Kürdistan Mücadelesi Üzerine Toplu Görüşler

Page 1

Sömürge Kürdistan Kürtler; ulus-devletlerin yükselişe geçtiği, her ulusun kendi ulus devletini kurduğu günden günümüze kadar ulusal birliğini sağlayamamış, ulus devletini kuramamış; Mezopotamya’nın topraksız, statüsüz, devletsiz bir ulusudur. Bölüşümün tarihsel temelinde ulus-devletini kuramama ve ulusal-siyasal birliğini sağlayamama yatar. Kürdistan’ın tarihsel olarak ekonomik alt yapısı daha çok tarıma dayalı, toplumu daha çok köylü ve siyasal biçimi ise ağalık-aşiret-beylik-kabile sisteminden ve bu siyasi öncülerin imparatorluklarla, devletlerle ilişkilerinden oluşmaktadır. Bugünkü sorunun özü ise ulus-devlet kuramama sorununun 20.yy’dan 21.yy’la kadar sürüyor olmasıdır. 20. yy’ı milat olarak belirlememizin temel sebebi; bu tarihin ulusal kurtuluş hareketlerinin Asya, Afrika ve Ortadoğu coğrafyalarında yükselişte olduğu dönemlerdir. Çin, Vietnam, Angola, Güney Afrika, Fas, Cezayir gibi uluslar üzerlerindeki sömürgecilerden bir bir kurtulurken Kürdistan coğrafyasının parçalanmışlığı devam ediyordu ve Kürt ulusu ise hiçbir statü tanınmaksızın Türkiye’de Türkleştirilmeye, İran’da Farslaştırlmaya, Suriye ve Irak’ta ise Araplaştırılmaya devam ediyor, ulusal bilinci oluşturacak her türlü hareket kanla bastırılıyordu. Öncelikle sorunun kendisi tartışmak; çözümün kendisini neredeyse bulmak anlamına gelir. Kürt ulusal sorununu; Kürtlerin parçalanmışlığını tartışırken Kürdistan’ın bir ülke, toprak olarak parçalanmışlığını tartışmamak; tarihi, gerçeği, bilimsel yöntemi inkar etmektir. Kürt sorunu bir ülkede yaşayan azınlığın sorunu ya da toprakları içinde barındırdıkları Kürtlere devletlerin gaddar uygulamalar yaptığı bunun sonucu olarak demokratikleşmenin gerektirdiği ‘demokratikleşme’ sorunu değildir. Kürt ulusal sorunu bir Kürdistan sorunudur, Kürdistan’ın tarihsel olarak parçalanma ve bugüne kadar bunun devam ettirilmesi sorunudur. Kürdistan’ın sömürge olma durumu Emperyalizm çağında da sürmektedir, bu tez Emperyalizm yadsımayı gerektirmez, tam tersi iktisadi-siyasi-toplumsal olarak çelişkilerle dolu Kapitalizmin en üst aşaması olan Emperyalizm çağında eşitsiz bileşik gelişim yasasının bir ürünüdür. Kürdistan’ın bugünkü sömürge konumundan bahsederken; Emperyalizm öncesi tek başına toprağa dayalı, toprak paylaşımına dayalı bir sömürgecilikten bahsetmemekteyiz. TC burjuvazisi Osmanlı’nın sömürgeci Kürdistan ilişkilerini devralmış bununla beraber kendisi kapitalizmin temellerini atmak için ulus-devletleşme sürecine girdiği için bu ikili süreci bugüne kadar sürdürmüştür, hem bir kapitalist ulus-devlet olarak ulusal kurtuluş mücadelesinin ürününü hem de Osmanlı’nın sömürgeci mirasını günümüze kadar çarpık ilişkileriyle devam ettirmiştir. Tıpkı bir yandan modern çağın özel mülkiyetçi sistemi olan kapitalizmin temellerini atarken öte yandan kapitalizm öncesinden kalan ve Kürdistan’da hakimiyetini kurumsallaştırabilmesi açısından işbirlikçi feodal kurumlarla şeyhlerle, aşiretlerle işbirliği yapması örneğinde olduğu gibi. Tarihsel olarak Kürdistan’ın sömürgeleşme durumu; tam da sömürgeciliğin açık özü olan toprak paylaşımına dayalı egemenliktir, bu paylaşım büyük emperyalist devletlerin sömürgecilik mücadelelerinin yoğun olduğu 1.Emperyalist paylaşım savaşı sürecine denk düşer, güncel olarak ise bu sömürgecilik tek başına Kürdistan’ın dört parçaya(buna ek olarak Rusya’daki Kızıl Kürdistan topraklarını da eklersek beş parçaya) ayrılmış toprak meselesi ile sürmemektedir; Kürdistan’ın özgünlüğünden(yani ulus-devlet kuramamış olmasından) ve bu gecikmenin günümüz çağında halen sürüyor olması açısından meseleye baktığımızda siyasal, ekonomik, toplumsal vb. olarak en geri sömürge, hatta devlet sınırları içerisinde statüsüz(ki statülü olmayışının temel nedenlerinden biri de sömürgecilik devrinin dünya ölçeğinde son bulması ile ilgilidir) bir sömürge olma özelliğine sahiptir. Öte yandan sömürgecilik ilişkileri tartışılırken genel teori sömürgeci bir devlet ve sömürge olan bir devlet ve bir toprak parçası üzerinden tartışılmaktadır. Kürtlerin sömürgeleşmesi bu iki kriteri de karşılamamaktadır,

1


çünkü Kürtler tarihten silinmek istenmiş bir ulustur, yaşadıkları topraklar bir devlet biçimi olarak sömürgeleştirilmemiş bölünüp parçalanıp başka ülkelerin içine dahil edilerek eritilmeye çalışılmış bir ulustur. Bu açıdan sömürgecilik teorisini tartışırken Kürtler’in özgün konumlarını tartışmadan meseleyi kavramak güçtür. Marksist teorinin ortaya koyduğu Emperyalizm ve sömürgecilik teorisini; Kürdistan’ın özgün tarihsel-toplumsal-siyasal koşullarını hesaba katmadan, eşitsiz-bileşik gelişme yasasına göz atmadan şabloncu, düz mantık bir biçimde uyarladığınızda elbette Kürdistan’ın sömürge olmadığı hatta T.C’nin yarı-sömürge bir ülke olduğu, bununla beraber ‘’yarı-sömürgenin sömürgesi olamayacağı’’ tezine ulaşmak mümkündür. Oysaki sömürgeciliğin temel sorunsalı olan siyasal bağımsızlık meselesi; 1919 Kurtuluş savaşı ve 1923 Cumhuriyet’in ilanıyla Türkler ve Türkiye açısından çözüme kavuşmuştur. TC en başından beri siyasal anlamda burjuva kriterlere göre bağımsız bir toprak parçası olma durumunu, kendi dilini, tarihini, kültürünü koruma ve geliştirme imkanına sahip olmuştur. TC’de, diğer az gelişmiş ya da orta gelişmişlikte olan Kapitalist ülkeler gibi Emperyalizmin temel yayılmacı kuralına, zincirine; kendinden güçlü emperyalist devletlere sade ve sadece ekonomik anlamda bağımlı olarak eklemlenmiş, bu ekonomik bağımlılığın diplomatik, siyasi ve askeri alana yansıyan sorunları ile karşılaşmıştır ancak asla sömürge ya da yarı sömürge, manda tanımını yapabileceğimiz bir konumu olmamıştır. İronik olan kısım ise; Osmanlı’dan kopup ulusal kurtuluş mücadelesi veren, sömürgeciliğe karşı savaşan bir ulusun ve onun ulusal öncüsünün eş zamanlı bir biçimde Osmanlı’dan devraldığı sömürgeci ilişkiyi Kürdistan üzerinde sürdürmüş olmasıdır. Bu çelişkinin temelinde elbette, ulusal mücadelenin öncülüğünü üstlenen küçük burjuva ideolojisi olan Kemalizm’in rolü vardır. Sömürgecilik döneminin temel kuralı olan toprak paylaşımı, siyasal olarak bir coğrafyanın bağımlılaştırılması, siyasal bağımsızlığına engel olunması; Kürdistan’ın tarihinde yaşanmış açık bir olgudur. Önceleri Osmanlı ve İran arasında sömürge bulunan Kürdistan; bugün bu açık olguyu doğrudan Fransız ve İngiliz Emperyalizmi tarafından 1920’lerde yaşamıştır. Emperyalizmin Anadolu ve Mezopotamya topraklardan askeri olarak çekilme sürecinde Kürdistan; TC, İran, Suriye ve Irak arasında paylaşıma maruz kalmış, bu devletler Kürdistan üzerinde bölgesel güç olmuştur. Bu ülkeler için; Kürdistan üzerindeki küçük-sömürgeciler kavramı yerindedir. Bugüne kadar sömürgecilik; her zaman sömürge olan mandalaştırılan ulusa sömürge statüsü vererek gerçekleştirilmiştir. Kürdistan’a baktığımızda sömürgeciliğin yarattığı sömürge statüsü dahi Kürtlere layık görülmemiş, Kürtler zorla yaşanılan ülkenin ulusu içerisinde eritilmek istenmiştir. Bugün bu politikanın başarılı olamadığını dört parça Kürdistan’da gelişmiş olan ve halen gelişmekte olan ulusal hareketlenmelerden görmekteyiz. Kürdistan’ın herhangi bir parçasında gelişen en ufak siyasal hareketlenme, ulusal bilince dönüşecek kıvılcım ya da uygulanan pratikler diğer parçaları da etkilemektedir. Örneğin son dönemde Batı Kürdistan’da ortaya çıkan Rojava direnişi ve deneyimi en çok Kuzey Kürdistan’ı etkilemiştir. Orada kazanılan zafer tüm Kürtlerin hanesine yazılmıştır, Kürt ulusunun kazanımı olarak kabul edilmiştir. Yine bir başka örnek olarak ideolojik ve sınıfsal olarak aynı sınıfları temsil ediyor olsak da Güney Kürdistan’da ki otonomist yapı diğer parçalardaki Kürt halkını ulusal bilinç kazanma konusunda etkilemekte, ‘neden bizde kendimizi yönetmiyoruz’ sorusunu sordurabilmekte, sempati duymanın önüne sömürgeciler geçememektedir. Ulusal birlik tartışmaları çoğu kez yapılmıştır, bugünde yapılmaktadır. Buradan bile Kürt ulusunun toprak anlamında, halk anlamında aynı toprağı ve ulusu paylaşmasına rağmen parçalanmışlığını ve ideolojik-politik-sınıfsal ayrım gözetmeksizin birleşme projelerinin(hem ulus hem toprak bakımından) tartışıldığını gözlemleyebilmekteyiz.

2


Kürdistan’ın tarihsel durumu, bugünkü var oluş biçimi bu şekildedir. Kürdistan’ın tanımını bu şekilde yapmak, Kürt ulusal sorununu bu biçimde ortaya koymak durumundayız.

TC Kapitalizmi ile Sömürge Kürdistan’ın İlişkisi Kürdistan’ın sosyo-ekonomik gelişimi 1923’ten bugüne Türkiye kapitalizminin tercihine göre şekillenmiştir. TC kapitalizminin; kendi sınırlarına dahil olan bir coğrafyayı bilinçli bir biçimde geri bırakması, sanayi yatırımını Kürdistan’dan uzak tutması sömürgecilik dışında başka bir kavramla açıklanamaz. Türkiye sermayesinin Kürdistan’a yatırım yapmamasının temel sebebi; oradaki ulusal sorunun sermayenin güvenliğini tehdit etmesi ve sermaye iktidarı için esas sorunun o bölgenin askeri güvenliğinin sağlanabilmesi, ulusal hareketlerin ezilmesidir. TC’nin Kürdistan’a yaptığı yatırım daha çok askeri ve asimilasyon amaçlı olmuştur. TC Kapitalizminin; Kürdistan’a yönelik girişimleri genel olarak askeri faaliyetlerle bölgeyi egemenlik altında tutmak ve o bölgenin hammaddelerini, metalarını Türkiye’ye taşımak, Türkiye’de üretilenleri Kürdistan’a taşıyarak tüketim pazarı olarak kullanmak olmuştur. Örnek vermek gerekirse oldukça övünülen GAP(Güney Doğu Anadolu Projesi) bu asimilasyon ve ulusal kültürü imha etmenin en bariz örneğidir. Bugünde bu mesele TOKİ’ler aracılığıyla kentsel dönüşüm adıyla tartışılıyor. ‘’Doğu’ya yatırım, Doğu’nun kalkındırılması’’ adı altında yapılan yatırımların arka planında Kürt ulusu asimile etmek, kültürel-ulusal öğelerini yıkıp geçmek vb. sömürgeci ideolojik planlar vardır. TC, ‘Doğu’ diye tarif ettiği coğrafyaya yatırım yapılabilmesi için burjuvaziye olağanüstü teşvikler veriyor, ancak yine de istediği yatırım planını karşılayamıyor. Öte yandan askeri yatırımın, savaş bütçesinin oluşturulma biçiminin, devletin kolluk güçleri dağılımının oran olarak en fazla Kürdistan’a karşı yapıldığını da bilmekteyiz. TC, özellikle 1923-1940 yılları arasında Kürdistan’daki feodal ilişkilere dokunmamış tam tersine onun sürdürülmesini kendi iktidarının lehine görmüştür. Kürdistan’da süren feodal ilişkiler demek; TC kapitalizmi ile işbirliği yapabilecek aşiret ağalarının bulunması, Kürt ulusal bilincinin önüne kan bağına dayalı parçalı aşiretçi bir sosyal yapının geçmesi demekti. Ulusal birliğin, ulusal kurtuluş hareketinin ciddi bir temelde örgütlenememesinde esasen sömürgeci TC burjuvazisinin, Kürdistan’da ki feodal kalıntılarla işbirliği yatar. O dönem için ulusal bilincin kazanılmasında engel olan temel iki nedeni söyleyebiliriz. Birincisi sömürgecilik, ikincisi ise Kürdistan’da sömürgeciliğin önünü açan-ulusal bilincin gelişmesini aşiretçi bağlarla engelleyen işbirlikçi feodal yapıydı. Kürt köylüsü bir yandan ağa yanaşması olarak emeği, yaşamı sömürülüyordu, diğer taraftan ağalarının TC’yle yaptığı işbirliği sonucu ulusal hakları sömürgeciler tarafından yok sayılıyordu. Yeni kurumsallaşma halinde olan TC’nin o dönem işine gelen tam da budur. Kürdistan halkı; sömürgeleşme sürecinin başladığı tarihten günümüze doğru; yüzyıllarca egemen güçlerin ve bu güçlerin Kürdistan’da sosyal dayanağı haline gelen işbirlikçi beylerin, ağaların, şeyhlerin ve aşiret reislerinin çifte baskısıyla varlığını sürdürmüştür. Bugün bu baskının feodal yönü; hem tarihin ilerleyişi karşısında hem de Kürt ulusunun ulusal anlamda çeşitli aşamalardan geçerek örgütlenişi karşısında kırılmıştır. Feodal yönü kırılmıştır ancak kapitalizmin ilkel sermaye birikimi döneminden kalan sömürge yönü; emperyalizm çağında olmamıza rağmen sürmektedir. Oysaki Emperyalizm çağında yüzeysel de olsa ‘bağımsızlık, ulusal sorunlar’ vb. başlıklar; sermayenin daha rahat gelişebilmesi açısından düzen içi bir çözüme kavuşmuştur. Üstelik feodaller; bir burjuva devrimi olmasına karşı; TC’nin sınırları içerisinde yer alan işgal edilmiş Kuzey Kürdistan topraklarında varlıklarını on yıllarca korumuştur. Bugünkü Kürdistan burjuvazisi; esasen geçmişteki feodal unsurların burjuvalaşmış, ticarete, sanayiye, hizmet

3


sektörüne, inşaata el atmış şeklidir. Kürdistan burjuvazisinin ‘milli’ bir karakteri, burjuva devrimci yönü olmamıştır. Dikkat edilirse; Şeyh Sait gibi Seyit Rıza gibi isyanlar aşiret kökenli olmasından kaynaklı olarak; resmi tarihte özellikle modernleşmeye, Türk ulusal birliğine karşı çıkan İngiliz, Fransız destekli isyanlar olarak sunulurken; işbirlikçi aşiret ağaları Türk burjuvazisi için işine geldiğinde; Kürdistan’daki müttefiki, sosyal dayanakları olmuştur. Parlamenter sistemde temsil konusuna bakarak dahi bu işbirlikçi ağaların Kürdistan’ı temsilen mecliste Türk burjuva partileri içinde yer aldığını görebiliriz. Kürdistan’ın kapitalist ilişkileri o kadar TC’ye bağımlıdır ki; TC burjuvazisinden bağımsız hareket etme karakterine sahip, ulusal-kurtuluş derdinde olan Kürt ulusunun milli bir burjuvazisi bile yoktur. Bu gün mevcut olarak var olan burjuvalar; önceki dönemlerdeki şeyhağa-aşiret reisi işbirlikçi sınıfsal katmanların burjuvalaşmasıdır, Kürdistan’da hiçbir zaman bağımsız bir tavırları olmamıştır. Buradan çıkaracağımız sonuç; TC’nin modernleşme, gericilikle mücadele, ilericilik gibi söylemlerinin Kürdistan’da karşılığı olmayıp tam tersine hem geçmişten kalan sosyal yapıyla ulusal mücadelenin gelişmemesi için yaptığı ittifaklar ile ve Kürdistan’ı kendisine bağımlı kılarak gerici bir rol oynamıştır. Kürdistan’ın sosyo-ekonomik yapısının kendi dinamikleriyle gelişememesinin, burjuva devrimini dahi yapamamış olmasının temelinde kendi sömürgeciliğin bu topraklara dışardan müdahalesi yatar. TC kapitalizmi; kendi iç dinamikleri ile gelişmediği, devlet-asker eliyle bir kapitalizm yaratılmaya çalışıldığı için; Avrupa burjuva devrimleriyle kıyas yaptığımızda; sosyal ilişkiler, demokrasi sorunu, üretici güçlerin gelişimi açısından çarpık bir kapitalist düzene sahip olmuştur. TC burjuva devletinin bir kapitalist devlet olarak diğer çelişkisi ve Kuzey Kürdistan’a özgü sömürgeci olma şekli; Kürdistan’ı geliştirmekten geri durmasıdır. TC’nin K.Kürdistan’ı kendi sınırları içerisine dahil ederek hegemonyası altında tuttuğu dönem; sermaye ihracına geçiş dönemi olan Emperyalizm dönemidir. Kendi ifadeleriyle Türkiye’ye ait olan Kürdistan’ı da kapitalizme geçişte kendine katarak hızlandırması gerekirken bu durum gecikmeli, aksak bir biçimde yaşanmıştır ve halen K.Kürdistan bu sömürgeci ilişkilerin ağırlığı altında TC’nin insafına göre modern ilişkilerini geliştirmektedir. Ki bu durum Kürt ulusal sorununun ‘ekonomik gelişmişlik’ üzerinden yani ‘Doğuya yatırım yapılmamış, devlet hizmetlerinin ulaşmamış olması’ üzerinden tartışılmasını gündeme getirmiştir. Kürt ulusal sorunu, Kürtlerin ayaklanmaları ekonomik bir sorun ya da işsizlik olarak bilinçli bir biçimde çarpıtılmak istenmiştir. İşin aslına bakılırsa; TC sermayesi eğer ulusal sorun Kürdistan’da kendini hissettirmese, ulusal kurtuluş için isyanlar örgütlenmese, Kürt hareketleri TC burjuvazisiyle işbirliği yapsa; bölgedeki işbirlikçi eski aşiret ağası şimdinin burjuvası Kürtlerle yatırım yapmaya, bölgenin işgücünü, doğal kaynaklarını bölgenin kendi sınırları içerisinde değerlendirmeye oldukça heveslidir. Çözüm süreci denilen sürecin ‘’doğuya yatırım yapma’’ boyutu gözden kaçırılmamalıdır. 2016 yılında TC’nin sözde kendi topraklarına dahil olan bir coğrafyaya yatırım yapmayı gündeme getirmesinden bahsediliyorsa; bunun nedenini yüz yıl öncesine sömürgecilik ilişkilerine giderek anlayabiliriz. Kürdistan’ın ilk sömürgeleştirilmesi yani ilk bölünüşü olan(Osmanlı-İran arasında ikiye bölünüşü); sömürgeciliğin Kapitalizmin ilk dönemlerinde yaşandığı, Emperyalist dünya sisteminin henüz kendini inşa etmediği bir süreçtir. Emperyalizmin artık kendini örgütlediği, kapitalizmin emperyal sürece geçtiği, anti-sömürgeci savaşların kapıda olduğu dönemde ise bu sefer Kürdistan’ın dörde bölündüğünü görüyoruz. Savaşılan(savaşılması hedeflenen) güç; Kürdistan’ı Osmanlı’dan miras olarak alan, sömürgeci ilişkileri cumhuriyetin ilanıyla sürdüren Türk egemen sınıfının(Türk burjuvazisinin) iktidarıdır. Tekrar edecek ve özetleyecek olursak; bu iktidarın sınıfsal niteliği Kürdistan

