Yürek Söken Cinayetleri
Bir Melek Teyze Polisiyesi - Yürek Söken Cinayetleri Yazarı: Çağan Dikenelli Genel Yayın Yönetmeni: Önder Zeki Keleş Düzelti: Fahrettin Levent Kapak İllustrasyon: Hürel Çobanoğlu Kapak Tasarım ve Mizanpaj: Mehmet Büyükturna 1. Baskı: Şubat 2014, İstanbul ISBN: 978-605-63860-4-6 YAYINEVİ SERTİFİKA NO: 27010 Baskı ve Cilt: Kayhan Matbaacılık Davutpaşa Cad. Güven San. Sit. C Blok No: 244 Topkapı / İstanbul Tel: 0 212 612 31 85 Kayhan Matbaacılık Sertifika No: 12156 Yayımlayan: Mendirek Yayıncılık Yenimahalle Sel Sk. No: 8/2 Küçükçekmece / Istanbul Tel: 0212 540 10 61 Internet adresi: www.mendirek.biz E-mail: mendirekyayinlari@gmail.com
Bir Melek Teyze Polisiyesi 2. Kitap
Yürek Söken Cinayetleri Çağan Dikenelli
5
Alışveriş Zamanı Sabah ışığı eğimli sokakların üstünde seke seke gelip gözlere batıyor, şirret kahkahalar atıyordu. “Annea, eve gidelim bea!” diye içten bir böğürtüyle bu furyaya katıldı Oğul. Melek Teyze ise kümesi saldırıya uğramış bir tavuk gibi yaygaraya başladı hemen. “Kız yeni çıktık evden, ne evi, yürü bakayım, aaa!” “Yoruldum bea!” dedi Oğul hoyratça çekiştirilirken. “Öküz gibisin oğlum, bi şeycikler olmaz sana,” diyerek sırtına şap şap vurdu Melek Teyze Oğul’un. “Sana da bir şeyler alcam ayol, ay deli mi etmeye çalışıyorsun sen beni?” Son bir kez daha şansını denedi, bir an önce eve dönüp zamansal kaygılar taşımadığı için saatler geçse de hâlâ karşı balkonda çamaşır astığını düşündüğü Lale Ablasını bir kez daha görme özlemi içindeki Oğul. “Çişim geldi!” Ve lafına devam edemeden koluna müthiş bir çimdik yiyiver-
6
di. Bir çabuk kaçmasa, o türlü türlü dedektiflik gereciyle balyoza dönüşmüş çantanın da kafasına inivermesi işten değildi. “Şimdi gösteririm ben sana evi, gerzek Hüsamettin. Çabuk buraya gel.” Omuzlarını kaldırarak “Iıh,” dedi Oğul. Korkudan donuna kaçırmasına saliseler kalmıştı ki, oğlunun şeyini kaşıdığını gören Melek Teyze birden yumuşayıverdi. “Gel bitanem benim, gel canım, şu alışverişi yapalım, sana koca bir çukulata alıcam. Hemen de eve gidicez, hadi benim edepli oğlum. Yaramazlık etme bakiim sen...” Oğul, tıpış tıpış yanına gelip durunca Melek Teyze öfkeli gözlerini, durmuş kendilerini izleyen iki gence çevirdi pat diye. “Evinizde televizyon yok mu sizin çocuum? Hadi bakalım, hadi, Allah Allaaah!” Ardından hızla yürüyüp mahalleden arkadaşı Sarı Fatoş’un, bankacı kocası Metin’in ikramiyesini yatırarak kekeme oğulları Burak’a açtığı Albeni Butik’in önüne vardılar. Her Salı oraya yeni mallar gelir, mahalleli kadınlar da bu gerçeğin akıllarından çıkıp gitmesine asla izin vermeyip sabah oldu mu şıp diye oraya damlarlardı... Genç adam sapsarı saçlarının altından cin gibi gözlerle bakarken tam da eşikte duruyordu. “Mee... mee, mee.” “Sana da merhaba Burakçım, canımın içi,” deyip oğlanın yanağından sıkı bir kesme alarak kendini içeri attı Melek Teyze. Burak’ın melemelerini dinleyecek durumda değildi. Can düşmanı Hayriye’nin biraz ötede, bir öbeğe gömülmüş debelendiğini müşahade ettiği için vakit kay-
7
betmeden oraya ulaşmaya çabalıyordu. Koca götünü savurarak kalabalığın arasına daldığında Oğul’un da peşinden geleceğini zannetmesi hataydı. Dev adam çekik gözlerini kendisi için de bir hoşgeldin cümlesi kurmaya çalışan butikçi Burak’a dikmiş, bir türlü bitmeyen kelimenin yarattığı değişik anlamlarla başetmeye çalışıyordu. Beyninde oluşan edepsiz çağrışımların kendisine gülümseyen bu şirin yüzle uyuşmaması aklını bir hayli karıştırmıştı. Melek Teyze bir çabuk öbeğe gömülürken “Aaa, Hayriye, sen de mi buradaydın?” deyip fazla bir iltifata gerek duymaksızın gözlerini aşağıya indiriverdi. Bu tür ihraç fazlası mallarda fazla seçenek olmadığını çok iyi biliyor, anca çıkan bir iki kaliteli parçayı da bu melanet karıya kaptırmamak için elinden geldiğince çabuk davranmaya