Mimarın Galaksi Rehberi

Page 1

Mimar覺n Galaksi Rehberi*

Mimarl覺k Tasar覺m Kuram 2012-2013 Bahar

Yelta K繹m


Bu notu eklemek gerekiyor, açıkçası ilk versiyondan sonra tekrar yazmaya başladım. Bir yerden sonra başlıkla ilişkisi kopuyor metnin, bir çok parçalı durum söz konusu ama fotoğrafların hikayesi daha okunaklı gidiyor. Metin boyunca kullanılan “pozisyon” kelimesi, konum anlamıyla kullanılıyor, ve sürekli geçen bir “biz” var, kullanılan biz aslında aidiyet dolu bir tanımalama değil çok hem sizi hem diğerlerini hem bizi kapsıyor. Bazı yerlerde çok zorlayabiliyor, ama bu metin zamanla bir yola girecektir, belki “biz” kullanımı sona erecektir. Girişte son olarak, bu metin bazı klişe lafların ortaya dökülmesi ve onların çekim kuvvetleri ile oynamaya çalışmaktadır, bunu da elinden geldiğince bir dönem boyunca olan seminerlerden ve tartışmalardan süzmeye çalışmaktadır.


Bu yazılı mecra1 İTÜ Mimari Tasarım Yüksek Lisans Programı’nın Mimarlık Tasarım Kuram dersinin bir çıktısı olarak vucüt bulmakta. Bu mecra üç kısımdan oluşmakta; birinci kısım dersin ilk haftasında sorulan “Mimarlığı düşünmek denince ne anlıyorsunuz?” sorusunun cevabı, ikinci kısım bir galaksi tanımı, parçaları, tarihin çizgisel olmayan, döngüsü, dünyayı düzene sokma isteğimizi mimarlık ve kent üzerinden anlatımı ve mimarın bu boşluktaki pozisyonel durumları, üçüncü kısım ise “Mimarlığı anlamak denince ne düşünüyorsunuz?” sorusunun cevabı, üçüncü kısım ilk kısma kontra durmaya çalışan bir metin. Bunlarla beraber mecra boyunca eşlik eden imajlar, vakti zamanında çeşitli yerlede çektiğim fotoğraflar, öykünün ve gidişatın tansiyonunu arttırmaya yönelik kimi zaman anlam ilişkisi zor kurulan, kimi zaman metne referans veren imgelerden oluşmakta, bu izlek okurun kendine bırakılmış bir oyundan ibaret.

1 Basılı veya dijital mecra olabilir, üretim metoduna göre değişebilir.


Mimarlığı düşünmek denince ne anlıyorsunuz?


