Üniversiteli Gazetesi Aralık 2013

Page 1

Üç aylık, Yerel, Süreli, Türkçe Yayın Kolektif Kültür Yaşam Derneği Adına Sahibi Dilan Öğüz Adres: İstiklal Cad., İmam Adnan Sokak, No:5 Kat: 5, Beyoğlu/İstanbul Tel: 0212 2459733 e-posta: iletisim@universiteligazetesi.net Basıldığı Yer: İhlas Gazetecilik A.Ş Merkez Mahallesi 29 Ekim Caddesi İhlas Plaza No.11 A/41 34197 Yenibosna / Bahçelievler / İstanbul Tel: 0 212 454 30 00

"AKP’nin alamet-i farikası muhafazakar kuşatıcılığı"

Universıtelı

Üniversiteli artık daha güçlü Gezi İsyanı'nın ardından bir isyan bayrağını da penguen medyaya çektik. Medyanın patronaj ilişkilerini, para ve iktidar sevdalarını saklama şansları kalmadı. Sokaklarda Ethem katledilirken, Ali İsmail'in katilleri karanlık bir sokakta pusu kurmuşken penguen belgeselleri yayınlayan medyaya karşı daha güçlü olmanın vaktinin geldiğini anladık. Milyonları aşan katılımla gerçekleşen isyan bizim de alışkanlıklarımızı değiştirdi, Haziran İsyanı yaşanmamış gibi yapamazdık. Daha iddialı, katılımcı bir Üniversiteli için kolları sıvama sebebimiz çoktu.

www.universiteligazetesi.net

Sayı 19 Aralık 2013

AKP ile cemaat arasında kara kedi: Dershaneler Ersin Vedat Elgür Dicle Üniversitesi 1848 ayaklanmaları ile 1871 Paris Komünü her şeyden önce şu talebi dillendiriyordu: halkın silahlandırılması. Ve tabi ki sermaye tam tersini… Yıllar içinde kimi zaman manipülasyonlarla kimi zaman da zora dayanarak halk gerçekten silahsızlandırıldı. Ve halka haklarından ve bu hakların koruyucusu olan devletten ve ikisi arasındaki ilişkinin bağımsız gücü olarak hukuktan bahsedildi; hukuk halkın silahıydı… İnsanların bazıları bu durum üzerine büyük bir ciddiyetle düşündüler, ve büyük filozoflar büyük büyük laflar ettiler yurttaşlık üzerine; tersine bazıları ise bu büyük kandırmacayı kocaman kahkahaları ile karşıladılar… ve onlar insanlara başka bir hikaye anlattılar. Silahlarımızdan sonra hakları da, hukuku da kaybettik; öyle ki çehremizdeki kırmızı fular, elimizdeki su şişesi dahi silah olarak görüldü… çizgilerimiz, kelimelerimiz, kameramız ve her şeyimiz silah niyetine elimizden alındı; Kolektifler’i bir yeniden silahlanma hareketi olarak görüyorum: Öyle ki mizahtan tiyatroya, kameradan kelimelere, şiirlerden bilime; kaybettiğimiz ne varsa onları yeniden kuşanıyorlar sanki…. Sevgi ve saygıyla….

TOMA @tomagrafi Mustafa Sönmez Yurt Gazetesi “Dindar gençlik” yetiştirmeyi hedefleyenler gençliği bağnaz, itaatkar, sorgulamayan toplum projesinin parçası yapmak istiyor. Umarım Üniversiteli Gazetesi AKP’nin gençlik üzerinde oluşturmaya çalıştığı hegomanyanın kırılmasında faydalı olur. Üniversiteli’ye yayın hayatında başarılar diliyorum.

Merhaba Üniversiteli, "TOMA'nın Üniversiteli'yle ne işi olur?!" diye düşünebilirsin, haklısın. Keep Calm and "Üniversitelilere ait üniversiteleri işgal ettiğiniz bilgisini aldım, müsterih olun müdahale olmayacak!" sen yeter ki diren. Buraya gelinceye kadar ardımdan "TOMA çay demle, onurlu yaşa", "Susuz kal TOMA!" daha neler neler söylendiğini unutmadım. İçinizden biri de çıkıp "Su

verenlerin çok olsun" demedi. Bir ara egzozuma sokulan patateslerle frachising kızartma işine girmeyi düşünmedim değil. Ayrıca son zamanlarda kızlı erkekli “TOMA ile ciddi düşünüyoruz” diyenler vardı, sahi ne oldu onlara? Neyse, sıktıysam özür dilerim. Biliyorum yine de beni pek sevmiyorsun, yeni bir başlangıç için sıkıyorum. Sevgi ve tazyikle...

Erdoğan buyurdu: “Okul tez bitirile” Tayyip Erdoğan Edirne’de

Utku Oğul Kolektif Yürütme Kurulu Üyesi Tayyip Erdoğan'ın bugüne kadar “beraber yürüyüp, beraber ıslandığı'” kimselere bile tahammül edemediği doğal olarak muhalif her sesin kesildiği, medyanın bırakın ne söylediğine, ne giydiğine dahi karışıldığı; sansür uygulandığı bir dönemden geçiyoruz. Ve bu tabloda üniversitelilerin sorunları, bu sorunlara karşı geliştirdiği tepkiler, Tayyip Erdoğan'ın kalıbına uymayan sosyal, kültürel, bilimsel üretimler yazılı ve görsel medyada artık göstermelik de olsa yer alamıyor, üniversitelilerin haber, bilgi, görüş akışını da

AKP hükümeti ve Gülen cemaati çatışması son günlerde dershanelerin kapatılması gündemiyle başka bir boyuta taşındı. Daha önce iç gerilimlerini dışarıya çok fazla yansıtmadan çözme eğiliminde olan iktidar, bu yeni saflaşma gündemi ile kolun kırılıp yenin içinde kalamayacağı bir durumla karşılaştı. S10

“Biz biliriz” diyenler belirliyor. Tam da burada, yıllardır üniversitenin gündemine üniversitelilerin emeğiyle ışık tutan Üniversiteli'nin, Gezi'yi Gezi yapan dayanışma kültürü, yaratıcılık motifleri ve yeni kalemleriyle elbette daha geniş bir akılla önemli bir göreve soyunması umut verici. Bütün üniversitelileri ayrıcalık sahibi yapan; sadece okuru olmadığı, yazarı, muhabiri, dağıtımcısı, emektarı olabileceği bir gazeteye kavuşturanların yeni yayın hayatına girmesinin heyecanını paylaşıyorum.

yaptığı konuşmasında yine üniversiteyi hedef aldı. Tayyip, “ Çünkü sınırsız affı verdiğimiz öğrenciler üniversitelerimizi terör alanına çevirdiler. Kardeşim 6 yılda bitireceksen bitir” diyerek konu hakkında kanun çıkaracaklarını belirtti.

Sokakta kazanılan sandığa sığar mı? “Binlerce öğrencinin sokağa dökülmesi ve ardından gelen işçi grevleri ile Şili’de muhalefet güçlendi, neo-liberal çizgiye karşı mücadele başladı. Bir adayın meclise girebilmek ve herhangi bir adım atabilmek için sokaktan çıkan bir hareketin liderinden; yani 25 yaşındaki Camila Vallejo gibi bir karakterden yardım almaya ihtiyacının olması, sokak hareketinin ülkedeki dengeleri nasıl etkileyebileceğinin kanıtıdır. S15

PERDE SOKAKTA KAPANACAK Gençlik gelecek AYŞENUR ARSLAN S3

Tayyip ve tüm iktidar ortakları en korktuğu yerde “sokakta” durdurulabilir. Ne hallaç pamuğuna çevirdikleri eğitim iktidar içi kavgaya teslim edilebilir ne de “kızlı-erkekli” yaşama yönelik gerici müdahaleye teslim olunulabilir. Ne de olsa iktidar ortakları birbirini yese de asıl iktidarı sokaklar belirler. S2

Üniversiteli olmak BARIŞ ATAY S4

Tiyatrolar üzerine bir deneme iNAN TEMELKURAN S21

SIYAH MAVI KIRMIZI SARI

Şimdi AKP düşünsün “Kızlı-erkekli evlerde kalamazsınız, dindar-kindar nesiller istiyoruz” diyen Tayyip Erdoğan'ın kafasında yaratmak istediği bir genç modeli var. AKP için gençlik kimi zaman seçim malzemesi, kimi zaman iktidarlarının sürekliliğini sağlamak için gelecek yatırımı, isyan ettiği müddetçe ise iktidarının sonu. AKP'nin itaatkar, rantçı dindar kalıbına sığmayan, gerici-neoliberal düzenine karşı kadınlı-erkekli direnen gençlik Üniversiteli'de sesini bulacak. Üniversiteli isyanın diliyle, isyanı yazmaya devam edecek.

Universıtelı

Ethem’in davasında uykuya dalan adalet, Ali İsmail’in davasında saklambaç oynuyor. Dava son olarak Kayseri’ye alındı S4

SAYFA 01

İçeriğinden, tasarımına, dağıtım ağlarına kadar yenilediğimiz Üniversiteli Gazetesi'ne çıkış sürecindeki destekler doğru yolda olduğumuzu şimdiden kanıtladı. Yazılarıyla, sayfa danışmanlıklarıyla bizlere destek olan dostlarımız dayanışma taleplerimizi karşılıksız bırakmadı. Üniversitelilere yaptığımız çağrılara olan ilgi hergün büyüyor. Aramıza katılan her üniversiteli ile kolektif emeğimiz, ufkumuz büyüyor ve daha da güçleniyoruz.

24

Üniversiteli’ye mesaj var

Üniversiteli Gazetesi ekibinden İlk sayısını 2006 yılında çıkardığımız Üniversiteli Gazetesi'nin 34 sayılık macerasında yeni bir sayfa açtık. Yenilenen Üniversiteli Gazetesi'ni sizlere ulaştırmanın heyacanını yaşıyoruz. Üniversitelilerin kolektif emeğiyle hazırladığımız gazetemiz ilkelerinden hiç ödün vermedi. Cinsiyetçi ve homofobik olmayan bir yayın dili, sponsorsuz, reklamsız bir yayın ile üniversiteli penceresinden ülke ve üniversite gündemini yorumlamaya devam ediyoruz.

Yrd. Doç. Dr. Cenk Saraçoğlu ile ‘Kızlı-Erkekli’ ev meselesi, dershane kavgası, Gezi sonrası siyaset üzerine keyifli bir söyleşi S8


MAVI KIRMIZI SARI

Ülke

Mizah

Kavgada bile söylenmez Cemaat-AKP arasında büyüyen dershane tartışması birbirlerine en sonunda ‘hastalıklı ruh’ dedirtti. Bugün Gazetesi’nde Fatma Şahin ileTayyip Erdoğan'ın el ele tutuştuğu fotoğrafın yayınlanmasının ardından Yalçın Akdoğan, Yeni Şafak’taki köşesinden "Kavganın da bir ahlakı vardır" diyerek eleştiri yaptı. Bu eleştiriye Bugün Gazetesi’nden yanıt gecikmedi: "Anadolu Ajansı tarafından servis edilen bir fotoğraf karesinin farklı amaçlarla kullanıldığını düşünmek hastalıklı bir ruh halinin yansımasıdır."

TOMA’nın yeri

Varsın birileri kavga ededursun, hatta birbirlerinin üzerine içi evrak dolu bavullar atsınlar, biz de köşemizden 25. Kare’leri bulmaya çalışalım. AKP’nin yardımcı yayın organı Yeni Akit partiden istifa eden İdris Bal’ı 1 adet vesikalık fotoğraf ile bulmaca sorusu yapmış, hem de “partisine ihanet eden AK Parti milletvekili” diye. Bülent arınç “siyaset beni bırakıyor” demiş. Ne melankolik değil mi? Vedaları bile ağlamaklı. Siyaset seni bıraktı da sen hala yaka paça bir yerden tutmaya çalışıyorsun yahu!

mış miş muş müş

Dünyanın dört bir yanındaki sorunlara el atan, gözüne kestirdiklerine bir şekilde dahil olan Başbakanın görmesi gerekiyor. Haftada 3 gün makarna yiyoruz, açız.

muğla sıtkı kocaman üniversitesinin rektörü mansur harmandar akp’den muğla belediye başkan adayı olMUŞ.

Samanyolu TV muhabiri canlı yayında yine bir dershane haberi sunarken, hık dedi gitti.

SAYFA 02

Adalet bakanı Sadullah Ergin insanlık onuruna aykırı olan çıplak aramanın “hükümlünün utanma duygusunu ihlal etmeyecek şekilde” yapıldığını savunabildi.

çanakkale 18 mart üniversitesi rektörü sedat laçiner fidan dikme eylemi yapan öğrencilere twitterdan “10 yaşında olsun. meşe, gürgen ve ıhlamur olursa..” yazarak kendi çizdiği çember içinde eğlenMİŞ.

Muğla’da yaptığı konuşmada “Faiz lobisinin en büyük kaynağı kredi kartlarıdır” diyen Tayyip Erdoğan çapulcuların aylardır yanıt aradığı soruyu cevaplamış oldu. Son günlerdeki dershane tartışmalarından sonra cemaat AKP’ye sert çıktı; “Ühü ühü” Tayyip Erdoğan “Kanal İstanbul” adını verdiği çılgın projesiyle bundan sonra “İstanbul’u ikiye yardırtan” olarak anılmak istediğini belirtti.

Çizim: Gökçe Ekin Baran

“Burak Yılmaz hipnotize edilmiş olabilir” diye haber yapan Yeni Şafak insanların telefonla aranarak hipnotize edildiğini ve bu alanda telekinezi yönteminin mucidi Yiğit Bulut’a rakip olduklarını açıkladı.

Tayyip’in sonu, Gezi’nin yolu : Sokak da saflaştırmak esas amaçtır. AKP’nin 11 yıldır muhafazakarlığından taviz vermediği halde bu hamleleri bu dönemde hem de üst üste yapmasından ancak oy kaybetme korkusu açığa çıkmaktadır. AKP Gezi’nin kendinde yarattığı moral bozukluğunu ve güç kaybetme riskini ortadan kaldırmak için gericiliğe sarılmış durumunda. Bu yerel seçimler Tayyip Erdoğan için ise bambaşka bir öneme sahip. Milyonların sokağa çıkmasına vesile olan baskıcı yönetimi ve dış politikadaki başarısızlığı, Erdoğan’ın uluslararası vizyonunu büyük ölçüde kaybetmesine neden oldu. Parti içindeki rakipleri de fırsattan istifade kendi mevzilerini kuvvetlendirme telaşına girişti. AKP’nin akıbetinin ne olacağı sorusunu cevaplayamasalar da tüm AKP kadroları hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağının farkında. Bu yüzden artık anlaşmazlıklar daha gür konuşuluyor. Dershane meselesinde Tayyip-Gülen çatışması iktidar içindeki çatlağın ne denli büyüdüğünün bir göstergesi olarak karşımıza çıktı. AKP’nin kendi içinde bir koalisyon olma durumu olası bir zayıflamada her unsurun gücü kendi eline alma mücadelesine dönüşecektir. Tayyip Erdoğan da durumun farkında elbette. O yüzden yıllardır ortaklık yaptığı cemaatle savaş bayraklarını çekmiş bir görüntü yaratıyor. Partiden tasfiye etmenin, oy kitlesini de kendine bağlamanın bu şekilde de ülkeyi yönetmeye devam edebilmenin hesabını yapıyor. Ama düne kadar ses-

+

Görünen tablo AKP açısından işlerin iyi gitmediği yönünde. 3 seçimlik kritik virajda AKP’nin geriletilmesi sokak muhalefetinin temel görevi olarak görünüyor. Yerel seçim sürecinde AKP’nin neoliberal belediyecilik anlayışına karşı sokakta örülecek muhalefet üniversitelilerin de temel gündemine oturmaktadır

siz, en fazla efkarlı olabilen Gülen hareketi de Tayyip’e ‘kolay lokma’ değiliz mesajı veriyor. Her iki taraf da dershaneler üzerinden eğitimde fırsat eşitliğini ve niteliği tartışıyor gibi görünürken – sanki 4+4+4’ün mimarları kendileri değilmiş gibi- iktidarın pastasından daha büyük pay alabilmenin kavgasını veriyor. Ama her ne olursa olsun bu kavganın iktidar içi bir kavga olduğunu ve iktidar içinde uzlaşıyla çözülmek zorunda olduğunu unutmamak gerekir. Ne de olsa hiçbir iktidar ortağı iktidarı kaybetmeyi göze alacak bir savaşa girişemez. Yerel seçimlere yaklaşırken AKP, Kürt sorunnda da Barzani hamlesini yaptı. Geleneksel devlet stratejisi olarak Kürt oylarını bölmek için alternatif Kürt figürleriyle ittifak yapmak artık alışılagelmiş bir durum. Hem Rojava’ya yönelik tutumuyla hem de ABD ile kurduğu ahbap çavuş ilişkisiyle Türkiye’deki Kürtler açısından herhangi bir çekiciliği kalmayan Barzani ve Şivan-İbo düeti

Türkiye’deki Kürtler açısından çekici bir alternatif olmayacağını AKP’nin Diyarbakır mitinginin sayısal azlığıyla daha baştan kanıtladı. Her ne kadar ABD’den ve Bağdat hükümetinden yenilen azarla askıya alınsa da asıl meselenin Kürt petrolleri olduğu da AKP-Barzani arasındaki gizli anlaşmayla açığa çıktı. Görünen tablo AKP açısından işlerin iyi gitmediği yönünde. 3 seçimlik kritik virajda AKP’nin geriletilmesi sokak muhalefetinin temel görevi olarak görünüyor. Yerel seçim sürecinde AKP’nin neoliberal belediyecilik anlayışına karşı sokakta örülecek muhalefet üniversitelilerin de temel gündemine oturmaktadır. AKP’yi yıkmak için kendi iç kavgalarından medet ummak, AKP’yi destekleyen dış güçlerin desteğini çekmesini beklemek gibi bir beklemeci tavır, Gezi’nin yarattığı direnişçi özneler açısından tercih edilebilir bir yerde durmuyor. AKP’nin gerici söylemlerle harmanlayarak ilerlettiği neoliberal saldırı ancak Tayyip’in ve tüm iktidar ortaklarının en korktuğu yerde “sokakta” durdurulabilir. Ne hallaç pamuğuna çevirdikleri eğitim iktidar içi kavgaya teslim edilebilir ne de “kızlı-erkekli” yaşama yönelik gerici müdahaleye teslim olunulabilir. Gezi’nin yarattığı devasa sel şu an ara sokaklarda akıyor, isyanın en büyük dinamiği üniversiteliler ara sokaklardaki isyanı AKP’nin karşısına, onu yıkacak sel olarak biriktirmelidir. Ne de olsa iktidar ortakları birbirini yese de asıl iktidarı sokaklar belirler.

Ethem Sarısülük’ün davası ikinci duruşmasında savcı derin uykuya daldı.

Adaletin ölüm uykusu!.. Çizim : Koral Erat

yetkili abilerine yaranmak için 51 işçiyi işten çıkarıp ekmeğinden eden hacettepe üniversitesi rektörü murat tuncer beklediği ilgiyi göremeyip soluğu Rusya’da alMIŞ. geçtiğimiz dönem odtü’yü kınamasıyla sağ kulvardan atak yaparak yarışa dahil olan sabahattin zaim üniversitesi yaptığı rektör değişikliğiyle kalan turlarda yarışa tam gaz devam edeceklerini açıklaMIŞ.

BOYA, ÇEK, YAYINLAYALIM

TEK KULLANIMLIK STENCİL KES

T

ürkiye’nin gündelik siyasal akışı Gezi’den sonra epeyce değişti. Eski siyasetin tek hakimi Erdoğan, parti içinde ve sokaktaki muhalefetle uğraşırken bir yandan da yerel seçim sürecine giriş yapmış oldu. Bugüne kadarki seçim süreçlerini iyi yöneten ve oy arttıran AKP açısından 3 seçimli 1 buçuk yıllık süreç “ya tamam ya devam” süreci olarak geçirilecek. Sıkışan her iktidar gibi AKP de kendine muhalefet edenlere saldırgan pozisyonda mevzi almış durumda. Erdoğan ise bir an önce eskiye, “güzel” günlere dönmenin derdinde. Geleneksel yöntemlerini bu seçim döneminde de kullanmaya başladı bile. Gericilik AKP’nin elinde kendi tabanını saflaştırmanın aracı olarak her seçim döneminde mutlaka kullanılan bir yöntemdir. ‘Kızlı-erkekli’ ev meselesi, devlet okullarında karma eğitimin kaldırılması tartışması, türbanın meclise girmesi hiç gündemde yokken bir anda ortaya atılmış oldu. Bu hamleler muhafazakar sağ tabanın geleneksel kodlarına uygun argümanı geliştirme derdinin yanında Gezi ile açığa çıkan kadının özneleşmesi haline de bir saldırı olarak değerlendirilebilir. Kadın bedeni üzerinden siyaset yapmak, kadınlar üzerinden ahlakı tartıştırmak, özgürlükleri kadınların örtünmesine indirgemek ve tüm bunları yaparken kendi karşıtlarına olanca saldırgan davranarak hem gericiliğin yukardan aşağı inşaasını sürdürmek hem de kendi tabanını “İslami değerler” etrafın-

23


22

Kültür&Sanat Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi’nde işten atılan Devrimci Sağlık-İş üyesi sağlık işçileri hastane içerisine çadır kurup direniş başlattı. Özel güvenliklerin çadırları dağıtmasına karşı işçiler çadırların eksiklerini giderip çadırlarını tekrar kurdu. Direniş 29 gündür devam ediyor

Irkçılığa karşı mücadelenin sembolü, eski Güney Afrika Devlet Başkanı Nelson Mandela 95 yaşında hayatını kaybetti. Akciğer enfeksiyonu nedeniyle 8 Haziran’da hastaneye kaldırılan ve Eylül ayında taburcu olan Mandela, 5 Aralık günü hayata gözlerini yumdu

aysenur . arslan

GEÇ GELEN ŞÖHRET

Gençlik gelecek

Sixto Rodriguez Ankara halkına ve ODTÜ’ye savaş açan Gökçek, meclis şovuyla tekrar aday gösterildi

Velhasıl onlar vurdu, biz büyüdük kardeşim mişken ‘daima uyanık kalmak için günlerce gezi’de uyuyan’ çocuklar tabii ki kendilerine en çok benzeyen abilerinin en güzel şiirlerini yazacaklardı duvarlara o çirkin el yazılarıyla. Çok da uzun zaman olmamıştı yalnızlıktan ve umutsuzluktan, aşktan ve gariplikten yazılmış o birkaç dizelik iç çekişlerde kendimizi bulalı. Bayan Nihayet’e giden yollar kapalı diye üzüleli, elden ele dolanan karanfille bir sevdayı büyütmenin umuduyla dolalı. Adımızın ne kadar güzel olduğunu sevdiğimizin ağzından duyunca anlayalı, sevgimiz acıyalı, sıraya şiir yazdık diye azar yiyeli, defterlerimizi sadece şiir yazmak için açalı. İkinci Yeni’yi anlamıyorlardı, bizi de anlamıyorlardı ve anlamadıkları için en dışarı itiyorlardı, dengemizi bozuyorlardı. “Ben bu gençliği anlamıyorum!“larla, “Aman bunlardan bi’ halt olmaz!”larla büyümek zordu, her

şeyi anlamaya çalışmak zordu, akıp giden sokaktan başka hiçbir şeyimiz yoktu. Belki de yalnız bunun için kalabalık olmuştuk caddelerde, yalnız bunun için söylemiştik hürlüğün şarkısını. Anlamıştık ki, Turgut Uyar’ın “Tuttukça güçleniyorum, kalabalık oluyorum” dediği el, tanımadığımız birinin eli de olabilirmiş pek ala. Kendimizi oyuncaklarımız olduğuna inandırdığımız zaman, devlet dersinde yedi çocuk öldürülmüştü, bir teneffüs daha yaşayamadan. Hep arka sıralarda oturmuş, o sıralara sevdiği şiirleri kazımış, gömleğini pantolonunun dışına çıkarmış, tuvalette sigara içmiş, okuldan kaçmış ama hiçbir kavgadan kaçmamış çocuklardık. Korkmadık, kaçmadık, tereddüt etmedik, “Eve dön” uyarısına uymadık; o uyarıyı yapanları evlerine yolladık. Ece Ayhan’ın dediği gibi: Velhasıl onlar vurdu, biz büyüdük kardeşim.

AKP yerel seçim için start verdi Yerel seçimlerde AKP’nin belediye adayları, “üstün hizmetlerinden” vazgeçilemeyen vekiller arasından seçildi Yerel seçimler yaklaşıyor. Bununla birlikte partiler başkan adaylarını açıklamaya başladı. AKP'de başkan adayları büyük oranda değişikliğe uğrasa da Ankara'ya ''deniz getiren'' Melih Gökçek yeniden aday gösterildi. Değişenler ise biraz manidar. AKP tüzüğüne göre üç dönem seçilen milletvekili bir daha aday gösterilemiyor. Ancak vekillerin ''üstün hizmetlerinden'' vazgeçemeyen AKP hükümeti üçüncü dönemini dolduran vekilleri

de belediye başkanlıklarına aday gösteriyor. Adalet Bakanı Sadullah Ergin seçilme süresini tamamlayanlardan biri. Son seçimde veda konuşması yapmadan Adalet Bakanlığı koltuğunu bırakıp Hatay'dan başkan olmaya aday. Öte yandan Ethem Sarısülük'ün katili Ahmet Şahbaz'ın -bir insanlık suçunun- avukatı Hüseyin Yelkovan da Altındağ Belediye Başkan adayı. Son duruşmada "Katil arıyorsanız aynaya bakın" diyen Yelkovan ''Başkan çalışa-

cak Altındağ kazanacak'' sloganıyla seçim çalışmalarına başladı. Üç dönemi tamamlamadan aday olanlar da var. Onlardan biri de Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı olan Fatma Şahin. AKP'nin gerici kadın politikalarını sistemli bir şekilde sürdürmüş olan Şahin şimdi de yerel seçimlere aday. Seçimi kazanmak uğruna siyaseti soyunma odasına kadar taşıyan Şahin, Gaziantepspor oyuncularına 500 bin lira prim teklif etmişti.

ETHEM SARISÜLÜK DAVASI BU KADARI DA OLMAZ DEDİRTTİ

İyi uykular adalet Haziran Direnişi sırasında Ankara’da Ethem Sarısülük başına isabet eden polis kurşunuyla hayatını kaybetmişti. Yaşananların ardından Ankara Başsavcılığı, Ethem’i vuran polis memuru Ahmet Şahbaz hakkında dava açmıştı. Davanın 3. duruşmasına daha önceden adliyeye peruk ve takma bıyıkla gelen Şahbaz, bu defa duruşmaya telekonfrans yöntemi ile bağlanarak ifade verdi.

Şahbaz’ın telekonfrans yöntemiyle mahkemeye bağlanması üzerine Sarısülük’ün avukatları kimlik kontrolü yapılmasını talep etti. Kimlik kontrolünün ardından iddianamenin okunmasına geçildi. İddianamenin okunması sırasında hakim ve savcının uyukladığı görüldü. Duruşma boyunca mahkemenin tarafsızlığına yönelik çok sayıda eleştiri olduğunu söyleyen mahkeme he-

yeti, davadan çekildiğini ve dosyanın 7. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından inceleneceğini açıkladı. ‘Vurduğumu bilmiyordum’ sözünü yalanladı

Ahmet Şahbaz daha önceki duruşmalarda yaptığı savunmada “Olay sırasında bir kişinin yaralandığını iki-üç gün sonra öğrendim” demişti. Ancak 3. duruşma sırasında yaptığı savunmada olay günü raporlu olduğunu iddia etti.

Birkaç yıl öncesine kadar haberler “her 4 gençten biri” diye başlardı. Artık “her 3 gençten biri” diyoruz. Üniversiteyi bitirip de işsiz kalan gençlerimizden söz ederken… Evet üç diplomadan biri duvar süsü olmaktan öteye gidemiyor. İş, gelecek vadetmiyor. Ama istatistik bile kızlı-erkekli “eşit” değil. Çünkü üniversite bitirmiş genç kadınlarda “işsizlik” oranı daha yüksek. Şaşırtıcı değil. İktidar, iktidarın ortakları kadınlara “evlenin, çocuk doğurun” demiyor mu! Gençlerimiz her şeye rağmen umutlarını yitirmiyor. Okuyor. Hem de nasıl sıkıntılar pahasına. Bu yıl, yaklaşık 880 bin öğrenci üniversitelere kayıt yaptırdı. Mevcut öğrencilerle birlikte sayı 3 milyonun üzerine çıktı. Peki, bu gençler için devlet ne yapıyor? Sadece 374 yurtta sadece 310 bin öğrenciye barınma olanağı sağlıyor. Ama o yurtlar ancak “iyi çocuklara”açık. Kızlarla erkekleri ayırdılar. Yetmedi Örneğin İstanbul’da Vezneciler Kız Yurdu’nda tüm erkek çalışanlar kovuldu. Yerine kadınlar alındı. Şimdi kavga ettiklerine aldanmamak lazım. Cemaat yurtları, yoksul öğrenciler için neredeyse tek seçenek kılındı yıllarca. Gençler, daha puanlarını öğrendikleri gün – nasıl oluyorsa- telefonla aranıp tebrik edildi. Cemaat yurtlarına davet edildi. Otogarlarda karşılandı. İktidarın da, iktidar ortaklarının da amaçları, hedefleri çok açık. Dolayısıyla şaşıracak bir durum yok. Ama nasıl olup da uzak / yakın geçmişten ders almıyorlar.. Gençleri susturamayacaklarını, bu ülkeyi teslim alamayacaklarını anlamıyorlar.. İşte buna şaşırıyorum. Gençlerin gelecek umutlarını paramparça edeceksiniz.. Her hak talebinde TOMA’larla üzerlerine saldıracaksınız..

Bugün “hata” olduğunu Bakanınız’ın bile kabul ettiği HES protestolarında öldürmeye, sakat bırakmaya varacak kadar şiddet uygulayacaksınız.. Öldürüp, üstüne bir de “ölmekten dolayı suçlu” ilan edeceksiniz.. Gençlere “öteki dünya umudu” ve sadakadan fazlasını vadetmeyen cemaatleri, tarikatları önereceksiniz.. Sonra da, “bu gençler niye isyan ediyor, neden uslu durmuyor” diye (güya) kafa yorup komplo teorilerine sarılacaksınız. Anlayamayacaksınız! Anlayamayacaklar. Çünkü, güçle kirlendiler. Aklı, bilimi reddederek sadece GÜÇLE her şeyi halledebileceklerini zannettiler. Böyle bir “zamanda” kolektif akıl / kolektif üretim / kolektif yaşam her şey demek. Soru sormayı unutmamak.. Kızlı-erkekli elele yürümek.. Dogmaya karşı bilimi savunmak demek. Üstelik, bu “gençliğin enerjisi” ile yapılıyorsa, iktidar şaşırmakta.. Daha önemlisi KORKMAKTA haklı.. Ben gençliğimi 40 yıl kadar geride bıraktım. Ancak “dünyayı değiştirme, yaşanabilir bir yere dönüştürme hayali” yaşlanmıyor. Gezi’de sizlerle birlikte sabahlayamadım. Yürürken, koşarken sizlere yetişemiyorum artık. Ama hep yanınızdayım. Yanınızda olacağım. Parasız eğitim taleplerinizde.. Demokrasi çağrılarınızda.. Ülkenize, ağaçlarınıza, yollarınıza, en önemlisi de GELECEĞİNİZE sahip çıkmaktaki kararlılığınızda.. Yanınızdayız. Aksi, kendi hayatlarımızı hiç yaşanmamış gibi tarihin çöplüğüne fırlatıp atmaktan farksız olur çünkü. Kızlı-erkekli.. Türklü-Kürtlü-Ermenili.. Hepinizi sevgiyle kucaklıyorum.

SIYAH MAVI KIRMIZI SARI

Toplumu sevmiyor denerek toplumdan dışlananlar, siyasetle ilgili yazmıyorlar diye siyasetten anlamaz sanılanlar, bencillikle, şekilcilikle suçlananlar; ama gülmenin bir halk gülüyorsa gülmek olduğunu söyleyenler, bizi yer altından dinleyenlere, son sevişmelerimizi gözetleyenlere, aşklarımızı düzenleyenlere karşı bir bayram denemesi yapalım diyenler… Yani Turgutlar, Edipler, Cemaller, İlhanlar, Eceler; biri açık iki çay söyledikten sonra aşık olanlar, elinden insan olmaktan başka hiçbir şey gelmeyenler, acemiliği efendisi sayanlar, 90 kuşağının kendilerine en çok benzettikleri ‘güzel abiler’i. Yıllarca ‘apolitik, bireyci, faydacı’ olduğu söylenen; ama her şeyi istediği o pahalı telefonun hafızası gibi geniş hafızasına kazıyan, tweet kurcalamaktan, gta’da polis dövmekten sabahlara kadar uyumayan, kimse beklemiyorken ve herkes umudu kes-

bulmuştur. Bu sırada Rodriguez’in bir plağı, söylentiye göre bir turist tarafından, yurt dışına çıkarılmış ve kopyalanarak Avustralya, Yeni Zelanda ve özellikle Güney Afrika’da binlerce kişiye ulaşmıştır. Böylece Rodriguez’in, haberi olmadan, dünya çapında bir hayran kitlesi oluşmuştur. O dönemde Güney Afrika’ya bakıldığında, siyahi çoğunluğun üzerinde beyaz azınlığın hâkimiyetinin bulunduğu bir tablo ortaya çıkmaktadır. Rodriguez’in sistem karşıtı ezgilerinin yayılmasıyla, ülkede bundan ilham alan bazı müzisyenler muhalif düşüncelerini müzik yoluyla dile getirmeye başlamışlardır. Böylece Rodriguez, haberi dahi olmadan, bir ülkedeki muhalif hareketin ilham kaynaklarından biri oldu. Ancak ünü artmasına rağmen hiç kimse onun hakkında bir şey bilmiyordu. Kimisine göre sahnede silahla intihar etmiştir, kimisine göre ise kendini yakmıştır. Bu söylentileri bir kenara bırakarak gerçeğin peşine düşen bir Güney Afrikalı, uzun uğraşlar sonunda 1997 yılında Rodriguez’e ulaşmayı başarır ve böylece onu binlerce hayranı olduğundan haberdar eder, bundan bir yıl sonra da Rodriguez Güney Afrika’da 5000 kişiye ilk konserini verir. Bugün sayısız müzik ödülünün sahibi, konserden konsere koşturan, artık tam anlamıyla dünya çapında tanınan Rodriguez’in başarı hikâyesi işte böyle başlamıştır. Binlerce kişinin ilham kaynağı olmasının en büyük nedeni şüphesiz şarkılarında daha adil bir dünyaya olan özlemini dile getiriyor olmasıdır.

SAYFA 03

İkinci Yeni’yi anlamıyorlardı, bizi de anlamıyorlardı ve anlamadıkları için en dışarı itiyorlardı, dengemizi bozuyorlardı. “Ben bu gençliği anlamıyorum”larla, “Aman bunlardan bi’ halt olmaz”larla büyümek zordu, her şeyi anlamaya çalışmak zordu, akıp giden sokaktan başka hiçbir şeyimiz yoktu

Bir müzisyen düşünün, hayatını yaşadığı toprakların ezgilerine adamış olsun, ancak kendi ülkesinde başarısızlıkla sonuçlanan birkaç albüm denemesinin ardından, bir okyanus mesafesi uzakta tesadüfler sonucunda şöhreti yakalayıp, yaptığı düzen karşıtı şarkılarla bölgedeki ırkçılığa karşı bir sembol haline gelsin… Sixto Rodriguez’den bahsediyorum: 70’li yılların başında iki başarısız albüm denemesinin ardından kariyerinin bittiğini düşünen, bundan 28 yıl sonra kendisine ulaşan bir hayranı sayesinde Dünya’nın öbür ucunda, Güney Afrika’da şarkılarının dilden dile dolaştığını, albümlerinin binlerce sattığını öğrenen ve nihayet şöhrete kavuşan Amerikalı bir folk müzisyeni… 1942’nin Temmuz ayında Meksika göçmeni bir anne babanın altıncı çocuğu olarak Detroit’te dünyaya gelen Rodriguez, 3 yaşında annesini kaybetmesiyle işçi sınıfına mensup babası tarafından büyütülmüş ve müzikle tanışması da babasının Meksika halk şarkılarına olan düşkünlüğü sayesinde olmuştur. Kendi başına gitar çalmayı öğrenen Rodriguez, 1967 yılında ilk teklisini yayınlamış, ancak onu yıllar sonra şöhrete ulaştıracak çalışmaları 1970 yılında yayınlanan Cold Fact ve 1971 yılında yayınlanan Coming from Reality isimli albümleri olmuştur. Bu albümlerin büyük başarısızlıkla sonuçlanmasının ardından plak şirketi Rodriguez ile olan anlaşmasını feshetmiş ve böylece Rodriguez müzikle arasına mesafe koyup, kendisini bir işçi olarak iki kızıyla birlikte geçinebilme mücadelesi içinde


MAVI KIRMIZI SARI

Üniversite

Kültür Sanat

21

KTÜ'de üniversiteliler kanser hastalığı sonucu 23 yaşında hayatını kaybeden Edebiyat Fakültesi öğrencisi olan arkadaşları Ahmet Yılmaz'ın adına doğduğu yer olan Tonya'da Feride Ahmet Şener Ortaokulu'na kütüphane kuruyor (Katkı sunmak isteyenler 05393576556 numaralı telefondan ulaşabilir).

SAYFA 04

inan temelkuran

Tiyatrolar üzerine deneme

barıs. . atay

Üniversiteli olmak

Çöpe atılan bir tablonun ardından, bir sanatsever daha tablosuna kavuşuyor Ali İsmail Korkmaz Eskişehir’de Gezi eylemleri sırasında sokak ortasında katledildi

Büyüyünce ne olmak istiyorsun sorusunun karşılık bulmadığını anladığın yerdir üniversite. Hayalini kurduğun mesleğin; sistemdeki çarpıklık yüzünden senden çok uzakta kaldığı ve daha sonrasında yaparken hiç hoşlanmayacağın bir meslek için yıllarca dirsek çürüttüğün yerdir. Elbette geçirdiğin zaman açısından hayatında özel bir yeri vardır. Güzel arkadaşlıklar, aşklar, tek başına ayakta durmanın ya da bir birey olduğunu fark etmenin, fark ettirmenin verdiği haz. Fakat her şeye rağmen zordur üniversiteli olmak. Hele bir de okuyan, araştıran, düşünen, irdeleyen, soran bir öğrenciysen… Beceriye ve yeterliliğe değil, yarışmaya ve ezbere yönelik bir sistemin mağduru olarsak girdiğin üniversitede, şanslı azınlık dışında kalanlar, ailelerin “olaylara bulaşma, önce okulunu bitir” uyarıları arasında okumaya çalışırken, ülkesinde ve dünyada yaşanılanlara duyarlı olmayı, ses çıkarmayı tercih ettikleri zaman, aile uyarıları yerini baskılara bırakır. Önce okul yönetimi; kınayarak, uyararak, uzaklaştırarak kulağını çekmeye çalışır, yetmez, devlet gelir, terörist der, örgüt der, tutsak eder. Parasız eğitim dersin, yıllarca hapisle karşı karşıya kalırsın ama seni hapseden “bakın üniversite harçlarını kaldırdık” deyip bir anda üniversiteli dostu (!) olur. Bu sefer sıra, 2. öğretim de parasız olsun diyenlere baskı uygulamaya gelmiştir. Çünkü sen düşünemezsin. Senin yerine hep birileri düşünür. Senin yapman gereken okumaktır (!). Ne okuyacağına tabi ki sen

karar veremezsin. Ders kitabı neyine yetmez ki? Kafanı devlet düşmanı(!) fikirlerle dolduracak her şeyden uzak durmalısın. Hopa’ya destek verirsen eşkıya olursun, Gezi’ye destek verirsen çapulcu. Hatta kızlıerkekli kamp yapıp, denize girersen aileni arayıp terörist kamplarında eğitim aldığını bile söylerler. Çünkü dünya düzeni böyle işler. Ürkütücüdür kafası çalışan, düşünen üniversiteli. Birileri için tehdittir. Ne kadar çok olurlarsa karşısındakileri o kadar çok korkuturlar. O yüzden okuldan atılmakla, hapisle (!) terbiye edilmeye çalışılır. Fikirleri tutsak edebileceklerini sanırlar. Ormanına sahip çıkan üniversiteliye “Bunlar üniversiteli değil” derler. Polisle, gaz bombasıyla sindirmeye çalışırlar. İşe yaramayan her operasyondan sonra daha sert gelmeleri korkularındandır. Güzel bir geleceği kuracaklarına inanan ve bunun için mücadeleden hiç vazgeçmeyen, hiçbir baskıdan korkmayan, geri adım atmayan üniversitelidir kabusları. Onlar da bilirler ki kazanamayacakları bir kavgaya girmişlerdir. Hiç bitmeyecek bir kabusun içinde çırpınmaktadırlar. Öte yandan; bu kadar mücadelenin içinde bir de ders geçmek, mezun olmak lazım tabi. Dayatılan hayatı yaşamamak, daha güzel bir dünyanın mümkün olduğunu gösterebilmek için mücadeleye devam etmek lazım. Dedim ya zordur üniversiteli olmak. O halde kolay gelsin dostlarım. Mücadelenizi selamlıyorum. Sevgi ve saygıyla…

ALİ İSMAİL’İN DAVASI KAYSERİ’YE KAÇIRILDI

Adalet saklambaç oynuyor “Güvenlik” gerekçesiyle Eskişehir’den Kayseri’ye alınan davada tanıklar Eskişehir’de, müştekiler Hatay’da ifade verecek. Ancak karar Kayseri’deki mahkemeden çıkacak Ali İsmail Korkmaz, Eskişehir'de Gezi Direnişi’nde polisin müdahalesinin ardından ara sokağa kaçtığı sırada, eli sopalı sivil polisler ve “Biz devletin polisine yardım etmek istemiştik” diyen esnafın işbirliğiyle sokak ortasında ağır bir şekilde dövülerek ölüme terkedildi. 38 gün yoğun bakımda kalan Ali İsmail hayatını kaybetti. Eskişehir Valisi yargılama başlamadan “Kendi arkadaşları yapmıştır’’ açıklamasını yaptı ve Ali İsmail’in dövülme görüntülerini ortaya çıkaran İsmail Saymaz’a attığı tehdit içerikli mesajla gündeme geldi. Delillerin toplanması evresinde birçok hukuksuzluk yaşandı. Ali İsmail’in öldürüldüğü sokaktaki işyeri ve MOBESE kameralarının bozuk olduğu söylendi. Ulaşılan kamera kayıtlarında ise silinmelerin olduğu anlaşıldı. Dezenformasyona uğratılan görüntülerin bilirkişi tarafından silindiği ortaya çıktı. Olay günü sözlü talimatla görevlendirildiği anlaşılan TEM polisleri ve onlara o emri veren amirler dava kapsamına alınmadı. Davada biri polis memuru 5 tutuklu ve 3’ü tutuksuz olmak üzere toplam 4 polis yargılanıyor. Öte yandan Ali

İsmail’i hastaneden ağrı kesici yazarak gönderen doktora ve polise ilk etapta soruşturma izni verilmediğini de hatırlatmakta yarar var. Daha önce birçok siyasi davadaki gibi yargılama yerinin değiştirilmesi yoluna başvuruldu. 20 Kasım’da Eskişehir’de yapılacak olan duruşma “kamu güvenliği” gerekçesiyle, Kayseri’ye taşındı. Kayseri 3. Ağır Ceza Mahkemesi ise iş yoğunluğunu öne sürerek duruşmayı 3 Şubat tarihine ertelemişti. Tanıkların, sanıkların ve

müştekilerin ayrı illerde olması, tanıkların ifadelerinin daha önce alınmaya çalışılması -daha önce sanıkların ifadelerinde birçok çelişki vardı- adalet nerede sorusunu akıllara getiriyor. Öğrenci Kolektifleri de yaptığı açıklamada: “AKP bizi şaşırtmıyor, artık adaletsizlik ve hukuksuzluk bu memleketin bir gerçeği haline geldi. Gençlikten kaçamazsınız! Fizan’a da gitseniz peşinizdeyiz!” diyerek verilen karara tepki gösterdi.