4


özelinde sömürgeci-tekelci burjuva, Türkiye özelinde tekelci burjuva, uluslar arası ve bölgesel(Balkanlar, Kafkaslar, Orta Doğu ve Kuzey Afrika) alanda ise alt-emperyal nitelikler taşıyan, bölgesel güç olma hayalleri kuran burjuva devleti olarak kategorize edilebilir. TC’nin sınıfsal karakteri, Kürdistan’da ki var oluş biçimi kuruluşundan bugüne değişmemiştir. Kuzey Kürdistan’ın somut durumu ile TC’nin Kuzey Kürdistan’da ki somut varlığı içerik olarak değişimler geçirse de genel çerçeve açısından ve belirleyici gerçeklik açısından aynıdır. TC’nin Kürdistan’da ki somut varlığı daha çok askeri içeriktedir. Bunun temel nedeni ise; ulusal sorun yaşayan Kürt ulusunun, Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana özgürlüğü için mücadele etmesi ve örgütlenmesinde aranmalıdır. Türkiye Cumhuriyeti, sömürgeci bir devlet olarak; tarihte görülmüş bütün sömürgeci devletler gibi işgalci ve yabancı bir güçtür. Zaman içerisinde Türkiye’de gelişen kapitalizmle birlikte TC burjuvaları kendi sınırlarında sıkışan sermayelerini; ulusal hareketin gelişimine göre Kürdistan’a taşımak-taşımamak ikileminde hareket etmişlerdir. Ki Kürt ulusal sorununun tartışmasının ‘’Doğu’ya yatırım yapılması, Doğu’nun geri kalmışlığının çözülmesi, Doğu’da istihdam sağlanması ve göçlerin önlenmesi’’ eşliğinde tartışılması dahi Kürdistan’ın on yıllarca TC burjuvazisi için sermayesini bölgeye taşımak açısından güvenilir bir bölge olmadığının ve bununla birlikte Kürdistan’da bilinçli bir biçimde ‘‘geri bırakma’’ politikasıyla ulusal bilincin önüne geçilmeye çalışıldığının ispatıdır. TC kapitalizminin Kürdistan’a yatırım yapmamasının temel olarak iki nedeni vardır, bunun birinci nedeni bölgede sermayenin gelişmesinin önünü kesen, sermayenin ihtiyaçlarına uygun bir biçimde çözülememiş ‘ulusal sorun’; ikinci nedeni ise, Kürdistan’da yatırım yapıldığında gittikçe gelişen kapitalizmin sunacağı ulusal bilincin daha da yükselişe geçirteceği maddi alt yapıdır. TC Kapitalizminin Kürdistan’da istediği düzen; yatırımını sömürge ilişkileri zarar görmeyecek bir şekilde gerçekleştirmek, ulusal bilinci mümkünse yok etmek(ki bugün aşamada artık Kürt halkı son derece örgütlü iken imkansızdır) kırıntı haklar vererek Kürtleri TC’ye eklemleyen sömürgeci çerçevede kurmak, TC’nin kuruluş temeli olan ‘vatanın bölünmez birliği, Türk ulusu, tek devlet, tek bayrak vb.’ temel konularda sorun teşkil etmeyecek projelerle sonuca ulaştırmaktır. Kuzey Kürdistan toprakları 1923’ten beri TC kapitalizmine bağımlıdır, Kuzey Kürdistan’ın siyasal-toplumsal olarak geriden gelişinde, kapitalist ilişkilerin kendi doğalında gelişememesinde; TC ile olan bağımlı-sömürgeci ilişkileri yatar. Tek fark vardır ki bu ilişkilerin ismi yoktur, çünkü K.Kürdistan TC’nin misak-ı milli sınırları içerisinde kabul edilmiştir. Kürdistan proletaryasının iş gücü, Kürdistan’ın doğal zenginlikleri, coğrafik konumu, gümrüğü, yeraltı kaynakları, pazar alanı vs. hepsi TC’nin doğrudan kontrolündedir, Kürdistan statü olarak sömürge bile değildir, sömürge olmanın en geri biçimini yaşamıştır ve halen yaşamaktadır. Siyasal bağımsızlık sorunu Avrupalı Emperyalist devletler ve ABD için çözümlenebilen bir sorun iken(çünkü emperyalizm çağında mali bağımlılığın ne de olsa siyasal bağımsızlık kazanılsa bile sömürge ülkeyi Emperyalizme bağlayacağı, siyasal bağımsızlığın kağıt üzerinde kalacağı burjuvalar tarafından bilinmektedir) ancak Orta Doğu coğrafyasına geldiğimizde, özellikle Kürdistan’ı kıskacı altına alan bölgesel devletlerin konumuna baktığımızda meselenin kendisi değişmektedir. Emperyalist devletler, ileri kapitalist devletler olduğu için ve sömürme konusunda, üretim ilişkileri konusunda daha önde gittiği, egemen sınıfının gelişmişliği farklı olduğu için siyasal bağımsızlık meselesi; özellikle artık sermayenin uluslar arasılaştığı bir süreçte büyük bir sıkıntı doğurmamaktadır. Orta Doğu’nun geri ve orta gelişmişlikteki kapitalist ülkelerine geldiğimizde ise halen topraklar, sınırların değişimi; ulus-devletlerini tamamlamış, bölgesel güç olmuş devletler için önem verilen bir yerde durmaktadır. Kürdistan’ın sömürge olma durumunu konuşurken; doğrudan bugünün emperyalist devletlerinin eskiden sömürge devletleri ile kurdukları ilişkileri üzerinden değil; öz olarak yine aynı ancak coğrafyanın özgünlüğü ve eşitsiz bileşik gelişim yasasının neticesinde halen devam eden 21.yy’ın Kürdistan’a özgü sömürgeciliğini

5


konuşmaktayız. Elbette ki TC’nin burjuva sınıfının pazar alanı, üretim ilişkilerinin genişliği, ölçeği ile emperyalist devletlerin konumu aynı değildir, ancak bu aynı olmama durumu; bugün alt-emperyalist bir konuma gelen ülkenin tarihten miras aldığı sömürgeci ilişkilerini buharlaştırmaz. Burada tanımları netleştirmek için biraz daha açmakta fayda var. TC’nin orta gelişmişlikte kapitalist(alt-emperyal) bir devlet, egemen sınıfının burjuvazi, Orta Doğu’nun en önde giden sanayi ülkesi olduğunu ve işçi sınıfı bakımından kalabalık bir nüfusa tekabül ettiğini en başa yazıp devam edelim. TC’nin kapitalist bir devlet olmasıyla, içinde bulunduğumuz 21.yy’la, sömürgeciliğin Emperyalizm çağında artık mali bağımlılıklara yerini bırakmasıyla; TC’ye sömürgeci devlet tanımı getirmiş olmanın ilk bakışta bir çelişki gibi durması doğaldır. Ancak kavram biraz deşildiğinde, olgu ve olaylara daha yakından bakıldığında çelişkili olanın aslında yapılan sömürgecilik tanımının değil; kapitalist bir devletin halen sömürgeci ilişkiler sürdürmekteki ısrarı olduğu görülebilir. Çünkü Emperyalizm çağında emperyalist devletler için sömürgecilik sorunu evrensel ölçekte ortadan kalkmışken; halen TC Kapitalizmi alt emperyal bir ülke konumunda olmasına rağmen sömürgeci faaliyette bulunması; onun hem üretim alanındaki durumu ile hem de toplumsalsiyasal yapısı ile açıklanabilir. Üretim alanındaki durumunda alt-emperyal olan bir ülke olarak halen Kürdistan’ın kaybedilmesi; TC için ekonomik açıdan önemli bir kayıp olarak duruyor. Bununla beraber; TC’nin çizdiği güçlü devlet politikası böyle bir toprak kaybına asla müsait değildir. Bu hem kendi halkı gözünde hem de Orta Doğu coğrafyasındaki güç dengelerinde daha fazla öne çıkabilme açısından TC için oldukça sıkıntı verici bir imaj yaratacaktır. TC’nin esas hedefi toprak kaybı yaşamadan, pazar alanını kaybetmeden; kendine Osmanlı’dan miras kalmış bu meseleyi öyle ya da böyle bir biçimde kendi çıkarları doğrultusunda kökünden sonlandırmak veyahut zararsızlaştırmaktır. Kürdistan ulusal kurtuluş mücadelesi; devleti olan ancak kendisinden güçlü bir devletin boyunduruğunda bulunan ulusal kurtuluş mücadelelerinden; sömürgecilikten kurtulma, siyasal bağımsızlığını kazanma konusunda aynı öze sahiptir. Kürt halkının ulusal kurtuluş ve sömürgecilikten kurtulma mücadelesi ile diğer uluslar arasındaki tarihsel temel fark şudur: Diğer uluslar boyunduruk altında da olsa siyasal bağımsızlığını kazanmak, devletini kurtarmak egemen devletlerden kurtulmak için verebileceği devletli bir siyasal kurtuluş ve anti-sömürgeci zemini olmuştur. Ancak Kürdistan’ın bir ulus-devleti yoktur, olmamıştır, kendisiyle aynı sorunları yaşayan uluslar bir biçimde ulus devletlerini inşa ederken ve ileriki sürelerde bu devletin siyasal bağımsızlığı için savaş verme aşamasındayken; Kürt halkı bu sürecin dışında devletsiz bir biçimde, başka ülkelerin sınırları içinde parçalı halde yaşamış, mücadelenin gerisinden gelmek durumunda kalmıştır. Kürdistan’ın Komünistleri; Kürdistan’ın dört parça sömürgeleşme durumunu; dünyaya egemen olan emperyalizmden ve emperyalist-kapitalizmin eşitsiz-bileşik gelişme yasasından bağımsız tartışmamaktadır. Tam tersi; Kürdistan meselesini anlama konusunda emperyalistkapitalizme has olan eşitsiz bileşik gelişme yasasını anahtar olarak görmektedir. Çünkü eşitsiz-bileşik gelişme bugünkü TC burjuvazisinin bu ölçüde sömürgeci karakterini de izah etmeye yaramaktadır. Kürdistan’ı sömürgeleştiren güçlerin Emperyalizmle olan ilişkilerini yadsımamaktadır, Kürdistan ve Orta Doğu üzerinde süren paylaşım savaşını Emperyalist sistemin politikaları ve bunun bölgesel özgünlüğe yansıyan temellerini de içine alan bir değerlendirme yapmakta, tanımını buradan kurmaktadır. Sömürgeci güçlerden bahsederken Emperyalizm öncesinin sadece topraklara egemen olma, siyasi bağımsızlığını gasp etme gibi çağdan kopuk tartışma yapılmamaktadır, tam tersi o dönemden miras alınan ve bugünde değişime uğramayıp derinleşen bir mesele netleştirilmek istenmektedir. Ayrıca Kürdistan’ın tarihsel olarak kalan sömürge mirasından bahsederken; bugün Kürdistan’ı sınırları içine alan egemen devletlerin yeni sömürgeler elde etmek istediğini, sömürgeci bir karaktere sahip

6


olduğu için kendinden güçsüz devletleri sömürgeleştirmek istediği gibi bir tezi ileri sürmüyoruz. Böyle bir tez Emperyalizm çağıyla doğrudan çelişen, Kürdistan’ı sömürge olarak elinde tutan güçleri Emperyalizmle girdiği ilişkilerden, kendi ülkeleri içinde kurdukları modern kapitalist ilişkilerden ve bu modern ilişkileri sömürge olarak elinde tuttukları Kürdistan’a da taşıma isteğinden yalıtmış, gerçekliği inkar etmiş olurduk. Kürdistan’ın sömürge olduğu tezi tarihsel bir gerçekliğin, günümüzde devam ediyor oluşudur, Kürdistan’ın toprak bütünlüğünü sağlayamaması, siyasal bağımsızlığına dört parça da ayrı ayrı ya da birleşik olarak kavuşamamasıdır. Son gelişmelere baktığımızda bunun anti-sömürgecilik kapsamında Güney ve Batı Kürdistan’da aşılma içinde olduğunu söyleyebiliriz. Ancak Kuzey ve Doğu Kürdistan için bunları söyleyebilmek mümkün değildir. Bu biçimiyle aynı sorunu yaşayan Kürt ulusunun farklı ülkelerin işgalleri sonucu parçalı bir biçimde ulusal mücadelelerini geliştiriyor olması ve zaman zaman Kürt ulusal birliği için parçaların birleştirilmesinin gündeme getirilmesi bile sömürgecilik meselesini yalın bir biçimde görebilmek açısından yeterli veri sunmaktadır. Çünkü bu dört parçadaki ulus aynı ulusun üyeleridir ve hedefleri(Kürt ulusunun özgürleşmesi açısından) aynıdır, tarihsel bağları ortaktır, toprakları ortaktır, sadece yapay sınırlarla bölünmüşler ve başka devletlerin egemenliği altında yaşamışlardır. ‘’Kürdistan’ın herhangi bir yerindeki olay öteki bölgelerdeki Kürtleri de ilgilendiriyor. Herkes o olay hakkında bilgi sahibi olmaya olayı enine boyuna kavramaya çalışıyor. Hareketin asker ve siyasi başarıları Kürtler’i sevindiriyor, zaafları yenilgileri üzüyor.’’1 Kobane direnişi, Rojava deneyimi bunun en somut örneğidir. O günlerde TC’nin şeflerinden Erdoğan hatırlanırsa ‘’Kobane’den size ne?’’ minvalinde açıklamalar yapıyordu Kuzey Kürdistan’daki Kürt ulusal hareketine karşı. Aynı şekilde TC’nin Kobane’de bir kazanım olmaması için bütün gücünü kullanması da parçalanmış sömürgecilikle açıklanabilir. Çünkü TC’de çok iyi biliyor ki; Kürdistan’ın bir parçasındaki fırtına doğrudan TC’nin sömürgesi Kuzey Kürdistan’ı da etkileyecektir, var olan güncel direniş kararlı bir serhildana dönüşebilecektir. Bu ihtimaller egemenlerin gözünü korkutmaktadır. Buradan hareketle; dört parçanın sömürge efendileri tarihten beri Kürdistan üzerinde birbiriyle kavgalı olsalar dahi ortak politikalar izlemişlerdir.

İşgalciliği meşrulaştıran, Kürt halkını aldatan ‘Barış’ masallarına geçit yok! Kürdistan halkı; sömürgeci TC’nin dayattığı koşullar altında ‘barış-kardeşlik’ masallarıyla yaşamak zorunda değildir. Kimse ‘kardeşlik, barış’ adı altında Kürdistan halkının her şeyi sineye çekmesini dayatamaz, dağdaki çocuğuna ‘terörist’ muamelesi yapılmasını ‘çözüm süreçleri’ne bağlı olarak hoş karşılayamaz. Kürdistan halkı, Türkiye halklarına, sömürgeci TC’ye ‘terörist’ olmadığını ispatlamak zorunda değildir. Her ulusun kendi kaderini özgürce tayin etme hakkı vardır. Kürtler de bir ulus olarak(üstelik toprakları dört parça edilmiş bir ulus olarak) bu hakka sahiptir. Özellikle Ortadoğu coğrafyasında kendi kaderini tayin etme hakkı; ulusları boyunduruk altında tutan iktidarlarla ‘özgürlük-barış-demokrasi’ süreçleri yürütülerek değil; özgürlüğü için belli bir program ve amaçla savaşılarak kazanılabilir. Bir halkın onuru, özgürlüğünün, onurunun her gün ayaklar altına alınması; kaderinin onu örgütleme iddiasında olan yapılar tarafından sürüncemede bırakılması kabul edilemez. Kuzey Kürdistan halkından; yüzyıllardır kendini sömürge eden, topraklarını işgal eden, çocuğunu dağlarda şehirlerde katleden, onurunu ayaklar altına alan, türlü işkencelerden geçiren faşist TC ile barışması, ‘demokratik dönüşümler’ yoluyla ‘hak’ kırıntılarına razı olması isteniyor. Bu yaklaşımın temel iki sorunu vardır. Birincisi Kuzey Kürdistan’ı işgal ve 1