Şüphesiz ki mimarlık düşüncesi, mimarlık gibi reel bilgil alanıyla, pratik bilgi alanının birbirine karıştığı bir bilgi alanının en çetrefilli konularından biri. Sorunun türkçe olması ve bulunduğumuz yerin Türkiye olması ise bu soruyu daha enteresan kılıyor. Düşünmenin kökü olan düşün kelimesinin kullanımı 17. yy.’dan öncesinde görülmüyor. Bu belki düşünmek ile kurduğumuz toplumsal ilişkiyi gösterebilir, bunu aklımızda tutalım. Bir başka ilginç durum ise düşünmek kelimesinin Türk Dil Kurumu sözlüğündeki anlamlarından biri : tasarlamak. Bu daha şaşırtıcı belki de, bu bilgi de bir yerde dursun. Mimarlığı düşünmek genelde mimarların elinde olduğu varsayılan bir eylem.Batı toplumlarında mimarın düşünerek içinde bulunduğu toplumu yeni bir yöne sokma çabası ya da tahayyül ettiği bir dünya düzenini hakim kılmaya çalışması hep mimarlığı “düşünme”nin sonucu. Mimarlığı düşünmek bir yerden sonra öyle bir hale gelebiliyor ki, ondan vazgeçip sadece “uygulama” yapmak bir seçeneğe bile dönebiliyor. Genellikle mimarlığın kurduğu dünya, toplumsal analizlerin ve teşhislerin üzerinden değil, mimarın kendi kavramsal ve uygulama bilgisinin etrafında kurulan bir düzeni işaret eder. Oysa mimarlığı düşünmek belki de tam mimarın geleneksel anlamdaki bu düşünceden kurtulmasıyla başlar. Sözgelimi Türkiye’de mimarlık düşüncesinin bir geçmişi var mıdır? Böyle bir geçmişten söz edebilir miyiz? Bu soruların cevabı orda bir yerde düşüncenin kendi kendine oluştuğunu varsayanlar tarafından kolayca verilebilir. Ama düşüncenin başlangıcı düşünceyi üreten aktörlerin farkındalığıyla başlar. Yazının başındaki bilgileri göz önünde bulundurarak, Türkiye’de düşüncenin gelişimini aşağı yukarı tariflemek mümkün. “Yapılan iş iyidir.” mottosunun en büyük toplumsal söylem olduğu bir yerde, düşünceden medet ummak kimi zaman iyi niyetlilik bile sayılabilir. Yalnız şunu da unutmamak gerek bir yandan, pratik ile düşüncenin birbirini bu kadar ötekileştirmesi, bir kısım mimarın sadece uyguladığnı ve düşünce üretmediğinden bahseder. Bu çelişkili durum şöyle bir soruyu doğurur, içinde düşünce olmayan inşa süreçleri olur mu? Kavramsal ve pratiksel hareket alanlarının her birinin bir düşünce barındırdığını kabul edebilir. Belki burda ayrımına varmamız gereken nokta, pratik alanla kavramsal alanın birebir örtüşmediğinin ön kabulüdür. Kavramsal üretimler, mesleki bilginin teknoloji ve reel değerlerle kurduğu dünyada yer alamayabilir hatta kimi zaman baltalayabilir. Düşünmenin, tasarlamak ile olan ilişkisi, düşünmek kelimesinin düzene sokmak, belli bir düzene bağlı kalmaya yeltenmesini açıkça ortaya koyar. Çünkü tasarlamak bu ilişkiler ağı içinde, bir şeyin projelendirilmesini ve belli çerçeveler içerisinde kurulmasını çağrıştırır. Bu düzen çabası da tabi ki de sadece kurgulanmış bir sahnedeki piyesten ibarettir. Dünya üzerinde kurduğumuz herhangi bir şeyin çizgisel şekilde ilerlediğini düşünmek çocukca bile denilebilir. Son olarak mimarlığı düşünmek kimi mimarları Alice’in Harikalar Diyarı’na götürse de, kimilerini de benim gibi sadece otostop çekeceğim bir galaksi turuna çıkarıyor.


Hikayeyi uzatmadan anlatmak gerekirse, Arthur Dent1 uzayda kestirme bir yol için dünyanın patlatılmasından biraz önce Ford Prefect adındaki bir uzaylı ile dünyadan kaçar sonra hikayeye diğer isimler katılır : Galaktik Başkan Zaphod Beeblebrox, Marvin ve Trillian, vd. Mimarlığı – ya da mimarlıkları2 konuşurken bir galaksi hikayesine indirgemek mümkün olabilir. Özellikle bireyselleşen, birey olma yolundaki mimarın zemininkaydırma ihtiyacı tam da bu kaçışla örtüşebilir. Sürekli bir kriz anından bahsetmek, krizleri fırsatlara çevirmek, mimarlık kriz halinde o zaman yeni bir mimarlık doğabilir demek, bir süre sonra “endişeli mimar” karakterini ortaya çıkarıyor. Oysa belki de mimarın gerçekten bu kaçışa çıkmayıp, ölmesi3 , dünya ile beraber yok olması mekan üretim ve düşünce pratiklerine yeni kapılar açabilir.

