Üç aylık, Yerel, Süreli, Türkçe Yayın Kolektif Kültür Yaşam Derneği Adına Sahibi Dilan Öğüz Adres: İstiklal Cad., İmam Adnan Sokak, No:5 Kat: 5, Beyoğlu/İstanbul Tel: 0212 2459733 e-posta: iletisim@universiteligazetesi.net Basıldığı Yer: İhlas Gazetecilik A.Ş Merkez Mahallesi 29 Ekim Caddesi İhlas Plaza No.11 A/41 34197 Yenibosna / Bahçelievler / İstanbul Tel: 0 212 454 30 00
Universıtelı
24
SÖYLEŞİ
Universıtelı www.universiteligazetesi.net
Sayı 20
2014 TAKVİMİ HEDİYELİ
Ocak 2014
MERT FIRAT İLE TİYATRODAN SİNEMAYA, GEZİ’DEN GENÇLİĞE KEYİFLİ BİR SÖYLEŞİ
“Her şey çok fantastik geliyor. Sinemanın yapamayacağı kadar fantastik aslında şu andaki durum” Öncelikle bizimle röportaj yaptığınız için teşekkür ederiz. Ekim 2012 itibariyle açtığınız Moda Sahnesi’nden bahseder misiniz? Moda Sahnesi’nde çalışmalarınız nasıl gidiyor? Çalışmalarımız iyi gidiyor, 12 ortağız derdimiz hep beraber ortaya bir şeyler koyabilmek. 12 kişi koordineli çalışabilmek zor bir iş. Şu anda biri çocuk olmak üzere üç tane oyunumuz var: Palyaçolar Okulu, Bütün Çılgınlar Sever Beni ve Hamlet. Onun dışında Başka Sinema ile ortak bir çalışmamız var. Türkiye'de vizyon bulması çok zor olan filmlerin bir şekilde vizyon bulmasını sağlıyoruz. Küçük bir de salonumuz var orada da konuk tiyatroları ağırlıyoruz. Sahneler açılır kapanır bir tribün şeklinde, tribün kapanınca bu alanların hepsi konser alanı olabiliyor. İncesaz, Büyük Ev Ablukada, Kardeş Türküler gibi isimler konserler verdi. Değişik gruplar hala çıkmaya devam ediyor. Çeşitli sempozyumlar, atölyeler, çocuk atölyeleri devam ediyor. İskender Savaşır’la bir çalışma yapıyoruz şu anda Shakespeare üzerine 10 haftadır süren… Ve her ay dört ayrı film gösteri yaparak senaryo atölyesi oluşturacağız, üzerine söyleşiler yapacağız. Yani şu anda istediğimiz hayal ettiğimiz gibi ilerliyor.
Biz Gezi Direnişi diyelim, devamını sizden alalım? Benim için, Gezi doğduğum günden beri en şaşırtan ve heyecanlandıran süreçti. Biz "Başka Dilde Aşk" çekmiştik orada bir eylem sahnesi vardı orada ki amaç insanların sokağa çıkıp haklarını dile getirmeleriydi. Özellikle orta sınıfın mücadele etmeyi öğrenmesi çok değerli. Zaten yoksul halk hakları için mücadele ediyor, bir nevi etmek zorunda çünkü. Yani insanların sokağa çıkıp haklarını talep etmeleri inandıkları şeye sahip çıkmaları, parka değere sahip çıkmasıydı benim için önemli olan. Bu süreçte hissettiğimizin korku olmadığı kesin. Hepimizi utandıran herkesin şapkasını önüne koyması gereken hatta koyduğu günlerdi. Ben Haziran Direnişi gibi bir direnişin tekrardan organize olabileceği düşüncesindeydim. Aslında organizede değildi halkın tepkisiydi. Faiz lobisinin işi falanda değildi bu. Sıkıntılar konusuna gelecek olursak işten çıkartmalar, tehditler oldu. Ben de sosyal medyadan aldım tehdit ama beni engelleyen bir şey yaşamadım.
Bir yanda 3 seçimli dönem, yolsuzluklar, operasyonlar ve görevden almalar, diğer yanda sokaktakiler
SÖYLEŞİ “ABD kaynaklı bir operasyon yürürlüğe sokuldu ve buradaki enstrüman da
Cemaat” ha fazla siyaset konuşuyor artık. Hiç bir dönemde bu kadar politika, siyaset konuşulmamıştı. İnsanlar yazılanları, makaleleri takip etmeye başladılar, Twitter’daki paylaşım konuları değişti. İnsanları 10 yıllık eğitimle buraya getiremeyebilirdik. Son yolsuzluk da kadar gizlenirse gizlensin bugün olmasa yarın bir şekilde ortaya çıkacak. Gençlik hareketi ve üniversitelere dair yorumunuz nedir? Dışarıdan seyrediyoruz ve çok güzel görünüyor. Öğrenci Kolektifleri’ni takip ediyorum özellikle ilgimi çekiyor, bazı diğer oluşumlar da var takip ettiğim. Ne yapıyorsunuz, ne ediyorsunuz merak ediyorum. Çünkü ne olursa üniversitede oluyor. Üniversitede kavgayı tanıması gerektiğini düşünüyorum insanın. Şimdi liseler de hareketli gerçi. Mesela ben ODTÜ havasını çok soludum; 12 yaşımdan 18’ime kadar oraya gidip geliyordum. Oradaki konuşmaları festivalleri hep takip ediyordum. Lisede de gittiğim kurum vardı as-
lında benim. Oralar sizi hayata hazırlıyor aslında. Sosyalizmi savunduğum için söylemiyorum ama birinin bir konu ile ilgili görüşü olmaması imkansız bence. Sosyalizm normal bir insan yaşayışını, olması gerekeni öneriyor o yüzden bana görüş gibi gelmiyor: Direk olması gereken bu. O yüzden birinin sağcı, muhafazakar olmasının nedenlerini anlıyorum ama “Ben Türk’üm ve sadece benim ırkım söz konusudur, bundan üstün ırk yoktur” fikri beni çok şaşırtıyor. İnsan kızlı erkekli evde oturmayı nasıl dert edinebilir kendine, bunu anlamıyorum. Bu yüzden üniversitedeki hareketlere gayet olumlu ve sıcak bakıyorum. Son olarak sizin söylemek istediğiniz yeni yıla dair vermek istediğiniz bir mesaj var mı? 2014 nasıl bir yıl olacak ve 2013 nasıl bir yıldı diye sorarsak ne dersiniz? 2014’te bu uyanışın daha da devam ediyor olmasını, herkesin hakkının peşine korkmadan düşmesini talep ediyorum. Ne kadar talep edersen o kadar alıyorsun bu dünyada.2014 cesaretin yılı olsun. Ben iyi bir yıl olacağını düşünüyorum. Görünende o zaten.
S12
MEDYA İradenin zaferinden
Usta’nın hikayesine S17
Bilim S15
2013 yılı Almanağı
Birileri ‘bilim adamı’ mı dedi? S16
Türkiye, dünya ve üniversitede bir yıl boyunca neler yaşandı? 2013 yılında kaybettiklerimiz ve medyanın 2013 çetelesi
3 boyutlu yazıcılar
Kadın
Büyük yolsuzluğun arkaplanı
2014
Türkiye-İran Altın hattı S14
Arafta kalan gazetecilik HiLMİ HACALOĞLU S3
Bırakın zaman yıkılsın iNAN TEMELKURAN S21
SIYAH MAVI KIRMIZI SARI
Ve malumunuz yolsuzluk… İlk duyduğunuzdaki tepkiniz ne oldu, süreci ve gelecek dönemi nasıl değerlendiriyorsunuz? Her hükümet döneminde yolsuzluklar oluyor. Türkiye'de de bundan önce oldu ama bugün iddia edilen para, bir ülke ekonomisi kadar. Önemli olan bunun cezasız kalmaması. Devlet başlı başına bir düzenektir ve bunun içinde dengeler vardır. Ama yargıya müdahaleleri görünce tartışılmaz biçimde bu ülkede demokrasi yoktur diyorsun. Yaşananların hepsi göz önüne alındığında adil bir yargılamanın, güçler ayrılığının olmadığı görünüyor. Savcının görevini yerine getirmesi için polise talimat verip görevini yerine getirmeyip emre itaatsizliğe varan durumda iş artık sadece politikaya ve siyasete kalıyor. Bu sefer kandırılıyor gibi hissediyorsun. Ben yönetilmek için oy vermiştim, kandırılmak için oy vermedim diyen bir yüzde ellide var aslında. Her şey çok fantastik geliyor. Sinemanın yapamayacağı kadar fantastik aslında şu andaki durum. Belki bu yüzden bu kadar haber izleniyor ve ilgi çekiliyor çünkü sürekli gündem değişiyor, hayal edemeyeceğiniz şeyler oluyor. Gezi’nin bir etkisi de insanlar çok da-
‘Sağlam irade’ye karşı Sağlam direniş
SAYFA 01
Oyun Atölyesi'nin defalarca sahnelediği tiyatroyu sinemaya taşıdınız. İlksen Başarır'ın yaptığı Erkek Tarafı filmi sinemaya giden erkekleri terletiyor. Erkek egemen yaşamı eleştiren bu filme aldığınız tepkiler neler oldu? Daha çok nitelikli komediye önem veren topluluklardan oldukça güzel tepkiler aldık. Erkek Tarafı göndermeleri olan alt metinlere sahip bir oyun, yazarı da bu şekilde görüyor oyunu. Adaptasyon sürecinde yazarı ile de çalıştık zaten, Polonya'dan buraya geldi. Ben feministlerden yanlış anlaşılmalar olabilir diye çok tepki çekeceğimizi düşünmüştüm. Birçoğu da bunun sıkı bir erkek eleştirisi olduğunu söyledi ve feministlerden genelde çok kötü bir eleştiri almadık. Bu oyunu beş yıl oynadığımız için deneyimlemiştik. Çok az insan kötü tepki gösteriyor, anlayamayabiliyordu. Oyunun cinsiyetçi olduğu yönünde tepkiler alabiliyorduk ama çoğu zaman anlaşılmıştı öyle bir oyun olmadığı. Birçok ülkede de oynanıyor bu oyun ve erkeği bir erkeğin dili ile eleştirmek bir maharet ister gerçekten. Yazar bunu başardığı içinde bu bizim ilgimizi çekmiş ve oynamaya heyecanlanarak sahnelemiştik. Filmi 200 binin üzerinde seyirci izledi, yani eğer bir komedi yapacaksak böyle olmalı diyorduk, mutlu olduk. Moda Sah-
nesi’nin de içinde olduğu bir film çıkardık ortaya.
SIYAH MAVI KIRMIZI SARI
SAYFA 10
10
Ekonomi
Ekonomi
11
BAKAN ÇOCUKLARI VE ‘YARDIMSEVER’ ALTIN TÜCCARININ İLİŞKİ AĞINI İNCELEDİK
TÜRKİYE-İRAN ARASINDAKİ HAT
A L T I N
DOLAR ARTTI, EURO UÇTU! Faiz lobisiyiz! Dövizden haberimiz yok Tahsin Önemli Bilecik Üniv.
Altın odaklı devam eden yolsuzluk tartışmalarının bir başka ayağı da “altın mevduatı” uygulamasıyla gerçekleştirildiği iddia edilen milyarlarca dolarlık kara paranın aklanması Arda Araz ODTÜ “Bu süreçte, kimse bizden geri adım beklemesin diyen Tayyip Erdoğan bir adım geri çekilmek zorunda kalsa da taraflar açısından saklanamaz hale gelen iktidar dalaşı önümüzdeki günlerde yeniden alevlenebilir.” Üniversiteli Gazetesi Sayı 19 Aralık 2013 Üniversiteli gazetesinin aralık ayında çıkan son sayısında, Tayyip Erdoğan’ın dershanelerin kapatılmasını istemesi üzerinden büyüyen AKP-Gülen Cemaati geriliminin geleceğine dair yaptığı tespit çok kısa bir sürede gelişen olaylarla birlikte gerçeklik kazandı. 17 Aralık günü başlatılan yolsuzluk operasyonu ile birlikte taraflar arasındaki çatışma yeni bir boyuta ulaşmış oldu. Aralarında bakan çocuklarının, Fatih Belediye Başkanının, Halk Bankası genel müdürünün ve AKP’li müteahhitlerin bulunduğu pek çok isim yolsuzluk iddiasıyla gözaltına alındı. Aralık ayına damgasını vuran ve daha uzunca bir süre de ülke gündeminin birinci sırasında kalacağa benzeyen yolsuzluk operasyonlarının farklı
odak noktaları olduğu söylenebilir. Ancak operasyonun sacayakları arasında en dikkat çekeni “altın” temalı iddialar. Nedir bu altının sırrı? Türkiye’nin külçe altın dış ticaretinde, 2011 yılından itibaren yaşanan artış, altının yolsuzluk iddialarının ana öğesi haline gelmesine neden olmuştu. 2011’de 6,2 milyar dolar olan altın ithali karşısında ihracat 1,5 milyar dolardı. 2012 yılına gelindiğinde ise ihracatta adeta bir patlama yaşanıyor ve külçe altın ihracatı %786 artarak 13,3 milyar dolara ulaşıyordu. 2013 yılında ise ithalat ön plana çıkıyor ve 2013 yılının ilk on ayında 13 milyar dolar altın ithal ediliyordu. Sonuç olarak 2010-2013 yılları arasında Türkiye, 27 milyar dolarlık altın ithal etmiş, 18 milyar dolarlık ihracat yapmış gözüküyordu. Altın ticareti üzerinde bir başka “ilgi çekici” nokta da yapılan ihracatın 8 milyar dolarının doğrudan, 6 milyar dolarının da Birleşik Arap Emirlikleri ( BAE ) üzerinden dolaylı olarak İran’a yapılmış olmasıydı. Peki, nasıl oluyordu da 2007, 2008, 2009 yıllarında altın ihracatında sıfır payı olan İran, 4 yıl içerisinde bu alanda %76 pay sahibi olu-
yordu? Bu sorunun cevabını 22 Kasım 2012’de, o dönem Halk Bankası’ndan da sorumlu olan Ali Babacan veriyordu: “Türkiye olarak İran’dan aldığımız gazın parasını biz TL olarak İran’ın Türkiye’deki hesabına yatırıyoruz. Fakat İran’ın o parayı dolar olarak kendi ülkesine götürmesi mümkün değil, uluslararası kısıtlamalar, ABD’nin yaptırımları sebebiyle. Dolayısıyla İran, bunu döviz olarak kendi ülkesine götüremeyince, o TL’yi kendi hesabından çekiyor, altın alıyor piyasadan. Altını kendi ülkesine götürüyor. Bunu nasıl götürüyor bilmiyorum, ama işin özü bu.” Babacan’ın “Nasıl götürüyor bilmiyorum” dediği noktada ise yolsuzluk operasyonunun 1 numaralı ismi Rıza Sarraf devreye giriyordu. Uluslar arası baskıdan ve ABD ambargosundan dolayı Türkiye, İran’dan aldığı doğalgazın bedelini döviz olarak transfer edemiyordu. Buna karşılık İran’ın alacakları ile piyasadan külçe altın satın alınıyor (büyük bir kısmı İsviçre ve BAE’den ithal ediliyor) ve bu altınlar Rıza Sarraf gibi işadamları aracılığıyla ya zırhlı araçlarla sınırda
Son dönemde, Döviz tavan yaptı, borsa düştü, sıcak para kaçıyor, yabancı spekülatörler borsayı çökertti, faiz lobisi var bunların arkasında, spekülasyon yapıyorlar, bu ülkenin gelişmesini istemiyorlar’ gibi söylemleri çok duyar olduk. Dövizin artışı yeni bir şey değil, TL yapısal olarak, diğer ülke paraları karşısında değer kaybediyor. Özellikle küresel sermayeye hâkim birkaç para karşısında (dolar, euro).
%786 2011’de 6,2 milyar dolar olan altın ithali karşısında ihracat 1,5 milyar dolardı. 2012 yılına gelindiğinde ise ihracatta adeta bir patlama yaşanıyor ve külçe altın ihracatı %786 artarak 13,3 milyar dolara ulaşıyordu. Sonuç olarak 2010-2013 yılları arasında Türkiye, 27 milyar dolarlık altın ithal etmiş, 18 milyar dolarlık ihracat yapmış gözüküyordu
oğulları devreye girerek pastadan alınacak “küçük” paylar karşılığında altın transferinde kolaylık sağlanıyordu. Sonuç olarak herkes kazanıyordu! Altın ile AK’lanan kara paralar
İran Merkez Bankası yetkililerine teslim ediliyor ya da uçak kargosuyla İran’a gönderiliyordu. Böylece hem İran’la doğalgaz alışverişi devam edebiliyor hem de İran’a yapılan milyarlarca dolarlık ödeme ihracat olarak makyajlanıyor, böylelikle dış ticaret, cari açık ve büyüme göstergelerinde gerçekler karartılarak dışarıya ev içeriye “Türkiye ekonomisi gelişiyor” mesajı veriliyordu. Ne var ki altın transferinin sürebilmesi için Rıza Sarraf’ın “bazı ayrıcalıklara” ihtiyacı oluyordu. Bu noktada da bakanlar ve
Altın odaklı devam eden yolsuzluk tartışmalarının bir başka ayağı da “altın mevduatı” uygulamasıyla gerçekleştirildiği iddia edilen milyarlarca dolarlık kara paranın aklanması. Yastık altında bulunduğu iddia edilen 5 bin ton altının ekonomiye kazandırılması gibi “masum” bir gerekçeyle başlatılan altın mevduatı uygulaması kısa sürede, Merkez Bankasının da özendiriciliğiyle, büyük ilgi gördü. Altın mevduatı 2010 yılında 2 milyar TL’yi ancak bulurken 2013 yılı Ekim ayı sonunda %990’ın üzerinde bir artışla 21,8 milyar TL’ye ulaşıyordu. Yi-
ne 2010’da bankaların topladığı mevduatın sadece %0,3’ü altın mevduatı iken Ekim 2013’te bu oran %2,5’e çıktı. Ne var ki bankaların altın hesabı müşterileri arasında sadece sıradan kişiler değil, şirketler, esnaflar ve Rıza Sarraf gibi yabancı “işadamları” da var. Altın mevduatı yöntemi ile bankaya getirilen takılar, nereden bulunduğu sorulmaksızın, miktarı ne olursa olsun açılan hesap yoluyla alınarak külçe altına dönüştürülüyor ve istendiği zaman çoğu vadesiz olan bu hesaplardan geri çekilebiliyor. Böylelikle aralarında Rıza Sarraf’ın da bulunduğu pek çok kara para sahibi Halk Bankası ve diğer bankalar aracılığı ile paralarını ( yolsuzluk soruşturmasına göre 85 Milyar Avro ) AK’lamış oluyorlar.
Değeri belirleyen ne? Değeri belirleyen şey iktisadın yapı taşı olan arz-taleptir. Paranın talebe göre arzının fazla olması değerini düşürürken, talebinin arzdan yüksek oluşu da değerini artırır. Bir paranın talebini de o ülkenin ürettiği mallar ve geçerli olduğu piyasalar belirler. Hem yurtiçinde hem de uluslararası piyasalarda dövize olan talebin seyrine göre TL’nin değeri şekillenmektedir. Yurtiçinde dövizin ekonomi içindeki payının artması (Örn:dolarizasyon) TL’nin döviz karşısındaki hassasiyetini artırır. Döviz talebini karşılamanın reel yolu, ihracat yapmaktır. Türkiye’de ihracatın ithalatı karşılama oranı ise %60’dır, buna göre yapılan ticarette döviz açığı verilmekte. Yani ülkeye giren döviz çıkana göre az. Reel olmayan yol ise, spekülatif piyasalara yatırım çekerek, para ile para kazandırmaktır. Yabancı portföy yatırımcılarını, sıcak parayı çekmek. Sıcak para; gittiği ülkedeki iç borç senetleri ve borsa hisse senetlerine yatırım yaparak (portföy yatırımları), faiz üzerinden kazanç sağlar. Sıcak paranın yeri yurdu yoktur ve ’80 sonrası liberal ekonomiye dönüş, kolayca hareket edebilmesine olanak vermiştir. Bu yatırımlar, yüksek faiz, güvenli ortam ve döviz kurunda istikrar isterler. Türkiye ekonomisinde son dönemde siyasal tartışmaların ve belirsizliğin artması sıcak parayı kaçır-
mıştır. Özellikle sıcak para çıkışına ‘Gezi olayları’ hedef gösterilse de; bunun arkasında, ABD Merkez Bankası’nın (FED) sıkılaştırıcı para politikası uygulayacağına dair beklentilerin artması bulunmaktadır. Aralık ayında patlak veren yolsuzluk; aynı şekilde siyasi istikrarsızlık ve güvensizlik ortamı yaratmış, sıcak paranın tekrardan çıkışına sebep olmuştur. Özellikle borsada hisselerini halka arz eden şirketlerin yolsuzluğu, hisselerinin değer kaybetmesine sebep olmuştur. Bu da borsadaki yatırımcının çıkışı ile kurlarda ani yükselmeler meydana gelmiştir. Bahsedilen gelişmelerin sebebi; serbesiyetçi politikaları benimseyerek yeri yurdu olmayan paranın, spekülasyon ve faiz üzerinden para kazanmasına olanak sağlayan sistemdir. Söz konusu gelişmeler, döviz kurlarının yükselmesine sebep olurken, bunun yükü ücretli çalışan kesime binecektir. Döviz ile yapmış olduğumuz ithalatın büyük bir yüzdesini enerji ve hammadde oluşturur. Enerji girdisinin döviz üzerinden temini, kurların artışıyla yurt içinde üretilen malın ve doğrudan kullanılan enerjinin fiyatını orta vadede arttıracaktır. Aynı şekilde devletin döviz borçlarının ödeme yükü, kurların artışıyla artacak ve bu açığı vergi ile kapatmaya gidecektir. 2014’ün başında ki zamların kısa özeti budur. Ücretli çalışanın geliri, fiyat ve zamlara göre düzenlenmediği gerçeğinin yanısıra, uzun vadedeki fiyat artışları reel geliri düşürecektir. FED’in sıkılaştırıcı para politikasının 2014’de yürürlüğe girmesiyle artan faiz oranlarıyla dünyada dolar arzı azalacak. Bununla birlikte Türkiye gibi ülkelerdeki yabancı yatırımcılar doğrudan ABD’deki finansal piyasalara yönelecek, sıcak para çıkışı devam edecek, kurların artışı sürecek...
SIYAH MAVI KIRMIZI SARI
SAYFA 10
10
Ekonomi
Ekonomi
11
BAKAN ÇOCUKLARI VE ‘YARDIMSEVER’ ALTIN TÜCCARININ İLİŞKİ AĞINI İNCELEDİK
TÜRKİYE-İRAN ARASINDAKİ HAT
A L T I N
DOLAR ARTTI, EURO UÇTU! Faiz lobisiyiz! Dövizden haberimiz yok Tahsin Önemli Bilecik Üniv.
Altın odaklı devam eden yolsuzluk tartışmalarının bir başka ayağı da “altın mevduatı” uygulamasıyla gerçekleştirildiği iddia edilen milyarlarca dolarlık kara paranın aklanması Arda Araz ODTÜ “Bu süreçte, kimse bizden geri adım beklemesin diyen Tayyip Erdoğan bir adım geri çekilmek zorunda kalsa da taraflar açısından saklanamaz hale gelen iktidar dalaşı önümüzdeki günlerde yeniden alevlenebilir.” Üniversiteli Gazetesi Sayı 19 Aralık 2013 Üniversiteli gazetesinin aralık ayında çıkan son sayısında, Tayyip Erdoğan’ın dershanelerin kapatılmasını istemesi üzerinden büyüyen AKP-Gülen Cemaati geriliminin geleceğine dair yaptığı tespit çok kısa bir sürede gelişen olaylarla birlikte gerçeklik kazandı. 17 Aralık günü başlatılan yolsuzluk operasyonu ile birlikte taraflar arasındaki çatışma yeni bir boyuta ulaşmış oldu. Aralarında bakan çocuklarının, Fatih Belediye Başkanının, Halk Bankası genel müdürünün ve AKP’li müteahhitlerin bulunduğu pek çok isim yolsuzluk iddiasıyla gözaltına alındı. Aralık ayına damgasını vuran ve daha uzunca bir süre de ülke gündeminin birinci sırasında kalacağa benzeyen yolsuzluk operasyonlarının farklı
odak noktaları olduğu söylenebilir. Ancak operasyonun sacayakları arasında en dikkat çekeni “altın” temalı iddialar. Nedir bu altının sırrı? Türkiye’nin külçe altın dış ticaretinde, 2011 yılından itibaren yaşanan artış, altının yolsuzluk iddialarının ana öğesi haline gelmesine neden olmuştu. 2011’de 6,2 milyar dolar olan altın ithali karşısında ihracat 1,5 milyar dolardı. 2012 yılına gelindiğinde ise ihracatta adeta bir patlama yaşanıyor ve külçe altın ihracatı %786 artarak 13,3 milyar dolara ulaşıyordu. 2013 yılında ise ithalat ön plana çıkıyor ve 2013 yılının ilk on ayında 13 milyar dolar altın ithal ediliyordu. Sonuç olarak 2010-2013 yılları arasında Türkiye, 27 milyar dolarlık altın ithal etmiş, 18 milyar dolarlık ihracat yapmış gözüküyordu. Altın ticareti üzerinde bir başka “ilgi çekici” nokta da yapılan ihracatın 8 milyar dolarının doğrudan, 6 milyar dolarının da Birleşik Arap Emirlikleri ( BAE ) üzerinden dolaylı olarak İran’a yapılmış olmasıydı. Peki, nasıl oluyordu da 2007, 2008, 2009 yıllarında altın ihracatında sıfır payı olan İran, 4 yıl içerisinde bu alanda %76 pay sahibi olu-
yordu? Bu sorunun cevabını 22 Kasım 2012’de, o dönem Halk Bankası’ndan da sorumlu olan Ali Babacan veriyordu: “Türkiye olarak İran’dan aldığımız gazın parasını biz TL olarak İran’ın Türkiye’deki hesabına yatırıyoruz. Fakat İran’ın o parayı dolar olarak kendi ülkesine götürmesi mümkün değil, uluslararası kısıtlamalar, ABD’nin yaptırımları sebebiyle. Dolayısıyla İran, bunu döviz olarak kendi ülkesine götüremeyince, o TL’yi kendi hesabından çekiyor, altın alıyor piyasadan. Altını kendi ülkesine götürüyor. Bunu nasıl götürüyor bilmiyorum, ama işin özü bu.” Babacan’ın “Nasıl götürüyor bilmiyorum” dediği noktada ise yolsuzluk operasyonunun 1 numaralı ismi Rıza Sarraf devreye giriyordu. Uluslar arası baskıdan ve ABD ambargosundan dolayı Türkiye, İran’dan aldığı doğalgazın bedelini döviz olarak transfer edemiyordu. Buna karşılık İran’ın alacakları ile piyasadan külçe altın satın alınıyor (büyük bir kısmı İsviçre ve BAE’den ithal ediliyor) ve bu altınlar Rıza Sarraf gibi işadamları aracılığıyla ya zırhlı araçlarla sınırda
Son dönemde, Döviz tavan yaptı, borsa düştü, sıcak para kaçıyor, yabancı spekülatörler borsayı çökertti, faiz lobisi var bunların arkasında, spekülasyon yapıyorlar, bu ülkenin gelişmesini istemiyorlar’ gibi söylemleri çok duyar olduk. Dövizin artışı yeni bir şey değil, TL yapısal olarak, diğer ülke paraları karşısında değer kaybediyor. Özellikle küresel sermayeye hâkim birkaç para karşısında (dolar, euro).
%786 2011’de 6,2 milyar dolar olan altın ithali karşısında ihracat 1,5 milyar dolardı. 2012 yılına gelindiğinde ise ihracatta adeta bir patlama yaşanıyor ve külçe altın ihracatı %786 artarak 13,3 milyar dolara ulaşıyordu. Sonuç olarak 2010-2013 yılları arasında Türkiye, 27 milyar dolarlık altın ithal etmiş, 18 milyar dolarlık ihracat yapmış gözüküyordu
oğulları devreye girerek pastadan alınacak “küçük” paylar karşılığında altın transferinde kolaylık sağlanıyordu. Sonuç olarak herkes kazanıyordu! Altın ile AK’lanan kara paralar
İran Merkez Bankası yetkililerine teslim ediliyor ya da uçak kargosuyla İran’a gönderiliyordu. Böylece hem İran’la doğalgaz alışverişi devam edebiliyor hem de İran’a yapılan milyarlarca dolarlık ödeme ihracat olarak makyajlanıyor, böylelikle dış ticaret, cari açık ve büyüme göstergelerinde gerçekler karartılarak dışarıya ev içeriye “Türkiye ekonomisi gelişiyor” mesajı veriliyordu. Ne var ki altın transferinin sürebilmesi için Rıza Sarraf’ın “bazı ayrıcalıklara” ihtiyacı oluyordu. Bu noktada da bakanlar ve
Altın odaklı devam eden yolsuzluk tartışmalarının bir başka ayağı da “altın mevduatı” uygulamasıyla gerçekleştirildiği iddia edilen milyarlarca dolarlık kara paranın aklanması. Yastık altında bulunduğu iddia edilen 5 bin ton altının ekonomiye kazandırılması gibi “masum” bir gerekçeyle başlatılan altın mevduatı uygulaması kısa sürede, Merkez Bankasının da özendiriciliğiyle, büyük ilgi gördü. Altın mevduatı 2010 yılında 2 milyar TL’yi ancak bulurken 2013 yılı Ekim ayı sonunda %990’ın üzerinde bir artışla 21,8 milyar TL’ye ulaşıyordu. Yi-
ne 2010’da bankaların topladığı mevduatın sadece %0,3’ü altın mevduatı iken Ekim 2013’te bu oran %2,5’e çıktı. Ne var ki bankaların altın hesabı müşterileri arasında sadece sıradan kişiler değil, şirketler, esnaflar ve Rıza Sarraf gibi yabancı “işadamları” da var. Altın mevduatı yöntemi ile bankaya getirilen takılar, nereden bulunduğu sorulmaksızın, miktarı ne olursa olsun açılan hesap yoluyla alınarak külçe altına dönüştürülüyor ve istendiği zaman çoğu vadesiz olan bu hesaplardan geri çekilebiliyor. Böylelikle aralarında Rıza Sarraf’ın da bulunduğu pek çok kara para sahibi Halk Bankası ve diğer bankalar aracılığı ile paralarını ( yolsuzluk soruşturmasına göre 85 Milyar Avro ) AK’lamış oluyorlar.
Değeri belirleyen ne? Değeri belirleyen şey iktisadın yapı taşı olan arz-taleptir. Paranın talebe göre arzının fazla olması değerini düşürürken, talebinin arzdan yüksek oluşu da değerini artırır. Bir paranın talebini de o ülkenin ürettiği mallar ve geçerli olduğu piyasalar belirler. Hem yurtiçinde hem de uluslararası piyasalarda dövize olan talebin seyrine göre TL’nin değeri şekillenmektedir. Yurtiçinde dövizin ekonomi içindeki payının artması (Örn:dolarizasyon) TL’nin döviz karşısındaki hassasiyetini artırır. Döviz talebini karşılamanın reel yolu, ihracat yapmaktır. Türkiye’de ihracatın ithalatı karşılama oranı ise %60’dır, buna göre yapılan ticarette döviz açığı verilmekte. Yani ülkeye giren döviz çıkana göre az. Reel olmayan yol ise, spekülatif piyasalara yatırım çekerek, para ile para kazandırmaktır. Yabancı portföy yatırımcılarını, sıcak parayı çekmek. Sıcak para; gittiği ülkedeki iç borç senetleri ve borsa hisse senetlerine yatırım yaparak (portföy yatırımları), faiz üzerinden kazanç sağlar. Sıcak paranın yeri yurdu yoktur ve ’80 sonrası liberal ekonomiye dönüş, kolayca hareket edebilmesine olanak vermiştir. Bu yatırımlar, yüksek faiz, güvenli ortam ve döviz kurunda istikrar isterler. Türkiye ekonomisinde son dönemde siyasal tartışmaların ve belirsizliğin artması sıcak parayı kaçır-
mıştır. Özellikle sıcak para çıkışına ‘Gezi olayları’ hedef gösterilse de; bunun arkasında, ABD Merkez Bankası’nın (FED) sıkılaştırıcı para politikası uygulayacağına dair beklentilerin artması bulunmaktadır. Aralık ayında patlak veren yolsuzluk; aynı şekilde siyasi istikrarsızlık ve güvensizlik ortamı yaratmış, sıcak paranın tekrardan çıkışına sebep olmuştur. Özellikle borsada hisselerini halka arz eden şirketlerin yolsuzluğu, hisselerinin değer kaybetmesine sebep olmuştur. Bu da borsadaki yatırımcının çıkışı ile kurlarda ani yükselmeler meydana gelmiştir. Bahsedilen gelişmelerin sebebi; serbesiyetçi politikaları benimseyerek yeri yurdu olmayan paranın, spekülasyon ve faiz üzerinden para kazanmasına olanak sağlayan sistemdir. Söz konusu gelişmeler, döviz kurlarının yükselmesine sebep olurken, bunun yükü ücretli çalışan kesime binecektir. Döviz ile yapmış olduğumuz ithalatın büyük bir yüzdesini enerji ve hammadde oluşturur. Enerji girdisinin döviz üzerinden temini, kurların artışıyla yurt içinde üretilen malın ve doğrudan kullanılan enerjinin fiyatını orta vadede arttıracaktır. Aynı şekilde devletin döviz borçlarının ödeme yükü, kurların artışıyla artacak ve bu açığı vergi ile kapatmaya gidecektir. 2014’ün başında ki zamların kısa özeti budur. Ücretli çalışanın geliri, fiyat ve zamlara göre düzenlenmediği gerçeğinin yanısıra, uzun vadedeki fiyat artışları reel geliri düşürecektir. FED’in sıkılaştırıcı para politikasının 2014’de yürürlüğe girmesiyle artan faiz oranlarıyla dünyada dolar arzı azalacak. Bununla birlikte Türkiye gibi ülkelerdeki yabancı yatırımcılar doğrudan ABD’deki finansal piyasalara yönelecek, sıcak para çıkışı devam edecek, kurların artışı sürecek...
SIYAH MAVI KIRMIZI SARI
SAYFA 08
12
Söyleşi
Söyleşi
13
AKADEMİSYEN BURAK COP İLE GÜNDEMİN TARTIŞMALI KONULARI ÜZERİNE SÖYLEŞİ:
“ABD kaynaklı bir operasyon yürürlüğe sokuldu
ve buradaki enstrüman da Cemaat” 'AKP'nin yükselişi ve düşüşü' adında kitabının yazarı olarak 17 Aralık operasyonunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Böyle bir gidişat bekliyor muydunuz? Hükümetin dershane hamlesinden sonra Cemaat’ten bir hamle bekliyordum, herkes gibi. Kamuoyundaki beklenti daha ziyade insanların özel yaşamıyla ilgili, bir takım kasetlerin piyasaya sürülmesiydi. Her ne kadar yolsuzluk söylemi bir süredir cemaat medyasında kısmen ele alınıyor olsa da ben yolsuzluk üzerinden bu denli sert bir darbe beklemiyordum. Pek çok kişi için 17 Aralık’ta başlayan süreç şaşırtıcı olmuştur. Resmin bütününde, Şubat 2012 MİT krizinden beri ilişkilerin tamir edilemeyecek ölçüde bozulduğunu görüyoruz. Tamir edilseydi bile yapıştırılmış bir vazo gibi olacaktı, hiçbir zaman kırılmamış gibi olmayacaktı. Son derece cüretkar bir hamleydi 2012’deki, Hakan Fidan’ı tutuklamaya çalışmak. Pek çok gözlemci de yerel seçimler yaklaştıkça Cemaat ile AKP arasındaki çatışmanın şiddetlenmesini bekliyordu. Bunun adını ne koyabiliriz; Türkiye’ deki rejimin yeniden organizasyonu mu yoksa otoriterleşmiş bir partinin değişme ihtiyacı mı? Egemenlerin güç mücadelesi açısından baktığımızda salt devlet organlarına kim hakim olacak üzerinde dönen, basit bir iktidar mücadelesi olmadığını düşünüyorum. Burada Yeni Türkiye diye tarif edilen, AKP’nin egemenliği altında hem neoliberalizmin dizginsiz bir şekilde ilerlediği hem de insanların din soslu bir toplum mühendisliği ile otoriter bir rejimin altında cendereye sokulmak istediği bu düzenin dümeninin kimin elinde olacağının kavgası var. AKP döneminde yükselen yeni siyasal ve ekonomik “elitler” var. Görünen o ki bu elitler kamu gücünü ve kaynaklarını kullanarak kendilerini ve yandaşlarını zenginleştirirken cemaate beklediklerini verememişler. Yani burada Cemaat ile bağlantısı olmayan AKP kadrolarına aslan payı verilmiş. Bu da ciddi bir sıkıntıya yol açmış. Cemaatin güvenlik bürokrasisi üzerindeki mücadelesi biliniyor. Bir taraf Emniyet’te kuvvetli, bir taraf MİT’te kuvvetli, zaten AKP cemaate karşı verdiği mücadelede orduyu da yanına çekmeye çalışıyor. Ama bu güvenlik bürokrasisi üzerine yürütülen mücadelenin de salt kendi için bir mücadele olduğundan emin değilim, orada uluslararası boyut göze çarpıyor. Yani görünen o ki Cemaat kanadı biraz daha ABD dış politikasının ya da CIA’in çıkarlarına uygun bir ham-
le yapmaya çalışıyor. Batı’nın gözünde Tayyip Erdoğan’ın kıymeti azaldıkça, artık astarı yüzünden pahalı bir lider haline gelmeye başladıkça, görünen o ki ABD kaynaklı bir operasyon yürürlüğe sokuldu ve buradaki enstrüman da Cemaat. AKP-Cemaat arasında başlayan dershane tartışmaları sırasında, tekrar anlaşabilirler havası hakim iken, Burhan Kuzu 2000 kişilik liste var diyerek bir cadı avından bahsediyor. Cemaat ile AKP tamamen anlaşamaz konumda mı, yoksa Erdoğan'sız AKP uzlaşma noktası olabilir mi? Güzel söylediniz. Uzlaşma Erdoğan’sız AKP düzleminde olabilir. Mevcut aktörler söz konusu olduğu müddetçe taraflardan birinin zayıflamasına veya yenilmesine kadar mücadele sürecek. Mücadeleyi sürdürmede Başbakan’ın da istekli olduğu, yeni kabineden anlaşılıyor. Ben AKP kadrolarını yakından takip eden ve tanıyan bir insan değilim ama bu işin uzmanları diyor ki bu bir savaş kabinesi. Bana da öyle geliyor. Dünya üzerinde hiçbir savaş sonsuza kadar sürmez, ateşkes olur, barış olur, taraflardan biri yenilir, tarafların ikisi birden yenilir ya da taraftarlar yenişemez; pek çok opsiyon var. Bir noktada AKP ile Cemaat arasında da böyle bir şey olacak ve AKP içinde Erdoğan’ın liderliğinden ve tarzından rahatsız olan ama ses çıkartamayanlar
BURAK COP KİMDİR?
Siyaset bilimci Yrd. Doç. Dr. Burak Cop Galatasaray Üniversitesi İktisadi İdari Bilimler Fakültesi Uluslararası İlişkiler 2004 mezunu. İstanbul Kültür Üniversitesi, Boğaziçi Üniversitesi, Galatasaray Üniversitesi’nde öğretim görevlisi.
Cemaat cephesi de üçüncü bir aktör olarak, halkın sahneye çıkmasını istemiyor. Yani “Biz bu işi yapıyoruz, hükümeti götüreceksek biz götürelim, öngörülemez bir aktör oyuna girmesin, öngörülemez olaylar olmasın, ikinci bir Gezi olmasın” gibi bir yaklaşım açısından en iyi çözüm Erdoğan’sız bir AKP olsa gerek. AKP gidiyor havası oluşmuşken, 'Birbirlerini yesinler, bir taraf yenik düşecek’ gibi bir beklenti de var. AKP'nin bu denli zayıf gözükmesinde tek etken Cemaat mi? Haziran İsyanı'nın payı yok mu? Gezi AKP’nin en büyük yenilgisi şu ana kadarki, belki de ilk yenilgisi. Dış politikada şamar yiyorlar. İç siyasete baktığımızda Gezi'de uğradığı büyük bir meşruiyet kaybı. Cemaat Gezi ile beraber oluşan durumu, AKP’nin yaşadığı zafiyeti kullanmak istiyordu ve hala istiyor. Gezi’nin sonrasındaki gelişmeleri bir manivela gibi kullanma eğilimi var Cemaat’in. Ama baktığımız zaman Gezi’deki halk hareketi, toplumsal dinamiğin açığa çıkması Cemaatin de hoşuna gidecek bir şey değildi. Gezi olaylarının ilk günlerinde Cemaat medyası hükümet medyasına göre daha makul bir yayın yapıyordu fakat en nihayetinde, Gülen’in söylediği sözler veya yapılan yorumlar, çıkan haberler olsun; Geziciler denen kitleden AKP gibi Cemaat de uzak duruyor. Zaten böyle olmaması şaşırtıcı olurdu. Benim burada ilgimi çeken nokta; 27 Aralık Cuma günü Taksim Dayanışması basın açıklaması yapacağına dair bir çağrı yaptığında ve halkı Taksim’e davet ettiğinde kimileri iyi niyetle “provokasyon olabilir Taksim’e gitmeyin” gibi şeyler söyledi. O noktada mesela şu ilginçti; Cemaat kanadında da “Taksim'e gitmeyin provokasyon olabilir, MİT provokasyon yapabilir” gibi seslerin yükseldiğini gördük. Twitter üzerinde Emre Uslu’nun bunu yaptığını gördük. Bu bana şunu düşündürdü. Türkiye’de bir iktidar mücadelesi var ve 17 Aralık’tan beri neticede üstün durumda olan Cemaat. İnisiyatif Cemaat’in eline geçmişken herhalde Cemaat cephesi de üçüncü bir aktör olarak, asıl aktör olarak halkın sahneye çıkmasını istemiyor. Yani “Biz bu işi yapıyoruz, hükümeti götüreceksek biz götürelim, öngörülemez bir aktör oyuna girmesin, öngörülemez olaylar olmasın, ikinci bir Gezi olmasın” gibi bir yaklaşım.
