Her Şey Unutulmadı Özgün Adı | All is Not Forgotten Wendy Walker Yayın Yönetmeni | Tuğçe Nida Sevin Yayına Hazırlayan | Tuğçe Nida Sevin Redaksiyon | Onur Kınacı Birler Kapak Uygulama ve Sayfa Düzeni | Aslıhan Kopuz 1. Baskı, Eylül 2017, İstanbul ISBN: 978-605-9585-71-2 Türkçe Çeviri © Erdem Bostan, 2016 © Yabancı Yayınları, 2017 © Wendy Walker, 2016 Sertifika No: 11407 Yayıncının yazılı izni olmaksızın alıntı yapılamaz.
YabancıTM Penguen Kitap-Kaset Bas. Yay. Paz. Tic. Ltd. Şti.’nin yan kuruluşudur. Caferağa Mah. Neşe Sok. 1907 Apt. No: 31 Moda, Kadıköy - İstanbul Tel: (0216) 348 36 97 Faks: (0216) 449 98 34 www.yabanciyayinlari.com – www.ilknokta.com Kapak, İç Baskı: Deniz Ofset Matbaacılık Gümüşsuyu Cad. Topkapı Center, Odin İş Merkezi No: 403/2 Topkapı-İstanbul Tel: (0212) 613 30 06 - Faks: (0212) 613 51 97 Sertifika No: 29652
w e n d y wal k e r
Çeviren
Erdem Bostan
.
Andrew, Ben ve Christopher iรงin...
.
Bölüm Bir
Evin hemen arkasındaki ormanlık alanda kızı bir süre takip etti. Kışın getirdiği ve son altı aydır yerlerde biriken çerçöp, dökülen yapraklar, çalı çırpı ve küçük dallar kardan örülmüş bir örtünün altında çürüyordu. Kız muhtemelen arkasından yaklaşan adamın sesini duymuştu. Muhtemelen arkasını dönüp (daha sonra tırnaklarının altında izlerine rastlanacak olan) siyah, yün kar maskesini de gördü. Dizlerinin üzerine çöktüğünde yerdeki ince dallar kırılıp teninde sıyrıklar oluşturdu. Adam koluyla kızın yüzünü ve göğsünü toprağa sertçe bastırdı. Beş altı metre ötedeki çimenliğin fıskiyesi kızı ıslatmış olmalıydı. Onu bulduklarında saçları ıslaktı. Daha küçücük bir kız çocuğuyken kendi evinde fıskiyelerle oynarmış. Sıcak yaz akşamlarında fıskiyelerin peşinden koşar, serin bahar günlerinde ıslanmamak için onlardan kaçmaya çalışırmış. Minik erkek kardeşi minicik bacaklarıyla asla eşzamanlı hareket ettiremediği kollarını havaya kaldırıp sallayarak, o kocaman göbeğiyle anadan üryan halde onu kovalarmış. Bazen köpekleri de bu kovalamacaya katılır, havlamalarıyla onların gülüşme seslerini bastırırmış. Islak, kaygan, yemyeşil çimlerle dolu 9
kocaman bir bahçe; pamuk gibi bembeyaz bulutlarla dolu, güneşli bir gökyüzü... Pencereden onları izleyen anneleri ve gittiği her yerin kokusunu takım elbisesinde taşıyıp eve getiren babaları... Çalıştığı otomobil galerisindeki ofisten gelen bayat kahve, yeni deri ve lastik kokusunu... Çimenlikten ormana doğru koştuğu sırada fıskiyelerin açık olup olmadığı sorulduğunda aklına hemen bunlar gelmişti ama artık bu hatıralar ona acı veriyordu. Tecavüz bir saate yakın sürmüş. Bunu bilmeleri imkânsızmış gibi geliyor insana. Bu bilgiyi penetrasyon noktalarında pıhtılaşan kandan ve boğuşma sırasında sırtta, kollarda ve boyunda oluşan izlerden çıkarıyorlardı. O bir saat boyunca parti de tüm hızıyla devam etmişti. Hatta yattığı yerden kafasını kaldırabilse partiyi, camlardan yansıyan ışıkları, evin içinde dolaşan insanların siluetlerini görebilirdi bile. Neredeyse bütün onuncu sınıfların katıldığı oldukça büyük bir partiydi. Dokuzuncu ve on birinci sınıflardan da birkaç kişi gelmişti. Fairview Lisesi normalden küçük bir okuldu. Connecticut banliyöleri için bile küçük sayılırdı ve başka yerlerde sık görülen sınıf ayrımına burada nadiren rastlanırdı. Spor takımları karışıktı, tiyatro oyunları, konserler ve benzerleri de. Hatta bazen sınıf kısıtlamaları bile aşılırdı. Matematik ve yabancı dilde en başarılı öğrenciler bir kademe yukarı geçerdi. Jenny Kramer hiç sınıf atlamamıştı ama zeki bir insan olduğuna ve harika bir espri anlayışı olduğuna inancı tamdı. Aynı zamanda iyi bir sporcuydu; yüzüyor, çim hokeyi ve tenis oynuyordu. Ama vücudu olgunlaşmadığı sürece bunların hiçbir anlamının olmadığını düşünüyordu. Jenny parti gecesi kendini hiç hissetmediği kadar iyi hissediyordu. Hatta, bu gece hayatımın en güzel gecesi olacak, cümlesini bile kurmuştu sanırım. Yıllar süren ergenlik döneminden sonra benim deyimimle artık “kozadan çıkacağını” düşünüyordu. Diş tellerinden, küçüklükten kalma kilolarından, sutyen doldurmaya yetmeyen ama tişörtün içinden yine de belli olan göğüslerinden, sivilcelerden, baş edilemeyen saçlardan nihayet kurtulmuştu. ‘Erkeksi kız’, dost olunacak kız, hep başkalarından hoşlanan 10
erkeklerin daimi sırdaşı ve buna benzer sıfatları vardı. Bunlar onun cümleleriydi, benim değil. Ama açıkçası on beş yaşındaki bir kıza göre kendini oldukça iyi ifade edebildiğini düşünmüştüm. Alışılmadık derecede kendinin farkındaydı. Ailesinin ve öğretmenlerinin hem ona hem de arkadaşlarına yaptığı aksi yöndeki telkinlere rağmen Jenny, Fairview’da yaşayan bir kızın en kıymetli servetinin güzelliği olduğunu düşünüyordu ve yaşıtları arasında bu düşüncesinde yalnız değildi. Nihayet bu güzelliğe kavuşmak, ona âdeta piyangoyu tutturmak gibi gelmişti. Bir de esas oğlan vardı. Doug Hastings. Bir pazartesi günü, Kimya ve Avrupa Tarihi derslerinin arasında, koridorda onu partiye davet etmişti. Jenny bu olayı anlatırken bu ayrıntıların altını özellikle çizdi. Çocuğun üzerindeki kıyafetleri, yüz ifadesini ve hatta sakin kalmaya çalışmasına rağmen ne kadar gergin olduğunu tüm ayrıntılarıyla