üniversiteli ekim sayısı

Page 1


MAVI KIRMIZI SARI

Ülke Azadiya Welat çalışanı Kadri Bağdu, 14 Ekim Salı günü Adana’nın Seyhan ilçesine bağlı Şakirtepe mahallesinde kimliği belli olmayan kişiler tarafından silahla ensesinden vurulurak ağır yaralandı. Adana Acıbadem Hastanesine getirilen gazeteci tüm çabalara rağmen kurtarılamadı.Basın Emekçileri yaptığı açıklamada “Özgür basın nasıl ki, JİTEM ve HizbulKontra’nın kirli yüzünü açığa çıkarıp bunları teşhir ettiyse, bugün de saldırganların kirli yüzünü mutlaka açığa çıkaracaktır” dediler.

Cumhurbaşkalığı bütçesi Tayyip Erdoğan’ın koltuğa oturmasından sonra yüzde 50 oranında arttı. 2014 yılında Cumhurbaşkanlığı bütçesi 266 Milyon 500 Bin TL iken yapılan açıklamada 2015 yılı için bütçenin 397 Milyon TL olarak planlandığı söylendi.

İskoçya’nın Birleşik Krallık’tan ayrılıp ayrılmaması için düzenlenen 4 milyon 200 bin seçmenin oy kullandığı referandumda, İskoçlar bağımsızlığa “hayır” dedi. Referanduma katılanların yüzde 55,4’ü, ülkenin Birleşik Krallık’ta kalmasından yana oy kullandı. Bağımsızlık yanlıları yüzde 44,6'da kaldı.

AKP'nin sokak korkusu SAYFA 02

Sokaktaki muhalefet karşısında eli ayağına dolaşan AKP çözümü kolluk kuvvetlerinin yetkilerini ve imkanlarını artırmakta buldu

HSYK seçimlerini

kazanan AKP yargısı oldu

Karanlığa karşı insanlık için diren K

onuşulacak çok şey varken hep Erdoğan ve tayfasının konuşabildiği penguen medya başı kumda devekuşunu oynamaya başladı yeniden. Kobane’de katledilenler yerine insandan daha kıymetli(!) kamu mallarına adanmış kalemşörler, didik didik provakatör arayışına giren televizyonlar, boş salonlara konuşan başbakan ve cumhurbaşkanını sayfalarca öven gazeteler… Haber almanın binbir türlü yöntemini onbinlerce sansür, denetim de cabası. Üniversitelilerin özgürce haber alıp, yazı yazabileceği, sayfalarında kendini bulabileceği gazetemiz “Üniversiteli” yeni sezona merhaba diyor. Üniversiteler Erdoğan’ın yeni Türkiye’sine isyanın kaleleri olma iddiasıyla açıldı. Savaş çığırtkanlığının, artan baskının, üniversitelerde kümelendirilen gerici-faşist çetelerin, gericiliğin, mezhepçi kutuplaştırmanın soluğunda özgür ve barış dolu bir dünya için üniversitenin sesini yükseltmek karanlığın karşısında acil bir görev olarak duruyor. Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığı aynı zamanda Ahmet Davutoğlu’nun da Erdoğan’a bağımlı başbakan koltuğu yeni ve doğrudan tek merkezli bir siyasal işleyişin başlangıcı oldu. Hırsızlığı, katilliği tescilli gayrimeşru bu iktidar sarmalı ülkeyi topyekün karanlığa, yoksulluğa, savaşa sürüklemekte kararlı görünüyor. Cihatçı çete IŞİD’in Ortadoğu’ya kan gölüne çeviren hamlelerine lojistik ve si-

yasal destek sağlayan, içerde IŞİD yanlılarının hareket kabiliyetini arttıran, IŞİD’e karşı sokağa çıkanlara da tüm gücüyle saldıran Erdoğan-AKP iktidarı emperyalist savaş rüzgarının yerli çığırtkanı olma rolünü yeniden üretiyor ve direnen Ortadoğu halklarına sırt çevirmeye devam ediyor. Binlerce savaş mağdurunun sınırlar köylerinde insani yardıma muhtaç halde kalmasına göz yuman, Hizbullah gibi kontrgerilla yapılanmalarının sokaklara salınmasına ön açan, üç gün içinde onlarca insanın ölümüne sebep olan, her an ve her yerde ırkçı-mezhepçi kutuplaşmayı derinleştiren iktidar gençliğin ve toplumun diğer kesimlerinin barışa ve kardeşliğe olan özleminin de önüne barikatlar kuruyor. Okulları imam hatipleştiren, türbanı ortaöğretime indiren aynı zamanda öğrencilerin dövme yapmasını da yasaklayan iktidar gerici kuşatmayla toplumu IŞİD’in de yükselttiği İslamcı-gerici rüzgara kanalize etme gayretinde. Üniversitelerde ise okullar açılır açılmaz yükselen hak mücadeleleri ve üniversitelilere yönelik saldırılar oluşmaya başladı. KTÜ’de faşistler tarafından saldırıya uğrayan ve günlerce yoğun bakımda kalan Metehan, Metehan’a destek olmak için sokağa çıkan ve aynı güruhların saldırısına uğrayan ÇOMÜ, ESOGÜ, Gazi Üniversitesinden üniversiteliler, cihatçı çetelere yardım toplayanlara izin vermeyen Samsun Ondo-

kuz Mayıs Üniversitesi öğrencilerine saldıran gericiler ve bir süredir İstanbul Üniversitesi Beyazıt kampüsüne girmeye çalışan IŞİD yanlıları üniversitelerde polis destekli saldırıları organize etmektedir. Ankara Üniversitesi’nde ise Kobane’ye destek olan akademisyenler dahi

+

Ülkenin dört bir yanından geliyor gericilik, faşizm ve ölüm haberleri. AKP’nin koruduğu, beslediği ve 13 yıllık iktidarında büyüttüğü tüm pislikler insanlığın üzerine yürüyor. Bu gericiliğe ve faşizme yani AKP’ye karşı gençliğin sesini yükseltmenin tam da sırası gözaltına alınmıştır. Erdoğan’ın üniversite korkusu öğrencilere yönelik saldırılara yol açmakla beraber, gittiği üniversitelerde okulun tatil edilmesi sonucunu da doğurmaktadır. Marmara Üniversitesi ve KTÜ’de etkinliklere katılan Erdoğan üniversitelilerin yanına yaklaşmasına dahi engel olmuş, KTÜ’de 18 öğrenci gözaltına alınmıştır. Erdoğan’ın üniversite korkusu asılsız

değil elbette. Daha okullar açılalı kısa bir süre geçmesine rağmen üniversitelerden eylem haberleri gelmeye başladı. Beytepe kampüsünde öğrenciler ulaşım mücadelesinde Gökçek’in otobüslerine kart basmadan biniyor. Antalya’da yemekhane; Siirt, Muş, Mersin, Kırıkkale Üniversitelerinde okul yurt eylemleriyle başladı. Kobane’yle dayanışma eylemleri ülkenin dört bir yanında binlerce üniversiteliyi gerici, mezhepçi, faşist AKP’ye ve IŞİD’e karşı sokakta birleştirdi. Erdoğan’ın yeni Türkiye’si sınırlarında cihatçı çetelerin cirit attığı, halkları katlettiği, kadınlara zulmettiği, ülke içinde de polisin gerçek mermiyle insan katlettiği bir süreçle ilerliyor. Yargıda dönüşümü tamamlama adına HSYK seçimlerine kilitlenen ve seçimlerde AKP’li adayların seçilmesiyle yargının aklandığını dile getiren siyasi iktidar dört koldan saldırıya hazır bekliyor. Gençlik ise Erdoğan-AKP iktidarının tüm saldırılarına karşı dört koldan direnişi örüyor. İktidarın saldırdığı her alandan tek bir hedefe doğru adımları hızlandırmanın zamanı geliyor. Savaşa karşı barışı, düşmanlığa karşı kardeşliği, gerici-faşist kuşatmaya karşı özgürlüğü savunmanın; Ortadoğu’yu kan gölüne çeviren IŞİD’e, onu besleyen emperyalizme ve yerli işbirlikçisi AKP’ye karşı gençliğin sesini yükseltmenin tam da sırası.

Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK), yargıda atama, görevden alma, mesleğe kabul etme gibi önemli işleri yürütüyor. 22 üyeli olup, 3 daire şeklinde çalışan HSYK, yargı gücünü temsil etmektedir. HSYK'nın yapısı AKP ile 2 Eylül 2010 referandumu ile değiştirilmiş ve seçim sistemi getirilmişti. 2010 Ekim ayında HSYK’ye yapılan üye seçimini ortak listeyle çıkan cemaat-hükümet ittifakı kazanmıştı. AKP yargıda edindiği bu güç ile Ergenekon, Balyoz, KCK, Askeri Casusluk, Poyrazköy, Kozmik Oda, 28 Şubat, Şike soruşturmalarını yürüttü. 17 Aralık operasyonu ile kurulan 3 yıllık ittifak bozulmuş, AKP ve cemaat bu tarihten itibaren açık olarak yargıda güç savaşına girdi. 12 Ekim’de yapılan yeni dönem HSYK seçimlerinde AKP’nin desteklediği grup 10 üyelikten 8’ini, cemaatin desteklediği bağımsızlar ise 2'sini aldı.

Seçimlere YARSAV/Yargıçlar Sendikası, Bağımsızlar (Cemaat) ve Yargıda Birlik Platformu (AKP) katılmıştı. Seçimin sonuçlanmasından sonra açıklama yapan Adalet Bakanı Bekir Bozdağ “Seçim sonuçlarına baktığınız zaman YAR-SAV diye bir şey ortada yok. Bağımsız aday olarak gösterildiler. Bazı gazeteler bile bile bağımsız aday dediler. Aslında bunları hepimiz biliyoruz. Onların bağımsız olmadığını, nerelere bağlı olduğunu biliyoruz hepimiz.Yargı bir cemaatin veya ideolojinin boyunduruğunda kalırsa tarafsız olmaz. Bu nedenle yargı boynundaki yaftayı da bu vesileyle atmıştır” açıklaması yaptı. AKP'nin yolsuzluk olaylarını içeren 17 Aralık, İzmir Liman yolsuzluğu ve TIR soruşturmalarının kaderini siyasi iktidarın egemenliği altındaki HSYK belirleyecek.

AKP sıkıştıkça ülke içinde muhalefeti engellemek için yeni baskı politikaları üretiyor. Hedef; polisin silah kullanma alanını genişletmek, eylemcilere yönelik cezaları artırmak. Düzenlemeyle gündeme gelen değişikliklerden bazıları: Artık polisler molotofa karşı da silah kullanabilecek, ‘kamu malına zarar’ diye tabir edilen suçların cezası artırılacak, eylemlere katılanlara tutuklu yargılamanın yolu açılacak. Bakanlar Kurulu 14 Ekim’de Ahmet Davutoğlu başkanlığında toplandı. Toplantı sonrası düzenlenen basın toplantısında Başbakan Yardımcısı ve Hükümet Sözcüsü Bülent Arınç açıklama yaptı. Arınç “Güvenlik güçlerimizin şiddet olayları karşısında ellerini güçlen-

Kadınlar Ayakta Savaşa, gericiliğe ve AKP’ye karşı kadınlar sokakta. AKP eliyle beslenen kadın düşmanlığı ve gericilik 11 yaşındaki kızların başörtüsü takması ile eğitimde en yüksek noktasına ulaştı. Kadınlar ise kadın düşmanı bu politikalara karşı sessiz kalmadı so-

dirmek ve yeni imkanlar tesis etmek üzere bir çalışma yapılacaktı. Bu bugünün meselesi değil geçmişte de konuşuldu ama son olaylar aciliyetini gösterdi. Bununla ilgili bir çalışma yapıldı. Polise verilen yetkilerin yeterli olmadığını düşünüyoruz. Kapsamlı bir iç güvenlik reformu ihtiyacı ortaya çıktı. Almanya’daki yetkileri esas alarak çalışmalara devam edilmesi kararı verilmiş oldu” dedi. Kobane eylemlerinde yaşanan can kayıplarına karşıda HDP’yi suçlayan Arınç “AKP ve Hüdapar binalarına zarar verildi. Bundan böyle bu tür olaylara kesinlikle müdahale edilecek ve istihbarat imkanları da en iyi şekilde kullanılacak” dedi.

kağa çıktı. İstanbul ve Ankara başta olmak üzere birçok kentte eylemler düzenlenirken, İstanbulda kadınlar İl Millli Eğitim müdürlüğünü işgal etti. İstanbul, Cağaloğlu’nda bulunan İl Milli Eğitim Müdürlüğü ek binasından “Lisede evlik çocuklara türban, gerici, kadın düşmanı kuşatmayı durduracağız” pankartını sallandırdı. Ankara’da ise kadınlar Milli Eğitim Bakanlığı önünde eylem gerçekleştirdi.

Kadın düşmanlığı ve IŞİD

Ortadoğuda yaşanan savaş en çok kadınları etkiliyor. Kadınlar IŞİD tarafından öldürülüyor, tecavüze uğruyor ve cariye olarak satılıyor. Tüm bunları yapan IŞİD, AKP tarafından destekleniyor. AKP kirli savaş politikalarını çıkardığı tezkere ile düzene koymaya çalışıyor. Kadınlar ise savaşa karşı boğaz köprüsünde pankart açtı, Atatürk Havaalanı’nda Kobane’ye destek eylemi gerçekleştirdi. Atatürk Havaalanı’nda yapılan eylem sonucunda 50 kadın gözaltına alındı.


MAVI KIRMIZI SARI

Üniversite İstanbul Metrosu Seyrantepe-Sanayi Mahallesi arası çalışan hat 4 ay boyunca çalışma nedeniyle kapalı kalmış, 26 Eylül günü tekrar seferlerine başlamıştı. Seferler başladıktan 3 gün sonra kaza gerçekleşti. Kazada demir parçası ön vagonu delerek bir yolcunun kalçasına saplandı.Kazanın ardından görgü tanıkları olay yerine ambulansın geç geldiğini ve yetkililerin kaza anında orda olmadığını belirttiler.

Mersin Toros Üniversitesi’nde iş çıkış bildirimlerini almak için dekanın yanına gittiğinde dekanın cinsiyetçi küfürlerine maruz kalan kadın akademisyene destek olup dekanın baskıcı uygulamalarını eleştire Mimarlık Bölümü öğretim üyesi Nevra Akdemir Tören işten çıkarıldı. Tören ‘Eğitimin özelleştirilmesinin getirdiği sonuçları yaşıyoruz. Ben arkadaşlarımızla dayanıştığım için okuldan atıldım’ dedi.

21

Eğitim Sen Ankara 5 No’lu Üniversiteler Şubesi 9 Ekim günü Ankara Üniversitesi Cebeci Kampüsü’nde yaşanan polis saldırısıyla ilgili açıklama yaptı. Eğitim Sen açıklamasında “9 Ekim 2014 günü Ankara Üniversitesi’nde yaşanan polis terörü Türkiye üniversite tarihinde bir utançtır! Rektör Erkan İbiş hükümetin bir kuklası olduğunu göstermiştir: İstifa etmelidir” diyerek Erkan İbiş’i istifaya çağırdı.

SAYFA 04

özel haber inan temelkuran

Yurt sorunları

Yanlıs. anlasılma olmasın . Tuzla’dan Soma’ya, Davutpaşa’dan Torunlar’a, dizi setlerinde ölenlerden metroda trenin içinde kalçasına demir kazık saplananlara… Çalışmak, hem de sadece hayatta kalmak için çalışmak zorunda olan insanların gerçekten şans eseri hayatta kaldığı bir ülke haline geldik. İstemiyorum “eskiden de böyleydi, şimdi artık duyuyoruz, fark o” diyenleri. Gidin buradan. Ne demek “eskiden de böyleydi”? Yani bir arpa boyu yol alamadık mı? Yuh mu hepimize? Artık eskiden falan kalmadı. 2002 den beri bir parti tek başına iktidarda. Meclis görüşmeleri tarihe şerh düşmekten başka bir işe yaramaz hale gelmiş. Ne CHPnin Ne BDP-HDPnin önerileri tartışma gündemine alınmış, ne de sordukları sorulara adam gibi cevap verilmiş. Ha pardon bir parantez açayım, CHPli bir vekilin sorusu, “Hangi belediyelere kaç tane idari soruşturma açılmış” Plaka numarasına göre giden cevapta İstanbul’a sıra gelince küçük bir gülümseme bakanın yüzünde “0” (yazıyla sıfır). İşte size cevap. Bu ülke, bu topraklar diyelim, uzun süre önce kaçırdığı bir tarih trenini yakalamak için bir hamle yaptı 1923 te. Yüzünü adamakıllı batıya döndü. Akla ve bilime döndü, dönmeye çalıştı. Toprağa bağlı ama toprak sahibi bile olmayan, üstelik entelektüel birikimi önceki 10 yıl boyunca yaşadığı savaşlarda yitirmiş köylü nüfus için yüzünü batıya dönme pek kolay olmadı. Ve biz hala orayı bir türlü aşamadık. Bunu aşmak için geliştirdiğimiz projeleri elimize yüzümüze bulaştırdık. O treni yakalamak için peşinden koştururken, öbür taraftan geriye dönen bir batı treni gördük. İçi

duygu ve inanç yüklü. Biz o treni sevdik ve hemen atladık üzerine. Ama o trenin içindekiler bir son durağa varıp, orayı tüketip geri dönüyordu. Anlamadan bindiğimiz bu tren bizi AKP’ye getirdi. Bu ülkenin son köylü partisine getirdi. Bu partinin içinde Şevki Yılmazlar, Hasan Mezarcılar oldu. İlki Rize’de deprem sonrası allah kurtarsın diye gezinirdi, diğeri kendini peygamber ilan etti. “Bunlaaaar” diye lafa başlayanlar önce bir kendilerine bakmalılar. Ama bunun için genel bir terbiye, ahlak gerekiyor. Mutlak iktidar haline gelmiş ve tek amacı iktidarının devamı olan yapılarda bu ahlak ve terbiyenin bulunması zordur. Zira mutlak iktidar dili ve normları belirleyendir. Normlar belirlendikçe o normların etrafında bir cemaat, komünite oluşur. Bıugün AKP iktidarının durumu da budur. Yani evet, AKPliler diye bir şey vardır. Bütün iktidarlar öyle bir şekil alır ki etrafına normlarla ördüğü duvarın ötesini göstermeye çalışanları Mustafa Suphi’den Deniz Gezmiş’e, Bahriye Üçok’tan Ali İsmail’e kadar canlarını alır. Biz eşitlik istemedikçe de can almaya devam edecek ve “eskiden de böyleydi” diyenlerin sesi bir türlü kesilmeyecek. Eşitlik istemek ne demek? Sadece açlıktan ölmemek mi demek? Hayır. Hayatın istenilen her alanında insanın kendini gerçekleştirebilmesine olanak vermek demek. Bu merakı tekrar uyandırma olanağıdır. Keşifler, buluşlar, daha önce anlatılamayanı anlatmak, daha önce anlatılanı başka bir biçimde anlatmayı denemek kısaca yaratabilme olanağıdır eşitlik. Biz böyle bir dünya, böyle bir ülke için eşitlik istiyoruz. Kuru ekmeğe talim etmek için değil.

