Neoklasik İktisat & Post Otistik İktisat Tartışmaları

Page 1

Neoklasik İktisat & Post Otistik İktisat Tartışmaları” Tartışmaları “

FURKAN EVRANOS


İÇİNDEKİLER Sayfa No.

GİRİŞ ....................................................................................................

3

1. NEOKLASİK İKTİSAT TEORİSİ ...............................................

4

1.1 Neo-klasik İktisat Teorisinin Temel Özellikleri .................................... 1.2 Neo-Klasik İktisatçılar ............................................................................ 1.3 Neo-Klasik İktisatın Varsayımları .......................................................... 1.3.1 Tam Rekabet ............................................................................ 1.3.2 Fiyat Mekanizması .................................................................. 1.3.3 Eksiksiz Bilgi ........................................................................... 1.3.4 Bölüşüm Teorisi ....................................................................... 1.3.5 Üretim Teorisi .......................................................................... 1.3.6 Zaman Teorisi ...........................................................................

5 6 15 15 15 17 18 19 21

1.4 Teorinin Aktörleri ................................................................................... 1.4.1 Firmalar..................................................................................... 1.4.2 Teknoloji .................................................................................. 1.4.3 Girişimci ................................................................................... 1.5 Neo-Klasik İktisat ve Matematik ............................................................

21 22 22 23 23

2. OTİSTİK BİLİM ...........................................................................................

32

2.1 Otistik Bilimin Teşhisi ............................................................................. 2.2 Otistik Bilimin Özellikleri .......................................................................

32 35

3. POST OTİSTİK İKTİSAT ........................................................................

37

3.1 Post Otistik İktisat Hareketinin Gelişimi ................................................ 3.2 Otizmin İktisadi Boyutu ......................................................................... 3.3 Neo-Klasik İktisat Teorisine Yönelik Eleştiriler .................................... 3.3.1 Matematiğin Kullanım Biçimi .................................................. 3.3.2 İçerik Bakımından .................................................................... 3.3.3 Neo-Klasik Öğretinin Tek Boyutluluğu ................................... 3.3.4 Analitik Düşünce Sistematiğinin Eksikliği ..............................

37 40 46 47 48 49 51

4. SONUÇ ..............................................................................................................

53

5. EKLER ..............................................................................................................

56

2


6. KAYNAKÇA ...................................................................................................

63

GİRİŞ Sosyal bilimlerin, doğal bilimler kadar kesin neden sonuç ilişkisine dayanmaması iktisat alanında çok farklı yöntemlerin tartışılmasına fırsat verirken, analiz edilen konunun, insan ilişkilerinin ve de dünyanın sürekli değişime uğraması tartışılan yöntemlerin de sürekli olarak değişim içinde olması sonucunu doğurmuştur. Ekonomi alanında bütün sosyal bilimlerde olduğu gibi, sistem tartışmalarının ön plana çıkmasına izin verilmesi, iktisadın yöntem tartışmalarında çeşitli düşünce sistemlerinin de etkili olmasına yol açmıştır. Mevcut iktisat sisteminin; toplumun beklentilerini, özlemlerini, arzularını, gereksinimlerini karşılamakta yetersiz kaldığı dönemlerde yöntem ve sistem tartışmaları yoğunlaşmaktadır. Tartışma ve sorgulamanın başlaması, yeni bir iktisadi akımının gelişmekte olduğunun belirtisidir. Son yıllarda egemen iktisat görüşüne yönelik eleştirilerin ve sorgulamanın artmış olması da bu bağlamda bir tesadüf değildir. Mevcut iktisat teorisi, günümüz dünyasının ekonomik ilişkilerinin iyi yorumlanmasını sağlayamamakla, hayali ve gerçekleşmesi mümkün olmayan öngörüler ile toplumların aldatılmasıyla eleştirilmektedir. Eleştiri ve sorgulamanın yoğunluğunun artması alternatif iktisat arayışlarını da akıllara getirmektedir. Çalışmamda mevcut iktisat teorisi “Neoklasik İktisat” tüm yönleriyle anlatılmakta, eleştiriye tabi olan varsayım ve öngörüleri analiz edilmekte ve alternatif olarak öne çıkan Post Otistik İktisat

hareketi

ve

savundukları

ile

Neoklasiklere

yönelttikleri

eleştirileriyle

ele

alınmaktadırlar. Mutlak doğrunun her koşula göre değişeceği ilkesiyle, her iki iktisadi görüşün temel nitelikleri anlatılmakta ve alternatif görüşün “olmalı” şeklindeki yaklaşımları mevcut kuramın ortaya koyduklarıyla karşılaştırılmaktadır. Birinci bölümde Neoklasik İktisat’ın temel prensip ve öngörülerine değinilmiş, ikinci bölümde eleştirilerin odaklandığı tepkisizleşme, ilgisiz kalma yönü vurgulanarak otizme atıfta bulunulmuş, üçüncü bölümde ise mevcut yerine önerilen alternatif iktisat teori ve öğretisinin

3


neler getirdiğine ve savunduğuna dair tespitler de bulunulmuştur. Sonuç bölümünde ise tüm bu tartışmalar doğrultusunda yaratılmaya çalışılan yeni bir iktisadın nasıl olması gerektiği sorgulanacaktır.

1. NEOKLASİK İKTİSAT TEORİSİ Neoklasik iktisat dünyasında analitik dikkat, bir ekonominin kaynaklarının piyasa sistemi tarafından tahsisi sürecine yöneltildi. Bu tema, Klasik ve Marxgil geleneklerde bütünüyle gayrı mevcut olmamasına karşın, bu kuramsal sistemlerin uzun dönem dinamik değişimi ve gelirin toplumun farklı sınıfları arasındaki bölüşümünün iç ilişkilerine gösterdikleri büyük önemden dolayı gölgede kalmıştı. Neoklasik kuramcılar tarafından geliştirilen iktisadi analiz yaklaşımı, analitik önceliklerin daha önceki sıralamasını tersine çevirdi. Bu kuramcıların kuramsal yapılarında titiz bir şekilde sınırlanmış zaman aralıkları içerisindeki piyasa işleyişi örgütleyici düşünce ilkesini temin etmekteydi. Aynı zamanda, uzun dönemli gelişmeyle ilgili büyük temalar geri plana itiliyordu. Neoklasiklerin iktisadi düşünceye verdiği yeni yön, Batılı toplumların iktisadi koşullarındaki değişiklerle irtibatlıydı. İleri Viktorya çağının insanları, klasik geleneğin çözmeye alışmış olduğu sorunları bir tarafa bırakmanın yerinde bir şey olduğunu ortaya koyan pek çok olaya tanık olmaktaydı. Batı ekonomileri, Klasik ve Marxgil geleneklerin tahmin ettikleri engellerle karşılaşmaksızın benzersiz bir refah elde etmişti. Önemsiz olmamakla beraber, sürmekte olan iktisadi genişleme, kendi başının çaresine bakmaya muktedir gözüküyordu. Dahası, reel ücretlerde meydana gelen gözlenebilir artışlar, Marx’ın ve klasik öncülerin, büyümenin işçi sınıfının koşullarında gerçekleştireceğini muhtemel etkilere dair ileri sürdükleri felaket kehanetlerinin boş olduklarını göstermekteydi. Neoklasik okul iktisatçılarına göre incelemeyi hak eden mesele, piyasa sisteminin işleyişi ve bir tahsis edici olarak üstlendiği roldür. 1 Neoklasiklerin görüşleri iktisat literatüründe “Piyasa Ekonomisinin Başarısızlığı” olarak da bilinmektedir. Klasik iktisat’a önemli katkı olarak kabul edilen Neoklasik İktisat, piyasa ekonomisinin tek başına optimumu sağlamaktan uzak olduğunu bu nedenle kamu ekonomisine gerek olduğunu savunmaktadır. Neoklasiklere göre piyasa ekonomisini 1

William J. Barber , İktisadi Düşünce Tarihi , Çev. İhsan Durdu , İkinici Basım , İstanbul: Şule Yayınları 1997 , s.219-220.

4


başarısızlığa uğratan başlıca faktörler; dışsal ekonomiler, içsel ekonomiler, marjinal maliyetin sıfır olduğu üretim faaliyetleri, tam rekabetin gerçekleştirilememesi ve kamusal malların üretilme zorunluluğudur.2 Neoklasik okul, marjinalci ekonomi anlayışında birleşen iktisatçıları toplayan okuldur. Klasik temele dayanan çeşitli iktisat okullarını kapsar ve bunları marjinalcilik anlayışında birleştirir. Klasikler nesnel bir ekonomi anlayışını sürdürmüş olmalarıdır. Ortak amaçları; değerin insan emeğinden doğduğunu yadsımaktır.3 Neoklasik iktisat teorisinin en belirgin konuları; azalan verimler kanunu, azalan marjinal ürün kanunu, rekabetçi bir piyasa varken arz ve talebin dengeye geleceği varsayımı, genel denge, para, tam istihdam, tam rekabet (sapmalar olabilir), görünmez el kavramıdır. Klasik iktisadi düşünceye göre bir malın değerini emek belirlerken, neoklasik iktisatta bir malın değerini onu üretene sağladığı kar yada tüketiciye sağladığı fayda belirler. Neoklasik teoride kişilerin rasyonel olduğu kabul edilmekte ve bu rasyonellik Pareto Optimumu ve Marjinallik kavramlarıyla açıklanmıştır. Ekonominin dengede olduğu varsayımları ise Walras’ın genel denge analizi ile açıklanmıştır. 1.1 Neoklasik İktisat Teorisinin Temel Varsayımları Neoklasikler ; •

Aksak rekabetin olumsuz sonuçlarının kaldırılmasını savunur.

Pozitif dışsallığın bulunduğu alanlardaki faaliyetlerin devletçe desteklenmesini, negatif dışsallığın bulunduğu faaliyetlerin de ya bizzat devletçe yapılmasını ya da bu faaliyeteri yapan özel birimlerin düzenleyici vergiler gibi kurallara tabi tutulmalarını savunurlar.

Pozitif içselliğin söz konusu olduğu faaliyetlerin KİT’ler aracılığıyla bizzat devletçe yerine getirilmesini savunurlar.

2

Coşkun Can Aktan , Politik İktisat , İzmir: Anadolu Matbaası , 2000 http://www.canaktan.org/ekonomi/iktisat-okullari/okullar/neo-klasik-iktisat.htm (Erişim: 09/11/2002) , (s 1 veya par.1) 3 Orhan Hançerlioğlu , Ekonomi Sözlüğü , 8. Basım , İstanbul: Remzi Kitabevi , 1999 , s.486.

5


Tam kamusal mallar dışında yarı kamusal, doğal tekel, merit/demerit malların da kısmen devletçe üretilmesini savunurlar.

Emek-değer teorisinden ziyade malların faydalılık dereceleri üzerinde durmuşlardır.

Toplumsal uyumun sınıflararası ilişkilerden değil, bireysel faydadan kaynaklandığını savunurlar.

İktisadi faaliyet ve teorilerin matematiksel analizini yapmışlar, bunun için daha çok akılcı, soyutlayıcı, statik denge analiz yöntemlerini kullanmışlardır.4

Yukarıda ki varsayımlardan da ulaşabileceğimiz sonuçlardan biri kapitalist toplumun bugünkü sınai sistemi kaçınılmaz, inkar olunamaz bir biçimde devletle iş birliği halindedir. Bugünkü büyük şirketler, kumpanyalar devletin elinde bir silahtır. Ve birçok önemli konuda da devlet sınai sisteminin bir aleti, bir aracıdır. 5 1.2 Neoklasik İktisatçılar Vilfredo Pareto Subjektif fayda yerine objektif faydayı incelemiştir. Faydayı kayıtsızlık eğrileriyle açıklamaya çalışmıştır. En önemli teorisi Pareto Optimumudur. Pareto optimumu; bir ekonomide bir kişinin faydası azalmadan bir başkasının faydası artmıyorsa, tüketimde etkinlik sağlanmış olduğunu gösterir. Aynı şekilde bir üreticinin üretimi azalmadan bir başkasının üretimi artmıyorsa üretimde etkinlik sağlanmıştır. Pareto etkinliğine göre; kişiler kendilerine daha az fayda sağlayan malları daha fazla fayda sağlayan mallarla değiştirerek tüketimde etkinlik sağlarlar. Üreticiler de kendilerine daha az ürün sağlayan faktörleri daha fazla ürün sağlayan faktörlerle değiştirerek üretimde etkinlik sağlarlar.6 Leon Walras

4

Aktan , s.1 Prof.Dr.Cahit Talas , Ekonomik Sistemler , Beşinci Basım , Ankara: İmge Kitabevi ,1997 , s.151. 6 Harvey S. Rosen , Public Finance , Üçüncü Basım , Boston: Richard D.IRWIN , INC , 1992 , s.45-52. 5

6


Walras’a göre; ekonomik olaylar, sebep-sonuç ilişkisi yerine karşılıklı ilişkilerle belirlenir. Değer, nadirlik ve marjinal faydaya bağlıdır. İki çeşit piyasa vardır; hizmet piyasaları (üretim faktörü piyasaları) ve mal piyasaları. Piyasalarda denge, tam rekabet şartlarında geçerlidir. 7 İktisat Walras’la beraber doğa bilimlerine öykünmüş ve bilim olma yolunda özellikle matematiğin kullanımı ile ilgili ciddi bir aşama kaydetmiştir. İktisat bilimi kendinden beklenen müdahale veya yol göstericiliği kurduğu matematiksel modellerle sağlamış, ölçümlerinde gerekli olan kantitatif sonuçların test edilebilir olması ile elde etmiştir. Fakat bu şekilde sosyal bilimlerden giderek uzaklaşıp doğa bilimlerine benzemiştir. İdeolojik ve/veya pragmatik çıkışlı bu süreçte iktisat bilimi bağımsızlaşıp kendi başına ayakta duran bir bilim olarak kendi evrensel yasalarını oluşturmaya çalıştı. Örnek aldığı doğa bilimlerinde yasalar zamandan ve insan iradesinden bağımsız olduğuna göre iktisat bilimi veya daha doğru bir deyişle neoklasik iktisadın yasalarının da aynı şekilde “ahistorique” “asociale” ve “apolitique” olması gerekiyordu, bunu için de ciddi bir çaba harcandı. Önemli başarılar sağlandı. Bunlar görmezden gelinemez. Fakat iktisadın bu bağımsızlaşma, kendi başına ayakta duran bir bilim olma süreci belli bir zaman sonra tıkandı. Bu neoklasik iktisadın kimi temel yanlışlarından kaynaklandı. Şöyle ki, fizik bilimlerindeki ilerleme uygulanan metotların kendisinden çok bu metotların bilimlerinin konusu -madde ile-uyum içinde olmalarından kaynaklanmakta ve gerçeğin kendisi ile bağlantılı olmaktadır. Standart teori ise “rasyonel” davranan bireyi ve onun belirli davranış şekillerini temel alarak somut sosyal gerçeklikten kendini soyutlayıp dünyayı modelinin içinde yarattı. Böylece insan davranışının ve ilişkilerinin aslında ait oldukları sosyal bütünlükten çekilip kopartılması insanla “atom”lar ve “homo oeconomicus”lar arasında ilişki kurmanın zorlaşması sonucunu getirdi. Öğrencilerin de “otistik”, “gerçekten kopuk” şeklinde niteledikleri neoklasik teori ve veriliş şekli muhtemelen bu yaklaşımdan kaynaklanmaktadır. 8 Gerçekten de neoklasik teori özellikle matematiksel sunumu ile mükemmel bir hal almıştır. Fakat daha önce de belirtildiği gibi sosyal gerçekliği tüm boyutları ile kavradığı ileri sürülemez. “Homo oeconomicus”un insanı ne kadar yansıttığı ise tartışılabilir. Fakat altının çizilmesi gereken, genel denge teorisinin çok kısıtlayıcı belli varsayımlara dayandığıdır. 7 8

Aktan , s.4 Dr. Metin Sarfati , “İktisat Bilimi Üzerine Tartışma” , İktisat Dergisi , Sayı:415 (Temmuz 2001) , s.8,9.

7


Örneğin her iktisadi ajanın çalışmadan yaşayabilecek belli miktarda kaynağa sahip olduğu varsayılır. Bu bakımdan genel denge teorisi arasında birebir bağlantı kurmak zor görünmektedir. Genel denge teorisinin piyasa ekonomisinin bir eleştiri aracı olarak da kullanılabileceğini söylemek yanlış olmayacaktır. 9 Genel denge teorisinde; tüketicilerin üreticilere emek arz ederek karşılığında gelir elde ettikleri ve bu gelirleri tekrar üreticilerin sattıkları mallara harcadıkları belirtilmektedir. Üreticiler de elde ettikleri gelirle tekrar emek (ve diğer faktörleri) talep ederler. Bu durum böyle sürüp gider, nihayetinde tüketiciler ve üreticiler, talep tarafında tüketici, arz tarafından üretici olurlar. Alfred Marshall Cambridge Okulu’nun temsilcilerinden olup Neoklasik Okulun en önemli temsilcilerinden biridir. Klasikler, malın değerini belirlemede sadece arzı, neoklasikler sadece talebi dikkate alırken Marshall, bu iki görüşün sentezini yaparak değerin, kısa dönemde talebe, uzun dönemde arza göre oluştuğunu savunmuştur. Rant kavramını yeniden ele alarak quasi-rant (rant benzeri) kavramını öne sürmüştür. Bu rant, kısa dönemde üretim faktörlerinin hemen arttırılmamasından doğar. Üretim faktörleri ve üretim miktarı sabitken, faktör talebi artınca faktör fiyatları normal faktör fiyatlarından daha yüksek olacak, bu fiyat farkı Quasi-rantı doğuracaktır. İlk kez talep esnekliğini ileri sürmüştür. Talep esnekliği, fiyat değişiklikleri karşısında talep, değişmelerin yerini belirler. Marshall’a göre para sadece bir mübadele aracıdır.10 Yetişkinlik hayatını akademik görevlerde geçirmiş olan Marshall, Bristol’de University College’deki dört yıllık müdürlüğü ve (Indian Civil Service’in memur adaylarına siyasi iktisat alanında ders verdiği) Oxford Balliol College’deki kısa süreli hocalığı bir kenara bırakılırsa akademik hayatının tamamını Cambridge Üniversitesi’nde sürdürdü. Onun teşvik ve ilhamı, Cambrdige iktisat okulunun önemli bir konum edinmesinde yardımcı oldu. Marshall’ın öğretisinin ana hatlarını ortaya koyan yazılar bir tek kitapta toplanmıştır: Principles of Economics.

