4 minute read
Allah Onu Cennetine HapsetsinGülcan TEZCAN
Allah Onu Cennetine Hapsetsin!
Gülcan TEZCAN
Advertisement
Ağarmış saçı sakalıyla herkes gibi beni de yanıltmıştı. Hiç de göründüğü gibi yaşlı bir adam değildi halbuki. Ama o ak sakallı dede görünümlü derviş halleri ona çok yakışırdı.
“Allah iyilerle karşılaştırsın” diye dua ederim hep sevdiklerime. Çünkü bu dünyayı çekilebilir kılan en önemli şeylerden biri belki de hayatımızdaki “iyi”lerin varlığı. Bizi hâlâ karşılıksız dostluklar kurulabileceğine, sadece “Allah rızası” gözeterek hiç tanımadığımız birine muhabbet duyabileceğimize inandıran “iyi”ler sayesinde tükenen umutlarımız tazeleniyor.
Nusret Özcan o “iyi”lerdendi. Bana kim, ne zaman böyle bir dua etti bilmiyorum ama Nusret abi Yeni Şafak gazetesinde çalışmaya başladığımda tanıdığım ve ömrüm oldukça da tanıdığım için şükredeceğim “iyi”lerdendi.
Nasıl tanışmıştık hatırlamıyorum. Hani bazı dostlarınızı hayatınızda hep varmış gibi hissedersiniz ya, Nusret abi öyleydi. Ama itiraf edeyim ağarmış saçı sakalıyla herkes gibi beni de yanıltmıştı. Hiç de göründüğü gibi yaşlı bir adam değildi halbuki. Ama o ak sakallı dede görünümlü derviş halleri ona çok yakışırdı.
Gazetede bizi en mutlu eden saatler Nusret abiyle arşivde toplaşıp muhabbet ettiğimiz vakitlerdi. Orası bütün gazetenin kaçamak mekanıydı adeta. Nusret abi anlatırdı biz dinlerdik. İstisnasız herkes çok severdi onu. Yeni Şafak’ın yola çıktığı yıllarda ve yolculuğu boyunca en çok çilesini çeken isimlerdendi. Gazeteye hakim olan dostluk ve kardeşlik havasında, samimiyette Nusret Özcan’ın etkisi çok büyüktü. Belki bu yüzden kurum içinde yaşadığımız onca sıkıntıya rağmen çalışanlar arasındaki sarsılmaz bağın en büyük sorumlusu da yine gazetenin Nusret ağabeyiydi. Vefatının ardından fark ettikki Nusret abi çalıştığı her kurumda etrafında böylesi bir sevgi halesi oluşturmuş. Öylesine sevilmişti ki ardından tek bir kişi bile hayrdan gayrı söz söylemedi. Tanıyıp da yardımına koşmadığı, derdini dinlemediği, yarasına merhem olmadığı dostu, ahbabı yok gibiydi. Çünkü o, adı üstünde hepimizin Nusret ağabeyiydi…
Sadece Yeni Şafak’ta değil edebiyat çevrelerinde de hatırı sayılır bir isimdi. Kafdağı dergisinde yazdıkları, Kemal Aykut ile birlikte kaleme aldığı Mustafa Kutlu ve Beşir Ayvazoğlu kitapları edebiyatçı kimliğinin ürünleri olarak dikkat çekti.
Edebiyat fakültesi mezunu, gençlik dönemlerinde tiyatro yapmış, çalıştığı kurum da dahil “muhafazakâr” mahallede pek az kişinin sahip olduğu bir kültürel birikime sahip, okuyan, yazan, düşünen, eleştiren, kızan, öfkelenen bir gazeteciydi Nusret Özcan. Aptallığa, çiğliğe tahammülü yoktu. Kol kırılır yen içinde demeyen nadir adamlardandı. Doğru bildiğini söylemekten geri durmazdı.
Gazeteciydi evet ama vefatının ardından pek çok meslektaşının altını çize çize belirttiği gibi hak ettiği konum kendisine çok görülmüş bir gazeteciydi. Musahhihlik, bulmaca sayfası ve toplum sayfası editörlüğünün ötesine geçmesi çok görülmüştü. O da belki talepkâr olmamıştı. Ama sık sık “ehil” isim arandığında “adam yok ki?” denilen bir medya ortamında var olduğu bilinse de yok sayılması gereken isimlerdendi. Çünkü birikimini kullanabileceği bir alan açıldığında sözünü sakınmadan hak bildiğini söyleyecek isimlerdendi.
