Dr şivan'ın kitap incelemesi

Page 1

1


Giriş

Kitap; ‘’Kısaca Kürt Tarihi ve Kürt Millet Hareketleri’’ ve ‘’Irak’ta Kürdistan İhtilali’’ olarak iki kısımdan, bu kısımların alt başlıkları halinde sıralanmış metinlerden oluşmaktadır. , Dr. Şivan; Kuzey Kürdistan’da doğmuş ve yaşamının önemli bir kısmını Kuzey Kürdistan’da geçirmiş bir isim olmasına karşın; yaşadığı dönemde Güney Kürdistan’da ulusal mücadelenin yükselişte olması onu da etkilemiş, Güney Kürdistan mücadelesini merkez alarak Kuzey Kürdistan’da benzeri bir modeli T-KDP girişimiyle, Mustafa Barzani döneminde Güney’e geçip orada askeri kamplara katılarak önüne bir hedef olarak koymuştur. Kürt Tarihi, Kürt Sanatı, Kürt Dili, Kürt Ulusal Kurtuluşu, Kürdistan’ın parçalanması, Güney Kürdistan’da ki direnişler, Kuzey Kürdistan’da yaşanan katliamlar, emperyalist güçlerin Kürt ulusal sorununu yok sayması vb. konular üzerine toplu görüşlerinin detaylı bir biçimde yer aldığı, bütün konuların doğrudan birbiri ile ilişkili olmasa da; ortak paydasının Kürdistan sorununu içerdiği bu kitap da; Dr. Şivan’ın birçok konu hakkındaki görüşlerini okuyabilmekteyiz. Bununla beraber; Irak devletinin Güney Kürdistan’da izlediği politikaları, peşmergenin ve Kürt halkının direnme yöntemlerini, Kürtler içinde mal varlığı bulunan ihanetçi caşları1 Kürt ulusunun Güney’deki yaşamını, mücadele etmeye bağlılığını Dr. Şivan’ın oldukça iyi düzenlemiş kronolojisinden okumakta, olaylar arasındaki bağlantıları kolay bir biçimde kurabilmekteyiz.

Yazarın Hakkında Bilgi 1935 yılında Dersim’in (Tunceli), Qısle (Nazimiye) ilçesine bağlı Cıvrak (Sarıyayla) köyünde doğdu. Soyadları ‘Yurtsever’ olan birçok akrabasını Dersim katliamında kaybetti. “Akis”, “Forum”, “Vatan”, “Yön”, “Dicle – Fırat”, “Sosyal Adalet” ve “Milliyet” gibi gazete ve dergilerde yazılar yazmıştır. 49’lar davasından yargılanmıştır. 1965 ile 1967 yılları arasında Isparta’da asker iken bu dönemde Antalya’da yargılanan Sait Elçi ve diğer TDKP yöneticilerini ziyaret etti. 49’lar davasının sonuçlanmasından sonra; doktorluktan ve kamusal alanda çalışma hakkından men edildi. Ulusal kurtuluş hareketlerinin yükselişte olduğu, Güney Kürdistan’da yaşanan Kürt isyanlarının sıcaklığını koruduğu bir dönemde; Kuzey Kürdistan’da sömürgeciliğe karşı bir direniş başlatmak istedi. Sait Kırmızıtoprak, Kürtlerin milli, siyasi, ekonomik, demokratik ve kültürel taleplerini içeren, örgütsel olarak modern, ilerici, devrimci, milliyetçi bir Kürdistan Partisi kurma amacından hareketle; Kuzey Kürdistan’da mutlak kurtuluş için sömürgeciliğe karşı; gerilla mücadelesi verilmesini savunan ilk Kürt siyasetçilerindendir. Bu amaçla parti kurma girişiminde bulundu. O dönem Türkiye ve Kuzey Kürdistan’da gerilla mücadelesinin belirli bir alt yapısı olmamasından ve Güney Kürdisan’da yükselişte olan Kürt siyasal mücadelesine destek vermek amacıyla; Güney Kürdistan’a bir grup arkadaşı ile beraber geçiş yaptı.(4 Ekim 1969)

1

Caş: Kelime olarak ‘’eşek sıpası’’ anlamına gelir. Güney Kürdistan devrimi sürecinde, Irak devleti tarafından para ile tutulmuş, peşmergelere karşı savaştırılan, Kürt asıllı Kürdistan’ın hainlerine denir.

2


Güney Kürdistan’a birlikte geçiş yaptığı arkadaşlarının isimleri: Çeko (Hikmet Buluttekin), Soro (Nazmi Balkaş) ve Reşo Zilan (Ahmet Kotan) Belirli bir süre Irak KDP’sinin kamplarında faaliyet yürüten Dr.Şivan ve arkadaşları; hem Güney Kürdistan mücadelesine destek oldu hem de burada gelişen ulusal hareketin Kuzey Kürdistan’a nasıl taşınabileceği üzerine çalışmalarda bulundu. Sonuç olarak 28-29 Haziran 1970 tarihlerinde Ankara’da T-KDP’nin kuruluşunu gerçekleştirdi. Şivan ve arkadaşları için; “…Türkiye’de çözümü gereken birinci ve acil çelişki: Kürt millet gerçeği”dir. Kurulan partinin amacı, 1- Birinci etap; Kürtlerin red ve inkarının kaldırılması, Kürt halkının resmen tanınması, 2- İkinci etap; Kürtlerin milli demokratik haklarının verilmesini/alınması, 3- Üçüncü etap; Kürt halkının, kendi kaderini bizzat kendisinin tayinidir. Partinin mücadele anlayışı daha çok ulusal kurtuluş temelinde olmuş ve ezilen ulus içerisinde yer alan farklı sınıfsal katmanların bir arada, birlikte mücadelesini savunmuştur. Kuzey Kürdistan’da ulusal mücadeleyi örgütlü bir hale getirmek, sömürgeci güçlerle uzlaşmak yerine anti-sömürgeci bir eksende ayrı bir devlet kurma, Kürdistan’da iktidarı ‘burjuva demokratik’ bir programda ele geçirme açısından T-KDP atılımı o dönem için oldukça ileri bir adımdır, ancak Marksistler olarak meseleyi ulusal atılımla birlikte; sınıfsal pencereden de değerlendirdiğimizde; T-KDP’nin farklı toplumsal çıkarları temsil eden sınıfları ‘ulusal mücadele’ ‘Kürt millet gerçekliği’ başlıkları altında mücadele içerisinde uzlaştırmayı esas alan, öncelik ‘Kürt gerçekliğini tanıtmaktır’ şekilde belirlenen yönelim ise eleştirilmesi 3