Önümüzdeki süreç açısından seçim tartışmaları, Tayyip Erdoğan'ı doğrudan hedef alan yolsuzluk operasyonları ve sokak eylemleri öne çıkıyor. Sizin de bahsettiğiniz “#Taksim’eçıkma gündemidegistirme” tag’ı üzerinden yapılan bir kampanya da göründü, liberallerin ve Cemaat’in sokak korkusu var. Sokağın değiştirici gücünden korkuyorlar. Önümüzde de üç seçimli kritik bir dönem var. Sizin seçimlere dair öngürünüz var mı? Şimdi şunu söyleyeyim sosyalist solda bir bölümün yaklaşımı var bana da sıcak gelen, Gezi sandığa sığmaz diyen bir yaklaşım. Parlamentarizme kapılma-
manın önemini, aslında örgütlü halkın diğer bütün siyasi aktörlerden, bütün planlardan, komplolardan daha üstün olduğunu Haziran Direnişi gösterdi. Sokak parlamenter siyasetten daha önemli ve güçlü. Bununla beraber mevcut düzenin işleyen bir takvimi, siyasal gündemi de var. Az önce sizin söylediğiniz, seçimler önem kazanıyor. Şimdi sokağı işaret eden, sokakta örgütlenmeyi önceleyen ve bana kalırsa da doğruyu yapan sosyalist solun seçimlere kayıtsız kalması da düşünülemez. Yani uygun bir strateji ile seçimlere hazırlanmak önemli. Ben sözgelimi TKP, ÖDP ve Halkevleri'nin Ankara’da ortak bir adayda buluşma girişimini önemsiyorum. Kıymetli buluyorum, geç de kaldılar açıkçası, gönül isterdi ki daha fazla sayıda il ve ilçede bu birlik gerçekleştirilsin.
uusu old n o k z ö ri s partile ıyorsunuz n e z ü le d lam , özellik n temsilcisi o r a v y e ni rş birbirine yakındı. RP, rdiği bi zaman kimse e t s ö ANAP, DYP; bunlar birbirine yakın g n bize ığınız i t ş h ı i l r a a oylar alıyordu. Bir de DSP vardı. ç t . Fakat ilcisi olmaya r o y DSP’nin de milliyetçi bir söylemi vardı. ı ş ı l tems ya ça a n i s m Şimdi böyle bir siyasi l e o k r i “Sosyalist solda bir bölümün o zamanki SHP/CHPkonfigürasyonda msilcis a örnektir, he e düzen partileri t n i s e n k r u e b yaklaşımı var bana da sıcak geh e arasında en solda duran partiydi. Çüne d CHP d tarihi P H kü herkes bir pozisyon tutmuş. MilliC diyorum; çözüm süreci denen döe len, Gezi sandığa sığmaz diyen v ğunda yetçilik konusunda MHP ile Tansu Çilnemin gidişatına göre HDP ön plana bir yaklaşım. Parlamentarizme Çünkü her çıkma imkanlarını bulacak ya da ofsayler’le; piyasacılık konusunda ANAP ve üç aktör de sosyalist ta düşecek. Kürt siyasal hareketinin kapılmamanın önemini, aslında DYP ile rekabet edemezdi. İslamcılık, solun şu anda en ba- devletle girdiği müzakere süreci içeriörgütlü halkın diğer bütün siyasi muhafazakarlık konusunda zaten rekaşat aktörleri ama tek sinde düzene eklemlenme eğilimi doğbet etme şansı ya da olanağı yok. İster başlarına oluşturabil- du. Böyle bir dönemde sosyalist solun aktörlerden, bütün planlardan, istemez düzen partileri içinde dikleri etki alanı sı- BDP’yle aynı çatı altına girmesinin sos- komplolardan daha üstün olduSHP/CHP en solda durandı. Şimdi günırlı. Yani sosyalist yalist solu büyütebileceğini düşünmünümüze gelelim. AKP veya Erdoğan ğunu Haziran Direnişi gösterdi. sol Gezi ile ortaya çı- yorum. Aslında Kürt hareketine de bir sonrası dönemde Türk sağı parçalanırkan muhalif potansi- faydası olacağını düşünmüyorum. İler- Sokak parlamenter siyasetten sa oradan iki, belki üç parti çıkarsa CHP yele yönelik adım at- leyen dönemlerde Kürt siyasal hareketi daha önemli ve güçlü” gene koşullar gereği daha solda bir tu-
mazsa o muhalif potansiyel büyük oranda CHP’ye akacak. Bundan ötürü de seçmenleri suçlayamazsınız. İnsanlar 11 yıllık AKP iktidarından bezmiş durumda, tabii ki AKP’yi götürmesi en olağan, ikinci sıradaki partiyi seçecekler, bundan dolayı kimseyi eleştiremezsiniz. Ama görünen o ki sosyalist sol inisiyatif almazsa, ortaklıkları bir an önce hızlı bir şekilde hayata geçirmezse o muhalif enerji CHP’ye akacak. O muhalif enerji zaten büyük oranda CHP’ye akacak ama tamamının akmasını engellemek gerek. Bu noktada HDP’ye dair birkaç söz söylemek mümkün. HDP’nin bileşenleri içerisinde, başta eşbaşkanlar Sebahat Tuncel ve Ertuğrul Kürkçü olmak üzere, daha eşitlikçi ve özgürlükçü bir Türkiye mücadelesinde bedel ödemiş, önemli işlevleri olan insanlar var. HDP’nin bileşenleri arasında sosyalist örgütler var, bireyler var. Fakat HDP’de yapısal bir sorun var, kastettiğim içindeki liberaller değil yalnızca, liberallerin olmasından daha büyük sorun HDP’nin “bağımsız değişken” değil “bağımlı değişken” olması. Şunu kaste-
içerisinde kabaca sağ kanat ve sol kanat diye tanımlayacağımız bir ayrım olabilir, bunun ön işaretlerini görüyoruz. HDP, dili ve bileşenleri itibari ile ofsayta düşebilecek bir yapı. Geçtiğimiz yıl CHP üzerine konuşsak iktidar olması imkansız derdik, yeni dönem CHP için tarihi bir fırsat olarak görülüyor. Ortadoğu ve ABD turları da atılmaya başladı. AKP'nin seçimlerde büyükşehirleri kaybetmesinin düşüşü hızlandıracağını bilen CHP'nin buralarda sağcı aday gösterme tercihleri hakkında düşünüyorsunuz? CHP’nin egemenlere verdiği mesaj… Egemenleri uluslararası sistemin hala hegomonik gücü olan ABD olarak alabilirsiniz. Türkiye’de ise şu anda AKP’yle bir savaşa tutulmuş olan Cemaat olarak alabilirsiniz. Düzeni sürdürecek, düzeni restore edecek ama AKP’nin, en azından Erdoğan’ın aşırılıklarına sapmayacak bir alternatif olarak sunuyor kendini CHP. AKP karşısındaki başat muhalefet odağı olarak yükselirken tabii şöyle bir eğilim belirdi CHP’de; sağa açılma eğilimi. Bu sağa açılma politikasının gerçeklikle ilişkisini çok tartışmalı görüyorum. CHP içinde Kemal Kılıçdaroğlu’na akıl veren kimi danışmanlarda bu eğilimin olduğunu görüyoruz. Muhayyel bir sağ seçmen var, sanki AKP İslamcı olduğu için laik
merkez sağcı seçmenler adres arayışı içerisinde ve CHP oraya yönelirse onların oyunu kapabilecekmiş gibi. Bu çok tartışmalı ve tabanı zayıf bir yaklaşım. Çünkü Türkiye’de bir kere öyle bir sağ yok. Türkiye de sağ kulvarı dolduran AKP ve MHP var. Başka bir sağ oluşum yok. Mehmet Ağar’ın DP’si veya Cem Uzan’ın Genç Partisi gibi yüzde üç yüzde beş oy alan sağ partiler artık yok. Sağ seçmeni aptal yerine koymanın da anlamı yok, Türkiye’de seçmenlerin çoğunun sağ partilere oy veriyor olması onların bilinçsiz koyunlar olduğu anlamına gelmiyor. Bir şeyin aslı dururken taklidine yönelmemek gibi bir tavrı sağ seçmen gösterecektir. Zaten CHP 2007 seçimlerinde de 2011 seçimlerinde de pek çok sağcı isme milletvekili aday listelerinde yer verdi. Kimi illerde sağcı adaylar sayesinde normalde alamadığı oyları almak hedefi başarısız oldu, gene olacak. Yani belki CHP’ye yüzde 2-3’lük katkı getirebilir, belki CHP yüzde 30 bandına yaklaşabilir hatta yüzde 30’u da görebilir. Ama sağ seçmeni aptal yerine koymaya çalışmanın da anlamı yok. Bir parantez açıp doksanları hatırlayalım. 90’larda ne vardı? İslamcı parti Refah Partisi, MHP vardı. Merkez sağda 2 tane parti vardı, ikisinin de güçleri
tum almak zorunda olacak. Şu anda merkez sağ bir parti yok, onun için CHP de herkesin temsilcisi olmaya çalışıyor. Fakat tarihin bize gösterdiği bir şey var, özellikle düzen partileri söz konusu olduğunda ve CHP tarihi de buna örnektir, herkesin temsilcisi olmaya çalıştığınız zaman kimsenin temsilcisi olamıyorsunuz. Benim öngörüm, yerel seçimden sonra CHP’nin merkez sağı toplama gibi bir kapasitesinin olmadığı ortaya çıkacak ve sağda yeni parti arayışları hız kazanacaktır. Üniversiteli gazetesi aracılığıyla iletmek istediğiniz bir mesaj var mı? Sizleri çok seviyorum, öncelikle. Verdiğiniz mücadele üniversitedeki bilim emekçilerinin olsun, idari emekçilerin olsun, onların çıkarlarıyla da doğrudan ilişkili. Üniversitelerin siyasal iktidardan bağımsız, özerk olmaları üniversiteyi oluşturan bütün bileşenlerin çıkarına olan bir şey. Üniversite herkesindir. Öğretim üyelerine ait olan bir yer değil sadece. Öğretim üyelerinin ne kadar hakkı varsa, üniversitenin ne kadar sahibiyse öğrenci de o kadar sahibidir ve idari personelin de öyle. Mücadeleyi ortaklaştırmak lazım. Mücadelenizde sizlere cesaret, başarı, şans diliyorum.
SIYAH MAVI KIRMIZI SARI
SAYFA 08
12
Söyleşi
Söyleşi
13
AKADEMİSYEN BURAK COP İLE GÜNDEMİN TARTIŞMALI KONULARI ÜZERİNE SÖYLEŞİ:
“ABD kaynaklı bir operasyon yürürlüğe sokuldu
ve buradaki enstrüman da Cemaat” 'AKP'nin yükselişi ve düşüşü' adında kitabının yazarı olarak 17 Aralık operasyonunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Böyle bir gidişat bekliyor muydunuz? Hükümetin dershane hamlesinden sonra Cemaat’ten bir hamle bekliyordum, herkes gibi. Kamuoyundaki beklenti daha ziyade insanların özel yaşamıyla ilgili, bir takım kasetlerin piyasaya sürülmesiydi. Her ne kadar yolsuzluk söylemi bir süredir cemaat medyasında kısmen ele alınıyor olsa da ben yolsuzluk üzerinden bu denli sert bir darbe beklemiyordum. Pek çok kişi için 17 Aralık’ta başlayan süreç şaşırtıcı olmuştur. Resmin bütününde, Şubat 2012 MİT krizinden beri ilişkilerin tamir edilemeyecek ölçüde bozulduğunu görüyoruz. Tamir edilseydi bile yapıştırılmış bir vazo gibi olacaktı, hiçbir zaman kırılmamış gibi olmayacaktı. Son derece cüretkar bir hamleydi 2012’deki, Hakan Fidan’ı tutuklamaya çalışmak. Pek çok gözlemci de yerel seçimler yaklaştıkça Cemaat ile AKP arasındaki çatışmanın şiddetlenmesini bekliyordu. Bunun adını ne koyabiliriz; Türkiye’ deki rejimin yeniden organizasyonu mu yoksa otoriterleşmiş bir partinin değişme ihtiyacı mı? Egemenlerin güç mücadelesi açısından baktığımızda salt devlet organlarına kim hakim olacak üzerinde dönen, basit bir iktidar mücadelesi olmadığını düşünüyorum. Burada Yeni Türkiye diye tarif edilen, AKP’nin egemenliği altında hem neoliberalizmin dizginsiz bir şekilde ilerlediği hem de insanların din soslu bir toplum mühendisliği ile otoriter bir rejimin altında cendereye sokulmak istediği bu düzenin dümeninin kimin elinde olacağının kavgası var. AKP döneminde yükselen yeni siyasal ve ekonomik “elitler” var. Görünen o ki bu elitler kamu gücünü ve kaynaklarını kullanarak kendilerini ve yandaşlarını zenginleştirirken cemaate beklediklerini verememişler. Yani burada Cemaat ile bağlantısı olmayan AKP kadrolarına aslan payı verilmiş. Bu da ciddi bir sıkıntıya yol açmış. Cemaatin güvenlik bürokrasisi üzerindeki mücadelesi biliniyor. Bir taraf Emniyet’te kuvvetli, bir taraf MİT’te kuvvetli, zaten AKP cemaate karşı verdiği mücadelede orduyu da yanına çekmeye çalışıyor. Ama bu güvenlik bürokrasisi üzerine yürütülen mücadelenin de salt kendi için bir mücadele olduğundan emin değilim, orada uluslararası boyut göze çarpıyor. Yani görünen o ki Cemaat kanadı biraz daha ABD dış politikasının ya da CIA’in çıkarlarına uygun bir ham-
le yapmaya çalışıyor. Batı’nın gözünde Tayyip Erdoğan’ın kıymeti azaldıkça, artık astarı yüzünden pahalı bir lider haline gelmeye başladıkça, görünen o ki ABD kaynaklı bir operasyon yürürlüğe sokuldu ve buradaki enstrüman da Cemaat. AKP-Cemaat arasında başlayan dershane tartışmaları sırasında, tekrar anlaşabilirler havası hakim iken, Burhan Kuzu 2000 kişilik liste var diyerek bir cadı avından bahsediyor. Cemaat ile AKP tamamen anlaşamaz konumda mı, yoksa Erdoğan'sız AKP uzlaşma noktası olabilir mi? Güzel söylediniz. Uzlaşma Erdoğan’sız AKP düzleminde olabilir. Mevcut aktörler söz konusu olduğu müddetçe taraflardan birinin zayıflamasına veya yenilmesine kadar mücadele sürecek. Mücadeleyi sürdürmede Başbakan’ın da istekli olduğu, yeni kabineden anlaşılıyor. Ben AKP kadrolarını yakından takip eden ve tanıyan bir insan değilim ama bu işin uzmanları diyor ki bu bir savaş kabinesi. Bana da öyle geliyor. Dünya üzerinde hiçbir savaş sonsuza kadar sürmez, ateşkes olur, barış olur, taraflardan biri yenilir, tarafların ikisi birden yenilir ya da taraftarlar yenişemez; pek çok opsiyon var. Bir noktada AKP ile Cemaat arasında da böyle bir şey olacak ve AKP içinde Erdoğan’ın liderliğinden ve tarzından rahatsız olan ama ses çıkartamayanlar
BURAK COP KİMDİR?
Siyaset bilimci Yrd. Doç. Dr. Burak Cop Galatasaray Üniversitesi İktisadi İdari Bilimler Fakültesi Uluslararası İlişkiler 2004 mezunu. İstanbul Kültür Üniversitesi, Boğaziçi Üniversitesi, Galatasaray Üniversitesi’nde öğretim görevlisi.
Cemaat cephesi de üçüncü bir aktör olarak, halkın sahneye çıkmasını istemiyor. Yani “Biz bu işi yapıyoruz, hükümeti götüreceksek biz götürelim, öngörülemez bir aktör oyuna girmesin, öngörülemez olaylar olmasın, ikinci bir Gezi olmasın” gibi bir yaklaşım açısından en iyi çözüm Erdoğan’sız bir AKP olsa gerek. AKP gidiyor havası oluşmuşken, 'Birbirlerini yesinler, bir taraf yenik düşecek’ gibi bir beklenti de var. AKP'nin bu denli zayıf gözükmesinde tek etken Cemaat mi? Haziran İsyanı'nın payı yok mu? Gezi AKP’nin en büyük yenilgisi şu ana kadarki, belki de ilk yenilgisi. Dış politikada şamar yiyorlar. İç siyasete baktığımızda Gezi'de uğradığı büyük bir meşruiyet kaybı. Cemaat Gezi ile beraber oluşan durumu, AKP’nin yaşadığı zafiyeti kullanmak istiyordu ve hala istiyor. Gezi’nin sonrasındaki gelişmeleri bir manivela gibi kullanma eğilimi var Cemaat’in. Ama baktığımız zaman Gezi’deki halk hareketi, toplumsal dinamiğin açığa çıkması Cemaatin de hoşuna gidecek bir şey değildi. Gezi olaylarının ilk günlerinde Cemaat medyası hükümet medyasına göre daha makul bir yayın yapıyordu fakat en nihayetinde, Gülen’in söylediği sözler veya yapılan yorumlar, çıkan haberler olsun; Geziciler denen kitleden AKP gibi Cemaat de uzak duruyor. Zaten böyle olmaması şaşırtıcı olurdu. Benim burada ilgimi çeken nokta; 27 Aralık Cuma günü Taksim Dayanışması basın açıklaması yapacağına dair bir çağrı yaptığında ve halkı Taksim’e davet ettiğinde kimileri iyi niyetle “provokasyon olabilir Taksim’e gitmeyin” gibi şeyler söyledi. O noktada mesela şu ilginçti; Cemaat kanadında da “Taksim'e gitmeyin provokasyon olabilir, MİT provokasyon yapabilir” gibi seslerin yükseldiğini gördük. Twitter üzerinde Emre Uslu’nun bunu yaptığını gördük. Bu bana şunu düşündürdü. Türkiye’de bir iktidar mücadelesi var ve 17 Aralık’tan beri neticede üstün durumda olan Cemaat. İnisiyatif Cemaat’in eline geçmişken herhalde Cemaat cephesi de üçüncü bir aktör olarak, asıl aktör olarak halkın sahneye çıkmasını istemiyor. Yani “Biz bu işi yapıyoruz, hükümeti götüreceksek biz götürelim, öngörülemez bir aktör oyuna girmesin, öngörülemez olaylar olmasın, ikinci bir Gezi olmasın” gibi bir yaklaşım.
Önümüzdeki süreç açısından seçim tartışmaları, Tayyip Erdoğan'ı doğrudan hedef alan yolsuzluk operasyonları ve sokak eylemleri öne çıkıyor. Sizin de bahsettiğiniz “#Taksim’eçıkma gündemidegistirme” tag’ı üzerinden yapılan bir kampanya da göründü, liberallerin ve Cemaat’in sokak korkusu var. Sokağın değiştirici gücünden korkuyorlar. Önümüzde de üç seçimli kritik bir dönem var. Sizin seçimlere dair öngürünüz var mı? Şimdi şunu söyleyeyim sosyalist solda bir bölümün yaklaşımı var bana da sıcak gelen, Gezi sandığa sığmaz diyen bir yaklaşım. Parlamentarizme kapılma-
manın önemini, aslında örgütlü halkın diğer bütün siyasi aktörlerden, bütün planlardan, komplolardan daha üstün olduğunu Haziran Direnişi gösterdi. Sokak parlamenter siyasetten daha önemli ve güçlü. Bununla beraber mevcut düzenin işleyen bir takvimi, siyasal gündemi de var. Az önce sizin söylediğiniz, seçimler önem kazanıyor. Şimdi sokağı işaret eden, sokakta örgütlenmeyi önceleyen ve bana kalırsa da doğruyu yapan sosyalist solun seçimlere kayıtsız kalması da düşünülemez. Yani uygun bir strateji ile seçimlere hazırlanmak önemli. Ben sözgelimi TKP, ÖDP ve Halkevleri'nin Ankara’da ortak bir adayda buluşma girişimini önemsiyorum. Kıymetli buluyorum, geç de kaldılar açıkçası, gönül isterdi ki daha fazla sayıda il ve ilçede bu birlik gerçekleştirilsin.
uusu old n o k z ö ri s partile ıyorsunuz n e z ü le d lam , özellik n temsilcisi o r a v y e ni rş birbirine yakındı. RP, rdiği bi zaman kimse e t s ö ANAP, DYP; bunlar birbirine yakın g n bize ığınız i t ş h ı i l r a a oylar alıyordu. Bir de DSP vardı. ç t . Fakat ilcisi olmaya r o y DSP’nin de milliyetçi bir söylemi vardı. ı ş ı l tems ya ça a n i s m Şimdi böyle bir siyasi l e o k r i “Sosyalist solda bir bölümün o zamanki SHP/CHPkonfigürasyonda msilcis a örnektir, he e düzen partileri t n i s e n k r u e b yaklaşımı var bana da sıcak geh e arasında en solda duran partiydi. Çüne d CHP d tarihi P H kü herkes bir pozisyon tutmuş. MilliC diyorum; çözüm süreci denen döe len, Gezi sandığa sığmaz diyen v ğunda yetçilik konusunda MHP ile Tansu Çilnemin gidişatına göre HDP ön plana bir yaklaşım. Parlamentarizme Çünkü her çıkma imkanlarını bulacak ya da ofsayler’le; piyasacılık konusunda ANAP ve üç aktör de sosyalist ta düşecek. Kürt siyasal hareketinin kapılmamanın önemini, aslında DYP ile rekabet edemezdi. İslamcılık, solun şu anda en ba- devletle girdiği müzakere süreci içeriörgütlü halkın diğer bütün siyasi muhafazakarlık konusunda zaten rekaşat aktörleri ama tek sinde düzene eklemlenme eğilimi doğbet etme şansı ya da olanağı yok. İster başlarına oluşturabil- du. Böyle bir dönemde sosyalist solun aktörlerden, bütün planlardan, istemez düzen partileri içinde dikleri etki alanı sı- BDP’yle aynı çatı altına girmesinin sos- komplolardan daha üstün olduSHP/CHP en solda durandı. Şimdi günırlı. Yani sosyalist yalist solu büyütebileceğini düşünmünümüze gelelim. AKP veya Erdoğan ğunu Haziran Direnişi gösterdi. sol Gezi ile ortaya çı- yorum. Aslında Kürt hareketine de bir sonrası dönemde Türk sağı parçalanırkan muhalif potansi- faydası olacağını düşünmüyorum. İler- Sokak parlamenter siyasetten sa oradan iki, belki üç parti çıkarsa CHP yele yönelik adım at- leyen dönemlerde Kürt siyasal hareketi daha önemli ve güçlü” gene koşullar gereği daha solda bir tu-
mazsa o muhalif potansiyel büyük oranda CHP’ye akacak. Bundan ötürü de seçmenleri suçlayamazsınız. İnsanlar 11 yıllık AKP iktidarından bezmiş durumda, tabii ki AKP’yi götürmesi en olağan, ikinci sıradaki partiyi seçecekler, bundan dolayı kimseyi eleştiremezsiniz. Ama görünen o ki sosyalist sol inisiyatif almazsa, ortaklıkları bir an önce hızlı bir şekilde hayata geçirmezse o muhalif enerji CHP’ye akacak. O muhalif enerji zaten büyük oranda CHP’ye akacak ama tamamının akmasını engellemek gerek. Bu noktada HDP’ye dair birkaç söz söylemek mümkün. HDP’nin bileşenleri içerisinde, başta eşbaşkanlar Sebahat Tuncel ve Ertuğrul Kürkçü olmak üzere, daha eşitlikçi ve özgürlükçü bir Türkiye mücadelesinde bedel ödemiş, önemli işlevleri olan insanlar var. HDP’nin bileşenleri arasında sosyalist örgütler var, bireyler var. Fakat HDP’de yapısal bir sorun var, kastettiğim içindeki liberaller değil yalnızca, liberallerin olmasından daha büyük sorun HDP’nin “bağımsız değişken” değil “bağımlı değişken” olması. Şunu kaste-
içerisinde kabaca sağ kanat ve sol kanat diye tanımlayacağımız bir ayrım olabilir, bunun ön işaretlerini görüyoruz. HDP, dili ve bileşenleri itibari ile ofsayta düşebilecek bir yapı. Geçtiğimiz yıl CHP üzerine konuşsak iktidar olması imkansız derdik, yeni dönem CHP için tarihi bir fırsat olarak görülüyor. Ortadoğu ve ABD turları da atılmaya başladı. AKP'nin seçimlerde büyükşehirleri kaybetmesinin düşüşü hızlandıracağını bilen CHP'nin buralarda sağcı aday gösterme tercihleri hakkında düşünüyorsunuz? CHP’nin egemenlere verdiği mesaj… Egemenleri uluslararası sistemin hala hegomonik gücü olan ABD olarak alabilirsiniz. Türkiye’de ise şu anda AKP’yle bir savaşa tutulmuş olan Cemaat olarak alabilirsiniz. Düzeni sürdürecek, düzeni restore edecek ama AKP’nin, en azından Erdoğan’ın aşırılıklarına sapmayacak bir alternatif olarak sunuyor kendini CHP. AKP karşısındaki başat muhalefet odağı olarak yükselirken tabii şöyle bir eğilim belirdi CHP’de; sağa açılma eğilimi. Bu sağa açılma politikasının gerçeklikle ilişkisini çok tartışmalı görüyorum. CHP içinde Kemal Kılıçdaroğlu’na akıl veren kimi danışmanlarda bu eğilimin olduğunu görüyoruz. Muhayyel bir sağ seçmen var, sanki AKP İslamcı olduğu için laik
merkez sağcı seçmenler adres arayışı içerisinde ve CHP oraya yönelirse onların oyunu kapabilecekmiş gibi. Bu çok tartışmalı ve tabanı zayıf bir yaklaşım. Çünkü Türkiye’de bir kere öyle bir sağ yok. Türkiye de sağ kulvarı dolduran AKP ve MHP var. Başka bir sağ oluşum yok. Mehmet Ağar’ın DP’si veya Cem Uzan’ın Genç Partisi gibi yüzde üç yüzde beş oy alan sağ partiler artık yok. Sağ seçmeni aptal yerine koymanın da anlamı yok, Türkiye’de seçmenlerin çoğunun sağ partilere oy veriyor olması onların bilinçsiz koyunlar olduğu anlamına gelmiyor. Bir şeyin aslı dururken taklidine yönelmemek gibi bir tavrı sağ seçmen gösterecektir. Zaten CHP 2007 seçimlerinde de 2011 seçimlerinde de pek çok sağcı isme milletvekili aday listelerinde yer verdi. Kimi illerde sağcı adaylar sayesinde normalde alamadığı oyları almak hedefi başarısız oldu, gene olacak. Yani belki CHP’ye yüzde 2-3’lük katkı getirebilir, belki CHP yüzde 30 bandına yaklaşabilir hatta yüzde 30’u da görebilir. Ama sağ seçmeni aptal yerine koymaya çalışmanın da anlamı yok. Bir parantez açıp doksanları hatırlayalım. 90’larda ne vardı? İslamcı parti Refah Partisi, MHP vardı. Merkez sağda 2 tane parti vardı, ikisinin de güçleri
tum almak zorunda olacak. Şu anda merkez sağ bir parti yok, onun için CHP de herkesin temsilcisi olmaya çalışıyor. Fakat tarihin bize gösterdiği bir şey var, özellikle düzen partileri söz konusu olduğunda ve CHP tarihi de buna örnektir, herkesin temsilcisi olmaya çalıştığınız zaman kimsenin temsilcisi olamıyorsunuz. Benim öngörüm, yerel seçimden sonra CHP’nin merkez sağı toplama gibi bir kapasitesinin olmadığı ortaya çıkacak ve sağda yeni parti arayışları hız kazanacaktır. Üniversiteli gazetesi aracılığıyla iletmek istediğiniz bir mesaj var mı? Sizleri çok seviyorum, öncelikle. Verdiğiniz mücadele üniversitedeki bilim emekçilerinin olsun, idari emekçilerin olsun, onların çıkarlarıyla da doğrudan ilişkili. Üniversitelerin siyasal iktidardan bağımsız, özerk olmaları üniversiteyi oluşturan bütün bileşenlerin çıkarına olan bir şey. Üniversite herkesindir. Öğretim üyelerine ait olan bir yer değil sadece. Öğretim üyelerinin ne kadar hakkı varsa, üniversitenin ne kadar sahibiyse öğrenci de o kadar sahibidir ve idari personelin de öyle. Mücadeleyi ortaklaştırmak lazım. Mücadelenizde sizlere cesaret, başarı, şans diliyorum.
SIYAH MAVI KIRMIZI SARI
SAYFA 12
14
Bilim
Teknoloji
“O” Kozmik Soru
MODERN SANAYİ DEVRİMİ
Sistemimizdeki diğer dünyalardan yetmişini incelemek, dördünün de (Ay, Venüs, Mars ve Jüpiter) atmosferine girmek ya da yüzeyine inmek üzere uzay araçları gönderdik. Yani biz de o efsanenin peşinde uğraş veriyoruz. Evrenimiz nasıl oluştu? Evrenimiz aralarında Samanyolu’nun da bulunduğu yüz milyon kadar gök adadan oluşuyor. Gaz, toz ve yaklaşık 400 milyon güneşten oluşan samanyolu’nun uzak bir köşesindeki sarmal kolunda bizim güneşimiz yer alır ve bilebildiğimiz kadarıyla donuk, can sıkıcı, sıradan bir yıldızdır. Biz insanlar, güneşten sonraki üçüncü sırada yer alan ve adına Dünya dediğimiz küçük bir gezegende yetişip evrilmiş 50 milyar canlı türünden sadece biriyiz. Sistemimizdeki diğer dünyalardan yetmişini incelemek, dördünün de (Ay, Venüs, Mars ve Jüpiter) atmosferine girmek ya da yüzeyine inmek üzere uzay araçları gönderdik. Yani biz de o efsanenin peşinde uğraş veriyoruz. Evrenimiz nasıl oluştu? Biz nasıl var olduk? Dünyadan başka yerlerde canlılar var mı? Bunları anlamaya çalışıyoruz. Evren Nasıl Oluştu ve Akıbeti Nedir? Şaşırtıcı bir şekilde, çağdaş astrofizik bilimi tüm evrenin doğuşu, yapısı ve kaderiyle ilgili temel bir kavrayışın eşiğinde bulunuyor. Evren genişliyor, bütün gökadalar Hubble akışı olarak adlandırılan bir hareketle birbirinden uzaklaşıyor. Bu, evrenin başlangıcında ya da en azından şimdiki vücut buluşunda müthiş bir patlamanın olduğuna işaret eden kanıtlardan biridir. "Eğer evren sürekli genişliyorsa, evrendeki gök cisimlerinin geçmişte birbirlerine daha yakın olmaları yani evrenin daha sıkışık olması gerekir." Hipotezinden yola çıkan Belçikalı bilim insanı Georges Lemaitre 1927 yılında "Büyük Patlama Teorisi"ni ortaya koymuştur. Teorinin temel fikri, hâlen genişlemeye devam eden evrenin yaklaşık 14 milyar yıl önce sıcak ve yoğun bir başlangıç durumundan itibaren genişlemiş olduğudur. Geor-
“Bilim Tarihi
Programcının imzası Süpriz yumurta
3 boyutlu yazıcılar Bilgisayara bağlı bir yazıcının objeleri yazdırabildiği bir gelecek düşünün. Modern sanayi devrimi bu olabilir mi? Berkay Aydın Hacettepe Üniversitesi
Uzaydan bir görüntü
ges Lemaître’in önceleri “ilk atom hipotezi” olarak adlandırdığı bu varsayım günümüzde “büyük patlama teorisi” adıyla yerleşmiş durumdadır. Modelin iskeleti Einstein’ın genel görelilik kuramına dayanmakta olup, ilk Big Bang modeli Alexander Friedmann tarafından hazırlanmıştır. Ünlü astronom Edwin Hubble da 1929 Yılında gök adalarının birbirinden uzaklaştığını gözlemleyerek evrenin devamlı genişlemekte olduğu hipotezini desteklemiştir. Dünya’nın kütle çekimi havaya fırlatılan bir taşı geri çekecek kadar güçlüdür, ama çekimden kurtulma hızıyla yol alan bir roketi geri döndürecek kadar güçlü değildir. Evren’de de durum böyledir. Eğer evrende çok fazla miktarda madde varsa tüm bu maddenin kütleçekimi genişlemeyi yavaşlatıp dur-
duracaktır. Böylece, genişleyen Evren, sönen evrene dönüşecektir. Öte yandan eğer evrende yeterli madde yoksa genişleme sonsuz devam edecektir. Evrendeki bilinen maddelerin dökümü, genişlemeyi yavaşlatmak için yeterli değildir. Ancak ışık saçmadıkları için varlıklarını belli etmeyen ve böylece gökbilimcilerin işini kolaylaştırmayan karanlık maddelerin çok sayıda olabileceğini düşündüren sebepler vardır. Bunlar, her kültürün şöyle ya da böyle cevap bulmaya çalıştığı derin ve zor sorulardır. Ne var ki, sorulardan bazılarının cevabını bulma umudu gerçek anlamda ancak zamanımızda ortaya çıkmıştır. Bu da tahminler ve öykülerle değil, gerçek, tekrarlanabilir, doğrulanabilir gözlemlerle yapılacaktır.
Programlamayı Kodlayan Kadın: Ada Lovelace Ada Lovelace bilinen ilk bilgisayar programını kodladı ve programlamanın gelişmesinde öncülük ederek adını tarihe kazıdı Şair Lord Byron ve matematikçi eşi Anne Isabella Byron'un tek ‘meşru’ çocuğu olarak 10 Aralık 1815 tarihinde doğan Augusta Ada King tarihe ilk bilgisayar programcısı olarak adını yazdı. 13 yaşındayken uçan bir makine tasarlayan Ada Lovelace, 17’sine geldiğinde ise matematik ve teknoloji üzerine çalışmalara başladı. Kadınların bilimsel tartışmalarda yer almasının yasak olduğu, bilimsel makaleler yayınlamalarının uygunsuz görüldüğü kısacası bilim ve kadını yan yana getirtmeyen 1832 İngiltere'sinde, kadın olduğunun belli olmaması için isminin baş harfleri olan "A.A.B."yi kullanarak,bilimsel
bir dergide bilgisayar sistemleri üzerine yazdığı yazıyla, bilimsel makalesi yayınlanan ilk kadın olmuştur. Henüz 18 yaşındayken tanıştığı İngiliz Charles Babbage'in mekanik bir bilgisayar üzerine yazdığı makaleyi tercume ederken başlayan seruveni, Babbage'nin Lovelace Kontesi Ada'dan söz konusu makaleye kendi notlarını da eklemesini istemesiyle devam etti. Ada, çevirdiği makalenin üç katı uzunluğuna erişen kendi orijinal notlarını Babbage'a gönderdi ve notlarında bu tür bir makineye uygun şekilde programlanırsa karmaşık müzik eserleri bestelemek,
grafik üretmek ve karmaşık matematiksel problemleri çözmek için kullanılabileceğini söyledi. Ada Lovelace, Babbage'a gönderdiği mektuplarda söz konusu makinenin belli ve sonlu sayıda adımdan oluşan bir plan kullanarak ne şekilde Bernoulli sayılarını hesaplayabileceğini tarif ediyordu. Bu plan, bilgisayar tarihinde somut bir makineye uygulanabilecek olan ilk "bilgisayar programı" olarak kabul edilmektedir. Bilinen ilk bilgisayar programcısı Lovelace Kontesi Ada Augusta Byron, 27 Kasım 1852'de daha henüz 37 yaşındayken Marylebone'de kanserden hayata gözlerini yumdu.
Üç boyutlu baskının tarihi 1960lara kadar iniyor, o zamanlar üreticiler için çok daha masraflı olan bu cihazlar şimdi daha gelişmiş halleriyle ev kullanıcılarının dahil kullanabileceği durumda! Elinizde üç boyutlu tasarımı bulunan nesnelerin vücut bulmasını sağlayan bu yazıcılar ile günümüzde; endüstriyel tasarım, tıp, mimarlık, otomotiv, uzay bilim, eğitim, savunma sanayi, ayakkabı gibi bir çok alanda kullanılmaya başlandı. Bu cihazların her biri farklı materyaller ile çalışabiliyor ve kullandığı maddeye göre nesne üretebiliyor. Günümüzde bu yazıcılar ile en çok kullanılan hammaddeler ise ; polikarbon ve dayanlıklı plastik. Bunların yanı sıra değer katmak için titanyum ve cam gibi maddeler de kullanılabiliyor. Yazıcılar yukarıdan aşağıdaki doğru üretim yapıyorlar. Üretim esnasında ise hiç malzeme kaybı yaşanmıyor! Evet, 3 Boyutlu yazıcılar hammeddenin hiç bir bölümünü harcamıyor. Üretim esnasında ürünün hangi bölgesine ne kadar hammadde gerekiyorsa o kadar kullanıyor. Bu avantaj sayesinde bu teknoloji eskiye nazaran daha kullanışlı ve günümüzde üreticiler tarafından ürünleri üretmek için kullanılabilir halde. Tabiki 3 boyutlu yazıcılar sadece üreticiler için değil, her türlü model oluşturmak isteyen insanlar için yurtdışında 2000$ civarı bir fiyata satılan bireysel kullanıma uygun yazıcılar da mevcut ve oldukça ilgi görüyor. Türkiyede ise bu teknoloji ile ilgilenenlerin sayısı çok hızlı bir şekilde artmakta. Bu yazıcıları kullanmak için baskısı-
15
+
Dünyanın herhangi bir yerinde ihtiyaç duyulan bir parçayı bu yazıcılar ile üretebilmek hiç kuşkusuz oyunun kurallarını değiştirecek
nı yapmak istediğiniz ürünün üç boyutlu bir modellemesi olması gerekiyor.Bu konuda AutoCad veya Google’in ücretsiz olarak kullanıma sunduğu SketchUp isimli uygulama kullanılabiliyor. Eğer üç boyutlu tasarım nasıl yapılıyor bilmiyorsanız yine de bu ürünleri kullanabilmeniz için içerisinde ücretsiz olarak indirebileceğiniz çok sayıda üç boyutlu model barındıran internet siteleri mevcut. Bunun dışında, 3 boyutlu yazıcıya sahip olan kişiler istedikleri gibi kendi tasarımlarını basabilsinler diye bazı firmalar ürünlerinin ücretsiz üç boyutlu maketlerini paylaşıyorlar. Bu sene içerisinde büyük markalardan üç boyutlu model paylaşım haberlerini duyacağımızı söyleyebiliriz. Bu yazıcılar ile neler yapabilirsiniz? Bu yazıcılar ile neler yapabileceğinize dair ise, Herhangi bir limit yok! Bulaşık makinenizin bozulan bir parçasını, bir bisikleti, sanatsal bir çalışmanızı, çocuğunuzun seveceği bir oyuncağı ve burada bizim aklımıza gelmeyen orjinal her türlü fikrinizi bu cihazlarla ba-
sabilirsiniz. İstenilen noktaya gelinebilirse insan dokusu ve hatta daha da ileri gidersek kemik ve organ üretmek mümkün olabilecek. Aynı şekilde inşaat ve mimarlık sektörleri de bu teknoloji sayesinde değişecek. Bu cihazlar sayesinde karmaşık mimari tasarımlar, eskiden olduğu gibi uzun sürelerde üretilen el yapımı modellemeler yerine hızlı ve ucuz bir şekilde geliştirilebilecek. Daha da ileri gidersek bir binanın tamamını 3 boyutlu yazıcılar ile kopyaladığınızı düşünün. Ne kadar da etkileyici değil mi? Bununla da bitmiyor. Bir çok sanat dalının da kuralları değişiyor. Ünlü bir heykeltraşın bir eserinin evinizde de olmasını istemez misiniz? Kulağa inanılmaz geliyor değil mi? Fakat bu teknoloji sadece bu amaçlarla kullanılmayabilir, art niyetli kişilerin elinde uygun hammadde yardımıyla silah üreten bir makine haline gelebilir! Bir düşünün yazıcıdan modellediğiniz silahın çıktısını alıyorsunuz, fakat ateşleyici? O demir olmak zorunda. O halde onu da bir toka şeklinde saçınıza takabilirsiniz! Ve evet ateşli bir silah ile metal dedektörlerini aştınız! 3 boyutlu yazıcı teknolojisi, dijital çağın benliğimize bu kadar işlediği ve soyut ürünlerin somut olanların yerini aldığı bir dönemde, insanoğlunun fiziksel ve psikolojik ihtiyaçları doğrultusunda, bir ayağının somut dünyadan kopmaması gerektiğini hatırlatıyor. 3 boyutlu baskının plastik ve metal olan tüm objeleri üretmede, sağlık ve sanat alanında ve hatta uzay bilimi alanında parlak bir geleceği olduğu yadsınamaz bir gerçek.