KYK yurtlarında öğrenciler kalabalık odalarda kalmak zorunda bırakılıyor. Öğrencilere niteliksiz yemekler veriliyor. Sıcak su ve elektrik kesintileri ise yurtların vazgeçilmezi

Torunlar ve torba yasa AKP getirdiği işçi düşmanı taşeron sistem ile her gün işçiler katledilmeye her gün bir Soma daha yaşanmaya devam ediyor. 2014 yılının ilk 8 ayında 1270 işçi AKP ve getirdiği taşeron sistem ile katledildi AKP döneminde parlayan şirketin yönetim kurulu başkanı Aziz Torun, Tayyip Erdoğan’ın İmam Hatip yıllarından arkadaşı. Aziz Torun, AKP iktidara geldiği andan itibaren inşaat piyasasında güçlenerek Forbes 100’ün içine girdi. Şirketin ismi özelleştirmeler ve TMSF ihalelerinde sıklıkla görülüyor. AKP’nin seçim öncesinde yardım olarak dağıttığı gıda maddeleri de Torunlar Gıda’dan alınıyor. 10 işçiye mezar olan Mecidiyeköy’deki Torunlar GYO’ya ait rezidans, “Yeni Türkiye”nin üzerinde yükseleceği sömürü çarkını bir kez daha ortaya koydu. Şirket, bir Erdoğan icadı olan TOKİ’yle ortak ve kamu şirketi muamelesi görüyor. İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi’nin yazılı, görsel, dijital basından takip edip, emek-meslek örgütlerinden gelen bilgiler ve işçiler, işçi yakınlarının bil-

dirimleri ışığında hazırladığı rapora göre Ağustos ayında en az 158 işçi yaşamını yitirdi. Hazırlanan rapora göre sadece 2014 yılının ilk sekiz ayında en az 1270 işçi yaşamını yitirdi. İş cinayetleri en çok tarım, inşaat, taşımacılık, enerji ve belediye/genel işler işkollarında yaşandı. Ağustos ayı için baktığımızda tarım ve orman işkolunda 40, inşaat ve yol işkolunda 40 işçi yaşamını yitirdi. Türkiye’deki iş kazası ve işçi ölümleri AKP döneminde artarak devam ediyor. AKP’nin 12 yıllık iktidarı döneminde tersanelerde, inşaatlarda, fabrikalarda 13 bin işçi yaşamını yitirdi. Türkiye iş cinayetlerinde Avrupa'da birinci, dünyada üçüncü sırada. AKP iktidarı İstanbul’da 10 işçiyi, Soma’da 301 madenciyi mezara gönderen uygulamaları torba yasayla perçinledi. İş Kanunu’ndaki ‘asıl işin tamamı-

nın alt işverene verilemeyeceği’ hükmü kaldırıldı. Böylece işverenin asıl işi bölerek taşerona vermesinin önü açıldı. Kamuda taşeron işçi çalıştırılması devamlı hale getirilirken, en önemli değişiklik taşeron işçinin devlet aleyhine açtığı davanın önüne geçilmesi oldu. 6 bin davanın tamamı işçiler lehine sonuçlanmış ve devlet toplam 2 milyar TL tazminat ödemeye mahkûm edilmişti. Yeni yasa ‘tazminatların önünü kesecek’ bir düzenleme getirdi. Torba yasadan çıkan bir yeni düzenlemede internete getirilen erişim engeli. Telekomünikasyon İletişim Başkanı, mahkeme kararı olmadan ‘milli güvenlik, kamu düzeninin korunması ve suç işlenmesinin önlenmesi’ gerekçesiyle internet sitelerine erişimi engelleyebilecek. Ayrıca internet trafik bilgisi, bir hakim veya savcı kararı olmadan TİB Başkanlığı tarafından alınabilecek.

AKP’nin öğrenci temsilcileri Ankara Üniversitesi Öğrenci Konseyi Başkanı üniversitelerde Kobane’ye destek için yapılan eylemlere karşı AKP sözcülüğü yaptı ve Kolektif’i hedef gösterdi Ankara Üniversitesi Cebeci Kampüsü’nde 9 Ekim günü Kobane’ye destek eylemlerine Rektör Erkan Bibiş işbirliği ile yapılan polis saldırısına akademiden ve öğrencilerden yoğun tepki geldi. Ankara Üniversitesi Öğrenci Konseyi Başkanı Çağatay Zincirlioğlu ise rektör işbirliği ile yapılan bu saldırılara destek verip, aklamaya çalıştı. AKP yandaşlığının da önüne geçmiş direk AKP’nin medyası olan Haber Vaktim’e çeşitli “demeçler” veren Ankara Üniversitesi Öğrenci Konseyi Başkana Çağatay Zincirlioğlu röportajında Öğrenci Kolektifleri’ni hedef gösterdi. Tayyip Erdoğan ile birlikte verdiği pozlarla bilinen, Öğrenci Konseyi Başkanı sıfatıyla AKP temsikciliği görevini üstlenen, konsey başkanı Çağatay Zincirlioğlu, üniversitelerde Öğrenci Ko-

lektifleri’nin ortalığı provoke ettiği söyledi. Açıklamasında “Ülkeyi 80’li yıllara döndürmeye çalışıyorlar, birde bu öğrenciler mezun olunca hoca oluyor” diyerek akademisyenleri de hedef aldı. Daha önce de Tayyip Erdoğan Ankara Üniversitesi’ne geldiği sırada üniversiteliler dışarıda polis saldırısına mağruz kalırken konsey başkanı olarak katıldığı toplantı da “Hedef 2071” diye tamamladığı bir konuşma yapmıştı. Son olarak verdiği röportajda “Suç işleniyorsa, bayrak yakılıyorsa elbette üniversiteye de polis girecek” sözleriyle üniversitelerdeki polis ablukasını ve saldırıları meşrulaştırmaya çalıştı.

Jaguarlı öğrenci temsilcileri Türkiye Öğrenci Konseyi ilk olarak üniversitede yaşanan AKP karşıtı eylemler sonucunda eski Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün “öğrencilerle buluşacağım” diyerek Çankaya Köşk’üne çağırması ile gündeme geldi. Toplantıya jaguar marka araçla gelen bazı öğrenci temsilcileri

Cumhurbaşkanı ile görüşmüştü. Öğenci Konseyi Başkanı Nihat Buğra Ağaoğlu Tayyip Erdoğan’ın ODTÜ’ye gelişini protesto eden üniversitelileri, ve onlara sahip çıkan okul yönetimini kınadığını belirtmişti. Daha sonra bu Öğrenci Konseyi Başkanı’nın Sağlık Bakanlığın’da müşavir olduğu ortaya çıktı. Bu da yetmezmiş gibi öğrenci konseyi başkanları’nın AKP Gençlik Kampı’nda çekilmiş fotoğrafları yayınlanırken Öğrenci Konseyi Başkanları ise açıklamalarında, Türkiye Öğrenci Konseyi Başkanı Ağaoğlu ve yönetiminin görev sürelerinin dolmasına rağmen siyasi destekle göreve devam ettiklerini, kısıtlı bir özel üniversite ekibiyle görev yapıp çoğunluğu oluşturan devlet üniversitelerinin büyük çoğunluğunu görmezden gelen bir anlayışa sahip olduklarını, çoğu faaliyeti başaramamalarına rağmen bunları ve pek çok konseyin faaliyetlerini kendileri yapmış gibi tanıttıklarını belirttiler.

Üniversiteler yeni eğitim öğretim yılına başladı fakat öğrencilerin barınma sıkıntısı devam ediyor. Türkiye’de yaklaşık 3 milyon üniversiteli varken KYK yurtlarında sadece 300 bin öğrencinin kalıyor. Bu sıkıntı yetmezmiş gibi AKP’nin haremlik-selamlık uygulamasıyla yurtlardan öğrenciler çıkarılıyor ve kalacak yer sağlanmıyor. Türkiye’de yurt sorunları bunlarla da bitmiyor. KYK yurtlarında öğrenciler kalabalık odalarda kalmak zorunda bırakılıyor. Öğrencilere niteliksiz yemekler veriliyor. Sıcak su ve elektrik kesintileri ise yurtların vazgeçilmezi. Yurtların temizliği tam yapılamadığı içinde öğrenciler çoğu zaman hastalık riski ile karşı karşıya geliyor. Öğrenciler bu duruma tepki gösterdiğinde ise yurttan atılma tehditleri alıyolar ya da haklarında soruşturma açılabiliyor. AKP iktidarı sayesinde binlerce öğrenci ya cemaat yurtlarına ya da özel yurtlara mecbur bırakılıyor. Üniversiteliler ya cemaat yurtlarına ya da özel yurtlara faiş fiyatlar ödeyerek gitmek zorunda kalıyor.

Üniversitelerde

AK gençliğin yeri yok AKP’nin gençlik yapılanması olan Ak Gençlik üniversitelerde kayıt dönemlerinde stant açmaya çalıştı ama üniversiteliler “Katilleri, hırsızları üniversitelerimize sokmayacağız” diyerek stant açmasına izin verilmedi. İstanbul’dastand açan AKP’liler üniversiteliler tarafından tepkş gördüle ve standları kaldırıldı. Ankara’da da polis gözetiminde stand açan AKP’liler tepki gösteren üniversitelilere sopa ve kesici aletlerle saldırdı. Bir üniversiteli yaralandı.


SIYAH MAVI KIRMIZI SARI

Üniversite Ali İsmail Korkmaz Davası’nın görülmesine Kayseri’de devam edildi. Duruşmada teknik raporlar ve dosyadaki ifadeler okundu, deliller ile cinayetin nasıl organize işlendiği görüldü. Tutukluluğun devamına karar verilirken, polis Yalçın hakkında yine tutuklama kararı çıkmadı. Dava 9 Ekim’e ertelendi.

İTÜ Maden Fakültesi Jeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Naci Görür, üniversitelerin son on yılda bilimden koparak saçma sapan bir yola girdiğini ve bilimden uzaklaştığını ifade edip akademisyenliği ve başında bulunduğu Marmara Denizi’nde süren deprem araştırmalarını bırakma kararı aldı

Kobane’de yaşanan çatışmalara ve IŞİD tarafından yapılan katliamlara üniversitelilerden tepki artıyor. Ankara ve İstanbul başta olmak üzere çoğu ilde üniversiteliler “Gençlik kobane için direnişte” sloganı ile onlarca ilde üniversiteliler IŞİD'e ve onun işbilikçisi AKP'ye karşı eylemdeydi.

İsyan, devrim,

otobüs

Kolektif Basın Sözcüsü

Bircan Birol

SAYFA 08

Üniversiteler ulaşım sorunuyla açıldı. Hacettepe Üniversitesi ve Özyeğin Üniversitesi’ndeki ulaşım eylemleri büyüyor

Polis, faşistler ve gerici çeteler saldırıyor

Üniversiteliler direniyor Türkiye’nin dört bir yanındaki üniversitelerden faşist saldırı haberleri geliyor. Ülkücü faşistler, AKP’nini polisi ve katil IŞİD çeteleri üniversitelilere akademisyenlere saldırıyor ve saldırmaya devam ediyor İstanbul Üniversitesi Beyazıt Kampüsü’nde yüzü maskeli IŞİD çeteleri üniversitelilere çivili sopalarla saldırdı. Yüzü maskeli grup tekbirlerle iki üniversiteliyi yaralarken özel güvenlik birimleri saldırıları engellemek yerine izlemekle yetindi. Gençlik Beyazıt'tan söz verdi: "Deniz Gezmişlerin üniversitesine cihatçı çeteler giremez" IŞİD yanlıları, yeniden üniversitelilere saldırma girişiminde bulundu ancak üniversiteliler gerici çeteleri geri püskürttü. Yaşananların ardından üniversiteliler “Gericilik ve Savaşa Karşı Özgürlük Buluşması” adıyla bir buluşması gerçekleştirdi. Buluşmada birçok sivil toplum örgütü gençliğin haklı direnişinin yanında olduğunu ve bu direnişin genişletirek her yerde katil IŞİD’e karşı eylemler yapılması gerektiği belirtildi. Üniversitelere yönelik gerici faşist saldırıların tesadüf olmadığını, gençliğin IŞİD’in katliamlarına ve AKP’nin desteğine karşı direnen halkların her zaman yanında olacağı belirtildi. Etkinlik gerçekleştikten sonra cihatçı çete IŞİD tekrar üniversitelilere saldırdı. IŞİD’i kampüse sokmayan üniversiteliler çevik kuvvetin

teliyi ve beş akademisyeni gözaltına aldı.

+

Üniversiteliler saldıran IŞİD yanlısı çete geçtiğimiz yıllarda da müs-genç adıyla üniversitelilere saldırmış, Yaşanan saldırılarda gaz bombası, bıçak, satır ve çivili sopa kullanan çete üyelerine okul yönetimi tarafından soruşturma dahi açılmamıştı

üniversiteye saldırması sonucu gözaltına alındı. Çevik kuvvet dersliklere kadar girip 33 üniversiteliği gözaltına aldı. Gözaltına alınan üniversiteliler elektrikler kesik bahanesiyle iki gün boyunca emniyette tutuldu. Ankara Üniversitesi’nde de polis saldırıları yaşandı Ankara Üniversitesi Cebeci Kampüsü’nde Kobane’ye destek için yapılan eylem sırasında Rektör Erkan İbiş tarafından valilikten özel olarak istenen çevik kuvvet ekibleri tekbirler ve rabia işaretleri eşliğinde üniversiteye girdi. Polis kampüsün ve fakültelerin içlerine kadar girerek çok sayıda üniversi-

‘Mete uyandı ve yaşama tutundu, şimdi sıra çeteleri üniversitelerden def etmekte!’ Üniversitelerde geçmişte olduğu gibi günümüzde de devlet ve okul destekli faşist saldırılar devam ediyor. 21 Ekim Cuma günü Karadeniz Teknik Üniversitesi Öğrenci Kolektifleri üyesi Metehan Göre evine giderken Öğrenci Derneği adlı kulüp üyeleri tarafından saldırıya uğradı. Ülkücü faşistler Metehan'ın kafasına bıçak kabzası ile defalarca vurarak beyin kanaması geçirmesine sebeb oldu. Kendi imkanlarıyla hastaneye gittiğinde beyin kanaması teşhisi konan Metehan hemen yoğun bakıma alındı. Yoğun bakımda günlerce uyutulan Metehan, hayati tehlikeyi atlattı ve sağlık durumu iyiye gidiyor. Metehan’a saldıran faşistlerden Alperen Mengen tutuklanırken diğer iki saldırgan delil yetersizliği gerekçesi ile serbest bırakıldı. Bu ülkücü faşistlerin üniversitelilere ilk saldırısı değil. Daha öncede birçok kez üniversitelilere saldıran ve Öğrenci Derneği adlı kulüp çevresinde örgütlenen bu faşistlerin rektör ve dekanlarla aralarının çok iyi olduğu da bilinmekte.

Ankara’da Belediye Başkanı Melih Gökçek’in Hacettepe Üniversitesi Beytepe Kampüsüne ulaşım sağlayan 230 nolu hattı otobüs hattını iptal etmesiyle binlerce üniversiteli okulun ilk günü okula eylemle başladı. Öğrenciler Eskişehir yolunu trafiğe kapatarak ‘İsyan, devrim, 230’ sloganıyla yürüdüler. Daha sonraki günlerde gerçekleştirilen ulaşım foruma üniversitelilerin ilgisi yoğun oldu. Hacettepe Üniversitesi Rektörü Murat Tuncer’in de katıldığı forumda ulaşım sıkıntısını ve soruna dair alternatifler tartışıldı. Forumun sonunda üniversiteliler Melih Gökçek'in okula giden otobüslerini kaldırması üzerine mağdur olduklarını ve ulaşım sorunu çözülene kadar mücadele etmeye devam edeceklerini söylediler. Daha sonra üniversiteliler aldığı kararla artık ringlere kart basmayacaklarını ve ücretsiz ulaşım haklarını kullanacaklarını söylediler. İstanbul Özyeğin Üniversitesi’nde ise sene başında çevre ilçelerden okula ulaşımı sağlayan shutte servislerine yapılan yüzde yüzden fazla zamlara karşı öğrenciler forum gerçekleştirdiler. Forumdan çıkan karar ile shutteları boykot etme kararı alındı. Öğrenciler zamlar geri çekilene kadar shuttleları boykot edeceklerini ilan ettiler. Alternatif ulaşım olarak da internet üzerinden haberleşerek aynı güzergahdaki öğrencileri arabası olan diğer öğrencilerin arabalarıyla okula götürmesi sistemini uygulama kararı aldılar.

