İbn Hazm - Bahira Risalesi

Page 1

Tercemesi tarafımızdan yapılmıĢtır. Allah razı olsun, demeyi unutmayın! www.zahiriyye.com RĠSÂLE-Ġ BÂHĠRA ĠMAM EBU MUHAMMED ALĠ BĠN HAZM ENDELUSÎ HAKKINDA FASĠD SÖZLER SÖYLEYENLERE REDDĠYE TAHKĠK: MUHAMMED SAĞIYR HASAN MA'SÛMÎ ESERĠ TAHKĠK EDEN KĠġĠNĠN MUKADDĠMESĠ Not: “Risâle-i Bâhira” eserinin metninde çok sayıda yazım hatası, tahrif, sözcük ya da kelime düşmesi olmuştur. Tahkiki yapan üstad, mukaddimesinde buna işaret etmiş ve bunların çoğunu düzeltmiştir. Dergi konseyi, Üstad Ahmed Ratib en-Neffah'tan eseri gözden geçirmesini istirham etmiştir. O da lütfedip, kendisinden talep edilen bu tetkiki kabul etmiştir. Üstad Neffah, ana metinle nüshayı karşılaştırarak tashihler, mülahazalar ve dipnotlarda belirttiğimiz yorumları eklemiştir. Bunları, muhakkik Üstad Muhammed Sağıyr el-Ma'sûmî'nin


yorumlarıyla karışmamaları için (noktalı ha) harfi ile verdik. (Dergi Konseyi) MÜELLĠFĠN BĠYOGRAFĠSĠ: O, Ebu Muhammed Ali bin Ebî Ömer Ahmed bin Said bin Hazm el-Endelûsî el-Kurtubî'dir. Hicretin 384. senesinde Kurtuba'da doğdu.1 Babası, elMansur Muhammed bin Ebî Âmir'in vezirlerinden biri olan Ebu Ömer Ahmed bin Said idi. Babası daha sonra da Mansur'un oğlu Muzaffer'e vezirlik yapmıştı. İbni Hazm, Fars kökenlidir. Atalarından ilk müslüman olan Yezid'dir. O, Yezid bin Ebî Süfyan bin Harb el-Emevî'nin azatlı kölesiydi. Dedesi Halef, atalarından Endülüs'e ilk girendir. Yakut Hamevî ise İbni Hazm'ın aslının Fârisî olduğundan, atalarının aslının Endülüs'ün batısında yer alan “Leble” ilçesinin “Onbe (‫ ”)أونبة‬kazasının “Manta Lisham” köyünden olduğundan bahsettikten sonra, Onun hakkında çeşitli bilgiler zikretmiştir.2 İbni Hazm sarayda doğdu. İhtişam ve servet içinde yetişti. Refah ve bolluk içinde büyüdü. İbni Hazm'ın eğitimine kapalı bir ortamda kadınlarla beraber başladığı zikredilir. Kendisi 1 Ahbâru-h Hukemâ (156), el-Kıftî 2 Mu'cemu-l Üdebâ 12: 235-237


diyor ki3:

“... Kadınları müşahede ettim. Benden başka kimsenin bilemeyeceği sırlarına vakıf oldum. Çünkü ben onları odalarında gördüm. Onların ellerinde büyüdüm. Onlardan başkasını tanımadım. Gençlik dönemi gelip çatana ve bıyıklarım terleyene dek erkeklerin meclisinde oturmadım. Onlar bana Kur'ân'ı öğrettiler. Beni pek çok şiirle beslediler. Bana hat/yazı yazma alıştırmaları yaptırdılar...”. Zekası, zihninin keskinliği, Kitabı, Sünneti, mezhepleri, elMilel ven-Nihal'i, Arapçayı, edebiyatı, mantığı ve şiiri bilme kapasitesi çok ileridüzeyde idi. Aynı zamanda dürüst, dinine bağlı, haşmetli, asaletli, idare kabiliyeti yüksek olan, servet sahibi ve çok kitap yazmış bir zattı.4 İbni Hazm, melikler kendisini sürgüne gönderip dışladıktan sonra, hicretin 456. senesinde köyünde vefat etti.5 KĠTAPLARI ve TASNĠFLERĠ “el-Muhallâ” kitabı, Onun büyük eserlerindendir. Bu kitabında zahirî meseleleri zikretmiştir. İbni Beşkeval diyor ki:6 “Ebu Muhammed bin Hazm, tüm Endülüs ehlinin içinde 3 4 5 6

İbni Hazm el-Endelûsî'nin Risâleleri (Doktor İhsan Abbas'ın Şerhi) 1: 166 Nefhut-Tıyb, Makarrî (Tahkik: Doktor İhsan Abbas), 2: 78, el-İber adlı kitabında 3: 239 Zehebî'den naklen Mu'cemu-l Üdebâ, 12: 248; Vefeyâtu-l A'yân, 3:328 Es-Sıla, İbni Beşkeval, 3:395; Vefeyâtu-l A'yân, 3: 326


İslami ilimleri en çok cem' edeni, onların ma'rifet bakımından en kapasiteli olanı idi. Aynı zamanda lisan ilminde çok engindi. Beşağat ve şiir ilminden çok nasip almıştı. Siyer ve haberleri de çok iyi biliyordu”. İbni Hazm, Hadis İlmi ve Müsnedler hakkında da çok şeyler yazdı. Hadis fıkhı hakkında: “Vacip, Helal, Haram, Sünnet ve İcma Hususunda İslamî Şeriatların Hepsini Toplayan Hasletlerin Fehmine Erişmek” adlı eseri yazmıştır (el-İsâl ilâ Fehmi-l Hısâl). Ayrıca kendisinin “el-İhkâm fî Usûli-l Ahkâm”, “el-Faslu fi-l Milel vel Ehvâu fin-Nihal”, “İbtâlu-l Kıyas ver-Re'y”, “el-İcmâ'u ve Mesâiluhû alâ Ebvâbi-l Fıkh” adlı eserleri vardır. Bunun dışında da kaleme almış olduğu nefis eserleri vardır. Çocuğu diyor ki: Eserleri yaklaşık olarak, el yazması 80 bin yaprak tutan 400 (dörtyüz) cilt tutmaktadır. Dine sımsıkı sarılan verâ sahibi biri idi. İlk başlarda Şafiî idi. Sonra Zahirî oldu. Ancak O, Zahiriye mezhebinin zaferi için, bu mezhebin nezdlerinde makbul olmadığı asrının alimlerine karşı çok mücadele etmiştir ve onların hakikatini ortaya sermek için çok çaba göstermiştir. Bu hususta hiddetli biri idi. Keskin ve aynı zamanda uzun ve ilmi sınırları aşan bir lisanı vardı. Bunun nedeni de insanların onu sindirmeye çalışmış olmaları, Onu vefat edene kadar Endülüs'teki “Leble” badiyesinde yalnızlığa terk etmiş olmaları idi. O, mezhebi ile iftihar ederek der ki:


Görmez misin ki ben bir Zahiriyim Ben, hakkında delil kaim olmayan her şeyin aleyhindeyim

Belki de Onun az önce zikrettiğimiz “el-İsal ilâ Fehmi-l Hısal” adını verdiği Hadis fıkhı hakkındaki eseri bize ulaşmış olsaydı, Onu ifade etmede son noktayı koyardı. Çünkü İbni Hazm, bu eserinde, sahabenin, tabiinin ve Allah hepsinden razı olsun onlardan sonra gelen müslümanların imamlarının fıkhî meselelerdeki kavillerini ve her bir kavlin hüccetini beyan etmişti. İbni Halkan7 bu eseri “büyük bir kitap” şeklinde nitelemiştir. Büyük olasılıkla İbni Halkan bu kitabı görmüş ve bu kitaptan istifade etmiştir. İlginçtir ki İbni Hazm'ın eserlerinin çoğu yok edilmiştir ve gizli kapalı köşelerde saklanmıştır. Yazdığı tasniflerden ancak çok az bir kısmı bize ulaşabilmiştir. Elimizde bu eserlerden, kitap ile risâle arası yaklaşık 50 (elli) adet eseri bulunmaktadır. Fihristlere ve dünyadaki nadir metinleri neşretme ile ilgilenen dergilere baktığımız zaman bu durum net bir biçimde ortaya çıkıyor.

7 Vefeyâtu-l A'yân (Tahkik: Doktor İhsan Abbas), 3: 325


ĠNSANLARIN ONUN TASNĠFLERĠNDEN UZAKLAġMALARININ SEBEBĠ: İbni Halkan, İmam İbni Hazm'ı vasfederken diyor ki:8 “Önceki âlimler hakkında çok tartışıyordu. Onun dilinden nasibini almayan kimse hemen hemen yok gibidir. Bu nedenle de kalpler ondan uzaklaştı. O, zamanındaki fakihleri de hedef aldı. Onlar da ona buğz ile doldular ve kavlini reddettiler ve onun sapık olduğu hakkında icmâya vardılar ve ona ağır sözler söylediler, sultanlarını İbni Hazm'ın fitnesine karşı, avam tabakasını da ona yaklaşmaları ve ondan bir şey almamaları hususunda uyardılar. Melikler de onu uzaklaştırdılar ve ülkesinden sürdüler...”. Ondan uzaklaşmaları belki de eserlerini de öldürmüştür. Onun yazdığı pek çok şeye iltifat etmediler. Hakkında söylenenlere tanıklık edecek az sayıda söz kalmıştır bize.9 Örneğin: “İbni Hazm ile Haccac bin Yusuf'un dilleri kardeş idi”. Hatta şöyle bir darbı mesel10 bile vardır: “Haccac'ın kılıcından ve ibni Hazm'ın dilinden Allah'a sığınırız”. 8 Vefeyâtu-l A'yân, 3: 327 9 Vefeyâtu-l A'yân, 3: 328 10 En-Nucûmu-z Zâhira, 5: 25


ĠMAM ĠBNĠ HAZM'IN NADĠR RĠSALESĠ: Oxford'da geçirdiğim zaman zarfında nasibim yaver gitti ve (Bodilyana) çekmecelerinde Allame İbni Hazm'a ait nadir bir risale ile karşılaştım. Bu risâlenin adı: “Tarih Kitabı. Risale-i Bâhira, Fasid Söz Ehline Reddiye” idi. Numarası 342 olarak verilmişti ve Arkati bin Receb hattı ile yazılmıştı. Eserin tercümesini bulamadım. Risalenin sonunda “Bu eserin yazımı hicrî 367 senesi, 23 Safer Çarşamba günü tamamlanmıştır” şeklinde bir yazı vardı. Bu risâle bir seferde İbni Hazm'a ait bir kitabı da içeriyordu. Bu risâle 144 Zı yaprağından başlıyor ve 174 Zı yaprağına kadar gidiyordu. Bahsi geçen kitabın adı:'Kitabu-t Takrîb li Hudûdi-l Kelâm” idi ki o da nadir bulunan ve hâlâ zor rastlanan bir eserdir. Not: Bu kitap “Kitabu-t Takrîb li Haddi-l Mantık” adlı eserdir. İbni Hazm bu eserin adını bazen öyle, bazen de böyle söylüyordu. Doktor İhsan Abbas, bu eseri neşretmiştir (Beyrut-Miladî 1959) ve İbni Hazm'ın Risâlelerinin 4. cildinde onu tekrar neşretmiştir ((Beyrut-Miladî 1983)/Hı).


TAHKĠK YÖNTEMĠ Bu risâlenin metni ile 30 (otuz) seneden daha fazla bir zaman önce karşılaştığımı belirtmek istiyorum. Bu risâleyi defalarca gözden geçirdim. Sonra da küçük kardeşim değerli edebiyatçı gözde âlim, Hindistan'ın Kalküta İslamî İlimler Yüksekokulu'nda Tefsir ve Hadis Hocası olan Sayın Ebu Mahfuz el-Kerim el-Ma'sûmî'ye, bu eseri gözden geçirmesi görevini verdim. O da büyük bir teşekkür ve minneti haketti ve metinde açık ve net olmayan pek çok kelimenin tashihi sürecinde bana büyük ölçüde yardımcı oldu. Bu risâlenin başka bir yazmasından veya başka bir metninden eseri kontrol etme hususunda mübalağaya kaçtım ama pek verim alamadım ve çabam boşa gitti. Yapacak da pek birşey kalmadı. Yetmiş yaşına yaklaştım. Allahu Teâalâ'ya tevekkül ettim ve anlaşılması güç olup izah edilemeyen bazı yerlerin yorumlarını sayfaların altına ekledikten sonra, Bodilyana (Oxford) yazmasına göre risâleyi neşretmeye karar verdim. Ayrıca musannifin alfabetik sıraya göre risâlenin sonunda özetle verdiği önemli zatların biyografilerini de zikrettim. Metinde zikredilen hadisi şeriflerin fihristini de biyografi indeksinin öncesine ekledim.


Bu risâlenin içerdiği mânâyı, miladî 1962 senesinde Pakistan/Sind Üniversitesi Sanat Bölümü Kursları İngilizce Dergisinin ikinci cildi okurlarına ithaf etmiştim.

Allahu Teâalâ bizleri salih amel işlemeye, sünneti seniyyeye ittibâ etmeye muvaffak kılsın ve bizleri doğru yola hidayet etsin. 23 Şaban-ı Muazzam 1407 (Hicrî) 22 Nisan 1987 (Miladî) Muhammed Sağıyr Hasan el-Ma'sûmî


‫محن الرحٖمي‬ ٰ ‫بسم ﷲ الر‬

Tevfik Allah'tandır

1- Hamd, bizi dînine hidayet eden, âlemlerin Rabbi Allah'ındır. Eğer Allah bize hidayet11 etmeseydi, biz hidayet bulamazdık. Rabbimizin resulleri hakk ile gelmişlerdir. Allahu Teâlâ, Nebî ve resullerinden birisine kıldığı salatın en faziletlisini, nebîlerinin hatemi, kulu ve resûlü Muhammed'e kılsın. Allahu Teâalâ'dan bizi razı olduğu işlere muvaffak kılmasını ve kendisini öfkelendiren işlerden bizi uzak tutmasını, adaleti ve insafı bize sevdirmesini, zulmü ve hilafı ise kalbimize kerih göstermesini dileriz. Âmîn. 2- Emmâ Ba'du, Allah bizi ve sizi itaati ile desteklesin. Siz, söylediklerini gerçekleştirmeyen, ne konuştuklarını 12 bilmeyen , sual ettikleri şeyi idrak edemeyen, söz söyledikleri vakit hasımlarına gem vurduklarını zanneden, 11 “Bize hidayet” kısmı nüshada “biz hidayet” şeklinde hatalı yazılmıştı. 12 Nüshada “ne konuştuklarını bilmeyen” kısmı “ne konuşmadıklarını bilmeyen” şeklinde hatalı geçiyordu.


muhaliflerinin ağzına ot tıkadıklarını sanan, kat'î bir delil getirdiklerinden ve kat'î hüccetlerle hasımlarını mağlup ettiklerinden asla şüphe etmeyen, kendileriyle münazara edenlerin ağızlarını susturucu bir kaville ve muhteşem bir delille kapattıkları kanaatine varan fitneci13 bir topluluğun kavlini zikrettiniz. Onlar, Allahu Teâalâ'nın izniyle açıklayacağımız şeyler hakkında hâlâ14 diğerlerinin kusurlarını aramakla, onların cahil olduklarını açığa sermekle ve onların gaflet ehli olduğunu ispatlamakla meşguldürler. Sual: 3- Böylece onlar mücadelede ihtilaf ettikleri15 ve münazarada ellerinden geleni ardına komadıktan sonra, kendilerine muarız olanlara derler ki: Kim daha yücedir, daha faziletlidir, daha mükemmeldir, dahaa fakihtir ve daha âlimdir? Malik mi yoksa Ebu Hanife mi yoksa Şafiî mi yoksa Ahmed mi yoksa Davud mu? Bu sakat soru onların nezdinde, farklı bir cevaba tahammülü olmayan ve aleyhine itiraz edilemeyecek bir makama yükselmiştir. Burada onlar hatalı zannlarına16 teslim olunmasından ve sakat suallerine itaat edilmesinden başka bir şeye razı olmazlar. Onlar bu hususta mutaassıp bir yol izlerler. Yine onlar, masıyet elbisesini giymişlerdir ve övünme, 13 Bkz. İbni Hazm'ın Risâleleri, Tahkik: İhsan Reşid Abbas, Henâ yayınevi, Bulak, Mısır, Sayfa: 21: Fitnecilerin korkusu olmasaydı ilâ âhirih. 14 [Aslında da böyle geçmektedir. Belki de nüshada “mâ zâlû (hâlâ)” şeklinde geçen ifadenin “mâ zâdû alâ (... daha fazla .... yaptılar...)” şeklinde olması daha doğru olurdu... /HI] 15 [Aslında da böyle geçmektedir. Belki de nüshada “ihtelefû (ihtilaf ettiler)” şeklinde geçen kelimenin “ihtefelû (merasim yaptılar)” şeklinde olması daha doğru olurdu... /HI] 16 [Aslında da böyle geçmektedir. Belki de nüshada “ennehum (şüphesiz ki onlar)” şeklinde geçen kelimenin “ennehû (şüphesiz ki o)” şeklinde olması daha doğru olurdu... /HI]


mübalağa, kavga gürültü, çekişme, hakikat adına fayda vermeyen17, hasenelerine bir hasene daha ilave etmeyen, seyyielerinden bir seyyieyi eksiltmeyen, yarın kendilerinden şefaat umulamayacak olan ve Kıyamet günü nefsi ile18 ilgilenmekten başka bir meşgalesi olamayacak cahiliyye ehlinin yaşam tarzı üzere yol almaktadırlar. 4- Ebu Muhammed dedi ki: Bu suale yönelik olarak inşallah zikredeceğimiz cevaplar vardır. Vereceğimiz her bir cevap da19 inşallah bu sualin ne kadar yersiz olduğunu göstermeye ve onları tekrar böyle bir soru sormaktan caydırmaya yeterli olacaktır. Birinci Cevap: 5- Bunların ilki, bu soruyu soran kimseye “sizin tüm20 sorunuz mânâlarını bilemediğiniz, konusuna vâkıf olamadığınız, hakîkatini anlayamadığınız, kendisiyle neyin murad olunduğunu bilemediğiniz ve tefsirini akledemediğiniz lafızların hükmü hakkındadır. Zaten kim21, ne olduğunu22 bilmediği bir şey hakkında hüküm verebilir ki? Kim, mânâsına cahil olduğu bir lafızla yargıda bulunabilir ki? Onlardan gördüğümüz herkes 'falan, filancadan daha âlimdir' 17 Metinde: “Ona hakikat adına fayda vermeyen şey” olarak geçmektedir. 18 [Aslında da böyle geçmektedir. Belki de bu ifadenin “Onlara fayda vermeyen kimselere meyl eden, onlarına sevaplarına sevap katmayan, onların günahlarından hiçbir günahı eksiltmeyen, yarın kendisinden şefaat umulmayan, Kıyamet günü nefsi derdine düşüp de onlardan kaçacak olan...” şeklinde olması daha doğru olurdu... /HI] 19 Metinde “İki cevabın her biri de” şeklinde geçmektedir. 20 [Aslında da böyle geçmektedir. Belki de nüshada “cümleten/tüm” şeklinde geçen kelimenin doğrusu “cehaletinizden...” kelimesidir... /HI] 21 Metinde “kimden” diye geçmektedir. 22 [Aslında da böyle geçmektedir. Belki de doğrusu şudur: “Mahiyetini bilmediği şey hakkında hüküm verenden daha sapkın olan kimdir?” /HI]


diyenin sözünün mânâsını bilmiyorlar. 'Falan, filancadan daha fakihtir' diyenin bu sözle neyi murad ettiğini bilmiyorlar. Ya da 'falan, filancadan daha yücedir' diyen kişinin bu sözle neyi amaçladığını veya 'falan, filandan daha faziletlidir' diyen bir kişinin bu sözden maksadının ne olduğunu da bilmiyorlar. Biliyorlar mı? 6- Bu soruyu soran kimsenin23 ilk yapması gereken, bu lafızların mânâlarını, bir insanda öbürlerinden daha fazla bulunursa onun diğerlerinden daha âlim, daha fakih, daha yüce ve daha faziletli olduğuna hükmedebilebilecek sıfatları araştırmaktır. Şayet bunu yapsalardı veya lafızların mânâlarını bilselerdi, kendilerini bu sorunun zahmetinden kurtarırlardı ve kimlerin bu isimlerle tesmiye edilerek24 yüceltilmeyi25 hak ettiğini bilirlerdi. Ġkinci Cevap: 7- İkinci Cevap / Onlara, genel anlamda tüm dinlerin ehli arasında 'Nebîlerin (aleyhimusselam) Malik'ten, Ebu Hanife'den, Şafiî'den, Ahmed'den ve Davud'dan daha faziletli, onlardan daha âlim ve daha kâmil26 oldukları' ve 'Allahu Teâalâ katında ve insanların nezdinde her fazilete ve hayra daha fazla layık oldukları' hususunda bir ihtilaf yoktur. Özel anlamda ehli iman arasında nasıl böyle bir şey olur? Allahu Teâalâ, nebîleri zikrederek buyurdu ki: 23 [Metinde “an” harfi cerri kullanılmıştır. [Belki de doğrusu “bi” harfi cerri ile “min” harfi cerrinin bileşimi olan “bimen” edatının kullanılmış olmasıdır. /HI] 24 [Metinde “bunun için” diye geçmektedir. [Belki de doğrusu şudur: “tesmiye edilerek”. /HI] 25 Orijinal metinde geçen kelimenin anlamı yükselmek, yücelmek, uzamak, uzun olmaktır. 26 [Aslıdna da böyle geçmektedir. Belki de doğrusu şudur: “dafa celîl” /HI]


(140-"Yoksa siz, Ġbrahim de, Ġsmail de, Ġshak da, Yakup da ve torunları da hep yahudi ve hıristiyan idiler mi demek istiyorsunuz?" De ki: "Siz mi daha iyi bilirsiniz, yoksa Allah mı?" Allah'ın Ģahitlik ettiği bir hakikatı bile bile inkar edenden daha zâlim kim olabilir? Allah, yaptıklarınızdan gafil değildir. 141- Onlar bir ümmet idiler, gelip geçtiler. Onlara kendi kazandıkları, size de kendi kazandıklarınız. Ve siz onların yaptıklarından sorumlu tutulacak değilsiniz.) [Bakara Suresi: 140-141] 8- Eğer nebîlerin (aleyhimusselam) amellerini bilmekle mükellef kılınmamışsak ve onların kesbettikleri şeyi kavramakla sorumlu tutulmamışsak -ki Allah azze ve celle bize, diğerlerinin yapmış olduklarından mesul olmayacağımızı haber vermiştir-, şüphe götürmez hakikat27 şudur ki nebîlerin dışındaki kimselerin amellerini bilmenin ve hallerine muttali olmanın bizden sakıt olması daha evladır. Böylece de, Malik mi yoksa Ebu Hanife mi yoksa Şafiî mi yoksa Ahmed mi yoksa Davud mu daha âlimdir diye bir soru sormanın boş söz olduğu, zavallı bir soru olduğu, abesle iştigal olduğu faydasız fikirlerle kuruntu yapmak olduğu net bir biçimde zahir olmaktadır. Bu, akıllı bir adamın dalavere çevirmeyeceği bir haldir. 9- Eğer durum böyle ise, şayet bu fasid sual ile sapanların sapıklığı yayılıp çoğalmasaydı, bu konuda söz söylemekten 27 [Aslında da böyle geçmketedir. Belki de doğrusu şudur: “Biz şüphe etmiyoruz ki....” /HI]


geri durmak vacip ve er kişiye gerekli olan suallere yönelmek daha öncelikli28 olurdu. Fakat müslümanlara kesinlikle nasihat edilmesi vaciptir29. Biz de bu hususta hakkında sual ettikleri şeyin beyanını iki vecihle yaptık:

Birincisi: Allayıp pulladıkları bu sualin beyan edilmesi ve fitneye düştükleri bu münkerin inkar edilmesi. Allahu Teâalâ buyuruyor ki: (Sizin içinizde, hayra davet eden ve marufu emreden ... bir ümmet bulunsun.) [Âl-i Ġmran Sûresi: 104. âyet] Ġkincisi ise: Belki de bu bâtıl tarafından kandırılmış olan kimselerin, sapıklıklarından ve şaşkınlıklarından kurtulabilmeleri umuduyla uyarılmalarıdır. Allah'In Resûlü (SAV) buyuruyor ki: “Din nasihattır”30. Denildi ki: Kim için ey Allah'ın Resûlü? Buyurdu ki: “Allah için ve Resûlü için, müslümanların önderleri ve âmmesi için” ev kemâ gâle aleyhisselam. Üçüncü Cevap: 10- Üçüncü cevap olarak şöyle denir: Farzedin ki dininizi31 sapıkça ve cahilce, bazılarını taklit etme üzerine kurdunuz. Allah'ı ve O'nun Resûlü (SAV)'i bırakıp, taklit ettiğiniz 28 [Aslında da böyle geçmketedir. Belki de doğrusu şudur: “.Gerekli olan şeylerden sual etmek...” /HI] 29 [Aslında da böyle geçmketedir. Belki de doğrusu şudur: “Fakat müslümanlara nasihat etmek vacip olan bir farzdır....” /HI] 30 Buhari, İman Kitabı: 42; Müslim, İman Kitabı: 95; Ebu Davud, Edeb Kitabı: 59; Nesâî, el-Bey'a: 31; ed-Dârimî, erRikak: 41 31 [Aslında da böyle geçmketedir. Belki de doğrusu şudur: “Dininizi taklit ettiğiniz kişiyi farzedin ki....” /HI]


kişileri dost edindiniz. Onların haram kıldıklarını haram kıldınız, helal kıldıklarını da helal kıldınız. Onların vacip kıldıklarını vacip kıldınız. Onları, Allahu Teâalâ'nın, gayrı olmaksızın kendi nefsinden haber verdiği kavillerin yerine koydunuz. Zikri yüce Allah buyuruyor ki: (O, yaptıklarından mesul değildir, ve onlar mesuldürler) [Enbiyâ Sûresi: 23. âyet]; Farzedin ki32 o, mağlup etmeye güç yetirdiğiniz diğerlerinden daha âlimdir ve yine o, onlardan daha faziletli, daha yüce, daha mükemmel ve daha fakihtir. Peki Ömer bin Hattab'ın, müminlerin annesi Aişe'nin, Ali bin Ebî Talib'in, Abdullah bin Mesud'un ve Abdullah bin Abbas'ın (radıyallahu anhum), Ebu Hanife'den, Malik'ten, Şafiî'den, Ahmed'den ve Davud'dan daha fakih, daha âlim, daha faziletli, daha yüce, daha mükemmel, daha hafız ve her hayra daha evlâ olduğu hususunda sizin veya tüm yeryüzü halkı içerisinde herhangi bir kimsenin şüphesi var mıdır? Bu sorunun cevabı garanti 'bu hususta onların hiçbir şüphesi olmadığı' şeklindedir. Evet bu hususta şek ve şüphe yoktur. Bu cahiller, dinlerini boyunlarına gerdanlık gibi astıkları ve onlar için Kur'ân'ın hükmünü ve Allah Resûlü (SAV)'in kelâmını reddettikleri kişilerin ilimde, verâda, fıkıhta ve yücelikte başka yolları taklit edenlerden daha üstün olduklarını ve taklit ettikleri zevatın 'doğru' ismine ve 'ihsan' sıfatına kesinlikle haiz olduklarını zannediyorlar. Onlar, yukarıda isimlerini zikrettiğimiz sahabe (radıyallahu anhum)'dan varid olanları taklit etselerdi ve onlara ittibâ etselerdi, bu tutum onlar için 32 [Aslında “farzet ki” diye geçiyor ama “farzedin ki” ibaresi daha doğru olur umarım. /HI]


daha evlâ olurdu. Çünkü bu durumda tâbi oldukları kişilere tâbi olma nedenleri ancak onların ilimde, fıkıhta, fazilette, yücelikte33, verâda ileri olmaları olurdu. Bunun üzerine de dinlerini taklit ettikleri kişileri terk edip, bu saydığımız sahabelere tâbi olmaları vacip olurdu. Çünkü sahabeler, onların adamlarından daha faziletli, daha âlim, daha fakih, daha mükemmel ve daha yücedir. Dördüncü Cevap: 11- Dördüncü cevap onlara şöyle denmesidir: Allah azze ve celle buyuruyor ki: (Her bir hizip, nezdlerinde olanla sevinirler) [Rûm Sûresi: 32. âyet]. Vay başıma34, bu soruyu soran cahil, bu zikredilen kişilerden herhangi birini taklit eden tüm taifelerin, eğer bu kişi onların nezdinde diğerlerinden daha fakih, daha âlim, daha faziletli, daha yüce, daha mükemmel olmasaydı onun dinini taklit etmeyeceklerinden35 şüphe mi duyuyor? Eğer akıllarını kullansalardı kendi destekleri zatlarda36 gördükleri niteliklerin diğerlerinde de olduğunu anlamaları gerekirdi. Birbirlerinden farklı değiller ki. Her genç kız, kendi babası tarafından takdir edilir37. Herkesin deveciği kendine marifetli38 görünür. Eğer 33 Asıl metinde “fıkıhta ve celâlette” diye geçmektedir. 34 [Asıl metinde “eve leyte” diye geçmektedir ama “ve leyte” şeklinde geçmiş olması daha doğrudur umarım. /HI] 35 [Asıl metinde “taklit etme...” ifadesi iki defa tekrarlanmıştır. Belki de kısaltarak bu ibareyi bir defa söylemek daha doğrudur. /HI] 36 [Aslında da böyle geçmketedir. Belki de doğrusu şudur: “Kendi önderlerinde bulduklarından gayrısı...” /HI] 37 [İnsanın kendi maiyetinde bulunanladan hoşnut olması hakkında atasölzeri. Bkz. Emsâlu Ebî Ubeyd, Sayfa: 143. Orada tahrici de vardır. /HI] 38 [Her kavmin, kendi önderini tanıması hakkında at5asözlerinden biri. Bkz. El-Beyân vet-Tebyîn 1: 238, 3: 391. Yine bkz. Emsâlu Ebî Ubeyd, Sayfa: 202 (Orada atasözü kitaplarından tahrici de vardır.) /HI]


bunu bilmiyorlarsa cahillikle39 deliliği, cehaletin kuvvetiyle ve hissiyatın zayıflığı ile cem' etmişlerdir. Her bir taifeden, tâbi oldukları kişiler hakkında çok çirkin şeyler rivayet edilmiştir40. Bunların bir kısmı hafif derecede bir kısmı ise korkunç derecede çirkindir41.

12- Malikîler, İbni Kasım'ın şöyle dediğini rivayet ediyorlar: “Hüccet olarak Malik'in sözü yeter. Malik'i görseydim, Ona muhalefet edilmesini hiç hoş karşılamazdım”. O, bu sözü defalarca tekrarlamıştır. 13- Bir Hanefî42 fakihin şöyle dediği mervîdir: Ebu Hanife, hüküm çıkarmada Muhammed (SAV)'den daha âlimdir. 14- Rebî'nin şöyle dediği zikredilir: Şafiî ne vavda ne de elifte hata yapar (asla hata yapmaz). 15- Muhammed bin Yahya bin Galib'in Halil bin Ahmed elBestî'den bana anlattığına göre bazı Hanbelîler şöyle demişlerdir: Ahmed bin Hanbel çok yücedir, masumdur43. 16- Ebu Muhammed (Rahimehullah) dedi ki: Bu sözler 39 40 41 42 43

[Aslında da böyle geçmketedir. Belki de doğrusu şudur: “Körlük, cahillik....” /HI] Metinde “rivayet ettiğim” şeklinde geçmektedir. Metinde zı harfi yanlışlıkla dad harfi olarak yazılmıştır (fezî yerine fedî denilmiştir). [Metinde “Hanîfîler” diye geçmektedir. /HI] [Asıl metinde de “azametli” şeklinde geçmektedir ama doğrusu “ismet sahibidir/masumdur” olması gerektiğini umuyorum. /HI]


çirkindir. Hatta bu sözlerin bir kısmı salt küfürdür. Örneğin 'Ebu Hanife'nin hüküm çıkarmada Allah'ın Resûlü (SAV)'den daha âlim olması' sözü gibi. Bu öyle bir sözdür ki, bu sözü söyleyene 'Allah'ın laneti, tüm lanet edenlerin, meleklerin ve insanların laneti üzerine44 olsun' demekten daha ağır bir kelamla cevap vermeyi gerektirir. Böyle bir sözü, müslüman bir gönül söyleyemez.

17- İbni Kasım'dan zikredilen şu söze gelince: “Hüccet olarak Malik'in sözü yeter”, elbetteki böyle bir söz ondan (Malik'ten) gelmiş olamaz. Çünkü bu büyük bir dalâlettir ve çirkin bir sözdür. Allahu Teâlâ ne buyuruyor? (Resullerden sonra insanların Allah aleyhine bir delili olmaması için) [Nisa: 165]. Zerre kadar aklı olan bir Müslüman, herhangi birinin sözünün Nebî (SAV)'in sözünün üstünde bir hüccet olduğunu nasıl söyleyebilir! 18- 'Malik'i görseydim, Ona muhalefet edilmesini hiç hoş karşılamazdım' sözü de aynen böyledir. Ebu Muhammed (Rahimehullah) dedi ki: Vay başıma, eğer bu sözü söyleyen kişi Malik'i görseydi, Onda kendisine muhalefet edilmesini bu denli yadırgayacak ne görürdü? Onun elinde yılana çevirdiği bir asa mı görürdü? Yoksa Onun körü ve alacalıyı iyileştirdiğini ya da ölüleri dirilttiğini mi görürdü? Yoksa Onun az bir yemekle kalabalık bir topluluğu doyurduğunu mu 44 [“Aleyhi” harfi cerri nâsihin dışında birinin yazısı ile dipnotta düzeltilmiştir. Metinde siyaka uymayan bir yere sonradan ilave edilmiştir. /HI]


görürdü? Yoksa Onun parmaklarının arasından su fışkırttığını mı görürdü? Yoksa Onun ayı yardığını mı görürdü? Yoksa Onun mucize bir kelam getirdiğini mi görürdü? Kendi reylerine muhalefet edilmesini yadırgayanlar var ya, bir insanın reyi ancak diğer insanların reyi gibidir. Arada fark yoktur. O da her müftünün yaptığı gibi bir fetva verir ve ictihadının yettiği ölçüde bazen hata eder bazen de isabet eder.

Bu kavlin İbni Kasım'dan geldiğini de sanmıyorum. Çünkü bu, son derece cılız ve sakat bir sözdür. Andolsun ki Süfyan bin Sevri, Süfyan bin Uyeyne, Hamad bin Zeyd, Evzaî, elLeys, İbni Cüreyc, İbni Ebî Zi'b, Abdulaziz bin Ebî Seleme, Malik'i görmüşlerdir. Sonra Vekî bin el-Cerrah, Abdullah bin Mübarek, Velid bin Müslim, Yahya binSaid el-Kattan, Abdurrahman bin Mehdi ve Şafiî de malik'İ görmüşlerdir. Onlar, yaşadıkları dönemlerde müslümanların imamları idiler ve onlardan hiçbiri de Malik'e muhalefet etmeyi yadırgamamıştır. Hatta bu zatlar, Malik'e tabi olmayı uygun görmediler, Onu taklit etmeye ve mezhebine bağlanmaya razı olmadılar. İbni Kasım'dan aktardıkları bu meçhul emir onlar için hiç geçerli olmadı. Belki de 'İbni Kasım böyle söyledi' diyenler, İbni Kasım'ın aleyhine de yalan uydurmuşlardır. 19- Sonra Kadı Ebu Yusuf da Malik'i görmüştür, Onunla münazara etmiştir, Onun meclisinde bulunmuştur. Aynı


şekilde Muhammed bin Hasen de böyle. İkisi de Malik'e muhalefet etmeyi yadırgamamışlardır. Aksine Onun değil de başkasının görüşünü bile almışlardır. Aynı şekilde Yahya bin Süleyman el-Ca'fî'nin, Hasan bin Ziyad'ın, Nuh bin Derrac'ın ve Muhammed bin Abdullah el-Ensarî'nin de Malik'i gördüklerinde şüphe yoktur. Onlar da Malik'e muhalefet etmeyi yadırgamamışlardır. Hatta Malik'in değil de Ebu Hanife'nin yaşı 50'ye (elliye) varmamış arkadaşlarından ve öğrencilerinden biri olan Züfer bin Hüzeyl'in görüşlerine meyl etmişlerdir. Yine aynı şekilde Esed bin Furat, Hişam bin Abdullah er-Razî de malik'i görmüşler ve Ondan rivayette bulunmuşlardır. Ama sonra Malik'e muhalefet etmeyi yadırgamak bir yana O'nun kavlini terk etmişler ve Ebu Hanife'nin talebeleri olan Ebu Yusuf'un ve Muhammed bin Hasen'e meyl etmişlerdir. 20- Yine Ebu İshak el-Fizarî'nin, yine aynı şekilde Muhalled bin Hasen'in, Bişr bin Velid'in, Muhammed bin Semâ'a'nın, Yahya bin Hilal'in Malik'i görmüş oldukları da tartışmasızdır. Onlar da Malik'e muhalefet etmeyi yadırgamamışlardır. Aksine Malik'i bırakıp Evzaî'ye, Ebu Yusuf'a ve Muhammed bin Hasen'e meyl etmişlerdir. Yine aynı şekilde Velid bin Müslim de Malik'i görmüş ve Ondan ilim almıştır ama sonra Ona muhalefet etmeyi yadırgamayarak Evzaî'ye meyl etmiştir. 21- Sonra bırakın bu sayılan zatları, kendi ashabı da Malik'i görmüşlerdir: İbni Ebi Hazim, Muğîre bin Abdirrahman elMahzumî, İbni Nafi', Mutarraf, İbnu-l Mâcişûn, İbni Kinane,


İbni Vehb, Eşheb. Bu zatlar da yıllarca Onun meclisinde bulunmuşlardır, Ondan ilim yazmışlardır ama Ona muhalefet etmeyi yadırgamamışlardır. Aksine en çok ve en büyük muhalefeti onlar göstermişlerdir. Sadece İbni Kasım'dan aktardıkları bu emir onlar hakkında hiç geçerli olmamıştır. Aslında İbni Kasım'ın da 30 (otuz) küsur meselede Malik'e muhalefet ettiği rivayet edilmiştir45. Eğer İbni Kasım'ın “Ben Malik'in kendine değil de bazı görüşlerine muhalefet ettim” şeklinde bir söz sarf ettiğini rivayet ediyorlarsa; bu da cidden fasid bir sözdür. Çünkü hakkında muhalefet ettiği meselelerde, şayet onun nazarında Malik bu hususlarda muhalefeti hak etmeseydi, Ona muhalefet etmezdi. Çünkü bir Müslümanın, muhalefet etmesinin helal olmadığı şeylere muhalefet etmesi caiz değildir. Yani her hâlükârda İbni Kasım, Malik'e muhalefet etmeyi caiz görmüştür ve bunların onun adına anlattığı gibi bu muhalefeti yadırgamamıştır. Yine aynı şekilde İbni Vehb'in de şöyle dediğini anlatıyorlar: “Hadisler fakih olmayanları yanıltır. Eğer Malik ve el-Leys olmasaydı yolumuzu kaybederdik”. Ebu Muhammed (Rahimehullah) dedi ki, İbni Vehb'in bu bâtıl, çirkin ve Hanif İslam'ın başına çelişkili musibetleri cem' edici böyle bir sözü söylemesi Onun tarzına çok uzaktır. 22- Vay başıma, eğer Allah Resûlü (SAV)'den sabit olan hadisler yanıltıcı ise hidayet verici olan kimdir, nedir? Müstehap kılma ve rey mekanizmaları ile Allahu Teâlâ'nın 45 Orijinal metinde cümle içerisinide “bunlar” şeklinde bir kelime geçmektedir. Bazı Araplara göre cümle içine bu şekilde bir ekleme yapılması söz üsluplarından biridir ama bunu kullanmak, İbni Hazm'ın âdeti değildir.


dininde helal ve haramlar mı konuyor, farzlar mı belirleniyor, bu kavramlar altında şer'î hükümler iskat mı ediliyor ve yeni bir din mi inşâ ediliyor ve bunlarla Allah azze ve celle aleyhine hükümler mi veriliyor? Şüphesiz ki bu, apaçık bir dalâlettir. Allahu Teâlâ, Nebîsi (SAV)'i muhatab alarak buyuruyor ki: (ġüphesiz ki biz sana zikri, kendilerine inzal olunanı insanlara beyan etmen için indirdik.) [Nahl: 44]. Allah azze ve celle, beyan etme/açıklama46 işini sadece Resûlullah (SAV)'in hadislerine vermiştir, başka bir şeye değil. 23- Vay başıma, bu fakihler kimlerdir? Fakihler ancak hadis ehlinden olanlardır ve ancak hadis ehli, kendileriyle Rabblerinin dinine tâbi oldukları sahih hadisleri, rey ashabının eğip büktüğü hastalıklı sakat fikirlerden ayıran âlimlerdir. 24- Yine hadis ehli, hadisin nasihini de mensuhunu da bilirler. Onun Kur'an'a nasıl bağlanacağını, onların hepsinin nasıl ele alınacağını, aralarında nasıl istisna yapılacağını bilirler. Onlar sahabenin ve onlardan sonra gelen tabiînin haberlerini de bilirler. Biz de bunlardan başka fakih tanımayız. 25- Tek bir insanın reyini alan kişi ona karşı çıkamaz, Nebî (SAV)'den gelen hususları, âlimlerin nerede icmâ ve nerede ihtilaf ettiklerini bilemez. O kişi, fıkhın ne olduğunu asla bilemez ve onu fıkıha götüren bir yol da yoktur. O sadece 46 Metinde “açıklanma” diye geçmiştir.


dinde rastgele kör atışlar yapar, itikad ettiği şeyin hakîkatini47 bâtılından ayıramadan yitik bir bineğe iner ve kaybolur. 26- Yine “Eğer Malik ve el-Leys olmasaydı yolumuzu kaybederdik” diyen kişinin sözü de hayret vericidir. Vay başıma, o halde Malik ve el-Leys doğmadan48 önce yaşayan Müslümanların hâli nice olacak (!)? Demek ki o Müslümanlar, bu iki zat doğana kadar dalâletin zirvesinde (!) yaşamışlar. Resûlullah (SAV)'den ve daha Malik ile el-Leys'in ve bu ikisinin babasının dahî mevcut olmadığı dönemlerden maruf olarak gelmeyen hususlarda Malik ve el-Leys'in bize getirdiği her türlü hidayetten yüksek sesle Allah'ı tenzih ederiz. Resûlullah (SAV)'den başka herhangi birine bu sıfatı vermekten de Allah'a sığınırız. Rabbimiz, O (SAV)'in hakkında buyuruyor ki: (Ġnsanları karanlıklardan aydınlığa çıkarman için) [Ġbrahim Sûresi: 1]. 27- Yine aynı şekilde bu sakat sözü söyleyen kişi, bu iki zatı Resûlullah (SAV)'e tercih etmiştir. Bu kişi, Malik ve el-Leys olmasa yolumuzu kaybederdik demiştir de onlar olmadan da49 Resûlullah'ın bize fayda vereceğine mahal bırakmamıştır ki bu da açık salt küfürdür. 28- Yani şimdi bu ikisi dışındaki âlimlerle buluşanlar dalâlet içinde miydi? İlginç. Gerçekten çok ilginç. Allah'a sığınırız ki bu çürük söz İbni Vehb'den sabit olmuş olsun. Şüphesiz ki o, 47 [Aslında da böyle geçmketedir. Belki de doğrusu şudur: “..hak olanı bâtıl olandan....” /HI] 48 [Aslında da böyle geçmektedir. Ama burada yine İbni Hazm'ın kullanmayı pek âdet edinmediği bir söz üslubu mevcuttur. /HI] 49 [Aslında da böyle geçmektedir.]


Süfyanı Sevrî'den, İbni Uyeyne'den, İbni Cüreyc'den, Amr bin Haris'ten ve İbni Ebî Zi'b'den daha çok almıştır. Vay başıma, yani şimdi o, tüm bu zatlardan dalâlet mi yoksa hidayet mi almıştır? Bilakis, eski olsun yeni olsun âlimler, Malik'in, elLeys'in, o ikisinden önce gelenlerin, ve o ikisinden sonra gelen insan ve cinlerin kendisiyle hidayet bulduğu ilmi nakletmişlerdir. Bu fasid sözden hoşlanan cahillerin, elLeys'in sözlerine bakmamaları da hayret vericidir. Onlar hidayetin yarısını terketmişlerdir ve bu da onları yarı dalâlet üzere olmaya sevk etmiştir. Biz deriz ki böyle bir söz, İbni Vehb'den sâdır olmamıştır. 29- Rebî'den aktarılan 'Şafiî ne vav'da ne de elif'te hata yapmıştır” şeklindeki söz de yine böyledir. Bu da bize göre yalandır ve Rebî böyle bir şey söylememiştir. Zaten Resûlullah (SAV) dışında herhangi birisi için böyle bir sözün sarf edilmesi de caiz değildir. Bunu ancak dini zayıf, aklı zayıf olan bir kişi söyleyebilir. Bu tür delilikleri, bizden önce yaşamış bu zatlardan uzak tutmak50 daha evlâdır. 30- İçinde bulunduğumuz bu çerçöp yığını var ya onların çoğu (Ölüdürler, diri değildirler ve ne zaman ba's olunacaklarını da hissetmezler.) [Nahl: 21] (Onlar ancak hayvanlar gibidirler, belki de yol bakımından daha da sapıktırlar.) [Furkan: 44]. Onlar hakikatı tahkik51 etmezler52; ahmaklıktan kurtulamazlar; delili sormazlar; 50 [Asıl metinde “kurtarmak” şeklinde geçmektedir ama doğrusunun “uzak tutmak” olmasını umuyorum. /HI] 51 [Aslında da böyle geçmketedir. Belki de doğrusu şudur: “Onlar hakikatı, hak olarak almazlar....” /HI] 52 Metinde “etmemeleri” şeklinde geçmektedir.


hemen hemen ehli kitabın yaptığı gibi atalarından, büyüklerinden ve omuz omuza yaşadıkları insanlardan gördükleri şeylere ittibâ etme hususunda dinlerini nasıl ele aldıklarına aldırış etmezler. Allah'ın Resûlü (SAV), bizim daha evvelkilerin sünnetlerini işleyeceğimizi, hatta onlar harap53 bir kertenkele yuvasına girseler bile bizim de oraya gireceğimizi haber vererek bizi uyarmıştı. O (SAV)'e denildi ki: Ey Allah'ın Resûlü onlar Yahudiler ve Hıristiyanlar mıdır? O (SAV) de “Kimlerdir o halde?” şeklinde veya bu mânâya gelen bir söz buyurdu. Perişanlıktan ve dalâletten Allah'a sığınırız. Allah'tan bizi, Sahabenin, Tabiînin ve çoğunluk yoldan çıktığı zaman onların yolunu takip edip de acı da olsa hak yola sabreden kişilerin yaşadığı hal üzere sebat ettirmesini; övülmüş üç asırdan sonra uydurulan taklit bidatından bizi korumasını dileriz. Âmîn. 31- Ebu Muhammed (Rahimehullah) dedi ki: Hanefî54 ve Malikîlerden olan bu insanlar55, eğer imamlarının beşikte konuştuğu iddia edilseydi bunu bile kabul etmekten geri durmazlardı. Ben, Malik (Rahimehullah)'ın faziletleri hakkında tedvin edilmiş bazı kitaplarda, Malik'in baldırına nur ile “Malik 53 Biri dışında tüm imamlar bu hadisi çeşitli vecihlerle ve yakın lafızlarla rivayet etmişlerdir. Onu Ebu Said el-Hudrî hadisinden Ahmed, Müsned'de 3: 84, 89, 94; Buhari, Sahihinde 4: 169, 9:103 (T. Bolak); Müslüm, Sahihinde 8: 57 (T. İstanbul) rivayet etmişlerdir. Yine bu hadisi Ebu Hureyre hadisinden Ahmed, Müsned'de 2: 327, 450, 511, 527; Buhari, Sahihinde 9: 102; İbni Mace, Süneninde 2: 1322'de rivayet etmişlerdir. “Harap bir kertenkele yuvası” sözü asıl metinde de aynen geçmektedir. Öyle görünüyor ki “harap” sözcüğü nâsih tarafından eklenmiştir. Çünkü hadisin rivayetlerinin hiçbirinde bu sözcük mevcut değildir. /HI] 54 Metinde Hanîfîler diye geçmektedir. 55 [Asıl metinde sözcük muhtemelen hatalı yazılmıştır. Hanefî ve Malikilerden olan/gelen ifadesinin doğru olmasını umuyorum. /HI]


Allah'ın uddesidir (udde=donanım, âlet, araç vb)” yazılı olduğunu okudum. Yine faziletleri arasına Onun, Resûlullah'ın mescidi ile arasında ancak yirmi küsur adım olan bir mesafede 25 (yirmi beş) yıl ikamet ettiğini ama orada ne bir farz namazı ve ne de bir Cuma namazı kıldığı eklenmiştir. Bu, asla fazîletlerin arasında sayılamaz. Aksine bu, onun için özür olarak gösterilmesi gereken bir durumdur. Biz de zaten Onun hakkında “hayr” ve “özür” dışında bir zan beslemiyoruz. Allahu Teâlâ katında geçerli bir özür ise, bu bizim nezdimizde daha evlâdır. Ya da “Fasık emirlerin arkasında namaz kılmak caiz değildir” şeklinde bir tevil yapmış ise; eğer durum böyle ise bu hatalı bir tevildir ama o yine de 1 (bir) ecirle mükafatlandırılır56. Çünkü Nebî (SAV), namazın vaktini57 geciktiren emirlerin arkasında namaz kılınmasını emretti. Bu da fısk noktasında, vakti çıkana kadar kasten namazı kılmayanın fiilinden daha ağır değildir. 32- Bazılarının Malik'in, Nebî (SAV)'i gören yaşlı bir kadını gördüğünü söylediklerini işittim. Ebu Muhammed (Rahimehullah) dedi ki: Bu gizli kapaklı olmayan açık bir yalandır. Çünkü Enes bin Malik (RA)'dan sonra, sadece Ebu 56 Metinde “ecir verilendir” diye geçmektedir. 57 Mişkâtu-l Mesâbîh, Bâbu Fezâili-s Salâti: Kubeyse bin Vakkas'tan ... Onu Ebu Davud rivayet etmiştir.