Yukarı Yukarı Aşağı Aşağı Sol Sağ Sol Sağ B A ENTER ! Sürpriz yumurta! Garip geldi değil mi? Ne diyor bu adam diye düşünüyor olabilirsiniz. Çoğu programcı kodladığı programlarda ve oyunlarda belirli sayıdaki kişinin anlayacağı şekilde programında kendisine ait birşeyler olduğunu ortaya koyar. İnternette Easter Egg (Sürpriz Yumurta) olarak anılan bu olaylar programcıların belirli bir tuş kombinasyonunu kendilerinin istediği şekilde çalışacak konuma getirmesiyle oluşur. Programcılar bazen sadece kendilerinin görmek isteyeceği ufak bir yönetim panelini bu kombinasyona gizlerken bazen ekrana bir tavşan çıkarıp dansettirebilirler. Süpriz Yumurta olayı genellikle programcıların imzası olarak adlandırılır. Bilgisayar Programlarındaki sürpriz yumurtalar klavye ve fare kombinasyonları ile devreye girer. Bilgisayar virüslerinin ve diğer zararlı programcıkların artması, programcı firmaların tüm fonksiyonlarını yazılı olarak bildirmesini zorunlu tuttuğu için sürpriz yumurta kullanımı yasaklanmıştır. Genellikle Bilgisayar oyunlarında en çok kullanılan sürpriz yumurtalar Gizli bölüm olarak adlandırılan, oyunun akışı içerisinde belirli bir yerde, belli şeyler yapınca, ortaya çıkan bölümlerdir. Günümüzde en yaygın olarak bilinen süpriz yumurta tuş kombinasyonu Konami Kod’dur. Konami Kod (Yukarı Yukarı Aşağı Aşağı Sol Sağ Sol Sağ B A ENTER) Genellikle Konami Oyun firmasının yaptığı bütün oyunlarda olan bu kod size oyunda avantaj sağlar. Fakat Konami Kod sadece Konami firması ile sınırlı kalmadı ve şu anda Dünya üzerinde en çok kullanılan Süpriz Yumurta tuş kombinasyonu haline geldi. Konami Kod’un çalıştığı sitelerin bir kısmına http://konamicodesites.com adresinden erişebilirsiniz. Ama unutmayın siteyi açmak için de Konami Kod’a ihtiyacınız olacak
SIYAH MAVI KIRMIZI SARI
SAYFA 12
14
Bilim
Teknoloji
“O” Kozmik Soru
MODERN SANAYİ DEVRİMİ
Sistemimizdeki diğer dünyalardan yetmişini incelemek, dördünün de (Ay, Venüs, Mars ve Jüpiter) atmosferine girmek ya da yüzeyine inmek üzere uzay araçları gönderdik. Yani biz de o efsanenin peşinde uğraş veriyoruz. Evrenimiz nasıl oluştu? Evrenimiz aralarında Samanyolu’nun da bulunduğu yüz milyon kadar gök adadan oluşuyor. Gaz, toz ve yaklaşık 400 milyon güneşten oluşan samanyolu’nun uzak bir köşesindeki sarmal kolunda bizim güneşimiz yer alır ve bilebildiğimiz kadarıyla donuk, can sıkıcı, sıradan bir yıldızdır. Biz insanlar, güneşten sonraki üçüncü sırada yer alan ve adına Dünya dediğimiz küçük bir gezegende yetişip evrilmiş 50 milyar canlı türünden sadece biriyiz. Sistemimizdeki diğer dünyalardan yetmişini incelemek, dördünün de (Ay, Venüs, Mars ve Jüpiter) atmosferine girmek ya da yüzeyine inmek üzere uzay araçları gönderdik. Yani biz de o efsanenin peşinde uğraş veriyoruz. Evrenimiz nasıl oluştu? Biz nasıl var olduk? Dünyadan başka yerlerde canlılar var mı? Bunları anlamaya çalışıyoruz. Evren Nasıl Oluştu ve Akıbeti Nedir? Şaşırtıcı bir şekilde, çağdaş astrofizik bilimi tüm evrenin doğuşu, yapısı ve kaderiyle ilgili temel bir kavrayışın eşiğinde bulunuyor. Evren genişliyor, bütün gökadalar Hubble akışı olarak adlandırılan bir hareketle birbirinden uzaklaşıyor. Bu, evrenin başlangıcında ya da en azından şimdiki vücut buluşunda müthiş bir patlamanın olduğuna işaret eden kanıtlardan biridir. "Eğer evren sürekli genişliyorsa, evrendeki gök cisimlerinin geçmişte birbirlerine daha yakın olmaları yani evrenin daha sıkışık olması gerekir." Hipotezinden yola çıkan Belçikalı bilim insanı Georges Lemaitre 1927 yılında "Büyük Patlama Teorisi"ni ortaya koymuştur. Teorinin temel fikri, hâlen genişlemeye devam eden evrenin yaklaşık 14 milyar yıl önce sıcak ve yoğun bir başlangıç durumundan itibaren genişlemiş olduğudur. Geor-
“Bilim Tarihi
Programcının imzası Süpriz yumurta
3 boyutlu yazıcılar Bilgisayara bağlı bir yazıcının objeleri yazdırabildiği bir gelecek düşünün. Modern sanayi devrimi bu olabilir mi? Berkay Aydın Hacettepe Üniversitesi
Uzaydan bir görüntü
ges Lemaître’in önceleri “ilk atom hipotezi” olarak adlandırdığı bu varsayım günümüzde “büyük patlama teorisi” adıyla yerleşmiş durumdadır. Modelin iskeleti Einstein’ın genel görelilik kuramına dayanmakta olup, ilk Big Bang modeli Alexander Friedmann tarafından hazırlanmıştır. Ünlü astronom Edwin Hubble da 1929 Yılında gök adalarının birbirinden uzaklaştığını gözlemleyerek evrenin devamlı genişlemekte olduğu hipotezini desteklemiştir. Dünya’nın kütle çekimi havaya fırlatılan bir taşı geri çekecek kadar güçlüdür, ama çekimden kurtulma hızıyla yol alan bir roketi geri döndürecek kadar güçlü değildir. Evren’de de durum böyledir. Eğer evrende çok fazla miktarda madde varsa tüm bu maddenin kütleçekimi genişlemeyi yavaşlatıp dur-
duracaktır. Böylece, genişleyen Evren, sönen evrene dönüşecektir. Öte yandan eğer evrende yeterli madde yoksa genişleme sonsuz devam edecektir. Evrendeki bilinen maddelerin dökümü, genişlemeyi yavaşlatmak için yeterli değildir. Ancak ışık saçmadıkları için varlıklarını belli etmeyen ve böylece gökbilimcilerin işini kolaylaştırmayan karanlık maddelerin çok sayıda olabileceğini düşündüren sebepler vardır. Bunlar, her kültürün şöyle ya da böyle cevap bulmaya çalıştığı derin ve zor sorulardır. Ne var ki, sorulardan bazılarının cevabını bulma umudu gerçek anlamda ancak zamanımızda ortaya çıkmıştır. Bu da tahminler ve öykülerle değil, gerçek, tekrarlanabilir, doğrulanabilir gözlemlerle yapılacaktır.
Programlamayı Kodlayan Kadın: Ada Lovelace Ada Lovelace bilinen ilk bilgisayar programını kodladı ve programlamanın gelişmesinde öncülük ederek adını tarihe kazıdı Şair Lord Byron ve matematikçi eşi Anne Isabella Byron'un tek ‘meşru’ çocuğu olarak 10 Aralık 1815 tarihinde doğan Augusta Ada King tarihe ilk bilgisayar programcısı olarak adını yazdı. 13 yaşındayken uçan bir makine tasarlayan Ada Lovelace, 17’sine geldiğinde ise matematik ve teknoloji üzerine çalışmalara başladı. Kadınların bilimsel tartışmalarda yer almasının yasak olduğu, bilimsel makaleler yayınlamalarının uygunsuz görüldüğü kısacası bilim ve kadını yan yana getirtmeyen 1832 İngiltere'sinde, kadın olduğunun belli olmaması için isminin baş harfleri olan "A.A.B."yi kullanarak,bilimsel
bir dergide bilgisayar sistemleri üzerine yazdığı yazıyla, bilimsel makalesi yayınlanan ilk kadın olmuştur. Henüz 18 yaşındayken tanıştığı İngiliz Charles Babbage'in mekanik bir bilgisayar üzerine yazdığı makaleyi tercume ederken başlayan seruveni, Babbage'nin Lovelace Kontesi Ada'dan söz konusu makaleye kendi notlarını da eklemesini istemesiyle devam etti. Ada, çevirdiği makalenin üç katı uzunluğuna erişen kendi orijinal notlarını Babbage'a gönderdi ve notlarında bu tür bir makineye uygun şekilde programlanırsa karmaşık müzik eserleri bestelemek,
grafik üretmek ve karmaşık matematiksel problemleri çözmek için kullanılabileceğini söyledi. Ada Lovelace, Babbage'a gönderdiği mektuplarda söz konusu makinenin belli ve sonlu sayıda adımdan oluşan bir plan kullanarak ne şekilde Bernoulli sayılarını hesaplayabileceğini tarif ediyordu. Bu plan, bilgisayar tarihinde somut bir makineye uygulanabilecek olan ilk "bilgisayar programı" olarak kabul edilmektedir. Bilinen ilk bilgisayar programcısı Lovelace Kontesi Ada Augusta Byron, 27 Kasım 1852'de daha henüz 37 yaşındayken Marylebone'de kanserden hayata gözlerini yumdu.
Üç boyutlu baskının tarihi 1960lara kadar iniyor, o zamanlar üreticiler için çok daha masraflı olan bu cihazlar şimdi daha gelişmiş halleriyle ev kullanıcılarının dahil kullanabileceği durumda! Elinizde üç boyutlu tasarımı bulunan nesnelerin vücut bulmasını sağlayan bu yazıcılar ile günümüzde; endüstriyel tasarım, tıp, mimarlık, otomotiv, uzay bilim, eğitim, savunma sanayi, ayakkabı gibi bir çok alanda kullanılmaya başlandı. Bu cihazların her biri farklı materyaller ile çalışabiliyor ve kullandığı maddeye göre nesne üretebiliyor. Günümüzde bu yazıcılar ile en çok kullanılan hammaddeler ise ; polikarbon ve dayanlıklı plastik. Bunların yanı sıra değer katmak için titanyum ve cam gibi maddeler de kullanılabiliyor. Yazıcılar yukarıdan aşağıdaki doğru üretim yapıyorlar. Üretim esnasında ise hiç malzeme kaybı yaşanmıyor! Evet, 3 Boyutlu yazıcılar hammeddenin hiç bir bölümünü harcamıyor. Üretim esnasında ürünün hangi bölgesine ne kadar hammadde gerekiyorsa o kadar kullanıyor. Bu avantaj sayesinde bu teknoloji eskiye nazaran daha kullanışlı ve günümüzde üreticiler tarafından ürünleri üretmek için kullanılabilir halde. Tabiki 3 boyutlu yazıcılar sadece üreticiler için değil, her türlü model oluşturmak isteyen insanlar için yurtdışında 2000$ civarı bir fiyata satılan bireysel kullanıma uygun yazıcılar da mevcut ve oldukça ilgi görüyor. Türkiyede ise bu teknoloji ile ilgilenenlerin sayısı çok hızlı bir şekilde artmakta. Bu yazıcıları kullanmak için baskısı-
15
+
Dünyanın herhangi bir yerinde ihtiyaç duyulan bir parçayı bu yazıcılar ile üretebilmek hiç kuşkusuz oyunun kurallarını değiştirecek
nı yapmak istediğiniz ürünün üç boyutlu bir modellemesi olması gerekiyor.Bu konuda AutoCad veya Google’in ücretsiz olarak kullanıma sunduğu SketchUp isimli uygulama kullanılabiliyor. Eğer üç boyutlu tasarım nasıl yapılıyor bilmiyorsanız yine de bu ürünleri kullanabilmeniz için içerisinde ücretsiz olarak indirebileceğiniz çok sayıda üç boyutlu model barındıran internet siteleri mevcut. Bunun dışında, 3 boyutlu yazıcıya sahip olan kişiler istedikleri gibi kendi tasarımlarını basabilsinler diye bazı firmalar ürünlerinin ücretsiz üç boyutlu maketlerini paylaşıyorlar. Bu sene içerisinde büyük markalardan üç boyutlu model paylaşım haberlerini duyacağımızı söyleyebiliriz. Bu yazıcılar ile neler yapabilirsiniz? Bu yazıcılar ile neler yapabileceğinize dair ise, Herhangi bir limit yok! Bulaşık makinenizin bozulan bir parçasını, bir bisikleti, sanatsal bir çalışmanızı, çocuğunuzun seveceği bir oyuncağı ve burada bizim aklımıza gelmeyen orjinal her türlü fikrinizi bu cihazlarla ba-
sabilirsiniz. İstenilen noktaya gelinebilirse insan dokusu ve hatta daha da ileri gidersek kemik ve organ üretmek mümkün olabilecek. Aynı şekilde inşaat ve mimarlık sektörleri de bu teknoloji sayesinde değişecek. Bu cihazlar sayesinde karmaşık mimari tasarımlar, eskiden olduğu gibi uzun sürelerde üretilen el yapımı modellemeler yerine hızlı ve ucuz bir şekilde geliştirilebilecek. Daha da ileri gidersek bir binanın tamamını 3 boyutlu yazıcılar ile kopyaladığınızı düşünün. Ne kadar da etkileyici değil mi? Bununla da bitmiyor. Bir çok sanat dalının da kuralları değişiyor. Ünlü bir heykeltraşın bir eserinin evinizde de olmasını istemez misiniz? Kulağa inanılmaz geliyor değil mi? Fakat bu teknoloji sadece bu amaçlarla kullanılmayabilir, art niyetli kişilerin elinde uygun hammadde yardımıyla silah üreten bir makine haline gelebilir! Bir düşünün yazıcıdan modellediğiniz silahın çıktısını alıyorsunuz, fakat ateşleyici? O demir olmak zorunda. O halde onu da bir toka şeklinde saçınıza takabilirsiniz! Ve evet ateşli bir silah ile metal dedektörlerini aştınız! 3 boyutlu yazıcı teknolojisi, dijital çağın benliğimize bu kadar işlediği ve soyut ürünlerin somut olanların yerini aldığı bir dönemde, insanoğlunun fiziksel ve psikolojik ihtiyaçları doğrultusunda, bir ayağının somut dünyadan kopmaması gerektiğini hatırlatıyor. 3 boyutlu baskının plastik ve metal olan tüm objeleri üretmede, sağlık ve sanat alanında ve hatta uzay bilimi alanında parlak bir geleceği olduğu yadsınamaz bir gerçek.
Yukarı Yukarı Aşağı Aşağı Sol Sağ Sol Sağ B A ENTER ! Sürpriz yumurta! Garip geldi değil mi? Ne diyor bu adam diye düşünüyor olabilirsiniz. Çoğu programcı kodladığı programlarda ve oyunlarda belirli sayıdaki kişinin anlayacağı şekilde programında kendisine ait birşeyler olduğunu ortaya koyar. İnternette Easter Egg (Sürpriz Yumurta) olarak anılan bu olaylar programcıların belirli bir tuş kombinasyonunu kendilerinin istediği şekilde çalışacak konuma getirmesiyle oluşur. Programcılar bazen sadece kendilerinin görmek isteyeceği ufak bir yönetim panelini bu kombinasyona gizlerken bazen ekrana bir tavşan çıkarıp dansettirebilirler. Süpriz Yumurta olayı genellikle programcıların imzası olarak adlandırılır. Bilgisayar Programlarındaki sürpriz yumurtalar klavye ve fare kombinasyonları ile devreye girer. Bilgisayar virüslerinin ve diğer zararlı programcıkların artması, programcı firmaların tüm fonksiyonlarını yazılı olarak bildirmesini zorunlu tuttuğu için sürpriz yumurta kullanımı yasaklanmıştır. Genellikle Bilgisayar oyunlarında en çok kullanılan sürpriz yumurtalar Gizli bölüm olarak adlandırılan, oyunun akışı içerisinde belirli bir yerde, belli şeyler yapınca, ortaya çıkan bölümlerdir. Günümüzde en yaygın olarak bilinen süpriz yumurta tuş kombinasyonu Konami Kod’dur. Konami Kod (Yukarı Yukarı Aşağı Aşağı Sol Sağ Sol Sağ B A ENTER) Genellikle Konami Oyun firmasının yaptığı bütün oyunlarda olan bu kod size oyunda avantaj sağlar. Fakat Konami Kod sadece Konami firması ile sınırlı kalmadı ve şu anda Dünya üzerinde en çok kullanılan Süpriz Yumurta tuş kombinasyonu haline geldi. Konami Kod’un çalıştığı sitelerin bir kısmına http://konamicodesites.com adresinden erişebilirsiniz. Ama unutmayın siteyi açmak için de Konami Kod’a ihtiyacınız olacak
16
Kadın
Medya
17
Sinir Kadına yönelik tacizi ve tecavüzü önlemek için erkeklere caydırıcı cezalar vermek yerine kadına kendi kimliğini saklayıp erkek bedenine girmesi gerektiğini savunan ve ‘tecavüzsavar penisli külot’u geliştiren Tayland’a Türkiyeli kadınlardan kocaman bir “ÇÜŞŞŞ”.
Birileri “Bilim adamı” mı dedi? Tarihi de ‘erkeklerin yazımasından’ olacak, bilim hep ‘adam’ olageldi. Peki ya icat sahibi kadınlar?
Hedy Lamarr – Gizli İletişim Sistemleri
Bilinenin aksine günlük hayatta karşılaştığımız, bolca kullandığımız birçok eşya bize kadınların hediyesidir. Bu kadınların arasında kadınlığından çekinip, makalelerini erkek takma adıyla yazan da, ülkenin yönetiminden ve kocasından kaçan da var. İşte o kadınlardan bir kaçı…
Tabitha Babbitt – Yuvarlak Testere
1800’lerin başında testereyle herhangi bir şey kesebilmek için 2 kişiye ihtiyaç duyuluyordu. 2 kişi düz bir testerenin iki ucundan tutarak itmek ve çekmek suretiyle kesim yapmak zorundaydı. Fakat Babbit sayesinde bu süreç çok daha basit hale geldi. Babbit’in testeresi yuvarlaktı, bu nedenle tek kişi kesim işlemini kolayca gerçekleştirebiliyordu. Massachusetts Shaker topluluğunun bir üyesi olarak mobilya yapımında kullanılan birçok alette de Babbitt’in imzası bulunuyor; fakat Babbitt, bu buluşları için patent alma gereği duymamış.
lan materyal diğer maddelerden sert oluşuyla ayrılıyor. Bu madde ayrıca asma köprülerin halatlarında, kasklarda, kayak malzemelerinde ve kamp malzemelerinde de kullanılıyor. Bette Nesmith Graham – Daksil
Graham’ın aklına daksili üretme fikri, ressamların tablolarındaki hataları düzeltmek için yaptıkları işlemden geliyor. İlk daksilini evdeki blendırında malzemeleri karıştırmak suretiyele; işyerindeki belgelerde düzeltme yapma amaçlı üretiyor. Bir çok denemeden sonra, ürününün deneme versiyonlarını yaymak için çok zaman harcadığı gerekçesiyle iş yerinden kovuluyor ve 1958 yılında ürününün patentini alıyor.
Stephanie Kwolek – Kurşun Geçirmez Yelek
Martha Coston – İşaret Fişekleri
Stephanie Kwolek, Kevlar denen sert ve dayanıklı, günümüzde kurşun geçirmez yeleklerin yapımında kullanılan materyalin mucidi. DuPont’ta yıllarca bu materyalin icadı için çalışmış ve 1963’te malzemenin yapısını oluşturan molekül dizilimini üretmiş. Bulduğu dizilimle oluşturu-
Martha Coston 1847 yılında, kocasının ölümünden sonra, not defterinde yazan işaret fişekleri ile ilgili bir projesini keşfetmiş. Fikri öğrendikten sonra 10 yıl boyunca bilim insanları ve ordu çalışanlarıyla, kolay kullanılabilir ve dayanıklı işaret fişekleri üretebilmek için çalışmalar yapmış.
Josephine Cochrane – Bulaşık Makinesi
1839’da Ohio’da doğan Josephine de bulaşığın zorluğundan sıkılıp çözüm arayan kadınlardan. Bunun için evinin arka tarafında eşiyle bir makine inşa eden Josephine ilk bulaşık makinesini de bulmuş oldu. Bu bulaşık makinesiyle “Dünya Kolombiyalılar Fuarı” nda onur ödülü aldı. Julia Letitia – Medikal Şırınga
21 Ocak 1851'de Amerika'da doğan Julia Letıtıa ağızdan alınan ilaçlardan daha etkili olan medikal şırıngayı bularak tıp tarihine geçen kadınlardan biri oldu.
Hindistan'da Batı Bengal eyaletinin başkenti Kalküte'da adı öğrenilemeyen 16 yaşındaki genç bir kadın iki kez bir grubun tecavüzüne uğramasının ardından 23 Aralık günü diri diri yakılarak öldürüldü. Ekim ayında tecavüze uğradıktan sonra sürekli tehditler alan genç kadın devletten koruma istemiş, fakat verilmemişti.
Mary Walton – Ses Kirliliği
19. yy 'da yaşamış olan Mary Walton lokomotiflerde ses kirliliğini önleyici sistemi ilk tasarlayan ve üretime geçirendir. Tasarladığı sistem sayesinde döneminde çevrenin kirlenmesini daha az sağlamıştır. Martha Coston –Denizaltı Lambası
Sara Mather denizaltı lambası ve teleskobunu icat ederek denizaltı tesisatının gelişimine hız kazandırmıştır.
Sinir
İradenin zaferinden Usta’nın hikayesine Bircan Birol İstanbul Üniversitesi “Yalan söyleyin, mutlaka inanan çıkacaktır” Bu ‘doğrucu’ laflar, Hitler’in hitabeti ve şeytan zekası ile ünlü Propaganda Bakanı Goebbels’a ait. Faşizmi utançla tarihlerinde taşımak zorunda kalan Almanların; birçoğumuzun kafasında “Bir halk bu kadar acımasız bir insana nasıl inanabilir?” diye sordurtan döneminden, önemli bir insan Goebbels. Cevabı yine kendisi veriyor: “Güce dayalı kuvvete sahip olmak güzel olabilir; ama halkın kalbini kazanmak ve muhafaza etmek daha iyidir”. Zira Goebbels sadece bu sözleri sarf etmekle kalmıyor; doğrudan doğruya bakanlığı aracılığı ile bunun uygulayıcısı oluyor. Milyonlarca insanın katili Hitler’i, halkın gözünde parlatmak için elinden geleni ardına koymuyor. Hitler döneminden ve faşizminden bu yana; yıllar ve rejimler geçse de bugün faşizm “A’sıyla, B’siyle, C’siyle hatta sömürge tipi ile” ülkemizde varlığını sürdürüyor. Bugün birçoğumuz farkında olmasak da iktidarların biricik sevgilisi ‘rıza üretimi’ medyanın envai çeşit aracı ile beynimizin içine kadar ideolojik bir bombardıman gerçekleştiriyor. Halkın yarısı, “Bu halkın diğer yarısı nasıl bu kadar acımasız bir insana oy verebilir?” diye sorarken, tarihin karanlık yüzünden Goebbels; ön ayak olduğu bu “propaganda yöntemi” ile tekrar gün yüzüne çıkıyor. İradenin zaferi: İktidarın zarafeti Kuşkusuz Hitler döneminin, en bilinen propaganda araçlarından biridir “İradenin Zaferi” belgesel filmi. Yönetmen Leni Riefenstahl, Hitler’in siparişi
üzerine 36 kameranla birlikte ve ince bir ustalıkla çekmeye başlar bu filmi. Onlarca kamera, ses alma aygıtı, kamyonun kullanıldığı filmde bayrak taşıyan on binlerce grup yanında, Hitler ve Parti’nin önde gelenleri, üyeleri, on binlerce işçi, çiftçi ile yüz binlerce Alman vatandaşı yer almaktadır. Nazilerin kitlelere nasıl hakim olduğu gösterilmekte, Hitler’in sarf ettiği neredeyse her sözcük alkışlanmaktadır. Film 1935 Venedik Uluslararası Film Festivali’nde altın madalya, 1937 Paris Film Festivali’nde büyük ödül kazanmıştır. (1) Arka planda Wagner’in milliyetçi müzikleri ve sık sık yapılan “Hitler=Tanrı’nın gönderdiği” vurguları, filmi izleyenler için tek bir anlam ifade etmektedir: “Vur de vuralım, öl de ölelim!” AKP’nin bir “propaganda bakanlığı” yok ama güçlü (şimdi biraz parçalansa da) bir propaganda ağı, ciddi kalemşörleri, medyası hatta sosyal medya ordusu mevcut. İradenin zaferi, AKP’de oluyor “Usta’nın hikayesi”. Bilmeyenlere ufak bir hatırlatma, Gezi Parkı’nda gençlerin hakim olduğu sosyal medyada gardı düşen AKP’nin, hemen sonrasında piyasaya sunduğu belgeselin adı Usta’nın Hikayesi. Goebbels, faşistliği kadar zekası ile ünlü olduğundan; bugün İradenin Zaferi bütün ayrıntıları ile çokça tartışılan bir “eser” . Gökçekgillerden fırlama “Usta’nın Hikayesi” ise, sığlığı ve kuru ajitasyonu ile dünyanın en ünlü faşist propaganda filminden devşirme ve kötü kötü “AKP kokuyor”. Ucube’den 3 çocuğa… Faşizmin propaganda araçlarının sınırları çok uzun. Hem görsel hem söylem olarak Erdoğan ile Hitler’in birçok
+
Bugün Erdoğan’ın her seferinde tembihlediği, üzerine aile planlaması yaptığı “3 çocuk” söyleminin ileri örneği Hitler döneminin afişlerinde, hatta o dönemde kurulan “ari çocuk üretim çiftlikleri”nde görülmekte
‘En az 3 über Alman çocuk’
benzer özelliği var. Özellikle Hitler döneminde gerçekleştirilen “Yozlaşmış Sanat” (Entartete Kunst) sergisinde 700’den fazla modern sanat eserinin “alay etmek ve kötülemek” için sergilenmiş olması, Başbakan’ın “ucube heykel” çıkışının daha uç örneği olarak duruyor. Yine benzer olarak, Hitler’in propaganda afişleri ile Erdoğan’ın afişlerinin birçok noktada ortaklaştığı görülüyor. Örneğin; bugün Erdoğan’ın her seferinde tembihlediği, üzerine aile planlaması yaptığı “3 çocuk” söyleminin ileri örneği Hitler döneminin afişlerinde, hatta o dönemde kurulan “ari çocuk üretim çiftlikleri”nde görülmekte. Aslında çok zorlamaya gerek yok. Ünlü iletişim bilimci Chomsky’nin dediği gibi, iktidar elitleri ve onların biricik halkla ilişkiler uzmanları; sır<adan insanları “cahil ve sorun yaratan dışarlıklılar” olarak görüyorlar. Bu yüzden egemenler; bu “iradesiz halkın” çıkarlarının en iyi yargıcı oluyorlar. İktidarlara göre, bu kitleler “katılımcı” değil “seyirci” olmalıdır. En iyisini yine Chomsky özetliyor: “Zaman zaman “seyirciler”in oy kullanmalarına izin verilir. Sonra evlerine dönüp futbol seyretmeyi sürdürürler.” Veya Hitler’in bir afişinde dediği gibi: "Hiçbir Alman üşümemeli, Führer size Kış Yardımı için 4 tane Keopsu dolduracak kadar, 11.5 milyon küp, kömür dağıttı. Bu Führer'in bir başarısıdır, oyunuzu ona verin!" Ve iradenin zaferiyle başka bir ustanın hikayesi başlar…(1) Odabaş, Battal, “Propaganda Yapan Sinema” / 8 Haziran 2009
SIYAH MAVI KIRMIZI SARI
1941 yılında patenti alınmış olan “Gizli İletişim Sistemleri”, radyo dalgalarıyla gönderilen gizli mesajları koruyan bir kodla dalgaları manipüle etmek için tasarlanmış. Lamarr Avusturya’da büyümüş. 2. Dünya Savaşı sırasında Nazi sempatizanı olan ve Hitler’in ordusunun bir üyesi olan milyoner bir adamla evlenmiş. Evliliği süresince kocasının katıldığı iş toplantıları sayesinde gelişmiş silahlar hakkında kendisini geliştirmiş. Nazilerin ve kocasının fikirlerine karşı olan Lamarr önce Londra’ya, sonrasında ise ABD’ye kaçmış. Anthiel’le icat ettiği bu araç, 2. Dünya Savaşı sırasında Nazilere karşı kullanılmak üzere tasarlanmış fakat yaygın olarak kullanımı icat edildikten 20 yıl sonra başlamış.
+
Amerikan ordusunun daha sonra bu işaret fişeklerinin tüm hakkını üzerine aldığı ve Coston’a çok az bir miktarda para verdiği söyleniyor. Coston’ın buluşu Fransa, İtalya, Danimarka, Hollanda ve Haiti hükümetleri tarafından da kullanılıyor.
25 Kasım kadına yönelik şiddete karşı uluslararası mücadele gününde Trabzon Demokratik Kadın Platformu'nun çağrısıyla düzenlenen eyleme katılan yaklaşık 200 kadın ifade vermek üzere savcılığa çağrıldı. Soruşturma açılmasının sebebi olarak yürüyüşü ve gösteri kanununa muhalafet etmek olarak gösteriliyor.
ÜÇ ÇOCUKTAN KÖMÜRE BU NE YAMAN BENZERLİK?
SAYFA 7
“Bilim adamı” söyleminden mi, yoksa icat denince aklımıza sadece ampul, telefon gibi hep çok duyduklarımızın gelmesinden mi bilinmez; bütün mucitlerin erkek olduğunu düşünürüz. Bilinenin aksine günlük hayatta karşılaştığımız, bolca kullandığımız birçok eşya bize kadınların hediyesidir. Bu kadınların arasında kadınlığından çekinip, makalelerini erkek takma adıyla yazan da, ülkenin yönetiminden ve kocasından kaçan da var. İşte o kadınlardan bir kaçı…
Yeni içişleri bakanı Efkan Ala yemin ederken koltuğunu hakettiğini abilerine ispat etmek istercesine yeminini izlemeye gelenleri haremlik-selamlık oturttu. Haddini bilmeyen ve erkeklerin sırasına oturan kadınlar ise TBMM polisleri tarafından adaba uygun davranmaya davet edildi.
16
Kadın
Medya
17
Sinir Kadına yönelik tacizi ve tecavüzü önlemek için erkeklere caydırıcı cezalar vermek yerine kadına kendi kimliğini saklayıp erkek bedenine girmesi gerektiğini savunan ve ‘tecavüzsavar penisli külot’u geliştiren Tayland’a Türkiyeli kadınlardan kocaman bir “ÇÜŞŞŞ”.
Birileri “Bilim adamı” mı dedi? Tarihi de ‘erkeklerin yazımasından’ olacak, bilim hep ‘adam’ olageldi. Peki ya icat sahibi kadınlar?
Hedy Lamarr – Gizli İletişim Sistemleri
Bilinenin aksine günlük hayatta karşılaştığımız, bolca kullandığımız birçok eşya bize kadınların hediyesidir. Bu kadınların arasında kadınlığından çekinip, makalelerini erkek takma adıyla yazan da, ülkenin yönetiminden ve kocasından kaçan da var. İşte o kadınlardan bir kaçı…
Tabitha Babbitt – Yuvarlak Testere
1800’lerin başında testereyle herhangi bir şey kesebilmek için 2 kişiye ihtiyaç duyuluyordu. 2 kişi düz bir testerenin iki ucundan tutarak itmek ve çekmek suretiyle kesim yapmak zorundaydı. Fakat Babbit sayesinde bu süreç çok daha basit hale geldi. Babbit’in testeresi yuvarlaktı, bu nedenle tek kişi kesim işlemini kolayca gerçekleştirebiliyordu. Massachusetts Shaker topluluğunun bir üyesi olarak mobilya yapımında kullanılan birçok alette de Babbitt’in imzası bulunuyor; fakat Babbitt, bu buluşları için patent alma gereği duymamış.
lan materyal diğer maddelerden sert oluşuyla ayrılıyor. Bu madde ayrıca asma köprülerin halatlarında, kasklarda, kayak malzemelerinde ve kamp malzemelerinde de kullanılıyor. Bette Nesmith Graham – Daksil
Graham’ın aklına daksili üretme fikri, ressamların tablolarındaki hataları düzeltmek için yaptıkları işlemden geliyor. İlk daksilini evdeki blendırında malzemeleri karıştırmak suretiyele; işyerindeki belgelerde düzeltme yapma amaçlı üretiyor. Bir çok denemeden sonra, ürününün deneme versiyonlarını yaymak için çok zaman harcadığı gerekçesiyle iş yerinden kovuluyor ve 1958 yılında ürününün patentini alıyor.
Stephanie Kwolek – Kurşun Geçirmez Yelek
Martha Coston – İşaret Fişekleri
Stephanie Kwolek, Kevlar denen sert ve dayanıklı, günümüzde kurşun geçirmez yeleklerin yapımında kullanılan materyalin mucidi. DuPont’ta yıllarca bu materyalin icadı için çalışmış ve 1963’te malzemenin yapısını oluşturan molekül dizilimini üretmiş. Bulduğu dizilimle oluşturu-
Martha Coston 1847 yılında, kocasının ölümünden sonra, not defterinde yazan işaret fişekleri ile ilgili bir projesini keşfetmiş. Fikri öğrendikten sonra 10 yıl boyunca bilim insanları ve ordu çalışanlarıyla, kolay kullanılabilir ve dayanıklı işaret fişekleri üretebilmek için çalışmalar yapmış.
Josephine Cochrane – Bulaşık Makinesi
1839’da Ohio’da doğan Josephine de bulaşığın zorluğundan sıkılıp çözüm arayan kadınlardan. Bunun için evinin arka tarafında eşiyle bir makine inşa eden Josephine ilk bulaşık makinesini de bulmuş oldu. Bu bulaşık makinesiyle “Dünya Kolombiyalılar Fuarı” nda onur ödülü aldı. Julia Letitia – Medikal Şırınga
21 Ocak 1851'de Amerika'da doğan Julia Letıtıa ağızdan alınan ilaçlardan daha etkili olan medikal şırıngayı bularak tıp tarihine geçen kadınlardan biri oldu.
Hindistan'da Batı Bengal eyaletinin başkenti Kalküte'da adı öğrenilemeyen 16 yaşındaki genç bir kadın iki kez bir grubun tecavüzüne uğramasının ardından 23 Aralık günü diri diri yakılarak öldürüldü. Ekim ayında tecavüze uğradıktan sonra sürekli tehditler alan genç kadın devletten koruma istemiş, fakat verilmemişti.
Mary Walton – Ses Kirliliği
19. yy 'da yaşamış olan Mary Walton lokomotiflerde ses kirliliğini önleyici sistemi ilk tasarlayan ve üretime geçirendir. Tasarladığı sistem sayesinde döneminde çevrenin kirlenmesini daha az sağlamıştır. Martha Coston –Denizaltı Lambası
Sara Mather denizaltı lambası ve teleskobunu icat ederek denizaltı tesisatının gelişimine hız kazandırmıştır.
Sinir
İradenin zaferinden Usta’nın hikayesine Bircan Birol İstanbul Üniversitesi “Yalan söyleyin, mutlaka inanan çıkacaktır” Bu ‘doğrucu’ laflar, Hitler’in hitabeti ve şeytan zekası ile ünlü Propaganda Bakanı Goebbels’a ait. Faşizmi utançla tarihlerinde taşımak zorunda kalan Almanların; birçoğumuzun kafasında “Bir halk bu kadar acımasız bir insana nasıl inanabilir?” diye sordurtan döneminden, önemli bir insan Goebbels. Cevabı yine kendisi veriyor: “Güce dayalı kuvvete sahip olmak güzel olabilir; ama halkın kalbini kazanmak ve muhafaza etmek daha iyidir”. Zira Goebbels sadece bu sözleri sarf etmekle kalmıyor; doğrudan doğruya bakanlığı aracılığı ile bunun uygulayıcısı oluyor. Milyonlarca insanın katili Hitler’i, halkın gözünde parlatmak için elinden geleni ardına koymuyor. Hitler döneminden ve faşizminden bu yana; yıllar ve rejimler geçse de bugün faşizm “A’sıyla, B’siyle, C’siyle hatta sömürge tipi ile” ülkemizde varlığını sürdürüyor. Bugün birçoğumuz farkında olmasak da iktidarların biricik sevgilisi ‘rıza üretimi’ medyanın envai çeşit aracı ile beynimizin içine kadar ideolojik bir bombardıman gerçekleştiriyor. Halkın yarısı, “Bu halkın diğer yarısı nasıl bu kadar acımasız bir insana oy verebilir?” diye sorarken, tarihin karanlık yüzünden Goebbels; ön ayak olduğu bu “propaganda yöntemi” ile tekrar gün yüzüne çıkıyor. İradenin zaferi: İktidarın zarafeti Kuşkusuz Hitler döneminin, en bilinen propaganda araçlarından biridir “İradenin Zaferi” belgesel filmi. Yönetmen Leni Riefenstahl, Hitler’in siparişi
üzerine 36 kameranla birlikte ve ince bir ustalıkla çekmeye başlar bu filmi. Onlarca kamera, ses alma aygıtı, kamyonun kullanıldığı filmde bayrak taşıyan on binlerce grup yanında, Hitler ve Parti’nin önde gelenleri, üyeleri, on binlerce işçi, çiftçi ile yüz binlerce Alman vatandaşı yer almaktadır. Nazilerin kitlelere nasıl hakim olduğu gösterilmekte, Hitler’in sarf ettiği neredeyse her sözcük alkışlanmaktadır. Film 1935 Venedik Uluslararası Film Festivali’nde altın madalya, 1937 Paris Film Festivali’nde büyük ödül kazanmıştır. (1) Arka planda Wagner’in milliyetçi müzikleri ve sık sık yapılan “Hitler=Tanrı’nın gönderdiği” vurguları, filmi izleyenler için tek bir anlam ifade etmektedir: “Vur de vuralım, öl de ölelim!” AKP’nin bir “propaganda bakanlığı” yok ama güçlü (şimdi biraz parçalansa da) bir propaganda ağı, ciddi kalemşörleri, medyası hatta sosyal medya ordusu mevcut. İradenin zaferi, AKP’de oluyor “Usta’nın hikayesi”. Bilmeyenlere ufak bir hatırlatma, Gezi Parkı’nda gençlerin hakim olduğu sosyal medyada gardı düşen AKP’nin, hemen sonrasında piyasaya sunduğu belgeselin adı Usta’nın Hikayesi. Goebbels, faşistliği kadar zekası ile ünlü olduğundan; bugün İradenin Zaferi bütün ayrıntıları ile çokça tartışılan bir “eser” . Gökçekgillerden fırlama “Usta’nın Hikayesi” ise, sığlığı ve kuru ajitasyonu ile dünyanın en ünlü faşist propaganda filminden devşirme ve kötü kötü “AKP kokuyor”. Ucube’den 3 çocuğa… Faşizmin propaganda araçlarının sınırları çok uzun. Hem görsel hem söylem olarak Erdoğan ile Hitler’in birçok
+
Bugün Erdoğan’ın her seferinde tembihlediği, üzerine aile planlaması yaptığı “3 çocuk” söyleminin ileri örneği Hitler döneminin afişlerinde, hatta o dönemde kurulan “ari çocuk üretim çiftlikleri”nde görülmekte
‘En az 3 über Alman çocuk’
benzer özelliği var. Özellikle Hitler döneminde gerçekleştirilen “Yozlaşmış Sanat” (Entartete Kunst) sergisinde 700’den fazla modern sanat eserinin “alay etmek ve kötülemek” için sergilenmiş olması, Başbakan’ın “ucube heykel” çıkışının daha uç örneği olarak duruyor. Yine benzer olarak, Hitler’in propaganda afişleri ile Erdoğan’ın afişlerinin birçok noktada ortaklaştığı görülüyor. Örneğin; bugün Erdoğan’ın her seferinde tembihlediği, üzerine aile planlaması yaptığı “3 çocuk” söyleminin ileri örneği Hitler döneminin afişlerinde, hatta o dönemde kurulan “ari çocuk üretim çiftlikleri”nde görülmekte. Aslında çok zorlamaya gerek yok. Ünlü iletişim bilimci Chomsky’nin dediği gibi, iktidar elitleri ve onların biricik halkla ilişkiler uzmanları; sır<adan insanları “cahil ve sorun yaratan dışarlıklılar” olarak görüyorlar. Bu yüzden egemenler; bu “iradesiz halkın” çıkarlarının en iyi yargıcı oluyorlar. İktidarlara göre, bu kitleler “katılımcı” değil “seyirci” olmalıdır. En iyisini yine Chomsky özetliyor: “Zaman zaman “seyirciler”in oy kullanmalarına izin verilir. Sonra evlerine dönüp futbol seyretmeyi sürdürürler.” Veya Hitler’in bir afişinde dediği gibi: "Hiçbir Alman üşümemeli, Führer size Kış Yardımı için 4 tane Keopsu dolduracak kadar, 11.5 milyon küp, kömür dağıttı. Bu Führer'in bir başarısıdır, oyunuzu ona verin!" Ve iradenin zaferiyle başka bir ustanın hikayesi başlar…(1) Odabaş, Battal, “Propaganda Yapan Sinema” / 8 Haziran 2009
SIYAH MAVI KIRMIZI SARI
1941 yılında patenti alınmış olan “Gizli İletişim Sistemleri”, radyo dalgalarıyla gönderilen gizli mesajları koruyan bir kodla dalgaları manipüle etmek için tasarlanmış. Lamarr Avusturya’da büyümüş. 2. Dünya Savaşı sırasında Nazi sempatizanı olan ve Hitler’in ordusunun bir üyesi olan milyoner bir adamla evlenmiş. Evliliği süresince kocasının katıldığı iş toplantıları sayesinde gelişmiş silahlar hakkında kendisini geliştirmiş. Nazilerin ve kocasının fikirlerine karşı olan Lamarr önce Londra’ya, sonrasında ise ABD’ye kaçmış. Anthiel’le icat ettiği bu araç, 2. Dünya Savaşı sırasında Nazilere karşı kullanılmak üzere tasarlanmış fakat yaygın olarak kullanımı icat edildikten 20 yıl sonra başlamış.