anlattı. Bütün hafta boyunca ne giyeceği, saçını nasıl yapacağı ve cumartesi sabahı annesiyle maniküre gittiğinde tırnaklarına ne renk oje süreceği dışında bir şey düşünmemişti. Bu beni biraz şaşırtmıştı. Tanıdığım kadarıyla Doug Hastings’den pek haz etmedim. Bir baba olarak böyle düşünmeye hakkım olduğuna inanıyorum. Çocuğun durumuna da kayıtsız değildim elbette, zalim bir babası ve onu idare etmeyi beceremeyen bir annesi vardı. Yine de Jenny’nin bu çocuğun asıl yüzünü görememiş olması benim için biraz hayal kırıklığıydı. O parti Jenny’nin hayallerinin partisiydi. Anne ve babalar seyahate çıkmış, çocuklar da “yetişkincilik” oynuyordu. Martini bardaklarında kokteyl yapıyor, kristal bardaklarda bira içiyorlardı. Doug’la orada buluşmuşlardı. Fakat oğlan yalnız değildi. Müziğin sesi çok yüksekti ve muhtemelen tecavüzün yaşandığı yerden de duyuluyordu. Listede Jenny’nin çok iyi bildiği, sözleri insanın diline dolanan pop şarkıları vardı. Jenny uzaklardan gelen müzik sesine ve pencerelerden duyulan boğuk kahkaha seslerine rağmen, muhtemelen kulağının dibinden gelen hırıltıları da duyuyordu. Saldırganın azgın nefes alıp verişinin sesi Jenny’nin hıçkırıklarına karıştı. 11
Tecavüzcü işini bitirip de karanlıklara karıştığında, Jenny kolundan destek alarak yüzünü çalılardan kaldırdı. İşte o anda muhtemelen rüzgâr yüzüne ilk defa vurdu ve tenindeki ıslaklığı hissetti. Son bir saattir yüzünü kaldıramadığı çalı çırpı, âdeta tutkala bulanmış gibi yüzüne yapışmıştı. Kolundan destek alarak doğrulurken sesi duymuş olmalıydı. Bir süre sonra oturdu. Her yerine bulaşmış olan pisliği temizlemeye çalıştı. Elinin tersiyle yanaklarını sildiğinde kurumuş yaprak kalıntıları yere düştü. O sırada beline kadar sıyrılmış olan ve cinsel organını açıkta bırakan eteğini fark etmiş. Sonra iki elini yere koymuş ve iç çamaşırını almak için kısa bir süre emeklemiş olmalıydı. Onu bulduklarında iç çamaşırları elindeydi. Bu sırada ses gittikçe artmış olmalı çünkü baş başa kalmak için yakındaki bahçeye çıkmış olan bir çift de aynı sesi duydu. Jenny bahçeye doğru emeklerken, ellerinin ve dizlerinin ağırlığıyla dallar çatırdamış olmalı. Sürünerek ilerleyişini hayal ediyorum; sarhoşluktan uzuvlarının kontrolünü kaybetmiş, yaşadığı şokla dünya âdeta durmuş olmalı. Emeklemeyi bırakıp nihayet yere oturduğunu, durumun vahametinin farkına vardığını ve parçalanmış iç çamaşırını gördüğü ânı, çıplak kalçalarında toprağı hissettiği ânı düşünüyorum. İç çamaşırı paramparça olmuş, giyilemeyecek hale gelmişti. Çamur ve kan her yerine bulaşmıştı. Sesin şiddeti gittikçe artıyordu. Jenny ne kadar zamandır o ormanda olduğunu anlamaya çalışıyordu. Tekrar dizlerinin üzerinde emeklemeye başladı. Ama ne kadar uzaklaşırsa uzaklaşsın sesin şiddeti gittikçe artıyordu. Kim bilir ormana girmeden önce bulunduğu yere, o yumuşacık, yeni ıslanmış çimenlere ulaşmak için ne kadar çabalamıştı. Birkaç metre daha ilerleyip tekrar durdu. Belki de tam o anda duyduğu sesin, o rahatsız edici inleme sesinin kafasının içinde olduğunu ve sonra da kendi ağzından çıktığını fark etti. Yorgunluğuna mağlup oldu ve önce dizleri, sonra da kolları kuvvetsiz kalarak altında büküldü. 12
Kendini hep güçlü bir kız ve iradesi güçlü bir sporcu olarak gördüğünü söylemişti. Hem güçlü bir bedeni hem de güçlü bir zihni olduğuna inanıyordu. Küçük bir kızken bile babası ona hep böyle söylermiş. Hem güçlü bir bedenin, hem de güçlü bir zihnin olursa güzel bir hayat yaşarsın. Belki o anda beyni ona ayağa kalkmayı emretti. Belki bacaklarına ve sonra da kollarına hareket etmeyi emretti ama iradesi bunları yerine getirmeye yeterli gelmedi. Kolları ve bacakları onu istediği yere götürmek yerine bitkin bedeninin altına yığıldı ve oracıkta, o pis zemine uzanıverdi. Gözyaşları yanaklarından süzülürken, o korkunç ses kulaklarında yankılanırken nihayet kendini duyurabildi ve kurtarıldı. O geceden sonra kendine defalarca aynı soruyu sordu. Kasları, zekâsı, iradesi niye olanları durdurmaya yetmemişti? Tecavüzcüyle mücadele edip etmediğini, çığlık atıp atmadığını hatırlamıyordu. Acaba pes edip yaşananlara razı mı gelmişti? Her şey bitene kadar kimse sesini duymamıştı. Artık her savaşın bir galibi ve bir mağlubu, bir muzafferi ve bir mağduru olduğunu anladığını, kendisinin bu savaştan kesinlikle, tümüyle, geri dönülmez bir şekilde mağlup ayrıldığını kabul etmek zorunda olduğunu söylemişti. Jenny Kramer’ın yaşadığı tecavüzün hikâyesini duyduğumda ne kadarının doğru olduğunu kestirememiştim. Adli delillerle, şahitlerin ifadeleriyle, suç psikologlarının çıkardığı profillerle, Jenny’nin tedavisi sonrası zihninde kalan kopuk, dağınık anılarla yeniden yazılmış ve oluşturulmuş bir hikâyeydi bu. Bunun mucize bir tedavi yöntemi olduğunu söylüyorlar. Yaşanmış en büyük travmanızı zihninizden siliyorlar. Elbette yapılan şey sihir değil. Arkasındaki bilimsel gerçeklerin de pek etkileyici olduğu söylenemez. Ancak bütün bunları daha sonra açıklayacağım. Benim şu anda, hazır bu hikâyenin başındayken söylemek istediğim şey, yaşananların bu güzel genç kız için mucize olmaktan çok uzak olduğu. Zihninden silinenler bedeninde ve ruhunda yaşamaya devam etmişti ve bu gerçek, beni ondan alınanları geri getirmeye mecbur bıraktı. Bu size çok tuhaf gelebilir. Çok mantık dışı... Çok rahatsız edici... 13
