3 minute read
60’ların Siyasetini Akyazı’dan Okumak
Mehmed Niyazi, doğum yeri Akyazı’nın artık çoğu ahirete göçmüş olan insanlarını kaleme almış “Daha Dün Yaşadılar” adlı yeni romanında... Anlatılan sadece Akyazı’nın geleneksel değerlerini modern dünyaya karşı koruma çabası değil, belki de modern dünyanın ve sanayileşmenin getirdiği insan meselelerinin nasıl değiştiği ve hayatımızın nasıl çekilmez bir hal aldığıdır...
Akyazı’nın hikâyesini yeni ilçe olduğu zamandan ele alarak anlatan Mehmed Niyazi, özellikle Akyazı insanının siyasetle ilgisini resmetmeye çalışmış bu romanında... 1960 sonrasında hemen hemen yeni serpilen bütün Anadolu ilçeleri gibi Akyazı da fakir bir ilçedir ve elektrik, su, yol, köprü gibi dertlerle başı kalabalıktır... Elbette ki siyasette CHP’li ve AP’liler yarışmaktadır...
Advertisement
Romanda Hacı Ziya’nın yazıhanesi veya dükkanı, bir anlamda Akyazı’da hem sosyal hem siyasi çalkantıların gözlemlenebildiği bir mekân olarak çıkıyor karşımıza... Elbette asıl kahraman Hacı Ziya; o, Akyazı’nın insanlarını bilmeden, gizliden gizliye idare eden bir kahraman... Hatasıyla sevabıyla insanlar Hacı Ziya’ya garip bir şekilde sımsıkı bağlı... Öyle ki bir vali ile bir akıl hastası da bağlanabilir bu engin ve bilge
Hacı Ziya’ya... O aslında Akyazı’nın bütün dertlerini kendine dert edinmiş bir güzel insandır...
Akyazı ilçedir, her geçen gün daha da serpilmekte ve gelişmektedir ama insanları da bu değişen zamanla yavaş yavaş değişmektedir...
Ne garip bir yerdir aslında Akyazı! Hacı Ziya’nın renkli kişiliği yanında, romandaki kişilerin hemen hepsi bu gürül gürül hayatın duyulduğu Anadolu kasabasını tatlandıran, kendilerine göre bir tavır sahibi insanlardır...
Gençlerin futbol tutkusu, ama yukarı mahalle - aşağı mahalle kavgaları; Kırkpınar’da güreşmeye hazırlanırken ufak tefek gördüğü, Türkiye şampiyonu olduğunu bilmediği gerçekten de ufak tefek şampiyona yenilen iddialı güreşçiler; yeni çıkan modaya uyup yaşına başına bakmadan mini etek giyen öğretmen ve hakim eşi olmanın avantajını sürdürebileceğini zanneden Aynur Hanım’a, daha doğrusu onun çıplak bacaklarına elindeki bastonu peş peşe yapıştıran Vasfioğlu Ahmet; okuma yazması olmadığı halde siyasetle ilgilenen ve gözü bir hayli yükseklerde olan Diplomat Sadi, ikbal kapılarının ardına kadar açılması için girdiği küçük kurnazlıklar; Akyazı’nın kaderini müspet manada değiştirmek için yapılan fedakârlıklar; İstanbul’a hovardalığa gelip ortalığı birbirine katarak nam salan Deli Fazlı gibi tipler aslında hiç de yabancısı olmadığımız, gerçekten de romana isim olan cümle ile söylemek gerekirse “daha düne kadar yaşayan” bizim insanlarımızdı...
Evet, onların küçük ve masum ihtirasları, samimi vatanperverlikleri, namus anlayışları, halk’a iyilik, Hakk’a güzellik anlayışının henüz yaşadığı dönemlerde, kavgaları, birbirlerine tuzak kurmaları ama eninde sonunda yine de bu topraklar ve bu insanlar için birşeylerin kaygısını çekiyor olmaları; kendinden, kendi insanından ve kendi değerlerinden bir hayli uzaklaşmış günümüz insanının belki de dudak bükerek bir anlam veremeyeceği bir sıcaklıkta çıkıyor karşımıza...
Bir fotör şapkanın, bir futbol maçının, soyisim almak için yapılan kurnazlıkların bu insanlar için ne kadar önemli
olduğunu, kâh gülümseyerek, kâh buruk bir hüzünle takip ediyorsunuz...
Mehmed Niyazi zaten belki de sırf bunun için “Daha Dün Yaşadılar” diye bir isim vermiş romanına... Sanayileşme ile birlikte değişen ihtiyaçlar, değişen duygu ve düşünce alışkanlıkları ile bizler, artık manevi değerlerimizi göremez olduk ve çok kötü değiştik... Öyle ki, artık ne kendimizi, ne komşumuzu, ne kasabalımızı ne insanımızı ve değerlerimizi düşünüyoruz... Yaşadığımız; farkında olsak da olmasak da bizi bunaltan ve her geçen gün daha da bıktıran büyük bir yalnızlık...
Romanı okurken Akyazı’nın bir zamanlar yaşanan o masal zenginliğini, kendi yağıyla kavrulan o sıcacık insanlarının dertlerini, komşuluk, ahbaplık, akrabalık, hemşehrilik gibi kavramlarla, hayatı hep oldurmak, kotarmak, insanlara daha faydalı olabilmek için yaşadıklarını görüyor ve onlar için hüzünleniyorsunuz...
Hele hele Vasfioğlu’nun Hacı Ziya defnedilirken söylediği “Oğlum Hacı, sen büyüklerine saygılıydın, benim önüme nasıl geçtin?” sözü, artık neredeyse emsallerine rastlayamayacağımız bu insanların birbirlerine olan muhabbetlerini Akyazı’nın gizli hafızasına saygıyla havale eden bir güzellikte... Kitabın son bölümlerinde artan hüzün, o hırlı gürlü, kavgalı gürültülü, atışmalı tartışmalı hayatı sürdürenlerin birbirlerine ne kadar düşkün olduklarını ve insan kardeşleri için nelere katlanabileceklerini göstermesi açısından da çok çarpıcı misallerle dolu...
Akyazı’nın bir belge-anısı da sayılabilecek bu roman Mehmed Niyazi’nin “Dâhiler ve Deliler” ile başlattığı, yakın dönemde, içinde kendinin de bulunduğu çevrelerin romanlarını anlatmayı sürdüreceğini müjdeliyor...
Yaşanması gereken hayatın nasıl olması gerektiğinin altını çizen bu sıcacık romanın son bölümlerinde, insanın gönlüne iyice dokunan dil ve duyarlığı için de Mehmed Niyazi’ye teşekkür borçluyuz... Kafdağı, 05.12.2006
Fatih-Draman’daki Sultan Çay Ocağı’nın önünde