+
Amerikan ordusunun daha sonra bu işaret fişeklerinin tüm hakkını üzerine aldığı ve Coston’a çok az bir miktarda para verdiği söyleniyor. Coston’ın buluşu Fransa, İtalya, Danimarka, Hollanda ve Haiti hükümetleri tarafından da kullanılıyor.
25 Kasım kadına yönelik şiddete karşı uluslararası mücadele gününde Trabzon Demokratik Kadın Platformu'nun çağrısıyla düzenlenen eyleme katılan yaklaşık 200 kadın ifade vermek üzere savcılığa çağrıldı. Soruşturma açılmasının sebebi olarak yürüyüşü ve gösteri kanununa muhalafet etmek olarak gösteriliyor.
ÜÇ ÇOCUKTAN KÖMÜRE BU NE YAMAN BENZERLİK?
SAYFA 7
“Bilim adamı” söyleminden mi, yoksa icat denince aklımıza sadece ampul, telefon gibi hep çok duyduklarımızın gelmesinden mi bilinmez; bütün mucitlerin erkek olduğunu düşünürüz. Bilinenin aksine günlük hayatta karşılaştığımız, bolca kullandığımız birçok eşya bize kadınların hediyesidir. Bu kadınların arasında kadınlığından çekinip, makalelerini erkek takma adıyla yazan da, ülkenin yönetiminden ve kocasından kaçan da var. İşte o kadınlardan bir kaçı…
Yeni içişleri bakanı Efkan Ala yemin ederken koltuğunu hakettiğini abilerine ispat etmek istercesine yeminini izlemeye gelenleri haremlik-selamlık oturttu. Haddini bilmeyen ve erkeklerin sırasına oturan kadınlar ise TBMM polisleri tarafından adaba uygun davranmaya davet edildi.
Serbest kürsü
SIYAH MAVI KIRMIZI SARI
SAYFA 08
Serbest Kürsü 17
Yolsuzluk yolunda piyonlar
Aya ayak basılır mı? 2. Dünya Savaşı’nın ardından ABD ve Sovyetler Birliği arasında süren Soğuk Savaş klasik yöntemlerin dışına çıktı ve teknoloji savaşına dönüştü. 2. Dünya Savaşı öncesi askeriye, silah üretimi, sanayi ve nükleer enerji ön planda iken Sovyetlerin 4 Ekim 1957'de Sputnik 1 adlı ilk uyduyu fırlatması ile Soğuk Savaş boyut değiştirdi ve resmi olmayan bir uzay yarışına dönüştü. Sovyetlerin Sputnik uydusunu dünya yörüngesine yerleştirmesi ABD’yi telaşa düşürdü ve ABD Sputnik’in fırlatılmasından 1 yıl sonra NASA’yı (Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi) kurdu. Hikayemiz de buradan sonra başlıyor. ABD, Sovyetler kadar gelişmiş bir füze ve rampa sistemine sahip olmadığı için 1958 yılında NASA’ya milyonlarca lira bütçe ayırdı ve NASA’nın ivedi bir şekilde çalışmalara başlamasını sağladı ancak ilk uydu dünya yörüngesine yollamış olan Sovyetler ise bu konuda ABD’nin çok önündeydi. ABD arayı kapatmak için birçok girişimde bulundu. Ancak Sovyetler, Vostok serisi uzay araçları ile uzaya ilk insanı göndermeyi başardı. Yuri Gagarin 12 Nisan 1961'de Vostok 1 aracıyla yaptığı uçuşla Dünya yörüngesine başarıyla ulaştığında bu olay dünya üzerinde büyük yankı buldu. ABD ise uzay yarışında çok geri kalmış, dünya çapında büyük itibar kaybı yaşamıştı. ABD itibarını düzeltmek için hemen çalışmalara başladı ve SovSerbest Kürsü yazarlığı yetlerden 1 yıl sonra uzaya insan gönderiçin 5500 karakteri geçmeyen meyi başardı. Ancak başarılar Sovyetler leyazını; adını soyadını, hine devam etti. Sovyetler ilk uzay istasyonu, uzayda ilk tam gün, ilk telsizli iletişim, üniversiteni belirterek iletisim@universiteligazetesi.net uzaya giden ilk kadın gibi başarılarla ABD’yi teknoloji ve uzay yarışında arkada adresine yollayabilirsin bıraktı. Uzay yarışı 1969 yılında Apollo 11 ay modülünün fırlatılıp Neil A. Armstrong’un aya ilk ayak basan insan olması ile son buldu. Bu zafer tüm Amerikan kanalları tara-
fından yayınlandı. Sovyetler bu gelişmelerden sonra uzay yarışını bırakmayacaklarını açıkladı ancak yaşanan aksilikler sonucu uzay yarışı ABD’nin kazanması ile son buldu. Ay mı 51. bölge mi? Yaşananların ardından ABD’nin bu sıçrayışı ve ay üzerinde çekilen görüntüler tartışma konusu olmaya başlar. Komplo teorisyenleri bu konu hakkında birçok delil ortaya koyarlar. Komplo teorisyenlerinin en çok dile getirdiği deliller ise Neil A. Armstrong ayak izi, cisimlerin gölgeleri, dalgalanan ABD bayrağı ve normalde olmaması gereken ışık kaynakları. Bildiğiniz gibi ayda su ve atmosfer bulunmamakta. Fizik kanunlarına göre herhangi bir madde veya cisim üzerinde belirli bir şekil veya iz oluşabilmesi için maddenin sıvı halde olan başka bir maddeyle homojen karışım halinde bulunması gerekir ya da katı olan maddenin milimikron seviyede öğütülmüş olması gerekir. Ayrıca ortalama teçhizatı ile 120 kilo olan bir astronotun ayak izi çok belirgin bir şekilde fotoğraflanabilirken nasıl oluyor da 4 tonluk bir mekik ay yüzeyinde hiçbir iz bırakmıyor. Havanın olmadığı bir ortamda Amerikan bayrağı dalgalanması da önemli teorilerden biri. Teorisyenlerin dile getirdiği bir diğer konu ise güneş sistemi üzerinde tek ışık kaynağı olan güneşin ay üzerinde çekilen fotoğraflarda nasıl farklı açılarda gölgeler yaratabildiği. Ayda çekilen fotoğraflar incelendiğinde fotoğraflardaki cisimlerin gölgelerinin farklı açılarla düştüğü açıkça gözüküyor. Ayrıca çekilen fotoğraflardaki yansımalar birden fazla ışık kaynağı olduğunu ortaya koyuyor. Teorisyenlerin ürettikleri tüm deliller yayınlanan görüntüler ve görüntülerdeki tüm tutarsızlıklar üzerine. Bunun dışında bu görüntülerin Amerika’da 51. Bölge denilen
yerde çekildiği iddiaları da bulunmakta. 51. Bölgenin yüksek güvenlikli bir askeri bölge olması, dışarıdan bu bölgeye girmeye çalışanların izne tabi olmadan vuruluyor olması ve arazi yapısı açısından ay zeminine çok benzemesi bu iddialara sebep olan temel etmenlerden bazılarıdır. Ben bu teorilerin bir kısmına katılsam da konuyu farklı bir boyutla ele alacağım. Apollo 1 uzaya fırlatılacağı sırada ilginç bir biçimde infilak etti ve içerisinde bulunan astronotlar olay yerinde hayatlarını kaybetti. CIA soruşturmayı üstlendi ve kalkıştan sorumlu müfettiş Ronald Baron hakkında soruşturma başlatıldı. Baron soruşturma sırasında aya gidişin tam bir fiyasko olduğu hiçbir zaman gerçekleşemeyeceği yönünde açıklama yaptı. Baron 500 sayfalık ifadesinin mahkemeye sunduktan 1 hafta sonra arabasına tren çarpması sonucu karısı ve küçük kızı ile birlikte hayatını kaybetti. Yanan mekik ve 500 sayfalık dosya şuan CIA’in deposunda bulunuyor. Uzay yarışındaki ölümler bununla da sınırlı değildi 1964-1967 yılları arasında 10 astronot anormal kazalarla hayatını kaybetti. NASA’nın kısa süredeki ilginç gelişimi, ay üzerinde çekilen videodaki fiziksel hatalar, uzay programı boyunca gerçekleşen ilginç kazalar, ABD’nin geçmişinin pek de temiz olmaması ve aya ilk giden ülke olmanın soğuk savaş üzerine etkileri düşünülünce neden olmasın fikri çok da abes gelmiyor insana. Kim bilir gerçekten ABD aya ayak basmıştır ya da bunların hepsi bir stüdyo içerisinde gerçekleşmiştir. Benim tek bildiğim Amerikan Film Endüstrisi’nin 60 yıllardan bu yana çok büyük gelişme kaydettiği ve günümüzde dünyanın en büyük film sektörüne sahip olduğudur.
Cem Solmaz İstanbul Üniversitesi
Başarı yollarını adımlarını büyük atmak suretiyle tırmanmak isteyen bir gencin ortağına güvenmesinin hikayesiydi aslında. Yoksa masal mı desek? Gerçi masallar güzel biter.Biz avaz avaz bağırırken meydanlarda anlatırken yapılanların kurgusunu "Görmedim,duymadım, bilmiyorum" gibi üç maymunları oynayanlar silahlarını birden dostlarına doğrulttular. Bugünün ülküsünü yaşayıp yarına tek umut kendisine bile çareleri olmayan namlunun ucunda birbirlerini bekleyenleri görünce omuz omuza devrini tüketip karşı karşıya olmayı tercih ettiler. Bu tercih bile geçmişi unutturmadı. Onların geceleri hep suskun oldu bizlere karşı. Ne direnişimize ne Türkiye'nin yürekte yaşayanlarına ne de sesimize karşı hesap verebildiler. Her gittiği ilimizde halkımızın vurgun yediği konuşmalarını bitirip sonuna anekdot olarak 'yol yapan ' Başbakan boş cepleri kutusuz bıraktı. 'AK' bir gençliğin kötü çocuklarını oynamak bize kalınca ve de aynı zamanda 'dinsiz' olmakta üzerimize yüklenince fillerin dövüşünde seyirci kapasitesinde yer edinemedik. Biz yaramaz çocuklar suskunluğu yol eyleyemedik. Biz pi-
yon değildik. Kimsenin gölgesini taşımadan geleceğimizi düşündük, sorguladık. Her sorumuz küçük bir çocuk misali geçiştirildi. Onların gözünde birbirine düşürülüp yönetilmesi gereken gençlerdik biz. Vakti zamanında Bingöl Üniversitesi'nde şimdinin köşeye sıkışmış Başbakan'ı "Sen ben davasını bırakıp, Allah aşkına şu anda ülkemizde son zamanlardaki olayları meydana getirenler, soruyorum acaba bunların neyi eksikti? Neye dayanarak bu adımları attılar? Neleri yoktu? " diye açıklama yapmıştı.Aynı zamanda destek ekibi ve bu gencin masalının sonundaki kötü karakteri sırtlanmış Fethullah Hoca da "Çok defa onları hafife aldık. "Bir avuç" dedik onlara..Onlara acımak lazım, şefkat etmek lazım.Nasıl yaparsak bu nesiller ciddi nefis muhasebesi içinde, bir nefis muhasebesi yapan nesil olarak yetişir, insan olarak yetişir; tahribatları tahribatla karşılamak değil de, tahribatları tamiratla gidermeye çalışan bir nesil yetişir?" Düşünmedik bunları." demişti. Nasıl da üzülüyorlardı yaptıkları işte önlerine sorgulayıcı,başı dik gençler çıkmıştı diye. Gözden bizi nasıl da kaçırıp yetiştirememişlerdi hem 'AK' cı hem de 'İMAN' cı. Birbirlerine
sıkı sıkıya bağlı sözleri,yakınmaları bu kadar benzer iki dost bizi bölmeye çalışırken kendi çocuklarını bu sözlerle bile yatıştıramadılar. Dipsiz kuyularda yankılandı onların sözleri çünkü bir kere şaşırmıştı piyon yönünü. Fethullah Hoca'da, Tayyip Erdoğan'da birbirlerine gol atmaya çalışırken unutuvermişti zamanlı robotlarını. Cemaat yurtlarında artık onlarda tartışma yapıp beyin fırtınası adı altında kendi düşünme yetilerini kullanmaya karar verdiler. Ne kadar başarabilirlerse? Karşıt görüşlü olarak değerlendirilen bu piyonların hangi rüzgarda nereye savrulacakları veya kaptanlarının tekrar rotalarını ayarlayıp ayarlamayacağı bilinemez. Düşünmeyi geç öğrenen bu gençlik Fethullah Hoca ve Tayyip Erdoğan'ın yeni direniş örgütü olacak. Pehlivanlığa soyunanlar uçurumun kenarında yürüyorlar. Halkın ve düşünen gençliğin haykırışları piyonluğa karşı tarafsız bir şekilde kendi savunmalarıyla hareket edecek. Başarıya ulaşma yolunda merdivenden kayanlarla da alttan merdiveni çekenlerle de işimiz yok bizim.
Diren Yılmaz Anadolu Üniversitesi
Serbest kürsü
SIYAH MAVI KIRMIZI SARI
SAYFA 08
Serbest Kürsü 17
Yolsuzluk yolunda piyonlar
Aya ayak basılır mı? 2. Dünya Savaşı’nın ardından ABD ve Sovyetler Birliği arasında süren Soğuk Savaş klasik yöntemlerin dışına çıktı ve teknoloji savaşına dönüştü. 2. Dünya Savaşı öncesi askeriye, silah üretimi, sanayi ve nükleer enerji ön planda iken Sovyetlerin 4 Ekim 1957'de Sputnik 1 adlı ilk uyduyu fırlatması ile Soğuk Savaş boyut değiştirdi ve resmi olmayan bir uzay yarışına dönüştü. Sovyetlerin Sputnik uydusunu dünya yörüngesine yerleştirmesi ABD’yi telaşa düşürdü ve ABD Sputnik’in fırlatılmasından 1 yıl sonra NASA’yı (Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi) kurdu. Hikayemiz de buradan sonra başlıyor. ABD, Sovyetler kadar gelişmiş bir füze ve rampa sistemine sahip olmadığı için 1958 yılında NASA’ya milyonlarca lira bütçe ayırdı ve NASA’nın ivedi bir şekilde çalışmalara başlamasını sağladı ancak ilk uydu dünya yörüngesine yollamış olan Sovyetler ise bu konuda ABD’nin çok önündeydi. ABD arayı kapatmak için birçok girişimde bulundu. Ancak Sovyetler, Vostok serisi uzay araçları ile uzaya ilk insanı göndermeyi başardı. Yuri Gagarin 12 Nisan 1961'de Vostok 1 aracıyla yaptığı uçuşla Dünya yörüngesine başarıyla ulaştığında bu olay dünya üzerinde büyük yankı buldu. ABD ise uzay yarışında çok geri kalmış, dünya çapında büyük itibar kaybı yaşamıştı. ABD itibarını düzeltmek için hemen çalışmalara başladı ve SovSerbest Kürsü yazarlığı yetlerden 1 yıl sonra uzaya insan gönderiçin 5500 karakteri geçmeyen meyi başardı. Ancak başarılar Sovyetler leyazını; adını soyadını, hine devam etti. Sovyetler ilk uzay istasyonu, uzayda ilk tam gün, ilk telsizli iletişim, üniversiteni belirterek iletisim@universiteligazetesi.net uzaya giden ilk kadın gibi başarılarla ABD’yi teknoloji ve uzay yarışında arkada adresine yollayabilirsin bıraktı. Uzay yarışı 1969 yılında Apollo 11 ay modülünün fırlatılıp Neil A. Armstrong’un aya ilk ayak basan insan olması ile son buldu. Bu zafer tüm Amerikan kanalları tara-
fından yayınlandı. Sovyetler bu gelişmelerden sonra uzay yarışını bırakmayacaklarını açıkladı ancak yaşanan aksilikler sonucu uzay yarışı ABD’nin kazanması ile son buldu. Ay mı 51. bölge mi? Yaşananların ardından ABD’nin bu sıçrayışı ve ay üzerinde çekilen görüntüler tartışma konusu olmaya başlar. Komplo teorisyenleri bu konu hakkında birçok delil ortaya koyarlar. Komplo teorisyenlerinin en çok dile getirdiği deliller ise Neil A. Armstrong ayak izi, cisimlerin gölgeleri, dalgalanan ABD bayrağı ve normalde olmaması gereken ışık kaynakları. Bildiğiniz gibi ayda su ve atmosfer bulunmamakta. Fizik kanunlarına göre herhangi bir madde veya cisim üzerinde belirli bir şekil veya iz oluşabilmesi için maddenin sıvı halde olan başka bir maddeyle homojen karışım halinde bulunması gerekir ya da katı olan maddenin milimikron seviyede öğütülmüş olması gerekir. Ayrıca ortalama teçhizatı ile 120 kilo olan bir astronotun ayak izi çok belirgin bir şekilde fotoğraflanabilirken nasıl oluyor da 4 tonluk bir mekik ay yüzeyinde hiçbir iz bırakmıyor. Havanın olmadığı bir ortamda Amerikan bayrağı dalgalanması da önemli teorilerden biri. Teorisyenlerin dile getirdiği bir diğer konu ise güneş sistemi üzerinde tek ışık kaynağı olan güneşin ay üzerinde çekilen fotoğraflarda nasıl farklı açılarda gölgeler yaratabildiği. Ayda çekilen fotoğraflar incelendiğinde fotoğraflardaki cisimlerin gölgelerinin farklı açılarla düştüğü açıkça gözüküyor. Ayrıca çekilen fotoğraflardaki yansımalar birden fazla ışık kaynağı olduğunu ortaya koyuyor. Teorisyenlerin ürettikleri tüm deliller yayınlanan görüntüler ve görüntülerdeki tüm tutarsızlıklar üzerine. Bunun dışında bu görüntülerin Amerika’da 51. Bölge denilen
yerde çekildiği iddiaları da bulunmakta. 51. Bölgenin yüksek güvenlikli bir askeri bölge olması, dışarıdan bu bölgeye girmeye çalışanların izne tabi olmadan vuruluyor olması ve arazi yapısı açısından ay zeminine çok benzemesi bu iddialara sebep olan temel etmenlerden bazılarıdır. Ben bu teorilerin bir kısmına katılsam da konuyu farklı bir boyutla ele alacağım. Apollo 1 uzaya fırlatılacağı sırada ilginç bir biçimde infilak etti ve içerisinde bulunan astronotlar olay yerinde hayatlarını kaybetti. CIA soruşturmayı üstlendi ve kalkıştan sorumlu müfettiş Ronald Baron hakkında soruşturma başlatıldı. Baron soruşturma sırasında aya gidişin tam bir fiyasko olduğu hiçbir zaman gerçekleşemeyeceği yönünde açıklama yaptı. Baron 500 sayfalık ifadesinin mahkemeye sunduktan 1 hafta sonra arabasına tren çarpması sonucu karısı ve küçük kızı ile birlikte hayatını kaybetti. Yanan mekik ve 500 sayfalık dosya şuan CIA’in deposunda bulunuyor. Uzay yarışındaki ölümler bununla da sınırlı değildi 1964-1967 yılları arasında 10 astronot anormal kazalarla hayatını kaybetti. NASA’nın kısa süredeki ilginç gelişimi, ay üzerinde çekilen videodaki fiziksel hatalar, uzay programı boyunca gerçekleşen ilginç kazalar, ABD’nin geçmişinin pek de temiz olmaması ve aya ilk giden ülke olmanın soğuk savaş üzerine etkileri düşünülünce neden olmasın fikri çok da abes gelmiyor insana. Kim bilir gerçekten ABD aya ayak basmıştır ya da bunların hepsi bir stüdyo içerisinde gerçekleşmiştir. Benim tek bildiğim Amerikan Film Endüstrisi’nin 60 yıllardan bu yana çok büyük gelişme kaydettiği ve günümüzde dünyanın en büyük film sektörüne sahip olduğudur.
Cem Solmaz İstanbul Üniversitesi
Başarı yollarını adımlarını büyük atmak suretiyle tırmanmak isteyen bir gencin ortağına güvenmesinin hikayesiydi aslında. Yoksa masal mı desek? Gerçi masallar güzel biter.Biz avaz avaz bağırırken meydanlarda anlatırken yapılanların kurgusunu "Görmedim,duymadım, bilmiyorum" gibi üç maymunları oynayanlar silahlarını birden dostlarına doğrulttular. Bugünün ülküsünü yaşayıp yarına tek umut kendisine bile çareleri olmayan namlunun ucunda birbirlerini bekleyenleri görünce omuz omuza devrini tüketip karşı karşıya olmayı tercih ettiler. Bu tercih bile geçmişi unutturmadı. Onların geceleri hep suskun oldu bizlere karşı. Ne direnişimize ne Türkiye'nin yürekte yaşayanlarına ne de sesimize karşı hesap verebildiler. Her gittiği ilimizde halkımızın vurgun yediği konuşmalarını bitirip sonuna anekdot olarak 'yol yapan ' Başbakan boş cepleri kutusuz bıraktı. 'AK' bir gençliğin kötü çocuklarını oynamak bize kalınca ve de aynı zamanda 'dinsiz' olmakta üzerimize yüklenince fillerin dövüşünde seyirci kapasitesinde yer edinemedik. Biz yaramaz çocuklar suskunluğu yol eyleyemedik. Biz pi-
yon değildik. Kimsenin gölgesini taşımadan geleceğimizi düşündük, sorguladık. Her sorumuz küçük bir çocuk misali geçiştirildi. Onların gözünde birbirine düşürülüp yönetilmesi gereken gençlerdik biz. Vakti zamanında Bingöl Üniversitesi'nde şimdinin köşeye sıkışmış Başbakan'ı "Sen ben davasını bırakıp, Allah aşkına şu anda ülkemizde son zamanlardaki olayları meydana getirenler, soruyorum acaba bunların neyi eksikti? Neye dayanarak bu adımları attılar? Neleri yoktu? " diye açıklama yapmıştı.Aynı zamanda destek ekibi ve bu gencin masalının sonundaki kötü karakteri sırtlanmış Fethullah Hoca da "Çok defa onları hafife aldık. "Bir avuç" dedik onlara..Onlara acımak lazım, şefkat etmek lazım.Nasıl yaparsak bu nesiller ciddi nefis muhasebesi içinde, bir nefis muhasebesi yapan nesil olarak yetişir, insan olarak yetişir; tahribatları tahribatla karşılamak değil de, tahribatları tamiratla gidermeye çalışan bir nesil yetişir?" Düşünmedik bunları." demişti. Nasıl da üzülüyorlardı yaptıkları işte önlerine sorgulayıcı,başı dik gençler çıkmıştı diye. Gözden bizi nasıl da kaçırıp yetiştirememişlerdi hem 'AK' cı hem de 'İMAN' cı. Birbirlerine
sıkı sıkıya bağlı sözleri,yakınmaları bu kadar benzer iki dost bizi bölmeye çalışırken kendi çocuklarını bu sözlerle bile yatıştıramadılar. Dipsiz kuyularda yankılandı onların sözleri çünkü bir kere şaşırmıştı piyon yönünü. Fethullah Hoca'da, Tayyip Erdoğan'da birbirlerine gol atmaya çalışırken unutuvermişti zamanlı robotlarını. Cemaat yurtlarında artık onlarda tartışma yapıp beyin fırtınası adı altında kendi düşünme yetilerini kullanmaya karar verdiler. Ne kadar başarabilirlerse? Karşıt görüşlü olarak değerlendirilen bu piyonların hangi rüzgarda nereye savrulacakları veya kaptanlarının tekrar rotalarını ayarlayıp ayarlamayacağı bilinemez. Düşünmeyi geç öğrenen bu gençlik Fethullah Hoca ve Tayyip Erdoğan'ın yeni direniş örgütü olacak. Pehlivanlığa soyunanlar uçurumun kenarında yürüyorlar. Halkın ve düşünen gençliğin haykırışları piyonluğa karşı tarafsız bir şekilde kendi savunmalarıyla hareket edecek. Başarıya ulaşma yolunda merdivenden kayanlarla da alttan merdiveni çekenlerle de işimiz yok bizim.
Diren Yılmaz Anadolu Üniversitesi
MAVI KIRMIZI SARI
Ülke Mektup yazdım acele oku oku he-ce-le Dershane konusu ile başlayan tartışma sürecinin ardından yolsuzluk operasyonu ile beraber ipleri gerginleşen AKP-cemaat kavgasına bir mola Amerika'dan geldi. Sevenlerinin ve dünyanın dört bir yanına dağılan “Gönüllü hizmet hareketçilerinin" içlerini ferah tutumalarını isteyen Fethullah Gülen, iki kitap ve iyi dilekleri ile beraber bir mektup gönderdi. Kendisinin ve sevenlerinin “Dün neredeyse, yaklaşan seçim sürecinde de aynı yerde ve çizgide durduğunu” belirten Fethullah Gülen, cumhurbaşkanından da beklentileri olduğunu belirtti.
KCK davası dahilinde tutuklu olan BDP milletvekilleri avukatları aracılığıyla Anayasa Mahkemesine başvurdu. Mahkeme heyeti oy birliği ile vekillerin tahliyesine karar verdi. Kararın Resmi Gazetede yayımlanmasının ardından özgürlüğüne kavuşan milletvekillerini karşılamaya coşkulu bir kalabalık geldi.
Başbakan Erdoğan’ın Uzak Doğu gezisine akreditasyon verilmeyen gazeteler belli oldu. Evrensel, Birgün, Sol gazetelerine her zamanki gibi vize verilmedi. Vize verilmeyen ve bu duruma alışık olmayan gazeteler de var. Hürriyet, Radikal, Habertürk, Vatan, Bugün, Taraf, Posta, Yurt, Cumhuriyet, Sözcü, Milliyet ve Zaman gazeteleri akreditasyon engeline takılan gazetelerden.
SAYFA 02
hilmi hacaloglu
Arafta kalan gazetecilik CHP’nin Ankara Büyükşehir Belediyesi adayı MHP’li Mansur Yavaş oldu
CHP ne yapıyor? AKP’nin sağdaki alternatifsizliği karşısında “geçici” bir alternatif olarak sağa çekilmek ve Erdoğan’ın çok güvendiği sandıkta da meşruiyetini sarsmak CHP’nin yerel seçimlerdeki temel hedefi olarak gözüküyor
Yolsuzların yolculuğu sona eriyor 17
Aralık sadece uyandığımız yeni bir günden ibaret değildi. Ülke tarihinin en büyük yolsuzluk operasyonu, ülke tarihinin en baskıcı iktidarına yapılmıştı. 1980 darbesinden sonra kurulması hedeflenen neoliberal sistemi kuran AKP iktidarıyla, yola devam edilmeyeceği gerçeği deklare edilmiş oldu. Tayyip Erdoğan figürü cemaatin emniyet-yargı-medya operasyonuyla büyük bir darbe yedi. Erdoğan da iktidarda olmanın avantajlarıyla emniyet müdürlerini ve bürokratları yerinden ederek karşılık verdi. Ortada halktan çalınan milyonlar, ayakkabı kutuları, para sayma makinaları, telefon konuşmaları olsa da Erdoğan’a göre bu da bir komplo ve bunun mimarı da “caiz lobisi” idi. Sonuç itibariyle 2 bakan çocuğu cezaevinde, kabinede mecburi revizyona gidildi, 3 bakan istifa etti, Bayraktar giderayak Tayyip’e salvo attı, eski bakan İ.N.Ş. istifa etti, cemaatçi vekillerin bazıları istifa etti, ABD Tayyip’ten desteğini çekti, başbakanın en yakınları dışında güveneceği kimse kalmadı, 2. dalga operasyon engellendi, Bilal ifadeye gitmedi, Adli Kolluk yönetmeliği değiştirildi ardından Danıştay 1 günde kararı bozdu, beddualar edildi, eski dostlar düşman oldu, on binler sokakları doldurdu, 2014 “Hırsız var!” çığlıklarıyla geldi, at izi it izine karıştı, twitter günah keçisi oldu, cumhurbaşkanı az konuştu, başdanışman orducu göründü, kalemşörler Don Kişot kesildi, liberaller sokağı kötüledi, ekonomi tökezledi, dolar fırladı, Gezi Parkı’nı kapatmak da ihmal
edilmedi, CHP sağa yanaştı, ABD büyükelçisi Kılıçdaroğlu’yla görüştü, tutuklu vekiller serbest kaldı, Çevik Bir tahliye edildi, yeniden yargılama tartışmaları ortaya atıldı, Baykal yeniden piyasada, Berkin Elvan aylardır uykuda, Ethem’in davasında da yargı uykuda, Ali İsmail’in duruşması hukuksuzluk abidesi, Taksim’de parası olmayan gence metroda güvenlik dayak attı, AKP il başkanının odasında bu gazetenin nüshaları çıktı, asgari ücrete 3 kuruşluk zam, ülke genelinde elektrik kesintisi… ve daha nice garip durum. Sadece birer cümle ile son 1 ayı özetleyince bile gündemin karmaşasını, iktidarın sıkışmışlığını anlaşılıyor. Yolun sonu görünüyor “Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” söyleminin sadece performans artırıcı bir slogan olmadığı kanıtlandı artık. AKP egemenler için iyiydi hoştu. Neoliberalizmin tüm ihtiyaçlarını harfiyen yerine getirebiliyordu. Sermayeye inanılmaz büyük bir alan yaratıyordu. Hem talan edilecek çok fazla yer yaratıyordu hem de taşeron sistemiyle ucuz iş gücü yaratıyordu. Ortadoğu’da ABD’nin aktif taşeronluğunu müthiş bir sadakatle yapıyordu. Fakat ustalık döneminde işler yolunda gitmemeye başladı. Gülen’le, Erdoğan’ın özellikle dış politikadaki anlaşmazlıkları bu 12 yıllık iktidar müttefikliğini sorgulatır hale gelmişti. MİT krizi, dershane tartışmaları derken asıl olarak dış politikadaki Suriye rezaleti ve iç politikadaki Gezi tokadı artık Erdoğan’sız bir rejimi egemenler açısından da mecbur kıldı.Yol-
+
Ustalık döneminde işler yolunda gitmemeye başladı. Gülen’le, Erdoğan’ın özellikle dış politikadaki anlaşmazlıkları bu 12 yıllık iktidar müttefikliğini sorgulatır hale getirmişti. MİT krizi, dershane tartışmaları derken asıl olarak dış politikadaki Suriye rezaleti ve iç politikadaki Gezi tokadı artık Erdoğan’sız bir rejimi egemenler açısından da mecbur kıldı
suzluk operasyonunda Erdoğan’ın dış güçleri hedef göstermesi doğaldır. Gerçekten de bu operasyonda ABD’nin Erdoğan’dan vazgeçmesinin büyük payı var. Amerikan Ulusal Güvenlik Kurumu (NSA)’dan servis edilen bilgilerin AKP’yi yıpratmak dışında hiçbir şeye hizmet etmeyeceği açıktır. Gülen çizgisi her zaman ABD politikasına paralellik göstermiştir. Bu yüzden bugünkü mesele Gülen’le, Tayyip arasındaki kavgadan ibaret değildir, bizzat ABD’nin Türkiye stratejisi ile ilgilidir. Bugün yaşanan onca şeyden anlaşılması gereken mesele iktidarın kim tarafından sürdürüldüğünün egemenler açısından bir öneminin olmadığıdır. Neoliberal sistemin sorunsuz işlemesi için sorunsuz bir siyaset alanının da inşa edilmesi gerekmektedir. Halkı %50 - %50, kızlı-erkekli, türbanlı-türbansız vs gibi tartışmalarla kutuplaştıran, sorunsuz sınır ülkesi bırakmayan bir iktidar neolibe-
ral sistemin çarklarının dönmesi için tehlike arz etmektedir. Hele ki sokaklarda halk iktidara karşı bitmek bilmeyen bir isyanı sürdürürken sistemin aynı şekilde devam etmesi hiç akıllıca olmayacaktı. Görünen o ki siyaset Türkiye’de yeniden kurulacak. “Şu gider bu gelir“ senaryolarına girmek gençliğin işi değil. Gençlik neoliberal sistemin tüm dünyada kriz yaşadığı bu dönemde, ülkedeki siyasi krize halkın olanca gücüyle iktidara talip hale geleceği muhalefeti yaratarak müdahale edecektir. Gençlik böylesine tarihsel bir dönemde tarihin akışını izlemek yerine, kendi senaryosunu yazacaktır. Ali İsmail’in bir mirası var gençliğe; “korkutacağız, titreteceğiz ve yıkacağız bu adi hükümeti!” Ortaya dökülen kirli çamaşırlar açıkça gösteriyor sistemin nasıl çürüdüğünü ve kimseye bir umut vaat edemeyeceğini. Kendini halkın umudu olarak öne sürenler olacaktı elbette, oluyor da. Sisteme yedek lastik olma görevini üstlenen, halkın umudu olmaya çalışan ama 3 Gezi şehidi veren Antakya’da AKP artığı Lütfü Savaş’ı aday gösteren CHP’ye gençlik eyvallah demeyecektir. MHP’den kırma Mansur Yavaş’a da devrimci ODTÜ’den oy çıkmayacağı tarihsel bir gerçekliktir. Ayakkabı kutularında gaz maskeleri dışında saklayacak bir şeyi olmayanlar çürüyen, tökezleyen iktidarı ortadan kaldırmak için en olanaklı döneme giriyorlar. Rejimin krizi gençliğin başka bir dünya yaratma iddiasına su taşıyor. AKP’siz, cemaatsiz, patronsuz, polissiz bir dünya artık daha yakın.
Tayyip Erdoğan ve AKP’nin, uluslararası aktörler açısından “vazgeçilmez olma” özelliğini yitirdiği bir dönemde yerel seçimler yaklaşırken, siyasi partilerin belediye başkan adayları da birer birer açıklanıyor. AKP pek çok ilde mevcut belediye başkanlarını yeniden aday gösterirken, CHP de iktidar olma yolunu sağcı belediye başkan adayları çıkarmak olarak belirlemiş gözüküyor! Hatay’da AKP’nin mevcut belediye başkanı Lütfü Savaş CHP’nin sağ transferlerinden en çok dikkat çekeni. 2005 yılında Hatay Mustafa Kemal Üniversitesi’nde öğretim görevlisi iken kendi bölüm arkadaşlarını “sağcı-solcu, Nusayri-Alevi” şeklinde fişlediği iddia edilen Savaş, mahkemede yaptığı savunmada
ise bunu üniversitedeki “CHP’lilerin” bir komplosu olarak değerlendirmişti. Aynı dönemde Savaş’ın rektör danışmanı olmasıyla birlikte 6 ayda büyük çoğunluğu alevi olan 300 personelin görev yerleri değiştirildi. Son olarak Lütfü Savaş, Haziran İsyanı’nda 3 direnişçisini kaybeden Antakyalıları ise “birkaç marjinal grup” olarak ilan etmişti. CHP’nin diğer “sağdan” adayları arasında ise, Ankara’da bir önceki yerel seçimde MHP’den aday gösterilen Mansur Yavaş ve Antalya’nın Kepez ilçesinde eski AKP belediye başkanı Erdal Öner gibi pek çok isim bulunuyor. CHP daha önce milletvekili seçimlerinde de “CHP’yi güçlendirecek” bahanesiyle Yaşar Nuri Öztürk ve İlhan Kesi-
ci gibi isimleri transfer etmişti. Öztürk 2002’de milletvekili seçilmiş 2004’te ise CHP’den ayrılıp, yeni bir parti kurmuştu. Eski ANAP milletvekili İlhan Kesici ise 2007’de CHP’ den milletvekili seçilmesinin ardından 2010’ da partiden istifa etmişti. Özellikle ABD ve cemaat açısından, AKP’nin sağdaki alternatifsizliği karşısında CHP’nin “geçici” bir alternatif olarak sağa çekilmesi ve Erdoğan’ın çok güvendiği sandıkta da meşruiyetini sarsmak yerel seçimlerdeki temel hedef olarak gözüküyor. Sağcı belediye başkan adayları ile sağdan oy alarak iktidar olma hesapları yapan CHP ise kendi iddiasının aksine Gezi’ye inanmaktan çok ABD ve cemaate inanmayı tercih ediyor.
CHP’Yİ SAĞA ÇEKEN POLİTİKALARIN ARKASINDAKİ İSİMLER
Hem ticari, hem sağda! CHP tartışmaları sürerken, özellikle bu süreçte gerçekleşen Amerika ve Ortadoğu gezileri, sağ adayların belirlenmesinde en büyük rolü Kemal Kılıçdaroğlu’nun 2 sağ kökenli danışmanı oynuyor. Bu isimler MHP kökenli Rasim Bölücek ve geçti-
ğimiz günlerde hayatını kaybeden Tansu Çiller’in eski danışmanı Şükrü Karaca. Şükrü Karaca, yerel seçimlerde Ankara adayı Mansu Yavaş’ı “CHP’ye gelme” konusunda ikna eden ve bunu erken açıkladığı için parti içerisinde epey tartışma yaratan
isim olarak biliniyor. Karaca aynı zamanda 28 Şubat sürecinin karanlık isimlerinden biri. Bölücek ise, MHP’nin danışmanlığından CHP’de danışmanlığa “Kılıçdaroğlu’nun ricası” üzerine geçmiş bir isim.
Türkiye siyasetinde 17 Aralık depremi sürüyor. Yolsuzluk, rüşvet, paralel devlet, komplo lafları gırla gidiyor. Bu sürecin artçı sarsıntılarının olacağını söylemek için artık kahin olmak da gerekmiyor. Yaşananlar, medyada da etkisini gösteriyor. Eski müttefikler şimdi birbirlerinin en azılı düşmanları. Gazete köşelerinde kavga, suçlama ve iddiaların ardı arkası kesilmiyor. Dün Ergenekon ve Balyoz savcılarını kutsayanlar bugün lanet yağdırıyor. Cumhurbaşkanı Gül’ün twitter’da yazdığı ve artık fenomenleşen o cümleyle söylersek ‘insan gerçekten hayret ediyor’! Neye mi hayret ediyor? Elbette ki gazetecilerin bu kadar mesleklerinden uzaklaşmasına ve artık iyice ‘kurşun asker’ pozisyonuna çekilmesine ve oradan artık rakip olarak gördüğü herkese taarruz etmesine hayret ediyor. Evet aydan gelmedin 18 yılı aşkın süredir bu medyanın içindeyim. Ateşi de ihaneti de bir sürü başka şeyi de gördüm. Ama Metin Göktepe, Uğur Mumcu ve Hrant Dink’in öldürüldüğü Ocak ayında gazetecilerin kayda değer bir kısmının basın meslek ilkelerini bu kadar ayaklar alıp bir tarafta hizalanıp diğerine bu denli salvolarla yüklendiğine hiç tanık olmamıştım. Elbette operasyonlara bir anda
başlanması bir tesadüf değil. Ama yolsuzluk iddiaları ve soruşturmalar da hiç yabana atılmamalı. Gazeteciler, hükümetcemaat kavgasında bir taraf seçmek zorunda değiller. Taraf olmayan bertaraf olur diye düşünürsek itiraf etmeliyiz ki zaten o zaman gazetecilik değil taraftarlık yapıyoruz demektir. Belgeler, iddialar, dosyalar bitmek bilmiyor. Gazetecinin görevi bu haber fırtınasında dezenformasyon ve manipülasyonla haberi ayırmak ve onun peşinden gitmek olmalı. Bugünün Türkiye’sinde zor bir şey söylediğimin farkındayım. Yıllardır otosansür medyanın en büyük sorunlarının başında geliyor. İktidar patronaj ilişkileri gazetecilerin elini kolunu bağlıyor. Davalar, yargılamalar, tutuklamalar bütün bunlar yakın geçmişte yaşandı. Yetmedi işten çıkarmalar, dergi gazete kapatmalar geldi. Tüm bunlara rağmen yine de gazetecilik yapmak isteyenler çatlaklardan sızmanın, boşlukları değerlendirmenin ve mesleğini elden geldiğince layıkıyla ifa etmenin bir yolunu buldu. Yarın bugünlerin muhasebesi yapıldığında yaşananların ne olduğu daha net ortaya çıkacak. O gün geldiğinde daha fazla utanmamak için bugün biz gazetecilere düşen kavganın tarafı değil gazeteciliğin tarafı olmak gerek.