1 2 3

İngiliz, kendisi mimar değil, daha detaylı bilgi için Adams Douglas’a danışmak gerekir Mimarlık yerine mimarlıklar diye bahsetmek, Bülent Tanju ‘’Birth of the reader must be at the cost of the death of the author’’, Roland Barthes


-Peki, neden bir salyangoz? -Neden olmasın? Ne fark eder? Adams Douglas, Otostopçunun Galaksi Rehberi : Hayat, Evren ve Her Şey


Bu hikayeyi mimarlık ekseninde kurarken “uzaylı” meselesi önemli bir yer tutuyor. Mimarlıklar ve mimarlar genelde uzaylıyı kabul etmeye yatkın değildirler, çünkü farklı durumlar yassılaşmaya mahkumdur çoğu zaman. Bugün düşündüklerimizin, geçmişte ya da başka bir tarihselliğin içinde aynı şekilde tezahür ettiğini varsaymak, büyük bir yanılsamanın ürünüdür. Bu Osmanlı mimarını olmadığı bir kimlikle – örneğin, bir Rönesans mimarı gibi- tahayyül etmek 1 gibidir. Bununla beraber üslup arayışından da bahsedebiliriz, çünkü üslup bu yanılsamanın enstrümanlarından biridir. Geriye doğru dönme, nostaljiyi yüceltme şaşılası kadar kuvvetli bir silahtır, evrendeki tüm uzaylıları ortak akıl, ortak beğeni, ortak düşünce kisvesi altında kontrol altına alabilir. Üslup iktidarın en etkin enstrümanlarından biri olarak mimarlığın tüm bilgi alanını kontrol altına alır.

1

Mimarlığın Aktörleri, Türkiye 1900-2000, Uğur Tanyeli


İlkokula Temel Bilgiler “Mimar Sinan”, Mayıs 1951, Sayı 119

O çağa kadar Ayasofya gibi büyük bir binanın eşinin yapılamayacağına Türkler bile inanmamaktaydılar. Yeryüzünde Ayasofyadan çok daha büyük yapılar vardı...”

“Koca Sinan Süleymaniyeyi ve Edirnedeki Sultan Selim camisini ortaya koymakla bütün dünyaya Türk stilini ve Türk yapıcılık başarısını göstermiştir.


Jean Baudrillard , Retro Bir Senaryo Olarak Tarih

...Batıda değer ve kolektif değerlerin çekiciliklerini yitirmeye, yaşamın çağdaş bir rasyonellik ve tek boyutlu bir görünüme kavuşturulduğu, toplumsal ve bireysel yaşamın bütünüyle işlemselleştirilmiş olduğu bir sırada faşizm, mitik ve politik gönderen sistemlerinin ‘irrasyonel’ boyutlara ulaştırılması, kolektif değerin (kan, ırk, halk, vs.) çılgınca abartılması, ölümün ya da ‘politik bir ölüm estetiğinin’ yeniden enjekte edilmesi anlamına gelmektedir....


Üsluba rağmen bizim için de uzay, uzaylılar zaman zaman geçerli olabiliyor, bunları arıza durumlar olarak tanımlayabiliriz. Bu arızalı durumları da normalleştirmeye çalışıyoruz, tüm bu bileşenler yüksek bir çarpan etkisiyle etkileşime girdiği her nesneyi arızalasa da kabullenmiyoruz. Buna rağmen çoğu durumda arıza halinde yeni pozisyonlar aldığımızı düşünmeyerek, var olduğumuz1 gibi devam etme halini yaşıyoruz. Mimarlar mimarlıklar üzerinde yoğun bir disipline etme çalışması yürütmekte, bu disipline etme meselesi, bir şekidle herşeyi steril hale getirme ve düzenli okuma ile ilişkilendirmek gayet mümkün. Peki günümüzde sterilleştirme, ayrıştırma güdüsü, tam da tanımsız kalan her şeyi tanımlama isteği değil mi? Algılarımızın, bildiklerimizin, okuduklarımızın, biliyor varsaydıklarımızın hepsinin tarihsel bir düzlemde “yassılaştırmak”, onları çoklu gözüktüğünü varsaydığımız temsiliyet yanılsamalarına hapsetmek, ne kadar yeni düşüncelere mahal veriyor? 1

Varoluşun sürekli aynı yapıya sahip olduğu düşüncesi aynı zamanda bir öz arama takıntısı ile örtüşebilir.


