Çorlu Mimar Sinan Anadolu Lisesi Resimli Edebiyat Dergisi Mayıs 2018 No2
DOSYA
LİSE İÇİN
SİNEMA AYFER TUNÇ BİRGÜL OĞUZ DİLEK UYAR ERCAN KESAL FERİDE ÇETİN İSMAİL İÇEN OZAN TAKIŞ ZÜLFÜ GÜL ANIL MERT ÖZSOY
Çorlu Mimar Sinan Anadolu Lisesi Resimli Edebiyat Dergisi MayĹs 2018 No2
ISSN:130B-996X
Çorlu Mimar Sinan Anadolu Lisesi Edebiyat Dergisi / Mayıs 2018/ Sayı 2
Okul Adına Sahibi Günay ŞAHİN (Okul Müdürü) Genel Yayın Yönetmeni ve Yazı İşleri Deniz Gönüllü Editörler Kerem Erol (11. Sınıf ), Merve Tutar (11. Sınıf ) Yayın Kurulu Başak Özülk (11. Sınıf ), Ege Demircan (9. Sınıf ), Vedat Aydın (11. Sınıf ) Yayın İnceleme Kurulu Gamze Şule Solmaz, Filiz Bozkurt, Elif Tozcu Resim Atölyesi Öğretmeni Mine Çiçek Gönüllü Kapak Resimleri Ön Kapak: Feyza Kapkaç (10. sınıf ) Arka Kapak: Ceren Uzun (9. sınıf ) Dizgi: Görkem Mutlu (12. Sınıf ) Grafik Tasarım: Deniz Gönüllü / denizgonullu@ gmail.com Yönetim ve Yazışma defterdeki@gmail.com Çorlu Mimar Sinan Anadolu Lisesi Zafer Mahallesi, 59850 Çorlu/Tekirdağ Telefon ve Belgegeçer: 0282 692 29 02 / 0282 692 29 04 web: www.corlumimarsinan.meb.k12.tr >Gönderilen yazılar yayımlansın yayımlanmasın iade edilmez. >Yayımlanan yazıların sorumluluğu eser sahiplerine aittir. >Gazetemiz, Şubat 2005 tarih ve 2569 sayılı Tebliğler Dergisinde yayımlanan “İlköğretim ve Ortaöğretim Sosyal Etkinlikler Yönetmeliğine (Madde 24)” uygun hazırlanmıştır. 13.01.2005 tarih ve 25699 sayılı R.G.)
Merhaba, Baharla birlikte renklerimiz ve sözcüklerimiz de çiçek açtı. Hayatı keşfetmeye; yazmakla, çizmekle, üretmekle başlamış insanlar topluluğudur Güzel Yazı Defteri. Birçok liseli yüreğin edebiyat hayatlarının başlangıcıdır aynı zamanda. Güzel Yazı Defteri’inde başlayan bu büyülü yolculuk bambaşka dünyalarda büyük ve çağıldayan ırmaklara dönüşecek, kimbilir! Çabamız bir hayalle başlayıp dünyaya ve insana dahil olmaya çalışmak. Biz sanatla büyüyoruz; bu yüzden çok güzel büyüyoruz. Sanatın tek dil olduğu dünyada başka ne istenebilir ki! “Lise İçin Sinema’’ Dosyası için kendimizce çok emek verdik. Sinemacı olmak yolunda el ve göz biriktiren liseliler, ileride karşınıza büyük güzelliklerle çıkacak. Bir film, bir kitap, bir sözcük bazen hayatı değiştirebilir. Bu sayıda da nice liseli sanata dokundu. Bu sayıda 212 liseli yer alıyor. Bu, sevinç ve umut verici işte. O zaman haydi en güzel buluşmaya!
KÜÇÜREK ÖYKÜ
Çağla Nisa Topçu 11 / Canan Açıkel 11 / Kader Doğan 12 / Beyza Köylü 12 / Berfin Penbegül 12 / İncigül Ay 13 / Muhammet Onur Atcı 13 / Cansu Özgür 14 / Başak Özülk 14 / Burçak Akyıldız 14 / Melis Bulur 16 / Gülse Uysal 16 / Zeynep Akgün 16 / Duygu Özdemir 1617 / Oğuzalp Subaşılı 17 / Ogün Değer 17 / Canan Açıkel 17-18 / Kaan Yıldız 18 / Betül Nur Can 18 / Beyzanur Şahin 18 / Melisa Arslan 20 / Bilgehan Günal 20 / Esra Akkoyun 20 / Şule Çalışkan 20 / İncigül Ay 21 / Canan Açıkel 21 / Turhan Batın Arslan 21 / İncigül Ay 22 / Aslı Kont 22 / Yağmur Yasmin Korkmaz 22
DOSYA: LİSE İÇİN SİNEMA
“Başlangıçtan Bugüne Sinema” Kerem Erol 24 / “Sinema Sözlüğü” Ege Demircan 26 / “Sinemada İlkler“ Ege Demircan 28 / “Ozan Takış ile Söyleşi” Kerem Erol 30 / “Senin Filmin Hangisi? ” 32 / “Soruşturma” Anıl Mert Özsoy 34 / Ayfer Tunç 35 / Birgül Oğuz 35-36 / Dilek Uyar 36 / Ercan Kesal 37 / Feride Çetin 37-38 / İsmail İçen 39 / “Yeni Başlayanlar İçin Kısa Film” Zülfü Gül 4041 / “İçinde Şiir Geçen Filmler” Başak Özülk 42-
“Eşkıya ile Başlayan Türk Sineması” Kerem Erol 46-47 / “Arkadaşımın Evi Nerede?” Ege Demircan 48-49 “Yönetmenler İçin Sinema” Merve Tutar 51-52
ŞİİRLER
Sude Nas Değirmenci 56 / Yaren Tezcan 56 / Mehmet Tufan Varışlı 57 / Selenay Şimşek 57 / Nilay İnanır 58 / Dilruba Yaren Çekim 60 / Elif Yaren Us 61 Canan Açıkel 62 / Görkem Mutlu 64 İncigül Ay 64 / Atahan Konur 65 / Alihan Güler 65 / Melis Yelkenci 65 / Başak Özülk 66-70 / Oğulcan Çavuş 71 Ceyda Kahraman 71 / Canan Açıkel 72 / Emirhan Biçer 72 / Şeyma Deniz 74 / Emine Akbaş 74 / Sude Nas Değirmenci 75 / Beyza Köylü 75 / Şerife Sent 76 / Begüm Acar 78 / Zehra Sezer 80 Minel Öngören 80 / Şafak Mandacı 81 / Gamze Nur Uslu 82 / Sena Ertem 82 / Sıla Seven 82 / Tolunay Özcan 82
RESİMLER
Feyza Kapkaç 01 / Birgül Kahraman 08 / Merve Tufan 10 / Sudenur Turgut 15 / Beyzanur Souksu 19 / Elif Özdemir 25 / Eda Durucan 27 / Zeynep Nur Güneş 33 / Kübra Arslan 45 / Şule Çalışkan 50 / Fatmanur Kıranlı 53 / Büşra Doğru 55 / Gülben Özel 58 / Damla İleri 59 / Buse Irmak Artar 63 / Başak Özülk 67 / Özlem Ulugöl 73 / Eda Durucan 77 /
Umut Can Demirkıran 77 / Kübra Arslan 79 / Şule Çalışkan 83 / Gülben Özel 84 / Elif Özdemir 87 / Bora Ayaz 90 / Armağan Başdinç 94 / Feyza Kapkaç 99 / Elif Özdemir 102 / Özlem Ulugöl 106 / İclal Sena Demir 107 / Büşra Doğru 108 / Egenur Demircan 110 / İnci Yavuz 115 / Atılay Saygın 117 / Çağla Durdu 120 / Şule Çalışkan 124 / Gülse Kara 129 / Sıla Fidan 134 / Beyzanur Souksu 140 / İldem Çakır 146 / Yaren Tezcan 147 / Ceren Uzun / Minel Bahtiyar 149
DENEMELER
Bilgehan Günal 86 / Duygu Özdemir 86 / Asude Onbaşı 87 / Başak Özülk 88 / Mehmet Pek 88 / Kerem Erol 89 / Elif Vatansever 91/ Cansu Özgür 92 / İrem İmren 93 / Eren Berke Yörük 95 / Ekin Aydın 96 / Georgi Dzhenkov 97 / İlayda Ahretlikoğlu 97 / Türkan İbrahimbaş 98 / Aleyna Buran 100 / Berfin Penbegül 100 / Betül Korkmaz 101 /Ogün Değer 103
ÖYKÜLER
Kerem Erol 112 / Ege Demircan 113 Damla Şener 114 / Selenay Aydın 115 Aleyna Buran 116 / Emine Akbaş 118 Büşra Kurt 119
MEKTUP/GÜNLÜK Çağla Nisa Topçu 104 / Duygu Özdemir 105 / Kader Doğan 106 / Aygün Aşık 107 /
MASAL/FABL
Turhan Batın Arslan 122 / Muhammet Onur Atcı 123 / Beyza Köylü 125 / İncigül Ay 127 / Canan Açıkel 128 / Beyza Köylü 130 / Aleyna Buran 131
ROMAN KAHRAMANINA MEKTUP Dilruba Yaren Çekim 135 / İncigül Ay 135 / Elif Kıvılcım 136 / Ceren Certel 136 / Beyza Köylü 137 / Atahan Konur 137 / Elçin Şahin 138 / Canan Açıkel 139 / Melike Bülbül 141 / Servet Kalan 141 / Damla Şener 142 / Çağla Köroğlu 142 / Minel Öngören 143 / İrem Nur Öztürk 144 / M. Tufan Varışlı 144 / Sıla Fidan 145 / Sinem Ateş 145 / Tarık Gönül 146 / Sümeyye Yılmaz 148 / Turhan Batın Arslan 148 /
BİRGÜL KAHRAMAN dokuzuncu sınıf
MERVE TUFAN dokuzuncu sınıf
AÇI Bir dolap. İçindeki toz kaplı kavanozlar ve avuntu. Çağla Nisa Topçu, 11. sınıf
ALIŞIK DEĞİL Babasının ağlamasına alışık değil. Babasının şefkatine alışık değil. Babasının kızmasına alışık değil. Babasının gülüşüne alışık değil. Alışık değil, var olup, olmayan babasına. Canan Açıkel, 12. sınıf
ÇORLU MİMAR SİNAN ANADOLU LİSESİ
MAYIS 2017 11
AYNA ‘Seni sevmiyorum’ diye bağırdı. Kırıldı ayna. Kader Doğan, 11. sınıf
ŞEKERLEME
Solgun bir pazartesi sabahıydı Manchester ‘da. İşe gitmek için yola çıkmış küçük çocuk hızlı adımlarla ilerliyordu. Üstündeki kıyafetler yamalı, yırtık ve eskiydi. O sırada yerde bir gazete gördü, eğildi ve aldı. Bugünün tarihi yazıyordu. Üstünde sanayi devriminin ne güzel ve büyük bir şey olduğunu anlatıyordu, sinirlenerek yere attı. Kimse açlıktan ve yorgunluktan ölen arkadaşlarını yazmıyordu. O sırada şekerlemecinin önünde durdu. Babası ona söz vermişti bir gün o tadını bile bilmediği şekerlemelerden alacaktı. Fakat biranda yer çocuğun ayakları altından kaydı ve oraya uzanıverdi. Gözlerini açtığında evde yatağındaydı. Annesi acı bir mutlulukla “ Baban o çok istediğin şekerlemelerden almış yemek ister misin? “ dedi. Çocuğun gözleri parladı ve “ Evet “ dedi. Sonra kapattı gözlerini bir daha açmamak üzere. Artık oda gazetelerde bahsedilmeyen o arkadaşlarındandı. Beyza Köylü, 12. sınıf
BİTTİĞİNİ NASIL BİLİYORDUN? Belki de karşında duran insandan daha çok anılarınıza âşık olduğunu hissedersin. Geçmiş olsun. Eskiden gülebiliyordum. Berfin Penbegül, 11. sınıf
12
SAYI 02
CUMARTESİ Gelmiştik yine bir Cumartesi gecesine. Masaya oturmuş çıkarmıştık kalemleri ve kâğıtları. -Zdravei dyado.( Merhaba dede) -Zdravei. ( Merhaba) -Kak si? (Nasılsın?) -Koi e dyado? (Deden kim?) Başka bir Cumartesi gecesi hiç gelmedi.
İncigül Ay, 12. sınıf
DELİ DOKTOR Otobüsümün camından gözüküyordu. Bir tımarhaneyi andırıyordu. Belki de buradan çıktıktan sonra bu tımarhanenin ya doktoru ya da delisi olacaktı. Muhammed Onur Atcı, 12. sınıf
HAYAT Dışardan bakınca kimse göründüğü gibi değildir. Belki şehir hayatından sıkılıp köyünü özleyen bir iş adamı. Belki de doğa ananın getirilerinden sıkılıp modern bir hayat sürmek isteyen bir çiftçi. Ama unutmamak lazım ‘‘hayat bir define avı değil, hayat bir definedir.’’ Yaşadığımız hayat bir başkasının hayali olabilir. Muhammet Onur Atcı, 12, sınıf
ÇORLU MİMAR SİNAN ANADOLU LİSESİ
MAYIS 2018 13
DELİLİKTİR YAŞAM Deli sordu: ‘‘Benim deli olduğumu mu düşünüyorsun?’’ Deliler de tüm yaşayan insanların, yaşamayı pek iyi başardıkları için delirmiş olduğunu düşünür, bilir misin? Adam biliyordu. Çünkü o, bunca fakirlik ve umutsuzluk içinde yaşamayı güzel başaran bir deliydi. Muzipçe güldü. Kendi haline ve dünyadaki tüm insanlara. Hepimiz bu soruyu sormuyor muyduk? Cansu Özgür, 11. sınıf
DÖVME Kapının çınlamasıyla irkildi kız. Biri işin bittiği, diğeri Tarancı’nın dizelerine konuk ettiği yaştaydı. Gotik kız sordu: - Ne yapıyoruz? - Bana değil, ona. Telefon numaramı işleyin. Gotik kız şaşırdı. - Çok da şaşırmamak lazım. İnsanoğludur, unutur. Başak Özülk, 11. sınıf
DURMADI, DURMUYOR, DURMAYACAK İnsanlar geliyor, geçiyor. Kalbimde öyle bir durak var ki, hiçbiri orada durmuyor. Birbirimize rastladık ve başımıza gelebileceklerin en kötüsü geldi. Burçak Akyıldız, 11. sınıf
14
SAYI 02
ÇORLU MİMAR SİNAN ANADOLU LİSESİ
MAYIS 2018 15
GECE, KARA MIDIR? Gecemi aydınlatan karşı kaldırımdaki sokak lambasıyla yine bir akşam göz göze geldik. Yıldızlar gözlerimi kamaştırırken içimin karanlığı kör ederdi insanı. Gözlerden ziyade insanın kalbi kör olmasın. Bilsin sevilmenin ne demek olduğunu; sevsin, tatsın acıyı, acısını bile sevsin karanlıklara hapsetmesin kendisini. Çünkü ben karanlığı korkutacak kadar geceydim fakat ışık açıldı. Melis Bulur, 11. sınıf
GEÇMİŞ Yıpranmış; biraz ağlamış, biraz gülmüş. Gülse Uysal, 11. sınıf
GERÇEĞE UYANMAK Kış günüydü. Hayat rüyalarımdan bile güzeldi. Gökyüzü rüyalarımdan bile maviydi. Uyandım. Zeynep Akgün,12. sınıf
GİDİŞ Avuç içlerim üşüyordu artık. Bedenimin her yeri sonsuz bir acıyla yanıyordu. Duygu Özdemir, 11. sınıf
16
SAYI 02
ÇOCUKLUK Elleri hiç tutulmamış. Saçlarına el değmemiş. Duygu Özdemir, 11. sınıf
GÜNÜMÜZ KIZLARI Yüzünde bir anlam olsun, dedim. Rujunu tazeledi. Oğuzalp Subaşılı, 11. sınıf
HUDUT Soğuk sokaklar sükût-u hayal ile yıkılırken tepesine, karşısına çıkan yeni sıcaklıkla ne yapacağını düşünüp durdu. Ogün Değer, 11. sınıf
İKİ+BİR Bir arkadaş grubu, üç kişilik. Aslında iki. Canan Açıkel, 12. sınıf
ÇORLU MİMAR SİNAN ANADOLU LİSESİ
MAYIS 2018 17
KAP Basitler, Bulundukları kabın şeklini aldılar, Sevildiler. Canan Açıkel, 12. sınıf
KEMANCI Önünde birikmiş duygular, bozuk paralar… Kulaklarında alkış sesleri, sağır. Neden ikide bir eğiliyor? Kaan Yıldız, 11. sınıf
ACIMAK 1 Yürüyorum. Saat sabahın 7’si. Hava karanlık, sisli ve çok soğuk. Yürüyorum. Yürüdükçe görüyorum; karanlığın ve soğuğun şiddetli acımasızlığını.
ACIMAK 2 Anne: “Bu çok güzel bir oyuncak, bunu alalım mı ?”dedi çocuk kırmızı büyük bebeği vitrinde görünce. Annesi cevap veremedi. Yeşil gözlerini kızın gözlerine dikti. Sustu, sustu, bakmadı. Betül Nur Can, 12. sınıf
SANDIK Bu elbiseyi nicedir giymek istiyordu. Ama önce onu yıkamalıydı. Beyzanur Şahin, 9. sınıf 18
SAYI 02
ÇORLU MİMAR SİNAN ANADOLU LİSESİ
MAYIS 2018 19
FEDAKÂRLIK Küçük çocuk yatağında uzanıyordu. Doktorlar başını sarmış, onun anlamadığı bir dilde konuşuyorlardı. O sırada çocuğun babası odaya girdi. Çocuk şaşkınlıkla babasına bakıyordu. Çocuk: “Baba saçların neden yok, saçlarını çok severdin sen, niye kestirdin?” diye sordu. Babası çocuğun yanına yaklaştı ve oğlunun saçsız başını okşadı. Melisa Arslan, 12. sınıf
ÖKSÜZ Hiç hissedilmemiş anne sevgisi. Duyulmayan ses, içine çekilmeyen koku. Ansızın Ölüm. Bilgehan Günal, 11. sınıf
ÖZLEM Sevdiklerim beni bırakır; bana özlemek kalır. Bazen ben sevdiklerimi bırakmak zorunda kalırım; bana yine özlemek kalır. Esra Akkoyun, 12. sınıf
RÜYAYDI Birden uyandı ve ağlıyordu. “Korkma hepsi rüyaydı.” dedim. “Zaten ona ağlıyorum.” dedi. Şule Çalışkan, 11. sınıf
20
SAYI 02
SIKIŞTIRMA Köşe başındaki kocaman camın arkasına konmuştu yine. Hem de en şaşaalısından, en çikolatalısından… Çekiştirdim annemi. “Anne bak!” dedim. Baktı. Gözünden bir damla yaş düştü. Akşam eve gittiğimde sobanın önünde dumanı tüten bir fincan salep yanında beş kat bisküvi… Bisküvilerin arasında da en bir sevdiğimden gül lokumu. O akşamki tadı bir daha hiç bulamadım. İncigül Ay, 12. sınıf
SONRA Ateş ile oynarken yanmayı öğrendi. Sonra da sönmedi zaten. Canan Açıkel, 12. sınıf
GECE BEKÇİSİ Dilersen bu gece burada kalabilirsin, dedi bana. Bu bir çağrı mıydı, yoksa bir acıma duygusu mu, çıkaramadım. Geceye, yoğun karanlığa çevirdim bakışlarımı. Teşekkür ettim. Ne yazık ki kalamam, dedim. Bekleyenim var. Turhan Batın Arslan, 12. sınıf
TUT AĞACI Ve dallarına son bir umut bağladım ardından, ardından rüzgâr aynı şarkıyı çalıyordu ıslıkla. Umudum dalga, içimden bir dilek tuttum. Georgi Nikolaev Dzhenkov, 11. sınıf ÇORLU MİMAR SİNAN ANADOLU LİSESİ
MAYIS 2018 21
UNUTKANLIK Tam sekiz kardeştik. Babam bir gün tarlaya gitmek için çıktı. Sonra orada kaldı. Elmalarımızı çalarlarmış. Öyle söyledi annem. Annem biz yemek yerken yemezdi. Yemek yapmak ve toparlamak öyle uzun sürerdi ki unutur sanırdım. Alışverişe çıktığında çok az poşetle geri dönerdi. Alacaklarını unuttu sanırdım. Ben elmayı, kardeşlerimi, annemi, annemin yemeklerini çok severdim. Annem ise sadece bizi severdi. Çok kalabalığız diye diğer sevdiklerini unutur sanırdım. İncigül Ay, 12. sınıf
YOKSA GECE BİR MERDİVEN MİDİR? Yorganı usulca çektim üstüme. Biraz yukarı, biraz daha gözleri de kapattık mı, tamamdır. Sanmayın umutsuzluklardan, kırılmalardan, pişmanlıklardan kaçıyorum. Yok yahu insan bunlardan kaçar mı, olsa olsa geceden kaçar insan bir de geceye çalan insanlardan. Gördünüz mü hiç güneşin turuncuları ve pembeleri arasında başını kaldırmadan yürüyen insanları, bir erkeğin eve gelmeyişini, bir kadının kaçışını ya da bir çocuğun ağladığını. Anlaşılır mı, anlatılır mı hiç, öğlenleri. Olsa olsa karanlıkta, simsiyah gecelerde ay düşünce gökyüzüne. Aslı Kont, 12. sınıf
ÜVEY Küçük sefil çocuk duvara yasladıkları sehpanın üstündeki eski tüplü televizyonda kanallar arasında gide gele en sevdiği çizgi filmi seyretmeye çalışıyordu. Daha aklının alamayacağı şartlarda büyüyor, anlamaya zorlanıyordu. Ailesinin yan odadan dolup taşan hararetli seslerine istemeden de olsa kulak kesilmişti. Annesi hırçınlaşmış ve gözü hiçbir şey görmüyordu. Kelimeleri hiç seçmeden ağzından püskürttüğü belliydi. Ağzından tükürükler fırlarcasına nefretle sarf ettiği cümlelerin ardından küçük çocuğun elindeki kumanda yere düştü, parçalandı: -Ben ona bakmak zorunda değilim, Fikret! Yağmur Yasmin Korkmaz, 11. sınıf 22
SAYI 02 9. sınıf
r törle i d E Ege Demircan - 9.Sınıf Kerem Erol - 11.Sınıf
ÇORLU MİMAR SİNAN ANADOLU LİSESİ
MAYIS 2018 23
Başlangıçtan Bugüne Sinema
Sinema
KEREM EROL
11. sınıf
“Resim durağandır. Sinema ilginçtir, çünkü o yaşamın ölümlü yanını yakalar.” Jean-Luc Godard
L
umiere Kardeşler halka açık ilk film gösterimini yaptıklarından bu zamana tam 123 yıl oldu. Bu ilk film sadece bir trenin gara girişini gösteriyordu. İnsanlar o kadar etkilenmişlerdi ki salondaki herkes gerçek bir trenin üstlerine gediğini zannedip panik ve korkuyla salonu terk ettiler. Sinemanın tarihi bundan yıllar önce Çin’de keşfedilen büyülü fenere dayanıyor. Daha sonraları büyülü fenerin daha gelişmiş bir hali olan “Phenakisticope” ortaya çıktı. Bu aletin temel prensibi bir silindirin etrafına çizilen resimlerin hızlıca çevrilerek hareket etmesidir. Bütün bu birikimler ile birlikte Edison 1894 yılında “Kinetoskop”u icat etti. Kabaca sinema birtakım fotoğrafların Lumiere Kardeşlerin bulduğu ‘’Sinematograf ’’ ismi verilen, ve bu alete bağlı mercek ve ışığın önünden geçmesi ile oluşur. Bu tarzda sessiz dönem filmlerinden sonra artık filmler için müzikler bestelenmeye başlandı ve insanlar sessiz filmler yerine müzikler ile insanı kendi büyüsüne daha çok kaptıran müzikli filmler izlemeye başladılar. 1900’lü yılların başında özellikle dışa vurumculuk denilen bir akım ortaya çıktı. Amerika’da görülen bu akım, normalin dışında olan, bilinçaltının yansıması olarak tanımlanır. Baskıcı rejimlerde yaşayan halk tarafından kabul edilmiştir. Sinema özelikle Fransa’da büyük kitlelere ulaşmıştır. Özellikle şairane gerçekçilik gene bu ülkede ortaya çıkmıştır. Gerçekçi ve şiirsel sinemanın temelleri atılmıştır. Daha sonraları İtalya’da ortaya çıkan ‘’ Bisiklet Hırsızları’’ filmi ile başlayan yeni gerçekçilik akımı, sinemanın stüdyolardan çıkıp sokak gibi gerçek mekânlarda yapılmasıyla başlamıştır. Daha sonraları Fransa’da sinemada yapılan her filmde farklı bir değişikliğin planlanması ve dramatik yapının bozulması ile Yeni Dalga akımı ortaya çıkmıştır. Bu akımın önemli yönetmenleri Jean-Luc Godard ve François Truffaut olmuştur. Her alanda olduğu gibi sinemada da deneysel sinema vardır. Deneysel sinema gelenekleri takmayan bir yapıya sahiptir. Bağımsız türler de bu sinemanın içine dâhildir. Günümüzde dünya sinemasının büyük bir çoğunluğu artık ticari amaç güdülen filmlerin elinde gelişmekte. XX. Yüzyılın ortalarında çekilen filmlerin büyük çoğunlukla sanat filmleri olmasına rağmen izleniyor ve beğenilmeyi başarıyorlardı. Günümüzde ise bunların yerini kaba güldürü komedi filmleri, aksiyon filmleri ve süper kahraman filmleri almakta fakat bunlara rağmen bağımsız sinema her geçen gün gelişmekte ve bizlere sanat filmi diyebileceğimiz filmler izlettirmektedir. Bir film iyi bir film ise bağımsız olmasa bile bir sanat filmidir. Sinema sanatın sanatla buluşması diyebileceğim bir alandır. Her kesime her insana hitap eden büyüleyici bir icattır. Günümüzde özellikle televizyonun hayatımıza girmesiyle etkisini kaybetmiş olsa bile ben sinemanın hala insanları etkileme ve bazı hayatları değiştirebilme gücü olduğuna inanıyorum.
24
SAYI 02
ÇORLU MİMAR SİNAN ANADOLU LİSESİ
ELİF ÖZDEMİR
MAYIS 2018 25 onuncu sınıf
NOPQR S
Adileşmek: Mecazi anlamda, şaka yollu, yeşilçam senaryosu yazmak. Bono: Yeşilçam’da bir dönemde geçerli olan para birimi veya senet. Bergen: Acıların kadını, arabeskin kraliçesi. Kocası tarafından yüzüne kezzap atılmasıyla ün kazanmış Yeşilçam sanatçısı. Elli Kutu Film: Dijital çağ öncesi bir film çelimi için verilen standart negatif film miktarı. Eğlence Resmi: Sinemalardan belediyelerce alınan vergidir. Erkek Melodramı: Erkeklerin, melodram olarak gördükleri kendi hayatlarının bu “duygu dolu halinin” öyküsüne hislenerek yapılan filmlerdir. Erol Erbil: Yüzden fazla filmde rol almış Yeşilçam figüranıdır Faruk Kenç: Soyadı eski jeneriklerde hep yanlış yazılagelmiş kişi. Figüranlar Kahvesi: Yeşilçam’dan
26
SAYI 02
2000’lere kadar artistlerin, figüranların, yapımcıları davet ettikleri, görüşmeler yaptıkları yer. Gece Yarısı Sineması: 1998-2003 yılları arasında 19 sayı çıkarılmış bir sinema dergisi. Issız Adam: Duygusal olarak bağlanma sorunu yaşayan erkeklere denir. Kayıp Filmler: Kayıp olduğu bile bilinmeyen filmler. Kezban: Sinemamızda köyden şehre gelen, kötücül şehirli kız ve oğlanlara derslerini veren, istediğini güzelliği ile elde edebilen kadınların temsilidir. Kuşlu Köşk: Yeşilçam sinemasının zengin evi. Mantıksızlığın Mantığı: Mantıksızlık içinde bir mantık düzeni kurma durumu. Öksürmek: Sinemada yer göstericilerin bahşiş istemek için kullandıkları sözcük. Panthè: İstanbul’un ilk yerleşik ve sürekli sinema salonu.
ÇORLU MİMAR SİNAN ANADOLU LİSESİ
EDA DURUCAN
MAYIS 2018 27 onuncu sınıf
İLK SİNEMA FİLMİ “ROUNDHAY GARDEN SCENE” Film, Guinness Rekorlar Kitabında dünya da varlığını sürdürebilen en eski film olarak geçmiştir. Saniyede 12 kare hızında kaydedilmiş ve çekimi 2.11 saniye sürmüştür. 1888 yılında Lois Le Prince tarafından kayda alınan sessiz kısa filmdir.