9 10

Sarfati, s.9 Aktan, s.2

8


Bir piyasa sisteminin işleyişinin analizi, neoklasik düşüncenin formülasyonuna katkıda bulunan diğerleri gibi Marshall için de tüketici ve üreticilerin davranışlarıyla başlamaktaydı. Analiz tartışması boyunca insanların kendi çıkarları hususunda rasyonel hareket ettikleri varsayılmıştı. Tüketicilerin maksimum maksimum tatmin peşinde oldukları kabul edilmekteydi; aynı şekilde, üretken hizmetleri sunan kişilerin maksimum kazanç elde etme derdinde oldukları varsayılıyordu. Bununla birlikte, insan davranışlarını belirleyen güdülerin sadece iktisadi saikler oldukları ve insanların günlük işlerinde homo economicus olarak davrandıkları ileri sürülmüyordu. Neoklasik yazarların çoğu özellikle de Marshall kendilerinin araştırmalarının insan davranışının iktisadi özellikleriyle sınırlı olup insanın tüm tutkularının oluşturduğu kompleksi incelemediklerini ısrarla belirtiyorlardı. Aynı şekilde, piyasa ticari işlemlerinde yer alan herkesin rasyonel hesapçı (calculators) olduklarını da söylemiyorlardı. Aksine, neoklasikler yalnızca bir davranış postülası olarak rasyonelliğin halk gruplarını incelemek için gerçekçi bir temel teşkil ettiğini tespit etmek istemekteydiler. Bu muhakeme

tarzını

Marshall’ın

talep

kavramını

formülünde

kolayca

gözlemlemek

mümkündür. Marshall’e göre, “talep”, talep edilen miktarlarla fiyatlar arasındaki ilişkiyi ifade etmekteydi. Normalde bir müşterinin belli bir malı yüksek fiyatlarla değil de düşük fiyatlarla almaya yanaşacağı beklenirdi. Her malın oldukça farklı fiyat ve miktar bileşimlerinin bulunması tasavvur edilebir bir şeydi. Bu bileşimleri, dikey ekseni fiyatı; yatay ekseni ise miktarı gösteren bir cetvel (veya eğri) şeklinde diyagramatik olarak ifade etmek mümkündü. 11 Neoklasik iktisatta piyasa fiyatlarının belirlenmesi ana mesele şeklini aldı ve bir fiyat-miktar ilişkileri cetveli olarak, talep kavramı, onun çözümü için son derece önem kazandı. Marshall’ın formülasyonunda böyle bir cetvelin teşekkülü iki aşamada gerçekleşmekteydi. Birinci aşama tüketici bireylerle ilgiliydi ve azalan marjinal fayda kavramına dayanmaktaydı. Bir tüketici pazara, yapacağı satın almalardan tatmin veya fayda elde etmek için girerdi. Bununla birlikte, bir mal biriminden elde edilebilir tatmin miktarı edinilen birim miktarıyla yakından ilgiliydi. Herbir ünite artışının toplam tatmindeki artışı azaltması beklenebilirdi. Bu yüzden rasyonel tüketici, son üniteye daha önceki ünitelere göre daha az ödemeye meyleder ve onu daha fazla satın almaya ikna etmek için fiyatta bir indirim yapmak kaçınılmaz olurdu.12 Marshall’a göre denge fiyatı (yani, piyasanın doğal olarak kendisine doğru yöneldiği 11 12

Barber , s.231 Barber , s.232

9


fiyat) arz ve talep eğrisinin yöneldiği bu iki eğrinin kesişme noktasında tespit edilmekteydi. Denge fiyatını aşan fiyat; satıcıların, müşterilerin alacak olduklarından daha fazlasını sunmaya hazırlıklı olacakları bir durum ortaya çıkarırdı; satıcının karşı karşıya kalacağı düş kırıklıkları, rekabet koşulları altında, teklif edilen fiyatın piyasanın mallardan temizlenmesini sağlayabilecek bir düzeye düşmesine yol açardı. Buna mukabil, bir alt-denge fiyatı bazı potansiyel satıcıların hüsrana uğramalarına yol açardı; normal düzenleme yolu, fiyat rekabetinin piyasa fiyatını bir dengeye doğru yöneltmesi olurdu. Marshall bu iki eğriyi bir makasın iki ağzına benzetmiş ve şöyle demiştir: “Bir kağıt parçasını kesen şeyin makasın üst ağzı mı yoksa altı ağzı mı olduğunu tartışmamız ne kadar makul olabilirse değeri belirleyen şeyin fayda mı yoksa üretim maliyeti mi olduğunu tartışmamız o kadar makul olabilir.” 13 Marshall, hem klasik hem de olgunlaşmamış neoklasik görüşleri reddediyordu. Ona göre, (fayda üzerine temellendirilmiş) talep ile (üretim maliyeti üzerine kurulu ) karın her ikisi de piyasa fiyatlarının izahı için vazgeçilmez şeylerdi. Marshallgil yöntemin bir diğer analitik sonucundan daha söz etmek gerekiyor. Bu perspektifte klasik tartışmanın büyük ölçüde etrafında dönmüş olduğu ayrım -değer (doğal fiyat) ve piyasa fiyatı arasındaki ayrımbuharlaşmaktaydı. Değerin uzun dönemler boyunca değişmez ölçüsünü bulma çalışmaları bir kenara bırakılıyordu. Artık rekabete dayalı bir piyasa süreci içinde belirlenmiş olduğu şeklinde fiyatlar önem kazanıyordu. Marshall ve onun neoklasik çağdaşları için bölüşüm analizi, temelde üretken hizmetleri fiyatlama tespit sorunuydu. Ürünleri fiyatlamayı izahta takip edilenlere benzer yollarla bu sorunun çözümüne çalışılıyordu. Arz ve talebin karşılıklı etkileşimi gerek girdilerin gerekse çıktıların denge fiyatlarını tespit etmekteydi. Bu yaklaşım, her birine kendine has bir bölüşüm payının verildiği temel üretim faktörlerini - toprak, emek ve sermaye - kapsayan üçlü bir sınıflandırma etrafında inşa edilmişti. Marshall ücret ödemelerini işçi sınıfıyla sınırlamıyordu. Maaş gelirleri ve mal sahibinin bizzat çalıştığı kuruluşlarda “yöneticilik ücreti” olarak anılan ücret de neoklasik ücret sınıflandırmasında yer aldı. Faiz, sermaye sahiplerine bir ‘bekleme’ mükafatı olarak-yani, gelecekteki kazançlar uğruna bugünkü tüketimden vazgeçme şeklindeki fedakarlığın bir ödülü olarak - kabul edilmekteydi. Rantlar toprak tarafından sağlanan üretim hizmetleriyle ilgili olduğu halde, tarım toprağına klasiklerin yönelttikleri dikkat geri plana 13

Barber , s.238.

10


itiliyordu. Neoklasik dönemde şehir toprağının mevzi değerleri önem kazanıyordu. Bölüşüm paylarının bu yeniden tarifinde Klasik ve Marxgil geleneklerin ele almış oldukları karlar kavramı büyük ölçüde gözden kayboluyordu. Daha önceki geleneklerin karlara tahsis ettikleri gelirin büyük kısmı artık yönetim ücreti ve faiz olarak anılmaktaydı. Ortak kar kavramına sahip olmalarına karşı, neoklasik iktisatçıların büyük kısmı, safi karların (yani yöneticilik ücreti ve yatırılmış sermayenin kazancının dışında kalan şirket ödüllerinin) geçici bir dengesizliğinin veya tekel durumunun belirtisi olarak görülmeleri gerektiğine inanmaktaydı. 14 Marshall’a göre birbirinden farklı üç zaman düzeni vardı. Birincisini ‘piyasa dönemi’, üreticinin fiyatlardaki değişmelere cevaben hasılada herhangi bir düzenlemeye gitmesine imkan tanımayacak kadar kısa süre olarak tanımlıyordu. İkincisi -bunu ‘kısa vade’ olarak tanımlamaktaydı-belli bir fabrikanının kullanım yoğunluğunda değişikliğe gitme yoluyla hasılanın düzenlenmesine imkan vermekteydi. Daha fazla işçi tutulabilir (veya mevcut işçiler daha uzun süre çalışmaya ikna edilebilir) ve daha fazla ham madde temin edilebilirdi. Bütün bu önlemler talepteki artışa cevaben üretimin arttırılmasını mümkün kılardı. Bununla birlikte, bu düzenlemeler marjinal maliyetin artmasına yol açabilirdi. Talep artışının süreceği beklendiği takdirde maliyetleri düşürmek için firmanın kapasiteyi arttırmasına değerdi. Bu düzenlemeyi gerçekleştirmek için gerekli olan zaman dönemi ‘uzun vade’ olarak tanımlanmaktaydı. Marshall’a göre, yüksek teknolojilerin uygulanmasıyla ortaya çıkan ölçek getirilerinin artışı zorlu bir sorun oluşturmaktaydı. Ölçek ekonomileri, az sayıda büyük üreticinin aynı miktarda çıktıyı çok sayıda küçük firmadan daha düşük maliyetle üretebilmeleri anlamına gelmekteydi. Bu yüzden, tam rekabet piyasasının ön koşullarından biri-yani, aynı ürünleri üreten firmaların sayısının herhangi bir satıcı tekinin piyasa gücünü ortadan kaldırmaya yetecek kadar geniş olması koşulu gerçekleşmemekteydi. Büyüklük rekabet sisteminin temelini gerçekten çökertebilir ve muhafazasını tehlikeye sokabilirdi.15 Marshall’ın firma teorisi yaklaşımı iki yönlü bir miras bırakmıştır. Analizinin bazı bölümleri, tam bir rekabet firmaları rejimi tarafından ortaya çıkarılan denge koşulları hususundaki 14 15

Barber , s.240. Barber , s.246.

11


biçimsel modeller içerisinde geliştirildi. Diğer bölümleri ise çok sayıda küçük firmaların egemenliği altında olmayan bir piyasa yapısında bile tam bir rekabet sisteminin önemli sonuçlarına yakın sonuçlar elde edilebileceğini ileri süren daha kurumsal yönlü uygulanabilir rekabet doktrinleri için bir sıçrama tahtası temin ediyordu. Arthur Cecil Pigou Pigou’ya göre; servet ekonomisi ve refah ekonomisi birbirinden farklıdır. Refah ekonomisi, faydanın maksimuma varışıdır. Ekonomik dalgalanmalar psikolojik ve ekonomik faktörlerin etkisi altındadır. Psikolojik faktörler, tam rekabet şartlarını bozarken ekonomik faktörler, parasal dalgalanmalar oluşturur. İstihdam oranı, ücretlerin fonksiyonudur ( N=f(W)). Ücretler düştükçe tam istihdam sağlanacaktır çünkü ücretlerin inmesi maliyetleri azaltacağından yatırım ve verimlilik artacaktır. Pigou’ya göre fiyatlardaki düşüş IS eğrisini yukarı yönlü *

kaydıracaktır . Reel varlıkların yükseldiği seviyede fiyatların düşmesi tasarruf fonksiyonun aşağı yönlü kaymasına sebebiyet vermektedir. Reel tüketimdeki artışlar fiyatların düşmesiyle birlikte IS eğrisinin yukarı yönlü kaymasıyla oluşmaktadır.16 ( Likidite Etkisi) Francis Edgeworth Faydacı felsefeye bağlı kalarak fayda - zahmet ilişkisini matematiksel analizlerle açıklamıştır. Sayısal (kardinal) fayda yerine sırasal (ordinal) faydanın geçerli olduğunu, çünkü faydanın ölçülemediğini savunmuştır. Faydanın belirlenmesinde kayıtsızlık eğrilerini kullanmıştır. Üretici ve tüketicilerin faydasının tespiti için oluşturulan Pareto Optimumu kuramı Edgeworth Kutusunda belirlenebilmektedir17 Joseph Schumpeter

16

William H. Branson , Macroeconomic Theory and Policy , Third Edition , New York:HARPER & ROW PUBLISHERS , 1989 , s.281. * 17

IS eğrisi ( I= Yatırım S= Tasarruf ) ; mal piyasasında gelir ve faizin eşitlendiği bileşimleri göstermektedir Rosen , s.43-44.

12


Önemli Neoklasik yazarlardan J.Scumpter, konjonktür dalgalanmaları modelini incelemiş, bu dalgalanmaların para-kredi düzeninin işleyişine bağlı olduğunu ileri sürerek girişimci sınıfı ön plana çıkarmıştır. Modelde; teknik yenilik olmadan büyüme, girişimci olmadan teknik yenilik olamayacağı

belirtilmiştir.

Girişimcilerin

kredi

taleplerinin

artması

konjönktürün

genişlemesine yol açar. Bu safhada genişleyen ve artan karlar yerini bir süre sonra (girişimci borçlarını ödedikçe) kredi dalgalanmalarına ve zarara bırakır. Pierro Sraffa Sraffa, neoklasik iktisatçılardan biri olmakla beraber neoklasikleri şu noktalarda eleştirmiştir. •

Piyasalarda tam rekabetten ziyade eksik rekabetin bulunduğu savunur. Sraffa’ya göre A.Marshall’ın tam rekabeti temel alan modelinde, tüketicilerin mal satın alırken malı kimden aldıkları konusunda kayıtsız olmaları dikkate alınmaz. Halbuki bu durumda tüketiciler kayıtsız değildir. Bu, tam rekabeti bozan bir unsurdur.

Marshall, pozitif dışsallığın bir sanayideki tüm firmaları eşit ölçüde yararlandırdığını böylece, firma dengesinin azalan getiri-artan maliyet ile sağlandığı sonucuna varıyordu. Sraffa ise dış faydaların tüm firmaları eşit ölçüde etkilemediğini ileri sürerek firma dengesinin azalan getiri-artan maliyetle değil negatif eğimli talep eğrisiyle belirlendiğini savunur.

Neoklasiklere göre marjinal verim, üretim faktör oranlarındaki ve ölçekteki değişmeye bağlıdır. Sraffa ise marjinal verimin bu unsurlara bağlı olmayan evrensel kurallarla belirlenmesini savunur.

Neoklasikler, üretimin tek yönlü (üretim faktörlerinden tüketim mallarına doğru) olduğunu varsayarken Sraffa, aynı malın hem tüketim malı hem üretim faktörü olabileceğini göstermiştir.

Neoklasikler üretim faktörü fiyatı ile mal fiyatının birbirinden bağımsız olduğunu savunurken, Sraffa bu unsurların karşılıklı etkileşim içinde olduğunu belirlemiştir.18

18

Aktan , s.3.

13


Aslında neoklasik iktisatçıların homojen bir yapıda olmadıklarını ve hatta kimi zaman kendi iktisat anlayışlarına eleştirel gözle bakabildiklerini ve bakmaya başladıklarını Sraffa’nın düşünce sistematiğinden anlayabilmekteyiz. Bir de Neoklasik teorinin "Avusturya Ekolü" diye adlandırılan bir ayağı daha vardır. Bu ekolün öncüleri ise Menger'in izinden giden Eugen von Böhm-Bawerk ve Friedrich von Hayek gibi Avusturya'lı iktisatçılardır. Bu ekol "üretimin dolambaçlığı" kavramına dayanarak zaman faktörü üzerinde durmuşlardır. Neoklasik Okul içersinde yer alan teorinin bu kolu bugün artık daha çok Marxizm'e, Sosyalizm'e veya daha genel bir söylemle her türlü devlet karışmasına hücum etmesiyle tanınmaktadır. Avusturya okulunun öncüsü olan Menger'in görüşlerini şu şekilde özetleyebiliriz: •

Mal, ihtiyacımızı gideren şeye denir. İhtiyacımızı gidermeye hazır mallar (ekmek, elbise gibi) birincil mallar, bunların üretimini sağlayan mallar ise ikincil mallardır.

Değer malın içinde gizli değildir, insanla mal arasındaki ilişkiden doğar. Bir malın değeri kullanma değeri ve mübadele değeri olmak üzere iki çeşittir. Kullanma değerini malın marjinal faydası belirler.Yani o malın faydası değil, elde bulunan son biriminin faydasıdır. Mübadele değeri de aynı esasa göredir. Malın fiyatı arz ve talep ile belirlenmekle beraber maksimum fiyatı alıcının biçtiği değer minimum fiyat düzeyini ise satıcının mala verdiği değer tayin edecektir. Bir malın fiyatı piyasadaki mal miktarına bağlı olmasına karşın piyasadaki mal miktarı da tekrar fiyat düzeyine bağlıdır. Şu halde ekonomik olaylar arasında karşılıklı olarak birbirinden etkilenme ilişkisi bulunmaktadır. Adın da anlaşılacağı gibi bu okul matematikten çok etkilenmiş ve ekonomiyi matematiksel yöntemlerle incelemeye girişmişlerdir.19

1.3 Neoklasik İktisat’ın Varsayımları 1.3.1 Tam Rekabet

19

Bernard Guerrien , “Neoklasik İktisat Teorisi”, Çev:Ertuğrul Tokdemir , İletişim Yayınları , 1991 http://askaptan.4mg.com/Neoklasik.htm (Erişim : 25 Şubat 2002)

14


Tam rekabet kavramı neoklasik iktisatın en temel varsayımı olmakla birlikte gerçeklikten en uzak varsayımının da bu olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. 19. yüzyılda makine üretimindeki artış sebebiyle dünya ticaretinde tam rekabet yönünde bir hareket olmuştur. Bununla birlikte tam rekabetin ayırıcı yanı, satışın açık arttırma ile gerçekleşmesidir. Bu bazı özel ürünleri için hala geçerli olabilir ama ürün farklılaşmasına giden üreticiler için bütünüyle ortadan kalkmıştır. Sanayileşen ülkelerde gittikçe önem kazanan hizmetler için açık arttırma hiçbir zaman var olmamıştır ve bu yüzden ticaret her zaman eksik rekabet koşulları içinde sürmüştür. Üretim faktörleri için de emek piyasasında açık arttırma çoktan tarihe karışmış, finans piyasaları için ise hiçbir zaman kullanılmamıştır. Tam rekabet kavramı yerine ürün farklılaştırmasını koyduğumuzda ise P=MC olarak ifade edilen marjinal maliyet fiyatlaması için herhangi bir beklenti kalmayacaktır. Bu da Pareto optimum noktasına ulaşılmasını engelleyecektir. Böylelikle genel bir denge noktasına ulaşmak imkanasız hale gelecektir. 20 Neoklasik düzende öngörülen tam rekabet; üretici ve tüketici sayısının aldıkları kararlarla rekabeti engellemeyecek kadar çok sayıda olmasıdır. Bir tek ya da bir grup üretici ya da tüketici, piyasayı etkileyecek kararlar almamalıdırlar. Bir başka deyişle karar birimleri “ piyasa gücüne” sahip olmamalıdırlar. Diğer yandan üretici ve tüketici sayısının rekabeti engellemeyecek kadar çok sayıda olabilmesi için, piyasaya giriş ve çıkışların önünde hiçbir engelin bulunmaması gerekmektedir.21 1.3.2 Fiyat Mekanizması Fiyat, üretici ve tüketicinin karşılaştığı piyasada oluşur. Fiyat mekanizması da denilen piyasa mekanizması, düzgün çalıştığı sürece temel ekonomik sorunların, en sağlıklı bir şekilde çözümünün sağlanacağı ileri sürülmektedir. Hangi tür malların ne miktarda üretileceği, mevcut sermaye, emek ve doğal kaynakların hangi üretim kesimlerinde kullanılacağı, tüketim biriktirim ve yatırımlar için ayrılacak paranın miktarı serbest fiyat mekanizması içinde kararlara konu olmaktadır. Arz ve talep ancak serbest bir fiyat sistemi içinde işleyebilir. Komünist-sosyalist ekonomilerde klasik anlamda fiyat mekanizması kurumu mevcut 20

Gökmen Tarık Acar , “Egemen İktisat Görüşünün Son Dönemdeki Eeleştirisi: Post Otistik İktisat Hareketi” , s http://www.ceterisparibus.net/arsiv/g_acar.pdf (Erişim: 15 Ağustos 2003) s.3. 21 Prof.Dr. Zeynel Dinler , Mikro Ekonomi , Ondördüncü Basım , Bursa: Etkin Kitabevi Yayınları , 2002 , s.13

15


olmadığından, kısa ve uzun vadeli planlar yolu ile fiyat mekanizmasının işlevi yerine getirilmeye çalışılır. Fiyat kurumu genel olarak kişilerin ekonomik uğraşılarının uyumunu sağlar. Fiyat, fiyatın anlatımının bir aracı olan para aracılığı ile ekonomik sorunların devlet karışımı olmaksızın, başka bir deyimle bir merkezi plana gerek kalmaksızın çözülmesini mümkün kılar. Diyelim ki tüketiciler fiyatının yüksekliğinden ötürü (A) malı yerine (B) malını yeğlemeye başlamışlardır. Bu takdirde şu durum belirecektir. Daha ucuz olduğu için (B) malına karşı olan talebin çokluğu, bu malı üreten alanda yatırımların ve doğal olarak istihdam hacminin de artmasını da mümkün kılacaktır. (A) malını üreten kesim, tüketicilerin isteklerine uymak, başka bir deyimle fiyatının yüksekliğinden ötürü azalan talebini çoğaltmak için fiyatlarını ayarlamayı gerekli görecek ve karını da, marjinal kar düzeyi dolayında tutmaya çalışarak, talebini arttırmaya çaba gösterecektir. Fiyatlar, ekonomik kararların alınmasına esas olan bilgiyi, yani piyasa durumunu, bu kararları alacak kişilere sağlamaktadır. Bununla beraber fiyat mekanizması kurumunun, kendisinden beklenen işlevi yerine getirebilmesi için ekonominin rekabet koşulları içinde işlemesi, başka bir deyimle rekabetçi niteliğe sahip olması gerekir. Yukarda belirtmeye çalıştığımız gibi, eğer piyasa, rekabet koşullarından yoksun bulunur, bir malın alıcı ve satıcısı tekel durumuna gelirse, fiyatlar üzerine etki yapabilecek bir yeteneğe, bir güce ulaşabilir. Böyle bir durumda fiyatlar aynı zamanda değişime de çok açık değildir. Arz ve talep, azalıp çoğalmalarına hemen yanıt vermez. Oysa; fiyat esnekliği, değişen arz ve talep karşısında üretim kaynakları veya etkenlerinin tahsislerinin ayarlanabilmesi bakımından önemli bir role sahip bulunmaktadır. Fiyatlardaki katılık bu işlevin yerine getirilmesine engel olmaktadır. Bu durum, fiyatların kamu makamları tarafından, daha çok sosyal amaçlarla saptandıkları zamalarda da kendisini göstermektedir. Savaş yıllarında ve öteki olağanüstü durumlarda hükümet makamlarının kurdukları fiyat denetim mekanizmaları da, fiyat kurumunun, rekabetçi bir piyasa kolaylığı içinde görevini yerine getirmesi, başka bir deyimle üretim etkenlerinin akılcı tahsislerinde bir düzenleyici rol oynaması tabiatıyla söz konusu olmamaktadır.22 1.3.3 Eksiksiz Bilgi 22