İsmail Beşikçi – Devletlerarası Sömürge Kürdistan syf.41

7


sömürge haline getirmiş egemen TC’yi Kürdistan’da meşru bir otorite olarak görmek; ikincisi ise Kürdistan halkının tarihinde yaşananları hesap sormadan oldu bittiye getirerek inkar etmek vardır. Bu düpe düz geçmişin, Kürdistan’ın sömürgeleşme tarihinin inkarıdır. Yıllarca her şeyi yasaklanmış, çocuğundan yaşlısına işkence masalarından geçmiş, psikolojisiyle-onuruyla oynanmış bir halk nasıl hiçbir şey olmamış gibi(üstelik bu işkenceci faşistler halen halkımızı katletmeye, onurumuzu ayaklar altına almaya devam ederken) barışmaktan bahsedebilir. Kürdistan halkının celladına güven duyması, özgürlüğünü celladıyla masaya oturarak kazanacağı nasıl istenebilir? Bizim açımızdan Kürt halkının sorulmayı bekleyen yüzyıllık kanı, hesabı vardır. Bu hesap kabarıktır, sömürgecilerin ‘hak’ kırıntılarına, aldatmalarla dolu sahte ‘barış’ masalarına karnımız toktur. Kürdistan halkının tarihte ulusal kurtuluşu için başlatmış olduğu savaşın; bugün 'barış' adına kirli bir savaşmış, egemenlerin savaşı ile aynıymış gibi gösterilmesi utanç vericidir. ‘‘Silahların susması’’ sloganıyla, Kürt halkına ulusal özgürlüğünü sağlayacak temel araç; iğrenmesi gereken kötü bir şeymiş gibi sunuluyor. ‘'Kardeş kardeşi öldürüyor'’ diyerek sömürgecilik ve işgalcilik; egemenlerin 'kardeş edebiyatı' ile aynı çizgide buluşarak üzeri örtülüyor. Kürt ulusunun özgürlüğü için savaşan gerillalar ile TC’nin (zorunlu askerliğini yapan sıradan, acemi erler dışında) bütün paralı askerleri; gerillaların kardeşi değil açık bir biçimde savaştığı düşmanıdır. Gerillalarımızın ölülerine işkenceler eden, askeri araçların arkasına bağlayıp sürükleyen, kadın gerillaların bedenlerini teşhir etmek amaçlı kitle iletişim araçlarıyla sosyal medyaya servis eden, Kürdistan’ın duvarlarına ırkçı yazılar yazan paralı özel harekatçılarla, uzman çavuşlarla, subaylarla; gerillaların hiçbir kardeşliği olamaz. Ezenin askerliğini para karşılığı yapan kiralık katillerle; ezilenin özgürlüğünü savunan, halkının özgürlüğünden başka bir çıkarı olmayan gerillalar kardeş değildir, kardeşleşmesi de mümkün değildir. Öncelikle 'barış' nedir onu tartışmak gerekiyor. Özellikle uyarmalıyız ki; barış ortamını gerçek manada sağlama ile siyasetin gereği olarak çatışan tarafların dönemsel ihtiyaçlarına, çıkarlarına uygun düşen 'müzakere yürütmesi, ateşkesler yapması, antlaşmalar oluşturması' birbirine asla karıştırılmamalıdır. Barış dediğimiz olguyu hayata geçiren iki taraf, iki güç vardır ve bu taraflar çeşitli nedenlerden dolayı birbiri ile ters düşmüş, belki de yok yere birbirlerine girmiş, savaş yapmışlardır. Bunun mantıklı olmadığını, zarar veren bir durum olduğunu anlayan her iki taraf buna kökünden son verip ilişkileri eşit statüler ve haklar temelinde oluşturarak barış konusunda anlaşırlar. Pekala ortada bir ‘barış’ olgusu varsa bunun öncesinde bir ‘savaş’ olgusu da olmalıdır. Meseleyi buradan ele alarak tartışmak gerekiyor. ‘Barış’ı istenen ‘savaş’ nedir? Bugüne kadar taraflar ne için savaşmıştır? Neden savaş gibi bir olgu cereyan etmiştir? Bu tanımdan hareket ederek konuyu somutlayalım. Bugün barış meselesi 'Kürt-Türk' ya da 'PKK-TC' tarafları üzerinden tartışılan bir kavramdır. Kürt halkı, Koçgiri isyanından başlatırsak eğer; bugüne kadar verdiği mücadele(savaş) tamamen en doğal haklarını alma, hayatta kalma, ezilme ilişkisinden kurtulma mücadelesidir. Bu mücadelenin başlaması yok yere, sebepsiz değildir. Üstelik en başından beri Kürt halkının örgütlülüğü, araçları ile TC devletinin araçları-örgütlü ordusu arasında eşitsizlik var olmuştur. Kürt halkı bu coğrafyadan yüzyıllar boyunca silinmek istenmiş, Kuzey Kürdistan için konuşursak 'Türkleştirilmek' istenmiş bir ulustur. Hem toprakları parçalanmış, hem halkı kıyıma uğrayıp farklı coğrafyalara dağılmış, hiçbir ulusal hakkı tanınmamış bir halktır. O halde Kürt halkının savaşı; özgürlük düşmanlarına karşı özgürlüğünü kazanmak için yapılmıştır. Bugün bahsedildiği gibi ‘analar ağlamasın’ sloganı etrafından asker ve polis ölümleriyle açıklanabilecek bir savaş değildir.

8


Kürt halkının tarihsel olarak TC ile savaşma nedeni; TC’nin sömürgeciliğinden kurtulma, özgürlüğünü ve kaderini eline almaktır. Bundan başka bir savaş nedeni yoktur. Pekala Kuzey Kürdistan'ın sömürgeci gücü TC ne için Kürtlerle savaşmakta ya da ne için mücadele etmekte? (mücadele derken onurlu bir mücadeleden bahsetmiyoruz) TC'nin Koçgiri'den yana esas amacı; Misak-Milli ile elde ettiği toprak parçasını ve önemli oranda iş gücü, doğal kaynaklar, jeopolitik konumu olan Kuzey Kürdistan'ı kaybetmemektir. Bugüne kadar yapılmış Kürt ulusunun inkarı, imhası ve asimilasyonun temelinde bu vardır. Yaratılmak istenen Türk ulus-devleti TC'nin esas amacı olduğu için Kürtlerle beraber birçok ulus zulme uğramıştır. TC’nin savaşı; haksız, kirli, sömürgeci egemenliğini pekiştirme savaşıdır. Yüzyıldır bu kirli savaşı; Türk işçi sınıfına ‘vatan savaşı, teröristlerle mücadele vb’ argümanlarla yutturmaktadır. Savaşın tarafları, ne için savaştıkları özetle budur. Kürt halkının mücadelesinde, savaşında karşı taraf; Türk ulusunun bir ulus olarak kendisi değildir. Kürtlerin mücadelesi; Türk halkını da aldatan, sınıfsal olarak aynı sınıftan gelen Kürtleri ezmek isteyen sömürgeci burjuva TC devletidir. Mesele Türk ile Kürt'ün birbiri ile iç savaş düzeyinde savaşması gibi bir problem değildir. Kürt halkının sivil insanından dağdaki gerillasına kadar doğrudan savaştığı somut askeri bir işgalci güç vardır ve zaten savaş Türk ulusunun yoğun yaşadığı Türkiye’de değil; işgal edilmiş Kürdistan topraklarında gerçekleşmektedir. Türkiye’ye yansıyan gerilimler, bombalı eylemler, asker-polis cenazeleri; Kürdistan’daki savaşın en düşük yoğunluktaki yansımalarıdır. Barışması üzerine konuşulan tarafların savaşma nedenlerini tanımladığımıza göre; ‘’buradan bir barış çıkar mı, barış diye ortaya atılan tezlerin içeriği nedir’’ sorusu gündeme geliyor. PKK ve onun legal alandaki temsilcileri; geçirdikleri ideolojik-politik dönüşümler sonucu çoktandır Kürt ulusal sorununun çözümü konusunda devrimci bir çözümden vazgeçmişlerdir, aynı şekilde bu vazgeçişler beraber Kürt ulusal sorunu önceleri bir ‘Kürdistan Sorunu’ iken bugün ise ‘eşit yurttaşlık, anayasal haklar, kültürel haklar’ seviyesine çekilmiştir. PKK, Turgut Özal döneminden bugüne kadar Kürt ulusal sorunun masada çözülebileceğini, sömürgeci güçlerle ‘demokrasi, ortak vatan, ortak tarih’ şiarı etrafında Kürt ulusal sorununun çözülebileceğini iddia ediyor. Bununla ilgili metinler hazırlanıyor, müzakere süreçlerinde iyi niyet gösterisi olarak gerilla ‘devlet tarafından’ geri çekilirken katledilmesine rağmen sınır dışına çekiliyor, Kürtlerin ‘vatanı bölmek’ istemediği daha iyi anlaşılsın diye HDP aracılığıyla Türk bayrağı mitinglerde sallandırılıyor, ‘ortak vatan’ vurgusu ile sömürgecilik konusu hasır altı ediliyor, Öcalan Demokratik Konfederalizm isimli kitabında Türk devleti ve bayrağı ile bir problemlerinin olmadığına inandırmak için teoriler yazıyor ama sonuç yine gerçeğin duvarına çarpıyor. Peki dönem dönem kurulan bu ‘barış’ masaları neden dağılıyor? Gerçeğin duvarına çarpmaktan kastımız tam olarak nedir? Bu soruların cevabını; hemen aşağıdaki ‘’TC’nin Tanımı ve Yapısı’’ başlığında uzun uzadıya anlatacağız.

TC’nin Tanımı ve Yapısı Bir şeyin tanımını yaparken; o şeyi nasıl anladığımıza, hayatımızda nasıl bir yere denk düştüğüne göre yaparız. Bir eşyayı bile işlevine, özelliklerine göre tanımlar, o eşyanın doğasının ne olduğunu bilerek kavrar, doğasından fazla anlam yüklemeyiz. TC’nin tanımını yapmak da; tıpkı bir eşyanın tanımını yapmak kadar bilimsel, açık, gerçekle örtüşen, ‘’eşyanın tabiatına uygun’’ olmalıdır. TC, biçimsel olarak kimi kavramlarla(örneğin laiklik, demokrasi, cumhuriyet, çağdaşlaşma, aydınlanma, medeniyetleşme vb.) Ortadoğu'nun diğer devletlerinden ayrı bir yerde duruyormuş profilinde görünse de aslında öz olarak Irak'ın

9


Saddam'ının ötesinde bir değere sahip değildir. Bu tespit öznel bir değerlendirme değildir. Resmi tarihin ve resmi ideolojinin anlattığı tarih dışında küçük bir inceleme yaparak dahi; Türkiye Cumhuriyeti’nin tarihinde yaşanmış, inkarı mümkün olmayan katliamları, adaletsizlikleri, işkenceleri, anti-demokratik uygulamaları görmek mümkündür. Ki bugünde bu uygulamalar kendini tekrar etmektedir. Öncelikle yaşadığımız toplumu ve bulunduğumuz coğrafyayı, düşmanı, dostu iyi tanımalı, doğru tahlil edebilmeliyiz. Bunu sağlıklı ve gerçeğe en uygun biçimde yapmadığımız müddetçe, geliştireceğimiz programlar, politik tutumlar, öngörüler, taktik ve stratejiler gerçek dışı bir yerde duracaktır. Bir devletin siyasal-sosyal-ekonomik biçimi; o devlete hangi sınıfın hakim olduğuyla ilgili olduğu için; öncelikli olarak TC’nin sınıfsal yapısını inceleyerek işe başlamalıyız. TC’nin kuruluşu, Osmanlı İmparatorluğunun parçalanma ve dağılma dönemine denk düşer. TC’yi kuran öncü kadrolar asker-aydın kökenli olup, batı kapitalizminden referans alan, Osmanlı içinde faaliyet göstermiş Jön Türk ve İttihat Terakki geleneğini benimseyen küçük burjuva bir kadrodur. Bu kadronun önde gelen ismi M. Kemal’dir. Mustafa Kemal bütün burjuva siyasetçiler gibi döneme göre siyaset yapan; bir yandan yükselen Ekim Devrimi’ne kalpak altından göz kırparken öte yandan kapitalizmin Türkiye’de temellenmesi için İzmit İktisat Kongresi’nden başlayarak, Kabotaj kanunu gibi yerli burjuvaziyi yaratmaya çalışan tipik bir burjuva karakterde bir isimdir. TC kuruluşu itibariyle hem ekonomik sistem olarak hem sosyal yaşam olarak ne kadar ‘halkçı, devletçi’ görünmeye çalışsa da yüzünü batı kapitalizmine dönmüş, belirli bir süre dış politikasıyla, ekonomisiyle doğrudan dışa bağımlı bir süreç geçirmiş bir devlettir. Batı kapitalizmine göre kendi yapısını şekillendirmeye çalışan TC; dışardan alma, çarpık bir laiklik ile, çarpık bir demokrasi anlayışıyla birçok akıl dışı uygulamaya imza atmıştır. Bir yandan demokrasi derken, halkın kendi kendini yönetmesi derken iktidarı yavaş yavaş devlet kapitalizmi ile büyüttüğü yerli burjuvalara bırakmaya, bir yandan laiklik derken kendi eliyle imam-hatipleri açmaya, devlete bağı Diyanet’i kurmaya; bir yandan gericilikle mücadele derken diğer yandan Kürdistan’daki sosyal dayanağı olan işbirlikçi şeyh-aşiret ağalarıyla ittifaklar geliştirmeye çalışmıştır. Bu iki yüzlü politikalarının esasında; iktidarı alan sınıfın sömürücü, halk düşmanı, sınıf düşmanı olması yatmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti; 1923'le başlayan Türk ulus-devleti yaratma politikası ile Kürtleri, Alevileri, Rumları, Ermenileri ve birçok halkı katliama uğratmış, sürgüne yollamış; ekonomik model olarak Kapitalizme doğru rotasını çizmiş, Misak-ı Milli sınırları ile Kuzey Kürdistan'ın bölüşümünden payına düşeni almış bu niteliği ile sömürgeci; zengin azınlığın elinde bir iktidar olduğu için burjuva; Orta Doğu, Afrika, Balkanlar ve Kafkasya'da Türkçü-İslamcıTurancı politika ve hedefleri ile Alt-Emperyalist bir devlettir. Öyleyse Türkiye Cumhuriyeti; bahsedildiği gibi ''Kürt ve Türk'ün birlikte kurduğu'' bir devlet değil; Kuzey Kürdistanı sömürgeleştirmek için yığınla katliamlar yapmış ve bugün halen sömürge olarak elinde tutmak için her türlü zorbalığı yapan, Kürdistan'ın özgürlüğü açısından önündeki temel engel olan sömürgeci Türk burjuvazisinin devletidir. (''Devlet halkını katlediyor'' girişiyle başlayan tartışmalar, gerçeğin üzerini örten tartışmalardır. Öncelikle devletin niteliğini, tarihini; gerçekten halkın devleti mi olduğunu, sorgulamaya başlanmalıdır.) Kürtler ve Kürdistan için TC’nin anlamı nedir? Kürtler için TC’nin anlamı en başında kandırılmaktadır. Kürt ulusuna verilen sözlerin oldu bittiye getirilip yok sayılması, sadece verilen sözlerle sınırlı kalmayıp Kürdün varlığının inkar edilmesi, inkar yetmediğinde on binlere varan Kürdün katliamdan geçirilmesidir. Kürdistan için anlamı ise; işgalci ve sömürgeci bir devletin bugüne ulaşan varlığının o günden temellerinin atılmış olmasıdır.

10


TC’nin kuruluş mantığında temel tezler şunlardır; a)Misak-Milli Sınırları ile vatanın bölünmez bütünlüğü b)Türk ulusunun egemenliği c)Hiçbir değişime izin vermeyen anayasanın ilk üç maddesi Bu kuruluş mantığından çıkan sonuç şudur; Türkiye olarak ifade edilen, içine Kuzey Kürdistan’ı da alan coğrafya hiçbir biçimde, hiçbir taleple TC’nin egemenliğinden koparılamaz, hiçbir ulus bu topraklarda hak talep edemez. Kuzey Kürdistan’da dahil Türkiye diye ifade edilen coğrafyalar ‘Türk ulusu’nundur.(‘’Türk ulusundan olan burjuvazinindir’’ olarak da okunabilir) Bu kuruluş mantığına uygun olarak TC; kendini Kürdistan’da meşru bir güç olarak ilan etmiş, Kürtler’i inkar etmekle beraber Türk kabul etmiş, Türk olmayı kabul etmeyenleri ‘eşkıya, ıslah edilmemişler’ olarak Türk halkına anlatmış, Türk halkı karşısında meşruiyetini yığınla yalan dolan politikalar üzerine kurmuştur. Bugünde bu yalan politikalarla; Kürt ulusal sorununun ne olduğu sürekli bilinçli bir biçimde çarpıtılıyor. Bu çarpıtmalara ek olarak; bugün ulusal mücadelenin öncüsü olan güçler, sorunu doğru bir biçimde ortaya koymadığı için tersinden bir destek sunmuş oluyor sömürgecilere. Kuruluşundan bugüne bu üç temel tez değiştirilmemiş, bugün bile Kürtlere karşı TC saldırırken ‘vatan için’ savaşıldığı yalanını tekrarlıyor. Kürtlerin vatanında vatan için savaşmak! Bu yalanın tarihsel kökeni Şeyh Said isyanına kadar uzanır. TC’nin politikasının içeriği ve uygulanış biçimi değişse de özü aynıdır. Dün ile bugün arasındaki bağı doğru kurmak, bugünkü gelişmelere saplanıp kalmamak için geniş ölçekli bir perspektife ihtiyaç vardır her zaman. Kürdistan’ı da içine alan misak-ı milli sınırları en başından itibaren ‘’bölünemez, parçalanamaz’’ şeklinde kutsal ilan edilmiştir. Sistem içinde yer alan Türk burjuva partilerinin ortaklaştığı temel siyasi argüman, hangisi iktidara gelirse gelsin veyahut muhalefette kalsın hiç fark etmez budur. Türkiye’de parlamentoda yer alan dünden bugüne bütün Türk burjuva partileri; askeri güçlere, burjuva devlet iktidarına dayanan sivil sömürgeci güçlerdir, sömürgeciliğin siyasal temsilcileridir. TC kendini bu sınır tanımlamasıyla örgütlemiş; yargı, ordu, polis, üniversite, basın, meclis organlarını bu sınırlara bağlı ve resmi ideolojinin dışına çıkmayan bir mekanizma ile oluşturmuştur. 1925’ten bu yana gelişen Kürt ulusal isyanları bastırılmaya çalışılırken; Türk halkından destek almak için misak-ı milli sınırlarına dayanılarak ‘’vatanı böldürmeyiz, eşkıyaya bırakmayız’’ söylemleri ile kendine meşruiyet alanı yaratmaya çalışmış ve başarılı da olmuştur bu politikada. Türk ulusunun ezici çoğunluğu Kürdistan’ı; resmi ideolojinin tarih ettiği misak-ı milliye bağlı bir Türk yurdu olarak ‘DoğuGüneydoğu’ olarak kabul etmektedir. Barış meselesine Kürt halkı ile Türk halkının yaklaşımı arasında uçurum vardır. Türk halkının büyük bir kısmı hem burjuva TC’nin ideolojik bombardımanlarının neticesinde hem de Türkiye solunun güçsüzlüğü nedeniyle; bırakalım ‘barış’ meselesine, PKK’nin ‘demokratik konfederalizm’ programına toplumsal bir destek sunmayı; en ufak ulusal talebe dahi tıpkı desteklediği TC gibi tepkiler vermektedir. Bu açıdan ‘barış’ meselesinin Türk halkı içinde de ciddi bir karşılığı yoktur. Burjuva ideolojisi ile zehirlenen Türk halkı tıpkı kendi gibi emekçi olan bir halkın haklarını tanımamakta, kendi burjuvazisinin Kürtleri öldürmesini desteklemekte, çatışmalı süreçlerde asker ölümleri geldiğinde sivil Kürt işçilere, Kürt öğrencilere saldırabilmektedir. Kürt ulusal sorununu bizler; Kürdistan’ın birleşme ve bağımsız olma sorunu olarak tanımlıyoruz. Ancak bu tezler bugün çok az sayıda Komünist tarafından savunulduğu ve güçlü bir Kürdistan’ın Komünist Partisi olmadığı için bir avuç azınlıkta olan insan tarafından savunulan görüşler olarak kalıyor. Ancak neden barış olamayacağını anlatabilmek için; barış talebini yükseltenlerin mantığıyla; bir denklem kurmaya çalışalım. TC’nin yapısını, Kürtlere

