2. Uluslararası Antalya Mimarlık Bienali Üzerine

Page 1

122

DÜŞÜNCE

2. Uluslararası Antalya Mimarlık Bienali Üzerine... IABA-Uluslararası Mimarlık Bienali’nin ikincisi 7 Eylül-7 Ekim 2013 tarihlerinde gerçekleşti. Yelta Köm izlenimlerini aktarıyor. Yelta Köm I 0. Bu yazının başlığı başka bir şey olmak için çok çabaladı, ama yine de klişelerden ve şablonlardan kurtulamayıp en olası bienal sonrası başlığı kendine seçti. Alternatif başlıklar şunlar olabilirdi: 21. Yüzyıl Fedaileri ve Şövalyeler, Mimarlar Neden Sergi Yapar? Terzi’nin Sergisi mi Mimarın Sergisi mi? Katıla Katıla Mimarlık, vb. 1. Antalya’da iki senedir gerçekleşen bir bienal var: Uluslararası Antalya Mimarlık Bienali. Bienaller üzerinden mimarlık kültürüne dair çok şey söylenebilir ama önce bienaller ve kent ilişkisine dair konuşmak daha mantıklı

ARREDAMENTO

1

gibi. Günümüzde bienaller, bir şehre değer katan, “iyi bir fikir1” etrafında şekillenen tanıtım organizasyonları gibi okunabilir. Bienaller halen birer fırsat mıdır, oksa ağır kurumsallaşmış yapıların altında can çekişen 21. yüzyıl fedaileri midir bilemiyoruz. Bienal’in yarattığı entelektüel dokunulmazlığın sebebi, bir yabancıya yaklaşırken yaşadığımız tedirginlikten kaynaklanıyor olabilir. Oysa herkesin bildiği gibi bu yabancı kökenli kelimenin anlamı gayet basittir: iki yıl, iki yılda bir, iki yıllık süre. Bu entelektüel zırh ile bienal kelimesini başına koyduğunuz her şeyi kendisine benzetiyor. Zaten hali hazırda


123 DÜŞÜNCE 2

Güzer tarafından şekillenen tema metni3, dijital teknolojilerin ve sanal ortamların tasarım ve sanatı bir tüketim olarak algılattığını savunuyor. Bu gelişmeler ile lügatımıza giren “çeşitlenme”, “özelleşme”, “kimlik yaratma” gibi kavramların zaten Kurumsal bağların çözüldüğü, daha gevşek halihazırdaki standartlar içinde kaldığını ve yeniden üretildiğini söylüyor. Bilişim ve ucu açık ortamların yarattığı teknolojisinin söz konusu şablonları; alternatifler daha heyecan vericiyken biz “özgürleşme”, “bireyselleşme”, hala neden ana akım bienallere sahip “çeşitlenme” gibi kavramlar ile çıkıyoruz? Aslında soruyu şöyle de “standartlaşma”, “denetlenebilir olma”, sorabiliriz: Zaten çoğunlukla sıkıcı işlerle uğraşan mimarlar, ana akımda yer alan bu “üretime yönelik tipleşme” kavramları ile bir araya getirilmeye; çalıştığını ve böylece mimarlık sergilerinde neden yer alırlar, “özgürce kullanılır ve kişiselleştirebilir” neden sergi yaparlar? Güncel mimari gibi görünün “yeni şablon” ortamı 1988’de yapılan bir serginin kavramını yarattığını söylüyor. Hatta yönlendirdiği söylenebilir2. Ama bu yine doğrudan metinden alıntı yapmak de sergi olarak değil mimarın yaptığı işin gerekirse: “Mimarlığa yönelik olarak meşruluğunu arttıran bir iddia ortamı ‘çağdaş’, ‘özgün’, ‘güncel’, ‘modern’, olarak okunabilir. Tam burada retrospektif ya da tarihsel süreçler üzerine ‘yenilikçi’ olmanın sınırları mesleğin kendi iç dinamiklerinden çok üretim olan mimarlık sergileri ile iyi fikirler biçimini yönlendiren şablonlar etrafında üretilen mimari durumları tarafından belirleniyor.” ayırmak gerekebilir. bu zırhı giymeye hazır mimarlık ve tasarım şövalyeleri de seve seve kuşanıyor. Bu bienali bir itibarsızlaştırma denemesi değil, sadece “bienal”e eleştirel bakabilmenin bir denemesi.

