisimle ilgili şöyle konuştu: "Saat 18.30 sularında dükkânımızı kapamış evimize gidiyorduk. Gazipaşa Bulvarına geldiğimizde havaalanının üzerinde büyük bir cismin parladığını gördük. Büyük bir merak içinde onu dikkatle izlemeye başladık. Basık bir tabak şeklinde idi. Sarı ve Yeşil ışıklar saçıyordu. Bir an onun Emek Sitesi'ndeki apartmanlara çarpacağını sandık. Ama sanki çarpacakmış gibi duran cisim çarpmadı. Öyle bir iki dakika kadar durduktan sonra yine görüldüğü gibi büyük bir hızla kayboldu." (2 Ocak 1982, Hürriyet Gazetesi) İSTANBUL: 4 OCAK 1982 Tanımlanamayan UFO 5 Ocak 1982 akşamı İstanbul Semalarında da görüldü. Saat 23.30 da Ankara asfaltında yol alan araçlardaki kişiler 100 metre yüksekten ve tahminen 1000 km hızla Küçükyah-Maltepe yönünde yeşil ve çok parlak bir cismin yol aldığını gördüler. O sırada Yalova yönüne giden Şehir Hatları vapurundaki yolcular da aynı cismi gözlediler. ECEABAT: 6 OCAK 1982


6 Ocak akşamı parlak cisim Eceabat'a 17 kilometre uzaklıkta iki saat arayla iki kez görüldü. Cismi gören balıkçılar korkudan balık avlamaktan vazgeçerek kıyıya döndüler. 9 OCAK NİĞDE-AKSARAY'A DÖNÜŞ 9 Ocak 1982 akşamı saat 21.00 sularında esrarengiz cisim yine NiğdeAksaray da boy gösterdi. Güneybatıda tahminen 1000 metre yüksekte yanıp sönerek Ankara-Adana yolunda trafiğin aksamasına yol açtı. Bu yönde seyreden araçların şoförleri E-5 Karayolunu aydınlatan bu parlak cismi durup seyretmekten kendilerini alamadılar. — 232 — TURKLERVE UZAYLI ATALARI 10 OCAK 1982 EDİRNE-HAVSA 10 Ocak Pazar gecesi cisim bu kez de Edirne nin Havsa'ya bağlı Arpaç Köyünde köylülere heyecanlı dakikalar yaşattı. Saat 21.00 sıralarında görülen cisimle ilgili Muhtar İsa Kuzu şöyle konuştu: "Önceki gece kahvede otururken, birden televizyon bozuldu. Televizyonun bozulmasıyla dışarıdan bağırış ve gürültüler geldi. Bütün kahvedekiler dışarıya fırladı. Yaklaşık 500-600 m yukarıda yumurta biçiminde bir cisim sarı ve yeşil ışıklar saçarak geçiyordu. Daha sonra gözden kayboldu." (13 Ocak 1982, Hürriyet Gazetesi). Aynı cismi arabasıyla köyden Havsa ya kadar izleyen Mahir Avcı ise UFO olayını şöyle anlatır: "17 Km kadar gök cismini takip ettim. Arabamla yaklaşık 80 km hız yapıyordum. Onun sürati ise bana göre 120 km kadardı. Bazen arkasından sarımsı duman çıkararak dümdüz gidiyordu. Hav-sa'ya bir kilometre kala Un fabrikası önünde aniden gözden kayboldu." (13 Ocak 1982, Hürriyet Gazetesi) 14 OCAK 1982 YİNE HAVSA 14 Ocak gecesi saat 22.00 dolaylarında garip gökcismi bu kez Havsa'ya bağlı Taptık Köyü semalarında görüldü. Köyün ilkokul öğretmeni Şevket Ayaz ve köylülerden Recep Varol olayı gazetecilere şöyle aktardılar: "100 metre üzerimizden yaklaşık 40-50 km hızla geçen gökcismi köy lokantasında çalan radyoyu tamamen susturdu. Bu cisim bir kaplumbağaya benziyordu. Etrafından sarı-kırmızı ışıklar saçıyordu. 10 km uzakta, kurapa Köyü yamaçlarına kadar gitti. Birden yusyuvarlak olarak gözden kayboldu. İlk gördüğümüz anda beş metre çapında bir küre büyüldüğünde idi." (16 Ocak 1982, Hürriyet Gazetesi) Televizyondaki Program Aynı akşam Niğde-Aksaray Kaymakamı Güner Orbay Tv'de şu konuşmayı yaptı: "15 Aralık 1981 tarihinden bu yana ilçemiz semalarında meçhu bir cisim dolaşmaktadır. Bu meçhul cisim bazen 800 metre, bazen de 1000 metreye kadar — 233 — ALI BEKTAN inmekte, halk tarafından ilgiyle ve merakla izlenmiş bulunmaktadır. Meçhul cisim zaman zaman mavi, kırmızı, sarı ve beyaz ışıklar saçmak suretiyle gökte bir süre asılı kalmakta ve daha sonra nokta halinde kaybolmaktadır." "Yurttan Dünyadan" programı kameramanı Halil Koma-nova'nın dört günlük bekleyişten sonra görüntülediği cisim, saçtığı ışık huzmeleriyle ekrana gelir. Programın konuk iki gök bilimcisi normal bir kameranın bu görüntüyü nasıl olup da belirlediğini anlayamamışlardır. 15 OCAK 1982 NİĞDE 15 Ocak akşamı cisim üç yerden izlendi. Saat 19.00 dolaylarında ilk kez Niğde'nin Gümüşler Kasabası üzerinde ortaya çıkan cisim, Niğde'nin kuzeydoğu kesimi üzerinde 7-10 dakika kadar kaldıktan sonra etrafa beyaz ve açık yeşil ışıklar saçarak Konya yönünde kayboldu. Gökcismi saat 21.30 da Havsa da çift olarak görüldü. Beş dakika kadar bulunduğu yerde kaldıktan sonra korkunç bir hızla hareket ederek gözden kayboldu. Cismi gözleyen Emekli Başkomiser Osman Yalçın olayı şöyle anlatır: "Önceki gece saat 21.35'te televizyonda ses ve görüntü birden bozuldu. Daha sonra tamamen kesilince balkona çıktım. Gökyüzünde yerden 1000 metre kadar yükseklikte bir cisim mavi ve pembemsi ışıklar saçarak İstanbul yönüne doğru gidiyordu. Onbeş


dakika kadar izledik. Daha sonra birden ortadan kayboldu. Bu cisim küre biçimindeydi." Olayların ardı arkası kesilmedi 17 ocak günü bilinmeyen cisimlerden bir tanesi yine Niğde Aksaray'da görüldü. Aynı gün İzmit çevresinde, İzmir'in Tire ilçesinde Havsa'da vatandaşlar yine uçandaire gözlemleri yaptılar. Sonuçlara gelince gazetelerde ilgiyle izlenen olaylara Bilim Adamları ilgisiz kaldılar. Hiçbiri doğru dürüst araştırma yapmadı. Türkiye'de ki bir gurup bilim adamı ne UFO konusunda fikir ileri sürerler, ne de Parapsikoloji ile ilgilenirler. Hiçbir — 234 — TÜRKLER VE UZAYLI ATALARI bilimsel dayanağı olmadan ve bir şeyler söylemiş olmak için UFCrTarın gerçek olmadığını söyleyip, sırıtan birkaç kişinin dışında bu konuya ilgi duyan hiç yok gibidir. Parapsikoloji'ye gelince 1933 yılında ABD'nin Duke Üniversitesinde başlayan ve dünyanm 30'dan fazla üniversitesinde özel insanları inceleyerek onların beyin güçlerini inceleyen bu bilim dalı ne yazık ki Türkiye de gözardı edilmektedir. Bunları yapanlar üstelik bilim adamıdırlar. Televizyonlarda bazen şu olaya şahit olursunuz. Bir kişi çıkar benim şöyle yeteneğim var der, bir doktor ile aynı programda buluştuğunda doktorun ilk sözü şudur. "Siz şarlatansınız, yalan söylüyorsunuz. Böyle bir şeyin olması söz konusu değildir." Adamcağızın tek isteği vardır, bilim adamları veya doktorlar beni incelesinler der. Çünkü Parap-sikoloji Laboratuvarlan bu ülkede yoktur. Bizdeki duyarsızlığa karşı Amerikalılar ve Avrupalılar bu konularda bir çok uzman bilim adamını çalıştırıp bir şeyler öğrenmeye çalışıyorlar. Bu tür çalışmalar yapan yabancılar geri zekâlı, yapmayan bizler ise akıllıyız herhalde. Fakat ne hikmetse o Amerikalı ve Avrupalılardan da her fırsatta yardım istemekten geri kalmıyoruz. 80İerin başında Türkler'in uygarlık seviyelerini ölçmek için gelenler hangi gezegenlerden geldiler ve neden Türkiye üzerinde yoğunlaştılar. İşte bu soruların cevaplarını aramalıyız. Uzaylılar, bizimle bu kadar ilgileniyorsa, demek ki bizler çok özel bir milletiz. Gelenler bizim atalarımız olabilir mi? Ya da başka gezegenlerdeki uzaylılarla akraba mıyız? Kitap boyunca hep bu soruların cevabını aramaya devam edeceğiz. 5 Ocak 1982 İstanbul: Saat 23.30'da Ankara Asfaltı üzerinde seyreden araçlardaki insanlar, oldukça parlak, yeşil renkte bir cismin Maltepe-Küçükyalı yönünde yerden yaklaşık 100 metre yükseklikte tahminen 1000 km hızla yol aldığım gördüler. Sürücüler, gök cismini izlemek için arabalarını yol kenarına çektiler. Görgü tanıkları arasında bulunan bir mimar "Gök cismi üstümüzden geçerek hızla Küçükyalı'ya — 235 — ALI BEKTAN doğru uçtu. Bu konudaki yayınları önemsemezdik, cismi görünce şaşırdık diyebilirim," açıklamasını yaptı. Nisan 1984: İstanbul'dan Ankara'ya 20.000 fit yükseklikte seyahat etmekte olan bir THY uçağının pilotları, etrafa güçlü ışıklar saçan ve tammlanamayan bir uçan aracın hızla aşağı dalış yaptığım gözlemlediler. Pilotlar başlangıçta bir uçağın düştüğünü sandılar, fakat araç birdenbire yeniden ortaya çıktı ve bir süre gökyüzünde asılı kaldı. Cismi büyük bir şaşkınlık içinde izleyen pilotlar uçağın farlarım yakarak cisimle iletişim kurmaya çalıştılar. Cisim bu harekete oldukça güçlü bir sinyal göndererek cevap verdi. Pilotlar, daha sonra verdikleri ifade de hiçbir insan yapımı aracın etrafa bu tür ışıklar saçamayacağmı belirttiler. Bir süre sonra, ışıklı cisim al-çaldı ve bulutların arasında gözden kayboldu. 2 Şubat 1989 gece saat 02.00 sularında önce Esenboğa, sonra Mürted Havaalanları üzerinde san, kırmızı ve yeşil renkli ışıklar saçan 10 adet esrarengiz gök cismi görüldü. "Uçan Daire" heyecanıyla bir anda tüm Ankara ayağa kalkarken, Hava Kuvvetleri alarma geçirildi.


Çıplak gözle izlenebilen ve radar da da görülen esrarengiz cisimlerden biri Esenboğa Havaalanı'nm iki numaralı pistine inecek kadar yaklaştı. Bu arada Mürted'den bir F-16 ve Eskişehir den bir F-4 Fantom filosu havalanıp UFO'ları kovaladı. Ulaştırma Bakanı Ekrem Pakdemirli'nin emri üzerine Esenboğa'ya giden Devlet Hava Meydanları Genel Müdürü Mustafa Özatamer, sabaha kadar uçuş kulesinde nöbet tuttu. Özatamer, radardan da izlenen uçan daire benzeri cisimlerle ilgili bilgi alırken, dürbünle gökyüzünü tarayan kontrol görevlisi: "UFO'ları görüyorum, işte hareket ediyorlar," dedi. O sırada Esenboğa Havalimanında İstanbul'a gitmek için bulunan dönemin Başbakanı Turgut Özal ve Bakanlar ile Milletvekilleri büyük bir şaşkınlıkla ışıklı cisimlerin manev— 236 — TURKLERVEUZAYLIATALARI ralarını izlediler. Turgut Özal'ın uçağı ancak bir saat sonra kalkabildi. Bu UFO olayını yorumlarsak, sanki uzaylılar bizimle temasa geçmek istiyorlarmış gibi bir durum ortaya çıkmaktadır. Bu konuda deneyimsiz olduğumuz için biz UFClan kovaladık. Gerçekte temasa nasıl geçeceğiz diye düşünürsek, olay sırasında piste bazı kişileri göndererek onların inmelerini beklemek mantıklı bir yol olabilir, ama bunu yapacak birilerini bulmak hiç kolay değil. Televizyonlarda gösterilen filmler nedeniyle uzaylıları korkunç canavarlar olarak gördüğümüzden gerçek UFOTarla, karşılaştığımızda nasıl davranacağız. Bunu kimse bilemiyor. Bu UFO örneği de bu düşüncemizi doğrular niteliktedir. 6 Mart 1989 Pazartesi günü Ankara-Polatlı karayolunda "Uçan Daire" gören Saide Gökçe şunları anlattı: "Akşam, otomobilimle eve dönüyordum Hava oldukça kararmıştı. Yol tenhaydı, farlarımı yaktım ve eve erken varmak için biraz hızlandım. Tam yarı yola gelmiştim ki, aniden gökyüzünde ışık saçan cisimler belirdi. Korkuyla frene bastım. İki ışık yumağı yere doğru süzülüyordu. Onların Uçan Daire olduğunu anladım ve yavaşça otomobilimden çıkıp, sürünerek yol kenarındaki kayaların arkasına gizlendim. Saklandığım kayaların arkasında korkudan tir tir titriyordum. Vücudumu ter basmıştı. Birden uçan dairelerin yanında garip yaratıklar belirdi. Üzerime doğru geliyorlardı. Beni kaçıracaklardı. Onlardan kurtulmak için çığlık atmak istiyordum fakat sanki dilim tutulmuştu. Yola doğru koşmaya başlamıştım. Bu sırada uzakta birkaç aracın ışıklarını gördüm. Bizim bulunduğumuz yöne doğru geliyorlardı. Can havliyle onlara doğru koştum. Bir ara arkama baktığımda garip yaratıkların gemilerine döndüklerini gördüm. Herhalde yaklaşan araçların farlarından ürkmüşlerdi. Birkaç saniye içinde de havalanıp kayboldular." — 237 — ALI BEKTAN Saide Gökçe'nin bu ifadesi üzerine Ankara-Polatlı arasında yapılan araştırmalarda, yetkililer herhangi bir şey bulunamadı. Ege'de Ortaya çıkan garip cisimler 4 Mart 1996 Ege semalarında görülen garip cisimler halkı heyecanlandırdı. Bozcaada, Kuş Cenneti ve son olarak İzmir'de görülen ışıklı cisimler, gazeteciler tarafından görüntülendi. Vatandaşlardan gelen telefonlar üzerine hazır bekleyen muhabirler saat 21.30 sularında Şemikler ilçesinden gelen bir ihbar üzerine olay yerine gittiler ve Sasalı yakınlarında ışıklı cismin resmini çektiler. 5 Mart 1996 tarihinde fotoğraflar İzmir gazetelerinde yayınlandı. Muhabirler olayı şöyle anlattılar: "Gördüğümüz elips şeklindeki san ışıklı nesneden bir parça ayrıldı. Biraz dolaştıktan sonra yeniden o büyük cismin yanına geldi. Belirli aralıklarla büyük cismin içine girip çıkıyordu. Ayrılma sırasında büyük cismin ışık gücü oldukça parlaklaşıyordu. Daha sonra bu ışık zayıflıyordu. Elips şeklindeki cisim, bir görünüp bir kayboluyordu. Çok hızlı hareket ediyordu. Altta daha büyük bir elips, üstte daha küçük bir elips, ikisinin


arasında da sanki bir bağlantı tüneli vardı. Küçük ışık huzmesi de sanki kayıyor gibi büyük kütleden ayrılıyor, döndüğünde o kütlenin içinde kayboluyordu. Bu görüntüleri, o saatte uyumayan tüm İzmirliler izlediler." Türkiye'de ki bu UFO olaylarını kitaba almamın birinci nedeni görgü tanıklarının çok olması, ikincisi uçan daire görenlerin toplumun saygın kişilerinin ve zeki seviyelerinin yüksek olması ve Anadolu topraklarına inenlerin bulunmasıdır. Önemli olan bizim onlara karşı nasıl davranacağımız-dır. Bize gelenlerin büyük çoğunluğunun atalarımız veya kan bağı olan uzaylılar olduğunu düşünmek mantıklı geliyor. Ben bu olaya günümüzden şu örneği veriyorum. Sovyetler Birliği dağıldığında Türk Cumhuriyetlerine bağımsızlık hakkı tanıdı. O ülkelere seyahatler serbest bırakıldığında biz ilk olarak oralara gitmedik mi gittik. Çünkü köklerimiz — 238 — TÜRKLER VE UZAYLI ATALARI Asya da idi. Yıllarca görmediğimiz ama kan bağımız olan insanlar vardı. Onlarda ilk olarak Türkiye'ye geldiler. Böylece aramızda biranda yakınlaşma oldu. Bu olayı alıp Gezegenler arası seyahatlere monte ettiğinizde aynı düşünceyi görebilirsiniz. Mesela biz de çok büyük bir uygarlık seviyesine çıktığımızı düşünelim. Uzay gemisi yaptık ve bu gemi ile uzaya açılınca araştırmalarda bulunmayacakmıyız, elbette bulunacağız. Belki de insanoğlunun köklerini araştıracağız. Hatta görüşeceğimiz uygarlıkların temsilcilerine dünya ile bağlantılarını soracağız. Ya da Ortaasya'ya, hatta Mu kıtasına gelip gelmediklerini öğreneceğiz. Kültür alış verişinin olup olmadığını araştıracağız. Kısacası Evrendeki akrabalarımızı arayacağız. Biz böyle düşünüyorsak, uzaylı dostlarımızın da böyle düşünmesi doğal değil mi? Onlarda tarih öncesinde gelip gittikleri dünyaya gelerek son durumlarımızı merak ediyorlar. Biz de onlara dostça davranmalıyız dîye düşünüyorum... Yıl 1983 Adana'da ortaya çıkan uzaylılar: UFO Olayları ve içlerinden çıkan Uzaylılara Anadolu'da çok sık rastlanmaktadır. Bunların pek azı basına yansımaktadır. Üstelik bir çok vatandaşımız da bu olayları kanıksamış durumdadır. Eşme'ye inen Uçan Daire'ye ve uzaylılara taş atanlar hariç. Karlık, Adana'nın Kuzeybatısı'nda yer alan köylerden bir tanesi Kemal Batmaz'da bu köyün sakinlerinden. Uçan Daire gözlemini yapan bu tanık, olayın anlatımını dönemin araştırma dergisi Bilinmeyen'e yapıyor. Gemi Dev bir Tencere gibi. Olay 1983 yılı baharında geçiyor. Bir akşamüzeri tarlasını çapalayan Kemal Batmaz birden akıl almaz bir durumla karşılaşıyor. Önce ıslık sesine benzer bir ses duyuyor ve başını kaldırıp bakıyor. 100-150 metre kadar ötesinde bulunan yamacı üzerinde dev bir tencere şeklinde cisim duruyor. Ke— 239 — ALİ BEKTAN mal Batmaz hiçbir tepki vermiyor Hayretle karşısındaki garip görüntüye bakıyor. Cismin üzerinde daire biçiminde çıkıntılar var. Herhangi bir pencere veya kapı görünmüyor. Cisim etrafına kırmızımtırak bir ışık yayıyor. Çevresinde ise sarıdan beyaza dönen bulutumsu bir ışık alanı var. Kemal Batmaz'm ilk anda duyduğu vınlama sesiyse, rahatsız edici bir biçimde kuvvetlenmeye başlıyor ve giderek rüzgâr uğultusuna benziyor. Cisimden insanlar çıkıyor. Kemal Batmaz, hiçbir harekette bulunmadan cismi seyretmeye devam ediyor. İl dakikalarda bu cismin devlete ait bir araç olduğunu düşünüyor. Fakat böylesini televizyonda ve gazetelerde hiç görmediğini de aklından geçiriyor. Tam bunları düşünürken cismin arka tarafından iki kişi ortaya çıkıyor. Cisimden yayılan çok güçlü ışık, Kemal'in onları net görmesini engelliyor. Çıkan varlıklar insan biçiminde ve görünümleri belirsiz. Aracın yanından ayrılmayan insan görüntüleri, yere eğilip kalkarak