Daha önce de söylediğim gibi Fairview küçük bir yerdi. Olaydan önceki yıllarda Jenny Kramer’ın fotoğrafını pek çok defa yerel gazetelerde ve Doğu Otoyolu üzerindeki Gina’nın Meze Evi’ne asılmış olan bir tiyatro oyunu ya da tenis turnuvasıyla ilgili okul broşürlerinde görmüştüm. Onu sokakta yürürken, arkadaşlarıyla sinemadan çıkarken, çocuklarımın okuduğu okuldaki bir konserde müzik dinlerken görmüştüm. O çok imrendiği olgunlukla çelişkili bir biçimde çok masum bir görüntüsü vardı. Şimdilerde moda olan beli açık bluzlar ve kısa etekler giymesine rağmen bir kadın gibi değil, küçük bir kız gibi görünüyordu. Ve onu gördüğümde dünyanın durumu konusunda içim umutla dolmuştu. Gençlerin hepsine bu gözle baktığımı söylersem yalan söylemiş olurum. Gençler bazen bir çekirge sürüsü gibi hayatımızdan tertibi, düzeni alıp götürüyor. Telefonlarına tutkalla yapıştırılmış gibi davranan, beyin ölümü gerçekleşmiş robotlara benziyorlar. Ünlülerin dedikoduları ve kendilerine anlık haz veren —videolar, müzikler, kendi reklamlarını yaptıkları tweetler, Instagramlar ve Snapchatler gibi— şeyler dışında hiçbir şeyi umursamıyorlar. Ergenlik çağındaki gençler doğaları gereği bencil. Beyinleri yeterli olgunluğa erişmiş değil. Fakat bazıları gençlik yıllarında da sevimliliklerini koruyarak ön plana çıkıyorlar. İşte onlar selamlaştığınızda sizinle göz göze geliyor, sırf yaşınız onlardan büyük diye size yol verip düzgün bir toplumda saygının mutlaka olması gerektiğini bildiklerini gösteriyorlar. Jenny işte o gençlerden biriydi. Olaydan sonra onu görmek, gözlerindeki neşenin yok olduğunu izlemek, içimde insanlığa karşı bir öfke birikmesine sebep olmuştu. O ormanda neler yaşandığını bilirken rahatlamak, kafa dağıtmak mümkün değildi. Hepimiz içinde cinsellik olan hikâyelere, şiddete ve korkuya ilgi duyarız. Duymuyormuş gibi yaparız ama doğamız bu. Yolun kenarında ambulans görünce bütün arabalar yavaşlayıp yaralılara bakmaya çalışır mesela. Bu kötü insanlar olduğumuz anlamına gelmez. Bu kusursuz çocuk kirletilmişti, saflığı bozulmuştu. İffeti çalınmıştı. Ruhu yaralanmıştı. Sözlerim aşırı duygusal sözler, bi14
liyorum. Klişe. Ancak bu adam kızcağıza öyle şeyler yapmıştı ki, öyle bir güçle saldırmıştı ki olaydan sonra ameliyat olması gerekmişti. Bunu bir düşünün. Düşünün ki bu adam kendine bir çocuk seçti, belki de bedeniyle birlikte masumiyetine de tecavüz edeceği bir bakire arıyordu. Jenny’nin en mahrem yerlerinin yırtılıp parçalanırken ne acılar çektiğini düşünün. Ve şimdi de bir saat boyunca işkenceye uğrarken, o adam üzerinde gidip gelirken, belki gözlerinin içine bakarken parçalanan başka neleri olduğunu düşünün. Acaba Jenny’nin yüzünde oluşan hangi ifadeleri keyifle izledi o adam. Şaşkınlık, korku, dehşet, acı, kabullenme ve en sonunda hissizlik. Her bir ifadede Jenny’nin bir parçası bu canavar tarafından yok edildi. Ve tedaviden sonra bile –tedaviye rağmen başına gelenlerden yine de haberdar olduğu için– âşık olduğu adamla yaşayacağı ilk birlikteliğe dair tüm hayalleri, eşi benzeri olmayan bir aşkla sevildiği o romantik düşlerin yüzünde oluşturduğu gülümseme sanki sonsuza kadar yok olmuştu. Peki ya kadınlığa adımını attığında bu küçük kızdan geriye ne kaldı? Hayatımız boyunca hepimizin kalbinde yer eden şeyler onun için artık yoktu. Keskin bir koku hatırlıyordu ama hayal meyal. Bir şarkı hatırlıyordu ama o şarkının birden fazla defa çalınmış olma ihtimali de vardı. Arka kapıdan dışarı çıkmasına, çimenliği geçip ormana girmesine sebep olan olayları hatırlıyordu. Fıskiyeleri hatırlamıyordu ve bu da hikâyeyi yeniden oluşturmak için başlangıç noktası oldu. Fıskiyeler saat dokuzda açılıyor ve saat onda otomatik olarak kapanıyordu. Onu bulan çift olay yerine vardığında çimler ıslaktı ama fıskiyeler çalışmıyordu. Tecavüz o saatler arasında gerçekleşmişti. Doug başka bir kızla birlikteydi. Birinci sınıftan bir kızdı bu ve Doug’ı kullanarak üst sınıflardan başka bir erkeği kıskandırmaya çalışıyordu. Kızın bu sığ sebeplerini açıklığa kavuşturmaya bile değmezdi. Jenny için önemli olan, bir haftadır kurduğu hayallerin bir saniyede yerle bir edilmiş olmasıydı. Tahmin edilebileceği gibi acısını alkolle yatıştırmaya çalışmıştı. En iyi arka15