Tema metnini ilk okuduğumda, kaygan bir zeminde ayakta durmaya çalışan, özgünlük paranoyası içerisinde olan bir meslek pratiğiydi gördüğüm. Bir yandan çoğunluğun, bilişim teknolojilerinden çekindiği ve bu teknolojilerle belirlenmiş şablonlar içinde düşünmek zorunda hissettiği düşünülür, aslında gerçekten de öyle mi? Bunları söylerken bilişim teknolojileri ile yaşadığımız yanılsamasından bahsetmemek olmaz. Bilgisayarın alamet-i farikası bir anda sayısız işlem yapabilmesi ya da çeşitli

2 Açılış Oturumu (Fotoğraf: Gürel Kutlular).

ARREDAMENTO

Antalya Mimarlık Bienali’ne geri dönecek olursak: Mimarlar Odası’nın girişimiyle başlayan organizasyon henüz ikinci yılında ve hakkında konuşurken bunu hep akılda tutmak gerekiyor. Bunu, zaten üretim olmayan ortamda üretilene inci muamelesi yapmaktan ayrı düşünmek herkese iyi gelebilir. Çünkü çoğunlukla “zaten kimse yapmıyor, yapana da sahip çıkalım” ekseninde gezinen anaç yaklaşım eleştirel düşünceden zihnimizi uzak tutuyor. İlk bienalin konusu “kesişim”lerdi, bu seneki tema ise “şablon”. Bienalin küratörü Abdi

1 “Mimarlığın Şablonu / Şablonun Mimarlığı Sergisi”, aboutblank - open source architecture experiment 1.0: The Cube (Fotoğraf: Gürel Kutlular).


DÜŞÜNCE

124

ARREDAMENTO

3

şablonlar yaratabilmesi olabilir. Ama bir durup düşünmek gerekiyor, yıllarca her mimarlık öğrencisinin, mimarın kütüphanesinde duran Neufert’in de aslında bir şablon olmadığını kim söyleyebilir? Neufert’in koyduğu kurallar, bugün dijital tedirginliğe sebep olan, özgürleştirmese bile yeni bir çağa kapı açtığını düşündüğümüz katı standartlarla benzeşmiyor mu? Bilakis aynı şekilde Le Corbusier’in Modülor’unden de bahsedilebilir. Bunlara ek olarak tema metninde geçen “özgünlük aşınması” da tartışmalı konulardan biri. Kentler hakkında karar verenlerin, fiziksel çevre hakkında söz sahibi olan her tarafın tutunduğu özgünlük meselesi, sürekli birilerinin aşındırdığı, üzerine basarak silmeye çalıştığı bir kavram olarak gösterilmeye çalışılıyor. Bu ortamda en aklı başında öneri herhalde “bırakın aşınsın özgünlük” demektir; aşınsın da biz de rahatlayalım. Tema metninin bu provokatif tutumu bir bienalin yaratabileceği olanakları, açabileceği kapıları işaret

ediyor. Doğrudan temel bir sorunu masaya yatıran metin aynı zamanda bienalin üretim tartışması içine katılabiliyor. Çünkü ancak konuştukça ve bienali gözlemledikçe; buradaki asıl dert edilenin, şablonlardan ziyade, mevcut üretim metotlarının ve içerisinde sıkışıp kalınan ortamların dışına çıkmakla üretilebilecek alternatifler olduğunu anladım. Bienalin ilk gününde, sergiler henüz kurulmaktayken, H.Cenk Dereli ile Antalya’daydım. Bienal, sanki temasıyla didişirmiş gibi, gayet şablonlara uygun bir şekilde, bir toplantı salonunda, İstiklal Marşı ile açıldı; ardından sırasıyla yerel yöneticiler, bienal başkanı ve küratör söz aldılar. Açılış konuşmalarında genel vurgu, iktidarın politikaları etrafında şekillenen ve “şablon”a sokulmaya çalışılan yaşantımız üzerineydi. Bienalin dört duvar arasında sıkışmadığı, tüm kente yayılarak kamusal alanda görünür olduğu belirtildi. Açılış