TARİHTEKİ İLK SİNEMA FİLMİ HANGİSİDİR? Günümüze kadar uzanıp gelmiş eski, yeni kuşak milyonlarca film bulunur. Peki bunca filmin ilki, zincirin ilk halkası hangisidir? “TRENİN GARA GİRİŞİ” İzlemek için tıklayın>> İlk sinema filmi, Lumiere kardeşlerin çektiği “Trenin Gara Girişi” Belirli bir konusu olmamakla beraber tarihin ilk filmi yaklaşık 50 saniye sürmüştür. Bu film ilk kez 28 aralık 1895 Paris’te izleyiciye sunulmuştur. Bir kafede gösterime sokulan film Lumiere’nin sinematografları saniyede 16 kareyi perdeye yansıtmaktaydı. Film ile ilk kez tanışan insanlar gördüklerinin bir sihir olduğunu düşünmüş, trenin gerçek olduğunu sanarak kaçışmaya başlamışlar. Sinema tarihini başlatan bu film şimdi keyifle izlemekte olduğumuz filmlerin anasıdır. İLK BİLİM-KURGU FİLMİ “LE VOYAGE DANS LA LUNE (AY’A YOLCULUK)” 1 eylül 1902’ de, Lumiere’nin sinematografi kamerası ile çekilmiş, Ay’a seyehat etmek isteyen bir grubun başından geçen türlü olayları anlatır. Filmin orijinal hali siyah beyaz ve en bilinen haliyle süresi 13 dakikadır.
28
SAYI 02
TÜRK SİNEMA TARİHİNİN İLK FİLMİ “AYASTEFONOS’TAKİ RUS ABİDESİNİN YIKILIŞI” Belgesel niteliği taşıyan bu film, Fuat Uzkınay tarafından 14 kasım 1914’te kayda alınmıştır. Filmin günümüze gelmiş bir örneği yoktur. 2 ihtimal vardır. Ya bu film hiç çekilmedi, bir rivayet olarak günümüze ulaştı ya da film çekildi ancak amaçlanan başarıya ulaşmadığı için saklandı. Osmanlı dönemi için çok acı bir anıya sahip bu film Türk sinemasının başlangıcıdır. İLK SESLİ FİLM “THE DICKSON EXPERIMENTAL SOUND” 1894-1895 yılları arasında William Dickson tarafından kayda alınmıştır. Thomas Edison tarafından geliştirilmiş bir sesli film sistemi kinetophone ile kullanılarak kaydedilmiş ilk sesli film olarak bilinir. Filmde bir adam keman çalarken, iki erkeğin birbirlerine kenetlenerek dans ettiği görünür. TÜRK SİNEMASINDA İLK SESLİ FİLM “İSTANBUL SOKAKLARINDA”
Muhsin Ertuğrul tarafından çekilen, Mısır, Türkiye, Yunanistan ilk ortak yapılı sesli filmdir. İlk kez 2 aralık 1931’de gösterime girmiştir.
TÜRK SİNEMASINDA BİLİNEN İLK UZUN METRAJLI FİLM “HALICI KIZ”
bir kopyası ulaşmamış, yine de hakkında bilgi sahibi olabileceğimiz kaynakları bulunmaktadır.
Güzelliği ile çevresine ün salan işçi kız “Gül’ün macera dolu yaşamının öyküsü.” Konulu bu film Muhsin Ertuğrul ile kayda alınmış ve 87 dakika sürmüştür.
İLK ANİMASYON “PAMUK PRENSES VE YEDİ CÜCELER” 1931 yılında Walt Disney tarafından Pamuk Prenses masalından uyarlanan, sinema tarihinin sesli ve renkli ilk uzun metrajlı animasyon filmidir. CHARLİE CHAPLİN VE ŞARLO EFSANESİ 2 Şubat 1914’te Chaplin ilk kez kamera karşısındaydı. Henry Lehrman yönetmenliğinde “Yaşıyor Gibi Yapmak” (Making a Living) adlı tek makaralık filmde rol aldı. O artık ileride parlayacağı sinema sektörüne adım atmıştı. Chaplin 6 Temmuz 1925’te “Time dergisine kapak olan ilk aktör” unvanını kazandı. 1975’te Sir unvanını aldı. Ölümünden sonra da efsanesi bitmeyecek, 1987’de melon şapkası ve bastonu 150 bin dolara satılacaktı.
ÖPÜŞME SAHNESİNE VERİLEN İLK FİLM “THE KISS”
YER
Thomas Edison’un stüdyosunda kayda alınmış, öpüşme sahnesi içeren ilk filmdir. 47 saniyelik filmde bir çiftin sohbet edip, ardından birbirlerini öptükleri görünür. Bu film sansür kullanılması istenen ilk film olarak da bilinir. İLK 3D FİLM “THE POWER OF LOVE” 1922 yapımlı The Power Of Love, dünyanın ilk sessiz 3D filmidir. Günümüze bilinen ÇORLU MİMAR SİNAN ANADOLU LİSESİ
MAYIS 2018 29
OZAN TAKIŞ:
“Sanatın belli bir formülü ya da matematiği yoktur.” “Uyanış” ile Cannes Film Festivali’nin Short Corner bölümünde yer alan yönetmenle söyleştik. Bize Ozan Takış’ı bir cümleyle ifade eder misiniz? Hayallerinin peşinden koşan adam Liseden başlayarak sinema serüveninizden bahseder misiniz? Ben liseden değil de çocukluktan başlayayım size. Çocuklukta televizyonun dibine bağdaş kurarak oturup pür dikkat izlerdim, o yüzden şimdi gözlerim bozuldu ve numaralı lens kullanıyorum. Babamın pazar günleri olan kovboy filmleri, her sabah uyandığımdaki çizgi filmler vs derken görsel ve işitsel algının hoşuma gittiğinin farkına vardım. Liseye geldiğim zaman, okul gazetesi ve sinema topluluğu çalışmaları yapmıştım, ardından Anadolu Üniversitesi Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri bölümü mezunu olduktan sonra Radyo, Televizyon ve Sinema Bölümü hocalarından Yrd. Doç. Dr. Hakan Erkılıç’tan senaryo yazılımı ve yönetmenlik dersleri aldım. Mersin Olba Fotoğrafçılık Derneği kursiyeri olarak fotoğraf üzerine çalışmalar yaptım ve birkaç yerel sergide fotoğraflarım yayınlandı. Felsefe üzerine okumalar yaptım özellikle; K. Marx, F. Nietzsche ve S. Freud’dan etkilendim. Sinema kurgusu üzerinde çalışmalara devam ettim ve ilk kısa filmi Şekirê Pembû’nun ardından ikinci filmi kısa filmi Uyanış’ın kurgusunu yaptım. Fotoğrafçı, senarist, yönetmen ve kurgucu olarak hayatıma devam etmekteyim. Filmografim ise:
30
SAYI 02
Şekirê Pembû – Kurmaca Kısa Film (Kasım / 2017) Pakistan International Film Festival - Offical Selection Radio City International Short Film Festival Offical Selection Auckland International Film Festival - Offical Selection Uyanış – Kurmaca Kısa Film (Şubat /2018) Festival de Cannes Short Film Corner - 2018 Offical Selection. Sinemamızın görüyorsunuz?
bugününü
nasıl
Sinemamızın yeni yeteneklerle gelişmekte olduğunu ve ülkemizde daha iyi başarılar elde edeceğimizi düşünüyorum. Özellikle genç sinemacılar daha yaratıcı ve farklı bir perspektiften olaylara baktığını, yeni bir sinema dili geliştiğini düşünüyorum. Türk sinemasının daha da gelişmesi için yeni yetenekli insanların desteklenmesi ve film sektörüne daha çok fon harcanması gerektiğini düşünüyorum. Çok iyi iş çıkaracak insanlar var bu ülkede. O yüzden devletin, kurum ve kuruluşların bunu misyon etmesi gereklidir. İlerleyen zamanlarda daha da iyi işler çıkacağını düşünüyorum. Yeni bir jenerasyon geliyor ve bu jenerasyon farklı bir algıya sahip.
Kısa filmler çeken bir yönetmen olarak mı anılmayı istersiniz yoksa kısa filmi uzun metraja geçiş olarak mı görüyorsunuz? Bir yönetmenin sıfatı yoktur kısa film veya uzun film olsun, yönetmen yönetmendir. Kısa film ile anılmak ya da uzun film ile anılmak arasında bir fark yok 1dk çekilmiş film ile 120 dk çekilmiş film arasında benim için gerçekten bir fark yok. Ben kısa film de çekebilirim uzun film de çekebilirim, dizi film de çekebilirim, belgesel filmde çekebilirim, önemli olan şey ne ürettiğimiz ve ürettiğimiz şeylerin insanlara ne kattığı, o yüzden kısadan uzuna geçiş vs gibi durumlar düşünmüyorum. Ne çekmem gerektiğini hissediyorsam onu çekerim.
maddi manevi bunu her film çeken iyi bilir zaten. Sosyal medya hesaplarımdan destek istedim ve filmi çekmek için belli bir bütçe buldum. Ardından ailemden destek aldım, filmi çektik tabii ki. Bir film, onu çekmekle kalmıyor ki. Bunun kurgu/montaj bölümü var. Post-prodüksiyon kısmı var. Post prodüksiyon dediğimiz şey de bir filmin prodüksiyonu kadar maliyetlidir. Filmin post prodüksiyonunu yaptırmak için çantamı alıp İstanbul’a gittim, ardından elimdeki çok az parayla filmi post prodüksiyondan çıkardım ve Cannes’a yetiştirdim şimdi Cannes film festivalinin short corner bölümünde 14-16 Mayıs arasında izleyici ile buluşacak. Film yazmak, çekmek ve bir şey çıkarmak çok emek isteyen bir şey o yüzden inancınızı her zaman korumanız gerekli. Sinema heveslisi liseli gençliğe neler önerirsiniz? Artık günümüzde cep telefonu ile film çekilebiliyor, teknoloji çok ilerledi. Sanatın belli bir formülü ya da matematiği yoktur, içinizden ne geliyorsa yapabilirsiniz, bunun en büyük örneği Sürmeneli bir lise öğrencisinin çektiği “BIYIK” adlı kısa filmimin Cannes film festivaline seçilmesi gibi Youtube’da yayında izleyebilirsiniz, çok beğendim bir kısa filmdir. O yüzden her şey inancınızla bitiyor, alın elinize telefonunuzu telefonunuzla çekin basit kurgu programlarıyla film birleştirmeyi öğrenin. Bol bol film izleyin, her şey kafanızda oluşacaktır.
Bize ‘’Cannes Film Festivali’’ yolculuğunuzdan bahseder misiniz?
Üç film ve üç yönetmen desek?... The Mirror Au Hasard Balthazar Bir Zamanlar Anadoluda
Uyanış filmimi yazdığımda bu filmi çekmem gerekli diye neler yaparım diye düşündüm, birçok zorluklardan geçtim tabii bu süreçte
Andrey Tarkovsky Ingmar Bergman Robert Bresson
ÇORLU MİMAR SİNAN ANADOLU LİSESİ
MAYIS 2018 31
Filmdeki kızın gelenek-görenekleri yüzünden çektiği acılar ama her şeye rağmen hayallerinin peşinden koşması ve hayallerine kavuşması. (Esra Akkoyun – Çöl Çiçeği) Barışın, huzurun değerini ve savaşın yıkıcı etkisini konu alıyor. (Vedat Aydın-Kaplumbağalar da Uçar) Yaşam parçalar halindedir. Bu parçalar bir bütün oluşturur. Bu bütün her zaman doğru bir sonuç olmaz. Her parça belirsizlik içerir. Belirsizlik her zaman bizimledir. (Atahan Konur-Akıl Defteri) Küçük bir çocuğun savaştaki yalnızlığını anlatan en duygusal film olduğu için etkilendim. (Zeynep-Ayla) Hayata karşı yaşam zorluğunu anlatan güzel bir filmdir. (Bedirhan-Esaretin Bedeli) Gerçek aşkın önüne ölümün bile geçemeyeceğini anlatıyor. (İrem Naz Öztaş-Titanik) Bazı zorluklar içinde de güzellikler çıkabileceğini gösteriyor. (Türkan-Senden Bana Kalan) Tesadüflerin ufak da olsa büyük aşklara yol çizebileceğini kanıtlıyor. (Sena Ertem-Aşk Tesadüfleri Sever)
32
SAYI 02
Vazgeçmemeyi gösterdi. (Lavinia-Kader) Kaçılması imkânsız görülen Alcatraz’dan kaçabilen üç kişi ve kaçış filmlerine öncü olan bu başyapıt. (Emirhan Biçer-Alcatraz’dan Kaçış) Bu filmde yaşanmış zorlukları en iyi anlayanlardanım çünkü bu zorluklara benzer şeyler yaşadım. (Yiğit Can Doğan-Güneşi Gördüm) İmkânsızı başaran inanılmaz adamlar vardır. (Arda Aktaş-Esaretin Bedeli) Mesleği ile hayat felsefesinin karışımı beni derinden etkiledi. (Ceyda Kahraman-Modigliani) Sevgi olduğu sürece rakamların bir önemi olmadığını çok güzel bir şekilde anlatmıştı. (İrem İmren-Sevginin Gücü) İnsanların ve cisimlerin bizi olduğumuz durumdan apayrı bir dünyaya götürme gücünün olduğuna kanıtı. (Asude Onbaşı-Amelié) Bana hayatın ilginç tesadüflerini anımsattı. (Yağmur Yasmin-Kök)
ÇORLU MİMAR SİNAN ANADOLU LİSESİ
ZEYNEP NUR GÜNEŞ
MAYIS 2018 33 on birinci sınıf
ANIL MERT ÖZSOY (Yazar/Gazeteci)
1. Sinemayla tanışmam geç oldu. Sözü anlatma, renkleri, duyguları gösterme noktasında çok kuvvetli sanat sinema. Bunun yanı sıra toplumsal mekanizmaları atakta tutma noktasında, insan ile ilişkiye geçme durumundaki etkisi en yüksek sanat dallarından birisi. İlişkimiz geç başladı ama olabildiğince sağlam bir bağ kurmaya çalışıyoruz. 2. Vizontele ve Vizontele Tuuba filmlerinin yeri hep bir başka olmuştur hayatımda. Özellikle bir sahne söylemek gerekirse ilk filmin son sahnesinde Neşet Ertaş’ın sesinin girip finale bağlanan sahneyi her izleyişimde gözlerim dolar. Kimi zaman da gözyaşlarıma engel olamam... 3. Öncelikle harika işler yapan liseli dostlarıma bir film önerebilmenin onurunu ve mutluluğunu yaşadığımı bilmenizi
34
SAYI 02
isterim. Naçizane birkaç film önermek isterim: Yol, Komiser Şekspir ve Vizontele serisi...
AYFER TUNÇ
BİRGÜL OĞUZ
1. Liseyi İstanbul’da Erenköy Kız Lisesi’nde yatılı okudum, bu nedenle sinemaya gitmiyordum desem yeridir. Ayrıca o yıllar Türk sinemasında erotik filmler furyası vardı. Yabancı filmler de çok az geliyordu. Bir tek Şeytan (Exorcist) filmini izledim. Aklımda kalan tek şey pek sevmediğim.
Lise yıllarında sinemaya bakışımda önemli bir değişiklik oldu. Öncesinde eğlence için, vakti güzel geçirmek için ya da akranlarımın dilinden düşmeyen çünkü dünya çapında çok popüler ve çok büyük bütçeli yapımları (mesela Spielberg’in Jurassic Park’ı tam da bu nedenlerle yıldırım gibi düşmüştü gündemimize) kendi gözlerimle görüp böylece bu büyük sinema olaylarından bihaber kalmamak için giderdim sinemaya. Lisedeyken işler değişti; sinemanın sanatsal, entelektüel ihtiyaçlara karşılık veren, bu anlamda derin ve etkili duyarlıklar yaratan yanları benim için daha değerli olmaya başladı. Bağımsız Avrupa filmlerinin gösterildiği gösterişsiz, küçük sinema salonlarındaki afişlere bakıp filmler hakkında değil bir şey bilmek, neredeyse hiçbir şey sezmeksizin bilet gişelerine yönelişlerim o yıllarda başlar. İzlediğim filmlerin önemli bir kısmını anımsamıyorum bile, çoğundan büyük
(Yazar)
2.Lise değil ama üniversite yıllarında Angelopoulos’un Sonsuzluk ve Bir Gün (Eternity and a Day) filminde Balkanlardaki iç savaştan kaçmış ve Yunanistan’da sokaklarda yaşayan Bosnalı bir çocuğun ölen bir arkadaşı için diğer arkadaşlarıyla birlikte ateş başında ağıt yaktığı sahne her hatırladığımda gözlerimi yaşartır. 3.Şiirin kaybolan değerini geri kazanması umuduyla liselilere önereceğim film Ölü Ozanlar Derneği’dir.
ÇORLU MİMAR SİNAN ANADOLU LİSESİ
(Yazar)
MAYIS 2018 35
olasılıkla hiçbir şey anlamadım da. Yine de o salonlardan derin bir saygıyla ayrılırdım ve elbette en azından neyi anlayamadığımı anlamak için daha bir hayli yol kat etmem gerektiğini düşünerek. Ama bazen beni allak bullak eden, o zamanlar tahayyül bile edemeyeceğim duyarlıklarla beni çarpan filmler de seyrederdim tabii: İstanbul’da ilk kez 1995’te vizyona giren ve Nikita Mikhalkov’un yönettiği Güneş Yanığı’nı asla unutamam mesela. Rusya-Fransa ortak yapımıydı. O filmi sanırım vizyonda kaldığı o kısacık sürede beş kere izledim. Haftalık okul harçlığımın miktarını düşününce, ciddi bir yatırım! Bir de 1998’de vizyona giren ve Theodoros Angelopoulos’un yönettiği Sonsuzluk ve Bir Gün’ü unutamam. O filmi de defalarca seyrettim, hatta son gidişlerimde bazı sahnelerdeki diyalogları not aldığımı, eve gelip onları ezberlemeye çalıştığımı hatırlıyorum. O filmdeki keder, yas, sanatsal üretimle geçen bir ömrün olmazsa olmaz kayıplarıyla ilgili duyum/ farkındalıklar, yetişkinlik denen ve bana göre oldukça ileri bir psikolojik dünyaya ait tüm bu duygu durumları beni hem çok etkilemiş hem de çok düşündürmüştü. O filmin, duygu dünyamda etkileri şimdiye dek süren bir sarsıntı yarattığını düşünüyorum hâlâ. Sonrasında Angelopoulos’un yönettiği diğer filmlerin de peşine düştüm elbette, ki o zamanlar bu filmleri bulmak, hele filmlerin Türkçe altyazılı versiyonlarını bulmak oldukça güçtü. Angelopoulos filmlerinin hemen hepsinin bende ayrı bir yeri var ama Ulis’in Bakışı’nın yeri bambaşka. Hele bir sahne vardı ki onu değil unutmak, her fırsatını bulduğumda birebir kendim icra ediyorum: İki adam (bir yönetmeni canlandıran ve başrolde oynayan Harvey Keitel ve taksi şoförü rolündeki Thanasis Vengos) bir otomobille yanılmıyorsam Arnavutluk sınırına doğru giderlerken müthiş bir tipi fırtınası başlıyor. Şoför otomobili bir kenara çekip radyoyu ve yanında bulundurduğu votka şişesini açıyor. İki adam birlikte aynı şarkıları dinleyip aynı şişeden votka içiyor (yani arkadaş oluyorlar) ve sabaha kadar öylece bekliyorlar. Sabah
36
SAYI 02
olduğunda önce şoför uyanıyor ve hemen çıkıyor arabadan. Bu arada biz de ilk kez görüyoruz arabanın aslında gece boyunca nerede durduğunu. Çok yüksek bir yerdeler, dağların doruklarına ve yamaçlarına bakan bir uçurumun kenarındalar. Şoför biraz sendeleyerek uçurumun kenarına doğru yürüyor, elinde bir paket bisküvi var. Sonra da durup bağırıyor: Ey tabiat! Çok yalnızsın değil mi? Ben de senin kadar yalnızım. Al sana bir bisküvi!” Paketten bir bisküvi çıkarıp uçuruma fırlatıyor. Dağlara taşlara bisküvi fırlatmak iyi bir davranış değil tabii, ama ben bazen bir ısırık kadar küçük parçalar fırlatıyorum işte. Sizler için naçizane iki öneri: Jim ve Andy/ Chris Smith (2017) (Belgesel) Benim Varoş Hikâyem / Yunus Ozan Korkut (2017) (Yarı kurgu-belgesel)
DİLEK UYAR
(National Geographic 2017 Yılın En İyi Seyahat Fotoğrafçısı / Avukat)
1-Lise ikinci sınıfa kadar sinemanın olmadığı, Çanakkale gibi bir şehirde büyüdüm. Sinemada ilk izlediğim film Uçurtmayı Vurmasınlar’dı ve İzmir’e gittiğimizde izlemiştim. O zamanlar sinemaya bir ilgimin olduğunu söylemek, daha doğrusu bilinçli bir sinema izleyicisi olduğumu söylemek çok da mümkün değildi. 2- Pek çok film, pek çok sahnesiyle hala aklımda. Ama Tarkovksy ve Bergman filmlerinin çoğu sahneleri mıh gibi aklımdadır. Bizim yönetmenlerimizden de Reha Erdem ve NBC filmlerinden birçok kare aklımdadır. A Ay’daki, Kosmos’taki, Kış Uykusu ve Bir Zamanlar Anadolu’daki sahneler… Keza, Persona’nın özellikle giriş sahnesi 3-Bir liseli için film önerisi zor. Ufku açan, bir kaygısı olan, aynı zamanda da sanatsal açıdan da iyi filmler olduğunu düşündüğüm için lise zamanlarımda izlediğim Uçurtmayı Vurmasınlar, Life İs Beautiful, Kaplumbağalar da Uçar, Cennetin Rengi tavsiye edeceğim filmler arasında olabilir. (Ne tavsiye edeceğim daha net olanı ne tavsiye etmeyeceğim aslında.) Recep İvedik’leri asla tavsiye etmiyorum mesela. Küfür bir espri değildir ve herhangi bir düzeyde de değildir. Seçici olmak, doğru filmleri izlemek her zaman sizleri geliştirecektir. Önceleri anlaşılmasa da neden ve niçinleri üzerinde kafa yormak zihin açıcıdır.
ERCAN KESAL
gittiğimiz de olurdu. Bu arada kasabamızda film de çekilirdi. Yani çok erken yaşlarda set ortamını gördüm, izledim diyebilirim. 2. Aklımda kalan filmlerden biri Metin Erksan’ın ‘’Sevmek Zamanı’’ filmidir. Filmin bir sahnesinde Boyacı Halil rolündeki Müşfik Kenter Sema Özcan’a onun resmine niye âşık olduğunu anlatır. 3.Elbette ‘’Ölü Ozanlar Derneği’’ filmi. Özgür düşüncenin ne kadar kıymetli bir eylem olduğunu öğrettiği için...
(Yazar / Oyuncu /Tıp Doktoru)
FERİDE ÇETİN
1. Lise’yi Nevşehir’de okudum. Nevşehir Lisesi mezunuyum. Aslen Avanosluyum. Avanos Nevşehir’in bir ilçesidir. İlçemizde o zamanlar bir kapalı, bir de açıkhava sineması vardı. Yaz-kış sinemalarda oynayan her filme giderdim. Bazen de Nevşehir’deki sinemalarda oynayan filmlere. Seçme şansımız yoktu. Bazı filmlere birkaç kez
1. Steven Spielberg, George Lucas, David Cronenberg, Danny Boyle gibi yönetmenlerin filmlerini severek takip ederdim. X kuşağı ile Y kuşağı ara döneminin bir mensubu olarak sınıflandırılabilirim. Dolayısıyla yaşıtlarımın çoğu gibi popüler kültüre, MTV’deki müzik
ÇORLU MİMAR SİNAN ANADOLU LİSESİ
(Oyuncu / Yazar)
MAYIS 2018 37
arasına Sinema bölümünü yazmış. Kader de yardım etti ve hikâye anlatıcısı olmak üzerine eğitim de almış oldum. 2. O yıllarda sürekli kafamda dönen üç film karesi var... İlki Jim Henson’un 1986 tarihli filmi “Labirent”. Henüz yedi sekiz yaşında iken izlemiş olmalıyım. Ama lise yıllarımda da yine izledim. David Bowie’nin oynadığı karakter ve çocuğun kaçırılması sahnesini hatırlayıp fantastik filmler, bilimkurgu edebiyatı hakkında daha çok bilgi edinmeye çalıştım. İkincisi “Elm Sokağı’nda Kâbus” serisinin üçüncü filmi “Mezarını Derin Kaz”da arkadaşların birbirlerinin kuyusunu kazması ve “Ah Belinda”daki ‘dunganga’ ninnnisinin söylenişi gibi sahneleri de unutamam. Düşündüm de aklımda kalan sahneler hep film kahramanlarının korkularının üstüne gitmeye çabaladıkları sahneler... videolarına filan bir ilgim vardı. Sinema ve kültür sanat dergilerini takip eder, okul gazetesinde edebiyat ve sinema yazıları yazmaya çalışırdım. Hafta sonları Bakırköy Sinema 74’ te film izlemeye giderdim. Okul yıllığımda ‘ayaklı kültür sanat rehberidir’ diye bir tanımlama yapılmış. Ama ben bunların hobi olarak kalacağını sanıyordum. Sinemacı- oyuncu filan olmak gibi bir idealim yoktu. Politika okumak istiyordum. Oysa benim dışımda herkes kültür sanat alanında daha başarılı olacağıma emin gibiydi. Hiç unutmuyorum, sınav sonuçları açıklandığında ve İstanbul Üniversitesi Sinema TV’yi kazandığım belli olduğunda çok üzülmüştüm. Ama lise hazırlık sınıfındaki İngilizce öğretmenim Pervin Erginer beni aramış, senin ait olduğun yer orası çok başarılı olacaksın diye beni yüreklendirmişti. Şimdi fark ediyorum ki İngilizce dersinde yaptığım taklitler, yazıp oynadığım ufak skeçler aslında ipucu veriyordu geleceğim hakkında. Oysa ben garantili bir işim olsun, memur olayım diye saçma takıntılarla vakit kaybediyordum. Neyse ki ablam ben bilmeden tercihlerim
38
SAYI 02
3. John Hughes’un ergenlik filmleri diye adlandırılan “Kahvaltı Kulübü”, “Ferris Bueller’ın Boş Günü” gibi yapımları öneririm. Eğer seksenli yıllara ilginiz varsa, şu aralar gösterimde olan Steven Spielberg’ün “Başlat” (Ready Player One) filmini izleyebilirsiniz. Bir de Türk filmi önereyim. Tolga Karaçelik’ in “Kelebekler” filmi olsun o da... Bu filmleri izlediğinizde yalnız olmadığınızı fark edeceksiniz. Birçok yaşıtınız da sizin gibi varoluşsal kaygılar içinde... Bunlara kapılıp günü yaşamayı unutmayın, diyor bu filmler. Dışarı çıkın ve keşfedecek yeni şeyler bulun, diyorlar. Deniz, güneş, orman ve doğa ile dolu bir yaz tatili sizi bekliyor. Aman siz siz olun, AVM’lere, sosyal medyaya ya da eve tıkılıp asıl hazinenin sokakta olduğunu unutmayın. Yeni aşklar ve heyecanlar yaşayacağınız günlerin yakında olması dileğiyle... Sevgiler.
İSMAİL İÇEN (Yapımcı)
şampiyonu olduğunu anladığı sahne son zamanlarda seyrettiğim en güzel şeydi. 3. Yeni seyrettiğim ‘Dangal’ ı önermiş oldum ama fena halde de spoiler vermiş oldum. Bu yüzden yine yeni seyrettiğim ‘Coco’ yu da öneriyorum. Animasyon diye küçümsemeyin ve bence seçeceğiniz mesleği onaylamama ihtimali olan anne babanız varsa mutlaka beraber izleyin. Sebebini de söylemiş oldum. Güzel motivasyon...