bir takım hareketler yapıyorlar. Kemal'e hiç aldırmıyorlar. Biri diğerine eliyle uzakta bir yeri gösteriyor ve sonra dönüp cismin arka tarafında kayboluyor. Diğeriyse, yine yere eğilip, bir şeyler alıyor ve sonra arkadaşının ardmdan cismin arka tarafına gidip, gözden kayboluyor. Derken cismin ışığı gittikçe artıyor. Kemal gözlerini kapamak zorunda kalıyor. Uğultunun azaldığını duyunca, tekrar gözlerini açıyor. Garip cismin yok olduğunu görüyor. Tüm olay süresince Kemal Batmaz hiçbir hareket yapmıyor. Ona göre olay bir sigara içimlik sürede olmuş. UFO gittikten sonra bile onun indiği yere gidip bakmıyor, tarlasını çapalamaya devam ediyor. Köye döndükten ancak birkaç gün sonra olayı anlatıyor. Onun Uçan Daire olaylarından ise haberi yok. Ona göre bu olay biraz mistik. Psikolojik açıdan Kemal Batmaz'ın ruhsal yapısı sağlıklı. Hayat görüşü ve kuralları değişmemiş. — 240 — TÜRKLER VE UZAYLI ATALARI Benzer olay 1984 yılında Gaziantep te yaşandı. Kentin Yeşilova Mahallesinde bir fırın sahibi olan Metin Turan'ın başından geçen olayda da Uzaylılar görülüyor. İnsana benzeyen kısa boylu yaratıklar. Metin Turan şöyle anlatıyor: "Haziran ayının 13'nde oldu. Ramazan ayıydı. Pidecilik yaptığım için geceleri uyumuyorduk. O Gece fuara gitmiştik, saat 22.00 sularında fırına döndük. Gece yansı pide yoğurmaya başlayacağımız için arkadaşlara gidip biraz parkta oturalım dedim. Parka gittik ve bir banka oturduk, sohbet ediyorduk. Birden bankın arka tarafındaki çalıları içinden bir ses duyduk. Merak edip kalktık ve sesin geldiği yöne doğru gittik. İnanılacak gibi değil ama 50 metre kadar ötemizde, boyları en fazla 30 santim olan iki garip yaratık duruyordu. Üzerlerinde metalik giysiler vardı. Aynı anda üçümüz de çok şiddetli bir baş ağrısı hissettik. Dayanılacak gibi değildi. Gerilemeye başladık, uzaklaştıkça ağrı azalıyordu. Yaratıklar hızla ilerleyerek çam ağaçlarının arasında kayboldular. Aradan 15-20 saniye geçmişti ki onların gittiği yerden bir traktörün büyük tekerleği boyunda bir cisim, ağaçların arasından fırladı. Ve süzülerek göğe doğru yükselmeye başladı. Renkli, yanıp sönen ışıklan vardı. Daha da garibi tekerleğin üzerindeki son derece aydınlık bir pencereden, o iki yaratığın baktığım gördük. Aynı olaya park bekçisi de tanıktır. Böylesine garip bir şeyle karşılaştık. Fakat sonra olayı kime anlattıysak inandıramadık gitti." Bu gibi durumlar da insanlann gördüklerini yakınlarına anlatmalarım istemeyen uzayhlann bir korunma metodu olabilir. İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi Astronomi Bölü-mü'nden Profesör Doktor Abdüssamet Marşoğlu 28 Ocak 1982 de Niğde-Aksaray UFO olayları başladığında gazeteler bir açıklama yaptı: "En basit hesaplamalarla yüz milyar güneşin en azından 100 bin gezegeni vardır. On güneşten — 241 — ALI BEKTAN yalnız birinde hayat şartlan dünyamıza benzeyebilir. Öyleyse bu gezegenlerde zeki canlılar da var olmalıdır. Doğal olarak bu canlıların insanlara benzemeleri gerekmez. Bir uygarlık olabilmeleri için araç ve gereç yapabilmeleri de şarttır. Bu düşünce biçimleri uçan dairelerin var olduklarından yanadır. Peki öyleyse, uygarlıkları bizim hayallerimizin çok ötesinde olan bu yaratıklar, neden yanımıza gelip, bizlerle anlaşma yollarını aramıyorlar? Bizleri çok geri bulup, şöyle bir bakıp geçiyor olsalar gerek. İyi ama sadece bir bakıp geçmek için de bu kadar uzun yol aşılır mı? Ama aklımızın ermediği o kadar çok şey var ki." Bu görüşe ben de bir şey ekliyorum: Uzaylılar bizim dünyamıza inip araştırma yapıyorlar. Peki bu dünyanın havasını teneffüs ettiklerine göre, kendi dünyalarında da aynı hava bulunuyor demektir. O zaman dünya benzeri gezegenlerin var olduğuna en çarpıcı örnek olmuyor mu? Oluyor.


Başka Dünyalarda da bizim atmosferimize benzeyen oluşumların olması, akla ve mantığa pek aykırı gelmiyor. Bazı olaylar haricinde astronot başlığı takan az uzaylı görülürken, bir çok olayda Uzaylılar rahat bir şekilde dünyamız havasında nefes alıp veriyorlar. Kısacası bizim dünyanın havasında rahat ediyorlar. İşte evrenin sırlarından bir tanesi de bu değil mi? — 242 — TÜRKLER VE UZAYLI ATALARI ÇANAKKALE SAVAŞI'NDA GÖKYÜZÜNDEN GELEN YARDIM Çanakkale Savaşı l'nci Dünya Savaşı'nın en kanlı sayfalarından birisidir. En önemli tarafı yüzyıllar sonra bir Haçlı Seferine benzer olmasıdır. Orada yaşanan esrarengiz kaybolma olayı bugün bile açıklanamamıştır. Ben bir açıklama getireceğim, olay ile ilgili yorumumu açıklayacağım. 28 Ağustos 1915 sabahı bir İngiliz alayı, Anafartalar'daki Suvia koyunda, 60 nolu kayacıkağlı tepesi yakınlarında, yerdeki garip bir bulutun içine girdi ve bir daha asla görülemedi. Ardından bu alayın kaybolduğu raporu verildi. Raporu imzalayan İngiliz Subaylar Sappers FJReichart, R.Newness ve J.L Newman tanık oldukları olayı şöyle rapor etmişlerdi: "Güneş doğduğunda hava gayet açıktı. Görünürde tek bir bulut yoktu. Ancak 60 nolu tepe üzerinde ekmek biçimindeki bulutlar, 6-8 km'lik bir hızla güneyden esen rüzgâra rağmen pozisyonlarını hiçbir şekilde değiştirmedikleri gibi, rüzgârın etkisi altında da sürüklenmediler. Yerden 150 metre yukarıda yer alan gözlem noktalarından görüldüğü kadarıyla, yaklaşık 60 derecelik bir yükseklikte öylece asılı duruyorlardı. Bu bulut grubunun tam altına rastlayan yerde, arazi üzerinde aynı biçimde olan ve sabit duran, yaklaşık 250 metre uzunluğunda, 60 metre yüksekliğinde, 60 metre genişliğinde bir bulut bulunuyordu. Bu bulut tamamen yoğundu ve hemen hemen katı bir madde yapısmda görünüyordu. Tüm bunlar yerdeki bulutun 2500 metre kadar güneybatısında, Rododendron Dağı Burnu üzerindeki siperlerimize yerleşmiş bulunan NZE l'nci Sahra Bölüğünün 3'ncü Takımının 22 askeri tarafından gözlemlenmişti. Gözlem noktamız 60 nolu tepeye 90 metre kadar yukarıdan bakıyordu. Sonradan anlaşıldığına göre, bu tuhaf bulut kuru bir dere yatağının ya da çökmüş bir yolun — 243 — ALI BEKTAN üzerinde bulunuyordu. Arazi üzerinde öylece dururken, yanları ile uçlarını mükemmel bir şekilde görebiliyorduk. Öteki bulutlar gibi açık gri renkteydi. Daha sonra birkaç yüz kişiden oluşan bir İngiliz Alayının bu tepeye doğru ilerlediğini fark ettik. Eri er orada tepenin üstündeki bulutun içinde kayboldular. Daha sonra bu bulut yükselerek Trakya'ya doğru ilerlemeye başladı. Yaklaşık 800 ile 4000 kişi arasmda değişen alay ortadan yok olmuştu. Kimse ne olduğunu çözememişti. l'nci Dünya Savaşı bittiğinde İstanbul'u işgal eden İngilizler ilk iş olarak kaybolan Alayın peşine düştüler. Osmanlılardan bu İngilizlerin esir alınıp alınmadığını sordular. Fakat hiçbir görevli, ya da subay bu alaydan haber olmadığını söyleyince şaşırıp kaldılar. Kayıtlara bile geçmeyen Kayıp Alayın akıbeti günümüze kadar gelen gizemli bir olay olarak bilindi. Yazar Charles Berlitz bu olayı "Manyetik alanların ya da sismik fayların yahut her ikisinin birden bulunduğu yerlerin civarında, bilinmeyen varlıkların müdahalelerinin söz konusu olabileceğini" gösterdiği için ilginç bulduğunu açıklamıştır. Ona göre Çanakkale Boğazı civarında gizemli bir bölgenin varlığına işaret etmiş olmaktadır. Araştırmacı Robin Collyns, aynı konuyu işlediği bir yazısında John Hargrave'in Suvla Koyu çıkartmasına ilişkin yaptığı bir açıklamayı aktarırken "28 Ağustos 1915 tarihinde birkaç tabur, pusula ibresinin aşırı derecede kuzeye doğru sapmasından ötürü bu alanda yönlerini kaybetti," demektedir. Collyns, olaya yol açan garip bulutların,


aslında İngiliz Alayım kaçıran ve manyetik düzensizliklere yol açan uzay gemileri, yani UFO'lar olup olmadıklarını sormaktadır. Bizim bu düşüncemize 1980'li yılların başlarından itibaren katılan kişilerin olması teorimizi güçlendirmektedir. Aslında tarihte bu yörede başka olaylarda olmuştur. M.Ö 1100 yıllarında bu bölgede Yunan Mitolojisi'nin Tanrıları ile Kahramanlarının ortaya çıktıkları ve savaşan ölümlülerin çarpış— 244 — TÜRKLER VE UZAYLI ATALARI malarına katıldıkları meşhur Truva Savaşı da bu bölgede olmuştur. En ilginç olanı ise M.Ö 72 yılında Romalı General Lucul-lus'un emrindeki birlikler, Pontus Kralı VI Mithridates'in ordusuyla Çanakkale yakınlarında karşı karşıya geldi. Romalı işgalcilerden sayıca çok üstün olan Pontus Kralı, galip geleceğinden kesinlikle emindi. Ne varki Grek Yazar Plutarch'a göre, VI Mithridates'in tam Roma Ordusuna saldırmaya hazırlandığı sırada çok tuhaf bir olay meydana geldi. "Birdenbire gökyüzü açıldı ve iki ordu arasına, gökten, parlak, gümüş renkte, silindir biçiminde büyük bir obje indi. Bu fenomen her iki orduyu da şaşkınlığa uğrattı ve hareketsiz hale getirdi." Bu Ufolojik olay sonrasında Pontus Kralı korkarak savaş alanından çekilmiş, Romalı General Lucullus savaşı kazanmışta. Böylelikle Tarihin çizgisi yeniden çizilmiştir, tıpkı Çanakkale Savaşları gibi. l'nci Dünya Savaşı sırasında İngilizler Boğaz'ı geçmiş olabilselerdi, Osmanlı İmparatorluğu ortadan kalkarken, İstanbul tamamen kaybedilecekti. Meydana kanlı savaşlar sonrasında Türkler İstanbul'dan atılacaktı. Bugün İstanbul'a sahip bile olamayabilirdik. Savaş olmadan İstanbul'un işgal edilmesi, belki de hayırlı bir olaydı. Kimbi-lir. Ama birilerinin bize destek verdiğini de unutmayalım, — 245 — ALI BEKTAN TÜRK PİLOTLARIN AFYON ÜZERİNDE GÖRDÜĞÜ UFOLAR NE YAPIYORLARDI?.. UZAYLILAR TÜRKİYE'YE YARDIMA GELDİLER VE DÜNYA'YA DÜŞMEKTE OLAN BÜYÜK METEOR'U PARÇALAYARAK ZARAR VERMESİNİ ÖNLEDİLER Tarih 1 Kasım 2002 saat sabahın 05.30'u yerden yükseklik 26 bin feet. Antalya'dan havalanıp Avusturya'ya giden Sun Express Air'in pilotu Ercan Eken, Afyon üzerinden uçarken çok parlak bir ışık gördü. 26 yıllık pilot Eken "Biz bir mucizeye şahit olduk" diyerek, gördüğü nesneyi şöyle tanımlıyor: "10-15 kadar küçük, fakat mesafeye göre hesaplayınca yaklaşık Boeing 747 uçağı büyüklüğüne yakın nesneler birbirlerine çok yakın mesafede uçuyorlardı. Olay yaklaşık 1,5 dakika sürdü. Nesneler gözden kaybolurken radara yerel saatle 5.44 te rapor ettik." Ercan Eken'le aynı uçakta bulunan yardımcı pilot Sinan Yılmaz'da olayı doğruladı. Sun Ekspress Air'in Antalya'dan havalanan bir başka uçağının kaptanı Yılmaz Atlı da Afyon üzerinden geçerken aynı olaya şahit oldu. Digital fotoğraf makinesi olmasına rağmen, heyecandan çekim yapamayan sadece nesnenin geride bıraknğı izi görüntülemeyi başaran Atlı, gördüğü yabancı cismin 100 saniye kadar uçtuğunu ve bir bütünmüş gibi görünürken tam önlerinde bir çok parçaya ayrıldığım söylüyor. BİR SÜRÜ IŞDC KÜTLESİ Aynı istikamette uçan İnter Air Pilotu Fatih Aksoy'da olayı yaşayanlardan. Gördüğü ışık kütlesinin kendilerinden yaklaşık 20 bin feet daha yukarıda olduğunu belirten Aksoy gördüklerini şöyle anlatıyor: "İlk bakışta ne kadar tek parça gibi görülse de hizalarımıza geldiğinde cismin ortada büyük bir kütle ve kenarlarında kolunda uçan sanki onlarca uçaktan oluşmuş gibiydi. İlk aklımdan tanker uçağmdan yakıt ik— 246 — TÜRKLER VE UZAYLI ATALARI malimi yapılıyor diye bir düşünce geçti, ama o kadar uçakla olması imkânsız diye düşündüm."


Bu pilotların gördüklerinin hayal olması imkânsız olurken, ayrıca başka görgü şahitleri de vardı. Bunlar Kaptan Pilot Vedat Gürbüz, Kabin Amiri Bilge Yümaztürk, kabin memuru Hatice İnceler, Adnan Menderes Havalimaru'nda uçağa giderken Afyon istikametinde havada uçan 4-5 cisim gördüklerini dile getirdiler. Kaptan Pilot Muhsin Aktar'da tanımlayamadığı bazı nesneler gördüklerini açıkladılar. Bu olay gazetelerde haber olarak yer aldı. Sonra da unutulmak üzere iken Kanal-D'de 26 Aralık 2002 akşamı ekranlara gelen "İnsanlar Yaşadıkça" programında Sirrus UFO olaylarını Araştırma Merkezi'nin Başkanı Haktan Aydoğan ilginç bir gelişmeyi açıkladı. "Pilot Yümaz AÜı cisimlerin gökyüzündeki meteorların arkasında yanıp söndüğünü gördüğünü, daha sonra meteorların parçalandığına tanık olduğunu söyledi. Bu ayrmtıyı sadece eşine anlattığını söyledi, ardından da biz kendisiyle temasa geçince çektiği görüntüleri bize getirdi. Beraber seyrettik. Sonra da şu sonuca vardık Uzaylılar bize iyilik yapmışlar. Çünkü bir Futbol Sahası büyüklüğündeki meteor dünyaya çarpmış olsaydı çok büyük bir hasara neden olabilirdi. Bunun sonucunda Meteor'u Uzaylılar parçalamışlar böylece Türkiye'ye ve bize gerçekten iyilik yapmışlar. Afyon'da ki olay tamamen gerçektir." Ben kitap boyunca şu teoriyi savunuyorum. Bizi koruyan atalarımız veya akrabalarımız başka gezegenlerde yaşıyorlar ve onlar bizleri korumaya devam ediyorlar. İşte Anadolu'nun sırlarından bir tanesi budur. Bu korunma olayı Orta-asya'dan önceki çağlarda Mu Kıtası'ndan gelen bağlantıdır. Köklerimizin yer aldığı, Mustafa Kemal Atatürk'ün araştırmalar yaptırdığı bu kıtanın konusu Uzaylılarla görüşmeler yapan bazı kişilerin konuşmalarında da geçmektedir. İlerki bölümlerde bu konuları bulacaksınız. — 247 — ALI BEKTAN Afyon Olayının tartışması medya da birkaç gün sürdü. Bu Tartışmaya Türkiye Havayolu Pilotları Derneği Başkanı Necmi Ekici'de katıldı. UFO olarak adlandırılan uçan cisimleri gören pilotların konuyu Sivil Havacılık Genel Müdürlü-ğü'ne rapor ettiklerini söyleyen Ekici şöyle konuştu: "Bu 1940Tı yıllardan bu yana devletler seviyesinde araştırılıyor. Konuyu en iyi bilen ülkelerin önde gelenleri ABD ve Rusya'dır. Bu ülkelerin elinde konuyla ilgili bazı şeylerin olduğuna inanıyoruz. Ancak Dünya'yı kaos'as sürükleyebileceği düşüncesiyle bunların açıklanmadığını düşünüyoruz." FOTOĞRAFTA İZLER VAR "Burada bir olay var. Ancak olayın elle tutulur, gözle görülür olması gerekir. Kaptan Yılmaz Ath fotoğraf çekmiş ama o fotoğrafta da cisimlerin bıraktığı izler var. Evrende 200 milyarın üzerinde yıldız olduğuna inanıyoruz, o zaman uzayda başka canlılarda bulunabilir. Güneş sisteminin bir benzerinin başka varlıkların bulunduğu uzayda olduğuna inanan çok meslektaşımız var. Yabancı pilotlar arasında da inananları gördük. Ben de inanıyorum. Onlar bizden çok daha ileri olabilirler." Türkiye'de Uzayda Hayat olduğuna inananların sayısı her geçen gün artarken bunların arasında her smıftan insan sayabilirim. Toplumda saygın mesleklere sahip olan hatta yüksek görevlerde bulunan binlerce kişinin de olduğuna ben de inanıyorum. Bugün İnternet gibi bir bilgi denizinin bulunduğu dünyada isteyen her türlü bilgiye artık çok kolay bir şekilde ulaşmaktadır. Antik Çağ'da Yunanistan'daki Antik Kent Delü'deki bir tapmağın girişinde yazılan söz, "Alay etmek araştırma yapmaktan daha kolaydır." Bu söz benim araştırmalarımda felsefemi oluşturmaktadır. Biz de araştırmalarımızı bu yönde devam ettiriyoruz. Kitapta mümkün olduğu sürece olayları mantıklı bir şekilde açıklamaya dikkat ettim, bakış açışım böyle görmenizi dilerim. — 248 — TÜRKLER VE UZAYLI ATALARI GÜNEŞ SİSTEMİNE BENZEYEN YENİ BİR SİSTEM BULUNDU 2002 Kasım ayında Hürriyet Gazetesi'nde yer alan bir haberde Washington Carnegie Institution uzmanlarından Paul BuÜer, NASA merkezinde gazetecilere yaptığı açıklamada "Gökbilim tarihinde ilk


kez bizim güneşimize benzer bir yıldızın yörüngesinde dönen ve Jüpiter'e benzediğine inanılan bir gaz topu keşfedildi," dedi. Araştırmaya katılan California Berkeley Üniversite-si'nden Geoffrey Marcy'de yeni keşfedilen Jüpiter'e benzer gezegenin dünyadan çıplak gözle görülebilen Yengeç Takımyıldızı içindeki "55 Cancri" adlı yıldızın yörüngesinde döndüğünü ve 3'ncü sırada bulunduğunun sanıldığını belirtti. Yıldızın yaklaşık beş milyar yaşında ve güneşle aynı boyutta olduğunu söyleyen gökbilimciler, yeni keşfedilen gezegenin Jüpiter'e benzer bir yörüngede döndüğünü kaydettiler. Yeni yıldız sisteminin keşfinin California'daki Lick Gözlemevi'nde onbeş yüdır süren çalışmaların ürünü olduğu belirtildi. Bilimadamlan, son onbeş yılda bizim güneş sistemimiz dışında yıldızların yörüngesinde bulunan 90 dan fazla gezegen keşfedildiğini, ancak hiçbirinin yeni bulunan yıldız sistemi kadar bizimkine benzerlik göstermediğini anlattılar. Gözlemevinde elde edilen görüntülerin www.jpl.nasa. Gov/images/newplanets İnternet adresinde görülebileceği belirtildi. Samanyolu Galaksisi içersindeki yıldız sistemleri hakkında yeni yeni bilgiler elde ediyoruz. Hazreti Muhammed'ten bildirilen Hadiste yer alan 18 bin Alem olayını teyit eden astronomik keşifler gün geçtikçe çoğalıyor. Ünlü düşünür Mev-lana Celâleddin Rumî'de kendi müritlerine sık sık şunu söylüyor: "Biz gönül bahçemizden 18 bin Alemi seyrediyoruz" — 249 — ALI BEKTAN Dikkat edilirse 18 bin alem olayı ünlü İslâm tasavvufçuları arasında da biliniyor. Amerikalı Astronomların vardıkları sonuca yüzyıllar öncesinden İslâmiyet'in varması dikkat çekici değil mi. O zaman başka gezegenlerde hayatın olabileceği ve oralarda da bizim gibi veya bizden ileri uygarlıkların olması normal bir düşünce olarak algılanmalıdır. TÜRKİYE DEKİ UFO ARAŞTIRMALARI Türkiye'de uzun yıllardır UFO konusunda araştırmalar yapılmaktadır. İnternet olmadan önce bile bir çok yayın Türkçe ye çevrilip basılmışü. Son yıllarda ise araştırmacı Haktan Aydoğan tarafından kurulan Syrius UFO Uzay Bilimleri Araştırma Merkezi Türkiye'deki UFO olaylarını inceliyor, görgü tanıkları ile görüşüyor. Bunları kamuoyuna açıklıyor. Haktan Aydoğan bu konuya ilgi duymasımn televizyonda gösterilen Uzay Yolu dizisi ile başladığını belirterek şunları anlatıyor: "Uzay Yolu Dizisini heyecanla izlerdim ve işin ilginç yanı yabancılık çekmezdim. Yani bilim kurgu gibi gelmezdi. Sonra tutku Bilim-Kurgu romanları ile devam etti. 19 yaşında ABD'ye sanat eğitimi almak için gittim. Ama hep içimde bu olaylar vardı, hazır Amerika'ya gitmişken direkt olarak bu konuyla ilgili çalışma yapan kurumlar, kitaplar, kuruluşlar ve kongreleri takip ettim. Konunun içine girdikçe çok fazla kanıt görüyorsunuz. Bu bende biraz rahatsızlık uyandırdı. Şöyle ki. Bu kadar bilgi, arşiv halktan saklanıyor. Türkiye'ye dönmek gibi bir fikrim yoktu. Aralarda Türkiye ye geldiğimde bu konuyla ilgili hiçbir çalışma yapılmadığını görüyordum. Bunun eksikliğini duydum. Sonra dönmeye karar verdim ve 1998 yılında bu merkezi kurduk. Sonra Uluslararası, farklı yerlerde kongrelere yapıyoruz. Bazılarında konuşmacı olduğum 28 tane kongreye kanldım, üç dört tanesini de biz yaptık. Dünya'nın dördüncü Uluslararası UFO Müzesini kurduk. İnternet sitemiz aktivite olmuş bir durumda. Evrende yalnız olmadığımızı kanıtlarla halka sunmaya çalışıyoruz. Amacımız bu, kendimi bu işe yani araştırmaya ve bilgiye adadım." — 250 — TÜRKLER VE UZAYLI ATALARI Bu olaylar gerçek ve doğru.... "UFO araştırmalarına başladığımda hoşgörülü olmak zorundaydım, Bizim en büyük gücümüz bu olayların gerçek ve doğru olması. Gerçekleri saklayamazsmız, bir yerde mutlaka ortaya çıkar. Nitekim de gerek bizim yaptıklarımız gerekse dünya kamuoyunda yapılan açıklamalarla