gayret ediyordu... “Aaa, Melek!” diyerek gereksiz bir merasimi isteksizce yerine getiren Hayriye de ondan pek farklı bir durumda değildi. Diğer kadınlar ürkek gözlerini önlerindeki malları çekiştirip hallaç pamuğu gibi savuran bu iki şişko kadının sinirli yüzlerine çevirip yavaş yavaş başka bölümlere doğru uzaklaşırken Melek Teyze ansızın pembe pembe, mor çiçekli, pek şık bir gömleği fark etti. Beyni kol kaslarına sinyali o kadar hızlı göndermişti ki, bir horoz bile o ani refleksle baş edemezdi. Ama büyük bir güçle kendine çektiği gömlek yerinden bir gram oynamaz ve sadece havaya kalkıp diğer kumaşların arasından sıyrılırken; horozdan daha hızlı birisinin varlığı can sıkıntısına dönüşüp midesine oturuverdi. Neden sonuç ilişkisi açıkça önündeydi artık. Gömleğin diğer kolu Hayriye’nin derin yarıklarla boğum boğum olmuş çirkin koluna doğru uza-
8
nıyordu. Bakışlar ağır ağır yükselip tam göz seviyesinde birleşti bir çabuk. Kadının yüzü ekşiyip buruşunca kemerli büyük burnu da küçük kıllarla çevrelenmiş ağzına girecek gibi olmuştu. Gömleği sertçe kendine çekmesi ise ağız dalaşının ilk adımlarını ortaya döküverdi. “Hayriye Hanıım, Hayriye Hanıım, yine o uzun kolunu bi taraflara sokmadan duramadın bakıyorum,” dedi Melek Teyze bir yumruğunu beline yerleştirip gömleği hafifçe geriye, yani eski yerine çekerek. “Önce ben tuttum, görmüyo musun?” “Ay babanın malı mı ayol? Önce o tutmuş. Külliyen yalan. Senin gözlerin de gitmiş Melek, yaşlılıktan olsa gerek!” Hayriye gözlerini belerterek çevreyi tararken Melek’ten iki yaş daha genç oluşunu ima ediyor olmalıydı o kart sesiyle. “Hadi hadi, şov yapma bakayım millete. Bak herkes bize bakıyor.” “Hahaayt, benim şova ne ihtiyacım olcak Melek Hanım. O bi kere senin gibi ilgiye muhtaç insanların başvuracağı bi yol yani.” “Kız, bu gömleğe nasıl gircen sen duba gibi vücudunla. Manda gibi olmuşsun manda, önce git bi perhiz yap iki üç yıl sonra gel, o zaman söz ben vericem sana...” “Ay hiç güleceğim yoktu ayol. Sen hiç aynaya bakmıyor musun edepsiz karı. Sen otuz üç yıl önce gelseydin de giremezdin bunun içine fil yavrusu...” “Ver bakiyim şunu!” Caart! İkisi birden öküz gibi asılınca ortaya çıkan bu nahoş
9
ses Burak’ın “Nasılsın aslanım,” lafını bir çırpıda söyleyip oraya dönmesine yol açmıştı. Tabii ki, iki kadın kıpkırmızı yüzleriyle utangaç tavırlar sergilerken o annesinin arkadaşlarını elinden geldiğince teskin etmeye çalışacaktı. “Ö, ö...ö...” Pat diye kafasına tokadı çarpıverdi Oğul. “Öpemezsin bea!” İleriye doğru uçan Burak “Önemli değil!” diye bağırdı, sanki boğazına kaçan büyük lokma dışarıya fırlıyormuşçasına. Zeki gözleri durumun komedisini yansıtırcasına parlak parlaktı öksürüp diğer kadınlara bakarken... Tabii bir hayli de şaşkın. “Aaa, naapıyorsun Oğul?” diye bağırdı Melek Teyze. “Çabuk buraya gel bakiim. Burak oğlum sen de bu azgın arsız karının kusuruna bakma. Aklı fikri benim şeylerimde gözü çıkasıcanın.” “Ö... ö... ö...” “Aaa, bana baksana bakiim sen terbiyesiz karı. Sen çekiştirip yırtmadın mı gömleği, aaaa, ne yalancı şeysin ayol.” “Ö... ö... ö...” “Nee! Ben mi yırttım? Bana baksana sen, kaz kılıklı çamur yelloz, o tarafa geçersem saçını başını yolarım senin..” “Ö.. ö.. ö..” “Sensin öküz bea!” Melek Teyze yaygarayı kesip hemen o tarafa döndü ve gördüğü manzara karşısında sadece bir “Aaa!” nidası döküldü ağzından. Oğul Burak’ı yakasından yakaladığı
10
