Isla ve mutlu son on okuma

Page 1


Isla ve Mutlu son Özgün Adı | Isla and the Happily Ever After Stephanie Perkins Yayın Yönetmeni | Tuğçe Nida Sevin Redaksiyon | Merve Süzer Kapak Uygulama ve Sayfa Düzeni | Aslıhan Kopuz Kapak Görseli | Getty, kitkatlastimosa 1. Baskı, Nisan 2016, İstanbul ISBN: 978-605-5016-84-5 Türkçe Çeviri © Aslı Tümerkan, 2015 © Yabancı Yayınları, 2016 © Stephanie Perkins, 2014 Sertifika No: 11407 Yayıncının yazılı izni olmaksızın alıntı yapılamaz. Bu eser Nurcihan Kesim Telif Hakları Ajansı aracılığıyla satın alınmıştır.

YabancıTM Penguen Kitap-Kaset Bas. Yay. Paz. Tic. Ltd. Şti.’nin yan kuruluşudur. Bahariye Cad. Dr. İhsan Ünlüer Sok. Ersoy Apt. A Blok No: 16/15 Kadıköy - İstanbul Tel: (0216) 348 36 97 Faks: (0216) 449 98 34 www.yabanciyayinlari.com – www.ilknokta.com Kapak, İç Baskı: Deniz Ofset Matbaacılık Gümüşsuyu Cad. Topkapı Center, Odin İş Merkezi No: 403/2 Topkapı-İstanbul Tel: (0212) 613 30 06 - Faks: (0212) 613 51 97 Sertifika No: 29652


Çeviren

Aslı Tümerkan


En iyi arkadaşım ve gerçek aşkım Jarrod için


birinci bölüm Gece yarısı. Aşırı sıcak ve kafam ağrı kesiciden dolayı güzel olabilir ama o çocuk, tam oradaki çocuk. O işte. O. Duruşu tekrarlayan bir rüya kadar tanıdık. Omuzları aşağı çökük, başı sağa eğik ve burnu kaleminin ucundan üç santim ötede. Kalbim acı dolu bir mutlulukla doluyor. Çok yakın, sadece iki masa ötemde ve bana dönük. Kafe kaynıyor. Kafedeki hava, buruk kahve kokusuyla kaplı. Üç yıllık arzu vücudumu dolaşıp dudaklarımdan fırlıyor: “Josh!” Kafası yukarı kalkıyor. Uzun, çok uzun bir süre boyunca sadece bana baktıktan sonra gözlerini kırpıştırıyor. “Isla?” “Adımı biliyorsun. Adımı söyleyebiliyorsun.” Çoğu insan bana “İzla” diyor ama ismim “Ayla” diye okunuyor. Gülümsüyorum ama gülümsemem anında kayboluyor. Ahh. Josh birini arıyormuşçasına etrafına bakıyor, sonra dikkatle kalemini bırakıyor. “Ah, evet. Birçok derste yan yana oturmuştuk.” 7


“Beş derste yan yana oturmuştuk, toplamda da ortak on iki dersimiz vardı.” Sessizlik. Yavaşça, “Evet,” diyor. Yine sessizlik. “İyi misin?” Piercing fetişli genç bir Abraham Lincoln’a benzeyen bir adam, masama lamine edilmiş tek sayfalık bir menü fırlatıyor. Menüye bakmıyorum. “Yumuşak bir şey lütfen.” Abe tereddütle sakalını kaşıyor. “Ama domates çorbası, çikolatalı puding veya frambuazlı elma püresi olmasın. Bütün gün bunları yedim zaten,” diye ekliyorum. “Ah.” Abe’in tavrı neşeleniyor. “Hastasın.” “Hayır.” Yine tavrı sertleşiyor. “Her neyse.” Menüyü kapıyor. “Alerjin var mı? Yahudi misin? Vejetaryen?” “Ne?” “Mutfağa bakacağım.” Sonra uzaklaşıyor. Bakışlarım, hâlâ beni izleyen Josh’a dönüyor. Defterine, sonra yine bana, sonra yine aşağı bakıyor. Hâlâ konuşup konuşmadığımıza karar veremiyormuş gibi. Ben de başımı eğiyorum. Eğer konuşmaya devam edersem yarın pişman olacağım bir şeyler olacağı fikrine kapılıyorum gitgide. Ama... kendimi tutamıyormuş gibi başımı kaldırıyorum. Gerçekten de onun yanındayken kendimi tutamıyorum. Bakışlarım onu incelerken damarlarım zonkluyor. Uzun, güzel burnu. İnce, sağlam kolları. Açık teni yaz güneşinden ötürü birkaç ton daha koyu ve siyah dövmesi tişörtünün kolunun altından gözüküyor. Joshua Wasserstein. Ona duyduğum aşk neredeyse dayanılmaz. O da başını tekrar kaldırınca kızarıyorum. Kızarmak, bütün kızıl saçlıların laneti. Konuşmak için boğazını te8