gereken geri yönüdür. T-KDP’nin programında o dönem yükselişte olan ve organik bağ kurmaya çalışılan Irak KDP’sinin ideolojik-politik etkisi olduğu su götürmez bir gerçekliktir. Dr. Şivan (Dr. Sait Kırmızıtoprak) ve iki arkadaşı, Brusk (Hasan Yıkmış), Çeko (Hikmet Buluttekin); Sait Elçi, Mehemedê Bego ve Abdüllatif Savaş’ın öldürülmesi ile ilişkilendirilen bir komplo sonucu Gilala’da 26 Kasım 1971’de infaz edilirler. Bu açıdan T-KDP ölü doğan bir çocuktur. Eserleri : – Kürt Millet Hareketleri ve Irak’ta Kürdistan İhtilali , 1975 – Kuzey Irak Kürt Halk Hareketi ve Baas Irkçılığı , 1975 – Zmanê Kurd , 1976 – Cahş û Cahşîtî – Ezen ve Ezilen Milletler Sorunu – Mem u Qol – Ferheng Kurdî û Tırkî 1971 – 1975

*Okuyucunun Kitaptan Edinebileceği Bilgi Başlıkları

-Kürt ulusunun ve Kürdistan’ın tarihsel gelişim çizgisi, tarihte diğer devletlerle kurduğu ilişkiler -Kürt ulusunun dili, dini, edebiyatı, sanatı, tarihte öne çıkan ulusal isimleri -Kürt ulusunun Kuzey Kürdistan’da 1925 ile 1938 arası(Şeyh Said ile Dersim Direnişleri arası) dönemde sömürgecilerin kanlı politikalarına karşı nasıl örgütlendiği, nasıl karşı koyduğu -Emperyalist devletlerin Kürdistan’ın parçalanmasındaki rolü -Kuzey Kürdistan’da TC’nin Kürtleri Türkleştirme politikaları ve sonuçları *Kitabın birinci kısmı Kuzey Kürdistan’a ağırlık verirken; ikinci kısmı Dr. Şivan’ın da hayatta olup tarihe şahitlik ettiği Güney Kürdistan’daki dönemlere dair bilgiler, görüşler içermektedir. İkinci kısım tamamen Güney Kürdistan’ın KDP önderliğinde nasıl örgütlendiğini, Kürt ulusunun ulusal özgürlük mücadelesine nasıl yaklaştığını, ne kadar katıldığını, ihanetçi kesimleri; Mele Mustafa Barzani’nin Irak hükümetleriyle girdiği mücadele ve politikalarını, askeri stratejilerini anlatmaktadır. 1-Beş Parça Kürdistan – Kürdistan’ın Bölünüşü Dr.Şivan Kürdistan’ın bölünüp parçalanmasını tarihsel anlaşmalarla ve aktarımlarda bulunduğu yabancı yazarlarla ispatlarken; dikkat çeken kısım ise Kürdistan’ın beş parça olduğunu savunmasıdır. Genel olarak bu da Kürt hareketleri içinde zamanında çokça tartışılmış bir konudur. Kitabın girişinde Dr. Şivan Kürdistan’ı coğrafya olarak tanımlarken sınırları şu şekilde çizmektedir: ‘’Tüm Ortadoğu topraklarını kapsayan bir harita üzerinde, Kürt halkının ezici bir çoğunluğun halinde yaşadığı bölgeler tetkik edildiğinde(incelendiğinde); Kürdistan’ın

4


Ortadoğu’nun adeta belkemiği manzarasında bulunduğu görülür. Türkiye, Irak, İran, Suriye, SSCB siyasi sınırlarıyla bölünen Kürdistan; masif ve birleşik bir toprak kitlesi halinde olup 500.000 kilometrekarelik bir alanı kaplar.’’ (syf.27) İkinci kez beş parçaya bölünmüşlüğü konusuna; Sykes-Picot anlaşmasından bahsettiği bir paragrafta değinir: ‘’1914 yılına kadar, uzun yıllardan beri, iki devletin siyasi hudutlarıyla bölünmüş Kürdistan, savaştan sonra tatbik(uygulama) alanı bulan Sykes Picot gizli anlaşmalarının Ortadoğu’ya uygulanması sonunda; bu kez beş ayrı parçaya bölünmüş bulunmakta idi: Türkiye, İran, Irak, Suriye ve küçük bir parça ile de Sovyet Kürdistanları.’’ (syf.77) Dr. Şivan, Kürdistan’ın ilk olarak bölünme sürecini Kürtlerin kendi zaafları ile ilişkilendiriyor, bu zaaflara ek olarak Kürt coğrafyasının Moğollarla başlayan ağır istilalarını, Kürt prenslikleri arasındaki rekabetin bölgede güçlü olan iki devlet(Osmanlı-İran) tarafından paylaşımını şu şekilde aktarıyor: ‘’Şerefname, Moğollardan sonra da, Kürt prenslerinin aralarında bir türlü anlaşamadıklarını, mezhep rekabetleriyle ailevi kıskançlıkların sürüp gittiğini, birbirilerinin boğazına sarılan bu prensler yüzünden, Kürt halkının birleşerek merkezi bir teşkilatlanmaya gitmekte geç kaldığını, uzun uzun anlatmaktadır. Bu durumun yarattığı dağınık ortamda, Kürdistan prensliklerinin, Kürdistan’ı yeni yabancı istila hareketlerine, özellikle İran şahlarıyla Osmanlı Sultanlarına karşı, müşterek(ortak) bir savunma hattı kurarak koruyabilmeleri, adeta imkansızdı. Nitekim birleşmekte gittikçe geciken ve tek tek de Kürdistan’a göz dikmiş merkezi devletler ordusuna karşı koyamayan Kürt Beylikleri, kendilerini bekleyen tarihi akıbetten kurtulamadılar. 23 Ağustos 1514’te Osmanlı Sultanı Yavuz Selim’in Şah İsmail’e karşı kazandığı meydan savaşının sonunda Kürdistan, büyük yarısı Osmanlı hudutları içerisinde kalmak suretiyle, ikiye bölündü.’’ (syf.41) Kürdistan’ın tarihsel olarak bölünüşünü ilk olarak 1514’ten başlatmak mümkündür. Bu bölünme Dr.Şivan’ın da aktardığı üzere iki büyük devlet arasında gerçekleşmiştir. O dönem içinde daha güçlü olan Osmanlı; Kürdistan’ın büyük bir kısmını ele geçirmiştir. Bugünkü Osmanlı’dan arta kalan TC sınırları içinde yer alan Kuzey Kürdistan’ın; halen Kürdistan parçaları içinde en büyük parçası olması yüksek ihtimalle bu tarihsel süreçten(yani 1514’ten) kaynaklandığı ileri sürülebilir. Kürt aşiretlerinin, mezheplerin, ailelerin kendi aralarındaki rekabet, kavga, birleşememe sorunu o dönem yaşamış pek çok Kürt edebiyatçısı tarafından işlenmiş bir konudur. Bu edebiyatçıların en önemlisi; Kürt prensleri ve beylerinin kendi aralarında anlaşıp birleşik ve merkezi bir kuvvetli devlet kuramamalarından yakınan Kürt şairi Exmede Xani (16501706)’nin Kürtçe eseri olan Mem ile Zin’dir. Az önce yukarıda alıntı yaparken Dr.Şivan’ın bahsettiği Bitlisli Şeref Xan’ın yazdığı ‘Şerefname’ isimli eser de aynı sorunu işlemektedir. 2-Kemalizmin ‘Ulusal Kurtuluşçuluğu’ ve İkili Karakteri Türk ulusunu örgütlemek, Osmanlı döneminin son demlerini yaşarken ulusal kurtuluş fikrini gündeme getirip öncü olmak açısından subay-aydın cuntalarını; Dr. Şivan gerçekleşmesi doğal bir sapma olarak ifade ediyor. Avrupalı sömürgecilere karşı gerçekleşen ulusal kurtuluş mücadelelerinin toplumsal sorunları çözemediği, bağımsızlığına ulaşan az gelişmiş ülkelerin