gibi kaldırmış bağırsak kurtlarının başını döndürecek şekilde sarsmaya girişmişti. “Önemli, öhhö, Oğul, bıraksana yaa,” diye geveledi Burak. Demek ki Oğul’u bir gün boyunca onun yanında bıraksalar kekemelik problemi yok olup gidecekti. “Oğuul!” diye o tarafa seyirtti hemen Melek Teyze. “Ne demiştim ben sana, bak cimcik geliyor.” Burak tekrardan yere konar konmaz dükkân Hayriye’nin “Hii, ay şuna bakın şuna, yaşa be Burakçım,” cümlesiyle sarsıldı. Tabii ki bu bağırış Melek Teyzenin midesinin öfkeyle burulmasına ve hasetle yanan gözlerinin yıldırım hızıyla o tarafa dönmesine yol açtı. Aaah ah! Şişko papağan süper bir parçayı tutmuş havada nasıl da sallıyordu kurumlana kurumlana. Bunu göreceğine ölse daha iyiydi canım. “Ay gördün mü Melek Hanım? Nasıl, yakıştı mı?” diye diye kasaya doğru yürüdü Hayriye. Melek Teyze ona cevap vermek yerine sinirini yok etmek için Oğul’a okkalı bir tokat yapıştırıp dükkânın içlerine doğru kovalamayı seçti. Diğer kadınlar kıs kıs gülüşürken Hayriye şovunu sürdürüyordu. “Yarın şunu giyip şöyle bir dolaşayım canım. Ha ha haa. İsmi lazım değil, bazılarının da önünden geçeyim de mosmor olsun kıskanç karılar...” Buruş buruş derilerin arasına gömülmüş kıskançlıktan kopkoyu gözleriyle hemen o tarafa döndü Melek Teyze. Çevresindeki bazı kadınlar sanki o an Oğul’u bırakıp kendilerini tokatlayacakmış gibi yanlara kaçıştılar. “Ay, güleyim bari. Ayol sen Medrano Sirki’ne git ya-
11
rın. Kapışırlar kız seni. Palyaço açığı varmış orda. Çirkin papağan.” Bu arada Hayriye hem parayı ödüyor hem de elini göğsüne sürte sürte “Çatla da patla,” deyip duruyordu. Tabii, bu çocukça, ilkokul seviyesine yakışacak tavırlar size komik gelebilir, fakat bunlar o taraflarda hemen hemen her gün yaşandığı için artık kanıksanmış gibiydi. Burak da bıyık altından gülüyor, Oğul’dan da kurtulduğu için bir kat daha neşeli veriyordu para üstünü... Melek Teyze kaldırımları altları aşınmış topuklarıyla doping iğnesi yapılmış yaşlı bir at gibi döverek ilerlerken öfkesi görülmeye değerdi doğrusu. Butikte on beş dakika daha eşelenmesine rağmen şöyle bir tane bile içine sinen şey bulamamıştı. Gözlerinin önünde mütemadiyen o şalakuta karının gülüşü oynayıp duruyordu. Oğul Tanrının bağışı altıncı hissine sığınarak birkaç metre uzakta yolculuk etmeyi yeğliyor, kıçını sağlama alıyordu bu arada. İşte köşedeki seyyar satıcının önüne de bu koşullarda varıldı. Küçücük Amasya elmalarını elinde evirip çevirecekken birden kara yağız delikanlı o koca dudaklı ağzını açıverdi. “Hoop ablacım, ellemek yok anadın mı!” “Niye yavrum, senin mallarının dokunulmazlığı mı var ayol, milletvekili mi bunlar?” “İste, biz veririz ablacım,” dedi delikanlı boynunu kasıp kaşlarını bilmişçesine kaldırarak, Oğul’un homurdanışına pek de itibar etmeden. “Tabii tabii, siz seçmeyi bizden iyi biliyorsunuz,” dedi Melek Teyze hemen. “Kurtlar bize, elmalar size, ooh ne âlâ.”
12
“Yok be ablacım, ne alakası var, benim mallarda bi tane çürük bulamazsın, bi tane.” “Ayol en başta sen çürüksün gerzek, otuz saattir boşu boşuna konuşturuyosun beni. Çürük bulamazmışız! Niye seçtirtmiyon o zaman?” “Yok hanımabla, sen alıcı değilsin belli. Kavga etmeye gelmişsin. Hişşt, hoop bırak arkadaşım.” Oğul elmayı ağzına tıkıp sanki hiçbir şey yapmamışçasına kıpırdamadan durdu. Otuz iki dişi birden apse yapsa anca o kadar şişerdi yanakları. Satıcı çekik gözlerin yuvalarında suçlu kıpırtılarla dönüşüne bakıp oğlanda bir gariplik olduğunu fark etti ama bu onu pek ilgilendirmiyordu. “Ohooo, bu ne yaa!” “Ay ne olcak bi elmanı yediyse pinti herif. Sanki tezgâhı battı.” “Tövbe tövbe!” dedi satıcı derin bir nefes salarak. Kıllarla çevrelenmiş yüzü bir anda kapkara olmuştu öfkeden. “Sen bana sabır ver ya Rabbim.” O sırada bir elma donk diye kafasında patladı. “Haysikiyim lan nooluyo!” Oğul şiş ağzıyla zorlukla nefes alırken anlamsız bakışlarını seyyar satıcıya dikmişti ama eli hâlâ havadaydı. “Hadi Oğul’cum hadi, uyma sen bu gerzeğe, gel gidelim,” dedi Melek Teyze yavrusunu çekiştirerek. “Haydaa, bi de biz gerzek olduk. Siktireceksiniz bu gidişle bi taraflarınızı ama haa!” Zınk diye durdu Oğul. İşin kötüsü Melek Teyze de onunla birlikte durmuş ve genç adamın bir noktada birleşmiş kalın kaşlarına dikmişti gözlerini.