1. Ben okuma yazmayı çizgi romanlarla öğrendiğimi hatırlıyorum. Süpermen, Tercüman gazetesinde günde üç kare yayınlanıyordu ve ben her gün deli gibi babamın eve gazeteyle gelişini bekliyordum. Süpermen’in bir macerasında Wonder Woman da ona katıldı. 6 yaşımda ona aşık oldum. Bana göre sinemaya olan ilgim o zaman başladı,yani çizgi romanlarla. Roman okumaya başladıktan sonra da artarak devam etti. Lise yıllarımda çok çalışkan bir talebeydim. Sınavlar bitip karne zamanı yaklaşırken okulu kırıp sinemaya giderdim. İyi bir sinema izleyicisiydim ve sık sık film izlerdim. Okulu kırmak iyi bir şey değil ama ben çok çalışkandım ve sınavlar bittiğinde yapıyordum bunu. Bence size kötü bir örnek çıkmaz heveslenmeyin hemen. Çalışkansanız sorun yok. 2. Bütün iyi filmler aklımda kalır. Hepsini söylememi beklemiyorsunuz sanırım. Size son seyrettiğim iyi filmi ve ondan aklımda kalan sahneyi söyleyeyim. Amir Khan’ın Dangal adındaki filmini seyrettim. İyi filmdir. Final müsabakasını bir odaya kapatıldığı için seyredemeyen babanın ülkesinin milli marşını duyup kızının dünya
ÇORLU MİMAR SİNAN ANADOLU LİSESİ
MAYIS 2018 39
ZÜLFÜ GÜL
İnsanlık ilerleyişini sürdürürken, temelinde teknolojik gelişmelerin yer aldığı 7. çocuğu olan sinema sanatını doğurmuştur. Sinema ağabeyleri olan resim ve fotoğraftan sonra tiyatro, edebiyat gibi dramatik sanatlar ile müzikten de beslenerek ilerleyişini sürdürmüştür. İlk örneklerine 19. yüzyılın sonlarında rastladığımız filmler uzunluklarına göre üç sınıfa ayrılır: Kısa filmler, orta metraj filmler, uzun metraj filmler. Filmlerin sürelerini esas alan sınıflandırmada farklı yaklaşımlar olsa da ağırlıklı olarak; 30 dakikaya kadar olan filmlere kısa metraj (film), 30 ile 60 dakika arasında olanlara orta metraj (film) ve 60 dakika üzeri olanlara da uzun metraj (film) denilmektedir. Edebiyattta öykü ve roman nasılsa, sinemada da kısa film ve uzun metraj film aynıdır. Öykü nasıl ki, romana göre daha önemsiz, kolay olarak değerlendirilemezse, kısa filme de uzun metraj film karşısında öyle yaklaşmak sağlıklı değildir. Yani bir film kısa film olduğu için daha az önemli değildir, ya da uzun metraj film uzun olduğu için kısa filmden daha değerli değildir. Film çekmek çok zahmetli olduğu, çok uzun süreçleri kapsadığı ve ekonomik açıdan külfetli olduğu için, kısa film avantaj sağlayabilir (özellikle üretim zamanı açısından). (Fakat kısa film içeriğine göre uzun metraj film çekimi kadar uzayabilir de, bunlar kesin
40
SAYI 02
kurallar değildir.) Peki kısa film ile uzun metraj filmin ayrımında tek ölçüt süre midir? Kısa film, temel olarak zamanla yarışır. Mümkün olduğunca kısa sürede anlatmaya çalıştığı için “olay-duygu-fikir” diyaloglara göre çok daha ön plandadır. Bu yüzden kısa filmler daha çok susarak, uzun metraj filmler konuşarak anlatır. Kısa filmlerde kahraman kadroso uzun metraj kadar kalabalık olmaz. Kısa filmde uzun metrajdaki kadar derin karakter tahlillerine de girilmez. (Yine de bu karşılaştırmalar, kesin-genel geçer kural değildir.) Dünyadaki ilk film Fransız Lumiere Kardeşler tarafından 1895’te çekilen belgesel türünde Trenin Gara girişi adlı 50 saniyelik kısa filmdi. İlk birçok film de sürelerinden dolayı kısa filmdi. Kısa olmaları biraz da o dönemin teknik şartlarıyla ilgilidir. Georges Melies’in 1902’de çektiği 16 dakikalık “Aya Yolculuk”, sinema tarihinin ilk konulu ve aynı zamanda ilk bilimkurgu filmiydi. İlk konulu uzun metrajlı filmi 1906 yılında Avusturyalı Tait Kardeşler gerçekleştirdi: The Story of the Kelly Gang, Film 70 dakikaydı. Şunu da eklemeliyim ki dünya sinema tarihi, edebiyat tarihindeki öykü ve roman
gibi kesin ve ayrıntılı bir sınıflandırmaya gitmemiştir. Yani edebiyatta, Türk edebiyatının belli başlı öykücüleri gibi bir başlık karşımıza çıkar ama Türk sinemasının belli başlı kısa filmcileri gibi bir başlık karşımıza çıkmaz. Kimse kendisine ben kısa filmciyim ve bundan sonra hep kısa fim çekecem gibi bir rol biçmez. Çünkü ilk kısa filmlerini çekenler, deneyim kazanınca uzun metraj filme geçerler. Birçok kişi için kısa film uzun metraj yolunda bir çeşit aşamadır. (Fakat uzun film çektiktikten sonra da kısa film çekenler vardır.) Peki bir kısa film çekmek istersek hangi aşamalarla karşılaşırız? Alfred Hitchcock, der ki “İyi bir film için, üç şey gereklidir: senaryo, senaryo, senaryo.” Kısa/uzun fark etmeksizin iyi bir filmin ortaya çıkması iyi bir senaryoya bağlıdır ve senaryo bir filme giden ilk ve en önemli aşamadır. İkinci aşama da bu senaryoyu hayata geçirmek için iyi bir plan yapmaktır. Bu planı çoğunlukla yönetmen ve ekibi yapar. Sıralaması size kalmış olsa da bu plan şöyle ilerler: 1) Filmin çekileceği yerlerin belirlenmesi 2) Filme en uygun oyuncuların seçilmesi 3) Filmin hangi zaman dilimlerinde çekileceğinin belirlenmesi 4) Filmde kullanılacak ekipmanların belirlemesi (kamera, lens, ses makinesi, ışık...)? 5) Film çekim ekibin belirlenmesi ve görev dağılımı (kameraman, sesçi, ışıkçı, makyöz...). 6) Storyboard yani sahnelerin çekimi için “resimli taslağı” hazırlamak (Bu sahnede kamera bu bölgede olacak ve üst açı kullanılacak, oyuncu bel plan alınacak gibi...) ÇORLU MİMAR SİNAN ANADOLU LİSESİ
7) Bu aşamalar gerçekleştirildikten sonra bir de “kurgu” (eski tabirle montaj) denilen son önemli aşama başlar. Kurgu kısaca görüntü ve seslerin uygun yerlerden ve uygun sürelerle birleştirilmesidir. Sinema temel olarak görsel sanattır; güzel kadrajların olması için fotoğraf eğitimi ya da fotoğrafçılık deneyiminizin olması çok faydalı olacaktır (Andrey Tarkovski, Bahman Ghobadi, Abbas Kiarostami, Nuri Bilge Ceylan gibi usta yönetmenlerin aynı zamanda usta fotoğrafçılar olduğunu da unutmayalım). Son olarak nasıl ki öğretmeneleriniz güzel yazılar yazmanız için çok kitap okumanızı öneriyorsa, iyi kısa filmler çekmeniz için mümkün olduğunca çok kısa film izlemenizin size büyük faydası olacaktır. Başlangıç olarak beğendiğim kısa film listemi (aşağıda) sizinle paylaşıyorum. * Dört Duvar Saraybosna, Nadim Güç * Kırıntı, Arinsu Arslan * Mi Hatice, Denis D. Metin * Son Oyun (Lîstika Dawî), Mizgin Müjde Arslan * Salıncak Bilal Çakay * Curfew, Shawm Christensen * Sonuç, Hakan Sümer * Uçurtma, Serdal Altun * Azad, Yakup Tekintangaç * Bisiklet (Bisqilet), İ. Serhat Karaaslan * Bıyık, Umut Delimehmet * 3x3, Nuno Rocha * Anahtar, Cengiz Avcı * Nilüfer, Tolga Özdemir * Bawke, Hisam Zaman * Mülteci (Penaber), Ramazan Kılıç * Duvar, Mustafa Koray Polat Güzel filmler üretmeniz dileğiyle. MAYIS 2018 41
İÇİNDEN ŞİİR GEÇEN FİLMLER
İnceleme
BAŞAK ÖZÜLK
11. sınıf
Sanatın amacı ne öğüt vermek ne de toplumsal bir gerçeği gözler önüne sermektir. Her sanat eserinin en temel işlevi maddi ilişkilerin egemen olduğu çıkar dünyasında bulunan insanın maneviyatını keşfedebilmesini sağlamaktır. Bu yaratma biçimine en yakın sanat dalı sinemadır. Bu anlamda bir sanat olarak sinemanın; bir fikrin, mantıksal bir düşüncenin ötesine geçebilmesi, sade, öz ve ‘şiirsel’ bir anlatım içerisinde var olması gerekir. Şiirsel sinemada anlatım katı bir gelişme çizgisinde gitmez. Olaylara ve kahramanların davranışlarına mantıklı bir gerekçe aranmaz. Şiirsel sinemanın en iyi ustalarından olan Tarkovski’ye göre sinema her şeyden önce duygusal olmalı ve kalbe hitap edebilmelidir.Tarkovski sanatçının bir filozof değil şair olduğunu düşünür ve kendisini ‘şiirsel sinema akımı’ içerisine yerleştirir. Bu akım, sinemaya diğer sanatlardan daha güçlü bir anlatım olanağı sağlar. Seyircinin kalbine ulaşabilmek hayatın içerisinde olan, anlamı sözle ifade etmeye yetmeyen anların keskin çizgilerden, gerekçelerden arındırılarak şiirsel öze ulaşılmasıyla mümkün olur.
İşte içinden şiir geçen filmler: NOSTALGHİA Şiirsel sinemanın en iyi ustalarından olan Tarkovski’nin ülkesi dışında çektiği ilk film olma özelliğine sahip olan Nostalghia ,yönetmenin en kişisel ve şiirsel filmidir. Film,İtalya’da sürgün yaşayan ve eski bir Rus şair ile seneler evvel evini yakmış bir meczup arasındaki ilişkiyi,karakterlerin içsel serüvenlerini konu alır. ‘İnsanın iç dünyasıdır benim esas ilgimi çeken’ diyen Tarkovsky, insanın ölümlü olduğu halde sonsuzluğu ve ölümsüzlüğü arzulayıp hiç ölmeyecekmiş gibi yaşaması ve dünya üzerindeki varoluşunun geçici olmasını fark etmesi sonucunda insanın üzerinde oluşan duyguyu betimler. Oldukça yavaş tempoda ilerleyen filmde sahne geçişleri bir anda olup,çoğu zaman kusurlu sahnelerin üzerini kapatan müziğe ihtiyaç
42
SAYI 02
duyulmamış,görsel betimlemelere ağırlık verilmiştir.Uzun süreli sahnelerle seyirciye düşünebilme,kendi benliğini,iç dünyasını tanıyabilme fırsatı verilmiştir. RÜZGAR BİZİ GÖTÜRECEK Abbas Kiyarüstemi’nin yazıp yönettiği, adını Füruğ Ferruhzad’ın dizelerinden alan film,etkileyici diyaloglar ve şiirler barındırır.Film,özgün bir matem töreni çekmeyi planlayan bir televizyon ekibinin İran’daki bir dağ köyüne gelmesiyle başlar. Yaşlı bir kadının iki üç gün içinde öleceğini haber alan ekibin işleri yolunda gitmez. Çünkü hasta bir türlü ölmez.Kendilerine rehberlik eden küçük Ferzad’ın sayesinde hastanın durumundan haberdar olan ekip, kendilerine verilen kısıtlı süre içinde işlerini bitirmek istemektedir. Ferzad’dan istedikleri “iyi” haberi almayı beklerken, ekibin başında yer alan Behzad, köyü ve onların birer hazine avcısı olduğunu
düşünen köylüleri tanımaya koyulur.İran kırsalının benzersiz görüntülerinin yanında köylüler ile ekibin arasında geçen eğlenceli diyaloglarla kadın-erkek ve köy hayatındaki insanın yaşantısına dikkat çekilmiştir.
ÖLÜ OZANLAR DERNEĞİ 1989 yılında Peter Weir yönetiminde çekilen filmde,düzenin getirdiği kalıplaşmış düşüncelerin kısıtlayışına dikkat çekilip,eğitim sistemi ve ailelerin tutumları eleştirilir.Film,disiplinli akademik,çevrelerde saygınlığı olan ancak muhafazakar ve Ortodoks tavırlarından dolayı öğrenciler için bunaltıcı bir yer haline gelen Welton Akademisinde geçer. Okula yeni Edebiyat öğretmeni John Keating’in atanmasıyla çok şey değişir. Keating, öğrencilerine ders kitaplarını yırtıp atmalarını, kalıplaşmış düşüncelerden uzaklaşmalarını ve hayatlarını dolu dolu yaşamalarını öğretir.Öğrencilerini şiire ve edebi eserlere yaklaştırarak onların iç dünyalarına yol almalarını,bireysel özelliklerini açığa çıkarmalarını sağlar .
ÇORLU MİMAR SİNAN ANADOLU LİSESİ
NERUDA (2016) Yönetmenliğini Şilili yönetmen Pablo Larraín’in üstlendiği filmde, Şili’nin efsane figürlerinden Pablo Neruda’nın 1940lı yıllardaki sürgün yaşamı anlatılır. 1947 yılında Neruda siyasete atılır ve senatör seçilir. Karısı ile beraber parıltılı bir hayat yaşamaktayken hükümet tarafından ‘hain’ ilan edilince bir gecede kaçak durumuna düşer. Dostlarının tavsiyesiyle ve gizli bir operasyonla gönüllü bir sürgüne yollanır. Acar polis dedektifi Oscar ise, hükümet tarafından dünyaca ünlü şairin peşine düşüp onu yakalamakla görevlendirilir. Çok geçmeden Oscar, Neruda’yı takıntı haline getirir. SYLVİA (2003) Yönetmenliğini Christine Jeffs’in üstlendiği filmde,trajik yaşamı ve intiharıyla tanınan Amerikalı şair ve yazar Sylvia Plath’in yaşamı anlatılır.Film 1956 yılında,İngiltere’de başlar. İleride tanınan bir şair ve yazar olarak ün salacak olan Sylvia Plath, şair Ted Hughes ile tanışır. Sylvia,Cambridge’de şairin dizelerinden MAYIS 2018 43
yeteneklerini ortaya çıkarmasını zorlaştırır. Ted, ününü giderek artırır ve evliliğinde sorunlar başlar. Çift, durumu düzeltmek için bir çocuk yapmaya karar verir. Ama Sylvia, kendini depresyonun içinde bulur. Bütün bu durumlar genç kadının kırılgan, duygusal yapısını etkiler ve yaşamının genç bir döneminde intihara teşebbüs etmesine sebep olur. Sylvia, bu yaşadığı acı ve öfke duyguları arasında yazdığı yarı otobiyografik bir roman ve az sayıda şiirleri ile kariyerine imzasını atar. TUTKUNUN ŞAİRLERİ (1995) Yönetmenliğini Agniezska Holland’ın üstlendiği filmde edebiyat dünyasının en tartışmalı ve tutkulu aşklarından birini yaşayan Verlaine ve Rimbaud’un öyküsü anlatılır. KÜÇÜK KÜLLER (2008) Yönetmenliğini Paul Morrison’un üstlendiği,1920’lerin İspanya’sında geçen 2008 yapımı filmde, Salvador Dali, Federico García Lorca ve Luis Buñuel’in Madrid Güzel Sanatlar Okulu’nda kesişen yollarını konu edinir. Salvador Dali büyük bir sanatçı olma tutkusuyla 18 yaşında üniversiteye girer.Üniversitede iki kişinin dikkatini çeker: Federico García Lorca ve Luis Buñuel. Film bu üçlünün gençlik dönemlerini, dostluklarını, farklı yönden ilişkilerini ve kendi dallarında bir ressam, bir şair ve bir yönetmen olarak yükselişlerini konu alır.
44
SAYI 02
SET FİRE TO THE STARS(2014) Yönetmenliğini Andy Goddard’ın üstlendiği filmde, Romantizm ve Modernizm akımlarından etkilenen ve 20.yüzyılın en etkili şairlerinden biri olarak gösterilen Dylan Thomas’ın şair arkadaşı John Malcolm Brinnin arasında geçen olaylar anlatılır. Filmde sanat içeriğine büyük ölçüde yer verilir.
ÇORLU MİMAR SİNAN ANADOLU LİSESİ
KÜBRA ARSLAN
MAYIS 2018 45 onuncu sınıf
EŞKIYA İLE BAŞLAYAN TÜRK SİNEMASI
Dosya
KEREM EROL
11. sınıf
Demirkubuz sineması seyirciyi uyutmayı ve avutmayı değil sarsmayı tercih ediyor. Onu eğlendirmekten çok yüzleşmeye çağırıyor. Demirkubuz sineması insan odaklıdır ve aradığı tek bir şey vardır o da sahiciliktir.
T
elevizyonun hayatımıza girmesi ile Türkiye’de sinema alışkanlığı ortadan kalkmış ve sinema kara bulutlu bir döneme girmiştir.
Şüphesiz ‘’Eşkıya (Yavuz Turgul)’’ Türk Sineması’nı buhranlı döneminden bambaşka bir döneme taşıyan filmlerin başında gelir. Yeni Türk Sinemasının başlangıcı olarak kabul edilen bu film Eşkıya’nın öyküsü, öte yanıyla da artık yok olan bir geleneği ve onun temsil ettiği insani değerleri bizlere hatırlatır. Bütün bu temsili karakterler, Turgul sinemasının toplumsal gerçekçi damara dâhil edilmesine imkân tanıdığı kadar, yönetmenin filmleri üzerinden ülkedeki değişimi sorgulamamıza da olanak sağlar. Toplumumuzu çok geniş açılardan ele alan bu film, seyirciye bir el uzatıp ayna tutması ve ‘’ Yerli Film’’ tanımını yeniden kurması “Eşkıya”nın sanıldığından çok daha önemli bir film olduğunu ortaya koyuyor. Filmin öneminden de bahsedilecek olunca belki de ilk değinilmesi gereken gişe başarısı oluyor. Sineması öldü denilen bir ülkede birçok şeyi yeniden canlandırıyor. Türk Sinemasındaki bu atılım aynı sene içerisinde Tabutta Röveşata (Derviş Zaim) ve İstanbul Kanatlarımın Altında (Mustafa Altıoklar) filmleriyle de devam ediyor. Bu dönem de Yeşilçam’dan farklı olarak daha özgün tip ve karakterleri filmlerde görmeye başlıyoruz. Daha sonraları Türk Sinemasında özellikle de Masumiyet filmi ile büyük sükse yapan Zeki Demirkubuz gerçeği ortaya çıkıyor. Türk Sinemasının en iyi filmlerinden kabul edilen bu film bizlere toplumdaki insanların sıkıntıları hakkında fikir veriyor. Gerçekçi bir sinema diliyle anlatılan bu film bağımsız Türk sinemasının da temellerini atıyor. Demirkubuz sineması seyirciyi uyutmayı ve avutmayı değil sarsmayı tercih ediyor. Onu eğlendirmekten çok yüzleşmeye çağırıyor. Demirkubuz sineması insan odaklıdır ve aradığı tek bir şey vardır o da sahiciliktir. Yeni Türk sinemasında kendi dilini oluşturabilen sinemacılardan birisi de Serdar Akar. “Ne eski Yeşilçam geleneklerine saplanıyor, ne de Batılı trendleri kopyalayıp üzerine yapıştırıyordu”. Yeni bir dil oluşturmaya çalıştıkları bu serüvenin en önemli filmlerinden birisi ‘’Gemide’’ ve ‘’Dar Alanda Kısa Paslaşmalar’’ filmleri olmuştur. Özellikle ‘’Gemide’’ filmi bize sinemada farklı bir film göstermeyi başarmış. Sahici karakterleri ile birlikte Türk sinemasının önemli filmlerinden biri olmayı başarmıştır. Yeşim Ustaoğlu’nun ‘’Güneşe Yolculuk’’ filmi ve Ömer Vargı ‘nın ‘’Her Şey Çok Güzel Olacak’’ filmleri aynı dönemin Yeni Türk Sineması için önemli filmlerinden olmayı başarmıştır.
46
SAYI 02
Türk Sineması ve seyircisi için önemli bir yerde olan ‘’Vizontele’’; Türk insanın modernleşmesini ve değişimini gözler önüne serer, oyuncu kadrosu, izleyici kitlesi ve samimi bir dili ile Yeni Türk sinemasında özellikle sinemaya seyirci çekme konusunda başarılı olmuş filmlerindendir. Özellikle Yeni Türk sinemasında Çağan Irmak’ın ‘’Babam ve Oğlum’’ filmi de büyük bir yankı uyandırmıştır. Çağan Irmak son on yılda Türk sinemasını en çok etkileyen yönetmenlerden birisi olmuştur. Sonraları ise Bal, Süt, Yumurta üçlemesi ile Semih Kaplanoğlu ülkemizde değerli yönetmenlerinden birisi olmuştur. Semih Kaplanoğlu naif sinema dili ile bizi sinemaya bağlamada köprü görevi görüyor. Yumurta da yetişkin, Sütte gençlik ve Bal da çocukluk dönemi anlatılan ‘’Yusuf ’’ karakterini ele alıyor. Nuri Bilge Ceylan sineması ise bizlere özellikle taşra öyküleri ve filmlerindeki sinematografisi ile yeni bir yolculuğa çıkarıyor. Bu filmlerin başında kuşkusuz ‘’Bir Zamanlar Anadolu’da’’ filmi gelmektedir. Türk Sineması günden güne gelişmeye daha fazla destek almaya ve ilerlemeye devam ediyor. Bu sene içerisinde Tolga Karaçelik’in ‘’Kelebeler’’ filmi Sundance Film Festivali’nde ödül alması ve Nuri Bilge Ceylan’ın ‘’Ahlat Ağacı’’ filminin Cannes Film Festivali’nde gösterilmesiyle bir takım küçük kıvılcımlar görmeye devam ediyoruz. Yazımı sonlandırırken, yazıyı yazarken değinemediğim fakat iyi işler yapmış tüm sinemacılardan özür diliyorum. ÇORLU MİMAR SİNAN ANADOLU LİSESİ
MAYIS 2018 47
Bir film okudum:
Arkadaşımın Evi Nerede?
Dosya
EGE DEMİRCAN
9. sınıf
1987 yapımı bir İran filmi olan Arkadaşımın Evi Nerede, günlük yaşantımızda da sıkça rastlaştığımız; çocuğun toplumda birey olarak görülmemesini ele alır. Film, öğretmenin sınıfa girmesi ve öğrencileri ayakta, kargaşa halinde görmesi ve azarlamasıyla başlar. Bir süre sonra öğretmen ödevleri kontrol eder ancak Muhammet Rıza ödevi deftere değil kağıda yapmıştır. Kendi koyduğu kurallara oldukça önem veren öğretmen önce ödevi yırtar, ardından bir daha tekrarlanması halinde Rıza’yı okuldan atacağını söyler. Tüm bu olanları çocuklar sessizce izler. Hiçbiri ses çıkarmaz. Okul bitiminde Rıza’nın sıra arkadaşı olan Ahmet eve vardığında ödevlerini yapmak için çantasını açar ve Rıza’nın defterini yanlışlıkla aldığını fark eder. Eğer götürmezse arkadaşı okuldan atılacaktır. Annesine durumu anlatır fakat kadın çocuğu duymamazlıktan gelir. Ödevlerini yapmasını söyler ve onu azarlar. Bir yandan farklı işler de yükleyerek çocuğu asla rahat bırakmaz. Yine de tüm bu olanlar çocuğu caydırmaz. Evden kaçarak yaşadığı yerden oldukça uzak olan Poşte köyüne gider ve arkadaşının evini aramaya başlar. Toplum çocuklar üzerinde baskıcı ve disiplin temeline dayanan politikayı izler. Büyüdüklerinde sağlam bir kişiliğe sahip olmaları ve kendi ayakları üzerinde durabilmenin yetişkinler için temel kaynağı disiplindir. Ne olursa olsun çocuklar kural tanımaz ve kendi doğrularına eğilimlilerdir. Nitekim bu film bir hayal ürünü değildir. Hala içerisinde yaşadığımız toplumdan bir kesittir yalnızca.
48
SAYI 02
Bu sistem sayesinde çocuğun özgüveni kırılır. Ödevini öğrenmek için değil okuldan atılmamak için yapmaya başlar. Filmde sıkça çocukların başkaldırması görünür. Her ne kadar itaatkar olsalar da hiç de göründüğü gibi değildir. Bu durum Muhammet Rıza’nın ödevini üçüncü kez kağıda yapması, filmin sonunda okuldan atılması pahasına yine kağıda yapması, Ahmet’in evdekiler tarafından dayak yemesi ihtimaline karşın Poşte’ye gitmesiyle gözlemlenebilir. Filmde modernizm ön planda tutulmuştur. Çocukları kendi geçmişlerine bakarak eğitmek isteyen ebeveynler onların başka bir düşünce yapısına kapılmaması için otoriter eğitimi el üstünde tutar aynı zamanda filmin kısa bir kısmında yer verilen marangoz bunun en büyük işaretidir. Köydeki birçok kapı ve pencereyi kendisi yapmıştır ancak artık insanlar demir kapıları tercih ediyorlar ve onun emeği unutuluyordur. Şehir yaşantısına anlam veremeyip emeği karşısında artık değer görmeyen marangoz da bu durumdan oldukça şikayetçidir. Toplumun büyük kesiti yenilikten uzaktadır. Filmin yazarı, Abbas Kiyarüstemi bu konuya ilgi çekmesiyle belki de çocukların bir umudu olmaya parmak basmıştır. İranlı yönetmen, senarist ve yapımcıdır. Kişilik yapısını ve savunduğu düşünceyi filmlerinden açıkça seçeceğimiz Abbas Kiyarüstemi, dünya çapında takdir gören bir kişidir. Çocuklar için çeşitli çalışmalarda bulunmuş ve filmler çekmiştir. Filmde gereksiz ses ve görüntü efektleri yoktur. Çocuklar sessiz ve duygularını ifade etmekten çok geridelerdir. Tamamen sessizliği ile ön plana çıkan çocukların hisleri ve tepkileri izleyiciye bırakılmıştır. Çocuğun arkadaşı için duyduğu merhamet ve girdiği çaba sayesinde diyaloğa gerek kalmaz. Filmde oynayan oyuncular profesyonel ve her yerde görebileceğimiz oyuncular değildir. Film İran da Köker köyünde tamamen amatör oyuncularla çekilmiştir. Filmde zaten oyunculardan büyük bir çaba beklenmez. Ne de olsa film bir kurguya ve özel çabaya dayanmaz. Filmin çekildiği Köker köyünde kısa bir süre sonra deprem yaşanır ve 50 binden fazla kişi hayatını kaybeder. Abbas Kiyarüstemi bu depremden sonra aynı yerde ‘Hayat Devam Ediyor’ filmini çeker. Arkadaşımın Evi Nerede oyuncularının son durumlarını öğrenir. Biz çocukların tek umudu bilgi ve eğitimdir. Eğer eğitmeye kendimizden başlarsak gelecek neslin ebeveynleri ile aynı otoriteyi izlemez. Kendimize ve geleceğe şans vermeliyiz. Büyümek korkusu içimizi şimdiden kapladı, sanki büyürsek dünyanın kalabalığında ezilip gideceğiz. Şimdi en azından çocuğuz, saklanmaya bir ağaç gövdesi bulmak çok kolay.
ÇORLU MİMAR SİNAN ANADOLU LİSESİ
MAYIS 2018 49
50
SAYI 02
AYTUĞ KOÇAK 11. sınıf ŞULE ÇALIŞKAN on birinci sınıf
Lars Von Tier:
"Tarkovski neden muhteşemdir, açıklamak çok zor; ama benim için filmlerini izlemek vahiy gelmesi gibi bir şeydir."
değildir." “ Hayır, sanatın amacı daha çok, insanı ölüme hazırlamak, onu iç dünyasının en gizli köşesinden vurmaktır."
"Fotoğraf Michael Haneke: Kitaplar her gerçektir, sinema ise saniyede yirmi dört zaman sinemadan daha etkilidir; çünkü okuyucuya bir şey göstermez, hikayeyi kere gerçektir."
Jean-luc
Godard:
Federico Fellini:
"İyi bir filmin kusurları olması gerekir. Hayat gibi, insanlar gibi."
Alfred Hitchcock:
"Kötü adam ne kadar başarılıysa film de o kadar başarılıdır. Bu en önemli kuraldır."
Nuri Bilge Ceylan:
"Her yeni film hayatımı nasıl idare edeceğimi kendi hayal gücüyle şekillendirmesine öğretiyor." izin verir. Sinemada da bunu yapmak mümkün aslında. Sinema da, o anki kare Akira Kurosawa: ”İyi bir yönetmen, iyi bir senaryo ile bir ille de gösterdiği şeyi anlatmak zorunda başyapıt üretebilir; aynı senaryo ile vasat değildir. Bazı yönetmenler bundan bihaber. bir yönetmen, ancak sıradan bir film Ne anlatıyorlarsa onu gösteriyorlar, ne yapabilir. fakat kötü bir senaryo ile çok iyi gösteriyorlarsa onu demek istiyorlar. Sanat bu değil! bir yönetmen bile iyi bir film yapamaz.” "Film çekmek, boks Stanley Kubrick: "Suçlulara ve yapmak gibidir. Önemli olan gücü dengeli sanatçılara karşı garip bir zaafım var. Her ikisi de hayatı olduğu gibi kabul etmiyor. kullanmak, taktik ve zamanlamadır." Her hazin hikaye, gerçek hayattaki olaylarla Andrei Tarkovsky: "Sık sık sanıldığının çelişki içinde olmalı." aksine, sanatın işlevsel belirlenimi, düşünmeyi teşvik etmek, bir düşünce iletmek ya da bir örnek oluşturmak
Fatih
Akın:
ÇORLU MİMAR SİNAN ANADOLU LİSESİ
MAYIS 2018 51
Robert
Bresson:
"Filmlerimi bir şey. Hepsi farklı görünür ama aslında yaparken ne yapacağım üzerinde çok fazla hepsi aynıdır." düşünmem; sadece açıklamaya kalkmadan bir şeyleri hissettirmeye çalışır ve bunu Charlie Chaplin: "İnsanlar ölmeyi bildikleri sürece özgürlük yok olmayacaktır. yakalamaya çalışırım." Hayatta beni mutsuz edebilecek en büyük Mel Brooks: "Parmağımı kestiğimde şey, lükse alışmaktır." bu bir trajedidir. Açık bir lağım çukuruna Bela Tarr: “Beni tanımayan ve hayatında düşüp öldüğümde bu bir komedidir." hiç film izlememiş birine de izletseniz filmlerimden zevk alacağını düşünüyorum." Zeki Demirkubuz: Çünkü arada kodlar, şifreler olmaksızın, pür insan hallerini anlatıyorum. Bir de bir filmi anlamak için entelektüel birikim gerekiyormuş gibi bir algı var. Bence buna gerek yok. Bir filmi herkes anlayabilir, sinema herkes içindir."