5


tıpkı eski efendileri Avrupalıların yöntemlerini kendilerinden daha güçsüz ve örgütsüz olan halklar üzerinde denediğini şu şekilde aktarıyor: ‘’Asya-Afrika’nın diğer bazı sömürge, yarı sömürge ya da esir durumunda bulunan milletlerinin, Avrupa’nın emperyalist güçlerine karşı giriştikleri mücadele ise, esasta, kesin sonuçlu kitle kurtuluşlarına yönelemedi. Şüphesiz bu bir sapma idi Ve bir takım temel sosyoekonomik nedenleri vardı: Bu nedenlerin en başında bu ülkelerde milli kurtuluş mücadelelerini yönetmek imkanları bulabilen küçük burjuva menşeli(kökenli) ve fakat Avrupa sömürge imparatorluklarının bir takım üst yapı müesseseleriyle dev tekniğine hiçbir şey anlamadan körü körüne hayranlık duyan, onlara özenen ve dar milliyetçi kalıplardan sıyrılamayan subay-aydın gruplarının sosyal karakteri yer almaktadır. Şüphesiz, az gelişmiş ülkelerin başlıca politik şefler eliti de denen bu subay-aydın cuntalarına, henüz ruşeym halinde bulunan yerli burjuvalarla bazı vatansever toprak derebeylerinin de yardımı olmuştur. Ama az gelişmiş ülkelerde, istihsal(üretim) vatsıları(araçları) teknik seviyesinin az gelişmişliği ve diğer tarihi faktörlerin eksikliği dolayısıyla, bu sonuçlar (yerli feodalburjuvalar yani eşraf), kurtuluştan sonra da siyasi iktidarlar üzerinde, asla devamlı ve geçerli bir tarzda, söz sahibi olamamışlardır ve daima kaderleri subay aydın cuntaların elinde olmuştur. Bu grupta bulunan az gelişmiş ülkelerden Türkiye’yi, Arap ülkelerinin çoğunu, Pakistan’ı, Nijerya’yı vs. örnek olarak sayabiliriz. (syf.78-79) Dr. Şivan’ın tespitleri oldukça önemlidir. 1923’lerde kuruluşunu ilan eden TC az gelişmiş, batı özentisi subay-aydın cuntaları tarafından kurulmuş; bir yanıyla batıya hayranlık duyan diğer yanıyla kendi ulusunu yere göğe sığdıramayan bir ırkçı mantaliteye sahipti. Bunun sonucu olarak az gelişmişlikle birleşen ırkçı mantalite; diğer uluslara karşı girişilen katliamların, asimilasyonların temelini oluşturdu. TC’nin kuruluş mantığını, kurulduğu ekonomik alt yapıyı doğru kavramak; bugünkü işleyen sömürgeci süreci anlamak için oldukça önemlidir. Aynı sayfaların devamında Dr. Şivan’ın ulusal kurtuluş hareketlerini; öncüsü ve örgütlenme şekline göre iki grupta değerlendirdiğini görüyoruz. Birinci grupta ‘’uzun vadeli halk savaşları ve gerçekten halkçı teşkilatlar kanalı ile, köylü-işçi kitlelerine dönük, gerçek halk kurtuluşlarını gerçekleştirmelerine mukabil(karşılık düşen)’’ Çin, Vietnam ve Cezayir gibi ülkeler; ikinci grupta ise ulusal kurtuluş mücadelesinin hemen sonrasında Avrupalı sömürgeciler gibi davranan subay-aydın cunta kesimlerinin öncülüğünde gerçekleşen, emekçi halkı burjuva kesimlerin kurbanı eden Türkiye, Arap ülkelerinin çoğunluğu(Irak, Suriye vb.) ve Pakistan yer alıyor. İkinci grubun karakterini Dr. Şivan şu şekilde aktarıyor: ‘’Avrupalı güçlere karşı yürütülen mücadelelerin seyrinde ortaya çıkan subay-aydın politik eliti, siyasi bağımsızlıkların kazanılmasından sonra da, siyasi iktidarın yegane sahibi haline geldi. Halktan yana temel sosyal dönüşümlere girişemeyen bu tip bir siyasi iktidarın, kısa vadeli taktiklerle, sosyal sınıflar arasındaki sürtüşmelerin üstünde kalmak ve bir denge unsuru olmak şeklindeki pozisyonları, aslında bir kamuflajdan ibaretti. Zira ırkçı-faşist ideolojilerin şartlandırdığı bu politik elitler (komprador takımı ve eşraf) çıkarlarını korurlar ve zamanla kendileri de, devletin çeşitli imkanlarını kendi şahısları ve yakınları yararına kullanmak suretiyle, birer komprador haline gelirler. Buna mukabil kurtuluş mücadelelerinin bütün yükünü sırtlayan ve yabancı güçlerin kovulmalarından sonra, memleketlerinin bütün zenginliklerine haklı olarak sahip olabilecekleri uman geniş köylü-işçi kitlelerinin hayatlarında ise, hiçbir değişiklik olmaz. Zenginlerin ve eşrafın koruyucu meleği haline gelen subay-aydın sivil cuntaları, mülksüz ya da fakirlerin şu ya da bu yoldan iktidara yaklaşmalarını temin için, işte ya terör idaresi kurarlar ve yahut da bir takım seçim