13
“Ay zaten sinirim tepemde, bi de senle uğraşmayayım şimdi mankafa.” Adam göğsünü şişirip boynunu kırarak sordu. “Yoksa ne yaparmışsın lan, ağzına sıçtığımının bunağına bak anasını satayım.” Melek Teyze bir sürü şey söylemeye hazırlanmıştı ama buna zaman bulamadı. Oğul’un iki koca adım atmasıyla kasılıp duran ve türlü mimikle etrafa tehdit saçan herifin önüne konması bir oldu. Aradaki tezgâhı elinin tersiyle ittirip devreden çıkardığında tam karşısında dımdızlak kalan satıcı artık ona bakamıyordu maalesef. Bir saniye kadar dehşet içindeki gözleriyle takozundan kurtulan koca tezgâhın yokuş aşağı paldır küldür inişini izledikten sonra “Vıyy, anam anam!” diye bağırarak koşturmaya başladı. Oğul’un öne uzanan ağacımsı kolları boşluğu kendine doğru çekmiş, sonra da birçok yerde anlamsızca kurbanını aranmıştı. Dertli dertli ya da daha doğrusu şok içinde aşağı koşturan adam aslında ne kadar da şanslı olduğunun farkında bile değildi. “Gel güzel oğlum, gel canım,” diye Oğul’u çekiştirdi Melek Teyze. Merdivenlere doğru hızlı hızlı adımlar atarlarken aşağıda, galiba bir arabaya toslayan tezgâhın çıkardığı ses, normal bir insanı dehşet içinde bırakabilirdi. Ancak Melek Teyze, çoktan geçen gün aldığı lakerdanın bozuk çıkmasından duyduğu kızgınlığa ve o bok çuvalına nasıl dersini vereceğini düşünmeye yoğunlaşmıştı. “Elma istiyom bea!” diye bağırmak istedi Oğul ama ağzında zaten bir tane durduğu için dışarıya sadece ve sadece garip böğürtüler döküldü.
14
Süha’nın ufak tefek şarküterisine geldiklerinde Melek Teyzeyi bir gülme sarmıştı. Platonik âşığının, yani yetmişlik vergi dairesi emeklisi Sezai Beyin kendisini görünce nasıl da utanıp yolunu değiştirdiğini düşünüyordu cık cık ederek. Demek sadece telefona yetiyordu şimdilik cesareti. İlahi Sezai Bey! Halbuki Melek Teyze bir an başka bir yere baktığı için kaçırmış olabilirdi ama zavallı adam aslında onu görünce heyecanlanıp aklında güzel bir selam kurgularken geçen gün açılan çukura düşmüş ve iniltiler içinde orada kalakalmıştı. “Aleykümselam Süha Efendi,” diyerek, dükkânın dışındaki tel bölmeye sokulmuş azgın bir dobermanla çarpık bacaklı bir pitbullun dışarıya fırlamış bembeyaz dişlerine aldırmadan içeri daldı Melek Teyze. “Noolacak senle işimiz bilmiyorum?” “Yine ne oldu yaa!” diye homurdandı Süha. Dökük saçlarının altında, çenesine inik bıyıklarıyla, yüzü bir buldogdan daha sevimli değildi. Koca rakı göbeğini ovalayarak doğrulurken Melek Teyzeyi ne kadar sevdiğini belli edercesine suratını buruşturdu. İşin doğrusu bu kadına iyicene gıcık kapmaya başlamıştı artık. “Ne suç işlemişiz?” “Ay ne işleyeceksin. Bu da düpedüz bozuk çıktı Süha. Oğuul, çabuk buraya. Bir daha söylemiycem.” Köpeklere havlamayı kesip içeri baktı delikanlı çekik gözleriyle ama oradan ayrılmaya niyeti de pek yokmuş gibi duruyordu. Pitbull da yaygarayı bırakmış, kokuları kesik kesik burnuna çekerken kendisine pek bir benzeyen bu iriyarı adamı izliyordu. Anlamsız suratı o an kendisini
15
dışarı bıraksalar ne yapacağını hiç belli etmiyordu. Ya da Oğul’u içeri soksalar, o ne yapardı acaba? “Nasıl bozuk çıktı yaa?” dedi boğuk çiyan sesiyle Süha dişlerinin arasından bir cıklama fırlattıktan sonra. “Biz de evde bunu yiyoruz kardeşim. Sarıyer’den özel getirtiyorum. Fıstık gibi lakerda, neyini beğenmedin.” “Al işte,” deyip bir torbayı açarak cam kavanozu tak diye bankonun üstüne koydu Melek Teyze. “Kokla bakayım şunu.” “Ne koklaması, lokum gibi şeyi ne koklıycam be!” Süha elini kavanoza daldırıp üstteki lokmayı bir çabuk ağzına yuvarlamış ve şapur şupur yalayıp yutmuştu. “Bu mu kokmuş?” dedi