halk bir şeyleri sorgulamaya başladı ve bir merak oluştu. Merak olgusu insanın gelişiminde yer alan bir duygudur. Bu konuya ilgi duyduğunuzda ön yargılarınızı, şartlanmışlıklarınızı bir yere koymanız gerekiyor. Dini boyutta baktığımızda Kur'an, Tevrat, incil'de bu konuyla ilgili çok net ifadeler var. Halkımız buna da vakıf tam olarak değil. Ama bu öğreti dini, arkeolojik bilimsel kanıtlarla karşımıza çıkıyor. Tarih boyunca UFO kavramı toplumlar tarafından biliniyor." Ufo'lann seçtikleri bölgeler "Dünya'nın geneline bakınca en çok askeri üsleri, nükleer denemelerin yapıldığı kırsal kesimleri, yeraltı kaynakların olduğu bölgeler ve doğal felâketlerin öncesi ile sonrasında gözlemler yapılıyor. 2000 yılından itibaren dünyanın her yerinde çok sık görünüyorlar. Türkiye'ye baktığımızda eskiden Niğde/Aksaray bölgesi çok yoğundu. Fakat şimdi Türkiye'nin her yerinden UFO görüldü haberleri alıyoruz. Kırsal kesimlerden daha çok haber gelirken, şehirlerden pek az geliyor. Türkler sıklıkla gözlemliyorlar diyebilirim." UFO dışındaki deneyim olayları neler "Bize gelen insanlara bir form doldurtuyoruz. Geçmişini, patolojik bir rahatsızlığı var mı onu öğreniyoruz. Bizim için UFO görüntüleyebilmiş mi, çok önemli. Bunların dışında ifadelerin yüzde 85'ine yakını yanılma olarak çıkıyor. Yani bir Venüs gezegenini ya da bir uyduyu UFO zannedebiliyor. Yaptığımız bir çok eleme sonrasında UFO olduğu anlaşılan bir çok olay da Türkiye de gerçekleşti. Ve bunları basma yansıtıyoruz. Bunun yanında kaçırılma dediğimiz hadiseler de dünyanın her yerinde yaşanıyor. Türkiye'de bilgi eksikliğin— 251 — ALI BEKTAN den insanlar tam olarak ne yaşadıklarını bilmiyorlar. Bizim emin olduğumuz dokuz tane vaka var. Bu insanlar deşifre olmak istemiyorlar. Toplum bu bilince hazır eğil diye. Ben de hak veriyorum onlara kimisinin ailesi var evliler, çocukları olanlar var. Hatta birkaç tanesinde de fiziki kanıt var. Bunun haricinde bir adım daha ilerlersek direkt temasta olan iki kişi var. Bunlar da tahmin ediyorum birkaç sene sonra deşifre olmayı düşünüyorlar. Bizim için verilen bilgiler çok önemli, onları değerlendiriyoruz. Ama somut deliller var. Çektiğimiz fotoğraflar var. Dünya'da 100'ün üstündeki olayda bunların çok net fotoğrafları ve görüntüleri bulunuyor. Görüşmeler olduğunda bir de metal cisim veriyorlar. Bunlar incelendiğinde dünyada olmayan elementleri içerdiği ispatlanıyor. Bu o insana inanılması için sunuluyor. Bizim görevimiz uzaylılarla temasa geçen insanların sözcülüğünü yapmak. Türkiye'ye baktığımız zaman evrende yalnız olmadığımız düşüncesini insanlara inandıramadık." Uzaylıların Amaçlan "Bizim elde ettiğimiz temas sonuçlarına göre uzaylıların amaçları çok farklı. Bazıları sadece bilimsel amaçlı geliyorlar. Kimisi de dünyadaki kimyasal ve nükleer silâhlardan yapılan dengesizliklerden şikâyetçiler. Dünya'da patlatılan bir atom bombasının yaydığı radyasyon uzayda da hasarlara neden oluyor. Böyle bir ırkm uzaya yayılmasından endişe ediyorlar. Hatta gelip Nötralizasyon çalışmaları yaparak zararı aza indirmeye çalışıyorlar. Hatta hiç dünyaya uğramadan başka sistemlere giden ırklar da var. Ortak olarak söyledikleri bir şey var KAİN ATIN HAYATLA DOLU OLDUĞU, BİZDEN İLERİ VE GERİ MİLYONLARCA SİSTEMDE HAYAT OLDUĞUNU SÖYLÜYORLAR UFO'lar la Tanışma ne zaman olacak "Böyle bir tanışma insanların toplum bilincine bağlı. Önümüzdeki on sene içersinde gözlemler ve açık temaslar artacak. Bu konuyla ilgili resmi yetkililerin açıklamaları artacak ki bu durum başladı. — 252 — TÜRKLER VE UZAYLI ATALARI 2002 yılı başlarında Şili ve Peru Hükümeti Hava Kuvvetleri açıklama yaptı. Bir dönem ülkelerinde çok yoğun UFO gözlemi olmuştu. Bir çok


amatör kamerayla çekim yapıldı. Peru ve Şili Hava Kuvvetleri'nin yöneticileri dedi ki: Bizde bir UFO masası var ve elinizdeki görüntülerin hepsini bize getirin, biz bunların analizini yapacağız. Yine Fransız Savunma Bakanlığı Ufo'lann varlığına dair çok önemli kanıtların olduğu bir rapor hazırladı. Bir kopyası da bizde var.. Gözlemler ve bu tarz açıklamalar artacak. Balon mu, Göktaşı mı gibi komik iddialara fırsat verilmeyecek. Türkiye'de de bir çok olay basına yansımıyor, biz ülkemizin bu konuda da öncü olmasını istiyoruz." — 253 — ALİ BEKTAN GİZEM DOLU PİRİ REİS HARİTASI Piri Reis Osmanlı Donanmasının 16'ncı yüzyıldaki en iyi kaptanlanndan birisidir. 1470-1554 yılları arasında yaşadı. Her üçü de gizemli olan iki harita çizdi. Bir de denizcilik üzerine kitap yazdı. Piri Reis ilk haritasını 1513 yılında, ikinci haritasını ise 1528 yılında hazırladı. Her ikisi de Dünya Ha-ritasıydı. Günümüzde Piri Reis haritası adıyla ün yapmış olan harita 1513 yılında çizdiği ilk dünya haritasının elimizde bulunan bir parçasından ibarettir. Harita 9 Ocak 1929 tarihinde İstanbul'daki Topkapı Sara-yı'nda yapılan genel bir temizlik sırasında, zamanın Millî Müzeler Müdürü olan Halil Ethem Eldem tarafından bulunmuştur. Halil Eldem, bu keşfinden derhal Cumhurbaşkanı Atatürk'ü haberdar etmişti. Haritayı şahsen inceleyen Atatürk'de Halil Eldem'e haritanın tıpkı basım yoluyla çoğaltılmasını ve bilimsel bir incelemeye tabii tutulmasını emretti. Piri Reis Haritası üzerinde yürütülen bilimsel çahşmalar 1950'li yılların başlarına kadar sürdü. Haritanın kopyalarından bir tanesi Haritacılık uzmanı Amerikalı A. H. Mal-lery'nin eline geçmesiyle sansasyonel bir döneme girmiştir. Haritayı ondan sonra gören Profesör Charles Hapgood haritayla ilgili olarak, ayrıntıları bir çok yerde yayımlanmış olan çok önemli bulgular ortaya koymuşlardır. Piri Reis haritasını Gelibolu'da hazırlamış ve dört yıl sonra 1517'de Mısır'da iken kendi elleriyle Padişah Yavuz Sultan Selim'e sunmuştur. Çok renkli olan bu harita ceylan derisi üzerine çizilmişti. Piri Reis hem harita, hem de Kitab-ı Bahriye'de dünya haritasını derlerken başvurduğu kaynakları açıklamaktadır. Haritada, Güney Amerika kıyılarını tanımladığı bir kenar yazısında Kristof Kolomb'un haritasından yararlandığını yazar. Reis haritayı nasıl ele geçirmiştir? Kolomb 1498 yılında İspanya'ya bir harita göndermişti. — 254 — TÜRKLER VE UZAYLI ATALARI Bu haritanın kopyalan artık kaybolmuştur. Piri Reis, amcası Kemal Reis ile birlikte 1501'de bir deniz savaşında İspanyollar ile savaştılar. Kolomb'un Amerika'ya yaptığı ilk üç geziden, sonuncusu 1500 yılında tamamlanmıştı, bulunmuş olan bir İspanyol denizci o tarihte İspanyol Donanmasına katılarak, Osmanlı Denizcilerinin eline esir düşmüş olabilir. Aynı savaşta Kolomb'un 1498'te çizdiği haritanın bir kopyasıda Reis'in eline geçmiş olabilir. Hazırladığı harita esas itibariyle bir dünya haritası olduğundan, Piri Reis ayrıca başka haritaları da incelemiştir. Kenar yazılarının birinde yararlandığı tüm kaynakların komple bir listesini verir. Piri Reis, ayrıca Amerika'ya doğru yelken açması için Ko-lomb'u harekete geçirdiği görülen ve muhtemelen de Kolomb'un orijinal haritasının kaynağını oluşturan bir kitaptan bahsetmektedir. Kitab-ı Bahriye'nin bazı dizelerinde, bu önemli kitapla ilgili olarak çok ilginç bilgilere rastlıyoruz: "Antilye denir oranın adına. Dinler isen anlatayım ben sana. Nasıl bulundu işit o diyar. Şerh edeyim ta ki, olsun aşikâr. Ceneviz de bir müneccim var imiş. Onun eline geçmiş bir hoş kitap. Kalmış İskender'den, belki evveldir kitap. Bütün deniz ilmini bir bir yazarmış. Toplayıp bir araya bir ilim yazar imiş. O kitap gelmiş bu Efrenç


iline. Bilmemişler, inanmamışlar haline. Bulup okumuş onu bu kolon. Gitmiş İspanya beyine heman. Anlatır kitaptaki bütün ahvali ona. — 255 — ALI BEKTAN O'da bir gemi verir sonra buna. O kitap ile amel ederdi ey yar. Varup Antilye'yi eder aşikâr. Sonra durmaz açar o ili. Böylece meşhur eylemiştir o yolu. Hartisi ta kim anın geldi bize. Geldik Efrenç iline şimdi biz. Söyleyelim fakat olmasın keriz. Bütün deniz ilmini şu Efrençler, Hem okuyup hem yazarak bilirler. Fakat vermezler başkaya kendilerinden. İster isen söyleyeyim bak neden. Bir zamanlar Şah İskender benam. Gezmiş idi bütün deryayı tamam. Ne görüp işitti ise o kişi. Yazdırırdı bir yerin her bir taşı. Bu şekilde bütün deryayı tamam. Ne görüp işitti ise o kişi. Yazdırırdı bir yerin her bir taşı. Bu şekilde bütün deryayı tamam. Cem edip yazdırmıştı o adam. O kitabın tamamı Mısır'dadır. Kalmış orda bir zaman sanırsın sırdadır. Bir zaman sonra Frençler geldiler. Toplanıp Mısır'ın içine doldular. Amr bin As Mısır'a göz diker. Dinle, Mısır halkı da gör ne der. Çünkü Mısır fethine olur nişan. Kaçar Mısır'dan ekabir yayan. Yani hep Efrenç eline kaçtılar. Öteden deryayı geçtiler. — 256 — TÜRKLER VE UZAYLI ATALARI O kitabı ki demiştim ey yar. Kaldı İskender den orada yadigar. Kaçarken de kitabı beraber kaçırdılar. O kitap bilgisiyle nice yerler açtılar. Tercüme ettiler onu bir bir tamam. Kendi dillerince ettiler benam. Bunun aslını bilmek istersen ayan. Kim tercüme eyledi edeyim sana beyan. Portolmiye derler imiş bir kişi. O tercüme etmiş ilkin bu işi. Pusulanın, haritanın ahvalini. Sonra o yazmış her halini. Ondan evvel de bir çok kimseler, her biri istemişler ki göç ideler. Bu yazıdan anlaşıldığına göre Kitap eski Mısır Uygarlığından, onlara da başka bir uygarlıktan geçmiş olabilir. İçinde haritaların dışında çok gizli bilgilerin bulunduğu bu kitapta anlatılıyor. O kadar önemli bir kitap ki çok insan bu kitabı ele geçirmek için çalışıyor. Kısacası Piri Reis'in haritasının bilgileri Antik çağ'ın ünlü komutanlarından İskender'den de daha eski dönemlere ait olması dikkat çekiyor. Ayrıca harita Kuzey ve Güney Amerika kıyılarındaki çeşitli madenlerin varlığından insanları haberdar ediyor. Yazar Jacgues Bergier "Ebedi Beşer" adlı kitabında Ko-lomb haritasıyla ilgili olarak çok ilginç bir açıklama yapmaktadır: "Alpheus Hyatt, Medicanelli Dükü'nün gizli arşivlerini incelemesi için kendisine izin verildiğini ve bu arşivlerde, Kolomb'un kullandığı haritaların yer aldığını yazar. Bu haritalar, Kuzey ve Güney Amerika'nın kıyı hatlarını belirtmekle kalmıyor, iç kısımlara ilişkin ayrıntıları da kapsıyordu." Harita astronomik gizemi nedeniyle A. T. Robertson tarafından incelenmiştir. Fakat Robertson'un ölümünden sonra yarım kalan çalışmasını sürdüren olmamıştır. Yazar Jacgues — 257 — ALI BEKTAN Bergier Piri Reis Haritasına kısaca değinmektedir: "Orijinal Piri Reis haritalarında takım yıldızlarının bulunduğuna dikkatinizi çekerim. İşte Antartika'da Queen Maud Land bölgesinin temsil edildiği yerde, sadece Güney Yarıkürede Queen Maud Land'deki 70-72 enleminde görülebilen Yılan Takımyıldızını belirleyen bir yılan resmi görmekteyiz. Ve Arjantin kıyılarının yakınında harita, argo Takımyıldızını belirlemektedir. Brezilya'nın güneyinde ise, bir takımyıldızın mı yoksa başka bir şeyin mi işareti olduğu sorusunu akla getiren bir kurt var." Bu tür takımyıldızları temsil eden hayvan çizimlerinin belirlediği bu tür gök haritalarını başka nerede görüyoruz. Tabu Peru'daki Nazca'nın


en önde gelen araştırmacısı Dr. Maria Reiche'nin dünyanın en büyük astronomi kitabı dediği Nazca'da zemine çizilmiş olan devasa hayvan resimleri arasında, kuşlar, maymunlar, yılanlar, bir lama ve bir balina ya da dev bir balık yer alıyor: Bu hayvanların hepsi, Piri Reis haritasında da resmedilmiştir. Ayrıca, İngiltere'de peyzajın bir parçası halinde işlenmiş olan dev çizimlerden oluşan burçlar kuşağı tabloları vardır. Bunların en ünlüsü, Glaston-bury Burçlar kuşağıdır. Hem Nazca düzlüğünde hem de İngiltere'de, devasa boyutlardaki bu astronomik desenlere düz çizgiler eşlik etmektedir. Harita dada bulunan bu geometrik çizgilerle benzerlik göstermesi, kitabı da aynı kültürden gelen insanların yazmış olduğu izlenimine kapüıyoruz. Piri Reis Haritalarında genel olarak rüzgâr güllerinden ışıyan ve kerte hatlan denilen geometrik çizgilerden oluşmuş karmaşık bir desen görürüz. Denildiğine göre, böyle bir ızgara, küresel trigonometri kullanılarak yapılmış olup, dünya küresinin bu haritaların iki boyutlu yüzeyine izdüşümünün çıkarılmasını mümkün kümaktadır. Bu projeksiyon sistemi hem Piri Reis haritalarında hem de devrin bilinen bir çok haritasında sağlıklı bir şekilde kullanılmıştır. — 258 — TÜRKLER VE UZAYLI ATALARI Piri Reis'in ikinci haritası da özel bir ilgiyi gerektiriyor. 1528 yılında çizmiştir. Bu harita dan sadece Orta ve Kuzey Amerika ile Gröruand'ı gösteren bir parça kalmıştır. Aynı kaynaklara bağlı kalan reis burada ayrıca Yengeç Dönence-si'ni kaim bir çizgiyle belirtmiş olurken, gizemli bölgeler de haritada yer almaktadır. Bunlar Bermuda Üçgeni, Karayib Denizi, Amerika ile Kanada'ıun Büyük Göller Yöresi'dir. 1528 tarihli haritanın güneybatı köşesinde gösterilen rüzgâr gülü ki, onların içinde siyah üçgenler kuzeyi işaret etmektedir. Karayib Denizinde yer alır. Mevcut parçanın aşağı yukarı ortasında çizili olan büyük rüzgâr gülünün ise haritayı tamamladığımız takdirde, Büyük Göller Yöresi'ni kapladığını göreceğiz. Ve ızgaranın bu rüzgâr gülleri arasında yani Florida'nm doğusunda yer alan kesişme noktası da, Bermuda Üçgeni'nin içinde bulunmaktadır. Karayib Denizi ve Büyük Göller Yöresi ile Bermuda Üçgeni bir çok UFO olayının yaşandığı, esrarengiz bir şekilde kaybolan gemi ve uçaklarıyla ünlüdür. Piri Reis haritasının bir diğer gizemli yönü de bu olmaktadır. Portulanlar ya da denizci haritaları 13'ncü yüzyılın sonlan ile 14'ncü yüzyılın başlan arasmdaki bir dönemde aniden ortaya çıkmıştır. Bunlar denizciler tarafından yapılıyordu. Ve zamanın coğrafyacılarınca çizilmiş olan haritalardan çok ileri bir seviyede idiler. Portulanlar, Karadeniz ve Akdeniz Bölgelerini kapsıyordu. Bazı örnekler ise Atlantik'in Doğu kıyüannı da gösteriyordu. Bunları ilk olarak İtalyan denizciler çizmiş daha sonra Portekizliler ve öteki ülkelerin denizcileri izledi. Portulanların ortak yanları ise şunlardır: 1- Kökenleri büinmemektedir. 2- Ortaya çıkışları manyetik pusulanın yaygın kullanımı ile çakışmaktadır. 3- Ortak bir örneğe uygun olarak yapılıyorlardı. Rüzgar güllerinden ışıyan düz çizgilerden oluşmuş bir ızgara bu haritaların paylaştığı ana unsurdur. — 259 — ALI BEKTAN 4- Portulan adı denizci kılavuzlarına verilen Portolano adından gelmektedir. Mısır'dan Avrupa'ya getirilen denizcilik bilimini komple kaydeden kadim kitabın çevirisini Portolmiye adnda bir kişi yaptı. Bu kişi manyetik pusulayı kullanma ve harita çizme tekniğini ifşa etmişti. Onun yazdığı temel denizci kılavuzunda yer alan harita veya haritalar diğerlerine kaynak olmuştur. Piri Reis, Kolomb'un sahibi olduğu gizli kitaba Ceno-va'da yani İtalya'da rastladığını belirtir. HARİTALARDA NELER GÖSTERİLİYOR