6


oyunlarıyla, yine perde arkasında, siyasi iktidarın iplerini ellerinde tutmakta devam ederler.’’(syf.79-80) Dr. Şivan’ın tanımlamaları çok yakın bir örnek olan TC örneğine uymaktadır. Ulusal kurtuluşu örgütleyen İttihat Terakki kökenli Kemalist subay-aydın kadrolar geniş işçi-köylüemekçi kitleleri etrafında toplamış ve TC’nin kuruluşunu gerçekleştirmiştir. Osmanlı imparatorluğunun altında ezilen öte yandan Avrupalı sömürgecilerin işgali altında yaşama riski taşıyan emekçiler; ulusal kurtuluş sonrası kendi mücadeleleri ile kurulan devlette ülkenin kaynaklarından faydalanmak, memleketlerinde söz sahibi olmak yerine iktidar dışına itilmiştir. Kemalistler 1950’lere kadar askeri cunta ağırlığıyla CHP tarafından iktidarı elinde bulundurmuş, daha sonra demokrasi perdesiyle Demokrat Parti gibi iktidarların oluşmasına göz yumsa da ipleri 27 Mayıs 1960 darbesinde olduğu gibi ellerine almayı bilmiştir. TC’nin kuruluşuna öncülük eden Kemalist kadrolar ikircikli oynayarak köylücü, halkçı görüntüsü altında yerli burjuva sınıfının yaratılmasının, işçi-emekçi düşmanı olan kapitalist sistemin gelişmesinin önünü açmıştır.

Kemalist küçük burjuva kadroların yalnızca Türk işçi-köylü halkına değil Kürdistan halkına karşı işlediği halk düşmanı suçları ve politikaları Dr. Şivan şu şekilde aktarmakta: ‘’Başka bir deyişle, Avrupalı güçlere karşı yürütülen mücadeleyi beraberce ve omuz omuza yüklenen ve fakat kurtuluştan sonra ise kendilerinden daha az imkana sahip diğer bir kardeş milli unsuru, ırkçı-faşist egoizm ve oportünizmle inkar etmek, eritmeye çalışmak. Bu mazlum milli unsurun maddi ve manevi değerlerini sömürmek ve bu ezilen milletlerin nefsini korumaya kalkması halinde, onu jenositler, kitle sürgünleriyle yok etmek Bunun sosyolojik ifadesi: asimilasyondur.’’ Özetle Dr. Şivan; ulusal kurtuluştan önce Kürt halkına sözler veren, ulusal kurtuluşu birlikte örgütleyebilmek için Kürtleri ikna eden küçük burjuva Kemalist kadroların iktidarı ele alınca geldiği inkarcı, ikiyüzlü konumu ifade ediyor bu paragrafıyla. 3- Şeyh Said Direnişi Ulusal Bir Direniştir Kitabın ilerleyen bölümlerinde; Kürt ulusunun tarihte ulusal haklarını savunmak, düşman güçlerin saldırılarına karşı topraklarını korumak, diğer uluslarla eşit haklara sahip olabilmek için bir dizi isyanlardan bahsedilmektedir. Bunların belki de 20.yy başları açısından en önemlisi ve TC’ye karşı girişilen ilk direniş örnekleri arasında yer alan ‘Şeyh Said Direnişi’dir. Şeyh Said direnişi 1925’te gerçekleşmiş, Kürdistan’ın birçok ilini kapsayan bir halk ayaklanmasıdır. Dr.Şivan’da Şeyh Said direnişini değerlendirdiği bölümde meseleyi bu şekilde ele alıyor. Kemalizm’in ‘Laiklik, ilericilik’ maskesi altında Kürt halkına saldırmasını, haklarını tanımamasını ve buna karşı gelişen haklı bir direniş olan Şeyh Said direnişinin gericilik olarak damgalanmasını; bir burjuva politikası olduğunu, Kemalizm’in Kürtlere karşı ikiyüzlü kanlı politikasını somut verilerle sunuyor. Şeyh Said direnişinin anlatıldığı bölümde konuyla yakından ilgili bir mesele hakkında başka bir kaynaktan aktarım da yapılıyor. Bu mesele Kürdistan’ın 20.yy başlarında parçalanması, TC’nin emperyalist güçlerle Kürdistan üzerine yaptığı gizli anlaşmadır. Alıntılanan metinde şu bilgiler geçiyor: ‘’… Irak petrol şirketlerinin, İngiltere dışında kalan hisselerinin tamamı, yani İngiltere’nin sahip olduğu %50’nin dışındaki %50 hisse ABD ile Fransa arasında paylaşılacak. Türkiye ise