Oyun eski oyun Son olarak Ali İsmail Korkmaz davasının Eskişehir’den Kayseri’ye taşınmasıyla gündeme gelen, yargılamanın yapıldığı şehrin ‘kamu güvenliği’ nedeniyle taşınması bir ilk değil daha öncede birçok siyasi davada örneği görülen bir du-

rum haline geldi. Örneğin 1995 yılında gerçekleşen Gazi Katliamı davasında gü-

giden aileler defalarca sivil faşistlerin saldırısına uğramış, otobüsleri taşlanmış, linç girişimlerine maruz kalmışlardı. Üniversiteli 5 yıl boyunca gerçekleunutmuyor şen 31 duruşmanın ardından Gazi venlik gerekçe- Katliamı sanıksiyle duruşma- larından sadece nın yapıldığı 2 polis hüküm şehir değişmiş- giymiş ve arti. Trabzon’a ta- dından cezaları şınan davaya da ertelenmişti.

Bu çöp sanat kokuyor 1975 İstanbul doğumlu sanatçı Efe Işıldaksoy eserlerini gece yarılarında çöp kenarlarına bırakarak takipçilerine twitter adresinden duyuruyor Bugüne kadar ismi de yaptıkları gibi pek duyulmayan ''marjinal'' bir sanatçı Efe Işıldaksoy. Dünyada çöpleri sanat eserine çeviren ya da akla gelmeyen nesneleri sanat eserine çevirenlerin var olduğunu biliyoruz. Ancak Efe Işıldaksoy'un eserlerini sergileme tarzı belki de dünyada ilk. Tanıtması da oldukça ilginç #kafalarhepkarışık projesi ile eserlerini çöpe atma yolunu seçmiş. 1975 İstanbul doğumlu sanatçı eserlerini gece yarılarında çöp kenarlarına bırakarak takipçilerine twitter adresinden duyuruyor. Gece yarısına aldırmayan takipçileri ise İstanbul'un neresinde olursa olsun Işıldaksoy'un deyimiyle ''çöp'' lerin peşine düşüyor. Efe Işıldaksoy'un eserlerini çöpe atma sebebin ise eserlerinin parayla satılmadığını göstermek ve bundan dolayı

çöpten farksız olmaları. #kafalarhepkarışık projesindeki amaç, paranın egemen oluğu dünyada sanatın parayla satılmasına karşı çıkmak. İlk aşamada 15 eser yapıp çöpe atma kararı alan sanatçı ilginin beklediğinden fazla olduğunu görünce devam kararı almış. Proje dahilinde yakın zamanda Türkiye turnesine çıkan sanatçı ve insanlarla '' Bugüne kadar yaşadıklarınızdan neler çıkardınız? '' sorusu üzerinden röportaj yapıp 1+1=3 adlı videoyu hazırladı. Sanatçının soru sorduğu insanlar ve soruya verilen cevaplar ilgi çekici. Kimseye güvenmemek olduğunu söyleyen de var, '' koyun yetiştirmek '' olan da Ayrıca sahnelerde Live Visual(görsel canlılık) yapan

Işıldaksoy sahnelerden aldığı ilhamdan olsa gerek İstanbul Calling adlı müzik grubunun da daimi üyesi. Yaratıcılık alanını her konuda geliştirmek isteyen sanatçının bir de animasyon dizi/film projesi var. Sanatçı kişiliği Işıldaksoy'u sorumlu bir birey haline getirmiş. Gezi Direnişi’nde uygulanan şiddete de, AIDS adlı bir sergi hazırlayarak bu sergide toplumun AIDS’li insanlara bakış açısına da dikkat çekmiş. Daha önce kimsenin aklına gelmemiş yöntemiyle övgü toplayan Işıldaksoy'un eserlerine ulaşmak da hayli güç. Yola çıkmaya kalkıştığınız saatte bile eser alınmış olabilir. Gitgide takipçileri artan sanatçının eserlerine ulaşmak istiyorsanız çöp kenarlarında sabahlamanız gerekebilir. Efe Işıldaksoy’un Twitter adresine ulaşmak için : https://twitter.com/rastarules

Bu kadar kim aday olacak tartışmalarının arasına ortak aday insiyatifiyle girelim dedik ama pek başarılı olamadık. Olsun. Denemiş olduk. Şimdi de bir fikir denemesi yapalım. Büyük şehirlerimizde özel tiyatrolar, şehir tiyatroları, belediye tiyatroları ve devlet tiyatroları var. Küçüklüğümden beri bitmeyen sorudur “Ne olacak bu tiyatroların hali?”. Birinin içeriğinden memnun değildir kimse ,eski bulur çünkü, diğeri destek ister ,hakkıdır, ötekinin yönetimi ile ilgili sorunlar herkesin canını sıkar vs… Küçüklüğümden beri en azından iki yılda bir televizyonda tiyatrocuların bu konuda tartıştıklarını görürüm. Böyle bir alanda karşılıklı yardıma dayanan bir ekonomik model önermek isterim. Örneğin; İzmir Belediyesi bir yapım şirketi kursa. Belediye İzmir Fuarı içindeki dev platolardan birini dizi/film çekimi için bir stüdyo haline getirse ve bunu o şirkete kiralasa. Bu stüdyoda çekilen ve montajlanan projeleri herhangi bir özel kanala satsa. Elde edilen gelirden arta kalanlar özel tiyatrolara destek olarak dağıtılsa. Bu desteğin karşılığında özel tiyatrolarda oynayan oyuncular, belediye dahilinde tiyatro kursları verse. Hukuki yanlarını şimdilik bir kenara bırakıyorum ama bahsettiğim sistemin çok da olmaz bir yanı yok sanırım. Hatta daha ileri giderek söyleyeyim: Elinizde iyi bir yazar kadrosu varsa, ilk üç dört bölümü değil, düzgünce yazılmış 13 bölümü böyle bir sistemle çekebilirsiniz. Bilindiği üzere genellikle 4 bölümden sonra dizinin yazılıp yazılmayacağı belli olduğundan belli bir noktadan sonra her bölüm bir haftada yazılır hale geliyor. Hal böyle olunca kimse de ondan sonra ne yazarda

ne de yönetmende kusur aramasın. Peki senarist gruplarına diyelim 1 yıl içinde sindire sindire yazacakları bir metin için belediyenin ödeyeceği para ne olur? Bunu ben olsam çok dert etmem. Doğru düzgün yazılmış, doğru düzgün oynanmış bir şeyin kazanacağına inanırım. Kazanmasa bile zaten aynı işi yapmakta olan insanların kaybedecek bir şeyi olmaz; sadece işveren değişir. Üstelik bu sefer oyuncularından, ışıkçılarına ne kimse 16 saat çalışır, ne de kahvede oturup “Şu diziden şu kadar param kaldı içerde” diye konuşmaz. Aslında bu söylediğim şeyi TRT birazcık da olsa yapıyor. Elbette TRT’nin bugünkü politik-estetik sınırları dahilinde. Yukarıda İzmir Belediyesi dediğime bakmayın. Herhangi bir belediyenin veya belediyelerin tek başlarına ya da işbirliği içinde özenle yapıp para kazanabileceği bir alan. TRT gibi bir baskının olmadığı yerde neler neler yapılır bir düşünün. Ha üzerinize maliyeyi salarlar mı? Onu zaten yapıyorlar. E öyleyse bir düşünün Zeki Demirkubuz’un Ayfer Tunç’ la birlikte muazzam bir dizi yaptığını… Neden olmasın! Devlete sınırlarımızı korusun diye vergi verdiğimiz zamanları çoktan geçtik. Bedensel sağlığımızı geçtim, ruh sağlımızı korumak, ruhumuzu zenginleştirmek de hepimizin (özel, tüzel) ve dolayısıyla devletin görevi. Önümüzde belediye seçimleri var diye belediye dedim. Ama siz sadece bir hayal edin : Belediyenin bedava tiyatro kursuna her hafta bir misafir geldiğini düşünün: Ahmet Mümtaz Taylan, Rıza Kocaoğlu, Ali Atay... Böyle olursa, dizi de, kurs da, özel tiyatro da, şehir tiyatrosu da sağlam olur… Bence.


Kültür&Sanat

11 ÇOMÜ'lü öğrenciler ODTÜ'de yaşananlar ve polis saldırılarına karşı ODTÜ'lülere destek için fidan dikerken Özel güvenlik saldırısına maruz kaldı. Üniversiteliler hakkında açılan soruşturma ÇOMÜ yönetimine yetmeyince üniversitelilere soruşturma bitine kadar okula giriş yasağı kondu.

Karamanoğlu Mehmetbey Üniversitesi 2013/2 KPSS tercih kılavuzunda, 1 kişilik bilgisayar işletmeni kadrosunda gerekçesi belirtilmeden sadece "İlahiyat lisans" ve ya "İslami İlimler lisans" mezunu olma şartı gerektiği yazıldı. Oysaki önceki yıllarda fakülte mezunu olma şartı aranıyordu

Tayyip çocuklarına üniversitecik açıyor

İran'dan Kafka, Mumch ve Gregor Samsa'nın bulunduğu bir tiyatro afişi/ Kafka'nın Arkadaşı adlı oyundan

Senin dünya sandığın yuvarlak annenin güvelerini beslediği çeyiz sandığı Füsun Sarıgül Ankara Üniversitesi SBF

S

kitapları ararken cesedi bulması ve cesedin üzerinde bir böceği fark etmesi olayların akışının özetidir. Cesedin gömleğinin içine baktığında kalbindeki kurşun deliğinden bir böcek çıkar. Öykü boyunca hissedilen bir şeydir cesedin dışlanmışlığı, intiharındaki sebep ve tavan arasında yıllarca kalıp çürümemesi. Orada sevgilisi bir cümle kurmuştu o böceği görünce; ‘Seni çok mu yalnız bıraktılar sevgilim? ‘. Okuduğumdan bu yana zihnimi fazlaca kurcalayan bir şey; Gregor Samsa gibi ve hatta Gregor Samsa’nın o cesedin içinden çıkan böcek olduğunu düşünmüştüm. Örnekler aslında bir gazete yazısı ile bitirilemeyecek kadar fazla. İnsanı baskı altında tutmak üzerine kurulmuş bir düzen ve bunun devamlılığı için her türlü kötü muameleyi meşru imiş gibi gösteren bir iktidarlar dizisini görüyoruz. Kendini dahi seçemediğin bir dünyada, iktidar baskısı ve toplumun düzen sevdası daha da artarken, işe gitsen de gitmesen de 'böcekleşen' yapının içindesin. Velhasıl totalitarizmin karşısında bir 'böcek' olarak durmak ve bize zorla yaptırılmak isteneni kabul etmemek oldukça mühim ve güzeldir. Unutmayın: 'Franz Kafka'nın böcekleriyiz!

Üniversitelerden “Müşteri değil öğrenciyiz” sloganı yükseliyor. Üniversitelilerin ucuz ve nitelikli beslenme hakkı mücadelesi bütün üniversitelere dalga dalga yayılıyor. İTÜ Maçka Kampüsü’nde hazırlık öğrencileri Rektör Mehmet Karaca tarafından AKP’li patronlara peşkeş çekilen kantinlere karşı “Müşteri değil öğrenciyiz” diyerek yaklaşık bir aydır kantin boykotu yapıyor. Öğrenciler tarafından Ali İsmail Korkmaz adı verilen öğrenci kantininde temel talepler olan kahve, su, çay ve poğaça fiyatlarındaki zamlar geri çekilene kadar öğrenciler mücadeleye devam edeceklerini vurguladı. Ayrıca mücadele içerisinde belirlenen taleplerin hazırlık öğrencilerinden oluşan sınıf temsilcileri ve Maçka yönetimi arasında

kurulan kantin komisyonuyla takipçiliği sürdürülecek. Boğaziçi Üniversitesi öğrencileri üniversitelerine açılmaya çalışılan bankaya karşı “Bizler banka değil öğrenci kantini istiyoruz” diyerek hem beslenme haklarını savundular hem de “Üniversitede bankanın işi ne?” dediler. En son olarak banka alanını işgal eden üniversiteliler alana gezici öğrenci kantini kurdular. Uludağ Üniversitesi öğrencileri iki haftadır yürüttükleri yemekhane mücadelesini kazandı. Üniversitelilerin talepleri yemeklerin ikinci öğretim öğrencilerine de çıkarılması, vejetaryen menü çıkarılması, yemekhaneye engelliler için geçiş yolu yapılması ve ucuz-nitelikli ye-

YÖK’le gelen yeni yasaklar Direnişin önemli dinamiklerinden olan üniversitelere getirilen yasakların ardı arkası kesilmiyor

mekti. Üniversiteliler toplanan 5000 imza ile Rektörlük binasına “Müşteri değil öğrenciyiz biz bu yemeği yemeyiz” sloganı eşliğinde yürüyrek taleplerini Rektörlüğe ilettiler. Temsilci bazında yapılan görüşme sonucunda taleplerini kabul ettirdi. Ayrıca yemeklere 2 yıl boyunca zam yapılmama sözünü de alan üniversiteliler sürecin takipçisi olacaklarını belirttiler. Dumlupınar Üniversitesi öğrencileri de yemekhane hakları için mücadele ediyor. Üniversiteliler kapatılan yemekhanelerini geri istiyor, yemekhane haklarını kazanana kadar kendi yemekhanelerini kuracaklarını ve güvenlik tacizlerine rağmen boykot mücadelelerine devam edeceklerini söylediler.

12 Eylül Darbesi’nin ruhunu taşıyan 1985 tarihli YÖK Disiplin Yönetmeliği YÖK Başkanı Gökhan Çetinsaya’nın iddialı “demokratikleşme” söylemleriyle 2012 yılında değiştirilerek uygulamaya konmuştu. Yeni yönetmelik, tartışıldığı süreçte “özgürlük” kelimesini ağzından düşürmeyen Çetinsaya’nın iddia ettiği gibi çıkmadı. Yapılan değişiklikler yalnızca biçimsel değişiklikler olarak ortaya çıktı. Afiş asmanın, bildiri dağıtmanın serbest olacağı iddia edilirken ifade özgürlüğü yine izne bağlanmış ve üniversite yönetiminin denetimine bırakılmıştı, üstelik özgürlükler çerçevesinde değerlendirilmemiş, yalnızca cezai olarak bir indirim yapılmıştı; yani değişiklik-

ler zaten yüzeyseldi. Şimdi de YÖK yeni yasaklarla geliyor. Çetinsaya’nın “nostajik” bulduğunu belirttiği öğrenci protestolarını önlemek için yeni disiplin uygulaması getirdi. Gündeme gelen YÖK Disiplin Yönetmeliği değişikliği ile birlikte üniversiteye “önleyici uzaklaştırma” şeklinde bir disiplin suçu geliyor. Buna göre soruşturma geçiren öğrenciler, haklarındaki inceleme tamamlanmadan okuldan uzaklaştırılabilecek. Yalnızca okul değil, okula ait bütün eklentilere girişlere de yasak gelecek. Yine üniversite yönetiminin insiyatifine bırakılan kararlarda nasıl bir ölçüt kullanılacağı da meçhul. Kim bu paydaşlar? Çetinsaya söz konusu değişiklikle

KYK bir yenilik daha yaptı: Kur’an kursu Kredi Yurtlar Kurumu Genel Müdürü Prof. Dr. Recep Kaymakcan ile Diyanet İşleri Başkanlığı Eğitim Hizmetleri Genel Müdürü arasında “KYK’ya bağlı yurtlarda Kur’an eğitim ve öğretimi kursu açma işbirliği protokolü” imzalandı. Bu protokolün amacı “Kuran-ı Kerim öğrenme ve İslam dininin inanç, ibadet ve ahlak esasları ile Hz. Peygamber’in hayatı ve örnek ahlakı hakkında bilgiler almak” olarak belirtiliyor. Adana’da KYK'da kalan öğrencilerden parmak izinden Kur’an yoklaması alındığı yönünde bilgi edinildi. Öğrencilerin giriş ve çıkışlarda kullandıkları parmak izi sistemi uygulaması ile beraber öğrenciler alınacak yoklamadan sonra Kur’an dersine girmek zorunda kalacaklar.

ilgili bir değerlendirmesinde “Artan öğrenci olayları hızlanınca paydaşlarımızdan çok eleştiri geldi, bu eleştirilere dayanamadık” demişti. Çetinsaya’nın bahsettiği paydaşların kim olduğu gizemini korurken, Gezi olaylarının hemen ardından böyle bir değişiklik yapılması dikkat çekti. Değişiklikten sonra üniversitelerdeki soruşturmalarda da ciddi bir artış göze çarpıyor. YÖK’ün kuruluş yıldönümünde “Akademik Özgürlük Bildirisi” adı altında yayınlanan bildiride göze çarpan değişikliklerle gelen soruşturmalar üniversitelilerin ifade ve örgütlenme özgürlüğünü ciddi biçimde kısıtlamaya yönelik.

SIYAH MAVI KIRMIZI SARI

anatta böcek üzerine çokça tartışılan ve çokça incelemeyi gerektiren bir imgedir bana kalırsa. Yukarıda geçen dize Özge Dirik’e ait. Franz Kafka’nın Gregor Samsa’sı, Özge Dirik’in şiirleri, Mehmet Aksoy’un böcek evi, Mehmed Uzun’un Sen’i ve hatta Oğuz Atay’ın Unutulan öyküsünde tavan arasındaki cesedin kalbinden çıkan böcek… Böcek imgesinin düzenin dışına çıkmış insanlar tarafından bu kadar benimsenmesi elbette tesadüf değildir. Düzene ayak uydurmayan ve bozulan sisteme karşı gelen insanların ortak özelliği böcek ile insan arasındaki hiyerarşiye inanmamaları. Yani insani büyük, muhteşem; böceği mide bulandırıcı, kötü görmemeleridir. Özge Dirik oldukça genç yaşta intihar etmiş bir şair hatta memur; Kafka gibi. Kafka, Gregor Samsa’yı bir sabah böcek olarak uyandırır Dönüşüm’ de. Ailesi Gregor’ u bir odaya kapatır, onlar için utançtır evin içinde gezen bir böceğin olması. Gregor kardeşinin keman çalmasını yakından izleyebilmek için onlara yaklaştığında evdekiler onu dışlar; hep bir dışla-

ma, hep bir tiksinti. Dönüşüm dışındaki kitaplarına bakacak olursak da bu durum ile karşılaşırız. Sıkça rastlanır toplumun dışına itilmişlik, buhranlar ve yalnızlık. Bunların hepsini böcekte toplar toplumsal algı çünkü böcek ‘mide bulandırıcı’ dır. Romana sabit okuyucu gözünden çıkıp baktığımızda asıl mide bulandıranın Samsa’nın çevresinde dönüp dolaşan düzen olduğunu görebiliriz. Aynı biçimde bu durumu Edvard Munch’ un Madonna tablosunda da görürüz. Madonna devasadır, kusursuzdur ama tablonun köşesinde ‘böcekleşen’ bir nesnenin olması dikkate değer bir durumdur. Küçük, Madonna’nın yanında ezilen bir nesne halinde durmaktadır. Daha da farklı bir örnek vermek gerekirse Mehmed Uzun’un Sen adlı romanındaki böcek. Mide bulandıran adaletin karşısında bir kasenin içinde dönüp dolaşarak romandaki kişiye yoldaşlık eder; işkenceler boyunca böcek ile konuşup durur kişi. Oğuz Atay içinde bu durum geçerlidir. Oğuz Atay’ın öykü kitaplarından biri olan Korkuyu Beklerken’ de Unutulan adında bir öykü vardır. Kitap üzerine yıllardır yapılan bir yorum vardır; asıl ‘tutunamayanlar’ bu kitaptadır derler. Unutulan’ da kadının tavan arasına çıkması, eski

Üniversiteliler beslenme hakları için ayağa kalktı

SAYFA 5

Kendini dahi seçemediğin bir dünyada, iktidar baskısı ve toplumun düzen sevdası daha da artarken, işe gitsen de gitmesen de 'böcekleşen' yapının içindesin. Velhasıl totalitarizmin karşısında bir 'böcek' olarak durmak ve bize zorla yaptırılmak isteneni kabul etmemek oldukça mühim ve güzeldir. Unutmayın: 'Franz Kafka'nın böcekleriyiz!

Aldığı ‘gemicikler’ yetmemiş olacak ki Tayyip Erdoğan'ın oğlu, kızı, damadının ağabeyi, oğlunun kayınvalidesi, eniştesi ve kızının eltisinin içinde bulunduğu Türkiye Gençlik ve Eğitime Hizmet Vakfı, İbn-i Haldun isminde özel üniversite açıyor. Vakfın yönetim kurulu başkan yardımcılığını yapan Bilal Erdoğan’ın da kurucu isimler arasında bulunduğu üniversitenin "ihtiyaç doğduğu için" açıldığı söylense de her geçen gün özelleştirilen eğitim ve bununla beraber açılan "vakıf" üniversitelerine bir yenisi daha Erdoğan ailesi tarafından ekleniyor.


SIYAH MAVI KIRMIZI SARI

SAYFA 06

6

Yüksek Öğrenim Endüstriyel Kompleksi çalışmasının ayrıntılarına aşağıdaki linklerden ulaşılabilir: http://burak-arikan.com/tr/higher-education-industrial-complex http://burak-arikan.com/ozeluniversiteler/

Dosya

Kadın

19

ESTETİK ALGISI ÜZERİNE :

Kadın bunun neresinde?

VAKIF ÜNİVERSİTELERİ ÜZERİNE AĞ HARİTASI ÇALIŞMASI

Vakıf üniversiteleri:

Yüksek öğrenim endüstriyel kompleksi

Ataerkil sistemin çıkarları doğrultusunda şekillendirilen kadın profili, kadınların kendi bedenlerine yabancılaşmasına neden oluyor. Yaratılan figüre uymayan kadınlar ucubeleştiriliken kadınların bu şekilde sınıflandırılması durumu daha da vahimleştiriyor

Bilimsel bilginin sermaye odaklı yeniden üretiminin yapıldığı ve şirket mantığıyla kurulan vakıf üniversiteleri ile sermaye ve siyasi iktidar ilişkisini açık bir şekilde gözler önüne seren bir çalışma yapıldı Geçtiğimiz yıl içerisinde, YÖK Yasa Tasarısı ile devlet üniversitelerinin yapısında mütevelli heyetleri oluşturulması hayali kuran ve üniversiteleri sermaye odakları eksenli bilim üreten ve üretimleri patentleyen birer ticarethaneye çevirmek isteyen AKP iktidarı ve AKP’nin üniversiteler üzerindeki baskı ve denetim aygıtı olan YÖK, bu yasa tasarısını geçiremedi. Çünkü üniversitelerde üretilen bilimsel bilginin etik kuralları içerisinde toplum yararına üretilmesi gerektiğini söyleyen üniversiteliler ve akademisyenler bu yasa tasarısına karşı birleşik bir mücadele hattı ördü ve AKP’liler yasayı bir daha ağızlarına dahi alamadılar. Bilimsel bilginin sermaye odaklı yeniden üretiminin yapıldığı ve şirket mantığıyla kurulan vakıf üniversiteleri üzerine yakın zamanda ilginç bir çalışma yapıldı. Üniversitelerin güç odaklarını belirleyen mütevelli heyeti üyelerinin diğer şirket ve kurumlarla mevcut olan ilişkilerini analiz edebilen bu bilgilere dair bir veri tabanı oluşturuldu. Bu verilerin üzerinde gezilebilen bir ilişkiler haritasını çıkartan, özelleştirilen eğitim ekosistemini ve bu ekosistemin ürettiklerini anlatan, sosyal ve politik açılardan son derece önemli bir araç kazandırmak hedefiyle sanatçı Burak Arıkan özel bir yazılım üzerinde etkileşimli bir ağ haritası oluşturdu. Koç Üniversitesi’nin 20. yılı dolayısıyla 7 Kasım’da üniversitenin kampüsünde ‘Bilimsel Sorgulamalar’ başlıklı bir sergi açıldı. Sergide sanatçı Burak Arıkan tarafından yapılan “Yükseköğrenim Endüstriyel Kompleksi, Özel Üniversiteler ve Mütevelli Heyetleri Üzerinden Bağlı Oldukları Şirketler ve Kurumlar Ağı” adlı ağ haritası çalış-

ması da yer aldı. Ağ haritası vakıf üniversiteleri ve mütevelli heyetleri üzerinden bağlı oldukları şirketler ve kurumlar ağı Türkiye’nin yüksek öğrenim endüstriyel kompleksini oluşturuyor. Sanatçı Burak Arıkan tarafından yapılan ağ haritası çalışmasını incelemeden önce vakıf üniversiteleri ile devlet üniversiteleri arasında var olan farklara bakacak olursak ilk göze çarpan noktalar, devlet üniversitelerinde idari yönetim ve akademik yönetimin birbirinden ayrı olmaması ve karar veren bir mekanizma olarak mütevelli heyeti gibi bir yapının bulunmaması olacak. Vakıf üniversitelerinde 2547 sayılı kanunda belirtildiği üzere rektör, öğretim görevlisi ve diğer kadrolar mütevelli heyeti tarafından atanıyor. Bunun yanı sıra öğrencilerin bursları, akademik bölümlerin işleyişi gibi birçok karar da mütevelli heyeti tarafından veriliyor. Diğer bir deyişle mütevelli heyeti vakıf üniversitesinde işlerin nasıl işleyeceğine doğrudan karar veren bir konumunda yer alıyor. Vakıf üniversiteleri mütevelli heyetlerinin bağlı olduğu şirketleri ve sermaye ilişkilerinin yer aldığı ağ haritası 68 özel üniversite, 625 mütevelli heyeti üyesi, 970 kurum (şirketler, vakıflar, dernekler, siyasi partiler, devlet üniversiteleri) ve kurumlar ile kişiler arasında taranan 2001 ilişki içeriyor. Bu çalışmada yapılan analizler eğitimin paralılaştırılması ve bilimin sermaye odaklı üretimi ve metalaşmasında başrolü alan vakıf üniversiteleri ve üniversitenin rektöründen, akademisyenine bütün kadrosunu belirleyen mütevelli heyeti üyelerinin şirketler, kurumlar, siyasi partiler ve iktidar odaklarıyla ne

+

Koç Üniversitesi’nin 20. yılı dolayısıyla 7 Kasım’da üniversitede ‘Bilimsel Sorgulamalar’ başlıklı bir sergi açıldı. Sergide sanatçı Burak Arıkan'ın “Yükseköğrenim Endüstriyel Kompleksi, Özel Üniversiteler ve Mütevelli Heyetleri Üzerinden Bağlı Oldukları Şirketler ve Kurumlar Ağı” adlı ağ haritası çalışması da yer aldı

kadar içli dışlı olduğunu gözler önüne sermektedir. Harita incelendiğinde TÜSİAD ve MÜSİAD çevrelerinde oluşan üniversite kümeleri dikkat çekiyor. Arıkan kümeleşmenin yoğun olduğu grupları şöyle anlatıyor: “TÜSİAD ve MÜSİAD’ın yanı sıra aralarında TOBB ve DEİK gibi iki önemli merkez daha var. TÜSİAD ve çevresi görece eskiden kurulan üniversitelere bağlıyken, MÜSİAD ve AKP’nin çevresinde oluşan kümelerde 2004 sonrasında kurulan üniversiteler ağırlıklı. Bu ayrışan kümeler içinde bulunan üniversiteler iktidar ilişkileri açısından birbirileriyle benzeşiyor. Böylece muhafazakâr sermayenin eski endüstri sermayesine göre yükselişi özel eğitim alanından görülüyor.” Ülkede bulunan 68 vakıf üniversitesinden 48‘i AKP iktidarı döneminde kuruldu. Bu yönüyle de Arıkan’ın çalışması AKP iktidarının eğitim parasız yaptık yalanını ve hatta eğitimi nasıl sermayenin sofrasına sunduğunu açıkça gösteriyor. 2012 senesinde ÖSYM tarafından açıklanan sayılara göre 91 bin öğrenci kontenjanı olan vakıf üniversitelerine 73 bin öğrenci yerleştirildi. Ekonomi pastasında iyi bir yere sahip olan eğitimin özelinde özel üniversiteler alanını sermayedarların vazgeçilmezi olduğu görülüyor. Dolayısıyla vakıf üniversitelerinin böyle bir konumu varken ağ haritasında AKP - muhafazakâr sermaye - mütevelli heyetleri ilişkisi üçgeninin geniş yer tutması bugünün siyasi iktidarının eğitime olan bakış açısını gayet net bir şekilde gözler önüne sermektedir.

Estetik denince ilk akla gelen, güzellik kavramı olmakla birlikte estetiği yalnızca “güzellik” olarak sınırlamak yanlıştır. Estetik kavramı içinde güzelliğin yanı sıra çirkinliği de barındırır. Filozofların bir kısmı da estetiğin yalnızca güzellik değerini incelemesinin eksiklik olduğunu savunmuştur. Güzellik ve çirkinlik gibi estetik kavramlara dair düşüncelerin kökeni Antik Yunan’a dayanmaktadır. Antik Yunan’dan itibaren bugüne güzellik; iyilik, doğruluk, düzen, uyum ve simetri gibi kavramlarla açıklanırken çirkinlik; kötülük, yanlışlık, düzensizlik ve asimetri ile ilişkilendirilmiştir. Eski kavramsal ya da felsefi tartışmaları yürütmeyeceğiz burada tabii, o yüzden bugüne doğru gelindiğinde karşımıza çıkan bir siluetten devam edelim: Estetik denince akla gelen kadın siluetinden. Peki kadın estetik kavramının/algısının ve yargısının neresinde durmakta? Toplumumuzda ve dünyada genel olarak düşünülen “Kadınlar doğası gereği estetiktir” yargısı da ataerkil toplumun bir sonucudur. Hiç kimse doğası gereği estetik değildir.

Estetik değerler toplumdan topluma göre biçimlenir. Türkiye için genel olarak 90-60-90 vücut ölçülerine sahip, mavi gözlü, sarı saçlı, kiraz dudaklı, al yanaklı, ok gibi kirpikleri olan kadınlar estetik bir değere sahip görülürken durum örneğin Afrikalı bir yerli topluluğu için kulak deliği kocaman ve ağzına plaka takan kadın olarak değişebilir. Aynı şekilde bu kadın da ağzına ve kulağına bu koca plakaları “güzelleşmek” için takmaktadır. Yine başka bir örnek olarak Rönesans, Ortaçağ tablolarında hep tombul kadın çizimlerini gösterebiliriz. Çünkü o zamanın estetik anlayışı kadını etli butlu sever. Çünkü etli butlu olmak bir zenginlik göstergesidir. Eğer bir kadın etli butlu ise bu karşısındakine onun zengin olduğunu anlatır. Kapitalizm çağında ise "hız", "hareket halinde olmak" gibi şeyler değer kazanmıştır. Dolayısıyla estetik anlayışı da buna göre şekillenmiştir. Daha zayıf, yani daha çabuk hareket edebilen kadın imajı gözümüze yerleştirilir. Bu imaj ise erkekler tarafından belirlenir. Kısa bir örneğini inceleyecek olursak: “African-American

Afrikalı bir yerli topluluğu için kulak deliği kocaman ve ağzına plaka takan kadın olarak değişebilir

Children Preferring White Dolls” adlı bir çalışmada siyahi kız çocuklarına bir kısmı siyah bir kısmı da beyaz renkli olan oyuncak bebek gösteriliyor. En güzelini seçmeleri istendiğinde ise siyahi kız çocukları gidip sarışın, mavi gözlü beyaz bebekleri tercih ediyor. Yani diyebiliriz ki estetik değerler dönemin güç ilişkilerine göre belirlenmektedir. “Bıyıkların on bir on bir maç yapıyor”

Cinsiyete dayalı hiyerarşi ve sömürünün bulunduğu hemen hemen her toplumda kadın bedeni bu belirlenimler ile nesneleştiriliyor, metalaştırılıyor. Bugün televizyonda, billboardlar-

da gördüğümüz reklamları düşünelim: Tercihen büyük göğüslü, renkli gözlü, zayıf ve dolgun dudaklı bir kadın. Ve dikkat edersek bu kadınların hepsi makyajlı ve saçları yapılı… Bu reklamlarda kadın ön planda, ürün kadının arka planında... Bu tarz hamlelerle kadın bedeni kullanılarak ürünler pazarlanmaya çalışılıyor. Kadınlar giderek kendi bedenlerine yabancılaştırılıyor, olunması gereken bir figürde çizilen role göre kadına statü veriliyor. Estetik algısında ise bedenine yabancılaştırılan kadın, sadece erkek egemen sistemin çıkarlarına yarayacak şekilde var ediliyor. Dönemin ve toplumun estetik değerlerinin dışında kalan kadın ya dışlanıyor ya da üzerine çeşitli yollarla bir baskı oluşturuluyor. Daha ilkokulda bile çoğu kadının aşina olabileceği bir sözden anlaşılabileceği gibi: “Bıyıkların on bir on bir maç yapıyor.” Çünkü erkek egemen sistem böyle kabul etmiyor, yarattığı figüre uymayan kadınlar adeta ucubeleştiriyor. Toplumsal cinsiyet rollerinin de estetik algısının bir ucundan çektiği bu bütünde oyuncu bir kadın rol yeteneğinden değil afişteki gü-

zelliğinden dolayı televizyonlarımızın parçası oluyor, reklamlardaki beyaz eşyalar, halılar sadece ve sadece kadınlarla konuşuyor; öyle ya kadına yüklenen estetik algı “güzeli” seçmesinde de etkili. Kadın adlandırıyor, sınıflandırıyor, kategorize ediyor ve en kötüsü bunların hepsi normalleşiyor, tartışılmıyor. Bu noktada yazının başına dönecek olursak: Estetik denince ilk akla gelen, güzellik kavramı olmakla birlikte estetiği yalnızca “güzellik” olarak sınırlamak yanlıştır. Estetik kavramı içinde güzelliğin yanı sıra çirkinliği de barındırır. Bu nedenle oluşturulan figüre uymayan kadını estetik olmamakla yargılamak tanımsal hataya düşmektir ki tanımsal hatalar erkek egemen sistemin çokça mustarip olduğu, kalıp bulamadığında tekrara düştüğünden kaynaklanan bir sorunudur. Tanımsal hata gibi küçük detaylar bir kenara bütün bu rollere denilebilecek en güzel cevap ise bu Haziran ayının görsellerinde, geçtiğimiz senenin Haziran ayının en öne çıkan sözlerinde bulunabilir: “Benim bedenim benim kararım”

PORTRE

Genel Geçer estetik anlayışına meydan okuyan bir kadın: Frida Kahlo

Doğum tarihini değiştirip, kendisi için Meksika Devrimi'ni milat kabul eden, hakkında “Biz onun gibi insan yüzleri çizmeyi bilmiyoruz” diyerek Picasso'nun hayranlığını kazandığı bir ressamdır Frida Kahlo. Hem kişiliğiyle, hem de eserleriyle kadınlara dikte edilen estetik algısına karşı çıkmış bir kadındır o. Kaşlarını ve bıyıklarını almamış, genel geçer güzellik anlayışına meydan okumuştur. Frida özgürlük anlamına geliyordu ve o bu isimle özdeşleşmişti. Toplumun kurban ettiği her kadın gibi ötekileştirilmeye çalışılsa da Frida başkaldırmış, toplumla ve kendi kadınlığıyla yüzleşmişti. Cinsiyet rolleri, kürtaj ve daha nice sorunu cesaretle

resmeden Frida, tuvale kendi gerçekliğini yansıttığını söylüyordu. Henüz genç bir kadınken tren kazası geçirmişti. Kazadan sonra dinmeyen sıkıntı ve acılarından kaçmak için resim yapmaya başladı; eserlerini yaratırken beslendikleri ise kendi acıları ve başkaldırıları oldu. Yaşadığı dayanılmaz acılarla başa çıkabilmek için bütün gücüyle resim yapan Frida Kahlo başarılı bir ressam olarak ün yaptı. Eserlerinde kendini tek kaş olarak resmetmesi dikkat çekici bir özelliğiydi, erkek egemen algı bunun rahatsız edici olduğunu dile getirse de, Frida yaşam biçimi ve eserleriyle bu algıya somut bir şekilde meydan okumuştu.


18

Kadın

Dosya

7

Sinir Kocaeli'nde erkek adalet kendini bir kez daha gösterdi. 13 yaşındaki kız çocuğuna tecavüz edenler tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılırken, bu durumu protesto eden kadınlara tecavüzcülerin yakınları saldırmaya çalıştı.

HASTALIKLI BAKIŞ AÇILARINA KARŞI İRONİK BİR TEPKİ:

Tecavüzün de suçlusu biziz Tecavüzü engellemenin yolu gerçekten bedenlerimize kilit vurmaktan mı geçiyor acaba? Tecavüzü ve tecavüzcüleri kabul ettirmenin bir başka aracı olmasın sakın bunlar?

Oysaki bizler “tecavüz saati” diye bir saat olduğunun farkında değildik, özür dileriz. Evde otursaydık ya.. Ataerkil bir biçimde işleyen adalet sistemi karşısında evdeki kocadan, babadan, abiden, enişteden, amcadan uygulanan şiddetin her türlüsünün lügatta yeri yok tabii, kolay “gir eve” demesi. Evde tecavüze uğrayamayız, evimize “devletin eli silahlıları” kiminle yaşadığımızı kontrol etmek için çat kapı gelemezler ya zaten. Yaşadığımız erkek egemen düzende evlerimizde öldürüldüğümüzde kan sokağa taşmıyor ya, aile içi şiddet vız gelir; geldiği gibi de vız olur gider. Ama aile “toplumun yapı taşıdır”, lütfen!

Hani zaten biz isek sebep bütün bu yargının 3 maymunu oynadığı, gazetelerin sayfalarca geriye ittiği, koruma mercilerinin “Aman boşver” edasıyla baştan savdığı tecavüz, şiddet olaylarına sebebiyet olan ; kendimizi kısırlaştırır mıyız, önleyici iç çamaşırı, çelik kilitli don falan giyer miyiz?

Diyoruz ya şiddetin tecavüz biçimine her yerden, her alandan erişebiliriz. Niye erişebiliriz, çünkü hani biz çağırıyoruz ya, ondan. Yani sosyal durum, yaş oranı, meslek grubu da fark etmiyor. Tek çare evde oturmak mı oluyor o zaman bu kadar değişken ise bu durum? Elbet tek sorun biz değilizdir. Kimi zaman barış için gelinliğimizle otostop yaparken, kimi zaman bir bardan çıktığımızda, kimi zaman öğretmenimizden, kimi zaman çalıştığımız işyerinde… Örnekleri açınca bir yanlışlık var fikri geliyor sanki. Hani bu kadar şey oluyorsa bir çatı koruyabilir mi bizi? “Kutsal aile” bu kadar kutsal mı hakikaten de tüm kötülükleri bacadan dışarı atsın? Kutsal ailenin önleyemeyeceği yerlerde de engelleyici yöntemler yetişiyor: Hadım etme, kısırlaştırma, tecavüz önleyici iç çamaşırı. Geldik şimdi asıl meseleye: Hani zaten biz isek sebep bütün bu yargının 3 maymunu oynadığı, gazetelerin sayfalarca geriye ittiği, koruma mercilerinin “Aman boşver” edasıyla baştan savdığı tecavüz, şiddet olaylarına sebebiyet olan; kendimizi kısırlaştırır mıyız, önleyici iç çamaşırı, çelik kilitli don falan giyer miyiz? Ee mağ-

AKP'nin dindar nesiller yetiştirmek adına eğitimde uyguladığı gerici ve piyasacı politikalar giderek artarken, Meclis Başkanvekili Sadık Yakut, " Kız ve erkek öğrencilerle birlikte eğitim yaptırılmasını da büyük bir yanlışlık olarak değerlendiriyorum. İnşallah bu yanlışlık önümüzdeki dönem içinde düzeltilecek" açıklamasını yaptı.