Talas , s.166

16


Eksiksiz bilgi varsayımı teknolojiye ilişkin tam bilgi varsayımıdır. Bu varsayım genellikle açık biçimde ifade edilmemekle birlikte “veri” olarak ele alınan teknolojinin içinde her zaman vardır. Bu varsayımın yokluğu durumunda firmaların optimum boyutta olmasının ve piyasadaki firmaların tam rekabeti sürdürmek için doğru sayıda olmasının hiçbir garantisi yoktur. Eşitsiz teknolojik bilgi, bazı firmaların bu üstünlüklerini kullanarak piyasayı sömürmesine yol açabilir. Örneğin çok büyük miktarlarda üretim yapabilen bir firma piyasayı kontrol altına alır ve tam rekabet yok olur. Eşit bilgi varsayımı belki küçük firmalardan oluşan endüstriler için bir oranda geçerli olabilir ama günümüzde birçok sektörde firma boyutları birbirinden çok farklıdır ve teknoloji seviyesi de firmadan firmaya değişmektedir. Eşit bilgi varsayımı teknolojik değişimin tüm firmaları eşit olarak etkilediğini varsaymaktadır ama ilerlemelerin tarihine baktığımız zaman yeniliğin genellikle tek bir firmada başladığı daha sonra diğer firmalara aşamalı olarak yayıldığı görülmektedir. Örneğin Philips firması araştırma-geliştirme konusunda yapabildiği büyük miktarda harcamalar sayesinde Compact Disc teknolojisini ilk geliştiren firma olmuştur. Bu özelliğiyle de rakiplerine karşı büyük bir üstünlük elde etmeyi başarmıştır. 23 Piyasa mekanizmasının düzgün işlemesi , alıcıların ve satıcıların aynı (simetrik) bilgiye sahip olmaları halinde mümkündür. Oysa, ekonomilerin geliştiği, mal ve hizmet çeşitlerinin arttığı günümüzde karar birimleri (üreticiler ve tüketiciler) birbirinden farklı (asimetrik) bilgiye sahiptirler. Karar birimlerinin farklı bilgilere sahip olmaları, ekonomik etkinliğin gerçekleşmesini önlemektedir. Devlet, bu şekilde eksik ve farklı bilginin önüne geçebilmek için kalite, sağlık ve güvenlik alanlarında standartlar oluşturup yasal düzenlemeler yapmaktadır (özellikle ürünlerin üzerine ürünün nitelikleri ile ilgili bilgilerin yazılması zorunluluğu vb. gibi).24 1.3.4 Bölüşüm Teorisi

23 24

Acar , s.4 Dinler , s.23

17


Kapitalist sisteme bağlı ekonomistler, gelir dağılımı olayını, çok sade olarak indirgenilen aşağıdaki biçimde açıklamaktadır. Bir kuramsal örnek alınarak denilmektedir ki, belli üretim mallarına ve hizmet sunma olanaklarına sahip her kişi belirli bir dönem içinde ürettiği mal ve hizmetleri ortak olan bir fona yani toplam üretime katar. Herkes getirmiş olduğu mal ve hizmetler karşılığında ve ölçüsünde istediği, gereksinim duyduğu mal ve hizmetleri bu fondan sağlar. O halde, bu işleyiş içinde sosyalist düşüncenin kabul etmiş olduğu herkese gereksinimine göre ve herkesten yeteneğine göre ilkesi söz konusu değildir. Kapitalist sistem ya da bir Pazar ekonomi içinde herkes toplam üretime, hasılaya katkısı ölçüsünde bir pay sahibi olacaktır. Biliyoruz ki, kapitalist sistem içinde üretim malları genel olarak özel kişilerin kumpanya, şirket ve korporasyonların mülkiyetindedir. Şu halde, yukarda ulusal fon diye adlandırılan toplam üretim, hasıla, kişilerin çalışmalarının yarattıkları değerlerden, üretim araçlarına malik olanların üretici çalışmalarının sonuçlarından oluşur. İşte, her kişi bu toplam üretimin doğmasına katkısı ölçüsünde bir pay, hisse almaktadır. Böyle olunca, daha çok pay alabilmek için kişi daha çok çalışmak, daha etkili olmak gereksinimini duyar. Kapitalist sistemin bu dağılım ve bölüşüm ilkesi kişiyi böyle olmaya özendiren, mecbur eden bir öğedir. Bu gelir dağılımı kuramı içinde bir ekonomik mala, bir üretici araca sahip olan kimsenin sağlayabileceği gelir, uzun dönemde ve rekabet koşulları altında, başka bir deyimle serbest piyasa ekonomisi içinde arz ve talep durumu tarafından belirlenmek eğilimindedir. Öyle ki, sonunda, sağlanan gelir, söz konusu olan üretici aracın marjinal verimliliğine eşit olur. Ancak bu dağılım kuramının modele uygun bir biçimde işleyebilmesi için, serbest piyasa, eş bir deyimle, tam rekabet koşullarının bir arada bulunmasına gereksinim vardır ve rekabet koşulları altında, başka bir deyimle serbest piyasa ekonomisi içinde arz ve talep durumu tarafından belirlenmek eğilimindedir. Öyle ki, sonunda sağlanan gelir, söz konusu olan üretici aracın marjinal verimliliğine eşit olur. Ancak, bu dağılım kuramının modele uygun bir biçimde işleyebilmesi için, serbest piyasa, eş bir deyimle, tam rekabet koşullarının bir arada bulunmasına gereksinim vardır ve rekabet koşulları altında, başka bir deyimle serbest piyasa ekonomisi içinde arz ve talep durumu tarafından belirlenmek eğilimindedir. Belli bir ölçü içinde de olsa, gelir dağılımı, kapitalist sistemler içinde de başı boş ve herkes ne alabilirse alsın biçiminde değil, bir dizi ekonomik, sosyal ve siyasal düşüncelerin etkisi altında kalarak oluşmaktadır. Ama ne var ki, kapitalist sistemde, gelirin kişiler arasında eşit olarak dağılımı söz konusu olmamaktadır. Çünkü, mademki kapitalist sistemin kurumlarına karşı yapılmakta

18


olan edimsel ve yasal karışımlar, aslında ve genellikle bu kurumları yok etmeyi düşünmemektedir, bunun doğal sonucu gelirin, yukarda değindiğimiz üzere, eşit olmayan dağılımıdır. Kapitalist sistemin dağılım felsefesinin temel kuralı budur. Geliri, ürettiği malın maliyeti ile bu malın pazardaki satış fiyatının arasındaki farka bağlı olan kişi, talebin yüksek olması durumundan daha çok, az durumunda daha az bir gelir sağlayacaktır. Yeni bir malı piyasaya süren kişi veya firma aynı malı üretecek rakiplerinin rekabetine uğrayıncaya kadar yüksek bir gelir sağlama olanağı elde edecektir. Serbest piyasanın, pazarın bu tür sayısız görünümleri hem gelir eşitsizliğini hem de gelirin yüksek ya da düşük olmasını arkasından getirmektedir.25 1.3.5 Üretim Teorisi Hangi sistem içinde olursa olsun, üretim sürecinin oluşması için birtakım kararların alınması gerekir. Bu kararlar, geniş ölçüde fiyat ilişkilerine ve kişilerin ve işletmelerin , kumpanya ve korporasyonların bu fiyat ilişkilerine karşı gösterecekleri tepkilere bağlıdır. O halde serbest bir fiyat mekanizması neoklasik iktisat düzeninin üretim sürecinin oluşmasında temel göreve sahip bulunmaktadır. Mevcut ve hakim ekonomik düzende çeşitli ekonomik malların ve hizmetlerin ne miktarda üretilmesi gerektiğini belirleyen, saptayan ve denetleyen merkezi bir makam yoktur. Bu sistem içinde kişiler, işletme ve kumpanyalar malları ve hizmetleri istedikleri miktarda üretmek kararını fiyat ilişkilerine bağlı olarak alırlar. Şayet tüketicilerin (x) malına karşı talepleri fazla ve bu mal talebe nazaran az miktarda üretilmekte ise, kısa dönemde bu malın her biriminin fiyatı, maliyetinin oldukça üstünde oluşacaktır. Başka bir deyimle kar marjı yüksek olacaktır. Girişimciler yönünden böyle bir fiyat-maliyet ilişkisi, onları, üretimlerini arttırmaya sevk eder. Bundan başka fiyat maliyet ilişkisinin üretici lehine olan bu elverişli durumu, başka girişimcileri ve sermaye sahiplerini de (X) malını üretmek için yatırımlara özendirir. Uzun dönem içinde rekabet koşulları altında (X) malının üretimi tüketicilerin toplam fiili taleplerine ayarlanır ve fiyat-maliyet ilişkisi denge noktasında istikrar bulur. Bu oluş, başka bir deyimle uzun dönem içindeki bu ayarlama kuşkusuz ters yönde de meydana gelebilir. Gerçekten, eğer (X) malının üretimi toplam talebin çok üstünde ise, fiyat maliyetin 25

Talas , s.175

19


altına düşer. Böyle bir fiyat-maliyet ilişkisi doğal olarak üretimin kısıtlanmasını ve bir kısım marjinal işletmelerin piyasadan çekilmelerini gerektirebilecektir. Bu durum, uzun dönem içinde (X) malının

arz ve talebi arasında denge kurarak fiyat-maliyet ilişkilerini genel

noktasına getirecektir. Sistemin yürümesini sağlayan en önemli olgu kardır. Karın düzeyi üretim etkenlerine sahip kimseleri, bunları üretim için kullanmaya özendirmektedir. Bu halde fiyat-maliyet ilişkilerine bağlı olarak oluşan kar, hem özendirici hem de düzenleyici bir öğe olarak belirmektedir.26 Fiyat oluşumunun arzı yönünü belirleyen piyasa koşulları da önemlidir. Sanayi girişimcileri, rekabet koşulları altında artan talep ve elverişli fiyatlara tepki olarak üretimlerini arttırırlar ve bu artış, fiyatların ancak marjinal bir kar sağlayacak düzeye düşüşüne kadar sürer. Belirli bir malın üretiminin denetimini elinde tutan tekelciler ve tekelci rakipler de kendi mallarına karşı olan talebe dikkat etmek zorundalardır. Fakat, bunları, her talep artışında, üretimlerini maliyetin üstünde bir fiyata satmaya teşvik edecek bir durum her zaman var olmayabilir. Tersine, belirli bir talep ve üretim kapasitesi koşulu altında randıman hacimle sınırlanabilir. Devletin ekonomik uğraşılara karışımı ve denetimi, neoklasik bir ekonomik sistem içinde toplam üretime ve öteki oluşumlara etki yapar. Gerçekten kuşku götürmeyecek biçimde kapitalist bir sistemde devlet bazı malların ve hizmetlerin üretimi ve satışını yasaklayabilir. Bir kısım malların üretim ve satışını, ücretleri ve çalışma koşullarını düzenler. Devlet karışımları ve denetimlerinden sonra, üretim ve dağılım olayı kuşkusuz yeniden fiyat ilişkisi esasına göre yeni duruma ayarlanır. Fakat, bu ayarlamadan doğan toplam sonuç, elbette devlet müdahalesi olmasaydı doğacak toplam sonucun aynısı değildir.27 1.3.6 Zaman Teorisi Çok önemli bir diğer varsayım, kararlarla sonuçlar arasında bir zaman aralığının bulunmamasıdır. Bu genel denge için de zorunlu bir koşuldur, çünkü bunun yokluğunda analizimize her bir ekstra faktörü eklediğinizde meydana gelecek sonuçlar hakkında bir kesinsizlik var olacaktır. Birçok tahminin yapılması da bu yüzden imkansız hale gelecektir. Bu varsayım beklentiler ve diğer bazı faktörleri “ceteris paribus” içine koyarak bize kısmi 26 27

Talas, s.193 Talas, s.197

20


denge analizleri için çok faydalı bir araç sunsa da bunu genel denge analizinde yapmamız mümkün olmamaktadır. Genel denge durumu için üç temel alternatif varsayım söz konusudur. Bunlardan birincisi olan statik analizde daha önce de ifade edildiği gibi beklentiler bütünüyle yok sayılmaktadır. Bir diğer yaklaşım olan “ durağan durum” (stationary state) anlayışında ise aktörler geleceğe ilişkin tahminlerde bulunurken şimdiki durumlara tepki veriyormuş gibi davranırlar. Yine statik bir dünya vardır. Halbuki iktisat, piyasada olup bitenler anlamaya çalışırken değişimleri ve bunlara verilen tepkileri incelemek durumundadır. Üçüncü yaklaşım olan Arrow-Debreu modelinin özünde ise geleceği şimdiki zamana indirgemek vardır. Mevcut kaynaklardan başlayarak herkesle gelecekteki her tarih için hipotez fiyatlarla anlaşmalar yaparlar. Elbette bu modelin de gerçekle hiçbir bağlantısı yoktur, çünkü geleceğe ilişkin milyonlarca karar verilip milyonlarca anlaşma yapılması ve bu arada geleceğe ilişkin milyonlarca hipotez fiyat kurulması gerekmektedir.28 Sonuç olarak kararlar ve sonuçlara ilişkin bu varsayım doğrudan zamanın yok sayılması sonucunu doğurmaktadır. Ekonomik ilişkilerin işleyişinin zaman kavramından soyutlanması, iktisadın gerçek dünyanın varlığından yoksun kurmaca senaryolar üretmesinin temel sebeplerinden biridir. 1.4 Teorinin Aktörleri 1.4.1 Firmalar Neoklasik teori, tam rekabetçi bir endüstride tüm firmaların hemen hemen aynı boyutta olacağını ve büyümeye ilişkin içsel bir eğilim taşımayacağını varsaymaktadır. Talep artışı olursa bunun firmaların boyutunun artışıyla değil, “sayısının” artışıyla karşılanacağı düşünülmektedir. Gerçek ekonomik ilişkiler göz önünde tutulduğunda ise firma boyutlarının farklı olma eğilimi gösterdiği görülmektedir. Optimum bir boyuttan söz etmek mümkün değildir. Ayrıca firmalar sürekli büyüme eğilimi içindedir ve bu süreç de fiyatları aşağı çekecektir. Sektörde talep fazlaysa firma sayısının arttığı doğrudur ama bu firmaların hiç biri optimum boyda başlamazlar, küçük boylardan başlayarak büyüme eğimi içine girerler. Ayrıca mevcut firmalar da büyümeye başlar. 28

Acar , s.5

21


1.4.2 Teknoloji Neoklasik teorinin “tam bilgi” varsayımı, belirli bir anda “verili” bir teknolojinin olduğunu ve bu bilgiye herkesin eşit oranda ulaşabildiğini kabul eder. Genel dengenin yalnızca fiyatlar ile değiştiği varsayımı yapıldığı anda, diğer değişkenlerin ( kaynaklar , zevkler , teknoloji ...vb.) sabit tutulması da kaçınılmaz olmaktadır. Bu da sonuçta tekele yol açacak ve tam rekabet koşullarını yok edecektir. İkinci olarak teknolojinin ilerlemesi en azından bir faktörü daha verimli yapacağından en az bir bireyin daha iyi bir konuma getirilmesi mümkün olacaktır. Bu durum da pareto optimum koşullarında olmadığımızı gösterecektir. Genel dengenin pareto optimum bir nokta olduğu varsayımı bu durumda zarar görecektir. Neoklasik teorinin en büyük eksikliklerinden biri kurumlar içerisinde üretimin nasıl geliştiğini doğru biçimde görememesidir. Neoklasik fonksiyonunun içine bu kendine özgü teknolojiyi koymak mümkün değildir. Eğer koyulacak olursa, bu sefer de lineer biçimde bilinen bir üretim fonksiyonunun var olduğu varsayımı zarar görmektedir. Her firmanın ayrı bir üretim fonksiyonu olduğu için rekabeti P=MC yaparak sağlamak mümkün olmamaktadır. Teoride teknolojik ilerlemelerin de bireysel firmalar tarafından sürdürüldüğü değil, tüm endüstride tüm firmaları içeren genel bir ilerlemenin var olduğu öngörülmektedir. Uygulayarak öğrenme ya da özel teknoloji yok sayılmaktadır. Reklam ve araştırma-geliştirme için özel harcamalar ve bu harcamaların yaratacağı üstünlük de bu analizlerde yer almamaktadır.29 1.4.3 Girişimci Teorinin girişimci kavramına verdiği yer de çok tartışılmaktadır. Tam rekabet koşullarında eksiksiz bilgi söz konusu olduğundan fazladan yeni bir fıkra ya da bilgiye sahip olan ve bunu ticari bir kazanca dönüştürebilecek bir girişimci de var olamamaktadır. Ayrıca gelecek belirsizliğin yükünü taşıyacak bir girişimcinin var olması da mümkün değildir. Genel denge modelleri tüm karar alıcıların mutlak düzeyde tatmin olduğu bir noktaya ulaşacağını varsayarken içeriden kaynaklanacak tüm değişimleri de dışlamaktadır. Girişimcinin varlığı içsel bir değişken olacaktır ve söz konusu girişimci, alacağı kararlarla bir değişim yani genel dengeden bir sapma yaratacaktır. Genel denge sistemlerinin girişimciye rol vermemelerinin 29

Acar , s.8

22


sebebi budur. Teorinin sermayenin büyümesini teknolojinin büyümesinden ayırması ve teknolojinin ekonomik süreçte dışsal olduğu varsayımı, sermaye artışına ekonomik büyümede ayrıcalıklı bir itibar vermektedir. Fakat bu tür bir politika, atıl durumda bulunan fonları kullanacak verimli girişimci arzının önemini görmezden gelmektedir. Sermaye otomatik olarak emek ile birleşip üretim yapmaya başlamaz. Bunu yalnızca verimli bir girişimci kavramının teoride önemli bir rol alması gereklidir.30

1.5 Neoklasik İktisat ve Matematik Bu bölümde neoklasik iktisatın metodolojik ve onkolojik kökenleri üzerinde odaklaşma ve değerlendirmelere yer verilecektir. Kökenleri anlaşılmadan neoklasik iktisatın, neoklasik iktisat anlaşılmadan da Post Otistik İktisatın iyi analiz edilemeyeceğini düşünmekteyim. Neoklasik iktisadın kökenlerinin anlaşılması özellikle bu ekolün ortaya çıktığı dönemin toplumsal, kültürel, ekonomik ve bilimsel ortamı hakkında bilgi sahibi olmayı gerekli kılıyor. Dönemin bilim ortamının anlaşılması ise anılan zaman diliminde fizik kuramının vardığı düzeyin ve bu sayede ulaştığı saygınlığın nedenlerinin kavranmasını bir önkoşul haline getiriyor. Bu sebepten ötürü neoklasik iktisatın gelişimini anlayabilmek için neoklasik iktisatla , 19.yüzyıl fiziği arasındaki ilişki oluşturulmalıdır. İktisat kuramında ortodoks us yürütmeye karşılık gelen neoklasik yaklaşım bu mesleğin insanları arasında giderek artan bir hoşnutsuzluk ve tatminsizlik üretmekle kalmıyor yalnızca. İktisat’ın Smith’in “Ulusların Zenginliği”nden bu yana 200 yılı aşkın bir geçmişi olmasına karşın, gelinen nokta hala bilim olup olmadığının tartışılması. Georgescu Roegen’in dediği gibi; “Hiçbir bilim hizmetkarları tarafından iktisat kadar sürekli ve açıkca eleştirilmemiştir.” Bu yöndeki şaşırtıcı tepkilerden biri de iktisatta ortodoksinin şampiyonlarından biri olan Milton Friedman’dan geliyor ve Friedman 1972 yılında Amerikan İktisatçılar Birliği’nde yaptığı konuşmada; “ İnanıyorum ki biz iktisatçılar oluşturabileceğimizden fazlasına göz dikerek, genelde topluma, özelde ise mesleğimize büyük zarar verdik” diyor.