Edebiyat, felsefe ve sanat konusunda saatler boyunca konuşabilirdiniz O’nunla. Necip Fazıl’a çok büyük sevgi duyardı. Yeni Şafak’ta kültür sayfası hazırladığım dönemlerde bir şair ve şiir dergisi yüzünden başım ağrımıştı. O günlerde aynı serviste mesai yapıyorduk. Biri gelip bana “Sen şiirden, şairden ne anlarsın” yollu bir alay cümlesi kurmuş, ben de cevaben “Ben şair deyince Necip Fazıl’dan başkasını tanımam, kusura bakmayın” demiştim. Muhatabım çekip gittiğinde karşımdaki masada oturan Nusret abi gülümseyen bir ifadeyle onaylamıştı beni.
Yıllar sonra bir kızım olduğunda babası her fırsatta Nusret abinin yanına götürürdü kızımı. Bir gün Nusret abiyle buluşmuşlar bana da telefon edip Gülru’yu yanlarına götürmemi istediler. Yavuz Selim’de beni bekliyorlardı. Gülru’yla gittik yanlarına. Nusret abiyi görünce muziplik olsun diye “Bende bir emanetiniz var onu getirdim” dedim. Güldü, kucakladı kızımı. Selamlaşıp ayrıldım yanlarından. Onlar Fatih Çarşamba’da Nusret abinin en sık gittiği Sultan Çay Ocağının yolunu tuttular. Sonradan öğrendim, çok hoşuna gitmiş, yol boyu birkaç kez tekrarlamış o sözümü Nusret abi.
İstanbul âşığı, âşığın İstanbul’u…
İstanbul denilince de akan sular dururdu Nusret Özcan için. “Ben İstanbul’la zehirliyim, mecbur kalmadıkça sur dışına bile çıkmıyorum” diyecek kadar çok severdi bu şehri. “Ama”sız, “lakin”siz bir aşktı İstanbul’a duyduğu. Belki de bu yüzden Sokak Sesleri kitabının “Cümle Kapısı”nı şu cümlelerle aralamıştı: “Rabbim beni çok sevmiş olmalı ki; Türkiye’nin İstanbul’unda, İstanbul’un da Eyüb’ünde halketmiş. Bir masal zenginliğinde geçtiğine inandığım çocukluğumun İstanbul ve Eyüb’ü artık çok değişti. Bu değişmeyle birlikte bize o masal zenginliğini yaşatan birçok şey de hayatımızdan çıktı gitti. Onlar birer ikişer hayatımızdan çıkıp giderken belki de çoğunun farkına varamadık. Neden sonra fark ettiğimizde ise onların güzellikleri, oldukları zamandan
daha zengin bir şekilde düştü içimize.” Ve o güzelliklerin unutulup gitmemesi için kaleme almıştı Sokak Sesleri’ni.
Sarıkamış faciasını konu alan Kar Kelebekleri de acısını iliklerine kadar hissettiği ve dert edindiği bir meselenin hikâye edilişiydi. Yazdıklarına dönüp bakınca keşke daha çok şey yazsaymış, keşke daha çok kelime bıraksaymış bizlere diyor insan.
Gençlik yıllarında çok da başarılı olduğu tiyatrodan ise bilinçli olarak uzak durmuş Nusret Özcan. Tiyatroyla ilgili sohbet ettiğimiz bir gün tiyatroya başladığı yıllarda o dönem çok popüler olan Devekuşu Kabare tiyatrosundan bile teklif aldığını ancak reddettiğini söylemişti. Neden diye sorduğumda ise oyunculuk yaparken, bir karakteri ortaya çıkarırken yaşanan “yaratma” duygusunun insanı itikadi açıdan çok tehlikeli noktalara götürebileceğini, bundan endişe duyduğu için tiyatroyu bıraktığını anlatmıştı.
Nusret Özcan muhabbet ehliydi; zoru derdi aşktı, muhabbetti… Şairdi, şair gönlüyle hep aşkı anlattı... İşini aşkla yapan, aşkla gülüp aşkla ağlayan nur yüzlü bir güzel insandı. Onun sevdiklerine ettiği duayı ben de onun için tekrarlıyorum: Allah onu cennetine hapsetsin…