konuşmalarında ayrıca, bu tip organizasyonların sadece merkezlerde değil Antalya gibi periferilerde de yeni fırsatlar yaratmakta olduğuna işaret edildi ki bu düşünceyi sakıncalı bulduğumu söylemeliyim. Mesele bir tür merkez bozuculuk olarak algılanıyorsa da, Antalya Mimarlar Odası’nı saymazsak, diğer çoğu bienal katılımcısının İstanbul, Ankara, İzmir gibi merkez şehirlerden geldiğini belirtmek gerekir. Bu şu demek değil: “Antalya Mimarlık Bienali’ni Antalyalılar yapar!”. Ancak her ne kadar bienalin etkilerinin görüleceğini ileriki yıllarda yapılabilecek bir değerlendirme olsa da; bu tip organizasyonların özellikle küçük şehirlerde yapılmasının oradaki kültürel ve sanatsal üretime katkı sağladığını, odağı merkezden kopardığını akılda tutmak da önemli. Bu konuşmalar sırasında Antalya Mimarlık Bienali’nin şu yapısından da bahsetmek gerek: Bienal, alışılagelmiş tek bir omurga sergi üzerinden kurgulanmamış. Çok parçalı ve katılımcıdan oluşan bir yapı söz


125

4 5

bienal yapmıyor. Peki, mimarların bu motivasyonu nerden geliyor? Bu noktada, Creative Iniative’den sergi küratörü Onat Öktem’den bir alıntı yapabiliriz: “Bizim söylemek istediğimiz bir söz var, ama bunu sadece yaptığımız projelerle anlatamıyoruz. Bunu anlatmanın diğer metotlarını arıyoruz5.” Konu şurada tıkanıyor olabilir, bir grup kafası karışık genç pratiği bir araya getirdiğinizde, temayı kendi varoluşsal durumlarıyla ele alıp ona dair üretimler yapıyorlar. Bu üretim bir anda temadan kopup aslında yaşanılan çağın bir anını gösteriyor. Burada bu söz konusu genç tasarım gruplarının da isimlerini saymak gerek AboutBlank, Ali Taptık,

3 Deneysel Mimarlık İşleri, Bella Stock (Fotoğraf: Yelta Köm). 4,5 “Mimarlığın Şablonu / Şablonun Mimarlığı Sergisi”, Salon Architects, Açık Büfe (Fotoğraf: Yelta Köm).

ARREDAMENTO

Yeni mimarlık pratiklerinin bir araya geldiği “Şablonun Mimarlığı / Mimarlığın Şablonu” başlıklı serginin genel yapısı, bienali bir ortak üretim fırsatı olarak gören Creative Iniative tarafından biçimlenmiş. Birbirleriyle çeşitli şekillerde tanışıklıkları olan ama bugüne kadar ortak üretim şansı bulamamış bu pratikler, sergi vesilesiyle bir arada iş yapma şansını yakalamış. H. Cenk Dereli ile beraber KONTRAAKT4 için gerçekleştirdiğimiz söyleşide, sergi katılımcılarının ortaya çıkan sonuç üründen çok, sürece odaklandıklarını; mevcut piyasa koşulları içinde, bu tür alternatif üretim platformların katılımcılara motivasyon sağladığını gördük. Dünyanın tanınmış tüm bienallerinde star mimarlar, genç mimarlar, bilinmeyen mimarlar vb. kısacası mimarlar bienaller için üretim yapıyor. Peki, bu üretimler bir halkla ilişkiler stratejisi olarak görülebilir mi? Yazının en başında bahsettiğim meşru olma durumunu destekleyen üretimler mi bunlar? Aslında soruyu daha basite indirgemek gerekirse, terziler, doktorlar, avukatlar bienaller yapmıyor, ya da mesleği gereği proje üreten mühendisler de