Sinir

“Dayanışma ve mücadele olmadan vakıf üniversitelerinin düzelmesi söz konusu olamaz” Tahir Özgür Kütahya İTÜ Doğuş Üniversitesi'nden neden işten çıkartıldınız ? 15 Eylül’de göreve başladım. Giderek artan baskılarla karşılaştım ve 24 Ekim’de, daha 40 gün geçmeden işten çıkarıldım. Gerekçe gösterilmedi. İşten çıkarıldığımı belirten yazının altında imzası olan rektör, bir saat sonra “Seni işten attım ama gel saat başı ücret alarak bu dersleri ver” diyebildi. Neoliberal üniversite işte böyle bir şey. Bir varsın, bir yoksun. Doğuş Üniversitesi geçen yaz Beykent Üniversitesi'ne satıldı. Beykent'in patronları Adem Çelik ve oğulları bu yatırımın karşılığını hemen almak istiyorlardı. Psikoloji Bölümü ise altın yumurtlayan tavuk. Ama bu tavuğun bir değil birden fazla yumurtlamasını istiyorlar. Bölümün ufacık kadrosu ile lisans öğrencilerine yetişemiyor. Bölümün daha çok para kazandırması için yüksek lisans öğrencisi gerekiyordu. Hedefleri Klinik Psikoloji Yüksek Lisans Programı'na yeterli öğretim üyesi olmamasına rağmen hemen çok sayıda öğrenci alınmasıydı. Bölüm kadrosu olarak öğrenci alınmasına karşı çıktık. Hemen Beykent Modeli devreye sokuldu. “Madem psikolog yok, yerine bir iki psikiyatr sokarız ve işi hallederiz” dediler. Bölüme psikiyatr alınması için ilan verildi. Bu bölümden ve fakülteden onay alınmadan yapıldı. Sonra kamudan emekli bir psikiyatrın alınacağı bölüme bildirildi. Bu psikiyatrın başvurusu, benim işten çıkarıldığım 24 Ekim sabahı Üniversite Yönetim Kurulu'nda işleme sokuldu ve jüri üyelerine gönde-

rildi, akşamına işten çıkarıldım. Bunlar vakıf üniversitesi değil mi? Nasıl bir kazanç söz konusu? Kağıt üzerinde öyle. Ama Beykent ve Doğuş Üniversitesi gerçekte kâr amacı güden birer işletme. Yoksa kâr amacı gütmeyen bir “vakıf üniversitesi” bir benzerini, hem de batmak üzereyken niye satın alsın? Bunlar kâr amacı güden özel üniversiteler. Psikolojiye lisans düzeyinde büyük rağbet var. Klinik psikoloji yüksek lisansına da. Bu yıl Beykent Üniversitesi’nde klinik psikoloji yüksek lisans programı açtılar. Ücret kişi başına 23 bin TL. 100 üzerinde öğrenci aldılar. Ciro büyük. Gider ise yok denecek kadar az. Bölüm kadrosunda asgari sayıda öğretim üyesi tutuyorlar. Dersleri dışarıdan getirilen ve ders başına para alanlarla götürüyorlar. Müthiş bir vurgun bence. Vakıf üniversitelerindeki patronaj ilişkilerine dair neler söyleyebilirsiniz ? Tablo korkunç. Özel üniversitelerde yeni bir yönetici sınıfı türedi. Yönetici-

+

Beykent ve Doğuş Üniversitesi gerçekte kâr amacı güden birer işletme. Yoksa kâr amacı gütmeyen bir “vakıf üniversitesi”, bir benzerini hem de batmak üzereyken niye satın alsın? Bunlar kâr amacı güden özel üniversiteler.

ler kendi meslektaşlarına bir kölelik düzeni dayatıyorlar. Örnek olarak, İstanbul’daki büyükçe özel üniversiteleri inceleyelim. Rektör, yardımcıları, hatta dekanlar, yüksek maaş, makam araçları, lüks evler, lüks yaşamlara alıştırılıyor. Bazı üniversitelerde ağzı iyi laf yapan, ekranda iyi görünen, hatta bir gazetede köşesi olan akademisyenler “iyi reklam, iyi pazarlama” yolu olarak görülüyor. Değil bir üniversiteyi, değerli hiçbir şeyi emanet etmeyeceğiniz kişilere, üniversite yöneticiliği veriliyor. Özetle, mesele üniversiteye patronajın egemen olması ve bir çeşit kukla tiyatrosunun yaygınlaşması. Vakıf Üniversitesi Emekçileri Dayanışma Ağı kuruluşu ve çalışmalarından biraz bahsedebilir misiniz ? Şu çok açık: Dayanışma ve mücadele olmadan vakıf üniversitelerinin düzelmesi söz konusu olamaz. Mutlaka güçlü bir dayanışma ve sendikal mücadele gerekiyor. Ama geçici ve güvencesiz çalıştırılan akademisyenler çok kolay ürküyorlar. Sözünü ettiğiniz dayanışma ağı bu mücadelenin temelinin atılması

olarak görülebilir. Şu ana dek İstanbul’da iki forum düzenlendi. Bu forumlarda özel üniversitelerde çalışanlar bir araya geliyor ve daha güçlü olmanın yollarını keşfediyorlar. Örneğin, işten atılan akademisyenlerin açtığı ve kazandığı davalar ele alınıyor. Forumlara Eğitim Sen destek veriyor. Forumlara katılanların büyük çoğunluğu genç akademisyenler. Bu da önemli daha önce söylediklerimle ilgili. Son olarak, şunu vurgulamak isterim. Üniversiteler hep muhalefetin ve sosyalizmin beşiği oldular. Kamu üniversitelerinin hizaya getirilmesi sürüyor. Özel üniversiteler de hizaya getirmeye hizmet ediyor. Hem kamusal eğitimin yıpratılmasına yol açıyor, hem akademisyenlerin geçici ve güvensiz olarak çalıştırılmasını olağanlaştırıyor, hem de akademisyenleri sessizleştiriyor. Hedef uslu ve muhafazakâr kuşaklar üretmek. Üniversite meselesi bütüncül olarak düşünülmeli… Bu nedenle özel üniversiteler herkesi ilgilendiriyor.

SIYAH MAVI KIRMIZI SARI

“Ne işin var o saatte dışarıda?”

+

dur olan erkek ya hani, biz de onları cezbeden kadınlarız... Bir de bize gelip önlettiriyorlar utanmadan! Çünkü “yapma” diyince “devam et”; “yardım” diyince “ben sende tutuklu kaldım” diyoruz. Tecavüzü engellemenin yolu gerçekten bedenlerimize kilit vurmaktan mı geçiyor acaba? Tecavüzü ve tecavüzcüleri kabul etmenin bir başka aracı olmasın sakın bunlar? Peki “Ama böyle şeyler çıkarıyorsunuz sonra takmayınca yine biz suçlu” desek, ayrı bir baskı mekanizmasıdır aslında bu desek çok mu? Ya da “Bu yöntemler biraz eskidi, Ortaçağdan beri aynı taktik” falan desek? O zamandan beri de “çözüm bulun(a)mayan” bir sorun.. Herhalde kimsenin derdi de değil ya bu mesele.. Bunu pazar alanına, satış taktiğine dönüştürenler hariç: Ar Wear adında New York’lu bir markanın kilitlenebilir şort şeklindeki tasarısında kapitalizmin tecavüzden kar çıkarma derdini görebiliriz herhalde. Onun dışında şiddeti engelleme kampanyalarında “Erkeksen şiddet uygulama” diye erkekliği yüceltenlerin, erkek egemenliğin temsilcilerinin çok da derdi yoktur bizim bedenimizi “korumak”/özgürlüğümüzü ve yaşam hakkımızı sağlamakla. Tecavüzün, kadına yönelik her türlü şiddet ve baskı mekanizmalarının sorumluluğunun kadınlara yüklendiği bir dünyada ironi yapmışız çok mu? Çünkü her şey çok ironik işliyor biz kadınlar için. Her şeyin hem suçlusu hem güya en yücesiyiz.. Hem çiçek gibi nariniz hem de “Hafifçe dövülebiliriz”. Bu yazıyı da tüm ironileri görenlere şöyle ithaf edelim: Sokak çok öcü, ev cici gibi özendirmelerin, “Evlenene yurt bedava, borç da yok” uygulamalarının şimdi birden artması biraz da bütün bu ironiyi Haziran ayında TOMA’nın karşısında durarak gösteren kadınlar yüzünden olmasın?

AKP, "hoopp orda dur" dedirten açıklamasını yaptı ve son olarak "Kızlı erkekli evler muhafazakâr demokrat yapımıza ters. Valiye talimat verdik, gereği yapılacak" açıklamalarıyla yine kadın bedeni üzerinden gericiliği yükselterek kendi ahlak anlayışını dayatmaya devam etti.

DOĞUŞ ÜNİVERSİTESİ’NDE İŞTEN ÇIKARILAN DEĞİRMENCİOĞLU İLE VAKIF ÜNİVERSİTESİ SOHBETİ

SAYFA 7

Eşimizden, sevgilimizden, akrabamızdan, öğretmenimizden, patronumuzdan, hiç tanımadığımız bir insan tarafından evimizde, sokakta, okulda, iş yerlerinde… Kısacası hayatın her alanında, her tarafından, her kesiminden insanlar tarafından tecavüze uğrayabiliyoruz. Bizzat kendimiz yaşamıyorsak bile her gün gazetelerin üçüncü sayfalarından (!) okuyabiliyoruz. Hem çok tanıdık, hem çok uzak.. Hem çok alışılmış hem asla normalleştirilmemeli.. Laf atıldığında bile kafamızı çevirmek sanki suçlu bizmişiz gibi kodlanmışken beynimize, tecavüze uğradığımızda da anlatamayabiliyoruz. Anlattığımızda ölüm tehditleri, yargılanma gibi durumlarla doğrudan muhatap olabiliyoruz. Adım adım tecavüzcünün değil kadının suçlu olduğu, hamile kalınırsa “devlet büyüklerinin” “Doğur biz bakarız” sözlerinin takip ettiği belki de “tecavüzcü özgüveni” denilebilecek bir dönemece girmiş bulunuyoruz. Bu sefer küçücük çocuk olsak bile koskoca adamların tecavüzüne uğradığımızda kusura bakmayalım ama biziz suçlu! Çünkü sadece tecavüzcü özgüveninden değil tecavüzün anlamını yeniden yazan yargıçların karşısında, sözleriyle cesaret kamçılayan bakanların arasındayız.

Adalet Bakanı Sadullah Ergin’in “Cezaevlerinde çıplak arama uygulamasının kişinin utanma duygusunu ihlal etmeyecek şekilde yapıldığı” açıklamasıyla yapılan cinsel işkenceyi yok sayarak bu durumu utanma duygusuna indirgedi ve adaletin nasıl yok edildiğini gözler önüne serdi.


SIYAH MAVI KIRMIZI SARI

SAYFA 08

8

Serbest Kürsü 17

Söyleşi

CENK SARAÇOĞLU İLE GEZİ İSYANI’NIN SONRASI, AKP’NİN MUHAFAZAKAR POLİTİKALARI VE GENÇLİK ÜZERİNE SÖYLEŞİ:

"AKP’nin alamet-i farikası muhafazakar kuşatıcılığı" Arda Araz Ankara Üniversitesi Gezi İsyanı’nın ardından Praksis Dergisi’nde “Burası orası değil artık efendi: Haziran Direnişi ve yeni durum“ adlı yazınızda AKP’nin kendi tabanını bir arada tutma eğilimi üzerinde durmuştunuz. Bu noktada “Kızlı-erkekli” öğrenci evleri tartışmasını nasıl değerlendirebiliriz? Şimdi sorduğunuz soruda kendi tabanını konsolide etme gibi bir çaba içerisinde böyle bir taktiksel açıklama olabilir mi diye bir ima yakalıyorum. Bu önemli bir unsur olabilir ama meseleye biraz daha geniş bir perspektiften bakmak lazım. Yani AKP’nin bugün Türkiye sağı içerisindeki ideolojik konumu, kendi siyasi projesi, bu siyasi projenin oturduğu yerler açısından baktığımızda ben üç boyut içerisinde değerlendirebileceğimizi düşünüyorum: Birincisi, AKP bir ideoloji partisi aslında. Bazı katı ideolojik ilkelere sahip. Sanıldığı kadar da pragmatik, sürekli söylem değiştiren bir parti değil. Türkiye’ye dair, dünyaya dair bir vizyonu olan, bu vizyonu Türkiye sağının bir takım öğeleri üzerinde şekillendiren ve Türkiye sağının İslamcılık, muhafazakarlık ve milliyetçilik gibi üç ana akımından çeşitli önermeleri, sembolleri ve bakış açılarını devşiren ve bunarı sentezleyen ve bu sentez üzerinden de bir Türkiye politikası geliştiren bir parti. AKP’nin kendi siyasi projesi Türkiye içerisinde kimi zamanlar, muhafazakar kesimde bile, kabul görmeyebiliyor. Mesela bunu en son Suriye meselesinde görüyoruz. Suriye meselesi AKP’nin genel Ortadoğu vizyonunun parçası olan bir politika ama Türkiye toplumunun genelinde sahiplenilmiş bir siyasi açılım değil. Reyhanlı olayından sonra da insanların AKP’yi desteklememelerinden de bunu görebiliyoruz. O yüzden kızlı-erkekli meselesi burada nereye oturuyor diye sorarsanız AKP, kendi siyasi projesi içinde halkın duyarlılıklarıyla uyum sağlayabilecek bir takım başlıklar seçiyor. Siyasal İslam’ın angajı olsun veya olmasın kültürel anlamda Anadolu, özellikle taşrada muhafazakar olan pek çok insanın hatta sol tandanslı olanların bile

karşı çıkabileceği gündemlerden bir tanesi kızlı-erkekli ev meselesi. Kızlarımızın erkeklerle birlikte kalmasın kaygısı ya da kızımızın başına ne gelecek kaygısı özellikle çocuklarını il dışına gönderen insanlar düşünüldüğünde çok yerleşik bir kaygıdır. Ne yapmaktadır AKP böyle bir çıkışla? Aslında çok da popülerleşmeyecek, kitleselleşmeyecek siyasi projesini halk içerisindeki yaygın olan muhafazakar öğelerle buluşturarak kendi projesini halk nezdinde daha kabul edilebilir daha meşru kılma çabası içerisindedir. Tabi ki bu toplumun belli kesiminde, özellikle kentte yaşayan seküler yaşam tarzını özümsemiş insanlar tarafından tepkiyle karşılanabilir ama toplumun genelinde dikkat ederseniz çok ciddi

CENK SARAÇOĞLU KİMDİR? 1979 yılında Tokat’ta doğdu. Bilkent Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü mezunu. Kanada’daki Western Ontario Üniversitesi’nde sosyoloji alanında yüksek lisans ve doktora çalışmalarını tamamladı. 2009-2013 yılları arasında ODTÜ Kuzey Kıbrıs Kampüsü, Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler programında yardımcı doçentlik yaptı. Aynı zamanda Praksis dergisi yayın kurulu üyesi.

Hükümet, öğrenci yurtları ve barınma sorununa da diğer sorunlar gibi kulağını tıkamış, hatta bu sorun hiç yokmuş gibi gösteriyor. Üniversite öğrencileri ise gündeme yaşadıkları zorluklarla değil, akıl dışı biçimde kızlı erkekli yaşam gibi meselelerle getiriliyor

Bu “Muhafazakarlaşma hamlelerinin sonu olacak mı?” sorusu AKP’nin sonu olacak mı sorusuyla özdeş bir soru. Çünkü AKP, başka türlü kendisini Türkiye’de ayrıksı bir siyasi özne olarak yaratamaz, kendi hegemonyasını gerçekleştiremez bir tepki ortaya çıkmamıştır. Böylece kendi projesini toplum tarafından daha kabul edilebilir daha avam bir şekle sokmuştur. Bu birinci meseledir. O yüzden sadece konjonktürel değildir. İkincisi, dediğiniz gibi, Gezi direnişi sonrası yeniden kendi saflarında bir konsolidasyon çabasının bir uzantısıdır. Bu çeşitli örneklerden sadece birisidir. Gezi direnişi sırasında da cami meselesinde görmüştük bunu. Üçüncüsü ise, çok daha genel bir şekilde, gerçekten de AKP Türkiye’de ağır aksak da olsa gelişen sekülerleşmenin yarattığı kamusal alanları daraltarak, sıkıştırarak insanların orada kendi siyasal kaygılarını beraber paylaşımlarını ve bunun üzerinden eyleme geçmelerini engelleme çabası içerisindedir. Tayyip Erdoğan “kızlı-erkekli” öğrenci evleri konusunda Bülent Arınç’ın “kalbini kırma” pahasına geri adım atmadı. Gezi İsyanı yaşanmışken, yaşam şekline müdahale etmekten de kaçınmadı. Sizce bu muhafazakar hamlelerin bir sonu olacak mı, yoksa alışmak mı gerek? Bu “Muhafazakarlaşma hamlelerinin sonu olacak mı?” sorusu AKP’nin sonu olacak mı sorusuyla özdeş bir soru. Çünkü AKP, başka türlü kendisini Türkiye’de ayrıksı bir siyasi özne olarak yaratamaz, kendi hegemonyasını gerçekleştiremez. Türkiye’de, 1980 sonrasında bütün sağ partiler, uzun bir süre, çeşitli nüanslarla da olsa, bir takım sabit ekonomik politikaları hayata geçirme misyonuyla ortaya çıkmış partilerdir. AKP’nin de bu noktada kendinden önceki düzen partilerinden çok ciddi bir farkı yoktur. Farkı, ideolojisindedir. Farkı, yarattığı ideolojik hegemonyanın kuşatıcılığındadır. Ve bu ideolojik kuşatıcılık olmadan AKP gibi bir partinin devam etmesi mümkün değildir. O yüzden bu muhafazakar

Direne direne barınacağız

hamlelerin AKP’nin alamet-i fahrikası olduğunu düşünüyorum. Bundan dolayı biteceğini zannetmiyorum. Gezi İsyanı sizin gündelik hayatınızı değiştirdi mi? Ve buna ek olarak bu sürecin akademideki yansımalarını soralım, nasıl gözlemliyorsunuz bu isyanın akademiye yansımasını? Önce sorunun birinci kısmından başlayayım. Benim hayatımda, bir vatandaş olarak, nasıl bir etki yarattı? Pek çok insanda da olduğu gibi bir kere Gezi direnişiyle beraber insanlar bu memlekette sağ bir hegemonyanın siyasal bir eylemlilikle kırılabileceğini, sağ siyasetin köşeye sıkıştırılabileceğini gördüler ve kendi ülkelerine yeniden gelecek umuduyla bağlandılar. Bir sürü insan Gezi direnişi sayesinde ülkeleriyle umutsuzluktan ötürü kopmuş olan politik bağlarını yeniden inşa etti. Akademiyle ilgili soruya gelince iki noktada değerlendirebiliriz bunu. Bir, Gezi akademide bir araştırma nesnesi olarak ortaya çıkmıştır. İkinci olarak da Gezi, akademisyenlerin politik duruşunu etkileyen başlı başına toplumsal bir olgu olarak ortaya çıkmıştır. İkincisinden başlarsak, Gezi, akademisyenleri bir seçimle baş başa bırakmıştır. Bir toplumsal hareket vardır, bir muhalif hareket gelişmiştir. Onlar kendi taleplerini, kendi duruşlarını ortaya koymuşlardır. Akademisyenler de toplumu anlamaya çalışan ve eleştiren kişiler olarak, bu tüm aydın kesimler için geçerli, bu hareket karşısında bir tavır almak zorunda kalmışlardır. Hiç bir gündemin yapmayacağı şekilde, akademisyenler ilk defa kendi siyasal duruşlarını, lafı evirip çevirmeden ortaya koyma şansını bulmuşlardır. Ve aynı zamanda bir hareketin parçası haline gelmişlerdir. Bir araştırma nesnesi olarak da Gezi, özellikle sosyal bilimciler tarafından akademik bir alana dönüş-

Yüksek öğretim öğrencilerinin belki de en büyük problemlerinden biri olan barınma sorunu her yıl daha da büyüyerek karşımızda aşılması zor bir duvar gibi duruyor. Öğretim yılının başlaması ile görünen bu duvar, yıl içerisinde de öğrencilerin zor durumda kalmasına neden oluyor. Her yıl yeni üniversiteler kuruluyor ve her yıl mevcut üniversitelerin de artan kontenjanları ile birlikte zaten yetersiz olan devlet yurtları daha da yetersiz ve niteliksiz hale geliyor. Devlet yurduna yerleşemeyen öğrencileri ise (sadece para gözüyle gören) özel apartlar, pansiyonlar ve öğrenci evleri bekliyor. Ancak bu özel apartlar ve evler maddi durumu iyi olan öğrenciler tarafından kiralanırken, yoksul öğrencilerin nerede kaldığı kimsenin umurunda olmuyor. Bu öğrencilerin barınma sorunu tüm eğitim öğretim hayatı boyunca sürüyor ve bu öğrenciler sağlıksız koşullar altında yaşamak zorunda bırakılıyor. Hükümet, öğrenci yurtları ve barınma sorununa da diğer sorunlar gibi kulağını tıkamış, hatta bu sorun hiç yokmuş gibi gösteriyor. Üniversite öğrencileri ise gündeme yaşadıkları zorluklarla değil, akıl dışı biçimde kızlı erkekli yaşam gibi meselelerle getiriliyor. Öğrencilerin hangi şartlar altında, nasıl yaşadığı ya da ne gibi sorunları olduğuyla ilgilenmek yerine, kiminle kaldığını, ne yaptığını merak ediyor iktidar. Merak etmesinler diye açıklıyorum; ‘bunlar kızlı erkekli aynı evde kalmakla yetinmiyor, kızlı erkekli cafe’ye gidiyorlar, tiyatro yapıyorlar, yemekhanede yemek yiyorlar hatta sinemaya bile gidiyorlar. Benden söylemesi, önleminizi alınız…’

Peki öğrenciler ne yapsın? Eğer yurt çıkmadıysa başlıyor apart aramaya, ev aramaya. Ev ve apart bulabilirsen şanslısın çünkü tek sorun fiyatların uçuk olması değil. Ev kiralarının 650-700 TL’den başladığı bu şehirde bir süre sonra evin fiyatını unutuyorsun ve amacın sadece ev bulmak oluyor. Evet evet amacın sadece barınabileceğin bir yer bulmak oluyor. Hani artık ev benzeri bir şey bulayım da çalışır bir şekilde kirasını öderim diyorsun. Lakin ev de yetersiz, apartlar da yetersiz. Hal böyle olunca bir eve sıkış tepiş doluşup öyle yaşamaya başlıyorsun. Muğla Üniversitesi öğrencileri bu şehirdeki ev ve apart sahipleri, işletmeciler tarafından sürekli sömürülüyor. Öğrenci görünce ‘gözleri dolar dolar bakan’ (amerikan doları), ev ve apart sahipleri, işletmeciler…

Cemaatler, işletmeciler ağlarını germiş Kızlı erkekli itirafımızı yaptıktan sonra, yazıya başladığımız ‘önemsiz’ konuya tekrar dönelim. Her ilde olduğu gibi bu ‘önemsiz’ barınma sorunu Muğla’da aşırı uçlar gibi aşırı uç noktada. Muğla ilinde her öğretim yılında öğrenciler de bir telaş, bir koşuşturma başlıyor. Her ne kadar niteliksiz olsa da KYK’nın yurtlarına yerleşebilmiş öğrencilerin kafası biraz daha rahat. Ancak devlet yurduna yerleşememiş öğrencileri ise yurt kapılarında avlamaya çalışan cemaat evleri, özel apart sahiplerini görüyoruz. Aileler ise çocuklarını güvenilir, nitelikli ve bütçelerine uygun yerlere yerleştirmek istiyorlar. Ancak rüyaların-

Örnek sorgu, örnek yanıtlar İşte yoksul bir öğrenci için Muğla’da üniversite hayatı böyle başlıyor böyle devam ediyor… Bu barınma sorunları karşısında kendilerine farklı roller biçen ev ve apart sahipleri ise polisiye soruları sıralıyorlar… - Nerelisin? - Hangi bölümdesin? - Baban ne iş yapıyor? - Çok misafiriniz olur mu? - Gece gece duşa girer misiniz? -Bir örgüt ve ya dernekle bağlantınız var mı? Eğer ki ev ya da apart kiralamak istiyorsanız sizler için doğru cevapları sı-

da uyandıklarında karşılarında cemaat evlerini ve kendilerine para gözüyle bakan özel yurt, apart sahiplerini görüyorlar. Sunulan alternatifler içinde ise tercih edebilecekleri en uygun yer cemaat evleri, cemaat yurtları oluyor. ‘Paralı, gerici, neoliberal üniversitelere hoşgeldin’ Devlet yurtları ve cemaat evleri dışında alternatif olabilecek apartlar, evlerin fiyatları ise, asgari ücretten başlıyor. Nispeten daha ucuz yerler de var elbette. Yani ev sahiplerinden başka kimsenin ev diyemeyeceği yerler… (Ahırdan, otoparktan bozma yerler, onlar da 300 lira ha)

ralıyoruz. - Nerelisin? CEVAP: Bu sorunun asıl amacı sizin Kürt olup olmadığınızı öğrenmektir, cevap olarak doğu bölgelerinde bir il seçmemelisiniz. - Hangi bölümdensiniz? CEVAP: Sorunun amacı siyasetle alakalı (sosyoloji, felsefe, kamu yönetimi, iktisat…) bir bölümde misiniz, yoksa çok ders çalışmanız gereken bir bölüm (mühendislik, matematik, fizik…) mü? Bunu öğrenmektir. Cevap olarak ikinci parantezi vermeniz daha uygundur. - Baban ne iş yapıyor? CEVAP: Sorunun amacı babanızın maaşının kiraya yetip yetmeyeceğini öğrenmektir. Doğru cevap olarak çok para kazanan meslekleri tercih etmelisiniz. (Milletvekili, bakan, bakan ya da milletvekili yakını….) - Çok misafiriniz olur mu? CEVAP: sorunun amacı eve kızsanız erkek, erkekseniz kız arkadaşlarınızın gelip gelmeyeceğini öğrenmektir. Ve evde yatılı kalacak birinin olup olmadığını öğrenmektir. Yatılı kalacaklar için ekstra ücret istenecektir. Doğru cevap olarak asosyalim demeniz önerilir.

Gece gece duşa girer misiniz? CEVAP: Sorunun asıl amacı sizin gece gece duşa girmenize sebep olacak olayın ne olduğunun merak edilmesidir. Doğru cevap olarak ben geceleri sadece uyurum demek menfaatinize olacaktır. - Örgüt ya da dernekle bağlantınız var mı? CEVAP: Sorunun asıl amacı sizin anarşik olup olmadığınızı öğrenmektir. Doğru cevap olarak tavşan sevenler derneğine üyeyim demeniz ısrarla önerilir. Sorgulamalardan ve verilen cevapların uygunluğundan sonra ev sahibiyle pazarlığa başlayabilirsiniz. Bu sorunları doğuran en büyük neden ise bütün öğrencilerin şikayetçi olup da sadece kendi kendilerine söylenmeleridir. Çözüm olarak ise kendi kendimize söylediklerimizi hep birlikte gözleri Amerikan doları olanlara söylemeliyiz. Çare ise ne Sarıgül’dür ne de başka birileri. Çare hep beraber sesimizi yükseltmekte, hep beraber mücadele etmekte, hep beraber direnmektedir.

Melike Sargın Muğla Üniversitesi


Serbest kürsü

Örgütlü olmanın değerini öğrenmek : “Hep beraber!”

Berkay Aydın ODTÜ Araştırma Görevlisi-Ankaragücü Sokak Taraftar Grubu üyesi

Üniversiteli Gazetesi’ne iletmek istediğiniz bir mesajınız var mı peki? Gençlerin bir arada düşünüp tartışabileceği, kolektif bir birliktelik oluşturabileceği birçok alan vardır. Aynı zamanda beraber üreteceği, kendisini geliştireceği de pek çok alan var. Bunlardan bir tanesi de bu tür dergi, gazete gibi organlar. O yüzden böyle bir alan yaratılmasına siz de katkıda bulunduğunuz için sizi kutlarım, başarılarınızın devamını dilerim. Umarım Üniversiteli Gazetesi pek çok insana ulaşır ve siz de iyi, kaliteli yayınlar ortaya koyarsınız ve aynı zamanda bu da bütün gençlik içerisindeki çeşitli grupları da bir araya getirme şansını verir.

türülmüştür. Artık Gezi olduktan sonra bir sosyal bilimcinin, bir akademisyenin Türkiye’yi eski kalıplarla, geleneksel bir takım kanaatlerle yorumlaması imkansızlaşmıştır. Ve aynı zamanda Gezi üzerine pek çok akademik literatür de ortaya çıkmıştır. Fakat bu akademik literatürün kimi noktalarda bir dağınıklıkla malul olduğunu görüyoruz. Gezi direnişini sadece İstanbul’daki Gezi Parkı’na lokalize edip, oraya yoğunlaşıp Türkiye’nin genel siyasi pozisyonundan ve dinamiklerinden koparan bir eğilim de söz konusudur. Fakat bunun dışında bir takım düşünceler üretildi. “Genel olarak AKP siyasetinin geldiği noktada Gezi direnişi nereye oturuyor?”, “Türkiye’nin geleneksel sol siyasetinde Gezi nereye oturuyor?” gibi daha geniş ölçekli, daha tarihsel analizler de söz konusu olmuştur. Ama o noktada Gezi’ye geri dönüp bakarken biraz daha dağınıklığı engelleyici, toparlayıcı müdahalelere ihtiyaç var. Peki biraz da bugüne gelelim. AKP dershane tartışmasıyla “kalp kırmaya” devam ediyor. Dershaneleri kapatma girişimi neoliberal politikalarla ne derece uyumlu? Bunun altında sadece cemaatin gücünü zayıflatma mı var? Dershaneleri kapatmak gibi bir hamlenin en başta piyasacı bir hükümetten beklenmediği ve bunun da neoliberal politikalarla uyuşmadığı düşünülebilir. Ama bu yanıltıcı bir bakış açısıdır. Çünkü bir ülkenin, bir siyasi partinin veya bir iktidarın neoliberal bir hüviyet sahibi olup olmadığını belirle-

yen şey onun ülkedeki genel birikim rejimine dair oluşturduğu politiklardır. Baktığımızda AKP’nin iktidara geldiğinden beri neoliberal birikim rejimin gerekliliklerini, özellikle finansallaşma alanında, kent üzerinden gelişen politikalarda, yerine getirdiğini çok açık bir şekilde görüyoruz. Bunlar genel hatlarıyla silinmediği ölçüde salt bir gündemde ortaya çıkan manevra tek başına neoliberalizmden kopma ya da sapma gibi değerlendirilemez. Keza, bunun neoliberalizmle uyumsuz bir şey olabilmesi için öncelikle devletin bütün bir eğitim anlayışında daha sosyal, daha halkçı bir politika geliştirmesi gerekir. Halbuki, AKP’nin önerdiği şey dershanelerin kapatılması, yerine özel okulların yapılmasıdır. Yani bir piyasacı şablondan öbür piyasacı modele geçme çabasıdır. Hatta bunlar ayrı modeller bile değildir. Dershaneler de bir nevi özel okul gibi işleyen kurumlardır. Bu anlamda bu hamlenin neoliberalizmle uyumsuz olmadığı çok açıktır. Tersine bu birikim rejimi içerisindeki hamlelerden bir tanesidir. Fakat ona indirgenemez. Bu sorunuzun ikinci kısmıyla ilgili. Bu bir siyasi mücadelenin uğraklarından bir tanesidir. İktidar bloğunun içerisindeki bir yarılmanın, uzun süredir devam eden bir paylaşım mücadelesinin ürünü olan bir şey. Bu çelişki baktığımızda dar bloğun içinde cereyan eden bir çelişki olduğu için Türkiye siyasetinin temel çelişkisi değildir aslında. Bu anlamda bu meseleye de hak ettiğinden fazla değer yüklememek gerekir. Türkiye’deki dönüştürücü siyasetin temel unsurları ve karşıtlıkları daha çok neoliberal politikalar

AKP’nin önerdiği şey dershanelerin kapatılması, yerine özel okulların yapılmasıdır. Yani bir piyasacı şablondan öbür piyasacı modele geçme çabasıdır. Hatta bunlar ayrı modeller bile değildir. Dershaneler de bir nevi özel okul gibi işleyen kurumlardır. Bu anlamda bu hamlenin neoliberalizmle uyumsuz olmadığı çok açıktır

uygulayan AKP ile bir bütün olarak iktidar bloğuyla onun karşısındaki ezilenlerin emekçilerin mücadelesi arasındaki karşıtlıktır. Buna odaklanarak ve o meseleyi de bu nokta üzerinden ele almak daha mantıklı. Tekil bir kavga veya tek başına dönüştürücülük gündem olarak görülmemeli. Hazır toplumsal muhalefet demişken gençlik hareketi hakkında gözlemleriniz nelerdir? Bence Gezi direnişiyle beraber tartışalım bu meseleyi. Tabi gençlik hareketi Gezi’yle başlamadı. Tarihsel olarak 60’lara dayanan bir geçmişi var Türkiye’de gençlik hareketinin. Gençler sis-

tem karşıtı, sosyalist hareketlerin, muhalif hareketlerin önemli bir unsuru durumunda şu an. Ama Gezi süreciyle beraber çok önemli bir değişiklik oldu. Toplumsal algı açısından gençliğin itibarının çok yükseldiğini düşünüyorum. Yani, Gezi Parkı’yla beraber genel toplumsal algıda gençlerin o apolitik, toplumsal olaylara ilgisiz, “zirzop” algısı tamamen yıkıldı ve gençlerin ne derce yaratıcı ne derece aktif olabileceği görülmüş oldu. Bir de şu ortaya çıktı. Gençlik hep deneyimsiz tecrübesiz olmakla eleştirilir. Hep de ağabeylerinin, babalarının, dedelerinin, mücadeleyi çok önceden vermiş olanlarının sözünü dinlememekle ya da onlara kulak asmamakla eleştirilir fakat deneyimler birlikte yaratılır, tecrübede beraber yaratılır. Gençler şu anda yüzümüzü başka yöne çevirmeyecek bir deneyim yaratmış durumdalar. Yani artık gençlik ilham almak isterken, kendi stratejisini belirlerken ya da kendi eylemliliklerini ortaya çıkarırken tabi ki o tarihsel figürlere aynı saygıyı göstermeye devam edecek, ama bunu yaparlarken şu halet-i ruhiyede olmayacaklar: “Biz niye yapamıyoruz? Onlar gibi olmalıyız.” Bu çok önemli bir değişim. Artık gençlerin sohbetlerde eski solcu ağabeylerinin 60’larda, 70’lerde yaptıklarını dinlemelerine gerek yok, kendi hikayelerini kendileri yaratmış durumdalar. Bu zaten başlı başına çok önemli bir şey. Çünkü yeni bir eylem pratiği, yeni bir biraradalık yaratılıyor bu şekilde. O yüzden çok önemli değişimlerle karşılaşacağımızı düşünüyorum ve bir milat olduğunu düşünüyorum Gezi Parkı meselesinin.

SIYAH MAVI KIRMIZI SARI

'taraftarın' kendisi aslında tribün dilinde 'beste' diye anılan özgün tezahuratların önemli bir bölümünü oluşturacaktır (bkz. Hatıpoğlu, Aydın 2007). Kulüp ve takım bu açıdan taraftar için 'önemli' bir bağlamdır, ama taraftar açısından asla tek başlarına değerlendirilemeyecek olgulardır. O yüzden aynı sosyallik içerisinde olmayan bireysel olarak sadece 'takım sempatisi/ilgisi' olan kesim ile asgari de olsa bir sosyallik zemininde tribünle ilişkisi olan kesim yani 'taraftarlar' arasında çok ciddi farklılıklar bulunur. Tribünlerde 'deşarj' olduğu düşünülen ve dolayısıyla toplumun 'büyük' sorunlarıyla ilgilenmediği savlanan kesimlere tersinden de bakmak mümkündür. Güçlendikleri sosyal zeminler, aktif olabilecekleri bir çerçeve, kolektif hareket etmenin antrenman sahası olarak 'taraftarlık'... Bugün sistem genel olarak ticarileşme merkezli anlayışıyla yeni tip tüketici-seyirciyi tercih etmekte, farklı ülkelerde özellikle güvenlik referanslı 'düzenlemelerde'; taraftar ve taraftar grupları yerine endüstriyel futbolun hedeflediği tüketicileşmiş, sadakat ve grupların özgün sosyalliği yerine gösteriyi izleyen ve tüketen bir profil hedeflenir (King, 1997). Polik olarak 'sağ' veya 'solda' olma durumu örnek alınan grubun sosyal, ekonomik ve kültürel zeminiyle ilgiliyken; tüketici, kollektiviteye olabildiğince uzak, yalnızlaştırılmış veya olabildiğince küçük sosyalliklerde şovu takip eden bir kitlenin hakim kılınıp 'taraftarın' oyundan 'sürülmesi' ana amaç olarak

dikkat çeker. Bu sürülmeye benzer bir sürülme futbolun kurallarla rasyonalize edilip, profesyonelleştirildiği dönemde geniş kitlelerin oyundan sürülmesine benzer. Eski dönemlerde oyunun kendisinden sürülen kitleler, bu sefer tribünlerden de sürülmek istenir. Aktif olma zemini taraftar grupları olan 'taraftar' yerine istenen tüketici seyircinin tamamen hakim kılınması bugün için endüstriyel futbolun en önemli hedeflerinden birisidir. Sistem açısından 'taraftar', aslında istenmeyendir. Taraftarlık üzerine yazılan kısa bir pasajla yazıyı sonlandırmak mümkün (Hatıpoğlu, Aydın, 2007): Taraftarlık, deplasman otobüsündeki “geyiktir”. Maçı izlemeden gidip gelinen yüzlerce kilometredir. Taraftarlık hatırlamakta zorlanacak kadar anı biriktirmektir. Şenliktir. Taraftarlık kavgadır, abartmadır bazen yalandır. Taraftarlık hem sıradan olmak, hem aykırı olmaktır. Dostluktur, sürekli yeni insanlarla tanışmaktır. Egemen medyaya alternatif oluşturmaktır. Taraftarlık espridir, ayrıntılara dikkat etmektir. Hayal kurmaktır, şu acımasız ve illüzyon dünyasında Behrengi’nin “küçük kara balık”ı olmaktır. Taraftarlık eylemektir, yüksek sesle bağırmak, ses tellerine garezi olmak ve sürekli “ergen” olma halidir. Aşktır, tutkudur, hesapsızlıktır. Taraftarlık müziklerden rocktır, protest olanıdır ve elbette arabesktir; illa klasik batı müziğinden örnek verilirse Beethoven’in Dokuzuncu Senfoni’sidir. Taraftarlık cop ve biber gazı yeme olasılığının yüksekliğidir, kendini Don Kişot hissetmektir. Tenefüs zilidir ve tenefüsün kendisidir. Kimi zaman kurgulanan bir itaattir. “Beleş biletle” işi olsun olmasın bu süreci bilendir. Taraftarlık örgütlü olmaktır… Taraftarlık, İtalya’da “ultras”, İngiltere’de “holigan”, Arjantin’de “barras bravas” olmaktır. Çocuklar gibi tedbirsiz, gezginler gibi tetikte olma halidir... Kaynakça: Hatıpoğlu D. & Aydın, B. (2007) Bastır Ankaragücü: Kent, Kimlik, Endüstriyel Futbol ve Taraftarlık, Ankara: Epos. King, A. (1998) The End of The Terraces: The Transformation of English Football in 1990’s., London: Leicester University.

9

SAYFA 9

Taraftar grupları ve onların etkisi altındaki grupların hemen hepsinin en önemli gündemlerinden birisi 'hep beraber' eyleyebilmektir. Tribünlerde birçok tezahuratta bunun üzerinde durulur, kimi zaman kolektiviteye yeterince destek vermeyenler tribünün kendi dili ile kınanır. Bunların hepsi taraftar gruplarının aslında örgütlenilmeden bir etkisinin olmayacağının bilinmesiyle ilişkilidir. Yalnız bir futbolseverin sadece çevresinin duyacağı tepkileri veya bireysel yaşayacağı duygulanımları dışında etkisi oldukça sınırlıyken, tribün grubuyla beraber hareket eden taraftar 'birleşince güçlü olabileceğini' bilir. Günümüzde birçok ülkede maçlarda kullanımı yasaklanan meşaleler veya kimi zaman oyunu durdurabilen konfetiler ve çeşitli uygulamalar sadece 'görsel bir şov' değil aynı zamanda kurulan kolektif gücün kendisini ilanı gibidir. Futbolun zaten oyun yapısı itibariyle kollektiviteyi teşvik eden yönü dışında futbol oynamayan 'tribünlerde' olanlar da ancak 'birlik olunca güçlü olacaklarını' öğrenirler. Kolektif güç sadece maç anlarında tezahurat için geçerli değildir. Taraftarların hemen her zaman en önemli anılarını içeren hikayelerin kaynağı olan 'deplasmanlar' aynı zamanda ortak hareketin, örgütlü davranmanın önemi konusunda oldukça önemlidirler. Herhangi bir toplumsal olayda, senede ortalama on bin kilometre yolculuğu türlü 'maceralarla' beraber yapan ve birbirini tanıyan 'ekiplerin' hareketleri elbette tribünden uzak bir futbolseverden de, sürekli olarak üst soyutlama düzeyinden inemeyen örgütlülüğü sadece çeşitli bürokratik yapılarla ilişkiden ibaret sayabilecek bir 'aydın'dan da farklı olacaktır. Türkiye'de taraftar grubu öncü örgütlenmeleri 1980'in başında bugünkü bilindik yapılarına benzer şekilde ortaya çıkmışlardır. Serbest Kürsü yazarlığı Bu yıllar aynı zamanda aynı Batı Avrupa'da için 5500 karakteri geçmeyen olduğu gibi aslında piyasalaşma, profesyonelleşme ve gösterileşmenin yoğunlaştığı yılyazını; adını soyadını, lardır. Bahsedilen bu süreçlerdeki derinleşme üniversiteni belirterek ve yayılma arttıkça taraftar gruplarının da sailetisim@universiteligazetesi.net yısı ve etkinliği artmıştır. Bu açıdan günümüz taraftar gruplarının öncülü olarak sınıfadresine yollayabilirsin lanabilecek oluşumlar, Ankaragücü (Güçlüler) ve Beşiktaş (Çarşı) tribünlerinde dikkat çeker. Tribün hayatı kolektif davranmanın önemli bir örnek alanıyken diğer yandan yaygın ve sürekli beslenen bir sosyalliğin de zemini olarak dikkat çeker. Bu sosyallik ve

Söyleşi


SIYAH MAVI KIRMIZI SARI

SAYFA 10

10

Ekonomi

Dünya

15

SON GÜNLERİN EN ÇOK TARTIŞMA YARATAN KONUSU HER YÖNÜYLE ÜNİVERSİTELİ’DE

CEMAAT İLE AKP ARASINDAKİ KARA KEDİ:

DERSHANELER

UKRANYA DURULMUYOR

Her barikat aynı değil

İşte tam da bu noktada AKP-cemaat savaşının gerçek nedeni ortaya çıkıyor: iktidar içi güç dalaşı. Erdoğan, cemaatin toplumsal ilişkiler ağının en önemli noktasına yani dershanelere saldırarak gerçekleştiriyor. Peki, ama neden dershaneler cemaat için bu kadar önemli?