Piri Reis'in haritaları bulunduğu gürden bu yana sırrını korurken yurtdışında yapılan incelemeler bugünde sürmektedir. Profesör Doktor Afet Inan'ın Piri Reis'in Amerika Haritası hakkındaki değerli araştırmasından yararlanarak haritaların üzerinde duralım. BİRİNCİ HARİTA: "Avrupa ve Afrika'nın batı kıyılarının bir kısmıyla Atlas Denizini ve Orta Amerika ile Güney Amerika taraflarını kapsamaktadır. Harita deri parşömen üzerine renkli olarak yapılmıştır. İçinde enlem ve boylam derece bölümleri yoktur. Biri kuzeyde diğeri güneyde otuz iki'li birer rüzgâr gülü vardır ve bu güllerdeki bölümler, çizgileri gülleri oluşturan daire çevresinden yönleri üzerine uzatılmıştır. Bu güllerin bulunduğu bölgeye yakın yerlerde mil bölüntülerini gösteren birer uzun ölçü aleti çizilmiştir. Haritanın büyüklüğü 90/65 santimdir. Portulan bir çok renkli resimlerle süslüdür. Portekiz, Marakeş (Fas) ve Gine merkezlerinde birer kral resmi konmuştur. Bundan başka Afrika bölgesinde bir fille devekuşu, Güney Amerika'da Lama ve Puma resimleri yapılmıştır. Denizde ve kıyılarda bir çok gemi resimleri bulunur. Haritanın gerek deniz kısımlarında, bazen resimlerle ilgili, bazen de bağımsız metinler yazılmıştır." İKİNCİ HARİTA: 68/69 santim büyüklüğündedir. Süslü ve çoğunlukla renklidir. "Bu haritanın gösterdiği bölgeler — 260 — TÜRKLER VE UZAYLI ATALARI Atlas (Atlantik) Okyanusu'nun kuzeyiyle, Kuzey ve Orta Amerika'nın o sıralarda keşfedilmiş kıyılandır. Bu haritada dört rüzgâr gülü vardır. Önceki haritada görülmeyen Sere-tan Medan yani Yengeç Dönencesi bu haritada çizilmiştir. Haritada iki tane mil ölçüsü de bulunur. Bu ölçüler yirmiye bölünmüştür. Yanlarında yazı ile verilen açıklamaya göre, bölümlerin arası 50 mil, noktalar arasının da 10 mil olduğu anlaşılmaktadır. Bu haritanın ölçeği 1513 tarihli haritadan daha büyüktür. Haritamn doğu kenarı kuzey Greanland kıyılarından başlar. Güneye doğru Asor Adaları üzerinden geçer. Asor adalarından bir takımı San Mikal, Santa Maria, Ev-riko, San Jorjo adı altında gösterilmektedir. Grönland'dan başlayarak güneybatıya doğru önce iki büyük kara parçası göze çarpmaktadır. Bunlardan kuzeydekine Bakala adı verilmiş ve buranın Portekizliler tarafından keşfedildiği yazılmıştır. Daha aşağıda Terre Neuve kıyılan yanındaki bir yazıdan, bu kıyıların da Portekizliler tarafından bulunduğu, her yanının daha bilinmediği, yalnız bulunan yerlerin çizildiği anlaşılmıştır. Haritanın daha aşağısında bugünkü görünüşüne pek yakın bir durumda Horida Yarımadası göze çarpar. Piri Reis Florida'ya San Juan Batizto admı vermektedir. Önceki haritada bu ad Portoriko'ya verilmekteydi. Yanda görülen kara parçalan 1517 ve 1519'da keşfedilen Honduras ve Yukatan yarımadalarıdır. Küba ve Haiti Adalan ile Bahama ve Antiller, Kristof Kolomb'un etkisi altında çizilmiştir. İlk haritadan bambaşkadır ve bütünüyle doğru çizilmiştir. Bu ikinci haritada, kıyılar daha düzgün çizilmiş ve bugünkü toprak biçimlerine oldukça uygun durumda görülmüştür. Özellikle taşlık yerlere ve kayalara dikkatle işaretler konmuştur. Ancak haritada bugünkü duruma göre bir kayma göze çarpar. Bu yanlışlık o zamanın pusula kaymasının ki bu 10-13 derecelik arasındadır, dikkate alınmamasından ileri gelmektedir. Ancak bu durum, o zaman yapılan bütün haritalarda görülmektedir." — 261 — ALI BEKTAN Amerikalı Haritacılık uzmanı Arlington Mallery Bahri-ye'deki Akdeniz haritasında belirtilen her ayrıntı eksiksizdi, ama yerinde değildi. Sanki haritayı çizenin dünyanın yuvarlık oluşundan haberi yoktu. Bunun imkânsız olduğunu gören Mallery ABD Deniz Kuvvetleri Hidrografya Bölümünde görevli meslektaşı VValters'e başvurdu. Haritalar bu kez çağdaş bir küre ile karşılaştırıldı ve bütünüyle doğru çıktı. Üstelik de yalnız Akdeniz için değil Kuzey ve Güney Amerika için de doğruydu.


Üç yıl sonra Mallery ve Walters inceleme raporunu Jeofizik Yılı Komitesine sundular ve Komitenin aldığı bir kararla rapor, ABD Deniz Kuvvetleri Haritacılık Dairesinden Dani Linehan'a gönderildi. Linehan'ın vardığı sonuçlar olayı daha çok karıştırdı. Linehan, gerek Kanada'da ki göl ve dağ ayrıntıların bütünüyle doğru çizildiğini açıkladı. Olay gittikçe büyüdü ve 26 Ağustos 1956'da Georgetovvn Üniversitesi radyoda Piri Reis'in haritalarıyla ilgili bir açık oturum düzenledi. Oturuma katılan bütün haritacılık uzmanları aynı noktada birleşiyorlardı: Piri Reis'in haritaları olağanüstü bir keşif yapıyordu. Araştırmaya bu kez New Hampshire Keene State Koleji'nin öğretim üyesi ve önsözü Albert Einstein tarafından hazırlanan Yeryüzünün Kayan Kabuğu adlı incelemenin yazarı Profesör Charles Hapgood'la matematikçi Richard W. Strachan katıldılar. Hapgood -Strachan ikilisi Piri Reis'in Amerika haritalarını uydularla çekilen yeryüzü resimleriyle karşılaştırıp daha da şaşırtıcı bir sonuca vardılar. Haritalarla fotoğraflar birbirini tutuyordu. Bu durum karşısında ünlü American Geographical Soci-ety Hapgood'un çalışmaları için uçta olmakla birlikte çok ilginç deyip işin içinden sıyrıldı. Hapgood'sa çevresine topladığı öğrencileriyle araştırmalarını sürdürdü. — 262 — TÜRKLER VE UZAYLI ATALARI Piri Reis'in haritalanyla öteki eski haritalara Eski Deniz Krallarının Haritaları adını veren Haqgood, geniş bir bibliyografyaya dayanarak bunların çok eski, yaşı bilinmeyen haritaların kopyalan olduğunu Öne sürdü. Bundan sonra dâva Piri Reis'ten hareket edip çoğu eski coğrafya kaynaklarına uzandı. Piri Reis'in Amerika haritaları çağını aşan bir bilgiyle eksiksiz ayrıntılara giriyorsa, 1339 yılma ait Dulcer haritası Avrupa'yı 14,15 ve 16'na yüzyıllarda hiç kimsenin bilmediği bir incelikle veriyorsa, aynı şaşır-ücı durumlar 1137 yılında taş üstüne çizilmiş bir Çin haritasında görülüyorsa, en eski özgün kaynaklara inmek gerekiyor. Eski haritalar daha da eski haritalara dayanıyorsa, ilk ve çoğu eksiksiz örnekler kimin tarafından ve ne zaman çizilmiştir sorusu akla geliyor. Hapgood, Atlantis adım vermeden, bu esrarı kayıp bir deniz uygarlığına bağlıyor; başkaları ise çok gerilere giderek, böyle bir uygarlığın 250, ya da 300 bin yıl önce varolduğunu öne sürüyorlar. Kimi de haritaların uzaydan gelen ziyaretçiler tarafından verilen bilgilere dayanılarak çizildiği görüşündedir. Bana göre bu haritaların da yer aldığı kitap, Mu Uygarlı-ğYndan kalma bir kitaptır. En azından kökeni o döneme dayanmaktadır. Çünkü günümüz denizcilik bilgilerinin tamamı bulunan kitabın İskender döneminden kaldığı bildirildiğine göre, kitap daha eski zamanlara ait olmalıdır. Mu Uygarlığı zaten tüm dünyaya hakim olduğuna göre bu bilgiler medeniyetin durumunu gösteren bir güçtür ve sahip oldukları bilgi ile teknolojisi hakkında bilgi vermektedir. Mu'nun bilgileri Ortaçağ da bile hissedildiğine göre Türkler'in ne kadar modern bir uygarlıktan geldiği ortaya çıkmaktadır. VValters-Mallery ikilisine göre Piri Reis'in Amerika haritalarında görülen Kuzey ve Güney kıyıları, dağların, vadilerin, tepelerin dizilişi şaşırtıcıdır. Antarktik'te gösterilen dağ silsi-leri değil Piri Reis zamanın da 1952'den önce bile bilinmiyordu. Yine Piri Reis'in üç ayrı ada olarak gösterdiği Grönland— 263 — ALI BEKTAN Fransız Paul-Emile Victor'un sonradan açıkladığı gibi aslında üç ayrı ada üzerine dayanmaktadır. Piri Reis Haritaları gizemlerini korumaya devam ederken, kökeninin eskilere dayanması ilginçtir. TÜRKLER VE UZAYLI ATALARI TÜRKİYE ÜZERİNDE GÖRÜLEN UFOLAR Türkiye üzerinde görülen UFO olayları zaman zaman basma


yansımaktadır. 1987 yılında Türkiye üzerinde görülen UFOyu Hava Kuvvetlerine bağlı 2 F-16 Savaş uçağı kovaladılar. Cisim Atmosferin üst tabakalanna yükseldi ve ortadan kayboldu. Olay şöyle gelişti: F-16 uçaklarının Hava Kuvvetleri envanterine girmeye başladığı 1987 yılında iki F-16 Savaş uçağı, Ankara Akıncı Hava Üssünden gece uçuşu için havalandı. Kısa süre sonra pilotlar, Esenboğa Havalimanı Uçuş kulesinin anonsu ile irkildiler. Kule pilotlara: "Uçuş sahanız içinde yüksek süratli tanımlanamayan bir cisim tespit ettik. Dikkatinize" uyarısında bulundu. Bunun üzerine iki F-16 pilotu görev rotalarını değiştirerek, kendi radarlarında da gördükleri bu cisme yöneldiler. Cisme iyice yaklaşan ve hem radarla, hem de gözle tespit eden pilotlarla UFO arasında biranda müthiş bir kovalamaca başladı. UFO birden süratini arttırıp irtifa almaya başladı. Bölgede bir meteoroloji balonu kuş sürüsü veya uçak olmadığını defalarca teyit eden pilotlar, bunun üzerine hızla irtifa alan cismin peşine takıldılar. Ancak parlak ışıklar saçarak bir anda yüksek sürate ulaşan cisim, atmosferin dışına çıkarak kayboldu. Bu olay dakika dakika Esenboğa radar kayıtlarına geçti. Pilotlar çaresiz üslerine dönerken, atmosferin dışına çıkmayı başaran esrarengiz cismin ne olduğu belirlenemedi. 14 yıl önce yaşanan bu olayda Hava Kuvvetleri'nin esrarengiz UFO maceraları arasında yer aldı. — 265 — ALI BEKTAN 1999 YILINDAKİ GÜNEŞ PATLAMALARI VE ARKASINDAN GELEN UFOLAR 1999 yılı Temmuz ayında güneşte meydana gelen patlamalar ve çıkan kasırgalar dünyayı yakından etkiledi. Sıcaklık artarken, uydularda arızalar oluştu. Telsiz yayınları kesildi. Postdam'daki Astrofizik Enstitüsü uzmanlarından profesör Jürgen Staude "Güneşte hiç görmediğimiz kadar büyük depremler, ardından da çok güçlü güneş kasırgaları kaydettik. Büyük bir hareketlilik tespit ettiler." Güneş'teki bu patlamalardan sonra 11 Ağustos 1999 tarihinde güneş tutuldu. 17 Ağustos tarihinde ise o büyük deprem meydana geldi. Deprem öncesinde İzmir ve çevresinde görülen UFO olayı ise çok ilginçtir. İZMİR'DE BİNLERCE KİŞİNİN GÖRDÜĞÜ UFO 1999 yılının Temmuz ayı boyunca İzmirliler UFO gördüler. Özellikle sahildeki Karşıyaka, Güzelyalı, Inciraltı semtleri ile Çeşme, Seferhisar, Karaburun ilçelerinde oturan vatandaşlar farklı zamanlarda UFO gördüklerini öne sürerek yetkililere başvurdular. Yetkililer bunun bir göz yanılması olduğunu söylerken, binlerce kişinin gözünün yanılması da olayın bir başka boyutudur. 28 Temmuz 1999 Çarşamba akşam saatlerinde körfez üzerinde görülen farklı bir cisim herkesi heyecanlandırdı, izmirlileri heyecanlandıran cisim Cumhuriyet Meydanında Kordonyolu Dolgusu ile ilgili fotoğraf çekmekte olan Mustafa Hepikiz'in objektifine de yansıdı. izmir'de askeri yetkililer gözlemin yapıldığı bölgede uçuşları olmadığını belirtirken, meteoroloji yetkilileri de görülün cismin bir hava balonu olmadığını ifade ettiler. — 266 — TÜRKLER VE UZAYLI ATALARI Türkiye'de ki anlayışta Dünya'nın diğer ülkelerinde ki görevlilerinin anlayışından pek farklı değildir. UFO görenler yetkililere giderler, yetkililer de onlara inanmazlar ve olayları yalanlarlar. Değişen bir şey yok anlaşıldığı gibi. HAZAR DENİZİNE DÜŞEN UFO 26 Temmuz 1999 tarihinde Azerbaycan daki Hazar Denizine düşen UFO olayı BBC Televizyonunun haber bültenlerine kadar girdi. Olayı doğrulayan Azeri makamlar birbirinden ilginç iddialar ortaya attılar. Azeri gazetelerinden sonra Rus medyasına ve hatta BBC haberlerine yansıyan olayı Azeriler istemeyerekte olsa doğruladılar. Ancak sır vermemek için olayın ayrıntılarını gizledikleri düşünülüyor. 80 METRE DERİNDE


Rusya'da yayınlanan Vremya Gazetesi, birkaç gün önce Baku açıklarında Hazar Denizi'ne düşen ve UFO olduğu savunulan cismin, denizin 80 metre dibinde olduğunu kaydetti. Hergün dünyanın bir çok bölgesinden gelen UFO ihbarları ciddiye alınmazken, bu iddianın gündemde kalmasının nedeni, Azerbaycan Ulusal Uzay Ajansının Sismoloji Bölümü Başkanı Fuad Kasımov, denize böyle bir cismin düştüğünü doğruladı. Sovyetler Birliği döneminde Hazar Denizi'nin başka gezegenlerle bağlantılı olduğu teorisine inanıhyordu. Çünkü Hazar Denizi ve çevresinde görülen bir çok UFO olayı kayıtlara girmiş, Ruslar da o yıllarda geniş araştırmalarda bulunmuşlardı. Hazar Denizi'nin iki özelliği vardır. Birincisi Türkler'in Anayurdu Ortaasya'nın bitişiğinde dir. ikincisi ise çok zengin petrol kaynaklarına sahip olmasıdır. Hazar Denizi altında bir UFO üssünün olması ihtimali dikkat çekicidir. İnanan kişiler de sıradan insanlar değil, Ruslann ve Azerilerin Bilim Adamları ve Üst Düzey yöneticileridir. — 267 — ALI BEKTAN AFYON SEMALARINDA 2002 SONBAHARINDA GÖRÜLEN UFO Türkiye üzerinde görülen UFO olaylarından ilginç bir tanesi de Afyon'un Emirdağ ilçesine bağlı Davulga Beldesinde 19 yaşındaki Ramazan Elmas'm yaşadıklarıdır. Ramazan Elmas iki gece arayla gördüğü parlak cisimleri tüm ayrıntılarıyla video kameraya kaydetti. Görüntüleri marketinde kasabalılara izlettirince beldede UFO heyecanı yaşanmaya başladı. Ramazan Elmas 2002 yılı Ramazan Bayramı Arifesinde ve Bayramın ikinci günü kaydettiği görüntüler hakkında şunları söyledi: "İki taneydiler. Birini çekerken diğeri kayboldu. Cismin altında iki delik vardı ve beyaz bir nokta iki delik arasında gidip geliyordu. Sol tarafta küçük bir kapı açıldı. Cisim üç saat havada hareket etti. Gün ışırken de kayboldu. Bayramın ikinci gecesi yeniden görüldü. Yine çekim yaptım." Bu cismi kendisiyle birlikte babası ve arkadaşları Evren Çalık, Adem Erdoğan ve Mehmet Gökkuyu'nunda gördüğünü belirten Elmas, Jandarma benden kaseti istedi ama vermedim. Afyon'dan Jandarma Alay Komutanı geldi görüntüleri izledi ve o'da istedi. Durumu Emirdağ savcılığına bildirdim. Savcılık çektiğim görüntülerin bana ait olduğunu, kimseye vermeme hakkımın olduğunu belirtince jandarma bir daha istemedi," dedi. Ege Bölgesi'nde çok sık UFO görülmesinin altında yatan gizem o bölgenin binlerce yıldır çok eski uygarlıklara ev sahipliği yapmasıdır. Ayrıca bizleri incelemek üzere geldiklerini de kabul etmeliyiz. Belki de kardeşlerinin ne yaptığını görmek istiyorlardı. Son durumumuzun merak edildiğini düşünüyorum. — 268 — TÜRKLER VE UZAYLI ATALARI 2002 YAZINDA WASHİNGTON ÜZERİNDE GÖRÜLEN UFOYU ABD f-16'LARI KOVALADI ABD'nin başkenti VVashington'ın üzerinde bir UPOnun dolaştığı ve Andrevvs Askeri Hava Üssü'nden havadan havaya füzelerle donatılmış F16 savaş uçaklarının, mavi renkli bu cismi takip ettikleri ileri sürüldü. The Washington Post Gazetesinin haberine göre, bölge sakinlerinden Renny Ro-gers, gece yarısı evi'nin üzerinden askeri jetlerin geçtiğini fark edince dışarıya çıktı ve mavi renkli, inanılmaz bir hızda hareket eden uçan bir cisim gördü. Rogers, cismin arkasından Amerikan Hava Kuvvetleri jetlerinin takip etmeye çalıştığını ancak mavi cisme yetişemediklerini söyledi. The Washington Post'a konuşan askeri yetkililerde radarların bilinmeyen bir uçan cismi tespit etmesinin ardından, Andrevvs üssünden F-16 jetlerinin havalandığını doğruladı. Ancak askeri yetkililer, F-16İann garip, olağanüstü hızlı, uçan mavi bir cismi takip ettiği iddiasının komik olduğunu söylediler. UÇAN ŞEY BİR ANDA KAYBOLDU Gazeteye konuşan Colorado'daki Kuzey Amerika Havacılık Savunma Komutanlığı sözcüsü Douglas Martin "Radarda tespit edilen cismin arkasından jetleri gönderdik. Ancak jetler gökyüzünde her şey normal olduğu için üsse geri döndüler," dedi. Askeri yetkililer, jetlerin


takip ettiği cismin ne olduğunu bilmediklerini, çünkü cismin anında ortadan kaybolduğunu belirttiler. Bu olaya da baktığınızda Amerikalıların yıllardır süren tutumu ile karşılaşırsınız. UFO olaylarını saklamak ve yalanlamak. Yinede araştırmacılar çalışmalarını sürdürüyorlar. Bence Amerikalılarda kontrol ediliyorlar. Bunu düşünmek gerekiyor. Çünkü onların Uzay'daki canlılarla bağlantıları var. Onlardan aldıkları teknolojiyi kullanıyorlar. — 269 — ALI BEKTAN İSKOÇYA'DAKİ UZAYLI KASABASI İskoçya'nm Bonnybridge kasabası dünyada UFO ve Uzaylıların en çok göründükleri kasaba olma özelliğini bugün bile sürdürüyor. 10 bin nüfuslu kasaba da halkın yarısı uzaylıları gördüğünü, ya da UFClarla temasa geçtiğini iddia ediyor. İşin ilginç yanı bunların arasında delinin bulunmaması. 1992 yılından bu yana 350 UFO'nun görüldüğü kasaba araştırmacılar tarafmdan "Dünya'mn UFO Başkenti" olarak ilan edildi. Bonnybridge'de UFO Araştırma ve Enformasyon Merkezi de kuruldu. Kasaba halkının yansı, uzaylılarla temasa geçtiğini iddia ediyor. Okul öğrencilerinden Belediye Başkanma kadar herkes birbirine benzeyen bir çok olay yaşadığını anlatıyor. Tanıklar her yarımdan ışık saçan uzay araçlarının kasaba ve çevresine inip kalktığını ileri sürüyorlar. Çok büyük bir hız ve kavisler çizerek kasaba üzerinde dolaşan UPOlardan zaman zaman inen garip yaratıkların kasaba yakınlarında dolaştıkları ileri sürülürken, bazı kişilerde uzaylı yaratıklarla temasa geçtiklerini bildiriyorlar. Uzay bilimcileri bu insanların iddialarının hayal ürünü olup olmadığını anlamak için çeşitli araştırmalar yaptılar. Ama tanıkların bazıları hipnoz altında da aynı şeyleri söylediler. Bazıları, uzay araçlarının içine girdiklerini çeşitli muayenelerden geçirildiklerini söylerken, herkes uzaylıları iri gözlü, büyük kafalı tarif etti. Dünya'mn bir çok yerinden gelen turistler UFO görmek amacıyla kasabada kalırken, gerçek olan bu bölgede bir çok UFO olayının görülmesidir. UFOTAR AZERBAYCAN'DA KORKU YARATTI Baku Olaylar Haber Ajansından UFO Uzmanı Fuad Gasi-mov'un bildirdiğine göre Baku üzerinde görülen UFO Azerbaycan'ın Başkentinde savaş başladı endişesi yarattı. — 270 — TÜRKLER VE UZAYLI ATALARI Komşu oldukları Irak'ın kritik durumu nedeniyle her an savaş çıkabileceği endişesi taşıyan Baku sakinleri, gördükleri UFO karşısmda korkuya kapıldılar. Azerbaycan Kozmik Sismoloji Departmanı Başkanı Fuad Gasimov yaptığı açıklamada şunları söyledi: "Bir şeyler olduğu kesin. Dünya'da olup biten süreci incelediğimizde Irak'ta savaş çıkma ihtimalinin yüksek olduğunu görüyoruz." UFO Baku üzerinde ilk olarak 2 Ocak 2003 tarihinde görüldü. Baku de 3 Mikrorayon bölgesinde yaşayan bir tanık sabah 08.00 de gördüğü cisimleri kamerasıyla kaydetmeyi başardı. Şok edici görüntüler Azerbaycan da yayın yapan ANS-TV kanalmda yayınlandı. Gasimov bölgede görülen UFOnun Irak'ta savaş ihtimalinin büyüklüğünü gösteren bir işaret olabileceğini açıkladı ve UFOların savaşı önlemeye çalıştıklarını söyledi. Uzmanların açıklamalarına göre bölgede görülen UFOla-nn başkent üzerinde görülmesi aym zamanda bir uyarı niteliği taşıyor ve eğer savaş çıkarsa Azerbaycan Havaalanlarının savaşta kullanılmasına engel olacakları düşünülüyor. Gasimov'a göre UFOlar "İnsanlara kendilerini açıklamaktan kaçınıyorlar fakat bazı bilim adamlarıyla temas halinde olduklarına işaret eden kanıtlar mevcut. Uzaylı varlıklar bu kişilerle temasa geçerek gelecekle ilgili bilgiler veriyorlar," diyor. Azerbaycanlılar da Türk olduklarına göre onların topraklarında da