7


Sevr’in tatbik edilmemesi(uygulanmaması) ve Kürdistan’ın büyük parçasının kendisine bırakılması karşılığında, Musul ve petrolleri üzerindeki isteklerinden vazgeçecekti…’’2 Yukarıdaki alıntıda görüldüğü üzere bir anlaşma karşılığı(bu anlaşma bölgesel iktidarlar ile uluslar arası emperyalist güçler arasında) Kürdistan toprakları TC’nin belirli ‘tavizler’ vermesinin karşılığı olarak Türkiye topraklarına gasp edilerek dahil edilmiş bir ülkedir. 1920’lerde Kürtlere kendi ulusal kimlikleri ile açık olan TBMM’de ilk tepki Erzurum Milletvekili M.Hüseyin Avni Bey tarafından verilmişti. Bu alıntının hemen ardından Avni Bey’in konuşmasından bir paragraf sunuluyor: ‘’Bu memleket, Kürtlerin ve Türklerin müşterek(ortak) malıdır. Bu kürsüden iki milletin söz söyleme konusunda eşit hakları vardır: Türk milleti ve Kürt milleti.’’ Dr.Şivan’ın da belirttiği üzere; Kürtler kandırılmış, TC tarafından ulusal komploya uğramıştı. Bu aldatmanın ve ırkçı politikaların en açık ifadesini 1930’da Manisa’da gazeteye demeç veren dönemin Adalet Bakanı M. Esat Bozkurt yapacaktı: ‘’… Sadece Türk Milleti’nin bu memlekette milli haklar isteğinde bulunma hakları vardır. Diğer unsurların böyle bir hak talebinde bulunmalarına imkan tanınamaz.’’ Bu sözlerin devamı gelecekti, yine aynı isim söylediklerini daha da genişletip kafatasçı olduklarını ilan edeceklerdi: ‘’Gerçekleri saklamanın gereği yoktur. Türkler bu memleketin yegane sahipleri ve yegane efendileridir. Türk orijininden gelmeyenlerin(Türk olmayanların) bu memlekette sade bir tek hakları vardır: Asil Türk milletine kusursuz olarak hizmetkarlık ve kölelik etmek…’’3 Kemalist iktidar; hayata geçirmek istediği ırkçı politikaları uygulayabilmek ve Kürtlere verilen sözlerin gündeme getirilmemesi için yığınla entrika izlemiştir. Bunlardan biri de önemli Kürt isimlerini polis aygıtı ile ortadan kaldırmak olmuştur. Aldatıldığını, gidişatın kötüye olduğunu fark eden Kürt ulusu Şubat 1925’de seksen yaşında olan Şeyh Said’in önemli bir yer tuttuğu ayaklanmaya girişecekti. Şeyh Said direnişinin daha doğrusu 1925 Kürt ulusal direnişinin; direnişin öncü isimlerinden olan Şeyh Said’in ‘Şeyh’ olmasını bilinçli bir çarpıtma ile ‘gerici’ olarak yaftalayanlara veyahut direnişi sadece Şeyh Said ile sınırlayanlara Dr.Şivan kitabında somut bilgilerle bu direnişin Kürdistan’ın geniş coğrafyasına yayılmış olduğunu, birçok aşiretin bu ayaklanma için canla başla çalıştığını ortaya koyuyor: ‘’Dersim’in öteden beri Kürt milli değerlerini hassasiyetle korumakla ün yapmış Koçan Aşiretlerinin direnme ihtilaline fiilen katılmaları ve Seyit Rıza ile diğer Alevi Kürt aşiretlerinin de Şex Said Kuvvetlerinin kuzeyini emniyete almaları, 1925 Hareketinin genişliğini ve Kürt milli birliğini aksettiren en müşahhas(somut) tarihi delilerdir.’’(syf.91-92) Dr. Şivan, Şeyh Said direnişini doğru bir neden-sonuç(TC’nin Kürtlerin haklarını vermemesi, Kürtleri inkar etmesi ve Kürtlerin bunun sonucu olarak direnişe geçmesi) bağı ile aktararak; Kemalizmin ve Kemalizm menşeli Türkiye solundan sosyal şoven kesimlerin ‘’Şeyh Said gerici bir isyandır, cumhuriyete düşmandır’’ yalanlarını bilimsel bir şekilde çürütüyor. Şeyh Said isyanının ulusal temelde geliştiğini, TC’nin Kürtleri aldatmasının neticesi olarak ve haklı olarak bir halkın kendini savunmasından daha doğal bir şey olamayacağını savunuyor. Bununla beraber ‘şeyh’ olmasından kaynaklı olarak Şeyh Said’in ‘gericilikle’ suçlanmasına, 2 3

Joyce Blau, Le Probleme Kürde (Kürt Problemi) syf.34 Milliyet Gazetesi, 31 Ağustos 1930