11


karşı tutumunu ve kuruluş temellerini aktardığımıza göre; bugün ‘barış’ sloganıyla çözümü parlamenter mücadelede(buna kendileri siyasal mücadele diyor; ki bizce ‘’Savaş, siyasetin silahlarla devamıdır’’), silahların susup siyasetin önünün açılmasında, demokrasinin güçlendirilmesinde, bir takım Kürt reformlarına girişilmesinde gören kesimlerin tezlerine ve bu tezlerin TC’nin kuruluş tezleriyle çakıştığı için gerçekleşmesinin ‘ütopya’ olduğunu anlatmaya geçebiliriz. TC, en başından misak-ı milli sınırları temel alan bir devlet yapısı çizdiği için ve bunu TBMM’siyle, anayasalarıyla, ordu gücüyle güvence altına aldığı için; hiçbir hükümet, TC içinde ‘otonom’ bir yapıya(istese bile) asla izin vermez, veremez. Misak-ı milli sınırları mecliste yer alan bütün burjuva Türk partilerinin uzlaştığı, Kürtlere karşı asla taviz vermediği bir başlıktır. Cumhuriyetçisinin de, milliyetçisinin de, İslamcısının da, liberalinin de uzlaştığı temel konu bu sınırlardır. Bu sınırları koruma konusunda TC 1923’ten beri hiç esnememiş, hiçbir biçimde taviz vermemiştir. Bu taviz vermeme durumunun temelinde; Kürdistan topraklarındaki işgücünden, yer üstü ve yeraltı kaynaklarından, jeo-politik konumundan faydalanma yatmaktadır. Sömürgeci bir güç olan TC’nin Kuzey Kürdistan’ı kaybetmek gibi bir isteği yoktur, aksine Kuzey Kürdistan’ı daha iyi nasıl sömürebilirim, Türk burjuvazisinin sermayesini nasıl daha güvenli bir biçimde aktarabilirim planları vardır. Bu açıdan baktığımızda; Öcalan’ın teorisini inşa ettiği, PKK-DTK-HDP, HDK ve DBP tarafından savunulan ‘demokratik özerklik ya da öz yönetim’ taleplerinin eğer bir masa kurmak, barış inşa etmek gibi bir mesele konuşulurken hiçbir karşılığı yoktur. Aksine bu talepler; ‘teröristçe’ talepler olup ‘vatanı bölmek isteyen dış güçlerin ve buna alet olan vatan hainlerinin’ senaryosudur. TC’nin temel derdi Kürt ulusal sorununu çözüme kavuşturmak değil; Kürt ulusal sorunu üzerinde cereyan eden devrimci, yurtsever dinamikleri etkisizleştirmek, onları aldatmaktır. Bu anlattıklarımızı somutlarsak; dediklerimiz daha iyi anlaşılabilir. Öz yönetim direnişlerinin temel talebi ‘’Kürtlerin kendi şehirlerini misak-ı milli sınırlara riayet ederek yönetmek, yerel yönetimlerin yetki alanlarının genişletilmesi’’ başlıklarıydı. Bu hem silahlı bir biçimde hem de DTK’nin ilan ettiği on dört maddelik bir bildiriyle TC’ye sunuldu. Alınan cevap ise; özyönetim talebini içeren bildiriyi yayınlayanlar hakkında Cumhuriyet Başsavcıları tarafından soruşturmalara, ‘vatan hainliği’ ile suçlamalara maruz kalındı. ‘Barış süreci’nin tarafın olarak görülen AKP tarafından bütün Kürt siyasetçileri hedef haline getirilip, linç kampanyaları düzenlendi. Öz yönetim talebi ‘özerklik’ biçiminde ilk kez DTP zamanında formüle edilmişti. Talebin içeriği ‘yerel yönetimleri merkeze bağlı olarak yönetmek’ olarak sunulsa da, PKK ve onun legal siyasi kanadı her türlü uzlaşmaya açık olsa da AKP hiçbir adım atmadı; tersine TC’nin hükümeti AKP bu taleplere bütün Türk burjuva partileriyle bir araya gelerek mutabakat sağlayıp tepki gösterdi. Tankıyla, ordusuyla, Heronuyla; aylarca Kürdistan’ı talan etti, yüzlerce sivil Kürdü öldürdü, Kürt savaşçıların ölülerine işkence yaptı, duvarlara ırkçı yazılar yazdı. Bir kez daha sömürgecilik ve işgalcilik kanlı, kirli yüzünü gösterdi, Kürde topraklarının işgal altında olduğu ne yazık ki katliamlarla hatırlatıldı. Öz yönetim taleplerine; siyasal-ideolojik tespitlerimiz açısından katılmasak da, içeriğine baktığımızda öne sürülen talepler ‘burjuva demokratik dönüşüm’ kapsamında maddelerdir, bu bildiriyi yayınlayanların önder olarak kabul ettikleri isim başta olmak üzere ‘’Türkiye’yi bölmek gibi bir amacımız yok’’ diye defalarca açıklama yaptılar, mitinglerinde Türk bayrakları açtılar, ortak vatan vurgusu üzerinden ‘Türkiyelileşmek, Türkiye’yi demokratikleştirmek, sivil siyaset yapmak’ istediklerini deklare ettiler. Ancak bunların hiçbiri TC’yi; Kürtlerin en ufak demokratik taleplerini dahi hayata geçirmesi konusunda ikna edemedi, Kürtlerin katledilmesini önleyemedi. TC’nin bu talepleri kabul etmemesinin temel sebebi; misak-ı milli sınırlarını içeren merkeziyetçi, Türk ulusuna dayanan yapısıdır. PKK’nin

12


öne sürdüğü ‘yerel yönetimcilik’,’farklı ulusların eşit yurttaşlık temelinde söz sahibi olması’ vb. talepler her ne kadar uzlaşmacı, ‘Türkiyeci’ bir biçimde sunulsa bile TC’nin kuruluş mantığı ile çakışmaktadır. Taleplerin içeriğinin ‘reformcu’ olmasına, uzlaşmaya açık kanallarının bulunmasına rağmen kabul edilmediğini görüyoruz. Buradan çıkan sonuç; PKK taleplerini her ne kadar topyekün bir savaş ile hayata geçirmek gibi bir stratejiye sahip olmasa da, daha çok uzlaşmacı legal siyasi kanallarla, müzakerelerle bu talepleri TC’ye kabul ettirmek istese de; bağımsızlık kadar radikal gözükmeyen‘demokratik özerklik’ bile büyük bir halk savaşı geçirmeden mümkün değildir. Öte yandan PKK tarafından ısrarla savunulan ‘demokratikleşme’; özellikle Kürdistan’da faşist sömürgeciliği ile bilinen TC açısından mümkün değildir. TC’nin Kürtler karşısında ‘demokrat’ olmaya, en ufak ulusal talebini ‘Kuzey Kürdistanı kaybederim’ korkusuyla niyeti hiç yoktur. Karşımızda; yasalarıyla, meclisiyle, OHAL kanunlarıyla, sıkıyönetimleriyle burjuva anlamda dahi demokratikleşmesi mümkün olmayan azgın bir sömürgeci devlet vardır. TC’nin kendi toprakları olan Türkiye’de dahi ne kadar faşist bir yapıya sahip olduğu ortada iken; sömürge olarak elinde tuttuğu Kuzey Kürdistan’a demokratik davranacağını düşünmek mümkün değildir. TC’nin hangi hükümeti iktidara gelirse gelsin, ne kadar ‘barış’ masası kurulursa kurulsun; Kürt ulusal sorununu TC hiçbir biçimde çözmez, çözemez. Çözemez çünkü az önce ifade ettiğimiz üzere kuruluş yapısı buna müsait değildir. Bu yapıyı değiştirebilmek; bir hükümetin alabileceği kararla sağlanamaz. TC, bir hükümetten değil; Kürdistan üzerinde sömürgeci emelleri taşıyan, yaptığı milliyetçilikle siyasal arenada var olabilen(örneğin mecliste yer alan MHP veyahut bunların daha küçük olanı BBP gibi) farklı renkte burjuva partilerinin, onların tabanlarının ağırlıyla şekillendiği için; mesele bir hükümetin isteyip istememesi ile belirlenemeyecek kadar köklü ve yapısaldır. Çözmez çünkü ‘terör tehlikesi, vatan savunması’ tezleri ile Türk işçi sınıfını yüzyıldır Kürtlerle karşı karşıya getirerek sınıfsal sömürünün üzerini örtebileceği güçlü bir araçtır. Çözmez çünkü yüzyıldır milliyetçi burjuva partileri Kürt düşmanlığı sayesinde iktidarlara gelebilmek, Kürt düşmanlığı ile hatırı sayılır oylar alabilmektedir. Bugün iktidardaki parti bile yeri geldiğinde sıkışıp milliyetçileri kendi yanına alabilmek için Kürt düşmanlığına başvuruyor. Türkiye’de milliyetçiliğin var olabilmesi için Kürt ulusal sorununun bitmemesi lazım, Türk işçi sınıfı uyutulabilmesi için, Kürtlere yapılan düşmanlıkla Türk burjuvazisi kendi iktidarını koruyabilmesi için Kürt ulusal sorununun bitmemesi gerekiyor. TC’nin dönem dönem özellikle AKP’yle gösterdiği sözde iyi niyet yalanlarına inanmak için saf olmak gerekiyor. AKP’nin bu gibi girişimlerinin temel tek sebebi olabilir: İç ve dış politikada yaşadığı sıkışmalar TC burjuvazisi; dönemsel olarak bugün Kürt ulusal kurtuluşunun öncülüğü üstlenen PKK’yle kimi temaslarda bulunmuştur. Bu temasları daha çok kendi dönemsel çıkarları doğrultusunda gerçekleştirmiş ve PKK’yi taraf olarak kabul ettiği halde PKK taraf değilmiş gibi ‘‘terör örgütü ayrı Kürt ayrı’’ şeklinde ‘’çözüm, barış’’ adı altında süreçler yürütmüştür. PKK’yi taraf olarak kabul etmediği gibi; en doğal talepleri bile karşılamaktan özellikle uzak durmuş, çatışmasızlık dönemlerini bölgesel alt-emperyal amaçları doğrultusunda değerlendirmiştir.(Suriye’de Esad’a karşı giriştiği hamleler ‘çözüm’ süreçlerinin yaşandığı döneme denk düşer) Kürtleri savaşarak bitiremeyeceğini bilen, öte yandan bitmesini de istemeyen(çünkü bir düşman lazım ki Türk işçi sınıfını uyutabilsin) TC’nin son dönemki hükümetleri; kurdukları masalar ile, müzakereler ile; İslamcı Kürtleri tavlamayı, Kürt hareketinin öncülüğünü üstlenen PKK’yi belirli bir sürede olsa pasif bırakmayı(ki 2013 yılı ile 2015’in sonları arası çatışmasız

13


süreç yaşanmış ve AKP doğrudan bütün gücünü Esad’ı devirmek için dışarıya ayırmıştır) hedeflemiştir. Kısaca TC’nin hükümetleri açısından kurulan masalar dönemsel olarak iktidarını rahatlama amacı taşırken; HDP vb. oluşumlar tarafından Kürt halkına ‘barış geliyor’ masallarının anlatılması her defasında bizzat tarihin kendisi tarafından yalanlanmıştır. TC’nin tarihi, yapısı, yönetim anlayışı, devlete egemen olan güç belli iken; demokratik özerklik talebini ileri süren kesimin bu talebin karşılanmasını devletten beklemesi en hafif tabir ile ‘saflık’tır. Kürt ulusu bugün; on yıllarca inkar edilen varlığını bile ne çok bedeller ödeyerek kazanmıştır, Kürdün varlığını TC kabul etmemiştir, Kürtler var olduklarını kanlarıyla ispat etmişlerdir. Tarihimizde bir ulus olarak var olduğumuzu ispatlamanın bile; TC ile kıran kırana savaşmadan mümkün olmadığına baktığımızda; ister demokratik kondefederalizm olsun ister bağımsız Sosyalist Kürdistan talebi olsun; kendi özgücümüze dayanmadan mümkün olamayacağını görmekteyiz. Öne sürülen taleplerin gerçek yaşamda karşılık bulabilmesi için kıran kırana bir savaş gerekmektedir, hiçbir müzakere masası bu talepleri yaşama geçiremez. Kürdistan Komünistlerinin; ‘barış’ gibi bir şeyin gerçekleşemeyeceğini söylerken gerçek yaşam içerisindeki olgulardan ve bu olguların birbiri ile çelişmesinden hareketle tespitler yapmaktadır. Hangi tespitin doğru olduğunu yaşamın kendisi doğrulamaktadır. Buna ek olarak PKK dışında şimdilerde görünür olmaya başlayan kimi reformist küçük Kürt partileri de sömürgecilerin eteklerine sığınan, PKK’yi sabah akşam eleştirmekten beslenen, barışçıl legal siyasetleri ile sözde Kürdistani olduklarını iddia ediyorlar. Programlarına, taleplerine baktığımızda sömürgeci misak-ı milli sınırına dokunmayan ‘federalist’ mantıkla gelişen içeriklerden oluşmakta. En ilerisi olarak görebileceğimiz ‘Bağımsızlık’ talebini savunan kimi yapılar ise TC’ye bağlı legal yapılar olduklarını, bağımsızlık talebinin düşmanın kabul etmesiyle değil zor güç araçlarının örgütlenerek sağlanabileceğini unutup komik durumlara düşüyorlar. Toparlayacak olursak; TC’nin misak-ı millici kuruluş yapısı ile demokratik konfederalizmin özerkçi talebi, TC’nin Türk egemen ulusuna dayanan yapısı ile demokratik konfederalizmin çok uluslu, çok kimlikli talebi, TC’nin katı merkeziyetçi yapısı ile demokratik konfederalizmin adem-i merkeziyetçi(yerelci) talebi birbiri ile yapısal olarak çakışmaktadır. Talep edilen(Demokratik Konfederalizm) ile sunulan talebi karşılaması beklenen özne(TC) hiçbir biçimde yapısal olarak uyuşamaz. Bugün Kürt ulusal sorununu sürüncemede bırakan, halkımızın enerjisini boşa harcayan temel neden kısaca yukarıda açıkladığımız başlıklardır. Bir şey daha eklemek istiyoruz; bir şeyi tanımlarken onun hayatımızda ne anlam ifade ettiğini, özelliğinin ne olduğunu kavradığımızla ilişkili olduğunu söylemiştik. Bugün TC’yle ‘barış masalarının’ kurulmasının Newroz’larda Öcalan tarafından iletilen mektuplarda ‘silahların miadını doldurduğu’nun ilan edilmesinin temelinde TC’yi nasıl tanımladığımız yatmaktadır. PKK ve legal siyaseti TC’yi ‘demokratikleşebilecek bir yapı’ olarak tanımladığı için müzakere ve uzlaşma kanallarını açık tutuyor, TC’nin değiştirilebileceğini söylüyor. TC’nin tanımını ‘demokratikleşmesi beklenen, demokratikleştirilebilecek’ bir devlet olarak tanımladığımızda ‘masa kurmamız’ olağan bir durum haline geliyor, oysaki TC’yi sömürgeci olarak tanımladığımızda ise işin rengi değişiyor. Karşımızda ‘demokratikleşecek, Kürt ulusal sorununu çözecek bir iktidar’ değil savaşılıp Kürdistan’dan atılması gereken bir devlet görüyoruz. Tekrar tekrar söylemek gerekir ki; bir şeyin tanımı onu kavramakla eş değerdir, nasıl tanımlarsanız ona göre bir siyaset çizersiniz. Demokratikleşebilecek bir devlet olarak tanımlarsanız ‘barış masaları’na bel bağlar; sömürgeci bir devlet olarak tanımlarsanız uzlaşmasız bir düşman güç olarak görürsünüz.

14


Sonuç olarak; bizler ‘barış’ meselesini birincisi ideolojik olarak yanlış, ikincisi ise gerçeklikte ‘mümkün olmayan’ olarak görüyoruz. İdeolojik olarak bizler için yanlış olmasının sebebi; TC’nin Kürdistan’da ki işgalci-sömürgeci yabancı varlığı olup, TC ile konuşacak, anlaşacak hiçbir şeyimizin olmamasındandır. Sorunu yaratanlar ile sorunu çözemeyeceğimizi, sorunu yaratanları ortadan kaldırdığımızda zaten sorunun konuşulmaya gerek kalmadan çözülebileceğini söylüyoruz. Bununla beraber TC bizler için ülkemizi işgal etmiş sivil kurumları ile askeri kurumları ile hiç fark etmez düşman güçtür. Kürt ulusal sorununu bizler Kürdistan sorunu, bağımsızlık sorunu olarak gördüğümüz için ve bu talebin uzlaşarak değil savaşarak kazanılabileceğini bildiğimiz için, TC’nin yapısını analiz edebildiğimiz için ideolojik olarak bir sömürgeci burjuva devleti ile anlaşmak yanlıştır, siyasi olarak ise TC’nin ne olduğunu bildiğimiz halde Kürt halkına; bile bile TC ile kurulacak masalardan ‘barış’ çıkacağı yalanını söylemek yanlıştır.