Tufeyl Amir bin Vâsile58 dışında, Nebî (SAV)'i gören hiç kimse yaşamamıştır. Enes bin Malik'in ölümü de Malik'in doğumundan öncedir. Malik'in Ebu Tufeyl'i gördüğünden de hiç kimse59 bahsetmemiştir. 33- Ebu Zübeyr tarîki ile rivayet edilen hadisteki “Medine âlimi” lafzıyla murad olunanın Malik olduğunu60 zikrediyorlar. Bu da onların, Resûlullah (SAV) aleyhine ilimsiz bir biçimde yalan uydurmalarıdır. Her kim Nebî (SAV)'in sözünü çarpıtırsa, Nebî (SAV)'e iftira atmış olur ve o kişi Ateş'teki yerine hazırlansın. Allahu Teâlâ buyuruyor ki: (Hakkında ilmin olmayan Ģeyin ardına düĢme) [Ġsra: 36]. Yine Allahu Teâlâ buyuruyor ki: (Onların o hususta bir ilmi yoktur. Sadece zanna tâbi oluyorlar. Zann ise hakikat adına hiçbir fayda vermez) [Necm: 28]. Yine Allahu Teâalâ buyuruyor ki: (Ağızlarınızla hakkında hiçbir ilminiz olmayan bir Ģey söylüyorsunuz ve bunu hafif bir Ģey olarak addediyorsunuz. Halbuki o, Allah katında büyük bir Ģeydir) [Nur: 15]. Her kim, sahih bile olsa bu hadiste zikredilen Medine âliminin Malik bin Enes olduğuna katiyetle hükmederse o kimse, hakkında ilim sahibi olmadığı bir şeye tâbi olmuştur, bilmediği bir şeyi söylemiş ve böylece zanna ittibâ etmiştir. Zann ise sözlerin en yalanıdır. Ayrıca o kimse, zannı ile Resûlullah (SAV) aleyhine görüş belirtmiş ve O'na iftira atmış olur. Sapmaktan Allah'a sığınırız. Aynı şekilde, bahsi geçen zatın Malik olduğu onlar için yakînen zahir olsa bile onların asla bu konuda bir tutanakları olamazdı. Çünkü 58 [Asıl metinde “Vüsle” diye geçmektedir ama doğrusu “Vâsile”dir. /HI] 59 Metinde “hiç kimseyi” şeklinde geçmektedir. 60 [Asıl metinde “olmasını” diye geçmektedir ama doğrusu “olduğunu” şeklinde yazılmış olmasıdır.


bu hadîse göre onun ilimde eşi ve benzerinin bulunmayacağı geçmemektedir, ancak ondan daha âlim kimsenin bulunmayacağıdır. Şayet [imkân dahilinde ise]61 yaşadığı zamanda ilimde onun gibisi bulunabilirse o, bu hususta ilimde kendi gibi olan kişiden daha ileri olma sıfatını alma noktasında daha evlâ değildir62. Aynı şekilde hadiste, ondan sonra kendisinden daha âlim birinin bulunmayacağı da mevcut değildir. Eğer bu haberde böyle bir ibare mevcut değilse, ondan sonra kendisinden daha âlim birinin bulunması imkan dahilindedir. Bu da onların konu ile kurdukları tüm bağlantııları geçersiz kılar. Allahu Teâalâ ile teyid olunuruz. Eğer bunu kabul etmez ve imkân dairesinden çıkarırlarsa ve bunun asla olamayacağına kat'iyetle hüküm verirlerse, Rabblerini aciz görmüş olurlar ki bu da küfürdür. Böyle bir şey ancak nass ile bilinebilir. Bu konuda da nass yoktur. Bunun olabilirliğini kim kabul etmezse63, Allahu Teâalâ aleyhine kat'iyetle yalan bir hüküm vermiş olur. Onlar bu hususta iki durum arasındadırlar: Ya küfür ya da Allahu Teâlâ aleyhine yalan uydurmak. Seçimlerini yapsınlar ama bu iki durumun hiçbirinde de seçenleri için iyi bir nasip yoktur. Bu iki halden de aynı anda uzak dururlarsa onların bu hadisle taallukları düşmüş ve onu her bir tarafa sündürmeleri batıl olmuş olur. 34- Onlardan bazıları, Süfyan bin Uyeyne'nin: “O zatın Malik olduğunu kabul ediyorlardı” dediğini söylemiştir. 61 [Sözün siyakının iktiza ettiği bir ziyade /HI] 62 [Asıl metinde “bulunmaz” gibi bir ifade geçse de doğrusunun “daha evlâ değildir/daha evla olmasını gerektirmez” gibi bir ibare olmasını umuyorum. /HI] 63 [Asıl metinde “men etmiştir” gibi bir ifade geçse de doğrusunun “kim kabul etmezse” şeklinde olduğunu umuyorum. /HI}


Ebu Muhammed (Rahimehullah) dedi ki: Eğer Süfyan böyle bir şey söyleseydi bu, Süfyan'ın bunu kendilerinden aktardığı kişilerin64 bir zannı olurdu ancak. Belki de Süfyan bu sözü, sadece onları reddederek söylemiştir. Belki de onlar Malik'in arkadaşlarından ve öğrencilerindendiler. Başkalarının söylediği bir sözün Süfyan'a mâl edilmesi de caiz değildir. Çünkü Süfyan, sahih bir nass olmaksızın Resûlullah (SAV)'in muradını katiyetle yorumlamaktan Allah azze ve celleye sığınan65 bir zattı. Bunun delili de yine bu bâtıl sözü kendisine nisbet ettikleri İbni Uyeynedir. O, Malik'e muhalif idi ve Malik'i asla taklit etmedi, Onun fetvalarını talep etmedi, kavillerini yazmadı ve tek bir meselede olsa bile Onun reyi ile hiç amel etmedi. Eğer Süfyan'a göre bu bahsi geçen Medine âlimi Malik olsaydı, ona muhalefet etmeyi caiz görmezdi ve fetvalarını geçersiz saymayı helal görmezdi. 35- Yine aynı şekilde bize Yusuf bin Abdillah bin Ebî Cafer, Ahmed bin Said bin Hazm es-Sadefî'den, Kasım bin Asbağ'dan, Muhammed bin İsmail et-Tirmizî'den haber vermiştir, bize Nuaym bin Hammad dedi ki, bize Süfyan bin Uyeyne, Ebu Zübeyr'den, Ebu Salih'ten, Ebu Hureyre'den şöyle dediğini söyled: Allah'ın Resûlü (SAV) buyurdu ki: İnsanlar develerin ciğerlerini bile yarıp bakarlar ama Medine âliminden66 daha âlim birini bulamazlar. Süfyan'a denildi ki: Sence o kimdir? Dedi ki: Nuaym bin Hammad dedi ki: Onun 30 (otuz) seferden fazla şöyle dediğini işittim: Ömrüme 64 Metinde “kişinin” şeklinde tekil ifade geçmektedir. 65 [Aslında da böyledir. Doğrusu: “Allah'a en çok sığınan/Allah'tan en çok sakınan bir kuldu” şeklinde olmasıdır. /HI] 66 Mişkâtu-l Mesâbîh: Kitabu-l İlim, Ebu Hureyre'den: Neredeyse insanlar yaracaklardı.... ilâ âhirih.


andolsun ki, böyle biri varsa o olsa olsa, Ebu Abdurrahman Abdullah bin AbdülAziz bin Abdullah bin Ömer bin Hattab künyeli Medine'deki âbid olurdu. 36- Ebu Muhammed (Rahimehullah) dedi ki: Bu onların, Süfyan'ın böyle söylediği hakkındaki ve aynı şekilde Ebu Zübeyr67 hakkındaki zanlarının bâtıllığını açığa sermektedir. Ebu Zübeyr bir müdellistir ve “bize anlattı” veya “bize haber verdi” ifadelerini kullanmamıştır. Her açıdan da onların zannının bâtıllığı zahir olmaktadır. 37- Evet, bazıları 'Amr bin Hikam, Şube'den' şeklindeki tarîk ile varid olan haberde -ki biz de onu 'Hişam, Davud'dan, Ebu Hind'den68' tarîki ile rivayet etmiştik-, geçen 'Garb/Batı ehli Allah'ın emri gelinceye dek Hak üzere zahir olacaktır' şeklindeki ifadenin Malik'in mezhebi olduğunu iddia etmişlerdir. Böyle bir şey, yalanı caiz görmek ve onu en son dereceye kadar helal addetmektir. Afrika ve Endülüs, “garb/batı” ismine Mısır'dan ya da Şam'dan daha layık değildir ve buraların (Mısır, Şam) halkı da Malik'e muhalifir. Hatta cümleten bakılınca Ehli Sünnet dışı olanlar daha fazla gibidir. Örneğin Zenâte Çölü bölgesinde Hariciler ve Mutezile çoğunluktadır69. Ketâme70 dağlarında Şiiler çoğunluktadır. Yine uzunca bir dönem Afrika, Ebu Hanife'nin reyine; Endülüs de Evzaî'nin reyine bağlı kalmıştır. Zikredilen 67 [Aslında da böyle geçmektedir. Belki de doğrusu şudur: “O da Ebu Zübeyr'dendir. /HI] 68 [Aslında da böyle geçmektedir. Doğrusu: “Heşim Davud bin Ebî Hind'den”. Bunu Müslim bu tarikle Sahihinde yer alan İmaret Kitabında tahric etmiştir. /HI] 69 Metinde “Onların aleyhine” diye geçmektedir. 70 Ketâme Dağları: Orada Berberî kabileleri Ketame oğulları yaşamaktadır. Onlar Mağrib'deki hakim devletin yıkılmasında Fatımîlere yardıme tmişlerdir (10. yüzyıl). Onlar, Dâî Ebu Ubeyd'in aralarında yaydığı Şii mezhebine intisab etmişlerdir.


haberin, şimdi üzerinde bulundukları hâle çekilmesini, bundan önce üzerinde bulundukları hâle çekilmesinden daha evlâ kılan nedir? Onların71 hallerinin şimdi neye yorumlandığını bilmiyoruz. Ancak şu var ki onlar, gaybın ilmini bildiklerini iddia ediyorlar ki bu da sana bir dalâlet olarak yeter. 38- Yine aynı şekilde şüphesiz biliyoruz ki Nebî (SAV) şöyle buyurmuştu: “Garb/Batı ehli Hak üzere zahir olacaktır”. Aslında o zamanlar Batı diyarının ehli baştan aşağı Hıristiyan idi ve içlerinde hiçbir şekilde Müslüman yoktu. Çünkü Mısır ve Şam ancak Ömer bin Hattab (RA)'ın döneminde; Afrika, Muaviye (RA) zamanında; Endülüs, Velid bin Abdulmelik zamanında feth edilmişti72. Ama biz, Nebî (SAV)'in sadece ve sadece hakkı söylediğinden emin olmuşuzdur. Eğer bu zikredilen hadis sahih ise, kesin olarak anlıyoruz ki Nebî (SAV) bu hadisini herhangi bir zamana tahsis etmemiştir. Durumun böyle olması kesinleşince de galiba bu vaktin henüz gelmemiş olduğu görülüyor. Belki de bahsedilen vakit, Meryem oğlu İsa (AS)'ın nüzul edeceği zamandır. Yoksa kim bilir73? Zan ile kavil etmek hiçbir şeyi çözmez. Zikredilen hadîsi zahirine haml etmek daha evlâdır. Aksi takdirde herhangi bir nass veya icmâ olmadan delilsiz bir şekilde, bu hadisin başka bir şeye haml edilmesi helal olmaz.

71 [Aslında da böyle geçmektedir. Belki de doğrusu şudur: “Onların hâlinin neye tevil edileceğini...” veya “Hallerinin neye tevil edileceğini...” şeklindedir. /HI] 72 Metinde “futiha” fiili yerine “ifteteha” fiili kullanılmıştır. 73 [Aslında da böyle geçmektedir. Doğrusu “bunu onlara ne /kim bildirebilir ki?” şeklinde olmasıdır. /HI]


39- Bir de şu var ki aslında bu hadisin lafzını tedebbür ettiğimiz zaman, hadisin medh değil zemm içerdiğini görüyoruz. Çünkü Nebî (SAV) aslında, onların hakka galebe çalacaklarını haber vermekte idi74. Çünkü “ez-zuhûr” sözcüğü Arap dilinde galebe anlamına gelir. Bu da bu lafzın 'Allah'ın emri gelinceye dek onların hakikat ehline galebe çalacaklarını” iktiza etmektedir. 40- Ebu Muhammed (Rahimehullah) dedi ki: Onları her zaman böyle, hakka muhalefet ederken, hakikat aleyhine dalavere çevirirken ve hakikati reddederken gördük. Bunların başında da, Osman (RA)'ı bizzat öldürmeye gelenler Garb ehlinden Mısır ehlinden idiler. Onlar, hepsi de Mısırlı olan Kinâne bin Beşir et-Teceyyübî, İmran bin Sûdan, Kanbere, Abdurrahman bin Gadir el-Belevî75 idiler. 41- Sonra bunun akabinde Ali bin Ebî Talib (RA) ve Muaviye (Rahmetullahi aleyh)'in durumu geliyor. Hak sahibi Ali'dir, şüphesiz. Muaviye ise tevilde bulunmuş, hata yapmış, mazur, 1 (bir) ecirle ecirlendirilmiş bir müctehiddir. Ama tabî ki Ali ile Muaviye arasındaki fazilet farkı, hiçbir insaflı kişinin anlamakta zorlanmayacağı biçimde açıktır ve gizli değildir. Muaviye (Rahimehullah) faziletli bir sahabi idi ama Allahu Teâalâ buyuruyor ki: (Neden siz Allah yolunda harcamayasınız ki? Göklerin ve yerin mirası zaten 74 [Asıl metinde geçen “yekûnu” sözcüğünün düşürülmesi daha doğru olur diye umuyorum. /HI] 75 [Aslında da böyledir. Hz. Osman'ı öldürmeye gelen Mısırlılar içinde İmran bin Sevdan'ın da olduğuna dair bir haber bulamadım. Onların arasında olan kişi ancak Sûdan bin Hamran es-Sükûnî idi. Kanbere ise: Hatalı yazılmıştır. Doğrusu: Kuteyre olmalıdır. O, Kuteyre bin Fulan es-Sükûnî'dir. Abdurrahman bin Gadir 'e gelince babasının adının Udeys olması gerekiyor. Bkz. Tarihut-Taberî 4: 384; Tarihu Medineti Dimeşk, İbni Asakir, Osman bin Affan cildi, Sayfa: 315 /HI]


Allah'ındır. Elbette içinizden, fetihten önce harcayan ve savaĢan bir olmaz. Onların derecesi, sonradan infak eden ve savaĢanlardan daha büyüktür. Bununla beraber Allah hepsine de en güzel sonucu vaad etmiĢtir. Allah yaptıklarınızdan haberdardır.) [Hadid: 10]. Ali bin Ebî Talib ise ilk olarak muhacirdir, önde gelendir76, Bedir, Uhud, Hendek ve Hudeybiye ehlindendir. Muaviye (Rahimehullah) ise Fetih günü müslüman olanlardandır. Muaviye, ölene kadar Ali'ye galebe çalmaya ve Ali bin Ebî Talib (RA)'ın hakkını örtbas etmeye çalıştı. 42- Sonra fasık Yezid, Harre günü o gün hayatta olan sahabe77 (radıyallahu anhum) ve Medine ehlinden olan tabiînin hakkına tasallut etti. onun İslam'da işlediği78 bu büyük cürüm, Mısır ve Şam ehlinden Garb ehlinin kalabalıkları ile işlenmiştir. 43- Sonra fasık Haccac hak çiğnedi. Bunların başında da müminlerin emiri Abdullah bin Zübeyr (radıyallahu anhuma)'nın hakkı gelmektedir. İbni Zübeyr sahabeden kalanlardandı ve hak sahibi idi. Haccac ise bâtılın ve asiliğin valilerindendi. O, asla yorumlamadan ve bir çıkış yolu aramadan, müslümanların asasını kırdı. Onun Mekke'yi taşa tutması da Mısır ve Şam ehlinden Garb ehlinin kalabalıkları eli ile işlenmiştir. 76 Asıl metinde “Muhacirîdir, evvelîdir, sâbikîdir” diye geçmektedir. 77 [Asıl metinde burada siyakı bozacak şekilde “Muaviye....” ismi geçmektedir. Belki de b u isim sonradan araya sıkıştırılmıştır. /HI] 78 Metinde “işlediği” sözcüğü “işnediği” şeklinde yanlış yazılmıştır.


44- Sonra Mervan ve âlinin zulmü başgösterdi. O dönemde insanlar hiç adalet görmediler. O dönemde görülen ise sadece apaçık zulüm, Ali bin Ebî Talib (RA)'a minberlerde lanet edilmesi, 2 (iki) yıl süren Ömer bin Abdulaziz (Rahmetullahi aleyh)'in valiliği ve 6 (altı) ay süren Yezid bin Velid (Rahimehullah)'ın valiliği dışında79 namazın hafife alınması idi. Süleyman'ın döneminde ise durum tümüyle iftira ve hafiflikten80 ibaretti. 45- Sonra Mağrib diyarında kafirler Ubeydullah oğulları zuhur ettiler ve Şam denizi arasına, Mekke ve Medine'nin arkasına, Fırat'a kadar salt küfürle galebe çaldılar, İslam'ın nurunu söndürdüler ve İslamın günümüze kadar bildirilmesi sürecini baltaladılar. Eğer bahsi geçen hadis81 sahih ise, ancak Garb ehlinin hakikatin hilafına zuhur edeceğini ve hakikate galebe çalacağını ve hakkın eserlerini yok edeceklerini bildirmek82 için buyurulmuştur ki bu da onların aleyhine en büyük hüccettir. 46- İşte bu, Garb ehlinin83 ayan beyan sıfatıdır. Bunu da, kim oldukları ayan beyan görüldüğü halde onlar gibilerini destekleyen84 yüzsüzlerden başka kimse reddedemez. Onların hiçbirinin iddiası da diğerinin iddiasından daha sıhhatli değildir. Metinde “illâ” olması gereken edat “ilâ” şeklinde hatalı yazılmıştır. Metinde “iftira ve haff” şeklinde geçmektedir. Metinde “Bu haber nedir?” mânâsına gelen ibare mükerrer olarak gelmiştir. [Aslında da böyledir. Vecih: “Yükselmesine karşı uyarmak” yönündedir. /HI] [Asıl metinde “Garbın ve ehlinin” şeklinde geçmektedir. Belki de ehil, ehli gibi sözcüklere butaya sornadan ilave edilmiştir. 84 Ana metinde, u kelimenin Atapçası'nın son harfi çıkmamıştır. 79 80 81 82 83


47- Her taife kendilerinin hak üzere olduğunu iddia etmektedir. Halbuki hak/hakikat sadece Allah azze ve celle'nin Kitabında ve sahih senetle Nebî (SAV)'e dayandırılan Resûlullah (SAV)'in sünnetindedir. İslam'ın nuru ve gerektiği gibi Resûlullah (SAV)'in sünnetlerine sarılma sadece Şark'ın/doğunun en ücra köşelerinde, Horasan'da ve o civarda kalmıştır. 48- Garb ise tüm bu hasletlerden uzaklaşmıştır. Garb, tümden sıfıra inmiştir. Tek dayanakları şâz, müfret, nadiren duyulmuş, garip haberlerdir. Hepsi de babalarını taklit etmektedirler. Hepsi de Resûlullah (SAV)'in sünnetinden ve hükümlerinden, Kur'ân'ın hükümlerinden yüz çevirmişlerdir ve Kur'ân onların boğazlarından aşağıya inenemiştir85. Allah bize yeter ve O, ne güzel vekildir! 49- Ebu Muhammed (Rahimehullah) dedi ki: Malik (Rahimehullah)'ın kavlini desteklemek ve onu galip çıkarmak için söyledikleri sözler öyle ahmakça boyutlara ulaşmıştır ki anlatmak, açıklamak86 ve bir şeyler yapmak isterken her şeyi yıkmışlardır87, harap etmişlerdir88. Örneğin diyorlar ki: 'Malik (Rahimehullah), 40 (kırk) yıl, yatsının abdestiyle sabah namazını kılmıştır'. Bu söz ile Malik'i methetmeye çalışanların durumu ne kadar da tuhaftır. Çünkü böyle bir hâl, Resûlullah (SAV) ve Ashabının (Radıyallahu anhum) üzere 85 [Aslında da böyledir. Anlam “aşmamaktadır, geçmemektedir” cihetindedri. /HI] 86 [Asıl metinde burada tesniye zamiri kullanılmıştır. Belki de doğrusu “tekil zanirin” kullanılmış olmasıdır. /HI] 87 [Asıl metinde “açıklamak isterken kapalılaştırmak” mânâsına bir fiade kullanılmıştır. Buradaki sözün istikameti “isterken yıkmak” cihetindedir. 88 Bu dipnot boş bırakılmıştır.


bulundukları hâle muhaliftir. Resûlullah (SAV)'in bir gece sabaha kadar kalkmadığı sahih olarak gelmiştir. Yine O (SAV), Abdullah bin Amr bin el-Âsıy'i ve Ebu-d Derdâ (Radıyallahu anhum)'u bundan nehyetmiştir. Nebî (AS) buyurmuştur ki: ”Kalk ve uyu”. Yine Nebî (AS), sünnetinden yüz çevirenlerin kendisinden olmadığını da haber vermiştir. Yani şimdi Malik'in bu 40 (kırk) yıl zarfında ailesine/ehline hiç ihtiyaç duymadı mı? Hiç mi hastalanmadı mı? Hiçbir gece mi idrara ve hacet gidermeye çıkmadı? Onu hiç mi uyku bastırmadı? Bu gerçekten acaip bir iştir. Bu hem zem ve bidattır; ve hem de yalan, iftira ve insan doğası açısından imkânsızdır. 50- Yine Malik'in meclis arkadaşı İbni Kasım hakkında, İbni Kasım (Rahimehullah)'ın Ramazanda Kur'ân'ı 200 (iki yüz) defa hatmettiğini anlatıyorlar. Bu da tam anlamıyla çirkin yalanın rezilliklerindendir. Çünkü bunu hesap etmeye kalkarsak tam 1 (bir) güne 6,3 hatim düştüğünü görüyoruz. Böyle bir söz, Kur'ân'ı hafife almaya, Allah azze ve celle'in kelâmı ile alay etmeye ve O'nun kelâmını harflerin89 hakkını vermeden90 okumaya çok meyyal bir sözdür. Bu kadar sayıda hatim indirmek mümkün olsa bile, böyle bir şey, bu 89 Metinde “harflerinin haklarının verilerek tilaveti” şeklinde geçmektedir. 90 Belki de ibare, muhakkikin eklediği bu ifadenin lafzının iskat edilmesidir. Böyle bir iskat, doğruya daha yakın olacaktır. /HI]


nedenlerden ötürü Allah'a isyan olurdu. Resûlullah (SAV)'den bize sahih olarak geldiğine göre Kur'ân'ın en az 3 (üç) gecede hatim edilmesi bildirilmiştir. Bu hadis üzerinde de hiçbir sahabi (Radıyallahu anhum) ihtilaf etmemiştir91 ve başka bir şey söylememiştir. Sadece bir defa “1 (bir) gecede” şeklinde geçmiştir. Tüm bu delillerden sonra artık onların iddiası muhal ve yalandır. İbni Kasım, Ramazan ayı boyunca hiçbir gün ve hiçbir gece uyumamış mıdır92? Hiçbir vakit farz namazı kılmamış mıdır? Hiç mi iftar yapmamıştır ve bir şey yiyip içmemiştir? Hiç mi Cuma namazına gitmemiştir? Hiç mi hutbe dinlememiştir? Hiç mi abdest tazelememiştir, bevl gibi bir nedenden ötürü hiç mi abdesti bozulmamıştır, hiç mi Cuma için gusül etmemiştir? Eğer o bir Âdemoğlu ise, gece ve gündüz durmadan okumak onda şaşkınlık, baş ağrısı, baş dönmesi, göz kararması93 ve ses kısılmasına yol açardı. Yine o, tam bir ay boyunca her gün 6,394 defa Kur'ân'ı hatmetmekten hiç mi usanmamıştır ve hiç mi kendisine yorgunluk gelmemiştir? Bu, Allah azze ve cellenin haklarında 'onlar usanmazlar ve yorulmazlar' buyurduğu meleklerin sıfatıdır. Bu, asla âdemoğullarının sıfatı değildir. Zaten zerre kadar aklı ve dini olan kimse böyle bir söz söylemekten hayâ eder. Böyle bir sözde yalan ve masıyet cem' edilmiştir. Allahu Teâalâ'dan minneti ile bizi rezil etmemesini dileriz. 51- Malik, Medine ilmi üzere sabit kaldı diyorlar. Bu da son 91 [Asıl metinde muhakkik burada parantez içi bir ifade kullanmıştır. Ama biz bu ilaveyi zaruri olarak görmemekteyiz. /HI] 92 Metinde “uyumadı mı” sözcüğü yanlış olarak yazılmıştır. 93 [Aslında da bu ifade geçmektedir. Orijinal ifade olan “aşvâ-i nefis” hakkında beni tatmin eden bir anlam zahir olmadı. Belki de bu “mide bulantısı yaşamak/göz kararması” gibi bir şeydir. /HI] 94 [Asıl metinde “6 küsur 3'te 2” gibi bir ifade geçmektedir. Burada daha önce kendisinin de bahsettiği gib, her gün ve gece (yani 1 tam günde) hatim indirme esasına göre hesap edilecek olursa çıkan sonuç “6 tam 3'te 2'dir”. Ana metinde 3'te 2 ifadesinin kullanımı siyaka tam uymayan bir biçimde gelmiştir.


derece fasid bir kelamdır. Çünkü sahabelerden (radıyallahu anhum), sonra tabiînden bazıları, sonra onların akabinde gelen Hasan-ı Basrî, İbni Sirin, Süfyan-ı Sevrî, Evzaî, el-Leys gibi fakih zatlar Medine'den çıkmışlardır/ayrılmışlardır. Eğer bu zatların dini değiştirdiğini ve yeni bir şeriat icat ettiklerini öne sürüyorlarsa büyük bir iftira atıyorlar. Eğer bunu hafife alıyorlarsa ve böyle bir şey uydurmaktan sakınmıyorlarsa bu, onların kendi aleyhlerine döner. Çünkü böyle bir şey (dini değiştirme ve yeni bir şeriat icat etme hususu) eğer bahsettiğimiz zatlar için söylenebilirse aynı şey, Medine'de kalan sahabeler (radıyallahu anhum), onlardan sonrakiler, onlara tâbi olanlar, Malik ve beraberindekiler için de söylenebilir. Bu da tümüyle bâtıldır. Allah bu zatların hepsini bu iddiadan korumuş95 ve tenzih etmiştir. Sadece fasık ve habis olanların dışında kimse de bu zatlar hakkında böyle zanlara kapılmaz. 52- Yine aynı şekilde eğer onlar, Ömer ve Osman (Radıyallahu anhuma)'nın Irak, Şam ve Mısır ehlinden olan maiyetlerini dînî hususlarda cahil bıraktıklarını söylüyorlarsa, eğer bu iki sahabinin bu halkların üzerine sahabileri vali olarak atamalarına ve onlara heyetler göndermelerine rağmen bu tür iddialara sahip iseler bu, Ömer ve Osman (Radıyallahu anhuma)'nın İslam şeriatını onlara öğretmekte gevşek davrandığını, onları ihmal ettiklerini ve dîni onlardan gizlediklerini îmâ eder ki bu da kendilerinden razı olunmuş bu iki halifeyi (Radıyallahu anhuma) İslam dairesinden çıkarmakla özdeştir. Ömrüme andolsun ki böyle bir şeyi 95 [Aslında da böyle geçmektedir. Doğrusu “onları tenizh etmiştir” şeklinde gelmesidir. /HI]


zanneden kişi, bu vehmettiği sıfata kendisi daha layıktır. 53- Yine açıktır ki Medine ehlinin nezdinde mevcut olan ilim, onların dışındaki Mısır alimlerinin nezdinde de aynı derecede96 mevcuttur. Aralarında fark yoktur çünkü ilim gizli değildir. Hamd âlemlerin Rabbi olan Allah'ındır. Ayrıca Sahabe (Radıyallahu anhum) oradan ayrılıp başka beldelere dağıldıktan sonra Medine ehlinin ilimde diğerlerinden daha öncelikli olma durumu da ortadan kalkmıştır. Tevfik, Allahu Teâalâ'dandır. 54- Hanefîlere97 gelince, önderleri hakkında Resûlullah (SAV)'in ashabından olan Abdullah bin Haris bin Cüz'ün Nebî (SAV)'den bir rivayette bulunduğunu iddia etmişlerdir. Bu sahih değildir çünü Ebu Hanife (Rahimehullah), tartışmasız 150 (yüz elli) yılında 70 (yetmiş) yaşında ölmüştür. Oğlu Hammad, babasının yaşı hakkında böyle konuşmuştur. Bu durumda Ebu Hanife'nin doğumu, 80 (seksen) veya 81 (seksen bir) senesidir. 91 (doksan bir) yılından sonra da Sahabe (Radıyallahu anhum)'dan hiçbiri yaşamamıştır. Ebu Hanife hakkında zikredilen haberde Onun, henüz 16 (on altı) yaşında iken Mekke'de Abdullah bin Haris ile buluştuğu geçmektedir ki bu buluşma da onlara göre 9698 (doksan altı) yılında gerçekleşmiştir. Halbuki Abdullah tartışmasız o sene hayatta değildi. En son ölen sahabînin Enes bin Malik (RA) olduğu99 hususunda Müslüman âlimler arasında herhangi bir 96 97 98 99