İ

lk olarak MİT Müsteşarı Hakan Fidan üzerinden yaşanan tartışmayla görünür hale gelen Tayyip Erdoğan merkezli AKP hükümeti ve Gülen cemaati çatışması son günlerde dershanelerin kapatılması gündemiyle başka bir boyuta taşındı. Daha önce iç gerilimlerini dışarıya çok fazla yansıtmadan çözme eğiliminde olan iktidar, bu yeni saflaşma gündemi ile kolun kırılıp yenin içinde kalamayacağı bir durumla karşılaştı. Öyle ki AKP’ye yakın olan gazeteler hep bir ağızdan dershanelerin bugüne kadar yarattığı yıkımı sanki yeni şeylermiş gibi ortaya dökerken, cemaatin yayın organları dershanelerin kapatılmasını “dış mihrakların” işi olarak gösteren diziler çekip, “Dershanemize sahip çıkalım” temalı reklam filmleri yayınladı. Peki, birbirlerini ellerindeki bavullar dolusu belgeyle tehdit edecek noktaya gelen bir zamanların “Aynı secdeye baş koymuşları” için mesele dershaneler üzerinden yürütülen bir eğitim meselesi mi? Bu soruya, AKP’nin 11 yıllık iktidarı boyunca ülkedeki dershanecilik sisteminde yaşanan değişimlere bakıldığında evet olarak cevap vermek mümkün değil. AKP’nin iktidara geldiği 2002 yılında MEB’in resmi rakamlarına göre dershane sayısı 2000 civarında iken, 2011’in sonunda bu rakam %100’ün üzerinde bir artış göstererek 4000’ni aşmış durumda. Yine 2002 yılında dershanelerdeki öğrenci sayısı 379.463, öğretmen sayısı 12.430 iken, 2011’de öğrenci sayısı 1.234.738’e, öğretmen sayısı 50.532’ye yükseldi. Sayısal olarak yaşanan bu artışlara bakıldığında bile AKP’nin iktidarı boyunca dershanecilik sektörünü sürekli olarak büyültme eğiliminde olduğu gözlenebilir. Dolayısıyla bugün Erdoğan

ve Gülen arasında yaşanan gerilimin bir eğitim sistemi tartışması olmadığı apaçık ortada. “Doğru, cemaati bitirme kararı 2004′de alındı; sonra emniyet cemaate bağlandı, dershane ve okul sayısı patladı, AKP’ye kapatma davası açıldı. Fitneye destek verenleri görünce sorunun fitneciyle sınırlı olmadığı anlaşılıyor.” Yukarıdaki sözler AKP milletvekili Şamil Tayyar’a ait. Tayyar dershane tartışmalarında ortaya çıkan bavullardan dökülen MGK kararları nedeniyle cemaate sitem ediyor. Sitem ederken de cemaatin, iktidarın ortaklarından biri olduğunu ağzından kaçırıveriyor. Hem de öyle bir ortak ki her geçen gün biraz daha büyümekte ve güçlenmekte. İşte tam da bu noktada AKP-cemaat savaşının gerçek nedeni ortaya çıkıyor: İktidar içi güç dalaşı. Erdoğan bu savaşı, cemaatin toplumsal ilişkiler ağının en önemli noktasına yani dershanelere saldırarak gerçekleştiriyor. Peki, ama neden dershaneler cemaat için bu kadar önemli? Öncelikle cemaat açısından dershanelerin ekonomik anlamına değinmek gerekir. Mevcut veriler dikkate alındığında, ülke genelinde bulunan dershanelerin %30’u cemaatin denetiminde. 2013 yılında 1,3 milyona ulaşan öğrenci sayısı ve bir öğrenci için yıllık dershaneye ödenen miktarın 3-5 bin TL arasında değiştiği dikkate alındığında Gülen Cemaati’ne yakın dershanelerin yıllık 1,2 milyar TL’nin üzerinde bir iş hacmine sahip oldukları ortaya çıkıyor. Tüm dershaneler dikkate alındığında bu miktar 5 milyar TL’ye ulaşıyor. Erdoğan’ın eğitimi bir kar kapısı olarak gördüğü düşünüldüğünde böylesi bir ekonomik gücü, artık iktidarı açısından

tehlikeli gördüğü Fetullah Gülen’in kontrolünden çıkararak kendi denetimine almak istediği sonucuna rahatlıkla ulaşılabilir. Ekonomik nedenlerin yanı sıra dershanelerin cemaat tarafından birer örgütlenme aracı olarak kullanılması da AKP’yi dershaneleri kapatma hamlesini yapmaya sürükleyen önemli nedenlerden biri. Cemaat, eğitim kurumları (özel okullar, dershaneler) aracılığıyla çok geniş bir genç kuşağa ulaşabiliyor. Mevcut veriler dikkate alındığında, cemaat dershanelerinin öğrenci kapasitesi yıllık 400 bin civarında. Özellikle yoksul aile çocuklarına yönelik olarak geliştirilen özel politikalarla (ücretsiz kurslar, düşük ücret imkanları) cemaatin bu çocuklarla ve onların aileleriyle manevi bir bağlılık ilişkileri kurmaları sağlanıyor. Dershane ile başlayan ilişki ilerleyen yıllarda başka mağduriyetler aracılığıyla (barınma sorunu vb.) daha da derinleştiriliyor ve böylelikle aile de çocuk da cemaatin sosyal ilişki ağına giriyor. Dershane gerilimi, AKP tarafından dershanecilere dönüşüm için 2 yıl mühlet tanımasıyla bir süre ötelenmiş gibi gözüküyor. Bu süreçte, “Kimse bizden geri adım beklemesin” diyen Tayyip Erdoğan bir adım geri çekilmek zorunda kalsa da taraflar açısından saklanamaz hale gelen bu iktidar dalaşı önümüzdeki günlerde yeniden alevlenebilir. Zira iki taraf açısından da eğitim, hem politik hem de ekonomik anlamlarıyla ağızları sulandıran bir pasta ve iki taraf da bu pastadan en büyük payı alabilmek için elinden geleni ardına koymayacağını bu süreçte defalarca gösterdi.

Eski Şili Üniversite Öğrencileri Federasyonu Başkanı ve yeni milletvekili Camila, Bachalet ile seçim turunda

Sokakta kazanılan mücadele, sandığa sığar mı? 2011-2012 yıllarında ülkeyi sarsan, dünya medyasının Şili Kışı diye tarif ettiği, öğrenci eylemlerinin lideri, Şili Üniversite Öğrencileri Federasyonu (FECH) eski Başkanı 25 yaşındaki Camila, “Yeni Çoğunluk” seçim bloğunun aslî bileşenlerinden olan Şili Komünist Partisi’nin La Florida bölgesinden milletvekili seçildi. Şili’de neden sokağa çıkıldı? 1973 ve 1990 yılları arasında yaşanan Pinochet diktatörlüğünden önce ücretsiz olan eğitim, Pinochet döneminde özelleştirmeye tabi tutulmuş, birinci ve ikinci dereceden okullara ayrılan bütçe azaltılmıştı. 2011 yılına kadar Şili dünyada eğitim harçlarının en pahalı olduğu ülkeydi. 2011 Nisan ayında liseliler ve üniversiteliler eğitimin bir “sektör” olarak algılanması karşı, eğitim kurumlarının kamulaştırılması, sınavların parasız olması ve yeni bir müfredat hazırlanması talepleriyle sokağa çıktılar. Eğitim Bakanlığı’nı işgal edip, boykot çağrıları yaparak güçlenen öğrenci hareketi, 16 yaşındaki Manuel Gutierrez’in eylemler sırasında polis kurşunuyla öldürülmesinin ardından hız kazandı ve hükümeti bu konuda adım atmaya zorlayarak emniyet müdürünün görevden alınmasına sebep olmuştu. Camila Vallejo’nun görünen öznesi haline geldiği öğrenci hareketi, eğitim bakanlarının talep edilen eğitim reformlarına karşılık vermemesi sonucunda bakanların halkın gözündeki meşruiyetlerin yitirmesine ve 2011 yılının Temmuz ayında, önce Joaquin Lavin’in, beş ay sonra ise Felipe Bulnes’in istifa etmelerine sebep olmuştur. “Seçildik çünkü Şili çok değişti” Camila Vallejo eylemlerin ilk başladığı dönemde The Guardian, BBC gibi büyük

Şili’de sokak muhalefeti güçlenmiş, 1990’larda cuntanın yıkılmasının ardından Merkez Sol-Hristiyan Demokrat ittifakının izlediği neo-liberal çizgiye karşı mücadele başlamıştır medya şirketleri tarafından güzelliği ile gündeme getirilmiş ve bir imajdan ibaret olarak gösterilmeye çalışılmış olsa da, Camila aslında güzelliği ile değil Şili Öğrenci Federasyonu (FECH) Eski Başkanı konumu ve 107 yıllık Şili Üniversitesi tarihindeki ikinci kadın öğrenci birliği başkanı olarak mücadeleye koyduğu katkı ile öne çıkmıştır. Camila, Kasım ayında öğrenci hareketinin üç diğer önemli ismi Gabriel Boric, Giorgio Jackson ve Karol Cariola ile birlikte yüzde 4.1 oy alan Şili Komünist Partisi'nden milletvekili seçildi. Şili Komünist Partisi, üyesi Camila’nın, “Asla Bachelet’in seçim kampanyasını desteklemem ve gençleri ona oy vermeye çağırmam. Kimse beni onun programının öğrenci hareketinin ortaya koyduğu fikirlerin temsilcisi olduğuna inandıramaz” dediği 2006’dan 2010’a kadar ülkeyi yöneten Devlet Başkanı Bachelet’i destekleme kararı aldı. Milletvekilliği adaylığının açıklanmasının ardından Twitter’dan “Michelle Bachelet hakkında söylediğim her şey partinin konuyu tartışma sürecinde denilmişti. Son karar kolektif olarak verilir, seçildik çünkü Şili çok değişti” diye yazdı. Ne değişti? Yaklaşık yüzde beşlik bir oy oranına sa-

hip olan Şili Komünist Partisi’nin, seçimler öncesinde Bachelet için oy değeri oldukça kritikti. Koltuğunun sallanmasından korkan Bachelet için, Camila gibi öne çıkmış öğrenci hareketi liderlerinin milletvekili olarak seçilmesi, kaybettiği imajını yeniden toparlaması ve diğer muhalefet odaklarının oylarını ve desteklerini kazanması için önemli bir yerde duruyordu. Seçim dönemine girerken yaptığı propaganda, bu kitleye yönelik söylemler ve açılımlardı. Michelle Bachelet seçim propagandası sırasında verdiği bir röportajda, “Onlar daha adil bir ülke için oluşturduğumuz kolektif projeyi desteklemeye karar verdiler. Şili halkının büyük çoğunluğu bu eşitsizliklere ve haksızlıklara son vermek için sandığa gidecek” dedi. Sokakta kazanılan sandığa sığar mı? Bu sorunun yanıtı tabii ki de hayır. Binlerce öğrencinin sokağa dökülmesi ve ardından gelen işçi grevleri ile Şili’de sokak muhalefeti güçlenmiş, 1990’larda cuntanın yıkılmasının ardından Merkez Sol-Hristiyan Demokrat ittifakının izlediği neo-liberal çizgiye karşı mücadele başlamıştır. Bir adayın meclise girebilmek ve herhangi bir adım atabilmek için sokaktan çıkan bir hareketin liderinden; yani 25 yaşındaki Camila Vallejo gibi bir karakterden yardım almaya ihtiyacının olması, sokak hareketinin ülkedeki dengeleri nasıl etkileyebileceğinin kanıtıdır. Bu sebeple Camila’nın meclisteki sürecini izlemeliyiz. Camila 2011’de Santiago de Chile'de iki gün süren grev sırasında mitingde seslendiği binlerce öğrenciye “Başka bir ülke düşlemek gerek...” demişti. Umuyoruz ki Camila nereden geldiğini, başka bir ülke düşünün ancak sokaklardan kurulabileceğini unutmadan mecliste yerini alır.

Ukrayna’nın başkenti Kiev’de AB ile imzalanması planlanan ortak ticaret anlaşmasının Cumhurbaşkanı Viktor Yanukoviç tarafından reddedilmesi üzerine AB yanlıları “Ukrayna Avrupa’dır“ sloganıyla gösteriler düzenledi. İçinde bulunduğu ekonomik krizden sermayesi gelişmekte olan yeni üye ülkeleri kendine daha fazla bağımlı hale getirerek çıkmaya çalışan AB, cumhurbaşkanını “Moskova” etkisinde kalmakla suçluyor. 2001’de dolandırıcılıktan, 2011’de görevini kötüye kullanma gerekçesiyle tutuklanan Yuliya Tamaşenko AB ile yapılan anlaşmanın reddedilmesinin ardından açlık grevine başlamış ve insanları gösteri yapmaya çağırmıştır.Eski bir Sovyet ülkesi olan Ukrayna’nın başkenti Kiev’de Sovyetlerden kalma birçok tarihi eser gösteriler sırasında saldırıya uğramıştır. Gösterilerin bir diğer odağında ise “Svoboda “ var. Svoboda Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin çözülmesi ardından kurulan anti-komünist-yahudi ve rus düşmanı faşist bir örgüt olan “Ukrayna Sosyal-Nasyonel Partisi’ nin geleneğinden gelen sağcı parti. Ukrayna da yaşananlara geleceğimiz,özgürlüğümüz,yaşam hakkı için durduğumuz Gezi barikatlarından doğru bakmak hatalı olur. Ukrayna’da yaşanan sınıfsal temelli ,özgürlük ya da adalet için sokağa çıkan bir kesimin değil AB ile imzalanması planlanan anlaşmanın reddedilmesi ile gelişmekte olan özel sermaye ve paydaşlarının etkileneceği bir kesimdir. Bu kesim bugün aynı zamanda Ukrayna’nın muhalefet odağını oluşturuyor. Bu sebeple Dünya’da yaşanan yakın tarihten iyi dersler almalı savunacağımız barikatları iyi gözlemlemeliyiz.


14

Medya

Ekonomi 14 KASIM 2013: Zaman Gazetesi dershane tartışmalarının fitilini ateşleyerek manşetine dershanelerin kapatılacağı haberini yerleştirdi: “EĞİTİME BÜYÜK DARBE”

Acun, Penguen medyaya mutluluk vermeye geliyor Kanalı aldıktan sonra ilk işi ekibi işten çıkarmak ve haber tartışma programlarını yayından kaldırmak olan ‘medya patronu’, insanlara mutluluk veren kanal anlayışıyla gelecek(!)

Amerikalı şarkıcı Lady Gaga, 2010 MTV Video Müzik Ödülleri’e çiğ etten yapılmış bir kıyafetle katılmıştı

Bir Lady Gaga değiliz ama Senem Tanır Ankara Üniversitesi/İLEF

O

8Kasım

20 KASIM 2013: Tayyip Erdoğan dershane meselesinde ilk kez konuştu: “Geri adım atmayız, kapatılacak”. Ertesi gün ise yandaş medya kendi arasında ikiye bölünmüştü. Habervaktim, Yeni Şafak, Takvim ve Akşam gazeteleri Erdoğan’ın yanında yer alırken, Zaman ve Bugün manşetlerinde dershanelerin yararlarından bahsediyordu.

24Kasım 30Kasım 24 KASIM 2013: Cemaatin Erdoğan’ın “geri dönüş yok” açıklamalarına yanıtı: “Boyun eğmeyeceğiz.”

2Aralık

30 KASIM 2013: AKP’de cemaat meselesinden dolayı ilk kopuş gerçekleşti. AKP Milletvekili İdris Bal istifa etti. Bal’ı memleketi Kütahya’da dershaneciler 1000 araçlık konvoyla karşıladı.

Birileri eğitimde fırsat eşitliği mi dedi? Dershaneler başarı kıstasının sadece sınav üzerinden belirlendiği bir eğitim sisteminin ürünü. Bu durum değişmedikçe okul dışında bir destek arayışı hiç bitmeyecek, özel okullar aynı zamanda dershane gibi de işletilecek Cemaat ve AKP arasında dershane tartışmaları son hızla devam ederken iki taraf da kendi elini kuvvetlendirmek için eğitim hakkı üzerinden dem vuruyor. Cemaat kendi kanallarında hazırladığı reklam filmleriyle dershanemize dokunma kampanyasını örgütlerken, AKP medyası “aklı başına yeni gelmiş” olacak ki dershane parası yüzünden hayatını kaybeden öğrencileri manşetlerine taşıyor. AKP iktidarı boyunca sayısı %100 artan dershanelerin eğitimde ortaya çıkardığı fırsat eşitsizliği yıllardır ortada bir sorun olarak

duruyor. Ne var ki Tayyip Erdoğan tarafından önerilen dershane yerine özel okul modeli de yeni ve daha büyük bir eşitsizliğin habercisi. Eğitim ile ilgili her adımı rant üzerinden kurgulayan Erdoğan dershanecilere vergi muafiyeti, arsa, ucuz kredi gibi teşvikler vererek özel okul dönüşümüne ön ayak olmak istiyor. Erdoğan üstüne bir de dershanelere “Kur özel okulunu, öncesine-sonrasına ayrıca kurslarını koy” tavsiyesinde bulunuyor. Dershaneler başarı kıstasının sadece sınav üzerinden belirlendiği bir eğitim sisteminin ürünü. Bu

durum değişmedikçe okul dışında bir destek arayışı hiç bitmeyecek, özel okullar aynı zamanda dershane gibi de işletilecek. Üstüne üstlük her patronun hayali olan anaokulundan yükseköğretime bütün kademeleri bünyesinde barındıran özel büyük eğitim kampüsleri Erdoğan’ın önerdiği sistemle mümkün hale gelebilecek. Anaokulundan yükseköğretime eşit, parasız, sınavsız eğitim talebi ise ne cemaatin dershaneleriyle ne de AKP’nin özel okullarıyla mümkün hale gelecek.

DERSHANE SAYISI SIYAH MAVI KIRMIZI SARI

Türkiyede gazetecilik yapmaya çalışıyorsanız(ki neden ille de patron var? Sorusunu es geçiyoruz.) ve patronunuz tavuk işine girmişse eti kötüleyen haberinizin manşette olması ne bir tesadüf ne bir gazetecilik başarısı. Sadece zorunluluk

berler yapılırken gazetenin iç sayfalarında tavuk etinin ne kadar yararlı ve sağlıklı olduğuna dair haberler yapılıyor. Hatta yumurtanın ete bedel olduğundan bahsediliyor. İşte “Türkiye’de medya nedir?” sorusunu özetleyen bir anı. Türkiyede gazetecilik yapmaya çalışıyorsanız (ki “Neden ille de patron var?” sorusunu es geçiyoruz) ve patronunuz tavuk işine girmişse eti kötüleyen haberinizin manşette olması ne bir tesadüf ne bir gazetecilik başarısı. Sadece zorunluluk. Peki, bunu neden anlattık? Durumunun vahameti anlaşılmasın diye midir bilemeyiz ama medya bilerek balkondan atlayıp duran bir şey oldu memlekette. Sonucu tahmin edeceğiniz gibi beyin kanaması ve ölüm… Bu yakıcı bir sorun ve bu aralar ya da “Gezi’den sonra” üzerine ayrıca düşünülen bir mesele. Seçenekler her zaman vardı. Yanlış bir tespitin üzerine doğru bir yorum “Gezi yeni bir şey yaratmadı var olanı ortaya çıkardı” Biz de ortaya çıkanı bir araya getirmeye çalıştık. Bunu yaparken bi’ Lady Gaga olamadık. Bir kişi bir konuyla ilgili ün yapmışsa bu “et medyası” için müthiş bir fırsattır bilirsiniz. Mesela siber suç işlediği gerekçesiyle (Redhack davası) gözaltına alınan dizi ve sinema sanatçısı Barış Atay’a teknoloji sayfasını önerdik ama olmadı. İşte bu elinizde tuttuğunuz gazete ile medyanın bir aracını nasıl alternatifleştirebileceğimizi göstermeye çalıştık. Patronsuz ve ‘etsiz’ bir medya içindir çabamız. Güneş ışığı satılık değil ki: “Filiz sürdü kar altından” Üniversiteli’nin söyleyecek sözü var.

20Kasım

2 ARALIK 2013: Nabi Avcı, “Hiçbir zaman kapatacağız diye bir şey demedik” derken, hükümet dershanelerin kapatılmayıp dönüştürüleceğini açıklayarak geri adım attı. Dönüşüm için dershanelere 2014’e kadar süre tanındı.

SAYFA 11

perayı balkondan izleyen bir adam sahneyi daha iyi görebilmek için eğildiğinde balkondan düşüyor. Bu durumu kendine yediremediği için olaya “Bilerek yaptım ben yahu” havası vermeye çalışıyor. Bunun için de her gün aynı saatte aynı operaya gidip kendini balkondan aşağı atıyor. Sonucu tahmin edeceğiniz gibi beyin kanaması ve ölüm… Bu hikâye saçma deyip geçilebilir türden ama bir ülkenin medyasını saçma olma yönüyle benzer bir hikâye ile anlatabiliyorsak, hatta bu bir anı ya da öyküyse? Evet, seyahat etme özgürlüğünüz var ama fazla uzaklaşmanıza gerek yok: O ülke Türkiye. Bir gazeteci; sokaktaki insanın sorunlarına dikkat çekmeye çalışan, çözüm arayan ve dolayısıyla “Kaldırımsız cadde, asfaltsız yol, bitmeyen otobüs çilesi” haberi yapan bir gazeteci. Meslekte yeni ve heyecanlı. Kent içinde ne kadar aksaklık varsa yazan çizen bir gazeteci. Haber müdürü gazetecinin hassasiyetini fark ediyor ve çağırıyor gazeteciyi yanına. -Sana çok önemli bir görev veriyorum, bu haberi en iyi sen yaparsın. Et haberi yapacaksın. Gazeteci şaşırıyor. -Ne eti? Nasıl et haberi? Haber müdürü konuşmaya devam ediyor. -Bildiğimiz et haberi. Kasaplarda satılan etin haberini yapacaksın. Birçok kasapta sağlıksız et satılıyormuş. Bir fotoğraf çekeceksin ve mümkünse etin en kötü görüntüsünü alacaksın. Kasaplarda satılan etlerin arasında sağlığa aykırı olanlar da var. Gazeteci görevini dört dörtlük yapacak

ya almış eline makinasını dolaşmış kasapları bir bir. Bir kasabın vitrininde çengelde az kararmış bir et bulmuş, biraz da toza toprağa karıştırmış. Basmış deklanşöre. Yazmış haberini yollamış. Ertesi gün “en büyük gazetede” “yeni gazetecinin” “et haberi” ve manşette. Altında gazetecinin adı yazıyor. Gazeteci şaşırıyor ve “Bundan haber mi olur!” ya da “Gazete bunu haber mi yapar!” fikrinden dolayı utanıyor ve düşünüyor. “Benden gazeteci falan olmaz. Bu çok önemli haberi ben göremiyorum da haber müdürü bana öneriyor.” Bir süre sonra haber müdürü gazeteciyi yine yanına çağırıyor “Şimdi ikinci et haberini yapacağız” diyor. “Git kasaplara et fiyatlarını al. Kuzu koyun dana keçi ne varsa…” Ertesi gün haber sekiz sütuna manşet. Bu sefer gazetecinin adı biraz daha büyük. Gazetenin manşeti: “Et fiyatları jet gibi” Ee gazetecinin havasından geçilmiyor tabi iki kez üst üste, en fazla satan gazetenin manşetinde kendi haberleri var. Gazeteci et haberleriyle ünlü oluyor. Gazeteci bir tuhaflık olduğunu seziyor fakat ne olduğunu anlayamıyor. Sonradan öğreniyor ki gazetenin patronu tavuk işine girmiş. Manşette kırmızı eti kötüleyen ha-

Tv8 Ana Haber Sunucusu Kaan Yakuphan, ''Artık demir almak günü gelmişse zamandan. Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan'' dizeleriyle programına veda etti. Yakın zamanda Tv8'in Acun Ilıcalı tarafından satın alındığına şahit olduk. Kanalı aldıktan sonraki ilk işi Tv8 ekibini işten çıkarmak ve tüm haber , tartışma programlarını yayından kaldırmak olan yeni medya patronu ''insanlara mutluluk veren kanal'' anlayışıyla gelecekmiş. İktidara yakınlığı ile bilinen Ilıcalı, programları ''mutluluk'' vermek için değil de yapılan haberler ya da yorumlar sonucunda iktidar kanadından tepki çekmemek için kapatmış olamaz mı? Tüm Tv8 ekibini işten çıkarıp gazetecilerin işsiz kalmasının insanları mutsuz edeceğini düşünemeyen medya patronu kendi ekibiyle çalışmaya başlayacak. Neşeli program Tv8 artık Acun'un ithal programlarıyla devam edecek. Neşe anlayışı da programlarda insanlar üzerinden dalga geçmek ya da insanları küçük düşüren programlarla sağlanacak. Örneklerine Yetenek Sizsiniz Türkiye'de rastladığımız bu gibi programlar çoğu zaman haber saatlerine denk gelir muhtemelen. Bu durum şimdiden haber saatlerinde Komedi Dükkanı’nı yayınlayan Acun Tv8'i için iyi bir reyting kapma yarışı olacak.

14Kasım

8 KASIM 2013: Her iki tarafın da elinde olduğu söylenen “bavul dolusu belge” iddialarıyla gittikçe gerilen AKP-cemaat kapışmasında ortaya çıkan ilk belge 2004 yılının MGK kararları oldu. Başbakanın ve pek çok AKP’li bakanın imzasının bulunduğu o kararda “Gülen grubunun faaliyetlerine karşı ağır yaptırımlar için eylem planı hazırlanmalıdır” ifadeleri yer alıyordu.

11


SIYAH MAVI KIRMIZI SARI

SAYFA 12

12

Bilim

Teknoloji

İNTERNETİN EN MERAK EDİLEN SORUSU?

İşte bunlar hep fizik...

Güvenli bir internet mümkün müdür?

Maddenin kütlesi nereden geliyor? Tahmin edildiği gibi Higgs bozonları mıdır? Evrenin %4'ü bildiğimiz görünür maddeden oluşuyor. Geri kalan %96'sı neden görünmüyor?Maddenin anti maddeye üstünlüğü neden? Tüm bunların cevabını CERN'de bulabilir miyiz ? Geride bıraktığımız yıllarda çoğunuz CERN deneyi ile ilgili sağda solda bir şeyler okumuşuzdur, kulağımıza üç beş şey çalınmıştır. Ana akım ve sosyal medyada konuyla ilgili konuşulanların büyük çoğunluğu “Tanrı parçacığı bulunmuştur”dan pek öteye gitmiyor. Bizler de bir kamu hizmeti yapalım; buradaki mevzu nedir, CERN nedir, LHC nedir, yetmiş milletten "kızlı erkekli" yüzlerce fizikçi burada ne yapıyor, tanrının parçacığı mı olur türü sorularınızı özetle cevaplayalım istedik. CERN, “Avrupa Nükleer Araştırma Kurumu” olarak Türkçe'ye çevrilebilecek Fransızca bir ismin baş harflerini teşkil ediyor. Faaliyetlerine, 1954'ten beri Cenevre’nin İsviçre-Fransa sınırı yakınlarında, 20 ülkenin de katılımıyla devam eden bu kurum bugünkü ününü LHC’ye borçlu. LHC dediğimiz ise, “Büyük Hadron Çarpıştırıcısı” kelimelerinin İngilizce kısaltmasının baş harfleri oluyor. Büyüklüğü 27 km uzunluğunda, yer yer 175 metre derinliğe ulaşan bu dairsel tünel içinde çok yüksek manyetik alanlar yaratabilen, süper iletken özelliğe sahip elektromıknatıslar bulunduruyor. Bu mıknatısların süper iletken kalabilmesi için -271 Celsius derecede tutulması gerekiyor. Aynı zamanda, içerideki hava mümkün olduğu kadar boşaltılarak vakum ortamı sağlanıyor. Peki tüm bu tesisatin amacı ne? LHC, teknik özellikleri sebebiyle, bugüne kadar gerçekleştirilebilenlerden çok daha yüksek enerji içeren parçacıkların çarpıştırılmasına imkan veriyor. Bugüne dek parçacık fiziğinde geliştirilen pek çok teori, henüz deneylerle doğrulanabilmiş değil. Bu boyutta bir parçacık çarpıştırıcısı ise, bu teorilerin bir kısmının test edilmesine imkan veriyor. LHC deneyi

Bilim Tarihi

Arşimed Kral Hieron’un hükümdarlığı süresince bol altın ve yiyecek içerisinde yaşamıştır, Roma askerleri tarafından öldürülmüştür

13

LHC’nin görüntüsünden bir kısım

ile esas olarak cevabı aranan sorular ise: Maddenin kütlesi nereden geliyor? Tahmin edildiği gibi Higgs bozonları mıdır? Evrenin %4'ü bildiğimiz görünür maddeden oluşuyor. Geri kalan %96'sı neden görünmüyor? Maddenin anti maddeye üstünlüğü neden? Madde, Big-Bang’den sonraki ilk saniyelerde ne gibi özelliklere sahipti? Evrende bildiklerimizden daha başka boyutlar da var mıdır? LHC deneyinde aranan Higgs bozonunu ise şöyle özetlemek mümkün. 1964 yılında Peter Higgs ve arkadaşlarının geliştirdiği kurama göre, evrenin ilk oluşumu sonrasında (büyük patlama) ortaya çıkan tüm parçacıklar kütlesizdi. Kütlesiz parçacıklar, evrende yüzerken Higgs alanı içindeydi. Bu alan içinde, Higgs bozonu sayesinde bir kütleye sahip oldular. LHC ile evrenin oluşumu sırasındaki (Big Bang) koşullara benzer koşullar tekrar yaratılarak Higgs bozonu gözlemlenmeye çalışılmakta. LHC’de gerçekleştirilen deneyler sonucu çok ciddi

miktarlarda (yılda onlarca petabyte, bir petabyte ise 1024 terrabyte’a tekabül ediyor) veri elde edilmekte. Bunların analiz edilmesi de ciddi zaman isteyen, 36 ülkeye yayılmış 170 bilgisayar ağı tarafından yapılan bir işlem. Gerçekleşen parçacık çarpışmalarının sonuçları aylar, hatta 1-2 yıl gibi bir süre sonra analiz edilebiliyor. 2012 yazında, CERN’de yapılan deneylerde Higgs bozonuyla özellik olarak benzerlik gösteren bir parçacık bulunduğu açıklandı. 2013 Mart ayında, söz konusu bozonun Higgs bozonu olma ihtimalini daha da arttıran ek verilerin elde edildiği duyuruldu. Şu anda LHC, daha yüksek enerjili parçacık çarpışmaları gerçekleştirebilmek için bakıma alınmış ve deneyler durdurulmuş durumda. 2015’in başlarında tekrar faaliyete geçmesi ve bulunan bozonun Higgs bozonu olduğunu kesin olarak kanıtlamaya yönelik çarpışmalar gerçekleştirmesi planlanıyor. Özet olarak, tanrı parçacığı olarak bilinen (kütlesizken zamanla kütle kazanması sebebiyle bu isim takılmış) Higgs bozonu, henüz kesin olarak bulunmuştur diyemesek de, büyük bir ihtimalle keşfedildiğini söylemek mümkün. Bir başka deyişle, bu daha başlangıç, parçacık çarpıştırmaya devam…

Son problemini çözemedi Çoğumuz ünlü matematikçileri sadece formülleri ile biliriz. Derslerde öğretilmeye çalışılan formülleri, sınavlarda günü kurtaracak şekilde ezberleriz. Öğrenim hayatımız bittikten sonra bir çoğumuz tekrar dönüp bakmayız bile. Peki hiç düşündünüz mü bu formülleri bulan matematikçilerin hayatları nasıldı? Tüm hayatlarını bu formüller üzerine mi kurgulamışlardı? Ünlü matematikçilerin hayatına baktığımız zaman kralların önemli rolü olduğunu görürüz. Arşimed’i Arşimed yapan da zamanın kralı Hieron olmuştur. Hepimiz Arşimed’in hamamda suyun tası kaldırdığını görüp koşarak hamamdan çıktığını duymuşuzdur bir şekilde. Peki bu buluşun altında yatan neden, acaba kaçımız bu olaydan günler öncesinde Kral Hieron’un Arşimed’i yanına çağırtıp “Ben kuyumcuya bir miktar altın verdim ve ondan bir taç

yapmasını istedim, ama acaba malzemeden çaldı mı çalmadı mı?” diyerek, Arşimed adının hepimiz tarafından duyulmasını sağlayacak buluşunu yapmasına neden olduğunu duymuşuzdur? Arşimed ise bu soruyu ancak hamamda çözebilmiş ve suya giren bir cismin hacmi kadar suyu taşırdığını görmüştür. Bu sayede Kral Hieron’a istediği sorunun cevabını verebilmek uğruna hamamdan koşarak saraya gitmiştir. Bu sayede Arşimed Kral Hieron’un hükümdarlığı süresince bol altın ve yiyecek içerisinde yaşamıştır. Bu olaydan bir süre sonra, Kral Hieron ölmüş tahtı tecrübesiz oğluna geçmiştir. Tecrübesiz oğul dönemin politik dengeleri içerisinde yanlış tarafı tutmuş ve Roma İmparatorluğu tarafından cezalandırılmasına karar verilmiştir. Karar neticesinde Sicilya Adası’na saldırmak

üzere donanma komutanı Marcellius görevlendirilmiştir. Saldırıya hazır olarak karaya asker çıkaran Marcellius ise dev mancınıklar ile karşılaşmış ve saldırıyı geri çekmek zorunda kalmıştır. Marcellius’un bilmediği şey Sicilya Adası’nı askerlerin değil matematikçi Arşimed’in koruyor olduğuydu. Marcellius adayı savaşarak alamayacağını anladığında adaya tüm girişleri kapattı ve bir süre sonra Ada, yiyecek yetersizliği nedeniyle teslim oldu. Karaya ilk ayak basan askerlerden birisi o sırada küllerin üzerine bazı geometrik şekiller çizen Arşimed’in yanına gitti ve Marcellius’un kendisini görmek istediğini söyledi. Arşimed ise “Problemi çözdükten sonra gelirim” diye askere diklenince asker kılıcını çekti ve koskoca Roma askerine diklenen bu adamı öldürdü. İşte ünlü matematikçinin sonu böyle oldu...

Güvenli ve devlet kontrolünden geçmeyen bir interneti mümkün kılmaya çalışan internet aktivistleri, devlet sansürüne takılmayan ve özgür yazılımı destekleyen bir tarayıcı olan Deep Web’i geliştirdiler. Deep Web özgürlüğü sayesinde birçok internet aktivistinin haberleşme aracı olarak kullanılıyor Yasin Özel İstanbul Üniversitesi Suçlu olup olmadığınıza bakılmaksızın, stratejik bir gözetlemeye maruz kaldığınızı düşünebiliyor musunuz? Yatak odanız dahil olmak üzere, evinizdeki her odada bir kamera ve mikrofon bulunduğunu düşünün. Zaten hali hazırda var olan medya sansürünün üzerine bir de bireylerin teker teker denetim altına alındığını düşünün. George Orwel 1984 adlı romanında tam da böyle bir dünya oluşturmuştu. Romanda siyasi erkin belirlediği ve insanlara medya yoluyla bahanesini sunduğu binbir türlü yasak vardı. “Büyük Abi” evleri dahil her yerde halkı gözetler ve siyasi erk, istedisği kişiye istediği gibi ceza uygulayabilirdi. Çok mu distopik geliyor? Ancak ne yazık ki yaşadığımız dünyada tam olarak bunların içerisindeyiz. Sokaklarda 15-20 metre aralıklarla duran güvenlik kameralarını yada devlet eliyle yerleştirilen MOBESE kameralarını görüyor musun? İşte onlar seni izliyor. İş yerleri, üniversiteler ve bunların içindeki diğer birimlerdeki turnikeleri? Onlar da senin her adımda nerede bulunduğuna dair bilgileri kaydetmek için kullanılıyor. Az önce kullandığın telefonda neler konuştuğunu ve kime hangi mesajı attığını devlet görüyor. İnternette bir habere yaptığın yorum, sınıf arkadaşlarınla paylaştığın bir resim, arkadaşınla yaptığın görüşme ve sevgilinle yaptığın muhabbet... Devlet her birinden haberdar. Bütün bunların önemsiz olduğunu düşünen insanlar olabilir elbette. Doğu Almanya yıkıldıktan sonra ABD ile bir anlaşma yaparak Almanya'nın telekomünikasyon hizmetlerini ABD'nin yürütmesine izin vermeyi düşünen Almanya Federal Cumhuriyeti lideri Helmut Kohl de 8000 sayfa-

lık, tam iki el arabası dolusu belge önüne getirilmeden önce iletişimin birileri tarafından kontrolünün ne kadar feci sonuçları olduğunu anlayamamıştı. Bu 8000 sayfalık döküman kendisinin arkadaşları, karısı ve sekreteriyle yaptığı görüşmeler de dahil olmak üzere 10 yıllık telefon konuşması kaydıydı. Bu gün ülkelere topyekün vatandaş izleme/dinleme hizmeti sağlayan uluslar arası şirketlerin var olduğunu ve standart bir ortadoğu ülkesinin internet ve telefonunu kayıt altına alabilecek bir sistemin, bir savaş uçağından bile ucuz olduğunu düşünürsek durum oldukça vahim. Bu noktada sanal aktivistler işin içerisine giriyor. "Evren şifrelemeye inanıyor" şiarıyla yola koyulan bu sanal aktivistler, uluslararası geçerliliği olan şifreleme standartları kullanarak, internetteki veri dolaşımını kaynak ve alıcı dışındaki (devletler ve şirketler dahil olmak üzere) kimsenin okuyamayacağı hale getiriyorlar. Şifreleme bize evrenin sunduğu bir nimettir, matematiğin bir alt ürünüdür. Jullian Assange'in dediği gibi , kaba kuvvetin dozunu ne kadar artırırsanız artırın, bir matematik problemini çözmeye yetmez. Şifreleme yöntemlerini kullanarak geliştirilen bazı programlar var. Teknik alt yapısı gerçekten çok güçlü ve mükemmel olan bu programlardan birisi de TOR. TOR, teknik alt yapısına girmeden anlatacak olursak, verileri şifreli olarak birkaç bilgisayar üzerinden dolaştırarak hedefe ulaştıran böylece kullanıcısının kimliğini gizleyen bir programdır. Bu program sayesinde internette ana kimliğiniz sayılan IP adresinizi gizleyerek dolaşabilir ve siz özellikle belirtmediğiniz sürece kimliğiniz adına hiç bir iz bırakmayabilirsiniz. Ancak bunun yanında TOR kendi gizli

+

2004 yılında California, Berkeley Üniversitesi'nde yapılan bir çalışmaya göre 300 bin Deep Web sitesi bulunmakta. Rusya’da yapılan Deep Web araştırmalarında ise Rusya’da kullanılan 14.000 Deep Web temelli site bulunuyor.

300.000 Deepweb tabanlı web sitesi

ağına da sahip. Bu ağa Deep Web deniliyor. Alan adları "www.google.com" gibi değil de "lpvz7ki2v5agwt35.onion" şeklinde olan bir ağ bu. Sitelere erişen kişilerin kimlikleri asla bulunamıyor. Bunun yanında sitelerin sahipleri yada sitenin bulunduğu sunucunun konumu da bulunamıyor. Çünkü internetteki alan adlarının aksine bu ağdaki alan adları parayla satın alınamıyor, matematiksel bir şifre üretme yöntemi ile herkes kendi bilgisayarında istediği sayıda TOR alan adı üretebilir. Ayrıca bunu yapmak için ileri düzey bilgiye de ihtiyaç yok. TOR programı ile sadece bir kaç komut sonrasında kendinize bir Deep Web sitesi açabilirsiniz. Deep Web tamamen denetimsiz ol-

ması nedeniyle bazı etik dışı şeyler de barındırabiliyor kimi zaman. Örneğin Bitcoin isimli (ve yine sanal aktivistler tarafından üretilen) bir para birimi ile uyuşturucu madde satılan yada pedofili içerik barındıran siteler de var bu ağda. Hatta daha ileri noktalarda (doğruluğundan asla emin olunamasa bile) kiralık katil ilanlarının bulunduğu siteler bile mevcut. Elbette burada Deep Web suç unsurunun kendisi değil yalnızca bir araçtır Deep Web özgürlüğü sayesinde bir çok ülkede haberleşme aracı olarak aktivistler tarafından da kullanılıyor. Aynı zamanda Wikileaks denilen sızıntı gazeteciliği grubunun da buradan örgütlendği ve haberleştiğini hatırlatmakta fayda var. Günümüzde bir çok sızıntı gazeteciliği, devlet kurumlarında ve ticari şirketlerde çalışan insanlardan bilgileri Deep Web üzerinden alıyor. Çünkü hem bilgiyi gönderen hem de alan kişi için tamamen güvenli bir sistem. Ancak bu gizli sistemin bir dezavantajı olarak fonksiyonel bir arama motoru bulunmuyor. Ancak gerek Türkçe gerek İngilizce, bir çok kaynaktan bulabileceğiniz sitelerin adresleri vasıtasıyla bu sitelere girebilirsiniz. Hatırlatmakta fayda var, eğer Windows gibi, bir şirketin tekeli altında bulunan ve kaynak kodlarını kimsenin göremediği bir işletim sistemi kullanıyorsanız pek de güvende değilsiniz. Sonuçta sisteminize bulaşabilecek bir virüs ve bu virüs vasıtasıyla sizi izleyen bir saldırgan o anda bilgisayarda ne yaptığınızı görebilecek. Hem kendi güvenliğiniz için hem de bir şirketin tekelinde olmayan, herkes tarafından geliştirilebilen işletim sistemlerini yaygınlaştırmak için GNU/Linux kullanın.