AKP’lilerin geldikleri üniversitelerde “OHAL” ilan ediliyor AKP’liler geldikleri üniversitelerde “OHAL” koşulları yaşanıyor. Üniversiteliler kampüslere alınmıyor, yollar kesiliyor, çevre illerden çağırılan polis kuvvetleri üniversite etrafında konuşlandırılıyor Geçtiğimiz yıl kurmaylarına hiçbir üniversite açılışına gitmeme talimatı veren Tayyip Erdoğan bu sene ise Başbakan Ahmet Davutoğlu’yla ve yanlarında bir koruma ordusuyla birlikte üniversite açılışlarına katılmaya başladı. Her zamanki gibi AKP'liler üniversitelerde eylemlerle karşılandı. Karadeniz Teknik Üniversitesi Akademik Yıl açılışına katılan Tayyip Erdoğan etkinlikten önce etkinliğin yapılacağı Osman Turan Kültür Merkezi’ne girmek isteyen ancak güvenlikler tarafından engellenen KTÜ Öğrenci Kolektifleri tarafından protesto edildi. Üniversitelillere önce Özel Güvenlik Birimi sonra çevik kuvvet ve sivil polisler saldırarak 18 öğrenciyi gözaltına alarak Trabzon Emniyet Müdürlüğüne götürüldüler. Tayyip Erdoğan'ın bir sonraki durağı ise Marmara Üniversite Akademik yılı açılışıydı. Haydarpaşa Kampüsü’ne gelen Tayyip Erdoğan için okul kapatıldıve hiçbir öğrenci içeri alınmadı ve çevre yollar

trafiğe kapatıldı. Bunun üzerine ise Marmara Üniversitesi öğrencileri de bir açıklama yayınladı. Açıklama ‘Diktatör , bizleri okula aldırmamakta ,bizden korkmakta haklıdır. Çünkü; Haziran’da katledilen kardeşlerimizin,Soma’da iş cinayetiyle öldürülen işçilerimizin, Ortadoğu’da katliama uğratılan halklarımızın hesabını soracağız.’ diyen öğrenciler diktatör bozuntusu Tayyip Erdoğan’ı Marmara Üniversitesi’nde istemediklerini söylediler. Başbakan Ahmet Davutoğlu ise Samsun Ondokuz Mayıs Üniversitesi'ndeydi. Samsunda geniş güvenlik önlemleri alınırken Davutoğlu köşe bucak kaçarak okul açılışına katıldı. Davutoğlu’da tıpkı selefi Tayyip Erdoğan gibi üniversiteden ve gençlikten korkmaya devam ediyor ve köşe bucak kaçmaya devam edecek. Üniversitelere hiçbir zaman elini kolunu sallayarak giremeyecekler. Her zaman olduğu gibi korkarak polis ordusuyla ve arka kapılardan üniversitelere girmeye çalışacaklar ve karşısılarında bizi yani üniversitelileri görmeye devam edecekler.

Şiir yazmak soruşturma nedeni AKP’nin kontrol altına almadığı üniversitelerde yeni stratejisi; daha fazla soruşturma, daha fazla saldırı, daha fazla ceza AKP atadığı Rektörler yardımıyla öğrencilere soruşturmalar açarak baskı altında tutmak istiyor. Son yıllarda üniversitelerde açılan soruşturmaların sayısı iki üç kat artmış gözüküyor. Soruşturma sebepleri ise görenin yüzünde tebessüme yol açıyor; izinsiz afiş asmak, dart oynamak, üniversitedeki usulsüzlükleri protesto etmek, basın açıklaması yapma, güvenliğe su sıkmak, yere

şiir yazmak ve dahası. Bu soruşturmalar sonucu onlarca öğrenci uzaklaştırma cezasına çarptırıldı. İstanbul Üniversite'sinde açılan soruşturmalar üniversitelilere tebliğ edilmeden sonuçlandı, üniversitelilerin savunma hakları ellerinden alındı. Kocaeli Üniversitesi'nde ise Berkin Elvan anması yapan öğrencilere özel güvenlik ve polis saldırmış açılan soruşturmalar yine öğrencilere tebliğ edilmemişti.

. Inan, itaat edenler kaybedecek! "İnan, itaat et, dövüş" der Mussolini. Hani şu, klasik faşist ideolojinin kurucu ve uygulayıcılarından olan Mussolini. Mussolini halkı tarafından cezalandırılmadan önce, bugün çeşitli biçimlerde devam eden faşizmin üniversitelerimizde ve memlekette yaratmaya çalıştığı yıkımın hareket etme biçimi ta 1900'lü yılların ortasında ifade etmiş: Amaçsız ve mitleşmiş bir inanç, sorgulamayan bir itaat etme biçimi ve insanlıktan arındırılmış kirli bir savaş! Eskilerden tanıdık olduğumuz "anti-komünist" söylem bugün "terörizm karşıtlığı", "inançsızlığa karşı Müslümanlığın savunusu" gibi laflarla kendine meşruiyet alanı açmaya çalışıyor. Okullar açılır açılmaz çeşitli üniversitelerde başlayan saldırılar bu söylemlerle kendine yer açmaya çalışsa da faşizmin ve gericiliğin, AKP sayesinde iyice açığa çıkan ve tepki çeken görünümünü beslemekten başka işe yaramıyor. Elbette bunda üniversitelilerin mücadelesinin, üniversitenin faşizme, gericiliğe ve saldırılara karşı verdiği mücadelenin büyük bir önemi var. Ortadoğu'da yaşanan savaşta, Kobane üzerinden ırkçılığı beslemeye çalışan faşist ve gerici çeteler, sokaklardaki misyonlarını (dövüş) sürdürürken; üniversitelerde yaratmaya çalıştıkları ırkçı ve gerici havayı bir türlü sağlayamamaları bunun en büyük örneği. Üstelik AKP'nin polis ve üniversite yönetimlerini bu konuda seferber etmesine rağmen! Bu noktada, İstanbul'da ve Trabzon'da yaşanan iki farklı saldırıya göz atmakta fayda var. İstanbul Üniversitesi'nde günlerdir süren IŞİD kökenli çetelerin IŞİD karşıtı

afişleri bahane ederek "Müslümanlığa hakaret ediliyor" diyerek başlattığı solcu öğrencilere dönük saldırılar, okulun tamamının birleştiği gericilik ve ırkçılık karşıtı bir havanın okula hakim olması ile günlerdir, üstelik polis saldırılarına ve idarenin katkılarına rağmen IŞİDlilerin geri püskürtülmesi ile devam ediyor. Üstelik bu günlerde tüm sokaklarda Kobane üzerinden yaratılan ırkçı söylemin medya aracılığıyla da körüklenmesine rağmen. Üniversitenin kendi savunmasını yapması bir yana, akademisyenlerin "IŞİD saldırırsa sınıfta ne yapacaksınız" diye tatbikat yaptırmaları veya polisin gözaltına almaya çalıştığı öğrencilerin sınıflara doğru koşmasıyla "IŞİD'li misiniz, değilseniz içeri girin" diyip sınıflarını korumaları gericiliğin üniversitelerde istenmediğinin örnekleri. Trabzon'da ülkücü çetelerin Öğrenci Kolektifleri üyesi Metehan Tuna Göre'ye saldırması ve Metahan'ın günlerce komada kaldıktan sonra uyanabilmesi ise bu saldırıların yaratabileceği yıkımın görülmesi açısından önemli bir örnek. Trabzon'da okul yönetimi ve şehri yönetenlerin el ele vermesiyle beslenen ülkücü Öğrenci Derneği'nin bu saldırısı, Öğrenci Kolektifleri'nin "muhafazakar kimliği ile bilinen" şehirde yarattığı ilerici deneyimin etkisi ile boşa çıkarıldı. Metehan da savaştı ve hayatı kazandı. Aslında toplamda bir hayatı kazanma mücadelesini biraz daha görünür kılıyor bu saldırılar. Üniversite, bugün memlekette ve coğrafyada yaratılmaya çalışılan, yer yer saldırılarla vuku bulunan bu karanlık havayı yok etmek için bir kale gibi dimdik ayakta duruyor ve durmalı.


SIYAH MAVI KIRMIZI SARI

Ekonomi

Ekonomi

9

SAYFA 10

8

Ortadoğu’da enerji savaşları Ortadoğu toprakları sahip olduğu enerji kaynakları ve jeopolitik değeri yüksek konumu ile dünya egemenliği peşinde koşan emperyalist devletlerin hayallerini süslemeye devam ediyor Arda Araz ODTÜ Özellikle 20. yüzyılın ilk yarısından itibaren sahip olduğu enerji kaynaklarının öneminin artmasıyla birlikte yeryüzünün en değerli toprakları haline gelen bir coğrafya Ortadoğu. Doğu ve Batıyı birbirine bağlayan, dünyanın en önemli kara ve su yollarını bünyesinde barındıran bu toprakların coğrafi konumu da değerine değer katıyor. Ne var ki tüm bunlar Ortadoğu’yu aynı zamanda şarkıların yerini ağıtlara bıraktığı bir bölge haline de getiriyor. Ortadoğu toprakları sahip olduğu enerji kaynakları ve jeopolitik değeri yüksek konumu ile dünya egemenliği peşinde koşan emperyalist devletlerin hayallerini süslemeye devam ediyor. Üstelik bu hayal, bölgenin her geçen gün daha fazla kaosa sürüklenip daha fazla kana bulandığı bir ortamı da beraberinde getiriyor. Siyasi istikrarsızlığın istikrar haline geldiği Orta Doğu coğrafyasında yaşananlara bir de enerji penceresinden bakmak, bugün bölgenin içerisinde bulunduğu durumun sebeplerini anlamak açısından değerli bir yer tutuyor.

Dünden Bugüne Ortadoğu Ortadoğu tarih boyunca sömürünün hüküm sürdüğü topraklar olageldi. Önceleri Osmanlı’nın atadığı valiler

aracılığı ile yönetilen topraklar, emperyalizmin yükseliş çağında ise Büyük Britanya’nın hakimiyeti altındaydı. Dünya savaşları sonrası yeniden biçimlendirilen sömürü ilişkilerinin bölgedeki karşılığı ise sözde “bağımsız” devletler, krallıklar ve emirlikler oldu. Ne var ki işgale dayalı sömürgeciliğin yerini alan bu yeni sömürü düzeni özde yeni bağımlılık ilişkileri üretti. Ortadoğu’da ortaya çıkan iktidarlar bölgenin sahip olduğu petrol ve doğalgaz kaynaklarını küresel şirketlere peşkeş çekmeye devam ederken ülkelerin payları ise küçük bir işbirlikçi azınlığa aktarılarak hem bölgedeki ülkeler arasında hem de tek tek ülkeler içerisinde ciddi gelir farklılıklarına dayanan eşitsizlikler yaratıldı. Bölgede özellikle 20. yüzyılın ikinci yarısından sonra ABD’nin iktidarı iyiden iyiye kendini hissettirmeye başlamıştı. Ne var ki Sovyetler Birliği’nin dağılması ile birlikte ABD’nin tekelinde ilerlemekte olan enerji savaşına yeni aktörler eklenmeye başladı.

Rusya Savaşa Dahil Oluyor Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından Rusya’nın bir süre için de olsa Ortadoğu’daki pazar paylaşımı açısından önemli bir tehdit teşkil etmemesi ile birlikte ABD enerji pazarında kendisine daha fazla hareket alanı bulmuş oldu. Ancak bu durum özellikle 90’lı

Gazprom Rusya'nın en büyük şirketi ve dünyanın en fazla doğalgaz çıkaran kuruluşudur. 2011 yılında 513 milyar metreküp doğalgaz üretimi gerçekleştiren şirket, 44,6 milyar dolar kar etmiştir. Avrupa ülkelerinde pazar payı %27'dir. Bu pazar payıyla 150 milyar metreküp doğalgaz satmıştır. Gazprom başkanı Rusya Cumhurbaşkanı Dimitri Medvedev’dir. Tahminlere göre 2017 itibarıyla Gazprom'un hisse değeri dörde katlanıp bir trilyon dolara ulaşacak ve bu da onu dünyanın en büyük şirketi yapacaktır.

yılların ikinci yarısı ile birlikte tersine döndü ve 1996 yılında stratejisini Putin’in çizdiği dünyanın en büyük doğal gaz şirketi olan Gazprom projesi başlatıldı. Bu proje ile dünyanın en büyük doğal gaz rezervlerinden birine sahip olan Rusya, bir yandan ABD’li şirketleri bu alanda devre dışı bırakırken diğer yandan Avrupa’da doğal gaza artan taleple birlikte kıta ülkeleri üzerindeki etkisini arttırmış olacaktı. Rusya’nın bu atağına ABD’nin cevabı ise Nabucco boru hattı projesini ilan etmek oldu. Bu proje Türkiye’den Avusturya’ya, Ortadoğu’dan Avrupa pazarlarına 3900 km uzunluğundaki boru hattıyla 31 milyar metreküp doğal gaz aktarmak için tasarlanmıştı. Doğalgaz pazarında, Rusya’nın Gazprom atağına Nabucco projesiyle cevap veren ABD, petrol piyasasındaki egemenliğini pekiştirmek adına da 2003 yılında Irak’ı işgal etti. Saddam rejiminin nükleer savaş tehdidi oluşturduğu öne sürülerek başlatılan işgal ile, British Petroleum’un (BP) 2010 yılındaki raporuna göre 115 milyar varil olan Irak’ın petrol rezervi kontrol altına alınmak isteniyordu.

Enerji savaşlarında yeni dönem Irak işgali ile birlikte, ülke petrolünü uluslararası petrol tekellerinin üretim alanına sokma hesapları yapan

ABD, işgal sonrası içinden çıkılmaz bir bataklığa sürüklendi. Öte yandan Rusya’nın doğal gaz atağına cevap olarak üretilen Nabucco projesinin 2019 yılına ertelenmesi ve bu ertelemeyle birlikte projenin külfetinin iki katına çıkması, ABD’nin doğal gaz pazarındaki planlarının da kısmen başarısızlıkla sonuçlanmasına neden oldu. Tüm bunlar ABD açısından Ortadoğu’daki projelerine yeni aktörlerle devam etmeyi zorunlu kılıyor-

du. ABD’nin bu çıkmaza bulduğu çözüm ılımlı İslam projesinin ürünü olan işbirlikçi Müslüman Kardeşler iktidarları ve cihatçı çeteler oldu. Bu aktörlerin ortaya çıkardığı Orta doğu ise, ülkelerin mezhep karşıtlığı üstünden kutuplaştığı ve petrol satışından ayda 90 milyon dolar kazanan IŞİD isimli bir belanın kontrolden çıkmış bir halde bütün bölge için tehdit haline geldiği karanlık bir coğrafya.

Yolsuzluğun yeni adresi: İŞKUR İŞKUR sahte istihdam oyunları ile hem işsizlik oranını düşük gösteriyor hem de ödenek olarak ayrılan parayı harcanmış gibi gösterip yolsuzluk yapıyor Cem Solmaz İstanbul Üniversitesi İŞKUR’un binlerce kişiyi evrak üzerinde çalışıyor gösterdiği ve bu şekilde yolsuzluk yaptığı ispatlandı. Son dönemlerde bildiğiniz gibi İŞKUR’un başlattığı istihdam garantili kurslar yaygın hale geldi. İŞKUR bu kurslar için her yıl milyonlarca lirayı istihdam desteği alan birçok firmaya gönderiyor ve belirli miktarda çalışanın işe girmesini taahhüt ediyor. Sayıştay’ın raporuna göre garantili iş vaadi ile İŞKUR kurslarına gidenler kurs bitiminde işe giremiyor sadece işe yerleştirilmiş olarak gösteriliyor. Kursa gidenler adına şirketler tarafından sahte sigorta bordroları düzenleniyor ve bu belgeler İŞKUR’a veriliyor. Müfettişlerce yapılan incelemelerde, kursu bitirenlerin herhangi bir yerde fiilen çalıştırılmadığı ve hiçbir ücret almadığı da ispatlandı. Kursiyerlerin firmalar üzerinden sigortalı olarak gösterildiği, bunlara bankama-

tik kartı çıkarıldığı, firmaların bu kartları şifreleri ile birlikte kursiyerlerden geri aldığı ve hesaplara yatırılan paraların yine firmalar tarafından geri çekildiği tespit edildi. Yapılan araştırmalar sonucu yalnızca birkaç ilde yolsuzluk yapıldığı ortaya çıktı. Bu tür yolsuzlukların diğer illerde de yoğun bir şekilde yapıldığı ancak diğer illerde herhangi bir soruşturma olmadığı öğrenildi. İŞKUR’un yolsuzluklarında bu olay ilk değil. Daha önce Diyarbakır’da AKP Milletvekili Cuma İçten, sahibi olduğu şirket adına İŞKUR İl Müdürlüğü'nden Meslek Edindirme Eğitim Kursları'nın kendi okullarında verilmesi ihalesini aldı. Ancak ihale sonucunda Diyarbakır ve çevre ilçelerde eğitim verilmesi gerekirken sahte tutanaklar tutuduğu ve hiçbir dersin verilmediği tespit edildi. Soruşturmalar sonucu tutanaklarda Cuma İçten'e ait okullarda mesai saatleri dışında bile kurs verildiği şeklinde tutunaklar tutulduğu ortaya çıktı.