daşı Violet’ın anlattıklarına bakılırsa önce votka içmeye başlamıştı. Aradan bir saat dahi geçmeden banyoda kusmaya geçiş yapmıştı bile. Bu durum bazıları tarafından alay konusu edilerek Jenny’nin daha da küçük düşmesine sebep olmuştu. Yaşadığı her şey, son zamanlarda oldukça popüler olan, “acımasız kızlar” içeren televizyon dizilerine ait bir senaryo gibiydi âdeta. Sonrasında yaşananlar hariç. Jenny’nin yalnız kalmak ve ağlamak için ormana doğru gittiği kısım hariç. Kızgındım. Bunun için özür dileyecek değilim. Bu olaydan sonra tek istediğim adaletin yerini bulmasıydı. Ancak Jenny’nin hafızası yerinde olmayınca, delil namına da tırnaklarının altında bulunan, saldırganın dersine iyi çalıştığının göstergesi olan yün parçaları haricinde hiçbir şey bulunamayınca adaletin yerini bulması pek ihtimal dâhilinde değildi. Fairview ufak bir kasabadır. Evet, bunu sürekli tekrarladığımın farkındayım. Fakat suç işlemek için bu kasabaya dışarıdan kimsenin gelmeyeceğini anlamanız gerekiyor. Kasabanın merkezinde iki küçük cadde var ve oradan yabancı birileri geçtiğinde bütün gözler onlara döner. Kötü anlamda değil, yanlış anlamayın ama insanların merakını uyandırır. Acaba birinin akrabası mı? Kasabaya yeni birileri mi taşınıyor? Özel etkinlikler olduğunda misafirlerimiz olur elbette. Spor turnuvaları, fuarlar gibi etkinliklerden bahsediyorum. Başka kasabalardan insanlar gelir ve onlara misafirperverliğimizi gösteririz. İnsanlarımız genelde dost canlısıdır, güvenilirdir. Fakat burada sıradan bir hafta sonunda yabancılar dikkat çekerdi. Buradan varmaya çalıştığım nokta çok açık: Jenny’ye eğer o tedavi yöntemi uygulanmamış olsaydı, eğer hafızası yerinde olsaydı o adamı tanıyabilirdi. Tırnaklarının altında bulunan yün kalıntılarına bakılırsa adamın yüzündeki maskeyi çekiştirmişti. Belki de kafasından çıkarmış ya da yüzünü görebilecek kadar sıyırmıştı. Belki bir ses duymuştu. Yoksa adam bir saatlik tecavüz boyunca sürekli sessiz mi kalmıştı? Mantıklı bir teori değil, değil mi? Boyunun uzunluğunu, zayıf ya da şişman olup olmadığını hatırlardı. Belki elleri genç birinin elleri gibiydi, belki de yaşlı 16
ellerdi. Belki bir yüzüğü, altın bir bilekliği ya da üzerinde bir takımın amblemi vardı. Spor ayakkabı mı giyiyordu, mokasen ayakkabı mı yoksa işçi çizmesi mi? Ayakkabıları yıpranmış mıydı, üzerlerinde yağ ya da boya lekesi var mıydı? Yoksa parıl parıl parlıyorlar mıydı? Dondurmacıda sıra beklerken o adamın arkasına düşse onu tanır mıydı? Ya da kafede? Veya okuldaki yemek sırasında? Onu gözünden tanır mıydı? Bir saatlik bir zaman dilimi, başka bir bedenle birlikte geçirmek için çok uzun bir süreydi. Belki de bu isteğim Jenny Kramer için acımasızcaydı. Belki bilinmeyenin peşine düştüğüm için insafsızdım. Sizin de yakında göreceğiniz gibi bu çabamın beklenmedik sonuçları olacaktı. Ancak olayın adaletsizliği, yaşananların içimde yarattığı öfke ve Jenny’nin acılarını çok iyi anlamanın getirdiği hisler beni tek bir amaca yöneltti. Ve bu amaç, Jenny Kramer’a yaşadığı en korkunç kâbusu geri vermekti.
17
Bölüm İki
Jenny’nin ailesine saat on buçuk gibi telefon gelmişti. Golf kulübünden tanıdıkları iki çiftle birlikte yemeğe davetliydiler ama yemek kulüpte değil, çiftlerden birinin evindeydi. Jenny’nin annesi Charlotte Kramer, kocasının anlattıklarına bakılırsa o akşam yemeğe giderken bu durumdan şikâyet etmişti ve yemeği kulüpte yemeleri gerektiğini, oranın sosyal ortamını daha çok sevdiğini söylemişti. Lobide sürekli kokteyller servis edilirdi ve oraya kimlerle gitmiş olursanız olun, isterseniz diğer kulüp üyeleriyle birlikte vakit geçirme imkânınız da olurdu. Tom sürekli birlikte vakit geçirdiği dörtlüyle pazar günleri golf oynamak haricinde kulüpten pek haz almıyordu. Dört kişilik gruplarında, Jenny’nin okulundaki atletizm takımından iki arkadaşının babaları ve bir de üniversiteden bir arkadaşı vardı. Diğer yandan Charlotte oldukça sosyal bir kadındı ve bir sonraki sezonun havuz komitesine katılmak istiyordu. Kulüpte geçirmediği her cumartesi gecesi onun için kaçırılmış bir fırsat anlamına geliyordu. Bu durum evliliklerindeki pek çok fikir ayrılığından birine örnekti ve kısa süren araba yolculukları, sessizlikle ve sürekli aynı tartışmayı yapmanın getirdiği karşılıklı öfkeyle sona ermişti. 18
Daha sonra ikisi de bu olayı hatırlayıp kızlarının tecavüze uğramasının yanında ne kadar önemsiz bir konu olduğunu fark etmişlerdi. Küçük bir kasabada yaşamanın en güzel yanlarından biri de insanların gerektiğinde kuralları eğip bükebilmesidir. Azarlanma hatta dava edilme korkusu büyük şehirlerdeki kadar yaşanmaz. Bu yüzden Dedektif Parsons, Kramer ailesini aradığında onlara neler olduğunu söylemedi, sadece Jenny’nin bir partide içki içtiğini ve hastaneye kaldırıldığını söyledi. Hayati tehlikesi olmadığı konusunda hemen güvence verdi. Tom bunun için minnettardı çünkü böylece en azından yemekten kalkıp hastaneye gidene kadar geçen sürede çok büyük bir acı yaşamamıştı. Tom için tecavüzü öğrendiği andan itibaren sadece bu vardı: Hiç dinmeyen bir acı. Charlotte ise bundan memnun olmamıştı çünkü gerçeğin bir kısmını bilmek yol boyunca kızını dikkatsizlikle suçlamasına sebep olmuştu. Bütün kasaba bu olayı duyacaktı. Ve bu durum ailelerine nasıl yansıyacaktı? Hastaneye gidene kadar kızlarına verecekleri cezayı düşündüler. Evden çıkmasını yasaklamakla telefonunu elinden almak arasında kalmışlardı. Elbette gerçeği öğrendiklerinde Charlotte kendini suçlu hissetti ve bu yüzden de eksik bilgilendirildiği için kızgındı. Aslında anlaşılabilir bir durumdu bu. Çocuğunuza kızmanız için önünüze bir sebep koyuluyor ve sonra ne kadar vahim bir saldırıya uğradığını öğreniyorsunuz. Fakat yine de ben bu konuda kendimi daha çok Tom’la özdeşleştirmiştim. Belki de anne değil baba olduğum içindir. Hastaneye geldiklerinde bekleme odası boştu. Son birkaç senedir hastane için para toplanarak bazı geliştirmeler yapılıyordu ve sonuçları her ne kadar daha çok göze hitap etse de oldukça fark edilir düzeydeydi. Ahşap paneller, yeni halılar vardı. Işıklandırma yenilenmişti ve köşelere koyulan küçük kablosuz hoparlörlerden klasik müzik çalınıyordu. Charlotte “bir hışımla” danışma masasına yöneldi (Tom’un kelimeleriydi bunlar). Tom peşinden gitti ve arkasında durdu. Gözlerini kapattı ve müzi19