[Aslında da böyle geçmektedir. Belki de doğrusu şudur: “Başkalarının nezdinde mevcut olan...” /HI] [Asıl metinde “Hanîfîler“ şeklinde geçmektedir ama burada kast edilen “Hanefîler”dir. /HI] Metinde bu rakam 76 olarak geçmektedir. Metinde “olması ile” şeklinde geçmektedir.


ihtilaf yoktur. O da bu tarihten bir müddet önce ölmüştür. 55- Ebu Muhammed (Rahimehullah) dedi ki: Bu taassup ve din zayıflığı bazılarını Resûlullah (SAV) adına şöyle bir hadis uydurmaya kadar götürmüştür. Bu mevzu hadisi Me'mun bin Ahmed, bize Ahmed bin Abdullah el-Hırmâzî100 dedi ki şeklinde rivayet etmiştir ki O, Enes bin Malik'ten hadis uydurması ile maruftur. Bu mevzu hadise göre Nebî (SAV) şöyle buyurmuştur: “Ümmetim içerisinde bir adam olacak ki Ona Ebu Hanife denir, işte O, ümmetimin ışığıdır. İçlerinde Muhammed bin İdris denilen bir adam daha olacaktır ki O da ümmetime İblis'ten daha çok zarar verecektir. Ebu Hanife'ye karşı çıkan kimse, sözleri ve reyi kendisine fayda vermeyen birine yardım etmiş olacağından ötürü Ateşteki yerine hazırlansın”. Rezil rüsvay olmaktan Allah'a sığınırız. 56- Birisinin rivayetine göre O, şöyle demiştir: “Alkame, İbni Mes'ud'un aşağısında değildir. İbrahim de Alkame'nin aşağısında değildir. Hamad bin Ebî Süleyman da İbrahim'in aşağısında değildir. Sizin arkadaşınız yani Ebu Hanife de Hamad'ın aşağısında değildir”. Bu sözü de, Ebu Hanife'nin fıkıhta İbni Mes'ud'dan daha az bilgili olmadığı şeklinde bir sonuç çıkartarak tamamlamıştır. Eğer tâbi olanları arasında Ebu101 Hanife'nin fıkıhtaki sıfatı bu ise, Malik'in ve Malik'in 100 [Aslında da böyle geçmektedir ama doğrusu el-Cevbârî'dir. Ona Cobar'a veya Coveybar'a nisbetle “Coybârî” de denir. Orası Herat'ın köyleridnen biridir. Bkz. Ahmed bin Abdullah'ın bu “Yaralılar, Zayıflar ve Terk Edilenler” Kitabında mevcut olan biyografisi, İbni Hibban 1: 142; el-Kamil, İbni Udeyy 1: 181-183; el-Ensab 3: 374-375 (elCobârî) 3: 433-434 (el-Coybârî); el-Lübab 1: 202 (el-Cobârî) 1: 313 (el-Coybârî); Mu'cemu-l Buldan (Cobar); Mizanu-l İtidal 1: 106-108; Lisanu-l Mizan 1: 193-194; Me'mun bin Ahmed de keza aynıdır -Bkz. “Yaralılar, Zayıflar ve Terk Edilenler” Kitabındaki biyografisi 2:45-46; Mizanu-l İtidal, 3: 429-430; Lisanu-l Mzian, 5:7-8; Yine aynı şekilde bkz. İbni Cevzi'nin el-Mevzûatı, 2: 47-48 /HI] 101 Metinde “Ebâ” diye geçmektedir.


dışındakilerin onların nezdinde yeri nedir acaba! 57- Ebu Muhammed (Rahimehullah) dedi ki: Biz şüphe etmiyoruz ki onların borçlar hukukunda icat ettiği keşif, yazı ve sözlü tasarrufların borçlu aleyhine delil gösterilmesi, ona borcunu ödemesi için 30 (otuz) günü geçmeyecek şekilde süre tanınması, iflas ettiğini açıklayan borçlunun 1 (bir) ay boyunca hapse atılması, sonra durumuna bakılıp herhangi bir sıfatla vekaletinin kabul edilmesi veya herhangi bir sıfatla kabul edilmemesi, tescilden sonra ve tüm tanıklarla görüştükten sonra eğer hakim bu meselenin hükmünü biliyorsa hüccetin kat'î olarak kesilmesi gibi bir icraat Allah'ın Resûlü (SAV) zamanında asla vukû bulmamıştır. Onlar da bundan şüphe etmiyorlar zaten. Şayet bu işler, onlara göre Nebî (SAV)'in hükümlerinin ve Sahabe (Radıyallahu anhum)'un hükümlerinin sıfatında mevcut olan hâle eklenen bir hayır, sonradan bulunan müstahsen bir durum olarak telakki edilmeseydi onlarla amel de etmezlerdi102 meşgul de olmazlardı. İşte “Ebu Hanife, hüküm çıkarma konusunda Allah'ın Resûlü (SAV)'den daha âlimdi” diyen kişinin tam olarak demek istediği de budur. Eğer kılıç korkusu olmasaydı, onlardan nasibi olmayan kimselerin (nasipsizlerin) bunu ortaya atmalarına izin vemrezdik. Bu, eğer onların nezdinde Nebî (SAV)'in tabikatından daha hayırlı olarak ve sonradan ortaya konulmuş güzel bir ilim olarak telakki edilmeseydi, onunla amel etmeyi helal görmezlerdi.

102 [Asıl metinde edat “femâ” şeklinde geçmiştir. Doğrusu bizim takdir ettiğimiz gibi “lemâ” olarak alınmasıdır. Çünkü bu edat, “levlâ” edatına cevaben gelmiştir. /HI]


58- Şafiî, Ahmed ve Davud mensuplarından zikredilenlere gelince onlar, bu gibi yalanlar hususunda zirve noktasındadırlar. Biz, Allah'ın izniyle, bu anlatılanlardan, her taifenin kendi imamının diğerlerinden daha âlim, daha fazîletli, daha yüce, daha mükemmel olduğuna inandığını bu cahillere apaçık beyan edecek kadarı olan kısmını yazacağız. Adamın birinin Ebu Sevr'e şöyle dediği rivayet edilmiştir: Falancayı şöyle derken işittim: “Şüphesiz ki Şafiî Malik'ten daha fakihtir”. Ebu Sevr ise o adama şu mânâda bir şey söylemiştir: “Bunda şaşılacak ne var? Şafiî Said bin Müseyyeb'den bile daha fakihtir”. 59- Bazı Şafiîler Resûlullah'tan 'Allah'ın kesinlikle her yüzyılın başında Kureyş'ten bir adam göndererek onunla dini ihyâ edeceğine' dair bir haber zikrederler. Bunu diyen dedi ki: “O, ilk yüzyılda Ömer bin Abdulaziz idi. İkinci yüzyılda ise Muhammed bin İdris eş-Şafiî'dir”. Bazı meşhur tarihçiler onların, Şafiî'nin kabrine şöyle yazdıklarını zikrederler: “Bu, Allah'ın emîni Muhammed bin İdris eş-Şafiî'nin kabridir”. Bu kavmin103 taassubunun nerelere kadar104 uzandığına bak! Onların Resûlullah (SAV)'e isnad ettikleri haberler105 de sahih değildir. Eğer sahih olsaydı bile, onların bu haberleri tevili yalan ve zan olurdu. Rezil rüsvay olmaktan Allah'a sığınırız. 60- Bize Ahmed bin Muhammed el-Esrem'den, onun Ebu Ubeyd el-Kasım İbni Selam'ın meclisinde cereyan eden106 bir 103 Metinde “bunlar” diye geçmektedir. 104 Metinde “hakkan” fiye bir kelime geçmektedir ama doğrusunun “Bak nerelere kadar ulaşıyor...” şeklinde olmasını umuyorum. 105 Metinde “ve öyle ki” şeklinde ismi mevsul kullanılmıştır. 106 [Belki burada bir düşme olabilir. /HI]


mesele hakkında bir rivayet gelmiştir. Rivayete göre Ebu Esrem dedi ki: “Yeryüzünün ne doğusunda ve ne de batısında kendisine denk olabilecek biri vardır ki O107, Ahmed bin Hanbel'dir”. Ebu Ubeyd de demiştir ki: “Doğru söyledin”. 61- Ebu Muhammed (Rahimehullah) demiştir ki: Bana ulaştığına göre Ahmed bin Hanbel'e tâbi olan bazı gruplar, Bağdat'ta İmam Ahmed'in108 evinin önünde bulunan, İmamın oradan geçerken kafasını eğdiği dar bir yoldan geçerek geniş meydana çıkacakları zaman hâlen şöyle diyorlarmış: “Kafanızı eğin, çünkü Şeyh burada kafasını eğmişti”. Kendileri ile gökyüzü arasında bir tavan veya bir engel olmadığı halde orada kafalarını eğiyorlarmış. 62- Bazı tarihçilerin zikrettiğine göre İmamın cenazesinin önünde tâbilerinden biri hem yürüyor hem de olanca sesiyle şu beyti söylüyormuş: Muhammed'in kaybından ötürü dünya kararmıştı İbni Hanbel'in kaybından ötürü de dünya karardı 63- “Eğer Ahmed bin Hanbel olmasaydı insanlar küfre düşerlerdi ve hepsi Cehmiyeden olurdu” sözüne gelince bu ifadenin, ne kadar yapmacık olduğu ayan beyan ortadadır. Bunların hepsi ahmaklık ve anlamsız sapkınlıktır. Bunların bir faydası yoktur ve hiç kimse bu kadar sapıklığa düşmemiştir. Elhamdülillah Ebubekir, Ömer, Osman ve diğer 107 [Belki de doğrusu şudur: “Bu ...ndandır...” /HI] 108 [Metinde sadece “Ahmed” şeklinde geçse de doğrusunun “Ahmed'in evinin önünde veya benzer bir kelime...” olmasını umuyorum. /HI]


sahabeler (Radıyallahu anhum) hakkında böyle şeyler denmemiştir. Bu sapkınlıktır Sadece Rafıziler, Ali hakkında bundan katbe kat sapkın beyanlarda bulunmuşlardır. Allah bize yeter ve O, ne güzel vekildir! 64- Ebu Muhammed (Rahimehullah) dedi ki: Ebu Nasr Yusuf bin Ömer bin Muhammed (Kadı İsmail bin İshak'ın amca oğlu) (Bu Ebu Nasr Bağdat'a baş kadı109 olarak da atanmıştı) Malik'in mezhebinden Davud bin Ali'nin mezhebine dönüşünü anlattığı risalesinde dedi ki: “Kitaplarını ve meselelerini Said bin Müseyyeb'in, Zührî'nin ve Rebîa'nın kavli ile kaleme alan biri ile, kitaplarını ve meselelerini Allah azze ve cellenin kavli ve O (CC)'nun Resûlü (SAV)'in kavli ve icmâ-ı ümmet ile kaleme alan birini bir tutacak değiliz. Heyhat! Bu, sahibine ikram olunmuş bir fazilet ve celîl bir mertebedir ki Ebu Süleyman (RA) bu hususta örnek olmuştur110. 65- Davud (Rahimehullah)'a tâbi olanlardan birisi meşhur ve uzun bir şiirinde şöyle demiştir: Cümle ilimlere nazar kıldım da Özlerin özünü Davud'a bahşettim Kur'ân'ı111 Nebî ile kavli ile aldı 109 [Aslında da böyle geçmektedir ama belki de doğrusu “Kadılar (Kuzat) kazası” şeklinde bir yer ismidir. /HI] 110 [Zehebî, Siyeri A'lâmi-n Nübelâ'daki (16/77-78) biyografisinde Ebu Nasr'ın bu konuşmasını anlatmıştır. /HI] 111 [Burada kelime “Kuran” şeklinde kesme işareti olmaksızın yazılmıştır. O, Kur'andır. Harekesi kendinden önce gelen sakin ra harfine nakledildikten sonra hemzenin hazfi ile tahfif edilmiştir. Ehli Mekke'nin okuyucusu/karîsi İbni Kesir onu Kur'an'da geçtiği yerde böyle okuyordu. Bkz. Et-Teysîr ,Sayfa: 29; en-Neşr 1: 407; el-İthaf, 61; İbni Muhaysın


Müslümanlar da buna delil ve şahittir İnat edip de Nebî'nin sünnetlerinden sapmadı Başkaları sünnetlere karşı inatlaştığı demde Malik'ten veya Onun meclisinden evvel yaşayanlar bugün sağ olsalardı Bölük bölük Onun huzuruna gelirlerdi Şafiî şefaatçı olarak dönseydi aramıza Onun Şafiî'ye de fayda verdiğini görürdün Eğer Ebu Hanife Onun reyini takip etseydi Kendi reyini kendi çürütürdü kâmilen Ebu Muhammed (Rahimehullah) diyor ki işte her taifenin, kendi imamları hakkındaki itikadı böyledir. 66- Hakkında sual ettikleri lafızların beyanının hakikatine gelince; Her şeyden önce şu hususları bilmeleri gerekir: Celaletin/yüceliğin mânâsı nedir? Faziletin mânâsı nedir? Verânın mânâsı nedir? İlmin mânâsı nedir? Fıkhın mânâsı nedir? Biz, Allah azze ve cellenin verdiği güçle bunları beyan ederken bu işin ecrini de Allah azze ve celleden umut ederiz. Allah azze ve cellenin desteği ile kavil ederiz. 67- Celalet sözcüğüne gelince, bu lafızla dünyadaki hâlin celîl olması veya Allah azze ve celle katındaki hâlin celîl olması da onu böyle okumuştur. /HI]


murad edilir. Üçüncü bir hâle yer yoktur. 68- Dünyadaki celalete gelince, her akıl sahibi şüphesiz bilir ki Malik zamanındaki Medine emirleri Cafer bin Süleyman ve Abdullah bin er-Rebî el-Hârisî ile Medine kadısı 112 Muhammed bin Abdulaziz dünya hususunda Malik'ten daha celalet sahibi idiler. Çünkü onların Malik'e de emir verme yetkileri vardı. Yine aynı şekilde şüphesiz ki Ebu Hanife'nin hayatta olduğu bir dönemde Kûfe emîri olan Musa bin İsa ve Kûfe kadısı İbni Ebî Leylâ, dünya hususunda Ebu Hanife'den daha celîl idiler. Çünkü o ikisinin Ebu Hanife'ye de emir verme yetkileri vardı. Yine aynı şekilde Şafiî döneminde Mısır emîri ve kadısı olan Seriyy113 bin el-Hakem Velhia114 bin İsa, dünya hususunda Şafiî'den daha celîl idi. Çünkü onun Şafiî'ye de emir verme yetkisi vardı. Yine aynı şekilde Davud'un hayatta olduğu bir dönemde Bağdat115 emîri ve kadısı olan Muhammed bin Abdullah bin Tahir ve İsmail bin İshak, dünya hususunda Davud'dan daha celîl idiler. Çünkü o ikisinin, Muvaffak'ın kendisini (Davud'u) İsmail'e karşı116 himaye etmesinden önce Davud'a da emir 112 Ana metinde kadı sözcüğü hatalı bir biçimde yazılmıştır. 113 [Asıl metinde: el-Bişrî şeklinde geçmektedir ama bu hatalı yazımdır. Doğrusu bizim yazdığımız gibidir. Bkz. Hüsn el-Muhâdara 1: 592 /HI] 114 [Asıl metinde Rebîa bin İsa diye geçmektedir ama doğrusu bizim yazdığımız gibidir. Bkz. Valiler ve Kadılar, elKindî, Sayfa: 217, 421-426; Hüsn el-Muhâdara 2: 142-143 /HI] 115 Metinde “Bağdat'ta emredenler” şeklinde geçmektedir. 116 [Ana metinde İsmail oğlu gibi bir ifade geçse de doğrusu: “İsmail'den/İsmail'e karşı” şeklindedir. /HI]


verme yetkileri vardı. Çünkü aralarında, maruf olan bir şey vukû bulmuştu. 69- Ebu Muhammed (Rahimehullah) dedi ki: Bu, fazilet addedilemeyecek bir celalettir. Eğer bu sözcüğü kullanan kişi bununla ona tâbi olanların çokluğunu kast ediyorsa, Vasıl bin Atâ ve Amr bin Ubeyd'in tebaası Ebu Hanife'den daha kalabalıktır. Rafızilerin reisi Hişam bin Hakem'in tebaası da Şafiî'ye tâbi olanlardan daha çoktur. Abdullah bin Yezid elİbazi'nin tebaası Malik'e tâbi olanlardan daha çoktur. Süleyman bin Cerir ez-Zübeydî'nin tebaası da Ahmed'e tâbi olanlardan daha çoktur. Doğrusu şu ki tâbi olanların sayıca çok olmasının bir anlamı yoktur ve ayrıca bunda bir fazilet de yoktur. Bir dönem Şafiî'ye tâbi olanların sayısı hepsinden az idi. Bugün ise Ona tâbi olanların sayısı hepsinden çoktur. Evzâî'ye tâbi olan pekçok insan vardı. Sonra Ona tâbi olan kimse kalmadı. Eğer tâbi olanların sayıca çokluğu bir fazilet olsaydı, bu faziletler bir hâl üzere kalmazdı, gâh kaybolurdu, gâh artardı. Bu, böyle bir zan içinde olan kişinin deliliğidir. Çünkü fazilet istikrarlıdır ve kişi öldüğü zaman ne kadarsa o kadardır ve asla azalmaz. 70- Ebu Muhammed (Rahimehullah) dedi ki: Allah azze ve celle katındaki celalete gelince bu, bugün de Nebî (SAV) vefat ettikten sonra da âdemoğullarından hiç kimsenin bilmediği bir durumdur. Bu, faziletle gelen şeyleri sadece Sahabeden alanlar için Allahu Teâalâ'dan ilm olunacak bir


durumdur. Her kim bir nassa dayanmaksızın falancanın Allah katında filancadan daha celîl olduğuna hükmederse, o kimse fasıktır, Allah azze ve celle aleyhine yalan uydurmuştur, büyük cürüm işlemiştir, ve Allahu Teâalâ'nın lanetine uğramıştır. Allahu Teâalâ buyuruyor ki: (Dikkat edin, Allah'ın laneti zalimlerin üzerinedir) [Hûd Sûresi: 18. âyet]. Allah azze ve celle aleyhine yalan uyduranla, O (CC)'nun aleyhine zanna dayanarak konuşan kimsenin Kur'ân nassı ile melun olduğu hususunda tüm ümmet arasında herhangi bir hilaf yoktur. 71- Ebu Muhammed (Rahimehullah) dedi ki: Fazilet kavramı da aynen böyledir. Fazilet ancak, Allah azze ve cellenin, kendisine başkasından daha fazla tazim duymamızı istediği kişi veya Cennette hemcinsinden daha yüksek bir derecede olan kimse için geçerlidir.Fazilet sözcüğünün bunların dışında bir manası da asla yoktur. Her kim ki bu kavimlerden hangisinin Cennette daha yüksek bir derecede olduğunu bildiğini iddia ediyorsa o, Allah azze ve celleye iftira atmış olur. İkinci ve üçüncü asırda fasıklar ve fazilette kendilerinden sonra gelenlerden daha geride olan kimseler olmuştur kuşkusuz. Bu iki asırda fazilet kavramı kesinlikle galip durumdadır ama bizzat bir insana has olarak değil elbette. Allahu Teâalâ'dan da Resûlü (SAV)'den de birilerine diğerlerinden daha fazla saygı göstermemizi emreden bir nass gelmemiştir. Bilakis onlar da diğer âlimler gibi ilim ehlidirler. Onların lehine olan, diğerlerinin da lehinedir. Onların aleyhine olan, diğerlerinin de aleyhinedir. Bu durumda da


onların “kim daha faziletlidir?” ve “kim daha celîldir?” şeklindeki sualleri sakıt olmaktadır, değil mi? 72- Vera kavramına gelince o, şüpheli olan şeylerden kaçınmaktır. Ebu Hanife, Ahmed ve Davud bu hususta son derece titizdiler. Malik ve Şafiî'ye gelince onlar, idarecilerden alıyorlardı, miras bırakıyorlardı, aldıklarını kullanıyorlardı ve böylece zenginleşmişlerdi. Yalnız şu var ki bu iki zatın bu husustaki tutumu, idarecilerden almayı reddedenlerden/terk edenlerden daha doğrudur. Bize göre Malik ve Şafiî'nin bu durumu, asla onların verâsına halel getirmez. Onların hepsi de (Rahimehumullah) son derece verâ sahibi idiler. 73- Allah katında onların daha verâ sahibi olduğuna kat'î biçimde hükmetmek ise gaybî bir konudur ve fasık olmayan hiç kimse böyle bir hükme cevaz veremez. Zahiren onların içinde en verâ sahibi olan ise, Kur'ân'da geçen ve Nebî (SAV)'den sahih olarak gelen hususlara muhalefet117 etmekten en çok sakınan ve kendi reyi ile hüküm118 vermekten en uzak olandır. Cahil olsun âlim olsun her aklı selim sahibi bunu zorunlu olarak bilir. Sadece aklı kendine oyun oynayan ve hisleri çığırından çıkan kimseler bunu idrak edemezler. 74- Hangisinin daha âlim olduğu konusuna gelince; Şüphesiz ki ilmin mânâsı, kişinin nezdinde bu bilginin rivayetinden bir şeyin bulunması ve bu kişinin, nezdinde mevcut olan bu bilgiyi hatırlaması ve ihtisas sahibi olduğu bu ilmin usûlünde 117 118

[Asıl metinde “muhalefet” sizcüğü yanlışlıkla “mehafet” olarak yazılmıştır. /HI] Metinde “hüküm/fetva” sözcüğü yanlışlıkla “fetâ” olarak yazılmıştır.


bu ilme sahip diğer âlimlerin nezdinde bulunandan daha sebatkâr olmasıdır. Ebu Hanife nezdinde mevcut olan sünen (sünnete dair konular) maruftur, sınırlıdır ve çok azdır. Onun ekseriyetle kullandığı yöntemler kıyası, reyi ve istihsanıdır. Kendisinden yapılan bir rivayet göre O, şöyle demiştir: Bize öğretilen bu husus reydir. Kim ondan daha hayırlısını getirirse onu alırız. 75- Malik'in sahip olduğu tüm ilim de Muvatta adlı eserinde mevcuttur. Onu cem' etmiştir. Muvatta da olmayan hususları da raviler Ondan kolayca toparlamışlardır ki bu küçük bir bölümdür. Onun bilgisinin tümü mevcuttur ve kayıt altına alınmıştır. Hiç kimsenin çıkıp da “Malik'in nezdinde bir ilim vardı da onu sakladı; bildiği sahih hadisleri direndi de söylemedi” şeklinde düşünmesi havsalaların alacağı119 bir şey değildir. Böyle bir şeyden Allah'a sığınırız. Allahu Teâalâ şöyle buyurmuştur: (Bir zaman Allah, kendilerine kitap verilenlerden, "Onu mutlaka insanlara açıklayacaksınız, onu gizlemiyeceksiniz." diye söz almıĢtı. Onlar ise bunu kulak ardı ettiler ve onu az bir dünyalığa değiĢtiler. Yaptıkları bu alıĢveriĢ ne kadar kötüdür.) [Âl-i Ġmran: 187. âyet]. Yine Allahu Teâalâ buyurdu ki: (159Ġndirdiğimiz apaçık delilleri ve hidayetin kendisi olan âyetleri insanlar için biz kitapta açıkladıktan sonra gizleyenler var ya mutlaka onlara Allah lanet eder. Lanet edebilecek olanlar da lanet ederler. 160- Ancak tevbe edip halini düzelterek gerçeği söyleyenler baĢka. ĠĢte onları ben bağıĢlarım. Ben çok 119

Merinde “ahaden” şeklinde gelmesi gereken sözcük “ahadun” şeklinde yazılmıştır.


merhamet ediciyim, tevbeleri çokça kabul ederim.) [Bakara: 159 ve 160. âyetler]. Ebu Muhammed (Rahimehullah) dedi ki: Onun (Malik'in) nezdinde, insanların rivayet ettiklerinin dışında ve insanlara ulaştırdığı kendi rivayetlerinin dışında ilim ve hadisler olduğunu iddia eden kişi, Onu çok kötü bir biçimde120 övmüş olur. Rivayet ettiklerinin tamamı, mürsel ve müsned hadis olmak üzere 1200 (bin iki yüz) hadisi geçmemektedir. 76- Şafiî (Rahimehullah)'a gelince; Onun yanında Malik (Rahimehullah)'ın Muvatta'sı, Süfyan bin Uyeyne'den pek çok hadis vardı. Onun nezdinde mevcut olan kaynakların en yüce ve en sağlam olanları da bunlardı. Sonra bu kaynaklara, terketse daha iyi olacağı İbrahim bin Muhammed bin Ebî Yahya ve benzeri ravilerden121 rivayetler yapmayı karıştırdı. 77- Ahmed bin Hanbel'e gelince; Onun hadisleri/sünnetleri toplama, kaydetme ve bunları hatırlamaya/zikretmeye vâkıf oluş miktarı, sadece sayı saymayı bilmeyen bir cahilin bilemeyeceği kadar meşhur bir miktardır. İlim ehli içerisinde O, tüm zikrettiğimiz zatlardan122 daha âlimdir, daha kayıtlara bağlı, ilim ve Kur'ân'ın beyanı olan sünnetleri daha çok gözetendir123. 78- Davud'a gelince o, çok rivayette bulunan bir zattı. 120 121 122 123