DÜŞÜNCE

konusu. Bienalin omurgası olmaya en yakın sergisi Creative Iniative tarafından organize edilen “Şablonun Mimarlığı/ Mimarlığın Şablonu” sergisi. Bir diğeri ise geçen bienalde de en akılda kalan işlerin üretildiği “Deneysel Mimarlık İşleri” başlıklı sergi: Moderatörlüğünü Ebru Erdönmez’in yaptığı sergi, temadan bağımsız, kamusal alanda mimarlığın ekipmanlarını kullanarak farkındalık yaratmaya çalışan yerleştirmelerden oluşuyor. Bienalde ayrıca üniversite öğrencilerinin şablon teması ekseninde ürettiği ve “Türkiye’de Mimarlığın Bugünü”, “Akdeniz Mimarlığı” gibi çeşitli temalar ekseninde olan; kale içi başta olmak üzere kentin pek çok yerine dağılmış projelerden oluşan toplam 17 adet sergiye de yer verilmiş. İlk gün edindiğim izlenimlerle, kentin içerisine bu kadar yayılmaya çalışan bienalin kent tarafından ne kadar kabul gördüğü konusunda şüphelerim vardı. Bir festival ortamından ziyade, hazine avcısı gibi sergilerin peşine düştüğünüz bir oyun alanı gibiydi; ama bilinçli gezmek derdinde değilseniz, nerdeyse iki sokakta bir, dikkatinizi çekecek bir ürünle karşılaşıyordunuz. Bu tesadüfi durumların olumlu yönleri yadsınamaz, ama çoğu işin hangi sergiye ait olduğunu, yapılan işin kime ait olduğunu çözmek biraz zaman alıyordu.


DÜŞÜNCE

126

6

ARREDAMENTO

Ali Dur, Gökhan Aksoy, İki artı bir, İki Kere Bir, İyi Ofis, kpm-kerem piker mimarlık, onbir41, ONZ Architects ve Salon Architects. Üretim sürecinden bu kadar bahsettikten sonra sonuç ürünler hakkında konuşmak gerekirse; işlerdeki üretim motivasyonun gayet net okunabilmesine karşın zaman zaman kafalarda soru işareti bırakan kimi kavramsal boşlukların da oluşabildiğini söyleyebilirim. Bu sevimsiz retoriği kullanmayı ne kadar tercih etmesem de, sonuçta bienallerin de birer şablonu olduğundan söz edebiliriz; belirli, alışılmış ve öğrenilmiş bir üretim şekilleri var. “Mimarlığın Şablonu / Şablonun Mimarlığı” sergisi bienal şablonuna ne kadar oturuyor, oturmuyor onun değerlendirmesini yapmaya kalkışmayacağım, zaten bienal bilirkişisi unvanına da sahip değilim, ama bienal şablonunun sezildiğini söylemem gerek. Sergi, ele aldığı şablon temasına muzipçe yaklaşıyor. Özetle, daha önce de bahsettiğim şablonu tanımlayan durumlara alternatif bakışlar denemesi. ONZ Architects ve onbir41’in “ROOFTOP” adlı işinde şehirlerin öngörülen yeni şablonu

olarak güneş panelleri ele alınıyor. Güneş panelleri, soyutlanmış bir kent maketi üzerinde post-it ler ile gösteriliyor. Salon Architects’in keyifli “Açık Büfe” isimli yerleştirmesi, bir otelin açık büfesi şeklinde tasarlanmış. Günümüzde tüketilen mimari formları, Antalya’nın her şey dahil turistik tesislerine atıfla açık büfe şeklinde servis edilmekte. AboutBlank ve Ali Dur’un işleri ise şehrin ortak alanlarında kendilerine yer bulmuş, daha çok kente ve kentliye soru sormaya çalışan, katılım ile bozulması, yeniden kurulması amaçlanan açık deneyim alanları. kpm-kerem piker mimarlık ise bugünlerde her konut projesinde karşımıza çıkan, Türk ailesinin hayat amaçlarından biri olan 3+1 bir evin geometrik şablonu. İyi Ofis, İki kere bir ve Gökhan Aksoy, “ASK/OBSERVE/INTERACT” isimli işinde kurgulanmış bir kent modelinin, katılımcılık ile nasıl değişebileceğini araştırıyor. Kişilerin düşüncelerinin, anılarının, kültürel kodlarının, yaşantılarının, beğenilerinin, alışkanlıklarının tasarıma nasıl dahil edileceği soruluyor. İki+bir ekibinin yaptığı geçici strüktür ise buz kalıplarından oluşuyor, sonunu bilmediğimiz tasarım