Ulusal Bilinç Kürt ulusu için neden önemli? Kürt ulusu 21.yy'ın içerisinde yer almamıza rağmen; değil bir ulus-devleti, ulus nezdinde tanınır hiçbir statüsü olmayan bir halktır. Ulusal haklarını elde edebilmek için ulusal kurtuluş mücadelesine ihtiyaç duyan, sömürgeci ve işgalci devletlerin çeşitli hukuksuzlukları ve zorbalıkları altında yaşayan bir ulus için; ulusal bilince erişmek; kilit rolde bir olgudur. İçerisinde yer aldığımız Kuzey Kürdistan coğrafyasında; ulusal bilince erişilememesi, bir ulus olarak örgütlenilememesi için; sömürgeci TC tarafından pek çok politika denenmiştir. Bu politikaların başında; ulusal bilinci körükleyen isyanların kanla bastırılması gelir. Sömürgeciler bütün gaddarlığıyla saldırırken amaçladıkları şey; hem bilinç anlamında hem fiziki anlamda bir ulusun toparlanmasını, örgütlenip sömürge olmaya karşı koymasını toptan sindirebilmek, tekrar direnişe geçilmesini engelleyebilmektir. Bununla beraber sömürgeciliğin ideolojik ayağı olan eğitim sistemi ulusal bilinci yok etme amacı taşıyan, baştan aşağı asimilasyona dayalı politikalarla oluşturulmuştur. En başta Türkçe nedir bilmeyen, evinde Kürtçe'den başka bir dil konuşulmayan Kürt çocuğu anadilinin dışında bir eğitimle, yabancı bir dille kendi kültürüne yabancılaştırılır, tarih derslerinde Türk ulusunun Orta Asya Hunları'ndan başlayan, Türk ulusunun ‘kahramanlıklarının’ övüldüğü, herkesin Türk olduğu, Kürtlerin inkar edildiği tarih bilgisi verilir, edebiyat derslerinde onca acı görmüş bir ulustan sanki hiç edebiyatçı çıkmamış gibi yine Türk ulusuna ait olan Turancı, İslamcı, Irkçı edebiyatçıların yazdığı edebi eserler ağırlıklı olmak üzere empoze edilir ve Kürt olma bilinci; çocukluktan yok edilmeye çalışılır. Bu politikaların tamamen başarılı olduğu, ulusal bilincin yok edildiği elbette söylenemez. Çünkü TC'nin Kürdistan'da ki politikası genel olarak zorbalıktır. Politikalarının oransal olarak büyük bir kısmını katliam, şiddet, zindanlara tıkma vb. işgalci gaddarlıklar oluşturmakta. Haliyle Kürt çocukları, Kürt insanı bu zorbalığı yaşayarak sorgulamak durumunda kalmakta, 'biz kardeşiz, devlet hepimizin devleti' diyen bir mekanizmanın kendine neden böyle davrandığını anlamaya çalışmakta. İşte bu kısım can alıcıdır: ''Kürtler neden bir devlet tarafından yüzyıllardır katliamlardan geçirilir, varlığı neden inkar edilir?'' Ulusal bilinci kazanmaya giden yolda, bu sorunun cevabını doğru verebilmek gerekir. Devlet keyfinden Kürt ulusunu tarihten silmeye çalışmadı, bugünde Kürtlerin varlığını kabul etme aşamasına gelmesine rağmen ulusal haklarını tanımaması boşuna değildir. Sömürgecilik böyle

15


işler. Sömürdüğü bir ulusa, alçak gönüllü bir şekilde ''buyrun bunlar sizin hakkınız, isterseniz devlette kurabilirsiniz'' demeyecektir elbette. Tarihte hiçbir sömürgeci güç, gönül rızasıyla bir ulusun özgürlüğünün önünü açmamıştır. Bugün Kürt ulusu için de aynı durum söz konusudur. Kürtler varlığını kalkışılan onlarca ayaklanmalar ve ödenen on binlerce canlar sayesinde Kuzey Kürdistan'da çok yakın zamandır ispatlayabilmiştir. Varlığını ispatlayabilmiştir, ancak varlığını sürdürebilmenin temel koşulu olan ulusal haklarını koruma ve onu geliştirmenin zeminini halen sağlayabilmiş değildir. Ulusal bilincin Kuzey Kürdistan'da oluşmasında; oldukça ciddi rol oynayan PKK; bugün 'Demokratik Konfederalizm' programıyla bu bilincin altını oymaktadır. Daha da kötüsü zamanında kültürel haklar istemekle yetinen Kürt hareketlerini eleştiren, Kürt ulusunun ayrı bir ulus olarak ulusal haklarının olduğunu savunan ve kültürel haklarla sınırlı bir mücadelenin reformistlik olduğunu savunan PKK; bugün ortaya çıktığı dönemde eleştirdiği hareketlere yakın bir politika izlemektedir. Şurası çok açıktır ki; Kürt ulusunun sorunu kültürel hak kırıntıları ile karşılanabilecek azınlık sorunu değil; ayrı bir ulus-devlet kurma hakkını da içeren ulusal sorundur. Diğer uluslarla eşitlenememiş, üstelik halen katliamlardan geçirilen bir ulusa; diğer uluslarla eşitmiş muamelesi yapılması ve bunun teorize edilerek ulus-devletten, bağımsızlık mücadelesinden vazgeçilmesinin programını oluşturan Demokratik Konfederalizm'in ulusal bilince katacağı hiçbir şey yoktur. Tıpkı zamanında Kürt islamcılarının yaptığı 'ümmetçilik' adı altında, tıpkı Türkiye solunun enternasyonalizm adı altında Kürt ulusunun ulusal haklarını, ulusal sorununu görmezden gelen, diğer uluslarla eşitmiş muamelesi yapan bir anlayış PKK'nin demokratik konfederalizminde de bulunmaktadır. Eşit olmayan bir ulusun, en temel ulusal özlemleri olan bağımsız yaşama, ayrı devletini kurma en baştan öcü gibi tanıtılmakta, yasak edilmekte; ama öte yandan sömürgeci devletle yaşamaya devam edilmesi ise onu tanıyarak, ona saygı duyarak sürdürülmekte. Ezilen bir ulus için; haklarını alabilmek uğruna ulusal bilincini elde etmesi, anti-sömürgeci yurtsever bir enerji toplaması ile; dar milliyetçi anlayış birbirine karıştırılmamalıdır. Kürdistan mücadelesinin bütün yükü sınıfsal olarak proleter olan Kürt ulusunun omuzlarındadır. Evi yıkılan, köyü yakılan, sömürge topraklarına iş göçü olarak gitmek zorunda kalan, inşaatlarda, ağır sanayide, mevsimlik işlerde çalışan, Türkiye toprakları içerisinde her hangi bir politik gerilim döneminde faşistlerin saldırısına uğrayan, dağdaşehirde işgalciye kurşun atan emekçi halkımızdır. Haliyle ulus sorununun ağırlığı altında ezilen ve ulusal mücadelenin tüm yükünü omuzlayan emekçilerin ulusal bilince erişmesi; hayati önemdedir. Bağımsızlık fikri, devlet fikri; nasıl bir bağımsızlık ve nasıl bir devlet sorusunu da gündeme getiriyor. Sorunlarla her gün yüz yüze gelen, mücadelede sınıfsal olarak bütün aidiyeti ile katılan bir ulus ulusal kurtuluşu için mücadele ettiği gibi; ulusal haklarıyla birlikte kendi toplumsal devrimini de oluşturacak, sömürgecilerin zorbalığına karşı bir bilinç elde ettiği gibi, ulusal mücadelenin doğrudan kendi emekçi konumuyla yakından ilgili olduğunu görebilecektir. Ulusal bilinç, sömürgeciliğin panzehiridir. Bugün sömürgecilik ne üzerinden gelişiyor? Bir ülkenin işgali, bir ulusun yok sayılması, haklarının çiğnenmesi üzerinden gelişmiyor mu? Somut olarak işgal edilen bir toprak parçası(Kürdistan) somut olarak yok sayılmış bir ulus(Kürt ulusu) bulunmaktadır. Kürt ulusunun yaşadığı problemin kaynağını sömürgecilik olarak kavradığımızda; ulusal bilincin neden önemli olduğunu da kavramakta güçlük çekmeyiz. Tarihten bugüne sömürge olma sorunu yaşayan bütün uluslar, ulusal bilince erişerek egemen uluslardan kurtulmuşlardır. Aynı gerçeklik bir ulus olan Kürtler için de geçerlidir. Ulusal bilinci tartışırken ülke(Kürdistan)

16


gerçekliğini unutmak, tartışmamak; ıskalanmaması gereken bir konudur. Kürt ulusunu Kürdistan’sız tartışmak mümkün değildir. Kürdistansız tartıştığınızca işgalciliği açıklayamazsınız. Bununla beraber sömürgecilerin Kürdistan’daki varlıklarını meşrulaştırdığınız gibi onların sizlere tanıyacakları haklarla yetinirsiniz. Oysaki Kürdistanlı olma bilinci Kürt ulusal bilinci ile birleştiğinde ülkenizdeki sömürgecilerin, işgalcilerin varlığını görebilmek çok zor olmayacaktır, onlardan kurtulmayı istemek ancak bu bilinç geliştiğinde oluşabilir. Kürdistanlılar; Kürdistan’ı; Türkiye, Irak, İran ve Suriye Kürt bölgesi olarak değil bir bütün olarak, parçalara ayrılmış, yapay sınırlarla bölünmüş bir ülke olarak kavramalıdır. Kürt ulusal bilinci Kürdistanlı olma bilinci ile bütünleştirilemediği müddetçe; ulusal bilincin ayakları yere basmayacak, çelişkiler doğacaktır. Bugünkü kafa karışıklığının, sömürgecilerden bir şeyler beklemenin, Kürt olduğunun farkında olup Kürdistanlı olduğunun farkında olamamanın temel nedeni de budur. İşgalciler bir şeyler vermez, işgalcilerden bir şeyler alınabilir. Bizim almak istediğimiz, Kürt halkının ancak onu aldığında özgürleşebileceğine inandığımız esas olan şey; KÜRDİSTAN’dır!

Kürdistan Devrimi’nin Yolu Yaşadığımız coğrafya; emperyalist akbabaların yüzyıllardır üşüştüğü, kan emici diktatörlerin, şeyhlerin, emirlerin, kralların emekçi halklar üzerinde tepindiği, çeşitli kimlik savaşlarının yaşandığı, cihatçı çetelerin kol gezdiği, faşizmin ve dönem dönem askeri diktatörlüklerin kurumsallaştığı, emperyalist güçlerin istihbarat örgütlerinin cirit attığı çok denklemli bir bölgedir. Düşman güçlere baktığımızda; şüphesiz Ortadoğu'da zorun işlevini hiçbir mekanizma dolduramaz öncelikle bunu en başa yazmak durumundayız. Elbette ki zorun işlevinden bahsederken, zoru kullanırken dışarıda bırakamayacağımız, siyasetimiz için hayati öneme sahip olan devrimci bir akıldan da bahsetmekteyiz. Ve bu zor devrimci akılla halklaştıkça, tutarlı bir programla mutlak bir kurtuluş hedefiyle kesiştikçe, amaç ve araç uyumlu çalıştıkça kazanımlar elde etmek kaçınılmazdır. Komünist bir parti, işçi sınıfının tarihsel rolüne göre hareket eder. Asla kısa dönemli zaferlere, düzen içi güç dengelerine bel bağlamaz dönemsel olarak belli kazanımlar elde edebilmek için ‘her yol mübahtır’ gibi bir mantık izlemez, ilkelerinden vazgeçemez. Komünist Partiyi diğer düzen için sol akımlardan ayıran, ona devrimci sıfatını veren; ilkeli bir biçimde savunulan düzen dışı programı ve bu programın yaşamda karşılık bulabilmesi için sabırlı bir biçimde tarihsel güne yaptığı hazırlıktır. Ortadoğu coğrafyasının stratejik bir noktasında duran Kürdistan coğrafyasının ve Kürt ulusunun bölünmüşlüğü 21.yy’da da devam ediyor. Bu gerçeklik Kürdistan Komünistlerinin temel aldığı, çözüme kavuşturulmayı bekleyen, uzun süre mücadelemizin geliştiği her dönemde tartışmasının sürdüreceğimiz hareket noktasıdır. Her siyasi hareketin, var olan sorunlara kendi programına uygun düşen çözümleri vardır. Kürdistan Komünistleri’nin programı bu açıdan uzun süreli bir devrimci halk savaşını öngören ‘Bağımsız Birleşik Sosyalist Kürdistan’ temelinde bir çözümü savunmaktadır. Kürdistan’ın bölünmüşlüğü; değişen onca gerçekliğe, yaşanan onca siyasal gelişmeye rağmen değişmemiştir. Sömürgecilik, işgalcilik halen güncelliğini koruyan bir gerçekliktir. Halkımızı acılar içinde kıvrandıran, katliamlardan geçiren, kimliğini inkar eden, emeğini sömüren, yer altı ve yer üstü zenginliklerini gasp eden, toprağını talan eden sömürgecilik ve işgalciliktir. Sömürgeciliğin ve işgalciliğin kökünden Kürdistan topraklarından atılması; uzun süreli devrimci bir halk savaşına ihtiyaç duymaktadır. Uzun süreli devrimci bir halk savaşını ancak; ulusal kurtuluştan en çok çıkarı olan, aynı zamanda Kürt ulusunun çoğunluğu olan(bütün uluslarda olduğu gibi), emeğiyle yaşayıp zincirlerinden başka kaybedecek hiçbir şeyi

17


olmayan, ulusal mücadelenin bütün yükünü tüm cefakarlığıyla üstlenen, ulusal kurtuluşun tutarlı bir savunucusu olan Kürdistan proletaryasının etrafında birleşmiş; diğer emekçiler, yoksul köylüler, tarım işçileri ve proleterleşmeye yüz tutmuş, burjuvaziyle rekabet etmesi mümkün olmayan, işgalcilikten nasibini alan küçük burjuva kesimler olabilir. Ulusal kurtuluş görünümlü bu uzun süreli savaş; aslında aynı zamanda toplumsal kurtuluşun dinamiklerini besleyen, proleter iktidara giden yolun önünü açan, proletaryanın örgütleyicisi olacağı ve toplumsal kurtuluş programlarını güçlü bir biçimde savunacakları bir sınıf savaşıdır. Ulusal kurtuluşun çözüme kavuşturulamaması; Kürdistan işçi sınıfının toplumsal kurtuluşunu gerçekleştirebilmesinin önünde duran temel engeldir. İşgalcilik ve sömürgecilik içerisinde sınıf farklarının görünmez, konuşulamaz bir hal almasını; Kürdistan proletaryası ancak ulusal kurtuluş hedefiyle Kürdistanlı diğer emekçi kesimleri etrafında tutarlı bir programla birleştirerek engelleyebilir. Ulusal kurtuluş davasını yükseltmeden; Kürdistan proletaryasını tarih sahnesine sürebilmek mümkün değildir. Öncüsü olmak istediğimiz proletaryanın geldiği ulus ‘ezilen uluslar’ kategorisindedir. Ulusal olarak ezilme sorununu sınıfsal olarak ezilmeye; ulusal olarak kurtuluş sorununu sınıfsal olarak kurtuluş sorununa bağlayabilen bir program; iki sorunu birden aynı süreç içerisinde çözebilecek bir devrimin yolunu açacaktır. Ezilen ulusun öncü Komünistleri; proletaryanın iki devrimi bir arada gerçekleştirebileceğini savunmaktadır; Kürt ulusal kurtuluşunu ulusal devrime, Kürt proletaryasının sınıfsal kurtuluşunu sınıfsal devrime bağlayarak bu soru tek bir iktidarda; proleter iktidarda kesin bir biçimde sonuca ulaştırılabileceğini savunmaktadır. Kürdistan Sosyalist devrimi; çift karakterlidir. Bu karakterin bir yüzü ulusal sorunun mutlak çözüme kavuşturulması, diğer yüzü ise ulusal sorunun ağırlığı altında yaşayan emekçi Kürt halkının emek sorununu da çözüme kavuşturan proleter devrimci yüzüdür. Kürdistan’ın yüzyıllardır süren özgün bir kimlik edinme, toprağını işgalcilerden kurtarma sorunu vardır. Kürt ulusu diğer uluslardan farklı olarak; tarih sahnesinin gerisinden gelmektedir. Geriden gelişin tamamlanabilmesi ve diğer uluslarla eşitlenebilmesi için; kapitalizmin tamamen Kürdistan’a yerleşmesini, Kürt burjuvazisinin tamamen güçlenip milli bir karaktere bürünüp burjuva nitelikte ulusal bir devrim yapmasını beklememize gerek yoktur. Hele ki Emperyalist bir dönemde, sınıf çelişkileri gittikçe keskinleşirken ve bunun yansımalarını ulusal harekete katılan sınıfların farklı konularında da görebilirken; önümüze aşamalar koymak, farklı çıkar sahibi olan sınıfları sırf ‘ulusal’ birlik adı altında birleştirmek gibi bir sağ sapma söz konusu olamaz. Bugün ‘ulusal’ birlik tezini en çok kullanan, en üst perdeden dillendiren Güney Kürdistan’da ki emperyalizmin sadık dostu olan Barzanilerdir. Barzani hareketinin tarihini, bugününü iyi bilmekteyiz. Ulusal birlik çağrısıyla; ezilen ulus içerisinde mücadelenin bütün yükünü çeken, savaşan emekçiler ile sömürgecilerle işbirliği yapma olasılığı hep açık olan tutarsız burjuvalar birleştirilmek isteniyor. Bizim ulusal birlikten anladığımız; ulusal sorunu iliklerine kadar yaşayan ve bütün yükü çeken emekçi kesimlerin proletaryanın öncülüğünde birliğidir. Ki Kuzey Kürdistan’ın burjuvazisi ‘milli devrimci’ bir burjuvazi bile değildir, tamamen işbirlikçi, kaypak bir burjuvazidir. Kürdistan tarih sahnesine eşitsiz bir biçimde çıkmıştır, onu diğer uluslarla eşitleyecek olan hem ulus sorununu hem de emek sorununu çözecek olan proleter devrimdir. Ulusal sorunu çözebilmek için Kürdistan’ın dört parçasında çeşitli dönemlerde, kimi zaman feodal öncülerin örgütlemesiyle kimi zaman tabandan gelişen hareketlenmelerle baş kaldırmalar yaşanmış ve birçoğu yeteri örgütlülükte olmadığı için ezilmek durumunda kalmıştır. Ezilen bir ulusun komünist devrimcileri; ulusal sorun ile emek sorununu ayrı ayrı ele almazlar. Ulusal sorun ile emek sorunu iç içe geçmiş, devrimci bir çözüme kavuşturulmayı bekleyen köklü tarihsel meselelerdir. Kürt ulusal sorununun ağırlığı altında yaşayan, mücadelenin bütün iplerini göğüsleyen Kürdistanlı yoksul emekçiler, köylüler ve işçilerdir.