Kültür&Sanat
Kültür Sanat
21 11
inan temelkuran Ezilen bir toplumun müziğidir Blues. Afrika’dan gemilere istiflenerek getirilen kölelerin acılarını ve özgürlük isteklerini barındırır içinde.
Ezilen toplumun müziği: Blues yahların çektiği 250 yıllık acı ve hüznün birikimi sayesinde Blues ortaya çıktı. Blues artık kendi kimliğini bulmuştu. 1920 yılında ilk Blues plağı “Crazy Blues” Mamie Smith tarafından çıkarıldı. Çok büyük ilgi gören plak bir ayda 75000 sattı. Bu arada Kuzey’e olan göç 1915-1920 yılları arasında da devam etti Yusuf Özten Anadolu Üniversitesi
E
Birleştiren tohumlar Rüzgar her sözü süpürmeden anlayacaktık: Raflarda tozlanmayı değil keşfedilmeyi bekleyen hazineler yatıyor bu edebiyatta. Yasaklı bir dilin sevdaları, sevinçleri ve hüzünleridir edebiyat. Yaşananlara ses getiren tek tanıktır. Siyasi ve sosyal yapılandırma sözcüklerde hayat bulmuştur. Ait olduğu toplumla kimliğe bürünmüş ve dile gelmiştir : "Kürt Edebiyatı" Binlerce yıl öncesiyle karşımıza çıkan Kürt Edebiyatı sözlü olarak gelişme göstermiştir. "Yüreğim derdinle her zaman efkarlıdır." diyerek Baba Tahire Uyan giriş yapmıştır yazılı edebiyata. Yaşadıklarını yan yana yana yana getirdiği kelimeleri inci kolye dizer gibi işlemiştir rubailerine. Medreselerde serpilip büyüyen Klasik Kürt Edebiyatı Arapça ve Farsça eğitime rağmen Kürtçe eserler verilmiştir. Sevdaları sözlerin kıyısından dolandırmayan "Aşkın Piri" Meleye Ciziri "Şoxgu u Şenge (albenilim)" ve daha nice şiirleriyle yer edinmiştir. Musa Anter' in dipnot ettiği gibi "Siz nasıl koskoca bir halkın dilinin otuz kelime olduğunu söylersiniz? "Kürtçe o kadar zengin bir dildir ki edebiyatını da bir o kadar bereketli kılmıştır. Soranice, Kurmanci. Zazaki, Gorani olmak üzere dört farklı lehçede eserler verilmiştir. Soranice ve Kurmanci lehçeleriyle verilen eserler özellikle dikkat çekicidir. İlk modern Kürt romanı Soranice lehçesiyle İbrahim Ahmed tarafından kaleme alınan "Jana Gele" adlı romandır.
Peki ya, Türkiye bu konumda nerede? Her ne kadar zorlu olsa da engel tanımayan edebiyat başta Cigerxwin ve Ehmede Xani gibi şairleri yetiştirmiştir. Mem-ü Zin (Mem ve Zin) 'de Ehmede Xani sanatını destana döktürmüştür. "...Kahreden ateş bilinem yananı sen olsaydın Nal olurdum aşk atına bineni sen olsaydın Deseler ki şu kadehte ağu var içen ölür Bir solukta bitirirdim sunanı sen olsaydın..." Dinledik, izledik, yürek acılarımızı dindirdik bu dizelerde ama bilmedik kaleme alanı. Cigexwin ise bizlere "Dedi ki: "Ey Cigerxwin, değiştirdin yüreğini bu gülle/ bir gülle değiştirdin yüreğini" "diyerek selamını iletti. Satırlara sığmayanlar anlatılır ve anlatanlar devleşir bu satırlarla. Devleşen satırlar Kürt Edebiyatı'nın sadece Mehmed Uzun'dan ibaret olduğunu sananları görünce küçülüyor olduğu yerde. Nesillerin birikim dolu vagonlarını temsil eden Kemal Varolları, Evrim Alataşları, Muhsin Kızılkayaları ve nicelerini hiç tanımadan kocaman bir edebiyatı bildiğini sanmak...Ah ritimlerin çocukları ah! Dünya edebiyatının eksik yanlarını tamamlamak için cımbızla kelime çekmek size kaldı. Ne de güzel anlatmıştı durumu Muhsin Kızılkaya: "Kürtçe, siyasetin
aracı haline geldiğinden beri yoksullaştı, edebiyat, müzik, ibadet dili olduğu unutuldu. Ama eğitim dili olmadan modern edebiyatı yapılabilen tek dildir Kürtçe ve Türkçeyle de kader ortaklığı vardır." Durumları yaratıp emekçileri tanımayan yine bizdik. Oysa ki küçücük kağıtlarda nasıl da bulurduk kendimizi. "... her bıçak ki sonunda sahibinde keser. çünkü suyla dönen bakraç taşlara çarpınca anlar: herkesin içinde eksik bir yusuf vardır çünkü, su ve ateş, kuyu ve dağ birdir: bazı çocuklar kalır bazı çocuklar bıçak içindir." Kürt Edebiyatı hasret kokar buram buram. Sürgün diyarıdır gölgesinde suskunluğun hüküm sürdüğü. Kimisi cennetin kayıp topraklarını anlatır tek solukta iç çeke çeke. Bir yaratılış düşüdür yazdıklarını anadilinde haykırarak okumak. Mehmed Uzun roman kahramanlarıyla, Fırat Ceweri geç kalan sonbaharlarıyla, her dağın gölgesini denize düşüren Evrim Alataş, Hesene Mete ise döngüyü "Günah" adlı eseriyle bozmuştur. Görünürlüğün içinde yaratılan boşlukta kaybedilmek istenen bir dil ve kelimelerle, güçlü kalemleriyle yasaklı bir dilin onurlu edebiyatıdır: "KÜRT EDEBİYATI".
nuyla oynamadığımız şey kalmadı. Maskeli süvariden, apoculara kadar. Eşi Emin bey, o da öğretmen tabi, bir 52’lik destede güzel 10’luyu güzel 2’yi öğretmişti. Ben o bilgiyle 15 yıl boyunca aynı şehrin başka mahallelerinde kağıt oynadım, ve kafamda hep Emin Beyin, asları valeleri karo 10 ve sinek 2’liyi ayırışı kaldı, lekeli titreyen elleriyle. Aşağıdaki fotoğraflara bakın şimdi. Burası Havana. Burası Havan’nın en güzel yeri bence. Çünkü Havana’yı Havana yapan ne devrim, ne Fidel, ne de dökülen binaları sadece. Onu bize anlatanlar, o binalarla birlikte eskiyenler.
JR ve Jose Parla, Las Arrugas de la ciudad: Şehrin yüz çizgileri
Şimdi düşünüyorum o yaşlı ev kokusunu, Vicks baskın olmak üzere ölüme doğru giden kokuyu. Biz de öyle kokacağız, söyleyemediklerimiz gıdımızda birikecek. Şehirleri yapan bizler sanki herşey kendilerininmiş gibi davrananlara karşı şurada bir anı bırakmak istiyoruz halbuki. Rahatlayacağız o zaman. Çünkü hayatımız en büyük eserimiz. Peki, biz kendimizi, gördüklerimizi, düşündüklerimizi nasıl anlatacağız. Bilmiyorum ama biraz acele etsek iyi olur, zira hiç biriktirmeden ilerliyoruz. Ama şunu biliyorum: Biz o duvarları dönüştürürsek kimse gelip onları yıkamayacak, zamandan başka.
SIYAH MAVI KIRMIZI SARI
derken müziği pek de ilgi görmemişti. Kendini Tanrı tarafından lanetlenmiş hissediyordu. Bir gün tanrıya isyan etmek için Afrikalıların inancına göre lanetli olan kesişen yollardan birine gitti. O kadar sinirliydi ki “Madem tanrı beni lanetledi şeytanla anlaşma yapmakta bir sakınca yok.” diye düşündü. O yoldan geri döndükten sonra müzisyen kimliği açısından farklı bir Robert Johnson vardı. Daha önce hiç görülmemiş bir teknikle çalıyordu Johnson. Gitarı (Nasıl olduğu hala çözülemiyor) daha önce hiç görülmemiş bir şekilde akort edilmişti. Bu tekniğin kimse tarafından öğrenilmesini istemediği için asla başka insanların yanında gitar akortu yapmadı. 1936 yılında Don Law adındaki bir yapımcı tarafından keşfedildi. Johnson şarkı kaydı başına 15 dolara anlaştı. Kasım 23’ten 27’ye kadar 17 şarkı kaydetti. Şarkıları bir seferde hatasız şekilde kaydetti. 1937 yazında Don Law genç şarkıcıya 12 şarkı kaydettirdi. Öncekilerde olduğu gibi mütevazı bir telif hakkı aldı Johnson. Johnson bu son anlaşmadan sonra ortadan kayboldu. Çünkü genç yeteneğin kader ile randevusu vardı. Bundan sonra Johnson’dan bir daha haber alan olmadı. Nasıl öldüğü asla bilinemedi. Ölümü o kadar şaibelidir ki adına 2 tane mezar taşı vardır. Robert Johnson bugün bile birçok blues üstadına ilham olmuş kişidir. Özellikle Eric Clapton, Johnson’un bayrağını taşımaktadır. 6 Grammy Ödülü aldığı “Unplugged” albümündeki şarkılarda da bu etki görülmektedir. 1986 da Rock’n Roll Şöhretler Müzesi’nde yerini almıştır. Ve hala ilham vermeye devam eden bir efsanedir…
Kürt Edebiyatı’nın klasiklerinden Mem-ü Zin’de Ehmede Xani sanatını destanı dönüştürmüştür
2013 yılı şehirlerde, o şehirleri yaşayan insanlarda kocaman bir şey bıraktı. Akdeniz filmi gibi, hayat gibi bir şey. Yaşadığımızın izi kaldı bu yıl. Ama acele etmezsek gaz yediğimiz yerler, elimizi çabuk tutmazsak binlerce kişi beraber bağırdıuğımız yerler, yine yerle bir olacak. Bir iz bırakmaya çalışıyoruz şu dünyada, ölüme karşı kendimize kalkan kurmaya çalışıyoruz. Çaresizce. Evlerin duvarları yıklırken, maç yaptığımız arsalarda apartmanlar biterken, gzilice öpüştüğümüz yerlerde alışveriş merkezleri yükselirken. Sonra… sonra çocuklarımıza “bak burada annenle tanışmıştık” diyeceğimiz yerin önünden geçemiyoruz. Çünkü orası çoktan zevksiz bir binayla doldurulmuş oluyor. O yüzden seslerinizi biriktirin. Fotoğraflarınızı kağıt haline getirin yoksa on yıl sonra bakamayacaksınız. Ama her birimizden daha güzel anlatanlar vardır. Bazen uzun çay kahve sohbetleriyle anlatırlar, bazen de bir fotoğrafla. Bazen hiç aklınızda bir araya gelmeyecek üç cümle olur, bazen Anthony Quinn olur. Evet mesele sadece ağaç değildi, zamandı. Zaman belki de Tanrı ile eşanlamlı. Bi şey kalsın bizden ama ne olduğunu bilmiyorum diyorsanız. Bakın komşularınıza, en yaşlısına. “Balkan savaşından sonra İzmir’e geldik. Annem babam iki ablam ve ben. Ben o zaman 5 yaşındaydım. Babam tatlıcıydı, arabayla tatlı satardı. Annem de börek yapar, babamın arabasına koyardı. Muallim mektebine girdim. Hepimizde bir heyecan, yeni ülke kuruyoruz ama benim içimde kocaman bir yara…” Zehra Hanım 95 yaşında öldü. 4 numaralı dairede otururdu. Koridorunda toru-
SAYFA 5
zilen bir toplumun müziğidir Blues. Afrika’dan gemilere istiflenerek getirilen kölelerin acılarını ve özgürlük isteklerini barındırır içinde. Blues sanatçıları çektikleri acıları öyle bir şekilde anlatmışlardır ki İngilizceye “blues” (hüzün) diye bir kelime kazandırmışlardır. Sömürgeciliğe şarkı söyleyenler: Blues 17.yy da Amerika’da gelişen tarım ve sanayi beraberinde iş gücü açığını da getirdi. Bu iş gücünü ucuza getirmek isteyen Güneyli büyük toprak sahipleri Afrika’daki sömürgelere yöneldi ve gemilerle balık istifi yaparak siyahi insanları köleleştirmek için Amerika’ya getirdiler. Köle oldukları için hiçbir hak verilmeyen bu insanların tek eğlencesi tarlalarda şarkı söylemek ve iş sonrası kendi ülkelerinden getirdikleri enstrümanlarını çalmaktı. Tarlalarda söylenen bu şarkılar özgürlüğü, birliği, ümidi aşılayan ve haksızlıkları sorgulayan şarkılardı. Toprak sahipleri bu durumdan rahatsız olsa da olası bir isyanı engellemek için kölelerinin cumartesi gecelerini eğlence düzenlemesine müsaade ettiler. Ancak bu müsaade özgürlük ateşini daha da alevlendirdi. 1861-1865 yıllarındaki Amerikan İç Savaşı ise kırılma noktası oldu. 4 yıl süren bu savaş sonrasında kölelik kaldırıldı. Siyahi insanlar artık özgürdü. Bu özgürlük sayesinde siyahiler artık daha iyi şartlar aradı ve kuzeye yani sanayi kentlerine göç başladı. Bu göç Blues müziği için bir dönüm noktası olacaktı. Göç sayesinde siyahiler diğer kültürlerle etkileşime geçti. Özellikle New Orleans bir çok müzik türünün karışıp yeni müzik türlerinin ortaya çıktığı bir merkez halini aldı. Burada
cazın ilk hallerinden olan ragtime ortaya çıktı. Siyahların sıkıntısı hala bitmemişti. Artık özgür oldukları için köleleştirilemeyen bu insanları ucuza hatta bedavaya çalıştırtacak bir yöntem bulundu. Bilekten zincirlerle birbirine bağlı mahkumların toprak efendileri tarafından işçi olarak çalıştırılması güney eyaletleri tarafından kabul edildi. Sırf bu yüzden siyahların tutuklanma oranı kat kat arttı. Bu uygulama 1955 yılına kadar devam etti. Artık 20.yy’a gelinmişti. Siyahların çektiği 250 yıllık acı ve hüznün birikimi sayesinde Blues ortaya çıktı. Blues artık kendi kimliğini bulmuştu. 1920 yılında ilk Blues plağı “Crazy Blues” Mamie Smith tarafından çıkarıldı. Çok büyük ilgi gören plak bir ayda 75bin sattı. Bu arada Kuzey’e olan göç 1915-1920 yılları arasında da devam etti. Bu yıllar arasında göç edenlerin sayısı arttı ve bu sayede bölgelere özgü Blues stilleri ortaya çıktı (Delta – Chicago – Memphis ). Robert Johnson … Robert Johnson 1911 yılının mayıs ayında Jolie Dodd isimli bir kadın tarafından dünyaya getirildi. O da çevresindekiler gibi bir pamuk işçisi oldu. 17 yaşına geldiğinde çocukluk aşkı Virginia Travis ile evlendi. Bu arada eşi hamile kaldı ve çocuklarını doğururken hayatını kaybetti. Johnson her şeyini kaybettiğini düşündü. Artık tek dayanağı gitarı ve “hüzün”leriydi. Ve yollara düştü. Yanında sadece gitarı ve çıkını vardı. Bu yolculuklarında Güney eyaletlerinin gezmediği metrekaresi kalmamıştı. Yalnız şarkılarının neredeyse hepsi mezar taşları, kaçak içki içme törenleri , ölüler ve artık olmayan ya da terk edip giden eski sevgililer hakkındaydı. Hayatı bu şekilde gi-
Bırakın zaman yıksın
Kültür&Sanat
Kültür Sanat
21 11
inan temelkuran Ezilen bir toplumun müziğidir Blues. Afrika’dan gemilere istiflenerek getirilen kölelerin acılarını ve özgürlük isteklerini barındırır içinde.
Ezilen toplumun müziği: Blues yahların çektiği 250 yıllık acı ve hüznün birikimi sayesinde Blues ortaya çıktı. Blues artık kendi kimliğini bulmuştu. 1920 yılında ilk Blues plağı “Crazy Blues” Mamie Smith tarafından çıkarıldı. Çok büyük ilgi gören plak bir ayda 75000 sattı. Bu arada Kuzey’e olan göç 1915-1920 yılları arasında da devam etti Yusuf Özten Anadolu Üniversitesi
E
Birleştiren tohumlar Rüzgar her sözü süpürmeden anlayacaktık: Raflarda tozlanmayı değil keşfedilmeyi bekleyen hazineler yatıyor bu edebiyatta. Yasaklı bir dilin sevdaları, sevinçleri ve hüzünleridir edebiyat. Yaşananlara ses getiren tek tanıktır. Siyasi ve sosyal yapılandırma sözcüklerde hayat bulmuştur. Ait olduğu toplumla kimliğe bürünmüş ve dile gelmiştir : "Kürt Edebiyatı" Binlerce yıl öncesiyle karşımıza çıkan Kürt Edebiyatı sözlü olarak gelişme göstermiştir. "Yüreğim derdinle her zaman efkarlıdır." diyerek Baba Tahire Uyan giriş yapmıştır yazılı edebiyata. Yaşadıklarını yan yana yana yana getirdiği kelimeleri inci kolye dizer gibi işlemiştir rubailerine. Medreselerde serpilip büyüyen Klasik Kürt Edebiyatı Arapça ve Farsça eğitime rağmen Kürtçe eserler verilmiştir. Sevdaları sözlerin kıyısından dolandırmayan "Aşkın Piri" Meleye Ciziri "Şoxgu u Şenge (albenilim)" ve daha nice şiirleriyle yer edinmiştir. Musa Anter' in dipnot ettiği gibi "Siz nasıl koskoca bir halkın dilinin otuz kelime olduğunu söylersiniz? "Kürtçe o kadar zengin bir dildir ki edebiyatını da bir o kadar bereketli kılmıştır. Soranice, Kurmanci. Zazaki, Gorani olmak üzere dört farklı lehçede eserler verilmiştir. Soranice ve Kurmanci lehçeleriyle verilen eserler özellikle dikkat çekicidir. İlk modern Kürt romanı Soranice lehçesiyle İbrahim Ahmed tarafından kaleme alınan "Jana Gele" adlı romandır.
Peki ya, Türkiye bu konumda nerede? Her ne kadar zorlu olsa da engel tanımayan edebiyat başta Cigerxwin ve Ehmede Xani gibi şairleri yetiştirmiştir. Mem-ü Zin (Mem ve Zin) 'de Ehmede Xani sanatını destana döktürmüştür. "...Kahreden ateş bilinem yananı sen olsaydın Nal olurdum aşk atına bineni sen olsaydın Deseler ki şu kadehte ağu var içen ölür Bir solukta bitirirdim sunanı sen olsaydın..." Dinledik, izledik, yürek acılarımızı dindirdik bu dizelerde ama bilmedik kaleme alanı. Cigexwin ise bizlere "Dedi ki: "Ey Cigerxwin, değiştirdin yüreğini bu gülle/ bir gülle değiştirdin yüreğini" "diyerek selamını iletti. Satırlara sığmayanlar anlatılır ve anlatanlar devleşir bu satırlarla. Devleşen satırlar Kürt Edebiyatı'nın sadece Mehmed Uzun'dan ibaret olduğunu sananları görünce küçülüyor olduğu yerde. Nesillerin birikim dolu vagonlarını temsil eden Kemal Varolları, Evrim Alataşları, Muhsin Kızılkayaları ve nicelerini hiç tanımadan kocaman bir edebiyatı bildiğini sanmak...Ah ritimlerin çocukları ah! Dünya edebiyatının eksik yanlarını tamamlamak için cımbızla kelime çekmek size kaldı. Ne de güzel anlatmıştı durumu Muhsin Kızılkaya: "Kürtçe, siyasetin
aracı haline geldiğinden beri yoksullaştı, edebiyat, müzik, ibadet dili olduğu unutuldu. Ama eğitim dili olmadan modern edebiyatı yapılabilen tek dildir Kürtçe ve Türkçeyle de kader ortaklığı vardır." Durumları yaratıp emekçileri tanımayan yine bizdik. Oysa ki küçücük kağıtlarda nasıl da bulurduk kendimizi. "... her bıçak ki sonunda sahibinde keser. çünkü suyla dönen bakraç taşlara çarpınca anlar: herkesin içinde eksik bir yusuf vardır çünkü, su ve ateş, kuyu ve dağ birdir: bazı çocuklar kalır bazı çocuklar bıçak içindir." Kürt Edebiyatı hasret kokar buram buram. Sürgün diyarıdır gölgesinde suskunluğun hüküm sürdüğü. Kimisi cennetin kayıp topraklarını anlatır tek solukta iç çeke çeke. Bir yaratılış düşüdür yazdıklarını anadilinde haykırarak okumak. Mehmed Uzun roman kahramanlarıyla, Fırat Ceweri geç kalan sonbaharlarıyla, her dağın gölgesini denize düşüren Evrim Alataş, Hesene Mete ise döngüyü "Günah" adlı eseriyle bozmuştur. Görünürlüğün içinde yaratılan boşlukta kaybedilmek istenen bir dil ve kelimelerle, güçlü kalemleriyle yasaklı bir dilin onurlu edebiyatıdır: "KÜRT EDEBİYATI".
nuyla oynamadığımız şey kalmadı. Maskeli süvariden, apoculara kadar. Eşi Emin bey, o da öğretmen tabi, bir 52’lik destede güzel 10’luyu güzel 2’yi öğretmişti. Ben o bilgiyle 15 yıl boyunca aynı şehrin başka mahallelerinde kağıt oynadım, ve kafamda hep Emin Beyin, asları valeleri karo 10 ve sinek 2’liyi ayırışı kaldı, lekeli titreyen elleriyle. Aşağıdaki fotoğraflara bakın şimdi. Burası Havana. Burası Havan’nın en güzel yeri bence. Çünkü Havana’yı Havana yapan ne devrim, ne Fidel, ne de dökülen binaları sadece. Onu bize anlatanlar, o binalarla birlikte eskiyenler.
JR ve Jose Parla, Las Arrugas de la ciudad: Şehrin yüz çizgileri
Şimdi düşünüyorum o yaşlı ev kokusunu, Vicks baskın olmak üzere ölüme doğru giden kokuyu. Biz de öyle kokacağız, söyleyemediklerimiz gıdımızda birikecek. Şehirleri yapan bizler sanki herşey kendilerininmiş gibi davrananlara karşı şurada bir anı bırakmak istiyoruz halbuki. Rahatlayacağız o zaman. Çünkü hayatımız en büyük eserimiz. Peki, biz kendimizi, gördüklerimizi, düşündüklerimizi nasıl anlatacağız. Bilmiyorum ama biraz acele etsek iyi olur, zira hiç biriktirmeden ilerliyoruz. Ama şunu biliyorum: Biz o duvarları dönüştürürsek kimse gelip onları yıkamayacak, zamandan başka.
SIYAH MAVI KIRMIZI SARI
derken müziği pek de ilgi görmemişti. Kendini Tanrı tarafından lanetlenmiş hissediyordu. Bir gün tanrıya isyan etmek için Afrikalıların inancına göre lanetli olan kesişen yollardan birine gitti. O kadar sinirliydi ki “Madem tanrı beni lanetledi şeytanla anlaşma yapmakta bir sakınca yok.” diye düşündü. O yoldan geri döndükten sonra müzisyen kimliği açısından farklı bir Robert Johnson vardı. Daha önce hiç görülmemiş bir teknikle çalıyordu Johnson. Gitarı (Nasıl olduğu hala çözülemiyor) daha önce hiç görülmemiş bir şekilde akort edilmişti. Bu tekniğin kimse tarafından öğrenilmesini istemediği için asla başka insanların yanında gitar akortu yapmadı. 1936 yılında Don Law adındaki bir yapımcı tarafından keşfedildi. Johnson şarkı kaydı başına 15 dolara anlaştı. Kasım 23’ten 27’ye kadar 17 şarkı kaydetti. Şarkıları bir seferde hatasız şekilde kaydetti. 1937 yazında Don Law genç şarkıcıya 12 şarkı kaydettirdi. Öncekilerde olduğu gibi mütevazı bir telif hakkı aldı Johnson. Johnson bu son anlaşmadan sonra ortadan kayboldu. Çünkü genç yeteneğin kader ile randevusu vardı. Bundan sonra Johnson’dan bir daha haber alan olmadı. Nasıl öldüğü asla bilinemedi. Ölümü o kadar şaibelidir ki adına 2 tane mezar taşı vardır. Robert Johnson bugün bile birçok blues üstadına ilham olmuş kişidir. Özellikle Eric Clapton, Johnson’un bayrağını taşımaktadır. 6 Grammy Ödülü aldığı “Unplugged” albümündeki şarkılarda da bu etki görülmektedir. 1986 da Rock’n Roll Şöhretler Müzesi’nde yerini almıştır. Ve hala ilham vermeye devam eden bir efsanedir…
Kürt Edebiyatı’nın klasiklerinden Mem-ü Zin’de Ehmede Xani sanatını destanı dönüştürmüştür
2013 yılı şehirlerde, o şehirleri yaşayan insanlarda kocaman bir şey bıraktı. Akdeniz filmi gibi, hayat gibi bir şey. Yaşadığımızın izi kaldı bu yıl. Ama acele etmezsek gaz yediğimiz yerler, elimizi çabuk tutmazsak binlerce kişi beraber bağırdıuğımız yerler, yine yerle bir olacak. Bir iz bırakmaya çalışıyoruz şu dünyada, ölüme karşı kendimize kalkan kurmaya çalışıyoruz. Çaresizce. Evlerin duvarları yıklırken, maç yaptığımız arsalarda apartmanlar biterken, gzilice öpüştüğümüz yerlerde alışveriş merkezleri yükselirken. Sonra… sonra çocuklarımıza “bak burada annenle tanışmıştık” diyeceğimiz yerin önünden geçemiyoruz. Çünkü orası çoktan zevksiz bir binayla doldurulmuş oluyor. O yüzden seslerinizi biriktirin. Fotoğraflarınızı kağıt haline getirin yoksa on yıl sonra bakamayacaksınız. Ama her birimizden daha güzel anlatanlar vardır. Bazen uzun çay kahve sohbetleriyle anlatırlar, bazen de bir fotoğrafla. Bazen hiç aklınızda bir araya gelmeyecek üç cümle olur, bazen Anthony Quinn olur. Evet mesele sadece ağaç değildi, zamandı. Zaman belki de Tanrı ile eşanlamlı. Bi şey kalsın bizden ama ne olduğunu bilmiyorum diyorsanız. Bakın komşularınıza, en yaşlısına. “Balkan savaşından sonra İzmir’e geldik. Annem babam iki ablam ve ben. Ben o zaman 5 yaşındaydım. Babam tatlıcıydı, arabayla tatlı satardı. Annem de börek yapar, babamın arabasına koyardı. Muallim mektebine girdim. Hepimizde bir heyecan, yeni ülke kuruyoruz ama benim içimde kocaman bir yara…” Zehra Hanım 95 yaşında öldü. 4 numaralı dairede otururdu. Koridorunda toru-
SAYFA 5
zilen bir toplumun müziğidir Blues. Afrika’dan gemilere istiflenerek getirilen kölelerin acılarını ve özgürlük isteklerini barındırır içinde. Blues sanatçıları çektikleri acıları öyle bir şekilde anlatmışlardır ki İngilizceye “blues” (hüzün) diye bir kelime kazandırmışlardır. Sömürgeciliğe şarkı söyleyenler: Blues 17.yy da Amerika’da gelişen tarım ve sanayi beraberinde iş gücü açığını da getirdi. Bu iş gücünü ucuza getirmek isteyen Güneyli büyük toprak sahipleri Afrika’daki sömürgelere yöneldi ve gemilerle balık istifi yaparak siyahi insanları köleleştirmek için Amerika’ya getirdiler. Köle oldukları için hiçbir hak verilmeyen bu insanların tek eğlencesi tarlalarda şarkı söylemek ve iş sonrası kendi ülkelerinden getirdikleri enstrümanlarını çalmaktı. Tarlalarda söylenen bu şarkılar özgürlüğü, birliği, ümidi aşılayan ve haksızlıkları sorgulayan şarkılardı. Toprak sahipleri bu durumdan rahatsız olsa da olası bir isyanı engellemek için kölelerinin cumartesi gecelerini eğlence düzenlemesine müsaade ettiler. Ancak bu müsaade özgürlük ateşini daha da alevlendirdi. 1861-1865 yıllarındaki Amerikan İç Savaşı ise kırılma noktası oldu. 4 yıl süren bu savaş sonrasında kölelik kaldırıldı. Siyahi insanlar artık özgürdü. Bu özgürlük sayesinde siyahiler artık daha iyi şartlar aradı ve kuzeye yani sanayi kentlerine göç başladı. Bu göç Blues müziği için bir dönüm noktası olacaktı. Göç sayesinde siyahiler diğer kültürlerle etkileşime geçti. Özellikle New Orleans bir çok müzik türünün karışıp yeni müzik türlerinin ortaya çıktığı bir merkez halini aldı. Burada
cazın ilk hallerinden olan ragtime ortaya çıktı. Siyahların sıkıntısı hala bitmemişti. Artık özgür oldukları için köleleştirilemeyen bu insanları ucuza hatta bedavaya çalıştırtacak bir yöntem bulundu. Bilekten zincirlerle birbirine bağlı mahkumların toprak efendileri tarafından işçi olarak çalıştırılması güney eyaletleri tarafından kabul edildi. Sırf bu yüzden siyahların tutuklanma oranı kat kat arttı. Bu uygulama 1955 yılına kadar devam etti. Artık 20.yy’a gelinmişti. Siyahların çektiği 250 yıllık acı ve hüznün birikimi sayesinde Blues ortaya çıktı. Blues artık kendi kimliğini bulmuştu. 1920 yılında ilk Blues plağı “Crazy Blues” Mamie Smith tarafından çıkarıldı. Çok büyük ilgi gören plak bir ayda 75bin sattı. Bu arada Kuzey’e olan göç 1915-1920 yılları arasında da devam etti. Bu yıllar arasında göç edenlerin sayısı arttı ve bu sayede bölgelere özgü Blues stilleri ortaya çıktı (Delta – Chicago – Memphis ). Robert Johnson … Robert Johnson 1911 yılının mayıs ayında Jolie Dodd isimli bir kadın tarafından dünyaya getirildi. O da çevresindekiler gibi bir pamuk işçisi oldu. 17 yaşına geldiğinde çocukluk aşkı Virginia Travis ile evlendi. Bu arada eşi hamile kaldı ve çocuklarını doğururken hayatını kaybetti. Johnson her şeyini kaybettiğini düşündü. Artık tek dayanağı gitarı ve “hüzün”leriydi. Ve yollara düştü. Yanında sadece gitarı ve çıkını vardı. Bu yolculuklarında Güney eyaletlerinin gezmediği metrekaresi kalmamıştı. Yalnız şarkılarının neredeyse hepsi mezar taşları, kaçak içki içme törenleri , ölüler ve artık olmayan ya da terk edip giden eski sevgililer hakkındaydı. Hayatı bu şekilde gi-
Bırakın zaman yıksın
MAVI KIRMIZI SARI
22
Mizah
Dünya
"Bu pisliği ben bile temizleyemem!" HAMBURG’DA SIKI YÖNETİM
SAYFA 02
Hamburg’da ‘tehlikeli bölge’ isyanı başladı
Polisleri kampüslerden kovmak istiyorsak parasız eğitim için savaşmalıyız* Cansu Şık Galatasaray Üniversitesi
NCAFS’ de ( İngilitere Ücretsiz Eğitim Hareketi ) biz ücretsiz eğitime 2010’da Alfie Meadow polis tarafından copla başından darp edilmiş ve aldı- inanıyoruz. 2010’da bunun için mücadele ettik ve hala etmeye devam ğı bu darbe ona iç kanamaya ve ardınediyoruz. Bizim için ücretsiz eğitim dan hayatını kurtarmak için yapılan 3 saatlik bir ameliyata mal olmuştu. Polis her zaman harç ödemelerinin kaldıtarafından şiddete eğimli olmakla suçla- rılmasından fazlası oldu. Ücretsiz nan Alfie, mahkeme heyeti karşısında eğitim bizim için aynı zamanda pokendisini savunduğunu ve diğer öğrencileri polis şiddetinden koruduğunu söy- lissiz bir kampüs demek lediğinde tüm bu suçlamalardan aklanmıştı. Öğrenciler ve polis arasındaki bu mücadelenin asıl sebebiyse neredeyse 9.000£’a kadar yükselen öğrenim ücretiydi. Halen, 2013’ün son günlerin de bile, polis ve üniversite yönetimi tarafından gösterilen endişe verici bir şiddet eğilimi ve tehditkâr bakış açısını görebiliyoruz. Fakat öğrenci hareketi farklı alanlarda gösterdiği direnişler ve birleşmelerle artık çok daha güçlü. Sussex Üniversitesi’nde ki ‘’Pop-Up’’ Hareketi’nden, Londra Üniversitesi’ndeki ‘’the 3 Cosas’’ hareketine gün geçtikçe artan bir işçi-öğrenci birliği mevcut ve bu mevcudiyetin mücadeleyi güçlendirdiği kesin. Bu birliği en çok son zamanlarda ülkede eşit eğitim hakkı için yapılan üniversite grevleri, eylemler ve boykotlarda gördük. Üniversite yönetimi bu hareketlerin kaynağını yok edebilmek için oldukça sert tepkilere bulundu; Susses Üniversi-
tesi’nden 5 öğrenci tutuklandı, Londra Üniversitesi’nde 40 ‘a yakın gözaltı var ayrıca Birmingham ve Sheffield üniversitelerindeki protestolarda birçok öğrenci yaralandı. Bu olaylar öğrencilerin kafasında pek çok soru işareti getirdi ve öğrenciler üniversitedeki temizlik çalışanlarının haklarıyla ilgili pürüzleri ve kendi arkadaşlarının burslarla ilgili yaşadığı sorunları nasıl çözeceklerinden, polisi kampüsten nasıl uzak tutacaklarına kadar pek çok farklı sorun hakkında kafa yormaya başladılar. NCAFS’ de ( İngilitere Ücretsiz Eğitim Hareketi ) biz ücretsiz eğitime inanıyoruz. 2010’da bunun için mücadele ettik ve hala etmeye devam ediyoruz. Bizim için ücretsiz eğitim her zaman harç ödemelerinin kaldırılmasından fazlası oldu. Ücretsiz eğitim bizim için aynı zamanda polissiz bir kampüs demek. Her ne kadar öğrenci hareketi son yıllarda oldukça büyümüş olsa da sonuç ortada; müşteri gibi görülen öğrenciler. Çünkü harçlara
ve ödeneklere dayalı bir üniversite sistemi, eğitimi para kazanmak için bir araç haline getiriyor. Ve bu sisteme karşı çıkan her üniversite öğrencisi veya çalışanı üniversite yönetimleri tarafından fişleniyor ve aslında haklı olarak yapılan eylemler ülke çapında birer şiddet gösterisine dönüşüyor. Bizler sadece demokratik bir yönetim tarafından sağlanan bir ücretsiz eğitim modelinin görmek istediğimiz model olduğu konusunda hem fikiriz. NCAFS olarak ücretsiz eğitim için verdiğimiz mücadeleye devam edeceğiz. Bizler eğitim hakkının satın alınmadığı, herkesin eğitimden en iyi ve eşit bir şekilde yararlanabildiği bir dünya istiyoruz. Mücadelemiz sürüyor ve sürecek! Ve bizler ücretsiz, polissiz ve eşit bir eğitim için bütün öğrencileri bu mücadeleye davet ediyoruz. Birmingham Defend Education (Birmingham Eğitimi Savun), 29 Ocak’ta Birmingham Üniversitesi’nde büyük buluşma ve miting çağrısında bulundu. Bütün üniversitelileri oraya gelmeye, üniversitenin sorunlarını o buluşmaya getirmeye ve bitmek bilmeyen piyasalaşmaya karşı eğitimi savunmaya çağırıyoruz. Bu yazı www.anticuts.com adlı siteden Üniversiteli Gazetesi için İngilizce’den çevirilmiştir. http://anticuts.com/2013/12/12/if-wewant-cops-off-campus-we-need-to-fightfor-free-education/
Hamburg'ta 21 Aralık 2013 günü 25 yıl önce işgal ile kazanılmış “Rote Flora” (Kızıl Flora) adlı kültür merkezinin boşaltılması istenmesinin ardından ciddi bir sokak muhalafeti ile karşılaşan Hamburg polisi bazı bölgeleri tehlikeli bölge ilan etti. Sol örgütlerin öncülük ettiği eylemlerde polis ile kitle arasında çatışmalar çıkmış 500'e yakın eyleme katılan kişi yaralanmıştı. Olağanüstü hal ilan edilen Altona, St. Paulis ve Sternechanze semtlerinde polise araçları durdurma, arama yapma, gözaltına alma yetkisi verildi. Bu kentlerde eylem yapmak, slogan atmak engellenmeye çalışılıyor. Geçtiğimiz günlerde 50 kişilik kitle slogan atarak yürüdüğü sırada, polisin kimlik istemesi üzerine kimliklerini vermeyen 40 kişiyi zorla gözaltına alarak otobüslere bindirdi. Polis “tehlikeli bölge” ilan edilen bölgede herhangi bir “saldırıya” karşı yoğun güvenlik önlemlerini arttırmaya devam ediyor. Hamburg'da yaşanan bu gelişmeler Türkiye'de ilgi uyandırdı. Özellikle Gezi Parkı işgali ile özdeşleştirilen Hamburg sokaklarındaki dalgalanmalara destek olmak amacıyla, sosyal medyada yaratıcı sloganlar, capsler hazırlanarak Hamburg'a selamlar gönderildi. Hamburg'ta yaşanan bu ayaklanma Avrupa'da durgunlaşan sokakların tekrardan canlanması için önemli bir adım. Hızla değişen dünyayı, değiştirmenin sokaktan başka yolu olmadığını göstermek isteyenler tüm dünyada çok fazla iş düşüyor.
En az üç bakan çocuğuydular! "Yolsuzluk ve rüşvet" iddiasıyla gözaltına alındılar, kimi salındı kimi tutuklandı kimi de "Hani bana hani bana" dedi. Hayır yani madem müdahale edilecekti beni niye çağırmadılar anlamıyorum. "Tabi, TOMA kim ki zaten" demekten de kendimi alamıyorum. Emniyet şube müdürlerinin de görevden alındığını duyunca oturdum başladım ağlamaya gerisini siz düşünün. Gezi'de destan yazan polis, yolsuzluk operasyonunda hangi pislikleri yazmışsa artık apar topar pasif görevlere getirildiler. Sanırsın yolsuzluğu emniyet müdürleri yapmış. Ayakkabı kutularından milyon dolarlar çıkmış pislikler orta yere saçılmış hala "yedirmeyiz" diyen var. Ulan "yedirmeyiz, yedir-
meyiz" dediler kendileri yediler be. Anlayacağınız "Yaşasın tam bağımsız kunduracı Ahmet Efendi" diye haykırasım geliyor. Son altı aydır ülkeyi Twitter'dan takip eder olduk. Beş dakika yemek molası falan versen hop gündem değişmiş. Tam "Beddua etmem üzülme, suyumu sıkar giderim" diye mırıldanırken hükümete ateşler düşmüş, birlikleri bozuluş, istifalar gelmiş. Hatta bakanların istifa ettiği gün nereye müdahale edeceğimi şaşırdım, Gezi'nin ilk günleri gibiydi resmen. Bir yandan bakanlar istifa ediyor, diğer yandan İstanbul Adliyesi yeni operasyon için bastırıyor, Emniyet "polis vermem" diyor. Adamlarda olanak var tabi, savcılara falan da direniyorlar. Siz olsanız anca POMA'yla TOMA kovalamaca. Neyse, sıradaki istifa kime gelecek diye beklerken kaşla göz arasında bana da istifa metni yollamışlar. "Sıktığım bütün sularda Vali'nin onayı vardı. Vali de istifa etmeli." diye yazdım, ıslak imzalı olarak verdim. Malumunuz baya ıslanmış olacak ki hiç kaale almadılar. Tabi burası Tomakrasi ile yönetilen bir
derebeylik değil, bildiğin Muz Cumhuriyeti. Ülkenin suyu çıktı yahu tam müdahaleye hazırlanıyorum bi' gülme geliyor ki sorma. Bunlar yetmezmiş gibi bir de TIR mevzusu çıktı ortaya. Ayakkabı kutusuna milyon dolarları sığdıranlar tıra neler sığdırır bir düşünsene! Düşünemedi- Düşünmesi güç tabi yapılan hukuksuzluklar da cabası. Savcı "tırı arayacağım" diyor, vali ve MİT aratmıyor. İnsani yardım, devlet sırrı derken TIR sırra kadem basıyor. Hem zaten silah ve mühimmat taşıyan bir TIR varsa Allah'a havale edersiniz olur biter. Onu durdurup aramak da nedir? Bu demokrasimize ihanettir, böyle bir şey kabul edilemez. Ne demiş büyük üstad TOMA-1, "Ben ne sırlar gördüm taşıyabilecek tır yok, ne tırlar gördüm sahiplenen devlet yok." Kısacası Usta'nın Hikayesi tüm yolsuzluğuyla devam ediyor, insan gerçekten hayret ediyor! Neyse ki TOMA'yım. Yerim yurdum belli yani, bir de şey Gezi Parkı çok güzel gelsenize...