SIYAH MAVI KIRMIZI SARI

SAYFA 12

12

Bilim

Teknoloji

İNTERNETİN EN MERAK EDİLEN SORUSU?

İşte bunlar hep fizik...

Güvenli bir internet mümkün müdür?

Maddenin kütlesi nereden geliyor? Tahmin edildiği gibi Higgs bozonları mıdır? Evrenin %4'ü bildiğimiz görünür maddeden oluşuyor. Geri kalan %96'sı neden görünmüyor?Maddenin anti maddeye üstünlüğü neden? Tüm bunların cevabını CERN'de bulabilir miyiz ? Geride bıraktığımız yıllarda çoğunuz CERN deneyi ile ilgili sağda solda bir şeyler okumuşuzdur, kulağımıza üç beş şey çalınmıştır. Ana akım ve sosyal medyada konuyla ilgili konuşulanların büyük çoğunluğu “Tanrı parçacığı bulunmuştur”dan pek öteye gitmiyor. Bizler de bir kamu hizmeti yapalım; buradaki mevzu nedir, CERN nedir, LHC nedir, yetmiş milletten "kızlı erkekli" yüzlerce fizikçi burada ne yapıyor, tanrının parçacığı mı olur türü sorularınızı özetle cevaplayalım istedik. CERN, “Avrupa Nükleer Araştırma Kurumu” olarak Türkçe'ye çevrilebilecek Fransızca bir ismin baş harflerini teşkil ediyor. Faaliyetlerine, 1954'ten beri Cenevre’nin İsviçre-Fransa sınırı yakınlarında, 20 ülkenin de katılımıyla devam eden bu kurum bugünkü ününü LHC’ye borçlu. LHC dediğimiz ise, “Büyük Hadron Çarpıştırıcısı” kelimelerinin İngilizce kısaltmasının baş harfleri oluyor. Büyüklüğü 27 km uzunluğunda, yer yer 175 metre derinliğe ulaşan bu dairsel tünel içinde çok yüksek manyetik alanlar yaratabilen, süper iletken özelliğe sahip elektromıknatıslar bulunduruyor. Bu mıknatısların süper iletken kalabilmesi için -271 Celsius derecede tutulması gerekiyor. Aynı zamanda, içerideki hava mümkün olduğu kadar boşaltılarak vakum ortamı sağlanıyor. Peki tüm bu tesisatin amacı ne? LHC, teknik özellikleri sebebiyle, bugüne kadar gerçekleştirilebilenlerden çok daha yüksek enerji içeren parçacıkların çarpıştırılmasına imkan veriyor. Bugüne dek parçacık fiziğinde geliştirilen pek çok teori, henüz deneylerle doğrulanabilmiş değil. Bu boyutta bir parçacık çarpıştırıcısı ise, bu teorilerin bir kısmının test edilmesine imkan veriyor. LHC deneyi

Bilim Tarihi

Arşimed Kral Hieron’un hükümdarlığı süresince bol altın ve yiyecek içerisinde yaşamıştır, Roma askerleri tarafından öldürülmüştür

13

LHC’nin görüntüsünden bir kısım

ile esas olarak cevabı aranan sorular ise: Maddenin kütlesi nereden geliyor? Tahmin edildiği gibi Higgs bozonları mıdır? Evrenin %4'ü bildiğimiz görünür maddeden oluşuyor. Geri kalan %96'sı neden görünmüyor? Maddenin anti maddeye üstünlüğü neden? Madde, Big-Bang’den sonraki ilk saniyelerde ne gibi özelliklere sahipti? Evrende bildiklerimizden daha başka boyutlar da var mıdır? LHC deneyinde aranan Higgs bozonunu ise şöyle özetlemek mümkün. 1964 yılında Peter Higgs ve arkadaşlarının geliştirdiği kurama göre, evrenin ilk oluşumu sonrasında (büyük patlama) ortaya çıkan tüm parçacıklar kütlesizdi. Kütlesiz parçacıklar, evrende yüzerken Higgs alanı içindeydi. Bu alan içinde, Higgs bozonu sayesinde bir kütleye sahip oldular. LHC ile evrenin oluşumu sırasındaki (Big Bang) koşullara benzer koşullar tekrar yaratılarak Higgs bozonu gözlemlenmeye çalışılmakta. LHC’de gerçekleştirilen deneyler sonucu çok ciddi

miktarlarda (yılda onlarca petabyte, bir petabyte ise 1024 terrabyte’a tekabül ediyor) veri elde edilmekte. Bunların analiz edilmesi de ciddi zaman isteyen, 36 ülkeye yayılmış 170 bilgisayar ağı tarafından yapılan bir işlem. Gerçekleşen parçacık çarpışmalarının sonuçları aylar, hatta 1-2 yıl gibi bir süre sonra analiz edilebiliyor. 2012 yazında, CERN’de yapılan deneylerde Higgs bozonuyla özellik olarak benzerlik gösteren bir parçacık bulunduğu açıklandı. 2013 Mart ayında, söz konusu bozonun Higgs bozonu olma ihtimalini daha da arttıran ek verilerin elde edildiği duyuruldu. Şu anda LHC, daha yüksek enerjili parçacık çarpışmaları gerçekleştirebilmek için bakıma alınmış ve deneyler durdurulmuş durumda. 2015’in başlarında tekrar faaliyete geçmesi ve bulunan bozonun Higgs bozonu olduğunu kesin olarak kanıtlamaya yönelik çarpışmalar gerçekleştirmesi planlanıyor. Özet olarak, tanrı parçacığı olarak bilinen (kütlesizken zamanla kütle kazanması sebebiyle bu isim takılmış) Higgs bozonu, henüz kesin olarak bulunmuştur diyemesek de, büyük bir ihtimalle keşfedildiğini söylemek mümkün. Bir başka deyişle, bu daha başlangıç, parçacık çarpıştırmaya devam…

Son problemini çözemedi Çoğumuz ünlü matematikçileri sadece formülleri ile biliriz. Derslerde öğretilmeye çalışılan formülleri, sınavlarda günü kurtaracak şekilde ezberleriz. Öğrenim hayatımız bittikten sonra bir çoğumuz tekrar dönüp bakmayız bile. Peki hiç düşündünüz mü bu formülleri bulan matematikçilerin hayatları nasıldı? Tüm hayatlarını bu formüller üzerine mi kurgulamışlardı? Ünlü matematikçilerin hayatına baktığımız zaman kralların önemli rolü olduğunu görürüz. Arşimed’i Arşimed yapan da zamanın kralı Hieron olmuştur. Hepimiz Arşimed’in hamamda suyun tası kaldırdığını görüp koşarak hamamdan çıktığını duymuşuzdur bir şekilde. Peki bu buluşun altında yatan neden, acaba kaçımız bu olaydan günler öncesinde Kral Hieron’un Arşimed’i yanına çağırtıp “Ben kuyumcuya bir miktar altın verdim ve ondan bir taç

yapmasını istedim, ama acaba malzemeden çaldı mı çalmadı mı?” diyerek, Arşimed adının hepimiz tarafından duyulmasını sağlayacak buluşunu yapmasına neden olduğunu duymuşuzdur? Arşimed ise bu soruyu ancak hamamda çözebilmiş ve suya giren bir cismin hacmi kadar suyu taşırdığını görmüştür. Bu sayede Kral Hieron’a istediği sorunun cevabını verebilmek uğruna hamamdan koşarak saraya gitmiştir. Bu sayede Arşimed Kral Hieron’un hükümdarlığı süresince bol altın ve yiyecek içerisinde yaşamıştır. Bu olaydan bir süre sonra, Kral Hieron ölmüş tahtı tecrübesiz oğluna geçmiştir. Tecrübesiz oğul dönemin politik dengeleri içerisinde yanlış tarafı tutmuş ve Roma İmparatorluğu tarafından cezalandırılmasına karar verilmiştir. Karar neticesinde Sicilya Adası’na saldırmak

üzere donanma komutanı Marcellius görevlendirilmiştir. Saldırıya hazır olarak karaya asker çıkaran Marcellius ise dev mancınıklar ile karşılaşmış ve saldırıyı geri çekmek zorunda kalmıştır. Marcellius’un bilmediği şey Sicilya Adası’nı askerlerin değil matematikçi Arşimed’in koruyor olduğuydu. Marcellius adayı savaşarak alamayacağını anladığında adaya tüm girişleri kapattı ve bir süre sonra Ada, yiyecek yetersizliği nedeniyle teslim oldu. Karaya ilk ayak basan askerlerden birisi o sırada küllerin üzerine bazı geometrik şekiller çizen Arşimed’in yanına gitti ve Marcellius’un kendisini görmek istediğini söyledi. Arşimed ise “Problemi çözdükten sonra gelirim” diye askere diklenince asker kılıcını çekti ve koskoca Roma askerine diklenen bu adamı öldürdü. İşte ünlü matematikçinin sonu böyle oldu...

Güvenli ve devlet kontrolünden geçmeyen bir interneti mümkün kılmaya çalışan internet aktivistleri, devlet sansürüne takılmayan ve özgür yazılımı destekleyen bir tarayıcı olan Deep Web’i geliştirdiler. Deep Web özgürlüğü sayesinde birçok internet aktivistinin haberleşme aracı olarak kullanılıyor Yasin Özel İstanbul Üniversitesi Suçlu olup olmadığınıza bakılmaksızın, stratejik bir gözetlemeye maruz kaldığınızı düşünebiliyor musunuz? Yatak odanız dahil olmak üzere, evinizdeki her odada bir kamera ve mikrofon bulunduğunu düşünün. Zaten hali hazırda var olan medya sansürünün üzerine bir de bireylerin teker teker denetim altına alındığını düşünün. George Orwel 1984 adlı romanında tam da böyle bir dünya oluşturmuştu. Romanda siyasi erkin belirlediği ve insanlara medya yoluyla bahanesini sunduğu binbir türlü yasak vardı. “Büyük Abi” evleri dahil her yerde halkı gözetler ve siyasi erk, istedisği kişiye istediği gibi ceza uygulayabilirdi. Çok mu distopik geliyor? Ancak ne yazık ki yaşadığımız dünyada tam olarak bunların içerisindeyiz. Sokaklarda 15-20 metre aralıklarla duran güvenlik kameralarını yada devlet eliyle yerleştirilen MOBESE kameralarını görüyor musun? İşte onlar seni izliyor. İş yerleri, üniversiteler ve bunların içindeki diğer birimlerdeki turnikeleri? Onlar da senin her adımda nerede bulunduğuna dair bilgileri kaydetmek için kullanılıyor. Az önce kullandığın telefonda neler konuştuğunu ve kime hangi mesajı attığını devlet görüyor. İnternette bir habere yaptığın yorum, sınıf arkadaşlarınla paylaştığın bir resim, arkadaşınla yaptığın görüşme ve sevgilinle yaptığın muhabbet... Devlet her birinden haberdar. Bütün bunların önemsiz olduğunu düşünen insanlar olabilir elbette. Doğu Almanya yıkıldıktan sonra ABD ile bir anlaşma yaparak Almanya'nın telekomünikasyon hizmetlerini ABD'nin yürütmesine izin vermeyi düşünen Almanya Federal Cumhuriyeti lideri Helmut Kohl de 8000 sayfa-

lık, tam iki el arabası dolusu belge önüne getirilmeden önce iletişimin birileri tarafından kontrolünün ne kadar feci sonuçları olduğunu anlayamamıştı. Bu 8000 sayfalık döküman kendisinin arkadaşları, karısı ve sekreteriyle yaptığı görüşmeler de dahil olmak üzere 10 yıllık telefon konuşması kaydıydı. Bu gün ülkelere topyekün vatandaş izleme/dinleme hizmeti sağlayan uluslar arası şirketlerin var olduğunu ve standart bir ortadoğu ülkesinin internet ve telefonunu kayıt altına alabilecek bir sistemin, bir savaş uçağından bile ucuz olduğunu düşünürsek durum oldukça vahim. Bu noktada sanal aktivistler işin içerisine giriyor. "Evren şifrelemeye inanıyor" şiarıyla yola koyulan bu sanal aktivistler, uluslararası geçerliliği olan şifreleme standartları kullanarak, internetteki veri dolaşımını kaynak ve alıcı dışındaki (devletler ve şirketler dahil olmak üzere) kimsenin okuyamayacağı hale getiriyorlar. Şifreleme bize evrenin sunduğu bir nimettir, matematiğin bir alt ürünüdür. Jullian Assange'in dediği gibi , kaba kuvvetin dozunu ne kadar artırırsanız artırın, bir matematik problemini çözmeye yetmez. Şifreleme yöntemlerini kullanarak geliştirilen bazı programlar var. Teknik alt yapısı gerçekten çok güçlü ve mükemmel olan bu programlardan birisi de TOR. TOR, teknik alt yapısına girmeden anlatacak olursak, verileri şifreli olarak birkaç bilgisayar üzerinden dolaştırarak hedefe ulaştıran böylece kullanıcısının kimliğini gizleyen bir programdır. Bu program sayesinde internette ana kimliğiniz sayılan IP adresinizi gizleyerek dolaşabilir ve siz özellikle belirtmediğiniz sürece kimliğiniz adına hiç bir iz bırakmayabilirsiniz. Ancak bunun yanında TOR kendi gizli

+

2004 yılında California, Berkeley Üniversitesi'nde yapılan bir çalışmaya göre 300 bin Deep Web sitesi bulunmakta. Rusya’da yapılan Deep Web araştırmalarında ise Rusya’da kullanılan 14.000 Deep Web temelli site bulunuyor.

300.000 Deepweb tabanlı web sitesi

ağına da sahip. Bu ağa Deep Web deniliyor. Alan adları "www.google.com" gibi değil de "lpvz7ki2v5agwt35.onion" şeklinde olan bir ağ bu. Sitelere erişen kişilerin kimlikleri asla bulunamıyor. Bunun yanında sitelerin sahipleri yada sitenin bulunduğu sunucunun konumu da bulunamıyor. Çünkü internetteki alan adlarının aksine bu ağdaki alan adları parayla satın alınamıyor, matematiksel bir şifre üretme yöntemi ile herkes kendi bilgisayarında istediği sayıda TOR alan adı üretebilir. Ayrıca bunu yapmak için ileri düzey bilgiye de ihtiyaç yok. TOR programı ile sadece bir kaç komut sonrasında kendinize bir Deep Web sitesi açabilirsiniz. Deep Web tamamen denetimsiz ol-

ması nedeniyle bazı etik dışı şeyler de barındırabiliyor kimi zaman. Örneğin Bitcoin isimli (ve yine sanal aktivistler tarafından üretilen) bir para birimi ile uyuşturucu madde satılan yada pedofili içerik barındıran siteler de var bu ağda. Hatta daha ileri noktalarda (doğruluğundan asla emin olunamasa bile) kiralık katil ilanlarının bulunduğu siteler bile mevcut. Elbette burada Deep Web suç unsurunun kendisi değil yalnızca bir araçtır Deep Web özgürlüğü sayesinde bir çok ülkede haberleşme aracı olarak aktivistler tarafından da kullanılıyor. Aynı zamanda Wikileaks denilen sızıntı gazeteciliği grubunun da buradan örgütlendği ve haberleştiğini hatırlatmakta fayda var. Günümüzde bir çok sızıntı gazeteciliği, devlet kurumlarında ve ticari şirketlerde çalışan insanlardan bilgileri Deep Web üzerinden alıyor. Çünkü hem bilgiyi gönderen hem de alan kişi için tamamen güvenli bir sistem. Ancak bu gizli sistemin bir dezavantajı olarak fonksiyonel bir arama motoru bulunmuyor. Ancak gerek Türkçe gerek İngilizce, bir çok kaynaktan bulabileceğiniz sitelerin adresleri vasıtasıyla bu sitelere girebilirsiniz. Hatırlatmakta fayda var, eğer Windows gibi, bir şirketin tekeli altında bulunan ve kaynak kodlarını kimsenin göremediği bir işletim sistemi kullanıyorsanız pek de güvende değilsiniz. Sonuçta sisteminize bulaşabilecek bir virüs ve bu virüs vasıtasıyla sizi izleyen bir saldırgan o anda bilgisayarda ne yaptığınızı görebilecek. Hem kendi güvenliğiniz için hem de bir şirketin tekelinde olmayan, herkes tarafından geliştirilebilen işletim sistemlerini yaygınlaştırmak için GNU/Linux kullanın.


14

Medya

Ekonomi 14 KASIM 2013: Zaman Gazetesi dershane tartışmalarının fitilini ateşleyerek manşetine dershanelerin kapatılacağı haberini yerleştirdi: “EĞİTİME BÜYÜK DARBE”

Acun, Penguen medyaya mutluluk vermeye geliyor Kanalı aldıktan sonra ilk işi ekibi işten çıkarmak ve haber tartışma programlarını yayından kaldırmak olan ‘medya patronu’, insanlara mutluluk veren kanal anlayışıyla gelecek(!)

Amerikalı şarkıcı Lady Gaga, 2010 MTV Video Müzik Ödülleri’e çiğ etten yapılmış bir kıyafetle katılmıştı

Bir Lady Gaga değiliz ama Senem Tanır Ankara Üniversitesi/İLEF

O

8Kasım

20 KASIM 2013: Tayyip Erdoğan dershane meselesinde ilk kez konuştu: “Geri adım atmayız, kapatılacak”. Ertesi gün ise yandaş medya kendi arasında ikiye bölünmüştü. Habervaktim, Yeni Şafak, Takvim ve Akşam gazeteleri Erdoğan’ın yanında yer alırken, Zaman ve Bugün manşetlerinde dershanelerin yararlarından bahsediyordu.

24Kasım 30Kasım 24 KASIM 2013: Cemaatin Erdoğan’ın “geri dönüş yok” açıklamalarına yanıtı: “Boyun eğmeyeceğiz.”

2Aralık

30 KASIM 2013: AKP’de cemaat meselesinden dolayı ilk kopuş gerçekleşti. AKP Milletvekili İdris Bal istifa etti. Bal’ı memleketi Kütahya’da dershaneciler 1000 araçlık konvoyla karşıladı.

Birileri eğitimde fırsat eşitliği mi dedi? Dershaneler başarı kıstasının sadece sınav üzerinden belirlendiği bir eğitim sisteminin ürünü. Bu durum değişmedikçe okul dışında bir destek arayışı hiç bitmeyecek, özel okullar aynı zamanda dershane gibi de işletilecek Cemaat ve AKP arasında dershane tartışmaları son hızla devam ederken iki taraf da kendi elini kuvvetlendirmek için eğitim hakkı üzerinden dem vuruyor. Cemaat kendi kanallarında hazırladığı reklam filmleriyle dershanemize dokunma kampanyasını örgütlerken, AKP medyası “aklı başına yeni gelmiş” olacak ki dershane parası yüzünden hayatını kaybeden öğrencileri manşetlerine taşıyor. AKP iktidarı boyunca sayısı %100 artan dershanelerin eğitimde ortaya çıkardığı fırsat eşitsizliği yıllardır ortada bir sorun olarak

duruyor. Ne var ki Tayyip Erdoğan tarafından önerilen dershane yerine özel okul modeli de yeni ve daha büyük bir eşitsizliğin habercisi. Eğitim ile ilgili her adımı rant üzerinden kurgulayan Erdoğan dershanecilere vergi muafiyeti, arsa, ucuz kredi gibi teşvikler vererek özel okul dönüşümüne ön ayak olmak istiyor. Erdoğan üstüne bir de dershanelere “Kur özel okulunu, öncesine-sonrasına ayrıca kurslarını koy” tavsiyesinde bulunuyor. Dershaneler başarı kıstasının sadece sınav üzerinden belirlendiği bir eğitim sisteminin ürünü. Bu

durum değişmedikçe okul dışında bir destek arayışı hiç bitmeyecek, özel okullar aynı zamanda dershane gibi de işletilecek. Üstüne üstlük her patronun hayali olan anaokulundan yükseköğretime bütün kademeleri bünyesinde barındıran özel büyük eğitim kampüsleri Erdoğan’ın önerdiği sistemle mümkün hale gelebilecek. Anaokulundan yükseköğretime eşit, parasız, sınavsız eğitim talebi ise ne cemaatin dershaneleriyle ne de AKP’nin özel okullarıyla mümkün hale gelecek.

DERSHANE SAYISI SIYAH MAVI KIRMIZI SARI

Türkiyede gazetecilik yapmaya çalışıyorsanız(ki neden ille de patron var? Sorusunu es geçiyoruz.) ve patronunuz tavuk işine girmişse eti kötüleyen haberinizin manşette olması ne bir tesadüf ne bir gazetecilik başarısı. Sadece zorunluluk

berler yapılırken gazetenin iç sayfalarında tavuk etinin ne kadar yararlı ve sağlıklı olduğuna dair haberler yapılıyor. Hatta yumurtanın ete bedel olduğundan bahsediliyor. İşte “Türkiye’de medya nedir?” sorusunu özetleyen bir anı. Türkiyede gazetecilik yapmaya çalışıyorsanız (ki “Neden ille de patron var?” sorusunu es geçiyoruz) ve patronunuz tavuk işine girmişse eti kötüleyen haberinizin manşette olması ne bir tesadüf ne bir gazetecilik başarısı. Sadece zorunluluk. Peki, bunu neden anlattık? Durumunun vahameti anlaşılmasın diye midir bilemeyiz ama medya bilerek balkondan atlayıp duran bir şey oldu memlekette. Sonucu tahmin edeceğiniz gibi beyin kanaması ve ölüm… Bu yakıcı bir sorun ve bu aralar ya da “Gezi’den sonra” üzerine ayrıca düşünülen bir mesele. Seçenekler her zaman vardı. Yanlış bir tespitin üzerine doğru bir yorum “Gezi yeni bir şey yaratmadı var olanı ortaya çıkardı” Biz de ortaya çıkanı bir araya getirmeye çalıştık. Bunu yaparken bi’ Lady Gaga olamadık. Bir kişi bir konuyla ilgili ün yapmışsa bu “et medyası” için müthiş bir fırsattır bilirsiniz. Mesela siber suç işlediği gerekçesiyle (Redhack davası) gözaltına alınan dizi ve sinema sanatçısı Barış Atay’a teknoloji sayfasını önerdik ama olmadı. İşte bu elinizde tuttuğunuz gazete ile medyanın bir aracını nasıl alternatifleştirebileceğimizi göstermeye çalıştık. Patronsuz ve ‘etsiz’ bir medya içindir çabamız. Güneş ışığı satılık değil ki: “Filiz sürdü kar altından” Üniversiteli’nin söyleyecek sözü var.

20Kasım

2 ARALIK 2013: Nabi Avcı, “Hiçbir zaman kapatacağız diye bir şey demedik” derken, hükümet dershanelerin kapatılmayıp dönüştürüleceğini açıklayarak geri adım attı. Dönüşüm için dershanelere 2014’e kadar süre tanındı.

SAYFA 11

perayı balkondan izleyen bir adam sahneyi daha iyi görebilmek için eğildiğinde balkondan düşüyor. Bu durumu kendine yediremediği için olaya “Bilerek yaptım ben yahu” havası vermeye çalışıyor. Bunun için de her gün aynı saatte aynı operaya gidip kendini balkondan aşağı atıyor. Sonucu tahmin edeceğiniz gibi beyin kanaması ve ölüm… Bu hikâye saçma deyip geçilebilir türden ama bir ülkenin medyasını saçma olma yönüyle benzer bir hikâye ile anlatabiliyorsak, hatta bu bir anı ya da öyküyse? Evet, seyahat etme özgürlüğünüz var ama fazla uzaklaşmanıza gerek yok: O ülke Türkiye. Bir gazeteci; sokaktaki insanın sorunlarına dikkat çekmeye çalışan, çözüm arayan ve dolayısıyla “Kaldırımsız cadde, asfaltsız yol, bitmeyen otobüs çilesi” haberi yapan bir gazeteci. Meslekte yeni ve heyecanlı. Kent içinde ne kadar aksaklık varsa yazan çizen bir gazeteci. Haber müdürü gazetecinin hassasiyetini fark ediyor ve çağırıyor gazeteciyi yanına. -Sana çok önemli bir görev veriyorum, bu haberi en iyi sen yaparsın. Et haberi yapacaksın. Gazeteci şaşırıyor. -Ne eti? Nasıl et haberi? Haber müdürü konuşmaya devam ediyor. -Bildiğimiz et haberi. Kasaplarda satılan etin haberini yapacaksın. Birçok kasapta sağlıksız et satılıyormuş. Bir fotoğraf çekeceksin ve mümkünse etin en kötü görüntüsünü alacaksın. Kasaplarda satılan etlerin arasında sağlığa aykırı olanlar da var. Gazeteci görevini dört dörtlük yapacak

ya almış eline makinasını dolaşmış kasapları bir bir. Bir kasabın vitrininde çengelde az kararmış bir et bulmuş, biraz da toza toprağa karıştırmış. Basmış deklanşöre. Yazmış haberini yollamış. Ertesi gün “en büyük gazetede” “yeni gazetecinin” “et haberi” ve manşette. Altında gazetecinin adı yazıyor. Gazeteci şaşırıyor ve “Bundan haber mi olur!” ya da “Gazete bunu haber mi yapar!” fikrinden dolayı utanıyor ve düşünüyor. “Benden gazeteci falan olmaz. Bu çok önemli haberi ben göremiyorum da haber müdürü bana öneriyor.” Bir süre sonra haber müdürü gazeteciyi yine yanına çağırıyor “Şimdi ikinci et haberini yapacağız” diyor. “Git kasaplara et fiyatlarını al. Kuzu koyun dana keçi ne varsa…” Ertesi gün haber sekiz sütuna manşet. Bu sefer gazetecinin adı biraz daha büyük. Gazetenin manşeti: “Et fiyatları jet gibi” Ee gazetecinin havasından geçilmiyor tabi iki kez üst üste, en fazla satan gazetenin manşetinde kendi haberleri var. Gazeteci et haberleriyle ünlü oluyor. Gazeteci bir tuhaflık olduğunu seziyor fakat ne olduğunu anlayamıyor. Sonradan öğreniyor ki gazetenin patronu tavuk işine girmiş. Manşette kırmızı eti kötüleyen ha-

Tv8 Ana Haber Sunucusu Kaan Yakuphan, ''Artık demir almak günü gelmişse zamandan. Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan'' dizeleriyle programına veda etti. Yakın zamanda Tv8'in Acun Ilıcalı tarafından satın alındığına şahit olduk. Kanalı aldıktan sonraki ilk işi Tv8 ekibini işten çıkarmak ve tüm haber , tartışma programlarını yayından kaldırmak olan yeni medya patronu ''insanlara mutluluk veren kanal'' anlayışıyla gelecekmiş. İktidara yakınlığı ile bilinen Ilıcalı, programları ''mutluluk'' vermek için değil de yapılan haberler ya da yorumlar sonucunda iktidar kanadından tepki çekmemek için kapatmış olamaz mı? Tüm Tv8 ekibini işten çıkarıp gazetecilerin işsiz kalmasının insanları mutsuz edeceğini düşünemeyen medya patronu kendi ekibiyle çalışmaya başlayacak. Neşeli program Tv8 artık Acun'un ithal programlarıyla devam edecek. Neşe anlayışı da programlarda insanlar üzerinden dalga geçmek ya da insanları küçük düşüren programlarla sağlanacak. Örneklerine Yetenek Sizsiniz Türkiye'de rastladığımız bu gibi programlar çoğu zaman haber saatlerine denk gelir muhtemelen. Bu durum şimdiden haber saatlerinde Komedi Dükkanı’nı yayınlayan Acun Tv8'i için iyi bir reyting kapma yarışı olacak.

14Kasım

8 KASIM 2013: Her iki tarafın da elinde olduğu söylenen “bavul dolusu belge” iddialarıyla gittikçe gerilen AKP-cemaat kapışmasında ortaya çıkan ilk belge 2004 yılının MGK kararları oldu. Başbakanın ve pek çok AKP’li bakanın imzasının bulunduğu o kararda “Gülen grubunun faaliyetlerine karşı ağır yaptırımlar için eylem planı hazırlanmalıdır” ifadeleri yer alıyordu.

11


SIYAH MAVI KIRMIZI SARI

SAYFA 10

10

Ekonomi

Dünya

15

SON GÜNLERİN EN ÇOK TARTIŞMA YARATAN KONUSU HER YÖNÜYLE ÜNİVERSİTELİ’DE

CEMAAT İLE AKP ARASINDAKİ KARA KEDİ:

DERSHANELER

UKRANYA DURULMUYOR

Her barikat aynı değil

İşte tam da bu noktada AKP-cemaat savaşının gerçek nedeni ortaya çıkıyor: iktidar içi güç dalaşı. Erdoğan, cemaatin toplumsal ilişkiler ağının en önemli noktasına yani dershanelere saldırarak gerçekleştiriyor. Peki, ama neden dershaneler cemaat için bu kadar önemli?

İ

lk olarak MİT Müsteşarı Hakan Fidan üzerinden yaşanan tartışmayla görünür hale gelen Tayyip Erdoğan merkezli AKP hükümeti ve Gülen cemaati çatışması son günlerde dershanelerin kapatılması gündemiyle başka bir boyuta taşındı. Daha önce iç gerilimlerini dışarıya çok fazla yansıtmadan çözme eğiliminde olan iktidar, bu yeni saflaşma gündemi ile kolun kırılıp yenin içinde kalamayacağı bir durumla karşılaştı. Öyle ki AKP’ye yakın olan gazeteler hep bir ağızdan dershanelerin bugüne kadar yarattığı yıkımı sanki yeni şeylermiş gibi ortaya dökerken, cemaatin yayın organları dershanelerin kapatılmasını “dış mihrakların” işi olarak gösteren diziler çekip, “Dershanemize sahip çıkalım” temalı reklam filmleri yayınladı. Peki, birbirlerini ellerindeki bavullar dolusu belgeyle tehdit edecek noktaya gelen bir zamanların “Aynı secdeye baş koymuşları” için mesele dershaneler üzerinden yürütülen bir eğitim meselesi mi? Bu soruya, AKP’nin 11 yıllık iktidarı boyunca ülkedeki dershanecilik sisteminde yaşanan değişimlere bakıldığında evet olarak cevap vermek mümkün değil. AKP’nin iktidara geldiği 2002 yılında MEB’in resmi rakamlarına göre dershane sayısı 2000 civarında iken, 2011’in sonunda bu rakam %100’ün üzerinde bir artış göstererek 4000’ni aşmış durumda. Yine 2002 yılında dershanelerdeki öğrenci sayısı 379.463, öğretmen sayısı 12.430 iken, 2011’de öğrenci sayısı 1.234.738’e, öğretmen sayısı 50.532’ye yükseldi. Sayısal olarak yaşanan bu artışlara bakıldığında bile AKP’nin iktidarı boyunca dershanecilik sektörünü sürekli olarak büyültme eğiliminde olduğu gözlenebilir. Dolayısıyla bugün Erdoğan

ve Gülen arasında yaşanan gerilimin bir eğitim sistemi tartışması olmadığı apaçık ortada. “Doğru, cemaati bitirme kararı 2004′de alındı; sonra emniyet cemaate bağlandı, dershane ve okul sayısı patladı, AKP’ye kapatma davası açıldı. Fitneye destek verenleri görünce sorunun fitneciyle sınırlı olmadığı anlaşılıyor.” Yukarıdaki sözler AKP milletvekili Şamil Tayyar’a ait. Tayyar dershane tartışmalarında ortaya çıkan bavullardan dökülen MGK kararları nedeniyle cemaate sitem ediyor. Sitem ederken de cemaatin, iktidarın ortaklarından biri olduğunu ağzından kaçırıveriyor. Hem de öyle bir ortak ki her geçen gün biraz daha büyümekte ve güçlenmekte. İşte tam da bu noktada AKP-cemaat savaşının gerçek nedeni ortaya çıkıyor: İktidar içi güç dalaşı. Erdoğan bu savaşı, cemaatin toplumsal ilişkiler ağının en önemli noktasına yani dershanelere saldırarak gerçekleştiriyor. Peki, ama neden dershaneler cemaat için bu kadar önemli? Öncelikle cemaat açısından dershanelerin ekonomik anlamına değinmek gerekir. Mevcut veriler dikkate alındığında, ülke genelinde bulunan dershanelerin %30’u cemaatin denetiminde. 2013 yılında 1,3 milyona ulaşan öğrenci sayısı ve bir öğrenci için yıllık dershaneye ödenen miktarın 3-5 bin TL arasında değiştiği dikkate alındığında Gülen Cemaati’ne yakın dershanelerin yıllık 1,2 milyar TL’nin üzerinde bir iş hacmine sahip oldukları ortaya çıkıyor. Tüm dershaneler dikkate alındığında bu miktar 5 milyar TL’ye ulaşıyor. Erdoğan’ın eğitimi bir kar kapısı olarak gördüğü düşünüldüğünde böylesi bir ekonomik gücü, artık iktidarı açısından

tehlikeli gördüğü Fetullah Gülen’in kontrolünden çıkararak kendi denetimine almak istediği sonucuna rahatlıkla ulaşılabilir. Ekonomik nedenlerin yanı sıra dershanelerin cemaat tarafından birer örgütlenme aracı olarak kullanılması da AKP’yi dershaneleri kapatma hamlesini yapmaya sürükleyen önemli nedenlerden biri. Cemaat, eğitim kurumları (özel okullar, dershaneler) aracılığıyla çok geniş bir genç kuşağa ulaşabiliyor. Mevcut veriler dikkate alındığında, cemaat dershanelerinin öğrenci kapasitesi yıllık 400 bin civarında. Özellikle yoksul aile çocuklarına yönelik olarak geliştirilen özel politikalarla (ücretsiz kurslar, düşük ücret imkanları) cemaatin bu çocuklarla ve onların aileleriyle manevi bir bağlılık ilişkileri kurmaları sağlanıyor. Dershane ile başlayan ilişki ilerleyen yıllarda başka mağduriyetler aracılığıyla (barınma sorunu vb.) daha da derinleştiriliyor ve böylelikle aile de çocuk da cemaatin sosyal ilişki ağına giriyor. Dershane gerilimi, AKP tarafından dershanecilere dönüşüm için 2 yıl mühlet tanımasıyla bir süre ötelenmiş gibi gözüküyor. Bu süreçte, “Kimse bizden geri adım beklemesin” diyen Tayyip Erdoğan bir adım geri çekilmek zorunda kalsa da taraflar açısından saklanamaz hale gelen bu iktidar dalaşı önümüzdeki günlerde yeniden alevlenebilir. Zira iki taraf açısından da eğitim, hem politik hem de ekonomik anlamlarıyla ağızları sulandıran bir pasta ve iki taraf da bu pastadan en büyük payı alabilmek için elinden geleni ardına koymayacağını bu süreçte defalarca gösterdi.

Eski Şili Üniversite Öğrencileri Federasyonu Başkanı ve yeni milletvekili Camila, Bachalet ile seçim turunda

Sokakta kazanılan mücadele, sandığa sığar mı? 2011-2012 yıllarında ülkeyi sarsan, dünya medyasının Şili Kışı diye tarif ettiği, öğrenci eylemlerinin lideri, Şili Üniversite Öğrencileri Federasyonu (FECH) eski Başkanı 25 yaşındaki Camila, “Yeni Çoğunluk” seçim bloğunun aslî bileşenlerinden olan Şili Komünist Partisi’nin La Florida bölgesinden milletvekili seçildi. Şili’de neden sokağa çıkıldı? 1973 ve 1990 yılları arasında yaşanan Pinochet diktatörlüğünden önce ücretsiz olan eğitim, Pinochet döneminde özelleştirmeye tabi tutulmuş, birinci ve ikinci dereceden okullara ayrılan bütçe azaltılmıştı. 2011 yılına kadar Şili dünyada eğitim harçlarının en pahalı olduğu ülkeydi. 2011 Nisan ayında liseliler ve üniversiteliler eğitimin bir “sektör” olarak algılanması karşı, eğitim kurumlarının kamulaştırılması, sınavların parasız olması ve yeni bir müfredat hazırlanması talepleriyle sokağa çıktılar. Eğitim Bakanlığı’nı işgal edip, boykot çağrıları yaparak güçlenen öğrenci hareketi, 16 yaşındaki Manuel Gutierrez’in eylemler sırasında polis kurşunuyla öldürülmesinin ardından hız kazandı ve hükümeti bu konuda adım atmaya zorlayarak emniyet müdürünün görevden alınmasına sebep olmuştu. Camila Vallejo’nun görünen öznesi haline geldiği öğrenci hareketi, eğitim bakanlarının talep edilen eğitim reformlarına karşılık vermemesi sonucunda bakanların halkın gözündeki meşruiyetlerin yitirmesine ve 2011 yılının Temmuz ayında, önce Joaquin Lavin’in, beş ay sonra ise Felipe Bulnes’in istifa etmelerine sebep olmuştur. “Seçildik çünkü Şili çok değişti” Camila Vallejo eylemlerin ilk başladığı dönemde The Guardian, BBC gibi büyük

Şili’de sokak muhalefeti güçlenmiş, 1990’larda cuntanın yıkılmasının ardından Merkez Sol-Hristiyan Demokrat ittifakının izlediği neo-liberal çizgiye karşı mücadele başlamıştır medya şirketleri tarafından güzelliği ile gündeme getirilmiş ve bir imajdan ibaret olarak gösterilmeye çalışılmış olsa da, Camila aslında güzelliği ile değil Şili Öğrenci Federasyonu (FECH) Eski Başkanı konumu ve 107 yıllık Şili Üniversitesi tarihindeki ikinci kadın öğrenci birliği başkanı olarak mücadeleye koyduğu katkı ile öne çıkmıştır. Camila, Kasım ayında öğrenci hareketinin üç diğer önemli ismi Gabriel Boric, Giorgio Jackson ve Karol Cariola ile birlikte yüzde 4.1 oy alan Şili Komünist Partisi'nden milletvekili seçildi. Şili Komünist Partisi, üyesi Camila’nın, “Asla Bachelet’in seçim kampanyasını desteklemem ve gençleri ona oy vermeye çağırmam. Kimse beni onun programının öğrenci hareketinin ortaya koyduğu fikirlerin temsilcisi olduğuna inandıramaz” dediği 2006’dan 2010’a kadar ülkeyi yöneten Devlet Başkanı Bachelet’i destekleme kararı aldı. Milletvekilliği adaylığının açıklanmasının ardından Twitter’dan “Michelle Bachelet hakkında söylediğim her şey partinin konuyu tartışma sürecinde denilmişti. Son karar kolektif olarak verilir, seçildik çünkü Şili çok değişti” diye yazdı. Ne değişti? Yaklaşık yüzde beşlik bir oy oranına sa-

hip olan Şili Komünist Partisi’nin, seçimler öncesinde Bachelet için oy değeri oldukça kritikti. Koltuğunun sallanmasından korkan Bachelet için, Camila gibi öne çıkmış öğrenci hareketi liderlerinin milletvekili olarak seçilmesi, kaybettiği imajını yeniden toparlaması ve diğer muhalefet odaklarının oylarını ve desteklerini kazanması için önemli bir yerde duruyordu. Seçim dönemine girerken yaptığı propaganda, bu kitleye yönelik söylemler ve açılımlardı. Michelle Bachelet seçim propagandası sırasında verdiği bir röportajda, “Onlar daha adil bir ülke için oluşturduğumuz kolektif projeyi desteklemeye karar verdiler. Şili halkının büyük çoğunluğu bu eşitsizliklere ve haksızlıklara son vermek için sandığa gidecek” dedi. Sokakta kazanılan sandığa sığar mı? Bu sorunun yanıtı tabii ki de hayır. Binlerce öğrencinin sokağa dökülmesi ve ardından gelen işçi grevleri ile Şili’de sokak muhalefeti güçlenmiş, 1990’larda cuntanın yıkılmasının ardından Merkez Sol-Hristiyan Demokrat ittifakının izlediği neo-liberal çizgiye karşı mücadele başlamıştır. Bir adayın meclise girebilmek ve herhangi bir adım atabilmek için sokaktan çıkan bir hareketin liderinden; yani 25 yaşındaki Camila Vallejo gibi bir karakterden yardım almaya ihtiyacının olması, sokak hareketinin ülkedeki dengeleri nasıl etkileyebileceğinin kanıtıdır. Bu sebeple Camila’nın meclisteki sürecini izlemeliyiz. Camila 2011’de Santiago de Chile'de iki gün süren grev sırasında mitingde seslendiği binlerce öğrenciye “Başka bir ülke düşlemek gerek...” demişti. Umuyoruz ki Camila nereden geldiğini, başka bir ülke düşünün ancak sokaklardan kurulabileceğini unutmadan mecliste yerini alır.

Ukrayna’nın başkenti Kiev’de AB ile imzalanması planlanan ortak ticaret anlaşmasının Cumhurbaşkanı Viktor Yanukoviç tarafından reddedilmesi üzerine AB yanlıları “Ukrayna Avrupa’dır“ sloganıyla gösteriler düzenledi. İçinde bulunduğu ekonomik krizden sermayesi gelişmekte olan yeni üye ülkeleri kendine daha fazla bağımlı hale getirerek çıkmaya çalışan AB, cumhurbaşkanını “Moskova” etkisinde kalmakla suçluyor. 2001’de dolandırıcılıktan, 2011’de görevini kötüye kullanma gerekçesiyle tutuklanan Yuliya Tamaşenko AB ile yapılan anlaşmanın reddedilmesinin ardından açlık grevine başlamış ve insanları gösteri yapmaya çağırmıştır.Eski bir Sovyet ülkesi olan Ukrayna’nın başkenti Kiev’de Sovyetlerden kalma birçok tarihi eser gösteriler sırasında saldırıya uğramıştır. Gösterilerin bir diğer odağında ise “Svoboda “ var. Svoboda Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin çözülmesi ardından kurulan anti-komünist-yahudi ve rus düşmanı faşist bir örgüt olan “Ukrayna Sosyal-Nasyonel Partisi’ nin geleneğinden gelen sağcı parti. Ukrayna da yaşananlara geleceğimiz,özgürlüğümüz,yaşam hakkı için durduğumuz Gezi barikatlarından doğru bakmak hatalı olur. Ukrayna’da yaşanan sınıfsal temelli ,özgürlük ya da adalet için sokağa çıkan bir kesimin değil AB ile imzalanması planlanan anlaşmanın reddedilmesi ile gelişmekte olan özel sermaye ve paydaşlarının etkileneceği bir kesimdir. Bu kesim bugün aynı zamanda Ukrayna’nın muhalefet odağını oluşturuyor. Bu sebeple Dünya’da yaşanan yakın tarihten iyi dersler almalı savunacağımız barikatları iyi gözlemlemeliyiz.