“Sinema bana ortaya bir mesele koyma, hayat hakkında anlatılması da biraz zor, belki genel anlamda çok kabul edilmeyen, ideolojik ve kabul görmüş egemen algıların dışında, bir şeyler yapma fırsat ve özgürlüğü veriyor. Bunun için sinema yapıyorum. Ve sinemanın benim için en değerli, mucizevi yanı da bu. Ortaya bir mesele koyup, bir şeyler anlatabilmek için bir anlamda, yol olarak karakter ve öykü yazıyorum. Belirli bir şeyi anlatmak çok da bana göre bir şey değil. Ki yeterince anlatılıyor. Frank Capra: "Dramlarda bazı hatalar Zulümler, sınıfsal konular vs sinemada yaptığımı itiraf ediyorum. Ben, aktör yeterince anlatılıyor. Ben de belki bunların ağladığında dram olduğunu düşünüyordum. arkasında olabilecek, daha muğlâk, daha Oysa izleyici ağladığında dram oluyor." benim de anlayamadığım şeyleri anlatmaya çalışıyorum. Bir tür anlama çabası gibi…” Jacques Tati: "Ben istiyorum ki; film, siz sinema salonunu terk ettikten sonra Bergman: "Filmlerimin başka insanlara başlasın." tıpkı otomobiller, mobilyalar ya da yollar Luis Bunuel: "Sinema, duygular, düşler gibi yararlı olmasını isterim." ve içgüdü dünyalarını anlatmak için en iyi Wong Kar-Wai: "Film çekmek insanın araçtır." farklı yaşlarda kendi fotoğrafını çekmesi gibi
52
SAYI 02
FATMANUR KIRANLI ÇORLU MİMAR SİNAN ANADOLU LİSESİ
dokuzuncu sınıf
MAYIS 2018 53
BÜŞRA DOĞRU on birinci sınıf
ÇORLU MİMAR SİNAN ANADOLU LİSESİ
MAYIS 2018 55
PENCERE KENARI HİSLER Sude Nas Değirmenci Ne zaman yağmur yağsa, Damla damla düşer mutluluğu içime Tazeliği, serinliği hissedebileyim diye. Pencerem açıktı zaten. Sesi bir şarkı gibi Ruhuma işleyebilsin. Kötülüğü, yorgunluğu alıp götürebilsin diye, Pencerem açıktı zaten. Gökyüzüne bakmalısın Bu sonsuzluğu görebilesin diye. Islanmak değil, hissetmek için Pencerem açıktı zaten.
ÖYLE SEVDİM Kİ SENİ Yaren Tezcan Öyle sevdim ki seni, Âdeta bir çocuk gibi. Yıllarca beklediği oyuncağına Kavuşmuş bir çocuk… Öyle sevdim ki seni, Âdeta bir diken gibi. Etrafına zarar veren ama Gülden ayrılmayan bir diken… Öyle sevdim ki seni, Âdeta bir kör gibi. Işığa hasret bir kör… Öyle sevdim ki seni, Âdeta ağa düşmüş bir balık gibi. Pullarına sinmiş balık kokusunu Bırakamayan bir balık…
56
SAYI 02
YALNIZLIĞIMA SIĞINIYORUM Mehmet Tufan Varışlı Karanlık ortasında yürüyoruz Ben ve yalnızlığım. Ne lambalar yanıyor, Ne de yıldızlar. Her şey önümden geçiyor Film şeridi misali. Sanki rengârenk bir filmde Simsiyah bir gökyüzü. Saatimi gece yarısı kuruyorum. Daralıyor sokaklar, hızlanıyorum. Lambalar yanmaya başlıyor. Yalnızlığa sığınıyorum. Garip bir duygu var içimde. Sığamıyorum karanlığa. Bilmiyorum, bu amaçsız duyguya Kayıtsız kalamıyorum
YOLCULUK Selenay Şimşek Bahçede bir çiçeğim vardı. Boynunu eğmiş, Acep ne oldu bilmem. Soğuktan yaprakları donmuş. Benimse kanım… Dostlarım, günden güne ölüyoruz. Farkında mısınız bilmem Kimisinin durağı vardır, Kimisi rotasına varır. Tuzu biberi olur yaşantılar Hayatın. Dostlar hepimizin son durağı var. Farkında mısınız bilmem.
ÇORLU MİMAR SİNAN ANADOLU LİSESİ
MAYIS 2018 57
GÖREMEYEN GÖZLER Nilay İnanır Herkes düşünmeden yaşıyor. Her şey zor, hayatlar yavan. Bu duruma ne denebilir ? Kabuk bağlamış sözcükler ne anlatabilir? Ne yaparsan yap eleştirileceksin. İnsanlar artık böyle, ne yapabilirsin? Gökyüzüne bakmayı unutmuş gözlere Uçan kuşu nasıl hatırlatabilirsin? Gülen yüzlere gülerek bakılmalı. Bu durum insanlığı korkutmamalı. Nefes alabildiğin için bile Bu yaşamda mutlu olmalı. Zor gelirse anlamak, Hayata yeniden bak. Karanlık gecede bile Yıldızlar daha çok parlak. Zamanın insanları olduk. Zamansız, alelacele… Sanki çok ömrümüz. Ölüm mü? O bir bilmece…
58
SAYI 02
ÖZLEDİM BÜYÜKBABA Dilruba Yaren Çekim Özledim büyükbaba. Senin o renkli gözlerini, Beni her maç bitişinde aramanı, En çok da sesini özledim. Artık sadece fotoğraflarına bakıyorum Yüzünü unutmak istemediğim için. Bazen ağlıyor, bazen mutlu oluyorum Sırf anneannemin yanında olduğun için. Özledim seninle erken kalkıp yürümeyi Bazen takım değiştireyim diye yaptığın komiklikleri. En çok kokunu özledim. En çok sarılmayı özledim. Biliyorum, gittiğin yerin dönüşü yok. Peki mutlu musun orada? Özlüyor musun bizi mesela? Hissediyor musun yokluğumuzu? Sakın üzülme! Hep mutlu ol oralarda. Yukarıdan izle bizi mesela. Anneannemin saçlarını okşa. Bizleri anlat ona.
60
SAYI 02
KİMSE Elif Yaren Us Kimse anlamaz. Kimse dinlemez. Umursamazlar. Kendini umursatamazsın. Herkes gider elinden. Herkes gider. Önce annen, Belki sonra baban, Abiin, ablan, kardeşin, Sevdiğin elinden gider. Kalırsın Tek başına. Bakarsın kavuşacak kimse yok. Bir gece vakti, Yıldızlar gökyüzünü kapladığında Oturursun yatağında yalnızlığınla birlikte. Duvarlara bakarsın. Konuşursun kendi kendine. Konuşursun, konuşursun, konuşursun. Bıkmadan usanmadan konuşursun. Birden susarsın Dakikalarca, hatta saatlerce. Yalnızlığını çekersin içine. ‘Öldüm’ dersin. ‘Ben öldüm, öldüm, öldüm.’ En garibi de budur ya! ‘Öldüm’ der durur, Yine de yaşarsın.
ÇORLU MİMAR SİNAN ANADOLU LİSESİ
MAYIS 2018 61
GECE Canan Açıkel Gece yarısı olacak, Uyanacağım. Saçma sapan rüyalar görecek, Uyanacağım. Çay demlenecek, İkinci bardağı dolduramayacağım. Tam film açacağım, Kapı çalacak. Sevineceğim, Kapı çalacak, kapı! Gelen Kapıcı olacak. Güzel gözlü bir oğlan göreceğim. Gözleri bana bakmayacak. Zillere basıp kaçacağım, Bir kişi de çıkıp sövmeyecek. Yazmak isteyeceğim, Kalemim kırılacak. Yalan söyleyeceğim, Herkes dürüst olacak . Hep şiir okurdum, Masal okumak isteyeceğim. Zaten masalın içindeyim. Bu olağanüstü yalnızlığı Hangi masal anlatacak?
62
SAYI 02
KİMSESİZLİK Canan Açıkel Önce sesim yavaşlar, Konuşamam. Bu yüzden arkadaşım En sessiz kaldırımlar… Sonra gözlerim kararır, Hiçbir rengi seçemem. Bu yüzden yoldaşım En dipsiz kaldırımlar… Seneler geçer, Çehren doğar Göz kapaklarımın içine. Bir gözlerinin rengini, Bir de sesinin güzel tınısını duyarım. Duyarım ama Bilirim Ne sözlerin bana, Ne de bakışların… Asıl kimsesizlik bu mudur? Kimsen olsun istediklerinin Yokluğu mudur? Sinem Vatansever
KALMAK VE GİTMEK Aslı Kont Kuşlar göçüyor, Kalıyor toprak kokusu. Kaldırımlar ıslak kalıyor. Bir de ben kalıyorum. Gidiyor. Mahallemden kahkahalar… Soluyor Yeni açmış bir papatya. Bir de sen gidiyorsun.
BUSE IRMAK ARTAR dokuzuncu sınıf
BİRAZ SEN GERİ KALAN BEN Görkem Mutlu bu dünya dedikleri omzuma koyduğun başın değil mi evim bildiğim o avuçların beni günlerce tok tutan öpüşlerin ömre ömür katan gülüşlerin bir de sesin dinlediğim en güzel şarkı kalbinin düzensiz atışları sen şimdi kaldırdın ya başını yerle bir oldu dünya ellerini de çektin üzerime yıktın evi sen gittin gideli açım dudaklarına bende bıraktığın aşk kırıntılarıyla duruyorum şimdiyse ölüyorum marla bu acı beni öldürüyor yanımda sen yokken ben yok oluyorum
TEK ÇİFT İncigül Ay Bir çift okyanus, Uzanınca tutabilecek , Tutunca akabilecek Bir hali var. Seslenen, bağıran, çağıran… O hal ki derin, Umutlu, Hiç bitmeyen bir sesleniş gibi. O sesleniş ki susan, Duyulmayan… Bir sonu olmayacak gibi Bir çift okyanus…
64
SAYI 02
KURU AĞAÇ Atahan Konur topraktan bir yuvarlak içinde yaşam denen boşluk var olmayan bir varlık varlığın düşmanı bir et her şey karanlık ve yok Sadece kuru bir ağaçtan başka
SAKAT RUHLAR Alihan Güler İçi ağlarken kendi gülen maskeler yaptık. Yüzleri gülerken ruhları çöktü. Kendimiz olamadık. Aşkımız suskun, Çığlıklarımız Özlemin acı dolu arkadaşları oldu. Umutsuzluk penceresinden bakarken Teslim olduk vazgeçişlere.
GÜZ Melis Yelkenci Yağmur duruldu güz günü. Bir yığın yaprak döküldü. Serçenin gözyaşı gibi Hasretin yüreğime gömüldü. Gözlerim dolar ansızın, Serpilir yüreğime sızın.
ÇORLU MİMAR SİNAN ANADOLU LİSESİ
MAYIS 2018 65
BİR GÜNÜ HATIRLAMAK ÜZERİNE Başak Özülk bir tarçın kokusudur gidiyor iki haftadır parmaklarımdaki yüzük izlerini silip geçen altından bir çift ayakkabı kanatlarını yere vura vura sıçrıyor yeryüzüne saçıyor tırnaklarını söz verilip unutulmuş bir doğum var ayın birinde kalabalığı suçlar oluyorum geçmişte sürüp giden ertelenmişliklerde bu yaş zamanlarda bu kamburluk omuzlarımı ağrıtıyor o kadar hızlı sarıyor ki kendini inciler altın sarısına dönüyor babanın sözcükleri dizelerimi kanatıyor annenin bitmek bilmeyen gözyaşları saçlarımı kıvırcık yapıyor ağlamak istemiyorum duymak istemiyorum odayı toparlayacak güç bulamıyorum uzuvlarımdaki bütün ipler üzerinde sıçradığımız deniz taşlarına bağlı kalıyor uyuyana dek bu günü hatırlatan tek şeyin o geveze adam olmasından korkuyorum
66
SAYI 02
ÇORLU MİMAR SİNAN ANADOLU LİSESİ
MAYIS 2018 67
HUZURUN PENÇELERİ Başak Özülk gözlerimin ayakta kalmasını beklerken ölüyordum bir bal arısının kalbinde yorgunum buhar tıkarken bileklerimi o kıraathane kokusu dinmek bilmiyor alkışlar bitti birkaç özür töreni saçmalığı son buluyor o arının iğnesinde koş koş annesin sen yirmidir aşkını beklerken peteklerini esirgeyen tek mızıkacı yetmiyor onu anlıyorum kaçan otobüste asılsızlığın satırlarından ilham alıyorum sorgusuz sualsiz bu kesin hükümlerden soyutluyorum kendimi ve bitmek bilmeyen öngörülerden ellerim doluyken kapıyı açacak kişi son veriyor hayatına her insan gibi oldum ben tanrının yalnızlığı üzerimde ateşi körüklüyorum şimdi bir aksilik tedavi eder yaşamlarımızı şu yirmilik durakların inmek bilmeyen yolcularında arıyorken gül kurusunu rüzgar çarpıyor sigara ve sabunun tenimdeki kardeşliğine o bitmez bayır yoruyor anlıyorum ki yaz geliyor ve çirkinleşiyor bütün yüzler bir renk arıyorum tanrının bileklerini değdirmeye korkup yeryüzüne koyamadığı bir renk arıyorum sarıdan yoksun arka sayfaları sevip tövbe ettiğim öncesinde omuzlarımdaki sızısını hissettiğim aynı valizleri avuç içlerimde tutmaya korkmuyorum anlamamasından korkuyorum
68
SAYI 02
dizelerimi en çok anlaması gereken kişinin kuşlar çiçekler bir milletten olmaz diye bütün endişelerim solumda çırpınıp duran huzurun pençelerindeki tırnak izlerine benzerim diye rüzgara karışmak isterim saçlarım kollarımla bedenimi bir ettiğinde çakmaklar bir çiçeğe küs verilen bir sözden ötürü oysa kimsenin haberi yok mühür sökülmüş çaresiz yalnız hislerle vicdan azabı yiyip bitiriyor tırnaklarım yine ayrılıyorlar
ÇORLU MİMAR SİNAN ANADOLU LİSESİ
MAYIS 2018 69 9. sınıf
TUZLA TERBİYE Başak Özülk on iki yıllık bir karın ağrısı ikiye bölüyor tırnaklarımı her on beş günde bir karalar basıyor gözlerimi ömür olur küçük bir çığlık iki refakatçi bitirir işi ölüm olur karışır saçlarıma yollarımda iki ayak boşluğu kadar mazgallar naneler kurur cebimde gidip gelirken tuzla terbiye ederim altı çizili tüm satırları ve gökyüzüne yoldaş ederim her iki tekerlekli sonsuzlukları alttan aldığım bütün benlikler taşıyor şimdi boğuluyorum korkuyorum bir gece yarısı kapı deliklerinde namlular taşınmazlarım rehin alınıyor birer birer sanki her şey gökyüzü olacakmış gibi bir havada yetmiş yedinci sayfadaki lavanta kokusunu koruyor hala bir gece yarısı uyanıyorum kağıt yırtılışlarının seslerine toparlıyorum soğan kokuyor yumurta akı var parçalar yine benim işim babadan olma değilim ben bir intikam büyüsüyüm camlarda izlenilen yarın yeni oyunlar çıkaracağız merkezde yarın yeni kollar bedenimde aşk yasak küfür yasak satırları dörde bölüyorum ölmüş bir adamın caddelerde bıraktığı çamur izlerinde sek sek oynuyorum şimdi bir mahzende tadarken kırmızı şarkılarını karıncalarla selamlaşıyorum tek kurşunla kazaya karışan bir kurban oluyorum
70
SAYI 02
ÇETİN Oğulcan Çavuş Arkana bakma! O tarafa gitmiyorsun. Dinlesene müziği. Sana çalıyorlar. Varsın paran olmasın. Fakirlik sana koymasın. Ucuz olmasa da yaşamak, Nefes almak bedava. İhtiyacın olan şey güç değil. Cesur ol biraz, Vur elini masaya! Ardından bir tokat Tam suratına! Anca boynunu eğersin Yerdeki tabutuna. İstediğini almayı bil artık. Senden iyisi var mı ?
UYAN Ceyda Kahraman Sabahın bir körü Sakalımı sıvazlıyorum hızlı hızlı. Saatin tik takları beynimi uyuştururken Sardunyaları suluyorum. Fesleğenin elimde bıraktığı kokuyla ayılıyorum. İkimizin de bir kedi olduğu anı düşlüyorum ki İçeriden bir ses, ‘Wake! Çay demle.’
ÇORLU MİMAR SİNAN ANADOLU LİSESİ
MAYIS 2018 71
PAHA Canan Açıkel Kirpiklerin hışımla yol alır mı o eylül sabahı? Vurur musun cam kenarına yeniden Kozalağın altında? Saçların bile sevişirken güneşle, Tenin bir bana sırat. Göz pınarlarına kıvrılmış yüreğimi, Çekinme. Kır, at. Neresindeyim fani coğrafyanın? Kimim? Kimin nesiyim? Umurumda değil. Yitik bir yangının yitik bahçesindeyim. Bekletir güzelleşen her şey. Gömleğinin iliği gibi İliğime işlemiş bekleyiş. Eğer bir gün gelirsen, Cam kenarını vereceğim sahiden.
YAŞAMAK Emirhan Biçer hayatın anlamı saf temiz beyazlar içinde yukarılardan aksa ellerimizle dokunabilecek miyiz hissedebiliriz yaprakların düşüşlerini böyle havada hissettim hayatın anlamını geceleri evimden seyrediyorum bu manzaraları çimenler havalanıyor havalar güzelleşiyor
72
SAYI 02
ÇORLU MİMAR SİNAN ANADOLU LİSESİ
MAYIS 2018 73
KÜÇÜK KIZ Şeyma Deniz Hiç baba omzu görmemiş kadar suskun, Yarası hep taze kalmış. Gecenin karanlığına dost olmuş Küçük kızları bilir misin? Kalbinde sonbahar, Parmak uçlarında mırıldanan rüzgâr Şaşıyor nasıl duyulmadığına. Yeşil gözleri var Ürkmüş. Kirpiklerinde kar taneleri… Şiirleri var. Satırları boş. Acıyan şiirleri ve kesilmiş saçları Konsun bir kasım sabahı omuzlarına. Sahi, Büyümeden yarım kalmış Sevdaları da unutma.
GÜZELLİKLERE DOĞRU Emine Akbaş Şuraya bir zeytin dalı çizsem Katkım olur mu barışa? Bir güvercin çizsem Ulaştırır mı içindeki mektubu? Barışın olduğu yere Bir gül çizsem Yayılır mı kokusu Tüm insanlığa? Sonra biri gelip zeytini yemeden, Güvercini vurmadan, Gülü koparmadan, Uyanalım uykumuzdan.
74
SAYI 02
MELATONİN Sude Nas Değirmenci gece olunca mı düşer aklıma korkularım umutsuzluklarım şarkılar sadece geceleri mi anlamlaşır beni bekleyen bir şey var biliyorum mutluluk mu üzüntü mü saracak bedenimi bilemiyorum gece olunca mı anlar insan yapabileceklerini seçeneklerini gücünü yoksa sadece bir yanılgı mı bu yaşanacak çok şey var hatırlanacak çok anı bir adım uzak bana aşabilirsem geceleri
BELKİ Beyza Köylü Ateş gibi iki renk bulunduruyorsun. Seni tanıdığım her an Hiç tanımadığımı fark ettim. Yine de senin hayat veren dört çeşmen , Benim yosun tutmuş gözlerim mükemmeldi. Gövdendeki kelebeğe dokunmak isterdim. Bileklerimdeki yıldızları gökyüzü yapardık. Yırtık gömlekleri giyerdim. Vücudundaki haritalarda yolumu bulurdum. Gözlerinden gökyüzünü yapan küller Belki bir gün yerini çiçeklere bırakırdı. O zaman biz olurduk.
ÇORLU MİMAR SİNAN ANADOLU LİSESİ
MAYIS 2018 75
KELİME KELİME YALNIZLIK Şerife Sent Bir ışık vardı önünde. Yeni bir yol sunuldu ellerine. Unutmayı seçmek istese bile Aşk kadar derin değildi kimse. Karanlık perdeler bile saklayamadı mavileri. Deniz gibi dalgalanıyordu gölgesi. Şafak sökünce buldu benliğini. Ömür bile yetmezdi onu ezberlemek için sarf ettiğini. Hayalleri toz pembeydi eskileri. Gerçekleri ise kimse düşünmedi geceleri. Mumların ışığı söndü bitmezdi keşkeleri Bulutlar gibi paramparça olduğu ayna kırıkları gibi. Kimi zaman acıttı kalbi. Ama hep direndi sevgisi. Elleri kanasa bile yüreği gibi, Pes etmedi kendisi. Gözlerinden akan hüznü görmüyordu kimse. Bezmiş bir şekilde yürüyordu sessizce. Üzerinde uzun bir palto, elinde şemsiye, Gecenin karanlığını yıldızlar aydınlatıyordu kelime kelime. Bir kendi ve eski pabuçları vardı zeminde. Aklında ise gülüşü vardı her santimiyle. Duvardaki eskimiş yazılara gitti eli istemsizce. Pişmandı dünyalar kadar keder içinde. Yanan bir odundan geriye kalan külleri vardı sadece elinde. Uçup gitmesinden korkuyordu hayaliyle birlikte. Belki bir yıldızdı gökyüzünde. Ne olursa olsun geceyi aydınlatıyordu son gücüyle.
76
SAYI 02
EDA DURUCAN onuncu sınıf
ÇORLU MİMAR SİNAN ANADOLU LİSESİ
MAYIS 2018 77
UMUT CAN DEMİRKIRAN dokuzuncu sınıf
MAHMUT ABİ Begüm Acar Sen en deli çağım, Sen Kadıköy sahilindeki sığınağım, Sen Taksim’deki çılgınlığım… Yaşıyoruz bu hayatı be Mahmut Abi! Sarhoş anılarda gezerdik seninle. Moda’da olurduk sabahlara kadar. Bağcılar çocuğuyduk, Gümbür gümbür coşardık. Yaşıyoruz bu hayatı be Mahmut Abi! Kavga oldu mu toplardık çeteyi, Sultan Ahmet’in yanında ederdik kavgayı. Bizi alıp sorgusuz götürürlerdi. Giderdik seninle Gülhane Parkı’na. Çılgın geceler bizi beklerdi. Eve geç gitmenin cezasını posta posta yerdik. Galata’ya çıkardık seninle üstüne kazık yerdik. Kız kulesi ve Adalar beklerdi bizi yaralar. Reise yakalanmamak için faytona binerdik seninle. Özgürlüğümüz bile birilerine bağlıydı. Kanlıca’ya giderdik sırf yoğurt yemek için. Her yere dalardık Büyük Mevla’yı görünce başlardık “Yar yine bana haram geceler!” Ah Gaziosmanpaşa’da ne haylazlıklar yapardık, Ne taşlar atardık pencerelere. Yaşıyoruz bu hayatı be Mahmut Abi!
78
SAYI 02
ÇORLU MİMAR SİNAN ANADOLU LİSESİ
KÜBRA ARSLAN
MAYIS 2018 79
onuncu sınıf
SESSİZ ÇIĞLIK Zehra Sezer Kelimeler birikiyor boğazımda. Konuşamıyorum, susuyorum. Çiçekler açmıyor artık. Gün aymıyor. Konuşmadan da sesimi duyar mısın? Ya da tıkar mısın kulaklarını? Sana giden yollar dikenli. Ayaklarımda dikenler Sana koşuyorum. Açma sakın kollarını! Ben tozlu yollardan geldim. Sana çıkan tüm yollar Yağmur, çamur. Ben sana ıslandım da geldim.
TUTUNAMIYORUM Minel Öngören Parlayan yağmur suyuyla Yıkadım kalbimi. Artık aşık olmayacağım, Söz verdim yalnızlığa. Gece gökyüzüne yayılınca Yoğunlaşıyor duygularım. Yalan yalnızlık benimkisi. Aslında yıldızlarla beraberim. İnzivaya çekiliyor kalbim. Tutunamıyorum göğsümdeki sol boşluğa. Dayan kalbim! Nisan yağmurlarını görmek istiyorum.
80
SAYI 02
YOLUMU AÇMAK İÇİN BUZLAR İTTİM Şafak Mandacı
Akşamüstü muzlimin, cünûn tuttu beyinler. Bir haberdim elinden ve nüzullendi değirmen, Bense sarih olamadım. Mutluluk mu bulunmazdı cebimde? Günüm başka, zaman başka, hayat başka… Tutuklandık aşka. Sakın kaçma! Muvakkat mıyız? Muzdarip mi? Bense yolumu açmak için buzlar ittim. Fakat hızla bitti, çok garipti. Gözüm döndü bir an, sanki gökyüzüyle kavgalıydım. Konuşsam da fark etmez, Olmamıştı anlayanım. Vahametim fazla benim çatık kaşla tonla aynı. ‘Hayat patlar elinde’ Kalmamış ki pek bir yanı. Şimdi sesini büsbütün koklamak istiyorum. Denize döktüğün şarabın lüzumu yok. O çiçek açsın diye çok bekledik. Çok koltuk eskittik boş dumanın altında. Sen şimdi kimsin? Neden böyle bu geceler? Bundan daha acı bir şey varsa beni inandırma. Saçlarını aklımda saklıyorum arada bir ağlamak için.
ÇORLU MİMAR SİNAN ANADOLU LİSESİ
MAYIS 2018 81
GÜL ESKİR
SOL
Gamze Nur Uslu
Sıla Seven
Gül eskir, olur sevgiliye ayraç. Denk gelir günün birinde, Bir şiir dizesinde.
Gülüşü kalbine benzer insanın, Kalbinde ne varsa, gülüşünde de o Gülüşünle hayat buluyorum. Kalbinde bana bir hayat var mı?
Gül solar, anısı kalır kalpte. Kalan, sahte bir güz elimde. Binlerce klişe dikene rağmen İşaretledin kendini, bedenime.
Sözü kalbine benzer insanın, Kalbinde ne varsa sözlerinde de o Gözlerinde bizi görüyorum. Yüreğin, Yüreğinde biz var mıyız?
Gül açar, hasret söner içimde. Kal bugün, gitme Bir eylül gecesinde.
AVUÇ İÇİ Sena Ertem Sen pencerede olmasan yağmur yağdığında, Günümü aydınlatmasan, İçimi cıvıl cıvıl doldurmasan, Neye şükrederdim ben Bilmem.
82
SAYI 02
YENİDEN Tolunay Özcan Bulmasınlar diye Boşluğa attım kendimi. Baktım ki deniz kıyısında Ölümün üzerinde insanlar toplanmış. O yoktu. Sonra kaldırdılar arabaya. Götürdüler morga. Yıkadılar, kefene sardılar. Yüklediler o lüks arabaya, Doğru mezarlığa… Herkes oradaydı, Sevenlerim, dostlarım… Etrafa baktım, Onu gördüm. Uzakta ağlıyordu. Dayanamadım, Yanına gittim. Gözlerine baktım. ‘Ey gönül, Ben senin için öldüm de uyandım.’