UPOların görülmesi aklı ve mantığa ayrıca bu kitabın felsefesine uygun gelmiyor. Sonuçta biz de onlar da Türk'üz ve onların soyu da Mu Kıtaa'na ve Ortaasya'ya dayanıyor. — 271 — ALI BEKTAN RUSLAR'IN UÇAN DAİRE ARAŞTIRMALARI Sovyetler Birliği 72 yıl boyunca Komünist bir rejim ile yönetildi. 2'nci Dünya Savaşı sonrasında başlayan Soğuk Sava-ş dünyayı ikiye bölmüş bir durumda idi. Ruslar tüm kaynaklarını çıkabilecek olan bir Üçüncü Dünya Savaşı için hazır tutuyorlardı. Bu arada Allah'ı red ederken, dinlerin halkı uyuşturan birer düşünce olduğunu savunuyorlardı. 1989 yılında Berlin Duvarı yıkıldı ve Sovyetler Birliği'ndeki rejim değiştiğinde ortaya çıkan en güçlü kurum Kilise olurken, Türk Cumhuriyetleri'nde de İslâmiyet'e ağırlık verilmeye başlanmıştı. O dönemde Ruslar iki şeye ağırlık verdiler. Birincisi Parapsikoloji yani inanılmaz yetenekleri olan insanları toplamak, bunlarla bilim adamları aracılığıyla deneyler yapmak ve beynin sırlarına ulaşmaktı. İkincisi ise Dünya Dışı Uygarlıklar ile temasa geçmek onlardan alınacak teknoloji ile dünya üzerinde başarıya ulaşmaktı. Uçan Daireleri araştırmak amacıyla teşkilat kuran ve Rusya da meydana gelen tüm UFO olaylarını toplayan Rusların bu örgütünün adı. ANATOLIA idi. Yani Türkçe açüımı ile "Anadolu" idi Bu araştırma Merkezinin başına ise General Stoljerov getirilmişti. Amerikalılar Nasa aracılığıyla Seti projesini hayata geçirirken. Fransızlar GEOCNI teşkilâtım kurmuşlardı. Hepsinin de ortak amacı Uçan Daireleri Araştırmak. Onlarla temasa geçen kişileri bulmak ve konuşmaktı. Hatta Amerikalılar EURONET örgütü kurarak sivil hava yollan pilotlarının tüm UFO olaylarını bildirmelerini istediler. Çünkü en fazla UFO görenlerin başında Hava Yolu Pilotları gelmekteydi. Şimdi siz Uzaylılara inanmayacaksmız ama araştırmak için merkezler kurup, raporlar tutacaksınız. O zaman komik davranışlar olmuyor mu? Oluyor. Rusların başka bir amacı var diye düşünüyorum. Birincisi 2'nci Dünya Savaşı öncesi Almanların başka gezegenlerle temasa geçtiklerini öğrendi— 272 — TÜRKLER VE UZAYLI ATALARI ler. Uzaylılardan aldıkları bilgilerle silâhlanıp savaş çıkardıklarını düşünüyorlardı. En önemli nedenlerden bir tanesi ise Füze olayının bir anda gelişmesiydi. Hitler Bu savaşı bir yıl daha geç başlatmış olsaydı, bugün dünyada Alman İmpa-ratorluğu'nu konuşuyor olurduk. Amerika nın ve Rusya nın adı bile okunmazdı. Alman Bilim Adamı Von Braun ve arkadaşları neredeyse Kıtalararası Füzeleri yapmak üzerelerdi. Bu füzelerle Amerikan şehirleri kolayca vuruldu ve savaşın galibi Hitler ile Almanlar olurdu. Hitler çağın bir diktatörü idi, ama onun gizli bilgilere olan merakı vardı. Bu yönünü çok az kişi araştırmış, bu konuda çok az kitap yayınlanmıştır. Ayrıca Ruslar Amerikalıların Başka bir Uygarlık ile temasa geçtiklerini öğrenmiş ve aldıkları bilgilerle yüksek teknolojiye ulaşacaklarım anlayınca, kendileri de UFOlarla temasa geçmenin yollarını araştırmışlardır. Sovyetlerin çok iyi bir casusluk sistemi vardı ve Soğuk savaş dönemi boyunca Rus casuslar Amerika'da bir çok bilgiye ulaşmışlardı. Uzay çalışmalarında meydana gelen bir olay sonrasında Rusların UFO merakı üstü düzeye ulaştı, RUS ASTRONOTLAR UFO GÖRDÜLER 24 Şubat 1961 günü akşamı Bochum Meudon ve Turin uzay dinleme merkezleri aynı gün BAYKONUR uzay üssünden havalanmış olan Uzay aracından gelen mesajları alıyorlardı. Rus uzay aracında biri erkek diğeri kadın olmak üzere iki astronot vardı. Merkeze verdikleri raporlar dinlenince şu ilginç kelimeler not edildi: "Sağlığımız yerinde, yakıtımız azaldı. Elektrik enerjisi azalmakta, yörüngemizde değişiklik yok. Gemi idaresi normal..." Sözlerinin burasında sözlü rapor veren kadın astronot birdenbire sustu, Birkaç dakika sessizlikten sonra yer merkezi fısıltı halinde


konuşmaları banda kayıt ediyordu: — 273 — ALI BEKTAN ... Tam önümüzdeler. Şimdi de sağ tarafa geçtiler. Sağ'a baksana işte oradalar." Birkaç saniye sonra erkek Astronotun sesi duyuldu. "Evet evet Tuhaf nedir bunlar. Eğer geri dönemezsek dünya hiçbir zaman öğrenemeyecek. Çok zor." Araçla yer dinleme merkezinin bağlantısı o anda kesilmişti. Moskova saati ile saat tam 20.00 idi. Rus astronotlarının Uçan Dairelerle karşılaştıkları kesindi. Fakat bu konuyu açıklamadılar hatta inkar bile ettiler. Rusların ikinci olayı da Orman içine düşen bir gemiden çıkan Uzaylı insan cesedi idi. Bu olay daha sonra dünya hasmına sızmıştı. Araştırmacılar için gerçek bir kanıt niteliği taşıdığı ileri sürülmüştü. Rusların da Amerikalılar gibi davranması normal bir şeydir. Elde edilecek olan bilgi kimseyle paylaşılmaz. O bilgi sizi bu dünyada hem zengin, hem de güçlü kılar. Amerika'run 1950Ter de sahip olduğu bilgi gibi... AMERİKAN BAŞKANI EKENHOVER UZAYLILARLA GÖRÜŞTÜ Amerikanlar son 50 yıllık süreç içersinde teknolojik yönden nasıl bu kadar geliştiler. 1960'larda başlayan uzay çalışmaları sırasında yapılan bir çok keşif günlük hayatta da kullanılırken, Amerika bugün tıp alanmdan, uzay çalışmalarına kadar bilimsel alanda çok ileri gitmiş durumdadır. Bu bilginin temeli nereden geliyor? Bizce Uzaydan geliyor. Amerikalıların 2'nci Dünya Savaşı'nın ünlü generallerinden olan Eisenhover 1950 yılında Amerikan Başkanı oldu. 1951 yılında bir Uçan Daire U. S Muroc Air Field Askeri Havaalanına indi. Uçan Daire den çıkan iki ada Başkan Eisenhover ile görüşmek istediklerini açıkladılar. — 274 — TÜRKLER VE UZAYLI ATALARI Durumun garipliği karşısında Beyaz Saray'a telefon edildi. Başkanı uçağı dört saatlik bir yolculuktan sonra Muroc Havaalanına geldi. Uçan Daireden çıkan iki uzaylı, Eisenho-ver, iki senatör ve iki yüksek rütbeli subay ile özel bir odada görüşmeler yaptılar. İki subaydan biri, alanda görevli bir Albaydı. Tabii alanda çok sıkı önlemler almmışü. Görüşmeler sona erince iki uzaylı gemüerine binip uzaklaştılar. Başkan da kendi uçağı ile Washington'a döndü. Alanda görevli bulunan Albay, yeğeni olan genç bir Teğmene sırrını açtı. Haberi daha sonra yayan kişi, bu teğmenin ağzından ısrarla laf almaya muvaffak oldu. Ancak olayın on yıl süreyle gizli tutulmasını istemişti. Teğmene sorulan sorular ve alman cevaplar şöyle: S: Olay hakkında bildiklerinizi anlatırmısınız? Y: Uçan daireden inenler bize benziyorlarmış. Yalnız renkleri bizimkinden çok daha acıkmış Parlak renklerde, hafif elbiseler giyiyorlardı. Başlarının alın kısmı fazlaca genişmiş. Konuşma ingilizce oldu. Geze-genlerindeki hayat şartlan, bizim dünyamızdakine çok benziyormuş. Maalesef daha fazla bir şey söylemeyeceğim." Uzaylıların hangi yıldız sisteminden geldiği sorulduğunda Beteljus Takım Yıldızları olduğu açıklandı. Peki bu sistem dünyaya ne kadar uzakta derseniz binlerce ışık yılı uzakta bulunuyorlar. O zaman ortaya bir çok ilginç soru çıkıyor. 1- Uzaylılar neden binlerce ışık yılı uzaklıktan gelerek bu bilgileri Amerikalılara neden veriyorlar? 2- Bu uzaylıların amaçlan nedir? 3- Amerikalılar bu görüşme sonrası elde ettikleri bilgilerle Bilimsel ve Teknolojik alanlarda üst seviyeye çıktılar. Bugün Amerika dan her gün yeni bir keşif haberi duyuyoruz. — 275 — ALI BEKTAN


4- Uzaylılar hakkında ele geçirdikleri her bilgiyi saklayan Amerikalılar bu gelenlerin neden Beteljus Yıldız Sisteminden geldiklerini açıkladı. Başka bir yakın gezegenden gelmiş olamazlar mı? Uzak bir sistemi açıklayarak hedef şaşırtmış olamazlar mı? Bu soruları arttırabiliriz. 20'nci yüzyılın son 10 yılı ile 21'nci yüzyılda Amerikalılar ellerindeki bilgi ve teknoloji ile dünyanın bir numaralı ülkesi oldular. Kaynağın uzaydan geldiğini ve alman bilgilerle Bilim de patlama yaptıklarını rahatça söyleyebiliriz. Ünlü bilgin Einstein Uçan Daireler görülmeye başladığında onlara inandığını açıklamıştır. Ünlü İzafiyet Teorisi ile bilime yeni ufuklar açan Einstein "Uçan Daireler gerçekten uzaydan gelen araçlardır. Onlan kullananlar, dünyamızdan çok uzun yular önce gitmiş (göç etmiş) kimselerdir. Yeryüzünün ve insanlığın uygarlık düzeyinin şimdiki durumunu incelemek için bizi ziyaret ediyorlar," demiştir. Eisenhover ile birlikte uzaylılarla görüştüğü de ileri sürülen ünlü bilim adamı elde edilen bilgileri incelemiş olabilir. Kendisinin birde böyle bir fotoğrafta yer aldığı söyleniliyor. Gazeteci -Yazar Aydoğan Vatandaş Tarih Boyunca Gizli Cemiyetler adlı kitabında Amerikan Politikasına yön veren gizli bir cemiyetten bahseder. ABD Hükumeti'nin Dış İlişkiler Konseyi üyeleri CER adlı bir gizli cemiyete üyedirler. Bu üyeler yürütme organlarına girmişlerdir. Devlet Bakanlığı' na, Adalet Bakanlığı'na, CIA'e ve Silahlı Kuvvetlerin üst rütbeli subayları arasmda CFRüyeleri bulunmaktadır. Roos-velf ten beri Başkanların çoğu da üyedirler. Amerika'nın bir çok gazetecileri de üyedirler. Bu cemiyetin en önemli özelliği Hükümet politikalarına uymamaktır, Hükümetler onların politikalarına uyarlar. Uzaylılarla yaptığı görüşme sonrasında büyük bir bilgi birikimine sahip olan Dönemin Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Eisenhover bu bilgilerin incelenmesi ve hayata geçi— 276 — TÜRKLER VE UZAYLI ATALARI rilmesi için Magesty Of Twelwe (12 Majeste) adlı bir gruba verdi. Buraya CFR üyesi altı kişi de oturttu. 12 Majeste Dünya Dışı Bilgi ve Projeleri kontrol etmişlerdir. Bu bilgileri Amerika en iyi şekilde günümüzde kullanmaktadır. O zaman 1951 yılındaki görüşmenin gerçek olduğu da ortaya çıkmaktadır. Bugün ABD'lilerin elinde UFO ve Uzaylılarla ilgili çok bilginin olduğuna benim gibi bir çok araştırmacıda inanmaktadır. Hâlâ 51'nci Bölgenin sun ortaya çıkmadı ama bu olayda düşen gemiyi ele geçirdiğine, ölen uzaylıların cesetlerini de bulduğuna laboratuarlar da deneyler yapıldığı biliniyor. Amerikan Hükümeti de bölgeyi yasak bölge yaparak işin kestirmesine gitmiştir. Bugün Uzay ile ilgili olarak bir çok bilgiye sahip olan ABD Devletinin elinde çok ilginç sırların ve bilgilerin bulunduğuna eminim.... TARİHİ RESİMDEKİ UFCTLARI NASA İNCELİYOR İtalya'da ortaya çıkartılan iki tarihi resim "UFO"lar Gerçek mi" sorusunu yine gündeme getirdi. İtalyan Arkeolog Roberto Volterri, Siena'daki San Lorenzo Kilisesinde araştırma yaparken ilginç resimlere rastladı. 1406 yılından kalma Meryem Ana'yı simgeleyen duvar resminde Meryem Ananın arkasındaki adam gökyüzündeki tanımlanamayan cisme bakıyordu. UFO'lann tarihi geçmişine ışık tutan bir başka resmin de yine aynı yüzyılda 1419'da İtalyan Ressam Masolino tarafından yapıldığı belirlendi. Siena'daki bir müzede sergilenen bu resimde ise gökyüzü uzaydan gelen ziyaretçilerle yani UFÖ'larla kaplıydı. Alman Bild Gazetesi'nin sürmanşetten verdiği habere göre, bu iki tarihi resim UFO araştırmalarına büyük ölçüde ışık tutacak. Amerikan Uzay Dairesi Nasa çalışan iki üst düzey uzmanını resimleri incelemek üzere Siena'ya yolladı. Uzmanlar bu resimlerin dünyayı ziyaret eden ilk UFClar olabileceğini düşünüyorlar. — 277 — ALI BEKTAN Kilisedeki duvar resminde, Meryem Ana'nın arkasında gökyüzündeki lIFCya bakan bir adam dikkat çekiyor.


VATİKAN'IN AÇIKLAMASI "UZAYLILARIDA TANRI YARATTI" Katolik Dünyası'nın merkezi Vatikan'ın Başastronomu Profesör George Coyne. Evrende başka canlıların da olabileceğini ve bunun Roman Katolik Kilisesinin öğretisiyle çelişmediğini söyledi. Amerikalı bir Cizvit olan Profesör Coyne, Corriera Della Sera gazetesinde yayınlanan söyleşisinde "Evren O kadar büyük ki bu evrende yalnız olmadığımızı düşünmek saflık olur. Tanrı başka canlılar yaratmaya'da kadirdir" dedi. Evrende başka canlıların varlığım gösteren kanıtların her geçen gün arttığım söyleyen Profesör Coyne "Hazreti İsa'nın başka gezegenlere de gidip gitmediği konusunda bir şey söyleyemem" dedi. Bu açıklamalardan sonra Uzayda Hayat olduğuna Muha-fazarkarlığı ile bilinen Katolik Kilisesinin inanması dikkat çekiyor. Bu açıklama Papa'nm izni olmadan yapılmayacağına göre ortaya şu sonuçta çıkıyor: Bugün Papalığın çok geniş bir kütüphanesi olduğu biliniyor. El yazması binlerce kitabında bulunduğu bu kütüphanede UFO ve Uzaylılar konusunda kitapların olması da akla ve mantığa uygun geliyor. Demek ki öyle kitaplar var ki oralarda anlatılanlar sonucunda Başka Gezegenlerde hayatın olduğu sonucuna varılıyor. Bu kitapların varlığı ise insanlığa açıklanmıyor. Belki bir gün Papalık Yönetimi fikrini değiştirir ve UFO Araştırmacılarına kütüphanelerini açar. TÜRK POLİSİ UZAYLIYA İNANIYOR Emniyet Müdürlüğü tarafından 2002 yılının Mart ayında yaptırılan araştırmaya göre Güvenlik Güçlerinin yüzde 76'sı — 278 — TÜRKLER VE UZAYLI ATALARI "Evrende dünya dışında canlılar var mı? Sorusuna evet cevabı veriyor. Polisler Uzaylı konukların Uşak'a geldiklerini de düşünüyor." Terörle Mücadele Şubesinin kontrolünde yayınlanan "İntratem Poinet Portal" sitesinde Çanakkale Emniyet Müdürlüğü tarafından yapılan ankete yer verildi. Türkiye'nin çeşitli illerinden polislerin de katıldığı ankette en ilginç soru "Sizce Uşak'ı Uzaylılar bastı mı?" oldu. Polislerin 285'i soruya Evet cevabım verdi. Sadece 123 güvenlik görevlisi uzaylılara inanmadıklarını bildirdi. Evrende dünya dışında canlılar var mı sorusuna ise evet diyenlerin oranı yüzde 76.9, hayır diyenlerin 23.1 olarak tespit edüdi. HAVA HARP OKULU ÖĞRENCİLERİDE UZAYDAKİ YAŞAMA İNANIYOR Geçtiğimiz yıllarda gazetelerde çıkan bir haber çok kişiyi şaşırtmış, ama beni şaşırtmamıştı. Hava Harp Okulunda okuyan öğrencilerin katıldıkları bir panelde konuşmacı olan bir profesör öğrencilere şu soruyu sormuştu: "Uzayda Hayat Var mı? Başka Gezegenlerde bizim gibi canlılar bulunuyor mu? Bu sorulara gelen cevabın oram ise yüzde 75-80 civarında olması dikkat çekmişti. O zaman Türkiye deki milyonlarca insanın yanı sıra resmi kurumlarda çalışan ve görevli olan kişilerin büyük çoğunluğunun da inanması bence Türk insanının ufkunun genişlemesidir. Bilinmeyeni araştırmaya karşı bir düşüncenin gelişmesi, insanlarımızda yeni ufukların açılmasına neden olacaktır. — 279 — ALI BEKTAN DEMOKRİTİN UZAY BİLGİLERİ GÜNÜMÜZDEN FARKSIZ BİLGİLER NEREDEN GELDİ?.. Eski Yunanlı düşünür Demokrif in Dünya ve Uzay hakkındaki bilgileri günümüz bilgileriyle aynıydı. Günümüz teknolojisine sahip olmadığı bilinen Demokrit'e göre Dünya Boşlukta döne döne alabildiğince uçuyordu, Uçarken başka dünyalardan kopan muazzam parçalarla karşılaşıyordu. Dünyamıza hızla giren bu parçalar onunla birlikte dönmeye başlıyorlardı. Güneş, Ay, Yıldızlar bu kocaman taşlardan meydana gelmiştir. Gök cisimleri dünyadan uzaklaştıkça hızları artıyor daha kızgmlaşıyorlardı( Yerçekimi etkisinden kurtulan uzay aracı boşlukta az yakıt ile çok fazla yol alabilir) bu cisimler tutuşuyor ve bir daha da sönmüyorlardı. Daha ötelerde başka dünyalar, başka gök cisimleri vardı. Evrende birbirine benzeyen iki dünya bulunmaz. Birbirine benzeyen iki kişinin bulunmadığı gibi. Bazı dünyalar Ay'sız ve Güneşsizdi,