Serbest kürsü

Örgütlü olmanın değerini öğrenmek : “Hep beraber!”

Berkay Aydın ODTÜ Araştırma Görevlisi-Ankaragücü Sokak Taraftar Grubu üyesi

Üniversiteli Gazetesi’ne iletmek istediğiniz bir mesajınız var mı peki? Gençlerin bir arada düşünüp tartışabileceği, kolektif bir birliktelik oluşturabileceği birçok alan vardır. Aynı zamanda beraber üreteceği, kendisini geliştireceği de pek çok alan var. Bunlardan bir tanesi de bu tür dergi, gazete gibi organlar. O yüzden böyle bir alan yaratılmasına siz de katkıda bulunduğunuz için sizi kutlarım, başarılarınızın devamını dilerim. Umarım Üniversiteli Gazetesi pek çok insana ulaşır ve siz de iyi, kaliteli yayınlar ortaya koyarsınız ve aynı zamanda bu da bütün gençlik içerisindeki çeşitli grupları da bir araya getirme şansını verir.

türülmüştür. Artık Gezi olduktan sonra bir sosyal bilimcinin, bir akademisyenin Türkiye’yi eski kalıplarla, geleneksel bir takım kanaatlerle yorumlaması imkansızlaşmıştır. Ve aynı zamanda Gezi üzerine pek çok akademik literatür de ortaya çıkmıştır. Fakat bu akademik literatürün kimi noktalarda bir dağınıklıkla malul olduğunu görüyoruz. Gezi direnişini sadece İstanbul’daki Gezi Parkı’na lokalize edip, oraya yoğunlaşıp Türkiye’nin genel siyasi pozisyonundan ve dinamiklerinden koparan bir eğilim de söz konusudur. Fakat bunun dışında bir takım düşünceler üretildi. “Genel olarak AKP siyasetinin geldiği noktada Gezi direnişi nereye oturuyor?”, “Türkiye’nin geleneksel sol siyasetinde Gezi nereye oturuyor?” gibi daha geniş ölçekli, daha tarihsel analizler de söz konusu olmuştur. Ama o noktada Gezi’ye geri dönüp bakarken biraz daha dağınıklığı engelleyici, toparlayıcı müdahalelere ihtiyaç var. Peki biraz da bugüne gelelim. AKP dershane tartışmasıyla “kalp kırmaya” devam ediyor. Dershaneleri kapatma girişimi neoliberal politikalarla ne derece uyumlu? Bunun altında sadece cemaatin gücünü zayıflatma mı var? Dershaneleri kapatmak gibi bir hamlenin en başta piyasacı bir hükümetten beklenmediği ve bunun da neoliberal politikalarla uyuşmadığı düşünülebilir. Ama bu yanıltıcı bir bakış açısıdır. Çünkü bir ülkenin, bir siyasi partinin veya bir iktidarın neoliberal bir hüviyet sahibi olup olmadığını belirle-

yen şey onun ülkedeki genel birikim rejimine dair oluşturduğu politiklardır. Baktığımızda AKP’nin iktidara geldiğinden beri neoliberal birikim rejimin gerekliliklerini, özellikle finansallaşma alanında, kent üzerinden gelişen politikalarda, yerine getirdiğini çok açık bir şekilde görüyoruz. Bunlar genel hatlarıyla silinmediği ölçüde salt bir gündemde ortaya çıkan manevra tek başına neoliberalizmden kopma ya da sapma gibi değerlendirilemez. Keza, bunun neoliberalizmle uyumsuz bir şey olabilmesi için öncelikle devletin bütün bir eğitim anlayışında daha sosyal, daha halkçı bir politika geliştirmesi gerekir. Halbuki, AKP’nin önerdiği şey dershanelerin kapatılması, yerine özel okulların yapılmasıdır. Yani bir piyasacı şablondan öbür piyasacı modele geçme çabasıdır. Hatta bunlar ayrı modeller bile değildir. Dershaneler de bir nevi özel okul gibi işleyen kurumlardır. Bu anlamda bu hamlenin neoliberalizmle uyumsuz olmadığı çok açıktır. Tersine bu birikim rejimi içerisindeki hamlelerden bir tanesidir. Fakat ona indirgenemez. Bu sorunuzun ikinci kısmıyla ilgili. Bu bir siyasi mücadelenin uğraklarından bir tanesidir. İktidar bloğunun içerisindeki bir yarılmanın, uzun süredir devam eden bir paylaşım mücadelesinin ürünü olan bir şey. Bu çelişki baktığımızda dar bloğun içinde cereyan eden bir çelişki olduğu için Türkiye siyasetinin temel çelişkisi değildir aslında. Bu anlamda bu meseleye de hak ettiğinden fazla değer yüklememek gerekir. Türkiye’deki dönüştürücü siyasetin temel unsurları ve karşıtlıkları daha çok neoliberal politikalar

AKP’nin önerdiği şey dershanelerin kapatılması, yerine özel okulların yapılmasıdır. Yani bir piyasacı şablondan öbür piyasacı modele geçme çabasıdır. Hatta bunlar ayrı modeller bile değildir. Dershaneler de bir nevi özel okul gibi işleyen kurumlardır. Bu anlamda bu hamlenin neoliberalizmle uyumsuz olmadığı çok açıktır

uygulayan AKP ile bir bütün olarak iktidar bloğuyla onun karşısındaki ezilenlerin emekçilerin mücadelesi arasındaki karşıtlıktır. Buna odaklanarak ve o meseleyi de bu nokta üzerinden ele almak daha mantıklı. Tekil bir kavga veya tek başına dönüştürücülük gündem olarak görülmemeli. Hazır toplumsal muhalefet demişken gençlik hareketi hakkında gözlemleriniz nelerdir? Bence Gezi direnişiyle beraber tartışalım bu meseleyi. Tabi gençlik hareketi Gezi’yle başlamadı. Tarihsel olarak 60’lara dayanan bir geçmişi var Türkiye’de gençlik hareketinin. Gençler sis-

tem karşıtı, sosyalist hareketlerin, muhalif hareketlerin önemli bir unsuru durumunda şu an. Ama Gezi süreciyle beraber çok önemli bir değişiklik oldu. Toplumsal algı açısından gençliğin itibarının çok yükseldiğini düşünüyorum. Yani, Gezi Parkı’yla beraber genel toplumsal algıda gençlerin o apolitik, toplumsal olaylara ilgisiz, “zirzop” algısı tamamen yıkıldı ve gençlerin ne derce yaratıcı ne derece aktif olabileceği görülmüş oldu. Bir de şu ortaya çıktı. Gençlik hep deneyimsiz tecrübesiz olmakla eleştirilir. Hep de ağabeylerinin, babalarının, dedelerinin, mücadeleyi çok önceden vermiş olanlarının sözünü dinlememekle ya da onlara kulak asmamakla eleştirilir fakat deneyimler birlikte yaratılır, tecrübede beraber yaratılır. Gençler şu anda yüzümüzü başka yöne çevirmeyecek bir deneyim yaratmış durumdalar. Yani artık gençlik ilham almak isterken, kendi stratejisini belirlerken ya da kendi eylemliliklerini ortaya çıkarırken tabi ki o tarihsel figürlere aynı saygıyı göstermeye devam edecek, ama bunu yaparlarken şu halet-i ruhiyede olmayacaklar: “Biz niye yapamıyoruz? Onlar gibi olmalıyız.” Bu çok önemli bir değişim. Artık gençlerin sohbetlerde eski solcu ağabeylerinin 60’larda, 70’lerde yaptıklarını dinlemelerine gerek yok, kendi hikayelerini kendileri yaratmış durumdalar. Bu zaten başlı başına çok önemli bir şey. Çünkü yeni bir eylem pratiği, yeni bir biraradalık yaratılıyor bu şekilde. O yüzden çok önemli değişimlerle karşılaşacağımızı düşünüyorum ve bir milat olduğunu düşünüyorum Gezi Parkı meselesinin.

SIYAH MAVI KIRMIZI SARI

'taraftarın' kendisi aslında tribün dilinde 'beste' diye anılan özgün tezahuratların önemli bir bölümünü oluşturacaktır (bkz. Hatıpoğlu, Aydın 2007). Kulüp ve takım bu açıdan taraftar için 'önemli' bir bağlamdır, ama taraftar açısından asla tek başlarına değerlendirilemeyecek olgulardır. O yüzden aynı sosyallik içerisinde olmayan bireysel olarak sadece 'takım sempatisi/ilgisi' olan kesim ile asgari de olsa bir sosyallik zemininde tribünle ilişkisi olan kesim yani 'taraftarlar' arasında çok ciddi farklılıklar bulunur. Tribünlerde 'deşarj' olduğu düşünülen ve dolayısıyla toplumun 'büyük' sorunlarıyla ilgilenmediği savlanan kesimlere tersinden de bakmak mümkündür. Güçlendikleri sosyal zeminler, aktif olabilecekleri bir çerçeve, kolektif hareket etmenin antrenman sahası olarak 'taraftarlık'... Bugün sistem genel olarak ticarileşme merkezli anlayışıyla yeni tip tüketici-seyirciyi tercih etmekte, farklı ülkelerde özellikle güvenlik referanslı 'düzenlemelerde'; taraftar ve taraftar grupları yerine endüstriyel futbolun hedeflediği tüketicileşmiş, sadakat ve grupların özgün sosyalliği yerine gösteriyi izleyen ve tüketen bir profil hedeflenir (King, 1997). Polik olarak 'sağ' veya 'solda' olma durumu örnek alınan grubun sosyal, ekonomik ve kültürel zeminiyle ilgiliyken; tüketici, kollektiviteye olabildiğince uzak, yalnızlaştırılmış veya olabildiğince küçük sosyalliklerde şovu takip eden bir kitlenin hakim kılınıp 'taraftarın' oyundan 'sürülmesi' ana amaç olarak

dikkat çeker. Bu sürülmeye benzer bir sürülme futbolun kurallarla rasyonalize edilip, profesyonelleştirildiği dönemde geniş kitlelerin oyundan sürülmesine benzer. Eski dönemlerde oyunun kendisinden sürülen kitleler, bu sefer tribünlerden de sürülmek istenir. Aktif olma zemini taraftar grupları olan 'taraftar' yerine istenen tüketici seyircinin tamamen hakim kılınması bugün için endüstriyel futbolun en önemli hedeflerinden birisidir. Sistem açısından 'taraftar', aslında istenmeyendir. Taraftarlık üzerine yazılan kısa bir pasajla yazıyı sonlandırmak mümkün (Hatıpoğlu, Aydın, 2007): Taraftarlık, deplasman otobüsündeki “geyiktir”. Maçı izlemeden gidip gelinen yüzlerce kilometredir. Taraftarlık hatırlamakta zorlanacak kadar anı biriktirmektir. Şenliktir. Taraftarlık kavgadır, abartmadır bazen yalandır. Taraftarlık hem sıradan olmak, hem aykırı olmaktır. Dostluktur, sürekli yeni insanlarla tanışmaktır. Egemen medyaya alternatif oluşturmaktır. Taraftarlık espridir, ayrıntılara dikkat etmektir. Hayal kurmaktır, şu acımasız ve illüzyon dünyasında Behrengi’nin “küçük kara balık”ı olmaktır. Taraftarlık eylemektir, yüksek sesle bağırmak, ses tellerine garezi olmak ve sürekli “ergen” olma halidir. Aşktır, tutkudur, hesapsızlıktır. Taraftarlık müziklerden rocktır, protest olanıdır ve elbette arabesktir; illa klasik batı müziğinden örnek verilirse Beethoven’in Dokuzuncu Senfoni’sidir. Taraftarlık cop ve biber gazı yeme olasılığının yüksekliğidir, kendini Don Kişot hissetmektir. Tenefüs zilidir ve tenefüsün kendisidir. Kimi zaman kurgulanan bir itaattir. “Beleş biletle” işi olsun olmasın bu süreci bilendir. Taraftarlık örgütlü olmaktır… Taraftarlık, İtalya’da “ultras”, İngiltere’de “holigan”, Arjantin’de “barras bravas” olmaktır. Çocuklar gibi tedbirsiz, gezginler gibi tetikte olma halidir... Kaynakça: Hatıpoğlu D. & Aydın, B. (2007) Bastır Ankaragücü: Kent, Kimlik, Endüstriyel Futbol ve Taraftarlık, Ankara: Epos. King, A. (1998) The End of The Terraces: The Transformation of English Football in 1990’s., London: Leicester University.

9

SAYFA 9

Taraftar grupları ve onların etkisi altındaki grupların hemen hepsinin en önemli gündemlerinden birisi 'hep beraber' eyleyebilmektir. Tribünlerde birçok tezahuratta bunun üzerinde durulur, kimi zaman kolektiviteye yeterince destek vermeyenler tribünün kendi dili ile kınanır. Bunların hepsi taraftar gruplarının aslında örgütlenilmeden bir etkisinin olmayacağının bilinmesiyle ilişkilidir. Yalnız bir futbolseverin sadece çevresinin duyacağı tepkileri veya bireysel yaşayacağı duygulanımları dışında etkisi oldukça sınırlıyken, tribün grubuyla beraber hareket eden taraftar 'birleşince güçlü olabileceğini' bilir. Günümüzde birçok ülkede maçlarda kullanımı yasaklanan meşaleler veya kimi zaman oyunu durdurabilen konfetiler ve çeşitli uygulamalar sadece 'görsel bir şov' değil aynı zamanda kurulan kolektif gücün kendisini ilanı gibidir. Futbolun zaten oyun yapısı itibariyle kollektiviteyi teşvik eden yönü dışında futbol oynamayan 'tribünlerde' olanlar da ancak 'birlik olunca güçlü olacaklarını' öğrenirler. Kolektif güç sadece maç anlarında tezahurat için geçerli değildir. Taraftarların hemen her zaman en önemli anılarını içeren hikayelerin kaynağı olan 'deplasmanlar' aynı zamanda ortak hareketin, örgütlü davranmanın önemi konusunda oldukça önemlidirler. Herhangi bir toplumsal olayda, senede ortalama on bin kilometre yolculuğu türlü 'maceralarla' beraber yapan ve birbirini tanıyan 'ekiplerin' hareketleri elbette tribünden uzak bir futbolseverden de, sürekli olarak üst soyutlama düzeyinden inemeyen örgütlülüğü sadece çeşitli bürokratik yapılarla ilişkiden ibaret sayabilecek bir 'aydın'dan da farklı olacaktır. Türkiye'de taraftar grubu öncü örgütlenmeleri 1980'in başında bugünkü bilindik yapılarına benzer şekilde ortaya çıkmışlardır. Serbest Kürsü yazarlığı Bu yıllar aynı zamanda aynı Batı Avrupa'da için 5500 karakteri geçmeyen olduğu gibi aslında piyasalaşma, profesyonelleşme ve gösterileşmenin yoğunlaştığı yılyazını; adını soyadını, lardır. Bahsedilen bu süreçlerdeki derinleşme üniversiteni belirterek ve yayılma arttıkça taraftar gruplarının da sailetisim@universiteligazetesi.net yısı ve etkinliği artmıştır. Bu açıdan günümüz taraftar gruplarının öncülü olarak sınıfadresine yollayabilirsin lanabilecek oluşumlar, Ankaragücü (Güçlüler) ve Beşiktaş (Çarşı) tribünlerinde dikkat çeker. Tribün hayatı kolektif davranmanın önemli bir örnek alanıyken diğer yandan yaygın ve sürekli beslenen bir sosyalliğin de zemini olarak dikkat çeker. Bu sosyallik ve

Söyleşi


SIYAH MAVI KIRMIZI SARI

SAYFA 08

8

Serbest Kürsü 17

Söyleşi

CENK SARAÇOĞLU İLE GEZİ İSYANI’NIN SONRASI, AKP’NİN MUHAFAZAKAR POLİTİKALARI VE GENÇLİK ÜZERİNE SÖYLEŞİ:

"AKP’nin alamet-i farikası muhafazakar kuşatıcılığı" Arda Araz Ankara Üniversitesi Gezi İsyanı’nın ardından Praksis Dergisi’nde “Burası orası değil artık efendi: Haziran Direnişi ve yeni durum“ adlı yazınızda AKP’nin kendi tabanını bir arada tutma eğilimi üzerinde durmuştunuz. Bu noktada “Kızlı-erkekli” öğrenci evleri tartışmasını nasıl değerlendirebiliriz? Şimdi sorduğunuz soruda kendi tabanını konsolide etme gibi bir çaba içerisinde böyle bir taktiksel açıklama olabilir mi diye bir ima yakalıyorum. Bu önemli bir unsur olabilir ama meseleye biraz daha geniş bir perspektiften bakmak lazım. Yani AKP’nin bugün Türkiye sağı içerisindeki ideolojik konumu, kendi siyasi projesi, bu siyasi projenin oturduğu yerler açısından baktığımızda ben üç boyut içerisinde değerlendirebileceğimizi düşünüyorum: Birincisi, AKP bir ideoloji partisi aslında. Bazı katı ideolojik ilkelere sahip. Sanıldığı kadar da pragmatik, sürekli söylem değiştiren bir parti değil. Türkiye’ye dair, dünyaya dair bir vizyonu olan, bu vizyonu Türkiye sağının bir takım öğeleri üzerinde şekillendiren ve Türkiye sağının İslamcılık, muhafazakarlık ve milliyetçilik gibi üç ana akımından çeşitli önermeleri, sembolleri ve bakış açılarını devşiren ve bunarı sentezleyen ve bu sentez üzerinden de bir Türkiye politikası geliştiren bir parti. AKP’nin kendi siyasi projesi Türkiye içerisinde kimi zamanlar, muhafazakar kesimde bile, kabul görmeyebiliyor. Mesela bunu en son Suriye meselesinde görüyoruz. Suriye meselesi AKP’nin genel Ortadoğu vizyonunun parçası olan bir politika ama Türkiye toplumunun genelinde sahiplenilmiş bir siyasi açılım değil. Reyhanlı olayından sonra da insanların AKP’yi desteklememelerinden de bunu görebiliyoruz. O yüzden kızlı-erkekli meselesi burada nereye oturuyor diye sorarsanız AKP, kendi siyasi projesi içinde halkın duyarlılıklarıyla uyum sağlayabilecek bir takım başlıklar seçiyor. Siyasal İslam’ın angajı olsun veya olmasın kültürel anlamda Anadolu, özellikle taşrada muhafazakar olan pek çok insanın hatta sol tandanslı olanların bile

karşı çıkabileceği gündemlerden bir tanesi kızlı-erkekli ev meselesi. Kızlarımızın erkeklerle birlikte kalmasın kaygısı ya da kızımızın başına ne gelecek kaygısı özellikle çocuklarını il dışına gönderen insanlar düşünüldüğünde çok yerleşik bir kaygıdır. Ne yapmaktadır AKP böyle bir çıkışla? Aslında çok da popülerleşmeyecek, kitleselleşmeyecek siyasi projesini halk içerisindeki yaygın olan muhafazakar öğelerle buluşturarak kendi projesini halk nezdinde daha kabul edilebilir daha meşru kılma çabası içerisindedir. Tabi ki bu toplumun belli kesiminde, özellikle kentte yaşayan seküler yaşam tarzını özümsemiş insanlar tarafından tepkiyle karşılanabilir ama toplumun genelinde dikkat ederseniz çok ciddi

CENK SARAÇOĞLU KİMDİR? 1979 yılında Tokat’ta doğdu. Bilkent Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü mezunu. Kanada’daki Western Ontario Üniversitesi’nde sosyoloji alanında yüksek lisans ve doktora çalışmalarını tamamladı. 2009-2013 yılları arasında ODTÜ Kuzey Kıbrıs Kampüsü, Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler programında yardımcı doçentlik yaptı. Aynı zamanda Praksis dergisi yayın kurulu üyesi.

Hükümet, öğrenci yurtları ve barınma sorununa da diğer sorunlar gibi kulağını tıkamış, hatta bu sorun hiç yokmuş gibi gösteriyor. Üniversite öğrencileri ise gündeme yaşadıkları zorluklarla değil, akıl dışı biçimde kızlı erkekli yaşam gibi meselelerle getiriliyor

Bu “Muhafazakarlaşma hamlelerinin sonu olacak mı?” sorusu AKP’nin sonu olacak mı sorusuyla özdeş bir soru. Çünkü AKP, başka türlü kendisini Türkiye’de ayrıksı bir siyasi özne olarak yaratamaz, kendi hegemonyasını gerçekleştiremez bir tepki ortaya çıkmamıştır. Böylece kendi projesini toplum tarafından daha kabul edilebilir daha avam bir şekle sokmuştur. Bu birinci meseledir. O yüzden sadece konjonktürel değildir. İkincisi, dediğiniz gibi, Gezi direnişi sonrası yeniden kendi saflarında bir konsolidasyon çabasının bir uzantısıdır. Bu çeşitli örneklerden sadece birisidir. Gezi direnişi sırasında da cami meselesinde görmüştük bunu. Üçüncüsü ise, çok daha genel bir şekilde, gerçekten de AKP Türkiye’de ağır aksak da olsa gelişen sekülerleşmenin yarattığı kamusal alanları daraltarak, sıkıştırarak insanların orada kendi siyasal kaygılarını beraber paylaşımlarını ve bunun üzerinden eyleme geçmelerini engelleme çabası içerisindedir. Tayyip Erdoğan “kızlı-erkekli” öğrenci evleri konusunda Bülent Arınç’ın “kalbini kırma” pahasına geri adım atmadı. Gezi İsyanı yaşanmışken, yaşam şekline müdahale etmekten de kaçınmadı. Sizce bu muhafazakar hamlelerin bir sonu olacak mı, yoksa alışmak mı gerek? Bu “Muhafazakarlaşma hamlelerinin sonu olacak mı?” sorusu AKP’nin sonu olacak mı sorusuyla özdeş bir soru. Çünkü AKP, başka türlü kendisini Türkiye’de ayrıksı bir siyasi özne olarak yaratamaz, kendi hegemonyasını gerçekleştiremez. Türkiye’de, 1980 sonrasında bütün sağ partiler, uzun bir süre, çeşitli nüanslarla da olsa, bir takım sabit ekonomik politikaları hayata geçirme misyonuyla ortaya çıkmış partilerdir. AKP’nin de bu noktada kendinden önceki düzen partilerinden çok ciddi bir farkı yoktur. Farkı, ideolojisindedir. Farkı, yarattığı ideolojik hegemonyanın kuşatıcılığındadır. Ve bu ideolojik kuşatıcılık olmadan AKP gibi bir partinin devam etmesi mümkün değildir. O yüzden bu muhafazakar

Direne direne barınacağız

hamlelerin AKP’nin alamet-i fahrikası olduğunu düşünüyorum. Bundan dolayı biteceğini zannetmiyorum. Gezi İsyanı sizin gündelik hayatınızı değiştirdi mi? Ve buna ek olarak bu sürecin akademideki yansımalarını soralım, nasıl gözlemliyorsunuz bu isyanın akademiye yansımasını? Önce sorunun birinci kısmından başlayayım. Benim hayatımda, bir vatandaş olarak, nasıl bir etki yarattı? Pek çok insanda da olduğu gibi bir kere Gezi direnişiyle beraber insanlar bu memlekette sağ bir hegemonyanın siyasal bir eylemlilikle kırılabileceğini, sağ siyasetin köşeye sıkıştırılabileceğini gördüler ve kendi ülkelerine yeniden gelecek umuduyla bağlandılar. Bir sürü insan Gezi direnişi sayesinde ülkeleriyle umutsuzluktan ötürü kopmuş olan politik bağlarını yeniden inşa etti. Akademiyle ilgili soruya gelince iki noktada değerlendirebiliriz bunu. Bir, Gezi akademide bir araştırma nesnesi olarak ortaya çıkmıştır. İkinci olarak da Gezi, akademisyenlerin politik duruşunu etkileyen başlı başına toplumsal bir olgu olarak ortaya çıkmıştır. İkincisinden başlarsak, Gezi, akademisyenleri bir seçimle baş başa bırakmıştır. Bir toplumsal hareket vardır, bir muhalif hareket gelişmiştir. Onlar kendi taleplerini, kendi duruşlarını ortaya koymuşlardır. Akademisyenler de toplumu anlamaya çalışan ve eleştiren kişiler olarak, bu tüm aydın kesimler için geçerli, bu hareket karşısında bir tavır almak zorunda kalmışlardır. Hiç bir gündemin yapmayacağı şekilde, akademisyenler ilk defa kendi siyasal duruşlarını, lafı evirip çevirmeden ortaya koyma şansını bulmuşlardır. Ve aynı zamanda bir hareketin parçası haline gelmişlerdir. Bir araştırma nesnesi olarak da Gezi, özellikle sosyal bilimciler tarafından akademik bir alana dönüş-

Yüksek öğretim öğrencilerinin belki de en büyük problemlerinden biri olan barınma sorunu her yıl daha da büyüyerek karşımızda aşılması zor bir duvar gibi duruyor. Öğretim yılının başlaması ile görünen bu duvar, yıl içerisinde de öğrencilerin zor durumda kalmasına neden oluyor. Her yıl yeni üniversiteler kuruluyor ve her yıl mevcut üniversitelerin de artan kontenjanları ile birlikte zaten yetersiz olan devlet yurtları daha da yetersiz ve niteliksiz hale geliyor. Devlet yurduna yerleşemeyen öğrencileri ise (sadece para gözüyle gören) özel apartlar, pansiyonlar ve öğrenci evleri bekliyor. Ancak bu özel apartlar ve evler maddi durumu iyi olan öğrenciler tarafından kiralanırken, yoksul öğrencilerin nerede kaldığı kimsenin umurunda olmuyor. Bu öğrencilerin barınma sorunu tüm eğitim öğretim hayatı boyunca sürüyor ve bu öğrenciler sağlıksız koşullar altında yaşamak zorunda bırakılıyor. Hükümet, öğrenci yurtları ve barınma sorununa da diğer sorunlar gibi kulağını tıkamış, hatta bu sorun hiç yokmuş gibi gösteriyor. Üniversite öğrencileri ise gündeme yaşadıkları zorluklarla değil, akıl dışı biçimde kızlı erkekli yaşam gibi meselelerle getiriliyor. Öğrencilerin hangi şartlar altında, nasıl yaşadığı ya da ne gibi sorunları olduğuyla ilgilenmek yerine, kiminle kaldığını, ne yaptığını merak ediyor iktidar. Merak etmesinler diye açıklıyorum; ‘bunlar kızlı erkekli aynı evde kalmakla yetinmiyor, kızlı erkekli cafe’ye gidiyorlar, tiyatro yapıyorlar, yemekhanede yemek yiyorlar hatta sinemaya bile gidiyorlar. Benden söylemesi, önleminizi alınız…’

Peki öğrenciler ne yapsın? Eğer yurt çıkmadıysa başlıyor apart aramaya, ev aramaya. Ev ve apart bulabilirsen şanslısın çünkü tek sorun fiyatların uçuk olması değil. Ev kiralarının 650-700 TL’den başladığı bu şehirde bir süre sonra evin fiyatını unutuyorsun ve amacın sadece ev bulmak oluyor. Evet evet amacın sadece barınabileceğin bir yer bulmak oluyor. Hani artık ev benzeri bir şey bulayım da çalışır bir şekilde kirasını öderim diyorsun. Lakin ev de yetersiz, apartlar da yetersiz. Hal böyle olunca bir eve sıkış tepiş doluşup öyle yaşamaya başlıyorsun. Muğla Üniversitesi öğrencileri bu şehirdeki ev ve apart sahipleri, işletmeciler tarafından sürekli sömürülüyor. Öğrenci görünce ‘gözleri dolar dolar bakan’ (amerikan doları), ev ve apart sahipleri, işletmeciler…

Cemaatler, işletmeciler ağlarını germiş Kızlı erkekli itirafımızı yaptıktan sonra, yazıya başladığımız ‘önemsiz’ konuya tekrar dönelim. Her ilde olduğu gibi bu ‘önemsiz’ barınma sorunu Muğla’da aşırı uçlar gibi aşırı uç noktada. Muğla ilinde her öğretim yılında öğrenciler de bir telaş, bir koşuşturma başlıyor. Her ne kadar niteliksiz olsa da KYK’nın yurtlarına yerleşebilmiş öğrencilerin kafası biraz daha rahat. Ancak devlet yurduna yerleşememiş öğrencileri ise yurt kapılarında avlamaya çalışan cemaat evleri, özel apart sahiplerini görüyoruz. Aileler ise çocuklarını güvenilir, nitelikli ve bütçelerine uygun yerlere yerleştirmek istiyorlar. Ancak rüyaların-

Örnek sorgu, örnek yanıtlar İşte yoksul bir öğrenci için Muğla’da üniversite hayatı böyle başlıyor böyle devam ediyor… Bu barınma sorunları karşısında kendilerine farklı roller biçen ev ve apart sahipleri ise polisiye soruları sıralıyorlar… - Nerelisin? - Hangi bölümdesin? - Baban ne iş yapıyor? - Çok misafiriniz olur mu? - Gece gece duşa girer misiniz? -Bir örgüt ve ya dernekle bağlantınız var mı? Eğer ki ev ya da apart kiralamak istiyorsanız sizler için doğru cevapları sı-

da uyandıklarında karşılarında cemaat evlerini ve kendilerine para gözüyle bakan özel yurt, apart sahiplerini görüyorlar. Sunulan alternatifler içinde ise tercih edebilecekleri en uygun yer cemaat evleri, cemaat yurtları oluyor. ‘Paralı, gerici, neoliberal üniversitelere hoşgeldin’ Devlet yurtları ve cemaat evleri dışında alternatif olabilecek apartlar, evlerin fiyatları ise, asgari ücretten başlıyor. Nispeten daha ucuz yerler de var elbette. Yani ev sahiplerinden başka kimsenin ev diyemeyeceği yerler… (Ahırdan, otoparktan bozma yerler, onlar da 300 lira ha)

ralıyoruz. - Nerelisin? CEVAP: Bu sorunun asıl amacı sizin Kürt olup olmadığınızı öğrenmektir, cevap olarak doğu bölgelerinde bir il seçmemelisiniz. - Hangi bölümdensiniz? CEVAP: Sorunun amacı siyasetle alakalı (sosyoloji, felsefe, kamu yönetimi, iktisat…) bir bölümde misiniz, yoksa çok ders çalışmanız gereken bir bölüm (mühendislik, matematik, fizik…) mü? Bunu öğrenmektir. Cevap olarak ikinci parantezi vermeniz daha uygundur. - Baban ne iş yapıyor? CEVAP: Sorunun amacı babanızın maaşının kiraya yetip yetmeyeceğini öğrenmektir. Doğru cevap olarak çok para kazanan meslekleri tercih etmelisiniz. (Milletvekili, bakan, bakan ya da milletvekili yakını….) - Çok misafiriniz olur mu? CEVAP: sorunun amacı eve kızsanız erkek, erkekseniz kız arkadaşlarınızın gelip gelmeyeceğini öğrenmektir. Ve evde yatılı kalacak birinin olup olmadığını öğrenmektir. Yatılı kalacaklar için ekstra ücret istenecektir. Doğru cevap olarak asosyalim demeniz önerilir.

Gece gece duşa girer misiniz? CEVAP: Sorunun asıl amacı sizin gece gece duşa girmenize sebep olacak olayın ne olduğunun merak edilmesidir. Doğru cevap olarak ben geceleri sadece uyurum demek menfaatinize olacaktır. - Örgüt ya da dernekle bağlantınız var mı? CEVAP: Sorunun asıl amacı sizin anarşik olup olmadığınızı öğrenmektir. Doğru cevap olarak tavşan sevenler derneğine üyeyim demeniz ısrarla önerilir. Sorgulamalardan ve verilen cevapların uygunluğundan sonra ev sahibiyle pazarlığa başlayabilirsiniz. Bu sorunları doğuran en büyük neden ise bütün öğrencilerin şikayetçi olup da sadece kendi kendilerine söylenmeleridir. Çözüm olarak ise kendi kendimize söylediklerimizi hep birlikte gözleri Amerikan doları olanlara söylemeliyiz. Çare ise ne Sarıgül’dür ne de başka birileri. Çare hep beraber sesimizi yükseltmekte, hep beraber mücadele etmekte, hep beraber direnmektedir.

Melike Sargın Muğla Üniversitesi


18

Kadın

Dosya

7

Sinir Kocaeli'nde erkek adalet kendini bir kez daha gösterdi. 13 yaşındaki kız çocuğuna tecavüz edenler tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılırken, bu durumu protesto eden kadınlara tecavüzcülerin yakınları saldırmaya çalıştı.

HASTALIKLI BAKIŞ AÇILARINA KARŞI İRONİK BİR TEPKİ:

Tecavüzün de suçlusu biziz Tecavüzü engellemenin yolu gerçekten bedenlerimize kilit vurmaktan mı geçiyor acaba? Tecavüzü ve tecavüzcüleri kabul ettirmenin bir başka aracı olmasın sakın bunlar?

Oysaki bizler “tecavüz saati” diye bir saat olduğunun farkında değildik, özür dileriz. Evde otursaydık ya.. Ataerkil bir biçimde işleyen adalet sistemi karşısında evdeki kocadan, babadan, abiden, enişteden, amcadan uygulanan şiddetin her türlüsünün lügatta yeri yok tabii, kolay “gir eve” demesi. Evde tecavüze uğrayamayız, evimize “devletin eli silahlıları” kiminle yaşadığımızı kontrol etmek için çat kapı gelemezler ya zaten. Yaşadığımız erkek egemen düzende evlerimizde öldürüldüğümüzde kan sokağa taşmıyor ya, aile içi şiddet vız gelir; geldiği gibi de vız olur gider. Ama aile “toplumun yapı taşıdır”, lütfen!

Hani zaten biz isek sebep bütün bu yargının 3 maymunu oynadığı, gazetelerin sayfalarca geriye ittiği, koruma mercilerinin “Aman boşver” edasıyla baştan savdığı tecavüz, şiddet olaylarına sebebiyet olan ; kendimizi kısırlaştırır mıyız, önleyici iç çamaşırı, çelik kilitli don falan giyer miyiz?

Diyoruz ya şiddetin tecavüz biçimine her yerden, her alandan erişebiliriz. Niye erişebiliriz, çünkü hani biz çağırıyoruz ya, ondan. Yani sosyal durum, yaş oranı, meslek grubu da fark etmiyor. Tek çare evde oturmak mı oluyor o zaman bu kadar değişken ise bu durum? Elbet tek sorun biz değilizdir. Kimi zaman barış için gelinliğimizle otostop yaparken, kimi zaman bir bardan çıktığımızda, kimi zaman öğretmenimizden, kimi zaman çalıştığımız işyerinde… Örnekleri açınca bir yanlışlık var fikri geliyor sanki. Hani bu kadar şey oluyorsa bir çatı koruyabilir mi bizi? “Kutsal aile” bu kadar kutsal mı hakikaten de tüm kötülükleri bacadan dışarı atsın? Kutsal ailenin önleyemeyeceği yerlerde de engelleyici yöntemler yetişiyor: Hadım etme, kısırlaştırma, tecavüz önleyici iç çamaşırı. Geldik şimdi asıl meseleye: Hani zaten biz isek sebep bütün bu yargının 3 maymunu oynadığı, gazetelerin sayfalarca geriye ittiği, koruma mercilerinin “Aman boşver” edasıyla baştan savdığı tecavüz, şiddet olaylarına sebebiyet olan; kendimizi kısırlaştırır mıyız, önleyici iç çamaşırı, çelik kilitli don falan giyer miyiz? Ee mağ-

AKP'nin dindar nesiller yetiştirmek adına eğitimde uyguladığı gerici ve piyasacı politikalar giderek artarken, Meclis Başkanvekili Sadık Yakut, " Kız ve erkek öğrencilerle birlikte eğitim yaptırılmasını da büyük bir yanlışlık olarak değerlendiriyorum. İnşallah bu yanlışlık önümüzdeki dönem içinde düzeltilecek" açıklamasını yaptı.

Sinir

“Dayanışma ve mücadele olmadan vakıf üniversitelerinin düzelmesi söz konusu olamaz” Tahir Özgür Kütahya İTÜ Doğuş Üniversitesi'nden neden işten çıkartıldınız ? 15 Eylül’de göreve başladım. Giderek artan baskılarla karşılaştım ve 24 Ekim’de, daha 40 gün geçmeden işten çıkarıldım. Gerekçe gösterilmedi. İşten çıkarıldığımı belirten yazının altında imzası olan rektör, bir saat sonra “Seni işten attım ama gel saat başı ücret alarak bu dersleri ver” diyebildi. Neoliberal üniversite işte böyle bir şey. Bir varsın, bir yoksun. Doğuş Üniversitesi geçen yaz Beykent Üniversitesi'ne satıldı. Beykent'in patronları Adem Çelik ve oğulları bu yatırımın karşılığını hemen almak istiyorlardı. Psikoloji Bölümü ise altın yumurtlayan tavuk. Ama bu tavuğun bir değil birden fazla yumurtlamasını istiyorlar. Bölümün ufacık kadrosu ile lisans öğrencilerine yetişemiyor. Bölümün daha çok para kazandırması için yüksek lisans öğrencisi gerekiyordu. Hedefleri Klinik Psikoloji Yüksek Lisans Programı'na yeterli öğretim üyesi olmamasına rağmen hemen çok sayıda öğrenci alınmasıydı. Bölüm kadrosu olarak öğrenci alınmasına karşı çıktık. Hemen Beykent Modeli devreye sokuldu. “Madem psikolog yok, yerine bir iki psikiyatr sokarız ve işi hallederiz” dediler. Bölüme psikiyatr alınması için ilan verildi. Bu bölümden ve fakülteden onay alınmadan yapıldı. Sonra kamudan emekli bir psikiyatrın alınacağı bölüme bildirildi. Bu psikiyatrın başvurusu, benim işten çıkarıldığım 24 Ekim sabahı Üniversite Yönetim Kurulu'nda işleme sokuldu ve jüri üyelerine gönde-

rildi, akşamına işten çıkarıldım. Bunlar vakıf üniversitesi değil mi? Nasıl bir kazanç söz konusu? Kağıt üzerinde öyle. Ama Beykent ve Doğuş Üniversitesi gerçekte kâr amacı güden birer işletme. Yoksa kâr amacı gütmeyen bir “vakıf üniversitesi” bir benzerini, hem de batmak üzereyken niye satın alsın? Bunlar kâr amacı güden özel üniversiteler. Psikolojiye lisans düzeyinde büyük rağbet var. Klinik psikoloji yüksek lisansına da. Bu yıl Beykent Üniversitesi’nde klinik psikoloji yüksek lisans programı açtılar. Ücret kişi başına 23 bin TL. 100 üzerinde öğrenci aldılar. Ciro büyük. Gider ise yok denecek kadar az. Bölüm kadrosunda asgari sayıda öğretim üyesi tutuyorlar. Dersleri dışarıdan getirilen ve ders başına para alanlarla götürüyorlar. Müthiş bir vurgun bence. Vakıf üniversitelerindeki patronaj ilişkilerine dair neler söyleyebilirsiniz ? Tablo korkunç. Özel üniversitelerde yeni bir yönetici sınıfı türedi. Yönetici-

+

Beykent ve Doğuş Üniversitesi gerçekte kâr amacı güden birer işletme. Yoksa kâr amacı gütmeyen bir “vakıf üniversitesi”, bir benzerini hem de batmak üzereyken niye satın alsın? Bunlar kâr amacı güden özel üniversiteler.

ler kendi meslektaşlarına bir kölelik düzeni dayatıyorlar. Örnek olarak, İstanbul’daki büyükçe özel üniversiteleri inceleyelim. Rektör, yardımcıları, hatta dekanlar, yüksek maaş, makam araçları, lüks evler, lüks yaşamlara alıştırılıyor. Bazı üniversitelerde ağzı iyi laf yapan, ekranda iyi görünen, hatta bir gazetede köşesi olan akademisyenler “iyi reklam, iyi pazarlama” yolu olarak görülüyor. Değil bir üniversiteyi, değerli hiçbir şeyi emanet etmeyeceğiniz kişilere, üniversite yöneticiliği veriliyor. Özetle, mesele üniversiteye patronajın egemen olması ve bir çeşit kukla tiyatrosunun yaygınlaşması. Vakıf Üniversitesi Emekçileri Dayanışma Ağı kuruluşu ve çalışmalarından biraz bahsedebilir misiniz ? Şu çok açık: Dayanışma ve mücadele olmadan vakıf üniversitelerinin düzelmesi söz konusu olamaz. Mutlaka güçlü bir dayanışma ve sendikal mücadele gerekiyor. Ama geçici ve güvencesiz çalıştırılan akademisyenler çok kolay ürküyorlar. Sözünü ettiğiniz dayanışma ağı bu mücadelenin temelinin atılması

olarak görülebilir. Şu ana dek İstanbul’da iki forum düzenlendi. Bu forumlarda özel üniversitelerde çalışanlar bir araya geliyor ve daha güçlü olmanın yollarını keşfediyorlar. Örneğin, işten atılan akademisyenlerin açtığı ve kazandığı davalar ele alınıyor. Forumlara Eğitim Sen destek veriyor. Forumlara katılanların büyük çoğunluğu genç akademisyenler. Bu da önemli daha önce söylediklerimle ilgili. Son olarak, şunu vurgulamak isterim. Üniversiteler hep muhalefetin ve sosyalizmin beşiği oldular. Kamu üniversitelerinin hizaya getirilmesi sürüyor. Özel üniversiteler de hizaya getirmeye hizmet ediyor. Hem kamusal eğitimin yıpratılmasına yol açıyor, hem akademisyenlerin geçici ve güvensiz olarak çalıştırılmasını olağanlaştırıyor, hem de akademisyenleri sessizleştiriyor. Hedef uslu ve muhafazakâr kuşaklar üretmek. Üniversite meselesi bütüncül olarak düşünülmeli… Bu nedenle özel üniversiteler herkesi ilgilendiriyor.

SIYAH MAVI KIRMIZI SARI

“Ne işin var o saatte dışarıda?”