mizlediğinde çok seviniyorum. “Tuhaf, değil mi? Daha önce hiç birbirimize rastlamamış olmamız?” Atlıyorum. “Buraya sık sık geliyor musun?” “Ah.” Kalemiyle oynuyor. “Şehrin merkezinde karşılaşmamış olmamızı kastetmiştim. Batı Yakası’nın kuzeyinde yaşadığını biliyordum ama seni daha önce hiç görmedim.” Göğsüm sıkışıyor. Onun orada yaşadığını biliyordum ama onun benim orada yaşadığımı bildiğini hiç bilmiyordum. Paris’te Amerikalılar için bir yatılı okula gidiyoruz ama tatillerimizi Manhattan’da geçiriyoruz. Herkes Josh’un burada yaşadığını biliyor, çünkü babası ABD Senatosu’nun New York koltuklarından birinde oturuyor. Ama benim de burada yaşadığımın hatırlanması için hiçbir sebep yok. “Dışarı çok sık çıkmıyorum,” deyiveriyorum. “Ama çok açım ve evde yiyecek hiçbir şey yok.” Sonra bir şekilde onun karşısındaki sandalyeye geçiyorum. Pusula kolyem masasının üzerine çarpıyor. “Bu sabah yirmi yaş dişlerim alındı ve bir sürü ilaç alıyorum ama ağzım hâlâ çok acıyor, o yüzden ancak yumuşak yiyecekler yiyebiliyorum.” Josh ilk defa gülümsüyor. İçimde bir başarı hissi yükseliyor. Acıtsa da, gülümsemesine elimden geldiğince geniş bir gülümsemeyle karşılık veriyorum. “Ne?” “Ağrı kesici alıyorsun. Şimdi anlaşıldı.” “Ah, siktir.” Bacağımı altıma alıp dizimi masaya çarpıyorum. “O kadar kaçık gibi mi davranıyorum?” Şaşkınlıkla gülüyor. İnsanlar hep gülüyor çünkü benim kadar ufak tefek, benim kadar alçak sesli ve tatlı birinden siktir gibi kelimeler çıkmasını beklemiyorlar. “Sadece bir şeyin farklı olduğunu anladım,” diyor. “O kadar.” “Yan etkilerin arasında yorgunlukla uykusuzluğun zalim kombinasyonu da var. O yüzden şu anda buradayım.” 9