ğin onu sakinleştirmesini bekledi. Charlotte’ın çok sert davranmasından çekiniyordu ve “bu durumu dengelemek” istiyordu. Tom’a göre Jenny’nin uyumaya ihtiyacı vardı. Ailesinin onu hâlâ sevdiğini ve sonunda her şeyin düzeleceğini bilmeye ihtiyacı vardı. Cezası ise Jenny ayılana kadar ve herkes sakin kafayla olayları değerlendirene kadar ertelenebilirdi. Kramer ailesinde herkes kendi rolünü bilirdi. Kızlarının disiplinini sağlamak Charlotte’ın göreviydi. Konu oğulları Lucas olduğunda ise genelde roller değiştirilirdi. Bunun sebebiyse muhtemelen on yaşında olması ve cinsiyetiydi. Tom bu işbölümünü anlatırken sanki gökyüzünün mavi oluşundan bahseder gibiydi; bunu çok doğal ve her ailede uygulanan bir yöntem olarak görüyordu. Teoride haklıydı da. Her ailede rol dağılımları, değişken ortaklıklar, iyi polisler ve kötü polisler olurdu. Fakat söz konusu Kramer ailesi olduğunda doğal iniş çıkışlar Charlotte’ın ihtiyaçları doğrultusunda şekilleniyor, diğerleri de ondan arta kalan görevlere bürünmek zorunda kalıyordu. Diğer bir deyişle, Tom’un ailesine atfettiği normalliğin, aslında oldukça anormal ve kabul edilemez olduğu kısa bir süre sonra ortaya çıkacaktı. Hemşire, tedavi odalarına açılan kapının kilidini açarken aileye anlayışla gülümsedi. Onu tanımıyorlardı ama bu durum hastane personelinin çoğu için geçerliydi. Düşük maaşlı çalışanların Fairview’da yaşaması pek rastlanır şey değildi. Genelde komşu şehir Cranston’dan gelirlerdi. Tom onun gülümsemesini hatırlıyordu. O anda ilk defa yaşananların söylendiği kadar basit bir olaydan ibaret olmadığı hissine kapılmıştı. İnsanlar, yüz ifadelerinin karşı tarafa verdiği gizli mesajlara gerekli değeri vermiyorlar. Ancak ergenlik çağındaki çocuğu alkol alırken yakalanmış olan bir arkadaşınıza nasıl gülümseyeceğinizi bir düşünün. Bakışlarınızla, Ah dostum, ergenlikle baş etmek zor. Bizler nasıldık, hatırlasana? dersiniz. Şimdi de çocukları saldırıya uğradıysa yüz ifadenizin nasıl olacağını düşünün. Bakışlarınızda muhtemelen, Aman Tanrım! Çok üzgünüm! Zavallı kızcağız! ifadesi olur. Her şey gözlerde, jestlerde ve dudaklarınızın alacağı şekilde gizlidir. 20
Hemşire gülümsediğinde, Tom karısını sakinleştirmekten vazgeçip kızını görme isteğiyle dolmuştu. Güvenlik kapısından geçip triaj bölümüne, sonra da hemşirelerin bilgisayarlara veri girdiği bir başka kürsüye vardılar. Orada başka bir kadın vardı. Bir endişeli gülümsemeyle daha karşılaştılar. Kadın telefonu eline aldı ve bir doktora haber verdi. O anki görüntülerini hayal edebiliyorum. Üzerinde bej renkli bir kokteyl elbisesiyle Charlotte. Sarı saçlarını topuz yapmış, kollarını göğsünde kavuşturmuş, hemşirelerin yargılayıcı bakışlarına göğüs germek için ve Jenny’yi ilk gördüğü anda ona karşı tavrını belli etmek için başı dik bir şekilde kasılıyor. Ve Tom, kendisinden on beş santim kısa olan eşinin yanında ellerini haki renk pantolonunun cebine sokmuş, gergin bir şekilde beklerken içgüdülerinin getirdiği endişe hissiyle savaşıyor. İkisi de doktoru bekledikleri o dakikaların âdeta saatler gibi geçtiğini söylemişti. Charlotte’ın algıları oldukça açıktı ve bir köşede kâğıt bardaklardan kahve içen üç polis memurunu hemen fark etmişti. Polislerin arkası dönüktü ve bir hemşireyle konuşuyorlardı. Hemşire daha sonra Charlotte’la göz göze geldi ve bir fısıldaşmanın ardından polis memurları dönüp Charlotte’a baktı. Tom’un yüzü diğer tarafa dönüktü ama o da dikkatleri gittikçe üzerlerine topladıklarının farkındaydı. İkisi de doktorun onlara söylediği ilk kelimeleri tam olarak hatırlamıyordu. Hatırladıkları kadarıyla Charlotte ilk önce birbirlerini tanıdıklarını belirten bir şeyler söylemişti. Doktorun kızı, ilkokulda olan Lucas’ın bir sınıf altındaydı ve Charlotte bunu fark edince ilk önce Jenny’nin itibarının beş paralık olacağını ve bunun oğulları Lucas’ı da etkileyeceğini düşünmüştü. Dr. Robert Baird ince telli, kumral saçları olan, otuzlu yaşlarının sonlarında, tombul ve bazı kelimeleri söylerken nazik bakışlı mavi gözleri kısılan bir adamdı. Jenny’nin uğradığı fiziksel zarardan bahsetmeye başladığını hatırlıyorlardı. Perineumda ve anüste görülen dış yırtıklar... Rektal ve vajinal lezyonlar... Boyunda ve sırtta çürükler... Ameliyat... Dikişler... Onarımlar... 21