süreçlerine, doğanın kontrolü karşısında her olasılığa karşı hazırlıklı olunması gerektiği mesajını veriyor. Bu sergide genelde, mimarların kurduğu kalıplar ve onların katılımcılık ile nasıl deşilebileceği tartışılıyor, ama akla gelen sorulardan biri şu gerçekten katılımcılık ile mimarlık mümkün mü? Gerçekten katılımcılık olası mı? Yoksa katılımcılık mimarlar için yeni bir vicdan rahatlatma biçimi mi? Herkese sorarak tasarım yapmak mümkün mü? Ya da bunun olduğunu düşünmek neyin yanılsaması? Bu sorulara ancak “katılım” kavramı ile yüzleşerek yanıt vermesi daha doğru olacaktır. Mevcut şablonlar arasından yalnızca katılıma odaklanıp, sürekli katılımı tartışmaktan yarar gelmeyecektir. Katılımcılığın bir süt liman, sakinlik hali içinde algılanması yerine, aslında bir mücadelenin kendisi olduğunu hatırlamak gerekir. Çünkü katılım tercih ekseninden çıkıp, zorunluluğa dönüşünce, çatışmadan kurtulur. Bu bağlamda "katılım", katılımcı planlama süreçlerini ya da kullanıcıkatılımını destekleyici varsayımsal bir biçim olarak değil, kişinin genellikle parçası olmadığı bir bölgeye, sisteme,


127

Bienaldeki deneysel mimarlık ürünleri, diğer sergilere kıyasla kente daha çok yayılmış durumda. Deneysel mimarlık işleri daha çok “yer” ile ilişki kuran, mekana ve çevresine katkı sağlamak derdinde işler. Defne Önen’in Mendirek Paletleri, mendireklerin üzerine kurulmuş olan endüstriyel taşıma paletlerinden oluşmuş esnek strüktürlerden oluşuyor. Bulunduğu konum ve fikrin basit kesiti sayesinde dış dünya ile en çok iletişim kuran yerleştirmelerden biriydi. Deneysel mimarlık işlerinde kimi zaman Defne Önen örneğinde olduğu gibi işlevi bilinen bir objenin başka formlara dönüşmesi, kimi zaman da malzemenin sınırlarını zorlayan denemelere başvurulması söz konusuydu. “Hücresel” adlı yerleştirmesinde Nilüfer Kozikoğlu, lif katkılı betonu şişme kalıplarla kullanarak, form ve materyali bir arada araştırıyor. Üretim sürecinde de farklı malzemeler ve kalıplar deneniyor. Malzemenin deneysel olarak zorlanıyor ve daha sonra kendini bir enstalasyon olarak şehirde buluyor.

7

kendi zihninden izleklerle neler tasarlayabileceğini ya da bunun olabilirliğini sorguluyor. Mimar, önceden belirlenmemiş bir tasarım konusuyla ve talebi olan kişiyle bir masada diyaloga başlıyor ve sadece bir kağıt ve kalem kullanarak tasarım konusuna nasıl yaklaştığını ve karşılık verdiğini araştırıyor7. Bu işi farklı yapansa öncelikle performans olması, mimarın kendi karakterini başka bir yöne doğru itmeye çalışması ve bunun peşine düşmesi. Ayrıca bu kez mimar ortaya bir tasarım bırakıp kaçmıyor, kendini o müşterek alanın içerisine koyuyor ve deneyimi birebir kendisini de katarak yaşıyor.

6 “Mimarlığın Şablonu / Şablonun Mimarlığı Sergisi”, İki+Bir Mimarlık (Fotoğraf: Yelta Köm). 7 “Mimarlığın Şablonu / Şablonun Mimarlığı Sergisi”, ONZ Architects ve onbir41 - ROOFTOP (Fotoğraf: Yelta Köm).

dışında, izleyicilerle konuşmak için. Cenk’in dediğine göre “Bienal kentte ‘sezilmiş’ ancak anlaşılmamış ya da fark edilememiş8.”