karanlıktı. Öyleleri vardı ki gökyüzünde iki güneş doğuyor, geceleyin de bir çok ay parlıyordu. Bazı dünyalar meyve ağaçları baharda çiçek açar gibi serpiliyordu. Bazdan da Sonbahar da kırağı vurmuş yapraklar gibi sararıp soluyordu. Dünyalar'da insanlar gibi çarpışıyor ve savaşıyorlardı. Daha büyük olan dünya galip geliyordu. Küçük olan dağılıyor, paramparça oluyordu. Demokrit bu kadar detaylı bilgiye nasıl ulaştı. Büyük bir ihtimalle bir uzay gemisi ile Uzay7 a çıktı. Orada kendisine tüm bilgiler verildi. Bazı şeyleri de kendi gözleriyle gördü. Ondan sonra gelip Antik Çağın Greklerine bunları anlattı. Günümüze kadar geldi. Aynı dönemin diğer düşünürü Anaksagoras da şunu söylüyordu: "Ay'da bir dünyadır. Dünyamız evrenin tek dünyası değildir." Bu görüşünde çok haklıydı. Çünkü Ay'da bulunan taş ve kayalarm tarihi 5,5 milyar yıl olurken, dünyamız— 280 — TÜRKLER VE UZAYLI ATALARI daki en eski kayanın yaşı 4,5 milyar yıldı. Anaksagoras daha da ileri giderek Dünyamıza Ayın mı, yoksa güneşin mi daha yakın olduğunu anlamaya çalışıyordu. "Ay Daha Yakındır" diyordu. "Güneş tutulurken ayın güneşi kapsaması bundandır" diyerek bilimsel bir açıklama getiriyordu. Ona göre. Sayısız dünyaların insansız ve boş olması imkânsızdı. Ünlü düşünür bu fikirlerini yıllarca anlattı ve bir çok öğrenciyi yetiştirdi. Antik Çağ'da Grekler bu bilgilere nasıl sahip oldular?.. İşte garip bir olay daha, çünkü çok teknik konulardı bunlar ve uzay konusu herkesin ilgisini çekiyordu. UZAYLILARLA GÖRÜŞENLER VE GEZEGENLERE SEYAHAT EDENLER Türkiye de ve Dünya'nm bir çok ülkesinde Uzaylılarla görüştüğünü söyleyen kişilerin haberleri gazetelerde ve dergilerde sık sık yer almaktadır. Bunların içersinde en çarpıcı isimlerden bir tanesi George Adamski'dir. 1891-1965 yılları arasmda yaşayan UFO Araştırmacısıdır. Yularca güneş sistemindeki bir çok uzaylı ile görüşen ve onların davetleri üzerine gezegenlere seyahatler eden Adamski'nin anlattıkları aradan yıllar geçmesine rağmen güncelliğini bugün bile korumaktadır. UFO Araştırmacısı olarak ün yapan Adamski Amerika da yaşıyor. 1950'ler de başlayan yolculukları uzun zaman devam etti. George Adamski "1962 yılında Satürn gezegeninde bir konferansa katılma şansına eriştim" diyerek şöyle anlatıyor yolculuğu "Yeryüzünden ayrıldıktan 9 saat sonra uzay gemisi Satürn gezegenine indi. Biliyorum bu aradaki büyük uzaklık nedeniyle inanılmaz bir şey gibi görünüyor ama nasıl olduğunu şöyle açıklayabilirim. "Bilinçli Düşünce Hızı" ile Satürn'e gittik. UFO Dünya atmosferinden çıkar çıkmaz bilinçli düşüncemizin ilkeleri gereği çalıştı ve kısa sürede gezegene ulaştık." — 281 — ALI BEKTAN UZAYLILARIN ANA GEMİLERİ Kendisiyle görüşen Ufonotlarla birlikte kendilerini bekleyen ana gemiye götürülen Adamski bu dev gemiyi şöyle anlatmaktadır: "Bir uçağın uçak gemisine konması gibi biz de ana gemi üzerindeki özel geçitten içeri süzüldük. Geçit kapandığında duvarda kapıya benzer hiçbir belirti yoktu. Puroya benzeyen ana gemi normal olarak baş kısmı aşağıya doğru eğilimli durmaktadır. Gemiye girdikten sonra içinde baş kısmına doğru gidiyorduk. İlk defa midemin asansörle aşağıya inerken duyulan çekim yön değişmesini fark etmiş oluyordum. Bu da artık uçan dairenin değil, fakat ana geminin çekimine bağlı olduğumuza kanıt idi. Keskin kıvrımları olmayan bir koridorda iki ray üzerinde kayıyorduk. Bu o kadar yumuşak bir kayış ki insanı rahatsız etmiyor. UFO magnetik güç ve sürtünme ile frenleniyor. Nasılsa biran dengemi yitirir oldumsa da yine kolaylıkla düze-lerek değişik bir hızla gitmeye başladık. Aşağı yukarı ana geminin orta bölümlerinden bir yerde durduğumuzu sanıyorum. Sürgülü kapı bir anda açılıverdi. Ortalama 4,5


metre uzunluğunda 1,5 metre genişliğinde bir holde birinin kabloya çengel taktığım gördüm. Orta boyda esmer tenli biriydi. Venüslü Orthon gibi özel bir kahve renkli elbisesi vardı. Bereye benzer başlığının altında uzun siyah renkli saçları görülüyordu. Firkon Merihliyi izleyerek uçan daireden dışarı çık-tık.Ramu Satürnlü beni izledi. Dışarıya çıkarken bizi karşılayan uzaylı gülümsedi, hepimizi ayrı ayrı selamladı. Fakat hiçbir konuşma olmadı. Dev geminin bir platformundan aşağıya 12 basamaklı merdivenden indik. Burasının kaçıncı kat olduğunu henüz bilmiyordum. Yukarıda iken gözümden kaçmayan bir noktayı ekleyeyim. UFO'muz iki rayın arasında asılı duruyordu. Ray diğer iki rayla birleşiyordu. Biri ileriye de diğeri yana doğru ayrılarak gözden kayboluyordu. İleriye giden ray bir hangara — 282 — TÜRKLER VE UZAYLI ATALARI bağlanmıştı. Bizi getiren Venüs UFO'sunun aynısı birkaç tane daha orada durmaktaydı. Öyleyse bu içinde bulunduğumuz ana gemide Venüs'den olmalıydı. Firkon o hangarın depo olduğunu ekledi. Bizi getiren ufo da oraya girerek dünya ya dönmeden şarj edilmesinin gerekli olduğunu söyledi. Şarj kablosunun bizim ufo'ya bağlanışını görmüştüm, fakat diğer ucunun nereye bağlantılı olduğunu ve nasıl bir güçle bu olayın olduğunu bilmiyordum. Çok geniş bir kontrol odasma girdik. Oda dikdörtgen olmasına karşın, köşeler kavisle sona eriyordu. Uzunluğu ortalama 15 metre, genişliği 10, yüksekliği de 12 metre kadardı. Duvardaki iki kapı dışında her taraf tamamen renkli grafiklerle kaplı bulunuyordu. Bunlar ufo'dakilerden daha çok büyüktüler. Her duvardan içeriye doğru uzanan üçer platform vardı ki ölçü aletlerine bakmak için yapılmıştı. Ana teleskop çevresinde, bir yerde, diğeri de yukanda iki platform göze çarpıyordu. Ana geminin bir çok yerlerinde bu teleskobun gördüklerini görebilen aygıtlar varmış. Odada bir robot gördüm, bunun aynısını fakat minyatürünü uçan daire de görmüştüm. Birkaç tane daha aygıtları vardı ki hiçbirinin çalışmasına tanık olmadım. Bu odada daha çok kahp her gördüğüm hakkında soru sormak istiyordum ki, bunun şimdilik imkânsız olduğunu söylediler. Odadan geçip bir ikinci kapıdan içeri girdik. Hayatımda bundan daha güzel ve sade bir oturma odası daha görmemiştim. Bütün benliğim bir haz ve mutlulukla dolmuştu. Zihin dinlendiren ve iç açan bir atmosfer vardı burada. Bu ahenkle kendimi zor toplayarak ayrıntıları incelemeye başladım. Oda ortalama 13 metrekare ve tavan da 4,5 metre kadar yükseklikteydi. Sihirli bir mavimtrak beyaz aydınlık etrafı doldurmakta idi. Odaya girer girmez çok güzel iki kadın ayağa kalkarak bize doğru yaklaştılar. Bu benim için ayrı bir sürpriz olmuştu. Zira kadınların uzay gezilerine katılabileceğini hiç düşünmemiştim. Gelenekleri bakımından avuçlarım avucuma temas ettirdiler. — 283 — ALI BEKTAN Odanın diğer yanına giderken genç görüneni dudaklarını hafifçe yanağıma değdirdi. İlk tanıştığımız bayan elinde içi renksiz bir içecekle dolu bardakla gelerek bana ikram etti. Bu gösterilen konukseverlikten kendimi hiç yabancı duyguların içinde bulmuyordum. Teşekkürle bu arı menba suyunu içerken hafif yağlımsı olduğunu fark ettim. Bana bu içeceği getiren orta boylu kadm beyaz tenli ve altın sarısı saçları dalgalı olarak omuzlarına dökülüyordu. Gözleri de hemen hemen altın rengi gibi parlaktı. Çok sıcak bir çekiciliği vardı. Ufak kulakları ve düzgün beyaz dişleri ile uyumlu bir varlık. Bizim görüşümüzle 20'sini geçkin görünmüyordu. Düzgün elleri ve uzun parmaklan vardı. İki kızında ellerinde ve yüzlerinde hiçbir boya yoktu. Dudakları doğal kırmızılıkta idi. Üzerlerinde hiçbir ziynet eşyası görmedim. Giydikleri çok ince ve hafif elbiseler ayak bileklerine kadar inmekteydi. Daha genç olan sarışınınki açık mavi idi. Kalna diye


isimlendirdiğim bu güzel kız Venüslü idi. Uzunca boylu esmer tenli olanma da İlmuth ismini verdim Kızılımtırak siyah saçları omuzlarına dalgalı biçimde dökülmekteydi. Fikrimdekileri okuduğunu sanıyordum. Onunda robu aynı biçimde fakat açık renkte olup sandaletleri de bakır renginde idi. İçeceği içtikten sonra bana gösterilen yere oturdum. Kapının karşı tarafındaki duvarda büyük bir portre gözüme ilişti. Bir erkek ve bir bayanın portresiydi. Onlarm uygunluk ve güzellikleri karşısında diğer iki genç bayanı unuttum. Bilmem ne kadar bu güzelliğin örneklerini seyrettim. Acaba bu varlıklar kimlerdi? Soruma yer bırakmayan Kalna "Bu yaşamın sonsuzluğunu anlatan bizim sembolümüzdür" dedi. Her uçan dairede ve evde karşılaşacağınız bu resim kendimizden daha önemlidir ki böylece bizler yaş farkının belirgin olmayışını gözlemiş bulunuyorsunuz. — 284 — TÜRKLER VE UZAYLI ATALARI Odanın bir tarafında bir çok sandalyenin bulunduğu masa vardı. Mürettebat burada toplanıyordu. Ayrıca başka bir köşede bir divan ve farklı ölçülerde sandalyeler vardı. Bunlar genellikle bizimkilerden çok daha alçak ve rahat idiler. Çok yumuşak materyelden yapılmış ve değişik renkleri taşımaktaydılar. Sandalyelerin yanmda alçak kristal yüzeyli ve dekorlu sehpalar vardı. Bütün gördüğüm bu konuksever varlıkların arasında hiç birinin sigara içtiğini görmedim. Yerde kahverenkli bu sade odayı boydan boya kaplayan ve üzerinde çok rahat yürünen bir halı vardı. Oturduğum divanın karşısındaki divanda Firkon ile Ramu oturuyorlardı. İki bayan Orthon ile birlikte onların arasında yer almıştı. Bu iki divan arasında kahve masasına benzer kristal gibi görünen kırılmaz bir maddeden yapılı bir masa vardı ki, elimdeki boş bardağı üzerine koydum. Sağ yanımdaki duvarda güzel bir kapı gözüme ilişti. Üzerinde tokmak veya kilit görünmüyordu. Kalna "Orası kiler odasına gider. Kendi dünyamızdan uzun zamanlar ayrı kalmakta olduğumuz için geniş bir deponun gereğini tahmin edersiniz. Karşı tarafta gördüğünüz kapı da mutfağa gider" dedi. Kapının yanındaki duvarda yuvarlak bir çerçeve içinde bir şehir manzarası vardı. Fakat mimari tarzı hiç de bizimkilere benzemiyordu. En modern yapılarda bile bu kadar iç açıcı bir zevke bizlerhalen varamadık. Bu içinde buluduğu-muz ana geminin yapıldığı Venüs de bir yerdi. Kapının diğer yanında yine bir resim vardı. Bu resim de de tabiattan bir bölüm görülüyordu. Irmak dağ, ova yuvarlak stilde inşa edilmiş çiftlik evleri. Böyle yapılar daha elverişli imiş. Burada oturan halk, şehre inmek gereğini duymayacak halde her şeyleri varmış. Gezileri yalnız hoş zaman geçirmek içinmiş. Uzun masanın arkasmda duvarda yine bir tablo vardı ve üzerinde bir ana gemi resmi bulunuyordu. Acaba içinde bu— 285 — ALI BEKTAN Umduğumuz bu gemimi diye düşününce bayan Kalna hemen "Hayır bizim gemi ona göre küçüktür. Kıyas bile edilemez." Görünüşe göre O uçan bir şehirdi. Örneğin 8 mil uzunluğunda, Bunlar mekanik enerjiyle değil, evrende bizlere sunulan "Kozmik Enerjiye" güvenilerek yapılmıştı. Böylesine devasa gemiler içinde şehir kurmanın yerine göre daha kolay ve elverişli olduğu aklımdan geçti. Londra, Los Angeles gibi şehirleri düşünürseniz inşa edilmelerindeki zorluklan tahmin edersiniz. Kalna "Böylece uçan büyük şehirler yalnız Venüs de inşa edilmiş değildir. Merih ve Satürn gibi diğer planetlerde bunları inşa etmekteler. Fakat hepsi aynı amaçlarla yapılmamıştır. Bir çokları araştırma ve etüt içindi. Örneğin her üç ayda bir etütçüleriyle diğer gezegenlerin atmosferlerine gezi yapmaktadırlar. Böylece yalnız evren değil, Yüce Yaradanın Ululuğu daha çok delilleriyle öğrenilir. O resimini gördüğünüz gemiye gezegencik diye hitap ederiz ve içine


aldığı binlerce kişi gezegende bulabilecekleri her şeye sahiptirler. Bu geminin bir planetten tek ayrılığı oval yerine elips olmasıdır." Bizi getiren ufo yine şarj olmuş ve bizi geri götürmek için bekliyordu. Kapı açıldı. Ben Firkon ve Ramu içeri girdik.Ra-mu kumandaya geçti. Kablo önceden ayrılmış bulunuyordu. Kapı sessizce kapandıRaylarm üzerinden aşağıya doğru kaymaya başladık. Uçak gemisinin altından dışarı süzülüp kendimizi boşlukta bulduk. Bu sırada yine midemin hopladığını hissettim. Bu içeri girdiğimizden çok daha kısa bir duyguydu. Görünüşe göre çok az bir zaman geçmişti. Firkon yine dünyadayız dedi. UFO 15 santim yükseklikte durarak yere konmadı. Ben indim, onlarda döndüler. Adamski olayı hâlâ Amerika da gerçeki değilmi diye tartışmalara nede olmuş bir olaylar zinciridir. UFO Araştırmacılarının kabul ettiği kişi olan Adamski'nin dikkat çekici bazı noktalan vardır. Mesela bindiği Uçan Daireleri detaylı bir şekilde anlatmıştır. O zamanlar sinema ve televizyonlarda — 286 — TÜRKLER VE UZAYLI ATALARI bugünkü gibi dijital teknoloji gelişmediğinden ilginç gözlemlerdir. Bunların benzerlerini sonraki yıllarda çevrilen uzay filimleri Uzay Yolu ve Yıldız Savaşları'nda gördük. Hayal mahsulü olması biraz zordur. Ayrıca onun görüştüğü uzaylılar Evreni yaratan bir Yaratıcıdan yani "Allah'tan" bahsediyorlar. Onun büyüklüğünü her an hissettiklerini söylüyorlar. Bir ilginç olay da Adamski'nin sözünü ettiği 8-10 mil çapındaki uçan şehirlerden bahsetmesidir. Yüzyıllar önce Jo-nathan Svviff in yazdığı hikayeye ne kadar benzemektedir. O'da "Uçan Bir Ada'ya" biner ve gezi yapar. Orada yaşayan insanları anlatan bir kitap yazan yazarın, bir diğer ilginç kitabı ise Merih'in uydularının anlattığı kitap dır Bunda da yazar uydulardan birinin yörüngesinin ters olduğunu ve birinin de içinin boş olduğundan bahseder. O zaman akla şu geliyor 18'nci yüzyılda yaşayan bu yazar da uzay ziyareti yapmış olmaktadır. Gözlemlerini ise yazdığı kitaplarla açıklamıştır. 1726 yılında yayınlanan bu kitap da Uzayda bir mıknatısla durup hareket eden "Laputa" adındaki uçan ada ile yaptığı gezisini anlatır. Adamski ile yazarın aynı noktada yaklaşık 200 yıllık bir ara ile aynı noktada buluşmaları çok ilginçtir. O zaman akla şu geliyor 18'nci yüzyüda da uzaya giden birileri bulunuyormuş diyebiliriz. VVilÜam Ferguson: 1 Ocak 1947 yılında bir Merih gezisi yaptığını söyleyen William Ferguson, oradaki hayat formunun dördüncü boyutta olduğunu belirtmektedir. Ferguson'un dördüncü boyut kelimesi bir üst boyut anlamına gelmektedir. Ferguson geziyi şöyle anlatıyor: "Merihliler, bütün güneş sistemimizi yönete kozmik yasalara uygun olarak gelişmiş insanlardı. Büyük anlayışa sahip kibar, güçlü kimselerdi. Şimdi onlar varoluşun dördüncü boyutundaki hayatlarını yaşamaktadırlar. Onların bizim yer aldığımız üçüncü boyuta inmelerine ihtiyaçları yoktur. Yani üç boyutlu bedeni içinde olan bir — 287 — ALİ BEKTAN dünyalı Merih'e gidecek olsa, oradaki gerçeği göremeyecektir. Çünkü titreşimsel frekans onları görmeye elverişli değildir. Beni Merih'e şöyle aldılar: Önce benim bedenimi ele aldılar. Onun Vibrasyonel seviyesini dördüncü boyut durumuna yükselttiler. Bu Vibrasyonel düzey enerji haline geçmek gibi oldu. Gidişim ışınlama olayından başka bir şey değildi." MarkDewey 1961-1966 yıllan arasında beş yıl süreyle Amano isimli Merihli bir öğretmenden bilgiler almıştır. Amano ona "Uçan Daire dediğiniz araç bizim uzay gemilerimize sizin verdiğiniz isimdir. Sizin gemilerinizle bizimkiler karşılaştırıldığında, bizim gemilerimiz çok yüksek sürat yaparlar. İstediğimiz zaman enerji haline, istediğimiz zaman ise madde haline dönüşürüz. (Uzay Yolu dizisindeki gibi ışınlama olayı)" demişti.