ÇORLU MİMAR SİNAN ANADOLU LİSESİ
ŞULE ÇALIŞKAN
MAYIS 2018 83
on birinci sınıf
84
SAYI 02
GÜLBEN ÖZEL on ikinci sınıf
AĞLAMAK VE GÜLMEK
deneme
BİLGEHAN GÜNAL
11. sınıf
B
ir ikilidir ağlamak ve gülmek. Ağlamak herkesin dediği gibi çaresizlik, güçsüzlük demek değildir. Gariptir belki… Ben ne zaman ağlayan birisini görsem; içten içe üzülsem de, içim acısa da, bir miktar sevinirim. Çünkü üzülmeyi becerebilen kişi gözyaşlarıyla içindeki zehri akıtabilir. Sevmeyi de en güzel bilendir. Çünkü ağlayan insan, gülmeyi bilir. Ağlayan bir kişinin yarası henüz kabuk bağlamamış, duyguları bitmemiştir. Hani derler ya ‘Kalp ağlamazsa gözyaşı da akmaz…’ İşte böyle bir şey… Her duygu değerlidir aslında. Mutlu olduğumuzda nasıl sevinçten havalara uçuyorken, mutluluğun kıymetini biliyorsak; ağlarken de gözyaşlarımızdan ders çıkarmalıyız. Akan her gözyaşı kalbimize dokunur ve kalbimizde yanan ateşi söndürür. Ağlamakla gülmek olmazsa olmaz bir ikilidir. Tıpkı evrendeki diğer zıtlıklar gibi…
ANIHANE
deneme
DUYGU ÖZDEMİR
11. sınıf
Z
ihnimde, kütüphane raflarında duran kitaplar gibi yer etmiş anılarım, bana bu baş sayfayı açtırdı. Neyse ki halimden memnunum. Ne de olsa raflardaki her şey bugünümü şekillendiriyor. Bazen keşke desem bile attığım her adım; geçmişe göre büyük, geçmişe göre var oluyor. Yaşarken içinde olduğumu bildiğim her an, şimdi kısa bir rüyanın parçası gibi hissettiriyor. Aradığım şeyleri fark ediyorum bazen. Sonra düşününce bu arayış boşuna hissettiriyor. Her arayışın sonunda bir durulma olduğunu hatırlıyorum. Bu durulmalar genelde insanların dönüm noktaları oluyor. Kısa bir süre öncesine kadar tüm isteklerimin umudumu kestiğim anda ortaya çıktığını sanıyordum ancak şimdi bakınca, aslında her zaman orada olan güzellikleri, bu durulma anlarında fark ettiğimi görüyorum. Bahsettiğim Anıhane’de bir de tablolar var. Zamanla oluşturduğum portreler. Zihnimin içinde gördükçe gülümsediklerim, bir de günümü oldukça uzun ve çekilmez hale getirenler var. Tüm bu insanların bana kattıklarına baktıkça hepsinde bir şeyler buluyorum. Hepsi zamanı geldikçe bana bir katkıda bulunuyor çoğu zaman. Yaşadığımdan pişmanlık duyduğum anlar bile bana çok fazla şey katıyor. Bu yüzden anılarımı kaldırıp atmıyorum. Bazılarını atamıyorum. Ne olursa olsun kurtulamadığım her şeye alışmaya çalışıyorum. Yaşıyorum ve yaşadıkça Anıhane’mi geliştiriyorum.
86
SAYI 02
deneme
ASUDE ONBAŞI 11. sınıf
GECE GÜNDÜZ YÜRÜYÜŞÜ
Soğuk damlalar tenimi yakarken aldırış etmedim. Islandım, üşüdüm sonra buna da alıştım.
Y
ürüdüm yavaş adımlarla. Küçükken yaptığım gibi; çizgiye basmama oyunu oynadım kendimce taşların üzerinde. Sonra başımı kaldırdım, yukarı baktım. Güneş doğmuştu yine. Sonra bir karartı sardı etrafı. Bir bulut geldi aydınlığıma. Ama bunla baş edebilirdim ben değil mi? Arada bir karartsa da beni, her siyahın bir mutluluğu vardır belki. Onu da kattım önüme. Adımlarım hızlandıkça çizgiler ayaklarımın altından kayıyor, güneş bir batıp, bir doğuyor ve ay yine gecemi aydınlatıyor, yoluma ışık oluyordu. Fakat bulut gitmek yerine damlalarını da getirmişti ardında. Soğuk damlalar tenimi yakarken aldırış etmedim. Islandım, üşüdüm sonra buna da alıştım. Acılarım ve ben yarı aydınlık yürüyüşümüzde hep umut doluyduk. Gelip geçen insanlar, sahte yüzler, hepsi yalandı. Sadece tek gerçek biz vardık bu yürüyüşte. Başta zor gelse de, olması gereken buydu. Fiilen yalnız olsam da, aslında yalnız değildim. Kaldırımlar, güneş, bulut, yağmur ve tabii ki daimi arkadaşım; Ay. İnsan bunlarla da sonsuz mutluluğu tadabilirdi. Yorgun düştü bedenim. Güneş doğmayı unuttu. Bulut hiç gitmedi ve yağmur hep yağdı. Ay ise yolumu aydınlatmadı bir daha. Kaldırıma çöktüm ve gözlerimi kapadım; derin bir boşluğa.
ELİF ÖZDEMİR onuncu sınıf
ÇORLU MİMAR SİNAN ANADOLU LİSESİ
MAYIS 2018 87
MERHABA KENDİM
günlük
BAŞAK ÖZÜLK
11. sınıf
B
u mektubu ruhuna ayna tutmana yardımcı olabilmek için yazıyorum. Sana seni tanıtmak, kendini anlamanı sağlamak istiyorum. Biliyorum, hayatı çok erken tanımaya başladın. Zorlandın. Hala zorlanıyorsun. ‘Aile’ denilen kavramı bütünüyle hissedemedin hiç. Onun vermesi gereken değerleri sen keşfettin. Zamanı geldikçe de yerine koydun. Yardım almadan yapmak inanıyorum ki çok zor olmuştur. Bir binayı inşa etmek için herkes farklı alanlarda kendi görevlerini yapar. Kendi teknik bilgisiyle binaya özellikler katar. İşte sen hiçbir şey bilmeden, bilen birinden yardım alamadan, deneye deneye, tek başına bir bina yaratmaya çalıştın. Hayatın sana sunduğu kocaman samanlıklarda iğneler aradın. Doğruları bulmayı, hissetmeyi öğrendin. İnsan acı çektikçe olgunlaşıyor. Derin düşünebilmeyi bu sayede öğreniyor. Artık rahatlamanın, hayatı akışına bırakman gerektiğinin düşüncesindeyim. Saklanmaktan, kendini korumaya çalışmaktan çok yorulduğunu görebiliyorum. Ama güçlendin ya, en önemlisi de bu. Kendinle her yüzleştiğinde eksik yanlarına değil, olumlu yanlarına odaklan biraz. Sevdiklerine nasıl değer veriyorsan kendine de değer vermeyi öğreneceksin zamanla. Gözler dışarıya bakmak için yaratılmış olsa da asıl maharet kendine bakabilmektir. Ne olursa olsun seni bu zor yolculuğun bitene kadar yalnız bırakmayacağım. Sevgiyle kal…
yazı nedir?
deneme
MEHMET PEK
11. sınıf
K
ötü kelimeler var mıdır? Elbette vardır. Peki, kötü kelimeleri oluşturan kötü harfler var mıdır? Hayır yoktur. Kötü harfler yoktur, başı boş harflerin kötü ahenk oluşturması sonucu oluşan kötü kelimeler vardır. İnsanda böyledir işte. Kötü DNA parçacıkları, kötü çevre, kötü ahenk oluştururlar. Kötü nedir? İyi olmayan şeyler midir? Hayır! her şey bu kadar sınırlı olamaz. Kafanı kaldırıp gökyüzüne baktığında, görebilirsen, bir sınır olmadığını anlarsın. Milyarlarca durum vardır. Birine göre yanlış olan başkasına göre değildir. Hal böyleyken, kötünün tanımını yapmamız oldukça zordur. Zor nedir? Kolay olamayan mıdır... Uzayıp gider böyle ve herkesçe bir sonuç çıkmaz. Farklılıklar iyidir ama farkındalıklar ondan da iyidir. Farkında olmak, sorgulamak, düşünmek, iyiyi değil kötüyü bulmak dünyadan rahat göçmek için gereken tek şeydir. 88
SAYI 02
deneme
KEREM EROL 11. sınıf
BULUTLAR VE ONLARIN ÜSTÜNDEKİ KOYUNLAR
B
irkaç atlı tarafından suikaste uğratıldı yalnızlığım, galiba büyüdüğümü hissediyorum. Elimde sopalar, önümde küçük bir teneke ile bateri çaldığımı hayal ettiğim günler
dün gibi aklımda, hatırlıyorum… Hatırlıyorum, özlüyorum, aslında özlemiyorum da çünkü çok uzaklaşmış olamam. Şimdilerde daha soyut olan şeylerle ilgileniyorum, birkaç sayfa şiir, ufak tefek hayaller ve bir de şu yerli yersiz gelen duygu patlamaları filan. Sonra, pek başarılı olamama rağmen koyun sayma işini halledebiliyorum. Koyun saymanın sosyal aktivite olduğu memleketlere gitmek istiyorum. Bir gece boyunca yüzlerce, hatta binlerce koyun sayabilirim. Belki de hep aynı koyunu sayıyorumdur, eğer öyle yapıyorsam çok üzülürüm, onun da uykusu vardır belki. Bazen yağmurun altında uçar-ayak, bazen de oturarak yazılar yazdığımı ve ıslanmadığım -yani ruhi olarak sırılsıklam ıslandığım-, düşleri hatırlıyorum. Kimi zaman ‘’Ne dişlerdi be’’ diyorum. Dişleri, evet ne dişleri vardır fillerin, bayatlayabilen ve ömürleri boyunca sadece altı kere değiştirilebilme hakları olan. Bir de Fildişi var hiçbir filin yaşamadığı hatta insanların dahi yaşamakta güçlük çektiği yer. Fil dişi ticaretinde fillerin avlandığı bölgenin adıdır Fildişi. Ortalıkta pek fil kaldığı da söylenemez. Aslında ortalıkta insanlığın da kaldığı söylenemez. Yani aslında, uzun süredir insanlık aramızda değil. Sanırım bir süreliğine tatile filan çıktı. İnsanın olmadığı gezegenlere. Bizler paylaşmanın güzel olduğunu biliyoruz ama paylaşmak zorunda olduğumuzu unutuyoruz. Yalnızlık, utanılacak şeydir aslında. Yalnızlık belki de utanılmayacak şeydir eğer paylaşacak kimsen yoksa. Bilemiyorum, bazen anlayamıyorum da; bazı kelebeklerin bir gün, bazılarının ise onlardan bir yıl daha fazla yaşadığını. Bazen de kendimi anlamıyorum. Bilmediğimi bilmediğim zamanlarda, nereden geldiğini bilmediğim kelimeleri, neden kullandığımı... Neyse, konumuz da zaten bu değil. Günlük yaşantının bütünlüğünü sağlamak için ölen birileri var, onlarla birlikte ölen bir sürü düşünsel aktivite, ölüler yanlarına düşüncelerini de alırlar. Ölüler yanlarına kitaplarını ve kredi kartlarını alamazlar. Bir sürü gelecek kaygısına rağmen hakikatle ilgilenmemiz gerektiğini düşünüyorum. Hiçbir insanın birbiriyle uzlaşamaması dileğiyle.
ÇORLU MİMAR SİNAN ANADOLU LİSESİ
MAYIS 2018 89
90
SAYI 02
BORA AYAZ on birinci sınıf
deneme
ELİF VATANSEVER
BİR SÖZ DÜŞÜN
11. sınıf
B
ir söz düşün, tüm hayatının değişmesine neden olabilecek bir söz… Bir hayal düşünün bir de, o sözle yıkılmaya yüz tutmuş bir hayal… Ne yazık ki hayatımız bu kadar kolaylaşabiliyor, ne yazık ki hayallerimiz temelini sağlam tutmamıza rağmen, bir sarsıntıda bu kadar çabuk yıkılabiliyor. Yazık… Hem de çok yazık. Ne demek istediğimizi biz bile anlayamazken bazen, karşımızdakinin anlamasını beklemek kadar komiktir bu. Neden peki? İstenmeyen bir kelimenin boğazımıza yapışması nedendir? Kalbimizi bir pas içerisinde tutan bu kelimeden kurtulmak için ne gereklidir? Gülmek mi? Her şeye rağmen, herkese rağmen, tüm yalnızlıklarımıza, yalanlarımıza, mutsuz olmamıza rağmen gülmek. Sonbahardan kalma yaprakların görüntüsü gibidir bu. Ölümü hatırlatır. Bir o kadar da azimle hayatta kalma isteğini. Her zerresine kadar yok olmama çabasını öğretir insana. En güzel kelimelerin bile bir araya gelmediği, her cümlenin anlamını karşılayan; ‘umut’… Öyle ki mutsuz olsan bile umut et her şeye. Gözlerinin önündekini bile göremeyen insanların ufku anlatırken yaşadığı mutluluktur umut. Bazen kendindeki farklılıkları eksiklik olarak görebilirsin, bazen eksikliklerini kullanıp kendini farklı olarak görebilirsin. Yaşamamak için neden değildir bu. Ya da yaşamamaya özenmek, ölü bir beden gibi olmak için neden değildir bu. Tam aksine seni hayata bağlayabilen bir nedendir bu. Mutlu olmayabilirsin ama umutsuz olmamak elde değildir bir insan için. Umutsuz bir insan hayatın büyüklüğü arasında bir noktadan daha değersiz durur.
ÇORLU MİMAR SİNAN ANADOLU LİSESİ
MAYIS 2018 91
DOST
Deneme
CANSU ÖZGÜR
11. sınıf
H
ayatımda en önem verdiğim şeylerden biri de sevgi. Örneğin; aile arasında olan sevgi, arkadaşlarımızla ilişkilerimizde verdiğimiz değer ve karşılığında aldığımız değer benim için oldukça önemli. Hayallerimizi, hedeflerimizi gerçekleştirmemiz için bize destek çıkan, bizimle aynı düşüncelere sahip, her şeye rağmen bizim yanımızda olan biriyle dost olmalıyız. Mesela biz üç kişiden oluşan bir arkadaş grubuyuz. O kadar çok sınav atlattık ki, ne mesafelere, ne paraya, ne de duygularımıza hiçbir zaman yenilmedik. Bunun temel nedeni de birbirimize belki kendimize duymadığımız kadar güven duymamız. İnsanın ailesi dışında kendinden çok düşündüğü birileri olması çok zordur ama biz bunu öyle güzel aştık ki her fırsatta buluşup bir şeyler paylaşma yoluna giden benliklerimiz bununla beslenir oldu. Ünlü bir düşünür “Herkes kendi aklına göre dost edinir. Her kuş kendi cinsiyle uçar. Kartallar kartallarla. Kargalar kargalarla.” demiş. İnsanın hayatında, kendine tavsiye veren gerçek dostları olmalı. Herkesin hayalindeki gibi kendisine benzeyen bir arkadaş bulması dileğiyle.
GELECEKTEKİ BEN
M
Deneme
CANSU ÖZGÜR
11. sınıf
erhaba, korkma veya şaşırma. Ben geçmişindeki benim. Sana mektup yazmak istedim. Acaba şu anda ne yapıyorsun? Hayatın yoluna girdi mi? Neler değişti? Ne iş yapıyorsun? Nerede yaşıyorsun? Hayatında biri var mı? Ya da evli misin? Çocuğun var mı? En önemlisi ne hissediyorsun, mutlu musun? Sana biraz şu andan bahsetmek istiyorum. 16-17 yaşlarındayım. 11. Sınıftayım. Karışık bir aile, yorucu bir okul ve duygularımı anlamakta zorlandığım garip bir hayatım var. Bir de, geleceğe dair büyük kaygılarım tabii. Bazen yalnız kaldığımda, yatağa yattığımda ama uyku tutmadığında, tavanı izlerken ya da kulaklık takılı camdan dışarısını seyrederken olduğum ve olmak istediğim yeri sorguluyorum. Yaşadıklarımı ne kadar hak ettiğimi ya da tüm bunların neden benim başıma geldiğini. Hepsinin sona ereceği, tam anlamıyla mutlu olacağım günleri merak ediyorum. Aslına bakarsan, bu mektubu yazma nedenim de o sanırım. Biraz tavsiye vermek. Eğer yaşıyorsan ve bu mektubu açıp okuyorsan bir şeyleri fark etmeni istiyorum. Her şey yoluna girmiş ve mutluysan ki umarım bu böyledir, mutluluğunun değerini bil! Ya hala mutlu değilsen? Bir de o seçenek var tabii. Kasvetli şeyler söyleyip seni üzmeyeceğim merak etme. Tam tersi şu anki mutsuzluğunu sorgulamanı isteyeceğim. Yani yıllar sonra da ters giden şey ne? Umarım saçma sapan şeylere üzülmüyorsundur. Mesela çok zengin olamadığın için falan. Eğer elinde iyi-kötü bir mesleğin, kurduğun küçük mutlu bir ailen, yanında annen varsa üzülme. Değerini bil küçük mutlulukların! Sevgilerimle...
92
SAYI 02
deneme
İREM İMREN 12. sınıf
bisiklete binmiş çocukluk
Z
aman insanın elinde olmadan akıp giden, geri getiremediğimiz bir kavramdır. İnsan doğar, büyür ve ölür. Bu akış içerisinde birçok an, birçok acı ve mutluluk saklıdır. Yaşanılan her an bizlere yeni tecrübeler kazandırır. Zaman geçip, yetişkin olduğumuzda herkesin ağzında şu cümle dolanır. ‘Çocukken ne güzeldi. Ah! Keşke geri dönebilsem.’ Hep var olan bir özlemdir bu içimizde. Çocukken her şey daha masum, daha temiz ve eğlencelidir. Tek derdiniz alamadığınız oyuncaklar, giyemediğiniz kıyafetler, annenizin izin vermediği dondurmalardır. Her şeyi yeni baştan öğrenirsiniz ve genellikle unutulmayan anlar bu dönemde olur. İlk aşk, ilk kavga, ilk bisiklet. Her şeyin ilki yaşanır bu dönemde. Hatırlıyor musunuz? Hani dört tekerli bisikletten iki tekerliğe geçtiğiniz zamanı. Elbette hatırlıyorsunuz. O an başarmanın ve büyümenin coşkusu sarmıştı dört bir yanınızı. Aslında ne denli üzücü bir an olduğunu zaman geçtikçe fark ediyoruz. Küçükken büyümek isteyen, büyüyünce küçülmek... Tek isteğimiz bu oluyor. O bisikletle beraber giden çocukluğumuzu özlüyoruz. Yaşanılan onca acı, mutluluk, yitirdiğimiz çocukluk bize geçen her günün ne denli kıymetli olduğunu hatırlatıyor. O yüzden şimdi çıkın dışarı bisiklete binmiş giden o çocukluğunuzu tutun ve tekrar binin o iki tekerlekli bisiklete. Hayat geç kalmayı affetmiyor. Bunu bilin ve ona göre yaşayın.
ÇORLU MİMAR SİNAN ANADOLU LİSESİ
MAYIS 2018 93
94
SAYI 02
ARMAĞAN BAŞDİNÇ dokuzuncu sınıf
Eleştiri
EREN BERKE YÖRÜK 11. sınıf
FARELER VE İNSANLARA DAİR
Eser sahip olduğu açıklıktan dolayı birçok sansüre maruz kalmış ve günümüzde hala devam eden bir tartışmaya yol açmıştır. 1937 yılında ilk baskısını yapan eser, Nobel Ödüllü yazarının yani John Steinbeck’in hayatında yaşadığı deneyimlerle yazılmış bir başyapıttır. Daha önce marangozluk, kapıcılık, ırgatlık gibi işlerle uğraşan yazar aynı zamanda çocukluğunu bir çiftlikte geçirmiştir. İşte bu koşullar John Steinbeck’in edebi kişiliğini kazanmasında geçerli faktörler olmuştur. Yazar yaşamını sadece ‘Fareler ve İnsanlar’da değil, tüm eserlerinde göz önüne sermektedir. Eserde akli dengesi yerinde olmayan, kalıplı ve geçimini çiftliklerde yaptığı işlerden sağlayan Lennie ile onu bir çalışma dostundan çok bakımını üstlendiği kardeşi gibi gören George’un yeni işe girdikleri bir çiftlikte kendi çiftliklerini kurabilme hayalini gerçekleştirmek için sarf ettikleri çabayı ve bunun yanında ebedi bir dostluğun hikâyesi anlatılır. Tema olarak hayal, çaba, dostluk gibi birçok unsur işlenir. Eserde olaylar Lennie’ nin akli dengesi ve kontrolünü sağlayamadığı gücünden dolayı patlak verir. Eser yazıldığı dönemdeki durumları okuyucuya aktarmayı çok iyi bir şekilde başarmıştır. Yazarın eserde kullandığı dil akıcı bir dildir. Bu akıcılıktan dolayı her yaştaki okuyucuya hitap edebilmektedir. Fakat eser sahip olduğu açıklıktan dolayı birçok sansüre maruz kalmış ve günümüzde hâlâ devam eden bir tartışmaya yol açmıştır. Eserde gözlemci bakış açısı kullanılmış ve hikayenin çoğunluğu kahramanlar arasında geçen diyaloglar ile anlatılmış. Yazar oraya girmemiş ve odağını olaylar üzerinde tutmayı başarmıştır. Anlatım açısından kitaptan örnek vermek gerekirse; ‘‘Lennie yutkundu ve sevimli olmaya çalışarak gülümsedi yine. ‘Bir şey yapmadım ki.’ dedi. ‘Yavru köpeğime bakmaya gelmiştim. Sonra senin ışığını gördüm.’ diye açıkladı içeri girme nedenini.’’ ‘Fareler ve İnsanlar’ insana çok şey katan, okuru kitabın başından alıp 20.yy’daki bir çiftliğe götüren akıcı bir eserdir ve dünya edebiyatı kitaplığının ‘Efsaneler’ bölümünde yerini almıştır.
ÇORLU MİMAR SİNAN ANADOLU LİSESİ
MAYIS 2018 95
NEDEN BENİM SAATİM YOK?
Deneme
EKİN AYDIN
12. sınıf
Saatlerine bakmasalar da biz onların hızlı adımlarından acelesinin olduğunu anlıyoruz.
T
ik-tak, tik-tak, tik-tak... Saat sadece bir aksesuar mıdır? İşe geç kalma telaşı içinde iken size daha hızlı olmanızı söyleyen bir arkadaş mı? Geceleri yorgun bir şekilde yatağa yattığınızda, adeta bir sinek edasıyla kendini belli eden bir rahatsızlık unsuru mu? Saatin kavramını tam olarak belirtemiyorum. Belki hepsi, belki de hiçbiri. Tek bildiğim ilerlediği, durmadan ilerlediği. Saatin pilinin bittiğinde duracağını ve o sonsuz sandığımız ilerleyişinin son bulacağını söyleyebilirsiniz. Haklısınız da, ona bir şey dediğim yok. Ama bu durum kolunuza taktığınız saat için geçerli bir durum. Hayatın da bir saati var, unutmayın! İşin en garip tarafı ise onun pili yok ve ilerlemekten çok keyif alıyor. Arkasına baktığında birbirine yaklaşmış kaşları, “keşke” nidalarını duymaya ise bayılıyor. Peki size soruyorum; Bunun böyle olduğunu biliyor musunuz, yoksa bilmemezlikten mi geliyorsunuz? Belki size saate bakma oranının gençler, orta yaşlılar ve yaşlılar arasındaki istatistiklerini veremem ama emin olduğum tek bir şey var; o da yaşlıların saatinin olmadığı. İstisnalar hariç dünyanın her yerinde dedelerimizin ve ninelerimizin bu dünya için sorumlulukları bitmiş sayılır. Onlar için zaman kavramı çocuklarının, torunlarının ne zaman geleceğinden ibaret bana göre. Bir de diğer kesime bakın. Dışarı çıktığınızda göz gezdirin insanlara. Saatlerine bakmasalar da biz onların hızlı adımlarından acelesinin olduğunu anlıyoruz. Yolda çarpsanız büyük ihtimalle ‘pardon’ demenizi beklemeyecektir bile. Zaman, hızlı insanlar ona ayak uydurmaya çalışıyor. Zaman, kötü insanlar ona da ayak uydurmaya çalışıyor. Sahi, en son ne zaman kendiniz için bir şey yaptınız şu “zaman” kavramının kulu kölesi olmuşken?
96
SAYI 02
Deneme
GEORGİ DZHENKOV 11. sınıf
SÖZCÜKLER
K
elimeler, insanın ağzında saklı bir cennet gibidir. Her harfte, her hecede, anlam aramak gerekir. Konuşmadıkça eskir, kabuk tutar sözcükler. Söyleyemediklerimizdedir belki asıl gerçekler. Kimi söylediklerinde daha bonkördür. Kimi de tane tane düşünür. Sözcükler de para gibidir. Değerini bilmeden, sonucunu düşünmeden harcamamak, ziyan etmemek gerekir. Sözcüklerimizi seçerek, yerinde ve zamanında kullanmak en uygunudur. Çünkü kullandığımız kelimeler fikirlerimizin temsilcisidir. Eylemleriniz, mimikleriniz uçar gider. Ama söylediğiniz, kullandığınız kelimeler hep bir köşede kalır. Bazen de eylemlerinizi anlatmaya kelimeler yetmez, doğru kelimeleri bir yerde buluşturamazsınız. Ama kelimeler öğrenilebilir. İyisini, kötüsünü, güzelini, çirkinini tartar, biçer ve uydurursunuz. Dil bu yüzden biraz sahtekârdır. Fakat bu sahtekârlığa kimin zamanı ve kelimesi yeter tartışılır. Bazen de sözlerimizi sır gibi saklarız. En değerli eşyalarımızı sakladığımız dolap ya da en güzel günlerimizi barındırdığımız süslü günlük gibi. Ama sözcüklere aklımızın bir köşesinde yalnızlığı seçmesini değil yerinde ve zamanında ortaya çıkmalarını öğütlemeliyiz.
Deneme
İLAYDA AHRETLİKOĞLU 12. sınıf
HER İNSAN YALNIZDIR
İ
nsan bazen kısa süreliğine de olsa yalnızlığını terk edebiliyor. Ama yine de, dönüp dolaşıp kendini yalnız buluyor. İşte hayatta çoğu zaman böyle zamanlarımız oluyor.
Mesela sabah evden çıkıp, okula ya da işe gidiyoruz. Çevremizdeki insanlarla sohbet ediyor, vakit geçiriyoruz. Ama gün sonunda yine kendimizi dört duvarla baş başa buluyoruz. İnsan aslında hep yalnız. Çevremizin kalabalık olması yalnız olmadığımız anlamına gelmiyor. İç dünyamızda kimse yok aslında. Orada tek başımıza yaşamaya devam ediyoruz. Bazen bu yalnızlık bitti sanıyoruz ama bitmiyor aslında, yalnızlık hep içimizde. Öyle anlar oluyor ki insan kimseye anlatamıyor. Sadece kendi iç dünyasında yaşıyor. Bu yüzden aslında her insan yalnız kalabiliyor. Yaşamımız boyunca yalnızlık hep içimizde olacak. Bizi terk etmeyecek.
ÇORLU MİMAR SİNAN ANADOLU LİSESİ
MAYIS 2018 97
HEYBEMDEKİ TAŞLAR
Deneme
TÜRKAN İBRAHİMBAŞ
12. sınıf
Uçuruma açılan mavileri uçurumdan çekip gökyüzü ve denizlere salıyorum, onlara özgürlüklerini veriyorum.
H
ayatımı belli amaçlar uğruna adadım. Önceliğim hep insanlardan yana oldu. Sonrasıysa insanların ürettiklerinden yana. Yaralı birini görünce daima koşarım yardımına. Ama sanmayın ki bu yara fiziksel. Ben daima insanların ruhlarıyla ilgilenirim. Çünkü bilirim ki insan kendini dışarı vurmaz, içinde saklar, ruhuna gizler. Tanıştığım kişiler genelde belli başlı olaylar yaşamış insanlardır. Ve bu insanlar bir yapıt koymuşlardır ortaya; şiir. Çünkü insan yaşadıklarını, ruhunu ancak şiire aktarabilir. Bazıları iyi şairlerdi, eserleri de onlar kadar iyiydi. Ancak bazıları kendini o kadar küçük ve önemsiz görüyorlardı ki, beni devreye sokuyordu. Bakıyorum, en iyi kullanabildiği sözcüklere kabuk bağlatmış. İşte o zaman bir şair, bir şiir tamircisi olarak devreye giriyorum. Oturtuyorum şairi karşıma ve iğne ipliğimi alıp, onun kabuk bağlamış sözcüklerini şiirine dikmesine yardım ediyorum. Tekrar sevdiriyorum ona şiiri. Ve sanat dünyasına bir insan daha kazandırıyorum. Uçuruma açılan mavileri uçurumdan çekip gökyüzü ve denizlere salıyorum, onlara özgürlüklerini veriyorum. Benim kim olduğumu da sorguladılar elbet. Kimdim ben, kimim ben? Sanırım bu sorunun özel bir yanıtı yok. Çünkü ben, sadece heybemdeki taşlarımla insanlara yardım etmeye çalışan bir insanım.
98
SAYI 02
FEYZA KAPKAÇ ÇORLU MİMAR SİNAN ANADOLU LİSESİ
onuncu sınıf
MAYIS 2018 99
hiç olmamış kişi
Deneme
ALEYNA BURAN
9. sınıf
B
azen bir insanı onda kendinden bir parça bulduğun için değil, kendinde ondan bir parça bulmak istediğin için seversin.