Doktorun ağzından dökülen kelimeler sanki yabancı bir lisana aitmiş gibi havada kalıyordu. Charlotte başını iki yana sallayıp sakin bir tavırla birkaç kez, “Hayır,” dedi. Doktorun onları başka bir hastanın ailesiyle karıştırdığını sanmıştı ve daha fazla bilgi verip utanç verici bir duruma düşmemesi için onu durdurmaya çalışıyordu. Doktora tekrar ismini söyledi ve kızının hastaneye bir partide “içkiyi biraz abarttığı için” getirildiğinden bahsetti. Tom bu olayın hemen sonrasında yaşanan sessizliği daha sonra çok net hatırlayacaktı. Hiç ses çıkarmamayı başarabilirse o anda yavaş yavaş anlamaya başladığı durumun gerçekliğiyle yüzleşmek zorunda kalmadan zamanı durdurabileceğini sanmıştı. Dr. Baird sustu ve polislere doğru baktı. Polislerden biri, Dedektif Parsons yavaşça yanlarına doğru yürürken isteksizliği her halinden belliydi. Doktoru bir kenara çekti ve konuşmaya başladılar. Baird başını iki yana salladı ve bakışlarını siyah ayakkabılarına çevirdi. Derin bir iç çekti. Parsons mahcup bir şekilde omuz silkti. Baird daha sonra Kramerların yanına döndü. Ellerini dua eder gibi önünde birleştirerek onlara gerçeği olabildiğince açık ve kısa bir şekilde açıkladı. Kızınız Juniper Yolu’ndaki bir evin arkasındaki ormanda bulundu. Tecavüze uğramış. Dr. Baird, Tom Kramer’ın çıkardığı sesi çok net hatırlıyordu. Bu bir kelime, bir inleme ya da nefes kesilmesi değildi; daha önce hiç şahit olmadığı bir sesti. Ölüm gibi bir şeydi. Sanki Tom Kramer’ın bir parçası o anda ölmüştü. Tom’un dizlerinin bağı çözüldü ve Baird’e tutundu. Baird koluna girdi ve onu ayakta tutmaya çalıştı. Sonra yanlarına bir hemşire geldi ve ona yardım ederek bir sandalyeye oturmasını teklif etti ama Tom bunu reddetti. Kızım nerede! Bebeğim nerede! diyordu doktorları iterek. Perdelerden birine doğru ilerledi ama hemşire onu durdurdu ve kolundan tutarak onu başka bir yere yöneltti. Şurada, dedi hemşire. Düzelecek... Şimdi uyuyor. Triaj alanlarından birine geldiler ve hemşire perdeyi açtı. Eşim bana kızımızın, yani ilk çocuğumuzun doğduğu gün22
den beri –adı Megan, şu anda üniversiteye gidiyor– buna benzer bir olayın bizim başımıza geldiğini hayal edip durduğunu söylemişti. Megan’ın evimizin önünde, arabamızın direksiyonun başına ilk defa geçip uzaklaştığı ânı izlerken. Afrika’daki yaz programı için evden gittiğinde. Bahçede onu bir ağaca tırmanmış halde yakaladığımızda, ki sanki yüzlerce yıl önce yaşanmış gibi hissettiriyordu bu. O kadar çok örnek vardı ki. Eşim bu anlarda gözlerini kapatıp yol kenarında birbirine geçmiş bir metal ve et yığınını ya da elinde pala olan bir kabile liderinin önünde diz çökmüş ağlayan kızımızı veya ağacın altına uzanmış boynu kırık ve cansız bedenini hayal edermiş. Anneler ve babalar korkuyla yaşarlar ve bu korkuların da onlarla başa çıkma yöntemlerinin de sayısı burada yazılamayacak kadar fazla. Eşimin hayalinde o âna gitmesi ve o görüntüleri görüp o acıyı hissetmesi gerekiyor. Sonra bütün bunları bir kutuya koyuyor, kutuyu bir rafa kaldırıyor ve böylece endişe içini kemirmeye başladığında o kutuya dönüp, endişesini yaşayıp atlatarak hayatına devam ediyor. Gözünün önüne gelen bu görüntüleri bana anlatıp arada bir omzumda ağlardı. Her bir hayalin özünde var olan ve bana asıl ilginç gelen şey ise saflıkla bozulmuşluğun, iyiyle kötünün iç içe geçmiş olması. Bir çocuktan daha saf ve daha iyi olan ne olabilir ki? Tom Kramer o odada kızına baktı ve eşimin yalnızca hayalini kurduğu şeyin gerçeğiyle karşılaştı. Kızının yüzündeki yaraları kapatan örgülü saçlarıyla. Hâlâ tıpkı bir çocuğun yanakları gibi yumuşacık olan yanaklarına bulaşmış siyah rimeliyle. Kırılmış tırnaklarındaki pembe ojesiyle. Ona doğum gününde hediye ettiği ve eşi kaybolmuş olan burç taşı küpesiyle. Diğer kulağındaki kan lekesiyle. Etrafındaki metal tezgâhların üzerinde duran ameliyat malzemeleri ve kanlı pamuklarla... Henüz yapılması gerekenler bitmemişti, bu yüzden oda temizlenmemişti. Beyaz laboratuvar önlüğü giymiş bir kadın yatağın kenarına oturup Jenny’nin tansiyonunu ölçtü. Boynunda bir stetoskop vardı ve Tom’a kaçamak bir bakış attıktan sonra tekrar elindeki tansiyon 23
aletine baktı. Bir de onları rahatsız etmemek için kenarda bekleyen bir kadın polis vardı ve elindeki not defteriyle uğraşır gibi yapıyordu. Tıpkı ölmeden önce “hayatının gözlerinin önünden bir film şeridi gibi geçmesi” misali Tom’un gözlerinin önüne pembe bir kundağın içinde uyuyan bir bebek geldi. Kucağında uyuyan bebeğin sıcak nefesini boynunda hissetti. Avucunun içinde kaybolan minicik bir el ve bacağına sarılan bir bebek... Sonra tombul bir göbek ve tiz kıkırdamalar. Onların ilişkisi yaramazlıkların kötü sonuçlarıyla lekelenmemiş bir ilişkiydi. O kısımlarla Charlotte Kramer ilgileniyordu ve böylece her ne kadar istemeden da olsa onlara büyük bir iyilik yapmış olduğunu görebiliyordum. Tecavüzcüye duyulan öfkenin etkileri daha sonra hissedilecekti. O anda Tom’un hissettiği tek şey minik kızını koruyamamanın getirdiği başarısızlık hissiydi. Çaresizliğini ölçebilecek hiçbir yöntem, tarif edebilecek hiçbir kelime yoktu. Hemşirenin yanı başında, hareketsiz halde yatan kızının karşısında bir çocuk gibi ağlamaya başladı. Charlotte Kramer doktorla birlikte hemen arkasında duruyordu. Çok şaşıracağınızı biliyorum ama Charlotte, kızının tecavüze uğramış olmasını çözüme ulaştırılması gereken bir sorun olarak görüyordu. Sanki bodrum katını su basmıştı da buna sebep olan kırık borunun tamir edilmesi gerekiyordu. Hatta belki ondan da beteri, evleri yanıp kül olmuş da sokakta kalmışlar gibi davranıyordu. Fakat Charlotte için önemli olan ikinci kısımdı; hayatta kalmış olmalarıydı. Aklında bir an önce o evi yeniden inşa etmek vardı. Charlotte kollarını kavuşturup Dr. Baird’e baktı. Ne çeşit bir tecavüz? diye sordu. Baird bir an soruyu anlayamayıp duraksadı. Charlotte onun soruyu anlamadığını fark etti. Yani partide kendinden geçen bir çocuk mu yapmış? Baird başını iki yana salladı. Bilmiyorum. Dedektif Parsons daha fazla bilgi verebilir. 24