+

dur olan erkek ya hani, biz de onları cezbeden kadınlarız... Bir de bize gelip önlettiriyorlar utanmadan! Çünkü “yapma” diyince “devam et”; “yardım” diyince “ben sende tutuklu kaldım” diyoruz. Tecavüzü engellemenin yolu gerçekten bedenlerimize kilit vurmaktan mı geçiyor acaba? Tecavüzü ve tecavüzcüleri kabul etmenin bir başka aracı olmasın sakın bunlar? Peki “Ama böyle şeyler çıkarıyorsunuz sonra takmayınca yine biz suçlu” desek, ayrı bir baskı mekanizmasıdır aslında bu desek çok mu? Ya da “Bu yöntemler biraz eskidi, Ortaçağdan beri aynı taktik” falan desek? O zamandan beri de “çözüm bulun(a)mayan” bir sorun.. Herhalde kimsenin derdi de değil ya bu mesele.. Bunu pazar alanına, satış taktiğine dönüştürenler hariç: Ar Wear adında New York’lu bir markanın kilitlenebilir şort şeklindeki tasarısında kapitalizmin tecavüzden kar çıkarma derdini görebiliriz herhalde. Onun dışında şiddeti engelleme kampanyalarında “Erkeksen şiddet uygulama” diye erkekliği yüceltenlerin, erkek egemenliğin temsilcilerinin çok da derdi yoktur bizim bedenimizi “korumak”/özgürlüğümüzü ve yaşam hakkımızı sağlamakla. Tecavüzün, kadına yönelik her türlü şiddet ve baskı mekanizmalarının sorumluluğunun kadınlara yüklendiği bir dünyada ironi yapmışız çok mu? Çünkü her şey çok ironik işliyor biz kadınlar için. Her şeyin hem suçlusu hem güya en yücesiyiz.. Hem çiçek gibi nariniz hem de “Hafifçe dövülebiliriz”. Bu yazıyı da tüm ironileri görenlere şöyle ithaf edelim: Sokak çok öcü, ev cici gibi özendirmelerin, “Evlenene yurt bedava, borç da yok” uygulamalarının şimdi birden artması biraz da bütün bu ironiyi Haziran ayında TOMA’nın karşısında durarak gösteren kadınlar yüzünden olmasın?

AKP, "hoopp orda dur" dedirten açıklamasını yaptı ve son olarak "Kızlı erkekli evler muhafazakâr demokrat yapımıza ters. Valiye talimat verdik, gereği yapılacak" açıklamalarıyla yine kadın bedeni üzerinden gericiliği yükselterek kendi ahlak anlayışını dayatmaya devam etti.

DOĞUŞ ÜNİVERSİTESİ’NDE İŞTEN ÇIKARILAN DEĞİRMENCİOĞLU İLE VAKIF ÜNİVERSİTESİ SOHBETİ

SAYFA 7

Eşimizden, sevgilimizden, akrabamızdan, öğretmenimizden, patronumuzdan, hiç tanımadığımız bir insan tarafından evimizde, sokakta, okulda, iş yerlerinde… Kısacası hayatın her alanında, her tarafından, her kesiminden insanlar tarafından tecavüze uğrayabiliyoruz. Bizzat kendimiz yaşamıyorsak bile her gün gazetelerin üçüncü sayfalarından (!) okuyabiliyoruz. Hem çok tanıdık, hem çok uzak.. Hem çok alışılmış hem asla normalleştirilmemeli.. Laf atıldığında bile kafamızı çevirmek sanki suçlu bizmişiz gibi kodlanmışken beynimize, tecavüze uğradığımızda da anlatamayabiliyoruz. Anlattığımızda ölüm tehditleri, yargılanma gibi durumlarla doğrudan muhatap olabiliyoruz. Adım adım tecavüzcünün değil kadının suçlu olduğu, hamile kalınırsa “devlet büyüklerinin” “Doğur biz bakarız” sözlerinin takip ettiği belki de “tecavüzcü özgüveni” denilebilecek bir dönemece girmiş bulunuyoruz. Bu sefer küçücük çocuk olsak bile koskoca adamların tecavüzüne uğradığımızda kusura bakmayalım ama biziz suçlu! Çünkü sadece tecavüzcü özgüveninden değil tecavüzün anlamını yeniden yazan yargıçların karşısında, sözleriyle cesaret kamçılayan bakanların arasındayız.

Adalet Bakanı Sadullah Ergin’in “Cezaevlerinde çıplak arama uygulamasının kişinin utanma duygusunu ihlal etmeyecek şekilde yapıldığı” açıklamasıyla yapılan cinsel işkenceyi yok sayarak bu durumu utanma duygusuna indirgedi ve adaletin nasıl yok edildiğini gözler önüne serdi.


SIYAH MAVI KIRMIZI SARI

SAYFA 06

6

Yüksek Öğrenim Endüstriyel Kompleksi çalışmasının ayrıntılarına aşağıdaki linklerden ulaşılabilir: http://burak-arikan.com/tr/higher-education-industrial-complex http://burak-arikan.com/ozeluniversiteler/

Dosya

Kadın

19

ESTETİK ALGISI ÜZERİNE :

Kadın bunun neresinde?

VAKIF ÜNİVERSİTELERİ ÜZERİNE AĞ HARİTASI ÇALIŞMASI

Vakıf üniversiteleri:

Yüksek öğrenim endüstriyel kompleksi

Ataerkil sistemin çıkarları doğrultusunda şekillendirilen kadın profili, kadınların kendi bedenlerine yabancılaşmasına neden oluyor. Yaratılan figüre uymayan kadınlar ucubeleştiriliken kadınların bu şekilde sınıflandırılması durumu daha da vahimleştiriyor

Bilimsel bilginin sermaye odaklı yeniden üretiminin yapıldığı ve şirket mantığıyla kurulan vakıf üniversiteleri ile sermaye ve siyasi iktidar ilişkisini açık bir şekilde gözler önüne seren bir çalışma yapıldı Geçtiğimiz yıl içerisinde, YÖK Yasa Tasarısı ile devlet üniversitelerinin yapısında mütevelli heyetleri oluşturulması hayali kuran ve üniversiteleri sermaye odakları eksenli bilim üreten ve üretimleri patentleyen birer ticarethaneye çevirmek isteyen AKP iktidarı ve AKP’nin üniversiteler üzerindeki baskı ve denetim aygıtı olan YÖK, bu yasa tasarısını geçiremedi. Çünkü üniversitelerde üretilen bilimsel bilginin etik kuralları içerisinde toplum yararına üretilmesi gerektiğini söyleyen üniversiteliler ve akademisyenler bu yasa tasarısına karşı birleşik bir mücadele hattı ördü ve AKP’liler yasayı bir daha ağızlarına dahi alamadılar. Bilimsel bilginin sermaye odaklı yeniden üretiminin yapıldığı ve şirket mantığıyla kurulan vakıf üniversiteleri üzerine yakın zamanda ilginç bir çalışma yapıldı. Üniversitelerin güç odaklarını belirleyen mütevelli heyeti üyelerinin diğer şirket ve kurumlarla mevcut olan ilişkilerini analiz edebilen bu bilgilere dair bir veri tabanı oluşturuldu. Bu verilerin üzerinde gezilebilen bir ilişkiler haritasını çıkartan, özelleştirilen eğitim ekosistemini ve bu ekosistemin ürettiklerini anlatan, sosyal ve politik açılardan son derece önemli bir araç kazandırmak hedefiyle sanatçı Burak Arıkan özel bir yazılım üzerinde etkileşimli bir ağ haritası oluşturdu. Koç Üniversitesi’nin 20. yılı dolayısıyla 7 Kasım’da üniversitenin kampüsünde ‘Bilimsel Sorgulamalar’ başlıklı bir sergi açıldı. Sergide sanatçı Burak Arıkan tarafından yapılan “Yükseköğrenim Endüstriyel Kompleksi, Özel Üniversiteler ve Mütevelli Heyetleri Üzerinden Bağlı Oldukları Şirketler ve Kurumlar Ağı” adlı ağ haritası çalış-

ması da yer aldı. Ağ haritası vakıf üniversiteleri ve mütevelli heyetleri üzerinden bağlı oldukları şirketler ve kurumlar ağı Türkiye’nin yüksek öğrenim endüstriyel kompleksini oluşturuyor. Sanatçı Burak Arıkan tarafından yapılan ağ haritası çalışmasını incelemeden önce vakıf üniversiteleri ile devlet üniversiteleri arasında var olan farklara bakacak olursak ilk göze çarpan noktalar, devlet üniversitelerinde idari yönetim ve akademik yönetimin birbirinden ayrı olmaması ve karar veren bir mekanizma olarak mütevelli heyeti gibi bir yapının bulunmaması olacak. Vakıf üniversitelerinde 2547 sayılı kanunda belirtildiği üzere rektör, öğretim görevlisi ve diğer kadrolar mütevelli heyeti tarafından atanıyor. Bunun yanı sıra öğrencilerin bursları, akademik bölümlerin işleyişi gibi birçok karar da mütevelli heyeti tarafından veriliyor. Diğer bir deyişle mütevelli heyeti vakıf üniversitesinde işlerin nasıl işleyeceğine doğrudan karar veren bir konumunda yer alıyor. Vakıf üniversiteleri mütevelli heyetlerinin bağlı olduğu şirketleri ve sermaye ilişkilerinin yer aldığı ağ haritası 68 özel üniversite, 625 mütevelli heyeti üyesi, 970 kurum (şirketler, vakıflar, dernekler, siyasi partiler, devlet üniversiteleri) ve kurumlar ile kişiler arasında taranan 2001 ilişki içeriyor. Bu çalışmada yapılan analizler eğitimin paralılaştırılması ve bilimin sermaye odaklı üretimi ve metalaşmasında başrolü alan vakıf üniversiteleri ve üniversitenin rektöründen, akademisyenine bütün kadrosunu belirleyen mütevelli heyeti üyelerinin şirketler, kurumlar, siyasi partiler ve iktidar odaklarıyla ne

+

Koç Üniversitesi’nin 20. yılı dolayısıyla 7 Kasım’da üniversitede ‘Bilimsel Sorgulamalar’ başlıklı bir sergi açıldı. Sergide sanatçı Burak Arıkan'ın “Yükseköğrenim Endüstriyel Kompleksi, Özel Üniversiteler ve Mütevelli Heyetleri Üzerinden Bağlı Oldukları Şirketler ve Kurumlar Ağı” adlı ağ haritası çalışması da yer aldı

kadar içli dışlı olduğunu gözler önüne sermektedir. Harita incelendiğinde TÜSİAD ve MÜSİAD çevrelerinde oluşan üniversite kümeleri dikkat çekiyor. Arıkan kümeleşmenin yoğun olduğu grupları şöyle anlatıyor: “TÜSİAD ve MÜSİAD’ın yanı sıra aralarında TOBB ve DEİK gibi iki önemli merkez daha var. TÜSİAD ve çevresi görece eskiden kurulan üniversitelere bağlıyken, MÜSİAD ve AKP’nin çevresinde oluşan kümelerde 2004 sonrasında kurulan üniversiteler ağırlıklı. Bu ayrışan kümeler içinde bulunan üniversiteler iktidar ilişkileri açısından birbirileriyle benzeşiyor. Böylece muhafazakâr sermayenin eski endüstri sermayesine göre yükselişi özel eğitim alanından görülüyor.” Ülkede bulunan 68 vakıf üniversitesinden 48‘i AKP iktidarı döneminde kuruldu. Bu yönüyle de Arıkan’ın çalışması AKP iktidarının eğitim parasız yaptık yalanını ve hatta eğitimi nasıl sermayenin sofrasına sunduğunu açıkça gösteriyor. 2012 senesinde ÖSYM tarafından açıklanan sayılara göre 91 bin öğrenci kontenjanı olan vakıf üniversitelerine 73 bin öğrenci yerleştirildi. Ekonomi pastasında iyi bir yere sahip olan eğitimin özelinde özel üniversiteler alanını sermayedarların vazgeçilmezi olduğu görülüyor. Dolayısıyla vakıf üniversitelerinin böyle bir konumu varken ağ haritasında AKP - muhafazakâr sermaye - mütevelli heyetleri ilişkisi üçgeninin geniş yer tutması bugünün siyasi iktidarının eğitime olan bakış açısını gayet net bir şekilde gözler önüne sermektedir.

Estetik denince ilk akla gelen, güzellik kavramı olmakla birlikte estetiği yalnızca “güzellik” olarak sınırlamak yanlıştır. Estetik kavramı içinde güzelliğin yanı sıra çirkinliği de barındırır. Filozofların bir kısmı da estetiğin yalnızca güzellik değerini incelemesinin eksiklik olduğunu savunmuştur. Güzellik ve çirkinlik gibi estetik kavramlara dair düşüncelerin kökeni Antik Yunan’a dayanmaktadır. Antik Yunan’dan itibaren bugüne güzellik; iyilik, doğruluk, düzen, uyum ve simetri gibi kavramlarla açıklanırken çirkinlik; kötülük, yanlışlık, düzensizlik ve asimetri ile ilişkilendirilmiştir. Eski kavramsal ya da felsefi tartışmaları yürütmeyeceğiz burada tabii, o yüzden bugüne doğru gelindiğinde karşımıza çıkan bir siluetten devam edelim: Estetik denince akla gelen kadın siluetinden. Peki kadın estetik kavramının/algısının ve yargısının neresinde durmakta? Toplumumuzda ve dünyada genel olarak düşünülen “Kadınlar doğası gereği estetiktir” yargısı da ataerkil toplumun bir sonucudur. Hiç kimse doğası gereği estetik değildir.

Estetik değerler toplumdan topluma göre biçimlenir. Türkiye için genel olarak 90-60-90 vücut ölçülerine sahip, mavi gözlü, sarı saçlı, kiraz dudaklı, al yanaklı, ok gibi kirpikleri olan kadınlar estetik bir değere sahip görülürken durum örneğin Afrikalı bir yerli topluluğu için kulak deliği kocaman ve ağzına plaka takan kadın olarak değişebilir. Aynı şekilde bu kadın da ağzına ve kulağına bu koca plakaları “güzelleşmek” için takmaktadır. Yine başka bir örnek olarak Rönesans, Ortaçağ tablolarında hep tombul kadın çizimlerini gösterebiliriz. Çünkü o zamanın estetik anlayışı kadını etli butlu sever. Çünkü etli butlu olmak bir zenginlik göstergesidir. Eğer bir kadın etli butlu ise bu karşısındakine onun zengin olduğunu anlatır. Kapitalizm çağında ise "hız", "hareket halinde olmak" gibi şeyler değer kazanmıştır. Dolayısıyla estetik anlayışı da buna göre şekillenmiştir. Daha zayıf, yani daha çabuk hareket edebilen kadın imajı gözümüze yerleştirilir. Bu imaj ise erkekler tarafından belirlenir. Kısa bir örneğini inceleyecek olursak: “African-American

Afrikalı bir yerli topluluğu için kulak deliği kocaman ve ağzına plaka takan kadın olarak değişebilir

Children Preferring White Dolls” adlı bir çalışmada siyahi kız çocuklarına bir kısmı siyah bir kısmı da beyaz renkli olan oyuncak bebek gösteriliyor. En güzelini seçmeleri istendiğinde ise siyahi kız çocukları gidip sarışın, mavi gözlü beyaz bebekleri tercih ediyor. Yani diyebiliriz ki estetik değerler dönemin güç ilişkilerine göre belirlenmektedir. “Bıyıkların on bir on bir maç yapıyor”

Cinsiyete dayalı hiyerarşi ve sömürünün bulunduğu hemen hemen her toplumda kadın bedeni bu belirlenimler ile nesneleştiriliyor, metalaştırılıyor. Bugün televizyonda, billboardlar-

da gördüğümüz reklamları düşünelim: Tercihen büyük göğüslü, renkli gözlü, zayıf ve dolgun dudaklı bir kadın. Ve dikkat edersek bu kadınların hepsi makyajlı ve saçları yapılı… Bu reklamlarda kadın ön planda, ürün kadının arka planında... Bu tarz hamlelerle kadın bedeni kullanılarak ürünler pazarlanmaya çalışılıyor. Kadınlar giderek kendi bedenlerine yabancılaştırılıyor, olunması gereken bir figürde çizilen role göre kadına statü veriliyor. Estetik algısında ise bedenine yabancılaştırılan kadın, sadece erkek egemen sistemin çıkarlarına yarayacak şekilde var ediliyor. Dönemin ve toplumun estetik değerlerinin dışında kalan kadın ya dışlanıyor ya da üzerine çeşitli yollarla bir baskı oluşturuluyor. Daha ilkokulda bile çoğu kadının aşina olabileceği bir sözden anlaşılabileceği gibi: “Bıyıkların on bir on bir maç yapıyor.” Çünkü erkek egemen sistem böyle kabul etmiyor, yarattığı figüre uymayan kadınlar adeta ucubeleştiriyor. Toplumsal cinsiyet rollerinin de estetik algısının bir ucundan çektiği bu bütünde oyuncu bir kadın rol yeteneğinden değil afişteki gü-

zelliğinden dolayı televizyonlarımızın parçası oluyor, reklamlardaki beyaz eşyalar, halılar sadece ve sadece kadınlarla konuşuyor; öyle ya kadına yüklenen estetik algı “güzeli” seçmesinde de etkili. Kadın adlandırıyor, sınıflandırıyor, kategorize ediyor ve en kötüsü bunların hepsi normalleşiyor, tartışılmıyor. Bu noktada yazının başına dönecek olursak: Estetik denince ilk akla gelen, güzellik kavramı olmakla birlikte estetiği yalnızca “güzellik” olarak sınırlamak yanlıştır. Estetik kavramı içinde güzelliğin yanı sıra çirkinliği de barındırır. Bu nedenle oluşturulan figüre uymayan kadını estetik olmamakla yargılamak tanımsal hataya düşmektir ki tanımsal hatalar erkek egemen sistemin çokça mustarip olduğu, kalıp bulamadığında tekrara düştüğünden kaynaklanan bir sorunudur. Tanımsal hata gibi küçük detaylar bir kenara bütün bu rollere denilebilecek en güzel cevap ise bu Haziran ayının görsellerinde, geçtiğimiz senenin Haziran ayının en öne çıkan sözlerinde bulunabilir: “Benim bedenim benim kararım”

PORTRE

Genel Geçer estetik anlayışına meydan okuyan bir kadın: Frida Kahlo

Doğum tarihini değiştirip, kendisi için Meksika Devrimi'ni milat kabul eden, hakkında “Biz onun gibi insan yüzleri çizmeyi bilmiyoruz” diyerek Picasso'nun hayranlığını kazandığı bir ressamdır Frida Kahlo. Hem kişiliğiyle, hem de eserleriyle kadınlara dikte edilen estetik algısına karşı çıkmış bir kadındır o. Kaşlarını ve bıyıklarını almamış, genel geçer güzellik anlayışına meydan okumuştur. Frida özgürlük anlamına geliyordu ve o bu isimle özdeşleşmişti. Toplumun kurban ettiği her kadın gibi ötekileştirilmeye çalışılsa da Frida başkaldırmış, toplumla ve kendi kadınlığıyla yüzleşmişti. Cinsiyet rolleri, kürtaj ve daha nice sorunu cesaretle

resmeden Frida, tuvale kendi gerçekliğini yansıttığını söylüyordu. Henüz genç bir kadınken tren kazası geçirmişti. Kazadan sonra dinmeyen sıkıntı ve acılarından kaçmak için resim yapmaya başladı; eserlerini yaratırken beslendikleri ise kendi acıları ve başkaldırıları oldu. Yaşadığı dayanılmaz acılarla başa çıkabilmek için bütün gücüyle resim yapan Frida Kahlo başarılı bir ressam olarak ün yaptı. Eserlerinde kendini tek kaş olarak resmetmesi dikkat çekici bir özelliğiydi, erkek egemen algı bunun rahatsız edici olduğunu dile getirse de, Frida yaşam biçimi ve eserleriyle bu algıya somut bir şekilde meydan okumuştu.


Kültür&Sanat

11 ÇOMÜ'lü öğrenciler ODTÜ'de yaşananlar ve polis saldırılarına karşı ODTÜ'lülere destek için fidan dikerken Özel güvenlik saldırısına maruz kaldı. Üniversiteliler hakkında açılan soruşturma ÇOMÜ yönetimine yetmeyince üniversitelilere soruşturma bitine kadar okula giriş yasağı kondu.

Karamanoğlu Mehmetbey Üniversitesi 2013/2 KPSS tercih kılavuzunda, 1 kişilik bilgisayar işletmeni kadrosunda gerekçesi belirtilmeden sadece "İlahiyat lisans" ve ya "İslami İlimler lisans" mezunu olma şartı gerektiği yazıldı. Oysaki önceki yıllarda fakülte mezunu olma şartı aranıyordu

Tayyip çocuklarına üniversitecik açıyor

İran'dan Kafka, Mumch ve Gregor Samsa'nın bulunduğu bir tiyatro afişi/ Kafka'nın Arkadaşı adlı oyundan

Senin dünya sandığın yuvarlak annenin güvelerini beslediği çeyiz sandığı Füsun Sarıgül Ankara Üniversitesi SBF

S

kitapları ararken cesedi bulması ve cesedin üzerinde bir böceği fark etmesi olayların akışının özetidir. Cesedin gömleğinin içine baktığında kalbindeki kurşun deliğinden bir böcek çıkar. Öykü boyunca hissedilen bir şeydir cesedin dışlanmışlığı, intiharındaki sebep ve tavan arasında yıllarca kalıp çürümemesi. Orada sevgilisi bir cümle kurmuştu o böceği görünce; ‘Seni çok mu yalnız bıraktılar sevgilim? ‘. Okuduğumdan bu yana zihnimi fazlaca kurcalayan bir şey; Gregor Samsa gibi ve hatta Gregor Samsa’nın o cesedin içinden çıkan böcek olduğunu düşünmüştüm. Örnekler aslında bir gazete yazısı ile bitirilemeyecek kadar fazla. İnsanı baskı altında tutmak üzerine kurulmuş bir düzen ve bunun devamlılığı için her türlü kötü muameleyi meşru imiş gibi gösteren bir iktidarlar dizisini görüyoruz. Kendini dahi seçemediğin bir dünyada, iktidar baskısı ve toplumun düzen sevdası daha da artarken, işe gitsen de gitmesen de 'böcekleşen' yapının içindesin. Velhasıl totalitarizmin karşısında bir 'böcek' olarak durmak ve bize zorla yaptırılmak isteneni kabul etmemek oldukça mühim ve güzeldir. Unutmayın: 'Franz Kafka'nın böcekleriyiz!

Üniversitelerden “Müşteri değil öğrenciyiz” sloganı yükseliyor. Üniversitelilerin ucuz ve nitelikli beslenme hakkı mücadelesi bütün üniversitelere dalga dalga yayılıyor. İTÜ Maçka Kampüsü’nde hazırlık öğrencileri Rektör Mehmet Karaca tarafından AKP’li patronlara peşkeş çekilen kantinlere karşı “Müşteri değil öğrenciyiz” diyerek yaklaşık bir aydır kantin boykotu yapıyor. Öğrenciler tarafından Ali İsmail Korkmaz adı verilen öğrenci kantininde temel talepler olan kahve, su, çay ve poğaça fiyatlarındaki zamlar geri çekilene kadar öğrenciler mücadeleye devam edeceklerini vurguladı. Ayrıca mücadele içerisinde belirlenen taleplerin hazırlık öğrencilerinden oluşan sınıf temsilcileri ve Maçka yönetimi arasında

kurulan kantin komisyonuyla takipçiliği sürdürülecek. Boğaziçi Üniversitesi öğrencileri üniversitelerine açılmaya çalışılan bankaya karşı “Bizler banka değil öğrenci kantini istiyoruz” diyerek hem beslenme haklarını savundular hem de “Üniversitede bankanın işi ne?” dediler. En son olarak banka alanını işgal eden üniversiteliler alana gezici öğrenci kantini kurdular. Uludağ Üniversitesi öğrencileri iki haftadır yürüttükleri yemekhane mücadelesini kazandı. Üniversitelilerin talepleri yemeklerin ikinci öğretim öğrencilerine de çıkarılması, vejetaryen menü çıkarılması, yemekhaneye engelliler için geçiş yolu yapılması ve ucuz-nitelikli ye-

YÖK’le gelen yeni yasaklar Direnişin önemli dinamiklerinden olan üniversitelere getirilen yasakların ardı arkası kesilmiyor

mekti. Üniversiteliler toplanan 5000 imza ile Rektörlük binasına “Müşteri değil öğrenciyiz biz bu yemeği yemeyiz” sloganı eşliğinde yürüyrek taleplerini Rektörlüğe ilettiler. Temsilci bazında yapılan görüşme sonucunda taleplerini kabul ettirdi. Ayrıca yemeklere 2 yıl boyunca zam yapılmama sözünü de alan üniversiteliler sürecin takipçisi olacaklarını belirttiler. Dumlupınar Üniversitesi öğrencileri de yemekhane hakları için mücadele ediyor. Üniversiteliler kapatılan yemekhanelerini geri istiyor, yemekhane haklarını kazanana kadar kendi yemekhanelerini kuracaklarını ve güvenlik tacizlerine rağmen boykot mücadelelerine devam edeceklerini söylediler.

12 Eylül Darbesi’nin ruhunu taşıyan 1985 tarihli YÖK Disiplin Yönetmeliği YÖK Başkanı Gökhan Çetinsaya’nın iddialı “demokratikleşme” söylemleriyle 2012 yılında değiştirilerek uygulamaya konmuştu. Yeni yönetmelik, tartışıldığı süreçte “özgürlük” kelimesini ağzından düşürmeyen Çetinsaya’nın iddia ettiği gibi çıkmadı. Yapılan değişiklikler yalnızca biçimsel değişiklikler olarak ortaya çıktı. Afiş asmanın, bildiri dağıtmanın serbest olacağı iddia edilirken ifade özgürlüğü yine izne bağlanmış ve üniversite yönetiminin denetimine bırakılmıştı, üstelik özgürlükler çerçevesinde değerlendirilmemiş, yalnızca cezai olarak bir indirim yapılmıştı; yani değişiklik-

ler zaten yüzeyseldi. Şimdi de YÖK yeni yasaklarla geliyor. Çetinsaya’nın “nostajik” bulduğunu belirttiği öğrenci protestolarını önlemek için yeni disiplin uygulaması getirdi. Gündeme gelen YÖK Disiplin Yönetmeliği değişikliği ile birlikte üniversiteye “önleyici uzaklaştırma” şeklinde bir disiplin suçu geliyor. Buna göre soruşturma geçiren öğrenciler, haklarındaki inceleme tamamlanmadan okuldan uzaklaştırılabilecek. Yalnızca okul değil, okula ait bütün eklentilere girişlere de yasak gelecek. Yine üniversite yönetiminin insiyatifine bırakılan kararlarda nasıl bir ölçüt kullanılacağı da meçhul. Kim bu paydaşlar? Çetinsaya söz konusu değişiklikle

KYK bir yenilik daha yaptı: Kur’an kursu Kredi Yurtlar Kurumu Genel Müdürü Prof. Dr. Recep Kaymakcan ile Diyanet İşleri Başkanlığı Eğitim Hizmetleri Genel Müdürü arasında “KYK’ya bağlı yurtlarda Kur’an eğitim ve öğretimi kursu açma işbirliği protokolü” imzalandı. Bu protokolün amacı “Kuran-ı Kerim öğrenme ve İslam dininin inanç, ibadet ve ahlak esasları ile Hz. Peygamber’in hayatı ve örnek ahlakı hakkında bilgiler almak” olarak belirtiliyor. Adana’da KYK'da kalan öğrencilerden parmak izinden Kur’an yoklaması alındığı yönünde bilgi edinildi. Öğrencilerin giriş ve çıkışlarda kullandıkları parmak izi sistemi uygulaması ile beraber öğrenciler alınacak yoklamadan sonra Kur’an dersine girmek zorunda kalacaklar.

ilgili bir değerlendirmesinde “Artan öğrenci olayları hızlanınca paydaşlarımızdan çok eleştiri geldi, bu eleştirilere dayanamadık” demişti. Çetinsaya’nın bahsettiği paydaşların kim olduğu gizemini korurken, Gezi olaylarının hemen ardından böyle bir değişiklik yapılması dikkat çekti. Değişiklikten sonra üniversitelerdeki soruşturmalarda da ciddi bir artış göze çarpıyor. YÖK’ün kuruluş yıldönümünde “Akademik Özgürlük Bildirisi” adı altında yayınlanan bildiride göze çarpan değişikliklerle gelen soruşturmalar üniversitelilerin ifade ve örgütlenme özgürlüğünü ciddi biçimde kısıtlamaya yönelik.

SIYAH MAVI KIRMIZI SARI

anatta böcek üzerine çokça tartışılan ve çokça incelemeyi gerektiren bir imgedir bana kalırsa. Yukarıda geçen dize Özge Dirik’e ait. Franz Kafka’nın Gregor Samsa’sı, Özge Dirik’in şiirleri, Mehmet Aksoy’un böcek evi, Mehmed Uzun’un Sen’i ve hatta Oğuz Atay’ın Unutulan öyküsünde tavan arasındaki cesedin kalbinden çıkan böcek… Böcek imgesinin düzenin dışına çıkmış insanlar tarafından bu kadar benimsenmesi elbette tesadüf değildir. Düzene ayak uydurmayan ve bozulan sisteme karşı gelen insanların ortak özelliği böcek ile insan arasındaki hiyerarşiye inanmamaları. Yani insani büyük, muhteşem; böceği mide bulandırıcı, kötü görmemeleridir. Özge Dirik oldukça genç yaşta intihar etmiş bir şair hatta memur; Kafka gibi. Kafka, Gregor Samsa’yı bir sabah böcek olarak uyandırır Dönüşüm’ de. Ailesi Gregor’ u bir odaya kapatır, onlar için utançtır evin içinde gezen bir böceğin olması. Gregor kardeşinin keman çalmasını yakından izleyebilmek için onlara yaklaştığında evdekiler onu dışlar; hep bir dışla-

ma, hep bir tiksinti. Dönüşüm dışındaki kitaplarına bakacak olursak da bu durum ile karşılaşırız. Sıkça rastlanır toplumun dışına itilmişlik, buhranlar ve yalnızlık. Bunların hepsini böcekte toplar toplumsal algı çünkü böcek ‘mide bulandırıcı’ dır. Romana sabit okuyucu gözünden çıkıp baktığımızda asıl mide bulandıranın Samsa’nın çevresinde dönüp dolaşan düzen olduğunu görebiliriz. Aynı biçimde bu durumu Edvard Munch’ un Madonna tablosunda da görürüz. Madonna devasadır, kusursuzdur ama tablonun köşesinde ‘böcekleşen’ bir nesnenin olması dikkate değer bir durumdur. Küçük, Madonna’nın yanında ezilen bir nesne halinde durmaktadır. Daha da farklı bir örnek vermek gerekirse Mehmed Uzun’un Sen adlı romanındaki böcek. Mide bulandıran adaletin karşısında bir kasenin içinde dönüp dolaşarak romandaki kişiye yoldaşlık eder; işkenceler boyunca böcek ile konuşup durur kişi. Oğuz Atay içinde bu durum geçerlidir. Oğuz Atay’ın öykü kitaplarından biri olan Korkuyu Beklerken’ de Unutulan adında bir öykü vardır. Kitap üzerine yıllardır yapılan bir yorum vardır; asıl ‘tutunamayanlar’ bu kitaptadır derler. Unutulan’ da kadının tavan arasına çıkması, eski

Üniversiteliler beslenme hakları için ayağa kalktı

SAYFA 5

Kendini dahi seçemediğin bir dünyada, iktidar baskısı ve toplumun düzen sevdası daha da artarken, işe gitsen de gitmesen de 'böcekleşen' yapının içindesin. Velhasıl totalitarizmin karşısında bir 'böcek' olarak durmak ve bize zorla yaptırılmak isteneni kabul etmemek oldukça mühim ve güzeldir. Unutmayın: 'Franz Kafka'nın böcekleriyiz!

Aldığı ‘gemicikler’ yetmemiş olacak ki Tayyip Erdoğan'ın oğlu, kızı, damadının ağabeyi, oğlunun kayınvalidesi, eniştesi ve kızının eltisinin içinde bulunduğu Türkiye Gençlik ve Eğitime Hizmet Vakfı, İbn-i Haldun isminde özel üniversite açıyor. Vakfın yönetim kurulu başkan yardımcılığını yapan Bilal Erdoğan’ın da kurucu isimler arasında bulunduğu üniversitenin "ihtiyaç doğduğu için" açıldığı söylense de her geçen gün özelleştirilen eğitim ve bununla beraber açılan "vakıf" üniversitelerine bir yenisi daha Erdoğan ailesi tarafından ekleniyor.


MAVI KIRMIZI SARI

Üniversite

Kültür Sanat

21

KTÜ'de üniversiteliler kanser hastalığı sonucu 23 yaşında hayatını kaybeden Edebiyat Fakültesi öğrencisi olan arkadaşları Ahmet Yılmaz'ın adına doğduğu yer olan Tonya'da Feride Ahmet Şener Ortaokulu'na kütüphane kuruyor (Katkı sunmak isteyenler 05393576556 numaralı telefondan ulaşabilir).

SAYFA 04

inan temelkuran

Tiyatrolar üzerine deneme

barıs. . atay

Üniversiteli olmak

Çöpe atılan bir tablonun ardından, bir sanatsever daha tablosuna kavuşuyor Ali İsmail Korkmaz Eskişehir’de Gezi eylemleri sırasında sokak ortasında katledildi

Büyüyünce ne olmak istiyorsun sorusunun karşılık bulmadığını anladığın yerdir üniversite. Hayalini kurduğun mesleğin; sistemdeki çarpıklık yüzünden senden çok uzakta kaldığı ve daha sonrasında yaparken hiç hoşlanmayacağın bir meslek için yıllarca dirsek çürüttüğün yerdir. Elbette geçirdiğin zaman açısından hayatında özel bir yeri vardır. Güzel arkadaşlıklar, aşklar, tek başına ayakta durmanın ya da bir birey olduğunu fark etmenin, fark ettirmenin verdiği haz. Fakat her şeye rağmen zordur üniversiteli olmak. Hele bir de okuyan, araştıran, düşünen, irdeleyen, soran bir öğrenciysen… Beceriye ve yeterliliğe değil, yarışmaya ve ezbere yönelik bir sistemin mağduru olarsak girdiğin üniversitede, şanslı azınlık dışında kalanlar, ailelerin “olaylara bulaşma, önce okulunu bitir” uyarıları arasında okumaya çalışırken, ülkesinde ve dünyada yaşanılanlara duyarlı olmayı, ses çıkarmayı tercih ettikleri zaman, aile uyarıları yerini baskılara bırakır. Önce okul yönetimi; kınayarak, uyararak, uzaklaştırarak kulağını çekmeye çalışır, yetmez, devlet gelir, terörist der, örgüt der, tutsak eder. Parasız eğitim dersin, yıllarca hapisle karşı karşıya kalırsın ama seni hapseden “bakın üniversite harçlarını kaldırdık” deyip bir anda üniversiteli dostu (!) olur. Bu sefer sıra, 2. öğretim de parasız olsun diyenlere baskı uygulamaya gelmiştir. Çünkü sen düşünemezsin. Senin yerine hep birileri düşünür. Senin yapman gereken okumaktır (!). Ne okuyacağına tabi ki sen

karar veremezsin. Ders kitabı neyine yetmez ki? Kafanı devlet düşmanı(!) fikirlerle dolduracak her şeyden uzak durmalısın. Hopa’ya destek verirsen eşkıya olursun, Gezi’ye destek verirsen çapulcu. Hatta kızlıerkekli kamp yapıp, denize girersen aileni arayıp terörist kamplarında eğitim aldığını bile söylerler. Çünkü dünya düzeni böyle işler. Ürkütücüdür kafası çalışan, düşünen üniversiteli. Birileri için tehdittir. Ne kadar çok olurlarsa karşısındakileri o kadar çok korkuturlar. O yüzden okuldan atılmakla, hapisle (!) terbiye edilmeye çalışılır. Fikirleri tutsak edebileceklerini sanırlar. Ormanına sahip çıkan üniversiteliye “Bunlar üniversiteli değil” derler. Polisle, gaz bombasıyla sindirmeye çalışırlar. İşe yaramayan her operasyondan sonra daha sert gelmeleri korkularındandır. Güzel bir geleceği kuracaklarına inanan ve bunun için mücadeleden hiç vazgeçmeyen, hiçbir baskıdan korkmayan, geri adım atmayan üniversitelidir kabusları. Onlar da bilirler ki kazanamayacakları bir kavgaya girmişlerdir. Hiç bitmeyecek bir kabusun içinde çırpınmaktadırlar. Öte yandan; bu kadar mücadelenin içinde bir de ders geçmek, mezun olmak lazım tabi. Dayatılan hayatı yaşamamak, daha güzel bir dünyanın mümkün olduğunu gösterebilmek için mücadeleye devam etmek lazım. Dedim ya zordur üniversiteli olmak. O halde kolay gelsin dostlarım. Mücadelenizi selamlıyorum. Sevgi ve saygıyla…

ALİ İSMAİL’İN DAVASI KAYSERİ’YE KAÇIRILDI

Adalet saklambaç oynuyor “Güvenlik” gerekçesiyle Eskişehir’den Kayseri’ye alınan davada tanıklar Eskişehir’de, müştekiler Hatay’da ifade verecek. Ancak karar Kayseri’deki mahkemeden çıkacak Ali İsmail Korkmaz, Eskişehir'de Gezi Direnişi’nde polisin müdahalesinin ardından ara sokağa kaçtığı sırada, eli sopalı sivil polisler ve “Biz devletin polisine yardım etmek istemiştik” diyen esnafın işbirliğiyle sokak ortasında ağır bir şekilde dövülerek ölüme terkedildi. 38 gün yoğun bakımda kalan Ali İsmail hayatını kaybetti. Eskişehir Valisi yargılama başlamadan “Kendi arkadaşları yapmıştır’’ açıklamasını yaptı ve Ali İsmail’in dövülme görüntülerini ortaya çıkaran İsmail Saymaz’a attığı tehdit içerikli mesajla gündeme geldi. Delillerin toplanması evresinde birçok hukuksuzluk yaşandı. Ali İsmail’in öldürüldüğü sokaktaki işyeri ve MOBESE kameralarının bozuk olduğu söylendi. Ulaşılan kamera kayıtlarında ise silinmelerin olduğu anlaşıldı. Dezenformasyona uğratılan görüntülerin bilirkişi tarafından silindiği ortaya çıktı. Olay günü sözlü talimatla görevlendirildiği anlaşılan TEM polisleri ve onlara o emri veren amirler dava kapsamına alınmadı. Davada biri polis memuru 5 tutuklu ve 3’ü tutuksuz olmak üzere toplam 4 polis yargılanıyor. Öte yandan Ali

İsmail’i hastaneden ağrı kesici yazarak gönderen doktora ve polise ilk etapta soruşturma izni verilmediğini de hatırlatmakta yarar var. Daha önce birçok siyasi davadaki gibi yargılama yerinin değiştirilmesi yoluna başvuruldu. 20 Kasım’da Eskişehir’de yapılacak olan duruşma “kamu güvenliği” gerekçesiyle, Kayseri’ye taşındı. Kayseri 3. Ağır Ceza Mahkemesi ise iş yoğunluğunu öne sürerek duruşmayı 3 Şubat tarihine ertelemişti. Tanıkların, sanıkların ve

müştekilerin ayrı illerde olması, tanıkların ifadelerinin daha önce alınmaya çalışılması -daha önce sanıkların ifadelerinde birçok çelişki vardı- adalet nerede sorusunu akıllara getiriyor. Öğrenci Kolektifleri de yaptığı açıklamada: “AKP bizi şaşırtmıyor, artık adaletsizlik ve hukuksuzluk bu memleketin bir gerçeği haline geldi. Gençlikten kaçamazsınız! Fizan’a da gitseniz peşinizdeyiz!” diyerek verilen karara tepki gösterdi.

Oyun eski oyun Son olarak Ali İsmail Korkmaz davasının Eskişehir’den Kayseri’ye taşınmasıyla gündeme gelen, yargılamanın yapıldığı şehrin ‘kamu güvenliği’ nedeniyle taşınması bir ilk değil daha öncede birçok siyasi davada örneği görülen bir du-

rum haline geldi. Örneğin 1995 yılında gerçekleşen Gazi Katliamı davasında gü-

giden aileler defalarca sivil faşistlerin saldırısına uğramış, otobüsleri taşlanmış, linç girişimlerine maruz kalmışlardı. Üniversiteli 5 yıl boyunca gerçekleunutmuyor şen 31 duruşmanın ardından Gazi venlik gerekçe- Katliamı sanıksiyle duruşma- larından sadece nın yapıldığı 2 polis hüküm şehir değişmiş- giymiş ve arti. Trabzon’a ta- dından cezaları şınan davaya da ertelenmişti.