Bizim sürekli yeni düşünceler içerisinde olduğumuz özgürlük yanılsamamız, bizi nostaljik direnişlere doğru çekiyor. Bugün aslında farklı bir dil ile konuşmamız gereken konuları, halen bir zamanların jargonuyla konuşuruz, bitmeyen bir devrim ve provakasyon dili üretiriz. Oysaki bu dil 1840’larda solcu romantik avangardlar tarafından söylenmişti, 60’lar ve 70’lerde de aynısından bahsetmek mümkün. Peki bugün modernizmin, ulus devletlerin mimarlık düşüncesini ve pratiğine kattıklarını ve aldıklarını konuşmak moda olduğu için mi söylemsel mimarlıklardan kaçınan bir konjonktür içindeyiz? Biz bugün Archigram, Archizoom, Constant gibi üretimler yapmıyoruz, yapma şansımız da yok. Bu deyiş bir hayıflanma, kahretsin biz o kadar iyi değliz demek değil, bizim kendi tarihselliğimizde kendi üretimimizin tikelleğini konuşmamız gerekmekte. Evrenin sonundaki restorana giden yol tam buradan geçmekte. Fenomenoloji belki kurtarıcımız olabilir, bu netlik arayışından kurtulup, sarkaca kendimizi bırakmak da yeni kapılar açabilir.


Sistem Karşıtı Hareketler, Arrighi, Hopkins, Wallerstein

“Sınıfların, ulusların ve etnik grupların kuruluşunun (yeniden kuruluşunun, yeniden şekillenmesinin ve yıkılışının) gerçek tarihi -hem başka “dışsal” grupların bu grupları yaratma yönündeki baskısı, hem varsayımsal grupların kendilerini yaratma yönündeki “içsel” isteğinin baskısı dahil olmak üzere - kültürel giysilere bürünmüş bu politik iddiaların gücünün sürekli olarak yükselmesi ve değişmesinin tarihidir.”


Olasılıklar, Duruşlar, Müzakere, Güncel Sanatta Kamusal Alan Tartışmaları, Pelin Tan, Sezgin Boynik

Sven-Olov Wallenstein: Kamusal Özneler,

Sanatta evrensellik iddialarına karşı geliştirilmiş olan “mekana özgülük” fikri hiç bir şekilde mekana-bağlılığın modern-öncesi versiyonlarına karşılık gelmez; tersine mekana parçalayıcı bir enerji katar, kamusalı bir mücadele sahası olarak tarar ve bir tür negative diyalektik ortaya koyar.


Biz bu kadar konuşurken, kamusal alanda, kentte neler oluyor? Merak etmeye gerek yok aslında kent ve kamusal alan mimarların “Kentleri bize bırakın!” yakarışlarına karşın halen kendi hallerini koruyorlar. Kamusal alan bir çatışma ve karşılaşma ortamı, ama gerçekten herkesle karşılaşmaya hazır mıyız? Bugün yaptığımız kamusal alan tartışmalarında hep bir “biz, bizim” söylemi var, oysakki bu alanlar hepimizin, ya da başka bir deyişle buralara bir aidiyet kimliği kurmak bile gereksiz. Bizim dediğimiz her alan, başka bir ötekinin olmadığını hatırlatıyor ve burda kurulan dil, mutakabattan uzaklaşıyor. Bugünlerde kamusal alanda karşılaşma meselesi, evrenin sonundaki restorana çok benzer. Orda herkes geçmiş zamanı kullanır, çünkü her şey olup bitmiştir, zaman da evrenin sonuna gelinen yerdedir herkes. İstanbul’dan bahsetmek gerekirse, tam da evrenin sonu denilebilir çünkü tüm kararlar, tepkiler, geri dönüşler hepsi yaşanmıştır, yeni yaşanacaklar bile muktedirler tarafından yaşattırılmıştır.