Josh yine gülüyor. “Benimkiler geçen yaz alındı. Yarın daha iyi hissedersin.” “Gerçekten mi?” “Tam olarak değil. Ama birkaç gün içinde kesinlikle daha iyi hissedersin.” Gülümsemelerimiz düşünceli bir sessizlik içinde soluyor. Okulda birbirimizle nadiren konuşmuştuk, okulun dışında da hiç konuşmamıştık. Ben çok utangacım, o da çok ketum. Ayrıca, çok uzun zamandır sevgilisi aynı kişiydi. Eskiden. Geçen ay, sevgilisinin mezuniyetinden hemen önce ayrıldılar. Josh’la ben son senemizi okuyacağız. Keşke benimle birdenbire ilgilenmesinin mantıklı bir sebebi olsaydı ama yok. Eski sevgilisi azimli ve dobraydı. Bense bunun tam zıddıyım. Belki de bu yüzden kendimi bu geçici durumu, bu mucize gibi konuşmayı uzatmak isteyerek resim defterine işaret ederken bulduğumda şaşırıyorum. “Ne üzerinde çalışıyorsun?” diye soruyorum. Kolu, gözüken çizimi, genç bir Abe Lincoln’a benzeyen birinin resmini kapamak için kıpırdıyor. “Sadece çiziktiriyordum.” “O garsonumuz.” Sırıtıyorum. Ahh. Josh kolunu çekerken biraz utanmış gözüküyor ama sadece omzunu silkiyor. “Bir de köşedeki çift.” Yalnız değil miyiz? Arkamı döndüğümde ta arkada bir Village Voice dergisini paylaşan orta yaşlı adamla kadını görüyorum. Etrafımızdaysa kimse yok, o yüzden en azından çok dalgın değilim. Sanmıyorum. Cesaretim artıyor, tekrar Josh’a dönüyorum. “Görebilir miyim?” Sordum. Sorduğuma inanamıyorum. Hep eskiz defterlerinden birine bakmak istemiştim, hep o defterlerinden birini tutmak istemiştim. Josh okulumuzdaki en yetenekli ressam. Çeşitli türde çizimler yapıyor ama gerçek tutkusu 10


çizgi romanlar. Bir keresinde hayatı hakkında bir çizgi roman yaptığını duymuştum. Bir otobiyografi. Günlük. İçinde nasıl sırlar yatıyordur acaba? Eskiden kendimi omzunun üzerinden bakarak gördüğüm eskizleriyle, resim stüdyosunda kuruyan resimleriyle, arkadaşlarının kapılarına asılı çizimleriyle mutlu ediyordum. Stili neredeyse esprili. Melankolik ve güzel, tamamen kendine özgü. Çizgileri dikkatli. Özen gösterdiğini belli ediyorlar. İnsanlar, Josh’un çok hayal kurduğu, dersleri kırdığı ve ödevlerini ihmal ettiği için onun hiçbir şeye dikkat etmediğini düşünüyor ama çizimlerini gördüğümde insanların yanıldığını anlıyorum. Keşke bana çizdiği şeylere baktığı gibi baksa. O zaman bende utangaçlıktan fazlasının yattığını görebilir, benim onda tembellikten fazlasının yattığını gördüğüm gibi. Düşüncelerimi duyabiliyormuş gibi yine yanaklarım yanıyor ama sonra gerçekten de beni incelediğini fark ediyorum. Hoş karşılanandan fazla mı kaldım? Yüz ifadem endişeli bir hal alıyor ve kaşlarımı çatıyorum. Josh masaya doğru işaret ediyor. Resim defteri çoktan önümde. Gülüyorum. O da gülüyor fakat gülüşünde kafa karışıklığı var. Defterinde şu anda çalıştığı resmin bulunduğu sayfa açık. İçimde bir heyecan dolaşıyor. Bir sayfada, Abe’in yüzü sıkıntıyla defterin sırtına bakıyor. Burun deliklerindeki, kaşlarındaki ve kulaklarındaki çizgiler bile sıkıcı ve sinirli gözüküyor. Diğer sayfadaysa Josh, orta yaşlı çiftin dikkatli ve nazik kaş çatışlarını mükemmel şekilde yakalamış. Bu ânın gerçek olduğunu kendime kanıtlamak için mürekkep olmayan bir köşeye çok hafifçe dokunuyorum. Sesim hürmetli bir hal alıyor. “Bunlar inanılmaz. Bütün defter böyle portrelerle mi dolu?” 11