sonra yalanarak. “Her şey böyle kokmuş olsa keşke.” Şaşkınlıkla karşısındaki soytarıya bakarken bir öfke selinin yükselip benliğini ele geçirmesine zorlukla engel oldu Melek Teyze. “Aaa, sen dalga mı geçiyon benle Süha Efendi? Bir kulak burun boğazcıya git bence hiç vakit geçirmeden. Ayol nasıl almıyon kokuyu? Şu dışardaki köpeklerin önüne koysan bayılır gider körolasıcalar.” Bilmiş gözlerini alaycı bir tavırla yaşlı kadına dikmişti Süha. “Koku alıyorum kardeşim almam mı, mis gibi lakerda kokuyor, mis!” “Bana baksana sen!” diyerek kıçını yere indirdi Melek Teyze. “Geçen gün peynir için de aynı çingene muhabbetlerini yaptın bi şey demedim. Ay ne sinameki sinir adamsın be. Beğenmedim ben kardeşim. Geri alıyo musun almıyo musun sen onu söyle.” “Almıyorum,” dedi Süha göğsünü şişirip burnunu
16
gıcık bir tavırla kaşıyarak. “Memnun değilsen başka şarküteriye git kardeşim. Ben devamlı senin kaprislerinle uğraşamam.” “Yaa, demek öyle,” dedi hiç beklemediği bu tavır karşısında koca bir nefes salıp düşüncelere kapılan Melek Teyze. “Öyle kardeşim, beğenmiyosan başka kapıya. Anlaşılan çok şımartmışlar sizi buralarda.” Önündeki tahtaya eğmişti başını yine. Bir yeni kaşarı incecik dilimlemekle uğraşıyordu kıllı, tombul elleriyle. “Peki şimdi sana soruyorum Süha Efendi. Bunlar son lafların mı?” Melek Teyze ellerini beline koymuş, zeki gözlerle karşısındaki adama bakıyordu şimdi. Başını kaldırıp “Öyle kardeşim, noolcak?” dedi Süha, geçmişinden gelen bıçkın tavırlarla. “Noolcak göreceksin,” dedi Melek Teyze pis bir gülüşle. “Sen kiminle aşık attığını bilmiyorsun Süha Efendi. Mahalleye gelir gelmez eceli gelmiş köpek gibi cami duvarına işemenden belli. Melek Teyze kimmiş çok yakında öğreneceksin.” “Aman çok korktum.” “Hahaayt, tavırlara bak! Derneğe adım atıp bir de bıyığı sallandırınca tuttuğunu götüreceğini mi zannettin şişko domuz. En çok üç gün içinde gelip önümde diz çökmezsen, yalvarıp ağlamazsan bana da Melek demesinler. Bak yazıyorum buraya.” Götünü hışımla sallayarak çıkışa doğru yürüyen yaşlı kadının arkasından sinirli suratıyla baktı Süha. “Bir daha buraya gelirsen ayaklarını kırarım, söyleyeyim yal-
17
nız.” Sonra bıçağı hışımla karşı duvardaki reyona çarptı. “İnsanı dinden imandan ediyorlar be!” “Bekle sen bekle, kim kime naapıyormuş göreceğiz. Yürü Oğulcum.” Oğul köpeklere hırlamayı şak diye kesip annesinin yanına çark ettiğinde içeriden de bir “Siktir git lan!” lafı patlamış ama Melek Teyze çoktan planını yaptığı için o tarafa bakmamıştı bile. Bu gerizekâlıyla daha fazla muhattap olmasına şimdilik gerek yoktu. Oğul dönüp bir kez daha havlama isteğiyle yanıp tutuşsa da kendisini çekiştiren annesinin saçtığı negatif enerji beynini kara bulutlarla sarıp düşünmesini engelleyince, koca adımlarıyla yan sokağa seğirtiverdi. Caddeyi sarmış korna gürültüleri arasında Oğul’un sızlanmaları yokolup gidiyordu. Melek Teyze şahin gözleriyle her yerde arayıp durduğu kozmetikçiyi tam da önlerinde görür görmez kart sesiyle tüm gürültüleri bastıran bir çığlık patlattı. “Aaa, bak burada varmış kız. Gel.” “Köpeği istiyom annea,” dedi Oğul bir parmağıyla burnunun derinliklerinde bir şeyler ararken. “Ayol çeksene elini burnundan körolasıca aaa,” dedi Melek Teyze oğlunun isteğini duymazdan gelerek. “Çek çabuk!” Yanlarından geçen çoğu kişi, nacizane istekleri sorulsa, bu koca adamın en az bir on saniye daha elini burnunda tutmasını tercih ederlerdi muhakkak. Oğul koca bir öbek sümükle kaplanmış parmağını çıkarıp pantolonuna silerek herkesin midesini kaldırdıktan sonra “Dur bea!” diye kontrolsüzce bağırdı.