Charlotte’ın sinirleri bozulmuştu. Muayeneyi diyorum. Tecavüz muayenesi yapmadınız mı? Yaptık. Kanunen yapmak zorundayız. Eee? Bizi bir sonuca götürebilecek herhangi bir bulgu yok mu? Bayan Kramer, dedi Baird. Belki de Jenny’yi bir görseniz iyi olur. Daha sonra eşinizle birlikte daha uygun bir ortamda bunları konuşuruz. Charlotte rahatsız olmuştu ama söyleneni yaptı. Sorunlu bir insan değildi ama eğer size anlattıklarımdan böyle bir izlenim çıkıyorsa özünde öyle biri olmadığını size açıkça söyleyebilirim. Charlotte Kramer’a çok saygı duyuyorum. Hayatı çok zor geçmişti ve kendi çocukluk travmalarını çok iyi atlatmıştı; bu durum karakterinin sağlamlığından da açıkça belli oluyordu. Eşini çok sevdiğine inanıyordum. Onu bastırdığı zamanlarda bile. Aynı zamanda çocuklarını çok sevdiğine, Jenny’den daha fazla beklentisi olmasına rağmen iki çocuğunu da eşit derecede sevdiğine inanıyordum. Fakat sevgi, bilime değil sanata dair bir kavramdı. Her birimiz onu farklı kelimelerle tarif ederiz ve farklı şekillerde yaşarız. Sevgi bir insanı ağlatırken diğerini gülümsetebilir. Birini kızdırırken diğerini üzer. Birini canlandırırken bir diğerini huzurla uyutur. Charlotte sevgiyi farklı bir bakış açısıyla yaşıyordu. Onu yargılıyormuş gibi görünmeden ya da onu sevmemenize sebep olmadan bu durumu açıklamak çok zordu. Ancak Charlotte’ın tek istediği, çocukken ondan alınan şeye sahip olmaktı: Geleneksel (hatta “sıkıcı” kelimesini bile kullandığını hatırlıyorum) bir Amerikan ailesine sahip olmak. Charlotte yaşadığı kasabayı seviyordu çünkü orası onunla aynı düşünce yapısına sahip, çalışkan ve ahlaklı insanlarla dolu bir yerdi. Evini seviyordu çünkü sessiz bir muhitte, New England kolonisi döneminden kalma bir evdi. Tom’la evli olmayı seviyordu çünkü harika olmasa da iyi bir işi olan bir aile babasıydı. Zaten harika işleri olan erkekler ailelerinden uzaklaşırdı. Tom birkaç otomobil galerisi işletiyor, BMW, Jaguar ve benzeri lüks otomobiller satıyordu. Charlotte bu işin kapı kapı dolaşıp Hyundai satmaktan çok farklı olduğunu da be25
lirtmişti. Charlotte’ın bütün bu sebeplerin dışında Tom’u sevip sevmediğini ikisi de bilmiyordu. Çocuklarını seviyordu çünkü hem onun çocuklarıydı hem de onlarda bir çocukta aranabilecek her şey vardı. Zeki, atletik ve (çoğunlukla) itaatkârdılar. Aynı zamanda dağınık, gürültücü, saçma şeyler yapan, çok zahmet ve özen gerektiren çocuklardı. Bu sayede gün içinde Charlotte için hatırı sayılır birer meşgale olmakla birlikte kulüpteki öğle yemeği davetlerinde arkadaşlarıyla uzun uzadıya tartışabileceği konular sağlıyorlardı. Charlotte bu resmin her bir parçasını derinden seviyordu. Bu yüzden kızı Jenny “bozulduğunda” onu tamir etmek için can atmaya başlamıştı. Tıpkı söylediğim gibi, evini tamir etmesi gerekiyordu. Jenny acil servise geldikten sonra sakinleştiricilerle uyutulmuştu. Onu bulan çiftin ifadesine göre; bulduklarında bilinci gelip gidiyordu ama bunun sarhoşluktan ziyade şokun etkisi olduğu tahmin ediliyordu. Onu bulduklarında gözleri açıktı, doğrulup ayağa kalkabildi, ufak bir yardımla çimenlerin üzerinden yürüyerek bir sandalyeye oturdu. İfadede belirttiklerine göre ara ara onları tanıdığını, nerede olduğunu ve neler yaşandığını bildiğini belli eden bazı işaretler gösteriyordu ama birkaç saniye sonra sorulan sorulara tepkisiz kalıyordu. Katatonik durumdaymış. Yardım istemiş. Ağlamış. Sonra bilincini kaybetmiş. Sağlık ekibinin raporunda da aynı davranışlar belirtilmişti ancak prosedürleri gereği ona sakinleştirici vermemişlerdi. Asıl histeri durumu hastaneye gittiklerinde ve muayeneye geçildiğinde başlamıştı. Dr. Baird sakinleştirici verilmesine karar vermişti. Endişe verici derecede kanaması vardı ve muayenesinin sağlıklı bir şekilde yapılabilmesi adına ona ilaç vermek için izin almayı bekleyemezlerdi. Dışarıdan görünenin aksine Charlotte, kızını gördüğünde çok etkilenmişti. Aslında ilk izlenimim, o ilk anda Tom’un hissettiklerine benzer şeyler hissetmeye yaklaştığı yönündeydi. Yatak odalarının dışında birbirlerine nadiren dokunmalarına rağmen (ki o da sadece evliliğin gereklerini yerine getirmek içindi) 26