Josh defteri kapatıp yine kendine doğru çekiyor. Sayfaları kullanılmaktan kırışmış. Kapağında Amerika şeklinde mavi bir yapıştırma var. Üzerine elle tek şu yazılmış: HOŞ GELDİN. Bunun ne anlama geldiğini bilmiyorum ama hoşuma gidiyor. “Teşekkürler.” Bana yine gülümsüyor. “Her şey için kullanıyorum ama evet, çoğunlukla portreler var.” “Bunu yapmana izin var mı?” Alnında çizgiler beliriyor. “Ne yapmaya?” “İzinlerini alman gerekmiyor mu?” “Onları çizmek için mi?” Başımı sallayınca konuşmaya devam ediyor. “Hayır. Bunları özel bir şey için kullanmıyorum. Bu iyi defterim bile değil. Gördün mü? Sayfaları koparamıyorum.” “Bunu çok mu yapıyorsun? Hep yabancıları mı çizersin?” “Tabii.” İşaretparmağıyla kahve fincanına uzanıyor. Tırnağının yanında siyah bir mürekkep lekesi var. “Bir konuda iyi olmak için pratik yapmak gerek.” “Benim üzerimde pratik yapmak ister misin?” Josh’un yanakları pembeleşirken Abe masaya iki tabak koyuyor sertçe. “Tavuk çorbası ve cheesecake,” diyor. “Elimizde bir tek bunlar vardı.” “Merci,” diyorum. “De nada.” Abe gözlerini devirip uzaklaşıyor. “Bu adamın nesi var?” diye sorup ağzıma cheesecake atıyorum. Dolu bir ağızla, “Amantanrımçokiyi,” diye mırıldanıyorum. “Birlokmaistermisin?” “Şey. Hayır, teşekkürler.” Josh telaşlanmış gibi. “Aç gözüküyorsun.” Mutlulukla geri kalanını mideye indirmeye koyuluyorum. Birkaç saniye sonra, “Yakında mı oturuyorsun?” diye soruyor. 12


Yutkunuyorum. “İki dakika ötede.” “Ben de. On dakika.” Şaşırmış gözüküyor olmalıyım ki konuşmaya devam ediyor. “Biliyorum. Garip, değil mi?” “Güzel.” Lıkır lıkır çorbamı içiyorum. “Amantanrım! Bu inanılmaz.” Bir dakika daha beni sessizce izliyor. “Yani... Ciddi miydin? Seni çizmem sorun olmaz mı?” “Evet, çok hoşuma gider.” Sen çok hoşuma gidiyorsuuun. “Ne yapmalıyım?” “Dert etme. Ne yapıyorsan onu yap.” “Hah! Beni at gibi yemek yerken çizeceksin. Hayır. Domuz gibi. Domuz demek istedim. Domuz mu, at mı denir?” Josh eğlenmiş bir şekilde başını iki yana sallıyor. Resim defterinde yeni bir sayfaya açıp başını kaldırıyor. Gözleri benimkilere kilitleniyor. Şaşıp kalıyorum. Ela. Bu kelime, içsel Josh bilgileri listeme ekleniyor. Gözleri bazen yeşil, bazen de kahverengi gözüküyordu. Artık bunun sebebini biliyorum. Ela. Josh’un gözleri ela. Yeşil-kahverengi bir sise doğru süzülüyorum. Kaleminin hışırtısı, hoparlörden gelen eski bir halk şarkısının sesine karışıyor. Birleşen ezgileri özlem, karmaşa, acı ve sevgi dolu. Dışarıda fırtına bulutları patlıyor. Yağmur ve rüzgâr da melodiye katılıyor, ben de eşlik ederek mırıldanıyorum. Başım pencereye çarpıyor. Şaşırarak doğruluyorum. Kâsem ve tabağım boş. “Ne zamandır buradayım?” “Bir süredir.” Josh gülümsüyor. “Ee. Kullandığın ilaçlar bayağı iyiler, değil mi?” İnliyorum. “Bana salya akıtmadığımı söyle.” “Salya yok. Mutlu gözüküyorsun.” 13