10

Eğitim

Eğitim

Bir çocuğun gözünden:

İmam hatip dayatmasına karşı

Veliler, öğrenciler ve öğretmenler ayakta 2014-2015 eğitim öğretim dönemi okulların imam hatip dönüştürülmesine karşı eylemlerle ve TEOG skandalları ile başladı. Liselerde yapılan TEOG düzenlemesi ile birlikte 40 bini aşkın öğrenci tercih etmediği halde imam hatip liselerine yerleştirildi. Süleyman Şah Çok Programlı Lisesi’nin ne bir binası ne bir tabelası ne de öğretmenleri var. Ocak 2013’te açılan okula öğrenci kaydolmadı. 1 yıl boş bekleyen lise geçen yıl TEOG sisteminde görününce 68 öğrenci kaydoldu. Nabi Avcı’nın açıkladığı rakamlara göre; 15 okulluk tercih listesine imam hatip yazan toplam 359 bin öğrenci bulunurken imam hatibi ilk sıradan tercih edenlerin sayısı yalnızca 94 bin. Aradaki 265 bin öğrenci imam hatibi doğrudan istemiyor, ilk tercihinde başka okullara yer veriyor. TEOG’un imam hatiplerin öğrenci sayısının artmasını ve istediği okula yerleşemeyenlerin de özel okulları tercih etmesini sağladığı görülüyor. İstanbul başta olmak üzere birçok ilde İmam Hatip’e dönüştürülen okullara ve İmam Hatip sınıflarına karşı eylemler yapıldı. Veliler, öğrenciler ve öğretmenler yaptıkları eylemlerde okullarını savundular. Yeni yönetmeliğe karşı birçok ilde imza kampanyaları düzenlenirken çoğu okulun değiştirilen tabelaları yerinden sökülerek eski tabelalar geri takıldı. Birçok ilde eylemler çocukların okullarını geri alması ile sonuçlandı.

11

Türban Çocuğuna başörtüsü taktırmak isteyen ailenin kullanacağı yollar günah-sevap konusunu anlatma, suçluluk duygusu yaşatma ve ötesinde şiddet olabilir

AKP tipi eğitim: TEOG, başörtüsü ve ticarileşme 2002 yılında AKP iktidara geldikten sonra eğitim alanında ticarileşme ve gericileşme hat safhalara çıktı. TEOG sistemi ile öğrenciler imam hatiplere yerleşmeye zorlanıyor. Başörtüsü ise yeni getirilen yasa tasarısı ile artık ilkokullarda serbest Yusuf Özten Anadolu Üniversitesi

Hepimiz efsane karakter Mahmut Hoca’nın şu sözlerini hatırlarız “Ben tüccar değilim, eğitimciyim.” . Herkes eğitim sisteminin bu zihniyette olmasını ister. Ancak durum bundan çok uzakta. 2002 yılında AKP iktidara geldikten sonra eğitim alanında ticarileşme ve gericileşme hat safhalara çıktı. 2013-2014 eğitim-öğretim yılının sonunda ise 136 bin öğrencinin okullarını bırakması ise bu zihniyetin en çarpıcı sonuçlarından biridir. 4+4+4 sistemi de bu zihniyetin miladı olmuştur. Eğitimde gericilik öncelikli olarak türban üzerinden yapılıyor. Özellikle bakanlar kurulunun son açıkladığı MEB’e bağlı tüm okullarda türbanın serbest bırakılması bunun en büyük örneği olmaktadır. Yani türban artık ilkokula indi. O yaşta daha soyut kavramları kavrayamayan beyinler için türban meselesi bir tercih değil bir dayatmadır. Tabi okullardaki baskılar ve gericileştirme sadece türbanla sınırlı değil. Kılık-kıyafet düzenlemesi, imam hatiplerinin önünün açılması, bazı okullarda türban dağıtılması, öğrencilere cami maketleri yaptırılması, mescit açma girişimleri, hatta ve hatta üniversitelerin içerisine camilerin yaptırılması, öğrencilere mezheplerinin sorulması da sorunların başlıcalarıdır. 4+4+4 sistemiyle okul öncesi eğitime olan ilgi azaldı. 2011-2012 eğitimöğretim yılından bu yana okul öncesi öğrenci sayısı 110 bin gerileyerek 1 milyon 59 bin oldu ve okul sayısı da 2 bin azalarak 26 bine geriledi. Mesleki okullarda da durum tersine işliyor. Önceki yıllarda 126 olan okul sayısı 2014 sonunda 426 oldu. Bu da çocuk yaşta işçiliğin önünü açtı. İmam Hatip Liselerinde ise durum çok daha

ciddi. Tayyip Erdoğan’ın dindar bir nesil yetiştirmek istediğini söylemesi de bu artışı doğrular nitelikte. 2002 yılında 450 olan imam hatip sayısı 2014 yılında 854 oldu. Sayı artışı sadece okullarda değil öğrencilerde de oldu. 2002 yılında 71 bin 100 olan imam hatipli öğrenci sayısı 2014’te 474 bin 96 ya ulaşmıştır. Öğrencilerin imam hatiplere veya meslek liselerine gitmeleri için TEOG diye bir sınav sistemi getirildi. Bu yıl

AKP’nin birlikte gelen eğitim sistemin ile; İmam hatiplerin sayısı hergün artıyor, okulların içerisine imam hatip derslikleri kuruluyor, bazı okullarda okul yönetimi türban dağıtıyor, öğrencilere derslerde cami maketleri yaptırılıyor, öğrencilere mezheplerinin soruluyor

ilk kez uygulanacak olan TEOG sistemi ile tercih listeleri oluşturulacak. İki liste üzerinde yapılacak olan tercih sisteminde öğrenciler tercih listelerindeki ilk 15 okula yerleşemezlerse, ikinci listedeki 6 okul türünden en az dördünü seçerek, içlerinden birisine kaydını yaptıracak. Ancak asıl sorun bu iki listedeki tercihlerine de yerleşemeyen öğrenciler MEB tarafından otomatik olarak evine en yakın okula yerleştirilecek.

Eğitimde ki gericileşmenin yanı sıra ticarileşmeye de göz atmak gerekir. Yeni sistemle sınavla herhangi bir liseye yerleşemeyenler imam hatip veya meslek liselerine gitmek zorunda olacaklar. Burada sınavı kazanamayan öğrencilere iki seçenek sunuluyor. Ya paraları varsa özel okula gidecekler ya da açık lise okuyacaklar. Açık liselerin ne kadar verimli olduğu ortada! Özel okullar da çok pahalı. Özellikle gelir düzeyinin bu kadar düşük olduğu bir ülkede yaşadığımızı düşünürsek. Özel okulların fiyatları en düşük olanı 15 bin TL civarında. Devlette özel okullara gidilmesi için teşvik veriyor. Teşvikler 250 bin öğrenciyle sınırlı ve 2500-3500 TL arasında değişiyor. Rakamlar yine de birçok ailenin yıllık gelirinden bile fazla. AKP burada da şunu amaçlıyor: öğrenci ya imam hatip liselerine gidip AKP’nin istediği gibi düşünen bir insan olsun ya da meslek liselerine gidip patronların en çok sevdiği şey olan ucuz iş gücü olsun. Koç grubunun yaptırdığı reklamları hatırlarsınız. Ne diyordu reklamlarda “Meslek lisesi memleket meselesi”. Bu daha çok “cebimize nasıl daha çok para girer” meselesi gibi değil mi? Eğitim de gericilik ve ticarileşme bu kadar artmışken umutsuzluğa düşmemek gerekir. Umutsuzluk bir insanı veya bir toplumu çöküşe sürükler. Neyse ki bu ülkenin direnen umutlu insanları var. Bu insanlar okullarının imam hatip lisesine çevrilmesine, kapatılmasına karşı, gerici bir eğitim almaya karşı, Tayyip Erdoğan’ın her türlü zulmüne, geleceğimize her türlü yoldan saldırmasına karşı çıkıyorlar. Direnen insanlar attığı sürece ne eğitimimize ne de geleceğimize dokunabilirler.

Rüveyda İncegül Osmangazi Üniversitesi

Öncelikle başörtüsü ortada iken “yaşam tarzı” tartışması kalmaz. Çünkü ilkokul, ortaokul ve lise dönemindeki bir kız çocuğu henüz bu kararı alabilecek bilişsel yapıda değildir. Ancak 10-11 yaşından sonra yaşam tarzı, din gibi soyut konuları kavrayabilecek bir çocuğun, taktığı başörtüsüne özgürlük değil, yetişkin özgür bir birey için bir yaşam tarzı, bir tercihtir. “Başörtüsü serbestliği” kararına psikolojik ve gelişimsel yönden bakıldığında karşımıza birçok sorun ve çocuğun taktığı başörtüsüne özgürlük diyenlere de birçok cevap çıkıyor. Ancak konu çocuklar açısından ele alındığında böyle söylenemez. Bu yaştaki çocuklara iyi/kötü, doğru/yanlış gibi ahlaki kavramların bile korkutularak, ceza verilerek öğretildiği düşünülürse başörtüsü gibi ciddi bir olgunun çocuğa neler yaşatacağı iyi analiz edilmelidir. Ailenin dayatmasıyla veya akran özenmesiyle takılan başörtüsü çocuğun sadece bireysel olarak değil sosyal çevresinde de sorunlar yaşamasına sebep olur. Bu sorunlar çocuğun bilişsel, psikososyal ve kimlik gelişimini etkileyen küçümsenmeyecek boyutta sorunlardır. Çocuğuna başörtüsü taktırmak isteyen ailenin kullanacağı yollar günah-sevap konusunu anlatma, suçluluk duygusu yaşatma ve ötesinde şiddet olabilir. Ayrıca çocuğa cinsiyet rollerini empoze etme ve kendisini cinsel bir obje gibi hissetmesine sebep olma da olayın başka bir boyutudur. Ailenin kullandığı bu yollar çocuğun akran zorbalığı, sürekli suçluluk hali, düşük özdeğer ve düşük özsaygı yaşamasına sebep olur.

Bu konu ergenlik döneminde tartışmaya açıldığında “kimlik kazanımı” konusu karşımıza çıkar. Ergenlik dönemindeki bir birey sürekli kimlik kazanmaya çalışır. Artık din, yaşam tarzı gibi soyut kavramları anlayabilir, üzerine fikir oluşturabilir konuma gelmiştir. Ancak yaşam tarzını belirleme, kazançlar ve kayıplar konusunda muhakeme kuramaz. Bu yüzden ergen birey başörtüsü gibi kararları alırken baskıya maruz kalır. Bu kararın arkasında aileden takdir görme ihtiyacı, sosyal ortamda kabul görme isteği gibi olgular vardır. Başörtüsü kararının verilebilmesi için duygusal ve düşüncesel özerklik gerekir. Özerklik kazanımı ise ergenlik sonu ve genç yetişkinlik dönemiyle başlayan bir durumdur. Özerklik kazanımı yaşanmadan alınan önemli kararlar sağlıklı kimlik gelişimini engeller boyuttadır. Çünkü alınan kararların kazandıracakları ve kaybettirecekleri hakkında fikir yürütmek için gereken bilişsel ve psikolojik yapıya gelinememiştir. Yani birey başörtüsü kimliğini ergenliğin son döneminde bile üzerine alsa bu sağlıklı bir kimlik kazanımı olmayacaktır. Bu konu çocukların ve ergen bireylerin gelişimi ve psikolojisi açısından hassas bir konudur. Tartışmalar da bu boyut dikkate alınarak yapılmalıdır. Bu serbestlik kararının gerici, tek tipçi, zorba olduğunu kabul etmek gerekir. Bu konuda en büyük görev okul idarelerine, öğretmenlere, okul psikolojik danışmanlarına ve ailelere düşmektedir. Ve tabi ki özgürlük isteyenler dayatılan bu gericilik karşısında mücadele etmelidir. Bu sorun sadece günümüzü değil tüm toplumun geleceğini etkilemektedir.

Persopolis Film İran İslam Devrimiyle değişen hayatları, cesur, açık sözlü kişiliğiyle 9 yaşındaki Marjane’nin gözünden anlatıyor. Filmde Şah’ın devrilmesine destek verilmesinin ardından, daha özgürlükçü demokratik bir sistemin geleceği düşüncesi radikal İslamcı kesimin politik gücü elde etmesiyle beraber oluşmayacağı ortaya çıkıyor ve tam tersi kişisel haklar daraltılıyor, kadınlara çarşaf giyme zorunluluğu dayatılıyor ve birçok kadının kurallara karşı geldiği üzerine ve hatta öğrencilerin siyasetle uğraşıyorlar diye hapse atılmasını anlatıyor. Aynı zamanda 9 yaşında ki Marjane’nin muhalif amca-

sının intiharına tanık olmasından, Irak-İran savaşında Tahran’a bombalar düşerken bu savaşın küçük bir çocuğun üzerindeki etkisinden okulunu Avusturya’da okumak için ülkesinden ayrılışından bahsetmekte. Geri döndüğünde ise açık fikirli söylemlerinin ikiyüzlülüklere karşın devam etmesi bu yüzden de daha fazla İran’da barınamayacağını anlamasını konu edinmekte ve tabi sonuç Marjane Satrapi’nin üzülerek ülkesini terk ediyor. Geleceğe dair umutları olarak Fransa’da yaşamaya karar veriyor. Persopolia gericiliği ve gericiliğin çocuklar üzerine etkisini bir çocuğun gözünden anlatıyor.


SIYAH MAVI KIRMIZI SARI

Dosya

İnsanlığın Kalbi, Direnişin Nabzı Kobane Kobane direnişi, bugün emperyalist savaşın arenası haline gelen ortadoğudaki IŞİD vahşeti karşısında tüm dünyanın ‘buz gibi ürperişi’ ve suskunluğuna karşı net bir yanıt

SAYFA 08

Veysel Yıldırım Marmara Üniversitesi

Kobane, Suriyeli Kürtlerin Beşar Esad yönetiminin 2012’de Rojava bölgesindeki askerlerini çekmesinden sonra özerklik ilan ettiği üç kantondan biri. 2012’den bu yana PKK’nin Suriye kolu olarak bilinen Demokratik Birlik Partisi (PYD) tarafından yönetiliyor. PYD, 2014 başında da bölgede özerklik ilan etti. Kürt halkı Rojava’yı ve burada uyguladıkları yönetim biçimini, Beşar Esad sonrası Suriye’de talep ettikleri özerkliğin temeli olarak görüyor. Kobane ise diğer kantonlar olan doğudaki Cizire ve batıdaki Afrin’in tam ortasında bulunuyor; dolayısıyla stratejik ve psikolojik önemi yüksek. Kobani’nin düşmesi, diğer iki kanton arasındaki bağın kopması anlamına geliyor. Rojava, Toplumsal Sözleşme olarak adlandırılan bir anayasayla yönetiliyor; sözleşmenin temeli demokratik teamüllere ve insan haklarına dayanıyor. İlk maddesinde sözleşme şöyle tanımlanıyor: Demokratik Özerk Kanton Yönetimleri’nin (Cizire, Kobanê ve Afrin) Toplumsal Sözleşmesi’dir. Kanton yönetimlerinin Suriye'nin parçası olduğununun belirtildiği sözleşmede "Cizire Kantonu ortak kantondur ve içerisinde Kürtler, Araplar, Süryaniler, Ermeniler ve Çeçenler ile Müslümanlar,Hristiyanlar ve Ezidiler birlikte yaşarlar" deniliyor. Aynı zamanda Kürtçe, Arapça ve Süryanice resmi dil olarak kabul edildi. Ancak bölgedeki tüm diğer dillerde öğrenim görülmeside karara bağlandı. Kadınlarla ilgili gelişmeler ise çok çarpıcı: Yönetimde yüzde 40 kadın kotası uygulanıyor.Aynı zaman da “Cinayet, taciz, tecavüz, erken evlendirilme, çok eşlilik dahil olmak üzere kadınlara yönelen tüm şiddet biçimlerine karşı kadınların öznesi oldugu çok güçlü bir kadın dayanışmasına tanık oluyoruz. Direniş içinde kadınların en önde konumlanışı,kadınların varoluşu ve özgürleşmesi açısından direnişte önemli bir yer tutuyor. Rojava’da komünlerden, meclislere, birliktelik içinde oluşturulmuş olan sulh komiteleri adli davaların neredeyse tamamını çözerek, devlet mahkemesini işlevsiz kılıyor. Adalet alanında da amaç, “savcı ve avukatların, hakim ve yargıçların fazlalık haline geldiği” bir sistem. Bugün, yeni bir dünya savaşının arenası olan Ortadoğuda,özgürlükçü bir alternatifi sunan ise bu sefer Kürt siyasi hareketi genci,

yaşlısı, kadını erkeği ile Ortadoğu halklarının bütününü kucaklayarak emperyaIistlerin savaş politikaları ile doğan ve araçsallaşan IŞİD karanlığına ve katliamlarına karşı bir insanlık savaşı veriyor. Kobane'de verilen direniş ortadoğu halklarının kaderini tayini için büyük bir önem taşıyor. Kobane direnişi, bugün emperyalist savaşın arenası haline gelen ortadoğudaki IŞİD vahşeti karşısında tüm dünyanın ‘buz gibi ürperişi’ ve suskunluğuna karşı net bir yanıt. Bu yanıt, içinde yaşamı, varoluşu ve iyi olanı barındırıyor. Kobane'ye yönelik IŞİD saldırıları yoğunlaşırken sokak eylemleri çağrısının ardından İstanbul’dan Batman’a Hopa'dan Adana'ya kadar birçok ilde yapılan eylemlerle Kobane'deki tarihi direnişe destek çağrıları yapıldı. Kobane'de IŞİD çetelerinin saldıraları ve Türkiye’deki ölümler dünyanın birçok bölgesinde protesto edildi. Almanya'nın Köln,Leipzig,Duisburg ve Berlin gibi kent merkezlerinde protestolar yapıldı.AKP ve IŞİD çetelerinin ortaklığıyla Kobane Kantonu'na yapılan saldırıların barbarlık oldugu vurgulandı. Tren istasyonu eylemleri ve Havalimanı işgalleri gerçekleştirildi. Fransa'da ise Fransa Dış İlişkiler Bakanı ve Türkiye Dış İşleri Bakanı'nın toplantı yaptıgı binanın önünde “Tampon bölgeye hayır” eylemleriyle Kobane direnişine destek verildi. Macaristan'ın başkenti Budapeşte'de parlementoya kadar yürüyüş yapıldı. Avusturalya'nın Sdney kentinde Townhall'da bir miting düzenlendi. Arjantin'in başkenti Buenos Aires'te diktatörlük dönemi magdurlarının annelerinin her perşembe düzenledigi Plaza de Mayo (Mayıs Meydanı) eylemlerini anneler bu hafta Kobane'ye adadı. Aynı zamanda IŞİD'in saldırısı altında olan Kobane için sosyal medyada aralarında sanatçıların da bulundugu