18
“Gel Allahın cezası. Ay çıldırıcam şimdi. Fıtık etçen sen beni fıtık!” Tabii, dükkândan içeri böyle paldır küldür ve bağıra çağıra girince içeride kim varsa ilgisini çekecekleri aşikârdı. “Öhhö öhhö,” diye öksürdü birisi kalın kalın. Gözlerini kısıp tezgâhın arkasında duran bol kıllı izbanduta baktı Melek Teyze. Sonra aklında bir sürü soru işareti dolaşırken yavaş yavaş iç bölüme doğru ilerlemeye çalıştı. Ama gömleğin üç düğmesini çözüp kılları dışarı fora etmiş izbandut ağır bir şiveyle “Buyür, ne istediydün hanım apla?” deyince durup tekrar adama baktı. Oğul da kapıda durmuş, tüm ışığı keserek gölgesini tezgâhların üstüne düşürmüştü. “Ruj alacaktım evladım. Oğuuul, gel çabuk.” “Öhhö. Ruj neyin kalmadu aplacım.” “Ay, ruj nasıl kalmaz, şaka mı yapıyosun oğlum. Bak hepsi şuracıkta duruyor.” “Sen ne alacağıdın?” “GoldenRose, gül kurusu evladım.” “Hah, o kalmadı işte, ben annadıydım ne diyecağını da ondan şey ettim.” “Pastel de olur.” “Iıh, o da yoh.” “Aaa, üstüme iyilik sağlık. Max Factor!” “Eee, o da yoh galba.” Melek Teyze “Eeeh!” diye elini sallayıp tezgâhların oraya giderken izbandut telaşla tezgâhın arkasından fırla-
19
mıştı bile. Kadına yetişemeyince patlak gözlerini belertip suratına uzatılan ruja baktı bön bön. “Hani yoktu oğlum. Ayol alay mı ediyon sen benle? Aaa. Sende bir şeyler var ama ne?” “Şeey, aplacım, bi yarım saat sonra gelivesen. Aha burayı bana emanet ettüler, fakat şeyi şey edemiyom.” “Neyi ne edemiyon?” dedi Melek Teyze şüpheli gözlerini iyice kısarak. “Fiyatları şey edemiyom aplacım.” Ve yaşlı kurnaz gözler yakaladığı bir detayla sevinç içinde parlayıverdi. Bir ter damlası o kalın boyundan akıp kılların arasında kayboluvermişti. “Tamam evladım tamam, sen sıkma canını,” diyerek Oğul’u yanına çağırdı. İzbandut iyicene açılmış ve ferinin kaçtığı bi güzel ortaya dökülmüş gözleriyle, yaşlı kadının oğlunun kulağına bir şeyler fısıldamasını izlerken yeniden tezgâhın arkasına yerleşmişti ve sabırsızlıkla masaya vurduğu kalın parmakları bu ikilinin bir an önce dükkândan gitmesini beklediğini gösteriyordu. Oğul bir altmışlık kadının ağzından kulağını çekerek doğrulup büyülenmiş gibi üstüne yürürken o hâlâ kafasında kurduğu cümleye, yani ‘Hoşça kal aplacım’a fikslenmiş kalmıştı. Ama durumlar hiç de umduğu gibi gelişmedi. Oğul tezgâhın öbür tarafında durup, Melek Teyze biraz kamburunu çıkarmış, merakla olan biteni izlerken izbandutun yakasına yapıştı ve diğer eliyle karşısındaki takoz kafaya muhteşem bir yumruk patlattı. Herif tam bir öküz olmasa, bu durumda her normal insan gibi bayılır giderdi. Ama o, bir iki sallanıp kirli sakala batmış kara gözlerini karşısındaki Çinli bozmasına çevirdi kırpıştırarak.