31

Ortodoks

iktisat kuramında duyulan tatminsizliğin odağında iktisatın 19.yüzyılın sonunda fiziğin 30

Acar , s, 8

23


kesinliğine ve ulaştığı saygınlık ve açıklayıcılık düzeyine öykünerek, bu bilim alanının, iktisatla ile ne denli uyuştuğunu ve iktisat için öykünülecek bir model olup olmadığını hiç sorgulamadan taklit etmesi var. Daha sonraları Marshall ile birlikte neoklasik iktisat olarak adlandırılan ekolün ortaya çıkmasına neden olan bu gelişme, artık giderek artan bir tatminsizliğin merkezi haline geliyor. Bu nedenle de neoklasik iktisatı anlamadan ne iktisatı, ne de iktisattan duyulan tatminsizliği anlayabilmek mümkündür. Bu ilişkiyi neoklasik ya da genel olarak ortodoks iktisatı benimsemeyen insanların da kavraması gerekli. Çünkü ortodoks iktisat içeren, yapılmayan hiçbir eleştiriyi gözönüne almıyor ve “hariçten gazel okuma” statüsüne indirgeyip, tümüyle gözardı edilmesini sağlıyor. İçeriden eleştiri yapabilmenin, dolayısıyla ortodoks iktisat biliminin yanlışlıklarının ve eksikliklerinin ortaya çıkarılmasının tek yolu ise bu iktisatçılarla aynı dili konuşmak. Bu yüzden de marksist iktisatçılar da dahil olmak üzere, tüm iktisatçıların ortodoks iktisatın dilini biçimlendiren neoklasik iktisattan haberdar olmaları gerekmektedir. Ortodoks iktisatla ortak dil ve teknikleri kullanmadan diyalog kurmak mümkün değil ve bunu yapmamanın maliyeti de marjinal bir iktisatçı olarak kalmak, dışlanmak demektir.32 Marx’ı 130-140 yıl önce matematik öğrenmeye zorlayan ve matematiksel el yazmalarını üreten de bir anlamda aynı dili konuşmanın gerekliliği. 1858 yılından itibaren matematikle uğraşmaya başlayan Marx’ın başından beri aklında olan matematiğin politik iktisata uygulanmasıydı ve bu çalışmaların 1870’lerde hız kazanması da tesadüfi değildi. Bu nedenle tümüyle farklı bir bakış açısı, hatta ideoloji benimseseniz bile neoklasik iktisatı anlamamız ve onun kullandığı tekniklere hakim olmamız gerekiyor. Aynı şey ortodoks iktisatçılar için de gerekli olmuş zamanında ve Böhm-Bawerk ile Wieser, Marksist emek-değer kuramının Almanya’da yayılmasını engellemek için büyük çaba göstermişler ve bunlara daha sonra Cassel ve Pareto da eklenmiş. Örneğin Wieser, kendisinin sosyalistlere karşı sürekli konuşma yapmak zorunda kaldığından şikayet ediyor ve bunu da ortak bir dil kullanmadan yapmak olanaksız. Neoklasik iktisat bağlamında ortak dil konuşmanın yolu ise fizik ile iktisat arasında bu dönemde kurulan ilişkiyi kavramaktan geçmektedir. Fizik ile iktisat arasında kurulan ilişki bu dönemden sonra süreklilik fizik ile iktisat arasında kurulan ilişki bu dönemden sonra 31

Prof.Dr. Necip Çakır , İktisat’ın Dama Taşları , Ekoller-İktisat’ın Dama Taşları , Ekoller-İz BırakanlarKavramlar , İstanbul: İÜ İktisat Fakültesi Mezunlar Cemiyeti İktisat Dergisi , 2001 , s.96. 32 Çakır , s.97

24


süreklilik taşıyan bir ilişki değil. Dahası, Marshall’dan sonra neoklasik olarak adlandırılan okulun kurucuları ne ortodoks iktisatçılar, ne de kendilerini klasiklerin devamı olarak görüyorlar. Bu dönemde iktisat kuramında bir kopuş oluyor ve bunların ardından gelen Marshall Ricardo’ya geri dönerek, bu iktisatçılarla Ricardo’nun sentezini yapıyor bir anlamda. Bu sentez de bir daha fizik ile ilişki kurulmasını engelleyecek şekilde iktisata hakim oluyor. Dahası bu ekolün öncüleri ideolojik olarak da homojen değil. Örneğin bu ekolün kurucularından biri olan Walras özellikle toprak dağıtımı konusunda ki görüşleri ile sosyalizme çok yakın. Buna karşın bir başka öncül olan Pareto ise İtalyan faşizmi ile sıcak ilişkiler içinde. Bu kurucuların temel derdi, matematiksel bir iktisat okulu kurarak, iktisatı fizik kadar saygın ve keskin bir bilim yapabilmek. Bunun klasiklerin beceremediğinin farkındalar ve bu yüzden de onları reddedip, farklı epistomolojik ve ontolojik arayışlar içine giriyorlar. Bu süreçte kurucuların mühendis kökenli olmaları da önemli rol oynuyor. Zaten iktisatta paradoksal bir nokta var ve bu yüzden de onları reddedip, farklı epistemolojik ve ontolojik arayışlar içine giriyorlar. Meslekten iktisatçı olup da iktisada katkı yapan neredeyse yok. Adam Smith ahlak felsefecisi, Ricardo borsacı, J.S. Mill ise felsefeden ekonomiye kadar bir dizi alanda bir şeyler yazmış, Marx felsefe doktoru, Marshall ve Keynes ise Cambridge matematik mezunu. Jevons, Walras, Pareto mühendislik kökenli iken, Walras’ı izleyerek genel denge kuramını geliştiren iktisatçılar ise ağırlıklı olarak fizik-matematik kökenlidir. Fizik ile iktisat arasında kurulan ilişki yalnızca neoklasik iktisat ile sınırlı değil ve evrende varolan ilahi düzeni “keşfeden” ve sosyal bilimcilerin de kendi yolunu izleyebileceğini öneren Newton’dan etkilenip, onun yaptığını insan toplumlarında gerçekleştirmeye kalkışan Smith’den beri iktisat ile fizik arasında bir etkileşim var. Çok daha sınırlı bir düzeyde olsa da , fiziğin de iktisattan etkilenmesi ve bu etkileniş sürecinde Smith, Ricardo ve özellikle Malthus’un ağırlıklı bir rolü olması da söz konusu. Bu etkileşimin ortodoks iktisatla sınırlı kalmayıp, Marx’ta da görülmesi, örneğin Marx Kapital’in 2.cildinin 3. kısmında potansiyel sermaye kavramını kullanıyor ve Engels bunun doğrudan potansiyel enerji ya da D’alambert’in örtük ya da zımni hızlar ilkesinden türediğini ve bu çerçeveden hareket eden Marx’ın örtük ya da zımni sermaye kavramını kullandığını ifade ediyor. Bunun ötesinde

25


paylaşılan

materyalist

temeller

de

önemli

ölçüde

benzeşiyor.

Bacon

doğanın

sömürülmesinden söz ederken, Marx’ta doğanın mülk edinilmesi vardır.33 Bu noktada bir de zamanlamaya dikkat çekmekte yarar vardır. 1870’ler bu açıdan önemli bir tarihe karşılık geliyor, çünkü bu dönemde ortaya çıkan kopuş klasik iktisattan tümüyle farklı iki ideolojik çerçevede birden gerçekleşiyor. Bu tarihlerde bir yandan klasiklerin emek-değer kuramını reddeden ve sonradan neoklasik iktisat adını alan ekol gelişirken, diğer yandan da emek-değer kuramına sahip çıkan ve geliştiren Marx Kapital’in yazımı ile uğraşıyor. Böyle bir bağlamda Neoklasik olarak anılan iktisatçıların mühendis kökenli olmaları da hiç şaşırtıcı değil. Ama mühendis kökenli olmaları bir takım şeyleri beraberinde getiriyor. O dönem fizik biliminin çok büyük saygınlığa ulaştığı bir dönem ve artık fizik biliminin daha fazla geliştirilemeyeceği, zirveye vardığı ve çözemeyeceği problem olmadığı savunuluyor. Yani fizik bilimi özellikle Gauss’dan sonra büyük bir kesinlik ve açıklayıcılık düzeyine ulaşmış vaziyette. Bunun sağlanmasında matematiksel yöntemlerin kullanımı çok büyük bir kolaylık sağlamış ve mühendis kökenli bu insanlar da böyle bir dönemde ortaya çıkıyorlar ve bunların iktisadi fiziğin ulaştığı kesinlik düzeyine ulaştırmaya çabalaması da çok olağan. Bu adamlar bu amaçla iktisadı matematikselleştirmeye yöneliyorlar ve matematik kullanılmadan iktisadın fizik kadar saygın bilim olmayacağını söylüyorlar. Ama bir toplumsal bilim olarak iktisatta matematikselleştirilemeyecek bir yığın unsur bulunmaktadır. Bu durum ise yalnızca matematikselleştirilebilir olanların iktisadın kapsamına alınmasını ve kalanın iktisatın dışına atılmasını

getiriyor

beraberinde.

Yani

iktisadın

kapsamı,

iktisadın

öncülleri

ile

kıyaslandığında büyük ölçüde daraltılmış oluyor. Bu çok ciddi bir dönüm noktasıdır iktisadi düşünce tarihinde ve emek değer kuramı bir kenara itilirken, toplumsal ürünün toplumsal sınıflar arasında nasıl dağıtılacağı gibi sorunlar da iktisadi analizin dışında kalıyor. İktisattan ya da o zamana kadarki adıyla ekonomi politikten geri kalan da ne idüğü belirsiz bir fayda değer kuramına dayanan ve üretimi dışlayarak, tüketim ve denge kavramı üzerinde odaklanan statik, belirsizliklere yer vermeyen, mekanik ve determinist bir yapı. Böyle bir yapının varlığı da, herşeyden önce, bu iktisatçıların yaşadığı dönemin fiziğine, daha doğrusu, bunların anlayabildikleri kadarı ile 19.yüzyıl fiziğinin kötü bir karikatürüne borçlu çıkış noktasını. Böyle bir yapının çözümlemesdi ile ilgilenen bir iktisatçının, ki iktisat kuramından hoşnutsuzluk duymayan ve bu kuramı sorgulamayan kimse bu işle uğraşmaz, geldiği ya da 33

Çakır, s.98

26


gelebileceği nokta ister istemez , iktisadın evrimini bilim tarihinin gelişiminin bir parçası olarak algılamak olacaktır. Böyle bir algılama da fizik ile iktisat arasındaki ilişkinin sorgulanmasını gerekli kılarken, ortodoks iktisadın kökenleri de burada aranacaktır.34 Daha açık bir ifade ile neoklasik iktisatın tarihi ya da gelişim çizgisi genel olarak bilim tarihi özel olarak da fiziğin tarihsel gelişimi bilinmeden kavranamaz. Ancak böyle bir ilişkiden hareketle iktisadın bugünkü yapısını kavramak, sorunlarını, hatta açmazlarını görmek ve nasıl bir sürecin sonunda matematiksel formalizme teslim olduğunu anlamak mümkündür. Bu süreç tüm boyutları ile gözler önüne serilmeden iktisadı bugün içinde bulunduğu durumdan kurtaracak çözümleri üretmek de mümkün değildir. Fizik ya da o dönemdeki adı ile doğa felsefesiyle ahlaki felsefe arasındaki ilişki ve etkileşim Adam Smith de olduğu kadar Ricardo ve öğrencisi Mill de de sürüyor. Bu grubu kendilerinden sonra gelenlerden ayıran en temel nota , bunlar için fiziğin yalnızca bir yöntemsel esin kaynağı iken, 19.yüzyıl iktisatçılarında ise fizik böyle bir öykünme kaynağı olmanın yanısıra analiz araçlarının ve tekniklerinin taklit edilmesi gereken bir ideal. Bu da çok ciddi bir nitel gelişme ve en azından kurucular için kendilerinden önce gelen iktisatçılardan kopuşu ifade ediyor. Bu kopuşun 1870’lerde ortaya çıkması da tesadüfi değildir. Bunun birbirini ateşleyen iki temel nedeni var. İlki büyük saygınlık gören ve bunu öngörülerine borçlu olan Ricardogil iktisadi tahminlerinin tutmaması , yani iktisat kuramının krizi. İkincisi ise bu tarihe kadar belirli fiziksel olguların ayrık matematiksel modellerinden oluşan fiziğin, 1860’lardan itibaren değişkenler kalkülüsü ve enerjinin korunumu ilkesi etrafında bütünleşen bir yapıya dönüşmesidir. Bu gelişmelere koşut olarak Lagrangegil analitik yöntem enerji ile ilgili tüm olgulara yayılırken, elektromanyetik devinimi enerjinin korunumu ilkesi ile uyumlu hale getiren alan kuramı gelişiyor. 1860’lardan itibaren bu gelişmeler ve doğurduğu sonuçlar fizik kitaplarına girmeye başlıyor ve toplumsal ve kültürel alanlarda da etkisini gösterip, Kıta Avrupası’nda yayılıyor. Fiziğin bu dönemde ulaştığı düşünülen kesinlik ve açıklayıcılık düzeyi o denli yüksek ki, paylaşılan genel kanı zirveye ulaştığı ve kuramsal anlamda daha fazla geliştirilemeyeceği şeklinde. Bu dönem ayrıca bilimin dinden mutlak anlamda ayrışması gibi bir toplumsal etkiyi de getiriyor beraberinde. Çağ, Keynes’in belirttiği gibi, ünlü matematiksel fizikçiler Maxwell ve Clifford’un çağı ve 34

Çakır, s.99

27


elektromanyetik alan teorisini, yalnızca sekiz denklemle kesin bir biçimde ve deneylere gereksinimden tanımlayan Maxwell’in adeta damgasını taşıyor. Böyle bir bilimsel ortamda matematiğin aygıtları deneysel bilimlere uygulanmaya çalışılırken, bu çaba kaçınılmaz olarak iktisat gibi bilimlerde de ortaya çıkıyor.35 Bu gelişmelerin tesir ettiği bir entellektüel ortamda mühendislik eğitimi gören ve dolayısıyla bu etkilere en azından sosyal bilimcilerden daha açık olan bir dizi insan var ve bunlar bir şekilde iktisada yönlendiriliyorlar. Bunlar da fizikteki gelişmelerden meslekleri icabı haberdar olan ve bundan çok etkilenmiş insanlardır. Bu çerçeve de bunların temel amacı da iktisadi fizik kadar meşru ve kesin bir bilim haline getirmeye çalışmak oluyor. Fiziğin meşruluğunun ve kesinliğinin kaynağı da matematiksel yöntemlerin kullanımı olarak algılandığından, mühendis kökenli bu iktisatçılar da ekonominin kesin ve meşru bir bilim olmasının temelinde fizik gibi nicel büyüklüklerle ilgilenen matematiksel bir bilim olmasının yattığını düşünüyorlar. Bu doğrultudaki görüşleri de çok açık. örneğin Jevons “Eğer bir bilim olacaksa iktisadın matematiksel bir bilim olacağı açıktır” deyip, ekliyor: “Bu çalışmada (The theory of Political Economy) politik iktisadı zevk ve acının kalkülüsü olarak ele almaya çalıştım”. Walras da farklı bir konumda değil ve şöyle diyor: “ Bu kuramın tamamı matematikseldir. Yalnızca matematiğin yardımı ile maksimum fayda koşulu ile neyin ifade edilebileceğini anlayabiliriz”. Jevons bir adım daha ileri giderek, iktisadın fayda ve kişisel çıkarın mekaniği olduğunu ve bu yaklaşımı benimsemeyenlerin çağdaşlarının gerisinde kalacağını vurguluyor. Bu noktadan hareketle ancak böyle bir yaklaşımla kavramların ve ilişkilerin ifadesinde kullanılan matematiğin mükemmel bir dil işlevi göreceğini ve iktisadın konu aldığı miktarlar arasındaki karmaşık ilişkilerde önemli bir sunuş ve anlama kolaylığı sağlayabileceğini söylüyor. Walras da aynı yolda. Değişim değeri matematiksel bir büyüklük olduğu için, değişim kuramının matematiğin bir dalı olduğunu ifade eden Walras matematiksel yöntemi deneysel değil, ussal bir yöntem olarak niteliyor. Walras’a göre aralarında iktisatın da yer aldığı fiziksel-matematiksel bilimler, deneylerden yalnızca örnek kavramları alıp, bunlardan kendi soyut ideal örneklerini tanımlarlar. Bu tanımlar temelinde de priori olarak teoremler ve bunların kanıtlanmaları için gerekli çerçeve inşa edilir. Walras’ın geliştirdiği genel denge kuramının özünü oluşturan ve daha sonraları iktisatı matematiksel formalize teslim edecek olan bu anlayışa göre iktisat tek ölçütün deney olduğu gerçek bir bilim değil, gerçeğin 35

Çakır , s.101

28


mantıksal ölçüt haline geldiği mantıksal-matematiksel bir bilimdir. Walras da matematiğin kullanımı konusunda Jevons’tan geri kalmıyor. İktisatın her anlamda matematiksel fiziksel bilimlerle

benzediğini

ve

bu

bilimlerde

kullanılan

bütün

tekniklerden

iktisatta

yararlanabileceğine inanıyor. Kurduğu, geliştirdiği genel denge analizinden hareketle de kendi çözümlemesinde kullandığı tekniklerin fiziksel matematiksel bilimler kullanıldığını ispatlamaya çalışıyor. 1905 yılında yayınlanan “Ekonomi ve Mekanik” adını taşıyan bir makalesi var. Bu makalede vardığı sonuç şu: Bir tarafa skalar değer olarak enerji ve fayda diğer tarafta vektörler biçiminde iktisadi kıtlıklar ve fiziksel güçler var. Bu iki bilim Walras’a göre o kadar benzeşiyor ki, bunlardan birinde var olan kategorilerin karşılığını diğerinde bulmak bile mümkün. Üstelik bunlar neredeyse özdeşlik olarak ifade edilebilen ilişkiler.36 Walras ve Jevons’tan sonra gelen Edgeworth da aynı kafada. Matematiksel fiziğin temel noktası enerjidir diyen Edgewort, aynı ilkelerin iktisata uygulanması durumunda toplumsal mekaniğin, ki kastettiği iktisat, göksel mekaniğin yanında yerini alabileceğini söylüyor. Kullandığı matematiksel teknik de akrabası olan Hamilton tarafından geliştirilen denklemler ve bunları iktisata uyarlamaya çalışıyor. Neoklasik iktisatçılardan olan ve miktar teorisini geliştiren Fisher’in doktora tezi hocası o zamanlar Amerika’nın en önemli termodinamikçisi olan Gibbs dir. Fisher’in doktora tezinde özellike bir sayfa vardır ki, en çarpıcı örnektir. Sayfanın bir tarafında fizikteki kuramlar, diğer tarafında da iktisattaki kavramlar bulunmaktadır. Mekanikteki parçacık, uzay, kuvvet, iş ve enerjinin, iktisattaki karşılıkları sırasıyla birey, meta, marjinal fayda ya da fayda kaybı oluyor. Enerji ile fayda arasında skalar bir ilişki olduğunu söyleyen Fisher, güç ve marjinal faydayı vektör olarak niteliyor. Böyle bir yaklaşımı benimseyen iktisatçıların kendilerinden önceki iktisatçılarla bir kopuş içinde olduklarını iddia etmeleri de kaçınılmazdır. Öncelikle Jevons ve Walras klasik iktisatçıları kendi öncülleri olarak nitelendirmezler. Zaten altyapıları da farklıdır çünkü bu iktisatçıların çoğu mühendistir.37 Neoklasik iktisatın bu şekilde ortaya çıkışından sonra iktisatın geldiği duruma bakmakta yarar var. Enerjinin değer, ve dolayısıyla fayda ile özdeş kılınığı, önce enerjinin, sonra da değerin madde olarak kavramsallaştırılmaya çalışıldığı bir yapı var karşımızda. Bu yapıda temel hedef 36 37

Çakır, s.103 Çakır, s.104

29


de faydanın ölçülmesinden hareketle iktisatı, enerjiyi ölçen fizik kadar kesin bir bilim haline getirmeye çalışmak. Bu durumun en temel yansımalarından biri enerjinin korunumu yasası ile bir analoji kurulup, bunun iktisatta kullanılmaya çalışılması. Bu amaçla da faydanın, aynı enerji gibi gözlemlenemeyen bir potansiyel olduğu ve bu yüzden de faydanın doğrudan ölçülemeyeceği ifade ediliyor. Bu yüzden de fayda Jevons’ta doğurduğu iktisadi olay olan fiyatlar ölçülüyor. Walras ise talep ile fayda arasında bir ilişki kurarak, aynı sonucu yeniden üretiyor. Walras dengesinde kişiye edinmiş olduğu malların faydasının maksimum olması için satın almış olduğu mallardan elde edeceği faydanın fiyatlarına oranının eşit olması gerekmektedir. Fayda ancak bu şekilde maksimum kılınır.38 Neoklasik iktisat teorisinin dayandığı temelleri, varsayımlarını ve tartışmalı yanlarını ortaya koymaya çalıştım. Neoklasik iktisatın ciddi bir biçimde eleştirisinin yapılabilmesi için çok geniş bir analizinin yapılması kanısındayım. Bu yüzden Neoklasik teori ile ilgili çok farklı açılardan analiz perspektifimizi geniş tutmaya çalıştım. Neoklasik iktisat teorisiyle ilgili bu kadar detaylı bilgi verilmesinin sebebi; sonraki bölümlerde aktarılacak olan yeni iktisadi oluşumun çok daha iyi kavranabilmesi ve eleştirdikleri teorinin ne anlattığı ve ne olduğunun çok daha iyi anlaşılması gayesidir. Neoklasik iktisata yöneltilen eleştiriler çok çeşitli olmakla birlikte çok genel bir ifade kullanmak gerekirse, neoklasik iktisatın en çok eleştirilen yönü gerçek ekonomik ilişkileri analiz edebilmemiz için bize yeterli imkanları ve araçları sunmamasıdır. Neden bazı ekonomilerin diğerlerinden daha verimli olduğu, neden daha hızlı geliştiği, kendilerine özgü iç dinamiklerin ne kadar önem taşıdığı merak edilen konulardır. Son 200 yıl içinde Japonya gibi bazı ülkelerin kişi başı gelirleri 10-20 kat artarken diğerleri çok yavaş büyümüştür. Şu anda dünya çapında çok ciddi gelir farklılıkları söz konusudur. Son yıllarda Asya’nın bazı küçük ülkeleri çok önemli büyüme oranlarına ulaşmışlardır. Geçmiş dönemlerde bu büyümenin bir örneği daha yaşanmamıştır. Tüm bunlar iktisadi açıklamalara meydan okuyan çok önemli gerçekliklerdir. Başarılı bir ekonomik teori yalnızca bu tür büyümeleri değil, birçok değişik olayı da açıklayabilir durumda olmalıdır. Ortodoks iktisatın ise bunlara ilişkin tatmin edici bir yaklaşımı yoktur. Bu da gerçekci varsayımlara ve

38

Çakır, s.105

30


doğruluğu kanıtlanan öngörülere dayanan daha iyi bir teorinin kurulmasını zorunlu kılmaktadır.