TOMA @tomagrafi
23
oh olsun! Suat oh olsun! Çukurova Üniversitesi’nde yumurtalarla karşılanan Suat Kılıç, kendini protesto eden Öğrenci Kolektifi üyesine “Biz YÖK Yasası’ndan vazgeçersek Kolektif’ten ayrılacak mısın?” diye soralı 10 ay oldu... Suat Kılıç’ın yolsuzluklar ortaya çıktıktan sonra apar topar kabine değişikliğiyle koltuğunu kaybederek, gözü arkada gideli 12 gün oldu...
mış miş muş müş İstanbul Üniversitesi Rektörü Yunus Söylet Tayyip Erdoğan’ı öven bir fotoğraf paylaştıktan sonra pardon kuzenim yazMış dedi. YÖK bir çok üniversiteye atanan AKP’li rektörlerin yolsuzluk yolunda önlerini açmak için “yönetim görevinden ayırma” cezasına ilişkin maddesini iptal etMiş. SDÜ Rektörü resmi gazetede sessiz sedasız yayınladığı uygulama ve araştırma yönetmeliğinde yaptığı değişiklikle, üniversite bünyesindeki her türlü araştırma ve geliştirme faaliyetinin yalnız kendisinin izni halinde yürütülebileceğine karar verMİŞ.
Bir sabah uyandığımızda aslında devletin nasıl bir çıkar tablosu üzerinde yürütüldüğünü gördük. Bize diyecek fazla bir şey kalmadığı sanılırken sokaklara döküldük ve dedik ki; şaka maka iyi yemişler haa, amma yemişler, o değil de bayaa yemişler, yemediklerini kutu yaptırıp
Filmin sonu geliyor Çizim : Koral Erat eve götürmüşler !
Gezi direnişi boyunca dilinden düşürmediği lobi Swiss Otel’de oğlu Bilal ve Yasin el Kadı (uluslararası terör listelerinde ismi var) ile görüntülenen Tayyip Erdoğan’dan hala ses çıkmadı. “48 saat beddua edersek hükümet düşecekmiş” kampanyasının ardından AK gençlik ve benzer güruhlar yurdun çeşitli yerlerinde toplu dua etkinliği başlattı. Yolsuzluk sınavından çıkan Tayyip Erdoğan iyi yolamamış olacak ki cevabı değişmedi; “Hoca bana taktı ya.” Bakanlar için neden “3 çocuk” kampanyası yürütülmediği anlaşıldı; memlekette o kadar kutu yok ! “Ateş salsın.mp3”ü alarm sesi yapan %50 artık işe geç kalmıyor. Bakanlık koltuğunu bırakmamakta ısrarlı olan egeboy 1 kutu naneli şeker, cips ve meyve suyu arşılığında koltuktan indirildi. Öğrenciye paso soranların, paso yok diye tam kesenlerin, yemeği çayı fahiş fiyattan satanların, finallerde zor soranların, devamsızlıktan bırakanların, seneye görüşürüz esprisi yapanların, hakkını arayana gaz ve su sıkıp coplayanların; kutuları delinsin, akbilleri bozulsun, oda arkadaşları horlasın, her gün makarnaya talim etsinler, feysbuklarına virüs bulaşsın, doğalgaz kuyruklarında telef olsunlar, yeni yılda her işleri ters gitsin, yıl boyunca onlara direnilsin.
MAVI KIRMIZI SARI
22
Mizah
Dünya
"Bu pisliği ben bile temizleyemem!" HAMBURG’DA SIKI YÖNETİM
SAYFA 02
Hamburg’da ‘tehlikeli bölge’ isyanı başladı
Polisleri kampüslerden kovmak istiyorsak parasız eğitim için savaşmalıyız* Cansu Şık Galatasaray Üniversitesi
NCAFS’ de ( İngilitere Ücretsiz Eğitim Hareketi ) biz ücretsiz eğitime 2010’da Alfie Meadow polis tarafından copla başından darp edilmiş ve aldı- inanıyoruz. 2010’da bunun için mücadele ettik ve hala etmeye devam ğı bu darbe ona iç kanamaya ve ardınediyoruz. Bizim için ücretsiz eğitim dan hayatını kurtarmak için yapılan 3 saatlik bir ameliyata mal olmuştu. Polis her zaman harç ödemelerinin kaldıtarafından şiddete eğimli olmakla suçla- rılmasından fazlası oldu. Ücretsiz nan Alfie, mahkeme heyeti karşısında eğitim bizim için aynı zamanda pokendisini savunduğunu ve diğer öğrencileri polis şiddetinden koruduğunu söy- lissiz bir kampüs demek lediğinde tüm bu suçlamalardan aklanmıştı. Öğrenciler ve polis arasındaki bu mücadelenin asıl sebebiyse neredeyse 9.000£’a kadar yükselen öğrenim ücretiydi. Halen, 2013’ün son günlerin de bile, polis ve üniversite yönetimi tarafından gösterilen endişe verici bir şiddet eğilimi ve tehditkâr bakış açısını görebiliyoruz. Fakat öğrenci hareketi farklı alanlarda gösterdiği direnişler ve birleşmelerle artık çok daha güçlü. Sussex Üniversitesi’nde ki ‘’Pop-Up’’ Hareketi’nden, Londra Üniversitesi’ndeki ‘’the 3 Cosas’’ hareketine gün geçtikçe artan bir işçi-öğrenci birliği mevcut ve bu mevcudiyetin mücadeleyi güçlendirdiği kesin. Bu birliği en çok son zamanlarda ülkede eşit eğitim hakkı için yapılan üniversite grevleri, eylemler ve boykotlarda gördük. Üniversite yönetimi bu hareketlerin kaynağını yok edebilmek için oldukça sert tepkilere bulundu; Susses Üniversi-
tesi’nden 5 öğrenci tutuklandı, Londra Üniversitesi’nde 40 ‘a yakın gözaltı var ayrıca Birmingham ve Sheffield üniversitelerindeki protestolarda birçok öğrenci yaralandı. Bu olaylar öğrencilerin kafasında pek çok soru işareti getirdi ve öğrenciler üniversitedeki temizlik çalışanlarının haklarıyla ilgili pürüzleri ve kendi arkadaşlarının burslarla ilgili yaşadığı sorunları nasıl çözeceklerinden, polisi kampüsten nasıl uzak tutacaklarına kadar pek çok farklı sorun hakkında kafa yormaya başladılar. NCAFS’ de ( İngilitere Ücretsiz Eğitim Hareketi ) biz ücretsiz eğitime inanıyoruz. 2010’da bunun için mücadele ettik ve hala etmeye devam ediyoruz. Bizim için ücretsiz eğitim her zaman harç ödemelerinin kaldırılmasından fazlası oldu. Ücretsiz eğitim bizim için aynı zamanda polissiz bir kampüs demek. Her ne kadar öğrenci hareketi son yıllarda oldukça büyümüş olsa da sonuç ortada; müşteri gibi görülen öğrenciler. Çünkü harçlara
ve ödeneklere dayalı bir üniversite sistemi, eğitimi para kazanmak için bir araç haline getiriyor. Ve bu sisteme karşı çıkan her üniversite öğrencisi veya çalışanı üniversite yönetimleri tarafından fişleniyor ve aslında haklı olarak yapılan eylemler ülke çapında birer şiddet gösterisine dönüşüyor. Bizler sadece demokratik bir yönetim tarafından sağlanan bir ücretsiz eğitim modelinin görmek istediğimiz model olduğu konusunda hem fikiriz. NCAFS olarak ücretsiz eğitim için verdiğimiz mücadeleye devam edeceğiz. Bizler eğitim hakkının satın alınmadığı, herkesin eğitimden en iyi ve eşit bir şekilde yararlanabildiği bir dünya istiyoruz. Mücadelemiz sürüyor ve sürecek! Ve bizler ücretsiz, polissiz ve eşit bir eğitim için bütün öğrencileri bu mücadeleye davet ediyoruz. Birmingham Defend Education (Birmingham Eğitimi Savun), 29 Ocak’ta Birmingham Üniversitesi’nde büyük buluşma ve miting çağrısında bulundu. Bütün üniversitelileri oraya gelmeye, üniversitenin sorunlarını o buluşmaya getirmeye ve bitmek bilmeyen piyasalaşmaya karşı eğitimi savunmaya çağırıyoruz. Bu yazı www.anticuts.com adlı siteden Üniversiteli Gazetesi için İngilizce’den çevirilmiştir. http://anticuts.com/2013/12/12/if-wewant-cops-off-campus-we-need-to-fightfor-free-education/
Hamburg'ta 21 Aralık 2013 günü 25 yıl önce işgal ile kazanılmış “Rote Flora” (Kızıl Flora) adlı kültür merkezinin boşaltılması istenmesinin ardından ciddi bir sokak muhalafeti ile karşılaşan Hamburg polisi bazı bölgeleri tehlikeli bölge ilan etti. Sol örgütlerin öncülük ettiği eylemlerde polis ile kitle arasında çatışmalar çıkmış 500'e yakın eyleme katılan kişi yaralanmıştı. Olağanüstü hal ilan edilen Altona, St. Paulis ve Sternechanze semtlerinde polise araçları durdurma, arama yapma, gözaltına alma yetkisi verildi. Bu kentlerde eylem yapmak, slogan atmak engellenmeye çalışılıyor. Geçtiğimiz günlerde 50 kişilik kitle slogan atarak yürüdüğü sırada, polisin kimlik istemesi üzerine kimliklerini vermeyen 40 kişiyi zorla gözaltına alarak otobüslere bindirdi. Polis “tehlikeli bölge” ilan edilen bölgede herhangi bir “saldırıya” karşı yoğun güvenlik önlemlerini arttırmaya devam ediyor. Hamburg'da yaşanan bu gelişmeler Türkiye'de ilgi uyandırdı. Özellikle Gezi Parkı işgali ile özdeşleştirilen Hamburg sokaklarındaki dalgalanmalara destek olmak amacıyla, sosyal medyada yaratıcı sloganlar, capsler hazırlanarak Hamburg'a selamlar gönderildi. Hamburg'ta yaşanan bu ayaklanma Avrupa'da durgunlaşan sokakların tekrardan canlanması için önemli bir adım. Hızla değişen dünyayı, değiştirmenin sokaktan başka yolu olmadığını göstermek isteyenler tüm dünyada çok fazla iş düşüyor.
En az üç bakan çocuğuydular! "Yolsuzluk ve rüşvet" iddiasıyla gözaltına alındılar, kimi salındı kimi tutuklandı kimi de "Hani bana hani bana" dedi. Hayır yani madem müdahale edilecekti beni niye çağırmadılar anlamıyorum. "Tabi, TOMA kim ki zaten" demekten de kendimi alamıyorum. Emniyet şube müdürlerinin de görevden alındığını duyunca oturdum başladım ağlamaya gerisini siz düşünün. Gezi'de destan yazan polis, yolsuzluk operasyonunda hangi pislikleri yazmışsa artık apar topar pasif görevlere getirildiler. Sanırsın yolsuzluğu emniyet müdürleri yapmış. Ayakkabı kutularından milyon dolarlar çıkmış pislikler orta yere saçılmış hala "yedirmeyiz" diyen var. Ulan "yedirmeyiz, yedir-
meyiz" dediler kendileri yediler be. Anlayacağınız "Yaşasın tam bağımsız kunduracı Ahmet Efendi" diye haykırasım geliyor. Son altı aydır ülkeyi Twitter'dan takip eder olduk. Beş dakika yemek molası falan versen hop gündem değişmiş. Tam "Beddua etmem üzülme, suyumu sıkar giderim" diye mırıldanırken hükümete ateşler düşmüş, birlikleri bozuluş, istifalar gelmiş. Hatta bakanların istifa ettiği gün nereye müdahale edeceğimi şaşırdım, Gezi'nin ilk günleri gibiydi resmen. Bir yandan bakanlar istifa ediyor, diğer yandan İstanbul Adliyesi yeni operasyon için bastırıyor, Emniyet "polis vermem" diyor. Adamlarda olanak var tabi, savcılara falan da direniyorlar. Siz olsanız anca POMA'yla TOMA kovalamaca. Neyse, sıradaki istifa kime gelecek diye beklerken kaşla göz arasında bana da istifa metni yollamışlar. "Sıktığım bütün sularda Vali'nin onayı vardı. Vali de istifa etmeli." diye yazdım, ıslak imzalı olarak verdim. Malumunuz baya ıslanmış olacak ki hiç kaale almadılar. Tabi burası Tomakrasi ile yönetilen bir
derebeylik değil, bildiğin Muz Cumhuriyeti. Ülkenin suyu çıktı yahu tam müdahaleye hazırlanıyorum bi' gülme geliyor ki sorma. Bunlar yetmezmiş gibi bir de TIR mevzusu çıktı ortaya. Ayakkabı kutusuna milyon dolarları sığdıranlar tıra neler sığdırır bir düşünsene! Düşünemedi- Düşünmesi güç tabi yapılan hukuksuzluklar da cabası. Savcı "tırı arayacağım" diyor, vali ve MİT aratmıyor. İnsani yardım, devlet sırrı derken TIR sırra kadem basıyor. Hem zaten silah ve mühimmat taşıyan bir TIR varsa Allah'a havale edersiniz olur biter. Onu durdurup aramak da nedir? Bu demokrasimize ihanettir, böyle bir şey kabul edilemez. Ne demiş büyük üstad TOMA-1, "Ben ne sırlar gördüm taşıyabilecek tır yok, ne tırlar gördüm sahiplenen devlet yok." Kısacası Usta'nın Hikayesi tüm yolsuzluğuyla devam ediyor, insan gerçekten hayret ediyor! Neyse ki TOMA'yım. Yerim yurdum belli yani, bir de şey Gezi Parkı çok güzel gelsenize...
TOMA @tomagrafi
23
oh olsun! Suat oh olsun! Çukurova Üniversitesi’nde yumurtalarla karşılanan Suat Kılıç, kendini protesto eden Öğrenci Kolektifi üyesine “Biz YÖK Yasası’ndan vazgeçersek Kolektif’ten ayrılacak mısın?” diye soralı 10 ay oldu... Suat Kılıç’ın yolsuzluklar ortaya çıktıktan sonra apar topar kabine değişikliğiyle koltuğunu kaybederek, gözü arkada gideli 12 gün oldu...
mış miş muş müş İstanbul Üniversitesi Rektörü Yunus Söylet Tayyip Erdoğan’ı öven bir fotoğraf paylaştıktan sonra pardon kuzenim yazMış dedi. YÖK bir çok üniversiteye atanan AKP’li rektörlerin yolsuzluk yolunda önlerini açmak için “yönetim görevinden ayırma” cezasına ilişkin maddesini iptal etMiş. SDÜ Rektörü resmi gazetede sessiz sedasız yayınladığı uygulama ve araştırma yönetmeliğinde yaptığı değişiklikle, üniversite bünyesindeki her türlü araştırma ve geliştirme faaliyetinin yalnız kendisinin izni halinde yürütülebileceğine karar verMİŞ.
Bir sabah uyandığımızda aslında devletin nasıl bir çıkar tablosu üzerinde yürütüldüğünü gördük. Bize diyecek fazla bir şey kalmadığı sanılırken sokaklara döküldük ve dedik ki; şaka maka iyi yemişler haa, amma yemişler, o değil de bayaa yemişler, yemediklerini kutu yaptırıp
Filmin sonu geliyor Çizim : Koral Erat eve götürmüşler !
Gezi direnişi boyunca dilinden düşürmediği lobi Swiss Otel’de oğlu Bilal ve Yasin el Kadı (uluslararası terör listelerinde ismi var) ile görüntülenen Tayyip Erdoğan’dan hala ses çıkmadı. “48 saat beddua edersek hükümet düşecekmiş” kampanyasının ardından AK gençlik ve benzer güruhlar yurdun çeşitli yerlerinde toplu dua etkinliği başlattı. Yolsuzluk sınavından çıkan Tayyip Erdoğan iyi yolamamış olacak ki cevabı değişmedi; “Hoca bana taktı ya.” Bakanlar için neden “3 çocuk” kampanyası yürütülmediği anlaşıldı; memlekette o kadar kutu yok ! “Ateş salsın.mp3”ü alarm sesi yapan %50 artık işe geç kalmıyor. Bakanlık koltuğunu bırakmamakta ısrarlı olan egeboy 1 kutu naneli şeker, cips ve meyve suyu arşılığında koltuktan indirildi. Öğrenciye paso soranların, paso yok diye tam kesenlerin, yemeği çayı fahiş fiyattan satanların, finallerde zor soranların, devamsızlıktan bırakanların, seneye görüşürüz esprisi yapanların, hakkını arayana gaz ve su sıkıp coplayanların; kutuları delinsin, akbilleri bozulsun, oda arkadaşları horlasın, her gün makarnaya talim etsinler, feysbuklarına virüs bulaşsın, doğalgaz kuyruklarında telef olsunlar, yeni yılda her işleri ters gitsin, yıl boyunca onlara direnilsin.
Üç aylık, Yerel, Süreli, Türkçe Yayın Kolektif Kültür Yaşam Derneği Adına Sahibi Dilan Öğüz Adres: İstiklal Cad., İmam Adnan Sokak, No:5 Kat: 5, Beyoğlu/İstanbul Tel: 0212 2459733 e-posta: iletisim@universiteligazetesi.net Basıldığı Yer: İhlas Gazetecilik A.Ş Merkez Mahallesi 29 Ekim Caddesi İhlas Plaza No.11 A/41 34197 Yenibosna / Bahçelievler / İstanbul Tel: 0 212 454 30 00
Universıtelı
24
SÖYLEŞİ
Universıtelı www.universiteligazetesi.net
Sayı 20
2014 TAKVİMİ HEDİYELİ
Ocak 2014
MERT FIRAT İLE TİYATRODAN SİNEMAYA, GEZİ’DEN GENÇLİĞE KEYİFLİ BİR SÖYLEŞİ
“Her şey çok fantastik geliyor. Sinemanın yapamayacağı kadar fantastik aslında şu andaki durum” Öncelikle bizimle röportaj yaptığınız için teşekkür ederiz. Ekim 2012 itibariyle açtığınız Moda Sahnesi’nden bahseder misiniz? Moda Sahnesi’nde çalışmalarınız nasıl gidiyor? Çalışmalarımız iyi gidiyor, 12 ortağız derdimiz hep beraber ortaya bir şeyler koyabilmek. 12 kişi koordineli çalışabilmek zor bir iş. Şu anda biri çocuk olmak üzere üç tane oyunumuz var: Palyaçolar Okulu, Bütün Çılgınlar Sever Beni ve Hamlet. Onun dışında Başka Sinema ile ortak bir çalışmamız var. Türkiye'de vizyon bulması çok zor olan filmlerin bir şekilde vizyon bulmasını sağlıyoruz. Küçük bir de salonumuz var orada da konuk tiyatroları ağırlıyoruz. Sahneler açılır kapanır bir tribün şeklinde, tribün kapanınca bu alanların hepsi konser alanı olabiliyor. İncesaz, Büyük Ev Ablukada, Kardeş Türküler gibi isimler konserler verdi. Değişik gruplar hala çıkmaya devam ediyor. Çeşitli sempozyumlar, atölyeler, çocuk atölyeleri devam ediyor. İskender Savaşır’la bir çalışma yapıyoruz şu anda Shakespeare üzerine 10 haftadır süren… Ve her ay dört ayrı film gösteri yaparak senaryo atölyesi oluşturacağız, üzerine söyleşiler yapacağız. Yani şu anda istediğimiz hayal ettiğimiz gibi ilerliyor.
Biz Gezi Direnişi diyelim, devamını sizden alalım? Benim için, Gezi doğduğum günden beri en şaşırtan ve heyecanlandıran süreçti. Biz "Başka Dilde Aşk" çekmiştik orada bir eylem sahnesi vardı orada ki amaç insanların sokağa çıkıp haklarını dile getirmeleriydi. Özellikle orta sınıfın mücadele etmeyi öğrenmesi çok değerli. Zaten yoksul halk hakları için mücadele ediyor, bir nevi etmek zorunda çünkü. Yani insanların sokağa çıkıp haklarını talep etmeleri inandıkları şeye sahip çıkmaları, parka değere sahip çıkmasıydı benim için önemli olan. Bu süreçte hissettiğimizin korku olmadığı kesin. Hepimizi utandıran herkesin şapkasını önüne koyması gereken hatta koyduğu günlerdi. Ben Haziran Direnişi gibi bir direnişin tekrardan organize olabileceği düşüncesindeydim. Aslında organizede değildi halkın tepkisiydi. Faiz lobisinin işi falanda değildi bu. Sıkıntılar konusuna gelecek olursak işten çıkartmalar, tehditler oldu. Ben de sosyal medyadan aldım tehdit ama beni engelleyen bir şey yaşamadım.
Bir yanda 3 seçimli dönem, yolsuzluklar, operasyonlar ve görevden almalar, diğer yanda sokaktakiler
SÖYLEŞİ “ABD kaynaklı bir operasyon yürürlüğe sokuldu ve buradaki enstrüman da
Cemaat” ha fazla siyaset konuşuyor artık. Hiç bir dönemde bu kadar politika, siyaset konuşulmamıştı. İnsanlar yazılanları, makaleleri takip etmeye başladılar, Twitter’daki paylaşım konuları değişti. İnsanları 10 yıllık eğitimle buraya getiremeyebilirdik. Son yolsuzluk da kadar gizlenirse gizlensin bugün olmasa yarın bir şekilde ortaya çıkacak. Gençlik hareketi ve üniversitelere dair yorumunuz nedir? Dışarıdan seyrediyoruz ve çok güzel görünüyor. Öğrenci Kolektifleri’ni takip ediyorum özellikle ilgimi çekiyor, bazı diğer oluşumlar da var takip ettiğim. Ne yapıyorsunuz, ne ediyorsunuz merak ediyorum. Çünkü ne olursa üniversitede oluyor. Üniversitede kavgayı tanıması gerektiğini düşünüyorum insanın. Şimdi liseler de hareketli gerçi. Mesela ben ODTÜ havasını çok soludum; 12 yaşımdan 18’ime kadar oraya gidip geliyordum. Oradaki konuşmaları festivalleri hep takip ediyordum. Lisede de gittiğim kurum vardı as-
lında benim. Oralar sizi hayata hazırlıyor aslında. Sosyalizmi savunduğum için söylemiyorum ama birinin bir konu ile ilgili görüşü olmaması imkansız bence. Sosyalizm normal bir insan yaşayışını, olması gerekeni öneriyor o yüzden bana görüş gibi gelmiyor: Direk olması gereken bu. O yüzden birinin sağcı, muhafazakar olmasının nedenlerini anlıyorum ama “Ben Türk’üm ve sadece benim ırkım söz konusudur, bundan üstün ırk yoktur” fikri beni çok şaşırtıyor. İnsan kızlı erkekli evde oturmayı nasıl dert edinebilir kendine, bunu anlamıyorum. Bu yüzden üniversitedeki hareketlere gayet olumlu ve sıcak bakıyorum. Son olarak sizin söylemek istediğiniz yeni yıla dair vermek istediğiniz bir mesaj var mı? 2014 nasıl bir yıl olacak ve 2013 nasıl bir yıldı diye sorarsak ne dersiniz? 2014’te bu uyanışın daha da devam ediyor olmasını, herkesin hakkının peşine korkmadan düşmesini talep ediyorum. Ne kadar talep edersen o kadar alıyorsun bu dünyada.2014 cesaretin yılı olsun. Ben iyi bir yıl olacağını düşünüyorum. Görünende o zaten.
S12
MEDYA İradenin zaferinden
Usta’nın hikayesine S17
Bilim S15
2013 yılı Almanağı
Birileri ‘bilim adamı’ mı dedi? S16
Türkiye, dünya ve üniversitede bir yıl boyunca neler yaşandı? 2013 yılında kaybettiklerimiz ve medyanın 2013 çetelesi
3 boyutlu yazıcılar
Kadın
Büyük yolsuzluğun arkaplanı
2014
Türkiye-İran Altın hattı S14
Arafta kalan gazetecilik HiLMİ HACALOĞLU S3
Bırakın zaman yıkılsın iNAN TEMELKURAN S21
SIYAH MAVI KIRMIZI SARI
Ve malumunuz yolsuzluk… İlk duyduğunuzdaki tepkiniz ne oldu, süreci ve gelecek dönemi nasıl değerlendiriyorsunuz? Her hükümet döneminde yolsuzluklar oluyor. Türkiye'de de bundan önce oldu ama bugün iddia edilen para, bir ülke ekonomisi kadar. Önemli olan bunun cezasız kalmaması. Devlet başlı başına bir düzenektir ve bunun içinde dengeler vardır. Ama yargıya müdahaleleri görünce tartışılmaz biçimde bu ülkede demokrasi yoktur diyorsun. Yaşananların hepsi göz önüne alındığında adil bir yargılamanın, güçler ayrılığının olmadığı görünüyor. Savcının görevini yerine getirmesi için polise talimat verip görevini yerine getirmeyip emre itaatsizliğe varan durumda iş artık sadece politikaya ve siyasete kalıyor. Bu sefer kandırılıyor gibi hissediyorsun. Ben yönetilmek için oy vermiştim, kandırılmak için oy vermedim diyen bir yüzde ellide var aslında. Her şey çok fantastik geliyor. Sinemanın yapamayacağı kadar fantastik aslında şu andaki durum. Belki bu yüzden bu kadar haber izleniyor ve ilgi çekiliyor çünkü sürekli gündem değişiyor, hayal edemeyeceğiniz şeyler oluyor. Gezi’nin bir etkisi de insanlar çok da-
‘Sağlam irade’ye karşı Sağlam direniş
SAYFA 01
Oyun Atölyesi'nin defalarca sahnelediği tiyatroyu sinemaya taşıdınız. İlksen Başarır'ın yaptığı Erkek Tarafı filmi sinemaya giden erkekleri terletiyor. Erkek egemen yaşamı eleştiren bu filme aldığınız tepkiler neler oldu? Daha çok nitelikli komediye önem veren topluluklardan oldukça güzel tepkiler aldık. Erkek Tarafı göndermeleri olan alt metinlere sahip bir oyun, yazarı da bu şekilde görüyor oyunu. Adaptasyon sürecinde yazarı ile de çalıştık zaten, Polonya'dan buraya geldi. Ben feministlerden yanlış anlaşılmalar olabilir diye çok tepki çekeceğimizi düşünmüştüm. Birçoğu da bunun sıkı bir erkek eleştirisi olduğunu söyledi ve feministlerden genelde çok kötü bir eleştiri almadık. Bu oyunu beş yıl oynadığımız için deneyimlemiştik. Çok az insan kötü tepki gösteriyor, anlayamayabiliyordu. Oyunun cinsiyetçi olduğu yönünde tepkiler alabiliyorduk ama çoğu zaman anlaşılmıştı öyle bir oyun olmadığı. Birçok ülkede de oynanıyor bu oyun ve erkeği bir erkeğin dili ile eleştirmek bir maharet ister gerçekten. Yazar bunu başardığı içinde bu bizim ilgimizi çekmiş ve oynamaya heyecanlanarak sahnelemiştik. Filmi 200 binin üzerinde seyirci izledi, yani eğer bir komedi yapacaksak böyle olmalı diyorduk, mutlu olduk. Moda Sah-
nesi’nin de içinde olduğu bir film çıkardık ortaya.
MAVI KIRMIZI SARI
Ülke Mektup yazdım acele oku oku he-ce-le Dershane konusu ile başlayan tartışma sürecinin ardından yolsuzluk operasyonu ile beraber ipleri gerginleşen AKP-cemaat kavgasına bir mola Amerika'dan geldi. Sevenlerinin ve dünyanın dört bir yanına dağılan “Gönüllü hizmet hareketçilerinin" içlerini ferah tutumalarını isteyen Fethullah Gülen, iki kitap ve iyi dilekleri ile beraber bir mektup gönderdi. Kendisinin ve sevenlerinin “Dün neredeyse, yaklaşan seçim sürecinde de aynı yerde ve çizgide durduğunu” belirten Fethullah Gülen, cumhurbaşkanından da beklentileri olduğunu belirtti.
KCK davası dahilinde tutuklu olan BDP milletvekilleri avukatları aracılığıyla Anayasa Mahkemesine başvurdu. Mahkeme heyeti oy birliği ile vekillerin tahliyesine karar verdi. Kararın Resmi Gazetede yayımlanmasının ardından özgürlüğüne kavuşan milletvekillerini karşılamaya coşkulu bir kalabalık geldi.
Başbakan Erdoğan’ın Uzak Doğu gezisine akreditasyon verilmeyen gazeteler belli oldu. Evrensel, Birgün, Sol gazetelerine her zamanki gibi vize verilmedi. Vize verilmeyen ve bu duruma alışık olmayan gazeteler de var. Hürriyet, Radikal, Habertürk, Vatan, Bugün, Taraf, Posta, Yurt, Cumhuriyet, Sözcü, Milliyet ve Zaman gazeteleri akreditasyon engeline takılan gazetelerden.
SAYFA 02
hilmi hacaloglu
Arafta kalan gazetecilik CHP’nin Ankara Büyükşehir Belediyesi adayı MHP’li Mansur Yavaş oldu
CHP ne yapıyor? AKP’nin sağdaki alternatifsizliği karşısında “geçici” bir alternatif olarak sağa çekilmek ve Erdoğan’ın çok güvendiği sandıkta da meşruiyetini sarsmak CHP’nin yerel seçimlerdeki temel hedefi olarak gözüküyor
Yolsuzların yolculuğu sona eriyor 17
Aralık sadece uyandığımız yeni bir günden ibaret değildi. Ülke tarihinin en büyük yolsuzluk operasyonu, ülke tarihinin en baskıcı iktidarına yapılmıştı. 1980 darbesinden sonra kurulması hedeflenen neoliberal sistemi kuran AKP iktidarıyla, yola devam edilmeyeceği gerçeği deklare edilmiş oldu. Tayyip Erdoğan figürü cemaatin emniyet-yargı-medya operasyonuyla büyük bir darbe yedi. Erdoğan da iktidarda olmanın avantajlarıyla emniyet müdürlerini ve bürokratları yerinden ederek karşılık verdi. Ortada halktan çalınan milyonlar, ayakkabı kutuları, para sayma makinaları, telefon konuşmaları olsa da Erdoğan’a göre bu da bir komplo ve bunun mimarı da “caiz lobisi” idi. Sonuç itibariyle 2 bakan çocuğu cezaevinde, kabinede mecburi revizyona gidildi, 3 bakan istifa etti, Bayraktar giderayak Tayyip’e salvo attı, eski bakan İ.N.Ş. istifa etti, cemaatçi vekillerin bazıları istifa etti, ABD Tayyip’ten desteğini çekti, başbakanın en yakınları dışında güveneceği kimse kalmadı, 2. dalga operasyon engellendi, Bilal ifadeye gitmedi, Adli Kolluk yönetmeliği değiştirildi ardından Danıştay 1 günde kararı bozdu, beddualar edildi, eski dostlar düşman oldu, on binler sokakları doldurdu, 2014 “Hırsız var!” çığlıklarıyla geldi, at izi it izine karıştı, twitter günah keçisi oldu, cumhurbaşkanı az konuştu, başdanışman orducu göründü, kalemşörler Don Kişot kesildi, liberaller sokağı kötüledi, ekonomi tökezledi, dolar fırladı, Gezi Parkı’nı kapatmak da ihmal
edilmedi, CHP sağa yanaştı, ABD büyükelçisi Kılıçdaroğlu’yla görüştü, tutuklu vekiller serbest kaldı, Çevik Bir tahliye edildi, yeniden yargılama tartışmaları ortaya atıldı, Baykal yeniden piyasada, Berkin Elvan aylardır uykuda, Ethem’in davasında da yargı uykuda, Ali İsmail’in duruşması hukuksuzluk abidesi, Taksim’de parası olmayan gence metroda güvenlik dayak attı, AKP il başkanının odasında bu gazetenin nüshaları çıktı, asgari ücrete 3 kuruşluk zam, ülke genelinde elektrik kesintisi… ve daha nice garip durum. Sadece birer cümle ile son 1 ayı özetleyince bile gündemin karmaşasını, iktidarın sıkışmışlığını anlaşılıyor. Yolun sonu görünüyor “Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” söyleminin sadece performans artırıcı bir slogan olmadığı kanıtlandı artık. AKP egemenler için iyiydi hoştu. Neoliberalizmin tüm ihtiyaçlarını harfiyen yerine getirebiliyordu. Sermayeye inanılmaz büyük bir alan yaratıyordu. Hem talan edilecek çok fazla yer yaratıyordu hem de taşeron sistemiyle ucuz iş gücü yaratıyordu. Ortadoğu’da ABD’nin aktif taşeronluğunu müthiş bir sadakatle yapıyordu. Fakat ustalık döneminde işler yolunda gitmemeye başladı. Gülen’le, Erdoğan’ın özellikle dış politikadaki anlaşmazlıkları bu 12 yıllık iktidar müttefikliğini sorgulatır hale gelmişti. MİT krizi, dershane tartışmaları derken asıl olarak dış politikadaki Suriye rezaleti ve iç politikadaki Gezi tokadı artık Erdoğan’sız bir rejimi egemenler açısından da mecbur kıldı.Yol-
+
Ustalık döneminde işler yolunda gitmemeye başladı. Gülen’le, Erdoğan’ın özellikle dış politikadaki anlaşmazlıkları bu 12 yıllık iktidar müttefikliğini sorgulatır hale getirmişti. MİT krizi, dershane tartışmaları derken asıl olarak dış politikadaki Suriye rezaleti ve iç politikadaki Gezi tokadı artık Erdoğan’sız bir rejimi egemenler açısından da mecbur kıldı
suzluk operasyonunda Erdoğan’ın dış güçleri hedef göstermesi doğaldır. Gerçekten de bu operasyonda ABD’nin Erdoğan’dan vazgeçmesinin büyük payı var. Amerikan Ulusal Güvenlik Kurumu (NSA)’dan servis edilen bilgilerin AKP’yi yıpratmak dışında hiçbir şeye hizmet etmeyeceği açıktır. Gülen çizgisi her zaman ABD politikasına paralellik göstermiştir. Bu yüzden bugünkü mesele Gülen’le, Tayyip arasındaki kavgadan ibaret değildir, bizzat ABD’nin Türkiye stratejisi ile ilgilidir. Bugün yaşanan onca şeyden anlaşılması gereken mesele iktidarın kim tarafından sürdürüldüğünün egemenler açısından bir öneminin olmadığıdır. Neoliberal sistemin sorunsuz işlemesi için sorunsuz bir siyaset alanının da inşa edilmesi gerekmektedir. Halkı %50 - %50, kızlı-erkekli, türbanlı-türbansız vs gibi tartışmalarla kutuplaştıran, sorunsuz sınır ülkesi bırakmayan bir iktidar neolibe-
ral sistemin çarklarının dönmesi için tehlike arz etmektedir. Hele ki sokaklarda halk iktidara karşı bitmek bilmeyen bir isyanı sürdürürken sistemin aynı şekilde devam etmesi hiç akıllıca olmayacaktı. Görünen o ki siyaset Türkiye’de yeniden kurulacak. “Şu gider bu gelir“ senaryolarına girmek gençliğin işi değil. Gençlik neoliberal sistemin tüm dünyada kriz yaşadığı bu dönemde, ülkedeki siyasi krize halkın olanca gücüyle iktidara talip hale geleceği muhalefeti yaratarak müdahale edecektir. Gençlik böylesine tarihsel bir dönemde tarihin akışını izlemek yerine, kendi senaryosunu yazacaktır. Ali İsmail’in bir mirası var gençliğe; “korkutacağız, titreteceğiz ve yıkacağız bu adi hükümeti!” Ortaya dökülen kirli çamaşırlar açıkça gösteriyor sistemin nasıl çürüdüğünü ve kimseye bir umut vaat edemeyeceğini. Kendini halkın umudu olarak öne sürenler olacaktı elbette, oluyor da. Sisteme yedek lastik olma görevini üstlenen, halkın umudu olmaya çalışan ama 3 Gezi şehidi veren Antakya’da AKP artığı Lütfü Savaş’ı aday gösteren CHP’ye gençlik eyvallah demeyecektir. MHP’den kırma Mansur Yavaş’a da devrimci ODTÜ’den oy çıkmayacağı tarihsel bir gerçekliktir. Ayakkabı kutularında gaz maskeleri dışında saklayacak bir şeyi olmayanlar çürüyen, tökezleyen iktidarı ortadan kaldırmak için en olanaklı döneme giriyorlar. Rejimin krizi gençliğin başka bir dünya yaratma iddiasına su taşıyor. AKP’siz, cemaatsiz, patronsuz, polissiz bir dünya artık daha yakın.
Tayyip Erdoğan ve AKP’nin, uluslararası aktörler açısından “vazgeçilmez olma” özelliğini yitirdiği bir dönemde yerel seçimler yaklaşırken, siyasi partilerin belediye başkan adayları da birer birer açıklanıyor. AKP pek çok ilde mevcut belediye başkanlarını yeniden aday gösterirken, CHP de iktidar olma yolunu sağcı belediye başkan adayları çıkarmak olarak belirlemiş gözüküyor! Hatay’da AKP’nin mevcut belediye başkanı Lütfü Savaş CHP’nin sağ transferlerinden en çok dikkat çekeni. 2005 yılında Hatay Mustafa Kemal Üniversitesi’nde öğretim görevlisi iken kendi bölüm arkadaşlarını “sağcı-solcu, Nusayri-Alevi” şeklinde fişlediği iddia edilen Savaş, mahkemede yaptığı savunmada
ise bunu üniversitedeki “CHP’lilerin” bir komplosu olarak değerlendirmişti. Aynı dönemde Savaş’ın rektör danışmanı olmasıyla birlikte 6 ayda büyük çoğunluğu alevi olan 300 personelin görev yerleri değiştirildi. Son olarak Lütfü Savaş, Haziran İsyanı’nda 3 direnişçisini kaybeden Antakyalıları ise “birkaç marjinal grup” olarak ilan etmişti. CHP’nin diğer “sağdan” adayları arasında ise, Ankara’da bir önceki yerel seçimde MHP’den aday gösterilen Mansur Yavaş ve Antalya’nın Kepez ilçesinde eski AKP belediye başkanı Erdal Öner gibi pek çok isim bulunuyor. CHP daha önce milletvekili seçimlerinde de “CHP’yi güçlendirecek” bahanesiyle Yaşar Nuri Öztürk ve İlhan Kesi-
ci gibi isimleri transfer etmişti. Öztürk 2002’de milletvekili seçilmiş 2004’te ise CHP’den ayrılıp, yeni bir parti kurmuştu. Eski ANAP milletvekili İlhan Kesici ise 2007’de CHP’ den milletvekili seçilmesinin ardından 2010’ da partiden istifa etmişti. Özellikle ABD ve cemaat açısından, AKP’nin sağdaki alternatifsizliği karşısında CHP’nin “geçici” bir alternatif olarak sağa çekilmesi ve Erdoğan’ın çok güvendiği sandıkta da meşruiyetini sarsmak yerel seçimlerdeki temel hedef olarak gözüküyor. Sağcı belediye başkan adayları ile sağdan oy alarak iktidar olma hesapları yapan CHP ise kendi iddiasının aksine Gezi’ye inanmaktan çok ABD ve cemaate inanmayı tercih ediyor.
CHP’Yİ SAĞA ÇEKEN POLİTİKALARIN ARKASINDAKİ İSİMLER
Hem ticari, hem sağda! CHP tartışmaları sürerken, özellikle bu süreçte gerçekleşen Amerika ve Ortadoğu gezileri, sağ adayların belirlenmesinde en büyük rolü Kemal Kılıçdaroğlu’nun 2 sağ kökenli danışmanı oynuyor. Bu isimler MHP kökenli Rasim Bölücek ve geçti-
ğimiz günlerde hayatını kaybeden Tansu Çiller’in eski danışmanı Şükrü Karaca. Şükrü Karaca, yerel seçimlerde Ankara adayı Mansu Yavaş’ı “CHP’ye gelme” konusunda ikna eden ve bunu erken açıkladığı için parti içerisinde epey tartışma yaratan
isim olarak biliniyor. Karaca aynı zamanda 28 Şubat sürecinin karanlık isimlerinden biri. Bölücek ise, MHP’nin danışmanlığından CHP’de danışmanlığa “Kılıçdaroğlu’nun ricası” üzerine geçmiş bir isim.