iki eliyle Tom’un koluna tutunmuştu. Yüzünü Tom’un koluna gömdü ve “Aman Tanrım,” diye fısıldadı. Ağlamadı ama soğukkanlılığını bozmamaya çalışırken tırnaklarını Tom’a batırdı. Ağzı kurudu, yutkunamadı. Dedektif Parsons onları perdenin arkasından görebiliyordu. Çocuklarını izlerken yüzlerinin aldığı ifadeyi daha sonra çok iyi hatırlayacaktı. Tom yüzünü buruşturmuştu ve gözleri ıslaktı, acısı tenine işlemişti. Charlotte soğukkanlılığını çok kısa bir süre kaybettikten sonra oldukça kararlı bir yüz ifadesi takınmıştı. Parsons çenesinin titrediğini hatırlayacaktı. Bu mahrem anlarında onları izlemenin çok rahatsız edici olduğunu ama buna rağmen başını çevirmediğini söylemişti. Tom’un zayıflığı ve Charlotte’ın sağlam duruşu onun kafasını karıştırmıştı. Fakat insani duygulara bu kadar yüzeysel bakmayan herkes bilir ki aslında durum tam tersiydi. Duyguları açığa vurmak, bastırmaktan çok daha fazla güç gerektirir. Dr. Baird arkalarında bekledi ve Jenny’nin yatağının ucunda asılı olan tabloya baktı. Aile salonumuza geçip biraz konuşalım mı? dedi. Tom başını salladı, gözyaşlarını sildi. Eğildi ve kızının başını öptü. Derin hıçkırıklar duyuldu. Charlotte, Jenny’nin yüzünden bir saç telini aldı ve kenara çekti. Elinin tersiyle yüzünü okşadı. Tatlı meleğim... Tatlı, tatlı meleğim, diye fısıldadı. Baird ve Dedektif Parsons’ın peşinden giderek kilitli bir kapının önüne geldiler. Kapının ardında bir koridor daha vardı ve koridorun ötesinde, içinde birkaç mobilya ve bir televizyon olan küçük bir oda bulunuyordu. Baird kahve ve yiyecek bir şeyler ayarlayabileceğini söyledi ama Kramer ailesi bu teklifi reddetti. Baird kapıyı kapattı. Parsons doktorun yanına, Kramer ailesinin karşısına oturdu. Aşağıda, Charlotte’ın ağzından bu dakikadan sonra yaşananları okuyacaksınız: Lafı dolandırdılar. Bize Jenny’nin arkadaşlarıyla ilgili sorular sordular. Partiden haberimiz olup olmadığını, herhangi bir erkekle sorun 27
yaşayıp yaşamadığını, okulda, kasabada veya sosyal medya hesaplarında onu rahatsız eden birinden bize bahsedip bahsetmediğini sorup durdular. Tom sorulara bir sis perdesinin arkasındaymış gibi cevap vermeye başladı. Sanki asıl tartışılması gereken konuyu görmezden geldiğimizin farkında değil gibiydi. Bu soruların gerekli olmadığını ya da elbet bir gün cevaplanmaları gerekmediğini iddia etmiyorum. Ama artık canıma tak etmişti, anlatabiliyor muyum? Birilerinin artık bir şey söylemesini istiyordum. Tom’un “erkeklik rolünü üstlenmesine” engel olmamak için kendimi çok zor tuttum çünkü bazen çok kontrolcü olduğumu biliyordum. Evde her şey mükemmel bir düzende işleyince, buzdolabında istedikleri her şey mevcut olunca, kıyafetleri yıkanıp, ütülenip ait oldukları yere koyulunca kimse durumdan şikâyetçi olmuyordu. Her neyse... Elimden geleni yapıyordum çünkü bir evlilikte erkeğin erkek gibi davranmasının önemini biliyordum. Ama artık dayanamıyordum. Gerçekten dayanamıyordum! Ve hepsini susturdum. Bütün erkekleri susturdum ve dedim ki, “İçinizden birinin kızımıza ne olduğunu bize söylemesi gerekiyor.” Dr. Baird ve dedektif, sanki ikisi de söze girmek istemiyormuş gibi birbirilerine baktılar. İhale doktora kaldı. Ve sonra bize her şeyi anlatmaya başladı. Kızımızın nasıl tecavüze uğradığını anlattı. Durum ümit ettiğim gibi değildi; kızımın hoşlandığı bir çocuk kendine hâkim olamayıp böyle bir işe kalkışmamıştı. Ah Tanrım, bu söylediklerimin kulağa ne kadar kötü geldiğini biliyorum. Herhalde feministler duysa kafamı koparırlardı, değil mi? Bu şekilde bir tecavüzün gerçek bir tecavüz olmadığını ya da cezalandırılmasına gerek olmadığını söylemeye çalışmıyorum. İnanın bana, Lucas büyüyünce böyle bir olayda karşı tarafın rızasını kesin olarak almazsa başına neler geleceğini ona çok açık bir şekilde öğreteceğim. Erkeklerin bir sorumluluğu olduğuna, iş cinselliğe geldiğinde iki cinsin durumunun birbirine eşit olmadığını öğrenmeleri gerektiğine elbette inanıyorum. Sebebi sadece fizyolojik de değil. Aynı zamanda psikolojik; kızlar gerçekten yapmak istemedikleri şeyleri yapmak konusunda hâlâ baskı görüyorlar ve erkekler, kızların neler çektiğini gerçekten pek iyi bilmiyor. Her neyse, durum ümit ettiğim gibi değildi. Ve aslına bakılırsa en korktuğum şey olmuştu. Dedektif Parsons bu noktada söze 28
girdi. Adam maske takıyormuş. Kızımın yüzünü yere bastırmış ve... Kusura bakmayın. Bunu dile getirmek çok zor. Kelimeleri zihnimden geçirebiliyorum ama dile getirmek bambaşka bir şey. Charlotte biraz durup kendini toparladı. Hiç vazgeçmediği bir yöntemi vardı. Gözlerini kapatıyor, derin bir nefes alarak başını hızlıca iki yana sallıyor ve sonra yavaşça nefes veriyordu. Gözlerini açınca önce başını öne eğdi ve sonra tekrar kendini kontrol edebilmeye başladığını başını sallayarak onayladı. Çabucak söyleyeceğim ve geçip gidecek. Arkadan tecavüze uğradı. Vajinal ve anal olarak, sırayla, bir saat boyunca. İşte. Söyledim. Geçti gitti. Tecavüz muayenesi yapmışlar. Sperm ve lateks izleri bulmuşlar. Bu... Bu canavar bir de kondom takmış. Tek bir saç teli bile bulamamışlar ve daha sonra o gece Cranston’dan getirilen adli tıp uzmanları da muhtemelen saldırganın saçını tıraş ettiğini söyledi. Düşünebiliyor musunuz? Olimpiyatlara hazırlanan bir yüzücü gibi bu tecavüze hazırlanmış. Ama altın madalyasını alamadı, değil mi? Bütün fiziksel yaralar iyileşti. Jenny kendini başka herhangi bir kadından farklı hissetmeyecek. Ve duygusal olarak da... Şey... Tekrar duraksadı, bu sefer kendine gelmek için daha uzun süre bekledi. Sonra devam etti. Önce bu tedavi yöntemini bulduğumuz için Tanrı’ya şükretmiştim. Kızıma her ne yaptılarsa hiç olmamış gibi oldu diye düşünmüştüm. Dilimi mazur görün ama o adam hayatımızdan siktirip gidebilir diye geçirmiştim içimden. Artık bizim için öyle bir adam yoktu.
29