13

Yenisömürgecilik rizi: Emperyalist hakimiyet(sizlik) IŞİD ve AKP Bir IŞİD belası var ki dünyanın gündemine oturmuş durumda. Ortadoğu'da yaratılan 'şeytani güç' IŞİD kafa keserek, kurşuna dizerek yaptığı infaz görüntüleri ile dünyaya korku salıyor Tahir Özgür Kütahya İTÜ

IŞİD'in aylık geliri ortalama 100 milyon dolar olduğu biliniyor. Örgüt her bir militanına aylık 400 dolar ödüyor. Evlenen militanlara tek seferlik 1200 dolar ödeniyor, militanlar eş olarak aldığı her kadın için için aylık 100 dolar ve çocuk başınada aylık 50 dolar maaş alıyor

imza kampanyası başlatıldı. Bir IŞİD belası var ki dünyanın gündemine oturmuş durumda. Ortadoğu'da yaratılan 'şeytani güç' IŞİD kafa keserek, kurşuna dizerek yaptığı infaz görüntüleri ile dünyaya korku salıyor Peki, Kim bunlar? Amaçları ne? Nasıl bu kadar rahat ilerliyor? Militanlarını nereden buluyor? Kimler tarafından destekleniyor? IŞİD'e dair kafalarda pek çok soru işareti bulunuyor. IŞİD'in Sahneye Çıkışı ABD'nin 2003 Irak işgali ile aslında IŞİD'in de temeli atılmıştı. ABD'nin Irak'ta ve Ortadoğu'nun genelinde körüklediği ırkçı-mezhepçi ayrışmalar, mezhep temelli savaşlara ve bu savaşın Sünni cihatçı çetelerinin örgütlenmesine zemin oluşturdu. Bu islamcı çeteler El Kaide içinde yapılanarak Ortadoğu'nun birçok yerinde konumlandı. 2004'te Ebu Musab Zerkavi tarafından Irak'ta kurulan Tevhid ve Cihad örgütü El Kaide'ye katıldı ve Irak El Kaidesi olarak yapılandı. 2010 Nisan'ında ABD ve Irak güçleri, Sisar bölgesinde Irak El Kaidesi'nin diğer adıyla Irak İslam Devleti (IİD) örgüt liderlerinden Ebu Ömer el Bağdadi ve Ebu Hamza el Muhacir’in kaldıkları eve ortak bir operasyon düzenledi. Operasyonda her ikisi de öldürüldü. Irak cephesinde Ebu Bekir El Bağdadi örgütün yeni lideri oldu. Suriye'de El Nusra Cephesi'ni ılımlı olmakla ve El Kaide lideri Zevahiri'yi ihanetle suçlayan, Ebu Bekir El Bağdadi liderliğindeki Irak İslam devleti, El Kaide'den ayrıldığını duyurdu. Irak İslam Devleti (IİD) olan adını, Irak ve Şam'da islam devleti kurmak hedefiyle 2013 Nisan ayında değiştirerek Irak ve Şam İslam Devleti (IŞİD) adıyla ortaya çıktı. IŞİD'in 2014 Haziran ayında Musul'u ele geçirmesinin ardından Ebu Bekir El Bağdadi halifeliğini ve hilafet devleti IŞİD'in kurulduğunu ilan etti. Emperyalizmin derinleşen krizi Ortadoğu'yu yeniden yapılandırmayı, paylaşım hesaplarını ve doğalında savaşı doğurdu. 2011'den bu yana Esad yönetimindeki Suriye'ye karşı yürütülen mezhepçi savaşta ÖSO adı altında El Kaide bileşeni islamcı çetelere emperyalistler ve aktif taşeron AKP iktidarı ile Türkiye'den de kaynaklar(silah ve diğer yardımlar) sağlandı. Cihatçı çeteler içinde radikalizmiyle öne çıkan IŞİD diğer grupları kendilerine biat etmeye zorladı. Böylece Suriye’ye 'insani yardım' adıyla tırlar dolusu gönderilen silah ve milyarlarca dolar para IŞİD’in eline geçti. IŞİD'e başta Türkiye, Suudi Arabistan ve Katar gibi ülkelerden ciddi finans desteği sağlanmakta. Suriye'de ele geçirdiği askeri üsler ile silah


SIYAH MAVI KIRMIZI SARI

SAYFA 08

14

Medya

Dosya

420 milyon doları da kaynakları arasına katarak bugün dünyanın en fazla maddi kaynağına sahip olan islamcı çetesi oldu. IŞİD kurduğu emirliklerde yoksul Sünni halkı maaşlı militanı yaparken, IŞİD militanı olmayı cazip hale getiriyor. Bunun yanında İslamcı çeteler karşısında hegemonyasını güçlendirmesi ve bölgede yükselen bir güç haline gelmesi de selefi militanların IŞİD'e katılımını yüksek oranda arttırdı. IŞİD, Suriye'de petrol zengini Rakka ve Deyr Ez Zor ile, Irak'taki petrol bölgeleri Musul, Beyci'yi ve Anbar'a kadar geniş bir bölgeyi kontrolü altına aldı. Aynı zamanda Ortadoğu'nun en büyük su kaynakları Fırat ve Dicle nehirleri üzerinde de büyük oranda kontrolü sağladı. Bölge açısından çok büyük bir öneme sahip, Rojava yönetiminin 3 kantonunda biri olan Kobane'de halklar PYD'nin Halk Savunma Birliği (YPG) ile IŞİD'e karşı büyük bir direniş sergiliyor, çatışmalar sokak çatışmaları olarak günlerdir devam ediyor. Başta ABD olmak üzere emperyalist ülkeler ve aktif taşeron AKP iktidarı tarafından IŞİD'in bertaraf edilmesinin yolu Suriye'de Esad'ın devrilmesinde geçtiği söylemleri yerli ve yabancı medyada sıkça yer almakta. Bu durum olası müdahaleleri haklı göstermek için IŞİD'in nasıl araçsallaşabileceğini gözler önüne seriyor. Ancak IŞİD'in araçsallaşma hali emperyalistlerin hakimiyet krizinin olmadığı anlamına gelmiyor. IŞİD Irak'ta ele geçirdiği tank ve ağır silahlarla Suriye’nin içine

doğru ilerliyor. Suriye’nin doğu bölgesinin çoğu alanında hakimiyet sağlayan IŞİD, petrol yönünden zengin Deyrizor şehrinin neredeyse tamamını ele geçirdi ve şimdi Suriye Kürtleri’nin direnişini kırmaya çalışıyor. IŞİD’in Suriye’de ilerleyişi tüm bölgedeki güç dengelerini değiştiriyor. Esad karşıtı muhalif güçleri kendine biat etme çağırıyor. ABD, Britanya, Suudi Arabistan ve Türkiye’nin desteklediği El

+

Türkiye’nin desteklediği El Nusra gibi diğer islamcı çetelerle çatışan ve ağır hasarlar veren IŞİD, emperyalistleri ve AKP'yi çıkmaza sokuyor. ABD'yi bölgede manevra krizine sokan IŞİD Ortadoğu'da ki enerji savaşının temeli olan petrol kuyularının hakimiyetini elinde bulundurmakta

Nusra gibi diğer islamcı çetelerle çatışan ve ağır hasarlar veren IŞİD, emperyalistleri ve AKP'yi çıkmaza sokuyor. ABD'yi bölgede manevra krizine sokan IŞİD Orta-

doğu'da ki enerji savaşının temeli olan petrol kuyularının hakimiyetini elinde bulundurarakta bölgede kurulmaya çalışılan dengeleri sarsıyor. Aktif taşeronluğun çıkmazında olan AKP iktidarı ile IŞİD arasındaki ilişki, danışıklı 49 rehine sürecinde ve onu takip eden süreçte yeni başbakan Ahmet Davutoğlu'nun IŞİD'e dair yaptığı “IŞİD bölgedeki hoşnutsuzluktan doğan bir reaksiyon" açıklamasıyla belirginleşmişti. AKP'yi Ortadoğu politikasında çıkmaza sokan bir diğer taraf Kürt siyasi hareketi oldu. Çözüm süreci ile sınırlar içerisinde az da olsa nefes alma şansı bulan AKP, iflas eden bölge politikaları ve Rojava'da ilan edilen özerklikten sonra sınır hatlarında evdeki hesabı çarşıya uyduramadı. Acizliği IŞİD ile yaşanan rehinelere karşılık silah (tank ve ağır silahlar) takasında iyice ortaya çıkan AKP, kürt hareketinin Suriye kanadı PYD'ye karşı inkar etsede IŞİD'i beslemekte ve desteklemektedir. Emperyalistler açısından da tehlikeli bulunan bu kontrolsüz ilişki uzun ve kısa vadede AKP'nin krizini daha da derinleştirecektir. IŞİD'in Kobane'ye olan saldırısı sonrası YPG'nin direnişi ve direnişin Türkiye, dünya çapında yarattığı etki bunun kanıtıdır. Yurt genelinde direnişi desteklemek için yapılan sokak eylemlerine İçişleri Bakanı Efkan Ala'nın 'misli karşılık', kontrgerillayı ve devletin diğer bütün güçlerini devreye sokma tepkisi, AKP'nin çıkmazıdır.

15

Reklamlarda yok edilen çocukluk ve toplumsal cinsiyet Reklamlarda toplumsal cinsiyet rolleri, kız çocukları ve erkek çocuklarının davranışları, anne ve babanın çocuklara davranışı üzerinden belirleniyor Gizem İnep Marmara Üniversitesi

Hizbul-kontra Liderliğini, Milli Türk Talebe Birliği (MTTB) üyesi, Milli Selamet Partisi gençlik örgütü Akıncılarından Batman Gercüş Doğumlu Hüseyin Durmaz’ın(1978’de soy ismini Velioğlu olarak değiştirdi) yaptığı, Batman’da başlayıp Diyarbakır’da İlim Kitabevi etrafında faaliyet gösterip büyüyen, 1988–1990 arası arkasında onlarca mezar evleri, yüzlerce cinayet bırakan örgüt.

Kadının toplumsal konumuna, ve rolüne ilişkin tanımlamaların, kolayca toplum üzerinde etkili olduğu kitle iletişim araçlarında televizyonun yeri büyük. Bu bağlamda kadın ve erkek arasında ki ayrımcılığı ve güç eşitsizliğine dayanan ilişkiyi görünür kılan araçlardan biri de reklamlardır. Medya, kadın tiplerini genellikle ‘dişilik’ paydası altında toplayarak, erkek egemen ideolojinin en önemli özelliğinin dış görünüşü olduğu ‘ide-

cinsiyet ayrımcılığı üzerinden söylenen her söylemi ya da eylem ve pratikleri yeniden üretmekte. Ayrıca bu özelliklere sahip olmak isteyen özellikle büyük metropol şehirlerde yaşayan kadınları medyada gösterilen ideal kadın imgesine erişebilmek adına güzellik endüstrisinin kar nesnesine dönüştürmekte.

runları daha çok artmakta, toplumsal cinsiyet anlayışı daha da körüklenmekte. Reklamlardan bazıları henüz çocukluktan bu toplumsal cinsiyet rollerini bireylere yükleyen reklamlar. Çocuklara özel ürünlerle öne çıkan ‘Kinder’ reklamlarında da görülüyor. Reklamda toplumsal cinsiyet rolleri, kız çocukları ve erkek çocuklarının davranışları, anne ve babanın çocuklara davranışı üzerinden belirlenmişti. Şimdilerde ise koton reklamları gündemde. 2014 Eylül ayı içerisinde televizyon kanallarında ve rek-

AKP-hizbulkontra ortaklığı Geçtiğimiz yıllarda tutuklu bulunan Hizbullah liderleri serbest bırakılmıştı. Bu olay AKP’nin Kürt Sorunu’nu çözmek için başka bir alternatife yöneleceğinin işaretlerinden biriydi. Nitekim proje geçiktirilmeden devreye sokuldu ve HÜDA-PAR kuruldu. Kobane eylemlerinde ise halka yönelik saldırılar, AKP-IŞİD-Hizbulkontra’nın kirli savaş ittifakını gözler önüne serdi. Halk ülkenin dört bir yanında sokaklara çıktığında IŞİD yanlısı Türkçe sitelerden ‘eylemlere karşılık verme’ çağrıları yayımlanmışdı. Hizbullah’ın partisi HÜDA-PAR yöneticilerinin benzer çağrılarını İçişleri Bakanı Efkan Ala’nın açıklaması tamamlamıştı: “Şiddet misliyle karşılık bulacaktır.“ 90'larda Kürtleri ve devrimcileri katleden Hizbullah, 7 Ekim günü Kobane’ye yönelik IŞİD saldırısını ve AKP hükümetinin tutumunu protesto etmek için sokağa çıkanlar polisin ve Hizbullah gibi gerici faşist çetelerin işbirliğinde gerçekleşen saldırılara maruz kaldı. Bu saldırılarda en az 11 yurttaş yaşamını yitirdi. Bölgede yüzlerce Kürt insanını, devrimcileri kaçırarak domuz bağıyla katleden ve JİTEM tarafından kurulduğu için Hizbulkontra olarak bilinen Hizbullah, IŞİD'e destek vermek amacıyla birçok yerde insanları silahlarla katlederken, bazı üyelerinin domuz bağıyla meydana çıkması dikkat çekti. Görünen o ki, 1990’ların başında olduğu gibi devlet daha da karmaşıklaşan Kürt sorunu için Hizbullah’ı tekrar devreye sokma kararı aldı ve bunun zeminini hazırladı. Hizbullah’ta eskisi gibi devletin gücü ve imkânlarını kullanacarak bunun hakkını vermeye çalışacaktır.

Gazetecilik bahane yandaşlık şahane İktidar cenderesi arasına sıkışan ana akım medyanın ve doğrudan iktidar tarafından oluşturulmuş havuz medyanın haberleriyle ülkede habercilik adına katliam devam ediyor. Her fırsatta medyayı kullanmaktan ve azarlamaktan çekinmeyen iktidar sahipleri her zaman olduğu gibi medya güçlerini kullanarak olmayanları yazmaya zorluyor. “Yüzlerine haykırdı”

al kadın’ imgesini yeniden üretiyor. İdeal kadından, günümüzde bir yönden anne, iş kadını, ev kadını olması ve bu sosyal kimliklerin getirdiği sorumlulukları yerine getirmesi bekleniyor. Aynı zamanda bu ‘ideal kadına’ güzellik, gençlik gibi özelliklerde ekleniyor. Bu özelliklerin yüklendiği kadın bu sorumlulukların altında baskılanmakta, kadınları mutsuzluğa sevk etmekte ve

Reklamlarda ki bu kadın temsilleri genellikle iki cinsiyetin farklı olduğu kabulü üzerine şekilleniyor ve bu kadın ve erkeğin birbirinden farklı olduğunu vurgulayan toplumsallaştırma sürecinin bir taşını oluşturmakta. Tam da bunun üzerine toplumsal cinsiyet ayrımcılığı içselleştirilmekte, cinsiyet eşitsizliği yeniden üretilmektedir. Kadınların medyada ki bu imajı sebebi ile kadın so-

lam panolarında yayınlanan ‘çocuk kafası çocuk modası’ reklamları bir ürünün daha iyi satılması amacıyla çocukların kullanılması çocukları hem ticari kaygılara alet ediyor hem de ayrıcalıklı olmak tarz sahibi olmak vurgusuyla çocuklara özseverlik aşılıyor. Yaşamın her yerinde olduğu gibi medyada da toplumsal cinsiyet ayrımcılığı toplumda içselleştirilmeye çalışılıyor. Kapitalist tüketim ekonomisinin görüldüğü toplumlarda kadın bedeni tüketim nesnesi halinde görülüyor, kadınlarsa bu cinsiyet ayrımcılığının en altında yer alıyor.

Geçtiğimiz günlerde BM salonunda konuşma yapan Tayyip Erdoğan boş bir salona hitap etti. Ancak Star Gazetesi haberi birinci sayfasından vererek salonu photoshop yöntemi ile doldurdu. Erdoğan konuştuğu sırada salon neredeyse boş olmasına rağmen, Star haberi ‘Cumhurbaşkanı Erdoğan BM ve batılı ülkeleri ağır dille suçladı’ başlığıyla verdi. Star’ın

teknolojiden faydalanarak boş salonu doldurması sosyal medyada dagündem oldu. “Asker hazır bekliyor” Kobanê’yi tam karşıdan gören, canlı yayınların yapıldığı tepede bir mizansen yaşandı. Sabah saatlerinden itibaren Türk askerlerinin Mürşitpınar Sınır Kapısı’na giden yolda aldığı yoğun önlemleri fotoğraflamak isteyen ana akım medya çalışanları, neden mevzilendikleri anlaşılmayan askerleri tetikteymiş gibi gösterip dakikalarca fotoğraflarını çekti. Kurgulanan fotoğraflarda askerlerin namlularını Kobanê yerine Suruç’a çevirmesi ise komedinin boyutunu gözler önüne serdi. Kurgulanan bu manzara “Sınırdan son fotoğraflar: Asker hazır bekliyor” başlığı ile servis edildi.

