1 minute read
Ebû Yusuf ’a Rahmet Olsunİlhami ATMACA
Ebû Yusuf ’a Rahmet Olsun
İlhami ATMACA
Advertisement
Doksanlı yılların başı... Hakan Albayrak’la İstanbul’a hicret ettiğimizin hemen ertesi günü...
İstanbul’a dalmışız bodoslama...
O kadar da hayırsız değiliz elbette. Şair Muzaffer Doğan’ı yıllar olmuş görmeyeli... Ofisini ziyaret ediyorum.
Yılların hasret duygusu, İstanbul kokulu bir Çemberlitaş civarı... Sarılıyoruz... Oturuyoruz.
“İstanbul’a gelen, ya Bizans’a dahil olur yahut Osmanlı’ya... Ben senin Osmanlı’ya dahil olacağını biliyorum ya” diyor, “Yine de Bizans’tan kolla kendini...”
Çıkıyorum, bir süre yürüyorum. Erenler kahvesi hemen sağda. “Selamlık” bölümüne geçiyorum. Sonbaharın sonları.
Ortada bir soba yansa da, henüz dışarıdaki soğuk o denli güçlü değil... Kalabalık da sayılmaz...
Boş bir yeri gözüme kestiriyorum ve oturuyorum. Garson tepsideki çayları dağıtıyor sıradan... Bir çay da benim nasibime düşüyor... Çay nasip işidir burada... Dostlar da...
Derken, kısa kırçıl paltolu, beyaz saçlı bir adam beliriyor kapıda... Ellerini uğuşturarak ortama bakınan beyaz saçlı adam için garsondan bir çay almak geçiyor gönlümden... “Bir çay daha bırak” diyorum. Olmadı ben içerim diye düşünerek.
Dosdoğru benim yanıma geliyor, paltosunun yanlarını kavrayıp, toparlayıp yanıma oturuyor. Garsona doğru başını
çevirip tam seslenecekken kendisine uzattığım çayı görüyor... “Hayy Allah razı olsun üstad.” diyor ve çaydan bir yudum alıp ekliyor: “Yenisiniz galiba siz burada, ilk defa görüyorum sizi.”
“Evet yeniyim, Ankara’dan geldim” diyorum. “İsminiz?..” diye soruyor, “İlhami...” diyorum. “Soyadım Atmaca demeyin sakın” diyor, “yoksa düşer şuraya bayılırım.” Gülerek “Maalesef Atmaca” diyorum... Kocaman bir tebessüm beliriyor yüzünde... “Saçlarını çöz geceye karşı / Adını inat koy bahçende açan gülün...” mısralarını okuyup “Muhteşem...” diyor. “Rapunzel... İlhami Atmaca’nın bu şiirini çok severim” diyor... “Nusret ben...” diyor yüzünde güzel bir tebessüm, kalkıyor, tokalaşıyoruz sımsıkı ve kucaklaşıyoruz...
Ve muhabbet... Hakan Albayrak beliriyor bir iki saat sonra kapıda. Hızla yanıma gelirken Nusret Abi’yi fark ediyor. “İlo, bak seni dünyanın en güzel adamıyla tanıştıracağım... Nusret Abi...”
“Tanıştık biz çoktan...” diyoruz. ***
Nusret Ağabeyle her karşılaşmamız aynı sıcaklık ve güzellikle ve muhabbetle geçiyor. Bazen yürüyoruz kolkola Sultanahmet’e doğru... Bazen oturuyoruz Erenler’de, İlesam’da veya Yazarlar Birliği’nde... Hep keyifli...
Sonra Yusuf isimli oğullarımız oluyor...
Her sohbetimizde o ilk karşılaşmamızdan mutlaka ama mutlaka bahsediyor... Ve her karşılaşmamızda “Selamun aleyküm yâ Ebû Yusuf ” diye selamlıyor ve kucaklaşıyoruz...
Yusuflar büyüyor, biz yaşlanıyoruz... Ve Hak emri erken düşüyor güzel ağabeyim Ebû Yusuf ’a... Emir yüceden... Tevekkül gerek...
Onun hediyesi, yüzündeki herşeye rağmen mutmain tebessümüdür. Ve hatırasına hürmeten, anası ağlamış olsa da atmaya kıyamadığım iki alüminyum resim çerçevesi... Hâlâ evimin duvarını süsleyen...
Özlüyoruz.