Yazının başında cevaplayamadığım soruyu tekrarlamakta fayda var: Bienaller Belki de bienaller ya da sergiler mimarın hala birer fırsat mıdır, yoksa ağır kendini ortaya koyabildiği yanılsamasını kurumsallaşmış yapıların altında can yaratıyor. Gerçekten diyalog kurabildiğine çekişen 21. yüzyıl fedaileri mi? dair bir yanılsama. Birebir tercüme edildiği I Yelta Köm, mimar. düşünülen bir deneyime işaret etse de, Notlar: bunun daima binlerce sonuçtan yalnızca 1 Pascal Gielen, The Biennial, A Post-Institution for biri olduğunu unutmamak gerek. Immaterial Labour, Open Magazine 2009/No:16. Antalya Mimarlık Bienali, bu coğrafya için iyi bir deneme ve hakkında kesin yargılara varmak için henüz çok erken. Çeperde üretilen bir bienalin ağırlaşmış kurumsal bağlantılardan sıyrılıp, kendi dilini üretebileceğini düşünüyorum. Bu dil kentte ne zaman etkilerini gösterir, bunu öngörmek güç. H. Cenk Dereli, bienalin ilk günlerini kapsayan gezimizin ardından Kasım ayında tekrar Antalya’ya gitti, bu kez bienali organize edenler ve katılanların

2 1988 Dekonstrütivist Mimarlık Sergisi, New York Modern Sanatlar Müzesi, MOMA. 3 http://www.iaba.com.tr/content/1/bilgi.html son erişim 23.11.2013. 4 www.kontraakt.org. 5 KONTRAAKT – IABA dosyası http://issuu.com/kontraakt/docs/iaba-1-11, son erişim 23.11.2013. 6 Markus Miessen, Katılım Kabusu, Metis, 2013, çev.: Bülent Doğan. 7 Ebru Erdönmez, Deneysel Mimarlık İşleri Üzerine. http://www.arkitera.com/gorus/index/detay/deneyselmimarlik-isleri-uzerine/431, son erişim 23.11.2013. 8 H.Cenk Dereli, Kalebodurlar Mimarlık, Dipnot Tablet Sayı:140.

ARREDAMENTO

Genel olarak müşterek alanlardaki üretimleri düşünürken şunu akılda tutmak iyi olabilir. Müşterek alandaki bir objenin kullanıcıyla buluşmasını zevkle izleyen ve gözlemleyen biz mimarlar, bu romantik mimari canlı belgesel izleme havasından kurtulmazsak su götürmez sonuçlar dışında bir şey çıkmayabilir. Müşterek alanların içine giren her obje, o yerin politiğini değiştirebilir, o nedenle tasarlanmış ve tasarlanmamış bir objenin ne ölçüde fark yarattığını bilemeyiz. Tasarlanmış objelerle yarattığımız deney ortamları bazı verilerin elde edilmesi açısından tercih edilebilir ama tasarlamadan da mümkün olabilir aynı süreç. Deneysel mimarlık işlerinde birebir göremediğim ama daha sonra okuduğum dikkat çekici bir iş daha vardı: Eylem Erdinç, “Tabula Rasa” başlıklı çalışması. Erdinç, çalışmasını bir mimari doğaçlama olarak tanımlamış. Kişisel bir performans denemesi, açıkçası mimarlık üzerine farklı üretim metotlarını düşünürken bir performans gerçekleştirmek kulağa çok iyi geliyor. Performansta mimar, sadece

DÜŞÜNCE

söyleme ya da pratiğe bilinçli olarak yönelme ve zorla girme aracı olarak anlaşılmalıdır6. Bir mimarlık sergisindeki şablonları katılımcılık ekseninde tartışmayı önemli buluyorum; gerçekten de mevcut pratikler içinde fırsat bulunamayan bir deneyim olarak alternatif bir alandaki tartışma fırsatı oldukça önemli.


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.