Kendimizi inandırdığımız kavramlar var, vicdan rahatlatmaları da diyebiliriz. Sürdülebilirlik, ekoloji, yeşil yaşam vb. bunların hepsi bir anda iç boşalabilen, kontrolünü kaybedebildiğimiz durumlar. Günümüz mimarlıklarında hepsini görebiliyoruz. Bu iyi niyetliyaklaşımlara karşı çokça kontra fikirden bahsedilebiliriz. Bunlardan biri bu kavramların hepsini metaya döndüğü safsatasından bahsetmek olabilir, çünkü meta herşeyden önce, taşıdığı özelliklerle şu ya da bu türden insan ihtiyaçlarını gideren dışsal bir nesne, bir şeydir.1 Burda “safsata” diye betimlenen durum diğer cephelerinde de yapılan kapitalizm ile mücadele edilirken, onun değişmediğini kabullenerek yapılması. Oysa o bu tüm kavramları, yeni metaları üreten sistemin olağanlığı halinde kabullenmek, karşısında yeni pozisyonlar örgütlemek gerekiyor.

1

Kapital, Karl Marx


Mimari Paralaks, Slajov Zizek

Sorun şu ki doğa asla “sürdürülebilir” değildir, büyük ve dizginlenemez bir atık üretme sürecidir; bu atıktan orada “doğal işlevleri dışında faydalanılır” bazen, kendiliğinden yerel bir şekilde ortaya çıkan örgütlenmelerde (petrol – doğanın devasa bir atığını- enerji kaynağı olarak kullanan insanlar gibi) kullanır o atık.


Marshall McLuhan

Publication is a self-invasion of privacy.


Mecralar enformatik olmaya başlayınca, bazılarının sorgulanmaz doğrular olduğunu kabullenme eğilimindeyiz. Bugün internette aradığına güvenmeyen ama kitaptaki bilgiye güvendiğini söyleyen bir kişi, aslında aynı güvenilirlikte iki durumdan bahsetmekte. Sözgelimi bir yapının fotoğrafından anlaşılamayacağını, ancak fiziksel olarak ilişki kurunca o yapının gerçekten anlaşılabileceği düşüncesi de bu mecra konusunun tartışmalı bir noktası, çünkü fotoğraftaki yapı ile fiziksel olarak var olan hali tamamen farklı iki şeydir, aradaki mecra ile onun temsiliyetini kavrarız. Mecranın ingilizce karşılığı “medium”1un kökeni ise ortada olan şey, direk aktarım gibi kavramlara dayanıyor. Medya kelimesinin kendi coğrafyasında bile direk aktarım olduğunu savunabilir, bu yanılsama bir çelişki ifade ediyor. Günümüzün değişen teknoloji yapısı, artık mecraların daha hızlı yayılması ve onların üzerinden kurduğumuz söylemler, üretici ile ürünün arasındaki ilişkiyi gün geçtikçe değiştiriyor. Bu değişim üzerinden yeni ve eski mecranın temsille ve bilgiyle kurduğu ilişki çatışmalı bir birliktelik sunuyor.

1 the act or process of mediating; especially : intervention between conflicting parties to promote reconciliation, settlement, or compromise


Canavar Banavar, B端y端k Ev Ablukada

Benden iyi benden uzak, bir ben bulamam.