2. OTİSTİK BİLİM

2.1 Otistik Bilimin Teşhisi Otistik Bilim ve Otistik İktisattan önce Otizmin ne olduğunun anlaşılması ve kavram olarak bilinmesi gerektiğine inanmaktayım.

31


“Otizm ( İçe Yöneliklik ): Gerçeklerden kaçınarak imgedel olaylara bağlılığı geliştirme ve düşünceleri, daha çok dileklerin yönetmesine bırakma durumu”. Türk Dil Kurumu Yayınları “Kendi içine kapanıp dış dünyayla teması asgariye indirme hali”. Büyük Türkçe Sözlük “Hastanın dikkat ya da ilgisini kendi egosuna yönelttiği bir düşünsel içe kapanıklık hali”. Online Medical Dictionary “Sosyal etkileşim ve iletişimde noksanlıklar, sıradışı ve tekrar eden davranışlarla karakterize edilen nöropsikiyatrik düzensizlikler bütünü. Hastaların bir kısmında eylemsizlik hali görülür. Otizmin nedenleri daha tam olarak anlaşılmamıştır. Ancak bazı vakaların otozomal kromozomlardaki genetik bozulmaların kalıtım yoluyla aktarıldığı düşünülmektedir”. www.medterms.com “Kendisini çevresinden uzaklaştırma ve kendi dünyasında yaşama. Cansız nesnelere insanlardan daha fazla ilgi gösterme. Söylenen sözleri anlamsızca tekrarlama. Anlamsız yeni kelimeler uydurma. Değişiklilerleden kaçınma. Belli nesnelere aşırı bağlanma. Diğer çocuklarla ilişki kuramama. Psikotürk Online “Otizm , sosyal ve iletişim becerilerini etkileyen bir gelişim bozukluğudur. Otistik çocukların büyük bir kısmında farklı seviyelerde zeka geriliği görülse de zeka seviyeleri normal otistik çocuklar da vardır. Ancak genel zeka seviyeleri ne olursa olsun otistik çocuklar çevrelerindeki dünyayı algılamakta ortak bir zorluk çekerler. Sürekli bir konu üzerinde konuşur , anlamsız sözleri üst üste tekrarlar. Bazıları yaratıcılık gerektirmeyen bazı işleri oldukça hızlı ve iyi yaparlar. Tıp Sözlüğü 2000 Online 39

39

İÜ İktisat Fakültesi Öğrencilerinin (Karıncalar) Hazırladığı Broşür Metni , “Post Otistik İktisat Hareketine Katkı” http://www.ceterisparibus.net/arsiv/karincalar.htm (Erişim: 25 Şubat 2003)

32


Post-Otistik iktisat Hareketinin çıkış noktalarından olan otizm ya da otistik davranış, iktisatın bugünkü öğretim biçimi ve kullanımıyla öğrencilerde ortaya çıkabilecek davranış biçimlerinden biridir.Hastalığın belli ya da tüm belirtilerinin nüvelerini bugün üniversitede iktisat eğitimi gören birçok öğrencide görmek mümkün. Verilen eğitim bu yönleri teşvik eden bir tedrisat oluştururken aksini beklemek de safdillik olur. Ve keza, düşünmekten uzaklaşan öğrencilerin otistik hastalardan farklı davranmalarım düşünmek de aynı saflıktadır. “Otistik Bilim”; toplumla ilişkisi olmayan, kendi alanı olan toplumsal dokuya yabancı ve bu dokunun elemanları arasındaki ilişkileri, elemanların reel gereksinimlere göre değil de, güçlünün çıkar ilişkilerine göre irdeleyen, kısacası içinde insan unsuru bulunmayan bir tür görüntüsel bilim. Fransa’da iktisat öğrencilerinin ortaya attığı ve öğretim üyeleri arasında da geniş destek gören bu kavram, neoklasik iktisat öğretisi için kullanılmaya başlamış bulunmaktadır.40 Önce kısaca, Fransa’daki gelişme çizgisi içinde, “otistik bilim” olarak adlandırılan neoklasik iktisat öğretisine yöneltilen eleştirilere bir göz atalım. Bu eleştiriler başlıca üç noktada yoğunlaşmaktadır. Birincisi, neoklasik öğretisinin hayattan kopuk ve hayali bir dünya ile uğraşıyor olması; ikincisi, bir araç yada ifade dili olan matematiğin amaç haline dönüştürülme isteğinin iktisat öğretisini bilimsellikten çıkarıp anlamsızca soyutlaştırıp, soğuklaştırması; üçüncü ise, neoklasik öğreti dışındaki tüm diğer ekollerin tümüyle dışlanması ve böylece eğitimin üniversiter olmaktan çıkıp, bir tür yüksek meslek okulu düzeyine indirgenmesi ile ilgilidir. Ekonomide hakim kesimlerin gerçek işleyişi toplumun gözünden kaçırabilmek için bir tür perdeleme aracı oluşturulduğu, yazılı ve görüntülü medyanın, üniversite adı verilen yükseköğretim kurumlarının da toplumdaki hakim güç olan sermayenin hakimiyetine alınmakta olunduğu ve etkili uygulama alanı olarak da neoklasik iktisat öğretisi ile, bu hali ile “otistik bilim” olarak, “otistik insan” yetiştirmek amacıyla öğrencilere aktarıldığı ileri sürülmektedir. Analizi makrosal boyuta çektiğimizde, eleştirilerin asıl yönünün; “kapitalist sömürü sisteminin” devinim mekanizmalarını perdelemek ve toplumun sisteminin işleyişini 40

Prof.Dr.İzzettin Önder , “Otistik Bilim Tartışılmalıdır”, Maliye Güncesi, İktisat Fakültesi Maliye Bölümü Bülteni , Sayı:5 , Mart 2001 , http://maun.istanbul.edu.tr/iktisat/maliye/bulten5/bulten5.htm

33


algılamasını engelleyerek, derinleşen sömürü mekenizmalarına karşı olası tepkileri zayıflatmak ve ortadan kaldırmak amacı, olduğunu vurgulamak gerekmektedir. Neoklasik öğretinin yanında başka öğretilere yer verilmemesi ve matematiğin bir araçtan öte, bir amaç olarak kullanılmasının da aynı amaca yönelik olduğu Post Otistik İktisat Hareket’ine destek verenler tarafından ileri sürülmektedir. Gelişmiş ülkelerde toplumu sermayenin sömürgeci manevralarına karşı kandırmada kullanılan neoklasik iktisat öğretisi, gelişmekte olan ekonomiler açısından daha da vahim bir işlevle yükümlüdür. Gelişmiş ülkelerde üretilen söz konusu öğreti araçları, bu kez de gelişmiş çevrelerin gelişmekte olan çevreleri sömürmede, işleyişin perdeleyici aracı olarak işlev görmektedir. Gelişmekte olan ülkelerin eğitim kurumlarının gelişmiş ülkelerde üretilen bilgileri aktararak kullanmaları, onların kendi ülke sorunlarına yabancılaşmalarına neden olmaktadır. Böylece, gelişmiş yörelerde “otistik bilim” niteliğindeki neoklasik iktisat öğretisi gelişmekte olan ülkelerde ise, “yabancılaştırıcı bilim” niteliğine dönüşmektedir.41 Diğer bilim alanları ile karşılaştırıldığında neoklasik iktisat öğretisinin bir başka zaafı da, işleyiş kurallarının saptanabildiği diğer bilim alanlarında, elde edilen bilgilerin sistemin işleyişine müdahale aracı olarak kullanılması söz konusu iken, iktisat alanında böyle bir müdaheleye meydan verilmiyor olması bir yana, “bilimin kuralları” gereği perdelenmesi altında müdahale alanı korunmaktadır. Örneğin, tıp ve mühendisliğin birçok alanında insanların istedikleri değişiklikleri yapabilmeleri için tüm yapıların değiştirilmesi, yoluna gidildiği halde iktisat alanında ortaya çıkan hemen her durum için “iktisatın ya da bilimin gereği budur!” geçiştirmesi kullanılarak, tüm olası müdahale atılımlarına ket vurulmaktadır. Hem gelişmiş, hem de gelişmekte olan ekonomiler için kesinlikle neoklasik iktisat öğretisi gözden geçirilerek, gerek içerik, gerek kullanılan terminoloji, gerekse bireyi pasifleştirici kalıplamaları açılarından ciddi değişime uğratılmalıdır. Ekonomi ile siyaset içiçe gelişmektedir. Tüm gerçek dünyayı kapsayacak, oluşumları gerçek yüzü ile açılayacak ve ileriye yönelik gerçekçi tahminler yapmada kullanılabilecek, çok daha gerçekçi iktisat

41

Prof.Dr.İzzettin Önder , “Otistik Bilim Tartışılmalıdır, Maliye Güncesi, İktisat Fakültesi Maliye Bölümü Bülteni , Sayı:5 , Mart 2001 , http://maun.istanbul.edu.tr/iktisat/maliye/bulten5/bulten5.htm (Erişim: 25 Şubat 2003)

34


öğretilerine gereksinim olduğu açıktır. Üniversitelerde tüm iktisat ekollerine aynı ağırlıkta yer verilmelidir İktisat öğretisi ve bilimi herhangi bir grubun çıkar aleti olmamalı, genel ilkeleri ile her konuya aynı standartta yaklaşabilen, analizi objektif olarak yapabilen bir yapı haline getirilmelidir. 2.2 Otistik Bilimin Özellikleri Otizm; psikolojide “öznenin dış dünyayla ilişkiyi reddederek kendi iç dünyasına kapanması” olarak tanımlanmaktadır. Otistik birey diğerleriyle ve gerçeklikle ilişki kurmaya çalışmaz. 42 Daha önceki bölümde tanımlandığı gibi otistik bilim; toplumla ilişkisi olmayan, kendi alanı olan toplumsal dokuya yabancı ve bu dokunun elemanları arasındaki ilişkileri, elemanların reel gereksinimlerine göre değil de, güçlünün çıkar ilişkilerine göre irdeleyen, kısacası içinde insan unsuru bulunmayan bir tür görüntüsel bilimdir. Otistik bilimin ve dolayısıyla otistik iktisat bilimine yöneltilen en büyük eleştiriler hayattan kopuk, hayali bir dünya ile uğraşılıyor olması, öğretide yaygın bir biçimde matematiğin amaç olarak kullanılması ve iktisadi açıklamaların sadece neoklasik iktisat anlayışıyla yapılmasıdır.43 Öğrencilerin yayınladıkları bildiride de açık bir biçimde toplumun içinde bulunduğu ekonomik sorunlara ve olaylara ilişkin öğreti temelinin esas alınması, toplumun gündeminde olmayan konuların çok önemli ve gerekli gibi sunulmaması, matematiğin kontrolsüz biçimde kullanılmaması, anlatılmak istenilenlerin sayısal objeler içinde kaybolmaması , öğretide neoklasik iktisat anlayışının yanısıra diğer iktisadi akım ve teorilerinin de anlatılması savunulmuştur.44 Özetlemek gerekirse öğrenciler; artık otistik bir bilimin kendilerine empoze edilmemesini istemektedirler. Herhangi bir konunun anlatımında yada analizinde neden sonuç

42

Büyük Larousse Sözlük ve Ansiklopedisi , Milliyet Gazetecilik Yayınları , İstanbul , 1992 , c.12 , s.6329 Gilles Raveaud, “Teaching Economics Through Controversies” Post Autistic Review , Issue no.5 March 2001 http:// www.btinternet.com/%7Epae_news/review/issue5.htm , (Erişim : 25 Şubat 2003) 44 Student Petition of Autisme-Economie http://www.btinternet.com/pae_news/texts/a-e-petition.htm (Erişim: 10 Kasım 2003) 43

35


ilişkisine dayalı analitik bir analizin yapıldığı, klişeleşmiş açıklamalardan ziyade bilimselliğin ön plana alınarak araştırmaların yapıldığı bir yapının hakim olmasını istemektedirler.

3. POST OTİSTİK İKTİSAT 3.1 Post Otistik İktisat Hareketinin Gelişimi Post Otistik Hareket Fransa’da Haziran 2000 de, bir grup ekonomi öğrencisinin “otistik iktisat başlığı altında iktisat öğretisinin dogmatik ve eleştirilemez yapısına karşı, iktisat alanında

36


neo-klasik iktisat teorisinin ağırlıklı yapısına karşı , matematiğin kontrolsüz bir biçimde amaç olarak kullanılmasına karşı eleştirilerin yayınlandığı bildiriyle başlamıştır. Yayınlanan otistik iktisat bildirisiyle, deneysel ve somut ekonomik gerçekliklerin öncelikli ele alınmasını, çoğulcu yaklaşımların ekonomik birimlerin karmaşıklığına adapte edilmesi ve büyük ekonomik sorunların çözümüne ilişkin çaba sarfedilmesi ve ekonomi otoritelerinden ekonomi bilimini tepkisizlikten (otistik) ve sosyal sorumsuzluktan kurtaracak reformları başlatmaları istenmektedir.45 Post Otistik İktisat savunucularının; iktisat teorisinde aşırı derecede matematikselleşmenin olmasına karşı olmaları, iktisat da matematiğin kullanılmasına karşılarmış gibi algılanması yanlıştır. Çünkü hareketin oluşumundaki etkin öğrenciler, ekonomide matematik biliminin kullanılmasına karşı çıkmamışlardır.46 Fransa’da öğrencilerin bildirisinden sonra, iktisat alanındaki bazı öğretim görevlileri de öğrencilere yayınladıkları bildiriyle destek vermişlerdir. Öğretim görevlileri ve iktisat dersini vermekle sorumlu olanlar öğrencilerinin taleplerini destekleyerek kendi analizleri içinde yer vermişler ve bilimsel metodların iktisat alanında önem kazanmasını vurgulamışlardır. Öğretim görevlilerinin bildirisi konunun kamuoyunda tartışılmasını gündeme getirmiştir. Tartışmalar, 21 Haziran 2000 yılında öğrencilerle yapılan röpörtaj ve görüşmelerinin ayrıca post iktisat hareketini başlatan öğrencilere sempati duyan akademisyenlerle yapılan mülakatların Le Monde gazetesinde yayınlanmasıyla başlamıştır. Tartışmalar diğer gazete ve dergilerde de devam etmiştir. Yazılı ve görsel medyadaki tartışmaların giderek artması ve öğrencilerin bildirisine onay mahiyetindeki imzaların çoğalması neticesinde dönemin Fransız Eğitim Bakanı Jack Lang tartışmaları, şikayetleri, itirazları ve istekleri ciddi bir biçimde değerlendireceğini belirtip, gerekli araştırmaların yapılması için komisyon kurulacağını açıklamıştır. Jack Lang komisyon başkanı olarak Jean Paul Fitoussi’yi görevlendirerek konuyla ilgili yani iktisat eğitiminin müfredatı ile ilgili kendisine rapor verilmesini istemiştir. Çünkü önceki aşamalarda da belirtildiği gibi müfredatın analitik düşünceye önem vermediği, 45

Edward Fullbrook “A Brief History of the Post-Autistic Economics Movement” , Post-Autistic Economics, 21 November 2001 (Erişim: 25 Şubat 2003) http://www.btinternet.com/ pae_news/history.htm 46 James K. Galbraith , “A contribution on the state of economics in France and the world” Post Autistic Economics, Issue no: 4 , 29 January 2000 (Erişim: 25 Şubat 2003) http://www.btinternet.com/~pae_news/texts/Galbraith1.htm

37


neden sonuç ilişkisinin sorgulaması yapılmadan ezberci bir zihniyete yer verdiği ve matematikten yararlanılmak yerine, matematiğin içinde kaybolunmasına sebebiyet verdiği yolunda şikayet, itiraz ve olumsuz düşünceler bulunmaktaydı. 47 Resmi tanıma ve kamuoyu tartışmaları neticesinde hareket ikinci aşamasına ulaşmıştı ve aynı zamanda uluslararası bir boyut kazanmıştır. Eylül 2000 de Post Otistik İktisat hareketinin ilk bülteni yayınlanmıştır. Yayınlanan bülten Fransa’da gerçekleşen olaylarla ilgili olarak bilgi edinmeleri için insanları teşvik etmiş ve cesaretlendirmiştir. Öğretmeler ve öğrenciler iktisat alanındaki akademisyen ve öğrencilere bültenlerini ve internet adreslerini içeren postalar göndermişlerdir. Hareketin ikinci sayısı yayınlandığında, yani Ekim ayında, 36 ülkede ki abonelere ulaşılmıştır. Başlangıçta, neoklasik iktisatçılar Post Otistik İktisat hareketini görmezden gelmeyi tercih etmişlerdir. Fakat sonbahar da artık iyiden iyiye reform istendiğinin anlaşılması neticesinde sessiz bir biçimde uzun süre kalınamayacağı anlaşılmıştır. Le Monde gazetesinde Robert Solow ve Ollivier Blanchard’ın yeni harekete karşı aleyhte yazıları yayınlanmıştır. Ayrıca diğer muhalif kanatdan gelen yeni hareketi engelleme çabaları zayıflığıyla iki tarafdaki insanları da şaşırtmıştır. Belirli gazete ve bültenlerdeki makalelerden sonra , yeni hareketi organize eden öğrencilerden Gilles Raveaud, Olivier Vaury, Iona Marinescu yayınlamış oldukları bildiri ve sonrasındaki bültenleriyle kamuoyunda konunun gündeme gelmesini sağlamışlardır. Çok az bir zaman sonrası konu Fransız üniversitelerinde de tartışılmaya başlanacaktır. Bu gelişmeyi, Post Otistik İktisat teorisine ilişkin Fransız basınında yer alan makaleler takip edecektir. Şubat 2001 de L’economie politique yayınladığı sayısının tamamını neoklasik-post otistik tartışmalarına ayırmıştır. Fransız ulusal basınındaki makale ve mülakatlardan, Bernard Paulre, Olivier Favereau, Yann Mouller-Boutang, Jean Gadrey ve Andre Orleon gibi ekonomistlerin öğrencilerin tarafına geçmiş olduğu anlaşılacaktır. Ayrıca 200 den fazla akademisyen iktisatçı öğrencilerin yayınladıkları bildiriyi imzalayarak destek olmaya başlamışlardır.