Metinde “esâe” şeklinde gelmesi gereken sözcük “sâe” şeklinde yazılmıştır. [Aslında da böyle geçmektedir. Belki de doğrusu şudur: “...den rivayet (etmek)ten...” /Hı] Metinde “kimselerden” diye geçmektedir. [Belki de ana metinde “imtirak” olan geçen kelimenin “işrâfen/gözeterek/gözetici” olması daha doğrudur. /HI]


Sünnetleri/hadisleri son derece çok miktarda toplamış ve son derece çok kayıt altına almıştır. Kim sünnetleri/hadisleri diğerlerinden daha fazla toplamışsa, âlimlerin sözlerini diğerlerinden daha fazla toplamışsa, topladıklarını zikri ve fehmi ile kaydetmişse, “İlmin mânâsı budur ve başka bir şey değildir” şeklindeki sözümüzün zaruri sonucu olarak şüphesiz124 en âlim olan Odur ve kimse onunla boy ölçüşemez. 79- Rey ile fetva vermeye gelince bu ne ilimdir ne de fazilettir. Bu kimsenin yapamayacağı bir şey değildir ki! Bilakis rey, Sahabe (Radıyallahu anhum) ve onlardan sonra gelen tabiîn tarafından zemmedilmiştir. Onlar reyi kullanarak kendileri aleyhine ikrarda bulunuyorlar. İşte Rebîa, Zührî'ye diyor ki: Ben insanlara kendi reyimi haber veriyorum. Dilerlerse alırlar, dilerlerse kaldırıp duvara çarparlar. Ebu Muhammed (Rahimehullah) dedi ki: Ömrüme and olsun ki, işiten kimsenin duvara çarpılması hususunda muhayyer bırakıldığı hususları derhal duvara çarpmak icap eder. Onlarla dinde fetva vermemek ve onları kullanarak Allahu Teâalâ'dan haberler vermemek gerekir. İşte125 Malik ölüm esnasında şöyle demiştir: “Beni her bir 124 125

[Ana metinde tam burada “delil ile” lafzı geçmektedir ki bu lafız büyük olasılıkla sonradan eklenmiştir. /HI] [Ana metinde burada “fe” takibiye edatı kullanılmıştır. Belki de “vav” atıf harfinin kullanılması daha güzel olurdu.


meselede Malik'in reyi, Ebu Hanife'nin reyi, Evzaî'nin reyi, Süfyan'ın reyi, İbni Ebî Leylâ'nın reyi, İbni Şibrime'nin reyi, Hasen bin Hayy'ın reyi, Osman el-Bettî'nin126 reyi ve Leys'in reyi arasında dolaştırmak istediler. Bunların hepsi reydir ve hiçbiri diğerinden faziletli değildir. Bunların hepsi de ecir verilmiş müctehidlerdir. Onlardan herhangi birini taklit eden kimse hatalıdır, kınanmıştır ve mazur değildir”. Tüm ümmetin icmâsı ile reyin sıfatı şöyledir ki o zan ile hüküm vermek ve din hususunda yalanlar ortaya atmaktır. Reyi ve rey ile kavil etmeyi çok yapmak, ilim sıfatını hak ettirecek bir şey değildir. Çünkü rey, ilim değildir. Reyleri ezberlemek de ilim yolu değildir. O ancak sadece hakkı bırakıp bâtıl ile iştigal etmektir; mal kazanma kapısıdır; pazarlama ve etraftakilere baş olma, idareciler nezdinde yer edinme cihetidir; para kazanma127 işlerinden bir iştir.. Her kim dîni bırakıp128 da bunlara yönelirse, o kimse kaybetmiştir ve sonu hüsrandır. Rezil rüsvay olmaktan Allah'a sığınırız. İlim ancak Kur'ân hükümlerini, Resûlullah (SAV)'den sahih olarak gelen haberleri bilmektir; sünnetleri nakledenlerin güvenilir olup olmadıklarını, Müslümanların nerede icmâya vardıklarını ve nerede ihtilaf ettiklerini bilmektir. İlim budur ve bu ilmi taşıyan kimse de âlimdir. Bunun dışındakiler değildir. 80- Şafiî'ye gelince şüphesiz ki O, reye asla cevaz vermez. 126 127 128

Metinde “el-Leysî” olarak geçmektedir ama bu hatadır. [Aslında da böyle geçmektedir. /HI] [Aslında da böyledir. Belki de doğrusu “dininden taviz vererek” gibi bir ifadedir. /HI]


129

Ahmed, İshak bin Râheveyh ve önce ya da sonra geçen diğer hadis ehli de böyledir. Davud'un, reyi iptal etme/bâtıl görme hususundaki tutumu ise burada zikre sığmayacak kadar meşhurdur. O da reyin terkinde farklı değildir. Sonra şüphesiz ki tabiîn de sünnetleri -ki ilim odur- Allah'ın hepsinin adaletine tanıklık ettiği kimselerden130 almışlardır. Çünkü Allahu Teâalâ buyuruyor ki: (Muhammed Allah'ın elçisidir. Onun yanında bulunanlar da kâfirlere karĢı çetin, kendi aralarında merhametlidirler. Onları rükûa varırken secde ederken görürsün. Allah'tan lütuf ve rıza isterler. Yüzlerinde secdelerin izinden niĢanları vardır. Bu, onların Tevrat'taki vasıflarıdır. Ġncil'deki vasıfları da Ģöyledir: Onlar filizini yarıp çıkarmıĢ, gittikçe onu kuvvetlendirerek kalınlaĢmıĢ, gövdesi üzerine dikilmiĢ bir ekine benzerler ki bu, ziraatçıların da hoĢuna gider. Allah böylece onları çoğaltıp kuvvetlendirmekle kâfirleri öfkelendirir. Allah inanıp iyi iĢler yapanlara mağfiret ve büyük bir mükâfat vaad etmiĢtir.) [Fetih: 29. âyet]. Yine Allahu Teâalâ buyuruyor ki: (Neden siz Allah yolunda harcamayasınız ki? Göklerin ve yerin mirası zaten Allah'ındır. Elbette içinizden, fetihten önce harcayan ve savaĢan bir olmaz. Onların derecesi, sonradan infak eden ve savaĢanlardan daha büyüktür. Bununla beraber Allah hepsine de en güzel sonucu vaad etmiĢtir. Allah yaptıklarınızdan haberdardır.) [Hadid: 10. âyet]. Başka bir âyeti kerîmede ise şöyle buyuruluyor (101129 [Asıl metinde “İşte Ahmed” şeklinde geçmektedir. Belki de doğrusu şudur: “Ahmed ... de böyledir..” veya “Ahmed ... de bu şekildedir” biçiminde gelmesidir. /HI] 130 [Asıl metinde “kimseden” şeklinde geçmektedir ama belki de doğrusu “kimselerden” şeklinde gelmesidir. /HI]


ġüphesiz katımızdan kendileri için güzel Ģeyler takdir edilmiĢ olanlar, iĢte oradan (cehennemden) uzak tutulanlardır. 102- Bunlar onun (cehennemin) uğultusunu bile duymazlar. Canlarının istediği Ģeyler içinde temelli kalırlar. 103- O en büyük korku bunları üzmez; kendilerini melekler: "Size söz verilen gün iĢte bugündür" diye karĢılarlar.) [Enbiya: 101-103]. Yine Allahu Teâalâ şöyle buyuruyor: (Andolsun o ağacın altında (Hudeybiye'de) sana bey'at ederlerken Allah, müminlerden razı olmuĢtur. Kalplerinde olanı bilmiĢ onlara güven indirmiĢ ve onları pek yakın bir fetih ile mükâfatlandırmıĢtır.) [Fetih: 18]. 81- İnsanların ilim bakımından en yüce olanları Sahabilerdir131 (Radıyallahu anhum). Şüphesiz ki Sahabi, yanında tek bir hadis bile olsa onu Allah'ın Resûlu (SAV)'den almıştır ve o hadis o sahabinin nezdinde Allah katından gelen hakka-l yakindir. Çünkü o sahabi bu hadisi, önünden ve ardından bâtılın gelemediği kimseden, dînî hususlarda asla hata yapmayan birinden almıştır ve bu hadis, sahabinin nezdinde Allah azze ve cellenin katından sahih olarak varid olma ve kendisine itaatin vacip olması hususlarında132 Kur'ân gibidir. Onda reyimle kırbaçlayarak kelam ettim 131 132

[Aslında da böyledir. Orijinal metinde burada geçen “fa” harfi mezid olabilir. /HI] [Aslında da böyledir. Belki de doğrusu “... ve vacip olması” veya “vacip olması konusunda” şeklindedir. /HI]


Gel gör ki onun kırbaçlara sabrı yoktur. Ebu Muhammed (Rahimehullah) dedi ki: Ömrüme and olsun ki sahibinin ölürken bu denli pişmanlıkla söylediği bu beyit var ya; Müslümanların kanları, namusları, malları, derileri, dinleri hakkında rey ile hüküm kesen kişi perişan olmuştur. İşte İbni Kasım diyor ki: Rey kitapları satılmaz/alınmaz. Çünkü biz onların hak mı bâtıl mı olduğunu bilemeyiz. Ebu Muhammed (Rahimehullah) dedi ki: Ömrüme and olsun ki, rey kitaplarının satılmasına izin vermeyen ve bu kitapların hak mı yoksa batıl mı olduğunu bilmediğini söyleyen bir kişi, İslamda ona (reye) dayanarak fetva vermeyi caiz görmekten veya ona (reye) dayanarak Allahu Teâalâ'dan haber vermekten de uzaktır. İşte Sehnun133 diyor ki: Bu reyin ne olduğunu bilmiyoruz. Onunla kanlar döküldü ve onunla ırzlar helal kılındı. Ebu Muhammed (Rahimehullah) dedi ki: Eğer bu sözün sahibi reyin ne olduğunu bilmiyorsa, ondan ilim alan kişiler134 de eğer kendilerine gelseler bu sözün mânâsını bilmekten daha da uzaktırlar.

133 134

Metinde “mecnun” diye geçmektedir. Metinde “ellezî” ismi mevsulü yerine hatalı olarak “fer-re'yu” şeklinde bir sözcük geçmektedir.


Bunlar, doğruluğu zahir olan hükümlerdir. Bunları ancak dünyasını mamur edip de şeriatını135 yıkmak isteyen mutaassıp kişiler inkâr edebilirler. (Ancak iman edip iyi ameller iĢleyenler, Allah'ı çok çok ananlar ve haksızlığa uğratıldıklarında kendilerini savunanlar müstesna; haksızlık edenler, hangi dönüĢe (hangi akibete) döndürüleceklerini yakında bileceklerdir.) [ġuarâ: 227. âyet]. 82- Ebu Muhammed (Rahimehullah) dedi ki: İlmi Allahu Teâlâ'nın haklarında kat'î olarak Cennetlik olduklarına ve âdil olduklarına tanıklık ettiği, Teâalâ'nın kendilerinden razı olduğu136 olduğuna tanıklık ettiği, kalplerinde mevcut olanı bilip de üzerlerine sekîne indirdiği kimselerden alanlar, doğru bir biçimde fıskın taammüdünden halas olurlar. Çünkü fısk ve sekînet aynı kalpte bir araya gelemezler. İşte bu, ilimde en yüksek derecedir, ayakların en sağlam basmasıdır ve ilim sıfatına en layık olandır. İlmi, onlardan sonra gelen137 ve adaleti de, naklinin138 sıhhati de, Allah azze ve celle katındaki adaleti de, itikadının139 derecesi de kesin olmayan kimselerden alanlar; haklarında sadece hüsnü zan beslenen, bâtınını ise en iyi Allah'ın bildiği kimselerden alanlar var ya, işte bu, tâbiînin ve daha sonra gelenlerin sıfatıdır. Onların sahabeden daha âlim olmaları hiçbir biçimde mümkün değildir. Onların tâbiînden daha âlim olmaları caizdir çünkü 135 Metinde “şeriatını” yerine siyaka uymayan başka bir szöcük geçmektedir. 136 Metinde “Allah'ın kendilerinden razı olduğu...” şeklinde geçmektedir. 137 [Aslında da böyledir. Belki de doğrusu “Onu sonradan gelenlerden alan kişilerden...” anlamına gelen bir ifadenin kullanılmasııdr. /HI] 138 [Asıl metinde burada “gaybının sıhhati” şeklinde bir ifade geçmektedir ama doğrusunun “naklinin sıhhati” şeklinde olmasını umuyorum. Çünkü sözünün akışı da bu anlama delâlet etmektedir. /HI] 139 [Aslında da böyle geçmektedir. /HI]


tabiînin sıdkı, naklinin sıhhati ve Allah (azze ve celle) katındaki adaleti hakkında, bizim ve onların sahabenin Allah katındaki adaletine ve sıdkına dair verdiğimiz kesin hüküm gib kat'î bir hüküm yoktur. Çünkü Allah katında adâlet ancak sıdk ile olur şüphesiz. Özellikle de Allahu Teâalâ'nın şu âyeti bunu beyan etmektedir: (8. Bir de göç eden fakirlere aittir ki yurtlarından ve mallarından çıkarılmıĢlardır, Allah'ın lütuf ve rızasını ararlar; Allah'a ve Resulüne yardım ederler. ĠĢte doğru olanlar onlardır. 9. Ve onlardan önce o yurda yerleĢen imana sarılanlar kendilerine göç edip gelenleri severler ve onlara verilenlerden ötürü göğüslerinde bir ihtiyaç duymazlar. Kendilerinin ihtiyaçları olsa dahi, onları öz canlarına tercih ederler. Kim nefsinin cimriliğinden korunursa, iĢte onlar umduklarına erenlerdir. 10. Onlardan sonra gelenler derler ki: "Rabbimiz, bizi ve bizden önce inanan kardeĢlerimizi bağıĢla, kalplerimizde inananlara karĢı bir kin bırakma! Rabbimiz! Sen çok Ģefkatli, çok merhametlisin!") [HaĢr: 8-10. âyetler]. Allahu Teâlâ, onların sıdkına ve felahına şehadet etmiştir. 83- Ebu Muhammed (Rahimehullah) dedi ki: İşte bu, ilmin dereceleridir. Çünkü ilmin zikretmiş olduğumuz mânâsı, zaruri olarak insanların en âlim olanının onların içinde Resûlullah (SAV)'den en çok sünnet/hadis derleyen ve onları en iyi kayıt altına alan ve onların anlamlarını en çok zikreden/hatırlayan ve onların sahihlik derecesini en iyi idrak eden, insanların hangi konularda icmâ ettiğini ve hangi konularda ihtilaf ettiklerini en iyi bilen kimse olmasını


gerektirir. Sahabeden (Radıyallahu anhum) sonra bu sıfatta Muhammed bin Nasr el-Murûzi'den daha kâmil kimse bilmiyoruz. Eğer bir kavil sahibi “Ne Resûlullah (SAV)'in ne de Ashabının nezdinden böyle bir hadis vardır” dese ama böyle bir hadis, Muhammed bin Nasr'ın nezdinde mevcut olsa, o hadis doğru olurdu.140 84- Fıkhın mânâsı ise Kur'ân âyetleri, Resûlullah (SAV)'den gelen ahkama dair sahih hadisler hususunda bilinçli olmak, bilmek ve dikkatli olmaktır. Bu, Allah azze ve cellenin, kullarından dilediğine verdiği bir derecedir. Resûlullah (SAV) buyurdu ki: “Kendisinden daha fakih olanlara fıkıh taşıyan nice insan vardır”. Yine Nebî (AS) buyurdu ki: İşitenden daha bilinçli olan nice tebliğ edilen kişi vardır”. Ev kemâ gaale aleyhisselam. Ebu Muhammed (Rahimehullah) dedi ki: Bu da gösteriyor ki, sonradan gelenlerin içerisinde, önceden gelenlerin çoğundan daha fakih olan kimseler vardır. Bu da aynen Nebî (SAV)'in kelâmının mânâsıdır. 85- Ebu Muhammed (Rahimehullah) dedi ki: Bahsi geçen âlimlerin, fakihlerin, selefin, halefin ve diğerlerinin kitaplarını okuyan kimse, onlardan kimin daha fakih olduğuna yakînen vâkıf olur. Onlardan/âlimlerden sadece birinin reyi ile kendini 140 [Zehebî, (Siyeri A'lâmin-Nubelâ 14: 40)'da Muhammed bin Nasr'ın biyografisi bölümünde İbni Hazm'ın bu makalesini zikretmiştir. Bölüme de “Ebu Muhammed bin Hazm, bazı teliflerinde şöyle demiştir:...” şeklinde bir giriş yapmıştır. Sanki burada kast edilen risâle odur. Sonra da sözlerini şöyle sürdürmüştür: “Derim ki: İbni Hazm ancak İbni Nasr'ın tasnif edilmiş bir grup eserine göz attıktan sonra Onun bu denli kapasite ve ihata sahibi olduğunu iddia etmiştir. Böyle bir iddia, Ahmed bin Hanbel ve Onun sınıfındaki zatlar için de ortaya atılabilir. Allahu a'lem. /HI]


kısıtlayan kişi asla bunu bilemez. Çünkü o, bilmediği bir şey hakkında bilmediği bir şeyle hüküm vermektedir ki bu da helal olmayan bir zulümdür. Onların en fakihi, Kur'ân'ın hükümlerine, Resûlullah (SAV)'den gelen sahih hadisin hükümlerine tâbi olmada en kuvvetli olan; kendi reyinden ve zannı ile kesin hükümler vermekten en uzak olan; başkalarını dışlayarak sadece hocalarını taklit edenlerin tutumundan en uzak olandır. Malik ve Ebu Hanife yaklaşık olarak bu mânâyı almışlardır. Şöyle ki Malik, hadis hususunda Ebu Hanife'den daha kudretlidir ve Ondan daha hâfızdır; hadis cihetinden daha sahihtir ve daha sağlamdır. Ebu Hanife ise diğerinin sisteminde mevcut olan kıyastan daha fazla uzak durandır ve reyler ile hüküm verme141 amelini ondan daha çok işleyendir. 86- İçlerinde fıkıh sıfatını en çok hak eden zat Davud bin Ali'dir. Çünkü o, sünnetleri ve icmâı asla birbirinden ayırmaz, kesinlikle reyini söylemez ve hiç kimseyi taklit etmez. Sonra Ahmed bin Hanbel'dir. İmam Hanbel, sünnetleri/hadisleri, sahabe ve tâbiîn kavillerini bilme alanındaki enginliğine142 rağmen, takvasının ve verâsının çokluğu nedeniyle az sayıda fetva vermiştir. Sonra Şafiî'dir ki O, karışık kavilleri tenkit eden/inceleyen, karışık fetvaları temyiz eden ve Rey ormanından143 sünneti temyiz eden, istihsan ormanından delili/burhanı çıkarmayı bilen, hocalara taassubu ve herkesin kendi beldesini üstün görmesini nehyeden, her ne olursa olsun 141 [Asıl metinde “tahakküm” ifadesi kullanılmıştır ama bu kelime söz siyakına tam olarak uymamaktadır. 142 [Asıl metinde burada “sıfatına” sözcüğü kullanılmıştır ama doğrusunun “enginliğine, genişiliğine, kapasitesine” şeklinde olmasını umuyorum. 143 [Asıl metinde “gayabet” şeklinde bir kelime geçmiştir. Doğrusunun “orman” manasına gelen “gâbe” sözcüğü olmasını umuyorum. Zaten sonradan gelen kısımda “orman” anlamı veren başka bir sözcüğün kullanılmaı da bunu desteklemektedir. /HI]


Resûlullah (SAV)'den gelen sahih hadise ittibâ etmeye çağıran144 bir zattır. Müminler kardeştir. Allah katında onların en keremli olanı, en takvalı olanıdır ve kişinin fazileti nefsinde mahfuzdur. Yine O, Kur'ân'ın sünnetlerle, âyet ve hadislerden özel olanların genel olanlarla nasıl birlikte geldiğine145 işaret etmiştir. Bu da Onun için büyük bir fazilet ve yüksek bir derece olmuştur. O, zihninin inceliği, hafızasının kuvveti, keskin anlayışı ve aklı ile tatbik ettiği bu146 menhecler ile tanınmıştır147. 87- Sonra Ahmed (Rahimehullah) da aynı yolu izledi ve O, Süneni sabiteyi çok kullanması ile ve sahih rivayetleri kaydetmedeki titizliği ile Şafiî'yi geçti. Sonra o ikisini Davud (Rahimehullah) takip etti148, bu fazileti kemale taşıdı ve bu haseneyi tamamladı149. O, Kur'ân'ın ve Resûlullah (SAV)'in kelâmının, fiillerinin, ikrarının ve tüm âlimlerin icmâsının, bu cihetlerle, evvelinden âhirine tüm şeriatleri ve inen tüm hükümleri kapsadığını150 açıkladı. Onun beyanına göre, din işlerinden hiçbiri asla unutulmamıştır ve soru soranların sordukları her soru hakkında onda, insanlardan hiçbirinin kavlini almaya ihtiyaç duyulmayacak151 şekilde bir hikmet, bir tibyan/beyan, bir nass vardır. Tüm bunların hepsi de O'nun (CC) adı ile nass olunmuştur. O'nun (CC) hükmü muhkemdir, 144 Metinde “iddia eden” şeklinde geçmektedir. 145 [Belkide doğrusu, asıl metinde burada mevcut olan “ilâ” harfi cerrinin düşürülmesidir. /HI] 146 Metinde “bununla” şeklinde geçmektedir. 147 [Asıl metinde burada “tekarrüb” kelimesi geçmiştir ama sözün siyakına uymamaktadır. Belki de doğrusu “sükûb” lafzıdır ve “fikrinin, aklının keskinliği, kudreti” vb. Bir mânâ kast edilmiştir. 148 Metinde “güzel he” harfi “hemze” şekinde yanlış yazılmıştır. 149 Metinde burada “bi” harfi cerri kullanılmıştır. 150 [Metinde buraya köşeli parantez içerisinde “[enne]” edatı eklenmiştir. Bu edat olmazsa mânâ tam olarak zahir olmamaktadır. /HI] 151 [Aslında da böyledir. Belki de doğrusu şu meyanda bir ifadedir: “Ondan sual edenlerin her bir sualinin, orada beyanı ve beraberinde diğer bir şeye ihtiyaç duyulmayacak bir nassı ile hükmü vardır.... /HI]


nakıs değildir, beyanı mahzuf152 değildir. Şüphesiz ki Allahu Teâalâ, Kur'ân, Sünnet ve İcmâ dışında kıyasın da kullanılmasına, keyfî reylerin ortaya atılmasına, zan ile hüküm verilmesine ve de yeni bir şerîat icat edilmesine yönelik bir ihtiyaç yaratmamıştır. Sonra O (Ahmed), bu cümlesini tafsil etmiş ve tefsirindeki vaadini tam olarak yerine getirmiştir. O, bunu yeterli derecede153 açıklamıştır. Bu da Onun için bereketli bir derece olmuştur. Allah azze ve celle bu hazineyi154 Ona tahsis etmiştir ve Ona bahşetmiştir. Eskileri ona ilhak etti; sonradan gelenleri düzeltti/iyileştirdi155; yalnızca Kur'ân'a ve Sünnete tâbi olma hususunda Sahabenin ve tabiînin (Radıyallahu anhum) gizlenen amellerini ihya etti; dinde rastgele davranmanın fasidliğini beyan etti. Dine dair156 bir meseleyi Kur'ân'dan157 almak ama o hususta sahih hadisi terketmek; benzer bir konuda ise sahih hadisi almak ama Kur'ân'ı yok saymak; başka benzer bir meselede ise kavil beyan edenleri takip etmek ama o hususta Kur'ân'da ve Sünnette mevcut olan nassları terk etmek; benzer başka bir meselede kıyası delil almak ama o husustaki ayetleri, hadisleri ve kavilleri yok saymak; başka benzer bir meselede müftünün istihsanını almak ama o hususta mevcut olan nassı, kıyası veya selefin kavlini yok saymak gibi gelişigüzel davranışlar fasid 152 [Metinde biraz değişik bir ifade geçmesine rağmen doğrusunun şu meyanda bir ifade olduğunu umuyorum: “Bunların her biri Onun adı ile nass olunmuştur, Onun hükmü ile hükm olunmuştur, nakıs değildir ve mahzuful beyan değildir... /HI] 153 [Asıl metinde burada “fî” harfi cerri geçmektedir ama bu harfi cerrin sonradan ilave edilmiş olduğu anlaşılıyor. /HI] 154 [Aslında da böyle geçmektedir. Belki de doğrusu şudur: “Allah'ın tahsis ettiği bir hazine...” /HI] 155 [Asıl metinde “esere” şeklinde bir sözcük geçmektedir. Ama doğrusu “eberra” fiilinin kullanılmış olmasıdır. /HI] 156 [Metinde buraya köşeli parantez içerisinde bir edat eklenmiştir. Bu edat olmazsa mânâ tam olarak zahir olmamaktadır. /HI] 157 Metinde burada “fî” harfi cerri kullanılmıştır.


davranışlara örnek olarak gösterilebilir. O (Ahmed) böylece hak ve insaf ehli içinde ecir almayı hak etmiştir, şâz olma durumuna ve hilafa karşı hakkı ikame etmiştir. Böylece O, yaşadığı süre zarfında cömertliğin hasletlerini toplamış ve büyük bir başarı elde etmiştir158. Bu, Allah'ın fazlıdır ve onu dilediğine ihsan eder. 88- Pek çok fetvasında hata etmiş olsa bile şüphesiz ki ismet/masumiyet sıfatı Resûlullah (SAV)'den sonra kimseye verilmemiştir. Tüm dikkat çektiğimiz nitelikler itibarıyla Onun yüksek bir makamı, yüce bir konumu vardır ve bu nedenle fıkıhta önde olmayı hak etmektedir. Ama bu159, Onun taklit edilmesini gerektirmez/vacip kılmaz. Çünkü az önce zikrettiğimiz gibi, Resûlullah (SAV)'den sonra kimseye ismet/masumiyet sıfatı verilmemiştir. Pek çok meselede isabet etse bile, hata yapması muhtemel bir kimsenin taklit edilmesi de helal olmaz. Şafiî160, kıyas ile kavil verip de kıyas uğruna Kur'ân ve Sünnet nasslarını terk edenlerin bile yapamadığı kadar kıyas tertip etmiştir. Ama bu durum, bize göre Onun faziletlerinden değil, aksine Onun yanılgılarındandır. 89- Hıfz kavramı ise hadis lafızlarının kaydedilmesi/zihinde saklanması, bunların düzgün bir biçimde zikredilmesi ve senetlerinin bilinmesidir. Bu, Buhari, Müslim, Tirmizî161, Nesâî, Ebu Davud, İbni Ukde162, Dârekutnî, Ukaylî, Hâkim 158 [Asıl metinde burada “istevkâ” şeklinde bir kelime kullanılmıştır ama doğrusu bizim yazdığımızdır. /HI] 159 Metinde bu ismi işaret “bizalike” şeklinde kullanılmıuştır. 160 Metinde Şafiî sözcüğünün başına herhangi bir harfi cerr getirilmemiştir. 161 [Burada “Tirmizî” isminin nasih tarafından eklenmiş olmasından korkuyorum. Çünkü İbni Hazm, Tirmizî'nin elCâmi' adlı eserini görmemiştir. El-Hafiz ez-Zehebî'nin ifadesine göre İbni Hazm, İbni Mace'nin Sünen'ini de görmemiştir. Bu eserler Endülüs'e, İbni Hazm'ın vefatından sonra gelmiştir. Bkz. Siyeri Nubelâ 18: 202 /Hı] 162 [Metinde bu isim “Afra” şeklinde yazılmıştır ama bu yazım hatasıdır. Doğrusu “İbni Ukde”dir.


ve benzerleri gibi hadis hafızlarının sıfatıdır. Bu hadis hafızları bu hususta, Ahmed hariç, daha önce zikri geçen imamlardan daha öndedirler. Sadece Ahmed, hıfz hususunda bu hadis hafızları ile aynı mertebededir. Tevfik, Allah iledir. 90- Allah sizi taati ile said kılsın. Hakkında sual ettiğiniz sorunun cevabının hakikati budur. Bu cevap, apaçık burhan ile ve parlak delil ile verilmiştir. Bu cevap, ne taassup ile ve ne de hevaya uyarak verilmiştir. Bundan Allah'a sığınırız. Allah bize yeter ve O, ne güzel vekildir! Allah, kulu ve resûlü, nebîlerin hâtemi Muhammed'e çokça salatu selam kılsın! Aliyy ve Azîm olan Allah'tan başka hiçbir güç ve kuvvet yoktur. İşbu eserin tamamlanması 23163 Safer 763164 Çarşamba gününe denk gelmiştir. İşbu eseri kullarından, O (CC)'nun rahmetine ve mağfiretine en fazla muhtaç olan Arkatî bin Receb kaleme almıştır. Allah onu ve sâir tüm Müslümanları affetsin. Hamd, âlemlerin Rabbi olan Allah'ındır. 'Lâ ilâhe illAllah'. Tektir. O'nun ortağı yoktur. Mülk O'nundur. Hamd O'nundur. O, her şeye kadîrdir. Yarattıkları adedince, Zâtının rızası ile, Arş'ının ağırlığı ile ve kelimelerinin sayısınca Hamd O'nundur.