“Mutluyum zaten.” Çünkü... mutluyum. Gözlerim kararıyor. “Isla,” diye fısıldıyor. “Gitme vakti geldi.” Başımı masadan kaldırıyorum. Başım masaya nasıl geldi? “Kısmet kapanıyor.” “Kısmet ne?” “Kader,” diyor. “Ne?” “Kafenin adı.” “Ah. Tamam.” Onu dışarıya, gecenin içine doğru takip ediyorum. Hâlâ yağmur yağıyor. Yağmur damlaları iri ve ılık. Başımı çıplak ellerimle kaparken Josh da resim defterini tişörtünün altına sokuyor. Bir an karnını görüyorum. Harika. “Leziz bir karın.” Şaşırıyor. “Ne?” “Efendim?” Dudaklarının kenarlarında bir gülümseme dolaşıyor. Onları öpmek istiyorum, dudağının iki köşesine de birer öpücük kondurmak. “Pekâlâ kaçık.” Başını iki yana sallıyor. “Ne tarafa?” “Ne için ne tarafa?” “Evine.” “Bana mı geliyorsun?” Çok seviniyorum. “Seni eve götüreceğim. Saat geç. Üstelik çok yağmur yağıyor.” “Ah, bu çok nazik bir davranış. Çok naziksin.” Islak asfalttaki trafik ışıkları sarı sarı parlıyor. Yola işaret edince Amsterdam Caddesi boyunca koşuyoruz. Yağmur daha hızlı yağmaya başlıyor. “Şuraya!” diyorum ve üzeri bir yapı iskelesiyle kaplı bloğun altına giriyoruz. Ağır yağmur damlaları alüminyuma bir tilt oyununa benzer seslerle çarpıyor. “Isla, bekle!” 14


Ama çok geç. Genelde yapı iskeleleri, kötü havadan kaçınmak için ideal ama bazen çubuklar bir tür huni yaratacak şekilde birleşiyor, bu da suyu biriktirip bir insanı tamamen sırılsıklam edebilir. Sırılsıklamım. Tamamen. Saçlarım yüzüme yapışıyor, yazlık elbisem vücuduma yapışıyor ve su, sandaletlerimle ayaklarımın tabanları arasında hışırtılar çıkarıyor. “Ha ha.” Bunun gerçek bir gülüş olduğundan emin değilim. “İyi misin?” Josh yapı iskelesinin altına eğiliyor, şelalenin etrafını dolaşıyor, sonra yine yanıma doğru eğiliyor. Gülüyorum. Karnımı tutuyorum. “Ağzım... acıyor... gülünce. Ağzım. Ağzım ve karnım. Bir de ağzım.” O da gülüyor ama dikkati dağınık. Birdenbire gözleri bilerek yüzüme doğru çıkınca başka bir yere baktığını fark ediyorum. Gülümsemem genişliyor. Teşekkürler, sapık huni. Josh kıpırdanıyor, duruşu rahatsız. “Neredeyse geldik, değil mi?” Sokağın karşısındaki bir sıra kalkan duvarlı binaya işaret ediyorum. “İkincisi. Bakır yeşili pencereleri ve eğik çatısı olan bina.” “Onları daha önce çizmiştim.” Gözleri etkilenmiş bir şekilde büyüyor. “Çok güzeller.” Annemle babamın dairesi, on dokuzuncu yüzyılın sonlarında yapılmış Flaman tarzı evlerin arasında. Ev sahiplerinin basamaklarına çiçek koyacağı ve geçenlerin çiçekleri mahvetmeyeceği kadar güzel olan nadir mahallelerden birinde yaşıyoruz. “Annem de onları seviyor. Güzel şeyleri seviyor. O Fransız. O yüzden bizim okula gidiyorum.” Josh beni üzerinde pembe bahçe gülleri olan kapıya doğru yönlendirirken sesim kesiliyor. Evimdeyiz. Elini belimden çekince, ancak o zaman elinin belimde olduğunu fark ediyorum. 15


“Merci,” diyorum. “Bir şey değil.” “Teşekkürler.” “De rien*.” Hava, yağmurla kaplı güllerin kokusuyla ağırlaşmış. Binanın içinde yolumu arıyorum, o da kaldırımda heykel gibi bekliyor. Artık koyu kahverengi saçları benimkiler kadar ıslak. Burnundan aşağı birkaç su damlası iniyor. Bir koluyla tişörtünün altındaki resim defterini tutuyor. Yine, “Teşekkür ederim,” diyorum. Cam kapıdan onu duyabileceğim şekilde sesini yükseltiyor. “Dinlen, kaçık. Tatlı rüyalar.” “Tatlı,” diye tekrarlıyorum. “Rüya.”

* Fr. Rica ederim. 16


ikinci bölüm

Aman Tanrım, dün akşam ne yaptım ben??????????

17


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.