Bu çöp sanat kokuyor 1975 İstanbul doğumlu sanatçı Efe Işıldaksoy eserlerini gece yarılarında çöp kenarlarına bırakarak takipçilerine twitter adresinden duyuruyor Bugüne kadar ismi de yaptıkları gibi pek duyulmayan ''marjinal'' bir sanatçı Efe Işıldaksoy. Dünyada çöpleri sanat eserine çeviren ya da akla gelmeyen nesneleri sanat eserine çevirenlerin var olduğunu biliyoruz. Ancak Efe Işıldaksoy'un eserlerini sergileme tarzı belki de dünyada ilk. Tanıtması da oldukça ilginç #kafalarhepkarışık projesi ile eserlerini çöpe atma yolunu seçmiş. 1975 İstanbul doğumlu sanatçı eserlerini gece yarılarında çöp kenarlarına bırakarak takipçilerine twitter adresinden duyuruyor. Gece yarısına aldırmayan takipçileri ise İstanbul'un neresinde olursa olsun Işıldaksoy'un deyimiyle ''çöp'' lerin peşine düşüyor. Efe Işıldaksoy'un eserlerini çöpe atma sebebin ise eserlerinin parayla satılmadığını göstermek ve bundan dolayı

çöpten farksız olmaları. #kafalarhepkarışık projesindeki amaç, paranın egemen oluğu dünyada sanatın parayla satılmasına karşı çıkmak. İlk aşamada 15 eser yapıp çöpe atma kararı alan sanatçı ilginin beklediğinden fazla olduğunu görünce devam kararı almış. Proje dahilinde yakın zamanda Türkiye turnesine çıkan sanatçı ve insanlarla '' Bugüne kadar yaşadıklarınızdan neler çıkardınız? '' sorusu üzerinden röportaj yapıp 1+1=3 adlı videoyu hazırladı. Sanatçının soru sorduğu insanlar ve soruya verilen cevaplar ilgi çekici. Kimseye güvenmemek olduğunu söyleyen de var, '' koyun yetiştirmek '' olan da Ayrıca sahnelerde Live Visual(görsel canlılık) yapan

Işıldaksoy sahnelerden aldığı ilhamdan olsa gerek İstanbul Calling adlı müzik grubunun da daimi üyesi. Yaratıcılık alanını her konuda geliştirmek isteyen sanatçının bir de animasyon dizi/film projesi var. Sanatçı kişiliği Işıldaksoy'u sorumlu bir birey haline getirmiş. Gezi Direnişi’nde uygulanan şiddete de, AIDS adlı bir sergi hazırlayarak bu sergide toplumun AIDS’li insanlara bakış açısına da dikkat çekmiş. Daha önce kimsenin aklına gelmemiş yöntemiyle övgü toplayan Işıldaksoy'un eserlerine ulaşmak da hayli güç. Yola çıkmaya kalkıştığınız saatte bile eser alınmış olabilir. Gitgide takipçileri artan sanatçının eserlerine ulaşmak istiyorsanız çöp kenarlarında sabahlamanız gerekebilir. Efe Işıldaksoy’un Twitter adresine ulaşmak için : https://twitter.com/rastarules

Bu kadar kim aday olacak tartışmalarının arasına ortak aday insiyatifiyle girelim dedik ama pek başarılı olamadık. Olsun. Denemiş olduk. Şimdi de bir fikir denemesi yapalım. Büyük şehirlerimizde özel tiyatrolar, şehir tiyatroları, belediye tiyatroları ve devlet tiyatroları var. Küçüklüğümden beri bitmeyen sorudur “Ne olacak bu tiyatroların hali?”. Birinin içeriğinden memnun değildir kimse ,eski bulur çünkü, diğeri destek ister ,hakkıdır, ötekinin yönetimi ile ilgili sorunlar herkesin canını sıkar vs… Küçüklüğümden beri en azından iki yılda bir televizyonda tiyatrocuların bu konuda tartıştıklarını görürüm. Böyle bir alanda karşılıklı yardıma dayanan bir ekonomik model önermek isterim. Örneğin; İzmir Belediyesi bir yapım şirketi kursa. Belediye İzmir Fuarı içindeki dev platolardan birini dizi/film çekimi için bir stüdyo haline getirse ve bunu o şirkete kiralasa. Bu stüdyoda çekilen ve montajlanan projeleri herhangi bir özel kanala satsa. Elde edilen gelirden arta kalanlar özel tiyatrolara destek olarak dağıtılsa. Bu desteğin karşılığında özel tiyatrolarda oynayan oyuncular, belediye dahilinde tiyatro kursları verse. Hukuki yanlarını şimdilik bir kenara bırakıyorum ama bahsettiğim sistemin çok da olmaz bir yanı yok sanırım. Hatta daha ileri giderek söyleyeyim: Elinizde iyi bir yazar kadrosu varsa, ilk üç dört bölümü değil, düzgünce yazılmış 13 bölümü böyle bir sistemle çekebilirsiniz. Bilindiği üzere genellikle 4 bölümden sonra dizinin yazılıp yazılmayacağı belli olduğundan belli bir noktadan sonra her bölüm bir haftada yazılır hale geliyor. Hal böyle olunca kimse de ondan sonra ne yazarda

ne de yönetmende kusur aramasın. Peki senarist gruplarına diyelim 1 yıl içinde sindire sindire yazacakları bir metin için belediyenin ödeyeceği para ne olur? Bunu ben olsam çok dert etmem. Doğru düzgün yazılmış, doğru düzgün oynanmış bir şeyin kazanacağına inanırım. Kazanmasa bile zaten aynı işi yapmakta olan insanların kaybedecek bir şeyi olmaz; sadece işveren değişir. Üstelik bu sefer oyuncularından, ışıkçılarına ne kimse 16 saat çalışır, ne de kahvede oturup “Şu diziden şu kadar param kaldı içerde” diye konuşmaz. Aslında bu söylediğim şeyi TRT birazcık da olsa yapıyor. Elbette TRT’nin bugünkü politik-estetik sınırları dahilinde. Yukarıda İzmir Belediyesi dediğime bakmayın. Herhangi bir belediyenin veya belediyelerin tek başlarına ya da işbirliği içinde özenle yapıp para kazanabileceği bir alan. TRT gibi bir baskının olmadığı yerde neler neler yapılır bir düşünün. Ha üzerinize maliyeyi salarlar mı? Onu zaten yapıyorlar. E öyleyse bir düşünün Zeki Demirkubuz’un Ayfer Tunç’ la birlikte muazzam bir dizi yaptığını… Neden olmasın! Devlete sınırlarımızı korusun diye vergi verdiğimiz zamanları çoktan geçtik. Bedensel sağlığımızı geçtim, ruh sağlımızı korumak, ruhumuzu zenginleştirmek de hepimizin (özel, tüzel) ve dolayısıyla devletin görevi. Önümüzde belediye seçimleri var diye belediye dedim. Ama siz sadece bir hayal edin : Belediyenin bedava tiyatro kursuna her hafta bir misafir geldiğini düşünün: Ahmet Mümtaz Taylan, Rıza Kocaoğlu, Ali Atay... Böyle olursa, dizi de, kurs da, özel tiyatro da, şehir tiyatrosu da sağlam olur… Bence.


22

Kültür&Sanat Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi’nde işten atılan Devrimci Sağlık-İş üyesi sağlık işçileri hastane içerisine çadır kurup direniş başlattı. Özel güvenliklerin çadırları dağıtmasına karşı işçiler çadırların eksiklerini giderip çadırlarını tekrar kurdu. Direniş 29 gündür devam ediyor

Irkçılığa karşı mücadelenin sembolü, eski Güney Afrika Devlet Başkanı Nelson Mandela 95 yaşında hayatını kaybetti. Akciğer enfeksiyonu nedeniyle 8 Haziran’da hastaneye kaldırılan ve Eylül ayında taburcu olan Mandela, 5 Aralık günü hayata gözlerini yumdu

aysenur . arslan

GEÇ GELEN ŞÖHRET

Gençlik gelecek

Sixto Rodriguez Ankara halkına ve ODTÜ’ye savaş açan Gökçek, meclis şovuyla tekrar aday gösterildi

Velhasıl onlar vurdu, biz büyüdük kardeşim mişken ‘daima uyanık kalmak için günlerce gezi’de uyuyan’ çocuklar tabii ki kendilerine en çok benzeyen abilerinin en güzel şiirlerini yazacaklardı duvarlara o çirkin el yazılarıyla. Çok da uzun zaman olmamıştı yalnızlıktan ve umutsuzluktan, aşktan ve gariplikten yazılmış o birkaç dizelik iç çekişlerde kendimizi bulalı. Bayan Nihayet’e giden yollar kapalı diye üzüleli, elden ele dolanan karanfille bir sevdayı büyütmenin umuduyla dolalı. Adımızın ne kadar güzel olduğunu sevdiğimizin ağzından duyunca anlayalı, sevgimiz acıyalı, sıraya şiir yazdık diye azar yiyeli, defterlerimizi sadece şiir yazmak için açalı. İkinci Yeni’yi anlamıyorlardı, bizi de anlamıyorlardı ve anlamadıkları için en dışarı itiyorlardı, dengemizi bozuyorlardı. “Ben bu gençliği anlamıyorum!“larla, “Aman bunlardan bi’ halt olmaz!”larla büyümek zordu, her

şeyi anlamaya çalışmak zordu, akıp giden sokaktan başka hiçbir şeyimiz yoktu. Belki de yalnız bunun için kalabalık olmuştuk caddelerde, yalnız bunun için söylemiştik hürlüğün şarkısını. Anlamıştık ki, Turgut Uyar’ın “Tuttukça güçleniyorum, kalabalık oluyorum” dediği el, tanımadığımız birinin eli de olabilirmiş pek ala. Kendimizi oyuncaklarımız olduğuna inandırdığımız zaman, devlet dersinde yedi çocuk öldürülmüştü, bir teneffüs daha yaşayamadan. Hep arka sıralarda oturmuş, o sıralara sevdiği şiirleri kazımış, gömleğini pantolonunun dışına çıkarmış, tuvalette sigara içmiş, okuldan kaçmış ama hiçbir kavgadan kaçmamış çocuklardık. Korkmadık, kaçmadık, tereddüt etmedik, “Eve dön” uyarısına uymadık; o uyarıyı yapanları evlerine yolladık. Ece Ayhan’ın dediği gibi: Velhasıl onlar vurdu, biz büyüdük kardeşim.

AKP yerel seçim için start verdi Yerel seçimlerde AKP’nin belediye adayları, “üstün hizmetlerinden” vazgeçilemeyen vekiller arasından seçildi Yerel seçimler yaklaşıyor. Bununla birlikte partiler başkan adaylarını açıklamaya başladı. AKP'de başkan adayları büyük oranda değişikliğe uğrasa da Ankara'ya ''deniz getiren'' Melih Gökçek yeniden aday gösterildi. Değişenler ise biraz manidar. AKP tüzüğüne göre üç dönem seçilen milletvekili bir daha aday gösterilemiyor. Ancak vekillerin ''üstün hizmetlerinden'' vazgeçemeyen AKP hükümeti üçüncü dönemini dolduran vekilleri

de belediye başkanlıklarına aday gösteriyor. Adalet Bakanı Sadullah Ergin seçilme süresini tamamlayanlardan biri. Son seçimde veda konuşması yapmadan Adalet Bakanlığı koltuğunu bırakıp Hatay'dan başkan olmaya aday. Öte yandan Ethem Sarısülük'ün katili Ahmet Şahbaz'ın -bir insanlık suçunun- avukatı Hüseyin Yelkovan da Altındağ Belediye Başkan adayı. Son duruşmada "Katil arıyorsanız aynaya bakın" diyen Yelkovan ''Başkan çalışa-

cak Altındağ kazanacak'' sloganıyla seçim çalışmalarına başladı. Üç dönemi tamamlamadan aday olanlar da var. Onlardan biri de Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı olan Fatma Şahin. AKP'nin gerici kadın politikalarını sistemli bir şekilde sürdürmüş olan Şahin şimdi de yerel seçimlere aday. Seçimi kazanmak uğruna siyaseti soyunma odasına kadar taşıyan Şahin, Gaziantepspor oyuncularına 500 bin lira prim teklif etmişti.

ETHEM SARISÜLÜK DAVASI BU KADARI DA OLMAZ DEDİRTTİ

İyi uykular adalet Haziran Direnişi sırasında Ankara’da Ethem Sarısülük başına isabet eden polis kurşunuyla hayatını kaybetmişti. Yaşananların ardından Ankara Başsavcılığı, Ethem’i vuran polis memuru Ahmet Şahbaz hakkında dava açmıştı. Davanın 3. duruşmasına daha önceden adliyeye peruk ve takma bıyıkla gelen Şahbaz, bu defa duruşmaya telekonfrans yöntemi ile bağlanarak ifade verdi.

Şahbaz’ın telekonfrans yöntemiyle mahkemeye bağlanması üzerine Sarısülük’ün avukatları kimlik kontrolü yapılmasını talep etti. Kimlik kontrolünün ardından iddianamenin okunmasına geçildi. İddianamenin okunması sırasında hakim ve savcının uyukladığı görüldü. Duruşma boyunca mahkemenin tarafsızlığına yönelik çok sayıda eleştiri olduğunu söyleyen mahkeme he-

yeti, davadan çekildiğini ve dosyanın 7. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından inceleneceğini açıkladı. ‘Vurduğumu bilmiyordum’ sözünü yalanladı

Ahmet Şahbaz daha önceki duruşmalarda yaptığı savunmada “Olay sırasında bir kişinin yaralandığını iki-üç gün sonra öğrendim” demişti. Ancak 3. duruşma sırasında yaptığı savunmada olay günü raporlu olduğunu iddia etti.

Birkaç yıl öncesine kadar haberler “her 4 gençten biri” diye başlardı. Artık “her 3 gençten biri” diyoruz. Üniversiteyi bitirip de işsiz kalan gençlerimizden söz ederken… Evet üç diplomadan biri duvar süsü olmaktan öteye gidemiyor. İş, gelecek vadetmiyor. Ama istatistik bile kızlı-erkekli “eşit” değil. Çünkü üniversite bitirmiş genç kadınlarda “işsizlik” oranı daha yüksek. Şaşırtıcı değil. İktidar, iktidarın ortakları kadınlara “evlenin, çocuk doğurun” demiyor mu! Gençlerimiz her şeye rağmen umutlarını yitirmiyor. Okuyor. Hem de nasıl sıkıntılar pahasına. Bu yıl, yaklaşık 880 bin öğrenci üniversitelere kayıt yaptırdı. Mevcut öğrencilerle birlikte sayı 3 milyonun üzerine çıktı. Peki, bu gençler için devlet ne yapıyor? Sadece 374 yurtta sadece 310 bin öğrenciye barınma olanağı sağlıyor. Ama o yurtlar ancak “iyi çocuklara”açık. Kızlarla erkekleri ayırdılar. Yetmedi Örneğin İstanbul’da Vezneciler Kız Yurdu’nda tüm erkek çalışanlar kovuldu. Yerine kadınlar alındı. Şimdi kavga ettiklerine aldanmamak lazım. Cemaat yurtları, yoksul öğrenciler için neredeyse tek seçenek kılındı yıllarca. Gençler, daha puanlarını öğrendikleri gün – nasıl oluyorsa- telefonla aranıp tebrik edildi. Cemaat yurtlarına davet edildi. Otogarlarda karşılandı. İktidarın da, iktidar ortaklarının da amaçları, hedefleri çok açık. Dolayısıyla şaşıracak bir durum yok. Ama nasıl olup da uzak / yakın geçmişten ders almıyorlar.. Gençleri susturamayacaklarını, bu ülkeyi teslim alamayacaklarını anlamıyorlar.. İşte buna şaşırıyorum. Gençlerin gelecek umutlarını paramparça edeceksiniz.. Her hak talebinde TOMA’larla üzerlerine saldıracaksınız..

Bugün “hata” olduğunu Bakanınız’ın bile kabul ettiği HES protestolarında öldürmeye, sakat bırakmaya varacak kadar şiddet uygulayacaksınız.. Öldürüp, üstüne bir de “ölmekten dolayı suçlu” ilan edeceksiniz.. Gençlere “öteki dünya umudu” ve sadakadan fazlasını vadetmeyen cemaatleri, tarikatları önereceksiniz.. Sonra da, “bu gençler niye isyan ediyor, neden uslu durmuyor” diye (güya) kafa yorup komplo teorilerine sarılacaksınız. Anlayamayacaksınız! Anlayamayacaklar. Çünkü, güçle kirlendiler. Aklı, bilimi reddederek sadece GÜÇLE her şeyi halledebileceklerini zannettiler. Böyle bir “zamanda” kolektif akıl / kolektif üretim / kolektif yaşam her şey demek. Soru sormayı unutmamak.. Kızlı-erkekli elele yürümek.. Dogmaya karşı bilimi savunmak demek. Üstelik, bu “gençliğin enerjisi” ile yapılıyorsa, iktidar şaşırmakta.. Daha önemlisi KORKMAKTA haklı.. Ben gençliğimi 40 yıl kadar geride bıraktım. Ancak “dünyayı değiştirme, yaşanabilir bir yere dönüştürme hayali” yaşlanmıyor. Gezi’de sizlerle birlikte sabahlayamadım. Yürürken, koşarken sizlere yetişemiyorum artık. Ama hep yanınızdayım. Yanınızda olacağım. Parasız eğitim taleplerinizde.. Demokrasi çağrılarınızda.. Ülkenize, ağaçlarınıza, yollarınıza, en önemlisi de GELECEĞİNİZE sahip çıkmaktaki kararlılığınızda.. Yanınızdayız. Aksi, kendi hayatlarımızı hiç yaşanmamış gibi tarihin çöplüğüne fırlatıp atmaktan farksız olur çünkü. Kızlı-erkekli.. Türklü-Kürtlü-Ermenili.. Hepinizi sevgiyle kucaklıyorum.

SIYAH MAVI KIRMIZI SARI

Toplumu sevmiyor denerek toplumdan dışlananlar, siyasetle ilgili yazmıyorlar diye siyasetten anlamaz sanılanlar, bencillikle, şekilcilikle suçlananlar; ama gülmenin bir halk gülüyorsa gülmek olduğunu söyleyenler, bizi yer altından dinleyenlere, son sevişmelerimizi gözetleyenlere, aşklarımızı düzenleyenlere karşı bir bayram denemesi yapalım diyenler… Yani Turgutlar, Edipler, Cemaller, İlhanlar, Eceler; biri açık iki çay söyledikten sonra aşık olanlar, elinden insan olmaktan başka hiçbir şey gelmeyenler, acemiliği efendisi sayanlar, 90 kuşağının kendilerine en çok benzettikleri ‘güzel abiler’i. Yıllarca ‘apolitik, bireyci, faydacı’ olduğu söylenen; ama her şeyi istediği o pahalı telefonun hafızası gibi geniş hafızasına kazıyan, tweet kurcalamaktan, gta’da polis dövmekten sabahlara kadar uyumayan, kimse beklemiyorken ve herkes umudu kes-

bulmuştur. Bu sırada Rodriguez’in bir plağı, söylentiye göre bir turist tarafından, yurt dışına çıkarılmış ve kopyalanarak Avustralya, Yeni Zelanda ve özellikle Güney Afrika’da binlerce kişiye ulaşmıştır. Böylece Rodriguez’in, haberi olmadan, dünya çapında bir hayran kitlesi oluşmuştur. O dönemde Güney Afrika’ya bakıldığında, siyahi çoğunluğun üzerinde beyaz azınlığın hâkimiyetinin bulunduğu bir tablo ortaya çıkmaktadır. Rodriguez’in sistem karşıtı ezgilerinin yayılmasıyla, ülkede bundan ilham alan bazı müzisyenler muhalif düşüncelerini müzik yoluyla dile getirmeye başlamışlardır. Böylece Rodriguez, haberi dahi olmadan, bir ülkedeki muhalif hareketin ilham kaynaklarından biri oldu. Ancak ünü artmasına rağmen hiç kimse onun hakkında bir şey bilmiyordu. Kimisine göre sahnede silahla intihar etmiştir, kimisine göre ise kendini yakmıştır. Bu söylentileri bir kenara bırakarak gerçeğin peşine düşen bir Güney Afrikalı, uzun uğraşlar sonunda 1997 yılında Rodriguez’e ulaşmayı başarır ve böylece onu binlerce hayranı olduğundan haberdar eder, bundan bir yıl sonra da Rodriguez Güney Afrika’da 5000 kişiye ilk konserini verir. Bugün sayısız müzik ödülünün sahibi, konserden konsere koşturan, artık tam anlamıyla dünya çapında tanınan Rodriguez’in başarı hikâyesi işte böyle başlamıştır. Binlerce kişinin ilham kaynağı olmasının en büyük nedeni şüphesiz şarkılarında daha adil bir dünyaya olan özlemini dile getiriyor olmasıdır.

SAYFA 03

İkinci Yeni’yi anlamıyorlardı, bizi de anlamıyorlardı ve anlamadıkları için en dışarı itiyorlardı, dengemizi bozuyorlardı. “Ben bu gençliği anlamıyorum”larla, “Aman bunlardan bi’ halt olmaz”larla büyümek zordu, her şeyi anlamaya çalışmak zordu, akıp giden sokaktan başka hiçbir şeyimiz yoktu

Bir müzisyen düşünün, hayatını yaşadığı toprakların ezgilerine adamış olsun, ancak kendi ülkesinde başarısızlıkla sonuçlanan birkaç albüm denemesinin ardından, bir okyanus mesafesi uzakta tesadüfler sonucunda şöhreti yakalayıp, yaptığı düzen karşıtı şarkılarla bölgedeki ırkçılığa karşı bir sembol haline gelsin… Sixto Rodriguez’den bahsediyorum: 70’li yılların başında iki başarısız albüm denemesinin ardından kariyerinin bittiğini düşünen, bundan 28 yıl sonra kendisine ulaşan bir hayranı sayesinde Dünya’nın öbür ucunda, Güney Afrika’da şarkılarının dilden dile dolaştığını, albümlerinin binlerce sattığını öğrenen ve nihayet şöhrete kavuşan Amerikalı bir folk müzisyeni… 1942’nin Temmuz ayında Meksika göçmeni bir anne babanın altıncı çocuğu olarak Detroit’te dünyaya gelen Rodriguez, 3 yaşında annesini kaybetmesiyle işçi sınıfına mensup babası tarafından büyütülmüş ve müzikle tanışması da babasının Meksika halk şarkılarına olan düşkünlüğü sayesinde olmuştur. Kendi başına gitar çalmayı öğrenen Rodriguez, 1967 yılında ilk teklisini yayınlamış, ancak onu yıllar sonra şöhrete ulaştıracak çalışmaları 1970 yılında yayınlanan Cold Fact ve 1971 yılında yayınlanan Coming from Reality isimli albümleri olmuştur. Bu albümlerin büyük başarısızlıkla sonuçlanmasının ardından plak şirketi Rodriguez ile olan anlaşmasını feshetmiş ve böylece Rodriguez müzikle arasına mesafe koyup, kendisini bir işçi olarak iki kızıyla birlikte geçinebilme mücadelesi içinde


MAVI KIRMIZI SARI

Ülke

Mizah

Kavgada bile söylenmez Cemaat-AKP arasında büyüyen dershane tartışması birbirlerine en sonunda ‘hastalıklı ruh’ dedirtti. Bugün Gazetesi’nde Fatma Şahin ileTayyip Erdoğan'ın el ele tutuştuğu fotoğrafın yayınlanmasının ardından Yalçın Akdoğan, Yeni Şafak’taki köşesinden "Kavganın da bir ahlakı vardır" diyerek eleştiri yaptı. Bu eleştiriye Bugün Gazetesi’nden yanıt gecikmedi: "Anadolu Ajansı tarafından servis edilen bir fotoğraf karesinin farklı amaçlarla kullanıldığını düşünmek hastalıklı bir ruh halinin yansımasıdır."

TOMA’nın yeri

Varsın birileri kavga ededursun, hatta birbirlerinin üzerine içi evrak dolu bavullar atsınlar, biz de köşemizden 25. Kare’leri bulmaya çalışalım. AKP’nin yardımcı yayın organı Yeni Akit partiden istifa eden İdris Bal’ı 1 adet vesikalık fotoğraf ile bulmaca sorusu yapmış, hem de “partisine ihanet eden AK Parti milletvekili” diye. Bülent arınç “siyaset beni bırakıyor” demiş. Ne melankolik değil mi? Vedaları bile ağlamaklı. Siyaset seni bıraktı da sen hala yaka paça bir yerden tutmaya çalışıyorsun yahu!

mış miş muş müş

Dünyanın dört bir yanındaki sorunlara el atan, gözüne kestirdiklerine bir şekilde dahil olan Başbakanın görmesi gerekiyor. Haftada 3 gün makarna yiyoruz, açız.

muğla sıtkı kocaman üniversitesinin rektörü mansur harmandar akp’den muğla belediye başkan adayı olMUŞ.

Samanyolu TV muhabiri canlı yayında yine bir dershane haberi sunarken, hık dedi gitti.

SAYFA 02

Adalet bakanı Sadullah Ergin insanlık onuruna aykırı olan çıplak aramanın “hükümlünün utanma duygusunu ihlal etmeyecek şekilde” yapıldığını savunabildi.

çanakkale 18 mart üniversitesi rektörü sedat laçiner fidan dikme eylemi yapan öğrencilere twitterdan “10 yaşında olsun. meşe, gürgen ve ıhlamur olursa..” yazarak kendi çizdiği çember içinde eğlenMİŞ.

Muğla’da yaptığı konuşmada “Faiz lobisinin en büyük kaynağı kredi kartlarıdır” diyen Tayyip Erdoğan çapulcuların aylardır yanıt aradığı soruyu cevaplamış oldu. Son günlerdeki dershane tartışmalarından sonra cemaat AKP’ye sert çıktı; “Ühü ühü” Tayyip Erdoğan “Kanal İstanbul” adını verdiği çılgın projesiyle bundan sonra “İstanbul’u ikiye yardırtan” olarak anılmak istediğini belirtti.

Çizim: Gökçe Ekin Baran

“Burak Yılmaz hipnotize edilmiş olabilir” diye haber yapan Yeni Şafak insanların telefonla aranarak hipnotize edildiğini ve bu alanda telekinezi yönteminin mucidi Yiğit Bulut’a rakip olduklarını açıkladı.

Tayyip’in sonu, Gezi’nin yolu : Sokak da saflaştırmak esas amaçtır. AKP’nin 11 yıldır muhafazakarlığından taviz vermediği halde bu hamleleri bu dönemde hem de üst üste yapmasından ancak oy kaybetme korkusu açığa çıkmaktadır. AKP Gezi’nin kendinde yarattığı moral bozukluğunu ve güç kaybetme riskini ortadan kaldırmak için gericiliğe sarılmış durumunda. Bu yerel seçimler Tayyip Erdoğan için ise bambaşka bir öneme sahip. Milyonların sokağa çıkmasına vesile olan baskıcı yönetimi ve dış politikadaki başarısızlığı, Erdoğan’ın uluslararası vizyonunu büyük ölçüde kaybetmesine neden oldu. Parti içindeki rakipleri de fırsattan istifade kendi mevzilerini kuvvetlendirme telaşına girişti. AKP’nin akıbetinin ne olacağı sorusunu cevaplayamasalar da tüm AKP kadroları hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağının farkında. Bu yüzden artık anlaşmazlıklar daha gür konuşuluyor. Dershane meselesinde Tayyip-Gülen çatışması iktidar içindeki çatlağın ne denli büyüdüğünün bir göstergesi olarak karşımıza çıktı. AKP’nin kendi içinde bir koalisyon olma durumu olası bir zayıflamada her unsurun gücü kendi eline alma mücadelesine dönüşecektir. Tayyip Erdoğan da durumun farkında elbette. O yüzden yıllardır ortaklık yaptığı cemaatle savaş bayraklarını çekmiş bir görüntü yaratıyor. Partiden tasfiye etmenin, oy kitlesini de kendine bağlamanın bu şekilde de ülkeyi yönetmeye devam edebilmenin hesabını yapıyor. Ama düne kadar ses-

+

Görünen tablo AKP açısından işlerin iyi gitmediği yönünde. 3 seçimlik kritik virajda AKP’nin geriletilmesi sokak muhalefetinin temel görevi olarak görünüyor. Yerel seçim sürecinde AKP’nin neoliberal belediyecilik anlayışına karşı sokakta örülecek muhalefet üniversitelilerin de temel gündemine oturmaktadır

siz, en fazla efkarlı olabilen Gülen hareketi de Tayyip’e ‘kolay lokma’ değiliz mesajı veriyor. Her iki taraf da dershaneler üzerinden eğitimde fırsat eşitliğini ve niteliği tartışıyor gibi görünürken – sanki 4+4+4’ün mimarları kendileri değilmiş gibi- iktidarın pastasından daha büyük pay alabilmenin kavgasını veriyor. Ama her ne olursa olsun bu kavganın iktidar içi bir kavga olduğunu ve iktidar içinde uzlaşıyla çözülmek zorunda olduğunu unutmamak gerekir. Ne de olsa hiçbir iktidar ortağı iktidarı kaybetmeyi göze alacak bir savaşa girişemez. Yerel seçimlere yaklaşırken AKP, Kürt sorunnda da Barzani hamlesini yaptı. Geleneksel devlet stratejisi olarak Kürt oylarını bölmek için alternatif Kürt figürleriyle ittifak yapmak artık alışılagelmiş bir durum. Hem Rojava’ya yönelik tutumuyla hem de ABD ile kurduğu ahbap çavuş ilişkisiyle Türkiye’deki Kürtler açısından herhangi bir çekiciliği kalmayan Barzani ve Şivan-İbo düeti

Türkiye’deki Kürtler açısından çekici bir alternatif olmayacağını AKP’nin Diyarbakır mitinginin sayısal azlığıyla daha baştan kanıtladı. Her ne kadar ABD’den ve Bağdat hükümetinden yenilen azarla askıya alınsa da asıl meselenin Kürt petrolleri olduğu da AKP-Barzani arasındaki gizli anlaşmayla açığa çıktı. Görünen tablo AKP açısından işlerin iyi gitmediği yönünde. 3 seçimlik kritik virajda AKP’nin geriletilmesi sokak muhalefetinin temel görevi olarak görünüyor. Yerel seçim sürecinde AKP’nin neoliberal belediyecilik anlayışına karşı sokakta örülecek muhalefet üniversitelilerin de temel gündemine oturmaktadır. AKP’yi yıkmak için kendi iç kavgalarından medet ummak, AKP’yi destekleyen dış güçlerin desteğini çekmesini beklemek gibi bir beklemeci tavır, Gezi’nin yarattığı direnişçi özneler açısından tercih edilebilir bir yerde durmuyor. AKP’nin gerici söylemlerle harmanlayarak ilerlettiği neoliberal saldırı ancak Tayyip’in ve tüm iktidar ortaklarının en korktuğu yerde “sokakta” durdurulabilir. Ne hallaç pamuğuna çevirdikleri eğitim iktidar içi kavgaya teslim edilebilir ne de “kızlı-erkekli” yaşama yönelik gerici müdahaleye teslim olunulabilir. Gezi’nin yarattığı devasa sel şu an ara sokaklarda akıyor, isyanın en büyük dinamiği üniversiteliler ara sokaklardaki isyanı AKP’nin karşısına, onu yıkacak sel olarak biriktirmelidir. Ne de olsa iktidar ortakları birbirini yese de asıl iktidarı sokaklar belirler.

Ethem Sarısülük’ün davası ikinci duruşmasında savcı derin uykuya daldı.

Adaletin ölüm uykusu!.. Çizim : Koral Erat

yetkili abilerine yaranmak için 51 işçiyi işten çıkarıp ekmeğinden eden hacettepe üniversitesi rektörü murat tuncer beklediği ilgiyi göremeyip soluğu Rusya’da alMIŞ. geçtiğimiz dönem odtü’yü kınamasıyla sağ kulvardan atak yaparak yarışa dahil olan sabahattin zaim üniversitesi yaptığı rektör değişikliğiyle kalan turlarda yarışa tam gaz devam edeceklerini açıklaMIŞ.

BOYA, ÇEK, YAYINLAYALIM

TEK KULLANIMLIK STENCİL KES

T

ürkiye’nin gündelik siyasal akışı Gezi’den sonra epeyce değişti. Eski siyasetin tek hakimi Erdoğan, parti içinde ve sokaktaki muhalefetle uğraşırken bir yandan da yerel seçim sürecine giriş yapmış oldu. Bugüne kadarki seçim süreçlerini iyi yöneten ve oy arttıran AKP açısından 3 seçimli 1 buçuk yıllık süreç “ya tamam ya devam” süreci olarak geçirilecek. Sıkışan her iktidar gibi AKP de kendine muhalefet edenlere saldırgan pozisyonda mevzi almış durumda. Erdoğan ise bir an önce eskiye, “güzel” günlere dönmenin derdinde. Geleneksel yöntemlerini bu seçim döneminde de kullanmaya başladı bile. Gericilik AKP’nin elinde kendi tabanını saflaştırmanın aracı olarak her seçim döneminde mutlaka kullanılan bir yöntemdir. ‘Kızlı-erkekli’ ev meselesi, devlet okullarında karma eğitimin kaldırılması tartışması, türbanın meclise girmesi hiç gündemde yokken bir anda ortaya atılmış oldu. Bu hamleler muhafazakar sağ tabanın geleneksel kodlarına uygun argümanı geliştirme derdinin yanında Gezi ile açığa çıkan kadının özneleşmesi haline de bir saldırı olarak değerlendirilebilir. Kadın bedeni üzerinden siyaset yapmak, kadınlar üzerinden ahlakı tartıştırmak, özgürlükleri kadınların örtünmesine indirgemek ve tüm bunları yaparken kendi karşıtlarına olanca saldırgan davranarak hem gericiliğin yukardan aşağı inşaasını sürdürmek hem de kendi tabanını “İslami değerler” etrafın-

23


Üç aylık, Yerel, Süreli, Türkçe Yayın Kolektif Kültür Yaşam Derneği Adına Sahibi Dilan Öğüz Adres: İstiklal Cad., İmam Adnan Sokak, No:5 Kat: 5, Beyoğlu/İstanbul Tel: 0212 2459733 e-posta: iletisim@universiteligazetesi.net Basıldığı Yer: İhlas Gazetecilik A.Ş Merkez Mahallesi 29 Ekim Caddesi İhlas Plaza No.11 A/41 34197 Yenibosna / Bahçelievler / İstanbul Tel: 0 212 454 30 00

"AKP’nin alamet-i farikası muhafazakar kuşatıcılığı"

Universıtelı

Üniversiteli artık daha güçlü Gezi İsyanı'nın ardından bir isyan bayrağını da penguen medyaya çektik. Medyanın patronaj ilişkilerini, para ve iktidar sevdalarını saklama şansları kalmadı. Sokaklarda Ethem katledilirken, Ali İsmail'in katilleri karanlık bir sokakta pusu kurmuşken penguen belgeselleri yayınlayan medyaya karşı daha güçlü olmanın vaktinin geldiğini anladık. Milyonları aşan katılımla gerçekleşen isyan bizim de alışkanlıklarımızı değiştirdi, Haziran İsyanı yaşanmamış gibi yapamazdık. Daha iddialı, katılımcı bir Üniversiteli için kolları sıvama sebebimiz çoktu.

www.universiteligazetesi.net

Sayı 19 Aralık 2013

AKP ile cemaat arasında kara kedi: Dershaneler Ersin Vedat Elgür Dicle Üniversitesi 1848 ayaklanmaları ile 1871 Paris Komünü her şeyden önce şu talebi dillendiriyordu: halkın silahlandırılması. Ve tabi ki sermaye tam tersini… Yıllar içinde kimi zaman manipülasyonlarla kimi zaman da zora dayanarak halk gerçekten silahsızlandırıldı. Ve halka haklarından ve bu hakların koruyucusu olan devletten ve ikisi arasındaki ilişkinin bağımsız gücü olarak hukuktan bahsedildi; hukuk halkın silahıydı… İnsanların bazıları bu durum üzerine büyük bir ciddiyetle düşündüler, ve büyük filozoflar büyük büyük laflar ettiler yurttaşlık üzerine; tersine bazıları ise bu büyük kandırmacayı kocaman kahkahaları ile karşıladılar… ve onlar insanlara başka bir hikaye anlattılar. Silahlarımızdan sonra hakları da, hukuku da kaybettik; öyle ki çehremizdeki kırmızı fular, elimizdeki su şişesi dahi silah olarak görüldü… çizgilerimiz, kelimelerimiz, kameramız ve her şeyimiz silah niyetine elimizden alındı; Kolektifler’i bir yeniden silahlanma hareketi olarak görüyorum: Öyle ki mizahtan tiyatroya, kameradan kelimelere, şiirlerden bilime; kaybettiğimiz ne varsa onları yeniden kuşanıyorlar sanki…. Sevgi ve saygıyla….

TOMA @tomagrafi Mustafa Sönmez Yurt Gazetesi “Dindar gençlik” yetiştirmeyi hedefleyenler gençliği bağnaz, itaatkar, sorgulamayan toplum projesinin parçası yapmak istiyor. Umarım Üniversiteli Gazetesi AKP’nin gençlik üzerinde oluşturmaya çalıştığı hegomanyanın kırılmasında faydalı olur. Üniversiteli’ye yayın hayatında başarılar diliyorum.

Merhaba Üniversiteli, "TOMA'nın Üniversiteli'yle ne işi olur?!" diye düşünebilirsin, haklısın. Keep Calm and "Üniversitelilere ait üniversiteleri işgal ettiğiniz bilgisini aldım, müsterih olun müdahale olmayacak!" sen yeter ki diren. Buraya gelinceye kadar ardımdan "TOMA çay demle, onurlu yaşa", "Susuz kal TOMA!" daha neler neler söylendiğini unutmadım. İçinizden biri de çıkıp "Su

verenlerin çok olsun" demedi. Bir ara egzozuma sokulan patateslerle frachising kızartma işine girmeyi düşünmedim değil. Ayrıca son zamanlarda kızlı erkekli “TOMA ile ciddi düşünüyoruz” diyenler vardı, sahi ne oldu onlara? Neyse, sıktıysam özür dilerim. Biliyorum yine de beni pek sevmiyorsun, yeni bir başlangıç için sıkıyorum. Sevgi ve tazyikle...

Erdoğan buyurdu: “Okul tez bitirile” Tayyip Erdoğan Edirne’de

Utku Oğul Kolektif Yürütme Kurulu Üyesi Tayyip Erdoğan'ın bugüne kadar “beraber yürüyüp, beraber ıslandığı'” kimselere bile tahammül edemediği doğal olarak muhalif her sesin kesildiği, medyanın bırakın ne söylediğine, ne giydiğine dahi karışıldığı; sansür uygulandığı bir dönemden geçiyoruz. Ve bu tabloda üniversitelilerin sorunları, bu sorunlara karşı geliştirdiği tepkiler, Tayyip Erdoğan'ın kalıbına uymayan sosyal, kültürel, bilimsel üretimler yazılı ve görsel medyada artık göstermelik de olsa yer alamıyor, üniversitelilerin haber, bilgi, görüş akışını da

AKP hükümeti ve Gülen cemaati çatışması son günlerde dershanelerin kapatılması gündemiyle başka bir boyuta taşındı. Daha önce iç gerilimlerini dışarıya çok fazla yansıtmadan çözme eğiliminde olan iktidar, bu yeni saflaşma gündemi ile kolun kırılıp yenin içinde kalamayacağı bir durumla karşılaştı. S10

“Biz biliriz” diyenler belirliyor. Tam da burada, yıllardır üniversitenin gündemine üniversitelilerin emeğiyle ışık tutan Üniversiteli'nin, Gezi'yi Gezi yapan dayanışma kültürü, yaratıcılık motifleri ve yeni kalemleriyle elbette daha geniş bir akılla önemli bir göreve soyunması umut verici. Bütün üniversitelileri ayrıcalık sahibi yapan; sadece okuru olmadığı, yazarı, muhabiri, dağıtımcısı, emektarı olabileceği bir gazeteye kavuşturanların yeni yayın hayatına girmesinin heyecanını paylaşıyorum.

yaptığı konuşmasında yine üniversiteyi hedef aldı. Tayyip, “ Çünkü sınırsız affı verdiğimiz öğrenciler üniversitelerimizi terör alanına çevirdiler. Kardeşim 6 yılda bitireceksen bitir” diyerek konu hakkında kanun çıkaracaklarını belirtti.

Sokakta kazanılan sandığa sığar mı? “Binlerce öğrencinin sokağa dökülmesi ve ardından gelen işçi grevleri ile Şili’de muhalefet güçlendi, neo-liberal çizgiye karşı mücadele başladı. Bir adayın meclise girebilmek ve herhangi bir adım atabilmek için sokaktan çıkan bir hareketin liderinden; yani 25 yaşındaki Camila Vallejo gibi bir karakterden yardım almaya ihtiyacının olması, sokak hareketinin ülkedeki dengeleri nasıl etkileyebileceğinin kanıtıdır. S15

PERDE SOKAKTA KAPANACAK Gençlik gelecek AYŞENUR ARSLAN S3

Tayyip ve tüm iktidar ortakları en korktuğu yerde “sokakta” durdurulabilir. Ne hallaç pamuğuna çevirdikleri eğitim iktidar içi kavgaya teslim edilebilir ne de “kızlı-erkekli” yaşama yönelik gerici müdahaleye teslim olunulabilir. Ne de olsa iktidar ortakları birbirini yese de asıl iktidarı sokaklar belirler. S2

Üniversiteli olmak BARIŞ ATAY S4

Tiyatrolar üzerine bir deneme iNAN TEMELKURAN S21

SIYAH MAVI KIRMIZI SARI

Şimdi AKP düşünsün “Kızlı-erkekli evlerde kalamazsınız, dindar-kindar nesiller istiyoruz” diyen Tayyip Erdoğan'ın kafasında yaratmak istediği bir genç modeli var. AKP için gençlik kimi zaman seçim malzemesi, kimi zaman iktidarlarının sürekliliğini sağlamak için gelecek yatırımı, isyan ettiği müddetçe ise iktidarının sonu. AKP'nin itaatkar, rantçı dindar kalıbına sığmayan, gerici-neoliberal düzenine karşı kadınlı-erkekli direnen gençlik Üniversiteli'de sesini bulacak. Üniversiteli isyanın diliyle, isyanı yazmaya devam edecek.

Universıtelı

Ethem’in davasında uykuya dalan adalet, Ali İsmail’in davasında saklambaç oynuyor. Dava son olarak Kayseri’ye alındı S4

SAYFA 01

İçeriğinden, tasarımına, dağıtım ağlarına kadar yenilediğimiz Üniversiteli Gazetesi'ne çıkış sürecindeki destekler doğru yolda olduğumuzu şimdiden kanıtladı. Yazılarıyla, sayfa danışmanlıklarıyla bizlere destek olan dostlarımız dayanışma taleplerimizi karşılıksız bırakmadı. Üniversitelilere yaptığımız çağrılara olan ilgi hergün büyüyor. Aramıza katılan her üniversiteli ile kolektif emeğimiz, ufkumuz büyüyor ve daha da güçleniyoruz.

24

Üniversiteli’ye mesaj var

Üniversiteli Gazetesi ekibinden İlk sayısını 2006 yılında çıkardığımız Üniversiteli Gazetesi'nin 34 sayılık macerasında yeni bir sayfa açtık. Yenilenen Üniversiteli Gazetesi'ni sizlere ulaştırmanın heyacanını yaşıyoruz. Üniversitelilerin kolektif emeğiyle hazırladığımız gazetemiz ilkelerinden hiç ödün vermedi. Cinsiyetçi ve homofobik olmayan bir yayın dili, sponsorsuz, reklamsız bir yayın ile üniversiteli penceresinden ülke ve üniversite gündemini yorumlamaya devam ediyoruz.

Yrd. Doç. Dr. Cenk Saraçoğlu ile ‘Kızlı-Erkekli’ ev meselesi, dershane kavgası, Gezi sonrası siyaset üzerine keyifli bir söyleşi S8


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.