163 164

Metinde bu rakam “yirmi üçüncü” şeklinde yazı ile yazılmıştır. Metinde “üç” sözcüğü, kapalı te ile yazılmıştır.


Allah bize yeter ve O, ne güzel vekildir. Allahu Teâalâ buyurdu ki: “Ey iman edenler, Allah'a takvasının hak ettiği biçimde takva ediniz”. İbni Mes'ûd ve diğerleri dediler ki: Takvasının hak ettiği biçimde demek, gücünüz yettiği ölçüde Allah'a itaat edilmesini, isyan edilmemesini; O (CC)'nun zikredilmesini, unutulmamasını; O (CC)'ya şükr edilmesini, nankörlük/küfür edilmemesini içermektedir. Şüphesiz ki Allah, hiçbir nefsi, güç yetiremeyeceği şeyle mükellef kılmaz. Her nefsin yapıp ettiği kendi lehinedir veya yine kendi aleyhinedir. Allahu Teâalâ buyuruyor ki: “Ġman edip salih ameller iĢleyenler var ya, hiçbir nefsi güç yetiremeyeceği Ģeyle mükellef kılmayız. ĠĢte bunlar Cennet ashabıdır ve onlar orada ebedîdirler”. Yine Allahu Teâalâ buyuruyor ki: “Ölçüyü ve tartıyı tam olarak adaletle tutun. Hiçbir nefsi güç yetiremeyeceği Ģeyle mükellef kılmayız”.


HAL TERCEMELERĠ Not: Üstad Ahmed Ratib en-Neffah, Muhakkik Üstad Muhammed Sağıyr Hasen el-Ma'sûmî'nin hazırlamış olduğu hal tercemelerini tetkik etmiş sonra da eklenmesini zaruri gördüğü yerleri parantez içerisinde vermiştir. “Siyer-i A'lâmin-Nubelâi” adlı eserde biyografisi geçen zatlardan, zikredildikleri Siyer numarası belirtilmek kaydıyla, özet olarak bahsedilmiştir. Ġbrahim bin Muhammed bin Ebî Yahya Ebu Ġshak elEslemî Mevlâhum: Medineli fakihtir. İbni Şihab'dan, Muhammed bin Münkedir'den, Yahya bin Said'den ve daha pek çok kimseden hadis almıştır. Birisi dışında herkes onu zayıf görmüştür ve hadisini terk etmişlerdir/almamışlardır. (Siyer 8: 297) Ġbrahim bin Yezid bin el-Esved en-Nehaî: Mezhaclı Ebu İmran. Dürüstlük, doğru rivayet ve hadis hıfz etme açısından tabiînin büyüklerindendir. Kûfe ehlindendir. Haccac'dan gizlenerek ölmüştür. Salah es-Safedî Onun hakkında şöyle demiştir: “Irak'ın fakihidir. Bir mezhebi olan müctehid bir imamdı”. Ölüm haberi Şa'bi'ye ulaşınca dedi ki: “ Allah, ondan sonra onun gibisini bırakmamıştır”. Hicretin 46. senesinde doğmuştur. Hicretin 96. senesinde de vefat etmiştir. (Rivayet Eden Kaynak: Doktor Mustafa el-Han'ın Tahkîki)


[Siyer 4: 520] Ġbni Ebî Hazim: Ebu Temmam Abdulaziz bin Ebî Hazim Seleme bin Dinar. Fakih imamdır. Malik'in ashabının ileri gelenlerindendi. Babasından, Zeyd bin Eslem'den, Yahya bin Said'den, Urve bin Hişam'dan ve diğer bir kısım insandan hadis almıştır. İmam Ahmed bin Hanbel ile ilgili olarak şöyle denildiğini anlatmıştır: “Medine'de Malik'ten sonra ondan daha fakihi gelmemiştir”. Hicretin 184. senesinde secde halinde iken vefat etmiştir. (Siyer 8: 331) Ġbni Ebî Zi'b: O, Ebul-Hâris Muhammed bin Abdurrahman'dır. Hadis ravileri aarsında yer alan bir tabiîdir. Medine ehlindendir. İnsanların en kemal sahibi ve en faziletlilerinden biri idi. Hicretin 80. senesinde doğmuş ve hicretin 158. senesinde vefat etmiştir. (Kaynak: Siyer 7: 139) Ġbni Ebî Leylâ: Muhammed bin Abdurrahman bin Ebî Leylâ el-Ensârî Ebu Abdirrahman. 33 (otuz üç) yıl Kûfe kadılığı yapmıştır. Bu görevi önce Emeviler için sonra da Abbasiler için icra etmiştir. Güzide şahsiyetlerden biridir. Şa'bî'den, Atâ'dan ve Nafi'den rivayette bulunmuştur. Şube, iki Süfyan ve Veki' de kendisinden rivayette bulunmuşlardır. Bu zatlar, İbni Ebî Leylâ'yı sika olarak görmüşlerdir ve hıfzı açısından Ondan bahsetmişlerdir. Iclî dedi ki: “Fakih idi”. Sünneti Caizi-l Hadis'in sahibidir. Hicretin 148. senesinde vefat etmiştir. (el-Fikrus-Sâmî, 2. çeyrek, Sayfa: 191) [es-Siyer 6: 310].


Ġbni Cüreyh: Ebu-l Velîd bin Abdilmelik bin Abdilaziz. Mekke Hareminin fakihidir. Mekke'de tasnifleri tasnif eden ilk kişidir. Hicretin 80. senesinde Mekke'de doğmuş ve hicretin 150. senesinde yine orada vefat etmiştir. Kaynak [esSiyer 6: 325]. Ġbni Sirin: Muahmmed bin Sirin el-Basrî, velâ yoluyla elEnsârî. Basra'da kendi döneminin din ilimleri imamıdır. En aziz yazarlar içerisinde yer alan bir tâbiîdir. Hicretin 33. senesinde Basra'da doğmuş ve hicretin 110. senesinde yine orada vefat etmiştir. Babası, Enes'in azatlı kölesi idi. Fıkıh öğrenmiş, hadis rivayet etmiş, verâ ve rüya tabiri ile meşhur olmuştur. (Kaynak) [es-Siyer 4: 606]. Ġbni ġübrüme: Abdullah bin Şübrüme ed-Dabiyy. Kûfe kadısı Ebu Şubrume el-Kûfî'nni babasıdır. Güzide şahsiyetlerden biridir. İffetli, sika, şair, güzel ahlaklı ve cömert bir fakih idi. Hicretin 144. senesinde vefat etmiştir. (el-Fikrus-Sâmî, 2. çeyrek, Sayfa: 189). [es-Siyer 6: 347]. Ġbni Ukde: Ebu-l Abbas Ahmed bin Muhammed bin Said elKûfî. Hadis alanının temel direklerinden biridir. Ezberleme konusunda âyet (harikulade/olağanüstü) idi. Dârekutnî dedi ki: Bağdat ehli, İbni Mes'ûd (RA)'ın yaşadığı dönemden İbni Ukde'nin dönemine kadar Kûfe'de Ondan (İbni Ukde'den) daha hafız (hadis hafızı) birinin görülmediği noktasında icmâya varmıştır. Ayrıca O, zayıf ve güçlü hadisleri de topluyordu ve gruplandırıyordu. Bazıları onu zayıf görmüşlerdir. [es-Siyer 15: 340].


Ġbni Kasım: Abdurrahman bin Kasım el-Mısrî. Ebu Abdullah. Zühd ve ilmin arasını cem' eden bir fakihtir. Hicretin 132. senesinde Mısır'da doğmuştur. Hicretin 221. senesinde yine Mısır'da vefat etmiştir. Kendisi, Malik'İn öğrencilerindendir. (Kaynak) [es-Siyer 9: 12]. Ġbni Kinâne: Ebu Amr Osman bin İsa bin Kinâne. İbni Abdilberr onun hakkında şöyle demiştir: “Medine fakihlerindendir. Malik'ten ilim almıştır. Rey ona galip gelmiştir. Onun hadis alanında zikri geçmez”. Şirazî demiştir ki: “Malik onu, Ebu Yusuf ile münazara için Reşid'in huzuruna götürüyordu”. Malik'in vefatından sonra Onun halkasında oturan odur. Denilmiştir ki: “Hayır, o halkada ilk oturan Yahya bin Malik olmuştur. İbni Kinâne'den sonra oraya oturan ise Abdullah bin Nafi es-Sâiğ olmuştur”. İbni Kinâne, hicretin 186. senesinde vafeta etmiştir. [Tertîbu-l Medârik 1: 292]. Ġbni MâciĢûn: Allâme fakih Ebu Mervan Abdulmelik bin elİmam Abdulaziz bin Abdullah bin Ebî Seleme bin elMâacişûn et-Teymî Mevlâhum. İmam Malik'in öğrencisidir. İbni Abdilberr demiştir ki: “fasih bir fakih idi. Yaşadığı dönemde kendisine karşı, öncesinde ise babasına karşı fetva verilmiştir. Kendisi âmâ idi. Âhir ömründe âmâ olduğu söylenmiştir. Hicretin 213. senesinde vefat etmiştir. Hicretin 214. senesinde vefat ettiği de söylenir. [es-Siyer 10: 359]. Ġbni Nafi: Abdullah bin Nafi, Mahzumoğullarının azatlı


kölesidir. Malik ve Onun gibi zatların çevresinde fıkıh edinmiştir. Muvatta hakkında bir tefsiri/yorumu vardır. Onu kendisinden Yahya bin Yahya rivayet etmiştir. Hadis hususunda muhtelefun fihtir. Hicretin 186. senesinde vefat etmiştir. (el-Fikrus-Sâmî, 2. Çeyrek, Sayfa: 216]. [En doğrusu Onun hicretin 206. senesinde vefat etmiş olmasıdır. Es-Siyer 10: 371]. Ġbni Vehb: Ebu Muhammed Abdullah bin Vehb el-Mısrî. Malik ashabının imamlarından bir fakihtir. Hafız, âbid, sika ve müctehid idi. Hicretin 125. senesinde Mısır'da doğmuştur. Hicretin 197. senesinde yine Mısır'da vefat etmiştir. Kaynak [es-Siyer 9: 223]. Ebu Ġshak el-Fezârî: Ebu İshak İbrahim bin Muhammed elFezârî el-Kûfî. Hafızdır, güzide şahsiyetlerden biridir. Çok hadisi vardır. Fakihtir. Hicretin 185. senesinde vefat etmiştir. (el-Fikrus-Sâmî, 2. Çeyrek, Sayfa: 199) [es-Siyer 8: 473]. Ebu Sevr: İmam Ebu Sevr İbrahim bin Halid bin el-Yeman el-Kelbî el-Bağdâdî. Fakihtir. Müctehidlerden biridir. Hicretin 240. senesinde Bağdat'ta vefat etmiştir. (el-Fikrus-Sâmî, 3. Çeyrek, Sayfa: 13) [es-Siyer 12: 72]. Ebu Hanife: Numan bin Sabit. Hanefîliğin imamı ve mezhebin sahibidir. Müctehid muhakkik fakihtir. Dört imamdan biridir. Hicretin 80. senesinde Kûfe'de doğmuştur ve orada yetişmiştir. Şafiî demiştir ki: “İnsanlar fıkıhta Ebu Hanife'ye muhtaçtırlar”. Hicretin 150. senesinde Bağdat'ta


vefat etmiştir. (Kaynak) [es-Siyer 6: 390]. Ebu-d Derdâ: Uveymir. Âmir el-Ensârî el-Hazrecî de denilmiştir. Bedir günü İslam'a girmiştir. Uhud harbini görmüş ve o savaşta büyük cesaret göstermiştir. Resûlullah (SAV), Uhud günü Onun hakkında şöyle buyurmuştur: “Ne güzel süvaridir Uveymir!”. Yine Nebî (SAV) şöyle buyurmuştur: “O, ümmetimin hakîmidir”. Muaviye Onu, Ömer'in hilafeti döneminde, Dimeşk yöresine vali olarak atamıştır. Osman'In hilafeti döneminde de ölmüştür. (Kaynak) [es-Siyer 2: 335]. Ebu Zübeyr: Muhammed bin Müslim. Dört zirve şahsiyetten hadis almıştır. Hadis hafızı ve sika idi. Hicretin 126. senesinde vefat etmiştir. (Kaynak) [es-Siyer 5: 38]. Ebu Salih: Zekvan es-Semmân ez-Zeyyat el-Medenî. Sikadır. Hadisi müstakimdir. Dört çocuğu da kendisinden hadis rivayet etmişlerdir. (Kaynak) [es-Siyer 5: 36]. Ebu-t Tufeyl: Âmir bin Vâsile el-Kinânî el-Leysî. Ebu-t Tufeyl. Vefatı itibarıyla Resûlullah (SAV)'i görenlerin (sahabelerin) sonuncusu idi. Âlim, sadık, şair, süvari, naklinde sika bir zat idi. Müminlerin Emîri Ali (RA)'ın şiası/taraftarı idi. Hazreti Ali ile beraber O (RA)'ın savaşlarına tanık olmuştur. Uzun bir ömür sürmüştür. Sahihtir ki vefatı hicretin 110. senesinde Mekke'de vâki olmuştur. [es-Siyer 3: 467].


Ebu Hureyre: Meşhur Sahabidir. İsmi hakkında ihtilaf vardır. 7 (yedi) senesinde Hayber yılında Müslüman olmuştur. Ashabı Suffenin önde geleni idi. Sahabe içinde en çok hadis ezberleyen ve rivayet eden kesinlikle O'dur. Sahihayn'de O'ndan mervî 609 (altıyüz dokuz) hadis vardır. Hicretin 57. veya 59. senesinde Akik'te vefat etmiştir. Medine'de vefat ettiği de söylenir. (Kaynak) [es-Siyer 2: 578]. Kadı Ebu Yusuf: İmam Ebu Hanife'nin arkadaşıdır: Yakup bin İbrahim bin Habib el-Ensârî. Hanefî mezhebini ilk yayan kişidir. Hadis hafızları içerisinde yer alan âlim bir fakihtir. Hicretin 113. senesinde Kûfe'de doğmuştur. Hicretin 182. senesinde er-Reşîd'in hilafeti döneminde Bağdat'ta vefat etmiştir. Kadıların kadısı (başkadı) olarak ilk anılan Odur. (Kaynak) [es-Siyer 8: 470]. Ahmed bin Hanbel: Ebu Abdullah eş-Şeybânî el-Vâilî. Hanbelî mezhebinin imamı ve dört imamdan biridir. Aslen Merv'lidir. Hicretin 164. senesinde Bağdat'ta doğmuştur. Kendisinin telif eserleri vardır. Bunlardan en önemlisi içinde 30.000 (otuz bin) hadis mevcut olan “el-Müsned” adlı eserdir. Mu'tasım zamanında, “Kur'an mahluktur” demekten yüz çevirdiği için 28 (yirmi sekiz) ay hapis yatmıştır. Hicretin 241. senesinde el-Mütevekkil döneminde vefat etmiştir. (Kaynak) [es-Siyer 11: 177].


Ahmed bin Said bin Hazm: Ebu Ömer es-Sadefî elEndelusî. Büyük tarihçi, âlim, hafız Şeyh. Şahsiyetlerin isimleri hakkında yazılmış olan “Tarih-i Kebir” adlı eserin müellifidir. Hadis imamlarından biri idi. Rivayetlere özen gösteriyordu. Hicretin 350. senesinde Kurtuba'da vefat etmiştir. [es-Siyer 16: 104]. Ahmed bin Abdullah el-Cobârî: el-Coybârî şeklinde telaffuz edenler de vardır. Sahtekârlığı ile maruftur. Pis bir yalancıdır. İbni Udey demiştir ki: “O, İbni Kiram'ın isteği doğrultusunda hadis uyduruyordu”. [Mîzânu-l İ'tidâl 1: 106]. Ahmed bin Muhammed el-Esrem, Ebu Bekr, et-Tâî: Hafızdır. İmam Ahmed'in öğrencisidir. Zekî imamlardan biridir. Zehebî'nin zikrettiğine göre hicrî 260'lı yıllarda vefat etmiştir. [es-Siyer 12: 623]. Esed bin Furat: Aslen Nişaburludur. Tunus'ta ikamet etmiştir. Malik'ten Muvatta adlı eserini dinlemiştir. Irak'a göçmüş ve orada Ebu Yusuf'tan ve Muhammed bin Hasen'den ders dinlemiştir, onlardan fıkıh öğrenmiştir. İbni Kasım'a gitmiş ve ondan ahkâmı almıştır. Eşheb'den 36.000 (otuz altı bin) meseleyi toplayan el-Müdevvene'nin aslını dinlemiştir. O eserle Kayrevan'a dönmüş ve eseri orada neşr etmiştir. Kensisi, Kayrevan'da kadı idi. Sonra İbni Ağleb'in Sakaliye gazvesi için tevcih ettiği ordu onun emrine verilmiştir.


Hicretin 213. senesinde orada Sarkosa kuşatmasında şehit olmuştur. (el-Fikrus Sâmî, 3. Çeyrek, Sayfa: 95) – [es-Siyer 10: 225]. Kadı Ġsmail bin Ġshak: Allâme imamdır. Şeyhülislamdır. Bağdat kadısı ve et-Tesânîf'in (Tasnifler) sahibidir. Malik'in mezhebini Irak'ta yayan Odur. Hicretin 282. senesinde ansızın vefat etmiştir. [es-Siyer 13: 339]. Eşheb bin Abdulaziz bin Davud el-Kaysî el-Âmirî. Amr'ın babasıdır. Mısırlı fakihtir. Malik'in ashabındandır. Güzide şahsiyetlerden biridir. Şafiî demiştir ki: “Ondan daha fakihini görmedim”. İbni Kasım'dan sonra Mısır reisliği kendisine verilmiştir. Hicretin 204. senesinde, Şafiî'den az bir süre sonra, 64 yaşında vefat etmiştir. (el-Fikrus Sâmî, 2. Çeyrek, Sayfa: 218) [es-Siyer 9: 500]. Enes bin Malik: Resûlullah (SAV)'in hâdimidir. Resûlullah (SAV) O'na dua etmiş ve şöyle buyurmuştur: “Allahım! Onun malını ve evladını artır ve ona verdiklerini bereketli eyle!”. Enes demiştir ki: “Sulbümden 124 (yüz yirmi dört) çocuk defnettim. Arazim her sene iki defa ürün veriyordu”. Hicretin 93. senesinde Basra'da vefat etmiştir. Menkıbeleri ve faziletleri pek çoktur. (Kaynak) .- [es-Siyer 3: 395]. el-Evzâî: Abdurrahman bin Amr. Meşhur İmam Ebu Amr. Fıkıhta ve zühdde Şam diyarının imamıdır. Hicretin 88. senesinde Baalbek'te doğmuş ve el-Bikâ'da yetişmiştir. Beyrut'ta iskan etmiş ve hicretin 157. senesinde orada


geceleyin üzerine kilitlenen/kapanan hamamda vefat etmiştir. (Kaynak) – [es-Siyer 7: 456]. BiĢr bin Velid el-Kindî: Fakihtir. Abdurrahman bin elGasil'den ve Malik bin Enes'ten ilim dinlemiştir. Ebu Yusuf'tan da fıkıh öğrenmiştir. (Mîzânu-l İ'tidal, Zehebî, Cilt: 1, Sayfa: 326) – [es-Siyer 10: 673]. Tirmizî: O, İmam Hafız Ebu İsa Muhammed bin İsa bin Sevre es-Sülemî et-Tirmizî'dir. El-Câmi' adl ıeserin musannifidir. Hicretin 279. senesinde vaft etmiştir. [es-Siyer 13: 270]. Cafer bin Süleyman bin Ali bin Abdullah bin Abbas: Ebul Kasım el-Abbâsî. Mansur'un amca oğludur. Hafız ez-Zehebî Onun hakkında şöyle demiştir: “Asil meliklerden biri idi. Cömertti, eli açıktı, cesurdu, âlimdi, celâlet ve efendilik sahibi idi. Mansur Onu, Abdullah bin Rebî el-Harisî'nni azlinden sonra 146 senesinde Medine valiliğine atamıştır. Denilmiştir ki: “İmam Malik'İn tecrit edilmesini ve kırbaçlanmasını emreden Odur”. [Bkz. Taberî'nin Tarihi 7: 656; Ensabu-l Eşraf 3: 96; es-Siyer 8: 72. Ayrıca bkz. EsSİyer'deki biyografisi 8: 212]. el-Hâkim: O, büyük hafız Ebu Abdullah Muhammed bin Abdullah ed-Dabiyy en-Nîsâbûrî'dir. Sahîhayn üzerine yazılan El-Müstedrek'in sahibidir. İbni-l Bey' olarak maruftur. Küçüklüğünde babası kendisine ders vermiştir. Sonra kendi ders almıştır. Yaklaşık 2000 (iki bin) şeyhten yazmıştır.


Okumaları bir cemaata yapmıştır. Hadis ilminde/marifetinde üstad olmuştur. Hadisleri sınıflandırmış, tahric etmiş, cerh ve adl etmiş, tashih ve talil etmiştir. İlim denizlerinden biri idi. Hz. Ali (RA) taraftraı idi. Hicretin 405. senesinde vefat etmiştir. [es-Siyer 17: 162]. el-Haccac bin Yusuf es-Sekafî: Şüphesiz ki O, el-Velid'in valiliği döneminde Said bin Cübeyr'i katletmiştir. Bu olaydan 6 (altı) ay sonra Haccac ölmüştür ve Said bin Cübeyr'den sonra da kimseyi öldürmemiştir. Yahya bin Said şöyle demiştir: Haccac 95 (doksan beş) senesinde ölmüştür. (Tarihi Sağıyr, Buhari, Sayfa: 102; İdaratu Tercumâni-s Sunne, Lahur). Hasen bin Hayy: Hasen bin Salih bin Hayy 100 (yüz) seensinde doğmuştur. Hicretin 168. senesinde de gizlenerek vefat etmiştir. Şia Zeydiyye'nin büyüklerinden, önde gelenlerinden ve âlimlerindendi. Fakih bir kelamcı idi. Çeşitli kitapları vardır. Kitabu-t Tevhîd, Ali'nin Fatıma'dan Olan Çocuğunun İmameti Kitabı, el-Câmi' fi-l Fıkh Kitabı Ona aittir. (el-Fihrist, İbni Nedim, Sayfa: 178; Ravâi'u-t Turâsi-l Arabiyy-Hayyât Yayınevi, Beyrut) [es-Siyer 7: 361]. Hasen bin Ziyad el-Lu'luî: Ebu Hanife'den ilim almıştır. Sonra Ebu Yusuf'tan, sonra Muhammed bin Hasen'den ilim almış ve çeşitli kitaplar tasnif etmiştir. Hicretin 204. senesinde de vefat etmiştir. (el-Fikrus Sâmî, Sayfa: 210) – [es-Siyer 9: 543].