20
Melek Teyze “Hadi Oğuul, ne bekliyosun ayol!” diye fısıldayıp, darbelerin devamının gelmesini desteklerken bu sefer izbandudun yumruğu Oğul’un çıkık elmacık kemiklerine inmiş fakat Oğul, diğer adamın tersine ne geriye ne de ileri sallanmamıştı. O anda dükkânda olan birisi, gözlerini ovalayıp bir sessiz sinema seyretmediğine kendini inandırmak için uğraşabilirdi. Gerçekten de ortada ne bağırış ne çığırış vardı. Ağızlar sıkıca kenetlenmiş, ortada sadece kara yağız adamın burundan alıp verdiği içten soluklar kalmıştı. İkinci yumruk suratında patlayınca ağzı hafif açıldı ve iki tane diş bankonun üstüne düşüp kanlı izler bırakarak yuvarlandılar. “Oyff!” sesi de adanayla birlikte gelen acılı ezme gibi bir şeydi. Ama kanlı patlak gözlerini ileri dikip bir yumruk daha savurmasını engelleyememişti bunlar. Oğul hafifçe sarsılıp gözlerini iyice açtıktan sonra dönüp annesine baktı, izbandutun yakasını sıkıca tutmayı bırakmadan. “Hadi oğlum, ne duruyosun ayol?” diye fısıldarken hafifçe yaklaşıyor, bir yandan da çantasındaki elektroşok aletini aranıyordu Melek Teyze. Ağzından akan kanları yalarken belermiş gözlerini odaklayıp bir kez daha Oğul’a kenetlendi izbandut. “Ananı bellerim ulen yar...” diye bir küfüre girişmişken eli de havaya kalkıverdi. “Oğuul!” diye kızgınlığını ustaca kısık sesine yansıttı Melek Teyze. Böylece Oğul, dönüp iriyarı adamın suratına tam tamına üç tane yumruk patlattı. Anında çuvala dönüşüp tüm ağırlığını Oğul’un güçlü bileklerine bırakmıştı izbandut.
21
Kendini yakışıklı buluyor olsaydı, uyandığında perşembe pazarı görünümüne kavuşmuş o iğrenç yüzü ameliyat ettirmek için hemen bir estetik cerrahına koşardı. “Annea, bana vurdu bea!” diye bağırdı Oğul adama bir tane daha çakarak. Yorgana vurulsa daha tok bir ses çıkardı açıkçası. “Hişşt, sus sus!” diye fısıldadı Melek Teyze elini telaşla sallarken ve oğluna peşinden gelmesini söyleyerek merdivenlerin olduğu bölüme doğru ilerledi. Arkasından izbandutun yere çarpış sesini duyunca Oğul’un kendisini izlediğini anlayarak rahatlamıştı. Alt kata inen merdivenlerin yanında duran tezgâha baktı kurnaz gözleriyle ve daha önce uzaktan müşahade ettiği gerçeği bir de yakından inceledi. Biri ya da birileri çarpıp gözlükleri yere düşürmüş, sonra da yerine koymadan yokolup gitmişti. Metalin yerle buluştuğunda çıkardığı sesi takmadığına göre ya sağırdı ya da başka bir şeyin peşindeydi Allahsız. Hadi bakalım bismillah! Merdivenlerden inerken kulağına garip sesler gelmeye başlamıştı. İnilti falan mıydı acaba? Arkasında homurdanan Oğul’a bir çimdik atıp kulaklarını biraz daha açtı. Sesler seyrettiği filmlerden bir sürü sahneyle bağdaşıp sayısız anlamlar yaratırken o topuklarını yere mümkün olduğunca yavaş koymaya çalışarak inmeye devam etti. Bodrumun kapalı kapısının önünde durduklarında ne yapmaları gerektiğini düşünmeye çalışıyordu. O sırada kesif bir fırça, yani “Sus lan, sus!” dikkatini çekti. Arkaik nefes sesleri de kapının öte yanından bir çağrışım esintisi üflüyordu suratına. Elektroşok aleti elinde kıpır kıpırdı
22
Melek Teyzenin. Orada iğrenç bir şeyler yaşandığı belliydi, ama ne? Kaç kişiydiler acaba? Polisi çağırmadan içeriye dalmak doğru olur muydu? Bütün bu sorular Oğul’un “Annea, ben sıkıldım bea!” lafıyla anlamlarını da gizliliklerini de yitiriverdi. “Ulan, kim!” seslerini duyarken beklemenin saçmalığını idrak edip kapıyı açan Melek Teyze şakkadanak içeri daldı ve gördüğü manzara karşısında kulaklarına kadar kızardı bir anda. Kel, şişko, aşırı kıllı bir herif bir kızı masanın üstüne yatırmış bir güzel becermekteydi. Bacaklar havaya kalkmış, insandan bir sapan oluşturmuştu. Toparlanıp pantolonunu çekerken alkollü olduğu belli olan, kıpkırmızı ve oldukça düşman bakışlarla adam, ‘canınıza okurum ulan’ sinyalleri göndermeye çalışıyordu. “İmdaaat, tecavüz ediyorlar!” diye bağırdı süt gibi beyaz bir vücuda sahip kız zayıf, titrek sesiyle. Ama bu öyle bir bağırıştı ki ne yüzdeki yapay korku ifadesine ne de içinde bulunulan duruma uyuyordu. Kapı açılır açılmaz ortaya çıkan görüntü bir kez daha çakıverdi yaşlı dedektifin beyninde ve kızın tırnaklarının girdiği şiş deriler midesini hop diye kaldırıverdi. “Sus lan orospu!” diye koca bir tokat çaktı pantolonunu çeken adam. Kız yere düşüp Oğul’un önüne doğru yuvarlanırken suratı gerçeküstü bir tablodan çıkmışçasına yamuk yumuktu... “Dur bakalım orda. Tutuklusun!” diye bağırdı Melek Teyze sağa doğru hareketlenerek. Elindeki alete güvenemiyor, adamı Oğul’la bire bir bıraktırmaya çalışıyordu.