Ben de seni bu yüzden sevdim galiba. Sendeki bu mükemmel azmi takdir ettiğim için. Ya da seninki gibi sırtımda olmasa da, ruhumda olan kamburu görebileceğin için sevdim seni. Belki de kıskandım seni. Kıskançlık lügatımda olmamasına rağmen bu duyguyu bir kitap karakterine hissettirebildiğin için sevdim seni. Bana ayna olduğun için sevdim belki seni. Belki sadece sevmek için sevdim seni. Belkilerim o kadar çok ki benim. Bu yüzden sevdim işte seni. Benim kadar çok belkin olmadığı için. Benim gibi sadece kan pompalamaya yarayan bir organını dinlemediğin için. Evet tam olarak bu yüzden sevdim seni. Bana bunları yazdırabildiğin, yazdırırken de düşündürebildiğin ve beynimi de işlerin içine dahil etmemi bana öğretebildiğin için sevdim seni. Kısacası ben seni sevdim işte, hiç olmamış kişi.
merak kediyi öldürür
Deneme
BERFİN PENBEGÜL
11. sınıf
Ö
lüm, kimilerine korkutucu ya da dehşet verici geliyor olabilir fakat bana ölüm, korkutucu veya dehşetten çok bilinmeyene duyulan sonsuz bir merak ve o merakın yarattığı koca bir açlıktan başka bir şey ifade etmiyor. Bazı zamanlar keşke ölsem diye dileğim oluyor. Bu herhangi bir dertten veya ruhsal bir problemden ötürü değil, sadece meraktan. Zaten merak, insanlığın birçok şeyi keşfetmesine neden olmamış mıdır? İnsan sırf meraktan evrenin sonsuzluğunu, dünyanın nasıl oluştuğunu teorilerle, mantık çevresinde açıklamaya çalışmamış mıdır? Eskiler “Merak kediyi öldürür.” derler fakat merak yaradılışın, eğitimin temeli değil midir? Ünlü bir yazar ‘‘Merak yüzünden bir kedinin öldüğünü söylüyorsanız, size o kedinin asil bir şekilde öldüğünü söylerim.’’ demiştir. Söylemek istediğim bir şey daha var. Her şeyin bir ölçüsü vardır ve tabii merakın da. Merak yazarın da söylediği gibi asil bir niteliktir. Fakat ölçüsüz merak insanı aptallığa sürükler.
100 SAYI 02
Deneme
BETÜL KORKMAZ 10. sınıf
KALBİMDEN BİR ODA
Tam bitti dersin. Bitmez, çember bu başı ile sonu belli mi?
‘
Her insanın kendine ait bir odası olmalı. Çevresine anlatamadığı konuları, düşüncelerini bu odaya anlatmalı. Anahtarının sadece kendi yüreğinde olduğu bir oda. Kimsenin bilmediği ve öğrenemeyeceği bir odası olmalı insanın.’’
Bazı zamanlar vardır. Ruhun daralar, içindeki duyguları anlayamazsın. Ne konuşacak kimsen vardır ne de akan gözyaşı. Hıçkıra hıçkıra ağlamak istersin. Belki ‘ağlamamalıyım’ diye düşündüğün için ağlayamazsın. O yaş akmaz gözden. Ağlayamazsın. Gözyaşların akar içine. Her bir damla biraz daha boğar. Düşüncelerini bir yere odaklayamazsın. Bir bardağın kırılma anındaki cam parçalarının saçılması gibi saçılır. Toplamaya çalıştıkça da daha beter olur. Kimsenin seni anlamadığını düşünürsün. Tek başına konuşup durursun. Sonuç ne? Yine aynı. Başladığın yere dönersin. Çember misali. Yeknesak devam eder bu döngü. Tam bitti dersin. Bitmez, çember bu başı ile sonu belli mi? Ah bu telaş, telaştan kurtarabilsem kendimi, ruhumu ve bedenimi. Mümkün mü bunca keşmekeşin içinde telaşa kapılmamak? Olmazı oldurmadı. Her şeyden korkuyorum. Bir şeyi doruklarına kadar yaşamaktan korkuyorum. “Olur da bir daha olmazsa.”diye yarım kalsın istiyorum. Mutlu olmaktan korkuyorum; nasıl olunur bilmediğim için. Bir olmaktan korkuyorum, sürekli yarım kaldığı için. Kırmaktan korkuyorum kırılmanın acısını yaşadığım için. Sevmekten korkuyorum, kendimi bile sevmeyi beceremediğim için. Hayal kurmaktan korkuyorum, vücudumun daha fazla ümidi kaldıramayacağını bildiğim için. Vazgeçmekten korkuyorum, tutunacak dalım kalmayacağı için. Karanlıktan çıkmaya korkuyorum, aydınlık yolları yürümeyi bilmediğim için. ‘Belkiler’ ile yaşamaktan korkuyorum umut dünyamda daha fazla misafir alamayacağımı bildiğim için. Ve ölmekten korkuyorum, yaşayamadığım için.
ÇORLU MİMAR SİNAN ANADOLU LİSESİ
MAYIS 2018101
102 SAYI 02
ELİF ÖZDEMİR onuncu sınıf
Deneme
OGÜN DEĞER 11. sınıf
NEDEN?
E
skiden insanların sadece unutmamak için yazdıklarını düşünürdüm. Önemli bilgileri akılda tutamama korkusu ile bir kâğıda aktarıp, onları sonsuzlaştırmaya çalışmak. Aynı zamanda da onlara bir hatırlatıcı yapmak. Bu düşüncenin ne kadar yanlış olduğunu yaşım ilerledikçe anladım. Kendime baktığımda pek bir yazar olarak göremiyorum, sadece hobi olarak düşüncelerini kâğıda aktaran bir kişi. Ama şunu fark etmedim diyemem; herkes de bir yazar olma potansiyeli oluşu. ‘Herkes’ terimi birazcık fazla genel olmasına rağmen yine de bu olasılığın olabileceğini düşünüyorum. Fikirleri bir kâğıda aktarmak rahatlatıcı olduğu için, çoğu kişinin ilgi duyabileceği bir olay. Son zamanlarda ise istediğim zamanda yazı yazabildiğim, herhangi bir konudan fikirlerimi aktarabildiğim zamanları özlemem. Birkaç saatimi vermem gereken yazılar şu anda mümkün olamıyor. Okulun, yazı yazmama engel olması da ayrıca bir acınası durum. Yazı yazmanın en çok sevdiğim yanı, verdiği özgürlük hissiyatı olmalı. O kadar güzel bir his ki sanki inanılmaz ve sonsuz bir güce sahip olmak gibi. Ama gerçekte, sen öldükten birkaç yıl sonra unutulacak fikirlerini kâğıda aktarma olayı. Ne var ki bu beni korkutmuyor. Yazı kâğıtlarım kaybolsa bile aklımda her zaman bulunacak. Eğer zihnimi kaybedersem… O zaman çoğu şeyin bir anlamı kalmayacak. Sanırım yapmaya çalıştığım şey, düşüncelerimi kâğıda aktararak, fikirlerimin sadece aklımda olmadığı ve elle tutulabilir bir şey olduğu. Bu düşünceleri gerçek yapmanın ilk yolu da bu olabilir. Neyse ki daha gencim ve bu düşünceyi denemek için bol zamanım var. Ama şuna da açılık getiriyim: Şu kelimeleri yazarken bile aynı şeyi yazıyorum. İşte yazı yazmayı bu yüzden bu kadar büyülü bir şey olarak görüyorum. ÇORLU MİMAR SİNAN ANADOLU LİSESİ
MAYIS 2018103
AYNA OLSAM SİZE ÇOK KIRILIRDIM
Günlük
ÇAĞLA NİSA TOPÇU
11. sınıf
S B
evgili Günlük, ugün beni evin küçük kızı uyandırdı. Karşıma geçip saçlarını taradı, dişlerini fırçaladı ve inanıyorum ki sırf beni güldürmek için birkaç komik yüz yaptı.
Evin küçüğü ile uyandığım günler her zaman en iyileri oluyor. Oysaki o koca adam veya kadın geldiğinde öyle mi! Hiçbir zaman bana gülümsemiyor ya da eğlenmem için küçük kızın yaptığı gibi komik yüzler yapmıyorlar. Küçük kız saçlarını karıştırdı ve gitti. O giderken yine hüzünlendim. Ardından o koca adam geldi somurtarak. Bu kişinin küçük kızın babası olduğunu biliyorum ama hiç öyle demek gelmiyor içimden, çünkü o kız, bu evdeki diğer herkesten farklı bir dünyadaymış gibi hissediyorum. Koca adam somurtarak saçlarını taradı ve gitti. Ondan sonra belki de bana en acı vereni geldi. Abla olan. Birkaç yıla kadar o da gülümserdi bana o da komik suratlar yapardı. Ne oldu, bilmiyorum ama eskiden şu an bahsettiğim küçük kız daha yokken, ona ‘küçük kız’ diye seslenirdim, beni uyandıran ve sıcak bir gülümsemeyle selamlayan hep o olurdu. O kızı çok özlüyorum ama her geçen gün daha çok yitiyor sanki. Her gün dudaklarına bakıp bir gülümseme arıyorum ama bulamıyorum. Canımı acıtıyor onun kayboluşu ve şu an hâlâ gülümseyebilen küçük kızın bir gün kaybolabileceği. Her gün bunu göz ardı ederek yaşıyorum. Yalnız kalmak istemiyorum. Abla da çıktı ve ışıklar kapandı. Şimdi ertesi sabaha dek karanlığa mahkûmum. Umarım küçük kız bir gece daha küçük kalır.
104 SAYI 02
Günlük
DUYGU ÖZDEMİR 11. sınıf
olduğum yer çok karanlık
S A
evgili Günlük, it olduğum çekmeceden bugün çıktım. Pek bir tozlanmış olmalıyım ki Burcu hemen üzerimi üfleyip, elleriyle temizledi. Devamlı aynı yerde kalmanın ve seni neyin çıldırtacağını bilmemenin ne kadar zor olduğunu bilemezsin. Uzun bir zaman sonra güneş ışığının bir kenarını patlattığını hissettim. Ancak ardından üzerime bir damla gözyaşı düştü. Bugün buradan çıkacağımı bilmiyordum. Keşke çıkıp kimseyi üzmeseydim. Neyim ben? Bunu her gün düşünüyorum. Bugün de düşündüm. Kendimi hiç dışardan görmedim. Bir makinenin içinden çıktım ve o günden beri belirli açlıklarla bir çekmeceye girip çıkıyorum. Beni ilk eline alan insanın adını hatırlamıyorum. Burcu da hiç bahsetmedi zaten. Genelde bugün olduğu gibi beni eline alır, temizler ve çekmeceme geri koyar. Ne olduğumdan ne için olduğumdan hiç bahsetmez. Neyse bahsettiğim adam bugün geldi. Kapı bir anda çalınca Burcu beni masanın üzerine bırakıp koştu. Heyecanını her zerremde hissettim.
Bir kavga duyar gibi oldum. Dışarıda her şey daha net. Hızla çarpılan kapının sesini duyduktan sonra Burcu yanıma geldi. Gözyaşları daha hızlı akıyordu şimdi. Sormak istedim ne olduğunu. Ancak hiç olmadığı kadar sinirli görünüyordu. İnsanlar çok garip günlük, ne yaşadıklarını anlamak çok zor. Anlayamadım. Canım çok acıdı günlük. Beni temizlediği elleriyle parçalara ayırdı. Beklemiyordun biliyorum. Ben de beklemiyordum. Ne olduğunu bilmesem bile, ne hissettiğini anladım. Bu yüzden sesimi çıkartmadım. Keşke böyle olmasaydı. Özlüyorum onu. Olduğum yer çok karanlık. Çekmeceden bile daha çok. Burnuma pis kokular geliyor. Burada tek değilim. Bugünlük bu kadar yeter. Kendine çok iyi bak günlük. ÇORLU MİMAR SİNAN ANADOLU LİSESİ
MAYIS 2018105
ACIYI KELİMELERE DÖKMEK
Deneme
KADER DOĞAN
11. sınıf
S B
evgili Günlük,
ugün tanımlayamadığım bir biçimde acıyor canım. Sanki tüm kapılar birer birer üzerime kapanıyor. Kim bilir, belki de o kapılar hiç açılmamıştı. Bu acıyı kelimelere dökerken zorlanıyorum. Kimseye bir şey diyememek, anlatamamak daha da çok acı veriyor. Ağlayamıyorum da… Hoş, zaten ağlamakta istemiyorum. Çünkü gözyaşlarım içimdeki yangını söndürebilecek güçte değil. Bu kadar çok sevip, bu kadar çok yanmak zor. Neye yandığını bilememek daha zor. Düşündükçe düşünüyorum. Aklım bir türlü yanıt bulamadığım sorularla dolu. Düşündükçe içinden çıkamıyor, daha çok üzülüyorum. Sanki içimde ruhumu yıkan bir deprem oluyor. Gitgide paramparça oluyorum. Aynalara bakmak istemiyorum. Beni içine çekiyor. Ne zaman baksam, umutsuzluk içinde morarmış gözaltlarımla ve dermansızlıkla bezenmiş yüzümle baş başa kalıyordum. Orada donuk dursa da yanıt verebilecek bir yüz var. Ama ne soracaktım ki ona, canımın daha fazla ne kadar yanabileceğini mi?
ÖZLEM ULUGÖL 106 SAYI 02
Mektup
AYGÜN AŞIK 12. sınıf
yüreğimin koğuşunda dar dünya
İCLAL SENA DEMİR dokuzuncu sınıf
S
evgili Sümeyye,
Bir kalbin vardı. Onu hatırla. Yüreği talan olmuş bir adamın, bir çift sözünü bırakıyorum sana. “sonra biraz nemlendi gözleri, bir anda Ahmed Arif ’in sözlerine takıldı aklı: “Üşüyorum kapama gözlerini” İstanbul’u anlatayım sana. Tevfik Fikret’in “Ey dünyanın koca kahpesi!” dediği şehir. Bitmemiş sevdalar vardır orada. Yalnızlığın tek adresi. Kimse bilmez bu şehrin nelere şahit olduğunu. Gecenin bir yarısı yatağım beni kabul etmiyordu. Dışarı çıktığında sokak, eski sokak değilmiş artık. Orada büyüdü çocuklar, orada okula gittiler, orada aşkı tanıdılar. Ama haksızlık ediyor! O zamanlar yüreğimin böylesine sevdiğini ben de bilmiyordum ki. Ve “Bir adın kalmalı,”diye başlayan dizelerde çakılıp kalıyor gözlerim. Gece menekşeleri renginde bir ışık beliriyor sabaha karşı. Gecenin son deminde sana veda ederken şu sözleri aklına kazımanı istiyorum: Düşüncelerim ki beynim zarında sülüktür. Ama yüreğimin koğuşunu daha fazla daraltma, un ufak etme beni. ÇORLU MİMAR SİNAN ANADOLU LİSESİ
MAYIS 2018107
108 SAYI 02
BÜŞRA DOĞRU on birinci sınıf
Bir çiçek isterse dağ başında, isterse düz ovada, isterse de taş betonda açar. Özgürdür ve kimseye hesap vermek zorunda değildir. (Vedat Aydın) Merhaba arkadaşlar romanıma geldiniz. (Görkem Önen)
hoş
Her sabah aynı yalanlarla uyanıyordu. Yalanlar artık onun doğruları olmuştu. (Beyza Köylü) Evimin terasında oturmuş, arka bahçelere bakıp sonbaharı izliyorum. Sonbahar, bu yıl bana her zamankinden daha yakın. Ama yine de atamıyorum sıcak günleri üzerimden, İzmir’in sonsuz gecelerini özlüyorum. (Elçin Şahin) Bugün düşündüğünü yaşamalısın, yoksa yarın yaşadığını düşünmeye başlarsın. (Görkem Mutlu) Haziran gecesiydi… Uçsuz bucaksız karanlığın umudu olan gökyüzü çok güzel yıldızlar barındırıyordu, tıpkı benim gökyüzümü anımsatan güzel yüzün gibi. (İrem) Kâtip Arzuhâlim (Bedirhan)
yaz
yâre
böyle…
Her seferinde yazıp tekrar siliyorum. Sanki yazmayı unutmuş ve yeniden öğrenmeye çalışıyormuş gibi hissediyorum. (Büşra Beydoğan)
ÇORLU MİMAR SİNAN ANADOLU LİSESİ
Tüm yük omuzlarında biriktiğinde seni kendine getirecek rüzgârı ara. (Sude Naz Değirmenci) Çok sevmiştim onu. Çiçeğin güneşi, kedinin ciğeri ve hatta belki de balığın suyu sevdiğinden çok sevmiştim. Hain kanser onu elimden alana kadar çok mutluyduk. Her şey o gün başladı… (Canberk Uzun) Bir merhamet parçası arıyorken rastladım ona… (Türkan) Eğer aklımdan geçenleri tek bir cümleyle anlatabilseydim bu kitabı yazıyor olmazdım. (Kader Doğan) Sana, senin imkânsızlığına bu satırlar. (Lavinia) Karşılaştığın korkuların ne kadar gerçek olduğunun farkında mısın? (Emirhan Biçer) Daha fazla kelime sarf edemez olduğunda boyalarına sarıldı. (Ceyda Kahraman) Uçurumun kenarında uçsuz bucaksız denizin maviliğinde yitip giden 60 yılını izliyordu. (İrem İmren) Sokak lambalarının aydınlatamadığı kaldırımlarda yürüyordum. (Mehmet Pek)
MAYIS 2018109
EGENUR DEMİRCAN 110 SAYI 02 dokuzuncu sınıf
ÇORLU MİMAR SİNAN ANADOLU LİSESİ
MAYIS 2018111
Kahve fincanları, uzun tren yolculukları, enterasan rüyalar, süresi biten filmler ve ikincisi çekilen filmler, endişeler, gürültülü kişnemeler, kar yağışları, çeşitli düşünsel ve sosyal aktiviteler ve fareler, yeniden fareler, sonra bir kez daha fareler, karşılıklı duygular yaşadığımız fareler... Korktuğumuz, tabii onların da bizden korktuğunu bildiğimiz ve hala korkmaya devam ettiğimiz, devam edeceğimiz, belki ara ara uzlaşacağımız, asosyal, bir o kadar obur fareler. Bi-bi-bi-bir fare tanıyorum. Çok fazla kitap okumuyor, kredi kartı filan var, kirada yaşıyor. İşsiz güçsüz, toplumdan uzak ama toplumdan uzak olduğu kadar da topluma yakın, bir keresinde internetten alışveriş yaptığını filan duymuştum, şaşırmıştım. Çünkü fareler alışveriş yapmazlar. Üzerine çok düşündüğüm, bilakis beyin yıprattığım bu konu üzerine dayanamayıp kapısını çalmıştım. Sonra kapısını çaldığıma pişman olup, kapısını yerine taktım. Sonra, içeri girmem için kapıyı tekrar sökmem gerektiğini fark ettim. Sonra kapıyı tekrar söktüm, bu sefer çalmadım. İçeriye girdim. Fare, fare, fare oturmuş, bana bakıyor. Ben de fareye bakıyorum. Bir süre böyle bakıştık, pis pis bakıştık. Sana bakarken, sana bakarken, sana bakarken fare olduğumun farkına vardım dedi. Ben de insan olduğumun farkına vardım. dedim. Fare duvardaki resme baktı. Ben bakmadım. Çünkü orada bir resim yoktu ama duvarda resim varmışçasına baktı sonra ben de varmışçasına baktım. Sonra bir süre daha fareye ve resme baktım sonra ikisine de aynı anda baktım, sonrasını hatırlamıyorum. O günden sonra, bir daha karşılaşmadık. Bir kere daha gittim farenin evine, fare yoktu. Fare, sanırım kira borcunu ödeyememiş. Benim de iki aydır ödemediğim kira borcum aklıma geldi. Bir an durdum. Bu kez duvarda asılı resme baktım, varmışçasına bakmadım, zaten vardı. Bakınca hemen gördüm. Bir daha bakmaya fırsat bulamadım çünkü kira borcum vardı. Resmin bir önemi yoktu. Kira borcum önemliydi. Evsiz kalırsam diye korktum ama fare de evsizdi. Ben de evsiz kalsam ne olurdu sanki, hiçbir şey olmazdı. Evsiz kalırdım sadece. Zaten işsizdim, yani işsiz değildim, fareyi arıyordum. “Fare de beni arıyor mudur?” diye düşündüm. Bir fare neden beni arasın ki? Ben neden bir fareyi arıyorum ki? Çok da maarifetli bir fare değildi zaten. Konuşmayı bile doğru düzgün yapamazdı. Aslında ben de konuşma işini doğru düzgün yapamam. Fareden ne farkım kaldı? Ya da farenin benden ne farkı var? Ben evsizim fare de evsiz. Fare de konuşma işini beceremiyor. Ben de konuşma işini beceremiyorum. Fare şimdi nerededir acaba? Belki iş bulmuştur! Ben bulamadım, ben yolda hiç para da bulmadım. Fare bir keresinde bulmuştu. Benim kredi kartım var dercesine parayı bana vermişti. Benim kredi kartım yoktu, belki fare olmasaydı param da olmayacaktı. Kredi kartları, bir paket, bir paket daha, bilindik bir şarkı, bir ev, bir iş ve bir sürü para bir de bir sürü paralar...
112 SAYI 02
Bazen elime kalem almakla, almamak arasında kalıyorum. Kendimi bildim bileli hayat felsefemdi hep anlatmak. Farklıydım belki de. Saçlarımın gözlerimin önüne düşmesini sever, güneşin saçlarımı karamel rengi yapmasına bayılırdım. Gözlerimi kısarak bir insanın gözlerine girmeyi severdim. Hep anlatmak istedim kendimi. Ağladığım her an çok yalnızdım. Ne zaman ağlasam dünyada tek kalırım. Kimseyi istemem, anlamadığı sürece omzumdaki her el yabancıdır bana. Benim kalbimin sekiz odacığı vardır her ihtimale karşı. Ama işin aslı kalbimin yedi odacığını tek birine veririm. Bir insanı farklı boyutlarda, ona kana kana sevmektir bu benim için. Kendimi anlatamamanın acısını çektim yıllarca, içimi dolduran bulutları görmeniz için yollar arardım kendimce. Resimlerle denedim. Benim istediğim içimi görmeleriydi, resmimdeki güneş fazla sarı olmuştu onlara göre. Sonra bir gün güneş tam kıvamında doğdu. “Hayal kırıklıklarının vermiş olduğu yorgunluğa rağmen ne kadar güzel güldüğünü bilmiyorsun.” Her acının sonu bir gün mükâfata kavuşuyordu.
ÇORLU MİMAR SİNAN ANADOLU LİSESİ
MAYIS 2018113
“Sevgilim hadi kalk” diyen sesle güne başladı. Saate baktı 06:05. Ses uzaktan geliyordu. Aşağıda onu göreceğini bilmesiyle gülümseyerek yerinden kalktı. Etrafındaki çürük et kokusunu, gözlerinin kararmasını ve dönmesini yok sayarak aşağıya indi. Mutfaktadır düşüncesiyle direkt mutfağa yöneldi. Doğru bilmişti, sevdiği mutfaktaydı. Hala başı ağrıyordu. Ancak şuan onu boşverip manzarasına gülümsedi. Pencereden dışarıyı izleyen sevgilisine sarılarak bir öpücük kondurdu güzel yüzüne. Yorulmasın, etmesin diyerek ikisine de tost hazırladı. Yedirdi, yedi; topladı. Hiçbir işi ona yaptırmıyordu. Kolay yorulurdu. Kıyamıyordu. Islak ellerini beze sildi. Mutfağa bakındı sevgilisini göremedi. Mutfaktan çıktı, sağına soluna bakındı. Yoktu. “Sevgilim” diye telaşla seslendi. Odalar üzerine üzerine gelmeye başlamıştı. Kapının yanındaki pencereyi açtı, belki biraz nefes alırdı. Koşa koşa her odaya girdi. Tuvalete bile. Nefes nefese kalmıştı. “Annesi çağırmıştır” diyerek telaşını dindirmek istedi. Merdivenlere ağzında bir şarkıyla çıkmaya başladı. “Derdim neydi; derdinden başka?...”. Nefes nefese çıktığı merdivenlerden kendi sürükleyerek odasına girdi. Yine bir baş dönmesi,, çürük et kokusu… Kapı çaldı birden, O gelmiştir diye hiç dinlenmeden, düşünmeden merdivenlerden indi. Hemen kapıya geldi. “Umarım çok bekletmemişimdir” diye içi içini yiyordu. Hızlıca kapıyı açtı. Ama kimsecikler yoktu. Pencereyi açarken gördüğü komşusu hala oradaydı. O kimin geldiğini biliyor olmalıydı. “Teyzem, kapıyı kim çaldı az önce gördün mü?” dedi. Teyze ne gelenin ne de gidenin olduğunu görmüştü. Aylardır kapısına gelen bile yoktu. “Kimse gelmedi ki evladım” dedi. Teşekkürlerini ileterek içeri girdi adam. Çürük et kokusu hala burnundan gitmemişti. Evde biri ölmüştü de haberi mi yoktu? Kapıdan kafasını çevirdiği anda sevgilisini gördü. İşte karşısındaydı. “Sevgilim neredeydin? Seni arıyordum” diyen sevgilisine şaşkınlıkla baktı. “Ben de seni arıyordum”. Adam baş ağrısı-dönmesi, gözünün kararması ve şu iğrenç et kokusuna artık dayanamıyordu. Odadaki saate baktı. 18:05. “İyi değilim, sevgilim. Yatabilir miyim?” diye sordu. Sevdiği başını sallayıp onaylayınca başından öpüp odasına çıktı. Hele şükür dinlenecek diye kendini yatağa attı. Daha beş-on dakika geçti geçmedi derken kapı çaldı. Yukarıdan sevgilisine bağırdı “Sevgilim kapıyı açar mısın?”. Kapı ısrarla çalmaya devam edince en sonunda kalkıp kendi açmaya karar verdi. Merdivenlerden indi, kapıyı açtı. Kadın pencereden adamın tek başına konuştuğunu gördü. Uzun süredir şüpheleri, merakı iyice artan kadın deli hastanesini arayarak haber verdi. Rüyasından uyandı. Sabah yine 06:05. Yanına baktı; sevgilisini görünce yüzünü hüzünlü bir gülümseme kapladı. Kalkıp giyindi. Son bir kez sevdiğine baktı, saçlarını okşadı. “Bu saatten sonra kolyene zincir olsam; yanından hiç ayrılmasam..” Merdivenlerden indi. Yetkililer daha kapıyı çalmadan kapıyı açtı, onlara teslim oldu.