Hasan-ı Basrî: O, Hasan bin Yesar el-Basrî Ebu Saîd'dir. Tabiîdir. Basra ehlinin imamı ve çağının ümmetinin önde gelen âlimidir. Hicretin 21. senesinde Medine'de doğmuştur. Ali bin Ebî Tâlib'in idaresi döneminde gençlik çağına ermiştir ve Basra'da iskan etmiştir. Kalplerdeki heybeti azametli olmuştur. Hicretin 110. senesinde vefat etmiştir. (Kaynak) [esSiyer 4: 563]. Hammad bin Ebî Hanîfe: Babasının mezhebi üzere idi. Sulh ve hayır işlerine her zaman önayak olmuştur. İbni Udey ve diğer bazıları kendisini hıfzı/ezberlemesi cihetinden zayıf görmüşlerdir. [Vefeyâtu-l A'yân 2: 205; Lisânu-l Mîzân 2: 346]. Hammad bin Ebî Süleyman: Ebu ismail el-Kûfî. Eş'arîlerin önderidir. Enes bin Malik'ten rivayette bulunmuştur. İbrahim en-Nehaî'den fıkıh öğrenmiştir. Ashabı içinde en asil, en fakih, en sağlam, basîret ve münazara alanında en basîretli olan Odur. Ayrıca O, İmam Ebu Hanîfe'nin şeyhidir. O, zekî imamlardan, kerem sahibi cömertlerden biri idi. Kendisinin serveti, haşmeti ve cemali vardı. Hicretin 120. senesinde vefat etmiştir. [es- Siyer 5: 231]. Hammad bin Zeyd bin Dirhem el-Ezdî Mevlâhum el-Basrî Ebu Ġsmail: Yaşadığı asırda Irak'ın şeyhidir. Nitelikli hadis hafızlarındandır. Doğumu Basra'da hicretin 98. senesinde vukû bulmuştur. Vefatı da yine orada hicretin 179. senesinde gerçekleşmiştir. 4000 (dört bin) hadisi ezbere biliyordu. [esSiyer 7: 456].


el-Halil bin Ahmed el-Bustî: Bu zarın biyografisini bulamadım. Dârekutnî: O nitelikli imam ve hafızdır. Et-Tesânîf'in (Tasniflerin) sahibidir. Künyesi Ebul Hasen Ali bin Ömer elBağdâdî'dir. O, Bağdat'ta yer alan Dâr el-Kutn mahallesi halkındandır. Ebul Kasım el-Beğavî'den ve tabakasından rivayette bulunmuştur. Hâkim Ondan bahsederek şöyle demiştir: “Ezberlemede, anlamada ve verâda asrının biriciği; kârî ve nahivciler içinde de imam/önder olmuştur”. Hicretin 385. senesinde vefat etmiştir. [es-Siyer 16: 449]. Davud bin Ebî Hind: O, imam hafız sika Ebu Muhammed el-Horasânî'dir. Sonra Basralı olmuştur. Said bin Müseyyeb'den, Ebu Osman el-Hindî'den, eş-Şa'bî'den, Muhammed bin Sirin'den ve diğerlerinden hadis nakletmiştir. Ayrıca kendisi, Enes bin Malik'i görmüştür. Hicretin 139. veya 140. senesinde vefat etmiştir. [es-Siyer 6: 376]. Davud bin Ali bin Halef: Künyesi Ebu Süleyman'dır. Zahirî fakihtir. Aslen İsfahanlıdır. Verâ sahibi, âbid ve zahid idi. Ondan yapılan rivayetler çok kıymetlidir. (Tarih-u Bağdad, Hafız Ebu Bekir Ahmed bin Ali el-Hatîb, Vefatı: Hicrî 463, Mısır Baskısı, Cilt: 8, Sayfa: 369). [es-Siyer 13: 97]. Rebî bin Süleyman bin Abdilcebbar bin Kâmil el-Murâdî:


Künyesi Mevlâhum Ebu Muhammed el-Mısrî el-Müezzin'dir. Şafiî'nin arkadaşıdır ve O'ndan yazarak rivayet etmiştir. Sikadır. Hicretin 270. senesinde Şevval ayının bitmesine 10 (on) gün kala bir Pazartesi günü vefat etmiştir. Tahavî demiştir ki: Onun, Müzenî'nin ve Muhammed bin Nasr'ın doğum tarihleri hicretin 174. senesidir. (Tehzîbu-t Tehzîb, İbni Hacer, Cilt: 3, Sayfa: 245, Sâdır Yayınevi, Beyrut) [esSiyer 12: 591]. Rebîa er-Rey: Rebîa bin Ferruh et-Teymî (velâ yoluyla Medîneli) Ebu Osman. İmam, hafız, fakih ve müctehiddir. Rey (kıyas) hususunda basiretli idi ve bu nedenle lakabı erRey'dir. İbni-l Mâcişûn demiştir ki: “Sünneti Rebîa'dan daha iyi hıfz eden kimseyi görmedim”. Medine'de fetva sahibi idi. İmam Malik Ondan fıkıh öğrenmiştir. Enbar toprağına bağlı Haşimiyye'de vefat etmiştir. (Kaynak) [es-Siyer 6: 89]. Züfer bin Hüzeyl bin Kays el-Kûfî: İlim ve ibadetin arasını cem' eden zatlardan biri idi. Hadis ehlindendir. Hicretin 158. senesinde vefat etmiştir. (el-Fikrus Sâmî, 2. Çeyrek, Sayfa: 210) . [es-Siyer 8: 35]. Zührî: Muhammed bin Müslim bin Ubeydullah bin Şihâb ezZührî. Künyesi Ebu Bekir el-Medenî'dir. Güzide imamlardan biridir. Yaşadığı dönemde ilim ve fetva reisliği kendisine verilmiştir. Şüphesiz ki Muhammed bin Nuh, Onun fıkhın babları üzerine olan fetvalarını 3 (üç) kalın kitapta toplamıştır. 124 senesinde 72 (yetmiş iki) yaşında ölmüştür. (el-Fikrus Sâmî, 2. Çeyrek, Sayfa: 112) . [es-Siyer 5: 326].


es-Seriyy bin el-Hakem: 200 (ikiyüz) senesinde Mısır valisi olmuştur. Sonra 201 (ikiyüz bir) senesinde Mısır valiliğine Süleyman bin Galib getirilmiştir. Ama sonra es-Seriyy aynı sene tekrar Mısır valiliğine tekrar getirilmiştir. 205 senesinde vefat etmiştir ve vefatına kadar orada kalmıştır. [Bkz. Taberî Tarihi 8, 580; Valiler ve Kadılar, Sayfa: 161, 167, 172; Hüsnü-l Muhâdara 1: 593]. Said bin Müseyyeb bin Hazen el-Mahzûmî el-KureĢî elMedenî: Tabiîn âlimlerinin başıdır. Hadisi fıkıha, zühde, ibadete ve verâya katmıştır. Onun mezhebi Malik'in Medine'deki mezhebinin aslıdır. Hicretin 93. senesinde vefat etmiştir. O, fıkhı, fetvayı, ilmi ve hadisi yayan 7 (yedi) fakihten biridir. (Kaynak) [es-Siyer 4: 217]. Süfyân-ı Sevrî: Künyesi Ebu Abdullah'tır. Hadis alanında müminlerin emiridir. Din ve takva ilimlerinde zamanının ehlinin imamıydı. Hicretin 97. senesinde Kûfe'de doğmuştur. 161 senesinde Basra'da vefat etmiştir. (Kaynak) [es-Siyer 7: 229]. Süfyan bin Uyeyne: Künyesi Ebu Muhammed'dir. Mekke Hareminin muhaddisidir. Hicretin 107. senesinde Kûfe'de doğmuştur. Sonra Mekke'de iskan etmiştir. Şafiî demiştir ki: “Malik ve Süfyan olmasaydı Hicaz'ın ilmi giderdi/kaybolurdu”. Hicretin 198. senesinde Mekke'de vefat


etmiştir. (Kaynak) [es-Siyer 8: 400]. Süleyman bin el-EĢ'as, (Sünen Sahibi Ebu Davud ): elEzdî es-Sicistânî. Yaşadığı dönemde hadis ehlinin imamıdır. Fıkıh, ilim, verâ, hıfz ve sağlamlık açısından dünya çapında imamlardan biridir. Hicretin 202. senesinde Sicistan'da doğmuş ve hicretin 275. senesinde Basra'da vefat etmiştir. En meşhur kitabı “Sünen”dir. O, kütübü sitteden biridir. Sünen'de 500.000 (beşyüz bin) hadis arasından seçtiği 4800 (dört bin sekiz yüz) hadisi cem' etmiştir. (Kaynak) [es-Siyer 13: 203]. Süleyman bin Cerîr ez-Zübeydî: Şîaya mensup biridir. Ebu Mansur el-Bağdâdî onu el-Firak adlı kitabında zikretmiş ve şöyle demiştir: “O, Sahabenin Ali'ye beyat etmeyi terk ederek en salih olanı terk ettiklerini, çünkü hilafete en layık olanın Ali olduğunu söylüyordu. Bu hatadır ama küfrü ya da fıskı mucip kılmaz”. (Lisânu-l Mîzân, Cilt: 3, Sayfa: 79, Beyrut) [Nisbetinin doğrusu “ez-Zeydî” şeklindedir. Zeydiyye mezhebinin Süleymaniye fırkası ona mensuptur. Onlara yine “el-Cerîriyye” de denir. Bkz. El-Milel ven-Nihal, Şehristânî, 1: 214 (İbni Hazm'ın fasıl dipnotu ile beraber); el-Farku beyne-l Firak 23; Şîa Fırkaları, Nevbahtî, Sayfa: 9; el-Hûr el-Îyn, Neşvan bin Said el-Hamîrî, Sayfa: 155; el-Vâfî bi-l Vefeyât, 15: 360]. ġafiî: Muhammed bin İdris eş-Şafiî (Ebu Abdullah). Soyu,


Haşim bin Abdulmuttalib'de Nebî (SAV) ile birleşmektedir. O, dört imamdan biridir. Şafiîlik kendisine nisbet edilmektedir. Hicretin 150. senesinde Filistin'in Gazze'de doğmuştur. İki yaşında iken Mekke'ye götürülmüştür. İki defa Bağdat'ı ziyaret etmiştir. Hicretin 199. senesinde Mısır'a yönelmiştir ve hicretin 204. senesinde orada vefat etmiştir. Kendisinin pek çok telif eseri vardır. En meşhur eserleri fıkıh dalında “el-Ummu fi-l Fıkh”, fıkıh usûlü dalında “er-Risâle” ve hadis alanında da “el-Müsned”dir. (Kaynak) [es-Siyer 10: 5]. ġube bin Haccac: İmam Ebu Bestam el-Atakî el-Ezdî Mevlâhum. Basra'nın şeyhi ve hadis alanında müminlerin emiridir. Tabiîne mensup bir halktan hadis rivayet etmiştir. Büyük bir imam topluluğu Onu senâ etmişler ve Onu ilimle, zühdle, kanaatle ve hayırla vasf etmişlerdir. Hadisin dışında Arapça'da ve şiirde de baş/üstad idi. Hicretin 160. senesinde vefat etmiştir. [es-Siyer 7: 202]. Müminlerin Annesi ÂiĢe binti Ebî Bekr: Hazreti Âişe henüz 6 (altı) yaşında bir kız iken Resûl (SAV) onu Mekke'de nikâhlamıştır. Hazreti Âişe 9 (dokuz) yaşında iken de Nebî (SAV) Onunla Medine'de zifafa girmiştir. Hazreti Âişe 18 (on sekiz) yaşında iken de Nebî (SAV) vefat etmiştir. Hazreti Âişe de hicretin 56. senesinde Medine'de ölmüş ve geceleyin Baki kabristanına defnedilmiştir. Namazını Ebu Hureyre kıldırmıştır. O, kesinlikle kadınların en fakihi idi.. Kendisinin anlatılamayacak kadar çok fazileti vardır. En çok rivayette bulunan sahabiyelerdendir. Kendisi binlerce hadis rivayet


eden sahabeden (ashâbı ulûf) biri olarak addedilir. Şeyhân ondan 316 hadis rivayet etmişlerdir. Yine bir çok insan da O'ndan rivayette bulunmuşlardır. (Kaynak) [es-Siyer 2: 125]. (Çevirenin Notu: Eskiden Araplarda kızların yaşından ilk 10 seneyi söylememe gibi bir âdet vardı. Örneğin 19 yaşındaki bir kızdan 9 yaşında diye bahsedilebiliyordu. Hazreti Aişe maddesi işlenirken de sanırım bu geleneğe uyulmuş. Çünkü Nebî (SAV)'in, 6 (altı) yaşında olan Hazreti Aişe ile evlendiğine dair tutarlı bir rivayet yoktur. Arapların kızların yaşlarını söyleme geleneği göz önüne alınırsa evlenmenin Mekke'de, Hazreti Aişe 16 yaşında iken gerçekleştiği ortaya çıkmaktadır). Abdurrahman bin Udeys: Künyesi Ebu Muhammed elBelevî'dir. Sahabiliği vardır. Fitne uğruna Mısır'dan Hazreti Osman'ın yanına hareket eden süvarilerin reisi idi. Hicretin 36. senesinde katl edilmiştir. [el-İsâbe, No: 5155]. Abdurrahman bin Mehdî: Ebu Said el-Anberî el-Basrî elLu'luî. Hadis hafızlarının imamlarındandır. Yaşadığı dönemde hadis alanında halkın en bilgilisi O idi. Hatta Şafiî Onun hakkında şöyle demiştir: “Dünya da ona denk olacak kimseyi tanımıyorum”. Hadis alanında tasnifleri vardır. Hicretin 198. senesinde Basra'da ölmüştür.. (İbni Hazm ve Risâle fi-l Mufâdale beyne-s Sahâbe, Said el-Afgânî'nin Tahkîki, Sayfa: 314). [es-Siyer 9: 192]. Abdulaziz bin Ebî Seleme: Benzer bir biçimde Abdulaziz bin Abdillah ibni Ebî Seleme şeklinde de geçer. Büyük imam


müftü Ebu Abdullah et-Teymî Mevlâhum. Malik'in arkadaşı olan Müftü Abdulmelik bin el-Mâcişûn'un babası. Hicretin 164. senesinde vefat etmiştir. [es-Siyer 7: 309]. Abdullah bin el-Hâris bin Cüz: Mısır'ın fethine şahit olmuş ve orada iskan etmiştir. Sahabeden kalanların sonuncusu idi. Şeyhân kendisinden 2 (iki) hadis tahric etmişlerdir. Hicretin 86. senesinde ölmüştür. Rivayet edilir ki İmam Ebu Hanîfe henüz genç bir delikanlı iken onu görmüş ve O'ndan Resûlullah (SAV)'in şu hadisini işitmiştir: “Kim Allah'ın dininde bilinçlenirse, kederi hususunda Allah ona yeter ve onu hesap etmediği/ummadığı yerden rızıklandırır”. (Kaynak) [Tabakâtu ibni Sa'd 7: 497; el-İsâbe, No: 4589]. Abdullah bin Rebî el-Hârisî: Hicretin 145. senesinde elMansur onu Medine valiliğine getirmiştir. Ordusu kötü bir gidişat izlemiş ama o da ordusuna mani olmamıştır. Bu nedenle kitleler kendisine karşı ayağa kalkmaya başlamış ve o da kaçmıştır. Ebu Bekr bin Ebî Sebre hapisten çıkmış- İsa bin Musa onu, Nefsi Zekiyye Muhammed'e yardım ettiği için hapsetmişti-, insanlara hitap etmiş, onları taate davet etmiştir. Nihayet ahali sakinleşmiş ve Abdullah bin Rebî Medine'ye dönmüştür. Sonra hicretin 146. senesinde Ebu Cafer onu azl etmiş ve onun yerine Cafer bin Süleyman'ı getirmiştir. [Bkz. Tarih-i Taberî 7: 610-611, 656; Nesebi Kureyş, 429]. Abdullah bin Zübeyr: Medine'de, Resûlullah (SAV)'in oraya geldiği dönemde doğmuştur. Hicretin 73. senesinde Mekke'de katl edilmiştir. Onu Resûlullah (SAV) yetiştirmiş ve kendisine


duacı olmuştur. Son derece ibadet eden, son derece cesur ve kararlı bir zattı. Afrika'nın fethine şahit olmuştur. Muaviye'nin vefatından sonra, hicretin 64. senesinde kendisine halife olarak beyat edilmiştir. Sonra Haccac Mekke'de Onu kuşatma altına almış ve Onu orada katl etmiştir. Şeyhân kendisinden 9 (dokuz) hadis tahric etmişlerdir. (Kaynak) [es-Siyer 3: 363]. Abdullah bin Abbas bin Abdulmuttalib: Ümmetin bilge zâtı ve Kur'ân'ın tercümanıdır. Hicretten 3 (üç) sene önce Şa'b yılında doğmuştur. Resûlullah (SAV) Onu kendi ilmi ile yetiştirmiş ve şöyle buyurmuştur: “Allahım! Onu mübarek kıl, onun bereketini artır, ona hikmeti öğret. Allahım! Onu dinde fakih kıl ve ona te'vîli (yorumlama kudretini) öğret”. İlminin enginliğinden ötürü “deniz” olarak adlandırılmıştır. O, dört büyük âlimden biridir. Yine O, en çok rivayette bulunan 6 (altı) zattan biridir. Şeyhân ondan 234 hadis rivayet etmişlerdir. Hicretin 70. senesinde Tâif'te vefat etmiştir. (Kaynak) [es-Siyer 3: 331]. Abdullah bin Abdulaziz el-Âbid: Künyesi Ebu Abdurrahman el-Adevî el-Amrî ez-Zahid el-Medenî'dir. İbni Hibban onu sikalar içerisinde zikretmiş ve demiştir ki: “Yaşadığı dönem ehlinin en zahid olanlarından ve ibadet etmek için en çok yalnızlığa çekilenlerindendi”. Hicretin 184. senesinde 66 (altmış altı) yaşında vefat etmiştir. (Tehzîbu-t Tehzîb, Cilt: 5, Sayfa: 302). [Tabakâti İbni Sa'd, 5: 435; elİber, 1: 289]. Abdullah bin Amr bin el-Âs: Babasından önce Müslüman


olmuştur. Müctehid âlimler ve çok hadis rivayet edenler arasında yer alan bir zat idi. Babası ile beraber Şam'ın fethine şahit olmuştur. Yermük günü sancak ondaydı ve o, fitnelere bulaşan babasını kınıyordu. Sahîhayn'da Ondan 45 hadis rivayet edilmiştir. Hicretin 63. senesinde Mısır'da ölmüştür. Kendisi ile babası arasında sadece 13 (on üç) yaş, bir diğer ifadeye göre ise 20 (yirmi) yaş fark vardı. (Kaynak) [es-Siyer 3: 79]. Abdullah bin Mübarek bin Vâzıh el-Hanzalî (velâ yoluyla et-Temîmî) el-Merzevî: Ebu Abdurrahman el-Hafız, Şeyhülislam, mücahid, ticaret ehli. Hicretin 118. senesinde doğmuştur. Horasan sakinlerindendi. Hicretin 181. senesinde, Rum gazvesinden dönerken Hiyt'te ölmüştür. (Kaynak) [esSiyer8: 336]. Abdullah bin Mesud: Ebu Abdurrahman el-Huzelî. İslam'a ilk girenlerdendir. Önce Habeşistan'a sonra da Medine'ye hicret etmiştir. Resûlullah (SAV) ile beraber yaşanan tüm olaylara tanıklık etmiştir. Resûlullah (SAV), Ona o kadar ikramda bulunuyor ve Onu o kadar kolluyordu ki bazıları Onun Ehli Beyt'ten olduğunu sanıyorlardı. Allah'ın Resûlü (SAV)'e çok sıkı bağlı idi ve Nebî (SAV)'e çok hizmet ediyordu, O (SAV)'in misvakıyla, temizlik malzemeleri ile ve ayakkabıları ile bizzat ilgileniyordu. Pek çok fazilet sahibi idi. Kûfe'de ikamet etmiş ve âhir ömründe Medine'ye gelmiştir ve hicretin 32. senesinde orada ölmüştür. (Kaynak) [es-Siyer 1: 461].


Abdullah bin Yezid el-Fezârî el-Kûfî: Kelamcıdır. İbni Hazm en-Nihal'de, Haricîlerden İbaziyenin mezheplerini ondan aldıklarını zikretmiştir. (Lisânu-l Mîzân, Cilt: 3, Sayfa: 378). [İbni Nedim de bunu el-Fihrist'te Sayfa: 182' de (T. Fellûcel) ve Sayfa: 233'te (T. Tahran) belirtmiştir ve demiştir ki: “Haricîlerin büyüklerinden ve kelamcılarındandır. Şu kitaplar kendisine aittir: Kitabut-Tevhîd, Kitâbun ale-l Mutezile, Kitâbu-l İstitâ'a, Kitâbur-Reddi aler-Râfiza”. Bkz. Makâlâtu-l İslâmiyyîne, el-Eş'arî, Sayfa: 125 (T. Reyter-i Sâlise). İbni Hazm, Risâle-i Nukati-l Arûs'da, Risaleleri 2: 114-115, O ve Hişam bin Hakem'in Rafızîlerin imamı iki samimi dost olduklarını ve aralarından su sızmadığını zikretmiştir. El-Cahiz de el-Beyan'da 1: 46 bu durumu benzer bir biçimde zikretmiştir]. Ubeydullah bin Ali bin Ebî Râfi el-Medenî: Nebî (SAV)'in azatlı kölesidir. Tirmizî demiştir ki “Ubeydullah bin Ali daha sahihtir.” Dedesinden mürsel olarak rivayette bulunmuştur. İbni Hibban onu sikalar arasında zikretmiştir. (Tehzîbu-t Tehzîb, İbni Hacer, Cilt: 7, Sayfa: 37, Sâdır Yayınevi, Beyrut). Osman bin Affan: Cennetle müjdelenen on sahabi içinde, Ali'den sonra nesep bakımından Resûlullah (SAV)'e en yakın olan O'dur. Nebî (SAV)'in kızları Rukiye ve Ümmü Gülsüm ile evlenmiştir. Bunun için de zinnureyn (iki nur sahibi)


olarak isimlendirilmiştir. Denilmiştir ki Nebî (SAV)'İn iki kızını nikahlayan başka biri yoktur. Otuz küsur yaşında iken Ebu Bekir vasıtası ile Müslüman olmuştur. Habeşistan'a hicret etmiştir. İki kıbleye doğru da namaz kılmış ve iki hicreti de yerine getirmiştir. Ceyşü-l Usreyi (zorluk ordusunu) donatmıştır. Rûme kuyusunun satın almış ve tasadduk etmiştir. Bir rekatta Kur'ân'ı hatmeden ilk kişi idi. Şeyhân Ondan 16 hadis tahric etmişlerdir. Hicretin 35. senesinde 90 (doksan) yaşında mazlum olarak katl edilerek can vermiş ve Baki kabristanına defnedilmiştir. (Kaynak) Osman bin Müslim el-Bettî Ebu Amr el-Basrî: Yün elbiseler satıyordu. Bu nedenle de kendisine el-Bettî (yün elbiseci) denilmiştir. Enes bin Malik'ten, Şa'bî'den, Abdulhamid bin Seleme'den ve Hasen'den rivayette bulunmuştur. Ahmed, Darekutnî, İbni Said ve İbni Muîn, Abbas'ın Ondan naklettiklerine güvenmişlerdir. İbni Sa'd demiştir ki: “Onun hadisleri vardır. O, rey ve fıkıh sahibi idi”. [es-Siyer 6: 148]. Ukaylî: İmam, hafız, tenkitçi Ebu Cafer Muhammed bin Amr bin Musa al-Ukaylî el-Hicâzî. “ed-Duafâ” adlı eserin musannifidir. Ebul Hasan bin el-Kattan el-Fâsî Onun hakkında şöyle demiştir: “Ebu Cafer el-Ukaylî kadri celil ve hadis âlimi olan, hıfz hususunda önde gelen bir sikadır”. Hicretin 322. senesinde Mekke'de vefat etmiştir. [es-Siyer 15: 236]. Alkame bin Kays en-Nehaî: O, Ebu Şibl el-Hemdânî'dir.