23
Tecavüzcünün, tipine bakıp bir şeye benzetemeyeceğini düşünerek de ekledi: “Emniyettenim ben.” “Ananızı sikerim ulen, orospu çocukları!” diye bağırdı bu lakırdılara inanmayan adam. “Siktirin lan, çekilin kapıdan!” Bir bıçak, metalin tehditkâr göz kırpışlarını göndererek parıldadı elinde. Lafın muhatabı Oğul o an ne ölümün soğuk yüzüyle ne de kendisine yöneltilmiş tehditlerle ilgileniyordu. Paralize olmuş delikanlının tek gördüğü bembeyaz, çıplak bir bedendi. Hemen önünde, evet efendim, cıbıl cıbıl, ofş, üşümüş gibi; elleriyle o yumuşacık memişleri sarmalayan beden, nasıl da tatlı duruyordu... Şişko, bıçağı ileri savurarak bir iki adım atarken Melek Teyze panik içinde bağırdı. “Oğuul, dikkat et!” Kapıyı koca bedeniyle tamamen kapatmış çocuğun yüzüne yerleşen o tatlı gülüş, içine düştüğü hayallerden sıyrılmasının ne kadar zor olduğunu açıkça gösteriyordu. “Oğuul!” Adam hüngür hüngür ağlayan kızın yanından geçip gözlerini aşağıya dikmiş yarmaya bıçağı büyük bir iştahla salladı. Çaat diye bir ses onun bu hareketine başarıyla eşlik edecek ve hemen ardından o, şaşkınlıkla “Aah!” diyerek büyük bir ağrıyla işlevsizleşen bileğine bakacaktı. Melek Teyze elindeki aleti ustaca bir atışla odanın diğer tarafına göndermiş ve adamın elindeki bıçağı bir sihirbaz gibi yokedivermişti. Keşke savurunca da çalışabilseydi şu elektroşok. “Ananızı avradınızı!” diye bağıran adam Oğul’a müthiş bir yumruk yapıştırdı. Sonra da hiç beklemeden pata
24
küte girişti dev oğlana. “Çekil lan şurdan, yavşak! Çekil laan!” Melek Teyze şok aletinin peşine düşmüş, duvarın kıyısından yavaş yavaş kayarken Oğul büyülenmiş gözlerini kızdan bir türlü ayıramıyor, kıvrık dudaklarıyla utangaç bir gülüşün açılışını yapıyordu. Üstüne akan darbeler, o vuruşlar hayallerinde giriştiği eylemle bire bir çakışıyor muydu ne? “Oğuul, seni gerzek, vursana ayol!” Iıh. Hiç bir ses oğlanın aşılmaz duvarlarını yıkıp geçemiyordu. Melek Teyzenin kart çığlıkları sanki bir kuyunun içine konulmuş, üstüne de tonlarca toprak atılmıştı. Yüzünde, midesinde patlayan yumruklar da yavaşladı bu arada. Akşamdan kalma şişko zorlukla nefes alıyor, yüzünden kilolarca ter akıyordu yere. İşte o sırada. Kız “Ay, lütfen uyan, imdaat!” diye bağırdı. Onun sesi, kıpırdayan ağzı, kırpışan gözleri... Oğul’un içine düştüğü hipnozu ortadan kaldıran şey oldu. “Eee, ne var bea! Annea!” diyerek çevresine bakındı Oğul. “Vur oğlum şuna, hadi aslanım!” diye haykırdı Melek Teyze elektroşoka bir adım daha yaklaşırken. Oğul söyleneni kendince yorumlayıp üstünde teğel dokuyan adamı kıçındaki kottan tutarak havaya kaldırdı ve bir koç başı gibi duvara çarpıverdi. Çataa, sesi moğol suratının memnuniyetle gerilmesine neden omuştu. Sonra ilerledi ve yerde yuvarlanarak kendisine gelen adamı bir daha tuttu. “Döverim bea manyak!” Tekrar havaya dikildi adam.
25
Oğul açısından bakılırsa, artık kımıldama becerisini tamamen yitirmiş bir şeyi tutmak işini kolaylaştırıyordu. “Dur oğlum, dur,” dedi Melek Teyze, ama bunun bir şeyi değiştirmeyeceğini bilerek, yani iş olsun diye söylemişti. Sonuçta adam duvarda pasta gibi patlarken kızın dehşet içindeki çığlıkları bodrumun taş duvarlarında yankılarla büyüdü...