47

Ronnie Morrison , “ Post Otistik İktisat” , “Prosperity”, February 2001 http://www.prosperityuk.com/prosperity/articles/pae.html

38


Dünya medyalarının dikkatini çekmiş olan post iktisat hareketi, www.paecon.net sitesi ile birlikte uluslararası ilgiyi kendisine doğrudan yöneltebilmiştir. 2001 Kasım’ına girildiğinde Fransız öğrenci liderleri Gilles Raveaud ve Iona Marinescu Leeds de (İngiltere) “Ekonominin Geleceği” konulu uluslararası konferansa katılmışlardır. Bu gelişme Fransa’da ki hareketle ciddi bir bağın oluşmasını sağlamıştır. Aynı zamanda James Galbraith Paris’e giderek hareketin öncüleriyle görüşmüştür. 2001 Haziran da Galbraith Post Otistik İktisat gazetesinin 4. sayısında Solow’un makalesine istinaden cevap yazmıştır. Aslında tartışılan konu hiç de önemsiz bir konu değildi. Çünkü uzun zamandan beri iktisat da geçerli ve hakim olan neoklasik iktisat sorgulanıyor ve belki de artık sona ermesi gerektiğine inanılıyordu. Daha önceki bölümlerde anlatılan eleştirilere ilave olarak Neoklasik İktisat’a göre iktisat da talebin incelenmesi modern fizik yöntemlerine göre olmalı görüşü, piyasada gerçekleşen sonuç serbest seçimi yansıtır görüşü, kapitalizmin insanları dürtülyen bir sistem olduğu görüşü, kapitalizme alternatif olabilecek herhangi bir sistemin bulunmadığı görüşü ekonomik etkinlik ve kar maksimizasyonun herşeyin üstünde olmalı görüşü de eleştirilen ve sorgulanan düşünce ve görüşlerdi.48 Hareket ingilizce ve fransızca olarak düzenlenen yeni internet siteleriyle çok daha geniş kitlelere ulaşmayı başarmış ve Reveaud ile Marinescu’nun İngiltere seyahatinde realizm ve ekonomi üzerinde durulmuştur. Bu gelişmeler yaşanırken hareketin e-mail grubunun üye sayısı 5000’e ulaşmıştı. 100’den fazla ülkede birçok akademisyen ve eserlerine grupta ulaşmak mümkün hale gelmişti. Hareketin gazetesine, bültenine destek verenler; James Galbraith, Frank Ackerman, Andre Orlean, Hugh Stretton, Jacques Sapir, Edward Fullbrook, Gilles Raveud, Deirdre McCloskey, Tony Lawson Geoff Harcourt, Joseph Halevi, Sheila C. Dow, Kurt Jacobsen, The Cambridge 27, Paul Ormerod, Steve Keen, Grazia letto-Gilles, Emanuella Biencourt, Le Movement Autisme-economie, Geoffrey Hodgson, Ben Fine, Michael A.Bernstein, Julie A. Nelson, and Jeff Gates. 48

Steve Cohn , “Common Ground Critiques of Neoclassical Principle Texts” , Post Autistic Economics Review , Issue no.18 (Erişim: 25 Şubat 2003) http://www.btinternet.com/%7Epae_news/review/issue18.htm

39


Bu arada Fitoussi’nin raporu açıklandı. Raporda ekonomik gerçekliklerle, üniversitedeki derslerin yapısal ve içerik olarak entegre edilmesi gereği vurgulanmıştı. İdeolojik yaklaşımların iktisadi gerçekliklerin önüne geçmemesi de vurgulanan önemli noktalardandı.49 3.2 Otizmin İktisadi Boyutu Post Otistik İktisat hareketi içinde en çok ilgi çeken ve birçok iktisatçı tarafından yorum ve eleştirilerle genişletilen tartışma, mikro iktisatın varlık sebebinin sorgulanmasıyla ilgili olmuştur. Paris Üniversitesi öğretim görevlilerinden Bernard Guerrien’in “mikro iktisatı sürdürmek için bir sebep var mı?”50 sorusu üzerine kurulu makalesi tüm Post Otistik İktisat tartışmalarını bir anda yepyeni bir yöne çekmiştir. Guerrien her ne kadar teknik bir analiz yapmak yerine bazı yüzeysel eleştirilerde bulunmakla yetinmiş olsa da “neoklasik iktisatın en önemli isimlerinden biri

51

olarak tanımlanması, uyanan tepkinin de büyük olması sonucunu

getirmiştir. Bu makaleye katkı ya da eleştiri niteliğinde olan diğer çalışmalar da standart mikro iktisadın işlevlerini sorgulayarak tartışmayı daha da derinleştirmişlerdir. Guerrien’in makalesi şu şekilde özetlenebilir: Fransa’daki öğrenci hareketi aslında temel olarak mikro iktisatın yöntemlerine ilişkin bir başkaldırı hareketidir. Mikro 1, mikro 2, mikro 3. dersleri ile, aşırı miktarda matematik kullanarak kurmaca hanehalkları, kurmaca firmalar ve kurmaca piyasalardan bahsetmenin hiçbir faydası yoktur. Tam rekabet kavramı da yalnızca merkezi bir sistemde var olabilir ve bu yüzden piyasa ekonomisiyle hiçbir ilgisi yoktur. Standart mikro ekonominin tüm varsayımları geçersizdir ve bu varsayımlardan ulaşılabilecek sonuçlar etrafımızda gördüğümüz hemen her şeyle çelişmektedir. Özellikle gerçek dünyaya ilişkin problemlerin mikro iktisatçılar arasında tartışması günden güne imkansız hale gelmiştir. Matematiksel bilgiler tüm çalışmaları kaplamaktadır.52

49

Edward Fullbrook “A Brief History of the Post-Autistic Economics Movement” , Post-Autistic Economics, 21 November 2001 (Erişim: 25 Şubat 2003) http://www.btinternet.com/ pae_news/history.htm 50 Bernard Guerrien , “Is There Anything Worth Keeping in Standart Macroeconomics?”, Post Autistic Review Issue no.12, March 2002 (Erişim 26 Şubat 2003) http://www.btinternet.com/%7Eapae_news/review/issue12.htm 51 Jacques Sapir, “ Response to Guerrien’s Essay” Post Autistic Review , Issue no. 13 , May 2002 (Erişim: 12 Nisan 2003) http://www.btinternet.com/~pae_news/join.htm 52

Acar , s.24

40


Neoklasik iktisatın üzerine kurulu olduğu tüketici tercihi teorisi iktisadi aktörlerin davranışlarının rasyonel olduğunu varsayar. Bu görüş karmaşık yaşamları ve toplumları her koşulda rasyonel seçimler yapan oluşumlara indirgemektedir. Fayda maksimizasyonu adı altında tüm tarih, kişilik ve kültür silinmektedir. Bu yüzden bu teori özellikle kollektif davranışlarda çoğu zaman yetersiz kalmaktadır.53 Günümüzde iktisat literatüründe neoklasik iktisatın “firmanın davranışı” olarak öğrettiği şeyin (artan marjinal maliyeti azalan marjinal gelire eşitleyerek karlılığı maksimize etmek) mevcut firmaların ve ürünlerin en fazla %5’inde uygulandığı sonucuna varan birçok araştırma vardır. Birçok ürünün karşı karşıya kaldığı gerçek maliyet koşullarına ilişkin araştırmalar, vakaların %95’inde ya da daha fazlasında makul bir ürün seviyesi içerisinde marjinal maliyetlerin ya sabit kaldığını ya da düştüğünü ortaya koymuştur. Firmaların gerçek davranışlarına ilişkin araştırmalar da benzer olarak, vakaların %95 ya da daha fazlasında firmaların azalan marjinal geliri hiç hesaba katmadan mümkün olan en yüksek seviyede satışa ulaşmaya çalıştıklarını göstermiştir. Benzer şekilde tüketicilerin bütçe doğrusu ile kayıtsızlık eğrisinin teğet olduğu noktayı hedefleyerek ne satın alacağına karar verdiği bakış açısı da deneysel çalışmalarda tarajik biçimde başarısız olmuştur. Buna ilişkin son ve en iyi referans, Sippel 1997, çok iyi dizayn edilmiş kontrollü bir deneyde bu teorinin öğrencilerin davranışlarını tahmin etmekte başarısız olduğu gözleminden yola çıkarak çok dürüst biçimde sonuçta insanların nasıl davrandığına ilişkin bir tanım olarak bu teorinin sınırlarını ekonomistlerin daha fazla dikkate almaları gerektiği sonucuna varmıştır. Bu deneysel başarısızlıklara karşın iktisatçıların standart firma ve tüketici tercihi teorisini öğretmeyi sürdürüyor olmaları, belki de standart mikro ekonomiye karşı yapılabilecek en güçlü suçlama olacaktır.54 Neoklasik teorinin temel kavramları fayda ve kar maksimizasyonlarıdır. Modern teorik iktisadımızın kurucuları bunları ekonomik kararları temelinde yatan özellikler olarak görmüşlerdir. Hall ve Hinct’in 1939’da yaptıkları bir araştırma ise neredeyse hiçbir firmanın fiyatlama politikasının neoklasik teorinin öngördüğü gibi olmadığını ortaya koymuştur. Kar ve fayda maksimizasyonu eksiksiz bilgi gerektirir ve geleceğe ilişkin de tam bilgi gereklidir. 53

Kurt Jacobsen, “ Revolt in Political Science”, Post Autistic Review, Issu no.6 , May 2001 (Erişim: 11 Haziran 2003) http://www.btinternet.com/%7Epae_news/review/issue6.htm 54 Steve Keen, “ Two Perspectives to Guerrien’s Question” , Post Autistic Review , Issue no.14 June 2002 , Çev.Gökmen Tarık Acar , (Erişim: 11 Haziran 2003) http://www.btinternet.com/ %7Epae_news/review/issue14.htm

41


Ayrıca karar ile sonuç arasındaki zaman farkı ikisinin farklı zaman dilimlerinde ve çevrelerde gerçekleşmelerine yol açar. Karar anındaki maksimizasyon sonuçtaki maksimizasyon anlamına gelmez, çünkü dünya sürekli bir değişim içindedir. Üstelik hiç kimsenin neoklasik anlamda bir ekonomik aktör olması da beklenemez. Bireyin bu tür bir insan olarak tanımlanması ahlaki anlamda da insan varlığına aykırıdır. Maksimum prensibinin var olmasına gerek de yoktur. İlk defa Avusturya iktisatçıları tarafından ortaya atılmış olan “sıfır kayıp” kuralında bireyler arasında serbest mübadelenin gerçekleşmesi için şu üç koşulun bulunması yeterlidir. 1) Bir bireyde başkasına bir şey karşılığı verebileceği malın bulunması ve diğerinin de almak istemesi 2) İkisinin de bu durumdan haberdar olması 3) Bunu yapacak güce sahip olmaları. Bu varsayım geleceği mükemmel görüş ön koşuluna dayanmaz. Birey, optimum olmasa da, tercih edilir davranışlarda bulunur. Bir iktisadi aktivite için zorunlu koşul bireyin refahının düşmemesidir. Bu yaklaşımda denge de yoktur, yalnızca ulaşılan belirli konumlar vardır.55 Standart mikro ekonomiyi reddetmek için çok iyi matematiksel sebepler de vardır. “Rasyonel” olduğu iddia edilen bireyin birçok ekonomik aktivitede rasyonel davranması mümkün değildir. Standart (iki ürün arasında tercih yapan) tüketici modeli, analizi daha basit bir görünüme sokmaktadır. Fakat gerçek dünyada yalnızca iki ürün ile yaşayan bir tüketici yoktur. Göz önünde tutulacak her bir ilave ürün fazladan bir eksen gerektirecek (üç ürün için üç eksen, dört ürün için dört...) ve her bir eksen, tüketicinin karşı karşıya kaldığı tercihlerin sayısını da arttıracaktır. Tipik bir batılı tüketicinin aylık olarak satın aldığı her bir ürünün ve bu ürünlerin alt birimlerinin sayısına yakın bir noktaya geldiğimizde tercihlerin sayısı da basit “rasyonel” fayda maksimizasyonunun imkansız hale geldiği bir noktaya ulaşmaktadır. Örneğin 10 alt birim içeren (10 çeşit deterjan, 10 çeşit ekmek vb.) 30 değişik ürünlük bir grupta göz önünde tutulması gereken kombinasyonların sayısı 10 30 olacaktır (bu sayının daha iyi kavranması için, evrenin yaşının 10

18

saniye olduğunu söyleyebiliriz). Bu “boyutluluk

laneti” bilgisayar biliminde çok iyi bilinen bir olgudur ve bu tür problemlerde eksiksiz bir maksimizasyon yaklaşımının da imkansız olduğu iyi bilinmektedir.56 55

Katalin Martinas , “Is the Utility Maximization Principle Necessary?” , Post Autistic Review , Issue no.12 , Çev.Gökmen Tarık Acar, (Erişim:11 Haziran 2003) http://www.btinternet.com/ %7Epae_news/review/issue12.htm 56

Steve Keen , “ Two Perspectives to Guerrien’s Question” , Post Autistic Review , Issue no.14 , June 2002 , (Erişim: 11 Haziran 2003) http://www.btinternet.com/%7Epae_news/review/issue14.htm

42


Mikro iktisattaki (bütün temel ders kitaplarında görülen) temel eksikliklerden biri de fiyatların belirlenmesi mekanizmasıdır. Fiyatı ve arz ve talep eğrileri, iktisadi aktörlerin davranışlarıyla belirlenirler ama bu davranışları belirleyen faktör yine fiyattır. Dolayısıyla eğer neoklasik ya da birey temelli bir teori kurmakta kararlıysak mutlaka fiyatı belirleyen bir kurumun varlığını ve aktörlerin birbirleriyle ilişkili olduklarını (pazarlık yaptıklarını) varsaymamız gerekecektir. Eğer herkesi davranışını fiyatlarla belirleyen (price taker) aktörler olarak görürseniz mantık olarak fiyatların açık arttırma biçiminde belirlenmesi gerekecektir. Ancak bundan sonra arz ve talep eğrilerine dayalı bir ilişkiden bahsedilebilir. Mutlaka fiyatı belirleyen bir kurum gereklidir ve bu tür bir aktörü analize soktuğunuz anda da tamamen farklı bir teori ortaya koyulmuş olur. Neoklasik teorinin kurucuları da bu eksikliğin farkındaydılar. Jevons bundan “trading bodies” kavramıyla kurtulmaya çalışmıştır. Walras ise fiyatların yüksek sesle telaffuz edilerek duyurulduğunu varsaymıştır. Bu problemden herzaman yapıldığı gibi “piyasa güçleri” ya da “arz ve talep kanunları” ile kurtulmak mümkün değildir. Mikro iktisat kitaplarında genellikle önce geleneksel tüketici seçimi teorisi kurulur ve davranışları fiyatlar tarafından belirlenen aktörlerin var olduğu düşünülür. Bundan yola çıkmadan bütçe doğrusu çizmek mümkün değildir. Bunun arkasından da ticaret (mübadele) konusuna girilir. Sorun da tam olarak bu noktada başlar: Ticarette karşılıklı çıkarlar söz konusudur ama bu çıkarlar fiyatı belirlemeye yetmez. Bu fiyat belirleme işleminde pazarlık kavramını ortaya atmak gereklidir ve yalnızca iki kişi olduğu zaman sorun yoktur ama her iki tarafta da birden fazla kişi olduğunda rekabet kavramı işin içine girer ve işler karmaşıklaşmaya başlar. Bu konuda mikro iktisat kitaplarında her aktör için fiyatın “veri” olduğu kabul edilir ve aktörler tek başlarına fiyatı etkileme gücüne sahip değildir. Bu noktada yine aynı soru karşımıza çıkmaktadır: Bu fiyatı kim belirliyor?57 Mikro iktisatın eleştirilen bir yanı da bireyi toplumdan soyut yaşayan ve diğer bireylerle ilişkisi olmayan bir varlık konumuna indirgemesidir.

57

Bernard Guerrien , “ Once Again on Microeconomics” , Post Autistic Review , Issue no.16 , October 2002, Çev.Gökmen Tarık Acar , (Erişim: 25 Ağustos 2003) http://www.btinternet.com/ %7Epae_news/review/issue16.htm

43


Disiplinin, yaşamın iktisadi ilişkilerini kavrayabilmesi ancak tarih, sosyoloji, antropoloji gibi sosyal bilimlerle ilişkilendirilebilmesiyle mümkündür. Kastedilen ilişkilerin zamanlarına mekanlarına ve aktörlerine göre farklılaşması bu farklılaşmaları kavrayabilecek esnekliğe ve tanımlama yetisine sahip disiplinlere yakınlaşmasını zorunlu kılan ilişkileriyle anlam bulan bir disiplin olmakla beraber bu ilişkilerin kurulmayıp insanı iktisatın nesnesi haline getirerek iktisatı belirleyici bir unsur olarak almak, ilişkiler halinde olması gereken tüm disiplinleri yaralayan hiyerarşi kurulmasına yol açar. Böyle bir hiyerarşik sistem her disiplinin kendi krallığını oluşturmasına yardım eder. İktisat bilimi de ne kadar insan ve toplumdan soyutlanıp gerçeklikler yerine hayali unsurla ilgilenirse o kadar kopuk ve faydasız bir bilim olur düşüncesindeyim. Mikro iktisat teorisine yöneltilen bu yoğun eleştiriler birçok alanda teorinin ciddi eksikliklerinin olduğunu göstermektedir. Genel kanı mikro iktisatı bütünüyle terk etmek değil yalnızca işe yaramadığı düşünülen kısımlarının terk edilmesi yönündedir. İktisat metodolojisinin önemli ismi Bruce J. Caldwell’e göre “iktisadi akıl yürütme” olarak isimlendirdiğimiz şey büyük ölçüde mikro ekonomiye dayanmaktadır. Öğrencilere mikro ekonomi dersi verirken çok düşük seviyede matematik kullanılabilir. Elastikliği hesaplamak için kullanılan az seviyede cebir dışında tüm kavramlar, -üretim olasılık eğrisi ile arz ve talep diyagramları başta gelmek üzere- grafiksel olarak ele alınabilir. Bu basit araçlar grubuyla öğrencilere dünyanın nasıl işlediğine dair pek çok şey öğretilebilir. Temel olarak, mikro iktisat grafikleri dünya hakkında öyküler anlatmak için kullanılabilir. Örneğin fiyatın belirlenmesini tartışırken arz ve talep diyagramlarının kullanılması çok faydalı olacaktır. Temel ekonomik akıl yürütme ve basit diyagramlar, ekonominin de ötesinde, politik ekonomi diye isimlendirebileceğimiz konularda da hikayeler anlatmak için kullanılabilir. Sonuç olarak mikro ekonominin biçimsel karmaşıklığı sürekli artan modellere dönüşmesi gerçekten kaygı vericidir ama bu mikro ekonominin işlevsiz olduğu sonucunu getirmez.58

58

Bruce J.Caldwell , “In Defence of Basic Economic Reasoning” , Post Autistic Review , Issue no.13 , May 2002, Çev.Gökmen Tarık Acar (Erişim : 25 Ağustos 2003) http://www.btinternet.com/ %7Epae_news/review/issue13.htm