18


Dağdaki gerilladan, evleri yakılıp yıkılan köylüye, TC’nin bölgelerinde faşistler tarafından linç edilen inşaat işçisinden içeri alınan halktan siyasetçilere kadar hepsi emekçi halkımızdır. Kürt ulusal sorununu ancak ve ancak Kürdistan’ın emekçileri hem ulusal sorunu için hem sınıfsal sorunu için serhildan iradesini, sömürgeciliğin karşısına çıkardığında çözebilir. Çözüm; sorunu en ağır koşullarda yaşayan Kürdistan halkının kendi ellerindedir, kendi öz örgütlülüğündedir. Burjuva sömürgeci TC’nin meclislerinin, onlarla ‘çözüm’ adına kurulacak masaların hiçbirinin sorunu çözme iradesi yoktur. Sorunu doğrudan yaşayan biz emekçiler isek; sorunun çözümü de ancak biz emekçilerin elindedir. Kürdistan Devrimi’nin ulusal ve sınıfsal öncüsü Kürdistan proletaryasıdır! Ezilen bir ulusun proletaryasını örgütlemek isteyen Kürdistanlı Marksistler; ulusal sorunun çözümünü, ezilen ulus içerisinde çoğunluğu oluşturan, emek sorunuyla birlikte ulus sorununu bir arada yaşayan Kürdistan işçi sınıfını ulusal mücadelenin öncüsü haline getirmekte, Kürdistan proletaryasının toplumsal programı ile gerçekleşecek devrimde görürler. Kürdistan proletaryasının toplumsal devrimi; sömürgecilik, işgalcilik, ulusal sorun vb. ulusal meseleyi ilgilendiren başlıkları kökünden çözebilecek bir programa sahiptir. Kürdistan komünistleri kurmayı hedeflediği partiye; ulusal sorunu, proletaryanın devrimci programı ile tavizsiz bir biçimde çözmeyi savunan bütün kesimleri, sınıfsal tabakaları ( sınıf intiharını gerçekleştirmiş küçük burjuva sınıfından veyahut burjuva Kürt aydını) kabul eder. Kürdistan özgülünde gerçekleşecek bir sosyalist devrim; dünya proleter devrimi mücadelesinden ayrı bir yerde durmamaktadır. Halkımızın ezilen ulus olma sorunu bizi kesinlikle dar ulusalcı, Kürt burjuvazisinin önünü açan kaypak bir zemine düşüremez. Bunun önlemi en baştan proleter sınıf siyaseti niteliğinde benimsenen ‘enternasyonalizm’ ilkesini doğru kavrayarak, coğrafyamızı diğer proleterlerin yaşadığı coğrafyalardan yalıtmayarak almaktayız. Elbette Kürdistan proletaryasının ulusal kurtuluştan anladığıyla; Kürdistan’ın burjuva milliyetçi kesimlerinin anladığı arasında sınıfsal bir fark vardır. Bu sınıfsal fark; Kürdistan proletaryasının ulusal kurtuluşla birlikte ele aldığı, ulusal sorunu emek sorunu ile birleştirip kendisinin öncü olacağı devrimin, toplumsal kurtuluş hedefinin programı olan Sosyalist devrim perspektifi ve proletarya diktatörlüğüdür. Ulusal devlet görünümlü bu devlet tüm dünya proletaryasının devletidir, ulusal devrim görünümlü bu devrim tüm dünya proletaryasının toplumsal kurtuluşunu hedefleyen bir devrimdir. Kürdistan devrimi; bütün dünya proletaryasıyla, ezilen ulusları ile aynı özgürlük cephesinin bir parçasıdır. Kürdistan’ın Komünistleri; Kürdistan proletaryasının ulusal sorununu çözecek, ezilen ulus olmaktan çıkarıp diğer uluslarla eşitleyebilecek, Kürdistan proletaryasının emeğini Kürt ve sömürgeci burjuvazilerden kurtarabilecek bir programa sahiptir. Programımız; Kürdistan proletaryasının devrim seçeneğini örgütlemesi ile; ulusal kurtuluşu ve toplumsal kurtuluşu mutlak bir biçimde, aynı süreç içerisinde gerçekleşmesini garanti altına almaktadır. Programımızın kağıt üzerinde kalmaması, süs eşyası haline gelmemesi, soyut teorik metinler olarak kalmaması için; programımızı somutlayacak adımlar atılmalı, yaşamla bağı kurulmalıdır. Kürdistan coğrafyası; 70’lerde yükselişe geçen bağımsızlık ve sosyalizmin savunulduğu ancak bugün ise hiçbir kesim tarafından Komünist siyasetin, bağımsızlığın savunulmadığı bir süreçten geçiyor. Böylesi dönemlerde sabırlı davranmanın, normal zamanlarda yaptığımız çalışmanın üzerinde bir çaba göstermemizin önemli olduğunu vurgulamak gerekiyor. Kürdistan’da bağımsızlığın, sosyalizmin tekrar güncel bir seçenek olarak Kürdistan halkına sunulabilmesi, ulusal kurtuluş savaşının gündeme gelebilmesi için; hem sömürgecilerden ‘çözüm’ bekleyen, Kürt ulusal sorununu ‘kültürel soruna, otonomi

19


kazanmaya’ indirgeyen reformist siyasetlere karşı hem de en başta gelen düşman güç TC’ye karşı uzun soluklu bir mücadeleyi gerektiriyor. Temel olarak kavranması gereken şey; ideolojide ve politikada netlik olmalıdır. Bu netlik yakalandıktan sonra; eğer gerçekten programımızı yaşama geçirebilmek için samimi bir biçimde bir örgütlenme ağı örüldüğü vakit; Kürdistan’da konuşulacak, tekrar gündeme gelecek olan seçenek; Bağımsızlık, sosyalist bir Kürdistan olacaktır. Kürdistan’ı işgalleri altında bulunduran sömürgeci devletler Kürdistan’ın amansız düşmanlarıdır. Onlarla düzeyi ne olursa olsun hiçbir biçimde uzlaşma gerçekleştirilemez, Kürdistan üzerinde hiçbir pazarlık söz konusu olamaz. Kürdistan’da söz sahibi olan tek meşru güç Kürdistan halkıdır, Kürdistan’ın kendi kaderini tayin etme hakkı da bu halkın kendi mücadelesinin ürünü olabilir. Sömürgeci güçlerle geliştirilecek uzlaşma masalarının halklarımıza ne kadar pahalıya mal olduğunu anlamak için tarihe bakmak yeterlidir. Kürdistan’ın herhangi bir parçasında mücadele veren bir hareket, kendisini bir parça ile sınırlayarak politika geliştiremez. Dört parça Kürdistan’ın bütün halkına karşı uygulanan baskı politikaları; hangi parçada yer aldığımıza bakmaksızın, Kürdistan’ın ve Kürdistan mücadelesinin bütününe karşı işlenmiş suçtur. Her hangi bir parçadaki düşman güç; bütün Kürdistan’ın düşmanıdır. Kürdistan halkının güvenmesi gereken kendi öz gücü, parçalar arasında eylem ve söylem birliğidir, enternasyonal dayanışma kurmak isteyen diğer ulustan proleterlerdir. Kürdistan halkına; sömürgeci güçlerle kurulacak ‘uzlaşma’ masalarından bir özgürlük çıkacağını, Kürdistan’ın özgürleşeceğini söylemek; en hafif ifadeyle ‘yalan söylemek’tir, Kürdistan’ın kurtuluşunu Kürdistan’ı işgal eden sömürgecilerin insafına bırakmaktır. Bizim açımızdan Kürdistan’da sömürgeci güçlerin hiçbir söz hakkı yoktur, sömürgeci güçlerden talep edeceğimiz hiçbir ‘özgürlük’ beklentisi yoktur. Bölünmüş Kürdistan’ın Kuzey’in de kalan Kuzey Kürdistan Komünistleri; sömürgeci TC burjuvazisinin tüm kurumlarını, ekonomik alt yapısını, siyasal-yönetsel-askeri yapılarını ve bu kurumları-yapıları, sömürgeci-işgalci egemen ilişkileri destekleyen işbirlikçi kişi ve yapıları açık bir biçimde ‘düşman güç’ olarak tanımlamakta, bu güçleri ve onların işbirlikçilerini kökünden kazıyana kadar uzun süreli devrimci bir halk savaşını vermeyi merkezine almaktadır. Kürdistan halkının onu sömürgeleştiren güçlerle anlaşacak, uzlaşacak, barışacak hiçbir meselesi olamaz, Kürdistan halkının sömürgecilerle anlaşmaya, uzlaşmaya, barışmaya değil özgürlüğünü eline alacağı devrimci bir savaşına ihtiyacı vardır. Kürdistan Komünistleri; Kürdistan’ı kapitalist sömürgeci TC’den mutlak bir biçimde kurtarmayı temel hedef olarak önüne koymaktadır. Bütün politikasını bu temel amaca bağlar. Politikalarını bu amacın gelişip gelişmemesi yönünde belirler. Sömürgeci bir güç topraklarımızda işgalci kurumlarıyla, zor aygıtlarıyla kendini dayatırken; Kürt ulusunun bütün hakları gasp edilirken, Kürt halkı bombalar altında yaşarken, katliamlardan geçirilirken öncelikli sorun tanımlamamız ‘sömürgeciliğin varlığını ortadan kaldırmak’ ve ‘Kuzey Kürdistan’ı işgalci TC’den kurtarmaktır. Sömürgeciler ülke topraklarımızda bütün kurumlarıyla bulunurken; Kürt ulusu kendi kaderini serbestçe ve özgürce tayin edemez, kendi toplumsal gelişimini sağlayamaz. Sömürgecilerin varlığı; Kürdistan’ın ve Kürt toplumunun gelişimini engellemekte; bağımlı bir toprak ve bağımlı bir ulus yaratmaktadır. Bu bağımlılık ilişkisinden köklü ve kesin kurtuluş ancak anti-sömürgeci temellerde gerçekleşecek ulusal bir bağımsızlık savaşı ile mümkün olabilir.

Neden ayrı örgütlenmeyi savunuyoruz? 20


Egemen ulustan gelen Sosyalistler tarafından geliştirilen ’birleşik devrim modeli’ düşman güç aynı olsa da ne maddi ne de teorik bir alt yapıya sahiptir. Türkiye solu; Kürdistan’ı bir ülke olarak tanımlamadığı, Kürt ulusunun kendi kaderini serbestçe tayin etme hakkını tanımadığı sürece Sosyal Şoven hastalıkla ‘enternasyonalizm’ adına boğuşmak zorunda kalmaya devam edecektir. Bu açıdan baktığımızda; Kürdistan Komünistleri; Türkiye Solu’ndan ayrı olarak örgütlenmeyi; temeli Kürdistan’da atılan, savaş merkezi Kürdistan olan ve işgalciliğin sonucu olarak Türkiye’ye çeşitli nedenlerle sürgün edilen halkımızın bulunduğu her alanda örgütlenmeyi savunur. Türkiye solunda yer alan sosyal şovenist kesimlerin; Kürt ulusal sorununda şoven politikalarını gizlemek için kullandığı temel argüman ‘enternasyonal mücadele-ortak devrim’ tezleridir. Bizim açımızdan Kuzey Kürdistan’ı Kürdistan’ın bir parçası olarak kabul edip ortak örgütlenmeyi ilkeli bir biçimde savunmak ayrıdır; sömürgeci TC’nin çizdiği, içinde gasp edilmiş Kuzey Kürdistan’ın da yer aldığı Misak-ı mili sınırlarını esas alan bir mantıkla sözde ortak örgütlenmeyi savunmak ayrıdır. Birincisinde gerçek anlamda enternasyonalist, ikincisinde ise bilerek ya da bilmeyerek Sosyal Şovenist olursunuz. Birincisinde Kuzey Kürdistan, Kürdistan ülkesinin toprakları olarak kabul edilir ve Kürdistan ülkesinin işçi sınıfı, Komünist Partisi ile bu zeminde enternasyonal-ortak bir mücadele hattı çizilir; ikincisinde ise TC’nin çizdiği misak-ı milli sınırların sonucu olarak Kürdistan ‘Doğu-Güneydoğu veyahut Kürt illeri’ olarak kabul edilir ve bu yaklaşımın sonucu olarak başka bir ülkenin işgal edilmiş bir parçası kendi burjuvazinizin çizdiği sınırları içerdiği görmezden gelinerek enternasyonalizm ve ortak örgütlenme çarpık, Sosyal Şoven bir biçimde savunulur. Neye ayrı örgütlenme neye birlikte örgütlenme denir? Başka bir deyişle neye göre birlikte örgütlenme veya neye göre ayrı örgütlenme? Tartıştığımız konu budur. Bu mesele Kürdistan’da 70’lerde yükselişe geçen Marksist Kürt örgütlerinin de tartıştığı bir konu olmuştur. Genel olarak ayrı örgütlenmeyi tercih eden Marksist Kürt örgütleri Türkiye solu tarafından ‘milliyetçi olmakla’ hatta tıpkı egemenlerin kullandığı tabir ile devrim cephesinin ‘bölücü’sü olmakla itham edilmiştir. Kürdistan Komünistleri; ulusal kurtuluş görünümünde patlak verecek Kürdistan proleter devriminin; öncüsü olma iddiasını taşır ve bu iddiaya uygun örgütlenir, politika yapar. Bu noktada devrimine öncü olacağımız coğrafya açısından; her ne kadar genel olarak Türkiye solunda yer alan örgütlenmeler ‘Kürdistan’ gerçekliğini kabul etmese de bizler Kürdistan devrimine öncü olma iddiası bakımından ayrılmaktayız. Ülkeleri ayırmak için illaki burjuvazinin çizdiği sınırlara ihtiyaç yoktur, siyasal-tarihsel gerçeklikler de ülkeleri birbirinden ayırmaya gücü yeter. Kürdistan Komünistleri, Türkiye’nin değil Kürdistan’ın devrimcileridir; Türkiye işçi sınıfının değil Kürdistan işçi sınıfının öncüleridir. Türkiye solundan ayrı örgütlenmemizin temel nedeni Kürdistan’ın ayrı bir ülke olması, kendine özgün ulusal sorununun mevcut olarak sürüyor olmasından ve sosyo-ekonomik yapısının farklılığından gelmektedir. Öte yandan ayrı örgütlenmeyi adeta dayatan bir başka gerçeklik ise; Türkiye Komünistleri içerisinde ne yazık ki ortak örgütlenme ve birlikte devrim için nesnel hiçbir zeminin olmamasıdır. Nesnel zemin bulunamadığı gibi, ideolojik açıdan da Türkiye solunda Sosyal Şovenizm halen zehrini akıtmaktadır. Egemen ulus olmanın getirdiği tepeden inmeci perspektif, ulusal soruna entarnasyonal yaklaşımdan uzak bir çizgi; ayrı örgütlenme gerekçemizin öznel nedenleridir. Ancak buna rağmen tüm dünya Komünistleri ve proletaryası ile olduğu gibi Türkiye işçi sınıfı ve onun öncüsü olma iddiasını taşıyan ve Kürdistan Komünistlerini eşit temsil düzeyinde gören enternasyonal bir dayanışmanın kanalı

21


hep açık tutulacak, ilkeli bir mücadelenin getireceği zeminler dünya devrimine hizmet edecek perspektifle değerlendirilecektir. Ortak örgütlenme ilkesel enternasyonal bir zeminde gerçekleşmek zorundadır. Tıpkı Yunanistan’ın Komünistleri Yunanistan ülkesinin devriminin öncüsü olarak kabul ediliyor ilişkiler bu zeminde geliştiriliyorsa; Kürdistan’ın Komünistleri’de aynı ilkesel çerçevede değerlendirilmelidir. Yunanistan Türkiye topraklarına dahil olmadığı için Yunanistan’lı Komünistler ayrı bir ülkeyi temsil ettiği, Yunanistan devriminin öncüsü olduğu kabul edilirken; Kürdistanlı Komünistlerin Kürdistan’ı temsil ettiğinin, Kürdistan’ın öncü gücü olduğunun kabul edilmemesi bizim açımızdan çifte standarttır. Kürdistan’ı ayrı bir ülke, proletaryasını ayrı bir ulustan proletarya olarak kabul eden ve resmi ideolojinin çizdiği sınırlara göre devrim modeli geliştirmeyen bütün Komünistlerle ilkesel çerçevede, bağımsız politikamızı koruyarak ilişkiler geliştirmekte sakınca yoktur. Ancak bugün Türkiye işçi sınıfının öncüsü olduğunu iddia eden güçlerin ayrı bir ülke olan Kürdistan’ın da öncülüğüne soyunması, Kürdistan devrimini Türkiye’de gerçekleşecek devrime bağlaması hatalı bir yaklaşımdır. Meseleye bu açıdan yaklaşılması; Kürdistan’ı bir ülke olarak görmeyip, TC’nin toprakları içerisinde bir bölge olarak görmekle ilgilidir. Haliyle Kürdistan’da örgütlenmeye çalışan Türkiye solundan yapılar bu mantıkla işe girişmektedir. Öyle ki Kürdistan’da yaptıkları örgütlenmeyi Kürdistan’ın kendi devrimi için değil Türkiye’de yapmaya çalıştıkları devrime enerji taşıyabilmesini planlamaktadırlar. Kürdistan’da örgütlenirken bile tartışılan şey Kürdistan’ın değil; Kürdistan’ında bağımlı olduğu(tıpkı ekonomisinin, yönetim ilişkisinin TC’ye bağımlı olması gibi) Türkiye devrimidir. Denklem şöyledir; Kürt ulusunun özgürlüğü Türkiye’de Türkiye solunun öncüsü olacağı en iyi ihtimalle Kürtlerin de bu devrimin ittifak gücü olacağı bir Türkiye devrimi ile mümkündür. Ancak teorinin soyutluğu ve griliği; yaşamın somutluğu ve yeşilliğine her seferinde çarpıyor ve çarpmaya mahkumdur. Kürdistan ile Türkiye sınırları çizili olmasa da ayrı sosyal ilişkilere, ayrı üretim ilişkilerine sahiptir. Öz olarak savaşılan iktidar TC’nin iktidarıdır bu bir gerçekliktir. Ancak mesele bu kadar basit ve kaba bir biçimde ortaya koyarak anlaşılamaz. Birinci Kürdistan TC Kapitalizminin, TC hükümetlerinin kontrolünde bir bölge olsa da Kürdistan’ın kendine özgü ulusal sorunu vardır, aynı sorun Türkiye de var mıdır? İkincisi Kürdistan’da Kürtler yoğun bir biçimde yaşamakta(toprakları orası olduğu için) Türkiye’de ise başta Türk olmak üzere sürgün edilen halkımız ve diğer halklar yaşamaktadır. Üçüncüsü Türkiye’nin sanayi ilişkisi, proletaryasının sosyolojik durumu ile Kürdistan’ın proletaryasının sanayi ilişkisi, proletaryasının sosyolojik durumu aynı değildir. Şüphesiz Türk ve Kürt halkı TC’nin sömürgeciliği sayesinde(!) bir arada yaşamak zorunda kaldığı için birbirini tanımaktadır. İki halk arasında iç içe geçiş; gönüllü bir birliğin ürünü değil, sömürgeciliğin sonucudur. Toparlarsak; ezilen ulus olma sorunu, işgalcilik, sömürgecilik Kürdistan’a ve Kürtlere özgü bir sorundur, mutlaka tüm dünya proletaryasının bir parçasıdır Kürt proletaryası ancak bu her şeyi açıklamaya, çözmeye yetecek bir veri değildir. Egemen ulustan gelen sosyalistlerin ezilen ulusu örgütlemeye girişmesi ayrı bir çelişkidir. Egemen ulustan olan Sosyalist örgütlere düşen temel görev; Kürt ulusunun kendi kaderini tayin etme hakkını hem ilkesel hem de politik olarak savunmak, Türk işçi sınıfının beynini zehirleyen ırkçı burjuva ideolojisinden arındırmak ve TC’nin sömürgeci uygulamalarına karşı durmak, gücü oranında namlularını kendi burjuvazilerine çevirmektir.