114 SAYI 02
YILDIZL AR DA ÖLÜR Zaman, mukaddime ve nihayet noktası olmayan her iki ucu da sonsuza giden noktalar kümesi gibidir. Bu yüzden bu hikayede muhtemel bir başlangıç veya son olmayacak. Sadece soğuk, normal bir kış günüydü. Kar tüm şehri ısıtmak istercesine bembeyaz bir battaniye gibi örtmüştü her yeri. Yer yer kardelenler karı delmiş, süslemişlerdi düz beyaz bahtaniyeyi. Çocuklar sokaklara yağmış, karla oynarken minik Ali çıplak ayaklarıyla soğuk havaya aldırmadan mütemadiyen ilerlemeye çalışıyordu. Daha altı yaşını bile doldurmamış bu çocuğun bu tekinsiz sokakta bir başına ne işi vardı? Ayakları neden çıplaktı? Hele ki korkunun karanlığında boğulan yeşil gözleri gideceği yönden nasıl da hiç şaşmıyordu? Ne kadar da sakıncasız dı kendinden . Taki az uzakta müstekreh bir adam ortaya çıkıp arkasından ‘’Seni gidi küçük pislik, seni bir elime geçireyim, o aşağılık ananın yanına göndereceğim.’’ diye sessizliğin içinden büyük bir hiddetle seslenene kadar. Ali o sıska bacaklarıyla her ne kadar kaçmak istese de o adamdan, bir yerde kısılıverdi. Kaçacak yeri kalmamıştı babasından... Kim bilir onu da annesi gibi nasıl işkence edip terk edecekti ölüme? Oysa o küçük, küçücük Ali okuyacak büyük adam olacaktı. Öyle derdi annesi. Bipayan düşünceler bırakacaktı kendinden sonraki gençliğe. Yüreği çak, oturdu ıslak zemine. Kimsecikler de yoktu sokakta. Kimse kurtarmayacaktı onu, nasıl öldüğünü, kimin öldürdüğünü bilmeyeceklerdi. Cesedini kaç güne, kaç haftaya bulacaklardı. Kim bilir ki! Öz ve öz babasının onu öldürdüğünü, katlettiğini? Sen inanır mıydın bu hikayeye? Gece nasıl da hızlı çökmüştü bu küçük çocuğun olduğu sokağa. Geceye zıt, yavaşca yaklaşan bir gölge görülmesiyle, bir damla yaş süzüldü yıldızlara kadar. Sonra bir yıldız kaydı Ali gibi nice çocukların kaderine. Keşke. Keşke o minik çaresiz çocuk, o tekinsiz sokakta yürüseydi sadece, hapsolsaydı zaman; diyebildi. ÇORLU MİMAR SİNAN ANADOLU LİSESİ
MAYIS 2018115
Yine evin bir köşesinde sarsılarak ağlayan bedenimi zapt etmeye çalışıyorum. Diyorum ki kendi kendime, üzülme, mutlu günler yakın. Oysaki biliyorum mutlu günlerin çok uzak olduğunu. Yaşamayan bilemez ki benim hayatımın zorluklarını. Ben on yaşında annesiz kaldıktan sonra, babam ve iki küçük kardeşimle yalnız kaldım. Annem varken okula gider, derslerimi ve öğretmenlerimi çok severdim. Hep okumak ister ve ilerde doktor olmak isterdim. Annem öldü, ben okuldan ayrılmak zorunda kaldım. Çünkü babamın kazandığı para dört evdeki boğaza yetmiyordu. On yaşında sokaklarda mendil satmaya başladım. Kız olduğum için beni çok itip kaktılar. Sonraki senelerde birçok işte çalışmayı denedim. Ayakkabı boyadım, simit ve poğaça sattım, hatta bir aralar gazete bile dağıttığımı hatırlarım. İçlerinden en sevdiğim oydu zaten. Yazıları ve haberleri önce okur sonra dağıtırdım. Hep annemin ölmediği o güzel senelere dönmek isterim. Sokaklarda kardeşlerim ile oyun oynadığım ve onlara okuma yazma öğretmeye çalıştığım zamanlara. Ahhhh ahhhh ahhhh ne mutluyduk o günlerde! Keşke diyorum hep kendi kendime, annemle bir fotoğrafımız olsaydı. Belki o zaman resme bakar bakar annemden güç alırdım. Çok özledim be anne. Ben uyuyakalınca üstümü örtmeni, bana güzel güzel yemekler yapmanı çok özledim. Her şerde bir hayır vardır diyor babam. Peki ya annemin ölmesinde ne hayır vardır diyesim geliyor, ama sonra susuyorum. Çünkü biliyorum babam annemle ilgili bir şeyler duyduğunda hep gözleri doluyor. O ağlamasın istiyorum. Çok koruyorum onu da kaybetmekten. Bazen görüyorum babamın elinde, kırmızıya dönmüş kanlı peçeteler. Ben görünce hemen saklıyor, ama ben anlıyorum. Annem gitmeden önce de elinde hep o renk peçeteler gördüm. Yine de biliyorum ki babam beni bırakmaz ama sonra aniden aklıma annemin de beni bırakmayacağı geliyor ve göğsüme bir ağrı saplanıyor…
116 SAYI 02
ÇORLU MİMAR SİNAN ANADOLU LİSESİ
ATILAY SAYGIN
MAYIS 2018117 on birinci sınıf
Öğlene doğru havanın da serinlemesi ile birlikte çantasını ve cüzdanını alarak kitabevine doğru yola koyuldu. Kitapları incelemeyi, kokularını hissetmeyi sevdiği için uzun süre orada kalmıştı. Bir müddet sonra ilgisini çeken şeyler kitaplar değil de anne ve kız idi. Anladığı kadarıyla annesi kızının istediği kitabı değil de kendi seçmiş olduğu kitabı ona uygun görmüştü. Fakat kız bundan memnun değildi. Orada çalışmakta olan görevli yardım için gittiğinde kadın onu da tersleyip göndermişti. Kasaya geldiklerinde kasiyer kadına; çocukların da bir fikir sahibi olduğunu, onların da bir birey olduğunu unutmayın, sorun eğer kitabın fiyatı ise olmasın fiyat önemli bir şey değildir. Bırakın da çocuk ne okumak isterse onu okusun onun da seçimlerine ve kararlarına saygı duyun demişti. O an aklından şu soru geçmişti. Kararlarımızı her zaman özgür irademizle mi alırız, yoksa birileri irademizi yönlendiriyor mu? Kendini tutamayıp konuşmaya başlamıştı. Siz hanımefendi, severek almadığınız elbiseyi giymezsiniz değil mi yahut da sevmediğiniz yemekleri yemezsiniz, kendinize yapılmasını sevmediğiniz şeyleri başkalarında yapmayın. Belki o seçtiğiniz kitap hoşuna gidecek ama ön yargı ile okuma duygusunu kazanacak insan neyden mutlu olursa onu izler, okur, oynar, o konudan bahseder, değil mi? diyerek sözünü bitirip kitap evinden ayrılmıştı. Dışarı çıktığında şunu söylemişti kendine. İnsan kimi değiştirmeye çalışırsa ona benzemez mi?
118 SAYI 02
Şehrin, arabaların, ışıkların, insan sesinin yoğun olduğu caddede ellerim cebimde yürüyorum. Sessizliğin benim için hâkim olduğu sahile doğru gidiyorum sonunda geldim ve bir banka oturdum. Denizin ve gecenin karanlığı bir olmuş şehri serinletiyordu. Denizin mavisi gecenin karanlığına yenilmişti. İçime çektim kokuyu iliklerime kadar hissettim tuzlu suyu ve soğuğu. Hafif rüzgâr vardı Denizin dalgaları masumca kıyıya vuruyordu. Ben öylece dalıp gitmişken yanıma biri geldi ve oturdu. Denize bakarak: “Mavi bir başka” dedi. “Mavi başkadır; sonu olmayan bir gökyüzü ve umut dolu bir deniz. Ama mavi bu gece, gecenin karanlığına yenilmiş.” Bana doğru döndü, elimi tuttu ve ayağa kalktık . Bu sefer yüzüne baktım gece saçlı, deniz gözlüydü. Mavi bakıyordu, çok güzeldi. Bana, “Denize atlayalım mı?” dedi. Ben de elimi çektim: “Olmaz” dedim ve ellerimi cebime koyup gittim. Eve geldim ve onu düşünüyordum. Aklımdan çıkmıyordu deniz mavisi gözleri. Ertesi akşam yine gittim banka ve ondan sonra sekiz ay geçti hep orada buluşup denizi izliyorduk. Çok alışmıştım ona, galiba mavi bakan o gözlere âşık oldum. Yine bir akşam çok soğuktu, hafif rüzgâr vardı. Deniz gözlüm geldi ve yanıma oturdu. Bana ilk konuşmamızda yaptığı gibi yaptı, elimi tuttu, ayağa kalktık: “Deniz, hadi soğuğa aldırmadan atlayalım bu sefer” İlk konuşmamızda “Olmaz” demiştim ve çekip gitmiştim ama bu sefer ne olduysa istedim: “Olur” dedim. Sanki başa dönmüştük. Ellerini sıkıca tutum gözlerimizi kapattık ve atladık yine o ilk akşamki gibi olmuştu tuzlu suyu ve soğuğu iliklerime kadar hissettim. O an eli elimden kayıp gitti. Gözlerimi açtım endişeyle. Atlamıştık. Daldım çıktım? Kaç kere hatırlamıyorum. Yoktu. Derinliklerde kaybolmuştu.
ÇORLU MİMAR SİNAN ANADOLU LİSESİ
MAYIS 2018119
ÇAĞLA DURDU 120 SAYI 02
onuncu sınıf
ÇORLU MİMAR SİNAN ANADOLU LİSESİ
MAYIS 2018121
Salyangozcuk TURHAN BATIN ARSLAN
Salyangozları bilir misiniz? Onlar da tıpkı kaplumbağalar gibi evlerini sırtlarına taşırlar. Bir zamanlar, evini sırtında taşımaktan hoşlanmayan sevimsiz bir salyangoz yaşarmış. Üstelik rengi de hiç hoşuna gitmezmiş. Bizim salyangoz, kelebek ve uğurböceğini çok severmiş. Arada bir onlarla dertleşir, sırtında taşıdığı evi onlara şikayet edermiş. “Ah keşke!” dermiş. “Evimi sırtımda taşımak zorunda olmasaydım. Hadi taşıyorum, bari sizinki gibi bol desenli ve renkli olsaydı.” Kelebek ve uğurböceği bir gün salyangoza; “Sevgili arkadaşımız!” demişler. “Hani evim renkli olsun diyorsun ya, biz çaresini bulduk. Ressam olan bir tırtıl var. Seni ona götürürsek eğer, evini rengarenk boyar. Salyangoz buna çok sevinmiş. “Ne duruyoruz! Hemen gidelim.” demiş. Böylece düşmüşler yola. Tırtılın kapısını çalmışlar. Gelen misafirleri dinleyen tırtıl, boyalarını ve fırçasını alıp çalışmaya başlamış. Sonunda salyangozun evine çok güzel desenler çizmiş. Salyangoz yeni görüntüsünü beğenmiş beğenmesine ama yine de evinin sırtında olması onu çok üzüyormuş. Dönüş yolculuğunda üç arkadaş şiddetli bir yağmura yakalanmış. Kelebek ve uğurböceği öyle ıslanmışlar ki, sele kapılmaktan zor kurtulmuşlar. Oysa salyangoz hemencecik evinin içine girmiş. Yağmur dirilip de evinden dışarı çıkınca, arkadaşlarının perişan halini görüp üzülmüş. Sonra da kendi kendine şöyle düşünmüş: “İyi ki saklanabileceğim bir evim var. Rengi olmasa da beni yağmurdan koruyor ya.” Sevimli salyangoz bu olaydan sonra bir daha hiç üzülmemiş.
122 SAYI 02
Emanet Kitap MUHAMMET ONUR ATCI
Kanguru üzgün halde düşünüyordu, Tavşandan ödünç aldığı kitap yoktu. Kim bilir nereye koymuştu kitabı? Evin içinde aramadık yer bırakmadı; Üstelik kitabın yarısını okuyabilmişti. Geri kalanı için oldukça meraklıydı. Ama ne yapabilirdi ki kanguru? Hatırlamıyordu kitabı nereye koyduğunu Akşama kadar aradı durdu üzgünce, Gece karanlığında yatağına girince İkna olmuştu kaybettiğine Ve teslim etmeliydi iki güne Birden bir çare geldi aklına; Yarın giderim kitapçıya Satın alırım kitabın aynısını Okurum kalan yarısını Sonrada teslim ederim emaneti tavşana Uzanmış, başı yastığında Öyle düşünüyordu ki kanguru İşte o anda hatırladı kitabın nerde olduğunu. Fırladığı gibi yatağından Aldı ceketini gardırobundan Baktı kitap ceketin cebindeydi Bulduğuna çok sevindi Gündüz okumak için yanına aldığını Şimdi daha iyi anımsadı. Okuyamadan dönerken evine Unutmuş kitabı cebinde Okuyup verebilirdi zamanında Aldığı emaneti bir şekilde Aklı ona yardım etmişti; Çünkü iyi niyetle sahiplenmişti emaneti... ÇORLU MİMAR SİNAN ANADOLU LİSESİ
MAYIS 2018123
124 SAYI 02
Özgür Prenses BEYZA KÖYLÜ
Yıllar yıllar önce uzak bir krallıkta küçük bir prenses varmış. Bu prensesin adı Amora’ymış. Amora diğer prenseslerden çok farklıymış. Hanım hanım davranmıyor, adap ve görgü derslerinden kaçıp sarayın bahçesine iniyor, orda hayvanlarla oynuyor, doğayı inceliyormuş. Amora bu bahçeden daha fazlası olduğuna inanıyormuş. Her akşam dünyadaki farklı yerleri keşfettiğini hayal edermiş. Fakat ablaları ve annesi ona çok kızıyormuş. Onun diğer prensesler gibi olması gerektiğini, tek düşünmesi gereken güzellik ve ilerde evleneceği prens olmalıymış. Ama Amora asla böyle bir hayat yaşamak istemiyormuş, sevdiği şeyleri yapmak, ö z g ü r olmak istiyormuş. Saray’ın içinde kendini hapsolmuş hissediyormuş. Koskoca dünyada sadece gördüğü yer saraymış. Ne berbat ama! Amora böyle üzülürken aradan yıllar geçmiş. Amora çok güzel bir genç kız olmuş. Evlenecek yaşa gelmiş. Yine bir gün masasında dünya haritasını inceliyormuş. Hangi ülkelere gitmesi gerektiğine kara veriyor, bunu yaparken çocuklar kadar heyecanlanıyormuş. O sırada Amora’ya haber gelmiş. Çok uzaklardaki bir krallıktan prens, Amorayla ev le n m e k istiyormuş. Amora bunu duyunca çok üzülmüş. Annesine evlenmek istemediğini söylese de annesi onu dinlememiş. Amora çaresizlik içinde günlerce ağlamış. ÇORLU MİMAR SİNAN ANADOLU LİSESİ
MAYIS 2018125 9. sınıf
Günler geçmiş Prens ve ailesi saraya gelmiş. Hiç uyumayan Amora çaresizlik içinde düşünürken gözü odasındaki kocaman kitaplığa takılmış ve bir anda gözleri parlamış. Tüm saray halkı büyük salonda toplanmış, prensesi beklemekteymişler. O sırada salonun büyük kapıları açılmış. İçeri prenses girmiş. Herkes korkunç gözlerle prensese bakıyormuş. Prenses‘in üstünde babasının av pantolonu ve kazağı varmış. Saçlarını sıkı bir atkuyruğu yapmış, ayağına ise silahşorların çizmelerinden giymiş. Aynı zamanda bir elinde kitap, bir elinde harita varmış. Karşısında şaşkın bir kral ve sinirli bir kraliçe duruyormuş. Prens ve ailesi şaşkınlık içindeymiş. Prenses öksürüp boğazını temizlemiş. “Sevgili kralım, kraliçem ve değerli misafirler. Bugün burada size önemli bir şey açıklayacağım. Görüyoruz ki hepimiz farklı tiplere ve karakterlere sahibiz. İlgi alanlarımız, sevdiğimiz şeyler hepsi birbirinden farklı değil mi? “ Salondan “Evet!” şeklinde homurtular çıkmış. “ O zamansa farklı olmamıza rağmen niye söylenilen şeyleri sevmek veya yapmak zorundayız. Ben sırf prenses olduğum için, hanım hanımcık olup, tek derdimin güzel kıyafetler ve yakışıklı bir prens olması mı gerekiyor? Benim için en değerli takı, bu kitap, benim Prensim ise - “elindeki haritayı yere serip - Dünya. Dünyayı keşfetmek istiyorum, farklı yerleri görmek, özgür olmak istiyorum.” Amora sustuğunda tüm salon sessizliğe bürünmüş ve birden biri alkışlamaya başlamış. Herkes “Haklısın Prenses! “ diye bağırıyormuş. O sırada prens Amora’nın yanına gelip elini uzatmış: “Tanıştığıma memnun oldum Amora, belki bir gün dünyanın başka yerinde karşılaşırız, beyaz atım olmadan. “ deyip tebessüm etmiş. Amora prensin elini sıkıp “Belki de..“ demiş. Amora o günden sonra dünyayı keşfetmeye çıkmış. Farklı yerler ve kültürler görmüş. Ailesine en son Hindistan’dan mektup yollamış. Amora artık özgür bir prensesmiş.
126 SAYI 02
Küçük Buzağı İNCİGÜL AY Yemyeşil çayırlarda dolaşmaya çıkan tay karşıda tartışmakta olan arkadaşları kuzu ile buzağının yanına gitmiş. Ama o kadar hararetli tartışıyorlarmış ki onun geldiğini bile fark etmemişler. -Ne demek erkek nereye dişi oraya? -Öyle tabi sürülerde bile görmüyor musun erkekler daha çoğunlukta, dişiler arkadan arkadan gidiyor. Erkekler onlardan daha heybetli, daha önemli. En çok işi onlar yapıyor, dişi ise önemsiz. -Saçmalama buzağı! Bu dediğin çok saçma. Hayvanların dişisi de erkeği de eşittir. -Tabii ki de değil. Neden hayvan almak isteyenler erkek alıyor hep? Dişi alsınlar. Ona yük taşıtsınlar. -Alan da taşıtan da vardır elbet. Nerden biliyorsun ki? Sanki her yeri görüyorsun. Bu durum tayın kafasını karıştırmış. Onlardan daha küçükmüş ve neden birbirlerinin görüşlerini değiştirmeye çalıştıklarını anlamamış. -‘’Hey! Kuzu, buzağı neden tartışıyorsunuz?’’ demiş. Sinirli olan kuzu; -“Tartışmıyoruz tay!” diye cevaplamış. O sırada yanlarına büyük bembeyaz bir kısrak gelmiş. -“Ne oluyor burada? Sesiniz ahıra kadar geliyor.” demiş. Buzağı öne atılarak; -“Kısrak sen söyle şuna erkek hayvan dişi olandan daha akıllı, daha güçlü ve ondan daha önemli değil mi?” demiş. -Hayır! Öncelik ile “şu” demen çok yanlış buzağı. Arkadaşına “kuzu” diye hitap etmen daha doğru olur. Soruna gelirsek de hayvanları dişi veya erkek olduğu için birbirinden üstün tutmamalısın. Biz hayvanlar insanlar için, doğa için önemli canlılarız. Erkek hayvanın görevi başka, dişi hayvanın başka olabilir. Ama asla onları cinsiyetinden dolayı önemli veya önemsiz olarak ayırmamalısınız. Tay ve kuzu, kısrağa konuşmasından dolayı hayran hayran bakmışlar. Buzağı ise biraz düşündükten sonra; -“Sen haklısın kısrak. Hiç böyle düşünmemiştim.” demiş. -“Önemli değil buzağı, önemli olan düşüncenin yanlış olduğunu fark etmen. Hadi şimdi hava kararmadan dilediğinizce oynayın.” diyen kısrak yanlarından yavaş yavaş uzaklaşmış.
ÇORLU MİMAR SİNAN ANADOLU LİSESİ
MAYIS 2018127
Kelebek İle Karga CANAN AÇIKEL Kelebek kısa ömürlüydü Kırmızıydı kanatları Parlaktı altın rengi damarları Nedenli bulurdu iki gün yaşamayı Karga ise en az kelebek kadar gösterişli Yaşamak onun için zor işti Özgürlüğü simgelerdi Her gün içten içe bunca yıl dünyada ne yapacağım derdi Bi nevi kelebeğe özenirdi Kelebek ise hep mutlu dağ bayır gezer arkadaş edinirdi Karga bu hareketlerini sindiremezdi Zaten iki gün sonra ölecekti Bunca sevinç niyeydi Kelebeği bir gün konuşurken dinledi : “ Dünya yaşamaya değermiş Kargaların mutsuzluğunu anlayamazmış Hayat kısa olsa bile hakkını vererek yaşamalıymış Özgür olabildiğince yaşamın tadını çıkarmalı , Arkasında dünyaya saflık , mutluluk ve iyilik bırakmalıymış . “ Karga bunları duyunca kendinden utandı . Evet hayat bu özel olmalıydı , Yarın ne olacağını düşünmeden , Bodoslama yaşamalıydı . “ Mutluluğun sırrı buradaydı . “
128 SAYI 02
ÇORLU MİMAR SİNAN ANADOLU LİSESİ
MAYIS 2018129
Maymun Kardeşler ve Tavşan BEYZA KÖYLÜ Bir zamanlar ormanın derinliklerinde maymunlarla yaşayan küçük bir tavşan varmış. Kendini bildi bileli maymunlarla yaşıyormuş. Bu tavşan çok mutsuzmuş çünkü kendini işe yaramaz hissediyormuş. Maymun kardeşleri ağaçtan ağaca gezerken o yerde onların gelmesini beklemek zorunda kalıyormuş. Maymun kardeşleri ise onunla yerde oynamak istemiyormuş. Yine bir sabah küçük tavşan mutsuz uyanmış. Küçük tavşanı büyüten maymun anne küçük tavşanı kocaman öpüp “ Günaydın tatlım “ demiş. Küçük tavşan yarım ağızla “ Günaydın anne “ deyip kahvaltı masasına oturmuş. Maymun kardeşler büyük bir heyecanla masaya oturmuşlar. Küçük tavşanın onları görünce gözleri parlamış. Her sabah belki onla yerde oynarlar diye umut ediyormuş. Küçük tavşan heyecanla “ Bugün ne yapacaksınız “ demiş. Maymun kardeşler gözlerini devirip, oflamışlar. Abi maymun sertçe “ Yerde senle oynamayacağız “ demiş. Tavşan odasına çekilmiş ve bütün gün ağlamış. Akşam olduğunda çantasını toplayıp evden kaçmış. Küçük tavşan ormanın derinliklerine ilerlemiş. Karanlıktan çok korkarmış. Arkasında bir çatırtı duymuş o an. Hızla koşmaya başlamış, soluksuz kalana kadar koşmuş. Ayağı taşa takılıp çalıların içine yuvarlanmış. Tavşan artık çok yorulmuş ve üşüyormuş. Küçük tavşanın gözleri yavaşça kapanmış. Uyandığında sıcacık bir odanın içinde yatıyormuş. Etrafa bakındığında ona benzeyen bir sürü tavşan varmış. Küçük tavşanın şaşırdığı her halinden belli oluyormuş. Etrafındaki tavşanlara “ Siz bana benziyorsunuz “ demiş. Diğer tavşanlar ona güldü be her şeyi küçük tavşana anlatmışlar. Küçük tavşan da onlara hikâyesini anlatmış. O an küçük tavşan anlamış ki ait olduğu yerdeymiş. O günden sonra küçük tavşan kendini hiç işe yaramaz hissetmemiş. Kendi yeteneklerini keşfetmiş, arkadaşları arasında en hızlı koşan da o olmuş. Unutmayalım ki kimse yeteneksiz, işe yaramaz değildir. Herkesin farklı yetenekleri, farklı ilgi alanları vardır. Herkes kendi alanında başarılı olabilir. Sadece kendimizi ve yeteneklerimizi keşfetmeliyiz. 130 SAYI 02
İki Âşık Gül ALEYNA BURAN Evvel zaman içinde kalbur saman içinde ben dedemin beşiğini tıngır mıngır sallar iken. Çok güzel bir ülkede yakışıklılığı dillere destan bir prens yaşarmış. Onu gören prensesler ona deli divane aşık olur, aşklarına karşılık bulamayınca da hastalıktan yataklara düşerlermiş. Prens buna çok üzülür ama elinden bir şey gelmezmiş. O da kendini bu durum yüzünden içten içe yer ama bir çözüm bulamazmış. Kalbine birilerini işleyemezmiş sonuçta. Gel zaman git zaman prens artık babasının ısrarlarına dayanamayıp evlenmeyi kabul etmiş. Evet, etmesine etmiş ama gönlü buna hiç razı gelmiyormuş. Prensin babası Kral Arthur ise ona yakın dostunun kızlarından birini almaya karar vermiş bile. Kralın dostunun iki kızı varmış. İkisinin de güzelliği en az prensin yakışıklılığı kadar dillere destanmış. Fakat bu kızların ikisinin de bir kusuru varmış. Küçük kız Gül’ün dili hiçbir şey söylemez ama gözleri de ona tezat hiç susmazmış. Büyük kız Gül Cemal’in gözle görülür bir kusuru yokmuş. Onun kusuru kalbiymiş. Küçük kız ne kadar iyi ise o da o kadar kötüymüş. Elinden büyü ve iksir gibi kötü işler de gelirmiş. Prensin ikisinden biriyle evleneceği haberini babalarından alınca Gül Cemal havalara uçmuş. Gül ise kimseye görünmeden oradan uzaklaşmış ve sessizce ağlamaya başlamış. Gülcemalin ise o mutluluğu gitmiş ve yerine sinsi bir fikir gelmiş. Bir büyü yoluyla geleceği yani pensin kimle evleneceğini görmeyi planlıyormuş. Ama bunu yaparken birilerinin görmesinden korkuyormuş çünkü ailesinin büyü ve iksir yaptığından haberi yokmuş. Yine de büyüyü yapmış ve prensin kardeşi ile evleneceğini görmüş. Kardeşi için türlü türlü planlar kurmuş en son birinde karar kılmış ve kardeşini onun adı kendisinin de kalbi gibi simsiyah bir güle çevirmiş. Prens ile mutluluklarını görsün diye de onu sarayın bahçesine ekmiş. Babası Gülü sorduğunda ise evlenmek istemeyip kaçtığını söyleyerek babasını yasa boğmuş. Gül’ün kaçtığını öğrenen kral ise oğluna Gülcemal’i almış. Onlara kırk gün kırk gece de düğün yapmış. Evlendikten sonra bir türlü mutlu olamayan prens bir gün sarayın ÇORLU MİMAR SİNAN ANADOLU LİSESİ
MAYIS 2018131
bahçesinde gezinirken siyah gülü fark etmiş. O kadar asil ve güzel duruyormuş ki Prens ona bakmaktan kendini alıkoyamıyormuş. Zaman geçiyor, geçen her günde prens Gül’ün yanına geliyor, sabahtan akşama kadar da onun yanında duruyormuş. Prens Gül’e karşı içten içe bir hayranlık duymaya başlamış. Gül’ün vaziyeti ise ondan daha betermiş. Gül prense deli divane âşık olmuş. Bunları fark eden Gülcemal ise sinirinden deliye dönüyormuş. Buna bir çözüm bulabilmek için en az kendi kadar büyüden anlayan bir kişiyi saraya çağırmış. Ona yaptıklarını bir bir anlatmış. Gülcemal’in anlattıklarını duyan prens çok şaşırmış. Ama duyduğu hiçbir şeyi belli etmemiş. Prens günlerce ne yapacağını düşünmüş. Bu sürede Gülcemal daha fazla sinirlenmesin diye de Gül’ün yanına hiç gitmemiş. Gül bu sürede her akşam, ağlamaktan yapraklarını dökmüş. Sabahları ise yapraklarını daha parlak ve gösterişli bir şekilde bulmuş. Prens ise Gül’ün halinden habersiz onun için çabalıyormuş. İşin içinden çıkamayınca ise sarayın büyücüsüne başvurmuş. Onun yardım edeceğinden eminmiş. Gülcemal’in büyüsü o kadar güçlüymüş ki prensin düşünceleri boşa çıkmış. Gül’ü kurtaramamış, kurtaramadıkça da deliye dönmüş. Prens günden güne erimeye başlamış. Oğlunun bu halini gören kral oğlunu evlendirerek ne kadar büyük bir hata yaptığını fark etmiş ve oğlunu o cadıdan kurtarmaya karar vermiş. Gülcemal’i huzuruna çağırıp onun bu saraydan kovulduğunu söylemiş. Gülcemal saraydan kovulmuş ama intikam için yanıp tutuşuyormuş. Bu nedenle prensi de bir güle çevirmiş. Onu Gül’ en uzak ama birbirlerini görebilecekleri bir yere dikmiş. Kavuşamadıkça kahrolsunlar istiyormuş. Öyle de olmuş. Biri siyah diğeri beyaz olan iki gül kavuşamadıkları her gün ağlıyorlarmış. Oğlunun yokluğunu fark eden kral Gülcemal’i yanına çağırmış ve oğluna ne yaptığını sormuş. Her şeyi anlatan Gülcemal anlatmayı bitirdiği anda oradan yok olmuş. Kral sebep olduklarını öğrenince yataklara düşmüş, kahrından birkaç gün içinde ölüvermiş. İki âşık gül ise o kadar ağlamış, o kadar ağlamış ki onlarda kralın ölümün hemen ardından ölüvermiş…
132 SAYI 02
ÇORLU MİMAR SİNAN ANADOLU LİSESİ
MAYIS 2018133
SILA FİDAN 134 SAYI 02
dokuzuncu sınıf
MEKTUP
DİLRUBA YAREN ÇEKİM 9. sınıf
O ADADA SENLE YAŞADIM
Sevgili Sarah Jio, Senin hayal gücüne hayranım. Kitapların harika , özellikle Kelebek Adası. Karakterlerin isimleri, yaşamları, o muhteşem ada. Sahiden aklına nerden geldi adanın her hastalığı iyileştirebilecek güçte olması? Bermuda üçgeninden geçebilmelerine ve geçerken yaşadıklarına hayran kaldım. Ayrıca yaşadıkları acılara, kötü anlara üzülmek, bir gülüp, bir ağlamak kısacası bu kitapta her duyguyu yaşadım. Mavi kelebekler, sanırsam mavi oldukları için ve değişim habercisi oldukları seçtin. Ama bence huzuru da temsil ediyor. Erik’in, Charlotte kaybolduktan sonra Gabby’le evlenmesine kızdığımı hatırlıyorum. Charlotte’u beklemesini düşünmezdim. Ama neden en iyi arkadaşı? Charlotte’un çabasına da hayran kaldım. Pes etmemesi çok güzeldi. Ama asıl merak ettiğim, bu kitabı yazarken neler hissettiğin, neler düşündüğün. Çok sürükleyici bir kitaptı. Okurken hiç sıkılmadım ve sayende sanki o adada ben de yaşıyormuşum gibi hissettim. Bu çok güzel bir duyguydu. Umarım başka bir kitabınla yeniden hissederim. Sevgilerimle. MEKTUP
İNCİGÜL AY 12. sınıf
seninle kahve içmek
Sevgili Emir, Uzun zamandır sana yazabilmenin isteğiyle dolup taşıyorum. Çocukluğunda olanlar yüzünden birçok kişi seni suçlasa da ben seninle oturup bir kahve içmek istiyorum. Senin Hasan’la olan hikayen beni çok etkiledi. Olanlar yüzünden vicdanının sızladığını biliyorum. Seni haklı bulduğumu söyleyemem belki ama tek suçlunun sen olduğunu da düşünmüyorum. “Çocuktun.” diyebilecek kadar çocuk değildin bence. Babanın sevgisini gösterememesi seni acımasızlaştırmıştı. Hasan’a ondan üstün olduğunu göstermeye çalıştın. Belki kardeşin Olarak bilseydin ve baban sevgisini belli etseydi böyle olmazdı. Tabii geçmişe çözüm üretmek hiçbir şeyi telafi etmez. Belki de kader diyerek geçmeliyiz. Böylesine etkilendiğim olayı birinci ağızdan tekrar dinlemeyi çok isterim. Kim bilir belki bana ilham olursun. Bir de Sohrab’ı sormadan geçemeyeceğim. Onu çok merak ediyorum. Kaç yaşına girdi? Okula gidiyor mu? Ondan Şehname’yi dinlemeyi çok istiyorum. Eminim senden daha iyi anlatıyordur. Değil mi? Lafı fazla uzatmak seni de fazla sıkmak istemiyorum. Umarım ülkenizde bütün sorunlar hallolur ve orayı Sohrab’a dilediğince gezdirebilirsin. Süreyya’ya çok selamlar. Eğer ziyaret teklifimi kabul ederseniz sütlü şekersiz olsun lütfen. Uçurtmamı da alarak geleceğim. Sizden gelecek cevabı dört gözle bekliyorum. Sizi kucaklıyorum. Sevgi ile. ÇORLU MİMAR SİNAN ANADOLU LİSESİ
MAYIS 2018135
çevrendekileri çok yordun
MEKTUP
ELİF KIVILCIM
12. sınıf
Sevgili Alaska, Tüm bu bilgin tavırların ve gizemli davranışlarınla bana Effy Stonem’i hatırlatıyorsun. Keşke ruhunun derinliklerindekileri etrafındaki seni anlayan ve koruyan insanlara açabilseydin. İşte o zaman her şey çok daha farklı olurdu ve üzerimde böylesine bir etki bırakmazdın. Neden bunu yaptın bilmiyorum. Korkuyor muydun, yoksa kaçıyor muydun? Belki de hayatına giren kişiler seni çok etkiledi. Bilemiyorum... Gizemli olmandan oldum olası nefret ettim. O çocuğa karşı hislerini gösterememenden nefret ettim, hislerini açık verecekken sonuna kadar inkar etmendense daha çok nefret ettim. Her şeyin zorunu istedin ve o yağmurlu günde annenin mezarına götürmen gereken çiçekle birlikte arkanda tonlarca soru işareti bıraktın. Niye tüm bu saçmalıkları yaptın Alaska? Bizi tanıyan insanlar kısıtlı. Sen öldün, ben öleceğim, hepimiz öleceğiz. Bu zor karakterinle çevrendekileri çok yordun. Bu tarz bir ölümle de onları yıktın. Umarım annenin kolları arasında onları izliyorsundur, çünkü Miles hâlâ tüm bu son sözleri topluyor ve onları sana saklıyor.