Merih konusunda bir medyum olan yaşlıca bayan bana verdiği bilgide yukarıdaki bilgileri teyit ediyordu. Sanat Dünyası'ndan ünlü bir sanatçının annesi olan ve uzun bir süre önce vefat eden bu bayan namazında niyazında olan Tasavvuf konularını çok iyi bilen birisi imiş kendisine gelen bilgiler içersinde konu uzayda hayattan açıldığında onun verdiği bilgi "Evet Merih'te de bizim gibi yaşayan insanlar var. Ama onları gezegene gidenler göremezler. Çünkü onlar başka bir boyutta yaşıyorlar" demişti. Benim için önemli olan bu ayrıntının rahmetli bu bayan tarafından teyit edilmesidir. Bilim Dünyası bugün Dördüncü Boyutu kabul etmiş ve araştırmalarını ona göre sürdürmektedir. — 288 — TURKLERVEUZAYLIATALARI UÇANDAİRELER İÇİN GÖRÜŞ BİLDİREN ÜNLÜ İSİMLER UFO'lar ve Uzaylılar için dünyanın önemli görevlerinde bulunmuş bilim adamları ve kişiler çeşitli açıklamalar yaptılar. Onlardan bir bölümünü burada yayınlıyorum. Çünkü bu konu hakkında görüş bildirenlerin açıklamaları hâlâ kabul edilmektedir. Beyaz Rusya Bilimler Akademisi Başkanı Doktor Kupre-viç "İnsanlarıyla temas etmeden Dünya'yı araştıran uzayın derinliklerinden gelen varlıklar olabilir. Onların zekâ gelişmeleri öyle yüksektir ki, bizler, mağara insanlarına göre ne durumda isek, onlann yanında bizler de öyleyiz." Profesör Doktor Hermann Obert: Von Braun'un hocası ve ünlü füze bilgini: "Uçan Daireler insan eliyle yapılmamıştır. Bugün biz bu cisimlerin uçtuğu gibi uçabilen makineler yapamıyoruz. Erich Von Daniken'in çalışmaları basan vaad ediyor. Daha önce de zaman zaman planetimize başka yıldızlardan ziyaretçilerin gelmiş olma ihtimali üzerinde durulmuştur. Ancak önümüzdeki çalışma serisinde bunun ispatı yoluna girilmektedir. Gerçekten bugün bile bundan 5-10 bin sene önce ve hatta daha önceleri dünyamız üzerinde en az bizimki kadar bilgilere sahip yaratıkların yaşamış oldukları ispat edilmiş sayılabilir. Daniken'in buldukları dünya üzerinde gelişmiş bir ırkm yapmış olamayacağını bir çok deliller ortaya koymaktadırlar. Çünkü böyle bir ırk dünyanın o de-virlerindeki kültür seviyesine yabancı düşer. Benim için Piri Reis'in haritaları en önemli ispat belgeleridir. Uçak meydanları, uçaklar için yapılmış işaretler ve başkaları, bazı teşhis edilemeyen uçan dairelerin de büyük bir ihtimalle yabancı alemlerden gelen feza gemileri olması düşünceside yanlış bir tasavvur değil." — 289 — ALI BEKTAN Dr. Walter Riedel, V-l Füzeleri Rampası Peenemünde Üs Müdürü: "Uçan Dairelerin Venüs gezegeninden geldiklerini sanıyorum, UFO'lar Ayın dünyadan görünmeyen yüzünü bir üs olarak kullanmaktadırlar" Albert M. Chop, Amerikan Hava Kuvvetleri Haber Alma Dairesi Başkanı "Bu husus kesinlikle bellidir. Uzaydan gelen yaratıklar tarafından gözlenmekte ve kontrol edilmekteyiz." Edward J.Ruppelt, Amerika Hava Kuvvetleri Eski Komutanı: "Uçan Daireler gerçektir. Hakikatleri gizlemek dünya insanlarına hiçbir şey kazandırmayacaktır." Jean Claude Ribes, Fransa Meudon Gözlemevinde Poli-teknisyen ve Astrofizikçi: "Uçan Daireleriyle bizi ziyarete gelen varlıklar, gerçekten bilimsel ve peşinen red edemeyeceğimiz akli bir varsayımı meydana getirmektedirler." Amiral Delmer Fahrnex, Amerikan Deniz Kuvvetlerinden: "Güvenilir raporlardan anlaşıldığına göre Uçan Daireler müthiş bir süratle dünya atmosferine girmektedirler. Bu araçlar akıllı varlıklar tarafından yönetilmektedirler." ViaçeslavZaitsev, Rusya Bilimler Akamedisi Araştırmacısı: "Bütün toplumların mitolojileri daimi olarak göklerden gelen insanlarla ilgili olmaktadır. Yakın zamanlarda Tibet Yazmalarının keşfi 12.000 yıldan beri fezadan, uzay gemilerinin yeryüzüne geldiğini ispatlar. Yugoslavya'daki fresklerde, meleklerin de uzaylılara benzemesi bu


iddiayı doğrulamaktadır." Profesör Suat Plevne, Metapsişik Tetkikler ve İlmi Araştırmalar Derneği Üyesi: "Uzay realitesi bir hakikattir. Bütün dinler onların bilgisiyle doludur. Kur'anda yirmiden fazla gizli ve aşikar atıflar yapılmıştır. Uçan Daireler hakikattir." Albay Gernord Darribly, Norveç Hava Kuvvetleri'nden: Uçan Dairelerden fırlatılan gözlem disklerinden biri 1955 yılında Norveç Hava Kuvvetleri tarafından düşürülmüştür. Albay Gernord şu açıklamada bulunmuştur: "Bu alet yeryüzünde inşa edilmemiştir. Onun yapısında kullanılan mater— 290 — TÜRKLER VE UZAYLI ATALARI yeller, araştırmaya katılmış uzmanların hepsince bilinmeyen maddelerdir." Dr. AnÜıony Hewish, Cambridge Üniversitesinden: "Arz dışı bir hayatın varlığı inanana katılıyorum. Galaksimiz içinde yer almış bulunan korkunç sayıdaki yıldızlar içinde sadece bizim dünyamızda hayatı aramak biraz tuhaftır." Cari Gustav Jung, Psikolog: "UFO olayını salt ruhbilim açısından açıklamak imkânsızdır. Uçan Daireler fizik kanunlara uymuyor, ağırlık nedir bilmiyor ve görünüşe göre insana yakın pilotlar tarafından yöneltiliyor. Bu makinelerin yapımı, bilgilerimizi kat kat aşan bilimsel bir tekniğin örneğidir." Profesör Alexei Kazantsev, Sovyet Bilimler Akademisi'nden: "Bu mağara duvarlannda bulunan resimler binlerce yıl önce dünyamızı ziyaret eden tanımadığımız yaratıkları gösteriyor. Bunları araştırıp tartışmak, üzerlerinde çeşitli yorumlar yapmak gerekir: varlıklarım kabul etmemek için hiçbir nedenimiz yoktur." Bu açıklamaları bilim adamları ve önemli görevlerde bulunmuş kişiler yapışür. Örnekleri çoğaltmak mümkündür. Ortak noktaları UFO ziyaretlerinin binlerce yıldır yapılmış Olmasını söylemeleridir. Özellikle Amerikanın önde gelen bilim adamları Uzayda hayat konusuna inandıklarını ileri sürerken, çeşitli teorilerde ileri sürmektedirler. Colorado Üniversitesi Astronomi Kürsüsünden Profesör Doktor S. Franklin "Diğer planet sistemlerinde zekâ sahibi canlıların bulunması imkânsız sayılamaz. Onların şimdiye kadar dünyamızı biur çok defalar ziyaret etmiş olmaları oldukça normaldir. Bu gibi ziyaretler bugün bizim ulaşmış olduğumuz teknolojik seviye ile başarılamaz. Fakat uzmanlann belirttiklerine göre, başka planetlere seyahat sorunu gelecekte başa-nlabilinir. Kültür düzeyi bakımından bizden enaz 1 milyon yıl ileride bulunan planetler gerçekten vardır. Ve onlar hiç kuşkusuz, bugün bizim düşüneyeceğimiz enerji şekillerinden yararlanmaktadırlar." — 291 — ALI BEKTAN Bugün Amerika'da milyonlarca insan gökyüzünde UFO gördüğünü açıklarken, işin başından bu yana Amerikan Hükümeti tüm UFO olaylarını yalanlama yoluna gitmiştir. Buna rağmen elde edilen bilgiler ve güvenilir tanıklarm şahit oldukları olaylar nedeniyle açıklamasını yapamadıkları binlerce olay meydana gelmiştir. Halada gelmektedir. Amerikan Hükümeti 1960'lar da Uçan Daireler konusunda halkı aydınlatmak üzere Dr. Condon Başkanlığında bir komite kurdurdu. Komitede bilim adamlarıda bulunuyordu. Araştırmalar başlayınca komite üyesi Profesör Ailen Hynek ve James Mac Donald başta bir çok ünlü bilim adamı olayı protesto edip istifa ettiler. Condon Komitesi 1500 sayfa rapor hazırlayıp halka dağıtmıştır. Bu rapora göre UFO'lar yoktur, bunlar hayal mahsûlüdür. Bir milyon Dolar para boş yere harcanırken bir çok bilim adamı raporu gülünç bulmuştur. 1965 yılında Washington da yayınlanan resmi bir rapor tam 663 olay hakkında kesin bir sonuca vanlamadığını, olay tanıklarının güvenilir insanlar olduğunu ve bunlar tarafından görülen uçan nesnelerin deney balonu, yıldız, uçak ya da doğal olaylar olmadığını kabul etmiştir. Amerikalıların bu sırrı saklama hızı iyice artmış ABD Uçan Daireler


hakkında gizli bilgileri açıklayan kimseler hakkında on yıl hapis ve on bin dolar para cezasına çarptırılmalarını öngören iki hükümet bildirisi AF 200-2 ve JA-NAP 146 halen yürürlükte bulunmakta. Peki 1960'lardan bu yana bu kanuna muhalefet etmekten yargılanan ve ceza görenin olup olmadığı belli değil, ama bu kadar önlem neden alınıyor. İşte sorulması gereken soru bu. Cevabını ben kitap boyunca verdim. Çünkü Amerikalılar Uzaylılarla temasa geçtiler. Bilgileri ele geçirdiler ve teknolojik üstünlük sağladılar. Tıpkı 1930'lar da Nazilerin ele geçirdikleri bilgiler gibi. Onlar da Uzaylılarla temasa geçtiler ve bilgiyi aldılar. Hatta UFO bile yaptılar. Hitler 2'nci Dünya Savaşını biraz daha geç başlatmış olsaydı. Bugün süper devlet olarak Almanya'yı ko— 292 — TÜRKLER VE UZAYLI ATALARI nuşur olurduk. Önceki bölümlerde Nazilerin Uzay bağlantısını geniş bir şekilde açıklamıştım. Fransız Profesör Andre Bouguenec şöyle yazıyor: "Uçan Dairelerin varolup olmamaları önemli değil, önemli olan hükümet bütçelerini etkileyen olayın kendisidir. İnsanlığın başlangıcı konusunda yeni düşünceler doğurduğu, tarih hakkında kaybolan uygarlıklar hakkında yeni tezler getirdiği için uçan daireler olayı bir mucize sayılabilir." İngiltere Elektronik ve Radyo Enstitüsü uzmanlarından elektronik mühendisi Mr. AGE Mobey UFO'lar konusunda bir rapor hazırlayarak şunları açıkladı: 1- insanlık evrende tek basma değildir. Gerek bizim galaksimizde gerekse diğerlerinde bize benzer insanlar vardır. 2- Diğer insanımsı (hümanoid) hayat formları gerek bizim güneşin, gerekse diğer güneşlerin planetlerinde mevcuttur. Bu insanlar yüksek teknolojilerinin verdiği imkânlarla zaman zaman dünyayı ziyaret ederler. 3- Bu ziyaretler zamanın başlangıcından ve bizim planetimizin ortaya çıkışından beri evrende süregelmektedir. 4- Rapor edilen ziyaretlere bakılacak olursa, bu gidip gelişler bugün dünyamızın içinde bulunduğu sosyal, maddesel, ilmi ve insanlığın gelişimi ile ilgilidir. 5- Şimdiye kadar olagelen bu temaslar ve görünmeler be yeni duruma alışmamız içindir. Bu maddeler üzerinde görüş bildiren ve kabul eden bilim adamlarının sayısı dünyanın her ülkesinde gittikçe arh :-tadır. Öteden beri Uzay Uygarlıkları tezini savunan Profesör Shklovskij 23 Mayıs 1964'te Byurakan'da düzenlenen bir kongrede görüşlerini şöyle açıklamıştır. Sovyet Bilim adamı uzay uygarlıklarını iki koşula bağlıyor: 1- Uygarlığın yayüma alanını yaratacak yaşam alanı. 2- Uygarlığın enerji tüketimi. — 293 — ALİ BEKTAN Bu iki koşula göre uygarlıkları da üçe ayırıyor. 1-Teknolojisi bizimkine benzeyen bulunduğu gezegeni kapsayan ve gezegeninden aldığı enerjinin bütününü tüketen uygarlıklar. 2- Bir gezegen sisteminden yayılan, hem kendi gezegeninin, hemde çevredeki gezegenlerin enerjisini kullanan uygarlıklar. 3- Kendi sisteminden çıkıp yakın yıldızlan fetheden giderek samanyolunda yayılan ve milyonlarca üstün enerji kullanan uygarlıklar. Bilim adamları çalışmalarını bir yandan sürdürürken Üniversitelerin ünlü isimleride çeşitli açıklamalarda bulunmaktadırlar. Cornel Üniversitesinden Profesör Giuseppe Cocconi ve Philip Morrison ise görüşlerini şöyle belirtmektedirler: "Güneşe benzeyen bir yıldızın yakınlarında bilimle ilgilenen, bizden çok daha üstün teknik imkânlara sahip uygarlıklar var." 1958 yılında Avusturya'nın Kitzbühl şehrinde toplanan bir bilginler kurulu, gizli bir anlaşma imzaladılar. Yıllar sonra medya ya sızan bu anlaşmaya göre iki konu üzerinde konuşuldu.


A- Güneş sistemindeki gezegenlerde varolabilecek toplumlarla ilişkiler kurmak. B- Üstün insan ve robotların yapımını incelemek ve denetlemek. Bilim adamları araştırmalarını gizlice de olsa bugün de devam ettiriyorlar. Amaç Uzaylılarla temasa geçip bilgiye ve üstün teknolojiye sahip olmak? İşte buna en güzel örnek 1952 yılında ABD'de düşen Uçan Daire'yi bulan Amerikalılar en iyi örnektir. — 294 — TÜRKLER VE UZAYLI ATALARI 1952 NEW MEXİCCyYA DÜŞEN UFCDAN 17 UZAYLIYI AMERİKALILAR BULDU Amerikan Hava Kuvvetleri 1952 yılında New Mexico, Aztek yakınında düşen ve içinden 16 uzaylı cesedi ve bir sağ uzaylının ele geçirildiği uçan daireyi taklit etmeye çalışmışlardır. Hava Kuvvetleri'nin talebi ile Kanada AVRO kuruluşu tarafından geliştirilen dünya yapısı UFO başarılı olamamıştır. New Mexico'da düşen bu açan daire hakkında 1952 yılında Frank Scully isimli bir Amerikalı "Behind The Haying Sa-ucers" isimli bir kitap yazdı. 1953'de bir Hava Kuvvetleri Yüzbaşısı California Holly-wood'da bir Amerikan Alayının salonunda bir konferans verdi. 99 feet çapmda bir Uçan Daire den 16 ceset çıkarıldığını savunuyordu. O bu konuşmayı yedek subaylara üstlerinin isteği üzerine verdi. 16 Uzaylı cesedin incelenmesi için baş operatör ve Patolojistlere verilmişti. Birkaç hafta sonra operatörler cesetlerden çıkardıkları beyinlerden ikisini Giant Roch Havaalanına getirdiler. Bu iki yüksek sivil beyin operatörü, 16 uzaylının beyinini analiz etti. Cesetlerin en gencinin 350 yaş dolaylarında ve en yaşlısının 700 yaşmda gösterdiğini söylediler. Bu dünya insanlarının yeni doğan bir çocuk ile 65 yaşındaki kişinin beyin dokusuna kıyası vasıtasıyla tespit edilmişti. Çünkü beyin yaşlandıkça kesif doku biriktirmektedir. Bu beyin operatörlerinin raporu üzerine olay karşısında şaşıran diş doktorları, sağlığı bozulmamış ve diş tedavisi görmemiş 16 takım yetişkin uzaylının dişini incelediler. Hepsinin de mükemmel olduğunu görerek şaşırdılar. 1968 yılı 11 Aralık günü Arjantin Üniversitesi Rektörlerinden Profesör Pedro Romaniuk, Buenos Aires'te "Association John Kennedy" kulübün üyelerine verdiği bir konferansta şu açıklamalarda bulundu. — 295 — ALI BEKTAN "ABD New Mexico'ya bir uçan daire düşmüştür. Enkazın arasında ufak tefek insanların cesetleri bulunmuştur. Gerek enkaz gerekse cesetler incelenmek üzere bilinmeyen bir yere götürülmüşlerdir. Enkazı Amerikan savaş uçakları bulmuştur. Düşme nedeni bilinmiyor. Uçan Daire'nin kozmik bir güçle hareket ettiği saptanmıştır. Amerikan makamlarından bu konuda kesin bir açıklama gelmedi. Bildiğim kadarını söyleyeyim Meksiko Üniversite-si'ndeki bir arkadaşımdan öğrendim. Düşen UFCnun uçaklar tarafından bulunmasından önce üç kişi tarafından görülmüş ve fotoğrafları çekilmiştir. Bu amatör fotoğrafçılar çektikleri resimleri resmi makamlara vermemiş, Meksika Üniversitesine satmışlardır. Resimler halen Üniversitede bulunmaktadır. Bunların gerçeklilikleri şüphe götürmemektedir." Bu haberin doğruluğu, kaynağının sağlamlığından dolayı kuşku duyulmamaktadır. Fernado Lopez İnstituto ve Etnografla Americana Üniversidad Nacional de Mexico dur. Amerikalılar bu Uzaylı cesetlerini ne yaptılar onu çok merak ediyorum. Özellikle sağ olarak ele geçirilen uzaylı hâlâ yaşıyor mu? Çünkü yapılan bu laboratuar çalışmalarında ondan ne gibi bilgiler elde edildi acaba. Ayrıca bana göre bu uzaylı sağ olabilir. Dünya şartlarına göre yaşları 350 ile 700 arasında değiştiği bildirildiğine göre Uzaylı bugün Amerika'da ki gizli bir üste hayatını sürdürüyor olabilir. Bugün bizde bir UFO ele geçirmiş olsak onun çalışmasını ve ne tür enerji kullandığını ancak, onu kullanan uzaylılardan öğrenebiliriz.


Işık hızını en fazla hız olarak biliyoruz, onun ötesine hangi hızın ulaşuğını bilmiyoruz. Gerçi araştırmalar var ama bilimin kabul ettiği en son hız ışık hızı olarak kalmıştır. Uzaylıların varlığını kanıtlayanonca dokümanın yanısıra birde ele geçirilmiş ve üstün teknolojilere ait teknik araç ve gereçlerde vardır. Bu bilgiler ancak resmi makamlardan sızan bilgilerdir. Şili Santiago'dan gelen ilginç bir haber UFO Araştırmacılarım heyecanlandırmıştı. — 296 — TÜRKLER VE UZAYLI ATALARI 20 yıldan beri Şili'de misyoner olarak görev yapan Belçikalı bir rahip, binlerce yıl önce yabancı yıldızlardan gelmiş astronotlara ait mezarlar bulduğunu ileri sürdü Rahip Francoise La Paige, misyonerliğin dışında uzun yıllardan beri arkeolojik araştırmalar yapmaktadır. Rahip bugüne kadar birkaç bin yıllık olduğu sanılan 5424 mezar açmış ve çeşitli uygarlıklara ait ilginç kalıntılar bulmuştur. Rahip mezarların bazılarında dünya üzerinde benzeri olmayan canlılara ait mumyalar ortaya çıkardığını açıklamıştır. La Paige, Kuzey Şili'deki bir mezarda da astronot başlıklarına benzeyen tahta şekiller bulmuştur. Belçikalı rahibe göre, mezarlarda ayrıca yabancı yıldızlardan gelen kişilere ait olduğu sanılan garip eşyalarda ortaya çıkarılmıştır. Antonio Ribera "UFOTarın geçerli bir düşünce olarak, bizimkilerden üstün veya değişik bir teknolojinin ürünü oldukları fikrini kabul edersek gerilerinde bizler için kanıtlayı-cı bir delil bırakmamış olmaları da pek muhtemeldir" diyor. Şili'de bulunan astronot mezarlarının Mu Kıtası'nı uzaklığının ise pek az olduğunu söyleyebilirim. Pasifik Okyanusu kıyısında yer alan Şili Toprakları, Pasifikte batan ve atalarımızın köklerinin bağlı olduğu Mu'ya yakın olması açısından çok dikkat çekicidir. Sümer Uygarlığını Dünya-Ehşı insanlar kurdular. Amerikalı ünlü bilim adamı Cari Sağan, Sümerülerin Eridu Uygarlığının dünya-dışı insanlar tarafından kurulduğuna inanıyor. Dünya'nın her 100 bin yılda bir dünya dışı varlıkların ziyaretine tanık olduğunu, fakat onlar durumu ilginç bulurlarsa bu ziyareti 10 bin yılda bir tekrarlayabilecek-Ierini belirten Cari Sağan: 'Uzay öğretmenleri dönecek, belki yakında ve yeryüzünde bu son birkaç bin yıl içinde var olan değişiklikler karşısında iyice şaşıracaklardır" diyor. Dr. Cari Sagan'a göre galaksimizde iki binde bir gezegen dünyanın eşidir. Bunlarda varlığımızı sürdürecek imkânlan bulabiliriz. Eğer böyle ise bizim ölçülerimize göre gelişmiş— 297 — ALI BEKTAN lerse, aynı kural ve zamanı kullanıyorlarsa en aşağı 50.000 tane bizden daha ileri uygarlığın var olması gerekiyor sa-manyolu'nda diyor. Sagan'ın fikirlerine katılmamak mümkün değil, bilindiği gibi Sümerliler Türk kökenli bir millettir ve Mezopotamya'da yüksek uygarlık meydana getirmişler ve modern şehirler kurmuşlardır. Dr. S. Miller gezegenlerin üzerlerindeki hayat konusunda şunları söylemektedir: "Gezegenlerin bazıları üzerinde hayat ve şartlan muhtemel olarak dünyadakinden daha çabuk gelişmiştir. Cesaretle yapılan hesabı izlersek görürüz ki 100.000 gezegen üzerinde bizim uygarlığımızdan ileri bir uygarlığın bulunduğu sonucuna varılıyor." Dünya-Dışı canlılarla olabilecek ilişkiler konusunda Yale ve Mc Gill Kanada Üniversiteleri profesörlerinden Mc Do-ugal, Lasswell ve Vlasic şu görüşleri öne sürmektedirler: "Üzerlerinde cardı yaratıklar bulunması bakımından, dünyamızın eşsiz bir durumda bulunduğunu öne sürmek, gök-bilimK astronomi) ile biraz uğraşmış olanların kolayca kabul edemeyecekleri bir görüştür. Bir çok bilgin öteki gezegen ve yıldızlardan gelebilecek varlıklarla görüşebilmek için çalışmalarını sürdürürken Bilim Dünyası'nda bu konuda üç teori ortaya çıkmıştır: 1- Dünya dışı canlılar bilimsel ve teknolojik olarak bizden aşağı