Mimarlığı anlamak denince ne düşünüyorsunuz? Bu yazının ilk haftaki yazıya bir cevap olacağından bahsetmiştim, biraz soruyu tersten sormak istedim, “mimarlığı anlamak denince ne düşünüyorsunuz” diye çevirdim. Önce Manuel De Landa’nın Çizgisel Olmayan Tarih kitabından daha önce de yaptığım gibi bir alıntı yapmak istiyorum; “Çizgisel bir model, karma dil ve melez dilin standart kavrayışında görüldüğü gibi, tarihsel vakaların karmaşıklığını çarpıtma boyutlarına varacak denli basitleştirebilir ve kanıtların yorumlanmasında çekilen güçlüğe bizatihi katkıda bulunabilir. Tek bir bölgede, birden fazla gelişme aşaması bir arada bulunabilir, sınırdaş olabilir. Aslına bakarsanız birden fazla gelişme aşaması da olabilir- bir karma dil öncesi dizi, kristalleşmiş bir karma dil, bozulma (başat kaynağın yeniden kazanılmasıyla) sürecine girmiş bir karma dil, melez dilleşme sürecindeki bir karma dil, bozulma sürecine girmiş bir melez dil.” Bu üstteki alıntı bir kenarda dursun. Mimarlığı anlamak denince, ilk tepki olarak bunun sadece batıyı anlamak ile ilişkili olduğunu düşünüyorum. Çünkü tüm kurulan anlatılar batı ekseninde ve tek boyutlu bir düşünce grafiği çıkıyor. İyi bir kavram görselleştirmesi dediğimiz çok boyutlu grafikler bile yakın coğrafyaların yakın zihinlerin karmasını gösteriyor. Biz batı için mimarlığı düşünürken, doğuda ne olduğu çok düşünmüyoruz. Mimarlık kelimesinin ingilizce kökenleri üzerine konuşurken, bir kaza eseri çinli çevirmenler tarafından nasıl japoncaya çevrildiğini konuşmuyoruz.1 Bu bir söylenme değil, daha çok o tamda kronolojik sıralamalarda neleri “yassılaştırdığımızın” bir dışavurumu. Yeni bir mimarlık manifestosu ancak merkezleri yok etme ile oluşacaktır, tüm bina yapım endüstrisine karşı bireysel çıkışlar, arızalar, hikayeyi değiştirecektir. Tabi bunların hepsi de bizim hikayeyi ne kadar değişik okumak istediğimize bağlı. Sonuçta mimarın yaptığı iş bir pasta ustasının yaptığı kadar önemlidir2, bunu hep hatırlamak lazım.

1 2

Kenchiku or Zoka As Vogue Translation of “Architecture”, Norihito Nakatani ADT Semineri ,Uğur Tanyeli


Bu mecra burda sonlanıyor. Aşağıda kullanılan görsellerin mekan bilgileri bulunmakta. Son olarak ilk versiyondaki notu tekrar buraya koymak istiyorum, Büyük not : Şu anda gördüğünüz versiyon rehberin tamamlanmış hali değil, hoş bir gün gerçekten tamamlanabilir mi o da bir soru işareti, şimdilik ilk kısmı ve ikinci kısmın bir yarısı durmakta, ikincisi kısım kamusal alan, birey, tarihsel düzlemler üzerinden gidip evrenin sonundaki restoranda son bulacak. Şu an tarih 25/05/2013 saat 21:47, önümüzdeki 24 saat içerisinde son kısmında bu mecra içine girmesi planlanıyor.

Şu an tarih 27/05/2013 saat 00:56, şimdilik sonlanmış gözüküyor. İstanbul’da üretildi.

“Hey, Marvin, “ dedi tekrar telefona, “biz çok iyi vakit geçiriyoruz. Yemek, şarap, biraz kişisel istismar ve Evrenin bumlayışı. Seni nerede bulabiliriz?” Tekrar bir sessizlik oldu. “Biliyorsunuz, benimle ilgileniyormuş gibi davranmanız gerekmez,” dedi Marvin sonunda. “Ben yalnızca sıradan bir robot olduğumun kesinlikle farkındayım.” Otostopçu Evrenin Sonundaki Restoran, Douglas Adams

[1]kadırga koyu[2]bozcaada[3] boyalı köyü[4]atina[5]assos[6]üsküdar[7]beyrut[8]kabataş[9]iskenderiye[10]kadırga[11]kıbrıs


We’ve come too far To give up who we are So let’s raise the bar And our cups to the stars



Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.