Kürt Ulusal Sorununun Çarpıtılmasına Karşı Mücadeleye! Kürt ulusal sorunu; TC tarafından son 30 yıldır(son otuz yıl diyoruz çünkü daha öncesinde Kürtler TC’ye göre yoktu, varsa bile ‘dağ Türkü’ydü’) ‘’Kürtler de devletimiz içinde görev alabiliyor, Kürtler tıpkı Türkler gibi başbakan dahi olabilecek kadar eşittir’’ ekseninde tartıştırılmaya çalışılıyor. Sorunun kökü, sömürgeciliğin, işgalciliğin, ulusal inkarın kendisi,

22


gerçeklerin üzeri siyasal kurnazlıkla örtülmek isteniyor. Mesele ‘Kürd’ün devlet içinde yer alamaması’’mıymış gibi ‘’Kürtler de bakan, başbakan, cumhurbaşkanı, devlet yetkilisi olabiliyor’’ deniliyor. Doğrudur Kürtler de cumhurbaşkanı, başbakan, bakan dahi olabilir, olabiliyor. Ancak hangi Kürtler bu Kürtler diye sormak gerekiyor? TC’nin bahsettiği Kürtleri çok iyi biliyoruz. Kendi ulusal benliğini unutmuş, tarihte ulusuna yapılanların hesabını sormak ulusunun özgürlüğünün koşullarını yaratmak için mücadele etmek gibi bir amacı olmayan, küçük bireysel çıkarları için ulusuna ihanet etmiş, para-mevki için onurunu satmış, Türkleşmiş biyolojik Kürtlerdir. Bu biyolojik Kürt grubunun, Kürdistan’da doğmasının, anne babasının, kendisinin Kürt olmasının zerre kadar ‘Kürtlük’ adına, Kürt ulusal mücadelesi ve özgürlüğü adına değeri yoktur. Bu grup ile egemen Türk ulusundan gelen biri arasında hiçbir fark yoktur. TC’nin siyasal kurnazlığı şuradadır: meseleyi biçimsel olana indirip özünü saklamak. Peki meselenin özü nedir, biçimsel olanı nedir? Biçimsel olanı; TC’nin meseleyi bireylere indirgemesidir. Elbette bu indirgemeyi kasıtlı bir biçimde yapmaktadır, bu bir burjuva politikasıdır. Kürt ulusal sorunu; sanki tekil tekil insanların kendi aralarında bir sorunuymuş, sanki Kürtler devlet içerisinde yer alamadığı için Kürt sorunu ortaya çıkmış gibi; konu kasıtlı bir biçimde saptırılıyor. Kürt ulusal sorunu bir ulusun üyelerinin topyekün yaşadığı sorundur, Kürt toplumunun bir başka toplumun burjuva devleti tarafından köleleştirilmesi, topraklarının işgal edilmesi ve ulusal özelliklerinin asimile edilerek zorla Türkleştirilme, ulusal hiçbir hakkının tanınmaması, zorla Kürdistan’ın Türkiye’ye bağlı tutulması sorunudur. Ayrıca Kürt ulusal sorunu beş on yıllık bir zamana tekabül eden bir sorun değildir, çok daha köklüdür. Kürt ulusal sorunu; Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan itibaren başlayan, ara ara Kürtlerin isyanları ile doruğa yükseldiği, TC’nin isyanları kanla bastırdığı, önce otonomi tanımaya söz verip sonra ise Kürtleri aldattığı, önce Kürtleri yok sayıp bugün ise ‘Kürt kökenli Türk vatandaşı’ demeye başladığı yüzyıllık bir sorundur. Sorun TC’nin hükümetlerinde değil TC devletinin kuruluş yapısında ve bu yapının, TC’nin temellerinin Kürtlerin vatanını da içine alan bir biçimde sömürgeci mantıkla inşa edilmesinde, Kürtlerin kanları üzerinde yükselmesindedir. Öte yandan Kürt ulusuna ihanet edenlerin başında; TC’nin bahsettiği makamlara gelebilecek Kürt zenginleri bulunmaktadır. Kürt burjuva sınıfının ciddi bir ulusal sorunu yoktur, tam tersine sınıfsal çıkarları gereği Türk burjuva partilerinin içinde yer almaya, sömürgeci Türk devletinin bakanı, başbakanı(uşağı) olmaya oldukça heveslidir. En yurtsever görünümlü olan burjuva Kürt bile; Kürdistan’ın bağımsız olması, Kürt ulusunun kendi kaderini kendi tayin etmesi, işgalciliğin ve sömürgeciliğin ortadan kaldırılması gibi bir kaygı duymamaktadır. Kürt burjuva sınıfının(en yurtseveri de dahil) istediği şey; ‘savaşın bitmesi, barışın kurulması’ adı altında Türk burjuvaları ile Türk ve Kürt emekçilerinin işgücünü birlikte sömürmektir. Öte yandan bu Türk burjuva uşağı sınıf; Türk burjuvazisine göbekten bağlıdır, TC kapitalizminin piyasa kurallarına, devletin kuruluş biçimine göre hareket ederler, Kürt olduklarını dahi ‘Türk vatandaşı’ başlığının altında ifade ederler. Özetle TC’nin bahsettiği sorunu olmayan, aslında ‘Türk ile eşit olan Kürt’ kesimlerinin temelini; ulusal sorunu derin bir biçimde yaşamayan, ulusal mücadeleye zerre katkısı olmayan, tam tersi her fırsatta bütün kaypaklığıyla TC’ye eklemlenmeyi, ‘barış’ adı altında pasifizmi savunan bu ayrıcalıklı ‘Kürt’ burjuva sınıfı oluşturur. İşbirlikçisi zaten Türkleşmiştir, işbirlikçisi olmayan ancak orta yolcusu ise Kürt ulusunun mutlak özgürlüğüne hizmet etmeyen, sermayesini yitirmekten korkan, sorunun daha ‘barışçıl’ bir biçimde çözümlenmesinde kendi çıkarını gören ise utangaç ‘Kürt’tür. Kürdün; Kürdü ezen bir devletin başına geçmesi Kürtlerin özgürleştiği anlamına gelmez, tam tersi o Kürdün kendi ulusuna ihanet ettiği anlamına gelir sadece. Obama örneğine bakalım; daha iyi anlayabiliriz bu meseleyi. Obama ABD başkanı olan ilk siyahtır, pekala siyahların sorunu bitmiş midir? Siyahlar halen ABD’de sokak ortasında şüpheli görülüp sorgusuz sualsiz beyaz polisler

23


tarafından katledilmiyor mu? Peki Obama bir siyah ABD başkanı olarak beyaz polislerin terörünü engelleyebiliyor mu? Kürt devlet yetkililerine gelelim, Kürdistan’da sivil insanlar katledilirken hangi biri bir Kürt olarak bu politikalara karşı durabiliyor? Ki zaten karşı dursalar kendileri de biliyorlar ki Türk devletinde koltuk alamazlar, ayrıcalıklı konumlarını yitirip tasfiye olurlar. AKP döneminde ‘Kürtler cumhurbaşkanı, başbakan, bakan’ olabiliyor politikasına bir de AKP’nin Kürtleri aldatmak için ortaya attığı ‘açılım-barış süreci’ gibi politikalarla özel okullarda ‘anadilde eğitim, TRT’nin Kürtçe yayınlanması vb’ gibi Kürtleri başka bir biçimde tavlamaya çalışan çizgi ortaya çıktı. Türk devletinin ‘bölünmez bütünlüğü’nü, sömürgeci politikaları Kürtçe yayın yapan bir TV kurulmasıyla, aynı politikanın Türkçe yapılması arasında fark nedir? Müfredatı, eğitim sistemi Türkçü olan bir okulun aynı dersleri Kürtçe anlatmasıyla Türkçe anlatması arasındaki fark nedir? Yine biçimsel olan ile öz olan ayrımına geliyoruz. Öz ile biçimi birbirinden ayırabilmemiz için sağlıklı bir politik, ulusal bilince sahip olmak gerekiyor, burjuva politikalarının aldatmacalarına tav olmayacak kadar geniş bir perspektife sahip olmak gerekiyor. Birçok Kürt liberali bu uygulamaları ‘TC’nin demokratikleşmesi’ adı altında ilerici görmüştür. Oysaki gericiliğin, ezilen bir ulusun diliyle ifade edilmesi, Kürtlere zulmün Kürtçe yapılması meselenin kendisini ortadan kaldırmıyor, tersine üzerini örten bir makyaj ürünü oluyor. Biçimsel olan; yüzyıllık olan bir Kürt ulusal sorununu; başbakan-cumhurbaşkanı-bakan olup\olamamaya, TC’nin sömürgeci politikalarının Kürtçe devlet kanalında yapılmasına, anadilde eğitim ile Türkçü eğitimin verilmesine indirgemektir, eşit olup olmamayı buradan tartışmaktır biçimsel olan. Sömürgeci burjuva kurnazlarından da daha fazlası beklenilemezdi. Burjuvazinin konuları çarpıtması oldukça doğaldır ve sömürücü bir sınıf olarak ‘yalan söylemesi’ temel politikasıdır. Bizler ise gerçeği; bütün burjuva yalanlarına karşı en başta halkımıza anlatabilmenin yollarını bulabilmeli, burjuvazinin kafa bulandıran politikalarına karşı; Kürt ulusunun özgürlüğüne hizmet eden politik çizgiyi her koşulda savunmanın, bu politikayı hayatla buluşturabilmenin yol ve yöntemlerini bulmak zorundayız.

Kürdistan, Komünist Partisini Arıyor! Kürt ulusu; varlığı inkar edilen bir ulus olmaktan çıkmıştır, en başından beri var oluş mücadelesini kesintisiz bir biçimde farklı öncüler etrafında sürdürmüş, Kürt ulusal sorununu tüm dünyanın takip edebileceği bir aşamaya getirmiş ve bugünkü örgütlülüğüne kavuşmuştur. İçinden geçtiğimiz 21.yy’da Kürdistan sorunu tüm karmaşıklığıyla, yaşanan yeni gelişmelerle, değişen güç dengeleriyle bir bütün olarak çözümsüzlüğünü korumaya devam ediyor. Dünya proletaryasının parçası olan emekçi halkımız; halen diğer emekçi uluslarla ulusal statü anlamında eşitlenebilmiş değil. Güney Kürdistan’ın durumu ile Batı Kürdistan’ın durumu, Doğu Kürdistan ile Kuzey Kürdistan’ın durumu farklılıklar taşıyor, parçalanmışlığın tablosunu tekrar tekrar karşımıza çıkarıyor. Bu eşitsiz ortam; ezilen ulusun komünistleri olarak bizlere; çifte ezilmişlik yaşayan (hem ulusal hem sınıfsal) emekçi halkımıza karşı daha fazla sorumluluk sahibi olma iradesi yüklüyor. Kürdistan’da doldurulmayı bekleyen tarihsel bir boşluk vardır; bu boşluk, ulusal sorunun çözümünü bağımsızlığa bağlayan Komünist siyasetin, bağımsızlığı kazanabilecek proletaryayı örgütleyebilecek Komünist partinin, olmayışıdır. Ulusal kurtuluş mücadelesinin gün yüzüne çıkabilmesi için Komünist partinin kendini örgütlemesi ilk adımdır, bundan sonraki adım ise Kürdistan proletaryasının Komünist parti etrafında ulusal kurtuluş savaşına hazırlanmasıdır.

24


TC devletinin nasıl bir devlet olduğunu, sömürgeciliğin Kürt halkını nasıl etkilediğini Kürdistan’da yaşayan tüm Kürt halkı gayet iyi bilmektedir. Kürdistan halkına TC’yi uzun uzadıya anlatmaya neredeyse hiç gerek yoktur, Kürdistan halkına anlatılması gereken TC’nin işgalciliğini ve sömürgeciliğini nasıl ortadan kaldıracağımız olmalıdır. TC’nin nasıl bir devlet olduğunu iyi bilen Kürdistanlılara; Kürdistan’ın bağımsızlığını savunmanın, bağımsızlık için çağrı yapmanın güçlü potansiyeller taşıyan oldukça köklü bir zemini vardır. Öz yönetim direnişlerinde en çok konuşulan meselelerden biri ‘’Kürtler duygusal kopuş mu yaşıyor’’ sorusu üzerineydi. 1923’ten beridir ‘birlikte yaşamayı’ zorla dayatmış bir devlet içerisinde çoktandır Kürtler için Kürdistan ve Türkiye ayrı topraklardır, TC Kürtler’in devleti değil celladıdır. Öte yandan HDP’yle yaşama geçirilmeye çalışılan ortak yaşam projeleri de istenileni elde edemediği için Kürt halkı ‘barışçı’ politikalarından başarısız olduğunu kendi gözleriyle görmüştür. Bu açıdan baktığımızda ayrılıkçılığın, TC’den mutlak kopuşun meşru ve halk tarafından kabul edilebilir zeminleri vardır. Esas mesele; Kürt halkının ‘duygusal kopuşunu’ siyasal kopuşa dönüştürmektir. Kuzey Kürdistan’ı yapay sınırlardan arındırıp, Kürdistan’ın bütünlüğüne dahil etmenin yolunu açmaktır. Bu politik hattı örmek; Kürdistan Komünistlerinin; Kürt ulusal sorununu çözmek açısından temel sorumluluğudur. TC yüzyıldır askeri varlığı ile bütün savaş aygıtlarıyla Kürdistan’ı zapt etmeye çalışsa da; tamamen iktidarını kurabilmiş değildir. TC’nin Kürdistan’da ki iktidarı sallantılıdır ve geçicidir. Hiçbir sömürgeci güç, sömürge edilen bir toprak parçasında sonsuza dek iktidarını koruyamaz. Kürdistan Komünistleri; Kürt ulusunun bugünkü örgütlülüğünü, TC’nin Kürdistan’da sallantıda olan ve istenmeyen iktidarını temel alarak; mutlak kurtuluşa götürecek olan iyi örgütlenmiş, gerilla savaşını içermekle birlikte onu aşan, halkı ulusal kurtuluş savaşı verdirmeye götüren bir stratejiyi benimsemekte, sömürgecileri kökünden söküp atmak istemektedir. Kürdistan’da politik ve toplumsal durum her dönem; silahlı bir ulusal kurtuluş mücadelesi için verimli zeminler sunmakta, Kürdistan halkına silahın dışında bir kurtuluş aracının olmadığını tekrar tekrar ispatlamaktadır. Bu mücadele biçimi Kürdistan’ın kurtuluşu açısından gerçekçi olan tek seçenektir. Sömürgeci zora karşı ulusal kurtuluşçu-devrimci zor kullanma stratejisi nesnel bir tespittir. Bu tespite eklenmesi gereken öznel bir başlık ise; bu ulusal kurtuluşçu-devrimci zoru hangi öncünün, nasıl bir biçimde, hangi aşamalardan geçerek örgütleyeceği sorusudur. Bu öznel başlığın cevabını tarihsel süreç içerisinde verebilmek; Komünistlerin önünde duran, çözülmeyi bekleyen bir öncülük sorunudur. Bu süreç aynı zamanda mutlak kurtuluşa giden savaşın bir hazırlık sürecidir. Kürdistan Komünistleri; Kürdistan’ı topyekün direnişe geçirecek bir başkaldırıya hazırlamalı, onun siyasal-askeri öncülüğünü almalıdır. Teoride ve ideolojide netlik, politikada ve taktikte açıklık Kürdistan Komünistleri için temel meseledir. Amaçlarımızı, stratejimizi, ne tür bir mücadele çizgisini savunduğumuzu, ulusal kurtuluş mücadelesini nasıl vermek istediğimizi düşmandan gizlemediğimiz gibi Kürdistan halkından da saklamayacağız. Bu stratejiyi ve amaçlarımızı; uygun taktiklerle hayata geçirmek ve işçi sınıfının devrimci seçeneğini öne çıkarmak, kuşkusuz zaman alacaktır. Kısa sürede mucizeler yaratacağımız zannedilmemeli. Tarihsel göreve odaklanıp, sabırla çalışılmalıdır. Kürdistan proletaryasının; aklı ve amacı net bir Komünist partiye ihtiyacı vardır. Bugün Kürdistan’da sosyalizmin kızıl bayrağını dalgalandıran, bağımsızlığı tutarlı bir biçimde savunan bir parti eksikliği vardır. Komünist bir öncünün önderlik edeceği, proleterlerin askeri kurmayı olacağı devrimci bir kalkışmaya; Sosyalist Devrim programından başka bir program kılavuzluk edemez. Kürdistan proletaryası ulusal mücadelenin nicelik olarak(hareketi ileriye taşımak ve ulusal mücadelenin içinde yer almak anlamında) öncüsüdür ancak siyasal-sınıfsal olarak öncüsü değildir. Ulusal harekete hakim olan program; Kürdistan işçi sınıfının toplumsal-ulusal devrim programı değildir. Ulusal mücadele bu denli bir emekçi kitlenin

25


fedakarlığı üzerinde yükselirken; ulusal mücadelenin sınıfsal öncüsünün proletarya; siyasi öncüsünün Komünist bir parti, devrim programının ise ‘sosyalizm’ olamaması çözülmeyi bekleyen temel bir çelişkidir. Komünist bir Kürdistan hareketi örgütsel ve toplumsal dayanaklara kavuşmayı beklemektedir. Bu görev; Sosyalizmin itibar kaybettiği, sınıf hareketlerinin tüm dünyada düşüşe geçtiği, Kürdistan ulusal kurtuluş mücadelesinin öncülüğünü üstlenen güçlerin düzen içi çözümlere bel bağladığı, Türkiyelileşme gibi Kürt halkını TC’ye entegre eden, ‘cumhuriyet Kürdü’ yaratan, sömürgeciliği ve işgalciliği meşrulaştıran bir süreç içerisinde karşımıza çıkan, aşılmayı bekleyen önemli bir eşiktir. Kürdistan’da sosyalist devrimci bir programı elbette Kürdistan’ın Sosyalist Devrimcileri; yani Mazlum’ların, Kemal’lerin, Haki’lerin, Ferit Uzun’ların yolundan gidenler savunacaktır. Bu programı sadece ideolojik bir biçimde savunmakla kalmayıp, onların bizlere bıraktığı mirası pratik olarak hayata uyarlayabilmek için canla başla çalışacaktır. Kürdistan’ın Komünist damarı, canlanabilmek için tekrardan kan verilmeyi beklemektedir. Devrim yolu her daim çeşitli engebelerle, sabırla göğüslenmesi gerekilen zorluklarla, yenilgilerden öğrenilen okullarla, hatalardan çıkarılan derslerle doludur. Bu engebeleri ve zorlukları aşacak olan temel dayanağımız, devrimci irademize, mücadelemize bağlılığımız, tarihsel rolümüze olan sadakatimiz ve Sosyalist bir devrim konusundaki sarsılmaz duruşumuzdur. Şunu çok iyi bilmekteyiz ki; nasıl ki burjuvazi işçinin emeğini sömürmekten vazgeçmeye niyeti yoksa, TC’nin de sömürge Kürdistanı sömürmekten vazgeçmeye niyeti yoktur. Nasıl ki burjuvaziyi iktidardan def edecek olan örgütlü bir işçi sınıfı ise, sömürgeciliği de Kürdistan’dan def edecek olan örgütlü emekçi Kürdistan halkıdır. ‘Somut durumun somut tahlili’ yönteminden hareketle; Kürdistan’da ağırlığı hissedilen ve bir halk dinamiğini oluşturan, gözler görünür temel sorun ulusal sorundur. Kürt ulusal sorunu; Kürt toplumunu yüzyıldır TC’ye karşı örgütleyen temel sorunsaldır. Halkın hangi öncünün örgütlediğinden bağımsız olarak bugünkü örgütlülük düzeyi; güçlü bir politikayla halkın karşısına çıkıldığında gelecek için ipuçları vermektedir. Kürdistan halkında bitmek bilmeyen enerji, kaderini ellerine almak için tükenmeyen bir ısrar vardır. Politikalarımızı geliştirirken dayanak noktamız bu direnç olmalıdır. Kürdistan halkı bir yandan sorunlarının çözülmesini istemekte öte yandan ise çözümsüzlüğün içinde kıvranmakta, kurtuluşa giden yolu aramaktadır. Gün geçtikçe TC’den beklentisi kalmamakta, kopuşun maddi ön koşulları kitlesel bir biçimde oluşmaktadır. Barış süreci sonrası yaşanan yıkımla, katliamla karşılaşan Kürdistanlılar düzen için çözümsüzlükten, devrimci bir çözüm seçeneğine kaymaktadır. Ulusal kurtuluş mücadelesinin nesnel zeminleri gittikçe olgunlaşırken, Kürt ulusu ulusal bir çıkış ararken; Komünistlerin hali hazırda bir örgütlenme sürecine girişmesi; bu açıdan önemli bir tarihsel kesişmedir. Halkımıza çözümsüz olmadığını; çözümün sömürgeci güçleri ‘barış’ adına kabul etmekte değil; sömürgeciliği topyekün def etmekte olduğunu anlatan güçlü somut bir seçeneğin kendini var etmesi gerekiyor. Kürdistan’da ulusal kurtuluşçu, bağımsızlıkçı bir Komünist bir siyasetin filizlenmesi olağanüstü bir çaba, özveri istemektedir. Marksist ideolojinin; içinde bulunduğumuz dönemde istediğimiz ölçüde siyasal bir güç haline gelememesi, toplumu hareket ettirebilecek temel ideolojik kaynak olamaması; dönemsel bir durumdur. İnsanlık tarihi düz bir çizgi halinde ilerlemez, zikzaklar çizmeye müsaittir. Devrimci dönemler olduğu gibi, devrimci ideolojilerin düşüşe geçtiği, sınıfsal bilincin yükseldiği gibi sınıfsal bilincin düşüşe geçtiği ancak yükseltilmeye müsait olduğu dönemler de vardır. Bu dönemsel durumun aşılıp-aşılamayacağı; kendisini Marksist olarak isimlendiren kurumların bu kimliğin hakkını ne kadar verdiğine