Trans gazeteci işten atıldı İMC TV’nin işten çıkardığı trans gazeteci Michelle Demishevich Galatasaray Meydanı’nda basın açıklaması yaptı. Çok sayıda LGBTİ örgütünün destek verdiği basın açıklamasında Demischevich hukuk mücadelesini sürdüreceğini açıkladı. Demishevich’in açıklaması ise şöyle: “Ben İMC TV’de dü-

şük ücretle, sigortasız çalışıyordum. Bundan tam altı ay önce şirket genel müdürüne durumumla alakalı ‘Bir iyileştirme yapabilir miyiz?’ dediğimde ‘Bizim skalamız bu kadar, daha iyi şartlarda bir iş bulursanız sizi tutmayız’ cevabı ile karşılaştım. Ne olduysa o günden sonra oldu.”


SIYAH MAVI KIRMIZI SARI

SAYFA 12

16

Bilim

Teknoloji

17

TÜBİTAK’ın reddettiği proje ödül aldı

Kapitalizmin salgın hastalığı:

Ebola Ebola’nın deneysel bi serum dışında, bilinen bir tedavisi yok. İlaç firmaları araştırmaları “karlı” bulmadığı için ebola için yatırıma ve araştırmalara sıcak bakmıyor Utku Çiftçi Yıldız Teknik Üniversitesi

Ebola, yoğun iç kanamalar sonucu hastanın şok etkisiyle ölümüne neden olan bir virüs. 2014’ün ortalarından beri tüm Dünya'yı kasıp kavuran Ebola virüsü, ilk olarak 1976 yılında ortaya çıktı. Virüsün insanlara bir meyve yarasası türünden bulaştığı düşünülüyor. 1976’dan bu zamana olan salgınlardan en yaygın vaka ve ölüm bu seneki salgında görüldü. Virüs mart ayında Gine’de ortaya çıktı. Daha önceleri kırsalda ortaya çıkan salgının, bu sefer büyük kentlerin olduğu bir coğrafyada etkili olduğu görülüyor. Bu yüzden görülen vaka sayısı ve ölüm oranı önceki salgınlara göre daha fazla. Salgın yaygın olarak Batı Afrika’da görülüyor. Amerika ve Avrupa’da da birkaç vakaya rastlandı ancak şimdiye kadar bir salgın haberi çıkmadı. Virüs mart ayından bu yana yaklaşık 8 bin kişiye bulaşmış, 3800’den fazla kişi ölmüş. Bunların 200’den fazlasını sağlık çalışanları oluşturuyor. Salgın Afrika’da yayılmaya ve can almaya de-

vam ediyor. Geçen hafta Londra’da toplanan Uluslararası Ebola Zirvesi’nde “gerekli önlemler alınmadığı takdirde birkaç ay içinde ölümlerin 1 milyonu geçebileceği” duyuruldu. Ebola son derece bulaşıcı, öyle ki hastaların ölümü gerçekleştikten sonra bile bulaşmaya devam edebiliyor. Afrika’ya özgü defin geleneklerinin sonucu olarak ölülerle yapılan temaslar da virüsün bulaşmasına neden oluyor olabilir. Virüsün vücut sıvılarına(kan, kusmuk, idrar, dışkı, ter) direkt temas yoluyla bulaştığı biliniyor. Virüs şimdilik hava yoluyla bulaşmıyor. Ama hava yoluyla bulaşmasını sağlayacak bir mutasyon geçirme olasılığı da var. Eğer mutasyon geçirip hava yoluyla da bulaşmaya başlarsa çok daha büyük bir tehdit oluşturacak. Ebola virüsünden etkilenen ülkelerin ortak yanlarına bakıldığında yer altı kaynakları açısından çok zengin, eski sömürge ülkeler olduğu göze çarpıyor. Bu ülke halkları bu kaynaklardan yararlanamadıkları gibi IMF’nin dayattığı ekonomi politakaları yüzünden eğitim ve sağlık

harcalamalarını sürekli kısmak zorunda kalmışlar. Ebolanın bu kadar etkili olmasının asıl sebebinin virüs değil, bağımlılık ilişkileri ve emperyalizmin yarattığı tahribat olduğu ortada. Ebola’nın deneysel bi serum dışında, bilinen bir tedavisi yok. İlaç firmaları araştırmaları “karlı” bulmadığı için ebola için yatırıma ve araştırmalara sıcak bakmıyor. Salgın hastalıkların çok görüldüğü ülkelerin sağlık sistemleri bu hastalıklara karşısında çökmüş durumda. Beslenme ve su kaynaklarının sağlıksız olması ve bu ihtiyaçlarının düzgün karşılanamaması da hastalıkların bulaşma hızını artırıyor. Kırsal ekonomilerin krize girmesi, kente doğru göçe neden oluyor. Bu yüzden kırsal kesimden kentlere hastalıklar taşınıyor. Gerekli altyapı oluşmadan kentleşmenin hızlanması sağlıksız yerleşim merkezleri oluşturuyor. Teknolojik alt yapının gelişmesi ve hava taşımacılığının da yaygınlaşmasıyla, bulaşıcı hastalıklar daha geniş coğrafyalara yayılarak daha fazla insanı tehdit ediyor.

Matematiğin Nobel’i ilk kez bir kadına verildi İran doğumlu Meryem Mirzakhani, Matematik dünyasının en prestijli ödülü olarak bilinen Fields madalyasını alan ilk kadın oldu. Ödülün verilmeye başlandığı 1936 yılından bu yana ödülü alan 56 bilim insanı arasında ilk kadın matematikçi Mirzakhani.

Mirzakhani, konuyla ilgili olarak şunları söyledi: “Bu büyük bir onur. Bu ödülü almam, genç bilim kadınlarını ve matematikçilerini yüreklendirirse çok mutlu olurum. Gelecek yıllarda daha pek çok kadının bu tür ödüller kazanacağına eminim.”

12. sınıf öğrencisi İlayda Şamilgil, "Sıvılardaki Su Oranını Mıknatısla Ölçebilen Ucuz, Hızlı ve Taşınabilir Bir Sistem" başlıklı projeyle TÜBİTAK'a ve FSNP'ye başvurmuştu. TÜBİTAK'ın reddettiği proje, Avrupa'nın oldukça prestijli yarışmalarından biri olan "Fizik'te Nobel'e İlk Adım" (First Step to Nobel In Physics, FSNP) yarışmasında kazanan olarak ilan edildi. Ancak İlayda'nın bu harika başarısı bir yana, TÜBİTAK'ın bu kadar vurdumduymaz ve isabetsiz kararlarda açık ara farkla birinciliğe oynaması kafalarda soru işareti oluşturuyor. TÜBİTAK destekli yarışmalarda “ilahi dinleyen bitkiler” ve “üflenmiş sular” projelerine ödüller verilirken gerçek bilime ödül verilmemesi, Türkiye’de bilime verilen değeri ortaya koyuyor. 2014'ün Eylül ayının ilk günleri, TÜBİTAK'ın bir diğer hatalı kararıyla ilgili haberlerle gündem olmuştu.

Kalp hareketiyle çalışan kalp pili üretildi

Bir hayal gerçek mi oluyor:

Işın kılıçları İlk olarak Star Wars’ta daha sonra bir çok bilimkurgu filmde görmet-ye alıştığımız ışın kılıçları gerçek olabilir Can Satıcı Gazi Üniversitesi

Rahim nakli ile ilk çocuk dünyaya geldi 2013 yılında 9 kadına rahim nakledildi. Bu nakillerden 7’si başarıya ulaştı. Kadınlar yeni organlarına uyum sağladı ve menstrüasyon döngüleri sağlıklı bir şekilde gerçekleşti. Nakil yapılan kadınlardan biri 35 yaşında, doğuştan rahmi olmayan sadece yumurtalıkları sağlıklı olan bir kadındı. 61 yaşında bir kadının bağışladığı rahim ona nakledildi. Gerekli takviyelerle başarıya ulaşan nakil sayesinde kadın sağlıklı bir doğum gerçekleştirdi. Organ ve doku nakilleri, tıp biliminin ilerlemesiyle birlikte sadece hayati konularda değil yaşam kalitesini yükseltecek durumlarda da kullanılmaya başlandı.

Star Wars filmindeki Jedi Şovalyeleri’nin temel silahı olan, daha sonra bazı filmlerde de kullanılan Işın Kılıçları herkes tarafından bilinir. Bu kılıçlar filmlerdeki yakın dövüş sahnelerinde ve müthiş aksiyon sahnelerinde kullanıldığı için ikon haline gelmiş durumda. Filmdeki ışın kılıçları bir güç kaynağı, odaklama kristali ve lensten oluşuyor. Saf enerjiden oluşan fotonların madde gibi davranması prensibiyle çalışıyor. Bu silahta foton partikülleri özel bir elektromanyetik alanın içinde hapsedili-

yor ve ulaştıkları aşırı yüksek ısı sayesinde kılıçlar çeliği bile bir bıçağın tereyağını kesmesi gibi kesebiliyor. 30 sene öncesinin bilim-kurgu malzemesi olan ışın kılıcı teknolojisinin pratikte imkanları araştırılıyor. Bilim insanları bu teknolojiyle ilgili önemli gelişmeler katettiklerini açıkladı. Şimdiye kadar Işın Kılıcı konseptinin imkansız olduğu düşünülüyordu. Ancak geçtiğimiz günlerde Harvard Üniversitesi'nden bir grup bilim adamı foton partiküllerinin sert ve toplu bir cisim gibi davranmalarını sağlayacak bir yöntem geliştirdiklerini açıkladılar. Harvard Üniversitesi’nden Fizik

Profesörü Mikhail Lukin bu gelişmeyle ilgili "Bu fotonlar birbirleriyle etkileşime girdiklerinde birbirlerini itiyor ve yansıtıyorlar. Burada ortaya çıkan fizik filmlerde gördüğümüzün benzeri" dedi. Şimdiye kadar sadece teoride kalmış olan fotonların katılaşıp birbirleri ile bağ kurması durumu, Lukin’in ekibi tarafından başarılmış gibi görünüyor. Şimdilik araştırma-geliştirme aşamasında olan bu teknoloji, ışın kılıçlarının ileride hayatımıza girebileceğini gösteriyor. Bir gün haberlerde Star Wars’u aratmayan sahnelere rastlayabiliriz.

Hindistan Mars’ta, ilk deneme başarılı Hindistan Uzay Araştırmaları Organizasyonu(ISRO)’nun uzaya fırlattığı araç Mangalyaan başarılı bir şekilde Mars’a ulaştı. Mars’ın suyunu nasıl kaybettiğini ve karbon temelli yaşam aramak için ilk bakılan izlerden metan içerikli gazları araştıracak olan Mangalyaan’ın görev süresi 6 ay olarak düşünülüyor. Şu ana kadar Mars’a 51 araç gönderildi. Bunların sadece 21 tanesi başarılı olabildi. Ve şuana

kadar hiçbir ülke ilk denemesinde başarılı olmamıştı. Üstelik Hindistan bu başarıya 100 milyon dolardan biraz daha az bir bütçeyle imza attı. Bu bütçe ortalama bir uzay filminin bütçesinden daha az. Uzay keşiflerinde maliyet gittikçe düşerken, hız ve başarı gittikçe artıyor. Hindistan’ın yarıştaki bu başarısı, ülkelerin uzay yarışını gittikçe kızıştıracak gibi görünüyor.

Bern Üniversitesi Biyomedikal Mühendisliği Araştırma Merkezi’nde, kalp hareketlerinden elde edilen enerjiyi kullanan yeni bir kalp pili üretildi. Kalp pilleri genelde ritm bozukluğu, kalp yetmezliği ve kalbin yavaş çalışması durumlarında kullanılır. Bataryaları 10 yıla kadar dayanır. Bu bataryalar tükendiğinde ise tekrar bir ameliyatla değiştirilmesi gerekir. Elektriksel uyarılar oluşturarak kalbin çalışmasını düzenleyen bu cihazlar çoğunlukla lityum bataryalarla çalışır. Yeni geliştirilen kalp pilinde, hareketle çalışan kol saatlerinin mekanizması kullanılmış. Böylelikle batarya kendini sürekli sarj edebiliyor. Bu yeni gelişme “pilsiz” çalışan kalp pillerini hayatımıza sokacak gibi görünüyor.

10 Dolar’a mikroskop sahibi olabilirsiniz Missouri Bilim ve Teknoloji Üniversitesi Biyoloji bölümünde yüksek lisans yapan Daniel Miller 10 Dolar’lık malzeme ve akıllı telefon kullanarak kendi mikroskobunu yaptı. Miller’ın aklına bu fikir, internette gezinirken denk geldiği bir site sayesinde geldi. Akıllı telefon ile birlikte, piyasada kolayca bulunabilecek pleksiglass levha, vida, somun, lazer işaretleyici lensi ve LED lamba ile toplam değeri 10 doları geçmeyen malzemelerle yapılan mikroskop, 400 kat büyütme yapabiliyor. Laboratuarlarda kullanılan profesyonel mikroskoplar gibi 600 kat büyütme oranına ulaşamasa da düşük maliyeti ve pratikliği ile her yere taşıyabileceğiniz bir mikroskobunuz olabilir.


18 11 Kadın

Kültür Sanat

Sabah kuşağı ile gelen “mutluluk” Sabah kuşağı programları karısını döven, tecavüz eden öldüren erkekleri televizyon karşısına çıkarıyor, masum ve saf göstermeye çalışıyor. Şiddet mağduru kadınlar ise eşleriyle barıştırılmaya çalışılıyor. Kadın düşmanlığı artıyor Gizem İnep Marmara Üniversitesi Kadına yönelik şiddet gerek medyada gerekse devlet organlanlarında normalleştirilmeye çalışılıyor. Hatırladığımız üzere Kanaltürk’te “Songül Karlı ile yeniden” programına Songül Karlı, eşi tarafından 43 yerinden yaralanan Hasret Kara'yı çıkarmıştı. Programdayken yayına Hasretin eski eşi Yakup Kara’yı bağlamış, Hasret bunun üzerine yayını terk etmişti. Ardından Songül Karlı Yakup Kara’yı yayına çıkartarak ona sa-

vunma hakkı tanımıştı. Bu örneğin üzerinden çok geçmedi ki yine bir sabah kuşağı programında eski eşini ve sevgilisini öldürdüğünü itiraf eden Sefer Çalınak Show TV’de yayınlanan Seda Sayan Show programına çıktı. Daha önce de bir evlilik programına katılan Sefer Çalınak sevgilisini ve eski eşini öldürdüğünü söyledikten sonra programdan kovulmuştu. Seda Sayan iki kadının katiline “Peki erkek karısını neden öldürür?” sorusunu sordu. Öldürdüğü kadınlar-

dan birinin çocuğu canlı yayına bağlanıp Sefer Çalınak’ın yayına çıkartılmamasını istedi. Seda Sayan ise “Neden çıkartmayacakmışız” diye tepki gösterdi. Bunun üzerine Sefer Çalınak’ın 2 kadının katili olduğu hatırlatıldı. Öte yandan Seda Sayan “Tövbe etmesinden dolayı affedilebileceğini” ve “Bu kadar güleryüzlü bir katil gördünüz mü?” sözleriyle kadın katili Sefer Çalınak’ı canlı yayında masum ve saf göstermeye çalıştı. Seda Sayan Yakup Kara’yı da canlı yayın programına çıkarıp ‘beyefendi bir adam’ demişti. Bu programlara kadın düşmanlarının çıkartılması birçok kadın örgütünün tepkisine yol açtı. Ayrıca sosyal medyada da çok fazla tepki topladı. Fiziksel, psikolojik, cinsel ve tüm diğer kadına yönelik şiddet türlerinin birinin ortaya çıkmasında sebep olarak gösterilen kıskanmak, sevgisine karşılık bulamamak,aldatılmak, boşanmak istemek erkek şiddetinin meşrulaştırılması için ileri sürülmektedir ve böylece hak ihlalleri sağlmaktadır. Toplum içerinde oluşacak tepki de en aza indirilmeye çalışılmaktadır. Neredeyse her gün karşılaştığımız örneklerde de şiddet uygulayan erkeğin bunu genellikle ‘’sevgi’’ kılıfı içerisinde yaptığına tanık olmaktayız. Ancak bugün dünyanın hangi hangi toplumundan, hangi ekonomik statüsünden, hangi toplumundan ya da eğitim düzeyinden gelirse gelsin kadınların ölümüne ‘erkek sevgisinin’’ neden olduğu da tüm uluslar arası raporlarda ortaya çıkmak-

Kahkahalarımızla dünyayı değiştireceğiz

Kahkahalarınızı da alıp gelin! sun sadece. 3. Sayfa haberlerini manşet yapalım Kahve’mizde, dert dinleyelim, çözüm bulalım. Hayal kuralım. Yine ve en çok kah kah kahkaha atalım! Çayın yalnızlığa iyi gelen tarafını da severiz, diyor; bu yüzden çaylar, kahveler soğumadan hepinizi 'Kadın Kahvesi'ne bekliyoruz. Kahve bahane, kadın dayanışması şahane!

Şarkıcı Niran Ünsal bir konser için bir araya gelen LGBTİ bireylerinin fotoğraflarını paylaşarak twitter hesabı aracılığıyla "Görmek yada görmemek, mesele tamda budur. Kıymetli anneler babalar, ne dersiniz hoş mu bu manzara?”, Cinsel tercihlerinden bize ne git evinde yaşa!” gibi homofobik tweetler attı. Ayrıca LGBTİ bireyler alandaki güvenlik görevlilerinin de tacizine maruz kaldığını belirttiler.

Yeni Akit’ten Muhammet Erdoğan karma eğitimin cinsel tacize yol açtığını iddia etti. Eğitim-Bir-Sen’in açıklamalarını kendine yol gösterici olarak alan Erdoğan karma eğitimin kaldırılmasının gerekçesini olarak cinsel taciz oranlarının arttığını iddia etti. Ayrıca eğitimdeki bu gerici uygulamayı meşrulaştırmak için Almanya ve Amerika’dan örnekler vererek diğer ülkelerinde bu sisteme geçmeye çalıştığını iddia etti.

Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek kürtaj tartışmaları devam ederken “Çocuğun ne suçu var, anası kendisini öldürsün.” açıklamasını yapmasının ardından Üniversiteli Kadın Kolektifi üyesi kadınlar tarafından yumurtalanmıştı. Gökçek’i yumurtlayan kadınlar için tehdit, hakaret ve mala zarar verme suçlamalarıyla 10 yıl ceza istedi.

Antalya Altın Portakal Festivalleri bize aslında sanatın üzerinde bir denetimin olduğunu gösterdi. Belgesellere hukuki açıdan bakmanın ne kadar zararlı bir şey olduğu tartışıldı, bunun sansür olduğu konuşuldu ve sonucunda festivalden çekilen yönetmenleri gördük

Türkiye’nin gittikçe “bilim kurgudan fırlamış” bir ülke olmasından dolayı bilim kurgu edebiyatı gelişmiyordur. Ya da androidlerle dolu yaşantımızın androidleşmesi, bu ihtiyacımızı azaltmıştır Uğur Göçmüş 9 Eylül Üniversitesi

Mert Arslan Ankara Üniversitesi Yol boyu uzanan kırmızı halılar, parlak ışıklar, sürekli patlayan ve ardı arkası kesilmeyecek hissi yaratan flaşlar, birkaç kelimelik ya da biraz daha açıklayıcı konuşmalar… Bu saydığımız manzara aslında herhangi bir festival karelerinden yalnızca birisi. Antalya Altın Portakal Festivalleri bize aslında sanatın üzerinde bir denetimin olduğunu gösterdi. Diyarbakır’da bir resim sergisinde bir örtüyle göğüsleri örtülen kadın resmi ya da herhangi bir heykel için “bu sanat değil” benzeri yorumlar, duymaya alışık olduğumuz meselelerdi. Bir festivale TCK ile beraber müdahale edildi. Gerekçesi ise Reyan Tuvi’nin çektiği “Yeryüzü Aşkın Yüzü Oluncaya Dek” adlı Gezi’yi konu alan belgeselinin “hükümeti hedef alması” idi. Sonrasında olan olayları biliyoruz... Belgesellere hukuki açıdan bakmanın ne kadar zararlı bir şey olduğu tartışıldı, bunun sansür olduğu konuşuldu ve sonucunda festivalden çekilen yönetmenleri gördük. Asıl mesele yine de festivallerin kendi işleyiş mekanizmaları ve sanatçıyı, sanatı açısından tek tipleştiren yanları. Festival yönetim kurullarının seçtiği önjüri eserlerin yarışmalık olup olmadığını, jüri ise “sanatsal” olup olmadığını değerlendirir. Sanatın toplum için mi sanat için mi olduğu çiğ tartışmaya girmeye gerek yok. Sanat, üretildiği ilk andan itibaren toplum için ve sanat için bir misyonu yüklenmiş olarak var olacaktır. Fakat festivallerin yarışma yanı her zaman daha ağır basıyor, toplum ve sanat ikiliğinin arasında. Nasıl mı? Bu ikiliğin yanına yerleşen ticari yanla birlikte elbette. Sanatın metalaştırılması, tüketilebilir bir şey haline gelmesi sayesinde. Sanatın tüketilebilir olması demek ise bunun yeniden üretilebilir olması gerekiyor. Yani nasıl ki bir telefon modeli, aynı özelliklerle yeniden üretilebiliniyorsa, sanat da aynı şekilde ye-

niden üretilebilir olmalı. Festivaller böyle bir işleve sahip midir gerçekten de? Sanıyorum, rahatça, evet diyebiliriz. Ticaret sanatı ya formülize ediyor ya da yok ediyor. O aşamaya gelene kadarsa bu tarz elemeler ve benzeri haller, aslında bir kısmı ödüllendirirken de bir kısmı cezalandırıyor. Cezalandırılanı Reyhan Tuvi örneğinden de düşünebiliriz. Cezalandıran hükümet, fakat biz genele ulaşmaya çalışırken basit bir benzetmeyle buna jüri diyebiliriz. Sistem-karşıtı olan, sistem tarafından dışlanır. Sistem-dışı olan her zaman sistemin çevresinde dolaşmaya zorlanır, yani sistemin zorunluluklarını kabul edene kadar orada bir uydu gibi dolanmaya ya da kopup gitmeye sürüklenir. Reyhan Tuvi’nin de durumu buydu aslında. Sistem-karşıtı bir belgesel değildi, Gezi belgeseliydi. Belgesel Gezi’nin kendisinin sistem karşıtı olmasıyla ilgili bir şey değildi. Fakat Gezi’den ağzı yanmış hükümet, Gezi’ye müdahale ettiği gibi Gezi’ye dair olan her şeye de müdahale etmeye çalışır durumdaydı ve bu belgesel tam olarak böyle bir nesneydi. Bu özel durumu genele taşıdığımızda, festival yönetim kurulu da kendi düşünce-tavırdavranışlarına ilişkin bir şeyler bulabileceği ve bunları ödüllendirebileceği bir düzenek kurar aslında. Haliyle “ödüllendirilen”, aslında festivalin, kendisine dair bir şey bulduğu bir sanatsal üretimdir. Saf sanatsal yetkinliği ya da söylemi açısından değil, iradesini jürisiyle beraber ortaya koyan bir hal gördüğümüz bir yer. “Ödüllendirilen”, yaptığı işe devam etsin diye ödüllendirilir ve metalaşan sanatta tüketilenin yerine yenisini ama “aynısını” koysun diye ödüllendirilir. Toplumsal bir akıl yaratmanın ödülüdür bu ödül. “Cezalandırılan” mı? Toplumsal’ın dışına itilmektir cezası.

Türkiye’de pek gelişkin olmayan bir edebiyat formu olsa da bir yanıyla da düşünülmeye değer. Neden Türkiye’de gelişmediğini sorgulamak ya da nasıl gelişebileceği üzerine kafa patlatmak… Lazım şeyler, hele ki mesele edebiyat olunca. Mesele sanki bilim kurgunun dışarıdaki örneklerine bakıp imitasyonunu yapmaktan daha ötede nedenlere bağlı. Ya da bilimi üretmiyor olmanın da dışında. Bilginin üretimi ve kullanımı, yani aslında biraz da felsefe. Felsefi temellere yaslanmayan, edinilen bilgiden üretilen bilgiye gitmeyen kısır bir döngüden bahsediyoruz aslında. Aslında dünyayı algılayış ve düşünüş biçimimizin bir tezahürüdür. Yani bir bilim kurgu ya gidişatın nereye götürdüğüne ilişkin bir şeyler söyler ya da var olanın eleştirisini sunar; bu denklemin içine elbette gündelik meseleleri ve düşünceleri işleyen fakat başka bir dünyada geçenleri kast etmiyorum. Bu kurgusal yapıtın bilimle olan ilişkisini yalnızca bilimin üretimi olan teknoloji ile değerlendirmek yanlış olacaktır. Bilimle ilgili olan tarafı aslında bilimsel düşünce ile olan ilgidir. Yalnız başına “radyoaktif moleküler ayrıştırıcı” bilim kurguyu yaratmaz, herhangi bir Ortaçağ’ı konu alan eserdeki mızraktan ya da büyüteçten farkı yoktur. Onu hangi düzlem içinde kullandığımızla ve bunu anlatırken “gerekçelendirme” işini, yani anlamlı kılmayı nereden kurduğumuzla ilgili bir meseledir bilim kurgu dediğimiz şey. Haliyle işin bilimsel boyutuna girdiğimizde felsefi yanını da hesaba katmamız gerekiyor. Felsefi bir arka plan, edebi yaratının kendi içinde de tutarlı olmasını sağlıyor ve bilgi, yeni bir bilgi üreten forma bürünüyor. En azından bürünmesi gereken hal bu: yeni yaratılan gerçeğe karşı bir şeyler içermesi, yaratı gerçeğinin arka planını yaratması gerekir. Bilim kurguda geçen toplum, düşünce, olaylar bu düşünceden kopuk bir şekilde yazılıp çizilince de Türkiye’de gerçek bir bilim kurgu geleneğinden bahsetmek güçleşiyor. Yine de başka sebepler de olabilir. Belki, edebiyat severler Türkiye’nin gittikçe “bilim kurgudan fırlamış” bir ülke olmasından dolayı bilim kurgu edebiyatı gelişmiyordur. Ya da androidlerle dolu yaşantımızın androidleşmesi, bu ihtiyacımızı azaltmıştır. Sokaktaki tabeladan değil de navigasyon uygulamalarından nerede olduğumuzu bilmek, karşımızdaki kişiyle bir konuşmadan değil de telefondan onu tanımak, androidlerin aslında aklımızın bir uzantısı halini alması … Sebebi neden bu olmasın?

SIYAH MAVI KIRMIZI SARI

Bunlardan bahsetmek ne kadar karartsa da içimizi, yaşadıklarımızın bilincindeyiz ve birbirimizle paylaştığımız, yan yana durduğumuz sürece güçlü olduğumuzun farkındayız. Bizler, tüm dünyayı kapsayan aynı gökyüzüne bakarak hayaller kuran, hayatı yeniden yaratan kadınlarız. Biliyoruz ki yalnız değiliz; bu yüzdendir umudu dürtüp umutsuzluğu yatıştırmamız her gün yeniden... Umudu büyütmek içinse üniversiteli kadınların bir fikri var! Önce bir araya gelelim, hem de hemen. Canımızı yakan ya da bizi güldüren kısacası bizi var eden her şeyi konuşmak, tartışmak ve birlikte çözebilmek yani hayatı paylaşmak için çaylarımızı, kahvelerimizi koyup bir sohbete oturalım. Bizler, gülümsemenin değerini bilen kadınlar, bir kahkaha ile dünyayı değiştirebileceğimizin farkındayız ve bu yüzden gülüşlerimizi, hayallerimizi birleştirmek için bir araya gelelim. Kadın Kahvesi, kendini anlatmak isteyen herkese açık olsun. Bazen tartışalım, bazen oturduğumuz yerden kalkalım, Kahve’mizde bazen şenlenip şarkı söyleyelim, bazen kitap sayfalarının sesi duyul-

Samsun Müftüsü Yrd. Doç. Dr. Hayrettin Öztürk, Camiler ve Din Görevlileri Haftası nedeniyle yapılan etkinlikte “18 yaşındakinin zinasına karşı çıkamıyorsanız, 7 aylık bebeğe tecavüze karşı çıkmak timsahın gözyaşlarıdır” dedi. Daha önce kadın ve erkek beraber oyun oynamanın günah olduğunu söyleyen müftü 7 aylık bebeğe tecavüzle, 18 yaşındaki bireylerin özgür cinsellik hakkını aynı kefeye koydu.

Bilim kurgu edebiyatı

SAYFA 5

‘“Kahve bahane kadın dayanışması şahane” diyen üniversiteli kadınlar kadın kahvesini kuruyor. ‘’Kendimize ait bir kahve’’ kuruyoruz. Kadın olmanın yaşattığı zorluklardan hepimiz bir pay almışızdır bu hayatta, hele de ülkemizde. Adına “kadın düşmanlığı” dediğimiz korkunç bir şiddet furyası etrafımızı sarmış bir kere. Sokakta, okulda, televizyonda, iş yerinde, yurtta, evimizde, ilişkilerimizde; “kadın” olmaktan ötürü yaşadıklarımız ortaklaştırmış bizi. Sırf kadınız diye şiddet görmüş, tecavüze uğramış, hatta öldürülmüşüzdür bir sokak ortasında, daha geçen sene bizimle aynı sıraları paylaşan Özge'miz gibi... Birbirimizden bir farkımız yok, çünkü kadınız biz. Birlikte olmamız için, bunları yaşayan kadınların öfkesini en derinden hissetmemiz için yeten tek şey çünkü kadın olmamız. Bize susmayı, hayatımızda 'söz sahibi olan'ların dizinin dibinde oturmayı, hatta gülmemeyi emreden 'başımızdakiler'e inat hiç susmamamız da bu yüzden.

Sinir metre

Festival: ödül ve ceza

19 11


Serbest kürsü

Serbest Kürsü

Üniversiter alanın ve üniversiteli arkadaşların enerjisinin de bu zincirin bir halkasına dönüşmesini diliyoruz. Son derece genç ve çapulcu bu mücadele alanının bilgiyi mücadeleye tercüme edecek ve kent-doğa hakkı mücadelesine üniversitenin birikimini katacak genç çapulculara ihtiyacı var İstanbul'da var olan kent ve yaşam hakkı mücadelesi İKS'nin kurulmasıyla nasıl bir yol izleyecek? - İstanbul kentinin yukarıdaki yaklaşımla "savunulması" anlaşılabileceği gibi aslında "aktif bir savunma" hareketinin geliştirilmesidir. Aslında zaten Gezi sonrasındaki hemen her saldırı karşısında tekil örneklerini gördüğümüz bu aktif savunma yaklaşımı, İKS'nin kurucu ilkesi ve özüdür: İKS ağı içinde yapılmaya çalışılan bu yaklaşımın yarattığı ortak

ihtiyaçların ortak olanaklarla karşılanmaya çalışılmasıdır. Bu yaklaşım daha şimdiden İstanbul'un neredeyse küçük birer kent büyüklüğündeki çeşitli ilçelerindeki mücadelelerin "Kent Savunması-Dayanışması" gibi isimlerle daha küçük ölçekli ağlar içinde birleştirilmesi ; bu ağlar içindeki direnişçilerin kent hakkı ihlallerine karşı doğrudan eylem çizgisini yaygınlaştırması; aralarındaki dayanışmayı geliştirmesi; okullar veya Taksim İlkyardım Hastanesi örneğinde olduğu gibi kent mekanı-ka-

musal hizmetler veya kent-doğa mücadelesi arasında bağlar kurulması gibi sonuçlar yarattı. Yani İKS aslında saldırıların yarattığı doğrudan eylem, savunma, dayanışma eğilimlerinin ortaklaşa aktığı ve akarken birleşmeye yöneldiği bir kanal oluşturmaya çalışıyor. Bu çizgiyi önümüzdeki günlerde "ulaşım, büyük şantiye alanları, emek mücadelesi, engelli hakları" gibi yeni kanallarla ve ortak bir hukuk mücadelesi havuzuyla güçlendirmek öncelikli gündemlerimiz. Şuan kent savunması adına ne gibi faaliyetlerde bulunuyorsunuz? Sözünü ettiğimiz kuruluş süreci içinde Kent ve Hukuk Atölyesi, ilçe savunmalarının geliştirilmesi, saldırıların yoğunlaştığı yeni ilçelerde savunma-dayanışmaların kurulması, eğitim, ulaşım, su gibi kentsel hizmetlerin ve hakların kendi ortak ağlarını yaratarak bunların kent hakkı mücadelesiyle bağlantılı hale getirmesi, 3. köprü ve 3. havalimanı başta olmak üzere İstanbul'un sonunu getirecek olan mega projelere karşı mücadele, Validebağ korusu ve Fatih Ormanı gibi kent içi yeşil alanların korunması, bütün bunların ifade edileceği sosyal medya araçlarının daha etkin hale getirilmesi, kentsel dönüşüm saldırısına maruz kalan yaşam alanlarının ve kamusal alanların savunulması için yapılan sayısız toplantı, etkinlik, eylem şu anki faaliyetlerimizi oluşturuyor. Ayrıca Aralık ayı içinde bütün Marmara bölgesini kapsayacak bir kent ve doğa hakkı mitinginin örgütlenmesi önümüzdeki en temel faaliyetlerden biri olacak. İstanbul Kent Savunması, kendisini kuruluş basın açıklamasında "Gezi'nin en yeni çocuğu" olarak adlandırmıştı. Aslında her yeni hareketlenmenin yeni bir ağ, yeni bir doğrudan eylem alanı ve kent mekanında yürütülen toplumsal hak mücadeleleri için yeni bir ufuk yarattığı sürekli bir faaliyetler zincirini örmeye çalışıyoruz. Üniversiter alanın ve üniversiteli arkadaşların enerjisinin de bu zincirin bir halkasına dönüşmesini diliyoruz. Son derece genç ve çapulcu bu mücadele alanının bilgiyi mücadeleye tercüme edecek ve kent-doğa hakkı mücadelesine üniversitenin birikimini katacak genç çapulculara ihtiyacı var.