44


Neoklasik teorinin özü rasyonellik, denge ve yeterli bilgiyi içerir. Bu, kolayca uyarlanabilir bir teorik temeldir ve hem sağ hem de sol merkezli birçok ideolojik yapıya hizmet etmektedir. Teorisyenler neo-klasik yaklaşımı rekabetçi piyasalara olduğu kadar sosyalist planlamaya ve kapitalist tekele de uyarlamaya çalışmışlardır. Bireyselci pro-market neoklasik iktisatçılarımız (örneğin Milton Friedman) olduğu kadar liberal veya sosyal demokrat neoklasik iktisatçılarımız (Kenneth Arrow , Paul Samuelson gibi) ve aynı zamanda “Marksist” neoklasik (Oskar Lange , John Roemer ve Jon Elster gibi ) iktisatçılarımız da vardır. Günümüzde birçok neoklasik iktisatçı, özellikle son 20 yıl içinde, neoklasik temel teorinin bazı sınırlamalarını kabul etmektedir. Örneğin Herbert Simon’un “sınırlı rasyonellik” kavramı bugün kabul edilmektedir. Birçok deneysel iktisatçı, neoklasik aksiyomlara karşı şüphecidir. Bununla birlikte temel neoklasik varsayımlar halen ders kitaplarına ve dergilere hükmetmektedir. Neoklasik teorinin temel fikirleri müfredattan dışlanmamalıdır ama eşlik eden alternatifler de yerleştirilmelidir. Örneğin “rasyonel iktisadi insanı” temel alan psikolojik varsayımlar açık hale getirilmeli ve diğer psikolojik yaklaşımlarla karşılaştırması yapılmalıdır. Oyun teorisinin tekniklerinin üzerinde durulduğu kadar teorinin kavramsal sınırlarının da üzerinde durulmalıdır. Öğrenciler anahtar fikirleri belirlemeye, karşılaştırmaya ve eleştirmeye teşvik edilmelidir. İktisatı yeniden canlandırmanın önemli ilk adımıkavramların ve fikirlerin anlamlarını ve tarihsel evrimlerini daha iyi anlamamızı sağlayabilecek olan-iktisat metadolojisine ve iktisadi düşünce tarihine daha fazla yer ve prestij sağlamak olacaktır. Neoklasik teorinin bazı kısımlarını okumak ve eleştirmek iyi bir entellektüel çalışmadır. Alfred Marshall, Leon Walras ve Vilfredo Pareto gibi neoklasik teorisyenler zeki ve güçlü düşünürlerdir ve onların çalışmaları hala okunmaya değerdir.59 Herşeye rağmen standart teoride rasyonelitenin ve diğer varsayımsal kavramların , piyasa dışı koordinasyon mekanizmalarının olabilirliğini tartışmak üzere iktisat teorisinin diğer sosyal bilimlerle ilişkisini yoğunlaştırma ihtiyacı da açık olarak beliriyor. Süregelen iktisadi krizler en azından kamu müdahaleleri gereğini ve endividualizm ile kollektif aktörlerin birlikte düşünülmesi ihtiyacını ortaya çıkarıyor. İktisat biliminde öğrencilerin de önerdiği gibi interdisipliner bir arayışın veya en azından yeni bir disiplinin sahasının tanımının yapılması gerektiğine kuşku yoktur. İktisat bilimi felsefi bir yaklaşımı ve bununla birlikte, ahlak ve 59

Geoffrey M. Hodgson , “ Theoritical substance should take priority over technique” , Post Autistic Review, Issue no.14, June 2002, (Erişim: 25 Ağustos 2003) http://ww.btinternet.com/%7Epae_news/review/issue14.htm

45


morale ait olduğunu iddia ettiği alanları terk ederek, kendine, deneye sunabileceği, sonuçları ampirik testlerle sınayabileceği tarihsel zamanın ve mekansal boyutların ötesinde bir çalışma alanı oluşturmuştur.60 3.3 Neoklasik Teorisine Yöneltilen Eleştiriler Fransız öğrenciler Haziran 2000’de yayınlamış oldukları bildiriyle Post Otistik İktisat Hareketi’ni başlatmışlardı. Otistik olarak kastedilen Neoklasik iktisatın eleştirilen yönlerine önceki bölümlerde değinildiği gibi bu bölüm de ayrıntılı olarak yer verilecektir. Öğrenciler yayınlamış oldukları bildiri de hocalarından hayali kurgu yerine gerçekliklerin anlatılmasını, birbirinden farklı olsa da birçok iktisat anlayışının öğretilmesi ve matematiğin kullanımının standart bir biçimde araç olarak, yardımcı olarak kulanılmasını istemişlerdi. Bu isteklerinin yerine getirilmesinin imkansız olmadığını ve artık kendilerinin istemediği bir tarzda öğretim sisteminin uygulanmamasını da istemişlerdir. Bunun sonucunda tartışmalar başlamış, görüşlerin önemli iktisatçıları fikirlerini açıklamışlar ve belli bir süre birbirlerini görmezden gelmişlerdir. Fakat süreç öyle bir süreçdi ki bu, gerçeklerlerden kaçmanın da bir sonu olacaktı. Robert Solow; neoklasik iktisat’ın modernize edildiğini, modern çalışmaların ve araştırmaların aksak rekabet piyasası, tam rekabetin kısıtlanması, asimetrik bilgi ve diğer kavramlarla ilgilili olduğunu açıklamıştır.61 Neoklasik iktisat’a farklı açılardan eleştiriler yöneltilmektedir. 3.3.1 Matematiğin Kullanım Biçimi İktisatla matematik arasındaki ilişki ve bu ilişkinin kapsamı son yıllarda çokça tartışılan konulardan biridir. Bu konuda iki uç görüş bulunmaktadır. Bu uç görüşlerden biri iktisat biliminde matematiğin tamamen gereksiz olduğunu

savunurken, diğer uçtaki görüş ise

neredeyse iktisadı matematiğin bir alt disiplini olarak algılamaktadır. Bu görüşlerin ikisi de 60

Sarfati , s.10 Nils Goldschmidt, “Distorted economic rlations: A new movement- the post autistic economists-wants to rnew economics”, Sueddeutsche Zeitung , April 3, 2002 , p.25 (Erişim: 10 Kasım 2003) http://www.btinternet.com / news/media/Goldschmidt1.htm 61

46


çok optimal değildir. Matematiğin kendine has ayrı bir dili olmakla beraber, matematiğin iktisadi sorunları açıklamada gerekli olduğu ölçüde kullanılması gerekmektedir. Yoğun matematiksel formüller kullanarak bir matematiksel sonuca ulaşmanın fakat bu sonucun farklı ekonomik açılımları hakkında herhangi bir bilgi sahibi olmamanın hiçbir önemi yoktur. “İktisata doğa bilimlerine yaklaşır gibi yaklaşmak ya da onu evrensel doğrulara ulaştırmaya çalışmak, iktisatı tektipleşmeye götürür. Bu süreçte matematiği ‘resmi’ bir dil olarak kullanmak iktisadın kendi varsayımları içerisinde sonuçlara ulaşmasını sağlarken toplumsal yaşamdaki iktisadi ilişkileri açıklamakta yetersiz kalır. Varsayımlar oluşturulurken formüller değil, gerçek yaşamın olasılıkları temel alınmalıdır. İktisadi modellerin matematiksel biçimlerle temellendirilmesi yoluna gitmek, iktisadın varmak istediği sonuçları kolaylaştırır. Bu biçimselleştirme, disiplinin ilişkileri tanımlama ve çözümlemedeki eksikliğini örterek kitleler karşısındaki saygın konumunu pekiştirecek ‘bilimsel karizma’ nın yaratılmasını sağlar. Ve böylece matematiksel biçimler hakim olduğu için sonucun eleştirelliği de ortadan kalkmış olur.”62 Prof.Dr.İzzettin Önder’e göre matematiğin kullanılışı ile ilgili olarak problemler bulunmaktadır. “ Matematik, tabiatıyla çok güçlü bir araç, bu doğru. Fakat matematik bir araç olmaktan öte, bir amaç haline getirildi. İnsanları tehdiş ederek geriletiyor ve olayları bilimsel bir görüntüyle bulandırıyor. Oysa her şey matematikle açıklanabilir olmadığı gibi , bu aletin boyutlarını çok iyi bilerek kullanmak gerekli. Fakat bunu her şeyde kullanılabilecek ve kullanıldığı zaman da sosyal boyutu tamamıyla dışlayacak bir hale getirmemek lazım.” 63 İktisat biliminde büyüme, enflasyon, faiz, işsizlik, marjinal yatırım, tasarruf ve tüketim eğilimleri gibi makro ekonomi konuları ile tüketici fayda maksimizasyonu, üretici fayda maksimizasyonu, maliyet analizleri gibi mikro ekonomi konularının araştırılmasında, incelemesinde tabiki matematiksel hesaplamalar kullanılacaktır. Ancak anlatılanlar saf ekonometrik denklemler halinde sıralanılırsa anlaşılabilirliğini ve öğrenciler tarafından 62 63

Post Otistik İktisat Hareketine Katkı, http://www.ceterisparibus.net/arsiv/karincalar.htm Prof.Dr.İzzettin Önder , “İktisat Eğitiminin Niteliği” , İktisat Dergisi , Sayı.415 , 2001 , s.12.

47


yorumlanılmasını zorlaştıracaktır. Denklemler ve matematiksel ifadeler, sözel yorumlamalara yardımcı, aracı nitelikte kullanılmalıdır. Sadece öğrenciler yada iktisat çevreleriyle ilgili olarak değil, toplumun iktisadi gelişmeleri çok daha rahat anlayabilmesi açısından da önemlidir. 3.3.2 İçerik Bakımından İktisatın acilen azalan kaynaklar ve kirlenme gibi gerçekliklerle bağ kurması gereklidir. Bunun için de yalnızca parasal evrim değil fiziksel evrimi de analizlerine katmalıdır. Ekonomik analizlerde ürün fiyatları önemli bir yer tutarken özellikle uzun vadeli analizlerde geleceğe ilişkin projeksiyonlar (fiyat tahminleri) genellikle yanıltıcı olmaktadır.

Parasal

evrim genel olarak önceki deneyimlere ya da kısa vadeli eğilimlerin göz önünde tutulmasına dayanarak hesaplanmaktadır ama uzun vadeli potansiyeller bu analize katılmamaktadır. İktisat bilimi artık en hızlı biçimde ‘fosil yakıtlara nasıl bir elternatif geliştirebiliriz?’, ‘nükleer enerji olmadan kalkınmayı nasıl sürdürürüz?’ , ‘ kaynak kullanımı açısında ulaşımda yapılacak ne gibi değişiklikler nasıl sonuçlar doğurur?’ , ‘ yaşam standardı nasıl , hangi hızda ve ne kadar yükseltilebilir?’ gibi soruların cevabını araştırmalıdır. Yani özetlemek gerekirse iktisat sadece hayatın tek boyutunu ve kesitini belki de mekanistik olarak vermekte ve hiçbir derinlik boyutunu gösterememektedir. Herşey para, faiz ve döviz piyasalarının 24 saat takibi demek değildir. Diğer önemli konuların da önemsenmesi gerekmektedir. Anlatılan konular neoklasik iktisat ağırlıklı olduğundan, savunulan ana başlıkların kabul edilmemesi gerekmektedir. Ortodoks politikalar olarak da nitelendirilen unsurların kabu edilmemesi zaten kendiliğinde yeni bir akımı ortaya çıkarmaktadır. Soyutluğun uygun biçimde kullanılmaması, durağan karşılaştırmaların dinamik modellerden daha fazla tercih edilmesi, emek piyasasının öznellik boyutunun atlanması ve ücret/kar oranının kurumsal olarak tanımlanması, ekonominin önemli unsurlarından paranın

48


soyutlaştırılması, homo economicus anlayışının evrenselleştirilmesi, tam rekabet ve tam bilgi varsayımları reddedilmektedir.64 3.3.3 Neoklasik İktisat Öğretisinin Tek Boyutluluğu İktisat bütün yan kollarıyla birlikte, hep neoklasik bağlamda ele alınmaktadır. Marksist iktisat yada Keynesgil teori önemsenmemektedir. İktisadi çeşitliliğin anlatılması, yansıtılması konusunda herhangi bir çaba bulunmamaktadır. Ekonomik yaklaşımlardan sadece biriyle ilgili çözümler aranmakta ve sorgulanmaktadır. Araştırmalar ve incelemeler belli bir dşünce doğrultusunda mutlak gerçeklik varmış gibi yapılmaktadır. Karşılaştırma yada diğer teorilerden yararlanarak analiz yapma önemsenmemektedir. Kavramlara dogmatik boyutlar yüklenmiştir. Öğretimin, ekonomik unsurları çevrelemiş olan belirsizlikleri esas alarak, araştırmacı niteliğiyle çözümlemeler sunması beklenmektedir. Daha önce bahsedildiği gibi, iktisat biliminde çok farklı yaklaşımların olması gerektiği 2000 de yayınlanan öğrenci bildirisinde yer almıştır. Ayrıca öğretmenlerin (iktisat akademisyeri) öğrencilere destek olmak için yayınlamış oldukları bildiri de de birçok farklı teoriye odaklanmanın gereği vurgulanmıştır. Çoğulculuk yada çokluk ilkesi ekonomistin kültürünün parçası olmalıdır diye düşünmektedirler. İnsanların herhangi bir konuya çok farklı açılardan bakabilmelerinin ve değerlendirme yapabilmelerinin en önemli gereği çok farklı alanlardan bilgi sahipliğidir. Sürekli gelişen ve karmaşıklaşan dünyada alternatif tanımlarlardan kaçınmak mümkün değildir.65 Mevcut

iktisat

kuramında

yapılan

değerlendirmelerde

çoğulcu

anlayışın

eksikliği

hissedilmektedir. Farklı görüşlerin ortaya çıkabilmesi ve akılcı biçimde değerlendirilebilmesi için alternatiflerin serbestçe rekabet edebilirlikleri önemsenmelidir. Alternatifler teoriler arasında, methodlar arasında, yöntemler arasında, yaklaşımlar arasında, perspektifler arasında modeller arasında ve açıklamalar arasında yaratılmalıdır. Fransız öğrenciler yaklaşımları 64

Steve Cohn , “Common Ground Critiques of Neoclassical Principle Texts” , Post Autistic Economics , Issue no.18 http://www.btinternet.com/%7Epae_news/review/issue18.htm 65 Esther-Mirjam Sent , “Pleas for Pluralism” , Post Autistic Review , Issu no.18 , February 5 , 2003 (Erişim: 25 Şubat 2003) http://www.btinternet.com/%7Epae_news/review/issue18.htm

49


vurguladıklarında, onların hocaları da çok daha fazla teoriye yöneldiler ve ingiliz öğrenciler de method ve yaklaşımlara ayrı bir önem vermeye başlamışlardır. İktisadi analizlere tarihi , sosyolojik ve psikolojik yönlerden bakabilme yetkinliğini sağlayacak unsur çoğulculuk ilkesidir. Mevcut sistemde derslerin genel olarak düşünceye yer vermediği iddia edilmektedir. Varolan iktisadi sorunlara önerilmiş tüm yaklaşımlar arasında sadece bir tanesi sunulmaktadır. Bu yaklaşım da herşeyi saf aksiyomatik (kendiliğinden doğru kabul edilen) bir süre sonra sanki bunlar iktisadi doğrularmış gibi - açıklama eğilimindedir. Post Otistik İktisat ileri gelenleri bu dogmatizmi kabul etmemektedirler. İşsizlik, eşitsizlik, mali pazarların yeri, serbest ticaretin avantajları ve dezavantajları, küreselleşme, iktisadi gelişme gibi büyük iktisadi sorunları çevreleyen belirsizliği uyum sağlayabilecek yaklaşımlar talep edilmektedir. Ayrıca neoklasik olmayan teorilerin müfredat içine alınması öncelikli konu olarak ele alınmalıdır. Üniversitelerin iktisat bölümlerinden mezun olan pek çok öğrenci, eğer kendi çabalarıyla öğrenmemişlerse, neoklasik iktisattan başka bir iktisadın varlığından haberdar bile olmuyorlardır. Gülten Kazgan’ın bu konudaki görüşü şöyledir: “ Rekabetin erdemlerine inanan neoklasik iktisat, iktisadi düşüncede bütün rekabeti ortadan kaldırdı ve adeta iktisat teorisinde düşünce tekeli kurdu”.66 Neoklasik iktisatın bu kadar hakim olmasının nedeni konusunda iki temel görüş vardır. Bu görüşlerden biri neoklasik iktisatın teknik yapısının sürekli gelişerek güçlendiğini ve kendisine yöneltilen eleştirileri de içine alarak çözümlediği için hakimiyetini sürdürdüğü. Bir başka görüş ise hakim dokunun kendi algılayış tarzını dikte ettirmeye çalışıyor olması yolunda.67 Eleştirel yönelimli analizlerin henüz gündemi belirleyecek bir güce sahip olamaması bir gerçektir. Ama bu gerçeğin arkasında sadece bu analizlerin geliştirdikleri teorik çerçevelerinin yetersiz olmaları yatmıyor. Yetersizliğin temelinde güç ilişkilerinin neden olduğu sınırlamalar özel bir yer tutuyor. En azından formel eğitimin verildiği iktisat bölümlerinde alternatif 66 67

Prof.Dr.Gülten Kazgan , “İktisat Nasıl Okutulmalı?” , ODTÜ Gelişme Dergisi , 14/1 , 1987, s.77 Yrd.Doç.Dr Ester Biton Ruben , “İktisat Öğretiminin Sorunları” , İktisat Dergisi , S. 415 , 2001, s.36

50


çerçeveler sunan eleştirel iktisat yaklaşımlarına hemen hemen hiç yer verilmemesi bu ilişkiyi açıkca göstermektedir.68 3.3.4 Genel Geçerlik (Analitik Düşünce Eksikliği) Bu açıdan yöneltilen eleştiriler neoklasik iktisat’ın konulara ideolojik bir yaklaşımla eğildiğini ileri sürmektedir. İddialar ; disiplinin kendine sürekli atfettiği nesnel , bilimsel , evrensel kavramlarının ideololojik bir yanılsama aracı olarak düşünülmesi yönündedir. Bu yanılsama araçlarından biri olan insanı , kitle insanı olarak görmek onu ısmarlama bir unsur olarak görünmesini dayatmaktır. Böyle bir indirgemecilik insandaki ve disiplinler arasındaki çoğulcu yaklaşımı yıkar ve onun yerine varsayım önerilmesine neden olur endişesi taşınmaktadır. Bu endişe ve iddia sadece Fransız yada İngiliz öğrencileri tarafından değil , İstanbul Üniversitesi öğrencileri tarafından 2001 yılında yayınlanan destek bildirgesinde de belirtilmiştir. İktisat ve insandaki yabancılaşma ancak iktisat ideolojisinin kendi yarattığı dili parçalamakla mümkün olur. Bu dil, model dogmatizminin, konjonktürel değişimin öznelliklerinden sıyrılarak genelleştirilmesi sorununun kendiliğinden doğmasına sebep olur. Genelleştirme terminolojik bir eksenin kalıplaşmasına ve iktisat teokrasisinin ortaya çalmasına sebebiyet vereceği belirtilmektedir. Varoluşsal bir paradigma-iktisat eksenli dünya algısı- içerisinde bulunan iktisat bilimi meşrulaştırıcı her türlü adımı kendi yarattığı modellerle oluşturur.69 Günümüzde iktisat öğretiminin öncelik taşıyan önemli sorunlarından biri de iktisadi felsefeye gerekli önemin verilmemesidir. Herhangi bir bilim dalı öğrenilirken önce o bilimin ardında yatan felsefenin öğrenilmesi gerekir. O bilim dalının vardığı sonuçları öğrenmeden önce söz konusu bilim dalının geçirdiği düşünsel aşamaların iyice öğrenilmesi gerekmektedir. Bu yapılmadan sadece teknik öğrenilirse üniversite mezunları birer teknisyen olmaktan öteye gidemez. Bilim ve tabiki iktisat bilimi her tekniğin ve her sonucun ardındaki düşünce sistemini, alternatif düşünce sistemleri arasındaki ilişkileri tarafsız bir biçimde yansıtılması sağlanmalıdır. Üzerinde durulması gereken husus; matematiğin iktisat için ancak bir araç olduğu ve amaca dönüşmemesi gerektiğidir. 68 69

Fuat Ercan , “İktisat Teorisi Üzerine Eleştirel Önermeler” , İktisat Dergisi , S.389 , 1999 , s.92 Post Otistik İktisat Hareketine Katkı, s.3 http://www.ceterisparibus.net/arsiv/karincalar.htm