olabilirler. Dünya'yı ziyaret edemezler. 2- Bize benzer bir düzeyde olabilir. Kendi gezegenlerinin çevresinden pek fazla ayrılıp uzayda uzun seyahatler yapamazlar. 3- Bizden yüksek düzeyde bulunabilirler. Teknolojik üstünlüğü sayesinde uzayda gezegenleri ziyaret edip, yıldız sistemlerine bile gidebilirler. Büyük ihtimallede bizleri bu gruptan gelenler ziyaret etmektedirler. — 298 — TÜRKLER VE UZAYLI ATALARI AMERİKALILAR'DAN 5 YILLIK ARAŞTIRMA İÇİN ÜÇ MİLYAR DOLAR Uzaylılardan bilgi elde etme olayını çok ciddiye alan Amerikalılar Uzaylıların peşlerine düştüler. 17 Şubat 2003 tarihinde Hürriyet gazetesinde yer alan haberde "Bush E.T'nin peşine düştü," diyordu. Amerikan Başkanı George W. Bush Uzaylı yabancıların olabileceğini düşünerek kongreye sunduğu 2004 yılı federal bütçesinde 279 milyon dolarlık bir bütçe ayırırken, gelecek beş yıl içinde üç milyar dolar para ayırdı. Bazı gezegenlerde suyun belirlenmesi sonucu, hayatın yeryüzünün dışında da mevcut olduğundan hareket eden ABD Başkam uzaylı yabancıların bir gün bulunabileceğini düşünerek "Belki de o gün gerçeğe düşlediğimizden daha yakın diyor." Başkan Bush 24 Aralık 2002 tarihinde de Nevada'daki bir hava üssü ile ilgili bilgilerin bazı yasalar çerçevesinde serbest bırakılmasını engelleme karan aldı. Yine Amerikalıların UFO gerçeklerini saklama olayı ortaya çıkarken, aynı noktaya geliyoruz. Bilimde aşama kaydeden Amerikalılar bilgiyi nereden elde ettiler. Biraz düşünüp, bilimsel gelişmeleri gazete, kitap ve dergilerden takip ettiğinizde bu teoriyi daha iyi anlayabilirsiniz. — 299 — ALI BEKTAN UZAYLILAKIN TÜRKİYE MERAKI UZAYIJLAR NEDEN TÜRKLERLE YAKINDAN İLGİLENİYORLAR?.. Antik Çağlar7dan bu yana Anadolu topraklarına bir çok ziyaretçiler geldi. Bunlar çok güzel ve modern kentler kurdular. Bir çoğu köken olarak bizim atalanmızdı. Bu insanların dönemlerinden itibaren Anadolu'da bir çok UFO görüldü. İlginç olaylar yaşandı. Osmanlı İmparatorluğu döneminde de bu olaylar devam etti. Ve Cumhuriyetten sonra da bu tür olayların ardı arkası kesilmedi. Son zamanlarda özellikle yirmi yıllık bir zaman diliminde bir çok UFO olayı medyaya yansıdı. Gerçi yansımayan daha çok olay var ama bu olaylar benim aklıma şu düşünceyi getirdi. Uzaylılar bizimle görüşmek mi istiyorlardı?.. Biz bunu pek düşünmedik. Benim teorim şuydu: Dünya'ya medeniyeti yayan Türklerdir. Onları 12 bin yıl önce dünyayı etkisi altına alan Tufan'dan kurtulan MU Kıtası'nın sakinleri eğitti. Onlar dünyaya bu uygarlığı taşıdılar. Burada akla şu geliyor, MU Kıtası sakirderinin uzaydaki başka gezegenler ve halklarla ilgisi var mı, diye sorulursa var deriz. O zaman bizimle ilgilenen Uzaylıların da bizim akrabalarımız olması sonucu çıkmıyor mu. Bu teorim belki aykırı gelecektir ama olaya mantık açısından baktığımızda ve kitabımızın başmdanberi bilgiler ve gösterdiğimiz örnekler ışığında baktığımızda, bu olayda gerçeklik payı yok mu? Belki yüzyıllar, belki de binlerce yıl sonra, dünya'da kalanların neler yaptıklarını görmek için yıldızlardan yola çıkan Uzaylı Atalarımız dünya'ya tekrar geliyorlar. Onlar için görülmesi gereken yerlerin başında da Anadolu topraklan geliyor. Çünkü Anadolu'nun bir manevi gücü olduğuna daha önce de ifade ettiğim gibi samimiyetle inanıyorum. Eğer böyleyse, Anadolu dünyanın merkez noktası olabilir. Şunu iyi biliyoruz ki Anadolu tarih boyunca önemini her zaman korumuştur. — 300 — TÜRKLER VE UZAYLI ATALARI Araştırmalarım sonucunda Sirrus Yıldız Sistemi ile Dünya arasındaki bağlantı ilgimi çekti. Mesela ilkel kavimlerde bile Sirius Yıldız


Sistemi açık bir şekilde bilinirken Kur'an-ı Kerîm'de ki ayette, bu yıldızın "Allah Şira Yıldızının da Rab-bi'dir," olarak yer alması düşündürücüdür. Allah'ın varlığı bir kez daha gözler önüne serilirken şu soru aklımıza geliyor. Neden başka bir Yıldız değil de Sirius? Bunu düşünmek gerekiyor. Bu da Allah'ın büyüklüğüne bir delil olurken, Onun her yerdeki yaratıcılığı ortaya çıkıyor. Uzay'da da hayat olduğunu burada da canlıların yaşadığını kabul etmeyen bilim adamlarının yanısıra tam aksini savunan bilim adamları da var. İLAHİYATÇI PROFESÖR DOKTOR CELAL YENİÇERİ: "UZAY'LILARA DA KİTAP GÖNDERİLDİ" Dünya'dan başka gezegenlerde cardı varlıkların izine rastlamadığını iddia eden bazı bilim adamlarının aksine bir çok bilim adamı ve araştırmacı Uzay'da hayatın varolduğuna ve başka gezegenlerde de bizim gibi insanların olacağına inanıyor. Aslında araştırmalanmdaki bir diğer alanı Kutsal Kitaplar oluşturuyor. Kur'an-ı Kerîm'in yanı sıra İncil ve Tevrat'ta da başka dünyalarda hayatın olduğuna dair izler aranırken özellikle Kuran'dan bilgi veren kişiler dikkat çekiyor. Arapça'nın zengin bir dil olması tefsir'in yani Kur'an-ı Kerîm'in mânâsını zenginleşririyor. Âyetlerdeki bir cüm-le'nin çeşitli anlamlar ifade etmesi dilin ne kadar zengin olduğunu göstermektedir. Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Profesör Doktor Celal Yeniçeri Kur'an'da, uzayda başka canlıların bulunduğunu belirten ayetler olduğunu öne sürerken, dünyadaki insanlarla uzaylıların bir gün mutlaka buluşacağını iddia ediyor. UFO Uzmanı değilim diyen Profesör Dr. Celal Yeniçeri şunları açıklıyor: "Kur'an-ı Kerîm'deki bazı ayetlerde dünya— 301 — ALI BEKTAN dan başka gezegenlerde de hayat olduğu ima ediliyor. Peygamberimizin göklerle ilgili açıklamaları da kainatta, dünyadaki gibi bir hayatın olduğunu ortaya koyuyor. Peygamberimiz Maide Sûresi'nde gökten gelen sofradan bahsediyor. Burada cennet tabirini kullanmıyor. Gök diyor. "Bu sofrada Et ve Ekmek vardı," diyor. Et varsa kainatta canlı var, ekmek varsa ziraat var demektir. İşte bu ayetler üzerinde yedi yıldır çalışıyorum. Yaptığım araştırmada, uzayda başka canlılar olduğuna dair işaret edildiğini gördüm. Bir gün insanoğlu ya onların tarafına gidecek ya da onlar bu tarafa gelecek böylece büyük buluşma gerçekleşecek. Bu buluşma, muhtemelen öteki dünya'da değil bu dünyada olacak." UZAYLILARA DA KİTAP GÖNDERİLDİ İlahiyatçı Profesör Doktor Celal Yeniçeri "Uzaylıların dini inançları var mı?" sorusuna ise şu karşılığı verdi: "Allah, hiçbir yerde Rabliğinden vazgeçmiyor. Peygamberimizin amcasının oğlu İbni Abbas, göklerdeki yer kürelerden bahsederken burada Adem varsa, oralarda da Adem vardır. Adem gibi İsa vardır, İsa gibi Musa vardır. Eğer bu ayetlerin gerçeklerini açıklarsam bunları inkara yönelirsiniz," diyor. Âyetleri yorumladığımız zaman, kainattaki yerkürelere de, öteki arzlara'da kutsal kitap gönderildiğini arılıyoruz. Araştırmalarını "Uzay Ayetleri Tefsiri-İslâm Açısından Kainat ve İmkânları adını verdiği 500 sayfalık bir kitapta toplayan, Profesör Doktor Celal Yeniçeri, kitabının uzaydaki hayatı anlatan ilk kitap olduğunu ifade ediyor. ÂYETLER GÖSTERİYOR Profesör Yeniçeri "Kuran'da geçen Dabbe kelimesi ayaklarıyla yürüyen canlılar anlamına geliyor. Ve uzayda da bu canlıların olduğu işaret ediliyor," diyor. — 302 — TÜRKLER VE UZAYLI ATALARI Şura Sûresi 29: Gökleri ve yeryüzünü ve-bunların içindeki, üretip yaydığı canlıları yaratması da onun ayetlerinden-dir. O dilediği zaman bunların hepsini bir arada toplamaya da güç yetirir. MaideSûresi-29: "Göklerin ve yerin onlarda olan mahlukların maliki


Allah'tır." Duhan Sûresi -38: "Biz gökleri, yer ve aralarındaki oyun olsun diye yaratmadık. Talak Sûresi-12: "Allah yeri, göğü ve yerden de bir o kadarım yaratmış olandır. O'nun emri bütün bunlar arasında iner durur." VATİKAN'IN GÖRÜŞÜ Katolik dünyasının merkezi Vatikan'ın Baş Astronomu Profesör George Coyne, Evrende başka canlıların da buluna bileceğini ve bunun Katolik Kilisesinin öğretisiyle çelişmediğini açıkladı. Amerikalı bir Cizvit olan Profesör Coyne Cor-riera della Sera gazetesinde yayınlanan söyleşisi de:" Evren o kadar büyük ki, bu evrende yalnız olduğumuzu düşünmek saflık olur. Tanrı başka cardılar yaratmaya da kadirdir," dedi. Evrende başka canlıların varlığını gösteren bilimsel kanıtların her geçen gün arttığını söyleyen Coyne" Hz. İsa'nın başka gezegenlere gidip gitmediği konusunda bir şey söyleyemem," şeklinde açıklama yaptı. Tarih boyunca meydana gelen UFO olaylarının kayıtlara girmesi dikkat çekicidir. Antik çağlarda Dünya ile Uzay arasında temasın olduğuna inanan milyonlarca insan var. Bir çok bilim adamı da bilimsel çalışmaları ile başka gezegenlere gidilip, orada yaşayan canlılarla temasa geçmenin mümkün olduğunu söylüyor. Tarih öncesi çağlarda Ortaasya'da yaşayan Atalarımız modern kentler kurarken gerekli bilgileri nereden aldılar. Bunun cevabını bulduğumuz zaman Türkler'in kökeninin 150 bin yıl öncesine gittiğini görürüz. — 303 — ALI BEKTAN Güneş Sisteminde mesela Mars'ta veya başka bir gezegen de hayat yok olmak üzere, teknolojik yönden ileri olan bu insanlar uzaya çıkabilecek ve kendilerine yeni bir gezegen bulmak zorundalar. İlkel hayatın sürdüğü Dünya'ya yerleşmek en iyi düşünce değil mi? Gerçi bu anlattıklarım biraz Bilim-Kurgu kitaplarına veya Filimleri'ne benzedi ama hatırlarsanız o zaman Dünya'ya ilk medeniyeti taşıyanlar bizim atalarımız olurken, kökümüz de Uzaya dayanmış oluyor. Tarih konusunda yaptığı araştırmalarıyla tamnan Kâzım Mirşan Bey'in tezleri de bizim düşüncelerimizi desteklemektedir. 1919 yılında Doğu Türkistan'da doğan Kâzım Bey Tatarca ve Uygurca biliyor. İlkokulu Çince, Ortaokulu Rusça okumuş. Eğitimini Türkiye ve Almanya da tamamlamış. Tam 18 dil bilen Mirşan'in asıl mesleği İnşaat Mühendisliği. Ancak ha-yaünı Türk ve İnsanlık.tarihini araştırmaya adamış üç dilde yayınlanmış 41 adet kitabı bulunuyor. Onun Tezlerinden bazıları şöyle; "Bayquallena yazıtlarından İsviçre Etrüsk yazıtlarına kadar 400'ün üzerinde yazıt okudum. Bu bilgiler ışığında 16 bin yıl önce varolan Türk Medeniyeti'nin Avrupa'ya yayıldığını, Avrupa dillerinin kökeninde Türkçe olduğunu kabul ediyorum." Uzaylılar çok kurnaz. Avustralya'ya inmişler. Oraya kendilerini anlatan resimler bırakmışlar. Mars'tan geldiklerini belli etmişler. Bir ingiliz buraya gitmiş orada gördüğü resimleri çizmiş ve bir kitap yazmış. Kitapta da Etrüskçe var. Avustralya'ya 16'ncı yüzyılda gidildi. Orada Hollandalılar vahşi bir kavim ile karşılaştı. Onların dilinde fazla kelime yoktu. Resimlerle anlaşıyorlardı. Ama onlara kimse inanmadı Daha sonra o yazıların 16 bin yıllık olduğu anlaşıldı. Bu yazı uzaylıların nereden geldiğini açıkça anlatıyor. İkinci Ufo Panama'ya indi. Kilisede bir taş bulunmuş ama taşın nereden geldiği belli değil Orada da aynı tip yazılar var ve aynı şeyi izah ediyor. O resimlerde de üç Uzaylı Kuyruklu yıldızlardan birine biniyor. Kuyruklu yıldız güneşin etrafından geliyor. Bizim güneş sistemine girip Mars'a yaklaştık— 304 — TÜRKLER VE UZAYLI ATALARI tan sonra UFCyya biniyorlar. UPCKyla dünyaya geliyorlar. Yeryüzünde de bir yerli adam var. Bununla mutasyon yapıyorlar, düşünce imkânı sağlıyorlar. Ondan sonra gelenlerden birisi kalıyor. İkisi kuyruklu yıldıza binip gidiyor."


UZAYLILAR TÜRKÇE KONUŞUYOR Uzaylıların dili Türkçe. Mısır Medeniyeti ve Türkler'in astrofizik alanındaki bilgilerini kabul etmemek mümkün değil. Çünkü O çağlarda Türkler Kabile hayatı yaşıyor denilirken, sen tut bütün gezegenleri, kanunları bil. Bu Uzaylıların geldiğini kanıtlıyor. Mars'ta hayat tükenmek üzereyken, oradaki nesli kurtarmak için geldiler. İlerde onlar yine gelecekler, Dünya'da ki hayat bitince insanoğlu başka bir gezegende hayatını sürdürmek zorunda. Biz de belki Venüs'e gideceğiz. Bunları başka türlü izah edemiyoruz." Kâzım Mirşan'a göre 16 bin yıl önce Türkler Ortaasya ile birlikte Dünya'ya yüksek medeniyeti taşıdılar. Mu Kıtası üzerinde yapılan araştırmalarda kıtanın günümüzden 12 bin yıl önce bir felâket sonucunda battığı biliniyor. O zaman 16 bin yıllık medeniyet olgusu doğrulanıyor. Şimdi 5 bin yıllık tarih tezi ve düşüncesinin ne kadar zayıf kaldığı ortaya çıkmıyor mu? Bu düşünceyi Avrupalılar destekliyorlar. Onlara göre Türkler Kabile hayatı yaşayan savaşçı ve göçebe bir topluluklar zinciridir. Yerleşik düzene tarih boyunca bazen geçmişler, ama köken olarak bir medeniyet kuramamışlardır şeklinde düşünüyorlar. Batılılar Orta Çağ'da çok geri iken İslâm Dünyası'ndaki Bilimsel gelişmelerin dorukta olması da onlan rahatsız etmektedir. Özellikle 16 bin yıl önce Avrupa kıtasında ilkel insanlar yaşarken, Türkler'in modern olmalarından rahatsızlık duymaları bence normaldir. Biz köken olarak öncelikle Mu Kıtası'na, oradan da Uzaydan gelen atalarımıza bağlıyız. İnsanlık tarihinin modern şehirlerini önce Mu'da daha sonra Ortaasya'da, Anadolu'da Mezopotamya'da ve Avrupa'da bizim atalarımız kurdular. — 305 — ALI BEKTAN M.Ö-4000 yıllarında Asya'da meydana gelen iklim değişikliği sonucu yola çıkan bir grup Türk Mezopotamya'ya, başka bir grup da Mısır'a yerleşti. Bir anda ortaya modern şehirler çıka. Sanatta, sağlıkta ve sosyal alanlarda o dönemlere göre modern sayılabilecek medeniyetler kurdular. Bizce bu çalışmalar bir an önce yapılmalı ve Türkler'in kökenlerinin tarihin derinliklerinden çıkartılması gerektiğine inanıyorum. 1980'li yılların başlannda TRT Televizyonunda Japonların 1.5 yıl süren çekimleri sonucunda Asya steplerinde ilginç ve modern kentler ekranlara gelmişti. Su, Kanalizasyon sistemleri ile Modern yollara sahip olan bu eski kent kalıntıları buralarda yaşayanların günümüz inşam gibi modern yaşadığım gösteriyordu. Sağlık sisteminde o kadar ileri gitmişlerdi ki bulunan iskeletler üzerinde yapılan çalışmalarda beyin ameliyatlarının yapüdığı, hastanın ameliyat sonrasında hayatına devam ettiği belirlendi. İskeletlerde ayrıca protez dişler de bulundu. Böyle bir sağlık sistemine ilkel çağlarda ulaşan atalarımıza ben saygı duyuyorum ve bizim özel bir millet olduğumuzu düşünüyorum. Bu benim tekrar ediyorum. İsteyen kabul edebilir, istemeyen etmez. O zaman ortaya şu gerçek görüş çıkmakta. On binlerce yıl önce dünyaya medeniyeti taşıdığımız fikri çıkmaktadır. — 306 — TÜRKLER VE UZAYLI ATALARI YARARLANILAN KAYNAKLAR 1- Taunların Tohumlan-Andrevv Tomas, Nisan 1974 - Martı Yayınlan. 2- Evrende En Büyük Sır—Ara Avedisyan, 1974 Sümer Yayınevi. 3- Türkiye Gizemleri— Haluk Egemen Sankaya, Bilim Araştırma Merkezi Yayınevi, Ocak 1982 4- Zamansız EKinya—Peter Kolosimo, Altın Kitaplar Yayınevi 1974 5- Uzaylılar ve Uçandaireler —Haluk Egemen Sankaya, Milliyet Yayınlan, Ekim 1975 6- James Churcvvard (İves VVashburn ine New York 1931) 7- Uzay Ayetleri Tefsiri İslam açısından Kainat ve İmkânla-n— Profesör Doktor Celal Yeniçeri Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, Erkam Yayınlan 8- Dünyamızın Gizli Sahipleri—Giovanni Scognamillo, Kamer Yayınlan


1996 9- Kur'an'da Uzaya Seyahati Anlatılan İnsan Zülkarneyn— İskender, Türe Simurg Kitap Yayınlan Aralık 1998 10-Uzaydan Geldiler— Giovanni Scognamillo -Kamer Yayınlan 1996 11-Türklerin Kültür Kökenleri —Ergun Candan, Smır Ötesi Yayınlan Temmuz 2002 12-Türk Kültür ve Medeniyeti —Profesör Doktor Cemal Anadol, Doktor Nazile Abbaslı, Fazile Abbasova, Bilge Karınca Yayınlan. 2002. 13-Türk Kültür Tarihi — Bahaddin Ögel. 14-Türk Mitolojisi 1. ve 2. cilt-Bahaddin Ögel — 307 — ALI BEKTAN 15-Atatürk'ün Anıtkabir Kitaphğı'ndaki Mu Kıtası ile ilgili özel çalışmaları. TDK Arşivinde bulunan Büyükelçi Tahsin Mayatepek 'in Atatürk' e yolladığı özel notlar. lö-Kur'an-ı Kerîm - Türkçe anlamı (Diyanet İşleri Başkanlığı) 17-Fenomen Dergisi 1996 Eylül Sayısı. 18-Fenomen Dergisi 1996 Ekim Sayısı. 19-Fenomen Dergisi 1996 Kasım Sayısı. 20-"Hitler Almanyası' nın Gizli Tarihi" Selis Yayınları Turgut Günsan, Ocak 2003. 21-Tarihe Hükmeden Millet Türkler- Prof. Dr. Cemal Anadol, Kamer Yayınlan 1997. 22-Gizli Örgütler, Attüa Tokatlı, Bilge Karınca Yayınları, 2003. 23-Kısa Dünya Tarihi - H.G.VVells, Varlık Yayınları. 24-Kitab-ı Bahriye- Pirî Reis, Tercüman 1001 Temel Eser. 25-Hak Dini Kur'an Dini- Elmalılı Hamdi Yazır. — 308 — TÜRKLER VE UZAYLI ATALARI


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.