26


bağlı olarak değişecektir. Marksizm bizlere; bugün içerisinde bulunduğumuz siyasal koşullara saplanıp kalmamayı, bugünkü koşulların sonsuz bir siyasal süreç olmadığını, kitlelerin sistemin yaşadığı krizlerle yine sokakları doldurabileceğini, üretim alanlarında şartelleri indirebileceğini, öfkesinin siyasallaşabileceği koşulların somut olarak tekrar tekrar ortaya çıkacağını söyler. Marksizmin tutarlılığı tam da buradadır. Marksizm kendi siyasetini; burjuva siyasetlerin yükselişine, burjuva siyasetlerin birbiri arasındaki mücadelelere göre belirlemez; Marksizm için esas belirleyici olan siyasal tespitler; işçi sınıfının durumuna ve işçi sınıfının öncüsü olma iddiasıyla kurulan partilerin durumuna bakılarak yapılır. Burjuvazinin kendi içinde kavgası, burjuva bir partinin ya da faşist bir diktatörlüğün yükselişi; esas belirleyici olan Marksist siyasetin önüne geçemez, tersi olarak Marksist siyaset; var olan güncel gelişmeleri kendi devrimci programına uygun olarak değerlendirir ve ona göre konum alır. Kürdistan, 70’lerde Marksist tartışmaların yükselişte olduğu bir süreç yaşamıştı. Ki bugün Kürdistan ulusal kurtuluş mücadelesine öncülük eden PKK’de kendisini Marksist temellerde inşa etmeyi önüne koymuş, programını ‘Bağımsız Birleşik Sosyalist Kürdistan’ şeklinde oluşturmuş, kurulan partiyi bir işçi partisi olarak ilan etmişti. Peki o gün şartlar neydi? O dönem ulusal hareketlerin yükselişte olduğu, sosyalizmin ciddi anlamda emekçiler açısından bir alternatif olma itibarı kazandığı ve Ekim Devrimi’nin bir ürünü olan SSCB’nin varlığını koruduğu(her ne kadar kuruluştaki sosyalist özünü korumasa da) dönemdi. O dönem bir ulusal hareketin Marksist temellerde kendini var etmesi değil var etmemesi tuhaf karşılanır bir durumdu. Dönemlere saplanıp kalınmaması gerektiğini, tarihin düz bir çizgi olarak ilerlemediği, inişli-çıkışlı olduğunu en başta söylemiştik. 70’leri Kürdistan’da Marksizm için bir yükseliş olarak ifade edersek 90’ların sonlarını ise özellikle PKK’nin öncülüğünü üstlendiği ulusal kurtuluş davasının Marksist bir içerikten, bağımsızlık yolundan sapmasını ise tüm Kürdistan Marksistleri için düşüş olarak ifade edebiliriz. Pekala bu düşüş baki midir? Sonsuza dek Marksizm Kürdistan için girilemez bir bölge midir? Elbette değildir. Dünyadaki gelişmelerle birlikte, çözümsüzlüğünü koruyan ulusal kurtuluş halen Kürdistan’da Marksist ve bağımsızlıkçı bir siyaset için(üstelik sınıf ilişkilerinin de gelişmesini hesaba katarsak) uyarlandığı ölçüde güncel bir damardır. Dönemsel gelişmeler, yanıltıcıdır. Tarihsel kırılmalara odaklanmalı, tarihte tarihsel kırılmalar yaratacak siyasal kalkışmalara hazırlanılmalıdır. İşte biz bu tarihsel kırılmaya; ’Devrim’ diyoruz! Ulusal kurtuluşçuluğu proletaryanın programıyla şekillendirmek, ulusal kurtuluş mücadelesine proletaryayı öncü güç olarak tayin etmek; ikili karaktere sahip olan burjuva milliyetçiliğinin, federasyon-özerklik-kültürel haklar ile sınırlı talebi olan vb. reformist siyasetlerin; halkımızı çıkmaza, çözümsüz maceralara sürüklemesine engel olmanın temel formülüdür. Yaratmak istediğimiz hareket proleter devrimcidir, önüne koyduğu program işçi sınıfının devrim ve iktidarı alma programıdır. Kürdistan’da çok yönlü bir iktidara sahip olan güç; işgalci-sömürgeci TC burjuvazisidir. Proleter devrimciler olarak iktidarı alma mücadelemiz kendi burjuvazimizle değil yabancı bir burjuvaziyledir. Kürt burjuvazisi baştan sona TC’ye eklemlenmiş, Türkleşmiş, ajanlaşmış bir burjuvazidir. Haliyle ortada var olan iktidar Kürt burjuvazisinin siyasal-sınıfsal iktidarı değil; yabancı işgalci bir burjuvazinin iktidarıdır. Yabancı bir iktidar olan TC’nin topraklarımızda bulunması, ulusal sorunu yaratan birinci derece etmendir. TC; Kürt halkına ‘çözüm-barış’ adına silahları bırakmayı, silahsızlanmayı dayatırken; askeri envanterini modern silahlarla büyütmeyi, kolluk güçlerini arttırmayı, istihbarat teşkilatları ile, kontr-çeteleri ile herhangi bir hak talebini kanla bastırmayı sürdürüyor. Gerillaların eylemlerini kendi yandaş sömürgeci burjuva medyasından ‘terör’ olarak sunmaya, kendi

27


katliamlarını ‘terör operasyonları’ olarak savunmaya devam ediyor. Şurası açıktır ki; TC ile kurulan masaların hiçbir garantisi-sigortası yoktur. TC bu masalarda taraf olarak Kürt halkını bugün temsil etme konumuna sahip güç olan PKK’yi anlaşma yapacak bir güç olarak tanımamaktadır. PKK halen sömürgeci TC için bir ‘terör örgütü’dür. TC sömürgeci bir güç olarak kendi araçları ile kendini hem ‘barış’ dönemlerinde hem de ‘savaş’ dönemlerinde Türk halkı önünde meşrulaştırırken; silahsızlanma, sivil siyaset gibi başlıkların; ulusal mücadele yürütmek isteyenler açısından aldatmacadan ibaret olduğu açıktır. Topraklarımız yabancı bir güç tarafından işgal altındayken konuşulacak olan başlık ‘silahsızlanma-sivil siyaset’ değil ‘ulusal kurtuluşa hazırlık-militan siyaset’ olmalıdır. Kurulan masaların TC’nin kendi anayasal çerçevesinde geliştiği, kendi hakim olduğu kanunlara, kendi keyfine göre belirlendiği ortada iken; düşmanın hukuk(suzluk) kurallarına göre belirlenen bir masada hiçbir Kürdistani güç hareket edemez. Kürdisani bir gücün temel talebi; TC’nin topraklarımızdan çekilmesi, Kürdistan’ın bağımsızlığını tanıması olmalıdır. Başka türlü bir müzakerenin ‘analar ağlamasın, barış gelsin’ vb. edebiyatlarla hiçbir meşrulaştırıcı yanı olamaz, bu türden masaların sömürgeciliği, işgalciliği meşrulaştırdığı bilinmelidir. Öte yandan; TC’nin en ufak düzen-içi talepleri bile kabul etmemesine baktığımızda; bağımsızlık ve Kürdistan’dan çekilmesi taleplerinin ‘barış’ masaları ile değil savaş meydanları ile kazanılabileceğini görebilmekteyiz. Yükselttiğimiz ‘bağımsızlık’ talebi TC’den dilenilerek, TC’nin keyfine bırakılarak elde edilebilecek talepler değildir. Temel aldığımız nokta; taleplerimizi TC’ye değil Kürt halkına kabul ettirmek, Kürt halkının talepleri haline getirmektir. Bu talepler etrafında örgütlenen, güçlü bir Komünist partiye sahip olan, ulusal kurtuluşunu, bağımsızlığı pazarlık konusu etmeyen bir Kürdistan hareketinin TC’den hiçbir beklentisi olamaz, TC’yle kurulacak masalara ihtiyaç duymaz. Parti hedefimiz; temel olarak proletaryanın öncü gücü olup, bütün emekçi kesimleri proletaryanın programı etrafında toplamayı; yaşanan ekonomik-siyasi-sosyal bütün sorunları bu programla köklü bir biçimde çözmeyi hedefler. Proletarya; Kürdistan’ın çağdaş Kawa’sıdır. Zalim Dehak olan TC, çağdaş Kawa ile mezara gömülecektir. Kürdistan proletaryası gittikçe nicel anlamda çoğalmaktadır. Çoğaldıkça sınıfsal öncüsüne ihtiyaç duymaktadır. Görüşlerimizi yığınlarla buluşturmamız gerekiyor. Ancak bu şekilde süreçleri ilerletebilir, Komünist bir partinin kuruluşunu emekçi halkımızın içinde inşa edebiliriz. Kürdistan Komünistleri üretim alanlarında, fabrikalarda, emekçi mahallelerde, okullarda kısaca yaşamın her alanında kendini örgütlemek ve örgütlülük düzeyine göre mücadele araçlarını arttırmayı, legal mücadele ile illegal mücadelenin birbirini bütünlemesi gerektiğini savunuyor. Bununla beraber düşman güçlerin toprağı olan Türkiye’de sanayi, inşaat, belediye, kamusal, hizmet alanlarında da nicel olarak oldukça fazladır. Kürt halkı Türkiye topraklarında TürkKürt burjuvazisi tarafından emeği sömürülen, en aşağı işlerde çalışıtırılan bir konumda bulunmaktadır. Parti hedefimiz; sadece Kürdistan coğrafyasında kalan Kürdistanlıları değil; çeşitli nedenlerle Kürdistan’a sürgün edilmiş, göç etmek zorunda kalmış Türkiye’de yaşayan Kürdistanlıları da örgütlemeyi hedefleri arasına yazmıştır. Türkiye’de yaşayan Kürdistanlıların, Kürdistan ile olan bağları güçlü bir biçimde tekrar kurulmalı, Türkiye’de kurduğu yaşamın aldatmasından, küçük burjuva yaşam ve çıkarlardan uzaklaşıp Kürdistani bilince kavuşmalıdır. Türkiye’de metropollerde yaşayan halkımız; Türkiye’nin bir başka ülke olduğu, daha da kötüsü bu ülkenin sömürgeci burjuvazisinin topraklarımızda halkımızı katlettiğini, işgalci bir konumunu sürdürdüğünü kavrayarak Türkiye’de bulunmalıdır. Tıpkı bir işçi fabrikada çalışırken kimin hesabına çalıştığının, üretimi hangi koşullarda yaptığının farkına ve bilincine varması gerektiği gibi Türkiye’de yaşayan Kürdistanlılar’da nerede yaşadığının, Kürdistanlı olma bilincine sahip olamamanın işgalcilere yaradığının farkına

28


varmalıdır. Bu farkındalığı yaratmayı Kürdistanlı Komünistler olarak görev bilmekteyiz. Topraklarımıza (Kürdistan'a) yıllardır; Türkiye, İran, Irak, Suriye deniliyor. Halkımıza İranlı, Suriyeli, Türkiyeli Kürt deniliyor. İşte kavgamız budur! Kürdü Kürt yapmak, topraklarımızı Kürdistan! Parti hedefimiz; bağımsızlığı, sosyalist bir çerçevede savunur. Bunun temel nedeni; yeni türden ekonomik-siyasal vb. bağımlılık ilişkilerinin önüne geçmektir. Sosyalist bir karakterde savunulmayan bağımsızlık; yeni kurulan bir devleti kapitalist ilişkilerle geliştireceği için en başta emperyalist sistem içerisinde yeni bağımlılık ilişkisi yaratmaktadır. Sömürgeci güçlerden kurtulduğumuz düşünülürken özgürleştiğimiz sanılırken; ekonomik bağımlılık ile bir başka türden ‘bağımsızlık’ sorunu doğmaktadır. Bağımsızlığı burjuva anlamda savunan kesimler; Kürt ulusunun içindeki burjuva sınıfının öncüleridir. Bu sınıfın kesimleri; Kürt halkının siyasal-ulusal talebi ile kendi sınıfsal çıkarlarını birleştirmeyi temel alırlar. Kürt ulusunun bağımsızlık özlemini arkasına alarak; emperyalist sermayeler içerisinde yer edinmek, emekçi Kürt halkını sömürgecilikten kurtarsalar bile; ekonomik bağımlılık ile Kürt ulusunun bedeller ödeyerek elde ettiği siyasal kazanımı ayaklar altına sererler.

Temel Tezler Görüşlerimizi, hedeflerimizi, neyi savunduğumuzu yukarıdaki başlıklar altında geniş bir biçimde açıklamaya çalıştık bu kısımda ise amacımız bu görüşleri maddeler halinde tezler olarak sunarak okuyucu için kolaylık sağlamak, görüşleri somutlamak, hangi görüşleri öne çıkardığımızın daha iyi anlaşılmasını sağlayabilmektir. 1- Kürdistan, 21.yy’da sömürge ve dört parça olma konumunu, Kürt ulusu statüsüzlüğünü, diğer uluslarla eşit olamama durumunu korumaktadır. 2- Kuzey Kürdistan, 1923’le beraber resmi olarak TC tarafından işgal edilmiştir ve bu işgalcilik bugünkü hükümetlerle sürmektedir. Kuzey Kürdistan’ın konumu değişmemiştir. 3- Kürt ulusal sorunu; Kürdistan sorunudur. Kürdistan’ın bağımsızlık, birleştirilme, işgalcilik ve sömürgecilikten arındırılma sorunudur. 4- Kürdistan’da ‘Bağımsız-Birleşik-Sosyalist Kürdistan’ programını savunan Komünist bir Kürdistan partisi eksikliği vardır. Kürdistanlı emekçiler, proleterler, köylüler, yoksullar ancak bir Komünist parti ile örgütlenebilir. 5- Düzen içi reformlar, kültürel hak kırıntıları, federasyon-özerklik vb. talepler sömürgeciliği ve işgalciliği meşrulaştırmaktan öte bir anlam taşımamaktadır. Kürdistan’da TC, işgalci ve yabancı bir güçtür, Kürt halkının topraklarında özgür yaşamı pazarlık konusu edilemez. Mesele nettir, Kürdistan Kürdistanlılarındır, işgalci TC ülkemizden kayıtsız şartsız kovulmalıdır. 6- Kürdistan Komünistleri; Kürdistan proletaryasının bağımsız sınıfsal politikasını örgütlemeyi, ulusal sorunla beraber sınıfsal kurtuluşunu aynı devrimci süreç içerisinde hedefler. 7- Devrimimiz; ulusal kurtuluşçu yönüyle sömürgecileri, sınıfsal yönüyle ise hem işbirlikçi Kürt burjuvazisini hem de topraklarımızı, işgücümüzü sömüren Türk burjuvazisini hedef alır. 8- TC’nin kuruluş yapısı gereği hiçbir biçimde Kürt ulusal sorununu düzen içinde bile çözemez, çözmek istemez. Kürtler’in TC ile kurulacak masalara bel bağlayarak değil kendi gücüne inanması, kendi özgürlüğünü zor ile alması tek seçenektir.

29


9- Sorunların kaynağı olan işgalcilik-sömürgecilik ortadan kaldırılmadan; Kürt ulusal sorunu çözülemez. Kürt ulusal sorununun çözümü ancak anti-işgalci, anti-sömürgeci bir program ve strateji ile çözülebilir. 10- Kürdistan’da bağımsızlık, ulusal kurtuluş mücadelesi nesnel zeminlere sahiptir. Kürdistanlı Komünistler bu nesnel zeminde örgütlenmeyi hedef olarak önüne aldığında mutlaka sonuçlar alacaktır. 11- Ulusal mücadelenin öncüsü proletaryadır, ‘ulusal birlik’ adına işbirlikçi, ajanlaşmış Kürt burjuvazisiyle asla birlik yolu söz konusu değildir. Herkes kendi bayrağı altına! Herkes kendi programıyla tarih sahnesine! 12- Sömürgeciliğin ve işgalciliğin kökünden Kürdistan topraklarından atılması; uzun süreli devrimci bir halk savaşına ihtiyaç duymaktadır 13- Kürdistan halkı, Türkiye halklarına, sömürgeci TC’ye ‘terörist’ olmadığını ispatlamak zorunda değildir. Her ulusun kendi kaderini özgürce tayin etme hakkı vardır. Kürtler de bir ulus olarak(üstelik toprakları dört parça edilmiş bir ulus olarak) bu hakka sahiptir. Özellikle Ortadoğu coğrafyasında kendi kaderini tayin etme hakkı; ulusları boyunduruk altında tutan iktidarlarla ‘özgürlük-barış-demokrasi’ süreçleri yürütülerek değil; özgürlüğü için belli bir program ve amaçla savaşılarak kazanılabilir. 14- Kürdistan halkının tarihte ulusal kurtuluşu için başlatmış olduğu savaşın; bugün 'barış' adına kirli bir savaşmış, egemenlerin savaşı ile aynıymış gibi gösterilmesi utanç vericidir. ‘‘Silahların susması’’ sloganıyla, Kürt halkına ulusal özgürlüğünü sağlayacak temel araç; iğrenmesi gereken kötü bir şeymiş gibi sunuluyor. 15- Tarihten bugüne sömürge olma sorunu yaşayan bütün uluslar, ulusal bilince erişerek egemen uluslardan kurtulmuşlardır. Aynı gerçeklik bir ulus olan Kürtler için de geçerlidir. Ulusal bilinci tartışırken ülke(Kürdistan) gerçekliğini unutmak, tartışmamak; ıskalanmaması gereken bir konudur. Kürt ulusunu Kürdistan’sız tartışmak mümkün değildir. Kürdistansız tartıştığınızca işgalciliği açıklayamazsınız. Bununla beraber sömürgecilerin Kürdistan’daki varlıklarını meşrulaştırdığınız gibi onların sizlere tanıyacakları haklarla yetinirsiniz. Oysaki Kürdistanlı olma bilinci Kürt ulusal bilinci ile birleştiğinde ülkenizdeki sömürgecilerin, işgalcilerin varlığını görebilmek çok zor olmayacaktır, onlardan kurtulmayı istemek ancak bu bilinç geliştiğinde oluşabilir. Kürdistanlılar; Kürdistan’ı; Türkiye, Irak, İran ve Suriye Kürt bölgesi olarak değil bir bütün olarak, parçalara ayrılmış, yapay sınırlarla bölünmüş bir ülke olarak kavramalıdır. Kürt ulusal bilinci Kürdistanlı olma bilinci ile bütünleştirilemediği müddetçe; ulusal bilincin ayakları yere basmayacak, çelişkiler doğacaktır. Bugünkü kafa karışıklığının, sömürgecilerden bir şeyler beklemenin, Kürt olduğunun farkında olup Kürdistanlı olduğunun farkında olamamanın temel nedeni de budur.

30


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.