Hakan Kirazcı ÇARŞI üyesi

Yeryüzü çukurundaki en büyük açık pazarlardan biri olan futbol taraftarını orasından burasından tırtıklamakla doymayan sermaye grupları bizleri artık direk tabakta servis etmeye karar verdi. İnşaattan sağlığa aklına gelen her kârlı alanı vesayetine alan iktidar ve ortağı sermaye grupları şimdi de maçlara giden yaklaşık 5 milyon futbol taraftarını kendi tefeci dükkanlarına müşteri yapmaya çalışıyor. Gönül verdiği takımının maçlarına gidebilmenin yolu artık banka veznelerinden geçecek. Buna bizleri kim ya da ne zorlayabilir ki? Kanun elbette. Kredi kartı marifetiyle Gelir-Cep-Banka yolunu izleyen dar gelirler artık ceplerin by-pass edilmesiyle doğrudan tefeci bankaların kasasına yönlendiriliyordu. Bunun için yalvar yakar olan bankalar iktidarın “yürütme” ve kanun güçlerini de arkalarına alarak direk cepleri-

Şimdi, taraftar olarak bize düşen nedir? Yıllarca “tribünlerde müşterileştirilmeye çalışılıyoruz” çığlıkları attık umursanmadı. Her şeyimize el koyup bize geri sattılar. Hepsinin de ortak gerekçesi “kulübümüze destek oluyoruz” oldu. Şimdi geldiğimiz aşama “tribünler ne ki taraftarlığımız üzerinden günlük hayatımızda dahi hem müşterileşti-

Metehan uyandı, faşizm yenilecek Fatma Nergis Dikici KTÜ Kolektif Üyesi

Üniversitelerimizde yıllardır içeride yuvalanan ve dışarıdan destek alan gerici faşist çeteler bulunmakta. Bu çeteler, yönetim ve aynasızlar işbirliğiyle demokratik haklarını kullanan üniversitelilere saldırmakta, hakaret etmekte ve yaşam haklarına engel olmaktadır. Güzel olan ne varsa elimizden almaya çalışıyorlar, sokak ortasında vahşice saldırıyor, fırsat buldukları her an kendilerine karşı olan herkesi katlediyorlar. Değil mi ki bu insanlar onlarca bedeni yakmışlardı, zamanında astıkları yetmezmiş gibi. Ama bitmiyor bu gerici faşist düzenin saldırıları, bugün İstanbul’da, Bursa’da, güneyde ve sınır bölgelerinde cihat anlayışıyla kafa kesen IŞİD çeteleri üniversitelilere saldırıyor, tehditlerde savuruyor. AKP iktidarı bu çeteleri besliyor, sınıra giderek çıkardığı savaşla ve şimdi meşrulaştır-

maya çalıştığı tezkereyle kan istiyor; çünkü iktidarını kanla besliyor, kana susuyor. Özel güvenlikçilerinden, öğretim görevlilerine, rektörlere varana kadar kadrolaşan ve tüm ülkede yayılan bu gerici ve faşist saldırılar, AKP iktidarı boyunca uygulanan politikaların ürünüdür. Trabzon’da faşist çeteler,yıllardır şehirde ve üniversitelerinde özgürlük mücadelesi veren üniversitelilere vahşice saldırıyor. Hrant Dink’in katlini besleyen bir grup faşist ve gerici çete, üniversitelere girerek aynı nefret saçan zihniyetini yönetim ve emniyet işbirliğiyle desteklenen Öğrenci Derneği’nde yuvalanan faşistleri kolluyor ve bu kişilerin üniversitelilere saldırmaları için önlerini açıyorlar. Geçtiğimiz günlerde parasız, bilimsel, nitelikli ve eşit eğitim isteyen; özgür ve demokratik üniversite mücadelesi veren Metehan Tuna Göre’yi yalnız buldukları bir sokakta pu-

suya düşürmüş, Mete’ye vahşice saldırmış ve Mete’nin günlerdir yoğun bakımda yaşam mücadelesi vermesine sebep olmuşlardır. Bu saldırganlar yönetim tarafından hiçbir cezaya çarptırılmamış, dernek başkanının yaptığı açıklamayla kin ve nefret sahibi bu kişiler korunmuştur. Bu faşist saldırılara direnen Metehan yaşam mücadelesini kazanmıştır. Bütün bu saldırıların önü üniversitelerimizde, tecavüzcüleri, katilleri koruyan ve sahiplenen üniversite yönetimleri tarafından açılmıştır. Bu çetelerin nelerden ve kimlerden güç aldıklarını biliyoruz. Trabzon’da ve tüm ülkede yıllardır süregelen bu faşist saldırılara karşı direniyor ve mücadele ediyoruz; Çünkü biz faşizme karşı direnmeyi Kör Namık’lardan öğrendik. Çünkü bizler yaşadığımız yerlerin karanlıklara boğularak kaybolmasını istemedik. Çünkü bizler ne deremizi ne fındığımızı ne de çayımızı halkını so-

yan, şirketlere ve iktidarlara satmadık, sattırmadık! Bizler evlerimizi sokaklarımızı bize peşkeş çekmeye çalışan patronlara karşı her zaman dik durduk.Bizler özgür ve demokratik bir üniversite istiyoruz. Bizler eğitimin paralılaştırılmasına, ticarileştirilmesine, üniversitelerin şirketlere dönüştürülmesine karşı çıkan ve eğitimin parasız, herkese tam eşitlikte, nitelikli ve bilimsel olmasını isteyen üniversitelileriz. Kanla beslediğiniz bu faşizm destanına karşı olan mücadelemizi, güç ve umut aldığımız bu şiiri söyleyerek devam edeceğiz: “Saraylar saltanatlar çöker/kan susar bir gün/zulüm biter./menekşeler de açılır üstümüzde/leylaklar da güler./bugünlerden geriye, /bir yarına gidenler kalır /bir de yarınlar için direnenler...” Bir avuç Köroğlu, Kör Namık ve daha niceleriyiz, faşizme ve gericiliğe karşı bitmedi mücadelemiz; bitmeyecek!

SIYAH MAVI KIRMIZI SARI

İKS'nin kuruluş amacı nedir? 22 Aralık 2013'te yüzü aşkın kent ve yaşam mücadelesi inisiyatifinin çağrısıyla Kadıköy meydanında yapılan İstanbul Kent mitinginin ardından kuruluş adımlarını atan İstanbul Kent Savunması, gerek miting çağrısında gerekse bildirgesinde vurgulandığı gibi, İstanbul kentinde yaşanan yoğun saldırılara karşı çok farklı kanallardan yürütülen çeşitli direniş biçimlerini birbirine yakınlaştırmak, aralarındaki bağları kurmak ve giderek ortak bir direniş-savunma hareketi ağı içinde birleştirmek amacıyla kuruldu. Özelde İstanbul'a genelde kentlere yönelik saldırıların kentlerin ortak tarihsel-kamusal alanlarına, yaşam alanlarına ve kent mekanında-ölçeğinde gerçekleştirilen kamusal hizmetler alanına yönelik üç ana öğeden oluştuğu; özellikle mega projelerde olduğu gibi doğaya yönelik saldırıların bu üç alandaki saldırıların kaldıracı olarak kullanıldığı ve bu çerçevenin tamamının kadınlar, lgbti, engelliler gibi önemli yatay kesenleri olduğu düşünülecek olursa, bu kuruluş sürecinin kent mekanında yürütülen toplumsal mücadelelerin bütünleşmesi ve derinleşmesine paralel ve sürekli bir hareketin yaratılması ve ortak ihtiyaçlarının karşılanması olarak gelişeceği açık. Tekil mücadelelerin kazanım şansının zayıf olduğunu, başarı ve yenilgilerden elde edilen deneyimlerin genelleştirilmediği durumlarda ise hep beraber kaybettiğimiz açık. Bu nedenle İKS bildirgesinde: "Kentimize ve doğamıza yapılan bütün kıyımları ve katliamları ortak geçmişimize, bugünümüze ve geleceğimize yapılan saldırılar olarak görüyoruz. Birimize yapılan saldırıyı, hepimize yapılmış sayıyoruz.Her birimizi ve hepimizi, her gün, her an, her sokakta, her meydanda, her parkta örgütlenip her birimizi ve hepimizi güçlendiren bir mücadeleyi büyütmek için İstanbul'u savunmaya çağırıyoruz" dedik. Bizim Gezi Direnişi ve Haziran İsyanı'ndan çıkardığımız sonuç buydu ve yaklaşık bir yıldır da bu sonucun gereklerini hayata geçirmeye çalışıyoruz.

Passoygun

riliyor hem de iktidarca fişleniyoruz” aşamasıdır. Takımımızla aramıza girmeye çalışan tüm hırsızlara karşı ortak bir cephe oluşturamadığımız taktirde ya sevdalarımıza ket vurmaya çalışanları besleyeceğiz ya da artık onu uzaktan seveceğiz. Tribünlerin boş kalması onların umurunda dahi değil. Kulüplere boş koltukların parasını ödedikleri sürece kulüp yönetimleri bizi satar. Taraftar olmadan futbolu ne güzel idare edebileceği hayalleri içindeki federasyon bizi satar. Kime mi satar? Statlarımızdan toplanıp ortalık yere dökülen bizleri toplayan“yayıncı kuruluş” adı altındaki hurdacıya satar. İktidarların sermaye ortağı bankalara satar. İtiraz edenleri cezaevlerine satar. Satılık olmadığımızı anlatmanın ve de satılmamanın bir yolu var mı? Tribünleri boş bırak. Yayıncı kuruluşu besleme. Hırsızlara prim verme. Gücün –şimdilik- sadece tüketimden geliyorsa tüketme… Hem kendini, hem takımını hem de sevdanı…

SAYFA 7

Serbest Kürsü yazarlığı için 5500 karakteri geçmeyen yazını; adını soyadını, üniversiteni belirterek iletisim@universiteligazetesi.net adresine yollayabilirsin

İstanbul Kent Savunması ile söyleşi

mize dalmaya karar verdiler. Passolig kartı adı altında verilmeye çalışılan enstrüman bildiğimiz kredi kartının ta kendisidir. Diğer kartlardan tek farkı artık kaktırılma yöntemleri arasında müşteriye yalvarmaikna yöntemleri değil kanun zorunun kullanılmasıdır. Tabelasıyla bile çoğumuzun müşerref olamadığı bir iktidar ortağı banka, 5 milyon taraftarı, takımını izleyebilmesi için bu karta mecbur ediyor; hem de üste para alarak. Hem de fişleyerek. İktidar-sermaye ortaklığının tellâlı olan TFF’nin Genel Sekreteri Emre Alkin’in şu küstahça sözü taraftar olarak kendimizden başka güvenecek, dayanacak gücümüzün olmadığının açık bir göstergesidir: “Kuru kuruya sevgi olmaz, passoligle biraz para harcayın kulübünüz için.”

21


MAVI KIRMIZI SARI

SAYFA 02

22

Mizah

Tarih

Üniversite üzerindeki lanet: Yüksek Öğretim Kurulu (YÖK) anayasadaki tanımı ile "Yükseköğretim kurumlarının öğretimini planlamak, düzenlemek, yönetmek, denetlemek” için kurulmuştur. 6 Kasım 1981 yılında darbe hükümeti tarafından yapılan kanun değişikliği ile kurulan YÖK’ün temel amacı üniversite içerisindeki ilerici unsurları yok etmek ve üniversiteyi sermayenin güdümüne sokmaktır. YÖK’ün kuruluşu özgür, bilimsel ve nitelikli eğitime vurulmuş en büyük darbedir.

YÖK’ün işleyişi YÖK tamamen iktidara bağlı bir kurumdur. Bunun kanıtı 21 adet genel kurul üyesinin 7’si Cumhurbaşkanı, 7’si Bakanlar Kurulu, 7’si ise üniversiteler arası kurul yani rektörler tarafından atanmasıdır. Rektörler’de Cumhurbaşkanı tarafından atandığı için uygulanan bu atama sistemi sözde “demokrasi” göstergesidir. 1981’de çıkarılan 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu ile tüm eğitim fakülteleri, yüksekokullar, akademiler ve eğitim enstitüleri üniversiteye, üniversite de YÖK’e bağlanmıştır.

YÖK’ün Tarihi Özgür ve özerk üniversiteyi yok etmek için kurulan YÖK’ün ilk icraatı üniversite akademik kadrolarını dağıtıp tüm yetkileri kendi önerdikleri ve Cumhurbaşkanı’nın seçtiği rektörde toplamak oldu. Daha sonra YÖK “anarşi”nin merkezi olarak gördüğü üniversitelerdeki, tüm özgür düşünce faaliyetlerini yasakladı ve karşı çıkanlara cezalar yağdırdı. Derslerin müfredatlarını, yapısını değiştirerek eğitimi niteliksiz ve bilimdem uzak bir hale getirdi. Özel Üniversitelerin açılması, eğitimin paralı olması ve üniversitelerin sermayeye açılması için yasa önergeleri düzenledi. Üniversiteyi piyasalaştırdı öğrecileri ise müşterileştirdi. Siyasi partilerin değişmez seçim vaa-

di haline geldi. AKP’de bu partilerden farklı değildi. İktidara gelmeden önce daha doğrusu Abdullah Gül Cumhurbaşkanı olmadan öncede bu vaadini sık sık yineledi. Ancak Cumhurbaşkanlığı seçimleri ardından eline geçirdiği YÖK’ü kapatmak yerine destekledi ve güçlendirdi. YÖK kurulduğu günden itibaren üniversitenin ve üniversitelilerin en büyük düşmanı, akademinin, bilimin, eğitimin önündeki en büyük engel olmuştur. Bu sebeble üniversiteliler YÖK kuruluş tarihi her yıl eylemler ve YÖK’ün kapatılması talebi ile sokaklara dökülerek geçirirler. 6 Kasım YÖK’ün kuruluş tarihi üniversiteliler için işçi sınıfının 1 Mayıs’ından farksızdır. Tüm üniversiteliler 6 Kasım günü YÖK’e ve onu yöneten iktidara karşı direnerek geçirirler.

Prof. Dr. Emrullah İşler/Ak Parti Ankara Milletvekili •IŞİD öldürüyor ama işkence bari yapmıyorMUŞ.

mış miş muş müş

Bülent Arınç/Lenin'in Mozolesini ziyaretinde 2006 •Lenin'i ölü olarak görmek çok güzelMİŞ. Ekmeleddin İhsanoğlu/Sizce Türkiye de vicdani ret hakkını tanımalı mı? sorusu üzerine • “Neyi kastediyorsunuz vicdani retle” cevabı verMİŞ. Süleyman Demirel/Eski Cumhurbaşkanı

• Ege bir Yunan gölü değildir, Ege bir Türk gölü de değilidir. Binaenaleyh Ege bir göl değilMİŞ.

Tezkere sezonu açıldı Beton yığınlarını kent olarak gören anlayışla birlikte kentlerimiz doğal yaşam alanları üzerinde büyüyor ve tabi ki bu alanları da yok ederek Murat Yıldız ODTÜ AKP’nin iktidarlığı süresince birçok değişiklik yaşandı ülkemizde. Siyasi dengeleri değiştiren birçok karar alındı. Bunların belki de en önemlileri Ortadoğu’yu “yeni” bir düzleme sokma çabaları ve bu konuda, sermayenin kadim dostu AKP’ye biçilen roldü. Tabi ki Ortadoğu üzerindeki emperyalist emeller ve halklara yaşatılan zulüm çok eski zamanlara dayanıyor ancak AKP döneminde Türkiye, tarihinde hiç olmadığı kadar savaş çığırtkanlığı yapmayı, mezhepsel savaşları kışkırtmayı, yabancı ülkelerin iç işlerine müdahale etmeyi âdeta kendine görev saydı. İşte son çıkan tezkere de bu gerici ve faşist zihniyetin pastadan kendisine düşen payı kapabilmek uğruna devreye soktuğu yeni bir hamle olarak algılanmalıdır. Aslında alışık olmadığımız şey değil. AKP’nin tezkere dosyası epey kabarık… Hepsini burada inceleme olanağımız olmasa da birkaç tezkere konusunda bilgilerimizi tazelememiz bile AKP’nin hangi reflekslerle hareket ettiğini anlamamıza yeterli.

olarak bilinen 1 Mart tezkeresini hatırlayalım. ABD’nin Türkiye üzerinden Irak’a girmesini sağlayacak olan tezkere, bugünküne benzer şekilde, TSK’nin yabancı ülkelere gönderilmesi ve yabancı silahlı kuvvetlerin Türkiye'de bulunması için hükümete yetki tanıyordu. AKP’li bazı milletvekillerinin dahi ‘hayır’ dediği ve mecliste reddedilen bir tezkereydi bu. Savaş karşıtı toplumsal muhalefetin baskısı bu reddedilmede büyük önem taşımıştı. Hal böyle olunca hükümet “ABD’n in Türkiye topraklarını kullanmasına” ilişkin olan kısmı çıkarıp, Irak işgali için Türkiye hava sahasını ABD uçaklarına açmış ve tezkereyi bu şekilde geçirmişti. Bu sayede, ölüm kusan uçaklar Irak halkını katletmiş, sonuçları çok ağır olan bir savaşın faturası daha çok yoksullaşan, özgürlüğüne ket vurulan halklara kesilmişti. Ardından ilk defa AKP döneminde Kongo, Kuzey Irak, Somali, Lübnan tezkereleri çıktı. Sonra tekrar Ortadoğu’ya çevrildi gözler. Bu kez “sorun” oluşturan Suriye’ydi. Ekim 2012’de

yine MHP’nin de desteğiyle kabul edilen tezkere Suriye’ye yönelik askerî operasyonlara yasal zemin sağlamıştı. Gerekçe yine “güvenlik”ti. 3 Ekim 2012’de Urfa-Akçakale’ye düşüp, 5 insanın hayatına mâl olan ve Suriye tarafından atıldığı iddia edilen top mermisi ve hemen ardından bu tezkerenin çıkmış olması ise sadece tesadüftü. Ancak AKP yine istediğini alamamıştı. Halklar da uluslararası toplum da ‘savaşa hayır’ diye haykırıyordu.

+

Suriye ve Irak’a savaş ilân edilmesi için bu seferki bahaneleri de hazır: Sistematik olarak yaratılan yobaz sürüsü IŞİD

Belki bu, AKP’nin çıkmazıydı ama Ortadoğu’daki Suriye “engelini” aşmanın bir yolu mutlaka bulunmalıydı. İşte son tezkere tam da bu bağlamda çıkarıldı. Suriye ve Irak’a savaş ilân edilmesi için bu seferki bahaneleri de hazır: Sistematik olarak yaratılan yobaz sürüsü IŞİD.

Çizimler: Can Satıcı Gazi Üniversitesi

Kusursuz yalancının oranı; T

Uluslararası sermayenin içine düştüğü krizden kurtulma yolu olarak yine Ortadoğu’yu seçmiş olması ise alışıldık bir refleks. Ama bizim artık alışıldık reflekslerimiz yok. Uydurdukları kılıflarla kirli savaşların peşinde koşanlar, katliam ordularını besleyenler, gerici çeteleri incitmemek için çıkardıkları tezkerede de onlara terörist diyemeyenler, yurttaşlarını ‘velev ki’ takas edenler, NATO’nun uysal çocuğu olanlar ve yabancı müdahaleciliğe kucak açanlar tarihe çirkin suratlarıyla kazınacaklar. Toplumsal muhalefet ise savaş politikalarına tepkisini yine sokakta gösterecek. Ve kazanabiliriz, yapmadığımız şey değil…

İlk olarak 2003’teki Irak tezkeresi

Çizim : Koral Erat

23



Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.