8


örgütlediği direnişi ‘cumhuriyet yıkmak amacıyla’ yaptığına dair iftiralara karşı ‘’…Şex Said büyük insani meziyetlere ve katıksız milliyetçiliği ile, Kürt tarihinin iftihar sayfalarına büyük adını kanıyla yazmıştır.’’4 sözleriyle Şeyh Said’in ulusal bir önder olduğunu, Kürt ulusunun haklı davasını örgütlediğini savunuyor. Direnişin eksik kalan yönünü, başarısızlığın temelinde yatan öznel ve nesnel nedeni ise şu şekilde ifade ediyor: ‘’… Buna rağmen, 1925 Kürt milli direnme hareketi başarıya ulaşamadı. Bunun nedenleri konusunda çok şey söylenmiştir. Bizce haklı ve meşru bir çıkış noktasından (Türkleştirme tatbikatına ve diğer asimilasyon zorlamalarına karşı) harekete geçen Kürt halk kuvvetlerinin sonuca ulaşamamasının en önemli ve en başta gelen nedeni, uygulanan askeri stratejinin yanlışlığıdır. Elindeki yarı muntazam(düzgün) ve çok eksik teçhizatlı kuvvetlerle, genellikle dağlık ya da muntazam ordu birlikleri için gayri müsait olan(müsait olmayan) arazi parçalarında, hükümet kuvvetlerini oyalayarak zaman kazanmak ve bu arada kadrolarını pekiştirmek yerine, hareketin başlarında cazibesine kapılanarak savaşın ovaya intikali(geçişi) ve hele Diyarbekir’in muhasara edilmesi(kuşatılması) şüphesiz küçümsenemeyecek askeri stratejik hatalardı. Bununla beraber yukarda da gördüğümüz gibi, lider, büyük bir şansızlık eseri olarak hareketin başlamasından önce, bu konuda kendisine yararı dokunabilecek münevver ve uzman bir kadrodan mahrum edilmişti.’’(syf.92) Dr. Şivan öznel hata olarak; Amed’in(Diyarbekir’in) kuşatılmasıyla ovaya çekilen savaşın düzenli ordunun işine yaradığını, aslında gerilla savaşı tarzının verilip kadroların yetiştirilmesi gerektiğini, direnişin uzun bir döneme yayılması gerektiğini; bunun yapılmaması sonucu düzenli ordunun gerilla güçlerini(Şeyh Said etrafında toplanmış silahlı dirençilerini) stratejik olarak ezme durumunun askeri bir gerçeklik olduğunu savunmaktadır. Öte yandan nesnel bir gerçeklik ise; TC devleti Kürtleri inkar etmeye başladığı dönemle birlikte önemli siyasal kadroları tasfiye ettiği için ve hemen akabininde isyan başladığı için, bu kadroların isyanda yer alamamasının da büyük bir askeri ve stratejik uzmanlık açısından eksiklik yarattığını ifade ediyor. Özetle Şeyh Said direnişine eleştirel bir biçimde yaklaşan Dr. Şivan (eleştirel olan kısım direnişin yaygınlaştırılamamasıdır, direnişin haklılığından şüphesi yoktur); meseleyi bu şekilde ortaya koymaktadır. Bir ulusun kendi kaderini tayin etmesi ve haklı davasını savunması bağlamında o dönem Dr. Şivan’la aynı dönemi paylaşan Türkiye solunun MDD(Milli Demokratik Devrim) modelini savunan Mihri Belli’nin Kürt ulusal sorununa yaklaşımını da eleştiren bir paragraf bulunmakta: ‘’Kürt Millet Gerçeğine’’ güya Leninci bir gözle eğilen zoraki bir sosyalistten okumak, geçekten acıdır. Mihri Belli, üst perdeden kendisini kaptırdığı ‘’Cuntacılık Merhalesi’’ hastalığında öylesine bir agonik devreye varmış ki, aksiyon gerçekliğini ve bilimsel mantık zincirini tamamen kaybeden bir perişanlık içinde, şu yargıya varmaktadır: ‘’Kürtlerin kendi hallerine bırakılmalarının (Yani Kürt halkının kendi kaderini serbestçe tayin hakkını kullanması halinin…) doğru olmayacağını ve böyle bir durumun sonunda, Kuveyt Şeyhliği gibi bir durumla karşılaşmanın kaçınılmaz olduğunu söylemektedir.’’ Mihri Belli’nin savunduğu bu türden sosyal-şoven, Marksizmin ulusal sorun konusunda temel ilkesi olan ‘Ulusların kendi kaderini tayin etme hakkı’nı tanımayan oluşum ve sözde 4

Syf.92

9


teorisyenler bugün halen Kürdistan konusuna, Kürt ulusal sorununa aynı geri mantıkla yaklaşmaktadır.

4-Sömürgecilerin Kürtlere Karşı Birleşmeleri Bölünmüş Kürdistan bugünde İran, Irak, Suriye, Türkiye dahili sınırları içinde gasp edilerek tutulmaktadır. Dr. Şivan o günkü gaspın tarihçesini anlattığı gibi; Kürdistan’ı emperyalizmin izniyle gasp eden bu dört devletin aralarında ne sorun yaşarlarsa yaşasınlar Kürt ulusunu ezme, haklarını yok sayma ve her hangi bir isyan girişiminde bir araya gelip bastırma konusunda ortaklaşıyorlardı. Kitapta Tahran’ın Saadabad Sarayı’nda imzalanan‘Saadabad Paktı’ (8 Temmuz 1937) üzerine resmi tarihin yansıtmadığı önemli bir madde veriliyor. Ayrıca bu paktın Dersim direnişinin sürdüğü yıllar içerisinde geliştiğini, Kuzey Kürdistan gelişen Kürt isyanının diğer parçalara sıçramasından endişe duyulduğunu görüyoruz. Dr.Şivan’ın aktardığı Saadabad Paktı’nın 7. maddesi şu şekildedir: ‘’Birbirlerine komşu olan bu devletlerden her biri, kendi siyasi sınırları içerisinde ya da hudutlarında vaki olabilecek ve merkezi otoriteye doğru yöneltilmiş her türlü harekete ya da silahlı eşkıya gruplarına karşı, emniyeti ve güvenliği sağlamak için; sınırda ya da o memleketin herhangi bir toprak bölümünde otoriteyi yeniden kurmak için, birlikte ve beraberce harekete geçeceklerdir.’’ Anlaşmanın 7.maddesinin kimlere karşı konulduğunu, ‘eşkıya gruplar’ olarak tanımlanan direnişçilerin kimler olduğunu anlamak zor değil. Bu anlaşma ile ‘’birlik-beraberlik’’ adı altında dört parçanın herhangi birinde çıkan isyan kontrol edilemezse; diğer parçalara hakim olan devletlerin kendi çıkarlarını da tehlikeye girdireceği için; açık bir biçimde başka ülkenin sınırlarına girip o ülkenin kolluk gücü ile isyanın bastırılması kararı alınmıştır. Kısaca birlik ve beraberlik oldukları ortak nokta ve ortak korkuları; Kürt ulusal direnişi olmuştur. Kürt ulusuna karşı imzalanan tek pakt Saadabad değildir, 1955 yılında Adnan Menderes’in teşebbüsü ile, Bağdat’ta Bağdat adını taşıyan ve bir önceki pakta benzeyen bir ittifak kuruldu. Bir süre sonra İran’ın da katılmasıyla bütün sömürgeciler tekrar anlaşma tazelemiş oldu. 5- TC’nin Kürtler ile İmtihanı TC’nin Kürtlerin bir ulus olarak varlığını inkar etme çabaları; Kürtler konusundaki temel politikasıdır. Ancak var olan bir şeyin inkar edilmesi ‘bakın işte yok’ denilmesi o şeyi ortadan kaldırmaya yetmediği için, katliamlarla, asimilasyonla bir ulus yok edilemediği için TC oldukça komik durumlara düşmüş, en sonunda Kürtlerin varlığını, dilini bugün kabul etmek zorunda kalmıştır. Elbette bu kabul yasal bir çerçevede TC’nin kendi isteğiyle, ‘demokratik’ girişimleriyle değil pratik yaşamın içerisinden gelen Kürt halkının ödediği bedellerle, mücadelelerle olmuştur. Kürt ulusu bugün varlığı inkar edilemeyecek kadar geniş bir nüfusa sahip öte yandan politik kurumları bulunan, örgütlü davranan bir halktır. Kitapta bununla bilgili birkaç hikaye var, TC’nin içine düştüğü durumu, kaba inkarcı tavrını anlamak açısından oldukça önemli olay ve hikayeler. Bunlardan ilki bir profesör ile Kürt öğrencinin tartışmasıdır. Hikaye kitapta şu şekilde aktarılıyor:

10


‘’Nasıl! Sen Kürt olamazsın, Kürt, Kürtçe ve Kürdistan diye bir şey mevcut değildir.’’ Diye kendisini adeta azarlayan bir profesörüne, öğrencisi gayet masumane bir tavırla: ‘’Öyle olsun hocam. Diyelim ki Türkiye’dekiler Kürt değildir, Türk’tür. O halde; Irak, İran ve Suriye’de kendilerine Kürt adı verilen ve bunca yıldan beri sürüm sürüm süründürülenler kimlerdir?’’ sorusuna hocası verecek cevap bulamayınca öğrencisi devam etmiştir: ‘’Madem ki biz Türkiye Kürtleri aslen Türküz, o halde diğer Kürtlerin de aslen Türk olmaları gerekir. Peki öyleyse neden Kıbrıs’ta bulunan bir avuç soydaşımıza karşı esirgemediğimiz şefkat ve yardımın binde birini; İran, Irak, Suriye’de bulunan Türk asıllı Kürt soydaşlarımıza yapmıyoruz? Hatta vazgeçtik bu yardımlardan, bizim Ankara hükümetleri değil midirler ki 50 yıldan beri Kürt halkının bulunduğu devletlerin idarecilerini sık sık bir araya getirmekte ve onlara ‘’Kürt Tehlikesi’’ni empoze etmek suretiyle bir takım Anti-Kürt antlaşmalarının (Saadabad-Kasri Şirin-Bağdat-Sento…) önderliğini yapmaktadırlar?’’ (syf.117) Kürt öğrenci ile resmi ideolojinin yetiştirmiş olduğu bir eğitimci olan profesörün tartışmasını içeren bu hikaye aslında devlet ile Kürtler arasındaki varlık-yokluk mücadelesinin, tartışmasının en yalın anlatım şeklidir. Yıllarca Türk olmadığı halde Türk sayılan ki bu Türk sayma durumu ise ikinci sınıf türden bir Türk olmaktır. Bu Türkleştirme politikasında bile aslında Türk olunmadığını devletinde gayet iyi bildiği ancak Türkleştirilmeye çalışılan Kürt ulusunun aşağı bir hizmetkar olarak görüldüğü, dışardan gelen kabul edilip ikinci sınıf, geri kalmış Türk kabul edildiği anlaşılmaktadır. Öte yandan bu TC’nin öne sürdüğü tezlerin hiçbir bilimsel, mantıki yanı bulunmamaktadır. Yukarıdaki sade hikaye bu mantıksızlığı, profesör olduğu halde bilimden uzak tavrını açık bir şekilde yansıtmaktadır. Akademi, sanat, düşünür dünyası resmi ideolojinin sınırlarına kadar bilim, sanat, felsefe yaptığı için ve toplumsal ayrıcalığını; resmi ideolojiye karşı çıkmayıp ona destek olmaktan sağladığı için bu gibi tezleri ikna olmasa dahi ‘savunma mekanizmaları’ kurarak kendini aldatmıştır. Gerçeğin peşinde koşmak isteyen, bilim yapmak isteyen, Türk olmasına rağmen bu egemen kimliği reddeden hatırı sayılır isimler ise TC’nin Kürtlere uyguladığı baskıdan payına düşeni bir ‘Türk’ olarak almıştır. Bu isimlerin en başında gelen isim İsmail Beşikçi’dir. Türk ulusu içinde, bilim dünyası içinde bilime ve vicdana bağlılığını senelerce düşüncelerinden ve Kürtlerin var olduğunu savunmasından dolayı hapis yatarak, toplumsal baskı görerek, akademi dünyasından dışlanarak ispatlamıştır. Hikayede öğrencinin; profesörün ‘’Kürtlerin Türk olduğu’’ mantığını varsayarak ‘’pekala biz Türk isek bizim İran-Irak ve Suriye’de ki kendilerine Kürt diyen akrabalarımız da Türk olması gerekiyor, öyleyse neden bu kadar Türkçülük yaparken hemen sınırlarınızın dibindeki soydaşlarınıza yardım etmiyorsunuz, Kıbrıs’taki Türkler soydaşken diğerleri neden soydaş olmuyor?’’ şeklinde öne sürdüğü soru Kürtlerin ayrı bir ulus olduğunu ispat eden kilit sorudur. Ayrıca burada TC’nin ikiyüzlülüğüne dair de önemli bir veri var elimizde. TC hem Kürtleri Türk olarak içeride kabul ederken hem de dış ilişkilerinde yani Irak, İran ve Suriye ile ‘Kürt Tehlikesi’ üzerine anlaşmalara gidiyor, onları uyarıyor. Ülke içinde Kürt yoktur derken, ülke dışında ise yok dediği bir ulusun bir tehlike olduğunu propaganda ediyor. Bir diğer ikiyüzlülük ise Kürtleri Türk olarak kabul edip, soydaş yardımı adıyla Kıbrıs’taki Türk’e yardım elini uzatırken Kürd’ü değil desteklemeyi ezme girişimlerine öncülük etmesidir. Buradan anlaşılan şudur; Kürtlerin Türk olduğu tezinin savunulması, Kürtlerin asimile edilmek, köleleştirilmek, ayrı bir ulus olduğunun unutturulması ve Kürdistan topraklarının TC sınırları içerisinde kalmasının ideolojik alt yapısının oluşturulması içindir. Bir başka komik(!) inkar hikayesi; ise bir sosyolog ve din bilgini olan Mehmet Emin Bozarslan’ın 1968 yılında, Kürtçe okuyup-yazmayı öğreten bir ‘Alfabe’ yayınlaması sonrası devletle arasında yaşanan olaylardır. Hikaye kitapta şu şekilde anlatılıyor:

11


‘’ Cumhuriyet Savcısı, sorgu esnasında, son derece kızgın ve azarlar bir tonla; ‘’Bu nedir?’’ diye sorar. M. E. Bozarslan, ‘’Alfabe efendim.’’ Cevabını verince, bay savcı küplere biner: ‘’Nasıl olur! Kürtçe diye bir dil ve de Kürt diye bir millet mevcut değildir. Kim koyuyor bu zehirli fikirlerini kafanıza?’’ Bozarslan gayet sakin bir sesle, ‘’O halde siz kendini üzmeyiniz Savcı Bey! Mademki Kürt yoktur, Kürtçe yoktur İnanınız ki şu elinizde tuttuğunuz (eliyle savcınının elinde bulunan Kürçe Alfabe’yi göstererek) Alfabe de mevcut değildir. Bari bırakınız da evime, çoluk çocuğumun yanına döneyim. Mevut olmayan bir şeyler için birbirimizi yormak anlamsız.’’ (syf.118) Prof.- öğrenci tartışma hikayesinden sonra; savcı-sosyolog tartışmasında mantık yürütme konusunda yine tökezliyor resmi ideoloji. Bozarslan zekice verdiği cevapla, devletin resmi ideolojisini savunan savcıya inceliğini, kendi mantıksızlığını sakin bir üslupla gösteriyor, onu dalgaya alıyor. Özetle Bozarslan’ın öne sürdüğü ‘’Mademki Kürt, Kürtçe diye bir şey yok; öyleyse olmayan bir şeyden bu kadar korkmanın manası var mı?’’ sorusu farklı bir gerçeğe işaret ediyor. Ayrı bir ulusun ve dilin olduğuna; ve savcının ‘gerçek’ karşısındaki korkusuna. TC’nin inkarcılığının kendini Kürdistan’da düşürdüğü en rezil, pespaye konumu ise devletin üst isimlerinin Kürdistan’da yaptığı gezierde karşılaştığı durumdur. Gittikleri yerde halk Kürtçe konuşunca buna sinirlenen devlet kurmayları halka ağzına geleni saymaya başlıyor: ''1960 yazında, kalabalık bir heyetle Kürdistan'da geziye çıkan MBK(Milli Birlik Komitesi) üyelerinden bir cuntacı, derdini Kürtçe olarak anlatmak üzere yanına yaklaşan bir köylüyü, gazetecilerin ve yanında bulunanların hayret dolu bakışları altında 'Defol yanımdan! Önce Türkçe konuşmasını öğren, sonra gel yanıma, zira bu memleket Türklerindir.'' gerekçesiyle kovmuştur. Aynı yaz, Kürdistan'ın en mühim merkezlerinden olan Diyarbekir'de aynı cuntacı tarafından, Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel'e şu sözler söyletildi: ''Size Kürt diye hitap edenlerin suratına tükürünüz.'' 1966 Varto Depremi dolayısıyla, felaketzedelere maddi ve manevi destek sağlamak gerekçesiyle(!), korkunç zelzele mahalline giden bakan Haldun Menteşeoğlu(şimdiki içişleri bakanı) gazetecilerin ve kalabalığın huzurunda felaketzedelere şöyle çıkışmıştır: ''Neredeyse yıkılan ahırlarınızı (Bakan, Vartoluların oturdukları evleri ahırlara benzetiyor!) bize birer saray gibi yutturmaya çalışacaksınız! Hem sonra nedir bu sızlanma. Burada sadece üç bin kişi öldü! Oysa Vietnam'da 30.000'ler ölüyor!'' Halkın öfkelendiğini ve kendi anadilleri Kürtçe ile protestolarda bulunduğunu duyunca, iyice zıvanadan çıkar ve şu hakareti savurur: ''İnsana benzeyen bazı mahlukların ağzında hayvani sesler çıkmaktadır!'' ve ilave eder: ''Eğer sizler bu devletten memnun değilseniz, kendinize bir başkasını arayınız!'' Bir müddet sonra, Doğu Anadolu(Kürdistan)'da yapmakta bulunduğu bir gezi esnasında, ''Bölgeler arasında farklı muamale yapıldığını, özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu'nun ihmal edildiğini...'' bağırarak ihsas eden dinleyicilerine, Başbakan Süleyman Demirel öylesine kızmıştı ki, piknik-tombul tiplerden ender sadır olunan bir tonla: ''Hudut kapımız açıktır. İsteyenler defolup gidebilirler bu memleketten!'' demiştir. ''Kimin memleketinden kimi kovuyorsun!'' diye karşılık veren bir dinleyicinin, kalabalık arasında polis tarafından kovalanması ise, bu melodramatik (acı-gülünç) sahneyi tamamlamıştır.'' (syf. 119-120)

12


Cumhuriyetin halkçılık ilkesi ile övünen Kemalistlerin; Kürtleri Türk kabul etmesine rağmen Kürtlere yaptığı ‘halkçı’ muamele yukarıda yaşanan olaylarla somut bir biçimde aktarılmıştır. Kürtleri Türk olduklarına ikna edemeyen, Türkleştirmekte zorluk çeken TC sıkıştığında ''Hudut kapımız açıktır. İsteyenler defolup gidebilirler bu memleketten!'' diyebilmiştir. Devlet yetkilileri derdini anlatmak için kendini anadiliyle ifade eden mazlum Kürde, Kürt olduğunu kendi ağzıyla itiraf edercesine ‘'Defol yanımdan! Önce Türkçe konuşmasını öğren, sonra gel yanıma, zira bu memleket Türklerindir.'' diyerek kovabilmiştir. Bu kovma girişiminde ki ‘’memleket Türklerindir’’ ile ‘’önce Türkçe konuşmasını öğren arasında’’ egemen-ezilen ilişkisi vardır. Devlet yetkilisi özetle şunu demektedir: ‘’Burası Türkler’in memleketi, sen bir Kürtsün önce Türkçe’yi öğren, Türklüğü kabul et, Türklüğe hizmet et ve yine unutma burası Türkler’indir.’’ Baran Xebatkar

13


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.