ESKİ SOKAK’TAN...
MEKTUP
CEREN CERTEL
9. sınıf
Behçet Necatigil’e, Merhaba, bu mektupta yazdığın ‘‘Eski Sokak’’ isimli kitabın hakkında size yorumlarımı iletmek istiyorum. Öncelikle bu kitabı yazmanızdaki sebep nedir? Yani niçin bu kitabı yazmaya ihtiyaç duydunuz? Bu kitabı yazarken hangi duygularla yazdığınızı gerçekten çok merak ediyorum. Ben bu kitabı okuduğumda bende birçok duygu etkene geçti. Aşk, acı, üzüntü gibi birçok duygu yaşadım. Sizde de aynı şeyin olduğunu düşünüyorum. Bu kitapta olan tüm şiirlerinizde yaşanmışlık olduğunu da biliyorum. Çünkü hiçbir şiir yaşanmadan, acı çekmeden, üzülmeden yazılmaz. Çünkü bu duyguların hepsini yaşamak zorundasın. Her duyguyu tatmak zorundasın. Bu duyguları okuyucuya iletmek zorundasın! Yoksa kimse seni anlayamaz. Tüm duygularını içinden yaşamış olursun. Seni anlayan olmaz. Ve işte sen bu kitabı yazarken yaşadığın duyguları çok iyi anlıyorum; ben de seni çok iyi anlıyorum.
136 SAYI 02
MEKTUP
BEYZA KÖYLÜ 12. sınıf
BENİM HİKÂYEM YENİ BAŞLIYOR
Sevgili Harry Potter, Bana öğrettiklerin için sana minnettarım. Bana herkesin ait olduğu bir yer olduğunu gösterdin. Hepimizin ait olduğu bir yer vardır. Sadece bu yeri keşfetmemiz lazım. İçimizdeki gücün farkına varırsak işte o zaman güçlü oluruz. Farklı olmak kötü bir şey değildir. Herkesle aynı olmak kötü bir şeydir. Bizi biz yapan farklarımız değil mi zaten. Herkesle aynı şeyleri beğenmek, yapmak bizi programlanmış robotlara dönüştürmekten başka bir şey yapmaz. Belki de bu yüzden sende bir şeyler buldum. İkimiz de farklı çocuklardık, farklı olduğumuz için dışlandık, ait olduğumuz yeri bulmaya çalıştık. Aslında ben hala bulmaya çalışıyorum. Bu olanlar bize pes etmemeyi öğretti. Hayat zorluklarla dolu bu yüzden hayatta kalabilmek için savaşmamız gerek. Senin hikayen bitmiş olsa bile benimki daha yeni başlıyor. Önümde dikenli yollar, bataklıklar ve tehlikeli canavarlar var. İnanıyorum ki bir gün ait olduğum yerde, beni ben olduğum için seven insanlarla mutlu olacağım.
MEKTUP
ATAHAN KONUR 12. sınıf
ZİHİNDE VAR OLMUŞ ÖYKÜ
Değerli Dostum Buck, Sana dostum demeliyim çünkü sen, sayfaların arasında sıkışan, harflerin arasında kaybolan bir karakterden çok her an zihnimin derinliklerinde hissettiğim bir parçam haline geldin. Her insan tanışmalı seninle, yaşamalı hissettirdiğin duyguları. Herkes duymalı yaşam öykünü insanlara örnek olmalı bu yaşantıların. Hayatın bir an içinde değişti. Kuru bir yaprak gibi sağdan sola rüzgârın önünde savruldun gittin. Yeri geldi dayanılmaz fırtınalarda ufak bir su birikintisine tutunarak dayanmaya çalıştın. Her an güçlü kalmayı her güçsüzlüğün içinden dört ayağınla koşarcasına çıktın. Buck, sen sadece bir kızak köpeği olarak kızak çekmekle kalmadın, zihnimde var olmuş hayat öykünle, her güç durumdan beni zirveye çekmeye başardın. Teşekkürler Buck. ÇORLU MİMAR SİNAN ANADOLU LİSESİ
MAYIS 2018137
tek kişilik yalnızlık kalabalık yalnızlık
MEKTUP
ELÇİN ŞAHİN
12. sınıf
Ödev verildi bize, “mektup yazın bir roman kahramanına” diye. Okuduğum bütün romanları düşündüm, hepsine yazabileceğim aklıma geldi ama ben seni seçtim. Gulf Stream’in Güçlü İhtiyarına, Çok yakın zamanda tanıdım seni. Neden bilmiyorum ama anlatmak istemesem de son zamanlardaki Elçin’i gördüm sende. Garip fakat içimdeki senle konuşmak hoşuma gitti. Çok düşünüyorum inan ki, yanlış hiçbir kelime sarf etmek istemiyorum sana. Seni anlamak istememiştim başta ne yazık ki boş durmadı benim hayatımda. Merhaba yaşlı adam, merhaba geri alıp alıp anlamak için sayfalarımı çevirdiğim arkadaşım. Beni görüyorsun, beni duyuyorsun biliyorum, çünkü ben seninle konuşuyorum, seni duyuyorum, seni anlıyorum. Rica ediyorum, benimle konuşma da anlama da beni. Haklısın, her okyanusun ortasında yalnız kalmadım ya da kocaman yaratıklarla uğraşmadım. Senin gibi mücadele de edemedim. Ama biliyor musun sen tek kişilik yalnızlık yaşarken ben kalabalığın ortasında yalnız kaldım. Sen kötü bahtını kırmak için çabalarken, ben hayallerime yöneldim. Şimdi diyorsundur ki biz nerede birbirimize benziyoruz, hiçbir şeyimiz ortak değil. İhtiyar, öyle değil aslında, ikimize ait ortak olan çok önemli bir şey var. Biliyor musun biz pes etmeyi bilmiyoruz. Sen eli boş döndün evine ama elindekiyle döndün, ben elim boş döndüm yıllarımdan ama döndüm elimde kalanlarla. Ödev verildi bize, “mektup yazın bir roman kahramanına” diye. Okuduğum bütün romanları düşündüm, hepsine yazabileceğim aklıma geldi ama ben seni seçtim. Aslında her okuduğum romanda kendim yerine koyuyorum, ama ben sende beni yaşadım. Sevgili ben, seni tüm dünya bilirken, bendeki seni kimse bilmiyor. Sen benim için sadece bir kahraman değil, mavinin en güçlü insanısın. Yarın postalayacağım sana. Şimdilik bu kadar karalayabiliyorum buraya. İhtiyar, söylemeden edemeyeceğim aramızda istemeden de olsa bir fark buldum. Sen Hemingway’ın kurgusunu yaşarken, ben kendi hayatımı kurgulamaya çalışıyorum… Kendine iyi bak.
138 SAYI 02
MEKTUP
CANAN AÇIKEL 12. sınıf
Harry Potter’E MEKTUP
Sevgili Potter, Nasıl gidiyor? Cadı teyzen nasıl? Yaşıyor mu? Umarım her şey yolundadır. Dudley de obezliğini koruyordur inşallah. Gryffindor binasına yerleştiğinden beri senin tüm zamanların en iyi büyücüsü olacağını anlamıştım doğrusu. Binalardan en güzel üniformaya sahip olan da Gryffindor’du zaten. Neyse, konuma döneyim. Tabi ki olay akışından Malfoy ve Snape’e dikkat etmen gerektiğini anlamıştım. Dumbledor’un yol meleğin olması ve çirkin burunsuz Voldemort’un anne – babanı öldürmesi gibi acı bir olaydan kaynaklı Hogwarts’ta soyadının sen okula başlamadan önce ün salmış olması, herkesin seni tanıyor olması çok havalıydı, kabul et. Ron ve Hermione sana verilmiş büyük nimetti. Arada bocalayıp binaya puan kaybettirseniz de, on katıyla puanları geri almasını da bildiniz. Hele o Quiddich... O nasıl bir heyecandır... Kendimi senin yerine koyduğum çok olmuştur ama Quiddich maçının adrenalini nasıl tatmak istemiştim bir bilsen... Quiddich için biçilmiş kaftansın. Malfoy’u kıskançlıktan mosmor ediyordun ya keyiften nasıl dört köşe oluyordum. Doğuştan bir şeyler vardı sende. Bana bir büyüyü nasıl yapacağımı göstersinler, bir daha göstermesini isterim. Sen... Tahmin edilmesi zor değil tabi anında uyguluyordun büyüyü. Çok cesurdun. Voldemort’un yüzüne bakabilmek de cesaret işi. Çirkin şey. Ben topuklardım onu görünce herhalde. Neresinden nefes alıyor acaba? Beynine oksijen gitmiyorsa demek... Bir de ilk zamanlar ev cinin vardı. Neydi o... Heh, Dobby! Onu ilk gördüğündeki tepkisizliğinden istiyorum. Her gün mü cin görüyordun, haberimiz mi yok? Bir de... Tamam çok konuştum ama söylemeden edemeyeceğim. Hermione... Anladın sen. Affına ve samimiyetine sığınarak söylüyorum ki, kız sana sinyal verdikçe kazmaları oynadın. Gittin Ron ile Hermione’nin baş başa kalmasını sağladın. Bir orada kızgınım sana. Hayallerimi yıktın. Ben sizi çiftlemiştim . İlgilenip safa yatmasaydın gitmeyecekti kız Ron’a . Aman! Saçmaladım mı ne! Artık evlisin ne anlamı vardı değil mi? Sen beni takma. Bu basit bir mektup. Gimmy de hoş kız böyle kızıl falan. Gimmy’e selam. Dördünüzün de mutluluğu daim olsun. Okulunu ve seni zamanında çok kıskanan, en sevdiğin okuyucun...Öpüldün...
ÇORLU MİMAR SİNAN ANADOLU LİSESİ
MAYIS 2018139
BEYZANUR SOUKSU 140 SAYI 02
dokuzuncu sınıf
MEKTUP
MELİKE BÜLBÜL 9. sınıf
ANLAŞILMAK ZORDUR
Lennie, Yaşadıklarının çok zor şeyler olduğunu biliyorum. Anlaşılmamanın da zor olduğunu biliyorum. Ama bazen sevgin insanları uzaklaştırabilir veya kaçırır. Yaşadıkların ve hayvanları çok sevmen senin en zayıf noktan. Sevginden dolayı onlara yanlışlıkla zarar veriyorsun ve bu seni üzüyor farkındayım. Ancak anlamamaları seni daha çok üzüyor. Belki de bunları çok kafana takıyorsun. Unutkanlığın seni masum bir insan haline getiriyor. Ancak insanlar senin kadar masum değil. Bunu anlaman için de galiba o kadını yanlışlıkla da olsa öldürdün. Bu seni daha korkak biri haine getirdi. Hayat çok acımasız Lennie. Ne olursa olsun asla yılma. Elbet bir gün bunlarda bitecek. George’yi ne kadar sevdiğini biliyorum. Hayatında sadece o var. Sen de onu kaybetmek istemiyorsun. Her ne kadar sana kızsa da o senin için çok değerli, seni korumak için her şeyi yapıyor. Sırf unutkan olduğun için bile seni bırakıp hayatına devam edebilirdi ama yapmadı. O senin yanında kalıp hayallerinizi birlikte gerçekleştirebilmeniz için çabaladı. Sen de onu asla bırakma Lennie. MEKTUP
SERVET KALAN 9. sınıf
İlâç ve hüzün kokan bir hastane
Sevgili Kahraman, Öncelikle çok geçmiş olsun. Ayağının sakat olması beni gerçekten çok üzdü. Sözlerime nereden başlayacağımı gerçekten bilmiyorum. Ama bir yeden başlamam gerek. Seni gerçekten çok tebrik ediyorum. Hastalığınla ne olursa olsun mücadele ettin ve onu yendin. Eminim ki kitabı okuyan yüzlerce, binlerce hatta milyonlarca hasta insan senin gibi bu hastalıklarını yendiler. Sanırım bunda senin payın çok büyük. Yaklaşık sekiz yıl bu hastalığınla savaştın. Bir kahraman gibi. Biraz da Nüzhet’ ten bahsedelim mi? Nüzhet Doktor Ragıp’ı değil de seni seviyordu. Tabii sen de onu. İkiniz de birbirinizi seviyordunuz. Ama o Doktor Ragıp denilen herif sizin aranıza girdi. Sen de hemen pes ettin. Bence bu kadar çabuk pes etmemeliydin. Aşkın için savaşmalıydın. Sana yakışır gibi. Bu arada sakın korkma. Çünkü kahramanlara hiçbir şey olmaz. Bu mektubu benim gibi evlerinde yazan insanlar da var. Ama o hastane köşelerinde o hastalıkla mücadele edip de yazanlar da var. İnsanlar her şeyi unutacak kadar kötü bir durumda olabilir mi sence? Ölümü bir an önce isteyecek kadar. İlâç ve hüzün kokan bir hastanede sıkışıp sevdiği kadının saçlarına, kokusuna, sevgisine hasret kalacak kadar. Her gün aynı saatte verilen yemekleri yiyemeyecek kadar. Bir yandan ölüm isteği, bir yandan iyileşme arzusu. İkisinin arasında sıkışıp kalmak. Hiç kolay değil. Ama unutma ki insanı öldüren en büyük darbe pes ettiği anda gelir. ÇORLU MİMAR SİNAN ANADOLU LİSESİ
MAYIS 2018141
KENDİ AKINTIMIZ
MEKTUP
DAMLA ŞENER
9. sınıf
Sevgili Caner Yaman, Caner Yaman… Abim. Keşke her şey yazdığın kadar güzel olsa. Giden geri gelmiyor, gelen güzel gelmiyor. Ne biz Onur gibi seviyoruz, ne de giden Çiğdem gibi güzel gidiyor. Ne güzel demişsin ‘Birlikte ayaktayız, ayrılınca yıkılırız.’ O yıkıldı mı bilmem ama ben yıkıldım. Olsun. Olsun değil mi Uğur? Olmasın noktasına gelsek çökeriz. Kendi akıntımıza kapılır, boğulur, kendimizi yitiririz. Kendimizi bildiğimizden başımızı öne eğer, bir nefes verir ve ‘olsun’ deriz. Olsun. Sen böyle kitaplar yazma Caner abi. Umut edecek yer arıyoruz kendimize, olmayacaklara meyil ettirme bizi… Sevgi ve saygılarımla.
KAZANAN SEN OLMADIN
MEKTUP
ÇAĞLA KÖROĞLU
12. sınıf
Sevgili Hacer, Eylül romanını okuduğum zaman başlarda her şey güzel gidiyordu. Romanda seni okuyana dek. Yaptığın kötülükler, Necib’e olan tek taraflı aşkın ve evli olduğun halde bundan vazgeçmeyişin benim gözümde seni sevilmeyen bir karakter yaptı. Ama anladım ki mutsuzluğundan dolayı böyle bir karaktersin. Eşin Fatih’in sana olan ilgisizliği senin ilgini başkalarına yöneltmeni sağlıyor maalesef. Böyle zor bir karakter olmana rağmen, türlü oyunlar kurmana rağmen yine de kazanan sen olamadın. Her zaman kötüler kazanmazmış. Yine de romana heyecan kattığın, sürükleyicilik kazandırdığın için teşekkürler. Görüşmek üzere.
142 SAYI 02
MEKTUP
MİNEL ÖNGÖREN 9. sınıf
ne kadar çok kör, sağır ve dilsiz var
Sevgili Hazel Grace, Mektuba başlamadan Hazel’a küçük bir not: Bu yazdığım mektup sarhoş Peter Van Hater’ınki kadar güzel olmayabilir. Sarhoş olmasının yanında iyi bir yazar olması da garip bir gerçek. Yani şunu demek istiyorum bu mektubu defalarca okuyup hüzünleneceğin, ömrünün sonuna kadar saklayacağın ya da Augustus’un mezarının başına konulacak kadar iyi bir mektup olmadığını sana başta söylemek istedim. Aslında sana yazacağım şeyler herkesin Augustus’un öldükten sonra sana söylediklerine benzer olacak ama yine de okumanı istiyorum. Sen çok güçlü bir genç kızsın ve hep böyle olacağını biliyorum ve hayat öyle bir şey ki sana vereceği ya da senden ne alacağı maalesef ki belli olmuyor. Augustus’un ölmesi seni ne kadar etkilese de hayat devam ediyor.
Doğrusu senin Augustus’a söylediğin gibi ‘Bazı sonsuzluklar diğer sonsuzluklardan daha büyüktür.’ Onun yanında geçirdiğin her vaktin kıymetini bildin, bu yüzden üzülme. Senin de kendini ne kadar kanserli hissettiğini biliyorum ama sana şunu demek istiyorum: Lanet olsun bu dünyada ne kadar çok kör, sağır ve dilsiz var. Sen onlara göre daha iyisin ne kadar hava tüpü kullansan da böyle olmanın da kıymetini bilmelisin üstte saydıklarımdan birine sahip olsaydın Augustus Water’ı tanımayacaktın ve şu an Isaac’in körlüğü gibi bir körlükten bahsetmiyorum. Beni anladığını düşünüyorum. Şu an sana daha fazla şey yazmak istiyorum fakat buna ağaçlar izin vermez. Ve son olarak (her mektubun bitişindeki gibi) kendine iyi bak çünkü senin iyi olman diğer kanser hastalarına ve ailene umut verecek. Hazel Grace’e saygılarım ve sevgilerim ve az kalsın unutuyordum bu sadece bir metafor. * Aynı Yıldızın Altında – John Green
ÇORLU MİMAR SİNAN ANADOLU LİSESİ
MAYIS 2018143
BENİM DE BİR GEZEGENİM VAR
MEKTUP
İREM NUR ÖZTÜRK
12. sınıf
Sevgili Küçük Prens, Uzun zamandır sana mektup yazmak istiyorum. Adresini nihayet bulabildim. Hayatın sadece görünen kısmından o kadar çok sıkıldım ki derdimi seninle paylaşmak istedim. Senin de dediğin gibi: ‘İnsanların tüfekleri var ve avlanırlar. Bu çok can sıkıcı. Onlar tavuk da yetiştirirler. Bu onların ilgilendikleri tek şeydir.’ Dış dünyada her şeyin bir kuralı var ve hayat tekdüze devam ediyor. Bu beni oldukça somutlaştırıyor ve bunaltıyor. Sana bir sır vereyim mi Küçük Prens? Benim de kimsenin fark etmediği bir gezegenim var aslında. Burada yalnızca sevdiğim insanlar yaşıyor. Hayatımdan birçok insan geçti ve bunların bazıları geçerken baobap tohumu bıraktı. Birkaç tane baobap tohumundan ne olacak ki? Diyorum ama çiçeklere yer kalmıyor. Bu yüzden gezegenimde bana zarar veren herkesi söküp attım. Sadece birkaç kişi kaldı. Ailem, dostlarım ve gezegenimin en güzel gülü sevgilim… Bir gün dünyama gelirsen senin de güzel çiçeklerimden biri olacağına eminim. Sevgiyle kal… Nisay Meri Gezegeni
HERKES BİR GÜN ACIYI KEŞEDER
MEKTUP
M. TUFAN VARIŞLI
9. sınıf
Sevgili Zeze, Herkes bir gün acıyı mutlaka keşfeder ve yetişkin olur. Hayatın gerçeklerini öğrenir, yüzleşmek zorunda kalır. Ama bunların en kötüsü ne biliyor musun? Aslında sen daha iyi bilirsin. Herkesin hayatına birileri girer. Onlar girmeden, olmadan önce tamsındır, gelirler, giderler ve yarım kalırsın. Başta nasıl da öldürmek istiyordun ama Portuga’ yı! Neyse, şöyle bir ikimizi kıyasladım. Senin gibi bir hayatım olmadı. Ya da hayatımın en önemli insanını kaybetmedim. Senin düşündüğünü, hissettiğini asla tamamen anlayamam. Sadece biraz empati yapıyorum. Biliyorum yaşadığın bu şeyleri böyle sana anlatmam hoşuna gitmez. Ama sana bir şey diyeyim, kırk beş yaşına geldiğinde Portuga’ya yazdığın o ‘‘son itirafı’’ okudum, gerçekten çok harika bir insansın. Başta ben bile düşünememiştim bu kadar seveceğini. Tam kırk yıl, vay be! O kırk yılda nasıl bir hayata devam ettin bilmiyorum. Ama emin olduğum tek şey zekânla çok iyi yerlere geldiğin. Umarım o senelerde İsa’nın en sevdiği kulu olmuşsundur. Ablalarına da selamlarımı ilet, küçük kardeşine de, vazosuna çiçek koyduğun öğretmenine de. Şefkate bu kadar aç kalmak… Hâlâ düşünüyorum da gerçekten çok zor. Her portakal ağacında bir saflık, bir temizlik görüyorum tıpkı senin kalbin gibi.
144 SAYI 02
MEKTUP
SILA FİDAN 11. sınıf
HAYATI HAYAT YAPAN
Sevgili Mahmut, Hayatımızı hayat yapan, iyiliğe iyilik katan şey yardımseverliktir. Hayattan zevk almak için, yaşadığımızı ve yaşattıklarımızı anlamamız için, birbirimize sıkıca kenetlenip birbirimize yardım etmeliyiz. İnsanlara yardım etmek, şefkat göstermek, onlara iyi davranmak, yardıma muhtaç olan insanın isteyeceği şeylerden sadece birkaçıdır. Biliyorum, bir insan herkese yardım etmeli ve insanların yanında olmalı ama açıkçası ben insanlara yardım etmeyi sevmiyorum. Çünkü ettiğim yardımların karşılığını bekliyorum. Bunu yapmamam gerektiğini biliyorum ama karşılığını bulamayınca da üzülen taraf ben oluyorum. Ama şöyle de bir şey var ki hayatımızda her şey karşılıklı sonuçta. Hiçbir şey karşılıksız kalmaz. Ben de bu yüzden bunu bilerek hareket ediyorum. Ben ne yapıyorsam, karşımdakinden de aynısını bekliyorum.
MEKTUP
SİNEM ATEŞ 12. sınıf
umudunu kaybetme zeze
Sevgili Zeze, Senin yanında olmayı o kadar çok istiyorum ki... Senin o küçücük kalbinde yatan kırgınlıklarını, kızgınlıklarını, üzüntülerini sevgiyle sarıp sarmalamayı... Biliyor musun Zeze? Sana bazen çok kızdığım oluyor seni döveceklerini bile bile yaramazlık yapmaya devam ediyorsun. Neden böyle yapıyorsun anlamıyorum ama seni dövmelerinden nefret ediyorum. Belki de seninle ilgilenen biri olmadığı için doğru ve yanlışı ayırt edemiyorsun. Sana yol gösterecek biri yok. Sen çok zekisin Zeze. Senin deyiminle altı ama aslında beş yaşına rağmen yaşadıklarından dolayı bu kadar olgun olman beni büyülüyor. Seni o kötü dünyadan biraz da olsa soyutlayan sana sevgiyi öğreten Portuga’ya minnettarım. Onu kaybettiğinde inan benim de canım senin kadar yandı. Seni o hayatla baş başa bırakmıştı. Sırf o hayatını karartan Magarita yüzünden. Senin kadar ben de öfkeliyim Zeze. Ne olursa olsun artık tek başınasın Zeze ben sana inanıyorum. Her şeyin üstesinden gelebilecek güce sahipsin. En önemlisi de kocaman bir yüreğin var. Sakın umudunu kaybetme Zeze. Umudunu kaybettiğin an yaşamaktan vazgeçersin. Unutma! “Nefes alıyorsan hâlâ bir umut var demektir.” Seni seviyorum. ÇORLU MİMAR SİNAN ANADOLU LİSESİ
MAYIS 2018145
iç dökme seansı
MEKTUP
TARIK GÖNÜL
9. sınıf
Cemile’ye, Merhaba Cemile. Bu mektupta sana içimi dökeceğim. Başlıyorum, hazır mısın? Sen neden seni sevenleri terk ettin? Neden topal bir adamla kaçtın? Rahat mı battı? Seni seven, sana değer veren o insanları neden terk ettin? Madem Danyar’ı seviyordun neden başkasıyla evlendin? Madem Danyar’ı seviyordun neden onunla dalga geçtin? Neden Danyar’a o koca çuvalı taşıttın? Derenin kıyısında başka erkeklerle oynaşırken hiç mi utanmadın? Utanmaz, arlanmaz! Ayıp, ayıp! Oh! Rahatladım. Ağır olduysa özür dilerim. Şimdi sıra tatlıda. Umarım Danyar’la birlikte mutlusunuzdur. Nasılsınız, iyi misiniz? Çocuğunuz oldu mu? Adını ne koydunuz? Her neyse. Yahu sen de artık WhatsApp’ı indir diyorum. Yıl kaç oldu hâlâ mektuplaşıyoruz. Kendine iyi bak. Yazarsın bir ara. Hoşça kal.
İ LD
EM
ÇA KI
R,
146 SAYI 02
9
IF IN S .
YAREN TEZCAN ÇORLU MİMAR SİNAN ANADOLU LİSESİ
dokuzuncu sınıf
MAYIS 2018147
YORUCU BİR HAYATTAN
MEKTUP
SÜMEYYE YILMAZ
9. sınıf
Sevgili Celile, Hayatta kötü insanlar kadar iyi insanlar da vardır. Ama hep iyilerden olmayı seçmiştim ben senin gibi. Ne kadar başardım ya da başaracağım bu hayatta iyi olmayı bilmiyorum. Ama şu ana kadar senin gibi biri ile karşılaşamadım. Ben senin sayende tanıdım dostlarımı, senin sayende anladım aşkı. Aşk sadece sevmekten ibaret değilmiş ayrıca fedakârlık da gerekmiş. Senin yerinde olsam bunu yapar mıydım bilmiyorum. Ama bu romanı okuyup seni tanıdıktan sonra yapacağım kesin. Bu kadar duygusal bir hayatta, yorucu ve sıkıcı bir hayatta sen hep mutlu oldun. Ben bunu yapamazdım herhalde. Ama anladım ki insan sevdikleri ile beraber olursa onlar hayatın tadını, mutlu olur, günün her saatini neşeyle coşkuyla geçirir. Ben sana teşekkür ediyorum ve seninle tanışmak dileği ile sana bu mektubu iletiyorum.
İLK VE TEK KAHRAMAN
MEKTUP
TURHAN BATIN ARSLAN
12. sınıf
Sevgili Ali, Okuduğum tek kitap olman hasebiyle bu mektubu sana yollamayı kendime bir borç sayıyorum. İçinde bulunduğun krizin farkındayım. Bu darboğazda maceradan maceraya atılmak zorundasın. Bundan dolayı da epey enerji harcıyorsun; ama bakanlık tarafından eline geçen para ile yaşamaya çalışıyorsun. Lütfen beslenmene dikkat et ve artık kilo al. Buralarda senin vücudunla alay ediyorlar. Resim yapmakta yeteneksizim anlamında kullanılan deyimlere malzeme oluyorsun. Sen benim ilk ve tek kahramanımsın. Söz konusu olaylarda çok üzülüyorum. Benim okumaya-yazmaya adım atışımın tek tanığısın. Kendine çok dikkat et. Sevgilerimle. Not: Kara gözlüye selamlar…
148 SAYI 02
ÇORLU MİMAR SİNAN ANADOLU LİSESİ
Fotoğraf MİNEL BAHTİYAR 10. sınıf MAYIS 2018149
Kodu okut hemen paylaĹ&#x;