Türkiye siyasetinde 17 Aralık depremi sürüyor. Yolsuzluk, rüşvet, paralel devlet, komplo lafları gırla gidiyor. Bu sürecin artçı sarsıntılarının olacağını söylemek için artık kahin olmak da gerekmiyor. Yaşananlar, medyada da etkisini gösteriyor. Eski müttefikler şimdi birbirlerinin en azılı düşmanları. Gazete köşelerinde kavga, suçlama ve iddiaların ardı arkası kesilmiyor. Dün Ergenekon ve Balyoz savcılarını kutsayanlar bugün lanet yağdırıyor. Cumhurbaşkanı Gül’ün twitter’da yazdığı ve artık fenomenleşen o cümleyle söylersek ‘insan gerçekten hayret ediyor’! Neye mi hayret ediyor? Elbette ki gazetecilerin bu kadar mesleklerinden uzaklaşmasına ve artık iyice ‘kurşun asker’ pozisyonuna çekilmesine ve oradan artık rakip olarak gördüğü herkese taarruz etmesine hayret ediyor. Evet aydan gelmedin 18 yılı aşkın süredir bu medyanın içindeyim. Ateşi de ihaneti de bir sürü başka şeyi de gördüm. Ama Metin Göktepe, Uğur Mumcu ve Hrant Dink’in öldürüldüğü Ocak ayında gazetecilerin kayda değer bir kısmının basın meslek ilkelerini bu kadar ayaklar alıp bir tarafta hizalanıp diğerine bu denli salvolarla yüklendiğine hiç tanık olmamıştım. Elbette operasyonlara bir anda
başlanması bir tesadüf değil. Ama yolsuzluk iddiaları ve soruşturmalar da hiç yabana atılmamalı. Gazeteciler, hükümetcemaat kavgasında bir taraf seçmek zorunda değiller. Taraf olmayan bertaraf olur diye düşünürsek itiraf etmeliyiz ki zaten o zaman gazetecilik değil taraftarlık yapıyoruz demektir. Belgeler, iddialar, dosyalar bitmek bilmiyor. Gazetecinin görevi bu haber fırtınasında dezenformasyon ve manipülasyonla haberi ayırmak ve onun peşinden gitmek olmalı. Bugünün Türkiye’sinde zor bir şey söylediğimin farkındayım. Yıllardır otosansür medyanın en büyük sorunlarının başında geliyor. İktidar patronaj ilişkileri gazetecilerin elini kolunu bağlıyor. Davalar, yargılamalar, tutuklamalar bütün bunlar yakın geçmişte yaşandı. Yetmedi işten çıkarmalar, dergi gazete kapatmalar geldi. Tüm bunlara rağmen yine de gazetecilik yapmak isteyenler çatlaklardan sızmanın, boşlukları değerlendirmenin ve mesleğini elden geldiğince layıkıyla ifa etmenin bir yolunu buldu. Yarın bugünlerin muhasebesi yapıldığında yaşananların ne olduğu daha net ortaya çıkacak. O gün geldiğinde daha fazla utanmamak için bugün biz gazetecilere düşen kavganın tarafı değil gazeteciliğin tarafı olmak gerek.
MAVI KIRMIZI SARI
Üniversite
21 Kayseri’de görülecek olan Ali İsmail Korkmaz davasında sanıkların Eskişehir’de dinlenme kararı alınmıştı. Eskişehir’de görülmesi gereken tanık dinlemeleri avukatların isteği üzerine davadan sonraki bir tarih olan 28 Şubat’a ertelendi. Ali İsmail’in davası ise 3 Şubat’ta Kayseri’de görülecek.
İÜ Tıp Fakültesi’nde kermes masası açıp ÖSO için para toplayan gruba üniversiteliler tepki gösterdi. Tepkiler sonucu masayı kaldırmak zorunda kalan grup sonraki gün polis koruması ve ellerinde ÖSO bayrakları ile kampüse geldi. Üniversitelilerin tepkisi üzerine ÖSO destekçisi grup kampüsü terk etmek zorunda kaldı.
41 kere maşallah! İTÜ rektörü Mehmet Karaca soruşturma açmada rekora koşuyor. Rektörlük görevinde ikinci yılında olan rektör Mehmet Karaca, yaklaşık bir buçuk ay içinde İTÜ öğrencilerine 41 soruşturma açtı. Soruşturmalar kantini boykot etmek, afiş asmak, dart oynamak, hukuksuzca yurttan atılmalara karşı direnmek ve buna benzer bir çok konuyu içine almakta.
KTÜ’de üniversitelilere tehdit
SAYFA 04
Onlar ümidin düşmanıdır! - . çagdas ersoy .
Lanet olası paraleller! MİT krizi ile başlayan, dershaneler ile devam eden, 17 Aralık yolsuzluk operasyonu ile zirve yapan egemenle arası kavga, Türkiye siyasi hayatının köşe taşlarının yeniden dizileceği yeni bir dönemin habercisi. Sadece AKP ve cemaat değil, aynı zamanda CHP, TSK, TÜSİAD gibi pek çok güç de bu yeni dönemde pozisyonlarını güçlendirerek yola devam etme gayreti içerisinde “TV’lerde yayınlanan siyaset”in her türlü ayak oyununu sergilemek konusunda oldukça hevesli gözüküyor. Tezatlara bakınca “insan gerçekten hayret ediyor”. Daha düne kadar askeri vesayet ülkenin en büyük tehlikesi diyen AKP, “elimden gelse bütün paşaları salarım” diyen Gülen’e karşı, Ergenekon ve Balyoz davasında tutuklananların yeniden yargılanmasının önünü açmaya dönük adımlar atıyor. Hukukun üstünlüğünden dem vuranlar ve “bekleyelim yargı işini yapsın” diyenler, yargı vesayeti diye bir kavram uyduruyorlar. Artık saat başı değişen ülke gündeminde, adımlar daha açıktan atılıyor, eskiden gizli gizli yapılan şeyler, bugün can havliyle paldır küldür yapılıyor. Bugün bizi zorla seyirci koltuğunda oturtmaya iten bu siyaset bizim için ne ifade ediyor? Yani “TV’lerde yayınlanmayan” siyaset için durum ne? Biraz kaba bir özetle, Ethem’in infaz emrini verenlerle Gezi eylemcilerini tutuklatanlar kavga ediyor. Bize çapulcu diyenlerle, “mayası bozuk” diyenler birbirine girmiş durumda. Biri ötekinden iyi olmadığı gibi, iki taraf da bizden sadece nefret etmiyor, tüm bu hengamede bizim göz önünde bulunmamamız için müthiş çaba sarf ediyor. Cemaat ileride anlaşmanın ucu açık olmakla beraber, AKP ile kıyasıya bir mücadeleye girişmiş gözüküyor, burada atılan adımların bir kısmı ise, her seferinde bizim söylediklerimizin ne kadar doğru olduğunu yeniden ve yeniden kanıtla-
yan gerçekleri bir bir ortaya seriyor. Onlar hiç olmadığı kadar yıpranmış durumdayken, biz hiç olmadığımız kadar haklıyız. Onlar sürekli yalan söylerken, bizim her dediğimizin gerçek olduğu gün gibi ortaya çıkıyor. Meşhur Amerikan film sahnesini hatırlayalım, sıradan polislerin çözmeye çalıştığı vaka ne zaman büyürse FBI’dan iki tane federal ajan gelip kimliklerini gösterir ve “bundan sonrasını biz devralıyoruz” derler. İşte tam o anda esas roldeki sıradan polisin “lanet olası federaller” cümlesi gelir. “Bu benim davam!” Filmin bundan sonrasında, federaller olayı örtbas edip, gerçek sorunun çözülmesini engellemeye çalışırken, başroldeki sıradan polisler hakikatin peşinde gayri-resmi şekilde koşturmaya başlarlar. Şu anda cemaatin de içinde olduğu yeni Türkiye koalisyonunun biz direnişçilere yaptığı da tam da bu. Diyoruz ki “lanet olası paraleller, bu bizim davamız!” Evet, yıllardır karşısında şu veya bu biçimde mücadele ettiğimiz, direndiğimiz AKP hükümeti sarsılıyor, çözülüyor, yerine ise yeni aktörler ortaya çıkmaya çabalıyor. Devlet mekanizmaları iflas etmiş durumda, ne savcısı polisiyle çalışabiliyor, ne gizli kalması gerekenler gizlenebiliyor. Paralel devlet dedikleri ama aslında eski koalisyon ortakları olan güçler AKP’yi terk ederken, AKP’nin yaptığını bundan sonra kim yapacak sorusuna “ben” yanıtı verenler birbirleri arasında mekik dokuyor. İşte tam burada, biz, AKP’nin yaptığını yapmayacak olanlar, gerçek siyasetin, sokak direnişinin özneleri, hiç olmadığımız kadar avantajlı bir döneme adım atmamız için, her şey müsait! Gezi’nin öğrettiği cesaret ve kararlılık, yeni bir ülkenin habercisi olabilir. Görünen o ki AKP gidici, peki kim gönderecek? Yeni AKP mi? Yoksa biz mi? Bunu sokağa çıkmadan, direnmeden öğrenemeyiz!
Erdoğan Bayraktar Kocaeli Üniversitesi’nden fahri doktora ünvanı alırken
BELGELERLE KONUŞUYORUZ
Haydi şimdi de verin doktoraları! AKP’lilere ve patronlar fahri doktoraları adete dağıtan rektörlerin, yolsuzluk gündeminden sonra ne yapacakları merak konusu AKP’li bakanlar, milletvekilleri belediye başkanları, patronlar yıllar boyunca fahri doktora törenleri için üniversitelere geldiler, üniversite açılışlarına katıldılar, hediyeler ve plaketlerle karşılandılar, cübbeler giyip açıklamalar yaptılar, onları çağıran rektörlere ellerini öptürdüler. Herhangi bir akademik kariyere sahip olmaksızın, bilimsel, sanatsal, toplumsal faaliyetleri üniversitelerin akademik kurulları tarafından onay gören kişilere verilen bu unvan, üniversite rektörlerinin sermaye ve iktidara şirin görünmek için kullanmaya oldukça elverişli bir araç oldu. Onlar her geldiklerinde üniversiteliler AKP’lileri eylemlerle, pankartlarla ve yumurtalarıyla karşıladılar. AKP’lileri üniversitelerinde istemeyen öğrencilere ise her defasında soruşturmalarla ve uzaklaştırma cezalarıyla karşılaştılar. Haydi şimdi de verin! Yolsuzluk soruşturmaları öncesinde fahri doktora töreni için Kocaeli Üniversitesi’ne gelen Erdoğan Bayraktar’ı protesto eden Kocaeli Üniversitesi öğrencileri haklarında soruşturma açıldı. Erdoğan Bayraktar’ın yolsuzluk yaptığının açığa çık-
ması ve istifa etmesinin ardından Kocaeli Üniversitesi Rektörlüğü’nün ve yolsuzluk yapan AKP’lilere fahri doktora unvanı veren rektörlerin bu unvanları geri alıp almayacağı merak ediliyor. Halka karşı, çevreye karşı suç işlediğini belirten üniversitelilerin fikirlerinin haklılığı yolsuzluk operasyonu sonrasında kanıtlanırken, fahri doktoralara karşı yükseltilen tepki sonrası açılan soruşturmalara ve polis saldırılarına karşı üniversitelilerin mağ-
Özel Haber Zafer Çağlayan: 16 Haziran 2012’de Mersin Çağ Üniversitesi’nde fahri doktora aldı. Erdoğan Bayraktar : 1 Haziran 2010 tarihinde Gazi Üniversitesi Mühendislik Mimarlık Fakültesi tarafından “toplu konut alanındaki birikimi, konut üretimi konusundaki çalışmaları, gecekondu önleme, kentsel gelişim ve yenileme çalışmaları, 1 Şubat 2013’te Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi (FSMVÜ) ''Gecekondulaşmanın önlenmesi, yenileşme ve dö-
duriyetleri hala sürüyor. Yolsuzluklara karışan 3 Bakan görevden istifa ederken, giderayak Erdoğan Bayraktar suç örgütünün lideri olarak Tayyip Erdoğan’ı işaret etti. Yolsuzluk dosyalarının gündeme gelme olasılığı olan bazı bakanlar ise kabine değişikliği ile görevden alınırken, AKP’de istenmeyen insanların sayısı arttı. Merak konusu olan ise el üstünde tutarak fahri doktora yalakalığı için yarıştıkları bu isimlere şimdi fahri doktara verip veremeyecekleri?
nüşüm çalışmaları”, 11 Şubat 2013 tarihinde Kocaeli Üniversitesi tarafından "Gecekondulaşmanın önlenmesine katkıları ve kentsel dönüşüm uygulamaları" nedeniyle Fahri Doktora aldı. Bayraktar’a 21 Mayıs 2013’te Karadeniz Teknik Üniversitesi tarafından da fahri doktara ünvanı verildi. Mustafa Demir: Yolsuzluk operasyonunda gündeme gelen bir diğer isim Fatih Belediye Başkanı Mehmet Demir’e ise 19 Eylül 2013 tarihinde İstanbul Üniversitesi tarafından İletişim alanında fahri doktora ünvanı verildi.
Amirim el ele tutuşmuşlar! Gaziantep Üniversite’sindeki fişleme belgeleri herkesi şaşırttı. Fişlerde öğrencilerin siyasi görüşlerinden aktivitelerine, tüm kişisel bilgilerinin yanı sıra özel hayatlarına kadar bilgilerin yazıldığı açığa çıktı Gaziantep Üniversitesi'nin İslahiye ilçesindeki Meslek Yüksekokulu'nda öğrencilerin polis tarafından fişlendikleri ortaya çıktı. Valilik ortaya çıkan fişleme belgeleriyle ilgili soruşturma başlattığını açıkladı. Üniversitelerde öğrencilerin siyasi görüşlerine göre fişlendikleri bilinen bir gerçek ancak Gaziantep Üniversite’sindeki fişleme
belgeleri herkesi şaşırttı. Fişlerde öğrencilerin siyasi görüşlerinden aktivitelerine, tüm kişisel bilgilerinin yanı sıra özel hayatlarına kadar ayrıntılı bilgilerin yazıldığı açığa çıktı. Belgelerde kişilerin fotoğrafı, kimlik numarası, anne ve baba adı, doğum yeri ve tarihi, nüfusa kayıtlı olduğu yer, İslahiye’deki adresleri, telefon numaraları, elektronik posta adre-
si, velilerinin telefon numaraları ve adresleri yazıyor. Belgelerdeki tarihler 2010’dan 2011 sonuna kadar fişleme yapıldığını gösteriyor. Ancak, fişlemelerin bu tarihten sonra da devam ettiği ve hala sürdüğü belirtiliyor. Öğrencilerin özel hayatlarıyla ilgili bilgiler ise fişlemenin ne kadar detaylı yapıldığını ortaya koyuyor. Fişlerde kişilerin kimlerle ne yaptığı, arabada birlikte oturma, “kol kola” gezme, aynı evi paylaşma, ettiği kavga, birbiriyle samimi görünme gibi bilgile-
ri yer alıyor. Öğrenciler, İslahiye'deki üniversite yönetiminin de fişlemelerleden haberdar olduğunu savundular. Emniyet ve İstihbarat tarafından sürekli takip edilmekten yakınıyorlar. “Muhafazakar demokratlık” adı altında gerici politikalarını topluma yayma çabalarını en çok üniversiteli kimliği üzerinde uygulamaya çalışan AKP iktidarı, bir baskı aracı olarak kullandığı fişlemelere ile kişilerin özel hayatlarını “Sizi her yerde izliyoruz” diyerek tehdit ediyor.
Karadeniz Teknik Üniversite(KTÜ) Öğrenci Kolektifi üyeleri yakalandığı kanser sonucu hayatını kaybeden arkadaşları KTÜ Edebiyat Fakültesi öğrencisi Ahmet Yılmaz anısına, doğduğu yer olan Tonya’da bir kütüphane kurmak için yardım standı açtılar. İhtiyaç listesinin bulunduğu afişleri sökerek yardım standına saldırmak isteyen bir gruba üniversiteliler müsaade etmedi. KTÜ Öğrenci Derneği adı altında çalışma yapan bu faşist grubun arasında Trabzon Ülkü Ocağı Başkanı’nın da görülmesine rağmen müdahale edilmemesi tepki topladı. Üniversite yönetimi ve polisin tavrından güç alan grup saldırı sonrasında KTÜ Öğrenci Kolektifi üyesi Fidel Çakmak’ı hedef alan afişleri üniversiteye ve çevre mahallere astı. Faşist saldırının elebaşı KTÜ Öğrenci Derneği başkanıyla görüşen rektör, saldırıların hedefi olan Fidel’in görüşme talebine “Konuşulacak bir şey yok her şey inceleniyor.” cevabını verdi. KTÜ Kolektif üyesi Fidel Çakmak saldırılara ve tehditlere karşı sessiz kalmayacağını, gerekli yerlere suç duyurusunda bulunacağını söyledi.
Ne “Üniversiteli”ymiş arkadaş! Üniversiteli’nin yenilenen sayısı sadece üniversitelilerin değil, halk düşmanlarının ve çetelerin de “ilgisini çekti”
Kocaeli AKP İl Başkanı’nın odasında Üniversiteli Gazetesi ve Öğrenci Kolektifleri’ne ait broşürler ve notlar görüntülendi
Uludağ Üniversitesi’nde üniversite yönetimin desteğiyle Suriye’deki silahlı çetelere para toplanmasına üniversiteliler itiraz ederek masanın kaldırılmasını sağlamıştı. El-Nusra için para toplayan İnsan Yardım Vakfı (İHH) üyeleri daha sonra Suriye’deki cihatçı çetelere gönderileceğini itiraf ederek tehditler savurmuştu. Yaşanan olayların ardından Üniversiteli Gazetesi’nin mailine Adana’da bir noktaya ait olan ip adresinde tehdit içerikli bir mail gönderildi. “Selam hidayete tabi olanların üzerine gelsin. Ey kafirler dinleyin o gün üniversiteden kovduklarınız bizim kardeş-
lerimizdir ve bugün bizler size çocukların saçlarını bir gecede ağartacak elem dolu gecelerle geliyoruz. Kafalarınız yollarımızı süsleyecek, kanlarınızla besleyeceğiz toprağı ey kafirler siz iyi bilin: Biz sizin yaşamı sevdiğiniz kadar bizler ölümü seviyoruz” yazan mail, emperyalizmin ve AKP’nin beslediği katliamcı çetelerin insanlığa olan nefretini gösterdi. El-Nusra tarafından açıkça tehdit edilen Uludağ Kolektif’den konuyla ilgili açıklama geldi. Uludağ Kolektif’in açıklamasında “Bizi tehdit edenler de şunu iyi bilsinler: Biz “yaşamı seven”, ülkesini seven üniversiteliler olarak o
gün nasıl karşı koyduysak onlara öyle savunacağız üniversitelerimizi! AKP’nin, gericilerin, faşistlerin değil üniversiteler bizimdir!” cümlelerine yer verildi. Ayrıca ElNusra tarafından yapılan bu tehdit hakkında savcılığa suç duyurusunda bulunuldu. Üniversiteli Gazetesi’nin Aralık sayısı İslamcı çetelerin dışında AKP’nin de ilgi alanına da girdi. Kocaeli’nde AKP İl başkanı Mahmut Civelek basın açıklaması yaptığı odada unuttuğu özel notları basına yansıdı. Civelek’in notlar arasında Üniversiteli Gazetesi, Öğrenci Kolektifleri’ne ait broşürler ve isim listeleri göze çarptı.
Mersin Üniversitesi Bahar için ayakta Mersin Üniversitesi'nde 17 Aralık 2013 günü kampüsten yurduna giden Bahar Salim adlı üniversiteli geçirdiği trafik kazası sonucu hayatını kaybetti. Yurt yoluna çözüm isteyen öğrenciler kampüs içerisinde gece saat 12'ye kadar ring seferleri konulması, eylem sonrası öğrencilere soruşturma açılmaması, yemekhane özelleştirmesinin durdurulması taleplerini okul yönetiminince kabul edilmemesi üstüne rektörlüğü işgal etti. Üniversiteye TOMA ve çevik kuvvetin girmesi üzerine işgali sürdüren öğrenciler polis üniversiten çıkıncaya kadar işgali sürdüreceklerini söyledi. Talepleri kabul edilen öğrenciler imzalı belge aldı polis üniversiteden çıkınca işgali sonlandırdı.
MAVI KIRMIZI SARI
Üniversite
21 Kayseri’de görülecek olan Ali İsmail Korkmaz davasında sanıkların Eskişehir’de dinlenme kararı alınmıştı. Eskişehir’de görülmesi gereken tanık dinlemeleri avukatların isteği üzerine davadan sonraki bir tarih olan 28 Şubat’a ertelendi. Ali İsmail’in davası ise 3 Şubat’ta Kayseri’de görülecek.
İÜ Tıp Fakültesi’nde kermes masası açıp ÖSO için para toplayan gruba üniversiteliler tepki gösterdi. Tepkiler sonucu masayı kaldırmak zorunda kalan grup sonraki gün polis koruması ve ellerinde ÖSO bayrakları ile kampüse geldi. Üniversitelilerin tepkisi üzerine ÖSO destekçisi grup kampüsü terk etmek zorunda kaldı.
41 kere maşallah! İTÜ rektörü Mehmet Karaca soruşturma açmada rekora koşuyor. Rektörlük görevinde ikinci yılında olan rektör Mehmet Karaca, yaklaşık bir buçuk ay içinde İTÜ öğrencilerine 41 soruşturma açtı. Soruşturmalar kantini boykot etmek, afiş asmak, dart oynamak, hukuksuzca yurttan atılmalara karşı direnmek ve buna benzer bir çok konuyu içine almakta.
KTÜ’de üniversitelilere tehdit
SAYFA 04
Onlar ümidin düşmanıdır! - . çagdas ersoy .
Lanet olası paraleller! MİT krizi ile başlayan, dershaneler ile devam eden, 17 Aralık yolsuzluk operasyonu ile zirve yapan egemenle arası kavga, Türkiye siyasi hayatının köşe taşlarının yeniden dizileceği yeni bir dönemin habercisi. Sadece AKP ve cemaat değil, aynı zamanda CHP, TSK, TÜSİAD gibi pek çok güç de bu yeni dönemde pozisyonlarını güçlendirerek yola devam etme gayreti içerisinde “TV’lerde yayınlanan siyaset”in her türlü ayak oyununu sergilemek konusunda oldukça hevesli gözüküyor. Tezatlara bakınca “insan gerçekten hayret ediyor”. Daha düne kadar askeri vesayet ülkenin en büyük tehlikesi diyen AKP, “elimden gelse bütün paşaları salarım” diyen Gülen’e karşı, Ergenekon ve Balyoz davasında tutuklananların yeniden yargılanmasının önünü açmaya dönük adımlar atıyor. Hukukun üstünlüğünden dem vuranlar ve “bekleyelim yargı işini yapsın” diyenler, yargı vesayeti diye bir kavram uyduruyorlar. Artık saat başı değişen ülke gündeminde, adımlar daha açıktan atılıyor, eskiden gizli gizli yapılan şeyler, bugün can havliyle paldır küldür yapılıyor. Bugün bizi zorla seyirci koltuğunda oturtmaya iten bu siyaset bizim için ne ifade ediyor? Yani “TV’lerde yayınlanmayan” siyaset için durum ne? Biraz kaba bir özetle, Ethem’in infaz emrini verenlerle Gezi eylemcilerini tutuklatanlar kavga ediyor. Bize çapulcu diyenlerle, “mayası bozuk” diyenler birbirine girmiş durumda. Biri ötekinden iyi olmadığı gibi, iki taraf da bizden sadece nefret etmiyor, tüm bu hengamede bizim göz önünde bulunmamamız için müthiş çaba sarf ediyor. Cemaat ileride anlaşmanın ucu açık olmakla beraber, AKP ile kıyasıya bir mücadeleye girişmiş gözüküyor, burada atılan adımların bir kısmı ise, her seferinde bizim söylediklerimizin ne kadar doğru olduğunu yeniden ve yeniden kanıtla-
yan gerçekleri bir bir ortaya seriyor. Onlar hiç olmadığı kadar yıpranmış durumdayken, biz hiç olmadığımız kadar haklıyız. Onlar sürekli yalan söylerken, bizim her dediğimizin gerçek olduğu gün gibi ortaya çıkıyor. Meşhur Amerikan film sahnesini hatırlayalım, sıradan polislerin çözmeye çalıştığı vaka ne zaman büyürse FBI’dan iki tane federal ajan gelip kimliklerini gösterir ve “bundan sonrasını biz devralıyoruz” derler. İşte tam o anda esas roldeki sıradan polisin “lanet olası federaller” cümlesi gelir. “Bu benim davam!” Filmin bundan sonrasında, federaller olayı örtbas edip, gerçek sorunun çözülmesini engellemeye çalışırken, başroldeki sıradan polisler hakikatin peşinde gayri-resmi şekilde koşturmaya başlarlar. Şu anda cemaatin de içinde olduğu yeni Türkiye koalisyonunun biz direnişçilere yaptığı da tam da bu. Diyoruz ki “lanet olası paraleller, bu bizim davamız!” Evet, yıllardır karşısında şu veya bu biçimde mücadele ettiğimiz, direndiğimiz AKP hükümeti sarsılıyor, çözülüyor, yerine ise yeni aktörler ortaya çıkmaya çabalıyor. Devlet mekanizmaları iflas etmiş durumda, ne savcısı polisiyle çalışabiliyor, ne gizli kalması gerekenler gizlenebiliyor. Paralel devlet dedikleri ama aslında eski koalisyon ortakları olan güçler AKP’yi terk ederken, AKP’nin yaptığını bundan sonra kim yapacak sorusuna “ben” yanıtı verenler birbirleri arasında mekik dokuyor. İşte tam burada, biz, AKP’nin yaptığını yapmayacak olanlar, gerçek siyasetin, sokak direnişinin özneleri, hiç olmadığımız kadar avantajlı bir döneme adım atmamız için, her şey müsait! Gezi’nin öğrettiği cesaret ve kararlılık, yeni bir ülkenin habercisi olabilir. Görünen o ki AKP gidici, peki kim gönderecek? Yeni AKP mi? Yoksa biz mi? Bunu sokağa çıkmadan, direnmeden öğrenemeyiz!
Erdoğan Bayraktar Kocaeli Üniversitesi’nden fahri doktora ünvanı alırken
BELGELERLE KONUŞUYORUZ
Haydi şimdi de verin doktoraları! AKP’lilere ve patronlar fahri doktoraları adete dağıtan rektörlerin, yolsuzluk gündeminden sonra ne yapacakları merak konusu AKP’li bakanlar, milletvekilleri belediye başkanları, patronlar yıllar boyunca fahri doktora törenleri için üniversitelere geldiler, üniversite açılışlarına katıldılar, hediyeler ve plaketlerle karşılandılar, cübbeler giyip açıklamalar yaptılar, onları çağıran rektörlere ellerini öptürdüler. Herhangi bir akademik kariyere sahip olmaksızın, bilimsel, sanatsal, toplumsal faaliyetleri üniversitelerin akademik kurulları tarafından onay gören kişilere verilen bu unvan, üniversite rektörlerinin sermaye ve iktidara şirin görünmek için kullanmaya oldukça elverişli bir araç oldu. Onlar her geldiklerinde üniversiteliler AKP’lileri eylemlerle, pankartlarla ve yumurtalarıyla karşıladılar. AKP’lileri üniversitelerinde istemeyen öğrencilere ise her defasında soruşturmalarla ve uzaklaştırma cezalarıyla karşılaştılar. Haydi şimdi de verin! Yolsuzluk soruşturmaları öncesinde fahri doktora töreni için Kocaeli Üniversitesi’ne gelen Erdoğan Bayraktar’ı protesto eden Kocaeli Üniversitesi öğrencileri haklarında soruşturma açıldı. Erdoğan Bayraktar’ın yolsuzluk yaptığının açığa çık-
ması ve istifa etmesinin ardından Kocaeli Üniversitesi Rektörlüğü’nün ve yolsuzluk yapan AKP’lilere fahri doktora unvanı veren rektörlerin bu unvanları geri alıp almayacağı merak ediliyor. Halka karşı, çevreye karşı suç işlediğini belirten üniversitelilerin fikirlerinin haklılığı yolsuzluk operasyonu sonrasında kanıtlanırken, fahri doktoralara karşı yükseltilen tepki sonrası açılan soruşturmalara ve polis saldırılarına karşı üniversitelilerin mağ-
Özel Haber Zafer Çağlayan: 16 Haziran 2012’de Mersin Çağ Üniversitesi’nde fahri doktora aldı. Erdoğan Bayraktar : 1 Haziran 2010 tarihinde Gazi Üniversitesi Mühendislik Mimarlık Fakültesi tarafından “toplu konut alanındaki birikimi, konut üretimi konusundaki çalışmaları, gecekondu önleme, kentsel gelişim ve yenileme çalışmaları, 1 Şubat 2013’te Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi (FSMVÜ) ''Gecekondulaşmanın önlenmesi, yenileşme ve dö-
duriyetleri hala sürüyor. Yolsuzluklara karışan 3 Bakan görevden istifa ederken, giderayak Erdoğan Bayraktar suç örgütünün lideri olarak Tayyip Erdoğan’ı işaret etti. Yolsuzluk dosyalarının gündeme gelme olasılığı olan bazı bakanlar ise kabine değişikliği ile görevden alınırken, AKP’de istenmeyen insanların sayısı arttı. Merak konusu olan ise el üstünde tutarak fahri doktora yalakalığı için yarıştıkları bu isimlere şimdi fahri doktara verip veremeyecekleri?
nüşüm çalışmaları”, 11 Şubat 2013 tarihinde Kocaeli Üniversitesi tarafından "Gecekondulaşmanın önlenmesine katkıları ve kentsel dönüşüm uygulamaları" nedeniyle Fahri Doktora aldı. Bayraktar’a 21 Mayıs 2013’te Karadeniz Teknik Üniversitesi tarafından da fahri doktara ünvanı verildi. Mustafa Demir: Yolsuzluk operasyonunda gündeme gelen bir diğer isim Fatih Belediye Başkanı Mehmet Demir’e ise 19 Eylül 2013 tarihinde İstanbul Üniversitesi tarafından İletişim alanında fahri doktora ünvanı verildi.
Amirim el ele tutuşmuşlar! Gaziantep Üniversite’sindeki fişleme belgeleri herkesi şaşırttı. Fişlerde öğrencilerin siyasi görüşlerinden aktivitelerine, tüm kişisel bilgilerinin yanı sıra özel hayatlarına kadar bilgilerin yazıldığı açığa çıktı Gaziantep Üniversitesi'nin İslahiye ilçesindeki Meslek Yüksekokulu'nda öğrencilerin polis tarafından fişlendikleri ortaya çıktı. Valilik ortaya çıkan fişleme belgeleriyle ilgili soruşturma başlattığını açıkladı. Üniversitelerde öğrencilerin siyasi görüşlerine göre fişlendikleri bilinen bir gerçek ancak Gaziantep Üniversite’sindeki fişleme
belgeleri herkesi şaşırttı. Fişlerde öğrencilerin siyasi görüşlerinden aktivitelerine, tüm kişisel bilgilerinin yanı sıra özel hayatlarına kadar ayrıntılı bilgilerin yazıldığı açığa çıktı. Belgelerde kişilerin fotoğrafı, kimlik numarası, anne ve baba adı, doğum yeri ve tarihi, nüfusa kayıtlı olduğu yer, İslahiye’deki adresleri, telefon numaraları, elektronik posta adre-
si, velilerinin telefon numaraları ve adresleri yazıyor. Belgelerdeki tarihler 2010’dan 2011 sonuna kadar fişleme yapıldığını gösteriyor. Ancak, fişlemelerin bu tarihten sonra da devam ettiği ve hala sürdüğü belirtiliyor. Öğrencilerin özel hayatlarıyla ilgili bilgiler ise fişlemenin ne kadar detaylı yapıldığını ortaya koyuyor. Fişlerde kişilerin kimlerle ne yaptığı, arabada birlikte oturma, “kol kola” gezme, aynı evi paylaşma, ettiği kavga, birbiriyle samimi görünme gibi bilgile-
ri yer alıyor. Öğrenciler, İslahiye'deki üniversite yönetiminin de fişlemelerleden haberdar olduğunu savundular. Emniyet ve İstihbarat tarafından sürekli takip edilmekten yakınıyorlar. “Muhafazakar demokratlık” adı altında gerici politikalarını topluma yayma çabalarını en çok üniversiteli kimliği üzerinde uygulamaya çalışan AKP iktidarı, bir baskı aracı olarak kullandığı fişlemelere ile kişilerin özel hayatlarını “Sizi her yerde izliyoruz” diyerek tehdit ediyor.
Karadeniz Teknik Üniversite(KTÜ) Öğrenci Kolektifi üyeleri yakalandığı kanser sonucu hayatını kaybeden arkadaşları KTÜ Edebiyat Fakültesi öğrencisi Ahmet Yılmaz anısına, doğduğu yer olan Tonya’da bir kütüphane kurmak için yardım standı açtılar. İhtiyaç listesinin bulunduğu afişleri sökerek yardım standına saldırmak isteyen bir gruba üniversiteliler müsaade etmedi. KTÜ Öğrenci Derneği adı altında çalışma yapan bu faşist grubun arasında Trabzon Ülkü Ocağı Başkanı’nın da görülmesine rağmen müdahale edilmemesi tepki topladı. Üniversite yönetimi ve polisin tavrından güç alan grup saldırı sonrasında KTÜ Öğrenci Kolektifi üyesi Fidel Çakmak’ı hedef alan afişleri üniversiteye ve çevre mahallere astı. Faşist saldırının elebaşı KTÜ Öğrenci Derneği başkanıyla görüşen rektör, saldırıların hedefi olan Fidel’in görüşme talebine “Konuşulacak bir şey yok her şey inceleniyor.” cevabını verdi. KTÜ Kolektif üyesi Fidel Çakmak saldırılara ve tehditlere karşı sessiz kalmayacağını, gerekli yerlere suç duyurusunda bulunacağını söyledi.
Ne “Üniversiteli”ymiş arkadaş! Üniversiteli’nin yenilenen sayısı sadece üniversitelilerin değil, halk düşmanlarının ve çetelerin de “ilgisini çekti”
Kocaeli AKP İl Başkanı’nın odasında Üniversiteli Gazetesi ve Öğrenci Kolektifleri’ne ait broşürler ve notlar görüntülendi
Uludağ Üniversitesi’nde üniversite yönetimin desteğiyle Suriye’deki silahlı çetelere para toplanmasına üniversiteliler itiraz ederek masanın kaldırılmasını sağlamıştı. El-Nusra için para toplayan İnsan Yardım Vakfı (İHH) üyeleri daha sonra Suriye’deki cihatçı çetelere gönderileceğini itiraf ederek tehditler savurmuştu. Yaşanan olayların ardından Üniversiteli Gazetesi’nin mailine Adana’da bir noktaya ait olan ip adresinde tehdit içerikli bir mail gönderildi. “Selam hidayete tabi olanların üzerine gelsin. Ey kafirler dinleyin o gün üniversiteden kovduklarınız bizim kardeş-
lerimizdir ve bugün bizler size çocukların saçlarını bir gecede ağartacak elem dolu gecelerle geliyoruz. Kafalarınız yollarımızı süsleyecek, kanlarınızla besleyeceğiz toprağı ey kafirler siz iyi bilin: Biz sizin yaşamı sevdiğiniz kadar bizler ölümü seviyoruz” yazan mail, emperyalizmin ve AKP’nin beslediği katliamcı çetelerin insanlığa olan nefretini gösterdi. El-Nusra tarafından açıkça tehdit edilen Uludağ Kolektif’den konuyla ilgili açıklama geldi. Uludağ Kolektif’in açıklamasında “Bizi tehdit edenler de şunu iyi bilsinler: Biz “yaşamı seven”, ülkesini seven üniversiteliler olarak o
gün nasıl karşı koyduysak onlara öyle savunacağız üniversitelerimizi! AKP’nin, gericilerin, faşistlerin değil üniversiteler bizimdir!” cümlelerine yer verildi. Ayrıca ElNusra tarafından yapılan bu tehdit hakkında savcılığa suç duyurusunda bulunuldu. Üniversiteli Gazetesi’nin Aralık sayısı İslamcı çetelerin dışında AKP’nin de ilgi alanına da girdi. Kocaeli’nde AKP İl başkanı Mahmut Civelek basın açıklaması yaptığı odada unuttuğu özel notları basına yansıdı. Civelek’in notlar arasında Üniversiteli Gazetesi, Öğrenci Kolektifleri’ne ait broşürler ve isim listeleri göze çarptı.
Mersin Üniversitesi Bahar için ayakta Mersin Üniversitesi'nde 17 Aralık 2013 günü kampüsten yurduna giden Bahar Salim adlı üniversiteli geçirdiği trafik kazası sonucu hayatını kaybetti. Yurt yoluna çözüm isteyen öğrenciler kampüs içerisinde gece saat 12'ye kadar ring seferleri konulması, eylem sonrası öğrencilere soruşturma açılmaması, yemekhane özelleştirmesinin durdurulması taleplerini okul yönetiminince kabul edilmemesi üstüne rektörlüğü işgal etti. Üniversiteye TOMA ve çevik kuvvetin girmesi üzerine işgali sürdüren öğrenciler polis üniversiten çıkıncaya kadar işgali sürdüreceklerini söyledi. Talepleri kabul edilen öğrenciler imzalı belge aldı polis üniversiteden çıkınca işgali sonlandırdı.
SIYAH MAVI KIRMIZI SARI
6
Almanak
Almanak 10 OCAK: 3 kadın katledildi
Ocak
21 MART: Tarihi Newroz
7 NİSAN: Emek bizim İstanbul bizim! Sinema sanatçılarının geniş katılımıyla Emek Sineması’nın yıkımına karşı bir eylem düzenlendi. Aralarında dünyaca ünlü yönetmen Costa Gavras’ın da olduğu sanatçılar ve yönetmenler Emek Sineması’nın kamuya ait olduğunu, hukuksuz bir şekilde yıkılmasına, yerine AVM yapılmasına müsaade etmeyeceklerini söylediler. Eyleme katılanlar polisin sert müdahelesiyle karşılaştı. Gaz ve tazyikli suyla saldıran polis İstiklal Caddesi’ni savaş alanına çevirdi. Başbakan, Kültür Bakanı, Belediye Başkanları ve Kamer İnşaat yetkilileri tarafından defalarca yıkılmayacağı, restorasyon yapılıp üst kata taşınacağı söylenen Emek Sineması 20 Mayıs’ta yıkıldı.
Diyarbakır’da kutlanan Newroz’a bir milyondan fazla kişi katıldı. Herkesin merakla beklediği Abdullah Öcalan’ı mektubu Türkçe ve Kürtçe okundu. Barış süreci resmen ilan edilmiş oldu.
Abdullah Öcalan ile görüşmelerin ertesinde Paris’te 3 Kürt kadın öldürüldü. AKP’nin barış müzakerelerini başlattığı süreçte Sakine Cansız, Fidan Doğan ve Leyla Şaylemez’in öldürülmesiyle ilgili yaptığı açıklamalar öfkeyle karşılandı.
1 MAYIS: İstanbul’da OHAL
SAYFA 06
Mayıs
AKP’nin yayalaştırma projesi bahanesiyle yasakladığı Taksim’e çıkabilmek için yüzbinler meydanlardaydı. Şişli, Mecidiyeköy ve Beşiktaş’ta işçi, emekçi ve öğrenciler saatlerce Taksim’e çıkabilmek için direndi. 1 Mayıs’tan sonra Taksim tüm eylem ve yürüyüşlere yasaklandı, her toplanmaya saldırı oldu.
AKP’nin dış politikadaki başarısızlığı sonucu meydana gelen krizler onlarca masum insanın ölümüyle sonuçlandı. Hatay’ın Reyhanlı ilçesinde meydana gelen patlamada resmi rakamlara göre 52 kişi hayatını kaybetti onlarca insan yaralandı. AKP saldırının sorumluluğunu İsrail’in istihbarat teşkilatı olan El-Muhaberat’a yıktı. Reyhanlı patlamasıyla ilgili belgeleri sızdırdığı iddia edilen ve Redhack ajanı olmakla suçlanan Er Utku Kali tutuklandı. Redhack’in yayınladığı belgelerle birlikte jandarmanın saldırının istihbaratını günler öncesinden aldığı öğrenildi. AKP’nin adaleti yüzünden Utku Kali suçsuz yere aylarca hapis yattı. Suçlular ise bulunamadı.
Taksim Gezi Parkı’nda 5 ağacın sökülmesine tepki gösteren insanların polis saldırısına uğraması ve çadırlarının yakılmasıyla halkın öfkesi isyana dönüştü. 31 Mayıs ve 1 Haziran’da yüzbinlerce insanın direnmesi sayesinde polis geri çekildi. Gezi’de tekrar çadırlar kuruldu ve Türkiye’de yaşanmamış bir deneyim yaşandı.
Bilimsel bilginin sermaye odaklı yeniden üretiminin yapıldığı ve şirket mantığıyla kurulan vakıf üniversiteleri ile sermaye ve siyasi iktidar ilişkisini açık bir şekilde gözler önüne seren bir çalışma yapıldı
+
2014
2013’TE YİTİRDİKLERİMİZ Berfo Ana Berfo Ana 12 Eylül de gözaltına alındıktan sonra bir daha haber alamadığı oğlu Cemil Kırbayır için Cumartesi Anneleri ile eylemlere katılıyordu. Berfo Ana 21 Şubat tarihinde 105 yaşında aramızdan ayrıldı. Hugo Chavez Venezüella’da ’21. Yüzyıl için sosyalizm’ sloganıyla 1998’den itibaren devlet başkanlığı yapan Bolivarcı devrimin lideri Hugo Chavez 6 Mart 2013 günü yaşamını yitirdi. Mehmet Ayvalıtaş
11 MAYIS: Reyhanlı’da patlama
27 MAYIS: Gezi direnişi
7
Mehmet Ayvalıtaş, 2 Haziran gecesi Ümraniye 1 Mayıs mahallesinde Gezi eylemleri sırasında yaşamını yitirdi. Abdullah Cömert Abdullah Cömert, Antakya’da ki Gezi eylemleri sırasında 3 Haziran günü başına gaz fişeği isabet etmesi sonucu hayatını kaybetti. Ethem Sarısülük Ankara’daki Gezi eylemleri sırasında polis memuru Ahmet Şahbaz tarafından doğrudan vurularak katledildi. 1 Haziran günü vurulan Ethem 14 gün komada kalarak 14 Haziran günü yaşamını yitirdi. Medeni Yıldırım Medeni Yıldırım Lice’de yapılan askeri “Kalekolu“ protesto edenler arasındaydı. Barış temalı eylem sırasında askerler tarafından açılan ateş sonucu 28 Haziran günü yaşamını yitirdi.