51


4. SONUÇ Egemen iktisat görüşüne yönelik olarak son dönemde yapılan tartışmalar artık eksikliklerden ve çelişkilerden arındırılmış yeni bir iktisadın biçimlendirilmesine yönelmiştir. Uluslararsı boyutta yaşanılan gelişmeler, yeni bir iktisat anlayışının geniş katılımlı tartışmalarla ve konsensusla oluşturulacağı izlenimini vermektedir. Her kesimden görüşlerin dikkate alınması ilerde olası ideoloji tartışmalarını engelleyecektir. İktisat da dahil olmak üzere sosyal bilimler önemli bir dönüşüm yaşamaktadır. Kurucuları sayılabilecek kişilerin temel özelliği entellektüel yapıları iken bugünkü araştırmacılar toplum teorisyeni olmaktan çok sosyal mühendislik diyebileceğimiz bir formasyona sahiptirler. Bu bağlamda iktisat bilimi felsefi bir yaklaşımı ve bununla birlikte, ahlak ve morale ait olduğunu iddia ettiği alanları terk ederek kendine, deneye sunabileceği, sonuçları ampirik testlerle sınayabileceği tarihsel zamanın ve mekansal boyutların ötesinde bir çalışma alanı oluşturmuştur. Bununla birlikte Schumpeter’in belirttiği gibi iktisatın tarihsel devamlılıktan

52


kopuk olmayacağı, tarihsel boyutta oluşan iktisadi olguların tarihsel deneyimin dışında anlaşılamayacağı bir gerçektir.70 Mikro-makro ayrımına son verilmelidir. Sosyal etkileşim prensiplerine dayanan bir davranış teorisini içeren tek bir makro iktisat var olmalıdır. Deneysel çalışmaların üzerinde durulmalıdır. Neoklasik iktisatçıların görüşlerinin yanısıra Veblen, Kaldor, Kalecki, Marx ve Schumpeter gibi iktisatçıların görüşleride dikkatle analiz edilmelidir. Matematik; iktisat teorilerini zorlaştırmak ve anlaşılması zor hale getirmek yerine, teorilerin ve görüşlerin ardındaki karmaşık anlamları aydınlatmalıdır. İktisat bilimi, toplumun gündeminde olan problemlere çözümler aramalı ve yapay gündemlerle araştırma, inceleme gayretini baltalamamalıdır. Süregelen iktisadi krizler en azından kamu müdahelelerinin gereğini ve endividualizm ile kollektif aktörlerin birlikte düşünülmesi ihtiyacını ortaya çıkarmaktadır. İktisat biliminde öğrencilerin de önerdiği gibi interdisipliner bir arayışın veya en azından yeni bir disiplinin sahasının tanımının yapılması gerekmektedir. İktisat bilimi sınırlarını genişletmeli toplumların gelişme dinamiklerini tüm boyutları ile kavrayacak bir amacı hedef almalıdır. İktisat toplumların çok geniş bir bölümünü ilgilendiren; işsizlik, büyüme, enflasyon, devalüasyon, cari açıklar, ödemeler dengesizliği, ihracatın ve ithalatın sürdürülebilir dengede devamı, stagflasyon ve resesyon gibi konularda yeni çözüm önerileri geliştirmeli ve teoriler ortaya koymalıdır. Faiz-Döviz-Borsa üçgeni de çok önemli iktisadi silahlardır. Ancak tek başlarına hiçbir anlam ifade edemezler. Yukarıda belirtilen konular temel unsurlardır ve bu unsurlara yönelik çözümlemelerin olmaması, faiz-döviz ve borsayı işlevsiz hale getirmiş olacaktır. Oluşturulmak istenilen teori olması gerekeni yada arzu edileni değil, olanı ve gerçekte yaşanılanı ele almalıdır. Örneğin tame rekabet, eksiksiz bilgi, genel denge gibi gerçek dışı varsayımlardan arındırılmış, geleceğe ilişkin belirsizlikleri dışlamayan bir teori olmalıdır. Piyasada fiyatın nasıl belirlendiğini, ekonomik ilişkilerin zaman içinde nasıl bir değişimden geçtiğini , rekabet ilişkilerinin gerçek dinamiklerini , teknoloji , girişimci faktörlerin önemini , ekonomik ilişkilerin sosyal temellerini doğru biçimde görebilmeli , modellerini de bu gerçekçi 70

Sarfati , s.10

53


temel üzerinde oluşturmalıdır. Oluşturulmak istenilen teori ister post-otistik olarak nitelendirilsin ister başka birşey, matematiği iyi bir araç olarak benimsemeli ve öne sürdüğü tezlerin matematiksel denklemlerin arasında kaybolup gitmesine izin vermemelidir. Post Otistik İktisat Hareketi’nin iktisat teorisi haline gelmesi ve iktisat kitapları arasında yerini alması belli bir süre gerektirecektir. Oluşacak olan teorinin farklı teorileri analiz etmesi, farklı görüşlerini karşılaştırması en ideal yöntem olarak benimsenmelidir. Tartışmayı ve felsefi düşünebilmeyi teşvik etmelidir. Hukuk, psikoloji, tarih ve felsefe gibi disiplinlerle işbirliği içinde olarak, eleştiriye ve sürekli ilerlemeye açık bir yapı oluşturulmalıdır. Bana göre iktisat, insanı emek gücünden ötürü sadece üretim faktörü olarak görmemeli, varlığınının yegane nedeninin, insanlığın varoluş tarihinden itibaren nasıl daha iyi yaşayabiliriz, nasıl daha adaletli bir biçimde kazandıklarımızı bölüşebiliriz ve kimler için üreteceğiz sorularının cevaplarını bulmak olduğu bilinciyle, insanların özlem ve beklentilerini karşılamayı amaç edinmelidir. Mevcut ve hakim teori olan neoklasik iktisatın insanı sadece üretim faktörü olarak gören anlayışının yerine toplumsal problemleri, işsizliği yoksulluğu en büyük sorun olarak gören ve bu sorunu çözmeye çalışan, sosyal dengeleri göz ardı etmeyen insan merkezli, insan odaklı anlayışın yapılandırılması esasına dayalı teori oluşturulmalıdır. Toplumların beklentilerinin karşılanması, iktisat politikalarının saygınlığını ve kabul görülürlüğünü arttıracağı fikrini savunurken bir yandan da bugün olumsuz gibi görünen gerçeklerin saklanmaması ve açıklanması ilkesiyle hareket eden iktisat biliminin eleştilirilerliğinin azalacağı kanısını taşımaktayım.

54


5. EKLER

55


EK 1. Post Otistik İktisat Hareketi Öğrenci Bildirisinin Orjinal Metni Open letter from economic students to professors and others responsible for the teaching of this discipline71 We, economics students of the world, declare ourselves to be generally dissatisfied with the teaching that we receive. This is so for the following reasons: 1.

We wish to escape from imaginary worlds !

Most of us have chosen to study economics so as to acquire a deep understanding of economic phenomena with which the citizens of today are confronted. But the teaching that is offered, that is to say for the most part neoclassical theory or approaches derived from it does 71

http://mouv.eco.free.fr/english/topen.htm

56


not generally answer this expectation. Indeed, even when the theory legitimately detaches itself from contingencies in the first instance, it rarely carries out the necessary return to the facts. The empirical side (historical facts , functioning of institutions , study of the behaviors and strategies of the agents ...) is almost nonexistent. Furthermore , this gap in the teaching , this disregard for concrete realities, poses an enormous problem for those who would like to render themselves useful to economic and social actors. 2.

We oppose the uncontrolled use of mathematics !

The instrumental use of mathematics appears necessary. But resort to mathematical formalization when it is not an instrument but rather an end in itself, leads to a true schizophrenia in relation to the real world. Formalization makes it easy to construct exercises and to manipulate models whose significance is limited to finding “the good result” (that is , the logical result following from the initial hypothesis) in order to be able to write “a good paper”. This custom, under the pretence of being scientific, facilities assessment and selection but never responds to the question that we are posing regarding contemporary economic debates. 3.

We are for a pluralism of approaches in economics !

Too often the lectures leave no place for reflection. Out of all the approaches to economic questions that exist, generally only is presented to us. This approach is suppose to explain everything by means of a purely axiomatic process, as if this were the economic truth. We do not accept this dogmatism. We want a pluralism of approaches, adapted to the complexity of the objects and to the uncertainty surrounding most of the big questions in economics (unemployment, inequalities, the place of financial markets, the advantages and disadvantages of free-trade, globalization, economic development, etc.) 4. Call to teachers: wake up before it is too late ! We appreciate that our professors are themselves subject to some constraints. Nevertheless, we appeal to all those who understand our claims and who wish for change. If serious reform

57


does not take place rapidly, the risk is great that economics students, whose numbers are already decreaisng, will abondon the field in mass, not because they have lost interest, but because they have been cut off from the realities and debates of the contemporary world. We no longer want to have this autistic science imposed on us. We do not ask for the impossible, but only that good sense may prevail.

EK 2. Profesörlerin Bildirilerinin Orjinal Metni Petition for a Debate on the Teaching of Economics72 This petition raises the following problems: 1. The exclusion of theory that is not neoclassical from the curriculum, 2. The mismatch between economics teaching and economic reality, 3. The use of mathematics as an end in itself rather than as a tool, 4. Teaching methods that exclude or prohibit critical thinking. 5. The need for a plurality of approaches adapted to the complexity of objects analyzed. 72

http://www.btinternet.com/ ˜ pae_news/texts/Fr-t-petition.htm

58


In real sciences , explanation is focused on actual phenomena. The validity and relevancy of a theory can only be assesses through can only be assessed through a confrontation with “facts”. This is why we, along with many students, deplore the development of a pedagogoy in economics privileging the presentation of theories and the building and manipulation of models without considering their empirical relevance. This pedagogy highlights the formal properties of model construction, while largely ignoring the relations of models, if any, to economic realities. This is scientism. Under s scientific approach, on the other hand, the first interest is to demonstrate the informative power and efficiency of an abstraction vis a vis sets of empirical phenomena. This should be the primary task of the economist. It is not a mathematical issue. The path for “getting back to the facts”, however , is not obvious. Every science rests on “facts” that are built up and conceptualized. Different paradigms therefore appear, each of them constituting different families of representation and modalities of interpretation or constructions of reality. Acknowledging the existence and role of paradigms should not be used as an argument for setting up different citadels, unquestionable from the outside. Paradigms should be confronted and discussed. But this can not be done on the base of a “natrural” or immediate representation. One can not avoid using the tools provided by statistics and econometrics. But performing a critical assessment of a model should not be approached on an exclusively quantitative base. No matter how rigorous from a formalistic point of view or tight its statistical fit, any “economic law” or theorem needs always to be assessed for its relevancy and validity regarding the context and type of situation to which it is applied. One also needs to take into account the institutions, history, environmental and geopolitical realities, strategies of actors and groups, the sociological dimensions including gender relations, as well as more epistemological matters. However, these dimensions of economics are cruelly missing in the training of our students. The situation could be improved by introducing specialized courses. But it is not so much the addition of new courses that is important, but rather the linking of different areas of

59


knowledge in the same training program. Students are calling for this linkage, and we consider them right right to do so. The fragmentation of our discipline shoul be fought against. For example, macroeconomics should emphasize the importance of institutional and ecological constraints, of structures, and of the role of history. This leads us to the issue of pluralism. Pluralism is not just a matter of ideology, that is of different prejudices or visions to which one is committed to expressing. Instead the existence of different theories is also explained by the nature of the assumed hypothesis, by the questions asked, by the choice of a temporal spectrum, by the boundaries of problems studied, and, not least, by the institutional and historical context. Pluralism must be part of the basic culture of the economist. People in their research should be free to develop the type and direction of thinking to which their convictions and field of interest lead them. In a rapidly evolving and evermore complex world, it is impossible to avoid and dangerous to discourage alternative representations. This leads us to question neoclassical theory. The preponderant space it occupies is, of course, inconsistent with pluralism. But there is an even more important issue here. Neoclassicalism’s fiction of a “rational” representative agent, its reliance on the notion of equilibrium, and its resistence insistence that prices constitute the main (if not unique) determinant of market bahavior are at odds with our own beliefs. Our conception of economics is based on principles of behavior of another kind. These include especially the existence and importance of intersubjectivity between agents, the heterogeneity of agents, and the importance of economic behaviors based on principles of behavior of another kind. These include especially the existence and importance of intersubjectivity between agents, the heterogeneity of agents, and the importance of economic behaviors based on non-market factors. Power structures, including organizations, and cultural and social fields should not be a priori excluded. The fact that in most cases the teaching offered is limited to the neoclassical thesis is questionable also on ethical grounds. Students are led to hold the false belief that not only is neoclassical theory the only scientific stream, but also that scienticifity is simply a matter of axiomatics and/or formalized modeling.

60


With the students, we denounce the naive and abusive conflation that is often made between scientificity and the use of mathematics. The debate on the scientific status of economics can not be limited to the question of using mathematics or not. Furthermore, framing the debate in those terms is actually about deluding people and about avoiding real questions and issues of great importance. These include questioning the object and nature of modeling itself and considering how economics can be redirected toward exploring reality and away from its current focus on resolving “imaginary” problems. Two fundamental features of university education should be the diversity of the student’s degree course and the training. But under the neoclassical regime neither is possible, and often the latter is actively discouraged. Insistence upon mathematical formalism means that most economic phenomena are out-of bounds both for research and for the economic curriculum. The indefensibleness of these restrictions means that evidence of critical thinking by students is perceived as a dangerous threat. In free societies, this is an unacceptable state of affairs. We, economic teachers of France, give our full support to the claims made by the students. We are particularly concerned with initiatives that may be taken at the local level in order to provide the beginning of answers to their expectations. We also hope these issues will be heard by all economics students in universities everywhere. To faciliate this we are ready to enter a dialogue with students and to be associated with the holding of conferences that will allow the opening of a public debate for all.

61


6. KAYNAKÇA Acar , Gökmen T. “Egemen İktisat Görüşünün Son Dönemdeki Eleştirisi: Post Otistik İktisat Hareketi” , http://www.ceterisparibus.net/arsiv/g_acar.pdf (Erişim: 15 Ağustos 2003) s.3. Aktan, Coşkun. Politik İktisat, İzmir: Anadolu Matbaası, 2000 http://www.canaktan.org/ekonomi/iktisat-okullari/okullar/neo-klasik-iktisat.htm (Erişim: 09/11/2002) , (s 1 veya par.1) Barber, J.Barber. İktisadi Düşünce Tarihi, Çev. İhsan Durdu, İkinici Basım, İstanbul: Şule Yayınları 1997, s.219-220. Branson, William H. Macroeconomic Theory and Policy, 3.Edition, New York:HARPER & ROW PUBLISHERS , 1989 , s.281.

62


Caldwell, Bruce J. “In Defence of Basic Economic Reasoning” , Post Autistic Review , Issue no.13 , May 2002, (Erişim : 9 Ekim 2003) http://www.btinternet.com/ %7Epae_news/review/issue13.htm Cohn, Steve. “Common Ground Critiques of Neoclassical Principle Texts” , Post Autistic Economics Review , Issue no.18 (Erişim: 25 Şubat 2003) http://www.btinternet.com/ %7Epae_news/review/issue18.htm Çakır, Necip. İktisat’ın Dama Taşları , Ekoller-İktisat’ın Dama Taşları , Ekoller-İz Bırakanlar-Kavramlar , İstanbul: İÜ İktisat Fakültesi Mezunlar Cemiyeti İktisat Dergisi , 2001, s.96. Dinler, Zeynel. Mikro Ekonomi, Ondördüncü Basım , Bursa: Etkin Kitabevi Yayınları, 2002 s.13 Ercan, Fuat “İktisat Teorisi Üzerine Eleştirel Önermeler”, İktisat Dergisi, S.389, 1999 , s.92 Fullbrook, Edward. “A Brief History of the Post-Autistic Economics Movement” , PostAutistic Economics,

21 November 2001 (Erişim: 25 Şubat 2003)

http://www.btinternet.com/ pae_news/history.htm Galbraith, James K, “A contribution on the state of economics in France and the world” Post Autistic Economics, Issue no: 4 , 29 January 2000 (Erişim: 25 Şubat 2003) http://www.btinternet.com/~pae_news/texts/Galbraith1.htm Goldschmidt, Nils. “Distorted economic rlations: A new movement- the post autistic economists-wants to rnew economics”, Sueddeutsche Zeitung , April 3, 2002 , p.25 (Erişim: 10 Kasım 2003) http://www.btinternet.com / news/media/Goldschmidt1.htm Guerrien, Bernard.“Neoklasik İktisat Teorisi”, Çev:Ertuğrul Tokdemir , İletişim Yayınları , 1991 http://askaptan.4mg.com/Neoklasik.htm (Erişim : 20 Şubat 2002

63


Guerrien, Bernard. “Is There Anything Worth Keeping in Standart Macroeconomics?”, Post Autistic Review Issue no.12, March 2002 (Erişim 26 Şubat 2003) http://www.btinternet.com/%7Eapae_news/review/issue12.htm Guerrien, Bernard. “Once Again on Microeconomics” , Post Autistic Review , Issue no.16 , October 2002, Çev.Gökmen Tarık Acar , (Erişim: 25 Ağustos 2003) http://www.btinternet.com/%7Epae_news/review/issue16.htm

Hançerlioğlu, Orhan. Ekonomi Sözlüğü, 8. Basım, İstanbul: Remzi Kitabevi, 1999, s.486. Hodgson, Geoffrey M. “ Theoritical substance should take priority over technique” , Post Autistic Review, Issue no.14, June 2002, (Erişim:16 Temmuz 2003) http://ww.btinternet.com/%7Epae_news/review/issue14.htm

İÜ İktisat Fakültesi Öğrencilerinin (Karıncalar) Hazırladığı Broşür Metni , “Post Otistik İktisat Hareketine Katkı” http://www.ceterisparibus.net/arsiv/karincalar.htm (Erişim: 12 Ocak 2003) Jacobsen, Kurt. “ Revolt in Political Science”, Post Autistic Review, Issu no.6 , May 2001 (Erişim: 11 Haziran 2003) http://www.btinternet.com/%7Epae_news/review/issue6.htm Kazgan, Gülten. “İktisat Nasıl Okutulmalı?”, ODTÜ Gelişme Dergisi, 14/1, 1987, s.77 Keen, Steve. “ Two Perspectives to Guerrien’s Question” , Post Autistic Review , Issue no.14 June 2002 , (Erişim: 11 Haziran 2003) http://www.btinternet.com/ %7Epae_news/review/issue14.htm Martinas, Katalin. “Is the Utility Maximization Principle Necessary?” , Post Autistic Review Issue no.12 , Çev.Gökmen Tarık Acar, . “Egemen İktisat Görüşünün Son Dönemdeki

64


Eeleştirisi: Post Otistik İktisat Hareketi”, http://www.ceterisparibus.net/arsiv/g_acar.pdf (Erişim: 15 Ağustos 2003) s.25. Morrison, Ronnie. “ Post Otistik İktisat” , “Prosperity”, February 2001 http://www.prosperityuk.com/prosperity/articles/pae.html Önder, İzzettin. “Otistik Bilim Tartışılmalıdır”, Maliye Güncesi, İktisat Fakültesi Maliye Bölümü Bülteni, Sayı:5, Mart 2001, http://maun.istanbul.edu.tr/iktisat/maliye/bulten5/bulten5.htm Önder, İzzettin. “İktisat Eğitiminin Niteliği” , İktisat Dergisi , Sayı.415 , 2001 , s.12. www.paecon.net Post Otistik İktisat Hareketine Katkı, http://www.ceterisparibus.net/arsiv/karincalar.htm Raveaud, Gilles. “Teaching Economics Through Controversies” Post Autistic Review , Issue no.5 March 2001 http:// www.btinternet.com/%7Epae_news/review/issue5.htm , (Erişim : 25 Şubat 2003) Rosen, Harvey S. Public Finance , Üçüncü Basım , Boston: Richard D.IRWIN , INC , 1992 Ruben, Eser B. “İktisat Öğretiminin Sorunları”, İktisat Dergisi, S. 415, 2001, s.36 Sapir, Jacques. “ Response to Guerrien’s Essay” Post Autistic Review , Issue no. 13 , May 2002 (Erişim: 12 Nisan 2003) http://www.btinternet.com/~pae_news/join.htm Sarfati, Metin. “İktisat Bilimi Üzerine Tartışma” , İktisat Dergisi , Sayı:415 (Temmuz 2001) Sent, Ester-Mirjam. “Pleas for Pluralism” , Post Autistic Review , Issu no.18 , February 5 2003 (Erişim: 6 Mayıs 2003) http://www.btinternet.com/%7Epae_news/review/issue18.htm

65


Student Petition of Autisme-Economie http://www.btinternet.com/pae_news/texts/apetition.htm (Erişim: 10 Kasım 2003) Talas, Cahit. Ekonomik Sistemler , Beşinci Basım , Ankara: İmge Kitabevi ,1997 , s.151.

66


67


68


69


70


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.