3 minute read
Bırakıp Gitti BiziEmeti SARUHAN
Bırakıp Gitti Bizi
Emeti SARUHAN
Advertisement
Yeni Şafak Gazetesi’nde çalışmaya başladığımda Yeni Şafak’ın ünlü kantin muhabbetlerinde yapılan bir espri vardı: “Gazetenin önüne bir kamyon yanaştırsan bir kamyon deli çıkar” derlerdi. Gerçekten de o dönem Yeni Şafak’ı omuzlayan insanların hepsi orijinal, entelektüel, deli dolu tiplerdi. Kantinde edebiyattan sinemaya, siyasetten dine, haberlerden insan ilişkilerine kadar uzanan sohbetler olur, bazen sesler yükselir bazen kahkahalar atılır, sigaradan duman altı olmuş küçük bir muhabbet meclisi kurulurdu. Bu meclisin baş aktörlerinden biri Nusret Abi’ydi. Henüz sigaranın yasaklanmadığı zamanlarda önündeki küllükte sigarası, elinde çay bardağı mütemadiyen hararetli bir sohbetin, bir üst perdede ise sıkı bir tartışmanın içinde olurdu. Kızınca sert çıkar, biraz da terslerdi. Futbolu unutmayalım. En kritik tartışmalar bu konuda olur, Fenerbahçe’yi çok seven Nusret Abi kimseye söz söyletmezdi.
Onu ilk gördüğünüzde bir an için “Sanırım uyuyakaldım. Rüyamda ak sakallı dede çıkageldi” diye düşünmeniz işten bile değildi. Mütebessim çehresini çevreleyen bembeyaz saçları ve sakallarıyla gerçekten temiz beyaz bir rüyadan çıkagelmiş gibi dururdu Nusret Abi. Çocukları çok sevdiği için ona Masal Dede derdim ben. 3 erkek evladı vardı. Hep-
sini birbirinden çok severdi ama kız çocuk özlemi de duyardı içten içe. Gazetedeki kızları kendi kızları sayardı bu yüzden. Kayınpederliğe de erken başlamış, her oğlu için birer gelin tespit etmişti. Ama herkese “Seni oğluma alacağım” diye mavi boncuk dağıtırdı Allah affetsin. “Bekle, oğlumun büyümesine 10 yıl var. Seni ona alacağım” derdi. Sonra oturduğunda da sayardı. “Küçük oğlana Ayşe, ortancaya Fatma, büyük oğlana Zeynep…” Her ne hikmetse gelin adayları da sık sık değişirdi. Sanırım çocukları için kendisininki gibi bir evlilik hayal ediyor olmalıydı. Nusret Abi evleneli kaç yıl olmuştu bilmiyorum ama eşine hep âşıktı. Fotoğrafı elinden düşmezdi. Bazen “Benim çok güzel bir sevgilim var. Size göstereyim mi” deyip eşinin fotoğrafını çıkarırdı cebinden. Türkan Şoray’a olan sevgisinin neden kaynaklandığını da eşinin fotoğrafını ilk gördüğümde anlamıştım. Eşiyle Türkan Şoray çok benziyordu birbirine…
Doğduğunda ilk adımlarını Eyüp’te atmış olmaktan dolayı şükrettiğini yazardı Nusret Abi. Aslında İstanbul’un her köşesini severdi. Sultanahmet’teki Million Taşı’nın hikâyesini o anlatmıştı bize. İstanbul’un fethi sırasında insanların sokaklara dökülüp Million taşının yanında toplandığını, çünkü meleklerin oradan inip kendilerini savunacaklarını düşündüklerini… Bazen de gençliğinde yaşadığı sıkıntıları anlatırken fon olurdu arkada İstanbul. Parasız kaldığı günleri, geçinmek için Beyazıt meydanında bavulla götürdüğü kitapları nasıl sattığını, hasta oğlunu doktora götürebilmek için mahallede nasıl araba aradığını anlatırdı. Belki bunları anlatırken de geçim sıkıntısı yaşıyordu. 3 çocuk okutuyor, sınırlı gazeteci maaşıyla ev geçindiriyordu ama hiç bahsetmezdi bunlardan. Her daim esprileri kahkahaları eksik olmazdı. Bizi de neşelendirecek bir şeyler bulurdu Nusret Abi. Mesela Karadeniz yemeklerini konu alan bir yemek kitabı vardı. Yazarı Karadenizli değildi ama kitap tam bir Karadeniz kitabıydı. Bazı tarifler bizi çok güldürürdü. Nusret Abi zaman zaman dolabından kitabı çıkarır, tok bir sesle tarifleri bize okurdu. Bir tanesi bir pide tarifiydi. Şimdi adını hatırlayamadığım pidenin tarifi şuydu: Gider fırından alırsın.
Nusret Abi’yi en son evine geçmiş olsun ziyaretine gittiğimde gördüm. Bu neşeli mesud günlerden bir gün Nusret Abi’nin hasta olduğunu duymuştuk. Şekerle başı beladaydı. Çok sigara içtiği için damarlarında da tıkanma oluyordu. Ayağında açılan yara iyileşmiyordu. Uzun süre gazeteye gelemedi Nusret Abi. Nadiren de olsa uğrayıp yüzünü gösteriyordu bize. Biz de bir gün arkadaşlarla toplanıp Kariye’deki evine ziyarete gitmiştik. Ta mahalle meydanında karşılamıştı bizi. Sonrasında haberi geldi. Kalp krizi geçirmişti Nusret Abi. O gün yas vardı gazetede. Birbirine sarılıp ağlayanlar, masasına kapananlar… Bırakıp gitti bizi…
Nusret Abi’den bana hatıra, masamda uyuyan küçük bir oğlan çocuğu. Ekranımın üzerinde duran bu küçük plastikten oğlana her gelip gidişinde takılırdı Nusret Abi; “Hâlâ uyuyor mu? Çok uykucu bu oğlan.” O küçük oğlan çocuğunu ona hediye ettim. Masasına yerleştirdi, adını Bilal koydu. Vefat haberinden sonra masasına gittim. Bilal hâlâ uyuyordu. Uyandırmadan aldım. “Sen Nusret Abi’nin hatırasısın. Burada uyumaya devam et” diye masama koydum. Hâlâ Bilâl masamda uyur.
Nusret Özcan, Engin Sobi, İLESAM, 1997