AKP’li bir ülkede sömürü ve baskılar herkes için artık yeter seviyesindeyken, elbette ki üniversiteliler içinde tek yol sokak ve 2013 direnişin yılıydı. Türkiye her gün başka bir yasaklama, yıkım, rant, talan ve gericilik projesiyle güne merhaba derken halk için tek adres sokak, AKP’nin saldırılarının sonucu da direniş oldu. Bütün bir yılı, direnişin yılını birkaç cümle ile tariflemek mümkün olmayacak ancak şu kesin 2013 AKP için sonun başlangıcı oldu umuyoruz ki 2014’te sonu olur. AKP yıkılıp düşlenen güneşli ve umutlu yarınlar kurulana dek yol hep sokak yıl hep direnişin yılı olacak.
Ali İsmail Korkmaz Eskişehir’de Gezi eylemlerine katılan Ali İsmail Korkmaz polis ve ‘Biz devletin polisine yardım etmiştik’ diyen sivil faşistler ve polisler tarafından sokak ortasında dövüldü. 38 gün komada kalan Ali İsmail’i 10 Temmuz’da hayatını kaybetti. Ahmet Atakan Armutlu ’da 9 Eylül günü Tuzluçayır, ODTÜ ve Okmeydanı’na dayanışma için yapılan eylemde polis saldırısı sonucu yaşamını yitirdi. Tuncel Kurtiz
15 HAZİRAN: Polis Gezi’ye yine saldırdı
Haziran
um urd Y lek Me : n syo a r st İllu
Brezilya'da hayat pahalılığı ve Dünya Kupası harcamalarını protesto için yüzbinler sokağa döküldü, 11 kenti direniş merkezine çevirdi.
Vali Mutlu’nun Gezi’ye dokunmayacağız demesine rağmen polis tekrar saldırdı. Parkta bebeklerin ve çocukların olmasını önemsemeyen polis Gezi’yi tazyikli su ve biber gazıyla boşalttı. Gezi’nin halka kapanmasıyla direniş parklarda ve mahallerde forumlar şeklinde devam etti.
5 AĞUSTOS: Ergenekon’da karar Bir çok isim müebbetle cezalandırıldı. Mehmet Haberal tahliye edildi. Dava başlangıcında darbeyi yargılayacağını söyleyen AKP’nin yargısı AKP karşıtlığını yargıladı.
18 HAZİRAN: Brezilya
3 EKİM: Savaş tezkeresi Suriye'ye ilişkin, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin dış ülkelere gönderilmesine imkan sağlayan ve bunun için hükümete yetki veren Başbakanlık Tezkeresi, TBMM Genel Kurulu'nda AKP ve MHP’nin oylarıyla kabul edildi.
29 EKİM
28 HAZİRAN: Her yer Lice Lice’de kalekola karşı yapılan protesto eyleminde Medeni Yıldırım öldürüldü. Gezi direnişçileri bu sefer Medeni Yıldırım için tüm Türkiye’de meydanlara çıktı.
Marmaray komedisi
17 ARALIK: Yolsuzluk operasyonu
Yıllarca gecikmenin ardından AKP’nin şovuyla Marmaray açıldı. AKP’nin 29 Ekim’e yetiştirmeye çalıştığı Marmaray açılışı öncesinde uzmanların uyarıları dikkate alınmadı. Açıldığı günden itibaren arızalar yaşanan Marmaray’da halk boğazı yürüyerek geçmek zorunda kaldı.
Dershane tartışmalarıyla patlak veren AKPCemaat geriliminin ardından 16 Aralık’ta cemaatin vekili olarak nitelendirilen Hakan Şükür istifa etti. İstifa ile Cemaat AKP’ye yolları ayırma sinyalleri verdi. Sonrasında AKP’li bakan oğullarını ve Halk Bankası müdürünü de kapsayan geniş kapsamlı bir yolsuzluk operasyonu yapıldı. Devamında AKP’li bakanlardan Muammer Güler, Erdoğan Bayraktar ve Zafer Çağlayan hükümetten istifa etti.
Sinema, tiyatro oyuncusu, yönetmen ve senarist Tuncel Kurtiz 27 Eylül günü hayatını kaybetti. Sürü, Umut, Duvar gibi Yılmaz Güney filmlerindeki rolleriyle hafızamıza kazınmıştı. Hasan Ferit Gedik Hasan Ferit Gedik 29 Eylül günü Gülsuyu’nda uyuşturucu çetelerinin yol açtığı yozlaşmaya karşı yapılan eylemde çeteler tarafından vurularak hayatını kaybetti. Mandela Güney Afrika’daki ırkçı beyaz rejime karşı yürüttüğü mücadele nedeniyle ömrünün 27 yılını demir parmaklıklar ardında geçirmiş, 1994’ten itibaren 5 yıl devlet başkanlığı yapmış olan Mandela 5 Aralık’ta hayatını kaybetti. Fadime Ayvalıtaş Direnişte kaybettiğimiz Mehmet Ayvalıtaş’ın annesi Fadime ananın kalbi evlat acısına yenik düştü. 13 Aralık günü kalp krizi sonucu hayatını kaybeti. Miran Encü Roboski katliamının yıl dönümünde düzenlenen anmada kalp krizi geçiren Roboski’li anne Miran Encü 28 Aralık’ta hayatını kaybetti
SIYAH MAVI KIRMIZI SARI
6
Almanak
Almanak 10 OCAK: 3 kadın katledildi
Ocak
21 MART: Tarihi Newroz
7 NİSAN: Emek bizim İstanbul bizim! Sinema sanatçılarının geniş katılımıyla Emek Sineması’nın yıkımına karşı bir eylem düzenlendi. Aralarında dünyaca ünlü yönetmen Costa Gavras’ın da olduğu sanatçılar ve yönetmenler Emek Sineması’nın kamuya ait olduğunu, hukuksuz bir şekilde yıkılmasına, yerine AVM yapılmasına müsaade etmeyeceklerini söylediler. Eyleme katılanlar polisin sert müdahelesiyle karşılaştı. Gaz ve tazyikli suyla saldıran polis İstiklal Caddesi’ni savaş alanına çevirdi. Başbakan, Kültür Bakanı, Belediye Başkanları ve Kamer İnşaat yetkilileri tarafından defalarca yıkılmayacağı, restorasyon yapılıp üst kata taşınacağı söylenen Emek Sineması 20 Mayıs’ta yıkıldı.
Diyarbakır’da kutlanan Newroz’a bir milyondan fazla kişi katıldı. Herkesin merakla beklediği Abdullah Öcalan’ı mektubu Türkçe ve Kürtçe okundu. Barış süreci resmen ilan edilmiş oldu.
Abdullah Öcalan ile görüşmelerin ertesinde Paris’te 3 Kürt kadın öldürüldü. AKP’nin barış müzakerelerini başlattığı süreçte Sakine Cansız, Fidan Doğan ve Leyla Şaylemez’in öldürülmesiyle ilgili yaptığı açıklamalar öfkeyle karşılandı.
1 MAYIS: İstanbul’da OHAL
SAYFA 06
Mayıs
AKP’nin yayalaştırma projesi bahanesiyle yasakladığı Taksim’e çıkabilmek için yüzbinler meydanlardaydı. Şişli, Mecidiyeköy ve Beşiktaş’ta işçi, emekçi ve öğrenciler saatlerce Taksim’e çıkabilmek için direndi. 1 Mayıs’tan sonra Taksim tüm eylem ve yürüyüşlere yasaklandı, her toplanmaya saldırı oldu.
AKP’nin dış politikadaki başarısızlığı sonucu meydana gelen krizler onlarca masum insanın ölümüyle sonuçlandı. Hatay’ın Reyhanlı ilçesinde meydana gelen patlamada resmi rakamlara göre 52 kişi hayatını kaybetti onlarca insan yaralandı. AKP saldırının sorumluluğunu İsrail’in istihbarat teşkilatı olan El-Muhaberat’a yıktı. Reyhanlı patlamasıyla ilgili belgeleri sızdırdığı iddia edilen ve Redhack ajanı olmakla suçlanan Er Utku Kali tutuklandı. Redhack’in yayınladığı belgelerle birlikte jandarmanın saldırının istihbaratını günler öncesinden aldığı öğrenildi. AKP’nin adaleti yüzünden Utku Kali suçsuz yere aylarca hapis yattı. Suçlular ise bulunamadı.
Taksim Gezi Parkı’nda 5 ağacın sökülmesine tepki gösteren insanların polis saldırısına uğraması ve çadırlarının yakılmasıyla halkın öfkesi isyana dönüştü. 31 Mayıs ve 1 Haziran’da yüzbinlerce insanın direnmesi sayesinde polis geri çekildi. Gezi’de tekrar çadırlar kuruldu ve Türkiye’de yaşanmamış bir deneyim yaşandı.
Bilimsel bilginin sermaye odaklı yeniden üretiminin yapıldığı ve şirket mantığıyla kurulan vakıf üniversiteleri ile sermaye ve siyasi iktidar ilişkisini açık bir şekilde gözler önüne seren bir çalışma yapıldı
+
2014
2013’TE YİTİRDİKLERİMİZ Berfo Ana Berfo Ana 12 Eylül de gözaltına alındıktan sonra bir daha haber alamadığı oğlu Cemil Kırbayır için Cumartesi Anneleri ile eylemlere katılıyordu. Berfo Ana 21 Şubat tarihinde 105 yaşında aramızdan ayrıldı. Hugo Chavez Venezüella’da ’21. Yüzyıl için sosyalizm’ sloganıyla 1998’den itibaren devlet başkanlığı yapan Bolivarcı devrimin lideri Hugo Chavez 6 Mart 2013 günü yaşamını yitirdi. Mehmet Ayvalıtaş
11 MAYIS: Reyhanlı’da patlama
27 MAYIS: Gezi direnişi
7
Mehmet Ayvalıtaş, 2 Haziran gecesi Ümraniye 1 Mayıs mahallesinde Gezi eylemleri sırasında yaşamını yitirdi. Abdullah Cömert Abdullah Cömert, Antakya’da ki Gezi eylemleri sırasında 3 Haziran günü başına gaz fişeği isabet etmesi sonucu hayatını kaybetti. Ethem Sarısülük Ankara’daki Gezi eylemleri sırasında polis memuru Ahmet Şahbaz tarafından doğrudan vurularak katledildi. 1 Haziran günü vurulan Ethem 14 gün komada kalarak 14 Haziran günü yaşamını yitirdi. Medeni Yıldırım Medeni Yıldırım Lice’de yapılan askeri “Kalekolu“ protesto edenler arasındaydı. Barış temalı eylem sırasında askerler tarafından açılan ateş sonucu 28 Haziran günü yaşamını yitirdi.
AKP’li bir ülkede sömürü ve baskılar herkes için artık yeter seviyesindeyken, elbette ki üniversiteliler içinde tek yol sokak ve 2013 direnişin yılıydı. Türkiye her gün başka bir yasaklama, yıkım, rant, talan ve gericilik projesiyle güne merhaba derken halk için tek adres sokak, AKP’nin saldırılarının sonucu da direniş oldu. Bütün bir yılı, direnişin yılını birkaç cümle ile tariflemek mümkün olmayacak ancak şu kesin 2013 AKP için sonun başlangıcı oldu umuyoruz ki 2014’te sonu olur. AKP yıkılıp düşlenen güneşli ve umutlu yarınlar kurulana dek yol hep sokak yıl hep direnişin yılı olacak.
Ali İsmail Korkmaz Eskişehir’de Gezi eylemlerine katılan Ali İsmail Korkmaz polis ve ‘Biz devletin polisine yardım etmiştik’ diyen sivil faşistler ve polisler tarafından sokak ortasında dövüldü. 38 gün komada kalan Ali İsmail’i 10 Temmuz’da hayatını kaybetti. Ahmet Atakan Armutlu ’da 9 Eylül günü Tuzluçayır, ODTÜ ve Okmeydanı’na dayanışma için yapılan eylemde polis saldırısı sonucu yaşamını yitirdi. Tuncel Kurtiz
15 HAZİRAN: Polis Gezi’ye yine saldırdı
Haziran
um urd Y lek Me : n syo a r st İllu
Brezilya'da hayat pahalılığı ve Dünya Kupası harcamalarını protesto için yüzbinler sokağa döküldü, 11 kenti direniş merkezine çevirdi.
Vali Mutlu’nun Gezi’ye dokunmayacağız demesine rağmen polis tekrar saldırdı. Parkta bebeklerin ve çocukların olmasını önemsemeyen polis Gezi’yi tazyikli su ve biber gazıyla boşalttı. Gezi’nin halka kapanmasıyla direniş parklarda ve mahallerde forumlar şeklinde devam etti.
5 AĞUSTOS: Ergenekon’da karar Bir çok isim müebbetle cezalandırıldı. Mehmet Haberal tahliye edildi. Dava başlangıcında darbeyi yargılayacağını söyleyen AKP’nin yargısı AKP karşıtlığını yargıladı.
18 HAZİRAN: Brezilya
3 EKİM: Savaş tezkeresi Suriye'ye ilişkin, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin dış ülkelere gönderilmesine imkan sağlayan ve bunun için hükümete yetki veren Başbakanlık Tezkeresi, TBMM Genel Kurulu'nda AKP ve MHP’nin oylarıyla kabul edildi.
29 EKİM
28 HAZİRAN: Her yer Lice Lice’de kalekola karşı yapılan protesto eyleminde Medeni Yıldırım öldürüldü. Gezi direnişçileri bu sefer Medeni Yıldırım için tüm Türkiye’de meydanlara çıktı.
Marmaray komedisi
17 ARALIK: Yolsuzluk operasyonu
Yıllarca gecikmenin ardından AKP’nin şovuyla Marmaray açıldı. AKP’nin 29 Ekim’e yetiştirmeye çalıştığı Marmaray açılışı öncesinde uzmanların uyarıları dikkate alınmadı. Açıldığı günden itibaren arızalar yaşanan Marmaray’da halk boğazı yürüyerek geçmek zorunda kaldı.
Dershane tartışmalarıyla patlak veren AKPCemaat geriliminin ardından 16 Aralık’ta cemaatin vekili olarak nitelendirilen Hakan Şükür istifa etti. İstifa ile Cemaat AKP’ye yolları ayırma sinyalleri verdi. Sonrasında AKP’li bakan oğullarını ve Halk Bankası müdürünü de kapsayan geniş kapsamlı bir yolsuzluk operasyonu yapıldı. Devamında AKP’li bakanlardan Muammer Güler, Erdoğan Bayraktar ve Zafer Çağlayan hükümetten istifa etti.
Sinema, tiyatro oyuncusu, yönetmen ve senarist Tuncel Kurtiz 27 Eylül günü hayatını kaybetti. Sürü, Umut, Duvar gibi Yılmaz Güney filmlerindeki rolleriyle hafızamıza kazınmıştı. Hasan Ferit Gedik Hasan Ferit Gedik 29 Eylül günü Gülsuyu’nda uyuşturucu çetelerinin yol açtığı yozlaşmaya karşı yapılan eylemde çeteler tarafından vurularak hayatını kaybetti. Mandela Güney Afrika’daki ırkçı beyaz rejime karşı yürüttüğü mücadele nedeniyle ömrünün 27 yılını demir parmaklıklar ardında geçirmiş, 1994’ten itibaren 5 yıl devlet başkanlığı yapmış olan Mandela 5 Aralık’ta hayatını kaybetti. Fadime Ayvalıtaş Direnişte kaybettiğimiz Mehmet Ayvalıtaş’ın annesi Fadime ananın kalbi evlat acısına yenik düştü. 13 Aralık günü kalp krizi sonucu hayatını kaybeti. Miran Encü Roboski katliamının yıl dönümünde düzenlenen anmada kalp krizi geçiren Roboski’li anne Miran Encü 28 Aralık’ta hayatını kaybetti
SIYAH MAVI KIRMIZI SARI
8
Almanak
Almanak
9
GENÇLİK HEP AYAKTAYDI OCAK
Tayyip Erdoğan’ın 18 Aralık günü ODTÜ’ye gelmesiyle birlikte, yıllardır üniversitelerine AKP’yi sokmayan üniversiteliler tarafından hafızalardan silinmeyecek bir direniş sergilendi. Binlerce polis ve onlarca zırhlı araçla ODTÜ’ye gelen padişah özentisi Tayyip Erdoğan’a karşı bir direniş destanı yazıldı. Ülkede bütün üni-
ŞUBAT
versitelilerin ayağa kalkması ve ODTÜ direnişini kınayan AKP’li rektörlere karşı birçok üniversitede rektörlüklerin işgal edilmesiyle direniş devam etti. Redhack’in AKP’li rektörlerin yaptığı yolsuzlukları açıklamasından sonra ODTÜ direnişiyle ayağa kalkan üniversiteliler soyguncu rektörleri istifaya çağırdı.
4 MART PAZARTESİ
SAYFA 06
KADINLARDAN BAKANLIK İŞGALİ 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nün hemen öncesinde 4 Mart’ta Üniversiteli Kadın Kolektifi, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nı işgal etti. Kadın cinayetlerinin, kadın düşmanlığının, gericiliğin ve cinsi-
NİSAN Baharın gelmesi ve toplumsal muhalefetin bütün kesimlerinin ayağa kalktığı bir dönemde artık ezber olan, üniversiteleri ve üniversitelileri bekleyen şey polis destekli faşist ve gerici saldırılardır. Bu saldırılardan biri de 8 Nisan günü Diyarbakır Dicle Üniversitesi’nde yaşandı.
yetçiliğin hesabını sormak isteyen, Fatma Şahin’i istifaya çağıran kadınlara polis saldırdı. Kadınlar hem bakanlık içinde hem de karakolda işkence gördü.
Mart ayı yine AKP’lilerin üniversiteye girme teşebbüslerine, polis saldırısına ve “AKP’yi üniversiteye sokmayız” diyen üniversitelilerin kararlı duruşlarına sahne oldu. İstanbul Üniversitesi’nde üniversitelilere polis saldırdı. İzmir’de Gümrük ve Ticaret Baka-
Dicle Üniversitesi’ne AKP eliyle desteklenen Hizbullah’ın çıkarma yapması sonucu pek çok üniversiteli yaralandı. Direnen üniversitelilere polis saldırdı. Yaşananlar pek çok üniversitede protesto edildi, üniversite gericiliğe karşı direndi. Gerici saldırılar Dicle ile sınırlı kalmadı.
nı Hayati Yazıcı, Çukurova Üniversitesi’nde Suat Kılıç, Mersin’de Zafer Çağlayan’da üniversiteye girmeye çalışan diğer AKP’li bakanlarla aynı kaderi paylaşarak yumurtadan nasibini aldı.
l MART
Egemen Bağış’ın katılımıyla 26 Şubat günü İstanbul Üniversitesi’nde yapılacağı duyurulan “İfade Özgürlüğü Konferansı”, “Özgürlük düşmanı AKP üniversitelere giremez“ diyen üniversiteliler tarafından işgal edildi ve üniversiteliler demokratik bir yöntemle kendi kürsülerini kurdular.
17 NİSAN ÇARŞAMBA
TEMMUZ
KATLİAMIN SORUMLUSU AKP’DİR
GENÇLİK SUSMUYOR
Reyhanlı’da 16 Mayıs günü AKP’nin çöken Ortadoğu projesi ve savaş politikalarının katliama yol açtığı bir bomba patladı. AKP’nin sansürü altındaki yandaş medya katliamı gizler-
Mezuniyet törenleri direnişe gönderilen selamlarla, yandaş rektörlere yapılan protestolara sahne oldu. Bu durumdan rahatsız olan İTÜ rektörü Mehmet Karaca eliyle 8 Temmuz günü AK Gençlik İTÜ mezuniyet törenine saldırdı ve saldırı İTÜ'lülerce püskürtüldü. Üniversiteli gençlik Gezi ruhunun üniversitelerde olduğunu AKP iktidarına bir kez daha göstermiş oldu.
MAYIS Üniversiteliler için Mayıs bu yıl çok hareketli ve anlamlıydı. İşçi sınıfının, yoksul halkın, toplumun bütün ezilen kesimlerinin günü olan 1 Mayıs bu yıl herkes için AKP faşizmi-
ken gençlik sansürü delmek ve savaş çığırtkanlarına karşı barışı savunduğunu göstermek için sokağa çıktı. Dolmabahçe’ye yürüyen üniversiteliler polis saldırısına uğradı.
HAZİRAN ne, emek düşmanlığına karşı direnişin günü olarak geçti. Ardından üniversiteliler sokaktaki polis ablukasına ve Tayyip’in eylem yasağına karşı 6 Mayıs’ta ‘Deniz’ olup sokaklara çıktı.
+
İsyanın adıydı “Haziran”, özgürleşmenin ve özgürleştirmenin isyanı, diktatör edalarındaki Tayyip Erdoğan’a halk tarafından atılmış ve yıllarca unutulmayacak tokat niteliğindeki isyan, ülkenin dört bir yanına dalga dalga yayılan bir direnişin öyküsü. Direnişin en ön saflarındaydı, geleceksizleştirilmi üniversiteliler. Bilimi metalaştıran, gericileştiren ve gencecik hayatları ça-
KASIM
lan AKP iktidarından ve Tayyip Erdoğan’dan hesap sormak, yüz binlerle “Hükümet istifa” sloganını haykırmak için sokaklardaydı üniversiteliler. Haziran’ın yıldızlarına uğurlanan beş genç Ethem’le, Abdullah’la, Mehmet, Medeni ve üniversitelilerin sıra arkadaşı Ali İsmail ile adeta bu direnişin bir başlangıç olduğunun göstergesiydi Haziran.
AKP’SİZ BİR HAFTA
Üniversiteliler 6 Kasım öncesindeki haftayı Ali İsmail Korkmaz’ın anısına Türkiye’nin pek çok üniversitesinde AKP’siz bir hafta olarak ilan etti ve üniversitenin kapısını yandaş rektörlere, AKP’lilere, onla-
ARALIK Ardından karşı atağa kalkan ve kavgayı derinleştiren hamle başbakanın emriyle AKP tarafında yapılmış oldu cemaat kadrosu olan emniyet müdürleri tasfiye edildi. Uyuyan adalet mekanizması yargı AKP ile cemaat
arasında bir ileri bir geri yapa dururken üniversiteliler “Bu pisliği gençlik temizleyecek” sloganıyla sokaklara çıktı. 27 Aralık günü Taksim çağrısında “AKP’yi yıkacağız, Hükümet İstifa” diyerek barikatların arkasındaki yerini aldı.
Şu-
EKİM
rın katil polisine ve YÖK’üne kapattı. Ardından 6 Kasım günü pek çok ilde Ali İsmail maskeleri takılarak AKP’ye, polisine ve YÖK’üne karşı sonuna kadar direnişin sözünün verildiği kitlesel eylemler düzenlendi. Ankara’nın baş belası dendiğinde akla ilk gelen isim Melih Gökçek üphesiz bu akli dengesi yerinde olmadığına hiç şüphe duyulmayan AKP’li belediye başkanı bu seferde ODTÜ ormanlığından ge-
EYLÜL Eylül ayı üniversiteliler için direnişin üniversitelere taşınması anlamına gelirken AKP için “Eylül Sendromu” olarak geçecek bir aydı. Direniş kültürünün içinden çıkan forumlar, sloganlar, söylemler üniversitelerde ki direnişin şeklini oluşturdu. Ali İsmail’in katilleri üniversite kampüslerinden kovulrinden hesap sormak yine sokaklaçecek olan yol projesi adını verdiği rant projesiyle ODTÜ’ye savaş açtı. ODTÜ’lüler ra çıktı. Gökçek’in rant projesine karşı bir kez daha direnişin ateşini yaktı. Türkiye’nin pek çok üniversitesinde fidan dikerek destek eylemleri düzenlendi ve bazı üniversitelerde rektörlükler işgal edildi.
l
l
12 Nisan günü İstanbul Üniversitesi’nde Hizbullah yanlısı gericiler ve polis üniversitelilere saldırdı.
4 MAYIS PAZARTESİ
MEDYANIN 2013 ÇETELESİ Atılanlar, satılanlar, sansür ve alternatif medya 2013 yılı medya için de hareketli bir sene oldu. Satılan kanallar, işten atılanlar, yandaş haberler ve tabiki penguenler. Gezi direnişinin dış mihraklar tarafından çıkarıldığını söyleyen kanallar haberleriyle, gazeteler manşetleriyle '' dış mihrak'' unsurunu sürekli gündemde tutmaya çalıştı. Alternatif medya neydi? Ana akım medya daha önce olduğu gibi tüm kitlesel eylemleri provokasyon olarak açıklasa da durumun aslında öyle olmadığını fark eden alternatif medya çözümü kendi imkanlarıyla açtıkları kanallarda buldu.''Çapul Tv, Naber Medya, Ötekilerin Postası, VagusTv '' gibi politik hedefleri olan insanlar tarafından kurulan bu tarz haber siteleri oldukça yankı yaptı ve zamanla herkesin kendinden bir parça bulabileceği haber alma araçları haline geldi. Gezi İsyanı’nda da gerçekleri halkın gözünden gösteren yine alternatif medyaydı. Birçok medya aracının sessiz kaldığı olaylara çarpıcı bir dille değinen alternatif medya kuruluşları Haziran İsyanı’nı da halkın gündeminde tuttu. Atılanlar, satılanlar Ana akım medya muhalif kişiliği olan ve egemen güçlerin sevmediği yazıları kaleme alan yazarların da “kalemini kırdı” bu sene. Can Dündar ''sert yazdığı'' gerekçesiyle Milliyet’ten atıldı, Hasan Cemal de Milliyet Gazetesi’nden kovuldu. Kalemi kırılanlar sadece muhalif yazarlar olmadı. Nazlı Ilıcak yolsuzluk operasyonlarında Cemaat’in tarafını tutmuş bunun sonucunda Sabah gazetesindeki işine son verilmişti, Ilıcak twitter adresinden ''İtibarımı kaybedeceğime işimi kaybettim'' açıklamasını yapmıştı. Medyadaki hareket bunlarla sınırlı kalmadı. El değiştiren kanallar gündemde pek yer tutmadı ama aslında yayınlarda epeyce değişikliğe rastlandı. Show TV'ye TMSF el koyduktan
sonra Ciner Grubuna satıldı ve Show TV’nin eski kadrosunun büyük kısmı zorunlu izne çıkarıldı. Haber spikerine kadar yeniliğe giden Show TV, Kanal 7 spikerini kanala transfer etti. Show TV'nin yanında ATV de Kalyon İnşaat’a satıldı ancak yayın hayatı içinde değişikliğe gitmedi. Hala haber sonlarında Salih Memecan'ın karikatürleri devam ediyor. Taraf gazetesi yazarı Oral Çalışlar kendisine danışılmadan Yazı İşleri Müdürü Kurtuluş Tayiz’in görevden alınmasını görevine ve yazı işlerine müdahale olarak açıklamış; bunun sonucunda istifasını sunmuştu. Akşam Gazetesi de istifa ve işten çıkarmalarda göze çarpan medya kuruluşlarından. Deniz Ülke Arıboğan; Akşam gazetesinde bir veda yazısı yazarak gazete ile yollarını ayırdı. Daha sonra Türkiye gazetesinde yazmaya başlayan Arıboğan kısa bir süre sonra yaptığı açıklama ile “Dostça ayrıldık’’ demişti. Öncelerde de yazdığı yazılardan dolayı Yeni Şafak ve Zaman gazetesinden çıkarılan Ahmet Taşgetiren yine yazdığı ‘’En Çok Hizmet’i Vuracak’’ yazısı nedeniyle Bugün gazetesinden de çıkarılmıştı. İşten çıkarma rekorlarından biri ise 12 kişi ile NTV’ye ait. Ayrıca NTV Tarih dergisi Gezi Parkı’nı konu alan sayısı nedeniyle sansüre uğradı ardından kapatıldı. 2013 yılı gazetecilik açısından şanssız bir sene oldu ve sene sonlarına doğru çıkarılan gazeteci sayısı 85’e yaklaştı. Ve tabii ki bayılanlar! Bazı anlar oldu ki ayılıp bayılanlar çıktı karşımıza. Bülent Ersoy şarkı söylediği esnada tansiyonu düşmüş ve profesyonelce şarkıyı bitirip bayılmıştı. Bayılan biri daha var ki günlerce sosyal medyada dolaştı. Samanyolu Ana Haber spikeri dershane haberini sunarken bayıldı.
SIYAH MAVI KIRMIZI SARI
8
Almanak
Almanak
9
GENÇLİK HEP AYAKTAYDI OCAK
Tayyip Erdoğan’ın 18 Aralık günü ODTÜ’ye gelmesiyle birlikte, yıllardır üniversitelerine AKP’yi sokmayan üniversiteliler tarafından hafızalardan silinmeyecek bir direniş sergilendi. Binlerce polis ve onlarca zırhlı araçla ODTÜ’ye gelen padişah özentisi Tayyip Erdoğan’a karşı bir direniş destanı yazıldı. Ülkede bütün üni-
ŞUBAT
versitelilerin ayağa kalkması ve ODTÜ direnişini kınayan AKP’li rektörlere karşı birçok üniversitede rektörlüklerin işgal edilmesiyle direniş devam etti. Redhack’in AKP’li rektörlerin yaptığı yolsuzlukları açıklamasından sonra ODTÜ direnişiyle ayağa kalkan üniversiteliler soyguncu rektörleri istifaya çağırdı.
4 MART PAZARTESİ
SAYFA 06
KADINLARDAN BAKANLIK İŞGALİ 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nün hemen öncesinde 4 Mart’ta Üniversiteli Kadın Kolektifi, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nı işgal etti. Kadın cinayetlerinin, kadın düşmanlığının, gericiliğin ve cinsi-
NİSAN Baharın gelmesi ve toplumsal muhalefetin bütün kesimlerinin ayağa kalktığı bir dönemde artık ezber olan, üniversiteleri ve üniversitelileri bekleyen şey polis destekli faşist ve gerici saldırılardır. Bu saldırılardan biri de 8 Nisan günü Diyarbakır Dicle Üniversitesi’nde yaşandı.
yetçiliğin hesabını sormak isteyen, Fatma Şahin’i istifaya çağıran kadınlara polis saldırdı. Kadınlar hem bakanlık içinde hem de karakolda işkence gördü.
Mart ayı yine AKP’lilerin üniversiteye girme teşebbüslerine, polis saldırısına ve “AKP’yi üniversiteye sokmayız” diyen üniversitelilerin kararlı duruşlarına sahne oldu. İstanbul Üniversitesi’nde üniversitelilere polis saldırdı. İzmir’de Gümrük ve Ticaret Baka-
Dicle Üniversitesi’ne AKP eliyle desteklenen Hizbullah’ın çıkarma yapması sonucu pek çok üniversiteli yaralandı. Direnen üniversitelilere polis saldırdı. Yaşananlar pek çok üniversitede protesto edildi, üniversite gericiliğe karşı direndi. Gerici saldırılar Dicle ile sınırlı kalmadı.
nı Hayati Yazıcı, Çukurova Üniversitesi’nde Suat Kılıç, Mersin’de Zafer Çağlayan’da üniversiteye girmeye çalışan diğer AKP’li bakanlarla aynı kaderi paylaşarak yumurtadan nasibini aldı.
l MART
Egemen Bağış’ın katılımıyla 26 Şubat günü İstanbul Üniversitesi’nde yapılacağı duyurulan “İfade Özgürlüğü Konferansı”, “Özgürlük düşmanı AKP üniversitelere giremez“ diyen üniversiteliler tarafından işgal edildi ve üniversiteliler demokratik bir yöntemle kendi kürsülerini kurdular.
17 NİSAN ÇARŞAMBA
TEMMUZ
KATLİAMIN SORUMLUSU AKP’DİR
GENÇLİK SUSMUYOR
Reyhanlı’da 16 Mayıs günü AKP’nin çöken Ortadoğu projesi ve savaş politikalarının katliama yol açtığı bir bomba patladı. AKP’nin sansürü altındaki yandaş medya katliamı gizler-
Mezuniyet törenleri direnişe gönderilen selamlarla, yandaş rektörlere yapılan protestolara sahne oldu. Bu durumdan rahatsız olan İTÜ rektörü Mehmet Karaca eliyle 8 Temmuz günü AK Gençlik İTÜ mezuniyet törenine saldırdı ve saldırı İTÜ'lülerce püskürtüldü. Üniversiteli gençlik Gezi ruhunun üniversitelerde olduğunu AKP iktidarına bir kez daha göstermiş oldu.
MAYIS Üniversiteliler için Mayıs bu yıl çok hareketli ve anlamlıydı. İşçi sınıfının, yoksul halkın, toplumun bütün ezilen kesimlerinin günü olan 1 Mayıs bu yıl herkes için AKP faşizmi-
ken gençlik sansürü delmek ve savaş çığırtkanlarına karşı barışı savunduğunu göstermek için sokağa çıktı. Dolmabahçe’ye yürüyen üniversiteliler polis saldırısına uğradı.
HAZİRAN ne, emek düşmanlığına karşı direnişin günü olarak geçti. Ardından üniversiteliler sokaktaki polis ablukasına ve Tayyip’in eylem yasağına karşı 6 Mayıs’ta ‘Deniz’ olup sokaklara çıktı.
+
İsyanın adıydı “Haziran”, özgürleşmenin ve özgürleştirmenin isyanı, diktatör edalarındaki Tayyip Erdoğan’a halk tarafından atılmış ve yıllarca unutulmayacak tokat niteliğindeki isyan, ülkenin dört bir yanına dalga dalga yayılan bir direnişin öyküsü. Direnişin en ön saflarındaydı, geleceksizleştirilmi üniversiteliler. Bilimi metalaştıran, gericileştiren ve gencecik hayatları ça-
KASIM
lan AKP iktidarından ve Tayyip Erdoğan’dan hesap sormak, yüz binlerle “Hükümet istifa” sloganını haykırmak için sokaklardaydı üniversiteliler. Haziran’ın yıldızlarına uğurlanan beş genç Ethem’le, Abdullah’la, Mehmet, Medeni ve üniversitelilerin sıra arkadaşı Ali İsmail ile adeta bu direnişin bir başlangıç olduğunun göstergesiydi Haziran.
AKP’SİZ BİR HAFTA
Üniversiteliler 6 Kasım öncesindeki haftayı Ali İsmail Korkmaz’ın anısına Türkiye’nin pek çok üniversitesinde AKP’siz bir hafta olarak ilan etti ve üniversitenin kapısını yandaş rektörlere, AKP’lilere, onla-
ARALIK Ardından karşı atağa kalkan ve kavgayı derinleştiren hamle başbakanın emriyle AKP tarafında yapılmış oldu cemaat kadrosu olan emniyet müdürleri tasfiye edildi. Uyuyan adalet mekanizması yargı AKP ile cemaat
arasında bir ileri bir geri yapa dururken üniversiteliler “Bu pisliği gençlik temizleyecek” sloganıyla sokaklara çıktı. 27 Aralık günü Taksim çağrısında “AKP’yi yıkacağız, Hükümet İstifa” diyerek barikatların arkasındaki yerini aldı.
Şu-
EKİM
rın katil polisine ve YÖK’üne kapattı. Ardından 6 Kasım günü pek çok ilde Ali İsmail maskeleri takılarak AKP’ye, polisine ve YÖK’üne karşı sonuna kadar direnişin sözünün verildiği kitlesel eylemler düzenlendi. Ankara’nın baş belası dendiğinde akla ilk gelen isim Melih Gökçek üphesiz bu akli dengesi yerinde olmadığına hiç şüphe duyulmayan AKP’li belediye başkanı bu seferde ODTÜ ormanlığından ge-
EYLÜL Eylül ayı üniversiteliler için direnişin üniversitelere taşınması anlamına gelirken AKP için “Eylül Sendromu” olarak geçecek bir aydı. Direniş kültürünün içinden çıkan forumlar, sloganlar, söylemler üniversitelerde ki direnişin şeklini oluşturdu. Ali İsmail’in katilleri üniversite kampüslerinden kovulrinden hesap sormak yine sokaklaçecek olan yol projesi adını verdiği rant projesiyle ODTÜ’ye savaş açtı. ODTÜ’lüler ra çıktı. Gökçek’in rant projesine karşı bir kez daha direnişin ateşini yaktı. Türkiye’nin pek çok üniversitesinde fidan dikerek destek eylemleri düzenlendi ve bazı üniversitelerde rektörlükler işgal edildi.
l
l
12 Nisan günü İstanbul Üniversitesi’nde Hizbullah yanlısı gericiler ve polis üniversitelilere saldırdı.
4 MAYIS PAZARTESİ
MEDYANIN 2013 ÇETELESİ Atılanlar, satılanlar, sansür ve alternatif medya 2013 yılı medya için de hareketli bir sene oldu. Satılan kanallar, işten atılanlar, yandaş haberler ve tabiki penguenler. Gezi direnişinin dış mihraklar tarafından çıkarıldığını söyleyen kanallar haberleriyle, gazeteler manşetleriyle '' dış mihrak'' unsurunu sürekli gündemde tutmaya çalıştı. Alternatif medya neydi? Ana akım medya daha önce olduğu gibi tüm kitlesel eylemleri provokasyon olarak açıklasa da durumun aslında öyle olmadığını fark eden alternatif medya çözümü kendi imkanlarıyla açtıkları kanallarda buldu.''Çapul Tv, Naber Medya, Ötekilerin Postası, VagusTv '' gibi politik hedefleri olan insanlar tarafından kurulan bu tarz haber siteleri oldukça yankı yaptı ve zamanla herkesin kendinden bir parça bulabileceği haber alma araçları haline geldi. Gezi İsyanı’nda da gerçekleri halkın gözünden gösteren yine alternatif medyaydı. Birçok medya aracının sessiz kaldığı olaylara çarpıcı bir dille değinen alternatif medya kuruluşları Haziran İsyanı’nı da halkın gündeminde tuttu. Atılanlar, satılanlar Ana akım medya muhalif kişiliği olan ve egemen güçlerin sevmediği yazıları kaleme alan yazarların da “kalemini kırdı” bu sene. Can Dündar ''sert yazdığı'' gerekçesiyle Milliyet’ten atıldı, Hasan Cemal de Milliyet Gazetesi’nden kovuldu. Kalemi kırılanlar sadece muhalif yazarlar olmadı. Nazlı Ilıcak yolsuzluk operasyonlarında Cemaat’in tarafını tutmuş bunun sonucunda Sabah gazetesindeki işine son verilmişti, Ilıcak twitter adresinden ''İtibarımı kaybedeceğime işimi kaybettim'' açıklamasını yapmıştı. Medyadaki hareket bunlarla sınırlı kalmadı. El değiştiren kanallar gündemde pek yer tutmadı ama aslında yayınlarda epeyce değişikliğe rastlandı. Show TV'ye TMSF el koyduktan
sonra Ciner Grubuna satıldı ve Show TV’nin eski kadrosunun büyük kısmı zorunlu izne çıkarıldı. Haber spikerine kadar yeniliğe giden Show TV, Kanal 7 spikerini kanala transfer etti. Show TV'nin yanında ATV de Kalyon İnşaat’a satıldı ancak yayın hayatı içinde değişikliğe gitmedi. Hala haber sonlarında Salih Memecan'ın karikatürleri devam ediyor. Taraf gazetesi yazarı Oral Çalışlar kendisine danışılmadan Yazı İşleri Müdürü Kurtuluş Tayiz’in görevden alınmasını görevine ve yazı işlerine müdahale olarak açıklamış; bunun sonucunda istifasını sunmuştu. Akşam Gazetesi de istifa ve işten çıkarmalarda göze çarpan medya kuruluşlarından. Deniz Ülke Arıboğan; Akşam gazetesinde bir veda yazısı yazarak gazete ile yollarını ayırdı. Daha sonra Türkiye gazetesinde yazmaya başlayan Arıboğan kısa bir süre sonra yaptığı açıklama ile “Dostça ayrıldık’’ demişti. Öncelerde de yazdığı yazılardan dolayı Yeni Şafak ve Zaman gazetesinden çıkarılan Ahmet Taşgetiren yine yazdığı ‘’En Çok Hizmet’i Vuracak’’ yazısı nedeniyle Bugün gazetesinden de çıkarılmıştı. İşten çıkarma rekorlarından biri ise 12 kişi ile NTV’ye ait. Ayrıca NTV Tarih dergisi Gezi Parkı’nı konu alan sayısı nedeniyle sansüre uğradı ardından kapatıldı. 2013 yılı gazetecilik açısından şanssız bir sene oldu ve sene sonlarına doğru çıkarılan gazeteci sayısı 85’e yaklaştı. Ve tabii ki bayılanlar! Bazı anlar oldu ki ayılıp bayılanlar çıktı karşımıza. Bülent Ersoy şarkı söylediği esnada tansiyonu düşmüş ve profesyonelce şarkıyı bitirip bayılmıştı. Bayılan biri daha var ki günlerce sosyal medyada dolaştı. Samanyolu Ana Haber spikeri dershane haberini sunarken bayıldı.