Muhadram bir tâbiîdir. Irak'ın fakihi idi. Hidayet, nitelik ve fazilet cihetinden, ashabı olduğu İbni Mesud'a benziyordu. Resûlullah (SAV) hayatta iken doğmuştur. Sahabeden hadis rivayet etmiştir. Pek çok kimse de kendisinden rivayette bulunmuştur. Sıffeyn'e ve Horasan gazasına tanık olmuştur. İki sene Harezm'de ve bir müddet de Merv'de oturmuştur. Kûfe'de de iskan etmiştir. Hicretin 62. senesinde 90 yaşında Kûfe'de vefat etmiştir. (Kaynak) [es-Siyer 4: 53]. Ali bin Ebî Tâlib Ebul Hasan Ebu Turab: Resûlullah (SAV)'İn amca oğludur. Nebî (SAV)'in kızı Fâtıma ile nikâhlanmıştır. Bisetten 10 (on) sene önce doğmuştur. Nebî (SAV)'in yanında yetişmiştir. Çocuklar içerisinde ilk Müslüman olan O'dur. Tebük gazvesi hariç Resûlullah (SAV) ile beraber tüm yaşananlara tanıklık etmiştir. Hz. Ömer'in tayin ettiği Şûrâ üyelerinden biri idi. İlim ve fetva mercîsi idi. Osman'ın katledilmesinden sonra hilafeti almıştır. Hicretin 40. senesi Ramazan ayının 17. gecesi katledilmiştir. O'nu 63 (altmış üç) yaşında iken Haricî Abdurrahman İbni Mülcem katletmiştir. Şeyhân kendisinden 44 hadis rivayet etmişlerdir. (Kaynak). Müminlerin Emiri Ömer bin Hattab el-KureĢî el-Adevî: Annesi Hanteme, Ebu Cehil'in kız kardeşidir. Resûlullah (SAV) Onu “Ebu Hafs” olarak künyelemiş ve “el-Fârûk” olarak da adlandırmıştır. Habeşistan'a hicretin hurûcundan sonra Müslüman olmuştur. İki kıbleye doğru da namaz kılmıştır. Tüm yaşananları/olayları görmüştür. Resûlullah (SAV) kendisinden razı olarak vefat etmiştir. Nebî (SAV), O'nun Cennetlik ve şehit olduğuna şehadet etmiştir. Şeyhân


kendisinden 81 hadis rivayet etmişlerdir. Allah O'ndan razı olsun, Mecûsi Firuz Ebu Lu'lu'un elinde maktul olarak can vermiştir. (Kaynak). Ömer bin Abdulaziz bin Mervan el-Emevî: Adaleti üzere icmâya varılmış âdil halifedir. İmamdır, hafızdır, müminlerin emîridir. O, yüz(yılın) başındaki müceddid âlimlerin ve emîrlerin ilki sayılmıştır. Vali olduktan 2 (iki) sene sonra, hicretin 101. senesinde ölmüştür. (el-Fikrus Sâmî, 2. Çeyrek, Sayfa: 199) [es-Siyer 5: 114]. Amr bin Hâris bin Yakup el-Ensârî: Kârî ve fakihtir. İmamlardan biridir. İbni Vehb demiştir ki: “Eğer Amr bize kalsaydı, Malik'e ihtiyaç duymazdık”. İbni Muîn Onu sika saymıştır. Altı imam da Ondan hadis tahric etmiştir. Hicretin 148. senesinde vefat etmiştir. (el-Fikrus Sâmî, 2. Çeyrek, Sayfa: 191) [es-Siyer 6: 349]. Amr bin Hikam, ġu'be'den: Ebu Osman el-Basrî. Ali ve diğer insanlar onu zayıf görmüşlerdir. (Kitâbud- DuafâisSağıyr, İmam Ebu Abdullah Muhammed bin İsmail el-Buhârî, Tercümân-ı Sünnet İdaresi, Lahur) [Ayrıca Bkz. Mîzânu-l İtidâl 3: 254; Lisanu-l Mîzân 3: 360]. Amr bin Ubeyd bin Bâb: Kendisine “İbni Keysân etTemîmî” de denilmektedir. Hasan-ı Basrî'den rivayette bulunmuştur. Ebu Hâtem, Amr bin Ubeyd'in hadisinin metruk olduğunu belirtmiştir. (Tehzîbu-t Tehzîb, Cilt: 8, Sayfa: 70)


[es-Siyer 6: 104]. Kasım bin Asbağ el-Beyânî al-Kurtubî: Endelüs'ün muhaddisidir. Hadis, Kur'ân, sünnet/rivayetler ve nesapler alanında kitaplar tasnif etmiştir. Hicretin 247. senesinde doğmuş ve hicretin 340. senesinde Kurtuba'da ölmüştür. (Saîd el-Afgânî: İbni Hazm ve Onun Sahabe Arasındaki Mufâdale konusundaki risâlesi) [es-Siyer 15: 472]. Kasım bin Selam: Ebu Ubeyd el-Ezdî. Tasniflerin (et-Tesânîf) sahibidir. Hadis, fıkıh ve dil alanında güzide imamlardan biridir. İshak bin Raheveyh demiştir ki: “Ebu Ubeyd benden, Şafiî'den, Ahmed'den daha fakihtir, daha âlimdir”. Şüphesiz ki O, ictihad imamlarındandır. Hicretin 157. senesinde Herat'ta doğmuştur. Hicretin 224. senesinde vefat etmiştir. 18 (on sekiz) sene Tarsus valiliği yapmıştır. (el-Fikrus Sâmî, 3. Çeyrek, Sayfa: 72) [es-Siyer 10: 490]. Kinane bin BiĢr et-Teceyyübî: Biyografisine rastlayamadık. Lühey'a bin Ġsa: 196 senesinde Mısır kadılığına getirilmiş ve Muttalib bin Abdullah 198 senesinde Mısır'a vali olarak gelip de kendisini azledene kadar orada kalmıştır. Kadılığa da elFazl bin Gânem getirilmiş ve yaklaşık 1 sene kalmıştır. Sonra Muttalib ona kızmış ve onu da azletmiş ve yerine yine Lühey'a bin İsa'yı getirmiştir. 204 senesinde vefat edene kadar da orada ikamet etmiştir. [Valiler va Kadılar, Sayfa: 417, 421426; Hüsnü-l Muhâdara 2: 142-143].


el-Leys bin Sa'd, Ebu-l Hâris: İbni Abdurrahman el-Fehmî Mevlâhum. Hadis ve fıkıh alanınnda, zamanındaki Mısır ehlinin imamı, âlimi, reisidir. Hicretin 94. senesinde Kalkaşende'de doğmuştur. Ahmed, İbni Muîn ve diğer herkes onu sika saymıştır. Hicreti 175. senesinde Kahire'de vefat etmiştir. (Kaynak) [es-Siyer 8: 133]. İmam Malik bin Enes el-İsbahî: Hicret yurdunun imamıdır. Dört imamdan biridir. Mâlikî mezhebi kendisine nisbet edilir. Hicretin 93. senesinde Medine'de doğmuştur. Hicretin 179. senesinde yine Medine'de vefat etmiştir. En meşhuru, hadis alanında yazmış olduğu Muvatta olmak üzere, pek çok telif eseri vardır. İbni Mehdi demiştir ki: “Malik'ten daha aklı tam, daha takvaya bağlı kimse görmedim”. (Kaynak) [es-Siyer 8: 43]. Me'mun bin Ahmed es-Silmî el-Heravî: Hişam bin Ammar'dan, Ahmed bin Abdullah'tan, Abdullah bin Mu'dan el-Ezdî'den, O da Enes'ten merfû olarak rivayet etmiştir ki: “Ümmetimin içinde kendisine Muhammed bin İdris denilen bir adam olacaktır ki ... “. Demiştir ki bunu sadece onun yalancılığı bilinsin diye zikrettim. Horasan'da onun hakkında yazdıkları olaylar gevşektir. (Mîzânu-l İtidal, Zehebî, Ali Muhammed el-Becâvî'nin tahkiki, Cilt: 3, Sayfa: 29-430, Beyrut). Muhammed bin İsmail el-Buhârî: Ebu Abdullah. İslam'ın büyük âlimidir. Resûlullah (SAV)'in hadislerinin hafızıdır. Hicretin 194. senesinde Buhara'da doğmuş ve yetim


büyümüştür. Hadis talep etmek için İslam beldelerinde uzun bir yolculuğa çıktı. Semerkant köylerinden Hartenk beldesine gitti. Ve hicretin 256. senesinde orada vefat etti. Kendisinin pek çok telif eseri vardır. En meşhuru Cami'u Sağıyr'dir. Bu eseri Mekke'de 600 bin hadis içinden derlemiş ve demiştir ki: “100 bin sahih hadis ve 200 bin sahih olmayan ezbere biliyorum”. (Kaynak) [es-Siyer 12: 391]. Muhammed bin İsmail: Hafız Ebu İsmail es-Silmî et-Tirmizî el-Bağdâdî. Sünnetin güzide şahsiyetlerinden biridir. Yolculuklar yapmış, hadis toplamış ve tasnif etmiştir. Tirmizî, Nesâî, Kasım bin Asbağ ve diğerleri ondan rivayette bulunmuşlardır. Hatîb demiştir ki: “Sünnet mezhepleri hususunda meşhur ve sağlam bir anlayış idi”. Hicretin 280. senesinde vefat etmiştir. [Bağdat Tarihi, 2: 42; el-İber, 2: 64; el-Vâfî bi-l Vefeyât, 2: 212; Tehzîbu-t Tehzîb, 9: 62]. Muhammed bin Hasen eĢ-ġeybânî: Kûfe'de büyümüştür. Sonra Bağdat'ta Abbasiler tarafında iskan etmiştir. Gençlik döneminde ilim talep etmiş ve metodunu Ebu Hanife'den almıştır. Kendisi henüz yeni iken İmam Ebu Hanife vefat etmiş ve bu nedenle de O'nun meclisinde fazla bulunamamıştır. Metodunu Ebu Yusuf'ta kemale erdirmiştir. Malik'ten de ilim almıştır. Muvatta hakkında onun özel bir rivayeti vardır. Şafiî demiştir ki: “Muhammed bin Hasen'den deve yükü ile ilim aldım”. Kitapları Hanefilerin mevcut olagelmiştir. Hicretin 132. senesinde Vâsıt'ta doğmuş ve hicretin 189. senesinde Bağdat'ta ya da Reyy'de vefat etmiştir. (el-Fikrus Sâmî, 2. Çeyrek, Sayfa: 208) [es-Siyer 9: 143].


Muhammed bin Semâ'a et-Temîmî: Kitâbu-n Nevâdir onundur. Hicretin 233. senesinde vefat etmiştir. (el-Fikrus Sâmî, 2. Çeyrek, Sayfa: 208) [es-Siyer 10: 646]. Muhammed bin Abdulaziz ez-Zührî: Abdurrahman bin Avf'ın çocuklarındandır. Mansur zamanında, Medine ve Beytü-l Mal kadılığına getirilmiştir. Onun meşvereti (danışmanlığı) ile Cafer bin Süleyman, İmam Malik bin Enes'i darp etmiştir. Cömert ve eli açık olmakla vasf edilmişti. Babasından ve İbni Şihab ez-Zührî'den rivayette bulunmuştur. Bununla birlikte, bu işin ehli kimseler nazarında hadisi metruk ve münkerdir. [Bkz. Bağdat Tarihi'ndeki Biyografisi ve Haberleri, 2: 349; Ahbâru-l Kudâti, 1: 213; Cenheretu-l Ensâb, İbni Hazm, 134; Mîzânu-l İtidâl, 3: 628; Lisânu-l Mîzân, 5: 259]. Muhammed bin Abdullah el-Ensârî: Basralı kadıdır. Buharî, kendisinden rivayette bulunmuştur. Hicretin 225. senesinde vefat etmiştir. (Kaynak) [es-Siyer 9: 532]. Muhammed bin Abdullah bin Tahir: Ebu-l Abbas el-Huzâî. El-Mütevekkil döneminde Bağdat emirliğine tayin edilmiştir. Edip, şair, cömert, övülmüş, ilim ve edebiyat ehli ile ülfet eden bir zat idi. 235 senesinde vefat etmiştir. [Bağdat Tarihi, 5: 418; Vefeyâtu-l A'yân, 5: 92; el-İber, 2: 5].


Muhammed bin Nasr el-Mervezî: Hafız fakih Ebu Abdullah. Diyor ki: “Hicretin 202. senesinde doğdum”. Kendisinin hicretin 294. senesinde öldüğüne dair ittifak vardır. (Tehzîbu-t Tehzîb, İbni Hacer, Cilt: 9, Sayfa: 489, Haydarâbad, Dukne) [es-Siyer 14: 33]. Muhammed bin rastlayamadık.

Yahya

bin

Galip:

Biyografisine

Muhalled bin Hasen: Asıl metinde de isim böyle geçmektedir ama öyle görünüyor ki doğrusu “Muhalled bin el-Hüseyn” olacak. O, büyük imam, körfez bölgesinin şeyhi Ebu Muhammed el-Ezdî el-Mehbelî el-Basrî sonra Musaysî'dir. 191 senesinde vefat etmiştir. 196 senesinde vefat etti diyenler de vardır. [es-Siyer 9: 236]. Müslim, Hafız Ġmam Ebu-l Hasen Müslim bin Haccac elKuĢeyrî en-Nisâbûrî: Hadis ilminin temel direklerinden biridir. Es-Sahîh adlı eserin sahibidir. Hicretin 261. senesinde vefat etmiştir. [es-Siyer 12: 557]. Mutarraf: O, Mutarraf bin Abdullah el-Yesârî el-Hilâlî Ebu Mus'ab el-Medenî'dir. Meymune'nin azatlı kölesidir. Annesi, İmam Malik'in kız kardeşidir. Dayısından, İbni Ebî Zi'b'den ve diğerlerindne ilim dinlemiştir. Hicretin 214. senesinde vefat etmiştir. Hicretin 220. senesinde vefat etmiştir diyenler de vardır. [Terttîbu-l Medârik, 1: 358; Tehzîbu-t Tehzîb, 10: 175].


Muaviye bin Ebî Süfyan, Ebu Abdullah: Mekke'nin Fethi günü Müslüman olmuştur. Resûlullah (SAV)'in vahiy katipliğini de yapmıştır. 20 yıl emîr olarak ve yaklaşık bir o kadar da halîfe olarak kalmıştır. Hilim ve dehâ ile nitelendirilen kişilerden biri idi. Sahîhayn'de kendisinden 13 hadis rivayet edilmiştir. Hicretin 60. senesinde Recep ayında Dimeşk'te 80 yaşında ölmüştür. (Kaynak) [es-Siyer 3: 119]. Muğîre bin Abdurrahman bin el-Hâris bin Abdullah bin AyyâĢ bin Ebî Rebîa el-Mahzûmî Ebu HiĢâm: Ebu Haşim diyenler de vardır. Medinelidir. Mus'ab ez-Zübeyrî, Neseb-i Kureyş (319) adlı eserinde Muğîre bin Abdurrahman'ın Malik bin Enes'ten sonra Medine'nin fakihi olduğunu zikretmiştir. İbni Abdilberr şöyle demiştir: “Malik'in son dönemlerinde fetva işleri Muğîre bin Abdurrahman'a ve Muhammed bin İbrahim bin Dinar'a götürülüyordu”. Bunu, Abdulmelik bin el-Mâcişûn anlatmıştır. 186 senesinde vefat etmiştir. 188 senesinde vefat ettiğini söyleyenler de vardır. [Tehzîbu-t Tehzîb, 10: 264; Tertîbu-l Medârik, 1: 282]. Musa bin Ġsa bin Musa bin Muhammed bin Ali bin Abdullah bin Abbas: Kûfe'ye ve onun el-Mehdî'ye, Musa'ya (el-Hâdî'ye) ve er-Reşîd'e bağlı halkına valilik yapmıştır. Bkz. Ensâbu-l Eşrâf, 3: 280. Ancak Ebu Hanife bundan daha önce, 150 senesinde vefat etmişti. İbni Hazm'ın zikrettiği kişi büyük olasılıkla bu zatın babası İsa bin Musa'dır ama nasih karıştırmıştır. Bu İsa, Abbas oğullarının süvarisi idi. Ebu-l Abbas (es-Seffâh) onu, 132 senesinde Kûfe valiliğine getirmiş ve o, Mansur kendisini azledene dek 13 yıl valilik görevinde


kalmıştır. Ebu-l Abbas yine aynı şekilde onu, Ebu Cafer'den sonra veliahtı ilan etmişti. Bu, onun bu makamı oğlu Mehdî'ye vermek için kendisini azline kadar sürmüştür. İsa'nın vefatı 168 senesinde vukû bulmuştur. [Bkz. Es-Siyer 7: 434'teki biyografisi]. Nesâî: O, İmam Hafız es-Sebt Ebu Abdurrahman Ahmed bin Şuayb el-Horasânî en-Nesâî'dir. “es-Sünen” adlı eserin sahibidir. Anlayışı, itkânı (sağlamlığı), basîreti, insanları/ravileri tetkîki, hüsnü telifi (güzel telif yapması) ile ilim denizlerinden biri idi. İlim talep etmek için Horasan'da, Hicaz'da, Mısır'da, Irak'ta, Yarımadada, Şam'da, Suğur'da (körfez bölgeleri) yolculuklar yapmıştır. Sonra Mısır'ı yurt edinmiştir. Hafızlar Onun yanına yolculuklar yapmıştır. Hicretin 303. senesinde vefat etmiştir. [es-Siyer 14: 125]. Nuaym bin Hammad bin Muaviye bin Haris: Ebu Abdullah el-Huzâî el-A'ver el-Fârid el-Murûzî: el-Müsned'i ilk toplayan ve ilk tasnif eden kişinin Nuaym bin Hammad olduğu söylenir. Hicretin 228. senesinde hapiste/zindanda ölmüştür. [es-Siyer 10: 595]. Nuh bin Derrac en-Nehaî: Fıkıh sahibi idi. Kûfe kadılığına getirilmiştir. Babası bakkal idi. (İbni Hacer: Tehzîbu-t Tehzîb, Cilt: 10, Sayfa: 483). HiĢam bin el-Hakem: O, Kûfe ehlinden Ebu Muhammed eşŞeybânî'dir. Bağdat'ta iskan etmiştir. Rafızîlerin büyüklerinden biri idi. İri yapılı idi. Cafer-i Sadık'ın


ashabından idi. Bermekîlerin felaketinden/saldırısından kısa bir süre sonra gizlenerek ölmüştür. (el-Milel ve-l Ehvâu ve-n Nihal'deki fasıl, İbni Hazm, Cilt: 2, Sayfa: 269, İbrahim Nasr ve diğerlerinin tahkîki) [el-Fihrist 175 (T. Filocel) 223 (T. Tahran)]. HiĢam bin Abdullah er-Râzî: Babasının adı, risâlenin aslında da böyle geçmektedir. Tezkiretu-l Huffaz 1: 387 ve elİber 1: 383 baskılarında da isim bu şekilde geçmektedir yalnız bu baskılarda şın harfi yerine mim harfi kullanılarak isim “Himam” şeklinde yazılmıştır. Aslında bu ismin doğrusu, diğer kaynakların üzerinde mutabakata vardığı şekilde “Hişam bin Ubeydullah”tır. “Bin Abdullah” değil de ismi tasğîr kipi ile “Ubeydullah”tır. Bu Hişam, güzîde şahsiyetlerden biridir. Malik'ten, İbni Ebî Zi'b'den ve onların tabakalarından rivayette bulunmuştur. İlim denizlerinden biri idi. Buna rağmen bazıları onun rivayetini gevşek kabul etmiştir. Hicretin 221. senesinde vefat etmiştir. [es-Siyer 10: 446]. HeĢîm: O, İmam Ebu Muaviye Heşîm bin Beşîr es-Sülemî Mevlâhum'dur. Vâsıtlıdır. Bağdat'ın muhaddisi ve hafızıdır. Zührî'den ve onun tabakasından rivayette bulunmuştur. Hıfz hususunda baş idi. Buna rağmen kendisinin pek çok müdelles rivayeti vardır. Bağdat'ta iskan etmiştir. Orada ilim yaymış ve et-Tesânîf'i (Tasnifleri) tasnif etmiştir. Hicretin 183. senesinde vefat etmiştir. [es-Siyer 8: 255].


Vâsıl bin Atâ el-Basrî: Mesleği yün eğirme işi idi. Çok beliğ ama “ra” harfini peltek söyleyerek hararetle konuşan bir zattı. Belağat uğruna “ra” harfini terk etmiş ve bu harfi hitabetinde kullanmaktan kaçınmıştır. 80 yılında Medine'de doğmuş 131 senesinde vefat etmiştir. Kendisinin Kitâbu Meâni-l Kur'ân, Kitâbu Asnâfi-l Mürcie, ve Kitâbu-t Tevbe gibi tasnifleri vardır. (Mîzânu-l İtidâl, Zehebî, Cilt: 3, Sayfa: 329, Ali Muhammed el-Becâvî'nin Tahkiki) [es-Siyer 5: 464]. Vekî bin el-Cerrah el-Kûfî min Kays Aylân: Bağdat'a gelmiş ve orada hadis rivayet etmiştir. O, sika hadis şeyhlerindendir. 129 senesinde doğmuştur. Hicretin 197. senesinde de Mekke'den dönerken Aşûre günü vefat etmiş ve Feyd'e defnedilmiştir. (İkmâl fî Esmâi-r Ricâl, el-Hatîb) [esSiyer 9: 140]. el-Velid bin Abdulmelik bin Mervan, Ebu-l Abbas elEmevî: Babasından sonra hilafeti üstlenmiştir. Onun döneminde pek çok fetih yapılmıştır. Hicretin 96. senesinde vefat etmiştir. [es-Siyer 4: 347]. el-Velid bin Müslim, Ebul Abbas ed-DimeĢkî: Şam ehlinin âlimi ve muhaddisidir. Sikalık ve hıfz açısından ilmin kaplarından biri idi. Ama buna rağmen, şöyle dediği zaman tedlîs ediyordu: “Bize anlattı ki o hüccettir”. Hicretin 195. senesinde vefat etmiştir. [es-Siyer 9: 211]. Yahya bin Said el-Kattân: Hadis hafızlarından Ebu Said etTemîmî'dir. Malik ve Şu'benin akranı olan hüccet bir sikadır.


Basra ehlindendir. Hicretin 120. senesinde doğmuştur. Hicretin 198. senesinde de vefat etmiştir. (Kaynak) [es-Siyer 9: 175]. Yahya bin Süleyman el-Ca'fî el-Kûfî: Abdulaziz edDerâverdî'den ve İbni Fudayl'den rivayette bulunmıştur. Buhari ve bir topluluk da Ondan rivayette bulunmuştur. (Mîzânu-l İ'tidâl, Zehebî, el-Becâvî'nin Tahkiki, 4. Bölüm, Sayfa: 382, Mısır) [Tehzîbu-t Tehzîb, 11: 227]. Yahya bin Hilal: Biyografisine rastlayamadık. Yezid bin Muaviye bin Ebî Süfyan el-Emevî: Kendisi babasından, oğlu Halid ve Abdulmelik bin Mervan da kendisinden rivayette bulunmuştur. Adalet hususunda makduhtur (problemlidir, yaralıdır, sağlam değildir). Kendisinden rivayette bulunulmaya ehil değildir. Ahmed bin Hanbel demiştir ki: “Ondan rivayette bulunmaya değmez”. (Mîzânu-l İtidâl, Cilt: 3, Sayfa: 440, Ali Muhammed elBecâvî, Marifet yayınevi, Beyrut). Yezid bin Velid bin Abdulmelik: Ebu Halid el-Emevî. Amcasının oğlu fasık Velid bin Yezid'e karşı çıktı ve hicretin 126. senesinde Cemaziyel-Âhir ayında onu öldürdü ve halife olarak beyat aldı. Ordunun maaşlarını azaltması nedeniyle kendisine “nâkıs” lakabı verilmiştir. Kendisinde zühd, adalet ve hayır mevcuttu. Ancak çok yaşamadı. Bilakis aynı 126 senesinde Zilhicce ayında vefat etmiştir. [es-Siyer 5: 174].


Yusuf bin Abdullah bin Ebî Cafer: Biyografisini bulamadık. [Derim ki: Bu Yusuf, İbni Hazm'ın kendisinden anlatarak şöyle dediği bir şeyhidir: “Bize Yusuf bin Abdullah bin Ebî Cafer, Ahmed bin Said bin Hazm es-Sadefî'den, Kasım bin Asbağ'dan... haber vermiştir”. Bu risâlenin aslında da böyle geçmektedir. Sanırım doğrusu şöyle olacak: “Bize Yusuf bin Abdullah, İbni Ebî Cafer('den), Ahmed bin Said'den..... haber vermiştir”. Eğer böyle ise, Yusuf, İbni Hazm'ın şeyhidir. O, şahane tasniflerin sahibi allâme Mağrip hafızı Şeyhülislam Ebu Ömer Yusuf bin Abdullah bin Muhammed bin Abdulberr enNemrî'dir. Hafız Zehebî onun hakkında demiştir ki: “O, dinen imamdı, sika, sağlam, allâme, derya, sünnet ve ittibâ sahibi bir zat idi. İlk olarak söylenen metinlerde rivayetlere bağlı zâhirî idi. Sonra ise, bazı meselelerde Şafiî fıkhına açık bir meyil beslemekle birlikte Malikî oldu...”. Hicretin 463. senesinde vefat etti. İbni Hazm, kendisinden rivayette bulunmuştur. İkisi akran idiler. [es-Siyer 18: 153]. İbni Ebî Cafer ise İbni Ebî Cafer olarak bilinen Halef bin Ahmed'dir. Ebu Ömer bin Abdulberr demiştir ki: “Ümeyye oğullarının azatlı kölelerindendir. İnsanlar içinde Ahmed bin Mutarraf'e... et-Târîh fi-r Ricâl adlı eserin sahibi Ahmed bin Said bin Hazm'e en sıkı bağlı olanlarından biri idi... Bu


bahsedilen İbni Hazm'dan mezkur tarihini dinlemiştir”. Ebu Ömer demiştir ki: “Diğer ravileri içinde kimsenin nezdinde onu kâmil olarak bulamadım. Zikrettikleri hususlarda sadece O ve İbni Harrar olarak maruf olan salih insan Ahmed bin Muhammed el-İşbilî için tekmil (tamamlama) yapılıyordu. Allahu a'lem”. [Cezvetü-l Muktebis, 205-206]. Yusuf bin Ömer: O, kadıların kadısı (başkadı) Ebu Nasr Yusuf bin kadıların kadısı Ömer bin kadıların kadısı Ebî Ömer Muhammed bin Yusuf el-Ezdî el-Mâlikî sonra edDâvudî el-Bağdâdî'dir. Verâ bakımından kadıların en seçkinlerindne biri idi. Hükümleri çok iyi biliyordu ve işinin ehli idi. Kadılık görevine 20 yaşındayken getirilmiştir. Malik'İn mezhebinden Davud'un mezhebine geçmiştir ve o mezhepte tasnifler yapmıştır. 356 senesinde vefat etmiştir. [es-Siyer 16: 77].


DÜZELTME CETVELĠ Not 1: Bu hazırlamıştır.

cetveli,

Üstad Ahmed

Ratib

en-Neffah

Not 2: Bu cetvelde yer alan sayfa ve satır numaralrı orijinal Arapça metne göredir. (Çevirenin Notu) Sayfa 12: Satır 13: “Kat'î bir burhan getirmişlerdir ve kat'î tartışmalarla (delil getirmelerle) gerçeği söylemişlerdir”. Belki de doğrusu şudur: “... net bir burhanla....” ve “kat'î bir tartışma (delil getrime) ile”. Sayfa 16: Satır 4, 8: “Farzet ki siz...” ve “...ve farzet ki siz...” Bunlara talik düşerken dedim ki: Belki de doğrusu “farzedin ki...” ve “ve farzedin ki...” şeklindedir. Sonra Onun bir risâlesinde (İbni Hazm el-Endelûsî'nin Risâleleri, Doktor İhsan Abbas'ın tahkiki, 3: 104)) bunun metnini buldum: “Onlara denir ki: 'farzet ki siz...'”. Belki de bu, İbni Hazm'ın zamanla kullanmayı terk ettiği ibareler içinde yer almaktadır. Bunun dışında buna dair bir vecih bulamadım.


Sayfa 37: Satır: 5: “Bilakis icmalen Ehli Sünnetin mezhebine galebe çalmıştır...”. Asıl metinde de böyle geçmektedir. Belki de doğrusu [şüphesiz ki onlar], .... üzerine....” şeklindedir. Sayfa 37: Satır: 8: “Heyhat, bu, sahibine muhteba edilen bir fazilettir...” Asıl metinde de böyle geçmektedir. Belki de burada geçen “muhteba” kelimesi, “mücteba” kelimesi kullanılmak istenirken yanlışlıkla yazılmıştır. -SON-&-


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.